You are on page 1of 629

Bilim Felsefesinde Metinler

Ernest Nagel
Bili ' sı
Bilimsel Açıklama Mantığında
Problemler

Çeviren
Aziz Yardımlı

idea
CO m

g ın>
3 r\

ö f ÛJ
■aS
M —

idea
BİLİMİN YAPISI
BİLİMSEL ARAŞTIRMA MANTIĞINDA PROBLEMLER
Ernest Nagel
BİLİMİN YAPISI
BİLİMSEL ARAŞTIRMA MANTIĞINDA PROBLEMLER

Çeviren
Aziz Yardımlı

İdea • İstanbul
İd e a Yayınevi
Ş arap İskelesi Sk. 2/106-107 34425 K araköy — İstan b u l
iletisim @ ideayayinevi.com / www.ideayayinevi.com / www.ideasatis.com
Bu çeviri için © AZİZ YARDIMLI 2012
The Structure o f Science
Problems in the Logic o f Scientific Explanation
C opyright © 1979 E m s t N agel
B ilim in Yapısı
Bilimsel Araştırma M antığında Problemler
B irinci basım 2013
Tüm haklan saklıdır. B u yayımın hiçbir bölümü
Idea Yayınevinin ön izni olmaksızın
yeniden üretilemez.
Baskı: U m u t M atbaacılık
F atih Cad. Yüksek Sok. N o 11, M e rte r — İstan b u l
Printed in Türkiye

ISBN 978-975-397-116-4
Edith ’e
Önsöz

Bilimin kurum sallaşm ış bir araştırm a sanatı olarak değişik meyveleri


vardır. G ünüm üzde en iyi tanıtılan ü rü n leri hiç kuşkusuz insan eko­
nom isinin geleneksel biçimlerini ivm elenen bir oranda değiştirmekte
olan teknolojik becerilerdir. Ama bilim henüz şimdiki kamu dikkatinin
odağında olmayan başka birçok şeyden de sorumludur, üstelik bunların
bir bölüm ü sık sık bilimsel girişimin en değerli hasadı olarak ödüllendi­
rilmiş ve ödüllendirilmeyi sürdürüyor olsa da. Bunlar arasında en önde
gelenler şunlardır: Çeşitli tiplerde olay ve süreçler için temel belirleyici
koşullan ilgilendiren genelleştirilmiş kuramsal bilginin elde edilmesi;
insanların bilinçlerinin barbarca edim lere ve ezici korkulara kaynak­
lık eden eski boşinançlardan kurtarılması; ahlaksal ve dinsel dogm alar
için entellektüel tem ellerin yıkılması ve b u n a bağlı olarak toplum sal
türesizliklerin sürmesi için usdışı törenin sert kabuğu yoluyla sağlanan
koruyucu ö rtüde bir zayıflama; ve, daha genel olarak, nüfusun giderek
büyüyen b ir kesim inde geleneksel inançlara karşı sorgulayıcı bir en­
tellektüel tutum un aşamalı gelişimi—bir gelişim ki, sık sık daha önce
dizgesel eleştirel düşünceye kapalı alanlarda m antıksal yöntem lerin
benim senm esinin eşliğinde yer alır. Bu yöntem ler, güvenilir gözlem
verileri tem elinde, olgu sorunlarını ya da istenebilir politik çözümleri
ilgilendiren almaşık sayıltıların değerini ölçer.
Kısa da olsa bu bölüm sel liste bilimsel girişimin genel olarak özgür­
lükçü b ir uygarlık düşüncesi ile bağlanan özlem lerin d uruluk içinde
anlatılmasına olduğu gibi gerçekleşm esine de ne denli katkıda bulun­
duğunu açığa serm ek için yeterlidir. Yalnızca bu nedenle, olaylar üze­
rinde yetkin entellektüel ve pratik denetim sağlam anın bir yolu olarak
bilimin özenli incelem e uğruna sona ermeyen bir konu olması şaşırtıcı
değildir. Ama bu ne olursa olsun, bilimsel araştırm anın doğası ve insan
yaşamı için önem i üzerine düşüncenin kayıtları geriye, kuramsal bili­
m in Yunan antikçağındaki başlangıçlarına gider; ve Batı felsefesinin
tarihinde kendi günlerindeki bilim in ortaya çıkardığı problem ler üze­
rine ciddi olarak kafa yormamış dikkate değer çok az d ü şünür vardır.
Sonuç olarak, ‘bilim felsefesi’ terim inin özel bir incelem e dalı için ad
olarak kullanım ının göreli olarak yeni olm asına karşın, ad felsefenin
‘m antık,’ ‘bilgi kuram ı,’ ‘m etafizik,’ ve ‘ahlaksal ve toplum sal felsefe’
gibi geleneksel bölüm leri için başlıklar altında yüzyıllar boyunca sür­
dürülm üş olan araştırm alar ile süreklilik içinde duran araştırmaları be­
lirtir. Dahası, zaman zaman terim in kitaplara, eğitim kurslarına ve bilgi
toplum lanna verilen başlıklarda yaygın olarak kullanılmasının yarattığı
izlenim e—kendi aralarında yakından ilişkili bir sorular küm esini ele
alan açıkça sınırlı bir disiplini belirttiği izlenimine—karşın, günüm üzde
geliştirildiği biçimiyle bilim felsefesi iyi tanım lanm ış b ir çözüm lem e
alanı değildir. Tersine, alana katkıda b u lu n an lar sık sık keskin karşıt­
lıklar içindeki amaç ve yöntem ler sergiler; ve genellikle ona ait olarak
sınıflandırılan tartışmalar toplu olarak felsefenin geleneksel ilgisi olmuş
olan problem lerin heterojen küm esinin büyük bölüm ü ile örtüşür.
Bu kitap, bilim felsefesinde b ir d enem e olm asına karşın, gene de
daha tümleşik bir sorular küm esini ele alır, ve kapsadığı alan bilimsel
araştırm anın m antığını ve entellektüel ürünlerinin mantıksal yapısını
çözümlem e hedefi yoluyla denetlenir. Birincil olarak bilimsel bilginin
örgütlenm esinde olduğu gibi kullanım ları (özel tekniklerdeki sık de­
ğişimlere ve tözsel kuram daki devrim lere karşın) m odern bilimin en
dayanıklı özelliği olan mantıksal yöntem lerin örgütlenm esinde de ser­
gilenen mantıksal kalıpların bir gözden geçirilmesidir. Kitap buna göre
bilim felsefesi üzerijıe ölçün çalışma ve derslerde sık sık ve uzunlamasına
tartışılan ama bana onun hedefi ile ilgili görünmeyen birçok sorunu göz
ardı eder—örneğin duyu algısının epistemolojisi ile, ya da özelleşmiş
bilimsel bulguların b ü tü n lü ğ ü n ü “anlaşılır” kılma amacıyla önerilen
kozmik sentezler ile ilgili sorunlar gibi. Ö te yandan, eğer tartışılmaları
bilimsel yöntem in ve meyvelerinin d u ru olarak anlaşılm asına katkıda
bulunabilecek ise, bilimin edimsel uygulaması ile ancak uzaktan ilgili
görünebilecek sorunları irdelem ede duraksam adım—örneğin bilimsel
kuramların duyusal gözlem verilerine ilişkin bildirimlere çevrilebilirliği­
ni, ya da ahlaksal sorum luluğun yüklenmesi için evrensel determinizme
inancın anlam ını ele alan sorular gibi.
Bu kitapta problem leri tartışm a düzeni bir ölçüde önem li ve ayırde-
dici bir bilimsel ideal olarak kapsayıcı ve sağlam-temelli açıklamaların
elde edilmesi üzerine getirdiğim vurguyu yansıtır. Ama bu vurguya ba­
kılmaksızın, bilim m anüğının incelemesi uygun çözüm leme ve açımla­
m a uğruna üç birincil bölüm e ayrılabilir. Birinci bölüm başlıca bilim- ,
sel açıklam aların doğasını—m antıksal yapılarını, karşılıklı ilişkilerini,
araştırmadaki işlevlerini ve bilgiyi dizgeselleştirmek için aygıtlarını—ele
alan problem lere ayrılmıştır, ikinci bölüm bilimsel kavramların manük- .
sal vapılan— değişik tanım ve ölçüm teknikleri yoluyla eklemlenişleri,
gözlem verilerine bağlanm aları, ve bilimsel olarak anlam lı olm alarının
koşullan— ile ilgili sorular üzerinde yoğunlaşır. Ü çüncü bölüm çeşitli
bilim lerdeki bilgi savlarının değerlendirilm esini—olası çıkarsamanın
yapısını, kanıtın tartılm asında kullanılan ilkeleri, ve tüm evanm lı uslam­
lam aların geçerliğini— ele alan problem lere ayrılmıştır. Bu bölüm sel
olarak çakışan üç p roblem küm esi bilim m antığının dizgesel olarak
birleşm iş incelem esini oluşturur; gene de, soruların h e r bir kümesi
ancak zaman zaman başka küm eler altına alm an sorunlara yapılan gön­
derm eler ile irdelenebilir. Buna göre, bu kitap başlıca yukarıdaki üçlü
bölüm lem eden birincisi altına düşen sorulara ayrılmış olsa da—öteki
iki bölüm deki problem ler şu günlerde hazırlanm akta olan bir kitapta
ayrıntılı olarak tartışmak üzere ayrılmıştır—, kitap kendi içinde gereken
herşeyi kapsar; ve öteki bölüm lerin özeğinde yatan am a bu kitapta doğ­
rudan belirtilm eleri gereken sorunlar onda en azından kısaca dikkate
alınmıştır.
Bu kitabı m eslekten felsefe öğrencilerinden daha geniş bir okuyucu
kitlesi için yazmaya çalıştım, ve b u n u onda tartışılan kimi soruların belki
de başkaları için çok az ilgi çekici olm alarına karşın bir bü tü n olarak
kitabın dar sınırlı profesyonel ilgiden daha çoğunu hak eden sorunlun
ele aldığı kanısı ile yaptım. B una göre, sağın form alizm belli teknik
problem lerin çözümü için ne denli yararlı olsa da, çözümlemelerin yük­
sek düzeyde formalize edilmiş sunum larından ya da m odern biçimsel
mantığın özel simgesel notasyonunun kullanım ından kaçındım. Bilimin
özel dallarında kullanılan güç teknik kavramlara değinmeyi bütünüy­
le dışlamak kitabın özsel amacı açısından tutarsız olurdu; öte yandan,
kitap böyle kavramların kendilerine ulaşmayı istediğim birçok okur için
tanıdık olmaları olası olmadığı zaman onları açıklama girişiminde bulu­
nur. Ayrıca bir dizi som ut alanda—fizikte olduğu gibi toplumbilimde ve
yaşambilimde de—işleyen bilimsel yöntem lerin karakterini sergilemeye
de çalıştım. Başlangıçta çalışmanın kapsam ına almayı istediğim başka
birçok özel disiplinin atlanması pahasına da olsa, b u n u yapmamın ne­
deni bir yandan değişik alanlardan gelen okuyuculara açıkça önem li
ayrımlara karşın bilimsel usun işlemlerinde temel bir mantıksal süreklili­
ğin olduğunu gösterebilmek, ve öte yandan böyle bir okuyucu alanının
üyeleri için bilimsel usun çalışmalarına karşı yöneltilen (sık sık belli bir
“yüksek bilgelik” adına) yürürlükteki eleştiri dalgasını haktanır bir tinde
değerlendirm ek için geniş bir tem el sunmaktı.
Bu kitaptaki birçok bölüm önem li ölçüde gözden geçirilmiş biçim­
de d ah a ö n ced en yayımlanmış gereci kapsar. Aşağıdaki m akalelerin
yayımcılarına onları bu kitapta kullanm ak için verdikleri izinden ötü­
rü teşekkür etm ek isterim: “T he Causal Character o f M odern Physical
Theory,” Freedom and Reason’da (yay. haz. S. Baron, E. Nagel ve K. S.
Pinson), T he Free Press, Glencoe, 111., 1951; “T he M eaning of Deduc-
tion, in the N atural Sciences,” Science and CÂvilization ’da (yay. haz. B.
C. Stauffer), T h e University o f W isconsin Press, 1949; “Teleological
Explanation an d Teleological Systems,” Vision and Action ’da (yay. haz.
S. B atner), Butgers University Press, 1953; “Science, With and W ithout
W isdom,” The Saturday Revietu o f Literatüre, 1945; “W holes, Sums and
Organic U nities,” Philosophical Studies, 1952; “Mechanistic Explanation
and Organism ic Biology” ve “D eterm inism in History,” Philosophy and
Phenomenological Research, 1951 ve 1960; ve “Some Issues in the Logic of
Historical Analysis,” Scientific Monthly, 1952, A merican Association for
the A dvancem ent o f Science’m izniyle.
Kitabını yazarken üsdendiği kişisel borçlan kabul etm ek bir yazarın ay-
ncalığıdır, ve tüm ünü sıralamam olanaklı olmasa da, kendilerine borçlu
olduğum başlıca adları m em nuniyetle belirtiyorum . Bilim felsefesine
ilgim in yaratıcısı öğretm enim m erhum M orris B. C o h e n ’dir, ve ona
düşüncem e verdiği yön için olduğu gibi öğrettiklerinden gelen sürekli
uyan için de m innettanm . Ne Rudolf Carnap ne de Philipp Frank resmi
olarak öğretm enlerim oldular, ama kendileri ile 1934’ten bu yana bilim
m antığı üzerine yaptığım sayısız söyleşiden büyük yararlar sağladım;
ve görgül toplum sal araştırm anın yöntem bilim sel problem leri üzeri­
ne Paul. F. Lazarsfeld ile yıllarca süren aydınlatıcı konuşm alarım dan
eşit ölçüde paha biçilmez bilgiler edindim . Beni yüreklendiren başka
dostlardan da değerli yardım lar gördüm : A braham Edel, Albert Hofs-
tadter ve Sidney H ook ile gençlik günlerim izden bu yana sürdürm ekte
olduğum uz yüksek felsefi söylemden ve elyazmasının tam am lanışının
değişik aşam alarında çeşitli bölüm ler üzerine eleştirilerinden büyük
yarar sağladım. Jo h n C. Cooley, Paul Edwards, H erb ert Feigl, Charles
Frankel, Jo h n G rîgg, Cari G. H em pel, Sidney M orgenbesser, Meyer
Schapiro ve Patrick Suppes kendileri ile yaptığım birçok tartışma sırasın­
da düşüncelerim in durulaşm asına önem li ölçüde katkıda bulundular.
Bu kitabı kendisine adadığım kanm onda söylediğim şeylerin çoğunun
anlaşılırlığı için bir denek taşı olarak hizm etini dayançla sundu. Jo h n
Simon Guggenheim M emorial Foundation, Rockefeller Foundation ve
Ç enter for Advanced Study in the Behavioral Sciences gibi kurum lara
çalışmak ve yazmak için bana kazandırdıklan boş zam andan ötürü de­
rinden m innettanm .
E. N.

South VVardsboro, Vermont


Ağustos, 1960
İçindekiler

Önsöz

1. Giriş: Bilim ve Sağ Duyu 17

2. Bilimsel Açıklamanın Kalıpları 30


I. Bilimsel Açıklama Örnekleri — 3 0
II. Dört Açıklama Tipi — 35
III. Bilimler Açıklar M ı ? — 40

3. Tüm dengelim li Açıklamanın Kalıbı 43


I. Bireysel Olayların Açıklamaları — 44
II. Yasaların A çıklam ası— 47
III. Açıklamalarda Genellik — 51
IV. Açıklamaların Epistemik Gerektirimleri — 56

4. Bilimsel Yasaların Mantıksal Karakteri 61


I. ilineksel ve Nomik Evrensellik— 63
II. Yasalar M antıksal Olarak Zorunlu M u d u r?— 66
III. Nomik Evrenselliğin Doğası — 70
IV. Olguya-Aykm Evrenseller— 81
V. Nedensel Yasalar— 87

5. Deneysel Yasalar ve Kuramlar 93


I. Ayrım için Zeminler— 95
II. Kuramlarda Uç B üyük Bileşen — 104
III. Karşılık-Düşme Kuralları — 111
6. Kuramların Bilişsel Konumu 120
I. A n d ın m m R o lü — 121
II. K uram ların Betimlemeci Görüşü— 131
III. K uram ların Araçsakı G örüşü— 142
IV. K uram ların Realist Görüşü— 154

7. Mekanik Açıklamalar ve Mekanik Bilimi 165


I. M ekanik Açıklama N edir? — 165
II. Mekanik B ilim inin M antıksal K o n u m u — 185

8. Uzay ve Geometri 213


I. Newtoncu Çözüm— 213
II. A n ve Uygulamalı Geometri — 224

9. G eometri ve Fizik 243


I. Alm aşık Geometriler ve Karşılıklı İlişkileri — 243
II. Geometrinin Seçimi — 261
III. Geometri ve Görelilik K uram ı — 274

10. Fiziksel Kuramda Nedensellik ve Belirlenimsizcilik 284


I. Klasik M ekaniğin Deterministik Yapısı — 285
■» II. Fiziksel D urum un Almaşık Betimlemeleri — 292
III. Q uantum M ekaniğinin D ili — 300
IV. Q uantum K uram ının İndeterminizm i— 311
V. Nedensellik İlkesi — 322
VI. Şans ve indeterminizm — 330

11. Kuramların indirgenm esi 341


I. Termodinamiğin istatistiksel Mekaniğe İndirgenmesi — 343
II. indirgeme için Biçimsel K oşullar— 34 9
III. indirgeme İçin Biçimsel-Olmayan K oşullar— 362
IV. Doğuş Öğretişi— 370
V. Bütünler, Toplamlar, ve Örgensel Birlikler— 383

12. Mekanistik Açıklama ve Orgenlik Yaşambilimi 401


I. Teleolojik A çıklam alann Yapısı — 404
II. Orgenlik Yaşambiliminin D uruş Noktası — 430

13. Toplumsal Bilimlerin Yöntembilimsel Problemleri 448


I. Denetlenen Araştırma Biçimleri — 451
II. Kültürel Görelilik ve Toplumsal Yasalar— 460
III. Toplumsal Bir Değişken Olarak Toplumsal Fenomenin B ilgisi— 466
IV. Toplumsal Bilimin içeriğinin Öznel Karakteri— 474
V. Toplumsal Araştırm anın Değer-Yönelimli Yanlılığı— 485

14. Toplumsal Bilimlerde Açıklama ve Anlama 502


I. istatistiksel Genellemeler ve Açıklamalan — 502
II. Toplumsal Bilimde Işlevseleilik— 518
III. Yöntembilimsel Bireycilik ve Yorumlayıcı Toplumsal Bilim — 533
15. Tarihsel Araştırma Mantığında Problem ler 545
I. Tarihsel incelemenin Ozeksel Odağı — 545
II. Olasılıklı ve Türeyişsel Açıklam alar— 5 4 9
III. Tarihsel Araştırmada Yineleyen Sorunlar— 572
IV. Tarihte Determinizm — 5 8 9

S Ö Z L Ü K — 603
D İZİN — 609
B İL İM İN YAPISI
Bilimsel Açıklama Mantığında Problemler
Giriş: Bilim ve
Sağ Duyu

M odern uygarlığın başlangıçlarından çok önce, insanlar çev­

1
releri hakkında geniş bilgi birikimleri kazandılar. Bedenlerini
besleyen tözleri tanımayı öğrendiler. Ateşi keşfettiler ve ham
gereçleri bannak, giysi ve aletlere dönüştürm ek için beceriler
geliştirdiler. Toprağı işleme, iletişim kurm a ve kendilerini yö­
netm e sanatlarım yarattılar. Kimileri nesnelerin tekerlekli arabalara k
yulunca daha kolay taşındığını, tarlaların büyüklüklerinin standart ölçü
birim leri kullanıldığı zaman daha güvenilir bir yolda karşılaştırıldığını,
ve yılın mevsimlerinin ve birçok gök fenom eninin birbirini belli bir ku-
rallılık içinde izlediğini buldular. Jo h n Locke’un Aristoteles’e takılma­
sı—Tanrının insanlara karşı onları yalnızca iki-ayaklı yaratıklar yapacak
kadar eli sıkı olmasa da onları ussal yaratıklar yapma işini Aristoteles’e
bıraktığı—m odern bilime açıkça uygulanabilir görünür. Dünyaya ilişkin
pekçok noktada güvenilir bilginin kazanılması hiç kuşkusuz m odern
bilim in gelmesini ve o n u n yöntem lerinin öz-bilinçli kullanım ını bek-
lemeyecekti. G erçekten de, b u bakım dan h e r kuşakta pekçok insan
kendi yaşamında soyun tarihini yineler: Bilimlerde eğitilmiş olm a gibi
bir üstünlükten yararlanmaksızın ve bilimsel yöntem lerin bilinçli olarak
uygulanması söz konusu olmaksızın, kendi başına beceriler ve yetkin
bilgiler elde etmeyi başarır.
Eğer bilgi olarak bu kadar çok şey doğuştan yeteneklerin ve “sağ-duyu”
yöntem lerinin ustaca uygulaması yoluyla kazanılabiliyorsa, bilim lere
özgü özel üstünlük nedir, ve onların karmaşık entellektüel ve fiziksel
aygıtlarının bilgi kazam m ına katkıları nedir? Eğer ‘bilim ’ sözcüğüne
belirli bir anlam yüklenecekse, soru dikkatli bir yanıtı gerektirir.
Sözcük ve dilbilimsel olarak değişik biçimleri hiç kuşkusuz h er zaman
ayrımına varılarak kullanılmaz, ve sık sık yalnızca şuna ya da buna onur­
landırıcı bir ayrıcalık yüklemek için kullanılır. Birçok insan inançlarında
“bilim sel” olm aktan ve b ir “bilim çağında” yaşam aktan g u ru r duyar.
B ununla birlikte, çok sık olm ak üzere g u ru rlan u ğruna keşfedilebile-
cek biricik zemin, atalarının ya da kom şularının tersine, ellerinde son
olduğu ileri sürülen bir gerçekliğin bulunduğu kanısıdır. Bu tindedir
ki fizikte ya da yaşambilimde günüm üzde kabul edilen kuram lar zaman
zaman bilimsel olarak betimlenir, ve bu arada o alanlarda daha önceleri
savunulan am a b u n d an böyle güvenilm eyen tüm kuram lara o etiket
kesinlikle yadsınır. Benzer olarak, yürürlükteki fiziksel ve toplumsal ko­
şullar altında büyük ölçüde başarılı olan uygulama yolları, örneğin belli
çiftçilik ya da işleyim teknikleri, arada bir başka zam anların ve yerlerin
sözde “bilimsel-olmayan” uygulam aları ile karşı karşıya getirilir. Belki
de ‘bilim sel’ terim ini tüm belirli içeriğinden sıyırma eğilim inin aşırı
bir biçimi reklamcıların zaman zaman ‘bilimsel saç tıraşı,’ ‘bilimsel halı
temizliği’ ve giderek ‘bilimsel astroloji’ gibi deyimleri içtenlikle kullan­
m alarında örneklenir. B ununla birlikte, yukarıdaki ö rn ek lerd en hiç
birinin sözcüğe bağlanan inançların ya da uygulamaların kolayca tanına­
bilir ve ayırdedici karakteristiği olmadığı açığa çıkacaktır. Hiç kuşkusuz,
ilk örnekte örtük olarak bulunan-öneriyi, ‘bilim sel’ sıfatının geçersiz
kılınamayacak bir yolda doğru olan inançlara uygulamaya sınırlamasını
kabul etm ek düşüncesizlik olacaktır—çünkü tüm ünde olmasa da çok
sayıda araştırm a alanında doğruluğun yanılmaz güvenceleri eksiktir, ve
bu nedenle böyle-bir ö nerinin kâbul edilmesi sonuçta sıfatı herhangi
bir düzgün kullanım dan yoksun bırakacaktır.
‘Bilim’ ve ‘bilim sel’ sözcükleri gene de belirli içerikten sık sık değer-
sizleştirilmiş kullanımlarının belirtebileceği kadar yoksun değildir. Çün­
kü gerçekte sözcükler ya tanınabilir, sürekli bir araştırm a girişimini ya
da onun entellektüel ürünlerini belirten etiketlerdir, ve sık sık o ü rü n ­
leri başka şeylerden ayırdeden özellikleri im lem ek için kullanılırlar.
Buna göre bu bölüm de kısaca “ön-bilimsel” bilginin ya da “sağ-duyu”
bilgisinin m odern bilim in entellektüel ü rü n lerin d en ayrılma yolların­
dan bir bölüm ünü inceleyeceğiz. Hiç kuşkusuz genellikle tanıdık ama
bulanık “sağ duyu” başlığı altında toplanan inançları “bilimsel” olarak
kabul edilen bilişsel savlardan ayıran keskin bir çizgi yoktur. G ene de,
kendileri için am açlanan uygulama alanları açıkça puslu sınırlar taşı­
yan başka sözcükler (örneğin ‘dem okrasi’ terim i) d u ru m unda olduğu
gibi, sağın ayırma çizgilerinin bulunmayışı bu sözcüklerden h er biri için
sağlam bir anlam çekirdeğinin bulunuşu ile bağdaşmaz değildir. H er
ne olursa olsun, d ah a ölçülü kullanım larında bu sözcükler gerçekte
önem li ve tanınabilir ayrımları imler. Tanımaya çalışmamız gereken şey
bu ayrımlardır, üstelik bunlardan kimilerini açımlayıcı vurgu ve du ru lu k ,
uğruna keskinleştirmeye zorlansak bile. /
1. Hiç kimse varolan özel bilim lerden birçoğunun gündelik yaşamın
kılgısal kaygılarından gelişmiş olduğu olgusunu ciddi olarak tartışmaz:
Geometri tarlaları ölçme ve inceleme problem lerinden, mekanik mima­
ri ve askeri sanatların yarattığı problem lerden, yaşambilim insan sağlığı­
nın ve hayvan beslem enin problem lerinden, kimya metaluıji ve boyama
işleyimleri tarafından yaratılan problem lerden, ekonom i ev yönetimi
ve politika yönetim inin problem lerinden vb. gelişmiştir. Hiç kuşkusuz,
bilimlerin gelişimi için kılgısal sanadann problem lerinin getirdiği uyan­
lardan başka uyanlar da olmuştur; gene de, birinciler bilimsel soruştur­
m anın tarihinde önem li roller oynamışlar ve oynamayı sürdürecekler­
dir. H er ne olursa olsun, bilimin doğası üzerine sağ-duyu kanılannın ve
bilimsel vargılann tarihsel sürekliliğinden etkilenen yorumcular zaman
zaman onları bilim lerin yalnızca “örgütlü” ya da “sınıflandırılmış” sağ
duyu olduklan form ülü ile ayırdetmeyi önerm işlerdir.
Hiç kuşkusuz bilim lerin örgütlü bilgi kütleleri olduğu ve tüm ünde
gereçlerinin belirli tiplere ya da tü rlere sınıflandırılm asının (yaşam-
bilim de olduğu gibi, dirim li şeylerin türlere sınıflandırılm ası) vazge­
çilmez bir görev olduğu ortadadır. G ene de açıktır ki, önerilen form ül
bilim ve sağ duyu arasındaki karakteristik ayrımlan yeterli olarak anlat­
maz. Bir konuşm acının Afrika gezileri üzerine tuttuğu notlar bilgileri
ilginç ve etkili olarak iletme am açlan için çok iyi örgütlenm iş olabilir,
am a bu nedenle o bilgiler tarihsel olarak bir bilim adını kazanmış olan
şeye çevrilmiş değildir. Bir k ü tü p h an ecin in k art katalogu kitapların
paha biçilmez bir sınıflandırm asını temsil eder, am a sözcüğün tarihsel
çağrışım ının anlam ını bilen hiç kimse kataloğun bir bilim olduğunu
söylemeyecektir. Açıkta yatan güçlük önerilen form ülün ne tür örgüt­
lenm enin ya da sınıflandırm anın bilim lerin karakteristiği olduğunu
belirlememesidir.
Öyleyse bu soruya dönelim . Sıradan deneyim in sürecinde kazanılan
bilginin çoğunun belirgin bir özelliği bu bilginin belli sınırlar içerisinde
doğru olabilmesine karşın, niçin olgulann ileri sürüldüğü gibi olduklan
konusunda herhangi bir açıklamanın eşliğinde seyrek olarak bulunm a­
sıdır. Böylece tekerleğin yararını keşfetmiş olan toplum lar genellikle
sürtünm e güçleri ile ilgili hiçbirşey bilmez; ne de niçin tekerlekli taşıtlar
üzerine yüklenen eşyalann yerde çekilen eşyalardan daha kolay taşındı­
ğını bilirler. Birçok halk tan m alanlannı gübrelem enin uygunluğunu
öğrenmiş, am a ancak çok azı b u n u n yapılmasının nedenleri ile ilgilen­
miştir. Yüksükotu gibi şifalı bitkilerin ilaç özellikleri yüzyıllar boyun­
ca kabul edilmiş, am a genellikle yararlı güçlerinin zemini konusunda
hiçbir açıklama verilmemiştir. Dahası, “sağ duyu” kendi olguları için
açıklama verm e girişim inde bulu n d u ğ u zam an—örneğin yüksükotu-
nun bir kalp uyancısı olarak değeri çiçeğin şekli ile insan kalbinin şekli
arasındaki benzerliğin terim lerinde açıklandığı zaman—açıklamalar sık
sık olgular ile ilgileri üzerine eleştirel sınam alar olmaksızın kabul edilir.
Sağ duyunun sık sık L ord M ansfıeld’ın bir koloninin yeni atanan ve
tüzede eğitimsiz valisine verdiği o iyi-bilinen öğüdü dinlemesi gerekir:
“Bir dava hakkında karar verm ede hiçbir güçlük yoktur—yalnızca h er
iki yanı dayançla dinle, sonra türenin gereği olarak düşündüğün şeyi
gözden geçir, ve b una göre karar ver; am a hiçbir zaman nedenlerini
açıklama, çünkü yargın büyük olasılıkla haklı, ama nedenlerin kesinlikle
yanlış olacaktır.”
Bilimi yaratan şey olguların kanıtı yoluyla denetlenebilir dizgesel açık­
lam alar için duyulan istektir; ve bilim lerin ayırdedici hedefi bilginin
açıklayıcı ilkeler tem elinde örgütlenm esi ve sınıflandırılmasıdır. Daha
belirli olarak, bilim ler çeşitli türlerd en olayların yer alm a koşullarını
keşfetmeye ve genel terim lerde form üle etm eye çalışırlar, ve burada
böyle belirleyici koşulların bildirim leri karşılık düşen olayların açıkla­
malarıdır. Bu hedefe ancak incelenen nesnedeki belli özellikleri ayır-
detm e ya da yalıtma yoluyla ve bu özellikler arasındaki yinelenebilir
bağımlılık kalıplarını saptam a yoluyla erişilebilir. Sonuçta, araştırm a
başarılı olduğu zaman, şimdiye dek bütünüyle ilişkisiz olarak görünen
önerm eler bir açıklam alar dizgesindeki yerlerinden ö türü belirli yol­
larda birbirine bağlı olarak sergilenir. Kimi durum larda araştırm a ger­
çekten de dikkate değer uzunluklara dek götürülebilir. O lgunun geniş
erim inde yaygın olan ilişki kalıpları keşfedilebilir, ve böylece küçük bir
sayıda açıklayıcı ilkenin yardımı ile bu olgulara ilişkin belirsiz olarak
büyük sayıda ö n erm en in m antıksal olarak birleşm iş b ir bilgi kütlesi
oluşturduğu gösterilebilir. Birleştirme zaman zaman tüm dengelimli bir
dizge biçimini alır, örneğin tanıtlamalı geom etri ya da m ekanik bilimi
du ru m u n d a olduğu gibi. Böylece Newton tarafından form üle edilen
ilkeler gibi birkaç ilke ayın devimini, gel git dalgalarının davranışını,
fırlatılan cisim lerinyollannı ve ince tüplerde sıvıların yükselişini ilgilen­
diren önerm eleriruyakından ilişkili olduklarını ve tüm bu önerm elerin
olgulara ilişkin çeşidi özel sayıltılar ile birleşmiş ilkelerden sağın olarak
çıkarsanabileceğini göstermek için yeterlidir. Bu yolda mantıksal olarak
türetilm iş önerm elerin bildirdikleri değişik fenom enler için dizgesel
bir açıklama elde edilir.
Varolan tüm bilimlerin mekanik biliminin sergilediği yüksek düzeyde
bütünleşmiş dizgesel açıklama biçimini sunması söz konusu değildir, ve
gene de—doğa bilim inin çeşitli bölüm lerinde olduğu gibi toplumsal
araştırma alanlarında da—başka birçok bilim için böyle sağın bir m an­
tıksal dizgeselleştirme bir ideal olarak işlev görmeyi sürdürür. Ama bö­
lüm lere ayrılmış araştırm anın bu ideali genellikle izlemeyen dallarında
bile, örneğin tarihsel araştırm anın çoğunda olduğu gibi, olgular için
açıklamalar bulm a hedefi genellikle h er zaman oradadır, insanlar niçin
on üç A m erikan kolonisinin In g iltere’ye başkaldırırken K anada’nın
bunu yapmadığını, niçin eski Yunanlıların Persleri püskürtebilm işken
Rom a ord u ların a yenik düştüklerini, ya da niçin kentsel ve tecimse!
etkinliğin ortaçağ Avrupasında daha önce değil ama onuncu yüzyılda
geliştiğini bilmeye çalışırlar. Yüzeysel olarak ilişkisiz önerm eler arasına
belli bir bağımlılık ilişkisi getirm ek ve onu açıklamak, g örünürde da­
ğınık bilgi parçaları arasındaki bağıntıları dizgesel olarak sergilemek
bilimsel araştırm anın ayırdedici göstergeleridir.

2. Sağ duyu ve bilimsel bilgi arasındaki bir dizi d ah a öte ayrım aşa­
ğı yukarı İkincilerin dizgesel karakterinin doğrudan sonuçlandır. Sağ
duyunun iyi bilinen bir özelliği de, ileri sürdüğü bilginin doğru olabil­
mesine karşın, içerisinde inançlannın geçerli ya da kılgılarının başarılı
olduğu sınırlan seyrek olarak algılayabilmesidir. G übre serpm enin to p
rağın verimini koruduğu kuralı üzerine davranan bir topluluk birçok
d urum da tarım tarzını başarılı olarak sürdürebilir. B ununla birlikte,
toprağın açıkça kötüleşmesine karşın, kuralı kör gibi izlemeyi sürdürü­
yor olabilir ve dolayısıyla besin sağlanması ile ilgili kritik bir problem
karşısında çaresiz olabilir. Öte yandan, toprağı güçlendirme aracı olarak
g ü b ren in etkerliği için n e d e n le r anlaşıldığı ve böylece kural yaşam-
bilim in ve toprak kimyasının ilkeleri ile bağıntılandığı zaman, kural
yalnızca kısıtlı b ir geçerlik taşıyor olarak kabul edilmeye başlar, çün­
kü gübrenin etkerliği sağ duyunun genellikle algılamadığı koşulların
sürm esine bağım lı olarak görülür. O nları bilen çok az kişi çok fazla
biçimsel eğitim almış olmaksızın doğrudan çevrelerini etkileyen konu­
larda hem en hem en sonsuz bir beceriler türlülüğü ve sağlam bilgiler
ile donatılı olan çiftçilerin güçlü bağımsızlıklarına duyduğu hayranlığı
gizlemeyi başarabilir. G ene de, çiftçinin geleneksel becerisinin sınırlan
dardır: Sık sık gündelik yaşam d ö n g ü sü n ü n sürekliliğinde bir kopuş
olduğu zaman etkisizleşir, çünkü becerileri genellikle geleneğin ve yi­
neleyen alışkanlığın ü rü n lerid ir ve başarılı işleyişleri için nedenlerin
anlaşılması yoluyla şekillendirilmiş değildir. Daha genel olarak, sağ-duyu
bilgisi en çok belli bir sayıda etm enin aşağı yukarı değişm eden kaldığı
durum larda yeterlidir. Ama norm al olarak bu yeterliğin böyle etm en­
lerin değişmezliği üzerine bağımlı olduğu anlaşılmadığı için—aslında,
ilgili etm enlerin varoluşunun kendisi bile anlaşılmamış olabilir—, sağ­
duyu bilgisi ciddi bir tamamlanmamışlık gösterir. Bu tamamlanmamışlı-
ğı giderm ek dizgesel bilimin amacıdır, üstelik bu sık sık ancak bölümsel
olarak gerçekleşen bir amaç olsa bile.
Bilimler böylece sıradan bilgi sorunlanna ilişkin önerm elerin dizgesel
bağıntılarını sergilem e sürecinin kendisi yoluyla sıradan tasarım lara
incelikler getirir. Böylelikle yalnızca tanıdık kılgılann geniş olgu alanla-
nndaki öğeler arasındaki ilişkileri form üle eden ilkelerin terim lerinde
açıklanabilir olarak gösterilmesi söz konusu değildir; o ilkeler ayrıca
alışkısal davranış kiplerini değiştirme ve düzeltme için ipuçlan da sağlar
ve böylece o n lan tanıdık bağlam larda daha etkili ve yeni olanlara daha
uyarlanabilir kılar. B ununla birlikte, bu sıradan inançlann zorunlu ola­
rak yanlış olduklan, ya da giderek deneyimin baskısı altında değişmeye
özünlü olarak bilimin önerm elerinin olduğundan daha açık oldukları
dem ek değildir. G erçekten de, örneğin m eşelerin palam utlardan bir
gecede gelişm edikleri ya da suyun yeterince soğutulunca katılaştığı
gibi sağ-duyu kanılannın asırlık ve aklanmış sağlamlıklan birçok bilim
kuram ının göreli olarak kısa yaşam süreleri ile karşılaştırıldığında ağır
basar. Gözlenecek özsel nokta, sağ duyu dikkatine çarpan olguları diz­
gesel olarak açıklama konusuna çok az ilgi gösterdiği için, inançlannın
geçerli uygulamasının erim inin, gerçekte dar sınırlar içine alınmış olsa
da, onun için önem li bir sorun olmadığıdır.

3. Sıradan insan gibi iş adam ının da bağdaşm az ve giderek tutarsız


inançlar taşım ada gösterdiği rahatlık sık sık ironik yorum lara konu ol­
muştur. Böylece insanlar zaman zaman dolaşımdaki para miktannın çok
büyük ölçüde arttınlm asından yana çıkacak ve aynı zam anda kararlı bir
para isteyeceklerdir; dış borçların geri ödenm esinde diretecek ve aynı
zamanda yabancı m allann dışalımını önlem ek için adım lar atacaklardır;
ve tükettikleri besinlerin etkileri üzerine, gördükleri cisimlerin büyük­
lükleri üzerine, sıvıların sıcaklıklan ve gürültülerin şiddeti üzerine tu­
tarsız yargılarda bulunacaklardır. Böyle çatışan yargılar sık sık gözlenen
olaylann doğrudan sonuçlan ve nitelikleri üzerine neredeyse dışlayıcı
bir yolda takılmanın sonuçlandır. Sağ-duyu bilgileri olarak kabul edilen
görüşlerin çoğu hiç kuşkusuz tanıdık şeylerin insanlann değer verdikleri
şeyler üzerinde yaptıklan etkilere ilişkindir; olaylann birbiri ile ilişkileri,
belirli insan kaygılarını ilgilendirm eleri dışında, dizgesel bir dikkatin
ve araştırm anın konusu yapılmaz.
Yargılar arasinda çatışm aların olması olgusu bilim in gelişimini gü­
dülendiren uyaranlardan biridir. O lguların dizgesel bir açımlamasını
getirm e yoluyla, olayların koşul ve sonuçlarını saptam a yoluyla, öner­
m elerin birbiri ile mantıksal ilişkilerini sergileme yoluyla bilim ler böy­
le çatışm aların kaynaklarına çarpar. G erçekten de, büyük bir sayıda
olağanüstü yetenekli kafa çeşitli bilim lerde tem el ilkelerin mantıksal
sonuçlannı incelemiştir; ve daha da büyük b ir sayıda araştırmacı yine­
leyerek böyle sonuçları eleştirel gözlem ve deneyin bir sonucu olarak
elde edilen başka ö n erm eler ile denetlem iştir. Bu kaygıya karşın, bu
bilim lerde ciddi tutarsızlıkların giderilebilm esi için sağlam hiçbir gü­
vence yoktur. Tersine, karşılıklı olarak bağdaşmaz sayıltılar zaman za­
m an aynı bilim in değişik dallanndaki araştırm alar için tem eller olarak
hizm et eder. Ö rneğin, fiziğin belli bölüm lerinde atom lar bir zamanlar
eksiksiz olarak esnek cisim ler olarak alınırken, aynı bilim inin başka
dallannda atom lara eksiksiz esneklik yüklenmiyordu. B ununla birlikte
böyle tutarsızlıklar zaman zaman yalnızca görünüşte tutarsızlıklardır ve
tutarsızlık izlenimi bütünüyle ayn problem sınıflannm çözümü için de­
ğişik sayıltıların kullanıldığının gözden kaçınlm asından doğar. Dahası,
tutarsızlıkların gerçekten tutarsızlıklar olduğu yerde bile bunlar sık sık
yalnızca geçicidir, çünkü bağdaşmaz sayıltılar yalnızca başlangıçta onlara
başvurulm asını gerektiren karm aşık işi yapmak için m antıksal olarak
tutarlı bir kuram ın henüz bulunm am ası nedeniyle kullanılıyor olabilir.
H er ne olursa olsun, sıradan inançları öylesine sık damgalayan apaçık
tutarsızlıklar birleşik açıklama dizgelerini izlemede önem li ölçüde öne
geçen bilim lerde yoklukları ile dikkati çekerler.

4. Daha önce belirtildiği gibi, birçok gündelik inanç yüzyılların dene­


yimine karşın sürm üştür ve bu durum m odern bilim in çeşitli dalların­
da ileri sürülen vargıların sık sık yazgısı olan göreli olarak kısa yaşam
süreleri ile karşıtlık içinde durur. Bu d u ru m u n bölüm sel nedenlerin­
d e n biri özel olarak dikkati çekicidir. Suyun yeterince soğutulunca
katılaştığı biçim indeki sağ-duyu inançlarından birini irdeleyelim; ve o
önesürüm de ‘su’ ve ‘yeterince’ terim leri ile neyin im lendiğini soralım.
‘Su’ sözcüğünün, m odern bilim ile tanışık olmayanlar tarafından kul­
lanılırken genellikle açıkça belirli bir anlam ının olm adığı bilinen bir
olgudur. O zaman sık sık aralanndaki önemli fıziksel-kimyasal ayrımlara
karşın çeşitli sıvılar için bir ad olarak kullanılırken, başka sıvılar için
sık sık bir etiket olarak yadsınır, üstelik bu İkinciler kendi aralarında
özsel fıziksel-kimyasal karakteristiklerinde b irincilerden daha büyük
bir düzeyde ayrım göstermese de. Böylece sözcük belki de yağmur gibi
gökten düşen, baharda topraktan çıkan, ırm aklarda ve yol kenarındaki
hendeklerde akan ve denizleri ve okyanusları oluşturan sıvıları belirt­
m ek için kullanılabilir; am a sözcük d ah a az sık olsa da m eyvelerden
sıkılan, çorbalarda ve başka içeceklerde kapsanan, ya da insan derisi­
nin gözeneklerinden boşalan sıvılar için de kullanılıyor olabilir. Benzer
olarak, ‘yeterince’ sözcüğü bir soğutm a sürecini karakterize etm ek için
kullanılırken kimi zaman yaz ortasındaki bir günün en yüksek sıcaklığı
ile kış ortasındaki bir günün en düşük sıcaklığı arasındaki kadar büyük
bir ayrımı imleyebilir; başka zamanlarda, sözcük bir kış gününde öğle
sonrası ve şafak zamanı sıcaklıkları arasındakinden daha büyük olmayan
bir ayrımı imleyebilir. Kısaca, sıcaklık değişimlerini karakterize etm ek
için sağ-duyu tarafından kullanım ında ‘yeterince’ sözcüğü o sıcaklıkla­
rın düzeylerinin sağın olarak belirtilmesi ile bağlı değildir.
Eğer bu örnek tipik olarak alınabilirse, sağ-duyu bilgisinin form üle
edilmesini ve iletilmesini sağlayan dil iki önem li belirsizlik türü sergile­
yebilir. ilk olarak, sıradan konuşm anın terim leri bir terim ile belirtilen
şeylerin sınıfının böyle belirtilm eyen şeylerin sınıfından keskin olarak
ve açık olarak sınırlanmaması (ve gerçekte onunla önem li bir düzeyde
çakışabilmesi) anlam ında bütünüyle bulanık olabilir. Buna göre, böyle
terim leri kullanan bildirim ler için varsayılan geçerliğin erim inin hiçbir
belirli sının yoktur, ikinci olarak, sıradan konuşm anın terimleri belirgin
bir özgüllük derecesinden yoksun olabilir, çünkü terim ler yoluyla imle-
nen geniş ayrımlar yine bu terim ler ile belirtilen şeyler arasındaki daha
dar çizili am a önem li ayrımları karakterize etm ek için yeterli olmayabi­
lir. Buna göre, olaylar arasındaki bağımlılık ilişkileri böyle terimleri kap­
sayan bildirim ler yoluyla tam olarak belirli bir tarzda form üle edilmez.
Sıradan konuşm anın bu özelliklerinin b ir sonucu olarak, sağ-duyu
inançlarının deneysel den etim i sık sık güçtür, çünkü böyle inançlar
için onları doğrulayan kanıtlar ve onlarla çelişen kanıtlar arasındaki
ayrım kolay saptanamaz. Böylece, “genel olarak” suyun yeterince soğu­
tulduğunda katılaştığı inancı donm a fenom enine yönelik ilgileri gün­
delik yaşamlarının alışıldık hedeflerine ulaşma kaygılan ile belirlenen
insanlann gereksinimlerine yanıt verebilir, üstelik bu inancı kodlamada
kullanılan dilin bulanık ve özgüllükten yoksun olmasına karşın. Böyle
insanlar bu n ed en le inançlarında b ir değişki için n e d en görm eyebi­
lirler, üstelik okyanus suyunun sıcaklığının donm aya başlayan kuyu
suyunun sıcaklığı ile açıkça aynı olmasına karşın donam adığını, ya da
kimi sıvılann katı durum a değişm eden önce başkalanndan daha büyük
bir düzeyde soğutulm asının zorunlu olduğunu görebilseler bile. Eğer
inançlannı böyle olgular karşısında aklamaya zorlanırlarsa, bu insanlar
belki de keyfi olarak okyanusları su olarak adlandırdıktan şeylerin sını­
fından dışlayabilirler; ya da, almaşık olarak, in ançlanna duydukları ye­
nilenmiş bir güveni anlatabilirler,.ve bunu, gerekli olabilen soğutmanın
düzeyine bakılmaksızın, su olarak sınıflandırılan sıvıların soğutulunca
gerçekten de katılaştığı zem ininde yapabilirler.
Ö te yandan, dizgesel açıklamalar için arayışlannda bilim ler sıradan
dilin belirtilen belirsizliğini onu yeniden şekillendirerek hafıfletmelidir.
Ö rneğin fiziksel kimya suyun eğer yeterince soğutulursa katılaştığı biçi­
m indeki gevşek olarak form üle edilmiş genellem e ile yetinmez, çünkü
bu disiplinin amacı, başka şeyler arasında, içme suyunun ve sütün niçin
belli sıcaklıklarda d o n d u ğ u n u açıklamaktır, üstelik o sıcaklıklarda ok­
yanus suyunun donm am asına karşın. Bu am aca ulaşm ak için, fiziksel
kimya öyleyse çeşitli su türleri ve çeşitli soğutm a m iktarları arasına açık
aynmlar getirmelidir. Çeşitli aygıtlar dilbilimsel anlatım lardaki bulanık­
lığı azaltır ve özgüllüğü arttırır. Sayma ve ölçm e birçok amaç için bu
tekniklerin en etkili olanları, ve belki de en tanıdık olanlandır. Şairler
görülür gökyüzüne saçılmış yıldızların sonsuzluğu için şiirler yazabilir,
am a gökbilimci onların sağın sayılarını saptamayı isteyecektir. Metal
zanaatçısı dem irin kurşundan daha sert o lduğunu bilm ekle yetinebi­
lir, am a bu olguyu açıklamayı isteyen fizikçi sertlikteki ayrımın sağın
bir ölçüsünü isteyecektir. Buna göre, böyle getirilen sağınlığm apaçık
am a önemli bir sonucu bildirim lerin deneyim yoluyla daha tam ve eleş-ı
tirel sınamaya yetenekli olmasıdır. Ön-bilimsel inançlar sık sık b e lirli'
deneysel sınam alardan geçirilm eye yeteneksizdir, çünkü o inançlar
çözümlenm em iş olgulann belirsiz bir sınıfı ile bulanık olarak bağdaşa­
bilir. Bilimsel bildirimler, daha yakından özgülleştirilmiş gözlem geçeç-
leri ile anlaşma içinde olmaları istendiği için, böyle veriler tarafından
çürütülm e açısından daha büyük riskler taşır.
Sıradan ve bilimsel bilgiler arasındaki bu ayrım kabaca ateşli silahları
kullanm ak için saptanabilecek ustalık ölçünlerindeki ayrımlara andı-
rımlıdır. Eğer ustalık ölçünü yüz ayak uzaktan bir samanlığın duvarını
vurma yeteneği olsaydı, pekçok insan usta nişancı olarak nitelendirilir­
di. Ama o uzaklığın iki katı kadar uzaklıktan üç parm aklık bir hedefi
düzgün olarak vurmaları istendiğinde ancak çok daha küçük bir sayıda
birey bu gerektirimi yerine getirebilir. Benzer olarak, güneşin sonbahar
ayları sırasında tutulacağı tahm ininin doğru çıkması tutulm anın yılın
sonbahannda verili bir günde belirli bir kıpıda olacağı tahm ininin doğ­
ru çıkm asından daha olasıdır. İlk tahm in tutulm a yaklaşık olarak yüz
günün herhangi biri sırasında yer alırsa doğrulanacaktır; ikinci tahmin
tutulm a verili zamanın bir dakikanın küçük bir kesri gibi birşey içerisin­
de yer almazsa çürütülecektir. ikinci tahm in birincisi yanlış olmaksızın
yanlış olabilir, am a tersi olamaz; ve ikinci tahm in öyleyse birincisi için
varsayılanlardan daha sağın deneysel denetim ölçünlerini doyurmalıdır.
Bilimsel dilin bu d ah a büyük belirliliği niçin o kadar çok sağ-duyu
inancının sık sık yüzyıllarca süren ve bilimin az sayıda kuram ında görü­
len türde bir sağlamlığının olduğunu açıkça göstermeye yardım eder.
Çok dikkatli deneysel gözlemin sonucu ile yineleyen yüzleşmeler karşı­
sında sarsılmadan kalan bir kuramı geliştirmek ölçünler böyle deneysel
veriler ve kuram dan türetilen tahm inler arasında geçerli olması gereken
anlaşma için yüksek olduğu zaman güç iken, bu iş böyle ölçünler gevşek
olduğu ve kabul edilebilir deneysel kanıtın dikkatli olarak denetlenen
yordam lar ile doğrulanm ası istenm ediği zam an d ah a kolaydır. Daha
ileri bilim ler gerçekte hem en hem en h e r d urum da bir kuram üzerine
dayalı tahm inlerin deney sonuçlarından kuramı geçersiz kılmaksızm sa­
pabilmesinin düzeyini belirler. Böyle izin verilebilir sapmaların sınırlan
genellikle oldukça dardır, öyle ki kuram ve deney arasında sağ-duyunun
genellikle önemsiz olarak göreceği uyumsuzluklar sık sık kuram ın ye­
terliği için ölüm cül olarak yargılanır.
Ö te yandan, bilimsel bildirim lerin daha büyük belirliliğinin onları
yanlış çıkma açısından daha az sağın olarak bildirilmiş sağ-duyu inanç-
lannm karşılaştığından daha büyük riskler karşısında bırakmasına kar­
şın, birincilerin İkinciler üzerinde daha önem li bir üstünlüğü vardır.
Kapsamlı am a açıkça eklem lenm iş açıklama dizgeleri içine katılmak
için daha büyük bir sığaları vardır. Böyle dizgeler deneysel veriler tara­
fından yeterli olarak doğrulandığı zaman, deneysel olarak tanınabilir
am a ayn tü rd en birçok olgu arasında sık sık beklenm edik bağımlılık
ilişkileri kodlarlar. Sonuçta, böyle bir dizgeye ait bildirim ler için doğ­
rulayıcı kanıt sık sık böyle bir dizgeye ait olmayan bildirim ler (örneğin
sağ-duyu inançlarını anlatanlar gibi) için olduğundan daha büyük bir
hızla ve dah a büyük niceliklerde birikebilir. B unun n ed eni böyle bir
dizgedeki bildirim ler için kanıtın geniş bir olaylar sınıfının gözlemleri
yoluyla elde edilebilir olmasıdır ki, bu olayların birçoğuna o bildirimler
belirtik olarak değinmeyebilse de, dizgenin o sınıftaki olaylar arasında
bulunduğunu ileri sürdüğü bağımlılık ilişkileri göz ö n ü n e alındığında,
b u n lar gene de söz konusu bildirim ler için ilgili kanıt kaynaklarıdır.
Ö rneğin izgeölçümsel çözümlem e verileri m odern fizikte çeşitli tözle­
rin kimyasal yapılarını ilgilendiren sayıltıları sınamak için kullanılır; ve
katiların ısıl özellikleri üzerine deneyler ışık kuram larını desteklemek
için kullanılır. Kısaca, bildirimlerin belirliliğini arttırarak ve onlan man­
tıksal olarak tümleşik açıklama dizgeleri içine katarak, m odern bilim
sınam a yordam ının ayırdetm e güçlerini keskinleştirir ve vargıları için
ilgili kanıtların kaynaklarını arttırır.

5. Daha önce geçerken değinildiği gibi, sağ-duyu bilgisi büyük ölçüde


olayların insanlar için özel değeri olan şeyler üzerindeki etkileri ile
ilgilenirken, kuramsal bilim genel olarak öyle yerel değildir. Dizgesel
açıklamalar için arayış araştırm anın şeyler arasındaki bağımlılık ilişki­
lerine onların insansal d eğ erler üzerindeki etkilerine bakılmaksızın
yöneltilmesini ister. Böylece aşırı bir d urum u alırsak, astroloji yıldızla­
rın Ve gezegenlerin göreli konum lan ile böyle kavuşumların insanlann
yazgıları için ö nem lerini belirleyebilm ek için ilgilenir; karşıt olarak,
astronom i gök cisim lerinin göreli konum ve devim lerini insanların
talihlerine gönd erm e olmaksızın inceler. B enzer olarak, at ve başka
hayvanların yetiştiricileri belli insan am açlarını yerine getirecek soylar
geliştirme problem i ile ilgili çok fazla beceri ve bilgi kazanmıştır; öte
yandan kuramsal yaşambilimciler böyle problem ler ile yalnızca şöyle bir
kaygılanır, ve başka şeyler arasında kalıtım düzeneklerini çözümlemek
ve kalıtımsal gelişim yasalarını saptamakla ilgilenir.
B ununla birlikte,-kuramsal bilgi ve sağ-duyu bilgisi arasındaki bu yö­
nelim aynm ının önem li bir sonucu kuramsal bilim in şeylerin dolaysız
değerlerini bile bile göz ardı etmesidir, öyle ki bilim in bildirim leri sık
sık gündelik yaşamın tanıdık olay ve nitelikleri ile ancak belli belirsiz
ilgili görünür. Ö rneğin birçok insana optik fenom enlerin dizgesel bir
açıklamasını sağlayan elektrom anyetik kuram ı ve gün batım ında görü­
lebilecek parlak renkleri aşılamaz bir uçurum ayırıyor gibi görünür; ve
dirimli cisimlerin örgütlenm esinin anlaşılmasına katkıda bulunan asıl-
tılar/colloids kimyası insanlann sergilediği çeşitli kişilik özelliklerinden
eşit ölçüde olanaksız bir uzaklıkta yatıyor görünür.
Hiç kuşkusuz kabul edilm elidir ki bilimsel bildirim ler büyük ölçüde
soyut kavram lardan yararlanır, ve bunların şeylerin alışıldık ortamla-,
rın d a sergiledikleri tanıdık nitelikler ile ilgileri h içb ir biçim de açık'
değildir. G ene de böyle bildirim lerin yaşamın olağan gidişinde karşı­
laşılan sorunlar ile ilgileri de tartışm a götürm ez. Bilimsel kavramlarııj
alışılmadık ölçüde soyut karakterinin, tıpkı o n lan n alışıldık deneyimde
bulunan şeylerin özelliklerinden sözde “uzaklıkları” gibi, dizgesel ve
kapsamlı açıklamalar için arayışa kaçınılmaz olarak eşlik ettiklerini göz­
den kaçırm am ak gerekir. Böyle açıklam aları elde etm ek için şeylerin
bireysel nesne ve olayların genellikle tanınm asını ve ayırdedilmesini
sağlayan tanıdık nitelik ve ilişkilerinin bulunuşunun geniş bir nesneler
ve süreçler sınıfını çeşitli yollarda karakterize eden daha başka yaygın
ilişkisel ya da yapısal özelliklerin bulunuşu üzerine bağımlı olduğunun
gösterilm esi gerekir. B una göre, nitel olarak tü rlü şeyler açısından
açıklam anın genelliğini elde etm ek için, o yapısal özellikler tanıdık
deneyimin bireyselleştirici nitelik ve ilişkilerine gönderm e olmaksızın
ve onlardan soyutlama içinde form üle edilmelidir. Böyle genelliği elde
etm e uğrunadır ki, örneğin cisimlerin sıcaklıkları fizikte doğrudan doğ­
ruya duyum sanan sıcaklık ayrım larının terim lerinde değil, am a geniş
bir tersinir ısıl döngüler sınıfını karakterize eden soyut olarak formüle
edilmiş belli ilişkilerin terim lerinde tanımlanır.
B ununla birlikte, form ülasyonda soyutluğun bilimsel bilgide kuşku
duyulmayan bir özellik olmasına karşın, sağ-duyu bilgisinin soyut kav­
ramları kapsamadığını sanmak açık bir yanılgı olacaktır. İnsanın ölümlü
bir yaratık old u ğ u n a inanan herkes hiç kuşkusuz burada insanlık ve
ölüm lülük soyut kavram larını kullanır. Bilimin kavramları sağ duyu­
n u n kavram larından yalnızca soyut olm ada ayrılmaz. Yaygın yapısal
özelliklerin formülasyonları olm ada ayrılırlar, ki b unlar şeylerin sınırlı
sınıflarının genellikle ancak yüksek düzeyde özelleşmiş koşullar altın­
da sergilediği tanıdık özelliklerden soyutlanmıştır, doğrudan gözleme
ancak karmaşık mantıksal ve deneysel yordam lar yoluyla açık olan so­
runlar ile ilgilidir, ve türlü fenom enlerin kapsamlı erim leri için dizgesel
açıklamalar geliştirme gibi bir amaç göz önüne alınarak eklemlenmiştir.

6. M odern bilim ve sağ duyu arasında daha önce sözü edilen zıtlık­
larda örtü k olan önem li bir ayrım vardır ki, bilim in bilişsel savlarını
dikkatle d en etlen en koşullar altında elde edilen eleştirel olarak sına-
yıcı gözlem verilerinin yineleyen meydan okuması karşısında bırakan
bilinçli politikasından türer. B ununla birlikte, daha önce değinm e fır­
satımızın olduğu gibi, bu dem ek değildir ki sağ-duyu inançları kaçınıl­
maz olarak yanlıştır ya da görgül olarak doğrulanabilir olguda hiçbir
temelleri yoktur. Gerçekte, dem ektir ki, sağ-duyu inançları, yerleşik bir
ilke sorunu olarak, kendilerinin ve geçerlik erim lerinin doğruluğunu
belirlem e u ğ ru n a kazanılan verilerin ışığında dizgesel yoklama altına
getirilmez. Ayrıca dem ektir ki bilim de yetkin olarak kabul edilen kanıt
bilinen yanılgı kaynaklannın giderilmesi göz önünde tutularak saptanan
yordam lar yoluyla elde edilmiş olmalıdır; ve dahası, dem ektir ki araştır­
ma altındaki problem e yanıt olarak önerilen herhangi bir hipotez için
eldeki kanıtın ağırlığı değerlem e kanonlarının (canons of evaluation)
yardımıyla değerlendirilm elidir ki, bu kuralların yetkesinin kendisi on­
ların geniş bir araştırm alar sınıfındaki perform ansları üzerine dayanır.
Buna göre, bilim de açıklama u ğruna arayış yalnızca bulanık bir yolda
uylaşımsal deneyim in tanıdık “olguları” için açıklama getirecek prima
facie usayatkın kimi “ilk ilkeler” u ğruna bir arayış değildir. Tersine, ger­
çekten sınanabilir olan açıklayıcı hipotezler uğruna bir arayıştır, çünkü
onlardan işlerin hem en hem en tasarlanabilir h er durum u ile bağdaşabi­
lir olmayacak denli sağın mantıksal sonuçlar taşımaları istenir. Öyleyse
hipotezler reddedilm e olanağına açık olmalıdır—bir olanak ki, edimsel
olguların neler olduğunu belirlem ek için bilimsel arayışa tamamlayıcı
olan eleştirel yordam ların sonucu üzerine dayanacaktır.
Tam şimdi betim lenen ayrım bilim in vargılarının, sağ-duyu inanç­
larından ayrı olarak, bilimsel yöntem in ü rü n leri olduğu deyişi ile de
anlatılabilir. Bununla birlikte, bu kısa form ül yanlış yorumlanmamalıdır.
Ö rneğin bilimsel yöntem in uygulamasının kabul edilmiş olgu sorunla­
rına doyurucu açıklamalar getirm e amacıyla deneysel keşifler yapmak
için ortaya koyulan kuralları izlemekten oluştuğunu ileri sürüyor olarak
anlaşılm am alıdır. Bilim de keşif ve icat için hiçbir kural yoktur, tıpkı
sanatlarda da olmaması gibi. Ne de form ül bilimsel yöntem in uygula­
masının araştırm a altındaki konuya ya da problem e bakılmaksızın tüm
araştırm alarda belli bir özel teknikler küm esinin (örneğin fizik bilimin­
de kullanılan ölçüm tekniklerigibi) kullanılmasından oluştuğunu ileri
sürüyor olarak yorumlanmalıdır. Deyişin böyle bir yorum u am acının bir
karikatürüdür; ve h er ne olursa olsun, deyiş o yorum üzerine saçmadır.
Ve ne de, son olarak, form ül bilimsel yöntem in uygulamasının başka
türlü araştırm am a sonucunu bozabilecek kişisel eğilimin ya da yanılgı
kaynağının h e r biçimini etkili olarak giderdiğini ya da daha genel ola­
rak yöntemi kullanan araştırm aların ulaştığı h e r vargının doğruluğunu
sağlama bağladığını ileri sürüyor olarak okunm alıdır. Ama gerçekte
böyle hiçbir güvence verilemez; ve önceden saptanmış hiçbir kurallar
kümesi araştırm anın gidişini zararlı olarak etkileyebilecek um ulm adık
önyargılara ve başka yanılgı nedenlerine karşı otom atik bir koruyucu
olarak hizm et edemez.
Bilimsel yöntem in uygulaması kanıt değerindeki verilerin elde edil­
mesini sağlayan yordamların güvenilirliğini yargılamak için, ve vargılara
tem el olan kanıtın tanıtlayıcı gücünü değerlendirm ek için, denenm iş
kanonlann ışığı altında uslamlamaların diretken eleştirisidir. O kanonla­
rın belirlediği ölçünlere göre değerlendirilm iş olarak, verili bir hipotez
bildirilen kanıt yoluyla güçlü olarak desteklenebilir. Ama bu olgu, kanıt
değerindeki bildirim ler d oğru olarak kabul edilseler bile, hipotezin
do ğ ru lu ğ u n u n güvencesi değildir—eğer, görgül b ilim lerde gözlem
verileri için genellikle kabul edilen ölçünlere aykırı olarak, desteğin
derecesi geçerli b ir tüm dengelim li uslam lam anın öncüllerinin onun
vargısına verdiği derece değilse. Buna göre, bilim in ve sağ duyunun
bilişsel savlan arasında birincilerin bilimsel yöntem in ürünleri olması pl-
gusundan doğan ayrım birincilerin kaçınılmaz olarak doğru olduğunu
imlemez, im lediği şey sağ-duyu inançları genellikle eldeki kanıtın eleş­
tirel bir değerlendirm esi olmaksızın kabul edilirken, bilimin vargıları
için kanıtın ise benzer olarak yapılanmış kanıtın desteklediği vargıların
önem li bir oranının yeni veriler elde edildiği zaman ek olgusal veriler
ile iyi bir anlaşma içinde kaldığı bir yolda ölçünlere uyum gösterdiğidir.
Bu noktaların daha öte tartışılması ertelenm elidir. B ununla birlikte,
burada kısa bir ekleme gerekecektir. Eğer bilimin vargıları kanıt elde et­
mek ve değerlendirm ek için kesin bir politika ile uyum içinde yürütülen
araştırm aların ü rünleri ise, o vargılara geçerli olarak güven duymanın
gerekçesi o politikanın değeri üzerine dayanmalıdır. Kabul edilmelidir
ki, kanıt ileri sürm ek için politikayı tanımlayan kanonlar en iyisinden
ancak bir ölçüde belirtik olarak kodlanm ıştır ve başlıca yalnızca yetkin
araştırmacıların araştırm alarının yönetilmesinde sergiledikleri entellek­
tüel alışkanlıklar olarak işlerler. Ama bu olguya karşın, bu politikanın
güvenilebilir ve dizgesel olarak düzenlenm iş bilgi yolunda başarmış
olduğu şeylerin tarihsel kaydı politikanın o n a alm aşıklar üzerindeki
üstünlüğü açısından ciddi olarak kuşku duymak için çok az yer bırakır.
Bilişsel savlan ve m odem bilimin mantıksal yöntemini genel bir yolda
ayırdeden özelliklerin b u kısa gözlemi ortaya ayrıntılı incelem e için
çeşitli sorular getirir. Bilimin vargıları kurumsallaşmış araştırm a dizge­
sinin insanların yaşam larında giderek artan bir biçim de önem li bir rol
oynayan meyveleridir. Buna göre, o toplum sal kurum un örgütlenmesi,
gelişim ve etkisinin koşul ve evreleri, ve genişlem esinin sonuçları top­
lumbilimciler, ekonomistler, tarihçiler ve ahlakçılar tarafından yinele­
yerek araştırılmıştır. B ununla birlikte, eğer çağdaş toplum da bilimsel
girişimin doğası ve yeri doğru olarak anlaşılacaksa, bilimsel bildirimlerin
tip ve eklem lenm eleri gibi bilimsel vargıların saptanm asını sağlayan
m antık da dikkatli çözümlemeyi gerektirir. Bu bilim felsefesinin yerine
getirmeyi üstlendiği bir görevdir—ve bir görev ki, biricik görev olmasa
da büyük bir görevdir. Tam şimdi tam am lanan gözlem yoluyla gerçekte
böyle bir çözüm lem e için üç geniş alan önerilmiştir: Açıklamalann bi­
limlerde sergilediği mantıksal kalıplar; bilimsel kavramların kurulması;
ve bilimsel vargılann geçerli kılınması, izleyen bölüm ler dışlayıcı olarak
olmasa da birincil olarak bilimsel açıklam aların yapısını ilgilendiren
sorunlan ele alacaktır.
Bilimsel Açıklamanın
Kalıpları

Önceki bölüm bilimsel girişimin ayırdedici am acının sorum ­

2
luluk ile desteklenen dizgesel açıklamalar sağlamak olduğunu
ileri sürdü. Göreceğimiz gibi, böyle açıklamalar bireysel olay­
lar için, yineleyen süreçler için, ya da değişmez kurallılıklar
için olduğu gibi istatistiksel kurallılıklar için de teklif edilebi­
lir. Bu görev bilim lerin biricik uğraşı değildir, çünkü çabalarının ço
yeni deneyim alanlarında olguların neler olduğunun saptanm asına yö­
neliktir—olgular-ki, onlar için açıklamalar daha sonra araştınlabilecek-
tir. Gerçekten de açıktır ki verili herhangi bir zam anda değişik bilimler
gelişmekte olan dizgesel açıklam alar üzerine getirdikleri vurguda ve
ayrıca böyle açıklayıcı dizgeleri elde etm elerindeki tamlık derecesinde
de ayrılır. B una karşın, dizgesel açıklam alar için arayış kabul edilen
bilimsel disiplinlerin hiç birinde hiçbir zaman bütünüyle eksik değil­
dir. Bilimsel açıklam alar için bu gerektirim i ve bilimsel açıklamaların
yapısını anlam ak öyleyse bilimsel girişimin yaygın bir özelliğini anlamak
demektir. Bu bölüm çeşitli bilim lerde karşılaşılan g ö rü n ü rd e değişik
açıklama biçimlerini ön bir yolda ele alarak böyle bir anlayış için zemini
hazırlamaya çalışacaktır.

I. Bilimsel Açıklama Örnekleri


Açıklamalar ‘Niçin?’ sorusuna yanıtlardır. B ununla birlikte, ‘niçin’ söz­
cüğünün ikircimsiz olm adığını ve değişen bağlam lar ile değişik yanıl,
türlerinin o n a anlamlı yanıtlar sunduğunu gösterm ek için çok düşün­
mek gerekmeyecektir, izleyen kısa liste ‘niçin’in kullanım ının örnekle­
rini kapsar ve bunlardan birçoğu sözcüğün yardımı ile sorulan sorular
için kabul edilebilir yanıtlar üzerine ayırdedici kısıtlamalar dayatır,-
30
1. N içindir ki 1 ile başlam ak üzere herh an g i b ir sayıda ardışık tek
tam-sayınm toplam ı h e r zaman eksiksiz bir karedir (örneğin 1 + 3 + 5
+ 7 = 16 = 42)? Burada açıklanacak “olgu” (ki b una explicandum denir)
tanıdık olan ama tam bir saydamlık içinde d uru olmayan ve yadsınması
kendi ile çelişkili olm a anlam ına gelen “zorunlu doğruluk” etiketi için
bir istem olarak kabul edilecektir. Soruya uygun bir yanıt öyleyse expli-
candumun yalnızca evrensel d oğruluğunu değil am a zorunluğunu da
ortaya koyan bir tanıtlamadır. Açıklama bunu eğer tanıtlam anın adım ­
lan mantıksal tanıtlam anın biçimsel gerektirim lerine uygun düşüyorsa
ve eğer, dahası, tanıtlam anın öncülleri kendileri bir anlam da zorunlu
ise başaracaktır. Ö ncüller büyük olasılıkla aritm etiğin konutlam aları
olacaktır; ve öncüllerin zorunlu karakteri eğer örneğin öncüller for-
m ülasyonlannda bulunan anlatım lar ile bağlantılı anlam ları dolayısıyla
doğru olarak yorumlanabiliyorsa inandıncı olacaktır.

2. Niçin bardak dün buzlu su ile dolu iken dışında nem oluştu? Bura­
da açıklanacak olgu bireysel bir olayın yer almasıdır. Açıklaması, geniş
anahatlarda, şöyle olabilir: Bardağın sıcaklığı, bardak buzlu su ile doldu­
rulduktan sonra, çevredeki havanın sıcaklığından önem li ölçüde düşük­
tü; hava su buharı kapsıyordu; ve havadaki su b u h a n genel olarak hava
ne zaman yeterince soğuk bir yüzey ile değme durum una gelirse sıvı du­
rum una yoğunlaşır. Bu örnekte, öncekinde de olduğu gibi, açıklamanın
biçimsel kalıbı bir tüm dengelim kalıbı olarak görünür. G erçekten de,
eğer açıklayıcı öncüller daha tam olarak ve daha dikkaüi olarak formüle
edilseydi, tüm dengelim biçimi su götürm ez olurdu. B ununla birlikte,
explicandum bu d urum da bir zorunlu doğruluk değildir, ve görünürde
ne de açıklayıcı öncüller öyledir. Tersine, öncüller büyük olasılıkla ilgili
gözlemsel ya da deneyimsel kanıt üzerine dayalı bildirimlerdir.

3. Niçin Avrupa ülkelerinde on dokuzuncu yüzyılın son çeyreği sıra­


sında Katolikler arasında intihar oranı Protestanlar arasında olduğun­
dan daha küçüktü? Soruya iyi bilinen bir yanıt Katoliklerin altlarında
yaşadıkları kurum sal düzenlem elerin P rotestanlann toplum sal örgüt­
lerinin sağladığından daha büyük bir “toplum sal kohezyon” derecesi
sağladığı, ve genel olarak bir topluluğun üyeleri arasında güçlü olarak
örülü toplum sal bağların varoluşunun kişisel gerilim dönem leri sıra­
sında insanlan desteklemeye yardım ettiğidir. Bu durum da explicandum
önceki örnekteki bireysel olay ile karşıtlık içinde istatistiksel olarak be­
tim lenen tarihsel bir fenom endir; ve önerilen açıklama öyleyse tartış­
ma altındaki d önem deki h erh an g i b ir in tih arı açıklam a girişim inde
bulunmaz. Gerçekten de, açıklayıcı öncüller ne sağın olarak ne de tam
olarak bildirilm iş olsalar da, açıktır ki kim ilerinin, tıpkı explicandum
d u ru m u n d a olduğu gibi, istatistiksel b ir içeriği vardır. Ama öncüller
tam olarak form üle edilm ediği için, açıklam anın mantıksal yapısının
ne olduğu bütünüyle açık değildir. B ununla birlikte, örtük öncüllerin
belirtik kılınabileceğini, ve dahası açıklam anın o zaman bir tüm denge­
lim kalıbı sergilediğini varsayacağız.

4. Niçin buz su üzerinde yüzer? Bu örnekte explicandum ister bireysel


isterse istatistiksel olsun tarihsel bir olgu değil am a evrensel bir yasadır
ki, belli fiziksel özelliklerin değişmez bir bağlantısını ileri sürer. Başka
yasaların—buzun yoğunluğunun suyun yoğunluğundan daha az olma­
sı yasasının, A rşim edes’in bir sıvının o n a batırılan bir cismi yeri cisim
tarafından d o ld u ru lan sıvının ağırlığına eşit b ir kuvvet ile kaldırdığı
yasasının, ve kuvvetlerin etkisi altındaki cisim lerin dengede olm a ko­
şullarını ilgilendiren daha öte yasaların—mantıksal sonucu olduğunun
sergilenmesi yoluyla tanıdık birşey gibi açıklanır. Belirtmeye değer ki
bu durum da, hem en önceleyen iki örnek ile karşıtlık içinde, açıklayıcı
öncüller evrensel yasa bildirimleridir.

5. Niçin tu zu n suya eklenm esi suyun d o n m a noktasını düşürür?


Explicandum bu d u ru m d a b ir kez d ah a b ir yasadır, öyle ki bu bakım­
dan şimdiki örnek önceki örnekten ayrı değildir. Dahası, yürürlükteki
açıklaması o nu ayrışık karışımların bileşimine ilişkin belli sayıltılar ile
birarada term odinam ik ilkelerinden çıkarsamaktan oluşur; ve sonuçta,
şimdiki örnek açıklam anın biçimsel kalıbı açısından da önceki örnek
ile bağdaşır. B una karşın, ö rn ek gelecekte yapılacak g önderm e için
seçilmiştir, çü n k ü açıklayıcı ö n cü ller dikkate d eğ er yöntem bilim sel
önem leri olan pjima facie ayırdedici özellikler sergiler. Çünkü şimdiki
örnekte açıklayıcı öncü ller arasında kapsanan term odinam ik ilkeler
önceki örn ek lerd e alıntılanan yasaların herhangi b irin den çok daha
kapsamlı sayıltılardır. O yasaların tersine, bu sayıltılar eneıji ve entropi
gibi “kuramsal” kavramlardan yararlanır ki, bunlar o kavramların temsil
ettiği kabul edilen fiziksel özelliklerin tanınm ası ya da ölçülmesi için
açıkça saptanm ış deneysel yordam lar ile bağlanmış olarak görünm ez.
Bu türden sayıltılara sık sık “kuram lar” d en ir ve b unlar zaman zaman
“deneysel yasalar”dan keskin olarak ayırdedilir. B ununla birlikte, ayrı­
m ın herhangi bir değerinin olup olmadığı ve eğer varsa önem inin ne
olduğu sorusunu daha sonra tartışmak üzere ertelemeliyiz. Şimdilik, bu
örnek yalnızca bilim de tüm dengelim li açıklam anın ayırdedici olduğu
ileri sürülen bir tü rü n ü kayda geçirir.

6. Niçindir ki yuvarlak ve buruşuk ebeveynlerden çaprazlama yoluyla


elde edilen doğuştan melez bezelyeler d ö lü n d e bezelyelerin yaklaşıp
olarak %’ü h e r zaman yuvarlak iken geri kalan !4’ü buruşuktur? Expli-
candum şimdi o nu bezelyelerin kalıtsal yapılarına ilişkin belli daha öte
sayıltılar ile birleşmiş olarak M endel’in kalıtım kuram ının genel ilkele­
rinden çıkarsayarak açıklanır. Açıktır ki burad a açıklanan olgu istatis­
tiksel bir kurallılıktır, yüklem lerin belli bir öğeler küm esinde verili bir
özelliğin göreli sıklığı olarak form üle edilen değişmez bir birlikteliği
değil. Dahası, açıklayıcı öncüller dikkatle bildirildiği zaman görüldüğü
gibi, öncüllerin bir b ölüm ünün istatistiksel bir içeriği de vardır, çünkü
ebeveyn bezelyelerin verili kalıtımsal özelliklerin belirleyici etm enleri­
ni döllerine iletmesi olasılığını (göreli bir sıklık anlam ında) form üle
ederler. Şimdiki örnek öncülleri arasında kuramsal sayıltılar kapsayan
tümdengelimli bir açıklama kalıbını sergilemede önceki örneğe benzer.
B ununla birlikte, hem explicandumun hem de kimi öncüllerin açıkça
değişmez kurallılıkları olm aktan çok istatistiksel kurallılıklan form üle
eden istatistiksel yasalar olm asında önceki örnekten ayrılır.

7. Niçin Sezar’ın ölüm ü Cassius tarafından planladı? Açıklanacak olgu


bir kez daha bireysel bir tarihsel olaydır. Eğer Plutark’a inanabilirsek,
açıklama Cassius’u n tiranlara karşı duyduğu doğuştan nefrette buluna­
caktır. B ununla birlikte, bu yanıt açıktır ki nefretin verili bir kültürde
belli bir toplumsal düzeydeki kişilerce sergilenm e yolunu ilgilendiren
bir sayıltı gibi bir dizi d ah a öte genel sayıltı olmaksızın tam değildir.
Ama böyle sayıltıların, eğer inandırıcı olacaklarsa, sağın evrensellik ile
ileri sürülebilmesi olası değildir. Eğer sayıltı bilinen olgular ile anlaşma
içinde olacaksa, en iyisinden istatistiksel bir genellem e olacaktır. Ö rne­
ğin, güvenilir bir genellem e belli bir toplum türü n d e belli bir türdeki
insanlann çoğunun (ya da belli bir yüzdesinin) belli bir yolda davrana­
cağını ileri sürebilir. Buna göre, bu örnekte açıklanacak olgu bireysel bir
tarihsel olay olduğu için, ve bu arada belirleyici açıklayıcı sayıltı biçimde
istatistiksel iken, explicandum açıklayıcı öncüllerin tüm dengelim li bir
sonucu değildir. Tersine, explicandum bu durum da öncüller tarafından
yalnızca “olası” kılınır. Bu şimdiki örneğin ayırdedici b ir özelliğidir, ve
onu öncekilerden ayırır. Dahası, bu ve önceki örnekler arasında özsel
bir ayrım daha vardır, çünkü şimdiki örnekteki açıklayıcı öncüller bir
eylemin kaynaklarından biri olarak ruhbilimsel bir yatkınlığa (örneğin
duygusal bir duru m a ya da tutum a) değinir. Buna göre, eğer ‘N için’
sorusu ruhbilimsel yatkınlıkların terim lerinde bir yanıt elde edebilm ek
için getirilirse, soru ancak böyle yatkınlıkların gerçekte irdelem e altın­
daki konuda yer almasını varsaymak için bir aklama varsa imlemlidir.

8. Niçin İngiltereli VIII. H enry A ragonlu C atherine ile evliliğini ge­


çersiz kılmaya çalıştı? Bu tarihsel olay için tanıdık bir açıklama H enry’ye
hem en önceki örnek durum unda olduğu gibi ruhbilimsel bir yatkınlık­
tan çok, bilinçli olarak düşünülen bir hedefi yüklem ekten oluşur. Böy­
lece tarihçiler sık sık H enry’nin C atherine ile evliliğini geçersiz kılma
çabalarını eşinin ona bir oğul doğurm am ası nedeniyle bir erkek kalıtçı
elde edebilm ek için yeniden evlenmeyi istediği olgusunu alıntılayarak
açıklar. H enry hiç kuşkusuz C atherine’e karşı davranışından bölümsel
olarak sorum lu olm uş olabilecek birçok ruhbilim sel yatkınlık taşıyor­
du. B ununla birlikte, şimdi bildirildiği biçimiyle açıklamada H enry’nin
davranışı için böyle ruhbilim sel “eylem k a y n ak ların d an söz edilmez,
ve bir boşanm a kararı elde etm ek için çabaları bilinçli bir hedefi (ya
da görünürde-ereği/end-m-vieuj) gerçekleştirm ek için getirilen bilinçli
bir araç olarak açıklanır. Buna göre, şimdiki ve önceki örnekler arasın­
daki ayrım ruhbilim sel b ir yatkınlık ya da eylem kaynağı (ki bir birey
ondan eylemlerini denetliyor olm asına karşın habersiz olabilir) ve bi­
linçli olarak savunulan bir görünürde-erek (ki o n u n u ğ runa bir birey
belli araçları kabul edebilir) arasındaki ayrım üzerine bağlıdır. Bu ayrım
genel olarak kabul edilir. Bir insanın davranışı zam an zam an eylem
kaynaklarının terim lerinde açıklanır, üstelik o davranış için kafasında
bir görünürde-erek taşımasa bile. Ö te yandan, insan eylemlerinin belli
bir sınıfı için hiçbir açıklama doyurucu görülmeyebilir, çünkü açıklama
o eylemlerin gerçekleştirmeyi amaçladığı bilinçli hedefe gönderm ede
bulunm uyor olabilir. Sonuçta, belli bağlam larda “Niçin?” tarafından ge­
tirilen sorunun anlaşılırlığı için bir istem o bağlam larda belirtik olarak
göz önüne alm an hedeflerin ileri sürülebilir olmasıdır.

D. Niçin insanların akciğerleri vardır? Bu biçimiyle soru ikircimlidir,


çünkü ya insan tü rü n ü n tarihsel evrimindeki bir problem i ortaya sürü­
yor olarak ya da evrimsel gelişimin şimdiki evresinde insan bedeninde
akciğerlerin işlevinin b ir açıklam asını istiyor olarak yorum lanabilir.
B urada soru bu ikinci anlam da am açlanm ıştır. Böyle anlaşıldığında,
şimdiki fizyolojinin sağladığı biçimiyle olağan yanıt bedende besinlerin
özünün yakılması için oksijenin vazgeçilmezliğine, akciğerlerin oksi­
je n i havadan kana iletm edeki araçsal ro lü n e ve böylece en sonunda
örgenliğin çeşitli h ü crelerin e dikkati çeker. Buna göre açıklam a ak­
ciğerlerin işlem ini belli yaşambilimsel etkinliklerin sürdürülm esi için
özsel olarak betimler. Açıklama böylece bir prima facie ayırdedici biçim
sergiler. Açıklama belirtik olarak “akciğerlerin işlemi” denilen karmaşık
olayların yer alm asının koşullarına değinm ez. D aha çok hangi yolda
akciğerlerin, insan bedeninin özel olarak örgütlenm iş bölüm ü olarak,
b edenin d ah a başka etkinliklerinden kim ilerinin sürm esine katkıda
b ulunduğunu bildirir.

10. Niçin İngiliz dili yürürlükteki biçim inde bu kadar çok Latince
kökenli sözcük kapsar? Burada kendisi için bir açıklama verilmesi iste­
n e n tarihsel olgu biraz gevşek olarak sınırlanan tarihsel bir dönem de
dünyanın çeşitli bölgelerinde insanların sergilediği karmaşık bir dilbi­
limsel alışkanlıklar kümesidir. Ayrıca “Niçin?” sorusunun şimdiki örnek­
te, önceki örneklerdeki sorulardan ayrı olarak, örtük olarak belli bir
dizgenin yürürlükteki biçim ine dizgenin d ah a önceki bir evresinden
nasıl geliştiğinin bir açıklamasının istediğine dikkat etm ek de önemlidir.
Bununla birlikte, irdelem e altındaki dizge için örneğin dönm ekte olan
bir gaz kütlesinin gelişimi için fizikte elimizde olan türde genel “di­
nam ik gelişme yasaları” yoktur. Söz konusu tarihsel olgu için kabul
edilebilir bir açıklam anın öyleyse bir zaman dönem i boyunca yer alan
ardışık değişimlere değinmesi gerekir, yalnızca önceleyen bir başlama
zamanındaki bir olaylar kümesine değil. Buna göre olgu için ölçün açık­
lama Ingiltere’nin N orm an Fethine, Fetihten önce yenenler ve yenilen-
ler tarafından kullanılan konuşmaya, ve Ingiltere’de ve başka yerlerde
Fetihten sonraki gelişmelere gönderm e içerir. Dahası, açıklama değişik
dilsel topluluklarda böyle topluluklar birbiri ile bildirilen ilişkilere girdiği
zaman konuşm a alışkanlıklarının değişme yollannı ilgilendiren bir dizi
az ya da çok bulanık (her zaman belirtik olarak bildirilmiş olmayan ve
kimileri hiç kuşkusuz istatistiksel bir içerik taşıyan) genellemeyi kabul
eder. Kısaca, şimdiki örnekte istenen açıklama türeyişsel bir açıklamadır
ki, yapısı daha önce gösterilen açıklamaların yapısından açıkça çok daha
karmaşıktır. Karmaşanın bu explicandumun bir insan davranışı olgusu
olması koşuluna yüklenm em esi gerekir. Karşılaştırılabilir bir karmaşa
okyanusların tuz içeriğinin şimdi hacım olarak yüzde üç kadar olması
olgusu için bir türeyişsel açıklama yoluyla sergilenir.

II. Dört Açıklama Tipi


Yukarıdaki liste zaman zaman “açıklam alar” adı verilen yanıtların tüm
tiplerini vermez. B ununla birlikte, ‘N için’ tarafından getirilen sınırlı
sorular sınıfına tüm yanıtların aynı türden olm am aları gibi önem li bir
noktayı doğrulamaya yetecek denli uzundur. G erçekten de, liste açıkça
çeşitli bilim lerde böyle sorulara karşılık olarak sunulan açıklamaların
açıklayıcı sayıltılarm açıklayacakları şeyler ile ilişki yollarında ayrı ola­
bildiğini ve böylece açıklam aların ayrı m antıksal kalıplara düştüğünü
gösterir.
Bu düşünce üzerine ilerleyeceğiz, ve yukarıdaki listeyi sınıflandırmada
kullanılabilecek değişik açıklama tipleri olarak görünen şeyleri karakte­
rize edeceğiz. B ununla birlikte, bu noktada değişik mantıksal açıklama
kalıpları olarak g ö rü n e n şeylerin gerçekte yalnızca ortak bir kalıbın
eksik olarak form üle edilmiş biçimleri ya da sınırlayıcı durum ları olup
olmadığı sorununu ele almayacağız. Şimdilik, h er ne olursa olsun, dört
büyük ve görün ü rd e ayrı açıklama kalıbı saptıyoruz.

1. Tümdengelimli model. Doğal bilimlerde sıklıkla raslanan ama yalnızca


o dallara sınırlı olm ayan b ir açıklam a tipi tüm dengelim li bir uslam­
lam anın biçimsel yapısını taşır ki, b u n d a explicandum ya da açıklana­
cak olgu açıklayıcı öncüllerin mantıksal olarak zorunlu bir sonucudur.
Buna göre, bu tip açıklamalarda öncüller explicandumun doğruluğu için
yeterli (ve h er zaman olmasa da kimi zaman zorunlu) bir koşulu bildirir.
Bu açıklama tipi antik zamanlardan bu yana yaygın olarak incelenmiştir.
Genellikle herhangi bir “gerçek” açıklama için paradigm a olarak gö­
rülm üş ve sık sık tüm açıklama çabalarının hedeflemesi gereken ideal
biçim olarak kabul edilmiştir.
Yukarıdaki listede ilk altı örnek bu tipin prima facie örnekleridir. Buna
karşın, aralarında yeniden gözden geçirmeye değer önem li ayrımlar
vardır. Birinci örnekte, hem explicandum hem de öncüller zorunlu doğ­
ruluklardır. B ununla birlikte, bu noktanın daha öte tartışmaya gerek­
sinimi olmasına karşın, bugün olsa olsa çok az sayıda deneysel bilimci
explicandamn özünlü olarak zorunlu o ld u ğ u n u n gösterilebileceğine
inanacaktır. Gerçekten de, görgül bilimlerin araştırdığı önerm elere (is­
ter tekil isterse genel olsunlar) mantıksal saçmalık olmaksızın yadsına­
bildiği içindir ki onları destekleyecek gözlemsel kanıt gereklidir. Buna
göre, hem önerm elerin zorunluğuna ilişkin savların aklanması, hem de
önerm elerin niçin zorunlu olduğunun açıklanması görgül araştırmanın
değil am a m antık ve m atem atik gibi biçimsel disiplinlerin işidir.
H em ikinci hem de ü çü n c ü ö rn e k le rd e , explicarıdum tarihsel bir
olgudur. B ununla birlikte, İkincide olgu bireysel bir olay, üçüncüde
ise istatistiksel b ir fenom endir. H er iki ö rnekte de öncüller biçim de
genel olan en az bir “yasa-benzeri” ( “laıolike”) sayıltı, ve en az bir tekil
bildirim (bireysel ya da istatistiksel) kapsar. Ö te yandan, istatistiksel
fenom enin açıklaması öncüllerde istatistiksel bir genellem enin bulu­
nuşu ile ayırdedilir.
Dört, beş ve altıncı ö rneklerde explicandum bir yasadır—dörd ü n cü
ve beşinci d u ru m lard a belli özelliklerin değişm ez birlikteliğini ileri
süren katı olarak evrensel b ir bildirim , altıncı d u ru m d a istatistiksel
bir yasa. B ununla birlikte, d ö rd ü n cü ö rn ek te yasa sayıltılardan tüm ­
dengelim yoluyla çıkarsanması tem elinde açıklanır ve bu sayıltılardan
h e r biri d ah a önce kısaca b elirtilen anlam da bir “deneysel yasa”dır.
Ö te yandan, beş ve altıncı ö rneklerde açıklayıcı ö ncüller “kuram sal”
d e n ile n b ild irim ler kapsar; altıncı ö rn e k te , explicandum olarak bir
istatistiksel yasanın eşliğinde, açıklayıcı kuram ın kendisi istatistiksel
biçimli sayıltılar kapsar.
T üm dengelim li m odele uygun düşen açıklam alar arasında hem en
şimdi belirtilen ayrımlar yalnızca şematik bir yolda betimlenmiştir. Bun­
ların daha tam bir açıklaması daha sonra verilecektir. Dahası, tüm den­
gelimli açıklam aların karşılamak zorunda olduğu salt biçimsel gerek­
tirim ler bu tipin doyurucu açıklam alarından sık sık yerine getirm eleri
beklenen koşulların tü m ü n ü anlatm az; ve b ir dizi d ah a öte koşulun
tartışılması gerekecektir. Özel olarak, gerçi tüm dengelim li açıklama­
larda genel yasaların önem li rolüne kısaca değinilmiş olsa da, yasaların
yalnızca varsayımsal olarak doğru evrensel bildirimler olarak karakterize
edilip edilemeyeceği, ya da doyurucu bir açıklamada b ir öncül olarak
hizm et edebilm ek için evrensel bir bildirim in ek olarak ayırdedici bir
ilişkisel yapı tipini taşımasının zorunlu olup olmadığı biçimindeki çok
tartışılan soru ortada kalır. Dahası, bilimde “kuramsal” denilen sayıltıla-
n n kullanımı yoluyla yüksek düzeyde bütünleşmiş ve kapsamlı açıklama
dizgelerinin elde edilmiş olması olgusuna değinilm işken, kuram ları
başka yasalardan ayırdeden özelliklerin n eler old u ğ u n u, onlardaki
hangi özelliklerin onların geniş b ir olgular tü rlü lü ğ ü n ü dizgesel bir
yolda açıklama gücünden sorum lu olduğunu, ve onlara hangi bilişsel
konum un verilebileceğini daha yakından araştırm ak zorunlu olacaktır.

2. Olasılıklı Açıklamalar. Aşağı yukarı h e r bilimsel disiplinde birçok


açıklama prima facie tüm dengelim li biçim de değildir, çünkü bunların
açıklayıcı öncülleri biçimsel olarak explicandumlanrıı imlemez. Gene de,
öncüllerin explicandumun doğrulu ğ u n u sağlama bağlam ak için m an­
tıksal olarak yetersiz olm asına karşın, explicandumu “olası” kıldıkları
söylenir.
Olasılıklı açıklam alar ile genellikle açıklayıcı öncüller bir öğeler sı­
nıfına ilişkin istatistiksel b ir sayıltı kapsadığı ve bu arada explicandum
o sınıfın verili bir bireysel üyesine ilişkin tekil bir bildirim olduğu za­
m an karşılaşılır. Bu tip açıklama yukarıdaki listede hem yedinci hem de
onuncu örnek ile, am a daha açık olarak yedinci örnek ile temsil edilir.
Bu sonuncusu biraz daha belirtik olarak form üle edildiği zaman şöyle
olur: Eski R om a’da toplum un yüksek tabakasına ait olan ve tiranlığa
karşı büyük n efret duyan bir bireyin tiranlık gücünü ellerine geçire­
cek bir konum da olan insanların ölüm ünü planlamasının göreli sıklığı
(ya da olasılığı) yüksekti (örneğin yarım dan). Cassius böyle bir Romalı
ve Sezar böyle bir gizil tiran idi. Buna göre, gerçi Cassius’un Sezar’ın
ölüm ünü planladığı sonucu çıkmasa da, böyle yapmış olması büyük
ölçüde olasıdır.
Birkaç gözlem yapılabilir. Zaman zaman ileri sürülür ki olasılıklı açık­
lam alar yalnızca tüm dengelim li ideale giden yolda geçici ara durak­
lardır ve öyleyse ayrı b ir tip oluşturmazlar. Yapılması gereken tek şey,
diye ileri sürülm üştür, olasılıklı açıklamaların öncüllerinde istatistiksel
sayıltıların yerine katı olarak evrensel b ir bildirim i geçirm ektir—ör­
neğin yukarıdaki açıklam ada sınırları dikkatle çizilen belli psiko-sos-
yolojik özellikler (ki Cassius’ta b u n lar büyük olasılıkla bulunuyordu)
ve suikast kom plolarına katılm a arasında değişm ez b ir bağlantı ileri
süren bir bildirimi. Ama, öneri zorunlu olarak değersiz olmasa da ve
daha öte araştırm a için bir d ü rtü olabilse de, gerçekte birçok konuda
giderek ılımlı bir usayatkınlık düzeyinde bile olsa önemsiz olmayan ve
bu nedenle boşuna olmayan katı olarak evrensel yasalar ileri sürm ek
aşırı ölçüde güçtür. Sık sık belli bir güvence ile sağlanabilecek en iyi
şey istatistiksel bir kurallılıktır. Buna göre, olasılıklı açıklamalar açık­
lam a m antığının tartışm asından önem li araştırm a alanlarını dışlama
pahasına göz ardı edilemez.
Bir açıklam anın öncüllerinin d o ğ ru olarak bilinip bilinm ediği so­
rusunu bir açıklam anın olasılıklı tipte olup olm adığı sorusu ile karış­
tırm am ak özseldir. O labilir ki hiçbir bilimsel açıklam ada öncüllerde
kapsanan genel sayıltılar d o ğ ru olarak bilinm ez, ve böyle h e r sayıltı
ancak “olası” olarak ileri sürülebilir. B ununla birlikte, bu böyle olsa
bile, tüm dengelim li ve olasılıklı açıklamalar arasındaki ayrımı ortadan
kaldırmaz. Ç ünkü ayrım öncüllerin ve explicandanm birbiri ile ilişkili
olm a yolundaki apaçık ayrımlar üzerine dayanır, öncüllere ilişkin bil­
gimizdeki herhangi bir sözde ayrım üzerine değil.
Son olarak, belirtm ek gerek ki bir açıklam anın olasılıklı bir açıklama
olabilmek için istatistiksel bir sayıltı kapsamak zorunda olup olmadığı
ya da istatistiksel-olmayan öncüllerin bir explicandumu sözcüğün istatis-
tiksel-olmayan b ir anlam ında “olası” kılıp kılamayacağı henüz karara
bağlanmamış bir sorudur. Ne de konunun öğrencileri öncüllerin istatis­
tiksel olduğu ve explicandanm belli bir bireye ilişkin bildirim ler olduğu
olasılıklı açıklam alarda bile öncüller ve explicanda arasındaki ilişkinin
nasıl çözümleneceği konusunda genel bir anlaşma içindedir. Bu sorulan
daha sonra ele alacağız.

Srîşleuselya da tekolojik açıklamalar. Birçok araştırma bağlamında—dış­


layıcı olarak olmasa da özel olarak yaşambilimde ve insan sorunlannın
incelem esinde—açıklam alar bir birim in ait olduğu b ir dizgenin belli
özelliklerini sürdürm ede ya da gerçekleştirm ede yerine getirdiği bir ya
da daha çok işlevi (ya da giderek işlev bozukluklannı) belirtm e ya da bir
eylemin belli bir hedefi ortaya çıkarmada oynadığı araçsal rolü bildirme
biçimini alırlar. Böyle açıklamalara genellikle “işlevsel” ya da “teleolojik/
ereksel” denir. “'(Yapa)bilmek için/m order to, ”“(birşey) uğruna/for the
sake o f” ve benzeri tipik deyimleri kullanm aları işlevsel açıklamaların
karakteristiğidir. Dahası, birçok işlevsel açıklam ada hen üz gelecekte
yatan bir durum a ya da olaya belirtik bir gönderm e vardır ki, bir şeyin
varoluşu ya da bir edim in yer alışı b u n u n terim lerinde anlaşılır kılınır.
Tam şimdi söylenenlerde işlevsel açıklamanın iki alt d u rum unun ayır-
dedilebileceği imlenir. Bildirilen bir zam anda yer alan tikel bir edim,
durum ya da şey için işlevsel bir açıklama aranabilir. Bu durum yukan-
daki listede sekizinci örnek ile gösterilir. Ya da almaşık olarak, belli bir
türdeki tüm dizgelerde b u lu n an bir özellik için işlevsel bir açıklama
verilebilir—b u dizgelerin ne zam an v arolduğuna bakılmaksızın. Bu
durum yukarıdaki örneklerden dokuzuncusu ile temsil edilir. H er iki
örnek de işlevsel açıklam alann karakteristik özelliklerini sergiler. Böy­
lece H enry’nin ilk evliliğini geçersiz kılma çabalan gelecekte erkek bir,
kalıtçı elde etm e uğruna üstlenildikleri belirtilerek açıklanır; ve insan
bedeninde akciğerlerin olması belli bir kimyasal süreci sürdürebilm ek
ve böylelikle beden için yaşamın gelecekte de sürm esini sağlayabilmek
için belirtilen tarzda işledikleri gösterilerek açıklanır. <•
işlevsel açıklamaların ayrıntılı yapılarının ne olduğu, teleolojik-olma-
yan açıklam alar ile nasıl ilişkili oldukları, ve teleolojik açıklam aların
niçin belli araştırm a alanlarında sık ve başkalarında seyrek oldukları
daha sonraki tartışma için ayrılması gereken sorulardır. Bununla birlik­
te, teleolojik açıklamayı ilgilendiren iki yaygın yanlış anlamayı hem en
kısaca belirtmeliyiz.
Teleolojik açıklam aların ancak o n lar yoluyla açıklanan şeylerin ve
etkinliklerin bilinçli etm en ler ya da böyle etm enlerin ü rünleri iseler
anlaşılır oldukları yanlış bir sayıltıdır. Böylece, akciğerlerin işlevsel açık­
lamasında akciğerlerin herhangi bir bilinçli görünürde-ereklerinin ol­
duğu ya da bir etm en/agent tarafından belli bir amaç için tasarlanmış
oldukları biçiminde ister belirtik isterse örtük olsun hiçbir sayıltı yoktur.
Kısaca, yaşambilimde ya da başka yerlerde teleolojik açıklamaların ol­
ması zorunlu olarak antropom orfizm in bir belirtisi değildir. Ö te yan­
dan, kimi teleolojik açıklamalar açıkça düşünülüp taşınılmış planlan ve
bilinçli am açlan varsayar; ama böyle bir sayıltı, insan davranışının belli
yanlannm teleolojik açıklamaları d u rum unda olduğu gibi, olgular onu
akladığı zaman geçersiz değildir.
Yine, teleolojik açıklamalar daha şimdiden varolan şeyleri açıklamada
geleceğe gönderm eler kapsadığı için, böyle açıklamaların örtük olarak
geleceğin şimdi üzerinde nedensel olarak etkide b u lunduğunu kabul
ettiğini sanmak da bir yanılgı olacaktır. Böylece, H enry’nin evliliğini ge­
çersiz kılma çabalannı açıklamada, erkek bir kalıtçısının olmasını içeren
gerçekleşmemiş gelecek durum unun onun belli etkinliklere girişmesine
n ed en olduğu biçim inde hiçbir sayıltı yapılmaz. Tersine, H enry’nin
davranışının açıklaması davranışı için nedensel olarak sorumlu olan şeyin
geleceğin kendisi değil ama onun belli bir gelecek türü için varolan is­
tekleri olduğu görüşü ile bütünüyle bağdaşabilirdir. Benzer olarak, insan
akciğerlerinin işlevsel açıklamasında akciğerleri varoluşa getiren ya da
işlemelerine neden olan şeyin bedendeki besinin gelecekteki oksitlen­
mesi olduğu biçim inde bir sayıltı kapsanmaz; ve açıklama akciğerlerin
işleminin bedenin ve çevresinin varolan yapısı yoluyla nedensel olarak
belirlendiğinin yadsınması üzerine dayanmaz. Teleolojik bir açıklama
verm ek zorunlu olarak geleceğin kendi gerçekleşm esinde bir etm en
olduğu öğretisine ödü n ler vermek dem ek değildir.

4. Türeyişsel açıklamalar. Sözü edilm ek üzere geriye tek bir açıklama


tü rü n ü n kalmasına karşın, b u n u n ayn bir tip oluşturup olmadığı tartış­
malı bir sorudur. Tarihsel araştırm alar sık sık niçin verili bir incelem e
konusunun belli karakteristiklerinin olduğu sorusunu konunun daha
önceki bir k o n u d an nasıl evrim lendiğini betim lem e yoluyla açıklama
girişim inde bulunur. Böyle açıklam alara genellikle “türeyişsel/genetic”
denir, ve dirim li olduğu gibi dirimsiz şeyler için de, b ir bireyin özel­
likleri için olduğu gibi b ir küm enin karakteristikleri için de verilmiş
oldukları görülür. Y ukarıda verilen listedeki o n u n c u ö rn ek bu tipi
temsil eder.
Türeyişsel açıklamaların görevi daha önceki bir dizgenin daha sonraki
bir dizgeye dönüşmesini sağlayan büyük olaylar dizisini ortaya sermektir.
Böyle açıklamaların açıklayıcı öncülleri öyleyse zorunlu olarak araştırma
altındaki geçmiş olaylara ilişkin tekil bildirim lerin büyük bir sayısını
kapsayacaktır. Türeyişsel açıklamaların açıklayıcı ilkelerine ilişkin daha
öte iki noktaya dikkat etm ek gerekir. Birincisi dizgenin sürecinde h er
geçmiş olaydan söz edilmeyecek olması biçim indeki açık olgudur. İkin­
cisi sözü edilen olayların dizgenin gelişimi açısından nedensel olarak
hangi tür olaylann ilgili olduğuna ilişkin sayıltılar (sık sık örtük sayıltı-
lar) temelinde seçilmiş olmasıdır. Buna göre, tekil bildirimlere ek olarak
öncüller de çeşidi olay tiplerinin nedensel bağım lılıklanna ilişkin genel
sayıltılar (ister belirtik ister örtük olarak) içerecektir.
Bu genel sayıltılar bağımsız tüm evarım lı kanıt yoluyla desteklenen
oldukça sağın gelişimsel yasalar olabilir. (Bu durum incelem e altındaki
dizge göz ön ü n d e tutulan am açlar için benzer bir evrime uğrayan ben­
zer dizgelerin bir sınıfının bir üyesi olarak görülebildiği zaman ortaya
çıkabilir—örneğin, belli bir tü rü n bireysel bir üyesinin yaşambilimsel
özelliklerinin gelişiminin incelem esinde. Çünkü o zaman sık sık böyle
gelişimsel yasalan doğrulam ak için karşılaştırmalı çözüm leme yöntem ­
lerini kullanm ak olanaklıdır.) Başka durum larda, genel sayıltılar yal­
nızca belki de içerikte istatistiksel olan bulanık genellem eler olabilir,
ve incelem e altındaki n esn en in yüksek düzeyde özgül özelliklerinin
bir bölüm üne hiçbir gönderm e kapsamayabilir. (Bu sık sık araştm lan
dizge göreli olarak benzersiz bir dizge olduğu zaman görülür—örne­
ğin tikel bir kültürde belli bir kurum un gelişimi araştırılırken olduğu
gibi). B ununla birlikte, iki durum da da türeyişsel açıklam alann tanıdık
örneklerinde açıklayıcı öncüller explicandumda bildirilen olgunun yer
alması için yeterli koşulları bildirm ez, gerçi öncüller sık sık genellik­
le sorgusuzca alınan durum larda İkincisi için zorunlu olan koşullann
b ir bölüm ü n ü bildirse de. Öyleyse türeyişsel açıklam aların b ü tü n ü n ­
de olasılıklı olduğu usauygun bir vargıdır. B ununla birlikte, türeyişsel
açıklam alann—ve daha genel olarak tarihsel açıklamaların— daha öte
irdelemesi şimdilik ertelenm elidir.

III. Bilimler Açıklar Mı?


Bu d ö rt ana açıklama tipi ayırdedilmiştir, çünkü bunlar gözden geçiri­
len açıklama örneklerindeki gerçek yapısal aynm lara karşılık düşüyor v
görünür, ve çünkü sınıflandırma dizgesel açıklamalann kurulmasındaki
önem li sorunları yoklamak için uygun b ir çerçeve sağlar. Sonraki bö­
lüm dışlayıcı olarak olmasa da özellikle tüm dengelim li açıklamalar ile,
bağlantılı problem lerden kimilerini irdeleyecektir. ^
Ama bu bölü m d e geliştirilen açıklam a kalıplarının a n a h attın d a n
uzak laşm ad an ö n c e , b ilim le rin g erç e k te açıklam a yaptığı savına
yönelik tarihsel olarak etkili bir karşıçıkış üzerine kısa bir yorum uy­
gun olacaktır. H içbir bilim (ve hiç kuşkusuz hiçbir fiziksel bilim ), der
karşıçıkış, gerçekte niçin h erhangi b ir olayın yer aldığına, ya da niçin
şeylerin belli yollarda ilişkili old u ğ u n a ilişkin sorulara yanıt vermez.
Böyle sorular ancak yer alan olayların yer almak zorunda olduğunu ve
şeyler arasın d a varolan ilişkilerin şeyler arasında varolm ak zorunda
olduğunu gösterebilseydik yanıtlanabilir. B ununla birlikte, bilimin yön­
tem leri h e r görgül araştırm an ın en so n k onusu olan fen o m en lerd e
hiçbir saltık ya da mantıksal zorunluk saptayamaz; ve, giderek bilim in
yasa ve kuram ları d o ğ ru olsa bile, b u n la r fe n o m e n le rin birliktelik
ilişkilerine ya da dizisel d ü zenlerine ilişkin m antıksal olarak olumsal
doğruluklardan daha çoğu değildir. Buna göre, bilim lerin yanıtladığı
sorular olayların nasıl (hangi yolda ya da hangi koşullar altında) yer
aldığına ve şeylerin nasıl ilişkili o ld u ğ u n a ilişkin sorulardır. Öyleyse
bilim ler en iyisinden ancak kapsayıcı ve d o ğ ru betim lem e dizgeleri
üretm eyi başarabilir, açıklama dizgeleri üretm eyi değil.1
Bu uslam lam a ile b u noktada yararlı olarak tartışılabilecek olandan
daha çok sorun doğar. Özel olarak, yasa ve kuram ların yalnızca feno­
m enler arasında biraradalık ve ardışıklık ilişkilerinin form ülasyonları
mı oldukları sorusu o n a şim di yöneltilebilecek o lan d an d ah a fazla
dikkati gerektirir. Ama yasa ve kuram lar üzerine bu görüş kabul edilse
bile, açıktır ki uslam lam a bir ölçüde sözel bir sorun üzerine tutunur.
Çünkü uslamlama ‘niçin’ sorularına zemin olabilecek yalnızca bir doğ­
ru anlam ın o ld u ğ u n u varsayar—yani, o n a verilecek uygun yanıtı bir
önerm enin özünlü zorunluğunun bir tanıtlaması olarak içeren anlam.
B ununla birlikte, yukarıdaki örnekler dizisinin yeterince tanıklık ettiği
gibi, bu yanlış bir sayıltıdır. B una göre, bu sayıltı üzerine dayanıyor
olarak kurulduğunda, uslamlamaya yeterli bir yanıt gerçekte ‘niçin’ ve
‘açıklama’ sözcükleri için sağlam kullanım ların b ulunduğu ve böylece
bir ‘niçin’ sorusuna yanıtı bir ‘açıklam a’ olarak belirtm enin bütünüyle
uygun olduğudur, üstelik yanıt explicandumu özünlü olarak zorunlu
görm ek için n edenler sağlamasa bile. Gerçekten de, giderek bilimlerin
' ”Doğa Biliminin işlevinin fiziksel fenom enleri açıklamak olduğu biçim indeki çok
sıradan düşüncenin kendisi, ‘açıklar’ sözcüğü çok sınırlı bir anlam da kullanılmadıkça,
doğru olarak kabul edilemez. Etker nedensellik ve m antıksal zorunluk kavramları,
fiziksel fenom enler dünyasına uygulanabilir olmayınca, Doğa Bilim inin işlevi Do­
ğada gözlenecek olayların ardışıklığını kavramsal olarak betim lem ektir; am a Doğa
Bilimi böyle ardışıklıkların varoluşu için bir n ed en gösterem ez ve öyleyse fiziksel
dünyalardaki fenom enleri açıklama terim inin kullanımını içeren en sağın anlam da
açıklayamaz. Böylece Doğa Bilimi, yapabildiği kadar, fenom enlerin nasıl ya da hangi
kurallara göre yer aldıklarını betimler, ama niçin oldukları sorusunu yanıtlamak için
hiçbir yetkinliği yoktur.”—E. W. Hobson, The Domain of Nalural Science, Londra, 1923,
ss. 81-82.
herhangi birşeyi açıklayabileceğini resmi olarak reddeden yazarlar bile
zam an zam an belli bilimsel keşifleri “açıklam alar” olarak betim leyen
dil kullanım ına yenik düşerler.2
Uslamlama, yalnızca dilbilim sel kullanım a ilişkin sayıltılar üzerine
dayandığı düzeye dek, ne önem li ne de ilginçtir. B ununla birlikte, ger­
çekte uslamlamanın daha sağlam bir tözü vardır. Dile getirdiği karşıçıkış
başlangıçta çeşitli hedeflere yönelikti. B unlardan biri fizikte ve yaşambi-
limde arta kalan insanbiçimsel öğeler idi ki, bunlardan kimileri giderek
genellikle kuvvet ve eneıji gibi teknik kavram lar ile bağlı anlam larda
bile gizlenmeyi sürdürürken, başkaları ise teleolojik kategorilerin eleş­
tirel olmayan kullanım larında belirtik idi. Bu bakım dan, karşıçıkış en-
tellektüel ev temizliği için ileri sürülen bir istem idi, ve bilimsel düşün­
celerin dikkatli bir çözümlemesi için bugün de etkin kalmayı sürdüren
bir program için uyan oldu. Karşıçıkışın ikinci bir hedefi bir zamanlar
yaygın olan ve değişik biçim lerde seçkin yandaşlar kazanmayı sürdüren
bir bilim anlayışı idi. Bu anlayışa göre bilim in işi fenom enleri şeylerde
zorunlu bir düzeni kodlayan ve öyleyse olumsal olarak doğru olmaktan
daha çoğu olan doğa yasalan tem elinde açıklamaktır. Karşıçıkış böylece
doğa yasalarının bir defacto evrensellikten daha çoğunu taşıdığı savının
bir yadsınmasıdır, bir yadsıma ki David H u m e’u n nedensellik çözüm­
lemesinin önem li bir vargısı ile çakışır. Uslamlamanın yarattığı gerçek
sorun dilbilimsel kullanıma ilişkin önemsiz bir sorun değil, cima bilimsel
yasanın özsel olarak H u m e’a özgü bir açıklamasının yeterliğine ilişkin
tözsel bir sorundur. Bu soruna Bölüm 4’te dikkatimizi yönelteceğiz.

'Ö rneğin Mach Galileo’nun bir eğik düzlem üzerindeki dengeyi kaldıracın ilkesinin
terim lerinde çözümlemesini birincinin bir açıklaması olarak betimler. (Em st Mach,
The Science of Mechanics, LaSalle, 111., 1942, s. 31.) ,
T üm dengelim li
Açıklamanın Kalıbı

Aristoteles’in bilimin ideali olduğuna inandığı şeyin yapısını

3
çözüm lem esinden bu yana, bilimsel açıklam alann her zaman
m antıksal b ir tüm dengelim biçim inde sunulm ası gerektiği
görüşü yaygın olarak kabul edilmiştir. Tüm dengelim li kalıbın
evrenselliğinin b u kalıp bir ideal olarak tasarlandığı zaman
bile sorgulamaya açık olmasına karşın, bilimlerde birçok açıklamanın
ve aslında en kapsamlı ve etkileyici açıklama dizgelerinin—bu biçimi
taşıması olgusu tartışmaya pek açık değildir. Dahası, bu biçimi gerçek­
leştirmeyi açıkça başaram ayan birçok açıklam anın o n larda sorgusuz­
ca kabul edilen sayıltılar belirtik kılındığı zaman onu örneklendirdiği
gösterilebilir; ve böyle durum lar tüm dengelim li yöntem e kuraldışılar
olarak değil, am a örtük-tasımh/enthymemetik uslam lam alann sık kullanı­
m ının örnekleri olarak görülm elidir.1
Bununla birlikte, tüm dengelim li açıklama tiplerinde explicarıdumun
mantıksal olarak açıklayıcı öncüllerden doğması biçim indeki tanımsal
gerektirime ek olarak, bu tip doyurucu açıklam alann daha öte koşullan
yerine getirm ek zorunda olup olmadığını da araştırmalıyız. Çünkü açık­
tır ki, önerilen h er açıklama salt tüm dengelim li bir yapıda olduğu için
kabul edilebilir değildir. Örneğin hiç kimse Jü p iter’in en azından bir uy­
dusu olması olgusunun önerilen açıklamasını Jü p iter’in sekiz ayı olması
biçim indeki d ah a ö te olguya dayandıran bir açıklamayı kolay kolay
doyurucu görm eyecektir—üstelik birinci bildirim in m antıksal olarak
İkinciden doğm asına karşın. Bu sorunun tartışması Yunan antikçağına

'Ö rneğin, verili bir durum d a bir parça telin genleşmesi telin az önce ısıtılmış ol­
duğu olgusu gösterilerek açıklanabilir; ve açıktır ki explicandum bildirildiği biçimiyle
açıklayıcı öncülden mantıksal olarak doğmaz. B ununla birlikte, önerilen önerm enin
örtük olarak ek öncülleri varsayması bütünüyle usayatkın g ö rü n ü r— örneğin telin
bakır olması ve bakırın ısıtıldığı h e r zam an genleşmesi gibi. Bu ek sayıltılar belirtik
kılınınca, açıklam a tüm dengelim li m odele uygun düşer.
dek gider, ve böyle ek koşulların büyük bir türlülüğü önerilmiştir. Bu
koşullar uygunluk uğruna üç başlık altında sınıflandırılabilir: Mantıksal/
logical, ki açıklayıcı öncüller için çeşitli biçimsel gerektirim leri belirler;
bilişsel/epistemik, ki öncüller ile hangi bilişsel ilişkiler içinde durm am ız
gerektiğini bildirir; tözsel/substantive, ki öncüllerin ne tü r içerik (görgül
ya da başka türlü) taşıması gerektiğini belirtir. Bu etiketlerin neleri im­
lediği ilerlem em izde açıklık kazanacaktır. B ununla birlikte, eğer koşul
tiplerinden h e r biri h e r zam an ayrı ayrı tartışılacak olsaydı bu saçma
o lu r ve gereksiz yinelem elere yol açardı; bu n ed en le böyle katı ola­
rak bölüm lere ayrılmış bir çözüm lem e girişiminde bulunulmayacaktır.
Gene de, belirtilmesi gereken mantıksal koşulların çoğu bu bölüm de
irdelenecektir.

I. Bireysel Olayların Açıklamaları


Tüm dengelim li açıklam anın belli bir bireysel olayın yer almasını expli-
candumu olarak alan bir örneği ile başlayalım. Ö nceki bölüm de sözü
edilen örneği, belli bir günde bir bardağın yüzeyi üzerinde oluşan nemi
irdeleyelim. Açıklama, daha önce olduğundan daha dikkatli olarak ama
aynca daha ayrıntılı olarak bildirildiğinde, şöyle verilebilir:
N e z am an su b u h a rı kapsayan h e rh a n g i b ir hava h a c m in in sıcaklığı h a ­
vadaki su b u h a rın ın y o ğ u n lu ğ u n u n havadaki b u h a rın o sıcaklıktaki doym a
y o ğ u n lu ğ u n d a n d a h a b ü yük o ld u ğ u n o k ta n ın a ltın a d ü şü rü lü rse , havadaki
b u h a r h avanın sıcaklığının b u doym a n o k tasın ın a ltın a d ü ştü ğ ü y e rle rd e sıvı
suya yoğunlaşın.
D ün b ard ağ ı kuşatan h avanın hacm i su b u h a rı kapsıyordu.
B ardağa dolaysızca bitişik hava tab ak asın ın sıcaklığı b a rd a ğ a bu zlu su ko­
y ulunca düştü.
Bu hava tabak asın ın sıcaklığı d ü şe rk e n kapsadığı b u h a rın edim sel yoğun­
luğu yeni sıcaklıktaki doym a y o ğ u n lu ğ u n d an d a h a büyüktü.
B una göre, b u bitişik hava tabakasındaki b u h a r b a rd a k yüzeyi ü z erin d e sıvı
su olarak y oğunlaşü— kısaca b a rd a k ü z e rin d e n e m oluştu.

Bu örnekte belirtilecek ilk nokta öncüllerin biçimde evrensel olan ve


belli özelliklerin değişmez bir bağıntısını ileri süren bir bildirimi kap­
samasıdır. Başka örneklerde öncüllerde böyle birden çok evrensel yasa
olabilir.2 Eğer şimdi bu ö rnekten genellem e yaparsak, öyle g ö rünür ki

2G erçekte, bu örnekte bile başka yasalar örtük olarak varsayılır. H er bir sıcaklık
için havanın belli b ir doym a yoğunluğunun olması böyle bir yasadır. Çok tanıdık
olduklan için gözden kaçırılan başka yasalar su, bardak vb. gibi çeşitli şeylerin karak­
terize edilm esinde gizli olarak bulunur. Bu son yasalar sonuçta h e r biri özelliklerin ve
davranış kiplerinin belli değişmez biraradalıklannı sergileyen değişik töz türlerinin
olduğunu doğrular. Ö rneğin, birşeyin su olduğu bildirimi örtük olarak bir dizi özel­
liğin (belli b ir toplak durum u, belli bir renk, belli b ir doym a ve kaynama noktası,
başka türden tözler ile kimyasal tepkim elere girm ek için belli eğinim ler vb.) birbiri
ile biçim deş olarak birarada olduğunu ileri sürer. T ürlerin keşfi ve sınıflandırılması
tekil bir explicandumun tüm dengelim li bir açıklamasında öncüllerden
en azından biri evrensel bir yasa olmalı, ve dahası sessiz bir ortak olma­
yan am a explicandumun türetilm esinde özsel b ir rol oynayan bir yasa
olmalıdır.3Açıktır ki bu gerektirim daha önce değinildiği gibi Jü p iter’in
en az bir uydusu olduğu olgusunun gezegenin o nlardan sekizine iye
olması olgusundan tüm dengelim ini bir bona fide açıklama durum u ola­
rak dışlamak için yeterlidir.
Ama bir evrensel yasaya ek olarak, yukarıdaki öncüller belli olayların
belirtilen zam anlarda ve yerlerde yer aldığını ya da verili nesnelerin
belli özellikleri o lduğunu ileri süren belli bir sayıda tekil ya da örnek-
sel/instantial bildirim i de kapsar. Böyle tekil bildirim lere “başlangıç
koşullarının bildirimleri/statements o f initial conditions” olarak (ya da
daha kısaca “başlangıç koşulları /initial conditions”olarak) gönderm e­
de bulunulacaktır. D aha genel olarak, başlangıç koşulları açıklayıcı
öncüllerde kapsanan yasaların uygulandığı özel durum ları oluşturur.
B ununla birlikte, hangi durum ların uygun başlangıç koşulları olarak
hizm et etm ek üzere seçileceğini genel terim lerde bildirm ek olanaklı
değildir, çünkü soruya yanıt kullanılan yasaların belirli içeriği üzerine
dizgesel bilginin gelişim inde erken am a vazgeçilmez bir evredir; ve fizik ve kimya
da aralarında olm ak üzere, tüm bilim ler başlangıçta sıradan deneyim de tanınm ış
olan tü rle r ile ilgili ayrım ları kabul ettikleri gibi onları inceltm eyi ve değişkiden
geçirmeyi de sürdürür. G erçekten de, kapsamlı kuramsal dizgelerin gelişimi ancak
türlerin bir ön sınıflandırması başarıldıktan sonra olanaklı olmuş görünür, ve bilimin
tarihi yineleyerek çeşitli türlerin saptanm asının ve karşılıklı düzenlenm esinin—sık
sık “doğa tarihi” denilen bir araştırm a evresi—daha yaygın olarak kabul edilen yasa
tiplerinin keşfi için ve geniş kapsamlı kuram ların kurulması için bir öngerek olduğu
görüşünü doğrular. M odern fizik ve kimya ancak türlerin böyle ön sınıflandırm ası
(ki başlangıçları ilkel antikçağda yitmiştir) başarıldıktan sonra ortaya çıktı; m odern
bitkibilim ve hayvanbilim büyük ölçüde türlerin özgülleştirilmesinden ve birbirine alt-
güdüm lü kılınm asından oluşur; ve toplumsal bilim lerin bir bölüm ü henüz insanların
ve toplum sal kurum lann türlerinin kullanılabilir ve güvenilebilir form ülasyonlarını
elde etmeye çabalam aktadır. Değişik türlerin tanınm ası bir türün bir başka türe alt-
güdüm lü kılınması (ya da onun içine alınması) ile el ele gider. Böylece kimya yalnızca
bakır ve kükürt türlerin i değil, am a m etalleri ve m etal-olm ayanları da ayırdeder;
bakırı m etaller arasına ve kükürdü m etal-olm ayanlar arasına katar. Benzer olarak,
yaşambilim kaplan ve aslan türlerini ortak kedi cinsine, kedi tü rü n ü daha kapsamlı
e toburlar düzenine, etoburları m em eliler sınıfına vb. katar. T ürler arasında bir kap­
sam a dizgesi elde edildiği zam an, niçin belli b ir bireysel şeyin özgül bir tü rü n bir
üyesi olduğunu bireyin altgüdüm lü bir tü rü n üyesi olduğu gösterilerek (örneğin ev
hayvanı bir m em elidir çünkü bir kedidir ve kediler m em elilerdir) açıklamak (üstelik
yalnızca kaba bir yolda bile olsa) olanaklıdır. Böyle açıklam alar açıktır ki m odern
kuram sal bilim lerin bizi alıştırdığı açıklam a türlerinin çok uzağına düşer; gene de
bu İkincilere götüren yoldaki ilk adımlardır.
’Bu koşul önem siz kuraldışıları g id ere b ilm ek için getirilir. Böylece “Brown
S m ith’ten d aha yaşlıdır” önerm esi “Sm ith Brovvn’dan d aha gençtir” ve “T üm m e­
m eliler om urgalılardır” gibi iki öncülden tüm dengelim yoluyla çıkarsanabilir olsa
da, öncüllerin genel bir yasa kapsamasına karşın bir açıklama sayılmayacaktır, çünkü
ikinci öncül tüm dengelim için gerekli değildir.
olduğu gibi çözümleri için yasalara başvurulan özel problem ler üzerine
de bağımlıdır.
Bireysel olayların tüm dengelim li açıklamaları için başlangıç koşul­
larının vazgeçilemezliği biçim sel m antıktaki bir nokta olarak açıktır.
Çünkü biçim de örneksel bir bildirimi bir evrensel koşullunun biçimini
taşıyan bildirim lerden çıkarsamak m antıksal olarak olanaksızdır. (Ör­
neğin ‘x £ ’d ir’ biçim inin örnekleyici bir bildirim ini ‘H er x için, eğer x
A ise o zam an x fi’d ir’ biçim indeki bir evrensel koşulludan türetm ek
olanaksızdır.) Ama bu nokta açık olabilse de, bilimsel yordam ın tartış­
m alarında sık sık göz ardı edilen önem li bir noktadır. Göz ardı edilmesi
en azından b ir ölçüde zaman zaman ayrıntılı olguları (özellikle insan
sorunlarının incelemesinde) açıklamak için geniş genellem eler kullan­
m a gibi şövalyece bir tutum dan ve gözlemcilerin zaman zaman edimsel
olguların neler olduğunu saptam ak için dikkatle yapılan araştırmaları
küçüm sem esinden sorum ludur. B ununla birlikte, yasaların ve kuram ­
ların som ut kullanımları sık sık güçtür, çünkü uygulamaları için özgül
başlangıç koşullan erişilemez ve dolayısıyla bilinmezdir. Ve evrik olarak,
yanlış açıklamalar ve tutmayan tahm inler sık sık önerilir çünkü kullanılan
genel sayıltılar, gerçi kendilerinde yeterince sağlam olsalar da, onlar için
uygun başlangıç koşullan oluşturmayan durum lara uygulanır. Olaylann
edim sel izleğinin bilim sel açıklam alarında şu ya da b u tü r yasaların
kullanım ının vazgeçilmez olmasına karşın, edimsel olarak ortaya çıkan
şey yalnızca yasalara başvurm a yoluyla açıklanam az. Bilimsel anlam a
uğraşında, tüzel anlaşmazlıkların çözüme bağlanm asında olduğu gibi,
yalnızca genel iUcelcr. herhangi'bir bireysel d u ru m u belirlemez.
Buna göre, explicandumu belli b ir olayın yer alması ya da verili bir
n esn en in belli"bir özelliği taşıması olan tüm dengelim li bir bilim sel
açıklama iki mantıksal koşulu yerine getirmelidir. Ö ncüller onlara ka­
tılması explicandumun tüm dengelim i için özsel olan en az bir evrensel
yasa kapsamalıdır. Ve öncüller ayrıca başlangıç koşullannın uygun bir
sayısını da kapsamalıdır.4
4Gerçi tekil bir olgunun açıklaması öncüllerde hem yasa bildirimlerinin hem de baş­
langıç koşullannın bildirim lerinin kapsanmasını gerekürse de, araştırm alar şu değil
de bu öncül tipini bulmaya ve saptamaya doğru yönelm elerine göre ayrım gösterebilir.
Böylece bir olayın yer almasını görebilir ve sonra onu, daha şim diden saptanm ış bir
yasanın tem elinde, verili olayın yer alması için koşul olarak kabul edilen b ir başka
olayın keşfedilmesi yoluyla açıklamaya çalışabiliriz. Ö rneğin, eğer b ir otom obilde
lastiklerden biri patlarsa, patlak lastiklerin delik iç-lastiklerin sonuçlan olduklan genel
sayıltısı üzerine delik için bir araştırm a başlatabiliriz. Ö te yandan, iki ya da daha çok
olayın yer aldığım görebilir, anlam lı olarak bağıntılı o lduklanndan kuşkulanabilir,
ve o karakterdeki olaylar arasındaki bağım lılığın belirli kiplerini form üle eden ya­
saları keşfetme girişim inde bulunabiliriz. Böylece bir kim senin nabız oranının ağır
bir alıştırma yaptıktan sonra arttığı dikkatimizi çekebilir; ve eğer nabız oranının belli
b ir yolda alıştırma üzerine olumsal olduğundan kuşkulanırsak, etkinlikler arasında
o nların bağım lılık ilişkileri için genel bir form ül verm ek üzere sağın bağıntı kipi
üzerine araştırm a başlatabiliriz. Yine, belli olayları açıklam a girişim inde araştırm a
II. Yasalann Açıklaması
Tüm dengelim li olarak örgütlenm iş bilimin belli bir dalını dizgesel ola­
rak açımlamaya ayrılmış incelem eler genellikle bireysel olayların ve tikel
olguların hiçbir açıklamasını kapsamaz; ve kapsadıkları zaman, bu sık sık
yalnızca yasalann ve kuram lann kullanım larını örneklem e yoluyla olur.
H er ne olursa olsun, daha ileri fiziksel bilimlerde en önem li kaygı yasa­
lann açıklamasını ve, sonuçta, yasalann dizgesel yorum lannı ilgilendirir.
Yasaların tüm açıklam aları tüm dengelim li tipte görünür,5 ve hangi
özel özelliklerin o n lan karakterize ettiğini incelemeliyiz. İlk olarak ev­
rensel yasalann açıklamasını irdeleyeceğiz. Dahası, şimdilik yalnızca ista­
tistiksel yasalan göz ardı etm ekle kalmayacak, am a aynca tüm öncülleri
“deneysel yasalar” olan açıklam alar ile öncülleri “kuram sal” sayıltılar
kapsayan açıklam alar arasındaki ö n ced en sözü edilen ayrımı da göz
ardı edeceğiz. Öyleyse önceki bölüm de değinilen örneğe, buzun suda
yüzmesi yasasının açıklamasına dönelim . B ununla birlikte, bu yasanın
fizikçilerin genellikle o n u açıklarken kabul ettiği öncü llerden sağın
tüm dengelim ini tam ayrıntıda ortaya koymak usandırıcı olabilir. Bu
öncüllerin özdeşliğine ilişkin olarak daha önce verilen ipuçları amaç­
lanınız için yeterli olacaktır.6
uygun açıklayıcı öncüllerin h e r iki tipini keşfetmeye yönelmiş olabilir. Ö rneğin, belli
bir kanserli büyüm enin ortaya çıkışı ile ilgili hiçbir yasa bilmiyor olabiliriz, ve ayrıca
üzerine böyle bir büyüm enin olumsal olduğu özgül olaylar açısından da bilgisiz olabi­
liriz. Buna göre hem kanseri başlatan tikel koşullan, hem de böyle koşullan kanserli
büyüm eler ile bağıntılayan yasalan keşfetmeye çalışabiliriz.
5Bu hiç kuşkusuz dem ek değildir ki yasalar h e r zaman yalnızca tümdengelim li araç­
lar yoluyla saptanır. Gerçekte yasalann çoğunun onlar için gözlem kanıtı getirilerek
aklandığı gösterilir.
6Böyle bir tüm dengelim e bir ilk yaklaşım şudur: Bir sıvının ona batınlan bir cisim
üzerindeki kaldırm a kuvveti sıvının yüzeyine dikey bir yöndedir, ve cisim tarafından
yeri dolduru lan sıvının ağırlığına eşit am a ona karşıt yöndedir. [Öyleyse suyun ona
batınlan buz üzerindeki kaldırm a kuvveti suyun yüzeyine dikey bir yöndedir, ve buz
tarafından yeri doldurulan suyun ağırlığına eşittir.]
Bir cisim ancak ve ancak üzerinde etkide bulunan kuvvetlerin vektörel toplamı sıfır
olduğu zaman dengededir. [Öyleyse suya batınlan buz ancak ve ancak buz üzerinde
etkide bulunan kuvvetlerin vektörel toplam ı sıfır ise dengededir.]
Bir sıvıya batmış bir cisim üzerinde sıvının yüzeyine koşut bir yönde etkide bulunan
kuvvetlerin vektörel toplam ı sıfırdır.
H er kuvvet yönleri birbirine dik açılarda olan (ve verili kuvvetin “bileşenleri” de­
nilen) iki kuvvetin vektörel toplamıdır. [Öyleyse, suya batınlm ış buz ancak ve ancak
buz ü zerinde suyun yüzeyine dikey bir yönde etkide b u lu n an kuvvetlerin vektörel
toplam ı sıfır ise dengededir. Öyleyse, ayrıca, eğer suya batm ış buz üzerinde etkide
bulunan kuvvetler yalnızca suyun kaldırm a kuvveti ve buzun ağırlığı ise, suya batmış
buz ancak ve ancak suyun kaldırm a kuvveti buzun toplam ağırlığına eşit am a karşıt
yönde ise dengededir.]
Suyun yoğunluğu buzun yoğunluğundan büyüktür. [Öyleyse, suyun verili bir hac­
m inin ağırlığı buzun eşit bir hacm inin ağırlığından büyüktür.]
Öyleyse, eğer suya batmış buz üzerinde etkide bulunan kuvvetler yalnızca suyun kal­
Bu açıklam ada üç nokta dolaysızca açıktır: Tüm öncüller evrensel
bildirim lerdir; h e r biri explicandumun türetilm esinde özsel olan bir­
den çok öncül vardır;7 ve öncüller, tekil olarak ya da birleşik olarak
alındıklarında, mantıksal olarak explicandumdan doğmaz. Birinci nokta
biraz yorum a gereksinir, çünkü explicandumutı kendisi bir evrensel yasa
olduğu için mantıksal olarak kaçınılmazdır. Buna göre öncüllere baş­
langıç koşullarının getirilmesi evrensel yasaların açıklamasında gereksiz
olacaktır.
Ama ikinci nokta öncüllerde birden çok evrensel yasanın bulunması­
nın yalnızca kullanılan örneğe özgü bir durum m u yoksa tüm kabul edile­
bilir açıklamaların özsel bir göstergesi mi olduğu gibi bir soruna yol açar.
Soru son bir karara bağlanamaz, çünkü doyurucu olan açıklamalar ve do­
yurucu olmayanlar arasında ayrım yapmak için hiçbir sağın ölçüt yoktur.
Gene de evrensel bir yasanın tekil bir öncülden tümdengeliminin normal
olarak birincinin bir açıklaması olarak görülüp görülemeyeceğini sormak
önemlidir. Düşüncelerimizi toplamak için, Arşimedes’in bir sıvının ona
batırılmış bir cisim üzerindeki kaldırm a kuvvetinin o cisim tarafından
yeri alman sıvının ağırlığına eşit olduğunu söyleyen yasasını irdeleyelim.
B undan özel bir durum olarak suyun ona batırılan buz üzerindeki kal­
dırma kuvvetinin buz tarafından yeri alman suyun ağırlığına eşit olduğu
sonucu çıkar.8 B ununla birlikte, pekçok fizikçi bu özel yasanın böylece
açıklanmış olduğunu söylemeyecektir; ve hiç kuşkusuz çok az insan özel
yasanın bu tümdengelimini bir açıklama olarak “deneyimleyecektir.” Eğer
bu örnek tipik olarak alınabilirse, ve eğer bilimcilerin ona nasıl karşılık
vereceklerine ilişkin bu tahm inler sağlam ise, açıklayıcı sayıltılann en az
iki biçimsel olarak bağımsız öncül kapsaması yasaların açıklaması için
usauygun bir rtıantıksal gerektirim olarak görünür.

dırm a kuvvetleri ve tuızun kendi ağırlığı ise, suya batmış buz ancak ve ancak buzun bir
bölüm ü batmamış ise ve suyun kaldırma kuvveti buzun batmış bölüm ü tarafından yeri
doldurulan suyun ağırlığına eşit ve karşıt ise dengededir. Kısaca, suya batmış (ve yalnız­
ca “norm al” kuvvetlerin etkisi altındaki) buz ancak ve ancak yüzüyorsa dengededir.]
7H er zam an çeşidi öncüllerin bağlanımını sağlayarak tek bir öncül elde etm ek ola­
naklıdır. M etinde am açlanan şey eğer yalnızca tek bir birleştirici öncül olsaydı onun
mantıksal olarak bağımsız öncüllerin bir sınıfına eşit olacağı ve b unda sınıfın tek bir
üyeden daha çoğunu kapsayacağıdır.
8Tüm dengelim gerçekte Arşimedes’in yasasının form ülasyonundaki örtük “değiş-
kenler”in yerine tikel değerlerin geçirilmesi yoluyla yerine getirilir. T üm dengelim in
şematik biçimi şöyledir:
K \'de olan tüm P özellikleri için, ve /&’de olan tüm Q özellikleri için, tüm P ’ler
Q ’lerdir.
A £ı'dedir, ve B AVdedir, ex vi terminorum.
Buna göre tüm A 1ar /H erdir. *
T üm dengelim herhangi bir ideal gaz için gazın sıcaklığı değişmez olduğu zaman
gazın ve hacm inin çarpım ının değişmez olduğunu söyleyen Böyle yasasının herhangi
bir verili ideal gaz için gazın basıncının hacm i ile çarpım ının sıcaklığı ile orantılı
olduğunu söyleyen Boyle-Charles yasasından türetilm esine bütünüyle andınm lıdır.
Bu gerektirim den yana konuşan daha öte bir irdelem e olsa da, çok az
bağımsız ağırlık taşır. Sık sık yasaları tartışırken “açıklama” sözcüğünü
iki d u ru m d an biri için ayırırız. B unlardan birincisinde, yasa yoluyla
form üle edilen “fenom en” belli bir özel ilişkiler küm esine giren çeşitli
bağımsız etm enlerin bileşkesi olarak gösterilir, ikinci durum da, özel­
likler arasında yasa yoluyla ileri sürülen değişken-olmayan bağlantının
iki ya da daha çok bağlantının ü rü n ü olduğu gösterilir ki, orada bu
bağlantılar yasada değinilen özellikler ve bir zincirde ya da örüntüde
ara halkalar olan çeşitli daha başka özellikler arasında kurulur. Bu alma­
şıklar ile am açlanan şey belki de şu şematik örnekler yoluyla daha iyi an­
laşılacaktır. Bir evrensel yasanın bir yalın evrensel koşullunun biçimini
taşıdığını varsayalım: ‘H erhangi bir xiçin, eğer x A ise o zaman * f i’d ir’
(ya da ‘Tüm A ’lar file r d ir ’), ki burada *A’ve ‘f i’belirli özellikleri gös­
termektedir. Varsayalım ki A özelliği ancak ve ancak A ı ve A 2 özellikleri
birarada yer alıyorsa yer alsın; ve benzer olarak varsayalım ki, B ancak
ve ancak B \ ve B% özellikleri birarada yer alıyorsa yer alsın. Dahası var­
sayalım ki, tüm A ı’ler f iı’ler, ve tüm A 2 ’ler /V lerdir. O zaman bundan
şu çıkar ki, tüm A 1ar filerd ir, ve böylece bu yasa şimdi açıklanmış olur.
Bu şematizm yukarıdaki almaşıklardan birincisini örneklendirir. Somut
bir örnek buzun suda yüzdüğü yasasının açıklamasıdır, çünkü sudaki
buzun davranışı batmış cismin üzerinde etkide bulunan çeşidi bağımsız
kuvvetlerin bileşkesi olarak sergilenir. Bununla birlikte, bu açıklamanın
edimsel mantıksal yapısı yukarıdaki yalın şematizmin betim lediğinden
çok daha karmaşıktır.
ikinci almaşık için şematik bir örneklem e ‘T üm A ’lar file rd ir’ biçi­
mini taşıyan bir yasanın bu yasa sırasıyla ‘Tüm A ’lar d e r d i r ’ ve ‘Tüm
C’ler f ile r d ir ’ biçim lerini taşıyan iki yasadan çıkarsandığı zam an ve­
rilen açıklaması yoluyla sağlanır. Bu d urum için som ut bir örnek “Su
buharı kapsayan gazlar ısı içerikleri değişmeksizin yeterince genleşince
bu h ar yoğunlaşır” yasasının b u yasa “Gazlar ısı içeriklerinde değişim
olmaksızın genleşince sıcaklılan düşer” ve “Su buharı kapsayan bir gazın
sıcaklığı düşürülünce buharın doyma yoğunluğu azalır” biçimindeki iki
yasadan çıkarsandığı zaman verilen açıklamasıdır.
Bu iki almaşık şem adan herhangi birinin altına alınabilir olan açıkla­
maların en az iki öncül kullandığı açıkça görülecektir. Ama doyurucu
bir açıklamada en az iki öncülün bulunm ası gerektirim ini kabul edelim
ya da etmeyelim, bilim lerde onu çiğneyen çok sayıda açıklama bulama­
yacağımızdan yeterince em in olabiliriz.
Yukarıda buz ö rn eğ i ile ilgili olarak belirtilen ü çü n cü nokta— ex-
plicandumun m antıksal olarak öncülleri im lem em esi—açıklam a için
genel b ir g erek tirim olarak d ah a az tartışm a götü rü r. Ç ünkü eğer
bu koşul doyurulm asaydı, ö n c ü lle rin b ağlanım ı m antıksal olarak
explicanduma eşdeğer olurdu; ve o d u ru m d a öncü ller yalnızca yasayı
yeniden bildirm iş olurdu, ki açıklam a o n u n u ğ ru n a önerilm iştir. Ö r­
neğin serbest düşm edeki b ir cism in verili b ir uzaklığı geçm esi için
g ereken zam anın o uzaklığın b ü y ü k lü ğ ü n ü n kare kökü ile orantılı
olduğu yasasını alalım. Bu yasa m antıksal olarak serbest düşm edeki
b ir cism in geçtiği uzaklığın d ü şm en in sü resin in karesi ile o ran tılı
olduğu yasasından türer. B ununla birlikte, hiç kimse kolay kolay bu­
n u n birinci yasanın b ir açıklam ası o ld u ğ u n u söylem eyecektir, çü n ­
kü öncül yalnızca explicandumun m atem atiksel o larak eşd eğ er bir
d ö n ü şü m ü d ü r. (Bu ö rn e k b ir açıklam anın b ird e n çok ö n c ü lü n ü n
olm ası g erek tirim in i çiğner. Bu koşulu çiğnem eyen am a öncülleri
ve explicandumu gene de m antıksal olarak eşdeğer b ir yolda içeren
örnekler ise—söz gelimi Nevvton’ın m ekanik için fiziğe yeni başlayan
öğrencilere tanıdık olan form ülasyonu, ve kuram ın on sekizinci yüzyıl
kuramsal fizikçisi Joseph Lagrange tarafından verilen ve matematiksel
olarak d a h a az öğesel am a d ah a genel o ld u ğ u için d a h a az tanıdık
olan form ülasyonu— ayrıntıda bildirilem eyecek kadar karm aşıktır.)
Eğer biri b u n u yapacak olsaydı, pekala explicandumu kendisinin bir
açıklaması olarak alabilirdi.
Öyleyse açıkça g ö rü n ü r ki, doyurucu b ir açıklam ada açıklayıcı ön­
cüllerin explicandum yoluyla ileri sü rü len d en d ah a çoğu olan birşeyi
ilçfi sürm esini bekleriz. D aha tam olarak bildirilirse, verili bir yasanın
açıklamasında öncüllerden en azından birinin şu gereği karşılamasını
bekleriz: Uygun ek sayıltılar ile birleştirildiğinde, öncülün verili olan­
d an başka yasalan açıklam a yeteneğinde olması gerekir; öte yandan,
kendi payına öncülü verili yasanın yardım ı ile açıklam ak olanaklı ol­
m am alıdır, üstelik o ek sayıltılar yasaya eklendiği zam an bile. Eğer
b ir açıklam ada ö n c ü lle rd e n hiç biri b u g erek tirim i doyurm asaydı,
iki istenm eyen.sonuç doğardı: Ö ncüller için söz konusu explicandum
yoluyla sağlanan k an ıttan başka kanıt elde etm ek olanaksız olurdu;
ve açıklam a ele alm an n esn en in b ir dizgeye örgütlenm esini dikkate
d eğ er bir yolda ilerletm ezdi, çünkü yalıtılmış d u ru m lard a olm anın
dışında, h en ü z keşfedilecek olanlar gibi bilinen olgular da ilişkilen-
dirilm em iş kalırdı.
Ö ncüllerin explicanduma eşdeğer olm am alan gerektirim i öncüllerin
yalnızca açıklanacak olguları onlar için yeni adlar yaratarak yeniden
vaftiz etm esine izin veren birçok yalancı-açıklamayı bir yana atmak için
yeterlidir. Böyle yalancı-açıklamanın klasik örneği M oliere’in satirinin
soytansıdır. B unda afyonun uyku getirmesi olgusunu afyonun uyutucu
bir güç kapsadığı sözünü anım satarak açıklayanlar ile alay eder. Zaman
zaman popü ler bilim açım lam alarında bulunan daha az açık bir örnek
bir cismin hızının cisim üzerinde dengelenm eyen bir kuvvet tarafından
etkide bulunulm adıkça değişmez kaldığı, çünkü tüm cisimlerin özünlü
bir süredurum kuvveti taşıdığı yasasının açıklamasıdır. Bu bir yalancı-
açıklamadır, çünkü “süredurum ” sözcüğü yalnızca yasada bildirilen olgu
için bir başka etikettir. *•
III. Açıklamalarda Genellik
B ununla birlikte yasaların doyurucu açıklamaları için tam şimdi irde­
lenen ile yakından bağıntılı ve sık sık önerilm iş olan ek bir gerektirim
vardır.9 Bu gerektirim e göre, öncüllerden en az biri açıklanan yasadan
“daha genel” olmalıdır. Böylece Arşim edes’in yasasının (ki yüzen buz
örneğinin öncüllerinde görünür) buzun suda yüzmesi yasasından daha
genel olduğu söylenir, çünkü birincisi yalnızca suya değil ama tüm sıvıla­
ra ilişkin ve yalnızca buza değil am a sıvılara batmış tüm cisimlere ilişkin
birşey ileri sürer. Andırımlı olarak, kaldıraç yasasının om urgalıların de­
vimlerini ilgilendiren yasalardan daha genel olduğu kabul edilir; daha
kapsayıcı olarak, am a belki de daha gevşek bir anlamda, fizik yasalarının
sık sık yaşambilim yasalarından daha genel olduğu ileri sürülür.
B ununla birlikte, “daha genel”in anlam ı kullanım ının tikel örnekle­
rinde yeterince açık olabilse de, kavramın sağın bir açımlamasını ver­
mek kolay değildir. G ene de böyle bir açımlama girişiminde bulunm alı
ve ortaya çıkan kimi güçlükleri görmeliyiz. Bir B\ bildirim inin ikinci bir
B<ı bildirim inden daha genel olduğu söylendiği zaman, büyük olasılıkla
am açlanan şey B ı’in mantıksal olarak B <£yi im lem ek zorunda olduğu
değildir; çünkü böyle b ir im lem e A rşim edes’in yasası ve buzun suda
yüzmesi yasası arasında geçerli değildir, üstelik birincinin İkinciden
daha genel olduğunun kabul edilmesine karşın. Dahası, “daha genel”in
anlam ı usayatkın olarak öyle bir yolda yorum lanabilir ki, / i ı ’in fia’den
daha genel o ld u ğ u n u söylediği zam an b u n u n n ed en i yalnızca 5 ı ’in
mantıksal olarak B% yi imlemesi olmayabilir. Ö rneğin ‘Tüm gezegenler
eliptik yörüngelerde d ö n er’ bildirimi mantıksal olarak ‘Tüm gezegenler
konik kesitler olan yörüngelerde d ö n e r’i imler, am a büyük olasılıkla
bun lard an birincisi İkinciden d ah a genel değildir. Buna göre, B ı’in
B% den dah a genel olması için B ı’in m antıksal olarak B ^yi imlemesi
ne zorunlu ne de yeterli görünür.
Eğer kendimizi göreli “genellikleri” açısından karşılaştırılabilecek özel
bir bildirim ler sınıfına sınırlarsak, bu ilişkiyi tanım lam anın açık bir yolu
şöyledir.10Yalnızca en yalın biçimin evrensel koşullusu olarak bildirile-
bilmeye izin veren yasaları irdeleyelim. B\ ‘H erhangi bir x için, eğer x
A ise o zaman jcB’d ir’ biçim inde (ya da, daha alışıldık anlatım kipinde,
‘Tüm A’lar B ’d ir’ biçim inde), ve B ı ise ‘Tüm C’ler ö ’d ir’ biçiminde bir
bildirim olsun. O zaman B ı’in ancak ve ancak eğer ‘Tüm C’ler A ’d ır’
mantıksal olarak doğru am a evriği, ‘T üm A ’lar C ’d ir’ bildirim i doğru
değil ise B î’den daha genel olduğu söylenecektir. Dahası, 5 ı ’iıı ancak
ve ancak ‘T üm A’lar C’d ir’ ve ‘T üm C ’ler A ’d ır’ bildirim lerinin her
9Krş. Jo h n Stuart Mili, A System o f Logic, L ondra, 1879, Book 3, Chap. 12, Sec. 4;
Norm an R. Campbell, Physics, theElements, Cambridge, İngiltere, 1920, ss. 114vs.; Kari
Popper, Logik der Forschung, Viyana, 1935, s. 75.
10Popper, aynı yer.
ikisi de mantıksal olarak doğru ise B 2 kadar genel olduğu söylenecektir.
Eğer son iki biçim den birini taşıyan h er iki bildirim de mantıksal olarak
doğru değilse, o zaman B ı’in ve Z^’nin genellikleri açısından mantıksal
olarak karşılaştırılabilir olmadıkları söylenecektir. Ö rneğin sıvılara ba­
tırılan tüm nesneler üzerinde nesne tarafından yeri doldurulan sıvının
ağırlığına eşit bir kaldırm a kuvveti etkide b u lu n u r yasası (Arşimedes’in
yasası), bu tanım ın tem elinde, suya batırılan buz yüzer yasasından daha
geneldir. Çünkü ‘Suya batırılan buz bir sıvıya batırılm ış bir n esnedir’
bildirim i terim leri ile bağlı anlam lardan ö tü rü doğru iken, evriği ise
açıkça doğru değildir.
Bu tanım ilk bakışta b ir bildirim in bir başkasından d aha genel ol­
duğu söylendiği zaman büyük olasılıkla am açlanan şeyin doyurucu bir
açımlamasını sağlıyor görünse de, güçlüklere götürür. Çünkü mantıksal
olarak eşdeğer iki bildirim eşit ölçüde genel olm alıdır gerektirim i usa-
uygun görünür, öyle ki eğer £ 1 U2’d en daha genel ise ve B<>mantıksal
olarak üçüncü bir B$ bildirim ine eşdeğer ise, o zaman B\ de .83’ ten de
daha geneldir. B ununla birlikte, bu gerektirim ‘daha g enel’ önerilen
tanım ile anlaşm a içinde anlaşıldığı zam an yerine getirilm ez. Böyle­
ce, varsayalım ki ‘Tüm A’lar B ’dir’ bildirim i ‘Tüm C’ler D ’d ir’ bildiri­
m inden daha genel olsun (öyle ki, ‘T üm C’ler A’d ır’ mantıksal olarak
doğrudur, am a evriği değil). Ama ‘T üm 5-olm ayanlar A-olmayandır’
mantıksal olarak ‘Tüm A’la r'B ’d ir’e eşdeğerdir, ve öyleyse bildirim in
ileri sürülen gerektirim ile tutarlı olarak ‘Tüm C’ler D ’d ir’den daha
genel olması gerekir. Ö nerilen tanım tem elinde d u ru m un bu olması
için, ‘Tüm C ’ler U -olm ayandır’m mantıksal olarak doğru olması ge­
rekir, gerçi gerçekte b u genellikle olmayacak olsa da. Ö rneğin, ‘Tüm
dirimli örgenli.kler ölüm lüdür’ önerilen tanım üzerine ‘Tüm insanlar
ölüm lüdür’den daha geneldir (çünkü ‘Tüm insanlar dirimli örgenlik-
lerd ir’ mantıksal olarak doğrudur, am a evriği değil); ve ‘Tüm dirimli
örgenlikler ölüm lüdür’ mantıksal olarak ‘Tüm ölümlü-olmayanlar (di­
rimli örgenlikler)-olm ayanlardır’a da eşdeğerdir. Ama ‘Tüm insanlar
ölüm lü-olm ayanlardır’ açıkça m antıksal olarak doğru olm adığı için,
‘Tüm ölümlü-olmayanlar (dirimli örgenlikler)-olmayanlardır’ bildirimi,
önerilen tanım a göre yargılanınca, ‘Tüm insanlar ölüm lüdür’den daha
genel değildir.11
“ Biçimsel m antıkta geçerli oldukları gösterilen başka eşdeğerliklerden yararlanarak
benzer bir doğada olan güçlükler yaratılabilir. Örneğin, ‘Tüm A B ’dir’ önermesi ‘Tüm
A EB’dir’den daha geneldir, çünkü ‘Tüm AEA’d ır’ mantıksal olarak doğru iken, ‘Tüm
A AE’dir’ değildir. B ununla birlikte, ‘Tüm A E B ’dir’ manüksal olarak ‘Tüm A ya B ya
da değil-£’dir’e eşdeğerdir. Ama ‘Tüm A B ’dir’ ‘Tüm A ya Bya da değil-E’d ir’den daha
genel değildir, üstelik İkincisi ile mantıksal olarak eşdeğer olan bir bildirim den daha
genel olsa da. Bu güçlükler daha büyük genellik için zorunlu ve yeterli koşulların (ki
bunlara göre ‘Tüm C A ’dır mantıksal bir doğruluk olmalıdır, evriği değil) başlangıçtaki
açım lamasındaki gerektirim i ‘T üm C A ’d ır’ yalnızca olumsal olarak (ya da olgusal
olarak) doğrudur, evriği değil biçimindeki daha zayıf koşula değiştirerek giderilemez.
Bu güçlükler daha büyük genellik kavramının önerilen açımlaması
için zo run lu olarak ölüm cül değildir. Ama o n lard an kaçınm ak için
mantıksal olarak eşdeğer bildirim ler eşit ölçüde genel olm alıdır biçi­
m indeki g ö rü n ü rd e usayatkın gerektirim düşülm eli ve yasaların karşı­
laştırmalı genelliğinin onların form üle edilm e yolları ile göreli olduğu
biçimindeki konum kabul edilmelidir. B ununla birlikte karşı çıkılabilir
ki, böyle b ir yol yasaları genelliklerine göre sınıflandırm ada kapıyı sı­
nırsız keyfiliğe açar, çünkü verili b ir bildirim için form ülasyonlarında
ayrım gösteren sonsuz b ir sayıda mantıksal eşdeğer vardır. G ene de,
keyfilik ilk bakışta görünebileceği denli ciddi olmayabilir. Çünkü bir
yasanın edimsel formülasyonu sık sık verili bağlamlarda yüklemlemenin
özneleri olan şeylerin erim inin ne o lduğunu b elirtir—bağlam lar ki,
onlarda yasanın amaçlanmış alanının bu saptanması tikel araştırmanın
doğası yoluyla denetlenir. Ama b u n d a şu değil de bu problem ler kü­
mesi ile ilgilenmeye özünlü olan keyfilikten başka özellikle keyfi olan
hiçbirşey yoktur. Buna göre, bir yasanın bildirim inde özne terim inin
yasanın kullanım ının som ut bir bağlam ında (ya da bağlam lar sınıfın­
da) yasanın am açlanan alanını belirttiği düzeye dek, bir yasanın bir
başkasından daha genel olduğu önesürüm ü ölüm cül olarak keyfi de­
ğildir— üstelik belli b ir başka bağlam da ayrı b ir karşılaştırm a yargısı
gerekli olsa da. Ö rneğin, buzun suda yüzme yasası genellikle öyle bir
yolda kullanılır ki, uygulama erimi suya batırılan (ya da batırılmış ya da
batırılacak olan) buz örneklerinin belirsiz ölçüde büyük bir sınıfıdır.
Yasa eğer kullanılsa da seyrek olarak kullanılır, öyle ki uygulama erimi
suda yüzmeyen (ister geçmişte, ister şimdide, isterse gelecekte olsun)
şeylerin karışık bir derlem i olarak alınır. Gerçekten de, eğer yasa belli
bir bağlam da bu son yolda kullanıldıysa, alışıldık form ülasyonunun
o bağlam da uygun olarak değiştirilecek olması usayatkın bir savdır.
H er ne olursa olsun, yasaların edim sel form ülasyonlarında kullanım
bağlam larına ö rtü k b ir gönderm e bulunuyor görünür. Ama eğer bu
böyleyse, daha büyük genellik kavramının önerilen açımlaması um ut­
suzluk verecek kadar kusurlu değildir.
B ununla birlikte, bu noktaya dek tartışılan açımlama “daha genel”in
bulanık bile olsa daha kapsamlı bir anlam ını yakalamadığı için, sorun
kısaca dikkat edilmeyi hak eder. Bu anlam fiziğin yaşambilimden daha
genel bir bilim olduğu söylendiği zaman, ya da daha özel olarak kaldı­
racın yasasının diyelim ki mavi gözlü insan ebeveynlerin yalnızca mavi
gözlü çocuklarının olduğu yasasından daha genel olduğu bildirildiği
zaman örneklenir. Zaman zaman böyle bildirim ler ile denm ek istenen
şey belki de yaşambilimsel fenom enlerin fizik yasalan tem elinde açık­
lanabileceği, ama b u n u n tersinin geçerli olmadığıdır. Ama bu sav, doğ­
ruluğundan bütünüyle ayrı olarak, h er zaman ömekleyici bildirimlerin
amaçladığı anlamı iletmez, çünkü herhangi birinin kaldıracın yasasının
insan kalıtım ının herhangi bir yasasını açıklayabileceğini ileri sürmüş
olduğu kuşkuludur. Böyle bildirimler ile daha sık bağlı olan anlam belki
de daha çok şöyledir: Kaldıracın yasası (ve, daha kapsayıcı olarak, fizik
bilimi) şeylerin, bunlar ister dirimli isterse dirimsiz olsun, belli karak­
teristiklerini form üle eder. Ö te yandan, göz rengine ilişkin yasa (ya da,
daha kapsayıcı olarak, yaşambilim) yalnızca özel bir dizgeler sınıfının
sergilediği özelliklere ilişkin birşey ileri sürer ki, bu özelliklerin bir bö­
lüm ü (am a zoru n lu olarak tüm ü değil) kaldıracın yasası tarafından
form üle edilen karakteristikleri de sergiler. Kaldıracın yasası böylece
şeylerin yaşambilimsel yasa ile irdelenen birçok özelliğini soyutlar, ve
kaldıracın yasasında yer alan betimleyici anlatım lar öyleyse yaşambilim­
sel yasada yer alan betimleyici anlatım ların olduğundan daha kapsayıcı
bir dizgeler sınıfa yüklemlenebilirdir.
“Daha genel”in bir anlam ının bu yorum unun biçimsel olarak daha
tam bir açıklamasını yapmayı deneyelim. Fı bir yasa (ya da örneğin fizik
gibi özel bir bilimi oluşturan yasa ve kuram lann bir kümesi) olsun, ve
P \, ’ ‘P î, ’ ■■■, ‘P n,’ bir “ilkel” yüklemler kümesi olsun, öyle ki İV de yer
alan yüklemler belli bir anlam da onların terim lerinde tanımlanabilir.
(Yalınlık uğruna, ve bildirim in genelliğinde herhangi özsel birşey yi-
tirilmeksizin, yüklem lerin tü m ü n ü n ‘katı’ ya da ‘ağır’ gibi sıfatlar ya
da “tek-yer” yüklemleri olduğunu ve ‘-den daha u zun’ ya da ‘-in atası’
gibi hiçbir ilişkisel anlatım kapsamadığını kabul edeceğiz. Buna göre,
yüklemler yalnızca bir ad kapsayan ‘x katıdır’ biçim indeki bildirimleri
kurmak için kullanılabilir.) Benzer olarak, ‘Qı, ’ ’ ..., 'Q_„, ’bir F2 yasa­
sı için karşılık düşen ilkellerin kümesi olsun. Son olarak, Â 'her biri h er
iki küm enin yüklemleri ile ister doğru ister yanlış olsun imlemli olarak
(ya da anlam lı olarak) karakterize edilebilen bir nesneler sınıfı olsun.
Böylece eğer ‘ağ ır’ birinci kümeye ait b ir yüklem ve ‘m em eli’ ikinci
küm enin bir yüklemi ise, ÜTyalnızca öyle öğeleri (örneğin kayalar, ma­
salar, hayvanlar) kapsayacaktır ki, bunlardan h er biri için ağır ve memeli
olduğunu söylemek anlam lıdır (belki de yanlış olmasına karşın). Ayrıca
diyeceğiz ki, Â^’deki bir nesne bir Fyasasım ancak nesne edimsel olarak
yasada değinilen çeşitli özelliklere iye ise ve dahası özellikler birbiri ile
yasa tarafından ileri sürülen ilişki içinde duruyorsa “boşluksuz olarak /
non-vacuously ” doyurur. F ’de sözü edilen tüm özelliklere iye olmayan
ve böylece F için o n u n d o ğ ru lu ğ u n u bozucu olarak ya da o n u n için
karşı-örnek olarak görülem eyecek nesnelerin yasayı “boşluklu o la ra k /
vacuously ” doyurduğu söylenecektir. Ö te yandan, bu yasa bir masa üze­
rinde d u ran b ir kitaptan oluşan bir dizge tarafından ancak boşluklu
olarak doyurulur, çünkü yasanın norm al olarak bu dizge tarafından
yanlışlanmış olduğunun söylenmeyecek olmasına karşın, dizge gerçekte
ilişkilerini yasanın form üle ettiği özellikleri taşımaz—kısaca, dizge yalın
bir sarkaç değildir.
Şimdi aşağıdaki koşulları varsayıyoruz: (1) Birinci küm edeki yüklem­
lerin kimileri (ve belki de tüm ü) İkincide yer alır, am a ikinci kümedeki
kimi yüklemler birinci kümeye ait değildir. (2) /Tdeki h er nesnenin en
az bir P-özelliği, eş deyişle birinci küm edeki bir yüklemin belirttiği bir
özelliği vardır. (3) X ’de yalnızca P-özelliklerine iye nesnelerin bir boş-
olmayan A alt-sınıfı vardır. (4) K ’de h e r biri en azından bir P-özelliği
olmayan bir (Sözelliğine iye nesnelerin bir boş-olmayan A alt-sınıfı var­
dır. (Bu koşulların b ir sonucu olarak, birinci yüklem ler küm esinden
birinin ya da ötek in in edim sel olarak uygulandığı n esn elerin erim i
ikinci küm e için karşılık düşen erim in olduğundan daha kapsayıcıdır.)
(5) .K’de h e r biri Y\ i boşluksuz olarak doyuran n esnelerin bir boş-
olmayan (am a zorunlu olarak asıl olmayan) b ir B alt-sınıfı vardır, ve
öyle ki B ’deki nesnelerin bir bölüm ü A ’ya ait iken başkaları A’ya aittir.
(Buna göre, Y\ boşluksuz olarak doyurulduğu zaman, bir nesnenin yal­
nızca P-özelliklerine iye olup olm adığına bakılmaksızın işler.) (6) A’da
nesnelerin bir boş-olmayan C alt-sınıfı vardır ki, bun u n için Y2 boşluksuz
olarak işler, ve öyle ki C ’deki nesnelerin bir bölüm ü (ve belki de tümü)
B ’ye de aittir. (Bu nedenle Y 2 , İV in tersine, ancak bir P-özelliği olmayan
bir (Sözelliğine iye nesneler tarafından boşluksuz olarak doyurulur. Bu­
nunla birlikte, IV nin yalnızca kendileri için JY in de boşluksuz olarak
işlediği nesneler için boşluksuz olarak işlemesi dışlanmaz.) Bu alü koşul
yerine getirilince, Kı’in K ’de İV n in o lduğundan daha genel olduğu
söylenebilir (şimdi tartışm a altındaki “daha gen el”in daha genişletil­
miş anlam ında). Eğer altıncı koşulda C-B’de tam olarak kapsanmalıdır
biçim indeki daha güçlü gerektirim getirilirse, “daha genel”in şimdiki
anlam ı “dah a g en el”in daha önce tartışılan d ar anlam ına yaklaşmak
üzere özelleşir.
“Daha genel”in kapsayıcı bir anlam ının bu biçimsel açıklaması bütü­
nüyle doyurucu olabilm ek için çeşitli yönlerde geliştirilmeyi gerektirir.
Ö rneğin, Y\ ve İY deki yüklem ler için kabul edilen “tanım lar”ın do­
ğası tartışm a gereksinim i içindedir; F ’lerin nesneler için “işlemesi”ni
im leyen anlam durulaştırm ayı gerektirir; ve J^’n in üyeleri olabilen
nesne tipleri ü zerin e o ld u ğ u gibi P-özelliklerinin o n ların arasında
dağılımı üzerine de kısıtlam aların dayatılması gerekir. Ama bu prob­
lem leri b u ra d a d ah a öte izleyemeyiz. B ununla birlikte, şim diki tar­
tışm anın am açları için, “d ah a g en el”in en azından oldukça d u ru iki
anlam ının ayırdedilebildiğini, ve deyimin ister d ah a d ar isterse daha
geniş anlam ında olsun evrensel bildirim lerin göreli genellikleri açı­
sından sık sık karşılaştırılabilir olduklarını belirtm ek için yeterince şey
söylenmiştir. Bu nokta üzerinde uzun uzadıya d urulm asının nedeni
doyurucu açıklam aların ö n cü llerin in explicandadan d aha genel ola­
rak görünm eleridir. Açıklayıcı öncüllerin bu daha büyük genelliğinin
dikkate değ er b ir önem i vardır çünkü bu özellik kapsayıcı açıklama
dizgelerinin elde edilm esine katkıda bulunur. Şimdi kimi bilim lerde
evrensel b ildirim lerin kapsam lı b ir genellik kazanm alarını sağlayan
önem li bir aygıtı irdeleyeceğiz.
IV. A çıklam aların Epistemik Gerektirimleri
Şimdiye dek irdelen en açıklam alar için gerektirim ler h em en hem en
yalnızca mantıksal koşullar olmuştur. Ama açıktır ki başka gerektirimler
de kabul edilm elidir. Eğer örneğin bireysel b ir olayın yer alması için
önerilen bir açıklamadaki bir başlangıç koşulunun yanlış olduğu bilin-
seydi, önerge doyurucu olmadığı için doğrudan doğruya yanlış olarak
reddedilirdi. Öyleyse yeterli açıklamalar için kimi epistemik gerektirim­
lere kısaca bir göz atalım.
Bu soruyu tartışırken, Aristoteles tüm dengelim li bir açıklamada ön­
cüllerin başka şeyler arasında doğru da olmaları gerektiğini, doğru ola­
rak bilinm eleri gerektiğini, ve explicandumdan “d ah a iyi” bilinm eleri
gerektiğini ileri sü rd ü .12 Bu koşulları sıra ile ele alacak ve ayrıca kimi
ilgili koşulları da tartışacağız.

1. Bir açıklamanın öncüllerinin doğru olması gerektiği önerisinin her­


hangi bir değerlendirm esi önemli bir durum tarafından güçleştirilir. Bi­
limsel açıklamaların belirtik öncülleri arasında sık sık belli bir kapsamlı
bilimsel kuram ın parçası olan evrensel bildirim ler yer alır. B ununla
birlikte, yetkin düşünürler böyle bildirim lerin (aslında, herhangi bir bi­
limsel kuramın) uygun bir biçimde doğru ya da yanlış olarak karakterize
edilip edilemeyeceği sorunu üzerine bölünürler. Buna göre, bu karak-
terizasyonlann böyle bildirim ler ile bağıntı içinde kullanıldığında yanlış
uygulandığı görüşüne bağlı olan bir d ü şünür doyurucu bir açıklamada
belirtik öncüllerin.doğru olması gerektirim ini hiç düşünm eden redde­
decektir. Bu gerektirim in reddedilm esi böylece sözü edilen sorunun
çözülme yolu üzerine bağımlıdır. Sorun bizi daha sonra uğraştıracaktır.
B ununla birlikte, gimdilik bir açıklamada bir öncül olarak görünebilen
h er bildirim in ya doğru ya da yanlış olduğunu kabul edeceğiz.
Eğer böyle bir kabullenim de bulunulursa, doyurucu bir açıklamada
öncüllerin doğru olması gerektirim i kaçınılmaz görünür. Tüm denge­
limli açıklam alar için m antıksal koşulları doyuran keyfi bir öncüller
kümesi yaratmak h e r zaman göreli olarak kolaydır; ve öncüller üzerine
daha öte kısıtlamalar getirilm edikçe, koltuktan kalkm adan evrendeki
herhangi b ir olguyu açıklamak için yalnızca ılımlı mantıksal ve m ate­
matiksel bir yetenek gerekli olacaktır. B ununla birlikte, gerçekte eğer
öncüllerden herhangi biri yanlış olarak bilinirse, tüm böyle keyfi olarak
kurulan açıklamalar yetersiz olarak bir yana atılacaktır. Ö ncüllerin doğ­
ruluğu hiç kuşkusuz doyurucu açıklamalar için istenebilir bir koşuldur.

2. B ununla birlikte, bu gerektirim eğer öncüllerin yanlış olup olma­


dığını söyleyecek bir konum da değilsek bizi önerilen bir açıklamanın
s.
(
12Posterior Analitik, Kitap 1, Bölüm 2.
değerini yargılam ada fazla ileri götürm ez. A ristoteles’in öncüllerin
doğru olarak bilinmesi gerektirim i böylece önerilen birçok açıklama­
yı doyurucu olmadığı için bir yana atm ada g ö rü n ü rd e etkili bir ölçüt
sağlar. Ama b u gerektirim çok fazla güçlüdür. Eğer kabul edilseydi,
m odern bilim in verdiği açıklam aların ancak çok azı doyurucu olarak
kabul edilebilirdi. Ç ünkü bir olgu olarak, görgül bilim lerin açıklama­
larında kabul edilen sınırsızca evrensel öncüllerin gerçekten de doğru
olup olmadığım bilmeyiz; ve, eğer gerektirim kabul edilseydi, günüm üz
bilim inde yaygın olarak kabul edilen açıklamaların çoğunun doyurucu
olmadığı için reddedilm esi gerekirdi. Bu aslında gerektirim in bir reduc-
tio ad absurdumudur. U ygulam ada yalnızca bilimsel topluluğun değer
taşıyor olarak yargıladığı açıklamaları—gerektirim altında sözel olarak
“doyurucu-olmayan” karakterlerine karşın—başka türlü yargılanan açık­
lam alardan ayırdetm ek için belki de amaç için yeni yaratılmış bir başka
terim in getirilm esine g ötürürdü. Öyleyse açıklam aların yeterliği için
güçlü Aristotelesci gerektirim leri kabul etm ede hiçbir anlam yoktur.
Buna karşın, açıklayıcı öncüllerin bilişsel konum u açısından bu Aris­
totelesci koşuldan daha zayıf bile olsa bir tü r koşula gereksinim vardır.
Böyle daha zayıf bir koşul için usauygun bir aday açıklayıcı öncüllerin
doğrulanm ış görgül olgular ile bağdaşabilir olması ve ek olarak expli-
candumun kabulüne tem el olan gözlem verilerinden daha başka veriler
üzerine dayalı kanıt yoluyla “yeterli olarak desteklenmesi” (ya da “olası”
kılınması) gerektirimidir. Bu gerektirim in ilk bölüm ü yalnızca öncülleri
yanlış olarak görm ek için h içbir zem inin olm am ası istemidir, ikinci
bölüm yalnızca ne olursa olsun hiçbir kanıtları olmayan sözde ad hoc
öncülleri dışlamaya çalışmakla kalmaz. Ayrıca, başka şeyler arasında,
ö ncüllerden biri ya da d ah a çoğu yalnızca explicandumu doğrulam ak
için kullanılan kanıt yoluyla doğrulandığı (ve belki de doğrulanabildi­
ği) için bir anlam da döngüsel ve dolayısıyla önemsiz olan açıklamaları
ortadan kaldırm aya da çalışır. Ö rneğin varsayalım ki verili bir günde
bir radyodan çıkan ve parazit olarak bilinen patlayıcı sesleri açıklama
işini üstlenm iş olalım; ve varsayalım ki açıklayıcı ö n cü llerd en biri o
gün güneşte şiddetli manyetik fırtınaların olduğu biçim indeki başlan­
gıç koşulunu bildirmiş olsun. B ununla birlikte, eğer bu fırtınaların yer
almış olmasının biricik kanıtı radyodaki parazit olsaydı, açıklama bir tür
döngüselliğe yakalanmış olur ve genel olarak eksik sayılırdı. B ununla
birlikte, bu örnekte örneksel öncül için kanıt gerçekte radyodan çıkan
gürültülerden bağımsız olarak elde edilebilir. Eğer böyle hiçbir bağımsız
kanıt verilemezse, açıklam anın kuşkulu bir değeri olacaktır.13

13Özsel olarak aynı nokta C. G. H em pel ve Paul O ppenheim tarafından daha bi­
çimsel olarak belirtilir. “Studies in the Logic o f Explanation,” Philosophy of Science, Vol.
15 (1948), ss. 135-78. Bu yazarlar, m etinde değinilen kısıtlama kabul edilm edikçe,
herhangi bir örnekleyici explicandumun herhangi b ir keyfi olarak seçilmiş evrensel
öncülün ve uygun olarak kurulm uş bir “başlangıç koşulu”n u n yardımı ile “açıklana-
Açıklamalardaki öncüllerin bilişsel konum unu ilgilendiren bu daha
zayıf koşul hiç kuşkusuz bulanıktır. Çünkü şimdilik bir sayıltının verili
kanıt yoluyla gerçekten de “yeterli olarak desteklenip desteklenmediği­
ni” yargılamak için elimizde sağın olarak ve yaygın olarak kabul edilmiş
hiçbir ölçün yoktur. B ununla birlikte, bu bulanıklığa karşın, herhangi
bir araştırm a alanında yetkinlik kazananlar sık sık belli bir sayıltı için
destekleyici kanıtın yeterliği konusunda iyi anlaşma içindedir. H er ne
olursa olsun, uygulam ada d ah a zayıf koşulun kullanım ı önerilen bir
açıklamanın değeri üzerine haklı bir uylaşımda sonuçlanır. Buna karşın
bu koşula karşı çıkılabilir ve denebilir ki, varsayılan bir evrensel yasa için
kanıt zam an içinde değişm eden kalm adığına göre, öncülünde yasayı
kapsayan ve bir zaman için doyurucu olan bir açıklama yasayı destek­
lemeyen kanıt keşfedildiğinde doyurucu olmaya son verebilir. Ama bu
rahatsız edici bir karşıçıkış değildir, yeter ki bir açıklamayı doyurucu
olarak yargılam ada zamansal-olmayan/Zmefess bir özelliğin açıklama­
ya yüklem lenm esi gibi kuşkulu bir sayıltı getirilmesin. Öyleyse koşulu
yeterli açıklam alar için epistem ik bir gerektirim olarak kabul etm ek
usaaykırı görünm ez.

3. Bilimsel bir açıklam ada öncüller explicandumdan “daha iyi bilin­


m elidir” biçim indeki Aristotelesci gerektirim A ristoteles’in bilimsel
bilginin uygun nesnesini neyin oluşturduğu konusundaki anlayışı ile
yakından bağlıdır; gerektirim o n u n tarafından yalnızca bilimsel yasa­
ların açıklamasına uygulamak üzere amaçlanmıştı. Bu anlayış üzerine
gerçek bilim serbilgi ancak olduğundan başka türlü olamayan şey için
olanaklıdır. Buna göre, tikel olayların hiçbir bilimsel bilgisi olamaz; ve
doğanın belli bir alanını ilgilendiren evrensel yasalar, dolaysızca özünlü
olarak “zorunlu” şayılmadıkları zaman, onları doğrudan doğruya böyle
zorunluğu taşıyor olarak kavranabilen alan için “ilk ilkelerin” sonuç­
ları olarak sergileyerek açıklanmalıdır. Bu ilk ilkeler öyleyse bilimsel
açıklam alardaki enson öncüllerdir; ve explicandanın tü m ü n d en daha

bileceğini” ileri sürerler. Böylece, £ herhangi bir explicandum olsun; K“herhangi bir
x için, eğer x A ise o zaman x B ’dir” yasası olsun; ve C ya verili bir i bireyi A ’dır ama B
değil, y ad a £ ’dir diyen başlangıç koşulu olsun. O zaman E mantıksal olarak Fve Cön-
cüllerinden doğar. Çünkü L ’den durum un i bireyinin B değil ama A olması olmadığı
sonucunu elde edebiliriz; ve eğer b unu C ile birleştirirsek E elde edilir. B ununla bir­
likte, eğer C’nin nasıl doğrulanabileceğim sorarsak, açıktır ki bunu yapm anın biricik
yolu, y ’nin doğru olduğu sayıltısı üzerine, şöyle uslamlamada bulunm aktır: £ hipotez
gereği doğrudur; buna göre ya E doğrudur ya da i bireyi A ’dır ve B değildir. Dolayı­
sıyla, C ancak ilkin £ ’nin doğrulanm ası yoluyla doğrulanabilir. Buna göre Hem pel ve
O ppenheim şu koşulu önerirler: Kyasasının doğruluğu C ’nin onlardan çıkarsanabilir
olduğu doğru kamtsal bildirimlerin her smıfinın £ ’yi de vereceğini imlememelidir—ya
da, almaşık olarak, başlangıç koşulu C’nin ondan çıkarsanabilir olduğu ama ne £ ’njn
ne de y ’nin yadsınmasının o ndan çıkarsanabilir olmadığı bir yolda en azından bir
kamtsal bildirim ler sınıfının olması gerektiğini. Bkz. özellikle ss. 162-63.
iyi b ilinirler çünkü zorunlukları özünlü ve düşünce için saydamdır.
Hiç kuşkusuz, bu bilim anlayışı için m odel olarak hizm et etm iş olan
bilgi dalı tanıtlam alı geom etridir. Ç ünkü oldukça yakınlara dek geo­
m etri üzerine yaygın olarak kabul edilen görüşe göre, teorem lerinden
h e r biri evrensel olarak durum olması gereken şeyi bildirir; ve ne bu
zorunluk ne de bu evrensellik dolaysızca açık olabilirken, bir teorem
evrensellikleri “kendiliğinden-açık” olan daha genel belitlerden ya da
ilk ilkelerden çıkarsandığı zaman ikisi de doğrulanır. Bir açıklamada
ö n cüller explicandumdarı “d ah a iyi bilin m elid ir” derken, Aristoteles
böylece yalnızca bilim in doğasına ilişkin anlayışını belirtik kılıyordu.
Bu anlayış m odern görgül bilimin ileri sürülen içeriğinin parçası ola­
rak tanınabilecek hiçbirşey için doğru değildir. Buna göre, Aristoteles’in
açıklayıcı öncü ller explicandumdan d ah a iyi bilinm elidir biçim indeki
gerektirim i bugün yeterli bilimsel açıklama olarak görülebilecek her­
hangi birşey için b ir koşul olarak bütünüyle ilgisizdir. Ö te yandan,
Aristotelesci gerektirim in ruhbilimselleştirilmiş çeşitli biçimleri yaygın
geçerlik kazanmış ve seçkin bilim insanları tarafından sık sık doyuru­
cu açıklam alann özsel koşullan olarak ileri sürülmüştür, ileri sürülen
bu koşullann tözü şudur: Norm al olarak açıklama isteyen şey tuhaf ve
beklenm edik birşey olduğu için, bir açıklama ancak tanıdık olmayanı
tanıdık olanın terim lerinde anlaşılır kılarsa gerçek entellektüel doyum
verecektir. Ö rneğin seçkin bir çağdaş fizikçi bir “Açıklama yalnızca ka­
rışık dizgelerim izi d ah a yalın dizgelere çözüm lem ekten oluşur” der,
“öyle bir yolda ki, kanşık dizgede bize şimdiden açıklama gerektirmiyor
olarak kabul edeceğimiz kadar tanıdık gelen öğelerin karşılıklı oyununu
tanınz.”14Ve ileri sürer ki, yürürlükteki quantum kuram ı kendi alanına
düşen fiziksel dizgelerin nasıl tanıdık bileşen türleri arasındaki tanıdık
eylem kiplerinin bileşkeleri olduğunu göstermediği için, kuram dikkate
değer olduğu kabul edilen dizgeselleştirici başaranlarına karşın bize
herhangi birşeyi açıkladığı duygusunu vermez. Toplum bilim lerinde
olduğu gibi doğa bilim lerinde de başka birçok d ü şünür benzer görüş­
lere anlatım vermiştir.
Bilim tarihindeki önemli gelişmelerin yeni olgu alanlannı daha şimdi­
den tanıdık olanın terim lerinde açıklama isteği yoluyla denetlendiğini
yadsımak kendini kanıtın dişleri arasına atm ak olacaktır. Bu açıklama
anlayışının yaygınlığını anlayabilmek için yalnızca ısı, ışık, elektrik ve
giderek insan davranışı fenom enleri için açıklamalar üretm ede tanıdık
m ekanik m odellerin sürekli kullanım ını anım sam ak yeterlidir. Buna
karşın, açıklamalar tanıdık olanı tanıdık olmayana indirgem ediği süre­
ce, h er durum da doyurucu olm adıkları yargısı getirilmez. Güneş ışığı­
nın renkli kum aşlar üzerindeki ağartıcı etkisi ışığın ve renkli tözlerin
bileşimine ilişkin fiziksel ve kimyasal sayıltılann terim lerinde açıklandığı

14P. W. Bridgman, The Nature ofPhysical Theory, Princeton, 1936, s. 63.


zaman, açıklama doyurucu olmadığı için reddedilm ez, üstelik birçok
insana bütünüyle tanıdık olm ayanın terim lerin d e hesabı verilen şe­
yin tanıdık olanın kendisi olm asına karşın. Dahası, tartışm a altındaki
açıklama anlayışı bilim tarihi boyunca sık sık varsayılan öğeler arasında
karşılıklı ilişki kipleri konutlayan açıklayıcı hipotezlerin getirilmiş ol­
ması olgusu ile açıkça uyumsuzluk içindedir—hipotezler ki, içerdikleri
karşılıklı ilişkiler ve öğeler başlangıçta tu h af ve zaman zaman giderek
görünüşte paradoksal bile olabilmektedir.
Herşeye karşın, kısaca iki nokta belirtilm elidir. Eğer bir açıklama
daha önce tartışılan epistemik koşulu doyuruyorsa, o zaman, açıklayıcı
öncüllerinin bir zam anlar tanıdık olmayan b ir karakterde olabilmesi­
ne karşın, b unlar sonunda kanıt tarafından iyi desteklenen sayıltıların
konum unu elde etmiş olmalıdır. Buna göre, açıklama tanıdık olmayanı
başlangıçta tanıdık olana indirgem ese bile kabul edilebilir bir açıkla­
m adır çünkü öncüller sıkı sıkıya bilimsel topluluğun bir bölüm ü için
tanınm adık olmaya son vermiş kanıtta tem ellenm iştir. ikinci olarak,
açıklayıcı öncüllerin bütünüyle tanıdık olmayan düşüncelerden yarar­
lanabilm esine karşın, böyle düşünceler sık sık daha şim diden tanıdık
olajı konular ile bağınü içinde kullanılan kavramlara önemli andınm lar
gösterir. A ndırım lar yeniyi eskiye benzeştirmeye yardım eder, ve yeni
açıklayıcı öncüllerin tem elde tanınm adık tü rd en olmasını önler. Ama
andınm ın kapsayıcı açıklama dizgelerinin gelişimindeki rolünün daha
tam bir tartışmasını sonraki bir bölüm e ertelemeliyiz.
Bilimsel Yasaların
Mantıksal Karakteri

Yeterli açıklamalar için şimdiye dek irdelenen gerektirim ler

4
bilimsel yasaların ya da kuram ların ileri sürdüğü ilişkilerin
doğasına ancak raslantısal gönderm e ile tartışılmıştır. Yasala­
rın genelleştirilmiş koşullular biçimini taşıdığı örtük olarak
kabul edilmiştir. Bu koşullular en yalın d urum da şu şema ile
temsil edilir: ‘H erhangi bir %için, eğer x A ise o zaman x B 'd ir’ (y
almaşık olarak, ‘T üm A 1ar iT d ir’) } B ununla birlikte, bu biçimi taşıyan

]Bu yalın şem anın bilimsel yasaların mantıksal biçim inin yeterli bir temsili olduğu
sayıltısı önceki bölüm lerde yineleyerek kullanılm ıştır ve kitap boyunca sık sık kulla­
nılacaktır. Bununla birlikte, bu sayıltı başlıca daha az yalın am a daha realistik şema
kabul edilseydi doğacak olan k a rm a şa la rd a n /c o ra /fe ^ j kaçınabilme uğruna kabul
edilm ektedir—karmaşalar ki tartışma alundaki ana noktalara büyük ölçüde ilgisizdir.
Hiç kuşkusuz yukarıda değinilen yalın biçimsel yapıyı sergileyen birçok bilimsel yasa
vardır. Buna karşın, m antıksal biçimleri daha karışık olan birçok yasa da vardır—bir
olgu ki, bilim de tüm evanm lı ve doğrulayıcı yordam ların gerekçesini çözüm lem ede
oldukça önemlidir, gerçi şimdiki tartışm anın bağlam ında ancak altgüdüm lü bir ilgisi
olsa da.
Yasaların biçimsel yapısındaki karmaşanın bir tipini şu iki örnek gösterir. Bakır eğer
ısıtılırsa genleşir yasasının içeriği onun şu yolda yeniden bildirilmesi ile daha belirtik
kılınır: ‘H erhangi bir x ve herhangi bir y için, eğer x bakır ise ve x y zam anında ısıtıl­
mış ise, o zam an x y zam anında genleşir.’ Başka koşullularda (ya da “eğ er-o zam an”
formülasyonlarında) olduğu gibi, ‘eğer’ tarafından getirilen tümcecik/c/<mse “ö n e rti/
antecedent”olarak, ve ‘o zam an’ tarafından getirilen tüm cecik “sonurtu/consequent”
olarak bilinir. Şimdiki örnek ‘h e r x için’ ve ‘h e r y için’ gibi iki anlaüm ı da ön-ekler
olarak kapsar (ki teknik açıdan “evrensel niceleyiciler” olarak bilinirler), ve bunlar
m etinde yalnızca bir evrensel niceleyici kapsayan yalın şem adan ayrıdır. Yine, tüm
yaşamın önceden-varolan yaşamdan geldiği biçim indeki “biogenesis yasası” şununla
herhangi bir doğru bildirim in h e r zaman doğa yasalan arasında sayıl­
ması söz konusu değildir. H er ne olursa olsun, önerilen açıklam alann
daha önce değinilen gerektirim lere uygun olabilmesi olgusuna karşın,
b unlar sık sık en azından şu iki zem in üzerine doyurucu görülm ez ve
reddedilir: Bir açıklam anın evrensel öncüllerinin doğru olarak kabul
edilebilm esine karşın şu ya da bu nedenle doğru “yasalar” olmadıkları
söylenir; ve, evrensel öncüllerin bilimsel yasa konum una kabul edilebil­
m esine karşın, “nedensel” yasalar olm a koşulu gibi daha öte koşulları
yerine getirem edikleri ileri sürülür.
Ö rn eğ in niçin belli b ir v vidasının paslı o ld u ğ u so rusuna yanıtta
Sm ith’in şimdiki arabasındaki vidaların paslı olduğu ve t/’nin Sm ith’in
arabasında bir vida olduğu söylenir. Böyle bir açıklama, evrensel öncü­
lün nedensel bir yasa olmaması bir yana bir doğa yasası bile olmaması
zem ininde, büyük olasılıkla doyurucu olm aktan bütünüyle uzak olarak
reddedilecektir. “Yasa-benzeri/lamlike”evrensel bildirim ler (e.d. eğer
doğru iseler “doğa yasası” ad landırm asını hak e d en b ildirim ler) ve
yasa-benzeri olmayan evrensel bildirim ler arasında bir primafacie aynm
böylece önerilen açıklamaya karşıçıkışın tem elinde yatar.
Ö te yandan, verili b ir k kuşunun siyah olması, çünkü tüm kargala­
rın^ siyah ve fe’nin bir karga olması olgusunun önerilen b ir açıklaması
kimi zaman evrensel öncülün bir doğa yasası olduğu kabul edilse bile
“gerçekte” niçin fe’nin siyah o lduğunu açıklamadığı zem ininde yetersiz
olarak bir yana atılır. Şimdi b u karşıçıkışın bir yorum u üzerine, açık­
lama hiç kuşkusuz iki ayn şeyi karıştınr: k ’nin siyah olması olgusunun
bir açıklaması, ve o n d an ayrı olarak tüm kargaların siyah olduğu bi­
çim indeki varsayımsal yasanın bir açıklaması. B una göre, karşıçıkışa
belirleyici b ir yanıt pekala açıklama niçin tüm kargaların siyah oldu­
ğunu açıklamazken, niçin k ’nin siyah olduğunu açıkladığı biçim inde
olabilir: Ç ünkü açıklama hiç olmazsa A’nin tüylerinin renginin k ’nin
bir özgünlüğü olm adığını am a k ’nin kendisi gibi bir karga olan başka
h er kuş ile paylaştığı bir özellik olduğunu gösterir. G ene de, karşıçıkış
varsayılan yasanın kuşun renginin nedensel bir açıklamasını vermediği
zemininde k ’nin siyah tüylerinin önerilen açıklaması ile doyumsuzluğun
bir anlatım ı olarak da anlaşılabilir.
D oyurucu açıklam alar için d ah a önce tartışılanlara ek koşulların
çevrilebilir: ‘Herhangi bir * için bir y vardır, öyle bir yolda ki eğer x bir dirimli orgenlik
ise o zaman y jc’in bir ebeveynidir.’ Bu durum da bildirim yalnızca ‘h e r * için’ evren­
sel niceleyicisini kapsamakla kalmaz, ama ayrıca ‘bir y vardır’ anlatım ını da kapsar
(ki buna bir “varoluşsal niceleyici” d e n ir). Bu bildirim böylece birden çok niceleyici
kapsar, ve dahası bunlar benzem ez (ya da “karışık”) türdendir. Nicel yasalann büyük
bir bölümü, özellikle kuramsal fizikte, sık sık karışık türden çeşitli niceleyiciler kapsar.
B ununla birlikte, herhangi bir bildirim in eğer genellikle başlangıç ön-eki olarak hiç
olmazsa bir evrensel niceleyici kapsamıyorsa norm al olarak bir yasa sayılması görü­
nü rd e pek olası değildir. Bu n edenledir ki m etinde benim senen yalınlaştırıcı sayıltı
ölüm cül bir aşın-yalınlaştırma olarak görünm ez. *■
örtük am a yaygın bir kabulünü sergileyen b u örnekler böylece doğal
yasaları başka evrensel koşullulardan, ve nedensel yasaları nedensel-
olmayan yasalardan ayırdettiği varsayılan özelliklerin kim ilerinin bir
irdelemesini gerekli kılar. Bu ayrımların yarattığı bir dizi yaygın sorunu
gözden geçirmemiz gerekecektir.

I. İlineksel ve Nomik Evrensellik


‘Doğa yasası’ etiketi (ya da ‘bilimsel yasa, ‘doğal yasa,’ ya da yalnızca
‘yasa’ gibi b enzer etiketler) herhangi bir görgül bilim de tanım lanan
teknik bir terim değildir; ve sık sık, özellikle sıradan söylemde, güçlü
bir onurlandırıcı niyet ile ama sağın bir anlam olmaksızın kullanılır. Hiç
kuşkusuz bilimsel topluluğun üyelerinin b irço ğ u n u n duraksam adan
‘yasalar’ olarak karakterize ettiği birçok bildirim vardır, tıpkı etiketin
en iyisinden seyrek olarak uygulandığı daha da büyük bir bildirim ler
sınıfının olması gibi. Ö te yandan, bilim ciler birçok bildirim in ‘doğa
yasası’ olarak görülebilmesi konusunda anlaşmazlığa düşer, ve giderek
tek bir bireyin görüşü bile sık sık verili bir bildirim in b ir yasa sayılıp
sayılamayacağı k o n u su n d a kararsızlık gösterir. Ö nceki bölüm de söz
konusu ettiğimiz çeşitli kuram sal bildirim ler açısından d urum açıkça
budur; b u n la r kimi zam an tem elde yalnızca yordam kuralları olarak
ve dolayısıyla ne d o ğ ru ne de yanlış olarak yorum lanırken, öte yan­
dan başkaları tarafından eksiksiz doğa yasaları olarak görülür. Tikel
bireylere (ya da böyle bireylerin küm elerine) herhangi bir gönderm e
kapsayan kurallılık bildirim lerinin ‘yasa’ etiketini hak edip etmediği ko­
nusunda da birbirinden ayrılan görüşler vardır. Ö rneğin, kimi yazarlar
‘gezegenler güneş çevresinde eliptik yörüngelerde devinir’ bildirim i
için yasa adlandırm asının uygunluğunu tartışmışlardır, çünkü bildirim
tikel bir cisim den söz eder. Etiketin istatistiksel kurallılık bildirim leri
için kullanım ı konusunda da benzer anlaşmazlıklar görülür; ve insan
toplumsal davranışındaki kimi biçimdeşliklerin (örneğin ekonom ide ya
da dilbilimde incelenen biçimdeşliklerin) form ülasyonlanna ‘yasalar’
dem enin uygun olup olm adığı konusunda kuşkular dile getirilmiştir.
‘Doğa yasası’ terimi hiç kuşkusuz bulanıkür. Sonuçta, anlamı konusunda
yasa-benzeri ve yasa-benzeri-olmayan bildirim ler arasında keskin bir
sınırlama öneren herhangi bir açımlama keyfi olm ak zorundadır.
Öyleyse b ir doğa yasasının ne o ld u ğ u n u büyük m antıksal sağınlık
ile tanım lam a girişim lerinde yineleyen bir boşunalık g örünüşünden
daha çoğu vardır—ve b u n lar sık sık b ir bildirim in tanım yoluyla anla­
tılması gereken kalıcı b ir “öz” taşım asından ö tü rü bir yasa olduğu bi­
çim indeki örtük öncül üzerine dayanan girişimlerdir. Çünkü yalnızca
‘yasa’ terim inin yürürlükteki kullanım ında bulanık olması değil, ama
tarihsel anlam ının birçok değişime uğramış olması da söz konusudur.
Hiç kuşkusuz dilediğimiz h erhangi bir bildirim e doğa yasası dem ede
özgürüzdür. Etiketi uygulama yolum uzda sık sık çok az tutarlık vardır,
ve bir bildirim e yasa denip denmediği bildirim in bilim sel araştırm ada
kullanılm a yolunda çok az ayrım yaratır. Buna karşın, bilimsel toplulu­
ğun üyeleri terim in dikkate değer am a sınırları bulanık bir evrensel bil­
dirim ler sınıfı için uygulanabilirliği konusunda oldukça iyi bir anlaşma
içindedir. Buna göre, etiketin yüklenm esinin, en azından uylaşımın su
götürm ez olduğu durum larda, o bildirim ler sınıfının “nesnel” konum
ve işlevi konusunda duyum sanan bir ayrım yoluyla denetlendiğini tah­
min etm ek için bir temel vardır. Gerçekten de ‘doğa yasası’nın çok katı
ve kesin olarak özel bir tanım ım verm e girişim inde bulunm ak boşuna
olacaktır. Kalabalık bir bildirim ler sınıfına sık sık özel bir konum yük­
lenm esine izin veren d ah a belirgin zem inlerin kim ilerini belirtm ek
gereksiz olmayacaktır.
Yasa-benzeri ve yasa-benzeri-olmayan evrensel koşullular arasındaki
prima facie ayrım çeşitli yollarda ortaya koyulabilir. Etkili yollardan biri
ilkin m o d ern biçimsel m antığın evrensel koşullular biçim ini taşıyan
bildirim leri hangi tarzda yorum ladığının anım sanm ası üzerine daya­
nır. Bu bağıntıda iki nokta belirtilm elidir. Böyle bildirim ler m odern
m antıkta yalnızca şunu ileri sürüyor olarak yorum lanır: Koşullunun
ögerti tüm ceciğinde betim lenen koşulları yerine getiren herhangi bir
birey ayrıca, bir olumsal olgu sorunu olarak, sonurtu tüm cecikte betim ­
lenen koşulları da yerine getirir. Ö rneğin, bu yorum da ‘Tüm kargalar
siyahtır’ bildirim i (ki genellikle ‘H erhangi bir x için, eğer x bir karga
ise o zaman x siyahtır’ biçim inde çevrilir) yalnızca ister geçmişte, ister
şimdide, iterse gelecekte olsun varolan ve bir karga olm anın koşullarını
yerine getirerTherhangi bir bireysel şeyin gerçekte siyah da olduğunu
söyler. Buna göre, bu yorum un bildirim e atadığı anlam hiçbir zaman
siyah olmayan bir karga yoktu, şimdi böyle bir karga yoktur, ve hiçbir
zaman böyle bir karga olmayacaktır eşdeğer önesürüm leri yoluyla da
iletilir. Bu yolda yorum lanan ve böylece yalnızca olgu-sorunu bağıntı­
lar ileri süren evrensel koşullulann zaman zaman yalnızca özelliklerin
bir “değişmez bağlanım ını” form üle ettiği ve “ilineksel” ya da de facto
evrensellik anlattığı söylenir.
Bu yorum da belirtilecek ikinci nokta birincinin dolaysız bir sonucu­
dur. Bu yorum üzerine bir evrensel koşullu ancak önerti tümcecikte bil­
dirilen koşulları doyuran hiçbir şey olmadığı (‘olm a’nın tüm-zamansal
anlam ında) sürece doğrudur. Böylece eğer h içbir tek-boynuzlu yok­
sa, o zam an tüm tek-boynuzlular siyahtır; am a ayrıca, eğer hiçbir tek-
boynuzlu yoksa, o zaman tüm tek-boynuzlular kırmızıdır.2 Buna göre,

2Bu şundan açığa çıkacaktır: Eğer x ’in tek-boynuzlu olacağı bir yolda hiçbir x yok
ise, o zaman açıktır ki x ’in siyah olmayan bir tek-boynuzlu olacağı bir yolda hiçbir *
yoktur. Ama evrensel koşullunun ölçün yorum u üzerine, bu son bildirim dolaysızca
herhangi bir * için eğer * bir tek-boynuzlu ise o zaman x siyahtır vargısını verir. Buna
göre, eğer hiçbir tek-boynuzlu yok ise o zam an tüm tek-boynuzlular siyahtır. *
biçimsel m antıkta ona verilen yapı üzerine, bir defacto evrensel koşul­
lu, eğer gerçekte ö n erti tüm ceciğini doyuran hiçbirşey yoksa, sonur­
tu tüm ceciğinin içeriğine bakılmaksızın doğrudur. Böyle bir evrensel
koşullunun “boşluklu (Aaızk/vacuously ” doğru (ya da “boşluklu olarak
doyurulm uş”) olduğu söylenir.
Bir doğa yasası ilineksel evrensellikten daha çoğunu m u ileri sürer?
Yanıt genellikle olumsuz olarak verilir. Çünkü bir yasanın sık sık önerti
ve sonurtu koşullar arasında salt olgu-sorunu düzeyindeki bir birlikte-
likten/ concomitance “daha güçlü” bir bağıntı anlattığı savunulur. Aslında
bağıntının sık sık bir “zorunluk” öğesi içerdiği söylenir, üstelik bu ileri
sürülen zorunluk çeşitli yollarda düşünülse ve ‘m antıksal,’ ‘nedensel,’
‘fiziksel’ ya da ‘olgusal/rea/’olarak betim lense de.3 Savunulan şey ‘Bakır
ısıtılınca h e r zaman genleşir’in bir doğa yasası o lduğunu söylemenin
hiçbir zaman genleşmeyecek bir ısıtılmış bakır parçası olmamış ve olma­
yacak olduğundan daha çoğunu ileri sürmek olmasıdır. O bildirim için
bir yasa konum unu istemek örneğin yalnızca böyle bir bakır parçasının
varolmadığı gibi birşeyi değil, am a böyle bir bakır parçasının varolma­
sının “fiziksel olarak olanaksız” o ld u ğ u n u ileri sürm ektir. Bildirimin
bir doğa yasası olduğu varsayılınca, bildirim h erh an g i bir bakır par­
çasını ısıtm anın o n u n genleşmesini “fiziksel olarak zorunlu kıldığını”
ileri sürüyor olarak yorumlanır. Bu yolda anlaşılan evrensel koşullular
sık sık “yasa evrenselleri” ya da “nom olojik evrenseller” olarak ve bir
“nom ik” evrenselliği anlatıyor olarak betimlenir.
İlineksel ve nom ik evrensellik arasındaki ayrım bir başka yolda ortaya
koyulabilir. Varsayalım ki hiçbir zam an ısıtılmamış bir b bakır parçası
dikkatimize sunulsun; daha sonra yok edilsin ve böylece hiçbir zaman
ısıtılamayacak olsun. Dahası, varsayalım ki yoketme işi tam am landıktan
sonra bize b’nm eğer ısıtılmış olsaydı genişleyip genişlemeyecek olduğu
sorulsun ve olum lu yanıt vermiş olalım . Ve son olarak varsayalım ki
bu yanıt için bir n eden vermemiz konusunda diretilsin. Hangi neden
ileri sürülebilir? Genellikle inandırıcı olarak kabul edilecek bir neden
“Tüm bakır ısıtılınca genleşir” doğal yasasının “Eğer b ısıtılmış olsaydı
genleşirdi” olguya-aykın koşullusunu akladığı biçimindedir. Gerçekten
de, pekçok insan büyük olasılıkla daha ileri giderek nom olojik evren­
selin ‘H erhangi bir x için, eğer x bakır olsaydı ve ısıtılsaydı, o zaman x
genleşirdi’ dilek koşullusunu akladığını ileri sürecektir.
Doğa yasaları gerçekte genellikle dilek kipindeki ve olguya-aykın ko­
şulluları (subjurıctive and contrary-to-fact conditionals) aklamak için kul­
Yıne gösterilebilir ki, bir evrensel koşullu onun önertik tümceciği ne olursa olsun
doğrudur, yeter ki sonurtu tümceciğin anlamlı olarak yüklenebileceği herşey sonurtu
tümceciği doyursun. Ama evrensel koşulluların bu özelliğinin yarattığı tüm güçlükleri
göz ardı edeceğiz.
3Krş. A. C. Ewing, Idealism, Londra, 1934, s. 167; C. I. Lewis, A n Analysis of Know-
ledge and Valuation, La Salle, 111., 1946, s. 228; A rthur W. Burks, “T he Logic of Causal
Propositions,” M in d ,\ol. 60 (1951), ss. 363-82.
lanılır, ve böyle kullanım tüm nom olojik evrensellerin karakteristiğidir.
Dahası, yasa evrensellerinin bu işlevi ayrıca bir nom olojik koşullunun
önerti tüm ceciğini doyuran hiçbirşey varolmaz (tüm-zamansal anlam ­
da) biçimindeki yalın olgunun onun doğruluğunu saptamak için yeterli
olm adığını da düşündürür. Böylece evren hiçbir dışsal kuvvetin etkisi
altında olmayan hiçbir cisim kapsamaz sayıltısı ne eğer böyle cisimler
olsaydı hızları değişm ez kalırdı biçim indeki dilek kipi koşullusunu,
ne de hiçbir dışsal kuvvetin etkisi altında olmayan h er cisim değişmez
bir hızı sürdürm ez biçim indeki nom olojik evrenseli doğrulam ak için
yeterlidir.
Öte yandan, ‘Sm ith’in şimdiki arabasında tüm vidalar paslıdır’ biçi­
m indeki açıkça ilineksel evrensel ‘H erhangi bir x için, eğer x Sm ith’in
şimdiki arabasındaki bir vida olsaydı x paslı o lu rd u ’ dilek koşullusunu
aklamaz.4 Hiç kuşkusuz hiç kimse büyük olasılıkla bu defacto evrenselin
gücüne dayanarak eğer şimdi bir satıcının rafında duran tikel bir pirinç
vida Sm ith’in arabasına takılacak olsaydı paslı o lu rd u demeyecektir.
İlineksel ve nom ik evrensellik arasındaki bu prima facie ayrım kısaca şu
form ül ile özetlenebilir: Bir yasa evrenseli bir dilek koşullusunu “des­
teklerken,” bir ilineksel evrensel ise desteklemez.

II. Yasalar M antıksal Olarak Zorunlu M udur?


Hiç kimse ‘ilineksel’ ve ‘nom ik’ evrensellik etiketleri yoluyla vaftiz edi­
len tü rde b ir ayrım ın sıradan konuşm ada ve kılgısal eylem de kabul
edildiği savını ciddi olarak tartışmaz. Tartışılan soru belirtilm iş olan
prima facie ayrımların yasa evrenselleri ile bağlanan “zorunluğun” “en-
son” birşey olarak kab u lü n ü g erektirip gerektirm ediği ya da nom ik
evrenselliğin 'daha az opak olan kavram ların terim lerinde açım lanıp
açımlanamayacağıdır. Eğer b u zorunluk bir mantıksal zorunluk biçimi
olarak yorumlanırsa, ki yorumlanmıştır, o zaman ‘zorunluğun’ anlamı
bütünüyle saydamdır; ve gerçekten de böyle zorunluğun dizgesel ve ge­
nellikle kabul edilen bir çözümlemesi mantıksal kuram yoluyla sağlanır.
Buna göre, birazdan belirtileceği gibi, nom olojik evrensellerin m antık­
sal olarak zorunlu olduğu görüşü ciddi güçlükler ile yüz yüze gelse de,
görüşün hiç olmazsa d uruluk gibi bir değeri vardır. Ö te yandan, yasa
evrensellerinin zo ru n lu ğ u n u n sui generis o ld u ğ u n u ve tem elde daha
öte çözüm lenebilir olm adığını ileri sürenler doğası özsel olarak karan­
lık olan bir özelliği konutlam aktadırlar. Bu karanlık karakter ‘fiziksel
zorunluk’ ya da ‘olgusal zorunluk’ gibi etiketler ile ancak adlandırılır,
4Bu dilek koşullusu eğer herhangi bir vida Sm ith’in arabasındaki vidalardan biri
ile özdeş olsaydı paslı olurdu diyor olarak yorumlanmayacaktır. Bu son dilek koşullusu
eğer gerçekten de Sm ith’in şimdiki arabasındaki tüm vidalar paslı ise açıkça doğrudur.
M etindeki dilek koşullusu herhangi bir x nesnesi için—şimdi Sm ith’in arabasındaki
vidalardan biri ile özdeş olsun ya da olmasın— eğer * o arabadaki bir vida olsaydı paslı
olurdu diyor olarak anlaşılacaktır.
am a aydınlatılmaz. Dahası, bu sözde özel zorunluk tipinin ancak belli
bir “sezgisel ayrımsama” yoluyla tanınabilm esi gerektiğine göre, böyle
zorunluğun yüklenmesi (ister bildirimlere isterse olaylar arasındaki iliş­
kilere olsun) sezgisel yargıların tüm aşırılıklarına açıktır. Hiç kuşkusuz,
yasa evrensellerini görünürde karakterize eden zorunluk gerçekten de
benzersiz ve daha öte çözüm lenem ez olabilir, am a belirtilen nedenler­
den ötürü bu vargıyı ancak bir son başvuru noktası olarak kabul etmek
yerinde görünür.
Genel olarak yasa evrensellerinin ve özel olarak nedensel yasaların
m antıksal bir zorunluk bildirdiği görüşü sık sık ileri sürülm üştür. Bu­
nunla birlikte, bu konum u kabul edenler genellikle nom olojik evren­
sellerin gerçekte h e r d u ru m d a doğrulanabileceğini ileri sürmezler.
Yalnızca gerçek nom olojiklerin m antıksal olarak zorunlu olduğunu,
ve “ilkede” böyle olduklarının gösterilebileceğini ileri sürerler, üste­
lik çoğunlukla zorunluğun bir belgitlem esinin eksik olmasına karşın.
Ö rneğin, nedenselliğin doğasını tartışırken çağdaş bir yazarın ileri sür­
düğüne göre, “N eden mantıksal olarak etkiyi öyle bir yolda gerektirir
ki, ilkede, yeterli içgörü ile, yalnızca n ed en in yoklanm asından ne tür
etkinin doğm ak zorunda olduğunu görm ek olanaklı olacak ve bunun
için önceki deneyim yoluyla benzer n edenlerin etkilerinin neler oldu­
ğunu öğrenm iş olm ak gerekm eyecektir.”5 Kimi d u rum larda böyle bir
görüş en azından birkaç nomolojik evrenselin mantıksal zorunluğunun
sözde doğrudan bir algısı üzerine ve öyleyse tüm başka nom olojiklerin
de bu karakteristiği paylaştığı sayıltısı üzerine dayandırılır; başka du­
rum larda, görüş bilimsel tüm evanm ın geçerliğinin ona bağımlı olduğu
savunulduğu için kabul edilir;6ve konum un hiç olmazsa bir savunucusu
açıkça ond an yana en etkileyici uslam lam aların herhangi bir almaşık
görüşe karşıçıkışlar olduğunu kabul etmiştir.7
Gene de konum un karşısına çıkan güçlükler korkutucudur. İlk olarak,
çeşitli pozitif bilim lerde genellikle yasalar olarak etiketlenen bildirim­
lerin hiç biri gerçekte mantıksal olarak zorunlu değildir, çünkü biçim­
sel yadsınmaları açıkça kendi-ile-çelişkili değildir. Buna göre, tartışma
altındaki görüşün savunucuları ya tüm bu bildirim leri “gerçek ” yasa
durum ları olmadıkları için reddetm eli (ve böylece henüz hiçbir görgül
bilim de hiçbir yasanın keşfedilm ediğini ileri sürm eli), ya da bu bildi­
rim lerin mantıksal olarak zorunlu olmadığı biçim indeki tanıtlamaları
reddetm eli (ve böylece m antıksal tanıtlam anın yerleşik tekniklerine

5A. C. Ewing, “Mechanical and Teleological Causation,” Aristotelian Society, Suppl.


Vol. 14 (1935), s. 66. Krş. ayrıca G. F. Stout: “Eğer gerçekten yer alana ilişkin yeterince
kapsamlı ve doğru bir bilgimiz olsaydı, nasıl ve niçin etkilerin ned en d en mantıksal
zorunluk ile doğduğunu görürdük.”— Aristotelian Society, Suppl. Vol. 14 (1935), s. 46.
6A. C. Ewing, “Mechanical and Teleological Causation,” Aristotelian Society, Suppl.
Vol. 14 (1935), s. 77.
7C. D. Broad, Aristotelian Society, Suppl. Vol 14 (1935), s. 94.
m eydan o k u m alıd ır). ikilem in iki boynuzu da çekici değildir, ikinci
olarak, eğer doğa yasalan m antıksal olarak zorunlu ise, pozitif bilim­
ler ne zaman sayıltılı bir yasa için deneysel ve gözlemsel kanıt arasalar
uygunsuz b ir p erform ansa girişmiş olurlar. Bir bildirim in mantıksal
zorunluğu n u saptam ak için uygun yordam deneyin değil am a m ate­
matiğin tarzında belgitli b ir tanıtlam a (demonstrative proof) kurm a yor­
damıdır. Bugün hiç kimse G oldbach’ın tahm ininin (her çift sayının iki
asalın toplam ı olduğunun) mantıksal olarak zorunlu olup olm adığını
bilm em ektedir; am a problem i anlayan hiç kimse tahm inin mantıksal
zorunluğunu fiziksel deneyler yaparak saptamaya da çalışmayacaktır.
Bununla birlikte, örneğin ışık üzerine ileri sürülen bir fiziksel yasanın
doğruluğu kuşkuda olduğu zaman fizikçinin bir m atem atikçinin yaptığı
gibi ilerlem esi gerektiğini önerm ek fantastiktir. Ve son olarak, doğa
yasalan olduklarına inanılan bildirimlerin mantıksal açıdan zorunlu ola­
rak bilinm em esi olgusuna karşın, o bildirim ler bilim de başarılı olarak
onlara yüklenen rolleri oynar. Öyleyse, o bildirim ler mantıksal olarak
zorunlu olmadıkça, açıkça yerine getirdikleri görevleri yapamayacak­
larını ileri sürm ek gereksizdir. Ö rneğin Arşim edes’in kaldırm a yasası
olarak bilinen bildirimi bize büyük bir fenom enler sınıfını açıklama ve
tahm in etm e yeteneğini verir, üstelik yasanın mantıksal olarak zorunlu
olm adığına inanm ak için çok iyi nedenlerin olmasına karşm. B ununla
birlikte, yasanın gerçekten zorunlu olması gerektiği sayıltısı onun açık­
lam ak ve tahm in etm ek için başarılı olarak kullanılm ası olgusundan
doğmaz. Buna göre, sayıltı yasanın edim sel kullanım ında tanınabilir
hiçbir rol oynajnayan bir karakteristiği konutlar.
Herşeye karşın,-doğa yasalannın niçin zaman zaman mantıksal olarak
zorunlu g ö rü n d ü ğ ü n ü anlam ak güç değildir. Ç ünkü verili bir tümce
bütünüyle ayn anlam lar ile bağlanabilir, öyle ki bir bağlamda mantıksal
olarak olum sal b ir d o ğruluğu anlatm ak için kullanılırken, bir başka
bağlamda aynı tümce mantıksal olarak zorunlu olan birşeyi bildirebilir.
Ö rneğin bir zam anlar bakır bu töze özgü elektriksel özelliklerden hiç
birine benzem eyen özellikler tem elinde tanınıyordu. Elektrik keşfe­
dildikten sonra, ‘Bakır iyi b ir elektriksel iletkendir’ tümcesi deneysel
zeminlerde bir doğa yasası olarak ileri sürüldü. Bununla birlikte, sonun­
da yüksek iletkenlik bakınn tanımlayıcı özellikleri arasına soğruldu ve
böylece ‘Bakır iyi bir elektriksel iletkendir’ tümcesi yeni bir kullanım
ve anlam kazandı. Yeni kullanım ında, tüm ce bun d an böyle daha önce
olduğu gibi salt m antıksal olarak olum sal b ir d o ğruluğu anlatmıyor,
am a mantıksal olarak zorunlu bir doğruluğu iletmeye hizm et ediyor­
du. Hiç kuşkusuz bakırı iletkenlik özelliklerine gönderm e olmaksızın
tanıyan bağlam lan yüksek iletkenliği bakırın “doğasına” ait olarak alan
bağlamlardan ayıran keskin bir çizgi yoktur. Sonuçta, ‘Bakır iyi bir elekt­
riksel iletkendir’ tümcesinin öne sürdüğü şeyin konum u h er zaman açık
değildir, öyle ki onu kullanan önesürüm ün bir bağlam daki mantıksal
karakteri b ir başka bağlam da o n u n tarafından yapılan önesürüm ün
karakteri ile kolayca kanştınlabilir.8 Aynı tüm ce için böyle değişen kulla­
nım niçin doğa yasalarının mantıksal olarak zorunlu olduğu görüşünün
birçok düşünüre usayatkın g ö ründüğünü açıklamaya yardım eder. Bu
görüşün karşısına çıkarılan herhangi bir almaşığın saçma olduğu kanısı
için bir kaynak önerir—bir kanı ki, kendini şöyle duyurularda gösterir:
“içinde etkinin zorunlu olarak belirlenm em iş olduğu bir nedenselliğe
hiçbir anlam veremiyorum, ve zorunlu olarak belirlenm iş bir olayın ya
o n u n kendi doğası ile ya da o n u belirleyenin doğası ile çelişmeksizin
başka türlü olmasını bütünüyle olanaklı bırakacak zorunlu bir belirleni­
me hiçbir anlam verem iyorum .”9 Ama h e r ne olursa olsun, tüm celerin
bilgide ilerlem elerin bir sonucu olarak uğradığı anlam kaymaları kap­
samlı açıklama dizgelerinin gelişiminde önemli bir özelliktir. Bu sonraki
bölüm lerde daha öte dikkate alacağımız bir özelliktir.
Nomolojik evrensellerin görünürdeki zorunluğunun doğasına ilişkin
sorun H u m e’un nedensel bildirim lerin değişmez birlikteliklerin ve de
facto biçimdeşliklerin terim lerinde bir çözümlemesini önerm esinden bu
yana birçok düşünürü uğraştırmıştır. H um e’u n nedensel olarak bağınülı
olduklan söylenen olaylann uzaysal-zamansal ilişkilerini açıklamasının
önem li aynntılarım göz ardı edersek, konum unun tözü kısaca şöyledir.
Verili bir n olayının b ir başka e olayının n ed en i olduğu bildirim inin
nesnel içeriği yalnızca n ’nin bir N özelliğinin bir örneği/instance, e’nin

“Bir başka ö m ek önem li olan noktayı daha açık kılmaya yardım edebilir. Kaldıraç
yasasını eğer eşit ağırlıklar orta noktasından asılı türdeş bir katı çubuğun uçlarına ko­
yulursa kaldıraç dengededir biçiminde düşünelim; ve varsayalım ki yasanın bildirimle­
rinde kullanılan anlatım lardan hiç biri kaldıraçların davranışına ilişkin sayıltılar içeren
yollarda tanım lanm ış olmasın. Bu sayıltı üzerine, bildirim açıkça görgül bir yasadır ve
mantıksal olarak zorunlu bir bildirim değildir. Ö te yandan, varsayalım ki eğer iki cisim
kaldıraçların eşit kollarının uçlarına koyulduğu zam an kaldıraçlar dengede ise, bu
cisimler ağırlıkta eşit olarak tanımlanmış olsun. Böyle “ağırlıkta eşitlik” gibi bir tanımı
içeren bağlam larda kaldıraçlara ilişkin yukarıdaki tüm ce kendi-ile-çelişki olmaksızın
yadsınamaz, öyle ki deneysel kanıtın ilgili olduğu bir görgül yasayı anlatm az, ama
mantıksal olarak zorunlu bir doğruluğu bildirir. Yasaları bildiriyor görünen am a ger­
çekte tanım lar olarak kullanılan tüm celere yaygın olarak “uylaşımlar” denir; ve böyle
uylaşımların rolü ve yasalar ile eklemlenmeleri daha sonra uzunlamasına tartışılacaktır.
9A. C. Ewing, gönderm e 5’inci dipnotta alıntılandı. Ancak bir ellipsis yoluyla etki­
lerin ned en lerd en çıkarsandığı söylenir, çünkü ileri sürülen b ir n edenin yer aldığı
bildirim inden karşılık düşen bir etkinin yer almasına ilişkin bildirim gerçekte m an­
tıksal olarak doğmaz. Etkiye ilişkin bildirimi çıkarsamak için, nedene ilişkin bildirim
bir genel yasa ile tamamlanmalıdır. Böylece, verili bir bilardo topunun ikinci bir top
ile çarpışması mantıksal olarak ikinci topun sonraki davranışına ilişkin herhangi bir
bildirimi imlemez. Böyle bir daha öte bildirim ancak belli bir yasa (örneğin devinir-
liğin sakınım ım ilgilendiren bir yasa) başlangıçtaki bildirim e eklenirse türetilebilir.
N edenlere ilişkin bildirim lerin etkilere ilişkin bildirim leri mantıksal olarak imlediği
savı böylece bir açıklayıcı öncüller kümesi ve explanandum arasında işleyen mantıksal
zorunluk ilişkisini b u öncüllerde kapsanan yasaların doğruladığı olum sal ilişki ile
karıştırır.
bir E özelliğinin b ir ö rneği olduğu (bu özellikler oldukça karmaşık
olabilir), ve herhangi bir N ’nin bir olgu sorunu olarak ayrıca E de oldu­
ğudur. Bu çözümleme üzerine, n ’nin e ile ilişkisini karakterize ettiği ileri
sürülen “zorunluk” olayların kendilerinin nesnel ilişkilerinde bulun­
maz. Zorunluk yerini başka bir alanda bulur—H um e’a göre N ve £ ’nin
biçimdeş am a de facto bağlanım larının bir sonucu olarak gelişmiş olan
belli beklenti alışkanlıklarında.
H u m e ’u n ned en sel zoru n lu ğ u açıklam ası b ir ö lçüde kuşkulu bir
ruhbilim üzerine dayandığı zem ininde yineleyerek eleştirilmiştir; ve
bu tü r eleştirilerin değerleri şimdi genel olarak kabul edilm ektedir.
B ununla birlikte, H u m e’u n ruhbilim sel ön-sanıları o n u n özeksel savı­
na—yani, yasa evrensellerinin “fiziksel zorunluk” ya da “fiziksel olanak”
gibi indirgenem ez kipsel kavramlar kullanılmaksızın açım lanabilece­
ği görüşün e—özsel değildir. Buna göre, H u m e ’u n çözüm lem esinin
yürürlükteki eleştirisinin çoğunun sıkıntısı nom ik evrenselliğin herhan­
gi bir yeterli çözüm lem esinde böyle kipsel kategorilerin kullanım ının
kaçınılmaz olmasıdır. Sorun bir karara bağlanmamış kalır ve tartışılması
sürmektedir; ve onunla bağıntılı problem lerin bir bölüm ü oldukça tek­
nik bir düzlem de tartışılmaya başlamıştır. Bu teknik ayrıntıların çoğunu
yoklamak verimli olmayacaktır,10 ve yalnızca nom ik evrenselliğin özsel
olarak H u m e’a özgü bir yorum unun an ahatlan geliştirilecektir.

III. Nomik Evrenselliğin Doğası


Bu ereği göz ön-ünde tutarak, evrensel koşullular (yukarıda açıklan­
dığı gibi m o d em biçimsel m antığın tarzında yorum lanan) üzerine bir
dizi mantıksal ve epistem ik gerektirim dayatm a yoluyla, onları doyu­
ran koşulluların usayatkın bir biçim de yasa-benzeri bildirim ler olarak
görülüp görülm eyeceğini irdeleyelim . Açıkça ilineksel bir evrenseli
(‘Sm ith’in şimdiki arabasındaki tüm vidalar paslıdır,’ ya da daha geniş
‘H er x için, eğer x a zam an dönem i sırasında Sm ith’in arabasındaki
bir vida ise, o zaman x a sırasında paslıdır’ biçim inde, ki burada a belli
bir zaman dönem ini belirtir) bir yasa evrenselinin yaygın olarak kabul
edilen bir örneği (‘Tüm bakır ısıtılınca genleşir,’ ya da daha belirtik

10Bu teknik ayrıntıların kimileri ancak usauygun görünm eyen bir sayıltı üzerine
ilgilidir. Ö rtük sayıltı şöyledir: Kimi kiplik kavramlarını enson olarak kabul etm e nok­
tasına dek gitm eden, eğer nom ik evrenselliğin yeterli bir açımlaması elde edilecekse
h e r bir evrensel yasa bir birim olarak ele alınmalı ve kendisi de tam bir birim olarak ele
alınan doğru olarak yapılandırılmış bir defaclo evrensele çevrilebilir olduğu gösteril­
melidir. Ama hiç kuşkusuz bu sayıltıya bir almaşık vardır: Yani, nomolojik evrensellerin
defacto evrensellerin yasa evrenselleri olarak kabul edilmesine izin veren mantıksal ve
epistem ik koşullarından kim ilerinin belirtilm esi yoluyla açımlaması. Dahası, teknik
ayrıntılardan bir bölüm ü kuramsal olarak doğabilecek olanaklı h e r “tu h a f’ durum u
dışlama amacıyla yaratılır, üstelik bilimsel kılgıda bunlar en iyisinden seyrek olarak
doğsa da.
olarak, ‘H erhangi bir x ve herhangi bir t için, eğer x bakır ise ve x t za­
m anında ısıtılırsa, o zaman x t zam anında genleşir’) ile karşılaştırarak
başlamak yararlı olacaktır.

1. Belki de bizi çarpacak ilk şey ilineksel evrenselin tikel bir bireysel
nesne için ve belli bir tarih ya da zamansal dönem için adlandırm alar
kapsaması, oysa nomolojik evrenselin kapsamamasıdır. Bu ayrım belirle­
yici bir ayrım mıdır? Eğer sık sık doğa yasaları olarak sınıflandırılan bir
dizi bildirim i doğa yasalan arasında saymayı istiyorsak, değildir—örne­
ğin, K epler’in gezegen devimi yasaları, ya da giderek ışığın boşluktaki
hızının saniyede 300.000 kilom etre olduğu bildirimi gibi. Çünkü Kep­
ler yasalan güneşten söz ed er (örneğin üç yasanın birincisi gezegenle­
rin eliptik yörüngeler üzerinde devindiğini ve güneşin h e r bir elipsin
odaklarından birinde olduğunu ileri sürer); ve ışık hızına ilişkin yasa
örtük olarak yeryüzünden söz eder, çünkü kullanılan uzunluk ve za­
man birimleri yeryüzünün büyüklüğüne ve dönüşünün dönemselliğine
gönderm e yoluyla tanımlanır. Ama böyle bildirimleri yasalar sınıfından
dışlayabilsek de, bunu yapmak aşın ölçüde keyfi olacaktır. Dahası, böyle
bildirimleri yasalar olarak saymayı reddediş, eğer yasalar olarak kodla­
nan bağımlılık ilişkilerinin evrimsel değişim lere uğradığı önerisinde
(daha tam olarak Bölüm l l ’de tartışılacaktır) bir değer varsa, ancak
çok az yasanın olduğu vargısına götürecektir. Ö neriye göre, değişik
kozmik çığırlar doğadaki değişik kurallılıklara göre karakterize edilir,
öyle ki bir kurallılığı düzgün olarak form üle eden h e r bildirim belirli
bir zamansal dönem için bir adlandırm a kapsamalıdır. Bununla birlikte,
böyle bir adlandırm a kapsayan hiçbir bildirim bir bildirim de özel bir
adın geçmesini bildirim in nom olojik bir evrensel olması ile bağdaşmaz
bulanlar tarafından bir yasa olarak kabul edilemez.
Bu güçlüğün arkasından dolaşm anın bir yolu son zam anlarda yasa-
benzeri bildirim lere ilişkin çeşitli tartışm alarda önerilmiştir. İlk olarak,
“salt n itel” olan ve öyle olm ayan yüklem ler arasına b ir ayrım çizgisi
çekilir ki, burada bir yüklemin eğer “anlam ının bir bildirimi herhangi
bir tikel nesneye ya da uzaysal-zamansal yere gönderm e gerektirmiyorsa”
salt nitel olduğu söylenir.11 Böylece ‘bak ır’ ve ‘büyük akım gü cü ’ salt
nitel yüklem ö rn ek leri iken, ‘ay ile ilgili’ ve ‘güneşten daha büyük’
böyle örnekler değildir. İkinci olarak, “tem el” ve “türevsel” yasa-benzeri
bildirim ler arasına bir ayrım getirilir. İnce noktaları göz ardı ederek,
bir evrensel koşullunun eğer hiçbir bireysel ad (ya da hiçbir “bireysel
değişmez”) kapsamıyorsa ve tüm yüklemleri salt nitel ise temel olduğu
söylenir; bir evrensel koşullunun eğer bir temel yasa-benzeri bildirim ­
ler küm esinin m antıksal b ir sonucu ise türevsel olduğu söylenir; ve
son olarak, b ir evrensel koşullunun eğ er ya tem el ya da türevsel ise
"C ari G. H em pel a n d Paul O ppenheim , “Studies in the Logic o f E xplanation,”
Philosophy of Science, Vol. 15 (1948), s. 156.
yasa-benzeri olduğu söylenir. Buna göre, K epler’in bildirim leri eğer
Newton’ın kuram ı gibi olası doğru tem el yasaların mantıksal sonuçlan
iseler doğa yasaları arasında sayılabilirler.
G ö rü n ü rd e, b u ö n erilen açım lam a çok çekicidir, ve yürürlükteki
kuram sal fizikte o n u n tem el sayıltılarını yalnızca nitel yüklem lerin
terim lerinde form üle etm e yönünde kuşku duyulmayan bir eğilimi yan­
sıtır. Buna karşın önerge iki çözülmemiş güçlüğe çarpar. İlk olarak, salt
nitel olmayan yüklem ler kapsayan evrensel koşullulara zaman zaman
yasalar dendiği görülür, üstelik bir tem el yasalar küm esinden mantıksal
olarak doğduklan kabul edilmese bile. Ö rneğin Newton’ın zamanından
önce Kepler yasalan için durum buydu; ve eğer tüm gezegenlerin güneş
çevresinde aynı yönde d ö n d ü ğ ü bildirim ini (kim ilerinin yaptığı gibi)
“yasa” olarak etiketlersek, bu yasa için bugün durum budur. Ama ikinci
olarak, K epler’in bildirim lerine benzer bildirim lerin gerçekte bugün
bile yalnızca temel yasalardan mantıksal olarak türetilebilir olması (eğer,
tartışma altındaki önergenin gerektirdiği gibi, o bildirim ler yasalar ola­
rak sınıflandınlacaksa) pekin olm aktan uzaktır. Kepler yasalarını New-
ton m ekaniğinden ve yerçekim i k uram ından yalnızca İkincilerde yer
alan değişkenlerin yerine değişmez terim ler geçirerek ve yüklemleri
salt nitel olmayan ek öncüller kullanmaksızm çıkarsam anın hiçbir yolu
yok gibi görünür. Ve eğer bu böyleyse, önerilen açımlama yasa-benzeri
bildirim ler sınıfından genellikle yasalar olduğu söylenen belirsiz bir
sayıda bildirimi dışlayacaktır.12 Öyleyse önerilen açımlama sonuçta aşın
ölçüde kısıtlayıcıdır, ve bir bildirimi bir doğa yasası olarak karakterize et­
m ek için önem li nedenlerin bîr bölüm üne hakkını vermeyi başaramaz.
Öyleyse o ilineksel evrensellik paradigm asını— ‘H erhangi bir x için,
eğer x a zamaft dönem i sırasında Sm ith’in arabasındaki bir vida ise, o
zaman x a sırasında paslıdır’—K epler’in birinci yasası— ‘Tüm gezegen­
ler, güneş h er bir elipsin bir odağında olmak üzere, eliptik yörüngelerde
devinir’ (ya da, karşılaştınlabilir mantıksal biçimde, ‘H erhangi bir x için
ve herhangi bir yeterince uzun t zaman aralığı için, eğer x bir gezegen

12O te yandan, eğer türevsel b ir yasanın o n lard a n çıkarsanacağı tüm öncüllerin


tem el olmaları gerektirim i gevşetilirse, Sm ith’in arabasındaki vidalara ilişkin bildirim
gibi açıkça yasa-benzeri-olmayan bildirim lerin yasalar sayılması gerekecektir. Böylece
bu bildirim oksijen ile ilişkiye giren tüm dem ir vidalar paslanır biçim indeki tem el
kabul edilen yasadan ve, onunla birleşmiş olarak, Sm ith’in şimdiki arabasındaki tüm
vidalar dem irdir ve oksijen ile ilişki içine getirilm işlerdir biçim indeki ek öncüllerden
doğar.
Gerçekten de N ewton’ın kuram ından bir ters-kare yasasının etkisi alunda olan bir
cismin özeksel kuvvetin kökenini odağı olarak alan bir konik kesit olan bir yörüngede
devineceğini çıkarsamak olanaklıdır. Ama koniğin bir elips olduğu biçim indeki daha
öte vargıyı türetebilm ek için ek öncüller kaçınılmaz görünür—öncüller ki gezegen­
lerin ve güneşin göreli kütlelerini ve göreli hızlarını bildirirler. Bu durum K epler’in
yasalarının yalnızca tem el yasalar kapsayan öncüllerden çıkarsanabilir olduğundan
kuşku duymak için n edenlerden biridir.
ise, o zaman x «sırasında bir eliptik yörünge üzerinde devinir ve güneş
bu elipsin odaklarından b irin d e d ir’)—ile karşılaştıralım. H er iki bil­
dirim de salt nitel olmayan bireylerin ve yüklem lerin adlarını kapsar.
Buna karşın, aralarında bir ayrım vardır. İlineksel evrenselde, ‘a zaman
dönem i sırasında paslı’ yükleminin kendileri için doğrulandığı nesneler
(böyle nesnelerin sınıfına evrenselin “yüklemleme alanı” diyelim) belirli
bir uzaysal-zamansal bölgeye düşen şeylere katı olarak sınırlıdır. Yasa-
benzeri bildirim de, biraz karmaşık ‘t zaman aralığı sırasında eliptik bir
yörünge üzerinde devinir ve güneş bu elipsin odaklarından birindedir’
yüklem inin yüklem lem e alanı bu yolda kısıtlı değildir: Gezegenlerin
ve yörüngelerinin değişmez bir uzay hacm ında ya da verili bir zaman
aralığında konum lanm ış olması gerekli değildir. U ygunluk uğruna,
yüklemlem e alanı değişmez bir uzaysal bölgeye ya da tikel bir zaman
dönem ine düşen nesnelere kısıtlı olmayan bir evrensele bir “kısıtsız/
unrestricted evrensel” diyelim. Yasa-benzeri bildirim lerin kısıtsız evren­
seller olm alarını istemek usayatkındır.
B ununla birlikte, belirtm ek gerek ki bir evrensel koşullunun kısıtsız
olup olmadığına her durum da koşulluyu bildirm ek için kullanılan tüm­
cenin salt gram atik (ya da sintaktik) yapısı tem elinde karar verilemez,
üstelik gram atik yapı sık sık oldukça güvenilir bir kılavuz olsa bile. Ör­
neğin, biri ‘a dönem i sırasında Sm ith’in arabasındaki vida’ anlatım ının
yerine geçecek ‘scarscrerv’ [= Sm ith’s car’s screw\ sözcüğünü yaratabilir
ve sonra ilineksel evrenseli ‘Tüm scarscreuıs paslıdır’ ile çevirebilir. Ama
bu yeni tüm cenin sintaktik yapısı o n u n yüklemleme alanının verili bir
koşulu ancak sınırlı bir dönem sırasında doyuran nesnelere kısıtlı oldu­
ğ unu gösterm ez. B una göre, b ir tüm cenin ilettiği bildirim in kısıtsız
olarak evrensel olup olm adığına karar verm ede tüm cede yer alan an­
latımların kullanım ya da anlam ları ile tanışıklık varsayılmalıdır. Ayrıca
belirtilm elidir ki, bir evrensel koşullunun kısıtsız olmasına karşın, yük­
lemleme alanı edimsel olarak sonlu olabilir. Ö te yandan, alanın sonlu
olmasına karşın, sonlu olması olgusu evrensel koşulluda yüklemleme
alanını form üle eden terim den çıkarsanabilir olmamalı ve dolayısıyla ba­
ğımsız görgül kanıt tem elinde saptanmalıdır. Ö rneğin, bilinen gezegen­
lerin sayısının sonlu olmasına karşın, ve gezegenlerin güneş çevresinde
kaç kez döneceğinin (ister geçmişte isterse uzak gelecekte) sayısının da
sonlu olduğuna inanm am ız için belli kanıtın olm asına karşın, bunlar
Kepler’in birinci yasasından çıkarsanamayacak olgulardır.

2. Ama kısıtsız evrenselliğin sık sık bir bildirim in bir yasa olması için
zorunlu b ir koşul olarak alınm asına karşın, yeterli b ir koşul değildir.
Kısıtsız bir ‘evrensel koşullu’ d o ğ ru olabilir, çü n k ü boşluklu olarak
doğrudur (e.d. o n u n önerti tüm ceciğini ne olursa olsun hiçbirşey do­
yurmaz) . Ama böyle bir koşullu salt bu nedenle kabul edilecek olursa,
herhangi birinin o n u n doğa yasaları arasında sayması pek olası değil-
dir. Ö rneğin, eğer hiçbir tek-boynuzlunun olm adığını varsayarsak (ki
b u n u n için yeterli nedenim iz vardır), m antık kuralları bizden tüm
tek-boynuzluların çevik ayaklı olduğunu doğru olarak kabul etmemizi
de ister. Ama b u n a karşın biçimsel m antık ile tanışık olanlar bile bu
son bildirim i bir doğa yasası olarak sınıflandırm ada duraksayacaktır—
özellikle m antık, aynı başlangıç sayıltısının kendisinin tem elinde, tüm
tek-boynuzluların yavaş koşucular o ld u ğ u n u da d o ğ ru olarak kabul
etmemizi istediği için. Eğer bir evrensel koşullu boşluklu olarak doğ­
ru olduğu için b ir yasa olarak edketlenseydi, pekçok insan gerçekte
b unu en iyisinden önemsiz bir şaka olarak kabul ederdi. Bunun nedeni
büyük ölçüde yasaların norm al kullanım yollarında yatar: F enom en­
leri ve başka yasaları açıklamak, olayları tahm in etmek, ve genel olarak
araştırmada çıkarsamalar yapmak için aletler olarak hizm et etmek. Ama
eğer bir evrensel koşullu boşluklu olarak doğru olması zemininde kabul
edilirse, uygulanabileceği hiçbirşey yoktur, ve böylece yasalardan yerine
getirm eleri beklenen çıkarsama işlevlerini yerine getiremez.
Öyleyse bir evrensel koşulluya onun önertisini doyuran en azından bir
nesne olduğunu bilmediğimiz sürece bir yasa denm em esi usayatkın gö­
rünebilir. B ununla birlikte, bu gerektirim çok fazla sınırlayıcıdır, çünkü
h e r 2kman bu kadarını bilme konum unda değilizdir, üstelik bir bildiri­
m e bir yasa demeye hazır olsak bile. Ö rneğin eksi 270° C sıcaklığında
olan herhangi bir bakır tel parçasının olup olm adığını bilmeyebiliriz,
ve gene de eksi 270° C sıcaklığındaki tüm bakır tellerin iyi bir elektrik
iletkeni olduğu biçim indeki bildirim i bir yasa olarak sınıflandırmaya
istekli olabiliriz. Ama eğer bildirirtıi bir yasa olarak kabul edersek, hangi
kanıt üzerine kabul ederiz? Önsav gereği, o n u n için hiçbir doğrudan
kanıtımız yoktur,'çünkü saltık sıfır sıcaklıklarının yakınında herhangi bir
bakır telin olup olm adığını bilmediğimizi varsaydık ve dolayısıyla böyle
bir tel üzerinde h erhangi bir deney yapmamışızdır. Buna göre kanıt
dolaylı olm alıdır: Bildirim büyük olasılıkla o n lar için bir tü r kanıtın
bulunduğu başka sayıltılı yasaların sonucu olduğu için bir yasa olarak
kabul edilir. Ö rneğin, bildirim tüm bakır iyi bir elektriksel iletkendir
biçimindeki görünürde yasanın bir sonucudur ve bu yasa için dikkate
değer kanıtlar vardır. Buna göre, kısıtsız bir evrenseli b ir doğa yasası
olarak sınıflandırm ada yatan ö rtü k b ir ek gerektirim i şöyle form üle
edebiliriz: Kısıtsız bir evrenselin boşluklu doğruluğu o nu bir yasa say­
mak için yeterli değildir; ancak evrenselin mantıksal olarak onlardan
türetilebilir olduğu bir başka sayıltılı yasalar kümesi varsa bir yasa sayılır.
Kendi önerti tüm ceciklerinin evrende hiçbirşey tarafından doyurul-
m adığına inanılan kısıtsız evrenseller böylece yasalar olm a konum unu
kazanır, çünkü tüm dengelim li olarak ilişkili bir yasalar dizgesinin par-
çasıdırlar ve dizgeyi destekleyen görgül kanıt—sık sık kapsamlı ve geniş
bir türlülükte—ile desteklenirler. Gene de, bir evrensel bildirimin böyle *
desteğinin olmasına karşın, eğer boşluklu olarak doğru olduğu da öne
sürülüyorsa, niçin bir yasa olarak sınıflandırılması gerektiğini sormak
anlam lıdır. Şimdi böyle bir önesürüm için iki olanaklı n ed en vardır.
Biri yasanın ö n erti tüm ceciğini doyuran hiçbir örneğin bulunm am ış
olmasıdır, üstelik böyle örneklerin sürekli olarak aranm asına karşın.
Böyle neg atif kanıt zam an zam an etkileyici olabilse de, sık sık fazla
belirleyici değildir, çünkü herşeye karşın gözden kaçırılmış yerlerde
ya da özel koşullar altında böyle ö rn ek ler bulunabilir. Yasa o zaman
gerçekte kimi keşfedilmemiş bölgelerde ya da imgesel koşullar altında
pozitif örneklerin olduğu sayıltısının mantıksal sonuçlarını hesaplamak
için kullanılabilir. H esaplam a böylece pozitif ö rn ek ler için daha öte
araştırm a alanının nasıl daraltılabileceğini ya da böyle örnekler yarat­
mak için hangi deneysel m anipulasyonların üstlenilm esi gerektiğini
önerebilir. Bir yasanın boşluklu olarak doğru olduğuna inanm ak için
ikinci ve genellikle daha belirleyici n ed en sonuçta yasa için herhangi
bir pozitif örn eğ in sayıltılı varoluşunun mantıksal olarak dizgeye ait
olan başka yasalar ile bağdaşmaz olduğunu gösteren bir tanıtlamadır.
Boşluklu olarak doğru yasa o zaman gerçekten de kof olabilir ve kuru
bir kütüğü temsil edebilir, çünkü hiçbir çıkarsama işlevine hizm et et­
mez. Ö te yandan, eğer bu boşluklu doğruluğu aklamak için kullanılan
yasaların kendileri kuşkuda ise, g ö rünürde boşluklu olarak doğru yasa
bu yasalar için daha öte eleştirel kanıt elde etm ek için bir temel olarak
kullanılabilir. Hiç kuşkusuz boşluklu olarak doğru yasalar için başka
imgesel kullanım lar vardır. Ö nem li olan nokta belli b ir kullanım ları
olmadıkça, büyük olasılıkla kodlanm ış bilgi kütlelerine katılamayacak
olmalarıdır.
Bu bağıntıda daha öte bir başka soruya kısaca dokunm ak gerekecek­
tir. Sık sık fizikte (ama ayrıca daha başka disiplinlerde, örneğin ekono­
mide de) en azından geçici olarak temel kabul edilen yasaların bir bö­
lüm ünün boşluklu olarak doğru olarak bilindiği ileri sürülür. Sonuçta,
şimdiki açıklama yeterli olarak görünm ez, çünkü kısıtsız evrensellere
b u n la rın başka yasalardan tü retilm em esi olgusuna karşın “yasalar”
denir. Böyle bir tem el ve boşluklu olarak doğru yasa Nevvton’ın birinci
devim yasasıdır ki, ona göre hiçbir dışsal kuvvetin etkisi altında olmayan
bir cisim değişmez bir hızı sürdürür; ve iyi bilinen sav gerçekte böyle
hiçbir cismin olmadığıdır, çünkü olduğu sayıltısı N ew ton’ın yerçekimi
kuram ı ile bağdaşm az. B urada ö rn ek üzerine çok az şey söylenecek,
çünkü örn ek daha sonraki bir bölüm de büyük bir dikkatle ele alına­
caktır. Ama iki önem li nokta hem en belirtilebilir. N ew ton’ın yasasının
boşluklu olarak d o ğ ru olduğu savı kabul edilse bile, bir yasa olarak
kabul edilm esinin n ed e n i bu değildir. O zam an niçin kabul edilir?
N ew ton’ın bildirim inin nasıl yorum lanacağı sorusunu (örneğin ger­
çekte hiçbir dışsal kuvvetin etkisi alünda olmayan bir cisim olm anın ne
dem ek olduğunun tanımsal bir bildirim i olup olmadığı sorusunu) bir
yana bırakarak, ve başka bir sayıltılı yasadan (örneğin Nevvton’ın ikinci
devim yasasından) çıkarsanabilir olup olmadığı sorusunu da bir yana
bırakarak, kullanım ının bir yoklaması cisimlerin devimleri devimlerin
vektörel bileşenlerinin terim lerinde çözüm lendiği zam an cisimlerin
hızının cisimler üzerinde etkide bulunan hiçbir etkili kuvvetin olmadığı
yönlerde değişmez olduğunu gösterir. Kısaca, yasanın boşluksuz olarak
doğru olduğunu ileri sürm ek büyük b ir aşırı-yalınlaştırmadır; çünkü
yasa bir yasalar dizgesindeki bir öğedir ve bu yasalar için hiç kuşkusuz
doğrulayıcı örnekler vardır. D aha genel olarak, eğer bir “tem el” yasa
boşluklu olarak doyurulacak olsaydı, bir parçası olduğu dizgede ne ya­
rarının olacağını anlam ak güç olurdu.

3. “Doğa yasası” konum u için adayların bir başka koşulu, tam şimdi
değinilen irdelem elerin önerdiği bir koşulu doyurmak zorunda oldu­
ğunu varsaymak usayatkındır. Sm ith’in şimdiki arabasındaki paslı vi­
dalara ilişkin paradigm atik ilineksel evrensel, kısıtsız olarak evrensel
olmadığı olgusundan bütünüyle ayn olarak, daha öte bir özellik sergiler.
O evrensel koşulluyu (ona Volarak değinelim) bildirim lerin sonlu bir
bağlanım ını ileri sürm enin özlü bir yolu olarak yorumlamak olanaklı­
dır (burada h er bir bağlı bildirim sonlu bir vidalar sınıfındaki tikel bir
vidaya ilişkin bir bildirim olmak üzere). Böylece V şu bağlanım a eşde­
ğerdir: ‘Eğer ı»ı a dönem i sırasında Sm ith’in arabasındaki bir vida ise
o zaman vı a sırasında paslıdır, ve eğer vz « d ö n em i sırasında Sm ith’in
arabasındaki bir vida ise o zaman V2 a sırasında paslıdır, ve . . . , ve eğer
v„ a dönem i sırasında Sm ith’in arabasındaki bir vida ise o zaman v„ a
sırasında paslıdır,’ ki burada rı Sonlu bir sayıdır. V öyleyse şu biçimdeki
bildirim lerin sonlu bir sayısının doğruluğu saptanarak saptanabilir: %
a dönem i sırasında Sm ith’in arabasındaki bir vidadır ve Vi a dönem i
sırasında paslıdır.’
Buna göre, eğer-V'yi kabul edersek, b u n u V’nin yüklemleme alanı­
nı doldurduklarına inanm ak için nedenim izin olduğu belli bir sayıda
vidayı yoklam ış o ld u ğ u m u z için yaparız. E ğer yoklanan vidaların
Sm ith’in arabasındaki payı doldurm adığından, ama arabada belirsiz bir
sayıda yoklamadığımız daha öte vidanın olduğundan kuşkulanmak için
nedenim iz olsaydı, V’yı doğru olarak ileri sürecek bir konum da olmaz­
dık. Çünkü V’yi ileri sürm ede gerçekte yoklanan vidalardan her birinin
paslı oldu ğ u n u ve yoklanan vidaların tü m ü n ü n S m ith’in arabasında
bulunan vidaların tüm ü olduğunu söylemekteyizdir. B ununla birlikte,
vurgulanm akta olan noktanın ne olduğunu yanlış anlam am ak önem ­
lidir. İlk olarak, F S m ith ’in arabasındaki h e r bir vidanın paslı olduğu
bulunduğu için değil, am a V daha başka sayıltılardan çıkarsandığı için
doğru olarak kabul edilebilir. Ö rneğin V’yi Sm ith’in arabasındaki tüm
vidaların d em ir oldukları, ve serbest oksijen karşısında kaldıkları, ve
dem irin oksijenin buluşunda h er zaman paslandığı biçimindeki öncüV
lerden çıkarsayabiliriz. Ama bu durum da bile V’nin kabul edilmesi V,
Sm ith’in arabasındaki dem ir bir vidadır ve oksijen karşısında kalmıştır’
(ki burada yoklanan vidalar V’nin uygulama alanını doldurur) biçimini
taşıyan bildirim lerin belli bir sayısını saptam ış olm am ıza bağımlıdır,
ikinci olarak, VSmith’in arabasındaki vidaların yalnızca “yeterli” olduğu
varsayılan bir bölüm ünü yoklamış olm amız ve yoklanmamış vidaların
karakterini yoklanmış bölüm deki vidaların gözlenen karakterinden çı-
karsamış olmamız zem ininde kabul edilebilir. Ama burada da çıkarsa­
m anın varsayımı yoklanmış bölüm deki vidaların tam olan ve arttırılma­
yacak bir vidalar sınıfından gelmiş olmalarıdır. Ö rneğin, hiç kimsenin
arabadan bir vida çıkarmayacak ve onu bir başkası ile değiştirmeyecek
olduğunu, ya da hiç kim senin yeni b ir vida takabilm ek için arabada
yeni bir delik açmayacağını varsayarız. Eğer V’yi yoklanan bölüm de bul­
duklarımızın tem elinde doğru olarak kabul edersek, b u n u yapmamızın
bir ölçüde nedeni yoklanmış olan bölüm ün V’de sözü edilen dönem
sırasında ne artacak ne de değişecek olan bir vidalar kütlesinden elde
edilmiş olduğunu varsaymamızdır.
Ö te yandan, yasalar denilen bildirim lerin kabul edilm esini sağlayan
kanıt ile ilgili hiçbir andınm lı sayıltı yapılmış görünmez. Böylece, dem i­
rin serbest oksijen karşısında kalınca paslandığı yasasının bir zamanlar
yalnızca oksijen karşısında kalmış olan dem ir nesnelerin sonlu bir sayı­
sının bir yoklamasından türetilen kanıt üzerine dayanmış olmasına kar­
şın, o kanıtın yasanın yüklem lem e alanını bütünüyle kapladığı kabul
edilm iyordu. B ununla birlikte, nesnelerin b u sonlu sayısının oksijen
karşısında kalan varolm uş ve gelecekte de varolacak d em ir nesneler
sınıfını kapladığını kabul etm ek için n e d en olm uş olsaydı, evrensel
koşulluya bir yasa denip denmeyeceği kuşkuludur. Tersine, eğer gözle­
n en örneklerin koşullunun uygulama alanını kapladığına inanılsaydı,
bildirim in yalnızca tarihsel bir ra p o r olarak sınıflandırılacak olması
daha olasıdır. Bir bildirim e yasa dem ekle, görünürde en azından örtük
olarak ileri sürdüğüm üz şey bildiğimiz kadarıyla bildirim in yoklanmış
örneklerinin o n u n örnek lerin in tam sınıfını oluşturm adığıdır. Buna
göre, kısıtsız bir evrensele bir yasa denm esi için onun için kanıtın onun
yüklemlem e alanı ile çakışıyor olarak bilinm em esi ve dahası alanının
herhangi bir d ah a öte artışa kapalı olarak bilinm em esi usayatkın bir
gerektirimdir.
Bu gerektirim için gerekçe yine yasalar denilen bildirim lerin normal
olarak çıkarsamalarda kullanılma yolunda bulunacaktır. Böyle bildirim­
lerin birincil işlevi açıklamak ve tahm in etmektir. Ama eğer bir bildirim
sonuçta o n u n için kanıtın ileri sürdüğünden daha çoğunu ileri sürm ü­
yorsa, bildirimi bu kanıtta kapsanan herhangi birşeyi açıklamak ya da
tahmin etmek için kullandığımız zaman biraz saçmalamış oluruz, ve onu
o kanıtta kapsanmayan herhangi birşeyi açıklamak ya da tahm in etm ek
için kullandığımız zaman tutarsız oluruz. Bu bildirim e bir yasa dem ek
öyleyse on u n büyük olasılıkla doğru b ir kısıtsız evrensel olduğundan
daha çoğunu söylemektir. Bir bildirime bir yasa dem ek ona belli bir işlev
atamak, ve dolayısıyla sonuçta ona dayanak olan kanıtın onun bütünsel
yüklemleme alanını oluşturm adığının varsayıldığmı söylemektir.
Bu gerektirim norm al olarak “yasa” olarak sınıflandırılmayacak ama
görünürde daha önce tartışılan gerektirimleri doyuracak belli bir yapay/
manufactured bildirim ler sınıfına “yasa” başlığını yadsımak için yeterli
görünür. ‘Dirimli bir insan retinasını ilk gören tüm insanlar eneıji sa­
kinimi ilkesinin kurulm asına katkıda b u lu n u r’ bildirim ini irdeleyelim.
Varsayalım ki bildirim boşluklu olarak d o ğ ru değildir ve kısıtsız bir
evrenseldir, ve böylece ‘H erhangi bir x v e herh an g i b ir t için, eğer x
t zam anında dirim li bir insan retinasını gören insan ise ve hiç kimse
i ’den önceki herhangi bir zam anda dirim li bir insan retinası görmez­
se, o zaman * eneıji sakinimi ilkesinin kurulm asına katkıda b u lu n u r’13
olarak çevrilebilir. Bilim tarihini anım sayan herkes hem dirim li bir
insan retinasını ilk gören, hem de sakınım ilkesinin bir kurucusu olan
H elm holtz’a gönderm eyi tanıyacaktır. Buna göre, yukarıdaki bildirim
doğrudur, ve önsav gereği kısıtsız evrensellik gerektirim ini doyurur.
Gene de, birçok insanın o n a bir yasa dem e konusunda gönülsüz ola­
cağını kabul etm ek akıllıcadır. Bu tahm in edilen isteksizliğin nedeni
bildirimi doğrulam ak için hangi kanıtın gerekli olduğunu yokladığımız
zaman açığa çıkar. O n u n doğru olarak gösterm ek için H elm holtz’un
gerçekten de dirimli bir insan retinasını ilk gören insan olduğunu ve
sakınım ilkesinin kurulm asına katkıda b u lunduğunu gösterm ek yeter-
lidir. B ununla birlikte, eğer H elm holtz böyle bir kişi idiyse, o zaman,
d u rum un doğasına göre, mantıksal olarak yukarıdaki bildirim in önerti
tüm ceciğinde betim lenen koşulları doyuran b ir başka insan olamaz.
Kısaca, bu durum da bildirim in kabul edilmesine dayanak olan kanıtın
o n u n yüklem lem e alanı ile çakıştığını biliriz. Bildirim kanıtta kapsan­
mayan herhangi birşeyi açıklamak ya da tahm in etm ek için yararsızdır,
ve öyleyse o n a bir doğa yasası konum u verilmez.

4. Değinilmesi gereken daha öte bir nokta vardır ki, genellikle yasalar
olarak belirtilen bildirimleri ilgilendirir; am a bu bağıntıda yasa-benzeri
bildirim lerin h er durum da doyurmak zorunda olduğu bir “gerektirim ”
gibi birşeyi form üle etm ek güçtür. Söz konusu nokta yasaların bilgimi­
zin kütlesi içinde taşıdığı konum ile ve sık sık onlar karşısındaki bilişsel
tutum um uz ile bağlantılıdır.
Bir Fbildirim ine bir yasa denm esini sağlayan kanıt ya “doğrudan” ya
da “dolaylı” olarak ayırdedilebilir. (a) F ’nin yüklemleme alanı içerisine
düşen örneklerden oluşması gibi tanıdık bir anlam da “doğrudan” kanıt
olabilir, ki b u rad a tüm yoklanan ö rn ek ler Y tarafından yüklem lenen
özelliğe iyedir. Ö rneğin, bakır ısıtılınca genleşir yasası için doğrudan
lsH ans Reichenbach, Nomological Statements and Admissible Operations, Amsterdapı,
1954, s. 35.
kanıt ısıtılma üzerine genleşen bakır telin uzunlukları ile sağlanır, (b)
Y için kanıt iki anlam da “dolaylı” olabilir. O labilir ki Y yasası Y ı, Yi
vb. gibi başka yasalar ile birlikte d ah a genel b ir M yasasından (ya da
yasalarından) ortaklaşa türetilebilirdir, öyle ki b u başka yasalar için
doğrudan kanıt Fiçin (dolaylı) kanıt sayılır. Ö rneğin, yalın bir sarkacın
dönem i uzunluğunun kare kökü ile orantılıdır yasası, ve serbest düşme­
deki bir cismin geçtiği uzaklık düşm e zam anının karesi ile orantılıdır
yasası bir arada Newton m ekaniğinin sayıltılarından türetilebilirdir. Bu
yasalardan birincisi için d o ğ ru d an doğrulayan kanıtı ikinci yasa için
doğrulayıcı kanıt olarak, ama ancak “dolaylı olarak” doğrulayıcı kanıt
olarak saymak gelenekseldir. B ununla birlikte, Y için kanıt F ’nin her
biri ayırdedici bir yüklem lem e alanı olan başka yasalara boyun eğmek
için ayrı özel sayıltılar ile birleşebilmesi ve böylece b u türevsel yasalar
için doğrudan kanıtın F için “dolaylı” kanıt sayılması gibi biraz değişik
bir anlam da “dolaylı” olabilir. Ö rneğin, Newton devim yasaları çeşitli
özel sayıltılar ile birleştirilince, K epler yasaları, b ir sarkacın dönem i
için yasa, serbest düşm edeki cisim ler için yasa, ve d ö n e n kütlelerin
şekillerini ilgilendiren yasalar tüm ü de çıkarsanabilir. Buna göre, bu
türevsel yasalar için doğrudan kanıt Newton yasaları için dolaylı kanıt
olarak hizm et eder.
Şimdi varsayalım ki, F için kanıtın bir bölüm ü doğrudan iken, Fiçin
dikkate değ er dolaylı kanıt da bulunuyor olsun (“dolaylı”nın h e r iki
anlam ında). Ama ayrıca varsayalım ki, F ’ye kimi görün ü rde kuraldışı-
lar ile de karşılaşılsın. G ene de, bu kuraldışılara karşın F ’yi terk etm ek
için çok isteksiz olabiliriz, ve bu en azından iki nedenle böyle olabilir.
İlk olarak, F için birleşik doğrudan ve dolaylı doğrulayıcı kanıt görü­
nürde olumsuz kanıta ağır basabilir. İkinci olarak, başka yasalar ile ve
bu sonuncular için kanıt ile ilişkilerinden ötürü, Fyalnız başına dur­
maz, am a yazgısı F ’nin ait olduğu yasalar dizgesinin yazgısını etkiler.
Sonuçta, F ’nin reddedilm esi bilgimizin belli bölüm lerinin ciddi bir
yeniden örgütlenm esini gerektirir. B ununla birlikte, böyle bir yeniden
örgütlem e yerine getirilebilir olmayabilir, çünkü geçici olarak şimdiye
kadarki yeterli dizgenin yerini alabilecek uygun bir dizge bulunamaya-
bilir; ve yeniden örgütlem eden belki de F ’ye g ö rünürde kuraldışıların
yeniden yorum lanm ası yoluyla kaçm ılabilir ve böylece bu sonuncular
herşeye karşın “gerçek” olmayan kuraldışılar olarak yorumlanır. O du­
rum da, yasa için g ö rünürde olumsuz kanıta karşın, hem F h e m de ait
olduğu dizge “kurtarılabilir.” Bu nokta bir yasanın görünürdeki başa­
rısızlığı bir deneyin yapılmasındaki dikkatsiz gözlemin ya da yetkinlik
yoksunluğunun sonucu olarak yorum landığı zam an örneklenir. Ama
daha etkileyici durum lar ile de örneklenebilir. Böylece eneıjinin saki­
nimi yasası (ya da ilkesi) beta-ışmı bozulması üzerine sonuçları yadsma-
mayacak deneyler tarafından ciddi olarak zorlandı. Gene de, yasa terk
edilmedi, ve yasayı deney verileri ile uygunluk içine getirebilm ek için
yeni bir kendilik türünün (bir “nötrino” denilen) varoluşu kabul edildi.
Bu sayıltı için gerekçe sakınım yasasının reddedilm esinin fizik bilgimizin
büyük bir parçasını dizgesel tutarlığından yoksun bırakacak olmasıdır.
Öte yandan, quantum m ekaniğinde denklik sakinimi//;conservation of
parily yasası (ya da ilkesi) (ki örneğin belli etkileşim tiplerinde bir yöne
yönelik atom çekirdeklerinin karşıt yöne yönelik çekirdeklerin yaydığı
ile aynı yeğinlikte beta-parçacıklan yaydığını ileri sürer) yakınlarda red­
dedilmiştir, üstelik başlangıçta yalnızca göreli olarak az sayıda deneyin
yasanın genel olarak işlemediğini belirtm iş olm asına karşın. Eneıji ve
denklik yasalarının yazgılarındaki bu belirgin ayrım bu sayıltılann verili
bir zam anda fiziksel bilgi dizgesinde doldurdukları değişik konum la­
rın, ve o aşam ada önceki sayıltıyı terk etm ekten doğacak entellektüel
karışıklığın sonrakini reddetm ede im lenenden daha büyük olacağının
bir göstergesidir.
Daha genel olarak, çoğunlukla kanıt olarak yalnızca doğrudan kanıtı
kabul eden varsayımsal b ir yasayı o n a prima facie kuraldışılar keşfedi­
lir keşfedilmez terk etm eye bütünüyle hazırızdır. G erçekten de, eğer
bir Y evrensel koşullusu için eldeki biricik kanıt d o ğrudan kanıt ise,
daha önce tartışılan çeşitli koşulları doyurm asına karşın ona bir “doğa
yasası” dem eye karşı sık sık güçlü b ir isteksizlik vardır. Eğer, F ’nin
‘Tüm A B ’d ir’ biçim ini taşıması sayıltısı üzerine, “önem li” sayılan kimi
bakım lard an A olan şeyleri an d ıra n A olm ayan şeylerin bir C sınıfı
varsa ve b u n a göre C ’nin kimi üyeleri B özelliğini taşırken gene de B
h e r d u ru m d a C ’nin üyelerini karakterize etm iyorsa, o zam an böyle
bir F ’ye b ir “yasa” demeyi red d etm e eğilimi daha yüksektir. Ö rneğin,
eldeki tüm kanıtın tüm kargaların siyah olduğu evrensel bildirim ini
doğrulam asına karşın bildirim için hiçbir dolaylı kanıt bulunm uyor
görünür. B ununla birlikte, bildirim bir “yasa” olarak kabul edilse bile,
bunu yapanlar eğer g ö rünürde bir karga olmasına karşın tüyleri beyaz
olan bir kuş b u lu n acak o lursa büyük olasılıkla yasayı yanlış olarak
red d e tm e d e ve etiketi geri çekm ede duraksam a gösterm eyecektir.
Dahası, tüy rengi genel olarak kuşların değişebilir bir karakteristiği
olarak bilinir; ve gerçekte yaşambilimsel olarak önem li bakım lardan
kargalara benzeyen am a siyah tüylerden bütünüyle yoksun olan kuş
türleri keşfedilmiştir. Buna göre, kargaların siyah rengini açıklamanın
terim lerini verebilecek bilinen yasaların yokluğunda, ve bu n a bağlı
olarak tüm kargalar siyahtır bildirim i için dolaylı kanıtın kapsamlı bir
türlülüğünün yokluğu ile, bu bildirim e karşı tutum um uz kendileri için
böyle dolaylı kanıtın bulunabildiği ve yasalar denilen bildirim lere karşı
olduğundan daha az kararlıdır.
G ö rü n ü rd e çelişkili k an ıt karşısında b ir evrensel koşulluyu terk
etmeye hazır olmamız açısından görülen bu tü r ayrımlar kimi zaman
yasaları bilimsel çıkarsam ada kullanış yollarımıza yansır. Bu noktaya
dek yasaların onlardan biçimsel m antığın kurallarına göre sonuçların
türetildiği öncüller olarak kullanıldığını kabul ettik. Ama bir yasa sağ­
lam temelli olarak ve bilgimizin kütlesinde sağlam bir konum taşıyor
olarak görüldüğü zaman, yasanın kendisi onunla uyum içinde çıkarsama­
lar yapılan görgül bir ilke olarak kullanılmaya başlayabilir. Ö ncüller ve
çıkarsama kuralları arasındaki bu ayrım öğesel tasımsal uslamlamadan
örneklendirilebilir. Verili bir a tel parçasının iyi bir elektriksel iletken
olduğu vargısı, biçimsel m antığın dictum de omni olarak bilinen kuralı
ile uyum içinde, a b akırdır ve tüm bakır iyi b ir elektriksel iletkendir
biçim indeki iki öncülden türetilebilir. B ununla birlikte, bu aynı vargı
a bakırdır biçim indeki tekil öncülden de elde edilebilir, eğer ‘x iyi bir
elektriksel iletkendir’ biçim indeki bir bildirim in ‘x bakırdır’ biçim in­
deki bir bildirim den türetilebilir olduğu kuralını bir çıkarsama ilkesi
olarak kabul edersek.
G örünüşte, bu ayrım yalnızca teknik bir ayrımdır; ve salt biçimsel bir
duruş noktasından bir evrensel öncülü bir tüm dengelim li uslamlamayı
geçersiz kılmaksızın ortadan kaldırmak her zaman olanaklıdır, yeter ki o
öncülün yerine geçmek üzere uygun bir çıkarsama kuralı kabul edilsin.
Gene de, b u teknik m anevra genellikle kılgıda ancak evrensel öncül
yalnızca arada bir ona g ö rü n ü rd e kuraldışılar olduğu için terk etm e­
ye hazır olmadığımız bir yasanın konum unu taşıdığı zaman kullanılır.
Çünkü böyle bir öncül bir çıkarsama kuralı ile değiştirilince, öncülde
kullanılan terimlerin kimilerinin anlamlarını dönüştürm enin yoluna gir­
miş oluruz, öyle ki öncülün görgül içeriği dereceli olarak o terim lerin
anlamlarına soğrulur. Böylece, yukarıdaki örnekte, bakır iyi bir elektriksel
iletkendir bildirimi yüksek iletkenliğe iyeliğin bakır olm anın tanımlayıcı
özelliklerinden biri olmaması ve böylece bildirimi doğrulamak için gör­
gül kanıtın gerekli olması anlam ında olgusal bir bildirim olarak kabul
edilir. Öte yandan, bildirim bir çıkarsama kuralı ile değiştirilince, elek­
triksel iletkenlik bakırın az ya da çok “özsel” bir özelliği olarak alınma
eğilimine girer, öyle ki sonunda hiçbir şey iyi bir iletken olmadıkça bakır
olarak sınıflandırılmamaya başlayabilir. Daha önce belirtildiği gibi, bu
eğilim gerçek yasaların mantıksal zorunluk ilişkilerini anlattığı görüşünü
açıklamaya yardım eder. Ama her ne olursa olsun, bu eğilim sonuna dek
götürülünce, başka bakımlardan bakıra benzeyen kötü iletken bir tözün
keşfedilmesi tözlerin ‘bakır’ gibi terim ler ile bağlanan anlam larda karşı­
lık düşen bir düzeltme ile yeniden bir sınıflandırmasını gerektirecektir.
Bu nedenledir ki görünürde görgül bir yasanın bir çıkarsama kuralına
dönüştürülmesi genellikle ancak yasanın çok iyi temellendirilmiş olduğu
ve böylece onu yerinden atmak için oldukça güçlü kanıtın gerekli oldu­
ğu kabul edildiği zaman olur. Buna göre, bir evrensel koşulluya bir yasa
demek için görünürdeki negatif kanıtı bildirimi bilgimizin tümleyici bir
parçası olarak tutacak bir yolda yeniden yorum lam a eğilim inde olma­
mız gerekm ese de, birçok bildirim b ir ölçüde onlara karşı böyle bir
tutum gösterdiğimiz için yasalar olarak sınıflandırılır.
IV. Olguya-Aykm Evrenseller
Böylece bildirimleri doğa yasalan olarak sınıflandırm ada ilgili görünen
başlıca d ö rt nokta vardır: (1) yasa-benzeri bildirim lerin biçim leri ile
ilgili sintaktik noktalar; (2) bildirim lerin bir açıklam alar dizgesindeki
başka bildirim ler ile mantıksal ilişkileri; (3) bilimsel araştırm ada yasa-
benzeri bildirim lere yüklenen işlevler; ve (4) bir bildirim e karşı eldeki
kanıtın doğası nedeniyle sergilenen bilişsel tutum lar. Bu noktalar bir
ölçüde örtüşür, çünkü örneğin bir bildirim in bir dizgedeki mantıksal
konum u o n u n için elde edilebilecek kanıt türü ile olduğu gibi araştır­
m ada oynayabileceği rol ile de ilişkilidir. Dahası, bu noktalarda sözü
edilen koşullar bildirim lere “doğa yasası” etiketini eklem ek için yeterli
(ya da belki de kimi durum larda giderek zorunlu) olarak ileri sürülmez.
Hiç kuşkusuz yapay olarak bu koşullan doyuran am a genellikle yasalar
olarak adlandırılm ayacak bildirim ler yaratılabilir, tıpkı zaman zaman
bu koşullardan birini ya da daha çoğunu doyurmayı başaramayan ve
yasalar denilen bildirim lerin bulunabilm esi gibi. D aha önce belirtilen
n edenlerle, b u kaçınılmazdır, çünkü “doğa yasası”nın anlam ının bu
bulanık anlatım ın h e r kullanım ı ile anlaşm a içinde olacak sağın bir
açunlaması olanaksızdır. Buna karşın, bu koşulları doyuran bildirim ler
nom ik evrenselliğin H um eia özgü bir çözüm lemesinin eleştirm enleri­
nin getirdiği karşıçıkışlardari kaçıyor görünür. Bu sav biraz savunmayı
gerektirir; ve olguya-aykırı koşulluların m antıksal k o n um una ilişkin
problem üzerine de birşeyler söylenmelidir.
N
1. Belki de n o m ik evrenselliğin H u m e ’a özgü çözüm lem esinin
yürürlükteki en' etkileyici eleştirisi defacto evrensellerin dilek kipinde­
ki koşullulan destekleyemeyeceği uslamlamasıdır. Varsayalım ki hiçbir
zaman siyah olmayan bir karganın olmamış olduğunu, şimdi siyah ol­
mayan hiçbir karganın olm adığını, ve h içbir zam an siyah olmayacak
bir karganın olmayacağını biliyor olalım. O zaman kısıtsız ilineksel B
evrenselini d oğru olarak ileri sürm ede aklanırız: ‘T üm kargalar siyah­
tır.’ B ununla birlikte, B ’nin genellikle bir doğa yasası dediğim iz şeyi
anlatm adığı ileri sürülm üştür.14 Ç ünkü varsayalım ki gerçekte kutup
bölgelerinde hiçbir karga yaşamamış ya da yaşamayacak olsun. Ama,
dahası, k u tu p b ö lg elerin d e yaşam anın k argaların ren g in i etkileyip
14William Kneale, “Natural Laws and Contrary-to-Fact C onditionals,” Analysis, Vol.
10 (1950), s. 123. Krş. aynca William Kneale, Probability andInductiorı, Oxford, 1949,
s. 75. Nomolojik evrensellerin ve dilek kipinin olduğu gibi “olguya-aykın/conlrary-/o-
fa c t ” (ya da “karşı-olgusal/ conterfactual”) koşullulann yakınlardaki Anglo-Amerikan
tartışm asının çoğu için dürtüyü verenler Roderick M. Chisholm, “T he Contrary-to-
fact C onditional,” M ind, Vol. 55 (1946), ss. 289-307, ve Nelson G oodm an’dır, “T he
Problem o f Counter-factual Conditionals,” Journal o f Philosophy, Vol. 44 (1947), ss.
113-28; İkincinin yeniden basımı için, bkz. Nelson Goodm an, Fact, Fiction, and Forecafl,
Cambridge, Mass., 1955.
etkilem ediğini bilm ediğim izi varsayalım, öyle ki bildiğimiz kadarıyla
böyle bölgelere göç edebilecek kargaların soyu beyaz tüyler geliştire­
bilir. Buna göre, B ’n in doğru olm asına karşın, b u doğruluk yalnızca
kutup bölgelerinde hiçbir karganın yaşamamış olması gibi bir “tarih­
sel ilineğin” sonucu olabilir. Sonuçta, B ilineksel evrenseli eğer kutup
bölgelerinde yaşayanlar kargalar olsalardı siyah olurlardı biçim indeki
dilek kipi koşullusunu desteklem ez; ve b ir doğa yasası önsav gereği
böyle koşulluları desteklem ek zo runda olduğu için, B bir yasa sayıla­
maz. Kısaca, kısıtsız evrensellik nom ik evrensellik ile dem ek istediğimiz
şeyi açımlamaz.
Ama uslam lam anın bu son noktayı doğrulayabilmesine karşın, bun­
dan 5 ’nin indirgenem ez bir nom ik zorunluk anlatmayı başaramadığı
için bir doğa yasası olm adığı sonucu çıkmaz. Ç ünkü varsayılan doğ­
ruluğuna karşın, B ’ye en az iki n edenle yasa konum u yadsınabilir ki,
b unlardan hiç birinin böyle zorunluk soruları ile bir ilgisi yoktur. İlk
olarak, B için k anıt ZJ’n in yüklem lem e alanı ile çakışabilir, öyle ki o
kanıt ile tanışık birine B yasalar olarak sınıflandırılan bildirim lerden
yerine getirm eleri beklenen işlevleri yerine getiremez, ikinci olarak, B
için kanıt önsav gereği mantıksal olarak B ’yi doğru olarak belirlemeye
yeterli olsa da, kanıt yalnızca doğrudan kanıt olabilir; ve yalnızca dolaylı
kanıt bulabilen bildirim lerin (öyle ki bildirim ler bilgi kütlemizde belli
bir mantıksal konum u doldurm alıdır) etiketi hak edebildiği zemininde,
B ’yi bir yasa olarak etiketlem ek yadsınabilir.
Ama bu bağlamda daha az ilgili olmayan bir başka nokta vardır. B ’nin
yukarıda değinilen dilek koşullusunu desteklemeyi başaramaması 5 ’nin
kendileri dilek koşullusunu kuşkulu kılan sayıltılann bir bağlamı içeri­
sinde doğru olarak ileri sürülmesi olgusunun bir sonucudur. Ö rneğin,
B kutup bö lgelerinde h içbir karganın yaşamadığı bilgisi içinde ileri
sürülür. Ama daha önce kuşlar hakkında tüylerinin h e r kuş türü için
değişmez olm adığını bilebilecek denli bilgimizin olduğu belirtilmiştir.
Ve şimdi tüy renginin bağımlı olduğu tam etm enleri bilmiyor olmamı­
za karşın, rengin hiç olmazsa b ir ölçüde kuşların kalıtımsal yapılarına
bağımlı olduğuna inanm ak için nedenlerim iz vardır; ve yine biliriz ki
bu yapı özel çevrelerde bulunabilecek belli etm enlerin bulunuşundan
etkilenebilir (örneğin yüksek-eneıji ışımaları). Buna göre, B alıntılanan
dilek koşullusunu desteklemez, ve b u n u n n edeni böyle herhangi bir ko­
şulluyu desteklem eye yeteneksiz olması değil, am a elimizin altındaki
bütünsel bilginin (ve yalnızca B ’nin kendisi için kanıtın değil) bu tikel
koşulluyu aklamamasıdır. B ’nin eğer kutup bölgelerinde yaşayan her­
hangi bir varlık X-ışını ışımasına uğram ayan bir karga olsaydı o karga
siyah olurdu biçim indeki dilek koşullusunu geçerli kıldığını varsaymak
usayatkın olabilir.
Öyleyse dikkat edilmesi gereken nokta B ’nin verili bir dilek koşullu­
sunu destekleyip desteklem ediğinin yalnızca £ ’nin doğruluğuna değil,
am a iye olabileceğimiz başka bilgilere de—ve sonuçta bilimsel araştır­
m anın du ru m u n a—bağım lı olduğudur. Bu noktayı daha açık olarak
görebilm ek için, tartışma altındaki eleştiriyi genellikle bir doğa yasası
sayılan bir bildirim e uygulayalım. Varsayalım ki (tüm-zamansal olarak)
birbirlerini aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak çekme­
yen fiziksel n esn eler olm asın. O zam an B 'kısıtsız evrenselini doğru
olarak ileri sürm e hakkımız vardır: ‘T üm fiziksel cisimler birbirlerini
aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak çeker.’ Ama ayrıca
varsayalım ki evrenin boyudan sonludur, ve hiçbir fiziksel cisim diyelim
ki 50 trilyon ışık-yılından daha büyük bir uzaklık ile ayınlmış değildir. S '
eğer birbirinden 50 trilyon ışık-yılından daha büyük uzaklıklarda olan
fiziksel cisimler olsaydı bunlar birbirlerini aralarındaki uzaklığın karesi
ile ters orantı içinde çekerdi biçim indeki dilek koşullusunu destekler
mi? irdelem e altındaki uslamlamaya göre, yanıt büyük olasılıkla hayır
olmalıdır. Ama bu yanıt gerçekten usayatkın mıdır? Gerçekten de daha
öte sayıltılar yapılmadıkça, ister olum lu isterse olumsuz olsun hiçbir ya­
nıtın olanaklı olm adığını söylemek daha usauygun değil midir? Çünkü
böyle ek sayıltıların yokluğunda, verilebilecek herhangi bir yanıt nasıl
bir çözüm e bağlanabilir? Ö te yandan, eğer böyle d ah a öte sayıltılar
yapılırsa—örneğin, eğer yerçekimi kuvvetinin evrenin bütünsel kütle­
sinden bağımsız olduğunu varsayarsak— , doğru yanıtın olum lu yanıt
olabilmesi düşünülemeyecek'Birşey değildir.
Öyleyse, toparlarsak, tartışma altındaki eleştiri H u m e’a özgü nom ik
evrensellik çözüm lem esinin tem ellerini zayıflatmaz. B ununla birlikte,
eleştiri bir bildirim in genellikle belli b ir bilgi alanındaki açıklamalar
dizgesinde seçkin bir yeri doldurduğu için ve belli özgüllükleri doyuran
kanıt yoluyla desteklendiği için bir yasa olarak sınıflandınldığı biçimin­
deki önem li noktayı daha d u ru bir ışık altına düşürür.

2. Gelecek için plan yaparken ya da geçmiş üzerine düşünürken,


düşüncelerim izi sık sık bilinen olgulara aykırı sayıltılar yaparak sürdü­
rü rü z. D ü şü n celerim izin so n u çları o zam an sık sık olguya-aykın
koşullular/ contrary-to-fact conditionals (ya da “karşı-olgusallar/coMnter-
factuals”) olarak form üle edilir ve bunlar ‘Eğer a f olsaydı, o zaman b Q
olurdu,’ ya da ‘Eğer a P olmuş olsaydı, o zaman b Q olmuş olacaktı (ya
da olurdu) ’ biçim lerini taşır. Ö rneğin, bir deney tasarlayan bir fizikçi
hesaplam alarında b ir noktada karşı-olgusal C’yi ileri sürebilir: ‘Eğer
sarkacın a uzunluğu şimdiki u zunluğunun dörtte-birine kısaltılsaydı,
dönem i şimdiki dönem inin yarısı o lu rd u .’ Benzer olarak, önceki bir
deneyin başansızlığını açıklamak için bir fizikçinin karşı-olgusal C ' bil­
dirimini ileri sürdüğü imgelenebilir: ‘Eğer sarkacın a uzunluğu edimsel
u zunluğunun dörtte-birine kısaltılsaydı, dönem i edim sel dönem inin
yansı olurdu.’ H er iki koşulluda da, önerti ve sonurtu tümcecikler yanlış
olduklannm bilinmesi olası sayıltıları betimler.
“Karşı-olgusallar” problem i olarak adlandırılm aya başlayan şey böyle
bildirim lerin mantıksal yapılarını belirtik kılma ve doğruluk ya da yan­
lışlıklarına karar verme zem inlerini çözümleme problem idir. Problem
nom ik evrensellik kavramını açımlama problem i ile yakından ilgilidir.
Çünkü bir karşı-olgusal doğrudan doğruya bildirme kipindeki bildirim­
lerin yalnızca biçimsel m antığın ölçün kipsel-olmayan bağlayıcılarını
(Standard non-modal connectives) kullanan bir bağlanım ına çevrilemez.
Ö rneğin, C ' karşı-olgusalı ö rtü k olarak a sarkacının u zu n lu ğ u n u n
gerçekte edimsel uzunluğunun dörtte-birine kısaltılmadığını ileri sürer.
B ununla birlikte, C 'şu bildirim ile çevrilmez: ‘a ’nm uzunluğu edimsel
uzunluğunun dörtte-birine kısaltılmadı ve eğer a ’nm uzunluğu şimdiki
uzunluğunun dörtte-birine kısaltıldıysa o zam an dönem i şimdiki dö­
nem inin yansı idi.’ Ö nerilen çeviri doyurucu değildir, çünkü, bildirme
koşullusunun ö nerti tüm ceciği yanlış olduğu için, biçimsel m antığın
kurallarına göre şu çıkar ki, eğer « ’nm uzunluğu şimdiki uzunluğunun
dörtte-birine kısaltıldıysa, dönem i şimdiki dönem inin yansı değildi—bir
vargı ki, hiç kuşkusuz C' bildirim ini ileri süren biri için kabul edilebi­
lir değildir.15 Sonuçta, nom ik evrenselliğin H u m e’a özgü çözüm lem e­
lerinin eleştirm enleri yalnızca yasa evrensellerinde değil am a ayrıca
olguya-aykırı koşullularda da ayrı bir mantıksal-olmayan zorunluk tipi­
nin im lendiğini ileri sürmüşlerdir.
Karşı-olgusalların içeriği gene de herhangi bir çözüm lenemez kiplik
kavramına başvuru olmaksızın usayatkın olarak açımlanabilir. Çünkü
C' bildirim ini ileri süren fizikçinin söylediği şey daha d u ru am a daha
dolambaçlı olarak şöyle çevrilebilir: ‘a sarkacının dönem i şimdiki döne­
minin yansı idi’ bildirimi mantıksal olarak ‘a sarkacının uzunluğu şimdiki
uzunluğunun dörtte biri idi’ sayıltısından bu sayıltı, yasa için başlangıç
koşullarına ilişkin bir dizi daha öte sayıltı ile birlikte (örneğin a bir ya­
lın sarkaçtır, hava direnci göz ardı edilebilirdir gibi), yalın bir sarkacın
dönem i uzunluğunun kare kökü ile orantılıdır yasası ile birleştirildiği
zaman doğar. Dahası, varsayımın ve sözü edilen sayıltıların yardımı ile
ondan çıkarsanan bildirim in h er ikisinin de kabul edildiği gibi yanlış
olmasına karşın, yanlışlıklan tüm dengelim in öncülleri arasında kapsan­
maz. Buna göre, o öncüllerden eğer a ’nm uzunluğu şimdiki uzunluğu­
nun dörtte biri idiyse o zaman a ’nm dönem i şimdiki dönem inin yansı
idi sonucu çıkmaz. Kısaca, karşı-olgusal C ' böylece belli bir sayıltılar ve
özel kabullenim ler bağlam ında ileri sürülür; ve bunlar ortaya serilince,
biçimsel m antığın kiplik kategorilerinden başka kiplik kategorilerinin
getirilmesi bütünüyle gereksizdir. D aha genel olarak, b ir karşı-olgusal
bildirim örtük bir metalinguistik bildirim (e.d. başka bildirim lere ilişkin,
15Bu vargı “e ğ er-o z a m a n /if-th e n ”bağlayıcısının kullanım ını yöneten m antıksal
kural nedeniyle doğar. Bu kurala göre h em ‘Eğer B ı ise, o zaman fi 2 ’ biçim indeki bir
bildirim hem de ‘Eğer B 1 ise, o zam an /i 2 değil’ biçim indeki bildirim B j ne olursa
olsun B 1 yanlıştır önsavı üzerine doğrudur.
ve özel olarak bu başka bildirim lerin mantıksal ilişkilerine ilişkin bir
bildirim) olarak yorumlanabilir, ve onun sonurtu tümceciğinin bildirme
biçim inin mantıksal olarak o n u n ö n erti tüm ceciğinin bildirm e biçi­
m inden bu İkincisi bir yasa ile ve yasa için gerekli başlangıç koşullan
ile birleştirildiği zaman doğduğu ileri sürülebilir.16
Sonuçta, verili bir karşı-olgusalın doğru olup olm adığına ilişkin tar­
tışm alar ancak üzerine dayandığı sayıltılar ve kabullenim ler belirtik
kılındığı zam an b ir çözüm e bağlanabilir. Böyle b ir ö n cüller kümesi
üzerine sorgusuzca doğru olan bir karşı-olgusal bir başka küme üzeri­
ne yanlış olabilir, ve bir üçüncü küm e üzerine hiçbir belirli doğruluk-
değeri taşımayabilir. Böylece, bir fizikçi C'bildirim ini ‘Eğer a sarkacının
uzunluğu şimdiki uzunluğunun dörtte birine kısaltılmış olsaydı, a ’nın
dönem i şimdiki dönem inin yansından dikkate değer ölçüde daha uzun
o lu rd u ’ karşı-olgusalından yana reddedebilir. Eğer örneğin kısaltılmış
sarkacın titreşim yayının 60°’den daha büyük olduğunu varsayıyorsa ve
eğer ayrıca sarkaçlann dönem leri için yasanın yukarıda belirtildiği gibi
değişkiye uğram ış bir biçim ini de (ki yalnızca oldukça küçük titreşim
yaylan olan sarkaçlar için ileri sürülür) kabul ediyorsa, onu reddetm ede
aklanacaktır. Yine, deney tasanm ında acemi biri C ' bildirim inin doğru
o lduğunu bildirebilir, üstelik başka şeyler arasında yalnızca sarkacın
dairesel çekülünün üç parm ak' çapında o lduğunu değil, am a sarkacı
kuşatan aygıtın kısaltılmış sarkacın çekülünün özeğini bulduğu yerde üç
parm aktan ancak bir saç teli kadar daha geniş bir açıklığının olduğunu
da kabul etm esine karşın. B ununla birlikte, açıktır ki C ' şimdi yanlış­
tır çünkü bildirilen s'ayıltılar altında kısaltılmış sarkaç hiçbir biçim de
titreşim yapma?.-
Altlannda bir karşı-olgusalın ileri sürüldüğü çeşitli sayıltılar karşı-olgu-
salın kendisinde bildirilmez. Bir karşı-olgusalın geçerliğinin değerlen­
dirmesi öyleyse oldukça güç olabilir—kimi zaman altlannda ileri sürül­
düğü sayıltılan bilmediğimiz için ya da hangi örtük sayıltılan yaptığımız
konusunda düşüncelerim iz açık olmadığı için, ve kimi zaman yalnızca
belirtik kıldığımız sayıltılann bile mantıksal önem ini değerlendirecek
beceriden yoksun olduğum uz için. Böyle güçlükler özellikle gündelik
sorunlann gidişinde ya da giderek tarihçilerin yazılannda bile ileri sü­
rülen karşı-olgusallar ile bağıntı içinde sık sık karşımıza çıkar. Ö rneğin
‘Eğer Versailles Antlaşması Almanya üzerine kaldınlamaz ödenceler da­
yatmamış olsaydı, Hitler erke gelemezdi’ karşı-olgusalım irdeleyelim. Bu

16M etinde kabul edilen konum a bağımsız olarak ulaşılmış olmasına karşın, şimdiki
formülasyonu şu kaynaklarda anlatılan görüşlere borçludur: H enry Hiz, “O n the In-
ferential Sense of Contrary-to-Fact Conditionals, "Journal ofPhilosophy, Vol. 48 (1951),
ss. 586-87; Julius R. W einberg, “Contrary-to-Fact Conditionals,” Journal ofPhilosophy,
Vol. 48 (1951), ss. 17-22; Roderick M. Chisholm, “Law Statem ents and Counterfactual
Inference,” Analysis, Vol. 15 (1955), ss. 97-105; v ejo h n C. Cooley, “Professor Goodman's
‘Fact, Fiction, and Forecast,’” Journal o f Philosophy, Vol. 54 (1957), ss. 293-311.
önesürüm tartışmalı bir önesürüm olmuştur, ve b u n u n nedeni yalnızca
o n u n tartışm asına katılanların değişik belirtik sayıltıları kabul etmiş
olması değil, am a ayrıca tartışm anın çoğunun hiç kimsenin tam olarak
aydınlığa çıkarmadığı örtük öncüller tem elinde yürütülm üş olmasıdır.
H er ne olursa olsun, bir karşı-olgusala yeterli tem el olabilecek sayıltı-
larda tam olarak nelerin kapsanm ası gerektiğini bildirecek genel bir
form ül oluşturm ak hiç kuşkusuz olanaklı değildir. Böyle bir form ülü
oluşturmak h er durum da başansız olm uştur; ve karşı-olgusallar proble­
mini böyle bir form ülü oluşturm a problem i olarak görenler çözülemez
bir problem ile uğraşmaya yazgılanmıştır.

V. Nedensel Yasalar
Son olarak nedensel yasalar üzerine birşeyler söylenmelidir. ‘N e d e n /
cause’sözcüğüne eklenmiş olan anlam lar türlülüğünü—sözcüğün eski
tüzel çağrışımlarından, nedenlerin etker etm enler olarak popüler tasa­
rımı yoluyla, değişmez işlevsel bağımlılık olarak daha sofistike m odern
ned en kavram larına dek—bölüm sel olarak bile olsa incelem e altına
almak tatsız ve anlamsız bir görev olacaktır. Terimin bu geniş kullanım­
lar erimini taşıması olgusu onun için doğru ve ayrıcalıklı salt bir açımla­
m anın olması olanağını doğrudan doğruya dışlar. Gene de birçok bilim
alanında olduğu gibi sıradan söylemde de sözcüğe bağlanmış oldukça
belirli bir anlam ı tanım ak hem olanaklı hem de yararlı olabilir, ve bu
girişim bu bakış açısından açıklam alarda öncüller olarak hizm et eden
yasaların kaba bir sınıflandırm asını elde etm e gibi b ir am açla yerine
getirilebilir. Ö te yandan, sözcüğün bir anlam ında n ed en kavramı bir
araştırm a alanında önem li bir rol oynadığı için, kavramın tüm başka
alanlarda da vazgeçilmez olduğunu sanm ak yanlış olacaktır— tıpkı bu
kavram bilimin belli alanlarında yararsız olduğu için onun bilimsel ince­
lem enin başka bölüm lerinde geçerli bir ro lü n ü n olamayacağını ileri
sürm enin de bir yanılgı olması gibi.
‘N eden’in tanımayı istediğimiz anlam ı şu örnek ile anlatılır. Bir hid­
rojen ve oksijen gazları karışımı içinden bir elektrik kıvılcımı geçirilir;
kıvılcımın geçişini izleyen patlamaya gazların yitişi ve su buharının yo­
ğunlaşması eşlik eder. Bu deneyde gazların yitişine ve suyun oluşum una
genellikle kıvılcımın neden olduğu etkiler denir. Dahası, böyle deneyler
üzerine dayandırılan genellem elere (örneğin, ‘Ne zaman kıvılcım bir
hidrojen ve oksijen gazlan karışımının içinden geçse gazlar yiter ve su
oluşur’) bir “nedensel yasa” denir.
Yasaya nedensel bir yasa denm esinin görünürde nedeni sözü edilen
olaylar arasında form üle ettiği ilişkinin dört koşulu doyurduğunun ka­
bul edilmesidir. İlk olarak, ilişki ne zaman ileri sürülen neden yer alsa
ileri sürülen etkinin yer alması anlam ında değişmez ya da biçimdeş bir
ilişkidir. Dahası, ned en in etkinin yer alması için hem zorunlu hem de
yeterli bir koşul oluşturm ası biçim indeki sıradan ö rtü k sayıltı vardır.
B ununla birlikte, gerçekte gündelik sorunlarda görülen neden yükle­
melerin çoğu gibi, sözü edilen nedensel yasaların da çoğu sık sık etkinin
yer alması için yeterli koşullan bildirmez. Böylece sık sık bir kibriti çak­
m anın on u n alev almasının nedeni olduğunu söyleriz, ve örtük olarak
etkinin onlarsız yer almayacağı başka koşullann da (örneğin oksijenin
bulunması, kuru bir kibrit) bulunduğunu varsayara. Sık sık neden olarak
seçilen olay norm al olarak etkinin yer alması için yeterli koşullar kümesi­
ni tamamlayan bir olaydır, ve bu ise çeşidi nedenlerden ötürü “önem li”
olarak görülür, ikinci olarak, kıvılcımın ve suyun oluşum unun yaklaşık
olarak aynı uzaysal bölgede yer alması anlam ında, ilişki uzaysal olarak
bitişik olaylar arasında işler. Buna göre, birbirinden uzaysal olarak uzak
olayların nedensel olarak ilişkili olduğu ileri sürüldüğü zaman, örtük
olarak bu olayların yalnızca bir neden-ve-etki olaylar zincirindeki uçlar
olduklan kabul edilir ki, burada bağlanan olaylar uzaysal olarak bitişiktir.
Üçüncü olarak, neden olduğu söylenen olayın etkiyi öncelemesi ve aynca
etki ile “sürekli” olması anlamında, ilişkinin zamansal bir karakteri vardır.
Sonuçta, zamansal bir aralık ile aynlan olaylann nedensel olarak ilişkili
oldukları söylendiği zaman, ayrıca zamansal olarak bitişik ve nedensel
oTarak ilişkili olaylann bir dizisi ile bağlandıklan da varsayılır. Ve son
olarak, kıvılcımın gazların' karışımı içinden geçişinin onların b u h ara
dönüşm elerinin nedeni olması, ama suyun oluşum unun kıvılcımın ge­
çişinin nedeni olmaması anlam ında, ilişki asimetriktir.
Bu neden kavramını bildirm enin terim lerini belirleyen düşünceler
sık sık bulanık_olmakla eleştirilmiştir; ve özellikle sıradan sağ-duyunun
uzaysal ve zamansal süreklilik kavram larına karşı bunların bir karışık­
lıklar yuvası kapsamaları zem ininde çarpıcı karşıçıkışlar getirilmiştir.
Dahası, m atem atiksel fizik gibi ileri bilim lerin kim ilerinde bu kavra­
m ın bütünüyle gereksiz olduğu hiç kuşkusuz doğrudur; ve giderek az
önce sözü edilen dört koşulun gerçekte bu neden kavramının bildirilen
örneklerinde (yukandaki örnek gibi) yerine getirilip getirilmediği bile
örnekler m o d em fiziksel kuram lann terim lerinde çözümlendiği zaman
tartışma götürür. B ununla birlikte, bu n eden kavramı kuramsal fiziğin
am açlan için ne denli yetersiz olursa olsun, başka birçok araştırm a da­
lında bir rol oynamayı sürdürmektedir. Bu kullandığımız dilde sıkı sıkıya
yerleşmiş bir kavramdır, ve giderek uygun araçlardan yararlanma yoluyla
çeşitli sonuçlar elde etm ek için lab o ratu ard a olduğu gibi uygulayım
alanında da soyut fiziksel kuram lar kullanılırken durum budur. Gerçek­
ten de, kimi şeyler başka şeylerin elde edilmesi için kullanılabilirken,
ve b u nun tersi doğru değilken, o nedensel dil birçok olayın ilişkilerini
betim lem enin geçerli ve uygun bir yoludur.
Ö te yandan, tüm doğa yasalan neden terim inin belirtilen anlam ında
nedensel değildir. Çeşidi bilimlerde açıklayıcı öncüller olarak kullanılan
yasa tiplerinin bir gözden geçirilmesi b u n u açığa çıkaracaktır.
1. Daha önce belirtildiği gibi, “doğal türler” ya da “tözler” vardır sayıl-
tısmda temel ve yaygın bir yasa tipi imlenir. Bir “belirlenebilir/rfe/emm-
able” ile bir dizi özgül ya da “belirli” biçimi olan renk ya da yoğunluk
gibi bir özelliği anlayalım. Böylece belirlenebilir rengin belirli biçimleri
arasında kırmızı, mavi, yeşil, sarı vb. vardır; belirlenebilir yoğunluğun
belirli biçimleri arasında 0,06 büyüklüğü ile yoğunluk (belli bir standart
yolda ölçüldüğü zam an), 2 büyüklüğü ile yoğunluk, 12 büyüklüğü ile
yoğunluk vb. bulunur. Verili bir belirlenebilirin belirli biçimleri böyle­
ce özelliklerin bir tü r “ilişkili ailesini” oluşturur, öyle ki belirlenebilir
özelliğin anlamlı olarak yüklenebildiği h er bir birey, mantıksal zorunluk
gereği, belirlenebilirin belirli biçim lerinden yalnızca ve yalnızca birini
taşımalıdır.17 irdelem e altındaki tipten bir yasa (örneğin, ‘Bir kaya tuzu
tözü vardır’) o zaman çeşitli türlerden nesnelerin olduğunu ileri sürer,
öyle bir yolda ki verili bir tü rü n h e r bir nesnesi belirlenebilir özellik­
lerin bir küm esinin belirli biçim leri ile karakterize edilir, ve öyle bir
yolda ki değişik türlere ait olan n esneler ortak b ir belirlenebilirin en
az bir (am a genellikle b ird e n çok) belirli biçim in d e ayrı olacaktır.
Ö rneğin, verili bir a nesnesinin b ir kaya tuzu o ld uğunu söylemek bir
belirlenebilir özellikler (kristal yapı, renk, ergim e noktası, sertlik vb.)
küm esinin o lduğunu söylemektir, öyle ki ölçün koşullar altında a bu
belirleneb ilirlerin h e r b irin in belirli b ir biçim ini taşır ( a ’n ın kübik
kristalleri vardır, renksizdir, 2,163 yoğunluğundadır, 804° C gibi bir er­
gime noktası vardır, sertlik derecesi Mohl ölçeğinde 2’dir, vb.). Dahası,
a ayn bir türe ait bir nesneden, örneğin talktan, bu belirlenebilirlerin
en az bir (ve gerçekte büyük bir sayıda) belirli biçim inde ayrılır. Buna
göre, bu tip yasalar belli bir tü rd en olan h er nesnede belirli özellikle­
rin değişen bir birlikteliği olduğunu ileri sürer. B ununla birlikte, bu
tip yasaların nedensel yasalar olmadığı açığa çıkacaktır—örneğin kaya
tuzunun y oğunluğunun o n u n sertlik derecesini öncelediğini (ya da
izlediğini) ileri sürmezler.

2. ikinci bir tip yasa olaylar ya da özellikler arasında değişm ez bir


ardışık bağımlılık düzenini ileri sürer. İki altgüdüm lü tip ayırdedilebi-
lir. Bunlardan biri nedensel yasalar sınıfıdır, örneğin bir kıvılcımın bir
hidrojen ve oksijen karışım ındaki etkisine ilişkin yasa gibi, ya da suya
atılan taşların bir dizi genişleyen eşözekli dalgacıklar üretm esi yasası
gibi, ikinci bir altgüdüm lü tip “gelişimsel” (ya da “tarihsel”) yasalar
sınıfıdır, örneğin ‘İnsan embriyoda akciğerlerin oluşum u hiçbir zaman
dolaşım dizgesinin oluşum unu öncelem ez’ yasası, ya da ‘Alkol alimi­
ni h er zam an kan dam arlarının b ir genişlemesi izler’ yasası gibi. H er
iki altgüdüm lü tip yaygın olarak nicel yöntem ler içerm eyen incelem e
l7Bu term inoloji için, bkz. W. E. Johnson, Logic,Vo 1. I, Cambridge, England, 1921,
Chapter 11; ve R udolf C arnap, Logical Foundations of Probability, Chicago, 1950, Vol.
1, s. 75.
alanlarında sıktır, gerçi örneklerin belirttiği gibi böyle yasalar ile başka
yerlerde karşılaşılsa da. Gelişimsel yasalar ‘Eğer x t zam anında Pözelli-
ğini taşıyorsa, o zaman x i ’den sonraki t 'zam anında Qözelliğini taşır’
biçimini taşıyor olarak yorumlanabilir. Bu yasalar genellikle nedensel
yasalar olarak görülm ez, ve b u n u n g ö rü n ü rd e iki n ed en i vardır. İlk
olarak, gelişimsel yasaların bir olayın (ya da olaylar karmaşasının) yer
alması için zorunlu bir koşulu bildirebilmesine karşın, yeterli koşullan
bildirmezler. Gerçekten de, genellikle bu yeterli koşulların ne olduğu
k onusunda ancak çok bulanık tü rd en bilgimiz vardır, ikinci olarak,
gelişimsel yasalar genellikle belli b ir süresi olan zam ansal bir aralık
ile ayrılan olaylar arasındaki ardışık düzen ilişkilerini bildirir. Sonuçta,
böyle yasalar kimi zaman yalnızca olguların tam olmayan bir çözümle­
mesini temsil ediyor olarak görülür, şu nedenle ki, önceki olayın arka­
sından sonrakinin yer almasını önlem ek için araya birşey girebileceği
için, olaylann ardışıklık düzeni büyük olasılıkla değişmez olmayacaktır.
Buna karşın, gelişimsel yasalann sınırları ne olursa olsun ve onlan bir
başka türden yasalar ile tamam lam ak ne denli istenebilir olursa olsun,
hem nedensel hem de gelişimsel yasalar yürürlükteki bilimin açıklayıcı
dizgelerinde yaygın olarak kullanılır.

3. Y aşam bilim de ve toplürçısal b ilim lerd e o ld u ğ u gibi fizikte de


yaygın olan ü çü n c ü b ir yasa tipi olaylar ya da özellikler arasındaki
değişken-olm ayan istatistiksel (ya da olasılıklı) ilişkiler ileri sürer.
Böyle bir yasanın bir örneği şudur: ‘Eğer geom etrik olarak ve fiziksel
olarak sim etrik b ir küp yineleyerek fırlatılırsa, kübün yeşil yüz yuka­
rıda bir duruş yapm asının olasılığı (ya da göreli sıklığı) ‘/6’d ır’; başka
örneklere d ah a 'ö n c e değinilm iştir. İstatistiksel yasalar bir olayın yer
alm asına değişmez olarak başka b ir olayın yer alm asının eşlik ettiği­
ni ileri sürm ez. Yalnızca yeterince uzun bir d en em eler dizisinde bir
olayın yer alm asına değişmez bir göreli sıklık ile b ir ikinci olayın yer
alm asının eşlik ettiğini ileri sürerler. Böyle yasalar açıkça nedensel
değildir, gerçi form üle ettikleri olguların nedensel bir açıklaması ile
bağdaşm az olm asalar da. G erçekten de, bir kübün davranışına ilişkin
yukarıdaki istatistiksel yasa zam an zam an nedensel yasalar oldukları
söylenen yasalardan çıkarsanabilir, eğer o nedensel yasaların uygula­
ması için başlangıç koşullarının istatistiksel dağılım ına ilişkin uygun
sayıltılar yapılırsa. Ö te yandan, g iderek fizikte bile şim dilik hiçbir
nedensel açıklam aları bilinm eyen istatistiksel yasalar vardır. Dahası,
eğer “ilkede” tüm istatistiksel yasaların tem elde yatan bir “nedensel
düzen ”in sonuçları olduğu varsayılsa bile, fizikte olduğu gibi yaşam­
bilim de ve toplum sal bilim lerde de öyle araştırm a alanları vardır ki,
onlarda birçok fen o m en in sağın olarak evrensel nedensel yasalann
terim lerinde açıklam asının kılgısal olarak yerine getirilebilir olması*
pek olası değildir. Bilgimiz ne denli artarsa artsın, istatistiksel yasalann
birçok fenom enin açıklaması ve tahm ini için yaklaşık öncüller olarak
kullanım ının süreceği usauygun bir görüştür.

4. M odern fiziksel bilim in karakteristiği olan bir d ö rdüncü tip yasa


bildirilen özellikler ya da süreçler ile bağlı iki ya da daha çok değişebilir
büyüklük arasındaki bir fonksiyonel (“fonksiyon”u n matematiksel anla­
mında) bağımlılık ilişkisini ileri sürer. İki alt tip ayırdedilebilir.

a. İlk olarak, büyüklükler arasında birindeki bir değişimin başkaların­


daki değişim ler ile düşüm deş olacağı bir yolda bir karşılıklı bağımlılık
bildiren sayısal yasalar vardır. Böyle bir yasanın örneği ideal gazlar için
Boyle-Charles yasasıdır: p V = aT, ki b u rad a p gazın basıncı, V hacmi,
T saltık sıcaklığı ve a irdelem e altındaki gazın kütle ve doğası üzerine
bağımlı olan bir değişmezdir. Bu bir nedensel yasa değildir. Ö rneğin
sıcaklıktaki bir değişimin hacımdaki ya da basınçtaki bir değişim tarafın­
dan izlendiğini (ya da öncelendiğini) ileri sürmez; yalnızca T ’deki bir
değişimin p ya da Vya da h e r ikisindeki değişim ler ile düşüm deş oldu­
ğunu ileri sürer. Buna göre, yasanın bildirdiği ilişki yasa sınanm akta ya
da tahm inlerde bulunm ak için kullanılmakta olduğu zaman yer alabilen
olaylann ardışık düzeninden ayırdedilmelidir. Ö rneğin, yasa laboratu­
arda sınanırken bir ideal gazın hacm i sıcaklığının değişmez kalacağı
bir yolda düşürülebilir, ve sonra basıncının arttığı görülebilir. Ama yasa
bu büyüklüklerin değişebilme sıralarına ilişkin hiçbirşey söylemez, ne
de içinde değişim lerin gözlenebileceği zamansal ardışıklık konusunda
birşey söyler. Bu alt-tipten yasalar gene de tahm in am açlan için olduğu
gibi açıklayıcı am açlar için de kullanılabilir. Ö rneğin, eğer uygun bir
biçimde “yalıtılmış” bir dizge d u ru m u n d a böyle bir yasada sözü edilen
büyüklükler aralanndaki belirtilen ilişkiyi bir kıpıda doyuruyorlarsa, bu
ilişkiyi belli bir gelecek kıpıda da doyuracaklardır, üstelik büyüklükler
arada geçen süre içinde belli bir değişime uğramış olsalar bile.

b. ikinci bir alt-tip bir büyüklüğün zaman ile hangi tarzda değiştiğini,
ve daha genel olarak bir büyüklükte b ir zaman birim indeki bir deği­
şimin başka büyüklükler ile (her zam an olmasa da kimi durum larda
zamansal süreler ile) nasıl ilişkili olduğunu ileri süren sayısal yasalardan
oluşur. Galileo’nun boşlukta serbest düşm ede olan cisimler için yasası
böyle bir yasanın bir örneğidir. Bu yasa serbest düşm edeki bir cismin
geçtiği d uzaklığının g l- /2’ye eşit olduğunu söyler, ki burada g değiş­
mez ve t düşm enin süresidir. Galileo’n un yasasını bildirm enin eşdeğer
bir yolu serbest düşm edeki bir cismin bir zaman birim inde uzaklıktaki
değişiminin gl değerine eşit olduğunu söylemektir. Bu formülasyonda,
açıktır ki bir büyüklükteki değişimin zam an-oranı zamansal bir aralık
ile ilişkilidir. Bu alt-tipe ait bir başka yasa örneği bir yalın sarkacın çe­
külünün devim inin yolu boyunca hızı için saptanan yasadır. Yasa der
ki, eğer vo çekülün devim inin en alt noktasındaki hızı, h çekülün bu
noktadan geçen yatay çizginin yukarısındaki yüksekliği, ve k bir değiş­
mez ise, o zaman deviminin yayı boyunca çekülün herhangi bir noktada
v2 = vq2- kh2 olacağı bir yolda bir v hızı vardır. Ve v hızı birim zaman­
da uzaklıktaki değişim olduğu için, yasa böylece d er ki çekülün birim
zamandaki yolu boyunca uzaklıktaki değişimi salınım ve yüksekliğinin
en alt noktasındaki hızının belli bir m atem atiksel fonksiyonudur. Bu
d u rum da, tek b ir büyüklükteki değişim in zam an-oram zam anın bir
fonksiyonu olarak verili değildir. Bu alt-tipe ait yasalara sık sık “dina­
mik yasalar” denir, çünkü zamansal bir sürecin yapısını formüle ederler
ve genellikle irdelem e altındaki dizge üzerinde bir “kuvvetin” etkide
bu lu n d u ğ u sayıltısı üzerine açıklanırlar. Böyle yasalar zam an zam an
nedensel yasalara benzeştirilir, gerçi gerçekte daha önce bu kesimde
ayırdedilen özgül anlam da nedensel olmasalar da. Çünkü yasada sözü
edilen değişkenler arasındaki bağımlılık ilişkisi simetriktir, öyle ki diz­
genin verili bir zamandaki bir d urum u sonraki bir durum yoluyla tam
olarak önceki bir durum yoluyla olduğu gibi belirlenir. Böylece, eğer
verili bir kıpıda yalın bir sarkacın çekülünün hızını bilirsek, o zaman
dizgeye hiçbir dışsal karışmanın olmaması durum unda, yukarıdaki yasa
bize veril i kıpıdan ister daha önce isterse daha sonra olsun başka her­
hangi bir zam andaki hızı hesaplam a olanağını verir.

Yasaların yukarıdaki sınıflandırm ası eksiksiz b ir sınıflandırm a ola­


rak önerilm iş değildir; ve h er ne olursa olsun, sonraki bölüm ler belli
yasa tiplerinin yapısını daha tartı olarak tartışacaktır. B ununla birlikte,
sınıflandırm a bilim lerde kabul edilen yasaların tü m ünün tek bir tipte
olmadığını, ve bîr bilimsel açıklamanın öncüllerde alıntılanan yasaların
herhangi bir geleneksel anlam da “nedensel” olmam asına karşın sık sık
doyurucu görüldüğünü belirtir.
Deneysel Yasalar
ve Kuramlar

Bilimsel düşünce temel başlangıç noktasını sıradan deneyim­

5
de karşılaşılan şeylerin ve olayların gözleminin neden olduğu
p roblem lerden alır; bu gözlem lenebilir şeyleri onlarda diz­
gesel b ir düzen keşfederek anlamayı am açlar; ve açıklam a
ve tahm in için araçlar olarak hizm et ed en yasalar için son
sınaması onların böyle gözlem ler ile anlaşmasıdır. G erçekten de, b
lim lerdeki birçok yasa şeyler arasındaki ya da şeylerin genellikle ister
yardım almayan duyular ile isterse özel gözlem aletlerinin yardımı ile
olsun kendileri gözlem lenebilir olduğu söylenen özellikleri arasındaki
ilişkileri form üle eder. Açık bir kaptaki suyun ısıtılınca sonunda buhar­
laşması bu tü rd en bir yasadır; ve kurşunun 327° C’de ergimesi yasası
ve ayrıca bir sarkacın dönem inin uzunluğunun kare kökü ile orantılı
olması yasası da bu türdendir.
B ununla birlikte, tüm bilimsel yasalar bu tü rd e n değildir. Tersine,
fiziksel bilim lerin çok etkileyici olarak kapsamlı açıklama dizgelerinin
kim ilerinde kullanılan birçok yasa ne yazık ki genellikle “gözlem lene­
bilir” olarak karakterize edilecek sorunlara ilişkin değildir, üstelik “göz­
lem lenebilir” sözcüğü önceki paragrafın örn ek lerin d e olduğu kadar
geniş olarak kullanılsa bile. Böylece, ısınan suyun buharlaşması suyun
moleküler yapısına ilişkin sayıltılann terim lerinde açıklandığı zaman, bu
son türden yasalar açıklayıcı öncüller arasında görünür. Bu sayıltılar için
iyi gözlem lenebilir kanıtımızın olabilm esine karşın, ne m oleküller ne
de bunların devimleri örneğin kaynayan suyun ya da ergiyen kurşunun
sıcaklığının gözlenebilir olduğunun söylendiği anlam da gözlemlenebil-
me yeteneğindedir.
Tam şimdi belirtilen yasalar arasındaki primafacie ayrımı birinci tür­
den olanlara “deneysel yasalar” ve ikinci türden olanlara “kuramsal ya­
salar” (ya da yalnızca “kuram lar”) diyerek vaftiz edelim. Bu terminolojik
93
ek koşul ve o n u n altında duran ayrım ile uyum içinde, sıcaklığı değiş­
mez olan bir ideal gazın basıncının hacm i ile ters orantılı olarak değiş­
mesi yasası, su oluşturm ak için hidrojen ile bileşen oksijenin ağırlığının
(yaklaşık olarak) hidrojenin ağırlığının sekiz katı olması yasası, ve mavi
gözlü insan ebeveynlerin çocuklarının mavi gözlü olması yasası, tüm ü
de deneysel yasalar olarak sınıflandırılır. Ö te yandan, değişik kimyasal
elem entlerin kimyasal dönüşüm lerde bölünm em iş kalan değişik atom
türlerinden oluştuğunu ileri süren sayıltılar kümesi, ve krom ozom ların
örgenliklerin genetik özellikleri ile bağlantılı olan değişik gen türlerin­
den oluştuğunu ileri süren sayıltılar kütlesi, tüm ü de kuram lar olarak
adlandırılır.1
Bu etiketler yanıltıcı çağrışım lardan özgür değildir. B ununla birlik­
te, term inoloji yasa türleri arasında am açlanan ayrımları karakterize
etm ek için literatü rd e sıkı sıkıya yerleşmiştir; ve h e r ne olursa olsun
elimizde daha iyi etiketler yoktur. İki kısa anımsatma bu etiketleri yanlış
yorumlamayı önlem eye yardım edebilir. Bir bildirim (örneğin, ‘Tüm
balinalar yavrularını em zirir’) bir deneysel yasa olarak sınıflandırıldığı
zaman, yasanın laboratuar deneyleri üzerine dayandığını ya da yasanın
henüz hiçbir açıklaması olmayan bir yasa olduğunu ileri sürüyor olarak
yorumlanmayacaktır. “Deneysel yasa” başlığı yalnızca böyle karakterize
edilen bir bildirim in “gözlem lenebilir”in yukarıdaki örneklerin belirt­
tiği açıkça gevşek anlam ında gözlem lenebilir olan şeyler (ya da şeyle­
rin özellikleri) arasındaki bir ilişkiyi form üle ettiğini, ve yasanın onda
sözü edilen şeylerin denetim li gözlemi yoluyla geçerli kılınabileceğini
(üstelik yalnızca bir “olasılık derecesi” ile de olsa) imler. Yine, sıvıların
m oleküler yapışma ilişkin sayıltılar kümesine bir kuram dendiği zaman,
bu o sayıltılann .bütünüyle kurgul olduğunu ve herhangi bir inandırıcı
kanıt ile desteklenm ediğini ileri sürüyor olarak anlaşılmayacaktır. Bu
nitelem e ile am açlanan şey yalnızca o sayıltılann ‘m olekül’ gibi açıkça
gözlemlenebilir (daha önce değinilen anlam da) hiçbirşeyi belirtmeyen
terimleri kullandığı, ve sayıltılann böyle terim lerin açıkça gönderm ede
bulunduğu şeylerin deneyleri ya da gözlem leri yoluyla doğrulanam a-
yacaklarıdır.
Gene de, deneysel yasalar ve kuram lar arasındaki ayrımın sık sık ge­
tirilm esine ve o n u sergilem ek için kullanılan ö rneklerin kim ilerinin
ışığında en azından başlangıçta usayatkın olarak görünm esine karşın,
ayrım göz ardı edilem eyecek denli önem li problem ler yaratır. Başlan­
gıçtaki usayatkınlığı kabul edildiğinde, aynm sağlam bir biçimde iki tür
bilimsel yasa arasındaki açıkça tanınabilir aynm lar üzerine mi temelle­
nir? Dahası, ayrım için tartışm a götürm ez bir tem el belirlenebilse bile,
'Bu bölüm ağırlıklı olarak N orm an R. C am pbell’in Physics, the Elements, başlıklı
çalışmasındaki tartışm a üzerine, özellikle 6 ’ncı Bölüm üzerine dayanır, Cambridge,
İngiltere, 1920, C am pbell’in bitirilm em iş incelem esi genellikle hayranlık verici çöy
züm lem elerin çok büyük öncelikle hak ettikleri kabulü görmemiştir.
ayrım zaman zaman ileri sürüldüğü denli keskin midir, yoksa yalnızca
bir derece ayrımı mıdır? H er ne olursa olsun, ve “kuram lar” denilen o
sayıltıların öncülleri “deneysel yasalar” olarak karakterize edilen dizge­
lerden çok daha kapsamlı açıklayıcı ve tahm in edici dizgeler verdiğinin
güçlükle yadsınabildiğim kabul ederek, kuram lar bu ayrımı açıklaya­
cak hangi ayırdedici özellikleri taşır? Bunlar bu bölüm ün kendilerine
ayrıldığı sorulardır.

I. Ayrım İçin Zeminler


Deneysel yasalar ve kuram lar arasındaki ayrımın yukarıdaki açıklaması
bu etiketlerden birincisi altına alınan yasalann, ikinci etiket altına düşen
yasalardan ayrı olarak, bir nesnenin gözlem lenebilir (ya da deneysel
olarak belirlenebilir) özellikleri arasındaki ilişkileri form üle ettiği savı
üzerine dayanır. Sonuçta, ayrım “gözlemlenebilir” sözcüğüne bağlanan
tüm kötü ünlü bulanıklıklar ile lekelenir. G erçekten de, sözcüğün öyle
bir anlam ı vardır ki, b una göre tanıdık bilim lerin hiç biri (ruhbilim in
kimi dallan n ın olanaklı dışlanması ile) gözlem lenebilir şeyler arasın­
daki ilişkileri bildiren yasalar ileri sürmez, tıpkı sözcüğün “kuram lar”
denilen sayıltıların bile gözlem lenebilir konulan ele aldığını gösteren
bir anlam ının olması gibi.
Genellikle deneysel yasaların tipik örnekleri olarak değinilen bilimsel
bildirim lerin çeşitli duyu ö rgenleri yoluyla d o ğ ru d an doğruya ya da
çıkarsama olmaksızın aynmsandıklan kabul edilen veriler arasındaki, eş
deyişle epistemolojik tartışm ada “duyu verileri” denilen şeyler arasında­
ki ilişkileri ileri sürdüğünü söylemek hiç kuşkusuz yanlış olacaktır. “A n,”
(e.d. çıkarsama olmaksızın kategorilendirilen) duyu verilerini saptama
olanağını ilgilendiren tanıdık güçlükleri bir yana bıraksak bile, duyu ve­
rilerinin en iyisinden ancak aralıklı olarak ve evrensel yasalar tarafından
ancak çok büyük güçlük ile (eğer herşeye karşın olanaklı ise) form üle
edilebilen ardışık ve birleşik düzen kalıplarında yer aldığı açıktır. Ama
bu ne olursa olsun, deneysel yasaların geleneksel ö rn eklerinden hiç
biri gerçekte duyu verilerine ilişkin değildir, çünkü duyulara doğrudan
doğruya verili herşeyin çok ötesine giden kavram lan kullanır ve sayıltı-
lan içerirler. Ö rneğin sesin hızının daha az yoğun gazlarda daha yoğun
gazlarda olduğundan daha büyük olduğu biçim indeki deneysel yasayı
irdeleyelim. Bu yasa açıktır ki özdeğin sıvı ve katı olarak bilinen başka
toplak durum lanndan ayırdedilmesi gereken ve “gaz” olarak bilinen bir
toplak du ru m u n u n olduğunu varsayar; gazların belirli koşullar altında
değişik yoğunluklannın olduğunu, ve buna göre belirlenm iş koşullar
altında bir gazın ağırlığının hacm ına oranının değişmez kaldığını; ağır­
lık ve hacım ları, uzaklık ve zam anlan ölçmek için aletlerin çeşitli gereç
türlerinin mekanik, term al ve optik özelliklerine ilişkin yasalar gibi belli
yasalarda kodlanabilen belli kurallılıkları sergilediklerini; ve başkalannı.
Öyleyse açıktır ki yasada geçen terim lerin (örneğin ‘yoğunluk’ terimi)
anlam larının kendileri, ve sonuçta yasanın kendisinin anlam ı, örtük
olarak başka yasa küm elerini varsayar. Dahası, yasayı desteklem ek için
kanıt getirilirken ne yapıldığını irdelediğimizde ek sayıltılar açığa çıkar.
Ö rneğin, sesin verili bir gazdaki hızının ölçülm esinde ölçüm yinelen­
diği zaman genel olarak değişik sayısal değerler elde edilir. Buna göre,
eğer hıza belirli b ir sayısal d eğ er yüklenecekse, genellikle varsayılan
bir deneysel yanılgı yasası ile uyum içinde, bu değişik sayıların belli bir
yolda “ortalaması” alınmalıdır. Kısaca, sesin gazlardaki hızına ilişkin yasa
dolaysız duyu verileri arasındaki ilişkileri form üle etmez. Ancak oldukça
karışık çıkarsama zincirleri ve bir genel sayıltılar türlülüğü içeren yor­
dam lar yoluyla tanınabilen şeyleri ele alır.
Ö te yandan, kuram ların sık sık alıntılanan örneklerinin açık bir an­
lam da gözlem lenem ez olan şeylere ilişkin bildirim ler olmasına karşın,
kuramların görünürde gözlemlenebilir olmayanın önem li karakteristik­
lerini belli kurallar ile uyum içinde deneysel verilerden yapılan çıkarsa­
m alar yoluyla dolaylı olarak belirlem ek sık sık olanaklıdır. Görünüşte,
öyleyse, deneysel yasalar ve kuram lar ilgili nesnelerinin “gözlemlenebi­
lir” (ya da deneysel olarak belirlenebilir) konum lan açısından kökten
ayrılıyor görünm ez. Ö rneğin, özdeğin kinetik kuram ında gazlann bi-
leşeîileri olarak varsayılan m oleküller gerçekten de laboratuardaki bir
aygıt parçasının ya da giderek.bir m ikroskop yoluyla görülen dirimli
bir hücrenin gözlem lenebilir olması anlam ında gözlem lenebilir değil­
dir. Gene de, bir gazın birim hacm ındaki m oleküllerin sayısı ve ayrıca
bunların ortalam a hız ve kütleleri deney yoluyla saptanan büyüklük­
lerden hesaplanabilir; ve sonunda kuram ın gözlem lenemez nesnelere
(örneğin verili bir.zamandaki m oleküllerin konum lan gibi) gönderm e
yapan tüm terim lerinin andırım lı bir yolda deneysel veriler ile bağla­
nabileceği sayıltısında hiçbir mantıksal saçmalık yoktur. Benzer olarak,
atom ik yapı üzerine çağdaş elektronik kuram lar yoluyla konutlanan
alfa parçacıklarının ayın arka yüzünün ilkede gözlem lenebilir olması
anlam ında gözlem lenebilir olmam asına karşın, açık izleri hiç kuşkusuz
Wilson bulut o d alan n d a görülebilirdir.
Dahası, bu bağıntıda genellikle deneysel gözlem ler olarak görülen
şeylerin raporlarının sık sık belli bir kuram olduğu kabul edilen şeyin
dilinde anlatıldığını belirtm ek önemlidir. Ö rneğin, verili bir ortam dan
daha yoğun bir ortam a geçen ışık ışınları üzerine deneyler kınnım in­
deksinin ışın kaynağı ile birlikte değiştiğini gösterir. Böylece, güneş
izgesinin kızıl ucundan çıkan bir ışının m or uçtan gelen bir ışının oldu­
ğundan ayn bir kınnım indeksi vardır. Bununla birlikte, böyle deneyler
üzerine dayanan deneysel yasa açıkça gözlemsel terim lerde (örneğin
ışık ışınlarının g ö rü lü r ren k lerin in terim lerinde) değil, am a bir ışık
ışınının kınnım indeksi ve dalga sıklığı arasındaki ilişkinin terim lerinde
form üle edilir. Işığın dalga kuram ının düşünceleri böylece görünürde T
deneysel yasanın bildirimi içine soğrulur. Daha genel olarak, deneysel
oldukları ileri sürülen yasalann birçok bildirimi yalnızca deneysel olduk-
lan ileri sürülen başka yasalan sorgusuzca kabul etm ekle kalmaz, ama
görünürde anlam larının parçası olarak açıkça kuramsal olan sayıltılar
kapsar.
Bu tü rd e n çeşitli n e d e n le rd e n ö tü rü k o n u n u n b irçok öğrencisi
‘deneysel yasa’ ve ‘k uram ’ etiketlerinin tem elden ayrı türde olan yasa­
ları imlemediği, am a en iyisinden yalnızca derece aynm ları gösterdiği
vargısını çıkarmışlardır. Bu öğrencilerin görüşünde öyleyse aynmın olsa
olsa çok az yöntembilimsel önem i vardır.
“Gözlemlenebilir” sözcüğüne yararlı olarak yüklenebilecek tam olarak
sağın bir anlam ın olup olmadığı kuşkuludur; ve deneysel yasalar ve ku­
ram lar arasındaki aynm ın gözlem lenebilir olan ve olmayan arasındaki
bir zıtlık üzerine dayandığı düzeye dek, ayrım açıkça keskin bir ayrım
değildir. H er ne olursa olsun, deneysel yasalar ve kuram lar arasında
ayrım yapmak için hiçbir sağın ölçüt yoktur ve burad a böyle bir ölçüt
önerilm eyecektir. G ene de b u n d an ayrımın düzm ece çünkü bulanık
olduğu sonucu çıkmaz, tıpkı bir insanın kafasının önü ve arkası arasında
hiçbir ayrım olm adığının çünkü ikisini ayıran sağın bir çizgi olmadığı­
nın söylenemeyecek olması gibi. G erçekte “deneysel” demeyi sürdüre­
ceğimiz yasalan “kuram lar” olarak belirttiğimiz başka genel sayıltılardan
ayırdeden çeşitli belirgin özellikler vardır; ve o özellikleri incelemeye
geçiyoruz. Tartışma altındaki ayrımın kabul edilen bulanıklığına karşın
önem li bir ayrım olduğunu göreceğiz.

1. Belki de deneysel yasaları kuram lardan ayırdeden en çarpıcı tek


özellik birincilerde “betim leyici” (e.d. mantıksal-olmayan) değişmez
terim lerden h e r birinin, am a İkincilerde genel olarak böyle terim ler­
den ancak kimilerinin, belli özgül koşullar gerçekleştiğinde gözlemsel
olarak tan ın ab ilir b ir özelliğin terim ini yüklem lem ek için en az bir
açık yordam a bağlanm ış olmasıdır. Bir deneysel yasadaki bir terim ile
bağlanan yordam böylece bir terim için salt bölüm sel de olsa belli bir
anlam saptar. S onuçta, b ir deneysel yasa, kuram sal b ir bildirim den
ayrı olarak, h e r d u ru m d a belirli bir görgül içerik taşır ki, ilkede h er
zam an o y ordam lar yoluyla elde edilen gözlemsel kanıt ile denetle­
nebilir. Sesin gazlardaki hızı ile ilgili olarak daha önce alıntılanan yasa
bu noktaları açıkça örnekler. Bir gazın yoğunluğunu saptam ak için
ve sesin gazlardaki hızını ölçmek için yerleşik yordam lar vardır; ve bu
yordam lar yasadaki karşılık düşen terim lerin yorum lanm asında ilgili
anlam lan belirler. Yasa öyleyse o yordam lar yoluyla kazanılan verilerin
ışığında sınanabilir.
Buna göre, bir Y deneysel yasasındaki h e r betimleyici terim in açık
bir gözlemsel yordam ya da laboratuar yordamı yoluyla saptanmış bir
anlam ı vardır. Dahası, eğer F ’nin gerçek bir görgül içeriğinin olduğu
(sonuçta yalnızca o nda yer alan bir terim i tanımlayan bir bildirim ile
zıtlık içinde) varsayılırsa, F ’deki terim ler ile bağlanan yordam lar ge­
nelde örtük olarak Y ’yi kullanm aksızın kurulabilir. Böylece bir gazın
yoğunluğu, ve ayrıca sesin b ir gazdaki hızı, sesin b ir gazdaki hızının
gazın yoğunluğu üzerine bağımlılığını ilgilendiren yasayı hiç kullanma­
yan yordam lar aracılığıyla saptanabilir. Sonuçta, verili bir B terim inin
işlemsel anlam ının B ’nin Y tarafından yasadaki başka terim ler ile taşı­
dığı ileri sürülen ilişkileri nedeniyle büyütülebilm esine karşın, genel
olarak B F ’de yer alm asından bağımsız ve F ’de yer alm asından ötürü
kazanabileceği herhangi bir ek anlam dan ayırdedilebilir belirli bir an­
lam taşır. Öyleyse bir deneysel yasa için doğrudan kanıt (e.d. yasanın
yüklemleme alanı içine düşen örneklerin bir yoklaması üzerine dayalı
kanıt) elde etm ek olanaklıdır, yeter ki deneysel teknolojinin şimdiki
sınırlam alarından kaynaklanan güçlükler yolda durm asın.
Bununla birlikte, sık sık bir deneysel yasadaki bir terimi som ut bir içe­
riğe uygulamak için elde birden çok açık yordam ın bulunm ası gibi bir
durum vardır. Bir terim birden çok deneysel yasaya girdiği zaman genel­
likle durum budur. Ö rneğin, ‘elektrik akım ı’ terim i elektrik akımlarım
sırasıyla manyetik, kimyasal ve term al fenom enler ile ilişkilendiren en
az üç«ayrı deneysel yasaya girer. Buna göre, bir elektrik akım ının gücü
manyetize edilmiş bir iğnenin, sapması yoluyla, verili bir zam anda bir
çözeltiden biriktirilen güm üş gibi bir elem entin niceliği yoluyla, ya da
verili bir zamansal aralık sırasında ölçün bir tözün sıcaklığındaki artış
yoluyla ölçülebilir. Ama böyle değişik yordam ların kullanım ının tem e­
linde yatan örtük sayıltı bunların uyumlu sonuçlar vermesidir. Böylece,
tek bir yordam tarafından belirlendiklerinde eşit güçte olan iki akım
öteki yordamlar tarafından yargılandıklarında eşit güçtedir (hiç olmazsa
yaklaşık olarak). Dahâsı, bir deneysel yasadaki bir terim için elde böyle
çeşitli açık yordam lar.bulunduğu zaman, birçok bilim alanında durum
sık sık yordam lardan birinin terim i “tanım lam ak” için ve belirttiği özel­
liği ölçmek için ölçün olarak seçilmesidir.
Deneysel yasalardaki betimleyici terim ler için bir kural olarak geçerli
olan şey ile zıtlık içinde, k uram larda yer alan betimleyici terim lerin
tüm ünün olmasa da birçoğunun anlamı böyle açık deneysel yordamlar
yoluyla belirlenm ez. Hiç kuşkusuz, kuram lar sık sık belli tanıdık ge­
reçlere andırım içinde kurulur, öyle ki pekçok kuramsal terim yaratıcı
andıranlardan ( the generating analogies) türetilen tasarım lara ve imge­
lere bağlanır. Buna karşın, pekçok kuramsal terim in işlemsel anlamı ya
terimleri içeren kuramsal konutlam alar yoluyla örtük olarak tanımlanır,
ya da kuram ın en sonundaki olanaklı kullanım larının ışığında yalnızca
dolaylı olarak saptanır. Böylece ‘elek tro n ,’ ‘n ö trin o ’ ya da ‘g en ’ gibi
kuram sal terim ler küçük özdek kırıntılarını karakterize eden özellik­
lerin kim ilerine (am a zorunlu olarak tüm üne değil) iye olan “parça­
cıklar” olarak yorum lanabilse de, o terim leri onların deneysel olarak
tanınabilir durum larına uygulamak için hiçbir açık yordam yoktur. Bu
noktalar birazdan genişletilecektir. Şimdilik yalnızca şu önem li sonucu
belirtiyoruz ki, bir kuram ın tem el terim leri genel olarak onları uygula­
mak için belirli deneysel yordam lar ile bağlantılı olm adığına göre, bir
kuram ın görünürdeki yüklemleme alanı içine düşen durum lar gözlem­
sel olarak tanınam az ve böylece bir kuram (bir deneysel yasadan ayrı
olarak) doğrudan bir deneysel sınam adan geçirilemez.

2. Deneysel yasalar ve kuram lar arasındaki tam şimdi tartışılan ayrıma


dolaysız bir sonurgu şudur: Birinciler ilkede gözlenen verilerde işlediği
bulunan ilişkiler üzerine dayalı tüm evanm lı genellem eler olarak öne­
rilebilir ve ileri sürülebilirken, İkinciler için durum hiçbir zaman böyle
olamaz. Ö rneğin, Böyle kendi adıyla anılan yasayı basınçlar değişirken
değişmez sıcaklıktaki gazların hacım larındaki değişim leri inceleyerek
elde edilen gözlem ler ü zerin e dayandırdı; ve gözlenen örn ek lerd e
doğru olanın evrensel olarak doğru olduğu sayıltısı üzerine, basınç ve
hacımdaki ters değişim lerin genel olarak geçerli olduğunu ileri sürdü.
Hiç kuşkusuz sık sık bir deneysel yasayı yalnızca doğrudan doğrulayıcı
veriler yoluyla değil am a ayrıca dolaylı kanıt yoluyla da desteklemek ola­
naklıdır; bu ikinci destek tipi sık sık deneysel yasa kapsayıcı bir yasalar
dizgesinin içine katıldığı zaman sağlanabilir. Böylece Galileo’n u n ser­
best düşm edeki cisimler için yasası böyle cisimlerin çeşitli zam anlarda
geçtiği uzaklıklar üzerine veriler yoluyla doğrudan doğruya doğrulana­
bilir; yasa ayrıca yalın sarkaçların dönem leri üzerine deneyler yoluyla da
dolaylı olarak doğrulanabilir, çünkü Galileo’nun yasası ve yalın sarkaçlar
için yasa N ew ton’ın m ekanik dizgesi içerisine katılm aları dolayısıyla
yakından ilişkilidir. Kimi deneysel yasaların (örneğin ışığın iki-eksenli
kristallerdeki konik kırınım ım ilgilendiren yasanın) ilkin kuramsal ir­
delem eler tarafından önerildiği ve ancak daha sonra doğrudan deney
tarafından doğrulandığı da eşit ölçüde yadsınamayacak bir olgudur.
Buna karşın, bir deneysel yasanın o n u n için doğrudan deneysel kanıt
elde edilebilir oluncaya dek yerleşmiş olarak görülm ediği biçimindeki
özsel nokta ortada kalır.
B u nunla b irlikte, d u ru m u n doğasına göre, b ir kuram gözlem sel
verilerden görgül bir genellem e olamaz, çünkü genel olarak kuram ın
görünürdeki yüklemleme alanı içine düşen deneysel olarak tanınabilir
hiçbir örnek yoktur. Seçkin bilimciler yineleyerek kuram ların “anlığın
özgür yaratılan” olduğunu ileri sürmüşlerdir. Böyle savlar açıktır ki ku­
ram ların gözlemsel gereçler tarafından önerilemeyeceği ya da kuram lann
gözlemsel kanıttan destekler gerektirm ediği anlam ına gelmez. Böyle
savların haklı olarak ileri sürdüğü şey bir kuram ın tem el terim lerinin
belirli deneysel yordam lar yoluyla saptanan anlam ları taşıma gereksi­
nim inde olm adığı, ve b ir kuram ın o n u n için kanıtın zorunlu olarak
dolaylı olması olgusuna karşın yeterli ve verimli olabileceğidir. Gerçek­
ten de, m odern bilim in tarihinde öyle kuram lar vardır ki, o açıklayıcı
sayıltılar için elde hiçbir yeni deneysel doğrulam anın bulunm adığı bir
sırada birçok1bilimci tarafından kabul edilm işlerdir. O sırada onları
kabul etm ek için biricik zem in d ah a önce birikm iş gözlem verileri
yoluyla doğrulandıkları varsayılan deneysel yasalan açıklayabilmeleri
olgusu idi. Bu bir zamanlar güneş dizgesi üzerine Kopernik kuramının,
ışığın cisimcik kuram ının, kimyada atom kuram ının, ve gazların kinetik
kuram ının konum u idi.2
Buna göre, bir deneysel yasa verili bir kuram yoluyla açıklandığı ve
böylece İkincinin d ü şüncelerinin çerçevesi içine katıldığı (birazdan
tartışılacak bir tarzda) zam an bile, yasa için geçerli olmayı sürdüren
iki karakteristik vardır. Yasa kuram dan bağımsız olarak form üle edile­
bilecek b ir anlam ı sürdürür, ve o n a kuram ın en son yıkılışından sağ
çıkma yeteneğini verebilecek gözlem kanıtı üzerine dayanır. Böylece,
W ien’in yer-değiştirme yasası (ki bir kara-cismin yaydığı ışımanın izge-
sindeki maksimum eneıjinin konum una karşılık düşen dalga boyunun
ışıma yapan cismin saltık sıcaklığı ile ters orantılı olduğunu ileri sü rer),
yasayı açıklayan klasik elektrodinam ik Planck’ın q u an tu m hipotezi­
nin getirilmesi yoluyla değişkiye uğradığı zaman reddedilm edi. Ne de
B akner’ın yasası (ki b u n a göre hidrojenin ve başka elem entlerin izge-
lerindeki çizgilere karşılık düşen dalga frekansları yalın bir sayısal for­
müle uygun düşen bir dizideki terim lerdir) yasayı açıklayan Bohr atom
kuram ının yeri “yeni quan tu m m ekaniği” tarafından alındığı zaman
terk edildi. Böyle olgular bir deneysel yasanın deyim yerindeyse kendi
yaşamı o ld u ğ u n u bejirtir ki, bu yaşam yasayı açıklayabilen herhangi
bir tikel kuram ın sürm ekte olan yaşamı üzerine olumsal değildir. Bir
deneysel yasanm verili bir kuram a tam soğrulması olarak görünen şeye
karşın— öyle ki kuram ın özel teknik dili g iderek yasayı bildirm ede
bile kullanılabilir— , yasa o n u n la o kuram yoluyla açıklanması nede­
niyle bağlı olan anlam lara gönderm e olmaksızın anlaşılabilir olm alıdır
(ve doğrulanabilir olm alıdır). G erçekten de, eğer verili bir kuram ın
açıklama savında olduğu yasalar için du ru m bu olmasaydı, kuram için
açıklayacak hiçbirşey olm azdı. Öyleyse hiç olmazsa, ve ölüm cül bir
döngüsellik pahasına, bir deneysel yasada yer alan terim ler bölümsel
2Sir A rthur E ddington 1923’te genel görelilik kuram ı üzerine kitabını yayımladığı
zaman, kuram a duyulan yaygın ilginin Newton yasalarından görelilik kuram ının tah­
min ettiği çok küçük sapm aların deneysel doğrulanm alarına bağlı olduğunu belirtti.
Ama şunları ekledi: “Eski inancı bırakm ada henüz duraksam a gösteren ve gönülsüz
olanlar için, bu sapm alar başlıca ilgi özeği olarak kalacaktır; am a yeni düşüncele­
rin tinini yakalamış olanlar için gözlemsel tahm inler konunun yalnızca önemsiz bir
parçasını oluşturur. Kuram için onun fizik dünyasının daha önce ulaşılandan daha
du ru ve daha keskin bir anlayışına götürdüğü ileri sürülür, ve kuram ı fiziğin büyük
yasalannın köken ve imlemleri üzerine en büyük ışığı düşüren bir biçimde geliştirmek
amacım olmuştur."—A. S. Eddington, The Mathematical Theory of Relativity, Cambridga,
İngiltere, 1924, s. v.
olarak başka bir kuram dan türetilen anlam lan taşısa bile, terim lerin
yasayı açıklamak için kabul edilen tikel kuram dan bağımsız olarak bil­
dirilebilir (ne yazık ki yalnızca bölüm sel olarak bildirilebilir) belirli
anlam ları olmalıdır.
Öte yandan, kuramsal kavramlar onları örtük olarak tanımlayan tikel
kuram dan ayrı olarak anlaşılamaz. Bu durum kuram sal terim lere bir
kuram ın konutlam alan tarafından benzersiz bir belirli anlam lar küme­
sinin yüklenmemiş olmasına karşın, izin verilebilir anlam ların konutla-
maların terim leri içine yerleştirdiği karşılıklı ilişkiler yapısını doyuran
anlam lara sınırlı olm asından doğar. B una göre, b ir kuram ın tem el
konutlam alan değiştirilince, tem el terim lerinin anlam ları da değişir,
üstelik (sık sık olduğu gibi) aynı dilbilimsel anlatım lar değişkiye uğra­
mış kuram da başlangıçtaki kuram da olduğu gibi kullanılmayı sürdürse
bile. Yeni kuram önceki kuram ın bir açıklamalannı veremediği deneysel
yasaları açıklamaya ek olarak büyük olasılıkla önceki kuram ın açıkla­
yabildiği tüm deneysel yasalan da açıklamayı sürdürecektir. Ama yeni
kuram ın değişmiş kuramsal içeriği dolayısıyla, deneysel yasalar yoluyla
form üle edilen ve hem başlangıçtaki hem de değişkiye uğramış kuram
yoluyla açıklanan gözlemsel olarak saptanabilir kurallılıklar gerçekte
ayn kuramsal yorum lar kazanır.
Bu noktalar daha tam olarak örneklendirilm eyi hak eder. Bu amaç­
la, M illikan’m ü n lü yağ-damlası deneyini irdeleyelim . Deney (ilkin
1911 ’de yapıldı ve d ah a sonra gelişmiş teknikler ile birçok kez yine­
lendi) “elektronlar” adı verilen gözlemlenemez parçacıklann varoluşu­
nu konutlayan bir kuram ın çerçevesi içerisinde yapıldı. Elektronların
parçacıkları karakterize ed en özelliklerin olağan donatım ına (verili
bir zam anda belirli uzaysal konum lar, o zam anlardaki belirli hızlar, ve
kütleler gibi) iye olduğu, ve ek olarak öğesel bir elektrik yükünün taşı­
yıcıları oldukları varsayıldı. M illikan’ın deneyinin amacı öğesel yükün
e sayısal değerini belirlem ekti. Ö zünde deney ince bir yağ dam lasının
yalnızca yerçekim inin etkisi altında iki yatay m etal plaka arasında de­
vinirken taşıdığı hızı, ve yağ damlasının (plakalar üzerine yerleştirilmiş
elektrik yüklerinin dam la üzerinde bir yük indüklem iş olm asının bir
sonucu olarak) hem yerçekim i kuvvetinin hem de elektrostatik kuv­
vetlerin etkisi altında devinirken taşıdığı hızı karşılaştırmaktan oluşur.
Deney plakalar üzerine yerleştirilen yük m iktan değişirken yağ dam la­
sının hızının da değiştiğini gösterir. B ununla birlikte, yerleşik deneysel
yasalan kullanarak damla üzerinde onun deviminde gözlenen aynm lan
açıklayacak indüklenm iş yüklerin büyüklüğünü hesaplam ak olanaklı­
dır. Millikan deneysel yanılgının sınırları içerisinde dam la üzerinde­
ki yüklerin h e r zam an b ir e öğesel yükünün (4,77x10-10 elektrostatik
birim) tamsayılı katlan olduğunu buldu; ve b una göre e’nin minimal
elektrik yükü olduğu vargısını çıkararak b u n u elektronun üzerindeki
yük ile özdeşleştirdi.
Bununla birlikte, yağ-damlası deneyini (yalnızca an ahatta olsa da)
elektronlara g ö nderm e yapmaksızın betim lem iş olduğum uza dikkat
etm ek önemlidir. Deneyin daha ayrıntılı bir açıklaması benzer bir yolda
yerine getirilebilir. Öyleyse açıktır ki, deneyi elektronlar kuram ı var-
sayılmaksızın yerine getirm ek ve yordam ını iletm ek olanaklıdır. Elek­
tron kuram ı gerçekten de deneyi önerm iştir, ve deneyin bulgularının
aydınlatıcı ve verimli bir yorum unu sunar. B ununla birlikte, elektron
kuramı Millikan’ın deneyi ilk kez yerine getirm esinden bu yana önemli
değişkilere uğramıştır; ve elektron kuram ının bir gün tam olarak terk
edilebilecek olması bütünüyle düşü n ü leb ilird ir (gerçi şimdilik olası
olmasa da). Buna karşın, Millikan’ın kurulmasına yardım ettiği deneysel
yasanın (yani, tüm elektrik yükleri belli bir öğesel yükün tamsayılı kat­
landır) doğruluğu kuram ın yazgısı üzerine olumsal değildir; ve, onun
için doğrudan gözlemsel kanıtın yasayı doğrulaması sürdükçe, gelecekte
onun için açıklamalar olarak kabul edilebilecek uzun bir kuram lar dizi­
sinden sonra da ayakta kalabilir. Ö te yandan, bir elektron olm anın ne
olduğunu ‘e le k tro n ’ sözcüğünü içeren b ir kuram bildirir; ve kuram
değiştirilince, sözcüğün anlamı değişkiye uğrar. Özel olarak, aynı ‘elekt­
ro n ’ sözcüğünün özdeğin elektronik yapısı üzerine quantum-öncesi ku­
ramlarda, Bohr kuram ında, ve Bohr-sonrası kuram larda kullanılmasına
karşın, sözcüğün anlam ı tüm bu kuram larda aynı değildir. Buna göre,
yağ-damlası deneyi ile saptanan olgular bu çeşitli kuram lardan değişik
yorum lar kazanır, üstelik h e r bir d urum da olgulann deney yoluyla be­
lirlenen öğesel yükün “elektron üzerindeki” yük olduğunun söylenmesi
yoluyla form üle edilm esine karşın.

3. Deneysel yabalar ve k uram lar arasında geçerken sözü edilmeye


d eğ er bir başka belirgin ayrım d ah a vardır. Bir deneysel yasa kural­
dışı olmaksızın tekiLbir bildirim de form üle edilir; b ir kuram hem en
h em en kuraldışı olmaksızın çeşitli ilişkili bildirim lerin bir dizgesidir.
Ama bu açık ayrım yalnızca d ah a etkileyici ve imlemli birşeyin belir­
tisidir: Kuram ların daha büyük genelliklerinin ve göreli olarak daha
kapsayıcı açıklama güçleri. D aha önce belirtildiği gibi, deneysel yasa­
lar bireysel olaylann yer almasını açıklamak ve tahm in etm ek için ve
ayrıca başka deneysel yasaları açıklam ak için kullanılabilir. B ununla
birlikte, deneysel yasaların açıklayabildiği gereçler kolayca saptanabilir
belli bakım lardan nitel olarak benzerdir, ve şeylerin oldukça belirli bir
sınıfını oluşturur. Örneğin, sıvılann kaldırma kuvvetini ilgilendiren Arşi-
medes yasası bir başka deneysel yasalar türlülüğünü açıklamayı olanaklı
kılar: Buzun suda yüzmesi yasası, katı b ir kurşun kürenin suda batar­
ken uygun bir kalınlıktaki boş bir kurşun kürenin onda yüzmesi yasası,
ya da yağda yüzen herşeyin suda da yüzmesi yasası. Ama bu yasaların
alanı içine düşen gereçler arasındaki ayrımlara karşın, yasalann tüm ü r
de yüzme fenom enlerini ele alır. Arşimedes’in yasası ile açıklanabilen
şeylerin erim i böylece oldukça d ar bir erimdir. Başka deneysel yasalar
bu karakteristiği paylaşır. Bu aslında kaçınılmazdır, çünkü bir deneysel
yasada yer alan terim ler anlam larını ve uygulama erim lerini saptayan
küçük bir sayıda belirli açık yordam lar ile bağlıdır.
Ö te yandan, bilim deki ö nde gelen kuram lardan birçoğu çok daha
geniş bir deneysel yasalar türlülüğünü açıklama yeteneğindedir ve böy­
lece nitel olarak çarpıcı bir biçim de benzem ez olan geniş bir gereçler
erim ini ele alabilir. Kuramların bu özelliği hem kuramsal kavramların
değişmez bir deneysel yordam lar kümesi yoluyla belli gözlem gereçleri­
ne bağlanmış kalmamaları olgusu ile, hem de kuram ların karmaşık sim­
gesel yapılarından ö tü rü bir kuram ı birçok değişik alana genişletm ede
daha çok özgürlük derecesinin kullanılabilir olması olgusu ile ilişkilidir.
Newton kuram ının gezegen deviminin, serbest düşm edeki cisimlerin,
dalga eyleminin, d ö n en kütlelerin şekillerinin yasalarını açıklamadaki
başarısından daha önce söz ettik; ve b unlara sıvıların ve gazların kal­
dırm a güçleri ile, kılcallık fenom eni ile, gazların ısıl özellikleri ile ve
başka pekçok şey ile ilgili yasaları ekleyebiliriz. Benzer olarak, çağdaş
quantum kuramı izge fenom enlerinin, katı ve gazların ısıl özelliklerinin,
radyoaktivitenin, kimyasal etkileşim lerin, ve başka birçok fenom enin
deneysel yasalarını açıklayabilir.
G erçekten de bir kuram ın önem li işlevlerinden biri de nitel olarak
benzem ez nesnelere ilişkin deneysel yasalar arasındaki dizgesel bağın­
tıları sergilemektir. Bu bakım dan doğa bilim lerinin, ve başlıca fiziğin
kuram ları özel olarak belirtm eye değerdir, üstelik giderek fizikte bile
tüm bu kuram ların bu hedefe ulaşm ada eşit düzlem de durm am asına
karşın. B ununla birlikte, daha şim diden yerleşmiş deneysel yasaların
açıklanması kuram lardan yerine getirm eleri beklenen biricik işlev de­
ğildir. Kuramların oynadığı ve onları deneysel yasalardan ayırdeden bir
başka rol yeni deneysel yasalar için ö neriler sağlamaktır. Ö rneğin bir
öğesel yükün taşıyıcıları olarak elektronlar sayıltısı ile elektron kuramı
yükün büyüklüğünün deney yoluyla saptanıp saptanamayacağı pro b ­
lemini düşündürdü. Eğer bir atomistik elektrik kuram ı ilkin kuram ın
ışığında önem li görü n en ve deney tarafından bir çözüme bağlanması
gereken bir soruyu ortaya getirm emiş olsaydı, M illikan’ın (ya da başka
birinin) yağ-damlası deneyini tasarlayacak olmasını düşünm ek güçtür.
Böylece, görünürde hiç kimse ısının ölçülebilir niceliklerinin tüm ünün
öğesel bir “ısı nicesi”nin tamsayılı kadarı olup olmadığına deneysel araç­
lar yoluyla karar vermeyi üstlenmemiştir. En azından usayatkın olarak
varsayılabilir ki, böyle hiçbir deneyin yapılmamış olmasının nedeni ısı
nicelerinin varoluşunu kabul ed en hiçbir ısı kuram ının geliştirilm e­
miş ve böylece sonuçta böyle bir önsav üzerine deneysel araştırm anın
önem li bir girişim olarak görünm em iş olmasıdır.
II. K uram larda Üç B ü yü k Bileşen
Öyleyse deneysel yasaları kuram lardan ayırdetmek için bütünüyle geçer­
li gerekçemiz vardır, üstelik ayrım sağın bir ayrım olmasa bile. H er ne
olursa olsun, ayrımı büyük ölçüde şimdi gözden geçirilen nedenlerden
ö tü rü kabul edeceğiz; am a o n u ayrıca bir ölçüde “kuram lar” dediği­
miz şeylerin soysal karakteristiklerini taşıyan açıklayıcı önsavlar ile ilgili
önem li problem leri elverişli bir başlık altında sıralamamıza izin verdiği
için de kabul edeceğiz. Şimdi kuram ların eklemlenişine daha yakından
bakacağız, ve bilimsel kılgıda genellikle gözlem ve deney nesneleri ola­
rak görülen sorunlar ile hangi tarzda ilişkili olduklarını yoklayacağız.
Çözümleme amacı ile, bir kuram da üç bileşeni ayırdetmek yararlı ola­
caktır: (1) açıklayıcı dizgenin mantıksal iskeleti olan ve dizgenin temel
kavramlarını “örtük olarak tanımlayan” bir soyut kalkülüs; (2) sonuçta
soyut kalkülüse o n u som ut gözlem ve deney gereçleri ile ilişkilendire-
rek görgül bir içerik atayan bir kurallar kümesi; (3) soyut kalkülüs için
bir yorum ya da m odel, ki iskelet için az çok tanıdık kavramsal ya da
görselleştirilebilir gereçlerin terim lerinde b ir m iktar et sağlayacaktır.
Bu ayrımları şimdi sözü edilen düzen içinde geliştireceğiz. Bununla bir­
likte, onlara edimsel bilimsel kılgıda seyrek olarak belirtik formülasyon
verilir; ne de kuramsal açıklam aların kuruluşundaki edimsel evrelere
karşılık düşerler. Burada kabul edilen açımlama düzeninin öyleyse ku­
ram ların bireysel bilimcilerin düşüncelerinde yaratılışındaki zamansal
düzeni yansıttığı kabul edilmemelidir.

1. Bir bilimselTcuram (örneğin gazların kinetik kuramı) sık sık tanıdık


deneyim gereçleri tarafından ya da başka kuram larda belirtilen belli
özellikler tarafından önerilir. Kuramlar gerçekte genellikle öyle formüle
edilir ki, az çok görselleştirilebilir çeşitli kavram lar o n lard a yer alan
manüksal-olmayan anlatım lar ile, eş deyişle ‘molekül’ ya da ‘hız’ gibi be­
timleyici” terim ler ya da “nesnel içerik” terim leri ( “subject matter”terms)
ile bağlıdır ve bunlar, ‘eğ er-o zam an’ ve ‘h e r’ gibi mantıksal parçacık­
lardan ayrı olarak, biçimsel m antığın sözlüğüne ait değil am a belli bir
özel nesnel içerik ile ilgili söyleme özgüldür. G ene de, bir kuram ın
mantıksal-olmayan terimleri h er zaman norm al olarak onlara eşlik eden
kavram ve im gelerden bu sonuncuların göz ardı edilmesi yoluyla ayrıla­
bilir, ve böylece dikkat yalnızca terim ler arasındaki mantıksal ilişkilere
yöneltilir. Bu yapıldığı zaman, ve bir kuram bir tüm dengelimli dizgenin
biçimini kazanacağı bir yolda dikkatle kodlandığı zaman (bir görev ki,
gerçi kılgıda sık sık güç olsa da, ilkede gerçekleştirilebilirdir), kuram ın
tem el sayıltıları soyut bir ilişkisel yapıdan başka birşey form üle etmez.
Buna göre, bu bakış açısında bir kuram ın temel sayıltıları bir soyut ya da
yorumlanmamış konutlamalar kümesi oluşturur ki, bunların oluşturucu,
mantıksal-olmayan terimleri kendilerine konutlam alardaki yerlerinden
ötü rü düşen d en başka hiçbir anlam ı taşımaz, öyle ki kuram ın tem el
terimleri kuram ın konutlam aları yoluyla “örtük olarak tanımlanır.” Da­
hası, temel kuramsal terim lerin kuram ın konutlam aları yoluyla yalnız­
ca örtük olarak tanım lanm ası ölçüsünde, konutlam alar hiçbirşey ileri
sürmez, çünkü bildirim lerden çok bildirim -biçim leridirler (eş deyişle,
bildirim ler olmaksızın bildirim biçimi taşıyan anlatım lardırlar), ve an­
cak onlardan mantıksal tüm dengelim kuralları ile uyum içinde başka
bildirim-biçimlerini türetm e gibi bir amaçla araştırılabilirler. Kısaca, tam
olarak eklem lenm iş bir bilimsel kuram o nda kuram ın iskelet yapısını
oluşturan bir soyut kalkülüsü kucaklar.
Birkaç örn ek bir kuram ın konutlam aları onlarda yer alan terim leri
örtük olarak tanım lar dediğim izde ne dem ek istediğimizi açıklamaya
yardım edecektir. Bir soyut kalkülüsün tanıdık bir örneği konutlam a-
cı bir tarzda geliştirilmiş tanıtlam alı Euklides geometrisidir. Dizgenin
konutlam aları sık sık tem el terim ler olarak ‘no k ta,’ ‘çizgi,’ ‘düzlem ,’
‘arasında yatar,’ ‘ile bitişik’ ve b u tü rd e n d ah a başka anlatım lar ile
bildirilir. Bu anlatım ların yaygın olarak tanıdık uzaysal betilenim leri
ve ilişkileri karakterize etm ek için kullanılm asına ve öyleyse genel ola­
rak uzaysal deneyimimiz ile bağlanmış yan-anlamlar ile kullanılmasına
karşın, böyle yan-anlam lar konutlam aların tüm dengelim li açınım ına
ilgisizdir ve göz ardı edilmeleri en iyisidir. Gerçekten de, o anlatımların
tanıdık am a bulanık anlam larının dizgedeki tanıtlam aların sağınlığı-
na zarar verm esinin ö n ü n e geçebilm ek için, tanıtlam alı geom etrinin
konutlam aları sık sık gerçekte d ah a d ü şü n d ü rü c ü am a ayrıca daha
dikkat dağıtıcı ‘n o k ta ’ ve ‘çizgi’ gibi yüklem ler yerine TV’ve ‘Ç ’gibi
yüklem değişkenleri kullanarak form üle edilir. Ama h e r ne olursa ol­
sun, “Bir nokta nedir?” ve “Bir çizgi nedir?” (ya da andırım lı olarak,
‘W ve Ç ne tü r şeylerdir?”) so ru ların a g eo m etrin in konutlam alı ele
alınışında verilebilecek biricik yanıt noktaların ve çizgilerin konutla-
m alarda bildirilen koşulları doyuran herhangi iki şey olduğudur. Bu
anlam dadır ki ‘n o k ta’ ve ‘çizgi’ sözcükleri örtük olarak konutlam alar
yoluyla tanımlanır.
Benzer olarak, gazların kinetik kuram ı gibi b ir fiziksel kuram ı for­
müle eden sayıltılar ‘m olekül’ ya da ‘m oleküllerin kinetik eneıjisi’ gibi
terim ler için yalnızca örtük bir tanım sağlar. Çünkü sayıltılar yalnızca
bu terim leri içeren ilişkilerin yapısını bildirir, ve böylelikle o terimleri
etiketler olarak alabilen herhangi birşey ile doyurulacak biçimsel ko­
şullan getirir. Hiç kuşkusuz, bu terim ler genellikle sezgisel olarak doyu­
rucu im gelerin ve tanıdık kavramların bir kümesi ile bağlıdır. Sonuçta,
terim lerin o n lan içeren konutlam alardan bağımsız olarak anlamlı gö­
rünm esini sağlayan önerici bir güçleri vardır. Buna karşın, örneğin bir
molekül olm anın ne dem ek olduğu kuram ın sayıltılan yoluyla bildirilir.
Gerçekten de, m oleküllerin “doğası”nın ne olduğunu saptam anın biri­
cik yolu molekül kuram ının konutlam alarım yoklam aktan geçer. H er
ne olursa olsun, kuram dan beklenen işi yapan şey konutlam alar yoluyla
örtük olarak tanım landığı gibi ‘m olekül’ kavramıdır.
Ö nem leri nedeniyle, örtük tanım ların karakterini daha tam olarak
örneklem ek istenebilir birşeydir. B ununla birlikte, geom etrik kalkülüs
burada ayrıntıda sunulamayacak kadar karmaşıktır; ve önem li bilimsel
kuram lardan herhangi birinde yerleşmiş kalkülüslerin karmaşası daha
da büyüktür. Ö rtük tanım ların oldukça yalın bir örneği aşağıdaki soyut
konutlam alar kümesi tarafından sağlanır. Aritmetiğin terminolojisine ek
olarak, konutlam alar sınıflar kalkülüsünün dilini kullanır. Eğer A ve B
herhangi iki sınıf ise, mantıksal toplamları A v B üyeleri ya A ’ya ya B ’ye
ya da her ikisine de ait olan sınıf iken, mantıksal çarpımları A ■B üyeleri
hem A ’ya hem de B ’ye ait olan sınıftır; A sınıfının -A tümleyicisi A ’ya
ait olmayan öğelerin sınıfıdır; ve sıfır-sınıfı A hiçbir üye kapsamayan
sınıftır. Dizgenin d ört konutlam ası vardır:

1. A 'bir sınıftır, ve F K 'n in alt-sınıflarının b ir sınıfıdır, öyle b ir yolda ki e ğ er


A / r’nin b ir üyesi ise -A d a öyledir; ve e ğ er B d e F n in bir üyesi ise o zam an A v
B v e A - B d e öyledir. (Teknik d ilde, F ye “ATüzerindeki sınıfların alanı" denir.)
2. /"d e k i h e rh a n g i b ir A için, A ile p (A) ^ 0 olacağı b ir yolda bağ lan ü lı bir
g erçek p ( A ) sayısı vardır.
J - p( K) = l.
4. E ğer A ve B F d e ise ve A ■B = a ise, o zam an p ( A v B) = p( A) + p ( B ) .

Bu küm eden büyük bir sayıda teorem türetm ek olanaklıdır, ö rn e­


ğin / ”deki herhangi bir A için, 0 £ p (A) ^ 1 teorem ini, ya da /"deki
herhangi bir A ve B için, p ( A v B) = p(A) + p(B) - p (A • B) teorem ini.
B ununla birlikte; şimdi ilgimiz teorem lere eğil, am a konutlam aların
(ve sonuçta ayrıca teorem lerin) sağladığı ö rtü k tanım lara yöneliktir.
Konutlam alar hangi özgül sınıfların tartışm a altında olduğunu ve her
bir sınıf ile bağlantılı p sayısının im lem inin ne o ld u ğ u nu bütünüyle
açığa serilmemiş bırakır. Buna karşın, konutlam alar herhangi bir sınıf­
lar kümesi ve herhangi bir bağlantılı sayılar kümesi üzerine, eğer bu
sonuncular konutlam alan doyuracak ise, belli koşullar dayatır, . Özel
olarak, konutlam alar bağlantılı p sayılan yoluyla sım flann hangi belirli
özelliklerinin ölçüldüğünü bildirmese de, sayılar 0 ve 1 aralığında yat­
malıdır; dahası, sayılar öyle bir yolda atanm alıdır ki, iki sınıfın mantıksal
toplam ı ile eşlenen sayı hiçbir zaman toplananların h erhangi biri ile
eşlenen sayıdan daha küçük olmamalıdır. Buna göre, p sayılannın ölç­
tüğü sım flann özelliği yalnızca örtük olarak tanımlanır. Konutlamalar
yalnızca sınıfların dizgelerinin yapısını belirler, herhangi bir tikel diz­
genin tözsel karakterini değil.

2. B ununla birlikte, açıktır ki eğer bir kuram deneysel yasalan açıkla­


yacaksa, terim lerinin yalnızca örtük olarak tanım lanm ası yeterli değil­
dir. Ö rtük olarak tanım lanan terim lerinin deneysel yasalarda yer alan
düşünceler ile nasıl ilişkili olduğunu belirtecek daha öte birşey eklen­
medikçe, bir kuram imlemli olarak doğrulanam az ya da yadsınamaz ve
h er durum da bilimsel olarak yararsızdır. Açıktır ki örneğin yukarıdaki
soyut konutlam alar küm esinin doğru m u yoksa yanlış mı olduğunu,
ya da giderek jb(A)’n ın verili b ir d eğ erin in —diyelim ki 'A— olup ol­
m adığını sorm anın bile b ir anlam ı yoktur. Ç ünkü bildirildikleri gibi
konutlam alar, eğer varsa, o n u n için geçerli olm aları gereken nesnel
içeriğin ne olduğunu, ya da sınıfların hangi özelliğinin bağlantılı sayılar
yoluyla ölçülmesi gerektiğini göstermez. Benzer olarak, gazların kinetik
kuram ının konutlam aları kuram ın örtük olarak tanım lanan terim leri­
nin deneysel olarak belirlenebilir hangi özdekleri imlemesi gerektiğine
ilişkin herhangi bir ipucu vermez—üstelik örneğin ‘molekül’ terim inin
algılanamaz bir parçacığı imlediği kabul edildiğinde bile. Eğer kuram
bir açıklama ve tahm in aleti olarak kullanılacaksa, herhangi bir yolda
gözlem lenebilir gereçler ile bağlantılı olmalıdır.
Böyle bağlantıların vazgeçilmezliği yakınlardaki literatürde yinele­
yerek vurgulanm ış ve o n lar için b ir etiketler tü rlü lü ğ ü yaratılmıştır:
Eşgüdümleyici tanımlar, işlemsel tanımlar, semantik kurallar, bağdaşma
kuralları, epistem ik bağlılaşımlar, ve yorum lam a kuralları.3 Kuramsal
kavramların gözlem yordam ları ile ilişkili olm a yolları sık sık oldukça
karmaşıktır, ve tüm ünü yeterli olarak temsil eden hiçbir tekil şema bu­
lunmuyor görünür. Gene de bir örnek böyle karşılık-düşme kurallarının
kimi önem li özelliklerini ortaya çıkarmaya yardım edecektir.
Bohr atom kuram ı, başka şeyler arasında, çeşitli kimyasal öğelerin
çizgi izgelerine ilişkin deneysel yasalan açıklayabilmek için tasarlandı.
Kısa anahatlarda kuram şunları konutlar. H er biri pozitif bir elektrik
yükü taşıyan göreli olarak ağır bir çekirdekten, ve çekirdek odaklardan

’Krş. Hans Reichenbach, Philosophie derRaum-ZeilI^ehre, Berlin, 1928, ss. 23vs., ve The
R ise o f ScientijicPhilosophy, Berkeley, Calif., 1951, Chap. 8; P. W. Bridgnnn, T heL ogicof
M odem Physics, New York, 1927, Chap. 1, ve Rejlections o f a Physicist, New York, 1950,
Chap. 1; Rudolf Camap, Foundalions o f Logic and Mathematics, International Encyclopedia
ofU nified Science, Vol. I, No. 3, Chicago, 1955, Chap. 3; H enry M argenau, T heN alure
o f Physical Reality, NewYork, 1950, ss. 60vs.; F. S. C. N orthrop, The Logic o f the Sciences
a nd the H um anities, NevvYork, 1947, Chap. 7.
E ddington’ın Einstein’ın genel görelilik kuram ının tüm kavramları döngüsel olarak
birbirinin terim lerinde tanım lanan kendi içinde kapsanmış bir "kapalı dizge" olduğu
savı onun kuram lan ve deneysel yasalan ayırdetm edeki genel başarısızlığı nedeniyle,
ve eğer bir kuram yalnızca biçimsel b ir im lem değil ama ayrıca deneysel içerik için
bir ilgi de taşıyacaksa böyle bağlantılar için gereksinim i biraz şövalyece kabul edişi
nedeniyle zayıflatılır. Eddington bu gereksinimi “bilince" kuram ve onun içeriği arasın­
daki değm e noktası olarak gönderm ede bulunm asında kabul eder. Bununla birlikte,
bu gönderm e yanıltıcıdır, çünkü kuramsal kavram lann bağlı olduğu şey “bilinçteki”
herhangi birşey değil, am a nesnel içeriğin deneysel olarak tanınabilir olan karakte­
ristikleridir. Bkz. A. S. E ddington, “T he Dom ain o f Natural Science,” Science, Religion
a nd Reality ’de (yay. haz. Joseph N eedham ), L ondra, 1925, ss 203vs., ve The Nature o f
the Physical World, NevvYork, 1928, Chap. 12.
birinde olmak üzere daha küçük kütleler ile yaklaşık olarak eliptik yö­
rüngelerde devinen bir dizi negatif olarak yüklü elektrondan oluşan
atom lar vardır. Çekirdek çevresinde dönen elektronların sayısı kimyasal
elem entlere göre değişir. Kuram bundan başka elektronlar için izin veri­
lebilir yörüngelerin yalnızca kesikli/rfiscretebir küm esinin olduğunu, ve
yörüngelerin çaplarının h2n 2 ile orantılı olduğunu varsayar ki, burada h
Planck değişmezi (Max Planck’ın ışınım kuram ında konutlanan bölün­
mez eneıji nicesinin değeri) ve n bir tamsayıdır. Dahası, bir yörüngedeki
bir elektronun elektrom anyetik eneıjisi yörüngenin çapm a bağımlıdır.
B ununla birlikte, elektron tek b ir yörüngede kaldığı sürece, enerjisi
değişm ezdir ve atom h içbir ışıma yaymaz. Ö te yandan, bir elektron
daha yüksek bir eneıji düzeyli bir yörüngeden daha düşük eneıji düzeyli
bir yörüngeye “sıçrayabilir”; ve bunu yaptığı zaman, atom bir elektro­
manyetik ışıma yayar ki, b u n u n dalga boyu bu eneıji ayrımlarının bir
fonksiyonudur. B ohr’u n kuram ı Planck’ın quantum/nice hipotezinin ve
klasik elektrom anyetik kuram dan ödünç alm an düşüncelerin eklektik
bir kaynaşmasıdır; ve şimdi yerini daha doyurucu bir kuram almıştır.
Buna karşın, kuram izgeölçüm ün bir dizi deneysel yasasını açıklamada
başarılı oldu ve bir süre için yeni yasaların keşfedilmesine verimli olarak
kılavuzluk etti.
Ama B ohr kuram ı lab o ratu ard a gözlem lenebilecek olan şeyler ile
ilişki içine nasıl getirilir? İlk bakışta elektronlar, yörüngelerde dönm e­
leri, yörüngeden yörüngeye sıçramaları, ve benzerleri, tüm ü de açık­
ça gözlem lenebilir herhangi birşey için geçerli olmayan tasarımlardır.
Buna göre böyle k u ra m sal kavramlar ve laboratuar yordam ları yoluyla
tanınabilecek olan şeyler arasına bağıntılar getirilm elidir. G erçekte,
bu tür bağıntılar aşağı yukarı şu yolda kurulur. Işığın elektrom anyetik
kuram ı tem elinde, bîr elem entin izgesindeki bir çizgi, kuram ın sayıltı-
lan n a göre boyu izge çizgisinin konum u üzerine deneysel verilerden
hesaplanabilecek bir elektrom anyetik dalga ile bağıntılamr. Ö te yan­
dan, B ohr kuram ı b ir atom un yaydığı b ir ışık ışınının dalga boyunu
bir elektronun izin verilebilir yörüngelerinin birinden böyle bir başka
yörüngeye sıçraması ile bağlar. Sonuçta, bir elektron sıçramasına ilişkin
kuramsal kavram bir izge çizgisine ilişkin deneysel kavram ile bağlanır. Bir
kez bu ve buna benzer daha başka karşılık-düşmeler getirilir getirilmez,
bir elem entin izgesinde yer alan çizgiler dizisini ilgilendiren deneysel
yasalar elektronların izin verilebilir yörüngelerinden geçişlerine ilişkin
kuramsal sayıltılardan çıkarsanabilir.

3. Bir karşılık-düşme kuralının bu örneği b ir kuram için bir yorum


ya da m odel ile den m ek istenen şeyi de örneklendirir. B ohr kuram ı
genellikle soyut bir konutlam alar kümesi olarak sunulmaz—bir küme
ki, konutlam alar yoluyla örtük olarak tanım lanm ış mantıksal-olmayan ^
terim ler için karşılık-düşm e k u rallarının uygun bir sayısı tarafından
genişletilm iş olması gerekir. Kuram, yukarıdaki taslakta olduğu gibi,
genellikle göreli olarak tanıdık kavram lar yoluyla açım lanır, öyle ki
kuram ın konutlam aları bildirim -biçim leri olm ak yerine içeriklerinin
hiç olmazsa bir bölüm ü görsel olarak im gelenebilen bildirim ler olarak
görünür. Böyle bir sunum un kabul edilmesinin nedenleri arasında kaçı­
nılmaz olarak daha uzun ve daha karışık olan salt biçimsel bir açımla­
m adan daha büyük bir rahatlık ile anlaşılabilmesi de bulunur. Ama her
ne olursa olsun, böyle bir açımlamada kuram ın konutlamaları sıkı sıkıya
bir m odelin ya da yorum un içine yerleştirilir.
Gene de, bir kuram ı bildirm ek için bir m odel kullanılmasına karşın,
kuram ın temel sayıltılannın onlarda kullanılan kuramsal kavramlar için
yalnızca örtük tanım lar sağladığı olgusu açık olmalıdır. Ö rneğin Bohr
kuram ına göre bir elektron yalnızca bir “kendilik” tü rü d ü r ki, elektrik­
sel olarak yüklü ve devimde olmasına karşın, yörüngelerden herhangi
birinde kaldığı sürece h içbir elektrom anyetik etki üretm ez. Dahası,
bir kuram ın bir m odel yoluyla sunum u kuram ı deneysel kavramlara
bağlamak için karşılık-düşme kurallarına duyulan gereksinimi daha az
buyurgan kılmaz. Kuramlar için modellerin bilimsel araştırmada önemli
işlevlerinin olmasına karşın—ki bunu izleyen bölüm de göreceğiz—, mo­
deller karşılık-düşme kurallarının yerini alabilecek yedekler değildir. Bir
kuram için bir m odel (ya da yorum) ve kuram ın terim leri için karşılık-
düşme kuralları arasındaki ayrım belirleyici bir ayrımdır ve öyleyse onu
daha öte tartışmalıyız.
Düşüncelerimizi toparlam a uğruna, yukarıda K ve ^sınıflan için bildi­
rilen soyut konutlam alar için bir m odel sağlayalım. Varsayalım ki dirimli
bir örgenliğin belli bir G geninde tam olarak on molekül bulunsun, ve
bunların bütünsel kütleleri m gram olsun; ve herhangi bir m olekülün
(ya da m oleküller kümesinin) kütlesinin m ’ye oranına m oleküllerin (ya
da m oleküller küm esinin) ‘göreli kütlesi” (ya da daha kısaca V’) diye­
lim. Konutlamalardaki ‘AT’değişken harfinin yerine şimdi ‘G genindeki
moleküller’ anlatımını geçiriyoruz ve bu anlatım için bir kısaltma olarak
‘G’harfini kullanacağız; ve F ’harfi için ‘G genindeki m oleküllerin tüm
alt-sınıflannm kümesi’ anlatımını geçiriyoruz ki, bunun için bir kısaltma
olarak ‘S'harfini kullanıyoruz. Sıfır sınıfını (ya da boş sınıfı) da saymak
üzere, S açıktır ki 1024 üye kapsar. Son olarak, soyut konutlam alardaki
p( A) anlatım ı için ‘A ’nın göreli kütlesi’ deyimini [ya da kısaltılmış bi­
çim de, V(A)’] geçiriyoruz. Bu yer değiştirm eler ile, konutlam aların
soyut kümesi G, S, ve r üzerine doğru bildirimlerin bir kümesine çevrilir.
Ö rneğin, son konutlam a o zaman şöyle olur: Eğer A ve B S ’de ise ve
A - B = A ise, o zaman r(A V B) = r(A) + r(B)—eş deyişle, S ’de olan ve
ortaklaşa hiçbir m olekülleri olmayan herhangi iki A ve B molekül kü­
mesi için, A ’da ya da B ’de kapsanan m oleküllerin göreli kütlesi A ’daki
m oleküllerin göreli kütlesi artı 5 ’deki m oleküllerin göreli kütlesine
eşittir. Bu bildirim ler (ya da almaşık olarak, bildirim lerden çok G, S ve
r “şeylerinin” dizgesi) konutlam alar için bir “m odel” ile anlayacağımız
şeyi oluşturur.
Bir model ile denm ek istenen şeyin bu açıklaması kolayca genelleştiri­
lebilir.4 Ama örneğin kendisi kimi yararlı noktaları ortaya koymak için
yeterlidir. Bir m odeli form üle etm ed e k ullanılan h e r anlatım ın bir
anlam da/sense "2xı\a.m\\/mearıingful”olduğu sayıltısı üzerine, bir mo­
delin sağladığı bir kuram o nda yer alan h e r tüm cenin o zaman anlamlı
bir bildirim olması anlam ında tam olarak yorumlanır. Bununla birlikte,
bir m odelin b ir kuram bütünüyle soyut b ir biçim de su n u ld u ğ u n d a
hiçbir zaman aklımıza gelmeyebilecek yeni araştırm a çizgileri önerm e­
de olağanüstü değerli olabilm esine karşın, b ir kuram ın bir m odelin
terim lerinde sunulması bir m odelin raslantısal özelliklerinin kuram ın
edimsel içeriği açısından yanıltıcı olabilmesi gibi bir risk taşır. Çünkü
bir kuram değişik m odeller yoluyla almaşık yorum lar kazanabilir; ve
m odeller yalnızca kendisinden türetildikleri nesnel içerikte değil ama
ayrıca önem li yapısal özelliklerde de ayrımlar gösterebilir. (Ö rneğin,
eğer G geninin 10 yerine 100 m olekül kapsadığı varsayılırsa yukarıdaki
konutlam alar için yapısal olarak ayrı b ir m odel elde edilir. Olayların
sınıflan arasındaki olasılık ilişkileri yoluyla bu konutlam alar için daha
da ayrı bir m odel sağlanır.) Son olarak—ve şimdiki bağlam da öne çı­
karmakla ilgilendiğimiz özeksel n o k ta b u d u r—bir kuram ın bir m ode­
lin terim lerinde sunulm asına karşın, b u n d an hiçbir biçim de kuram ın
böylelikle otom atik olarak deneysel kavramlar ve gözlem yordam lan ile
bağlandığı sonucu çıkmaz. Bir kuram ın böyle bağlanm ış olup olmadı­
ğı kullanılan m odelin karakteriııe bağlıdır. Böylece, bir konutlam alar
kümesi için moleküle'r m odelin yukandaki bildirim i o n u n mantıksal-
olmayan anlatım larından kim ilerini (örneğin ‘G genindeki bir m ole­
küller küm esinin göreli kütlesi’ anlatım ı gibi) deneysel olarak imlemli
kavramlar ile eşgüdümlü kılmak için hiçbir kural vermez. Konutlamalar
için bir m odelin belirlenm iş olm asına karşın, h içb ir karşılık-düşme
kuralı verili değildir. Kısaca, öyleyse, bir kuram için bir m odelin tüm
betimleyici terim lerinin b ir yorum kazanacağı bir yolda bildirilm esi
genel olarak k u ram dan h erh an g i b ir deneysel yasa çıkarsam ak için
yeterli değildir.

4Anahatta, genel formülasyon şöyledir. P b ir konudam alar kümesi olsun; P ° P'deki


h er bir yüklem değişkenin yerine verili bir K öğeler sınıfı için imlemli olan bir yük­
lemin geçirilmesi yoluyla elde edilen bir bildirim ler kümesi olsun; ve son olarak, P °
yalnızca /Tdeki öğelere ilişkin doğru bildirim lerden oluşsun. P için bir m odel ile P °
bildirim lerini, ya da almaşık olarak P" yüklem lerinin belirttikleri özellik ve ilişkiler
ile karakterize edilen öğeler dizgesi K ’yi anlıyoruz. T o ru m ’ ve ‘m odel’ kavramlarının
sağın bir açıklaması için, bkz. R udolf Carnap, Introduction to Semantics, Cambridge,
Mass., 1942, ss. 202vs.; Patrick Suppes, Introduction to Logic, Princeton, 1957, ss. 64vs.;-*
Alfred Tarski, Logic, Semantics, Meta-mathematics, Oxford, 1956, Chap. 12.
III. Karşıhk-Düşme Kuralları
Şimdi karşılık-düşmenin bu noktaya dek belirtik olarak değinilmemiş
belli özelliklerine dikkati çekmemiz gerekiyor.

1. Atom üzerine B ohr kuram ı için b ir karşılık-düşme kuralı konu­


sunda yukarıda verilen örnek böyle özelliklerden birini belirtm ek için
elverişli bir başlangıç noktası sağlar. Açıkça görülecektir ki örnekte alın­
tılanan kural Bohr kuram ında herhangi bir kuramsal kavramın norm al
olarak gözlemlenebilir oldukları söylenen şeyleri karakterize etm ek için
kullanılan yüklem lerin terim lerinde belirtik bir tanım ını sağlamaz. Ör­
nek böylece genel olarak karşılık-düşme kurallarının böyle tanım ları
sağlamadığını düşündürür.
Bu düşüncede neyin im lendiğini açıkça saptayalım. Bir anlatım ın
“belirtik olarak tanım lanm ış” olduğu söylendiği zaman, anlatım içinde
yer aldığı herhangi bir bağlam dan h e r zaman uzaklaştırılabilir, çünkü
yerine bağlamın anlam ı değiştirilmeksizin tanım lam a anlatımı geçirile­
bilir. Böylece, ‘a: bir üçgendir’ anlatımı ‘x üç doğru çizgi dilim inin sınır­
ladığı kapalı bir düzlem şekildir’ anlatımı ile belirtik olarak tanımlanır.
Birinci (ya da tanım lanan) anlatım öyleyse ikinci (ya da tanımlayan)
anlatım dan yana herh an g i bir bağlam dan uzaklaştırılabilir; örneğin,
‘Bir üçgenin alanı taban ve yüksekliğinin çarpım ının yarısına eşittir’
bildirim inin yeri mantıksal olarak eşdeğer ‘Uç doğru çizgi dilim inin
sınırladığı kapalı bir düzlem şeklin alanı taban ve yüksekliğinin çarpı­
mının yansına eşittir’ bildirimi tarafından alınabilir. Ö te yandan, Bohr
kuramındaki a: bir elektron hidrojen atom unun en küçük olana komşu
yörüngesinden izin verilebilir en küçük yörüngesine sıçrarken yayılan
ışımanın dalga boyudur’ biçim indeki kuramsal anlatım yaklaşık olarak
‘y hidrojenin izgesinde belli bir konum da yer alan çizgidir’ biçimini
taşıyan bir anlatım ile eşgüdüm lü kılınınca belirtik olarak tanımlanmış
olmaz. Gerçekten de iki anlatım ın bütünüyle ayrı yan-anlamlar taşıdığı
açıktır. Buna göre, karşılık-düşme kuralının iki anlatım arasında belirli
bir bağıntı kurm asına karşın, elektronlann en küçük olana komşu yö­
rüngelerinden izin verilebilir en küçük yörüngelerine geçişleri hidrojen
atom lannın yüzde on kadarında olur gibi bildirim lerde birinci yerine
ikinci geçirilemez. Eğer belirtilen değiştirme girişiminde bulunulsaydı,
sonuç gerçekte saçma olurdu.
Y ürürlükteki b ilim de k u llan ılan kuram sal kavram ların deneysel
düşüncelerin terim lerinde belirtik olarak tanım lanam ayacağı konu­
sunda bozulam ayacak den li kesin h iç b ir tan ıtlam a yoktur ve belki
de böyle h içb ir tanıtlam a olanaklı değildir. B urada ortaya getirilen
sorun sonraki bölüm de daha tam olarak tartışılacaktır. B ununla bir­
likte, henüz hiç kim senin başarılı olarak böyle tanım lar oluşturm am ış
olduğunu belirtm ek yerindedir. Dahası, edim sel kullanım daki karşı­
lık-düşme kurallarının kuram sal kavram lar için deneysel kavramların
terim lerin d e belirtik tanım lar oluşturm adığına inanm ak için iyi ne­
d en ler vardır.
Bu nedenlerden biri daha şim diden belirtildi. Bir kuram bir model
yoluyla form üle edildiği zaman, modeli bildirm ede kullanılan dilin ge­
nellikle deneysel yordam ın taşımadığı yan-anlam ları vardır. Böylece,
yukarıda değinildiği gibi, Bohr kuram ında elektron geçişlerine gönder­
m ede bulunan anlatım anlam da izge çizgilerine gönderm ede bulunan
anlatım a eşdeğer değildir. Buna göre, böyle durum larda belirtik tanım­
larda tanım layan ve tanım lanan anlatım lar anlam da eşdeğer olduğu
için, karşılık-düşme kurallarının böyle tanım lar sağlayabilmesi olasılığı
çok zayıftır.5
Belki de daha da ağırlıklı bir başka ned en kuramsal kavramların sık
sık karşılık-düşme kuralları yoluyla birden çok deneysel kavram ile eşgü­
düm lü kılınmasıdır. Daha önce ileri sürüldüğü gibi, kuramsal kavramlar
bir kuram ın konutlam aları ile yalnızca örtük olarak tanım lanır (üstelik
kuram bir m odel yoluyla sunulduğu zaman b ile). Öyleyse, bir mantık­
sal olanak sorunu olarak, bir kuram sal kavramın kendilerine karşılık
düşm esinin sağlanabileceği sınırsız bir sayıda deneysel kavram vardır.
Örneğin, Bohr kuram ında elektron geçişi gibi bir kuramsal kavram izge
çizgisi gibi deneysel bir kavrama karşılık düşer; ama o kuramsal kavram
ayrıca (Planck’ın B ohr k uram ından çıkarsanabilir olan ışıma yasası6
yoluyla) kara-cisim ışım asında deneysel olarak belirlenebilir sıcaklık

5Kuramsal fiziğin dilinin deneysel yordam ların form üle edilm esinde kullanılan
dile anlam da eşdeğer olm adığını gözden kaçırm ak kafa karışıklıklarının yaygın bir
kaynağıdır. Eddingtori’ın bu noktayı görmeyi başaramaması ona kitabını yazmak için
otu rd u ğ u z am an 'ö n ü n d e d u rd u ğ u ileri sürülen iki m asadan hangisinin “gerçek”
masa olduğu sorusunu sorm a olanağını verdi— h e r günkü deneyim in tözsel ve sıra­
dan masası mı, yoksa bilimin çoğunlukla boşluk olan ve ortada büyük hız ile devinen
seyrek dağılımlı elektrik yüklerinden oluşan masası mı? (A. S. E ddington, TheNature
o f thePhysical World, NewYork, 1928, ss. ix vs.) B ununla birlikte, gerçekte Eddington
hiçbir biçimde iki masa karşısında değildi. Çünkü “masa” sözcüğü elektron kuramının
dilinde yer almayan deneysel bir düşünceyi imler; ve “elektron” sözcüğü gözlemleri ve
deneyleri formüle etm ede kullanılan dilde tanımlanmış olmayan kuramsal bir kavramı
imler. İki dilin belli buluşm a noktalarında eşgüdüm lü kılınabilmesine karşın, kendi
aralannda çevrilebilir olmaları söz konusu değildir. Böyle tek bir masa olduğuna göre,
bu onurlandırıcı san ile ne anlaşılırsa anlaşılsın hangisinin “gerçek” masa olduğu gibi
bir sorun yoktur. E ddington’ın bilim felsefesinin kapsamlı ve sağın bir eleştirisi için,
bkz. L. Susan Stebbing, Philosophy a n d the Physicists, Londra, 1937.
6M atematiksel fiziğin kuram sal terim lerinde form üle edilen ışıma yasasına göre

F hc' { 1 1
x X5 U “ / m - ı J
ki burada E k terim i X dalga uzunluğu ile ışımanın eneıjisi, h Planck değişmezi, c ışık
hızı, T saltık sıcaklık, ve k Boltzmann değişmezidir (gazların kinetik kuram ının denk­
lem inde bir gazın saltık sıcaklığını ve m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisini i I r ­
kilendiren bir oranülılık değişmezi).
değişmeleri ile de eşgüdüm lü kılınabilir. Buna göre, verili bir kuramsal
kavramın iki ya da daha çok deneysel düşünceye karşılık düşmesi (üs­
telik belki de değişik vesilelerde ve değişik problem lerin bağlam ında
olsa bile) durum larında kuramsal kavramın iki deneysel kavramın her
biri tarafından sıra ile belirdk olarak tanım landığını ileri sürmek saçma
olacaktır.
Kuramsal ve deneysel kavramlar arasında benzersiz karşılık-düşmenin
bu yokluğu daha öte yorum u ve örneklemeyi hak eder. Bilimlerde (dış­
layıcı olarak olm asa da özel olarak m atem atiksel fizikte) kuram ların
genel olarak büyük b ir dikkat ile form üle edilm esi ve kuram sal kav­
ram ların birbirleri ile ilişkilerinin (kavram lar ister dizgedeki ilkeller
olsun istese ilkellerin terim lerinde tanım lansın) büyük bir sağınlık ile
bildirilmesi tanıdık bir olgudur. Böyle kaygı ve sağınlık eğer kuramsal
sayıltılann tüm dengelim li sonuçları tam olarak araştırılacaksa özseldir.
Öte yandan kuramsal düşünceleri deneysel düşünceler ile bağmtılamak
için karşılık-düşme kuralları genellikle hiçbir belirtik fomülasyon ka­
zanmaz; ve uygulamada eşgüdüm lem eler karşılaştırmalı olarak gevşek
ve sağınlıktan yoksundur.
Birkaç örnek bu genel gözlem lerin am acını açığa çıkaracaktır. Geo­
m etrinin m o d ern belitleştirilm esinde (örneğin A lm an m atem atikçi
David H ilbert’in yaptığı belitleştirmede olduğu gibi) bir dizi ilkel terim
(örneğin ‘no k ta,’ ‘çizgi,’ ‘düzlem ,’ ‘çakışm a’) ö rtü k olarak dizgenin
konuüam alan ile tanımlanır; ve ek terim ler (örneğin ‘daire,’ ‘küp’) be­
lirtik olarak ilkel terim lerin yardımı ile tanımlanır. Belitsel geom etrinin
içerisinde öyleyse dizgenin kuram sal kavramları arasında sağın olarak
bildirilen ilişkiler vardır. B ununla birlikte, geom etrik kalkülüs görgül
araştırm anın belli b ir alanında kullanılmaya başladığı zaman, bu kav­
ram ların deneysel d ü şünceler ile eşgüdüm ü genellikle sağın olmak­
tan uzaktır. Ö rneğin görgül araştırm anın bağlam ında kullanıldığı gibi
‘düzlem ’ sözcüğü sağın olarak tanım lanm ış b ir terim değildir. H angi
yüzeylerin düzlem ler olarak kabul edileceği kimi zam an cisimleri bir­
birine bitiştirilince so n u n d a yüzeylerinin uygun olarak çakışacakları
bir yolda zım paralam ak için getirilen kurallara göre belirlenir; kimi
zaman yalnızca çıplak gözün kullanılması üzerine dayandırılan algısal
yargıları içeren kurallara göre; ve kimi zaman karışık optik aletlerin
kullanım ını g erektiren kurallara göre. Kuramsal düzlem kavramı ve
deneysel düzlem kavramı arasındaki karşılık-düşme böylece ne ben­
zersiz ne de sağındır. B enzer olarak, iki nokta arasındaki kuram sal
uzaklığın h e r zam an benzersiz b ir sayı olm asına karşın (ki gerçekte
“oransız” denilen bir sayı olabilir), iki edimsel cisim arasında ölçülen
uzaklık hem en hem en h e r zaman belli bir aralığa düşen büyüklüklerin
bir erimidir.
Yine bu bakış açısından, am a d ah a yakından olm ak üzere, elektro­
m anyetik ışık kuram ındaki dalga boyu kavram ına ve bir izge çizgisi­
nin deneysel kavram ına bakalım. Yüzeysel b ir incelem e bile karşılık-
d ü şm e n in benzersiz o lm ad ığ ın ı gösterir. Ç ü n k ü izge çizgilerinin
tüm ünün de sonlu bir genişliği vardır, ve optik aletlerin çözündürm e
güçleri sınırlıdır. Buna göre, deneysel olarak bir izge çizgisi olarak sap­
tanan şey benzersiz bir dalga boyuna değil, am a bulanık olarak sınırlı
bir dalga boylan erimine karşılık düşer. Ve evrik olarak, kuramsal olarak
tek-renkli bir ışık ışını (örneğin tüm ü de aynı dalga boyundaki ışınlar­
dan oluşan ışımanın bir ışını) uygulamada ayırdedilebilir bir genişlikleri
olan ve öyleyse, kuram ın duruş noktasından, çok-renkli ışımanın üret­
tiği deneysel olarak belirlenebilir izge çizgileri ile eşgüdüm lü kılınır.
Bu örneklerden çıkan genel sonuç, kuramsal kavram lann yüksek bir
sağınlık derecesi ile anlatım kazanabilm esine karşın, karşılık-düşme
k u ralların ın o n ları çok d ah a az kesin olan deneysel d ü şü n celer ile
eşgüdüm lü kıldığıdır. Böyle karşılık-düşmeyi kuşatan belirsizlik kaçı­
nılmazdır, çünkü deneysel düşünceler kuram sal kavram ların taşıdığı
keskin hatları taşımaz. Kuramsal ve deneysel düşünceler arasında bir
karşılık-düşme elde etm ek için kuralları (ya da alışkanlıkları) büyük
sağınlık ile form üle etm enin olanaklı olm am asının n edeni budur.
Öyleyse, eğer karşılık-düşme kurallannın hangi biçimsel kalıbı sergile­
diğini sorarsak açık bir yanıt vermek güçtür. Kimi durum larda, kurallar
deneysel bir durum u kuramsal dilde betim lem ek için zorunlu ve yeterli
koşulları bildiriyor görünür. Böylece, eğer ‘K ’kuramsal bir yüklem ve
‘D ’deneysel bir yüklem ise, kurallar ‘x ancak ve ancak y D ise TTdir’ bi­
çimini taşıyabilir. Bu bir elektron sıçramasının kuramsal kavramını bir
izge çizgisinin yer alması ile eşgüdümlü kılan kuralı sunm anın usayatkın
bir yolu olarak görünür. Başka d urum larda, kural yalnızca kuramsal
bir kavramı kullanm ak için yeterli koşulu bildirebilir. Kural o zaman
‘eğer y D ise o zaman x K ’d ir’ şematik biçimini taşır. Bu kuramsal ‘düz­
lem ’ kavramının b ir düzlem olm anın deneysel bir belirlenişine uygun
düşen edim sel bir yüzeye uygulanm asında örtük olan kuralın biçimi
olarak görünür. Daha da başka durum larda, kural yalnızca bir kuram ­
sal terim in kullanım ı için zorunlu b ir koşulu sağlayabilir: ‘Eğer x K
ise o zaman y D ’dir.’ Ö rneğin, bir Wilson bulut odasında geçerli olan
deneysel koşullar altında, su bu h an n ın ince çizgilerde yoğunlaşması bu
etkiyi alfa parçacıklannm geçişinin kuramsal kavramının terim lerinde
betim lem ek için zorunlu bir koşul olarak görünür.
Karşılık-düşme kurallarının daha da başka biçimleri olabilir. O nlara
bir meta-linguistik formülasyon verilebilir ki, bu (yukandaki tartışmada
olduğu gibi) anlatım lar tarafından belirtilenleri olm aktan çok anlatımla­
rın kendilerini belirtik olarak birbiri ile eşgüdüm lü kılar; ve değinilmiş
olan biçim lerden daha karm aşık biçim ler taşıyabilirler. Ö rneğin, bir
kural ‘x K ’d ir’ biçim indeki b ir bildirim den ‘y D ’d ir’ biçim indeki bir
bildirimin çıkarsanabileceğini bildirebilir, ve evrik olarak; ya da bir kural
yalnızca b ir değil am a birçok kuram sal kavramı eşzam anlı olarak bir
deneysel düşünceler kümesi ile eşgüdüm lü kılabilir—bir kural tipi ki,
‘nokta,’ ‘çizgi,’ ‘düzlem ’ vb. gibi geom etrik terim lerin som ut deneysel
bağlam larda kullanılm a yolunu bildirm ede içeriliyor görünür.
Bu konuyu daha öte sürdürm ek amaçlarımıza hizm et etmeyecektir.
B ununla birlikte, karşılık-düşme k u rallarının kuram sal kavram ların
deneysel d ü şüncelerin terim lerinde belirtik tanım larını sağlamadığı
savını desteklem ek için olduğu gibi, böyle kuralların biçim de büyük
türlülük gösterdiğini düşündürm ek için de bu söylediklerimiz yeterlidir.
Ama eğer bu sav gerçekten de sağlam tem elli ise, deneysel yasalar ve
kuram lar arasındaki ayrımı güçlendirmeye yardım eder, ve aynı zaman­
da kuram lann bilişsel konum larını ilgilendiren problem ler yaratır. Bu
problem lerden kimileri sonraki bölüm de araştırılacaktır.

2. Şimdi karşılık-düşme kurallarının kuramsal ve deneysel düşünceler


arasında halkalar olarak hizm et etm e yolu üzerine d ah a öte bir nok­
ta belirtilm elidir. Yukarıda B ohr atom kuram ı üzerine verilen taslak
yine tartışmayı sunm ak için hizm et edecektir. O açıklamaya göre, gerçi
kuram da kullanılan kavramların kimileri için karşılık-düşme kuralları­
nın olmasına karşın, tüm kuramsal kavramlar deneysel düşünceler ile
bağlı değildir. Ö rneğin, izin verilebilir b ir yörü n g ed en bir başkasına
geçişteki elektronlara ilişkin kuram sal kavram için b ir karşılık-düşme
kuralı vardır; am a b ir yörüngede ivm elenen hızlar ile devinen elek­
tro n la r kavramı için böyle b ir kural yoktur. Benzer olarak, gazların
kinetik kuram ında, tekil m oleküllerin kıpısal hızlarına ilişkin kuramsal
kavram için bir karşılık-düşme kuralı yoktur, gerçi m oleküllerin ortala­
ma kinetik eneıjisinin kuramsal olarak tanımlı kavramı için böyle bir
kural olsa da. Dahası, şimdi ölçün sıcaklık ve basınç koşulları altında
ölçün bir gaz hacm ındaki m oleküllerin sayısının (Avagadro sayısı) kav­
ram ı için b ir karşılık-düşme kuralı vardır; am a Avagadro sayısı kinetik
kuram ın tarihinde göreli olarak geç b ir zam ana dek deneysel olarak
belirlenmem işti, ve o zam ana dek o kuramsal kavram için bir karşılık-
düşme kuralı yoktu.
K uram lann bu örneklerde şimdi belirtilen özelliği daha genel olarak
am a şematik olarak şöyle bildirilebilir. Varsayalım ki bir K kuramı ‘P \,'
‘P i,’ . . . , TV gibi mantıksal-olmayan n ilkel terim kullanıyor olsun ve
b u n lan n yardımıyla ‘Q ı,’ ‘0?,’ . . . , ‘QJ gibi bir dizi daha öte kuramsal
terim belirtik olarak tanım lanabilsin. (Böylece, b u genel açıklamayı
örneklem ek için, varsayalım ki ‘uzunluk,’ ‘kütle,’ ve ‘zam an’ kuram ın
ilkel terimleri olsun, ve ‘hız’ ve ‘kinetik eneıji’ bu ilkellerin terimlerinde
belirtik olarak tanımlanabilsin.) B ununla birlikte, eğer .K’nin bilimsel
bir kullanım ının olabilm esi için karşılık-düşme kurallarının konutla-
m alara eklenmesi zorunlu olsa da, tüm ‘P ’ler için ya da tüm ‘Q ’lar için
böyle bir kural getirilmiş değildir. Giderek ‘Q la n n yalnızca kimileri için
karşılık-düşme kurallannın olması am a ‘P ’lerin hiç biri için olmaması
bile olanaklıdır. Buna göre, K ’nin kuram sal kavram larının tüm ü de
deneysel kavramlara hiçbir biçimde sonuna dek çakılı değildir.
Doğa bilimlerinde kuramların tüm ü olmasa da çoğu bu karakteristiği
taşır. H er ne olursa olsun, onu taşıyan bir kuram zaman zaman başlan­
gıçta uğruna geliştirildiği nesnel içerikten belirgin olarak ayrılan yeni
araştırma alanlarına genişlemesine izin veren bir esneklik gösterir. Daha
önce belirtildiği gibi, nitel olarak türlü olan içeriğe ilişkin geniş bir deney­
sel yasalar türlülüğünün dizgesel açıklaması kuram ların ayırdedici bir
başanmıdır. Bir kuramı bunu yapmaya götürm enin yollarından biri ken­
dileri için önceden hiçbir karşılık-dıışme kuralı getirilmemiş olan kavram­
lar için deneysel araştırmadaki ve teknikteki ilerlem eler olanaklı kıldığı
zaman yeni karşılık-düşme kuralları getirmektir. Bir kuram ın konutla-
m alannda görülen ve sonuçta kuramsal kavramların örtük tanımlarının
bir değişkisini oluşturan değişiklikler ile zıtlık içinde, yeni karşılık-düşme
kurallarının getirilmesi kuram ın ne biçimsel yapısını ne de amaçlanan
anlamını değiştirir, gerçi yeni kurallar kuram ın uygulama erimini büyü-
tebilse de. Böylece, Avagadro sayısının deneysel belirlenişi (ki bunun
bir sonucu olarak bu kuramsal kavram bir deneysel kavram ile bağlanır
olmuştur) gazların kinetik kuram ının konutlam alannda bir değişikliğe
yol-açmadı; ama x-ışınlan aracılığıyla kristal yapının deneysel araştırma­
sının o kuram ile ilişki içine getirilmesinde sonuçlandı.
Dahası, bir kuram ın bir insan yapısı olduğunu anımsamak önemlidir.
Başka yapılar gibi, bir kuram da büyük olasılıkla birincil bir gönderm e
ya da temsil etm e işlevi ile yüklü simgeleri olmaktan çok, yalnızca onlan
bulan insanların özel h ed ef ve özgünlüklerinin anlatım ları olan kimi
öğeleri kapsayacaktır. Bu noktayı fiziksel kuram ların doyurması gereken
gerektirim leri açıklamasında H einrich H ertz vurguladı. H ertz fiziksel
bilimin biricik görevinin simgelerin (e.d. şeylere ilişkin tasarımlarımı­
zın) mantıksal sonuçlarının h er zaman “resim lenen şeyin doğasındaki
zorunlu sonurtulann/con.«çuewts”“imgeleri” olacakları bir yolda “dışsal
nesnelerin im gelerini ya da simgelerini” kurm ak olduğunu ileri sürdü.
H ertz böylece kuram ın bize gözlenebilir olayları başka gözlenebilir
olaylardan çıkarsama yeteneğini vermek için alet olma rolünü özeksel-
leştirdi. B ununla birlikte, bu araçsal gerektirim in bu hedefe ulaşacak
sem bolizm i (ya da kuram ı) benzersiz olarak belirlem ediğini açıkça
kabul etti. Özel olarak, bir kuram ın kaçınılmaz olarak “gereksiz ya da
boş ilişkiler” dediği şeyleri kapsayacağını belirtti—simgeler ki kuram ın
o n u n uğruna geliştirildiği nesnel içerikte herhangi birşeyin temsilci­
si değildirler. H ertz’e göre, bu “boş ilişkiler”in kuram lara girm esinin
biricik nedeni kuram ların karmaşık simgeler, “anlıklarımızın ürettiği ve
zorunlu olarak o n u n betim lem e kipinin karakteristiklerinin etkilediği
im geler”7 olmasıdır.
’H einrich H ertz, The Principles of Mechanics, L ondra, 1899 (yeniden basım New *
York, 1956), s. 2.
Bu genel tü rd e n irdelem eler böylece bizi bir kuram daki h e r oluş­
tu ru cu kavramın b ir karşılık-düşme kuralı yoluyla belli bir deneysel
düşünce ile bağlanmayacağını beklemeye götürür. H er ne olursa olsun,
kuram larda yer alan birçok sim genin birincil rolü bir kuram ın büyük
bir genellik ile form ülasyonunu kolaylaştırmak, mantıksal ve m atem a­
tiksel dönüşüm leri göreli olarak yalın bir yolda olanaklı kılmak, ya da
kuram ın genişletilmiş uygulaması için bulgulatın yardımlar olarak hiz­
m et etmektir. Böyle sim gelerin örnekleri m atem atiksel fiziğin sürekli
değişkenleri ve aynşımlı bölüntüleridir; bunlar yaygın olarak kullanılır,
üstelik matem atiksel olarak sürekli yoğunluk fonksiyonları ya da kıpı-
sal hızlar gibi kuramsal kavramların, sağın olarak yorum landıklarında,
herhangi bir deneysel kavrama karşılık düşm em esi olgusuna karşın.
Böyle sim gelerin d ah a öte sayısız örneği bir kuram belli bir elverişli
model içerisine yerleştirildiği zaman kullanılan deyim lerde bulunabi­
lir—örneğin analitik m ekaniğin nokta-kütleleri, on dokuzuncu yüzyıl
elektrom anyetik kuram ının etheri, analitik kimyanın değerlik bağları
(valence bonds), ya da yürürlükteki quantum kuram ının “dalgacıkları”
(wavicles) gibi.
K uram lar geniş b ir deneysel yasalar tü rlü lü ğ ü n ü açıklama gibi bir
am açla ku ru ld u ğ u için, açıktır ki böyle bir erek genel olarak ancak
bir kuram o nda herhangi bir özelleşmiş deneysel kavramlar kümesine
hiçbir gönderm e yapılmadığı bir yolda form üle edilirse başarılabilir.
Çünkü yoksa kuram uygulanışında yalnızca o kavramların ilgili olduğu
durum lara sınırlı olacaktır. G erçekten de, bir kuram ın olanaklı uygu­
lam a erim i ne denli kapsamlı ise, belli bir nesnel içeriğin özelleşmiş
ayrıntıları açısından belirtik olarak form üle edilm iş kapsamı o denli
zayıftır. Böyle ayrıntılar kuram ayrı deneysel bağlam larda kullanıldığı
zaman durum un gerektirdiği gibi getirilen ek sayılülar ve karşılık-düşme
kuralları yoluyla tamamlanmaya bırakılır.8 B ununla birlikte, bu dem ek
değildir ki bilimsel kuramlar, sınırda uygulama erim leri daha kapsayıcı
oldukça, tüm içeriklerini boşaltm a eğilim indedir. Bu dem ektir ki bir
kuram yüksek düzeyde genel bir ilişkiler yapısı formüle etmeye çalışır ki,
bu yapı deneysel olarak ayrı durum ların geniş bir türlülüğü içinde deği-
şimsiz olmasına karşın, kuram ın temel konutlam alannı daha sınırlayıcı
sayıltılar ile arttırm a yoluyla dizgesel olarak türlüleşmiş bir altgüdüm lü
yapılar dizisi vermek üzere özelleştirilebilir.
İki örnek, gerçi tüm bilimsel k uram lar için tipik olm asalar da, bu
noktayı ö rn ek len d irecek ve böylelikle en azından kimi kuram ların
mimarisini daha açık kılacaktır. İlk örnek analitik geom etriden alınır.
O rada dörtlenik ax2 + 2bxy + cy2 + 2dx + 2ey + /= 0 denklem inin bir ko-
8Bkz. W. F. G. Swann, “T he Significance of Scientific T heories,” Philosophy of Science,
Vol. 7 (1940), ss. 273-87, ve “T he R elation o f T heory to E xperim ent in Physics,”
Revieuıs of Modem Physics, Vol. 13 (1941), vs. 190-96; ayrıca L. Silberstein, The Theory
of Relativity, Londra, 1924, vs. 296vs.
nik kesitin denklem i olduğu gösterilir, ki burada ‘x ’ve ‘y ’değişkenleri
koniğin herhangi bir noktasının koordinatlarıdır (ya da bir gönderm e
çatısını belirlem ek için alınan iki değişm ez ve karşılıklı olarak dikey
çizgiden en kısa uzaklıklardır), ve katsayılar (ya da “keyfi değişm ez­
ler”) değişmez değerler taşır am a b u nun dışında belirlenm em işlerdir
(tüm ünün birden sıfır olmaması gerektirim i dışında). T üm koniklerin
ortaklaşa taşıdığı h e r özellik bu denklem den çıkarsanabilir—örneğin,
bir doğru çizginin bir koniği en çok iki noktada kesebilmesi, ya da iki
koniğin ortaklaşa en çok dört noktasının olması. B ununla birlikte, tüm
koniklere ortak yapı denklem in katsayılarının üzerine ek koşulların
dayatılması ile daha özelleşmiş yapılara aynmlaştırılabilir. Böylece, a, b
ve c’nin tüm ünün sıfır olmaması sayıltısı üzerine ve b2 - ac< 0 koşulu
yoluyla, denklem elipsin, ve eğer b = 0 ve a = c ise elipsin özel bir du­
rum u olarak dairenin yapısal özelliklerini form üle edecektir, b2 - ac =
0 gerektirim i altında, denklem bir parabolü temsil edecektir, b2 - ac>
0 koşulu ile, denklem bir hiperbolü temsil edecektir. Son olarak, eğer
(b2 - ac)f+ (ae2 + cdl2 - 2bde) = 0 ise, denklem bir çift doğru çizgiden
oluşan “bozuk koniği” temsil edecektir. Buna göre, keyfi değişmezleri
özelleştirme yoluyla değişik özel yapılar elde edilir ve bunların ayırde-
dicrkarakteristikleri araştırılabilir.
ikinci örn ek Nevvton’ın m ekanik kuram ından alınır. Kurama göre,
bir cismin devinirliğindeki bir değişim (uygun bir uzaysal gönderm e
çatısına gönderm e ile) cisim üzerinde etkide bulunan kuvvete eşittir.
Bu ma = .Folarak yazılabilir ki, burada ‘m ’cismin kütlesi, ‘a ’ bir kıpıda­
ki ivme, ve ‘F ’ kuvvettir. Cisimlerin devim ine ilişkin bir dizi çok genel
sonuç biçimsel olarak bu tem el konutlam adan türetilebilir, üstelik bir
cisim üzerinde etkide bulunabilen kuvvetin doğası bildirilmiş olmasa
bile. Bununla birlikte, bir cismin edimsel devimine ilişkin denklem den
hiçbirşey çıkarsanmayabilir, eğer, başka şeyler arasında, etkide bulunması
gereken kuvvete ilişkin olarak daha öte sayıltılar getirilmezse—sayıltılar
ki, kimi durum larda her ne olursa olsun kuramsal kuvvet kavramı ve belli
deneysel düşünceler arasındaki bir karşılık-düşme kuralını kapsamaları
gerekir. Newton kuram ının temel konutlamaları kuvvetlerin karakterini
anlatmak için kullanılabilecek matematiksel fonksiyonların türü üzerine
çok az sayıda biçimsel kısıtlama getirir. Bununla birlikte, kılgıda fonksi­
yonlar göreli olarak yalın bir türdendir. Ö rneğin, titreşimli devimlerin
incelemesinde kuvvet-fonksiyonunun genel biçimi şöyledir: F= Ar + Br2
+ Cr3 + Dv + Ef( t), ki burada Y cismin belirtilen bir noktadan uzaklığı,
V cism in bu çizgi boyunca hızı, f ( t ) ’ t zam anının bir fonksiyonu, ve
‘A , ’ ‘B, ’ ‘C, ’ ‘D, ’ ve ‘E ’ keyfi değişm ezlerdir ki, b u n lar için irdelem e
altındaki problem in doğasına göre değişik sayısal değerler atanır. Böy­
lece eğer A negatif ve geriye kalan değişmezler sıfır ise, cisim sürtünm e
direnci olmaksızın yalın uyum lu devim içindedir; eğer A ve D h e r ikisi,
de negatif ve geriye kalan değişmezler sıfır ise, cisim sönüm lü uyumlu
devim içindedir; eğer A ve D h er ikisi de negatif, E sıfır değil, B ve C her
ikisi de sıfır, ve f( t) zamanın dönem li bir fonksiyonu ise, cisim zorlu bir
titreşim e uğram aktadır; ve b u böyle gider. Genel olarak, .F’nin çeşitli
yollarda özelleştirilmesi yoluyla deneysel yasalar Newton m ekaniğinin
temel denklem lerinden çıkarsanabilir.
Bu örneklerin tüm kuram lar için paradigm atik olm am alarına kar­
şın— çünkü tüm kuram lar şimdi belirtilen tarzda özelleşmiş param et­
reler kapsamaz— , örnekler kuram ların deneysel yasalardan ayrı olma­
sının önem li bir yolunu ve ayrıca kimi kuram ların kapsamlı genellik
kazanm asını sağlayan b ir tekniği gösterir. Ç ünkü deneysel yasalarda
yer alan terim lerin tersine, bir kuram ın temel sayıltılarında kullanılan
kuram sal kavram lar ne olursa olsun herh an g i b ir deneysel düşünce
ile bağlantılı olmayabilir, ya da bağlam dan bağlam a değişen deneysel
düşünceler ile bağlantılı olabilir. Bir kuram ı yeni bir konuyu kaplamak
üzere genişletm enin olanağı önem li ölçüde kuram ların bu özelliği üze­
rine bağımlıdır. Bu örnekler bir kuram ın belli karşılık-düşme kuralları
yoluyla bir konunun deneysel olarak tanınabilir özelliklerine bağlanın-
caya dek bilimsel araştırm a için verimsiz kalması gibi önemli bir noktayı
vurgulamaya da yardım eder.
Kuramların
Bilişsel Konum u

Önceki bölüm deneysel yasalar ve kuram lar arasındaki ayrı­

6
m ın keskin bir ayrım olm adığını, ve bu başlık altında sınıf­
landırılacak bildirim leri saptam ak için sağın olarak formüle
edilmiş bir ölçütün bulunm adığını kabul etti. G ene de ku­
ram lar olarak belirtilen sayıltı tiplerinin yardımı ile açıklama
dizgelerinin elde edildiği ileri 'sürüldü ki, b unlar katı olarak dene
yasalar denilen başka sayıltıların kullanım ı yoluyla elde edilen açıkla­
m alardan daha kapsamlıdır; ve bu nedenle kuram ların özel bir dikkati
hak ettiği vurgulandı.
Kuramların iki özelliği buna göre biraz uzunlamasına tartışılmıştır. İlk
olarak, öncüller ister soyut konutlam alar olarak isterse belli bir modelin
terim lerinde form üle edilsin, kuram sal kavram ların genel olarak bir
kuram ın tem el öncüleri yoluyla ancak örtük olarak tanım landığı belir­
tildi. İkinci olarak, sonuçta kuramsal düşünceleri deneysel kavramlar
ile bağlamak için karşılık-düşme kurallarının zorunluğu üzerine önemli
ölçüde vurgu getirildi. Ö te yandan, bir kuram da genellikle bulunuyor
olarak değinilen üç bileşenin (örtük olarak kuram ın temel terim leri­
ni tanım layan b ir soyut konutlam alar kümesi, k onutlam alar için bir
yorumlam a m odeli, ve konutlam alardaki ya da onlardan türedlen teo­
rem lerdeki terim ler için karşılık-düşme kuralları) kuram ların edimsel
kuruluşunda çeşidi evrelerde ardışık olarak getirilen ayrı öğeler olarak
değil, am a yalnızca çözüm lem e amaçları için yalıtılabilecek özellikler
olarak yorumlanacaklarını açıkça ortaya koymak için belli bir kaygı gös­
terildi. Tüm yorum lardan özgürleştirilmiş olarak bir kuram a sıkı sıkıya
göm ülü soyut konutlam aları tam olarak ve sağınlık ile bildirmek, ya da
örtük olarak kullanılan karşılık-düşme kurallarını ayrıntıda form üle et­
mek gerçekte sık sık oldukça güçtür. H er ne olursa olsun, pekçok kuram
belli bir m odelin matriksi içerisinde yaratılır, ve— en iyisinden herhangi
120
bir karşılık-düşme kuralına yalnızca raslantısal bir değinm e ile— temel
öncülleri için bir yorum un terim lerinde kodlanır.
K uram lar için bu noktaya dek sunulan açıklama herşeye karşın en
azından iki önem li bakım dan eksiktir. Belki de daha önce söylenmiş
olanlar bir kuram için b ir m odel (ya da yorum ) ile ne anlaşılacağını
açıkça gösterm ek için yeterlidir. B ununla birlikte, kuram ların kurulu­
şunda ve uygulama erim lerinin genişletilm esinde m odellere başvuru­
n un gerekçesi üzerine, ya da m odellerin oynadığı rol üzerine ancak
çok yetersiz bir tartışma yapılmıştır. Dahası, karşılık-düşme kurallarının
genel olarak bir kuramsal açıklamada kullanılan h er kuramsal kavramı
belli bir deneysel kavram ile bağlamadığı vurgulanmışür. Bununla birlik­
te, bu olgunun hem kuram ların bilişsel konum u gibi çok tartışılan bir
sorun için önem i konusunda, hem de özel olarak kuram lar açıklamalar­
da bilindiği gibi öncüller olarak yer aldığına göre kuram ların doğruluk
ya da yanlışlıkları açısından sorgulanm aları uygun sayıltılar olduğu biçi­
mindeki yaygın olarak savunulan görüş için önem i konusunda hiçbirşey
söylenmemiştir. Bu bölüm bu iki küme sorunun tartışmasına ayrılmıştır.

I. A n d ın m ın Rolü
G erçekten d o y u ru cu b ir bilim sel açıklam a tan ıd ık olm ayanı daha
şim diden tanıdık olana “indirgem elidir” biçim indeki sav Bölüm 3’te
görünüşteki değerinde alındığında kuşkulu olarak yargılandı. B unun­
la birlikte, savın doğru olarak yorum landığında değersiz olmadığı ve
genel olarak sağlam b ir noktayı ileri sürdüğü de kabul edildi. Açıkla­
m alann tanıdık olmayanı tanıdık olanın terim lerinde anlamaya yönelik
girişimler olarak görülebileceği, çünkü açıklayıcı dizgelerin kuruluş ve
gelişimlerinin, sık sık olduğu gibi, araştırm a altındaki nesnel içerik ve
daha şim diden tanınan gereçler arasındaki yapısal andırım lan bulmak
ve onlardan yararlanm ak için duyulan bir istek tarafından denetlendiği
kısaca belirtildi. Bu düşünce şimdi güçlendirilmeli, ve kuram lann kurul­
masını olduğu gibi daha sonraki kullanım larını da etkileyebilecek kimi
andırım tipleri yoklanmalıdır.
Sıradan konuşm a başlangıçta az çok bilinçli bir eğretilem eli anlam ­
da kullanılan anlatım lar ile doludur, gerçi bunların birçoğu kökensel
anlam lannı neredeyse yitirmiş ve şimdi sonuçta sözel bir tarz denebile­
cek bir yolda kullanılıyor olsa da. Bugün örneğin “tofoot the bill/hesabı
kapam ak” deyim ini kullanırken seyrek olarak o n u n bir zam anlar bir
rakam lar sü tu n u n u n toplam ı [ “fo o t”] ile insanın bed en inin bacak ve
ayaklan arasında duyum sanan bir benzerliği anlattığı aklımızdan geçer.
Eğretilem elerin yaygın kullanım ı, b u n lar ister diri ister ölü olsunlar,
insanın yeni deneyim ler ve tanıdık olgular arasında andırım lar bulm a
ve böylece sonuçta yeni olanı yerleşik aynm lar altına alarak denetlem e
konusundaki diretken yeteneğine tanıklık eder. H er ne olursa olsun,
insanlar tanıdık ilişki dizgelerini m odeller olarak kullanm a ve başlan­
gıçtaki yabancı deneyim alanlarını entellektüel olarak o m odellerin
terim lerine benzeştirm e eğilim indedirler. Bu birçok deneyim bağla­
m ında her zaman bilinçli olarak yer alan bir süreç değildir. Yeni ve eski
arasındaki benzerlikler sık sık dikkatle eklemlenmeksizin ancak bulanık
olarak ayrımsanır. Dahası, genellikle böyle duyum sanan an d ıran ları
sınırlayan koşullara hem en hem en hiç dikkat edilmez. Buna göre, tanı­
dık kavramlar çözümlenmemiş benzerliklerin tem elinde yeni içeriklere
genişletilince kolayca ciddi yanılgılar doğabilir. Fiziksel olayların ani-
mistik açıklamaları kavramların onlara m eşru bir kullanım alanı sunan
alanlardan b u n u yapmayan alanlara böyle geçersiz genişletilm esinin
iyi bilinen örnekleridir. G iderek m odern doğal bilim de bile ‘kuvvet,’
‘yasa,’ ve ‘n e d e n ’ gibi sözcükler zaman zaman bugün bile kökenlerinin
yankıları olan kesin insanbiçimsel tonlar ile kullanılır. Buna karşın, eski
ve yeni arasındaki bulanık benzerliklerin ayrım sanm aları bile sık sık
bilgide önemli ilerlemeler için başlangıç noktalandır. Düşünme eleştirel
olarak öz-bilinçli olduğu zaman, böyle aynm samalar dizgesel araştırma
için verimli araçlar olarak hizm et edebilen dikkatle form üle edilmiş
andırım lara ve önsavlara gelişmeye başlayabilir.
H e r ne olursa olsun, kuramsal bilimin tarihi andırım lann kuramsal
düşüncelerin oluşum u üzerindeki etkilerinin çok sayıda örneğini sunar;
ve bir dizi önde gelen bilimci m odellerin yeni kuram lann kuruluşunda
oynadığı önem li rol konusunda oldukça açık konuşm uştur. Ö rneğin
Huygens kendi dalga ışık kuram ını bir dalga olarak ses üzerine daha
şim diden tanıdık^olan g ö rü şten ö d ü n ç alm an d üşüncelerin yardım ı
ile geliştirdi; Blac'k’ın ısiyı ilgilendiren deneysel keşifleri ısıyı bir sıvı
olarak anlayışı tarafından telkin edildi, ve Fourier’nin ısı iletimi kuramı
sıvıların akışı üzerine'bilinen yasalann andınm ı üzerine kuruldu; gazla­
rın kinetik kuram ı devimleri yerleşik m ekanik yasalanna uygun düşen
muazzam bir sayıda elastik parçacığın davranışı üzerine modellendiril-
di; ilkin nokta-kütleler m ekaniğinde geliştirilen bir gizil işlev kavramı
andırım yoluyla hidrodinam ik, term odinam ik ve elektro-manyetizma
kuram lanna genişletildi; ve on dokuzuncu yüzyıl elektrik ve manyetizma
kuram ları esnek bir katidaki gerilim ler ve uzam alar m ekaniğine andı-
n m içinde kuruldu. Bu örneklerin h er birinde, sözü edilebilecek başka
b irçoğund a olduğu gibi, m odel hem b ir kuram ın tem el sayıltılarmı
düzenlem ek için bir kılavuz olarak, hem de o sayıltıların uygulamala-
n n ın erim ini genişletm ek için bir öneriler kaynağı olarak hizm et etti.
Belki de fiziksel araştırm anın yönetim inde ve k uram lann formülas-
yonunda an d ırım lan n yeri k o n usunda birinci sınıf bilim ciler arasın­
da hiç biri Maxwell kadar açık b ir kavrayış göstermemiştir. Faraday’ın
kuvvet çizgileri üzerine düşüncelerinin m atem atiksel bir formülasyo-
n u n u ilk ö n e re n denem esinin açılış gözlem lerinde Maxwell bilim de
a n d ıran la rd an yararlanm anın yolu k o n usunda öğretici bir açıklama
vermiştir. Bir “fiziksel andırım ı” “bir bilim in yasalan ve b ir başkasının
yasalan arasında ikisinden h e r birinin ötekini örneklendirm esini sağla­
yan bölüm sel benzerlik” olarak betimler. Ö rneğin ışığın bir ortam dan
bir başkasına geçerken uğradığı yön değişiminin bir parçacığın güçlü
kuvvetlerin etkisi altında olan dar bir aralıktan geçerken uğradığı yön
değişimi ile özdeş olduğunu belirtiyordu. Gerçi andırım devimin hızı
için değil am a yalnızca yönü için geçerli olsa da, b una karşın andırım ı
belli bir sınıftaki problem lerin çözüm ü için “yapay bir yöntem ” olarak
yararlı gördü.1Maxwell aynca ilk olarak William Thom son’ın (sonradan
Lord Kelvin) yerçekimi kuram ı ve ısı iletim i kuram ı arasında dikkati
çektiği andırım ı alıntıladı. Maxwell’in açıklaması şöyledir:
biçim deş o rta m d a ısı iletim i yasalan ilk bakışta fiziksel ilişkilerinde çek im ler
ile ilgili o la n la rd a n e n ayrı o lan la r arasın d a g ö rü n ü r. O n la ra g iren nicelikler
sıcaklık, ısı akışı, iletkenliktir. Kuvvet sözcüğü konuya yabancıdır. G ene d e türdeş
o rta m d a ısın ın b içim d eş d ev im in e ilişkin m ate m a tik se l y asaların u zaklığın
karesi ile ters o rantılı olarak d eğişen çekim lerin yasalan ile b içim de aynı o ld u ­
ğ u n u b u lu ru z. Yalnızca çekim özeği yerine ısı kaynağını, h e rh a n g i b ir n oktadaki
çekimin ivmelendirici etkisi yerine ısı akışını, ve gizil y erin e sıcaklığı geçirm em iz
gerekir, ve ç ekim lerdeki p ro b le m in çözüm ü ısıdaki b ir p ro b le m in çö zü m ü n e
dönüşür.

Buna göre şunları belirtir:


Isı ile tim in in o rta m ın bitişik p a rça la rı a rasın d ak i b ir etki yoluyla ilerlem esi
g e re k irk e n , çekim kuvveti uzak cisim ler a rasın d a k i b ir ilişkidir, ve g e n e d e
e ğ er m atem atiksel fo rm ü lle rd e a n la tılan d a n d a h a ö te hiçbirşey bilm iyorsak,
elim izde b ir fe n o m e n le r küm esi ve b ir başkası a rasın d a a ynm yapacak h içbir­
şey olm ayacaktır.

Eğer ek olgular getirilirse, iki konu gerçekten de oldukça değişik gö­


rünüşler kazanır. Buna karşın, Maxwell bu ayrı nesneler için yasaların
kimileri arasındaki m atematiksel biçim benzerliğinin “uygun m atem a­
tiksel düşünceleri uyarm ada” yararlı olduğuna inandı.2 Sonra elektrik
fenom enlerinin matematiksel temsilini bu tür andıranların kullanımı
yoluyla geliştirdiğini, çünkü bu amaçla m odel olarak sıkıştırılamaz sıvı-
lann devimlerinin matematiksel çözümlemesini kullandığını söylemeye
geçti.
Ö nceki ö rn ek ler ve Maxwell’in tartışm ası an d ıra n la rın “tözsel” ve
“biçimsel” andıran lar diyebileceğimiz iki geniş tipe sınıflandırılmasını
önerir. Birinci tü rd en andıranlarda, daha şim diden tanıdık olan belli
özellikleri taşıyan bir öğeler dizgesi (ki bu öğelerin dizge için bir yasalar
küm esinde belirtildiği gibi bilinen yollarda ilişkili olduğu varsayılır)
ikinci bir dizge için bir kuram ın kuruluşu için bir m odel olarak alınır.

'James Clerk Maxwell, “O n Faraday’s Lines o f Force,” bkz. The Scientifıc Papers of
James Clerk Maxwell, Vol. 1, p. 156.
2Aym yer, s. 157.
Bu ikinci dizge birinci dizgeden yalnızca tüm ü de m odeldeki özelliklere
bütünüyle benzer özellikler taşıyan öğelerin daha kapsayıcı bir kümesini
içerm ede ayrı olabilir; ya da ikinci dizge birinci dizgeden daha köktenci
bir yolda, onu oluşturan öğelerin m odelde bulunm ayan (ya da h er ne
olursa olsun m odel için bildirilen yasalarda sözü edilmeyen) özellikler
taşımasında ayrı olabilir.
Çeşidi atomistik özdek kuram lan bu andınm tipinden yararlanmanın
örneklerini verir. Ö rneğin gazların kinetik kuram ının temel sayıltıları
bilardo topları gibi m akroskopik esnek kürelerin devimlerinin bilinen
yasaları üzerine kalıplandırılır. Benzer olarak, elektron kuram ının bir
bölüm ü elektriksel olarak yüklü cisimlerin davranışının yerleşik yasa­
larına andırım içinde kurulur. Bu an d ın m tipinde, b ir m odel olarak
kullanılan dizge sık sık görselleştirilebilir makroskopik nesnelerin bir
kümesidir. G erçekten de, fizikçiler b ir kuram için bir m odelden söz
ed erk en h em en h em en h e r zam an tanıdık deneyim de hiç olmazsa
yaklaşık olarak gerçekleştirilebilir şeylerden başlıca büyüklükte ayrılan
şeylerin bir dizgesini göz ö n ü n d e tutarlar, öyle ki sonuçta bu anlam da
bir m odel resimsel olarak ya da im gelem de tasanmlanabilir.
ikinci ya da biçimsel an d ın m tipinde, bir kuram oluşturm ak için mo-
deİDİarak hizm et eden dizge tözsel andırım lar durum unda olduğu gibi
birbiri ile tanıdık ilişkiler içinde d u ra n öğelerin az çok görselleştirilebi­
lir bir kümesi olm aktan çok soyut ilişkilerin tanıdık bir yapısıdır. Mate­
matikçiler konulannın yeni bir dalını geliştirmede sık sık böyle biçimsel
m odeller kullanırlar. Yalın b ir örn ek cebirde oranlı ve negatif üsleri
yönetm enin kurallannı bildirm e yolu tarafından sağlanır. Bu kurallar
öyle belirlenir kî, böyle üsler ile işlem yapmak için yasalar biçimsel ola­
rak pozitif tümlevsel üsler için yasalar ile aynıdır. Böylece, as x a2 = a3*-,
ve (a 3)2 = a2x3 olduğuna göre, ar5 x a2/i = a~b*2/3 ve (a~b) 2/3 = av%’"5 de
elimizdedir; ve genel olarak a m*■a'1= a m*",ve ( a m) n = a m*" olur— m ve
n değerlerinin pozitif, negatif, tüm lenik ya da kesirli olmasının hiçbir
önem i yoktur. G erçekten de, oransız ve karmaşık üsler için de biçimsel
olarak özdeş yasalar elde edilir. Alıntılanan örnek belki de sıradandır.
Gene de m atem atiksel incelem enin yeni alanlannı yaratm ada yaygın
olarak kullanılmış önem li bir yordam ı örnekler— «-boyutlu “uzaylar”
için geom etrilerin, yüksek cebirin birçok dalının, m odern fonksiyon
kuram ının bölüm lerinin ve başka pekçok şeyin kurulm asında.
Biçimsel m odeller matematiksel fizikte daha az önem li olmayan bir
rol oynar. Maxwell’in yerçekimi kuram ının m atem atiğinin ve ısı iletimi
denklem lerinin yapıda özdeşliğine ilişkin örneği bu nokta ile ilgilidir.
Daha yakınlardaki örnekler görelilik kuram ının ve quantum m ekani­
ğinin eklem lenm esi tarafından sağlanm ıştır ki, bunların h e r ikisinde
de klasik m ekaniğin önem li denklem leri ile yakından andınm lı ilişki
kalıpları getirilmiştir. Ö rneğin Newton m ekaniğine göre yalıtılmış bir
dizgenin doğrusal devinirliği değişmez kalır, ki burada devinirlik tanım
gereği dizgedeki h er bir cisim için kütle ve hızın çarpım ının toplamıdır,
ve bir cismin kütlesinin cismin hızından bağımsız olduğu kabul edilir.
Ama yirminci yüzyılın başlanndaki deneyler yüksek hızda devinen bir
parçacığın küüesinin hız ile değiştiğini gösterince, devinirliğin sakinimi
ilkesi böyle parçacıklar için geçerliğini yitirmiş ve “kütle” kavramı göre­
lilik kuram ında gerektiği gibi yeniden tanımlanmıştır. Sonuçta biçimsel
olarak klasik ilke gibi bir ilke giderek yüksek hızları olan cisimler için
bile ileri sürülebilir. D aha belirli olarak, “relativistik k ütle” kavramı
öyle bir yolda getirildi ki, bir cismin relativistik kütlesi cismin hızının,
“dinginlik kütlesi”nin (sıfır hızdaki kütlesinin), ve ışık hızının ortak­
laşa bir fonksiyonudur.3 G ene de, bir cismin relativistik kütlesi cismin
hızından bağımsız olmasa da, relativistik kütle (Newton kütlesi gibi)
cisim üzerinde etkide b u lu n an kuvvetin ve cismin ivmesinin oranına
eşittir. Dahası, sakınım ilkesi relativistik kütlenin terim lerinde yeniden
form üle edildiği zaman, deneysel bulgu ile anlaşm a içindedir. Kısaca,
yeni kütle kavramı ve karşılık düşen yeni bir devinirlik sakinimi ilkesi
görelilik kuram ına biçimsel bir andırım ın kılavuzluğu altında getirildi.
Bu örnek bir kuram ın matematiksel form alizminin nasıl bu ilk kuram ­
dan daha kapsayıcı bir uygulama alanı olan bir başka kuram ın kuruluşu
için bir model olarak hizm et edebileceğini gösterir. Sonuçta, eski kuram
kendini yeni kuram ın özel bir d urum u olarak gösterir ve bu arada yeni
kuram eski kuram ın belli temel sayıltıları ile “sürekli” (çünkü biçimsel
olarak özdeş) olan özellikler sergiler.4
’Bir cismin m relativistik kütlesi m = m0 / - J l - v 2 / c2 form ülü ile verilir ki, burada
mo dinginlik kütlesi, v cismin hızı ve c ışık hızıdır.
4Q uantum m ekaniğinde Schrödinger denklem i biçimsel andırım lann kullanımı­
nın bir başka çarpıcı örneğidir. Klasik mekanikteki devim denklem lerinin Ham ilton
biçim ine göre, bir dizgenin W toplam eneıjisi T kinetik eneıjisinin ve V potansiyel
eneıjisinin toplam ına eşittir, öyle ki
H(p,q) = T(p) + V(q) = W
ki bu rad a p bir parçacığın devinirliği ve q konum udur. Tekil b ir parçacık için, bu
şunu verir:
H(p,q) = p 2/2 m + V(q) = W
Schrödinger’in denklem i p devinirliğinin yerine ——— aynşımlı işlemcisinin ve W
27li 8q
yerine — - —— işlemcisinin geçirilmesi, ve üzerine bu işlem cilerin uygulanacaklan
2 k İ 8q
y{q,t) fonksiyonunun getirilmesi ile elde edilir. O zaman şunu elde ederiz:

' h2 Yay
H
2 n i){d q |V
v (? .0 = -
^87t2m )\dq2 If)
Bu denklem üzerine izleyeceğimiz yorum bu bağlam da ilgiye değerdir: “Kabul
edilm elidir ki dalga denklem inin ve klasik eneıji denklem inin bu bağlılaşım ının ...
yalnızca biçimsel imlemi vardır. Klasik dinam ikte çalışanların uzun yıllar boyunca
geliştirdikleri term inolojiden yararlanarak kendisi için bir dalga denklem i kurduğu-
Buraya dek dikkatimizi yalnızca yeni bir kuram ı eklem lem ede mo­
dellerin rolü üzerine yönelttik. B ununla birlikte, bir kez yeni kuram
form üle edilir edilmez m odelin rolü n ü oynamış olduğu ve kuram dan
yararlanm ada daha öte bir işlevinin olm adığı vargısını çıkarmak yanlış
olacaktır. İlk olarak, kuram sal bilim cinin görevi yalnızca bir kuram ın
ana sayıltılarmı form üle ettiği zaman tam am lanm ış olmaz. O sayıltılar
çeşitli deneysel yasaların dizgesel açıklam asına götürebilecek sonuç­
lar uğruna, deneysel araştırm anın yeni arenalarında izlenecek yönleri
ilgilendiren öneriler uğruna, ve deneysel yasalann form ülasyonlannın
onların geçerli uygulama alanını genişletmek için nasıl değiştirileceğine
ilişkin ipuçları u ğruna araştırılmalıdır. Deneysel bilgi tamamlanmamış
olduğu sürece ve bir kuram daha öte araştırm a için bir kılavuz olarak
verimli olmayı sürdürdükçe, bunlar hiçbir zaman bitirilmemiş görevler­
dir; ve tüm bu görevlerde m odeller önem li roller oynamayı sürdürür.
Ö rneğin gazların kinetik kuram ının tarihsel gelişim inde kuram için
m odel molekül çaplarının m oleküller arasındaki uzaklıklara oranları­
na ilişkin, m oleküller arasındaki çeşitli kuvvet türlerine ilişkin, m ole­
küllerin esnek özelliklerine ilişkin, m oleküllerin hızlarının dağılımına
ilişkin, ve benzerlerine ilişkin sorulara yol açtı. Eğer kuram yorumlan-
maThış bir konutlam alar kümesi olarak form üle edilmiş olsaydı, böyle
sorular belki de hiçbir zaman,doğmayacaktı. Ama h er ne olursa olsun,
bu sorular k u ram dan b ir dizi sonucun tü m dengelim ine gö tü rd ü ki,
bunların bir bölüm ü deneysel gaz yasalarını yeniden form üle etm ek
için ve yeni yasaları tanım ak için ipuçları olarak hizm et etti. Newton
m ekaniği ile bağlanm ış soyut ilişkiler kalıbı yoluyla sağlanan m odel
ışığın hipotetik b ir e th e r yoluyla iletim ini ilgilendiren o n dokuzuncu
muz dizgeyi betim lem enin elverişli bir yolunu sağlar. Böylece hidrojen atom u olarak
bilinen dizgenin doğasını ilgilendiren doğrudan bilgimizin kütlesi büyük bir sayıda
deneyin—spektroskopik, kimyasal vb.—sonuçlarından oluşur. Bu dizgeye ilişkin olarak
bilinen tüm olguların bu dizge ile belli bir dalga denklem inin bağlanması yoluyla bağ-
lılaşünlabileceği ve dizgeselleştirilebileceği (ve, bize göre, açıklanabileceği) bulunur.
Bu bağlanünın imlemine güvenimiz hidrojen atom unun daha önceden araştırılmamış
özelliklerini ilgilendiren tahm inler daha sonra deneyler tarafından doğrulanınca
artar. O zam an hidrojen atom unu onun dalga denklem ini vererek betimleyebiliriz;
bu betim lem e tam olacakür. B ununla birlikte, doyurucu değildir, çünkü hantaldır.
Değişik kütle ve elektrik yükleri olan iki parçacığın bir dizgesi için bu dalga denkle­
mi ve klasik en eıji denklem i arasında biçimsel bir ilişkinin olduğunun gözlenm esi
üzerine, dizgeyi betim lem enin yalın, kolay ve tanıdık bir yolunu sağladığı için buna
sarılırız ve hidrojen atom unun birbirini C oulom b’un ters-kare yasasına göre çeken
iki parçacıktan, elektron ve proto n d an oluştuğunu söyleriz. Gerçekte elektronun ve
protonun birbirini elektriksel olarak yüklü iki m akroskopik cismin çektiği gibi çektik­
lerini bilmiyoruz, çünkü hidrojen atom undaki iki parçacık arasındaki kuvvet hiçbir
zaman doğrudan ölçülmüş değildir. Bildiğimizin tüm ü hidrojen atom ları için dalga
denklem inin birbirini bu yolda çeken iki parçacıktan oluşan bir dizge için klasik dina­
mik denklem ler ile belli bir biçimsel ilişki taşıdığıdır.”—Linus C. Pauling ve E. Bright
VVilson, Introduction to Çhıantum, Mechanics, New York, 1935, ss. 55-56; yayımcıların
(McGravv-Hill Book Company, Inc.) nazik izni ile alıntılanmıştır.
yüzyıl kuram larının gelişiminde benzer bir işlevi yerine getirdi.5 Daha
genel olarak, bir m odel ona yerleştirilmiş kuram ı genişletm enin yolla­
rım önerdiği için bulgulatıcı olarak değerli olabilir.
Ama ikinci olarak, b ir kuram için m odellerin kuram sal ve deneysel
kavramların karşılık düşmesini sağlamak için kuralların hangi noktalar­
da getirilebileceğini gösterm ede de bir yararlan vardır. Eğer bir kuram
daha şim diden tanıdık olan bir soyut ilişkiler dizgesi ile biçimsel bir
an d ın m bile gösterm eyen b ir yorum lanm am ış konutlam alar kümesi
olarak bildirilecek olsaydı, formülasyon kuram ın som ut fiziksel prob­
lemlere nasıl uygulanabileceği konusunda hiçbir ipucu sağlamazdı. Ö n­
ceki bölüm de bildirilen böyle bir soyut kalkülüs örneği hem en hem en
herkesin, eğer konudam alar için herhangi bir m odel ile hiçbir biçimde
tanışık olmasaydı, o kalkülüsü verimli olarak kullanm ada karşılaşacak
olduğu güçlükleri açığa çıkanr. Ama gerçi, daha önce belirtildiği gibi,
bir m odel kendi başına b ir kalkülüsün terim leri için karşılık-düşme
kurallarını belirlem ese de, sık sık hangi kuramsal terim lerin deneysel
düşünceler ile bağlanabileceğini önerebilir. Ö rneğin, gazların kinetik
kuram ı için konutlam alarm alışıldık yorum u bütünüyle doğal olarak
‘bir birim yüzeye çarpan m oleküllerin bütünsel devinirliğindeki de­
ğişim’ biçim indeki kuram sal anlatım ının deneysel basınç kavramı ile
bağlanm asına götürür; benzer olarak, m odel ‘h e r bir m olekülün küt­
lesinin ve m oleküllerin toplam sayısının çarpım ı’ biçimindeki kuramsal
anlatım ın bir gazın kütlesinin deneysel kavramına karşılık düşm esinin
sağlanabileceğini düşündürür; ve bu böyle gider. Yine, optik kuram ın
bir ortam d a yayılan dalgaların terim lerinde yorum lanm ası m odelde
dalgaların genliğine gönderm ede b u lunan kuram sal anlatım ların ay­
dınlanm anın yeğinliği ile bağlanm asını düşündürür; dalga yorum u ay­
rıca dalga girişim lerine gönderm ede b u lunan kuram sal anlatım ların
deneysel olarak yaratılan belli aydınlık ve gölge kalıplarında gözlenen
karanlık çizgiler (aydınlanma yokluğu) ile bağlanmasını da düşündürür.
Son olarak, B ohr atom m odeli kuram ın matem atiksel form alizm inde
elektron sıçram alarını temsil ediyor olarak yorum lanan anlatım ların
deneysel olarak belirlenebilir izge çizgilerine karşılık düşm esinin sağ­
lanmasını önerir. M odellerin bu işlevinin örnekleri neredeyse sınırsızca
çoğaltılabilir; am a alıntılanan birkaç örn ek bir kuram ın çeşitli düşün­
celeri bir m odelin yardımı ile form üle edildikten sonra bile m odelin
kuram ın hem genişlemesinde hem de uygulamasında önemli hizmetler
sunmayı sürdüreceğini gösterm ek için yeterlidir.
Şimdiye dek vurgu kuram lann kuruluş ve kullanım lannda modellerin
bulgulatıcı değeri üzerine getirilmiştir. B ununla birlikte, m odellerin
kapsayıcı açıklama dizgelerinin elde edilmesine de katkıda bulunduklan
olgusu gözden kaçınlmamalıdır. Tanıdık bir m odelin ışığında eklemle-
5Bkz. Mary B. Hesse, “Models in Physics,” British Journalfor the Philosophy of Science,
Vol. 4 (1953), ss. 198-214.
nen bir kuram önem li yollarda m odelin kendisi için geçerli oldukları
kabul edilen yasa ya da kuram ları andırır; ve sonuçta yeni kuram yal­
nızca daha şim diden tanıdık olana benzeştirilmekle kalmaz, ama sık sık
daha sınırlı bir başlangıç alanı olan daha eski bir kuram ın genişletilmesi
ve genelleştirilmesi olarak da görülebilir. Bu perspektiften eski ve yeni
kuram lar arasındaki bir an d ın m yalnızca yeni kuram dan yararlanm ada
bir yardım değil, ama açıklayıcı dizgelerin kuruluşunda birçok bilimci­
nin üstü kapalı olarak karşılamaya çalıştığı bir gereksinimdir. Gerçekten
de, kimi bilim ciler böyle bir an d ın m ın varoluşunu deneysel yasaların
doyurucu bir kuramsal açıklaması için belirtik ve vazgeçilmez bir gerek­
tirim yapmışlardır.6 Ve evrik olarak, yeni bir kuram geniş bir deneysel
olgu küüesini dizgesel olarak düzenlediği zaman bile, kuram ve belli bir
tanıdık model arasında belirgin andıranların yokluğu kimi zaman niçin
yeni kuram ın o olguların “gerçekten doyurucu” bir açıklamasını sunma­
dığının söylenmesinin nedeni olarak gösterilir. Lord Kelvin’in mekanik
m odele aşırı düşkünlüğü böyle bir tutum un kötü ünlü bir örneğidir;
Maxwell’in elektrom anyetik ışık kuram ından hiçbir zaman bütünüyle
hoşnut olmadı çünkü o n u n için doyurucu bir m ekanik m odel tasarımı
kuram ıyordu. D aha yakınlarda, seçkin bir fizikçi h içbir görselleştiri­
lebilir m odeli verilemeyen bir kuram ın kendisi için böyle m odellerin
bulunduğu bir kuram kadar iyi-olduğunu ileri sürm üştür—yeter ki her
iki kuram da deneysel problem leri eşit ölçüde iyi ele almamızı sağlasın;
ve bu son bakım dan bu tü r hiçbir doyurucu m odeli bilinmeyen yürür­
lükteki quantum kuram ının matematiksel formalizminin alışılmadık bir
tarzda başarılı oJduğunu açıkça belirtmiştir. Gene de, quantum kuramı
deneysel olgular için hiçbir “açıklam a” sunm adığı için, birçok fizikçi­
nin paylaştığı rahatsız edici bir eksiklik duygusunu da belirtmiştir—bir
duygu ki, o n u kuram için içinde “öğelerin karşılıklı oyunlarının onları
daha şimdiden açıklamaya gereksinmiyor olarak kabul edeceğimiz denli
tanıdık” olduğu hiçbir fiziksel m odel kuramayışımız olgusuna yükler.7
Zaman zaman bilimcilerin ister tözsel isterse salt biçimsel olsunlar çeşitli
m odel türlerini yeğlemede m odaları izledikleri tarihsel olarak iyi bili­
nen bir olgudur. Tanıdık olmayan m odeller üzerine dayanan kuram lar
yeni düşü n celer yabancılıklarını yitirinceye dek sık sık güçlü direnç
ile karşılaşır, öyle ki yeni b ir kuşak sık sık önceki kuşağın salt tanıdık
olmadığı için doyurucu bulmadığı bir m odel tipini olağan birşey olarak
kabul edecektir. Gene de kuşkunun ötesinde olan şey ister tözsel isterse
biçimsel olsunlar şu ya da bu türden m odellerin bilimsel kuram ın geli­
şiminde belirleyici roller oynamış olduğu ve oynamayı sürdüreceğidir.
Bir kuram ın belli bir m odelin terim lerinde form üle edilmesi herşeye
karşın teh lik elerd en özgür değildir, ve b ir m odel p ah a biçilmez bir
entellektüel alet olabileceği gibi gizil bir entellektüel tuzak da olabilir.
6Bkz. Norman R. Campbell, Physics, theElements, Cambridge, İngiltere, 1920, ss. 129-30.
7P. W. Bridgman, The Nature of Physical Theory, Princeton, 1936, s. 63.
Başlıca tehlikeler iki türdür: Bir m odelin (özellikle tözsel bir m odelin)
özsel olmayan özelliği yanlışlıkla o n d a yerleşmiş olan kuram ın vazge­
çilmez bir özelliği olarak alınabilir; ve m odel kuram ın kendisi ile karış-
tırılabilir. Sonuçta, kuram dan yararlanm a girişimleri verimsiz yönlere
dönebilir ve yalancı-problem lerin izlenmesi dikkati kuram ın işlemsel
önem inden uzaklaştırabilir. Böylece yayılım ışık kuram ı biçimdeş ola­
rak türdeş bir doğru çizgi boyunca devinen cisimlerin imgesi üzerine
kuruldu; ve bu im genin ışığın dönem selliğinin keşfedilmesini geciktir­
diğini düşünm ek için bir neden vardır. Öte yandan, dalga ışık kuramı
başlangıçta ses dalgalan modeli üzerine dayanıyordu; ve ışığın, ses gibi,
boylamsal bir dalga devimi olduğu anlayışı görünürde sonunda ayrı bir
modelin seçilmesi ile ışık dalgalannın enlem sel olduklan kabul edilin­
ceye dek bir yüzyıl kadar dalga ışık kuram ının daha öte genişlemesinin
yolunda durdu. Yine, kas çabasında gerilm e duyum u kuvvet kavramı­
nın kökeni idi; ve bu m odel öyle çok yanlış anlayışın kaynağı oldu ki,
kavramı insanbiçimsel çağrışım lanndan kurtarm ak için büyük çabalar
gerekti. Benzer olarak, yürürlükteki quantum kuram ını anlam ada kar­
şılaşılan güçlüklerin kimileri bir ölçüde kuramı bildirm ede bir parçacık
m odelinin kullanım ının sonucudur. M odelde tasarımlanan parçacıklar
her biri her bir kıpıda belirli konum ve hız ile “klasik” parçacıklardır.
Ama, kuram a göre, belirli “konum lar” ve “hızlar” kuram ın konutladığı
atom-altı parçacıklara eşzamanlı olarak atanam az. Bu kuram sal “par­
çacıklar” öyleyse klasik parçacıklar değildir, öyle ki m odel bu noktada
yardımcı olmayı başaramaz ve tersine sık sık quantum kuram ının içeri­
ğini ilgilendiren yanlış anlam alann kaynağıdır.
Buna karşın kabul edilm elidir ki, verili bir m odelin kendini kura­
m ın verim li gelişim ine b ir engel olarak mı g östereceğini önced en
saptam anın bir yolu yoktur, çünkü genellikle ancak bir m odel d e n en ­
dikten sonra özelliklerinden hangilerinin çıkmaz sokaklara götüren
araştırm alara yönelttiği ve hangilerinin bulgulatıcı değerinin olduğu
saptanabilir. Güvenle doğrulanabilecek biricik nokta bir kuram için
m odelin kuram ın kendisi olmadığıdır. Sonuçta, bir kuram ın dizgesel
bir açıklama ve tahm in için bir alet olarak yeterliği kuram ın yorum la­
nabilmesi için gereken terim leri sağlayan tözsel m odelin tüm yanları­
nın fiziksel realitesini doğrulam ak için daha öte sorgulam a olmaksızın
kabul edilem ez. Bu aynı kuram için birçok m odel bilindiği zam an
açıktır; am a elde yalnızca bir m odel b u lu n d u ğ u zam an da eşit ölçüde
doğ ru d u r.8 Ö rn eğ in , on doku zu n cu yüzyıl sırasında önerilm iş olan

“H enry Poincare şu ünlü tanıtlamayı verdi: Eğer bir fenom en için tek bir m ekanik
açıklama verilebilirse, sonsuz sayıda başkaları da kurulabilir. Tanıtlama hipotetik m o­
delde kütlelerin konum ve devinirlik koordinatlarını fenom enlerin deneysel olarak
belirlenebilir param etreleri ile ilişkilendiren denklem lerin sayısının böyle param et­
relerin sayısından d aha büyük olduğunu belirtm ekten oluşur. B undan şu çıkar ki,
m odelin koordinatları keyfi olarak seçilebilir, ve yalnızca denklem ler ile tutarlı olmak
elektrom anyetik kuram ın b ir ışık eth erin d ek i m ekanik gerginlik ve
burgaçların terim lerinde verilen yorum u genel olarak gün ü n fizikçi­
leri tarafından bile o kuram ın edimsel içeriği ile eşitlenm edi. Tersine,
kuram ın b ir deneysel yasalar tü rlü lü ğ ü n ü açıklam adaki ve geniş bir
üzere onlar için varsayılan belli bir yasayı doyurm aları gerektirim i altında dururlar.
Ayrıntıda, uslamlama şöyledir: Deneysel olarak belirlenebilen ve araştırm a atandaki
fenom eni belirleyen param etreler qı, ({■:>. . . . qn olsun. Bu param etreler birbirleri ile ve
t zamanı ile aynşımlı denklem lerde anlatılabildiğini varsayabileceğimiz yasalara göre
ilişkilidir. Şimdi varsayalım ki çok büyük bir p sayısında m olekülden oluşan bir m odel
olsun ve bu m oleküllerin kütleleri m jve konum koordinatları *„ y t>z„ (i= 1 , 2 , . . . ,
p) olsun. E neıjinin sakinimi ilkesinin m odel için geçerli olduğunu kabul ediyoruz,
öyle ki Sp koordinatları x„ y„ z,’nin gizil bir V fonksiyonu vardır; m oleküller için 3p
devim denklem leri o zaman

d2x, 5V
T U : -------- ~ -----------------------
dt dt
olurken (;yve ziçin benzer denklem ler ile), dizgenin kinetik eneıjisi ise
T = ^T n ijik 2 + y2 + z2)
olacakür, öyle ki
T + V= değişm ez
FeTromenin o zam an m ekanik b ir açıklaması olacakür— eğer gizil V fonksiyonunu
belirleyebilir ve 3p koordinatları x , y^ z değerlerini q param etrelerinin fonksiyonları
olarak anlatabilirsek.
Ama eğer böyle fonksiyonların varolduğunu kabul edersek, öyle ki
Xi = $A.q\, . . ., q „)
y ı% Vf(?ı........qn)
~ Zi = Q i(qu . . q„),

V gizil fonksiyonu-yalnızca q<değerinin bir fonksiyonu olarak anlaülabilir, o zaman T


kinetik eneıjisi q i değerlerinin ve onların a, birinci türevlerinin bir dördüncü derece
türdeş fonksiyonu olacaktır, ve m oleküllerin devim lerinin yasaları Lagrange denk­
lem leri ile anlatılabilii';
d { 8 T ) 8 T 8V _ ,, , „
— -------------- + ----- = 0 (k= 1, 2 ,. . . , n)
d t { d q h) 8qk 8qk
Buna göre, fenomenin mekanik bir açıklaması için zorunlu ve yeterli koşul bu ge­
rektirimleri doyuran V{q\, . . qn) ve T{ qx , . . qn , q ı, . . ., q n) gibi iki fonksiyonun
olmasıdır, ama fenomenin yasalarının belirtilen Lagrange biçimini almak üzere dö­
nüştürülebilir olmaları gibi bir açık ön-koşul ile. Böyle fonksiyonlar belirlenebilir,
ama ancak ve ancak
T { q ,q ) = \ i : m i {x2i + jı? + =+M/- +9-)

ise, ki burada ^ j +q% j +- +


ve y, ve 0;için de benzer olarak.
Ama p sayısı dilediğimiz kadar büyük alınabileceği için, bu koşul her zaman aslında
sonsuz bir sayıda değişik yolda doyurulabilir.—H. Poincare’nin Electricite et Optique'm-
den (1890, ss. ix-xiv) uyarlandı.
fen o m en ler sınıfını d o ğ ru olarak tahm in etm edeki kabul edilen ba­
şarısına karşın, ö n d e gelen fizikçilerin yargısında böylelikle eth erin
“fiziksel realitesi” saptanm ış olmadı.
Bu son örn eğ in açıkça gösterdiği gibi, b ir kuram için kanıtın çok
güçlü olmasına karşın, kanıt gene de terimleri ile kuramı form üle eden
tözsel m odeldeki çeşitli öğelerin fiziksel varoluşunu ileri sürmek için ye­
terli sayılmayabilir. Ama örnek ayrıca kuram lann haklı olarak ne olursa
olsun herhangi birşey ileri sürüyor olarak görülüp görülemeyeceği, ve
eğer görülebileceklerse, kuram lan doğru ya da yanlış bildirim ler ola­
rak karakterize etm enin uygun olup olmadığı sorusunun irdelenm esi
gerektiğini de düşündürür. Ele alacağımız soru budur.

II. K uram lann Betimlemeci Görüşü


Genel olarak evrensel bildirim lerin ve özel olarak bilimsel kuram lann
bilişsel konum ları uzun ve sonuçsuz bir tartışm anın konusu olmuştur.
Tartışmalarda doğan sorunlar karm aşıktır ve yalnızca yüksek düzeyde
uygulayımsal m antık ve bilimsel olgu problem lerini değil, am a anlam
ve bilginin doğasına ilişkin büyük felsefi kaygılan da ilgilendirir. Buna
göre, b u rad a k o n u n u n kapsam lı b ir irdelem esine girişilmeyecektir.
Sorunların tartışması fizik bilim indeki kuram ların bilişsel konum ları
üzerine kabul edilen üç önemli konum çevresinde—kuram ların doğru
ya da yanlış bildirim ler olarak görülüp görülemeyeceği, ve eğer görü­
lebilirlerse hangi anlam da böyle bildirim ler olarak görülebilecekleri
sorusu üzerinde—özeklenecektir.
Birinci ve tarihsel olarak en eski açıklamaya göre, b ir kuram sözel
olarak ya doğru ya da yanlıştır; ve, gerçi bir kuram en iyisinden yalnızca
“olası” olarak saptanabilir olsa da, bir kuram ın doğru m u yoksa yanlış
mı olduğunu sormak herhangi bir bireysel olgu sorununu ilgilendiren
bir bildirim —söz gelimi ‘Krakatoa 1883’teki bir volkanik patlam a tara­
fından yok edildi’ bildirim i—hakkında benzer bir soru sormak kadar
anlamlıdır. Bu görüşten sık sık çıkanlan bir sonurgu bir kuram görgül
kanıt yoluyla iyi desteklendiği zaman, görünürde kuram tarafından ko-
nutlanan nesnelerin (örneğin atom kuram ı d u rum unda atom lann) en
azından sopalar ve taşlar gibi tanıdık nesnelere sıklıkla yüklenen ile eşit
düzeyde fiziksel bir realite taşıyor olarak görülmesi gerektiğidir.
K uram ların bilişsel konum ları üzerine ikinci (ve tarihsel olarak en
genç) bakış açısı kuram lann deneyimimizi örgütlem ek için ve deneysel
yasalan düzenlem ek için birincil olarak m antıksal aletler olduklarını
ileri sürer. Gerçi bu ereklere erişm ek için kimi kuram lar başkaların­
dan daha etkili olsa da, kuram lar bildirim ler değildir ve dilbilimsel
anlatımların bildirimlerin ait olduğundan daha değişik bir kategorisine
aittir. Çünkü kuram lar onlardan olgusal vargılann çıkarsandığı öncüller
olarak olm aktan çok kurallar ya da ilkeler olarak işlev görür ki, onlarla
uyum içinde görgül gereçler çözüm lenir ya da çıkarsamalar yapılır; ve
öyleyse yararlı bir yolda ya doğru ya da yanlış olarak, ya da giderek olası
doğru ya da olası yanlış olarak bile karakterize edilemezler. B ununla
birlikte, bu konum u kabul eden ler öyle atom lar gibi kuramsal kendi­
liklere fiziksel realite yüklenip yüklenmeyeceği sorusuna yanıtlarında
her zaman anlaşma içinde değildir.
Son olarak, kuramların bilişsel konum a üzerine üçüncü duruş noktası
öteki ikisi arasında bir tü r orta yol konum udur. Bu konum a göre, bir
kuram gözlenebilir olay ve özellikler arasındaki bağımlılık ilişkilerinin
özlü ama eksikli b ir form ülasyonudur. Bir kuram ın önesürüm lerinin
göründüğü gibi alındıklarında uygun bir biçim de doğru ya da yanlış
olarak karakterize edilem em esine karşın, gene de bir kuram gözlem
sorunlarına ilişkin bildirim lere çevrilebilir olduğu ölçüde öyle karak­
terize edilebilir. Buna göre bu k o num un savunucuları genellikle bir
kuram ın (söz gelimi atom kuram ının) doğru o lduğunun söylenebile­
ceği anlamda, “atom ” gibi kuramsal terim lerin yalnızca gözlemlenebilir
olay ve özelliklerin bir karmaşası için bir kısaltmalı notasyon olduğunu,
gözlemsel olarak erişilemez bir fiziksel realiteyi imlemediğini ileri sürer.
İlk olarak irdeleyeceğim iz b u ü ç ü n c ü görüş, öyleyse, genellikle
bıîfrnin hiçbir zam an h erh an g i birşeyi “açıklam adığı,” am a yalnızca
olayların ardışıklık ve birlikteliğini “yalın” ya da “ekonom ik” bir yolda
“betim lediği” biçim indeki tarihsel olarak etkili anlayış ile bağlıdır. Bu
anlayış üzerine daha şim diden birşeyler söylendi, am a d aha öte tartış­
mayı hak eder. Anlayış birçok on dokuzuncu yüzyıl bilimcisi tarafından
fizik ve kimyada atom istik kuram ların gelişim ine tepki olarak güçlü
olarak desteklendi, çünkü bu kuram lar onlara yalnızca deneysel olgu­
ları dizgeselleşûrm ede gereksiz olarak değil, am a Newton m ekaniğine
haksız bir saltık öncelik yüklüyor olarak da g ö rü n ü y o rd u .9 Dahası,
bilim üzerine betim lem eci görüş klasik ussalcılığın sayıltılarını red ­
ded en ve bilim i doğrulanam az “m etafıziksel” ü stenim lere herhangi
bir bağım lılıktan kurtarm aya çalışan birçok d ü şü n ü rd en destek gör­
dü. H er ne o lursa olsun, b aşlangıcında betim lem eci sav hem fizik
bilim inin doğasının sağın b ir çözüm lem esi olarak h em de bilim in
gelişimini engelledikleri duyum sanan felsefelere karşı savaşımda bir
silah olarak görüldü.
D aha önce belirtildiği gibi, betim lem eci bilim g ö rü şünün yeterli­
ği üzerine tartışm anın çoğu “b etim lem e” sözcüğünün ikircim inden
ötü rü salt sözel olmuştur. Sözcüğün hiç biri ayrıcalıklı olmayan geniş
bir anlam lar erim i vardır; ve betim lem eci görüşün kimi eleştirm enleri
gö rü n ü rd e h içbir zam an H um pty D um pty’nin Alice’e b ir sözcüğün
yalnızca o n u kullananların o n u n la dem ek istemeyi seçtikleri şey de­
mek olduğu biçim indeki gözlem ini ciddiye almamıştır. Buna karşın,
9Bunlar “eneıjetik/en«ge(îcs ” bilimi denilen şeyin gelişimde özeksel bir rol oynayan
sorunlar idiler.
sözcüğün kimi anlam ları kolayca karıştırılır, ve betim lem eci savın sa­
vunucuları onları h e r zam an ayırdetm iş değildir.10 B ununla birlikte,
şimdiki ilgimiz bu sorunlara değil, am a yalnızca kuramsal bildirimlerin
gözlem lenebilir şeylere ilişkin bildirim lere çevrilebilirliğini ilgilendi­
ren bir sav olarak yorum landığı düzeye dek bilim üzerine betim lem eci
b ir görüşe yöneliktir.
Betim lem eci savın en köktenci biçim i yalnızca fenom enalist bilgi
kuram ının bilim lerin gereçlerine tutarlı genişletilmesidir. Bu kuram a
göre, bilginin ruhbilim sel olarak ilkel ve kuşku duyulamaz nesneleri
içebakışsal ve duyusal deneyimin “izlenimleri” ya da “duyu içerikleri”dir.
Dahası, eğer özünlü olarak bilinem ez (çünkü gözlem yoluyla erişile-
mez) şeyler konutlam aktan kaçınılacaksa, g ö rünürde böyle hipotetik
nesnelere (ki sağ duyunun fiziksel nesnelerini kapsarlar) gönderm ede
bu lu n an tüm anlatım lar bu dolaysız verilerin terim lerinde tanımlan­
malıdır. Sonuçta, böyle verileri (ya da böyle verilerin karm aşalarını)
belirten anlatım lardan başka anlatım lar kapsayan h e r görgül bildirim
ilkede doğrulanabilir anlam yitimi olmaksızın dolaysız deneyim nesne­
leri denilen nesnelerin ardışıklığına ya da birarada varoluşuna ilişkin
bildirim lere çevrilebilir olmalıdır. Tıpkı bir ulusa ilişkin bir bildirim in
(örneğin, ‘Almanya 1870’te F ransa’yı işgal e tti’) bireysel insanların
davranışına ilişkin b ir bildirim ler küm esine çevrilebilmesi gibi, güneşe
ilişkin bir bildirim de (örneğin, ‘G üneşin yüzey sıcaklığı 3000° C’d ir’),

'“Bunlardan zaman zaman ayırdedilmeyen ikisinin örneğini vermek yeterli olacaktır.


Küçük bir yay boyunca salınan yalın bir sarkacın dönem inin sarkacın uzunluğunun
kare kökü ile oranülı olduğu biçim indeki deneysel yasayı irdeleyelim. Eğer bir fizik­
çi belli deneyleri yaparak yasayı sınasaydı, bulgularının rap o ru büyük olasılıkla en
azından şu noktalan kapsardı: Kullanılan kronom etrenin, kullanılan sarkacın ilgili
özelliklerinin, ve sarkacın dönem lerini gözlem e tarzının b ir açıklaması, artı belki
de eşlikteki bir grafik üzerindeki noktalar yoluyla temsil edilen sayıların sonlu bir
kümesi, ki b u n lan n h e r biri sarkacın verili bir uzunluğu için bir dönem in edimsel
ölçüsüdür. R aporun dilinin uygulayımsal ve yüksek düzeyde sıkıştınlmış olabilmesine
karşın, rapordaki bu noktalar sözcüğün geleneksel bir anlam ında betim lem elerdir.
Ö te yandan, yalın sarkacın yasasına betim lem e de denebilm esine karşın, bu biraz
ayn b ir anlam da bir betim lem edir. Böylece, yasa yalnızca edim sel olarak yoklanan
sarkaçların dönem ve uzunlukları için değil, am a n e olursa olsun h e r sarkaç için
dönem ve uzunluğun evrensel bağlantısını ileri sürer. G erçekten de, eğer sırasıyla
100 ayak ve 400 ayak uzunluklu sarkaçlar hiçbir zaman yapılmamış olsaydı bile, yasa
birincinin dönem inin İkincinin dönem inin yansı olacağını ileri sürer. Dahası, yasa
salman topu tutan ipin ağırlığının göz ardı edilebilir olduğu ve havanın direnci ya da
ip ve asılma noktası arasındaki sürtünm e gibi sorunlann göz ardı edilebilecek kadar
küçük olduklan sayıltısı üzerine ileri sürülür. B ununla birlikte, bu sayıltılar sarkaçlar
üzerine edimsel deneylerde gerçekleşmeyebilir, öyle ki yasa edimsel olarak yer alan
şeyin bilerek yapılan bir “idealleştirilmesini” ya da şematikleştirilmesini kapsar. Buna
göre, eğer yasanın bir betim lem e olduğu söylenirse, bir anlam da edimsel bir d ene­
yin rap o ru n u n bir betim lem e olduğunun söylendiği anlam dan ayn bir anlam da bir
betim lem edir. Ç ünkü ra p o ru n tersine, yasa hiçbir zam an yer almayabilecek birşeyi
“betim ler.”
fenom enalizm in bu tü rü n e göre, duyu içeriklerini ilgilendiren bildi­
rim lerin bir küm esine çevrilebilirdir.11
Bağlaşık am a kimi yollarda daha az köktenci bir betim lem eci bilim
görüşü kendini fenomenalizme sık sık eşlik eden atomistik ruhbilim den
olduğu gibi öğesel duyusal niteliklerin enson yalınlar olduklan ve başka
herşeyin onlara çözümlenebileceği sayılüsından da ayınr. Ö ğretinin bu
tü rü norm al olarak sopalan ve taşları ve hayvanları, cisimlerin devim­
lerini ve insanların eylemlerini ve benzerlerini doğrudan gözlemleriz
biçimindeki sağ duyu kavramını kabul eder. Böylece sıradan “kaba de­
neyimi” çözüm lem eleri için başlangıç noktası olarak alır, am a böyle
deneyim üzerine dayalı yargıların sık sık yanlış olduğunu ve daha öte
üzerin-düşünm e yoluyla düzeltilmesi gerektiğini kabul eder. Ö ğretinin
bu tü rü n ü n ileri sürdüğü sav tüm kuram sal bildirim lerin ilkede, yine
anlamlı içerik yitimi olmaksızın, sözde “fizikselci şey dilinin” bildirimle­
rine, eş deyişle, gözlemlenebilir olaylar, şeyler, özellikler, ve sağ-duyu ve
kaba deneyim ilişkileri üzerine bildirimlere çevrilebilir olduğudur. Buna
göre, öğretinin bu anlayışı üzerine de, kuram ların yalnızca uygun bir
biçimde özlü betim lem eler olduğu önesürüm ü bir kez daha kuramsal
bildirim lerin çevrilebilirliğini, am a bu kez açık olarak doğrulanabilir
deneyim in gereçlerini form üle eden tanıdık dile çevrilebilirliğini ilgi­
lendiren bir savdır.12

n Bu tü r fenom enalizm tarihsel köklerini Berkeley, H um e ve J. S. Mill’in yazıla­


rında bulur. Ernst Mach da, hiç olmazsa yazılarındaki belirgin bir vurgu açısından,
bu kümeye aittir, tıpkı Kari Pearson, {Sertrand Russell (gelişim inin bir evresinde),
P. W. Bridgman, v e + îerb e rt Dingle gibi. M ach’ın görüşlerinin oldukça temsil edici
ve yoğun bir bildirimi şöyledir: “Dünya renkler, sesler, sıcaklıklar, basınçlar, uzaylar,
zam anlar ve benzerlerinden oluşur ki, şimdi bunlara duyum lar demeyeceğiz, ne de
fenom enler diyeceğiz, çünkü her iki terim e de keyfi, tek-yanlı bir kuram göm ülüdür;
am a onlara yalnızca öğeler diyeceğiz. Bu öğelerin akışının saptanm ası, ister dolaylı
ister dolaysız olsun, Fiziksel araştırm anın gerçek konusudur.” —Ernst Mach, Popular
Scienlific Lectures, Chicago, 1898, s. 209. M ach’ın fenom enalistik epistemolojisinin en
tam form ülasyonu Duyuların Çözümlemesi’nde kapsanır.
Pearson bu görüşü bildirm ede M ach’tan önem li ölçüde daha az incelik gösterdi,
ve onun Mach tarafından kesinlikle geri çevrilen açıkça “öznelci” bir formülasyonunu
kabul etm ede duraksamadı. “Anlık için ‘dışsal şeylere’ ilişkin algımızı o nlan bilmemizi
sağlayan yalın duyu-izlenimlerine indirgem e girişiminden daha iyi bir alıştırma yoktur.
... Duyu-izlenimlerinin ötesine, duyu sinirlerinin beyin uçlarının ötesine gidemeyiz.
O nların, ‘kendilerinde-şeyler’in ötesinde ... ancak tek bir karakteristiği, ... duyu-izle-
nimleri üretm e sığasını bilebiliriz. Duyu-izlenimlerinin arkasında duyu-izlenimlerini
üreten ‘kendilerinde-şeyler’ vardır bildirim inde hiçbir zorunluk yoktur, hayır, m antık
yoksunluğu vardır.”—Kari Pearson, Gtrammar and Science, Everyman ed., Londra, 1937,
ss. 60-62. Fenom enalizmin daha yakınlardaki bir formülasyonu ve savunusu için, bkz.
A. J. Ayer, Language, Truth and Logic, 2nd ed., New York, 1950, Chaps. 7 and 8.
,2Betimlemeci görüşün bu türünü zaman zaman Ernst Mach önerilir. Böylece: “Bi­
limsel bilginin iletimi h e r zaman betimlemeyi, eş deyişle olguların düşüncede öykün-
meci bir yeniden-üretim ini kapsar ki, b u nun hedefi yeni deneyim in yerine geçmek
ve o n u n sıkıntısından kurtarm aktır. Yine, öğretm en in ve kazanm anın em eğinden
B ununla birlikte, betim lem eci görüşün burada yorum lanan h e r iki
biçimi de ciddi sorunlar ile karşılaşır.

1. B unların birincisi fenom enalizm in sürekli güçlüğünden sıkıntı


çeker: Kuramsal bildirim lerin duyu verilerinin “diline” çevrilmesine
ilişkin bir sav olm asına karşın, çıplak duyu içeriklerinin özerk bir dili
edimsel olarak varolmaz, ne de böyle b ir dil kurm ak için beklentiler
güçlüdür. Bir ruhbilimsel olgu olarak, öğesel duyu verileri tüm düşünce­
lerimizin onlardan yapıldığı ilkel deneyim gereçleri değildir—ve evlerin
başlangıçta yalıtılmış tuğlalardan yapılması gibi yapılmazlar. Tersine,
duyu deneyimi norm al olarak karmaşık am a çözümlenmemiş nitelik ve
ilişki kalıplarına bir karşılıktır; ve karşılık genellikle herhangi bir tekil
ve geçici deneyim ile desteklenem eyen örtük inançlar ve çıkarsamalar
üzerine dayalı yorum lam a ve tanım a alışkanlıklarının uygulanmasını
içerir. Buna göre, norm al olarak giderek dolaysız deneyimlerimizi bile
betim lem ek için kullandığımız dil toplumsal iletişimin büyük ve ortak­
laşa bir deneyim de tem ellenmiş ayrım ve sayıltıları som utlaştıran ortak
dilidir, anlam ı kavramsal olarak yorum lanm am ış duyum atom larına
gönderm e ile saptanması gereken bir dil değil.
G erçekten de duyu örg en leri yoluyla d o ğ ru d an ayrım sanan yalın
nitelikleri dikkatle d en etlenen koşullar altında tanım ak zaman zaman
olanaklıdır. Ama tanım a analitik am açlar ile üstlenilm iş bilerek yapı­
lan ve sık sık güç olan bir yalıtma ve soyutlama sürecinin sonudur; ve
böyle bir sürecin sonucu yoluyla olm anın dışında, duyu niteliklerinin
atom ik yalınlar olarak ayrım sandığım gösterecek iyi b ir kanıt yoktur.
Dahası, bu ürünleri onlara duyu verileri adını vererek vaftiz edebilsek
ve onların değişik sınıflarına değişik etiketler verebilsek de, o adların
kullanım ve anlam ları açık bedensel etkinlikler içeren süreçler belir­
lemek için yönergeler yoluyla olm anın dışında kurulamaz. Buna göre,
duyu-verileri terim lerinin anlam ları ancak kaba deneyim nesneleri ile
ilişkimizin ayrım ve sayıltıları sorgusuzca kabul edilirse anlaşılabilir.
Öyleyse sonuçta o terim ler ancak sağ duyu dilinin sözlüğünün parçası

kaçınm ak için, özlü, kısaltılmış betim lem e aranır. Bu gerçekte tüm doğal yasaları
yasalar yapan şeydir. Yerçekimi ivmesinin değerini ve Galileo’nun düşm e yasalarını
bilmekle, düşen cisimlerin tüm olanaklı devimlerini düşüncede yeniden-üretm ek için
yalın ve özlü yönergeler kazanmış oluruz. Bu türden b ir form ül eksiksiz bir düşm e
devimleri tablosu için tam bir eşdeğerdir, çünkü form ül aracılığıyla böyle bir tablo
hem en belleğe en küçük bir sıkıntı vermeksizin kolayca kurulabilir.”— Popular Scien-
tific Lectures, Chicago, 1898, ss. 192-93. Ama bu anlayışın daha belirtik bir bildirimi
“fizikselcilik” olarak bilinen öğretiyi savunan çağdaş yazarlar arasında bulunabilir. Bkz.
Otto N eurath, “Universal Jargon and Terminology,” Proceedings o f the Aristotelian Society,
Vol. 41, ss. 127-48. “Protokollsaetze,” Erkenntnis, Cilt 3, ss. 204-14; “Radikaler Physika-
lismus u n d W irkliche Welt,” Erkenntnis, Cilt 4, ss. 346-62. Bkz. ayrıca R udolf Cam ap,
“Testability and M eaning,” Philosophy o f Science, Vol. 3 (1936) and Vol. 4 (1937); ama
C am ap bu m akalenin yayımından bu yana bir dizi noktada görüşlerini değiştirmiştir.
olarak kullanılabilir ve uygulanabilirler. Kısaca, duyu verilerinin “dili”
özerk bir dil değildir, ve böyle bir dili kurmayı henüz hiç kimse başara­
mamıştır. B ununla birlikte, eğer gerçekten de böyle bir dil yoksa, tüm
kuramsal bildirim lerin ilkede a n duyu içeriklerinin diline çevrilebile­
ceği savı başından sorgulanabilirdir.

2. Ama bu ne olursa olsun, çevrilebilirlik kavramı ile bağıntı içinde


daha öte güçlükler ortaya çıkar. “Çevrilebilir” sözcüğünün tanıdık an­
lam ında, b ir dildeki bir bildirim bir başka dile ancak bu ikinci dilde
verili bildirim e anlam da (ya da mantıksal olarak) eşdeğer bir bildirim
(ya da sonlu bir bildirim ler bağlanım ı) varsa çevrilebilirdir. Bu anlam ­
da bir doğal dilden bir başkasına çeviriler, önerilen çevirilerin yeter­
liği üzerine arada b ir doğan anlaşm azlıklara karşın, boldur. Ö rneğin
Fransızca’yı ya da İngilizce’yi anlayan hiç kimse İngilizce “At constant
tem peratu re, the volüme o f a given mass o f a gas is inversely propor-
tional to its pressure” bildirim inin Fransızca “A une meme temperature,
les volumes occupes par une meme masse de gaz sorıt en raison inverse des
pressiorıs q u ’elle supporte” bildirim inin bir çevirisi olduğunu ciddi olarak
sorgulamayacaktır.
""■Bilimdeki h e r bildirim in, ve özel olarak h e r kuram sal bildirim in bu
anlam da ya fenom enalistik dile ya da kaba deneyim diline çevrilebilir
o lduğunu n herh an g i b ir kanıtı var m ıdır? Eğer bilim lerde kullanılan
h e r nesnel içerik terim i edim sel olarak içerdiği n esnel içerik anla­
tım larının tü m ü de gözlem diline ait o lan belirtik b ir tanım yoluyla
(ya da alm aşıi tanım lardan başka h erh an g i biri yoluyla) getirilseydi,
kanıt kesin olurdu. Ç ünkü o du ru m d a, bilim lerin b u dilde yer alm a­
yan tüm terim leri o n d a yer alanlardan yana dışlanabilir olurdu. Ama
gerçekte, d ah a önce b elirtildiği gibi, kuram sal kavram lar bu yolda
getirilm ez, ve b u n a g ö re b etim lem eci bilim g ö rü şü n ü n iki biçim i
de edim sel bilim sel kılgının üzerin e ird elem eler yoluyla dolaysızca
doğrulanm az. Edimsel yordam ın olgularına karşın, kuramsal terim le­
rin ilkede betim lem eci sav ile uyum içinde dışlanıp dışlanam ayacağı
sorusu o rtad a kalır.
Bu savın savunucuları yanıtın olum lu olduğunu, ve çeşitli m odern
mantıksal uygulayımların yardımı ile dışlamaların yerine getirilebilece­
ğini gösterm e girişiminde bulunm uşlardır. Bu teknikler, başkaları ara­
sında, Bertrand Russell’m kullanımdaki-tanımları (definitions-in-use) ile
bağlantılı aygıtları ve o n u n çoğu biçimsel m antıkta ve a n matem atiğin
tem ellerinde verimli olarak kullanılmış olan tam amlanmamış simgeler
üzerine kavram ını kapsar. G ene de bu tekniklerin görgül bilim deki
bildirim lerin çözüm lem esinde kullanım ının şimdiye dek betimlemeci
savın iki tü rü n d e n birini destekleyen herhangi bir sonuç vermiş olup
olmadığı çok kuşkuludur. Bu tekniklerin yardımı ile yerine getirilebile­
cek çevirilerin örnekleri seyrek olarak doğa bilim lerinin som ut gereç­
lerinden alınır; ve alındıklarında bile, çeviriler an ah ad ard a olm anın
daha ötesine götürülmez. Betimlemeci savın geçmiş başanm lara ilişkin
bir önesürüm olm adığı ve en iyisinden yalnızca gelecek çözüm lem e
için kuşkulu olarak gerçekleştirilebilir bir program olduğu vargısından
kaçmak güçtür.13

3. “Çevrilebilir” sözcüğü alışıldık anlam da alındığında, gerçekten


de savın doğrulanm ası için b ek len tin in güçlü olm adığı yolunda bir
uylaşım vardır. H e r n e o lursa olsun, yürü rlü k tek i tartışm ada o sav
önem li ölçüde zayıflamıştır. Sav yalnızca yukarıda sözü edilen biçimde
ileri sürülm ez, am a h e r kuram sal bildirim için m antıksal olarak veri­
li bildirim e eşdeğer olan bir gözlem bildirim leri sınıfının varolduğu
anlam ınd a ileri sü rü lü r ve böylece sınıfın sonlu o lu p olm adığı açık
bırakılır. Bu iyileştirm ede önem li olan nokta ve b u n u n sonuçlarının
anlam ı bir örnek ile açıklık kazanacaktır. ‘Elektrik akım ı’ anlatım ının
kendisi için uygun karşılık-düşm e kuralları saptanm ış kuram sal bir
terim olduğunu varsayalım. O zaman ‘Şimdi bu telde bir elektrik akımı
vardır’ bildirim inin (verili bir tel için verili b ir zam anda ileri sürülür)
diyelim ki ‘Eğer o raftaki galvanom etre bu devreye getirilseydi, ale­
tin iğnesi şimdiki k o n u m u n d an sapardı’ koşullu gözlem bildirim ine
içerikte eşdeğer olm adığı genel olarak kabul edilecektir. Eşdeğerlik
en azından iki n ed en le yer almaz. Kuramsal bildirim in herhangi bir
galvanom etrenin davranışı üzerine ne olursa olsun herhangi birşeyi
im lediği sayıltısı üzerine, o bildirim yalnızca tikel b ir galvanom etre
üzerine tekil b ir bildirim i değil, am a tüm böyle d a h a başka aletler
üzerine b enzer bildirim lerin belirsizce büyük b ir sınıfım imler. Buna
göre, eğer b ir tel üzerine başlangıçtaki bildirim h e r ne olursa olsun
galvanom etrelerin davranışı üzerine bildirim lere eşdeğer ise, bildirim
onların belirsizce büyük (belki de sonsuz ölçüde büyük) bir sınıfına
eşdeğer olmalıdır.
ikinci olarak, telde bir elektrik akım ının bulunuşu galvanometrelerin
davranışından daha başka gözlenebilir fenom enler ile bağlıdır, iyi bilin­
diği gibi, optik, termal, kimyasal ve başka manyetik fenom enler de telin
bir akım taşıyıp taşım adığına karar verm ede başvurulan kanıt olarak
13Belki de bu savı fenom enalistik bir bilgi kuram ının çerçevesi içerisinde doğru­
lam ak için en hırslı girişim R udolf C a m a p ’ın Der Logische A u jb a u der Welt (Berlin,
1928) başlıklı çalışmasında bulunacaktır. Ama burada bile doğa bilim lerinde yer alan
anlatım ların gerekli tanım lan ancak taslak olarak verilir. C am ap o günden bu yana
yalnızca erken fenomenalizm ini değil ama kuramsal bildirim lerin fizikselci dile çevri­
lebilir olduğu savını da terk etmiştir. Bkz. “M ethodological Character o f Theoretical
Concepts,” M innesota Studies in the Philosophy o f Science (yay. haz. H e rb ert Feigl ve
Michael Scriven), M inneapolis, 1956, Vol. 1. C arnap’ın program ını yürütm ek için
daha yakınlardaki bir çaba için bkz. Nelson G oodm an, The Structure O f Appearance,
Cam bridge, Mass., 1951. Russell’ın savı doğrulam a girişim inin ayrıntılı bir eleştirisi
için, bkz. E m est Nagel, Sovereign Reason, Glencoe, 111., 1954, Chap. 10.
kullanılabilir. Sonuçta, kuramsal bildirim e eşdeğer olacağı varsayılan
bildirim ler sınıfı bu ek fenom enler üzerine bildirim leri de kapsamalı­
dır. Ö te yandan, o varsayımsal sınıfın üyeliğini saptam ak güçtür, ve hiç
kuşkusuz o üyeliği kesin olarak ve ayrıntıda belirlemek olanaklı değildir.
Çünkü gelecekte yapılabilecek deneysel buluşları önceden göremeyiz
ve bunların kimileri bir telde bir akımın bulunuşunu saptam anın daha
da öte (şimdilik beklenmeyen) yollarını sağlayabilir. Sonuçta, bu henüz
bilinmeyen am a hipotetik olarak ilgili fenom enlere ilişkin bildirim ler
de kuram sal bildirim e eşdeğer olan sınıfa katılm alıdır, ve dolayısıyla
böyle üye bildirim lerin tü r ve sayıları verili herhangi bir zam anda belir­
leyebileceğimizden daha büyük olabilir. Buna göre, çevrilebilirlik savı­
nın belirtilen iyileştirilmesi bu varsayımsal sınıfın yalnızca sonsuz ölçüde
kalabalık değil am a kesin olarak belirlenmeye kapalı da olması olanağı
ile uyum içindedir.14
Gözlem bildirimlerinin varsayımsal olarak eşdeğer ama bunun dışında
belirsiz bir sınıfını belirlem enin büyük olasılıkla sonu gelmez yordamına
bir kuramsal bildirim için bir “çeviri” süreci denip denmeyeceği yalnızca
sözel bir sorundur. Böyle bir yordam h er durum da “çeviri” ile genellikle
anlaşılan şeyden ayrıdır ve sözcüğün bu tartışm anın başında taşıdığı
anTSmdan ayrı b ir anlam taşır. Ç ünkü bilim sel b ir kuram ın böylece
“çevrilebilir” olduğu gözlem bildirim leri sınıfının konutlam aya göre
mantıksal olarak birinciye eşdeğer olmasına karşın, bu sınıf üyeleri ister
türlülükleri bakım ından isterse sayılan bakım ından olsun hiçbir zaman
tam olarak saptanamayacak bir sınıftır.

4. Şimdiki tartışm a ile ilgili b ir ayrım zam an zam an iki tip kuram
arasına getirilir. Ayrım g ö rü n ü rd e belirtik olarak ilkin 1855’te term o­
dinam iği birleşik b ir doğa bilim i dizgesi (ya da “en erjetik /energetics
1''Kuramsal bir bildirim in başka bildirim lerin sonsuz bir sınıfına çevrilmesine izin
veren iyileştirme bir ölçüde matematikteki andınm lı bir yordam tarafından esinlendi-
rilmiştir. Bu nedenle bu yordamın o alanda nasıl işlediğini görm ek öğreticidir. Gerçek
sayılara ilişkin bildirim lerin oranlı sayıların sonsuz sınıflarına ilişkin bildirim lere çev­
rilebilir olduğu ayrıntıda gösterilebilir. Ö rneğin gerçek sayısı x 2 < 2 olmak üzere
oranlı sayılar kümesi * olarak, JE gerçek sayısı y 2 < 3 olmak üzere oranlılar kümesi y
olarak, ve Vö gerçek sayısı z2 < 6 olmak üzere oranlılar kümesi z olarak tanımlanabilir.
Dahası, 72 x V3 çarpımı tüm oranlı sayılar kümesi w olarak tanımlanır, öyle bir yolda
ki w = xy ’dir ve burada x sayısı x 2 < 2 olmak üzere bir oranlı sayı ve y sayısı y- < 3 olmak
üzere bir oranlı sayıdır. O zam an gerçek sayılara ilişkin V2 x V3 = -JĞ bildirimi oranlı
sayıların sonsuz sınıflarına ilişkin b ir bildirim e çevrilebilir: “H er biri karesi 2’den
daha küçük olan bir oranlının ve karesi 3’ten daha küçük olan bir oranlının çarpımı
olan tüm oranlı sayıların kümesi kareleri 6 ’dan d aha küçük olan tüm oranlı sayıla­
rın kümesi ile özdeştir.” B ununla birlikte, açıktır ki bu durum da sonsuz sınıflar tam
olarak belirlidir, öyle ki bu bakım dan m atematiksel örnek ve kuramsal bildirimlerin
gözlem bildirim lerinin bir sınıfına ö nerilen çevrilmesi arasında belirgin bir ayrım
vardır. Matematiksel m odel görgül bilimdeki kuramsal bildirim lerin çözümlemesine
yeterli bir kılavuz değildir.
bilimi”) için tem el olarak geliştirmeye çalışan bir fizikçiler okulunun
kurucularından biri olan W. J. M. Rankine tarafından form üle edildi.
Rankine bir fiziksel kuramı oluşturm anın iki yöntemi olduğunu bildirdi.
“Soyutlamacı/afofracJwe”yöntem dediği şey yoluyla oluşturulan kuram ­
lar, ileri sürüldüğüne göre, “duyular tarafından algılanan” nesneler ya
da fenom enler sınıfına ortak olan özellikler arasındaki ilişkileri formüle
ed er ve “hipotetik” ya da tahm ini h erhangi birşey konutlam az. Böyle
kuram ların (ki çeşitli biçim lerde “soyutlamacı,” “fenom enolojik” ya da
“m akroskopik” olarak belirtilirler) örnekleri Newton m ekaniği ve yer­
çekimi kuramı, Fourier’nin ısı iletimi kuramı, ve klasik term odinam ik­
tir. ikinci ya da “hipotetik” yöntem in oluşturduğu kuram lar “duyulara
g ö rünür olmayan” hipotetik kendilikler arasındaki ilişkileri ileri sürer;
ve görgül geçerlikleri ancak dolaylı olarak, ancak sonuçlarının gözlem
ve deney sonuçları ile anlaşm asının terim lerinde yargılanabilir. Böyle
kuram lann (ki onlar için “hipotetik,” “aşkın” ve “mikroskopik” sık kulla­
nılan etiketlerdir) tanıdık örnekleri m oleküler gazlar kuramı, ışık dalga
kuram ı, ve çeşitli atom ik kimyasal etkileşim kuram larıdır. N ew ton’ın
ünlü buyruğu, “Hypothese non fingo/Hipotezler hurmam, ” sık sık bu tip
kuram lan kabul etmeyi istemediği anlam ında alınır. Rankine hipotetik
kuram lann bulgulatıcı değerlerini kabul etti, am a kullanımlarını ancak
soyutlamacı kuram lann gelişiminde bir ön evre oluşturuyor olarak gör­
dü. Ç ünkü soyutlamacı kuram ların hipotetik kuram lar üzerinde ayır-
dedici üstünlükleri olduğuna inanıyordu, çünkü fiziksel fenom enlerin
“okkült” bileşenlerine ilişkin sayıltıdan özgür idiler, “gözlenen olgulara
ait olan pekinlik d erecesin e” erişm e yetenekleri vardı, ve “tüm fizik
dallarını tek b ir dizge içine” getirm e k o n usunda verdikleri söz daha
güçlüydü.15
Fiziğin daha sonraki tarihi R ankine’in soyutlamacı kuram ların daha
üstün değerlerini ilgilendiren savlannı doğrulamamıştır. Gerçekten de,
atomistik özdek kuram ının yeni fenom enleri tahm in etm edeki ve fizik
ve kimyanın büyük bölüm lerini dizgesel olarak birleştirmedeki etkileyici
başanlan birçok seçkin bilimciyi fiziksel fenom enlerin “daha derin” bir
anlayışı için ve “şeylerin gerçekte nasıl işledikleri” konusunda daha ye­
terli düşünceler için soyutlamacı kuram lardan m ikroskopik kuram lara
dönülm esi gerektiğine inandırm ıştır.16 Buna karşın, betim lem eci bilim
görüşünün savunucuları genel olarak soyutlamacı kuram ları bilimsel
kuram ın ideal biçimi olarak görür, çünkü çevrilebilirlik savının mikros­
kopik kuram lar için olmasa bile b u tip kuram lar için geçerli olduğunu

15W. J. M. Rankine, “O utlines o f the Science o f Energetics,” Miscellaneous Scientifıc


Papers, L ondra, 1881, ss. 209-28, ilk kez Proceedings o f the Philosophical Society o f Glasgow,
Vol. 3, No. 6’da yayımlandı.
16Bkz. G e o rg jo o s, Theoretical Physics, NewY ork, 1934, s. 457, ve E nrico Ferm i,
Thermodynamics, New York, 1937, s. x. Bu savı destekleyen çok ilginç gerecin çok bil­
gilendirici bir sunum u için, bkz. Emile Meyerson, îdentity and Reality, New York, 1930.
kabul ederler.17 Öyleyse iki tipin nasıl ayrıldığını kısaca yoklamak ve
çevrilebilirlik savının onlardan en azından biri için sağlam olduğu gö­
rüşünü değerlendirm ek istenebilir birşeydir.
iki tip arasında bir primafacie ayrım olduğu yadsınamaz. Ö rneğin,
Newton m ekaniği ve yerçekimi kuram ı (ki makroskopik nesneler için
ileri sürülür) gibi soyutlamacı bir kuram ilk bakışta m oleküler ısı kura­
m ının öylesine açıkça yaptığı gibi hiçbir “gizli” tahm in düzeneği konut-
lam ıyor ve gözlem ve deney olgularına m olekül k u ram ından “daha
yakın” duruyor görünür. Bununla birlikte, Newton kuram ının gerçekten
de önceki bölüm de tartışılan anlam da bir “kuram ” olmadığı ve aslında
bir deneysel yasalar kümesi olduğu vargısını çıkarmak yanlış olacaktır.
Ç ünkü N ew ton m ekaniğinin tem el kavram ları deneysel düşünceler
değildir, üstelik deneysel d ü şü n celer tarafın d an ö n erilm elerin e ve
onlara karşılık düşm elerine karşın; ve kuram ın konutlam aları onları
yalnızca örtük olarak tanımlar. Bu Nevvton’ın kuram ı form üle edişine
temel olan ve onun göreli uzay ve göreli zaman gibi deneysel düşünce­
lerden keskin olarak ayırdettiği saltık uzay ve saltık zam an kavramları
d u ru m u n d a açıktır. Ama bu nokta N ew ton’ın kuram ında kullanılan
‘nokta-kütle,’ ‘kıpısal hız,’ ‘kıpısal ivme’ ve ‘kuvvet’ gibi başka terim-
15f için de geçerlidir. Böylece, ‘bir nokta-kütlenin kıpısal hızı’ anlatımı
sağın olarak yorum landığı zaman, sonsuz bir oranlar dizisinin sın ırın a /
limit gönderm ede bulunur, öyle ki bir nokta-kütlenin kıpısal hızı açık
deneysel araçlar yoluyla belirlenem ez.18 Bu nokta Fourier’nin ısı iletim
kuram ı ya da klasik term odinam ik gibi daha başka ölçün soyutlamacı
kuram örn ek leri çözüm lendiği zam an eşit ölçüde doğrulanır. Buna
göre, soyutlamacı kuram lar hipotetik kuram lar ile kuram ları deneysel
yasalardan ayirdeden özellikleri paylaşır.

17O m eğin Em st Mach bu konum u History and Root o f the Principle o f the Conservation
o f Energy (Chicago, 1911, ilk kez Alm anca’da yayımlandı, 1872) başlıklı çalışmasında
çok belirtik olarak bildirdi: “Doğanın araştırılm asında yalnızca görüngülerin birbiri
ile bağlantılarının bilgisini ele almamız gerekir. G örüngülerin arkasında olduğunu
tasarımladığımız şey yalnızca anlağımızda varolur, ve bizim için yalnızca memoria tech-
nicanm ya da form ülün değerini taşır ki, b u n u n biçimi, keyfi ve ilgisiz olduğu için,
kültürüm üzün duruş noktası ile çok kolayca değişir (s. 49). Bkz. ayrıca ss. 54-55, ve
ayrıca şu bildirim: “Bilimin tem eli olan enson anlaşılmazlıklar/?; Tunt>::lligibılilıes [e.d.
“Daha karışık olguları onlara indirgediğimiz en yalın olgular" (E.N.)] olgular olmalı,
ya da, eğer hipotezler iseler, olgular olma yeteneğinde olmalıdırlar. Eğer hipotezler
nesnelerinin ( Gegenstand) hiçbir zam an duyulara baş vuramayacağı ve öyleyse ayrı­
ca hiçbir zam an sınanamayacağı bir yolda seçilirse, ki m ekanik m olekül kuram ının
d u ru m u budur, araştırm acı hedefi olgular olan bilim in o n d an istediğinden daha
çoğunu yapmıştır—ve bu gereksizlik bir kötülüktür. ... Tam am lanm ış bir kuram da,
fenom enlerin ayrıntılarının tüm üne hipotezin ayrıntıları karşılık düşm elidir, ve bu
hipotetik şeyler için tüm kurallar ayrıca doğrudan doğruya fenom enlere aktarılabilir
olmalıdır. Ama o zaman m oleküller yalnızca değersiz bir im gedir” (s. 57).
‘“M ekaniğin tem el kavram larının d aha ayrıntılı bir açıklaması sonraki bölüm de
bulunacaktır.
Soyutlamacı ve hipotetik kuram lar arasındaki ayrım başka bir yerde
yatıyor g ö rü n ü r.19 H ipotetik b ir kuram görselleştirilebilir bir m odel
tarafından yorum lanıyor olsun ya da olmasın, tem el terim lerinin tüm ü
deneysel kavramlar ile karşılık-düşme kuralları yoluyla bağlı değildir.
Ö te yandan, soyutlamacı bir kuram da konutlam alı olarak tanım lanan
h er terim böyle kurallar yoluyla belli bir deneysel düşünce ile eşgüdüm­
lü kılınıyor görünür. Böylece, Fourier’nin ısı iletim kuramı, matematik­
sel notasyonda, şu anlatım ları kapsayan bir bölümsel aynşımlı denklem
ile form üle edilir: ‘Sonsuz uzunluktaki bir plaka üzerindeki keyfi bir
noktanın koordinatları,’ ‘zam an,’ ‘bir noktadaki sıcaklık,’ ‘bir noktada­
ki yoğunluk,’ ‘ısıl iletkenlik,’ ve ‘özgül ısı.’20 Bu kuramsal terim lerden
h er biri deneysel bir kavrama karşılık düşer. Benzer olarak, Nevvton’ın
yerçekimi kuram ı kütle, uzaklık, zaman ve kıpısal ivme düşüncelerini
kullanır ki, b u n lard an h e r biri deneysel olarak b elirlenebilir bir bü­
yüklük ile bağlıdır.
Soyutlamacı kuram lara yalnızca deneysel yasalar olm a görünüşünü
veren ve onlar için görselleştirilebilir bir m odel sağlamayı göreli olarak
kolaylaştıran şey bu durum dur. Dahası, geçmişte soyutlamacı kuram lar
genel olarak önceden sınırlı araştırm a alanlarında saptanmış deneysel
yasalar ile yakın andırım içinde oluşturulm uştur. Ö rneğin, ısı iletimi
üzerine deneysel incelem eler Fourier’nin analitik ısı kuramını önceledi;
ve ilkin geliştirilen deneysel düşünceler ve yasalar sonunda kuram ın ku­
ramsal kavramlarım ve matematiksel biçimini önerdi. Başka soyutlamacı
kuram lar (Newton m ekaniği ya da Maxwell’in elektrom anyetik alan
kuramı gibi) ve ön deneysel araştırmaların bulgulan arasında benzer bir
tarihsel bağıntı geçerlidir. G ene de, soyutlamacı kuram lar ve deneysel
yasalar arasındaki böylesine güçlü andınm a karşın, andıranlar o kuram­
ların yalnızca deneysel yasalar olduğu görüşünü daha önce belirtilen
nedenlerden ö türü desteklemez.21

19Bu ayrımı 17’nci d ip n o ta M ach’tan alıntılanan sondan bir önceki tüm ce düşün­
dürür. N orm an R. Campbell tarafından onun Pkysics, theElements (Chap. 6) ve ayrıca
What Is Science? (Londra, 1921, Chaps. 5 and 7) başlıklı çalışm alarında bağımsız ola­
rak geliştirilmiştir. Biraz daha benzer olan, ama ayrı bir felsefenin arkatasanna karşı
geliştirilen bir çözüm lem e için, bkz. H enry M argenau, The Nature of Physical Reality,
New York, 1950, Chap. 5.
“ Eşitlik şudur:
(ee'ı ,( a 2e a2e a2e
PeU t J ^ [ a * 2 + dy2 + 8z2
ki burada p yoğunluk, c özgül ısı, 0 sıcaklık, t zaman, X ısıl iletkenlik ve x, y \ e z bir
noktanın koordinatlarıdır.
21Soyutlamacı kuram ların hiçbir “hipotetik” ya da tahm insel sayıltı getirm ediği sa­
vının güçlü bir eleştirisi, ve soyutlamacı ve hipotetik kuram lann özde kuramlar olarak
ayn olmadıkları görüşünün bir savunusu için bkz. Ludwig Boltzmann’ın “Ein W ort der
M athem atik an die E nergetik” ve “U ber die U nentbehrlichkeit der Atomistik in der
Natunvissenschaft” başlıklı denem eleri, Populare Sckrifteride Leipzig, 1905.
Buna göre, soyutlamacı ve hipotetik kuram lar, gözlem diline çevri­
lebilirlikleri söz konusu olduğu ölçüde, aynı gemidedir. H er ne olursa
olsun, hen ü z hiç kimse h e r iki kuram tipinin, ilkede bile olsa, böyle
nasıl çevrilebileceğini göstermeyi başarmış değildir; ve çevrilebilirlik savı
h e r ikisi için de herhangi bir edim sel kuram ın yerleşik doğasının bir
betimlemesi olarak değil am a kuramsal bildirim lerin çözümlemesi için
büyük ölçüde tartışma götürür bir program olarak kalmayı sürdürm ek­
tedir. B undan şu çıkar ki, kuram ların irdelem ekte olduğum uz bilişsel
konum larını ilgilendiren görüş üzerine, doğruluk ve yanlışlık herhangi
bir yürürlükteki fiziksel kuram a hiç olmazsa gözlem diline ileri sürülen
çevrilebilirliği saptanıncaya dek geçerli olarak yüklenem ez. Öyleyse,
sonuç olarak tartışm a altındaki görüş d ah a önce değinilen ikinci ko­
num ile çakışır ki, bu konum a göre kuram lar en iyisinden araştırmayı
yönetm ek için aletler olarak görülür, haklarında doğruluk ve yanlışlık
sorularının yararlı olarak ele alınabileceği bildirim ler olarak değil.

III. Kuramların Araçsalcı Görüşü


Kısalık uğruna bilimsel kuram ın konum u üzerine “araçsalcı/instrumen-
tat&t”diyeceğimiz görüş çeşidi formülasyonlar kazanmıştır.22Ama, kimi­
leri arasında önemli ayrımların bulunm asına karşın, formülasyonlan tek
tek irdelem ek şimdiki tartışm anın am açlan ile ilgili olmayacaktır. H er
ne olursa olsun, konum un değerleri salt bir form ülasyona ait değildir.
Gücü bir kuram ın bilimsel araşürmadaki edimsel işlevi için kaygısından,
ve bu kaygının sonucu olarak almaşık konum lan rahatsız eden bir dizi
güçlüğün arkasından dolaşm a yeteneğinden türer.
Araçsalcı görfişün özeksel savı bir kuram ın gözlem lenebilir veriler
arasındaki ilişkilerin ne özet bir betim lem esi ne de genelleştirilmiş bir
bildirimi olduğudur. Tersine, bir kuram ın kaba deneyimin belli gereçle­
rini çözümlemek ve simgesel olarak temsil etm ek için bir kural ya da bir
ilke, ve aynı zam anda gözlem bildirim lerini böyle başka bildirim lerden
çıkarsamak için bir tekniğe ait bir alet olduğu savunulur. Ö rneğin, bir
gazın hızla devinen m oleküllerin bir dizgesi olduğu kuram ı gözlenmiş
ya da gözlenebilecek herhangi birşeyin bir betimlemesi değildir. Kuram
dahaçok bir kuraldır ki, b ir gazın gözlem lenebilir basınç ve sıcaklığı
gibi sorunları, belli am açlar için, simgesel olarak temsil etm enin bir
yolunu belirler; ve kuram , başka şeyler arasında, bir gaza ilişkin belli

22:Bkz. C. S. Peirce, Coüected Papers, Cambridge, Mass., 1932, Vol. 2, p. 354; 1933, Vol.
3, pp. 104-06; 1934, Vol. 5, pp. 226-28; Frank P. Ramsey, The Foundations o f Mathematics,
NewYork, 1931, pp. 194fF., 237-55; Moritz Schlick, Gesammelte Aufsâtze, Viyana, 1938,
ss. 67-68; Jo h n Dewey, The Quest fo r Certainty, New York, 1929, Chap. 8; W. H. Watson,
On Understanding Physics, Londra, 1938, Chap. 3; Gilbert Ryle, The Concept o fM in d ,
NevvYork, 1949, ss. 120-25; Stephen Toulmin, The Philosophy o f Science, Londra, 1953,
Chaps. 3 and 4.
görgül veriler sağlandığı ve o temsil biçim ine katıldığı zaman, gazın
sıcaklığını belirtilen bir derece sayısı kadar yükseltmek için gereken ısı
niceliğini nasıl hesaplayabileceğimizi (e.d. bir gazın özgül ısısını nasıl
hesaplayabileceğimizi) gösterir. Gazların m oleküler kuram ı böylece ne
gözlem soru n ların a ilişkin herh an g i b ir bildirim de m antıksal olarak
imlenir, ne de (araçsalcı görüşün kimi savunucularına göre) kendisi
mantıksal olarak böyle bildirim leri imler. Kuram için raison d ’etre bir
deneysel veriler küm esinden bir başkasına mantıksal geçişler yapmak
için bir kural ya da kılavuz olarak hizm et etmesidir. D aha genel olarak,
bir kuram onunla uyum içinde gözlemlenebilir olgulara ilişkin vargıların
verili olgusal öncüllerden türetilebileceği bir “yol gösterici ilke” ya da
“çıkarsama bileti” olarak işlev görür, böyle vargıların ondan türetildiği
bir öncül olarak değil.
Bu açıklam adan doğrudan doğruya çeşidi sonuçlar çıkar.

1. Bir kuram ın bir gözlem bildirimleri sınıfı (sayıca sonlu ya da sonsuz


olsun) için “uygun bir kısaltma” olduğu görüşü, ve bir kuram ın gözlem
diline çevrilebilir olması gerektiği biçimindeki bağlılaşık sav h er ikisi de
kuram ların rolünü anlam ak için ilgisiz ve yanıltıcı yaklaşımlardır. Eğer
raslantısal olarak bir kuram ın belli bir gözlem bildirimleri sınıfına man­
tıksal olarak eşdeğer olduğu gösterilebilirse, araştırm anın yürütülmesi
için değeri artmayacaktır; ve fizikte kuram lar için böyle bir eşdeğerliğin
saptanamaması onların som ut deneysel problem leri çözme ve deneysel
yasaları dizgesel olarak ilişkilendirme gibi bir amaçla deneyim gereçleri­
ni çözüm lem ek için araçlar olarak önem ini azaltmaz. Dahası, araçsalcı
bakış açısının perspektifinden bir kuram ın araştırm adaki örgütleyici
rolü yoluyla açığa çıkarılan anlam ve gönderm esinin üzerinde ve üs­
tünde bir “artı anlam ” taşıyıp taşımadığını ve “olgusal gönderm e”sinin
ne olduğun u sorm ak d ah a az gereksiz değildir. Ç ünkü böyle sorular
sonuçta örtük olarak çevrilebilirlik savının değişkiden geçmiş bir biçi­
m ini kabul e d e r ki, b u n a göre b ir kuram , gerçi anlam da bir gözlem
bildirim leri sınıfına eşdeğer olm asa da, o n u n kendisinden ayrı olan
başka bir olgusal bildirim ler sınıfına eşdeğer olarak yorumlanmalıdır.
Sorular böylece yanıtlar için yanlış yönlendirilmiş bir arayışı yüreklendi­
rir ve onların bir kuram ın işlevlerini yerini getirmesini sağlayan edimsel
araştırm a bağlam ının içerisinde değil am a kuram ların önem inin nasıl
saptanacağı konusunda keyfi ön tasarım ların terim lerinde bulunabile­
ceğini düşündürür.
Yalın bir ö rn ek belki de bu nokta üzerine araçsalcı konum u daha
açık kılacaktır. Bir çekiç amaçlı olarak tasarlanmış bir alettir ve onun
yardımıyla bir “ham gereçler” türlülüğü belli ilişkiler içine getirilebilir,
böylece onunla sandıklar, mobilya ve binalar gibi şeyler yapılabilir. Bir
çekicin kullanım yolları kesinlik içinde saptanam az ve b una göre kul­
lanım ının ürü n leri hem sayıda hem de türde artabilir. H er ne olursa
olsun, eğer biri bir çekicin herhangi bir tanıdık anlam da o n u n ara­
cılığıyla üretilen ya da üretilebilir şeylere “eşdeğer” o lduğunu ortaya
sürecek olsaydı, b u n u n saçma o lduğunu düşünürdük; ve bir çekicin
daha şim diden o n u n yardımıyla yapılmış ü rünleri yeterli olarak “tem­
sil edip etm ediği,” ya da, bu ü rü n lere ek olarak, üretim lerine yardım
edebileceği daha öte şeylerin “artı” kümesini belirtip belirtmediği gibi
soruları da tu h af olarak görürdük. B ununla birlikte, kuram lar üzerine
araçsalcı görüşe göre kuram lar önem li bakım lardan çekiçler ve başka
fiziksel aletler gibidir, üstelik bu andınm açıkça birçok noktada başarısız
olsa bile. Kuramlar entellektüel aleüerdir, fiziksel aletler değil. Gene de
deneysel araştırmayı etkili olarak yönetm ek için ve başka türlü ilişkisiz
olarak görülecek gözlem sorunları arasındaki bağıntıları sergilem ek
için amaçlı olarak tasarlanmış kavramsal çerçevelerdir.
Öyleyse bir kuram ı belirli bir gözlem bildirim leri sınıfına çevirmeye
girişmek bile anlamsızdır. Ç ünkü bir kuram ın işlevi, fiziksel bir aletin
işlevi gibi, “ham verileri” örgütlem eye hizm et etmektir, böyle verileri
özetlemek ya da eşlem lem ek değil. Bu görüş üzerine, kuram ların, baş­
ka araçlar gibi, gerçekten de bir “olgusal/yacfMaZgöndermesi” vardır—
onları araştırmak için kurulmuş oldukları ve onlarda etkili bir rollerinin
olduğu nesnel içeriğe. Dahası, eğer bir kuram ın daha şim diden sundu­
ğu özel kullanımlardan ötürü onunla bağlanan anlam ların üzerinde ve
üstünde bir “artı anlam ı” varsa, kuram böyle bir anlam ı şu iki yoldan
birinde taşır: Ya belli bir tanıdık m odelin terim lerinde yorum lanm a­
sı anlam ında; ya da, başka araçlar d u ru m u n d a olduğu gibi, daha öte
kullanım larının, b u n lar im gelem de yalnızca bulanık olarak bulunsa
bile, herhangi bir”verili zam anda ona edim sel olarak yüklenenlerden
daha kapsayıcı olabileceği gibi daha doğurgan bir anlam da. Ö rneğin
yürürlükteki quantum kuram ı geniş bir fiziksel ve kimyasal fenom enler
erim ini dizgesel düzen içine getirir. Ama fizikçiler kuram ın bu feno­
m enler ile bağıntı içinde kullanım ının o n u n henüz araştırılmamış ge­
reçleri çözümlemede ve örgütlem ede yol gösterici bir ilke olarak hizmet
etm e sığasını tükettiğine inanıyor görünmez. Tersine, fizikçiler kuramın
kullanımlarını genişletmeyi sürdürür, ve b u n u kuram ın sağladığı az çok
bulanık ö nerilerin tem elinde yaparlar; ve quantum m ekaniğinin for­
malizmini yorum lam ada kullanılan çeşitli m odellerden ayrı olarak, bu
öneriler kuram ın işlemsel “artı anlam larını” oluşturur.

2. Bir kuram için geom etrik doğru çizgi ve daire kavramları gibi ideal
kavramların terim lerinde, ya da kıpısal hız, eksiksiz boşluk, sonsuz ölçü­
de yavaş genleşme, eksiksiz esneklik, ve benzerleri gibi daha belirli ola­
rak fiziksel kavramların terim lerinde form üle edilm ek norm al olmasa
da yaygındır. Böyle “ideal” ya da “sınırlayıcı” kavramlar görgül nesnel
içerik tarafından d ü şü n d ü rü leb ilse de, çoğunlukla deneysel olarak
gözlemlenebilir herhangi birşeyi betimleyici değildirler. G erçekten de,
kim ilerinin du ru m u n d a, sözel bir anlam da anlaşıldıklarında, varolan
herhangi birşeyi karakterize etm ek için kullanılabilm eleri bütünüyle
olanaksız görünür. Ö rneğin bir hızı fiziksel bir cisme ancak cisim sonlu
ve yitmeyen bir uzaklığı sonlu ve yitmeyen bir zaman aralığı boyunca
geçiyorsa yükleyebiliriz. Ama kıpısal hız zaman aralığı sıfıra doğru aza­
lırken uzaklığın ve zamanın oranlarının sının olarak tanımlanır. Sonuç­
ta, bu sınırın sayısal değerinin nasıl herhangi bir edimsel hızın ölçüsü
olabileceğini anlam ak güçtür.
Gene de bir kuram ın kurulm asında böyle sınırlayıcı kavramlar kullan­
m anın bir gerekçesi vardır. O nların yardımıyla bir kuram kendini göreli
olarak yalın—h er ne olursa olsun, o nu eldeki matematiksel çözümleme
yöntem leri yoluyla ele alınmaya açık kılacak denli yalın—bir formülas-
yona ödünç verebilir. Hiç kuşkusuz, yalınlık ölçünleri bulanıktır, bir
ölçüde entellektüel m odalar ve genel görüş iklimi tarafından denetlenir
ve matematiksel tekniklerdeki gelişmeler ile birlikte değişir. Ama her ne
olursa olsun, yalınlık kaygılan hiç kuşkusuz kuram lann formülasyonuna
girer. Bir kuram ın yalınlaştıncı kavranılan kullanabilmesi olgusuna kar­
şın, genel olarak daha “realistik” kavramlar kullanan bir başka kuram a
yeğlenecektir—eğer birincisi verili bir araştırm anın am açlarına yanıt
veriyorsa ve İkinciden daha uygun olarak kullanılabiliyorsa.
Öte yandan, bir kuram ın formülasyonunda böyle sınırlayıcı kavramla-
n n kullanımı olgusal doğruluk ya da yanlışlığın kuram a anlamlı olarak
yüklenebilir olduğu görüşü için güçlükler yaratır. Ç ünkü bir olgusal
bildirim in norm al olarak eğer ya varolan (“varolma” sözcüğünün tüm-
zamansal anlam ında) şeyler ve olaylar arasında, ya da varolan şeylerin
ve olayların özellikleri arasında belirtilen bir ilişkiyi form üle ediyorsa
doğru olduğu söylenir. Bununla birlikte, eğer bir kuram açıkça varolan
şeyleri karakterize etmeyen (ya da edem eyen) özellikler arasındaki iliş­
kileri form üle ediyorsa, kuram ın hangi anlam da olgusal olarak doğru
ya da yanlış olabileceği açık değildir.
Genel olarak bir kuram ın kendileri için hiçbir karşılık-düşme kuralı
verilmeyen terim ler kapsaması bu görüş için andırım lı güçlükler ya­
ratır, ve kuram için belli bir m odel tem elinde bir yorum un sağlanmış
olup olm am ası bu d u ru m u değiştirm ez. Sonuçta, böyle terim ler ile
hiçbir deneysel kavram bağlanmaz ve böylece gerçekte o terim ler değiş­
kenlerin konum unu taşır. B ununla birlikte, böyle terim lerin bildirim le­
rin gramatik biçimini taşıyan anlatım lara girm esine karşın, bu anlatım ­
ların birçoğu gerçekte hiçbir biçim de bildirim ler değil am a yalnızca
bildirim-biçimleridir. Ö rn eğ in , ‘H erhangi bir x için, eğer x bir hayvan
ise ve x P ise, o zam an x bir om u rg alıd ır’ anlatım ını irdeleyelim . Bu
bir bildirim in gram atik biçimini taşır; ama, başka bakım lardan belirsiz
yüklem değişkeni ‘P ’yi kapsadığına göre, bir bildirim -biçim idir, bir
bildirim değil, ve doğru ya da yanlış olarak karakterize edilem ez. Bil-
dirim-biçimi eğer yüklem değişkeninin yerine örneğin belirli yüklem
‘m em eli’ geçirilirse (ya da o n u n la bağlanırsa) b ir bildirim verir.23 Bu
nokta edim sel fiziksel kuram lardan ö rn ek ler ile aydınlatılabilir. Daha
önce belirtm iştik ki, gazların m oleküler kuram ında ‘bireysel bir m o­
lekülün hızı’ anlatım ı için h içb ir karşılık-düşme kuralı yoktur, üste­
lik ‘tüm m oleküllerin hızlarının ortalam a d eğ eri’ anlatım ı için böyle
bir kuralın olm asına karşın. B enzer olarak, y(jc,i) anlatım ı quantum
m ekaniğinde S chrödinger denk lem in d e b ir e lek tro n u n d u ru m u n u
karakterize etm ek için kullanılır. G erçekte \|/(x,i)'f,°(^,<) anlatım ı (ki
b u rada \|/° terim i y ’nin karm aşık eşleniğidir) için bir karşılık-düşme
kuralı varken, \\ı(x,t) terim inin kendisi için böyle b ir kural yoktur. İlk
bakışta, öyleyse, böyle terim ler kapsayan kuram lar bildirim-biçimleri-
dir ve doğru ya da yanlış oldukları söylenemez.
Bu ve benzeri güçlükler kuram lar üzerine araçsalcı görüş için doğ­
maz, çünkü bu görüş üzerine kuram lar için önem li olan soru doğru
m u yoksa yanlış mı oldukları değil, am a deneysel fenom enleri temsil
etm ede ve çıkarsam ada etkili teknikler olup olmadıklarıdır. Kuramla­
rın edim sel varoluşta hiçbirşeyi betim lem eyen ya da belirtm eyen ya
da deneysel kavram lar ile bağlı olm ayan belli anlatım ları kapsaması
olgusu aslında kuram ların belli bir içeriğin nesnel açıklam aları ola-
ralTyeterliklerinin terim lerinde olm aktan çok araştırm adaki aracı ya
da araçsal işlevlerinin terim lerinde yorum lanm aları gerektiği savı için
doğrulam a olarak alınır. Bu duruş noktasının perspektifinden, örneğin
gazların m oleküler kuram ının nokta-parçacık, kıpısal hız ya da eksiksiz
esneklik kavramları gibi sınırlayıcı kavramları kullanması kuramdaki bir
kusur değildir. Ç ünkü kuramın'görevi bir gazın içerisinde olup bitenin
aslına bağlı bir betim lem esini verm ek değil, ama gazın belli özellikle­
rini çözüm lem ek ve sim geleştirmek için bir yöntem sağlamaktır, öyle
ki som ut deneysel d u rum larda bu özelliklerin kim ilerine ilişkin bilgi
bulunduğu zaman-kuram başka özellikler üzerine istenen sağınlık de­
recesindeki bilginin çıkarsanmasım olanaklı kılar.
B enzer olarak, bir gazın ısıl özelliklerine ilişkin araştırm alarda bir
gazı kesikli parçacık ların b ir toplağı olarak çözüm leyen bir kuram ı
kullanm am ız araçsalcı konum için b ir sıkıntı kaynağı değildir, üstelik
gazlar ile bağıntı içinde akustik fenom enleri incelerken bir gazı sürekli
bir ortam olarak temsil eden b ir kuram ı kullanıyor olsak da. Ya doğru
ya da yanlış olan bildirim ler olarak yorum landıklarında, iki kuram ilk
bakışta karşılıklı olarak bağdaşmazdır. Ama çıkarsama için teknikler ya
da yol gösterici ilkeler olarak yorum landıklarında, kuram lar yalnızca
ayrı am a tamamlayıcı araçlardır ki, h e r biri özel bir sorular erim ini ele
almak için etkili bir entellektüel alettir. H er ne olursa olsun, fizikçiler
bir problem ler sınıfını ele alm ak için b ir kuram ı, ve b ir başkasını ele
23Bildirim-biçiminden bildirim elde etm enin bir başka yolu yüklem değişkeni üze­
rinde “niceleştirm e” yapmak, böylece örneğin “Bir P özelliği vardır, öyle ki h e r sriçin
eğer x bir hayvan ise ve « P ise , o zam an x b ir om urgalıdır” bildirim ini elde etmektir.
alm ak için g ö rü n ü rd e uyuşmayan b ir başka kuram ı kullanm ada her­
hangi bir göze çarp ar rahatsızlık gösterm ezler. K ırınm a ve kutuplaş­
ma sorularını ele alırken kapsayıcı dalga ışık kuram ını kullanırlar ki,
buna göre optik fen o m en ler dönem li dalga devim inin terim lerinde
temsil edilir; ama, yansıma ve sapm a p ro blem lerini ele alırken, ışığı
doğrusal bir yayınım olarak çözüm leyen göreli olarak d aha yalın geo­
m etrik optik kuram ını kullanmayı sürdürürler. Q uantum m ekaniğini
izge çizgilerinin ince yapısının çözüm lem esine uygularken, görelilik
kuramı üzerine dayalı düşünceler getirirler; quantum kuramı kimyasal
bağların doğasını çözüm lem ek için kullanılırken, böyle düşünceleri
göz ardı ederler. Bu tü r ö rn ek ler çoğaltılabilir; ve eğer bunlar başka
hiçbirşeyi tanıtlam ıyorsa, hiç olmazsa deneysel araştırm ada kuram lar
kullanılırken kuram ların sözel d o ğ ru lu ğ u n u n birincil kaygı nesnesi
olm adığını gösterirler.
B ununla birlikte, araçsalcı görüş üzerine kuram ların b irer “k u rg u /
fiction ” olduğu sonucu doğmaz—kuram ların insan yaratıları olmaları
gibi bütünüyle suçsuz bir anlam da olm anın dışında. Çünkü sözcüğün
küçültücü anlam ında, bir kuram ın bir kurgu olduğunu söylemek kura­
m ın olgulara bağlılık gösterm ediğini ileri sürm ektir; ve bu doğruluk
ve yanlışlığın kuram lar için uygunsuz nitelem eler olduğu biçim inde­
ki araçsalcı konum ile tutarlı bir önesürüm değildir. G erçekten de, o
konum ile tutarlı olarak, kuram lann onların terim lerinde yorumlandığı
m odellerin b irço ğ u n u n k urgular o ld u ğ u n u ileri sürm ek olanaklıdır
(kimi durum larda giderek açıkça kurgular olarak getirilirler, örneğin
Lord Kelvin’in eth er üzerine mekanik m odellerinin kimilerinin olduğu
gibi). Bu kadarı ileri sürüldüğünde, yalnızca ya o m odellerin fiziksel
realitesi için varsayılan ölçütü doyuran hiçbir görgül kanıtın olmadığı
ileri sürülmüştür, ya da bu ölçütün terim lerinde eldeki kanıtın olumsuz
olduğu. Ö te yandan, kimi kuram ların başkalarından üstün olduğunu
kabul etm ek de araçsalcı görüş ile tutarlıdır—ya bir kuram daha kap­
sayıcı bir araştırm alar erim i için etkili b ir yol gösterici ilke olarak bir
başkasının yaptığından daha iyi hizm et ettiği için, ya da bir kuram daha
sağın ve daha ayrıntılı çıkarsam aları bir başkasının yaptığından daha
olanaklı kılan bir çözümlem e ve temsil yöntem i sağladığı için. B unun­
la birlikte, bir kuram ancak edim sel olarak şeyler ve olaylar kuram ın
deneysel verilerden çıkarsamamızı sağladığı vargılar genel olarak daha
öte gözlem olguları ile iyi anlaşma içinde olacakları bir yolda ilişkili ise
araştırm ada etkili bir alettir. Başka araçlar du rum unda olduğu gibi, bir
kuram ın b ir araç olarak etkililiği, ya da bir başka kuram a üstünlüğü,
böylece ele alınan içeriğin nesnel özellikleri üzerine olum saldır ve kişi­
sel kapris ya da yeğlem eden başka birşey üzerine bağımlıdır.

3. Kuramlar üzerine araçsalcı görüş biçimsel m antıkta Craig teoremi


olarak bilinen ilginç b ir teorem ile aydınlatılır ve b ir ölçüde ondan
destek alır.24 Bu teorem i açıklayacak, am a teknik karışıklıkları ve ince
noktaları atlayacağız. D örneğin fiziğin dili gibi bir “dil” olsun, ve bu
dil yalnızca geleneksel olarak biçimsel m antığın sözlüğünde kapsanan
deyimleri (örneğin, ‘eğ er-o zam an,’ ‘değil,’ ve ‘h er x iç in ’ gibi) değil,
ama aynca sözcüğün kabul edilen bir anlam ında “gözlemlenebilir” ola­
rak görülen şey ve özellikleri belirten bir G anlatım lar sınıfını (örneğin,
‘bakır tel,’ ‘yeşil,’ ve ‘-den daha u zun’ gibi) ve bir de “kuram sal” anla­
tımlar sayılan anlatım ların bir K sınıfını (örneğin, ‘elek tron’ ya da ‘ışık
dalgası’ gibi) kapsıyor olsun, ö ’nin mantıksal-olmayan h er anlatım ının
bu Gve ifsınıflanndan yalnızca birine ait olması gibi ek bir koşul vardır.
Dahası, ö ’nin bir “biçimsel dizge” olması gerektiği ve böylece gerçekte
fiziğin edimsel dili tarafından karşılanmayan bir dizi koşulu doyurduğu
kabul edilir. İlk olarak, D ’nin sözlüğü tam olarak belirlidir, ve sözlükten
bildirim ler kurm ak için ortaya belirtik kurallar koyulur. Tüm bileşen
mantıksal-olmayan anlatım ları G’ye ait olan bir bildirim e bir “gözlem
bildirimi” denecektir; K ’ye ait en az bir anlaüm ı kapsayan bir bildirimin
“kuramsal” bir bildirim olduğu söylenecektir, ikinci olarak, Z)’d eki izin
verilen çıkarsam alar mantıksal çıkarsama kurallannın değişmez bir R
küm esinde kodlanır. Ü çüncü olarak, D geom etriden tanıdık olan bir
tarz&a belitleştirilir.
Ama bu belitleştirme üzerine daha öte birşeyin söylenmesi gerekir. W
D ’de ister manüksal olarak doğru olduklan için isterse yalnızca olumsal
olarak durum olanı doğru olarak form üle ettikleri için olsun gerçekte
doğru olan tüm bildirim lerin sınıfı olsun; ve W g VV’de mantıksal olarak
doğru olduklan-onavlanabilir olmayan gözlem bildirim lerinin kümesi
iken, Wk ise W’deki kuram sal bildirim lerin andırım lı küm esi olsun.
D ’nin fi belitleri genel olarak VF’nin uygun bir alt-sınıfı olacaktır, öyle
ki W d e B’deki belitlerin kim ilerine m anüksal olarak eşdeğer olmayan
bildirim ler vardır. Dahası, şimdi açıktır ki D ’nin fiziğin edimsel dilinin
aslına yeterince bağlı am a idealize edilmiş bir temsili olması ölçüsünde,
belitler hem kuramsal hem de gözlemsel bildirimler kapsayacakür. Belit­
lerde kimi gözlem bildirimleri kapsanacakür, çünkü tüm doğru gözlem
bildirimleri yalnızca kuramsal bildirim lerden türetilebilir değildir. Öte
yandan, kuramsal bildirim ler de kapsanmalıdır, çünkü birçok gözlem
bildirim inin doğrudan deneysel zem inler üzerine doğru olduğu ileri
sürülem ez (örneğin, geçmiş olaylara ilişkin gözlem bildirim leri gibi),
ne de böyle bildirimler doğru olarak bilinen başka gözlemlerden bir ku­
ram ın yardımı ile olm anın dışında mantıksal olarak çıkarsanabilir. H er
durum da, B belitleri, R çıkarsama kuralları ile uyum içinde onlardan
türetilebilir tüm bildirim ler ile birlikte, D ’nin doğru bildirim lerinin W
sınıfını oluşturacakür. B ununla birlikte, önsav gereği yalnızca Wc’nin
24William Craig, “O n Axiom atization within a System,” Journal of Symbolic Logic,
Vol. 18 (1953), ss. 30-32; ve daha az teknik b ir biçim de “R eplacem ent o f Auxiliary
Expressions,” PhilosophicalBevieu), Vol. 65 (1956), ss. 38-55.
bildirimleri gözlemlenebilir sorunları form üle ettikleri için, ü ’nin “gör-
gül içeriği”nin Wc bildirim ler sınıfı tarafından kodlanması gibi bir ek
koşul getireceğiz—b ir sınıf ki sonlu ya da sonsuz olabilir. Buna göre,
başka şeyler eşit olm ak üzere, diyelim ki fiziğin birincil gerecini ilgilen­
diren hiçbir olgusal veri özdeş bir görgül içerik taşıyan iki dil arasında
seçim yapmak için zemin sağlayamaz.
Buna göre, herşeye karşın, D ile aynı görgül içeriği taşıyan ama hiçbir
kuram sal bildirim kapsamayan b ir dil kurm anın olanaklı olup olm a­
dığını sorm ak doğaldır. Bu soruyu d ah a şim diden kuram lar gözlem
bildirim lerine çevrilebilirdir savı ile bağıntı içinde irdeledik, ve savın
doğrulanm ış olmadığı vargısını çıkardık. Ama böylelikle kuram lardan
vazgeçmenin başka bir yolunun geliştirilebilmesi ve b u n u bir dilin gör­
gül içeriğini küçültmeksizin yapma olanağı engellenm iş olmaz.
Craig’in teoremi bu nokta ile ilgilidir. Craig’ın yaklaşımı çevrilebilirlik
savının savunucularının izlediği yaklaşımdan ayrıdır. Kuramları gözlem
bildirim lerine çevirmeyi değil, am a sonuçta kuramsal anlatımları kapsa­
yan biçimsel dilbilimsel dizgeyi hiçbir kuramsal terim taşımayan ve gene
de başlangıçtaki dizge ile aynı görgül içeriği taşıyan bir başka biçimsel
dizge ile değiştirmeyi önerir. Daha belirli olarak, Craig biçimsel bir D a
dilinin nasıl kurulacağını şu yolda gösterir: DQ'n'm mantıksal-olmayan
anlatımları D ’nin G gözlem terim leridir; D"’nin R ” çıkarsama kuralları
Jîile aynıdır (özsel olmayan değişkiler dışında); ve D "'nin A° belitlerin­
de kapsanan mantıksal olmaksızın doğru biricik bildirim ler gözlem bil­
dirim leridir ki, b unlar D ’nin Wg doğru gözlem bildirim leri üzerindeki
etkili bir yordam (burada betimlenmeyecek kadar karışık) ile belirlenir.
O zaman bir S gözlem bildirim inin ancak ve ancak S Z)°’deki bir teo­
rem ise D ’nin bir teorem i olduğu, ve böylece D “’nin görgül içeriğinin
D ’nin görgül içeriği ile aynı olduğu tanıtlanabilir. Buna göre, gözlem
bildirim lerinin kuram ların yardımı ile D ’de elde edilen herhangi bir
dizgeselleştirilmesi görünürde kuram lar olmaksızın Z)°’de elde edilebi­
lir. Bu nedenle öyle g ö rü n ü r ki, biçimsel m antığın duruş noktasından
kuram lar fiziğin örgütlenm esi için özsel araçlar değildir.
B ununla birlikte, böyle bir vargı Craig’in kendisinin belirttiği gibi
onun buluşu tarafından aklanmaz. Ç ünkü fiziğin dilinin biçimsel bir
dizge olmaması ve tahm in edilemeyecek bir yolda değişen karakterin­
den ötürü böyle bir dizge olmasının olası olmaması gibi bir güçlükten
bütünüyle ayrı olarak, Craig’in D a dilini kurm ak için yöntem inin iki
özelliği teorem inin bilimsel araşürm a için önem ini ciddi olarak azaltır.
İlk olarak, yöntem in D °’nin B° belitlerinin etkili olarak nasıl belirlilik
kazanabileceğini gösterm esine karşın, belitlerin sayıca sonlu olmasını
güvence altına almaz (D ’deki Wc doğru gözlem bildirimleri sınıfı sonlu
olm adıkça). Ne de yöntem eğer B * ya ‘sayıca sonsuz’ ise ya da sonlu
am a çok büyük sayıda belit kapsıyorsa, belitlerin tüm dengelim amaç­
ları için etkili olarak kullanılmasını ruhbilim sel olarak olanaklı kılacak
bir yolda belirlenm esini güvence altına alır. Çeşitli konuların alışıldık
belitleştirilmesinin yalnızca sonlu bir sayıda belit değil ama göreli olarak
küçük bir sayıda belit kapsadığını anımsamak önemlidir. Eğer sıradan
türden belitlerin sayısı giderek ılımlı bir büyüklükte olsaydı bile (örne­
ğin, düzlem geom etri için bir milyon belit gerekseydi), tüm ünü bellekte
tutm ak insan yetileri için olanaksız olurdu, ve anlamlı teorem lerin oluş­
turulup oluşturulamayacağı kuşkuludur.25 Buna göre, D° için Craig’in
yöntemi yoluyla sağlanan belitler öylesine hantal olabilir ki, etkili hiçbir
mantıksal kullanım ları olanaklı olmayabilir.
ikinci olarak, Craig’in yöntem i öyle bir yolda ilerler ki Wg ’deki h er
5 bildirim i için D 9”de S ’ye m antıksal olarak eşdeğer b ir belit vardır.
Ö rneğin eğer S D ’deki doğru bir gözlem bildirim i ise, o zaman S ve S
ve ... ve S bağlanım ı (ki b u n d a S hesaplanabilir belli bir sayıda yinele­
nir) D°’deki bir belittir. Kısaca, D s’nin tüm doğru bildirimleri gerçekte
£)°’nin belitleri olacaktır. Yöntem in bu özelliği o nu bilimsel araştırm a
am açları için bütünüyle değersiz kılmaya yeterlidir. D a için böyle bir
belitler kümesi D a’nin görgül içeriğinin yalınlaşmış bir formülasyonunu
sağlamaz, ve aslında o n u yeniden form üle eder, öyle ki belitler tüm
doğru gözlem bildirim lerinin salt bir listesi karşısında hiçbir üstünlük
sumHaz. Dahası, D ” için belitler belirleyebilmek için, onlardan yapılan
herhangi bir tüm dengelim den önce, ö ° ’nin tüm d oğru bildirim lerini
bilm em iz gerekecektir—başka b ir deyişle, Craig’in yöntem i bize O5
dilinin nasıl ancak D 9'n in nesnel içerik üzerine olanaklı h e r araştırm a
tam am landıktan sonra kurulacağını gösterir. Bu n o k tanın kuram lar
üzerine araçsalcı görüş ile ilgisi açıktır. Çünkü tartışm a bilimde kuram ­
ların önem li oldukları olgusuna dikkati çeker, birincil olarak doğru
olabilecekleri içiri değil, am a daha tüm gözlem bildirim leri doğru (ya
da olası d oğru) olarak saptan m ad an önce bile gözlem lenebilir olgu
sorunlarının araştırma, formülasyon ve örgütlenm esine kılavuzlar ola­
rak hizm et ettikleri için. Craig’in teorem inden çıkarılabilecek biricik
ders, doğruluk ve yanlışlık kuram lara uygun olarak yüklenebilir olsun
ya da olmasın, b u n u n h e r d urum da bilim de kuram ların yerini değer­
lendirm edeki biricik ilgili soru olmadığıdır.

4. Ama şimdi araçsalcı duruş noktasındaki kimi sınırlamaları belirte­


biliriz. Bu görüşün savunucuları sık sık, eğer kuram ların araçsal rolü bir
kez saptanırsa, böylelikle kuram ların “d o ğ ru ” ve “yanlış” nitelem eleri
için uygunsuz nesneler olduklarının gösterildiğine inanıyor görünürler.
B ununla birlikte, bir kuram ın doğru o ld uğunu söylemek ve kuram ın

25Bu nokta sonsuz çoklukta (“infmitely many”) belit tem elinde çeşitli biçimsel diz­
gelerin kurulm uş olması olgusu tarafından köreltilm ez. Ç ünkü bu dizgeler “belit-
şem aları” denilen şeyleri kullanır ki, bunların h e r biri bir belitin sonsuz bir sayıda
belirli bildirim de anlatılabilecek değişik bir biçimini betimler. B ununla birlikte, böyle
dizgelerdeki belitlerin sayısı sonsuz olabilse de, belit-şeması sonlu ve oldukça küçüktür.
araştırm ada önem li işlevler yerine getirdiğini ileri sürm ek arasında hiç­
bir zorunlu bağdaşmazlık yoktur. Ö rneğin “New York ve W ashington,
D. C. Arasındaki uzaklık yaklaşık olarak 225 m ildir” gibi bildirim lerin
doğru olabileceğini, ve gene de insanların p lanlarında değerli roller
oynayabileceğini çok az kimse yadsıyacaktır. Gerçekten de, ortak uylaşım
zem ininde anlam lı olarak doğru ya da yanlış olarak ileri sürülebilen
pekçok bildirim ayrıca sağladıkları yarar için de incelenebilir. Kısaca,
bundan kuram ların “gerçek bildirim ler” olarak görülem eyecekleri ve
öyleyse salt araştırm ada vazgeçilmez işlevleri olduğu için doğruluk ya
da yanlışlıkları açısından araştırılamayacakları sonucu çıkmaz.
Dahası, kuramları vargıların onlardan türetildiği öncüller olarak değil
de çıkarsam aların onlarla uyum içinde yapıldığı yol gösterici ilkeler
olarak, kurallar olarak karakterize edenler sık sık bu ayrımın bağlamsal
doğasını göz ardı ederler. Bugün ‘Tüm insanlar ölüm lüdür’ ve ‘Welling­
ton Dükü bir insandır’ öncüllerinden ‘Wellington Dükü ölüm lüdür’ var­
gısına ilerleyen bir çıkarsama gibi tanıdık bir çıkarsamanın tasımın ilkesi
( x P ’dir’ biçimindeki bir bildirim ‘Tüm S P ’d ir’ ve ‘x .S”d ir’ biçimindeki
iki bildirim den türetilebilirdir) olarak bilinen salt mantıksal çıkarsama
kuralından (ya da yol gösterici ilkeden) örtük olarak yararlandığı yay­
gın olarak bilinen bir noktadır. Dahası, ilke biçimsel bir ilkedir, çünkü
bildirim lerin hangi içerik terim lerini kapsayabileceğine bakılmaksızın
yalnızca biçim lerine gönderm ede bulunur.
Bununla birlikte, şimdi yine genel olarak kabul edildiği gibi, biçimsel
bir çıkarsama kuralı ile aklanan uslamlama yeniden yapılandınlabilir, öyle
ki aynı vargı, düşülmüş olan öncüllerin açığını kapayan bir özdeksel yol
gösterici ilke ile uyum içinde, başlangıçtaki öncüllerin bir alt-kümesinden
elde edilebilir. Böylece, ‘Wellington dükü ölüm lüdür’ vargısını ‘Welling­
ton dükü bir insandır’ tekil öncülünden çıkarsamak doğrudur, yeter ki “x
ölüm lüdür’ biçimindeki herhangi bir bildirim ‘xbir insandır’ biçimindeki
bir bildirim den türetilebilirdir” biçimindeki özdeksel çıkarsama kuralını
kabul edelim. Yol gösterici ilkenin bu durum da özdeksel/materialbir ilke
olduğu söylenir, çünkü ilkenin akladığı çıkarsamalar sınıfında yer alması
gereken belirli içerik terim lerinden söz eder.
Ö te yandan, bu yordam genel olarak geriye doğru kullanılabilir, öyle
ki bir uslamlama için bir özdeksel yol gösterici ilke düşülebilir ve yeri­
ne karşılık düşen bir öncül geçirilebilir. Ö rneğin ‘Bu bakır tel parçası
genleşecektir’ vargısı ‘Bu bakır tel parçası ısıtılacaktır’ öncülünden ‘“x
genleşecektir’ biçim indeki bir bildirim ‘x bakırdır ve ısıtılacaktır’ biçi­
mindeki bir bildirim den türetilebilirdir” özdeksel yol gösterici ilkesi ile
uyum içinde çıkarsanabilir. Ama aynı vargı başlangıçtaki öncüle ‘Tüm
bakır ısıtılma üzerine genleşir’ bildirim ini eklersek bu yol gösterici ilke
olmaksızın elde edilebilir. Buna göre, öncüller ve çıkarsama kuralları
arasındaki ayrımların hem sağlam hem de önemli olmasına karşın, verili
bir bildirim bir bağlam da bir öncül olarak işlev görebilir, am a aslında
bir başka bağlam da b ir yol gösterici ilke olarak da kullanılabilir, ve
evrik olarak.
Bu yalın örneklerin ortaya koyduğu nokta açıkça içlerinde kuram lann
tem el bir rol oynadığı daha karmaşık uslam lam alar için de geçerlidir.
Ö rneğin birçok d urum da ışık dalga kuram ının deneysel olarak sapta­
nabilir verileri böyle başka verilerden çıkarsamak için yol gösterici bir
ilke ye da teknik olarak kullanıldığı ya da yorum lanabildiği konusunda
çok az kuşku vardır. Ne de kuram ı görm en in bu yolunun o n u n bir
araştırmada oynadığı ve başka türlü göz ardı edilebilecek bir rolü ortaya
serdiği, ya da kuram lar üzerine bu perspektifin herhangi bir tikel kura­
m ın şeylerin “enson doğası” üzerine son gerçeklik olduğu biçimindeki
inakçı önesürüm e karşı sağlıklı bir panzehir olduğu tartışm a götürür.
Gene de bundan kuram lann bilimsel açıklama ve tahm inlerde öncüller
olarak, haklarında doğruluk ve yanlışlık sorulanm getirm enin öyleyse
bütünüyle uygun olduğu bonafide bildirimler olarak hizm et etmedikleri
ya da edem eyecekleri sonucu çıkmaz.
G erçekte, kuram lar genellikle bilimsel incelem elerde olduğu gibi
kuramsal ya da deneysel araştırmanın sonuçlannı bildiren denem elerde
de yol gösterici ilkeler olarak olm aktan çok öncü ller olarak sunulur
ve kuttandır. H em yaşayanlar hem de ölmüş olanlar arasında en önde
gelen bilim cilerden bir bölüm ü hiç kuşkusuz kuram ları verili bir ko­
n u n u n doğasına ve yapısına ilişkin bildirim ler olarak görm üşlerdir; ve
araştırm alannı bir kuram ın bir haritacılık ilkeleri kümesi olm aktan çok
belli bir doğa alanının tasarlanmış bir haritası olduğu sayıltısı üzerine
yürütm üşlerdir. Pekçok deneysel araştırm a hiç kuşkusuz bir kuram ın
konudadığı çeşitli hipotetik kendiliklerin (örneğin yürürlükteki atom
fiziğinin nötron, m ezon ve n ötrinolan gibi) gerçekten de kuram ın bil­
dirdiği durum lar ve ilişkiler içinde yer alıp alm adığını saptam a isteği
tarafından esinlendirilir. Ama açık olarak bir kuram ı sınamaya yöne­
lik araştırm a kuram ın kimi şeyleri doğruladığı ve başkalannı yadsıdığı
biçim indeki belirtik sayıltı üzerine ilerler. Kısaca, ne bilimsel kılgının
mantığı ve olguları, ne de uygulama alanındaki bilimcilerin sık sık be­
lirtik olan tanıklıkları kuram ları yalnızca çıkarsam a teknikleri olarak
yorum lam anın karşısında hiçbir geçerli almaşığın bulunm adığı görü­
şünü destekler.
Dahası, yukarıda belirtildiği gibi, yol gösterici bir ilke olarak görülmek­
te olan bir kuram hakkında kuram bir öncül olarak kullanılırken doğan
sorular ile özsel olarak aynı sorular getirilebilir. Çünkü özdeksel bir yol
gösterici ilke bir kuram olsun ya da olmasın, ilke ancak doğru öncüller­
den onunla uyum içinde çıkarsanan vargılar gözlem olgulan ile koşul
olarak getirilen belli bir dereceye dek anlaşma içinde iseler güvenilir bir
ilkedir. Sonuçta, bir kuram ın doyurucu (bir çıkarsama tekniği olarak)
olup olmadığını sormak ve bir kuram ın doğru (bir öncül olarak) olup
olmadığını sormak arasında b ü tününde yalnızca sözel bir aynm vardır.
Araçsalcı görüşün kimi savunucularının getirdikleri sav, hiçbir kura­
m ın mantıksal olarak gözlem olgularına ilişkin herhangi bir bildirim
imlemediği savı benzer olarak sınırlandırılmalıdır. Eğer bir kuram bir
yol gösterici ilke olarak yorum lanırsa sav açıkça sağlamdır, çünkü bir
çıkarsama kuralı olgusal araştırm alarda bir öncül değildir ve olgusal
vargıları gerektirdiği söylenebilecek türden bir şey değildir. Sav eğer bir
kuram bir öncül olarak kullanıldığında bile yalnızca kuram dan hiçbir
örneksel vargının (instantial conclusion) çıkmadığını, am a ancak kuram
için uygun karşılık-düşme kuralları sağlandığı ve ilk koşulların uygun
bildirim leri öncüller olarak eklendiği zaman çıktığını ileri sürüyor ola­
rak anlaşılırsa da sağlamdır. Ö te yandan, sav eğer b ir kuram ın bu ek
koşul yerine getirildiği zaman bile gözlemlenebilir olgulara ilişkin hiçbir
bildirim im lem ediğini ileri sürüyorsa açıkça yanlıştır. Çünkü böyle bir
sav bir kuram ın belirtilen yolda h er kullanılışında yalanlanır—örneğin,
dalga ışık kuram ı optik m erceklerin ren k sapınçlarını açıklamak için
kullanıldığı zaman.
Araçsalcı görüş üzerine son bir yorum daha yapılmalıdır. Daha önce
kısaca belirtildiği gibi, bu görüşün savunucuları görünürde mikroskopik
kuram ların konutladığı çeşitli “bilimsel nesneler”in (örneğin elektron­
lar ya da ışık dalgalan) hiçbir biçimdeş açıklamasını vermez. Ama daha
öte bir nokta olarak belirtilebilir ki, bu görüş üzerine, böyle “bilimsel
nesneler”in fiziksel olarak varolan şeyler o ld u ğ u n u n nasıl söylenebi­
leceği açık olm aktan uzaktır. Ç ünkü eğer bir kuram yalnızca bir yol
gösterici ilke— çıkarsamalar yapmak için fenom enleri temsil etm enin
bir yöntem i üzerine dayalı bir teknik—ise, ‘elek tro n ’ ve ‘ışık dalgası’
gibi terim ler büyük olasılıkla ancak temsil ve çıkarsam a kurallarında
kavramsal halkalar olarak işlev görür. İlk bakışta, öyleyse, böyle terim ­
lerin anlam ı araştırm alara kılavuzluk yapm ada ve gözlem gereçlerini
düzenlem ede oynadıkları roller yoluyla tam amlanır; ve bu perspektif­
te böyle terim lerin sağın anlam da fenom enler olmayan fiziksel olarak
varolan şey ve süreçlere gönderm ede bulunabileceği sayıltısı dışlanmış
görünür. Araçsalcı görüşün savunuculan gerçekten de zaman zaman bu
sorun üzerine düpedüz kendileri ile çelişmişlerdir. Böylece, atom ik öz-
dek kuram ının yalnızca bir çıkarsama tekniği olduğunu ileri sürerken,
kimi yazarlar gene de atom lann varolup olmadığı sorusunu ciddi olarak
tartışmış ve atom ların gerçekten varolduğunu gösterm ek için kanıtın
yeteli olduğunu ileri sürm üşlerdir. Başkalan belirtik olarak atom ların
ve başka “bilimsel n esneler”in değişim küm eleri arasındaki ilişkilerin
genelleştirilmiş bildirimleri olduklarını ve varolan bireysel şeyler olama-
yacaklannı ileri sürm üşlerdir; am a aynca atom ların devimde olduklan-
nı, ve bir kütle taşıdıklarını da bildirmişlerdir. Böyle tutarsızlıklar onlara
neden olanların aslında bir kuram ı ilgilendiren doğruluk ve yanlışlık
sorulannı uygunsuz olarak dışlamaya hazır olm adıklarını düşündürür.
H er durum da, açıktır ki böyle sorulann mantıksal uygunluğunu onay­
lamak ve ayrıca kuram ların önem li araçsal işlevini kabul etm ek tutarsız
değildir.

IV. K u ra m la n n Realist Görüşü


O zaman kuramlar, bu görüşte belirtilmiş olan güçlüklere karşın, “ger­
çekten d e” doğruluk ve yanlışlıklan anlam lı olarak ileri sürülebilecek
bildirim ler midir? Soru ister olum lu isterse olumsuz olarak yanıtlansın,
verilen yanıtın biricik usauygun yanıt olmayabileceğini düşündürm ek
için söylenenler yeterlidir. G erçekten de, ona yanıüannda aynlanlar sık
sık deneysel araştırm a alanına düşen sorunlar üzerinde anlaşma içinde
değildirler, ve ne de biçimsel m antık noktaları üzerinde ya da bilimsel
yordamın olgulan üzerinde anlaşırlar. O nlan sık sık bölen şey bir ölçüde
değişik entellektüel geleneklere bağlılıklar, b ir ölçüde dilimizi genel
olarak kabul edilen olgulara uyarlam anın uygun yolunu ilgilendiren
uzlaştırılamaz yeğlem elerdir. Tarihsel b ir olgu olarak belirtilebilir ki,
hem bilimde hem de felsefede birçok seçkin ad kuram lann doğru ya da
yanlış bildirim ler olarak nitelendirilm esini özellikle yeterli saymışken,
daha az seçkin olmayan b ir başka bilim ciler ve felsefeciler grubu ise
k u ra n la rın araştırm a araçları olarak betim lem esi için b enzer bir savı
ileri sürmüştür. B ununla birlikte, iki görüşten birinin bir savunucusu
konum unu desteklem ek için yalnızca seçkin yetkeyi almtılayamaz; bir
parça eytişimsel deha ile, genellikle konum una yönelik görünürde ağır
karşıçıkışlarm acısını giderebilir. Sonuçta, ikisinden hangisinin kuram ­
ları yorum lam anın uygun yolu olduğu konusunda daha şim diden uza­
mış tartışma belirsizce uzatılabilir. Böyle bir tartışm adan çıkanlabilecek
açık ders bir kez h e r iki konum da h er birinin karşılaştığı güçlükler ile
baş edebileceği bir yolda bildirilir bildirilmez aralarından hangisinin
“doğru” konum olduğuna ilişkin sorunun yalnızca term inolojik önem
taşıdığıdır.

1. Tartışma alündaki iki görüşten h er birinin karşısında duran başlıca


engelleri irdeleyelim ve kuram lan doğru ya da yanlış bildirim ler olarak
alan anlayışın karşısına çıkanlar ile başlayalım.

a. İlk olarak bir kuram ın bir bildirim değil am a yalnızca bir bildirim-
biçimi olduğu yolundaki salt biçimsel güçlük vardır. Çünkü, sık sık ol­
duğu gibi, bir kuram ın kimi terimleri herhangi bir karşılık-düşme kuralı
ile bağlı değilse, sonuçta o terim ler değişkenlerdir, öyle ki görünüşte
kuram bildirim ler için gram atik gerektirim leri doyurmaz. Bu güçlük
ilkin belirtik olarak Ramsey’in önerdiği biçimsel bir aygıt tarafından
karşılanabilir.26 Aygıt yalnızca “varoluşsal niceleyiciler” denilen şeyleri
bildirim-biçimleri için ön-ekler olarak getirm ekten ve böylece sonuçta-
26Frank P. Ramsey, aynı yapıt, ss. 212-36.
ki anlatım ın biçimsel olarak bir bildirim olm asından oluşur. Ö rneğin,
‘Eğer bir insan P özelliğini taşıyorsa, o zam an böyle b ir kişinin mavi
gözleri vardır’ anlatım ı bir bildirim-biçimidir; am a ‘Bir P özelliği var­
d ır’ ön-ekinin eklenmesi ile ondan ‘Bir P özelliği vardır, öyle bir yolda
ki eğer bir insan P ’yi taşıyorsa, o zaman o kişinin mavi gözleri vardır’
bildirim ini elde ederiz. Benzer olarak, varsayalım ki, ‘kütle’ ve ‘ivme’
terim lerinin karşılık-düşme kuralları ile bağlı olm asına karşın, ‘kuvvet’
terim i böyle olmasın. ‘Eğer bir cisim devimde değişim lere uğrarsa, o
zaman cismin kütle ve ivmesinin çarpım ı o n u n üzerinde etkide bulu­
nan /^kuvvetine eşittir’ anlatımı aslında bir bildirim-biçimidir ki, ondan
‘Eğer bir cisim devimde değişimlere uğrarsa, o zaman (ölçülebilir) bir
F özelliği vardır, öyle bir yolda ki cismin kütle ve ivmesinin çarpımı F ’ye
eşittir’ bildirim ini elde edebiliriz. D aha genel olarak, ‘K(M,N,P,Q)’ b\r
kuram olsun ve b u n u n ‘M ’ve ‘N ’kuramsal terim leri karşılık-düşme ku­
ralları ile bağlı iken !P’ve ‘Q ’kuramsal terimleri ise bağlı olmasın, öyle ki
‘K(M,N,P, Q) ’önsav gereği bir bildirim-biçimidir. O zaman ‘Bir P vardır
ve bir Qvardır, öyle b ir yolda ki K(M,N,P,Q) ’anlatım ı b ir bildirimdir.
Buna göre, Ramsey aygıtının kullanılması yoluyla bir kuram dan türeti-
lebilen gözlem sonuçlan değişmediğine göre, o aygıt tartışma altındaki
biçimsel güçlüğün arkasından dolaşmak için yeterlidir.

b. İkinci olarak, k uram lann genellikle edimsel olarak varoluşta olan


hiçbirşeyi karakterize etm eyen sınırlayıcı kavramların terim lerinde for­
müle edildiği ve böylece h e r ne olursa olsun boşluklu-olmayan olgusal
doğruluğun böyle kuram lar için ileri sürülemeyeceği biçimindeki daha
önce sözü edilen karşıçıkış vardır. Bu karşıçıkış bir dizi yolda döndürüle-
bilir. Tanıdık bir ham le sınırlayıcı kavramlann varolan şeyler için geçerli
olmadığı savma karşı çıkmaktır. Hiç kuşkusuz, örneğin kuramsal değeri
2’nin kare köküne eşit olm a koşulu altında duran belli bir uzunluktaki
büyüklüğü olan kıpısal hızın değerini açık ölçüm ile saptayanlayız. Ama,
zaman zam an söylendiği gibi, açık ölçmeye (ya da daha genel olarak
gözleme) izin verme fiziksel varoluşun ölçütü yapılmadıkça, bu durum
cisimlerin gerçek sayı büyüklükleri ile anlatılan kıpısal hızlarının ya da
uzunluklannm olamayacağını göstermez. Tersine, eğer böyle değerler
konutlayan bir kuram yetkin kanıt ile desteklenirse, o zaman tartışma
altındaki yanıta göre b u sınırlayıcı kavram ların şey ve süreçlerin belli
evrelerini belirttiğini ileri sürm ek için geçerli ned en vardır. Bir kuramı
sınam ada yaptığı sayıltılann b ü tü n ü n ü sınadığımız için, diye sürer ya­
nıt, eğer bir kuram eldeki kanıt üzerine iyi kurulm uş olarak görülürse,
tüm bileşen sayıltılan da öyle görülmelidir. Buna göre, bütünüyle keyfi
ayrım lar getirm ediğim iz sürece, bileşen sayıltılar arasında kim ilerini
varolan şeylerin betim lem eleri olarak görerek ve kim ilerini öyle gör­
meyerek keyfi seçimler yapamayız.
Tartışma altındaki karşıçıkışı durdurm anın zaman zaman başvurulan
bir başka yolu daha vardır. Yanıt o zaman sınırlayıcı kavramların yalınlaş­
tırıcı aygıtlar olduğunu, ve onlan kullanan bir kuram ın genel olarak usa-
uygun bir biçim de sözel doğruluk taşıdığı söylenecek herhangi birşey
ileri sürm ediğini kabul etm ekten oluşur. Buna karşın, varolan şeyler sık
sık ya bir kuram da sözü edilen “ideal” özelliklerden ayırdedilemez olan
özellikler taşır, ya da böyle “ideal” özelliklerden göz ardı edilebilir bir
etm en yoluyla ayrılır. Sonuçta, karşıçıkışa bu yanıt üzerine, bir kuram ın
onun ileri sürdüğü şey ve aşın inceltilmiş gözlemin bile keşfedebileceği
şey arasındaki eşitsizliğin deneysel yanılgıdan doğuyor olarak sayılabile­
ceği denli küçük olması anlam ında doğru olduğu söylenir.

c. K uram ların doğru ya da yanlış olarak anlaşılması konusunda bir


üçüncü tip güçlük, d ah a önce dikkati çektiğim iz gibi, zam an zaman
aynı nesnel içerik için g ö rünürde bağdaşmaz kuram lann kullanılması
olgusundan doğar. Böylece, bir sıvı hem bir kesikli parçacıklar dizgesi
hem de sürekli bir ortam olamaz, üstelik sıvıların özelliklerini ele alan
kuram lar kimi duru m lard a b ir sayıltıyı ve başkalarında karşıt sayıltıyı
kabul etse de.
Bu karşıçıkışa olağan yanıt iki bölüm den oluşur. B unlardan biri öz-
sel olarak önceki paragrafta sözü edilen yanıtın bir yinelemesidir. Bir
kuram verili b ir araştırm a alanında kullanılabilir, üstelik görü n ü rd e
orada kullanılan b ir başka kuram ile bağdaşm az olsa bile, çünkü bi­
rincisi İkinciden daha yalındır ve çünkü tartışm a altındaki problem ler
için daha karmaşık kuram olgular ile daha yalın kuram ın vargılannm
olduğundan daha ijd anlaşma içinde olan vargılar üretm ez. Buna göre,
daha yalın kuram daha karmaşık olanın bir aykınsı olm aktan çok, bir
anlam da o n u n özel'bir d urum u olarak görülebilir.
Yanıtın ikinci bölüm ü şöyledir. Bağdaşmaz kuram ların bir süre için
kullanılabilmesine karcın, b u n lan n kullanımı ancak geçici bir önlem dir
ve önceki ikisinden de daha kapsamlı olan içsel olarak tutarlı bir kuram
geliştirilir geliştirilmez terk edilecektir. Böylece, bu yüzyılın dönüşünde
hem fiziğin hem de kimyanın birçok olgusunu açıklamak için kullanı­
lan atom kuram ları arasında ciddi bağdaşm azlıklann olmasına karşın,
b u çatışan kuram ların yerini şimdi bu bilim lerin ikisinde de kullanı­
lan tekil bir atom ik yapı kuram ı almıştır. G erçekten de, h er biri gene
de belli bir sınırlı araştırm a alanında yararlı olan kuram lar arasındaki
tutarsızlıklar sık sık d ah a kapsam lı am a tutarlı b ir kuram sal yapının
kurulması için güçlü bir güdü oluşturur. Buna göre, kuram lann doğru
ya da yanlış bildirim ler olduğu görüşünün bir savunucusu konum unun
yarattığı sıkıntılardan zaman zaman bilim lerde bağdaşmaz kuram ların
kullanılması olgusuna dayanarak kaçabilir; h e r kuram ın düzeltilebilir
karakteri üzerinde diretebilir ve herhangi bir kuram için son doğruluk
savını reddedebilir. Giderek yanlış bir kuram ın bile birçok problem i ele
alm ada bütünüyle yararlı olabileceğini özgürce kabul edebilir; ve bu
kabullenim i kimi bilim dallarında kuram lann ardışıklığının erişilemez
am a geçerli bir enson d o ğ ru kuram idealine aşamalı olarak daha iyi
yaklaşıklıklar olduğu savı ile birleştirebilir.

d. Ve son olarak quantum mekaniğini belli bir tanıdık modelin terim­


lerinde yorum lam ada karşılaşılan güçlüklerden ö tü rü şimdi tartışm a
altındaki konum a yönelik karşıçıkış vardır. Ö rneğin kuramsal olduğu
gibi deneysel kaygılar da fizikçileri elektronlara (ve quantum kuramının
konutladığı başka kendiliklere) görünürde bağdaşmaz ve her durum da
şaşırtıcı karakteristikler yüklemeye götürm üştür. Böylece, elektronlar
onları bir dalgalar dizgesi olarak düşünm eye uygun kılan özellikler ta­
şıyor olarak yorum lanır; öte yandan, elektronlar aynca bizi onları her
birinin yerel bir konum u ve bir hızı olan parçacıklar olarak düşünmeye
götüren özellikler de taşır, gerçi ilkede hiçbir belirli konum ve hız eş­
zamanlı olarak hiçbir elektrona yüklenemeyecek olsa da. Birçok fizikçi
bu nedenle quantum kuram ının şeylerin ve süreçlerin “nesnel olarak
varolan” bir alanına ilişkin bir bildirim olarak, yaklaşık olarak bile olsa
özdeğin m ikroskopik yapısını sergileyen bir harita olarak görülem e­
yeceği vargısını çıkarmışlardır. Tersine, kuram yalnızca kavramsal bir
şema olarak ya da deneylere yol gösterm e ve onları eşgüdüm lem e için
bir politika olarak görülmelidir.
Bu karşıçıkışa yanıt tanıdık b ir kalıbı izler. Klasik fiziğin yasalarını
som utlaştıran görülebilir bir m odelin quantum kuram ı için verileme­
mesi olgusu, d er yanıt, quantum kuram ının atom-altı süreçlerin yapısal
özelliklerini form üle ettiğini yadsımak için yeterli bir zemin değildir.
Hiç kuşkusuz kuram için doyurucu bir m odelin olması istenebilir bir-
şeydir. Ama h erh an g i b ir zam anda doyurucu olarak görülen m odel
tipi yürürlükteki entellektüel iklim in b ir işlevidir. Q u antum kuram ı
için yürürlükteki m odeller bize tuh af ve giderek “anlaşılmaz” gelse de,
tuhaflığın artan tanışıklık ile azalmayacağını ya da en sonunda kuram
için daha doyurucu bir yorum un bulunam ayacağını kabul etm ek için
hiçbir inandırıcı n ed en yoktur. Dahası, şimdiki m odelin ileri sürülen
anlaşılmazlığı büyük ölçüde o n u betim lem ede kullanılan ‘dalga’ ve
‘parçacık’ gibi sözcüklerin andınm lı bir yolda kullanılm akta olduğunu
gözden kaçırm aktan doğar. Ancak bir Pickwickean bir anlam dadır ki
bir elektron bir parçacıktır (sözcüğün alışıldık anlam ında), tıpkı V-I
anlatım ının da ancak gerilm iş b ir anlam da b ir sayı olması gibi (kar­
dinal 3 tamsayısının bir sayı olması ile aynı anlam d a). Bir elektronun
bir parçacık (ya da almaşık olarak, bir dalga) olduğu söylenir çünkü
elektronlara yüklenen özelliklerin kimileri klasik parçacıklar ile ya da
almaşık olarak tanıdık su dalgaları ile bağlı özelliklere andırım lıdır,
üstelik an d ın m başka özellikler için geçersiz olsa bile. “Parçacıklar” ve
“dalgalar” dili bu sözcüklerin quantum mekaniğinin bağlam ında edim ­
sel olarak kullanılma yolunun terim lerinde anlaşıldığı zaman, diye ileri
sürülmüştür, elektronların quantum -kuram sal nitelenişinde çelişkinin
görünüşü bile doğmaz. Ama h er ne olursa olsun, tem el sorun atom-altı
süreçlerin varoluş ileri süren tikel bir m odelinin doyurucu olup olma­
ması değildir. Temel sorun fiziksel nesne ve süreçlerin öğesel bileşenleri
arasındaki ilişkilerin quantum m ekaniğinin m atem atiksel formalizmi
yoluyla şimdi elde bulunan başka herhangi bir biçimsel m odel yoluyla
olduğundan daha yeterli olarak bildirilip bildirilm ediğidir. Bu sorun
üzerine, yanıtın olum lu olduğu konusunda yetkin öğrenciler arasında
hiçbir anlaşmazlık yoktur.
K uram ların d o ğ ru ya da yanlış bildirim ler olduğu görüşüne karşı-
çıkışlarm bu örnekleri görüşün ağır eleştiri karşısında kendini ayakta
tutacak eytişimsel kaynaklarının o ld u ğ u n u gösterm ek için yeterlidir.
Hiç kuşkusuz bu eleştirilere yanıdar karşı-yanıtlar ile karşılanabilir, ama
bunların hiç biri saldırı altındaki görüşün savunucularının en azından
ilk bakışta uygun b ir yanıt veremeyeceği tü rd en değildir. Öyleyse tar­
tışmanın bu evresini daha öte sürdürm ek yararlı olmayacaktır. Bunun
yerine araçsalcı konum un eleştirilerinin kim ilerine dönelim .

2. Genellikle form üle edildiği biçimiyle araçsalcı konum daki iki ana
güçluITbelirtildi. B unlardan birincisi pekçok deneysel araştırm anın bir
kuram dan yana ya da ona karşı kanıt bulmaya yöneltilmiş olmasıdır—
bir üstenim ki, eğer bir kuram gerçek bir bildirim değil am a yalnızca
yordam politikasının ya da kuralının bir form ülasyonu ise, görünürde
anlamsızdır. B ununla birlikte, bu karşıçıkış kolayca zararsız kılınabilir.
Ç ünkü bir k uram ın g erçekten dfc o n u ya “doğrulayacak” ya da “çü­
rütecek” kanıt için .araştırm a yoluyla “sınanabileceği” yanıtını vermek
yeterlidir, am a yalnızca kuram ile uyum içinde gözlem öncüllerinden
türetilen gözlem vargıları için doğrulayıcı ya da çürütücü kanıtın aran­
ması anlam ında. G ördüğüm üz gibi, konuyu b u yolda koymanın yarat­
tığı biricik sorun tüm dengelim li çıkarsamaları yeniden yapılandırmada
özdeksel olm aktan çok salt biçimsel yol gösterici ilkelerin kullanılmasının
göreli uygunluğunu ilgilendirir.
ikinci ve daha ciddi güçlük tutarlı olarak savunulan bir araçsalcı gö­
rüşün onu savunanların görün ü rd e bir kuram ın konutladığı herhangi
bir “bilimsel nesnenin” “fiziksel realitesini” (ya da “fiziksel varoluşunu”)
kabul etm esini önlüyor görünm esidir. Çünkü eğer ‘atom ’ ya da ‘elekt­
ro n ’ gibi terim leri kullanan bir kuram yalnızca yol gösterici bir ilke ise,
atom ların “gerçekten var olup olm adıkları” gibi b ir soruyu getirm ek
yersizdir; ve o zaman, kimi fizikçilerin yaptığı gibi, deneysel kanıt şim­
di atom u “gösterdiğine” göre “o n u n fiziksel varoluşuna ellerimizin ve
ayaklarımızın varoluşuna inandığımız gibi inanırız” dem ek aşın ölçüde
şaşırtıcıdır.
B ununla birlikte, bu karşıçıkışın gücü açık değildir çünkü ‘fiziksel
realite’ ya da ‘fiziksel varoluş’ anlatım ı karanlık olmasa bile en azından
ikircimlidir. H er ne olursa olsun, bu deyimleri kullanan yazarlar genel
olarak onları aynı anlam da anlamazlar. Bu nedenle, elektronlar, atom ­
lar, elektrik alanları ve b enzerleri gibi bilim sel n esn eler için fiziksel
realite doğrulandığı ya da yadsındığı zaman ister belirtik olarak isterse
örtük olarak olsun sık sık kullanılan değişik ölçütlerin kimilerini irde­
lem ek yararlı olacaktır.

a. H erhangi birşeyin fiziksel olarak reel ya da olgusal olarak görün­


mesi için belki de en tanıdık gerektirim şeyin ya da olayın, gözlemi için
uygun koşullar gerçekleştiği zaman, açıkça/publicly algılanmasıdır. Bu
ölçütün terim lerinde, çubukların, taşların, şimşek çakmalarının, yemek
kokularının ve benzerlerinin fiziksel olarak varoldukları söylenebilir,
am a bileğini b u rk an b ir insanın duyduğu acıların ya da sayıklaması
sırasında bir sarhoşun anlattığı pem be fillerin değil. B ununla birlikte,
pekçok bilimsel nesne bu anlam da fiziksel olarak reel değildir. Böylece,
aydınlatılmış yüzeyler bu ölçüt üzerine fiziksel olarak reel olsalar da, ışık
dalgaları değildir; ve, gerçi bir Wilson bulut odacığında su buharının
görülebilir izler oluşturm ak üzere yoğunlaşması reel olsa da, o izleri
ü rete n (yürürlükteki fizik kuram ına göre) alfa parçacıkları değildir.
Hiç kuşkusuz atom ların fiziksel realitesine el ve ayaklarımızın fiziksel
realitesine olduğu gibi inandırılm am ız “fiziksel olarak reel”in bu yoru­
m u üzerine dayanmaz. Ö te yandan, kimi hipotetik bilimsel nesneler
bu anlam da fiziksel olarak reel olsalardı bile—örneğin, yürürlükteki
yaşambilimsel kalıtım kuram ının konutladığı genler görülebilir kılın-
saydı bile— , böyle nesneleri belirlem enin terim lerini veren kuramsal
kavram ların bilim deki rolleri değişmiş olmazdı. E ğer m olekülleri al­
gılayabilseydik, onlara ilişkin olarak henüz öne çıkmakta olan pekçok
soru yanıtlanır ve böylece m olekül kuram ı gelişmiş b ir form ülasyon
kazanırdı. G ene de, m olekül kuram ı m oleküllerin özelliklerini ilişkisel
terim lerde form üle etmeyi sürdürecektir—moleküllerin başka molekül­
ler ile ve başka şeyler ile ilişkilerinin terim lerinde, am a niteliklerinden
duyu örgenlerimiz yoluyla doğrudan aynmsanabilecek herhangi birinin
terim lerinde değil. Ç ünkü m olekül kuram ı için raison d ’etre m olekül­
lerin duyusal niteliklerine ilişkin bilgiler sağlamak değil am a olaylann
olm alannı ve karşılıklı bağımlılık ilişkilerini üstlendikleri yaygın yapısal
kalıpların terim lerinde anlam am ızı sağlamaktır. Buna göre, deyimin
bu anlam ında kuram sal kendiliklerin fiziksel realitesi bilim için çok
az önem taşır.

b. Fiziksel realitenin ikinci ve yaygın olarak kabul edilen bir ölçütü


birincinin kutupsal karşıtı olm anın yakınında durur, ve daha şim diden
geçerken söz konusu edilmiştir. O na göre, varsayılan bir yasanın (ister
deneysel isterse kuramsal olsun) h e r mantıksal-olmayan terimi fiziksel
olarak reel birşeyi belirtir, yeter ki yasa görgül kanıt yoluyla iyi destek­
leniyor olsun ve genel olarak bilimsel topluluk tarafından doğru olması
olası olarak kabul edilsin. Öyleyse, bu ölçüt üzerine fiziksel realite yal­
nızca bir m erm inin kinetik eneıjisi, gerginlikler altındaki bir cisimdeki
gerilim, bir sıvının akışmazlığı, ya da bir telin elektriksel direnci gibi
deneysel olarak tanınabilir kendiliklere değil, am a ışık dalgaları, atom ­
lar, n ö trino lar ve olasılık dalgaları gibi kuram sal nesnelere de yükle­
nir. Buna göre, bu ölçütü kullanan biri kabul edilen belli bir kuram ın
konutladığı birçok nesnenin fiziksel olarak varolan şeyler olduğunu
savunacak, ve b u n u bu n esnelere ilişkin ayrıntılı ve belirli sayıltıları
doğrulayan herhangi bir görgül kanıt ortaya çıkm adan yapacaktır. Bu
quantum kuram ının konutladığı anti-protonların fiziksel varoluşuna
inanan birçok çağdaş fizikçi tarafından kabul edilen ölçüt olmuş görü­
nür, üstelik bu nesneler için kesin deneysel kanıt yakın zam anlara dek
görünm em iş olsa da. Ö te yandan, bu ölçütü kullananlar bir kez böyle
karakterize edilen bir bilimsel nesneye (örneğin flojiston yanma kura­
m ının konutladığı flojiston tözü gibi) o nu konutlayan kuram doyurucu
bulunm ayıp terk edilince fiziksel realiteyi yadsıyacaklardır—yeter ki,
gerçekten de, ayrı am a kabul edilebilir bir kuram yakından andınm lı
bir nesne konutlam asm.

c. Fiziksel realitenin kimi zaman kullanılan üçüncü bir ölçütü fiziksel


olarak reel herh an g i birşeyi beliren bir terim in b ird en çok deneysel
yasaya girmesi gerektiği, ve b una ek olarak yasaların mantıksal olarak
birbirlerinden bağımsız olm alan ve hiç birinin manüksal olarak iki ya da
daha çok yasadan oluşan bir kümeye eşdeğer olmaması koşuludur. Bu
gerektirim açıktır ki böyle deneysel yasaların dikkate değer bir sayısının
olması istenerek gûçlendirilebilir. Bu gerektirim in gerekçesi yalnızca
tanım lanm aları için kullanılan yordam lardan daha başka ve bu yor­
dam lardan bağımsız yollarda tanım lanabilecek şeylere fiziksel olarak
reel karakterini yüklemektir. Ö rneğin, yeryüzünün bir cisim üzerindeki
yerçekimi kuvvetinin büyüklüğü Galileo’n u n serbest düşmedeki cisimler
için yasasında ‘g ’değişmezi olarak görünür. Eğer bu içinde ‘g ’teriminin
yer aldığı biricik yasa olsaydı, o zaman bu ölçüt üzerine ‘yerçekimi kuv­
veti’ terimi fiziksel bir realiteyi belirtmezdi. Bununla birlikte, ‘g ’öm eğin
yalın sarkacın dönem i için yasa gibi bir dizi başka deneysel yasaya da
girer. Buna göre, fiziksel realite yeryüzünün yerçekimi kuvvetine yük­
lenebilir. Ö te yandan, elektrik alanı kavramı d u ru m u n d a durum başka
türlü görünür. Bir bölgedeki b ir elektriksel alanın gücünü o bölgeye
bilinen kütle ve elektrik yükü ile bir sınama cismi getirerek ve o cisim
üzerindeki kuvveti ölçerek belirleyebiliriz. Alan gücü o zaman kuvvetin
cisim üzerindeki yüke oranı olarak tanımlanır; ve belirli koşullar altında
bu oranın göreli olarak küçük boyutlardaki herhangi bir sınama cismi
için aynı değişmez değeri taşıması bir deneysel yasadır. Gerçi bu yolda
‘elektrik alanı’ terimi bir deneysel yasaya girse de, bu yasa içinde terimin
yer aldığı biricik deneysel yasa olarak görünür. Eğer böyleyse, o zaman
şimdiki ölçüte göre elektrik alanlarına fiziksel realite yüklenemez.
Bu ölçütün m ikroskopik kuram lar tarafından k onutlanan bilimsel
nesnelere uygulanması kimi karışıklıklar içerir, çünkü deneysel yasaların
bildirim lerinde kuramsal terim ler yer almaz. Bu karışıklıkları ayrıntıda
çözmek bizi alandan çok uzaklaştıracaktır. H er ne olursa olsun, şimdiki
am açlar için kuram sal kendiliklerin fiziksel realitesi için ölçütü görü­
nürde böyle kendiliklere gönderm ede bulunan kuramsal terim in kar-
şılık-düşme kurallarına göre deneysel kavramlara bağlanmış olması ge­
rektiğini, ve dahası bu deneysel kavramların kuram dan türetilebilecek
mantıksal olarak bağımsız en az iki deneysel yasaya girmesi gerektiğini
bildiriyor olarak yorum lam ak yeterli olacaktır. Ö rneğin, gazların kine­
tik kuram ında ‘bir m olekülün kütlesi,’ ‘m oleküllerin ortalam a kinetik
eneıjisi,’ ‘m oleküllerin sayısı’ ve benzerleri gibi kuram sal anlatım lar
‘bir gazın kütlesi,’ ‘bir gazın sıcaklığı’ ve ‘bir gazın basınç ve hacm inin
sıcaklığı ile çarpım ının o ran ı’ gibi deneysel anlatım lar ile bağlıdır. Bu
son terim ler örneğin Boyle-Charles yasası, Dalton bölümsel basınçlar ya­
sası, ya da verili bir sıcaklık ve basınçta her bir birim hacım için iki özgül
ısının ayrımı tüm gazlar için aynıdır yasası gibi çeşiüi deneysel yasalarda
bulunur—ki bunların tüm ü de kuram dan türetilebilen yasalardır.
Belirtmeye değer ki fiziksel varoluşun bu ölçütü üzerine, bir kuram ın
konutladığı h er kendiliğin genel olarak varolduğu söylenmeyecektir, üs­
telik bir bütü n olarak kuram deney yoluyla iyice doğrulanm ış ve doğru
olması olası olarak kabul edilmiş olsa bile. Böylece, kimi fizikçiler bir
zam anlar başlangıçta quantum kuram ında enerjinin sakinimi ilkesini
saklamak için konutlanan nötrinolann fiziksel varoluşu konusunda kuş­
kuluydular; ve bu kuşkunun ‘n ö trin o ’ terim inin b u ölçüt tarafından
koyulan gerektirime uygun düşmemesi olgusu üzerine dayanmış olması
olasıdır. Benzer olarak, Planck ilk kez kara-cisim ışımasının izgesindeki
eneıji dağılım ını başarılı olarak açıklayabilmek için kuram sal kesikli
eneıji niceleri (quanta) kavramını getirdiği zaman, fizikçiler (Planck’ın
kendisi de aralarında olmak üzere) böyle nicelerin varoluşundan kuşku­
luydular. Eneıji niceleri kavramı yalnızca Planck’ın ışıma yasasında değil
am a fotoelektrik etkiyi, elem entlerin çizgi izgelerini, katiların özgül
ısılarını ve benzerlerini ilgilendiren ve tüm ü de quantum hipotezini tek
bir bileşen sayıltı olarak kapsayan kuram lardan türetilen başka deneysel
yasalarda da görünen %’değişmezi ile bağlandığı zaman durum değişti.

d. Sık sık dördüncü ve kimi yollarda daha kısıtlayıcı bir fiziksel realite
ölçütü kabul edilir. Bu ölçüt üzerine, bir terim fiziksel olarak reel birşeyi
ancak terim “nedensel”in belirtilen bir anlam ında iyi temellendirilmiş
bir “nedensellik yasası”nda (bu yasa ister kuramsal isterse deneysel ol­
sun) yer alıyorsa imler. Bu ölçütün daha belirli bir türünde, terim teknik
olarak “bir fiziksel dizgenin d u ru m u ” denilen şeyi betimlemelidir, öyle
ki eğer ‘A ,’bir dizgenin t zamanındaki durum-betimlemesi ise, nedensel
yasa verili duru m u n değişmez bir yolda t ’d en daha sonraki (ya da daha
önceki) ^zam an ın d a A (d u ru m u tarafından izlendiğini ileri sürer.27
Ö rneğin, m ekanikte bir parçacıklar dizgesinin durum u parçacıkların
konum ve hızlarını belirleyen sayılar kümesi yoluyla betimlenir. Meka­
niğin nedensel yasası, herhangi bir başlangıç zam anında bir parçacıklar
kümesinin konum ve hızlan verildiğinde, başka herhangi bir zamandaki
konum ve hızlannı belirlememizi sağlar. Buna göre, bir dizgenin meka­
nik durum u fiziksel olarak reeldir. Benzer olarak, quantum kuram ında
bir dizgenin d urum u öğesel parçacıklann konum ve eneıjilerinm belli
bir fonksiyonu (Psi-fonksiyonu olarak bilinen) ile betim lenir ki, burada
fonksiyon kuram ın tem el dalga denklem inin bir çözümüdür. Bu denk­
lem sonuçta bir dizgenin verili bir zamandaki Psi-durum unun değişmez
bir biçim de dizgenin herhangi bir gelecek zam andaki hesaplanabilir
Psi-durumu tarafından izlendiğini ileri sürer. Buna göre, şimdiki ölçüt
üzerine, Psi-durumu fiziksel olarak reeldir. Ö te yandan, quantum meka­
niğinde örneğin bir elektron gibi bireysel bir öğesel parçacığın konum
ve hızının koordinadan parçacığın durum-betimlemesini oluşturmadığı
için, fiziksel olarak reel olanı betimlemez. Hiç olmazsa kimi fizikçilerin
görüştrnde, fiziksel realite öyleyse bireysel elektronlara ve böyle başka
atom-altı kendiliklere yüklenemez.28

e. Fiziksel realitenin son bir ölçütü belirtm eye değerdir. Buna göre
reel olan şey koşul olarak getirilen belli bir dönüşüm ler, değişimler,
yansımalar ya da perspektifler kümesi altında değişimsiz olandır. Öğe­
sel bir geom etrik örnek' bu ölçütün tem elinde yatan genel düşünceyi
gösterecektir. Yatay b ir düzlem deki bir cam tabakası üzerine çizilmiş
bir daireyi ve belli bir'uzaklıkta dikey olarak dairenin özeğinin yukarı­
sında duran küçük bip ışık kaynağım imgeleyelim. Daire o zaman cama
koşut bir p e rd e n in üzerine düşen b ir gölge olarak yansıyacak ve bu
gölge de bir daire olacaktır. B ununla birlikte, ışık kaynağı ve perde ilk
konum lannda kalmak üzere camın ondan geçen ve perdeye koşut olan
bir eksende dön d ü rü ld ü ğü n ü varsayalım. Perde üzerindeki gölgeler o
zaman bundan böyle daireler olmayacakür; ilk olarak elipsler biçimini
ve en sonunda paraboller biçim ini alacaktır. Bu izdüşüm de camdaki
dairenin ne şekli, ne çevresi, ne de alanı dairenin gölgesinde saklana­
caktır; bunlar izdüşümdeki dairenin değişmez özellikleri değildir. Gene
de, dairenin kimi özellikleri böyle bir izdüşüm altında değişimsizdir.
Ö rneğin, eğer cam üzerine daire ile kesişen b ir doğru çizgi çizilirse,

27”D urum /i(afe” kavramı sonraki bölüm de daha tam olarak tartışılacaktır.
28Bkz. bu noktanın önde gelen iki çağdaş fizikçi arasında yer alan tartışması, Ervvin
Schrödinger, “Are T here Q uan tum jum ps?” British Journal fo r tfıe Philosophy o f Science,
Vol. 3 (1952), ss. 109-23, 233-42; ve Max Bom , “T he Interpretation o f Q uantum Me-
chanics,” British Journal fo r the Philosophy o f Science, Vol. 4 (1953), ss. 95-106.
çizginin gölgesi h e r zam an d airenin gölgesini iki noktada kesecektir.
Eğer şimdiki ölçüt bu örneğe uygulanırsa, cam üzerindeki betinin ne
şeklinin, ne çevresinin, ne de alan ın ın fiziksel b ir realite olduğunu
söylememiz olanaklıdır; am a yalnızca betinin izdüşüm deki değişimsiz
özelliklerinin fiziksel olarak reel olduklarını söylememiz gerekecektir.
Açıkça görülecektir ki bu ölçüt üzerine değişik türlerden şeyler fizik­
sel realiteler olarak karakterize edilebilir ve bu iş b u amaç için hangi
dönüşüm ler küm esinin belirlendiğine göre yapılabilir. Böylece kimi
yazarlar dolaysız duyusal niteliklere fiziksel realiteyi yadsımıştır, çünkü
b u n lar fiziksel, fizyolojik, ve giderek ruhbilim sel koşullar ile birlikte
değişir. Bir san olarak realite terim i b u d ü şü n ü rlerin şeylerin “birin­
cil nitelikleri” dedikleri kendiliklere ayrılmıştır ki, bunların karşılıklı
ilişkileri fizyolojik ve ruhbilim sel değişim lerden bağımsızdır ve fiziğin
yasalanna göre form üle edilir. Benzer olarak, bir cismin hızının sayısal
değeri cismin devimi değişik gönderm e çatılarına gönderm e ile alındığı
zaman değişimsiz değildir, öyle ki bu ölçüt üzerine göreli hız bir fiziksel
realite değildir. G örelilik kuram ı ile ilgilenen birçok yazar gerçekte
görelilik-öncesi fizikte anlaşıldığı gibi uzaysal uzaklıkların ve zamansal
sürelerin fiziksel olarak reel olm adığını ileri sürm üştür, çünkü bunlar
birbiri açısından değişmez göreli hızlar ile devinen tüm dizgeler için
değişimsiz değildir. Fiziksel realite, bu yazarlara göre, şeylerin yalnızca
görelilik fiziğinin değişimsiz yasalanna göre form üle edilen özellikleri­
ne yüklenm elidir (örneğin bir cismin relativistik kinetik eneıjisi ya da
relativistik devinirliği gibi). Andırımlı bir yolda, fiziksel realite atomlar,
elektronlar, mezonlar, olasılık dalgalan ve benzerleri gibi kuramsal ken­
diliklere yüklenmiştir çünkü bunlar belirtilen bir değişimsizlik koşulunu
doyurur.
Olanaklı yanlış anlamayı önlem ek için belki de vurgulamaya değer ki,
önceki tartışm ada değinilen ölçütler bir dizi bağlam da birşeyin fiziksel
olarak reel olduğu söylendiği zaman denm ek isteneni belirtik kılmak
için amaçlanmıştır. ‘Fiziksel realite’nin ayırdedilen anlam lann herhangi
birinde yüklenmesi öyleyse yanlış yorumlanmamalıdır. Böyle karakterize
edilen bir şeyin şeylerin şem asında “salt görüngü” biçim indeki gücen-
dirici etiketi taşıyan belli başka şeyler ile zıtlık içinde alınacak bir yeri
olduğunu, ya da karşılık düşen ölçüt yoluyla belirlenen gerektirim leri
doyurmaya ek olarak şeyin bir yolda öyle karakterize edilm eyen her-
şeyden daha değerli ya da daha temel olduğunu imliyor olarak anlaşıl­
mamalıdır. Birçok bilimci ve felsefeci aslında sık sık “reel” sözcüğünü
bir değer yargısını anlatm ak ve reel oldukları ileri sürülen şeylere bir
“üstün” konum yüklemek için onursal bir yolda kullanmıştır. Belki de
sözcük ne zam an kullanılsa böyle o n u r verici bir çağrışımın yarattığı
bir aura doğar, üstelik açıkça tersinin doğrulanm asına karşın ve hiç
kuşkusuz d uruluk pahasına. Bu n ed en le sözcüğün kullanım ını bütü­
nüyle yasaklamak istenebilir olacaktır. B ununla birlikte, şimdi linguistik
alışkanlıklar böyle bir yasaklamayı olanaksız kılacak denli derine işlemiş
ve yayılmıştır. Buna göre, bu uyarıcı notlar “reel” sözcüğü ile düşündü-
rülebilecek herhangi bir gücendirici zıtlığın şimdiki tartışmaya ilgisiz
olduğunu açığa çıkarabilmek için eklenmiştir.
H er ne olursa olsun bu kısa ölçüüer listesi “reel/rea/”ya da “varolm ak/
exist”sözcüklerinin bilimsel nesnelerin realitesine ilişkin tartışm alarda
ayırdedilebilecek anlam larının tüm ünü kapsamaz. Bununla birlikte, ku­
ramlar üzerine araçsalcı görüşün bir savunucusunun onun konum unda
atom lar ve elektronlar gibi şeylerin fiziksel realitesini kabul etm enin
bu konum ile uyum içinde olup olmadığı gibi ikircimli bir soruya ikir-
cimsiz bir yanıt veremeyeceğini belirtm ek yeterlidir. Ama liste ayrıca en
azından ‘fiziksel olarak reel’ ve ‘fiziksel olarak vardır’ anlatım larının
hiç olmazsa ironik eğilimli bir araçsalcmm birçok kuramsal kendiliğin
fiziksel realitesini ya da varoluşunu kabul etm esine izin veren kimi an­
lam larının olduğunu düşündürm eye yetecek denli uzundur.
D aha belirli olarak, eğer yukarıdaki ölçütlerden üçüncüsü ‘fiziksel
olarak reel’in anlam ını belirlem ek için kabul edilirse, bütünüyle açık­
tır ki araçsalcı görüş söz gelimi atom ların gerçekten de fiziksel olarak
reel olduğu savı ile bütünüyle anlaşabilir. Gerçekte, birçok araçsalcmm
kendtteri böyle bir savı ileri sürerler. Savı getirm ek bir dizi iyi tem el­
lenm iş deneysel yasanın o ld uğunu ve b u n ların birbirleri ile ve başka
yasalar ile verili bir atom kuram ı yoluyla belli bir tarzda ilişkili olduk­
larını ileri sürmektir. Kısaca, bu anlam da atom ların varolduğunu ileri
sürmek eldeki görgül kanıtın kuram ın geniş bir araşürm a alanı için bir
yol gösterici ilke o]arak_elverişli olduğunu doğrulam ak için yeterlidir.
Ama daha önce belirtildiği gibi, bu sonuçta kuram ın kanıt yoluyla geçici
olarak doğru sayılabilmesine olanak verecek kadar iyi doğrulandığını
söylemekten yalnızca"sözel olarak ayrılır.
Araçsalcı konum un savunucuları hiç kuşkusuz kuram ın konutladığı
başka kuramsal kendiliklerin gerçekten de varolup olm adığına ilişkin
yargıyı saklı tutabilirler, çünkü b u n ların fiziksel realitesi için benim ­
senen ölçüt yoluyla saptanan gerektirim ler açık olarak doyurulmamış
olabilir. Ama kuram ların doğru ya da yanlış bildirim ler olduğu görü­
şünün savunucuları böyle tikel sorunlar üzerine benzer duraksam alar
gösterebilir. Öyleyse kuram ların bilişsel konum u üzerine görü n ü rd e
karşıt olan iki görüşün h er biri belli bir dikkat ile bildirildiğinde, her
birinin yalnızca deneysel araştırm anın ele aldığı birincil nesnel içeriği
ilgilendiren olguları değil, am a ayrıca bilim in m antık ve yordam ını il­
gilendiren tüm önem li olguları da form ülasyonlarına uyarlayabileceği
vargısından kaçınm ak güçtür. Kısaca, bu görüşler arasındaki karşıtlık
yeğlenen konuşm a kipleri üzerine bir çatışmadır.
Mekanik Açıklamalar ve
Mekanik Bilimi

Ö nceki b ö lü m ler h e m e n h em en yalnızca tüm dengelim li

7
kalıba uygun düşen açıklam alann karakterinin günümüzdeki
çözüm lem elerinde olduğu gibi daha eskilerinde de odakta
olan bir dizi genel soru ile ilgilendi. Bununla birlikte, bilimle­
rin çeşitli özel alanlanndaki açıklamalann yapısı yoklanırken,
giderek dikkatimizi tüm dengelimli tipten açıklamalara sınırladığım
bile ek sorunlar doğar. Öyleyse bu daha tikel sorunların bir bölüm ünü
irdelemeliyiz, ama o n lan içlerinde yaratıldıkları özel açıklama dizgele­
rinin bağlam ında tartışmamız gerekecektir. Klasik kuramsal mekanik
böyle dizgelerden biridir. Klasik m ekanik yirminci yüzyılın başından bu
yana fizik bilim inde yer almış olan büyük değişimlere karşın, m odern
fiziğin tem el bir parçası olmayı ve fiziksel açıklamanın önemli bir tipini
ömeklendirm eyi sürdürmektedir. Buna göre, bu bölüm mekanik açıkla­
m a ile ne denm ek istendiğini tartışacak ve mekanik kuram ının belitleri
tarafından yaraülan eleştirel yöntembilimsel sorunları inceleyecektir.

I. M ekanik A çıklam a N ed ir?


Mekanik bilimi doğa bilim leri arasında kendi alanı içerisinde saydığı
fen o m en ler için birleşik b ir açıklam a dizgesi geliştiren ilk bilimdir.
Kayıtlı tarih ten çok önce insanlar em eği hafifletm ek ve başka türlü
başa çıkılması olanaksız m im ari ve işleyimsel güçlüklerin üstesinden
gelmek için kaldıraçlar ve tekerlekler gibi yalın m akineleri kullanmayı
öğrenm işlerdi. H er ne olursa olsun, keskin gözlem ve yanılma-smama
yöntem leri ile fiziksel şeylerin m ekanik özelliklerini ilgilendiren geniş
bir bilgi birikim i oluştu. G ene de, m ekanik yasaların yaygın m ekanik
ilişkilerin dizgesel çözüm lem esi üzerine dayalı belirtik form ülasyonu
g ö rü n ü rd e klasik antikçağa dek başlam adı. M ekaniğin bir dalı, yani
statik, İÖ üçüncü yüzyılda Arşimedes’in zam anında ileri bir gelişim ev­
resine ulaştı. B ununla birlikte, böyle çözümlemeleri denge durum unda
olmayan cisimlerin devimlerini kaplayacak yolda genişletme girişimleri
Galileo’nun ve Newton’ın çarpıcı başarılarına dek bütünüyle verimli ol­
madı. Alanda daha sonra çalışanların uzun bir listesi—yalnızca en ünlü
adlardan bir kaçının sözünü edersek, D’Alem bert, Lagrange, Laplace,
Gauss ve H am ilton—so n u n d a bilim in tem el ilkelerini yeniden şekil­
lendirdi ve geliştirdi, ve onları değişik alanların şaşırtıcı ölçüde büyük
bir sayısına uyguladı.
O n dokuzuncu yüzyılın ortalarında mekanik yaygın olarak en eksiksiz
fizik bilimi olarak, tüm başka araştırm a dallarının özlem duyması gere­
ken ideal olarak kabul edildi. G erçekten de, önde gelen düşünürlerin,
fizikçiler gibi felsefecilerin de ortak sayılülan mekaniğin temel ve enson
bilim olduğu biçimindeydi, öyle ki tüm başka doğa bilim lerinin incele­
diği fenom enler o n u n tem el kavramlarının terim lerinde açıklanabilir-
di ve açıklanmalıydı. “Gerçek felsefede,” diyordu Huygens on yedinci
yüzyılda, “tüm doğal etkilerin nedenleri m ekanik devimlerin terim le­
rinde kavranır. Bunu, benim görüşüm de, yapmamız zorunludur, yoksa
Fizikte h erh a n g i birşeyi kavramak için tüm um utlardan vazgeçmemiz
gerekecektir.” H uygens’in kanısı sonraki 250 yıl boyunca önde gelen
bilimciler tarafından yineleyerek yankılandı; böylece H ertz “Tüm fizik­
çiler fiziğin görevinin doğa fenom enlerini m ekaniğin yalın yasalarına
indirgemek olduğunda görüş birliği içindedir”1diyordu. 1909 gibi yakın
bir tarihte Painleve gibi-seçkin bir Fransız m atem atikçi için “Mekanik
başka bilim ler için zorunlu tem eldir—hiç olmazsa bu sonuncuların sa­
ğın olmayı istedikleri düzeye dek.”2 Huygens, dikkate değer bir sayıda
m odern bilimcinin paylaştığı inancı dile getirerek, m ekaniğin terimle­
rinde açıklamanın obsKürantist felsefeye ve yozlaşmış bir skolastizmin
sözel fiziğine biricik almaşık olduğunu belirtiyordu.
Mekanik biliminin salt tarihsel önem i bile onu dikkatli bir incelemeye
'Christian Huygens, Treatise on Lighl, Chicago, n.d., s. 3; Heinrich Hertz, Die Prinzip-
ien der Mechanik, Leipzig, 1910, s. xxix.
‘-Paul Painleve, Les axiomes de la mecanique, Paris, 1922, s. 3. Bu denem e ilk kez
1909’da yayımlandı. Felsefi görüşün bir örneği için, W undt’un şu savı alıntılanabilir:
“Mekanik tüm açıklayıcı doğa bilim inin başlangıcı ve temelidir. En genel doğa bilimi
odur, çünkü özdeksel tözün sürekliliği konutlam asınm gücü üzerine, dışsal duyuya ve­
rilen tüm doğal fenom enleri mekaniğin incelediği fenom enlere, eş deyişle cisimlerin
ve parçalannın devim lerine indirgem eye çabalarız.”—W ilhelm W undt, Logik, 3’üncü
yayım, Cilt 2, s. 274. Ayrıca K irchhoff ve H elm holtz’u n görüşlerine de dikkat edilebi­
lir. K irchhoffa göre “Doğal bilim lerin erişmek zorunda oldukları am a hiçbir zaman
erişemeyecekleri en yüksek h e d e f ... tek bir sözcükle, doğanın tüm fenom enlerinin
m ekaniğe indirgenm esidir.”—Alıntılayan, J. B. Stallo, Concepts ofPhysics, New York,
1884, s. 18. Helmholtz, “doğa bilim lerinin hedefi tüm başka değişim lere tem el olan
devimleri ve karşılık düşen güdülendirici kuvvetleri bulm aktır—ve öyleyse kendilerini
m ekaniğe çözündürm ektir” diyordu.—Aynı yer.
değer kılacaktır, am a o n a özel bir dikkati yöneltm ek için ek nedenler
vardır. İlk olarak, göreli olarak yalın bir biçimde başka bilim dallarının
başarmayı amaçladığı mantıksal bütünleşm e türünü sergiler; ve öyleyse
başka bilim kuram larında ancak daha büyük uygulayımsal karışıklıklar
ile aşırı yüklü olarak örneklenen m antık ve yöntem ayrımlarım ortaya
serer, ikinci olarak, en evrensel ve eksiksiz bilim olarak önceki üstün­
lüğü ve bu konum dan sonraki düşüşü geleneksel olarak anlaşıldığı ve
uygulandığı biçimiyle bilimsel yöntem in yeterliğini ilgilendiren şiddeüi
bir tartışmayı kışkırtmıştır, ve bu tartışmalar mekanik açıklamaların doğa
ve sınırlarını ilgilendiren açık kavramlar olmaksızın anlaşılamaz. Böy­
lece, klasik m ekanik ile bağlanan sayıltıların ve çözümleme kiplerinin
birçoğunun— örneğin doğal süreçlerin “sağın olarak nedensel” ya da
“katı bir biçim de determ inistik” karakterlerini ilgilendiren, ya da kar­
maşık süreçleri daha öğesel süreçlerin terim lerinde yorumlayan yeterli
kuramları geliştirmenin olanağını ilgilendiren sayıltıların—bundan böy­
le doğa bilim lerindeki son gelişm eler tarafından desteklenm ediği ve
daha başka bilimsel yöntem anlayışlarından yana terk edilmesi gerektiği
sık yinelenen bir savdır. Ü çüncü olarak, m ekaniğin bir zam anlar dol­
durduğu üstünlük k onum undan çekilmiş olmasına karşın, tüm başka
bilimleri kendine “indirgeyecek” evrensel bir doğa bilimi olma konum u
için yeni adaylar ortaya çıkmıştır. Ama bu çeşitli savlar ancak “mekanik
terim lerde” açıklamaların ayırdedici özellikleri en azından göreli olarak
d u ru ise, ve ancak bir kuram ın evrensel bir açıklama dizgesi olarak hiz­
m et etmesini sağlayan koşullar açıkça gösterilirse anlaşılabilir. Mekanik
açıklam aların karakterinin bir yoklaması böylece önem li ödüller için
beklentiler yaratır ve şimdi bu göreve dönüyoruz.

1. O zaman bir m ekanik açıklama nedir? Gerçi “mechanical”ve “me-


chanics” sözcükleri Huygens ve ardılları tarafından oldukça sağın bir
anlam da kullanılmış olsa da, p o p ü ler ve giderek teknik tartışm aların
çoğunda ikircimli olarak kullanılırlar ve en iyisinden ancak gevşek ola­
rak tanım lanm ış terim lerdir. İlk olarak sık sık içinde yer aldıkları bağ­
lam ların tü rlülüğünü kısaca belirtm ek ve daha sonra m ekanik bilimi
(science of mecharıics) ile yakından bağıntılı “mechanics”ve “mechanical”
sözcüklerinin anlam larını özgülleştirm ek uygun olacaktır. Sözcükler
sık sık kaldıraç, m akara ve sarkaçlı saatlerin tartışm alarında görülür,
am a m od ern otom obilin, elektrikli saatlerin ve fotoğraf kam erasının
açıklam alarında daha az sık değildirler. Yine, sayısız kitap işitme, soluk
alma, kalıtsal özelliklerin iletimi ya da politik örgütlerin işletilmesi gibi
birbirine pek benzem eyen süreçlerin m ekaniğini kendileri için belirtik
içerik olarak alır; ve yaşambilimsel örgenliklerin fıziksel-kimyasal bile­
şimler olduğu sayıltısı üzerine ilerleyen araştırm alar sık sık “m ekanik
m ateryalizm in” örnekleri olarak nitelendirilir. Dahası, insanların ken­
dilerini içinde bulabilecekleri çeşidi toplumsal durum lara düşüncesizce
verdikleri karşılıklar da zaman zaman “m ekanik” olarak betim lenir; ve
belli müzikal ve şiirsel yapıtlar, ayrıca belli müzik ve şiir kuramları da sık
sık aynı yolda betimlenir.
“Mechanics”ve “mechanical"sözcüklerinin b u çeşitli kullanım larına
ortak bir sağın anlam özeğinin olmadığı güvenle söylenebilir. Gerçekten
de açıktır ki insan edim lerini değ erlen d iren yargılarda kullanılırken
“m ekaniğin/mechanicaT anlam ı sözcüğün doğa bilim lerinde kuramsal
çözümleme bağlamlarındaki anlam ına bütünüyle yabancıdır. Dahası, bu
son bağlam larda bile h e r zaman ona m ekanik biliminde bağlanan anla­
mı taşımaz. Yukarıdaki örneklerin açıkça gösterdiği gibi, yaygın olarak
yalnızca özellikle o bilim in incelediği problem lerin çözüm lem elerin­
de değil, am a ayrıca genellikle o disiplinin karakteristik kavramlarının
terim lerinde açıklanm ayan term al, elektrom anyetik, optik, kimyasal,
fizyolojik ve toplumsal süreçlerin çözüm lem elerinde de kullanılır. “Me­
kaniğin” sıfat olarak geniş b ir kullanım ında, “Bu nasıl çalışır?” ya da
“Bu nasıl yapılır?” gibi sorulara herhangi bir yanıt görünürde mekanik
bir açıklamadır—tartışılan ve yanıtın dikkati kendilerine yönelttiği sü­
reçlerin belirleyici etm enleri ne olursa olsun. Buna göre, terim in bu
geniş anlam ında tüm doğa bilim leri m ekanik açıklam alar sağlar, öyle
bir düzeyde ki, tüm özel bilim ler şeylerin ve olaylann olmasını sağlayan
koşulları keşfetmeye ve böyle bağımlılık ilişkilerini anlatan yasalan for­
müle etmeye çalışır. B ununla birlikte, sözcük bu herşeyi kapsayan yolda
kullandığında, Huygens’in kanısının yukarıda alıntılanan anlatım ının
bir apaçıklıktan d ah a çoğunu ileri sürdüğü pek söylenemez. Çünkü
giderek insan davranışı, üzerine araştırm aların bağlam larında bile, o
yorum a katılm ayanlar büyük olasılıkla yalnızca ne zam an “insanın iç
yaşamının” bağımlı olduğu çeşitli koşullar araştm lsa “anlam lann açık­
lam alar yoluyla ö ldürüldüğüne” inanan kimseler olacaktır. Buna göre,
Huygens’in ne dem ek istediğini ve düşünce tarihçilerinin bilimsel ge­
lişimin belli dönem lerini m ekanik açıklama ideali tarafından denetim
altına alınmış olarak karakterize ederken neyi göz ö n ünde tuttuklannı
anlam ak için, klasik m ekanik bilim ine özgü olan “m ekanik” ya da “dü-
zeneksel” sıfatının anlam ını yoklamalıyız.
B ununla birlikte, m ekanik bilim inin ölçün tanım larının bu anlam ın
ne olduğu konusunda önem li ipuçları sağlam asına karşın, bu tanım ­
lar önem li ölçüde daha öte çözüm lem e olmaksızın çok aydınlatıcı de­
ğildir. G eleneksel tanım lar Maxwell’in m ekanik bilim ini özdeğin ve
devimin bilimi3 olarak tanım lam asının değişik biçimleridir, ve bunlar

sMatter and Motion [ Özdek ve Devim, Idea Yayınevi, 1996 ve sonraki yayımlar; çeviren
Aziz Yardımlı] J. C. Maxwell’in ilk kez 1877’de yayımlanan kitabının başlığıdır. Aşağı­
dakiler başka yazarların verdikleri kimi tipik tanım lardır. “Die reine M echanik ... [İst
die] L ehre von denjenigen Erscheinungen, bei welchen ausschliesslich Bewegungen
ins Auge zu fassen sind, als sie sich m it der Bewegung m aterielle Punkte, starre, flüssi-
ger und elastische feste K örper beschâftigen” [:: “A n M ekanik... özdeksel noktaların,
hiç kuşkusuz genel bir yolda bilimin alanının sınırlarını çizer; örneğin
kimyasal tepkim eler ilk bakışta bu bilimin alanından dışlanır. B ununla
birlikte, fiziğin özdeğin devimleri üzerine araştırm alar olarak görüle­
meyecek çok az dalı vardır. Ö rn eğ in b ir çubuk m ıknatısın bulunuşu
durum unda dem ir tozlan belli konum lar üsüenir, tıpkı manyetize edil­
miş bir iğnenin bir elektrik akımı taşıyan bir telin bulunuşu d u rum un­
da yaptığı gibi. Ama bu örnekler devimdeki özdeğin örnekleri olsalar
da, öyle ki Maxwell’in tanım ının tem elinde m ekanik bilim inin alanı
içerisine düşm elidirler, gerçekte sık sık o n d an dışlanırlar. Ö nerilen
tanım öyleyse m ekanik bilim inin edimsel sınırlarının neler olduğunu
bütünüyle açığa serm ez—aslında, “özdek” sözcüğü herhangi birşeyi
açıkça tanım lam ak için sağın olm aktan çok fazla uzaktır—ve m ekanik
açıklam aların karakterini yeterli olarak anlam ak için daha derinlere
bakmalıyız.4

2. Bir bilim in alanını ve açıklam alarının ayırdedici karakterini sap­


tam an ın en d o ğ ru d a n ve d o y u ru cu y öntem i gelişim inin verili bir
evresinde açıklam alarının enson öncüllerini oluşturan kapsamlı yasa
ve kuram lara— ne zam an böyle k u ram lar elde ise— dönm ektir. Ne
sevindiricidir ki, klasik m ekanik d u ru m u n d a b u n u yapmak bütünüyle
olanaklıdır, çünkü bilim in içeriği oldukça iyi bir biçim de Nevvton’ın
tem el devim “belitleri” ya da “yasaları” tarafından sağlanan düşünce­
lerin çerçevesi içerisinde sınırlanmıştır. Öyleyse b u belitleri yoklamak

katı, akıcı ve esnek cisimlerin devimi ile ilgili olduğu düzeye dek ... onlarda yalnızca
devimlerin göze alındığı görüngülerin öğretisidir”].—Gustave Kirchhoff, Vorlesungen
iiber mathematische Physik, Mechanik, Dritte Auflage, Leipzig, 1883, s. iii. “Die Mechanik
İst die Lehre von der Bewegungen der Naturkörper, d.h., der O rtsverânderungen ...
derselben, welche mit keinerlei Anderung ihrer übrigen Eigenschaften verbunden İst”
[:: “Mekanik doğa cisimlerinin devimlerinin, e.d. onların geri kalan özelliklerinin hiç­
bir değişimi ile bağlı olmayan yer-değişimlerinin öğretisidir”] .— Ludwig Boltzmann,
Vorlesungen iiber die Prinzipien der Mechanik, Leipzig, 1897, Cilt 1, s. 1. “Die M echanik
İst die Lehre von der Bevvegung” [:: “Mekanik devim öğretisidir”] .—A. Voss, “Grund-
legung der M echanik,” in Encyklopâdie der mathem. Wissenschaften, Leipzig, 1901, Çilt
4, Bölüm I, s. 12. “Die M echanik İst die L ehre von den Bewegungsgesetzen materi-
eller K örper” [:: “Mekanik özdeksel cisimlerin devim yasalarının öğretisidir”].— Max
Planck, E in fü h ru n g in der Allgemeinen Mechanik, Leipzig, 1921, p. 1. “M echanics ... is
defined in the specific sense as the study o f the laws of m otion of m aterial bodies,
i.e., the relative changes of position of such bodies wıth tim e” [:: “Mekanik ... özgül
anlam da özdeksel cisimlerin deviminin, e.d. böyle cisimlerin zaman ile göreli konum
değişim lerinin yasalarının incelemesi olarak tanım lanır”].—N athaniel H. Frank, Int-
roduction to Mechanics and Heat, New York, 1939, s. 3.
■•Mekaniğin edim sel nesnesini ilgilendiren yararlı bir ipucu “m echanics” sözcü­
ğ ü nün etim olojisi tarafından sağlanır. Sözcük bir contrivance/düzenek için Yunanca
anlaum dan türetilir. Düzenek ağırlıkları kaldırm ak ve taşımak için kaldıraçlar, eğik
düzlem ler, kıskılar ve tekerlek ve balta gibi aygıtlardır. Böyle m akinelerin taşıdığı
çeşitli yararlan keşfetme gibi bir amaçla incelenm esi bugün bile m ekanik bilim inin
ayırdedici bir görevi olarak görülür.
ve onlardan m ekanik açıklamaların özsel özelliklerini çıkarmak yeterli
olacaktır.5
Newton’m üç devim beliti ya da yasası onun tarafından şöyle bildirilir:
YASA I. H e r cisim ü z erin e u y g u lan a n /impressed kuvvetler yoluyla d in g in lik ya
d a d o ğ ru b ir çizgi ü z erin d e b içim deş devim d u r u m u n u değiştirm eye zorlan­
m adıkça o d u r u m u n d a kalır.
YASA II. Devim değişim i h e r zam an uygulanan devindirici kuvvet ile oranulıdır,
ve ü z e rin d e o kuvvetin uygulandığı d o ğ ru çizginin y ö n ü n d e olur.
YASA III. H e r etkiye h e r zam an karşıt olan eşit b ir tepki vardır; ya da, iki cis­
m in b irb iri ü z erin d ek i karşılıklı etkileri h e r zam an eşittir ve aykırı p arçalara
yöneliktir.

Bu belitler yürürlükteki terminolojiye ve m atem atiksel çözüm lem e­


nin yürürlükteki notasyonuna çevrilince, N ew ton’ın m ekanik kuramı
şunları ileri sürer:
5Newton’ın formülasyonlannın bu tartışma için temel olarak seçilmesini ilgilendiren
kimi yorum lar şunlardır. Hiç kuşkusuz mekaniğin kuramı için Newton’ın formülasyon-
larından daha başkaları da vardır, örneğin Lagrange ve H am ilton’ınkiler. Bu almaşık
formülasyonlar birçok karmaşık problem i çözümlemeyi Newton’ın form ülasyonunun
terim lerinde yapılabileceğinden daha büyük kolaylık ve esneklik ile yapmayı olanaklı
kılar. B^na karşın, almaşıklar matematiksel olarak Newton’m şemasına eşdeğerdir, ve
başlangıç -noktamız olarak bu genellikle daha az tanıdık almaşıklan kullanmakla hiç-
birşey kazanılmayacaktır. Yine, mekaniğin bu almaşık dizgeselleştirilmelerinin kimileri
ilkel terim ler olarak Newton’ın kullandığından ayn olan kuramsal kavranılan kabul
eder. Ö rneğin, Newton’ın dizgesinde tem el kavramlar uzay, zaman, kuvvet ve kütle
kavramlandır. Eneıjetik biliminin savunuculannın önerdiği dizgede temel düşünceler
uzay, zaman, eneıji ve kütledir. Böylece fizikçilerin kendileri arasında m ekaniğin ana
düşüncelerinin hangilejl olduğu konusunda bir görüş birliği eksildiği bulunuyor görü­
nür; ve bu anlaşmazlığa bağlı olarak mekanik açıklamalann özsel karakterini oluşturan
şey konusunda da aynlıklar olabilir. Ama gerçekte bu görüş birliği yokluğu bizim amaç­
lanınız için ciddi değildir, ve dizgenin kurulmasında değişik ilkel düşünceler kullanan
Euklides geom etrisinin almaşık form ülasyonları arasındaki ayrım lara andınm lı bir
durum dan doğar. Çünkü, gerçi bir m ekanik dizgesi kuvvet kavramını bir ilkel kuram ­
sal düşünce olarak reddedebilse de, ve giderek ‘kuvvet’ sözcüğünün kullanım ından
bütünüyle vazgeçebilse de, nom inal b ir tanım yoluyla terim i dizgeye getirm ek her
zaman olanaklıdır. Dahası, birazdan açığa çıkacağı gibi, m ekaniğin form ülasyonlan
arasında hem en şimdi belirtilen aynm lar m ekanik açıklamanın çözümlemesinin ana
sonucuna herhangi bir yolda zarar vermez. Son olarak, mekanik kuram ının Newton’m
şem asına oldukça yakından bağlı kalan ama (Boltzm ann’ın form ülasyonu gibi) diz­
genin gelişiminde temel alm an çeşitli sayıltıları Newton’ın yaptığından daha belirtik
kılan formülasyonlan vardır. Buna göre öyle görünür ki bu daha dikkatli formülasyon-
lardan biri şimdiki tartışm a için tem el yapılmalıdır. Ama m ekanik kuram ının böyle
daha yakınlardaki bildirim leri bilim tarafından yaratılan belli soru n lan n tartışması
için paha biçilmez olsa da, getirdikleri incelikler açıkür ki şimdiki problem lerimiz için
ilgili değildir; ve, onlar için gereksinim doğduğu zaman, onlara başvuru yapılacaktır.
Newton m ekaniğinin belitleştirilmesine m odern sağınlık ölçünlerini getirm ek için
son zam anlarda yapılan çeşitli girişimler vardır. Bkz. J. C. C. McKinsey, A. C. Sugar, ve
Patrick Suppes, “Axiomatic Foundations o f Classical Mechanics,” Journal o f Rational
Mechanics and Analysis, Vol. 2 (1953), ss. 253-72; H erbert A. Simon, “T he Axioms of
Newtonian Mechanics,” PhilosophicalMagazine, Vol. 33 (1947), ss 888-905.
a. Bir d o ğ ru çizgi boyunca devinirliği mv olan b ir cisim üzerinde
etkide bulunan F dışsal kuvvetleri sıfır ise, o zaman m v’deki değişimin
zaman-oranı (ki sınırlayıcı durum da sıfır olabilir, öyle ki cisim o çizgi ile
göreli olarak dinginliktedir) da sıfırdır. Eş deyişle, eğ er F= 0 ise, o

zam an = 0 , ki b u ra d a v b ir vektör ya da yönlü büyüklük ve m

kütledir. Klasik mekanikte bir cismin Newton’ın onun “özdek niceliği” de­
diği küüesi bir cismin değişimsiz bir özelliğidir ve devimi tarafından etki­
lenmez. Buna göre, birinci belit için formül şöyle yazılabilir: Eğer F= 0 ise,

o zaman m — = 0, ya da son olarak şöyle: Eğer F= 0 ise, o zaman — = 0.


dt dt
b. Eğer m kütleli b ir cisim üzerinde etkide b u lu n an kuvvet f is e , o
zaman cismin mv devinirliğindeki değişimin zaman-oranı F’nin büyük­
lüğü ile orantılıdır, ve üzerine F ’nin kendisinin düştüğü doğru çizgi

üzerine düşen bir yöndedir. Eş deyişle, = kF, ki burada Vbirorantılılık

değişmezi, ve F \e d(m v) a y m y £ n ü t a ş j y a n vektörlerdir. (İkinci belit için


d ^
form ül m — = kF b içim ine dönü ştü rü leb ilir. B irim lerin uygun bir
dt
seçimi ile k değeri birime eşidenebilir; ve eğer hızdaki değişimin zaman-
oranına cismin ivmesi denirse ve bir a vektörü olarak temsil edilirse,
ikinci yasa tanıdık ma = /''biçim inde bildirilebilir .) 6

c. Eğer F ab bir B cisminin bir A cismi üzerinde uyguladığı kuvvet ise, o


zaman A ’nm B üzerinde uyguladığı bir F ba kuvveti vardır, öyle bir yolda
ki Fba Fab ye büyüklükte eşit am a yönde karşıttır. Eş deyişle, F ab = - F ba,
ki burada .F’ler vektörler ya da yönlü büyüklüklerdir.
Bu belitler tarafından iki önem li sorular küm esi yaratılır: (1) For-
mülasyondaki çeşitli an ah tar terim ler ile ne anlaşılacaktır? Bir cismin
bir doğru çizgi boyunca dinginlikte ya da devimde olduğu söylendiği
zaman, cismin onlar açısından dinginlikte ya da devimde olduğunun
kabul edildiği “doğru çizgiler” n elerd ir ve devimin “zam anı” nasıl be­
lirlenir? (2) Bu belitlerin konum u nedir? Deneyim den “genellem eler”
midirler, doğrulukları a priori saptanabilecek önerm eler midirler, yoksa
şu ya da bu türden “tanım lar” mıdırlar? Birazdan bu problem lere büyük
bir dikkatle yaklaşacak olsak da, şimdilik onlardan hiç birini ele alma­
yacağız. Burada onlara yalnızca eğer mekaniğin yapısının usauygun bir

6K onu üzerine bütünüyle belirtik olursak, N ew ton’ın görüşü üzerine bir cismin
doğru bir çizgi boyunca ya hızında ya da devinme yönünde bir değişim varsa devimi
değişime uğram aktadır. Buna göre, b ir cisim eğer hızı arüyor ya da azalıyorsa ya da
devim inin yönü değişiyorsa herhangi bir zam an dönem i sırasında ivmeye uğram ak­
tadır. (Eğer hızı azalıyorsa ivme negatiftir.)
biçimde tam bir açıklaması elde edilecekse üzerinden geçilmesi gereken
güç zemini belirtm ek için değinilmiştir.
Bununla birlikte, bu noktada iki ilişkili gözlem yapılmalıdır. Newton
ikinci yasada bir kuvvetin etkisi altındaki bir cismin ivmesinin yönünün
doğru çizgi boyunca olduğunu ileri sürer ki, kuvvetin kendisi o çizgi üze­
rinde etkide bulunm aktadır. Bununla birlikte, eğer bir cismin dikkate
değer uzaysal boyudan varsa ve eğer kuvvet o n u n b ü tü n ü üzerinde et­
kide bulunuyorsa, ivmenin yönünü belirleyen benzersiz bir doğru çizgi
yoktur—çünkü cismin ayn parçalan o zaman ayn doğru çizgiler boyunca
ivmelenir. Buna göre, devim belitlerinin “nokta-kütleler” denilen şey­
ler için—kütleleri kuram da bir “nokta” üzerinde yoğunlaşmış cisimler
için—form üle edildiği kabul edilmelidir. Beliüerin açıkça nokta-kütleler
olmayan edimsel fiziksel cisimlerin devimlerine uygulaması böylece temel
kuram ın nokta-kütlelerin dizgelerinin az çok katı karşılıklı kısıtlamalar
alünda duran devimlerini kaplayacak yolda genişlemesini varsayar. Böyle
bir genişleme biraz güç bir matematiği gerektirse de, herhangi bir yeni
kuramsal düşüncenin getirilmesini gerektirmez: Kaü cisimlerin, sıvılann
ve gazlann kuramsal mekaniği nokta-kütleler mekaniği yoluyla sağlanan
tem el üzerine geliştirilebilir, am a bu dikkate değer hacım lan olan ci­
simlerin nokta-kütlelerin belirsizce büyük bir sayısının dizgeleri olarak
yorumlanması koşulu ile yapılabilir. Ama şimdi belirtilen olgular devim
belitlerinin “kuram ın” daha önce tarüşılan anlam ında kuramsal bildirim­
ler olduğunu açığa çıkanr; bu belitler deneysel olarak belirlenen özel­
likler arasındaki ilişkilere ilişkin bildirimler değil, ama konutlam alardır
ki, başka türlü kuram ın konutlamafen yoluyla belirlenm eden bırakılacak
olan bir dizi temel kavramı örtük olarak tanımlarlar.
ikinci gözlem tam şimdi vurgulanan noktayı güçlendirir. Nevvton’ın
belitleri belirtik olarak sözünü etm eseler de, örtük olarak uzaysal boyut-
lann ve zamansal dönem lerin belirsizce bölünebileceğini kabul ederler,
öyle ki onlarla bağlı olan büyüklükler yitmekte olabilecek denli küçük
olabilir. Belitler aynca nokta-kütlelere yüklenen hız ve ivmelerin nokta-
kütlelerin ilgili zamansal dönem ler sıfıra yaklaşırken sınırlayıcı durum ­
da taşıdıkları hız ve ivmeler olduğunu da kabul eder—kısaca, belitler
nokta-kütleler için kıpısal hız ve ivmeleri kabul eder. İlk olarak böyle
sayıltılann niçin gerekli göründüğü konusunda açık olmalıyız.
Varsayalım ki doğru ve düz bir yolda devinen bir otom obilin hızını
belirlemeyi istiyoruz; ve varsayalım ki bir saatte aldığı yolu ölçüyor, bu­
nu n 30 mil o ld uğunu buluyor, ve hızın saatte 30 mil olduğu vargısını
çıkarıyoruz. Ama açıktır ki otom obil o saat boyunca değişken bir hız
ile deviniyor olabilir, ve belirtilen hız edimsel olarak arabanın 30-millik
yolculuğun herhangi bir bölüm ü sırasındaki hızı olmayabilir. Saatte 30
millik hız böylece yalnızca taşıtın ortalama hızı olan şeyi temsil ediyor
olabilir. Eğer arabanın davranışının daha aynntılı bir açıklamasını elde
etmeyi istersek, hızı daha kısa zaman dönem leri sırasında, diyelim ki
her biri bir dakika olan dönem ler sırasında ölçmemiz gerekecektir; ve
belli bir dakika sırasında hızın dakikada bir mil iken, bir başka dakika
sırasında dakikada çeyrek mil olduğunu bulabiliriz. B ununla birlikte,
arabanın bir saat sırasında değişmesi olanaklı hızına ilişkin olarak be­
lirtilen şey açıkça bir-dakikalık zamansal aralıklar için yinelenebilir; ve
daha da küçük aralıklar alınabilir—diyelim ki h er biri bir saniye olan— ,
ve bunlar sırasında hızlar ardışık olarak belirlenebilir.
Şimdi, bir görgül olgu olarak, hızları ölçmek için bu kısalmakta olan
dönem leri alma yordam ı belirsizce sürdürülem ez, çünkü hem uzaysal
hem de zamansal aralıklar için yapabileceğimiz deneysel ayrımların bir
alt sının vardır. Ama m ekanik kuram ı cisimlerin devim lerinin deneysel
teknolojinin edimsel duru m u n d an bağımsız olan bütünüyle genel bir
çözümlemesini sağlamaya çalışır; ve kuram ilişkilerin cisimleri devim­
lerinin tüm n o k taların d a karakterize ed en yapısını form üle etmeyi
amaçlar. Newton b una göre uzaklık ve dönem lerin alt bölünm elerine
kılgısal alt sınırı göz ardı etti, ve kuram ı nokta-kütlelerin zaman aralık­
ları sınır olmaksızın küçülürken sınırlayıcı (ya da kıpısal) hızlarının ve
ivmelerinin olduğu sayıltısı üzerine form üle etti. G erçekten de, Newton
“akılar yöntem ini/metfıod of fluxions”—ki şimdi buna aynşımlı ve tümlev
kalkülüs denir—cisimlerin devim lerinin böyle “kıpısal” yanlarının ele
alınması uğruna icat etti; ve onun devim belitleri, matematiksel analizin
dilinde bildirildikleri zaman, ikinci dereceden aynşımlı denklem ler bi­
çimini alır .7 Ama bu olgular yalnızca önceki paragraflarda söylenenleri,

7Aynşımlı ve tümlev kalkülüsün düşünceleri ile tanışık olmayan okuyucu için bir­
kaç daha öte açıklama sunulmalıdır. Kalkülüsün temel kavramı ister sayıların isterse
fonksiyonların olsun sonsuz bir dizisinin sının (limit) kavramıdır. Sayılann sonsuz bir
dizisinin kavranıl şöyle örneklenebilir. Şu sonsuz diziyi irdeleyelim: 30, 22lA, 20, 18%,.
. . , ki bunun terimleri 15(1 + 1 / n) form ülünden n ’ye ardarda 1, 2, 3, 4 ,. .., değerleri
atanarak elde edilir. Görselleştirme uğruna varsayabiliriz ki dizideki her bir terim bir
arabanın ortalama hızıdır ve arabanın hızının ölçülmekte olduğu zaman aralıkları ardı­
şık olarak 1 saat, 30 dakika, 15 dakika, l lA dakika vb.dir. Burada n ’nin değeri ne olursa
olsun, dizide karşılık düşen terim 15’ten 1 5 /n ’den daha çoğu olmayan bir değer kadar
ayn olacaktır. Böylece, eğer n ’nin değeri 10 ise, karşılık düşen 16‘/4 terimi 15’ten 15/10
kadar ayrıdır; eğer n ’nin değeri 1000 ise, karşılık düşen 153/2ûo terimi 15’ten 15/1000
kadar ayrıdır, ve bu böyle gider. Buna göre, eğer n için yeterince büyük bir değer alı­
nırsa, dizide belli bir terim e ulaşıldıktan sonraki terim lerin tüm ü de 15’ten önceden
belirleyebileceğimiz herhangi bir küçük pozitif nicelikten daha azı kadar ayrı olacaktır.
Böylece, eğer dizide onu izleyen tüm terim lerin 15’ten 1/1.000.000’dan daha az ayrı
olacakları bir terimi bulmayı istersek, n 15.000.000’a eşit ya da ondan büyük olmalıdır.
Bu örnekte 15 sonsuz dizinin sinindir (limit)', öyle bir sayıdır ki, onunla dizinin ardışık
terimleri arasındaki aynm dereceli olarak herhangi bir önceden atanmış küçük pozitif
sayıdan daha küçük olacakur. Bir sayılar dizisinin sınınnın genel tanımı şu biçimi alır:
*ı, * 2 .........x„ ,. . . sayılann bir sonsuz dizisi olsun, ve e herhangi bir küçük pozitif sayı
olsun. O zaman, eğer herhangi bir belirli e için, dizide bir terimi varsa, öyle bir yolda
ki onu izleyen tüm terim ler (e.d. tüm x„ terimleri için, ki burada n> N ) / ’deıı e’den
daha az ayn olacak ise, / ’nin dizinin sının olduğu söylenir.
Şimdi s bir arabanın geçtiği uzaklık olsun, ve düşüncelerim izi toplam ak için uzak-
devim belitlerinin katı evrensellik ile bildirildiklerinde deneysel yasalar
olmadıklarını, tersine kuramsal konudam alar olduklarını ve bir görgül
lığın t zam anı ile s = t 2 fonksiyonuna göre ilişkili o ld u ğ u n u varsayalım; başka bir
deyişle, varsayalım ki t saniye sonra araba s = t2 m etre yol almış olsun. Şimdi zaman
bir At (“delta t n olarak okuyun) aralığı kadar artınca arabanın aldığı yol As kadar ar­
tar. Buna göre, araba t + At saniyede s + As m etre uzaklığı kadar toplam yol alacaktır.
Açıktır ki, s + As - (t+ A t)2 ~ t2 + 2tAt + At'1 olmalıdır. Yine açık olacaktır ki arabanın
At ek zamanı için yol alm anın bir sonucu olarak geçtiği As uzaklığı As = 2t At + (A/)2
denklem i ile verilir. A rabanın yolculuğunun bu ek bölüm ü sırasındaki hızını elde
etm ek için yalnızca As’yi At ile bölm em iz gerek ir ve böylece A s/A t = 2t + At elde
edilir. Bu ilişki At zam an aralığı ne denli büyük ya da küçük alınırsa alınsın geçerli
olacaktır, ve A t1ye sayısal değerler atayarak A s/A t hızlarının sonsuz bir dizisini elde
ederiz. B ununla birlikte, eğer At ilerleyerek artan bir biçim de küçülür ve böylece
bir sınır olarak sıfıra yaklaşırsa, A s/A t oranı da bir sınıra, bu d urum da 2f ’ye yaklaşır.
As/Atf’nin sınırlayıcı değeri ‘d s/d t’ile temsil edilir, ve s ’nin Saçısından ilk ayrışımlı
katsayısı (ya d a ilk türevi) adını alır. Bu sayı cism in kıpısal hızıdır. D ikkat etm ek
gerek ki, ‘d s/d t’ ayrışımlı katsayısı ‘ds’ payı ve ‘d t’ paydası ile sıradan b ir fonksiyon
değildir; anlatım sanki sınırsız bir o ran lar dizisinin sınırını temsil eden tek bir sim­
geyi kapsıyormuş gibi görülmelidir.
Tıpkı bir cismin kıpısal hızının hızların sonsuz b ir dizisinin sının olması (ve uzak­
lığın zaman açısından ilk ayrışımlı katsayısı ile temsil edilmesi) gibi, bir cismin kıpısal
ivmesi de sonsuz bir ivmeler dizisinin sinindir. Ama bir cismin h e r bir zaman birimi
için ivmesi hızın h e r bir zaman birim i için değişim oranıdır; ve buna göre, eğer bir
cismin değişik kıpılardaki kıpısal hızların» irdeliyorsak, kıpısal ivme kıpısal hızlann
değişim o ra n la n n ın bu hızlann irdelendiği kıpılar arasındaki aralıklar ilerleyerek
küçülürken sınırı olacaktır. Böylece, bir cismin kıpısal ivmesi kıpısal hızın zam an
açısından ilk aynşımlı katsayısı ile temsil edilecektir; ve sonuçta kıpısal ivme uzaklığın
zam an açısından ikinci aynşımlı katsayısı ile temsil edilecektir. Böylece kıpısal ivme
d2s/dt2 olarak yazılır. — ' ~
Ayrışımlı kalkülüsün aniacı herhangi bir fonksiyonun ayrışımlı katsayılarını elde
etm ek için kurallar geKştirmektir. Böylece, daha önce gördüğüm üz gibi s= £2’nin za­
m an açısından birinci türevi ds/dt =2t*dir; ve kolayca gösterilebilir ki, s= /2’nin zaman
açısından ikinci türevi d2s/dt2= 2 ’dir. Bu ds/dt = 21ve d2s/dt2 = 2 denklem lerinden her
birine ayrışımlı denklem denir, çünkü bir aynşımlı katsayı kapsar. Bu denklem lerden
ilkinin birinci dereceden bir aynşımlı denklem olduğu söylenirken, d?s/dt3 = 2ds/dt
aynşımlı denklem inin üçüncü dereceden olduğu söylenir. Böylece, bir aynşımlı denk­
lem in derecesi onda kapsanan en yüksek aynşımlı katsayının derecesidir. Mekanik
bilim inin temel denklem leri ikinci dereceden aynşımlı denklem lerdir.
Daha önce belirtildiği gibi, aynşımlı kalkülüsün görevi herhangi bir fonksiyon için
herhangi bir belirdlen değişken açısından aynşımlı katsayıyı bulmaktır. Ama evrik bir
problem vardır: Bir aynşımlı denklem verildiğinde onda kapsanan değişkenler arasın­
daki fonksiyonel ilişkiyi bulmak, ve bunu fonksiyonun anlatım ının bundan böyle her­
hangi bir aynşımlı katsayı kapsamadığı bir yolda yapmak. Bu evrik problem tümlev alma
sürecini içerir, ve genel olarak bir fonksiyonu aynmlaştırma biçimindeki ilk problem den
daha güç matematiksel sorular yaraür. O nun şematik bir tartışmasına bile giremeyiz,
ve konuyu bir kaç örnek ile bırakacağız, ds/dt - 2t aynşımlı denklem i verildiğinde, s ve
t değişkenleri arasında denklem i doyuran ilişki s = t2 + a fonksiyonu yoluyla verilir, ki
burada a herhangi bir değişmezdir. d 2s/d t2 = 2 aynşımlı denklem inin çözüm ü s = t2 +
at+ b denklem i ile verilir, ki burada a ve b herhangi iki değişmezdir. Böylece birinci
dereceden bir aynşımlı denklem in çözümü tek bir keyfi değişmez kapsar, ve bir ikinci-
derece aynşımlı denklem in çözüm ü iki keyfi değişmez kapsar.
içeriklerinin olduğu söylenmeden önce onlar için karşılık-düşme kural­
larının sağlanması gerektiğini doğrular.

3. Son olarak devim belitlerinin m ekanik açıklam aların ayırdedici


özelliklerine ilişkin olarak tartışmakta olduğumuz problem üzerine nasıl
bir ışık düşürdüğünü irdeleyelim. Belitler ya m atematiksel biçimlen açı­
sından ya da ilişkilendirdikleri terimlerin türleri açısından yoklanabilir,
ve tartışmayı bu ayrıma uyarlayacağız.
M atematiksel olarak anlatılan bir bildirim in biçimi ile denm ek iste­
n en şeyi örneklem ek o n u form üle etm ekten daha kolaydır, ve birkaç
örnek amacımızı açıklayacaktır. Katiların doğrusal ısıl genleşmesi yasası
genellikle 1+ Zo[l + k ( T - To)] olarak anlatılır, ki burada lokatının baş­
langıçtaki bir To saltık sıcaklığındaki uzunluğu, ve V doğrusal genleşme
katsayısıdır ki, tözleri aynı olan tüm cisimler için değişmez iken, ayrı
tözlerde değişiklik gösterir. D enklem l - l okT- (lo - lo kTo) = 0 olarak
yeniden yazılabilir, ve V v e ‘T ’ gibi iki değişkenli b ir doğrusal denk­
lemdir. G alileo’n u n serbest düşm edeki cisimler için yasası, bir cismin
bir konum dan t saniye düştükten sonraki v hızını va başlangıç hızı ile
ilişkilendiren bu yasa v - vo = g t olarak anlatılır ki, burada g-’bir değiş­
mezdir. Bu denklem ayrıca v - v o - g t = 0 olarak da yazılabilir, ve ayrıca
V ve 7’gibi iki değişkende doğrusal bir denklemdir. H er biri iki değiş­
ken arasındaki bir ilişki olarak anlatılan bu iki yasa aynı matematiksel
biçimi taşır; açıktır ki ikisi de ax + by + c = 0 biçim indeki iki değişkenli
doğrusal “matriks”in özel durum larıdır ve burada ‘x ’ve y iki değişken,
‘a, ’ ‘b’ve ‘c’ “keyfi değişmezler” denilen değerlerdir. Belirtmek gerek ki
tüm bu denklem ler değişkenleri, ‘0 ’ rakamını, ve “keyfi değişmezleri”
kapsamaya ek olarak bir de özgül sayısal ilişki ve işlemleri temsil eden
beli değişmez anlaüm lan kapsar—yani, *=’ ilişki imi, V cebirsel toplama
imi, ve çarpm a için (bastırılmış) ‘x’ imi. Buna göre, iki bildirim in de,
eğer her ikisi de ortak bir m atriksten onda bulunanların yerine karşılık
düşen değişkenlerin ve özel keyfi değişmezlerin geçirilmesi yoluyla elde
edilebilirse, aynı matematiksel biçimi anlattıkları söylenebilir.
Sonra Böyle’un değişmez bir sıcaklıktaki bir ideal gazın Vhacmı ve p
basıncı ile ilgili yasasını irdeleyelim: p V = k, ki burada ‘k ’ bir değişmez­
dir. Bu p ’ve ‘V’gibi iki değişkenli bir ikinci dereceden denklem dir ve
önceki paragrafın denklem lerinden ayrı bir biçimi vardır. Ama ayrıca
istem ile ilgili genel ekonom ik yasanın en yalın özelleşmesini de irde­
leyelim; bu yasaya göre bir m eta için istem ederde bir düşüş ile artar ve
ederde bir yükseliş ile azalır, ve özelleşme /istem in in ve E ederinin ters
orantılı olarak değiştikleri sayıltısından oluşur .8 Bu özel durum IE = c
olarak yazılabilir, ki burada c bir değişm ezdir ve açıkça Böyle’un yasası
ile aynı biçimi taşır. Çünkü h e r iki yasa da genel xy = a m atriksinin yer

sBkz. Alfred Marshall, Principles ofEconomics, 8th ed., Londra, 1930, s. 99.
d eğ iştirm e d u ru m la rıd ır, ki b u r a d a ‘x ’ ve ‘y ’d e ğ işk e n le r ve ‘a ’ k e y f ıb ir
d eğişm ezd ir.
Şimdi aynı biçimi taşıyan bu çeşiüi yasa örnekleri şu noktayı bütünüyle
açığa serm ek için yeterlidir: İki yasa aynı biçimi taşıyabilir, am a bu böy­
lelikle ikisinden b irinin öteki için bir açıklayıcı öncül olarak hizm et
edebildiği imlenmeksizin olabilir. Isıl genleşme yasasının serbest düşme­
deki cisimler için yasa ile aynı biçimi taşıması olgusu birincinin İkincinin
yardımı ile açıklanabileceği sanısı için en küçük bir neden sunmaz. Hiç
kuşkusuz verili bir biçimdeki bir yasanın aynı biçimdeki ikinci bir yasayı
açıklayabilmesi soyut olarak olanaklıdır. Ama eğer durum bu olursa, bu
yalnızca biçimsel benzerliklerinin bir sonucu değildir.
Bu gözlem m ekanik açıklamaların ayırdedici özelliğinin devim belit­
lerinin matematiksel biçim inde bulunmayacağı gibi daha öte bir vargı­
yı düşündürür. Ama bu düşünceyi kendi değeri üzerine yoklamalıyız.
Deneysel yasalann yukandaki örneklerinin tersine, devim belitleri, daha
önce belirtildiği gibi, aynşımlı denklem ler olarak form üle edilmelidir.
Amaçlarımız için dikkatimizi ikinci belite sınırlam ak yeterli olacaktır.
Buna göre, varsayalım ki tekil bir nokta-kütle üzerine bir 1: kuvveti et­
kide bulunsun, konum u karşılıklı olarak dikey üç gönderm e eksenine
göre-x, ’ ‘y ’ve ‘z ’uzaysal koordinatlan yoluyla belirlensin, ve kuvvetlerin
bu eksenler boyunca bileşenleri F* Fy, ve Fz olsun, ikinci belit o zaman
kuvvetin geri kalan bileşenleri için de benzer denklem ler alınmak üzere
d^x
m —ş- = Fx olarak yazılabilir. Belit böylece ikinci dereceden bir doğrusal
dt %
a y n şım lı d en k lem le F kü m esi o la ra k bildirilebilir. B eliti b ir ö n c ü l o larak
a la n h e r h a n g i b ir a ç ık la m a y ı m e k a n ik o la r a k a y ır d e d e n şey b u o lg u
m u d u r?
Belitler nokta-kütleler üzerinde etkide b u lu n an kuvvetin özgül ka­
rakterine ilişkin hiçbirşey söylem ediği için, şim dilik varsayalım ki F
kuvvet-fonksiyonu tartışma altındaki problem in doğasına bağlı olarak
bir dizi yolda özgülleştirilebilir ve öyleyse bir büyüklükler türlülüğüne
gönderm e içerebilir olsun. Şimdi fizikte m atem atiksel biçim leri m e­
kaniğin ikinci belitinin m atem atiksel biçimi ile özdeş olan, am a gene
de zam an zam an m ekanikten ayırdedilen kuram lar vardır. Ö rneğin,
elektrostatik kuram ı ikinci dereced en doğrusal ayrışımlı denklem ler
biçim ini taşır, ve gene de b u kuram ın terim lerinde açıklam alar h er
zaman m ekanik açıklam alar sayılmaz. Yine, Maxwell elektrom anyetik
kuram ın tem el denklem lerini Newton belitlerinin almaşık bir form ü­
lasyonu olan Lagrange m ekanik denklem lerinin biçimini alacaklan bir
yolda dönüştürm eyi başardı. Ama böyle bir dönüşüm ün yapılabilme­
si olgusundan elektrik ve manyetizma yasalarının böylelikle mekanik
kuram ı tarafından açıklanmış olduğu sonucu çıkmaz ve hiçbir fizikçi
çıktığını kabul etmez.
G erçekten de, d ah a genel b ir nokta olarak belirtilebilir ki, fiziğin
çeşitli dallarında temel bir rol oynayan belli aynşımlı denklem ler vardır;
am a bu n a karşın bu değişik araştırm a alanları genel olarak böylelik­
le ortak b ir kuram ın alanı içerisine düşüyor olarak görülm ez. Ö rne­
ğin, Fourier’nin denklem i olarak bilinen bölüm sel aynşımlı denklem ,
du d2u d2u
— =a
k8 x 2 + d f + â ? y
hidrodinam ik, ısı iletimi, durgun ve akan elektrik ve manyetizma alan­
larında tem el kuram ı form üle etm ek için kullanılabilir. Ama bu çeşitli
nesnelerin soyut olarak ya da biçimsel olarak ayırdedilem ez ilişki ya­
pıları sergilediğinden daha çoğunu belirtmez. Söz konusu alanlardan
h er biri için karşılık düşen kuram larda ayırdedici olan şeyin kuram ın
biçimsel yapısı yoluyla eksiksiz olarak sunulduğunu imlemez. Ayrı kuram­
lan n biçimsel özdeşliği hiç kuşkusuz onlara ilişkin oldukça önem li bir
olgudur. Böyle bir özdeşlik bir araştırm a alanı için geliştirilen m atem a­
tiksel tekniklerin başka birçok alanda da kullanılmasını olanaklı kılar;
ve değişik kuram lar arasındaki biçimsel andıranlar, ve aynca formalizm
ile bağlanabilecek im geler araştırm anın yürütülm esinde muazzam bul­
gulatın değerler taşıyabilir.9
Son bir gözlem daha yapabiliriz. Devim belitlerinin ikinci-derece doğ­
rusal aynşımlı denklem ler biçimini taşımasına karşın, fizikçilerin salt bu
biçimdeki bir değişimi böyle değiştirilmiş bir kuram ın bundan böyle bir
m ekanik kuram ı olmadığını bildirm ek için yeterli n eden olarak görüp
görmeyeceklerini tahm in etmeye çalışmak ilginçtir. Böylece, varsayalım
ki Newton’m cisimlerin deviminin devinirliklerin değişiminin zaman-
oranınm terim lerinde çözümlenebileceği sayıltısında yanılmış olduğu,
ve ivmelerin değişim inin zam an-oranm ın terim lerinde daha doyum ve­
rici bir kuram ın geliştirilebileceği bulunm uş olsun. Temel devim denk­
lemleri o zaman üçüncü-derece aynşımlı denklem ler olacaktır. B ununla
birlikte öyle görünür ki, eğer yeni kuram ve eskisi arasındaki özsel aynm
bu olsaydı, birincinin bir m ekanik kuram ı olarak görülm eye son ver­
mesi söz konusu olamazdı. Gerçekte, devim denklem lerinin biçiminde
genel görelilik kuram ının gerektirdiği değişiklik bu hipotetik örneğin
düşündürdüğü değişiklikten çok daha köktendir. Gene de, iyileştirilmiş
kuram ın terim lerinde açıklam alar pekçok fizikçi tarafından m ekanik
açıklamalar olarak görülmeyi sürdürm ektedir.

4. Tüm b u n lan n ışığında, devim belitlerinin ayrı bir bilimin öncül­


leri olarak görülm esine götüren şeyin devim belitlerinin matematiksel
biçimi olmadığı vargısı usauygun görünür. Bu nedenle, m ekanik açık-
9Bkz. E m st Mach, “O n the Principles o f Com parison in Physics,” Popular Scientific
Lectures’de, ss. 236-58; aynca yine onun tarafından “Die Âhnlichkeit und die Analo-
gie als Leitmotiv d er Forschung,” Erkennlnis und Irrtum 'da Leipzig, 1920, ss. 220-31.
lam alann karakteristik özelliklerini saptayabilmek için, daha önce sözü
edilen ikinci almaşığa dönm eli ve belitlerin ilişkilendirdiği terimlerin
türlerini yoklamalıyız.
Ama şimdi karşımıza ciddi b ir güçlük çıkar. B unu doğuran durum
belitlerin (ya da onlara genellikle eşlik eden m etnin) ilişkilendirdiği
terim lerin kim ilerinin genel karakterinin ne olduğunu belirtik olarak
bildirm elerine karşın, b u n u tüm terim ler için yapmamalarıdır. Böylece
ikinci belit bir cismin devinirliğindeki değişimin zam an-oranmm uygu­
lanan kuvvet ile orantılı olduğunu ileri sürer; ve bu form ülasyondan
açıktır ki b ir yandan b ir cismin kütlesi ve ivmesi ve öte yanda uygu­
lanan kuvvet arasında belli b ir ilişkinin geçerli olduğu ileri sürülür.
Ama kuvvete ilişkin daha öte birşey söylenmedikçe, ikinci belit edim ­
sel devim lerin çözüm lem esine herhangi bir katkıda bulunam az. Eğer
çözüm lem e bir ilerlem e yapacaksa, kuvvet-fonksiyonu ile ilgili olarak
örneğin Newton’ın yerçekimi kuram ında yapılan türde özel sayıltılar ge­
tirilmelidir. Şimdi, güçlük hem belitlerin hem de N ew ton’m onlar için
sağladığı açıklayıcı m etnin, genel bir yolda bile olsa, kuvvet-fonksiyonu
üzerine eğer varsa hangi sınırlam aların dayatılacağını belirtmemesidir;
ve m ekaniğin ayırdedici özelliklerini saptam ak için belirleyici olan bu
bilgi ancak belitlerin geleneksel olarak uygulandıkları önem li problem
tiplerinin bir incelem esinden elde edilebilir. Belki de bu nedenledir ki
“Bir mekanik açıklama nedir?” sorusuna doğrudan bir yanıt verilemez.
Devim beliüerinde değinilen terim lerden ikisinin bir cismin kütlesi
ve kıpısal ivmesi olduğunu daha önce belirttik. Klasik mekaniğe göre,
kütle yalnızca cisimlerin değişmeyen bir “toplam lı ” özelliğidir ki, on­
ların devim lerindeki değişim ler ile değişmez ve b ir cismin hızındaki
değişimlere gösterdiği direnç olarak belirir. Varsayalım ki, küüe kavramı
yeterince açıktır, ve küdelere sayısal değerler atamak için uygun yöntem­
ler elimizin altındadır. Sonra, bir kıpısal ivmenin kavramını irdeleyelim.
Bu bir dizinin sınırı olarak tanım lanır ki, bu dizinin terim lerinden h er
biri iki kıpısal hızın ve bir zaman aralığının ayrım ının oranıdır; ve bir
kıpısal hız bir dizinin sınırı olarak tanım lanır ki, dizinin terim lerinden
h er biri doğru bir çizgi boyunca bir uzaklığın ve bir zam anın oranıdır.
Şimdilik doğru çizgilerin, uzaklıkların ve zam anların nasıl belirlenece­
ğini ilgilendiren tüm sorulan bir yana bırakalım, ve bu kavram lann da
yeterince açık olduğunu varsayalım; am a h e r ne olursa olsun, kıpısal
ivmeler ve hızlar uzaysal ve zamansal ilişkilerin ölçüleri üzerine belli ma­
tematiksel işlem lerden daha öte hiçbirşeyi öngerektirm ez. Buna göre,
çözümlememizin ilk meyvesi devim belitlerinin en azından üç büyüklük
türüne, yani uzay ölçülerine (uzaklıkları, açılan, alanlan ve hacımları
kapsayarak) ve zaman ve kütle ölçülerine gönderm e içerdiğidir.
Geriye kalan iş kuvvet kavram ında ne tü r karakteristiklerin içerildi-
ği biçim indeki daha güç problem e açıklık kazandırmaktır. New ton’ın
kendisi uygulanan kuwetler-\aıruşlar//;ercMi.szow.j, basınçlar, ve özekçek
(özeksel) kuvvetler için üç ayrı “köken”den söz etti; ve bu kısa liste m e­
kanik bilimi için tipik olan kuvvet-fonksiyonları tü rü n ü imler. Bununla
birlikte, konu üzerine d ah a büyük m o d ern incelem eleri yoklayarak,
klasik mekanikte kullanılan kuvvet-fonksiyonu tiplerinin biraz daha iyi
bir gözlem ini elde edebiliriz .10 B unlar genellikle d ö rt bölüm e ayrılır:
(a) nokta-kütleler mekaniği, ki tüm geri kalanlar için temeldir; (b) katı
cisimlerin mekaniği; (c) esnek ya da yamulgan cisimlerin mekaniği; ve
(d) sıvıların ve gazların mekaniği.

a. N okta-kütleler m ekaniğinde kuvvet-fonksiyonlarının iki ana tipi


kullanılır: Konumsal/’positional kuvvetler, ki yalnızca irdelem e altındaki
dizgedeki kütlelerin ve nokta-kütlelerin göreli konum lan üzerine, ama
sık sık aynca dizgenin öğelerini karakterize eden belli katsayılar üzerine
de dayanırlar; ve devimsel/motional kuvvetler, ki yalnızca göreli konum ­
ların, kütlelerin ve böyle katsayıların değil, am a ayrıca nokta-kütlelerin
ve belli zamansal dönem lerin göreli hızlarının da fonksiyonlarıdırlar.
B unlann h e r birini irdeleyelim.
K onum sal kuvvetler iki alt-kümeye ayrılabilir: Özeksel kuvvetler, ki
burada herhangi iki cisim çifti arasındaki ivmeler h e r zaman durağan
bir noktaya yöneliktir; ve zorlayıcı/constraining kuvvetler, ki b u rad a
nokta-kütleler belirlenm iş yüzeyler ya da eğriler üzerinde devinmeye
zorlanır. Belki de bir özeksel kuvvetin en iyi bilinen örneği Newton’m
yerçekimi kuvvetidir. Zorlayıcı kuvvetlerin tanıdık örnekleri bir yalın
sarkaç üzerinde etkide bulunan kuvvetlerdir; bu durum da kuvvet-fonk-
siyonu değişken bir uzaklığın ve bir katsayının terim lerinde belirlenir
ki, b u n lan n değerleri yerçekimi değişm ezinden ve belli salt geom etrik
büyüklüklerden hesaplanabilir.
Devimsel kuvvetler d u rum unda çeşiüi kuvvet-fonksiyonlan kullanılır.
Sönüm lü titreşim lerin incelemesi (ki hava gibi dirençli bir ortam için­
den devinen bir sarkaç tarafından örneklenir) bir kuvvet-fonksiyonuna
gereksinir ki, bu bir cismin değişken uzaklığı ve değişken hızı üzerine ve
iki değişmez katsayı üzerine bağımlıdır. Bu değişm ezlerden biri yerçeki­
mi değişm ezinden ve fiziksel dizgenin geom etrisinden hesaplanabilir;
öteki sönüm katsayısıdır ki, değeri içinde titreşimin yer almakta olduğu
tikel ortam a bağımlıdır. Zorlanmış titreşimlerin (ya da rezonansın) ince­
lemesinde kullanılan kuvvet-fonksiyonu daha önce sönüm lü titreşim ile
bağıntı içinde değinilen etm enlerin terim lerinde belirlenir, ki buna bir
değişebilir zaman ve geom etrinin ve fiziksel dizgenin dönem selliğinin
fonksiyonlan olan belli başka değişm ezler eklenmelidir.

b. B undan sonra katı cisimlerin mekaniği gelir ki, çeşitli şekillerde­


ki katılann durağan nokta ve eksenler çevresindeki dönüşleri, bileşik
10Ö rneğin, A. G. Webster, The Dynamics ofParticles, and ofRigid, Elastic andFluid
Bodies, New York, 1922; ve G eorgjoos, Theoretical Physics, NewYork, 1934.
sarkaçların titreşimi, ve cisim lerin yüzeyler üzerinde kayma ve yuvar­
lanm aları gibi k onulan ele alır. Kuramsal çözüm leme amaçları için bir
kaü cisim karşılıklı uzaklıklan değişmez olan nokta-kütlelerin bir sonsuz
toplağı olarak görüldüğü için, katı cisimler mekaniği nokta-kütleler me­
kaniğinden geliştirilebilir; ve katı cisimlerin kuvvet-fonksiyonlan çeşitli
matematiksel işlemlerin yardımı ile nokta-kütleler m ekaniğinde kulla­
nılanlardan bileşmiş olarak görülebilir. B ununla birlikte, daha önce
değinilmiş olan değişken ve değişmezlere ek olarak, katilar mekaniğinin
kuvvet-fonksiyonlan genellikle bir de sürtünm e katsayısı kapsar. Bu kat­
sayı verili bir cisimler çifti için bir değişmezdir, ama değeri cisimlerin de­
vim sırasında değm e d urum unda olduklan yüzeylerin türleri ile değişir.

c. Yamulgan cisimlerin, eş deyişle bileşen nokta-kütleleri göreli yer-


değişimine yetenekli olan cisimlerin mekaniği için daha da başka katsayı
türleri gerekir. M ekaniğin bu bölüm ü başka şeyler arasında cisimlerin
çarpm alannı, basınç altında sıkışmalannı ve gerginlikler altında uzama-
lannı çözümler. Bu ek katsayılann en tanıdık olanlan doğrusal esneklik
katsayısıdır (ya da Young’ın ‘m odulus’u) ki, b u n u n değeri değişik öz-
deklere göre değişir. B ununla birlikte, yam ulm alan ilgilendiren daha
karmaşık problem lerde andınm lı türden çeşitli başka katsayılar gerekir.

d. Son olarak, sıvıların ve gazlann m ekaniğinde önem li roller oyna­


yan iki katsayı akışmazlık ve yüzey gerilimi katsayılarıdır ki, h er ikisi de
tartışma altındaki tözlerin türleri ile değişir.

Şimdi özel olarak mekaniğe ayrılan incelem elerde yaygın olarak ele
alınan konulann bir taslağını vermiş olmamıza karşın, hiçbir biçimde
Nevrton’ın devimi çözümlemesinin yararlarını tüketmiş değiliz. Ö rne­
ğin, bir elektrik yükü taşıyan bir cisim elektriksel olarak yüklü bir başka
cismin etkisi altında Newton denklem leri ile form üle edilebilecek bir
tarzda devinir. Bu durum da kuvvet-fonksiyonunun elektrik yüklerinin
büyüklüklerine gön d erm ed e b u lu n an terim ler kapsayacak olm asına
karşın (elektrikyasalan ile uyum içinde), böyle devimlerin açıklamala­
rına da sık sık m ekanik açıklam alar denir. M ıknatısların etkisi altında
devinen manyetize edilebilir cisimler için b enzer bir gözlem geçerli-
dir. B una göre, d ah a önce alıntılanan büyüklüklere ek olarak, sık sık
m ekanik açıklamalar olarak görülen şeylerdeki kuvvet-fonksiyonlan da
belirleyici etm enler olarak elektrik yükünden, manyetik güçten ve çeşitli
başka kendiliklerden söz edebilir. Kısaca, edimsel fiziksel kılgının bir
gözlemi büyük b ir problem ler türlü lü ğ ü n ü n N ew ton’ın devim denk­
lem lerinin terim lerinde başanlı olarak ele alınabildiğini ve önem li bir
sayıda ayn etm enin kuvvet-fonksiyonunun belirlenm esine girebildiği­
ni gösterir. Sonuçta, “m ekanik” ve “m ekanik açıklam a” etiketlerinin
geniş am a hiçbir biçimde sağın olmayan bir alanı vardır. Buna karşın,
birazdan göreceğimiz gibi, onlara kuvvet-fonksiyonlannın bileşimi üze­
rine dayatılabilecek daha dar ama daha kapsayıcı bir yan-anlam verilebi­
lir, eğer kuvvet-fonksiyonlan “mekanik” kuvvet-fonksiyonlan sayılacaksa.

5. B ununla birlikte, ilk olarak bu gözden geçirm enin sonucunu özet­


leyelim. Mekanikte kullanılan kuvvet-fonksiyonlan ya değişhenlerya da de­
ğişmez katsayılar olan “param etreler”in bir kümesinin bir bölüm ünün ya
da tüm ünün terim lerinde belirlenir. Değişkenler her durum da uzaysal-
zamansal büyüklüklerdir: Uzaklıklar, açılar, zaman aralıklan, hızlar, ve
benzerleri. Değişmez katsayılar üç ana tiptedir: Evrensel değişmezler,
örneğin yerçekimi değişmezi gibi, ki araştırılan gereç ne olursa olsun
aynı değeri taşır; değişik p roblem lerde değişik değ erler taşıyan am a
(zorlam a altındaki devim lerin çözüm lem esinde istenen değişm ezler
gibi) ilkede evrensel değişm ezlerden ve irdelem e altındaki fiziksel diz­
genin geom etrisinden hesaplanabilen değişmezler; ve kütle, esneklik,
akışmazlık, elektrik yükü ve manyetik güç katsayılan gibi katsayılar, ki
değişik cisimler ya da gereçler için değişik değerler taşısalar da, büyük­
lükleri genel olarak böyle geom etrik bakım lardan değerlendirilem ez
ve belli bir bağımsız tarzda saptanm alan gerekir.
G örünürde m ekanikte kullanılan salt b ir evrensel değişmez vardır.
Klasik mekanikte bir cismin kütlesi (üçüncü tipten bir değişmez) New-
ton kütlesidir. Bu bir cismin “özünlü” bir özelliğidir ve cismin hızına
bağımlı değildir. Dahası, eğer m\ ve wi2 sırasıyla iki cismin küüesi ise, o
iki cisimden oluşan dizgenin kütlesi m ı + ma’dir. Ö te yandan, görelilik
kuram ında bir cismin kütlesi bun d an böyle değişmez değil, am a göreli
hızının bir fonksiyonudur ve bundan böyle tam şimdi belirtilen anlam­
da “toplamlı” değildir. Yalınlık uğruna, hem en aşağıda izleyeceklerimiz­
de gönderm enin bir cismin Newton kütlesine yapıldığım varsayacağız,
am a eğer “kütle” ile bir cismin relativistik kütlesini anlarsak tartışm a
tözsel olarak değişmeyecektir. Ü çüncü tipin değişm ezlerinin tam bir
sıralam asını verm ek güçtür. B ununla birlikte, böyle b ir değişm ezler
listesinin kurulabileceği sayıltısı üzerine ,11 klasik m ekaniğin anlam ın­
da bir m ekanik açıklam anın karakteristiğinin ne olduğunu bildirm ek
olanaklıdır.
Deyimin en kapsayıcı anlam ında, bir mekanik açıklama aşağıdaki üç
koşulu doyuran bir açıklamadır. Bu koşullan M olarak belirtiyoruz: (a)
Bu açıklam anın tem el öncülleri bir fiziksel dizgenin devinirliğindeki
değişimin zam an-oranm ın o dizge üzerinde etkide b ulunan kuvvetle­
rin büyüklük ve yönünün bir fonksiyonu olduğunu ileri sürer, (b) Bir
cismin devinirliğindeki değişim in yönü uygulanan kuvvetin yönü bo-
yuncadır. (c) Kuvvetler yalnızca cisimlerin uzaysal-zamansal büyüklük
ve ilişkilerinin, bir evrensel değişmezin, ve bir dizi değişmez katsayının
"TheHandbook o f Chemistry andPhysics, Charles D. H odgm an ve N orbert A. Lange;
çeşitli yayımlar; açıkça b u kategoriye düşen sekiz katsayı için tablolar verir.
(eksiksiz olarak listelendikleri varsayılır) terim lerinde belirlenir ki, bun­
ların değerleri verili bir cisimler dizgesinin bireysel özellikleri üzerine
bağımlıdır .12
B ununla birlikte, gerçekte zam an zam an bir açıklam anın m ekanik
bir açıklam a olarak geçerli olabilm esi için d ah a kısıtlayıcı koşullar
altına getirilm esi önerilm iştir. Tarihsel olarak daha önem li olanların
bir bölüm ünü irdeleyelim. Yerçekimi kuram ını ileri sürenin Newton
olm asına karşın, o n u tem elden doyurucu görm edi, çünkü “uzaktan
etki” kavramını içeriyordu—bir kavram ki “felsefi sorunlarda yetkin bir
düşünm e yetisi olan hiçbir insanın hiçbir zam an içine düşemeyeceği
kadar büyük bir saçmalık” olarak gördü. Çünkü “dirimsiz kaba özdeğin,
özdeksel olmayan başka birşeyin aracılığı olmaksızın, karşılıklı değme
olmaksızın bir başka özdek üzerinde işlem yapabilmesi ve onu etkile­
yebilmesi tasarlanam azdır ” 13 diyordu. G ö rü n ü rd e N ew ton’ın istediği
şey ve Descartes ve izleyicileri tarafından bütünüyle belirtik kılınan şey
yalnızca değm e etkisine karşılık düşen kuvvet-fonksiyonlannı kullanan
bir mekanik kuram ı idi. Buna göre, eğer N ew ton’ın uzaktan eylem ile
doyum suzluğu ciddiye alınırsa, sonuçta “gerçekten” m ekanik olarak
sayılacak olan açıklamalar üzerine özel bir kısıtlama dayatılacaktır.
Buna karşın, yerçekim i kuvvet-fonksiyonu bütünüyle evrensel yer­
çekimi değişmezinin, uzaklıkların ve kütle katsayılarının terim lerinde
belirlenir. Öyleyse değişik param etre tiplerini kullanm asında değm e
etkisi için kuvvet-fonksiyonlarınm o ld u ğ u n d a n d ah a ekonom iktir.
Ç ünkü bu İkinciler genellikle yalnızca uzaysal değişkenleri ve kütle
katsayılarını değil, ama ayrıca esneklik, sürtünm e ve akışmazlık katsa­
yılarını da içerir. Ö te yandan, “gerçek” m ekanik açıklam aları değm e
etkisinin terim lerinde açıklamalara kısıtlamaya çalışmış olanlar zaman
zaman tözler arasındaki çeşitli özgül ayrım ların (ki değm e eyleminin
kuvvet-fonksiyonlannda bu çeşidi özel katsayılar yoluyla temsil edilirler)
kendilerinin en sonunda yalnızca o tözlerin mikroskopik yapılarındaki
uzaysal-zamansal ayrımların terim lerinde (ya da en çoğundan kütlele-
12Mekanik açıklam anın doğasının bu açıklaması tözünde m ekaniğin özdek ve de­
vimin bilimi olarak geleneksel tanım ından ya da m ekaniğin şeylerin kütle, uzunluk
ve zam an terim lerinde “tanım lanabilir” olan özelliklerini ele alan bilim olarak sık
görülen nitelem esinden ayn değildir. Bununla birlikte, şimdiki açıklama bu daha gele­
neksel ve katı formülasyonların ileri sürdüğü şeyi belirtik kılmaya ve aynı zam anda bu
formülasyonlardaki açık bozuklukları düzeltmeye çalışır. Ö rneğin mekaniğin yalnızca
kütle, uzunluk ve zam an terim lerinde tanım lanabilir özellikler ile ilgilendiğini söy­
lem ek yeterli değildir, çünkü esnekliğin doğrusal katsayısı böyle tanım lanabilir iken,
doğrusal ısıl genleşm e katsayısının ve elektriksel direnç katsayısının öyle olmadığını
ileri sürm ek için görünürde hiçbir ned en yoktur. Pekala olabilir ki, açık laboratuar
yordam ının terim lerinde özdeğin özellikleri denilen herşeyin katsayıları uzunluklar,
kütleler ve zam anlar arasındaki ilişkilerin tem elinde tanımlanır. Gene de fiziğin tüm
dallarının böylelikle m ekaniğin bölüm leri olması, söz konusu değildir.
lsIsaac N m to n ’sPapers andLetters on NaturalPhilosophy (yay. haz. I. B em ard Cohen),
Cambridge, Mass., 1958, ss. 302-03.
rin dağılımındaki ayrımlar ile birleşik olarak) açıklanmaları gerektiğini
ileri sürmüşlerdir. G erçekten de, Kartezyen fizik tam olarak böyle bir
aşırı idealin anlatımıdır. “Cisim kavramı,” diyordu Descartes, “ağırlık­
tan değil, sertlikten, ren k ten ve b en zerlerinden de değil, am a yalnız­
ca uzam dan oluşur. ... Öyleyse b ütün evrende tek bir özdek vardır, ve
b unu uzamlı olması gibi yalın bir olgu yoluyla biliriz. Özdekteki tüm
değişiklikler, ya da biçimlerindeki türlülük devime bağım lıdır.... Devim
bir parça özdeğin ya da bir cismin onunla dolaysız değm e durum unda
olan ve dingin olarak gördüğüm üz cisimlerin yakınından başkalarının
yakınına aktarılmasıdır .” 14 Gerçekte, m odern kuramsal fiziğin tarihinin
önem li bir bölüm ü özgül özdeksel değişmezlerin (örneğin akışmazlık
katsayıları gibi) bu daha katı tipteki m ekanik kuram ının terim lerinde
açıklanabileceğini gösterm e girişim lerinden oluşur.
Buna göre, tarihsel fizik yazınında “mekanik açıklamanın” en azından
üç anlam ını ayırdedebiliriz, üstelik kolayca ek ayrımların getirilebilme­
sine karşın. Bunları artan sıkılık sırası içinde bildiriyoruz .15

a. Bir açıklamayı m ekanik saymak için en az şey isteyen gerektirim ler


onun yukarıda (s. 181) M olarak bildirilen üç koşuludur. Bu koşullar
makroskopik fenom enlerin devimlerini açıklayabilmek için mikroskop-
altı parçacık ya da süreçlerin (örneğin belli b ir hipotetik ortam daki
atom lar ya da burgaçlar gibi) konutlanm asını ne gerektirir ne de dış­
lar. Genel olarak açıklam aların kuramsal öncüllerinde yer alan ve bu
koşulları doyuran param etreler değişik türlerde olduğu için (örneğin
değişmez katsayılar kütle, elektrik yükü, esneklik, sürtünm e vb. katsa­
yıları olabilir), böyle kuram lara kısıtsız mekanik kuramlar (urırestricted
mechanical theories) diyelim. Çoğunlukla, fizikteki m ekanik açıklamalar
bu kısıtsız tiptendir.

b. Mekanik bir açıklama için daha çok şey isteyen bir gerektirim onun
M koşullarından ilk ikisini doyurması ama kuvvet-fonksiyonunun yalnız­
ca uzaysal-zamansal değişkenlerin, evrensel yerçekimi değişmezinin ve
kütle katsayılarının terim lerinde belirlenmesidir. N ew ton’ın yerçekimi
kuram ı bu tip açıklam alar sağlar. B ununla birlikte, açıktır ki eğer bu
gerektirim i doyuran bir m ekanik kuram ı klasik m ekanikte ele alm an
olağan problem ler erim i için yeterli olacaksa, mikroskop-altı parçacık
ve süreçler konutlamalıdır. Bu konutlanan kendilikler o zaman devim
belitlerin in terim lerin d e çözüm lenebilir olm alıdır; ve k ü tlelerinin

14R ene D escartes, “T h e Principles o f Philosophy,” Part 2, Principles 4, 23, 25,


bkz. The Philosophical Works o f Descartes, Ing. çeviri, E. S. H aldane ve G. H, T. Ross
tarafından, Cambridge, İngiltere, 1931, Vol. 1, ss. 255, 265, 266.
15Bkz. C. D. Broad, “M echanical E xplanation a n d Its A lternatives,” Proceeding
o f the Aristotelian Society, L ondra, 1919, Vol. 19, pp. 85-124. B ölüm ün bu ilk kesimi
boyunca tartışm a ağırlıklı olarak B road’ın denem esi üzerine dayanır.
uzaysal-zamansal örgütlenişi m akroskopik cisim lerin özellikleri ara­
sındaki özgül ayrımları açıklamalıdır. Ö te yandan, şimdiki gerektirimi
doyuran bir kuram ın zorunlu olarak h e r problem de özdeş bir biçim
taşıyan kuvvet-fonksiyonlannı kullanması gerekmez. Problem lerin bir
alanını ele alm ak için N ew ton yerçekim i kuram ındaki gibi bir kuv-
vet-fonksiyonunu, ve bir başka alan için değişik bir biçim taşıyan bir
kuvvet-fonksiyonunu kabul edebilir. Şimdiki gerektirim e uygun düşen
kuram larda yer alan param etreler dar olarak sık sık seçik olarak meka­
nik param etreler biçim inde görülen şeylere sınırlı olduğu için, böyle
kuram lara an mekanik kuramlar diyeceğiz. M ekaniğin tem el büyüklük­
leri uzay, zaman ve kütle olan bilim olarak tanıdık tanım ı öyleyse böyle
kuram lann özelliklerini tanım lam anın eksiltili bir formülasyonu olarak
görülebilir. Evrensel doğa bilimi olarak geleneksel m ekanik anlayışı an
m ekanik kuram ları bilim lerin gerçekleştirmeye çalıştıklan ideal olarak
kabul etmiş görünür.

c. Son olarak, eğer, a n m ekanik kuram ların gerektirim lerini doyur­


maya ek olarak, bir m ekanik kuram ından yalnızca saptanmış tekil bir
biçimi taşıyan kuvvet-fonksiyonlannı kullanması beklenirse, daha da sıkı
bir koşul dayatılmış olur. Ö rneğin, kuvvet-fonksiyonu özeksel kuvvetler
(söz gelimi Newton yerçekimi kuram ının ters-kare biçimi gibi) ile bağlı
olan biçim e sınırlanabilir, ya da eksiksiz olarak esnek cisimler arasın­
daki değm e kuvvetleri biçimini taşımaya kısıtlanabilir. Böyle kuram lara
birleştirici(unitary) mekanik kuramlar diyeceğiz. Kartezyen fizik bu tipe
benzer bir mekanik bilimini öngördü, gerçi, daha önce değinildiği gibi,
Kartezyen ideal daha da sıkı gerektirim ler dayatmış olsa da, çünkü ona
göre uzaysal-zamansal p aram etreler tem elden doyurucu bir kuram da
izin verilebilir biricik param etreler idi. O n dokuzuncu yüzyıl boyunca
hem H elm holtz hem de Kelvin dikkate değer aynntıda birleştirici me­
kanik kuram lar geliştirmeye çalıştılar, am a ancak sınırlı bir başan ile.
Düşünce tarihçilerinin “m ekanik doğa anlayışı” dedikleri şey dirimsiz
olmasa da fiziksel doğadaki tüm fenom enlerin en sonunda bir birleş­
tirici m ekanik kuram yoluyla açıklanabileceği biçim inde bir zamanlar
yaygın olarak kabul edilen görüş olmuş görünür.

Bu uzunca tartışma böylece “Mekanik açıklama nedir?” sorusuna çe­


şitli yanıtlann verilebileceğini gösterir. Yamüann kimileri başkalanndan
daha az sağındır, çünkü, gördüğüm üz gibi, kısıtsız m ekanik kuram lann
sınıfını ilkin böyle kuram larda yer alabilecek çeşitli değişmezlerin tam
bir listesini vermeksizin, eş deyişle, bilim in Newton belitlerine (ya da
onların eşdeğerlerine) açıklayıcı bir rol veren tüm dallannın tam bir
gözlemi olmaksızın keskin olarak tanım lam ak olanaklı değildir. Tartış­
ma bilimin başka dallarına ilişkin benzer sorulann—örneğin “Yaşam-
bilimsel açıklam a nedir?” ya da “Toplum bilim sel açıklama nedir?”—
irdelem ekte olduğum uz sorudan daha az sınırlam a ya da daha büyük
sağınlık ile yanıtlar alm asının pek olası olm adığını düşündürür. Buna
karşın, tartışma “m ekanik açıklama”nm ayırdedilmiş olan tüm anlam ­
larında ortak bir anlam özeği olduğunu açığa çıkarır. Dahası, değişik
bilim dallarındaki çeşitli açıklayıcı dizgelerde ayırdedici olanı karak-
terize etm ek için, ve böylelikle değişik açıklayıcı dizgeler arasındaki
bağımlılık ilişkilerini ilgilendiren önem li yöntembilimsel problem leri
yoklamak için bir yaklaşım kipini örneklendirir. B ununla birlikte, böyle
problem leri irdelem eden önce, ilk olarak mekaniğin belitlerinin yarat­
tığı bir dizi belirleyici sorunu ele almalıyız.

II. Mekanik Bilim inin M antıksal K onumu


N ew ton’ın m ekanik kuram ının uzun ve başarılı bir tarihi vardır ve bu
hiç kuşkusuz karşılaştırılabilir alanı olan başka m odern fiziksel kuram ­
lardan daha uzun bir tarihtir. Açıkça bilindiği gibi, açıklayıcı güçlerinin
erimi bir zam anlar sanıldığından daha az geniştir, ve sunduğu çözüm­
lem eler gerçekte ışık hızı ile karşılaştırm a içinde büyük denebilecek
göreli hızları olan cisimlere uygulandığı zaman yanlıştır. Buna karşın,
Newton m ekaniği hiç kuşkusuz öngörülebilir gelecek boyunca hiç ol­
mazsa büyük bir fenom enler sınıfı için sağın bir kuram a dikkate değer
ölçüde iyi bir ilk yaklaşım olarak ve birçok önem li kılgısal sanat için bir
temel olarak kabul edilmeyi sürdürecektir.
Newton m ekaniğinin m odern bilimin tarihinde oynadığı olağanüstü
seçkin ve başarılı role karşın, tem elleri Newton’m ilk kez kendi devim
belitlerini form üle etm esinden bu yana ciddi tarüşm alar altına alınmış-
ür. Dahası, gerçi belitler iki yüzyıldan daha uzun bir süredir önde gelen
fizikçi ve felsefecilerin eleştirel dikkatine konu olmuş olsa da, henüz
belitlerin neyi ileri sürdüğü ve mantıksal konum larının ne olduğu ko­
nusunda geniş bir anlaşmazlık vardır. Belitlerin (ya da mantıksal eşde­
ğerlerinin) apodiktik pekinlik ile ileri sürülebilecek a priori doğruluklar
olduğu savunulm uştur; deneysel bilim in zorunlu öngerekleri olarak
görülmüşlerdir, üstelik m antık yoluyla tanıtlanmaya ya da gözlem yoluy­
la çürütülm eye açık olm am alarına karşın; “fenom enlerden tümevarım
yoluyla toplanan” görgül genellem eler olarak görülm üşlerdir; gözlem
olguları tarafından önerilen ama o n lan doğrulayan deneysel kanıt ile
göreli olası tahm inlerden daha çoğu olmayan genel hipotezler olarak;
herhangi bir görgül içerik olmaksızın gizli tanım lar ya da uylaşımlar
olarak; ya da görgül bilgi kazanm ak ve o n u ö rgütlem ek için araçlar
olm alarına karşın kendileri böyle bilginin gerçek örnekleri olmayan
kılavuz ilkeler olarak.
Devim belitlerinin konum unun bu almaşık yorum larının sayısı hem
etkileyici hem de rahatsız edicidir. Ç ünkü bu alm aşıklardan kimileri
açıkça b u n d an böyle savunulabilir olm adıkları zem ininde hem en bir
yana atılsalar bile, arta kalan kaygılar ortad a yalnızca m ekanik bilimi
açısından değil, am a genel olarak bilimin m antığı açısından önem li so­
runların bu lunduğunu düşündürm ek için yeterlidir. Bu kesimin amacı
devim belitlerini ilgilendiren almaşık görüşlerin kimilerini bir yandan
m ekanik bilim inde doğan mantıksal problem leri daha güçlü bir yolda
kavramak için, am a büyük ölçüde kuramsal açıklamaların genel yapısını
daha öte durulaştırabilm ek için yoklamaktır.

1. Birinci devim beliti. Birinci devim belitinin, b ir ölçüde gereksini­


len m etinsel açıklam alardan yalıtılma içinde alındığında, görgül bir
içerik taşımak üzere am açlanm ış bir bildirim olarak ciddi eksiklikler
gösterdiğini görm ek için çok az dikkat yeterlidir. Bir cismin üzerine
uygulanan kuvvetler yoluyla d u ru m u n u değiştirmeye zorlanm adıkça
doğru bir çizgideki dinginlik ya da biçimdeş devim durum unda kalmayı
sürdüreceğini söylemek belirli hiçbirşey söylememektir—eğer (a) bir
cismin deviminin onunla göreli olduğu uzaysal gönderm e çatısının ne
olduğuna, (b) hızları ölçm ede kullanılan kronom etri dizgesinin ne ol­
duğuna, ve (c) uygulanan kuvvetlerin bulunuş ya da bulunmayışlarını
belirlemeyi sağlayan göstergelerin n eler olduğuna ilişkin daha öte hiç­
birşey söylenmiyorsa. Ö rneğin, bir uzaysal gönderm e çatılan ve saatleri
dizgesi ile göreli olarak biçimdeş hız ile devinen bir cisim uygun olarak
seçilen ayrı bir gönderm e dizgesi ile göreli olarak ivmeli bir devimde
olacaktır. B una göre, b u sorulard an h e r biri çok sayıda tartışm anın
konusu olmuş ve h e r biri değişik yollarda yanıtlanmıştır.

a. Şimdilik b ir cismin devimi için uzaysal gönderm e çatısının—bu


ister N ew ton’ın “saltık uzayı” olsun, isterse “d u rağan yıldızlar” ya da
başka birşey —yeterince belirtik kılındığını varsayalım; bu soru bizi Bö­
lüm 9 ’da biraz uzunlam asına uğraştıracak tır. Geriye kalan sorularda
içerilen güçlüklerin kim ilerine yaklaşma gibi bir amaçla, hedefi birinci
devim belitini a priori uslam lam a ile doğrulam ak olan tarihsel olarak
ünlü ve etkili uslam lam alardan birini irdeleyelim .16 İlk kez on sekizin­
ci yüzyılda yayımlanan bu önem li Traite de dynamique’d e D ’A lem bert
şunları bildirdi:
Dinginlikteki b ir cisim dışsal b ir n e d e n o n u d evindirm edikçe öyle kalacaktır.
Ç ü n k ü b ir cisim kendisi yoluyla devim e geçirilem ez, ç ü n k ü şu y ö n d e değil de
b u y ö n d e devinm esi için h içb ir n e d e n yoktur. B u n d a n şu çıkar ki b ir kez b ir
cisim h e rh a n g i b ir n e d e n yoluyla devim e geçirilirse, b u devim i k en d iliğ in d e n
ivm elendirem ez ya d a yavaşlatam az.

16Başkalan arasında Euler, Kant, Laplace ve Maxwell tarafından da önerilen böyle


birçok uslamlama olmuştur. Metinde tartışılan uslamlamanın seçilmesinin nedeni daha
tanıdık olanlardan daha belirtik olarak formüle edilmiş olmasıdır. Birinci yasa üzerine
tartışm anın yakınlardaki bir incelemesi için, bkz. G. I. Whitrow, “O n the Foundations
o f Dynamics,” British Journal far the Philosopfıy o f Science, Vol. 1 (1951), ss. 92-107.
Bir n e d e n yoluyla devim e geçirilen b ir cisim b içim deş o larak ve d o ğ ru b ir
çizgide devinm eyi sü rd ü rm e lid ir, y e te r ki ü z e rin d e o n u devim e g e çiren n e ­
d e n d e n ayrı h içb ir yeni n e d e n e tk id e b u lu n m a sın . Başka b ir deyişle, devim i
b a şlatan n e d e n d e n ayrı h iç b ir n e d e n cisim ü z e rin d e e tk id e b u lu n m a d ık ç a
cisim sonsuza d e k d o ğ ru b ir çizgide devinm eyi sü rd ü re c e k ve eşit zam anlarda
eşit uzaylar geçecektir.
İlk d u ru m d a , açıktır ki geçilen uzay an cak cisim tara fın d a n biçim deş olarak
b e tim le n e n b ir d o ğ ru çizgi olabilir. Ç ü n k ü b ir kez ilk kıpı g eçilir geçilm ez
devindirici kuvvetin etkisi b u n d a n böyle varolm az (h ip o te z gereği) ve b u n a
karşın devim sürer. Öyleyse devim z o ru n lu o larak biçim deş b ir devim olacaktır,
ç ü n k ü b ir cisim k e n d i b aşın a k e n d i devim ini iv m elendirem ez ya d a yavaşlata-
m az. D ahası, cism in sola değil d e sağa sapm ası için h içb ir n e d e n yoktur. B una
göre, ilk d u ru m d a (cism in devindirici kuvvetten bağım sız olarak belli b ir süre
için k e n d i b aşın a devinm eye yeteneksiz o ld u ğ u n u varsaydığım ız d u ru m d a )
cisim b u zam an sırasında k e n d i b aşın a b içim deş o lara k ve d o ğ ru b ir çizgide
devinecektir. B u n u n la birlikte, belli b ir zam an için böyle devinebilen b ir cisim,
e ğ e r hiçbirşey böyle yapm asını önlem iyorsa, sonsuza d e k aynı yolda devinm eyi
sürdürm elidir. Ç ü n k ü varsayalım ki b ir cisim A no k tasın d a devinm eye başlasın
ve A B çizgisini k e n d i b aşın a geçm eye yetenekli olsun.

A C D B G
Bu çizgi üzerin d e A ve B n o k tala n arasında yatan Cve D gibi h erh an g i iki nokta
alalım . Şim di D ’deki cisim ayrı b ir y erde o lm a n ın d ışın d a tam o larak C ’deki
ile aynı d u ru m d ad ır. Bu n e d e n le cism e D ’d e C ’d e olan ile aynı şey olm alıdır.
A m a C ’d e (h ip o te z g e reğ i) b içim d eş o la ra k B ’ye d e v in m e y e te n eğ in d e d ir.
Öyleyse D ’d e biçim sel o larak G ’ye d evinm e y e te n eğ in d e o lac ak ü r ki, b u ra d a
DG = C B ’dir, ve b u böyle sürer. B u n a g ö re, e ğ e r devindirici n e d e n in başlan­
gıçtaki ve kıpısal etkisi cism i devindirebiliyorsa, cisim yeni h içb ir n e d e n o n u
e n g ellem ed ik ç e b içim deş o larak d o ğ ru b ir çizgide devinecektir.
İkinci d u ru m d a , cisim ü z e rin d e devindirici n e d e n d e n ayrı h içb ir yeni n e ­
d e n in e tk id e b u lu n m a d ığ ı varsayıldığı için, öyleyse hiçbirşey birinciyi artm aya
ya d a azalm aya b elirlem ey ecek tir. B u n d a n şu çık a r ki, d e v in d irici kuvvetin
s ü re n etkisi b içim d eş ve değişm ez olacak, öyle ki e tk id e b u lu n d u ğ u zam an
sırasında cisim biçim deş o larak d o ğ ru b ir çizgide devinecektir. A m a devindirici
kuvvetin belli b ir zam an sırasında biçim d eş olarak ve değişm ez olarak etkide
b u lu n m a sın a ve eylem ini hiçbirşey e n g ellem ed ik ç e h e r zam an sü rm esin e yol
a çan aynı n e d e n d e n açıktır ki, b u etki sonsuza d e k aynı kalm alı ve değişm ez
o larak aynı so n u c u ü re tm elid ir.17

B ununla birlikte, uslam lam a belirleyici b ir nok tad a tökezler, üste­


lik D ’A lem bert’ın saltık dinginlik ve saltık hız kavram larının fiziksel
olarak anlamlı olduğu biçim indeki örtük sayıltısındaki güçlükleri göz
ardı etsek bile. D ’A lem bert b ir cism in biçimdeş hızındaki değişim leri
açıklamak için bir kuvvetin gerekli olduğunu, am a bir cismin salt konu­
mundaki değişimleri açıklamak için hiçbir kuvvetin gerekli olm adığını
yalnızca varsayar. Ama bu ortadaki b ü tü n soruyu geçiştirmektir. Niçin

17Je a n D ’Alembert, Traite de dynamique, Paris, 1921, Cilt 1, ss. 3-6.


kuvvetlerin işlem inin terim lerinde hiçbir açıklamaya gereksinm eyen
biçimdeş hız bir cismin d urum u olarak seçilsin, ama biçimdeş dinginlik
ya da biçimsel ivme (örneğin değişmez bir hız ile bir dairesel yörünge
boyunca devim) ya da giderek cismin daha da ayrı bir d urum u (örne­
ğin, ivmenin değişiminin zaman-oramnın değişmezliği) seçilmesin? Salt
a primi zeminlerde bu almaşıkların eşit değerleri vardır ve içlerinden hiç
biri mantıksal olarak kendi ile çelişkili değildir; aslında, Aristoteles’in
ay-altı devim m ekaniği bu almaşıklardan birincisi üzerine dayanırken,
gök cisimleri kuram ı ise İkincisi üzerine dayanıyordu.
Ya da D’A lem bert’ın bir cismin kendini devime geçiremeyeceği, ya
da sürdürm ekte olabileceği herhangi bir devimi kendi başına ivmelen-
diremeyeceği ya da yavaşlatamayacağı, çünkü bunu yapabilseydi böyle­
likle üretilen asim etriler için hiçbir “n e d en ” bulunamayacağı vargısını
doğrulam ak için “yeterli ned en ilkesi” (ya da simetri ilkesi) dediği şeyi
kullanımını irdeleyelim. Ama kuvvetf erin etkisi alünda devinmekte olan
b ir cismin onların etkisinden k urtulunca ivmeli b ir yolda devinmeyi
sürdüreceğini gösterm ek için sim etriden andınm lı bir uslamlama kul­
lanılabilir. Ö rneğin, varsayalım ki bir cisim dairesel b ir yörünge bo­
yunca değişmez bir hız ile deviniyor ve böylece ivmeye uğruyor olsun.
Newton’ın kuram ı üzerine cisim o zaman dairenin özeğine yönelik bir
kuvvetin etkisi altında olmalıdır. Varsayalım ki şimdi bu özeksel kuvvet
o rtadan kaldırılsın. N ew ton’ın kuram ını izleyen çözüm lem e üzerine
cisim o zaman daireye teğet boyunca aynı hız ile devinmeyi sürdürm e­
lidir. B ununla birlikte, sim etri düşüncesi dikkate alındığında, değişik
bir vargıdan yana uslamlama yapılabilir: Cismin deviminin karakterini
değiştirm esi için “n e ” gibi bir ned en vardır? Niçin, diyelim ki, teğete
doğru yarıçap boyunca değil de teğet boyunca devinsin? Ç ünkü eğer
teğet boyunca devinirse, daire üzerinde kalacak olsaydı dolduracak ol­
duğu konum ların soluna (ya da sağma) devinecektir, ve dairenin izle-
ğinden başka herhangi bir izlek için de aynı şey geçerlidir. Buna göre,
cisim başlangıçtaki yörüngesi üzerinde dönm eyi sürdürm elidir. Böyle
bir uslamlama hiç kuşkusuz değersizdir. Değersizdir, çünkü bir cismin
deviminin verili bir d u rum unda h e r zaman değişik sim etrilerin ve asi­
m etrilerin b ir türlülüğü sergilenebilir; ve salt m antıksal irdelem eler
bu sim etrilerden hangisinin cismin deviminin edimsel belirleyicilerini
oluşturduğunu saptam ak için yeterli değildir.

b. Ama D ’A lem bert’ın uslamlaması onun doğruladığına inandığı şeyi


doğrulam asa da, uslam lam a başka birşeyi doğrulam ak için yorum la­
nabilir (ve yorum lanm ıştır). Şu sorulabilir: Bir cismin hiçbir kuvvetin
etkisi altında olm adığını ileri sürm ek için ölçüt nedir? Varsayalım ki
yanıt şu olsun: Cismin doğru bir çizgi üzerinde dinginlik ya da biçimdeş
devim du rum unda sürmesi. Eğer kuvvetlerin yokluğu için kabul edilen
ölçüt bu ise, o zaman gerçekten de D ’A lem bert’ın uslamlaması birinci
devim belitini a priori uslam lam a yoluyla doğrular. B ununla birlikte,
belit o zaman gizli bir tanım , bir uylaşımdır ki, hangi koşullar altında
bir cisim üzerinde etkide bulunan hiçbir kuvvetin olm adığının söylenece­
ğini belirler. D ’A lem bert’ın uslamlaması o zaman “H er cisim doğru bir
çizgi üzerindeki dinginlik ya da biçimdeş devim d u ru m u n u o durum u
sürdürm ediği zamanlar dışında sürd ü rü r” biçimindeki apaçıklığın aşın
uzun ve belki de aldatıcı bir tanıtlam asıdır .18
Birinci belitin yalnızca bir tanım olduğunu ileri sürm ek için zaman
zam an bir başka zem in getirilm iştir. Ç ünkü, d ah a önce belirtildiği
gibi, belirli bir uzaysal gönderm e çatısını varsaymaya ek olarak, olağan
form ülasyonu içindeki belit belirli bir kronom etri dizgesini ve b u nun
yanısıra kuvvetlerin yokluğu için b ir ölçütü de sorgusuzca kabul eder.
O zaman, eğer elimizde kuvvetlerin yokluğunu saptam ak için belitin
belirtik ya da ö rtü k kullanım ını içerm eyen b ir yöntem olsaydı, belit
“biçimdeş devim ”in ya da “eşit zam an aralıkları”nın örtük bir tanım ı
olarak yorumlanabilirdi. Bu tam olarak kimi fizikçiler’in, örneğin yasayı
“Kuvvet tarafından deviminin hızını değiştirm ek için zorlanmayan her­
hangi bir tikel cismin eşit uzaylan geçme zamanları eşittir ” 19 biçim inde
okunm ak üzere yeniden form üle ed en Kelvin ve Tait’in kabul ettiği
konum dur.
Ama bu düşünceler birinci belitin “gerçekten de yalnızca” bir gizli
tanım olduğu vargısını d o ğ ru lar mı? Böyle b ir görüşü hiç kuşkusuz
Newton, D ’A lem bert ve mekanik bilimine katkıda bulunan başka önde
gelen adlar paylaşmıyordu. Öyleyse birinci belitin bir anlam da görgül
bir içerik taşıyan bir bildirim olarak yorum lanm asını desteklem ek için
neler söylenebileceğini irdelemeliyiz.
Böyle bir yorum ancak kuvvetlerin yokluğunun ve zam anlann eşitliği­
nin birinci belite başvuru olmaksızın saptanabileceği savı geçerli kılına-
bilirse olanaklıdır. Bu sav bir yandan tarihsel değerlendirm eler üzerine,
öte yandan edimsel bilimsel kılgının değerlendirm eleri üzerine dayanır.
Böylece savı destekleyenler haklı olarak birinci devim beliti form üle
edilm eden çok önce insanlann kuvvet kavramını ve zam anlann eşitliği
kavramını kullandıklarını ve giderek onları ölçmek için yöntem ler bile
geliştirmiş olduklarını belirtirler, üstelik bu kavram lar ve yöntem ler
ne denli kötü tanım lanm ış ve kaba olsalar bile. Hiç olmazsa usayatkın
olarak düşünülebilir ki, kuvvet düşüncesi kökenini bedensel işler sıra­
sında kaslarda duyum sanan gerilm elerden almış ve daha sonra çeşitli
yükler ve basınçlar altında kalan kirişlerin, sıvılann, iplerin ve yaylann

18Bkz. A. S. Eddington, TheNature of thePhysical World, NewYork, 1928, s. 124. New-


ton birinci belitinin tanım karakterinde olduğunu düşünm em iş olsa da, açımlaması
zaman zam an onu tam olarak böyle bir görüşe bağlıyor görünür. Bu nokta üzerine
bkz. aşağıda s. 197.
19William Thom son (Lord Kelvin) ve P. G. Tait, Treatise on Natural Philosophy, Camb-
ridge, İngiltere. 1883.
davranışı ile bağlanmış olabilir ;20 ve kronom etrinin tarihi zam anların
eşitliğini tanım lam ak ve ölçm ek için kullanılan düzeneklerin birçok
örneğini sunar—örneğin su saatleri, kum saatleri, ölçün m um lar—ki
bunlar devim belitlerinin tem elinde kurulm uş ya da değerlendirilm iş
değil idiler. Öyleyse kuvvetlerin yokluğunun ya da zam anlann eşitliğinin
yalnızca birinci belitin tem eli üzerinde belirlenebileceği savına karşı
güçlü kanıt vardır.
Kuvvetlerin tanım ve ö lçü m ü n ü n d ah a öte tartışm ası ikinci devim
belitine döndüğüm üz zam ana dek ertelenm elidir. Ama zaman ölçüm­
lerinin tarihinde ve uygulamasında sergilenen genel bir özelliği şimdi
ele alabiliriz. Belki de eğer birinci belit bir tanım a bozulmayacaksa,
zamanı ölçm ek için yasanın kullanım ından bağımsız bir yolun olması
gerektiği kendiliğinden-açık olarak görünecektir. Ama h e r ne olursa
olsun, açıktır ki eğer belli bir dönem sel süreç bir saat olarak seçilecek
ve zam an aralıklarının eşitliği o n u n terim lerinde tanım lanacaksa, bu
amaç için hangi sürecin seçileceği konusunda problem doğar. Çünkü
değişik dönem sel düzenekler saatler olarak eşit ölçüde iyi görünm ez,
çünkü kimileri dönem lerim izi başkalarının yaptığından daha “düzenli
olarak” ya da “biçimdeş olarak” vurur. Böylece doğallıkla “saltık olarak
düzenli” olan saatleri saptam anın b ir yolunun olup olm adığı, ya da
sonunda zam anların bir “gerçek eşidiğinin” belki de birinci belitin (ya
da bir başka kuram sal konutlam anın) terim lerinde mi tanım lanm ası
gerekeceği ve böylece bu İkincinin herşeye karşın bir tanım mı olacağı
gibi bir soru doğar. Nevvton’ı “saltık” ve “göreli” zam anlan ayırdetmeye
götüren şey bu tü rd en bir güçlüktü, am a birincisi için verdiği tanım ,
giderek “anlam lı” olup olmadığı sorusundan bile bütünüyle ayn olarak,
kronom etri için kılgısal bir tem el olarak yararsızdır .21

c. B ununla birlikte, fizik açıkça gelişen bir bilim olduğuna göre bu


güçlük pekala belli bir yolda çözülebilir, ve şimdi şematik olarak bunun
nasıl yapıldığını göstermeliyiz. Düşüncelerimizi toplam ak için, varsaya­
lım ki belirli bir yapıdaki bir su saati başlangıçta zaman ölçüsü olarak
kabul edilmiş olsun. Böylece o n u n yardımı ile çeşitli süreçleri bu süreç­
lerin gerektirdiği zaman ile bağıntılayan yasalan saptamaya çalışabili­
riz—zaman ölçün su-saatinin terim lerinde tanım lanm ak üzere; ve bu
süreçlerin gelişme yollarında kaba bir düzenlilik olduğunu bulabiliriz.
20Bkz. M axjam m er, Concepts o f Force, Cambridge, Mass., 1957.
21Newton’ın tanım ı şöyledir: “Saltık, gerçek, ve m atematiksel zaman [tempus abso-
lulum , verum, & mathemalicum ] , kendiliğinden, ve kendi doğasından, dışsal herhangi
birşey ile ilişki olmaksızın eşidik içinde akar [ aequabiliterfluit] , ve bir başka ad ile süre
olarak adlandırılır: göreli, görü n ü rd e, ve sıradan zam an ise sürenin devim aracılı­
ğıyla duyulur ve dışsal (ister doğru ister biçimdeş-olmayan olsun) bir ölçüsüdür ki,
genellikle gerçek zam anın yerine kullanılır; örneğin bir saat, bir gün, bir ay, bir yıl
gibi.”— Doğal Felsefenin Matematiksel İlkeleri [Tanım VIII, NOT. Çeviren Aziz Yardımlı,
Idea Yayınevi, 1997, s. 72].
Ö rneğin bir sarkacın bir salınımı tamamlamak için yaklaşık olarak (su-
saati) zaman birim lerinin aynı sayısını gerektirdiğini, ve bir topun eğik
düzlemdeki yuvarlanma uzaklığının her zaman yaklaşık olarak (su-saati)
zamanının karesi ile orantılı olduğunu keşfedebiliriz. Ama sarkacın kimi
d u rum lard a bir salınımı tam am lam ak için başkalarında olduğundan
daha uzun bir (su-saati) zamanı gerektirdiğini, ve b u nun araştırmamızı
ne denli dikkatle yürütürsek yürütelim böyle olduğunu ve sarkaçların
devimlerini etkileyebilen çeşitli rahatsız edici etm enleri (örneğin asılma
noktasındaki sürtünm e, hava direnci, ve benzerleri gibi) saptayıp mi­
nimize ettikten sonra bile duru m u n değişmediğini bulabiliriz; ve eğik
düzlem de yuvarlanan top d u rum unda da sonuç benzer olabilir. Şimdi
sorunu böyle bırakabilir ve bu fiziksel süreçlerin yalnızca yaklaşık olarak
biçimdeş bir davranış sergilediği, öyle ki onlar için form üle ettiğimiz
yasaların ancak yaklaşık olarak doğru olduğu vargısını çıkarabiliriz. Ama
önüm üzde açık duran bir başka almaşık daha vardır ve su saatinin “sağın
olm adığını” bildirip ölçünüm üz olarak ayrı bir saati kabul edebiliriz.
Şimdi eğer, varsaydığımız gibi, “saltık zam anı” ölçmek için hiçbir alet
yoksa, su saati “doğru değildir” derken ne dem ek isteriz? Ve eğer su saa­
tini ölçünüm üz olarak terk etmeye karar verirsek yeni bir saat için hangi
yöne bakacağız? İlk soruya genel yanıt su saatinin bir yandan eğer ölçün
olarak alınırsa büyük bir süreçler sınıfının döngülerini tam am lam ak
için gerekli olan zaman sırasında düzensizlikler—görünürde tanınabilir
rahatsız edici etm enlerin terim lerinde açıklanam az olan düzensizlik­
ler—sergiliyor olarak yargılanmasının gerekecek olması, ve öte yandan,
eğer ölçün olarak başka bir saat kabul edilirse bu düzensizliklerin yittiği
ya da önem li ölçüde küçüldüğü anlam ında doğru olmadığıdır, ikinci
soruya yanıt saatler olarak dönem li düzenekler arayacak olduğum uzdur
ki, bu n lar kendi dönem leri açısından giderek genişlem ekte olan bir
süreçler erim ini karşılaştırmayı ve ayrımlaştırmayı olanaklı kılacak ve
bize artan bir sağınlık ile bu süreçlerin süre ve gelişimlerini ilgilendiren
genel yasaları saptam a yeteneği verecektir.
Bunu daha açıkça görm ek için, su saatinin ölçün zaman ölçüsü ola­
rak terk edildiğini, ve belirli yapıdaki bir sarkacın bu amaç için kabul
edildiğini varsayalım. Ve daha öte varsayalım ki, su saati bir ölçün olarak
kullanılırken düzensiz görünm üş olan birçok süreç (örneğin topların
eğik düzlemde yuvarlanması, seslerin iletimi, yeryüzünün dönüşü, çeşitli
kimyasal dönüşüm ler) şimdi eksiksiz olmasa da daha büyük bir düzenli­
lik sergiliyor olsun. Böylece yeni bir zaman-ölçerin kabul edilm esinden
belirli bir yarar sağlanmıştır. Ç ünkü bu değişim in sonucunda, çeşitli
süreçlerin dönem leri arasında bağımlılıklar keşfedilir ki, bunlar ya eski
saati kullanmayı sürdürecek olsaydık dikkatimizden bütünüyle kaçabi­
lecek ya da o n lan uygulama açısından değersiz kılacak kadar karmaşık
formülasyonlar gerektirecekti. Ama açıkür ki bu bir ölçün zaman ölçü­
sünü bir başkası uğruna terk etm e sürecine hiçbir zorunlu sınır yoktur,
ve eğer ölçün saat olarak sarkacın yeri diyelim ki dönm ekte olan yeryüzü
ile değiştirilirse daha öte kazançlar elde edilebilir. Burada anahatlarda
verilen yordam “ardışık tanım ” süreci denm iş olan şeyi, m odem bilimin
tarihinde yineleyerek karşılaşılmış olan bir süreci örneklendirir .22
B ununla birlikte, şimdi dikkat edilmesi gereken son bir nokta vardır
ve bu birinci devim belitinin mantıksal konum u ile doğrudan ilgilidir.
Çünkü ölçün saat olarak dönm ekte olan yeryüzünün kabul edildiğini
ve birinci belitin birçok araştırm a alanında uygun deneyler ve gözlem­
ler yoluyla yineleyerek daha büyük sağınlık ile doğrulandığını varsaya­
lım—tüm b unlar hiç kuşkusuz kuvvetlerin yokluğunun bağımsız olarak
saptanabileceği sayıltısı üzerine dayanmak üzere. Buna karşın, belitin
bizi beklemeye g ö tü rd ü ğ ü d eğ erlerd en rasgele gözlem yanılgılarına
indirgenemeyecek ve o süreçleri rahatız eden herhangi bir saptanabilir
etm ene yüklenemeyecek kimi deneysel sapm alar olduğunu bulabiliriz.
Yine önüm üzde bir seçim açıktır. Birinci belitin ve o n u n gerektirdiği
sonuçların yalnızca yaklaşık olarak doğru olduğu vargısını çıkarabiliriz
ve belki de beliti herhangi uygun b ir yolda değiştirebiliriz. Böyle bir
değişki kendi payına kuram ın başka parçalarının önem li ölçüde elden
geçirilmesini gerektirebilir ve birçok yasanın form ülasyonlannın karıştı­
rılmasına götürebilir. Ö te yandan, birinci beliti bütünüyle doğru olarak
kabul edebilir am a ondan deneysel uzaklaşmaları bir zaman-ölçer ola­
rak dönm ekte olan yeryüzündeki hafif “doğruluk yoksunluklarına yük­
leyebiliriz. Ama ölçün saat olarak hizm et etm ek için bir başka dönem li
düzeneği belirlem ek yerine, şimdi birinci beliti zamansal dönem lerin
eşitliği için ölçüt olarak kabul edebiliriz—iki zam an süresi eğer onlar
sırasında hiçbir kuvvet altında olmaksızın devinen bir cisim doğru bir
çizgi boyunca eşit uzaklıkları geçiyorsa eşit olarak tanımlanmak üzere.
Bu almaşık yordam üzerine, öyleyse, birinci belit başlangıçta deney­
sel zem inler üzerine kabul edilmiş olsa bile, sonunda deneysel verileri
yorumlamak için b ir ilkenin, ya da ö rtü k olarak zam anların eşitliğini
tanımlayan bir uylaşımın konum unu kazanmış görünür.
Bu ikinci alm aşığın kabul edildiğini varsayalım. Bu birinci belitin
herhangi b ir görgül içerik taşımaya son verdiğini ve yalnızca zam an
ölçmek için keyfi bir koşul olduğunu m u imler? Soruya hiçbir doğrudan
ve yalın genel yanıt verilem ez, çünkü bildirildiği biçimiyle soru özsel
olarak tam am lanm am ıştır. Yarattığı sorun ancak m ekanik kuram ının
belirli bir form ülasyonu, yalnızca devim belitlerini değil am a ayrıca
onun tem el terim leri için kabul edilen eşgüdümleyici tanım ların dik­
katli bir belirlenm esini de kapsaması gereken bir form ülasyon kabul
edildiği zaman bir çözüme bağlanabilir. Çünkü, yineleyerek belirtildiği
"Saatlerin kabul edilmesi ile bağınu içinde bu sürecin aydınlaücı bir tartışması için
bkz. Ludwig Silberstein, The Theory o f Relativity, 2nd ed., Londra, 1924, Chap. 1. Bkz.
ayrıca Victor F. Lenzen, Procedures ofEmpirical Science, International Encyclopedia of
Unifıed Science, Chicago, 1938, Vol. 1, No. 5.
gibi, kuram ın uygun bir sayıda tem el terim i deneysel olarak belirle­
nebilir kavramlar ile bağlam ncaya dek, tüm kuram sal sayıltılar ancak
proleptik olarak görgül ilgililik kazanan soyut konutlam alı tanımlardır.
Şimdi hiç kuşkusuz mekaniğin kuram ını konutlamalı olarak geliştirmek
olanaklıdır, öyle ki o form ülasyonda birinci belit zam anların eşitliğinin
keyfi bir örtük tanım ıdır; am a kuram ı birinci belitin görgül bir içerik
taşıyacağı bir yolda form üle etm ek de eşit ölçüde olanaklıdır. B ununla
birlikte, belitin k o n u m unun m ekaniğin hangi form ülasyonu ile göreli
olarak sorun olduğunu bilmek h e r zaman kolay değildir. Kuramın tek
bir biçimsel formülasyonu yoktur, ve değişik bağlamlarda değişik eklem­
leme kipleri kabul edilebilir. Gerçekten de, giderek tek bir incelem ede
bile değişik pro b lem ler için kuram ın almaşık tem elleri örtük olarak
kullanılabilir. Yaklaşım kiplerindeki böyle değişiklikler zorunlu olarak
karışıklık belirtileri değildir. Yalnızca yüksek düzeyde dizgeselleştirilmiş
ve sıkı sıkıya örülm üş bilgi kütlesi içerisinde zaman zaman tanımların ve
görgül bildirimlerin kendi aralarında değiştirilebilmelerindeki esnekliği
örneklendirebilirler.
B ununla birlikte, gerçekte m ekanik kuram ının birinci belite salt bir
tanım k o n u m u n u veriyor görü n en form ülasyonlarında bile o n u n bu
rol için kabul edilm esini denetleyen önem li (am a zam an zam an göz
ardı edilen) görgül sayıltılar vardır. Herşey bir yana, giderek zamanla­
rın eşitliği belitin terim lerinde olm aktan çok yeryüzünün dönüşünün
terim lerinde tanım landığında bile, belitin bizi beklemeye götürdüğü
şey ve edimsel olarak bulduğum uz şey arasındaki uygunsuzluklar çok
güçlü değildir. Mekaniğin uygulama erimi içine düşen büyük bir sayıda
durum da, edim sel olarak yapılan gözlem lerin sonucu aynıdır—ister
yeryüzü zam an-ölçer olarak alınsın, isterse o n u n gözlem lenen dönüş
dönem i belit yoluyla sağlanan zam anların eşitliği tanım ının ışığında
“düzeltilsin.”
Dahası,—ve bu belirleyici noktadır— , belitin gerçekten de zamanla­
rın eşitliğini verili bir fiziksel dizgenin (ki, önsav gereği, üzerinde hiçbir
dışsal kuvvet etkide bulunm am aktadır) terim lerinde tanım lam ak için
bir uylaşım olarak işlev görebilm esine karşın, böyle başka dizgelerin ilk
dizgenin devimi yoluyla eşit olarak tanım lanan zaman aralıkları sırasın­
da benzer düzenlilikler sergilemesi uylaşıma bağlı değildir. Örneğin, var­
sayalım ki hiçbir kuvvetin etkisi altında olmayan verili bir A cismi ölçün
saatimiz olarak kabul edilsin, ve tanım gereği iki zamansal dönem in A o
dönem lerden h e r biri sırasında doğru bir çizgi boyunca eşit uzaklıklar
geçerken eşit oldukları söylensin. Bu noktaya dek birinci beli ti yalnızca
bir uylaşım olarak kullanmaktayızdır, öyle ki A biçimdeş hızla devinir
bildirimi “tanım gereği doğrudur.” Ama daha öte varsayalım ki bir baş­
ka B cismi de uygulanan herhangi bir kuvvetin yokluğunda doğru bir
çizgi boyunca deviniyor olsun. O zam an açıktır ki B ’nin eşit uzaklık­
ları geçm ek için eşit zam anlar (A ’nm devimi tarafından tanım landığı
gibi) isteyip istemediği uylaşım yoluyla çözüm e bağlanacak bir sorun
değildir, çünkü duru m u n edimsel olarak bu olup olmadığı en sonun­
da ancak f i ’nin devim inin gözlemi yoluyla karara bağlanabilir. Buna
göre, birinci belitin ancak o n u n zam anların eşitliğini tikel bir fiziksel
dizgenin deviminin bağlam ında tanım lam ak için kullanılabileceği gibi
sınırlı anlam da bir uylaşım olduğu söylenebilir. Eğer, bu tanım kabul
edildiğinde, belirsizce büyük bir dizgeler sınıfı özsel olarak ölçün diz­
ge olarak alınan dizgenin dönem sellikleri gibi devim dönem sellikleri
sergiliyorsa ve böylece sonuçta bu dizgelerden herhangi biri bir ölçün
saat rolü için başlangıçtaki dizge kadar uygun ise, belitin salt bir uylaşım
olduğunu söylemek doğru olamaz. Kısaca, zam anların eşitliği bir kez
verili bir cismin devimi yoluyla tanım lanır tanım lanm az, eğer gerçekte
büyük bir sayıda cismin belit ile uyum içinde devindiği bulunursa, belit
“uylaşıma göre doğru” değildir.
Kuramsal bilim de hiç kuşkusuz kimi uylaşım lar olm alıdır, çünkü
terim ler kendileri yoluyla tanım lanm az. Dahası, b ir kuram ın eklem-
lenişindeki sağın yer saptanamayabilir ve bir kuram ın kazandığı tikel
b ir form ülasyon ile değişebilir. Sonuçta, bir kuram ın tek bir form ü-
lasyonunda ya da tek b ir kullanım bağlam ında b ir uylaşım ya da bir
tanım biçimi olarak kullanılan bir tüm ce bir başka formülasyonda ya da
bağlam da görgül olgu sorunlarının bir bildirim i olarak işlev görebilir.
Buna karşın böyle bir tüm cenin (ki b u n u n b ir örneği birinci devim
belitini form üle eden tüm ce olabilir) tüm bağlam larda bir uylaşımdan
başka birşey olm adığı, ya da b ir bildirim in görgül anlam ının parçası
bir uylaşım yoluyla saptandığı için bildirimin kendisinin de yalnızca bir
uylaşım olduğu vargısını çıkarmak açık bir yanılgıdır.

d. B ununla birlikte, birinci belit bilerek bir uylaşım işlevinde kulla­


nılmasa bile, haklı olarak görgül bir içerik taşıyan bir bildirim olarak
g örülüp görülem eyeceği sorusu h en ü z ortadadır. N okta-kütleler ve
kıpısal hızlar kavramının terim lerinde form üle edilmiş olması olgusun­
dan bütünüyle ayrı olarak, belitin böyle bir içeriğinin olmadığı sık sık
ileri sürülm üştür. Bu görüş çoğunlukla hiçbir cismin tüm kuvvetlerin
etkisinden bağışık olmadığı, ve gerçekte hiçbir zaman belirsizce uzun
uzaklıklar üzerinde değişmeyen hızlar ile devinen cisim lerin gözlen­
mediği savı üzerine dayandırılır .23 Sav hiç kuşkusuz haklıdır, ve birinci
25Bkz. H enri Poincare, Foundations of Science, NewYork, 1921, s. 94. “Birçok temel
ders-kitabı yazan bir hokey topu buz üzerinde kayarken buz ne kadar pürüzsüz ise
topun dinginliğe gelm eden önce verili bir vuruş ile o kadar uzağa gideceğini belirt­
mekle yetinir. Sonra buzun sınırda eksiksiz olarak pürüzsüz olduğunun imgelenmesini
isterler—top üzerinde hiçbir etkisi olmayan bir ideal yüzey olarak. Böylece topun bir
doğru çizgi üzerinde değişmez hız ile belirsizce gideceği önesürüm ü getirilir. Dü­
şündürücü bir örnek olarak b u n u eleştirm ek güçtür, üstelik yüzeyin önerilen sınırın
ötesinde idealize edilmesi, e.d. uzam da sonsuz kılınması, ve daha da önemlisi, düz
olması gerektiğini, e.d. yeryüzünün yüzeyinde olamayacağını belirtm ek doğru olsa
belirin gözlem lenen örneklerden bir tüm evanm lı genellem e—diyelim
ki, “Tüm kargalar siyahtır” anlatım ının belli bir sayıda siyah karganın
gözlemi üzerine dayandırılan bir genellem e olması anlam ında—oldu­
ğu görüşü için öldürücüdür. Ama, belit bu anlam da bir tüm evanm lı
genellem e olmasa da, gene de bir görgül içerik taşıyor ve daha dolaylı
bir türden görgül kanıt üzerine dayanıyor olamaz mı?
Bu sorulara olum lu bir yanıtı desteklem ek için zaman zaman iki us­
lam lam a çizgisi kullanılır. Birincisi kısaca şöyle gider. Cisimlerin her
zaman belli kuvvetlerin etkisi altında olduğu, ve hiçbir zaman belirsiz­
ce değişmez bir hızı sürd ü ren bir cismin gözlenmem iş olduğu doğru
olabilir. B ununla birlikte, başka cisimlerin olduğundan daha az sayıda
kuvvetin ya da daha küçük büyüklükleri olan kuvvetlerin altında duran
cisim ler bulunabilir; ve kimi cisim ler tam olarak olm asa da aşamalı
olarak kuvvetlerin etkisinden yalıtılabilir. Eğer böyle cisimler bir dizide
sergiledikleri yalıtılmanın derecesine göre konum lar dolduruyor olarak
görülürse, o zam an dizide daha ileri konum ları d o ld u ran cisim lerin
devimleri bir biçimdeş hız durum undan daha geri konum lardaki cisim­
lerin devimlerinin olduğundan daha az sapar. Birinci belit bu karmaşık
olgular kümesini konutlanm ış bir sınırlayıcı devimin terim lerinde for­
m üle eder—eğer dizi ideal olarak sınırsızca uzatılacak olursa. Bununla
birlikte, belit bir tür miyopik sözellik ile okunmamalıdır; gerçekte hiçbir
kuvvetin etkisi altında olmayan cisimlerin olduğunu ileri sürüyor ola­
rak ya da geçerliği için böyle cisimlerin varoluşunu gerektiriyor olarak
yorumlanm am alıdır. Çünkü sınırların dili ele alınırken dikkatli olmak
gerekir. Fizikte, m atem atikte olduğu gibi, bir terim ler dizisinin bir sını-
n n ın olduğu önesürüm ü sık sık en iyisinden yalnızca dizinin sorgusuzca
varolan üyelerini karakterize eden ilişkisel bir özelliği bildirm enin bir
yolu olarak yorumlanır, başlangıçta dizinin bir üyesi olarak varsayılma­
yan bir terim in (kuşkulu olması olanaklı) bulunuşunu doğrulayan bir
bildirim olarak değil. Buna göre, birinci belirin görgül bir içeriği vardır,
çünkü belit tüm ü de kuvvetlerin etkisi altında olan cisimler dizisel ola­
rak düzenlendiği zaman onlann edimsel devimlerinin belli saptanabilir
ilişkisel karakteristiklerini form üle eder.
ikinci uslam lam a çizgisi bir ölçüde birincinin örtük bir eleştirisidir.
Bir kuram ın bir bölüm ünü bir bütün olarak kuram dan bağımsız olarak
belirlem enin genel olarak olanaksız olduğunu belirterek başlar. Özel
olarak, birinci beliti bütü n m ekanik kuram ından yalıtılma içinde de-

da. Yeryüzü ile aynı düzlem de eksiksiz olarak düz bir buz tabakası yeterli olmayacak,
çünkü bu durum da yol hiçbir biçimde doğru bir çizgi olmayacaktır. Büyük bir daire
bile olmayacaktır, çünkü yeryüzünün dönm esi ile birlikte giden yerçekimi etkileri
vardır. Başka bir deyişle, ilkin kötü değilmiş gibi görünen örnek yakından bakıldığında
çok talihsiz çıkar. Büyük olasılıkla Newton’ın birinci yasasına büyük-ölçek fenom enal
bir örnek verme girişim lerinin tüm ü için aynı şey geçerli olacaktır.”—R. B. Lindsay
ve H. M argenau, Foundations ofPhysics, NewYork, 1936, s. 89.
neysel olarak doğrulayamayacağımızı ileri sürer, çünkü, başka hiçbir
neden olmasa bile, böyle herhangi bir önerilen doğrulam anın cisimler
üzerinde etkide bulunabilecek kuvvetleri ilgilendiren sayıltılar içerdiği­
ni ve öyleyse m ekanik kuramının başka bölümlerinin kullanımını içerdi­
ğini düşünür. Buna göre, soruyu doğru olarak koymanın yolu mekanik
kuramının görgül bir içeriğinin olup olmadığıdır, ki burada “mekanik
kuram ı” yalnızca üç devim belitini onun çeşidi terimleri için eşgüdüm-
leyici tanım lan ile birlikte kapsıyor olarak değil, am a aynca geleneksel
olarak kuvvet-fonksiyonu ile ilgili olarak getirilen özel sayıltılan da kap­
sıyor olarak anlaşılmalıdır. B ununla birlikte, soru bu yolda sorulunca,
yanıt açıkça olum lu bir yanıttır, çünkü hiç kimse ciddi olarak kuram ın
edimsel devimlerin yapısına ilişkin söyleyecek çok şeyi olduğundan kuşku
duymaz. Sonuçta, birinci belit özsel olarak devimlerin kuram yoluyla ya­
pılan çözüm lem esinde içerildiği için, o n u n da görgül bir içeriği vardır.
Ö rneğin, kuram bir gezegenin güneşin yerçekimi kuvvetine yüklenen
devim lerini çözüm lerken b u n u kuvveti biri gezegenin yörüngesine
teğet boyunca ve öteki durağan bir noktaya, güneş ve gezegenin kütle
özeğine yönelik bir çizgi boyunca olm ak üzere iki bileşene aynştırarak
yapar. B ununla birlikte, kuram a uygun olarak, teğet boyunca yer alan
devimin o zaman birinci belit ile uyum içinde olduğu varsayılır, öyle ki
kuramsal yörüngesinin herhangi bir noktasında gezegenin devimindeki
ivmeler dizgenin külte özeğine yönelik olmalıdır. Böyle bir çözümleme
bu sayılülara uygun olarak çıkarsanan kuramsal yörüngenin gezegenin
gözlenen konum lan ile iyi anlaşma içinde olması anlam ında yüksek dü­
zeyde başanlı olduğu için, böylece bir bütü n olarak kuramı doğrulayan
kanıt birinci beliti de doğrular.
Buna göre, birinci belitin deneyden doğrulam a gerektiren bir genel
hipotez olduğu, ve öyleyse görgül bir içerik taşıdığı savı hiç olmazsa ilk
bakışta bir tem elden yoksun değildir. Ama, geriye kalan devim belitle­
rini yoklayıncaya dek, bu savı değerlendirm eyeceğiz, ne de onu daha
önce tartışılmış olan çeşitli karşı-savlar ile ilişkilendireceğiz.

2. ikinci ve üçüncü devim belitleri. Geriye kalan iki beliti birlikte irdele­
mek uygundur. Birinci belit durum unda olduğu gibi, bunlann cisimlerin
devimleri ile ilişkilendirdikleri uzaysal gönderm e çatısının doyurucu bir
yolda belirlendiğini varsayacağız. Buna göre, klasik m ekanikte zaman
ölçüm ü daha önce yeterince tartışılmış olduğu için, yoklanmak üzere
geriye yalnızca iki daha öte kavram, kuvvet ve kütle kavranılan kalır.

a. Kuvvet kavramı m ekaniğin tem elleri için büyük bir güçlük kay­
nağı olmuştur. D aha önce belirtildiği gibi (s. 190) hiç kuşkusuz insan
çabasının tanıdık deney im lerin d en köken alm ıştır; ve sıradan fizik
incelem elerindeki dilin çoğu, cisim lerin birbirlerini “çektiği” ya da
“ittiği” ya da birbirleri üzerinde “kuvvetler uyguladığı” söylendiği zaman,
örgensel-olmayan doğanın dinamik etkileşimlerine kendi örgenlikleri-
mizde duyumsadığımız gerilim ler gibi birşey yüklenir. Aslında sıradan
fizik dilinin telkin etkisi daha da ileri gider, ve “kuvvetlerin etkisi” gibi
anlatım lar kuvvetleri üzerlerinde etkide bulunabilecekleri cisimlerden
bağımsız, kendi başlarına “varlıkları” ya da varoluş kipleri olan tözsel
“kendilikler” olarak göz ö n ü n e getiriyor görünür. Bilimin tem elleri
üzerine özellikle on dokuzuncu yüzyıl sırasındaki eleştirel çalışmanın
çoğu fiziği böyle antropom orfik kavram lardan temizlemeye yöneliktir;
ve büyük olasılıkla bugün hiçbir fizikçi, giderek antropom orfik dili kul­
landığı zam anlarda bile, on u n ciddi olarak ya da elverişli bir kullanım
yolundan daha çoğu olarak alınmasını amaçlamaz.
Bu eleştirel ev-temizliği duyumsanan çabalar ya da tözsel etm enler ile
andınm içinde tasarlanan kuvvetlerin mekaniğin kuram ında tanınabilir
hiçbir rollerinin olm adığını ve öyleyse O ccam ’m ünlü usturası yoluyla
işe yaramaz bir hurda yığını gibi bilim den sürülebileceğini açıkça ortaya
koymuştur. Sayısal bir bilim dalında bir kavram için özsel bir gerektirim
onun form üle ettiği özelliği tanım a ve ölçme yollan ile bağlantılı olma­
sıdır; ve insanbiçimsel bir kuvvet kavramı bu koşulun birinci parçasını
ancak ciddi olarak sınırlı alanlar içerisinde doyurur, ve ikinci parçasını
hiçbir biçim de doyurmaz. Ama, ev-temizliğinin gerekliliği ve etkililiği
konusunda fizikçiler arasında tam bir görüş birliğinin olmasına karşın,
mekanikte sürülen düşüncenin yerini neyin alması gerektiği konusunda
çok daha az anlaşma vardır.
Newton’ın kuvvet kavramı üzerine kendi tartışması tuhaf bir bilmece
sunar. “Uygulanan kuvvet/impressed force ” için belirtik tanımı onun “bir
cisim üzerinde onun ya dinginlik ya da doğru bir çizgide biçimdeş ola­
rak devinme durum unu değiştirebilmek için uygulanan bir eylem/actiorı
olduğudur .” 24 Bu formülasyon “uygulanan kuvvetleri” “bir cismin duru­
m undaki değişim” ile açık olarak eşitlemez; tersine, kuvvetleri cisimlerin
devinirliklerini değiştiren eylemler (ya da nedenler) ile bağlar, öyle ki bu
sonuncu değişim ler yalnızca kuvvetin etkileri olarak görünür. B ununla
birlikte, Newton kuvvetler için devinirliklerdeki değişim lerin terim le­
rinde olm anın dışında hiçbir genel ölçü sunmaz; ve kuvvetler başka
hangi yolda saptanabilir olursa olsun, ortaya çıkardıklan ivmelerin te­
rim lerinde ölçüleceklerdir. Ö te yandan, ikinci belit devinirlikteki bir
değişimin uygulanan kuvvet ile oranülı olduğunu ileri sürer. Ama açıktır
ki, eğer uygulanan kuvvetler devinirlikteki değişim lerin terim lerinde
ölçülürse, o zaman belit yalnızca bir cismin devinirliğinin değişiminin
devinirlikteki değişim ile orantılı olduğunu ileri sürüyor görünür. Bir
devim beliti olm aktan uzak, ikinci belit bu çözümleme üzerine sıradan
bir mantıksal apaçıklığa çöküyor görünür.
Nevvton’m beliti ile b u n a benzer birşeyi amaçlamamış olduğu konu­
sunda çok az kuşku olabilir. Ama onunla ne dem ek istemiş olursa olsun,
24Isaac Newton, aynı yer, s. 68.
ikinci belitin yalnızca “kuvvet” terim inin sözel bir tanımı olduğu görüşü
özellikle böyle bir “kuvvet” tanım ının kavramın antropom orfık ve “me-
tafiziksel” bir açıklamasına biricik almaşık olduğuna inanan fizikçiler
tarafından yaygın olarak kabul edilmiştir .25 Bu görüş ikinci beliti F= ma
denklem inin biçiminde bildirm e uygulamasının yaygınlığı ile güçlendi­
rilir, çünkü burada ileri sürülenin bir özdeşlik olduğu ve öyleyse form ü­
lün bir analitik doğruluğu anlattığı düşünülür. Hiç kuşkusuz açıktır ki
“kuvveti” b u yolda tanım layanlar “kütle”nin ikinci belitin kullanım ını
içermeyen bağımsız bir tanım ını sunm alıdırlar; çünkü “kütle”nin kimi
zaman kuvvetin ivmeye oranı olarak önerilen tanım ı “kuvvetin” kütle
çarpı ivme olarak açımlamasını döngüsel bir açımlama yapacaktır. Yine
açıktır ki, eğer ikinci belit bir tanım olarak alınırsa, birinci belit de bir
uylaşım olarak görülmelidir, çünkü o zaman etki eden kuvvetlerin yok­
luğunu kabul etm enin cisimlerin biçimdeş devim lerinin terim lerinde
olm anın dışında hiçbir yolu yoktur.
İkinci belitin yalnızca bir tanım olduğu görüşü konusunda ne dene­
cektir? Birinci belitin k onum unu tartışmamızda belirtilen noktalardan
kim ileri bu soru ile ilgilidir. M ekanik kuram ı için tutarlı bir form ü-
lasyonun verilebileceği konusunda hiçbir kuşku olamaz, şöyle ki eğer
‘kütle’ ve ‘ivme’ ya dizgedeki ilkel terim ler olarak alınır ya da kuvvetlere
gönderm e olmaksızın tanım lanırsa, ‘kuvvet’ terim i ‘kütle çarpı ivme’
olarak tanımlanır .26 Böyle bir formülasyonda ‘kuvvet’ sözcüğünü tutmak
için on u d ah a uzun b ir anlatım için uygun b ir kısaltma olarak alm a­
nın dışında hiçbir gereksinim yoktur, çünkü sözcük ne zaman geçecek
olsa yeri hiçbir anlam yitimi olmaksızın tanım lanan eşdeğeri ile değiş­
tirilebilir. Kuram ın bu form ülasyonu üzerine, Nevvton’ın ikinci beliti
hiçbirşey yitirilmeksizin atlanabilir, çünkü b elit o zam an bir analitik

25Ernst Mach bu görüşün ilk belirtik karşıtı olmuş görünür. Bkz. “U ber die Defıniti-
on d e r Masse” başlığı altında 1868’de yayımlanan makalesi; çalışma yine onun History
and Root o f the Principle o f the Conservation o f Energy başlıklı kitabında kapsanır, Chicago,
1911, ss. 180-85. Kirchoff ve Boltzmann benzer bir görüşü benimsediler.
“ Ö rneğin Mach mekaniği yeniden form ülasyonunda ( Science o f Mechanics, La Salle,
Illinois, 1942, s. 304), Newton’m tanım ve belitlerini aşağıdakiler ile değiştirir:
a) Deneysel önerme. Birbirine karşıt olarak koyulan cisimler, deneysel fizik tarafından
belirlenen belli durum larda, birleşm e çizgilerinin yönüne aykırı ivmeler üretir.
b) Tanım. H erhangi iki cismin kütle oranı o cisim lerin karşılıklı olarak üretilen
ivm elerinin negatif ters oranıdır.
c) Deneysel önerme. Cisimlerin kütle oranlan (cisimlerin) üretilen karşılıklı ivmeleri
koşullandıran fiziksel du ru m ların ın karak terin d en bağımsızdır, o d u ru m la r ister
elektriksel, ister manyetik ya da ne olursa olsun; ve dahası, aynı kalırlar, onlara ister
dolaylı isterse dolaysız olarak ulaşılsın.
d) Deneysel önerme. H erhangi bir sayıdaki A , B, C, . . . cisim lerinin bir K cisminde
ürettiği ivmeler b irbirinden bağımsızdır. (Kuvvetlerin paralelkenan ilkesi doğrudan
doğruya bundan doğar.)
e) Tanım. Devindiren kuvvet b ir cismin kütle değerinin o cisimde üretilen ivme
ile çarpımıdır.
doğruluk bildirir. B una göre, eğer ikinci belitin b ir tanım dan daha
öte birşey olm adığı savı m ekanik kuram ının belirtilen yolda form üle
edilebileceğinden daha çoğunu ileri sürmüyorsa, o zaman sağlam temeller
üzerine dayalıdır.
B ununla birlikte, ikinci beliti bir tanım olarak yorumlayanlar sık sık
b u n d an d ah a çoğ u n u ileri sürm eyi isterler. Ç oğunlukla bu yorum a
hiçbir almaşığın olm adığını kabul ederler, çünkü “metafıziksel” kuvvet
kavramına geri düşüleceğinden korkarlar. Şimdi irdelenm esi gereken
nokta bu daha radikal savdır, ve onun yanlış bir sav olduğunu göstermek
için bir girişimde bulunacağız.
ikinci belitin Newton’ın mekanik formülasyonunda yer aldığı biçimiy­
le görgül bir içerik taşıdığı görüşünü kabul edenler iki soru ile yüz yüze
kalırlar: (i) Kuvvetin ikinci belitin kullanım ından bağımsız olan bir genel
ölçüsünü sağlamak olanaklı mıdır? (ii) Ve h e r ne olursa olsun, beliti
bir tanım a indirgenm eyeceği bir yolda yorum lam ak ve b u n u ‘kuvvet’
sözcüğü için antropom orfik ya da başka kuşkulu anlam lar getirmeksizin
yapmak olanaklı mıdır? Birinci soruya olum lu bir yanıt İkinciye olumsuz
bir yanıtı gerektirir. Bununla birlikte, ileri sürüleceği gibi, birinci soruya
olumsuz bir yanıt (eğer, örneğin, kuvvetleri ikinci belite dayanmaksızın
ölçm enin her zaman olanaklı olm adığı ortaya çıkacak olursa) zorunlu
olarak ikinci soruya olumsuz bir yanıtı gerektirm ez. Ama bu sorunlar­
dan h er biri üzerine n eler söylenebileceğini görelim.

1. Daha şimdiden belirtildiği gibi, Nevvton’dan önce bile insanlar statik


kuvvetlerin—eş deyişle, dengedeki cisimler ile bağlanan kuvvetlerin—
var olduğunu kabul ettiler ve onları ölçme amacıyla yöntem ler geliştir­
diler. Ö rneğin, ilkel ağırlık kavramı böyle bir kuvvetin kavramıdır, ve
ağırlıklar ikinci devim belitinin varsayılması gerekmeksizin kaldıraç ve
yayların yardımı ile ölçülebilir. Şimdi zaman zaman cisimlerin dengede
olmadığı kimi durum larda statik kuvvet kavramını kullanmak ve deney­
sel olarak böyle bir kuvvetin büyüklükleri ve bunların ürettiği ivmeler
arasındaki ilişkileri araştırmak olanaklıdır. Tanıdık bir örnek sarmal bir
yaya bağlı küçük bir ağırlığın o n u n yoluyla devindirilm esi örneğidir;
yaydaki gerilim (ya da statik kuvvet) yayın uzaması yoluyla ölçülebilir,
ve küçük ağırlığın yolunun değişik bölüm lerindeki devinirliğindeki
değişimler de ölçülebilir. Bu n edenle ilkede ağırlığın yolunun değişik
bölüm lerindeki ivmesinin yaydaki karşılık düşen uzama ile (ve öyleyse
o n u n uyguladığı statik kuvvet ile) orantılı olup olm adığını deneysel
olarak belirlem ek olanaklıdır .27 B una göre, kuvvetleri ikinci belitten
bağımsız olarak tanım a ve ölçm enin ve sonuçta belit için deneysel kanıt
aram anın olanaklı olduğu durum lar vardır.
2,Bu örnek N orm an R. Campbell tarafından verilir, bkz. Physics, the Elements, Cam-
bridge, İngiltere, ss. 559-60. Yalın b ir örnek için bkz. ayrıca O tto Holder, Die Mathe-
matische Methode, Berlin, 1924, s. 410.
B ununla birlikte, genel olarak bunu yapmak olanaklı değildir, çünkü
ya verili bir d urum da bulundukları varsayılan statik kuvvetleri ölçmek
için teknik araçlar olmayabilir ya da statik kuvvetler kavramı cisimlerin
devimini içeren birçok durum a anlam lı olarak genişletilemeyebilir. Bi­
rinci almaşık hiçbir temel sorun yaratmaz, ve bizi oyalaması gerekmez;
am a İkincisi yaratır. Eğer bir gezegenin ivm elenen devimini üzerinde
etkide bulunan bir kuvvete yüklersek, böyle bir kuvveti ikinci beliti var­
saymayan deneysel araçlar yoluyla, ilkede bile olsa, ölçülebilir olan bir
özeksel kuvvet ile özdeşleştirm enin hiçbir yolu yok gibi görünür. Bir
gezegen üzerinde etkide bulunan kuvveti gezegeni ve güneşi bağlayan
bir genleşebilir yay aracılığı ile ölçecek olan şey fizikçiler değil am a
im gelem in düşlem leridir. Böyle d u ru m lard a—ve b u n lar m ekaniğin
kuram ı tarafından çözüm lenen durum ların büyük çoğunluğunu oluş­
tu ru r—cisimler üzerinde etkide bulunan hipotetik kuvvetlerin büyük­
lük ve yönleri b u cisim lerde ürettikleri ivm elerden hesaplanır. Buna
göre, ilk soruya yanıt olum suzdur: Fizik, h e r ne olursa olsun şimdiye
dek, ikinci devim belitinden bağımsız olan genel bir kuvvet ölçüsünü
sağlamayı olanaklı bulmamıştır.

ii. Ama b u n d an belitin giderek kuvvetin hiçbir bağımsız ölçüsünün


bulunm adığı durum larda bile yalnızca “kuvvetin” bir tanım ı olarak gö­
rülmesi gerektiği sonucu çıkar mı? Öyle görülmesi gerektiği sayıltısı bir
yandan belitin belirtik formülasyonunda .Fkuvvet-fonksiyonu konusunda
daha öte birşeyler söylem enin alışıldık olm am asından doğar, üstelik
gerçekte fonksiyonun kısıtlı tipte o ld u ğ u n u n ve belli ö rtük koşullan
doyurduğunun örtük olarak kabul edilm esine karşın. Bu bölüm ün ilk
kesiminde belirtildiği gibi, belit edimsel olarak bir problem in çözümle­
mesi için kullanılırken, belirli bir biçimi olan ve belirtik olarak bildirilen
değişkenler ve değişmezler kapsayan özgül bir kuvvet-fonksiyonu kabul
edilmelidir. Belit fonksiyonun bir problem ler sınıfından bir başkasına
değişebilen özgül karakterini belirtik olarak bildirm ez; bir problem
üzerinde çalışan fizikçi eldeki durum a uygun bir fonksiyon bulm ak için
kendi dehasına ve talihine güvenmelidir.
Buna karşın, fizikçinin seçimi örtük olarak oldukça sınırlı bir fonksi­
yonlar sınıfına sınırlıdır—bu sınıfın sınırlan ne denli bulanık olursa ol­
sun. Kuvvet-fonksiyonu genel olarak yalnızca araştırma altındaki fiziksel
dizgenin başka dizgelerden göreli uzaklıklan üzerine, belli özdeksel de­
ğişmezler üzerine (bunlar ya evrensel değişmezler ya da verili bir dizge
için özgül olabilir), ve büyük olasılıkla dizgelerin göreli hızlan üzerine
ya da belli zamansal aralıklann büyüklükleri üzerine dayanacaktır. Daha­
sı, fonksiyon norm al olarak öyle bir biçim taşıyacaktır ki, sayısal değeri
onda sözü edilen göreli uzaklıklar artarken azalma eğiliminde olacaktır.
Ve son olarak, fonksiyonun b ü tü n ü n d e göreli olarak “yalın” bir biçim
taşıması istenecektir, üstelik örtük olarak istenen “yalınlık” sağın olarak
dile getirilemese, neredeyse bütünüyle ruhbilim sel bir sorun olabilse,
ve ayrışımlı denklem leri çözmek için matematiksel teknikler geliştikçe
değişmesi olası olsa bile. G erçekten de, ne denli bulanık olarak tasar­
lanırsa tasarlansın belli b ir yalınlık koşulu kuvvet-fonksiyonu üzerine
dayatılmadıkça, belit önemsiz olarak doğru olm a riski ile karşı karşıya
kalır. Çünkü kolayca tanıtlanabilir ki, eğer bir m atematiksel fonksiyo­
nun karmaşıklığı üzerine hiçbir kısıtlama getirilmezse, sayısal değerleri
bir cismin devinirliğindeki değişimlere eşit olan bir kuvvet-fonksiyonu
h er zaman kurulabilir. Kısaca, ikinci belitin ileri sürüyor olarak kabul
edilebileceği şey devinirliklerde göreli olarak yalın bir tarzda form üle
edilebilecek ve cisimlerin uzaysal betilenim lerinin ve belli fiziksel özel­
liklerinin terim lerinde belirlenebilecek değişim ler için belirleyicilerin
bulunduğudur. Buna göre, eğer .F’nin onlara kısıtlı olduğu fonksiyonlar
sınıfı X ’ile belirtilirse, o zaman beliti ona bir tanımsal eşdeğer (yani,
“F kuvveti kütlenin ve ivm enin çarpım ına eşittir”) g ö rünüşünü veren
biçimde bildirm ek yerine, onu belitin şimdiki yorum u üzerine “Bir cis­
min devinirliğindeki h er değişim için bir ^kuvveti vardır, öyle bir yolda
ki F i t ’nin bir üyesidir ve F = m a”olarak form üle etm ek daha açık ve
daha az yanıltıcıdır.
B ununla birlikte, bu yorum ile ilgili iki ek nokta belirtilmelidir. İlk
olarak, kuvvet kavramına mekanikte yalnızca bir yardımcı rolünü yükle­
yen açık bir anlam vardır. Şimdiki yorum üzerine, ve ayrıca ikinci belitin
yalnızca bir tanım olduğu görüşü üzerine, ‘kuvvet’ terimi yalnızca genel
bildirim lerde b u lunm ak için uygun b ir araçtır. Ç ünkü ikinci belitin
yukarıdaki iyileştirilmiş form ülasyonunda bile, belit olduğu biçimiyle
m ekanik problem leri çözmek için yeterli değildir; çözüm ancak belirli
bir kuvvet-fonksiyonu kabul edildikten sonra bulunabilir. Sonuçta, prob­
lem lerin edimsel çözüm üne tem el olan ayrışımlı denklem ler yalnızca
bir yanda devinirlikteki değişimleri öte yanda belli bir tarzda ilişkili olan
bir dizi değişken büyüklük ve değişmez ile bağıntılar; ve bu ayrışımlı
denklem ler ‘kuvvet’ sözcüğünü bütünüyle b ir yana atabilir. Böylece,
eğer m kütleli b ir gezegenin Kartezyen koordinatları xı, yı, z ı, ve M
kütleli güneşinkiler x% y%, zo ise, ve eğer iki cisim arasındaki değişken
uzaklık rise, devimin ayrışımlı denklem leri şu biçimi alır:
d 2x, ^ m M( x , - x « )
r2 = G ------
w _dt r 1—
ve geri kalan koordinaüar için denklem ler benzerdir. Bunlar her bir cis­
min devinirliğindeki değişimin zam an-oranının kütlelerinin çarpımı ile
orantılı ve uzaklıkların karesi ile ters orantılı olduğunu ileri sürer; ve ne
‘kuvvet’ sözcüğüne değinir ne de kullanım ını öngerektirirler. Bu pers­
pektiften, öyleyse, en son sonuçta ikinci belitin şimdiki yorumu ve onun
yalnızca ‘kuvvet’ sözcüğünün sözel bir tanım ı olduğu görüşü arasında
temel hiçbir ayrım yoktur. B ununla birlikte, genel m ekanik kuram ının
açımlam asında sözcüğü tutm ak hiç kuşkusuz uygundur. Çünkü değişik
problem lerde kullanılabilecek çeşidi kuvvet-fonksiyonlannı kaplayan bir
anlatım ın bulunm ası yararlıdır, özellikle böyle fonksiyonların sınıfının
sınırları ancak bulanık olarak çizili olduğu ve tam olarak sıralanama-
yacağı için. Dahası, o n u n yardımıyla m ekanik kuram ının uygulanabilir
olduğu büyük bir fiziksel dizgeler sınıfı için geçerli olan birçok genel
teorem i saptam ak olanaklıdır, ve bu iş varsayılan kuvvetlerin tikel ka­
rakterine bakılmaksızın yapılabilir—örneğin, eğer bir cisimler dizgesi
üzerinde hiçbir kuvvet etkide bulunm uyorsa, cisimlerin devinirlikleri-
nin toplam ının devimleri boyunca saklanması teorem i gibi.
ikinci olarak, şimdiki yorum üzerine ikinci yasanın görgül bir içe­
riğinin olm asına karşın, yasa gene de herh an g i bir tasarlanabilir de­
ney tarafın d an kesin olarak çürütülm eye açık değildir. Ç ünkü belit
tikel bir ivmeyi açıklayacak belirli bir kuvveti ortaya koymaz; yalnızca
ö rtü k olarak varsayılan ve ayrıntıları fizikçi tarafın d an belirlenecek
belli koşulları doyuran b ir kuvvetin olduğunu ileri sürer. Ama ‘Bir F
kuvveti vardır, öyle ki ...’ biçim indeki bir bildirim ancak çelişkilisini,
yani ‘Tüm ^kuvvetleri için, ... du ru m değildir’ biçim indeki bir bildi­
rim i saptam ak olanaklı ise yanlış olarak gösterilebilir; ve genel olarak
ikinci bildirim ancak getirilen koşulları doyuran tüm olanaklı kuvvet-
fonksiyonlannı tam olarak yoklamak olanaklı ise saptanabilir. Bununla
birlikte, böyle bir yoklamanın tamamlanamayacağı açıktır, çünkü soyut
olarak olanaklı kuvvet-fonksiyonlannın sayısı değişmez değildir ve her­
hangi bir sonlu sınırı aşabilir. Buna göre, belitin cisim lerin ivmesini
başarılı olarak açıklayacak uygun kuvvet-fonksiyonlarının bulunuşu
yoluyla doğrulanabilecek olm asına karşın, hiçbir zam an yanlış olarak
gösterilem ez.
Şimdi bu nedenledir ki ikinci belit sık sık birincil olarak altında ivme­
nin yer aldığı koşullara ilişkin bir bildirim olarak değil, am a dahaçok
araştırma için özelleşmiş bir kılavuz olarak, fizikçiyi cisimlerin devimini
çözüm lerken neyi arayacağı konusunda yönlendiren bir yöntembilimsel
kural olarak görülür. Çünkü kesin çürütm eye kapalı olm a özelliği açı­
sından, ikinci belit önem li ölçüde böyle b ir kural gibidir. Bir fizikçi
payına belitin onu elde etmeye yönlendirdiği şeyi bulm adaki herhangi
bir başarısızlık sayısı araştırm anın terk edilmesini ve kuralın bir yana
atılmasını zorunlu kılmaz. Ç ünkü kural gene de iyi bir kural olabilir,
çünkü o n u n la uyum içinde y ü rütülen araştırm a genellikle başarı ile
ödüllendirilm iş olabilir ve giderek ancak zam an zam an yararlı olan
bir kural bile hiçbir kuralın olm am asından daha iyidir. Gerçekte, dü­
zenleyici bir ilke olarak görülen ikinci belit dizgesel bir aklanmış bilgi
küdesinin kurulm asına yol göstermede önemli ölçüde verimli olmuştur.
Ö te yandan, belitin sözel olarak böyle araştırm alar yoluyla çürütülebilir
olm am asına karşın, belli alanlarda bizi bulmaya yönelttiği şeyi ortaya
çıkarmadaki sürekli başansızlık o n u n sürekli olarak ya da geçici olarak
bir yöntembilimsel ilke olarak terk edilm esini salık vermeye ve yerine
daha yararlı bir yönergeyi geçirmeye götürebilir. Gerçekte ikinci belitin
yazgısı bu olmuştur.

b. Son olarak kütle kavram ına ve ü çü n cü devim belitine dönelim .


Newton inandığı şeyin bu belitin deneysel temeli olduğunu belirtm ede
özellikle dikkatli idi. Başkaları tarafından olduğu gibi kendisi tarafın­
dan da yapılan ve b ir cisme b ir başkası yoluyla etkide b u lu n u ld u ğ u
zaman birincinin devinirliğindeki değişimin İkincinin devinirliğindeki
değişime büyüklükte eşit am a yönde karşıt olduğu savını doğrulayan
bir dizi deneyi alıntıladı. B ununla birlikte, bu büyüklüklerin deney­
sel olarak belirlenm esi açıktır ki kütlenin ölçüm ünü öngerektirir, ve
Nevvton’ın b u kavramı açıklaması doyurucu olm aktan önem li ölçüde
uzaktır. Bir cismin ‘kütle’sini ( ya da ‘özdek niceliği’ni) yoğunluğunun
ve hacm inin çarpım ı olarak tanım ladı; am a hiçbir yerde yoğunluğun
nasıl ölçüleceğini belirtm ediği için, ve bir cismin yoğunluğu genellikle
cismin kütlesinin ve hacm inin terim lerinde tanım landığı ve ölçüldüğü
için, kütleyi açıklaması bütünüyle yararsızdır .28 O zaman ‘kütle’ ile (ki
‘ağırlık’tan açıkça ayırdedilm elidir) ne anlaşılacaktır, ve kütleler nasıl
ölçülecektir?
Zaman zaman ‘cisimlerin kütleleri’ ile üçüncü belitin denklem biçi­
m ini doyuran sayısal katsayılar küm esinden daha çoğu olmayan birşeyi
anlayacak olduğum uz söylenir, öyle ki bu görüş üzerine belit yalnızca bir
başka uylaşımdır—bu kez cisimlerin göreli kütlelerini tanımlamak için.
Böylece eğer A ve B gibi iki cisim birbirinde aa b ve ü b a göreli ivmelerini
üretirse (ki burad a a a b A ’nın B yoluyla üretilen ivmesidir, ve ü b a için
andırımlı olarak), o zaman irdelem e altındaki görüş üzerine A ve jS’nin
kütleleri m,4a..ta =-mBasA denklem ini verecek bir yolda seçilen ma ve mu
gibi iki sayıdır. Eğer bu görüş doğru ise, o zaman Newton üçüncü beliti
için deneysel b ir tem el bulm a girişim inde b u lu n d u ğ u zam an açıkça
yararsız bir araştırmaya girişmişti.
B ununla birlikte, şimdi belki de ilk iki belitin uylaşımsal yorum unun
sınırlamaları ile üçüncü için de benzer bir okum a yapmaktan kaçınacak
kadar tanışığızdır. Ve gerçekten de, bu belitte b ir tanım sal bileşenin
olm asına karşın, ona özeksel olan şey bu bileşen değildir. Tam şimdi
belirtilen yolda ilerlemek, yani iki cismin karşılıklı ivmelerinin verili bir
kümesi için maüab = -nma-BA denklem inin doyurulacağı bir yolda îtia ve
m/j gibi iki sayıyı getirm ek ve bu sayılara iki cismin ‘kütleleri’ dem ek hiç
kuşkusuz olanaklıdır. Ama bu sayılann h er zaman pozitif olacaklanndan
nasıl em in olabiliriz? Ya da cisimlerin göreli konum ve hızlan ne olursa
' ‘Ama, tanımın kütleyi ölçm enin bir yolu olarak yararsız olmasına karşın, önemli bir
nokta kapsar. Newton kütleyi ağırlıktan ayırdetmeyi istiyordu, çünkü kütle, ağırlığın
tersine, cisim lerin devim leri altında değişimsiz olan bir özelliktir. Ö nerilen tanım ı
özelliğin değişimsizliğini form üle etm ek için bir girişim olarak görülebilir.
o lsu n o ra n la rın ın b ir d e ğ işm e z o la c a ğ ın d a n ? Y a d a b ö y le ta n ım la n a n
kü tle katsayıların ın cisim lerin tü m ö z e llik le rin d e n (ö r n e ğ in kim yasal,
te rm a l, y a d a m a n y e tik ö z e llik le rin d e n ) b a ğ ım sız o la c a ğ ın d a n ? Y a d a
kü tlelerin to p la m lı o la ca k la rın d a n ? Y a d a b u y o ld a A ve B g ib i iki cism e
ata n a n k ü ü e le rin b e n z e r o larak A ve C cisim ler çiftin e o ld u ğ u gibi B ve
C çiftin e a ta n a n kü tleler ile d e tutarlı o la ca ğ ın d a n ? D olaysızca açık yan ıt
e ğ e r ‘ k ü tle ’ ö n e rile n y o ld a tan ım lan ırsa b u şeylerin h iç b irin d e n em in
o lam ayacağ ım ızd ır. B u n a g ö r e , ‘ k ü tle ’ n in ö n e rile n tan ım ı sö z c ü ğ e o n a
e d im se l o la ra k m e k a n ik te b a ğ la n a n a n la m g ib i b ir a n la m atam az; ve
ü ç ü n c ü b e lit y a ln ızc a o n u ta n ım lam ak için b ir u ylaşım d eğild ir.
‘ K ü tle ’ te rim in in m e k an ik te k u lla n ım ın d a içe rile n g ö r g ü l sayıltıları
d a h a a ç ık ça g ö r e b ilm e k için , ‘ k ü tle ’ n in şim d i ö lç ü n o lm u ş o lan ve e ğ e r
yan lış y o ru m la n ırsa ü ç ü n c ü b e litin b aştan so n a u ylaşım sal k arak terin i
d o ğ r u lu y o r g ö r ü n e n ta n ım ın ı k ısa ca a n a h a tla r d a s u n a lım .29 B ir kez
d a h a tüm b aşk ala rın ın e tk isin d e n yalıtılm ış o la n (b ü y ü k o lasılıkla tüm
b a ş k a la rın d a n “y e te r in c e b ü y ü k ” u za k lık la ra taşın arak ) v e b irb ir in d e
a ah ve oba iv m e le rin i ü r e te n A v e B g ib i iki cisim v arsayalım . A m a b u
kez b u ivm elerin o ra n ın ın n e g a tif o ld u ğ u n u n , o ran ın verili cisim ler çifti
için b u n la rın k o n u m ve h ızları n e o lu rsa o lsu n d e ğ işm e z o ld u ğ u n u ve
c is im le rin ö z e l ö z d e k se l ö z e llik le rin e b a ğ ım lı o lm a d ığ ın ı b ir deneysel
o lg u o larak alalım (b ir tanım o larak d e ğ il). V arsayalım ki b u d eğişm ezin
d eğ e ri -I iba o lsu n , ö yle ki üba = -kıiA uar', v e d a h a ö te v arsayalım ki, b ir
üçün cü C cism in in ivm esi a n d ın m lı d en ey sel k o şu llar a ltın d a f i ’n in iv­
m esi ile karşılaştırıldığı zam an , b u ivm elerin d eğişm ez o ra n ı - k cb olsu n,
öyle ki ücb =-kcB<iBC■Ş im d i b u d en eysel v e rile rd e n A ve C g ib i iki cism in
iv m e le rin in o r a n ı o la n -kcA d e ğ işm e z in i ç ık a rsa m a n ın o la n a k lı o lu p
o lm a d ığ ı, eş d e y işle üca = -kcA ciac d e n k le m in in ö tek i d e n k le m le rd e n
çıkıp çıkmadığı so ru su d o ğar. Y a n ıt kesin b ir o lu m su zd u r, ç ü n k ü Aoı’ n ın
h e r h a n g i b ir d e ğ e r i ö teki iki d e ğ işm e zin d e ğ e rle r i ile mantıksal olarak
bağdaşab ilird ir. B u n u n la birlikte, ek b ir d en eysel o lg u o larak varsayalım
ki belirtilen y o ld a ü ç cisim d en o lu şan herhangi b ir k ü m e için e ld e ed ilen
d e ğ işm e z le r h e r za m a n kcA = -kcBkBA o la c a ğ ı b ir y o ld a , eş d eyişle, C ve
A cisim lerin in iv m e le rin in o ra n ın ın h e r za m a n C v e B ’n in ivm ele rin in
o ra n ın ın ve B ve A ’n ın iv m e le rin in o ra n ın ın ç a r p ım ın a eşit o la c a ğ ı b ir
y o ld a ilişkili o lsu n . A m a so n ra varsayalım ki B v e C tekil b ir {B**C) d iz­
ge sin i o lu ştu rm a k ü z e re bileşsin . B u d iz g e n in v e A c ism in in karşılıklı
olarak ü retilen ivm elerinin d eğişm ez o ra n la n arasın da (eş deyişle o<b*c)a
= -k(B*c)A aA(B*Q ve sö zü e d ile n ö teki d e ğ işm e z le r ara sın d a ) h a n g i ilişki
v a rd ır? Y in e , k a ra rı b içim se l m a n tık d e ğ il a m a a n c a k d e n e y v e re b ilir;
a m a ü ç ü n c ü v e s o n b ir d e n e y o la r a k g e n e l o la r a k k(B*c)A = ksA + kcA
o lg u s u n u varsayalım .

29Mach bu tanım ı ö n e ren ilk fizikçi oldu (yukarıdaki 25’inci d ip n o tta belirtilen
aynı yapıt); M ach’ın denem esin yayımlanması başlangıçta reddedilm iş olsa da, tanım
yaygın olarak kabul edilmiştir.
Şimdi ‘kütle’yi tanımlamaya hazırız. ‘ksA, ’ ‘kcA, ’ ■■■, değişmezlerine
B v e A, C ve A vb. cisim lerinin ‘göreli kütleleri’ diyelim; bu bütünüyle
bir tanım sorunudur. Ama önceki paragrafta varsayılan ilk deneysel
olgular küm esinden ötürü, cisimlerin göreli kütleleri devimleri altında
değişimsiz ve h e r zaman pozitiftir. Sonra keyfi olarak seçilen bir cisim,
diyelim ki A, kütlesi ile ölçün cisim olarak belirtilsin (burada ota
bir pozitif sayıdır); m ya örn eğ in 1 birim değeri atanabilir. Bu yine
bütünüyle bir uylaşım sorunudur. B ununla birlikte, birinci deneysel
olgular küm esinin bir sonucu olarak, tüm başka B, C, . . . , cisimleri o
zaman bir benzersiz ma, mc, . . . , pozitif sayılar kümesi ile bağlı olacak­
tır ki, bunlara bu cisimlerin ‘kütle katsayıları’ ya da yalnızca ‘kütleleri’
denecektir. Bu sayılara cisimlerin kütleleri demek hiç kuşkusuz bir tanım
sorunudur; ama, ölçün cismin başlangıçtaki seçimi ve kütlesi için sayısal
bir değerin atanm ası ile göreli olarak, bu sayıların cisimlerin devimleri
ile değişm em eleri olgusu bir tanım so ru n u değildir. Dahası, önceki
paragrafta değinilen ikinci deneysel olgular küm esinden ötürü, A ’dan
başka bir cisim ölçün kütle olarak alınırsa doğacak olan biricik ayrım
ölçekte bir değişim olacaktır. Ö rneğin A ’nın bir birim kütle taşıdığını ve
sonuçta B ’nin 3 ve C’nin 6 birimlik kütleler taşıdığını varsayalım; eğer
B birim külte olarak A ’nın yerine geçerse, A cismi Vi birimlik ve C cismi
2 birimlik bir kütle taşıyacaktır. Son olarak, üçüncü deneysel sayıltılar
kütlesinin bir sonucu olarak, kütleler toplamlı olarak bileşir, eş deyişle,
B ve C cisim lerinden oluşan (B<>Q dizgesinin kütlesi m«+ mc ye eşittir .30
Eğer şimdi ilk deneysel sayıltılar kümesini anlatan denklemdeki değiş­
mezlerin yerine böyle tanımlandığı gibi kütlelerin oranlarım geçirirsek,
karşılıklı olarak ü retilen ivm elerin h e r çifti için m ah = -mnciBA biçimli
denklem ler elde ederiz. Ama bu yalnızca üçüncü belit için anlatımdır.
O zaman bu belitin konum u nedir? Yalnızca kütle tanım ının sonucu
m udur? Böyle bir tanım için bir uylaşım mıdır? Yanıt şimdi açıktır. Be­
litin özel matematiksel biçimi gerçekten de tanım ın bir sonucudur. Çünkü
kütle katsayılarını belirtilen tarzda tanım lam ak yerine, onları m sayıla-
“ ‘Kütle’ tanım ının bu açıklaması kütlelerin cisim çiftlerine atanabileceği ve böylece
verili bir zam anda irdelem e altındaki ikisi dışında tüm cisimlerin büyük uzaklıklara
taşınmış oldukları sayıltısı üzerine dayanır. Bu açıkça gerçekçi olmayan bir sayıltıdır;
örneğin, güneş dizgesini oluşturan cisimler gereksinimlerimize uymak üzere taşına­
maz, gerçi kütleleri gerçekte belirlenebilecek olsa da. M ach’ın kütle katsayıları atamak
için m etinde anahadarda verilen yordamı güçlüklere düşer ve eğer çiftler olarak ele
alınamayacak keyfi bir sayıdaki cisme böyle katsayılar atamak için kullanılacaksa değiş-
kiden geçirilmelidir. Buna karşın, m etindeki yalınlaştırılmış açıklama amaçlanmız için
yeterlidir, ve ortaya çıkan önem li noktalar tartışm a için tem el olarak daha karmaşık
durum lara uygun bir yöntem kullanıldığı zam an özsel olarak etkilenm ez. M ach’ın
yordam ının sınırları üzerine bir tartışm a için, bkz. C. G. Pendsen, “A Note on the
Definition and D eterm ination of Mass in Newtonian Mechanics,” Philosophical Maga­
zine, Ser. 7, Vol. 24 (1937); “A Further Note ...,” aynı yer, Vol. 27 (1939); “O n Mass and
Force in Newtonian Mechanics,” aynı yer, Vol. 29 (1940); H. A. Simon, alıntılanan yer,
ve “Discussion: T he Axiomatization of Mechanics,” Philosophy of Science, Vol. 21 (1954).
rının bir fonksiyonu olarak tanım lam ak olanaklı olacaktır—örneğin,
A ’nm kütle katsayısı için m / ya da 1 / m.\ atayarak. Ve kütle ölçüsü olarak
sayısal değerler atam anın bu almaşık yollarından h er biri için belit biraz
değişik bir matematiksel formülasyon kazanacaktır; örneğin, sözü edilen
almaşıklar için, karşılık düşen denklemler, iîiaciab= - m-sasA yerine, sırasıyla
m/fdAB = -m^asA, ve mgciAB =-m AaBA olacaktır. Buna karşın, belit yalnızca
‘kütle’nin tanım ının bir sonucu değildir, çünkü herhangi bir cisimler
çifti için karşılıklı olarak üretilen ivmelerinin oranının cisimlerin konum,
hız ve özel özelliklerinden bağımsız olan negatif bir değişmez olduğu
biçimindeki olgusal sayıltı ile birleşmiş tanım ın bir sonucudur. Benzer
olarak, geleneksel form ülasyonu içindeki belit hiç kuşkusuz ‘kütle’nin
doyurucu bir tanım ının kurulması için bir kılavuz olarak hizm et etmiş­
tir, çünkü tanım öyle kurulur ki, belitin bulanıklıklardan kurtarılmış bir
formülasyonunu olanaklı kılar. Buna karşın, belit sözel olarak ‘kütle’nin
tanımı değildir; ‘kütle’nin yukarıda anahatlarda verilen tanımı edimsel
olarak cisimlerin ‘göreli kütleleri’ni ‘onların karşılıklı olarak üretilen
ivmelerinin negatif ters oranı’ ile eşitler. Ama, yineleyerek vurgulandığı
gibi, bu oranın değişmezliği bir tanım sorunu değildir, ve üçüncü belitin
ana yükünü oluşturan şey bu değişmezliğin doğrulanmasıdır.

3. Vargı Notlan. Şimdi devim belitlerinin mantıksal konum unun bu


tartışm asında ortaya çıkan ana noktaları biraraya getirm eli ve birkaç
vargı sunmalıyız.

a. Birinci beliti a primi uslamlama yoluyla kurmaya yönelik bir uslam­


lamayı yokladık, ve onun ciddi olarak yanılgı içinde olduğunu bulduk.
Birincisi açısından olduğu gibi öteki devim belitleri açısından da aynı
ereğe yönelik başka uslam lamalar vardır; am a yoklama bunlardan hiç
birinin belirtik olarak tartışılmış olandan daha güçlü olm adığını göste­
recektir .31 Gerçekten de, Newton’ın belitlerinin genel görelilik kuramın­
da kazandığı önem li iyileştirmelerin ışığında, böyle hiçbir uslamlamanın
başarılı olamayacağı vargısı güvenle çıkarılabilir. Bu vargı fiziğin ve başka
bilim alanlarının başka dallarındaki başka kuram ların temel sayılülanna
genişletilebilir. Bilimlerin tarihi, özellikle son yıllarda, pozitif bilimlerde
hiçbir kuram ın bir a priori doğruluk konum u taşımadığı biçim indeki
bütünüyle genel sav için güçlü kanıt sağlar.
Bununla birlikte, herhangi bir özel devim belitleri kümesinin zorunlu
doğruluklar olmadığını, am a m ekaniğin—biraz gevşek olarak ve genel
olarak cisimlerin devim lerinin kuram ı olarak düşünülen m ekaniğin—
31Birinci belitin ileri sürülen a priori zoru n lu ğ u n u n d aha başka tanıtlam aları L.
E uler tarafından verilmiştir, Letters to a German Princess; I. Kant, The Metaphysical Fo­
undation! o f N atural Science; ve J. C. Maxwell, M atter an d Motion. İkinci belitin a prori
karakterinin ileri sürülen bir tanıtlaması için bkz. Paul Natorp, Die logischen Grundlagen
derexacten Wissenschaften, Leipzig, 1923, ss. 367-72, ve üçüncü belitin tanıtlaması için
bkz. Kant’ın daha önce alıntılanan çalışması.
tüm başka bilim lerin kaçınılmaz öngereği olduğunu göstermeyi amaç­
layan kim i uslam lam aları kısaca irdelem eliyiz. Ne olursa olsun tüm
devim “değişen cismin p arçalarının devim lerinden başka birşey ola­
maz” görüşü geriye H obbes’a dek gider. Bu savı Leibniz de ileri sürdü,
m ekaniğin kurucuları o n u bir belite çevirdi, ve sav giderek Newton
mekaniği evrensel doğa bilimi olarak saygınlığını yitirdikten sonra bile
fizikçilerin ve felsefecilerin düşüncelerine egem en olmayı sü rd ü rd ü .32
Sav a priori zem inlerde olduğu gibi genel görgül düşünceler tem elinde
de savunulmuştur.
A priori uslam lam anın b ir biçim i felsefeci ve ruhbilim ci W ilhelm
W undt tarafından ileri sürüldü. Uslam lam asının özü şöyledir: Varsa­
yalım ki nitel bir değişim e uğrayan, örneğin rengini ya da sıcaklığını
değiştiren bir nesne görüyoruz. Bununla birlikte, değişimi algılamamıza
karşın, gene de bir anlam da nesnenin aynı nesne olarak kaldığını ka­
bul ederiz. Yer alan olay üzerine edimsel sezgimiz söz konusu olduğu
sürece, diye sürd ü rü r W undt, değişim yalnızca bir nitelikler kümesi ile
karakterize edilen bir nesnenin o rtadan yitişi ve değişik bir nitelikler
kümesi taşıyan bir başka nesnenin ortaya çıkışı olarak sergilenir, iki nes­
nenin özdeş olduğu biçimindeki kanımız öyleyse iki nitelikler kümesini
belli bir kavramsal tarzda ilişkilendirmemiz üzerine dayanıyor olmalıdır.
Böylece, değişim sezgimiz iki nesne verirken, değişim kavramımız salt bir
nesne konutlar. O zaman sezgimiz kavramımız ile nasıl uzlaştırılacak-
tır? Temelde yatan bir değişmez tözün konutlanm ası yoluyla uzlaştırma
girişimi doyum verici değildir, çünkü böyle bir töz o zaman bilinemez
ve deneyim e aşkındır. Öyleyse güçlüğün çözüm ü nesnelerin değişiyor
olarak sezilebilen ve gene de nesneleri değişmemiş bırakan fenom enal
bir karakteristiğinin bulunm ası yoluyla deneyimin kendisinin içerisinde
aranmalıdır. Ama W undt’a göre, bir nesnenin değişiyor olarak algılan­
masını ve b una karşın kendine-özdeş olarak da algılanmasını olanaklı
kılan biricik bakış açısı o n u n deviminde imlenir. “Konum daki değişim­
ler şeylerdeki biricik sezilebilir değişim lerdir ki, bunlara karşın şeyler
kendilerine-özdeş kalır.” Sonuçta, h e r değişim devime indirgenmelidir.
Bir kez bu nokta saptandıktan sonra, m ekaniğin doğal bilim in başka
her dalm a önselliği için ilk bakışta usayatkın bir bakış açısı geliştirmek
çocuk oyunudur .33
W undt’u n uslamlaması tuhaf bir uslamlamadır. G örünürde değişimi
algısal olarak sezmemiz ve onu kavramamız arasındaki sözde bir bağ­
daşmazlık üzerine dayanmasına karşın, gerçekte bütünüyle nesnelerin

32T hom as H obbes, “E lem ents of Philosophy C oncerning Body,” bkz. The Meta-
physical System o f Hobbes, Mary W. Calkins tarafından seçmeler, Chicago, 1910, s. 75;
G. W. Leibniz, Hauptschrifie zu r Orundlegung der Philosophie (yay. haz. Buchenau-Cas-
sirer), Leipzig, Cilt 1, s. 326.
33W ilhelm W undt, Die Prirızipien der Mechanischen Naturkkre, 2’nci yayım, Stuttgart,
1910, ss. 177-80; ve ayrıca yine onun tarafından Logik, Cilt 2, s. 274.
“kendine-özdeşliği”nin kafa karıştırıcı ayrı kavramlarından (ya da örtük
tanım larından) türer. Eğer önsav gereği sezgiler h er ne olursa olsun
dolaysızca deneyim lenenin hiçbir kavramsallaştırılmasını içermiyorsa,
değişim sezgimizi ve kavramımızı karşıtlık içine koym anın bir anlamı
var mıdır? N esneleri bir kavramsal şem anın terim lerinde seziyor ya da
algılıyor olm adıkça, nitel değişim ler üzerine sezgimizin yalnızca bir
“nesne”nin bir başka “nesne” ile yer değiştirmesini açığa serdiğini an­
lamlı olarak ileri sürebilir miyiz? Ö rneğin, bir “nesne”nin rengini mavi­
den kırmızıya değiştirdiğini gördüğüm üz zaman, gördüğüm üz “nesne”
nedir? Bir turnusol kağıdı parçası m ıdır? Ama eğer bu nesnenin ka­
rakterize edilm e yolu ise, renkteki değişim den önce ve sonra algıladı­
ğımız şey aynı nesnedir, iki nesne değil; çünkü alışıldık anlam ında bir
turnusol kağıdı parçası tasarımı rengin değişmezliğini zorunlu kılmaz.
B ununla birlikte, eğer görüldüğü varsayılan nesne mavi bir turnusol
kağıdı parçası olarak karakterize edilirse, değişim den sonra algılanan
şey ayrı bir nesnedir. Buna göre, nesnenin değişip değişmediği sorusuna
yanıt algılanan durum u karakterize etm ede kullanılan örtük kategorisel
şema üzerine bağımlıdır. Ö te yandan, eğer herhangi bir türden hiçbir
kavramsal şem anın kullanılmadığı ileri sürülürse, o zaman değişim algı­
sını nesnelerdeki değişimlerin terim lerinde betim lem ek uygunsuzdur.
Dahası, bir nesnenin yalnızca konum undaki bir değişimi algıladığımız
zam an kendine-özdeşliğini k o ru d u ğ u n u algıladığım ızı ileri sürm ek
yalnızca soruyu geçiştirm ektir. Bir zam an d o ğ ru olarak ve bir başka
zaman dairesel olarak görülen bir tel parçası, ya da bir zaman beyaz bir
arkatasara karşı ve bir başka zaman mavi bir arkatasara karşı görülen bir
yüzey gerçekte devim boyunca kendine-özdeş olarak algılanmayabilir.
Buna göre, eğer W undt’un uslamlaması m ekaniğin önselliğini apriori
zem inlerde tanıtlam a girişimlerinin haklı bir örneği olarak alınabilirse,
böyle girişim ler başarısız olarak yargılanmalıdır.
B ununla birlikte, mekaniğin önselliği daha görgül irdelem eler tem e­
linde de ileri sürülmüştür. Belki de bu türden ileri sürülecek en güçlü
ve en ilginç uslamlama sonunda tüm kuram lar için deneysel kanıtın ya­
pılış ve işlemleri ancak m ekaniğin terim lerinde anlaşılabilecek aletlerin
kullanımı yoluyla elde edildiği savı üzerine dayanır. Çubuklu teraziler ve
sarkaçlı saatler gibi aletler açıkça bu savı örneklendirir. Ama mekanik
biliminin içerisine düşmeyen yasaları sınamak için kullanılabilen volt­
m etre ve term om etre gibi aletler bile yapılışlarında m ekanik ilkeler içe­
rir: Voltm etrelerin tasarım ında ya da biçimdeş çaplı cam tüplerin üre­
tilmesinde katı cisimler mekaniği, ya da alet ölçeklerinde eşit uzaklıklı
aralıkların elde edilmesi için gereken fiziksel geom etride kabul edilen
öğesel mekanik. Şimdi kolayca kabul edilebilir ki, belki de doğa bilim­
lerinde kullanılan tüm aygıtlarda mekanik yasaları örtük olarak varsayıl­
maktadır. Ama böyle içerilen biricik yasalar mekanik yasaları mıdır? Bir
voltm etrenin işlemi özgül elektrom anyedk yasaları da ilgilendirmez mi?
Ve giderek yalnızca m ekanik aygıtlar (örneğin çubuklu teraziler gibi)
olarak görünen aletler du ru m u n d a bile, sık sık işlemlerini sıcaklığın ya
da manyetik değişim lerin etkisinin terim lerinde, eş deyişle ilk bakışta
m ekanik yasaları olm ayan yasaların terim lerinde çözüm lem ek özsel
değil midir? Fiziğin tarihinde, m ekanik bu bilim in ilk geliştirilmiş ve
olgunluğa erişmiş dalıdır; ve fiziksel araştırm anın erken tarihinde kul­
lanılan aletler yalnızca mekaniğin terim lerinde çözümleniyordu. Buna
karşın, sonunda mekanik yasalarının böyle aletlerin davranışını anlamak
ve denetlem ek için yeterli bir temel sağlamadığı keşfedildi. Mekaniğin
tarihsel önselliği bu disiplin için mantıksal bir önselliği doğrulamaz.
Sonuçta, ne devim belitlerinin ne de m ekaniğin özünlü önselliğinin
a priori uslam lam a ile tanıtlanabileceği vargısını çıkarmalıyız.

b. Belitlerden birinin ya da bir başkasının bir tanım dan ya da yalnızca


tanım lara başvuru yoluyla aklanabilir bir “d oğruluk”tan başka birşey
olmadığı savı yineleyerek ortaya sürülmüştür. Geçekten de, uylaşımcı sav
zaman zaman köktenci bir yolda genişletilmiştir, öyle ki tüm kuram lar
ve giderek açıkça deneysel yasalar bile yalnızca “kılık değiştirmiş tanım­
lar” olarak, ve en iyisinden görgül kanıtın ışığında doğru ya da yanlış
olarak yargılanacak bildirim ler olmaktan çok eylem kuralları olarak yo­
rumlanır. Ö rneğin, kurşun 327° C noktasında ergir bildirimi genellikle
bir deneysel yasa olarak görülür, ve kabulünün büyük bir sayıda dikkade
düzenlenm iş deney üzerine dayandığı konusunda çok az kuşku vardır.
B ununla birlikte, bir kimyacının bir özdek b ulduğunu ve bun u n ayrı
bir ergim e noktasının olması dışında özellikleri açısından kurşundan
ayırdedilemediğini varsayalım. Bu keşif o zaman büyük olasılıkla yasayı
çürütecektir. Ama köktenci uylaşımcılığa göre, yasa gözlemlenmiş olgu
ile g ö rü n ü rd ek i bağdaşm azlığına karşın tutulabilir. Ç ünkü kimyacı
özdeği kurşun olarak sınıflandırm ayı redd ed eb ilir, o n a yeni b ir ad
verebilir ve böylece yasayı koruyabilir. Eğer kimyacı bunları yapacak
olsaydı, “yasa”nın “k u rşu n ” terim i için bir tan ım d an (ya da tanım ın
parçasından) daha öte birşey olm adığı açığa çıkardı. Dahası, uslamla­
maya göre, kimyacı gerçekte bu yolda ilerlem eyecek olsaydı bile, salt
böyle yapabilmesi olanağı kurşunun ergim e noktasına ilişkin bildirim in
“doğru yasalar” sınıfına katılıp katılm ayacağının bütünüyle bir koşul
getirm e ya da uylaşım sorunu o ld u ğ u n u gösterm ek için yeterlidir. Ne
de ö rn ek b ü tünüyle gro tesk tir ve b ir savın g erek lerin e uym ak için
ayarlanmıştır. K urşunun kimyasal özelliklerinin tü m ü n ü taşıyan ama
değişik yoğunlu k lard a o lan ö zd ek ler keşfedilince, fizikçiler kurşu­
nu n ölçün koşullar altında hiçbir d u ru m d a değişmez b ir yoğunluğu
olduğu yasasını terk etm ediler. Tersine, bu çeşitli “kurşun-benzeri”
özdekler k u rşu n u n h e r biri belirli ve değişm ez b ir yoğunlukta olan
“izotopları” olarak sınıflandırıldı (genel olarak b ir kimyasal elem ent
durum und a eğer atom un çekirdeğindeki n ötronların sayısı değişebili-
yorsa elem entin iki ya da daha çok izotopunun olduğu söylenir). Yasa
böylece özsel olarak “kurşu n ” terim inin yeniden-tam m lanm ası aygıtı
yoluyla korundu.
Uylaşımcı savın genel bir irdelem esini bir geom etri dizgesinin kabul
edilmesi ile ilgili olarak doğan sorunları yoklaymcaya dek erteleyeceğiz,
öyle ki sav gelişmesine zem in olan bağlam ın içerisinde tartışılabilsin.
Şimdilik savı devim belitleri ile bağıntı içinde değerlendireceğiz.

i. Belitler yalnızca b ir biçimsel konutlam alar küm esi olarak görül­


düğü sürece—ki bunların mantıksal-olmayan terim leri karşılık-düşme
kurallarına göre ne deneysel kavram lar ile yorum lanır ne de onlarla
bağlanır— , belitlerin doğru ya da yanlış olduklarını söylemek uygun
değildir. B elitler o zam an yalnızca b ir soyut kalkülüsün parçalarıdır
ve yalnızca verili simgeler dizgesinin salt sintaktik özelliklerini dikkate
alan kurallar ile uyum içinde ele alınacaklardır. Dahası, belitler için bir
yorum sağlansa bile, yorum kendi paylarına ideal, sınırlayıcı süreçler
yoluyla tanım lanan kavramların terim lerinde olabilir; ve bu durum da
yorum lanan belitler fiziksel cisimler arasında deneysel olarak saptana­
bilir ilişkilere ilişkin önesürüm ler değildir. H er iki durum da da, belitler
bu noktaya dek yalnızca içerisine deneysel kavramların uydurulabileceği
bir çerçevedir. Eğer belitler ile daha öte hiçbirşey yapılmıyorsa, “uyla­
şımlar” oldukları görüşü sağlamdır.

ii. Ama m ekaniğin kuram sal terim leri için uygun karşılık-düşm e
kuralları sağlandığı zaman bile, belitleri kabul etm ekle cisimlerin de­
vimlerini çözüm lem enin belli bir kipini kabul etmiş ve devimin ince­
lem esine m antıksal olarak olanaklı başka yaklaşımları göz ardı etmiş
oluruz. Ö rneğin, belitler bizden cisimlerin ivmeleri için belirleyiciler
bulmamızı ister, hızlan için değil. Bununla birlikte, cisimlerin gözlenen
devimleri çeşitli yollarda çözümlenebilir, devimlerin doğrudan gözlemi
b u n u yapmak için herhangi bir tikel yol dayatmaz, ve deneysel devim
yasalarını form üle edebilm ek için bir kavramsallaştırma şeması kabul
edilmelidir. Newton belitleri böyle bir şema oluştursa da, bilimin tarihi­
nin gösterdiği gibi, başka şemalar da soyut olarak olanaklıdır. Gerçekten
de, cisimlerin edimsel olarak gözlem lenen devimleri klasik mekaniğin
deneysel yasalanna eksiksiz sağınlık ile uymaz; ve mantıksal olarak New-
ton sayıltılarından ayrı olan ve gözlem lenen olgular ile kabul edilen
yasalan karakterize eden aynı sağınlık sınırlan içerisinde anlaşan daha
başka genel sayıltılar form üle edilebilir. Belitler öyleyse açıkça edimsel
olarak gözlem lenen şeylerin form ülasyonlan değildir; ve hiç kuşkusuz
araştırm ada gözlem lenen şeyleri yorum lam ak için genel ilkeler olarak
işlev görürler. Buna göre, uylaşımcı sav belitlerin gözlem lenen olgular­
dan tümevarımlı genellem eler olduklannı yadsımada, ve—cisimlerin
devim ine ilişkin yasaların göreli olarak yalın b ir dizgesini elde etm e
amacı ile—sık sık karmaşık ve düzensiz devimler olarak görünen şeyleri
çözüm lem ek için yalnızca başkaları arasında bir şema olarak görm ede,
sağlam zem inler üzerinde durur.

iii. Yalnızca belitlerin tümevanmlı genellem eler olmamaları söz konu­


su değildir; deneysel bulgular yoluyla tanıtlam ak pekinlik ile çürütüle-
mezler. Çünkü özel ama ad hac sayıltıların getirilmesi ile, belitleri geçerli
olarak yeniden doğrulam ak, görünürdeki aykırı kanıta karşın, ilkede
her zaman olanaklıdır. Bu bakım dan da belitler kılavuz ilkeler gibidir.
G erçekten de sağladıkları kılavuzluk yineleyerek belli bir problem ler
sınıfını çözmeyi başaramadığı zaman terk edilebilirler. Ama geçmiş ba­
şarısızlıkların gelecekteki sürekli başarısızlığı imlemediği gibi mantıksal
olarak dayanıklı bir zem inde, böyle başarısızlıklar karşısında bile elde
tutulabilirler.

iv. Ö te yandan, m ekanik kuram ını bir ya da daha çok Newton beliti-
nin sonuçta tanım lar olacağı bir biçim de form üle etm enin yollarının
olmasına karşın, kuram ı belitlerin görgül bir içerik taşıyacağı bir yolda
bildirm ek de olanaklıdır. Gerçekte, biz belitleri bu son tarzda yorumla­
dık, ve bunu onları okum anın almaşık yollannı geçersiz saymaksızm yap­
tık. Birinci belit ile bağıntı içinde ileri sürdük ki, belitin belirli bir cisim
ile bağıntı içinde zamansal dönem lerin eşitliğini tanım lam ak için bir
uylaşım olarak işlev görebilmesine karşın, başka cisimlerin devimleri be-
lite uygun düşüyorsa bu bir uylaşım değil ama bir görgül olgudur, ikinci
belit ile bağıntı içinde belirttik ki, genel olarak kuvvetleri doğrudan
ölçm enin olanaklı olm am asına ve böylece kuvvetlerin büyüklüğünün
birçok problem de yalnızca belit aracığıyla hesaplanabilm esine karşın,
belit cisimlerin devinirliklerindeki h e r değişim için belli bir türden be­
lirleyicilerin (ya da kuvvetlerin) olduğunu ileri sürer. Bu önesürüm ün
gözlem yoluyla kesin olarak çürütülem eyecek olması olgusuna karşın,
belit onun bu okunuşu üzerine bir tanım değildir. Son olarak, üçüncü
belit ile bağıntı içinde ileri sürdük ki, o n u n cisim lerin kütlesinin kat­
sayılarını tanım lam ak için kullanılabilmesine karşın, böyle tanım lanan
katsayılar b irbirleri ile cisim lerin devim lerinin belit yoluyla form üle
edilen belli görgül karakteristiklerini yansıtan bir tarzda ilişkilidir.
Buna göre, belitlerin yalnızca uylaşımlar olduğu savı ciddi sınırla­
m alar olmaksızın desteklenem ez. Hiç kuşkusuz, bilimsel kuram ların
eklem lenişinde uylaşım lar ve tan ım lar olm alıdır. B un unla birlikte,
m ekanik kuram ını değişik form ülasyonlann birbirine eşdeğer olabile­
ceği bir tarzda eklem lem enin çeşidi yollan vardır. H er bir formülasyon
kipi tikel kipi ayırdedici olan noktalarda uylaşımların getirilmesini ge­
rektirebilir. Buna göre pekala kuram ın bir form ülasyonunda olumsal
olgu sorunlannı bildirm ek için kullanılan bir tümce bir başka formülas-
yonda bir tanımlayıcı uylaşım olarak kullanılabilir. Ama bir tüm cenin
konum undaki değişim, b ir kullanım bağlam ında b ir yasanın bildiri­
m inden b ir başka kullanım bağlam ında b ir uylaşımın kodlanm asına
çevriliş genellikle ancak eğer başlangıçta b ir tanım ı anlatm a ro lünü
taşıyan bir başka tümceye bir yasayı bildirm e biçim indeki değişik işlev
verilirse gerçekleşebilir. H er ne olursa olsun, m ekaniğin belitlerinden
herhangi b irinin eğer varsa hangi görgül içeriği taşıdığını saptam ak
öteki belitlere ve onların bileşen parçalar olarak ait oldukları kuram ın
kodlanm a yoluna gönderm e olmaksızın olanaklı değildir. O nlarda yer
alan terim lerin anlam larını saptayan ve kuram daki verili bir tüm cenin
bir uylaşımın mı yoksa olgu sorunlarına ilişkin bir bildirimin konum unu
m u taşıdığını belirleyen şey bir b ütün olarak alm an kuramsal sayıltılar
dizgesidir. Kısaca, eğer h erhangi b ir belit görgül bir içerik taşıyorsa,
o n u yalıtılm a içinde değil am a ancak b ütünsel kuram da bileşen bir
parça olması dolayısıyla taşır, ve ancak dizgenin konutlam alannda ya da
teorem lerinde sözü edilen kuramsal kavramların yeterli bir sayısı için
uygun karşılık-düşme kuralları sağlandığı zaman kuram ın gerektirdiği
çeşitli genelleştirilmiş bildirimlerin deneysel denetim altına alınabilecek
olması anlam ında taşır.

Böylece açığa çıkar ki, ‘Nevrton’ın devim belitlerinin mantıksal ko­


num u nedir?’ sorusuna hiçbir kısa ve yalın yanıt verilemez. Bütünüyle
açıktır ki belitler hiçbir mantıksal almaşıkları olmayan a priori doğru­
luklar değildir; ve eşit ölçüde açıktır ki onlardan hiç biri gözlem lenen
durum larda geçerli olduğu bulunan özelliklerin karşılıklı-ilişkilerinin
tüm cisim lere dışarıdan yüklenm esi yoluyla elde edilen bir genelle­
me anlam ında bir tümevarımlı genellem e değildir. Ama belitlerin bu
olumsuz nitelem esinin ötesinde, soruya usauygun olarak doyurucu bir
yanıt belitlerin m ekanik kuram ının tikel bir kodlanışında doldurduğu
yere ve çeşitli özel bağlamlardaki kullanımlarına göndermeyi gerektirir.
Belki de bütünüyle genel olarak ileri sürülebilecek olan şey bir yanda
Newton’ın belitlerinin sık sık cisimlerinin devimlerini çözümlemek için
şemalar rolünü ya da belli deneysel kavramları tanımlamak için anlaşma
koşullarının rolünü oynayabildikleri, ve öte yanda belitler ek sayıltılar
ile (başkaları arasında, kuvvet-fonksiyonlannı ilgilendiren sayıltılar ile)
eşlendiği zaman doğru olarak belli bir görgül içeriği olan bildirim ler
olarak yorumlanabilecekleridir.
Uzay ve Geom etri

N ew ton b elitlerin in yüzeysel b ir yoklaması bile belitlerin

8
cisim lerin devim lerini çözüm lem ek üzere kullanılabilm esi
için ilkin belli bir uzaysal gönderm e çatısının getirilmesinin
gerektiğini gösterir. Birinci belit bir cismin eğer üzerinde hiç­
bir kuvvet uygulanmıyorsa doğru bir çizgi üzerinde değişmez
bir hız ile devinmeyi sürdüreceğini ileri sürer, ikinci belit bir cis
ivmesinin (eş deyişle, doğru bir çizgi boyunca hızının değişmesinin ya
da doğrusal devimden sapmasının) etki eden kuvvet ile orantılı olduğu­
nu bildirir. Bununla birlikte, bu bildirimlerde “düz ya da doğru çizgi” ile
ne anlaşılacaktır, ve bir devimin doğrusal olduğu yargısı hangi gönder­
me çatısı açısından ileri sürülecektir? Önceki bölüm de getirilen ama er­
telenen bu sorular şimdi tartışılmalıdır. Bunlar Newton’ın zam anından
bu yana eleştirel irdelem e altına alınmış, ve onlara Newton mekaniğinin
terim lerinde verilen yanıtlarda yatan güçlükler so nunda bu yüzyılda
Newton m ekaniğinden ayrı b ir m ekaniğin gelişm esine götürm üştür.
Ama içerdikleri m antıksal sorunlar yalnızca m ekanik alanındaki açık­
lam anın değil am a genel olarak açıklam anın yapısının incelemesi için
önemlidir. Mekaniğin belitlerini tartışmamızın başlangıç noktası olarak
almamıza karşın, sonunda bu daha genel irdelem eler ile ilgileneceğiz.

I. Newtorıcu Çözüm
Ne Newton’m ne de çağdaşlarının o n u n devim belitlerini formülasyon-
lanndaki “doğru çizgi” ile neyin anlaşılacağı konusunda bir kuşku doğa­
bileceğini düşünm ek için herhangi bir nedenleri vardı, çünkü o sıralar
bilinen biricik geom etri kuram ı Euklides’in dizgesi idi. Buna göre bir
çizginin Euklides geom etrisinde belirlenen koşullara uygun ise doğru
olduğu sorgusuzca kabul ediliyordu. Şimdilik Euklides geom etrisinin
hiçbir güçlük yaratm adığını varsayalım. Bu sayıltıda yatan problem ler
yuvasına hem şimdiki hem de sonraki bölüm lerde geri döneceğiz.
Bununla birlikte, cisimlerin devimleri için gönderm e çatısı olarak kul­
lanılacak uzaysal gönderm e çatısı açısından böyle bir görüş birliği yoktu.
Nevrton’m gününde bile bu soru üzerine şiddetli tartışmalar yer aldı. İlk
bakışta öyle görünebilir ki herhangi bir gönderm e çatısı seçilebilir, ve özel
problem leri ele alm ada seçimi yalnızca elverişlilik belirlemelidir. Ama
N ew ton’ın kuram ının d ah a dikkatli bir yoklaması böyle bir anlayışın
yanlış olduğunu açığa çıkarır. Hiç kuşkusuz uygulama alanında değişik
gönderm e çatılarının bir türlülüğünün kullanıldığı ve gönderm e çatı­
sının seçim ini elverişlilik kaygılarının denetlediği doğrudur. Böylece
kimi problem lerde b u am aç için yeryüzünü, başka problem lerde gü­
neşi ve daha da başkalarında ise durağan yıldızları almak elverişlidir; ve
h e r bir durum da, karşılık düşen problem in istediği sağınlığın sınırları
içerisinde, devim lerin Newton belitlerinin kullanım ı yoluyla yapılan
çözümlem esi deneysel bulgular ile iyi anlaşıyor olabilir. Buna karşın,
Nevvton kuram ının bakış açısından, bu çeşitli kılgısal gönderm e çatılan
eşit ölçüde doyurucu değildir, ve o n lard an hiç biri bütünüyle uygun
değildir. B unun niçin böyle olduğunu açıkça anlamalıyız.
Düşüncelerimizi toplam ak için, yeryüzü ile göreli olarak bir ilk din­
ginlik konum undan bırakılan ve ekvatorun kuzeyinde bir yerde yeryü­
zünün yerçekimi alanında özgürce düşm ekte olan bir cismin devimini
incelediğimizi varsayalım. Eğer yeryüzünü Nevvton kuram ının izin ver­
diği bir gönderm e çatısı olarak kabul edersek, o zaman kuram a göre
cisim yeryüzünün kütle özeğine yönelik bir çizgi boyunca ivmelenen
bir hız ile düşmelidir. Ö te yandan, eğer cismin devimini betim lem ek
için kuram sal olarak izin verilebilir b ir gönderm e çatısı olarak güneş
alınırsa, kuram sal izlek b u ndan böyle bir doğru çizgi değil, am a daha
karmaşık b ir eğri olacaktır. Ç ünkü şimdi cisim yeryüzünün gündelik
çevrimini olduğu gibi güneş çevresindeki yıllık dönüşünü de paylaşıyor
olarak görülm elidir, ve tam şimdi b etim lenen çizgi boyunca düşm ek
yerine, cisim genel olarak bu çizginin doğusunda olan bir eğri boyunca
devinecektir. Dahası, eğer sonra durağan yıldızlardan biri izin verilebilir
bir gönderm e çatısı olarak kabul edilirse, cismin kuramsal izleği daha da
ayrı ve daha karmaşık olacaktır. Çünkü yalnızca cisim hem bir eksende
çevrinen hem de güneş çevresinde d ö n e n b ir fiziksel dizgenin (e.d.
yeryüzünün) parçası olm akla kalmaz, am a ayrıca yıldızların kim ileri
açısından ivm elenen güneş dizgesinin de parçasıdır. B ununla birlikte,
yıldızlann kendileri yalnızca nezaketen “durağan”dır, öyle ki cismin ku­
ramsal izleği genel olarak gönderm e çatısı olarak kullanılan yıldıza (ya
da yıldızlar dizgesine) göre değişecektir. Hiç kuşkusuz, bu çeşidi izlekler
arasındaki aynm lar sık sık önemsizdir, ve birçok kılgısal problem de göz
ardı edilebildikleri için, o durum larda almaşık gönderm e çatılanndan
hangisinin seçildiğinin fazla önem i yoktur. Buna karşın kuram da, ve
kimi zam an kılgıda, devim lerin incelem esi için hangi gönderm e ça­
tısının kabul edileceği önem siz bir sorun olm aktan çıkar. Ç ünkü bir
fiziksel dizgenin uğradığı ivm enin büyüklüğü, ve öyleyse (ikinci belit
ile uyum içinde) dizge üzerinde etkide bulunuyor olarak varsayılması
gereken kuvvetler, özsel olarak ivmenin ona göre belirlendiği gönderm e
çaüsına bağımlıdır.
D aha belirtik olalım. Eğer yeryüzü durağan gönderm e çatısı olarak
alınırsa, serbest düşm edeki bir cismin devimini açıklamak üzere varsa­
yılan kuvvet o cismin yeryüzüne göreli ivmesi ile orantılı olmalıdır. Eğer
kuvvet yalnızca yeryüzünün yerçekim i kuvveti olarak alınırsa, cismin
izleğinin yeryüzünün küde özeğine yönelik doğru bir çizgi olması ge­
rekir. Ama gerçekte cisim o yoldan sapar; ve yeryüzü “durağan” olarak
görüldüğü sürece bu durum u açıklam anın ad hoc “saptırıcı kuvvetler”
getirm e dışında hazır bir yolu yok gibi görünür. B ununla birlikte, eğer
güneş gönderm e çatısı olarak alınırsa durum değişir. Çünkü şimdi be­
lirtilen sapm a dolaysızca yeryüzünün çevrimsel ivmesinin terim lerin­
de açıklanır. Bu ö rn ek ten çıkarılacak genel vargı b u n a göre şöyledir:
Belli bir uzaysal gönderm e çatısı kabul edildiğinde, eğer göreli olarak
yalın bir biçim deki kuvvetler ivm elerin belirleyicileri olarak alınırsa,
Newton’m belitleri cisimlerin devim lerinin birçok tipini çözümlemek
için yeterlidir. Ö te yandan, eğer keyfi bir gönderm e çatısı kabul edilir­
se, varsayılması gereken kuvvetler genel olarak olağanüstü karmaşıktır,
durum dan durum a kolayca belirlenebilir olmayan bir yolda değişirler
ve ad hoc hipotezlerin dam galarını taşırlar. Buna göre, eğer kuvvetler
keyfi bir yolda getirilmeyecekse, eğer ivm elerin belirleyicileri değişik
özel problem ler için değişik yollarda konutlanm ak yerine devimlerin
geniş sınıfları için biçimdeş bir yolda saptanacaksa, o zaman cisimlerin
devimlerinin onunla ilişkili olmaları gereken ayrıcalıklı ya da “saltık” bir
gönderm e çatısı olmalıdır. H er ne olursa olsun Newton böyle birşeye
inanıyordu, ve su n d u ğ u m ekanik dizgesinin dikkate d eğer başarısı
birçok fizikçi kuşağını haklı olduğuna inanmaya götürdü.
Şimdi belirtilen nokta daha teknik bir yolda form üle edilebilir. Bu
teknik formülasyon fiziksel kuram ların kuruluşunda temel bir rol oyna­
yan bir kavramı kullandığı için, o formülasyonu anahatlarm da sunmak
yerinde olacakür. Varsayalım ki cisimlerin devimi bir uzaysal gönderm e
çaüsı D ile ilişkili olsun, öyle ki keyfi bir nokta-küüenin D tarafından be­
lirlenen üç dikey eksenden uzaklıkları x, y ve z olsun. O zaman m kütleli
bir nokta-kütlenin deviminin ayrışımlı denklem leri, öteki koordinaüar
dx^
için de benzer denklemler olmak üzere, m —ş- = Fx biçimindedir, ki burada
dt
Fx belirli b ir kuvvet-fonksiyonunun bileşenlerinden biridir. Ö rneğin
eğer m nokta-kütlesi kütlesi M ve uzaysal koordinatları x\, yı ve z\ olan

bir cismin yerçekimi alanında ise, o zaman Fx = GmM(x—*ı) ^^ burada


r 2 (iki cisim arasındaki uzaklığın karesi) = ( x - * ı)2 + (31 - 311 ) 2 + ( z -
zı)2. Şimdi D ' D açısından herhangi bir keyfi tarzda devinm ekte olan
bir başka gönderm e çatısı olsun; örneğin, D açısından dönüyor ya da
ivm elenen hız ile deviniyor olabilir; ve y ' v e z'vb. cisimlerin ZT ile
gönderm eli koordinatları olsun, f i ’nin koordinatlan o zaman D ' ’nün
koordinatları ile genel olarak zamanı içerecek olan dönüşüm denklem ­
leri yoluyla ilişkili olacaktır. Düşüncelerimizi toplamak için, varsayalım
ki D ' D açısından sürekli olarak ivm elenen bir hız ile deviniyor olsun,
öyle ki iki dizgenin koordinatlan şu denklem yoluyla ilişkilidir:

X = X + v xt H =—
2
(öteki iki koordinat için de denklem ler benzer olmak üzere), ki burada
vx değeri t = 0 zam anında D ' dizgesinin D açısından hızının x-bileşeni,
ve ax ise D 'd izg esin in değişm ez ivmesinin »-bileşenidir. Yalın bir he­
saplama D 'ile gönderm eli cismin deviminin aynşımlı denklem inin şu
biçimi aldığını gösterir:
d2x' _ GmM(x' - * / ) d2x
= m — ;r +a rm
dt
Böylece açıktır ki D 'dizgesinde m nokta-kütlesi üzerinde etkide bulunan
kuvvet D dizgesindeki kuvvetten D 'dizgesinin D ile göreli değişmez iv­
mesine orantılı bir nicelik kadar ayndır. Kısaca, devim denklemleri genel
olarak koordinatlann bir gönderm e çatısından bir başkasına dönüşüm ü
altında değişimsiz değildir; ve özel olarak, göreli olarak ivmelenen iki gön­
derm e dizgesi için değişimsiz değildir. Buna göre, eğer D 'b ir gönderm e
çatısı ise ve onda birinci belit belli bir cisim tarafından doyuruluyorsa, o
cisim eğer devimi D ' dizgesi ile göreli olarak alınırsa bel iti doyurmaya-
caktır. Böylece varsayalım ki bir cisim, söz gelimi Arcturus yıldızı, başka
cisimlerin etkisinin çok uzağına alınmış olsun, öyle ki devimi belli bir
gönderm e çatısına, söz gelimi O rion takım yıldızının tanımladığı gön­
derm e çatısına gönderm e ile alınırsa, devimi değişmez hız ile doğru bir
çizgi boyuncadır. Ama eğer Arcturus yeryüzünde saptanmış koordinat
eksenlerine gönderm e ile alınırsa, devimi b u n d an böyle doğrusal ve
biçimdeş değil am a ivmelidir; ve önsav gereği, böyle gönderm e ile alın­
dığında devimini açıklayan hiçbir tanınabilir kuvvet yoktur.
Newton’ın devimlerin “saltık uzay” dediği ayncalıklı bir gönderm e ça­
tısına gönderm eli olarak alınması gerektiğine inanm asına yol açan şey,
keyfi gönderm e çatılanna dönüşüm ler altındaki devim denklem lerinin
genel değişimsizlik karakteri de aralan n d a olm ak üzere, bu tür irdele­
m eler idi. “Saltık uzay,” ona göre, “kendi doğasında, ve dışsal herhangi
birşeye bakılmaksızın, h e r zam an aynı ve devimsiz kalır.” Saltık uzay
böylece duyum sanam azdır ve bir özdeksel nesne ya da böyle nesneler
arasındaki bir ilişki değildir. Şekilsiz bir kaptır ki, tüm fiziksel süreçler
onun içerisinde yer alır ve fiziksel devim ler eğer m ekaniğin belitleri­
nin terim lerinden anlaşılacaklarsa ona gönderm e ile alınmalıdır. Öte
yandan, Newton şunları bildirdi:
G öreli uzay saltık uzayların dev in eb ilir b ir boy u tu ya d a ö lç ü sü d ü r ki, duyu­
larım ız o n u cisim ler açısın d an k o n u m u yoluyla b e lirler, ve kab aca devim siz
uzay y erin e alınır. ... Saltık devim b ir cism in b ir saltık y e rd e n b ir başkasına
ötelen m esid ir; ve göreli devim , b ir göreli yerd en b ir başkasına ötelenm esi. ...
A m a uzayın p a rç a la n g örülem eyeceği ya d a duyularım ız yoluyla b irb irin d e n
ayırdedilem eyeceği iç in ,... saltık yerler ve devim ler yerine göreli olanları kulla­
nırız; ve b u n u işlerin olağan d u ru m u n d a h içb ir uygunsuzluk o lm ad an yapanz;
am a felsefi in ce lem ele rd e, duyulanm ızı soyutlam am ız ve şeylerin k e n d ile rin i
o n la rın yalnızca d u y u lu r ö lçü leri o lan y a n la n n d a n ayn o larak ird elem e m iz
g erekir. Ç ü n k ü o labilir ki, gerçek te din g in lik te olan ve k e n d ile rin e başka ci­
sim lerin yer ve devim lerinin o n u n la göreli kılınabileceği h içb ir cisim y oktur.1

Sonuçta, Newton kinematik olarak tüm devimin göreli olduğunu kabul


etmeye hazırdı, am a, dinam ik olarak ve onları belirleyen kuvvetlerin
terim lerinde görüldüğünde, devim lerin gönderm e çatısı olarak saltık
uzay ile göreli olması gerektiğini ileri sürdü.
Newton saltık bir uzay sayıltısmı tannbilim sel ve genel felsefi uslam­
lamalar ile destekledi, am a aynca sayıltıdan yana su götürm ez deneysel
kanıt olduğuna inandığı şeyi de ortaya koydu. Bütünüyle belirtik olarak
mekanik deneyler ile bir cismin gerçekten de saltık uzay açısından din­
ginlikte mi yoksa biçimdeş hız ile devinmekte mi olduğunu saptam anın
olanaksız olduğunu kabul etti. Ç ünkü devimin ayrışımlı denklem leri
saltık uzay ile göreli olarak biçimdeş bir hızlan olan (dinginlik sınırlayıcı
bir durum olm ak üzere) tüm gönderm e çatılarında değişimsizdir (e.d.
biçimleri saklanır). Sonuçta, saltık ve göreli biçimdeş hızlan deneysel
olarak ayırdetm ek olanaklı değildir .2 Ö te yandan, Newton m ekanik de­
neyler yoluyla saltık ve göreli ivmeler arasında ayrım yapm anın ve buna
göre bir cismin saltık uzay açısından ivmeli bir devimi olup olmadığına
deneysel olarak karar verm enin olanaklı olduğunu ileri sürdü. Bu vargı
için kanıt şim di ü n lü olan kova deneyini kapsıyordu. N ew ton’ın bu
deneyi yorum lam ası sonraki eleştirinin ço ğunun odağı olduğu için,
onu betimleyeceğiz.
'Isaac Newton, Doğal Felsefenin Matematiksel İlkeleri, çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi,
1997, Tanimviii, Not, s. 71 vs.

2Bu doğrudan doğruya daha önce söylenenlerden çıkar. Eğer yukandaki tartışmada
D saluk uzay tarafından sağlanan gönderm e çatısı, ve D 'D ile göreli biçimdeş hız ile
devinen herhangi bir gönderm e çatısı ise, o zaman /J 'den i) 'ııc dönüşüm denklemleri
şunlardır: x'= x+ vxt+ x o, ki burada x:> değeri (= 0 zam anında iki dizgenin kökenleri
arasındaki uzaklığın »-ekseni boyunca bileşenidir; ve geri kalan kordinatlar için de
benzer olarak. Ama bu dönüşüm ler altında ayrışımlı devim denklem leri değişimsizdir,
öyle ki bir cismin D açısından dinginlikte mi yoksa biçim deş devimde mi olduğunu
belirlemek olanaksızdır. Devim denklem lerinin birbiri ile göreli olarak biçimdeş hız ile
devinen tüm gönderm e çatılarında değişimsiz olması olgusuna yaygın olarak “Newton
görelilik ilkesi” denir.
Su dolu b ir kova b ir ipe asılıdır, öyle ki ip büküldüğü zam an kova
için çevrinme ekseni olacaktır. Başlangıçta, su ve kovanın yanlan göreli
olarak dinginliktedir, ve suyun yüzeyi (yaklaşık olarak) bir düzlemdir.
Sonra kova döndürülür. Su hem en dönm eye başlamaz, ve buna göre
bir süre için kovanın su açısından ivm elenen bir devimi vardır. Buna
karşın, bu aralık sırasında suyun yüzeyi b ir düzlem olarak kalır. Bu­
nunla birlikte, daha sonra su da bir çevrim devimi kazanır ve böylece
sonunda kovanın yanlan ile göreli olarak dinginliğe gelir. Ama bundan
böyle suyun yüzeyinin şekli içbükeydir, düz değil. Sonra kovanın çevrimi
birden durdurulur. Ama su dönm eye h em en son vermez, ve bir süre
için kovanın yanları ile göreli olarak ivmeli bir devimde kalır. Gene de,
bu dönem sırasında suyun yüzeyi içbükey şeklinde kalmayı sürdürür.
Sonunda su da dönmeye son verince ve kova ile göreli olarak dinginliğe
gelince, yüzeyi bir kez daha bir düzlem olur.
B una göre, N ew ton’ın deneyi yorum ladığı gibi, suyun yüzeyi bir
düzlem olabilir—kovanın yanları açısından ister dinginlikte isterse iv­
meli devimde olsun. Benzer olarak, suyun yüzeyi paraboloid şeklinde
olabilir—kova ile göreli olarak ister dinginlikte isterse ivmeli devimde
olsun. Newton böylece yüzeyin şeklinin yüzeyin kova ile göreli devim
durum undan bağımsız olduğu vargısını çıkardı. Öte yandan, paraboloid
yüzeyi o n u n norm al şeklinin bir bozulması ya da biçimsizleşmesi olarak,
ve buna göre su üzerinde etkide bulunan kuvvetlerin bir sonucu olarak
gördü. Bununla birlikte, ikinci belite göre böyle kuvvetlere ivmeli devim­
ler eşlik etmelidir. Suyun kova ile göreli devim d urum u daha şimdiden
ilgisiz olarak bir yana atıldığına göre, Newton saltık uzay ile göreli bir
ivmenin su üzerinde etkide b u lu n an biçimsizleştirici kuvvetlerin bir
sergilenişi olması gerektiği vargısını çıkardı. Buna göre özsel yanlannda
Newton’ın uslamlaması şöyledir: Yüzeylerdeki biçim bozulm alan uygu­
lanan kuvvetlerin kanıtıdır; uygulanan kuvvetler ivmeli devimler doğu­
rur; ama yüzeylerdeki biçim bozulm alan cisimlerin göreli ivmelerinden
bağımsızdır; bu nedenle söz konusu ivmeler saltık ivmeler olmalıdır. Ci­
simlerin biçim bozulm alanna uğrayıp uğram adığını m ekanik deneyler
yoluyla saptam ak olanaklı olduğu için, deneysel olarak saltık ve göreli
ivmeler arasında ayrım yapmak ve böylece deneysel olarak saltık uzay
açısından ivm elenen devimleri tanım ak olanaklıdır.
Şimdi bir cismin bir gönderm e çatısı açısından dinginlikte mi yoksa
biçimdeş devimde mi olduğunu m ekanik araçlar yoluyla keşfetmenin
ilkede olanaksız olduğu biçim indeki b ir sayıltıda aşırı ölçüde bilme-
cemsi birşey vardır, üstelik cismin o gönderm e çaüsı ile göreli bir ivmeli
deviminin olup olmadığını saptamanın olanaklı olduğu ileri sürülse de.
Çünkü eğer bir cismin verili bir koordinat dizgesi açısından bir ivmesi
varsa, bundan cismin göreli bir hızının da olması gerektiği sonucu çıkar.
Eğer birinciyi deneysel olarak tanım ak olanaklı ise, İkinciyi tanım anın
olanaksız olması bütünüyle gizemli görünür. Yeryüzüne ilişkin olarak
deney yoluyla doğrulanmaya özünde kapalı bir sonuç ü reten bir sayıltı
birçok kafaya doyum verm ekten açıkça uzak ve paradoksal görünür.
Bu nedenle kimi yazarlar saltık uzay kavramının fiziksel olarak “anlam ­
sız” olduğu vargısını çıkarmışlardır. H er ne olursa olsun, devimler için
gönderm e çatıları problem ine N ew ton’ın getirdiği çözüm genellikle
onun mekanik dizgesindeki Akhilles topuğu gibi birşey olarak görüldü.
Dizgenin iki yüzyıldan uzun bir süre boyunca kabul edilmesine karşın,
kabul edilm esinin birincil n edeni elde daha doyurucu bir yanıtın bu­
lunmaması idi.
Am a Nevvton’ın kova d eneyini nasıl y o ru m lad ığ ın ı irdeleyelim .
Nevvton’ın uslamlam ası o n u n ciddi b ir non sequitur içerdiğini göste­
ren Ernst M ach tarafından sert olarak eleştirildi. Newton bütünüyle
doğru olarak suyun yüzeyinin şeklindeki değişm elerin suyun kovanın
yanlarına göreli olarak çevrimi ile bağıntılı olm adığını gördü. Ama
yüzeydeki biçim bozulm alarının b u n ed en le saltık uzay ile göreli bir
çevrime yüklenm esi gerektiği vargısını çıkardı. B ununla birlikte, de­
neysel v erilerd en ve Nevvton’ın d ah a başka sayıltılarından bu vargı
çıkmaz, çünkü gerçekte o verileri yorum lam anın iki almaşık yolu var­
dır: Suyun yüzeyinin şeklindeki değişim ya saltık uzay ile göreli bir
çevrimin ya da kovadan ayn bir cisimler dizgesi ile göreli bir çevrimin bir
sonucudur. Newton sü red u ru m u n (e.d. bir cism in “doğru bir çizgi”
boyunca biçim deş olarak devinmeyi sürdürm e eğilim inin) cisimlerin
eğer geri kalan fiziksel evren yok edilecek olsa bile taşımayı sürdürece­
ği özünlü bir özelliği olduğu biçim indeki genel sayıltı üzerine birinci
almaşığı kabul etti.
Mach ikinci almaşığa dikkati çekti. Uslamlamasının tözü süredurum a
bağlı özelliklerin cisimlerin evrendeki edimsel dağılımı üzerine olum ­
sal olduğudur, öyle ki eğ er evrenin geri kalanının yittiği varsayılırsa
bir cismin devimine hiçbirşey anlamlı olarak yüklemlenemez. Böylece
suyun yüzeyindeki biçim bozulmasını açıklayabilmek için saltık uzay ile
göreli bir çevrime başvurmanın bütünüyle gereksiz olduğunu, ama, tam
tersine, durağan yıldızlar tarafından tanım lanan bir koordinat dizgesini
çevrim için gönderm e çatısı olarak alm anın yeterli olduğunu ileri sürdü,
Buna göre, eğer M ach’ın genel yaklaşımı kabul edilecek olursa, ve eğer
bu yaklaşım ile uyum içinde yeterli bir m ekanik kuram ı oluşturulacak
olursa, saltık hız ve saltık ivme arasında bulunan ve Newton’ın kuramına
öylesine özeksel olan bilm ecem si simetriyi varsaymak zorunlu olmak­
tan çıkar. M ach’ın yaklaşımının terim lerinde, gene de çeşidi gönderm e
çatıları arasında tem el ayrım lar olabilir. Böylece, N ew ton’ın belitleri
cisimlerin devimleri bu gönderm e çatılarından kimileri ile ilişkilendi-
rildiği zaman geçerli olabilir, am a başka gönderm e çatıları için değil.
Böylece giderek M ach’m görüşü üzerine bile “ayrıcalıklı” bir gönderm e
çatılan sınıfından söz edilebilir, öyle ki başka devimler yalnızca “göreli”
iken, onlarla göreli devim lere “saltık” denebilir. B ununla birlikte, bu
anlam da saltık hız ilkede saltık ivmenin doğrulanabilir olduğu gibi doğ-
rulanabilirdir .3
Kova deneyini çözüm lem enin özsel sorunu daha açık kılmaya yardım
eden ve kuram ların mantıksal konum u üzerine ek ışık düşüren bir baş­
ka yolu dah a vardır. Öyle bir D gönderm e çatısı alalım ki, yeryüzü ile
göreli olarak çevrim ekseninin kovanın çevrim eksenine koşut olacağı
bir yolda çevrinsin ve değişmez açısal hızı kovanın m aksim um açısal
hızına eşit olsun. O zaman aşağıdakiler deneyde gözlem lenen veriler­
dir: Başlangıçta yüzeyi b ir düzlem olm ak üzere suyun D ile göreli bir
ivmeli çevrimi vardır. B ununla birlikte, sonunda su b u ivmeyi taşımaya
son verir ve o zam an yüzeyi paraboloiddir. Dahası, kovanın yeryüzü
açısından çevrimi birden durdurulursa, öyle ki su sonunda kova ile gö­
reli olarak dinginliktedir, su bir kez daha D ile göreli olarak ivmelenir
ve bir kez d ah a düzlem b ir yüzey kazanır. B una göre, yüzey ancak D
açısından dinginlikte olduğu zaman paraboloid, ve ancak D ile göreli
olarak ivmelendiği zaman bir düzlemdir. Suyun yüzeyinin karakteri böy­
lece kova ile göreli devim d u ru m u n d an bağımsızdır, am a D ile göreli
devim d u ru m u n d an değil. Öyleyse, bu çözüm leme üzerine bir düzlem
yüzey ivmeli devim (D ile göreli) ile bağlı iken, içbükey bir yüzey ise bir
dinginlik d u ru m u (D ile göreli) bağıntılıdır .4
Bunun ışığında, niçin suyun “norm al” yüzeyinin paraboloid olduğu­
nu ve “biçimi bozulan” yüzeyin ise “anorm al” düzlem yüzey olduğunu
varsaymayalım? Yanıt eğer bu varsayım kabul edilecek olsaydı Newton’ın
devim denklem lerini de ciddi bir karışıklık içine düşürm ek zorunda ka­
lacağımız biçimindedir. Eğer D genellikle tüm devimler için gönderm e
çatısı olarak seçilseydi, D ’nin araşürma alündaki herhangi bir verili dizge
ile göreli açısal hızı o zaman bu dizgeye ilişkin yasaya girerdi. Değişik diz­
gelerin genellikle D ile göreli olarak değişik açısal hızlan olduğuna göre,
hiçbir yalın form ül bu çeşidi özel yasalan kucaklamazdı. Aynşımlı devim
denklem lerinin değişimsizlik alanı gerçekte aşın ölçüde sınırlı olurdu.
Newton’ın bir gönderm e çatısı önerisi üzerine, ya da M ach’ın ona alma­
şığı üzerine, devim denklem leri tüm “Galileo gönderm e çatılan” deni­
len gönderm e çatıları için değişimsizdir. Eş deyişle, eğer denklem ler
devimler tikel bir gönderm e çatısı ile ilişkilendirilince doyuruluyorsa,
birincisi açısından değişmez bir hızı olan tüm gönderm e çaülannda do­
yurulurlar. Ö te yandan, eğer denklem ler devimler D ile ilişkilendirilince
doyuruluyorsa, ancak D açısından dinginlikte olan gönderm e çatılannda
3Krş. Ernst Mach, Science o f Mechanics, La Salle, 111., 1942, Chap. 2, Sec. 4, pp. 271-98.
Ayrıcalıklı sınıfa ait gönderm e çatılarına genellikle “süredurum lu” gönderm e çatılan
ya d a “Galileo” gönderm e çatılan denir. İyi bilindiği gibi, M ach’ın Newton’ı eleştirisi
E instein’ı derinden etkiledi ve onun genel görelilik kuramı için yolu hazırladı.
'‘Deneyin bu yolda çözümlemesi için, bkz. P eter G. B ergm ann, Introduction to the
Theory o f Relatiınty, New York, 1942, p. xiv. Benzer olan, am a yeryüzünün salük devimi
için bir uslamlama olarak kullanılan bir çözüm lem e için, bkz. J. C. Maxwell, Özdek ve
Devim (çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi, 1996), Konu 105.
doyurulacaklardır. Kısaca, D tüm devimler için gönderm e çatısı olmak
üzere, devimleri Newton’ın belitlerinin terim lerinde çözümleyebilmek
için sağlanması gerekecek özgül kuvvet-fonksiyonlan hem en hem en her
özel problem için ayrı olacak ve h er bir durum için ad hoc yaratılmaları
gerekecektir.
Gene de sorulabilir: Suyun yüzeyi bir düzlem iken biçimi bozulmuş
b ir d u ru m d a olduğu sayıltısı saçma değil m idir? Biçim bozulm aları
ancak kuvvetler etkide b u lunurken yer almaz mı? Öyleyse paraboloid
yüzeyin D ile göreli dinginlik d u ru m u n u n olm aktan çok böyle kuvvet­
lerin ve bu n ed en le suyun bir g ö nderm e çatısı açısından çevriminin
bir sonucu olduğu b ir deney olgusu değil m idir? Benzer olarak, Fo-
ucault sarkacının düzlem inin ve bir jiro sk o p u n ekseninin çevrimi, ya
da yeryüzünün kutuplarında yassılaşması, ya da serbest düşm edeki bir
cismin doğrusal yoldan yeryüzünün özeğine sapması yeryüzünün dön­
m ekte olduğu biçim indeki deneysel kanıtı sağlamaz mı? Buna göre, ön­
ceki paragrafın düşündürebileceği gibi, kovadaki suyun ve yeryüzünün
kendisinin “saltık olarak ivm elendiğini” yalnızca o sayıltılar yapıldığı
zam an devim denklem leri yalın, değişimsiz b ir biçim kazandığı için
savunmanın desteklenebilecek bir yanı var mıdır?
Bu sorgulam alar bizi şimdiki tartışm anın düğüm noktasına getirir.
Kovadaki suyun yüzeyi içbükey iken “saltık ivme” d u ru m u n d a olduğu
bildirilse bile, Nevvton’m yaptığı gibi, bu çevrimin (ya da yeryüzünün
çevriminin) saltık uzay açısından yer aldığını varsaymanın hiçbir yolda
zorunlu olm adığı biçim indeki tem el nokta sürekli göz önü n d e tutul­
malıdır. M ach’m N ew ton’ı eleştirisi bu noktada belirleyicidir, ivm enin
o n unla göreli olarak yer aldığı söylenen gönderm e çatısı, uygulama­
da gerçekten de yapıldığı gibi, durağan yıldızlar dizgesi yoluyla ya da
fiziksel cisimlerin başka bir dizgesi yoluyla tanım lanıyor olarak alınabi­
lir. Ö rneğin, Foucault’n u n sarkacının düzlem inin çevrimi yeryüzünün
çevrimini saltık uzay açısından değil am a yalnızca durağan yıldızlar açı­
sından saptar. Eğer yıldızlar bizden yeryüzünün yüzeyini sürekli olarak
kuşatan bulutlar ile gizlenmiş olsaydı ve bu n ed en le varoluşlarından
habersiz olsaydık, Foucault’n un deneyi yalnızca yeryüzünün sarkacın
düzlemi ile göreli olarak çevrinmekte olduğunu gösterirdi.
Gene de cisimlerin devimleri fiziksel cisimler yoluyla sağlanan koor­
dinat çatılarına gönderm e ile alındığı zaman, devim lerin devim belit­
lerine tam sağınlık ile uygun düşm ediği düşünülebilir (aslında, durum
b u d u r). Başka bir yolda anlatırsak, hiçbir fiziksel koordinat çatısının bir
Galileo gönderm e çatısı ya da “süredurum lu” gönderm e çatısı olmadığı
düşünülebilirdir. Eğer Newton belitlerini değişkiye uğramamış biçimde
tutmaya karar verirsek, o zaman bir “ideal gönderm e çatısı” getirebiliriz
ki, onun açısından cisimlerin devimleri belitler ile tam anlaşma içinde
olsalar da, fiziksel gönderm e çatıları o n a en iyisinden ancak iyi yakla­
şıklıklar olacaktır. Bu yordam için gerekçe eğer cisimlerin devimlerini
Nevvton’ın belitlerinin terim lerin d e çözüm lem ek için sü redurum lu
gönderm e çatıları kabul etmezsek, deneysel devim yasalarının hiç kuş­
kusuz sü red u ru m lu g ö n d erm e çatıları k u llanıldığında olacağından
daha karmaşık ve daha az kullanışlı olacağıdır. Buna göre, süredurum lu
gönderm e çatıları kullanm anın hedefi, bunlar ister fiziksel dizgelerde
edimsel olarak gerçekleşmiş, isterse ideal kurgular olsunlar, yasaların
form ülasyonunda bir yalınlaşma elde etmektir. G erçekte süredurum lu
gönderm e çatılarının en azından yaklaşık gerçekleşm eleri olan fiziksel
dizgelerin olması sevindiricidir. Eğer d u ru m bu olmasaydı, m ekanik
bilimi belki de hiçbir zaman gelişmeyebilirdi.
Bununla birlikte, bunlardan hiç birini süredurum lu gönderm e çatılan
ile göreli devim ler için doğrulanan yasaların böyle gönderm e çatıları
getirilmeksizin doğrulanabilecek daha az yalın ve değişimsiz-olmayan
yasaların olacağından “daha gerçek” ya da “daha nesnel” olduklan an­
lam ında yorum lam ak geçerli olamaz. Tersine, gösterilebilir ki, eğer bir
ilişkiler küm esinin bir cisimler dizgesi için bu cisimlerin devimleri süre­
durum lu bir gönderm e çatısı ile göreli iken geçerli olduğu doğrulana-
bilirse, devimler süredurumlu-olmayan gönderm e çatılanna gönderm e
ile alındığında o cisimler arasında belirli ilişkiler olmalıdır, üstelik bu
son ilişkilerin formülasyonunu elde etm ek birincilerin formülasyonunu
elde etm ekten daha karmaşık ve daha güç olsa bile.
Ö rneğin, analitik geom etride eğrileri “param etrik denklem ler” deni­
len denklem ler yoluyla temsil etm ek sık sık elverişlidir. B unlarda bir
eğri üzerindeki noktalann koordinatlan yardımcı bir değişkenin fonksi-
yonlan olarak anlatılır. Böyle param etrik denklem ler sık sık bir eğrinin
özelliklerini eğer eğri k oordinadan birbiri ile doğrudan ilişkilendiren
bir denklem ile temsil edilirse olacağından çok daha az güçlük ile çö­
zümlemeyi olanaklı kılar. Gene de, param etrik denklem lerin koordinat­
ları doğrudan ilişkilendiren denklem den “daha doğru” olduklannı ya
da İkincinin eğriyi param etrik denklem lerin yaptığından daha “nesnel”
(ya da durum a göre, daha az “nesnel”) bir tarzda form üle ettiğini ileri
sürmek saçma olacaktır. Böylece, param etrik denklem leri yardımcı de­
ğişken ‘f’nin terim lerinde x = t2- 2t, y= t4 + t2 - 2 io lan bir düzlem eğri
ayrıca koordinatlarını doğrudan bağıntılayan bir denklem , yani (y - x'2
- 9 x - 8 )2= (jc+ 1) (4x+ 8 ) 2 ile de temsil edilebilir. Birçok problem de o
ilk denklem ler İkincinin olduğundan çok daha kullanışlıdır, üstelik iki
temsil kipinin de aynı geom etrik içeriği taşımasına karşın. A ndırımlı
olarak, güneşin yerçekimi alanındaki bir gezegenin devimi için ayrı-
şımlı denklem ler, devim koo rd in at çatısı olarak d u rağan yıldızlar ile
gönderm eli iken, güneş ve gezegen arasındaki uzaklığın ters karesini
içeren tanıdık biçimi alırlar. Bununla birlikte, devimin gönderm e çaüsı
olarak diyelim ki yeryüzü ile ilişkilendirilebilmesi, ve böylece aynşımlı
denklem lerin ilkede gezegenin devimi için bu devim bu tarzda ince­
lenirken bildirilebilmesi bu olgunun m atem atiksel bir sonucudur. Bu
ayrışımlı denklem ler genel olarak korkutucu ölçüde karmaşık olacak,
am a gene de gezegenin devimini başlangıçtaki denklem lerin yaptığı
kadar nesnel olarak ve tam olarak form üle edecektir.
G önderm e çatılarının cisimlerin devimlerini çözüm lem ek için temel
olarak getirilmesi büyük yaratıcı imgelemi gerektiriyordu, çünkü cisim­
lerin devimleri doğrudan gözlemlendikleri biçimiyle açıkça böyle gön­
derm e çatılarının kullanım ını gerektiren değişim kalıpları sergilemez.
Süredurum kavramı böylece duyusal deneyimin belirtik özelliklerinden
“soyutlama”nm bir ü rü n ü değildir—bir daire düşüncesinin genellikle
böyle bir ürün olduğunun kabul edildiği yolda. Ö te yandan, süredurum
kavramı elimizin altındaki entellektüel kalıtın ve donatım ın öylesine tam
bir parçası olmuştur ki, önemli bir ölçüde çaba harcamadıkça, “gözlemle­
nen devim olgularını” yorumlamak için almaşık bir yol tasarlamak güçtür.
Dahası, süredurum lu gönderm e çatılan düşüncesi Newton mekaniğinde
bir süredurum lu gönderm e çatısından bir başkasına dönüşüm alünda de­
vim denklem lerinin değişimsizliği ile aynlmamacasına bağlıdır. Bununla
birlikte, değişimsiz olan sık sık örtük olarak “nesnel olarak reel” olan
ile, sürekli olan ve uzaysal-zamansal sınırlam alar altında durm ayan ile,
evrensel olan ile özdeşleştirilir.5 Buna göre, devim denklem lerinin deği­
şimsizliği, devim ler süred u ru m lu çatılara g ö nderm e ile alındığında,
süredurum lu çaülara mekanik fenom enlerin göreli olarak yalın kuvvet-
fonksiyonlan küm elerinin terim lerinde çözümlemesini olanaklı kılma­
da taşıdığı önem in üzerinde ve ü stünde bir önem niteliği yükler. En
azından usayatkındır ki, kova deneyindeki suyun yüzey düz iken “bi­
çim bozulmasına uğram ış” olduğu düşüncesinin zaman zaman yarattığı
entellektüel rahatsızlık bir ölçüde devim denklem lerinin değişimsizlik
erim ini—ve buna göre “nesnelliğini”— olağanüstü kısıtlayacak gönder­
me çatılannı kabul etmeye karşı bir isteksizlikten doğar.
Son olarak, anımsamaya değer ki Newton’ın ikinci beliti tarafından
ivmelerin belirleyicileri olarak konuüanan kuvvetler genel olarak ivme­
lerden bağımsız olarak ölçülem ez. Ö nceki bölüm de belirtildiği gibi,
Newton mekaniğinde kullanılan kuvvet-fonksiyonlan tem elde hipotetik
olarak kabul edilir; yalnızca büyüklüklerinin cisimlerin m om entindeki
değişimler ile orantılı olması ve bu değişim ler ile aynı yönü taşıması bi­
çimindeki genel gerektirim yoluyla belirtik olarak karakterize edilirler.
Buna göre, genellikle kuvvetler için arayışa ve kuvvet-fonksiyonlarmın
kurulmasına götüren uyan bir fiziksel dizgenin ivmelenen devime uğra­
ması olgusudur. Öyleyse bir cismin ivmelenmiş mi yoksa biçimsizleşmiş
mi olduğuna h er zaman cisim üzerinde hangi kuvvederin etkide bulun­
duğunu bağımsız deneysel araçlar yoluyla saptayarak karar verebilece­
ğimizi ileri sürm ek arabayı atın ö n ü n e koymak olacaktır. Hiç kuşkusuz
durum sık sık b u n u n tersidir. B ununla birlikte, eğer bir cisim üzerinde
5Bkz. örneğin Spinoza’nın Törebilim’i, Bölüm 2, On. 38: “Herşeye ortak olan ve eşit
ölçüde parçada ve bütünde bulunan ancak yeterli olarak kavranabilir."
bir kuvvetin etkide b ulunduğuna inanm ak için ilkin o n u n ivmelenmiş
mi yoksa biçimsizleşmiş mi olduğu konusunda anlaşmalıysak, o zaman
hiç olmazsa böyle durum larda bir cismin ivmelenmiş mi yoksa biçimsiz­
leşmiş mi olduğunu araştırabilmek için ilkin devimler için bir gönderm e
çatısını olduğu gibi onları ölçmek için bir geom etri dizgesini de kabul
etmeliyiz. Newton’m devimlerin onun belitlerinin terim lerinde çözüm­
lenm esinde kullanılacak bir gönd erm e çatısının seçim ine mantıksal
önsellik atam adaki yordam ı böylece bütünüyle inandırıcı idi—saltık
uzay için uslamlamaları ne denli hatalı olmuş olursa olsun.
Şimdi niçin Nevvton m ekaniğinde bir uzaysal gönderm e çatısını seç­
me sorusunun önemli bir soru olduğunu yeterince uzunlamasına belirt­
tik, ve ayrıca Nevvton’ın problem i çözümü için gerekçesini de tartıştık.
Bundan sonra bir uzaysal ölçme dizgesi olarak geom etrinin kullanımını
irdelem ede doğan ve daha az önem li olmayan sorunlara dönmeliyiz.

II. A n ve Uygulamalı Geometri


Eğer bir odanın uzunluğunu ya da ortalam a büyüklükteki bir evin yük­
sekliğini belirlemeyi istersek, h er zamanki yordam ölçülecek nesne için
bir ölçm e çubuğu (örneğin b ir cetvel ya da ölçü şeridi) hazırlam ak
ve böylece irdelem e altındaki uzaklıkta birim uzunluğun kaç kez kap-
sandığını saptamaktır. Bu norm al yöntem açıktır ki ölçme çubuğunun
daha şim diden belli kurallar ile uyum içinde kalibre edildiğini, çubu­
ğun kenarının düz olduğunu, ve çubuğun ölçme sürecinde yineleyerek
devindirilirken ilgili h erhangi b ir yolda etkilenm ediğini varsayar. Bu
sayıltılar şimdilik göz ardı edeceğimiz güç sorular yaratır. Ama açıktır
ki, bu uzunluk ölçme yöntemi h er zaman uygulanabilir değildir. Genel­
likle geniş nehirlerin enlerini ve yüksek dağlar tarafından ayrılan yerler
arasındaki uzaklıkları bu yolla hesaplayanlayız. Hiç kuşkusuz bu ölçme
yöntem ini yıldızlar arasındaki uzaklıkları ya da atom ların ve başka mik-
roskop-altı nesnelerin boyutlarını ölçmek için kullanamayız.
Birçok kılgısal problem de, ve pekçok bilimsel problem de, uzaysal bü­
yüklüklerin ölçüm ü öyleyse böyle bir “doğrudan” yordam yoluyla yerine
getirilemez. Genel olarak, uzaysal ölçüm ler ancak dolaylı olarak yapılır,
ve başka şeyler arasında geom etrik kuram ın kullanım ını gerektirirler.
Ö rneğin, eğer b irbirinden 80 m etre uzakta b u lunan biri 30 m etre ve
öteki 50 m etre yükseklikteki iki binanın çatı direkleri arasına çekilmek
için gerekli olan telin uzaklığım belirlemeyi istersek, istenen uzunluğu
büyük olasılıkla Pisagoras teorem in in yardım ı ile hesaplarız. Çünkü
gereken telin uzunluğu iki kenarı sırasıyla 80 m etre ve 2 0 m etre olan
bir dik açılı üçgenin hipotenüsüdür, öyle ki uzunluk 802 + 2 0 2’nin kare
köküne ya da 20 VI7 ’ye—yaklaşık olarak 83 m etre— eşittir.
Ama bu örnekte bizi Pisagoras teorem inin kullanm ada ne aklar? Açık
yanıt teorem in Euklides geometrisinin belitlerinin mantıksal bir sonucu
olduğudur, öyle ki eğer bu beliüer kabul edilirse teorem tam olarak ge-
çerlidir. Bununla birlikte, bu yanıt soruyu tam olarak yanıdamış değildir.
Çünkü belitler ile ilgili olarak bütünüyle benzer bir soru sorulmalıdır.
Euklides geom etrisinin belitsel form ülasyonunun ve tüm dengelim li
gelişiminin büyük üstünlüğü eğer soru beliüer için doyurucu bir yolda
yanıtlanabilirse teorem lerden herhangi biri için bir daha sorulmasının
gerekmemesidir. Buna karşın, soru ciddi olarak sorulmalıdır. O zaman be-
lideri kabul etm enin zeminleri nedir? Böyle zeminleri tartışmada yalnızca
geometrinin konumu ile değil ama genel olarak kuramların mantıksal ko­
num u ile doğrudan ilgileri olan sorunları yoklamak zorunda kalacağız.

1. Bu soru üzerin e savunulm uş olan g örüşlerin kim ilerini kısaca


gözden geçirelim . İyi bilindiği gibi geom etri eski M ısırlılar arasında
toprak ölçm e ile ilgili kılgısal sanatlarda doğdu. Mısırlılar bir dizi ya­
rarlı form ülü keşfettiler ve bu onların ölçm ecilerine (harpedonaptai)
tarlaların arasına belli sınırlar çizme ve alanlarını hesaplam a yeteneği
verdi. Form ülleri yalnızca birbiri ile ilgisiz göz kararı hesapların bir
kütlesinden oluşuyordu ve bunların mantıksal imlem ilişkileri yoluyla
bağıntılı olduklarının keşfedilmesi görünürde eski Yunanlıların başarı­
mı oldu. Mısır kökenli form üller çözüm lendi, kimi geom etrik şekiller
başka şekillerin terim lerinde tanım landı, ve cisimlerin bağlayıcı yüzey
ve kenarları arasında ek ilişkiler saptandı. Dahası, yüzyıllar süren böyle
çabalardan sonra, eğer genel olarak büyüklüklere ve özel olarak geo­
m etrik şekillere ilişkin küçük bir sayıda önerm e tanıtlam a olmaksızın
kabul edilecek olursa, belirsiz bir sayıda başka önerm enin—daha önce
keşfedilenleri de kapsamak üzere—onlardan çıkarsanabileceği göste­
rildi. Euklides’in Öğeler’i böylece köklerini uzun bir ön tarih boyunca
süregelen uygulam alarda taşıyan kılgısal ölçme sanatının kuramsal bir
kodlaması idi, ve Euklides geometrisi yüz yıllar boyunca bir mantıksal
sağınlık m odeli olarak ve kuramsal bir bilimin ideal biçimi olarak kabul
edildi .6
Geom etri, giderek m odern bilim in tam ortaya çıkışından da önce,
yalnızca toprak ölçüm leri için değil am a gökbilim, mimari, alet yapımı,
ve ayrıca güzel sanatlar ve m ühendislik işlerinin bir bölüm ü için de
bir tem el olarak kullanılmaya başladı. Bu nedenle Newton geometriyi
yalnızca evrensel m ekaniğin bir dalı olarak görebildi. Kendi sözleriyle,
Dik çizgileri ve d a ire le ri çizm ek p ro b le m le rd ir, a m a g e o m e trik p ro b le m le r
değil. Bu p ro b lem lerin çözüm ü m ekanik için gereklidir, ve böyle çözüldükleri
zam an , k u lla n ım la rı g e o m e tri yoluyla gö sterilir; ve d ışa rıd a n alınm ış b u az
sayıda ilkeden böyle b irçok şeyi üretebilm esi g e o m e trin in şanıdır. Bu n e d en le
geom etri m ekanik kılgı üzerine ku ru lu r, ve evrensel m ekaniğin ölçm e sanatını

6Şimdi iyi bilindiği gibi Euklides’in Öğeler’i mantıksal sağınlığm m odem ölçünlerine
uygun düşmez, çünkü teorem lerinden birçoğu gerçekte belitlerinden çıkarsanamaz
ve ek belitlerin getirilmesi gerekir.
d o ğ ru olarak ö n e re n ve tanıtlayan p a rça sın d an başka birşey d eğildir. A m a el
san a ü arı başlıca cisim leri d ev in d irm ed e usta o ld u ğ u için, g e o m e tri genellikle
o n ların büyüklükleri ile, ve m ek an ik ise devim leri ile ilişkilendirilir.7

Buna göre, b u görüş üzerine geom etrinin belitleri fiziksel cisimlerin


belli özelliklerine, belli fiziksel yordam ların terim lerinde belirlenebilir
olarak alm an özelliklerine ilişkin doğru bildirimlerdir. G eometri böyle­
ce hipotetik-dedüktif bir disiplindir ki, eğerheAYı şekiller doğru çizgiler,
daireler vb. ise, o zaman onların çeşitli teorem lerde bildirilen özellikleri
taşımak zorunda olduğunu ileri sürer.
B u n u n la b irlik te , şim di ilgili iki so ru dikkatim izi h a k e d e r ki,
N ew ton’ın o n lar üzerine söyleyecek belirtik hiçbirşeyi yoktu. D oğru
çizgileri, düzlemleri, daireleri ve geom etrinin ileri sürülen konusunu
oluşturan d ah a başka şekilleri belirlem eye ve eğer zorunlu ise onları
çizmeye hizm et edecek yordam lar nelerdir? Ve h e r ne olursa olsun,
geom etrinin belit ve teorem lerinin böyle saptanan şekiller için doğ­
ru olduğun u hangi zem inde ileri sürebiliriz? Newton birinci soruyu
“kılgısal m ekanik” ile ilişkilendirdi ve İkinciyi ise hiç irdelem edi. Ama
iki sorunun da kolay herhangi bir yanıtı yoktur, ve h e r ikisi de aşılmaz
güçlükler olarak görünen şeylerle karşılaşır.
Düz çizgiler elimize düz-kenarlı birşey geçer geçmez kolayca çizilebi­
lir, ve daireler uçlan birbirinden değişmez bir uzaklıkta kalan bir pergel
kullanırsak kolayca çizilebilir. Ama bir düz-kenarlı olduğu ileri sürülen
şeyin “düzlüğünü” ya da pergel uçlan arasındaki uzaklığın değişmezli­
ğini nasıl saptanz? Hangi kanıt üzerine Euklides belitlerinde kapsanan
doğru çizgilere ve dairelere ilişkin sayıltıların edimsel olarak bu yolda
elde edilen şeyler için geçerli olduğunu bildiğimizi ileri süreriz? Yalnızca
“Bu şekiller üzerinde ölçüm ler yapın, ve Euklides’in gerektirim lerine
uygun düşüp düşmediklerini görün” dem ek yeterli olmayacaktır. Çünkü
ölçüm ler yapmak için elimizde düz kenarlan olan ve parçalan arasında
değişmez uzaklıklar bulunan aletler olmalıdır. Böylece umutsuz bir son­
suz gerilemeye yakalanmış görünürüz. Bir k en an n düz olup olmadığını
belirlemek için geriye onun doğrudan gözlemine dönm ek de doyurucu
görünm ez, üstelik m arangozlann bir parça tahtayı düzlerken yaptıkla­
rına benzer bir yolda o n u boylu boyunca “görm e/sighting”gibi biraz
incelikli bir yordam kabul edilse bile. Böyle doğrudan gözlem ancak
çizgi ve yüzeylerin göreli olarak küçük dilimleri irdelem e altında iken
kullanılabilir; bu yordam yoluyla elde edilen vargılar değişik gözlemci­
ler için ya da değişik zam anlarda aynı gözlemci için biçimdeş değildir;
ve yordam giderek daha şim diden belirtilmiş olan aynı gerileme tipini
bile içerebilir. Çünkü bir kenar doğrudan gözlem yoluyla doğru olarak
7Newton, aynı yer. Bu alıntıyı önceleyen bir pasajda, Newton şunları ileri sürdü:
“Geometri bize [üzerine mekaniğin kurulu olduğu doğru çizgileri ve daireleri] çizme­
yi öğretmez, ama onlann çizilmesini ister; çünkü öğrenen birine geometriye girmeden
önce ilkin bu n lan n doğru olarak çizilmesinin öğretilmesini ister.”
yargılandığı zaman, yargıda b u lunurken hangi ölçün kullanılır? Eğer
bu bir düzlük imgesi ise, başlangıçtaki problem kendini bu imge açısın­
dan bir kez daha sunuyor görünür. Ö te yandan, eğer bir kenann onu
görm e tem elinde düz olduğu söylenirse, yargı optik ışınların doğrusal
oldukları biçim indeki örtük konutlam a üzerine dayanmaz mı? Sonsuz
bir gerilem e böylece kaçınılmaz görünür. G erçekten de, gerilem eden,
birazdan göreceğim iz gibi, o nu yaratan soruların ikircimli olduğu ve
görgül olguyu ilgilendiren sorunları tanım, soranlarını ilgilendiren nok­
talar ile karıştırdığı kabul edilinceye dek kaçılamaz.
Bu nasıl olursa olsun, Newton’ın geometriyi yalnızca görgül bir meka­
nik bilim inin dalı olarak anlayışı hiçbir biçim de konu üzerine kabul
edilmiş olan biricik görüş değildir. Klasik antikçağda belitlerin çoğu
kendiliğinden-açık zorunlu doğruluklar olarak görüldü, ve koşutfuk ko-
nutlamasının “açıklık” yoksunluğu o nu kendiliğinden-açık öncüllerden
tanıtlamak için yüzyıllarca süren çabalar için başlıca uyan idi. Newton’m
bir çağdaşı olan Leibniz belirtik olarak “geom etrinin gerçeklikleri”nin,
aritm etiğinkiler gibi, duyusal deneyim e b ir başvuru için gereksinim
olmaksızın zorunlu olarak aklanabildiği biçim indeki Platonik öğretiyi
ileri sürdü. O na göre, geom etrik gerçeklikler “doğuştandır, ve bizde
gizil olarak bulunur, öyle ki eğer dikkatle düşünürsek ve daha şimdi­
den anlığım ızda olanları düzene koyarsak, deneyim yoluyla ya da bir
başkasının anlatılan yoluyla öğrenilmiş herhangi bir gerçeklikten yarar-
lanmaksızın onlan orada bulabiliriz.”8Buna karşın, kimi kuşkulu kural-
dışılar ile eskiler geom etriyi özdeksel cisimlerin uzaysal özellikleri ile
ilgileniyor olarak gördüler, üstelik Platon ve izleyicileri o özelliklerin
yalnızca geom etrik araştırm anın ilksiz-sonsuz nesnelerinin eksiksiz ol­
mayan edimselleşmeleri olduğunu ileri sürmüş olsalar da. Geometrinin
özdeksel cisimlerin uzaysal özelliklerinin olm aktan çok uzayın (ya da
“a n uzam ”ın) yapısının bilimi olduğu görüşünün tam olarak ilk kez ne
zaman ileri sürüldüğü çözüme bağlanm am ış bir tarihsel sorudur. Ama
Newton’ın zam anında bu görüş daha şim diden etkiliydi. Bu anlayış on
sekizinci yüzyılda şunlan söyleyen E uler’de açık bir bildirim kazandı:
U zam g e o m e trin in asıl n esn esid ir, ç ü n k ü g e o m e tri cisim leri a n ca k uzam lı
oldukları ve içine-işlenem ezlik ve s ü re d u ru m d a n soyudanm ış oldukları ölçüde
ird eler; g e o m e trin in nesnesi öyleyse cisim k av ram ın d an çok d a h a g e n el b ir
kavram dır, ç ü n k ü yalnızca cisim leri değil, ama-—« ğ e r böyle şeyler varsa— içine-
işlenem ezlik olm aksızın yalın olarak uzam lı tüm şeyleri kapsar. Öyleyse b u n d a n
şu çıkar ki g e o m e trid e uzam kav ram ın d an ç ıkarsanan tü m özellikler b e n z e r
olarak uzam lı old u k ları ö lçü d e cisim lerde d e yer alm alıdır.9

Uzayın yapısının bir apriori bilimi olarak geom etri anlayışına Leib-
niz’in apriorici ussalcılığı ve H um e’un duyusalcı görgücülüğü arasında
8G. W. Leibniz, New Essays Ccmceming Humarı Understanding (İng. çev. A. G. Lang-
ley), Chicago, 1916, s. 78.
9L. Euler, Letters to a Germarı Princess (İng. çev. Brewster), Vol. 2, s. 31.
bir via media bulm a girişim inde Kant tarafından ayrı bir yön verildi.
Kant’ın öğretisindeki birçok ayrıntının yorumu açısından kuşku duymak
için zemin bulunm asına karşın, genel önem i Euklides geometrisinin dış­
sal sezgimizin biçiminin yapısını form üle ettiği görüşüne bağlıdır. Buna
göre, Euklides’in belitleri ve bunlann sonuçları tüm olanaklı deneyimin
uzaysal biçimini ilgilendiren apodiktik doğruluklardır. Kant’ın geomet­
rinin doğası üzerine görüşleri yalnızca profesyonel felsefeciler için değil
am a matematikçiler ve fizikçiler için de oldukça önemli olmuştur. Gerçi
on dokuzuncu yüzyılda felsefi düşüncenin önem li akımları Kant’m an­
layışım reddetm iş ve geom etrinin k o n u m u n u n görgül bir yorum unu
ileri sürm üş olsalar da, m antık, m atem atik ve fizikte d aha sonra yer
alan gelişmeler Kant’ın görüşlerini aşamalı olarak daha az savunulabilir
kılıncaya dek geom etri alanındaki etkisi zayıflamamıştır. B unun nedeni
uzayı ilgilendiren bir a priori bilgi dizgesi olarak geom etri görüşünün
hasımları üzerinde karşılaştırılamaz bir üstünlüğünün olmasıydı, çün­
kü, almaşık geom etrilerin tersine, niçin Euklides’in dizgesinin bilinen
biricik geom etri dizgesi olduğunu ve niçin m ekaniğin (o sıralar henüz
kuramsal fiziğin en eksiksiz gelişmiş dalının) o dizge üzerine öylesine
ayrılamaz bir yolda bağımlı olduğunu açıklıyor görünüyordu.

2. B ununla birlikte, bu sonraki gelişmelere ve b u n lan n bir geom etri


felsefesi için sonuçlarına dönm eden önce, daha şim diden kısaca deği­
nilen ve izleyeceklerimizde olağanüstü önem i olan bir ayrımı belirtik
kılmalıyız. Geom etride, başka h e r tüm dengelim li uslamlamada ve tüm ­
dengelimli olarak form üle edilmiş h e r disiplinde olduğu gibi, iki soru
keskin olarak ayırdedilmelidir. Birincisi şudur: Dizgenin ileri sürülen
teorem leri beliüerden mantıksal olarak çıkar mı? Bu soruyu yanıtlamak
ve belitlerin imlediği yeni teorem leri keşfetmek matematikçilerin birin­
cil kaygılan arasındadır. O nu çözmek için hiçbir laboratuar deneyine ya
da daha başka görgül incelem elere girişmek gerekmez; gereken biricik
donatım mantıksal tanıtlam a tekniğidir, ikinci soru şudur: Belitlerden
ya da teorem lerden herhangi biri olgusal olarak ya da özdeksel olarak
doğru m udur? Bu soru m atem atikçi olarak m atem atikçinin yargı alanı
içerisine düşmez; ve birinci soruya yanıüar İkinciye verilebilecek yanıtla­
ra bakılmaksızın araştınlabilir. ikinci soruya yanıtlar genel olarak ancak
fizikçi ya da görgül bilimci tarafından sağlanabilir, yeter ki belitler ya
da teorem ler saptanabilir görgül nesneye gönderm ede bulunsunlar. Bu
önkoşul belirleyicidir, ve öyleyse onu biraz uzunlam asına tartışmalıyız.
A ristoteles’ten bu yana b ir tasımlı tanıtlam anın geçerliğinin onun
öncül ve vargılannda yer alan terim lerin özel anlam lan üzerine bağımlı
olm adığı sıradan bir bilgi sorunu olm uştur. Buna göre, eğer tasımlı
bir uslamlama geçerli ise, başlangıçtaki terim ler başkaları ile değişti­
rildiği zaman da geçerli kalır. Bir tasımın geçerliğini değerlendirm ede
öyleyse özgül içerik-terimlerinin anlam lannı bütünüyle göz ardı etm ek
ve yalnızca oluşturucu bildirim lerin biçimsel yapılarını irdelem ek kabul
edilebilirdir. Biçimsel yapıyı irdelem enin en yalm ve en etkili yolu öz­
gül içerik-terim lerinin yerine değişkenleri geçirmektir. Sonuçta ortaya
çıkan anlatım lar o zam an yalnızca mantıksal ilişkileri ya da işlemleri
imleyen tü rd e sözcükler ya da sim geler kapsayacaktır. Böylece, ‘Tüm
insanlar ölüm lüdür’ bildirim inde böyle değiştirmeler yapılınca, sonuçta
ortaya çıkan anlatım ‘Tüm A’lar B’lerd ir’ biçim indedir ki, bunda ‘tüm ’
ve ‘d ir’ alışıldık anlam larını korurken ‘A’ ve ‘B’ değişkenlerine hiçbir
özgül anlam bağlı değildir.10Bununla birlikte, ‘Tüm A’lar B’lerdir’ anla­
tımı açıktır ki b u n d a n böyle o n u n açısından d o ğ ru m u yoksa yanlış
mı olduğunu sorusunun anlamlı olacağı bir bildirim değildir. Anlatım
bir bildirim in yalnızca biçimini taşır, bir biçim ki, ancak değişkenlerin
yerine belirli anlam lan olan sözcükler geçirilince bir bildirim olur. Böy­
le anlatım lara “bildirim-biçimleri” diyeceğiz. Bir bildirim-biçimi şimdiki
am açlar için bir ya da daha çok değişken kapsayan bir anlatım olarak
tanımlanabilir, öyle ki eğer değişkenlerin yerine içerik-terimleri geçi­
rilirse ortaya çıkan anlatım bir bildirimdir, eş deyişle, onun açısından
doğruluk ya da yanlışlık soruların sorm anın anlam lı olduğu bir anla­
tımdır. Buna göre, b ir tasımın geçerliğini değerlendirm ek için onun
öncüllerini ve vargısını duru m lan ya da örnekleri (insantances) olarak
alan bildirim -biçim lerini irdelem ek yeterlidir. Böylece açıktır ki, bir
tasımın vargısının öncüllerden mantıksal olarak doğup doğmadığı so­
rusu ile ilgilendiğimiz zaman, bu bildirim lerin doğru m u yoksa yanlış
mı olduklannı sorm ak ilgisizdir.
Tasım üzerine şimdi söylenmiş olanlar açıktır ki h er tüm dengelim li
uslamlam a için geçerlidir. Özel olarak, Euklides geometrisi tanıtlamalı
bir disiplin olarak tartışılırken, dizgenin belit ve teorem lerindeki özgül
geom etrik terim lerin anlam larını göz ardı edebiliriz, o terim lerin yeri­
ne değişkenler geçirebiliriz, ve teorem leri tanıtlam a görevini yalnızca
ortaya çıkan bildirim-biçimleri arasındaki mantıksal ilişkilere bakarak
sürdürebiliriz. B ununla birlikte, bu nokta temel olsa da, eski m atem a­
tikçilerin ve felsefecilerin hiç birinin aklından geçmiş görünmez, üstelik
tasımlı uslamlama ile bağıntı içinde onunla bütünüyle tanışık olmaları­
na karşın. Ama h er ne olursa olsun, biricik amacı belit ve konutlam alar
ile mantıksal olarak neyin imlendiğini keşfetmek olan bir disiplin olarak
geometriyi ve belirli b ir görgül içerik ile ilgili özdeksel olarak doğru
önesürüm ler yapmaya çalışan b ir disiplin olarak geom etriyi birbirin­
den ayırmanın önem i çok büyüktür. Birinci durum da, m atematikçiler
bildirim ler arasındaki mantıksal ilişkileri ancak bildirim ler bildirim-

10G erçekten de anlam lan soyutlama sürecini daha da ileri götürm ek ve “tüm ” ve
“dir” gibi sözcükleri ve başka mantıksal parçacıklan bildirilen işlem kurallarına göre
yönetilen im ler ile değiştirm ek olanaklıdır. Ama bu olanağı izlemek şimdiki tartışma
ile ilgili değildir, geçi yakınlardaki mantıksal incelem elerin önde gelen başarıınlanıı-
dan kimileri bu düşünceyi geliştirm enin bir sonucu olsalar da.
biçimlerinin ömekleri/instances olduğu sürece araştırırlar, öyle ki belirli
içerik-terim lerinin anlam lan ilkede ilgisizdir. Bu son durum da, belit ve
teorem lerde geçen mantıksal-olmayan terim ler bir nesnedeki belirli
öğeler ile bağlanmalıdır, çünkü dizgeye ait bildirim lerin doğruluk ya da
yanlışlıklan ancak bu yolda uygun bir biçim de araştınlabilir. Geometri
tümdengelimli bir dizge olarak birinci anlam da incelenirken sık sık “an
geom etri” adını alır; bir olgusal doğruluk (factual truth) dizgesi olarak
ikinci anlam da incelenirken, genellikle “uygulamalı” ya da “fiziksel geo­
m etri” adını alır.
Bu tartışm anın ana yükünü Euklides geom etrisinin m odern m an­
tıksal sağınlık kurallan n a yanıt veren bir form ülasyonunu, söz gelimi
Oswald Veblen’in belitleştirmesini irdeleyerek örneklendirelim .11 Veb-
len “noktalar” denilen nesnelerin bir sınıfını, noktalar arasında “arada
yatma/lying betmeerı ” ilişkisi denilen b ir üçlü ilişkiyi, ve çiftler arasında
“çakışma/rangroeno’” denilen bir ikili ilişkiyi varsayar. Sonra bu nesneler
ve ilişkiler üzerine on altı sayıltı ya da belit biçim inde bir dizi dikkatle
form üle edilmiş koşul getirir. Ayrıca başlangıçtaki (ya da ilkel) içerik-
anlatım larının terim lerinde bir dizi başka anlatım ı tanımlar, örneğin
‘çizgi,’ ‘düzlem ,’ ‘açı’ ve ‘d aire’ gibi, ve b u süreçte genel m antığa ait
düşünceleri kullanır (örneğin küm e ya da sınıf düşünceleri gibi). Bu
tanım lanan anlatım lar birincil olarak uygunluk u ğ ru n a getirilir ve il­
kel terim lerden yana bir yana atılabilir. Tanımlı anlatım lar buna göre
aşağıda göz ardı edilebilir. Şimdi bu on altı beliti tekil am a çok kanşık
bir bildirim deki bileşenler olacakları yolda birleştirelim. Belider o za­
m an _B(nokta, arasında, çakışan) kısaltması ile temsil edilebilirler. Öte
yandan, dizgenin ilkel anlatım lannın terim lerinde form üle edilebilen
herhangi bir bildirimi T(nokta./poml, arasmda/betmeen, çakışan/congru-
ent) ile temsil edelim , gerçi genel olarak ilkel terim lerin tüm ü böyle
h er bildirim de yer almayacak olsa da. Tanıtlamalı ya da a n geom etrinin
am acının o zaman T (nokta, arasında, çakışan)’nin ‘fi(nokta, arasında,
çakışan) ’nin m antıksal bir sonucu olduğu b ir yolda T ’bildirim lerini
bulm ak olduğu söylenebilir.
Bununla birlikte, T ’nin ‘B ’den çıkarsanabilirliği ‘nokta,’ ‘arasında,’
ve ‘çakışan’ anlatım lan ile bağlı özel anlam lar üzerine bağımlı olamaz.
Bu terim lerin yerine öyleyse kendileri ile herhangi bir türden hiçbir an­
lamın bağlı olmasının gerekmediği değişkenler geçirilebilir. Buna göre,
Veblen belitleştirm esinde a n geom etrinin birleştirilmiş konuüam alan
ilkede ‘B (İ\, h , İ 2 ) ’ bildirim-biçimi olarak düzenlenebilir, ki burada ‘İ \
bir yüklem değişkeni (ya da hirli/unary ilişki değişkeni), ‘I s’ bir üçlü
ilişki değişkeni, ve ‘h ’ bir ikili ilişki değişkenidir. An geom etrinin görevi
o zaman hangi h , I 2 ) ’ bildirim biçimlerinin Is, I 2 ) ’ bildirim
biçim inin mantıksal sonuçlan olduğunu saptamaktır.
n Bkz., “T he Foundations o f Geom etry” başlıklı denem esi, Monographs on Topics of
Modem Mathematics’de (yay. haz. J. W. A. Young), NewYork, 1911.
Öte yandan, ne arı geometrici ne de fizikçi ‘B’ve T ’bildirim-biçimle-
rinin doğruluk ya da yanlışlığını a rttırab ilir, çünkü açıktır ki bildirimler
olm adıklarına göre, doğru m u yoksa yanlış mı olduklarını sormak bile
anlamsızdır. Dahası—ve bu şimdiki tartışmanın başlıca yüküdür—Veblen
belitlerinin doğruluk ya da yanlışlığını araştırmak eşit ölçüde olanaksız
olabilir, üstelik bu belitler değişkenlerin olm aktan çok ‘nokta,’ ‘arasın­
da,’ ve ‘çakışan’ gibi tanıdık anlatım ların terim lerinde form üle edilmiş
olsa bile (yeter ki bu anlatım lar görgül olarak tanınabilir belirli fiziksel
nesneler ile ya da böyle nesnelerin arasındaki ilişkiler ile bağlı olm asın).
G erçekten de, m atem atikçiler sık sık o tanıdık anlatım ları kullanır ve
bunu görgül içeriğe böyle bir gönderm e içeren özgül anlam lar yükle-
meksizin yaparlar. Böylece, gerçi Veblen kendisinin geom etrik belitleri
formülasyonunda o anlatımları kullansa da, okuyucunun onlara dilediği
“herhangi bir anlam ı” ya da “herhangi bir imgeyi” bağlayabileceğini be­
lirtmeye dikkat eder, yeter ki bu anlam ve imgeler anlatımların kullanımı
üzerine belitlerin dayattığı koşullar ile tutarlı olsun. Geom etrinin belitle­
rinin olgusal olarak doğru olup olmadığı sorusuna yanıt ile bağıntı içinde
sayfa 228’de sözü edilen önlem in önem i öyleyse şunda yatar: Geometrik
belit ve teorem lerin özdeksel doğruluk ya da yanlışlıkları ancak, belit
ve teorem lerde yer alan mantıksal-olmayan terim ler için, o terim lere
bir içerikteki görgül olarak tanınabilir öğeleri bağlayan karşılık-düşme
kuralları ya da eşgüdümleyici tanım lar sağlanırsa araştırılabilir.

3. Arı ve uygulamalı geom etri arasındaki bu ayrımın ışığında şimdi


geom etrinin mantıksal konum u üzerine daha önce değinilen görüşlerin
kimilerini yeniden irdeleyelim.

a. G eom etrinin önerm elerinin a priori, mantıksal olarak zorunlu doğ­


ruluklar olduğu savı ikircimlidir, ve en az üç anlam da yorumlanabilir.
(1) Arı geom etrinin b ir bildirim inin ‘Eğer B ( I ı, Is, Iî) ise, o zam an
T(1 1 , I 3 , i z ) ’ biçim inde olduğu yerde an geometrinin bildirim lerinin a
priori ve mantıksal olarak zorunlu olduğu anlam ında anlaşılabilir; ya da,
(2) an geometrinin konuüam a ve teorem lerinin h er birinin bu karakteri
taşıdığı anlam ında; ya da son olarak (3) uygulamalı geometrinin bildi­
rim lerinin, ister belitler isterse teorem ler olsunlar, apriori\e mantıksal
olarak zorunlu oldukları anlam ında.
İlk yorum üzerine, sav açıkça doğrudur. Ama o denli de önemsizdir,
çünkü ne zaman bir vargı tanıtlanabilir olarak bir öncülden çıkıyorsa,
önerti tümceciği öncül olan ve sonurtu tümceciği o vargı olan koşullu
bildirim her zaman mantıksal olarak zorunlu bir doğruluk olacaktır. Öte
yandan, sav ikinci anlam da anlaşıldığı zaman saçmadır. Çünkü eğer an
geom etrinin konutlam a ve teorem leri bildirim-biçimleri olarak alınırsa,
doğru ya da yanlış olarak görülemezler, ve a fortiori ne de zorunlu olarak
doğru ya da zorunlu olarak yanlış görülebilirler.
irdelem ek üzere geriye yalnızca savı yorumlamanın üçüncü yolu kalır.
Sorun o zaman kendini Veblen konutlam alarınm ilkel terim lerin her
yorum u için mi yoksa yalnızca kimi yorum ları için mi zorunlu doğru­
luklar olduklan, ve eğer İkincisi ise, böyle yorum lanm n karakterinin ne
olduğu sorusuna çözündürür. Sorunun önem i eğer ilkin iki ayn bildi-
rim-biçimini, ‘Eğer hiçbir S P değilse, o zaman hiçbir P S değildir’ bildi-
rim-biçimini ‘Hiçbir S P değildir’ bildirim-biçimi ile karşılaştırırsak daha
açık olacaktır. Açıkça görülecektir ki, birincide ‘.S"ve ‘P ’değişkenlerinin
yerine hangi içerik-terimi geçirilirse geçirilsin, ortaya çıkan bildirim her
durum da m antıksal olarak zorunlu b ir doğruluk olacaktır— örneğin
‘Eğer hiçbir üçgen eşkenarlı şekil değilse, o zaman hiçbir eşkenarlı şekil
üçgen değildir’ bildirimi gibi, üstelik bu koşullu bildirim in önerti türrı-
ceciği yanlış olsa bile. Ö te yandan, ikinci bildirim-biçimi değişkenlerin
yerine içerik-terim lerinin geçirilm esinin bir bölüm ü için bir zorunlu
doğruluk verecektir, am a başkaları için değil—örneğin “Hiçbir üçgen
daire değildir” bildirimi bir zorunlu doğruluk iken, “Köşeleri üç dura­
ğan yıldız olan hiçbir üçgen alanı iki kilometre kareden daha az olan bir
şekil değildir” bildirimi bir zorunlu doğruluk değildir. Benzer olarak,
Veblen’in konutlam alarınm (ya da Euklides geometrisi için başka her
konutlam anın) bir incelemesi onlardan hiç birinin ilkel terim lerin her
yorum u altında bir zorunlu doğruluk form üle etm ediğini gösterir. Ör­
neğin Veblen’in ikinci beliti x, y, ve z gibi herhangi üç nokta için eğer y
x ve z arasında yaüyorsa, o zaman z x ve y arasında yatmaz konutlamasını
yapar. Eğer şimdi ‘n o k ta’ terim inin yerine ‘sayı’ terim ini, ve ‘y x ve z
arasında yatar’ ilişkisel anlaüm ının yerine ‘y x ve z arasındaki ayrımdan
daha büyüktür’ anlatım ını geçirirsek, ‘x, y, ve z gibi h erhangi üç sayı
için, eğer y x ve z arasındaki aynm dan daha büyük ise, o zaman z x v e
y arasındaki ayrım dan daha büyük değildir’ bildirim i açıkça yanlıştır
(çünkü örneğin 4’ü n 7 ve 5 arasındaki aynm dan büyük olmasına karşın
5 7 ve 4 arasındaki ayrımdan büyüktür), ve b una göre bir zorunlu doğ­
ruluk değildir. Öyleyse, eğer belitler zorunlu doğruluklar ise, ancak ilkel
terim lerinin belli yorum lan altında öyledirler, başkaları altında değil.
Bu n e d e n le geo m etrik b elitlerin kimi ö n e rile n yorum larını yok­
layalım, ve ilk olarak Euklides’in Öğeleri’nde kapsanan birini alalım.
Euklides dizgesinin biçimsel gelişimine önsöz olarak büyük bir sayıda
“tanım ” bildirdi. B unların kim ileri ‘ü ç g e n ’ ve ‘d aire’ gibi terim lerin
açıkça dizgenin ‘nokta’ ve ‘çizgi’ gibi ilkel terim leri olan şeyler temelin­
de tanım landır; başka tanım lar bu ilkellerin açım lam alandır. Bununla
birlikte, sonuçta b u açım lam alar ilkellerin ö nerilen yorum larıdır, ve
büyük olasılıkla bizi ilkeller yoluyla belirtilen nesneler ya da ilişkiler
konusunda bilgilendirm ek için amaçlanmışlardır. Ö rneğin, bir nokta­
nın “hiçbir parçası olmayan” olduğu söylenir, bir çizgi bir “genişliksiz
uzunluk” olarak bildirilir, ve bir doğru çizgi “üzerinde noktalar ile düz
olarak uzanan bir çizgi” olarak açıklanır. Bu açıklamalar hiç kuşkusuz
bulanık bir yolda kendilerine çeşidi terim lerin uygulanacağı şeyleri im­
ler. Buna karşın, ciddi bir sorgulama olmaksızın karşılık düşen terim ler
ile belirtilen şeylerin neler olduğunu saptam am ıza izin verecek denli
belirtik değildirler. Ö rneğin, hiçbir parçası olmayan nedir? Sıradan bir
özdeksel nesne olamaz, gerçi keskin kenarlı katiların bir köşesi olması,
ya da belki de giderek yaşanan kısa süreli bir acı olması olanaklı olsa da.
Dahası, hangi şeylerin “genişliksiz uzunluklar” sayılacağını bildiğimizi
varsaysak bile, ne zaman böyle bir şey kendi üzerindeki noktalar ile düz
olarak uzanır? Öyleyse Euklides’in beliderini kendi yorumlayışı üzerine
onların doğru olup olm adığını sorm ak yararsız görünür.
B ununla birlikte karşı çıkılabilir ki, tüm b unlar yararsız kılı kırk yar-
macılıktır, çünkü ‘nokta’ ve ‘doğru çizgi’ ile ne denm ek istendiğini çok
iyi biliriz. Noktalar ve doğru çizgiler, denebilir, hiç kuşkusuz özdeksel
şeyler değildir; bununla birlikte özdeksel şeylerin sınırlarıdırlar ki, gene
de im gelem de tasarlanabilir ve bulunabilirler. Dahası, im gelemde nok­
talar, çizgiler ve başka geom etrik nesneler üzerine deneyler yapabiliriz;
ve bunu yaparken, imgelerimizi Euklides’in belitleri ile uygunluk içinde
olm anın dışında oluşturamadığımızı buluruz. Ö rneğin ‘İki doğru çizgi
birden çok noktada kesişemez’ bildirim inin algısal gözlem yoluyla değil
ama ancak imgelemimizi kullanm a yoluyla doğrulanabildiği ileri sürül­
müştür. Uslamlamaya bir yazarın verdiği biçim ile:

Ç ü n k ü ilk o larak belli b ir n o k ta d a n başlayan ve belli b ir y ö n d e belirsizce uza­


n a n b ir çizgiyi ancak im geler yoluyla tasarım layabiliriz; ve ikinci olarak, d ö n e n
b ir d o ğ ru çizginin verili b ir d o ğ ru çizgi ile yapabileceği sonsuz sayıda değişik
eğim i ya d a açıyı algıda tasanm layam ayız. B ununla birlikte, göz d evim inin hızlı
b ir edim i yoluyla k e n d isin e geri d ö n d ü ğ ü h e rh a n g i b ir y ö n d e n 360 d erecelik
d ö n ü ş yap an b ir çizgiyi tasarım layabiliriz. Bu im gesel tasarım d a sonsuz b ir
sayıda d e ğ eri kaplayan b ü tü n b ir değişiklikler erim i, devim i karakterize e d e n
süreklilik nedeniyle, so n u n a d e k görselleştirilebilir. A ncak böyle b ir im gelem
süreci olanaklı ise evrenselliği içindeki belitin bize b ir kendiliğinden-açık ger­
çeklik su n d u ğ u n u söyleyebiliriz.12

Bu genel konum üzerine iki yorum yapılmalıdır. İlk olarak, eğer geo­
metrik nesneler yalnızca kavramsal ya da imgesel nesneler olarak alınır­
sa, tartışma altındaki tem el problem e dokunulm uş bile olmaz. Çünkü
o problem a n geom etrinin kavramsal yapısının fizikte ve çeşitli kılgısal
sanatlarda kullanılm a yolunu ilgilendirir. Noktaların ve çizgilerin kav­
ram lar olduğunu yineleyerek ya da onları im geler ile özdeşleştirerek
bu problem in çözümüne hiçbir katkıda bulunulm uş olmaz, imgelemde
yaratılan çizgilerin h e r ikisi de geometriyi geniş olarak kullanm ak zo­
runda olan gökbilim ile ya da sağınlık aletlerinin yapımı ile ilgisi nedir?
ikinci olarak, ileri sürülen ansal deneyim olgulanndan uslamlamanın
ne olursa olsun hiçbir gücü yoktur, im gelem de doğru çizgiler üzerine

12W. E. Johnson, Logic, Vol. 2, Londra, 1922, s. 202.


deneyim ler yaparken, bu çizgiler hangi tarzda tasarımlanır? Deneyde
çizgilerin keyfi im gelerini kullanamayız, im gelerim izi belli bir tarzda
oluşturmalıyız. Bununla birlikte, eğer im gelenen şekilleri ileri sürüldüğü
gibi Euklides geometrisine özgü yolda sezdiğimiz durum larda yoklarsak,
çok geçm eden örtük olarak Euklides sayıltılannın çizim kuralları olarak
kullanılmakta olduğunu görürüz. Ö rneğin hiç kuşkusuz iki ayrı çizgiyi
ortak iki nokta ile imgeleyebiliriz. Ama böyle çizgiler doğru çizgiler
sayılmaz, çünkü Euklides’in doğruluk gerektirim ini doyurmazlar, ve
bu n a göre imgelerimizi o gerektirim leri doyuracak bir yolda oluştur­
maya çalışırız. Ya da örneği değiştirirsek, uygun olarak çizilen çizgelerin
yardımı ile tüm üçgenlerin ikizkenar üçgenler olduğunu “tanıtlam ak”
olanaklıdır— ki Euklides’in konutlam aları ile bağdaşmaz olduğu bili­
nen bir sonuçtur. B ununla birlikte, ileri sürülen tanıtlam a düzmece bir
tanıtlamadır, çünkü (genellikle dediğimiz gibi) çizgeler “doğru olarak”
çizilmemiştir—ki burada doğruluk ölçünlerini Euklides geom etrisinin
kendisi sağlar. B una göre, eğ er Euklides konutlam aları ansal d en e­
yimlerimizi yapmak için kurallar olarak hizm et ederse, deneylerin h er
durum da kurallara uygun düşm eleri hiçbir biçim de şaşırtıcı değildir.
Kısaca, eğer Euklides belitleri örtük tanım lar olarak kullanılırsa, gerçek­
ten de a priori ve zorunludurlar, çünkü o zaman ne tü r şeylerin kendi
örnekleri olarak sayılacaklarını belirlerler.

b. G eom etrinin deneysel bilimin bir dalı olarak anlaşılması büyük öl­
çüde usayatkın görünür, çünkü geom etrinin kökenleri kılgısal ölçme
sanatlarında yatar. Bu usayatkınlık geom etrinin uzayın yapısına ilişkin bir
a priori bilgiler kütlesi olduğu görüşü altında gözden geçirdiğimiz güç­
lükler yoluyla zayıflatılmaz. Çünkü ölçümler ancak özdeksel aletler ile ya­
pılabilir, uzay parçaları ile değil. Öyleyse geom etrinin bir ölçme kuramı
olarak işlev görmesi olgusundan bir bilmece yaratan hiçbir uygulamalı
geom etri açıklaması yeterli değildir. Öte yandan, daha önce belirtildiği
gibi, Newton’m mekaniğin en yalın dalı olarak geom etri görüşü kendi
güçlüklerini kapsıyor görünür; ve şimdi bu güçlüklerin göründükleri
kadar aşılamaz olup olm adıklarına karar vermeye çalışmalıyız.
Geometriyi deneysel bilim in içerisinde kullanm anın iki genel yolu
arasında ayrım yapmak yararlı olacakür. (i) İlk ve tarihsel olarak daha
erken olan yaklaşım Euklides geometrisinden bağımsız olarak özdeksel cisim­
lerin belli kenar, yüzey ve başka betilenim lerini belirlem ekten ve sonra
b ir gözlem olgusu so ru n u olarak böyle b elirlen en şeylerin deneysel
yanılgının sınırlan içerisinde Euklides belitlerine uygun düştüğünü gös­
term ekten oluşur, (ii) ikinci yaklaşım Euklides’in konutlam alannı örtük
tanım lar olarak kullanm aktan oluşur, öyle ki belli yaklaşıklık sınırlan
içerisinde konutlam aları doyurmadıkça hiçbir fiziksel betilenim e (ister
keşfedilmiş isterse özel olarak tasanmlanmış olsun) “noktalar,” “çizgiler”
vb. denmez. H er iki yaklaşım da benzer mantıksal ve görgül problem ler
ile yüz yüze kalır, am a h e r bir yaklaşım tartışmaya ayırdedici bir vurgu
getirir, ve h e r biri Euklides geom etrisine ayrı bir konum yükler.

i. Birinci yaklaşımı d ah a yakından irdeleyelim. Euklides geometrisi


ve kuramsal fizik hiç kuşkusuz 3000 yıldan daha yaşlı değildir. Öyleyse
doğal olarak çeşitli kılgısal sorunlar ile ilgilenen insanların bu dizgeler­
de kapsanan bilgileri ellerinin altında bulam adıkları bir dönem vardı.
Kendimizi bu insanların yüz yüze kaldıkları durum ların içerisinde imge­
leyelim. Geom etri konusunda hiçbir ipucum uzun olm amasına karşın,
değişik yüzey biçim lerini b irb irin d en ayırdedebilirdik—başlangıçta
belki de yalnızca yardım almayan görm e ve dokunm a duyuları yoluyla,
am a sonunda belki de daha güvenilir yordam lar yoluyla. Ö rneğin kimi
yüzeyler bir ya da daha çok yönde daha belirgin olarak yuvarlak iken,
başkaları daha az öyledir, ve daha da başkaları ise bütünüyle düz görü­
nür. B ununla birlikte, bu ayrımlar biraz kabadır, ve hangi yüzeylerin en
düz yüzeyler olduğu konusunda aram ızda tam bir anlaşma olmayabilir.
Dahası, uygun teknolojileri eksik oldukça, böyle düz yüzeyler ile karşı­
laşmamız bir şans sorunu olacaktır.
Ama varsayalım ki m ekanik beceriler gelişmiş ve cisimleri bir cismin
yüzeyinin b ir başka cismin yüzeyi ile rahatça çakışacağı bir yolda taş­
lamayı ya da kesmeyi öğrenm iş olalım. S onu n d a üç cisim alarak yü­
zeylerini içlerinden herhangi ikisi birbirine düz olarak uyuncaya dek
taşlama gibi bir düşünce aklımıza gelmiş olabilir. Bu yordam maksimum
düzlükte olan yüzeyler için iyi bir nesnel ölçüt gibi görünen şeyi sağlar,
ve her ne olursa olsun onu doyuran yüzeylere ‘düzlem yüzeyler’ demeye
karar veririz. Açıktır ki böyle yüzeylerin “gerçekten d e” düzlem ler olup
olmadığını sorm ak anlamsız olacaktır, çünkü tanım gereği düzlem ler­
dirler, ve önsav gereği bir düzlem yüzey olmak için bildirilen ölçünden
başka hiçbir ölçün yoktur. Yine belirtmeye değer ki, iki yüzeyin birbirine
tam olarak uyup uym adığını yargılam ada optik b ir sınama, örneğin
yüzeyler tam oturunca aradan hiçbir ışığın geçmemesi gibi bir sınamayı
kullanabiliriz. Buna karşın, böyle bir optik sınamayı kullanabilsek de,
ışığın yayılımının “doğrusal” o ld u ğ u n u ö rtü k olarak ya da başka tür­
lü kabul ediyor değilizdir ve böylece yordam ım ız gerçekte döngüsel
değildir. Yalnızca gözlem lenebilir bir olgu tipini yüzeylerin tam olarak
oturduklarını söylemek için bir koşul olarak kullanıyoruzdur. Öyleyse
belirtm ek özseldir ki, şimdiye dek bir yüzeyin bir düzlem olduğu bil­
dirildiği zam an dikkat edilm esi gereken biricik olgu sorunu yüzeyin
başka yüzeylere tam olarak uyması biçim indeki bildirilen koşulu doyu­
rup doyurmadığıdır. Özel olarak, gözden kaçırm am ak gerek ki böyle
yüzeylere ‘düzlem ’ etiketini yüklem ede Euklides geom etrisi ile bağlı
olan hiçbir sayıltı içerilmez.
Şimdi benzer bir yolda örneğin bir cisim üzerindeki iki düzlem yüzeyi
ortak bir kenarlarının olacağı bir yolda düzleştirerek ‘cetveller’ ya da
‘doğru çizgiler’ demeye karar verdiğimiz kenar tiplerini yapmaya geçe­
biliriz. Dahası, düzlem lerin ve doğru çizgilerin yardımı ile kendileri için
‘nokta,’ ‘üçgen,’ ‘dörtgen’ ve benzerleri gibi etiketlerin getirildiği başka
şekilleri çizebiliriz. Ayrıca, iki cetvel eğer uçtan uca çakıştırılabilir ise
eşit uzunlukta olarak tanım lanabilir, ve bir birim uzunluk bu amaçla
tikel bir cetvelin seçilmesi yoluyla belirlenebilir.13
Şimdi, toplam lı uzunluk, açı, alan ve hacım ölçekleri yapmak ola­
naklıdır. Ama tek bir nokta dışında, yapım ların ayrıntıları adanacaktır.
Bir uzunluk ölçeğini belirlem ede, ve ayrıca böyle b ir ölçek tem elinde
ölçüm ler yapmada, genel olarak birim uzunluğu yineleyerek aktarmak
zorunlu olacaktır. Öyleyse deviminin gidişinde o n u n da uzunlukta bir
değişime uğrayıp uğramayacağı sorusu doğabilir. Şöyle sorulabilir: “Bir
cetvel bir yerden bir başkasına taşınırken uzunluğunun aynı kaldığını
nasıl bilebiliriz? Eğer iki cetvel tek bir yerde eşit uzunlukta ise ve kenar­
lardan biri bir başka yere taşınırsa, iki kenarın aynı uzunlukta olmayı
sürdürdüğ ü n ü nasıl bilebiliriz?”
Bu sorulan burada irdelemeye değer, çünkü olgu sorunlan olan şey­
ler ve tanım sorunları olan şeyler arasında sık sık doğan bir kanşıklığı
tiplendirirler. Eğer iki cetvel tek b ir yerde eşit ölçüde uzun ise (e.d.
eğer uçtan uca çakıştınlabilir ise) ve sonra aynı ya da ayn yollar boyunca
başka bir yere aktanlırlarsa, yeni yerde eşit ölçüde uzun olup olmadık­
ları bir görgül olgu sorunudur. D urum un gerçekten de genel olarak
bu olduğunu varsayalım. Ö te yandan, eğer iki cetvel tek bir yerde eşit
ölçüde uzun ise ve içlerinden biri başka bir yere taşınırsa, iki kenann
eşit ölçüde uzun olmayı sürdürüp sürdürm eyeceği bir görgül olgu so­
ru n u değildir. Kabul ettiğimiz yordam ın terim lerinde, bu soru ancak
bir karar verilerek ve bir tanım, getirilerek yanıtlanabilir. Özel olarak, bu
ölçün birim uzunluğun bir yerden başka bir yere aktanldığında uzun­
luğunu değiştirip değiştirm ediğini bilme (eş deyişle, bize onu saptama
yeteneği verecek gözlemsel kanıtın olup olmaması) sorusu değildir; bu,
kabul ettiğimiz sayıltılann çerçevesi içerisinde, ancak bir koşul getirme
yoluyla saptanabilecek bir sorundur. Öyleyse tek bir yerde eşit ölçüde
uzun olan iki k en an n h er ikisinin de aynı ya da ayn yollar boyunca bir
başka yere aktarıldığı zaman eşit ölçüde uzun olmayı sürdürüp sürdür­
meyecekleri sorununu tek bir yerde eşit ölçüde uzun olan iki cetvelin
içlerinden yalnızca biri bir başka yere aktanldığı zaman eşit ölçüde uzun
olmayı sürdürüp sürdürm eyecekleri ya da ölçün uzunluğun devim al­
tında değişimsiz olup olmadığı sorunundan ayırdetmek özseldir. Birinci
sorun gözleme bir başvuru yoluyla karara bağlanabilir, ve böylece bilgi
sorularını ilgilendirir; ikinci sorun bu yolda bir çözüm e bağlanamaz,
ve tanım sorulannı ilgilendirir.
'''Düzlemleri ve doğru çizgileri tanım lam ak için yukarıdaki yöntem in geliştirilmesi
konusunda, bkz. W. K. Clifford, The Çamurum Sense of the Exact Sciences, New York, 1946,
Chap. 2; ve aynca N. R. Campbell, Measurement and Calculation, Londra, 1928, ss. 271-78.
“Ama,” diye yanıt verebilir imgesel eleştirmenimiz, “sık sık bir cisim
bir yerden bir başkasına aktarıldıktan sonra uzunluğuna bir değişim
yüklem em iz ve sık sık böyle değişim lere karşı ö n lem ler almamız söz
konusu değil midir? Aslında böyle değişimleri cisimler aynı yerde kal­
dığı zam an bile yükleriz ve cisimleri dikkatle d e n e tle n e n çevrelerde
tutarak uzunluktaki değişm eleri önlemeye çalışırız (ölçün m etre ya da
çubuk durum unda olduğu gibi).” Bu soruya yanıt açıktır ki olumludur.
B ununla birlikte, b u yanıt önceki paragrafta yapılan olgusal sayıltıyı
yalınlaştırmayı reddetm e üzerine dayanır ki, b u n a göre tek bir yerde
eşit ölçüde uzun olan iki cetvel bir yerden başka bir yere hangi yollar ile
aktarılırsa aktarılsın başka herhangi bir yerde eşit ölçüde uzun olmayı
sürdürecektir (sırasıyla uç-noktalannm çakışmasına göre yargılandığı
gibi). Öyleyse bu sayıltıyı düşelim , ve böylelikle tartışm aya karışıklık
yükleyelim.
Şimdi varsaymalıyız ki çeşitli cisim tipleri arasında, örneğin değişik
tahta, m etal ve taş türleri arasında ayrım yapmayı öğrendik. Ayrıca var­
sayacağız ki, cisim lerin şekil ve göreli büyüklüklerindeki değişim lerin
sıkışmalar ya da sıcaklıktaki değişim ler gibi çeşitli fiziksel kaynakları­
nın nasıl tanınacağını da biliyoruz. D üşüncelerim izi toplam ak için,
varsayalım ki t\ zam anında P\ yerinde a ve b gibi iki cetvel eşit uzun­
lukta olsun (a akçaağaç tahtasından ve b bakırdan yapılmış olmak üze­
re). D aha öte varsayalım ki, sonraki bir l<>zam anında b cetveli a ’dan
daha uzundur, am a aradaki zam an içinde h e r iki cismin sıcaklığında
da b ir yükselm e olm uş olsun. Ayrıca varsayalım ki belli b ir ölçüde
deneyim den sonra değişik tözler özdeş b ir sıcaklık değişimi altında
kaldığı zaman göreli uzunluklarının değiştiğini, ve gerçekte değişik töz
çiftleri için eşitsiz m iktarlarda değiştiğini anlam aya başlamış olalım.
Buna göre, biricik saptanabilir değişim kaynağının /V d eki bir sıcaklık
artışı olmuş olduğu önsavı üzerine a ve b ’nin göreli uzunluklarındaki
değişim i sıcaklıklarındaki yükselmeye yükleriz. D ikkat etm ek gerek
ki, a ’n m u zu n lu ğ u n u n değişm ez kaldığını ve yalnızca 6 ’nin uzunlu­
ğunun arttığını söylemiyoruz; yalnızca 6’nin a ile göreli olarak uzamış
olduğunu söylüyoruz.
Sonra varsayalım ki, a ve b P ı’de iken boylarının eşit ölçüde uzun
kalm asına karşın, ister aynı isterse ayrı yollarla olsun /Y y e aktarıldık­
ları zaman eşitsiz ölçüde uzun olsunlar. Göreli uzunluktaki bu değişim
yine cisim lerden b irin in ya da h e r ikisinin uğram ış o lduğu sıcaklık
değişim lerinin terim lerinde açıklanabilir. Sıcaklık değişim lerini cet­
vellerin göreli uzunlu k ların d ak i değişikliklerin kaynağı olarak kul­
landık, am a sıcaklık hakkında söylenen şey açıktır ki deneysel olarak
saptanabilecek başka değişim kaynakları için yinelenebilir. B ununla
birlikte, h e r ne olursa olsun tek b ir yerde eşit uzunluktaki iki cetvelin
bir başka yere aktarıldığı zam an eşit ölçüde uzun kaldığı biçim indeki
daha önceki sayıltı şimdi iyileştirilmelidir. iyileştirilmiş biçim inde ol­
gusal sayıltı cetveller bir yerden bir başkasına aktarıldığı zaman göreli
uzunluklardaki değişim lerin tüm bilinen kaynaklarının değişmez tu­
tulması önkoşulunu kapsar, öyle ki çevrenin deneysel olarak cisimlerin
göreli uzunluk ve şekillerindeki değişim ler ile ilgili olduğu bilinen
koşulları cetvellerin başlangıçtaki k o n u m ların d a son konum larında
olanlar ile aynıdır. Bu iyileştirilmiş sayıltının çerçevesi içerisinde, o
zam an P ı ’d e n P ^’ye aktarılm a üzerine b ir cism in uzu nluğu değişir
(özel olarak belirtilen bir cisim ile göreli olarak) ya da P ı ’de eşit ölçü­
de uzun olan iki cisim içlerinden biri değil am a öteki /Y y e taşındığı
zam an öyle olmaya son verir dem ek anlamlıdır.
Uzaysal ölçüm problem lerinin bu iyileştirilmiş açıklamasında dikkati
çeken d ah a öte bir noktaya kısaca değinebiliriz. Ç ünkü tartışm anın
döngüsel ve kendini çürüten bir yordam üzerine dayandığı karşıçıkışı
getirilebilir. Bir uzunluklar ölçeğini Euklides geom etrisinin h erh an ­
gi bir sayıltısım kullanm adan oluşturm anın bir yolunun anahatlarını
verdik; ve iki cetvelin eşit uzunluklarda olduğunun söylenmesine izin
veren koşulları saptam a gereksinim ini belirttik. B ununla birlikte, bu
koşullarda herhangi bir değişimin olup olmadığını, örneğin iki cetvelin
sıcaklıklarının aynı olup olm adığını ve değişmez kalıp kalm adıklarını
saptam anın olanaklı o ld u ğ u n u kabul ettik. Öyleyse elim izin altında
term om etrelerin bulunm ası gerekmez mi, ve sonuçta böyle değişimleri
ya da değişmezlikleri saptam adan önce uzunluk ölçeklerimizin olması
gerekm ez mi? Bir uzunluk ölçeğinin tasarlanan yapımı yapımın son-
ü rü n ü n ü n yapım dan önce elde olmasını varsaymaz mı? Ve eğer böyle
ise, yordam açıkça döngüsel değil midir?
Aykırı görünüşe karşın, böyle b ir d ö n g ü n ü n yer alması gerekm ez.
Ç ünkü gerçekte daha ö n ced en saptanm ış uzunluk ölçeklerini kulla­
nan term om etre gibi aletleri kullanmaksızın cisimlerin sıcaklıklarında
değişimlerin olup olm adığını (ve daha genel olarak, cisimlerin göreli
uzunluklarındaki değişimleri belirleyen fiziksel koşullarda değişimlerin
olup olmadığını) saptamak olanaklıdır. Ö rneğin, ilkel bir araştırma düz­
lem inde belli erim ler içerisindeki sıcaklık değişimlerine karşı bütünüyle
kendi bedenlerimizin duyarlığı üzerine dayanabiliriz. Daha ileri bir bilgi
evresinde bir sıcaklık saptayıcı olarak değişik tözlerden yapılmış iki doğ­
ru çubuğun eşitsiz genleşmesini kullanabiliriz. Bu d u ru m da doğrusal
bir genleşme ya da kasılma ölçüsü gibi nicel bir ölçüyü değil (çünkü bu
gerçekten de bizi döngüsel bir uslamlamaya düşürecektir), ama yalnızca
başlangıçta eşit uzunlukta olan böyle iki çubuğun değişken sıcaklık alan­
larında eşitsiz uzunluklar kazanması gibi bir nitel olguyu kullanacağımı­
za dikkat etm ek özseldir. D aha da gelişmiş bir bilgi düzlem inde, sıcak­
lıktaki değişim leri iki ayrı m etal kapalı bir devre oluşturduğu zam an
devrenin yakınındaki manyetik bir iğnenin m etallerin birleşm e nok­
tasındaki sıcaklık değiştiği zaman sapacak olması olgusunu kullanarak
tanıyabiliriz. Böyle karışık saptayıcıların yapımı ve kullanımı burada ele
alamayacağımız ayrıntıları ilgilendirir. B ununla birlikte, onlara ilişkin
olarak verdiğimiz şematize açıklama bile döngüsellik olmaksızın ve bir
ön geom etri kuram ı kullanmaksızın toplamlı bir uzunluklar ölçeğinin
yapılabileceğini belirtm ek için yeterlidir.
Bir kez bir toplam lı uzunluklar ölçeği yapılır yapılmaz, ve bu çeşitli
güçlükler yoldan çekildikten sonra, ‘d a ire le r’ den ecek olan belli şe­
killeri ve bu şekillerin yardım ı ile b ir açısal ölçü ölçeğini yapabiliriz.
Bu ned en le nasıl ilkede b ir şekiller sınıfının ve o n lar için belli ölçü­
lerin Euklides g eom etrisinin h erh an g i b ir sayıltısı kullanılm aksızın
belirlenebileceğini an ah atlard a gösterdik. Geriye kalan problem bu
şekillerin (ve andırım lı b ir yolda çizilebilen başkalarının) Euklides
geom etrisinin belit ve teo rem lerini doyurup doyurm adığı, ya da, ev­
rik olarak, Euklides geom etrisinin, o n a ait ‘n o k ta ,’ ‘çizgi’ ve bu gibi
terim ler benzer olarak adlandırılan çizilmiş şekillere gönderm ede bu­
lunuyor olarak yorum landığında, o n lar için d o ğ ru olup olm adığıdır.
B ununla birlikte, bu problem d o ğrudan doğruya görgül bir problem ­
dir, ve edim sel görgül araştırm a yapm adan önce çözüm ünü bilm enin
h erh a n g i b ir yolu yoktur. Dahası, açıktır ki böyle b ir araştırm adan
elde edilebilir kanıt en iyisinden ancak Euklides bildirim leri ve çizilen
şekiller arasındaki yaklaşık b ir anlaşmayı gösterir. Ç ünkü ilk olarak
ölçüm leri yerine getirm ede denetlenem ez rahatsız edici etm enler her
zam an giderilem ez, öyle ki raslantısal ya da deneysel “yanılgıların”
olm ası olasılığı vardır, ikin ci olarak, ölçm e aletleri yalnızca sınırlı
ayrımları saptam a yeteneğindedir. Ö rneğin teknolojik gelişimin verili
bir evresinde, belli b ir m inim um genleşm enin altına düşen uzunluk­
lar arasınd a ayrım yapm a olanağım ız yoktur. Ö te yandan, Euklides
geom etrisi belli uzu n lu k ların ancak oransız sayılar ile anlatılabilen
göreli büyüklükleri olduğunu ileri sürerken, uzunluklar için sınırsızca
ayırdedilebilirliği konutlar. Buna göre, geom etrik kuram ın gerektirdi­
ği gibi, belli uzunlukların büyüklüklerinin gerçekten de oransız olup
olm adığını h içbir açık ölçüm belirleyem ez. Ve son olarak, Euklides
geom etrisinin bildirim leri zam an zam an edim sel şekiller için doğru­
dan ölçüm yoluyla geçerli olduğu gösterilmesi olanaklı olmayan öne-
sürüm lerde bulunur. Ö rneğin, eğer b ir düzlem de iki çizgiye çapraz
bir çizgi yoluyla o luşturulan iç ters açılar eşit ise çizgiler hiçbir zaman
kesişmez bildirim i böyle b ir bildirim dir. Ç ünkü kurabileceğim iz h e r
düzlem sonlu bir uzam dadır, ve öyleyse gözlem ya da açık ölçüm yo­
luyla iki çizginin ne denli uzatılırsa uzatılsın kesişip kesişmeyeceğini
belirleyemeyiz. Buna karşın, deney için erişilebilir olan ve sözü edilen
sınırlam alar altın d a d u ra n bölg eler içerisinde, an ah a tla rd a verilen
tarzda çizilen şekiller ve uygulam alı E uklides g eo m etrisin in bildi­
rim leri arasındaki anlaşm a gerçekte çok iyidir. Sonuçta, ve oldukça
yakınlara dek, m ekanik kuram ı ve ayrıca fiziğin başka dalları açıkça
Euklides geom etrisinin az çok taslağını verdiğim iz yola andırım lı bir
yolda kuru lan fiziksel şekillerin b ir sınıfı için d oğru olduğu sayıltısı
üzerine dayanmıştır. Dahası, E instein’ın görelilik k uram ında ayrı bir
geom etri dizgesinin kullanılm asına karşın, m ühendislik sanatları ve
ayrıca lab o ratu ar aletlerin in üretim i hiç kuşkusuz ö n g ö rülebilir bir
gelecek boyunca o sayıltı üzerine dayanmayı sürdürecektir.

ii. Böylece geometriye sayfa 234’te değinilen ilk yaklaşım üzerine tar­
tışmamızı tamamladık. Şimdi ikinci almaşığı yoklamalıyız ki, buna göre
Euklides konutlam aları o konutlam alann uygulama alanını oluşturan
belli şekiller için örtük tanım lar olarak kullanılır. Yoklamamız göreli
olarak kısa olacaktır, çünkü ilgili prob lem lerin çoğu d aha şim diden
tartışılmıştır.
Bu almaşık yaklaşımlar arasındaki özsel ayrım şudur. Birinci yaklaşım
üzerine ‘nokta,’ ‘çizgi’ ve benzerleri gibi anlatım lar Euklides belitlerin­
den bağımsız olarak belirlenebilir kurallar ile uyum içinde kurulan ya da
tanınan fiziksel betilenim lere uygulanırken, ikinci yaklaşım üzerine o
anlatım lar yalnızca Euklides gerektirim lerini doyuran türde betilenim ­
lere uygulanır. Buna göre, birinci yaklaşım üzerine ilkede eğer bağımsız
olarak belirlenen çizgiler, açılar, daireler ve benzerleri üzerinde edimsel
gözlem ve ölçüm ler bu şekillerin özellikleri ve Euklides geom etrisinin
bizi beklemeye götürdüğü şeyler arasında önemli bir uyumsuzluğu açığa
sererse kendimizi Euklides geom etrisini terk etmeye bağlamış oluruz.
Ö te yandan, ikinci yaklaşım üzerine, eğer o y ö ntem ler Euklides ile
uyum içindeki betilenim leri vermiyorsa, ilkede Euklides geom etrisini
ne pahasına olursa olsun elde tutmayı ve şekilleri çizmek için yöntem ­
lerimizi değiştirmeyi üstleniriz. İlk almaşık üzerine, Euklides geometrisi
cisimlerin önceden sınıflandırılmış ve adlandırılmış uzaysal özelliklerini
ilgilendiren olumsal, a posteriori bildirim lerin bir dizgesidir. İkinci al­
maşık üzerine, Euklides geom etrisi böyle özellikleri sınıflandırm ak ve
adlandırm ak için a priori kuralların bir dizgesidir.
Euklides geom etrisinin bu son yolda nasıl kullanılabileceğini ana-
hatlarda belirtelim . Eğer Euklides’in konutlam alarını ö rtük tanım lar
olarak kabul edersek, k o n u tlam alan n bildirdiği koşulları doyuracak
şekilleri bulm am ız ya da çizmemiz gerekir. O zaman birinci yaklaşım
üzerine yukarıdaki tartışm a ile bağıntı için önerilen tarzda yüzeyler,
ken arlar ve b en zerlerin i çizerek başladığım ızı varsayalım. B ununla
birlikte, hen ü z o betilenim lere ‘düzlem ler,’ ‘doğru çizgiler’ vb. deme
hakkım ız yoktur, ve ilk olarak ü z e rle rin d e g özlem ler ve ö lçü m ler
yapmalıyız. Böyle bir araştırm anın so n u cu n u n o şekillerin Euklides
geom etrisinin düzlem lerden, d oğru çizgilerden vb. istediği şey ile iyi
anlaşm a içindeki özellikler taşıdığını gösterdiğini bulabiliriz. O du­
rum da, o şekillerin düzlem ler, d o ğ ru çizgiler ve geri kalanı olduğu
önsavında aklanırız. Ö te yandan, varsayalım ki araştırm anın sonucu o
şekillerin Euklides geom etrisinin g erektirim lerinden önem li ölçüde
sapan özellikler taşıdığını gösteriyor olsun. Ö rn eğ in , varsayalım ki
belli üç-kenarlı şekillerin açılarının toplam ı iki dik açıdan (bildirilen
bir açısal büyüklük ölçeği ile tanım landığı gibi) 10 d ereced en daha
çok ayrılıyor olsun—bir ayrım ki olanaklı deneysel h atadan çok daha
büyüktür. Bu d u ru m d a çizilen şekiller tanıdık geo m etrik adları al­
mazlar, ve özel olarak üç-kenarlı şekle bir “ü çg en ” denm ez. Tersine,
şekilleri çizmek için ve uzaysal büyüklüklerini ölçm ek için kuralları­
mızı en azından Euklides betilenim lerine yaklaşık olarak uygun olan
betilenim leri elde edinceye dek değiştiririz.
Bununla birlikte, Euklides geom etrisine uygun şekilleri çizmek aşırı
ölçüde güç çıkabilir, ve istenen türde yüzeyleri ve cetvelleri üretm ek için
kuralları ne denli değiştirirsek değiştirelim yaklaşık olarak bile olsa Euk­
lides geom etrisine uygun düzlem lere ve doğru çizgilere benzer şeyler
elde etmeyi kolay kolay başaramayız. Böyle bir durum gene de Euklides
geometrisini “çürütm ez,” am a Euklides geometrisinin bir ölçme kuramı
olarak elde tutulm asını büyük ölçüde uygunsuz kılabilir. Hiç kuşkusuz
bu uygunsuzluğa dayanabiliriz, ve kendimizi o kuram tem elinde uzaysal
boyutlara ilişkin hesaplam aların seyrek olarak da olsa açık ölçüm ün
sonuçlan ile anlaşma içinde olması olgusuna teslim edebiliriz. Gene de
önüm üzde açık d uran iki almaşık vardır. Euklides geom etrisi üzerine
dayalı fizik kuramları geliştirmeyi başarabiliriz, öyle ki Euklides geom et­
risine uygun betilenim leri çizme (ya da bulm a) konusundaki sürekli
başarısızlığımız o kuram lar yoluyla dizgesel olarak açıklanır, ve bu ara­
da aynı zam anda cisimlerin edimsel ölçüm yoluyla belirlenen uzaysal
büyüklükleri o kuram lardan hesaplanan sayısal değerler ile iyi anlaşma
içinde olur. Ya da, almaşık olarak, uzaysal betilenim leri sınıflandırm a
ve adlandırm a için a priori kurallar dizgesi olarak Euklides geometrisini
terk edebiliriz, ve bu amacı göz önü n d e tutarak bir başka arı geom etri
dizgesi tasarlayabiliriz.
Tartışma böylece bir yanda görgül bir bilim olarak Euklides geom et­
risi anlayışı ve öte yanda bir a priori kurallar dizgesi olarak Euklides geo­
metrisi anlayışı gibi görünürde bağdaşmaz anlayışlannın h er ikisinin de
m eşnı olarak kabul edilebileceğini belirtir. Düzlemler, doğru çizgiler vb.
fiziksel cisimlerin Euklides geometrisine gönderm e olmaksızın formüle
edilebilecek ve uygulanabilecek kurallar ile uyum içindeki özellikleri
olarak çizilebilir ya da tanınabilirken, G eom etri görgül bilimin bir dalı­
dır. Euklides geom etrisine ait etiketler taşıyacak olan betilenim lerin
çizilmesi ya da tanınması Euklides konudam alan tarafından güdüldüğü
ve denetlendiği zaman Euklides geom etrisi bir a priori kurallar dizge­
sidir. Buna karşın, h er bir yaklaşım üzerine hem görgül hem de a pri­
ori sayıltılar bir rol oynar. Birinci almaşık üzerine ‘düzlem ler,’ ‘doğru
çizgiler’ vb. olarak belirtilen şekilleri çizmek için kurallar a priori, ve
Euklides geom etrisinin bildirim leri görgüldür. ikinci almaşık üzerine
Euklides konutlam aları a prioridirve belli şekillerin (ki belirlenmiş ku­
rallar ile uyum içinde çizilir ya da tanınırlar) düzlemler, doğru çizgiler
vb. oldukları önesürüm leri görgüldür. Kısaca, iki almaşık arasındaki
ayrım bir bilgi küdesi içerisine uylaşımların ya da tanım ların getirildiği
yerdeki bir ayrımdır.
G eom etri ve Fizik

Newton’ın geometriyi mekaniğin en yalın dalı olarak anlayışı

9
Euklides geom etrisinin bir ölçme kuram ı sağlayabilecek bi­
ricik uzaysal ilişkiler kuram ı olduğu biçim indeki örtük sayıltı
üzerine dayanıyordu. B ununla birlikte, Newton’m gününden
bu yana bir dizi almaşık a n geom etri geliştirilmiştir. Sonuçta,
Euklides geom etrisinin uzaysal ilişkilerin biricik doğru çözümlem
olduğu sayılüsı bundan böyle savunulabilir değildir, ve gerçekte bu Euk-
lidien-olmayan geom etrilerin bir bölüm ü N ew ton’ın kuram ından ayn
mekanik kuram lann geliştirilmesinde kullanılmaya başlamıştır. Geomet­
rinin önceki bölüm de Euklides’in dizgesine hiçbir almaşığın bulunm a­
dığı biçimindeki Newtoncu sayıltı üzerine tartışılan mantıksal konum u
böylece daha öte incelemeyi gerektirir. Fizikte bir ölçme kuramı olarak
bir geom etri seçmede görgül olgu sorulan ve tanımsal koşul sorulannın
oynadığı rollerin daha öte yoklaması bu bölüm ün teması olacaktır. İlk
olarak Euklides’e önem li alm aşıklann ve b u n lan n birbirleri ile olduğu
gibi Euklides dizgesi ile ilişkilerinin de bir açıklamasını vereceğiz. Bu
bir ölçüde teknik am a kaçınılmaz matematiksel aynnünm sunulmasını
gerektirecektir. Daha sonra bir fizik kuram ı geliştirme am açlan için bir
geom etrinin seçilmesi ile ilgili noktalan irdeleyeceğiz, ve bir geom etri
dizgesinin tem elde yalnızca uzaysal ölçümler yapmak için bir uylaşımlar
kümesi olduğu savının değerini tartışacağız.

I. Almaşık Geometriler ve Karşılıklı ilişkileri


Euklidien-olm ayan arı geom etri dizgelerinin kurulm ası E uklides’in
koşutluk konutlam asını b u n u n E uklides’in geri kalan sayıltılarm ın
bir sonucu o ld u ğ u n u göstererek tanıtlam a girişim lerinin doğrudan
bir sonucuydu. Euklides’in kendiliğinden açık oldukları ileri sürülen
başka konutlam alarının tersine k endiliğinden açık görünm eyen ko­
şutluk konutlam ası eğer bir düzlem de iki doğru çizgi bir üçüncüsü ile
kesilirse, ve çapraz çizginin bir tarafındaki iç açıların toplam ı iki dik
açıdan daha küçük olursa, iki çizginin o yanda yeterince uzatıldığında
buluşacağını ileri sürer. B unun belitler arasına katılm asının Euklides
geom etrisinin büyük “skandali” olarak görülm esine karşın, onu eşde­
ğer birşeyi varsaymaksızın tanıtlam a çabalarının tüm ü de başarısız çıkü.
B ununla birlikte, yalnızca o nu dizgenin geri kalan konutlam alarından
çıkarsamadaki başarısızlık kendi başına onu onlardan çıkarsamanın ola­
naksız olduğunun bir tanıtını oluşturmaz. Sonunda tam olarak böyle
bir olanaksızlığın tanıtlaması üretildiği zaman m atem atikte bir devrim
oldu. Tanıtlama yalnızca iki bin yıl boyunca sonuçsuz kalan çabanın so­
n u n u göstermekle kalmadı, ama Euklidien-olmayan geom etrilerin— eş
deyişle, Euklides konutlam alarından bir ya da daha çoğunu yadsıyan
geom etrilerin—ve sonunda Newton m ekaniğinden ayrı bir mekaniğin
başlangıcını da gösterdi. Bu kesimde kısaca iki almaşık arı geometriyi
betimleyeceğiz ve Euklides’in dizgesi ile ilişkilerini yoklayacağız.1

1. a. Verili bir bildirim in belli başkalarından manüksal bağımsızlığını


saptamak için öğesel bir uygulayım vardır. ‘A ı,’ ‘A 2,’ . . . , ‘A „’ Euklides
geometrisi için bir belitler kümesi olsun, ve varsayalım ki A ı’i ötekiler­
den çıkarsam anın olanaksız olduğunu göstermeyi istiyor olalım. Daha
önce belirttiğim iz gibi, b ir bildirim in çıkarsanabilirliği genel olarak
onların içerik-terim lerinin özel anlam lan üzerine değil am a yalnızca
biçimsel yapıları üzerine bağımlı olduğu için, belitlerin bir bildirim-
biçim leri küm esi o ld u ğ u n u varsayabiliriz. Şim di ya ‘A 1 ’ geri kalan
konutlam alardan çıkarsanabilirdir ya da değildir. Eğer çıkarsanabilir
ise, o zaman eğer ‘A 1 ’ biçimsel olarak onunla bağdaşmaz olan bir A ın’
konutlam ası ile (örneğin ‘A fin çelişkilisi ya da bir aykınsı ile) değişti­
rilirse, o zaman yeni konutlam alar kümesi bir tutarsız küm e olacak, eş
deyişle, bağdaşmaz sonuçlar verecektir. Ö te yandan, eğer ‘A ı’ manüksal
olarak başka konuüam alardan bağımsız ise, o zaman yeni ‘A ı*,’ A% .
. ‘A n kümesi tutarlı bir sonuçlar dizgesi yaratacaktır. Yeni dizgede ne
denli çok teorem kurulursa kurulsun, bunlardan hiç biri yeni konutla-
ma ile ya da bütü n küm eden çıkarsanan başka herhangi bir teorem ile
biçimsel olarak bağdaşmaz olmayacaktır. Buna göre, ‘A ı’in mantıksal
olarak ‘A 2,’ ‘A s,’ . . . , ‘A „’den bağımsız olup olmadığı problem i A ıV
‘A 2,’ . . . , ‘A n’ konutlam alar kümesinin tutarlı bir küm e olup olmadığı
problem ine indirgenir, ki burada ‘A 1 0’ ‘A 1 ’in çelişkilisi ya da aykınsıdır.
'Matematiksel araştırmanın çeşitli çizgileri Euklidien-olmayan geom etrinin gelişimi­
ne katkıda bulundu, ve bunlardan her biri bu almaşık geom etrik dizgelerin iç yapılan
ve karşılıklı ilişkileri üzerine özel bir ışık düşürür. Yaklaşımlardan biri belitsel yöntem ­
dir; bir İkincisi Gauss tarafından getirilen belli temel düşüncelerin bir genellem esi
olarak Riemann tarafından geliştirilen aynşımlı değişimsizler yöntem idir; bir üçüncü-
sü Cayley ve Klein adlan ile bağlanan izdüşümsel uzaklık tanım ı yöntemidir. Bununla
birlikte, belitsel yöntem in dışında tüm ü de ciddi m atematiksel eğitimi öngerektirir.
Buna göre belitsel yöntem üzerinde yoğunlaşacak olsak da, Euklidien-olmayan geo­
metriye öteki iki yaklaşım konusunda da birşeyler söylenecektir.
A m a b ir k o n u tla m a la r k ü m e sin in tu ta rlığ ı n asıl sa p ta n a ca k tır? B u
h iç b ir b iç im d e k o la y b ir p r o b le m d e ğ ild ir, v e o n u tikel d u r u m la r d a
çö zm e k için o ld u k ça karışık m an ü k sal ve m atem atiksel tekn ikler gerekli
olabilir. P ro b le m i ele a la b ilm e k için iki ö n e m li sald ırı çizgisi geliştiril­
miştir. İlk ve tarihsel o la ra k d a h a eski y ö n te m k o n u tla m a la rd a y e r alan
yü k lem d eğişk en leri için b ir yorum bu lm aktır, ö yle ki b u y o ru m ü zerin e
bild irim -biçim leri doğru bildirimlere çevrilir. B ö y lece, e ğ e r A ı V A ?,’ . . . ,
A n’ b ild irim -biçim leri u yg u n bir b içim d e yük lem d eğişk en lerin in yerin e
içerik -te rim lerin in g e çirilm e si ile doğru bildirimlere çevrilirse, k ü m e n in
tutarlı o lu ğ u gösterilir. S o n u ç ta , A ı ’ in g e ri kalan k o n u tla m a la rd a n ba­
ğım sız o ld u ğ u tan ıtlan ır, ik in c i y ö n te m d a h a b içim se l b ir yö n tem d ir.
V erili b ir k o n u tla m a k ü m esin in tıpkı tutarlığı so rg u su zc a k ab u l ed ilen
belli b ir b aşk a k ü m e kadar tutarlı o ld u ğ u n u n g ö ste rilm e sin d e n oluşur.
B u b irin c i k ü m e d e k i b ild irim -b içim le rin i İkin cid ek i b ild irim -b içim leri
ile b a ğ lıla ştırm a y o lu y la gö sterilir, ö yle b ir y o ld a ki e ğ e r b irin c id e b ir
çelişki çıkarsanabilirse, İkincide d e b ir çelişkinin y e r alm ası gerekecektir.
B u ikinci yö n tem in d a h a ö te tartışm asını sayfa 257 ’ye d ek erteleyecek ,
ve ş im d ilik y a ln ız c a b irin c iy i ö r n e k le n d ir e c e k v e y o k la y a ca ğ ız . B u n a
g ö re aşağıd a k i ü ç b ild irim k ü m esin i ird ele ye lim :

B ı: Herhangi iki ayrı tamsayı için, ya birinci İkinciden büyük, ya da ikinci


birinciden büyüktür.
B?. Herhangi iki tamsayı için, eğer birinci İkinciden büyükse, o zaman ikinci
birinciden büyük değildir.
jB3: Herhangi üç tamsayı için, eğer birinci İkinciden ve ikinci üçüncüden
büyükse, o zaman birinci üçüncüden büyüktür.

B u n la r tü m ü d e d o ğ r u aritm etiksel bild irim lerd ir. G e n e d e b irin cin in


öteki ik isin d en çık a rsa n a b ilir o lu p o lm a d ığ ın ı b ilm eyi isteyebiliriz. B u
so ru y a y a n ıtı g ö z ö n ü n d e tu ta ra k o n la r d a k i b e lirli iç e rik -te rim le rin i
d eğiştirir ve b ö y le c e şu ü ç b ild irim -b içim in i e ld e ed eriz:

A ı: Bir .Ksınıfına ait xve }'gibi herhangi iki değişik öğe için, ya xy ile /ilişkisini
taşır, ya da y x ile / ilişkisini taşır.
A2: ” deki x ve y gibi herhangi iki öğe için, eğer xy ile / ilişkisini taşırsa, o
zaman y x ile / ’yi taşımaz.
As: Af’deki x, y ve 2 gibi herhangi üç öğe için, eğer xy ile /ilişkisini ve y z ile
/ ’yi taşırsa, o zaman x z ile / ’yi taşır.

Ş im d i biçim sel o la ra k A 1 ile b ağ d aşm az o lan b ir A ı * b ild irim -biçim in i


ku ralım . Ö r n e ğ in , A 1* o larak şu n u alabiliriz:

A ı° : X ’de xve y gibi en az iki ayrı öğe vardır, öyle bir yolda ki x y ile / ’ yi
taşımaz ve y x ile / ’yi taşımaz.

B u n a g ö re , e ğ e r (A ı ° , A 2, A s ) bild irim -biçim leri küm esi tutarlı b ir kü m e


ise, A ı A 2 v e A 3’ ten b a ğ ım sız d ır (ve b u n e d e n le b irin c in in ö r n e ğ in B ı
gibi herhangi bir d u ru m u biçimsel olarak örneğin B 2 ve B$ gibi öteki
ikisinin karşılık düşen durum larından bağım sızdır). Küm enin tutarlı­
ğını saptamak için ‘K ’ ve 7 ’ yüklem değişkenleri için bir yorum ararız,
öyle ki küm edeki bildirim-biçimleri doğru olduklanna inanm ak için iyi
nedenlerim izin olduğu bildirim lere çevrilebilsin. Böylece, ‘K ’ yüklem
değişkeninin yerine ‘insan’ yüklemini, ve T yüklem değişkenin yerine
‘-nin bir atası o lm a’ ilişki terim ini geçirelim . Bu değişiklik üzerine
A ı°’den elde edilen bildirim şöyledir: En az iki insan vardır, öyle bir
yolda ki hiç biri ötekinin atası değildir. Bildirim açıkça doğrudur. Geri
kalan bildirim -biçim lerinden elde edilen bildirim ler de açıkça doğru­
dur. Böylece (Aı°, A% A 3 ) küm esinin tutarlı olduğu sonucu çıkar, öyle
ki Aı öteki iki bildirim -biçim inden çıkarsanamaz—ve bu nedenle B\
/i 2 ve -Bs’ten çıkarsanamaz.

p b. A n Euklidien-olmayan geo­
m etrinin ilk dizgesinin kurulma­
sı tam şimdi anahatlarda verilen
uygulayımlann kullanımı yoluyla
o ld u . O n d o k u z u n c u yüzyılın
üçüncü onyılında, Lobachewsky
ve Bolyai, b irb irin d en bağımsız
olarak çalışan iki m atem atikçi,
B Euklides’in koşuduk konutlama-
sının b ir aykırısı üzerine dayalı
b ir g eo m etri dizgesi geliştirdi.
Euklides’in bu konutlam ayı ele
alışı P lay fair’in d a h a ta n ıd ık
b e litin e eşd eğ erdir. Bu belite
göre, verili bir noktadan geçerek verili bir çizgiye koşut olan tek bir doğru
çizgi vardır. Buna göre Lobachewsky’nin yeniliğini Euklides geometrisi
için koşuduk konutlaması olarak Euklides’in başlangıçtaki formülasyonu-
nu n yerine Playfair’in belitinin kullanıldığı sayıltısı üzerine tartışacağız.
Lobachewsky koşutluk konutlam asım verili b ir n o ktadan verili bir
çizgiye iki koşut çizginin olduğu sayıltısı ile değiştirdi. Bu yeni konut-
lam alar küm esinden büyük b ir sayıda karşılıklı olarak tutarlı teorem
çıkarsadı ki, bunlardan birçoğu ilk bakışta Euklides’in karşılaştınlabilir
teorem leri ile bağdaşmazdır. Ö rneğin, Lobachewsky geom etrisinde bir
üçgenin açılannın toplamı tüm üçgenler için (Euklides’te olduğu gibi)
değişmez değildir, h er zaman iki dik açıdan daha küçüktür, ve üçgen­
lerin alanlarının artm ası ile birlikte azalır.2 Yine, eşitsiz alanları olan
üçgenler hiçbir zaman benzer değildir. Ayrıca, bir dairenin çevresinin
çapm a oranı tüm daireler için değişmez değil, am a h e r zaman 71’ d e n
^Gerçekte iki dik açı ve açılar toplamı arasındaki aynm (ki buna genellikle “eksiklik/
defect ” denir) alan ile orantılıdır.
büyüktür ve alanları ile birlikte artar. Ne Lobachewsky ne de Bolyai yeni
geom etrinin iç tutarlığını saptadı, ve dizgenin tutarlığı bir süre için açık
bir soru olarak kaldı. Sonunda 1869’da Beltrami dizgenin geom etrik
yüklem lerine anlam lar atadı ve böylece Lobachewsky konutlam aları
belli sele-sırtı yüzeyler üzerindeki çizgi ve eğrilere ilişkin bildirim ler
olarak yorum landı.3 B ununla birlikte, bu bildirim ler Euklides geom et­
risinin içerisinde tanıtlamalı olarak doğru idiler. Buna göre, içsel olarak
Euklides dizgesi denli tutarlı bir Euklidien-olmayan geom etrinin olana­
ğı tüm usauygun kuşkunun ötesinde doğrulandı.
B eltram i’n in y o ru m u k o n u su n d a d a h a ö te birşey söylem eyece­
ğiz, çünkü yalın b ir açım lam a altın a getirilm eye izin vermez. G ene
de Lobachewsky konutlam alarının iki-boyutlu (ya da düzlem ) Loba-
chewsky geom etrisi için ilkin P o in care’nin ö nerdiği b ir başka yoru­
m unu yeterli ayrıntıda önüm üze alm ak yararlı olacaktır. Bir Euklides
düzlem inde k yarıçapı ile durağan bir O dairesinin iç noktalarını (ki
b u n lara 7 -noktaları’ denecektir) irdeleyelim . D üzlem deki tüm baş­
ka noktalar, ister O ’n u n çevresi ü zerinde isterse o n a dışsal olsunlar,
L-noktaları sınıfından dışlanır. H erhangi iki /-n o k tasın dan O ’ya ort-
hogonal (e.d. dik açılarda) benzersiz bir daire vardır. Böyle dairelerin
O içerisine düşen yaylarına ‘L -çizgileri’ denecektir. Verili bir L-çizgisinin
dışındaki herh an g i bir /^noktasından geçen ve verili çizgi ile O ’nu n
çevresi üzerinde buluşan iki L-çizgisi çizilebilir; ve böyle çizgilere ve­
rili çizgiye ‘/ ^koşutları’ denecektir. Böylece çizimde P ve Q benzersiz
bir /^çizgisi Zı’i belirleyen h erh an g i iki L-noktasıdır. l\ üzerinde ol­
mayan herhangi bir L-noktası R ’d en O ’n u n çevresi üzerindeki l\ ile
Lnoktaları-olm ayan A ve B ’de buluşan iki /^çizgisi çizilebilir. Bunlar
lı e R ’den geçen /^koşutlarıdır. Açıktır ki R ’den geçen ve ARB açısının
içine düşen herhangi bir /^çizgisi l\ ile kesişecek, ve bu arada R ’den
geçen ve BRC açısının içine düşen herhangi bir L-çizgisi l\ ile kesişme-
yecektir. Ayrıca iki L-noktası arasındaki ‘/^uzaklığını’ o noktaların ve
verili /^noktaları ile belirlenen /^çizgisinin O ile kesişme noktalarının
belli bir fonksiyonu olarak tanımlarız.4 (Kesişen iki L-çizgisi arasındaki
‘L -açısı’ iki L-çizgisine kesişme noktalarındaki teğetler arasındaki açı
olarak tanımlanır.) Dahası, üç L-çizgisi tarafından oluşturulan kapalı bir
3Bunlar traktris/frac/m :denilen düzlem eğrisini dönm e ekseni olarak kendi asimp­
totu çevresinde döndürm e yoluyla elde edilen dönm e yüzeyleridir. Traktris öyle bir
eğri olarak tanım lanır ki, teğetin değm e noktasından verili bir çizgi ile keşişme nok­
tasına uzanan dilimi uzunlukta değişmezdir.
4Bu fonksiyon sözü e d ile n d ö rt-n o k ta n ın a n h a rm o n ik o ra n ın ın lo g aritm a ­
sı ile orantılıdır. Böylece, eğer P v e Q h erhangi iki Z^noktası ise, ve A ve B P ve Q
tarafından b elirlenen L-çizgisinin O ile kesişm eleri ise,o zam an P v e (harasındaki

L-uzaklığı tanım gereği : j değerine eşittir. Açıktır ki bir L-noktası ve


O ’n u n çevresi üzerindeki herhangi bir nokta arasındaki L-uzaklığı sonsuzdur.
şekle bir ‘L -üçgeni’ denecektir; ve üzerindeki L-noktalarının tüm ü de
durağan bir L-noktasından değişmez bir /.-uzaklığında olan bir kapalı
şekle bir ‘L-dairesi’ denecektir. Başka L-şekilleri andırım lı bir tarzda
tanımlanabilir.
Bununla birlikte, eğer Lobachewsky konuüam alannda ‘nokta’ sözcü­
ğünün yerine ‘/^noktası’ anlatım ını geçirirsek, ve ‘doğru çizgi’ terim i­
nin yerine ‘L-çizgisi’ anlatım ını geçirirsek, ve bu böyle giderse, ortaya
çıkan tüm bildirim lerin Euklides geom etrisinde tanıtlanabilir oldukları
gösterilebilir. Ö rneğin, sayfa 246’da değinildiği gibi bir üçgenin açılar
toplam ını ilgilendiren Lobachewsky teorem i o zaman şunu ileri sürer:
Durağan bir daireye orthogonal dairelerin yaylarının sınırladığı bir Euk­
lides şeklinin açılarının toplam ı iki dik açıdan daha küçük, ve eksiklik
şeklin alanı ile orantılıdır. Ama bu önesürüm Euklides geom etrisinde
tanıtlamalı olarak doğrudur. B undan şu çıkar ki Lobachewsky dizgesi
tutarlıdır—ya da, h er d urum da, Euklides geom etrisi denli tutarlıdır.
Çünkü eğer birincisi tutarsız olsaydı, Euklides geom etrisinin durağan
bir daireye o rthogonal dairesel yayların özelliklerini geliştiren bölü­
m ünde de bir çelişki olurdu.
Lobachewsky düzlem geom etrisinin b u biraz çıplak yorum una im­
gesel bir giysi giydirilebilir. O dairesinin içinde iki-boyutlu yaratıkların
yaşadığını imgeleyelim ve O ’n u n çevresi dünyalarının sının olsun. Yine
varsayalım ki b u evrende saltık sıcaklık O özeğinde m aksim um iken
özekten r uzaklığı ile azalsın, öyle ki herh an g i b ir noktadaki T saltık
sıcaklığı T = c(k 2 - r2) form ülü ile verilsin, ki burada ‘c’ bir orantılılık
değişmezidir. Dahası, varsayalım ki, bu evrendeki tüm cisimler aynı ısıl
genleşm e katsayısını taşısınlar, ve b ir cisim b ir yerden bir başkasına
devinirken cisim ve çevresi arasında ısı dengesi kıpısal olarak kurulsun.
O zaman bundan şu çıkar ki herhangi bir ölçme çubuğunun uzunluğu
saltık sıcaklığı ile orantılı olacaktır. Buna göre, bu tuh af dünyanın par­
çası olmayan bir seyirciye O ’n u n çevresine doğru aktarılan bir çubuk
giderek artan bir biçim de kısalıyor görünecektir. Öyleyse bu dünyada
yaşayan biri h içb ir zam an o n u n sınırlarına ulaşamaz. Ç ünkü seyirci
tarafından yargılandığı gibi, o nda yaşayan birinin bedeni ve adım lan
çevreye d o ğ ru devinirken küçülecektir, gerçi kendisi böyle bir kısal­
mayı ayrımsamasa da. Öyleyse sonuçta o rada yaşayan biri için O ’nun
çevresi üzerindeki tüm noktalar evrenin içerisindeki herhangi bir nok­
tadan “sonsuz uzaklıkta” bulunur. Dahası, tanıtlanabileceği gibi, orada
yaşayanlar için evrenlerindeki herhangi iki nokta arasındaki “en kısa
uzaklık” o noktalan bağlayan Euklides doğru çizgisi olmayacakür. O nlar
için en kısa uzaklık bu noktalardan geçen ve O dairesine orthogonal
olan d airen in yayı olacaktır. (G erçekten de, eğer ek b ir sayıltı daha
getirir ve b u evrendeki h erhangi bir noktada ışık hızının da o nokta­
daki saltık sıcaklığa orantılı olduğunu kabul edersek, ışık böyle yaylar
boyunca gidecektir.) Ve son olarak, bu evrende verili bir doğru çizginin
üzerinde olmayan bir noktadan verili çizgiyi kesmeyen sonsuz çoklukta
doğru çizgi çizilebilir. Ö te yandan, o noktadan geçen ve O ’nu n çevresi
üzerinde verili çizgiyi kesen iki çizgi verili çizgiye koşut olacak, çünkü
verili çizgi ile “sonsuz uzaklıktaki” noktalarda buluşacaktır. Kısaca, bu
evrende yaşayanlar o rad a cisim lerin geom etrisinin b ir Lobachewsky
geometrisi olduğunu bulacaklardır.

c. Lobachewsky-Bolyai a n geometrisi Euklides’e biricik almaşık değil­


dir. Çünkü Euklides’in koşutluk konutlam asının yerine Lobachevvsky
dizgesinde kabul edilenden ayrı olan bir aykırısı geçirilebilir. Gerçekte
eğer Euklides konutlaması verili bir doğru çizginin dışındaki bir nokta­
dan o çizgiye hiçbir koşutun olmadığı sayıltısı ile değiştirilirse başka bir
Euklidien-olmayan geom etri elde edilir. B ununla birlikte, bu durum da
başka Euklides konutlam alarm ın, örneğin düz bir çizginin belirsizce
uzatılabileceği, ve iki noktanın h er zaman benzersiz bir çizgi belirlediği
gibi konutlam alarm da iyileştirilmesi gerekir. Bu değişiklikler getiril­
diğinde elde edilen a n geometriye “R iem ann” geometrisi denir, gerçi
Riemann ona belitsel yöntemi kullanarak olmaktan çok Gauss’un eğrilik
ve geodezik kavramlarını geliştirerek ulaşmış olsa da. Aşağıdakiler Rie­
m ann geom etrisinin teorem lerinden kimi örneklerdir: Bir üçgenin açı-
lannm toplamı h er zaman iki dik açıdan büyüktür, ve fazlalık üçgenin
alanı ile orantılıdır; tüm doğru çizgiler sonlu uzunluktadır, ve iki doğru
çizgi h er zaman bir alanı kapatır; bir dairenin çevresinin çapm a oranı
h e r zaman ti’den küçüktür ve dairenin alanı küçülürken büyür.
Riem ann geom etrisinin konutlam aları için doğru bir yorum sağla­
mak ve böylelikle dizgenin iç tutarlığını saptam ak oldukça kolaydır.
Bu amaçla, b ir K Euklides küresinin yüzeyini irdeleyelim , ve nokta­
larına ‘iî-noktaları’ diyelim. K üzerindeki büyük dairelerin yaylarına
‘/^-çizgileri’ denecekür; K üzerinde üç iî-çizgisi ile sınırlanan bir kapalı
şekle bir 7?-üçgeni’; ve b ü zerin d ek i bir kapalı şekle, eğer şeklin çevresi
üzerindeki h e r noktadan durağan bir iî-noktasına giden iî-çizgileri eşit
ise, bir K-dairesi.’ Eğer şimdi Riemann konutlam alannda ‘nokta’ yerine
“R-noktası’ anlatım ını, ‘doğru çizgi’ yerine 7?-çizgisi’ anlatım ını geçirir
ve geri kalanlar için de aynı işlemi yaparsak, ortaya çıkan bildirim ler
Euklides küre geom etrisinde tanıtlanabilir bildirimlerdir. Ö rneğin, a n
Riem ann geom etrisinin yukarıda sözü edilen teorem lerinden birincisi
böylece küresel bir üçgenin açılarının toplamı iki dik açıdan üçgenin
alanın ile orantılı bir nicelik kadar büyüktür bildirim ine çevrilir. Bu
Euklides küre geom etrisinde iyi bilinen bir teorem dir. B undan şu çı­
kar ki Riem ann geom etrisi tutarlı, ya da h e r durum da Euklides dizgesi
kadar tutarlıdır.

d. Lobachevvsky ve Riem ann geom etrileri Euklides’e karşı kurulabi­


lecek almaşıklan tüketmez. Euklidien-olmayan dizgelerin en tanıdık iki
kipidirler; ve başka tipler betimlenmeleri için varsaydığımızdan daha çok
matematiksel donanım gerektirecektir. Bununla birlikte, eğer m odern
fiziğin yarattığı mantıksal problem lerden bir bölüm ü yeterli olarak anlaşı­
lacaksa, Euklidien-olmayan geometriye başka yaklaşımlar ile hiç olmazsa
yüzeysel bir tanışıklık kazanılabilir. Buna göre, bu başka yaklaşımların
oldukça yalınlaştırılmış bir açıklamasına dönüyoruz.
Daha önce değinildiği gibi, Riem ann tarafından (ve R iem ann’dan
sonra, am a onun çalışmasından bağımsız olarak, Helmholtz tarafından)
kendi Euklidien-olmayan geometrisini kurm ada kullanılan yöntem ilkin
Gauss tarafından çeşitli yüzey türlerini ve onların özünlü özelliklerini
incelemesinde geliştirilen belli düşünceler üzerine dayanıyordu. Gauss,
ilk olarak, herhangi bir yüzey verildiğinde onun üzerindeki herhangi bir
şeklin denklem ini bütünüyle o yüzeye yatırılmış bir koordinat dizgesi­
nin terim lerinde anlatm anın olanaklı olduğunu gösterdi. Gauss ayrıca
nasıl ‘iki nokta arasındaki en kısa uzaklığın yolu’na eşdeğer olarak gö­
rülen ‘doğru çizgi’ kavramının keyfi yüzeyler üzerinde yatan eğrilere
uygulanabilecek bir yolda genelleştirilebileceğini de gösterdi. En kısa
uzaklıkların yollarına ‘geodezikler’ denir. Buna göre, eğer bir yüzeyde­
ki geodezikler tanımlanırsa, böylelikle o yüzey üzerindeki uzunlukları
ölçmek için kurallar verilir.
Ö rneğin, bir Euklides düzlem inde geodezikler Euklides geometrisi­
nin doğru çizgileridir, ve uzunluklar cetveller ile ölçülür. Bir kürenin
yüzeyinde geodezikler büyük dairelerin yaylandır, ve uzunluklar büyük
dairelerin küçük yaylan olan kenarlar ile ölçülür. Ö te yandan, bir dik
silindirin yüzeyinde du ru m daha karışıktır, çünkü geodezikler çeşitli
tiplerdendir ve verili bir noktadan devimin yönüne göre değişirler. Böy­
lece, silindirin eksenine koşut bir yönde keyfi bir noktadan geodezik bir
Euklides doğru çizgisidir; eksene dikey bir yönde geodezik bir dairedir;
ve ara yönde bir sarmaldır. Bir yum urta ya da halka gibi daha karmaşık
yüzeylerde durum daha da karışıktır.
Genel olarak, bir yüzey üzerindeki geodeziğin doğası yüzey üzerindeki
ayrı noktalar için ve verili bir noktada ayrı yönler için ayrıdır. Bununla
birlikte, geodeziklerin karakterinin yüzeyin belli bir “özünlü” özelliğine
çok yakından bağımlı olduğu ortaya çıkar. Bu özellik yüzeyde noktadan
noktaya değişebilir, am a yüzey gerilm eksizin ya da parçalanm aksızın
biçimsizleştiği zaman değişm eden kalır (ya da değişim sizdir). Böylece,
b ir düzlem d u ru m u n d a bu özellik düzlem bir silindir ya da bir koni
oluşturm ak üzere yuvarlandığı zam an değişm eden kalır. Bu özelliğin
ancak bütünüyle o yüzeyin içinde yatan ve yüzeyin dışındaki hiçbirşeye
gönderm e gereksinim inde olm ayan k o o rd in at dizgelerinin terim le­
rinde tanım lanabilir olması anlam ında yüzeye “ö zünlü” olduğu söy­
lenir. A ndınm zem inlerinde, Gauss bu özelliğe yüzeyin bir noktadaki
‘eğriliği/cMrwa<Mre’dedi—bir edket ki, sonunda matematikçi olmayan­
lar için yanıltıcı çıktı. G eodezikler ve eğrilik arasındaki ilişki öyle bir
tü rd en d ir ki, bir yüzey üzerindeki bir noktadan geçen geodeziklerin
biçimi verildiğinde, yüzeyin o noktadaki eğriliği çıkarsanabilir. Buna
göre, eğer bir yüzey üzerindeki bir noktadan geçen en kısa yollar bo­
yunca uzaklıkların nasıl ölçüleceğini biliyorsak, yüzeyin o noktadaki
eğriliğini hesaplayabiliriz. Sonuçta, eğer uzunlukları ölçmek için (ve bu
nedenle geodezikleri belirlem ek için) değişik kurallar kabul edilirse,
bir yüzeyin eğriliği için değişik değerler elde edilir.
Gauss’u yüzeyler ile bağınü içinde eğrilik kavramını getirmeye yönel­
ten andırım ı yoklayalım. İlk olarak eğrilerin eğriliğini irdeleyelim. R
yançaplı bir dairenin eğriliğinin 1/ R olduğu söylenir, çünkü bu değer
çevrenin herhangi bir noktadaki teğetten “uzağa bükülm e” m iktarının
bir indeksidir. Açıktır ki bir dairenin değişmez bir eğriliği vardır. Baş­
ka eğrilere gelince, verili bir noktadaki eğrilik o noktadaki “dokunum
dairesı/osculatingcircle”denilen şeyin eğriliği olarak tanımlanır. Bir eğri
üzerindeki bir noktada dokunan daire verili noktadan ve iki “bitişik”
noktadan geçen dairedir. Bu dairenin daha tam bir tanımı şöyledir: P
bir eğri üzerindeki verili bir nokta, ve M ve İVyine o n u n üzerindeki iki
nokta olsun; bu üç nokta benzersiz bir daire belirler. Şimdi P ’yi durağan
tutalım, am a Af ve N P ’ye doğru devinsin. Bu noktaların belirlediği da­
ireler genel olarak ayrı olacaktır. Ama ve Aksonunda P ile çakışınca,
sınırlayıcı bir daire elde edilecektir. Bu P ’deki dokunum lu dairedir.
Dokunum lu dairenin yarıçapının eğri ile dokunm a noktasına doğru
çiziminde bir pozitif ve bir negatif yön arasında ayrım yapmak yararlı­
dır; buna göre, bir eğrinin bir noktadaki eğriliği negatif ya da pozitif
ya da giderek sıfır bile olabilir. Ö rneğin, bir elipsin değişken bir pozitif
eğriliği vardır, çünkü dokunum lu dairelerin yarıçapları elips üzerindeki
değişik noktalarda büyüklükte değişm ez değil, am a tüm ü de elipsin
içine doğru yöneliktir. Bir eş-açılı sarmalın değişmez bir pozitif eğriliği
vardır. Bir doğru çizginin değişmez sıfır eğriliği vardır (bir doğru çizgi
sonsuz yançaplı bir daire olarak tasarımlanabilir, öyle ki bu yarıçapın
eğriliği ya da karşılısı/reciprocal sıfırdır). Bir kübik parabolün değişken
bir eğriliği vardır ki, kimi zam an pozitif, kimi zaman negatif, ve kimi
zaman sıfırdır.
Sonra keyfi bir yüzeyi düşünelim . Yüzeye üzerindeki herhangi bir
noktadan norm al b ir çizgi çizelim, ve norm ali kapsayan ve yüzey ile
kesişen bir düzlem imgeleyelim. N orm alin kendisi eksen olmak üzere
düzlemi döndürelim . K onum lannın h e r birinde düzlem genel olarak
yüzeyi bir eğride kesecektir. G erçekten de, eğrilerin norm alin ayağının
hem en yakınındaki dilimleri yüzeyin o noktadaki geodezikleri olacaktır.
Şimdi genel olarak geodeziklerden birinin Cı eğriliğinin o noktadan
geçen tüm geodeziklerin maksimumu iken, belli b ir başka geodeziğin
C2 eğriliğinin minumum eğrilik olduğu gösterilebilir. Gauss K= C ı C2
çarpım ına ‘yüzeyin bir noktadaki eğriliği’ dedi; ve K ’nin pozitif, negatif
ya da sıfır olabileceğini, ve yüzey üzerindeki tüm noktalar için değişmez
bir değer ya da değişik noktalarda değişik b ir değer taşıyabileceğini
gösterm ek kolaydır.
Böylece, Wyarı çaplı bir kürenin 1/ R- değerinde değişmez bir pozitif
eğriliği vardır. Bir düzlemin değişmez bir sıfır eğriliği vardır, ama bir dik
silindir gibi bir dik koninin de eğriliği değişmez bir sıfırdır. Bir traktriksi
eksen olarak kendi asimptotu çevresinde döndürerek elde edilen sele-sırtı
yüzeyin -1 /R } gibi değişmez bir negatif eğriliği vardır, ki burada R yüzeyin
en büyük dairesel kesitinin yarıçapıdır. Bir yumurtanın yüzeyinin değişken
bir pozitif eğriliği vardır ve eğrilik yumurtanın keskin şekilli ucuna yakın
noktalarda öteki uca yakın noktalarda olduğundan daha büyüktür. Ayrıca
değişken bir negatif eğrilikleri olan sele-sırü yüzeyler de vardır.
Gauss’u n çözümlem esinin dikkate değer bir sonucu iki yüzeyin “çok
fazla büyük” olmayan bölgelerde ancak ve ancak o bölgelerde yüzeylerin
eğriliği aynı ise aynı geometriyi taşıdıkları biçim indeki önem li teorem ­
dir. Ö rneğin, eğer “doğru çizgi” ile “bir yüzey üzerindeki geodeziği”
anlarsak, o zam an Euklides düzlem inin geom etrisi b ir dik silindirin
sınırlı bir bölüm ünün geometrisi ile özdeştir. Böylece, bu yüzeylerin her
ikisi üzerinde de bir üçgenin açılarının toplam ı iki dik açıya eşit, ve bir
dairenin çevresinin çapm a oranı n’ye eşittir. Ö te yandan, bir kürenin
yüzeyi üzerindeki geom etri bir düzlem üzerindeki ya da bir sele-sırtı
yüzey üzerindeki geom etriden ayrıdır. Böylece, küresel bir üçgenin açı­
larının toplamı iki dik açıdan büyük iken, bir düzlem üçgenin açılarının
toplamı h e r zaman iki dik açıya eşittir.
Eğrilik kavramının ister bir eğri için isterse bir yüzey için olsun yuka­
rıdaki açıklaması kolayca bir eğrinin (ya da yüzeyin) yalnızca kendisinin
olduğundan daha yüksek boyutları olan bir “uzay’daki bir şekil olduğu
için bir eğriliği olduğu sayıltısına götürebilir. Ö rneğin, bir dairenin
eğriliği yarıçapının karşılısı olarak tanım lanınca, g ö rü n ürde dairenin
tek-boyutlıı çevresinin dışına iki-boyutlu düzlem e gitmemiz gerekecektir.
Benzer olarak, iki-boyutlu bir yüzeyin eğriliği yüzeye çizilen bir nor­
m alden geçen bir düzlem in terim lerinde açıklanınca, böyle bir yüzeyin
eğriliği kavramı bir üçüncü boyuta gönderm eyi içeriyor görünür. Ger­
çekten de Gauss’u n eğriliği çözüm lem esine eğrileri ve yüzeyleri daha
yüksek boyutlu uzaylara göm ülü olarak görm e yoluyla götürüldüğü ko­
nusunda çok az kuşku olabilir; ve Gauss’un düşüncelerinden kimilerini
sunm anın bu yolunun kuşku duyulamayacak bulgulatıcı ve pedagojik
üstünlükleri vardır. Gene de, bir eğrinin ya da bir yüzeyin eğriliğini ta­
nım lam anın biricik yolunun daha yüksek boyutlu bir göm ülüm uzayına
gönderm e yoluyla olduğunu sanm ak ciddi b ir yanılgı olacaktır. Tersi­
ne, bir eğrinin (ve benzer olarak bir yüzeyin) eğriliği yalnızca eğrinin
ve (karşılık düşecek bir yolda yüzeyin) kendisine ait olan büyüklükler
arasındaki ilişkilerin terim lerinde tanım lanabilir. Buna göre, eğrilik
kavramı daha yüksek boyutlu uzaylara örtük g ö nderm eden bile bütü­
nüyle bağımsızdır.
Bununla birlikte, eğriliğin bütünüyle bir şekle ait olan ve şeklin dışında­
ki herhangi birşeye örtük bir gönderm e bile içermeyen ilişkilerin terim­
lerinde bildirilen sağın tanımı burada verilemez, çünkü böyle bir tanım
pekçok okurun tanışık olduğundan daha ileri matematiksel tekniklerin
kullanımını gerektirir. Buna göre yalnızca bir olgu sorunu olarak böyle
bir tanımın verileceğini ileri süreceğiz.5 Gene de bu bağıntıda bir andınm
yardımcı olabilir. Bir elipsoid sık sık büyük ekseni çevresinde döndürülen
bir elips tarafından yaratılan yüzey olarak tanımlanır. Bununla birlikte,
bundan bir elipsoidi tanım lamak için biricik yolun bu olduğu sonucu
çıkmaz; örneğin üzerindeki h e r nokta, belli bir koordinat dizgesinde
Kartezyen koordinatları ile temsil edildiği zaman, x - /a 2 + y 1/ b 2 + z1/ c2 =
1 denklem ini doyuran bir yüzey olarak tanımlanabilir. Dahası, bir nesne
(diyelim ki bir jöleli şeker) bir elipsoid olduğu için, bir elipsin dönmesi
yoluyla üretilm iş olm alıdır vargısını çıkarmak bir gaf olacaktır. Benzer
olarak, politik felsefede “toplumsal sözleşme kuram ı” olarak bilinen şey
genellikle tarihsel olarak uzak bir zamanda politik örgütlerin varsayımsal
bir oluşum unun terim lerinde bildirilir, sanki o zam andan önce insanlar
herhangi bir toplum sal kurum olmaksızın varolm uşlar gibi. Gene de,
kuram ın niyeti tarihsel bir savı ortaya sürmek değil, ama politik yüküm­
lülüklerin yapısını çözümlemektir. Toplumsal sözleşme kuram ına ortam
olan tarihsel dil böylece bir açımlama aygıtıdır, öyle ki kuramın yeterliğini
sanki kuram tarihsel kökenlere ilişkin bir bildirim imiş gibi değerlendir­
mek yanlış olacaktır. Eğrilik kavramının yukarıdaki açımlaması tam olarak
bulgulatıcı açıdan değerli olmasına karşın sözel olarak yorumlanmayacak
olan bir bildirim biçiminin kullanılması ile aynı yolda görülmelidir. H er
ne olursa olsun, dikkat edilecek temel nokta bir eğrinin ya da bir yüzeyin
eğriliğinin sırasıyla o eğrilerin ve yüzeylerin daha yüksek uzay boyutlarına
ilişkin düşünceler getirilmeksizin tanımlanabileceğidir.

T an ım ın genel yapısı şöyledir. S keyfi bir yüzey olsun, ve « v e » o nun üzerindeki


herhangi bir noktanın bütünüyle yüzeyin üzerinde yatan bir koordinat dizgesi açı­
sından koordinatları olsun. O zaman S üzerinde yakından bitişik herhangi iki nokta
arasındaki öğesel ds uzaklığı ds2 = Udu1 + 2Fdudv + Gdv2 denklem i ile tanımlanır, ki
bu rad a E, i' ve G koordinatların uzunlukları ölçm ek için S üzerinde kabul edilen
yöntem üzerine dayalı belli fonksiyonlarıdır. Eğer L, N ve M E, /‘ ve G’nin, ve bu ne­
denle koordinatların belli fonksiyonları ise, o zaman S ’nin verili bir noktadaki eğriliği

k = ( _ L N - M 2)
(EG-F )
olarak belirlenir.
Şu yaklaşım da kabul edilebilir. Küçük bir kürenin yüzeyinin alanları ve V hacm i

s- 4- ’ ( ı - T * - } ■ ' - K i 1' ! 1*-


form ülleri ile verilir, ki burada r kürenin yarıçapı ve k “uzay”ın eğriliğidir. Krş. H. P.
Robertson, “Geom etry as a Branch of Physics,” in Alberl Einstein: Philosopher-Scientist
(yay. haz. P. A. Schilpp), Evanston, 111., 1949.
Gauss’u n eğrilik çözüm lem esi yüzeylerin eğriliğinin çözümlemesi­
nin ötesine geçm edi. G auss’u n düşü n celerin i genelleştirm iş olm ak
R iem ann’ın olağanüstü başarımıydı ve sonuçta ki geodezik ve eğrilik
kavramları h erhangi bir sayıda boyutu olan uzaylar ile bağıntı içinde
kullanılabilir oldu. Özel olarak, R iem ann’ın çalışması üç-boyutlu çok­
luların ya da süreklilerin geodeziklerini ve eğriliklerini böyle çoklulann
bir dört-boyuüu uzayda göm ülü olduklarını varsaymaksızın tanımlamayı
olanaklı kıldı. İki-boyutlu yüzeyler duru m u n d a olduğu gibi, üç-boyutlu
süreklilerin R iem ann eğriliği de pozitif, negatif ya da sıfır olabilir, ve
tüm noktalar için değişmez olabilir ya da noktadan noktaya değişebi­
lir. Dahası, b ir uzayın geom etrisi ve eğriliği arasında yakın bir bağıntı
vardır. Böylece uzayın eğriliği değişmez ve pozitif olduğu zam an geo­
m etri R iem ann tipli Euklidien-olm ayan geo m etrin in gerektirim leri­
ne uygun düşer. Eğrilik değişmez ve negatif olduğu zam an geom etri
Lobachewsky geometrisidir. Eğrilik biçimdeş olarak sıfır olduğu zaman
geom etri Euklides geometrisidir. Bir çoklunun eğriliği ondaki hangi
çizgilerin geodezikler olarak tanımlandığına bağımlı olduğu için, eğrilik
böylece uzunluklan ölçmek için kabul edilen kurallar üzerine olumsal­
dır. R iem ann’ın Euklidien-olmayan geom etrilerin kurulm asına yakla­
şım ından doğan birincil önem deki nokta öyleyse şudur: Gerekli olan
geom etri tipi uzaysal ölçüm ler yapmak için kabul edilen (ya da örtük
olarak kabul edilen) kuralların bir sonucudur. Bu noktanın önem i bi­
razdan açıklık kazanacakur.

e. Bu noktaya dek Euklidien-olmayan geom etrilerin kurulm asına iki


yaklaşımı belirttik: Belitsel yaklaşım, ve geodezik, eğrilik ve ölçm enin
terim lerinde Riem ann’ın yaklaşımı. Bununla birlikte, kısaca açıklanması
gereken bir üçüncü yöntem daha vardır. Bu yöntem dönüşümlerdeki ay­
rımları vurgular ve bu dönüşüm ler altında iki nokta arasındaki “uzaklık”
olarak tanım lanan şey almaşık geom etrilerde değişimsizdir.
Cayley ve Klein tarafından on dokuzuncu yüzyılın son üçte birinde
geliştirilen bu üçüncü yaklaşım irdelem ekte olduğum uz almaşık geo­
m etrileri izdüşümsel geom etrinin duruş noktasından görür. Euklides
geom etrisi de aralarında olmak üzere bu çeşitli geom etriler “m etrik”
olarak karakterize edilir çünkü tüm ü de özsel olarak çakışma kavra­
m ından, eş deyişle dilim lerin, açıların, alanların ve hacım lann eşitliği
kavramından yararlanır. Ö te yandan, izdüşüm lü geom etri bu kavramı
bütünüyle bir yana atar ve yalnızca şekillerin izdüşüm alünda değişimsiz
olan özelliklerini inceler. Ö rneğin, bir üçgen bir düzlem den bir başka­
sına, eş deyişle h e r iki düzlem in de dışındaki bir noktadan yansıtılsın;
sonra üçgenin üzerindeki noktalardan geçen doğru çizgiler çizilsin ve
ikinci düzlem ile buluşuncaya dek uzatılsın, öyle ki ikinci düzlem üze­
rinde verili üçgenin bir imgesi oluşsun. G enel olarak, ne kenarların
uzunluklan, ne açılann büyüklükleri, ne de ikinci üçgenin alanı birinci
üçgendeki karşılık düşen öğeler ile aynı olacaktır. Buna karşın, verili şek­
lin kimi özellikleri izdüşüm yoluyla bu dönüşüm altında değişimsiz kalır.
Ö rneğin, birinci şekilde doğrudaş olan noktaların herhangi bir kümesi
İkincideki doğrudaş noktalara karşılık düşecekdr; ve birinci şekildeki
düşüm deş çizgiler İkincideki düşüm deş çizgilere karşılık düşecektir. Bir
başka örnek olarak, bir dairenin bir düzlem den bir başkasına yansıtılma­
sını irdeleyelim, ikinci düzlem de birinci düzlem dekine karşılık düşen
şekil genel olarak bir daire olmayacaktır. Ama ikinci şekil h e r zaman
bir konik kesit olacaktır, ve dairenin çevresi üzerinde buluşan çizgiler
ikinci şeklin çevresi üzerinde buluşan çizgilere dönüşecektir. Arı izdü-
şüm lü geom etrinin içeriğini daha genel olarak bildirm ek olanaklıdır,
ve amaçlarımız için b u n u yapmak özseldir. Bir doğru çizgi üzerindeki
konum ları xı, * 2. * 3 , * 4, koordin ad an yoluyla o sıra içinde belirlenen
herhangi d ö rt nokta verildiğinde, bu koordinatlann ayrımından o nok­
taların “anharm onik o ran ı” denilen belli bir oran oluşturulabilir. Bu
oran çifte orandır:
x t- X 3 _X , —x4
Xq — Xj X<£ ~ X ^
Koordinatlar çakışma ya da uzaklık kavram larından herhangi bir yolda
yararlanılm aksızın salt izdüşümsel bir tarzda getirilebilir. Buna göre,
koordinadar arasındaki aynm (örneğin xı - * 3) karşılık düşen noktalar
arasındaki uzaklığın bir ölçüsü olarak yorumlanmamalıdır. Andınmlı bir
yolda aynı düzlem üzerinde yatan d ö rt düşüm deş çizginin anharm onik
oranını olduğu gibi bir çizgiyi ortaklaşa taşıyan d ö rt düzlem in anhar­
m onik oranını da tanım lam ak olanaklıdır. Dahası, böyle dönüşüm le­
rin kendilerinin k o o rd in atlan n türdeş doğrusal dönüşüm leri yoluyla
cebirsel olarak temsil edildiği yerde anharm onik oranların izdüşümlü
dönüşüm ler altında değişmez olduğu ortaya çıkar. Öyleyse izdüşümlü
geom etri anharm onik o ranlan değişimsiz bırakan dönüşüm lerin kura­
mı olarak nitelenebilir.
izdüşüm lü geom etrinin kendisi belidi bir tarzda geliştirilebilir, izdü­
şümlü geom etri için konutlam alar düşüm deşm e ya da koşutluk ile ilgili
hiçbir sayıltı kapsamaz. Buna göre, izdüşüm lü geom etri irdelem ekte
olduğumuz metrik geom etriler açısından yansızdır ve belit ve teoremleri
metrik geom etrilerin belit ve teorem leri ile bağdaşabilirdir. Gerçekten
de, izdüşüm lü geom etri m etrik geom etrilerin herhangi birinden daha
geneldir, çünkü m etrik dizgelerin h e r üçüne de ortak olan ilişkilerin
yapılan ile ilgilenir. Öyleyse doğallıkla izdüşümlü geom etride kullanılan
genel dönüşüm lerin uygun özelleşmeleri yoluyla üç m etrik geometrinin
genel kuram ın üç özel duru m lan olarak sergilenip sergilenemeyeceği
sorusu doğar. Yanıt olum ludur; ve aslında izdüşüm lü geometriye ilgi­
miz bütünüyle bu yanıt için zeminleri genel bir yolda açığa çıkarmaya
sınırlıdır.
Izdüşüm lü geom etri için yeteli bir konutlam alar kümesi almaşık yol­
larda ortaya koyulabilir ve bu h er bir yolun belli terim leri ilkel ya da
tanımsız olarak kullanacağı bir biçim de yapılabilir. Bu bağıntıda her­
hangi bir ayrıntıya girmeyeceğiz. B ununla birlikte, varsayalım ki belli
bir konutlam alar kümesi kabul edilsin ve bunlar ilkel terim ler olarak ‘x
bir noktadır,’ ‘y bir çizgidir,’ ‘x y üzerinde yatar,’ ve x w ve z arasındadır’
anlatımlarını kullansın. O zaman bunların ve konutlam alann yardımıyla
‘düzlem ,’ ‘ü çg en ’ ve ‘anharm onik o ra n ’ gibi başka terim ler tanım la­
nabilir; ve özel olarak noktaların, çizgilerin ve düzlem lerin ‘konikler’
ve ‘kuadrikler’ (e.d. üç boyutlu uzayda elipsoid gibi yüzeyler) olarak
belirtilen belli yapıları için salt izdüşümsel tanım lar verilebilir. Dahası,
izdüşüm lü geom etrinin içerisinde tanıdık konik kesit tipleri arasında
(e.d. daireler, elipsler, hiperboller ve paraboller arasında) ayrım yap­
mak olanaklı olmasa da, “gerçek” ve “imgesel” konikler arasında ayrım
yapmak olanaklıdır. Gerçek konikler koordinatları gerçek sayılar olan
koniklerdir; imgesel konikler koordinatları ancak karmaşık sayılar ola­
bilen koniklerdir. Ayrıca gösterilebilir ki keyfi bir doğru çizgi bir koniği
ister gerçek isterse imgesel olsun iki noktada kesecektir.
Şim di k en d im izi dü zlem izd ü şü m lü geo m etriy e sınırlayalım ve
verili bir koniğ in (bir d ü zlem d e), “saltık” kon ik d en eb ilm ek için,
tüm izdüşüm lü d ö n ü şü m ler altında (e.d. tüm türdeş doğrusal d ö n ü ­
şüm ler altın d a) değişimsiz kalacağı k o şulunu getirelim . Eş deyişle,
bu konik ü zerindeki n o k talar konik üzerindeki nok talara d ö n ü ştü ­
rülm elidir. Ayrıca, xı ve * 2 saltık koniği k o o rd in a tla rı a ve b olan
noktalarda kesen d o ğ ru b ir çizgi üzerindeki h erh an g i iki n o k tanın
ko o rd in atları olsun. Bu d ö rt n o k tan ın a n h a rm o n ik o ranı o zam an
izdüşüm lü dönüşüm ler altında değişimsiz olacaktır. Son olarak, xı ve
X2 arasındaki “uzaklığı” belli b ir k değişm ezi ve b u an h arm o n ik ora­
nın logaritm asının çarpım ı olarak tanım layalım . Böyle tanım lanan
uzaklığın genellikle anlaşıldığı yolda uzaklığın toplam lı özelliklerini
taşıdığı gösterilebilir. Ö rn e ğ in A, B ve C d o ğ ru b ir çizgi ü z erin d e
B ’n in öteki ikisinin arasında olacağı yolda h erh an g i üç nokta ise, o
zam an A ve C arasında izdüşüm sel olarak tan ım lan an uzaklık A ve B
arasındaki uzaklığın ve B ve C arasındaki uzaklığın toplam ına eşittir.
İki doğru çizgi ile o lu ştu ru lan açının büyüklüğü andırım lı bir yolda
tanım lanabilir.
Son olarak, izdüşümlü yaklaşımın önem li sonucuna dönüyoruz. İzdü­
şüm lü olarak tanım lanan uzaklık ve açı ölçümleri, saltık olarak alm an
koniğin özel karakterine bağlı olm ak üzere, üç m etrik geom etriden
birinin ya da ötekinin gerektirim lerini doyurur. Eğer saltık imgesel ise,
geometri Riemann geometrisidir; eğer saltık imgesel ise ama bir imgesel
çizgiler çiftine bozuluyorsa, geom etri Euklides geometrisidir; eğer saltık
gerçek ise, geom etri Lobachewsky geometrisidir. Buna göre, üç metrik
geom etri aslında kapsayıcı b ir izdüşüm lü geom etrinin özelleşm eleri
olarak görülebilir, öyle ki m etrik geom etriler arasındaki ayrımlar ayrı
uzaklık tanım lan yoluyla yaratılıyor olarak görülebilir.6

2. Şimdiye dek m etrik geom etrilerin h e r birinin ayırdedici özellikle­


rinin kimilerini betim ledik am a birbirleri ile ilişkileri konusunda çok
az şey söyledik. İlk bakışta öyle görünebilir ki bu bağıntıda söylenmesi
gereken çok az şey vardır, çünkü üç dizgeden h er biri ötekilerin her biri
ile bağdaşmazdır, ve bu durum konuyu sonlandırır. B ununla birlikte,
durum biraz daha kanşıktır ve daha tam tartışmayı gerektirir.

a. İlkin üç m etrik geom etrinin hangi anlam da karşılıklı olarak bağ­


daşmaz olduğu konusunda açık olmalıyız. Varsayalım ki E an Euklides
geometrisinin ilkel terimleri P\E, P / :, ■■■, P 51', (örneğin ‘nokta,’ ‘düzlem,’
‘üzerinde yatar,’ ‘arasındadır’) olsun, ve onların yardımı ile belirsiz bir
sayıda daha öte terim, D \E, DvE, . . . , tanımlansın. Benzer olarak, L an
Lobachevvsky geometrisinin ilkel ve tanımlı terimleri P \L, P‘>\ . . . ve I)\L,
D?L, . . . olsun; ve andınm lı olarak, -Ran Riemann geometrisinin terimleri
P \R, P‘iR, . . . ve ö ı", D ‘2 R, . . . olsun. Uç dizgenin aynı altsimgelerini taşıyan
ilkel terimlerine “karşılık düşen” ilkeller diyeceğiz. Aynca üç dizgenin her
birinde tanım lanan terim lerin karşılık düşen dizgenin ilkel terim lerinin
tem elinde tam olarak andınm lı bir yolda tanımlandığını da varsayalım.7
Şimdi varsayıyoruz ki £ ’nin belitlerinden biri, A \E, şu bildirim-biçimi
olsun: Eğer x P \Eise ve y PoEise, yalnızca bir z vardır ki bir P - /’dir ve öyle
bir yolda ki z x üzerinde yatar ve y ile D \E ilişkisini taşır. Dahası, ü ’nin
A\R beliti şu bildirim biçimidir: Eğer x bir P \R ise ve y bir P ıR ise, z ’nin
x üzerinde yatacağı ve y ile D ıRilişkisini taşıyacağı yolda P J1olan hiçbir
z yoktur. O zaman bu üç konutlam anm biçimsel yapılarının bir yokla­
m asından açığa çıkacaktır ki, eğer üç dizgedeki karşılık düşen terim lere
aynı yorum verilirse, bir yorum için dizgelerden b irden daha çoğunu
doyurmak olanaksızdır.
6İzdüşüm lü yaklaşımın tam bir açıklaması için, bkz. Felix Klein, Vorlesungen über
Nicht-Euklidische Geometrie, Berlin, 1928. Euklidien-olm ayan geom etriye izdüşüm lü
yaklaşım ile bağıntı içinde belirtmeye değer bir nokta vardır. Uzaklığı ve açı ölçüm ünü
tanım layan izdüşüm lü form üller h e r üç m etrik geom etride de aynı cebirsel biçimi
taşır. Bu form üller öyleyse bir geom etrideki bildirim ler ve ötekilerin h e r birindeki
bildirim ler arasında bire-bir karşılık-düşme kurm am ızı sağlar, öyle bir yolda ki bir
dizgedeki bildirim ler arasındaki tüm dengelim li ilişkiler öteki dizgelerin h e r birinde
karşılık düşen bildirim ler arasındaki tüm dengelim li ilişkiler ile aynıdır. Buna göre,
bir dizgenin (örneğin Euklides geom etrisinin) tutarlığı (ya da tutarsızlığı) kendisi
ile birlikte ötekilerin h e r birinin tutarlığını (ya da tutarsızlığını) taşır, izdüşüm lü
yaklaşım böylece sayfa 245’teki m etinde değinilen ikinci tutarlık kurm a yöntem ini
örneklendirir.
Bövlece varsayalım ki 'x \ ile D / 'vi taşır’ anlatımı ‘xve y h e r ikisi de /V ’dir' olarak
tanım lansın; ve bir olan bir v vardır, öyle bir yolda ki * ve y h e r ikisi de v üzerin­
de yatar; ve ru’nin hem * hem de y üzerinde yatacağı bir yolda bir P \Eolan hiçbir w
yoktur. Buna göre, ‘D \E' ‘koşut’u n olağan tanım ına andınm lı bir tarzda tanımlanır.
Daha genel olarak, Sı ve S 2 herhangi iki konutlam a dizgesi olsun, ve
birinin ilkel ve tanımlı terimleri bire-bir bir yolda ötekinin ilkellerine ve
tanımlı terim lerine karşılık düşsün. Eğer şimdi S ı’in bir A konutlaması
ya da T teorem i .SYnin bir A 'konutlam ası ya da T 'teo rem i ile biçimsel
olarak bağdaşmaz ise, o zaman h er iki dizgenin de karşılık düşen terim ­
leri aynı tarzda yorumlayan hiçbir doğru yorum u verilemez.

b. B ununla birlikte, üç arı m etrik geom etrinin ancak karşılık düşen


terim lere aynı yorum un verilmesi koşulu üzerine bağdaşmaz oldukları­
na dikkat etm ek önemlidir. Eğer karşılık düşen terim lere ayn yorum lar
verilirse ya da karşılık düşen terim ler olmayan terim lere aynı yorum
verilirse üç dizge hiçbir biçim de zorunlu olarak bağdaşmaz değildir.
Bu gözlem i üç m etrik geom etriye uygulam adan önce, o n u yalnız­
ca Euklides geometrisi ile bağıntı içinde kullanalım. İyi bilindiği gibi,
Euklides geometrisi için h e r biri ilkeller olarak ayrı terim ler kullanan
çeşitli almaşık konutlam alar küm esi vardır. Ö rneğin, Veblen tarafın­
dan verilen konutlam alar (bunlara E v diyelim) ‘nok ta,’ ‘arasında’ ve
‘çakışık’ ilkel terim lerinin yardımı ile form üle edilir. Ö te yandan, Hun-
dngton tarafından verilen konuüam alar (bunlara E h diyelim) ‘küre’ ve
‘içerm e’ ilkel terim lerinin yardımı ile form üle edilir.8 B ununla birlikte,
Ev ve Eh nin konutlam a ve ilkellerindeki ayrımlara karşın, bu almaşık
tem eller üzerinde geliştirilen dizgeler mantıksal olarak eşdeğerdir, öyle
ki aynı geom etri dizgesi için temellerdir. Böylece ‘küre//’ ve ‘içerme//’
terim lerinin Eh de taşıdıkları ile aynı biçimsel özellikleri İV de taşıyan
‘kürey ve ‘içerm e y’ gibi belli terim leri AVde tanım lam ak olanaklıdır;
ve Eh de tanım lanabilen belli terim ler için de evrik olarak ve andınm lı
olarak bu böyledir. Buna göre, Ev ve E h ' nin terim leri arasında uygun
bir karşılık-düşme kurulduğu zaman, iki konuüam alar küm esinden her
biri öteki küm eden çıkarsanabilir. Ö te yandan, eğer Evdeki ‘nokta’ te­
rim inin Eh deki diyelim ki ‘küre’ terimi ile karşılık düşmesi sağlansaydı,
iki dizge yalnızca eşdeğer olm amakla kalmaz, am a tersine bağdaşmaz
olurdu. O zaman, açıktır ki iki a n geom etri dizgesinin bağdaşabilir olup
olmadığı sorusu sırasıyla h e r birinin terim leri arasında bir karşılık-düş-
m enin kurulm a yolu üzerine olumsaldır.
Uç an metrik geometriye dönelim. Bunlardan yalnızca ikisini, diyelim
ki Euklides ve R iem ann dizgelerini irdelem ek yeterli olacaktır. Daha
önce gösterdik ki Riem ann dizgesi Euklides dizgesi kadar tutarlıdır, ve
bunu Riem ann geom etrisinin ilkel terim lerine o n u n konutlam alarım
Euklides küre geom etrisinin teorem lerine çeviren bir yorum lam a geti-

“Krş. E. V. H untington, “A Set o f Postulates for Abstract Geometry,” Mathemalische


Annalen, Cilt 73 (1913), ss. 522-59. H u ntington’ın birinci konutlam ası şöyledir: Eğer
x ve y küreler ise ve x y ’de ve y z ’de içeriliyor ise, o zaman x z ’de içerilir. Bu “içerm e”
ilişkisini Veblen’in “x y üzerinde yatar” ilişkisi ile aynı yolda yorumlamayı olanaksız­
laştırır, çünkü İkincisi geçişli değildir.
rerek yaptık. Bununla birlikte, önceki paragraftaki tartışm anın ışığında,
bu yorum u vermekle ne yaptığımızı soralım. Geleneksel formülasyon-
lannda, hem Euklides hem de Riem ann arı geom etrileri ‘doğru çizgi’
terim ini kapsar ki, terim, gerçi belli im geler ile bağlı olabilse de, h er iki
a n geom etride de yorumlanmamış bir terim olarak işlev görür. Gerçek­
ten de, Euklides belitleri yoluyla belirlendiği gibi bir doğru çizgi olan her­
hangi birşeyin biçimsel özellikleri Riemann doğru çizgilerinin biçimsel
özelliklerinden bütünüyle ayrıdır. Bundan şu çıkar ki, eğer ‘doğru çizgi’
(Euklides’te) ve ‘doğru çizgi’ (Riem ann’da) kendilerine aynı yorumun
verileceği karşılık düşen terim ler olarak alınsaydı, onlara her iki dizgeyi
de doyuran b ir yorum verm ek mantıksal olarak olanaksız olurdu. Öy­
leyse açıktır ki, Riem ann dizgesinin tutarlığı ‘doğru çizgim’ ve ‘doğru
çizgi/î’yi iki dizgenin karşılık düşen terim leri olarak almakla değil, ama
Euklides’te ‘doğru çizgi/;’ için karşılık düşen terim olarak bir başka teri­
mi (yani, ‘bir küre üzerindeki büyük dairenin yayı’) bulm akla kurulur.
Bir kez bu nokta kavrandıktan sonra, R iem ann’ın konutlam alarınm
tutarlığını tanıtlam adaki özsel adım tanıtlam a geçerli bir Euklides teo­
rem ini ortaya çıkaran bir geom etrik yorum verm ekten oluşur demekle
yeterince bildirilmiş olmaz. Çünkü tanıtlam a tem elde bir terim in Eukli­
des ilkellerinin yardımı ile tanımlanması üzerine dayanır, öyle bir yolda
ki bu terim Euklides dizgesi içerisinde ‘doğru çizgi’nin Riemann dizgesi
içerisinde taşıdığı aynı biçimsel özellikleri taşır. Buna göre, Riem ann
geom etrisinin tutarlığı için uslamlama salt biçimsel bir yolda bildirile­
bilir. U slam lam anın doğruladığı şey içine dizgenin ilkel terim lerinin
girdiği belli bir mantıksal yapıyı taşıyan herhangi bir Riem ann konut-
laması verildiğinde, Euklides dizgesi içerisinde Riem ann konutlaması
ile aynı m antıksal yapıyı taşıyan am a içine E uklides’in ya ilkel ya da
tanım lı terim lerinin girdiği bir bildirim -biçim inin bulunabileceğidir.
Bundan dolaysızca şu çıkar ki, eğer bu yolda karşılık düşen iki dizgenin
terim lerine ortak bir yorum verilirse, Euklides konutlam alarını doğru
bildirimlere çeviren bir yorum kendiliğinden Riemann konutlam alannı
doğru bildirim lere çevirecektir.

c. B ununla birlikte açıktır ki, bu yordam tersine çevrilebilir, ve Euk­


lides konutlam aları için onları Riem ann teorem lerine dönüştürecek
bir yorum sağlanabilir, Bu tersine-çevrilmiş yordam da Euklides ‘doğ­
ru çizgi’ terim i hiç kuşkusuz R iem ann ‘doğru çizgi’sine karşılık düş­
meyecektir, çünkü eğer düşseydi, Euklides’in ‘Bir üçgenin açılarının
toplamı iki dik açıya eşittir’ teorem i aynı biçimdeki Riemann anlatımına
çevrilirdi ki, Riem ann konuüam alan ile bağdaşmazdır. Buna karşın, açı
ölçmek için Riem ann kuralları ile tanım lanan yolda açılarının toplamı
iki dik açıya eşit hiçbir Riemann üçgeninin olamayacak olmasına karşın,
Riem ann doğru çizgileri olmayan çizgiler ile sınırlanan başka Riemann
şekilleri vardır ki bu açılar toplam ını taşımazlar.
Bundan şu çıkar ki, Euklides ve Riemann a n geometrileri “özünlü ola­
rak” bağdaşmaz değildir. Tersine, aşağıdaki bütünüyle genel anlamda,
biçimsel olarak kendi aralannda çevrilebilirdirler. Sı ve S 2 iki tüm den-
gelimli dizge olsun. Birinci dizge / V , /V , ■■■, Pp, gibi p ilkel terimlerini
kullanırken, ikinci dizge P ı2, P 21, ■.., Pq gibi q ilkel terim lerini kullanır,
ki burada p q ’ya eşit olmayabilir. Dahası, birincisi m konutlam alan olan
-Aı1 (P ı1, iV , • • • , Pp) , ■■■, (İV , . . . , Pp1) üzerine dayanırken,
İkincisi n konutlam alan olan A ı2 (P ı2, . . ., P q ) , . . . , A„2 (P ı2, . . ., P 92)
üzerine dayanır, ki burada yine m rı ’ye eşit olmayabilir. Aynca varsayalım
ki, S 2’de A ı1 (Dı2, . . . , D fi) , .. . , A m1 (D ı2, .. . , D fi) bildirim-biçimleri-
nin .S^’nin konutlam alarm dan çıkarsanabilir olacağı bir yolda bir D ı2,
. . . , D fi terim leri kümesini tanım lam ak olanaklı olsun; ve son olarak
varsayalım ki, S ı’de A ı2 (Dı 1, . . . , D ql) , . . . , A„2 (Dı 1, . . . , DJ ) bildirim-
biçim lerinin .S'ı’in konutlam alanndan çıkarsanabilir olacağı bir yolda
bir D ı1, . . . , D J terim leri küm esini tanım lam ak olanaklı olsun. Bu
sayıltılar altında Sı ve Si dizgelerinin biçimsel olarak kendi aralarında
çevrilebilir olduğu söylenir.9 Öyleyse bu anlam da yalnızca Euklides ve
Riemann geometrileri değil, ama Euklides ve Lobachevvsky dizgeleri de
biçimsel olarak kendi aralannda çevrilebilirdir.

d. Bu vargı gerçekte Euklidien-olm ayan geom etriler geliştirm enin


anahatlarda verilen almaşık yolları ile örneklenir. Böylece, geodezik ve
eğrilik kavram lan yoluyla yaklaşım üç geom etri arasındaki ayrım lann
m etrik ayrım lar o ld uğunu açığa çıkarır, öyle ki dizgelerin ilk bakışta
karşılıklı bağdaşmazlığı uzaysal büyüklükleri ölçm ek için değişik cet­
veller ya da m etreler kabul etm enin sonucudur, izdüşüm lü geom etri
yoluyla yaklaşım bu noktayı güçlendirir, ve ek olarak bize sonuçta çeviri
form ülleri olan şeyleri sağlar, öyle ki h er bir dizgeyi ötekilerden birine
çevirmek için b u n lan n yardımı ile üç dizgedeki terim ler arasında kar-
şılık-düşme sağlanabilir.
Öyleyse vargı olarak diyebiliriz ki, irdelem ekte olduğum uz üç a n geo­
m etri dizgesi arasındaki aynm lar notasyorı ayranlarıdır. Bu dizgeler aynı
şeyleri ayrı yollarda ya da ayrı şeyleri aynı yollarda kodlam ak için üç
dizgedir. Böylece ‘üçgen’ terim i h er üç dizgede de kullanılır. Bununla
birlikte, dizgelerden birinin gerektirim leri tem elinde doğru bir yolda
üçgenler olarak belirtilen şeyler öteki dizgelerin birinde doğru olarak
ayn bir terim yoluyla belirtilecektir; öte yandan, bir dizgenin çerçevesi
içerisinde doğru olarak üçgenler olarak betim lenen şeyler dizgelerden
bir başkasında doğru olarak üçgenler olarak betim lenen şeyler olmaya­
caktır. Böylece üç arı geometriyi ‘üçgen,’ ‘daire,’ ‘uzaklık,’ ve benzeri
gibi terim leri kullanmak için almaşık kural dizgeleri olarak görm ek hiç
kuşkusuz olanaklıdır.
9Hiç kuşkusuz bu tarüşma boyunca tüm dengelim ler yapmada kullanılan manuksal
ilkelerin hem S ı’de hem de S 2 ’de aynı olduğu kabul edilir.
Ama eğer tartışmamızın sonucu bu ise, sonuç önemsiz değil midir, ve
Euklidien-olmayan a n geom etrilerin bilimsel önem den yoksun olduk­
larını belirtm ez mi? S orunun h e r iki bölüm üne de yanıt olumsuzdur.
Tanıdık geom etrik deyimler için almaşık dizgelerin ya da kullanım lann
“gram erleri”nin kurulm ası gerçekte uzaysal ilişkileri değişik perspek­
tiflerden çözümlemeyi ve örgütlemeyi olanaklı kılmıştır. Dahası, böyle
olanaklar yalnızca cisimleri içine alan çeşitli uzaysal yapılara ilişkin bil­
gimizi ilerletm ek için tem el olmakla kalmamış, am a daha kapsayıcı ve
birleşik fizik kuram larını geliştirmek için önem li kavramsal çerçeveler
de sağlamıştır. Şimdi, yalnızca anahaüarda da olsa, tam olarak nasıl böy­
le daha birleşik fizik kuram larının Euklidien-olmayan ölçme dizgeleri
üzerine dayandırıldığını yoklayacağız.

II. Geometrinin Seçimi


Önceki tartışm anın ışığında, en az üç arı almaşık geom etri dizgesinin
elimizde olduğunu varsayabiliriz. Bu dizgelerden h e r biri, fiziksel nes­
nelerin belli özellik ve davranışlannın terim lerinde uygun olarak yo­
rum landığı zaman, bir uzaysal ölçme kuram ı olarak hizm et edebilir.10
Bu almaşıklar arasında nasıl seçim yapacağız, ve eğer varsa bunlardan
birini değil de ötekini kabul etm ek için hangi zem inler vardır?
Şimdi soruda iki ayn konunun kapsandığı açık olmalıdır. Uç arı geo­
m etri tipi kendi aralan n d a çevrilebilir olduğuna göre, bir dizgenin bil-
dirim-biçimlerini doğru bildirim lere çeviren hiçbir yorum un öteki iki
dizge için de aynı şeyi yapamaması söz konusu olamaz. Bu yolda elde
edilen üç bildirim ler dizgesi arasındaki biricik aynm aynı olguların ayn
formülasyonlar kazanmasıdır. Buna göre, eğer soru “Cisimlerin uzaysal
özellik ve ilişkilerinin belli b ir sınıfı verildiğinde, onları form üle et­
mek için hangi dili kullanacağız, ve bir dili bir başkasına yeğlemek için
hangi ned en vardır?” anlam ında alınırsa, yanıt açıktır. “Kodlanacak ve
tahm in edilecek görgül olgulann söz konusu olduğu düzeye dek,” diye
yanıtlamak zorunda kalınz, “hangi dili kabul edeceğimizin en küçük bir
önem i yoktur.” B ununla birlikte belki de çeşitli nedenlerle dillerden
birini bir başkasından daha uygun bulabiliriz. Ö rneğin, Euklides dili­
ni ruhbilim sel olarak başkalanndan daha yalın bulabiliriz, çünkü ona
daha çok alışmışızdır. Yine, cisimlerin belli uzaysal özelliklerine başka
özelliklerine o lduğundan daha sık gönderm e yapma gereksinim inde
olduğum uzu, ve birincilerin Euklides’teki analitik form ülasyonlanm n
Euklidien-olmayan dizgelerde olduğundan daha ekonom ik olduğunu
ve daha az hesaplam a gerektirdiğini bulabiliriz. H er ne olursa olsun,
şu değil de bu geometriyi kabul etm enin zemini cisimlerin uzaysal ya
10Bu almaşıklar yalnızca tartıştığımız üç m etrik geometriyi değil, ama değişken eğri­
likleri varsayan m etrik geom etrileri de içerir. Yalınlık uğ ru n a başlıca birinciler ile
ilgileneceğiz.
da fiziksel yapılarında değil, am a bir çözüm lem e ve notasyon dizgesi­
nin başkaları üzerinde taşıyabileceği daha büyük kılgısal üstünlüklerde
bulunacaktır.”
Bu tarzda anlaşılan ve yanıtlanan yukarıdaki soru bilim felsefesinin
“uylaşımcılık” olarak bilinen ve H enri P oincare’de heyecanlı bir söz­
cüsünü bulan bir evresidir; Poincare’nin görüşlerini birazdan ele ala­
cağız. B ununla birlikte yukarıdaki soru o n a yanıta değişik bir dönüş
verecek biraz ayrı bir anlam da anlaşılabilir. Varsayalım ki “doğru çizgi­
ler,” “düzlem ler,” “küreler” vb. demeye karar verdiğimiz bir kenarlar,
yüzeyler, hacım lar vb. sınıfı ile ilgileniyoruz. Dahası, varsayalım ki üç
arı geom etrin in içerik-terim leri arasında b ir bire-bir karşılık düşm e
kurulm uş olsun, öyle bir yolda ki bu d ah a şim diden anlam lı “doğru
çizgiler,” “düzlem ler,” “k ü reler” vb. gibi anlatım lar arı geom etrilerin
karşılık düşen terim lerinin yerine geçirildiği zam an, ortaya çıkan üç
bildirimler dizgesi karşılıklı olarak bağdaşmaz olsun. Yukarıdaki soru şim­
di şu anlam da alınabilir: “Almaşık uygulamalı geom etrilerin tüm ü de
doğru olamayacağına göre, onlar arasında karar verm enin herhangi bir
yolu var mıdır, ve görgül olgular üzerine dayanan ve bir dizgenin kabul
edilmesini büyük ölçüde inandırıcı kılabilecek düşünceler var mıdır?”
Böyle yorum landığında, soru bir yanıtı daha önceki okunm ası üzerine
olduğu denli kolay kabul edemez. S orunun bu değiştirilmiş anlam ının
doğurduğu karmaşık problem lerin kimilerini tartışmalıyız.

1. ilk bakışta, üç uygulamalı geom etri dizgesinden hangisinin doğru


olduğuna ilişkin soru bütünüyle görgül olgu sorunları tem elinde ka­
rar verilebilir olarak görünür. Buna karşın, daha önce belirtildiği gibi,
problem bir geom etrinin görgül doğruluğunun ancak iki yordam daha
önceden kurulm uş ise anlamlı olarak tartışılabilecek olması gibi bir du­
rum tarafından karıştırılır. İlk olarak, “doğru çizgiler,” “düzlemler,” vb.
denilen çeşitli nesneler önce almaşık geom etri dizgelerinden bağımsız
olarak belirlenebilir çizme ya da tanım a kuralları aracılığıyla çizilmeli
ya da tanınmalıdır. Bu yapılmadıkça, ya görgül yöntem ler yoluyla araş­
tırılacak hiçbir nesnel içerik yoktur ya da nesnel içerik ön koşul yoluyla
üç geom etriden birini ya da ötekini doyuran betilenim lerden oluşur.
İkinci olarak, uzaysal ölçüm ler yapm ak için açık, görgül bir yordam
belirlenm elidir, öyle ki özel olarak hangi cisimlerin “katı” sayılacağını
tanımlamak için ortaya kurallar koyulmalıdır. Bu yapılmadıkça, uzaysal
büyüklüklere sayısal değerler yüklemek ve bu nedenle uygulanan metrik
geom etrilerden herhangi birini deneysel olarak sınamak olanaksızdır.
Önceki bölüm de bu gerektirim lerin h e r ikisi üzerine de birşeyler söy­
lendi, ama cisimlerin katılığı sorusu daha öte dikkati gerektirir.
a. Katılık kavramı herhangi bir uzaysal ölçüm kuram ında bütünleyici
olarak içerilir. Böyle ölçüm ler yapılırken, cisimler konum larında yerden
yere taşınmalı ya da yeniden yönlendirilmelidir. Sonuçta, göreli uzaysal
büyüklüklerin (örneğin göreli uzunluklarının) çeşitli fiziksel etm enlerin
etkileri nedeniyle değişebilmesi olanağı belirtilmelidir. Böylece ölçün
birim uzunluk olarak kabul edilen cetvelin ölçme sürecinde biçimsiz­
leşm elere uğrayıp uğram adığı sorusu doğar. Çünkü böyle biçimsizleş­
m elere karşı yeterli önlem ler alınmadıkça, ölçme yordam ında uzaysal
büyüklüklere atanan sayısal değerler genel olarak ölçm enin yapıldığı
tikel zam ana olduğu gibi ölçme aletlerinin yapım ında kullanılan tikel
gereçlere de bağımlı olacaktır. Ö rneğin, eğer ölçüm ler biçimdeş sıcaklı­
ğı olmayan bir bölgede yapılırsa, cisimlerin taşıdığı bulunan geometrik
özelliklerin ölçm e çu b u ğ u n u n çelikten mi yoksa p irin çten mi yapıl­
dığına göre değişeceği görülür. Bağdaşmaz sonuçların böyle rahatsız
edici bir çoğalmasını önlem ek ve ölçülen değerlerin ölçme aletlerinin
yapım ında kullanılan özel tözlerden bağımsız olmasını sağlamak için,
iki şeyden biri yapılmalıdır. Ya hem ölçme aletleri hem de ölçtükleri şey
bütün tarihleri boyunca belli ölçün koşullar altında tutulmalıdır, ya da
edimsel ölçüm yoluyla elde edilen değerlere cisimlerin üzerinde etkide
bulunan çeşiüi biçimsizleştirici kuvvetlerin etkisini indirm ek üzere dü­
zeltme etm enleri getirilmelidir. H er iki önlem de örtük olarak kuram ­
da fiziksel nesnelerin göreli uzunluklarını değiştirebilecek etkilerden
yalıtılan ve dolayısıyla tanım gereği değişmeyen bir uzunluğu olan bir
katı cisim kavramını içerir.
Bu bağıntıda temel bir nokta belirtilmelidir. Eğer katılık kavramı de­
neysel terim lerde ama bir geom etri dizgesinin kuruluşundan önce belir­
lenecekse, cisimlerdeki biçimsizleşmeleri üretici olarak sayılacak etkiler
zorunlu olarak değişik tü rlerden tözler üzerindeki aynşımlı etkilerinin
temelinde saptanabilir olmalıdır. Sonuçta, eğer perdelenm eye ya da yalı­
tılmaya kapalı olan ve bileşimleri ne olursa olsun tüm cisimler üzerinde
benzer etkide bulunan biçimsizleştirici bir “kuvvet” olsaydı, bulunuşunu
deneysel araçlar yoluyla tanım anın herhangi bir yolu olmazdı. Örneğin,
bir çevrede biri tahtadan ve öteki m etalden iki çubuk eşit ölçüde uzun
olsaydı, ve ileri sürülen böyle bir kuvvetin k o n u m u n a yakın bir yere
aktarıldıktan sonra birbirleri ile çakışık kaldıkları bulunsaydı, çubuklar
deneysel olarak kuvvetin bulunuşu saptamak için kullanılamazdı; ve bu
ayrı yapıdaki başka nesne çiftleri için de böyledir. Bu tü rd en ileri sürü­
len “kuvvetlere” onları sıradan deneyim in ve laboratuar uygulamasının
daha tanıdık “ayrımlaştırıcı kuw etleri”n den ayırdetm ek için “evrensel
kuvvetler” denmiştir. Birazdan evrensel kuvvetleri varsaymak için her­
hangi bir nedenin olup olm adığını irdeleyeceğiz. B ununla birlikte, bu
arada böyle kuvvetlerin olanağı bir “katılık” tanım ını oluşturm ada göz
ardı edilebilir. Bir cismin genellikle ancak ve ancak tüm ayrımlaştırıcı
kuvvetlerden yalıtılırsa katı olduğu söylenir.
Hiç kuşkusuz “katılığı” salt bu yolda tanım lam ak için hiçbir özünlü
zorunluk yoktur. Ö rneğin nem in ve m ekanik gerginliklerin etkilerine
karşı değil am a yalnızca sıcaklık değişim lerinin etkilerine karşı yatıldığı
zaman bir cisme katı dem ek olanaklı olacaktır. G erçekten de, cisimle­
rin göreli uzunluklarında değişim lere ned en olan birçok fiziksel etki
ile tanışık olmamıza karşın, böyle nedenlerin tüm ünü keşfetmiş oldu­
ğum uzdan bütünüyle em in olamayız. Eğer önceki paragrafın sonun­
da önerilen “katılık” tanım ını kabul edersek, b u n u belli amaçları göz
ö n ü n d e tuttuğum uz için yaparız: Ö lçm e aletleri yapm ada kullanılan
özel tözlerden bağımsız bir ölçm e dizgesi elde etm ek, ve başka türlü
olanaklı olacağından daha genel bir yolda sayısal yasalar formüle etmek.
Buna göre, yeni aynm laştıncı kuvvet tipleri keşfettikçe, birincil olarak
böyle bildirim genelliğini başarm ak için katılık ölçütlerimizi düzeltiriz.
Kısaca, katılık tanım ı hiç kuşkusuz deneysel olgular yoluyla telkin edil­
se de, onlar yoluyla zorunlu kılınmaz; ve kabul edilmesi belli bilimsel
hedeflere erişme gibi bir amaçla yaptığımız kararlar üzerine dayanır.
Ama her durum da, fizik bilim inde bir uzaysal ölçüm şeması tasarlar­
ken, cisimleri ayrımlaştıran büyük fiziksel ve kimyasal özellikler kütlesini
soyutlamak gelenekseldir. Dahası, şema öyle bir tarzda kurulur ki uzay­
sal büyüklüklere atanacak değerler sözde ideal olarak katı olan ölçme
aletlerinin kullanımı yoluyla elde edilir. Sonuçta, değişken aynmlaştıncı
kuvvetlerin hem aletler hem de ölçm enin nesneleri üzerindeki etkileri
dizgesel olarak düşülür. Uzaysal ölçme ölçekleri kurm ak için ve böyle
ölçme yordam lannı yönetmek için edimsel olarak kabul ettiğimiz kural­
lar böylece sayısız olgusal sayılü üzerine dayanır—cisimlerin yüzeyleri ve
kenarlan arasındaki doğrudan gözlemlenebilir çakışma ilişkileri üzerine
olduğu gibi cisimlerin fiziksel özelliklerinin büyük bir türlülüğü üzerine
de sayıltılar.11 B undan şu çıkar ki sonunda uzaysal büyüklüklere atanan
"H elm holtz bu noktayı açıkça gördü. Şunları bildirdi: “Geom etrinin belitleri yalnız­
ca uzaysal ilişkilere gönderm ede bulunan ilkeler değildir. Büyüklüklere gönderm ede
bulunurlar. Ama büyüklüklerden ancak onları k a r ş ı l a ş t ı r m a k , parçalara çözüm lem ek
ve ölçm ek için belirli bir yordam belirlenirse söz edilebilir. Tüm uzaysal ölçüm ler ve
öyleyse uzay üzerine dayalı tüm büyüklükler böylece uzaysal betilenim lerin deviminin
olanağını öngerektirir ki, bunların biçim ve büyüklüklerinin devim altında değişmez
olduğu varsayılır. Böyle uzaysal betilenim ler genellikle geom etride geom etrik cisimler,
yüzeyler, açılar ve çizgiler olarak belirtilir, çünkü özdeksel cisimler yoluyla sergilenen
fiziksel ve kimyasal ayrımlar soyutlanır. O nlar için biricik fiziksel özellik olarak katılık
özelliği varsayılır. Ama cisimlerin katılığı için elimizdeki biricik ölçüt çakışma ilişki­
lerinin tüm zam anlarda dönüşüm ler ve çevrimler altında değişimsiz olmasıdır. ...
“G eom etrinin belitleri öyleyse yalnızca uzaysal ilişkileri anlatm akla kalmaz, ama
aynı zam anda devimlere uğrayan kaü cisimlerin m ekanik ilişkilerine ilişkin birşeyler
de bildirir. Katı uzaysal bir betilenim in kavramı aşkınsal bir kavram olarak görülebilir
ki, tüm deneyim den bağımsız olarak kurulur ve zorunlu olarak deneyime karşılık düş­
mez— tıpkı özdeksel cisim kavramlarımızın tümevarım yoluyla elde ettiğimiz kavram
lara tam olarak karşılık düşmemesi gibi. Eğer böyle bir ideal katılığı varsayarsak, bir
Kant izleyicisi geom etrinin belitlerini aşkınsal sezgide a priori verili olarak ve deneyim
yoluyla doğrulanamayacak ya da çürütülem eyecek olarak görebilir—çünkü verili bir
cismin katı olup olmadığı konusundaki yargı yalnızca onların terim lerinde karara
bağlanacaktır. Ama o durum da geom etrinin belitleri bundan böyle Kant’ın anlam ında
sentetik önerm eler olmayacaktır. Çünkü o zaman yalnızca kau cisim kavramı yoluyla
sayısal değerler genel olarak açık ölçüm ün “ham sayısal verileri” olma­
yacaktır. Bu ham veriler onları aletler ve ölçm e nesneleri üzerindeki
varsayımsal ayrımlaştırıcı kuvvetler yoluyla ü retilen etkilerin ışığında
düzeltm e gibi bir amaçla çözümleme gerektirir. Öyleyse özet olarak bir
şekle açık ölçüm tem elinde yüklenen geom etrik özellikler (örneğin, bir
üçgen şeklin iki dik açıya yakın bir açılar toplam ı taşıması) ayrımlaştırı-
cı kuvvetler yoluyla üretilen tüm biçimsizleşmelerin ilkede giderildiği
sayıltısı üzerine yüklenir.

b. Kısaca geom etrinin konusunu oluşturan doğru çizgileri, düzlemleri


ve başka şekilleri çizme ya da tanım a problem ine geri dönelim. Böyle şe­
killeri çizmek için önceki bölümde tartışılan yordamın ancak ciddi olarak
sınırlı bir kullanımı vardır, çünkü dünyanın yüzeyi üzerindeki ortalama
büyüklükteki fiziksel betilenim leri üretm enin dışında kullanılamaz. O
yordam açıkça dağların yüksekliklerini, okyanusların genişliğini, ya da
gökbilimsel uzaklık ve alanların büyüklüklerini belirlememizi sağlayan
bir ölçme dizgesi için bir tem el olarak yeterli değildir. Buna göre, o yor­
dam daha kapsayıcı bir tarzda hangi şekillerin doğru çizgiler, düzlemler
vb. olarak sayılacağını belirleyecek ek kurallar yoluyla tamamlanmalıdır.
Genellikle fizikte kabul edilen bu tü r bir kural sonuçta doğru çizgileri
ışık ışınlarının optik olarak türdeş ortam daki yollan olarak tanır. Böyle
bir kural uzaklıkları ve açıları ölçmek için teodolit ve teleskopların kul­
lanım ında örtüktür. Bununla birlikte, bu kuralın kabul edilmesi almaşık
geom etriler arasında yapılabilecek seçim ler için zem inleri sergileme
problem ini ciddi olarak kanştırır. Ö rneğin, açıktır ki ‘ışık ışınının yolu’
anlatımı kuramsalbır kavramı kodlar, deneysel bir kavramı değil. Aydın­
latılmış cisimleri gözlemleriz, ışık ışınlarını değil; ve ışık ışını kavramı
gözlem lenebilir görsel olguları açıklam ak için getirilmiş bir kuram ın
parçasıdır. Ama genel olarak kuram ın bireysel özel sayıltılarım deney­
sel olarak ve birbirinden yalıtılma içinde sınamak olanaklı değildir; ve
deneysel kanıt genellikle kuram ın belli bir tikel bileşenini olm aktan
çok bir bütün olarak kuram ı doğrular ya da çürütür. Buna göre, ışığın
diyelim ki Euklides doğru çizgileri boyunca yayıldığı biçim indeki özel
sayıltı belirleyici olduğu ileri sürülen bir deneyin yerine getirilmesi yo­
luyla denetlenem ez.
Hiç kuşkusuz, kuram ın “geom etrik optik” olarak bilinen parçası gö-
ölçüm için analitik olarak imlendiği kadarını ileri süreceklerdir, çünkü ancak belideri
doyuran betilenim ler kaü olarak yargılanabilir.
“Ö te yandan, eğer geom etrinin belitlerini cisim lerin m ekanik özelliklerine iliş­
kin başka ö n erm eler ile— eğer yalnızca süredurum yasası ya da başka bakım lardan
değişmez koşullar altında cisim lerin m ekanik ve fiziksel özellikleri konum larından
bağımsızdır önerm esi ile— tamamlarsak, böyle elde edilen önerm elerin dizgesi o za­
m an deneyim yoluyla doğrulanacak ya da çürütülecek gerçek bir içerik taşır.”—“Uber
den U rsprung u n d die Bedeutung der Geom etrischen Axiome,” Vortrâge und Reden,
3’üncü yayım, Brunswick, 1884, Cilt 2, ss. 28-30.
reli olarak küçük bir sayıltılar sayısı ile işler ki, bunların arasında türdeş
ortam daki optik yolların Euklidien karakteri buyurgan bir rol oynar.
Gerçekte başkaları arasında m erceklerin incelem esinden elde edilen
geniş bir kanıtlar niceliği vardır ki, b u tikel sayıltıyı kılgısal olarak ka­
çınılmaz kılar—hiç olmazsa geom etrik optik ile ilişkili araştırm a erimi
içerisinde. Dahası, katı cisim lerin doğrulu ğ u n u sağlama kuralları ile
uyum içinde “doğru çizgiler” oldukları söylenen şeyler ve doğru çizgileri
belli optik yollar ile tanıyan kurallar ile uyum içine “doğru çizgiler” ol­
dukları söylenen şeyler arasında belli bir çakışma düzeyi vardır. Böylece,
belirli bir tarzda taşlanmış bir yüzeyin kenarı olduğu için doğru olan
bir çizgi ayrıca görüş çizgisine karşılık düşmesi anlam ında da doğrudur
(deneysel yanılgının sınırlan içerisinde). Buna karşın açıktır ki katılann
kenarları ile doğrudan karşılaştırılamayacak optik ışınlar vardır—örne­
ğin bir yıldızdan yeryüzüne gelen bir ışık ışını.
Sonuçta, pekçok optik şeklin edim sel ölçüm ü yoluyla elde edilen
sayısal değerler (bir yıldızlar üçgeninin açılarının toplamı için elde edi­
len değer gibi) bir yorum lar türlülüğüne açıktır. Bu sayısal değerlerin
“gerçekten” geom etrik özellikler olarak sayılacak özellikleri temsil eden
bileşenlerini belli bir biçimsizleştirici etkiyi temsil eden bileşenlerden
ayırmak kolay bir sorun değildir. Öte yandan, bu güçlük ilkede deneysel
kanıt tem elinde ışığın bir titreşim süreci mi yoksa bir cisimcik süreci mi
olduğuna karar verme problem inden ayn değildir. Gerçekte aynmlaştı-
rıcı kuvvetlerin etkilerini giderm ek için verilere düzeltm eler getirm ek
olanaklıdır. Buna göre, yıldız uzaklıklannın belli erimleri için, ve deney­
sel kanıt ile desteklenen sayıltıların sınırları içerisinde, verili bir optik
şekiller sınıfının Euklidien olup olm adığına karar verm ek olanaklıdır.
Yirminci yüzyılın ikinci onyılma dek, ışık ışm lanm n Euklidien karakteri
için kanıt ağırlıklı olarak kesin görünüyordu. Bugün bile, göreli olarak
kısa optik yollar, ya da yerçekimi alanlanndan çok uzaklaştınlmış optik
yollar, genel olarak Euklidien gerektirim e eksiksiz yaklaşıklıklar olarak
kabul edilir. Kısaca belirtilecek kimi sınırlam alar dışında, uygulamalı
geom etrinin doğal bilim in bir dalı olduğu ve görgül kanıt tem elinde
doğru ya da yanlış olarak yargılanacak olduğu anlayışı sağlam tem el­
lendirilmiş görünür.

c. Bu noktada ölçm enin optik ya da başka şekillerin Euklidien olma­


dığı savını belki de doğrulayabileceği önerisinin kendisine karşı zaman
zaman getirilen bir karşıçıkışı irdelem ek öğretici olacaktır. Karşıçıkış
başlangıç noktasını tüm ölçm e aletlerinin (örneğin m etre çubuklar,
açıölçerler, teleskoplar) gerçekte ilgili parçalannm Euklides geometrisi
ile tam anlaşma içinde yapılmış olduğu ve bu aletlerin Euklides geomet­
risini sorgusuzca kabul eden bir kuramsal sayıltılar çerçevesi (örneğin
geom etrik optik) içerisinde kullanıldığı biçimindeki sağlam gözlemden
alır. Ama eğer bu böyleyse, diye sürer karşıçıkış, böyle aletler aracılığıyla
elde edilen sayısal değerlerin h erhangi bir fiziksel betilenim in Eukli-
dien-olmayan karakteri için olanaklı kanıt olarak hizm et edebileceğini
düşünm ek kendini çürütmektir. Özel olarak, böyle “Euklidien” aletlerin
yardımı ile yapılan ölçüm lerin o aletlerin ilgili parçalarının Euklidien-
olmayan bir yapı taşıdığını doğrulayabileceğini ileri sürm ek kendi ile
çelişmektir.12
B ununla birlikte, gerçekte karşıçıkışm yöneldiği sayıltıda tutarsız hiç­
birşey yoktur. İlk bakışta, geometrisi önsav gereği Euklidien olan bir ale­
tin, başka bir betilenim in uzaysal büyüklüklerini ölçmek için kullanıldığı
zaman, gene de bu başka şeklin böylelikle Euklidien-olmayan bir yapı
taşıdığını gösteren türd e sayısal değerler verdiğini ileri sürm ede para­
doksal hiçbirşey yoktur. Dahası, üç m etrik geom etrinin ilkel terim leri­
nin verili bir yorum u üzerine biçimsel olarak bağdaşmaz olabilmesine
karşın, o zaman “göreli olarak” küçük boyutlardaki betilenim lere iliş­
kin olarak ileri sürebildikleri şeyler arasındaki uyumsuzluklar gerçekte
görgül saptam a eşiğinin çok altına düşebilir. D aha önce belirttik ki,
örneğin bir fiziksel üçgenin açılarının toplam ı şeklin bir Lobachewsky,
Euklides, ya da R iem ann üçgeni olm asına göre iki dik açıdan daha
küçük, onlara eşit ya da onlardan daha büyük olabilir, ve ayrıca açılar
toplam ının eksikliği ya da fazlalığı şeklin alanı ile orantılıdır. B ununla
birlikte, eğer üçgen çok fazla büyük değilse, kuram sal eksiklik ya da
fazlalık öylesine küçük olabilir ki edimsel ölçme sıfırdan herhangi bir
önem li sapm a saptamayı başaramayabilir. Buna göre, biçimsizleştirici
kuvvetlerin üçgen üzerindeki olanaklı etkisini ilgilendiren sorular bir
yana atılsa bile, yeterince küçük bir üçgen üzerindeki deneysel ölçümler
onun bir Euklidien şekil olm aktan çok Euklidien-olmayan bir şekil mi
olduğunu belirlemeyi başaramayacaktır. Kısaca, edimsel ölçüm ler bir
şeklin ait olduğu geom etrik tipler arasında ancak şekil engin gökbilim-
sel boyutlarda ise ayrım yapabilirler.
B undan şu çıkar ki, deneysel veriler tem elinde, verili bir aletin (ör­
neğin bir m etre çubuğu) haklı olarak bir Euklidien yapı taşıyor olarak
yargılanabilmesine karşın, kanıt, aletin küçük boyu nedeniyle, yapısının
Euklidien olmadığı sayıltısı ile bütünüyle bağdaşabilirdir, Ö te yandan,
çok büyük boydaki betilenim lerin d ah a öte araştırm ası böyle büyük
betilerin Euklidien olduğu önsavı ile uzlaştırılması güç veriler üretebilir.
Sonuçta, ölçme aletine bir Euklidien yapı yüklemleyen başlangıç sayıltısı
düzeltilebilir, am a bu o sayıltıya başlangıçta temel olan deneysel verilere
karşı çıkılmaksızın yapılabilir. Öyleyse, daha genel olarak bir alet doğru
olarak Euklidien ölçünlere çok iyi bir ilk yaklaşıklık olarak görülebi­
lir, ve gene de daha kapsayıcı kanıt ve kuramsal tutarlık gerektirim leri
tem elinde bir Euklidien-olmayan yapı taşıyor olarak yargılanabilir. To­
parlarsak, ölçm e aletlerimizin, Euklides belirlem elerine göre yapılmış

12Bkz. H ugo Dingier, Das Experimml, M ünih, 1928, ss. 86vs.


olm alarına karşın, ölçüm yoluyla Euklidien olm adıklarının bulunabi­
leceğini düşünm ek kendi ile çelişkili değildir.

2. Son olarak bir uygulamalı geom etri dizgesinin yalnızca uzaysal iliş­
kileri ölçmek için bir “gizli tanım lar” ya da “uylaşımlar” kümesi olduğu
ve bir görgül bilim olmadığı görüşünü yoklamalıyız. Bu görüş özellikle
gerçekte fiziğin genel “ilkelerinin” tüm ünün olmasa da çoğunun (örne­
ğin süredurum ilkesi gibi) uylaşımlar olduğu biçimindeki daha kapsamlı
savı ileri süren H en ri P oincare tarafından güçlü olarak savunuldu.13
P oincare’nin görüşlerini yalnızca belirtik olarak geom etriye gönder­
m ede bulund u k ları düzeye dek tartışacak olm am ıza karşın, ulaşılan
çözümleme ve vargılar özsel değişkiler olmaksızın uylaşımcı savın daha
genel biçim ine genişletilebilir.

a. Poincare’nin geom etrinin tanımsal konum u için uslamlaması arı


ve uygulamalı geom etriler arasına açık bir ayrım getirmemesi nedeniyle
biraz bulanıklaşır. Dahası, geom etrinin (büyük olasılıkla arı geom etri­
nin) konusunun bir ideal “uzay” olduğunu varsayar ki, b unun üzerine,
durum un doğasından ötürü, hiçbir deney olanaklı değildir; ve bununla
arı geom etrik bildirim lerin genişliksiz çizgiler ve matematiksel olarak
sürekli eğriler gibi “sınırlayıcı” kavramların terim lerinde form üle edil­
diğinden daha çoğunu dem ek istemiş olup olmadığı açık değildir. H er
durum da, almaşık arı m etrik geom etriler kendi aralarında çevrilebilir
olduğu için, uzaysal ilişkileri kodlam anın bir yolu olarak onlardan her­
hangi birini seçm ede özgür olduğum uzu ileri sürdü, öyle ki seçimimiz
sonuçta böyle ilişkileri adlandırm ak için almaşık uylaşımlar arasındaki
bir seçimdir. Poincare şunları belirtir:
U zayda a ç ıla rın ın to p la m ı iki dik açıya eşit o la n d o ğ ru sa l ü ç g e n le ri biliriz;
a m a e şit ö lç ü d e a ç ıla rın ın to p la m ı iki d ik a ç ıd a n d a h a k ü ç ü k o lan eğrisel
ü ç g en leri d e biliriz. Bir tü rü n varoluşu ö tek in in v a ro lu şu n d an d a h a kuşkulu
değildir. B irincinin k e n a rla rın a d o ğ ru la r a d ın ı v erm ek E uklides geom etrisini
kabul etm ektir; İkincinin k e n a rla rın a d o ğ ru la r a d ın ı v erm ek E uklidien-olm a­
yan g e o m e triy i k abul etm ek tir. Ö yle ki h a n g i g e o m e trin in k a b u l edilm eye
uygun o ld u ğ u n u sorm ak h angi çizgiye d o ğ ru adını verm en in uygun o ld u ğ u n u
so rm ak tır.14

Poincare’nin uslamlamasının bu bölüm ü böylece yalnızca üç an geo­


metri dizgesini oluşturan üç bildirim-biçimleri dizgesinin biçimsel olarak
kendi aralannda çevrilebilir olduğunu ileri sürer. Bu uslamlama yoluyla
doğruladığı sav yalnızca bir an geometri dizgesini form üle etm ede kulla­
nılan notasyonun seçiminin bir uylaşım olduğu savıdır. Daha önce kabul
etmiştik ki, böyle anlaşıldığında, uylaşımcı sav hiç kuşkusuz doğrudur.
l3Poincare, The Foundations o f Science, NevvYork, 1921: Science and Hypothesis, Part
II; The Valııe o f Science, Chaps. 3 and 4.
14Aym yer, s. 235.
B ununla birlikte, Poincare ayrıca an olduğu gibi uygulamalı geom et­
rinin de tanımsal konum undan yana uslam lam ada bulundu. İleri sür­
düğüne göre, bir an geom etrinin ilkel terim lerine bir yorum getirildiği
ve böylece dizge belli fiziksel betilenim lere ilişkin bildirimlere çevrildiği
zam an bile (örneğin, ‘doğru çizgi’yi bir ışık ışınının yolunu imlemek
üzere yorum layarak), fiziksel geom etri üzerine hiçbir deney almaşık
fiziksel geom etri dizgelerinden birine karşı ya da bir başkasından yana
karar veremez. Ama bu sav için ortaya koyduğu zem inler açık olmaktan
uzaktır.
Poincare zam an zam an sanki fiziksel geom etriye ilişkin bu sav için
getirilen zem inler arı geometriye ilişkin sav için olanlar ile özdeş imiş
gibi yazdı. “Euklidien uzayda olanaklı olan belli fen o m en lerin ” diye
sordu, “Euklidien-olmayan uzayda olanaksız olacaklan konum u savunu­
labilir midir, öyle ki deneyim, bu fenom enleri doğrulam ada, doğrudan
doğruya Euklidien-olmayan hipotez ile çelişsin?” B ununla birlikte, ona
göre bu soru tam olarak şu soruya eşitti: “M etrelerde ve santim etrelerde
anlatılabilir olan, ama kulaç, ayak ve parm ak ile ölçülemeyen uzunluklar
var mıdır, öyle ki deneyim, bu uzunlukların varoluşunu saptamada, altı
ayağa bölünen kulaçlann olduğu savı ile doğrudan çelişsin?”15Yanıtı her
iki soruda da tasarlanan sayıltıların açıkça saçma olduğu ve bir Eukli­
dien-olm ayan dizgede yorum lanam ayan am a “E uklidien dizgede yo­
rum lanabilen som ut bir deneyi imgelemek olanaksızdır” biçimindeydi.
Ö te yandan, Poincare kimi zam an fiziksel geom etri üzerine savını
başka düşünceler üzerine dayandırıyor göründü. Bir keresinde dikkati
bir karm aşık kuram kütlesindeki tek bir bileşeni belirleyici bir deney­
sel sınam adan geçirm enin olanaksızlığına olmasa da güçlüğüne çekti.
Ö rneğin, eğer gökbilimciler negatif paralaksları olan yıldızlar bulacak
olursa (işlerin Euklides ile açıkça bağdaşmaz am a R iem ann ile uyum
içinde olan bir d u ru m u ), önüm üzde iki yolun açık olduğunu bildirdi:
“Ya Euklides geom etrisini reddedebiliriz, ya da optik yasalarını değiş-
kiden geçirebilir ve ışığın kesin olarak doğru bir çizgide yol almadığını
kabul edebiliriz.” Poincare herkesin ikinci almaşığı “daha üstün olarak”
göreceğine inanıyordu. Öyleyse ona göre almaşık geom etriler arasında­
ki bir karar doğruluk ya da yanlışlıklarını ilgilendiren bir kanıtın tem e­
linde yapılamazdı; karar göreli uygunluk ve yalınlıklarını ilgilendiren
düşünceler üzerine dayanmalıydı. Buna göre “Euklides geometrisi en
uygun olanıdır ve öyle kalacakür,” vargısına ulaştı, çünkü “daha yalındır”
ve genelliği doğal katiların özellikleri ile daha iyi uyum içindedir.16
b. P oincare’nin uslamlaması ne kadar inandırıcıdır? Hiç kuşkusuz
eğer an geom etri bir örtük tanım lar dizgesi olarak kullanılır ve böylece
uzaysal ilişkileri sınıflandırm ak için şematizm ve adlandırm a sağlarsa,
dizge tüm deneysel bulgulara karşın elde tutulabilir. Doğalarının ken-
l5Aynı yer, ss. 81-82.
“Aynı yer, s. 65.
disi nedeniyle örtük tanım lar doğru ya da yanlış olarak nitelenemezler;
ve Poincare onların cisimlerin uzaysal özelliklerine ilişkin deneysel ol­
gulara bir başvurudan başka yollarda değerlendirilm esi gerektiğini sa­
vunm ada haklıydı. Buna karşın, bu sağlam nokta Poincare’nin geomet­
rinin konum unu çözümlemesi yoluyla yaratılan ve bir çözüme bağlanan
biricik sorun değildir. Ayrıca bir arı geom etrinin ilkel terim lerine onu
bir fiziksel geom etri dizgesine çevirecek bir yorum verilir verilmez, bu
İkincinin bir “gizli tanım”dan daha öte birşey olup olmadığı biçimindeki
tem el soru da vardır. Poincare bu soruyu arı geom etrinin konum una
ilişkin sorudan h er zaman düzgün olarak ayırdetmedi: ve sonuçta fizik­
sel geometriyi tartışması pekçok noktayı eksik bırakır.
Einstein P oin care’nin uylaşımcı geom etri felsefesi üzerine yorum ­
da b u lu n u rk e n o n u n yargısında P o in c a re ’nin sub specie aeternitatis
görüldüğ ü n d e haklı olm asına karşın, edim sel tarihin perspektifinde
P oincare’nin çözüm lem esinin sınırlanm ası gerektiğini ve bir fiziksel
geom etrinin gerçekten de görgül kanıtın ışığında değerlendirilm eyi
istediğini belirtti.17 Şimdi niçin böyle bir sınırlandırm anın gerekli oldu­
ğunu, ve niçin P oincare’nin Euklides geom etrisinin hiçbir zaman terk
edilm em esi gerektiğini ileri sürerken ne m antığı ne de tarihi kendi
yanında bulduğunu anahatlarda göstermeliyiz.
Euklides g eom etrisinin kararlı b ir savunucusunu imgeleyelim, ve
Euklides geom etrisini ne pahasına olursa olsun elde tutm ada diretirse
ödem esi gereken bedeli irdeleyelim. Savunmayı istediği Euklides bir
uygulamalı ya da fiziksel geom etri olarak Euklides olduğu için, Euk­
lides gerektirim lerini deneysel yanılgının sınırları içerisinde doyuran
fiziksel betilenim ler çizecek ya da bulacaktır. O rtalam a büyüklükteki
cisimleri ele alırken bunu yapm ada hiçbir sıkıntıya düşm ediğini kabul
edelim; am a astronom ik boyutlarda olan betilenim ler üzerinde ölçüm­
ler yapabilmek için ışık ışınlarının Euklides’in doğru çizgileri olduğu
önsavım kabul ettiğini varsayalım. Bununla birlikte, örneğin çok büyük
boyutlardaki optik üçgenlerin sürekli olarak Euklidien beklentileri do­
yurmayı başaram adığını varsayalım, çünkü böyle üçgenlerin açılarının
toplamları h e r durum da iki dik açıdan çok daha büyüktür. Euklides’in
savunucusu hiç kuşkusuz bu nedenle Euklides geometrisini terk etmeye­
cek, ama hiç kuşkusuz uyumsuzluğu açıklamaya çalışacaktır. Bunu ancak
yıldız üçgenlerinin kenarlarının gerçekte Euklides’in d oğru çizgileri
olm adığını ileri sürerek yapabilir, ve b u n a göre optik izleklerin belli
kuvvet alanları yoluyla biçimsizleştirildiği önsavım kabul edecektir. Ger­
çekte saptanabilir bulunuşlarının ışık ışınlarının doğrusal izleklerden
kabul edilen fiziksel ışık kuram ı ile anlaşma içinde sapmasını açıklayan
aynmlaştıncı kuvvetlerin varoluşu için kanıt elde edebilir. Bu durum da
herşey düzen içindedir.

17Albert Einstein, Geometrie und Erfahrung, Berlin, 1921, s. 8.


Bununla birlikte, Euklides’in savunucusunun böyle aynmlaştıncı kuv­
vet alanlarını bulm ada başarılı olamadığını varsayalım. Ustenim lerinde
kararlı olduğu için, henüz Euklides’i terk etmeyecektir. Ama bu değişmiş
durum da bileşimleri ne olursa olsun tüm cisimlerde, ve dalga uzunlukları
ya da genlikleri ne olursa olsun tüm ışık ışınlarında aynı biçimsizleşme­
leri üreten kuvvetler konutlayacaktır. Kısaca, yıldızlar arasında çizilen
şeklin açılarının ölçülen toplamı ve Euklidien açılar toplamı arasındaki
uygunsuzluğu açıklayabilmek için evrensel kuvvetlerin varoluşunu kabul
edecektir. Bununla birlikte, böyle kuvvetlerin varoluşuna inanm ak için
bulabileceği biricik zemin eğer bunlar konutlanacak olursa belirtilen
uygunsuzluğun açıklanabilecek olması olgusudur. Buna göre, Euklides
geom etrisini ne pahasına olursa olsun elde tutm a kararının olanaklı
bir sonucu yeterli fiziksel kuramları eklem lem ede evrensel kuvvetlerin
varsayılmasının gerekli olabileceğidir. Ö te yandan, eğer belki de belli
bir yöntembilimsel kural zem ininde böyle kuvvetlerin getirilmesi dışla­
nırsa, Euklides’in savunucusu, imgelediğimize benzer koşullar altında,
Euklides’i almaşıklarından birinden yana terk etmeye zorlanacaktır.18
Bu sonucu başka bir yolda bildirebiliriz. Uzaysal özellikleri Euklides
gerektirim lerine iyi yaklaşıklıklar olan katı cisimler bulabilmemiz ya da
yapabilm em iz deneysel b ir olgudur. B ununla birlikte, böyle cisimler
ortalama boyutlardadır, ve katılıkları aynmlaştıncı kuvvetlerin etkilerine
karşı yalıtılmış olm alarının terim lerinde tanımlanır. Varsayalım ki, do­
ğada yer alan hiçbir büyük-ölçek betilenim deneysel yanılgının sınırlan
içerisinde Euklides’e uygun olmasın, am a daha öte varsayalım ki işle­
rin bu d u ru m u n u aynm laştıncı kuvvetlerin işlem lerinin terim lerinde
açıklamak için tüm girişim ler h er d u ru m d a başarısız olsun. O zaman
henüz Euklides geom etrisini büyük-ölçek b etilenim ler için bile elde
tutm ak olanaklıdır, am a ancak böyle betilenim lerde tam olarak onla-
n n Euklides geom etrisinin özelliklerini sergilemesini önleyen dizgesel
“sapmalan” açıklayacak evrensel kuvvederin konuüanması yoluyla. Buna
karşın, evrensel kuvvetler bulunuşlarının ancak geom etrik irdelem eler
tem elinde tanınabilir olması gibi tu h af bir özellik gösterir. Böyle kuv­
vetlerin varsayılması böylece yalnızca Euklides’i kurtarm a uğruna kabul
edilmiş bir ad hoc hipotez görünüşünü taşır.19 Gerçekten de, cisimlerde
18“Evrensel” ve “aynmlaştıncı" kuvvetler arasındaki aynm büyük durulaştıncı etki
ile Hans Reichenbach tarafından Philosophie der Raum-Zeit Lehre başlıklı çalışmasında
kullanılmışür, Berlin, 1928 (İngilizce’de The Philosophy ofSpaceand Time başlığı altında,
NevvYork, 1958). Bununla birlikte, hem aynm hem de terminoloji eski bir tarihtendir.
Ayrım F. A. Lindem ann tarafından Moritz Schlick’in Space and Time in Contemporary
Physics’in e giriş yazısında kullanılmıştır, New York, 1920; ve H elm holtz’un yazılannda
örtüktür (örneğin dipnot l l ’de alıntılanan denem ede).
19“Evrensel kuvvet” “anlam sız” bir deyim sayılmayacaktır, çünkü açıktır ki böyle
kuvvetlerin bulunup bulunm adığını saptam ak için bir yordam belirtilir. Gerçekten
de, Newton m ekanik kuram ındaki yerçekimi tam olarak böyle bir evrensel kuvvettir;
tüm cisimler üzerinde benzer olarak etkide b ulunur ve perdelenem ez.
Euklides’i kurtarabilm ek için evrensel kuvvetlere yüklenmesi gereken
“biçimsizleşmeler” fiziksel olm aktan çok belirgin olarak geom etrik bir
karakter gösterir. Biçimsizleşmeler tüm aynmlaştıncı kuvvetler giderilse
bile sürer; ve cisim lerin “doğal” şekil ve uzaysal boyutlarındaki “baş­
kalaşımlar” olarak yorumlanırlar, çünkü şimdi örtük olarak kullanılan
katılık ölçütü b ir cisimde tam olarak Euklides’in getirdiği geom etrik
özelliklerin bulunmasıdır.
H er ne olursa olsun, eğer Euklides’i elde tutabilm ek için evrensel
kuvvetleri kabul etsek bile, yalnızca Euklides gerektirim leri ve cisimle­
rin “evrensel kuvvetler yoluyla üretilen biçimsizlikler” olarak edimsel
geom etrik özellikleri arasındaki uyumsuzlukları vaftiz etseydik bilimsel
hedeflerim ize ulaşamazdık. Çünkü eğer cisimlerin edimsel geom etrik
özelliklerini dizgesel olarak tahm in etm eyi ve açıklamayı istiyorsak,
evrensel kuvvetler sayıltısını böyle kuvvetleri cisim lerde gözlenen
“biçimsizliklere” arkadan parça parça getirm ektense fiziksel kuram ı­
mızın geri kalanına katmamız gerekir. B ununla birlikte, böyle evrensel
kuvvetler için yapısal koşullar taşıyan fiziksel kuram ların gerçekte h er
zaman tasarımlanabilecek olduğu hiçbir biçimde kendiliğinden açık de­
ğildir. Dahası, bu yapılabilse bile, bundan fiziksel kuram ın ortaya çıkan
bütünsel dizgesinin, “yalın” Euklides geom etrisinin çerçevesi içerisinde
form üle edilmiş olsa bile, zorunlu olarak “daha az yalın” bir Euklidien-
olmayan geom etri üzerine dayalı bir bütünselfizik dizgesinin olduğundan
“daha yalın” ve “daha uygun” olacağı sonucu çıkmaz. Poincare öyleyse
Euklides geom etrisinin sözde daha büyük “yalınlığı”nın onun hasımlan-
nı olmaktansa onu seçmede biricik kaygı olduğunu varsayarken önem li
birşeyi göz ardı ediyordu. Gerçekte, fiziğin sonraki tarihi Poincare’nin
dikkatsizliğini örnekler. Genel görelilik kuramı bir Riemann geometrisi
tipinin çerçevesi içerisinde form üle edilir, am a o kuram Euklides’i terk
etmiş çünkü bu n u yapmakla Euklides klasik mekaniği eklemlemek için
temel olarak kullanılırken olduğundan daha kapsayıcı ve “daha yalın”
bir kuram elde etmiştir.

3. G eom etrinin konum u üzerine tartışmamızı bir kısa vargılar dizisi


içinde özetlem ek yararlı olacakür.

a. Katılık, düzlem yüzey, cetvel, ve uzaysal çakışma kavramları açık


deneysel yordamların terim lerinde uygun olarak tanım lanırken, uzaysal
özellikleri Euklides gerektirim leri ile iyi kılgısal anlaşm a içinde olan
ortalam a büyüklükteki katı cisimler yapılabilir. Buna göre, kapsamlı bir
cisimler sınıfı için geom etri bir deneysel bilim, öğesel m ekaniğin bir
dalıdır. Gerçi bu nesneler alanı geom etrinin edimsel uygulama alanını
doldurm asa da, gene de önem li bir alandır. Sıradan yaşam sorunların­
da olduğu gibi m ühendislik sanatlarında da yapılan uzaysal ölçülerin
büyük bir bölü m ü n ü kapsar; ve ayrıca kalibrasyonları bir tü r uzaysal
ölçüm ü gerektiren bilimsel aletlerin yapılmasını da kucaklar. Dahası,
küçük olduğu gibi büyük uzaklıkların, alanların ve hacım lann (ki bun­
ların birçoğu yeryüzünden çok uzaktır) ölçüm ü de en sonunda böyle
birincil aletlerin kullanım ı üzerine bağımlı olduğu için, bu alan— ki
onda geom etri bir deneysel bilim dir—geom etri kuram ının başka uy­
gulama alanları üzerinde öncelik taşır.
Bununla birlikte, bu alanda almaşık m etrik geom etriler arasında se­
çim yapmak için uygun bir yer yoktur. Çünkü geom etrik büyüklüklerin
bu almaşıklar ile belirlenen kuramsal değerleri arasındaki uyumsuzluk­
lar ortalam a büyüklükteki betilenim ler d u ru m u n d a onların deneysel
olarak ayırdedilmesine izin vermeyecek denli küçüktür. Eğer bu gözlem
alanında Euklides geometrisi hasım lanndan birinin yerine seçilirse, bu­
n un nedeni bir ölçüde Euklides dizgesinin geliştirilen ilk dizge olması
biçim indeki tarihsel olgu, ve bir ölçüde ruhbilim sel olarak almaşıkla­
rından daha yalın görünmesidir.

b. Buna karşın geom etri için öyle uygulama alanları vardır ki, onlarda
verili deneysel kurallar ile uyum içinde fiziksel b etilenim ler oluştur­
mak gücüm üzün sınırları içinde değildir. Bu alanlarda örneğin belli
betilenim lerin Euklides doğru çizgileri olduğu sayıltısı doğrudan doğ­
ruya ya da belirleyici olarak sınanamayacak bir önsavdır. Tersine, böyle
geom etrik önsavlar karmaşık bir fiziksel kuram daki bileşenler olarak
ele alınmalıdır; başka fiziksel sayıltılardan yalıtılma içinde sınanamaz-
lar. Buna göre, verili bir geom etrinin bu alandaki nesneler için doğru
olup olmadığı karan norm al olarak o geometriyi bir bileşen olarak alan
çeşitli kuram ların b ü tü n ün d e yeterliği tarafından denetlenir.
Gene de, karar kılgıda keyfi bir karar değildir, ve büyük ölçüde gör­
gül kaygılar üzerine dayanır. Hiç kuşkusuz, tikel b ir geometriyi fizik
kuram ının başka bölüm lerinde uygun değişiklikler yaparak görünürde
bağdaşmaz görgül kanıt karşısında sürdürm ek soyut olarak olanaklıdır.
B ununla birlikte, gereken değişiklikler ad hoc sayıltıların getirilmesini
gerektirebilir ki, b unlar kendi paylarına fiziğin geri kalanı ile dizgesel
olarak bütünleştirilm eye izin vermeyebilir. Buna göre, tikel bir geo­
metriye sarsılmaz b ir bağlılık fizik kuram ının d ah a kapsayıcı ve daha
bütünleşm iş dizgelerinin gelişiminin yolunda d uran bir engel olabilir.

c. Bir geom etrinin haklı olarak bir uylaşımlar kümesi olarak görül­
m esine izin veren yadsınam az b ir anlam vardır. Bir geom etri ‘düz­
lem ,’ ‘doğru çizgi’ ve benzeri gibi tanıdık terim lerin kullanım ve izin
verilebilir uygulama erim ini saptayan örtük tanım lann bir dizgesi olarak
işlev gördüğü zaman bir uylaşımlar kümesidir. Dahası, üç almaşık metrik
geom etri biçimsel olarak kendi aralannda çevrilebilir olduğuna göre,
onlardan birinde anlatılabilen herşey değişik term inolojide de olsa öte­
ki ikisinin h e r birinde de anlatılabilirdir. Buna göre, tasarlanabilecek
hiçbir deney böyle geom etrilerden birinin bir uzaysal ölçüm kuram ını
formüle etm ek için bir araç olarak hizmet etm ede bir başkasından daha
az yetenekli olduğunu gösterecek kanıtı sağlayamaz. Bir geom etri bu
tarzda kullanıldığı zaman, “uylaşımsal” konum u böylece birincil olarak
bir notasyon uylaşımcılığıdır.
Ö te yandan, böyle bir notasyon uylaşımının kabul edilmesi yoluyla
im lenen uzaysal çözüm lem e kipinin yeterince kapsamlı ve yönedlebi-
lecek denli yalın fizik kuram ları için tem el olarak hizm et edebilecek
geometrik ilişki formülasyonlan verip vermediğini araştırdığımız zaman
değişik bir düzende sorunlar doğar. Bu sorunlar uylaşımların kurulması
yoluyla bir çözüme bağlanamaz, am a görgül olgu sorularının irdelem e­
sini gerektirir.

III. Geometri ve Görelilik Kuramı


Newton m ekaniğinde cisimlerin devimleri için uygun gönderm e çatı­
sı saltık uzaydır, ve Euklides geom etrisi uzaysal ölçüm kuram ı olarak
kullanılır. Belirttiğimiz gibi, N ew ton’ın saltık uzay kavramı güçlükler
altındadır, ve görgül kanıt onun devimlerin çözümlemesi için gönderm e
çatısı olarak kabul edilmesini gerektirmez. Dahası, şimdi ayrıca Euklides
geom etrisine almaşıklar ile tanışık olduğum uza göre, Nevvton’ın yap­
m ak zorunda kaldığı gibi, Euklides’i b ir m ekanik kuram ı için biricik
tem el olarak görm ek zorunda değiliz. B ununla birlikte, cisimlerin de­
viminin çözümlemesini geliştirmesinde hem saltık uzayı hem de Eukli­
des geom etrisini bir yana atması Einstein’ın genel görelilik kuram ının
ayırdedici bir özelliğidir. Eğer görelilik mekaniğinin Newton kuram ında
öylesine özeksel bir yer dolduran sayıltılar olmaksızın hedeflerine hangi
tarzda ulaştığını kısaca yoklarsak, Newton mekaniğini ve geom etrinin
mantıksal konum unu tartışmamız toparlanm ış olacaktır.
Einstein’ın geliştirdiği mekanik dizgesi için “görelilik kuram ı” başlığı
kimi bakımlardan talihsizdir, çünkü hiç kuşkusuz kuramın gerçek içeriği
açısından birçoklannı yanılgıya düşürm üştür. H er durum da, Einstein
bir m ekanik kuram ını öyle bir yolda form üle etmeyi başardı ki, ondaki
devim denklem leri Newton m ekaniğindeki eşlerinin olduğundan daha
kapsayıcı bir g ö nderm e çatıları sınıfı üzerinde değişimsizdir. Anımsa­
nacaktır ki, klasik devim denklem leri süredurum lu ya da Galileo gön­
derm e çatıları ile göreli devim ler için geçerlidir, ve devim ler birbiri
ile göreli olarak biçimdeş devim ile devinen bir gönderm e çatıları kü­
m esinden herhangi birine gönderm e d u ru m u n d a biçim lerini korur.
B ununla birlikte, süredurum lu-olm ayan bir gönderm e çatısı kullanıl­
dığı zam an, eş deyişle, eğer N ew ton’ın dilini kullanırsak, saltık uzay
açısından ivmelenen bir gönderm e çatısı kullanıldığı zaman, Newton’ın
denklem leri bütünüyle doyurucu bir çözümleme sağlamaz. Newton’ın
kuramı üzerine bir ayrıcalıklı gönderm e çatılan sınıfı vardır ki, onlarda
devim denklem leri değişimsiz kalır. Ö te yandan, Einstein’ın genel gö­
relilik kuram ının çarpıcı başarısı herhangi bir gönderm e çatısı sınıfına
böyle ayrıcalıklı bir konum yüklememesi ve böylece cisimlerin devimle­
rinin keyfi olarak seçilmiş uzaysal koordinatlar dizgesine gönderm eli
olabilmesidir. Bu kuram ın tem el devim denklem leri değişik gönderm e
çatılarının koordinatları arasında bağlılaşımlar kuran tüm sürekli (ve
ayrışımlı kılınabilir) dönüşüm ler sınıfı altında değişimsizdir.
Burada E instein’ın başarım ının teknik ve güç ayrıntıları ile ilgilen­
meyeceğiz, ve yalnızca görelilik kuram ının başlıca özelliklerini çıplak
anahatlarda belirtebiliriz. Einstein ona iki adım da ulaştı. Özel göreli­
lik kuram ında Galileo-Nevvton değişimsizlik ilkesini yalnızca mekanik
denklem leri tarafından değil am a ayrıca Maxwell’in elektrodinam ik
alan denklem leri tarafından da doyurulacağı b ir yolda genişletti. Bu
amaçla, fizikte uzaysal ve zam ansal ölçüm ler elde etm e koşullarının
dikkatli bir çözüm lem esini yaptı, ve uzunluklara ve zam an sürelerine
atanan büyüklüklerin özsel bir yolda ölçülm ekte olan cisimlerin göreli
devimi üzerine bağımlı o ld u ğ u n u gösterdi. Işık sinyallerinin uzaysal
ve zamansal ölçm eler yapm ada kullanılması ve ışık hızının kaynağının
hızından bağımsız olması sayıltılan üzerine, eğer bir cisim bir D gönder­
me dizgesine göreli olarak biçimdeş hız ile deviniyorsa, o zaman D ’de
ölçüldüğü biçimiyle o cisim üzerindeki uzunluk ve sürelerin bu göreli
hızın belirli fonksiyonlan olduğu vargısına ulaştı. Einstein’ın çözümle­
mesi Newton’ın bir cismin küüesinin kütlenin onda ölçüldüğü dizge ile
göreli hızından bağımsız olduğu sayılüsının düzeltilmesini gerektirdi, ve
sonuçta Newton devim denklem lerinde önemli değişikliklerin yapılması
gerekli oldu. Özel kuram ın n et sonucu iyileştirilmiş devim denklem leri
gibi Maxwell’in alan denklem lerinin de tüm süredurum lu gönderm e
çatılarında değişimsiz olduğudur.
Bununla birlikte, özel kuram henüz hem mekaniğin hem de elektro­
dinam iğin denklem lerini form üle etm ede özel b ir gönderm e çatıları
sınıfına ayncalıklı bir konum yükler. Bu Einstein’a anorm al göründü,
çünkü kinematik olarak (e.d. cisim lerin konum undaki değişim ler çö­
züm lenirken, am a böyle değişim lerin belirleyicileri olarak herhangi
bir kuvvete gönderm e olmaksızın) tüm devim ler görelidir. Buna göre
öyle bir dinamik kuram ı geliştirmeyi üstlendi ki, bu sınırlam adan özgür
olacak ve temel denklemleri cisimlerin devimini çözümlemek için hangi
gönderm e çaüsı kabul edilirse edilsin biçim lerini koruyacaktı.20
Einstein bu çıkış noktasını Newton m ekaniğinde iki tü r kütle arasın­
daki ayrım dan aldı: S üredurum lu kütle, ki bir cismin hızındaki deği­
şimlere gösterdiği direnç ile bağlıdır; ve yerçekimi kütlesi, ki bir cismin
yerçekimi alanlanndaki davranışı ile bağlıdır ve genellikle bir cismin
ağırlığı olarak belirtilir. B ununla birlikte, b u kuram sal ayrıma karşın,

t e k n i k dilde, devim denklem leri tüm gönderm e çatılarında eş-değişimli olacaktır.


deney bir cismin süredurum ve yerçekimi kütlelerinin sayısal ölçüm le­
rini birbirine eşit olduğunu gösterir. Bu eşdeğerlik N ew ton’ın kuramı
ile açıklanmaz. Einstein onu kaba bir olumsal olgu olarak bırakmakla
yetinmeyerek açıklamaya çalıştı. Bu eşdeğerliği bir cismin iki ayrı kütle
türüne iye olmadığı, am a bir cismin belli koşullar altında süredurum
olarak sergilediği özelliğin başka koşullar altında ağırlık olarak sergilen­
diği anlam ında yorumladı. Yeni kuramının temel bir konuüaması olarak
bu yorum ile, Einstein nasıl bir yerçekimi alanının (yeter ki uzamda çok
fazla büyük olmasın) h e r zaman bir süredurum lu alan olarak yorum ­
lanabileceğini gösterdi. Buna göre, N ew ton’ın kuram ının bir cismin
devimini cismin bir ikinci cismin yerçekim i alanında olduğu (ya da
onun tarafından çekildiği) sayıltısı üzerine açıkladığı yerde, yeni kuram
devimi iki cisim arasında göreli bir ivme varsayarak ve böylece özel bir
yerçekimi kuvvetini bir yana bırakarak açıklar. Dahası, Einstein devim
denklem lerini öyle bir tarzda form üle etmeyi başardı ki, bunlar gönder­
me çatısı olarak seçilen koordinat dizgesine bakılmaksızın biçimlerini
korudu. Bu formülasyonda, zorlamalar olmaksızın devinen cisimler (ve
özel olarak ışık ışınları) h e r zaman keyfi bir gönderm e çatısına göreli
olarak geodezikler (e.d. “en kısa uzaklık”lı izlekler) olan yolları izler.
Ama bu formülasyon için gerekli olan geom etri pozitif ama değişken eğ­
rinin bir Riemann m etrik tipidir. Bununla birlikte, sınırlayıcı durum da,
yerçekimi alanları olmadığı zaman, ışık ışınlarının ve özgürce devinen
cisimlerin yolları Euklides doğru çizgileridir.
Genel görelilik kuramı böylece geometri ve mekanik arasında onların
Newton kuram ındaki bağıntısından daha yakın b ir kaynaşmayı içerir.
Gerçekten de, görelilik kuram ında kullanıldığı gibi “geom etri” sözcüğü
Newton m ekaniğindeki kullanım ında olduğundan çok daha kapsayıcı
bir ilişkiler kümesini kucaklar. Ö rneğin görelilik kuram ında geometrik
değişimsizler nesnelerin zamansal olduğu gibi katı olarak uzaysal özel­
liklerine de gönderm ede bulunur. Gerçekte, kuram ın tem el değişimsizi
öyle oluşturulm uştur ki, o nda kapsanan belli param etrelere verili bir
bölgedeki özdeksel nesnelerin dağılımı üzerine bağımlı özel değerler
atandığı zaman, ışık ışınlarının ve özgürce devinen cisimlerin izlekleri
o bölgenin geodezikleri olarak çıkarsanabilir. Karşıt olarak, klasik me­
kanikteki tem el devim denklem leri Newton kuram ının geom etrik çer­
çevesinden türetilebilir değildir. Ne de o kuram ın çeşitli problem lerde
kullandığı kuvvet-fonksiyonlan inceleme altındaki nesnelerin geometrik
özellikleri tarafından belirlenir; tersine, verili bir kuvvet-fonksiyonunun
getirilişi ek ve bağımsız bir sayıltının getirilişidir. Ö te yandan, genel
görelilik kuram ında b ir bölgedeki cisim lerin dağılım ı bölgenin geo­
metrisini belirler; ve devim denklem leri böyle belirlenen geom etriden
türetilebilirdir. Böylece açıktır ki genel görelilik k uram ının Newton
mekaniğini sınırlayıcı bir durum olarak içine alan kapsamlı geometrisi
fiziğin bir dalıdır. B undan şu çıkar ki, b u geom etriye alm aşıklardan
b irinin olm aktansa o n u n kabul edilm esi yalnızca almaşık uylaşımlar
arasında karar verilmesini gerektiren bir sorun olamaz, am a deneysel
kanıt üzerine dayanmalıdır.
Genel görelilik kuram ı ile bağıntı içinde doğm uş olan üç sorun üze­
rine birkaç yorum kuram ın yukarıdaki kısa açıklamasındaki çeşitli nok­
taları durulaştırm aya yardım edebilir.

1. Kuram, özel görelilik kuram ının tersine, tem el kavram larının—


ve özellikle keyfi olarak seçilen uzaysal-zamansal koordinat dizgeleri­
ni özgürce kullanım ın—deneysel (ya da “işlemsel”) anlam taşımadığı
zem ininde eleştirilmiştir. Parçacıklar için görelilik devim denklem leri
üzerine bir tartışm ada, P. W. Bridgm an kuram ın koordinatlar atamak
için hiçbir yerde ister bu denklem ler ile isterse başka sorunlar ile bağıntı
içinde olsun “işlemsel” tanım lar verm ediğini ileri sürmüştür. Dahası,
ona göre değişik gönderm e çatılarında yerleşmiş değişik gözlemciler
tarafından incelendiği ileri sürülen fiziksel olayların “aynı” olaylar olup
olm adığına karar verm ek için kuram tarafından hiçbir işlemsel ölçüt
bildirilmez. Sonuçta kuram fiziksel durum ların eksiksiz nitelendirmeye
açık o lduğ u n u n varsayılmasmın terim lerini sağlayan “sezgisel olarak
tanınabilir öğesel olayları” çözümlemeyi başaramamakla suçlanır. Bridg­
m an buna göre genel görelilik kuram ının tam olmadığı, ve sorgulanabi­
lir bir felsefeyi gizleyen bulutum su sayıltılar ile işlediği vargısına ulaşır.21
Bridgman görelilik kuram ının salt matematiksel formalizminin kura­
mın fiziksel içeriğini sağlamadığını belirtm ede kesinlikle haklıdır. Eğer
kuram fiziğin bir dalı sayılacaksa, kuramsal terimleri deneysel kavramlar
ile ilişkilendiren uygun eşgüdümleyici tanım ların sağlanması gerekti­
ğini ileri sürm ede de eşit ölçüde haklıdır. Buna karşın, B ridgm an’ın
yapıyor gö rü n d ü ğ ü gibi, h e r kuram sal terim in açık b ir deneysel yor­
dam ile bağlanmasını istemek usauygun değildir. Giderek bir kuram ın
h e r bir bileşen sayıltısmın bağımsız deneysel sınamaya açık olmasını
istemek usauygun olm aktan daha da uzaktır. Klasik fiziğin kuram ların­
dan çok azı bu ö nerilen gerektirim lerden birincisini doyurur, üstelik
böylelikle yeterli fiziksel kuram lar olm aktan çıkmasalar da; ve belki de
m odern fiziğin hiçbir kuram ı ikinci koşulu yerine getirmez. Yineleye­
rek belirttiğim iz gibi, b ir kuram ın araştırm ada sınanabilir olması ve
işlevini yerine getirmesi için yeterli bir koşul kuram sal kavramlarının
yeterli bir miktarının eşgüdümleyici tanım lar ile bağlı olmasıdır, öyle ki
konutlam alannın mantıksal sonuçlarının bir türlülüğü deneysel olarak
denetlenebilsin. Genel görelilik kuram ının bu gerektirim i tam olarak
karşıladığı konusunda hiçbir ciddi kuşku olamaz.
Bu bağm ü içinde bir başka noktanın daha kabul edilmesi gerekir. Ge-
21P. W. Bridgman, TheNature ofPhysical Theory, Princeton, 1936, Chap. 7; bkz. ayrıca
“E instein’s T heories a n d the O perational Point of View” başlıklı denem esi, Albert
Einstein: PhilosopherScientist’de (yay. haz. P. A. Schilpp), Evanston, 111., 1949.
nel görelilik kuram ının devim denklem leri bu denklem lerin hem kla­
sik m ekanikte hem de özel görelilik kuram ında olduğundan çok daha
kapsayıcı bir dönüşüm ler sınıfı alünda değişimsizdir. Öyleyse, durum un
doğasına göre, genel görelilik kuram ı b ir devim ler tü rlülüğünün bu
öteki kuram lar yoluyla form üle edilenden daha geniş bir ortak yapısını
form üle eder, ve böylelikle fizik dizgeleri arasında İkinciler tarafından
belirtik olarak kabul edilen birçok ayrımı soyutlar. Buna göre, genel
göreliliğin kuramsal kavramları için karşılık-düşme kuralları (ya da iş­
lemsel tanım lar) kuram değişik fiziksel dizge tiplerine uygulanırken
belirli görgül gönderm elerinde değişiklikler gösterecektir. Verili bir ku­
ramsal kavram için aynı işlemsel tanımı korum ak kuram ın değişimsizlik
alanını ve uygulama erim ini kısaltmaksızın olanaklı olmayacaktır Aynı
kuramsal kavram için karşılık düşm e kurallarındaki böyle ayrımların
yalın bir örneği ‘nokta’ terim inin genel görelilik kuram ında kimi zaman
yeryüzünün küçük bir alanı ile, kimi zaman yeryüzünün bütün hacmi
ile, kimi zaman bir gezegen ile, kimi zaman bir galaksi ile eşgüdüm lü
kılınması durum unda bulunur. Bununla birlikte, verili bir kuramsal kav­
ram için hiçbir benzersiz karşılık-düşme kuralının kesin olarak ortaya
koyulmaması olgusu kuram som ut bir problem e uygulanırken belirli
bir görgül gönderm esi olan bir eşgüdümleyici tanım ın sağlanmadığı
anlam ına gelmez.22

2. Einstein’ın genel kuram ı ayrıca bir m ekanik dizgesi için çerçeve


olarak değişken eğriliğe dayalı bir geom etri kullandığı için de eleşti­
rilmiştir. B ununla birlikte, irdelem e altındaki eleştiri Euklides geom et­
risine bir a priori bağlılık üzerine dayalı değildir. Eleştiri eğer doğanın
olumsal ve ayrışık olayları dizgesel olarak çözüm lenecek ve ilişkilen-
dirilecek ise b ir fiziksel kuram ın çerçevesi olarak biçimdeş uzaysal-za-
mansal ilişkilerin kabul edilmesi gerektiği savı üzerine dayanır. Bu A.
N. W hitehead’in değişken eğrilik yerine değişmez eğriliğe dayalı bir
geom etri kullanan almaşık bir genel görelilik kuram ının geliştirilmesi
için ileri sürdüğü nedendir. W hitehead şunları bildirdi:

deneyim im iz bir biçim deşlik tem eli g e rek tirir ve sergiler, ve ... d o ğ a d u ru m u n ­
d a b u tem el k e n d in i uzaysal-zam ansal ilişkilerin biçim deşliği olarak sergiler.
Bu vargı b u ilişkilerin E in ste in ’ın geç k u ra m ın a özsel olan n e d en sel ayrışık­
lığını b ü tü n ü y le k o p a rıp atar. ... Fizik ve g e o m e tri arasındaki eski bölünm eyi
ileri sürm ek b e n im k u ram ım a özü n lü d ü r. Fizik d o ğ a n ın olum sal ilişkilerinin
b ilim idir ve g e o m e tri b içim deş ilişkililiği anlatır.23

W hitehead’e göre, doğanın olumsal olgularını anlatm ak için bir değiş­


mez eğrilik geom etrisini varsaymalıyız, ve bu geom etri Euklides, Loba-
22Krş. A. S. E ddington, The Mathemalical Theory o f Relativity, 2 ’nci yayım Londra,
1924, ss. 85vs.
23A. N. W hitehead, ThePrinciple o f Relativity, Cambridge, İngiltere, 1922, ss. v-vi.
chevvsky ya da Riem ann geom etrisi olabilir. Çünkü doğrudan gözleme
olanak tanıyan yalıtılmış durum ların ötesine uzanm ak için “dizgesel
biçimdeşlik kuralları” konuüanm adıkça, yazgımız “herşeyi bilinceye dek
hiçbirşey bilm emektir.”24
W hitehead’in ayrılıkçı görüşleri, gerçi çok açık olarak bildirilmiş ol­
masalar da, biri olgu ve biri mantık sorunu olmak üzere iki sorun yaratır.

a. Birinci soru değişken eğrilik ile karakterize edilen bir “biçimdeş-


olmayan” geom etrinin çerçevesi içerisinde bir m ekanik dizgesinin ku­
rulup kurulamayacağıdır. Bu soruya yanıt açıktır ki olum ludur, çünkü
Einstein gerçekten de tam olarak böyle bir mekanik dizgesi kurmuştur.
Öyleyse bir “biçimdeş ilişkililiği” varsayan bir geom etri kabul edilmedik­
çe doğrudan gözlem altına düşen yalıtılmış fiziksel olayların ötesinde
hiçbirşey bilemeyeceğimiz görüşüne hiçbir ağırlık yüklenemez.
H er ne olursa olsun, niçin E instein’ın kuram ı gibi değişken eğrili­
ğe dayalı bir geometriyi kullanan bir kuram da m ekanik için Euklides
geometrisini çerçeve olarak kabul eden birinde olduğundan daha çok
“nedensel ayrışıklık” olduğu açık değildir. Hiç kuşkusuz d o ğ ru d u r ki
Einstein’ın kuram ında bir bölgenin uzaysal-zamansal yapısı özdeğin o
bölgedeki (olumsal) dağılımı yoluyla belirlenir, öyle ki sonuçta bu yapı
ancak belirli görgül kanıt tem elinde saptanabilir. Buna karşın, o kuram
kapsayıcı bir kavramsal çerçeve içerisinde bir bölgenin geom etrisinin
tam olarak hangi tarzda o nda dağılmış özdeğin b ir fonksiyonu oldu­
ğunu belirleyen genel kurallar sağlar. Bu bakım dan değişmez eğrilik
üzerine dayalı bir geometriyi tem el alan bir almaşık kuram ın karşısına
çıkan durum özsel olarak ayrı değildir. Çünkü geom etri cisimlerin uzay­
sa! özelliklerini sınıflandırmak ve adlandırm ak için bir a primi uylaşımlar
dizgesi olarak kabul edilse bile, ancak deneysel gözlem verili bir bölgede
cisimlerin tam olarak hangi geom etrik özelliklere edim sel olarak iye
olduklarına karar verebilir. Dahası, deneysel olguların bu özelliklerin
Euklidien olduklarını doğrulayabilmesine karşın, eğer cisimlerin edim ­
sel izlekleri çözüm lem enin alanı içerisine düşecekse, ek sayıltılann (ör­
neğin hem özdeğin “yerel” ve olumsal dağılımını ilgilendiren hem de
olumsal devim yasalarını ilgilendiren sayıltılann) yapılması gerekecektir.
Buna göre, geom etrik ve fiziksel bilgimizi tam olarak nasıl dizgeselleştir-
diğimiz—m ekaniği kapsamlı bir “geom etri”nin bütünleyici bir parçası
olarak mı dizgeselleştirdiğimiz, yoksa geom etri ve m ekanik arasındaki
geleneksel ayrımı mı koruduğum uz—fiziksel bilgiyi elde etm em izin
olanağını belirlem ez.25

b. W hitehead’in yarattığı ikinci sorun sonuçta geom etrinin mantıksal


konum unu ilgilendiren soruyu yeniden açar. Soru şimdiki bağlam da
24Aynı yer, s. 29; bkz. ayrıca s. 64.
25Krş. B ertrand Russell, Analysis ofMatter, Londra, 1927, s. 79.
şöyle bildirilebilir. İki almaşık fizik kuramı ile karşı karşıyayız: Einstein’ın
değişken eğrilik üzerine dayalı Riem ann geom etrisinin terim lerinde
form üle edilmiş genel görelilik kuramı, ve W hitehead’in Euklides geo­
metrisi üzerine dayalı kuramı. Kuram lar m atem atiksel olarak eşdeğer
değildir, üstelik b u noktaya dek aralarında deneysel zem inlerde bir
karar olanaklı görünm ese de. Kuram lar değişik geom etriler kullandı­
ğı sürece, aralarındaki ayrımı nasıl yorumlayacağız? H er bir durum da
geom etriler yalnızca uzaysal ilişkileri yorum lam ak ve düzenlem ek için
almaşık uylaşımlar mıdır, ve bu nedenle görgül sınam alara açık değil
midirler?
VVhitehead’in kendi görelilik kuram ı tü rü üzerine sıkıştırılmış açım­
laması soruyu yanıtlamayı güçleştirir. B ununla birlikte, güvenilir bir
yanıtın verilem em esine karşın, so ru n u n b ir tartışm ası h e r ne olursa
olsun geom etrinin m antıksal konum u üzerine d ah a ö n ceden ulaştı­
ğımız kimi vargıları yeniden bildirm ek ve pekiştirm ek için bir fırsat
sağlayacaktır. İlk olarak, “geom etri” sözcüğünün E instein’ın görelilik
kuram ında W hitehead’in kullanım ında olduğundan daha kapsayıcı bir
anlam da kullanıldığına dikkat etm ek özseldir. W hitehead’in değil ama
Einstein’ın bağlam ında sözcük bir uzaysal ilişkiler kuram ını olduğu gibi
bir mekanik kuram ını da imler. Ö nüm üzdeki soruyu yoklarken öyleyse
Einstein’ın “geom etri”sini VVhitehead’in bileşmiş “geom etri” ve fiziği
ile karşılaştırmalıyız. Dahası, iki dizgenin h e r birinde, özellikle ‘doğru
çizgi’ terimi için, karşılık-düşme kurallarının kullanılıp kullanılmadığım
ve eğer kullanılıyorsa hangilerinin kullanıldığını saptamalıyız. Daha
önce belirtildiği gibi, E instein’ın kuram ı som ut fiziksel problem lere
uygulandığı zam an böyle kuralları kapsar; ve gerçekte ışık ışınlarının
ve özgürce devinen cisimlerin yollan kuram ın geodezikleri olarak be­
lirtilir. Görgül kanıt tem elinde yargılandığında, bu betilenim ler genel
olarak R iem ann’ın doğru çizgileridir. Buna göre, Einstein kuram ının
eşgüdümleyici tanım ları verildiğinde, bir bölgenin uzaysal yapılarının
değişken eğrilik üzerine dayalı bir Riemann geom etrisinin gerektirimle­
rini doyurduğu savı bir “gizil tanım ” değildir, am a ancak olgusal kanıtın
doğası nedeniyle aklanır.
Ö te yandan, VVhitehead’in geom etrik terim leri için hangi eşgüdüm ­
leyici tanım ları kullandığı bütünüyle açık değildir. Kuramsal yapısını
denetleyen güdüler fiziksel olmaktan çok felsefi görünür. “İlişkisel uzay
kuram ı”nı dolaysızca duyumsanan olaylar arasındaki ilişkilerin bir dizgesi
olarak geliştirir, fiziksel nesneler arasındaki değil, çünkü onun görüşü üze­
rine bu sonuncular yalnızca böyle duyumsanan olaylann karmaşalandır.
Buna göre cisimlerin devim lerinin duyusal olaylar arasında doğrudan
ayrımsanan ilişkilerin terim lerinde tanım lanan “türdeş” ya da “biçim­
deş” uzayda saptanan k o o rd in at dizgeleri ile ilişkilendirilebileceğini
ileri sürer. Buna karşın dolaysızca duyum sanan hangi betilenim lerin
W hitehead’e göre “doğru çizgiler” olarak tanınacağı bulanık kalır; ve
onun için Euklides geom etrisinin dolaysızca deneyim lenen olayların
uzaysal niteliklerini dizgeselleştirm ek için bir örtük tanım lar kümesi
olarak işleve gördüğü izlenim inden kaçmak güçtür. B ununla birlikte,
eğer bu izlenim sağlam ise, bir yanda Einstein’ın kuram ının geodezik­
ler olarak belirlediği betilenim lerin R iem ann d oğru çizgileri olduğu
önesürüm ü ve öte yandan W hitehead’m bir betilenim in ancak bir Euk­
lides doğru çizgisi ise bir geodezik olduğu önesürüm ü arasında hiçbir
çatışma olanaklı değildir. Ç ünkü E instein’ın ö n esü rü m ü bir olgusal
sav iken, W hitehead’in önesürüm ü bir uylaşım önerisidir. Buna göre,
verili bir betilenim in (örneğin kuvvetten özgür bir alandaki bir optik
izlek) h er iki dizge tarafından da b ir geodezik olarak nitelenm esinin
olanaklı olmasına karşın, verili başka bir betilenim i (örneğin güçlü bir
yerçekimi alanındaki bir optik izlek) h e r birinin ayn ayrı nitelemesi de
eşit ölçüde olanaklıdır. Buna karşın, geom etri W hitehead dizgesinde
bir uylaşımlar küm esinin konum unu taşır görünürken ve Einstein diz­
gesinde böyle değilken, bu sonuncunun birincideki benzer bileşenlere
karşılık düşmeyen kendine özgü uylaşımsal bileşenleri vardır. Ö rneğin
koşul gereği E instein’ın kuram ında ancak kuram yoluyla belirlenen
belli denklem leri doyuran kuvvet alanları yerçekim i kuvvet alanları
olarak kabul edilir. Kısaca, uylaşımın kurulm asının bir kuram ın oluş­
turulm asında özsel bir evre olmasına karşın, böyle uylaşımların yerleri
genel olarak değişkendir.

3. Son olarak genel görelilik kuram ında temel devim denklem lerinin
bir koordinat dizgesinden bir başkasına çok kapsamlı bir dönüşüm ler
sınıfı altında değişimsiz olmaları olgusu üzerine dayandırılan belli yanlış
yorum lar hakkında birşeyler söylenmelidir. Doğa yasalarının böyle for-
m ülasyonlannın üstünlükleri açıktır. Böyle formülasyonlar kapsamlı bir
özelleşmiş yasalar türlülüğünü ortak bir form ül altına almayı olanaklı
kılar; süreçlerin yer alması için tam olarak hangi koşulların vazgeçilmez
olduğunu belirtik kılar ve böylece o süreçlerin sürmesi için neyin özsel
ve neyin ilgisiz olduğunu ayırdetmemize yardım eder; ve araştırmanın yö­
netilmesinde ve somut problem lerin çözüm ünde güçlü kılavuzlar olarak
hizmet ederler. Değişimsiz form ülasyonlann büyük kuramsal ve kılgısal
önem ini kabul ederek, birçok yazar bu nedenle değişimsizliği nesnellik
ile özdeşleştirmiştir, öyle ki bu düşünürlere göre ancak böyle değişimsiz
biçimde anlatılabilir olan şey “gerçek realite” adını almayı hak eder.
Nesnelliğin değişimsizlik ile önerilen özdeşleştirilmesi, eğer bilimde
ve başka yerlerde “nesnel” sözcüğü ile bağlanan birçok anlam ın biricik
açımlaması olarak önerilirse, karşı çıkılamazdır.26 B ununla birlikte, bu
özdeşleştirmeyi önerenlerin çoğunun amacı başka türlü görünür, çünkü
bunlar sık sık bu nesnellik anlayışı tem elinde som ut olarak varolan fızik-
26Krş. ‘fiziksel olarak re el’ yüklemini uygulamak için yukarıda 6’ncı Bölümde tar­
tışılan almaşık ölçüder listesi.
sel dizgelerin, ve özel olarak giderek bir fizik kuram ında değişimsiz for-
mülasyonlar kazanmış yapıları somutlaştıran dizgelerin bile “realitesini”
yadsımaya geçerler. Öyleyse kısaca böyle yadsım alarda sık sık göz ardı
edilen kimi noktalan kısaca belirtm ek yararlı görünür, özellikle yadsı­
m aların genel görelilik kuram ının bir çözümlemesi üzerine dayandığı
ileri sürüldüğü için.
Görelilik kuram ının devim denklem leri aslında geniş bir dönüşüm ­
ler sınıfı altında değişimsizdir. Buna karşın, denklem ler tüm olanaklı
dönüşüm ler altında değil, am a yalnızca hem sürekli hem de ayrımlaş-
tırılabilir dönüşüm lerin kısıtlı sınıfı altında değişimsizdir. Buna göre,
nesnelliğin değişimsizlik ile önerilen özdeşleştirilmesi üzerine, genel
görelilik kuram ı yoluyla form üle edilen yapılann nesnelliği seçilmiş bir
dönüşüm ler kümesi ile görelidir. Ama değişimsizliği tanım lam ak için
hizm et etm ek üzere seçilebilecek belirsiz bir sayıda dönüşüm küm eleri
olduğu için, görelilik kuram ında kullanılan küm enin başka bir kümeye
özünlü olarak üstün ve felsefi olarak ondan daha tem el olduğunu ileri
sürm ek için hiçbir inandırıcı a priori ned en yoktur.
Dahası, devim denklem lerinin değişimsiz bir biçim taşımalan gerekti­
riminin kendi başına doğa yasalannm alabileceği biçimler üzerine ciddi
kısıtlamalar dayatmadığı olgusu sık sık gözden kaçınlır. G erçekten de,
eğer form ülasyonun karmaşıklığı üzerine hiçbir sınırlam a getirilmez­
se, herhangi bir yasanın bu gerektirim i doyurması sağlanabilir.27 Buna
göre, görelilik denklem lerinin önem inin kaynağı salt değişimsizlikleri
değildir; karşılaştırmalı yalınlık gibi pragm atik bir noktayı dışlamamak
üzere, başka noktalar da değerlerinin belirleyicileri arasına girer.
Ama h er ne olursa olsun, devimleri tikel bir gönderm e çatısına gön­
derm e içinde aynm laştıran özelliklerin (bu özellikler devim denklem ­
lerinin değişimsiz form ülasyonlannda göz ardı edilse bile) tıpkı denk­
lem ler yoluyla bildirilen yaygın yapılar gibi doğanın parçalan olduğunu
yadsımak için h erh an g i b ir güçlü n e d e n var m ıdır? D enklem ler ne
zam an som ut bir fiziksel dizgeye uygulansa, değişimsiz form alizm leri
değişimsiz olmayan aynntı bildirimleri ile tamamlanmalıdır. Buna göre,
niçin denklem lerin özel bir örneğinin o örnekte somutlaşan değişimsiz
yapıdan daha az “reel” sayılması gereksin? Bu noktayı yalın bir örneğin
terim lerinde zorlayalım. İki değişkenli genel cebirsel denklem bir konik
kesitin genel denklem i olarak yorumlanabilir. B ununla birlikte, genel
denklem deki “keyfi değişmezlere” özel sayısal değerler atandığı zaman,
böyle elde edilen çeşitli denklem ler birbirinden tipte, büyüklükte ya da
varsayılan bir gönderm e çatısı ile göreli konum da ayrılan özel konikleri
temsil edecektir. Bireysel koniklerin belirtilen yollarda ayrı olmasına
karşın, tüm ü de konikler için genel denklem yoluyla form üle edilen
ortak bir yapı taşır. Ama denklem in ne b ir elips, ne bir daire, ne de
27Krş. P. W. Bridgman, TheNatureofPhysicalTheory,s.81',\eh.Silberste'm, TheTheoty
of Relativity, 2’nci yayım, Londra, 1924,ss. 296vs.
bir hiperbol ya da parabol olan, ve özelleşmeleri “nesnel olarak reel”
değilken yalnızca kendisi öyle olan bir “genel koniği” temsil ettiğini ileri
sürm ek ileri gitmek olacaktır.
Benzer olarak, genel Newton devim denklem leri, böyle olarak, bir
yerçekimi alanının özeğine doğru özgürce düşm ekte olan bir cismin
izleyebileceği değişik yollar arasında cismin devimi değişik süredurum lu
gönderm e çatıları ile ilişkilendirildiği zaman ayrım yapmaz. Böyle bir
gönderm e çatısı ile ilişki içinde izlek bir parabol biçimini taşıyabilirken,
bir başka gönderm e çatısında b ir doğru çizgi olabilir. Ama izleklerde
böyle ayrım ların o lduğunu yadsımak saçma olacaktır, üstelik Newton
denklem lerinin genelleştirilmiş form ülasyonu onlardan belirtik olarak
söz etm ese bile. Ne de izleklerin ancak tü m ü n e ortak özelliklerinin
doğada nesnel bir konum lan olduğunu ileri sürm enin bir zemini var­
dır, eğer bu önesürüm yalnızca özel bir term inolojinin sonucu değilse.
D urum ilkede genel görelilik kuram ında başka türlü değildir. Hiç kuş­
kusuz, devim lerin değişik gönderm e çatılarında çözüm lendiklerinde
sergilediği özel karakteristiklerin dünyanın fizik tarafından araştm lan
özellikleri olduğunu yadsımak için bu kuram da hiçbir n ed en buluna­
maz— tıpkı kuram ın değişimsiz form ülasyonlarında k o dlanan ortak
devim yapılannın da öyle özellikler olması gibi.
Fiziksel Kuramda
Nedensellik ve Belirlenimsizcilik

Fizik bilim indeki son gelişmeler klasik fizik kuramla-


I a M n n ın evrensel olarak yeterli açıklama dizgeleri olarak
I I I sınırlarını açığa çıkarmıştır. Bu gelişm eler bilimsel
I I m araştırm an ın ç o k tan d ır kabul edilen ilkelerinden
birçoğunun geçerliğini de soruşturma alüna getirmiş­
tir. Özel olarak doğa olaylarının bilim ler yoluyla keşfedilmesi gereken
değişmez nedensel düzenler içinde yer aldığı görüşüne güçlü olarak
karşı çıkılmıştır. Sık sık fizikteki en son buluşların b u ndan böyle bu tür
düzenlerin kabul edilm esini aklamadığı, ve katı olarak determ inistik
kuram lara anlatım veren bir fizik bilimi idealinden özünde gerçekleş­
tirilem ez olarak vazgeçilmesi gerektiği ileri sürülm ektedir. Şimdi ele
almamız gereken sorunlar bu savlardan doğan sorunlardır.
Fiziğin ilerlemesi ile keskinleşen problem “n ed en ” sözcüğünün çeşidi
kullanımlarda taşıyabileceği anlam ın doğru çözümlemesini ilgilendiren
geleneksel bir problem değildir. Ö rneğin sıradan kılgısal sorunlarda
doğrulanan nedensel ilişkilerin daha öte çözüm lenebilir olup olmadı­
ğı, tem elde bir tü r zorunluk ya da özdeşlik belirtip belirtmediği, ya da
olayların düzenli am a olumsal dizilerinin terim lerinde anlatılıp anlatıla­
mayacağı quantum mekaniği tarafından uyarılan tarüşmaya ilgisiz soru­
lardır. Yürürlükteki problem fiziksel araştırm anın alanlarından birinde
yer alan kapsamlı bir kuram ın başat konum u yoluyla yaratılır. Bu kuram
“nedensel-olm ayan” ya da “indeterm inistik” b ir yapı taşımakla klasik
fiziğin kuram larından ayrılıyor görünür. Böylece yaratılan birincil soru
klasik fiziğin kuram larının determ inistik iken yürürlükteki atom-altı
parçacıklar kuram ının deterministik olmamasının tam olarak ne anlama
geldiğidir, ve başlangıçta bu problem ile ilgileneceğiz. Bununla birlikte,
fiziksel kuram daki son yenilikler daha az özelleşmiş am a daha bulanık
284
olan sorunlar getirmiştir. Bunlar sözde “nedensellik ilkesi”nin anlam ve
bilişsel konum unu, “salt şans” olayları oldukları ileri sürülen olayların
yer almasını, ve yakınlardaki buluşların doğaya ve bilim in am açlarına
ilişkin yeterli bir görüş için önem ini ilgilendiren sorunlardır; ve buna
göre bir ölçüde bu sorular üzerinde de duracağız.

I. Klasik Mekaniğin Deterministik Yapısı


Klasik m ekanik determ inistik bir kuram ın genel olarak kabul edilen
paradigm asıdır, ve determ inizm üzerine yürürlükteki tartışm alar ele
aldıkları birçok ayrımı ve dillerinin büyük bölü m ü n ü ağırlıklı olarak
m ekaniğe borçludur. Bu nedenle klasik mekaniğin hangi özelliklerinin
onu determ inistik bir kuram olarak karakterize ettiği konusunda açık
olm anın önem i vardır.
B ütünüyle g enel olarak g ö rü ld ü ğ ü n d e, m ekanik cisim lerin belli
özelliklerinin başka fiziksel özelliklere bağımlılığını form üle eden bir
denklem ler kümesidir. Nevvton m ekaniğine özgü biçim lerinde, bu de­
vim denklem leri verili b ir fiziksel dizgeye ait h e r b ir kütle-noktanın
devinirliğindeki değişimin zaman-oram nın başka etm enlerin belirli bir
kümesi üzerine bağımlı olduğunu ileri sürer. “N eden” sözcüğünün bu
denklem lerde yer alm amasına karşın, gene de zaman zaman denklem ­
lerin “nedensel ilişkileri” anlattığı söylenir çünkü bir büyüklükteki (e.d.
devinirlikteki) değişim in zam an-oram nın başka büyüklükler üzerine
fonksiyonel bağımlılığını ileri sürerler. Bununla birlikte, mekaniğin salt
bu temel üzerinde “nedensel” olarak karakterize edilmesi kendi başına
quantum mekaniğinin nedensel olmadığının ileri sürülmesine götüren
anlam ı yeterli olarak durulaştırm az, çünkü bu ölçüt üzerine quantum
m ekaniğinin denklem leri de nedensel ilişkileri form üle eder.1
Bütünüyle genel olarak bildirildiklerinde devim denklem leri, gör­
düğüm üz gibi, belirlenm em iş b ir fonksiyonu, kuvvet-fonksiyonunu
kapsarlar. Yine gördüğüm üz gibi, bu fonksiyona özel bir yapı atanm alı
ve on d a görünebilecek keyfi değişm ezlere belli değ erler verilmelidir,
çünkü denklem ler ancak bu yolla som ut fiziksel problem leri çözüm­
lem ek için araçlar olarak hizm et edebilir. Dahası, devim denklem leri
ikinci dereced en doğrusal ayrışımlı denklem lerdir, ve verili bir pro b ­
lem için b ir çözüm elde edebilm ek için tüm levleri alınm alıdır. Buna
göre, kullanılan h e r bir denklem için so n u n d a iki tümlev değişmezi

'B enzer zem inlerde, fizik bilim inin başka dallarında benzer bir deyim sık sık kul­
lanılır. Böylece elektrom anyeük alan kuram ının denklem lerinin de nedensel olduğu
söylenir çünkü o nlar da elektriksel ve m anyetik alan vektörlerindeki değişim lerin
zam an-oranım başka büyüklükler ile bağınülar. Ö te yandan, geom etrinin ya da ter­
m odinam iğin denklem leri (örneğin ideal gazlar için Boyle-Charles yasası, ki ona göre
p V = k R T ) nedensel olarak belirtilm ez, çünkü belli b ir büyüklükteki herhangi bir
değişim zam an-oranını başka birşey ile ilişkilendirmezler.
ortaya çıkar: İrdelem e altındaki kütle-noktanın belirtilen bir başlangıç
zam anındaki konum ve devinirlik bileşenleri, ki burada konum ların
ve hızların belli b ir uygun g ö n d erm e çatısı açısından belirlenebilir
oldukları varsayılır.
Bir kütle-noktanın verili b ir zam andaki konum ve devinirliğinin o
nokta-kütlenin o zamandaki “mekanik d u ru m u n u ” oluşturduğu söyle­
nir, ve m ekanik d urum u tanımlayan değişkenlere “durum değişkenle­
ri” denir. H er bir nokta-kütlenin üç konum bileşeni ve üç hız bileşeni
olduğu için, verili bir zam anda bir nokta-kütlenin m ekanik durum unu
saptayan altı p aram etre ya da k o o rd in at vardır. Buna göre, rı nokta-
kütleden oluşan bir dizgenin herhangi bir kıpıdaki m ekanik durum u
karşılık düşen 6n durum değişkeninin o kıpıdaki değerleri verildiğinde
bilinir.2 Bu adlandırm anın terim lerinde, şimdi klasik mekaniğin önemli
bir özelliğini form üle edebiliriz. Bir fiziksel dizge için kuvvet-fonksiyonu
verildiğinde, dizgenin herhangi bir zamandaki mekanik durum u keyfi
bir başlangıç zam anındaki m ekanik durum yoluyla tam olarak ve ben­
zersiz olarak belirlenir. Klasik mekaniği determ inistik bir kuram olarak
ayırdeden şey devim denklem lerinin bu özelliğidir.3
Bir dizgenin m ekanik d u ru m u n u n kavramı klasik m ekaniğin hangi
anlam da determ inistik bir kuram olduğunu açım lam ada belirleyici ol­
duğu için, üzerinde daha öte durm aya değerdir. Varsayalım ki D tüm
başka dizgelerin etkisinden bütünüyle yalıtılmış b ir cisim ler dizgesi
olsun. D aha öte varsayalım ki, D ’nın üyeleri belirli b ir K özellikleri
sınıfına düşen belli özellikleri (örneğin kütle, hız, uzayda dağılım vb.)
taşıyor olsun, ve bu özelliklerin büyüklükleri bir ‘v\, ’ ‘v% ’ ‘vs ’vb. sayısal
değişkenler küm esinin değerleri ile temsil edilsin. D ’nin üyeleri °de
2Ozsel olmayan karışıklıklardan kaçınabilmek için, “m ekanik d u rum un” yukarıdaki
açıklaması nokta-kütleler m ekaniğine sınırlıdır. Göreli boyutları göz ardı edilemeyen
ve ötelem e devimlerine ek olarak çevrimler de sergileyebilen cisimlerin bir dizgesinin
m ekanik durum u andırım lı bir yolda tanımlanır.
3Yalın bir örnek bunu açık kılmaya yardım edecektir. Yeryüzünün yüzeyinin yakı­
nında serbest düşm edeki bir cismin devimini çözüm lem ek için devim denklem lerini
kullanalım. Eğer bir ‘x ,' ‘y, ’ve z ’uzaysal koordinatlar dizgesi yeryüzünde yerin yüze­
yine dikey z-ekseni ile saptanırsa, devim denklem leri şu biçimi alır:

d‘x ,, d2y d2z _


m — z- = r , = 0 m — f = r . = 0 m — T = Fz = me;
dt2 * dt2 ’ dt2
Tümlev alınınca şunu elde ederiz:

dx dy dz
m — = mvx = al m — = m v = a 2 m — = mvz =mgt + as
dt dt dt
ve son olarak 2
mx = a lt + b1 my = a 2t + b2 mz= ° +a,t + b,

ki burada ‘a ,’ve ‘A,'durum u koordinatlarıdır. Buna göre, eğer herhangi bir kıpı için
bunların değerlerini biliyorsak, du ru m u n değerlerini başka herhangi bir kıpı için
tümlev denklem lerinden hesaplayabiliriz.
olanlardan daha başka özellikler taşıyabilir, am a bunları göz ardı edi­
yoruz. Ne de A-’nin “kuram sal” olduğu gibi “gözlem lenebilir” özellikler
de kapsayıp kapsamadığı ile ya da A^’nin başka özellikler sınıfından nasıl
ayrıldığı ile ilgileniyoruz; yalnızca belli b ir yolda .K’nin yeterli olarak
belirlendiğini kabul ediyoruz. Şimdi kabul edelim ki herhangi bir verili
zam anda K ’de D ’nin üyelerinin taşıdığı özelliklerin sayısal değerleri
D ’nin o zam an için d u ru m u n u tanım lıyor olsun. Sonra varsayıyoruz
ki to zam anında D dizgesi (üı°, V20, W3°, . . .) d u ru m u n dadır, D ’nin
d u ru m u zam an ile değişir, ve dizge t\ zam anında ( f i 1, v 21, vs1, . . .)
durum una geçer. Şimdi imgeleyelim ki D geriye to zam anında taşıdığı
durum a getirilsin, sonra yine d u ru m u n u kendi başına değiştirsin ve bir
(tı - to) zaman aralığı kadar sonra bir kez daha t\ zam anında taşıdığı
durum a gelsin. Son olarak varsayalım ki D h er başlangıç zamanı için
ve her zaman aralığı için h e r zaman belirtilen tarzda davranıyor olsun.
D ’nin herhangi bir verili zaman için durum u başka herhangi bir zaman­
daki d u rum u n u benzersiz olarak belirlediği için, diyeceğiz ki D A^’deki
özellikler açısından determ inistik bir dizgedir. B ununla birlikte, D iki
ayrı zam anda aynı d urum da iken, D ’nin üyelerinin o zam anlarda K ’ye
ait olmayan özelliklerin özdeş değerlerini de taşıdığını varsaymıyoruz.
D için bildirilmiş bir K özellikleri sınıfı ile göreli bir determ inistik dizge
olm anın ne olduğunu tanımlıyoruz.
Bu soyut m odel genel bir yolda m ekaniğin hangi anlam da determ i­
nistik bir kuram olduğunu örneklendirir. B ununla birlikte, örneklem e
bütünüyle doyurucu değildir. Determ inistik olduğu söylenen şeyin bir
cisimler dizgesinin belli özelliklerine ilişkin bir kuram olmaktan çok bir
cisimler dizgesi olduğunu düşündürm ede en cızından gizil olarak yanıltıcı­
dır. Dahası, modeli bildirm ede herhangi bir kuram dan söz edilmediği­
ne göre, tartışma m ekaniğin bir kuram olarak determ inistik olduğunu
söylemenin ne anlama geldiğini tam olarak ömeklendirmeyi başaramaz.
Öyleyse buraya dek verilen açıklamaya biraz karışıklık getirmeliyiz.
Bir Y genel bildirim ler küm esinin öyle bir yolda kurulm uş olduğunu
varsayalım ki, D ’nin belli bir başlangıç zamanındaki durum u verildiğin­
de, y ’nin yardımı ile h erhangi b ir başka zaman için D ’nin benzersiz
bir durum u çıkarsanabilir olsun. Buna göre, Fve bir başlangıç zamanı
için D ’nin d urum u verildiğinde, ilkede herhangi bir zaman için D ’nin
d u rum unu hesaplam ak olanaklıdır. Bu Y yasalar küm esine D için K ile
göreli olarak determ inistik bir yasalar kümesi denmesini imler. Bununla
birlikte bir ek karışıklığın getirilm esi gerekir. Eğer D ’nin duru m u n u
belirlem ek için gerekli olan değişkenlerin sayısı çok büyük ise, durum u
betimlemek kılgısal olarak yerine getirilebilir olmayacaktır; bu durum da
bir Kyasal ar kümesini saptayabilmek de olanaklı olmayacaktır. Öyleyse
varsayıyoruz ki A^’deki özellikleri belirten bütünsel yüklemler kümesi
belli bir tarzda kümeye ait karşılıklı olarak bağımsız yüklemlerin göreli
olarak küçük bir sayısının terim lerinde tanım lanabilirdir—ve, kesinlik
uğruna, varsayalım ki A^’deki özelliklerin büyüklüklerini temsil eden
değişkenlerin tüm ü de bağımsız ‘vı ’ve w2 'değişkenlerinin terimlerinde
tanım lanabilir olsun. Bu önsav üzerine, eğer herhangi bir verili zaman­
da D için bu son değişkenlerin değerlerini bilirsek, Z)’nin (başlangıçta
tanım landığı gibi) o zam andaki d u ru m u n u da biliriz. Sonuçta, şimdi
bu başlangıç tanım ını iyileştiririz, öyle ki D için duru m u n değişkenleri
tam olarak karşılıklı olarak bağımsız değişkenlerin küçük alt-sınıfındaki
değişkenlerdir ve geri kalanlar bunların terim lerinde tanımlanabilir.
Buna göre, Y yasalar küm esi D için K ile göreli olarak determ inistik
bir yasalar kümesi oluşturur, am a ancak, D ’nin herhangi bir başlangıç
zam anındaki d u ru m u verildiğinde, Y yasaları mantıksal olarak başka
herhangi bir zaman için D ’nin benzersiz bir d u ru m u n u belirliyorsa.
Bu tartışma doğrudan doğruya mekaniğe uygulanabilir. Mekanik belli
bir tip sınıfa ait olan büyük bir sayıda özellik arasındaki ilişkileri inceler.
B ununla birlikte, eğer bir dizgenin m ekanik d u ru m u betim lenirken
tüm bu özelliklerin dikkate alınması gerekliyse, kılgısal olarak işleyen
bir devim kuram ının elde edilip edilem eyeceği kuşkuludur. Ama ne
sevindiricidir ki tüm bu özelliklerin belirtik olarak gösterilmesi gerek­
sizdir, çünkü küçük bir değişkenler kümesi (bir nokta-kütlenin konum
ve devinirliğinin k o o rdinatlarından oluşan) vardır ki başka m ekanik
özellikler için değişkenler bunun terim lerinde tanımlanabilir ve böylece
konum ve devinirlik koordinatları m ekanikte d u ru m değişkenlerini
oluşturur. Örneğin, bir parçacığın konum ve devinirliği bilinirse, kinetik
ve potansiyel enerjileri hesaplanabilir. Buna göre, belli bir başlangıç
zam anında bir dizge için kuvvet-fonksiyonu ve m ekanik durum veril­
diğinde, devim denklem leri dizge için başka herhangi bir zamandaki
benzersiz bir m ekanik durum u, ve dolayısıyla dizgenin bu zamandaki
tüm başka “m ekanik özellikleri”nin büyüklüklerini de belirler.
Sık altın tılan an b ir pasajda, L aplace tüm özdeksel parçacıkların
konum ları ile ve araların d a etkide b u lu n an kuvvetler ile tanışık bir
anlak ( intelligence) için “geçm iş gibi gelecek de gözlerinin ö n ü n d e
b u lu n u rd u ”4 der. Açıktır ki Laplace b u rad a yalnızca m ekaniğin onu

'Bütün pasaj şöyledir: “Evrenin şimdiki durum unu önceki durum unun etkisi olarak
ve izleyecek olan durum un nedeni olarak görm em iz gerekir. Doğada verili bir kıpıda
etkide bulunan tüm kuvvetleri bilen bir ussallık tek bir form ülde dünyadaki en hafif
atom lann olduğu gibi en büyük cisimlerin de devimlerini bilirdi, yeter ki düşüncesi
tüm verileri çözüm lem e altına almaya yetecek denli güçlü olsun; onu n için hiçbirşey
belirsiz olmaz, geçmiş gibi gelecek de gözlerinin ö n ünde bulunurdu. İnsan anlığının
gökbilime verebildiği eksiksizlik böyle bir ussallığın ancak zayıf bir anahattını göste­
rebilir. Mekanikteki ve geom etrideki buluşlar, evrensel yerçekimi ile ilgili buluşlar ile
birleştiğinde, insan anlığını evrenin dizgesinin geçmiş ve gelecek durum larını aynı
analitik form ülde kavram anın yakınm a getirmiştir. Gerçeklik için arayışta insan an­
lığının tüm çabalan şimdi imgelediğimiz ussallığa yaklaşma eğilimindedir, gerçi her
zaman böyle bir ussallığın sonsuz ölçüde uzağında kalacak olsa da.— Theorie analytıqııe
des probabilites, Paris, 1820, Preface.
determ inistik bir kuram yapan özelliğini açım lam aktadır. Dahası, on
dokuzuncu yüzyıl fizikçileri bir bilimsel inanç koşulu olarak determiniz­
me bağlandıkları zaman, çoğu idealleri olarak fiziksel bir dizgenin du­
rum unu parçacık m ekaniğinin tarzında tanımlayan bir kuramı aldılar.
Göreceğimiz gibi, bu ideal dikkate değer bir ölçüde fizikte günüm üzün
nedensellik ve determ inizm tartışmalarını denetlemeyi südürmektedir.
B ununla birlikte, “bir fiziksel dizgenin d u ru m u ” kavramının fiziğin me­
kanikten daha başka dallan için ilgisini yoklamadan önce, mekaniğin
kendisinin determ inistik bir kuram olm asının anlam ını ilgilendiren
olanaklı yanlış anlam aların kaynaklarını gidermeye çalışmalıyız.

1. H erhangi bir araştırm a dalı gibi, klasik m ekaniğin de cisimlerin


özellik ve ilişkilerinin ancak sınırlı bir küm esini ele alması olgusuna
yalnızca kısaca değinmeliyiz. Öyleyse, m ekanik bilim inin determ inistik
bir kuram olmasına karşın, o n u n yalnızca fiziksel dizgelerin “mekanik
özellikleri” açısından, ve daha özel olarak dizgelerin m ekanik durum ­
ları açısından determ inistik o lduğunu anım sam ak özseldir. Böylece,
düşüncelerimizi toplam ak için, eğer kuvvet-fonksiyonu biliniyorsa, ama
bir parçacıklar dizgesinin yalnızca başlangıç konum lan (ama başlangıç
hızlan değil) verili ise, m ekanik bilimi bize parçacıkların başka bir za­
m an için konum lannı ya da kinetik eneıjilerini hesaplam a yeteneğini
vermez. Yine, belli bir başlangıç kıpısında bir dizgenin hem kuvvet-fonk-
siyonunun hem de d u ru m u n u n verili olmasına karşın, klasik mekanik
bize bir dizgenin ısıl ya da elektromanyetik özelliklerindeki değişmeleri
tahm in etm e yeteneğini vermez—aslında, eğer m ekanik Bölüm 7’de
bir “a n mekanik kuram ” dediğimiz şey için gerektirim leri doyuruyorsa,
açıkça b u n u yapmaz.
Laplace öyleyse belli bir kıpıda parçacıklann m ekanik durum lannm
ve üzerlerinde etkide b u lu n an kuvvetlerin tam bilgisine iye olan bir
anlak için “hiçbirşey belirsiz olmaz” dediği zaman ciddi bir non sequitur
suçu işledi. Böyle bir görüş ancak Laplace’m düşündüğü tannsal anlak,
bu şeyleri bilmeye ek olarak, ne olursa olsun fiziksel nesnelerin tüm
özelliklerini (örneğin optik, ısıl, kimyasal ve elektrom anyetik özellikle­
rini) bir dizgenin m ekanik d u ru m u n u oluşturan değişkenlerin terim ­
lerinde tanım lanabilir olarak çözümleyebilirse aklanacaktır. B ununla
birlikte, m ekanik böyle bir çözüm lem enin gerçekte olanaklı olduğu
sayıltısı üzerine dayanmaz. Ne de mekaniğin determ inizm i bir dizgenin
mekanik durum undaki değişikliklerin bir dizgenin bu yolda çözümle­
nebilir olmayan özelliklerindeki değişimlerin (örneğin kimyasal deği­
şimlerin) sonuçları olabilmesi olanağını dışlar. Buna göre, eğer böyle
değişiklikler olursa, mekanik bir dizgenin gelecek durum lannı verili bir
başlangıç d u ru m u n u n tem elinde tahm in edemeyecektir. Kısaca, klasik
mekaniğin determ inizm i ciddi olarak m ekanik durum lar açısından bir
determ inizm e sınırlıdır.
2. Mekanik kuram ının som ut olayların edimsel olarak yer almasındaki
ardışıklık ya da birliktelik düzeninin özet bir açıklamasını sağlamadığı
biçim indeki açık ve dolayısıyla göz ardı edilmesi kolay noktayı gözden
kaçırm am ak da önemlidir. Çünkü yineleyerek belirttiğimiz gibi, meka­
nik kuram ı genel terim lerde yalnızca yaygın ilişki kalıplarını form üle
eder, ve o kalıplan deneysel kavramlar yoluyla olm aktan çok “ideal” ya
da “sınırlayıcı” kavram ların (örneğin kıpısal bir konum ve kıpısal bir
hız gibi) yardımı ile kodlar. Buna göre, m ekaniğin determ inizm i katı
olarak yalnızca durum değişkenleri kıpısal konum lar ve zam anlar olan
dizgelerin kuramsal mekanik durum lan için geçerlidir. Bununla birlikte,
bundan bir cisimler dizgesinin edimsel ölçme yoluyla saptanmış başlan­
gıç konum ları ve kıpıları verildiğinde, m ekanik kuram ının cisimlerin
herhangi bir sonraki zaman için benzer olarak ölçülmüş konum larının ve
kıpılannın benzersiz bir küm esinin tahm in edilmesini olanaklı kıldığı
sonucu çıkmaz. M ekaniğin gerçekte bize böyle tah m in lerd e b u lu n ­
m a yeteneğini verip verm ediği so ru n u ayrı b ir so ru n d u r ve yalnızca
m ekanik kuram ının biçimsel yapısını çözüm lem e yoluyla bir çözüme
bağlanamaz.
Bu önemli nokta vurgulanmayı ve genişletilmeyi hak eder. D urum un
kuram yoluyla belirlenen m ekanik koordinatlan herhangi bir istatistik­
sel kavramın ya da yordam ın terim lerinde tanım lanm az. Ö te yandan,
konum lann ve kıpılann deneysel olarak ölçülen değerleri hiçbir zaman
kıpısal değerler değildir, ve gerçekte belli bir zaman aralığı sırasındaki
ortalam a değerlerdir. Böylece, bir cismin hızı bir saniye sırasında geç­
tiği uzaklığın ölçülm esi yoluyla saptandığı zam an, böyle elde edilen
sayısal değer yalnızca hızların istatistiksel bir ortalam asıdır ki, kuram ın
perspektifinden, cisim o saniye boyunca çeşitli “kıpılarda” onu taşır.
Saniyenin daha küçük sürelere kesilebilmesine karşın, aralık herhangi
bir deneysel hız ölçüm ünde sınırsızca azaltılamaz. Buna göre, mekanik
durum un kuramsal değişkenlerinin deneysel olarak ölçülen büyüklük­
lere karşılık düşmesi sağlanabilir, ki bunlar gerçekte yalnızca istatistiksel
katsayılardır, ve dolayısıyla deneysel olarak saptanabilir büyüklüklerin
yitmeyen “yayılmalan” ile bağlıdır. Sonuçta, m ekaniğin yardımı ile yürü­
tülen herhangi bir tahm in edici yordam da edimsel başlangıç noktasını
ya da bitimi oluşturan deneysel olarak ayırdedilebilir konum lar ve kıpı­
lar bir dizgenin kuramsal olarak benzersiz m ekanik durum lan değildir.
Başanlı olarak tahm in edebileceğimiz en iyisinden yalnızca konum lar ve
kıpılar için bir dizgenin kuramsal bir duru m u n a iyi yaklaşıklıklar olan
değerler sınıfıdır, benzersiz bir değerler kümesi değil.

3. Şimdi sözü edilen tü rd e ird elem eler kimi zam an klasik m ekani­
ğin en sonunda edimsel olarak determ inistik bir kuram olmadığı, am a
yalnızca determ inistik bir kuram a yaklaştığı vargısını desteklem ek için
kullanılmıştır. Ö rneğin ileri sürülm üştür ki, eğer “bir dizgenin mekanik
du ru m u ” ile d u ru m u n kuramsal değişkenlerinin küm esini değil, ama
konum ların ve kıpıların deneysel olarak ölçülebilir değerlerinin küme­
sini anlarsak, m ekanik kuram ı dizgelerin değişik zam anlarda deneysel
olarak tanım lanm ış m ekanik durum ları arasındaki yüksek bir istatistik­
sel bağlılaşımdan (ya da “olasılık ilişkisi”nden) daha çoğunu ileri sür­
mez. Buna göre, m ekanik yasalarının geleneksel olarak sağın anlam da
evrensel bildirim ler olarak formüle edilmesine karşın, bu görüş üzerine
böyle formülasyonlar işlerin gerçek d u ru m u n u n idealize edilmiş şema-
tikleştirilmeleri olarak yorum lanm alıdır. Uslamlamaya göre, deneysel
olarak tanım lanan m ekanik durum lar arasında gerçekte sağın olarak
evrensel bağımlılık ilişkileri değil am a yalnızca olasılık ilişkileri vardır.
Bu olasılık ilişkileri sağın olarak evrensel bildirim lerin şematikleştiril­
m esinin terim lerinde kodlanır, çünkü olasılık katsayısı 1 maksim um
değerine yakındır; ve böyle bir kodlam a aklanır çünkü edimsel olasılık
değeri ve m aksim um değer arasındaki uyumsuzluk öylesine küçüktür
ki, kılgıda göz ardı edilebilir.5
B ununla birlikte, b u vargı için uslam lam a bütünüyle inandırıcı de­
ğildir. İlk olarak, uslam lam a bir kuram ın yalnızca gözlem lenebilir olay­
ların ardışıklık düzeninin genelleştirilm iş bir betim lem esi olduğunu
varsayıyor görünür. Eğer bu sayıltı kabul edilirse, o zam an gerçekten
de bir kuram usauygun b ir yolda olay sınıfları arasında en iyisinden
yalnızca yüksek olasılık dereceli ilişkiler olan şeyleri ileri sürüyor olarak
yorumlanabilir. B ununla birlikte, bu sayıltıyı sorgulam ak için nedenler
bulduk, öyle ki eğer uslam lam a gerçekten o n a bağım lı ise, vargının
kendisi sorgulanabilirdir.
Ama ikinci olarak, uslamlama bir de ayırdedilmesi gereken iki soruyu
karıştırıyor görünür. Bir yandan, bir mantıksal çözümleme sorusu vardır
ki, bir kuramın iç yapısı ile bağıntılıdır ve birbiri ile mantıksal belirlenim
ilişkileri içinde d u ran kuram sal du ru m değişkenlerinin tanınm ası ile
ilgilenir. Ö te yandan, bir görgül olgu sorusu vardır ki, kuram ın kendi
nesnesi için yeterliği ile bağıntılıdır, ve kuram ın tahm inlerinin deney­
sel veriler yoluyla edimsel olarak doğrulanm asını ilgilendiren sağınlık
problemini ele alır. H er iki soru da önemlidir, üstelik ayrı sorular olsalar
bile. Mekaniğin determ inistik bir kuram olduğunu ileri süren önceki
tartışmamız açıktır ki m antıksal soruyu yanıtlam ak için bir girişimdir.
M ekaniğin bütünüyle determ inistik b ir kuram olm adığı önesürüm ü
ikinci soruya önerilen bir yanıttır. İki yanıt birbirinden ayrılıyor görünse
de açıktır ki çelişkili değildir.
Dahası, klasik m ekaniğin determ inistik bir kuram olmadığı önesürü­
m ü neredeyse kendiliğinden açıktır, eğer önesürüm yalnızca edimsel
ölçüm lerin kuram ın tah m inlerini ancak yaklaşık olarak ya da ancak
5Krş. Hans Reichenbach, Philosophic Foundations of Quantum Mechanics, Berkeley,
Calif., 1944, s. 2; yine aynı yazar tarafından Theory ofProbability, Berkeley, Calif., 1949,
ss. 435-36.
istatistiksel olarak anlatılan belli sınırlar içerisinde doğruladığı anlamına
geliyorsa. Klasik mekanik durum unda olduğu gibi, matematiksel olarak
sürekli değişime yetenekli büyüklüklerin terim lerinde form üle edilen
herhangi bir kuram, duru m u n doğasına göre, istatistiksel olmalı ve bu
anlam da tam olarak deterministik olmamalıdır. Çünkü deneysel ölçüm
yoluyla elde edilen fiziksel büyüklüklerin (örneğin hız gibi) sayısal de­
ğerleri hiçbir zaman matematiksel olarak sürekli bir dizi oluşturmaz; ve
böyle elde edilen herhangi bir değerler kümesi kuram dan hesaplanan
değerler çevresinde belli bir saçılma gösterecektir. Buna karşın, bir ku­
ram eğer iç yapısının çözümlemesi bir dizgenin bir kıpıdaki kuramsal
d u rum unu n o dizgenin başka herhangi bir kıpı için benzersiz bir du­
rum unu belirlediğini gösterirse uygun olarak determ inistik bir kuram
etiketini taşır. Bu anlam da, ve dizgelerin kuramsal olarak tanım lanan
m ekanik durum ları açısından, m ekanik bilimi sorgulanam ayacak bir
yolda determ inistik bir kuram dır.6

II. Fiziksel D urum un Almaşık Betimlemeleri


Mekanik fiziğin biricik dalı değildir, ve determ inistik bir yapı taşıyan
biricik kuram değildir. B ununla birlikte, başka kuram lann yüzeysel bir
yoklaması bile tüm ünün fiziksel duru m u n m ekanikte kullanılan tanım
ile özdeş tanım larını kullanm adığını açığa çıkarır.
Nokta-kütlelerin analitik m ekaniğinin iki yüzyıl boyunca fizikçilerin
kafalanna bir evrensel doğa bilimi rolü için en uygun aday olarak ege­
m en olmuş olmasına karşın, bu kuram ancak gökbilimde tam sağınlık
ve kılgısal başarı ile kullanıldı. M ekanik durum tanım ım özsel bir özel­
liği olarak alan sağın olarak determ inistik bir bilim için Laplace ideali
başka alanların çoğunda ya gerçekleşemez ya da gerçekleşmesi çok güç
olduğunu gösterdi. Fizikçiler o ideale sözde bir bağlılık göstermeyi sür­
dürdüler. Ama asıl uygulamada bilim lerinin pekçok dalında—giderek
fiziğin hidrodinam ik ve esneklik gibi sorgusuzca m ekaniğin alanına
düştüğüne inanılan bölüm lerinde bile—fiziksel d u ru m u n ayrı (ya da
en azından değişkiye uğramış) tanım lannı kabul etmeyi kaçınılmaz bul­
dular. Ö rneğin, fizikçiler sıvılann devimlerini nokta-kütleler arasında
etkide bulunan Newton kuvvetleri varsayımı üzerine çözümlemeyi ge­
nellikle uygulanabilir bulmadılar. Böyle bir yaklaşımdaki matematiksel
güçlükler ölüm lü insanlar tarafından yenilemeyecek denli büyüktü, ve
onları ancak Laplace’ın d üşündüğü tanrısal anlak çözebilirdi. Buna

6Gerçekte, günüm üzdeki tartışm alarda kuram lar bu temel üzerinde determ inistik
ya da indeterm inistik olarak etiketlenir, onları destekleyen deneysel verilerin bir yok­
lamasının tem eli üzerinde değil. Bu Reichenbach’ın quantum kuram ını kendi açık­
laması için de doğrudur; aslında, quantum m ekaniğini çözümlemesi eğer quantum
kuramının iç yapısından ötürü indeterm inistik olduğunu göstermek ile ilgilenmeseydi
önem ini yitirecekti.
göre, duru m değişkenleri olarak konum ve devinirlik koordinatlarını
kullanmak yerine, fizikçiler bu amaçla mekanik durum değişkenlerinin
ortalama değerleri olarak yorum lanabilecek belli başka param etreler
getirdiler (örneğin b ir sıvının b ir noktadaki yoğunluğu gibi). Tözle­
rin esnek özelliklerinin incelem esinde ve gazların kinetik kuram ında
du ru m u n m ekanik tanım ının andırım lı değişkileri gerekliydi. D aha­
sı, bir arı m ekanik kuram ın gerektirim lerinin çerçevesi içerisinde bir
elektromanyetizma kuramı geliştirmek için onyıllar boyunca sürdürülen
başarısız çabalardan sonra, Maxwell mekanik durum -betim lem esinden
ayn bir durum -betim lem esi kullanarak konunun tam olarak yeterli bir
kuram ını oluşturdu.
B una karşın “d eterm in izm in ” öylesine sık olarak “m ekanizm ” ile
özdeşleştirilmesi m ekanik durum kavramının bilim cilerin olduğu gibi
bilimci olm ayanların da im gelem leri üzerindeki gücünün çarpıcı bir
tanığıdır. G erçekten de, sık sık determ inistik bir kuram ın göstergesi­
nin o n u n m ekanik du ru m tanım ını kullanması olduğu varsayılmıştır.
Fizik kuram ında nokta-kütleler m ekaniğinde kanonik durum -betim le­
m esinden uzaklaşan durum -betim lem esi kiplerini içeren yenilikler bu
nedenle yaygın olarak “determ inistik” fiziğin “iflası” olarak görülm üş­
tür. Bu kabullenim e benzer birşeyi birçok yazar elektrom anyetik alan
kuram ının, istatistiksel m ekaniğin, genel görelilik kuram ının, ve daha
yakınlarda quantum kuram ının gelişine bağlamıştır. Buna karşın, de­
term inizm in mekanizm ile özdeşleştirilmesi yanlış bir özdeşleştirmedir.
Şimdi m ekanik d u ru m tanım ına gerçek alm aşıklar olduğunu, ve bir
fizik kuram ının bir fizik dizgesinin d u rum unu belirlem enin bu almaşık
yollarından birini kullansa bile katı olarak determ inistik olabileceğini
göstermeliyiz.
Deterministik olan am a m ekanik durum-betim lem esini kullanmayan
kuram lann salt bölümsel bir listesini bile aynnüda yoklamak bizi alanın
çok uzağına götürecektir. B ununla birlikte, m ekanik d urum tanım ı­
na almaşık durum -betim lem esi tiplerini sınıflandırm anın dizgesel bir
yolunu kısaca belirtebilir ve kim ilerini örneklendirebiliriz. Bu amacı
göz ö n ünd e tutarak, m ekanik durum -betim lem esinin kimi soysal özel­
liklerini belirtelim . İlk olarak, b ir dizgenin m ekanik d u ru m u n u n iki
durum değişkeni ile belirlendiğine dikkat edelim. Eğer bir nokta-kütle
bir Kartezyen gönderm e çatısı ile ilişkilendirilirse, m ekanik durum u
altı durum koordinatı ile tanım lanacaktır—üç konum bileşeninin her
biri için birer, ve hız bileşenlerinin h er biri için b irer koordinat olmak
üzere. Buna göre, parçacık mekaniğinin çözümleme tekniklerinin doğ­
rudan uygulanmasını kabul eden bir fiziksel dizge yalnızca sonlu (ama
çok büyük olabilecek) bir sayıda nokta-kütle kapsadığı için, herhangi
b ir dizgenin m ekanik d u ru m u d u ru m değişkenlerinin değerlerinin
sonlu b ir sayısı yoluyla belirlenir, ikinci olarak, h e r bir k oordinat du­
rum değişkeninin kıpısal b ir değeridir, öyle ki m ekanik dizge kıpısal
bir durum dur. Son olarak, h e r bir koordinat bireysel bir nokta-kütleye
yüklenen bir özelliği ya da ilişkiyi temsil eder. Buna göre, bir dizgenin
mekanik durum u bir bireysel özellik diyeceğimiz şeyi— eş deyişle anlamlı
olarak ancak bir nokta-kütleye, ya da toplu olarak olmaktan çok dağınık
olarak alınan böyle bireylerin bir kümesine yüklemlenebilecek bir özel­
liği— temsil eder. Bu almaşık olanaklardan bir bölüm ünü yoklayalım.

1. Bir durum -betim lem esi belli bir d u ru m değişkenleri küm esinin
sonlu olm aktan çok sonsuz b ir sayıda değerinin terim lerinde tanım la­
nabilir. G erçekten de, bu tip b ir durum -betim lem esi örneğin fiziğin
Maxwell’in elektromanyetik kuram ı gibi “alan kuram larında” kullanılır.
Bir elektrom anyetik alanın b ir kıpıdaki d u ru m u alanın sayıca sonsuz
olan noktalarından h er birindeki iki vektörün—elektriksel ve manyetik
alan vektörlerinin— değerleri yoluyla saptanır. Bu örnekte bir dizgenin
durum un u n durum değişkenlerinin sonlu bir sayısı (iki) yoluyla belirlen­
m esine karşın, bu değişkenler gerçekte bir bölgenin h er noktası için
tanımlanan fonksiyonlardır. Sonuçta, verili bir zamanda bir elektroman­
yetik alanın durum u ancak ilkede o zamandaki iki durum değişkeninin
değerlerinin sonsuz sayısı bilinirse bilinir.
Alan kuram ları fizikte ilk kez çözümlemesi bölüm sel (sıradan olan­
d an ayrım içinde) ayrışımlı d enklem leri gerek tiren sürekli ortam ın
incelem esinde geliştirildi. B ununla birlikte, alan kuram ları bozunum ­
ların sonlu hızlar ile, Newton m ekaniğinin “u zaktan” kıpısal olarak
etkide bu lu n an kuvvetlerinin terim lerinde yeterli olarak çözüm lene­
m eyen dü zen ek ler ile iletilm esini g erek tiren süreçler ü zerin e araş­
tırm alarda özel b ir önem kazanm aya başladı. Ö rneğin elektriksel ve
m anyetik dalgalar sonlu b ir hız ile yayılır. Dahası, elektriksel olarak
yüklü devinen b ir parçacığın m anyetik bir kutup üzerinde uyguladığı
kuvvet yalnızca aralarındaki uzaklık üzerine değil, am a ayrıca göreli
hızları üzerine ve içinde bulund u k ları ortam ın karakteri üzerine de
bağımlıdır. Dahası, b ir manyetik kutbun bir elektrik yükünün devimi
nedeniyle uğradığı ivme kutbu ve yükü birleştiren doğru çizgi boyunca
değil—yerçekimi gibi kaynağı b ir başka cisimde olan bir Newton kuv­
veti yoluyla in d ü k len en b ir cismin ivmelenm esi d u ru m u n d a olduğu
gibi—, am a bu çizgiye dikey bir yöndedir. Maxwell’in elektrom anyetik
alan kuram ı C oulom b, A m pere ve Faraday’ın deneysel bulguları için
tu tarlı bir açıklam a şem ası sundu; ve ayrıca elektrom anyetik fen o ­
m enlerin ayırdedici biçimsel özelliklerini ele alm ak için doyurucu bir
m atematiksel araç sağladı. Maxwell’in yaklaşımı ilkin elektrom anyetik
kuram ın tem eli olarak m ekanik d u ru m kavram ını terk etm eye istek­
siz olanların direnci ile karşılaştı. B ununla birlikte, so n u n d a kuram
deneysel o lg u n u n kapsam lı b ir alanını anlam ak için sağlam olarak
doğrulanm ış b ir düşünceler dizgesi olarak N ew ton’ın parçacık meka­
niğinin yanısıra yerini aldı. G erçekten de, çok geçm eden m ekaniğin
kendisini yalnızca elektrom anyetik alan kuram ının özel bir dalı olarak
sergileme girişim lerinde bulunuldu ve sonuçta m ekanik evrensel doğa
bilimi olarak geleneksel seçkinliğini yitirdi.
Ama şimdiki tartışmanın ana yükü klasik elektromanyetik kuramın de-
terministik bir yapı taşıması, ve bunun bir dizgenin durum unun elektro­
manyetik betim lem esinin m ekanik d u ru m u n tanım lanm asından ayrı
bir yolda tanım lanm ası olgusuna karşı böyle olmasıdır. Böylece, eğer
bir başlangıç kıpısında b ir bölgenin h e r noktası için elektrom anyetik
vektörlerin değerleri verili ise, o zaman, problem in sınır koşullarının
değişm eden kalması koşulu ile, o bölge için başka herhangi bir zaman­
da bu vektörlerin değerleri Maxwell’in denklem leri yoluyla benzersiz
olarak belirlenir.7 Fizikte alan kuram larının söz gelimi Fourier’nin ısı
akışı kuram ı ya da genel görelilik kuram ı gibi başka örnekleri için bü­
tünüyle andınm lı vargılar geçerlidir.

2. Bir durum -betimlem esi değişkenlerin kıpısal değerlerinin terimle­


rinde olm aktan çok bu değişkenlerin birçok değişik zamandaki değerle­
rinin terim lerinde, ya da belli bir zaman aralığı sırasındaki değerlerinin
terim lerinde tanımlanabilir. G erçekten de, m ekanik durum-değişkeni
b ir anlam da b u tipe ait olarak görülebilir. Ç ünkü m ekanik du ru m u
parçacıkların tek bir kıpıdaki eşzamanlı k o n u m lan n ın ve devinirlikle-
rinin terim lerinde tanım lam ak yerine, durum iki ayrı kıpıda yalnızca
k onum lann terim lerinde tanım landığı zaman özsel olarak eşdeğer bir
durum -betim lem esi elde edilir.
Bununla birlikte, bu tip durum-betimlemesinin daha iyi ve daha ilginç
örnekleri vardır ki, b unlar yalnızca parçacık mekaniğindeki ölçün du-
rum -betim lem esinin eşdeğer biçim leri değildir. Böylece yaşam bilim­
lerinde ve özellikle tıp alanında bir örgenliğin davranışını ilgilendiren
tahm inlerin genellikle örgenliğin yalnızca kıpısal duru m u na değil ama
tarihine ilişkin bilgileri gerektirdiği iyi bilinen bir olgudur. Ama giderek
fiziğin içerisinde bile öyle araştırm a alanları vardır ki, bu n lard a hiç
olmazsa kuram sal çözüm lem enin belli düzlem lerinde böyle tarihsel
bilgi gereklidir. Ö rneğin, m etallerin esneklik y o rg u n lu ğunun ya da
m anyetik ve elektriksel histerezisin incelem esinde tartışm a altındaki
fiziksel dizgelerin sonraki davranışını başanlı olarak tahm in edebilm ek
için belli değişkenlerin kıpısal değerlerini belirlem ek yeterli değildir.
Böylece, esnek bir tel bükülünce üzerinde etkili olan kuvvetler kalıcı
biçim bozulm alan bırakabilir ve böylece tel genel olarak başlangıçtaki
denge d u ru m u n a geri dönm ez. Telin sonraki devimleri—bükülm eleri

7Açıktır ki bir dizgenin elektromanyetik durum unu belirlem ek için gereken sonsuz
koordinadar kümesi bir bölgenin h e r bir noktasındaki açık ölçüm yoluyla saptanamaz.
Verili bir problem de sınır koşulların görgül bir incelemesi üzerine dayanan ve alan
vektörlerinin değerlerini konum lann fonksiyonlan olarak form üle eden özel yasalar
varsayılmalıdır.
ve bükülm elerin açılması—eğer telin yalnızca tek bir kıpıdaki açısal bu-
ru lu m u n u ve açısal hızını biliyorsak tahm in edilem ez. Bu durum da
telin biçim bozucu güçlerin altına ilk kez düşm esinden sonraki tarihi
boyunca bu büyüklüklerin değ erlerin e ilişkin bilgimiz olmalıdır. Bu
problem ler sınıfının incelem esi zaman zaman “kalıtsal/hereditary m e­
kanik” denilen şeyin gelişimine götürm üştür; ve fiziğin bu dalında bir
fiziksel dizgenin d urum u belli fonksiyonların bir zaman aralığı sırasın­
daki kıpısal değerlerinin toplam ının terim lerinde tanımlanır.8
Kıpısal-olmayan d u ru m değişkenlerinin kullanım ı kimi zaman ka­
lıtsal feno m en ler kıpısal durum -betim lem elerini kullanan bir kuram
yoluyla açıklanıncaya dek m atem atiksel fizikçiler tarafından yalnızca
eğreti bir çözüm olarak görülür. Ö rneğin m olekül kuram ının (ya da
m ikroskopik kuram ın başka b ir biçim inin) ilkede m etal yorgunluğu
ile ilişkili m akroskopik fenom enleri açıklamaya yetenekli olduğu ileri
sürülmüştür. Buna göre, moleküllerin kıpısal durum larını saptamak için
günüm üzdeki teknik yeteneksizliğimiz kabul edilse bile, kalıtsal feno­
m enlere ilişkin olarak kıpısal-olmayan durum değişkenlerini kullanan
bir kuram ı son kuram olarak kabul edemeyeceğimiz ileri sürülmüştür.
Giderek bu bağıntıda Painleve’ye göre “Bir fiziksel dizgenin geleceğini
bilebilm ek için b ü tü n geçmişini bilm em izin gerekli olduğu kavramı
bilim in yadsınm asının kendisidir.”9 Buna karşın, kıpısal-olmayan du-
rum-betim lem elerinin genel ilke zem ininde böyle reddedilişinin ancak
klasik m ekanikte kullanılan tip ten durum -betim lem elerinin “enson”
olabilecekleri biçim indeki kuşkulu sayıltıdan daha sağlam bir temeli
yok görünür. Sonuçta, reddediş eğer m akroskopik feno m enler böyle
durum -betim lem elerini kullanan makroskopik kuram lar yoluyla açıkla-
namıyorsa, o fenom enlerin m ekanikte kullanılan bir tipten durum-be-
timlemesi kullanan bir mikroskopik kuram yoluyla açıklanması gerektiği
konudaması üzerine dayanır. Şimdi hiç kuşkusuz Laplace’ın bilim idea­
linin bir gün gerçekleşebilmesi soyut olarak olanaklıdır, üstelik bilimsel
gelişm enin şimdiki yönü b u n u olası kılmıyor görünse de; ve o ideali
izlemek özünlü olarak saçma değildir, üstelik bu n u yapmanın donkişot-
luk olmasına karşın. Ö te yandan, Laplace ideali tüm fizik kuram larının
doyurmak zorunda olduğu vazgeçilmeyecek bir mantıksal koşulu temsil
etmez. Öyleyse mekanik durum -betim lem elerini kullanmayan bir kura­
mın onları kullanan bir kuram gibi “enson” olamayacağını ileri sürmek
için hiçbir a priori ned en yoktur.
Ama h e r ne olursa olsun—ve bu şim di bizim için başlıca ilgi nok­
tasıdır—b ir kuram b ir dizgenin d u ru m u n u belirlem e kipi açısından
determ inistik olabilir, üstelik durum -betim lem esinin kıpısal-olmayan
durum değişkenlerinin terim lerinde tanım lanm asına karşın.

"Vito Volterra, Theory ofFunctionals, Londra, 1930, ss. 147vs.


9Paul Painleve, Les axiomes de la mecanique, Paris, 1922, s. 40.
3. Dikkatimizi çeken d ah a öte b ir d u ru m değişkeni tipi vardır. Bir
durum -betim lem esi ancak bireylere anlamlı olarak yüklemlenebilecek
bir özellikten çok belli bir öğeler sınıfının istatistiksel bir özelliğini tem ­
sil eden bir değişkenin terim lerinde tanımlanabilir. Bu tip durum-be-
tim lem eleri sürekli o rtam m ekaniğinde yer alır, öyle b ir düzeye dek
ki kuram sal çözüm lem eler nokta-kütlelerin özellikleri ile bağlı olan
büyüklüklerin ortalama değerlerini temsil eden d u ru m değişkenlerini
(örneğin yoğunluk fonksiyonları ve gerilm e vektörleri) kullanır. Bu­
nunla birlikte, bu tü r du ru m değişkenleri özellikle klasik istatistiksel
m ekanik ve m o d ern q u an tu m kuram ı gibi daha belirgin istatistiksel
içerikleri olan kuram lara özgüdür.
Böyle istatistiksel kuram lara yineleyerek gönderm ede bulunm a fırsa­
tımız olacağı için, karakterleri ile genel bir tanışıklık yararlı olacaktır.
Buna göre klasik istatistiksel m ekaniğin ayırdedici özelliklerinin geniş
anahatlard a b ir taslağını vereceğiz. Bu kuram ın başlangıçta gazların
özelliklerini açıklamak için geliştirilmiş olm asına karşın, sonunda uy­
gulam a erim i giderek astrofıziksel soruların bile o n u n alanına düşe­
ceği bir yolda genişletildi. Ama kökensel biçim inde kuram bir gazın
çok büyük b ir sayıdaki küçük parçacığın ya da m olekülün bir toplağı
olduğunu ve bunların devim lerinin Newton mekanik denklem lerinin
terim lerinde çözüm lenebileceğini varsayıyordu. Ö te yandan, böyle bir
m oleküller dizgesinin m ekanik d u ru m u n u saptam ak edim sel olarak
olanaklı değildir. Dahası, b u n u yapabilseydik bile, eşzamanlı ayrışımlı
devim denklem lerinin muazzam sayısını çözme problem inin yol açtığı
ağır matem atiksel güçlükler nedeniyle dizgenin gelecekteki m ekanik
durum larını saptayamazdık. Bu güçlüklerin arkasından dolaşabilmek
için bir istatistiksel yaklaşım kabul edildi, öyle ki, m oleküllerin bireysel
devimlerinin tahm in edilemeyecek olmasına karşın, gene de o bireysel
devimler ile bağlı büyüklüklerin belli ortalama değerlerini tahmin etmek
olanaklı oldu.
Buna göre, m oleküllerin devimlerine ilişkin olağan istatistiksel-olma-
yan Newton sayıltılarına ek bir istatistiksel önsav katıldı. Bu yeni önsav
herhangi b ir küçük zam an aralığı sırasında bir gazın m oleküllerinin
belirlenen olasılık derecelen (ya da göreli sıklık) ile çeşitli m ekanik du­
rum larda oldukları koşulunu getirdi. O zaman m oleküllerin çeşitli me­
kanik durum larda olm aları olasılığının m oleküllerin ortalam a kinetik
eneıjisinin belli bir fonksiyonu olduğu gösterilebilir. Bundan çok büyük
bir olasılıkla m oleküllerin tüm olanaklı mekanik durum lar kümesinin
sınırlı bir alt-sınıfına düşen m ekanik durum larda olacakları sonucu da
çıkar. Kısaca, istatistiksel m ekanik m oleküllerin bireysel devim lerini
tahm in etmese de, dizge için m oleküllerin bireysel devim lerinin belli
istatistiksel özelliklerinin terim lerinde kararlı bir denge koşulunu karak­
terize edebilir. Bu istatistiksel özellikler istatistiksel param etreler ile tem­
sil edilir; ve bu param etrelerden belli bir sayının gazın gözlemlenebilir
makroskopik özelliklerinin büyüklükleri ile bağlı olduğu ortaya çıkar.
Bununla birlikte, bu noktaya dek çözümleme yalnızca denge koşullarını
ele alır. Ama çözümleme, gazların yayılmasını ya da Brown devimlerini
ele alan problem lerde olduğu gibi, durum ları zaman ile değişen m o­
leküllerin dizgeleri için geçerli olacak bir yolda genişletilebilir. Bunu
başarmak için, bir mekanik durum lar küm esindeki m oleküllerin zama­
nın geçişi ile bir başka m ekanik durum lar küm esine geçmesi olasılığı
ile ilgili ek istatistiksel sayıltılar yapılmalıdır. Bu çözüm lem ede kulla­
nılan istatistiksel p aram etreler kuram daki du ru m değişkenleridir, ve
param etrelerin değerini deneysel verilerden hesaplam ak olanaklıdır.
Buna göre, h erhangi bir başlangıç zam anı için bu istatistiksel durum
değerleri verildiğinde, kuram başka h erhangi b ir zaman için durum
değişkenlerinin değerlerini benzersiz olarak belirler.
istatistiksel m ekaniğin b ir gazın m oleküllerinin bireysel m ekanik
durum larını tahm in etm em esine karşın, istatistiksel m ekaniğin bir de­
terministik kuram olmadığı vargısını çıkarmak yanlış olacaktır. Çünkü
ilk olarak, istatistiksel m ekanik klasik parçacık m ekaniğinin sayılülarını
kapsar, öyle ki en azından kuram da bireysel m oleküllerin başlangıçtaki
m ekanik durum ları başka h erhangi bir zam an için m ekanik durum u
benzersiz olarak belirler. Ama bu noktada daha önem li olan şey ista-
tistiksel-mekanik durum -betim lem esinin istatistiksel du rum değişken­
lerinin terim lerinde tanım lanm asıdır, parçacık m ekaniğinin durum
değişkenlerinin terim lerinde değil. Kendisinin bir dizgenin durum unu
belirlem e kipi açısından, istatistiksel m ekanik katı olarak bir determ i­
nistik kuramdır.
Böylece bir durum-betimlemesini karakterize edebilen en az üç aykırı
soysal özellik çifti vardır. Bir dizgenin d urum u durum değişkenlerinin
değerlerinin ya sonlu ya da sonsuz bir sayısı ile belirlenebilir; durum
değişkenlerinin değerleri ya kıpısal olabilir ya da bir yitmeyen zamansal
dönem sırasında bir dizgenin özelliklerini temsil eden ölçüler olabilir;
ve durum değişkenleri ya bireysel ya da istatistiksel param etreler olabilir.
Bu çiftlerden herhangi birine ait olan almaşıklar mantıksal olarak bir
başka çifte ait olan almaşıklardan bağımsız olduğu için, mantıksal olarak
olanaklı en az sekiz durum-betimlemesi tipi vardır. Bir dizgenin durum u­
n u n klasik parçacık m ekaniğinde kullanılan tanım ı b u nlardan birine
aittir, ve öteki üç tipin ö rneklerinden söz edilmiştir. Ö te yandan, geri
kalan tipler m odern fizik bilim inde şimdiye dek kullanılmış görünmez.
Mekanik d urum tanım ına olanaklı alm aşıkların bu kısa gözden ge­
çirilmesi şem atiktir ve tam değildir. Buna karşın klasik m ekaniğin mo­
d ern fizikteki biricik determ inistik kuram olm adığını açığa çıkarmak
için yeterlidir; ve tartışma “determ inizm ”in klasik parçacık m ekaniğin­
den daha başka kuram ları kaplayan b ir genel tanım ını düşündürür.
Bu tanım a göre, bir kuram ancak ve ancak belli bir başlangıç dönem i
için durum değişkenlerinin değerleri verildiğinde, mantıksal olarak o
değişkenler için başka herhangi bir dönem için benzersiz bir değerler
kümesini belirliyorsa deterministiktir. Eğer bu tanım kabul edilirse, şu
iki zemin üzerine bir kuram ın determ inistik olduğunu yadsımak doğru
değildir: (a) bir kuram o n u n tarafından sözü edilen her bir büyüklük
küm esinin değişik zam anlardaki d eğ erleri arasında böyle benzersiz
bire-bir karşılık-düşm eler oluşturm az; ya da (b) kuram sal durum de­
ğişkenlerinin deneysel olarak ölçülen değerleri onların kuramsal olarak
hesaplanan değerleri ile sağın anlaşm a içinde değildir.
Oldukça önem li olan son bir nokta daha belirtilmelidir. ‘Bir dizgenin
d u ru m u ’n u n verili bir görgül içerik için uygun bir tanım ı o içerik için
yeterli bir “nedensel” kuram dan önce sağlanamaz.10 Anım sanacaktır ki,
bu bölüm ün başlarında bir determ inistik dizge kavramını açım larken
ilk olarak bir D dizgesinin d u ru m u n u belli bir K sınıfına ait özelliklerin
terim lerinde tanımladık. O rada K ’nin D ’ye ait özelliklerin keyfi olarak
seçilmiş bir küm esinden oluşmadığına açıklık getirm ek için yeterince ko­
nuşuldu. Tartışma .K’nin D ’nin özelliklerinin kümesi olamayacağını
da açığa çıkardı, çünkü böyle bir durum tanım ı kılgısal olarak yararsız
olacaktı. Ne de K genel olarak D ’nin tüm gözlemlenebilir özelliklerinin
kümesi ile özdeşleştirilebilir. Çünkü, bilim tarihinin yineleyerek gös­
terdiği gibi, güvenle varsayılabilir ki eğer D iki ayrı zam anda aynı göz­
lem lenebilir özellikleri sergiliyorsa, D o zam anlarda aynı durum dadır.
Böylece, bir dizge iki ayrı kıpıda özdeş gözlem lenebilir özellikler sergi­
leyebilir, ve gene de o zam anlarda kuramsal özelliklerinde ayrı olabilir.
Buna göre, hangi değişkenlerin durum değişkenleri olarak sayılacağına
ancak kabul edilen b ir “nedensel” kuram tem elinde karar verebiliriz.
Bundan şu çıkar ki, bir nedensel kuram ın onun tarafından kullanılan
durum-betim lemesi ile göreli olarak determ inistik olduğunu söylemek
apaçık olanı söylemektir. Çünkü, gördüğüm üz gibi, b ir değişkenler kü­
m esinin bir dizge için d u ru m değişkenleri sınıfı olarak sayılabilmesi
için o durum değişkenleri ile tanım lanan bir durum -betim lem esi açı­
sından determ inistik olan bir kuram ın varolması gerekir.11 Buna karşın,
bu nu söylemek apaçıklık olsa da, b u n u yapmak önemsiz değildir. Ter­
sine, h e r nedensel kuram ın bir dizgenin d u ru m u n u o n u n kendisinin
belirlem esi ile göreli olarak determ inistik olduğu bildirim i, eğer bir
nedensel kuram gene de bir anlam da “indeterm inistik” olarak karak­
terize ediliyorsa, ileri sürülen intedeterm inizm in kuram ın kullandığı

10Bu bölüm ün başında açıklanan anlam da “nedensel,” öyle ki bir kuram eğer bir
büyüklükler küm esindeki değişim lerin zam an-oranını başka büyüklükler ile ilişkilen-
diriyorsa nedenseldir.
n vı, V2........ Vk durum değişkenleridir, ya da [ i n ,. . . , Vk] kümesi bir durum-betimle-
mesi oluşturur dem ekf ,{ v \ , . . . , »*) fonksiyonları vardır, öyle ki = f i(vl, . . . , v t ),
ki burada t= 1, 2......... fc’dır, ve fonksiyonlar kuram ın konutladığı ilişkileri form üle
ed er demektir. Krş. Philipp Frank, Dos Kausalgesetz, Viyana, 1932, ss. 145vs.
durum -betim lem esini ayırdeden kimi özel özelliklerin terim lerinden
açımlanm ası gerektiği biçim indeki önem li noktaya dikkati çeker. Bu
nokta bize m odern quantum kuram ının indeterm inistik olarak karak­
terize edilm esini yoklam ada olduğu gibi “nedensellik ilkesi” denilen
şeyin mantıksal konum u irdelem ede de yol gösterecektir.
B ununla birlikte, bu arada bu noktaya dek gelen tartışm am ızı bir
fiziksel dizgenin d u ru m u n u n m ekanik tanım ına gerçek almaşıkların
olduğunu, ve determ inistik fizik kuram ları geliştirm e olanağının m e­
kanik duru m değişkenlerinin kullanım ı üzerine olum sal olm adığını
söyleyerek toparlayabiliriz.

III. Çhıantum M ekaniğinin Dili


Önceki tartışma m odem quantum mekaniğinin ileri sürülen indeterm i­
nizmi üzerine nasıl bir ışık düşürür? İlk olarak bu yüklem enin alışıldık
zem inlerini anımsayalım.

1. Q uantum kuram ı ilk olarak g ö rü n ü rd e klasik ışınım kuram ı te­


m elinde açımlanamaz olan ısıl ışınım fenom enlerini ve izgeölçüm ünü
ilgilendiren bir dizi deneysel yasayı açıklamak için getirildi. B ununla
birlikte, sonunda quantum kuram ı fiziksel optik, kristalografi, kimya ve
başka birçok özel araşürm a alanında karşılaşılan olguları kaplayacak bir
yolda değiştirildi ve genişletildi. En yakınlardaki biçim inde, quantum
kuramı matematiksel olarak eşit iki yolda geliştirilebilir—ya ilk kez Hei-
senberg tarafından getirilen matriks cebirinin ya da Schrödinger dalga
denklem i ile bağlı olan form alizm in terim lerinde. Bu son formülasyo­
nu tartışm amız için tem el olarak kullanacak olsak da, kuram ın aşağı
yukarı tüm teknik ayrıntısı ve o n u n için gösterilen deneysel kanıt göz
ardı edilecektir. Kuram genellikle bir m odelin terim lerinde bildirilir,
ve görünürde birçok ayrı atom-altı “parçacık” ve “süreç” türü konutlar.
T üm kuram lar, özellikle m ikroskopik k u ram lar d u ru m u n d a olduğu
gibi, quantum kuram ının konuüam alan için görgül kanıt manüksal ola­
rak tam değildir, ve uzun tüm dengelim zincirleri ve birçok ikincil önsav
yoluyla tem el sayıltılar ile bağıntılıdır. Dahası, görgül kanıt kuram dan
çıkarsanan sayısal yasalar ile saltık olarak sağın anlaşma içinde değildir,
gerçi uyumsuzluklar genel olarak deneysel hatanın sınırlarının içerisin­
de olsa da. Bu bakım lardan quantum kuram ında yeni hiçbirşey yoktur.
B ununla birlikte, kuram için deneysel kanıtın ölçün yorum u belli
durum larda konutlanan atom-altı öğelerin kim ilerinin (örneğin elekt­
ronların) parçacıkların karakteristiği olan özellikler taşırken başka du­
rum larda ise dalgaların karakteristiği olan özellikler sergilediği vargısına
götürür. Temel öğelerinin bu görünürde “ikili doğası” kuram ın ayırde-
dici yanıdır ve pekçok şaşkınlığın ve spekülasyonun kaynağı olmuştur.
Ama quantum kuram ının fizikte determ inizm üzerine günüm üzdeki
tartışmayı yoğunlaştıran ve quantum m ekaniğini bir “indeterm inistik”
kuram olarak görm ek için h er zamanki zemini sunan özelliği mantıksal
olarak kuram ın sayıltılanndan türetilebilir olan ve “H eisenberg belir­
sizlik ilişkileri” olarak bilinen form üller kümesidir. Bu ilişkilerden biri
Ap Aq t' . h /4 n form ülü ile anlatılır. Bu form ülde, ‘p ’ve V/’değişkenleri
genellikle bir elektronun ya da başka atom-altı öğenin sırasıyla “devinir-
lik” ve “konum ” için kıpısal koordinatları olarak, ve ‘h ’evrensel Planck
değişmezi olarak okunur. Öte yandan, ‘Ap 'verili bir kıpıdaki devinirliğin
ortalam a değerinden dağınım /dispersion (ya da sapm a/deviation, ya da
ayrıca “belirsizlik”) katsayısı olarak yorum lanır; ve ‘Aç’için de benzer
olarak. Öyleyse form ül herhangi bir verili kıpıda bir atom-altı “parçacı­
ğın” sırasıyla devinirlik ve konum unun dağm ım larının çarpım ının hiç­
bir zaman V 4 jt’den daha küçük olamayacağını ileri sürer. Buna göre,
H eisenberg’in belirsizlik ilişkisinin bu biçimi eğer bu koordinatlardan
biri büyük sağınlık ile ölçülürse, eşlenik koordinat için eşzamanlı olarak
bir keyfi olarak sağın değer elde etm enin olanaklı olm adığını belirtiyor
olarak yorum lanabilir. Ö rneğin, eğer q yitecek denli küçük ise, p ola­
ğanüstü büyük, aslında “sonsuz” olmalıdır. Sonuçta, eğer bir ölçme bir
elektronun verili bir kıpıdaki konum unu büyük doğruluk ile saptaya-
bilmemizi sağlıyorsa, hiçbir ölçm e parçacığın o kıpıdaki devinirliğine
(ve bu nedenle hızına) sağın bir değer atayamaz.
Belirsizlik ilişkilerinden ötürü quantum kuram ının indeterm inistik
ya da belirlenim sizci olduğu vargısına götü ren uslam lam a genellikle
şu biçimi alır. İlkede öğesel fiziksel parçacıkların eşzamanlı konum ve
devinirliklerini sınırsız sağınlık ile saptamak olanaksızdır. Gerçekten de,
belirsizlik ilişkileri bir parçacığın herhangi bir verili kıpıdaki konum ve
devinirliğinin birbirinden bağımsız olmadığını, am a bunların parçacık
için keskin olarak sınırlanm ış bir uzaysal yerin keskin olarak sınırlan­
mış bir hız ile bağdaşmaz olacağı bir yolda ilişkili olduğunu ileri sürer.
Öyleyse q uantum m ekaniğinin denklem leri h erhangi bir zam andaki
sağın konum lar ve devinirlikler ve başka zamanlardaki sağın konum lar
ve devinirlikler arasında benzersiz bir karşılık-düşme saptayamaz. Buna
karşın, quantum kuramı bir parçacığın verili bir konum u olduğu zaman
belirli bir devinirlik taşıması olasılığını (ve evrik olasılığı) hesaplayabilir.
Buna göre, quantum kuram ı yapısında determ inistik değildir; tersine,
içerikte özünlü olarak istatistikseldir; ve kuram ın sorgulanam ayacak
denli büyük başansı “nedensellik ilkesinin” atom-altı süreçler alanında
uygulanamaz olduğunun bir belirtisi olarak alınm alıdır.12
Bu uslamlamayı ve vargısını yoklamadan önce, fizikçilerin hem belir­
sizlik ilişkileri hem de atom-altı öğelerin “ikili doğası” üzerine önerdikle­
ri yorumların kim ilerinden kısaca söz etm ek yararlı olacaktır. Belirsizlik
ilişkilerinin yaygın olarak savunulan ve ilk bakışta usayatkın gelen bir
12Krş. Richard C. Tolman, The Principles ofStatistical Mechanics, Oxford, 1938, s. 187;
ayncaP. W. Bridgman, Rejleclions of a Physicist, NewYork, 1950,s. 135.
yorum u onların atom-altı parçacık ve süreçlerin belli özelliklerinde bu
parçacıkların onları ölçmede kullanılan aletler ile etkileşimi yoluyla üre­
tilen göreli olarak büyük am a özünlü olarak tahm in edilemez değişme­
leri form üle ettikleri biçim indedir. Ö rneğin, H eisenberg büyük-ölçek
n esneleri ölçerken o n esn elerd e o nları ölçm e süreçlerinin yarattığı
etkilerin göz ardı edilebileceğini, çünkü böyle üretilen bozulm aların
büyüklüklerinin göreli olarak küçük o lduğunu bildirdi. Ö te yandan,
atom-altı fizikte

gözlem ci ve n e sn e arasındaki etkileşim gözlem len m ek te olan dizgede atom ik


süreçlerin süreksizlik k a rak terin d e n ö tü rü d en etlen e m e y en ve büyük değişim ­
le re n e d e n olur. Bu d u r u m u n dolaysız so n u c u g e n e l o lara k belli b ir sayısal
niceliği belirlem ek için yapılan h e r d eneyin başka d en ey lerin bilgisini yanılsa­
m aya çevirm esidir, ç ü n k ü g özlem lenen dizgenin d e n etlen e m e z tedirginlikleri
ö n c e d e n b e lirle n e n nicelik lerin d e ğ e rin i değiştirir.15

Ö te yandan, elektronlar gibi öğelere yüklenen dalga-parçacık ikiliği


sık sık quantum m ekaniğinin form alizm inin geleneksel uzay ve zaman
kavramlarının terim lerinde yorum una sınırlar olduğunu belirtiyor ola­
rak alınır. Ö rneğin doğayı uzaysal-zamansal olarak yerleştirilmiş bireyle­
rin özellik ve ilişkilerini belirlem e yoluyla betim lem e biçim indeki çok­
tandır tanıdık olan uygulamadan evrensel bir çözümleme şeması olarak
vazgeçmek zorunda olduğumuz ileri sürülmüştür; ve “tüm fenom enleri
uzay ve zamandaki nesneler arasındaki ilişkiler olarak” açıklama um u­
d u n u bir yana bırakmamız önerilm ektedir. G erçekten de, nedensellik
ilkesinin atom-altı parçacıklara uygulanamazlığının biricik kaynağının
atom-altı süreçler bu yolda betim lenem eyecek olsalar da ilkenin her
uygulamasının böyle betim lem enin olanağını varsayması olgusunda yat­
tığı ileri sürülmüştür. Ama, aynı önesürüm e göre, eğer atom-altı alanda
geleneksel betim lem e ve çözümleme kipi terk edilirse, elektronlara bir
dalga-parçacık ikiliği yüklem ekten kaçınabilir ve aynı zam anda neden­
sellik ilkesini koruyabiliriz. Böylece, yine H eisenberg’e göre, bir yanda
atomik süreçlerin uzaysal-zamansal terim lerde betimlemesi, ve öte yan­
da nedensellik ilkesinin atom ik süreçler için sağın geçerliği

ato m ik fe n o m e n le rin tam am layıcı ve karşılıklı olarak dışlayıcı y a n la n m tem sil


eder. Bu d u ru m geliştirilm iş olan k u ra m d a açıkça yansıülır. Bir sağın m atem a­
tiksel yasalar kütlesi vardır, am a b u n la r uzayda ve z am an d a varolan n e sn e le r
a rasın d a k i yalın ilişkileri a n la tıy o r o lara k y o ru m la n am a z. Bu k u ra m ın göz­
lem len e b ilir tah m in le ri böyle te rim le rd e yaklaşık olarak b etim lenebilir, am a

13W em er H eisenberg, The Physical Principles o f the Çhıantum Theory, Chicago, 1930,
s. 3. Bkz. aynca Niels Bohr: “Şimdi, quantum konutlam ası atom ik fenom enlerin her­
hangi bir gözlem lenm esinin gözlem araçları ile göz ardı edilmeyecek bir etkileşimi
içereceğini imler. B una göre, ne fenom enlere ne de gözlem in araçlarına sıradan
anlam da bağımsız bir realite yüklenebilir." — Atomic Theory and the Description ofNature,
Londra, 1934, s. 54.
benzersiz o larak değil— dalga ve cisim cik tablo ların ın h e r ikisi d e aynı yaklaşık
geçerliği taşır. S ürecin ta b lo su n u n b u belirlenim sizliği ‘g ö z le m ’ k avram ının
belirlenim sizliğinin d o ğ ru d a n b ir so n u c u d u r— h a n g i n e sn e le rin gözlem lenen
dizg en in parçası o larak ve h a n g ile rin in g özlem cinin aygıtının parçası olarak
görüleceğine k a rar verm ek olanaksızdır. K uram ın fo rm ü llerin d e b u keyfilik sık
sık tekil b ir fiziksel d en ey in ele alınışı için b ü tü n ü y le ayn analitik y ö n tem lerin
k u llan ım ın ı olanaklı kılar.14

Buna göre H eisenberg şu ikilemi önerdi. Q uantum kuram ının denk­


lem lerini atom-altı süreçlerin alışıldık uzaysal-zamansal terim lerde be­
timlemesi olarak yorumlayabiliriz, am a (belirsizlik ilişkileri göz önüne
alındığında) o süreçler için determ inistik açıklam aları terk etm e pa­
hasına. Ö te yandan, böyle açıklamaları elde tutabiliriz, am a kuram ın
denklem lerini uzayda ve zam anda yerleri saptanm ış bireylere ve süreç­
lere gönderm ed e bulunuyor olarak yorum lam a olanağını terk etm e
pahasına. İkilem in iki ucu da böylece fiziksel süreçleri incelem enin
geleneksel yollarında köktenci yeniden ayarlamaları gerektirir.

2. B ununla birlikte, belirsizlik ilişkilerinin ve elektronlara yüklenen


dalga-parçacık ikiliğinin kaynağının bu yorum larından yana yüksek yet­
keye karşın, bildirildikleri biçimiyle yorum lar ne bütünüyle açık ne de
inandırıcıdır.

a. İlk olarak belirsizlik ilişkilerinin ölçülen nesnelerin ve ölçen alet­


lerin etkileşimleri yoluyla üretilen “belirsizlikleri” anlattığı, ve sonuçta
“gözlem lenen” ve “gözlem leyen” arasındaki klasik ayrım ın atom-altı
fizikte keyfi bir tarzda olm anın dışında ileri sürülemeyeceği savını irde­
leyelim. Bu sav kimi zaman sanki belirsizlik ilişkileri quantum kuram ını
sınamak için yapılan açık laboratuar ölçüm lerinin salt olgusal bir yok­
lamasının vargıları imiş gibi—ve bu nedenle sanki quantum kuram ının
kabul edilip edilm em esinden bağımsız olarak salt tümevarım zeminleri
üzerinde aklanm ışlar gibi—ortaya sürülür. B ununla birlikte, gerçek­
te böyle bir önesürüm arabayı atın önüne koyar. Çünkü elektronların
ölçme aletleri ile etkileştikleri zaman uğradıkları söylenen “denetlene­
mez” ve “tahm in edilem ez” değişiklikler belirsizlik ilişkileri için kanıtı
oluşturmaz, ama ilişkilerden çıkarılan sonuçların parçasıdırlar. Bu eğer
kendimize değişikliklerin denetlenem ez ve tahm in edilemez olduğunu
ileri sürmek için hangi zeminimizin olduğunu sorarsak ve eğer kendimi­
ze ölçülen nesnelerde ölçme aletlerinin ürettiği tedirginliklerin klasik
fizikte tam olarak tanındığını anımsatırsak açıkça görülecektir. Bununla
birlikte, klasik fizikte böyle tedirginliklerin düzeyi ilkede yerleşik fizik­
14H eisenberg, aynı yer. Benzer olarak, B ohr atom ik süreçlerin dalga denklem le­
ri yoluyla S chrödinger temsil edilm esinin “gözlem in yorum unda uzaysal-zamansal
betim lem eyi ilgilendiren tem el bir reddedişin kaçınılm az olm asını” gerektirdiğini
bildirir.”—Aynı yer, s. 77.
sel yasaların yardım ı ile tam olarak değerlenebilir, öyle ki salt böyle
tedirginliklerin olması olgusu belirsizlik ilişkilerine götürmez. Bununla
birlikte, Heisenberg belirsizlik ilkesine göre elektronlarda üzerlerindeki
ölçüm lerin ürettiği değişiklikler ilkede bile hesaplanam az, çünkü bu
durum da elektronlar “denetlenem ez değişim lere” uğrar. İleri sürülen
değişimlerin gerçekten de tahm in edilemez olduğu savı öyleyse yalnızca
laboratuar ölçümleri olgusundan tümevanmlı bir vargı olamaz. Belirsiz­
lik ilişkileri üzerine ve sonuçta o ilişkilerin mantıksal olarak kendisinden
türetildikleri quantum kuram ının sayıltılan üzerine dayalı bir vargıdır.
B ununla birlikte, H eisenberg ilişkilerinin örn eğ in b ir elektronun
konum koordinatının ölçülm esindeki sağınlık üzerine hiçbir sınır ge­
tirm ediğini belirtm ek gerekir. Bu ilişkiler yalnızca hem konum hem de
devinirlik koordinatlarının eşzamanlı değerlerinin ölçme yoluyla sap­
tanm asındaki sağınlığa sınırlar getirir. Buna göre, bir elektron ve onu
ölçm ek için kullanılan aygıt arasındaki varsayımsal etkileşime karşın,
elektronun h e r iki koordinatı da tekil olarak alındığında ilkede saltık
sağınlık ile ölçülebilir. Sonuçta, elektronlarda ölçülmesi sırasında te­
dirginlikler üretilm esi zem ininde elektronların eşzamanlı konum ve
devinirliklerinin sınırsız sağınlık ile saptanamayacağını ileri sürmek pek
inandırıcı değildir. Kısaca, böyle sınırsız sağınlığın olanaksızlığı belir­
sizlik ilişkilerinden doğar, zaman zaman ileri sürüldüğü gibi yalnızca
“gözlemleyen” aletlerin “gözlem lenen” ölçme nesneleri üzerinde üret­
tiği etkileri ilgilendiren tanıdık deneysel olgulardan değil.

b. Şimdi H eisenberg’in elektronlara, p rotonlara ve başka atom-altı


öğelere genellikle yüklenen “ikili doğa”nın kaynağı üzerine yorumlarına
dönelim . G örünürde, geleneksel uzaysal-zamansal kavramların atom-
altı süreçleri “betim lem ek” için uygun olm adığını ileri sürmesi bilme-
cemsidir. Çünkü süreçler eğer uzaysal-zamansal terim lerde değilse, diye
sorulabilir, nasıl betim lenecektir? Gene de sözlerinin yükünü yalnızca
bu bulanık form ülasyonun gizlemiş olması olanaklıdır. G erçekten de,
pekala olabilir ki yorum larının anlatm ak istediği şey elektronların ve
benzerlerinin “parçacıklar” ya da “dalgalar” olduğu söylendiği zaman bu
nitelemelerin büyük ölçüde belli biçimsel andınm lann denetim i alünda
söylendiği ve sözel olarak yorumlanmaması gerektiğidir. Atom-altı fiziğin
konutlanan öğelerinin uzaysal-zamansal terimlerde betimlenememesinin
nedeni uzaysal-zamansal kavramların yeterli olmaması değil, ama elekt­
ronların, protonların ve benzerlerinin parçacık ya da dalga terimlerinin
klasik fizikte makroskopik nesneler için kabul edilen tanıdık anlamla­
rında parçacıklar ya da dalgalar olmaması olabilir mi? H eisenberg’in
yorum larının edimsel niyeti ne olmuş olursa olsun, bu düşünce izleme­
ye değerdir. Eğer düşüncenin değeri varsa, yalnızca belirsizlik ilişkile­
rinin olağan yorum u belli bir iyileştirmeyi gerektirm ekle kalmaz, ama
quantum m ekaniğinin determ inistik bir kuram olm adığı görüşünün
de sınırlanması gerekir. Öyleyse bu sorunları daha parlak bir ışık altına
düşürm ek için quantum kuram ının dilini daha yakından inceleyeceğiz.
i. Q uantum m ekaniğinin matematiksel formalizmi ilkin klasik fizikte
geliştirilen form alizm ve notasyonun b ir büyümesi ve uyarlamasıdır.
Sonuçta, quantum kuram ının konutladığı atom-altı öğeler sık sık genel
olarak klasik m ekanikte nokta-kütleleri betim lem ek için kullanılan bir
dilde betimlenir. Özel olarak, quantum kuram ında elektronlar ile bağ­
lanan belli koordinatlara “konum ” ve “devinirlik” koordinatlan denir.
Öyleyse klasik fiziğin dilinin quantum m ekaniğinin sayıltılannı formüle
etm ek için kullanım ının sık sık, q u an tu m m ekaniğinin elektron an­
layışına göre, b ir elek tro n u n h e r kıpıda hem belirli bir k o n um unun
hem de belirli bir devinirliğinin olduğu izlenimini yaratması bütünüyle
doğaldır. Ö te yandan, belirsizlik ilişkileri dikkate alındığında, bu dili
kullananlar sık sık gene de bir atom-altı “parçacığın” eşzamanlı konum
ve devinirliğini sınırsız sağınlık ile b elirlem enin olanaksız olduğunu
eklem ek zorunda kaldıklarını duyumsarlar. Bu noktadan, görünürde
kullanılan dilin imlediği gibi, atom-altı parçacıkların tüm zam anlarda
hem belirli bir konum a hem de belirli bir devinirliğe iye olmasına kar­
şın, bu koordinatların tam olarak eşzamanlı değerlerini keşfetm enin
özünlü olarak olanaksız olduğu vargısına ulaşmak için yalnızca kısa bir
adım vardır. H er ne olursa olsun, bu vargı sık sık quantum mekaniğinin
indeterm inistik olduğu savı için zem inin parçası olarak hizm et eder.
Buna karşın, eğer bu vargı quantum mekaniği tarafından gerçekten
de zorunlu kılınsaydı, du ru m Newton m ekaniğinde saltık uzay sayıltı-
sının yarattığı duru m d an da şaşırtıcı olurdu. Gerçi Newton mekaniği
herhangi bir mekanik deney tem elinde saltık uzay açısından dinginliği
ve biçimdeş devimi birbirinden ayırdetm enin olanağını önlüyor olsa
da, kuram saltık uzay ile göreli olarak ivm elenen devim leri tanım ak
için ileri sürülen bir ölçütü sağlar. Dahası, Newton kuram ı ilkede saltık
dinginliği ve saltık biçimdeş devimi birbirinden ayırdetmek için mekanik-
olmayan belli bir deneyin (örneğin bir optik deneyin) tasarlanabilmesi
olanağını dışlamaz, Ö te yandan, eğer quantum kuram ı yukandaki vargı
ile uyum içinde yorum lanırsa, bizden, b ir elek tro n u n kuram da tüm
zam anlarda belirli konum ve devinirliklerinin olm asına karşın, verili
b ir kıpı için sağın konum saptandığı zam an, ne olursa olsun hiçbir
deneyin devinirliğin giderek yaklaşık değerini bile keşfedemeyeceğini
ileri sürmemiz istenir. Öyleyse, yukandaki vargıyı sağlam olarak temel­
lendirilm iş gören yorum culann sık sık quantum m ekaniğinin m odern
fizikte çok şeyin gelişimini denetlem iş olan doğrulanabilirlik idealinin
ez azından bölümsel terk edilişini gerektirdiğini ileri sürmelerine hayret
etm em ek gerekir.
Bununla birlikte, bu kafa kanştıncı durum büyük ölçüde elektronlan
ve başka konutlanm ış öğeleri “parçacıklar” olarak nitelem enin, am a bu
nitelem enin en iyisinden yalnızca klasik m ekaniğin ve quantum meka­
niğinin m atem atiksel form alizm leri arasındaki bölümsel andmmlar de­
nebilecek olan şey üzerine dayanması olgusunun göz ardı edilmesinin
sonucu olarak görünür. G erçekten de, “parçacıklar” olarak elektronlar
dili yerine belli bağlam larda “dalgalar” olarak elektronlar dili geçirilir,
çünkü bu an d ın m lan n h e r biri yalnızca bölüm seldir ve çeşidi noktalar­
da başarısızlığa uğrar. Ama, evrik olarak, elektronların “dalgalar” olarak
nitelenm esi ayrıca klasik m ekaniğin ve quantum m ekaniğinin simgesel
yapıları arasındaki böyle bölümsel andınm lar üzerine de dayanır. Quan-
tum kuram ının birçok sunum u sonuçta ikisi de h e r d urum da uygun
olmayan ya da yanıltıcı çağrışım lardan bütünüyle özgür olmayan iki
konuşm a yolunun h e r zam an pürüzsüz olmayan b ir karışımı yoluyla
formüle edilir. Hiç kuşkusuz “parçacıklar” ve “dalgalar” terminolojisinin
düşündürücü ve bulgulatıcı olarak değerli olduğu konusunda bir soru
yoktur. G ene de, bu term inolojinin yararlığı bizden andırım lı olarak
kullanıldığı ve sözel olarak yorum lanm am ası gerektiği olgusunu giz­
lememelidir.

ii. Bu noktayı daha yakından irdeleyelim . Q uantum kuram ının te­


mel sayıltılan oldukça karmaşık matematiksel simgeciliğin yardımı ile
anlatılır. Kuram ın Schrödinger biçim inde klasik “dalga denklem i”nin
genel biçimini taşıyan bir aynşımlı denklem özeksel bir rol oynar. Tüm
kuram lar d u ru m u n d a olduğu gibi, bu m atem atiksel form alizm de yer
alan mantıksal-olmayan terim lerin belli b ir sayısı için eşgüdümleyici
tanım lar sağlanmalı ve böylece deneysel olarak sınanabilir bildirim ler
o zaman kuram dan türetilebilir olmalıdır. Bir kez böyle eşgüdümleyici
tanımlar bildirilir bildirilmez, kuram ın görgül içeriği şimdilik saptanmış
olur. Ö te yandan, daha önceki bir bölüm de ileri sürüldüğü gibi, kuram
için onun yapısal içeriğini az çok “resimsel” bir tarzda örneklendirecek
bir “m odel” sağlamak sağın mantıksallık açısından özsel değildir. Buna
karşın, bir kuram ın böyle m odellerinin olm asında büyük ruhbilim sel
yararlar vardır. Sonuçta, hedefleri olarak böyle m odelleri alan fizikçiler
sık sık quan tu m m ekaniğinin içeriğini klasik m ekaniğin ve quantum
m ekaniğinin biçimsel yapıları arasındaki belli a n d ın m la r nedeniyle
klasik olarak tasanm lanan parçacık ve dalgalann dilinde formüle eder.15
B ununla birlikte, quantum kuramı için herhangi bir m odel kuram ın
biçimsel denklem lerini doyurmalıdır. Bu denklem ler kuram için her­
hangi bir m odelin konutladığı atom-altı öğe ve süreçleri örtük olarak
tanımlar. Buna göre, o konutlanan öğelerin daha öte hangi özellikleri
taşıdığı düşünülürse düşünülsün, o öğeler en azından denklem ler yo­
luyla gösterilen yapısal karakteristikleri taşımalıdır. Sonuçta, quantum
kuramının temel konutlam alan tarafından manüksal olarak gerektirilen
15Bu nokta Linus Pauling ve E. Bright W ilson’ın Introduction to Quantum Mechanics
başlıklı çalışm alarından yukarıda s. 125’te 4 ’üncü d ipnotta alıntılanan pasajda çok
açıkça belirülir.
tüm form üller—örneğin, H eisenberg belirsizlik ilişkileri—gerçekte ay­
rıca kuram için herhangi bir m odeldeki bileşen öğeler üzerine sınırla­
m alar dayatan örtük tanım lardır. Kısaca, hiçbir hipotetik fiziksel dizge
eğer belli özellikleri belirsizlik ilişkilerini doyurmazsa quantum kuramı
için tam olarak yeterli bir m odel olamaz.
B undan şu çıkar ki belirsizlik ilişkilerini doyurm ası gereken ‘p ’ve
‘q ’değerleri b ir elek tro n u n sırasıyla “devinirlik” ve “konum ” ölçüleri
olarak yorum lanırsa, o zam an elektronların bu ölçülebilir özellikleri
için kullanılan adlara karşın, bu özellikler parçacıkların klasik fizikte
kullanıldıkları gibi “devinirlik” ve “konum ” sözcükleri yoluyla belirtilen
karakteristikleri ile özdeşleştirilemez. Çünkü açıktır ki, ‘p ’ve ‘ç ’anlatım-
lanna quantum m ekaniğinde “devinirlik” ve “konum ” koordinatları den­
mesine karşın, sözcükler şimdi alışılmadık bir anlam da kullanılmaktadır.
Klasik mekanikte bu sözcükler öyle bir yolda kullanılır ki, bir parçacık
her zaman belirli b ir konum ve eşzamanlı olarak belirli bir devinirlik
taşımalıdır, ve kuram da hem konum hem de devinirlik sınırsız sağınlık
ile saptanabilir. Bu kullanım da bir parçacığın belirli bir konum unun
olduğunu am a belirli bir devinirliğinin olmadığını, ya da birinin sağın
değerini keşfetm enin mantıksal olarak olanaksız olduğunu am a öteki
için durum u n böyle olm adığını söylemek saçmadır. Ama quantum me­
kaniğinde bu sözcükler için saptanan kullanım lar açıkça ayrıdır. Buna
göre, eğer quantum kuram ının sayıltıları ile uyum içinde bir elektronun
eşzamanlı değerleri ilkede bile sınırsız sağınlık ile saptanamayan ‘p ’ve
‘q ’sim geleri ile temsil edilen büyüklüklere iye bir “parçacık” olduğu
söylenirse, o zaman ya “parçacık” sözcüğü alışılmadık bir anlam da kul­
lanılmaktadır ya da bu simgeler sözcüklerin tanıdık klasik anlam larında
devinirlik ve konum ları temsil edemez.

iii. Niels B ohr da sık sık benzer bir vargıyı, ama bütünüyle değişik kay­
gılar tem elinde ileri sürmüştür.16 Uslamlamasını kısa anahatta vereceğiz.
Bir konutlam alar kümesi için getirilen bir yorum a eğer (a) konutlama-

“Ama başka önde gelen fizikçiler de ondan yana uslamlamalar getirmiştir. Örneğin
H eisenberg’e göre “belirsizlik ilişkisi parçacık tablosunun uygulanmasına izin veren
sınırlan belirler. ‘Konum ’ ve ‘hız’ sözcüklerinin belirsizlik denklem i yoluyla verileni
aşan b ir doğruluk ile herhangi b ir kullanım ı anlam ları tanım lanm ış olmayan söz­
cüklerin kullanımı kadar anlamsızdır.”—Aynı yer, s. 6. Yine, von N eum an quantum
fiziğinde yapıldığı gibi bir ‘p .q. 'terim i ve bir 'q.p. 'terim i arasında aynm yapmanın eğer
bunlar klasik fizik tarafından belirlenen anlam da yorumlanırlarsa bütünüyle anlamsız
olacağını belirtir. [J. von N eum ann, Mathematische Grundlagen der Quantenmechanik,
Berlin, 1932, s. 6 (İng. çeviri, MatherrmticalFoundations o f Q uantum Mechanics, Prince-
ton, 1955, s. 9).] Ve S chrödinger’e göre “quantum m ekaniğinin değindiği nesne ...
sözcüğün eski anlam ındaki bir özdeksel nokta değildir.... Özdeksel nokta kavramının
henüz bütünüyle anlamayı başaramadığımız önem li bir değişime uğradığı olgusu ne
tartışılmalı ne de sessizce geçiştirilm elidir (belli çevrelerde yapıldığı gibi).”—Erwin
Schrödinger, Science and the H u m a n Temperament, New York, 1935, ss. 71-72.
larda kullanılan h e r mantıksal-olmayan terim e bir yorum atanırsa, ve
(b) yorum konutlam aların uygulamasının h e r bağlam ı için değişmez
kalırsa, “biçimdeş olarak tam ” bir yorum diyelim. Biçimdeş olarak tam
bir yorum d u rum unda böylece mantıksal-olmayan bir terim in ya belli
bir bağlamda hiçbir yorum almaması ya da değişik bağlam larda değişik
yorum lar alması hiçbir zaman söz konusu değildir. Şimdi B ohr’a göre
quantum m ekaniğinin form alizm inin biçim deş olarak tam am lanm ış
bir yorum u—ki öğeleri makroskopik nesnelerin alışıldık özelliklerini
(örneğin sağın konum lar ve hızlar gibi) taşıyan bir atom-altı modelin te­
rim lerindeki bir yorum dur—kaçınılmaz olarak o atom-altı kendiliklere
paradoksal bir “ikili doğa” yüklenm esinde sonuçlanır, öyle ki bu ken­
dilikler hem cisimcik hem de dalga özelliklerini taşır. Böyle bir yorum
için girişimler öyleyse terk edilmelidir. Ö te yandan, elektronlara hem
cisimcik hem de dalga yüklemlerini atam anın nedeni quantum kuramı
için görgül kanıtın klasik parçacıklar ve dalgalar üzerine konuşmak üzere
geliştirilmiş dilin kullanımı yoluyla çok uygun olarak betim lenm esinde
yatar. G erçekten de, herhangi bir kuram için görgül kanıt kaçınılmaz
olarak makroskopik alandan türetilir; ve herhangi bir deneysel düzen­
lem e ya da gözlem i b etim lem ede kaba deneyim in klasik fiziğin ter­
minolojisi ile uygun bir yolda tamamlanmış sıradan dilini kullanmaya
karşı herhangi bir almaşığımız yoktur. Buna karşın, B ohr’un yargısında:
... değişik deneysel koşullar a lü n d a eld e e d ile n k a n ıt tek b ir tablo içerisinde
kavranam az, am a yalnızca fe n o m e n le rin b ü tü n lü ğ ü n ü n n e sn e le re ilişkin ola­
naklı bilgileri tü kettiği a n la m ın d a tamamlayıcı o larak g ö rü lm e lid ir.17

Buna göre, quantum mekaniğinin tek bir model üzerine dayalı ve biçim­
deş olarak tam am lanm ış bir doyurucu yorum u verilemese de, kuram
uygulandığı her bir somut deneysel durum için doyurucu olarak yorum ­
lanabilir.
D aha belirli olarak, B o h r’u n görüşü ‘b ir elek tro n u n k o n u m u ’ an­
latım ına belirli bir anlam atanm asına izin veren deneysel durum ların
olduğu biçim indedir; başka deneysel durum lar vardır ki, onlarda ‘bir
elektronun devinirliği’ anlatım ı anlamlı olarak kullanılabilir; am a ‘bir
elektronun konum u ve devinirliği’ anlatım ına deneysel bir anlam ve­
rilmesine izin veren hiçbir deneysel du ru m yoktur. Öyleyse, B ohr’un
çözümlemesi üzerine bitişik koordinatlara (örneğin “konum ” ve “de-
vinirlik” koordinatlan denilen koordinatlara) tam eşzamanlı değerler
atam anın olanaksızlığı yalnızca iki olgunun sonucudur: H er bir koor­
dinatın h e r bağlam için biçimdeş olarak ve tam bir kesinlik ile değil,
am a quantum kuram ının uygulanabildiği h er bir deneysel durum tipi
için ayrı olarak yorum lanabilm esi olgusu; ve, deneysel olarak belirli

' Niels Bohr, “Discussions with Einstein on Epistemological Problem s in Atomic


Physics,” bkz. Albert Einstein, Philosopher-Physicist (yay. haz. Paul A. Schilpp), Evanston,
111., 1949, s. 210.
b ir anlam ın h e r iki koo rd in ata da eşzam anlı olarak atanm asına izin
veren hiçbir bağlam ın olmaması olgusu. Bir elektronun “konum u” de­
nilen şeyi ölçmek için uygun bir deneysel düzenlem e tipi böylece ‘bir
elektronun kon u m u ’ deyiminin anlam ını sınırlı bir bağlam lar kümesi
içerisine sınırlar; ve ‘bir elektronun devinirliği’ deyimi için de benzer
olarak. B ununla birlikte, iki deneysel durum tipi örtüşmez, ve öyleyse
ayırdedilm elidir. Kısaca, h e r iki deyimin de eşzamanlı olarak yorum ­
lanm asına izin veren hiçbir deneysel düzenlem e yapılamadığına göre,
bundan genellikle şu çıkar ki, hiçbir ölçüm hiçbir zaman h er iki eşlenik
koordinata eşzamanlı olarak sağın değerler atayamaz. Ama aynca şu da
çıkar ki, quantum kuram ında kullanıldığı gibi ‘parçacık,’ ‘konum ’ ve
‘devinirlik’ sözcükleri bu sözcüklere klasik fizikte atanan anlam larda
yorum lanam az.18

iv. Bu vargı tanıdık dilin yeni kullanım lara tarihsel olarak önem li bir
başka uyarlanışım anımsarsak durulaştıncı bir perspektif içine alınabilir:
‘Sayı’ sözcüğünün kardinal ve ordinal tamsayılar için bir ad olarak kö-
kensel bağlam ından matematiksel kendiliklerin çok daha kapsayıcı bir
alanı için bir etiket olarak kullanım ına aşamalı genişlemesi, iyi bilindiği
gibi, toplam a ve çarpm a işlemleri, ve tersleri, ilkin kardinal sayılar ile
bağıntı içinde geliştirildi ve sonunda kardinallerin çeşitli özelliklerini
(örneğin tek ve çift, asal, eksiksiz kare vb.) tanım lam ak için kullanıldı.
B ununla birlikte, d ah a sonra ‘sayı’ sözcüğü kardinallerin oranlarına
(genellikle kesirler olarak temsil edilen) uygulanmaya başladı, ve bunun
başlıca ned en i belli işlem lerin kardinaller ile tanıdık işlemlere yakın­
dan andınm lı olan oranlar için tanım lanabilm esi idi. Böylece, oranlar
“toplanabilir” ve “çarpılabilir”; ve oranlar ile bu ayırdedici işlemler öyle
ilişki kalıplannı sergiler ki bunlar, bir noktaya dek, soyut olarak kardinal
toplam a ve çarpm a yoluyla sergilenen kalıplara benzerlik gösterir. Ö r­
neğin toplama ve çarpm a hem kardinaller için hem de oranlar için hem
değişmeli hem de birleşmeli işlemlerdir; örneğin a + b = b + a, ve a + (b
+ c) = (a + b) + c. Öte yandan, o ran lan n çarpım ının h er zaman bir tersi
vardır; e.d., “sıfır” oranlar ile bölme üzerine h er zamanki sınırlama ile,
bir oranın bir başkası ile bölüm ü h er zaman bir üçüncü oranı verir. Du­
rum kardinal çarpım için böyle değildir; e.d. bir kardinalin bir İkincisi
ile bölüm ü h e r zaman bir üçüncü kardinali vermez. Dahası, kardinal­
lerin belli özelliklerine biçimsel olarak andınm lı olan oranlar için belli
özelliklerin tanımlanabilmesine karşın, kardinallerin çeşidi tanımlanmış
özellikleri vardır ki, bunlar için oranlarda andınm lılar yoktur. Örneğin,
kardinaller gibi oranlar da eksiksiz kareler olabilir. B ununla birlikte,
verili bir kardinal sayının tek olup olmadığını sormak bütünüyle anlamlı
olsa da, verili bir oran hakkında benzer bir soruyu getirm enin hiçbir

18Aynı yer, ss. 232-35.


anlamı yoktur, çünkü “tek olm a” yükleminin oranlar için tanımlanması
söz konusu değildir. Bu bağıntıda belirtm eye değer ki, örneğin %’ün
tek olup olmadığı sorusunu yanıtlayamayışımızın kaynağı ne bilgimizin
geçici yetersizliğinde yatar ne de oran lan n bilinemez olduğu ileri sürü­
len doğasında; b u n u yapamayışımız oranlar için sorunun hiçbir tanımlı
anlam ının olmaması gibi dram atik olmayan bir olgudan kaynaklanır.
“Sayı” kavramını kardinalleri olduğu gibi o ran lan da kaplamak üze­
re genişletm enin gerekçesine ilişkin b u kısa gözlem ler açıktır ki “sayı
kavramı”nın oransızlar, imgeseller, ve “imli sayılar” denilen sayılar gibi
daha da başka matematiksel kendilik türlerini kaplayan daha öte geniş­
lem eleri için geçerlidir. Dahası, bu yorum lar niçin belli matematiksel
işlem lere aritm etikten tanıdık olan adların verildiğinin ned en lerin i
anlam ak için de önem lidir, üstelik işlem lerin sözcüğün genişletilmiş
bir anlam ında sayılar üzerine olmamasına, ya da biçimsel olarak birçok
bakım dan aynı-adlı aritm etiksel işlem lere b enzer olm am asına karşın.
Örneğin, “çarpm a” denilen bir işlem “matriksler” olarak bilinen düzenli
sayı küm elerinin belli tipleri için tanım lanm ıştır. Bu işlem birleşmeli
am a genel olarak değişmeli değildir, öyle ki kimi bakım lardan aritm e­
tiksel çarpm a gibi iken, başka bakım lardan değildir. Çarpm anın öyleyse
h e r zaman değişmeli olm adığı biçim indeki çıplak bildirim gerçekten
de derin bir paradoks görü n ü şü n ü taşıyabilir. Ama böyle bir bildirim
bir bilmece yaratıyorsa, bilm ece ancak “çarpm a” sözcüğünün olağan
anlam ına bir değişmeli işlemi belirtm esine karşın sözcüğün yeni kulla­
nım lara uyarlanmış olması olgusu gözden kaçınlırsa doğar. Sözcüğün
yeni bağlam da adlandırdığı işlem o n u n eski bağlam da adlandırdığı iş­
lem değildir. Buna karşın, eğer sözcük h e r iki işlem için de bir etiket
olarak tutuluyorsa, bun u n nedeni işlemler arasındaki önem li aynmlara
karşın önem li a n d ın m lan n da bulunmasıdır.
Q uantum kuram ında ‘konum ,’ ‘devinirlik,’ ‘parçacık’ ve ‘dalga’ söz­
cükleri benzer olarak klasik fizikten ödünç alm alar olarak kabul edil­
melidir. Q uantum m ekaniğine getirilm elerine eski ve yeni kuram lar
arasındaki önem li biçimsel andm m lar yol göstermiştir; ve bu yeni alana
genişletilmeleri hem quantum m ekanik form ülasyonlan kolaylaştırmış
hem de yeni araştırm a çizgilerini düşündürm üştür. B una karşın, bu
sözcükler yeni bağlam larda kullanılırken, kullanım ları üzerine quan-
tum kuram ının konutlam alarm ın getirdiği sınırlam alann terim lerinde
anlaşılm alıdırlar, klasik fizikte onlar için saptanan anlam ların terim ­
lerinde değil. B una göre, sözcüklerini kullanım ını yöneten kurallar
iki bağlam da özdeş olmadığı için, quantum m ekaniğinde anlatm alan
gereken şey daha tanıdık tarihsel anlam ları ile aynı şey dem ek olamaz.
Öyleyse, quan tu m m ekaniği üzerine kimi yorum cuların yaptığı gibi,
deneysel tekniklerimizi iyileştirerek belki de elektronlann yürürlükte­
ki quantum kuram ının saptadığı ‘konum ’ ve ‘devinirlik’ anlam lannda
konum ve devinirliklerinin tam eşzamanlı değerlerini saptayabileceği­
mizi sanm ak bir gaftır. Böyle bir sayıltı d ah a yeğin çalışma yoluyla en
sonunda % oranının tek olup olmadığını keşfedebileceğimiz tahm inine
denk düşer. Sayıltı belirsizlik ilişkileri dolayısıyla ‘bir elektronun konum
ve devinirliğinin tam eşzamanlı d eğ erleri’ anlatım ının quantum me­
kaniğinde hiçbir tanım lı anlam ının olmaması biçim indeki belirleyici
noktayı gözden kaçırır.
H eisenberg bu noktayı kabul ediyor ve aslında ü zerinde diretiyor
olsa da, yukarıda (sayfa 302) alıntılanan pasajda eğer b ir deney belli
bir sayısal niceliğin değerini (örneğin bir elektronun sağın konum unu)
belirlerse, “başkalarının bilgisini (örneğin, elektronun devinirliğinin
değerinin bilgisini) yanılsamaya çevirir” derken onu göz ardı etmeyi de
başarır. Çünkü eğer ‘b ir elektronun konum ve devinirliğinin tam eşza­
manlı değerleri’ anlatımı tanımlanmamışsa, o zaman varsayılan koşullar
altında bilinecek hiçbir devinirlik yoktur. Öyleyse eğer, çözüm lem enin
belirttiği gibi, bilgi nesnesi olmak üzere bir elektronun devinirliği gibi
birşey yoksa, b ir elektronun ileri sürülen devinirliğinin bilgisinin nasıl
bir “yanılsama” olacağını anlam ak güçtür.19

IV. Çhıantum K u ra m ın ın indeterm inizm i


Öyleyse quantum mekaniği yalnızca belirsizlik ilişkilerinin elektronlann
ve başka atom-altı “parçacıkların” eşzamanlı “konum ” ve “devinirlikleri”
için sağın değerler olanağını dışladığı zem ininde geçerli bir yolda inde-
terministik olarak karakterize edilemez. Eğer yukarıdaki irdelem elerin
bir yararı olmuşsa, bu sözcüklerin quan tu m kuram ında klasik fizikte
taşıdıklarından ayrı anlam ları vardır. Sonuçta, belirsizlik ilişkilerinin
birleşik olarak “belirsiz” olduklarını ileri sü rdüğü “k o n u m ların ” ve
“devinirliklerin” klasik m ekanikte sağın sayısal belirlenim e açık olan
parçacıklar ile aynı özellikleri taşıdığı ve böylece klasik m ekanik deter­
ministik bir yapı taşırken quantum m ekaniğinin ise taşımadığı vargısını
çıkarmak bir non sequitur olacaktır.

1. B undan başka, quantum m ekaniğinin indeterm inistik yapısı için


geleneksel uslam lam ada belirtilecek bir nokta daha vardır. Uslamlama
örtük olarak klasik parçacık m ekaniği gibi quantum kuram ının da bir
dizgenin d u ru m u n u dizgeye ait olan h e r bir parçacık için konum ve
devinirliğin kıpısal değerlerinin kümesi olarak tanım ladığını varsayar.
Eğer bu sayıltı sağlam olsaydı, hiç kuşkusuz uslam lam anın tanıtlamayı
istediği şeyi doğrulardı. Çünkü, böyle tanım lanan bir dizgenin durum u

19H eisenberg’in atom-altı fiziğin “gözlem ci” ve “gözlenen,” ya da “özne” ve “nes­


n e ” arasındaki klasik ayrımı sorgulanabilir kıldığı savı üzerine benzer yorum lar el
altındadır. Böyle bir sav ancak bu ayrımın terim lerinin quantum fiziğinde tanım lı
bir anlam ının olduğu, ve bu anlam ın klasik fizikteki ile aynı olduğu sayıltısı üzerine
anlaşılabilirdir. Ama şimdi böyle bir sayıltıya karşı çıkmak için yeterli nedenim iz vardır.
hiçbir zaman herhangi bir zaman için belirlenemeyeceğine göre, açıktır
ki başka herhangi bir zaman için dizgenin d u rum unu hesaplamak ilke­
de bile olanaksız olurdu. B ununla birlikte, gerçekte quantum mekaniği
b ir dizgenin d u ru m u n u bu yolda tanım lam az. Buna göre, quantum
kuram ının du ru m değişkenleri olarak konum ların ve devinirliklerin
terim lerinde tanım landığı varsayılan bir durum -betim lem esi açısından
determ inistik olm adığı kabul edilse de, b u n d an kuram ın başka türlü
tanım lanan bir durum -betim lem esi açısından determ inistik olmadığı
sonucu çıkmaz.
Gerçekten de, quantum m ekaniğinin tem el denklem lerinin bir yok­
laması kuram ın klasik m ekaniğin d u ru m tanım ına hiç benzem eyen
bir durum tanım ı kullandığını gösterir, am a kendi durum-betimlemesi
biçim i ile göreli olarak q u an tu m kuram ı klasik m ekaniğin m ekanik
durum -betim lem esi açısından determ inistik olması ile aynı anlam da
deterministiktir. B ununla birlikte, quantum kuram ında kullanılan du-
rum-betimlemesi olağanüstü soyuttur; ve, gerçi biçimsel yapısı kolayca
çözümlenebilse de, kendini sezgisel olarak doyurucu bir teknik-olmayan
açımlamaya bırakmaz. H er ne olursa olsun, S chrödinger’in (dalga me­
kanik) formülasyonunda kuram bir dizgenin durum-betimlemesi olarak
“Psi-fonksiyonu” denilen belli bir fonksiyonu kullanır. Bu fonksiyon için
bağımsız değişkenler genel olarak “konum ” ve “zam an” koordinatları­
dır. Fonksiyon inceleme altındaki dizge için temel dalga denklemini do-
yurmalıdır; ve fonksiyonun tanım lanm a bölgesi için baştan sona sürekli,
tek-değerli ve sonlu olmalıdır. Ama Psi-fonksiyonunun şimdiki tartışma
için özel önem i olan özelliği belli bir başlangıç kıpısında bölgenin h er
bir noktası için fonksiyonun değerleri verildiğinde, Schrödinger dalga
denklem inin fonksiyon için başka herhangi bir kıpıda benzersiz bir de­
ğerler kümesi belirlemesidir. Q uantum mekaniği öyleyse Psi-fonksiyonu
yoluyla tanım lanan q uantum m ekanik durum -betim lem esi açısından
tam olarak determ inistik bir kuramdır.
Ama Psi-fonksiyonu neyi temsil eder, ve nasıl yorumlanabilir? Devi­
nen parçaları klasik parçacıklar ya da dalgalar olan görselleştirilebilir
bir fiziksel m odelin terim lerinde yorumlanamaz. D aha önce belirtildi­
ği gibi, quantum kuram ını böyle yorumlamaya yönelik tüm girişimler
bileşen öğeleri hem cisimsel hem de dalgasal olm a gibi bir “ikili doğa”
taşıyan m odeller verir. Buna karşın, b ir klasik m odelin terim lerinde
biçimdeş olarak tamamlanmış bir yorum un bulunmayışı quantum m e­
kaniğinin etkili kullanımı için ölüm cül değildir. Fizikteki başka birçok
kuram gibi, quantum mekaniği de sayıtılarım bir değişkenler ve fonk­
siyonlar türlü lü ğ ü n ü n yardımı ile form üle e d e r ki, bunların çoğu ne
resimsel bir imge ile ne de tanınabilir deneysel kavramlar ile bağlıdır.
Dahası, başka fizik kuram ları d u rum unda olduğu gibi, deneysel olarak
gözlem lenebilir fenom enlerin terim lerindeki eşgüdümleyici tanım lar
genel olarak quantum mekaniğinin tekil olarak alm an ilkel değişken ve
fonksiyonları için değil, am a onların belli bileşimleri için getirilir. Özel
olarak, bir yorum Psi-fonksiyonunun kendisi için değil, ama fonksiyonu
içine alan belli bir m atem atiksel yapı için verilir.
Geniş anahatlarda, Psi-fonksiyonu için ölçün yorum şöyledir. Fonksi­
yon genel olarak ‘karmaşık’ sözcüğünün teknik matematiksel anlam ın­
da karmaşıktır; am a o n d an gerçek olan m atem atiksel bir yapı (saltık
değerinin karesi) oluşturulabilir. Psi’nin saluk değerinin karesi o zaman
uğruna tanım landığı dizgenin (örneğin bir hidrojen atom unun çekir­
değinden ve tekil elektronundan oluşan dizgenin) öğesel bileşenlerinin
uzaydaki çeşidi noktalarda olmaları olasılığı olarak yorumlanabilir.20 Bu­
nunla birlikte, Psi-fonksiyonunun bu yorum u henüz bütünüyle biçim­
seldir, ve bu özellikle ‘k o n u m ’ sözcüğünün quan tu m kuram ının ‘bir
elektronun kon u m u ’ gibi anlatım larında biraz alışılmadık bir anlam da
kullanıldığını ileri süren daha önceki tartışmamızın ışığında böyledir.
Öyleyse sorunu biraz ayrıntıda inceleyelim.
Psi-fonksiyonunun quan tu m m ekanik du ru m tanım ı olm asına kar­
şın, hem Psi hem de o n u n genliğinin karesi ile bağlı olan olasılıklar
tem elde yalnızca yardım cı p a ra m e trele rd ir ve k u ram d a ara bir rol
oynarlar. Çeşitli başka olasılıkların hesaplanm asını olanaklı kıldıkları
için önem lidirler. Ö rn eğ in kuram ın konutlam aları atom ların ancak
belli eneıji d urum larında olabileceğini bildirir; ve atom ların olanaklı
eneıji düzlem leri atom lardan oluşan fiziksel dizgeler için temel dalga
denklem lerinden çıkarsanabilir. B ununla birlikte, Psi-fonksiyonunun
yardımı ile verili eneıji durum larındaki atom ların belli ortalam a çaplar
taşıma olasılıklarını da hesaplayabiliriz. Dahası, kuram bir atom verili
bir dalga uzunluklu bir ışımayı yayarken ya da soğururken atom un bir
eneıji düzlem inden bir başkasına geçtiğini bildirir. B ununla birlikte,
Psi-fonksiyonunun yardımı ile böyle geçişlerin olasılıklarım hesaplamak
ve böylelikle atom lar tarafından yayılan ışımaların izgelerindeki eneıji
dağılımlarını çıkarsamak olanaklıdır. Ö te yandan, ‘atom ların ortalam a
çapı’ ve ‘bir eneıji düzlem inden bir başkasına geçiş olasılığı’ gibi ku­
ramsal anlatımlar için deneysel olarak imlemli kavramların terimlerinde
eşgüdümleyici tanım lar sağlanabilir. Sonuçta, kuram dan sözü edilen
türde tüm dengelim ler deneysel bir sınam adan geçirilebilir.
Bu kısa açımlama belki de Psi-fonksiyonu yoluyla tanım lanan kuram ­
sal durum -betim lem esinin gözlem sorunları ile dolambaçlı bir yoldan
ilişkili olduğunu açığa çıkaracaktır. Psi-fonksiyonunun kendisi üzerine
bir atom-altı m odelin terim lerinde hiçbir yorum yoktur; Psi’nin genli­
ğinin karesi bir atom-altı m odeldeki öğesel bileşenler için bir olasılık
dağılım fonksiyonu olarak yorum lanır; daha sonra Psi ile bağlı olan bu
20D aha tam olarak,eğer q . . . qh bir dizgenin k o n um unun koordinatları iseler,
öyle ki verili bir kıpıda Psi-fonksiyonu ‘i|/(jı, . . . tjk)' olarak yazılabilir, ve eğer a ı, . .
. ak belirli bir nokta ise, o zam an »(/(aı, . . . a*)’nin saltık değerinin karesi i|/(aı, . . .
ak) durum unda olan öğesel bileşenlerin a \ ,. . . ak noktasında olmaları olasılığıdır.
olasılıklar çeşitli başka olasılıkların hesaplam asına girer; ve son olarak
bu sonuncuların bir bölüm ü belli deneysel kavramlar ile karşılık-düşme
kuralları yoluyla eşgüdüm lü kılınır.
Şimdi bir dizgenin quantum m ekanik d u ru m u n u n nasıl saptanabi­
leceğini soralım. B unu doğrudan doğruya deneysel gözlem yoluyla ya­
pamayacağımız, am a şimdi anahatlarda verilen yordam ın bir anlam da
tersine çevrilmesinin zorunlu olduğu açığa çıkacaktır. Verili bir dizgeye
bir Psi-fonksiyonu atam ada her durum da yalnızca dolaylı olarak görgül
kanıt yoluyla doğrulanan olasılık dağılım larına ilişkin bir dizi ara sayıl-
tıyı kabul etmeliyiz. Buna göre, klasik m ekanikte durum değişkenleri
kuram ın konutladığı bireylerin özellikleri ile bağlı iken, quantum m e­
kaniğinde durum değişkeni konutlanan öğelerin bir istatistiksel özelliği
ile bağlıdır. Sonuçta, bir dizge üzerine edim sel gözlem lerin yalnızca
kuram ın tahm inleri ile yaklaşık b ir anlaşm a içinde olması olgusu iki
d u ru m d a değişik yollarda yorum lanır. Klasik m ekanikte uyumsuzluk
dizgenin başlangıçtaki d urum u üzerine sağın bilginin yokluğuna yükle­
nir. Q uantum m ekaniğinde uyumsuzluk bir ölçüde deneysel hataların
terim lerinde de açıklanır; ama açıklamanın ek bir bölüm ü bir dizgenin
kuramsal d u rum unu deneysel veriler ile eşgüdüm lü kılan sayıltılann ve
kuralların giderilemez bir istatistiksel bileşen kapsadığını belirtm ekten
oluşur.21
Q uantum m ekaniğinin Psi-fonksiyonu yoluyla tanım lanan durum -
betimlemesi açısından determ inistik olması olgusuna karşın, bu neden­
ledir ki önde gelen fizikçiler quantum kuram ının “duru m un doğasına
göre indeterm inistik ve öyleyse istatistik sorunu”22 olduğunu ileri sürer­
ler. Bu nitelem e hiç kuşkusuz uygundur. Q uantum kuram ının durum -
betim lem esinin bir istatistiksel yorum ile bağlı olması ve tahm inlerinin
istatistiksel sayıltılar üzerine dayanması gibi önem li bir anlam da “inde­
term inistik” olduğu biçim indeki tem el noktayı özlü olarak anlatır. Ö te
yandan, nitelemeyi yanlış yorumlamamak ve ondan temelsiz çıkarsama­
lar yapmamak özseldir. Öyleyse kısaca kimi özsel olguları anımsayalım.
İlk olarak, b ir olasılık dağılım fonksiyonu olarak y orum lanan şey
Psi-fonksiyonunun kendisi değil am a yalnızca genliğinin karesidir. Psi-
fonksiyonu Fourier’nin ısı iletimi kuramındaki ya da Maxwell’in elektro­
manyetizma kuram ındaki durum -betim lem elerinin olduğundan daha
çok bir olasılık fonksiyonu değildir. Psi-fonksiyonu fiziksel dizgelerin
soyut bir özelliğini, o dizgeler ile bağlı olan belli olasılıkları sıkı sıkıya
belirleyen b ir özelliği “temsil eder.” B ununla birlikte, Psi-fonksiyonu
quantum k uram ında ancak Psi’nin saltık büyüklüğünün karesi olan
fonksiyon yoluyla ve b u n ed en le b u türevsel fonksiyonun belirlediği
kuramsal olasılıklar yoluyla bir rol oynadığı için, Psi uygun bir biçimde
bir yarı-istatistiksel durum değişkeni olarak görülebilir.
21Krş. Max Planck, The Philosophy ofPhysics, NewYork, 1936, ss. 65-66.
22Max Born, Atomic Physics, Londra, 1935, s. 90.
İkinci olarak, Psi’n in saltık b ü y ü k lü ğ ü n ü n k aresin in bir olasılık
fonksiyonu olarak yorum u ancak belli atom-altı süreçlerin istatistiksel
toplaklar oluşturdukları ve göreli bir sıklık olarak olasılık kavramının
bunlara uygulanabilir olduğu sayıltısı üzerine anlaşılabilirdir. Öyleyse
Psi-fonksiyonu o süreçleri ancak onların kimi istatistiksel özellikleri açı­
sından karakterize ediyor olarak alınmalıdır. Buna göre, verili bir özellik
açıkça o atom-altı toplaklardaki bireysel öğesel bileşenlere yüklemlendiği
zaman (örneğin, bir elektronun büyüklüğü belirlenm iş bir aralık içeri­
sine düşen bir ‘devinirliği’ olduğu söylendiği zam an), böyle bildirimler
eksiltili formülasyonlar olarak anlaşılmalıdır. Uygun olarak genişletildiği
ve belirtik kılındığı zaman, bir elektronun devinirliğine ilişkin örnek-
leyici bildirim gerçekte ya (a) belirtilen büyüklükteki bir devinirliğin
büyük bir elektronlar sınıfında belli bir göreli sıklık ile yer aldığını, ya da
(b) belirtilen büyüklükteki bir devinirliğin verili bir elektron tarafından
oldukça uzun bir zaman dönemi sırasında belli bir göreli sıklık ile sergi­
lendiğini ileri sürer. Kısaca, eğer Psi-fonksiyonu ile bağlı olan yorum
istatistiksel bir yorum ise, o zaman yalnızca o yorum üzerine dayanan
tüm tahm inler de istatistiksel olmalıdır ve bireylere istatistiksel-olmayan
özelliklerin yüklenm eleri olamaz. Öyleyse quantum kuram ı elektronla­
rın ve başka atom-altı öğelerin ayrıntılı bireysel davranışlarını tahm in
edem ediği için, böyle öğelerin davranışının “özünlü olarak indeterm i­
nistik” ve “saltık şans” belirişi olduğu vargısı için hiçbir dayanak yoktur.
Hiç kuşkusuz doğrudur ki quantum mekaniği yürürlükteki formülasyo-
n u n d a bireysel elektronların böyle ayrıntılı davranışını betim lem ez ya
da bireysel izleklerini tahm in etmez. B ununla birlikte, eğer quantum
kuram ının tem el sayıltılannın yalnızca istatistiksel bir içerikleri varsa,
ki onlara verilen ölçün yorum üzerine durum gerçekte budur, o zaman
bu sayıltılardan türetilebilir olan tüm vargıların da benzer olarak istatis­
tiksel bir içeriklerinin olması ne şaşırtıcı ne de paradoksaldir. Sonucun
başka türlü olması şaşırtıcı ve paradoksal olurdu— eğer gerçekten de
o sayıltılar onların büyüyen küm esinden tüm evarım lara ve istatistik­
sel-olmayan vargılara izin verm ek üzere ek koşullar ya da kurallar ile
tam amlanmam ış olsalardı.
Ö te yandan, quantum mekaniği genellikle “özsel olarak istatistiksel”
bir kuram olarak nitelenir, çünkü on u n durum değişkenleri, klasik ista­
tistiksel mekaniğin durum değişkenlerinin tersine, yalnızca istatistiksel-
olmayan durum -betim lem eleri kullanan herhangi bir determ inistik ku­
ramın terim lerinde çözümlenemez. Sonuçta, quantum kuram ının geniş
deneysel olgu alanlarını dizgesel olarak açıklama, eşgüdüm lü kılma ve
tahm in etm edeki parlak başarılarına karşın, kimi seçkin fizikçiler (ara­
lan n d a Planck, Einstein ve De Broglie de olmak üzere) ondan doyum
bulam adıklarını dile getirm işler, çünkü yürürlükteki biçimi içindeki
quantum kuram ının “reel şeylerin tam olmayan bir temsili” olduğunu
düşünm üşlerdir. Ö rneğin, Einstein çekincelerini şöyle anlatmıştır:
Psi-fonksiyonu h e rh a n g i b ir yolda tekil b ir dizgeye ait o lab ilec ek b ir d u ­
r u m u b e tim le m e z ; d a h a ç o k b irç o k d izg e ile, istatistik sel m e k a n iğ in a n la ­
m ın d a ‘b ir d izg e ler to p lu lu ğ u ’ ile ilişkilidir. Eğer, belli özel d u ru m la r dışın­
da, Psi-fonksiyonu yalnızca ö lçü le b ilir b ü y ü k lü k le ri ilg ile n d ire n istatistiksel
v e rile r sağ larsa, b u n u n n e d e n i yaln ızca ölçme işlem inin a n c a k istatistik sel
o la ra k k a v ra n a b ile c e k b ilin m e y e n ö ğ e le r g e tirm e si o lg u s u n d a değ il, a m a
P si-fonksiyonunun h e rh a n g i b ir a n la m d a tek Air d izgenin d u ru m u n u betim le­
m em esi o lg u su n d a yatar. S c h rö d in g e r d e n k le m i tekil b ir dizge ü z e rin d e dış­
sal eylem olsun ya d a olm asın varolabilen dizgeler to p lu lu ğ u yoluyla a n latılan
zam an değişik lik lerin i b elirler. ... A m a şim di so ru y o ru m ; G e rçe k ten d e tek
b ir dizgedeki b u ö n e m li değişiklikleri h iç b ir zam an iç e rid e n görem ey eceğ i­
m ize, yapı ve n e d en sel b a ğ ın ü la rın a ulaşam ayacağım ıza in a n a n h e rh a n g i b ir
fizikçi var m ıdır, ü stelik b u tekil olayların W ilson odası ve G e ig er sayacı gibi
h a rik a b u lu şla r aracılığıyla öylesine yakınım ıza g e tirilm ele ri o lg u su dikkate
alınm asa bile? B una in an m a k çelişki olm aksızın m anüksal olarak olanaklıdır;
a m a b e n im bilim sel iç g ü d ü m e öylesine aykırıdır ki d a h a tam b ir kavram için
arayıştan v azgeçem iyorum .23

B u n u n la birlik te, açıktır ki E in ste in ’ın q u a n tu m m ek an iğ in d en


ayrı b ir kuram tipini yeğlediği tartışm a götürm ez. Ama savunduğu
kuram tipinin en so nunda utkulu olacağı in ancından yana ya da ona
karşı ciddi kanıt üretm ek olanaklı değildir. H er ne olursa olsun, bu
bakım dan geleceği tahm in etm ek güçtür. Dahası, belirtm eye değer
ki quantum m ekaniğinin “tam am lanm ış olm adığı” nitelem esi hiçbir
biçim de kendiliğinden-açık olmayan bir sayıltı üzerine dayanır. Sayıltı
başka bakım lardan doyurucu olan ve biçim deş olarak tam am lanm ış
bir yorum a izin veren b ir kuram ı ü retm en in h e r zam an olanaklı ol­
duğu biçim indedir. Bu yorum da kullanılan m odelin bileşen öğeleri,
ilkede klasik fiziğin çeşitli kuram larında kullanılan öğelere andırım lı
bir yolda, istatistiksel olm aktan çok bireysel durum değişkenlerinin yar­
dım ı ile betim lenebilir. Yürürlükteki quantum kuram ının ileri sürülen
tam am lanm am ışlığı g ö rün ü rd e kuram ın atom-altı süreçlerin yalnızca
belli istatistiksel özelliklerini form üle etm esi am a o süreçlerdeki “bi­
reysel” öğelerin ayrıntılı davranışlarına ilişkin hiçbirşey söylememesi
olgusundan oluşur. Tamamlanmamışlık yakıştırması böylece genel bir
yolda yürürlükteki q u an tu m m ekaniğinin d u ru m d eğişkenlerinden
ayrı olan ve daha çok klasik fiziğin durum değişkenlerine benzeyen du­
rum değişkenleri kullandığı tasarlanan başka bir kuram ın perspektifin­
den yapılıyor görünür. Ama böyle bir almaşık kuram ın zorunlu olarak
geliştirileceği ve so nunda şimdiki quan tu m kuram ının yerini alacağı
k o n u sund a h içb ir güvence olamaz; b u g ü n neredeyse tüm fizikçiler
23A lbert E instein, “Physik u n d R ealitat 'Jo u rn a l of the Franklin Institute, Cilt 221
(1936); İng. çeviride yeniden basıldı, Out ofMy Later Years, NewYork, 1950, ss. 89-91.
Einstein’ın quantum mekaniğinin “tam olmadığı” biçimindeki daha teknik bildirimini
kapsayan denem esi için bkz., A. Einstein, B. Podolsky, ve N. Rosen, “Can Q uantum -
Mechanical Descripdon o f Physical Reality Be Considered Complete?” Physical Revietv,
Vol. 47 (1935), ss. 777-80.
bu olanağın ö n g ö rü leb ilir bir gelecekte gerçekleşeceği konu su n d a
açıkça kuşkuludur.
Buna karşın, birçok ö nde gelen fizikçinin ileri sürüyor göründüğü
gibi, yürürlükteki quantum m ekaniğinin örneklediği “indeterm inistik”
kuram tip in in sürekli olarak aram ızda kalacağını ileri sürm ek için
hiçbir belirleyici n e d en yoktur. Bu savdan yana uslam lam alardan biri
Jo h n von N eum ann tarafından geliştirilen önem li bir teorem üzerine
dayanır. Bu teorem e göre, yürürlükteki q uantum kuram ı bir dizgenin
d u ru m u n u tanım lam ak için ek “gizli p aram etreler” getirerek, böyle­
ce kuram ı istatistiksel-olmayan b ir kuram a çevirerek, ve iyileştirilmiş
kuram dan y ürürlükteki kuram ı öylesine çarpıcı olarak doğrulayan
geniş deneysel veriler niceliği ile bağdaşm az sonuçlar elde etm eksi­
zin tam am lanam az. Ama von N eu m an n ’ın teorem i, şimdiki quantum
kuram ının tem el d ü şü n celerin in çerçevesi içerisinde kaldığım ız ve
deney verilerini o n u n k u rallarının terim lerin d e yorum ladığım ız sü­
rece, yalnızca kuram ın belirtilen yönde b ir iyileştirilmesinin olanaksız
o lduğunu gösterir. Von N eum ann yürürlükteki quan tu m kuram ının
alanını kucaklayan am a bütünüyle ayrı çizgiler üzerinde kurulan do­
yurucu bir istatistiksel-olmayan kuram ın mantıksal olarak dışlandığını
tanıtlam adı, ve d u ru m u n doğasından ö tü rü tanıtlayamadı. Hiç kuşku­
suz şimdi b u tü rd en h erhangi b ir kuram söz konusu değildir, ve böyle
b ir kuram ı o luşturm ada yatan güçlükler olağanüstü büyüktür. Aynı
zam anda, yüksek en erjiler taşıyan, tu h a f ve b ir ölçüde beklenm edik
olan, ve şim diki q u a n tu m k u ram ın ın yeterli olarak açıklayam adığı
bir “öğesel parçacık lar” tü rlü lü ğ ü n ü n deneysel olarak keşfedilm esi
kuram daki ciddi sınırlam alara dikkati çekmiştir. Fizikteki bu yeni “bu­
nalım ” ile uyarılarak, fizikçiler gerçekte yakınlarda von N eum ann teo­
rem inin yasaklarından kaçan istatistiksel-olmayan kuram lar geliştirme
girişim inde bulunm uşlardır. Bu girişim ler teknik sorunları ele alır ki,
bu n lar üzerine ancak m eslekten fizikçilerin yetkin görüşleri olabilir.
Ama eğitimli fizik öğrencilerinin böyle girişim lerde bulunm aları olgu­
su yürürlükteki atom-altı kuram ın “özsel olarak istatistiksel” biçim inin
zorunlu olarak konu üzerine son hüküm olm adığını belirtir.24

2. Birçok fizikçi q uantum kuram ının fiziğin m antıksal olarak temel


bölüm ü olduğu ve bilim de başka yerlerde elde edilen sonuçların onun
tem el düşüncelerinin terim lerinde anlaşılacağı konusunda güçlü bir

24Von N eum ann teorem inin tanıtlam ası için bkz. kendi çalışması, Mathematische
Grundlagen der Quantenmechanik, Berlin, 1932 (İng. çeviri, Mathematical Foundations
o f Q uarıtum Mechanics, Princeton, 1955), Chap. 4, Sec. 2, pp. 167-73. H em teorem
üzerine hem de yukarıda değinilen başka sorunlar üzerine tartışm alar için bkz. David
Bohm, Causality a nd Chance in M odem Physics, Londra, 1957; Louis de Broglie, The
Revolution in Physics, New York, 1953, Chap. 10; ve Observation and Interpretation, A
Symposium o f Philosophers and Physicists (yay. haz. S. Kbm er), NewYorkve Londra. 1957.
kanı taşır. Sonuçta ne olursa olsun tüm yasalann (giderek makroskopik
nesnelere ve olaylara ilişkin yasaların bile) tem elde istatistiksel olduğu
ve sonunda tüm doğal süreçlerin “nedensel-olmadığı” (acausal) görüşü
yaygınlaşmıştır.
Fiziğin tüm yasalarının yalnızca ortalam aya ya da istatistiksel kural-
lılıkları temsil ettiği düşüncesi q uantum m ekaniğinin gelişinden çok
d ah a önce C harles Peirce tarafından güçlü olarak savunulm uştur.25
B oltzm ann’ın term o d in am iğ in ikinci yasasının istatistiksel yorum u
üzerine çalışması hiç kuşkusuz bu savı doğruluyor göründü. Peirce’ın
düşüncesi Viyanalı fizikçi E xner26 tarafından bağımsız bir biçim altın­
da yeniden diriltildi; ve E xner kendi payına S chrödinger’i onu daha
yakınlardaki fiziksel buluşların ışığında geliştirm e y ö nünde uyardı.27
Ama h er ne olursa olsun, tüm fizik yasalarının tem el olarak istatistik­
sel ve nedensellik-dışı oldukları görüşü başkaları arasında Eddington
tarafından da m odern quantum kuram ının doğrudan bir sonucu ola­
rak savunulmuştur. O na göre, “herhangi bir yerde hiçbir katı nedensel
davranış yoktur. M odern fiziği herhangi birşeyi eksiksiz determ inizm
ile tahm in etm e tuzağına düşürm ek olanaksızdır, çünkü daha başından
olasılıkları ele alır.”28
Bu sav için uslam lam a nedir? Şöyle görünür. M akroskopik nesneler
atom-altı n esnelerin karm aşık yapılarıdır. Öyleyse birincilerin özellik
ve ilişkileri İkincilerin düzenlem e ve etkileşim lerinin terim lerinde for­
müle edilebilecek koşullar altında yer alabilir. Ama atom-altı nesneleri
ilgilendiren yerleşik kuram istatistiksel ve indeterm inistiktir; bildiğimiz
kadarıyla, atom -altı n esn elerin davranışı yalnızca istatistiksel kural-
lılıklar sergiler. B una göre, diye sü rd ü rü r uslam lam a, m akroskopik
nesnelerin davranışı onların atom-altı bileşenlerinin davranışlarının
bileşimi olduğuna göre, birincilerin sergilediği kurallılıklar da yalnızca
istatistikseldir.
Ama uslamlama inandıncı olm aktan biraz uzaktır, üstelik quantum
kuram ının “indeterm inistik” olarak nitelenm esinde yatan ikircim göz
ardı edilse bile. İnsan özgürlük ve sorum luluğunu ilgilendiren büyük
felsefi sorunlar sık sık o n u n tarafından ileri sürülen vargı üzerine da­
yandırıldığı için, uslamlamayı biraz dikkatle yoklayalım. B ununla bir­
likte, tüm fiziksel kuram ve yasalann “istatistiksel” olduğu vargısı, eğer
“ C harles S. Peirce, “T he D octrine o f Necessity E xam ined,” The M onist, Vol. 2
(1892), bkz. Collected Papers o f Charles S. Peirce, C am bridge, Mass., 1935, Vol. 6, pp.
28-45.
26Franz Exner, Vorlesungen über die Physikalischen Grundlagen derNatunuissenschaften,
Viyana, 1919, ss. 657vs., 696vs.
27Erwin Schrödinger, “W hat Is a Law o f Nature?” bkz. Science and the H um an Tempe-
rament, NewYork, 1935, ss. 133-47.
28A rth u r S. E ddington, The N ature o f the Physical World, New York, 1928, s. 309;
New Pathıoays in Science, C am bridge, 1935, s. 105. Bkz. aynca J. von N eum ann,
op. d t., p. 172 (İng. çeviri, ss. 326ss.).
deneysel ölçüm ler yoluyla elde edilen nicel verilerin sayısal yasaları sal­
tık sağınlık ile değil am a ancak yaklaşık olarak doğruladığı anlam ında
anlaşılırsa, doğru olsa da önemsizdir. Bu soruyu daha önce tartıştık ve
daha öte irdelem em iz gereksizdir. Ama o zaman bir bildirim in edimsel
olarak ileri sürdüğü şey, ve görgül kanıtın bildirim in ileri sürdüğü şey
ile anlaşmasındaki sağınlık arasında yaptığımız ayrımı ammsamalıyız.29
Şimdi yoklamayı istediğimiz şey tüm fiziksel yasalar tarafından ileri sü­
rülen şeyin içerikte istatistiksel olduğu görüşüdür.
Bu sav için uslamlamadaki örtük bir sayıltı eğer bir kuram (örneğin
quantum mekaniği) istatistiksel ise, o zaman kuram dan türetilen h er
vargının da istatistiksel olm ak zorunda olduğudur. Bu sayıltının genel
olarak sağlam olmasına karşın, ona kuraldışılar vardır. Böyle kuraldışılar
örneğin kuram daki çeşitli istatistiksel param etreler için eşgüdümleyici
tanım lar o param etreler ile istatistiksel-olmayan deneysel kavramları bağ­
ladığı zaman yer alabilir, öyle ki ilk bakışta istatistiksel-olmayan deneysel
yasa o zaman çıkarsanabilir.
Bir örnek bunu açıklayacaktır. Planck’ın ışınım yasası bir kara cismin
deneysel olarak sürekli izgesindeki eneıji dağılımını form üle eder, ve
verili bir dalga boyu ile yayılan ışınlar ile bağlı olan eneıjinin o dalga
boyunun ve kara cismin sıcaklığının belli bir fonksiyonu olduğunu ileri
sürer.30Yasa ilk bakışta hiçbir istatistiksel önesürüm de bulunm az. O nu
deneysel sınam adan geçirm ek için izgedeki çeşitli yerlerde enerjiler
ölçülebilir (örneğin, izgedeki belli bir konum a duyarlı bir ışınımölçer
koyulabilir ve sonra başka yasaların yardımı ile eneıji hesaplanabilir),
ve böylece h er bir yerdeki eneıjinin büyüklüğünün yasanın gerektirdiği
değeri taşıyıp taşımadığı saptanabilir. Ama yasa quantum m ekaniğinin
olduğu gibi istatistiksel m ekaniğin ve elektrodinam iğin bir kara-cisim-
den ışım alardan oluşan fiziksel dizgeye uygulanan konutlam alannı da
kapsayan kanşık bir sayıltılar küm esinden türetilebilir. Deneysel yasanın
türetilişi, başka şeyler arasında, çeşitli eşgüdümleyici tanım lar üzerine
dayanır. Ö rneğin bu tanım lardan biri istatistiksel-olmayan deneysel sı­
caklık kavramını kara-cisim salm açlann (black-body oscillators) ortalam a
kinetik eneıjisinin kuram sal istatistiksel kavramı ile bağlar. Bir başka
eşgüdümleyici tanım istatistiksel-olmayan deneysel eneıji kavramını belli
bir dalga boyunda olan salm açlann istatistiksel olarak belirlenmiş sayısının
kuramsal kavramı ile bağlar.
Bu ö rn ek ile anlatılan nokta d ah a öte tartışm aya değerdir. Başka

®Bkz. yukarıda s. 291.


“ Eğer S . dalga boyu X olan bir ışm ile bağlı olan eneıji, T ışıma yapan kara cismin
saltık sıcaklığı, h Planck değişmezi, cışık hızı, ve k Boltzm ann’ın gaz değişmezi ise, o
zaman Planck’ın ışıma yasası şu form ül yoluyla verilir:

E - ^ f 1
-1
kuram lar gibi, istatistiksel b ir m ikroskopik kuram m akroskopik nes­
nelerin deneysel olarak tanınabilir özelliklerinin (ki bunlara sık sık
“m akro-durum lar” denir) olmasını açıklayabilmek için getirilir. Böyle
b ir kuram bir m ikroskopik öğeler küm esi konutlar ki, bu n lar birbiri
ile koşul olarak getirilen çeşitli ilişkiler içinde d u rm a yeteneğindedir.
Bir dizgenin m ikroskopik bileşenlerinin kuram sal olarak olanaklı ve
ayırdedilebilir h e r bir “düzenlem esine” dizgenin bir “m ikro-durum u”
diyelim. Kuram b ir dizgenin m akro-durum larının yer alışını mikro-
durum lardaki değişim leri ilgilendiren sayıltıların terim lerine açıklar,
öyle ki açıklama makro- ve m ikro-durum lar arasında karşılık-düşmele-
rin kurulm ası üzerine bağımlıdır. B ununla birlikte, karşılık-düşmeler
genellikle öyle b elirlen ir ki, verili b ir m akro-durum a bir değil am a
büyük bir sayıda ayrı m ikro-durum karşılık düşer. Ö rneğin, gazların
kinetik kuram ında, bir gazın sıcaklığı (m akro-durum ) gazın molekül­
lerinin ortalam a kinetik eneıjisine karşılık düşer; am a ortalam a kinetik
eneıji için verili bir d eğ er ayrı m ikro-durum ların büyük bir sayısı ile
bağdaşabilirdir (ki burada h e r b ir m ikro d urum m oleküllerin konum
ve hızları için tikel bir d eğ erler küm esi ile b etim le n ir), öyle ki verili
b ir m akro-durum birçok m ikro-durum a karşılık düşer.31 Varsayalım
ki dizgenin h e r bir M; m akro-durum u b ir mı m ikro-durum ları sınıfına
karşılık düşsün, ve bu m sınıfları örtüşm esin. D aha öte varsayalım ki,
verili bir t zam anında wı, sınıfına ait b ir m ikro -d u ru m un yer alması
daha sonraki bir t ' zam anında benzersiz bir m ikro-durum un yer alma­
sını belirlem iyor am a bir m, sınıfında ait bir m ikro-durum un yer alma­
sını belirliyor olsun, ki b u rad a iv e j arasındaki sağın ilişki m ikroskopik
kuram yoluyla belirlenir. Kuram o zam an m ikro-durum lar açısından
istatistiksel bir kuram dır, ve m ikro-durum lar birbirini ancak istatistik­
sel bir kurallılık ile izler. Ama bundan hiçbir biçim de makro-durumlann
ardışıklığının da yalnızca istatistiksel kurallılık sergileyeceği sonucu
çıkmaz; tersine, dizgenin m akro-durum ları birbirleri ile katı olarak
evrensel, istatistiksel-olmayan bir yasa yoluyla ilişkili olabilir. Öyleyse,
quantum m ekaniği fiziğin tüm başka bölüm lerine tem el olduğu ama
bir istatistiksel kuram olduğu için, q u an tu m m ekaniğinden çıkarsa-
nabilir tüm fiziksel yasaların da istatistiksel olduğu vargısını çıkarmak
bir non sequiturdur.
31Böylece varsayalım ki yalnızca dö rt m olekül ve bunlardan h e r biri birim kütleli
olsun, h e r biri sekiz konum dan herhangi birini doldurabilsin, ve h e r birinin saniyede
1 ya da 2 ayak hızı olabilsin. Ayrı m ikro-durum lann toplam sayısı 410 = 1.048.576’dır.
Eğer d ört m olekülün ortalam a kinetik eneıjisi
(l2 + 22 + 22 +12) 5
(2x4) ~4

ise, bu 6 x 48 = 393.212 m ikro-durum un herhangi biri ile bağdaşabilirdir. Böylece tekil


bir m ikro-durum , gazm sıcaklığı, hem h em en 400.000 ayrı m ikro-durum a karşılık
düşer.
B ununla birlikte d ah a bulanık b ir tü rd e n de olsa b ir başka sayıltı
daha vardır ki, tüm fiziksel yasaların istatistiksel olduğu savından yana
uslamlamada örtük bir öncül olarak görünür. Bu sayıltıya göre, eğer bir
dizge öğesel bileşenlerin bir yapısına çözüm lenebilir ise (bunlar ister
“saltık olarak” isterse yalnızca “göreli olarak” yalın olsun), bileşenler
açık olmayan bir anlam da karmaşık dizgeden daha “tem el” ya da ona
“metafıziksel olarak önsel”dir. Belki de denm ek istenen herhangi bir
karmaşık şeyin bir açıklamasında hiçbir özelliğin ya da karakterin eğer o
özellik de şeyi oluşturan “tem el” öğelere yüklemlenemiyorsa tartışılmaz
bir yerinin olmadığıdır. Özel olarak, m akroskopik nesneler ile ilgili bir
yasa istatistiksel-olmayan bir içerik taşıyor olarak görünebilse de, eğer yasa
tüm doğal süreçlerin tem el öğelerine ilişkin özsel olarak istatistiksel bir
kuram dan çıkarsanabiliyorsa içeriği “gerçekte” istatistikseldir.
Ama eğer yaygın olarak savunulan bu sayıltının dem ek istediği bu ise,
onu ciddiye almak olanaksızdır. Gerçekten de, eğer sayıltı sağlam olsay­
dı, makroskopik nesnelerin davranışı için onların öğesel parçalarının
terim lerinde kuramsal açıklamalar geliştirmek anlamsız olurdu. Çünkü
o sayıltı üzerine m akroskopik n esneler tartışm a götürm ez özellikleri
ancak o özellikler nesnelerin öğesel bileşenlerini de karakterize etseydi
taşırdı. Ama, m akroskopik nesnelerin hipotetik mikroskopik bileşenle­
rinin belli özelliklerinin olup olmadığı sorusu makroskopik nesnelerin
ve özelliklerinin gözlem lerini yapma yoluyla olm anın dışında bir çö­
züme bağlanamayacağı için, böyle yaratılan kısır döngüden kaçınmak
olanaksızdır. Dahası, o sayıltı üzerine m akroskopik nesnelerin öğesel
bileşenleri yalnızca makroskopik nesnelerin çok küçük eşlemleri olacak
ve açıklanması aranan özelliklerin tüm ü n ü taşıyacaklardır. Gerçekte,
bir kuram m akroskopik nesnelerin davranışını m ikroskopik öğelerin
terim lerinde açıkladığı zaman, birincilerin belirtik özelliklerini İkinci­
lerin belli başka özellikleri ile bağmtılayan özel yasalar varsayılmalıdır.
Eğer o belirtik özellikler, gerçi şeylerin öğesel bileşenlerini karakterize
etm eseler de, tıpkı o öğelerin özellikleri için kabul edildiği gibi dünya­
nın tartışm a götürm ez özellikleri olmasalardı, böyle yasaları varsaymak
çok saçma olurdu.
Son olarak belirtm ek gerek ki atom-altı öğelerin quantum kuram ının
konutladığı indeterm inistik davranışı için en aşırı savları sorgusuzca
kabul etsek bile, bu belirlenimsizlik makroskopik nesnelerin deneysel ola­
rak saptanabilir herhangi bir davranışında sergilenmez. Gerçekten de,
daha büyük kütleleri olan cisimler bir yana, giderek m oleküllerin bile
devimlerinde quantum m ekaniğinden hesaplandığı biçimiyle kuramsal
indeterm inizm deneysel sağm lığın sınırlarından çok daha küçüktür.
De B roglie’nin belirttiği gibi, atom-altı parçacıkların kuram sal inde­
term inizm i hiçbir biçim de büyük-ölçek fenom en lerin “görünürdeki
Determinizmi” ile çelişmez. Çünkü o indeterm inizm “deneyin gidişinde
getirilen yanılgılar yoluyla tam olarak m askelenir ve b una göre herşey
sanki o hiç varolmamış gibi yer alır. ... Kılgıda, ve ayrıca deneyde de,
herşey sa n k i... katı bir D eterm inizm varmış gibi olur.”32
S onuçta, q u a n tu m m ekan iğ in in istatistiksel içeriği başka fiziksel
yasaların determ inistik ve istatistiksel-olmayan yapılarını ortadan kal­
dırmaz. B undan şu da çıkar ki, insan özgürlüğünü ve ahlaksal sorum ­
luluğunu ilgilendiren vargılar, atom-altı süreçlerin “nedensellik-dışı”
ve “indeterm inistik” olduğu ileri sürülen davranışı üzerine dayandı­
ğında, kum üzerine kurulurlar. Ne fiziksel kuram ın çözümlemesi, ne
de fiziğin incelem esi “H içbir yerde katı n ed en sel davranış yoktur”
vargısını vermez.

V. Nedensellik ilkesi
Q u an tu m m ek an iğ in in o lağ an ü stü başarılı gelişim i yaygın olarak
“nedensellik yasası” denilen şeyin atom-alü süreçlere uygulanamazlığını
tanıtlıyor ve evrensel geçerliği olan bir ilke olarak zayıflayışım bildiriyor
olarak selamlanmıştır.33 Öyleyse bu “yasa”nm neyi ileri sürdüğü, mantık­
sal konum unun ne olduğu, ve genel çöküşü duyurularının gerçekten
de aklanmış olup olm adığı konuları üzerine kısa bir tartışm a yerinde
olacakür.
N edensellik yasası ya da ilkesi genellikle ö rn eğ in klasik m ekanik
kuram ı gibi çeşitli özel nedensel yasa ya da kuram lardan ayırdedilir.
Ama genel olarak kabul edilen ölçün bir form ülasyonu yoktur, ne de
neyi doğruladığı konusunda genel bir anlaşm a vardır. İlke genellikle
herhangi bir özel nedensel yasadan daha geniş bir alan taşıyor olarak
anlaşılır. Öte yandan, kimi yazarlar onu tikel nedensel önesürüm ler ile
aynı düzlem de d uran, am a yalnızca sınırlı bir n esnenin özelliklerine
ilişkin birşeyi değil de bütü n bir doğaya yayılmış birşeyi doğrulayan bir
bildirim olarak alır. Başkaları onu n la özelleşmiş nedensel yasalardan
daha yüksekte duran bir ilkeyi anlar; ve ilkenin yasaların ve kuram ların
nesnelerine ilişkin olm aktan çok yasalara ve kuram lara ilişkin birşeyi
ileri sürdüğünü savunur. Daha da başka yazarlar o nu olaylar ve süreçler
arasındaki bağıntıların bir form ülasyonundan çok bir düzenleyici ilke
olarak alır. Kimileri onu bir tümevarımlı genellem e olarak görür, kimi­
leri a priori ve zorunlu olduğuna inanır, ve başkaları ise onun elverişli
bir düzgü ve bir kararın anlaüm olduğunu ileri sürer. “Nedensellik ilke­
si” etiketi altında böylesine çok kavram kapsandığm a göre, “yıkılması”
üzerine ortaya atılan güncel savların onların kendileri kadar ikircimli
ve kararsız tartışm alara yol açmış olm alarına hayret etm em ek gerekir.

1. Tartışmanın yüzyılları boyunca ilkeden yana önerilen önem li for­


mülasyonlan bile herhangi bir ayrıntıda yoklamak yararlı olmayacaktır.
3ZLouis de Broglie, Matter and Light, New York, 1939, s. 230.
33Krş. W. H eisenberg, aynı yapıt, s. 63.
Dahası, ilkenin çağdaş yazarlar tarafından ileri sürülen çeşiüi bildirimle­
rinin göreli olarak büyük duruluk taşıma gibi bir üstünlük göstermesine
karşın, bu formülasyonlar birincil olarak tümevarımlı çıkarsamaları ge­
çerli kılma (ya da “aklam a”) problem i ile bağıntı içinde önerilm iştir;34
ve onları irdelem ek tartışm anın şimdiki bağlamı için ilgili değildir. Bu­
nunla birlikte, ilkenin doğanın yapısına ilişkin görgül bir genellem e
olduğu görüşünü kısaca yoklamak yararlı olacaktır.
Bu anlayışın tanıdık ve etkili bir bildirim i Jo h n Stuart Mili tarafından
verildi. O na göre, doğanın biçimdeşliği ilkesi (Mill’in nedensellik ilkesi
için kullandığı anlatım ) şunu ileri sürer: “Doğada koşut durum lar gibi
şeyler vardır; b ir kez yer alan şey, koşulların benzerliğinin yeterli bir
derecesi altında, bir kez daha yer alacaktır.”35 Mill’in hiç kuşkusuz bu
bildirimin görgül bir içerik taşıdığına inanm asına karşın, taşıyıp taşıma­
dığı “koşulların benzerliğinin yeterli bir derecesi” anlatım ının nasıl an­
laşıldığına bağlıdır. Koşullar ne zaman yeterli olarak benzerdir? Koşullar
arasındaki yüzeysel benzerlik açıktır ki yeterli değildir. Dahası, eğitimli ve
dikkatli gözlemciler bile iki koşullar kümesinin benzer olduğu yargısında
bulunabilirler, ve gene de bir küme üzerinde bir etki ortaya çıkabilirken
öteki üzerine çıkmayabilir. Örneğin, iki şeker ve su çözeltisi dikkatli yokla­
m a altında bile duyumsanabilir bir ayrım göstermeyebilir, ama çözeltiler­
den biri iletilen ışığın polarizasyon düzlemini saat yönünde döndürebilir­
ken öteki onu saat yönüne aykırı olarak döndürebilir. Öyleyse nedensellik
ilkesinin bir savunucusunun o n u n geçersiz olduğunu kabul etmesi mi
gerekir? H içbir biçimde. İki çözeltinin gerçekte hiçbir biçim de benzer
olm adığını ve şekerlerin atom ik yapılarında ayrımlar gösterdiğini ileri
sürebilir, üstelik böyle ileri sürülen bir ayrım için hiçbir bağımsız kanıt
bulunm asa bile. Ama o durum da, “koşulların benzerliğinin yeterli bir
derecesi” anlatımı açıkça öyle bir yolda kullanılm aktadır ki, iki koşullar
kümesinin ancak benzer sonuçlan varsa yeterli olarak benzer olduklan
söylenir. O sayıltı üzerine, Mill’in ilkeyi form ülasyonu görgül bir içerik
taşımaz, am a koşul getirici bir tanım konum undadır.
Ama söz konusu deyime ilkenin “doğanın düzeni” üzerine gerçekten
olgusal bir önesürüm olacağı bir yolda bir anlam atanam az mı? İlkeye
Mill’in verdiğinden daha az genel bir biçim vermeksizin böyle bir anla­
mı saptam a girişimleri başanlı olmamıştır. İlkenin daha özelleşmiş bir
form ülasyonunun tipik bir örneği bu bölüm de daha önce alıntılanan
bir pasajda L aplace’ın önerdiği form ülasyondur. Laplace klasik m e­
kaniği doğanın evrensel bilimi olarak varsaydı; ve b una göre koşullan
formüle edişinde durum un mekanik tanımını kabul etti ki, bunda şeyler
eğer benzer sonuçlan olacaksa benzer olmalıdır. Buna göre, Laplace’m
MKrş. J. M. Keynes, A Treatise on Probability, Londra, 1921, Part 3; R udolf Carnap,
Logical Foundations o f Probability, Chicago, 1950, ss. 178vs.; B ertrand Russell, Humarı
Knoıoledge, NewYork, 1948, Part 6.
35J. S. Mili, A System o f Logic, Londra, 1879, Book 3, Chap. 3, Sec. 1.
anladığı biçimiyle nedensellik ilkesi eğer bir fiziksel dizge herhangi iki
ayrı zam anda aynı m ekanik durum da ise, dizgenin o zam anların arka­
sından aynı evrime uğrayacağını ve o evrimde karşılık düşen kıpılarda
tüm özellikleri ortak olarak taşıyacağını ileri sürer.
Buna karşın, nedensellik ilkesi bu formülasyon üzerine bile güçlük­
ler ile karşılaşır. İlk olarak, b u bölüm ün başlarındaki tartışm adan açık­
ça görüldüğü gibi, bir dizgenin m ekanik d u ru m u n u n dizgenin tüm
özelliklerini belirlediğini ileri sürm ek yanlıştır, ikinci olarak, ilkenin
bu formülasyonu görgül içerikte hem en hem en Mill’in formülasyonu
kadar boştur, ve o n u n gibi işlerin olanaklı h e r d urum u ile bağdaşabilir
olarak görünür. Ö rneğin varsayalım ki bir dizge iki ayrı zam anda aynı
mekanik durum da bulunuyor olarak, ve gene de karşılık düşen sonraki
kıpılarda aynı özellikleri sergilemiyor olarak yargılansın. Ama olgular ile
görünürdeki bağdaşmazlığına karşın, nedensellik ilkesinin yanlış olarak
terk edilmesi gerekmez. Bütünüyle geçerli sayılabilir, çünkü dizgenin
iki başlangıç zam anında aynı m ekanik d u ru m d a olmayan bileşenleri
gizlemiş olduğu varsayılabilir. Ve son olarak, ilke herhangi bir görgül
kanıt yoluyla çürütülem ez görünse de, gerçekte fiziksel araştırm anın
birçok alanında kuram ların kuruluşunda terk edilmiştir. Bu alanlarda
terk edilm iştir çünkü şeylerin ilkenin bu biçimi tarafından birincil ola­
rak vurgulanan özellikleri (e.d. m ekanik durum ) birçok fiziksel süreci
kuram sal anlayışımızı ilerletm enin tem eli olarak uygun çıkmamıştır.
Buna göre, eğer nedensellik ilkesi ona Laplace’m verdiği biçim yoluyla
bildirilen anlam da yorumlanırsa, ilkenin atom-altı fizikte uygulanamaz
olduğu savı açıktır ki geçerlidir.

2. Bu n edenlerle nedensellik ilkesini olayların ve süreçlerin yaygın


düzenini ilgilendiren evrensel olarak geçerli bir tüm evanm lı gerçeklik
olarak görm ek um utsuz olmasa da aşın ölçüde güçtür. Öyleyse ilkenin
eğer düzenleyici ya da yöntembilimsel bir araştırma kuralı olarak formü­
le edilirse daha uygun bir ışık altında d u ru p durm adığını irdeleyelim.
Ö rn eğ in varsayalım ki N ew ton m ekaniği güneşin ve yeryüzünün
gö reli dev im lerin in in celem esin e uygulanıyor o lsu n ve bu işlem
kuvvet-fonksiyonunun devimin zam anına belirtik olarak değinm eyen
ve yalnızca iki cismin kütleleri ve aralarındaki uzaklıklar üzerine ba­
ğımlı olan tanıdık ters-kare yasası olduğu sayıltısı üzerine yapılsın. İyi
bilindiği gibi, yeryüzünün kuramsal yörüngesi o zaman bir elipstir ve
iki cismin kütle özeği odaklardan birindedir. B ununla birlikte, yeryüzü­
nü n edimsel konum ları ve hızları, değişik zam anlarda gözlem yoluyla
saptandığı gibi, bu durum koordinatlarının kuram sal değerlerinden
deneysel yanılgı payından daha büyük m iktarda sapar. G erçekten de,
varsayılan hipotez üzerine, yeryüzü sanki kuvvet zaman ile kuralsız bir
tarzda değişiyormuş gibi davranıyor görünür: Belli zam anlarda yeryüzü
kuramsal konum ve hızlarından başka zam anlarda olduğundan daha
büyük bir düzeye dek ayrılan konum ve hızlar taşır, ve uyumsuzluklar­
daki değişm eler açık bir kalıp sergilemez. Buna göre öyle görünür ki,
Newton kuram ı bütünüyle doyurucu değildir, ve fizikçilerin sonuçta
kuram ı reddecekleri düşünülebilir.
Bununla birlikte, herkesin bildiği gibi fizikçiler böyle yapmaz. Uyum­
suzlukları onlan güneş-yeryüzü dizgesinin “yalıtılmış” bir dizge olmadığı
ve gerçekte yeryüzünün devim inde “tedirginlikler” ü reten gök cisim­
lerinin (örneğin bilinen gezegenlerin) olduğu olgusuna yükleyerek
açıklarlar. Fizikçilerin kabul ettiği yordam ilkin Nevvton’ın kuram ı ile
anlaşmayan bir tarzda davranıyor görünen başlangıçtaki dizgeyi büyüt­
mektir. D aha belirli olarak, fizikçiler başlangıçtaki dizgeyi ona daha
öte cisimler katarak büyütürler, ve b u n u büyütülmüş dizgede yeryüzü
üzerindeki kuvvetin b u n d a n böyle zam an ile açıklanam az bir tarzda
değişiyor görünm ediği noktaya dek yaparlar.
Bu ö rn ek geçm işte çok fazla değerli meyve verm iş olan ölçün bir
bilimsel yordamı sergiler. Böylece Adams ve Leverrier Uranüs gezegeni­
nin devimindeki “düzensizlikleri” açıklayabilmek için önceden bilinme­
yen ve daha sonra teleskop ile tanınan N eptün gezegeninin varoluşunu
bu yordam ı kullanarak konutladılar. Ama bu yordam ı yöneten örtük
kural nedensellik ilkesinin bir biçim idir ki, b u n a göre ilke belirli bir
görgül içeriği olan bir bildirim den çok araştırm a için bir düzgüdür. Bir
düzgü olarak yorum landığında, ilke bizi fiziksel süreçleri öyle bir yolda
çözümlemeye yöneltir ki, o süreçlerin evrimleri onların yer aldığı tikel
zaman ve yerlerden bağımsız olarak gösterilebilir. D aha genel olarak,
düzgü bizi olay ve süreçlerin yer aldığı zaman ve yerlere hiçbir belirtik
gönderm e kapsamayan yasalar ve kuram lar aramaya zorlar. Gerçekten
de, Maxwell nedensellik ilkesini şöyle bildirmiştir: “Bir olay ve bir baş­
kası arasındaki ayrım yer alm alarının zaman ve yerleri arasındaki ayrım
üzerine değil, ama yalnızca ilgili cisimlerin doğa, betilenim ya da de­
vimlerindeki ayrımlar üzerine dayanır.”36 Bu formülasyonun ilkenin bir
yöntembilimsel kural olarak anlam ını tam olarak belirtik kılmamasına
ve klasik mekaniğin özel gerektirimleri göz önünde tutularak bildirilmiş
olm asına karşın, ilkenin anlam ı Maxwell’in sözlerinin yüzeyinin çok
alünda değildir. İlkenin bir düzgü olarak yorumu daha yakın bir formü-
lasyonda çok güçlü bir biçimde anlatılmışür: “Ne zaman tamamlanmamış
ya da bozulmuş bir dizge ile karşı karşıya kalsanız, onu tek bir bozulmamış
bütüne büyütme yeteneğinizi sonuna dek kullanın, eklentiyi ilkin yakın
ya da uzak bilinen şeyler arasında arayın. Eğer istenen eklenti onların
arasında bulunmazsa, o nu bilinmeyen şeyler arasında arayın.”37

36J. C. Maxwell, Matter in Motion, New York, 1920, s. 13. Ama fiziksel evrenbilimdeki
son gelişmeler Maxwell’in nedensellik ilkesini form ülasyonunun değişki gerektirebi­
leceğini düşündürür.
37L. Silberstein, Causality, NewYork, 1933, s. 71. Bkz. ayrıca E m st Cassirer, Determi­
nistti a nd Indeterminism in M odem Physics, New Haven, 1956, Part 2.
Bu yolda yorum lanan nedensellik ilkesi böylece genelleştirilmiş bir
öneride bulunm adır. Bizi kuram lar kurmaya ve bu kuram lann başarı­
lı olarak uygulanacakları uygun dizgeler bulmaya yöneltir; ve burada
kuram ların ayrıntılı biçimi üzerine getirilen biricik kısıtlama belli bir
başlangıç zam anı için bir dizgenin d u ru m u (durum hangi tarzda be­
lirlenirse belirlensin) verildiğinde, dizgeyi ilgilendiren kuram ın başka
herhangi bir zaman için o n u n benzersiz bir d u ru m u n u belirlem ek zo­
ru n d a olması gerektirimidir. B ununla birlikte, bu genel yolda form üle
edildiğinde ilke açıktır ki bulanıktır, ve salık verdiği hedeflere ulaşmak
için hiçbir belirli yönerge sağlamaz. G erçekten de, formülasyon belli
ek am a genellikle örtük koşullann ışığında anlaşılmadıkça, ilke hem en
hem en önem sizliğe indirgenir. B unu görm ek için Maxwell’in ilkeye
verdiği biçimi irdeleyelim. Varsayalım ki bir araştırma alanında süreçler
hiçbir açık kurallılık sergilemiyor olsun, ve yer alm alannm zamanı üze­
rine öyle bir tarzda bağımlı olsunlar ki, bu bağımlılık için yalnızca “ilgili
cisim lerin doğa, betilenim ya da devim lerine” gönd erm ede bulunan
hiçbir açıklam a bulunam ıyor olsun. Buna karşın, süreçleri yer alma­
larının zamanı ile ilişkilendiren bir matem atiksel fonksiyonun olması
gerektiği tanıtlanabilirdir; ve şansın yardımıyla giderek bu fonksiyonu
bulmamız bile olanaklı olabilir.38 Dahası, eğer fonksiyon çok geniş ma­
tematiksel koşullan doyuruyorsa, giderek fonksiyondan süreçlerin yer
aldığı belirli zam an ve yerlere tüm belirtik gönd erm eleri kaldırm ak
(böylece Maxwell’in gerektirimini doyurmak) bile olanaklıdır, ve bunun
için süreçlerin dizgesini yukanda belirtilen tarzda büyütme sıkıntısına
girmek gereksizdir, yeter ki kuramımızda keyfi olarak yüksek derecedeki
ve herhangi bir karmaşıklık düzeyindeki aynşımlı denklem leri kullan­
maya hazır olalım.39
B ununla birlikte, gerçekte pekçok fizikçi büyük olasılıkla bu koşulu
kabul etm ede duraksama gösterecektir. O nu kabul etmeyi eğer bir yasa­
nın ya da kuram ın m atematiksel biçimi hesaplam a ve tahm in am açlan
“ Böyle bir fonksiyonun olması gerektiği savı için tem el yalnızca eğer b ir * büyük­
lüğü değişik t zam anlan için belirli değ erler alırsa, x ve t d eğerleri arasındaki bu
karşılık-düşmenin fonksiyonu “tanım lam asrdır.
59O m eğin, klasik m ekanikte zorlanmış titreşim ler için aynşımlı denklem şu biçimi
alır:
d x dx _
— 5- = a — + p3c + ycoscoi
dt dt
ki ‘burada ‘a ,’ 'P,' ‘y’ belli değişmezlerdir. Bu denklem i zam an açısından iki kez ay-
nm laştırarak şunu elde ederiz:
d‘‘x d*x . d2x 2
= cos“ ‘
ve bu nedenle zaman değişkenini ortadan kaldırarak sonunda:
d4x d3x ,n o .d 'x
> _ _ + a “
2 _dx pnc o2,

ki ‘t ’yi belirtik olarak içermez.


için uygun olarak kullanılamayacak denli karmaşık ise, ya da eğer temel
kavramları som ut durum lara ancak çok büyük güçlük ile uygulanabile­
cek denli opak ise doyurucu olarak görülemeyeceği zem ininde redde-
ceklerdir. Buna göre, gerçi nedensellik ilkesinin dayattığı görevin ilke
bütünüyle genel olarak form üle edildiğinde birçok durum da çok kolay
yerine getirilebilmesine karşın, ilkenin “gerçek” niyetini doyuruyor ola­
rak kabul edilebilir kuram ların karm aşa ve karakterleri üzerine örtük
kısıtlamalar getirilir. Belirtik kılındıklarında “yalınlık,” “uygunluk” ve
“doğallık” gibi terim lerde görünen böyle kısıtlamalar ilkenin çok kolay­
ca doyurulm asının ö n ü n e geçer; am a b u terim lerin bulanık olmasına
ve değişmez sağın değerler alam am asına karşın, ilkenin salık verdiği
şeylerin içeriğinin kendisi sağın olm aktan uzaktır. Buna karşın, verili
bir dönem in bilimcileri arasında içerisinde uygun kuram ların aranacağı
geniş sınırlar konusunda genellikle hiç olmazsa kaba bir uylaşım vardır,
üstelik bu sınırlar esneklik gösterseler, bir bilimin yürürlükteki durum u
üzerine bağımlı olsalar, ve matematiksel ve deneysel tekniklerin gelişimi
ile birlikte değişebilseler bile.40

10Maxweirin nedensellik ilkesini formülasyonu Moritz Schlick tarafından çok fazla


kısıüayıcı olması ve bir yasaya “nedensel” bir yasa denm esini sağlayacak zorunlu değil
ama yeterli bir koşulu bildirmesi zem ininde eleştirilmiştir. Schlick içinde tüm yasala­
rın zamanı belirtik olarak kapsayacağı, ve gene de içinde böyle yasaların tam olarak
belirlenimli görülebileceği bir dünyanın tasarlanabilir olduğunu ileri sürmüştür. Ör­
neğin, böyle bir dünyada öğesel elektrik yükü zaman boyunca değişmez olmayabilir
ama bildirilen belli aralıklarda (diyelim ki, 7 saat sonra, arkadan 7 saat sonra, ve yine
arkadan 5 saat sonra, vb.) şimdiki değerinin %5’i kadar artabilir ya da azalabilir, ama
böyle bir dalgalanm anın daha öte hiçbir açıklaması olanaklı olmayabilir. Schlick buna
göre bir yasanın nedensel olması için zorunlu ve yeterli koşulun onun tahm ini olanaklı
kılması olduğu vargısını çıkardı, ve nedensellik ilkesini “Tüm olaylar ilkede tahm in edi­
lebilirdir” buyruğu ile uyum içinde yasalar aram a koşulu olarak form üle etti.— Moritz
Schlick, “Die Kausâlitat in d er gegemvârtigen Physik,” Gesammelte Aufsâtze, Viyana, 1938.
Ama ne Schlick’in Maxwell’in form ülasyonunu eleştirisi ne de o n u n yerine ken­
disinin önerdiği form ülasyon bütünüyle doyurucudur. M etinde gördüğüm üz gibi,
zam anı belirtik olarak kapsayan bir kuram (ayrışımlı denklem ler biçim inde) genel
olarak zaman değişkeninin öyle görünmeyeceği bir yolda dönüştürülebilir. Buna göre,
eğer b ir büyüklükler küm esindeki değişiklikler ve zam an arasında bir ilişki kuran bir
kuram ı form üle etm ek olanaklı ise, Maxwell’in gerektirim leri doyurulm uş olacak­
tır—kuram ın “yalınlığını” ilgilendiren daha öte örtük koşullar getirilmedikçe. Dahası,
Schlik’in tahm in edilebilirlik terim lerinde önerilen ölçütü, eğer sağın olarak alınırsa,
hiçbir kuram ın ya da yasanın sağın olarak nedensel olmadığı vargısına götürür. Çünkü
gördüğüm üz gibi, bir kuram ın yardımı ile yapılan tüm edimsel tahm inler en iyisinden
yalnızca yaklaşıktır. Dahası, bir yasa ya da kuram ancak gerekli başlangıç koşullarını
saptayacak konum da isek tahm inde bulunmamızı sağlar; ve birçok durum da böylelikle
bir kuram ı determ inistik b ir kuram olarak karakterize etmeyi reddetm eksizin bunu
yapacak durum a olmayabiliriz. Schlick tahm inin “ilkede” olanaklı olduğu biçimindeki
sınırlaması ile bunu kabul eder. Ama bu sınırlam a sonuçta sorunu bir tahm in edile­
bilirlik sorusundan kuram ların yapısının bir tartışm asına çevirir. Nedensel yasaların
bir ölçütü olarak tahm in edilebilirliği ilgilendiren bu genel nokta üzerine, bkz. Max
Planck, The Philosophy ofPhysics, NewYork, 1936, ss. 56-57, 64vs.
Ama eğer nedensellik ilkesi önerilm iş olan türde bir düzgü olarak
yorumlanırsa, açıktır ki, J. S. Mill’in ve başkalarının görüşlerine aykırı
olarak, ilke dünyanın yaygın yapısına ilişkin görgül bir genellem e değil­
dir ve herhangi bir açıklamada “enson büyük öncül” olarak görünmez.
Böyle yorum lanan ilkenin işlevi araştırm anın genelleştirilmiş bir hede­
fini belirtik kılmak ve açıklamalar olarak önerilen öncüllerin doyurma­
ları gereken bir koşulu genel terim lerde form üle etmektir. Dahası, bu
yorum üzerine ilkenin herhangi bir deney ya da deneyler dizisi yoluyla
çürütülem em esinin nedeni de açıktır, gerçi ilkenin özel biçimlen dene­
yimin ışığında sakıncalı görülüp terk edilebilse de. Çünkü ilke bizden
geniş olarak sınırlanmış belli özellikleri taşıyan açıklamalar aramamızı
isteyen bir yönergedir; ve giderek h erhangi bir olaylar alanı için böyle
açıklamalar bulm ada yineleyen başarısızlık bile daha öte araştırm a için
mantıksal bir engel değildir.
Ö te yandan, ilkenin bildirdiği yönergeler tikel biçim ler kazandığı
zaman, hedeflerine ulaşmada yineleyen başarısızlıklar karşısında onları
göz ardı etmek bilgece bir strateji olabilir. Böylece, eğer ilke sık sık oldu­
ğu gibi her alan için özel bir durum -betim lem esi tipini (örneğin klasik
mekaniğin durum-betimlemesi gibi) kullanan kuram lar geliştirmek için
bir buyruk olarak anlaşılırsa, ilkeye katı bir bağlılık en sonunda kuram ­
sal buluş ve keşif için bir engel olabilir. Yine, bütün bir kozmozdan daha
azı olmayan birşeyin kendileri için açıklamalar aranan belli olay tipleri
açısından yalıtılmış bir dizge olduğu da soyut olarak tasarlanabilirdir.
Sonuçta, ilke ile uyum içinde yalnızca sınırlı bir nesneler ve özellikler
küm esine gönderm e içeren açıklam alar geliştirmek olanaklı olmaya­
bilir. Bu durum da, o tipteki olaylar ile bağıntı içinde bilimsel bilginin
izine düşm ek olanaksız, ve ilke yararsız b ir kılavuz olacaktır. Çünkü
hem kuram sal hem de deneysel bilim herşeyin başka herşey ile ilgili
olmadığı, ve dünyanın bir bölüm ündeki olayların başka h er yerde yer
alan şeyler üzerine bağımlı olm adığı sayıltısı üzerine ilerlerler. Total
kozmoz ile çakışmayan yalıtılmış dizgeler (ya da daha önce belirtilen
anlam da büyütülmüş dizgeler) için arayışın şimdiye dek başarılı olduğu
bir tarih olgusudur. Gerçekten de, araştırmalarımızı ilke ile uyum içinde
yürütmek için hiçbir duraksama göstermeyen istekliliğimiz hiç kuşkusuz
onun kılavuzluğu altındaki geçmiş eylemlerimizi ödüllendirm iş olan
başarıların yüksek sıklığı üzerine dayanır.
Öyleyse, toparlarsak, bir düzgü olarak ilke kuramsal bilimin “determi-
nizm ”in şimdiki tanıdık anlam ında deterministik açıklamalar elde etme
genel hedefini anlatır—determ inizm ki, ona göre, bir dizgenin bir baş­
langıç zam anı için d u ru m u verildiğinde, açıklayıcı kuram mantıksal
olarak dizge için başka herhangi bir zaman için benzersiz bir durum u
saptar. En genel form ülasyonunda, ilke durum -betim lem esi (örneğin
klasik m ekaniğin durum -betim lem esi) için tikel b ir tanım dayatmaz,
ne de bilimin hedefi olarak özel bir mantıksal biçim (örneğin aynşımlı
denklem ler yoluyla anlatılabilir olm a biçimini) taşıyan kuram ların ge­
lişimini konutlar. İstatistiksel ya da yarı-istatistiksel durum değişkenleri­
nin kullanımını yasaklamaz, ve atom-altı fizikteki son gelişmeler öyleyse
onun yönergeleri ile çatışma içinde değildir. Nedensellik ilkesinin qu-
antum m ekaniğinin nesnesine uygulanam az olduğu biçim indeki yü­
rürlükteki sav ancak ilke özel durum -betim lem esi tiplerinin kullanımı
için yasam ada bulunuyor olarak yorum lanırsa ve ancak bir kuram ın
istatistiksel d u ru m değişkenlerini kullanm ası kuram ın determ inistik
bir yapıdan yoksun olduğunu belirtiyor olarak alınırsa savunulabilirdir.

3. Nedensellik ilkesinin mantıksal d u ru m u n u n bu tartışmasının so­


nucu nedir? İlke bir görgül genellem e, b ir a priori gerçeklik, bir gizil
tanım, dilediğimiz gibi kabul edeceğimiz ya da etmeyeceğimiz bir uy­
laşım mıdır?
İlkenin bir görgül genellem e olduğu görüşünü ileri sürm enin güç ol­
duğu söylenmiştir. Çünkü ilke şeylerin ve süreçlerin yer almasını hangi
etm enlerin belirlediğinden söz edilmeksizin bütünüyle genel bir yolda
form üle edildiği zaman, olayların dünyadaki mantıksal olarak olanaklı
düzenlerinden ne olursa olsun hiçbirşeyi dışlamaz; ve sonuçta ilke do­
ğal süreçlerde nedensel ya da belirleyici bir etm en olm anın ne dem ek
olduğunun örtük bir tanım ına çöker. Ö te yandan, eğer ilke daha sınır­
layıcı bir tarzda form üle edilirse, ve böylece doğal süreçlerde şeylerin
hangi özelliklerinin nedensel olarak belirleyici özellikler olduğundan
söz ederse, ilkenin evrensel olarak d o ğ ru olm adığı çıkar, ve öyleyse
ancak belli özel nesneler için sağlam olduğu ileri sürülebilir.
Ama eğer ilke bir düzgü ise, izlenebilecek ya da keyfi olarak göz ardı
edilebilecek bir kural mıdır? Kuramsal bilimin gelişiminde hangi genel
hedefleri izleyeceği salt keyfi bir sorun m udur? Hiç kuşkusuz “bilim ”
olarak bilinen girişimin ilke yoluyla bildirilen açıklama tiplerini elde
etmeyi amaçlaması yalnızca olumsal bir tarihsel olgudur; çünkü çevrele­
rine efendi olm a çabalarında insanların bütünüyle başka birşeyi amaç­
lamış olabilm eleri mantıksal olarak olanaklıdır. Buna göre, insanların
bilginin izinde kabul etmiş oldukları hedefler mantıksal olarak keyfidir.
Buna karşın, m odern zam anlarda kuram sal bilim in edim sel çabası
belli hedeflere doğru yönelm iştir ve bunlardan biri nedensellik ilkesi
yoluyla form üle edilen hedeftir. Gerçekten de, “kuramsal bilim” deyimi
öylesine genel olarak kullanıyor g ö rü n ü r ki, o hedefler yoluyla denet­
lenm eyen bir girişim büyük olasılıkla bu etiket altına alınmayacaktır.
Öyleyse en azından usayatkın olarak ileri sürülebilir ki, nedensellik il­
kesinin bir araştırm a düzgüsü olarak kabul edilmesi (kabullenim ister
belirtik isterse bilim cilerin açık eylem lerinde örneklenm iş olsun, ve
ilke ister belli bir sağınlık ile isterse bulanık olarak form üle edilmiş
olsun) genel olarak “kuramsal bilim” ile denm ek istenen şeyin analitik
bir sonucudur. H er ne olursa olsun, kolayca kabul edilebilir ki ilke özel
bir biçimi üstlendiği ve böylece h er kuram tarafından tikel bir durum -
betimlemesi tipinin kabul edilmesini bildirdiği zaman, çeşitli araştırma
alanlannda terk edilebilir. Ama m odern kuramsal bilim için ilke yoluyla
anlatılan genel ideali terk etm en in o girişim edim sel olarak olduğu
şeyden karşılaştırılamayacak denli başka birşeye dönüşm eksizin nasıl
olanaklı olacağını anlam ak güçtür.

VI. Şans ve İndeterm inizm


Şimdiye dek fizikte determ inizm tartışm ası sorunları h em en hem en
bütünüyle fiziksel kuramların mantıksal yapısının ve onlarda kullanılan
kavramların terim lerinde ele alınmıştır. Fiziğin tem elleri üzerine yürür­
lükteki tartışmalarda olduğu gibi tarihsel felsefe yazınında da öne çıkan
sorudan, edimsel doğa olaylarının kendilerinin parçada ya da bütünde
“belirlenm em iş” olaylar ya da “şans” olayları olup olm adığı, ve özsel
olarak istatistiksel du ru m değişkenlerinin kullanım ının belli fiziksel
süreçlerin raslantısal olaylar alanında olması olgusunun bir sonucu olup
olmadığı sorusundan bilerek kaçındık. Bu şimdi ele almamız gereken
sorudur.
“Şans” sözcüğünün ikircimli olduğu gibi bulanık da olduğu iyi bi­
linir. Öyleyse birinci görevimiz b u sözcüğün çeşitli anlam larını ayır-
d etm ek ve böylece sözcüğün bu anlam larından h erhangi birinde bir
olayın bir şans olayı olarak nitelenm esinin aynı olayın nedenli ya da
belirli bir olay olarak da nitelenm esi ile bağdaşabilir olup olm adığına
karar vermektir.

1. Belki de ‘şans’ sözcüğünün en tam dık ve yaygın kullanımı birşeyin


bilinçli bir tasarın sonucu olarak değil de beklenm edik bir yolda yer
almasını anlatan bağlam larda geçmesidir. Böylece, yürüyüşe çıkan iki
arkadaşın önceden bir anlaşma olm adan karşılaşmalarının şansa bağlı
bir karşılaşma olduğu söylenir. Yine, bitki dikm ek için toprağı kazarken
b ir altın para bulan bahçıvanın hâzineyi şans ya da raslantı sonucunda
bulduğu söylenir. B ununla birlikte, genellikle b u d u ru m larda “şans”
etiketinin uygulanması için olayın yalnızca beklenm edik olması yeterli
değildir. Eğer ilk ö rnekte arkadaşlardan biri yürüyüşüne başladıktan
tam olarak beş dakika sonra hiç tanım adığı b ir yabancının yanından
geçerse, ya da eğer ikinci örnekte bahçıvan on saniye boyunca kazdık­
tan sonra bir çakıl taşı bulursa, iki olay da norm al olarak bir şans olayı
olarak betim lenm ez—üstelik ne beş dakika sonra yabancı ile karşılaşma
olayı, ne de yalnızca on saniyelik kazıdan sonra bir çakıl taşının bulun­
ması olayı sözcüğün tam anlamıyla beklenen olaylar olsalar da. Bir şans
olayı olarak betim lenm ek için olayın genellikle çarpıcı özellikleri olmalı,
ve yer alması oldukça belirli b ir eylem tasarına karışıyor olarak duyum-
sanmalıdır. Ama bu kullanım da “şans” sözcüğü bütünüyle bulanıktır, ve
uygulanması için hiçbir açık sınır saptanamaz. Ö te yandan, bu anlam da
bir şans olayı olduğu söylenen bir olayın genellikle “nedensiz” olduğu
ya da yer alması için belirli koşullardan yoksun kaldığı kabul edilir. Ö r­
neğin yukarıda sözü edilen bahçıvan eğer bulduğu parayı atalarından
birinin oraya bilerek göm düğünü öğrenecek olursa olayı bir şans olayı
olarak nitelem esini geri çekmek zorunda değildir; ve gene de eğer pa­
rayı bir arkadaşının bilerek göm düğünü ve böylece g ö rü n ü rd e şansa
bağlı keşfinin gerçekte belirli bir tasarın parçası olduğunu anlayacak
olursa etiketi geri çekebilir. Ama h er ne olursa olsun, “şans”ın bu anlamı
fiziğin tem elleri üzerine tartışm a için pek ilgili değildir.

2. ‘Şans’ sözcüğü bir olaya başka bir anlam da da yüklenir. Ya olay için
belirleyici koşulları ilgilendiren aşağı yukarı tam bir bilgisizlik olduğu
zaman, ya da bu koşulların almaşık koşul tiplerinin bir sınıfına ait oldu­
ğu bilindiği am a o sınıfta tikel bir tipe ait olduğu bilinm ediği zaman.
Oldukça yakınlara dek, “Rüzgar dilediği yerde eser” [John 3:8] anlatı­
m ının belirttiği gibi, hava genellikle bu anlam da bir şans sorunu olarak
görülürdü, ve sim etrik olarak yapılmış bir p aranın yazı mı yoksa tura
mı geldiği bug ü n bile b ir şans olayının bilinen örneğidir. İlk d urum ­
da, havanın nedenleri bilinmiyordu; ve İkincide, paranın başlangıçtaki
konum u ve son d u ru m u n u belirlem ek üzere üzerinde etkide bulunan
kuvvetler çok geniş bir olanaklar kümesine çözümlenebilse de, genellik­
le bu olanaklardan hangisinin gerçekleşeceğini bilmediğimiz varsayılır.
Yalnızca söz konusu olayların belli koşullar altında b irden daha az
olan bir göreli sıklık ile yer alması nedeniyle, bir olayı sözcüğün şimdiki
anlam ında “şansa bağlı” olarak nitelem ek genellikle yeterli görünm ez.
Ö rneğin varsayalım ki “güzel” bir para belli bir ölçün tarzda pek çok kez
havaya atılmış ve durum ların yansında tura gelmiş olsun. Bununla birlik­
te, eğer yazılar ( Y) ve turalar ( T) şu türde olsaydı atışlann sonucu şansa
bağlı görülmezdi: Y T Y T Y T Y T . . . ; ya da Y Y T T Y Y Y T T T Y Y Y Y T T T T . . . ;
ya da giderek Y Y T T Y T T T Y Y Y Y T T Y T T T Y Y ___ Çünkü bu dizilerden
h e r birinde (ve kurulabilecek başka birçoklannda) küçük bir inceleme
yazı ve turanın birbirini kolayca form üle edilebilir bir düzenlilik içinde
izlediğini gösterir. Şans olaylan olarak sayılabilmek için, atışlann sonucu
belli bir “raslantısal” ya da “rasgele” karakter sergilemelidir. D enm ek
istenen “raslantısallık” için bir tanım lar türlülüğü önerilmiştir, am a hiç
biri doyurucu değildir ve kimileri başkalanndan daha az katıdır. Dikkate
değer örtük bir tanım vardır. O na göre, olayların doğrusal olarak dü­
zenlenmiş bir kümesi ancak ve ancak küm e olasılık kalkülüsünün belli
konutlam alannı doyuruyorsa rasgeledir. Ama burada daha öte ayrıntı
atlanmalıdır.41 Dikkat edilmesi gereken özsel nokta, verili bir olay tipi­
nin sözcüğün şimdiki anlam ında “şansa bağlı” olduğu söylendiğinde,

■"Raslanüsallık üzerine daha öte birkaç yorum s. 337’de eklenmiştir.


“raslantısal” ya da “rasgele” olayın belli bir tanımının sorgusuzca kabul
edilmesidir. Dahası, yine dikkat etm ek özseldir ki, bir olayın bu anlamda
şansa bağlı olarak yer aldığını söylemek o n u n n ed en in in olduğunun
ileri sürülmesi ile bağdaşmaz değildir; çünkü bir olay için özgül olarak
belirleyici koşulları ilgilendiren bilgisizliğin kabul edilmesi açıktır ki
böyle koşulların varoluşunun yadsınmasını gerektirmez.

3. Tarihsel ve toplum bilim sel tartışm alarda bir olayın genellikle eğer
“iki bağımsız nedensel dizinin kesişme noktasında” yer alırsa bir şans
olayı olduğu söylenir. Ö rneğin varsayalım ki bir adam biraz tütün satın
almak için evinden ayrılmış, am a yolda bir evin çatısında yerinden çı­
kan bir kirem it tarafından düşürülm üş olsun. Adam ın talihsizliğinin o
zaman “nedensiz” olduğu için değil (aslında olayın betimlemesi nedeni
belirtir), am a biri adam ın verili bir zam anda evin yanında olm asında
sonlanan ve öteki ise kirem idin o sıradaki devim inde sonlanan iki ba­
ğımsız nedensel dizinin “buluşm a noktasında” yer aldığı için bir şans
olayı olduğu söylenir. Bu nedensel dizilerin birindeki olayların ötekin­
deki olayları belirlem em esi anlam ında “bağımsız” oldukları söylenir:
Eğer kirem it düşmemiş olsaydı adam tütüncüye yolunu sürdürecekti,
ve eğer adam tikel bir noktada olmamış olsaydı kiremit yere çarpacaktı.
Buna göre adam ın incinmesinin raslantısal ya da ilineksel olduğu söyle­
nir, çünkü, adamı yola çıkmaya götüren durum üzerine ya da kiremidin
düşmesine yol açan koşullar üzerine bilgimiz ne denli tam olursa olsun,
her iki bilgi kütlesi de kendi başına kazayı önceden görm ek için yeterli
değildir.
“Şans”ın burada amaçlanan anlamı daha öte durulaştırmayı gerektirir.
Özel dikkati gerektiren kavram “bağımsız nedensel zincirler” deyimi
ile bağlanan kavramdır. Kavram açıktır ki ortak b ir noktada kesişen
iki ayrı çizgi (ya da zincir) imgesi üzerine dayanır. H er bir çizgideki
noktaların (ya da halkaların) ardışıklığının çizginin “özünlü” karakteri
yoluyla belirlenmesi, ama öteki çizginin “doğası” yoluyla belirlenmemesi
gerekir; ve çizgilerin ortak bir noktalarının olması olgusu tekil olarak
alm an çizgilerden hiç birinin doğası yoluyla belirlenm ez. Ama som ut
olayların çizgi üzerindeki noktalara andınm lı olması, “doğaları” belirli
bir doğrusal olaylar ardışıklığındaki “konum lan” yoluyla tam olarak an­
latılan kendi içlerinde kapalı olaylar olmalan, ve böyle bir ardışıklıktaki
bir olayın yer almasının ardışıklığın önceki bölümlerinin “doğası” yoluyla
belirlenmesi sayıltısı en iyisinden düşündürücü ama gevşek bir eğretileme
ve en kötüsünden güçlükle anlaşılır bir düşlemdir. Somut olaylar böyle
özünlü, kendi içinde kapalı doğalar taşımaz; çünkü verili bir olay belirsiz
bir sayıda karakter sergiler, ve eğer yürürlükteki fiziksel kuramlara güve­
nebilirsek böylece herhangi bir belirli olayın olması için belirsiz bir sa­
yıda ayn nedensel belirleyici vardır. Buna göre, eğer olaylann nedensel
ilişkilerini betim lem ek için bir çizgi ya da zincir imgesi kabul edilirse,
bir olay daha uygun bir yolda belirsiz (eğer sonsuz değilse) bir sayıda
çizginin ortak kesişme noktası olarak betim lenir. Ama eğer bu daha
karmaşık imge kullanılırsa, bun d an böyle “bağımsız nedensel çizgiler”
ile ne anlayacağımız giderek görünürde bile açık değildir, çünkü şimdi
h e r olay çok sayıda nedensel etkinin düğüm noktasıdır.
‘Şans’ın tartışma altındaki anlamını ilgilendiren daha büyük duruluk
eğer ayrımı olaylar arasında olm aktan çok bildirimler arasındaki ilişkile­
rin terim lerinde yeniden form üle edersek elde edilebilir. B\ bir olayın
yer almasını ileri süren bir bildirim, örneğin ‘x düşen bir kirem it tara­
fından t zam anında ve y yerinde yaralandı’ biçim indeki bir bildirim, ve
daha genel olarak, ‘x t zam anında ve y yerinde z ile R ilişkisi içindedir’
biçimindeki bir bildirim olsun. Varsayalım ki Kı genel bir yolda o olayda
sergilenen tek bir etm enin yer alma koşullarını ve tarzını bildiren, ama
onları yine o nda kapsanan belli başka etm enlerin bulunuş ya da bulun­
mayışına gönd erm e olmaksızın bildiren b ir kuram ya da yasa olsun;
ve daha öte varsayalım ki K 2 bu başka etm enler için benzer bir görevi
yerine getirsin. Dahası, Kı ve AY nin birbirinden çıkarsanamayacağı bi­
çimindeki belirtik sayıltıyı kabul edeceğiz. Düşüncelerimizi toplamak ve
tartışmayı B\ için kabul edilen genel biçime belirli olarak ilgili kılmak
için, Kı şunu ileri sürsün: Eğer Cı koşulları altında x t zam anında ve y
yerinde bir P d u ru m u n d a ise, o zaman x ^zam an ın d a ve y 'yerinde bir
P ' durum undadır. Ve andırım lı olarak, K 2 şunu ileri sürsün: Eğer C2
koşulları altında z t zam anında ve y yerinde £) d u ru m u n d a ise, o zaman
z ^ z am a n ın d a ve ^ 'y e rin d e bir Q 'durum undadır. Buna göre, K ı ve­
rildiğinde ve x ’i ilgilendiren uygun başlangıç verileri A verildiğinde,
x ’in durum u n u başka zam anlar ve yerler için hesaplam ak olanaklıdır;
ve z için i ^ ’nin ve başlangıç verileri A ’nin yardımı ile benzer olarak.
Dahası, K ı ve AYyi ilgilendiren sayıltılar dolayısıyla, x ’in herhangi bir
zam andaki d u ru m u K<>ve A ’den hesaplanamaz, ne de z ’nin durum u
K ı ve A ’ten hesaplanabilir. Sırasıyla x ve y durum larının ardışıklığına
öyleyse “bağımsız zincirler” denebilir, ve bu bağımsızlık Kı ve K^ nin var­
sayılan mantıksal bağımsızlığının bir sonucudur. Şimdi açıktır ki B ı’in
kendisi ne yalnızca Kı ve D.,’ten, ne yalnızca A’a ve A den, ne de giderek
K] ve A-2 eşlenikliğinden türetilebilirdir. İlk iki durum dışlanır çünkü B 1
hem x ve y bireylerine hem de aralarındaki belli bir ilişkiye göndermeyi
içerir, ve bu arada tüm dengelim in ileri sürülen öncülleri bunu yapmaz;
ve son durum dışlanır çünkü B\ yalın tekil bir bildirim iken, Kı ve K?
her ikisi de evrensel koşullulardır. B 1 öyleyse mantıksal olarak AY den
olduğu gibi AY den de bağımsızdır, b unlar ister tek tek isterse birleşik
olarak alınsın; ve ayrıca m antıksal olarak K 1 ve A ’ten olduğu gibi K>
ve A ’den de bağımsızdır. Öyleyse diyebiliriz ki B 1 ile anlatılan olay bir
“şans olayı”dır— Kı ve A yoluyla belirlenen d u rum ların ardışıklığı ile
göreli olarak, ve ayrıca K%ve A yoluyla belirlenen durum ların ardışıklığı
ile göreli olarak.
Ö te yandan, eğer sırasıyla K\ ve AV de sözü edilen C \ ve C2 koşulları
fiziksel olarak bağdaşabilir ise, ve eğer B ı’de sözü edilen R ilişkisi yine
K\ ve ^ 2 ’de sözü edilen Pve Q durum larının terim lerinde doğru olarak
çözüm lenebilir ise, o zaman genel olarak B\ K\ ve D* ve K%ve Dz karma­
şık bileşim inden çıkarsanabilirdir. Bundan şu çıkar ki B \'d c sözü edilen
olay bu karmaşık form ül yoluyla belirlenen * ve y durum larının ardışık­
lığı açısından bir şans olayı değildir. Ve şu da çıkar ki bir olayın sözcüğün
şimdiki anlam ında bir şans olayı olarak nitelendirilm esi olayın nedensiz
olmasını, ya da giderek yer almasını belirleyen koşulların bilgisizi ol­
mamızı bile gerektirmez; ne de bir olaya böyle yüklenen yüklem “öznel”
birşey ve böylece yalnızca yüklemi yükleyen birinin ansal durum unun
anlatımıdır. Böyle bir yargı tam olarak belirtik kılındığı ve eksiltili dilde
anlatılm adığı zam an, ilişkisel am a “n esn el” bir yüklem in kullanım ını
gerektirir—bir sokağın bir yanının “öteki yan” olduğu önesürüm ünün
ilişkisel ama nesnel bir nitelemeyi gerektirm esi ile aynı anlam da.42

4. “Şans”ın d ö rdüncü bir anlam ı şimdi tartışılan anlam ı ile yakından


ilgilidir, am a özel bir dikkate değer. Eğer verili bir araştırm a bağlamın­
da bir olayın yer aldığını ileri süren bildirim başka h erh an g i birşey-
den türetilmemişse, olayın sözcüğün bu anlam ında “şansa bağlı” ya da
“olumsal” bir olay olduğu söylenir. Böylece, eğer N ew ton’ın yerçekimi
kuram ının yardımı ile Mars gezegeninin gelecekteki bir durum ve hı­
zını tahm in etmeyi istersek, gezegen için bir başlangıç konum ve hızını
bilmemiz gerekir; ve böyle b ir başlangıç zam anında M ars’ın belli bir
yerde olması ve belli bir hız ile devinmesi olgusu böyle bir şans olayıdır.
Hiç kuşkusuz, uygun sayıltıların yardımı ile, bir bağlam da bir şans olayı
olarak nitelenen bir olayın başka bir olayın sonucu olduğunun gösteri­
lebileceği, ya da, daha tam olarak, birinci olayı doğrulayan bildirim in
ayrı olaylara ilişkin başka bild irim lerd en türetilebileceği yadsınmaz
(yukarıdaki örnekte, Mars’ın verili bir başlangıç d urum u hiç kuşkusuz
Nevvton kuram ı aracılığıyla başka bir başlangıç d u ru m u n d an türetile­
bilir) . B ununla birlikte, sık sık ileri sürülenlere aykırı olarak, böyle tü­
retilebileceği olgusu burada am açlanan anlam da b ir şans olayı ve bir
şansa-bağlı olmayan olay arasındaki ayrımı silmez. Çünkü ilk olarak, bir
olayın verili bir bağlamda bir şans olayı olduğu söylenir; ve bir başka bağ­
lam da bir şans olayı olmaması verili bağlam da böyle b ir olay olmasını
önlemez. Öyleyse açıktır ki bir olayın bir şans olayı olduğunu (şimdiki
42“Şans”ın yukarıdaki tartışması ve Aristoteles’in “ilineği” çözümlemesi arasında açık
bir benzerlik vardır. Aristoteles bir yüklemin bir öznenin ilineksel bir özelliğini temsil
edip etm ediğinin öznenin tanımı ile göreli olduğu görüşünü de kabul etti. Bununla
birlikte, tanımın “saltıkçı” (ya da “özselci”) bir görüşünü benimsedi, çünkü bir tanımın
bir tözün değişmez “öz” ya da “doğa”sını bildirdiğini ileri sürdü. Bu son önesürüm
şimdiki bilginin ışığında aklanm am ış olduğu ve bu kitapta söylenenlerin çoğu ile
bağdaşmayan sayıltılar üzerine dayandığı için, Aristoteles’in ilinekleri çözümlemesi
ve yukarıdaki “şans” tartışması arasında temel bir ayrım vardır.
anlam da) söylemek ve gene de yer alması için belirli koşulların ya da
nedenlerin olduğunu söylemek arasında hiçbir bağdaşmazlık yoktur.
Ve ikinci olarak, bir bağlam da bir şans olayı olan bir olayın ikinci bir
bağlamda böyle olmayabilmesine karşın, bu son bağlamda bir şans olayı
olan başka bir olay kabul edilmelidir. Çünkü bir olayın yer alması yalın
tekil bir bildirim olarak formüle edilir; ve böyle bildirimler kuramlardan
ya da yasalardan ancak bu sonuncular için uygun başlangıç koşulları
sağlanırsa çıkarsanabilir.
Bununla birlikte, anlaüm ın şimdiki anlam ında yalnızca olayların şansa
bağlı olarak karakterize edilmesi söz konusu değildir; tersine, doğal bir
genişleme yoluyla anlatım zaman zaman yasaları ve kuram ları karakte­
rize etm ek için kullanılır. Buna karşın bu daha geniş kullanımda küçük
bir ikircim vardır. Kimi zaman bir yasanın ya da kuramın, eğer verili bir
bağlamda yasa ya da kuram başka öncüllerden türetilmiş değilse, “olum­
sal” ya da “şansa bağlı” olduğu söylenir; ve burada sözcüğün olaylar ile
bağıntı içinde kullanım ına oldukça katı bir koşutluk vardır. Ö rneğin,
kaülann doğrusal ısıl genleşmesi yasasının bir zamanlar yalnızca olumsal
olarak doğru olduğu söylenirdi, çünkü o sıralar yasanın kabul edilen
bir fiziksel kuram ın terim lerinde hiçbir açıklaması yoktu. Bu nedenle
yasa genellikle salt “görgül” bir form ül olarak etiketleniyor, çünkü ka­
bul edilm esi yalnızca bir d o ğ ru d an deneysel kanıtlar kütlesi üzerine
dayanıyordu. Ö te yandan, ideal gazlar için Boyle-Charles yasasının bir
zam anlar yalnızca raslantısal bir görgül doğruluk olarak görülm esine
karşın, şimdi gazların kinetik kuram ının sayıltılarından türetilmesi ne­
deniyle genellikle öyle nitelenm ez. Yine, gazların kinetik kuramı ya da
elektrom anyetik kuram gibi bir kuram ın bir olumsal sayıltılar kütlesi
olduğu söylenir, çünkü (hiç olmazsa bugün) daha kapsayıcı bir kuram
yoluyla açıklanabilir değildir ve çünkü sağlam tem ellendirilm iş başka
öncüllerin mantıksal sonucu olması zem ininde kabul edilmez. Bilimsel
gelişimin verili bir durum unda açıklama süreci belirsizce süremeyeceği
için, açıktır ki h er zaman bu sözcüğün şimdiki anlam ında olumsal olan
kimi kuram lar olmalıdır. Bilimlerin “en so n u n d a” ya da “son çözüm­
lem ede” herhangi birşey için açıklamalar sağlamadığını ileri süren bi­
limciler ve felsefeciler sık sık böyle birşeyi göz ö n ü n d e tutarlar; ve ileri
sürülen herhangi bir açıklamada öncülleri kabul etm ek için zeminlerin
en sonunda salt tanıtlamalı olmadığını söylüyor olarak anlaşılacaklardır.
B ununla birlikte, kimi zam an kuram ya da yasa başka sayıltılardan
türetilebilir olsun ya da olm asın b ir kuram ın ya da yasanın olumsal
olarak doğru olduğu söylenir, çünkü kuram ya da yasa kendisi manüksal
olarak zorunlu bir doğruluk değildir ve ancak görgül kanıt tem elinde
aklanabilir. Hiç kuşkusuz m antıksal olarak zoru n lu olan ve yalnızca
terim lerinin anlam ının irdelenm esi yoluyla doğrulukları aklanabilen
kimi bildirim lerin ve böyle olmayan başka bildirim lerin olduğu örtük
olarak kabul edilir. ‘H içbir örüm cek böcek değildir,’ ‘Euklides üçgeni­
nin açılar toplam ı iki dik açıya eşittir’ ve ‘İkiden büyük tüm asal sayılar
tektir’ gibi bildirim ler birinci sınıfın tipik örnekleri iken, ‘H içbir me­
m elinin solungacı yoktur,’ ‘Elektroliz altında su hidrojen ve oksijene
ayrışır,’ ve ‘Elektriksel olarak yüklü devinen bir cisim bir manyetik alan
yaratır’ ise ikinci sınıfın sıradan örnekleridir. Mantıksal olarak zorunlu
(ya da “analitik”) bildirim ler ve m antıksal olarak belirlenimsiz (ya da
“sentetik”) bildirim ler arasındaki ayrımı reddedenler—ister tüm doğru
bildirim lerin “en sonunda” mantıksal olarak zorunlu olduklarına inan­
dıkları için, isterse biçimsel m antığın ve aritm etiğin bildirim lerinin bile
yalnızca sağlam kanıtlı görgül genellem eler olduklarını savundukları
için, ya da tem elde ayrım ın b ir tü r ayrımı olm aktan çok bir derece
ayrımı olduğunu ileri sürdükleri için olsun—hiç kuşkusuz özel bir bildi­
rim ler kümesini “olumsal” doğruluklar olarak nitelem ede hiçbir anlam
görmezler.43Ama edimsel bilimsel kılgıda ayrım genellikle dikkate alınır
ve sıkı sıkıya çeşitli araştırm a dallarında bildirimleri doğrulam ada kulla­
nılan yordam ayrımları üzerine dayanıyor görünür. Buna göre, bilimsel
kuram ve yasalann en iyisinden ancak olumsal olarak doğru oldukları
varsayıldığına göre, doğadaki hiçbir bireysel olay ve kuram ve yasaların
form üle ettiği h içbir birarada-varoluş ya da değişim kalıbı mantıksal
olarak zorunlu değildir. Eğer bir “tam olarak ussal” açıklama—sık sık
yapıldığı gibi—öncülleri zorunlu doğruluklar olan bir açıklama ile öz­
deşleştirilirse, o zaman dünyanın ya da ondaki herhangi bir olayın tam
olarak ussal hiçbir açıklaması verilemez.

5. ‘Şans’ın geriye kalan b ir anlam ı dikkati gerektirir; bu anlam da


sözcük olayların ilişkisel olm aktan çok “saltık” bir karakterine gönder­
m ede bulunur. Bu anlam da kendisine ‘şans’ yüklenen bir olayın kimi
zam an “nedensiz” olduğu ve böylece yalnızca olması için belirleyici
koşulları bilm em ekle kalmadığımız, am a, sayıltıya göre, böyle hiçbir
koşulun olmadığı savunulur. Atomların kendiliklerinden norm al izlek-
lerinden saptıklarını kabul eden eski Epikürcü atom anlayışı ‘şans’ın bu
kullanım ının ö rneklerinden biridir. D aha önce belirtildiği gibi, daha
yakınlarda Charles Peirce köktenci bir şansçılık (tycfıism.) sayıl tısı üzerine
kurgul bir evrimci kozmogoni geliştirdi. Kabul edilen herhangi bir fizik­
sel yasadan düzensiz uzaklaşmaların nedenlerini dilediğiniz denli geriye
doğru izleyin, diyordu Peirce, “onların h er zaman keyfi belirlenim e ya
da şansa bağlı olduklarını kabul etm ek zorunda kalacaksınız.”44 O na
göre, türlüleşm e h e r zaman yer almaktadır, ve, “arı kendiliğindenliği”
“yasa yoluyla dar sınırlar içerisine kısıtlansa da h er zaman ve h er yerde
davranan, sürekli olarak yasadan sonsuz-küçüklükte sapm alar ü reten ”
4sYakınlarda kimi felsefeciler analitik-sentetik ayrımının “düalizmi”ne karşı çıkmış­
lardır. Krş. W. V. O. Quine, From a LogicalPoint ofView, Cambridge, Mass., 1953, Chap.
2; M orton W hite, Toward Reunion in Philosophy, Cambridge, Mass., 1956, Chap. 8.
^C harles S. Peirce, Collected Papers, Cambridge, Mass., 1935, Vol. 6, p. 37.
evrenin bir karakteri olarak kabul ederek, Peirce “evrenin tüm türlü-
lük ve çeşitliliğini açıklayabileceğine”45 inanıyordu. Ve birçok çağdaş
fizikçi de hiç olmazsa atom-altı süreçlerin saltık şans yoluyla karakte­
rize edildiğini ileri sürüyor görünür, öyle ki örneğin ışınetkin tözlerin
parçacıklar yayması “atom larının kendiliğinden bozulmasına bağlı bir
süreç”46 olarak görülür.
B ununla birlikte zam an zam an b ir olayın “saltık olarak şans olayı”
olduğu söylenir ve b u n u n n edeni olayın yer alması için hiçbir belirli
koşulun olmaması değil ama, böyle koşulların olm asına karşın olayın
koşulların sergilediğinden karşılaştırılamayacak kadar ayrı belli “yeni
özellikler” sergilem esidir. B una göre, ‘şans’ın bu anlam ının zam an
zam an açıklandığı gibi, şansa bağlı bir olayın yer alması için koşullar
en son sağınlık ile bilinse bile, olay onlardan tahm in edilemez—yeter ki,
gerçekten de, o tipteki olayların düzenli olarak böyle koşullar ile bağlı
olduğu daha önceden edimsel olarak gözlemlenmemiş olsun. Böylece
sık sık ileri sürülür ki, sülfürik asit sofra tuzuna ilk kez eklendiği zaman
kendine özgü özellikleri ile üretilen gazın edimsel olarak tahm in edil­
mesi olanaksızdı; ve gazın belirtilen koşullar altında yaratılmasının bir
şans olayı olduğu söylenir. Yine olanaklıdır ki Peirce ’ın tykhizmi bu şans
kavramını bileşenlerinden biri olarak kapsar. B ununla birlikte, ‘saltık
şans’ın bu özel anlam ı “doğuşsal evrim ” üzerine yürürlükteki öğreti­
lerde özsel bir rol oynar; ve bu nedenle onun daha öte tartışmasını bu
öğretilerin sonraki bölüm de yoklanmasına dek erteleyeceğiz.
‘Saltık şans’m bir olayın yer alması için belirleyen koşulların yokluğu
olarak ilk anlam ına geri dönelim . Bu şans kavramı aşağıda belirtilecek
sınırlam alar dışında iç çelişkilerden özgürdür, ve Bradley’in47 savları
gibi buna aykırı savlar hiç kuşkusuz yanlıştır. Ne de bu anlam daki şans
olaylarının olanağını dışlamak için başka a priori n ed en ler vardır. Ö te
yandan, görünürde böyle olayların sorgulanam ayacak bir asillik göste­
ren örnekleri yoktur. G erçekten de, d u ru m u n doğası gereği herhangi
bir olayın saltık olarak bir şans olayı olduğunu sorgulanamayacak bir
yolda doğrulam ak olanaksızdır. Ç ünkü verili bir olayın (örneğin bir
atom un bozulm ası) kendiliğinden o ld u ğ u n u ve belirleyici bir d u ru ­
m a dayanm adığını tüm olanaklı kuşkunun ö tesinde gösterm ek için
ne olursa olsun o n u n yer almasını sağlayacak hiçbirşeyin olm adığını
45Aynı yer, s. 41. Epikürüs ve birçok çağdaş yazar gibi, Peirce radikal tykhizmini insan
özgür istencine izin verebilm ek için konutladı. Böylece şunu ileri sürdü: “Nedensel­
liğin katı sağınlığının teslim olduğunu kabul ederek, anlığı şemamıza yerleştirm ek
ve onu olması gerektiği yere, biricik kendiliğinden anlaşılabilir şey olarak doldurm a
hakkının olduğu konum a, varoluş pınarının konum una koymak için kazandığımız
yerin ne kadar küçük olduğuna—bu isterse kesin olarak sonsuz-küçüklükte bir miktar
olsun— aldırmıyorum; ve b u n u yapmakla ruh ve beden bağıntısına ilişkin problem i
çözmüş oluruz.”—Aynı yer, ss. 42-43.
46Max Planck, The Philosophy ofPhysics, NewYork, 1936, s. 52.
4,F. H. Bradley, Appearance and Reality, Londra, 1920, ss. 387-94.
göstermek zorunludur. Ama bu şimdiki kuram lann önceden açıkladık­
larını açıklamak için, ve ek olarak kendiliğinden olduğu ileri sürülen
olayı açıklam ak için hiçbir doyurucu kuram ın geliştirilem eyeceğini
göstermeye eşit olacaktır. B ununla birlikte, verili olayın yer almasının
belirlenmiş bir etm enler kümesi üzerine bağımlı olmadığını göstermek
için herhangi bir kanıt m iktarının üretilebilecek olm asına karşın, en
sonunda olayın yer almasını belirleyen başka etm enlerin bulunabilmesi
ve sonuçta şimdiki kuram larım ızın yapmayı başaram adığını yapacak
bir kuram ın gene de geliştirilebilmesi olanağı böylelikle dışlanmış ol­
mayacaktır
Buna göre, belli bir tipten olayların saltık olarak şans olaylan olduğu
sayıltısı kesin olarak geçerli kılınamaz, üstelik eldeki kanıt o sayıltıyı
usayatkın kılabilse bile. H er ne olursa olsun kabul edilm elidir ki, atom-
lann ışıma yoluyla dağılm alannın bugün ancak tikel belirleyici koşullar
altında yer aldığı bilinm em ektedir. Öyleyse o olayların ‘saltık olarak
şans’ olaylan olm alan pekala olanaklıdır. Öte yandan, yürürlükteki fizik
kuram ının atom ik dağılm anın saltık şans yoluyla yer aldığı sayıltısı ile
bağdaşmaz olm am asına karşın, kuram ın form ülasyonlannda bu sayıltı
belirli bir yolda kullanılmaz. Buna göre, yürürlükteki kuram ‘şans’ın
daha önce ayırdedilen anlam lanndan birinde bu olaylann göreli olarak
şans olaylan olduğu biçimindeki daha zayıf sayıltı ile de bağdaşabilirdir.
Dahası, şans kavramı ile bağlı olan ciddi bir güçlük vardır ki ‘saltık
şans’ sayıltısım gereksiz bir önsav yapar. Olaylann genellikle bütünüyle
raslantısal bir tarzda yer aldığının söylenmesinin nedeni yer alm alanm n
ardışıklığında ne olursa olsun hiçbir “düzen”in görünmemesi, ve sonuçta
olaylar ve yer alm a zam anlan arasında hiçbir fonksiyonel ilişkinin bildi-
rilememesidir. Bununla birlikte, olaylann herhangi bir ardışıklığının bir
saltık düzensizlik göstermesi savı ancak ‘düzen’ ve ‘düzensizlik’ terimleri
seçmeli ya da sınırlı bir anlam da kullanılırsa ve ancak ‘fonksiyonel ilişki’
anlatım ı sınırlı bir matematiksel fonksiyonlar sınıfını olarak anlaşılırsa
savunulabilirdir.
Düşüncelerimizi toplam ak için, verili bir radyum parçasındaki atom ­
ları irdeleyelim ve h e r bir atom un dağılm a zam anının kaydedildiğini
varsayalım. Şimdi hiç kuşkusuz dağılm aların sayısını yer alm alarının
zam anlan ile bağıntılayan hiçbir açık form ül olmayacakür. Buna karşın,
önsav gereği dağılmalar ve zamanlar arasında bir karşılık-düşme olduğu
için, birincileri İkinciler ile bağlayan bir m atematiksel fonksiyon böy­
lelikle uzam da tanımlanır. Öyleyse b u karşılık-düşmeyi bildiren genel
bir form ülün kurulabilm esi mantıksal olarak olanaksız değildir, üstelik
form ül ürkütücü bir biçim de karmaşık çıksa bile.
Buna göre, atomik parçalanm anın zamandaki dağılımında hiçbir “sal­
tık” düzensizlik yoktur, çünkü açıktır ki düzenlenişlerinde bir düzen
vardır. Kısaca, saltık, sınırsız bir düzensizlik kavramı kendi ile çelişkilidir.
Bu dem ek değildir ki bir dizideki her bir olayın saltık olarak bir şans tar­
zında olması olanaklı değildir. B ununla birlikte demektir ki bu olayların
zamandaki dağılımına yüklenen düzensizlik matematiksel fonksiyonların
düzen ya da sınıfının bir (belki de yalnızca bulanık olarak sınırlı) tipi
ile göreli olarak anlaşılmalıdır.48 Saltık olarak rasgele bir dağılım gibi
manüksal olarak tutarsız bir sayıltı öyleyse göreli düzensizlik (ya da göreli
raslanüsallık) gibi tutarlı bir önsav ile değiştirilm elidir ki, bu İkinciye
göre bir olaylar ardışıklığı ancak olaylar belirli bir yasalar sınıfına ait
herhangi b ir yasadan çıkarsanam ayan b ir düzen içinde yer alırsa bir
rasgele ya da düzensiz ardışıklıktır. Ö te yandan, belli tipten olayların
yer alması bir yasalar sınıfı ile göreli olarak rasgele olabilse de, yer al­
maları başka bir yasalar sınıfı ile göreli olarak rasgele olmayabilir. Buna
göre, eğer bir olayın “nedensiz” ya da tam olarak raslanüsal olduğu savı
o tipten olayların ardışıklığının olayların yer alm asında hiçbir düzen
sergilemediği önesürüm ü üzerine dayanıyorsa, sav için bir destek ola­
rak bu önesürüm ün gücü ileri sürülen düzensizliğin yalnızca göreli bir
düzensizlik olması olgusunun ışığında değerlendirilm elidir.
Bu tartışm anın ana sonucu bir olay “şansa göre yer alır” dem enin ge­
nel olarak olayın belirli olduğunu ileri sürmekle bağdaşmaz olmadığıdır
— am a “şansa göre yer alm a” anlatım ının olayın yer alması için hiçbir
belirleyen koşulun olm adığı biçim inde anlaşılması dışında. B ununla
birlikte, gerçekte birçok olay tü rü n ü n yer almasının sağın koşullarını
bilmeyiz, üstelik böyle koşulların olduğundan em in olabilsek bile. Böyle
bilginin yerine, sık sık bireysel olaylar ya da onların bireysel özellikleri
arasında olm aktan çok istatistiksel özellikleri arasında bağımlılık iliş­
kileri kurabiliriz. G erçekten de, m odern fiziksel kuram larda istatistik­
sel durum değişkenlerinin kullanımı, kuram ın konutladığı “bireysel”
m ikroskopik öğelerin ayrıntılı davranışlarını bilm esek de, o öğelerin
çeşidi istatistiksel özelliklerini irdeleyerek bilgisizliğimizi önemli ölçüde
giderebileceğimiz sayılüsı üzerine dayanır.
Bununla birlikte, klasik fizikte (örneğin klasik istatistiksel mekanikte)
konutlanan bireyler için varsayılan “rasgele” davranış o bireylerin de-

4S01asılık literatüründe “raslantısallık” ya da “düzensizlik” kavramını tam olarak


tanım lam ak için girişim lerde bulunulm uştur. Böylece R ichard von Mises şu tanım ı
önermiştir: xı, X2, * 3 sonlanmayan bir öğeler dizisi olsun, ve £?bu öğelerden kimilerini
karakterize eden bir özellik olsun. O zaman Q ’n u n o dizide yer alması eğer iki koşul
yerine getirilirse raslantısaldır: (1) Q ’ııun göreli sıklığı bir p sınırına yakınsaşmalıdır;
ve (2) (5’nun göreli sıklığı kökensel diziden seçilebilecek (ümbölümsel ardışıklıklarda
aynı p sınırına yakınsaşmalıdır. Krş. Richard von Mises, Probability, Statistics and Truth,
NewYork, 1939, ss. 32vs. A m a /)’nin tüm bölümsel ardışıklıklarda (ve bu nedenle bö­
lümsel ardışıklıkların numaralandmlamayacak denli sonsuz bir sayısında) değişmezliğini
gerektiren ikinci koşulun bir çelişkiye götürdüğü gösterilmiştir. Gerektirim öyle bir
yolda değişkiden geçirilm elidir ki, p ancak bölüm sel ardışıklıkların num aralandtn-
lamayacak denli sonsuz bir sınıfında değişmez olmalıdır. Krş. A. Wald, “Die YViders-
pruchsfreiheit des Kollektivbegriffes d e r W ahrscheinlichkeitsrechnung,” Ergebnisse
eines mathematischen Kolloquiums (yay. haz. Kari M enger), H eft 8.
vimlerinin köktenci bir yolda “nedensel-olmayan” ya da “özünlü olarak
raslantısal” bir karakterinin sergilenişi olarak alınmaz. Tersine, bireysel
devimlerin “şansa bağlı olarak” yer aldığı söylenirken, bun un anlamının
belirtik olarak ‘şans’ın göreli olması dem ek olduğu ileri sürülür, ki söz­
cüğün daha önce saptadığımız ikinci anlamıdır. Ö te yandan, quantum
mekaniğinde bir istatistiksel durum-betimlemesinin kullanımının yaygın
olarak belli atom-altı süreçlerin özünlü olarak belirlenimsiz ya da saltık
olarak şansa bağlı doğasını yansıttığına inanılır. Buna karşın, bu süreç­
lerin saltık olarak rasgele olup olmadığı sorusu bilimsel önem i olan bir
sorun değildir, çünkü, belirtildiği gibi, quantum kuram ı h e r iki alma­
şık ile de bağdaşabilirdir. Q uantum m ekaniğinin yalnızca göreli şans
kavramını gerektirdiğini ileri süren ve saltık şans kavram ına düşm an
“bilimsel içgüdüler” taşıyan fizikçiler49 bir gün şimdiki quantum kura­
m ının yerini almak üzere özsel olarak istatistiksel-olmayan bir kuram
geliştirebilirler. Eğer um utları gerçekleşecek olursa, fiziğin atom-altı
süreçlerin tam olarak raslantısal karakterini doğrulam ış olduğu yolun­
daki güncel inanç hiç kuşkusuz tersine dönecektir. Ama böyle almaşık
bir kuram bulununcaya dek, saltık şans sorusu sonuçsuz çekişmelerin
konusu olarak kalacaktır.

49B om ’a bir m ektupta Einstein şunları bildirdi: “Sen T anrının zar attığına inanır­
ken, ben reel nesneler olarak varolan şeylerin dünyasında eksiksiz yasalara inanıyo­
rum ve onları yabanılcasına kurgul bir yolda kavramaya çalışıyorum.”— Albert Einstein,
Philosopher-Scientist (yay. haz. Paul A. Schilpp), Evanston, 111., 1949, s. 176; ayrıca Max
Born, N atural Philosophy o f Cause and Chance, New York, 1949, s. 122.
Kuramların indirgenm esi

Klasik m ekaniğin b u n d a n böyle evrensel ve tem el

n
doğa bilimi olarak görülm ediği bilinen bir olgudur.
Büyük bir fenom enler türlülüğünü açıklama ve diz­
gesel ilişkiler içine getirm edeki parlak başarısı bir
süre için gerçekten de benzersizdi. Ve bir zam anlar
fizikçiler ve felsefeciler tarafından yaygın olarak kabul edilen i
doğa süreçlerinin en sonunda onun ilkelerinin alanı içerisine düşmeleri
gerektiği inancı fiziğin çeşitli alanlarının ona soğrulması yoluyla yinele­
yerek doğrulandı. Buna karşın, m ekaniğin “emperyalizm” dönem i on
dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında aşağı yukarı sona erdi. Mekaniğin
henüz fethedilm em iş toprağa, ve özel olarak elektrom anyetik feno­
m enler alanına genişletilmesinin karşısına çıkan güçlüklerin aşılamaz
oldukları kabul edilmeye başladı.
B ununla birlikte, zam an zaman daha önceleri m ekaniğin savlarını
güçlendirm ek için kullanılmış olanlara andınm lı a priori uslamlamaların
desteği ile, bir evrensel fizik bilimi konum u için yeni adaylar önerildi.
Hiç kuşkusuz, birkaç kuşkulu kuraldışı ile, bugün bilim in hiçbir ciddi
öğrencisi herhangi bir fiziksel kuram ın a priori zem inler üzerinde akla-
nabileceğine ya da böyle uslam lam aların bir kuram ı o yüksek konum a
çıkarabileceğine inanm am aktadır. Dahası, birçok ö nde gelen fizikçi
doğa bilim inin tüm alanlarını ortak bir ilkeler küm esinin terim lerinde
bütünleştirecek ve tüm d ah a az kapsayıcı kuram lar için tem el olarak
hizm et edecek kapsamlı bir kuram idealinin gerçekleşmesinin olanaklı
olup olmadığı konusunda açıkça kuşkuludur. Buna karşın, o ideal yü­
rürlükteki bilimsel kurgulan esinlendirmeyi sürdürm ektedir; ve, her ne
olursa olsun, göreli olarak özerk bir kuram ın daha kapsayıcı başka bir
kuram tarafından soğrulm akta ya da ona indirgenm ekte olması feno­
meni m odern bilimin tarihinin yadsınamaz ve yineleyen bir özelliğidir.
Böyle indirgem elerin gelecekte de yer almayı sürdüreceğini varsaymak
için hiçbir n eden eksik değildir.
Bu bölüm bu fenom en ile ve onunla bağlı daha geniş sorunların bir
bölüm ü ile ilgilidir. Bilimciler gibi felsefeciler de bir kuram ın bir baş­
kasına hem başarılı hem de başarısız indirgenm elerini bilimin, insan
bilgisinin sınırlarının, ve genel olarak şeylerin enson yapısının uzak-
erimli yorum larını geliştirmek için fırsatlar olarak kullanmışlardır. Bu
yorum lar çeşidi biçim ler almıştır, am a burada yalnızca birkaç tipik yo­
rum dan söz edilmesi yeterli olacaktır.
Algının fiziği ve fizyolojisi ile ilgili keşifler sık sık fiziğin bulgulannın
köktenci bir biçim de “sağ duyu” denilen şey ile—gündelik deneyimin
tanıdık şeylerinin giderek dikkatle d e n e tle n e n gözleme bile sergile­
diği özellikler taşıdığı biçim indeki alışıldık inançlar ile—bağdaşmaz
olduğu savını desteklem ek için kullanılır. Yme, on dokuzuncu yüzyılda
term odinam iğin istatistiksel m ekaniğe başarılı indirgenm esi uzaysal
yer-değiştirmelerin biricik anlaşılabilir değişim biçimi olduğunu, ya da
insanların gündelik yaşam larında karşılaştıkları şeylerin ve olayların
çeşitli niteliklerinin dünyanın “enson” özellikleri olm adığını ve belki
de giderek “reel” bile olm adığını tanıtlıyor olarak alındı. Ama, evrik
olarak, q u an tu m m ekaniğinin m atem atiksel form alizm i için tutarlı
olarak görselleştirilebilir m odeller bulm adaki güçlük atom-altı süreç­
lerin “gizemli” karakteri için ve “fiziğin dünyası”m n opak simgeciliğinin
arkasında insan d eğerlerine ilgisiz ya da yabancı olmayan bir yaygın
“tinsel realite” olduğu görüşü için kanıt olarak alınmıştır. Ö te yandan,
elektrom anyetik fenom enleri m ekaniğin terim lerin d e açıklam adaki
başarısızlık, ve mekaniğin evrensel doğa bilimi olarak önceki konum un­
dan genel düşüşü klasik fiziğin “iflası” için, tüm doğal fenom enlerin in­
celemesine “örgenselci” açıklama kategorilerini getirm enin zorunluğu
için, ve varlık, doğuş, ve yaratıcı yenilik düzlem lerini ilgilendiren geniş
bir öğretiler türlülüğü için kanıt olarak yorumlanmıştır.
Bu ve benzeri görüşlerde doruklanan ayrıntılı uslamlamaları ele al­
mayacağız. B ununla birlikte, böyle görüşlerin çoğu için önem li tek bir
geniş yorum vardır. Ö nceki b ölüm lerde yineleyerek belirtildiği gibi,
tek bir araştırm a bağlam ına yerleşmiş belli kullanım alışkanlık ya da
kuralları ile bağlı izlenim ler sık sık çeşitli alanlar arasında olduğu var­
sayılan andırım lar nedeniyle yeni incelem e alanlarının araştırmasında
da kabul edilir. Buna karşın, onları k ullananlar h e r zam an verili bir
anlatım ın uygulama erimi böyle genişletilince anlatım ın sık sık yerleşik
anlam ında kritik b ir değişim e uğradığına dikkat etm ezler. O zam an
anlatım ı o n a yeni bir kullanım biçim i kazandıran özel bağlam a ilgili
ve bu bağlam ın gerektirdiği anlam da anlamaya özen gösterilmedikçe,
ciddi yanlış anlam aların ve düzmece problem lerin doğması kaçınılmaz­
dır. Böyle değişiklikler özellikle bir kuram bir başka kuram tarafından
açıklandığı ya da ona indirgendiği zaman yer alm a eğilimindedir; ve ta­
nıdık anlatım ların anlam larında sık sık indirgem enin bir sonucu olarak
doğan değişiklikler h e r zam an indirgem enin yer alm asının mantıksal
ve deneysel koşullarının açık bir bilgisinin eşliğinde değildir. Sonuçta
indirgemeye yönelik hem başarılı hem de başarısız girişimler fizik bili­
m inin önem ve doğasının önceki paragrafta alıntılanan yorum lar gibi
kapsamlı felsefi yeniden-yorumları için vesileler olmuştur. Bu yorum lar
tem elde büyük ölçüde kuşkuludur çünkü genellikle eğer başarılı bir
indirgem e elde edilecekse yerine getirilmesi zorunlu olan koşullara çok
az dikkat edilerek üstlenilirler. Öyleyse bu koşulların neler olduğunu
dikkatle bildirm enin bir önem i vardır, çünkü hem o koşulların tartış­
ması bilimsel açıklam anın yapısı üzerine ışık düşürür, hem de tartışma
yaygın olarak savunulan bilim felsefelerinin bir bölüm ünün yeterli bir
değerlendirm esi için yardım sağlayabilir, indirgem e için koşulların ve
bilim felsefesindeki kimi tartışmalı sorunların bir yoklaması bu bölü­
m ün özeksel görevidir.

I. Termodinamiğin istatistiksel Mekaniğe indirgenmesi


indirgem e, sözcüğün burad a kullanıldığı anlam da, bir araştırm a ala­
nında saptanan bir kuram ın ya da bir deneysel yasalar küm esinin her
durum da olmasa da pekçok durum da bir başka alan için form üle edil­
miş bir kuram yoluyla açıklamasıdır. Kısalık uğruna, bir başka kuram a
indirgenen kuram lar ya da deneysel yasalar küm esine “ikincil bilim ,”
ve indirgem enin ona uygulandığı ya da önerildiği kuram a “birincil bi­
lim” diyeceğiz. B ununla birlikte, birçok indirgem e durum u bir bilimsel
kuram ın ilerleyici genişlemesindeki norm al adım lar olarak g ö rünür ve
seyrek olarak ciddi karışıklıklar ya da yanlış anlam alar yaratır. Öyleyse,
bir kaç örneğin yardımı ile, iki indirgem e tipi arasında ayrım yapmak
uygun olabilir. Bunlardan birincisi genellikle bütünüyle sorunsuz olarak
görülür ve o nu sonuçta göz ardı edeceğiz. İkincisi ise sık sık bir entel-
lektüel rahatsızlık kaynağı olarak duyumsanır.

1. Bir kuram başlangıçta biraz sınırlı bir cisimler sınıfının sergilediği


bir fenom en tipi için form üle edilebilse de, kuram sonradan daha kap­
sayıcı bir şeyler sınıfı tarafından sergilendiği zam an bile o fenom eni
içerm ek üzere genişletilebilir. Ö rn eğ in m ekanik kuram ı ilkin nokta-
kütlelerin devimleri için (e.d. boyutları cisimler arasındaki uzaklıklar
ile karşılaştırıldığında göz ardı edilebilecek denli küçük olan cisimle­
rin devim leri için) geliştirildi ve so n u n d a sert cisimlerin olduğu gibi
yam ulgan cisim lerin devim lerine de genişletildi. Böyle durum larda,
eğer yasalar şim diden daha kapsayıcı alanın içerisinde saptanm ış ise
(belki de salt deneysel bir tem elde, ve kuram ın gelişim inden önce), bu
yasalar o zaman kuram a indirgenir. B ununla birlikte, bu durum larda
kuram ın başlangıçtaki ve genişletilmiş alanlarında yer alan fenom enler
arasında belirgin b ir nitel benzerlik vardır. Böylece, nokta-kütlelerin
devimleri sert cisimlerin devim lerine çok benzer, çünkü devimler her
iki durum da da yalnızca uzaysal konum lardaki değişimleri ilgilendirir,
üstelik sert cisimler nokta-kütlelerin sergilemediği bir devim biçimini
(dönüş) sergileyebilse de. Böyle indirgem eler genellikle ortaya çıkardığı
şeylere ilişkin hiçbir ciddi soru yaratmaz.
A ndınm lı olarak, bir makroskopik kuram ın uygulama erimi bir alan­
dan incelem e altındaki özelliklerde onu n la türdeş olan bir başkasına
genişletilebilir, öyle ki h er iki alanda da yasalan form üle etm ede tözsel
olarak aynı kavramlar kullanılır. Ö rneğin, Galileo’n u n İki Yeni Bilim’i
serbest düşmedeki dünyasal cisimlerin fiziğine bir katkı idi ve bu disiplin
onun gününde gök cisimlerinin devimlerinin bilim inden ayn olarak gö­
rülüyordu. Galileo’n un yasalan sonunda hem gökyüzündeki hem de yer-
yüzündeki devimleri kapsamak üzere formüle edilen Newton mekaniğine
ve yerçekimi kuram ına soğruldu. İki devim sınıfının açıkça ayn olmasına
karşın, bir alandaki devimleri betimlemek için ötekinde de kullanılmayan
hiçbir kavram gerekli değildir. Buna göre, gökyüzü ve yeryüzü devim­
lerinin yasalarının tek bir kuramsal ilkeler küm esine indirgenm esinin
sonucu yalnızca nitel olarak benzer iki fenom enler sınıfının yine üyeleri
nitel olarak türdeş olan daha kapsayıcı bir sınıfa katılmasıdır. Bu durum
nedeniyle, indirgem e yine hiçbir mantıksal bilmece yaratmaz, gerçi ger­
çekte insanlann dünyaya bakışlannda bir devrim üretm iş olsa da.
Bu noktaya dek sözü edilen tü rd en indirgem elerde, ikincil bilimin
yasaları birincil bilim de de yaklaşık olarak aynı anlam ile kullanılm a­
yan hiçbir betimleyici terim kullanmaz. Bu tipteki indirgem eler öyleyse
türdeş bir sözlük kullanan iki bildirim ler kümesi arasında tüm denge­
limli ilişkiler kuruyor olarak görülebilir. Böyle “türdeş” indirgem eler
genellikle bir bilimin norm al gelişimindeki evreler olarak kabul edildiği
ve bir bilimsel kuram ın başardıklarına ilişkin çok az yanlış düşünceye
n eden olduğu için, burada onlara daha öte dikkat etmeyeceğiz.

2. D urum ikinci tip indirgem e açısından genellikle başka türlüdür.


Bir indirgem enin anlam ını kavramada sık sık yaşanan güçlüklerin bir
sonucu olarak, bir nesnel içeriğin kendine özgü özelliklerinin bir kü­
mesi açıkça bütünüyle benzem ez özelliklerin bir kümesine benzeştirilir.
Böyle durum larda, ikincil bilim in nesnel içeriği olan özgül özellikler
başlangıçta nitel olarak ayn içeriği ele almak için tasarlanmış olabilen
ve ikincil bilim in kimi karakteristik betimleyici terim lerini bile kendi
tem el kuram sal ayrımlar küm esine almayan b ir kuram ın alanına dü­
şer. Birincil bilim böylece tanıdık ayrımları düzm ece olarak siliyor ve
şeylerin ilk bakışta tartışma götürm eyecek denli ayn olan özelliklerinin
gerçekte özdeş olduklarını ileri sürüyor görünür. Böylelikle yaratılan
keskin gizemselleştirme duygusu ikincil bilim makroskopik fenom enleri
ele alırken birincil bilim in ise o m akroskopik süreçler için bir mikros-
kopik yapı konuüadığı bir zam anda özellikle sıktır. Bir örnek yaratılan
bilm ecenin tü rü n ü gösterecektir.
Toplum um uzda yetişkinlerin çoğu sıcaklığın sıradan bir civalı term o­
m etre ile nasıl ölçüleceğini bilir. Eğer ellerine böyle bir alet verilirse,
çeşitli cisimlerin sıcaklıklarının usauygun bir doğruluk ile nasıl belirle­
neceğini bilirler; ve alet ile yerine getirilen işlemlerin terim lerinde, bir
bardak sütün sıcaklığı 10° C ’d ir türündeki bildirim ler ile ne denm ek
istendiğini anlarlar. Bu yetişkinlerin büyük bir bölüm ü hiç kuşkusuz
‘sıcaklık’ sözcüğünün anlam ını term odinam ik eğitimi görm üş birine
doyum verecek bir yolda açıklamayı başaramaz; ve bu aynı yetişkinler
büyük olasılıkla sözcüğü kullanım larım yöneten örtük kuralları belirtik
olarak bildirmeyi de başaramaz. Buna karşın, yetişkinlerin çoğu sözcü­
ğün nasıl kullanılacağını bilir, üstelik belli sınırlı bağlam larda olsa da.
Bir kimsenin ‘sıcaklık’ ile ne denm ek istendiğini yalnızca bir civalı ter­
mometreyi kullanm anın terim lerinde anlamaya başladığını varsayalım.
Eğer o bireye on beş bin derecelik sıcaklıkta ergiyen bir tözün olduğu
söylenirse, büyük olasılıkla bu bildirim e anlam verm e konusunda ne
yapacağını bilemez, ve giderek ona söylenen şeyin bütünüyle anlamsız
o lduğunda bile diretebilir. Savını desteklem ek için ileri sürebilir ki,
cisimlerin sıcaklığı ancak bir civalı term om etrenin kullanımı tem elin­
de saptanabileceği için, ve böyle term om etreler sıcaklıkları (bir civalı
term om etre ile belirlendiği gibi) 350° C’nin biraz yukarısında olan ci­
simlerin yakınına getirildiğinde buharlaştığı için, “on beş bin derecelik
sıcaklık” deyiminin hiçbir belirli anlam ı yoktur ve öyleyse anlamsızdır.
Bununla birlikte, ona verilen bilgi konusunda gösterdiği şaşkınlık temel
fizik üzerine yapacağı kısa bir çalışma ile çabucak kalkacaktır. Çünkü o
zaman ‘sıcaklık’ sözcüğünün fizikte sözcüğü onun kendisinin kullanımı­
nı denetf eyen kurallardan daha kapsayıcı bir kullanım kuralları kümesi
ile bağlı olduğunu keşfedecektir. Özel olarak, laboratuar bilimcilerinin
sözcüğü fiziksel cisimlerin belli bir duru m u n a gönderm ede bulunm ak
için kullandıklarını, ve bu durum daki değişmelerin sık sık civanın hacım
genleşmesi yoluyla olduğundan başka yollarda sergilendiğini öğrene­
cektir—örneğin, bir cismin elektriksel direncinin değişim lerinde, ya
da belirli koşullar altında elektrik akım larının üretilişinde. Buna göre,
örneğin kimi zaman cisimlerin ‘sıcaklıkları’ denilen fiziksel durum la­
rındaki değişimleri kaydetmek için kullanılan ısı-çiiû/thermocouples gibi
aletlerin davranışları arasındaki ilişkileri form üle eden yasalar açıklanır
açıklanmaz, kişi sözcüğün nasıl bir civalı term om etrenin kullanılabilece­
ği durum lardan başka durum larda da anlamlı olarak kullanılabileceğini
anlar. Sözcüğün uygulama erim inin büyümesi o zaman ‘uzunluk’ söz­
cüğünün, uzunlukları belirlem ek için insan ayağının kullanımı yoluyla
saptanan ilkel anlam ından, bir ölçm e aleti olarak insan örgenliğinin
yerine bir ölçün m etal çubuğu geçiren bağlam lara genişletilm esinin
göründüğünden daha şaşırtıcı ya da gizemli görünm ez.
B u n u n la birlikte, varsayalım ki ‘sıcaklık’ sö zcüğünü böyle daha
genelleşmiş bir anlam da kazanan kimse şimdi fizik incelemesini gazla­
rın kinetik eneıjisinde sürdürüyor olsun. Burada bir gazın sıcaklığının
önsav gereği gazı oluşturan m oleküllerin ortalam a kinetik eneıjisi ol­
duğunu keşfeder. Bu yeni bilgi o zaman yeni bir şaşkınlık, ve giderek
yeğin bir şaşkınlık yaratabilir. Bir yanda, söz konusu kişi önceki dersini,
bir cismin sıcaklığının açık olarak yerine getirilen çeşitli alet işlemleri­
nin terim lerinde belirlendiğini unutmam ıştır. Ama öte yandan, şimdi
kendilerine danıştığı kimi yetkelerden b ir gazın tekil m oleküllerinin
bir sıcaklığının olduğunun söylenemeyeceği, ve “tanım gereği” sözcü­
ğün anlam ının ‘m oleküllerin ortalam a kinetik eneıjisi’nin anlam ı ile
özdeş olduğu konusunda güvence de almıştır.1 Böyle görünürde çatışan
düşünceler karşısında kalınca, bir dizi tipik olarak “felsefi” soruyu hem
ilgili hem de kaçınılmaz bulabilir.
Eğer ‘sıcaklık’ sözcüğünün anlam ı gerçekten de ‘m oleküllerin or­
talam a kinetik enerjisi’nin anlam ı ile aynı ise, sokaktaki adam sütün
sıcaklığının 10° C olduğunu söylerken ne hakkında konuşmaktadır? Süt
içenlerin çoğu böyle bildirim lerde bulundukları zaman hiç kuşkusuz
m oleküllerin eneıj isine ilişkin herhangi birşeyi ileri sürm em ektedirler;
çünkü böyle bildirimleri anlam alarına ve nasıl kullanılacaklarını bilme­
lerine karşın, genellikle fizik eğitimi alm am ışlardır ve sütün m oleküler
bileşimi hakkında hiçbir bilgileri yoktur. Buna göre, sokaktaki adam
sütteki m olekülleri öğrendiği zaman, neyin asıl “olgusallık” ve neyin
yalnızca “görüngü” olduğu konusunda ciddi bir sorun ile karşı karşıya
kaldığına inanm aya başlayabilir. O zam an belki de geleneksel bir fel­
sefi uslamlama tarafından sıcak ve soğuk arasındaki tanıdık ayrımların
(aslında giderek cisim lerin alet işlem lerinin terim lerinde belirlenen
çeşitli sıcaklıkları arasındaki ayrımların bile) tem elde yatan ama gizemli
bir olgusallığm, sözcüğe verilen sıradan sağ-duyu anlam ında sıcaklıklar
taşıdığı doğru olarak söylenemeyecek bir olgusallığm “öznel” belirişleri
olan şeylere gönderm ede bulund u ğ u n a inandınlabilir. Ya da, ayrı bir
uslamlama kipinin desteklediği görüşü, gerçek olgusallığm term om et­
relerin ve böyle başka aletlerin kullanım ını içeren yordam lar yoluyla
tanım landığı gibi sıcaklık olduğu, ve özdeğin kinetik kuram ının sıcak­
lığı “tanım lam ada” kullandığı m oleküler eneıjilerin salt bir uydurm a
olduğu görüşünü kabul edebilir. Almaşık olarak, eğer sokaktaki adam
biraz daha gelişmiş b ir düşünce çizgisini kabul ederse, belki de sıcak­
lığı doğanın örgütlenm esinin “yüksek düzlem lerinde” sergilenen ama
fiziksel olgusallığm “alt düzlem lerinde” sergilenm eyen bir “doğuşsal/
emergent”özellik olarak görmeye başlayabilir; ve o zaman açıkça yalnızca
o alt düzlem ler ile ilgili olan kinetik kuram ın herşeye karşın sıcaklık
gibi doğuşsal özelliklerin yer almasını “gerçekten de açıklamasının” söz
konusu olup olm adığını sorabilir.
Bu türden kafa karışıklıkları sık sık yukarıdaki örneğin gösterdiği tip-

'Krş. B ernhard Bavink, TheAnatomy of Science, L ondra, 1932, s. 99.


ten indirgem eler tarafından yaratılır. Böyle indirgem elerde birincil bili­
min içeriği ikincil bilim yoluyla incelenen gereçler ile nitel olarak sürek­
siz görünür. Biraz daha sağın olarak anlatırsak, bu tip indirgem elerde
ikincil bilim yasa ve kuram ları form üle ederken bir dizi ayırdedici be­
timleyici yüklem kullanır ki, b u n lar birincil bilim in tem el kuram sal
terim lerinde ya da ilgili karşılık-düşme kurallarında kapsanmaz. Birinci
ya da “türdeş” tipten indirgem eler ikinci ya da “ayrışık” tipten indirge­
m elerin özel bir d u ru m u olarak görülebilir. Ama aşağıda ikinci tipten
indirgem eler ile ilgileneceğiz.

3. Düşüncelerimizi toplamak için, bu çeşitten bir indirgem enin belirli


bir örneğini irdeleyelim. Term odinam iğin m ekaniğin içerisine—daha
tam olarak, istatistiksel m ekaniğin ve özdeğin kinetik kuram ının içeri­
sine—katılması böyle bir indirgem enin klasik ve genellikle tanıdık bir
örneğidir. Buna göre indirgem enin gerçekleşmesini sağlayan uslamla­
m anın küçük bir fragm anını anahatlarda vereceğiz ve b u n u uslamla­
m anın bu parçasının bu tip indirgem eleri kuramsal bilim de indirgem e
m antığının genelleştirilmiş bir tartışması için bir tem el olarak hizm et
etm ek üzere yeterli olarak temsil ettiği sayıltısı üzerine yapacağız.
Kimi tarihsel olguları kısaca anımsayalım. Isıl fenom enlerin incele­
mesi m odem zamanlarda geriye Galileo’ya ve on u n çevresine dek gider.
Sonraki üç yüzyıl sırasında cisimlerin ısıl davranışlarının özel evrelerini
ele alan büyük bir sayıda yasa saptandı; ve so nunda küçük bir sayıda
genel ilkenin yardım ı ile bu yasalar arasında belli dizgesel ilişkilerin
olduğu gösterildi. Termodinamik adı verilen bu bilim mekanikte de kul­
lanılan kavramları, ayrımları ve genel yasaları kullanır; örneğin hacım,
ağırlık ve basınç kavramlarından ve Hooke yasası ve kaldıraç yasaları gibi
yasalardan özgürce yararlanır. B ununla birlikte, ek olarak term odina­
mik sıcaklık, ısı, ve entropi gibi bir dizi ona özgü kavramı ve mekaniğin
temel ilkelerine sonurgular olmayan genel sayıltıları da kullanır. Buna
göre, m ekaniğin birçok yasasının ısı fenom enlerini araştırm a ve açıkla­
mada sürekli kullanılmasına karşın, term odinam ik uzun bir süre boyun­
ca m ekanikten açıkça ayırdedilebilir olan ve yalnızca o n u n bir bölüm ü
olmayan özel bir disiplin olarak görüldü. Aslında term odinam ik bugün
bile genellikle göreli olarak özerk bir fizik kuram ı olarak açımlanır; ve
kavram, ilke ve yasaları ısıl dizgelerin konutlanm ış herhangi bir mikros­
kopik yapısına herhangi bir gönderm e olmaksızın ve term odinam iğin
örneğin m ekanik gibi başka bir kuram a indirgenebileceği varsayılmak-
sızm anlaşılabilir ve doğrulanabilir. B ununla birlikte, on dokuzuncu
yüzyılın başlarında ısının m ekanik eşdeğeri üzerine deneysel çalışmalar
kuramsal araştırmayı ısıl ve mekanik fenom enler arasında ısı yasalarının
geleneksel form ülasyonunun ileri sürüyor göründüğünden daha yakın
bir bağıntı bulm a konusunda uyardı. Bernoulli’nin bu yöndeki erken
girişimleri yeniden diriltildi, ve Maxwell ve Boltzm ann ideal gazların
m oleküler yapısını ilgilendiren ve m ekaniğin tem el kavramlarında bil-
dirilebilen sayıltılara dayanarak Boyle-Charles yasasının daha doyuru­
cu bir türetilişini vermeyi başardılar. Başka ısı yasaları benzer olarak
türetildi; ve Boltzmann entropi ilkesini—belki de term odinam iğin en
karakteristik ve o n u m ekanikten en belirgin olarak ayırıyor görünen
sayıltısı—moleküllerin bir toplak olarak mekanik davranışını karakterize
eden istatistiksel kurallılığın bir anlatım ı olarak yorumlamayı başardı.
Sonuçta, term odinam iğin m ekanik açısından özerkliğini yitirmiş ve fi­
ziğin m ekanik dalm a indirgenm iş olduğu savunuldu.
Ama bu indirgem e nasıl gerçekleşir? G ö rünürde hangi uslamlama
yoluyla ‘sıcaklık,’ ‘ısı’ ve ‘e n tro p i’ gibi terim leri kapsayan bildirim leri
o terim leri kapsamayan bir kuram sal sayıltılar küm esinden türetm ek
olanaklıdır? Tam uslamlamayı konu üzerine bir incelemeyi yeniden-
üretmeksizin sergilem ek olanaklı değildir. Öyleyse dikkatimizi karışık
çözüm lem enin yalnızca küçük bir bölüm ü üzerinde, ideal gazlar için
Boyle-Charles yasasının özdeğin kinetik kuram ının sayıltılanndan türe-
tilmesi üzerinde yoğunlaştıralım.
Eğer ana sorunun durulaştınlm asına katkıda bulunm ayan ayrıntıla­
rın çoğunu bir yana bırakırsak, türetm enin yalınlaştırılmış bir biçimi
anahatlarda şöyledir. Varsayalım ki bir ideal gaz hacmi V olan bir kabı
dolduruyor olsun. Gazın büyük bir sayıda eksiksiz olarak esnek küresel
moleküllerden oluştuğu, b unlann eşit kütleler ve hacım lar taşıdığı, ama
aralanndaki ortalam a uzaklıklar ile karşılaştınldığında göz ardı edilebi­
lir boyutlarda olduklan varsayılır. Bundan başka, m oleküllerin yalnız­
ca kendileri ve kabın eksiksiz olarak esnek duvarlan arasında yer alan
çarpm a kuvvetleri altında durm ak üzere sürekli göreli devimler içinde
olduğu varsayılır. Böylece kapları içerisindeki moleküller, konutlam a
gereği, yalıülmış ya da sakınıcı bir dizge oluşturur, ve molekül devimleri
Nevvton mekaniğinin ilkelerinin terim lerinde çözümlenebilirdir. Şimdi
problem moleküllerin deviminin başka özellikleri ve moleküllerin onlar
tarafından sürekli bom bardım an nedeniyle kabın duvarları üzerinde
uyguladığı basınç (ya da h er birim alan için kuvvet) arasındaki ilişkiyi
hesaplamaktır.
Bununla birlikte, bireysel moleküllerin durum unun kıpısal koordinat­
ları edimsel olarak saptanabilir olmadığı için, klasik m ekaniğin olağan
matematiksel yordam lan uygulanamaz. İlerlem e yapabilmek için daha
öte bir sayıltı getirilm elidir—m oleküllerin konum ve devinirlikleri ile
ilgili istatistiksel bir yasa. Bu istatistiksel sayıltı şu biçimi alır: Gazın V
hacm i boyutları kendi aralannda eşit am a m oleküllerin çaplan ile kar­
şılaştırıldığında büyük olan çok büyük bir sayıda daha küçük hacımla-
ra bölünsün; ve ayrıca m oleküllerin taşıyabileceği hızların maksimum
erim ini büyük bir sayıda eşit aralığa bölelim. Şimdi h e r bir küçük ha­
cım ile tüm olanaklı hız-aralıklarım bağlayalım, ve b ir hacm i bir hız-
aralığı ile bağlayarak elde edilen h e r bir karmaşaya bir “evre-hücresi/
phase-cell” diyelim. İstatistiksel sayıltı o zam an bir m olekülün atanan
bir evre-hücresini dold u rm a olasılığının tüm m oleküller için aynı ve
bir m olekülün başka herhangi bir evre-hücresini doldurm a olasılığına
eşit olduğu, ve (başka şeyler arasında dizgenin bütünsel eneıjisini de
içine alan belli sınırlam alar altında olm ak üzere) bir m olekülün bir
evre-hücresini dold u rm a olasılığının o h ü cren in başka herhangi bir
molekül yoluyla doldurulm asından bağımsız olduğudur.
Eğer bu çeşitli sayıltılara ek olarak m oleküllerin herhangi bir kıpıda
kabın duvarları üzerinde uyguladığı p basıncının m oleküllerden duvar­
lara aktarılan kıpısal devinirliklerin ortalaması olması koşulu getirilirse,
p basıncının çok belirli bir yolda m oleküllerin E ortalam a kinetik ener­
jisi ile ilişkili olduğunu, ve gerçekte p = 2E/3V, ya da p V = 2E /3 oldu­
ğunu çıkarsamak olanaklıdır. Ama bu denklem in Boyle-Charles yasası
(ki ona göre pV= kT, ki burada k verili bir gaz kütlesi için bir değişmez,
ve T gazın saltık sıcaklığıdır) ile bir karşılaştırması yasanın sözü edilen
sayılülardan eğer sıcaklık belli bir yolda m oleküler devimlerin ortalam a
kinetik eneıjisi ile ilişkili ise çıkarsanabileceğini düşündürür. Öyleyse
2 £ /3 = ATkonutlamasım getirelim ve bir ideal gazın saltık sıcaklığının
o nu oluşturdukları varsayılan m oleküllerin ortalam a kinetik enerjisi
ile orantılı olduğunu kabul edelim. Bu konutlam am n karakterinin ne
olduğunu şimdilik araştırmayacağız. Ama son sonucumuz Boyle-Charles
yasasının m ekaniğin ilkelerinin b u n lar b ir gazın m oleküler yapısına
ilişkin bir önsav, m oleküllerin devim lerini ilgilendiren istatistiksel bir
sayıltı, ve sıcaklığın (deneysel) kavramını m oleküllerin ortalam a kinetik
eneıjisi ile bağıntılayan bir konutlam a ile tam am landığı zaman mantık­
sal bir sonucu olduğudur .2

II. indirgeme için Biçimsel Koşullar


Boyle-Charles yasasının gazların kinetik k u ram ın d an türetilm esinin
yalnızca taslak olarak verilm iş olm asına karşın, g en e de a n a h a tla r
bir bilim in b ir başkasına indirgenm esi için yerine getirilm esi gere­
ken genel koşulları bildirm ek için b ir tem el olarak hizm et edebilir.
Tartışmayı birincisi öncelikle biçim sel b ir doğada olan sorunları ve
İkincisi olgusal/factual ya da görgül b ir karakterdeki soruları ele alan
iki bölüm e ayırm ak y erinde olacaktır. Biçimsel so ru n ları ilk olarak
irdeleyeceğiz.

1. Bilimlerin bir indirgem ede içerilen belitlerinin, özel önsavlarının


ve deneysel yasalarının belirtik olarak formüle edilmiş bildirimler olarak
el altında olması gerektiği açık bir gerektirimdir. Yine açıktır ki bu bildi-
2Tüm dengelim iıı ayrıntılı bir açımlaması için, bkz. örneğin Jam es Rice, Introduction
toStatisticalMechanics, NevvYork, 1930, Chap. 4 ,y ad aJ. H .Jeans, TheDynamicalTheory
of Gases, Cambridge, Ingiltere, 1925, Chap. 6 .
tim lerin çeşitli bileşen terim lerinin h er bir disipline uygun kodlanmış
kullanım kuralları yoluyla ya da yerleşik yordam lar yoluyla ikircimsiz
olarak saptanmış anlam lan olmalıdır. Bu temel gerektirimin doyurulma-
dığı düzeye dek, bir bilimin (ya da bilim dalının) gerçekte bir başkasına
indirgenm iş olup olm adığına güvenle karar verm ek pek olanaklı değil­
dir. Dahası, kabul etm ek gerek ki etkin gelişim içindeki çeşitli bilimsel
disiplinlerin olsa olsa birkaçında bu maksimum belirtiklik gerektirimi
tam olarak yerine getirilir, çünkü bilim in norm al gidişinde som ut bir
problem üzerine gitm ede gerekli olabilecek tüm sayıltıları ayrıntıda
ortaya dökm ek seyrek olarak zorunludur. Bu belirtiklik gerektirim i
böylece işlerin verili b ir zam anda geçerli olan edim sel d u ru m u n u n
bir betimlemesi olm aktan çok ideal bir istemdir. Buna karşın, her bir
özelleşmiş disiplinin içerisindeki bildirim ler disiplindeki bildirim lerin
m antıksal rolleri üzerine dayalı ayrı ayrı küm elere sınıflandırılabilir.
Böyle bildirim küm elerinin aşağıdaki şematik kataloğu eksiksiz olmak
üzere değil, am a şimdiki tartışm a ile ilgili olan daha önem li bildirim
tiplerini listelemek için amaçlanmıştır.

a. Yüksek düzeyde gelişmiş B bilim inde (örneğin mekanik, elektrodi­


namik ya da term odinam ik) disiplinin tem el kuramsal konutlam alann-
dan oluşan bir ^b ild irim ler sınıfı vardır. Bu konutlam alar B içerisindeki
tüm tü m d en g elim lerd e ö n c ü lle r (ya da bölüm sel öncüller) olarak
görünür. Bilimin verili bir kodlanışındaki başka sayıltılardan türetil­
mezler, gerçi U ’nin almaşık bir açım lam asında mantıksal olarak ilkel
bildirim lerin ayrı bir küm esi kullanılabilse de. K deneysel yasalan ve
gözlemlenebilir olaylan açıklamak ve onlar üzerine daha öte araştırmayı
yönetm ek için kabul edildiğine göre, Â^’de ya da biçimsel olarak A'cleki
bildirim lerden türetilebilir bildirim lerde yer alan kuramsal kavramlann
yeterli bir sayısı için eşgüdüm leyici tanım ların (ya da karşılık-düşme
kurallarının) bir R sınıfı da olacaktır. Dahası, K büyük olasılıkla yeterli
bir bilimsel kuram için olağan gerektirim leri doyuracaktır. Özel olarak,
K B ’ye ait deneysel yasalann büyük bir sınıfını dizgesel olarak açıklaya­
bilecektir; K katılm aları on u n açıklayıcı gücünü önem li ölçüde arttır­
mayan ama yalnızca belki de bir iki deneysel yasayı açıklamaya hizmet
eden herhangi b ir sayıltı kapsamayacaktır; “birlikte-asılı/compendent”
olacaktır (K ’deki herh an g i b ir konutlam alar çiftinin ortaklaşa en az
bir kuramsal terim lerinin olması anlam ında); ve A^’deki konutlam alar
“yalın” olacak ve çok sayıda olmayacaktır. Bölüm 6 ’da belirtildiği gibi,
K sayıltılarını öncü ller olarak değil am a çözüm lem enin yol gösterici
ilkeleri olarak ya da yöntembilimsel kurallan olarak kullanm ak zaman
zaman uygundur. B ununla birlikte, kuram lann öncüller olm aktan çok
yol gösterici ilkeler olarak rollerini vurgulamaktan doğan sorunlar daha
önce tartışılmıştır, ve o sorunların ne olursa olsun şimdiki bağlam da
herhangi bir önem i yoktur.
K ’nin bildirimleri arasında genellikleri (“genelliğin” Bölüm 3’te ince­
lenen anlam ında) açısından bir hiyerarşi kurm ak sık sık olanaklıdır. Bu
yapılabildiği zaman A'cieki en genel kuramsal sayıltılan kapsayan K\ alt­
sınıfını geri kalan ve daha özelleşmiş olanlan kapsayan K? alt-sınıfından
ayırdetmek yararlıdır. ÂVin en genel konutlam alarınm norm al olarak
bir b ü tü n olarak alm an K kuram ının alanından d ah a kapsayıcı olan
bir uygulam a alanı vardır. Buna göre, ATı’in konutlam aları kapsayıcı
konutlam alardır ki, K o n lan n yalnızca özel bir durum udur, ve bu arada
Ââ’nin sayıltılan fiziksel dizgelerin belli bir özel tipini ilgilendiren önsav-
lardır. Ö rneğin, gazlann kinetik kuram ında en genel kuramsal sayıltılar
Newton’ın devim belitleridir ve böylece Ki e aittirler; ve alanları açıkça
kinetik kuram ın alanının olduğundan daha kapsayıcıdır. Ö te yandan,
h er gazın boyutlan göz ardı edilebilir eksiksiz olarak esnek moleküllerin
bir dizgesi olduğu konutlaması, ya da tüm m oleküllerin verili bir evre-
hücresini doldurm ak için aynı olasılığı taşıdığı konutlam ası Newton
belitlerinden daha az geneldir ve Ks ye aittir. AVnin sayıltılan böylece
Acildekiler için değişken tamamlayıcılar olarak görülebilir, çünkü K\’de
olanlann içeriği değiştirilmeksizin değiştirilebilirler, çünkü bu sonun­
cular değişik dizge tiplerine uygulanır. Ö rn eğ in N ew ton belitlerine
bu belitler özdek toplaklarının ayrı durum larının özelliklerine ilişkin
kuram larda kullanıldığı zaman gaz, sıvı ve katiların m oleküler yapıla-
n m ilgilendiren ayırdedici sayıltılar eklenebilir. Yine, gazların kinetik
kuram ı çeşitli gaz tipleri ile ilgilenirken Newton m ekaniğinin tem el
sayıltılannı kullanm asına tutm asına karşın, kuram h er zaman gaz mo­
leküllerinin göz ardı edilebilir boyutlan olduğunu konutlamaz; daha­
sı, kuram tarafından m oleküller arasında etkide bulunduğu varsayılan
kuvvetler gazın sıvılaşma noktasından çok uzaklaşmış olup olmamasına
bağımlıdır.
Bir kuram ın d ah a g enel Kı konutlam aları ve o n ların d ah a az ge­
nel değişken tam am layıcıları arasında keskin olarak ayrım yapm ak
h e r zam an olanaklı olm asa da, genellikle bu tü rd e n kimi ayrım lar
kabul edilir. Böylece, term o d in am iğ in indirg en d iğ i birincil bilim in
klasik m ekaniğin k o n u tlam aların d an başka konu tlam alar kapsam a­
sı olgusun a karşın, term o d in am iğ in sık sık (yalnızca gevşek olarak
da olsa) mekaniğe in d irg en eb ilir o ld u ğ u söylenir, çü n kü N ew ton’ın
devim b elitlerin in gazların kinetik k uram ının en genel sayıltılan ol­
d u ğ u ve böylece k u ram ın özel vargılarını içeren tem el dü şü n celer
çerçevesini form üle ettiği kabul edilir. Dahası, eğ er gazların kinetik
kuram ı yalnızca d ah a az genel Ki sayıltılarından b ir ya da d ah a ço­
ğ unu değiştirerek deneysel term odinam ik yasalarının bir bölüm ünü
açıklayabilseydi, b u n e d e n le hiç kimse kolay kolay term odinam iğin
m ekaniğe in d irg en eb ilirliğ in i tartışm azdı, yeter ki m ekaniğin ilke­
leri düzeltilm iş k u ram ın en g en el açıklayıcı ö n c ü lle ri olarak elde
tutulm uş olsun.
b. Temel bir ^ k u ra m ın ı kapsayan bir B bilimi ayrıca /T nin mantıksal
sonuçları olan bir teorem ler sınıfını da kapsayacaktır. T eorem lerden
kimileri biçimsel olarak .Kj’den (aslında sık sık en genel K\ konutlamala-
n n d an ) R karşılık-düşme kurallarından herhangi bir yardım olmaksızın
türetilebilir olacaktır, ve bu arada başkaları ancak i î ’nin de kullanılması
yoluyla elde edilebilir. Ö rneğin gezegen kuram ında birinci türden ta­
nıdık bir teorem , eğer bir nokta-kütle tekil bir özeksel kuvvetin etkisi
altında deviniyorsa yörüngesinin bir konik kesit olduğudur; ikinci tür­
den bir teorem , eğer bir gezegen yalnızca güneşin yerçekimi kuvvetinin
etkisi altında deviniyorsa alansal hızının değişmez olduğudur.
Ama B kapsamlı bir kuram taşıyor olsun ya da olmasın, genel olarak
alındığında uylaşımsal olarak B ’nin özel alanı içine düşüyor olarak görü­
len bir Y deneysel yasalar sınıfını kapsayacaktır. Böylece ışığın yansıma,
kırılma ve bükülmesi ile ilgili çeşitli yasalar optik biliminin deneysel içe­
riğinin parçasını oluşturur. B ’nin verili herhangi bir gelişim evresinde
onun Y deneysel yasaları sınıfının ilkede ikircimsiz olarak belirlenebilir
olm asına karşın, bu sınıf sık sık araştırm anın ilerlem esi ile büyür (ve
kimi zaman giderek küçülebilir). Ne de fi bilim inin tek bir dalm a ait
olarak birarada küm elenen Y deneysel yasaları ve ayrı bir dala düşüyor
olarak görülen yasalar arasında kalıcı olarak saptanmış bir sınır çizgisi
vardır. Böylece, elektriksel ve manyetik fenom enlerin yakından ilişkili
oldukları h e r zam an anlaşılmış değildi; ve fizik üzerine yakınlarda çı­
kan kitapların çoğunda olmasa da daha eski kitaplarda ilk bakışta ayrı
fenom enlere ilişkin deneysel yasalar deneysel araştırm anın ayrı bölüm ­
lerine ait olarak sınıflandırılır. Gerçekten de, verili bir bilimin alanı için
varsayılan sınırlar ve deneysel yasaları ayrı bilimsel disiplinler altında
sınıflandırm ada etkili olan gerekçe sık sık güncel olarak savunulan ku­
ram ların açıklayıcı alanı üzerine dayandırılır.

c. H er pozitif bilim ya bilimin alanı olarak görülen içerik üzerine göz­


lemlerin sonucunu formüle eden ya da o disiplinin içerisindeki edimsel
araştırmayı yürütmek için saptanmış açık yordamları belirleyen büyük bir
tekil bildirimler sınıfını kapsar. Böyle tekil bildirimlere “gözlem bildirim­
leri” diyeceğiz, am a bu etiketi kullanm ada “reel” gözlem verilerinin ne
olduğuna ilişkin herhangi bir özel ruhbilimsel ya da felsefi kuram a bağ­
lanmadığımızı kabul edeceğiz. Özel olarak, gözlem bildirimleri zaman za­
m an biricik “doğrudan deneyim” nesneleri oldukları ileri sürülen “duyu
verileri” üzerine bildirimler ile özdeşleştirilmeyecektir. Böylece, ‘29 Mayıs
1919’da Kuzey Brezilya’da Sabral’da bir tam güneş tutulması yer aldı’ ve
‘Dün ofisimde odanın sıcaklığı 50° F’ye düştüğü zaman düğmeye basıldı’
bildirimlerinin h er ikisi de bu adlandırm anın şimdiki kullanımında göz­
lem bildirimleri olarak geçerlidir. Gözlem bildirimleri durum a göre bir
kuram ya da yasa için başlangıç ve sınır koşullannı formüle eder; kuram
ve yasaları doğrulam ak ya da çürütm ek için de kullanılabilir.
d. Verili bir B biliminin birçok gözlem bildirimi B ’de deneyler yapmak
için ya da ZTde kabul edilen çeşidi sayıltıları sınam ak için gerekli olan
aygıtın düzenleniş ve davranışını betim ler. Buna göre, böyle gözlem
bildirim lerinin öne sürülmesi örtük olarak değişik türlerden aletlerin
karakteristiklerini ilgilendiren yasaların kullanım ını içerebilir; bu yasa­
lardan kimileri i?’nin genellikle kabul edilen alanı içine düşmeyebilir
ve B ’nin herhangi bir kuram ı yoluyla açıklanmayabilir. Ö rneğin, teles­
koplara bağlı fotoğraf donatım ı genellikle Newton yerçekimi kuram ını
sınam ada kullanılır, öyle ki böyle bir aygıtın yapımı gibi onun yardımı
ile elde edilen verilerin yorum u da hem optiğin hem de kimyanın ku­
ramlarını ve deneysel yasalarını sorgusuzca kabul eder. Bununla birlikte,
böyle sorgusuzca alınan genel sayıltılar m ekanik bilim ine ait değildir;
ve Newton yerçekimi kuram ı optik ve kimyasal yasaları açıklamayı ya da
aklamayı üsdenmez. Mekanik fenom enler üzerine araştırmalarda kame­
ralar ve teleskoplar kullanıldığı zaman, bu nedenle ayrımlar ve yasalar
başka özel disiplinlerden “ödünç alınır.” Bir B bilim inde kullanılan ama
B ’nin kendisinin içerisinde doğrulanm ayan ya da açıklanmayan böyle
yasalara B ’n'm “ödünç yasaları” olarak değineceğiz.
Birçok bilim ayrıca örneğin mantığın ve matematiğin bildirimleri gibi
mantıksal olarak doğru oldukları kabul edilebilecek belli bildirim leri
de kapsayacaktır. Bunları göz ardı etsek bile, bir B bilimi için başka özel
disiplinler ile göreli olarak herhangi bir özerklik derecesi ileri sürülsün
ya da sürülmesin o bilimde yer alabilecek dört büyük bildirimler sınıfını
tanıdık: (a) f i’nin kuram sal konutlam aları, onlardan türetilebilir teo­
remler, ve konutlam alardaki ya da teorem lerdeki kuramsal kavramlar
ile bağlı eşgüdümleyici tanımlar; (b) ,8 ’nin deneysel yasaları; (c) B ’nin
gözlem bildirimleri; ve (d) U ’nin ödünç yasaları.

2. ikinci biçimsel noktaya geliyoruz. Bir B bilim inin h e r bildirim i


örtük ya da belirtik kuruluş kuralları ile uyum içinde daha öğesel anla­
tımların bileşimi olan bir dilbilimsel yapı olarak çözümlenebilir. Varsa­
yılacaktır ki, bu öğesel anlatım ların değişen derecelerde bulanık olabil­
m esine karşın, bunlar ya alışkısal kullanım yoluyla ya da belirtik olarak
form üle edilmiş kurallar yoluyla saptanan anlam lar ile f i’de ikircimsiz
olarak kullanılır. Anlatım lardan kimileri biçimsel m antığın, aritmetiğin
ve m atem atiksel çözüm lem enin başka dallarının deyimleri olacaktır.
B ununla birlikte, salt biçimsel ya da mantıksal kendilikler ile olmak­
tan çok, birincil olarak genellikle “görgül” nesneler, özellikler, ilişkiler
ya da süreçler olarak görülen şeyleri imleyen “betimleyici anlatım lar”
ile ilgileneceğiz. Mantıksal ve betimleyici anlatım lar arasında sağın bir
ayrım geliştirm ede güçlükler olsa da, bu güçlükler şimdiki tartışmaya
dokunm az. H er ne olursa olsun B ’de B ’nin ödünç yasalarında yer al­
mayan D betimleyici anlatım ları sınıfını irdeleyelim.
Bir bilim in betimleyici anlatım larının birçoğu açıkça sıradan sorun­
ların dilinden alınır ve gündelik anlam larını sürdürür. Bu gözlem bil­
dirim lerinde yer alan anlatım lar için sık sık doğrudur, çünkü giderek
dikkatle tasarlanan laboratuar deneylerinde kullanılan açık yordamların
büyük bir bölüm ü bile kaba deneyim dilinde betim lenebilir. Ö te yan­
dan, başka betimleyici anlatım lar verili bir bilime özgül olabilir; yüksek
düzeyde özelleşmiş teknik bağlamlara sınırlı bir kullanımları olabilir; ve
o bilimde onlara yüklenen anlam lar giderek ya doğrudan ya da dolaylı
gözlem yoluyla tanınabilir sorunları betim lem ede kullanılmalarını bile
önleyebilir. Bu son türden betimleyici anlatım lar tipik olarak bir bilimin
kuramsal sayıltılannda yer alır.
Sık sık ö ’deki bir anlatım ın anlam ını D ’de mantıksal anlatım lar yo­
luyla tam am lanan başka anlatım ların yardımı ile açımlamak olanaklıdır.
Böyle açım lam alar zaman zaman uylaşımsal belirtik tanım lar biçiminde
sağlanabilir, gerçi terim lerin anlam ını saptam ak için genellikle daha
karışık teknikler gerekli olsa da. Ama hangi biçimsel açımlama teknik­
leri kullanılırsa kullanılsın, D ’de bulunan ve salt mantıksal deyimlerin
yardım ı ile D ’deki tüm başka anlatım ların anlam ını açım lam ak için
yeterli olan anlatım lar küm esine ü ’nin “ilkel anlatım ları” diyelim. H er
zam an en az b ir P ilkel anlatım lar kümesi olacaktır, çünkü, en az uy­
gun durum larda, hiçbir betimleyici anlatım başkalarının terim lerinde
açımlanam adığı zaman, P kümesi D sınıfı ile özdeş olacaktır. Öte yan­
dan, böyle b ird en çok P küm esi olabilir, çünkü, iyi bilindiği gibi, bir
çözüm lem e bağlam ında ilkel olan terim ler bir başka bağlam da ilkel
konum larını yitirebilir; am a bu olanak şimdiki tartışmayı etkilemez.
B ununla birlikte, eğer B ’nin gözlem bildirim lerinin ve deneysel ya­
saların yanısıra kapsamlı bir kuram ı da varsa, bir anlatım ın açımlaması
belirtilmesi gereken iki yönden birinde ilerleyebilir, çünkü genel olarak
her bir yön ayn ilkeller küm esinin kullanım ını içerir.

a. D ’de bulunan ve gözlem lenebilm e yeteneğindeki şey, özellik, iliş­


ki ve süreçlere g ö nderm ede b u lu n an anlatım lara “gözlem anlatım la­
rı” adını verelim. Gözlem anlatım ları ve başka betimleyici anlatım lar
arasındaki ayrım bilindiği gibi bulanıkur, çünkü hangi sorunların göz­
lem lenebilir sorunlar olarak alınacağına karar verm ede değişik bağ­
lam larda değişik sağınlık dereceleri kullanılabilir. Ama, bulanıklığına
karşın, ayrım yararlıdır ve hem bilimsel araştırm ada hem de gündelik
kılgıda kaçınılmazdır. H er ne olursa olsun, birçok açımlama betimleyici
anlatım ların anlam larını gözlem anlatım larının terim lerinde belirle­
meyi amaçlar. Terim lerin anlam lannı bugünlerde onlar için “işlemsel
VAnmıVdY/ operational definitıons ”olarak bilinen şeyleri vererek saptamak
için (başkalan arasında Peirce ve Bridgman tarafından savunulan) prog­
ram kendine h ed ef olarak bu tü r açımlamalan alıyor görünür. Bu yolda
.D’deki anlatım ların maksimum sayısını açımlamak için gereksinilen P\
gözlem anlatım ları küm esine B ’nin “gözlem ilkelleri” adını verelim.
Ö rneğin, ‘sıcaklığın’ anlam ı fizikte sık sık sıvıların ya da gazların hacım
genleşm elerinin terim lerinde ya da cisim lerin başka gözlem lenebilir
davranışlarının terim lerinde açıklanır; böyle duru m larda ‘sıcaklığın’
açımlaması gözlem lenebilir ilkeller yoluyla verilir.

b. Varsayalım ki, f i ’n in bilim in tüm deneysel yasalarını açıklam a


yeteneğindeki bir kuram ı olsun; ve kuram sal konutlam alarda (eşgü-
dümleyici tanım lan dışlayıcı) ve biçimsel olarak onlardan türetilebilir
teo rem lerd e kullanılan betimleyici anlatım ları f i ’nin “kuram sal an­
latım ları” olarak adlandıralım . Birçok açım lam a anlatım ların anlam ­
larını kuram sal anlatım lar yoluyla belirlem eyi am açlar; ve bu yolda
D ’deki m aksim um anlatım sayısını açım lam ak için gereksinilen P 2
kuram sal anlatım ları küm esine f i ’n in “kuram sal ilkelleri” diyeceğiz.
Ö rneğin, ‘sıcaklığın’ anlam ına ısı bilim inde C arnot ısı dönüşüm leri
döngüsünü betimleyen bildirim lerin yardımı ile, ve dolayısıyla ‘eksiksiz
iletken-olmayanlar,’ ‘sonsuz ısı to p 1an akl arı / reseruoirs, ’ve ‘sonsuz ölçüde
yavaş hacım genleşm eleri’ gibi kuramsal ilkellerin terim lerinde, kuram­
sal bir açımlama verilir.
Bölüm 6 ’da gördüğüm üz gibi, kuramsal anlaüm lann gözlem anlatım-
lannın terim lerinde belirtik olarak tanımlanabilir olup olmadığı sorusu
çok tartışılmıştır. Eğer kuram sal anlatım lar h e r zaman böyle tanım la­
nabilir olsaydı, gözlem anlatım lanndan yana onlardan vazgeçilebilir ve
böylece aynm m çok az önem i olurdu. Bununla birlikte, soruya olumsuz
bir yanıt tanıtlamalı olarak saptanmış olmasa da, eldeki tüm kanıt yanıtı
destekler. G erçekten de, belirtik tanım lardan başka açımlama biçimle­
ri kullanıldığı zaman bile kuramsal anlatım ların genel olarak gözlem
anlatım lannın yardımı ile yeterli olarak açımlanamayacağı biçimindeki
güçlü savı ileri sürm ek için iyi n e d e n le r vardır. Şimdiki tartışm anın
am açlan için bu sorular üzerine bir konum benim sem ek zorunlu de­
ğildir. Buna karşın P \ gözlem ilkelleri küm esinin tüm D betimleyici
anlaüm lannı açımlamak için yeterli olduğunu açık bir olgu olarak var-
saymamalıyız; ve f i’nin P ilkel anlatım lar sınıfının genel olarak P\ sınıfı
ile çakışmaması olanağına izin vermeliyiz. B una göre, ‘sıcaklığın’ ısı
bilim inde hem kuramsal bildirim lerin hem de gözlem bildirim lerinin
terim lerinde açım lanm asına karşın, bundan birinci açım lam anın anla­
m ında anlaşılan sözcüğün İkincinin anlam ında yorum lanan ‘sıcaklık’
sözcüğü ile anlam daş olduğu sonucu çıkmaz.

3. Şimdi indirgem e üzerine üçüncü biçimsel irdelemeye dönebiliriz.


Bir indirgem ede içerilen birincil ve ikincil bilim ler genel olarak her
iki bilim de de aynı anlam lar ile bağlı olan büyük bir sayıda anlatım ı
(bildirim leri de içerm ek üzere) ortaklaşa taşır. Biçimsel m antıkta ve
matematikte geçerli kılınabilir bildirim ler açıktır ki böyle ortak anlatım­
ların örnekleridir, am a genellikle başka birçok betimleyici bildirim de
vardır. Ö rneğin, H ooke’u n yasası ya da kaldıraç yasaları gibi m ekanik
bilimine ait birçok yasa ayrıca ısı bilim inde de görünür, üstelik yalnızca
ödünç yasalar olarak olsa bile; ve bu son bilim kendi deneysel yasaların­
da ‘hacım ,’ ‘basınç’ ve ‘iş’ gibi anlatım ları bu sözcüklerin m ekanikteki
anlamları ile çakışan anlam larda kullanır. Ö te yandan, indirgenm esin­
den önce ikincil bilim genellikle birincil bilim de belki de bu İkincinin
gözlem bildirim leri ve ödünç yasalan sınıflarında olm anın dışında yer
almayan anlatım lan kullanır ve onların yardımı ile form üle edilen de­
neysel yasaları ileri sürer. Ö rneğin, klasik biçim indeki m ekanik bilimi
Boyle-Charles yasasını deneysel yasalanndan biri saymaz; ne de ‘sıcaklık’
terim i m ekaniğin kuram sal sayıltılarında yer alır, gerçi sözcük zaman
zam an m ekaniğin deneysel araştırm alarında b u bilim in bir yasasının
kullanılma koşullanm betim lem ek için kullanılabilse de.
B ununla birlikte, bir bilime ait olan anlatım lann o n u n kendi açımla­
ma yordamları yoluyla saptanmış anlam ları taşıdığını belirtm enin çok
büyük önem i vardır. Özel olarak, verili bir bilimi ayırdeden anlatım lar
(örneğin ısı bilim inde kullanıldığı gibi ‘sıcaklık’ anlatımı) o araştırma
dalının kural ya da alışkanlıklannın terim lerinde anlaşılabilirdir; ve o
anlatım lar o incelem e dalında kullanılırken, onlarla o dalda bağlı olan
anlamlarda anlaşılmalıdır—bilimin başka bir disipline indirgenmiş olup
olm adığına bakılmaksızın. Hiç kuşkusuz kimi zaman bir bilimdeki bir
anlatım ın anlam ı başka bir bilimin ilkellerinin (ister kuramsal isterse
gözlemsel olsunlar) yardımı ile açımlanabilir. Örneğin, termodinamikte
anlaşıldığı gibi ‘basınç’ sözcüğünün mekaniğin kuramsal ilkelleri yoluy­
la açım lanan ‘basınç’ terim i ile anlam daş olduğu sayıltısı için sağlam
tem eller vardır. G ene de bun d an genel olarak verili bir bilim de kulla­
nılan h er anlatım ın, o bilimin ayırdedici kurallan ya da yordam ları yo­
luyla belirlenen anlam da, başka bir disiplinin ilkellerinin terim lerinde
açımlanabilir olduğu sonucu çıkmaz.
Bu ön açıklamalann tamamlanması ile, şimdi bir bilimin bir başkasına
indirgenm esi için yerine getirilmesi zorunlu olan biçimsel gerektirim ­
leri bildirmeliyiz. Bu bölüm de daha önce belirtildiği gibi, bir indirgeme
ikincil bilimin deneysel yasaları (ve eğer yeterli bir kuram ı varsa, aynca
kuramı) birincil bilimin kuramsal sayıltılannm (eşgüdümleyici tanım ­
lan da kapsamak üzere) mantıksal sonuçlan olarak gösterildiği zaman
yerine getirilir. Belirtm ek gerek ki ikincil bilimin ödünç yasalannm da
birincil bilim in kuram ından türetilebilir olması gerektiği gibi bir ko­
şul getirmiyoruz. B ununla birlikte, eğer ikincil bilimin yasalan birincil
disiplinin kuram sal sayıltılarında yer almayan terim ler kapsıyorsa (ve
bu daha önce tartışmayı ona sınırlam ak için anlaşmış olduğum uz in­
dirgem e tip id ir), birincinin İkinciden mantıksal olarak türetilm esi ilk
bakışta olanaksızdır. T ü retm en in olanaksız olduğu önesürüm ü, kimi
özsel olarak ilgisiz kuraldışılar bir yana bırakılmak üzere, hiçbir terimin
öncüllerde de görünm edikçe bir biçimsel tanıtlam anın vargısında gö-
Tünemeyeceği biçim indeki tanıdık mantıksal kanon üzerine dayanır .3
Buna göre, ikincil bilimin yasaları birincil bilimin kuramsal sayıltılann-
3Bu mantıksal kanona olanaklı karşıçıkışlann başlıca temeli, m odem biçimsel m an­
tıktaki kimi teorem ler göz ö nüne alındığında, geçerli bir tüm dengelim li uslamlama­
nın öncüllerde yer almayan terim leri kapsayan bir vargısının olabileceği olgusudur.
T üm celer m antığında (ya da çözüm lenm em iş önerm eler m antığında) böyle var­
gıların tüm dengelim ine izin veren en az iki yasa vardır. B unlardan birine göre, ‘Eğer
B \ ise, o zaman B \ ya da B2 biçim indeki herhangi bir bildirim —ki burada B \ ve B2
herhangi iki bildirim dir—m antıksal olarak doğrudur, öyle ki B \ ya da B% bildirim i
2?ı*den türetilebilirdir. Ama 5 2 keyfi olarak seçilebileceğine göre, B \ ya da Bo'ye B \d e
yer almayan terim ler kapsatılabilir. ikinci bir mantıksal yasaya göre, lB \, ama ancak
ve ancak B \ ve ( . 6 2 ya da değil-i^) ise’ biçim indeki herhangi bir bildirim mantıksal
olarak doğrudur; bu nedenle ‘B 1 ve (B 2 ya da d eğil-i^)’ ilk durum daki ile aynı genel
sonucu verm ek üzere 5 ı ’den türetilebilirdir. B ununla birlikte açıktır ki tüm denge­
limli adım ların h e r iki tipi de gazların kinetik kuram ından Boyle-Charles yasasını
veremez. Eğer verebilseydi (örneğin, sözü edilen iki mantıksal yasanın birincisinde
IV n in yerine bu yasanın geçirilmesi yoluyla), o zaman, B 2 bütünüyle keyfi olduğu için,
tüm dengelim bu yasanın çelişkilisini de verirdi; ve kinetik kuram ın kendisi kendi ile
çelişkili olmadıkça bu olamaz. Bu uslamlama bütünüyle geneldir ve başka indirgem e
örnekleri için de geçerlidir. Buna göre, indirgem elerin ikincil bilimin bildirim lerini
birincil bilimin kuram ından çıkarsamada yalnızca tüm celer kalkülüsünün manüksal
yasalarından yararlanm alan ölçüsünde, m etinde sözü edilen mantıksal kanona karşı-
çıkışı karşılamak için bu kanonu şöyle okunm ak üzere iyileştirmek yeterlidir: Geçerli
b ir tüm dengelim de öncüllerde yer alm ayan hiçbir terim vargıda görünm ez—am a
ancak bir terim tüm celer kalkülüsünün herhangi bir keyfi terim in vargıya girmesine
izin veren mantıksal yasalan yoluyla vargıya girmedikçe.
B ununla birlikte biçimsel m antığın başka bölüm lerinde gelişmiş olan ve yine ön­
cüllerde olmayan terim ler kapsayan vargıları aklayan başka mantıksal yasalar vardır.
Evrensellik anlatan değişkenler için yerine-koyma böyle çıkarsamanın tanıdık bir ti­
pidir. Ö rneğin “H erhangi bir xiçin, eğer x b ir gezegen ise, o zaman ^yansımış ışık ile
parlar” öncülünün ‘Mars’ terim ini kapsamamasına karşın, “Eğer Mars bir gezegen ise,
o zam an Mars yansımış ışık ile parlar” bildirimi geçerli olarak ondan çıkarsanabilir.
Böyle çıkarsamanın bir başka tipi “Tüm insanlar ölüm lüdür”den “Tüm aç insanlar aç
ölüm lülerdir” vargısının türetilm esi ile örneklenir. Gene de Boyle-Charles yasasının
türetilm esinin bir yoklaması bu yasada kapsanan am a kinetik kuram da kapsanmayan
‘sıcaklık’ terim inin türetm eye böyle evrensel olarak geçerli tüm dengelim adım lan
yoluyla getirilm ediğini ortaya çıkanr; ve birincil bir bilime indirgenebilir olan ikincil
bir bilim in ayırdedici terim ler kapsayan başka yasalannın tüm dengelim inde de du­
rum un bu olması gerektiğini gösterm ek için bu notun önceki paragrafında tüm celer
kalkülüsündeki tüm dengelim ler durum u için sunulan uslamlamaya andınm lı b ir us­
lam lam a kurulabilir. Buna göre, m etnin mantıksal kanonuna bu çeşitli kuraldışılar
tartışm a altındaki sorunlara ilgisiz olarak göz ardı edilebilir.
Bu kanona yönelik bir başka karşıçıkış da, biçimsel m antık bir yana, sık sık uslam-
lam alan, kanonu açıkça çiğnem elerine karşın, geçerli olarak tanımamızdır. Böylece,
‘Jo h n Mary’nin bir kuzenidir’in ‘J o h n ’u n amcası Mary’nin babasıdır’dan çıktığı, ve
‘Sm ith’in gömleği renklidir’in ‘Sm ith’in gömleği kınm ızıdır’dan çıktığı söylenir, üste­
lik karşılık düşen öncülde bulunm ayan bir terim in vargılann h e r birinde görünm esi
olgusuna karşın. Ama b u ö rn e k le r ve onlara benzer başkaları özsel olarak enthy-
m emetik çıkarsamalardır ve ya belirtik bir tanım ya da başka türden bir a priori bildirim
biçiminde örtük bir sayıltı kapsarlar. Bu bastınlmış sayıltılar belirtik kılınınca, örnekler
bundan böyle yoklama altındaki mantıksal kanona kuraldışılar olarak görünm ez.
da bulunm ayan b ir ‘A ’ terim ini kapsadığı zam an, birincinin İkinciye
indirgenm esi için iki zorunlu biçimsel koşul vardır: ( 1 ) ‘A 'tarafından
im lenen herh an g i birşey ve birincil bilim de daha şim diden bulunan
kuramsal terim lerin temsil ettiği özellikler arasında uygun ilişkiler ko-
nuüayan bir tü rd en sayıltılar getirilmelidir. Böyle sayıltılann doğasının
yoklanması gerekecektir; ama, d ah a öte tartışm anın sonucuna zarar
vermeksizin, bu koşula “bağıntılanabilirlik koşulu” olarak değinm ek
uygun olacaktır. (2) Bu ek sayıltılann yardım ı ile, ikincil bilim in A ’
terim ini kapsayanlar da aralannda olm ak üzere tüm yasalan mantıksal
olarak birincil disiplindeki kuram sal öncüllerden ve onların bağlı eş-
güdümleyici tanım lanndan türetilebilir olmalıdır. Buna “türetilebilirlik
koşulu” diyelim .4
Bu ek sayıltılann konutladığı bağlantıların doğasına ilişkin olarak
görünürd e yalnızca üç olanak vardır: (1) Birincisi bağlantıların anla­
tım ların yerleşik anlam ları arasındaki mantıksal bağıntılar olmasıdır. Sa-
yıltılar o zam an ‘A ’m n mantıksal olarak (büyük olasılıkla anlamdaşlık
yoluyla ya da tek-yönlü analitik gereklilik yoluyla) birincil bilim deki
bir ‘f i’kuram sal anlatım ı ile ilişkili o ld u ğ u n u ileri sürer. Bu almaşık
üzerine, ikincil bilim in kullanım kuralları ya da alışkanlıkları yoluyla
saptandığı gibi ‘A ’nın anlam ı birincil disiplinin kuram sal ilkellerinin
yerleşik anlam larının terim lerinde açım lanabilir olmalıdır. ( 2 ) İkinci
olanak bağlantıların keyfi bir karar yoluyla yaratılmış uylaşımlar olma­
sıdır. Sayıltılar o zaman A ’ve birincil bilim in belli bir kuramsal ilkeli
ya da o n u n kuram sal ilkellerinden o luşturulan bir yapı arasında bir
karşılık-düşme kuran eşgüdümleyici tanım lardır. Bu almaşık üzerine,
öncekinin tersine, A ’nın anlam ı kuram sal ilkellerin anlam lannın te­
rim lerinde açıklanm akta ya da çözüm lenm ekte değildir. Tersine, eğer
A ’ ikincil bilimin bir gözlem terim i ise, sayıltılar bu d u rum da birincil
bilimin belli b ir kuram sal anlatım ına daha önceden yapılmış olabile­
cek başka atam alar ile tutarlı deneysel bir imlem atayabilir. (3) Üçüncü
olanak bağlantılann olgusal/facAualya da özdeksel/material olmasıdır. Sa-
yıltılar o zaman işlerin birincil bilimdeki belli bir ‘f i'kuram sal anlatımı
tarafından im lenen d u ru m u n u n yer almasının işlerin ‘A 'yoluyla belir­
tilen durum u için yeterli (ya da zorunlu ve yeterli) bir koşul olduğunu
ileri süren fiziksel önsavlardır. Bu d urum da işlerin iki d u rum unun her
birinin yer alması için bağımsız kanıtın ilkede elde edilebilir olması­
nın zorunlu olduğu açığa çıkacaktır, ve b una göre iki d urum u belirten
4Bağıntılanabilirlik koşulu birincil bilimin kuramsal terim lerinin bu ek sayıltılann
bildirim inde görünm esini gerektirir. Ö rneğin, eğer bu sayıltılar ‘A ’nın bir açımlama­
sını birincil bilimin gözlem ilkelleri yoluyla form üle etmiş ise, bu yeterli olmayacakür,
üstelik kuramsal ilkellerin de gözlem ilkelleri yoluyla açımlanabilmesine karşın. Çünkü
böylelikle ‘A ’nın kuramsal ilkeller yoluyla açım lanabildiği sonucu çıkmaz. Böylece,
gerçi ‘am ca’ ve ‘büyükbaba’ h e r biri ‘erkek’ ve ‘ebeveyn’in terim lerinde tanımlanabilir
olsa da, ‘am ca’ ‘büyükbaba’nın terim lerinde tanımlanabilir değildir. Sonuçta, ek sayılü
türetilebilirlik koşulunun yerine gedrilm esine yönelik bir katkıda bulunmayacaktır.
anlatım lar ayrımları saptanabilir anlam lar taşıyor olmalıdır. Öyleyse bu
anlatım üzerine ‘A ’nın anlam ı ‘ö ’nin anlam ı ile analitik olarak ilişkili
değildir. Buna göre, ek sayıltılar yalnızca mantıksal çözümleme yoluyla
doğru olarak geçerlik kazanam az, ve form üle ettikleri önsav görgül
kanıt ile desteklenm elidir .5
Bu tartışmanın ışığında şimdi Boyle-Charles yasasının gazların kinetik
kuram ından türetilmesini yoklayalım. Yalınlık uğruna ‘sıcaklık’ sözcüğü­
nün bu yasada o kuram ın konutlam alarında yer almayan biricik terim
olduğunu da varsayalım. B ununla birlikte, daha önce belirtildiği gibi,
yasanın kuram dan tüm dengelim i bir gazın sıcaklığının m oleküllerinin
ortalam a kinetik eneıjisi ile orantılı olduğu biçim indeki ek konutlam a
üzerine bağımlıdır. Problem im iz b u k onutlam anın konum u üzerine
karar vermek ve tartışmakta olduğum uz üç bağlantı tipinden herhangi
birinin konutlam a tarafından ileri sürülüp sürülm ediğini ve eğer sürü­
lüyorsa b u n u n hangisi olduğunu belirlemektir.
Bu bölüm ün birinci kesiminde değinilen n edenlerden ötürü, ‘sıcak­
lığın’ sözcüğün klasik term odinam ikte taşıdığı anlam da ‘m oleküllerin
ortalam a kinetik enerjisi’ ile anlam daş olmadığı ve anlam ının bu son
anlatımın anlam ından çıkarılamayacağı vargısına ulaşm ada bir sakınca
yoktur. Hiç kuşkusuz, gazların kinetik kuram ının hiçbir ölçün açımla­
ması konutlamayı o nda yer alan terim lerin anlam larını çözümleyerek
doğrulam a savında değildir. Öyleyse konutlamanın koşul olarak getirdiği
bağlanüyı mantıksal bir bağlanü olarak görm ek usayatkın olamaz.

5B undan şu çıkar ki bağm tılanabilirlik koşulu genel olarak indirgem e için yeter­
li değildir ve türetilebilirlik koşulu ile tam am lam alıdır. B ağm tılanabilirlik aslında
türetilebilirliği sağlama alacaktır, eğer, Jo h n G. Kemeny ve Paul O ppenheim [“O n
R eduction,” Philosophical Studies, Vol. 7 (1956), s. 10] tarafından haklı olarak ileri
sürüldüğü gibi, birincil değil am a ikincil bilimdeki her ‘A 'terim i için birincil bilimde
bir ‘/i'kuram sal terimi varsa ve böylece A ve B şu iki-koşullu yoluyla bağlı ise: A, ama
ancak ve ancak B ise. Eğer bağlantı bu biçimi taşıyorsa, ikincil bilimin ‘A ’yı kapsayan
herhangi bir Y yasasında ‘A ’nın yeri 7Î ’tarafından alınabilir ve böylece aklanmış bir
Y ' kuramsal konutlam asını verebilir. Eğer Y ' kendisi birincil bilimin eldeki kuram ın­
dan türetilebilir değilse, kuram ın değişkiye uğramış bir kuram , am a gene de birincil
bilimin bir kuramı olmak için yalnızca Y ' yoluyla genişletilmesi gerekir. H er durum da,
Y birincil bilim in bir kuram ından iki-koşulluların yardımı ile çıkarsanabilir olacak­
tır. B ununla birlikte, A ve B arasındaki bağlantı zorunlu olarak biçim de iki-koşullu
değildir, ve örneğin yalnızca tek-yönlü bir koşullu olabilir: Eğer B ise, o zam an A.
Ama bu d u ru m d a ‘A ’nın yerine ‘B ’geçirilem ez, ve bu n ed en le ikincil bilim genel
olarak birincil disiplinin bir kuram ından çıkarsanabilir olmayacaktır. Buna göre, bir
indirgem enin birincil bilimin kuram ının görgül olarak doğrulanan ama başlangıçtaki
kuram ın açıklayıcı gücüne h em en h em en hiçbir katkıda bulunm ayabilen yeni bir
Y ' konutlam ası tarafından büyütülm esi yoluyla elde edildiği zam an doyurucu olup
olmadığı sorusunu bir yana atsak bile, bağmtılanabilirlik genel olarak türetilebilirliği
sağlama bağlam ak için yeterli değildir. Ö te yandan, türetilebilirlik koşulu indirgem e
için hem zorunlu hem de yeterlidir, çünkü türetilebilirlik açıktır ki bağıntılanabilirliği
önceden gerektirir. Bağm tılanabilirlik koşulu gene de ayrı olarak bildirilir, çünkü
indirgem enin çözüm lem esinde önemlidir.
Ama geriye kalan iki bağlantı tipinden hangisinin konuüam a tarafın­
dan ileri sürüldüğüne karar verm ek çok daha güçtür, çünkü bu alma­
şıklardan h er birinden yana usayatkın n ed en ler vardır. K onutlam anın
yalnızca eşgüdümleyici bir tanım olduğu savını destekleyen uslamlama
özsel olarak şöyledir: Gazların kinetik kuram ı karşılık-düşme kuralları
ilkin onun kuramsal kavramlarından bir bölüm ünü deneysel kavramlar
ile bağlamadıkça deneysel sınam a altına alınamaz. Ama konutlam anın
kendisi deneysel denetim altına alınamaz. Çünkü, bir gazın sıcaklığı­
nın tanıdık laboratuar yordam ları yoluyla belirlenebilm esine karşın,
g ö rü n ü rd e hipotetik gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik enerjisini
saptam anın hiçbir yolu yoktur—ama, aslında, sıcaklığın bu enerjinin
bir ölçüsü olarak kabul edilmesi bir koşul olarak buyrulmadıkça. Buna
göre, konuüam a kuramsal ve deneysel kavramlar arasında bir bağ kuran
karşılık-düşme kurallarının birinden başka birşey olamaz .6 Öte yandan,
konutlam anın bir fiziksel hipotez olduğu önesürüm ü de temelsiz bir
önesürüm değildir; ve, gerçekten de, konunun birçok teknik sunum un­
da konutlam a bu yolda getirilir. Bu önesürüm için gösterilen başlıca
neden konutlam anın gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisi üze­
rine doğru d an ölçüm ler yoluyla sınanam ayacak olm asına karşın, bu
enerjinin değerinin gene de gazlar üzerine sıcaklıkları ölçme yoluyla
elde edilen verilerden daha başka deneysel verilerden hesaplam a yo­
luyla dolaylı olarak saptanabileceğidir. Sonuçta, bir gazın sıcaklığının
m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisi ile orantılı olup olm adığını
deneysel olarak belirlem ek olanaklı görünür.
Aykırı görünüşlere karşın, bu almaşık önesürüm ler ve onlar için des­
tekleyici n ed en ler zorunlu olarak bağdaşmaz değildir. G erçekten de,
almaşıklar şimdi tanıdık bir nokta olan şeyi örneklendirir—bir sayıltmın
bilişsel konum unun sık sık bir kuram ı tikel bir bağlam da eklemlemek
için benim senen kip üzerine bağımlı olduğunu. Term odinam iğin me­
kaniğe indirgenm esi hiç kuşkusuz öyle b ir yolda açım lanabilir ki, gaz
moleküllerinin sıcaklığının onların ortalam a kinetik eneıjisi ile orantılı-
lığına ilişkin ek konutlam alar ilkin birincil bilimin kuramsal kavramları
ve ikincil bilim in deneysel kavramları arasındaki biricik bağlantı olan
şeyi kurar. Böyle bir açımlama bağlamında, konutlam a deneysel sınama
altına alınamaz am a bir eşgüdümleyici tanım olarak işlev görür. Bunun­
la birlikte, başka kuramsal ve deneysel kavram çiftleri için eşgüdümleyici
tanım lar getiren değişik açımlama kipleri de olanaklıdır. Ö rneğin, bir
kuramsal kavramın deneysel akışmazlık düşüncesine karşılık düşmesi
sağlanabilir, ve bir başkası deneysel ısı akışı kavramı ile bağlı kılınabilir.
Sonuçta, gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisi kinetik kuram ın
sayıltılan dolayısıyla bu başka kuramsal kavramlar ile ilişkili olduğuna
göre, böylece dolaylı olarak sıcaklık ve kinetik enerji arasında bir bağıntı
6 Krş. N orm an R. Cam pbell, Physics, the Elements, C am bridge, İngiltere, 1920, ss.

126vs.
kurulabilir. Buna göre, böyle bir açımlama bağlamında, bir gazın sıcaklı­
ğının gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisinin değeri ile orantılı
olup olm adığını sorm ak çok anlam lı olacaktır— ki b u rad a bu değer
gazın sıcaklığım ölçme yoluyla elde edilenlerden daha başka deneysel
verilerden dolaylı b ir tarzda hesaplanır. Bu d u ru m d a konutlam a bir
fiziksel hipotez konum unu taşıyacaktır.
Öyleyse, term odinam iğin m ekaniğe indirgenm esinin gelişmesinin
verili bir bağlam ında olm anın dışında, genel olarak konutlam anm bir
eşgüdüm leyici tanım mı, yoksa b ir olgusal sayıltı mı old uğuna karar
verm ek olanaklı değildir. B ununla birlikte, bu d urum karşılık-düşme
kuralları ve özdeksel önsavlar arasındaki ayrımı silmez, ne de ayrımın
önem ini yokeder. Ama h er ne olursa olsun, şimdiki tartışma konudama-
m n bu almaşık yorum lan arasında bir karar verilmesini gerektirmez. Bu
tartışmadaki özsel nokta term odinam iğin m ekaniğe indirgenm esinde
gaz moleküllerinin sıcaklığını ve ortalam a kinetik eneıjisini bağmtılayan
bir konutlam anm getirilm esi gerektiği, ve bu konutlam anm yalnızca
on d a kapsanan anlatım ların an lam larından açım lanm asının aklana-
mayacağıdır.
Bu özeksel sava yönelik bir karşıçıkış kısaca irdelenmelidir. Anlatımla-
n n araştırm anın gelişimi ile yeniden tanım lanm alan, d er karşıçıkış, bu
bilim tarihinde yineleyen bir özelliktir. Buna göre, erken bir kullanımda
‘sıcaklık’ sözcüğünün yalnızca ısı-ölçümünün ve klasik term odinam iğin
kural ve yordam lan ile belirlenen bir anlam ı taşıdığının kabul edilmesi
gerekse de, sözcük şimdi öyle kullanılm aktadır ki, sıcaklık m oleküler
eneıji ile “tanım gereği özdeş”tir. Boyle-Charles yasasının tüm dengeli­
mi öyleyse ister eşgüdümleyici bir tanım isterse özel bir görgül hipotez
biçim inde olsun daha öte bir konuüam anm getirilmesini gerektirmez,
ama yalnızca bu tanımsal özdeşlikten yararlanır. Bu karşıçıkış bilm eden
kolayca içine düşülen iki-anlamlı konuşm anın bir örneğidir. ‘Sıcaklık’
sözcüğünü ‘m oleküllerin ortalam a kinetik eneıjisi’ ile anlam daş ola­
cağı bir yolda yeniden tanım lam ak hiç kuşkusuz olanaklıdır. Ama eşit
ölçüde kesindir ki bu yeniden tanım lanm ış kullanım üzerine sözcüğün
ona klasik ısı bilim inde bağlanan anlam dan ayn bir anlamı, ve öyleyse
Boyle-Charles yasasının bildirim inde sözcük ile bağlı olan anlam dan
ayn bir anlamı vardır. B ununla birlikte, eğer term odinam ik mekaniğe
indirgenecekse, gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisi ile oran­
tılı olduğu ileri sürülm esi gereken şey terim in klasik ısı bilim indeki
anlam ında sıcaklıktır. Buna göre, eğer ‘sıcaklık’ sözcüğü karşıçıkışın
önerdiği yolda yeniden tanım lanırsa, cisimlerin (klasik term odinam ik­
teki anlam da) ‘sıcaklık’ olarak tanım lanan d u ru m u n u n terim in yeni-
den-tanım lanan anlam ında ‘sıcaklık’ tarafından da karakterize edildiği
önsavma başvurulmalıdır. Bununla birlikte, bu önsav o zaman bir tanım
sorunu olarak geçerli olmayan ve o n u n için haklı olarak mantıksal zo­
runluk savının ileri sürülem eyeceği bir önsav olacaktır. Önsav kabul
edilmedikçe, gazların kinetik kuram ının sayıltılarından türetilebilecek
olan şey Boyle-Charles yasası değildir. Onsav olmaksızın türetilebilir
olan şey sintaktik yapıda yasanın ölçün form ülasyonuna benzeyen, ama
yasanın ileri sürdüğü şeyden hiçbir yanılgıya yer bırakmayacak denli ayn
bir anlam taşıyan bir tümcedir.

III. indirgeme için Biçimsel-Olmayan Koşullar


Şimdi birincil olarak biçimsel olmayan indirgem e özelliklerine dönmeli­
yiz, gerçi bu n lan n bir bölüm üne daha şim diden geçerken dokunulm uş
olsa da.

1 . İndirgem e için önceki kesimde tartışılan iki biçimsel koşul sıradan


bilimsel başarım ı dikkate değer bilimsel başarım dan ayırdetm ek için
yeterli değildir. Eğer indirgem e için biricik gerektirim ikincil bilimin
keyfi olarak seçilen öncüllerden mantıksal olarak çıkarsanabilir olması
olsaydı, gerektirim göreli olarak çok az bir güçlükle yerine getirilebilir­
di. B ununla birlikte, önem li indirgem elerin tarihinde birincil bilimin
öncülleri ad lıoc sayıltılar değildir. Buna göre, öncüllerin doğru olarak
bilinmesi koşulu gerektiğinden çok daha güçlü bir koşul olsa da, birincil
bilimin kuramsal sayıltılannm belli bir smayıcı güç taşıyan görgül kanıt
ile desteklenm esini biçimsel-olmayan bir gerektirim olarak dayatmak
usauygun görünür. Kanıt tartm a mantığı ile bağıntılı problem ler güçtür
ve birçok belirleyici noktada henüz bir çözüme bağlanmamıştır. Bunun­
la birlikte, bu problem lerin yarattığı sorunlar yalnızca indirgem enin
çözümlemesi ile ilgili değildir; ve, özellikle term odinam iğin m ekaniğe
indirgenm esi ile ilgili birkaç kısa yorum dışında, burada yeterli kanıt-
layıcı destek kavramını yoklamayacağız.
Gazlann kinetik kuram ının çeşidi sayıltılan için kanıt bir araştırmalar
türlülüğünden gelir ki, b u nlann ancak bir bölüm ü term odinam iğin ala­
nına düşer. Böylece, özdeğin m oleküler yapısı önsavı daha term odina­
mik mekaniğe indirgenm eden önce kimyasal etkileşimlerde sergilenen
nicel ilişkiler yoluyla desteklendi; ve m olar fizikte birincil olarak cisimle­
rin ısıl özelliklerine ilişkin olmayan bir dizi yasa tarafından da doğrulan­
dı. Gazlann ısıl davranışlanm açıklama yeni görevi için bu önsavın kabul
edilm esi öyleyse bilim in başka yerlerde verimli olduğu bulunan yeni
öncü düşünce ve andıranlardan yararlanmaya yönelik norm al stratejisi
ile uyum içindeydi. Benzer olarak, m ekaniğin term odinam iğin indir­
gendiği birincil bilimdeki öncüllerinin en genel parçalarını oluşturan
belitleri gazların incelem esinden bütünüyle ayn birçok alandan gelen
kanıtlar yoluyla desteklenir. Bu belitlerin gazlann hipotetik m oleküler
bileşenler için de geçerli olduğu sayıltısı böylece bir kuram ın onu daha
şimdiden yeterince doğrulayan alanlardan onlarla önem li bakımlardan
türdeş olarak konudanan bir başka alana öte-çıkarsamasmı/extrapolation
içeriyordu. Ama bu bağıntıda en büyük ağırlığı olan nokta ısı biliminin
indirgendiği birincil bilimin sayıltılarının bir arada ısı bilim inde oldu­
ğu gibi fiziğin başka p arçalarında da g ö rü n ü rd e ilişkisiz olan birçok
yasanın birleşmiş bir dizgeye katılmasını olanaklı kılmış olmasıdır. Gaz
yasalarının bir bölüm ü hiç kuşkusuz indirgem enin yapılmasından önce
saptanmıştı. Bununla birlikte, bu yasalardan kimileri dar olarak sınırlayı­
cı belli koşullan doyurmayan gazlar için yalnızca yaklaşık olarak geçerli
idi; ve dahası, yasaların çoğu ancak gazlara ilişkin çok sayıda bağımsız
olgu olarak doğrulanabiliyordu. Term odinam iğin m ekaniğe indirgen­
mesi işlerin bu d u ru m u n u önem li yollarda değiştirdi. Gaz yasalarının
onları daha az kısıtlayıcı koşulları doyuran davranışları ile uyum içine
getirecek bir yolda yeniden form ülasyonu için zem ini hazırladı; yeni
yasalann keşfine götüren yollar sağladı; ve hem gaz yasalannın kendileri
arasındaki, hem de gaz yasalan ve başka toplak durum lanndaki cisimle­
re ilişkin yasalar arasındaki dizgesel bağımlılık ilişkilerinin sergilenmesi
için bir tem el sağladı.
Bu son nokta kısa b ir açıklamayı hak eder. E ğer Boyle-Charles ya­
sası gazların kinetik k uram ından çıkarsanabilir biricik deneysel yasa
olsaydı, bu sonucu pekçok fizikçinin kuram için ağırlığı olan bir kanıt
olarak kabul etmesi güç olurdu. Büyük olasılıkla yalnızca bu tek yasanın
tüm dengelim i yoluyla önem li hiçbirşeyin başanlmış olmadığı görüşünü
kabul ederlerdi. Çünkü onun tüm dengelim inden önce, diye ileri sürebi­
lirlerdi, bu yasanın yalnızca “ideal” gazlann, eş deyişle gazların sıvılaşma
noktalarının çok üzerindeki sıcaklıklardaki gazlann davranışı ile iyi bir
uyum içinde olduğu biliniyordu; ve önsav gereği, kuram dan gazların
daha düşük sıcaklıklardaki davranışı konusunda daha öte hiçbir sonuç
çıkmaz. Dahası, fizikçiler hiç kuşkusuz b u yasanın tüm dengelim inin
bile ancak sıcaklığı gaz m oleküllerinin eneıjisi ile bağlayan özel bir
konutlam anın yardımı ile yapılabileceği biçim indeki çarpıcı noktaya
dikkati çekeceklerdir—bir konutlam a ki, tasarlanan koşullar altında,
Boyle-Charles yasasının kendisini doğrulayan kanıttan başka hiçbir kanıt
ile desteklenm eyen bir ad hoc sayıltının kon u m u n u taşır. Kısaca, eğer
bu yasa kinetik kuram ın biricik deneysel sonucu olsaydı, kinetik kuram
ancak kendisinden ona yapay olarak asılı meyvenin toplanabileceği ölü
bir odun olurdu.
B ununla birlikte, gerçekte term odinam iğin gazların kinetik kuram ı­
na indirgenm esi Boyle-Charles yasasının tüm dengelim inden çok daha
fazlasını başarır. Birçok fizikçinin kuram için güçlü b ir destek olarak
gördüğü ve sıcaklıkları ve m oleküler eneıjiyi bağıntılayan özel konut-
lam adan g iderek keyfilik g ö rü n ü şü n ü bile uzaklaştıran d ah a başka
hazır kanıtlar vardır. G erçekten de, dikkate alınan noktaların ilişkili
iki kümesi indirgem eyi imlemli bir bilimsel başarım yapar. Bir küm e
kuram dan çıkarsanan deneysel yasalardan oluşur ki, b unlar daha önce
doğrulanm am ıştır ya da d ah a geniş bir olgular erim i ile önceden ka­
bul edilen yasaların olduğundan daha iyi anlaşma içinde durur. Ö rne­
ğin, Boyle-Charles yasası yalnızca ideal gazlar için geçerlidir ve kinetik
kuram ın daha az genel sayıltılarından bir bölüm ü bir gazın ideal gaz
olmasına karşılık düşen sınırlayıcı biçimi taşıdığı zaman kinetik kuram ­
dan çıkarsanabilirdir. B ununla birlikte, bu özel sayıltılar kuram ın temel
düşünceleri değiştirilmeksizin başkaları ile, ve özel olarak ideal gazlar
için getirilenlerden daha az yalın sayıltılar ile yer değiştirebilir. Böylece,
Boyle-Charles yasasının kuram dan türetilebilir olm asına yardım eden
koşullar yerine, gaz m oleküllerinin boyutlarının m oleküler arasındaki
ortalam a uzaklık ile karşılaştırıldığında göz ardı edilebilir olmadığım,
ve çarpm a kuvvetlerine ek olarak ü zerlerinde etkide b u lu n an kohe-
ziv kuvvetlerin de o ld u ğ u n u varsayabiliriz. O zaman bu daha karm a­
şık özel sayıltıları kullanan k u ram dan gazlar için hem ideal hem de
ideal-olmayan gazların davranışını Boyle-Charles yasasının yaptığından
daha yeterli olarak form üle ed en van d e r Waals yasasını çıkarsamak
olanaklıdır. Öyleyse, genel olarak bir in dirgem enin önem li bir entel-
lektüel ilerlem eyi anlatm ası için, ikincil bilim in ö n ced en saptanan
yasalarının birincil disiplinin kuram ı içerisinde temsil edilmesi yeterli
değildir. Kuram ikincil bilimi geliştirm ek için kullanılabilir önerilerde
de verimli olmalı ve ikincil bilim in içeriğine g ö nderm ede bulunan ve
o n u n şimdi kabul edilen yasalar kütlesini genişleten ya da düzelten
teo rem ler verm elidir. T erm odinam iğin m ekaniğe indirgenm esinin
genellikle önem li bir başarım olarak görülm esine götü ren noktaların
ikinci küm esi yakın ve sık sık şaşırtıcı bağım lılık ilişkilerinden olu­
şur ki, bu n lar bu yolla çeşitli deneysel yasalar arasında geçerli olarak
gösterilebilir. Böyle bir açık bağımlılık tipi şimdiye dek bağımsız kanıt
zeminleri üzerinde ileri sürülen yasalar indirgem enin bir sonucu olarak
bütünlenm iş b ir kuram dan çıkarsanabilir olduğu zam an örneklenir.
Böylece, hem ikinci term odinam ik yasası (ki ona göre kapalı bir fizik­
sel dizgenin entropisi hiçbir zaman azalm az), hem de Boyle-Charles
yasası istatistiksel m ekanikten türetilebilirdir, gerçi klasik term odina­
mikte bu yasalar bağımsız ilkel sayıltılar olarak ileri sürülse de. Kimi
yollarda daha etkileyici ve incelikli bir bağım lılık tipi ikincil bilim in
değişik deneysel yasalarında görü n en kimi sayısal değişm ezler birincil
disiplinde kuram sal param etrelerin belirli b ir fonksiyonu olarak ser­
gilendiği zam an ö rneklenir—b ir sonuç ki, o p aram etreler için uygun
sayısal değ erler bağımsız araştırm a çizgilerinde elde edilen deneysel
verilerden hesaplanabildiği zam an özellikle çarpıcıdır. Böylece, kine­
tik kuram ın konutlam alarından birine göre ölçün sıcaklık ve basınç
koşulları altın d a b ir gazın eşit hacım ları eşit sayıda m olekül kapsar
ve bu d u ru m gazın kimyasal d u ru m u n d an bağımsız olarak böyledir.
Ö lçün koşullar altında bir litre gazın m oleküllerinin sayısı böylece tüm
gazlar için aynıdır, ve Avagadro sayısı olarak bilinir. Dahası, çeşitli gaz
yasalannda (başkaları arasında, Boyle-Charles yasasında ve özgül ısılara
ilişkin yasalarda) görünen belli bir değişmezin bu sayının ve başka ku­
ramsal param etrelerin bir fonksiyonu olduğu gösterilebilir. Öte yandan,
Avagadro sayısı almaşık yollarda değişik araştırm a türlerinde toplanan
deneysel verilerden, örneğin ısı fenom enlerinin, Brown devimlerinin,
ya da kristal yapıların incelemesindeki ölçüm lerden hesaplanabilir; ve
bu değişik veri küm elerinin h e r birinden sayı için elde edilen değerler
birbiri ile iyi anlaşma içindedir. Buna göre, görünürde bağımsız yasala­
n n (ısı yasalarını da kapsamak üzere) ortak bir değişmez bileşen içerdiği
gösterilir ki, kuramsal bir param etre ile temsil edilir ve kendi payına sıkı
sıkıya birçok deneysel veri türüne bağlanır. Sonuçta, term odinam iğin
kinetik kuram a indirgenm esi yalnızca birinci disiplinin yasaları için bir­
leşik bir açıklama sağlamakla kalmaz; aynca bu yasaları bütünler, öyle
ki onlardan herhangi biri için doğrudan ilgili kanıt ötekiler için dolaylı
kanıt olarak hizm et edebilir, ve öyle ki yasalardan herh angi biri için
eldeki kanıt birincil bilim in çeşitli kuram sal konutlam alarım giderek
daha güçlü destekler.

2. Bir indirgem enin bilginin örgütlenm esinde önem li bir ilerleme mi


yoksa yalnızca biçimsel bir alışürma mı olduğunu belirleyen irdelem eler
üzerine, ve kinetik kuram ı edimsel olarak destekleyen kanıtın karakteri
üzerine bu genel yorum lar dikkati etkin gelişme içinde olan bilimle­
rin önem li bir özelliğine yöneltir. D aha önce belirtildiği gibi, değişik
bilim dallannın sınırları zaman zaman kendi ilgili alanlannda açıklayıcı
öncüller ve öncü ilkeler olarak kullanılan kuram lar tem elinde çizilebi­
lir. Buna karşın, kuram lar bir kural olarak araştırm anın ilerlemesi ile
değişm eden kalmaz; ve bilim in tarihi yeni kuram tiplerinin çevresinde
yeniden örgütlenm ekte olan özel bilgi dallannın birçok örneğini sunar.
Dahası, bir disiplin bir kuramsal dizgenin en genel konutlam alannı kap­
samayı sürdürse bile, daha az genel olanlar yeni problem ler doğarken
sık sık başkalan tarafından değiştirilir ya da genişletilir.
Buna göre, verili bir bilim in bir başkasına indirgenebilir olup olma­
dığı sorusu iki disiplinin belli bir gelişim evresine gönderm e olmaksızın
soyutta yararlı olarak getirilemez. Indirgenebilirlik üzerine sorular an­
cak irdelem e altındaki bilim lerin verili bir tarihteki yerleşik içeriğinin
özgülleştirilm esi yoluyla belirli kılınırsa kazançlı olarak tartışılabilir.
Böylece, hiçbir etkin fizikçi çağdaş n ükleer fizik bilim inin klasik m e­
kaniğin herhangi bir tü rü n e indirgenebilir olduğu savını kolay kolay
ciddiye alamaz—üstelik sav nükleer fiziğin yasalannm salt m ekanik ol­
duğu kabul edilen sayıltılardan biçimsel bir tüm dengelim inin eşliğinde
olsa bile— , eğer bu sayıltılar savın ileri sürüldüğü sırada elde bulunan
yeterli kanıt ile desteklenmiyorsa, ve aynca o sırada önerilen bir birincil
bilime ait kuram dan norm al olarak beklenecek bulgulatıcı üstünlükleri
taşımıyorsa. Yine, term odinam iğin mekaniğe indirgenebilir olduğunu
söylemek bu İkincisi m oleküllere ve onların eylem kiplerine ilişkin sa-
yıkıları (istatistiksel olanları da kapsam ak üzere) kendi kabul edilen
konutlam aları arasında sayarken bir şeydir; ve term odinam iğin böyle
sayılülan desteklemeyen bir mekanik bilimine indirgenebilir olduğunu
ileri sürm ek bütünüyle başka bir şey. Özel olarak, çağdaş term odinam i­
ğin hiç kuşkusuz 1866’dan (Boltzm ann’m belli istatistiksel önsavların
yardımı ile term odinam iğin ikinci yasası için istatistiksel bir yorum ver­
meyi başardığı yıl) sonra gelen bir istatistiksel mekaniğe indirgenebilir
olmasına karşın, o ikincil bilim 1700’ü n m ekaniğine indirgenebilir de­
ğildir. Benzer olarak, on dokuzuncu yüzyıl kimyasının belli bölüm leri
(ve belki de bu bilim in b ütünü) 1925 sonrası fiziğe indirgenebilirdir,
am a bir yüz yıl öncesinin fiziğine değil.
Dahası, gelişm elerinin belli dönem lerinde bir bilimin bir başkasına
indirgenm esi yoluyla imlemli araştırm a için az da olsa yeni bir bilgi ya
da artmış güç kazanılabilmesi olanağı göz ardı edilm em elidir, üstelik
daha sonraki bir zam anda böyle bir indirgem enin gizil üstünlükleri ne
denli büyük olursa olsun. Böylece, bir disiplin bir etkin büyüm e evre­
sinde olabilir ve o sırada belirleyici görev incelem e alanındaki geniş ve
türlüleşmiş gereci taramak ve sınıflandırmak olarak belirlenebilir. Bir di­
siplini bir başka (belki de kuramsal olarak daha ileri) bilime indirgem e
girişimleri, başarılı olsalar bile, o sırada gereksinilen eneıjiyi disiplinin
gelişmesinin bu dönem in d e belirleyici pro b lem ler olan noktalardan
saptırabilir, ve b u n u o n u n d ah a öte araştırm anın yürütülm esi açısın­
dan açığını birincil bilimin etkili kılavuzluğu ile kapamaksızın yapabilir.
Ö rneğin, bitkibilimin birincil gereksinim inin varolan bitkisel yaşamın
dizgesel bir tipolojisinin kurulması olduğu bir zamanda, disiplin dirimli
örgenliklere ilişkin fıziksel-kimyasal b ir kuram ı benim sem ekten çok
az yarar sağlayabilir. Yine, b ir bilim bir başkasına indirgenebilir olsa
da, ikincil disiplin kendi özel problem ler sınıfını kesinlikle o disiplinin
içeriğini ele almak üzere tasarlanmış bir kuram ın yardımı ile ilerleyici
bir yolda çözm ekte olabilir. Bu problem lerin üzerine gitm ek için bir
tem el olarak, bu daha az kapsayıcı kuram birincil bilim in daha genel
kuram ınd an d ah a doyurucu olabilir—ve b u n u n n ed en i belki de bi­
rincil bilim in ikincil bilim de incelem e altındaki konular için çok fazla
incelikli ve külfetli tekniklerin kullanım ını gerektirmesi, ya da onu bu
konulara uygulamak için gereken başlangıç koşullannın bulunmayışı,
ya da yalnızca yapısının bu problem leri ele alm ak için verimli andı­
ranlar sunmaması olabilir. Ö rneğin, yaşambilim yürürlükteki quantum
m ekaniğinin fiziğine indirgenebilir olsaydı bile, yaşambilimin şimdiki
evresinde genetik kalıtım kuram ı yaşambilimsel kalıtım problem lerini
araştırm ak için q uantum kuram ının olacağından d ah a doyurucu bir
araç olabilir. Bir birincil bilim in belli bir kapsayıcı kuram ı yoluyla bü­
tünlenm iş bir açıklama dizgesi en sonunda gerçekleşebilecek bir ideal
olabilir. Ama bun d an bu ideali kazanm anın en iyi yolunun bir bilimin
kapsamlı ve güçlü olduğu kabul edilen bir kuram yoluyla bir başkasına
indirgenm esi olduğu sonucu çıkmaz, eğer ikincil bilim gelişiminin o
evresinde bu kuram ile etkili olarak işlemeye hazır değilse.
Özel bilimlerin karşılıklı ilişkileri üzerine, ve kuram larının açıklayıcı
gücü üzerine tartışm aların yoğunlaşması bu öğesel irdelem elerin göz
ardı edilmesine götürür. Bir bilimin bir başkasına indirgenemezliği (ör­
neğin yaşambilimin fiziğe) arada bir saltık olarak ve zamansal sınırlama­
lar olmaksızın ileri sürülür. H er ne olursa olsun, böyle savlardan yana
uslam lam alar sık sık bilim lerin bir tarihinin olduğunu, ve bir bilimin
bir başkasına indirgenebilirliğinin bildirilen bir zam anda ikinci disiplin
tarafından kullanılan belirli kuram üzerine olumsal olduğunu unutuyor
görünür. Öte yandan, tikel bir bilimin yeğlenen bir disipline indirgene­
bilir olduğunu ileri süren evrik savlar da irdelem e altındaki bilimlerin
eğer indirgenm elerinin bilimsel önem i olacaksa gelişmelerinin uygun
olgunluk düzeylerinde olm aları gerektiği olgusuna yeterince dikkat
etmez. Böyle savlar ve karşı savlar belki de çok iyiliksever bir tavırla bir
bilim in verili bir evresinde dizgesel araştırm anın tutması gereken en
u m ut verici yönün ne olduğu üzerine tartışm alar olarak yorumlanır.
Böylece bilim lerinin “özerkliği” üzerinde direten ve yaşambilimsel fe­
nom enlere ilişkin sözde “mekanistik kuram ları” toptan red d ed en ya-
şambilimciler zaman zaman bu konum u benim siyor g ö rü n ü rler çün­
kü fiziksel ve yaşambilimsel kuram ın şimdiki durum unda yaşambilimin
araşürm alannı ayrı olarak yaşambilimsel kategorilerde sürdürm e yoluyla
o nlan m odern fiziğin tipik çözümleme kiplerinden yana terk etm e yo­
luyla olacağından daha kazançlı çıkacağına inanırlar. Andırımlı olarak,
yaşambilimde m ekanikçiler sık sık yaşambilimin fiziğe indirgenm esini
salık veriyor olarak anlaşılabilirler, çünkü onlann görüşünde yaşambilim­
sel problem ler şimdi geçerli olan fiziksel kuramların çerçevesi içerisinde
salt yaşambilimsel kuram ların yardımı ile olacağından daha etkili olarak
ele alınabilir. Bununla birlikte, sonraki bölüm de göreceğimiz gibi, böyle
tartışm alarda yan tutanların sorunları bildirm ede genellikle tuttukları
yol bu değildir. Tersine, büyük ölçüde bir bilimin indirgenebilirliğini ya
da indirgenem ezliğini ilgilendiren savların zamansal olarak sınırlandı­
rılması gerektiğini görm edeki başarısızlık nedeniyle, özünde araştırma
stratejisi ile ya da belli bir zam anda oluşturuldukları yolda bilimler ara­
sındaki mantıksal ilişkiler ile ilgili sorular yaygın olarak sanki evrenin
enson ve değişmez bir yapısına ilişkin sorular imiş gibi tartışılır.

3. Bütün bu tartışma boyunca vurgu görgül olarak doğrulanabilir bir


bildirimler küm esinin böyle bir başka küm eden tüm dengelim i olarak
bir bilimin bir başkasına indirgenm esini kavrama üzerine getirilmiştir.
B ununla birlikte, indirgem e sorunları sık indirg em en in bir içeriğin
özelliklerinin bir başkasının özelliklerinden türetilm esi olduğu sayıltısı
tem elinde tartışılır. Böylece çağdaş bir yazar ruhbilim in fizik ve fizyoloji
açısından açıkça özerk b ir bilim o lduğunu ileri sürer, çünkü “bir baş
ağrısı birinin kafatasındaki parçacıkların bir düzenlemesi ya da yeniden-
düzenlemesi değildir,” ve “m or duyum um uz optik sinirdeki bir değişim
değildir.” Buna göre, anlığın fiziksel süreçler ile “gizemli olarak bağıntılı”
olduğunun söylenebilmesine karşın, kendisi o süreçlere indirgenemez,
ne de o süreçlerin yasaları yoluyla açıklanabilir .” 7 Yakınlarda bir baş­
ka yazar örgensel olm ayan doğada “gerçek yenilikler”in yer aldığını
doğrulayan bir sunum da “bir bileşiğin özelliklerinin tüm ünün yalnızca
öğelerinin doğasından çıkarsanabileceğini varsaymak bir yanılgıdır”
der. Benzer bir tonda, bir üçüncü çağdaş yazarın ileri sürdüğüne göre,
bir kimyasal bileşimin, söz gelimi suyun karakteristik davranışı “giderek
kuram da bile ayrı olarak ya da başka bileşim ler içinde alm an bileşenle­
rinin davranış ve özelliklerinin ve bu bütün içindeki düzenlem elerin en
tam bilgisinden çıkarsanamaz,” 8 Şimdi kısaca belirtmeliyiz ki özelliklerin
başka özelliklerden tüm dengelim i olarak indirgem e anlayışı yanıltıcıdır
ve düzm ece problem ler yaratır.
Anlayış yanıltıcıdır çünkü bir bilimin bir başkasına indirgenebilir olup
olm adığı sorusunun belirtik olarak form üle edilmiş belli kuramların
(eş deyişle, bildirim dizgelerinin) mantıksal sonuçlarının araştırılması
yoluyla olm aktan çok şeylerin “özelliklerinin” ya da sözde “doğalarının”
incelenm esi yoluyla bir çözüm e bağlanabileceğini ileri sürer. Çünkü
anlayış şeylerin, ve özel olarak şeyleri oluşturan “öğesel bileşenlerin”
“doğaları”nm doğrudan incelem e için erişilebilir olm adıkları ve imle­
diklerinin ya da im lem ediklerinin ne o ld u ğ u n u yalnızca gözlem den
okuyup çıkaramayacağımız biçimindeki belirleyici noktayı göz ardı eder.
Böyle “doğalar” bir kuram olarak bildirilmelidir ve gözlem nesneleri de­
ğildir; ve kimyasal öğelerin iye olabilecekleri olanaklı “doğaların” erimi
atom ik yapılar üzerine geliştirebileceğimiz ayrı kuram lar denli türlülük
gösterir. Tıpkı b ir zam anlar elektriğin “tem el doğası”n ın Maxwell’in
eşitlikleri yoluyla bildirilmesi gibi, molekül ve atom ların temel doğası da
onlar ve yapılan üzerine belirtik olarak eklem lenm iş bir kuram olarak
bildirilmelidir. Buna göre, bir bilimi bir başkasına indirgeyebilmek için
kimi özelliklerin belli başka özellik ya da “doğalar”dan çıkarsanabilir ol­
ması gerektiği sayıltısı belirgin olarak mantıksal ve görgül bir soru olan
şeyi çözülmesi um utsuz bir kurgul soruya döndürür. Ç ünkü kimyasal
öğelerin (ya da ne olursa olsun başka şeylerin) “özsel doğalarını” bu
öğeler için belirli karakteristikler konutlayan kuram lar kurma, ve sonra
kuram lan onlardan çıkarsanan sonuçlan uygun deneylerin sonuçlan ile
karşı karşıya getirerek alışıldık bir biçim de denetlem e yoluyla olm anın
dışında nasıl keşfedebiliriz? Ve kimyanın çeşitli yasalannın dizgesel ola­
rak ondan türetilm esine izin verecek türde bir kuram ın hiçbir zaman
kurulamayacağını önceden nasıl bilebiliriz?
7B rand Blanshard, “Fact, Value and Science,” in Science and M an (yay. haz. Ruth
N. A nshen), NewYork, 1942, s. 203.
8C. D. Broad, The M in d a n d Its Place in N ature, Londra, 1925, s. 59.
Buna göre, makroskopik nesnelerin verili bir “özellikler” ya da “dav­
ranış karakterleri” küm esinin atom ve m oleküllerin “özellikleri” ya da
“davranış karakterleri” tarafından açıklanmasının ya da onlara indirgen­
mesinin olanaklı olup olmadığı bu öğelerin “doğalarım” belirlemek için
kabul edilen kuram ın bir işlevidir. Bir bilimin incelediği “özelliklerin”
bir başka bilim tarafından tüm dengelim i eğer bu ikinci bilim bu özellik­
leri tek bir kuram ın terim lerinde konutlarsa olanaksız olabilir, am a ayn
bir kuramsal konutlam alar kümesi kabul edilirse indirgem e bütünüyle
olanaklı olabilir. Ö rneğin, kimya yasalarının (diyelim ki belli koşullar
altında hidrojen ve oksijenin genellikle su olarak bilinen ve kendi payına
başka tözlerin bulunuşu d u ru m u n d a belli davranış kipleri sergileyen
dayanıklı bir bileşimi oluşturm ak üzere birleştiği yasasının) elli yıl önce
kabul edilen fiziksel atom kuram larından tüm dengelim i haklı olarak
olanaksız sayılıyordu. Ama bir kuram ile göreli olarak olanaksız olan şe­
yin bir başka fiziksel kuram ile göreli olarak olanaksız olması gerekmez.
Kimyanın çeşidi bölüm lerinin atomik yapı üzerine quantum kuram ına
indirgenm esi şimdi yavaş da olsa kararlı bir ilerlem e yapıyor görünür;
ve yalnızca quantum kuramsal sayıltılardan ilgili tüm dengelim leri üret­
m ede içerilen muazzam matematiksel güçlükler görevi çok daha ileriye
götürm enin yolunda duruyor görünür. Yine, daha önce bir başkasında
vurgulanan bir noktayı şimdiki bağlamda yinelersek, eğer moleküllerin
“doğası” klasik istatistiksel m ekaniğin kuramsal ilkellerinin terim lerin­
de koşul olarak ortaya sürülürse, term odinam iğin indirgenm esi ancak
sıcaklığı ve kinetik enerjiyi bağıntılayan ek bir konutlam a getirilirse
olanaklıdır. B ununla birlikte, böyle özel önsav olmaksızın indirgem e­
nin olanaksızlığı salt biçimsel irdelem elerden doğar, m ekanik olan ve
term odinam ik olan arasında olduğu ileri sürülen ontolojik bir uçurum ­
dan değil. Laplace böylece tüm özdeksel parçacıkların kıpısal konum
ve devinirlikleri gibi aralarında etkide bulunan kuvvetlerin büyüklük
ve yönleri de verildiğinde b ir Tanrısal Anlığın geleceği her ayrıntıda
önceden bilebileceğine inandığı zaman açıkça yanılgı içindeydi. H er ne
olursa olsun, Laplace eğer onun Tannsal Anlığının mantık kanonlan ile
uyum içinde çıkarsamalar yaptığı varsayılırsa ve böylece bir bildirimi o
bildirim öncüllerde yer almayan terim leri kapsarken bir çıkarsamanın
vargısı olarak ileri sürm e gafma açık olmadığı varsayılırsa yanılıyordu.
Bu ne olursa olsun, bir bilim in bir İkinciye indirgenm esi—örneğin
term odinam iğin istatistiksel m ekaniğe, ya da kim yanın çağdaş fizik
kuram ına—ikincil bilim in kabul ettiği ayrımları ve davranış tiplerini
silmez ya da o n lan tözsel olmayan ya da “salt g ö rü n ü rd e” olan birşeye
dönüştürm ez. Böylece, baş ağrısının olması için ayrıntılı fiziksel, kim­
yasal ve fizyolojik koşullar saptanırsa ve saptandığı zaman, baş ağrılan
böylelikle yanılsam alar olarak gösterilmiş olmayacaktır. Tersine, eğer
böyle keşiflerin sonucunda ruhbilim in bir bölüm ü bir başka bilime ya
da başka bilim lerin bir bileşimine indirgenecekse, yalnızca ve yalnızca
baş ağrılarının olması için bir açıklama bulunm uş olacaktır. Ama böy­
le elde edilen açıklama özsel olarak pozitif bilim in başka alanlarında
elde edilebilir olanlar ile aynı tü rd en olacaktır. Baş ağrılarının olması
ve fizik, kimya ve fizyoloji tarafından belirlenen belli olay ve süreçlerin
olması arasında m antıksal olarak zorunlu b ir bağıntı kurmayacaktır.
Ne de açıklama ‘baş ağrısı’ terim inin bu disiplinlerin kuramsal ilkelleri
aracılığıyla tanım lanan bir anlatım ile anlam daşlığını doğrulam aktan
oluşacaktır. Bu ilkeller aracılığıyla formüle edilen koşullan bildirmekten
oluşacaktır ki, belirli bir ruhbilim sel fenom en o ilkeller altında ve salt
olumsal bir olgu sorunu olarak yer alır.

IV. Doğuş Öğretisi


indirgem enin çözümlemesi günüm üzde genel felsefede tartışılan bir
dizi sav ile, özellikle “doğuşsal evrim/emergent evolution”ya. da “holizm ”
olarak bilinen öğreti ile yakından ilgilidir. Aslında, o çözüm lem enin
kimi sonuçları d ah a şim diden bu b ölüm ün önceki kesim inde doğuş
öğretisinin yarattığı soru n lan n bir bölüm üne uygulanmıştır. Şimdi bu
öğretiyi indirgem e tartışmasının sağladığı ışık altında daha belirtik ola­
rak gözden geçireceğiz.
Doğuş öğretisi zaman zaman şeylerin ve süreçlerin hiyerarşik örgüt­
lenişine ve sonuçta “daha yüksek” düzlem lerde bulunan ve “daha alt”
düzlem lerdeki özelliklerden tahm in edilebilir olmayan özelliklerin yer
alışına ilişkin bir sav olarak form üle edilir. Ö te yandan, öğreti kimi za­
m an bir evrimsel kozm ogoninin bölüm ü olarak bildirilir ki, buna göre
daha şimdiden varoluşta olan daha yalın örgütlenm e özellik ve biçimleri
daha karmaşık ve “indirgenem eyecek denli yeni” özellik ve yapıları do­
ğurarak doğanın “yaratıcı ilerleyişi”ne katkıda bulunur. H er ne olursa
olsun, biçim lerinden birinde doğuşsal evrim evrendeki şeylerin şimdiki
türlülüğünün yalnızca ayrımlaşmamış ve yalıtılmış öğeleri (elektronlar,
protonlar ve benzerleri gibi) kapsayan kozmozun ilkel bir evresinden
ilerleyici b ir gelişm enin sonucu olduğu, ve geleceğin böyle tahm in
edilem ez yenilikler getirmeyi sürdüreceği savıdır. Doğuşçu öğretinin
bu evrimci türü doğuşun indirgenem ez hiyerarşik örgütleniş kavramı
tarafından gerektirilmez, ve öğretinin iki biçimi ayırdedilmelidir. ilkin
doğuşu şeylerin belli karakteristiklerinin tahm in edilemezliğine ilişkin
bir sav olarak irdeleyeceğiz ve daha sonra zamansal, kozm ogonik bir
süreç olarak doğuşunu kısaca yoklayacağız.

1. D oğuşa çok sık olarak toplum sal, ruhbilim sel ve yaşambilimsel


fenom enler ile bağıntı içinde açıklayıcı bir kategori olarak başvurulmuş
olmasına karşın, kavram genel bir yolda örgensel-olmayana da uygula­
nacak bir yolda form üle edilebilir. Böylece N birbirleri ile karmaşık bir
/ilişkisi içinde d u ran belli a\, . . , a n öğelerinden oluşmuş bir nesne
olsun; ve varsayalım ki Afbelirli bir Ö özellikleri sınıfına iye iken, TV’nin
öğeleri sırasıyla A ı , . . , A „ sınıflarına ait özelliklere iye olsunlar. Öğele­
rin sayısal olarak ayrı olmasına karşın, türde hiç de ayrı olmayabilirler;
dahası, birbirleri ile (ya da N ’nin parçaları olmayan başka öğeler ile)
N ’den ayn karmaşık bütünler oluşturm ak üzere / ’den ayn olan ilişkilere
girebilirler. B ununla birlikte, a\, . . , a„ öğelerinin / ilişkisinde yer al­
maları önsav gereği O özellikleri ile karakterize edilen N ’nin yer alması
için zorunlu ve yeterli koşuldur.
Sonra doğuş öğretisinin savunuculannın N ’nin öğeleri ile ilgili olarak
“tam bilgi” dedikleri şeyi varsayalım: Ö ğelerin birbirinden “yalıtılma”
içinde varolurken iye oldukları özelliklerin tüm ünü biliriz; ve ayrıca
TV’den ayn karm aşalar yoluyla sergilenen ve bu öğelerden tüm ü ya da
kimileri birbiri ile (ya da ek öğeler ile) / ’den başka ilişkiler içinde du­
rurken oluşan özelliklerin tümünü olduğu gibi bu karmaşalardaki öğe­
lerin özelliklerin de tüm ünü biliriz. Doğuş öğretisine göre, iki durum
ayırdedilmelidir: İlk durum da, böyle tam bilgiden eğer a \ , . . , a n öğeleri
/ ilişkisinde yer alırlarsa, o zaman N nesnesinin oluşacağını ve O özellik­
lerine iye olacağını tahm in etm ek (eş deyişle, çıkarsamak) olanaklıdır.
İkinci durum da, O sınıfında en azından bir Öe özelliği vardır, öyle ki,
öğelerin tam bilgisine karşın, bu bilgiden, eğer öğeler birbirleri ile /iliş­
kisinde duruyorsa, Oe’ye iye bir Af nesnesinin oluşacağını tahm in etmek
olanaksızdır. İkinci durum da, N nesnesi “doğm akta olan bir nesne” ve
Öe N ’nin “doğm akta olan bir özelliği”dir.
Bu bölüm ün önceki kesiminde (s. 368) Broad’dan alıntılanan pasajın
tem elinde yatan şey doğuş öğretisinin bu biçimidir. Broad doğuşun bu
tü rü n ü şöyle örnekler:
O ksijenin belli özellikleri vardır ve H id ro jen in belli başka özellikleri vardır.
Birlikte suyu o lu ştu ru rla r, ve b u n u y a p m a lan ile ilgili o ra n tıla r değişm ezdir.
O ksijenin ken d isin e ya d a H id ro jen dışın d a başka h e rh an g i birşey ile bileşim i
içindeki O ksijene ilişkin olarak bildiğim iz hiçbirşey bize n e olursa olsun o n u n
H id ro je n ile b ile şe b ile ce ğ in i varsaym ak için en k ü ç ü k b ir n e d e n verem ez.
K endi b aşına H id ro je n e ya d a O k sijen d en başka h e rh a n g i birşey ile bileşim i
için d e k i H id ro je n e ilişkin o la ra k bildiğim iz hiçbirşey bize n e o lu rsa o lsu n
o n u n O ksijen ile bileşebilm esini bek lem ek için e n k üçük b ir n e d e n verem ez.
Ve suyun kimyasal ve fiziksel özelliklerinin ç o ğ u n u n O ksijenin ve H id ro jen in
özellikleri ile, ister nicel isterse nitel olsun, b ilin e n h iç b ir bağlantısı yoktur.
B urada, anlayabildiğim iz kadarıyla, iki b ileşen d en oluşan b ir b ü tü n ü n özellik­
lerin in ayrı ayrı a lın d ığ ın d a o özelliklerin b ir b ilgisinden, ya d a b u bileşenleri
kapsayan başka b ü tü n le rin ö zelliklerinin b ir bilgisi ile bileşm iş o larak b u bil­
gid en bilinem eyecek olm ası d u ru m u n u n açık b ir ö rn e ğ in i g ö rü rü z . 9

Doğuş öğretisinin şimdiki biçim inin yarattığı çeşitli sorunlar vardır


ki, önceki indirgem e tartışm asında bunların çoğuna değinilm iştir ve
orada getirilen irdelem elerin tem elinde bir çözüme bağlanabilirler.
9Aynı yer, ss. 62-63.
a. Doğuş kavramının tem elinde yatan sayıltı kimi durum larda bir bü­
tünün özelliklerini bileşenlerinin özelliklerinden çıkarsamanın olanaklı
olmasına karşın, başka durum larda bunu yapm anın olanaksız olduğu­
dur. Bununla birlikte, gördük ki bu savın hem olum lu hem de olumsuz
bölüm leri edimsel olguların tam olmayan ve yanıltıcı formülasyonları
üzerine dayanır. Gerçekten de suyun özelliklerini (örneğin akışmazlık ve
yan-saydamlık gibi) yalnızca hidrojenin özelliklerinden (belli basınç ve
sıcaklık koşullan altında bir gaz d urum unda olması gibi) ya da yalnızca
oksijenin ya da bu öğeleri bileşenler olarak kapsayan başka bileşimlerin
özelliklerinden (hidroflorik asidin camı çözündürmesi gibi) çıkarsamak
olanaksızdır. Ama sık sık ortaya sürülen karşıt önesürüm lere karşın, bir
saatin davranışını yalnızca bileşen parçalannın özellik ve örgüüenişlerin-
den çıkarsamak da olanaksızdır. Bununla birlikte, tüm dengelim iki du­
rum da da aynı nedenlerle olanaksızdır. Çıkarsanabilecek olanlar özellikler
değil am a bildirimlerdir (ya da önerm eler). Dahası, karmaşık bütünlerin
özelliklerine ilişkin bildirim ler o n lan n bileşenlerine ilişkin bildirimler­
den ancak öncüller bu bileşenleri ilgilendiren uygun bir kuramı—böyle
bütünlerin davranışını bileşenlerin varsayılan davranışlarının “bileşke­
leri” olarak çözümlemeyi olanaklı kılan bir kuram ı—kapsıyorsa çıkar-
sanabilir. Buna göre, kuram dan çıkarsanabilir olduğu ileri sürülen bir
bildirim de yer alan tüm betimleyici anlatım lar da kuramı ya da özelleş­
miş durum lara uygulandığı zam an kuram a katılan sayıltılan form üle
etm ek için kullanılan anlaüm lar arasında yer almalıdır. Böylece, ‘Su yan
saydam dır’ gibi b ir bildirim gerçekten de hidrojen ve oksijene ilişkin
‘su’ ve ‘yarı saydam’ anlaüm lannı kapsamayan herhangi bir bildirim ler
küm esinden çıkarsanamaz; am a bu olanaksızlık bütünüyle salt biçimsel
irdelem elerden çıkar ve irdelem e altındaki d u ru m d a öncüller olarak
kabul edilen özel bildirim ler kümesi ile görelidir.

b. Öyleyse açıktır ki verili bir özelliğe ilişkin olarak o n u n “doğm akta


olan” bir özellik olduğunu söylemek ona özelliğin bir kuram ya da sa-
yıltılar kütlesi ile göreli olarak iye olabileceği am a başka bir kuram ile
göreli olarak iye olmayabileceği bir karakteri yüklemektir. Buna göre,
doğuş öğretisi (şimdi tartışılm akta olan anlam da) bildirim ler arasın­
daki biçimsel ilişkilere ilişkin belli mantıksal olgulan bildiriyor olarak
anlaşılmalıdır, nesnelerin özelliklerinin “özünlü” olduğu ileri sürülen ka­
rakterlerine ilişkin deneysel ya da giderek “metafıziksel” olgulan değil.
Bu bağıntıda, ve özellikle karmaşık b ü tü n lerin birleşenlerinin mik-
roskop-altı parçacıklar ve süreçler oldukları varsayıldığı zaman, böyle
bileşenlerin “özelliklerinin” gözlem yoluyla saptanamayacağı ve “yapı-
lan n ın ” herhangi bir “doğrudan algı” biçimi yoluyla öğrenilemeyeceği
yinelemeye değer bir noktadır. Bu özellik ve yapılann ne olduğu ancak
o bileşenlerin varoluşunu konutlayan ve onlar için çeşitli karakteris­
tikleri varsayan b ir kuram yoluyla form üle edilebilir. Dahası, kuram ın
makroskopik kanıtın ışığında belirsiz değişkilere açık olduğu ortadadır.
Buna göre, bileşiklerin verili b ir özelliğinin onların atom ik bileşen­
lerinin özelliklerinden tahm in edilip edilemeyeceği sorusu atom ların
önceden taşıdığı bilinen sözde “özünlü doğaları”nı ilgilendiren irde­
lem eler yoluyla çözüm e bağlanam az. Ç ünkü atom ik yapı üzerine bir
kuram verili bir özelliği tahm in etme görevini yerine getirmeyebilirken,
atom lar için başka bir yapı konutlayan bir başka kuram bunu yapmayı
olanaklı kılabilir.
Soruya bu bakış atom kuram ının tarihi tarafından desteklenir. Özdek
üzerine antikçağ kuram ı on dokuzuncu yüzyılın ilk çeyreğinde Dalton
tarafından sınırlı bir kimyasal olgular—başlangıçta, kimyasal tepkim e­
lere katılan tözlerin ağırlıklarının bileşim oranlarındaki değişmezlikle­
re ilişkin olgular—erim ini dizgesel olarak açıklayabilmek için yeniden
diriltildi. D alton’ın kuram a verdiği biçim atom lar için göreli olarak az
sayıda özellik konutluyordu, ve kuramı kimyasal dönüşüm lerin birçok
biçimini açıklama konusunda yetersizdi; örneğin, kimyasal değeri ya da
kimyasal dönüşüm lerde sergilenen ısıl değişiklikleri açıklamıyordu. Bu­
nunla birlikte, sonunda D alton’ın kuram ı bir dizi değişkiden geçti ve
sonraki biçimleri hem kimyasal hem de optik, ısıl ve elektromanyetik fe­
nom enlerin artan bir sayısı ile ilgili yasalar türlülüğünü açıklama gücünü
kazandı. Ama kuramın kazandığı bu değişiciler dizisi ile, atomların “özün­
lü doğası” anlayışı da dönüştü; çünkü kuram ın h e r bir biçimi—daha
tam olarak, belli bir sayıda geniş sayıltıyı ortaklaşa taşıyan kuramsal kur­
guların belli bir dizisi içindeki h er bir kuram —m akroskopik nesneler
için, her bir durum da bileşenler için ayırdedici “doğalar” ile, ayırdedici
türlerde m ikroskoptaki bileşen konutluyordu (ya da “tanım lıyordu”).
Buna göre, Demokritos’un “atomları,” D alton’ın “atom ları,” ve m odem
fıziksel-kimyasal kuram ın “atom ları” oldukça değişik parçacık türleri­
dir; ve ortak “atom ” adı altına alınabilm elerinin başlıca nedeni onları
tanımlayan çeşitli kuram lar arasında önem li andırım lann olmasıdır.
Öyleyse çeşitli atom kuram lannı değişmez bir mikroskop-alü nesneler
kümesi ile ilgili bilgimizde bir ilerlemeyi temsil ediyor olarak düşünm e
gibi rahatlatıcı bir alışkanlık tarafından yanıltılmamalıyız. Atom kuram­
larının tarihsel ardışıklığını betim lem enin bu yolu kolayca atom ların
varolduğunun ve atom lann varoluşunu konutlayan ve hangi özellikleri
taşıdıklannı belirleyen herhangi bir tikel kuram dan bağımsız olan sap­
tanabilir “özünlü doğalar” taşıdığının söylenebileceği inancını yaratır.
B ununla birlikte, gerçekte belli bir karakteristikler kümesi ile donatılı
atom lann olduğunu ileri sürmek fiziksel nesnelerin yapısına ilişkin belli
bir kuram ın deneysel kanıt yoluyla aklandığını ileri sürmektir. Bilimin
tarihinde ortaya sürülen atom kuram larının ardışıklığı gerçekten de
yalnızca makroskopik fenom enlerin düzen ve bağınülannı ilgilendiren
bilgide ilerlemeleri değil, am a aynca fiziksel şeylerin atomik yapılannın
aşamalı olarak daha yeterli bir anlayışını da temsil ediyor olabilir. Gene
de bundan, tikel bir atom kuram ından ayrı olarak, atomik parçacıkların
“doğalan”ndan tam olarak neyin tahm in edilebileceğini ya da edileme­
yeceğini ileri sürm enin olanaklı olduğu sonucu çıkmaz.
H er ne olursa olsun, bileşiklerin atom un yapısına ilişkin belli daha
eski kuram lardan tahm in edilebilir olmayan özelliklerinin (örneğin,
hidrojen ve oksijen belli koşullar altında bileştiği zaman oluşan kararlı
tözün kimyasal ve optik özellikleri gibi) atom ların bileşimine ilişkin yü­
rürlükteki elektron kuram ından tahm in edilebilmesi olgusu hiç kuşkusuz
ortadadır. Öyleyse bundan şu çıkar ki bir bileşiğin verili bir özelliğinin
“doğm akta olan” bir özellik olduğu ileri sürüldüğü zaman eksiltili bir
formülasyon kullanılmaktadır. Çünkü, bir özelliğin gerçekten de verili
bir kuram a göre doğm akta olan bir özellik olabilm esine karşın, başka
bir kuram a göre doğm akta olan bir özellik olması gerekmez.

c. B ununla birlikte, verili bir özelliğin “özünlü olarak” ya da “saltık


olarak” doğmakta olan bir özellik olduğunu ileri sürmek yanlış iken, bir
özelliği doğm akta olan bir özellik olarak karakterize ederken yalnızca
bilgisizliğimizi onaylam akta olduğum uzu ileri sürm ek de eşit ölçüde
yanlıştır. Ö rneğin, ileri sürüldüğü gibi,
o lab ilir ki h iç b ir fiziksel-kim yacı H oO ’n u n tü m özellik lerin i o n u in c e le m e ­
d e n ö n ce ta h m in etm iş olam az, ve g e n e d e b u ta h m in e tm e y eteneksizliğinin
yalnızca H ve O ’n u n d o ğ a la rın a ilişkin bilgisizliğin b ir an latım ı olm ası olası
g ö rü n ü r. Eğer, b ileşm eleri ü z erin e, H ve O su veriyorsa, büyük olasılıkla bir
a n la m d a suyu o lu ştu rm a gizilliğini kapsarlar. G erçekte d ışarıd an yeni hiçbir-
şeyin eklenm em esi, “d oğuş”u n varolan şeyler a rasında yeni ilişkililik tü rlerin in
so n u c u olm ası Doğuşsal Evrim in ö z ü n d e yatar. O zam an ileri sü rü le n şey bile­
şenlerin yeterli bilgisi ile suyun özellikleri k o n u su n d a olasılık düzeyleri yüksek
tah m in le rin yapılabilecek o ld u ğ u d u r. G erçekte, kim yacılar bileşiklerin hiçbir
zam an gözlem lem em iş o ld u k ları özelliklerini başarıyla ta h m in etm işler ve bu
“doğm akta o lan ” şeyleri üretm eye geçm işlerdir. G iderek gözlem lenm em iş olan
ö ğ e le rin varoluş ve özelliklerini bile tah m in etm işlerd ir . 10

Bu türden karşıçıkışlar doğuş öğretisinin gücünü gözden kaçırır ve


giderek onda açıkça sağlam olanı bile yadsıyor görünür. İlk olarak, öğ­
reti ‘tahm in etm ek’ deyimini ‘katı mantıksal sağınlık ile tüm dengelim ’
anlam ında kullanır. Doğuş öğredsinin bir savunucusu doğmakta olduğu
ileri sürülen bir özelliğin ister h er zaman isterse yalnızca zaman zaman
olsun sevindirici bir içgörü ile ya da talihli bir tahm in ile önceden bili­
nebileceğini kolayca kabul edebilir, am a böylelikle söz konusu özelliğin
tahmin edilemeyecek olduğu savından vaz geçmeye zorlanmayacaktır. İkin­
ci olarak, kimi durum larda verili bir özelliğin belli başka özelliklerden
tahm in edilemeyeceğini—ya da, daha sağın olarak, belirtilen bir özel­
liğin yer almasına ilişkin verili bir bildirim in başka bildirim lerin belirli
bir küm esinden çıkarsanamayacağını—gösterm ek olanaklıdır. Çünkü
l0WilliamMcDougall, Modem Materialism andEmergentEvolıUion, NewYork, 1029, s. 129.
yerleşik mantıksal tekniklerin yardımı ile ilk özelliğe ilişkin bildirim in
başka özelliklere ilişkin bildirim ler tarafından gerektirilmediğini tanıtla­
mak olanaklı olabilir; ve böyle bir tanıtlam a kolayca üretilir, özellikle
birinci bildirim son bildirim ler sınıfında görünm eyen anlatımlar kapsa­
dığı zaman. Üçüncü ve son olarak, atom ların “doğaları”na ilişkin sözde
“bilgisizliğimiz” ya da “tam olmayan bilgim iz” ortadaki soruna b ü tü ­
nüyle ilgisizdir. Çünkü o sorun verili bir bildirim in verili bir bildirim ler
küm esinden çıkarsanabilir olup olm adığı biçim indeki yalm sorundur,
bildirim in başka bir bildirim ler küm esinden çıkarsanabilir olup olma­
dığı değil. D aha önce gördüğüm üz gibi, “H ve O ’n u n doğası”nı ilgilen­
diren bilgimizi geliştirdiğimiz ya da genişlettiğim iz söylendiği zaman
yaptığımız şey sonuçta H ve O üzerine bir kuram ı bir başka kuram ile
değiştirmektir; ve H ve O ’n u n su oluşturm ak üzere bileşmesinin ikinci
kuram dan çıkarsanabilir olması olgusu bildirimin başlangıçtaki öncüller
küm esinden çıkarsanamayacağı olgusu ile çelişmez. Term odinam iğin
m ekaniğe indirgenm esini tartışırken belirtildiği gibi, Boyle-Charles
yasası ‘sıcaklık’ terim ini ‘m oleküllerin ortalam a kinetik eneıjisi’ terimi
ile ilişkilendiren bir konutlam a eklenm edikçe istatistiksel m ekaniğin
sayıltılarından çıkarsanam az. Bu konutlam anın kendisi klasik biçimi
içindeki istatistiksel m ekanikten çıkarsanamaz; ve bu olgu— eğer gaz
yasası çıkarsanacaksa bir konutlam anın ( ya da ona eşdeğer birşeyin)
istatistiksel m ekaniğe bağımsız b ir sayıltı olarak eklenm esinin gerek­
mesi—belki de onu yorum lam akta olduğum uz biçimiyle doğuş öğreti­
sindeki özeksel savdır.

d. Böylece belli bildirim ler arasındaki mantıksal ilişkiyi ilgilendiren bir


sav olarak yorum landığında doğuş öğretisinin özsel doğruluğunu kabul
etmiş olduk. B ununla birlikte, belirtm ek gerek ki böyle anlaşılan öğre­
tinin o n u n savunucularının genellikle ileri sürdüklerinden çok daha
geniş bir uygulam a alanı vardır. Ö ğreti çoğunlukla kimyasal, yaşam-
bilimsel ve ruhbilim sel özellikler ile bağıntı içinde ileri sürülm üştür
çünkü bu özellikler “daha yüksek” örgütlenm e düzlem lerindeki dizge­
leri karakterize eder ve ileri sürüldüğü gibi “daha düşük” düzlem lerde
yer alan özelliklere göre “doğm akta olan” özelliklerdir. G erçekten de,
öğreti sık sık “mekanik açıklam aların sözde evrenselci savlarına karşıtlık
içinde ileri sürülür, çünkü eğer kimi özellikler gerçekte doğm akta ise,
yer alm alarının “m ekanik” terim lerde açıklanamaz olduğu savunulur.
Doğuş öğretisinin doğruluğunun öyleyse zaman zaman kuvvetlerin bile­
şimi ilkesini geçerli bir çözümleme ilkesi olarak alan m ekanik bilimine
sınırlar getirdiğine, ve o ilkeyi kabul etmeyen başka açıklama dizgelerini
m ekanikten ayırdığına inanılır .11 Buna göre, ö ğ retinin savunucuları,
nKrş. Mili tarafından “nedenlerin birleşik etkisinin” “m ekanik” ve “kimyasal” kipleri
arasına getirilen ayrım; bu ayrım doğuş öğretisinin klasik kaynağıdır. J. S. Mili, A System
of Logic, L ondra, 1879, Book 3, Chap. 6 .
açıkça ileri sürm eseler de, genellikle mekaniğe ayrılan alanın içerisinde
ya da belki de giderek fiziğin alanı içerisinde bile hiçbir doğm akta-
olan özelliğin olmadığını düşünüyor görünürler; ve doğmakta-olmayan
bir özelliğin örneği olarak sıklıkla alıntılanan örnek bir saatin bileşen
çarklarının ve yaylarının özelliklerinin ve örgütlenişinin bir bilgisinden
tahm in edilebilir olduğu ileri sürülen davranışıdır.
Ama doğuş öğretisinin özünü oluşturan mantıksal nokta tüm araş­
tırm a alanlarına uygulanabilirdir ve genel olarak m ekaniğin ve fiziğin
içerisindeki açıklamaların çözümlemesi ile tıpkı başka bilimlerin yasa­
larının tartışmaları ile olduğu gibi ilgilidir. Term odinam iğin mekaniğe
indirgenm esinin yukandaki tartışması bunu bütünüyle açığa serer. Ama
ek duruluk ve vurgu uğruna, saat örneğini irdeleyelim. Belirtm ek ye­
rinde olacaktır ki saatin m ekaniğin zem ininde tahm in edilebilir olan
“davranışı” saatin davranışının yalnızca bütünüyle m ekaniğin ilkel dü­
şüncelerinin terim lerinde karakterize edilebilecek evresidir—örneğin,
saatin kollarının devimi yoluyla oluşturulan davranış. Davranışının o
düşüncelerin alanı içerisine getirilem eyen herhangi bir evresi—örne­
ğin saatin sıcaklığındaki değişim den ya da m anyetik kuvvetlerde saa­
tin parçalarının göreli devimleri yoluyla yaratılabilecek değişim lerden
oluşan davranış— m ekanik kuram tarafın d an açıklanm az ya da tah­
m in edilmez. B ununla birlikte, öyle g ö rü n ü r ki saatin davranışının bu
“mekanik-olmayan” özelliklerine m ekanik ile göreli olarak “doğm akta
olan özellikler” adını verm enin yolunda keyfi alışkanlıktan başka hiç­
birşey durm az. Ö te yandan, böyle m ekanik-olm ayan özellikler hiç
kuşkusuz ısı ve m anyetizma kuram larının yardımı ile açıklanabilirdir,
öyle ki, kuramsal sayıltılann daha geniş bir sınıfı ile göreli olarak, saat
doğmakta-olan hiçbir özellik sergilemeyebilir.
Doğuş öğretisinin savunuculan kimi zaman “ikincil nitelikler” denilen
niteliklerin yer almasının fiziksel kuram lar tarafından tahm in edilem e­
yeceği olgusunu özellikle vurgulama eğilimindedir. Ö rneğin atom lann
mikroskopik yapısının tam bir bilgisinden çıkarak m atematikçi bir baş-
m eleğin b ir elektrik boşalması bir azot ve h id ro jen karışımı içinden
geçirilirse ikisinin bileşeceğini ve suda-çözünebilir am onyak gazının
oluşacağını tahm in edebileceği ileri sürülmüştür. Bununla birlikte, baş-
meleğin amonyağın sağın m ikroskopik yapısının ne olması gerektiğini
çıkarsayabilecek olmasına karşın,
b u yapıdaki b ir tö zü n in san b u r n u n a geldiği z am an am o n y ak gibi kokm ası
gerek tiğ in i ta h m in etm eye b ü tü n ü y le yeteneksiz olacaktır. Bu k o n u ü z erin e
tah m in e d ebileceği e n ç o ğ u n d a n m ukoz m em b ran d a , koku alm a sin irlerin d e
ve b e n z e rle rin d e belli değişim lerin yer alacağıdır. A m a b u d eğişim lere g en el
o larak b ir k o k u n u n ve özel o larak am onyağın k e n d in e özgü k o k u su n u n gö­
rü n g ü sü n ü n eşlik edeceğini bilm esi, biri b u n u o n a söylem edikçe ya d a kendisi
o n u koklam adıkça, olanaklı değ ild ir . 12
12Broad, aynı yapıt, s. 71.
Ama bu önesürüm en iyisinden kendiliğinden açık bir önesürüm dür,
ve şeylerin fiziksel (ya da “birincil”) nitelikleri için ikincil nitelikleri
doğrulayan aynı güvence ile doğrulanabilir. Hiç kuşkusuz formülasyonla-
nn d a tözlerin koku özelliklerine gönderm ede bulunan hiçbir anlatımdan
yararlanmayan bir kimya kuram ının kokuların yer almasını tahm in ede­
meyeceği açıktır. Ama bunu yapamamasının nedeni mekaniğin özdeğin
optik ya da elektriksel özellikleri için açıklama verem em esinin nedeni
ile aynı değildir—yani, bir tüm dengelim biçimsel olarak açık kılınınca,
verili bir anlatımı kullanan hiçbir bildirim mantıksal olarak o anlatımı da
kapsamayan öncüllerden türetilemez. Buna göre, eğer bir matematikçi
baş-melek gerçekten de kokuları atom ların m ikroskopik yapılarının
bir bilgisinden tahm in etm e yeteneğinde değilse, güçlerindeki bu sınır
yalnızca çıkarsanabilirlik için mantıksal koşulların baş-melekler için de
insanlar için olan sınırlam a ile aynı olması olgusunun bir sonucudur.

2. Şimdi kısaca doğuş öğretisini birincil vurgusu doğmakta-olan nite­


liklerin ileri sürülen ‘yenilikleri’ üzerine düşen bir evrimsel kozmogoni
olarak irdeleyelim. Doğuşsal evrim öğretisi böylece geçmişte varolan ya
da şimdide bulunan bireylerin ve onların özelliklerinin türlülüğünün
tam olmadığını, ve evrende hiçbir yerde daha önce benzerleri sergilen­
miş olmayan niteliklerin, yapıların ve davranış kiplerinin zaman zaman
varoluşa geldiğini ileri sürer. Böylece, öğretinin form ülasyonuna göre,
dünyanın şimdiki d urum u (ki buna “Ph.N .” denir) herhangi bir önceki
evre (“Ph.A.”) ile karşılaştırıldığında, aşağıdaki özelliklerden Ph.A.’da
eksik olan birinin ya da daha çoğunun Ph.N ’de bulunduğu gösterile­
bilirse, bir doğuşsal evrimin yer almış olduğu söylenir:
(1) H e r iki evreye o rta k ... g e n el b ir değişim tip in in ö rn e k le ri (söz gelim i
parçacıkların göreli devim i), ki b u ö rn e k le rin yer alm asının tarz ya d a k oşullan
Ph.A .’d a yer alan tip te n tü m d eğişim lerin betim lem esi ve ... tah m in edilm esi
için yeterli olacak yasalann te rim le rin d e betim len em ez ya d a o n la rd a n tah m in
edilem ez. Yasaların b u evrim sel d o ğ u şu n u n tasarlan ab ilecek b ir vesilesi, biri­
cik vesile olm asa da, b ir yasalar küm esi ile uyum için d e, özdekteki yeni yerel
b ü tü n le şm e le rin ü re tim i olacaktır, ki b u n la rın devim leri, ve dolayısıyla bileşen
p a rç a la n n ın devim leri, öyleyse tan ım la n an a n la m d a d o ğ m ak ta o lan vektörel,
e.d. yönelim sel yasalara u ygun olacaktır. ... (2) P h.A .’daki o ilin e k le r olm ak­
sızın d a d a h a şim d id e n b u lu n a n k e n d ilik le re b a ğ la n ab ilir ... yeni nitelikler.
(3) P h.A .’da b u lu n a n k e n d ilik le rin karak teristiğ i o lan tü m özsel yüklem leri
taşımayan ve k e n d i ay ırd e d ic i (yalnızca b e tile n im tip in d e olm ayan) yüklem
tiplerini taşıyan tikel kendilikler. (4) Ph.A .’d e yer alan h e rh an g i b irin d e n indir-
genem eyecek d e n li ayn tü rd e olan olay ya d a sü re cin b ir tipi ya d a tipleri. (5)
H e r iki evreye o rtak olan birincil k endiliğin h e rh an g i b ir tip in in ya d a d a h a çok
tip in in dizg en in d ışın d an ak ta rm a yoluyla açıklanabilir olm ayan ö rn e k le rin in
d a h a büyük b ir niceliği ya d a sayısı. 13

“Arthur O. Lovejoy, “The Meanings of ‘Emergence’ and Its Modes,” Pmceedings ofthe Sixth
International Congress ofPhilosophy (yay. haz. Edgar S. Brightman), NewYork, 1927, ss. 26-27.
Sona erm eyen bir “yaratıcı yenilik” öğretisi olarak doğuşsal evrim öy­
leyse sık sık özellikle on yedinci yüzyıl bilimine yüklenen ön-oluşum cu/
preformationist görüş ile karşıtlık içine getirilir, çünkü bu son görüşe göre
tüm doğa olayları yalnızca bir tem el ve yalın “kendilikler” küm esinin
uzaysal yeniden-düzenlem eleridir ki, bunların toplam sayısı, nitelikleri
ve davranış yasaları girdikleri çeşitli birleşm eler boyunca değişm eden
kalır. B ununla birlikte, kimi yazarlar böyle “yaratıcı yenilik” önesürü-
m ü n ü n ötesine geçmiş ve yaratıcı evrim in ardışık evreleri olduğuna
inandıkları şeyin anahatlarını vermişlerdir; am a bu kozmik kurguların
ayrıntıları ile ilgilenmeyeceğiz.

a. İlk olarak belirtmek gerek ki yarancı evrim öğretisi çeşidi özelliklerin


tahmin-edilemezliği olarak doğuş anlayışını ne gerektiriyor ne de onun
tarafından gerektiriliyor görünür. Çünkü pekala olabilir ki bir özellik
verili bir kuram ile göreli olarak doğmakta olan bir özellik iken, zamansal
bir anlam da yeni değildir. Uç bir örnek alırsak, cisimlerin ağırlıklarının
olması özelliği klasik fiziksel geom etri kuram ından çıkarsanabilir değil­
dir; bununla birlikte, cisimlerin yerçekimi özelliklerini uzaysal özellikler
kazandıktan sonra sergilemeye başladıklarına inanm ak için hiçbir neden
yoktur. Öte yandan, bir atomik yapı kuram ından azot ve oksijenin suda
çözünebilir amonyak gazı oluşturm ak üzere bileşebileceklerini çıkarsa-
mak olanaklı olabilir, gerçi, o sıradaki fiziksel koşullar sıvı durum undaki
suyun oluşum una izin vermediği için—diyelim ki yeryüzünün yeterin­
ce soğuduğu zam andan önce— , amonyağın suda çözünmesi durum u
hiçbir zaman edimsel olarak yer almamış olsa da. içinde çözünmüş bir
amonyak gazı ile suyun daha sonraki oluşumu o zaman zamansal olarak
yeni bir olay olacaktır. Buna göre, herhangi bir özelliğin zamansal ola­
rak yeni olma anlam ında “doğm akta olan birşey” olup olmadığı sorusu
herhangi bir özelliğin tahmin-edilemez olma anlam ında “doğmakta olan
birşey” olup olmadığı sorunundan daha değişik düzende bir problemdir.
İkincisi yalnızca olmasa da büyük ölçüde bildirim lerin mantıksal ilişkileri
ile ilgili bir sorundur; birincisi birincil olarak yalnızca görgül tarihsel
araştırma yoluyla bir çözüme bağlanabilecek bir soru.

b. Buna göre, bir özellik, süreç ya da davranış kipinin bir doğuşsal


evrim durum u olup olmadığı sorusu doğrudan doğruya görgül bir prob­
lem dir ve en azından ilkede tarihsel araştırmaya başvuru yoluyla çözü­
lebilir. Buna karşın, o n u yanıtlam a girişim inde kısaca değinmeyi hak
eden kimi güçlükler vardır. Bu güçlüklerden biri kılgısal bir güçlüktür
ve soruya kesin yanıt verm ek için evrendeki (ya da o n u n bir bölüm ün­
deki) tüm geçmiş olayları doğmakta olduğu ileri sürülen bir özelliğin ya
da sürecin gerçekten de öyle olup olm adığına karar verebilecek bir dü­
zeyde ayrıntılı olarak bilmek zorunda olmamızdan doğar. Ama geçmişe
ilişkin bilgimiz ciddi olarak eksiktir, ve belli özellik ve süreçlerin verili
bir zam andan önce yer alamayacak olduğunu gösterm ek için elimizde
durum ların ancak sınırlı bir sınıfında yeterince güvenilir kanıt vardır.
Böylece atom ik ve atom-altı düzlem lerde şimdi yer aldığına inanılan
çeşitli süreçlerin h er zam an yer almış olup olm adığına, ya da onların
şimdiki kozmik evrenin karakteristiği olup olm adığına ılımlı bir kuşku­
nu n ötesinde karar verebilm ek için elimizde yeterli bir tem el yoktur.
Ö te yandan, eğer dirim li örgenliklerin uygun sıcaklık koşullarına ba­
ğımlılığını sorgusuzca kabul edersek, ve eğer bir zam anlar yeryüzünün
sıcaklığının böyle örgenliklerin işlev görm esi için aşırı ölçüde yüksek
olduğunu da varsayarsak, dirim li örgenliklerin yeryüzünde (belki de
evrendeki h er yerde) belli bir çağdan önce görünm em iş oldukları aşağı
yukarı kesinlik kazanır.
ikinci bir güçlük kaynağını ‘özellik’ ve ‘süreç’ gibi sözcüklerin bula­
nıklığında ve iki özelliğin ya da sürecin “aynı” ya da “ayrı” olarak sayılıp
sayılmayacağını yargılamak için sağın ölçütlerin yokluğunda bulur. Böy­
lece bir nesneler küm esinin “salt” uzaysal yeniden-düzenlem esi doğ-
makta-olan bir özellik d urum u olarak görülmeyecektir, üstelik o belirli
yeniden-düzenlem e daha önce yer almamış olsa da. Buna karşın, şey­
lerin h er uzaysal yeniden-dağılım ının bir “nitel” değişim ile bağlı olup
olmadığını ve böylece uzaysal değişimlerin de ipso/acto yeniden-dağılmış
şeylerin “özelliklerindeki” başkalaşımlar olup olmadığını sormak önem ­
lidir. Ö rneğin, bir kenarı üzerine dayanan bir karenin oluşturduğu bir
kalıp hiç kuşkusuz kare köşelerinden biri üzerinde duracağı bir yolda
döndürüldüğü zaman oluşan kalıptan “ayrı görünür.” Eğer ikinci kalıp
daha önce varolmamış olsaydı, yer alması yeni bir özelliğin görünüşü
olarak kabul edilir miydi? Eğer edilmezse, yeni bir özelliğin göstergesi
nedir? Ama eğer yeni birşey olarak görülürse, o zaman hem en hem en
h e r değişim in de doğuşsal evrimin b ir örneği olarak görülm esi gere­
kir. Ç ünkü işlerin verili bir d u ru m u h e r biri geçm işte yer almış olan
özelliklerin bir küm esine çözüm lenebilir olabilir. Ö te yandan, şimdiki
belirişlerinde özellikler belirli bir ilişkiler bağlam ında yer alır; ve, gerçi
bu ilişkilerin belirli kalıbı yinelenebilir b ir kalıp olsa da, o özellikler
gerçekte hiçbir zam an tam olarak o kalıpta örneklenm em iş olabilir.
Buna göre, işlerin verili du ru m u o zam an doğm akta olan bir özelliği
örneklendirecektir; ve, özellikle bir duru m u n uzaysal-zamansal uzamı
üzerine hiçbir sınır getirilm ediğinde h e r d u ru m böyle yeni kalıplar
sergileyebilse de, doğuş öğretisi şeylerin değiştiği biçim indeki önemsiz
bir sav duru m u n a düşm ekten ancak güçlükle kaçabilir.
Dahası, yukarıdaki alıntıda kapsanan o sınırlam a ile, tikel bir ken­
diliğin eğ er evrim in önceki ev relerindeki kendilik lerin “tüm özsel
yüklem leri”ni taşımıyorsa bir doğuşsal evrim örneği olarak sayılacağı
sınırlaması ile tam olarak ne anlaşılacaktır ? Genel olarak, bir yüklemin
“özsel” bir yüklem olarak görülüp görülmeyeceği sorunun bağlamı üze­
rine ve irdelem e altındaki problem üzerine bağımlıdır. Ama eğer bu
böyleyse, o zaman o koşul göz ö n ü n e alındığında doğuşsal bir özellik
ve doğuşsal-olmayan bir başkası arasındaki ayrım bir araştırm anın ilgi­
sindeki değişim ler ile ve am açlan ile birlikte değişecektir. Bu güçlükler
doğuş öğretisine ölüm cül olm aları için alıntılanmış değildir. B ununla
birlikte, öğreti alışıldık olandan daha büyük bir özenle form üle edilme­
dikçe kolayca salt bir apaçıklık olarak yorumlanabilir.

c. Doğuşsal evrim anlam ında doğuşsal özelliklerin olduğu önesürüm ü


nedensel ilkenin evrenselliğine inanç ile, en azından o nun tüm olay­
ların yer alması için belirli koşulların o ld u ğ u n u ileri süren biçim ine
inanç ile bütünüyle bağdaşabilirdir. Doğuşsal evrimin kimi savunuculan
aslında öğretiyi radikal indeterm inizm türleri ile birleştirir; başkaları
h e r zam an doğuşu “teleolojik” nedensellik den ilen şey ile bağlar ve
böylece amaçlı etm enlerin işleyişine yeni nitelikler ve süreçler yükler.
B ununla birlikte, ne indeterm inizm e ne de teleolojik nedenselliğe bir
inanç doğuşsal evrim için özseldir. G erçekte örneğin yeni bir kimyasal
bileşiğin yer alm asının h e r zam an belli kimyasal öğelerin belirli ama
benzersiz betilenim lerinin oluşum u üzerine olumsal olduğunu ileri sü­
ren birçok doğuşsal evrim yandaşı vardır; ve dahası, bunlar bu öğelerin
ister amaçlı yaratıklar isterse raslantısal koşullar aracılığı ile olsun o
özel tarzda birleştiği h er keresinde aynı tipten bir bileşimin kaçınılmaz
olarak oluşacağını savunur.

d. Yine belirtm eye değer ki, yaygın olarak savunulan aykırı görüşe
karşın, klasik fiziğin (ve özel olarak m ekaniğin) sayıltı ve yordam ları
doğuşsal evrim savını ne im ler ne de o n u n la çelişir. Hiç kuşkusuz, fi­
zikçilerin şeylerin özelliklerinin “en sonunda” mekaniğe özgü özellik­
ler olduğunu ve ayrıca doğadaki biricik “gerçek” değişimlerin uzaysal
değişim ler o ld u ğ u n u kabul ed en felsefi yorum ları vardır. B ununla
birlikte, böyle yorum ların doğruluğu kuşkuludur ve fiziksel kuram ın
doğasının yeterli açıklam alan oldukları kabul edilemez. Gördüğüm üz
gibi, mekanik bilimi gerçekten de kuramsal kavram lann sınırlı ve seçili
bir kümesi ile işler. B ununla birlikte, bu olgu bilim in şeylerin birincil
olarak m ekaniğin ilgilendiği özelliklerden başka özelliklerinin edimsel
varoluşunu ya da olanaklı doğuşunu yadsımasını gerektirmez. Böyle bir
yadsıma aklanmamış olacaktır, üstelik fizikçilerin daha önceki um utlan
gerçekleşmiş ve m ekanik evrensel doğa bilimi olarak bir zam anlar taşı­
dığı üstünlük konum unda kalmayı sürdürm üş olsaydı bile. Çünkü bir
olayın ya da sürecin m ekanik açıklaması yalnızca o n u n yer almasının
koşullarını mekanik terimlerde bildirm ekten oluşur. Ama böyle açıkla­
malar hiç kuşkusuz olanaksız olacaktır (kendilerini-çürüten şeyler için
açıklama verme girişimleri olmayı göze alm adıklan sü rece), eğer olay
ya da süreç ilkin karakteristiklerinin gözlenm esi yoluyla tanınm ış de­
ğilse—karakteristikler salt m ekanik özellikler olsun ya da olmasın, ve
yeni olsun ya da olmasın. Kısaca, m ekaniğin ya da klasik fiziğin başka
herhangi bir kuram ının yapısı çözümlenince, kuram ın işlemsel etkerli-
ğinin zamanın gidişi içinde evrende yeni özelliklerin ve bireylerin ortaya
çıktığı biçimindeki tarihsel savın doğrulanm ası ya da yadsınması üzerine
bağımlı olmadığı açığa çıkar.

e. Belki de doğuşsal evrim öğretisinde kapsanan en ilgi çekici öneri


“doğa yasalan”nm kendilerinin değişebileceği, ve değişik kozmik çığır­
lar boyunca olaylar arasında yeni bağımlılık kalıplarının sergilendiğidir.
Hiç kuşkusuz görülecektir ki, am açlanan şey yalnızca olay ve süreçlerin
yapılarına ilişkin bizim bilgiye da farmülasyonumuzun gelişime uğraması
değil, am a bu yapıların kendilerinin zam anla değişmekte olmasıdır. Böy­
lece, Boyle-Charles yasası gazların davranışının van d er Waals denkle­
m inin olduğu kadar yeterli bir form ülasyonu değildir; am a birincinin
yerine İkinciyi geçirmiş olmamız olgusu gazlann davranış kalıbının bir
değişime uğramış olduğunu imliyor olarak alınmayacaktır. Dahası, öne­
ri yalnızca belirli bir fiziksel dizgenin davranış kipinin evrimlenmekte
olduğu sayıltısından oluşmaz. Ö rneğin, yeryüzünün ekseni çevresinde
dönüş dönem inin küçülmekte olduğunu gösteren kanıt vardır. Bununla
birlikte, bu özel olgu mekanik yasalannın değişmekte oldukları sayıltısı
yoluyla değil, am a dalgaların güneş ve ay tarafın d an büyük olasılık­
la değişmeyen yasalar ile uyum içinde ü retilen “frenlem e” etkisi gibi
etm enlerin terim lerinde açıklanır. Buna göre, ö n erin in göz ö n ü n d e
tuttuğu şey yaygın yapı tiplerinin değişmekte olması, ya da şeyler tarafın­
dan yeni ilişkisel kalıpların sergilenm ekte olması olanağıdır; örneğin,
sürekli olarak uzaklığın karesi ile ters orantı içinde kalmak yerine, tüm
parçacık çiftleri arasındaki yerçekimi kuvveti bu son etm enin zamanla
büyüyeceği bir yolda yavaş yavaş değişiyor olabilir; ya da çeşidi kimyasal
öğeler ilerleyici bir yolda yeni özellikler ve birbirleri ile yeni bileşim
kipleri sergiliyor olabilir. B ununla birlikte, öneri ciddi güçlükler de
taşım aktadır ki, bunların bir bölüm ünü şimdi belirteceğiz.
Belki de b unların en açık ve en belirleyici olanı bir yasadaki görü­
nü rd e bir değişim in gerçekten de öyle mi olduğu, yoksa yalnızca bir
yapı tipinin ağır basmasını sağlayan koşullar açısından bilgimizin tam
olm adığını mı belirttiği konusunda em in olamayacağımız olgusundan
kaynaklanır. Ö rneğin varsayalım ki bir evrensel değişmezin (örneğin ışı­
ğın boşluktaki hızı gibi) değişmekte olduğunu gösteriyor görünen kanıt
bulunm uş ve b una göre ki ışık hızının değeri şimdiki yüzyıl sırasında
tarih-öncesi zam anlar sırasındaki değerine göre küçülm üş olsun. Bu­
nunla birlikte, aradan geçen zaman içinde başka şeyler de değişmiştir:
Galaksilerin göreli konum ları bun d an böyle aynı değildir; yıldızlarda
ve yaydıkları ışım anın niceliğinde iç değişim ler olm uştur; ve giderek
fiziksel cisim lerin şimdiye dek saptanm am ış bir özelliğinde (özdeğin
insanlar tarafından ancak göreli olarak yakın zam anlarda keşfedilmiş
elektriksel özelliklerine benzer bir özellik) değişim lerin olmuş olması
bile olanaklıdır. Öyleyse en azından düşünülebilir ki ışık hızının değiş­
mezliği üzerine şimdiye dek ileri sürülen yasa bütünüyle yanlıştır, ve
bu hız yukarıda değinilmiş olan etm enlere benzer etm enler nedeniy­
le değişm ektedir. Hiç kuşkusuz kanıtın b u almaşık yorum unu silmek
kolay bir görev değildir; ve gerçekte pekçok bilimci fiziksel olayların
yaygın yapılarının evrime uğram akta olduğunu kabul etm ektense, hiç
kuşkusuz şimdiye dek kabul edilen yasayı ancak belli ön koşullar yerine
getirildiği zaman doğru olarak görm e—ve öyleyse onu yalnızca daha
kapsayıcı bir yasasının sınırlayıcı bir durum u olarak görme— eğiliminde
olacaktır. H er ne olursa olsun, böyle bir sayıltınm bir gün yaygın olarak
kabul edilip edilmeyeceği çok büyük olasılıkla tam olarak kapsayıcı ve
bütünlenm iş bir bilgi dizgesi kurm ada ne denli etkili ve uygun çıkaca­
ğına bağımlı olacaktır. Buna göre, kimi yasalann evrimlenmekte olduğu
düşüncesi olanak sınırlarının dışına düşm ese de, en azından oldukça
kurgusal bir düşüncedir ve o n u n için usauygun ölçüde güçlü kanıt bul­
mak çok kolay değildir.
Tüm yasaların zam anla değişm ekte oldukları öğretisinin karşısına
çıkan ve değişik bir düzene ait ek bir güçlük daha vardır . 14 Ç ünkü bir
yasanın değişim e uğradığı savı için kanıt nasıl elde edilir? Yaygın bir
ilişkiler kalıbının evrim lendiğini sözel olarak “görm ek” olanaksızdır
ve böyle bir vargı için tem el şim dinin geçmiş ile karşılaşmasından elde
edilmelidir. B ununla birlikte, geçmiş doğrudan gözleme açık değildir.
Ancak şimdide bulunan verilerden yeniden-kurulabilir ve bu en azından
o geçmişi ve şimdiyi içeren çığır sırasında değişm edikleri varsayılması
gereken yasaların yardımı ile yapılabilir. Ö rneğin, varsayalım ki cisimler
arasındaki yerçekimi kuvveti geçmişte dalgalann genel olarak şimdi ol­
duğundan daha yüksek olması zem ininde yavaş yavaş küçülüyor olsun,
üstelik gök cisimlerinin sayı ve göreli konum lannın şimdikiler ile aynı
olmasına karşın. Ama o geçmiş olgulan şimdiki verilerden çıkarsayabil­
mek için değişmemiş olan yasalan kullanm adıkça geçmişin gerçekten
de böyle olduğunu nasıl bilebiliriz? Böylece şimdi dalgalann ulaşamaya­
cağı yüksekliklerde deniz tuzu birikintileri bulabiliriz. B ununla birlikte,
karanın dalgaların yüksekliklerindeki azalma nedeniyle olm aktan çok
jeolojik eylem yoluyla mı yükseltilmiş olduğu sorusunu bir yana atsak
bile, tuzun okyanuslar tarafından biriktirildiği vargısı gel-git suyunun
devimlerini ve sıvılann buharlaşmasını ilgilendiren çeşiüi yasalan sorgu­
suzca kabul eder. Buna göre, tüm yasalann eşzamanlı olarak bir değişim
sürecine girdiği sayıltısı kendini çürüten bir sayıltıdır, çünkü, o zaman
geçmiş bilgiye tam olarak kapalı olacağı için, o sayıltı için herhangi bir
kanıt üretm em iz olanaksız olacaktır.
Doğm akta-olan yasalar ö nerisine en usayatkın g ö rü n ü şü n ü veren
14 Bkz. H enri Poincare, “L’Evolution des Lois,” Demieres Pensees'de, Paris, 1926;

P ascualjordan, Die Herkunft derSteme, Stuttgart, 1947.


biçim yeni bağımlılık kiplerine uygun düşen yeni davranış tiplerinin
özdeğin şimdiye dek varolmayan bileşim ve bütünleşm eleri yer aldığı
zaman doğduğu düşüncesidir. Ö rneğin kimyacılar laboratuarda öyle
tözler üretm iştir ki bunlar, anlayabildiğimiz kadarıyla, daha önce hiç
varolmamıştır ve başka tözler ile ayırdedici ve yeni etkileşim yolları ve
özellikler taşırlar. Böylece kimyacıların laboratuarlarında arada bir yer
almış olan şey hiç kuşkusuz doğanın daha eski ve daha geniş laboratua­
rında daha sık yer almıştır. Hiç kuşkusuz denebilir ki böyle yeni bağım­
lılık tipleri “gerçekten de yeni” değil am a yalnızca “şeylerin doğasında”
h e r zam an bulunm uş olan “gizilliklerin” olgusallaşmasıdır; ve ayrıca
denebilir ki, bu “doğaların” “yeterli bilgisi” ile, gerekli matem atiksel
becerileri taşıyan herhangi biri yenilikleri olgusallaşm alarından önce
tahm in edebilir. Bu karşılığın son parçası üzerine daha şim diden yete­
rince yorum da bulunduk ve öyleyse sözü uzatm adan onu hem geçersiz
hem de ilgisiz olarak bir yana bırakabiliriz. Karşıçıkışın birinci parçasına
gelince, kabul etm ek gerek ki çürütülemezdir; ama ayrıca açığa çıkacak­
tır ki, karşıçıkış ortaya hiçbir olgusal içerik sürm ez ve çürütülemezliği
bir tanımsal apaçıklığa bağlıdır.

V. Bütünler, Toplamlar, ve Örgensel Birlikler


indirgem e ve doğuş konularından ayrılmadan önce, sık sık bu tem alar
ile bağlanan tanıdık bir savı tartışm ak yerinde olacaktır. Bu anlayışa
göre, bireysel bütünlerin (fiziksel, yaşambilimsel, ruhbilim sel ve ayrıca
toplumsal) önem li bir tipi vardır ki, bunlar “örgensel birlikler” olmaları
ve yalnızca bağımsız parça ve üyelerin “toplaklan” olm am alan olgusu ile
başkalanndan ayırdedilir. Bu tip b ü tü n ler sık sık “b ü tü n ü parçalarının
toplam ından daha büyük” yapan bir örgütlenm eye iye olm aları ilkesi
ile karakterize edilir. Ö rgensel bütünlerin varoluşunun zaman zaman
bilim lerde indirg em en in gerçekleşm esi olanağı üzerine olduğu gibi
fiziğin yöntem lerinin alanı üzerine de katı sınırlar getirdiği düşünüldü­
ğü için, böyle bütünleri dikkatle yoklamak istenebilir birşeydir.
İlkin birincil önem de b ir nokta belirtilm elidir. G enel olarak kulla­
nıldıkları gibi, ‘b ü tü n ,’ ‘toplam ’ sözcükleri ve onların türevleri beklen­
m edik ölçüde ikircimli, eğretilem eli, ve bulanıktır. Bu nedenle onları
kapsayan bildirim lerin bilişsel değerini olduğu gibi anlam ını da değer­
lendirm ek sık sık olanaksızdır, ve b u n ed en le o sözcüklerin anlam la­
rından kimileri ayırdedilmeli ve durulaştınlm alıdır. Birkaç örnek böyle
durulaştırm a için gereksinimi açığa çıkaracaktır. Bir dörtgen bir alanı
çevreler, ve iki köşegeninden h er biri şekli iki bölümsel alana ayırır ki
toplam ları başlangıçtaki şeklin alanına eşittir. Bu geom etrik bağlamda,
ve ayrıca birçok andırım lı bağlam da, ‘B ütün parçalarının toplam ına
eşittir’ bildirimi norm al olarak doğru sayılır. Gerçekten de, bildirim bu
bağlamda sık sık yalnızca doğru değil, am a zorunlu olarak doğru sayılır,
öyle ki yadsınması kendi ile çelişkili olarak görülür. Ö te yandan, kurşun
asetatın tadını o n u n kimyasal bileşenlerinin tadı ile karşılaştırma içinde
tartışırken, kimi yazarlar bu durum da bü tü n ü n parçalarının toplam ına
eşit olmadığım ileri sürmüştür. Bu sav açıktır ki tartışılan sorunlar üzeri­
ne bilgilendirici olarak amaçlanmıştır, ve o n u dosdoğru mantıksal bir
saçmalık olarak reddetm ek kabalık olacaktır. G ene de açıktır ki, içinde
bu savın getirildiği bağlamda ‘bütün,’ ‘parça,’ ‘toplam ’ ve belki de gide­
rek ‘eşit’ sözcükleri onlara geom etrik bağlam da yüklenen anlam lardan
ayrı anlam larda kullanılmaktadır. Öyleyse bu sözcüklerin anlam larının
çeşitli araştırm alarda bir rol oynuyor görünen bir bölüm ü arasında ay­
rım yapma görevini üstlenmeliyiz.

1. ‘B ütün’ ve ‘parça’ sözcükleri norm al olarak bağlılaşımlı ayrımlar


için kullanılır, öyle ki x şu ya da bu anlam da onun bir bileşen parçası
olan y şeyi ile ilişki içinde b ü tü n d ü r denir. Öyleyse önüm üzde belli ta­
nıdık bütün “türleri”nin ve karşılık düşen parçaların kısa bir listesinin
bulunm ası elverişli olacaktır.

a. ‘B ütü n ’ sözcüğü uzaysal uzamı olan birşeye g ö nderm ede bulun­


mak için kullanılır, ve o zaman uzaysal olarak o nda kapsanan herhangi
birşeye böyle bir bü tü n ü n bir ‘parçası’ denir. B ununla birlikte, ‘b ü tü n ’
ve ‘parça’ sözcüklerinin çeşitli özel anlam lan bu başlık altına düşer. İlk
olarak, terim ler belirli olarak uzaysal özelliklere gönderm ede bulunuyor
olabilir, öyle ki bütün o zaman parçalar olarak uzunluklar, alanlar ya da
hacım lar kapsayan bir uzunluk, alan ya da hacimdir. Bu anlam da, ne
bütünlerin ne de parçalann uzaysal olarak sürekli olm alan gerekir; böy­
lece, Birleşik Devletler ve o n u n toprak iyelikleri uzaysal olarak sürekli
bir bütün değildir, ve kıtasal Birleşik Devletler uzaysal parçalanndan biri
olarak kendileri de uzaysal olarak sürekli olmayan çöl bölgeler kapsar,
ikinci olarak, ‘b ü tü n ’ uzaysal olarak uzamlı bir şeyin uzaysal-olmayan bir
özelliğine ya da d urum una gönderm ede bulunuyor olabilir, ve ‘parça’
şeyin bir uzaysal parçasının özdeş bir özelliğini belirtir. Böylece, bir
cisim üzerindeki elektrik yükünün kendi parçalan olarak cismin uzaysal
parçalan üzerindeki elektrik yüklerini taşıdığı söylenir. Ü çüncü olarak,
zaman zaman bir uzaysal b ü tü n ü n parçaları sayılan biricik uzaysal özel­
likler bütü n ile aynı uzaysal boyutlan taşıyan özellikler olsa da, başka
zam anlarda terim lerin kullanım ı daha serbesttir. Böylece bir kürenin
yüzeyinin sık sık kürenin bir parçası olduğu söylenirken, başka durum ­
larda ise yalnızca kürenin içerisindeki hacım lar böyle belirtilir.

b. ‘B ütü n ’ sözcüğü zamansal bir dönem e gönderm ede bu lu n u r ki,


b u nun parçaları ondaki zamansal aralıklardır. Uzaysal b ütünler ve par­
çalar d u ru m u n d a olduğu gibi, zamansal b ü tü n lerin ve parçaların da
sürekli olmaları gerekmez.
c. ‘B ütün’ sözcüğü herhangi bir öğeler sınıfına, küm esine ya da top-
lağma gönderm ede bulunur, ve ‘parça’ o zaman ya başlangıçtaki küme­
nin herhangi bir uygun alt-sınıfını ya da küm edeki herhangi bir öğeyi
belirtiyor olabilir. Böylece, Birleşik Devletler’de verili b ir yıl sırasında
basılan tüm kitaplardan oluşan b ü tü n ü n bir parçası ile ya o yıl basılan
tüm rom anlar, ya da bir rom anın tikel bir kopyası anlaşılabilir.

d. ‘Bütün’ sözcüğü zaman zaman bir nesnenin ya da sürecin bir özelli­


ğine, ve ‘parça’ birincisi ile belli özel ilişkiler içinde duran andınm lı bir
özelliğe gönderm ede bulunur. Böylece, fizikte bir kuvvetin genellikle
parçaları ya da bileşenleri olarak başka kuvvetleri aldığı söylenir ki,
birincisi tanıdık bir kurala göre onlara çözümlenebilir. Benzer olarak,
iki ışık kaynağı ile aydınlatılan bir yüzeyin fiziksel parlaklığının zaman
zaman parçalarından biri olarak kaynaklardan biri ile bağlanan parlak­
lığı aldığı söylenir. Sözcüklerin şimdiki anlam ında, bir parça bütünün
uzaysal bir parçası değildir.

e. ‘B ütün’ sözcüğü belli özel türlerden nesne ya da olaylar arasındaki


bir ilişkiler kalıbına gönderm ede bulunuyor olabilir—kalıp çeşitli vesi­
leler üzerin e ve çeşitli değişkiler ile som utlaşm aya yetenekli olm ak
üzere. B ununla birlikte, ‘p arça’ o zam an değişik bağlam larda değişik
şeyleri belirtebilir. O kalıpta o n u n somutlaşmasının bir vesilesi üzerine
ilişkili olan öğelerden herhangi birine gönderm ede bulunuyor olabilir.
Böylece, eğer bir melodi (diyelim ki “Auld Lang Syne”) böyle bir bütün
ise, parçalarından biri o zaman melodi tikel bir tarihte çalındığı zaman
çıkan ilk notadır. Ya da som utlaşm asının belirli bir kipindeki kalıpta
karşılık düşen konum ları dolduran öğelerin bir sınıfına gönderm ede
bulunuyor olabilir. Böylece, bu durum da m elodinin parçalarından biri
“Auld Lang Syne” Mi bem ol anahtarında çalındığı zaman ilk notaların
sınıfı olacaktır. Ya da ‘p arça’ sözcüğü b ü tü n kalıptaki altgüdüm lü bir
bölüm e gönderm ede bulunuyor olabilir. Bu durum da, m elodinin bir
parçası ilk d ö rt ölçü çizgisi arasında yer alan notaların kalıbı olabilir.

f. ‘B ütün’ sözcüğü bir sürece gönderm ede bulunabilir ve bunun par­


çalarından biri daha kapsayıcı bir sürecin ayırdedilmiş bir evresi olan
bir başka süreç olabilir. Böylece yutma süreci yeme sürecinin parçasıdır.

g. ‘B ütün’ sözcüğü som ut bir nesneye, ve ‘parça’ onun özelliklerinden


herhangi birine gönderm ede bulunabilir. Bu anlamda, silindirik şekilde
olm a ya da dövülgen olm a karakteri verili bir bakır tel parçasının bir
parçasıdır.

h. Son olarak, ‘b ü tü n ’ sözcüğü sık sık uzaysal parçaları birbiri ile


çeşitli dinam ik bağımlılık ilişkileri içinde duran herhangi bir dizgeye
gönderm ede bulunm ak için kullanılır. “Örgensel birlik” denilen birlikler­
den birçoğu bu tipten dizgeler olarak görünür. Bununla birlikte, ‘b ü tün’
sözcüğünün şimdiki anlam ında bir şeyler türlülüğü alışkanlıkla onun
parçalan olarak belirtilir. Böylece bir kabın içindeki iki gazın kanşımın-
dan oluşan bir dizgenin sık sık, ama h er zaman aynı bağlamda olmamak
üzere, aşağıdakilerden birini ya da daha çoğunu parçalan olarak taşıdığı
söylenir: Uzaysal olarak uzamlı bileşenleri, örneğin iki gaz ve kap; diz­
genin ya da uzaysal parçalannm özellik ya da durum lan, örneğin dizge­
nin kütlesi ya da gazlardan birinin özgül ışılan; dizgenin termodinamik
dengeye ulaşm ada ya da o nu sürdürm ede içinden geçtiği süreçler; ve
onun uzaysal parçalannı altına alan uzaysal ya da dinam ik örgütlenm e.
‘B ütün’ ve ‘p arça’nın anlam larının bu listesi, gerçi hiçbir biçim de
tam olmasa da, bu sözcüklerin ikircimini belirtm ek için yeterli olacaktır.
Ama daha önem lisi, bu sözcükleri içeren b ir dizi bağlam da ‘toplam ’
sözcüğü de kullanıldığı için, liste onun da andırım lı bir ikircim ile yük­
lü olduğunu düşündürür. Öyleyse bu sözcüğün tipik anlam larının bir
bölüm ünü yoklayalım.

2. ‘Toplam ’ sözcüğünün edimsel olarak ‘b ü tü n ’ ve ‘parça’ sözcükle­


rinin ayırdedilen anlam larından h e r biri ile bağıntı içinde kullanılıp
kullanılmadığını, ve eğer böyle ise, onunla tam olarak hangi anlam ın
bağlı olduğunu araştırmayacağız. Gerçekte, sözcüğün insanlar tarafın­
dan kullanım ının birçok bağlamındaki açık anlam ını belirlem ek kolay
değildir. Buna göre kendimizi yalnızca ‘toplam ’ın kullanım lannın sıkı
sıkıya yerleşmiş küçük bir sayısını belirtmeye ve onun için anlam ını bu­
lanık ve kullanım ını aldatıcı kılan birkaç bağlamda yorum lar önermeye
sınırlayacağız.

a. ‘T oplam ’ ve ‘to p lam a’nın en büyük dikkatle tanım lanm ış kulla­


nım larının m atem atikte ve biçimsel m antıkta yer alması pek şaşırtıcı
değildir. Ama bu bağlam larda bile sözcüğün ne tipten m atem atiksel
ve m antıksal “n esn e le rin ” toplanm akta o ld u ğ u n a bağım lı olan özel
b ir anlam lar türlülüğü vardır. Böylece, doğal tamsayılar için tanıdık
b ir toplam a işlemi vardır; ve ayrıca oranlar, gerçek sayılar, karmaşık
sayılar, m atriksler, sınıflar, ilişkiler ve daha başka matem atiksel ya da
mantıksal “kendilikler” için özdeş olarak adlandm lan ama gerçekte ayn
olan işlemler de vardır. Niçin tüm bu işlemlerin ortak ‘toplam a’ adını
taşıdığı bütünüyle açık değildir, gerçi birçoğunun arasında hiç olmazsa
belli biçimsel andıranlar olsa da; örneğin, aralarından çoğu değişm eli/
commutative ve bir\eşme\ı/associative işlemlerdir. B ununla birlikte, bu
örnekteki örtük genel kurala uymayan kimi önem li d u rum lar vardır,
çünkü düzenli küm elerin toplaması biçimdeş olarak değişmeli değildir,
gerçi birleşmeli olsa da. Ö te yandan, matematikte iki kendiliğin toplamı
her durum da toplananlar ile aynı tipte olan benzersiz bir kendiliktir;—
böylece iki tamsayının toplam ı bir tamsayı, iki m atriksin toplam ı bir
matrikstir, ve bu böyle gider. Dahası, ‘parça’ sözcüğü h e r zaman m ate­
matiksel “nesneler” ile bağıntı içinde tanımlanmıyor ya da kullanılmıyor
olsa da, ne zam an hem o hem de ‘to p lam ’ kullanılsa öyle bir yolda
kullanılır ki ‘B ütün parçalarının toplam ına eşittir’ bildirimi analitik ya
da zorunlu bir doğruluktur.
B ununla birlikte, bu son sav için görünürde bir karşı-durum oluştur­
mak kolaydır. K* tamsayıların aşağıdaki tarzda belirlenm iş bir düzenli
kümesi olsun: İlk olarak, artan büyüklük düzeninde tek tamsayılar, ve
sonra o düzende çift tamsayılar. K ° o zaman şu notasyonda temsil edile­
bilir: (1, 3, 5 , . . . , 2, 4, 6 , . . . ) . Sonra K \ tek tamsayıların sınıfı ve K<ı çift
olanların sınıfı olsun, ve iki sınıftan hiç biri düzenli bir küme olmasın.
Şimdi K tüm tamsayıları üyeler olarak kapsam ak üzere K\ ve AYnin
sınıf-toplamı olsun; K de düzenli bir sınıf değildir. Ama K sınıfına üye­
lik K a sınıfına üyelik ile aynıdır, gerçi bütünüyle açıkça K ve K° özdeş
olmasa da. Buna göre, diye ileri sürülebilir, bu d urum da bütün (yani
K?) parçalarının toplam ına (e.d. K) eşit değildir.
Bu örnek üç bakım dan öğreticidir. ‘B ütün,’ ‘parça’ ve ‘toplam ’ söz­
cüklerini sağın bir tarzda tanım lam anın olanağını gösterir, öyle ki ‘Bü­
tün parçalarının toplam ına eşitsizdir’ anlatımı yalnızca mantıksal olarak
saçma olm am akla kalmaz, am a gerçekte m antıksal olarak doğrudur.
Buna göre böyle bildirim leri kaçınılm az saçm alıklar olarak bir yana
atmak için hiçbir apriori neden yoktur; ve böyle bir önesürüm yapıldığı
zaman asıl sorun onda belirleyici sözcüklerin, verili bir bağlamda, eğer
varsa hangi anlam da kullanıldıklarını belirlem ektir. Ama, yine ö rn e­
ğin gösterdiği gibi, böyle bir tüm cenin ‘parça’ ve ‘toplam ’ın belirli bir
kullanımı üzerine doğru olabilmesine karşın, bu sözcüklere onların bu
yeniden-tanımlanmış anlam larında bütünün parçalannın toplamına eşit
olacağı bir yolda başka anlam lar yüklemek olanaklı olabilir. Gerçekten
de, m atem atikte K ı e ya da AVye K a sınıfının bir parçası dem ek ölçün
kullanım değildir. Tersine, yalnızca düzenli bir dilimi K * sınıfının parçası
saymak gelenekseldir. Böylece AT]*1 artan büyüklüklere göre düzenlenmiş
tek tamsayıların düzenli kümesi, ve K 2° çift tamsayıların karşılık düşen
düzenli küm esi olsun. .Kı^ve K ^ o zam an K ° sınıfının parçalarıdır.
[K ° sınıfının başka p arçalan da vardır, örneğin şunlar yoluyla belirti­
len düzenli dilimler: (1, 3, 5,7), (9, 11, . . . , 2, 4), ve (6 , 8 ,. . .).] Şimdi
Kı* ve K -f sım flannın düzenli toplamlarını oluşturalım. Ama bu toplam
düzenli K* küm esini verir, öyle ki ‘parça’ ve ‘toplam ’ın belirli anlamla­
rında bütü n parçalannın toplam ına eşittir. Böylece açıktır ki, verili bir
dizge özel bir örgütlenm e ya da yapı tipini taşıyorsa, ‘toplam a’nın yararlı
bir tanımı, eğer böyle birşey verilebilirse, o örgütlenm e kipini hesaba
katmalıdır. H erhangi bir sayıda işlem ‘toplam a’ etiketi için seçilebilir,
am a bunların tüm ü de verili bir araştırm a alanını ilerletm ek için ilgili
ya da uygun değildir.
Son olarak örneğin düşündürdüğü şey şudur. Bir dizgenin ayırdedici
bir yapısının olmasına karşın, o yapıyı onun öğesel bileşenleri arasındaki
ilişkilerin terim lerinde belirlem enin, ve dahası yapının doğru olarak
‘parçalan ’nın kendileri o öğe ve ilişkilerin terim lerinde belirlenen bir
‘toplam ’ olarak karakterize edilebileceği bir yolda belirlem enin ilkede
olanaksız olmadığıdır. Göreceğimiz gibi, birçok öğrenci bu olanağı belli
örgütlü dizgeler (örneğin dirim li şeyler) ile bağıntı içinde yadsır, ya
da yadsıyor görünür. Öyleyse şimdiki örneğin gösterdiği gibi, yüksek
düzeyde karmaşık belli “dinam ik” (ya da “örgensel”) birim leri bir olgu
sorunu olarak onların enson bileşenlerini ilgilendiren verili bir kuramın
terim lerinde çözümlemeyi başaramasak da, böyle yeteneksizlik özünlü
bir mantıksal zorunluk sorunu olarak kabul edilemez.

b. Eğer şimdi pozitif bilimlere dönersek, burada da ‘toplam a’ denilen


büyük bir sayıda iyi-tanımlı işlem olduğunu buluruz. Getirilmesi gere­
ken en büyük aynm skalar ve vektör toplam lar arasındadır. H er birini
sırasıyla irdeleyelim. Birincinin örnekleri şeylerin, uzaysal özelliklerin
(uzunluk, alan ve hacım ), zamansal dönem lerin, ağırlıkların, elektriksel
direncin, elektriksel yükün, ve ısıl sığanın küm elerinin sayısal çokluk­
larının toplamalarıdır. Bunlar ‘b ü tü n ’ ve ‘parça’nın yukarıda ayırdetti-
ğimiz ilk üç anlam ını örneklendirir; ve bunların h e r birinde (ve sözü
edilebilecek başka birçok durum da) ‘toplam ’ öyle belirlenir ki bütün
uygun olarak seçilen parçalann toplamıdır.
Ö te yandan, yoğunluk ya da esneklik gibi birçok büyüklük vardır ki,
bunlar için herhangi bir yararlı tarzda hiçbir toplam a işlemi tanım lan­
maz ya da tanım lanm a yeteneğinde görünm ez; bu d u rum ların çoğu
‘b ü tü n ’ ve ‘p arça’ üzerine yukarıda gösterilen ayrım ların son d ö rd ü ­
n ü n altına düşer. Dahası, kimi özellikler vardır ki onlar için toplam a
ancak yüksek düzeyde özelleşmiş durum lar alünda belirlenir; örneğin,
iki ışık kaynağının parlaklıklarının toplam ı ancak yayılan ışık tek-renkli
olduğu zam an tanım lanır. Öyleyse bir cism in yoğunlu ğunun (ya da
şeklinin) p arçaların ın yoğunluklarının (ya da şekillerinin) toplam ı
old u ğ u n u ya da olm adığını söylem enin hiçbir anlam ı yoktur, çünkü
‘toplam ’ sözcüğüne böyle bir bağlam da bir kullanım verm ek için ne
belirtik olarak form üle edilmiş kurallar ne de saptanabilir yordam alış­
kanlıkları vardır.
Kuvvetler, h ızlar ve ivm eler gibi vektö rel ö zellik lerin toplam ası
p aralelk en ar bileşim inin tanıdık k u ralların a uygun düşer. Böylece
eğer bir cisme kuzey yönünde 3 paundallik b ir kuvvet ve ayrıca doğu
y ö n ü n d e 4 p au n d allik b ir kuvvet uygulanırsa, cisim sanki ü zerin e
kuzey-doğu y ö n ü n d e 5 p au n d allik tekil b ir kuvvet uygulanıyorm uş
gibi davranacaktır. Bu tekil kuvvetin o n u n bileşenleri olan öteki iki
kuvvetin ‘to p lam ı’ ya da ‘bileşkesi’ o lduğu söylenir; ve, evrik olarak,
h e rh a n g i b ir kuvvet keyfî b ir sayıda bileşen in to p lam ın a çözüm le­
nebilir. ‘T oplam ’ın b u anlam ı genellikle ‘b ü tü n ’ ve ‘p arça’ üzerine
yukarıdaki ayrım lardan d ö rdüncüsü ile bağlanır; ve açıktır ki burada
‘to p lam ’ın anlam ı sözcüğün ‘iki uzunlu ğ u n toplam ı’ gibi bağlam lar­
daki anlam ın d an oldukça ayrıdır.
B ertrand Russell tarafından bir kuvvetin bileşenlerinin toplam ı ol­
du ğ u n u söylem enin doğru olm adığı ileri sürülm üştür. Böylece şunu
bildirmiştir:
U ç A, B, C parçacığı olsun. Diyebiliriz ki B ve C h e r ikisi d e A ’d a ivm elere
n e d e n olur, ve b u ivm eleri p a ralelk e n ar yasası yoluyla bileştiririz. A m a b u bile­
şim g erçek b ir to plam a değildir, çünkü bileşenler bileşkenin parçalan değildir.
Bileşke yeni b ir terim dir, b ileşenleri d en li yalındır, ve h içb ir b içim de o n ların
toplam ı değildir. Böylece B ve C ’ye y ü k len en etk iler h içb ir zam an ü retilm ez,
am a h e r ikisinden d e ayrı b ir ü ç ü n cü terim üretilir. Bu, diyebiliriz ki, b ir b ü tü n
o larak a lm an B v e C yoluyla birlikte üretilir. A m a b ir b ü tü n olarak ü rettik leri
etki an cak h e r b irin in ayrı b ir etki ü re ttiğ i varsayılarak keşfedilebilir: E ğer b u
varsayılmasaydı, bileşkeleri edim sel ivme olan iki ivmeyi e ld e e tm e k olanaksız
o lu rd u . Böylece b ir çatışkıya ulaşıyor g ö rü n ü rü z: B ü tü n ü n p a rça la rın etkile­
rin d e n so n u ç lan a n e tk id e n başka h içb ir etkisi yoktur, am a p a rça la rın etkileri
varoluş taşım az . 15

B ununla birlikte, bu uslamlamanın gösterdiği tek şey bir kuvvetin (ya


da bir ivmenin) bileşeni ile bir uzunluğun bir bileşeni ya da parçası ile
anladığımız türden birşeyi dem ek istemediğimizdir—kuvvetlerin bile­
şenleri kuvvetlerin uzaysal parçalan değildir. Bu uslamlama kuvvetlerin
toplanması “gerçekte toplam a değildir” önesürüm ünü geçerli kılmaz—
eğer, gerçekten de, ‘toplam a’ sözcüğü çok kısıtlı olarak kullanılmıyor
ve buna göre bir b ü tü n ü n uzaysal (ve belki de zamansal) parçalarının
bir bitiştirilmesini içermeyen hiçbir işlem toplama değildir denmiyorsa.
Ama bu son durum da fizikte örneğin elektriksel sığaların toplaması gibi
‘toplam a’ denilen birçok başka işlem in de değişik etiketler alm aları
gerekecektir. Dahası, bir yanda kendi başına davranan h e r bir bileşen
kuvvetin etkisinin varolm adığı ve öte yanda bileşenlerin ortak eylemi
yoluyla üretilen edimsel etkinin onların bölümsel etkilerinin bileşkesi
olduğu sayıltısından hiçbir çatışkı doğmaz. Çünkü sayıltı yalnızca kuvvet­
lerin toplanm asının ve çözülmesinin önceleyen tanımına uygun düşen
bir dilde duru m u n ne olduğunu anlatır.
Russell tarafından getirilen sorun böylece en iyisinden term inolojik­
tir. Karşıçıkışı gene de öğreticidir. Çünkü, sorun soyut olarak görüldü­
ğünde, verili bir öğeler küm esinin ‘toplam ’ının yalnızca verili küm enin
bir fonksiyonu (matematiksel anlam da) yoluyla benzersiz olarak belirlenen
bir öğe olduğu olgusuna gerekli dikkati çeker. Bu fonksiyona belli du­
rum larda göreli olarak yalın ve tanıdık bir biçim, ve başkalarında daha
karmaşık ve tu h af bir biçim yüklenebilir; ve h er ne olursa olsun böyle
15B e rtra n d Russell, The Principles o f Mathematics, C am bridge, İn g iltere, 1903,
s. 477.
bir fonksiyonun verili bir araştırm a alanına getirip getirilmeyeceği, ve
eğer getirilirse ona hangi özel biçimin verileceği sorusu a priori çözüme
bağlanamaz. Sorunun özü böyle bir fonksiyon belirlendiği zaman, ve
eğer bir öğeler kümesi fonksiyonun dayattığı tüm koşulları doyuruyorsa,
bu öncüllerden o öğelerin yapısal bir karmaşasına ilişkin bir bildirimler
sınıfının tümdengeliminin olanaklı olmasıdır . 16

c. Şimdi ‘toplam ’ın ‘b ü tü n ’ ve ‘parça’nın yukarıda ayırdedilen beşin­


ci anlamı ile bağlı bir kullanım ını irdelemeliyiz—bir kullanım ki sık sık
b ü tünün parçalarından daha çoğu olduğu, ya da hiç olmazsa yalnızca
parçalarının toplam ı olm adığı ilkesi ile bağlanır. Aşağıdaki bildirim in
böyle kullanım ın tipik ö rneği o ld u ğ u n u varsayalım: “Bir m elodi bir
piyano üzerinde bir dizi bireysel notanın çalınması ile üretilebilse de,
m elodi bireysel notalarının toplam ı değildir.” Sorulması gereken açık
soru şudur: “Burada ‘toplam ’ hangi anlam da kullanılmaktadır?” Açıkür
ki bildirim ancak m elodinin bireysel n otalarının toplam ı gibi bir şey
varsa bilgilendirici olabilir. Ç ünkü bildirim ancak böyle bir toplam ı
m elodi olan b ü tü n ile karşılaştırm ak olanaklı ise d o ğ ru ya da yanlış
olabilir.
B ununla birlikte, böyle bir bildirimi ileri sürm e eğilim inde olan pek-
çok insan o toplam ın ne olması gerektiğini belirlem ez; ve böylece ya
dem ek istedikleri şey k o n usunda açık olm adıklarını ya da ne olursa
olsun hiçbirşey dem ek istem ediklerini varsaymak için bir zemin vardır.
Bu son d urum da böyle sözler üzerine kabul edilebilecek en yumuşak
görüş onlan yalnızca toplam a kavramının m elodinin bileşen notalarına
uygulanamaz olduğu biçim indeki geçerli olabilecek görüşün yanıltıcı
anlatım ları olarak görm ektir. Ö te yandan, kimi yazarlar g ö rü n ü rd e
‘toplam ’ ile bu bağlam da bireysel notaların düzensiz sınıfını anlarlar; ve
buna göre ileri sürdükleri şey bu sınıfın melodi olmadığıdır. Ama bunun
bir haber olduğunu söylemek güçtür, gerçi böyle düşünm eyenler pekala
çıkabilse de. H er ne olursa olsun, norm al olarak ‘notaların toplam ı’
deyimi ile ya da benzer deyim ler ile bağlanan bun d an başka bir anlam
yok gibi görünür. Buna göre, eğer ‘b ü tü n ’ sözcüğünün birbiri ile belli

16Russell tarafından getirilene benzer bir sorun görelilik kuram ında hızların toplan­
ması ile bağıntı içinde getirilmiştir. A, B, C üç cisim olsun, öyle ki .4’nm Saçısından
hızı vab , İS’nin C açısından hızı vb c (ki burada vbc’nin yönü DAs’nin yönüne koşuttur),
ve A ’nm C açısından hızı v-u: olsuıı. O zaman klasik m ekaniğe göre, v a c = va b + vbc -
Ama özel görelilik kuram ına göre,

_

. V AB + V BC
V *C ~

ki burada c ışık hızıdır. Bu sonuncuda hızları “gerçekte toplam adığımız” ileri sürül­
müştür. Bununla birlikte, bu karşıçıkış özsel olarak Russell’ın uslamlamasının bir yana
atılabildiği aynı tarzda bir yana atılabilir.
ilişkiler içinde d uran öğelerin oluşturduğu bir kalıba ya da betilenim e
gönderm ed e b u lu n d u ğ u bağlam larda ‘toplam ’ sözcüğü bu anlam da
kullanılırsa, b ü tü n ü n parçalarının toplam ından daha çoğu olduğunu
söylemek, önemsiz olsa da, eksiksiz olarak doğrudur.
B ununla birlikte, daha önce belirtildiği gibi, bu olgu böyle bütünleri
belirli yollarda birbiri ile ilişkili öğelerin bir küm esine çözümleme olana­
ğının önün e geçmez; ne de ‘toplam ’ sözcüğüne bir m elodinin uygun
olarak seçilmiş parçaların bir toplam ı olarak yorum lanacağı bir yolda
ayn bir anlam yükleme olanağını dışlar. Açıktır ki bir m elodi gelenek­
sel müzik notasyonunda temsil edildiği zam an en azından bölüm sel
bir çözüm lem esi ortaya çıkar; ve çözüm lem e hiç kuşkusuz daha tam
ve belirtik kılınabilir ve giderek biçimsel sağınlık ile de anlatılabilir .17
Ama zam an zam an b u bağlam da bir m elodinin bileşen notalarını
onun yeniden-oluşturulm asm ı sağlayabilecek bağımsız parçalar olarak
görm enin tem el b ir yanılgı olduğu ileri sürülür. Tersine, “m elodide
h e r bir yerde deneyim lediğim iz şeyin kendisinin b ü tü n ü n karakteri
yoluyla belirlenen bir parça ”olduğu ileri sürülmüştür. “Bir notanın eti
ve kanı dah a başından m elodideki rolü üzerine bağım lıdır: c’ye gö­
tü ren n o ta olarak bir b notası tonik (gam ın ilk notası) olarak 6 ’den
kökten ayn birşeydir .” 18 Ve göreceğimiz gibi, Geştaltların ve “örgensel”
b ü tü n lerin başka d urum ve tipleri ile bağıntı içinde b enzer görüşler
ileri sürülmüştür.
Şimdi bütünüyle doğru olarak denebilir ki verili bir nota yoluyla üre­
tilen etki on u n başka notalann bir bağlamındaki konum una bağımlıdır,
tıpkı verili bir basınç yoluyla bir cisim üzerinde üretilen etkinin genel
olarak başka hangi basınçlann işlemsel olduklan üzerine olumsal olması
gibi. Ama bu varsayımsal olgu bir m elodinin haklı olarak bir ilişkiler
karmaşası olarak görülem eyeceğini imlemez—bir karmaşa ki, bileşen
notalan o karmaşa içinde yer alm alarından bağımsız olarak tanınabi­
lirdir. Ç ünkü eğer im lem geçerli olsaydı, bir m elodinin nasıl bireysel
notalardan oluşturulduğunu betim lem ek ve dolayısıyla nasıl çalınaca­
ğını bildirm ek olanaksız olurdu. G erçekten de, o zaman “c’ye götüren
nota olarak bir b notası anahtar nota olarak ö’den kökten ayn birşeydir”
dem ek kendi ile çelişkili olurdu. Çünkü V ye götüren nota olarak b'n o ­
tası’ anlatımındaki V ad i o zaman ‘anahtar nota olarak b'anlatımındaki
‘b ’adının g ö nderm ede bulu n d u ğ u aynı notaya g ö nderm ede buluna­
mazdı; ve bildirimin varsayılan amacı o zaman anlatılamazdı. Kısaca, yer
alma kalıplan ya da Gestaltlan olan bütünler ile bağıntı içinde, ‘toplam ’
sözcüğünün ya tanımsız olması ya da b ü tü n ü n parçalarının toplam ına

"M elodiler gibi Geştaltların genelleştirilm iş biçimsel çözüm lem esinin ilginç bir
taslağı için bkz., Kurt G rellingve Paul O ppenheim , “D er G estaltbegriff in Lichte der
n euen Logik,” Erkenntnis, Cilt 7 (1938), ss. 211-25.
18 Max W ertheimer, “Geştalt Theory,” A Source Book of Geştalt Psychology' de (yay. haz.

Willis D. Ellis), NevvYork, 1950, s. 5.


eşitsiz olacağı bir yolda tanım lanm ası olgusu böyle b ü tünleri birbiri
ile belirlenm iş ilişkiler içinde duran öğelere çözüm lem enin önü n d e
özünlü olarak aşılmaz bir engel oluşturmaz.

d. Son olarak ‘toplam ’ı kendi aralarında dinam ik olarak ilişkili parça­


ların örgütlü dizgeleri olan bütünler ile bağıntı içinde yoklamalıyız. ‘Bir
cismin kütlesinin onun uzaysal parçalarının kütlelerinin toplam ına eşit
olmasına karşın, bir cisim parçalarının taşıdığı özelliklerin toplam ları
olmayan özellikler de taşır’ bildirim ini böyle kullanım ın tipik örneği
olarak varsayalım. M elodiler gibi örneklerin kalıpları ile bağıntı içinde
‘toplam ’ konusunda az önce yapılan yorum lar sözcüğün şimdiki kul­
lanım bağlam ına genişledlebilir; ve onları yinelemeyeceğiz. B ununla
birlikte, şimdiki d urum da ‘toplam ’ın bir ek yorum u belirtilebilir.
Bir saat gibi b ir m akinenin davranışının zam an zam an o n u n uzay­
sal parçalarının davranışının toplam ı olduğu söylendiğinde, önesürü-
m ün varsayılan içeriği nedir? ‘Toplam ’ sözcüğünün burada düzensiz
b ir öğeler sınıfını im lem ediğini varsaymak usauygundur, çünkü ne
saat ne de davranışı böyle bir sınıftır. Öyleyse önesürüm ü m akinenin
parçalarının edim sel düzenlem esine ilişkin uygun bilgiler ile birlikte
m ekanik kuram ından b ü tü n dizgenin sonuçtaki özellik ve davranışla­
rına ilişkin bildirim ler çıkarsam anın olanaklı o lduğunu ileri sürüyor
olarak yorum lam ak olanaklıdır. Buna göre, J. S. Mill’in bildirim i gibi
bildirim leri benzer bir yolda yorum lam ak da usayatkın görünür: “Bir
kimyasal bileşimin değişik eylemlerinin hiçbir zaman ayrı parçalarının
eylemlerinin toplam ı olduğu bulunmayacaktır .” 19 Daha belirtik olarak,
bu bildirim kimyasal bileşim lerin bileşenlerini ilgilendiren varsayımsal
bir kuram dan, bileşim lerin içerisindeki bu bileşenlerin örgütlenm esi
üzerine uygun veriler ile birleştirildiği zaman bile, bu bileşimlerin özel­
liklerinin birçoğuna ilişkin bildirim ler çıkarsamanın gerçekte olanaklı
olm adığını ileri sürüyor olarak anlaşılabilir.
Eğer bu öneriyi kabul edersek, ‘toplam ’ için bir yorum elde ederiz ki,
sözcüğün tartışm a altındaki bütünleri kendi aralarında bağımlı parça­
ların örgütlü dizgeleri olarak alan bağlam larda kullanımı için özellikle
uygundur. T genel olarak b ir P\, P 2, . . . Pk özelliklerinin küm esinin
yer almasını ve kendi aralarındaki bağımlılık kiplerini açıklamaya yete­
nekli bir kuram olsun. D aha belirli olarak, varsayalım ki bir K bireyler
küm esine ait bir ya da d ah a çok birey b ir E\ çevresi içinde yer aldığı
ve birbiri ile bir R ı ilişkiler sınıfına ait bir ilişki içinde d urduğu zaman,
T kuram ının böyle bir dizgenin davranışını P özelliklerinin kimileri­
ni ya da tü m ü n ü sergilemesi açısından açıklayabildiği biliniyor olsun.
Şimdi varsayalım ki K 'ye ait bireylerin kimileri ya da tüm ü £ ı ’den ayrı
olabilen bir £ 2 çevresinde R ı ’e ait olmayan bir R? ilişkiler karmaşası­

J. S. Mili, A System of Logic, Londra, 1879, Book 3, Chap. 6 , § 2 (Vol. 1, p. 432).


19
nı oluştursun, ve dizge bir Y yasalar küm esinde form üle edilmiş belli
davranış kiplerini sergilesin. O zaman iki durum ayırdedilebilir: T ’den,
ZıYdeki bireylerin örgütlenm esini ilgilendiren bildirim ler ile birlikte,
Y yasalarını çıkarsamak olanaklıdır; ya da ikinci olarak, Y yasalarının
tüm ü böyle çıkarsanam az. İlk d u ru m d a, R 2 dizgesinin davranışının
onun bileşen bireylerinin davranışlarının ‘toplam ı’ olduğu söylenebilir;
ikinci durum da, iV n in davranışı böyle b ir toplam değildir. Açıktır ki
b u bölüm ün term inolojisinde ve ayrımlarında, F ’nin T ’ye indirgene-
bilirliği için h e r iki koşul da ilk d u ru m d a doyurulur; b u n unla birlikte,
ikinci durum da, gerçi bağıntılanabilirlik koşulu doyurulabilse de, tü-
retilebilirlik koşulu doyurulmaz.
Eğer ‘toplam ’ın bu yorum u kullanım ının belirtilen bağlam ları için
kabul edilirse (buna sözcüğün “indirgenebilirlik anlam ı” diyelim), bun­
dan şu çıkar ki parçalarının toplam ı olan b ü tü n ler ve böyle olmayan
bütünler arasındaki ayrım varsayılan bir T kuramı ile görelidir VI, bir dizge­
nin çözümlemesi b u n u n terim lerinde üstlenilir. Böylece, gördüğüm üz
gibi, özdek üzerine on dokuzuncu yüzyıl sırasında geliştirilen kinetik
kuram gazların belli ısıl özelliklerini açıklayabiliyor ve bunların arasında
gazlann özgül ısıları arasındaki belli ilişkiler de bulunuyordu. Bununla
birlikte, o kuram m oleküllerin toplak d urum u bir gazın olmaktan çok
bir katının toplak d u ru m u olduğu zam an özgül ısılar arasındaki bu
ilişkileri açıklamayı başaramadı. Ö te yandan, m odern quantum kuramı
katiların özgül ısılarını ilgilendiren olguları ve büyük olasılıkla katıla-
n n tüm başka ısıl özelliklerini de açıklama yeteneğindedir, Buna göre,
klasik kinetik kuram a göreli olarak katılann ısıl özellikleri parçalarının
özelliklerinin toplam ı olmasa da, q uantum kuram ına göreli olarak o
özellikler böyle toplamlardır.

3. Şimdi kısaca genellikle “örgensel birlikler” oldukları söylenen ve


sık sık bir “toplamsal bakış açısı”nın terim lerinde çözüm lenmeye yete­
neksiz olduğu ileri sürülen bir örgütlenm e kipi sergileyen dizgelerin
ayırdedici özelliğini irdelemeliyiz. B ununla birlikte, dirimli cisimlerin
örgensel b ü tü n lerin en sık alıntılanan örnekleri olm asına karşın, şim­
di özel olarak böyle dizgeler ile ilgilenmeyeceğiz. Ç ünkü genellikle
dirim li cisim lerin yalnızca içsel olarak ilişkili p arçaların bir yapısını
taşıyan dizgelerin özel bir sınıfını oluşturduğu kabul edilir; ve şimdilik
yaşam fenom enlerinin çözümlemesi ile bağıntılı özel sorunlan göz ardı
etm ek yararlı olacaktır.
Örgensel ya da “işlevsel” b ü tü n ler öyle dizgeler olarak tanım lanm ış­
tır ki, “davranışları bireysel öğelerinin davranışı yoluyla belirlenm ez,
am a onlarda parça-süreçlerin kendileri b ü tü n ü n özünlü doğası yoluyla
belirlenir .” 20 Öyleyse bu tü r dizgelerde ayırdedici olan şey parçalarının
20Max W ertheim er, aynı yapıt, s. 2. Krş. ayrıca Koffka’nın bildirimi: “Çözümleme
eğer evreni tamamlanmışlığı içinde açığa sermeyi isterse büyüklükleri ne olursa olsun
birbirinden bağımsız olarak davranm am ası ve karakteristikler taşıma­
masıdır. Tersine, parçalarının öyle bir yolda ilişkili olması gerekir ki,
onlardan birinde herhangi bir başkalaşım tüm başka parçalarda da bir
değişime neden olur .21 Sonuçta, işlevsel bütünlerin dizgeler de oldukları
söylenir ki, öğelerden onları tüm ünde de değişimler üretmeksizin birbi­
ri ardına bileştirme yoluyla oluşturulamazlar. Dahası, böyle bütünlerin
herhangi bir parçası hem o parça hem de dizgenin geri kalan parçalan
değiştirilmeksizin çıkarılamaz .22 Buna göre, sık sık bir işlevsel bütünün
bir “toplamsal bakış açısından” doğru olarak çözümlenemeyeceği ileri
sürülür; eş deyişle, bileşenlerinin karakteristik işlev görm e kipleri in situ
incelenm elidir, ve b ü tü n ü n etkinliklerinin yapısı b ü tü n d en yalıtılma
içindeki bileşenlerinin sergilediği özelliklerden çıkarsanamaz.
Böyle işlevsel b ü tü n le rin salt fiziksel b ir örneği K öhler tarafından
tanıtılmıştır. Keyfi bir şekli olan, örneğin bir elipsoid biçimini taşıyan
iyi-yalıtılmış elektriksel iletkeni irdeleyelim; ve varsayalım ki ona ardışık
olarak elektriksel yükler getiriliyor olsun. Yükler kendilerini hem en
iletkenin yüzeyi ü zerinde elektriksel gizilgücün yüzey boyunca aynı
olacağı bir yolda dağıtacaklardır. B ununla birlikte, yükün yoğunluğu
(e.d. h er bir birim yüzey için yükün niceliği) genel olarak yüzeyin tüm
noktalannda biçimdeş olmayacaktır. Böylece, elipsoid iletkende, yükün
yoğunluğu en büyük eğrilikli noktalarda en büyük ve en küçük eğrilikli
noktalarda en küçük olacaktır .23 Kısaca, yüklerin dağılımı karakteristik
bir kalıp ya da örgütlenm e sergileyecektir—bir kalıp ki iletkenin şekli
üzerine bağımlı, am a yapısının özel gereçlerinden ya da üzerine yerleş­
tirilen toplam yük niceliğinden bağımsızdır.
B ununla birlikte, bu dağılım kalıbını örneğin yükleri ilkin iletkenin
bir parçasına ve sonra b ir başkasına getirerek ve böylece kalıbın an­
cak tüm yükler iletkenin üzerine yerleştirildikten sonra doğacağı bir
yolda parça parça kurm ak olanaklı değildir. Ç ünkü b ir yük yüzeyin
b ir b ö lüm ü ü zerin e y erleştirilince o ra d a kalm ayacak am a kendini
belirtilen yolda dağıtacaktır; ve sonuçta, bir noktadaki yük yoğunlu­
ğu tüm başka noktalardaki y o ğunluklardan bağımsız değildir. Ben­
zer olarak, yükün b ir parçasını yüzeyin b ir b ö lü m ü n d en tüm başka

işlevsel realite taşıyan b ütünlerde durm alıdır. ... Ö ğeler ile başlam ak ve bütünlerin
özelliklerini o nlardan türetm ek yerine, evrik b ir süreç, e.d. parçaların özellikleri­
ni b ü tü n lerin özelliklerinden anlam aya çalışmak zorunludur. Bir kategori olarak
Geştaltın başlıca içeriği parça ve bütünlerin ilişkisi üzerine özünlü gerçek dinam ik
bütün-özelliklerin kabulünü içeren bu görüştür.”—K. Koffka, “Geştalt,” Encyclopedia
o f the Social Sciences'de, New York, 1931, Vol. 6 , p. 645; alıntı yayımcı T he Macmillan
Çom pany’nin izniyle.
21Kurt Lewin, Principles o f Topological Psychology, NewYork, 1936, s. 218.
22 W. Köhler, Die physischen Gestalien in Ruhe u n d in stationâren Zustand, Brunschweig,

1924, s. 42; ayrıca Ellis, aynı yapıt, s. 25.


23D aha genel olarak, elipsoid üzerindeki yük yoğunluğu bir noktadaki eğriliğin
dördüncü kökü ile orantılıdır.
noktalardaki yük yoğunluklarını değiştirm eksizin çıkarm ak olanaklı
değildir. B una göre, b ir iletk en ü zerin d ek i toplam yükün ayrılabi­
lir bölüm sel yüklerin toplam ı olm asına karşın, yük yoğunluklarının
betilenim i bağımsız parçalard an oluşuyor olarak görülem ez. Köhler
b u n a göre şunları bildirir:
T oplam y ü kün ü stlen d iğ i doğal yapı şu n la r söylenerek b e tim le n em e z: Bu
n o k ta d a yük-yoğunluğu b u k a d a r ‘v e ’ şu n o k ta d a y o ğ u n lu k şu kadardır, vb.;
am a şu n la r söylenerek b ir b e tim le m e girişim inde b u lu n u la b ilir: Y oğunluk b u
n o k ta d a şu kadar, o n o k ta d a şu k ad ard ır, tü m ü karşılıklı o lara k bağım lıdır,
ve öyle b ir y olda ki b ir n o k ta d a belli b ir y o ğ u n lu ğ u n y e r alm ası tü m başka
n o k talard ak i y o ğunlukları belirler.24

B ununla aynı amacı taşıyan başka birçok örnek—fiziksel, kimyasal,


yaşambilimsel, ve ruhbilim sel—alıntılanabilir. Böylece birçok dizgede
bileşen parça ve süreçlerin bu bileşenlerin birbiri ile karşılıklı neden­
sel bağımlılık ilişkileri içinde durm ası anlam ında “içsel olarak” ilişkili
oldukları konusunda hiçbir kuşku yoktur. G erçekten de, kimi yazarlar
bu türden olan dizgeler ve bu tü rd en olm adığı ileri sürülen dizgeler
arasına keskin bir ayrım getirmeyi güç bulm uşlardır; ve ne olursa olsun
tüm dizgelerin şu ya da bu derecede “örgensel” ya da “işlevsel” olan
b ü tü n ler olarak karakterize edilm esi gerektiğini ileri sürm üşlerdir.25
G erçekte, işlevsel ve işlevsel-olmayan (ya da “topl'dms'dl/summative”)
b ü tü n le r arasında tem el b ir ayrım o ld u ğ u n u söyleyen birçokları ör­
tük olarak ayrımın belli am açlar için hangi nedensel etkilerin göz ardı
edilebileceğini ilgilendiren kılgısal kararlar üzerine dayandığını kabul
eder. Böylece K öhler b ir “toplam sal” b ü tü n ü n örneği olarak h e r biri
Afrika, Avustralya ve Birleşik D evletler’de olan üç taşın bir dizgesini
gösterir. Dizgenin parçalarının toplamsal bir küm elendirm esi olduğu
savunulur, çünkü bir taşın yer değiştirm esinin ötekiler üzerinde ya da
karşılıklı ilişkileri üzerinde hiçbir etkisi yoktur.26 B ununla birlikte, eğer

24Köhler, aynı yapıt, s. 58, ve bkz. ayrıca s. 166. Böyle “işlevsel” b ü tü n le rin baş­
ka birçok örneği alıntılanabilir. Sabun film lerinin üstlendiği yüzey şekilleri sezgi­
sel olarak açık b ir örnek sağlar. Böyle yüzeylerin çözüm lem esinin tem elinde yatan
genel ilke, yüzeye dayatılan sınır koşulları altında, yüzeyin alanının b ir m inim um
olduğu biçim indedir. Böylece, yerçekim i göz ardı edilerek, düzlem b ir tel halka­
nın sınırladığı b ir sabun film b ir düzlem yüzey olacaktır; b ir sabun kabarcığı bir
küre şeklini alacaktır ki, yüzeyi verili bir hacım için m inim um dur. Şimdi bir dai­
re ile sınırlanan bir sabun kabarcığının yüzeyinin bir parçasını irdeleyin. Eğer bu
parça küresel yüzeyden çıkarılabilir olsaydı, b u n d an böyle dışbükey şeklini koru­
maz, am a bir düzlem olurdu. Böylece, filmin bir parçasının aldığı şekil b ir parçası
olduğu bü tü n e bağımlıdır. D aha başka sabun filmi deneylerinin açıklam aları için,
bkz. R ichard C ourant ve H e rb e rt Robbins, What Is Mathematics? New York, 1941,
ss. 386vs.
25Bu A. N. W hitehead’in örgenlik felsefesinin savıdır. Krş. Process and Reality başlıklı
çalışm ası, New York, 1929, özellikle P a rt 2, C haps. 3 a n d 4.
26Köhler, aynı yapıt, s. 47.
yürürlükteki fizik kuram ları kabul edilirse, böyle bir yer değişim inin
öteki taşlar ü zerinde biraz etkisi vardır, üstelik etki şimdiki deneysel
teknikler yoluyla saptanamayacak denli küçük ve öyleyse uygulamada
göz ardı edilebilir olsa da. Yine, Köhler bir iletken üzerindeki b ü tü n ­
sel yükü bağımsız parçaların bir toplamsal b ü tü n ü olarak görür, gerçi
yükün parçalan o ndan uzaklaştırılınca yükün elektronik bileşenlerinin
hiçbir değişime uğramadığı hiçbir biçim de açık olmasa da. Buna göre,
kendi aralarında bağım lı parçaların ayırdedici yapılarını taşıyan diz­
gelerin olduğu yadsınamaz olsa da, “salt toplam sal” olan dizgelerden
ayn olarak “gerçekten işlevsel” olan dizgeleri saltık bir yolda tanımayı
olanaklı kılan hiçbir genel ölçüt önerilm iş değildir.27

27Işlevsel ve işlevsel-olmayan b ü tü n le r arasındaki ayrım ın keskin b ir ayrım ol­


m adığı b içim indeki b u d ü şü n c e b ir “ö rg e n sel” b ü tü n ü n karak terin i d a h a biçim ­
sel o larak b ild irm e y ö n ü n d e k i b ir girişim tara fın d a n desteklenir. D b ir dizge ve
K D 'nin sergileyebileceği P \, . . . P„ ö zelliklerinin b ir sınıfı olsun. A çım lam anın
yalınlığı u ğ ru n a varsayalım ki b u özellikler b ir a n la m d a ö lçü le b ilir olsun, öyle
ki b u ö zellik lerin b e lirli b içim le ri sayısal d e ğ iş k e n le rin d e ğ e rle ri ile b a ğ la n a ­
bilsin; ve yine yalınlık u ğ ru n a varsayalım ki, b u ö zelliklere ilişkin b ild irim le r V
z am an ın d a D ’n in P, özelliği x d e ğ erin i taşır’ ya d a d a h a kısa olarak, ‘P i(D ,t) = x ’
biçim in d e olsun. Şim di X ’deki b ir özelliği, diyelim ki /Y i, P\ değişik zam anlar­
d a aynı d e ğ eri taşırken e ğ e r geriye kalan özellikler o zam an la rd a eşit d e ğ e rle r
taşıyorsa ATdeki geriye kalan özellikler ü z e rin e “b ağ ım lı” o lara k tanım larız; eş
deyişle, AT’deki h e r P, özelliği için, e ğ er P i(D ,t\) = P, (D,1 2 ) ise, o zam an P\ (D ,t\)
= Pı (D,tî). D ahası, diyeceğiz ki özelliklerin A’sınıfı “k endi a raların d a bağım h”dır,
e ğ e r sınıftaki her bir özellik ÂT’deki g eri kalan özellikler ü z e rin e bağım lı ise; eş
deyişle A^’deki h e r P, ve P, için, e ğ e r Pi{D,t\) = P,{D,to) ise, o zam an P j(D ,t\) =
Pj{D,tz). Ö te y an d an , e ğ er / v ’deki h içb ir özellik Â^’n in geriye kalan özelliklerine
bağım lı değilse, K sınıfını b ir “bağım sız” sın ıf o larak tanım layabiliriz. D üşünce­
lerim izi to p la m ak için, D b ir gaz, V gazın hacm i, p basıncı, ve T salü k sıcaklığı
o lsu n . O z am an B oyle-C harles yasasına g ö re , V p ve T ü z e rin e b a ğ ım lıd ır; ve
ayrıca b u özellikler sınıfı k e n d i a ra la rın d a bağım lı b ir özellikler sınıfıdır. Yine,
e ğ er D belirli b ir şekli olan yalıtılmış b ir iletken, R h e rh an g i b ir n oktadaki eğrilik,
s h e rh a n g i b ir b ö lgedeki yük yoğunluğu, ve p h e rh a n g i b ir b ö lgedeki basınç ise,
o zam an p R ve s ü z erin e bağım lı değildir, ve p, R v e s özellikleri k endi a raların d a
bağım lı b ir sın ıf o lu ştu rm a z , ü ste lik bağım sız b ir sın ıf d a o lu ştu rm a m a la rın a
karşın. Bu çözüm lem e için, ve geliştirilm esinde içerilen d a h a ö te a y n n u la r için,
bkz. K urt G relling, “A Logical T h eo ry o f D e p e n d e n c e ,” ve K urt G relling ve Paul
O p p e n h e im , “Logical Analysis o f ‘G eştalt’ a n d ‘F unctional W hole,’” C am bridge,
Mass., 1939’d a to p la n a n Fifth In te rn a tio n a l C ongress fo r th e U nity o f Science
üyeleri için Journal o f Unified. Science, Vol. 9 ’d a n y e n id e n basıldı; Jo u rn a l’in b u
cildi II. D ünya Savaşının b ir yitiği idi ve h içb ir zam an yayım lanm adı.
B u n u n la birlik te, e ğ e r şim di b ir D dizgesini b ir K özellikler sınıfı açısından
e ğ e r E k e n d i a ra la rın d a bağım lı ö ğ e le rin b ir sınıfı ise b ir “işlevsel b ü tü n ” olarak
tanım larsak, ve ayrıca D ’yi e ğ e r A^bir bağım sız sınıf ise “toplam sal b ü tü n ” olarak
d a tanım larsak, iki n o k ta belirtilm elidir. İlk olarak, b ir özelliğin belli başkaları
ü z e rin e bağım lı o lac a ğ ın ın söy len ip söylen em ey eceğ i b ir ö lç ü d e söz k o n u su
öz elliklerin d e ğ e rle rin in sa p tan a b ilm esin d e k i deneysel sağınlık d e re c e s in d e n
Dahası, b u bağıntıda verili bir dizgenin parçalarının ardarda bitiş-
tirilmesi yoluyla açıkça parça parça kurulup kurulamayacağı sorusu ve
dizgenin o n u n varsayımsal bileşenlerini ve bunların kendi aralarındaki
ilişkileri ilgilendiren bir kuramın terimlerinde çözümlenmesinin olanaklı
olup olmadığı sorusu arasında bir ayrım yapmak özseldir. Hiç kuşkusuz
birinci soruya yanıtı olum lu kılan b ü tü n le r vardır—örneğin bir saat,
bir tuz kristali, ya da bir su molekülü; ve öyle b ü tü n ler vardır ki onlar
için yanıt olum suzdur—örneğin güneş dizgesi, bir karbon atom u, ya da
dirimli bir beden. B ununla birlikte, dizgeler arasındaki bu ayrım işlev­
sel ve toplamsal b ü tü n ler arasında bulunm ası beklenen ayrıma karşılık
düşmez; ve bir dizgeyi etkili olarak parçalarından kurmadaki yeteneksiz­
liğimiz, ki kimi durum lara yalnızca geçici teknolojik sınırlam aların bir
sonucu olabilir, yukardaki iki sorudan İkincisine olumsuz olarak karar
vermek için kanıt olarak alınamaz.
Ama bu ikinci soruya dönelim , çünkü şimdiki bağlam da temel sorun
olarak görünen şeyi yaratıyor görünür. O sorun “örgensel birim ler”in
çözümlem esinin zorunlu olarak böyle dizgeler için indirgenem ez yasa­
lann kabul edilmesini gerektirip gerektirmediği, ve o nlann örgütlenm e
kiplerinin o n lan “toplamsal bakış açısı” denilen bakış açısından çözüm­
leme olanağını önleyip önlem ediğidir. Bu bağlam da başlıca güçlük bir
“toplamsal” çözüm lem enin öyle olmayan birinden hangi yolda ayrı ol­
d uğunu saptam a güçlüğüdür. Zıtlık bir işlevsel b ü tü n ü n parçalarının
birbirinden bağımsız olarak davranmadığı, ve buna göre böyle parçalar
için bir işlevsel b ü tü n ü n üyeleri olm adıkları zam an geçerli olabilen
yasalann onlar için edimsel olarak üyeler olduklan zaman geçerli oldu­
ğunun kabul edilemeyeceği önesürüm üne bağlı görünür. Öyleyse bir
“toplamsal” çözümleme bir dizgenin özellikleri için o n u n bileşenlerine
ilişkin sayıltılann terim lerinde açıklam a veren bir çözüm lem e olarak
görünür, ki b u rad a bu sayıltılar dizgedeki öğeler olarak bileşenlerin
karakteristiklerine özel gönderm e ile form üle edilmez. Ö te yandan,
“toplamsal-olmayan” bir çözümleme bir dizgenin karakteristiklerini diz­
gede işlev gören öğeler olarak parçalannın kimileri arasındaki ilişkilerin
terim lerinde form üle eden bir çözüm lem e olarak görünür.
B ununla birlikte, eğer ayn olduklan ileri sürülen bu çözümleme kip­
leri arasındaki ayrım gerçekten de bu ise, aynm bir temel ilke ayrımı
değildir. D aha önce belirttik ki “örgensel birlikler” oldukları söylenen
dizgeler ve öyle olm ayanlar arasında keskin bir aynm yapmak olanaklı
görünmez. Buna göre, giderek toplamsal bütünlerin parçalan bile ken­
di arala n n d a nedensel bağımlılık ilişkileri içinde durduklarına göre,
e tk ilen ecek tir. Bu m e tin d e d a h a ö n c e b e lirtile n b ir n o k tad ır. İkinci olarak , D
tan ım la n an a n la m d a b ir işlevsel b ü tü n olm ayabilse de, b u n e d e n le b ir toplam sal
b ü tü n olm ası gerekm ez; ç ü n k ü AT’deki kim i özellikler geriye k a la n lar ü z e rin e
b ağım lı olabilir, g e rçi tü m ü o lm asa da. B u n a g ö re, b ir d izg e n in p a rç a la rın ın
k e n d i a raların d a k i b ağım lılığının çeşidi “d e re c e le ri” olabilir.
böyle bütünlerin bir toplamsal çözümlemesi, onlara tem el bir kuramı
uygulama girişim inde b u lu n d u ğ u zam an, o bütü n lerd eki parçaların
edimsel örgütlenişine ilişkin özel sayıltılar kapsamalıdır. Hiç kuşkusuz
birçok fiziksel dizge vardır, örneğin güneş dizgesi, bir karbon atom u,
ya da bir kalsiyum florid kristali, ki karmaşık örgütlenm e biçim lerine
karşın, kendilerini bir “toplam sal” çözümlemeye teslim ederler; am a
eşit ölçüde açıktır ki böyle dizgeler üzerine onların bileşen parçala­
rına ilişkin kuram ların terim lerinde getirilen şimdiki açıklam alar bu
kuramları bileşenlerin dizgelerdeki öğeler olarak yer almasını sağlayan
özel durum lara ilişkin bildirim ler ile tam am lam aktan kaçınamaz. H er
ne olursa olsun, bir dizgenin parçalarının kendi aralarında nedensel
bağımlılık ilişkileri içinde durm aları olgusu dizgenin bir toplamsal çö­
zümlemesi olanağını dışlamaz.
Toplamsal ve toplamsal-olmayan çözüm lem e arasındaki ayrım zaman
zaman yaygın olarak klasik m ekaniğin parçacık fiziği ve elektrodinam i­
ğin alan yaklaşımı arasında çizilen zıtlık yoluyla desteklenir. Öyleyse bir
süre için bu zıtlık üzerinde durm ak öğretici olacaktır. Newton mekani­
ğine göre, bir parçacıkta başka cisimlerin etkileri yoluyla üretilen ivme
eğer tekil olarak davranıyor olsalardı bu cisimlerin h er birinin üretecek
olduğu ivmelerin vektörel toplamıdır; ve bu ilkenin altında yatan sayıltı
böyle cisim lerden birinin uyguladığı kuvvetin başka herhangi birinin
uyguladığı kuvvetten bağımsız olduğudur. Sonuçta, güneş dizgesi gibi
bir m ekanik dizge toplam sal olarak çözüm lenebilir. Bir bütün olarak
güneş dizgesinin karakteristik davranışını açıklayabilmek için, yalnızca
dizgedeki h e r bir cismin ayrı ayrı öteki cisim ler ü zerinde uyguladığı
kuvveti (uzaklığın bir fonksiyonu olarak) bilmemiz gerekir.
Ama elektrodinam ikte du ru m başka türlüdür. Çünkü elektriksel ola­
rak yüklü bir cismin bir başkası üzerindeki etkisi yalnızca aralarındaki
uzaklık üzerine değil am a göreli devimleri üzerine de bağımlıdır. Da­
hası, devim de yer alan bir değişim in etkisi kıpısal olarak değil, am a
sonlu bir hız ile yayılır. Buna göre, yüklü cisim üzerindeki böyle başka
cisimlerin bulunuşuna bağlı kuvvet İkincilerin konum ve hızlan yoluyla
değil, ama birincinin yakınındaki elektromanyetik “alan”m koşullan yo­
luyla belirlenir. Sonuçta, böyle bir alan h er biri ayn bir yüklü parçacığa
bağlı ‘bölüm sel’ alanlann bir ‘toplam ı’ olarak görülemeyeceği için, bir
elektromanyetik dizgenin yaygın olarak toplamsal çözümlemeye kapalı
olduğu söylenir. “Alan ancak bir birim olarak yeterli bir yolda ele alı­
nabilir,” diye ileri sürülür, “bireysel nokta yüklerin katkılannın toplamı
olarak değil”28

28Peter G. Bergm ann, Introduction to the Theory of Relativity, NevvYork, 1942, s. 223.
Şimdiki bağlam da elektromanyetik alanlara herhangi bir “fiziksel realite”nin yüklenip
yüklenm ediğini ya da, kimi yazarların ileri sürdükleri gibi, elektrom anyetik alanlann
yalnızca bir “matematiksel kurgu” m u olduğunu sormak anlamsız olacaktır. Belirtmek
yeterlidir ki, “enson konum u” h e r ne olursa olsun, alan kavramı fizikte parçacık yak-
Bu zıtlık üzerine iki kısa yorum yapılmalıdır. İlk olarak, ‘alan’ kavramı
(elektromanyetik kuram da kullanıldığı gibi) hiç kuşkusuz fenom enleri
çözümlemek için birçok önemli bakım dan parçacık m ekaniğinde kulla­
nılan m atem atikten ayrı bir matematiksel tekniği temsil eder. Birincisi
durum değişkenlerinin kesikli kümeleri ile işlem görür, öyle ki bir dizge­
nin durum u koordinatların sonlu bir sayısı ile belirlenir; alan yaklaşımı
alanın duru m değişkenlerinin h e r birinin değerlerinin matematiksel
olarak sürekli bir uzayın h e r bir noktası için belirlenm esini gerektirir.
Ve ayrışımlı denklem lerin türlerinde, onlara giren değişkenlerde, ve
matematiksel türev alm anın n ered e yapılacağını belirleyen sınırlarda
daha öte karşılık düşen ayrımlar vardır.
Ama ikinci olarak, gerçi bir yüklü parçacıklar kümesi ile bağlı olan
elektromanyetik alanın ayrı ayrı h e r bir parçacık ile bağlı olan bölümsel
alanların bir ‘toplam ı’ olm adığı doğru olsa da, alanın yükler kümesi,
bunların hızlan, ve altında yer aldıkları başlangıç ve sınır koşulları yo­
luyla benzersiz olarak belirlendiği de (e.d. h er bir uzay noktası için her
bir durum değişkeninin değerlerinin ikircimsiz olarak saptandığı da)
doğrudur. Gerçekten de, alan kuramı içerisinde kullanılan tekniklerden
birinde, elektrom anyetik alan yalnızca elektriksel olarak yüklü parça­
cıkların böyle başka parçacıklar üzerindeki etkilerini form üle etm ek
için araya giren bir aygıttır.29 Buna göre, bir elektrom anyetik alanı bir
“birim ” olarak ele almak uygun olabilse de, bu uygunluk alanın özellik­
lerinin o n u n bileşenlerini ilgilendiren sayıltıların terim lerinde çözüm­
lenemeyeceğini imlemez. Ve gerçi alan herhangi bir alışıldık anlam da
bölüm sel alanların b ir ‘toplam ı’ olmayabilse de, bir elektrom anyetik
dizge sözcüğün daha önce önerilen özel anlam ında bir ‘toplam ’dır—
yani bu dizgelerin bileşenlerine ilişkin öyle bir kuram vardır ki, dizgenin
ilgili yasaları kuram dan çıkarsanabilir. Gerçekte, eğer yalıtılmış iletken
üzerindeki yükler yoluyla ö rneklenen işlevsel b ü tü n e son bir kez göz
atarsak, yük yoğunluklarının dağılımını form üle eden yasa yüklü parça­
cıkların davranışını ilgilendiren sayıltılardan çıkarsanabilir.30
Orgensel birim lerin bu tartışmasının sonucu bu birim lerin toplamsal
bakış açısından çözüm lenip çözüm lenem eyeceği sorusuna genel bir
yanıtın olmadığıdır. Kimi işlevsel bütünler hiç kuşkusuz o yolda çözüm­
lenebilir, am a başkaları için (örneğin dirim li örgenlikler için) henüz
bu tipten tam olarak doyurucu hiçbir çözümleme yapılabilmiş değildir.
Buna göre, bir dizgenin kendi aralannda dinamik olarak ilişkili parçala­
rın bir yapısı olması olgusu, kendi başına, böyle bir dizgenin yasalarının
başlangıçta dizgenin varsayılan belli bileşenleri için geliştirilmiş kurama
indirgenem eyeceklerini tanıtlam ak için yeteli değildir. Bu vargı zayıf
laşım ından ayırdedilebilen bir çözüm lem e kipini temsil eder.
^G önderm e yapılan teknik gecikmeli gizilgüçler aygıtıdır. Bkz. Max Mason ve War-
ren Weaver, The Electromagnetic Field, Chicago, 1929, Introduction.
wBkz. örneğin O. D. Kellogg, Foundations ofPotenlial Theory, Berlin, 1929, Chap. 7.
olabilir; ama tartışma altındaki sorun üzerine varolan literatürün büyük
bölüm ünü n varsaydığı gibi o n u n toptan ve a priori bir yolda çözüme
bağlanamayacağını gösterir.
Mekanistik Açıklama ve
O rgenlik Yaşambilimi

f M o d ern doğal b ilim lerin a n alitik y ö n te m lerin in


I ■ tüm dirimsiz fenom enleri, giderek kozmik ışınlar ve
I W hava gibi henüz tam olarak anlaşılmamış olanları bile
I / incelem edeki yetkinliği evrensel olarak kabul edilir.
Dahası, fizik bilim inin özel dallarını onların çeşitli
açıklama dizgelerini kapsayıcı bir kuram a indirgeyerek birleştirme gi­
rişimleri genellikle iyi karşılanır ve yüreklendirilir. G eçen d ö rt yüzyıl
boyunca bu yöntem ler dirim li örgenliklerin incelem esinde de verimli
olarak kullanılm ıştır; ve yaşam sü reçlerin in birçok özelliği fiziksel-
kimyasal terim lerde başarılı olarak açıklanmıştır. Fizik alanında olduğu
gibi yaşambilim alanında da önde gelen bilimciler b u nedenle fiziksel
bilimlerin yöntem lerinin yaşambilimin nesneleri için tam olarak yeterli
olduğu vargısını çıkarm ışlardır, ve bu bilim cilerin birçoğu sonunda
yaşambilimin b ü tü n ü n ü n yalnızca fizik ve kimyanın bir bölüm ü olaca­
ğından emindir.
Ama, dirim li şeylerin incelem esinde fıziksel-kimyasal açıklamaların
yadsınamaz başarılarına karşın, yetkinlikleri sorgulanamayacak yaşam-
bilim ciler böyle açıklam aların yaşam bilim in içeriği için bütünüyle
yeterli olmadığını düşünmeyi sürdürm ektedir. Yaşambilimcilerin çoğu
genel olarak yaşam süreçlerin in , tıpkı dirim siz süreçler gibi, ancak
belirli fıziksel-kimyasal koşullar altında yer aldığı ve fıziksel-kimyasal
yasaların karşısına hiçbir kuraldışı çıkarm adığı k o n u su nda anlaşm a
içindedir. G ene de aralan n d an kimileri dirim li fenom enleri anlam ak
için gereken çözümleme kipinin temel olarak fiziksel bilimlerde geçerli
olandan ayn olduğunu ileri sürer. Yaşambilimin fiziğe ve kimyaya dizge­
sel soğrulm asına karşıtçılık zaman zaman bun u n yaşambilimsel araştır­
m anın doğru stratejisine uygun düşm ediği biçim indeki kılgısal zemin
üzerine dayanır. B ununla birlikte, böyle karşıtçılık sık sık yaşambilimin
fiziksel-kimyaya indirgenm esinin özünlü olarak olanaksız olduğunu
göstermeyi amaçlayan kuram sal uslam lam alar yoluyla da desteklenir.
Yaşambilim çoktandır açıklama m antığındaki belirleyici sorunlan coş­
kulu bir tartışm anın konusu olarak kabul eden bir alan olmuştur. H er
ne olursa olsun, yaşambilimcilerin yaşambilimdeki açıklayıcı kavramla­
rın m antığının bu bilime özgü olduğu ve yaşambilimin özünlü olarak
özerk bir disiplin karakterini taşıdığı önesürüm ü için yaygın olarak ileri
sürdükleri nedenlerin bir bölüm ünü incelem ek öğretici olacaktır.
Bu önesürüm için başlıca destekler nelerdir?

1. ilk olarak daha az ağırlıklı iki desteği bir yana bırakalım. Dirimli-
olan ve dirim li-olm ayan arasındaki soysal ayrımları sağın terim lerde
formüle etm ek güç olsa da, hiç kimse böyle ayranların bulunduğundan
ciddi olarak kuşku duymaz. Buna göre, çeşitli “yaşam bilim leri” fizik
ve kimyanın ele aldığı sorulara benzem ezlikleri açıkça görülen özel
sorular ile ilgilenir. Özel olarak yaşambilim dirimli şeylerin anatom i ve
fizyolojisini inceler ve onların ürem e, gelişme ve bozulm a kip ve koşul­
larını araştırır. Yaşayan örgenlikleri tiplere ya da türlere sınıflandırır; ve
coğrafi dağılımlarını, türeyiş çizgilerini, ve evrimsel değişim lerinin kip
ve koşullannı araştırır. Yaşambilim örgenlikleri kendi aralarında ilişkili
parçaların yapılan olarak çözümler ve h er bir parçanın bir bütün olarak
örgenliğin sürmesine katkısının ne olduğunu keşfetmeye de çalışır. Öte
yandan, fizik ve kimya böyle p roblem ler ile belirli olarak ilgilenmez,
üstelik yaşambilimin içeriğinin de bu bilim lerin alanı içerisine düşm e­
sine karşın. Böylece bir taş ve bir kedi, yüksekten bırakıldıklarında, me­
kaniğin yasalannda ortak bir formülasyon kazanan davranışlar sergiler­
ler; ve taşlar gibi kediler de öyleyse fiziğin konu gereçleri arasına aittir.
Buna karşın, kediler öyle yapısal özellikler taşır ve öyle süreçlere girer
ki, en azından şimdiki biçim lerinde fizik ve kimya bunlarla ilgilenmez.
Daha biçimsel olarak bildirildiğinde, yaşambilim dirimli fenom enlerin
tanınabilir karakteristiklerine gönderm ede bulunan anlatım lar kullanır
(‘eşey,’ ‘hücre bölünm esi,’ ‘kalıtım ’ ya da “uyarlanım ’ gibi), ve onlan
kapsayan yasalar ileri sürer (örneğin ‘İnsanlar arasında hemofili eşey ile
bağlantılı kalıtsal bir özelliktir’ gibi), ki bunlar fiziksel bilimlerde yer al­
maz ve şimdilik bu bilimlerin içerisinde tanımlanabilir ya da türetilebilir
değildir. Buna göre, yaşambilimin ve fiziksel bilim lerin konulan apayn
şeyler değilken, ve yaşambilimin fiziksel bilimlerden ödünç alman aynm
ve yasalardan yararlanm asına karşın, iki bilim şimdilik çakışmaz.
Yine eşit ölçüde açıkur ki, yaşambilimdeki gözlem ve deney teknikleri
genel olarak fiziksel bilimlerde geçerli olanlardan ayndır. Hiç kuşkusuz
kimi gözlem, ölçüm ve hesaplama alet ve teknikleri (örneğin mercekler,
teraziler, ve cebir) h er iki disiplin küm esinde de kullanılır. Ama yaşam­
bilim özel beceriler de gerektirir (örneğin örgensel dokuların kesim-
lenm eleri ile ilgili olanlar), ki bunlar fizikte hiçbir amaca hizmet etmez;
ve fizik öyle teknikler kullanır ki (örneğin yüksek voltajlı akım lar ile
ilgilenmek için gerekli o lan lar), b unlar günüm üz yaşambiliminde ilgi­
sizdir. Yaşambilimsel araştırm anın özel tekniklerinde eğitim görmemiş
bir fizik bilimci yaşambilimdeki bir deneyi yerine getirm ede olsa olsa
üflemeli sazlarda eğitim görmemiş bir piyanistin bir obuayı çalabilmesi
kadar başarılı olacaktır.
Fiziksel bilim lerin ve yaşam bilim lerinin özel problem ve teknikleri
arasındaki bu ayrımlar zaman zaman yaşambilimin özünlü özerkliği için,
ve fiziğin analitik yöntem lerinin yaşambilimsel araştırm anın hedefleri­
ne tam olarak yeterli olmadığı önesürüm ü için kanıt olarak gösterilir.
B ununla birlikte, ayrımlar doğru olsa da, hiç kuşkusuz böyle vargıları
aklamaz. Ö rn eğ in m ekanik, elektrom anyetizm a ve kimya ilk bakışta
fizik bilim inin ayrı dallarıdır ve h e r birinde ayrı özel p roblem ler ele
alınır ve ayrı teknikler kullanılır. Ama gördüğüm üz gibi, bunlar fizik
bilim inin o bölüm lerinin h er birinin özerk bir disiplin olduğunu ileri
sürm ek için yeterli n ed en ler değildir. Eğer yaşambilimin sözde saltık
özerkliği için sağlam b ir tem el varsa, b u n u n yaşambilim ve fiziksel bi­
lim ler arasındaki (bu noktaya dek belirtilen) ayrım lardan başka bir
yerde aranm ası gerekir.

2. O zam an o ö n e sü rü m ü destekleyen d ah a ağır n e d e n le r n eler­


dir? Başlıcaları şöyle görünür. Yaşam süreçleri b ir prima facie amaçlı
karakter taşır; örgenliklerde kendini-düzenlem e, kendini-sürdürm e,
ve kendini yeniden-üretm e yetenekleri vardır, ve etkinlikleri gelecek­
te yatan h ed eflere erişm eye yönelm iş görünür. Bitki ve hayvanların
m orfolojik karakteristiklerinin fiziksel bilim lerin dirimsiz şeylerin ya­
pısal özelliklerini araştırm a yolları ile karşılaştırılabilir bir yolda ince­
lenebilir ve form üle edilebilir olduğu genellikle kabul edilir. Böylece,
fizikteki çözüm lem e ve açıklama kategorileri genellikle insan böbre­
ğinin büyük ve küçük ölçek anatom isini ya da o n u n gelişiminin dizisel
düzenini incelem ek için yeterli olarak kabul edilir. Ama m orfolojik
incelem eler yaşambilimcinin görevinin yalnızca bir parçasıdır, çünkü
bu görev yapıların b ir b ü tü n olarak örgenliğin etkinliklerini sürdür­
m edeki işlevlerinin araştırm asını da içerir. Böylece yaşambilim kanın
kimyasal bileşimini korum ada ve böylelikle bütün bedeni ve parçalarını
karakteristik etkinlikleri içinde sürdürm ede böbreğin ve mikroskopik
yapısının oynadığı rolü inceler. Yaşambilimde sık sık ayırdedici bir açık­
lama kategorisi gerektiriyor görünen şey dirim li şeylerin böyle açıkça
“hedef-yönelimli” davranışıdır.
Dahası, dirim li şeyler örg en sel b ü tü n le rd ir, bağım sız parçaların
“toplamlı/a<£fâH/£ dizgeleri” değil, ve bu parçaların davranışı eğer bun­
lar çok sayıda yalıtılabilir d ü zenekler olarak görülürse doğru olarak
anlaşılamaz. Bir örgenliğin parçalan bütünsel bir yapının içsel olarak
ilişkili üyeleri olarak görülmelidir. Karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler,
ve davranışları b ir b ü tü n olarak örgenliğin etkinliklerini düzenler ve
o n lar yoluyla düzenlenir. Kimi yaşambilim ciler dirim li örgenliklerin
eşgüdüm lü, uyarlam a davranışının ancak özel bir dirim selci/ıntalistic
etm enin varsayılması yoluyla açıklanabileceğini ileri sürm üşlerdir; baş­
kaları örgenliğin içsel olarak ilişkili parçalarının hiyerarşik örgütlenişi­
nin terim lerindeki bir açıklamanın olanaklı olduğuna inanır. Ama iki
durum da da, diye ileri sürülür sık sık, yaşambilim örgensel birlik kavra­
m ından vazgeçemez; ve sonuçta yanılgıya izin vermeyecek bir yolda sui
generis olan çözüm lem e ve formülasyon kiplerini kullanmalıdır.
Buna göre, yaygın olarak iki ana özelliğin yaşambilimi fiziksel bilimler­
den ayırdettiği ileri sürülür. Biri yaşambilimsel araştırmada teleolojik açık­
lamaların doldurduğu başat yerdir. İkincisi bütünsel davranışı bağımsız
bileşenlerin etkinliklerinin bileşkesi olmayan dizgelerin incelem esine
benzersiz olarak uygun düşen kavramsal aygıtların kullanımıdır. Şimdi
bu savları ayrıntıda incelemeliyiz.

I. Teleolojik Açıklamaların Yapısı


H em en h e m e n tüm yaşam bilim sel in celem eler ya da m onograflar
yaşam bilim cilerin yaşamsal süreçlerin ve ö rg en lerin dirim li şeylerin
karakteristik etkinliklerini sürdürm edeki işlevleri ile ilgilendiğini gös­
teren belirleyici kanıtlar sunar. Sonuçta, eğer “teleolojik analiz” belli
so n-ürün lere/end-products erişmeye yönelik işlev ve süreçler üzerine
bir araştırm a olarak anlaşılırsa, o zaman hiç kuşkusuz teleolojik açık­
lam alar yaşam bilim de yaygındır. Bu bakım dan açıktır ki g ö rü n ü rd e
yaşambilim ve fiziksel bilim ler arasında belirgin bir ayrım vardır. Hiç
kuşkusuz eğer bir m odem fizikçi örneğin atom ların dış elektron kabuk­
larını kendileri ve başka atom lar arasındaki kimyasal birlikleri olanaklı
kılmak için taşıdığını bildirecek olsaydı, bu o n u n payına bir tuhaflık
olurdu. Eski Aristotelesci bilim de dirim li şeylerin ve etkinliklerinin
incelemesi yoluyla (ve özel olarak insan sanatı yoluyla) önerilen açık­
lam a kategorileri h e r tü r araştırm a için kan o n lara çevrildi. Dirimli
fenom enler gibi dirimsiz fenom enler de böylece teleolojik terim lerde
çözüm lendiği için—sonsal n ed en kavram ını odak noktasına getiren
b ir çözüm lem e— , Yunan bilim i yaşambilim ve başka doğa bilim leri
arasında temel bir ayrılık olduğunu kabul etmedi. Ö te yandan, m odem
bilim sonsal nedenleri fiziksel ve kimyasal fenom enlerin incelemesinde
hiçbir meyve vermeyen vestal bakireleri olarak görür; ve teleolojik açık­
lamaların ‘etkinliğin hedeflerinin ya da ereklerinin kendi olgusallaşma-
larında dinam ik etm enler o ld u k lan ’ öğretisi ile bağlantısı nedeniyle,
m odern bilim böyle açıklam aları bir tü r obskürantizm olarak görm e
eğilimindedir. Ama teleolojik açıklamaların yaşambilimde bulunuşlan
ve fiziksel bilim lerde görünürde bulunmayışları birincinin saluk özerk­
liğini gerektirir mi? G erektirm ediğini göstermeye çalışacağız.
1. Sonsal nedenler öğretisi ile bağlantılarından bütünüyle ayn olarak,
teleolojik açıklam alar zam an zaman m odern doğal bilim de am açlara
ya da görünürde-ereklere (ends-in-vieuı) doğal süreçlerdeki nedensel
etm enler olarak başvurdukları kabul edildiği için kuşku ile karşılanır.
Amaçlar ve bilinçli hedefler açıktır ki insan etkinliklerinde önemli roller
oynarlar, am a fiziksel-kimyasal fenom enlerin ve pekçok yaşambilimsel
fenom enin incelem esinde onları varsaymak için ne olursa olsun hiç­
bir temel yoktur. B ununla birlikte, daha önce belirtildiği gibi, teleolo­
jik olarak görülen büyük bir sayıda açıklama herhangi bir amaç ya da
görünürde-erek konutlam az; çünkü açıklamaların sık sık ancak şeyle­
rin ya da süreçlerin iye olduklan işlevleri belirlem e anlam ında “teleo­
lojik” olduğu söylenir. Pekçok çağdaş yaşambilimci hiç kuşkusuz işlev­
leri araştırılan dirimli şeylerin örgensel parçalarına am açlar yüklemez;
içlerinden pekçoğu büyük olasılıkla dirimli yaratıklann örgütlenişinde
keşfedilen araç-amaç ilişkilerinin, ister tannsal isterse başka bir anlamda
doğa-üstü olsun, amaçlı bir etm enin payına bilinçli bir planın ürünleri
olduklarını da yadsır. Hiç kuşkusuz, ruhsal d u ru m lan (phychic states)
tüm örgensel davranışa eşlik eden ve giderek onlan yönlendiren kuvvet­
ler olarak konutlayan yaşambilimciler de vardır. Ama böyle yaşambilim-
ciler azınlıktadır; ve genellikle görüşlerini pekçok yaşambilimcinin du­
raksamadan kabul ettiği işlevsel ya da teleolojik bağımlılık olgulanndan
ayırdedilebilecek özel noktalar yoluyla desteklerler. ‘Teleoloji’ sözcüğü
ikircimli o lduğuna göre, eğer sözcük yaşambilimin sözlüğünden sili­
necek olsaydı karışıklık ve yanlış anlam alar hiç kuşkusuz önlenebilirdi.
Ama yaşambilimciler onu kullanırlar, ve örneğin omurgalılarda sindirim
kanalının işlevinin sindirilen gereci kan akım ına soğrulması için hazır­
lamak olduğunu belirttikleri zaman teleolojik bir açıklama verdiklerini
söylerler. Belirleyici nokta teleolojik dili kullanırken yaşambilimcilerin
zorunlu olarak duygusal aldatıya (pathetic fallacy) düşm em eleri ya da
insanbiçimciliğe kaymamalarıdır.
Öyleyse yaşambilimdeki teleolojik (ya da işlevsel) bildirim lerin nor­
mal olarak tartışm a altındaki gereçlerde belirtik ya da gizli amaç ya da
hedeflerin b u lu n d u ğ u n u ileri sürm ediğini ya da öngerektirm ediğini
varsayacağız. Gerçekten de, yaşambilimcilerin giderek işlevsel çözümle­
m elerinde ‘amaç’ gibi sözcükleri kullanırken bile— örneğin domuzlarda
böbreklerin ‘am acının’ (e.d. işlevinin) çeşitli artık ürünlerin örgenliğin
kan akım ından temizlenmesi olduğu söylenirken—genellikle herhangi
bir bilinçli ya da ö rtük görünürde-erek konutladıklarım yadsıdıkları­
nı kabul etm ede bir sakınca yok görünür. Öte yandan, ‘-in işlevi,’ ‘-in
amacı,’ ‘... uğruna,’ ‘-sin diye’ ve benzerleri gibi tipik anlatım araçlannın
kullanımını— daha genel olarak, bir araç-amaç bağlantısı imleyen anla-
tım lann kullanım ım —yaşambilimde teleolojik bildirim lerin göstergesi
olarak, ve böyle bildirim leri teleolojik-olmayan bildirim lerden ayırde-
den özellik olarak kabul edeceğiz.
Buna karşın, teleolojik (ya da işlevsel) açıklamaların prima facie ayır-
dedici karakterine karşın, ilk olarak ileri sürülen içerikte herhangi bir-
şey yitirilmeksizin teleolojik-olmayan açıklam alar biçimini almak üze­
re yeniden-form üle edilebileceklerini, ve böylece önem li bir anlam da
teleolojik ve teleolojik-olmayan açıklam aların eşdeğer olduğunu ileri
süreceğiz. Bu amaçla, yaşambilimdeki tipik bir teleolojik bildirimi, ör­
neğin ‘Bitkilerde klorofilin işlevi bitkilerin fotosentezi yerine getirm e­
sini (e.d. güneş ışığının b ulunuşunda karbondioksit ve sudan nişasta
oluşturmayı) sağlamaktır’ bildirimini irdeleyelim. Bu bildirim klorofilin
(belli bir A tözünün) bitkilerde (bir dizgeler sınıfının h er biri bileşen
parça ve süreçlerin belli bir B örgütlenm esini içeren h er D üyesinde)
bulunuşu n u açıklar. B unu bir bitkiye su, karbondioksit ve güneş ışığı
sağlandığı zaman (D belli bir “içsel” ve “dışsal” Ç çevresine koyulduğu
zam an), bitkinin ancak klorofil kapsıyorsa nişasta ürettiğini (belirli bir
ü rü n ya da sonuç veren belli bir S sürecinin yer aldığını) bildirerek
yapar. Bildirim genellikle nişasta olmaksızın bitkinin büyüme ve ürem e
gibi karakteristik etkinliklerini sürdürem eyeceği (kendini belli bir G
d u ru m u n d a tutam ayacağı) biçim indeki ek ö rtü k sayıltıyı kendisi ile
birlikte kapsar; ama şimdilik bu daha öte önesürüm ü göz ardı edeceğiz.
Buna göre, teleolojik bildirim iç içe geçmiş bir uslam lamadır, öyle
ki içerik açılınca yaklaşık olarak şöyle çevrilebilir: Su, karbondioksit
ve güneş ışığı sağlandığı zaman bitkiler nişasta üretir; eğer klorofilleri
olmasaydı, su, k arbondioksit ve güneş ışığının bulu n m asına karşın
nişasta üretm ezlerdi; bu n ed en le bitkiler klorofil kapsar. D aha genel
olarak, B örgütlenm esini içeren bir D dizgesinde A ’nın işlevi D ’nin Ç
çevresinde S sürecine girmesini sağlam aktır’ biçim indeki bir teleolojik
bildirim daha belirtik olarak şöyle form üle edilebilir: B örgütlenm esini
içeren ve Ç çevresinde bulunan h e r D dizgesi S sürecine girer; eğer B
örgütlenm esini içeren ve Ç çevresinde b u lunan D A ’yı taşımıyorsa, o
zaman D dizgesi S ’ye girmez; bu nedenle, B örgütlenm esini içeren D
A ’yı taşımalıdır.
Bu bağlam da bu uslam lam adaki öncüllerin yetkin kanıt yoluyla ye­
terli olarak desteklenip desteklenm ediğini araştırm ak açıktır ki ilgili
değildir. B ununla birlikte, sorun zaman zam an teleolojik açıklamala­
rın tartışm asında getirildiği için, klorofilin bitkiler için gerçekten de
zorunlu olup olm adığı ve bitkilerin klorofil gerektirm eyen almaşık
bir süreç yoluyla nişasta (ya da sürm eleri için özsel olan başka tözler)
ü retip üretem eyeceği sorusu hiç olm azsa geçerk en değinm eyi hak
eder. Çünkü, eğer klorofilin bulunuşu nişastanın üretim i için edimsel
olarak zorunlu değilse (ya da bitkiler fotosentez düzeneği olmaksızın
sürebiliyorsa), diye ileri sürülm üştür, yukarıdaki uslam lam anın ikinci
öncülü savunulabilir değildir. Ö ncülün o zaman değiştirilm esi gere­
kecektir; ve iyileştirilmiş biçim inde öncül klorofilin nişasta üretim i
için yeterli (am a zorunlu olm ayan) bir koşullar küm esindeki bir öğe
olduğunu ileri sürecektir. B ununla birlikte, bu d u ru m d a iyileştirilmiş
öncül ile yeni uslamlama geçersiz olacaktır, öyle ki bitkilerde klorofilin
b u lu n u şu n u n önerilen teleolojik açıklaması g ö rü n ü rd e doyum verici
olmayacaktır.
Bu karşıçıkış bir ölçüde kabul edilir. Hiç kuşkusuz bitkilerin kendi­
lerini nişasta üretmeksizin sürdürebilm esi, ya da dirim li örgenliklerde
süreçlerin klorofil gerekmeksizin nişasta üretebilm esi mantıksal olarak
olanaklıdır. Gerçekten de, klorofil olmaksızın serpilebilen bitkiler (fun-
guslar) vardır; ve genel olarak b ir am aca ulaşm anın b irden çok yolu
bulunur. Ö te yandan, bitkilerde klorofilin bulunm asının yukarıdaki
teleolojik açıklaması büyük olasılıkla kimi belirli örgütlenm e biçimleri
ve belirli davranış kipleri taşıyan dirim li örgenlikler ile, kısaca “yeşil
bitkiler” denilen bitkiler ile ilgilidir. Buna göre, kendilerini klorofilin
işlem ini içeren süreçler olmaksızın sürdürm e yeteneğindeki dirim li
örgenliklerin (hayvanlar gibi bitkilerin de) hem soyut olarak hem de
fiziksel olarak olanaklı olm asına karşın, yeşil bitkilerin edimsel örgüt­
leniş kiplerinin bir sonucu olarak taşıdıkları sınırlı yetenekler dikkate
alındığında, bu örgenliklerin klorofil olmaksızın yaşayabildiği yönünde
hiçbir kanıt bulunm uyor görünür.
Böylece bu irdelem elerden ortaya tamamlayıcı iki önem li nokta çıkar.
İlk olarak, teleolojik çözüm lem eler yaşambilimde (ya da böyle çözümle­
m elerin kullanıldığı başka bilim lerde) salt mantıksal olanaklar üzerine
araştırmalar değildir, ama som ut olarak verilen dirimli dizgelerde belirli
bileşenlerin edimsel işlevlerini ele alırlar. İkinci olarak, bir son-ürünü
elde etm ek için almaşık düzeneklerin olanağını tanımayı başaramama
tehlikesi karşısında, ve bilm eyerek (ve belki de yanlışlıkla) verili bir
dizgeler sınıfında vazgeçilmez olduğu bilinen bir sürecin daha kapsayıcı
bir sınıfta da vazgeçilmez olduğunu varsayma tehlikesi karşısında, bir
teleolojik uslamlama hem son-ürünün karakterine hem de dizgelerin
sergilediği tanımlayıcı özelliklere sağın anlatım lar vermelidir, çünkü o
belirtilen süreçlerin onlarla göreli olarak vazgeçilmez olması gerekir.
Bununla birlikte, h er ne olursa olsun, klorofilin yukarıdaki teleolojik
açıklaması, açılmış biçim inde, yalnızca tüm dengelim li m odele uygun
düşen bir açıklamanın bir örneğidir, ve teleolojik bildirimleri ayırdedici
hiçbir deyim kapsamaz. Buna göre, klorofil üzerine başlangıçtaki açıl­
mamış bildirim ‘Bitkiler ancak klorofil kapsıyorsa fotosentez yapar’ tara­
fından ya da almaşık olarak ‘Bitkilerde fotosentezin olması için zorunlu
bir koşul klorofilin bulunm asıdır’ tarafından ileri sürülmeyen hiçbirşeyi
ileri sürm üyor görünür. Bu son bildirim ler belirtik olarak klorofile bir
fonksiyon yüklemez, ve o anlam da öyleyse teleolojik form ülasyonlar
değildirler. Eğer bu örnek bir paradigm a olarak alınırsa, öyle görünür
ki, bir örgenlikte b ir bileşen öğeye b ir fonksiyon yüklendiği zaman,
teleolojik bildirimin içeriği belirdk olarak teleolojik olmayan ve yalnızca
örgenliğin belli bir özellik ya da etkinliğinin bulunm ası için zorunlu
(ya da belki de zorunlu ve yeterli) bir koşulu ileri süren bir başka bil­
dirim tarafından tam olarak iletilir. Öyleyse bu çözüm lem enin ışığında
yaşambilimde bir teleolojik açıklama verili bir yaşambilimsel dizge için
bir bileşen parçanın ya da sürecin sonuçlarını belirtir; öte yandan, bu
açıklamanın eşdeğer teleolojik-olmayan formülasyonu dizgenin karak­
teristik örgütlenm e ve etkinlikleri içinde sürmesini belirleyen koşulların
kimilerini bildirir (her zaman olmasa da zaman zaman fıziksel-kimyasal
terim lerde). Bir teleolojik açıklama ve onun eşdeğer teleolojik-olmayan
formülasyonu arasındaki ayrım böylece Y X ’in bir etkisidir dem ek ve X
K’nin bir n ed en ya da koşuludur dem ek arasındaki ayrıma benzetile­
bilir. Kısaca, ayrım ileri sürülen içeriğe ilişkin bir ayrım olm aktan çok
seçimdeki dikkate ilişkin bir ayrımıdır.
Bu nokta b ir başka irdelem e ile pekiştirilebilir. Eğer bir teleolojik
açıklam anın tasarlanabilir h e r teleolojik-olmayan bildirim in içeriğin­
den ayrı olarak ileri sürülm üş bir içeriği olsaydı, birinciyi doğrulam ak
için kullanm ak üzere İkinciyi aklamak için gerekli olan yordam lardan
ve kanıttan ayrı olan yordam ları ve kanıtı alıntılam ak olanaklı olurdu.
Ama gerçekte böyle h içbir yordam ve h içb ir kanıt yok görünür. Ö r­
neğin ‘insan kanındaki akyuvarların işlevi bedeni yabancı m ikroorga­
nizm alara karşı savunm aktır’ teleolojik bildirim ini irdeleyelim. Şimdi
bu bildirim i aklayan kanıt ne olursa olsun, o kanıt ‘İnsan kanı yeterli
bir sayıda akyuvar kapsamazsa, bedenin belli norm al etkinlikleri zarar
g ö rü r’ biçim indeki teleolojik-olmayan bildirim ini de doğrular, ve ev­
rik olarak. B ununla birlikte, eğer bu böyleyse, iki bildirim in olgusal
içerikte ayrı olm adıkları yönünde güçlü bir kabullenim vardır. Daha
genel olarak, eğer, gerçekten de g ö rü n d ü ğ ü gibi, verili herhangi bir
teleolojik açıklam a için tasarlanabilir kanıt belli bir teleolojik-olm a­
yan açıklama için kanıt ile özdeş ise, o bildirim lerin ileri sürdükleri şey
açısından ayırdedilem eyecekleri vargısı kaçınılm az görünür, üstelik
başka yollarda ayırdedilebilir olsalar da.

2. Teleolojik ve teleolojik-olmayan açıklamaların bu önerilen eşitliği


gene de temel bir karşıçıkış ile yüz yüze gelmelidir. Birçok yaşambilimci
belki de teleolojik bir bildirim in belli b ir teleolojik-olmayan bildiri­
mi imlediğini kabul edecektir; ama, h e r ne olursa olsun, aralarından
kimileri ikinci bildirim in genel olarak kendi payına birinciyi im leme­
diğini, ve sonuçta bildirim ler arasındaki sözde eşdeğerliğin gerçekte
işlemediğini ileri sürmeye hazırdır.
Aslında böyle b ir eşdeğerliğin olm adığı ö n esü rü m ü güçlü olarak
şöyle sunulabilir. Eğer böyle bir eşdeğerlik olsaydı, yalnızca bir teleo­
lojik açıklama teleolojik-olmayan bir açıklamanın yerine geçebilmekle
kalmaz, am a evrik olarak bir teleolojik-olmayan açıklama da teleolojik
bir açıklamanın yerine geçebilirdi. Sonuçta, fiziksel bilim lerde yasalara
ve kuramlara ilişkin geleneksel bildirimler, ileri sürülen içerikte değişim
olmaksızın, teleolojik form ülasyonlara çevrilebilir olurdu. B ununla
birlikte, gerçekte m o d ern fizik bilim i böyle yeniden-form ülasyonları
onaylıyor görünm ez. Aslında, pekçok fizik bilimci hiç kuşkusuz kendi
disiplinlerine teleolojik bildirim lerin getirilm esine Yunan ve ortaçağ
bilim lerinin bakış açılarını geri getirm ek için yanlış bir girişim olarak
direnirdi. Ö rneğin, ‘Bir gazın değişmez sıcaklıktaki hacm i basıncı ile
ters orantılı olarak değişir’ bildirim i teleolojik yan-anlamlardan bütü­
nüyle özgür olan tipik b ir fizik yasasıdır. Eğer bir teleolojik bildirim e
eşdeğer olsaydı, eşdeğeri (yukarıda paradigm atik olarak kabul edilen
örneğin m odeli üzerine kurulm uş olarak) büyük olasılıkla ‘Değişmez
sıcaklıktaki bir gazda değişen bir basıncın işlevi gazın evrik olarak de­
ğişen bir hacm im üretm ektir,’ ya da belki de ‘Değişmez sıcaklıktaki her
gaz değişken bir basınç altında basınç ve hacım çarpım ını değişmez
tutabilm ek için hacm ini değ iştirir’ olacaktı. Am a pekçok fizikçi hiç
kuşkusuz bu form ülasyonlan saçma olarak, ya da en iyisinden aldatıcı
olarak görürdü. Buna göre, eğer hiçbir teleolojik bildirim bir fizik ya­
sasım doğru olarak çeviremiyorsa, h er teleolojik bildirim için mantıksal
olarak eşdeğer teleolojik-olmayan bir bildirimin kurulabileceği önesürü­
m ü savunulması güç bir önesürüm olarak görünür. Karşıçıkışın vargısı,
öyleyse, teleolojik ve teleolojik-olmayan bildirimler arasında tartışmanın
bu noktaya dek belirtik kılmayı başaramadığı önem li bir ayrımın olması
gerektiğidir.
Tam şimdi açım lanan güçlük kolayca bir yana atılamaz. O nu yeterli
olarak değerlendirebilm ek için, şimdi teleolojik çözüm lem eler altına
alınan ve teleolojik açıklam aları açıkça b ir genel ilke so runu olarak
reddetm eyen içerik tipini irdelemeliyiz.

a. Fizik b ilim cilerin in k en d i d isip lin lerin d e teleolojik form ülas­


yonlara karşı tu tu m ları hiç kuşkusuz b u karşıçıkışta ileri sürüldüğü
gibidir. Buna karşın, b u olgu sorun olan nokta ü zerinde tam olarak
belirleyici değildir. Eleştirel g ü cü n ü zayıflatma eğilim inde olan iki
yorum şöyledir.
İlk olarak, fiziksel bilim lerin h içb ir zam an en azından teleolojik
bildirim ler g ö rü n ü şü n ü taşıyan form ülasyonlar kullanm adığını ileri
sürm ek bütünüyle doğru değildir. İyi bilindiği gibi, kimi fizik yasalan
ve kuram ları sık sık sayısal ya da ayrışımlı denklem lerin daha tanıdık
tarzında olm aktan çok “eş-çevreli/isopmmetric”ya. da “değişkeli/uam -
tional”biçim de anlatılır. Yasalar ve kuram lar bu yolda anlatıldığı zaman,
güçlü bir biçimde teleolojik form ülasyonlan andırırlar ve gerçekte sık
sık olay ve süreçlerin teleolojik bir sıralamasını anlattıklan varsayılmıştır.
Ö rneğin, öğesel b ir optik yasası bir yüzeyin yansıttığı bir ışık ışınının
geliş açısının yansıma açısına eşit olduğunu bildirir. B ununla birlikte,
bu yasa bir ışık ışını edimsel yolunun uzunluğunun (kaynağından yan­
sıtan yüzeye ve sonlanm a noktasına) tüm olanaklı yolların m inim um u
olacağı bir yolda ilerler bildirim i ile de anlatılabilir. Daha genel olarak,
hem klasik hem de çağdaş fizik kuram ının önem li bir bölüm ü “uç(sal)
ilkeler/extremalprinciples” biçim inde bildirilebilir. Bu ilkeler bir dizge­
nin edimsel gelişiminin dizgenin olanaklı betilenim lerini temsil eden
bir büyüklüğü minimize ya da maksimize edecek bir yolda ilerlediğini
ileri sürer .1
Mekanik ilkelerine böyle uçsal formülasyonlann verilebileceğinin keş­
fedilmesi bir keresinde bütü n doğa boyunca bir tanrısal tasarın işlemi
için kanıt olarak görüldü. Bu görüşe belki de ilk kez mekaniği değişkisel
biçim de bildiren bir on sekizinci yüzyıl düşünürü M aupertius tarafın­
dan önem kazandırıldı; ve görüş on sekiz ve on dokuzuncu yüzyıllarda
yaygın olarak kabul edildi. Uçsal ilkelerin böyle tanrıbilimsel yorum lan
şimdi hem en h em en evrensel olarak bütünüyle gereksiz görülür; ve
seyrek kuraldışılar ile, fizikçiler bugün uçsal ilkelerin fiziksel süreçlere
dirilik getiren bir tasar ya da amaç sayıltısım gerektirdiği biçimindeki
erken önesürüm ü kabul etmez. Fizik biliminde böyle ilkelerin kullanımı
gene de fiziksel dizgelerin dinam ik yapılarının bir b ütün olarak alm an
dizgenin belli global özellikleri üzerinde bileşen öğelerin ve yardımcı
süreçlerin etkilerini odaksal kılmak üzere yeniden form üle edilebilece­
ğini gösterir. Eğer fizik bilimcileri kendi disiplinlerinde teleolojik dilden
hoşlanmıyorlarsa, b u n u n n ed en i bu anlam daki teleolojik kavramları
görevlerine yabancı görm eleri değildir. Rahatsızlıklarının kaynağı bir
ölçüde nicel form ülasyonlann kullanım ı yoluyla yeterince sağın kılın­
mayan böyle teleolojik dilin am açların işleyişini imliyor olarak yanlış
anlaşılmaya yatkın olmasına bağlı korkudur.
ikinci olarak, fiziksel bilim lerin ilgilendiği şey, yaşambilimin tersine,
genel olarak görece özel bir örgensel cisim ler sınıfı değildir, ve araş­
tırdıkları şey başkalarının değil de seçilmiş b ir tikel fiziksel dizgenin
sürmesini sağlayan koşullar değildir. Bir yaşambilimci böbreğe bir işlev
yüklerken, ö rtü k olarak tartışm a altında olan şeyin dirim li hayvanın
sürm esine b öbreğin katkısı o ld u ğ u n u varsayar; ve b öbreğin on u da
bir bileşeni olarak alabilecek başka herhangi bir dizgenin sürm esine
katkısını birincil ilgisi açısından önemsiz olarak göz ardı eder. Öte yan­
dan, bir fizikçi genellikle güneş ışımasının geniş bir şeyler türlülüğü
üzerindeki etkilerini tartışm a girişim inde bulunur; ve güneşin ışıma­
sına bir “işlev” yüklemeye isteksizdir, çünkü güneşi bir parçası olarak
alan hiçbir fiziksel dizge o n u n gözünde böyle başka herhangi bir diz­
genin olduğundan daha ilginç değildir. Ve bir gazın basınç ve hacm ini

‘Krş. A. D ’Abro, The Decline of Mechanism in Modem Physics, NewYork, 1939, Chap.
18; A dolf Kneser, Das Prinzip der kleinsten Wirkung, Leipzig, 1928; VV'olfgang Yourg-
rau ve Stanley M andelstam , Variational Principles in Dynamics and Quantum Theory,
Londra, 1955.
Gerçekte gösterilebilir ki, belli çok genel koşullar doyurulduğu zaman, tüm nicel
yasalara bir “u q/extremaV formülasyon verilebilir.
ilişkilendiren yasa için de durum böyledir: Eğer bir fizikçi bu yasanın
işlevsel ya da teleolojik dilde form ülasyonuna kuşku ile bakıyorsa, bu­
nu n nedeni (tartışılmış ve tartışılacak nedenlere ek olarak) bir gazdaki
değişen basınçların sonuçlarından birine değil de bir başkasına, salt
belli belirsiz bir öneri yoluyla bile olsa, özel bir önem yüklemeyi kendi
işi olarak görmemesidir.

b. B ununla birlikte, bu noktaya dek gelen tartışma, biraz haklı ola­


rak, ilgisizlik ile olmasa da saflık ile suçlanabilir, çünkü temel noktayı,
yani örgensel dizgelerin “hedef-yönelim li” karakterini bütünüyle göz
ardı etmiştir. Sık sık ileri sürüldüğü gibi, dirimli şeyler değişen derece­
lerde uyarlanıcı ve düzenleyici yapılar ve etkinlikler sergilerken, fiziksel
bilimlerde incelenen dizgeler bunu yapmaz; bu nedenledir ki teleolojik
açıklamalar yaşambilimsel dizgeler için alışılmadık bir yolda uygun iken
fiziksel dizgeler için böyle değildir. Böylece, güneş dizgesi, ya da güneşi
bir parçası olarak alan başka herhangi bir dizge çevresel değişiklikler
karşısında bütünleşm iş bir etkinlikler kalıbı içinde sürm e eğilim inde
olmadığı için, ve dizgenin bileşenleri çevreden göreli bağımsızlık için­
de bu kalıpta sürecek bir yolda karşılıklı ayarlamalara uğramadığı için,
güneşe ya da güneş ışımasına herhangi bir işlev yüklemek saçmadır. Ne
de fiziğin kuram larından kimilerini uçsal ilkeler biçim inde bildirebil­
mesi olgusu, diye sü rer karşıçıkış, yaşambilimsel ve salt fiziksel dizge­
ler arasındaki ayrımları minimize eder. Bir fiziksel dizgenin bir bütün
olarak onu n bir özelliğini temsil eden belli bir büyüklüğü minimize ya
da maksimize edecek bir yolda geliştiği doğrudur. Ama fiziksel dizge­
ler çevrelerindeki önem li değişiklikler karşısında böyle büyüklüklerin
kimi tikel uçsal değerlerini sürdürm ek üzere, ya da geniş olarak değişen
koşullar alünda böyle büyüklüklerin kimi tikel değerlerini olgusallaştır­
m a yönünde gelişmek üzere örgütlenm em işlerdir
Ö te yandan, yaşambilimsel dizgelerin böyle örgütlenm eleri vardır ve
tek bir örnek (ki belirsiz bir sayıda başkaları tarafından çoğaltılabilir)
b unu bütünüyle açığa serecektir. İnsan bedeni karakteristiklerinden
birçoğunu eşgüdüm lü fizyolojik süreçler yoluyla göreli olarak kararlı
bir durum d a (ya da hom eostasis/dengeleşim d u rum unda) sürdürür.
Böylece ölüm cül olarak zarar görm em esi için bed en in iç sıcaklığı bü­
yük ölçüde değişm ez kalmalıdır. G erçekte norm al insan b ed en in in
sıcaklığı bir gün boyunca yalnızca yaklaşık olarak 36,2° C ile 37,2° C
arasında değişir, ve bedene kalıcı zarar vermeksizin 23,8° C’ın çok al­
tına düşem ez ve 43,3° C’ın çok üzerine yükselemez. B ununla birlikte,
dışsal çevrenin sıcaklığı bundan çok daha geniş olarak dalgalanabilir;
ve tem el fiziksel bakım lardan bed en in karakteristik etkinlikleri eğer
beden böyle çevresel değişim leri dengelem e yeteneğinde olmasaydı
önemli ölçüde zarar görür ya da zayıflardı. Ama beden tam olarak böyle
bir dengelemeyi yapma yeteneğindedir; ve sonuçta norm al etkinlikle­
ri çevrenin sıcaklığından göreli bağımsızlık içinde sürebilir—yeter ki,
hiç kuşkusuz, çevresel sıcaklık büyüklüklerin belli aralıklarının dışına
düşmesin. Beden bu homeostasisi iç sıcaklıktaki değişm elere karşı bir
savunmalar dizisi olarak hizm et eden belli bir sayıda düzenek yoluyla
başarır. Böylece, tiroid bezi bedenin bazal metabolik oranını (ki çeşitli
hücre ve örgenlerdeki yanm anın ürettiği ısının ölçüsüdür) denetleyen
birçok bezden biridir; deriden yayılan ya da iletilen ısı çevre dam arlar
içinden akan kanın niceliği üzerine bağımlıdır ve bu nicelik bu damarla­
rın genişleme ya da kasılmaları yoluyla düzenlenir; terlem e ve solunum
oranı buharlaşan nem in niceliğini belirler ve böylece iç sıcaklığı etki­
ler; kandaki adrenalin de iç yanmayı uyarır ve salınması iç sıcaklıktaki
değişim lerden etkilenir; ve ü rperm ede içerilen otom atik kas kasılması
iç sıcaklığın ek bir kaynağıdır. Böylece, bedenin iç ve dış çevresindeki
rahatsız edici koşullara karşın, b ed en d e o n u n iç sıcaklığını otom atik
olarak sürdüren fizyolojik düzenekler vardır .2
Yaşambilimsel ö rg ü tlen m en in böyle olguları sık sık karıştırılan üç
ayrı soruya yol açar. (1) “Hedef-yönelim li” dizgelerin ayırdedici yapı­
sını genel am a açıkça sağın terim le rd e form ü le etm ek, am a b u n u
çözüm lem enin kendi olgusallaşm alarının araçları olarak am açların
varoluşunu ya da hedeflerin dinam ik işleyişini ilgilendiren sayıltılar
açısından yansız olacağı bir yolda yapm ak olanaklı mıdır? (2) Teleo­
lojik açıklam aların genellikle yalnızca ‘hedef-yönelim li” dizgeler ile
bağıntı içinde kullanılm aları olgusu, eğer b ir olgu ise, bir teleolojik
açıklam anın teleolojik-olmayan bir açıklamaya eşdeğer olup olmadığı
so ru n u n u k arara bağlam ak için ilgili kanıtı o lu ştu ru r mu? (3) Salt
fiziksel-kimyasal terim lerde— eş deyişle, yalnızca yürürlükteki fiziğin
ve kimyanın yasa ve kuram larının terim lerinde—yaşambilimsel dizge­
lerin işlem lerini açıklam ak olanaklı m ıdır? Bu ü çü n cü soru şimdilik
bizi ilgilendirm ese de, daha sonra o n a geri döneceğiz; am a öteki ikisi
hem en ele alınmayı gerektirir.

i. Antikçağdan bu yana şu ya da b u bakım dan dirim li örgenliklerin


davranışına öykünen m akineler ve fiziksel dizgeler kurm aya yönelik
birçok girişim olm uştur. Bu girişim lerin hiç biri bütünüyle başarılı
olmamış, çünkü o zam ana dek atölyede örgensel-olmayan gereçlerden
tam olarak dirim li b ir b ed en gibi davranan herh an g i b ir aygıt ü ret­
m ek olanaklı olmamıştır. Buna karşın, özelliklerinin kim ileri açısın­
dan kendilerini-sürdüren ve kendilerini-düzenleyen ve buna göre hiç
olmazsa bu tek önem li karakteristikte dirimli örgenliği andıran fiziksel
dizgeler kurm ak olanaklı olm uştur. Elektro-m ekanizm aların (m otor­
lar, termostatlar, otom atik uçak pilotları, elektronik hesap makineleri,
radar denetim li uçaksavar ateşleme aygıtları, ve benzerleri üzerindeki

2Bkz. VValter B. C a n n o n , The Wisdom o f the Body, NevvYork, 1932, C hap. 12.
düzenleçlerin) b u n d an böyle hayrete n e d en olm adığı, ve sibernetik
ve “olum suz geri-beslem eler” dilinin yaygın olarak m oda olduğu bir
çağda, salt fiziksel dizgelere “hedef-yönelimli” davranış yüklenmesi hiç
kuşkusuz bir saçmalık olarak reddedilem ez. Sibernetiğin sözcülerinden
kim ilerinin ileri sürdüğü gibi ,3 böyle dizgelere “am açların” da yükle­
nip yüklenem eyeceği belki de kuşkuludur, gerçi soru büyük ölçüde
sem antik b ir soru olsa da; ve h e r ne olursa olsun, bu d aha öte soru
tartışm anın şimdiki bağlam ına ilgili değildir. Dahası, belirtmeye değer
ki, kendini-düzenleyen fiziksel dizgelerin kurulm ası olanağı, kendi
başına, dirim li örgenliklerin etkinliklerinin yalnızca fıziksel-kimyasal
terim lerde açıklanabileceğinin b ir tanıtını oluşturm az. Buna karşın,
böyle dizgelerin kurulmuş olması olgusu sık sık dirimli şeyleri ayırdedici
olduklan varsayılan teleolojik örgütlenm eleri birçok fiziksel dizgenin
hedef-yönelimli örgütlenm elerinden ayırdeden keskin bir sınınn bulun­
m adığını imlemez. En azından, olgu dirim li örgenliklerin ve bölüm le­
rinin teleolojik olarak örgütlü etkinliklerinin dinam ik etm enler olarak
amaç ya da hedeflerin konuüanm asım gerektirmeksizin çözümlenebilir
olduğu varsayımı için güçlü bir destek sunar.
Bir örnek olarak insan bedeninin sıcaklığının homeostasisi ile, şimdi
genel terim lerd e b ir hedef-yönelim li örgütlen m esi olan dizgelerin
biçimsel yapısını bildirelim .4 Böyle dizgelerin karakteristik özelliği bun­
ların dışsal çevrelerindeki ya da iç bölüm lerinin kim ilerindeki göreli
olarak geniş bir değişimler sınıfı karşısında belli bir G d u rum unu ya da
özelliğini sergilemeyi sürdürm esidir (ya da G’ye erişme “yönünde” bir
gelişim tutum unu sergilem esidir)—söz konusu değişimler, eğer dizge­
deki içsel değişki yoluyla dengelenm eyecek olurlarsa, G ’nin yitişinde
(ya da dizgelerin gelişim yönündeki bir sapmada) sonuçlanm ak üzere.
Böyle dizgelerin örgütlenm esinin soyut kalıbı dikkate değer sağınlık ile
formüle edilebilir; am a aşağıda o kalıbın yalnızca şematik bir bildirimini
sunabileceğiz.
D bir dizge, Ç o n u n dışsal çevresi, ve G uygun koşullar altında D ’n in
iye olduğu ya da iye olm a yeteneğinde olduğu bir durum , özellik, ya da
davranış kipi olsun. Şimdilik varsayalım ki (bu sayıltı sonunda gevşetile-
cektir) Ç tüm ilgili bakım lardan değişmez kalsın, öyle ki G ’nin D ’dey er
almasının üzerindeki etkisi göz ardı edilebilsin. Aynca varsayalım ki D
’Krş. Arturo Rosenblueth, N orbert W iener,Julian Bigelow, “Behavior, Purpose and
Teleology,” Philosophy o f Science, Vol. 10 (1943); N orbert Wiener, Cybemetics, NevvYork,
1948; A. M. Turing, “Com puting M achines and Intelligence,” Mind, Vol. 59 (1950);
Richard Taylor, “Com m ents on a Mechanistic C onception o f Purposefulness,” Phi­
losophy of Science, Vol. 17 (1950), ve aynı ciltte Taylor’ın yerine bir yanıtı ile birlikte
Rosenblueth ve W iener tarafından yanıt.
''Aşağıdaki tartışma ağırlıklı olarak G. Som m erhoff a borçludur, Analytical Biology,
Londra, 1950. Krş. aynca Alfred J. Lotka, Elemmiş of Physical Biology, New York, 1926,
Chap. 25; W. Ross Ashby, Design for a Brain, Londra, 1953, ve A n Introduction to Cybeme-
tics, Londra, 1956; ve R. B. Braithvvaite, Scienlifıc Explanatmn, Cambridge, 1954, Chap. 10.
bir bölüm ler ya da süreçler yapısına çözümlenebilir olsun, öyle bir yolda
ki bunların belli bir sayısının (belki de tüm ünün) etkinlikleri G’nin yer
alması için nedensel olarak ilgili olsun. Yalınlık uğruna, varsayalım ki
h er biri çeşidi koşulların ya da durum ların yalnızca birinde olmaya yete­
nekli tam olarak üç bölüm olsun. H erhangi bir verili zam anda h er bir
bölüm ün d urum u sırasıyla ‘A x, ’ ‘B y, ’ve ‘Cz'yüklem leri ile temsil edile­
cektir—alt-simgelerin sayısal değerleri karşılık düşen bölümlerin değişik
tikel durum larını belirtm ek üzere. Buna göre, ‘A X) ’ ‘B y, ’ve ‘Cz’durum
değişkenleridir, gerçi zorunlu olarak sayısal değişkenler olmasalar da,
çünkü sayısal ölçüler bölüm lerin durum larını temsil etm ek için el al­
tında olmayabilir; ve herhangi bir verili zam anda D ’nin G ile nedensel
olarak ilgili olan durum u böylece ‘ (A xByCz) ’ matriksinin bir özelleşmesi
yoluyla anlatılacaktır. B ununla birlikte, d u ru m değişkenleri biçim de
oldukça karm aşık olabilir—örneğin ‘A x’verili bir zam anda bir insan
bedenindeki çevresel kan dam arlarının d u ru m u n u temsil edebilir—ve
ya bireysel ya da istatistiksel koordinatlar olabilirler. Ama açımlamada
özsel olmayan karışıklıklardan kaçınabilm ek için, varsayacağız ki, du­
rum değişkenlerinin doğası ne olursa olsun, temsil ettikleri durum lar
açısından D bir determ inistik dizgedir: D ’nin durum ları öyle bir yolda
değişir ki, eğer D herhangi iki kıpıda aynı durum da ise, D ’nin o kıpıları
izleyen eşit zaman aralıklarından sonraki karşılık düşen durum ları da
aynı olacaktır.
Daha öte önemli bir genel sayıltı da belirtik kılınmalıdır. Bir durum u
karakterize etm ek için h e r bir durum değişkenine h erhangi bir tikel
değer atanabilir, yeter ki değer D ’nin durum u değişken ile temsil edilen
b ölüm ünün bilinen karakteri ile bağdaşabilir olsun. Öyleyse sonuçta
‘A /in değerleri belli bir K a kısıdı sınıfına düşmelidir; ve öteki iki durum
değişkeninin izin verilebilir değerleri için benzer K sve K c sınıflan vardır.
Bu kısıtlamalar için neden bir örnek ile açıklık kazanacaktır. Eğer D insan
bedeni ise ve K a çevre kan dam arlannın genleşim derecesini bildiriyor­
sa, açıktır ki bu derece belli bir maksimum değeri aşamaz; çünkü kan
dam arlannın diyelim ki beş ayaklık bir ortalam a çaplannın olabileceğini
düşünm ek saçma olacaktır. Öte yandan, bir durum değişkeninin verili bir
zamandaki olanaklı değerlerinin başka değişkenlerin o zamandaki olanaklı
değerlerinden bağımsız olduğu varsayılacaktır. Bu sayıltı yanlış anlaşıl­
mamalıdır. Bir değişkenin bir zamandaki değerinin başka değişkenlerin
bir başka zamandaki değerlerinden bağımsız olduğunu ileri sürmez; yal­
nızca bir değişkenin belirli bir kıpıdaki değerinin başka değişkenlerin
tam olarak o aynı kıpıdaki değerlerinin bir fonksiyonu olmadığı koşulunu
getirir. Sayıltı normal olarak durum değişkenleri için yapılan bir sayıltıdır,
ve bir ölçüde gereksiz durum koordinaüanndan kaçınmak için getirilir.
Örneğin, klasik mekanikte durum değişkenleri bir parçacığın bir kıpıdaki
konum ve devinirlik koordinattandır. Bir parçacığın bir kıpıdaki konumu­
nun genel olarak önceki bir zamandaki devinirliği (ve konum u) üzerine
bağımlı olacak olmasına karşın, verili bir kıpıdaki konum o verili kıpıdaki
devinirliğin bir fonksiyonu değildir. Eğer konum devinirliğin böyle bir
fonksiyonu olsaydı, açıktır ki klasik mekanikte bir parçacığın durum u
tam olarak tek bir durum değişkeni (devinirlik) yoluyla belirlenebilir ve
böylece konum dan söz etm ek gereksizleşirdi. Şimdiki tartışmamızda ben­
zer olarak durum değişkenlerinden hiç birinin vazgeçilebilir olmadığını
varsayıyoruz, öyle ki durum değişkenlerinin eşzamanlı değerlerinin h er­
hangi bir bileşimi ‘(A xByCz) ’ matriksinin izin verilebilir bir özelleşmesini
sağlar, yeter ki değişkenlerin değerleri sırasıyla K a, K b ve Kc sınıflarına
ait olsun. Bu, ön koşuldan ayn olarak, D ’nin nedensel olarak Gile ilgili
olması gereken durum unun verili bir zamanda durum u betimlemek için
kullanılan durum değişkenlerinin karşılıklı olarak birbirinden bağımsız
olacaklan bir yolda çözümlenmesi gerektiğini söylemeye vanr.
Varsayalım ki eğer şimdi D belli bir başlangıç zam anında (AoBoCo)
durum und a ise, o zaman ya D G özelliğini taşır, ya da D ’de bir değişim­
ler dizisi yer alır ki, b u n u n bir sonucu olarak D sonraki bir zam anda
G ’ye iye olacaktır, D ’nin böyle b ir başlangıç d u ru m u n a “G açısından
nedensel olarak etkili b ir d u ru m ” ya da kısaca “G -durum u” diyelim.
.D’nin her olanaklı d u rum unun bir G-durumu olması gerekmez, çünkü
D ’nin nedensel olarak ilgili p arçalanndan biri verili bir zam anda öyle
bir durum da olabilir ki, b una göre öteki parçalann olanaklı durum lan-
nm hiç bir bileşimi D için bir G-durumu vermeyecektir. Böylece, varsaya­
lım ki D insan bedeni, G 97° ve 99° F erim inde olan bir iç sıcaklığı taşıma
özelliği, A x yine çevre kan dam arlarının durum u, By droid bezlerinin
durum u, ve Cz adrenal bezlerinin d u ru m u olsun. Öyle olabilir ki B y
sırasıyla A x ve Cz’nin olanaklı hiçbir değeri için G ’nin gerçekleşmeye­
ceği bir yolda bir değer alabilir (örneğin akut hiperaktiviteye karşılık
düşmek üzere). Hiç kuşkusuz yine düşünülebilir ki D ’nin olanaklı hiçbir
durum u bir G-durumu değildir ve böylece sonuçta G D ’de hiçbir zaman
gerçekleşmez. Örneğin, eğer D insan bedeni ve G 150° ve 160° erim inde
olan bir iç sıcaklığı taşıma özelliği ise, o zaman D için hiçbir G-durumu
yoktur. Ö te yandan, D ’nin birden çok olanaklı d urum u bir G-durumu
olabilir. Ama eğer birden çok olanaklı G-durumu varsa, o zaman (D ’nin
determ inistik bir dizge olduğu varsayıldığma göre) verili bir zam anda
gerçekleşen bir d urum D ’nin önceki bir zam andaki edimsel durum u
yoluyla benzersiz olarak belirlenir. D için böyle olanaklı bird en çok
G -durum unun olması şimdiki tartışm am ız için özellikle önem lidir ve
şimdi bun u daha yakından irdelemeliyiz.
Bir kez daha varsayalım ki belli bir to zam anında D dizgesi G-duru-
m unda (AoBoCo) olsun. Bununla birlikte, varsayalım ki D ’de bir değişim
yer alsın, öyle ki sonuçta A o t o zam anından sonraki t\ zam anında du­
rum değişkeni A x' in başka bir değer taşıyacağı bir yolda değişsin. <ı’de
hangi değeri taşıyacağı genel olarak D ’de yer almış olan tikel değişim­
lere bağımlı olacakür. B ununla birlikte varsayacağız ki D t\ zam anında
bir G-durum unda olmayı sürdürecektir, yeter ki A*’in t\ ’d eki değerleri
birden çok üye kapsayan belli bir Ka sınıfına (Ka m n alt-sınıfı) düşsün,
ve ayrıca başka du ru m değişkenlerinde belli daha öte değişim ler yer
alsın. Düşüncelerimizi toparlam ak için, varsayalım ki Aı ve A 2 K Â sınıfı­
nın biricik olanaklı üyeleri olsun; ve ayrıca varsayalım ki ne (AıBoCo) ne
de (A 2 B 0 C0) bir G-durumu olsun. Başka bir deyişle, eğer AoAş'yc (Ka'
sınıfının değil ama Ka sınıfının bir üyesi) değişseydi, D bundan böyle bir
G-durum unda olmazdı; am a yeni ‘A x’ değerinin Ka' sınıfına düşmesine
karşın, eğer bu .D’deki biricik değişim olsaydı dizge de bundan böyle tı
zam anında bir G -durum unda olmazdı. B ununla birlikte, varsayalım ki
D öyle oluşmuş olsun ki, eğer Ao yeni A x' değerinin tı zam anında Ka
sınıfına düşeceği bir yolda değişime uğrarsa, başka durum değişkenle­
rinin kimilerinin ya da tüm ünün değerlerinde D ’nin bir G-durumunda
olmayı sürdüreceği bir yolda daha öte dengelem e değişimleri olacaktır.
Bu daha öte değişim lerin aşağıdaki tü rd e n olacağı koşulu getirilir.
Eğer, Ao’daki değişime eşlik etm ek üzere, 11 zam anındaki ‘B j ve ‘Cz’
değerleri sırasıyla belli Kb ve K c sınıflarına düşüyorsa (ki burada hiç
kuşkusuz Kb' -Kb sınıfının ve K c sınıfının bir alt-sınıfıdır, ama zorun­
lu olarak gerçek bir alt-sınıfı değil), o zaman Ka' sınıfındaki her değer
için benzersiz bir değerler çifti vardır ve çiftin bir üyesi Kb' sınıfına ve
öteki Kc sınıfına aittir, öyle ki o değerler için D t\ zam anında bir G-du-
rum unda olmayı sürdürür. Bu değer çiftleri belli bir Kbc sınıfındaki
öğeler olarak alınabilir. Ö te yandan, değişmiş By ve ‘Cz’ değerleri A*’in
değerindeki belirtilen değişim lerin eşliğinde olmasaydı, D dizgesi bun­
dan böyle tı zam anında bir G-durum unda olmazdı. Buna göre, tam şim­
di getirilen notasyonun terim lerinde eğer t\ zam anında D ’nin durum
değişkenleri ikisi Kbc sınıfına ait olan b ir çiftin üyeleri iken üçüncü
değişkenin değerinin K a' sınıfındaki karşılık düşen öğe olmadığı bir
yolda değerler taşıyorsa, o zaman D bir G -durum unda değildir. Ö rne­
ğin, varsayalım ki A o A ı’e değişirken başlangıçtaki (AqBqCo) G-durumu
(A ıü ıC ı) G -durum una değişsin, am a (A 0B 1 C 1 ) b ir G -durum u olm a­
sın; ve yine varsayalım ki A o A 2’ye değişirken, başlangıçtaki G-durumu
(A 2 B 1 C 2 ) G -durum una değişsin, ve (A 0B 1 C2) bir G-durum u olmasın.
Bu örnekte K a' sınıfı (Aı, A 2) sınıfıdır; Kb' sınıfı (B 1 ) sınıfıdır; Kc sınıfı
(Cı, C 2) sınıfıdır; ve Kbc sınıfı [(/iı, Cı), (5 ı, C2)] çiftlerinin sınıfıdır,
ve Aı sınıfı (B 1 , Cı) çiftine ve A2 ise (B 1 , C2 ) çiftine karşılık düşer.
Şimdi bu değişik noktaları biraraya getirelim , ve birkaç tanım oluş­
turalım . Varsayalım ki D aşağıdaki koşulları doyuran b ir dizge olsun:
(1) D ilişkili parça ya da süreçlerin b ir küm esine çözüm lenebilir ki,
bunların belli bir sayısı (diyelim ki üç, yani A, 5 ve C) D ’de belli bir G
özelliğinin ya da davranış kipinin yer alması ile nedensel olarak ilgilidir.
H erhangi b ir zam anda D ’nin G ile nedensel olarak ilgili durum u bir
‘A x, ’ ‘B y ve ‘C z’ durum değişkenleri küm esine değerler atam a yoluyla
belirli kılmabilir. H erhangi bir verili zaman için durum değişkenlerinin
değerleri birbirinden bağımsız olarak atanabilir; ama h er bir değişkenin
olanaklı değerleri, ö ’nin doğasından ötürü, K a, K b, ve K c değerlerinin
belli sınıflarına sınırlıdır. (2) Eğer D belli bir T zaman aralığına düşen
verili bir to başlangıç kıpısında bir G -durum unda ise, durum değişken­
lerinin herhangi birindeki bir değişim genel olarak ö ’yi G-durumundan
çıkaracaktır. Varsayalım ki durum değişkenlerinin birinde (diyelim ki
‘A 'param etresi) bir değişim başlamış olsun; ve varsayalım ki gerçekte T
aralığı içerisindeki ama «o’dan daha sonraki t\ zamanında param etrenin
olanaklı değerleri belli bir K a' sınıfına düşsün, şu koşul ile ki eğer bu
ö 'nin durum undaki biricik değişim olsaydı dizge G -durum unun dışına
çıkacaktı. Bu başlatıcı değişime jD’deki bir “birincil değişim” diyelim.
(3) B ununla birlikte, ö ’nin A, B ve C parçaları öyle bir yolda ilişkilidir
ki, ö ’d eki birincil değişim yer aldığı zaman, geriye kalan param etreler
de değişir, ve gerçekte t\ zam anındaki değerleri sırasıyla belli K b ve
K c sınıflarına düşer. B ve C’de ü retilen bu değişim ler böylece bu n ­
ların t\ zam anındaki param etreleri için benzersiz değer çiftleri verir,
ve burada çiftler bir K bc sınıfının öğeleridir. Eğer bu son değişimler
ö ’nin başlangıç G -durum undaki biricik değişimler olsalardı ve D ’deki
belirtilen birincil değişimin eşliğinde olmasalardı, dizge t\ zam anında
bir G -durum unda olmazdı. (4) B ununla birlikte, gerçekte K a' ve K bc
sınıflarının öğeleri birbirine benzersiz olarak karşılık düşer, öyle ki, ö
durum değişkenlerinin bu karşılık düşen değerleri ile belirlenen bir
durum da iken, dizge t\ zam anında bir G-durum undadır. D ’nin du ru ­
m unda birincil değişim yoluyla üretilen ve K b c ' deki değer çiftleri ile
temsil edilen değişim lere ö ’nin birincil değişimi açısından (e.d. A ’
param etresinin -K /’deki olanaklı değerleri açısından) D ’nin “uyarla-
nım değişim leri” diyelim. Son olarak, bir D dizgesi T aralığında h er bir
başlangıç ve sonraki ö rn ek ler çifti için tüm bu sayıltıları doyurduğu
zaman, ö ’nin Gile nedensel olarak ilgili parçalarının “T zaman aralığı
sırasında G açısından yönergeli olarak örgütlü” oldukları, ya da, eğer G
ve T ’ye gönderm e sorgusuzca alınabilirse, daha kısa olarak “yönergeli
olarak örgütlü” olduklan söylenecektir. Yönergeli olarak örgütlü dizge­
lerin bu tartışması çeşidi yalınlaştırıcı sayıltılar üzerine dayandırılmıştır.
B ununla birlikte, çözümleme herhangi bir sayıda durum değişkeninin
(sayısal değişkenleri de kapsam ak üzere) kullanım ını gerektiren bir
dizge için, bir dizgenin d urum unda o n u n nedensel olarak ilgili parça­
larının birden daha çoğunda başlatılan değişim ler için, ve bir dizgenin
bir G -durum undan bir başkasına geçişlerin hem sürekli hem de kesikli
dizileri için kolayca genelleştirilebilir .5 G erçekten de, bu çözüm lem e

5D urum koordinatlarının sayısal olduğu kabul edildiği zam an, yönergeli olarak
örgütlü bir dizge için koşulları aşağıdaki gibi form üle etm ek olanaklıdır:
D bir dizge, ve G D ’nin bir özelliği, ve ‘x u ‘x 2,’ . . . ‘x„' G için durum değişkenleri
olsun. Değişkenlerin zam anın bağımsız ve sürekli fonksiyonları olduğu koşulu getiril­
sin; ve üst-simgeler bu n lan n verili bir t zam anındaki değerlerini belirtecektir.
çerçevesi içerisinde aynı zam anda birçok G, değişik zam anlarda alma­
şık (ve giderek bağdaşmaz) G ’ler, konutlanm ış belli bir “göreli önem ”
a) Eğer D G açısından determ inistik bir dizge ise, D ’nin t zam anındaki durum u
D ’nin önceleyen bir to zam anındaki durum u yoluyla benzersiz olarak belirlenir. Bu
nedenle
X l ' = f l ( X \ \ . . . . Xnla, t - fo)

Xn*=fn ( x i\ . . . , Xn\ t~ to)


ki buradayrier bağımsız değişkenlerinin tek-değerli fonksiyonlarıdır. Zaman açısından
birinci türevleri de bağımsız değişkenlerinin tek-değerli fonksiyonlarıdır ve zam anın
başka hiçbir fonksiyonunun fonksiyonu değildir.
b) Özel D karakteri durum değişkenlerinin değerleri üzerine kısıtlamalar getirdi­
ğine göre, h e r bir ’değişkeninin değeri a, ve bi sayılar çifti yoluyla belirlenen bir
aralığın içerisine düşecektir. Eş deyişle,
cii < x, < bi
ve i < 1, 2 ,. . . , n, ya da evrik olarak,
Xi € AX{
ki burada Ax, belli bir aralık ve ‘e ’ sınıf üyeliği için olağan simgedir.
c) Eğer D verili bir T zaman dönem ine düşen verili bir t zam anında bir G-durumun-
da ise, durum değişkeni bir koşullar ya da denklem ler kümesini doyurmalıdır. D ’nin
t zam anında bir G -durum unda olması şu gerektirim yoluyla anlaulabilir:
g ı(* ı', . . - , Xn‘) = 0

g T{xı',
ki burada h e r bir gj ( j = 1 , 2 , . . . , r) durum değişkenlerinden h e r biri açısından
aynm laşurılabilir bir fonksiyondur, ve r< n.
d) D ’nin b ir G -durum unu tanım layan bu denklem leri doyuran h e r bir durum
değişkeni ‘*„'’nin değerleri belli sınırlı aralıklara düşecektir:
a, < a f < x,J < bp < bi
ya d a almaşık olarak
x/ 6 Ax,G
ki burada A x f değeri A.Vjaralığına düşer.
e) Varsayalım ki S T zam an dön em i sırasındaki b ir fo başlam a zam anında bir
G durum unda olsun, ve belli bir % ’durum değişkeninin değerinde bir değişim yer
alsın, öyle ki T ’d eki io’dan daha geç t zam anında değeri **' olsun. Bu değişimin bir
G-sakınıcı değişim olması koşulu (öyle ki Xk‘e Axk°) h e r bir ^ fonksiyonu için şudur:
Sg,Sg, d x ‘ t eg ] d x ‘ ^ ^ ^ eg j dxn‘ o
d x kh d x { d x kl° d x 2 ' d x kh d x n‘ d x k‘°

f) D dizgesi T sırasında G açısından yönergeli olarak örgütlüdür, am a ancak, verili


herhangi bir % ’durum değişkeninde böyle G-sakınıcı değişim ler yer alınca, başka
durum değişkenlerinden birinde ya da daha çoğunda dengeleyici değişim ler olduğu
zam an. B una göre, en azından tek bir gj fonksiyonu olm alıdır, öyle ki tam şimdi
değinilen bölümsel aynşımlı denklem lerde en azından iki yitmeyen toplam bölüm ü
vardır. Eş deyişle, bu denklem lerin birinde ya da daha çoğunda en azından iki toplam
bölüm ü vardır öyle ki
ölçeği tem elinde bir hiyerarşi oluşturan bir G ’ler kümesi, ya da daha
genel olarak üyeliği zaman ve koşullar ile değişen bir G ’ler kümesi açı­
sından kendini-düzenleyici davranışlar sergileyen bir dizge kavramını
geliştirmek güç değildir. Ama karm aşadan ayrı olarak, çözüm lem enin
böyle genişletilmesi yoluyla dolaysızca ilgili hiçbirşey kazanılmayacak­
tır; ve sunulm uş olan şematik ve eksik genel tanım lar amaçlarımız için
yeterli olacaktır.
H er ne olursa olsun yukarıdaki açıklam adan görülecektir ki, eğer D
yönergeli olarak örgütlü ise, G ’nin sürmesi önem li bir anlam da D ’nin
nedensel olarak ilgili parçalarının herhangi birindeki değişim lerden
bağımsızdır, yeter ki b u değişim ler belli sınırları aşmasın. Çünkü ön­
sav gereği G ’nin D 'de yer almasının D ’nin bir G -durum unda olmasına
ve böylece D ’nin nedensel olarak ilgili parçalarının d u rum u üzerine
bağımlı olm asına karşın, o parçaların birinin durum u n d aki bir deği­
şiklik başka nedensel olarak ilgili parçaların birinde ya da daha çoğun­
da indüklenen değişim ler yoluyla D ’nin varsayılan G -durum u içinde
sakınılacağı bir yolda giderilebilir. “H edef-yönelim li” ya da teleolojik
denilen dizgelerin prima facie ayırdedici karakteri böylece yönergeli
olarak örgütlü bir dizge için belirtilen koşullar yoluyla form üle edilir.
Öyleyse yukarıdaki çözüm lem e bir teleolojik dizge kavramının teleolo­
jin in tem el ya da çözüm lenem ez bir kategori olarak kabul edilmesini
gerektirm eyen bir yolda açım lanabileceğim göstermiştir. Bir dizgenin
“yönergeli örgütlenişinin derecesi” ya da belki de b ir dizgenin belli
bir özelliğinin “sürm e d erecesi” denebilecek olan şey de yukarıdaki
çözüm lem enin terim lerinde belirtik kılmabilir. Çünkü olanaklı birincil
değişim lerin K a erim inin indüklenm iş giderici değişim lerinin (e.d.
uyarlanım değişim lerinin) K b c erim i ile bağlı olduğu düzeye dek, G
özelliği D ’nin G -durum unda sakınıldığı bir yolda D ’de sü rdürülür (ya
da D G ’de sonlanan gelişimi içinde sü rer). Böyle giderici değişimler ile
bağlı olan K a ' erim i ne denli kapsayıcı ise, G’nin sürmesi D ’nin du ru ­
m undaki değişim lerden o denli bağımsızdır. Buna göre, K a erimi için
bir ölçü belirlem enin olanaklı olduğu sayıltısı üzerine, D ’nin ‘A ’durum
param etresindeki değişimler açısından “yönergeli örgütleniş derecesi”
bu erim in ölçüsü olarak tanımlanabilir.
Şimdi dışsal Ç çevresinin D üzerinde hiçbir etkisinin olmadığı sayıl-
tısını gevşetebiliriz. Ama bu sayıltıyı düşm ekle, yalnızca çözümlemeyi
ona yeni hiçbirşey getirmeksizin karıştırmış oluruz. Çünkü varsayalım
ki Ç ’de G ’nin D ’de yer alması ile nedensel olarak ilgili olan belli bir
etm en olsun ve herhangi bir zamandaki durum u 7’,„’durum değişkeni­
nin belirli bir biçimi yoluyla belirlenebilir olsun. O zaman genişletilmiş
D ' dizgesinin (ki Ç ile birlikte D ’d en oluşur) G ’nin D ’de yer alması ile
nedensel olarak ilgili olan d u ru m u (A xB yCzFw) m atriksinin belirli bir
biçimi yoluyla belirlenir, ve tartışma önceki gibi ilerler. Bununla birlikte,
D ’nin iç parçalarından herhangi birindeki bir değişimin çevre etm en­
lerinde herhangi bir önem li değişim üretm esi genellikle söz konusu
değildir. Genellikle olan şey çevresel etm enlerin iç parçalardan bütü­
nüyle bağımsız olarak değişmesidir; D ’nin d urum undaki değişimleri
gideren değişim lere uğramazlar; ve, onlardaki değişim lerin sınırlı bir
erim i D ’deki değişim ler yoluyla D ’yi belli b ir G -durum unda sakına­
bilecek bir yolda giderilebilirken, çevresel etm enlerin üstlenebildiği
durum ların çoğu D deki değişimler yoluyla böyle giderilemez. Öyleyse
örgensel dizgelerin çevreleri ile ilişki içinde “plastiklik derecesi”nden
ya da “uyarlanabilirlik derecesi”n d e n söz etm ek gelenekseldir, am a
evrik olarak çevrenin derecelerinden söz edilemez. B ununla birlikte,
bu kavramları örgensel dizgelere özel gönderm e olmaksızın tanımlamak
olanaklıdır ve bu bir dizgenin d ah a önce önerilm iş olan “yönergeli
örgütlenişinin derecesi”nin tanım ına andırımlı bir yolda yapılabilir. Böy­
lece, varsayalım ki ‘.F’çevresel durum değişkenindeki değişimler (ki D de
yer alan ve onu bir G -durum unda tutacak daha öte değişimler yoluyla
giderildikleri kabul edilir) tüm ü de K f sınıfına düşüyor olsun. Eğer bu
sınıfın büyüklüğü için uygun bir ölçü tasarlanabilirse, D ’nin f i l e ilişki
içinde belli b ir G ’nin sürdürülm esi açısından “plastiklik derecesi” o
zaman K / ’nün ölçüsüne eşit olarak tanımlanabilir.
Bu hedef-yönelimli ya da teleolojik dizgelerin soyut yapısının bir ana-
hattı olarak yeterli olmalıdır. Verilen açıklama tikel teleolojik dizgele­
rin işleyişinde içerilen aynnülı düzenekleri tartışmayı bilerek atlar; ve
yalnızca tüm böyle dizgelerin ilkede o dizgelerdeki belli bir özelliğin
sürmesi ile nedensel olarak ilgili olan ve birbirleri ile ve çevresel etm en­
ler ile genel yasalar olarak form üle edilmeye yetenekleri belirli ilişkiler
içinde d u ran parçalara çözüm lenebileceğini varsayar. Böyle ayrıntılı
düzeneklerin keşfi ve çözümlemesi özelleşmiş bilimsel araştırm anın gö­
revidir. Buna göre, yukarıdaki açıklama yalnızca teleolojik dizgelerin
ortak ayırdedici yapısı olarak kabul edilen şeyi ele aldığı için, ayrıca
tüm teleolojik dizgelerin işleyişlerinin dışlayıcı olarak fiziksel-kimyasal
terim lerde açıklanıp açıklanamayacağı gibi önem li sorunlar üzerine de
bütünüyle yansızdır. Ö te yandan, eğer açıklam a hiç olmazsa yaklaşık
olarak yeterli ise, hedef-yönelimli dizgelerin ayırdedici özelliklerinin
dinam ik etm en ler olarak amaç ve hedeflere başvurmaksızın form üle
edilip edilemeyeceği sorusuna olum lu bir yanıtı gerektirir.

Bununla birlikte, kısaca tartışılması gereken daha öte bir sorun vardır.
Yönergeli olarak örgütlü dizgelerin tanım ı öyle bir yolda bildirilmiştir
ki, hem yaşambilimsel h em de dirim sel-olm ayan dizgeleri karakteri-
ze etm ek için kullanılabilir. Gerçekte h er iki alandan da tanım lar için
örnekler alıntılamak kolaydır. İnsan bedeni iç sıcaklığının homeostasisi
açısından yaşambilimden bir örnektir; bir fın n ve term ostat ile donatılı
bir yapı fiziksel-kimyadan b ir örnektir. G ene de, tanım ın yaşamsal ve
yaşamsal-olmayan teleolojik dizgeleri ayırdetm ek için am açlanmam ış
olmasına karşın—çünkü böyle dizgeler arasındaki ayrımlar sergiledik­
leri özgül özdeksel bileşimin, karakteristiklerin ve etkinliklerin terimle­
rinde bildirilmelidir—, prima facie “hedef-yönelimli” bir karakter taşıyan
dizgeleri genellikle böyle karakterize edilm eyen dizgelerden ayırmak
için amaçlanır. Öyleyse tanım ın bu amaca ulaşıp ulaşmadığı, ya da ter­
sine hem en hem en ^ d iz g e n in (ister genellikle hedef-yönelimli olarak
yargılansın isterse değil) onu doyuracağı kadar kapsayıcı olup olmadığı
sorusu ortada kalır.
Şimdi hiç kuşkusuz genellikle “hedef-yönelimli” olarak görülmeyen
ama gene de yukarıda önerilen yönergeli olarak örgütlü dizgelerin tanı­
m ına uygun düşüyor görünen birçok fıziksel-kimyasal dizge vardır. Böy­
lece, dinginlikteki bir sarkaç, esnek bir katı cisim, bir iletkenin içinden
akan kararlı bir elektrik akımı, term odinam ik dengede olan kimyasal
bir dizge böyle dizgelerin açık örnekleridir. Bu nedenle öyle görünür
ki yönergeli ö rgütlenm enin tanım ı—ve sonuçta “hedef-yönelimli” ya
da “teleolojik” dizgelerin önerilen çözümlemesi—am açlanan hedefine
erişmeyi başaramaz. B ununla birlikte, sorun konusunda elde iki yorum
vardır. İlk olarak, hiç kuşkusuz hedef-yönelimli olan ve olmayan dizgeler
arasında ayrım yapm am ıza karşın, ayrım büyük ölçüde bulanıktır, ve
kesin olarak şu değil de bu türden olarak sınıflandırılamayacak birçok
dizge vardır. Böylece, kimi zaman “yürüyen böcek/walking beette”o\a.rak
bilinen çocuk oyuncağı—ki bir masanın kenarına gelince yana yatar ve
aşağı düşmez, çünkü o sırada boşta duran bir çark bir “antenin” eylemi
yoluyla işlemeye başlar—b ir hedef-yönelimli dizge m idir yoksa değil
mi? Bir virüs böyle bir dizge midir? Kararlı bir yönde evrimsel gelişime
uğram ış bir yaşambilimsel tü rü n üyelerinden oluşan dizge (örneğin
erkek İrlanda geyiğinde dev çatal boynuzların gelişimi) hedef-yöne­
limli bir dizge midir? Dahası, kimi dizgeler bir zaman bir bilgi kütlesi
ile ilişki içinde “teleolojik” olarak sınıflandırılmışken, daha sonraki bir
zam anda düzeneklerin fiziğini ilgilendiren bilgi geliştikçe “teleolojik-
olmayan” dizgeler olarak yeniden sınıflandırılmıştır. “Doğa hiçbirşeyi
boşuna yapmaz” Nevvton-öncesi fizikte yaygın olarak kabul edilen bir
düzgü idi, ve “doğal yerler” öğretisi tem elinde giderek cisimlerin düşüşü
ve dum anın yükselişi bile hedef-yönelim li olarak görülüyordu. Buna
göre, hedef-yönelim li olan dizgeler ve böyle olm ayanlar arasındaki
yürürlükteki ayrımın h e r d u ru m d a saptanabilir nesnel bir tem elinin
(böyle dizgelerin edimsel örgütlenişleri arasındaki ayrımların terim le­
rinde alınm ak üzere) olup olmadığı, ve aynı dizgenin sık sık ona bakış
açısına ve yapısını çözüm lem ek için kabul edilen ön sayıltılara bağımlı
almaşık yollarda sınıflandırılıp sınıflandınlamayacağı en azından açık
bir sorudur.
İkinci olarak, genellikle hedef-yönelimli olarak görülm eyen dingin­
likteki sarkaç gibi fiziksel dizgelerin gerçekten de yukarıda önerilen
“yönergeli olarak ö rg ü tlü ” dizge tan ım ın a uygun düştükleri hiçbir
biçim de kesin değildir. Başlangıçta dinginlikte olan ve sonra küçük
bir dürtü verilen (diyelim ki birden esen rüzgar tarafından) bir yalın
sarkacı irdeleyelim; ve dizgenin kısıtlamalarından ve yerçekimi kuvvetin­
den ayrı olarak çekül üzerinde etkide bulunan biricik kuvvetin havanın
sürtünmesi olduğunu varsayalım. Sonra olağan fiziksel sayıltılar üzerine,
sarkaç azalan genlikler ile uyum lu salınım da bulunacak ve sonunda
başlangıçtaki dinginlik k o n u m u n a dönecektir. Dizge b u rada sarkaç
ve üzerinde etkide b u lu n an çeşitli kuvvetlerden oluşur, ve bu arada
G özelliği ise sarkacın salınım yolunun en alt noktasında dinginlikte
iken aldığı durum dur. Önsav gereği, uzunluğu ve çekülün kütlesi de-
ğişmezdir, ve hem üzerinde etkide bulunan yerçekimi kuvveti hem de
sönm e katsayısı da böyledir; değişkenler rüzgarın dürtüsel kuvveti, ve
dizgenin kısıtlamalarının ve yerçekimi alanının bulunuşunun bir sonu­
cu olarak çekül üzerinde işleyen geriye-getirici kuvvettir. Böylece, eğer
birincinin etkili bileşeninin belli b ir büyüklüğü varsa, geriye getirici
kuvvetin karşıt yönde eşit bir büyüklüğü olacaktır. Buna göre, eğer diz­
genin verili bir zam andaki d urum u bu kuvvetleri değerleri olarak alan
durum değişkenlerinin terim lerinde belirlenseydi, b u durum değiş­
kenleri yönergeli olarak örgütlü dizgelerin du ru m değişkenleri için
getirilen koşulların birini doyurmazdı; çünkü bunlardan birinin verili
bir zamandaki değeri benzersiz olarak o aynı zam anda ötekinin değeri
yoluyla belirlenir. Kısaca, bu önerilen durum değişkenlerinin herhangi
bir verili kıpıdaki değerleri bağımsız değildir .6 Öyleyse bundan şu çıkar
ki yalın sarkaç sunulan tanım ın anlam ında yönergeli olarak örgütlü bir
6Bu yalın sarkacın olağan matematiksel tartışması irdelenerek daha büyük ayrıntıda
gösterilebilir. Eğer l sarkacın uzunluğu, m çekülünün kütlesi, g değişmez yerçekimi
kuvveti, k hava direncine bağlı sönm e katsayısı, t saptanan belirli bir kıpıdan ölçüldüğü
gibi zaman, ve s sarkacın başlangıçtaki dinginlik noktasından salınım yolu boyunca
uzaklığı ise, sarkacın deviminin aynşımlı denklem i (titreşim genliğinin küçük olduğu
sayıltısı üzerine) şudur:

Eğer lo zam anında sarkaç dinginlikte ise, hem so hem de vo sıfırdır, öyle ki

e.d. çekül üzerinde etkide bulunan dengesiz hiçbir kuvvet yoktur. Şimdi varsayalım
ki t\ zam anında çekül bir t;i hızı ile Jı’de olsun; o zam an geriye getirici kuvvet şu
olacakür:

Ama h zam anında çeküle iletilen b ir dürtüsel : kuvveti çekülün o zam andaki !' i
hızını ve sı ko n u m u n u benzersiz olarak belirler. Bu n edenle geriye getirici kuvvet
hesaplanabilir, öyle ki dürtüsel kuvvet yoluyla benzersiz olarak belirlenir.
dizge değildir. Dahası, benzer bir yolda genel olarak teleolojik olarak
görülmeyen başka birçok dizgenin o tanımı doyuramadığını göstermek
de olanaklıdır. Bunun şimdi böyle görülen tüm dizgeler için gösterilip
gösterilemeyeceği açık b ir sorudur. B ununla birlikte, genellikle tele­
olojik olarak karakterize edilm eyen am a tanım ın temeli üzerine öyle
karakterize edilmeleri de gereken en azından kimi dizgeler olduğu için,
anlamı tanım yoluyla açımlanan ‘yönergeli olarak örgütlü dizge’ etiketi
ne olursa olsun herşey için geçerli değildir, ve bir ayrım olmaksızın bir
ayırdetmeyi onaylamaz. Öyleyse tanım ın başarm ak üzere tasarlandığı
şeyi başardığını ve genellikle “hedef-yönelim li” dizgelerin ayırdedici
yanı olarak görülen soyut yapıyı form üle ettiğini ileri sürm ek için belli
bir zemin vardır.

ii. Şimdi sayfa 412’de yoklamayı üstlendiğim iz ikinci soruyu, yani


teleolojik açıklamaların genellikle yalnızca “hedef-yönelimli” dizgeler
ile bağıntı içinde getirilm esi o lg u su n u n h e r teleolojik açıklam anın
ileri sürülen içeriği açısından teleolojik-olm ayan b ir eşdeğer açıkla­
maya çevrilebilir olduğu savını etkileyip etkilem ediğini çok kısaca ele
alabiliriz. Eğer böyle dizgeler yukarıdaki tanım ın anlam ında yönergeli
olarak örgütlü dizgeler olarak çözüm lenebilir ise, yanıt açıkça olum ­
suzdur. Ç ünkü b ir hedef-yönelim li dizge kavram ının ö n erilen yolda
açımlanabileceği sayıltısı üzerine, böyle dizgeleri hedef-yönelimli olma­
yanlardan görün ü rd e ayırdeden karakteristikler bütünüyle teleolojik-
olmayan dilde form üle edilebilir. Sonuçta, teleolojik bir açıklam anın
içeriğine ilişkin h er bildirim ilkede teleolojik-olmayan dile çevrilebilir,
öyle ki bu tü rd en açıklamalar kullanım larının bağlam larına ilişkin tüm
önesürüm ler ile birlikte m antıksal olarak eşdeğer teleolojik-olmayan
formülasyonlara çevrilebilirdir.
O zaman niçin Boyle’u n yasası gibi fiziksel bildirimleri teleolojik biçi­
me çevirmek tuhaf görünür? Yanıt açıktır—eğer gerçekten de teleolojik
bildirim ler (ve özel olarak teleolojik açıklamalar) norm al olarak ancak
yönergeli olarak örgütlü oldukları varsayılan nesnel içerik ile bağıntı
içinde ileri sürülüyorsa. Tuhaflık bir fiziksel yasanın belirtik olarak ileri
sürülen kapsamı ile o n u n teleolojik olarak form üle edildiği düşünülen
eşdeğeri arasındaki herh an g i b ir ayrım dan doğmaz. Böyle yasasının
teleolojik bir biçimi tu h af ve kabul edilemez g ö rü n ü r çünkü böyle bir
formülasyon genellikle bir hacım içine kapalı bir gazın yönergeli ola­
rak örgütlü bir dizge olduğu sayıltısı üzerine dayanıyor olarak yorum­
lanacaktır ki, b u belli b ir hacım daki gazın böyle b ir dizge olm adığı
biçim indeki norm al olarak kabul edilen sayıltı ile karşıtlık içindedir.
Öyleyse bir anlam da teleolojik b ir açıklama o n u n prima facie eşdeğer
teleolojik-olm ayan çevirisinin anıştırdığından d ah a çoğunu anıştırır.
Ç ünkü birinci açıklama irdelem e altındaki dizgenin yönergeli olarak
örgütlü olduğunu varsayarken, İkincisi norm al olarak b u n u yapmaz.
Buna karşın, eğer yukandaki çözümleme genel olarak sağlam ise, teleo­
lojik bildirimlerdeki bu “artı anlam ” h er zaman teleolojik-olmayan dilde
anlatılabilir.

3. Bir teleolojik açıklamanın h e r zaman belirtik olarak ileri sürdüğü


şey açısından bir eşdeğer teleolojik-olmayan açıklamaya çevrilebileceği
önsavı üzerine, şimdi gene de böyle iki açıklam anın hangi yolda ayn
olabileceğini daha belirtik kılalım. Aynm şöyle görünür: Teleolojik açık­
lamalar dikkati özgül süreçlerin doruklan ve ürünleri üzerine, ve özel
olarak bir dizgenin çeşitli parçalarının o n u n bütünsel özelliklerinin ya
da davranış kiplerinin sürdürülm esine katkıları üzerine odaklandırır.
Şeylerin işlemlerini onların ait oldukları belli seçilmiş “b ütünlerin” ya
da bütünleşmiş dizgelerin perspektifinden görürler; ve bu nedenle böy­
le bütünlerin parçalannın karakteristikleri ile ancak parçalann o özel­
likleri o bü tü n ler için ayırdedici olduklan kabul edilen çeşitli karmaşık
özelliklere ya da etkinliklere ilgili olduklan ölçüde ilgilenirler. Öte yan­
dan, teleolojik-olmayan açıklam alar dikkati birincil olarak belirlenen
süreçleri başlatan ya da sürdüren koşullara, ve üzerine bir dizgenin belli
kapsayıcı özelliklerinin sürekli belirişlerinin dayandığı etm enlere yönel­
tir. Karmaşık dizgelerin bütünleşm iş davranışlarını sık sık o dizgelerin
bileşen parçaları olarak saptanan daha öğesel etm enlerin bileşkeleri
olarak sergilemeye çalışırlar; ve öyleyse karmaşık bütünlerin özellikleri
ile hem en hem en yalnızca bu özelliklerin öğesel etm enlerin varsayılan
karakteristikleri üzerine bağımlı olduğu düzeye dek ilgilenirler. Kısaca,
teleolojik ve teleolojik-olmayan açıklamalar arasındaki aynm, daha önce
belirtildiği gibi, form ülasyonda vurgu ve perspektif aynmıdır.
Eğer bu açıklama sağlam ise, yönergeli olarak örgütlü dizgelerin ince­
lem esinde teleolojik açıklam aların kullanım ı m o d ern bilim in tini ile
teleolojik-olmayan açıklam aların kullanım ının olduğu kadar bağdaş­
m a içindedir. Bu vargı teleolojik açıklamalar üzerine yürürlükte olan
ve biri böyle açıklam aların değerine bir sınır ö n erirk en öteki ilkede
kullanım lanna karşı çıkan iki değerlendirm enin bir yoklaması yoluyla
doğrulanır.

a. Teleolojik açıklam aların genel olarak m eşru olm alarına karşın,


bunların ancak yönergeli olarak örgütlü dizgeler k o n usunda elimiz­
de olan bilgi belli bir tü rd e olduğu zam an yararlı oldukları ileri sü­
rülm üştür .7 Böyle bir dizgenin uyarlanım yanıtlan ile karşılayabileceği
çevresel değişim lerin erim ine ilişkin (e.d. hedef-yönelimli dizgelerin
“esnekliği” dediğimiz şeye ilişkin) eldeki bilgimizin iki kaynağı olabilir.
Böyle bilgi yalnızca bütünüyle benzer dizgelerin doğrudan deneysel bir
incelem esinden elde edilen verili bir tümevanmlı genellem eler dizgesi­

7R. B. Braithwaite, Scientific Explanation, pp. 333fF.


ne bir öte-çıkarsamanın konum unu taşıyabilir. Ö rneğin, tikel bir insan
örgenliğinin çevrenin sıcaklığındaki değişim ler karşısında iç sıcaklığı­
nı sürdürm edeki esnekliğini ilgilendiren şimdiki bilgimiz başka insan
bedenlerin in u y arlam a karşılıkları ile tanışıklığımız üzerine dayanır,
irdelem e altındaki görüş üzerine, böyle durum larda teleolojik açıkla­
m alar değerlidir, çünkü verili bir dizgenin gelecekteki belli davranış­
larını (başka türlü bilgimizin varsayılan d u ru m u n d a tahm in edilebilir
olmayacak gelecek davranışlarını) belli dizgelerin geçmiş davranışlarını
ilgilendiren bilgimizden tahm in etmemizi sağlarlar. Ö te yandan, verili
bir dizgenin esnekliğine ilişkin bilgimiz dizgede cisimselleşen düzenek­
leri ilgilendiren daha önceden saptanm ış nedensel yasalardan yapılan
bir tümdengelim ler kütlesinin konum unu taşıyabilir. Böyle durum larda,
verili bir dizgenin çevresel değişimlere uyarlam a karşılıkları genel sayıl-
tılann yardımı ile hesaplanabilir, ve benzer dizgelerin geçmiş davranış­
ları ile herhangi b ir tanışıklık olmaksızın tahm in edilebilir. Sonuçta,
böyle durum larda teleolojik açıklamalann en iyisinden çok az değerinin
olduğu söylenir.
Yönergeli olarak örgütlü dizgelerin esnekliğini ilgilendiren eldeki
bilginin kaynaklarının bu iki tipi arasındaki ayrımın açıkça sağlam ol­
m asına karşın, gene de değerli ve yararsız teleolojik açıklam alar ara­
sındaki çizginin niçin belirtilen yolda çizilmesi gerektiği açık değildir.
Bir açıklamanın değerine ilişkin sorular hakkında açıklayıcı öncüllerin
mantıksal kaynağına gönderm e yoluyla karar verilemez, ve bunlara an­
cak bir açıklamanın araştırm ada ve düşüncelerin iletişiminde oynadığı
etkili rolün yoklanması yoluyla yanıt verilebilir. H er ne olursa olsun,
kuramsal olarak temellendirilmiş bilgilerini taşıdığımız hedef-yönelimli
dizgeler için teleolojik açıklam aların h e r zaman ya da norm al olarak
işe yaramaz olarak görüldüğü kesin olm aktan çok uzaktır. Çünkü ger­
çekte kendini-düzenleyen birçok yapay dizge vardır ki (örneğin hızları
düzenleçler yoluyla ayarlanan m otorlar gibi), esneklikleri genel kuram­
sal sayıltılardan çıkarsanabilir. Böyle dizgelerin çeşitli özellikleri için
teleolojik açıklamalar gene de o dizgelere ilişkin teknik incelem elerin
pekçok sayfasını doldurm ayı sürdürür, ve açıklam alann genellikle de­
ğersiz kereste olarak görüldüğünü sanmak için geçerli bir neden yoktur.

b. Bununla birlikte, teleolojik açıklamalann bağışlanamaz bir biçimde


dar olduğu yolunda karşı çıkılır. Bunlar, denir, özel bir karmaşık diz­
geler kümesinin ayncalıklı bir konum unun olduğu biçim indeki örtük
sayıltı üzerine dayanır; ve sonuçta böyle açıklamalar şeylerin ve süreçle­
rin başka dizgeleri değil de yalnızca o dizgeleri sürdürm edeki rollerini
odağa yerleştirirler. Süreçlerin hiçbir özünlü sonlan yoktur, diye sürer
karşıçıkış, ve benzersiz bir bütünler küm esinin sürdürülm esine yalnız­
ca o n ların katkıda b u lu n d u ğ u haklı olarak kabul edilem ez. Öyleyse
örneğin insan kanındaki akyuvarlann işlevinin insan bedenini yabancı
m ikroorganizm alara karşı savunmak o lduğunu söylemek yanıltıcıdır.
Bu hiç kuşkusuz akyuvarların bir işlevidir; ve bu tikel etkinliğin giderek
insan bedeninin perspektifinden bu hücrelerin işlevi olduğu bile söyle­
nebilir. Ama akyuvarlar başka dizgelerde de öğelerdirler; örneğin, bede­
nin geri kalanından yalıtılma içinde görülen kan akım ının, bu beyaz
hücreler ile birlikte bir virüs kolonisinden oluşan dizgenin, ya da daha
kapsayıcı ve karmaşık güneş dizgesinin parçalarıdırlar. Bu başka dizgeler
de ancak belli koşullar altında “norm al” örgütlenm eleri ve etkinlikleri
içinde sürmeye yeteneklidir; ve, bu sayısız başka dizgenin sürdürülm esi
perspektifinden, akyuvarlar başka işlevler taşırlar.
Bu karşıçıkışa açık bir yanıt bir tu quoque biçimindedir. Dikkati sonuç­
lar, doruklar ve kullanımlar üzerine odaklamak öncüller, başlangıç nok­
talan ve koşullar üzerine odaklamak kadar geçerlidir. Süreçlerin özünlü
sonları yoktur, am a saltık başlangıçları da yoktur. Şeyler ve süreçler ge­
nel olarak hiçbir benzeri olmayan bir b ü tü n ü sürdürm e işine girişmiş
öğeler değildir, am a bütünler de hiçbir benzeri olmayan bir bileşenler
kümesine çözüm lenebilir değildir. Buna karşın nedensel araştırmalar­
da dikkati bir sürecin gelişimindeki geç evreler üzerine olm aktan çok
belli erken evreler üzerine odaklamak, ve bir dizgenin şu değil de bu
bileşenler kümesi üzerinde yoğunlaştırmak entellektüel olarak kârlıdır.
Benzer olarak, belli p roblem lerin araştırılm asında başlangıç noktası
olarak şu değil de bu karmaşık bütünleri seçmek aydınlatıcıdır. Dahası,
gördüğüm üz gibi, kimi şeyler yönergeli olarak örgütlü dizgelerin par­
çalandır, ama böyle birden çok dizgenin parçalan olarak görünmezler.
Böyle yönergeli olarak örgüdü benzersiz dizgelerde parçalann benzersiz
işlevlerinin incelemesi öyleyse belli tikel dizgelere hiçbir haklılık olmak­
sızın özel bir önem yükleyen bir uğraş değildir. Tersine, bu incelem e
konudaki tem el ve nesnel olarak saptanabilir aynm lara duyarlı olan bir
araştırmadır.
G ene de karşıçıkışın bir anlam ı vardır. Çünkü sıradan insan çıkarlan-
nın teleolojik açıklamaların kurulması üzerindeki saptırıcı etkisi belki
de teleolojik-olmayan çözüm lem eler d u rum unda olduğundan daha sık
göz ardı edilir. Sonuçta, süreçlerin belli son-ürünlerinin ve belli yön
değişimlerin sık sık özünlü olarak “doğal,” “özsel,” ya da “uygun” olduğu
kabul edilirken, bu arada tüm başkalan ise “doğal-olmayan,” “ilineksel,”
ya da giderek “canavarca” olarak etiketlenir. Böylece, tahıl tohum lannın
tahıl bitkilerine gelişm esinin kimi zam an doğal olduğu söylenirken,
bu arada kuşların ya da insanların etine dönüşm elerinin ise yalnızca
ilineksel olduğu ileri sürülür. Verili bir araştırmanın bağlamında, ve onu
başlatan problem in ışığında, olanaklı değişim yönlerinin biri dışında
tüm ünü ve sürdürülm esine şeylerin ve süreçlerin katkıda bulunduğu
etkinlik dizgelerinin biri dışında tüm ünü göz ardı etm ek için yeterince
neden olabilir. Ama şeylerin taşıyabilecekleri başka işlevlerin ve şeylerin
parçalan olabilecekleri başka b ü tü n lerin böyle göz ardı edilmesi göz
ardı edilenin seçici dikkate uygun görülenden daha az asıl ya da daha
az doğal olduğu vargısını aklamaz.

4. Yaşambilimde teleolojik açıklamalar ile bağıntı içinde son bir nok­


taya kısaca değinmeliyiz. D aha önce belirtildiği gibi, kimi yaşambilim-
ciler yaşambilimsel açıklam aların ayırdedici karakterinin örgenlerin
ve dirim sel süreçlerin işlevlerini konu alan fizyolojik araştırm alarda
göründüğü n ü ileri sürerler, üstelik pekçok yaşambilimci m orfolojide
ya da yapısal özelliklerin incelem esinde hiçbir özel açıklama kategori­
sinin gerekli olm adığını kabul etmeye bütünüyle hazır olsa bile. Buna
göre, kimi yazarlar tarafından yapı ve işlev arasındaki zıtlık üzerine, ve
h er birinin dirimli fenom enlerin bir belirleyicisi olarak göreli önem ini
değerlendirm edeki güçlükler üzerine büyük vurgu getirilmiştir. Genel
olarak kabul edilir ki “işlevlerin gelişimi yapının gelişimi ile elele gider,”
dirimsel etkinlik özdeksel b ir yapıdan ayrı olarak yer almaz, ve ne de
dirimli yapı protoplazm ik etkinliğin bir ü rü n ü olm anın dışında varo­
lur. Bu anlam da, yapı ve işlev genellikle yaşambilimsel örgütlenm elerin
“ayrılamaz” yanları olarak görülür. Bana karşın, seçkin yaşambilimciler
“yapıların işlevleri ya da işlevlerin yapılan hangi düzeye dek değişkiye
uğratabileceği” sorusunun henüz çözülmemiş ve belki de çözümsüz bir
problem olduğuna inanırlar; yapı ve işlev arasındaki zıtlığı bir “ikilem”
sunuyor olarak görürler .8
Ama bu zıtlık nedir, niçin terim leri görünürde çözülemez bir sorun
yaratır, ve terim lerinden birinin örttüğü ve yaşambilime özgü bir çözüm­
leme ve açıklama kipi gerektirdiği ileri sürülen şey nedir? ilk olarak ken­
dimize belli bir yaşambilimsel örgenin, diyelim ki insan gözünün mor­
folojik bir incelem esinin karşılık düşen fizyolojik araştırm adan hangi
yolda aynldığım anımsatalım. Gözün yapısal bir açıklaması genellikle
o nun büyük ve küçük anatom isinin bir betim lem esinden oluşur. Böyle
b ir açıklam a öyleyse örgenin çeşitli bölüm lerini, b unların şekillerini
ve birbirleri ve bedenin başka parçalan açısından göreli uzaysal düzen­
lem elerini, hücresel ve fiziksel-kimyasal bileşimlerini belirler. “Gözün
yapısı” deyimi öyleyse genellikle h er bir bölüm ün uzaysal örgütlenişini
ve bunun yanısıra h e r bir bölüm ün fiziksel-kimyasal özelliklerini tanım­
lar. Öte yandan, örgenin fizyolojik bir açıklaması çeşitli bölüm lerin kaü-
labildikleri ya da katıldıkları etkinlikleri ve bu bölüm lerin görm ede
oynadıklan rolleri tanımlar. Ö rneğin, kirpiksi kasların kasılma ve gev­

8Bkz. Edwin G. Conklin, Heredity and Environment, Princeton, 1922, s. 32, ve Ed-
m u n d B. W ilson, The Celi, NewYork, 1925, s. 670. D aha sonraki bir çalışm asında
C onklin’e göre “düzenekçiliğin sonsalcılık (mechanism, Jinalism) ile ilişkisi yapının
işlev ile ilişkisine benzem ez değildir—o nlar örgütlenm enin iki yanıdır. M ekanistik
yaşam anlayışı tem elde yapısal bir yandır, teleolojik bakış başlıca enson işleve bakar.
Yaşamın bu iki yanı antagonistik değil ama tümleyicidir.”—Man: Real and ideal, New
York, 1943, s. 117.
şeme yeteneğinde oldukları gösterilir, öyle ki bunların asılma kirişi ile
bağıntıları nedeniyle m erceğin eğriliği yakın ve uzak görüşe uyumlu
kılınabilir; ya da gözyaşı bezleri bağlayıcı m em branlan kayganlaştıran
ve temizleyen sıvıların kaynakları olarak belirlenir. Öyleyse genel ola­
rak fizyoloji gözün bölüm lerinin katılabilecekleri etkinliklerin karakter,
düzen ve sonuçları ile ilgilenir.
Eğer bu örn ek yaşambilimcilerin terim leri tipik kullanm a yolu ise,
yapı ve işlev arasındaki zıtlık açıktır ki b ir ö rg en in anatom ik olarak
ayırdedilebilir b ö lü m lerin in uzaysal ö rg ütlenişi ile o bölüm lerdeki
değişimlerin zamansal (ya da uzaysal-zamansal) örgütlenişi arasındaki
b ir zıtlıktır. Zıtlık içindeki çiftin h er bir terim i altında araştırılan şey
bir örgütlenm e kipi ya da bir düzen kipidir. Bir durum da örgütlenm e
dışlayıcı olarak olmasa da birincil olarak uzaysal bir örgütlenm edir, ve
araştırm anın hedefi örgensel bölüm lerin uzaysal dağılımını ve bağlan­
tı kiplerini saptamaktır. Ö teki d u ru m d a ö rgütlenm enin zamansal bir
boyutu vardır, ve araştırm anın amacı örgensel cisimlerin uzaysal olarak
düzenlenmiş ve bağlanmış bölüm lerindeki ardışık ve eşzamanlı değişim­
lerin düzenlerini keşfetmektir. Öyleyse açıktır ki yapı ve işlev (yaşambi­
limcilerin bu sözcükleri kullanıyor göründükleri anlam da) gerçekten
de “ayrılamazdır.” Çünkü zamansal bir örgütleniş taşıyan bir etkinlikler
dizgesinin bu etkinlikleri sergileyen uzaysal olarak yapılanmış bir diz­
ge de olmadığı biçim indeki bir sayıltıya anlam vermek güçtür. H er ne
olursa olsun, açıktır ki örgensel bölüm lerin uzaysal örgütlenişlerinin
keşfine yönelik bir araştırm a ve o bölüm lerin etkinliklerini karakterize
eden uzaysal-zamansal yapılan saptamaya yönelik bir araştırma arasında
hiçbir karşıtlık yoktur.
Araştırma tipleri arasında benzer bir aynm fiziksel bilimlere de geti­
rilebilir. Ö rneğin betimleyici fiziksel coğrafya birincil olarak dağ, ova,
n eh ir ve okyanusların uzaysal dağılım ve uzaysal ilişkileri ile ilgilenir;
öte yandan tarihsel jeoloji ve coğrafya böyle coğrafi özellikleri kapsayan
zamansal ve dinamik düzenleri araşünr. Buna göre, eğer yapı ve işlev üze­
rine araştırmalar yaşambilimde karşıtlık taşısalardı, yaşambilimsel-olma-
yan bilimlerde de benzer bir karşıtlık yer alırdı. H er araşürma bir nesnel
içerikte kapsanan ilişki kalıplannın büyük türlülüğünden ayırdedici bir
seçimi kapsar; ve belli araştırm alan bir kalıp türüne ve başkalannı ayn
türlere yöneltmek hem elverişli hem de kaçınılmazdır. Dirimli örgenlikle-
rin bölüm lerinin hem uzaysal hem de uzay-zamansal bir yapı sergilemesi
olgusundan temel bir bilmece yaratmak için hiçbir neden yok görünür.
O zaman yapı ve işlev arasındaki yaşambilimsel ayrımın yarattığı çö­
zülmemiş ve çözüm süz so ru n nedir? Bu bağıntıda iki soru ayırdedi-
lebilir. İlk olarak b elirlen en işlevlerin uygulaması için hangi uzaysal
yapılann gerekli olduğu, ve bir örgenliğin ya da bölüm lerinin etkinlik
kalıplanndaki bir değişimin o dizgenin bileşenlerinin dağılım ve uzaysal
örgütlenişinde herhangi bir değişim ile bağlı olup olmadığı sorulabilir.
Bu açıktır ki ayrıntılı görgül araştırma yoluyla bir karara bağlanabilecek
bir sorundur, ve, gerçi bu bağıntıda sayısız çözümsüz problem olsa da,
bunlar temel ilke sorunları yaratmaz. Ö rneğin bir felsefeciler ve yaşam-
bilim kuramcıları okulu belirgin olarak ayrı dirimli türlerde belli benzer
örgenlerin gelişmesinin ancak evrimi belli bir gelecek işleve erişmeye
doğru yönlendiren bir “dirimsel d ü rtü ” sayıltısı üzerine açıklanabile­
ceğini ileri sürer. Böylece ah tap o tu n ve insanın gözlerinin anatom ik
olarak benzer olması olgusu, h er bir tü rü n gözsüz atalardan evriminin
değişik gelişim çizgileri izlemiş olm asına karşın, bu yakınsaşmanın şan­
sa bağlı türlüleşm e ve uyarlanm a düzeneklerinin terim lerinde hiçbir
açıklamasının olmadığı önesürüm ü için kanıt olarak ileri sürülmüştür.
Bu olgu sonuçta süredurum lu özdek üzerinde görm e işlevi için uygun
örgenler yaratmak üzere etkide bulunan “bölünm em iş kökensel dirim­
sel bir d ü rtü ” olduğu görüşünü desteklem ek için kullanılmıştır .9 Ama
bu önsav bile, ne denli bulanık olsa ve başka bakım lardan doyum verici
olmasa da, bir ölçüde olgusal sorunları ilgilendirir; ve eğer pekçok ya-
şambilimci o nu reddetse bile, b u n u büyük ölçüde eldeki olgusal kanıt
değişik bir evrimsel gelişim kuram ını daha yeterli olarak desteklediği
için yapar.
ikinci olarak, niçin verili b ir yapının tam olarak belli bir işlevler
kümesi ile bağlı olduğu ve b u n u n tersinin geçerli olmadığı sorulabilir.
Şimdi bu soru dirim li b ir cismin parçalarının uzaysal b ir örgütlenişi
verildiğinde belli etkinlik kalıplarını sergilemesi olgusu için belki de
fıziksel-kimyasal terim lerde bir açıklama istemi olarak anlaşılabilir. Soru
böyle anlaşıldığında, saçma bir soru olmaktan çok uzaktır. Gerçi pekçok
durum da ona bir yanıt veremesek de, hiç olmazsa başka birkaç durum ­
da yeterli sayılabilecek yanıtlar bulabiliriz ve öyleyse bilgisizliğimizin
zorunlu olarak sürekli olm adığını kabul etm ek için belli nedenlerim iz
vardır. B ununla birlikte, böyle açıklam alar ö n cü ller olarak yalnızca
dirim li bir şeyin bölü m lerin in ve b u n ların uzaysal ö rg ütlenişlerinin
fıziksel-kimyasal oluşum una ilişkin bildirim ler kapsamakla kalmama­
lı, am a fıziksel-kimyasal yasalara ya da kuram lara ilişkin bildirim ler de
kapsamalıdır. Dahası, bu son öncüllerin en azından kimileri fıziksel-
kimyasal dizgelerin uzaysal örgütlenişleri ve zamansal etkinlik kalıplan
arasında bağıntılar ileri sürmelidir. Ama eğer soru üzerinde diretilecek
ve bu son bağıntılar için de açıklama istenecekse, sonunda bir çıkmaza
düşülür. Çünkü o zaman istem sonuçta fiziksel süreçlerin zamansal ya
da nedensel yapısının yalnızca fiziksel dizgelerin uzaysal örgütlenişle­
rinden çıkarsanabilir olduğunu, ya da tersini varsayar; ve gerçekte iki
sayıltı da savunulabilir değildir.
“Bkz. H. Bergson, Creative Evolution, NewYork, 1911, Chap. 1, ve George G. Simp-
son, The MeaningofEvolution, New Haven, 1949, Chap. 12’de Bergson’un görüşlerine
benzer görüşler üzerine kısa am a güçlü eleştiri. Aynca bkz. Theodosius Dobzhansky,
Evolution, Genetics and Man, NewYork and London, 1955, Chap. 14.
Andırımlı olarak, bir saatin çeşitli parçalarının birbirleri ile uzaysal
ilişkilerinin bütünüyle doğru bir açıklamasını vermek olanaklıdır. Çark­
larının büyüklüklerini, ana zem bereğin ve boşalm a çarkının yerlerini
vb. belirleyebiliriz. Ama saatin uzaysal yapısına ilişkin böyle bilginin
vazgeçilmez olm asına karşın, b unlar saatin nasıl işleyeceğini anlam ak
için yeterli değildir. Ayrıca saatin parçalarının bir zam andaki uzaysal
dağılımının başka bir zamandaki dağılım ile nasıl ilişkili olduğunu belir­
terek saatin davranışının zamansal yapısını form üle eden mekanik yasa­
larını da bilmeliyiz. B ununla birlikte, bu zamansal yapı yalnızca saatin
uzaysal yapısından (ya da “anatom i”sinden) çıkarsanamaz, tıpkı verili
bir zamandaki uzaysal yapısının genel mekanik yasalarından türetileme-
yeceği gibi. Buna göre, niçin verili bir anatom ik yapının özgül işlevler
ile bağlı olduğu sorusu çözümsüzdür, ve b u n u n n ed en i on u yanıtla­
m anın yeteneklerim izin ötesinde olması değil, am a yalnızca sorunun
amaçlanan anlam da mantıksal olarak olanaksız olanı istemesidir. Kısaca,
anatom ik yapı mantıksal olarak işlev belirlemez, üstelik bir olumsal olgu
sorunu olarak b ir örgenliğin taşıdığı özgül anatom ik yapı örgenliğin
girişebileceği etkinlik türlerine sınırlar getirse de. Ve evrik olarak, bir
örgenlik tarafından sergilenen davranış kalıbı mantıksal olarak benzer­
siz bir anatom ik yapı imlemez, üstelik olgusal olarak bir örgenlik ancak
bölümleri belli bir türden belirli bir anatom ik yapı taşıdığı zaman özgül
etkinlik kipleri sergilese de.
Bu çeşitli irdelem elerden şu çıkar ki, yapı ve işlev arasındaki ayrım
yaşambilimi fiziksel bilim lerden ayırdeden ya da yaşam bilim de ayır-
dedici bir açıklam a m antığının kullanım ını zo ru n lu kılan hiçbirşey
kapsamaz. Bu tartışm am ızın am acı işlevsel çözüm lem elerin oynadığı
rol açısından yaşambilim ve başka doğa bilim leri arasındaki açık ay­
rım ları yadsımak olm am ıştır. Ne de am aç araştırılan dizgelerin özel
karakterleri nedeniyle onlara uygun düşen böyle açıklam aların meşru­
luğu üzerine kuşku düşürm ek olm uştur. Tartışm anın hedefi yalnızca
yaşambilim de teleolojik açıklam aların ağır basm asının fiziksel bilim­
lerde geçerli olan açıklama kalıbından karşılaştırılamayacak denli ayn
bir açıklama kalıbı oluşturm adığını gösterm ek, ve yaşambilimde böyle
açıklam aların k u llan ım ın ın b u d isiplinin kökten ayrı b ir araştırm a
m antığı gerektirdiğini ileri sürm ek için yeterli bir n ed en olm adığını
gösterm ek olmuştur.

II. Örgenlik Yaşambiliminin Duruş Noktası


Driesch ve başka yaşambilimciler tarafından önceki yüzyıl ve bu yüzyı­
lın erken onyıllan sırasında savunulan tipte dirim selcilik/vita/im şimdi
yaşambilim felsefesinde h em en hem en bütünüyle ölü bir sorundur.
Sorunun odaksal olmaya son vermesinin nedeni belki de dirimselciliğin
karşılaştığı yöntem bilim sel ve felsefi eleştirilerden çok yaşambilimsel
araştırm ada bir kılavuz olarak kısırlığı ve dirimsel fenom enlerin ince­
lem esinde başka yaklaşımların daha üstün bulgulatıcı değeri olmuştur.
Buna karşın, yalnızca fiziğin bir bölüm ü olarak tarihsel olarak etkili
Kartezyen yaşambilim anlayışı direniş ile karşılaşmayı sürdürm ektedir.
Dirimselcilikte hiçbir değer bulamayan birçok önde gelen yaşambilimci
Kartezyen program ın geçerliği konusunda eşit ölçüde kuşkudadır; ve
kimi zaman inandıkları şeylerin yaşambilimin fiziğe indirgenemezliğini
ve yaşambilimsel yöntem in özünlü özerkliğini doğrulam ak için kesin
nedenler olduğunu ileri sürerler. Bu karşı-dirimselci ve gene de karşı-
mekanistik savı bugün ileri süren duruş noktası yaygın olarak “örgenlik
yaşambilimi/organismic biology ”etiketini taşır. Etiket şimdi h er zaman
karşılıklı olarak bağdaşabilir olmayan bir özel yaşambilimsel öğretiler
türlülüğünü kapsar. Buna karşın, altına düşen öğretiler genellikle “me-
kanistik” tipten açıklamaların dirimsel fenom enler için uygun olmadığı
biçimindeki ortak öncülü paylaşır. Şimdi örgenlik yaşambiliminin ana
savlarını yoklayacağız.

1 . Ö rg en lik yaşam bilim cileri d irim sel sü re ç le r için “m ekanistik


kuram ların ” olanağını h e r zam an yadsım asalar da uygunluğunu yad­
sırlar; am a sık sık neye karşı çıktıkları açık değildir. Ama böyle açıklık
yoksunluğu hiç kuşkusuz sık sık yaşam bilim de “m ekan istlerin” ileri
sürdüğü amaç ve izlence bildirim lerini dam galayan ikircim ile eşleş-
tirilebilir. D aha önceki b ir bölüm de belirtm e fırsatını bulduğum uz
gibi, “düzenek/m echanism ”sözcüğünün bir dizi değişik anlam ı vardır,
ve yaşam bilim de “d ü zenekçiler /mechanists ” gibi o n ların karşıtları da
sözcüğe verdikleri anlam ı belirtik kılmak için pek sıkıntıya girmezler.
K endilerinin yalnızca belirli d ü zen lerd e dirim sel fen o m enlerin yer
aldığına ve yer alm aları için koşulların cisim lerin uzaysal-zamansal
yapıları olduğuna inanıyor olm aları gibi geniş bir anlam da mekanist-
ler olduklarını ileri sü ren yaşam bilim ciler olm uştur. Ama böyle bir
görüş vitalistler ve radikal in d eterm in istler dışında yaşam bilim deki
tüm okulların görüşleri ile bağdaşabilirdir; ve h e r ne olursa olsun,
yaşam bilim de d ü zen ek böyle anlaşıldığında, h iç b ir sorun o n u ile­
ri sürenleri örgenselci yaşam bilim cilerin ço ğ undan ayırmaz. Ayrıca
kendilerin in tüm dirim sel fen o m en lerin yalnızca m ekanik bilim inin
terim lerinde (daha belirli olarak, Bölüm 7’deki anlam da ya arı ya da
birleştirici/w m 7ary m ekanik k u ram ların te rim le rin d e ) açım lanabi­
lir olduğu n u doğrulam aları anlam ında m ekanistler olduklarını ileri
sü ren ve b u n a göre d irim li şeylerin sözcüğün kökensel an lam ında
“m akineler” o lduğuna inan an yaşam bilim ciler de olm uştur. B ununla
birlikte, bug ü n herh an g i bir yaşam bilim cinin bu anlam da m ekanist
olup olm adığı kuşkuludur. Fizikçilerin kendileri çoktandır klasik m e­
kaniğin tem el d ü şü n celerin in çerçevesi içerisinde evrensel bir doğa
bilim inin geliştirilebileceği biçim indeki on yedinci yüzyıl u m u d u n u
terk etm işlerdir. Ve güvenle d en eb ilir ki hiçbir çağdaş yaşambilimci
yaşambilim i m ekanik bilim ine, özellikle değm e eylemi m ekaniğine
in dirgem e b içim indeki Kartezyen p ro g ram ı sözel olarak savunma-
m aktadır
H er ne olursa olsun, bugün kendilerine m ekanist diyen pekçok ya­
şambilimci öyle bir görüş ileri sürer ki, hem nedensel determ inizm in
genel savından çok d ah a belirli, hem de m ekanistik bir açıklamayı
m ekanik bilim inin terim lerindeki bir açıklama ile özdeşleştiren görüş­
ten daha az kısıtlayıcıdır. Yaşambilimde bir mekanisdn, Jacques Loeb’in
yaptığı gibi, tüm dirimsel süreçlerin “ikircimsiz olarak fiziksel-kimyasal
terim lerde açıklanabilir ,” 10 eş deyişle yaygın onay ile fizik ve kimyaya
ait olarak sınıflandırılan kuram ve yasaların terim lerinde açıklanabilir
olduğuna inanan biri olduğunu kabul edeceğiz. Bununla birlikte, böyle
anlaşılan yaşambilimsel düzenek dirimli cisimlerin yüksek düzeyde kar­
maşık örgütlenm eler taşıdığını yadsıyor olarak alınmamalıdır. Tersine,
böyle bir duruş noktasını kabul eden pekçok yaşambilimci genellikle
bütünüyle vurgulu olarak dirim li cisimlerin etkinliklerinin onlardaki
“düzenli yapı ya da ö rg ü tlen m eleri” dikkate almaksızın “yalnızca” fi­
ziksel ve kimyasal bileşimlerini çözümleyerek açımlanabilir olmadığını
belirtir. Böylece, Loeb’in dirimli bir cismi bir “kimyasal m akine” olarak
karakterize etmesi böyle örgütlenm enin açık bir kabul edilişidir. Tohum
plazm asının “gelişim ini” to h u m u n tipik ü rü n ü n ü ortaya çıkarmasını
sağlayan işlemler bütünlüğü olarak tanım ladıktan sonra, bu gelişmenin
tikel izleği “(norm al koşullar verildiğinde) o n u n başlangıç noktasını
oluşturan tohum -hücrelerinin özgül ‘örgütlenm esi’ yoluyla belirlenir”
diyen E. B. Wilson tarafından daha da belirtik olarak kabul edilir. Wil-
son şöyle sürdürür:
“Şim dilik b u ö rg ü tle n m e k o n u su n d a yeterli b ir anlayışım ız yoktur, am a çok
ön em li b ir b ö lü m ü n ü n ç ek ird ek ile tem sil e d ildiğini biliyoruz. ... B u n u n d o ­
ğası D oğanın çözüm süz büyük p ro b le m le rin d e n birini oluşturur. ... B una kar­
şın araştırılm ası y ö n ü n d e elim izdeki biricik yol h e r nasılsa to h u m -h ü c resin in
ö r g ü tle n m e s in in o n u n b ile şe n tö z le rin in fiziksel-kim yasal ö z e llik le rin e ve
b u n la n n alabileceği özgül şek illen m elere d e k izlen eb ilir olm ası biçim indeki
m ekanistik anlayışta yatar.11

Eğer yürürlükteki yaşambilimsel düzeneğin içeriği böyle ise, ve eğer


örgenselci yaşambilimciler, düzenekçiler gibi, işlemleri dirimsel süreçleri
açıklayacak olan özdeksel-olmayan “dirimsel” etm enlerin konutlanması-
nı reddediyorsa, örgenlik yaşambiliminin yaklaşımı ve içeriği düzenekçi
olanlardan hangi yolda ayrılır? Başlıca ayrım noktalan, örgenselci yaşam­
bilimcilerin kendileri tarafından belirtildiği gibi, şöyle görünür:

10Jacques Loeb, The Mechanislic Corıception of Life, Chicago, 1912.


UE. B. Wilson, aynı yer, s. 1037, T he Macmillan C om pany’nin, New York, izni ile
alınülanmıştır.
a. Dirimselciliğe biricik almaşığın düzenekçilik olduğunu sanmak bir
yanılgıdır. Yaşambilimsel araştırm anın öyle alanları vardır ki, onlarda
fıziksel-kimyasal açıklamalar şimdilik çok az rol oynar ya da hiç oynamaz,
ve fıziksel-kimyasal karakterde olmayan bir dizi yaşambilimsel kuram dan
başarılı olarak yararlanılmıştır. Örneğin, elimizde embriyolojik süreçleri
ilgilendiren büyük bir deneysel bilgi kütlesi bulunmaktadır, gerçi ortaya
çıkarılan kurallılıkların çok azı şimdi yalnızca fıziksel-kimyasal terim ­
lerde açıklanabilir olsa da; ve ne günüm üzdeki biçim lerinde bile olsa
evrim kuramı, ne de kalıtım gen kuram ı dirimsel süreçleri ilgilendiren
belli bir fıziksel-kimyasal sayıltı üzerine dayanır. Hiç kuşkusuz mekanis-
tik açıklamaların en sonunda bu alanlarda egem en olması kaçınılmaz
değildir; ve, h e r d u ru m d a bu alanlar şimdi mekanistik sava herhangi
bir zorunlu bağlılık olmaksızın verimli olarak araştırılm akta olduğuna
göre, örgenselci yaşam bilim cilerin o savın yaşambilim in tüm kesim­
lerinde belirleyici utku b ir kazanacağı k o n usunda duydukları kuşku
için hiç olmazsa belli bir zemin vardır. Çünkü tıpkı fizikçilerin fiziğin
belli bir dalının (örneğin elektrom anyetik kuram ın) bilimin bir başka
dalına (örneğin mekaniğe) indirgenebilir olmadığını savunmada haklı
olabilmeleri gibi, bir örgenselci yaşambilimci de yaşambilimin fiziksel
bilimler ile ilişkisi açısından andırım lı bir görüşü savunmada haklı ola­
bilir. Böylece yaşambilimde hem dirimselciliğe hem de düzenekselciliğe
gerçek bir almaşık vardır—yani, fiziksel bilim lerde tanım lanm ayan ve
onlardan türetilm eyen kavramları kullanan ve ilişkileri ileri süren açık­
lama dizgelerinin gelişimi.

b. B ununla birlikte, örgenselci yaşam bilimciler genellikle b u ndan


çok daha fazlasını öne sürerler. Birçokları fıziksel-kimyasal bilim lerin
çözümlemeci yöntem lerinin dirimsel örgenliklerin incelemesine özün­
lü olarak uygunsuz olduğunda da diretirler; ve ayrıca dirimsel süreçler
ile bağıntılı özeksel problem lerin ayırdedici b ir yaklaşım kipi gerek­
tirdiğini, yaşambilimin özünlü olarak fiziksel bilim lere indirgenem ez
olm asından ö tü rü m ekanistik açıklam aların yaşambilimsel araştırm a­
nın enson hedefi olarak reddedilm esi gerektiğini. Bu daha köktenci
sav için yaygın olarak ileri sürülen bir n ed en yaşambilimsel dizgelerin
“örgense!” doğasıdır. G erçekten de, belki de örgenselci yaşambilim­
cilerin yazılarında çok çeşitli şekillerde g ö rü n e n başat tem a dirim li
şeyin ve etkinliklerinin “tüm leşik,” “bütünselci,” ve “birleşik” karak­
teridir. Dirimli yaratıklar, dirimsiz dizgeler ile zıtlık içinde, bağımsız
ve ayrılabilir parçaların gevşek olarak birleşmiş yapıları, birbiri ile salt
dışsal ilişkiler içinde d u ran doku ve örgenlerin biraraya toplanm aları
değildir. Dirimli yaratıklar “b ü tü n le r”d ir ve “b ü tü n le r” olarak ince-
lenm elidir; yalıtılabilir parçaların salt “toplam ları” değildirler, ve eğer
böyle “toplam lar” olarak kabul edilirlerse etkinlikleri anlaşılamaz ya da
açıklanamaz. Ama m ekanistik açıklam alar dirim li örgenlikleri bağım­
sız parçaları olan “m akineler” olarak yorum lar ve böylelikle dirimsel
fen o m e n le ri çözüm lem ede “to p lam lı” b ir bakış açısını kabul eder.
Buna göre, b ütün örgenliğin eyleminin o nu öğesel süreçlerine çözüm­
lem ede göz ardı edilen “belli bir birleşikliği ya da tamamlanmışlığı” ol­
duğu için, E. S. Russell’ın vargısına göre “b ir b ü tü n olarak örgenliğin
etkinlikleri, hem kendilerinde hem de bizim anlam a amaçlarımız için,
fiziksel-kimyasal ilişkilerden ayrı b ir d ü zende görülecektir .” ' 2 Öyleyse
yaşambilim iki “ana yöntem yasasına” uym alıdır: “B ü tü nün etkinliği
çözüm lem e yoluyla yalıtılmış parçaların etkinliklerinin terim lerinde
tam olarak açıklanam az”; ve “H erhangi b ir dirim li kendiliğin hiçbir
parçası ve herhangi b ir karm aşık örgensel birim in h içbir tekil süreci
bir bü tü n olarak örgenliğin yapı ve etkinliklerinden yalıtılma içinde
tam olarak anlaşılam az .” 13

c. Ö rgenselci yaşam bilim cilerin vurguladıkları ek am a yakından


ilişkili bir başka nokta da dirim li cisim lerin ve süreçlerin “hiyerarşik
örgütlenişi”dir. Böylece, bir hücre çekirdek, Golgi cisimleri ve memb-
ranlar gibi çeşitli bileşenlerin bir yapısı olarak bilinir ki, bun lard an
h e r biri başka parçalara ve yine b u n la r da d ah a başka parçalara çö­
züm lenebilir ve çözüm lem enin m oleküllerde, atom larda, ve onların
“enson” parçalarında sonlandığı kabul edilir. Ama çok hücreli örgen-
liklerde h ü c re ayrıca b ir d o k u n u n ö rg ü tlen işin d ek i b ir öğe, doku
belli bir örg en in bir parçası, örgen b ir örg en dizgesinin bir üyesi, ve
ö rgen dizgesi tüm leşik örgenlikteki b ir bileşendir. Sonuçta, ö rg e n ­
selci yaşam bilim ciler dirim li b ir cism in ö rg ü tlen m en in karm aşasın­
da türdeş parçaların b ir dizgesi olm adığı, am a tersine bir örgenliğin
çözüm lendiği “parçaların ” hiyerarşik yapının tikel b ir tipinin (böyle
çeşitli tipler olabilir) değişik düzlem lerine göre ayırdedilmesi gerek­
tiği olgusu üzerine büyük vurgu getirirler. Şimdi örgenselci yaşambi­
lim ciler bir hiyerarşinin “alt” düzlem lerindeki parçaların etkinlikleri
için fiziksel-kimyasal açıklam aların olanaklı olduğunu yadsımazlar. Ne
de daha alt düzlem lerdeki parçaların fiziksel-kimyasal özelliklerinin
örgütlenm enin daha yüksek düzlem lerinin eylem kiplerini çeşitli yol­
larda “koşullandırdığını” ya da “sınırladığını” yadsırlar. Ö te yandan bir
hiyerarşinin daha yüksek düzlem lerinde bulunan süreçlere alt-düzlem
özelliklerin “n eden olduğunu” ya da onların bu özelliklerin terim lerin­
de tam olarak açıklanabilir olduğunu yadsırlar. Biyokimyanın hücrele-
12E. S. Russell, The Interpretation o f Developmerıt and Heredity, O xford, 1930,
pp. 171-72.
13Aynı yer, ss. 146-47. Örgenselci yaşambilimin özeksel ilkesinin benzer bildirimleri
için bkz. Russell, Directiveness of Organic Activities, Cambridge, İngiltere, 1945, özellikle
Bölüm ler 1 ve 7; Ludvvigvon Bertalanffy, Theoretische Biologie, Berlin, 1932, Bölüm 2;
onun tarafından Modem Theories of Deuelopment, Oxford, 1933, Chap. 2; ve yine onun
tarafından Problems of Life, NewYork ve Londra, 1952, Bölüm ler 1 ve 2; ve W. E. Agar,
The Theory of the Living Organism, M elbourne ve Londra, 1943.
rin ve örgenliklerin davrandıkları yolda davranm alarının “koşullarını”
incelediği kabul edilir. Ö te yandan örgenlik yaşambilimi alt-birimlerin
eylemi yoluyla koşullandırılıyor am a onlara indirgenem ez olarak gö­
rü le n ” b ü tü n örgenliğin etkinliklerini araştırır .14
Şimdi yaşambilime örgenselci ve m ekanistik yaklaşımlar arasındaki
bu ileri sürülen ayrımları incelemeli ve mekanistik yaklaşımın genellikle
yaşambilimin içeriği için yetersiz olduğu savını değerlendirm e girişi­
m inde bulunmalıyız.

2. İlk bakışta, örgenlik yaşam bilim inin getirdiği so runlar yalnızca


daha şimdiden doğuşçu öğreti ve bir bilimin bir başkasına indirgenmesi
ile bağıntı içinde tartıştığımız sorunlardır. Gerçekte, başka sorular da
vardır. Ama sorunlann indirgem e sorunları olduğu düzeye dek, onları
hem en bir çözüme bağlayabiliriz.
İlkin bir bilim in bir başkasına indirgenm esi için zorunlu ve yeterli
olan ve önceki bölüm de biraz uzunlam asına ele aldığımız iki biçimsel
koşulu anımsayalım. Yaşambilime ve fiziksel-kimyaya özel gönderm e ile
bildirildikleri zaman, şöyledirler:

a. Bağıntılanabilirlik koşulu. Bir yaşambilimsel yasada birincil bilime


ait olmayan tüm terim ler (örneğin ‘h ü c re ,’ ‘m itoz,’ ya da ‘kalıtım ’)
fizik ve kim yanın kuram sal sözlüğünden oluşturulan anlatım lar (ör­
n eğ in ‘u z u n lu k ,’ ‘elek trik y ü k ü ,’ ‘özg ü r e n e rji,’ ve b en zerleri) ile
“bağıntılanm alıdır.” Bu bağıntılar birçok tü rd e olabilir. Yaşambilim­
sel anlatım ların anlam ları fıziksel-kimyasal anlatım ların terim lerin­
de çözüm lenebilir ve belki de giderek belirtik olarak tanım lanabilir,
öyle ki sınır d u ru m d a yaşambilimsel an latım lardan fiziksel-kimyasal
terim lerd en yana vazgeçilebilir. Almaşık bir bağıntı kipi yaşambilim­
sel anlatım ların b ir tip eşgüdüm leyici tanım yoluyla fiziksel-kimyasal
anlatım lar ile bağlı olm asıdır, öyle ki bağıntılar uylaşım ların m antık­
sal k o n u m u n u taşır. Son olarak, ve d ah a sık görü len d urum olarak,
yaşambilimsel terim ler görgül sayıltılara dayanarak fiziksel-kimyasal
terim ler ile bağıntılı olabilir, öyle ki yaşambilimsel terim lerin belirttiği
herhangi birşeyin yer alması için yeterli koşullar (ve belki de ayrıca
zorunlu koşullar) fiziksel-kimyasal anlatım lar aracılığıyla bildirilebilir.
Böylece eğer ‘krom ozom ’ terim i ilk iki yoldan hiç birinde fiziğin ve
kim yanın kuram sal sö zlüğünden o lu ştu ru lan b ir anlatım ile bağla-
14Russell, The Interpretation of Development and Heredity, s. 187. Andırımlı bir görüş
için bkz. Ludwig von Bertalanffy ve Alex B. Novikoff, “T he C onception o f Integrative
Levels and Biology,” Science, Vol. 101 (1945), pp. 209-15, ve bu m akalenin aynı ciltte
tartışması, ss. 582-85 ve Cilt 102 (1945), ss. 405-06. Yaşambilimde hiyerarşik örgüt­
lenm enin doğasının ve m ekanistik açıklam asının olanağı için önem inin dikkatli ve
sağgörülü bir çözüm lem esi için bkz., J. H. VVoodger, Biological Principtes, NewYork,
1929, Chap. 6, ve W oodger’in “T he ‘C oncept of Organism ’ and the Relation between
Embryology and Genetics,” Quarterly Revieıv of Biology, Vol. 5 (1930), and Vol. 6 (1931).
namıyorsa, o zam an varsayılan bir yasanın ışığında ‘x bir krom ozom ­
d u r ’ biçim indeki b ir tüm ce için d oğruluk-koşullarını bütünüyle o
sözlükten oluşturulm uş b ir tüm cenin aracılığıyla bildirm ek olanaklı
olmalıdır.

b. Türetilebilirlik koşulu. İster kuram sal isterse deneysel olsun h e r


yaşambilimsel yasa fiziğe ve kimyaya ait olan bir bildirim ler sınıfından
mantıksal olarak türetilebilir olmalıdır. Bu tüm dengelim lerdeki öncül­
ler hem birincil disiplinin kuram sal sayıltılarından uygun bir seçimi
hem de yaşambilimsel ve fiziksel-kimyasal terim ler arasında bağıntıla-
nabilirlik koşulu yoluyla gerektirilen bağlantıları form üle eden bildi­
rimleri kapsayacaktır. Genel olarak, öncüllerin kimileri birincil bilimin
sözlüğünde kuramsal sayıltılann uygulanması için sınır koşullan ya da
özelleşmiş uzaysal-zamansal betilenim leri bildirecektir.
Önceki bölüm de gösterildiği gibi, türetilebilirlik koşulu bağıntılana-
bilirlik koşulu doyurulm adıkça yerine getirilem ez. B ununla birlikte,
yaşambilim için bu koşullardan birincisini doyurm a görevinin henüz
tamamlanmış olmaktan uzak olduğu olgusu tartışmanın ötesindedir. Ör­
neğin şimdi dirimli hücrelerdeki krom ozom lann aynntılı kimyasal bile­
şimi konusunda bir bilgimiz yoktur. Buna göre o örgensel parçalann yer
alması için koşullan salt fiziksel-kimyasal terim lerde bildirmemiz ve bu
nedenle ‘krom ozom ’ sözcüğünün uygulaması için doğruluk-koşullannı
böyle terim lerde bildirm em iz olanaksızdır. Ve a fortiori şimdi krom o­
zom lann kendilerini parçalan olarak kapsayan hücre çekirdeği, hücre,
ya da doku gibi dizgelerden herhangi birinin yapısını fiziksel-kimyasal
dilde form üle etmemiz olanaksızdır. Buna göre, yaşambilimsel bilginin
şimdiki durum unda yaşambilimsel yasa ve kuram lann bütünlüğünü salt
fiziksel-kimyasal sayıltılardan tümdengelim yoluyla elde etm ek manüksal
olarak olanaksızdır. Kısaca, yaşambilim şimdilik yalnızca fizik ve kimya­
nın bir bölüm ü değildir.
Örgenselci yaşambilimciler öyleyse tüm yaşambilimsel fenom enlerin
m ekanistik açıklam alarının şimdilik olanaksız o lduğunu ve yaşambi-
limin betimleyici ve kuram sal terim lerinin o bilim in fizik ve kimyaya
indirgenm esi için ilk koşullan doyurduğu gösterilinceye dek, eş deyişle
dirimli şeylerin h e r parça ya da sürecinin bileşimi, ve parçalannm her­
hangi bir zamandaki dağılım ve düzenlemesi salt fiziksel-kimyasal terim­
lerde belirlenebilinceye dek olanaksız kalacağını ileri sürm ede sağlam
zem in üzerinde durm aktadırlar. Dahası, bu koşul gerçekleşm iş olsa
bile, mekanistik duruş noktasının utkusu böylelikle sağlama bağlanmış
olmayacaktır. Çünkü daha önce gösterdiğimiz gibi, bağıntılanabilirlik
koşulunun doyurulması yaşambilimin fiziğe ve kimyaya soğrulması için
zorunlu olan ama genel olarak yeterli olmayan bir gerektirimdir. Bağın-
ülanabilirlik koşulunun yerine getirilebilecek olmasına karşın, gene de
tüm yaşambilimsel yasalann bu fiziksel bilimlerin yürürlükteki kuramsal
sayıltılanndan çıkarsanabilir olup olmadığı sorusu ortada kalacaktır. Bu
soruya yanıt, anlaşılabileceği gibi, olumsuzdur, çünkü fıziksel-kimyasal
kuram şimdiki d u ru m u n d a çeşitli yaşambilimsel yasaların türetilm e-
sine izin verecek denli güçlü olmayabilir, üstelik bu yasalar yalnızca
o birincil disiplinlere ait olan anlatım lar ile gerektiği gibi bağlanmış
terim leri kapsıyor olsalardı bile. Yine belirtm ek gerek ki, yaşambilimin
indirgenebilirliği için h e r iki biçimsel koşul doyurulm uş olsaydı bile
indirgem enin çok az bilimsel önem i olabilecektir, çünkü koşullardan
daha önce “biçimsel-olmayan” olarak etiketlenm iş olan kimileri yete­
rince gerçekleşmemiş olabilir.
Ö te yandan, alıntılanan olgular ve şimdiye dek yoklanan uslamlama
yaşambilimin ilkede fiziksel bilim lere indirgenem ez olduğu vargısını
aklamaz. Böyle önerilen bir indirgem enin yüz yüze kaldığı görev açıkça
çok güç bir görevdir; ve hiç kuşkusuz birçok öğrencide bütünüyle um ut­
suz olmasa da şimdilik uğraşmaya değm ez bir görev izlenimini bırakır.
B ununla birlikte, yaşambilimin indirgenm esi için biçimsel ve biçimsel-
olmayan koşulların bir gün gerçekleşebileceği sayıltısına karşı şimdiye
dek hiçbir mantıksal çelişki sergilenmiş değildir. Öyleyse tartışmanın bu
bölüm ünü yaşambilimin fiziksel-kimyaya indirgenebilir olup olmadığı
sorusunun açık bir som olduğu, a priori uslamlama ile bir çözüme bağ-
lanamayacağı, ve ona bir yanıtın ancak daha öte deneysel ve mantıksal
araştırm a yoluyla sağlanabilir olduğu vargısı ile sonlandırabiliriz.

3. B undan sonra yaşambilimin dirim li dizgelerin hiyerarşik olarak


örgütlü olm alan olgusu üzerine dayalı özünlü “özerkliği” için uslamla­
maya dönelim . Uslamlamanın yükü, gördüğüm üz gibi, böyle bir hiye­
rarşinin daha yüksek bir düzlem inde yer alan özelliklerin ve davranış
kiplerinin genel olarak bir örgenliğin yapısının daha alt düzlem lerine
ait olan yalıtılabilir parçaların sergilediği özellik ve davranışların bileş­
keleri olarak açıklanamayacağıdır.
Yaşambilim ciler arasında dirim li ö rgenliklerin çözüm lenebilir ol­
duğu parça ve süreçlerin kendilerine ait yerlerin terim lerinde çeşitli
hiyerarşi tiplerine (örneğin daha önce sözü edilen özsel olarak uzaysal
hiyerarşi gibi) sınıflandırılabilir olduğu k o n usunda hiçbir ciddi tar­
tışma yoktur. Ne de b ir örgenliğin b ir hiyerarşi düzlem ine ait olan
parçalarının sık sık b ir başka düzlem e ait olan örgensel parçalar ta­
rafından sergilenm eyen ilişkililik ve etkinlik biçim leri sergilediği savı
üzerine bir anlaşmazlık vardır. Böylece bir kedi sessizce yaklaşıp fareyi
yakalayabilir; ama yüreğinin sürekli atışı bu etkinlikler için zorunlu bir
koşul olsa da, kedinin yüreği b u işleri yerine getirem ez. Yine, yürek
kas dokuların ı kasarak ve gevşeterek kan pom palayabilir, am a tekil
hiçbir doku kanı dolaşım da tutam az; ve hiçbir doku yarılma yoluyla
bölünem ez, üstelik bileşen hücreleri b u özelliği taşısalar bile. Böyle
ö rn ek ler hiyerarşik olarak örgütlenm iş dizgelerin yüksek düzlem le­
rinde görünen davranış kiplerinin yalnızca yalıtılmış ve ilişkisiz öğele­
rin bir toplağı olarak dizgenin çeşitli alt-düzlem parça ve süreçlerinin
h er birini listeleyerek açıklanmadığı savını doğrulam ak için yeterlidir.
O rgenlik yaşambilimcileri hiyerarşik olarak yapılanmış dirim li örgen-
liklerde yüksek-düzlem özelliklerin yer alm asının hiyerarşinin değişik
düzlem lerinde belli yollarda ilişkili olan çeşitli bileşen parçaların yer
alması üzerin e olum sal o ld u ğ u n u yadsımazlar. Ama yadsıdıkları, ve
görünürde iyi bir nedenle yadsıdıkları şey bir örgenliğin bileşenlerinin
sergilediği özellikleri form üle eden bildirim lerin, bileşenler edimsel
olarak yaşayan bir örgenliğin parçaları olm adığı zaman, o bileşenleri
hiyerarşik olarak yapılanmış bir bütündeki başka öğeler ile karmaşık
yollarda ilişkilenmiş parçalar olarak kapsayan dirim li dizgenin davra­
nışını yeterli olarak açıklayabildiğidir.
Ama bu kabul edilen olgular mekanistik açıklam aların yaşambilim­
sel nesne için ya olanaksız ya da uygunsuz olduğu savını doğrular mı?
Belirtmek gerek ki yalnızca yaşambilimin gereçleri değil, ama fiziğin ve
kimyanın gereçleri de çeşitli hiyerarşik örgütlenm e biçimleri sergiler.
Özdeğe ilişkin yürürlükteki kuram larım ız atom ları elektrik yüklerinin
yapıları olarak, m olekülleri atom ların örgütlenm eleri olarak, katı ve
sıvıları karm aşık m olekül dizgeleri olarak kabul eder. Dahası, eldeki
kanıt bu hiyerarşinin değişik düzlem lerindeki öğelerin/elemerıts bileşen
parçalarının h e r d u ru m d a taşımadığı özellikler sergilediğini belirtir.
B ununla birlikte, bu olgular daha öğese\/elementary fiziksel parçacık
ve süreçler için kapsamlı kuram lar geliştirm enin yolunda durm am ış,
ve bu kuram lann terim lerinde daha karmaşık bir örgütlenm e taşıyan
nesnelerin sergilediği fıziksel-kimyasal özelliklerin tüm ü için olmasa da
bir bölüm ü için açıklama getirm ek olanaklı olm uştur. Hiç kuşkusuz,
bugün çeşitli örgütlenm e düzlem lerinde yer alan salt fıziksel-kimyasal
fenom enler için bile olsa bunların tam erim ini açıklama yetkinliğin­
de kapsamlı ve birleşik bir kuram ım ız yoktur. Böyle bir kuram ın elde
edilip edilemeyeceği hiç kuşkusuz açık bir sorudur. Yine bu bağıntıda
belirtm ek önem lidir ki yaşambilimsel örgenlikler “açık dizgeler”dir ve
hiçbir zaman çevreleri ile bir “gerçek denge” d u rum unda değil ama en
iyisinden yalnızca kararlı bir “dinamik denge” durum undadırlar, çünkü
çevreleri ile sürekli olarak yalnızca eneıji değil am a özdeksel bileşen
değiş-tokuşu da yaparlar .15 Bu bakım dan, dirim li örgenlikler genellikle
yürürlükteki fizik bilim inde incelenen “kapalı dizgeler” gibi değildir.
Gerçekten de, açık dizgelerdeki fiziksel-kimyasal süreçler için yeterli bir
kuram —örneğin denge durum larında olduğu gibi dengesizlik durum ­
larında da olan dizgeleri ele alma yetkinliğinde bir term odinamik—şim­
dilik ancak erken bir gelişim aşamasındadır. Buna karşın, şimdi oldukça
karmaşık dizgelerin kimi karakteristikleri için göreli olarak daha yalın

15L. von Bertalanfîy, Problems o f Life, Chap. 4.


dizgeler arasındaki ilişkilerin terim lerinde form üle edilen kuram ların
yardımı ile açıklam alar getirebiliyor olmamız olgusu ortadadır (örne­
ğin katiların özgül ısıları için quantum kuram ının terim lerinde, ya da
bileşiklerin evrelerindeki değişimler için karışımlar term odinam iğinin
terim lerinde). Bu du ru m bizi dirim li dizgelerin hiyerarşik örgütlen­
m esinin kendi başına onların özellikleri için mekanistik bir açıklamayı
önlediği vargısını kabul etm ede duraksamaya götürmelidir.
B ununla birlikte bu sorun üzerine örgenselci uslam lam aların bir
bölüm ünü daha ayrıntılı olarak irdeleyelim. Bunlardan biri örgenselci
kavramlar üzerine dikkatli am a duygudaş çözümlemesi ile yaşambilim
felsefesine önem li katkıları olan J. H. W oodger tarafından inandırıcı
bir yolda bildirilmiştir. W oodger kimyasal kendilikler/entitiesve kimyasal
kavramlar arasında ayrım yapmanın özsel olduğunu ileri sürer; ona göre,
eğer ayrım göz önü n d e tutulursa, bun d an böyle bir şeyin yalnızca kim­
yasal kendiliklerden oluştuğu düşünüldüğü için kimyasal kavramların
terim lerinde doyurucu olarak betim lenebileceğim kabul etm ek usayat-
kın görünm ez. “Bir dem ir yığını,” d er Woodger, “kimyasal bir kendilik­
tir, ve ‘dem ir’ sözcüğü kimyasal bir kavramı temsil eder. Ama dem irin
bir maşanın ya da bir asma kilidin şeklini taşıdığını varsayarsak, o zaman
dem ir henüz kimyasal olarak daha önce olduğu gibi çözümlenebilir olsa
da henüz kimyasal kavramların terim lerinde tam olarak betimlenemez.
Şimdi kimyasal düzlem in üzerinde bir örgütlenişi vardır .” 16
Şimdi hiç kuşkusuz d em ir m aşaların ya da asm a kilitlerin olanaklı
birçok kullanım yolu salt fiziksel-kimyasal terim lerde betim lenm ez ve
hiçbir zaman betimlenemeyebilir. Ama bir parça dem irin bir maşanın
ya da bir asma kilidin biçimini taşıması olgusu o n u n özelliklerinin ve
davranış kiplerinin kapsamlı bir sınıfını salt fiziksel-kimyasal terim lerde
açıklamanın yolunda d u ru r mu? Maşanın katılığı, gerilm e gücü ve ısıl
özellikleri, ya da asma kilidin düzeneği ve dayanıklılık nitelikleri hiç
kuşkusuz böyle terim lerde açım lanabilirdir, üstelik tüm bu özellikleri
açıklamak için mikroskopik bir fiziksel kuram a başvurmak zorunlu ya
da elverişli olmayabilse bile. Buna göre, bir dem ir parçasının belli bir
örgütlenm esinin olması örgütlü bir nesne olarak sergilediği karakte­
ristiklerin bir bölüm ü için fiziksel-kimyasal bir açıklam anın olanağını
önlemez.
Kimi örgenselci yaşambilimciler döllenm iş bir yum urtanın fiziksel-
kimyasal bileşimini en küçük ayrıntıda betimleyebilmemize karşın gene
de böyle bir yum urtanın norm al olarak bölüm lenebilm esi olgusunu
m ekanistik olarak açıklayamayacağımızı ileri sürerler. Ö rneğin E. S.

16J. H. Woodger, Biological Principles, p. 263. W oodger şöyle sürdürür: “Ayı yolda bir
örgenlik duyular aracılığıyla ayrımsadığımız şeylerden biri olması anlam ında fiziksel
bir kendiliktir, ve üpkı başka h e r fiziksel kendilik d urum unda olduğu gibi kimyasal
çözümlemeye yetenekli olması anlam ında kimyasal bir kendiliktir, ama bundan kim­
yasal terim lerde tam olarak ve doyurucu olarak betim lenebileceği sonucu çıkmaz.”
Russell’ın görüşünde bildirilen sayıltı üzerine bölüm lenm e için fıziksel-
kimyasal koşulları form üle edebiliriz, am a “gelişm enin izlediği yolu
açıklamayı” 17 başaramayız.
Bu sav yapı ve işlev arasındaki ayrım ile bağlantılı olarak daha önce
tartışılan sorunlardan kimilerini getirir. Ama bu sorunlardan bütünüyle
ayrı olarak, sav bir kafa karışıklığı üzerine olm asa da bir yanlış anla­
ma üzerine dayanıyor görünür. Bir yaşambilimsel örgenliğin fıziksel-
kimyasal bileşim inin b ir bilgisinin o n u n eylem kiplerini m ekanistik
olarak açıklamak için yeterli olm adığını ileri sürm ek akıllıcadır, tıpkı
bir saatin parçalarını onların uzaysal dağılımı ve düzenlemesi ile birlikte
sıralamanın saatin davranışını açıklamak ya da tahmin etm ek için yeterli
olmaması gibi. Böyle bir açıklamayı yapmak için belli öğelerin bir ilk
dağılım ve düzenlem e içinde yer aldıkları zam anki davranış yollarını
form üle eden ve o örgütlü öğeler dizgesinin sonraki gelişiminin hesap­
lanmasına (ve bu nedenle tahm in edilmesine) izin veren bir kuramı ya
da yasalar küm esini (saat du ru m u n d a, m ekanik kuram ını) varsayma-
lıyız. Dahası, düşünülebilir ki bilimsel bilginin verili bir evresinde bir
dirimli şeyin fıziksel-kimyasal bileşimini tam ayrıntıda betim lem ek için
varsayılan yeteneğimize karşın, gene de günün yerleşik fıziksel-kimyasal
kuram larından örgenliğin gelişiminin sürecini çıkarsamayı başarama-
yabiliriz. Kısaca, verili b ir zam anda bir bilim in b ir başkasına indirge-
nebilirliği için ikinci değil am a birinci biçimsel koşulun doyurulduğu
düşünülebilir. Bununla birlikte, doğal bilim lerde tam olarak kodlanmış
bir açıklamanın yalnızca başlangıç ve sınır koşullarını formüle eden ama
h içbir yasa ya da kuram bildirim i kapsamayan örneksel öncüllerden
oluşabileceğini sanm ak bir yanlış anlamadır. Belli bir fıziksel-kimyasal
kuram (ya da böyle kuram ların b ir sınıfı) belli dirim sel fenom enleri
açıklama yetkinliğinde olmadığı için, b u n u yapabilecek bir mekanistik
kuram oluşturm anın ve doğrulam anın ilkede olanaksız olduğunu ileri
sürm ek büyükçe bir p o t kırmaktır.
Ö te yandan, dirim li şeylerin karışık hiyerarşik örgütlenişlerinden
ötürü yaşambilimde mekanistik program ı bekleyen görevin güçlüğünün
büyüklüğünü hafife almak aptalca olacaktır. Ne de örgenselci yaşambi-
limcilerin mekanistik savın böyle örgütlenm e olgusunu göz ardı ediyor
görünen biçim lerine karşı protestolannı bir yana atmalıyız. Tüm okul­
lardan yaşambilimcilerin sık sık belirttikleri gibi, “bakır töze” andınm lı
türdeş ve yapısal olarak ayrımlaşmamış “dirim li töz” diye birşey yoktur.
Buna karşın, yaşambilim araştırm acılan olarak edimsel uygulamalann-
da olmasa da yaşambilimsel yöntem üzerine bildirim lerinde sonuçta
bunun tersini ileri süren mekanistler olmuştur. Öyleyse araştırm alannm
içeriğinin yaşambilimcileri dirimli şeylerde yalnızca tek bir tip hiyerarşik
örgütlenm eyi değil am a b u n u n birçok tipini kabul etm eye zorlamış

17E. S. Russell, The Interpretation of Development and Heredity, p. 186.


olduğu ve örgensel gelişim süreçlerinin çözüm lem esinde özeksel bir
problem in böyle hiyerarşiler arasındaki sağın karşılıklı ilişkilerin keşfi
olduğu vurgulamaya değer bir olgudur.
En sık alıntılanan hiyerarşi h ü cre parçaları, hücreler, örg en ler ve
örgenlikler du ru m u n d a olduğu gibi uzaysal kapsama ilişkisi yoluyla ya­
ratılır. B ununla birlikte, böyle bir hiyerarşinin çeşitli “düzlem leri” ara­
sında ayrım yapmak için herhangi bir usauygun ölçüt üzerine, pekçok
örgenlikte o n a uydurulam ayan bedensel bölüm lerin olduğu görülür
(örneğin kan plazması gibi). Dahası, birincil olarak uzaysal olmayan hi­
yerarşi tipleri vardır. Böylece hücreleri öğeler olarak alan ve bir zigotun
ve onun hücresel türevlerinin bölünmesi yoluyla yaraülan bir “bölünm e
hiyerarşisi” vardır. Yaşambilimciler aynca bir “süreçler hiyerarşisini” de
kabul ederler: Bir kastaki fiziksel-kimyasal süreçlerin hiyerarşisi, kasın
kasılması, bir kaslar dizgesinin tepkisi, bir bütün olarak hayvan örgenli-
ğinin tepkisi; ve bu kısa listeye eklenebilecek daha başka tipler. H er ne
olursa olsun, belirtmek gerek ki embriyolojik gelişimde uzaysal hiyerarşi
değişir, çünkü bu süreçte yeni uzaysal bölüm ler daha öte açınır. Bu olgu
bir em briyonun bölünm e hiyerarşisi değişik zam anlarda karşılaştınldığı
zaman, on u n daha sonraki bir zam andaki uzaysal hiyerarşisinin daha
erken zam anlarda varolmayan öğeler kapsadığı söylenerek de anlatı-
labilir. Buna göre, örgenselci yaşam bilim ciler büyük b ir düzeye dek
yaşambilimsel araştırm anın dirimli cisimlerde çeşitli hiyerarşik yapılar
arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin saptanması ile ilgilendiğini
ileri sürm ede açıkça haklıdırlar .18
B ununla birlikte şimdi yaşambilimsel düzeneğin örgenselci eleştiri­
sindeki bir bileşeni genel terim lerde değerlen d irm e gibi bir am açla
kısaca bir hiyerarşik ö rgütlenm enin (zorunlu olarak uzaysal bir hiye­
rarşi değil) şem atik biçim ini bildirelim . Varsayalım ki D dizgesi A, B
ve C gibi üç büyük bileşene çözüm lenebilen b ir yaşambilimsel dizge
olsun, öyle ki D dizgesi I(A ,B ,Q ilişkisel karmaşası olarak düşünülebilir
(burada / bir ilişkidir). D aha ötesi, h e r bir büyük bileşen kendi payına
sırasıyla (aı, 0,2 , . . . a,), ( 6 1 , 62 , • • • £;), ve (cı, c%,. . . c,) gibi altgüdüm lü
bileşenlere çözüm lenebilirdir, öyle ki D ’nin büyük bileşenleri .
. . ai), In(b\, . . . bj), ve /c (c 1 , C2, . . . Ck) ilişki karm aşalan olarak temsil
edilebilir, a ’lar, 6 ’ler, c’ler daha da öte çözüm lenebilir olabilir, am a
yalınlık uğruna D ’nin hiyerarşik örgütlenm esi için yalnızca iki düzlem
varsayacağız. Ayrıca a ’ların bir b ö lü m ü n ü n (ve b enzer olarak b ’lerin
ve c’lerin bir bölüm ünün) birbiri ile özel ilişkiler içinde durm aları ge­
rekecek ve tüm ü de A ’yı oluşturm ak üzere I a yoluyla ilişkilendirilme
koşulu altında duracak tır (ö ’ler ve c ’ler için andırım lı koşullar ile).
Dahası, varsayıyoruz ki a ’lan n bir bölüm ü 6 ’lerin ve c’lerin bir bölüm ü
18Bkz. YVoodger'ın yukarıda alın tıla n an yazılan ve yine o n u n tara fın d a n Axio-
matic Method in Biology, C am bridge, Eng., 1937; aynca L. von Bertalanffy, Problems
o f Life, C hap. 2.
ile başka özel ilişkiler içinde durabilir, ve koşul A, B ve C karmaşalarının
D ’yi oluşturm ak üzere /yoluyla ilişkilendirilmesidir. Eğer -D böyle bir
hiyerarşi ise, D üzerine araşürm anın bir amacı o n u n çeşiüi bileşenlerini
keşfetmek ve onları D ile ve aynı ya da ayrı düzlem lerdeki bileşenler ile
bağıntılayan ilişkilerdeki kurallılıkları saptam ak olacaktır.
Bu amacın izlenmesi genel olarak birçok ciddi güçlüğün çözülmesini
gerektirir. Ö rneğin tam olarak A ’nın bulunuşunun bir bütün olarak alı­
nan D tarafından sergilenen özelliklere katkısının ne olduğunu bulmak
için, hem A ’nın yokluğunda D ’nin nasıl olacağını saptam ak hem de
A ’nın D ’nin oluşturucu bir parçası olmadığı zaman nasıl davrandığını
saptamak zorunlu olabilir. Böyle nedensel etkileri yalıtma ve tanıma giri­
şim inde ağır deneysel problem ler olabilir. Ama bunlardan bütünüyle
ayrı olarak, bir noktada A ’m n incelemesi, D ’nin kendisi yoluyla sağla­
nan çevreden çeşitli yollarda ayrılan bir çevreye yerleştirildiği zaman,
A ’nın D ’nin edim sel b ir bileşeni olarak yer aldığı zaman göstereceği
davranış konusunda ilgili bilgi verip veremeyeceği biçim indeki temel
soru ile yüzleşilmelidir. B ununla birlikte, varsayalım ki elimizde A ’nın
a bileşenlerine ilişkin b ir /C kuram ı olsun, öyle ki eğer a ’ların bir Ç
çevresinde yer aldıkları zaman I a ilişkisi içinde oldukları varsayılırsa,
AT’nin yardımı ile o çevrede A ’yı tam olarak hangi özelliklerin karakte­
rize ettiğini göstermek olanaklı olsun. Bu sayıltı üzerine D ’den yalıtılma
içindeki A üzerine deney yapmak zorunlu olmayabilir. Buna karşın, K
kuram ı yalnızca a ’lar belli bir yapay Ç çevresinde I a ilişkisi içinde iken
değil, ama aynca tüm ü de /& Ic ve / ilişkileri yoluyla biraraya örgütlen­
miş 6 le ri ve c’leri kapsayan tikel çevrede o ilişki içinde iken de vargılar
çıkanlm asına izin vermedikçe, yukarıdaki belirleyici soru çözülmemiş
kalmayı sürdürecektir. Böyle bir kuram olmadığında, çoğunlukla A ’nın
D ’de hangi rolü oynadığını saptam anın biricik yolu A ’yı İ{A,B,Q ilişki
karmaşasında edimsel bir bileşen olarak incelem ekten geçecektir.
Buna göre, örgenselci yaşambilimciler “örgenlikte bulduğum uz gibi
hiyerarşik örgütlenm e tipini taşıyan bir kendilik tüm düzlem lerde araş­
tırm a gerektirir, ve bir düzlem deki araştırm a hiyerarşide daha yüksek
düzlem lerin araştırması için zorunluğun yerini alamaz ” 19 biçimindeki
genel ilke üzerinde diretm ede haklıdır. Ö te yandan, bu ilke dirimsel
fenom enler için mekanistik açıklamaların olanaksızlığını gerektirmez,
gerçi örgenselci yaşam bilim ciler kimi zam an gerektirdiğine inanıyor
görünseler de. Özel olarak, eğer yukarıdaki şematizmde a ’lar, i ’ler ve
c’ler fiziğin ve kimyanın mikroskop-altı kendilikleri ise, D bir yaşambi­
limsel örgenlik ise, ve ATbir fiziksel-kimyasal kuram ise, A, B, Cve D ilişki
karm aşalarının yer alması için koşulların X ’nin tem el kavram larının
terim lerinde belirlenebilmesi, ve dahası A, B, Cve D ’nin davranışlannı
ilgilendiren yasaların .K’den çıkarsanabilmesi olanaksız değildir. Ama,

19J. H. Woodger, Biological Principles, p. 316.


önceki bölüm de ileri sürüldüğü gibi, gerçekte tek bir bilimin (örneğin
yaşambilim) belli bir birincil bilime (örneğin fiziksel-kimya) indirgene­
bilir olup olmadığı sorunun ortaya koyulduğu zam anda birincil disip­
linde kullanılan tikel kuram ın karakteri üzerine olumsaldır.

4. Son olarak örgenselci yaşam bilim cilerin dirim sel fenom enlerin
mekanistik açıklam alarına karşı olumsuz tutum ları için başlıca neden
olarak görünen şeye dönmeliyiz—yani dirimli şeylerin ileri sürülen “ör-
gensel birliği” ve b u n a bağlı olarak yaşambilimsel b ü tünleri bağımsız
parçaların “toplamları” olarak çözüm lem enin olanaksızlığı. Bu nedenin
bir değerinin olup olmadığı açıkür ki belirleyici ‘örgensel birlik’ ve ‘top­
lam ’ anlatım larına hangi anlam ların yüklendiğine bağlıdır. Örgenselci
yaşambilimciler bu terim lerin anlam larını durulaştırm ak için çok az
şey yapmış olsalar da, bu kitabın önceki ve şimdiki bölüm lerinde hiç
olmazsa bir ölçüde durulaştırm a girişiminde bulunulm uştur. Bu önceki
tartışmaların ışığında şimdi incelem e altındaki sorun göreli bir kısalık
ile ele alınabilir.
Örgenselci yaşambilimcilerin yaptıkları gibi, varsayalım ki dirimli bir
şey parça ve süreçlerin hiyerarşik bir örgütlenm esini sergileyen teleolo­
jik bir dizge olması ve böylece çeşitli bölüm lerin birbirleri ile karmaşık
nedensel karşılıklı bağım lılık ilişkileri içinde durm ası anlam ında bir
“örgensel birlik” taşıyor olsun. Yine varsayalım ki fizik ve kimyanın par­
çacık ve süreçleri bu hiyerarşik dizgenin en alt düzlem lerindeki öğeleri
oluşturuyor olsun ve K fıziksel-kimyasal kuram ın yürürlükteki kütlesi
olsun. Son olarak, ‘Bir dirim li örgenlik fıziksel-kimyasal parçalarının
toplamı değildir’ bildirim indeki ‘toplam ’ sözcüğüne sözcüğün önceki
bölüm de ayırdedilen “indirgenebilirlik” anlamını bağlayalım. Bildirim o
zaman uygun fıziksel-kimyasal başlangıç ve sınır koşullan sağlandığında
bile, K ’den genellikle yaşambilimin alanına ait olarak görülen dirimli
şeylere ilişkin yasalar ve başka bildirim ler sınıfını çıkarsamanın olanaklı
olmadığını ileri sürüyor olarak anlaşılacaktır.
Ö nem li bir sınırlam a altında olmak üzere, bu yolda yorum lanan bil­
dirim pekala doğru olabilir, ve büyük olasılıkla dirimsel fenom enlerin
örgenselci yaşam bilim ciler olsun ya da olm asın pekçok öğrencisinin
g ö rüşünü temsil eder. Birçok d u ru m d a yaşam bilimsel süreçler için
fiziksel-kimyasal süreçlerin saptanmış olması olgusuna karşın, bildirim
yaygın olarak savunulur. Böylece deniz kirpisinin döllenm em iş bir yu­
murtası norm al olarak bir embriyoya gelişmez. Bununla birlikte, deney­
lerin gösterdiğine göre, eğer böyle yum urtalar ilkin iki dakika kadar
belli bir asetik asit m iktan eklenmiş olan deniz suyunda tutulur ve sonra
norm al deniz suyuna aktarılırsa, yum urtalar bölünm eye ve larvalara
gelişmeye başlar. Ama, bu olgunun hiç kuşkusuz yaşambilimsel süreçle­
rin fiziksel-kimyasal karakteri için çarpıcı bir kanıt olarak görülm esine
karşın, olgu şimdiye dek ‘açıklama’nın sağın anlam ında fiziksel-kimyasal
terim lerde tam olarak açıklanmış değildir. Çünkü şimdiye dek hiç kimse
deniz kirpisi yum urtalarının belirtilen koşullar altında yapay döllen-
mesiz-üremeye yetenekli olduklan bildirim inin salt fiziksel-kimyasal K
sayıltılarmdan çıkarsanabilir olduğunu göstermiş değildir. Buna göre,
eğer örgenselci yaşambilimciler yalnızca dirimli şeylerin örgensel birli­
ğine iye olan hiçbir dizgenin şimdiye dek fiziksel-kimyasal bileşenleri­
nin toplam ı (indirgenebilirlik anlam ında) o lduğunun tanıtlanm am ış
olduğu biçim indeki defacto savı getiriyorlarsa, sav hiç kuşkusuz sağlam
temellidir.
Ö te yandan, bilgimizin şimdiki d u ru m u n d a deniz kirpisi yum urta­
larının yapay döllenm esiz-ürem esine ilişkin olgunun K 'den tüm den­
gelim inin olanaklı olm am asına şaşırmak için hiçbir n ed en olmamalı­
dır. T üm dengelim olanaklı değildir, çünkü o n u yerine getirm ek için
öğesel mantıksal gerektirim ler şimdilik karşılanmamaktadır. Kuramın
uygulaması için başlangıç ve sınır koşullannın tam bir kümesi kuram da
kullanılan özgül kavramlar ile uyumlu bir yolda bildirilmedikçe, hiçbir
kuram som ut olarak verili herhangi bir dizgenin işlem lerini açıklaya-
maz. Ö rneğin, verili bir yalıtılmış iletken üzerindeki elektrik yükleri­
nin dağılım ını salt elektrostatik kuram ın tem el d en klem lerinden çı-
karsamak olanaklı değildir. K uram ın karakteri yoluyla belirlenen bir
biçim de ek örneksel bilgi sağlanm alıdır—bu durum da, iletkenin şekil
ve büyüklüğüne ilişkin bilgi, iletkene komşu elektrik yüklerinin büyük­
lük ve dağılımı, ve içine iletkenin göm ülü olduğu ortam ın dielektrik
değişmezinin değeri. B ununla birlikte, deniz kirpisi yum urtalan duru­
m unda, döllenm em iş yum urtaların em briyolara gelişmesini sağlayan
çevrenin fiziksel-kimyasal bileşim inin bilindiği varsayılsa da, yumurta-
la n n kendilerinin fiziksel-kimyasal bileşimi henüz bilinm em ektedir, ve
K ’n in uygulanması için vazgeçilmez örneksel koşullara katılmak üzere
form üle edilem ez. D aha genel olarak, şim dilik herh an gi bir dirim li
örgenliğin ayrıntılı fiziksel-kimyasal yapısı üzerine bir bilgimiz yoktur,
ne de onu n hiyerarşik örgütlenm esinin en alt düzlem lerindeki öğeler
arasında etkide bulunan kuvvetler üzerine vardır. Öyleyse şimdilik .K’nin
dirimli dizgelere uygulanması için gerekli başlangıç ve sınır koşullanm
yalnızca fiziksel-kimyasal terim lerde bildirmemiz olanaklı değildir. Bunu
yapıncaya dek, ilkede yaşambilimsel yasalan mekanistik kuram dan çıkar­
samamız söz konusu değildir. Buna göre, bir dirimli örgenliğin fiziksel-
kimyasal parçalarının toplam ı olm adığı gerçekten de doğru olabilse
de, eldeki kanıt bu belirlenim in doğruluğu ya da yanlışlığı üzerine bir
önesürüm ü aklamaz.
Tam şimdi vurgulanan noktanın tem el olm asına karşın, örgenselci
yaşambilimciler sık sık onu göz ardı ediyor görünürler. Zaman zaman
ileri sürerler ki, m ekanistik açıklamalar örgensel parçalann özellikleri
için bu parçalar bir bütü n olarak örgenlikten “soyutlama” (ya da yalı­
tılma) içinde incelendiği zaman doğru olabilse de, böyle açıklamalar
parçalar dirimli bir şeyin edimsel bileşenleri olarak karşılıklı bağımlılık
içinde ortaklaşa işlev gördükleri zaman olanaklı değildir. Ama bu sav
örgensel parçaların b unlar in vitro bulun u rk en sergilenen özellikleri­
nin mekanistik bir açıklaması için gerekli olan başlangıç koşullarının
parçaların bir yaşambilimsel örgenlikte birlikte işlev görm elerini m e­
kanistik olarak açıklamak için genellikle yetersiz olduğu biçim indeki
belirleyici olguyu göz ardı eder. Çünkü açıktır ki bir parça örgenliğin
geri kalanından yalıtıldığı zaman genellikle örgenliğin başka parçaları
ile karşılıklı bağımlılık ilişkileri içinde d u rduğu norm al çevreden ayrı
olan bir çevre içine koyulur. Öyleyse bundan şu çıkar ki verili bir kuramı
yalıtılma içindeki bir parçanın davranışını açıklamak için kullanm anın
başlangıç koşulları o kuram ı norm al çevredeki davranışı açıklam ak
için kullanm anın başlangıç koşullarından da ayrı olacaktır. Buna göre,
gerçekten de örgensel parçalann in situ işlev görm elerinin mekanistik
bir açıklaması için gerekli örneksel koşulları belirlem ek şimdiki ya da
öngörülebilir bir gelecekteki edimsel yetkinliğimizin ötesinde olabilse
de, durum un m antığında böyle açıklamaları ilkede örgensel parçaların
in vitro davranışına sınırlayan hiçbirşey yoktur.
Son bir yorum eklenmelidir. Dirimsel fenom enlerin mekanistik açık­
lam alarının olanaklı olup olmadığı sorusunu dirim li örgenliklerin bir
laboratuarda dirimli olmayan gereçten etkili olarak sentezlenip sentez-
lenemeyeceği biçim indeki bütünüyle ayrı am a ilgili problem den ayır-
detm ek önemlidir. Birçok yaşambilimci ilk olanağı İkinciyi ilgilendiren
kuşkuculuklarından ötürü yadsıyor görünür. Bununla birlikte, gerçekte
iki sorun mantıksal olarak bağımsızdır. Özel olarak, dirimli örgenlikleri
yapay olarak ü retm ek hiçbir zaman olanaklı olmayabilse de, bundan
dirimli fenom enlerin bu nedenle mekanistik olarak açıklanmaya kapalı
olduğu sonucu çıkmaz. Fiziksel bilim lerin başanm larına bir göz atmak
bu savı doğrulamak için yeterli olacaktır. Nebulalar ya da güneş dizgeleri
üretm e gücümüz yoktur, üstelik elimizde nebulaları ve gezegen dizgele­
rini oldukça iyi anlamamızı sağlayan fiziksel-kimyasal kuram lar bulunsa
da. Dahası, m odern fizik ve kimya kimyasal öğelerin çeşitli özellikleri
için atom ların elektronik yapılarının terim lerinde yetkin açıklamalar
sağlarken, ö rn eğ in insanların b ir gün tözün atom -altı bileşenlerini
yapay olarak biraraya getirerek hidrojeni üretebileceklerine inanm ak
için güçlü hiçbir n ed en yoktur. Ö te yandan, örn eğ in insan soyunun
yapay olarak üretilen şeylerin özellikleri için yeterli açıklamaların geti­
rilm esinden çok önce becerileri vardı (örneğin konutların yapımında,
alaşımların üretim inde, ve besinlerin hazırlanm asında).
Buna karşın, örgenselci yaşambilimciler sık sık yaşambilimdeki meka­
nistik program ı eleştirilerini sanki b u n u n gerçekleşmesi dirimli şeyleri
sözel olarak parçalam a ve sonra açıkça kökensel örgenlikleri birbirin­
den koparılm ış ve bağımsız parçalarından yeniden oluşturm a teknik­
lerin in kazanım ına eşdeğ er imiş gibi geliştirirler. B ununla birlikte,
yaşam fenom enleri için m ekanistik açıklam alar elde etm enin koşullan
dirim li örgenliklerin yapay üretim i için g erektirim lerden bütünüyle
ayndır. Birinci görev fiziksel-kimyasal tözlerin olgusal olarak aklanmış
kuram larının kurulması üzerine olumsaldır; ikinci görev uygun fıziksel-
kimyasal gereçlerin elde edilebilirliği üzerine ve onları bileşdrm ek ve
denetlem ek için etkili tekniklerin icadı üzerine bağım lıdır. Belki de
dirim li örgenliklerin lab o ratu ard a sentezlenm esi dirim sel süreçlere
ilişkin mekanistik kuram ların yardımı yoluyla olmaksızın hiçbir zaman
olası değildir; böyle kuram ların yokluğunda, dirimli şeylerin yapay üre­
timi, eğer herhangi bir biçimde olanaklı olacak olsaydı, talihli ama olası
olmayan bir raslantının sonucu olurdu. Ama h er ne olursa olsun, bu
açıkça apayrı görevleri yerine getirm enin koşullan özdeş değildir, ve
h e r ikisi de bir gün öteki olmaksızın gerçekleşebilir. Buna göre, yaşam-
bilim de m ekanistik açıklam aların olanağının bu koşulların çakışması
biçim indeki örtük sayıltı üzerine yadsınması sağlam bir uslamlamaya
dayalı bir sav değildir.

Bu tartışm anın ana vargısı örgenselci yaşambilimcilerin yaşambilimin


saltık özerkliğini ya da dirimsel fenom enlerin fiziksel-kimyasal açıklama-
lannın özünlü olanaksızlığını doğrulam am ış olm alandır. Buna karşın,
dirim li şeylerin hiyerarşik örgütlenişi üzerine ve örgensel parçaların
karşılıklı bağım lılığı ü zerin e g etirdikleri vurgu yanlış getirilm iş bir
vurgu değildir. Çünkü, örgenselci yaşambilim tüm savlannı inandıncı
bir biçimde sağlama bağlamamış olsa da, dirimsel süreçler için mekanistik
açıklamalar aram anın böyle süreçlerin değerli ve verimli bir incelemesi
için bir sine qua non olmadığı biçimindeki önem li noktayı göstermiştir.
Bir yaşambilim kuramını (örneğin kalıtım gen kuramını) mekanistik bir
kuram (“mekanistik” sözcüğünün kullanmakta olduğum uz anlamında)
olmadığı zemininde reddetm ek için, bir fizik kuramını (örneğin m odem
quantum kuramını) fizik biliminin bir başka dalm a indirgenebilir olma­
dığı zem ininde bir yana atm ak için olduğundan daha iyi bir neden yok­
tur. Akıllı bir araştırm a stratejisi gerçekten de verili bir disiplinin başka
bir disipline bir eklenti olarak değil de hiç olmazsa gelişiminin belli bir
dönem i sırasında göreli olarak bağımsız bir bilim dalı olarak geliştiril­
m esini gerektirebilir, üstelik birincinin kuram ları İkincinin açıklayıcı
ilkelerinin olduğundan daha kapsamlı ve daha iyi doğrulanm ış olsalar
bile. Örgenselci yaşambilimin sık sık yaşambilimde m ekanistik duruş
noktası ile bağlanan dogm atizm e karşı protestosu sağlıklıdır.
B ununla birlikte, o dogm atizm in örgenselci eleştirisinin bir de ters
yüzü vardır. Ö rgenselci yaşam bilim ciler zam an zam an sanki dirimsel
süreçlerin dirim li şeylerin ayırdedilebilir parçalannın işlemine çözüm­
lenm esi b u süreçler k o n u su n d a ciddi olarak çarpıtılm ış b ir görüşü
gerektirirmiş gibi yazmaktadır. Ö rneğin, E. S. Russell’ın ileri sürdüğüne
göre bir örgenliğin etkinliklerini öğesel süreçlere çözüm lem ede “bir-
şeyler yiter, çünkü b ü tü n ü n eyleminin çözüm lem e sürecinde dikkate
alınmayan belli bir birleşmişliği ve tamamlanmışlığı vardır.” 20 Andınm lı
olarak, J. S. H aldane dirim sel süreçlere m atem atiksel uslamlamayı
uygulayamayacağımızı ileri sürm üştür, çünkü m atem atiksel ele alış
yolu olayların uzayda ayrılabilirliğini varsayar “ki genel olarak yaşam
için böyle birşey yoktur. Yaşamı ele alırken bölünem ez bir bütünü ele
almaktayızdır .” 21 Ve örgenselci duruş noktasına bağlanan ve onun söz­
cülerinden biri olarak yazan m eslekten bir felsefeci, H. W ildon Carr,
“Yaşam bireyseldir,” der; “yalnızca dirim li varlıklarda varolur, ve her
bir dirim li varlık b ölünem ezdir, p arçalard an oluşm uş olm ayan bir
b ü tündür .” 22
Böyle bildirim ler öyle bir entellektüel tutum u sergiler ki, yaşambilim­
sel araştırm anın ilerlem esine tıpkı dikkafalı m ekanistlerin dogmatizmi
gibi engeldir. Bilimin başka dallarında olduğu gibi yaşambilimde de
bilgi ancak o “soyutlamacı yöntem in” kullanımı yoluyla kazanılır—şey­
lerin iye olduğu özelliklerin sınırlı bir kümesi üzerinde yoğunlaşarak ve
(hiç olmazsa bir süre için) başkalarını göz ardı ederek, ve denetlenen
koşullar alünda incelem e için seçilen özellikleri araştırarak. Örgenselci
yaşambilimciler de ne derlerse desinler bu yolda ilerlerler, çünkü bu
yola karşı etkili bir almaşık yoktur. Ö rneğin J. S. H aldane’in biçimsel
olarak dirim li şeylerin “bölünem ez birliğini” ileri sürm esine karşın,
solunum ve kanın kimyası üzerine incelem eleri b ed en in bölünem ez
bir b ü tün olarak görülm esi yoluyla yürütülm edi. Kendi araştırm aları
bedenin bir bölüm ünün davranışı (örneğin akciğerler tarafından alman
karbon dioksit niceliği) ve bir başka bölüm ünün davranışı (alyuvarlann
kimyasal eylemi) arasındaki ilişkilerin yoklamasını içeriyordu. Bilginin
ilerlemesine katkıda bulunan başka herkes gibi, örgenselci yaşambilim­
ciler de araştırma yordam lannda soyutlamacı ve çözümlemeci olmalıdır.
Dirimli örgenliğin aynlan çeşitli parçalarının işlemlerini seçilen ve sık
sık yapay olarak yaratılan koşullar altında incelem elidirler—yoksa keyfi
olarak ‘bütünlük,’ ‘birleşmişlik’ ve ‘bölünem ez birlik’ gibi deyimler ile
süslenmiş aydınlatıcı olmayan bildirim leri gerçek bilginin anlatım ları
sanm a gibi bir sıkıntıya düşeceklerdir.

“ E. S. Russell, The Interpretation of Development and Heredity, s. 171.


21J. S. H aldane, The Philosophical Basis ofBiofogy, Londra, 1931,s. 14.
“ Alıntılayan, L. Hogben, The Nature o f Living Matter, Londra, 1930, s. 226.
Toplumsal Bilimlerin
Yöntembilimsel Problem leri

İnsan to p lu m u n u n ve toplum sal k u rum lar yoluyla


I W şekillendirilm iş insan davranışının incelem esinin
■ aşağı yukarı fiziksel ve yaşam bilim sel fen o m en ler
■ I üzerine araştırm anın geçmişi kadar uzun bir geçmi-
şi vardır. Bununla birlikte, böyle incelem eden doğan
“toplumsal kuram ” geçmişte olduğu gibi bugün de büyük ölçüde top­
lumsal bilim den çok toplumsal ve ahlaksal felsefedir, ve büyük ölçüde
“insan doğası” üzerine genel gözlemlerden, çeşidi toplumsal kurum lara
yönelik aklam a ya da eleştirilerden, ya da uygarlığın ilerlem e ya da
bozulm asındaki evrelerin anahatlarından oluşur. Bu tip tartışm aların
sık sık insan ekonom isindeki çeşitli toplumsal kurum ların işlevleri üze­
rine keskin içgörüler kapsam asına karşın, b u n lar ancak seyrek olarak
toplum ların edimsel işleyişlerini ilgilendiren ayrıntılı görgül verilerin
dizgesel araştırm ası üzerine dayanıyor görünür. Eğer herşeye karşın
böyle verilerd en söz ediliyorsa, b u n ların işlevi çoğunlukla an ek d o t
karakterindedir ve belli genel vargıları eleştirel olarak sınamaktan çok
örneklem eye hizm et eder. Toplumsal fenom enlere yönelik etkin ilgi­
nin uzun tarihine karşın, deneysel üretim in ve o fenom enlere ilişkin
inançları değerlendirm ek için yöntem li kanıt toplam a işinin kökenleri
göreli olarak yakın zam anlara dayanır.
Ama her ne olursa olsun, toplumsal araştırmanın hiçbir alanında araş­
tırm a gücünün büyüklüğünde ya da sağın ve güvenilir tahm inler verme
sığasında doğal bilimlerin önde gelen kuramları ile karşılaştırılabilir bir
genel yasalar yapısı oluşturulm uş değildir. Hiç kuşkusuz doğrudur ki,
doğal bilimlerin çarpıcı kuramsal başanm lannın esini altında, yineleye­
rek kapsamlı “toplumsal fizik” dizgeleri kurulmuş, ve bunlar insan tarihi
boyunca ortaya çıkan çeşitli kurum sal yapıların ve değişimlerin bütün
448
bir erim ini açıklama savında olmuşlardır. B ununla birlikte, bu tutkulu
kurgular sağlam bilimsel yordamı oluşturan şey üzerine yeterlikleri kuş­
kulu kavramların ürünleridir, ve aralarından bir bölüm ünün bugün de
yandaşlarının bulunm asına karşın, hiç biri dikkatli bir incelem e karşı­
sında ayakta kalmayı başaramaz . 1 Bugün en yetkin öğrenciler toplumsal
fenom enlerin tam tü rlü lü ğ ü n ü tek b ir tüm leşik sayıltılar küm esinin
terim lerinde açıklamaya yetenekli ve görgül olarak aklanmış bir kura­
mın yakın gelecekte elde edilm esinin olası olduğuna inanmamaktadır,
Dahası, birçok toplum bilimci toplumsal fenom enlerin dizgesel olarak
yalnızca oldukça sınırlı erim lerini açıklamak için tasarlanmış kuram lar
için bile henüz zam anın olgunlaşmadığı görüşündedir. Gerçekten de,
örneğin ekonom ide ya da daha küçük bir ölçekte toplumsal devingen­
liğin incelem esinde olduğu gibi, sınırlı alanları olan böyle kuramsal
yapılara yönelik girişimler olduğu zaman, bunların görgül değeri yay­
gın olarak henüz karara bağlanm am ış bir soru olarak görülm ektedir.
Ö nem li bir düzeye dek, birçok etkin görgül toplum sal araştırm a özeği
açıkça ılımlı ve sık sık göze çarpm az boyutlarda olan p roblem ler ile
ilgilenmektedir.
Yine genel olarak kabul edildiği gibi, doğal bilim lerde sık sık yetkin
çalışanlar arasında doğrulanm ış olgu sorunlarının n eler olduğu, var­
sayılan olgular için usauygun ölçüde doyurucu açıklam aların (eğer
varsa) neler olduğu, ve sağlam araştırm ada geçerli yordam lardan kimi­
lerinin neler olduğu konusunda yaygın olarak bulunan hem en hem en
tam oy birliği gibi birşey toplum sal bilim lerde yoktur. Böyle sorular
ko n u su n d a anlaşm azlık hiç kuşkusuz doğal bilim lerde de görülür.
Ama genellikle bilginin ilerleyen cephelerinde bulunur; ve, ahlaksal ya
da dinsel bağlılıklara yakından çarpan araştırm a alanlarında olm anın
dışında, böyle anlaşmazlık çoğunlukla ek kanıt elde edilince ya da ileri
çözüm lem e teknikleri geliştirilince çözülür. Karşıt olarak, toplum sal
bilim ler sık sık sonu gelm ez savaşlara girişmiş düşünce okulları için
bir çarpışm a alanı oldukları ve giderek yoğun ve uzun incelem e altına
alınmış konuların bile çözüm e bağlanm am ış araştırm a alanları olarak
kaldığı izlenim ini yaratırlar. H e r ne o lursa olsun, toplum sal bilim ­
cilerin toplum sal araştırm a m antığında yukarıda değinilen sorulara
örtük olan özeksel sorunlar üzerinde bölünm üş kalmayı sürdürdükleri
açıkça bilin en b ir olgudur. Özel olarak, b ir yanda doğal bilim lerin
açıklayıcı dizgelerini ve mantıksal yöntem lerini toplum sal araştırm ada
öykünülecek m odeller olarak görenler, ve öte yanda toplum sal bilim­
ler için tanıdık deneyim den uzak “soyut” ayrımları kullanan ve kam u
tarafından erişilebilir (ya da “özneler-arası” geçerli) destekleyici kanıtı
'Bu dizgelerin çoğu “tekil etm en” ya da “anahtar ned en ” kuramlarıdır. Bunlar tek
bir “değişken”— eğer yalnızca birkaç örnek vermek gerekirse, coğrafi çevre, yaşam­
bilimsel donatım , ekonom ik örgütlenm e, ya da dinsel inanç—saptar ve kurum sal
düzenlem elerin ve toplum lann gelişiminin bu etm enin terim lerinde anlaşılmasını ister.
gerektiren açıklayıcı kuram lar aram anın tem elden uygunsuz olduğu­
nu d ü şünen ler arasında ortaya koyulan bilimsel am açlarda çoktandır
sürm ekte olan b ir ayrılık vardır.
Kısaca, toplumsal bilim ler bugün profesyonel olarak yetkin öğrenci­
lerin çoğunluğunun yargısına göre yeterli olan geniş-erimli açıklama
dizgelerinden yoksundur, ve yöntembilimsel olduğu gibi tözsel sorular
üzerine de ciddi anlaşmazlıklar ile karakterize edilir. Sonuçta, toplumsal
araştırmanın varolan herhangi bir dalını “reel bilim” olarak belirtm enin
uygunluğuna yineleyerek karşı çıkılmıştır—ve bu karşıçıkışlann zemini
genellikle böyle araştırmaların toplumsal sorunlara ilişkin sıklıkla güve­
nilir büyük bilgi kütleleri sağlamış olmasına karşın, bu katkıların tarihsel
olarak konum lanm ış belli insan küm elerindeki özel toplumsal olgular
üzerine birincil olarak betim lem eci incelem eler olması, ve toplumsal
fenom enlere ilişkin sağın olarak evrensel hiçbir yasa sunm am asıdır.
Bu tarzda belirlenen bir sorunu uzunlam asına tartışm ak yararlı olma­
yacaktır, çünkü karşıçıkışlann çoğunda gerçek b ir bilim olm a konu­
sunda ö rtü k olarak kabul edilen g erektirim ler g ö rü n ü rd e ancak bir
kaç fiziksel incelem e dalının o n u r verici adlandırm aya değer olduğu
biçim indeki aydınlatıcı olmayan sonuca götürür. H er ne olursa olsun,
şimdiki am açlar için belirtm ek yeterli olacaktır ki, yeri saptanmış top­
lumsal olgu üzerine betimlem eci incelem elerinin çok sayıda toplumsal
araştırmayı karakterize etm esine karşın, bu bildirim bu araştırm alann
başarımlarm ı yeterli olarak özetlemez. Çünkü insan davranışı üzerine
araştırm alar (son yıllarda hızla gelişmekte olan nicel çözüm lem e tek­
niklerinin artan yardım ı ile) çeşitli toplum sal süreçlerin bileşenleri
arasındaki bağımlılık ilişkilerinin bir bölü m ü n ü de açığa çıkarmıştır;
ve o araştırm alar böylelikle toplum sal yaşamın birçok özelliğini açık­
lamak için olduğu gibi sık sık etkili toplum sal politikaları oluşturm ak
için de az çok sağlam olarak tem ellendirilen genelleştirilm iş sayıltılar
sağlamıştır. Hiç kuşkusuz, toplum sal fenom enler üzerine yürürlükteki
toplum sal araştırm a yoluyla sağlanan yasalar ya da g enellem eler uy­
gulama alanında çok d ah a kısıtlıdır, çok daha az sağın olarak form üle
edilir, ve ancak fiziksel bilim lerin sık alıntılanan yasalarının çoğunun
olduğundan çok daha büyük bir sayıda örtük sınırlama ve kuraldışı ile
kuşatılı olarak anlaşılırlarsa olgusal olarak sağlam olarak kabul edilirler.
B ununla birlikte, bu bakım lardan toplum sal araştırm anın genellem e­
leri çoğunlukla doğal bilimin sorgusuzca saygı duyulabilir alt-bölümleri
olarak görülen alanlarda— örneğin, çalkantı fenom en lerinin incele­
m esinde ve embriyolojide—bugünlerde ileri sürülen genellem elerden
kökten bir biçim de ayrılıyor görünm ez.
Hiç kuşkusuz önem li görev o n u r sanları verm ekten ya da onlan geri
çekmekten çok toplumsal bilim lerde tem el yöntembilimsel sorunlarda
ve açıklam aların yapısında belli b ir d u ru lu k kazanm aktır. B ununla
birlikte, böyle durulaştırm a için girişim ler belki de toplum sal bilim­
lere özgü olan bir güçlüğe düşer. Bu disiplinlerde büyüm ekte olan
anlaşmazlıklar k o n usunda d ah a şim diden yeterince şey söylenmiştir.
Bu anlaşmazlıklar toplum sal araştırm anın mantıksal çözüm lem e için
seçilen hem en hem en h er ü rü n ü n ü n birçok profesyonel öğrenci tara­
fından kendi alanında önem li başarım ları temsil etm ediği biçim inde
yargılanması riskini taşıdığını düşündürür, üstelik benzer profesyonel
yetkinlikteki başka öğrenciler soruyu daha değişik bir yolda yargılayabil-
seler de. Dahası, hem çözümleme için seçilen gereçlerin yarattığı sorun­
lar, hem de çözüm lem enin kendisi ya toplum sal araştırm anın önemli
manüksal problem lerine ilgisiz olarak ya da toplumsal düşüncenin tikel
bir okuluna yönelik d ar bir partizan eğilimi sergiliyor olarak kınanm a
yönünde andınm lı bir tehlike ile karşı karşıyadır. Bu tehlikelere karşın,
bu ve izleyen bölüm lerin amacı toplum sal bilim lerin yöntembilimsel
tartışm alannda sürekli olarak yineleyen bir dizi geniş mantıksal sorunu
yoklamaktır. Bu bölüm ilkin toplum sal araştırm anın özel içeriğinden
kaynaklandığı ileri sürü len ve sık sık toplum sal fen o m enlerin genel
yasalannın saptanm asına karşı ölüm cül olmasa da ciddi engeller ola­
rak alıntılanan çeşitli güçlükleri ele alacakür. Sonraki bölüm toplumsal
bilim lerde açıklam alann biçimde olduğu gibi tözsel içerikte de başka
araştırm a alanlarındaki açıklam alardan ayrı olup olm adığı sorusunu
tartışacaktır; ve olasılıklı açıklam alann belli özellikleri böylece şimdiye
dek olduğundan daha tam olarak ele alınacaktır. Son bölüm tarihsel bil­
ginin problem lerini ele alacak ve olasılıklı kalıbın daha öte yanlannı tar­
tışırken aynı zam anda türeyişsel açıklam alann yapısını da yoklayacaktır.2

I. Denetlenen Araştırma Biçimleri


Kuramsal toplumsal bilim in en önem li am acının dizgesel açıklama ve
güvenilir tahm in için araçlar olarak hizm et edebilecek genel yasaların
saptanm ası olduğu sayıltısı üzerine, toplum sal fen o m enlerin birçok
öğrencisi kendi disiplininde güvenilir yasaların göreli azlığını açıkla­
maya çalışmıştır. Ö nerilen n ed en lerin kim ilerini yoklayacağız. Tartı­
şılacak nedenler toplumsal bilim lerin yüz yüze kaldığı güçlüklere dik­
kati çeker ki, b unlar ya incelenen gerece özünlü olduğu ileri sürülen
belli ayırdedici özelliklere bağlı olarak, ya da toplum incelem esinin
kendisinin kendi içeriğinin parçası olması olgusunun belli varsayımsal
sonuçlanna bağlı olarak doğar. Bu güçlükler genellikle karşılıklı olarak
bağımsız değildir, ve bu nedenle yarattıklan sorunlar h e r zaman keskin
ayrım lar gösterm ez. Buna karşın p roblem leri ayrı ayrı listelem ek ve
yoklamak uygun olacaktır.
Belki de güçlüğün en sık değinilen kaynağı ele alınan toplumsal gereç
üzerine denetlenen deneyler için olanakların dar olduğu ileri sürülen
'^Olasılıklı ve türeyişsel açıklamalar Bölüm 2 ’de tanım landı ve örneklendi, ve birin­
ciler Bölüm 10’da kısaca tartışıldı.
erimidir. İlkin güçlüğü “denetlenen deney” terim ine çok katı bir anlam
yüklendiği zaman kazandığı biçim de bildirelim. D enetlenen deneyde,
deneyci bir durum da incelem e altındaki fenom enlerin yer alması için
ilgili koşulları oluşturduğu varsayılan belli özellikleri (ki sık sık “değiş­
kenler” ya da “etm enler” olarak belirtilirler) belli sınırlar içerisinde de
olsa dilediği gibi ayarlayabilir, öyle ki onlardan kim ilerini yineleyerek
değiştirme (ideal durum da, yalnızca birini değiştirm e), ama başkalarını
değişmez tutm a yoluyla, gözlemci böyle değişim lerin fenom enler üze­
rindeki etkilerini inceleyebilir ve fenom enler ve değişkenler arasındaki
değişmez bağımlılık ilişkileri keşfedebilir. D enetlenen deney böylece
yalnızca değişkenlerde güvenle tanınabilen ve başka değişkenlerden
ayırdedilebilen yönlenik/directed değişim leri içerm ekle kalmaz, am a
böyle değişim lerin incelem e altındaki fenom enler üzerinde yarattığı
etkilerin yeniden-üreüm ini de içerir.
Bununla birlikte, bu sağın anlam da deney toplumsal bilimlerde görü­
nü rde en iyisinden ancak seyrek olarak yerine getirilebilir, ve belki de
hiçbir zaman birçok kuşağın ve büyük sayıda insanın katılımını içeren
herhangi bir fenom en ile bağıntı kapsamaz. Çünkü toplum bilimcilerin
genellikle bilimsel ilgiye değer toplumsal gerecin pek çoğuna deneysel
olarak tasarlanmış değişkiler yerleştirme gibi bir güçleri yoktur. Dahası,
güçleri böyle bir güç olsaydı bile, ve ahlaksal kaygılar insanları yaşam­
ları üzerinde öngörülem ez am a zararlı etkilere yol açması olası çeşitli
değişim lere boyun eğdirm enin yoluna çıkmasaydı bile, yerine getire­
bilecekleri h e r deneyi ilgilendiren iki önem li sonuç doğar. Deneysel
amaçlar için toplumsal koşullan değiştirm e gücünün uygulanmasının
açıktır ki kendisi bir toplum sal değişkendir. Buna göre, böyle gücün
uygulanış tarzı bir deneyin bilişsel im lemine ciddi olarak zarar verebilir,
çünkü gücün o kullanımı deneyin sonucunu bilinmeyen bir derecede
etkileyebilir. Dahası, toplum sal bir d u ru m a getirilen veri ilgili değiş­
kenlerde tersinmez değişimler üretebildiği (ve genellikle ürettiği) için,
gözlenen etkilerinin değişmez olup olm adığını belirlem ek için deği­
şimin bir yinelemesi yineleyen sınam aların h e r birinde aynı başlangıç
koşullarında olmayan değişimler üzerinde olacaktır. Sonuçta, böylece
etkilerde gözlenen değişm ezliklerin ya da ayrım ların değişkenlerin
başlangıç durum larındaki ayrım lara mı yoksa deneyin başka durum -
lanndaki ayrımlara mı yükleneceği belirsiz olabileceği için, toplumsal
bir fenom ende verili bir değişimin haklı olarak belli bir değişkendeki
verili bir değişim tipine yüklenem eyeceğine deneysel araçlar yoluyla
karar verm ek olanaksız olabilir .3 T üm b u n lara ek olarak, toplum sal

’Ru güçlük insansal-olmayan gereçleri ele alan bilim lerde de doğar. Güçlük bu
alanlarda genellikle yinelenen her bir sınamada yeni bir örneğin kullanılması yoluyla
yenilebilir, ve burada yeni örnekler ilgili bakım lardan başlangıçtaki örnek ile türdeş
olmalıdır. Toplumsal bilim lerde problem böyle kolayca çözülemez, çünkü örneklerin
yeterli bir sayısı elde olsa bile, ilgili özelliklerde yeterince benzer olmayabilirler.
bilimlerde deney yapma alanı deneü en en bir deneyin ancak incelenen
fenom ende yineleyerek gözlemlenebilir değişkiler üretm ek olanaklı ise
yerine getirilebilm esi d u ru m u tarafından ciddi olarak sınırlanır—bir
olanak ki açıkça yinelemeyen ve tarihsel olarak benzersiz olan toplumsal
fenom enler (örneğin m odern işleyimsel anam alcılığın doğuşu, ya da
NewDealsırasında ABD’de emeğin sendikalaşması gibi) için söz konusu
olm aktan çok uzak görünür.
Toplumsal bilim lerde d en etlen en deneyin kısıtlı alanına ilişkin bu
savlar birçok önem li so ru n a yol açar. B ununla birlikte, onları tartış­
mamız şimdilik aşağıdaki iki soruna sınırlanacak ve geri kalanlar daha
sonra ele alınacaktır: (1) D enetlenen deneyleme aklanmış olgusal bilgi
elde etm ek için ve özel olarak genel yasalar saptam ak için bir sine qua
non m udur? ve (2) G erçekte toplumsal bilim lerde denetlenen görgül
yordam için yalnızca göz ardı edilebilir bir olanak mı vardır?

1. İçlerine d en etlen en deneylerin düzenlenebildiği araştırm aların


tanıdık ve yadsmamayacak denli büyük üstünlükleri vardır. Gerçekten
de birçok bilim dalının (örneğin optik, kimya, genetik) şimdiki ileri
kuram sal gelişim durum larını dizgesel deneylem e olmaksızın kazan­
ması olanaksız olurdu. Buna karşın, bu tahm in eğer içlerinde kapsamlı
açıklama dizgelerinin kurulduğu tüm araşürm a alanlarına genişletilince
açıktır ki zayıflar. Ne gökbilim ne de gök fiziği deneysel bir bilimdir,
üstelik her birinin açıkça başka disiplinlerin deneysel buluşları üzerine
dayalı birçok sayıltı kullanmasına karşın. O n sekiz ve on dokuzuncu yüz­
yıllar sırasında gökbilimin kapsamlı kuram ının sağlamlığında ve tahm in­
lerinin doğruluğunda haklı olarak tüm başka bilim lere üstün sayılmış
olmasına karşın, hiç kuşkusuz bu bilim bu üstünlüğü gök cisimlerini de­
neysel olarak denetleyerek kazanmadı. Dahası, hiçbir noktada gökbili­
m in kuramsal düzlem inin yakınına gelemeyen araştırma dallarında bile
(örneğin jeoloji, ya da göreli olarak yakın zam anlara dek embriyoloji),
d enetlenen deneyin bulunmayışı bilimcilerin sağlam temellendirilmiş
genel yasalara ulaşm alarını engellemiş değildir. Sonuçta, denetlenen
deneyler düzenlem ek için ciddi olarak sınırlı fırsaüara karşın, genelleş­
tirilmiş bilginin ilerlem esine birçok bilimin katkıda bulunm uş olduğu
ve katkıda bulunm ayı sürdüreceği olgusu tartışm anın ötesindedir.
B ununla birlikte, görgül içeriği ilgilendiren güvenilir genel yasalar
bulmayı hedefleyen h e r araştırm a dalı öyle bir yordam kullanm alıdır
ki, kendisi sağın olarak deneüenen deneylerden oluşmasa bile, deneyin
araştırm adaki özsel m antıksal işlevlerini taşımalıdır. Bu yordam (ona
“d e n etle n e n araştırm a” diyeceğiz), deneylem enin tersine, incelem e
altındaki fenom enlerin isteğe bağlı yeniden-üretim ini ya da değişken­
lerin açıkça ayarlanmasını gerektirmez; ama başka bakım lardan deney­
lemeyi yakından andırır. D enetlenen araşürm a fenom eni ya biçimdeş
olarak sergileyen (ister özdeş isterse ayrı kiplerde olsun) ya da kimi
zaman sergileyen am a başka zam anlarda sergilemeyen durum ları karşı
karşıya getirm ek için bilerek yapılan arayıştan, ve o durum larda ayırde-
dilen belli etm enlerin bu etm enlerdeki değişim lerin fenom enlerdeki
ayrımlar ile ilgili olup olm adığını saptayabilmek için daha sonraki yok­
lamasından oluşur—burada bu etm enler gibi fenom enin değişik beli-
rişleri de dikkatli gözlem için seçilir çünkü ilgili olarak ilişkili (relevantly
related) oldukları kabul edilir. Görgül verilerin araştırm ada oynadığı
mantıksal rolün bakış açısından, fenom ende gözlem lenen değişimler
için varsayılan belirleyici etm enlerde gözlem lenen değişimlerin bilim­
cinin kendisi yoluyla mı getirildiği, yoksa böyle değişikliklerin “doğal
olarak” mı üretildiği ve onun tarafından yalnızca bulunduğu m u açıktır
ki önem sizdir—yeter ki h e r b ir d u ru m d a gözlem ler eşit özen ile ya­
pılmış olsun ve etm enlerdeki ve fenom endeki değişm eleri sergileyen
durum lar tüm başka ilgili bakım lardan benzer olsun. Bu nedenledir ki
deneyleme sık sık d enetlenen araştırm anın sınırlayıcı bir durum u ola­
rak görülür, ve zaman zaman giderek iki koşulun ayırdedilmesi bile söz
konusu değildir. Gerçekten de durum öyle olabilir ki yukarıdaki iki ko­
şuldan İkincisi deneyler yapılabildiği zaman yapılamadığı zaman oldu­
ğundan daha kolay doyurulabilir; yine öyle olabilir ki, deney olanaklı
olduğu zaman, ilgili etm enler seyrek olsa bile doğal olarak bulunabilen,
am a herşeye karşın eğer genel yasalar saptanacaksa elde edilmeleri zo­
runlu olan değişikliklere uğratılabilir. Bu yorum lar dikkati araşürm anın
yürütülmesinde hiç kuşkusuz büyük önem i olan sorunlara yöneltir, ama
denetlenen deneyin ve denetlen en araştırm anın mantıksal işlevindeki
özdeşliği ortadan kaldırmaz.
Kısaca, deney olmaksızın bilimsel ilerlem e yapmak olanaklı olsa da,
ya d en etlen en deneylem e (bu deyime bağladığım ız d ar anlam da) ya
da denetlen en araştırm a (tam şimdi belirtilen anlam da) vazgeçilmez
görünür. Bu yordam lardan birini ya da ötekini kullanan bir araştırmaya
“d enedenen görgül araştırm a” diyeceğiz .4

2. Sonuçta, toplum sal bilim lerde ya sağın olarak deneysel olan ya


da deney ile aynı mantıksal rolü taşıyan yordam lar için geçerli alanın
yitiş noktasına sık sık gösterildiği kadar yakın olup olmadığını sormak
anlam lı olur. Bu alanın oldukça küçük olduğu savı çoğunlukla şimdi
kısaca tartışacağımız yanlış anlam alar üzerine dayanır.

'Sık sık “denetlenen (duyusal) gözlem” denilen şeyi yukarıdaki anlam da denedenen
görgül araştırm a ile kanşürm am anın biraz önem i vardır. G özlem lerin eğer rasgele
yapılmıyor ama özenle yerine getiriliyor ve kimi sorulan yanıtlama uğruna ve güvenilir
gözlem için gerektirim leri ilgilendiren bir kavramın ışığında yapılıyor iseler genel­
likle “denetlenen” gözlemler oldukları söylenir. Bu anlam da denetlenen gözlem hem
denetlenen deneylemeye hem de denetlenen araştırmaya özseldir. B ununla birlikte,
d en etlen en gözlem d en etlen en görgül araştırm a için yalnızca zorunlu am a yeterli
olmayan bir koşuldur.
a. J o h n S tuart Mill’in o n dokuzuncu yüzyıl İngilteresinde toplum ­
sal araştırm ada doğa bilim lerinin m antıksal yöntem ini kullanm anın
en ö n d e g elen savunucusu olm asına karşın, kendisi genel yasalar
oluşturm aya yönelik deneylem enin toplum sal bilim lerde uygulanabi­
lir olm adığına inanıyordu. Bu görüşü savunm asının özsel nedeni bu
son disiplinlerde kendi Anlaşma Y öntem ini (Method o f Agreement) ya
da Ayrım Y öntem ini (Method of Difference) kullanm a yönünde hiçbir
beklentisinin olmamasıydı. Bu h er iki yöntem de o n u n beş “Deneysel
Araştırma Yöntemi” arasında b u lu n u r ve b unlar ona göre bir deneyin
deney olması için belirleyici idi. Anlaşma Yöntemine göre, bir fenom e­
nin biri dışında tüm bakım lardan benzem ez olan iki örneği gereklidir
(ki o zaman fenom enin “n ed en i” ya da “etkisi” olarak alınabilirler); ve
Ayrım Yöntemine göre fenom enin birinde bulunurken ötekinde bulun­
madığı iki durum gereklidir, ve bu durum lar bu ayrıma ek olarak biri
dışında (ki yine fenom enin “nedeni” ya da “etkisi” olarak alınabilir) tüm
bakım lardan benzerdir. Mili g ö rünürde kuramsal olarak imlemli top­
lumsal deneylerin tarihsel olarak bütünlükleri içinde verili toplum lar
üzerinde yerine getirilmesi gerektiğini sorgusuzca kabul etti: Ve açıkça
geçerli nedenlerle iki Yöntem den h e r birinin gerektirim lerine edimsel
olarak uygun düşen böyle iki toplum olm adığına ve ayrıca hiçbir aygıt
yoluyla böyle olm alarının sağlanamayacağına inandığı için, toplumsal
deneylem enin olanağını yadsıdı .5
Mill’in deneysel yöntem i açıklaması ciddi bir eksiklik gösterir, çünkü
iki durum hiçbir zaman biri dışında tüm bakım lardan ya tam olarak ben­
zer ya da tam olarak benzem ez olm adığına göre, o n u n Y öntemlerinin
bir durum u n hangi özelliklerinin (ya da bakım larının) ilgili özellikler
olarak sayılacağını koşula bağlayan belli bir sayıltılar çerçevesi içerisinde
işletilebilir olduğu biçim indeki belirleyici noktayı göz ardı etm ese bile
hafife aldı.
Ama M ill’in çözüm lem esi bu n o k ta d a düzeltilse bile, toplum sal
deneylemenin olanağını yadsımak için nedenleri sonuçsuz kalır. Çünkü
savı bir ölçüde d enetlenen deneylem enin (ya da bu bakım dan giderek
denetlenen araştırmanın bile) değişikliğin bir kerede yalnızca bir (ilgili)
etm ende olmasını gerektirdiği sayıltısı üzerine dayanır—bir kavram ki
yaygın olarak savunulur am a gene de yetkin görgül çözüm lem e için
koşullar üzerine aşırı yalınlaştırılmış bir görüştür. Sayıltı gerçekten de
sık sık hiç olmazsa yaklaşık olarak gerçekleşen ideal bir deneysel yor­
dam ı bildirir. B ununla birlikte, bir deneyde yalnızca “tek” bir etm enin
mi değişmekte olduğu, ya da giderek neyin “tek” etm en olarak sayıla­
cağı sorularının deneyin tem elinde yatan ön sayıltılara bağımlı nok­
talar olduğunu anım sam ak yerinde olur. G iderek en dikkatli işletilen
5Mill toplum sal araştırm a için uygun bir yöntem olarak “Som ut Tüm dengelim li
Yöntem” dediği şeyi salık verdi. Bu yöntem e göre, belli bir kuramsal sayıltılar küm e­
sinden türetilen çeşitli sonuçlar gözlem yoluyla doğrulanır.
lab o ratu ard a bile b ir deneyin biri dışındaki tüm d u ru m ların d a yer
alan değişiklikleri tam olarak giderm ek insan gücünün ötesindedir; ve
ilgili olarak saptanacak değişikliklere ilişkin sayıltılann h er araştırmaya
özünlü olduğu noktasını daha önce vurgulamıştık. Dahası, bir etm eni
“tek” etm en olarak yargılamada özel sayıltıların içerilebileceği nokta­
sını örneklendirm ek için, birçok deneyde kimyasal olarak arı oksijenin
niceliğini (örneğin gramların sayısını) değiştirm enin tek bir etm endeki
bir değişiklik olarak sayılabilmesine karşın, bu başka deneylerde neyin
tek etm en olduğunu belirlem enin doyurucu bir yolu değildir, çünkü
bu ikinci deneyler sınıfında ilgili olan ama birincide olmayan bir sayıltı,
oksijenin izotoplarının bulunm ası gibi bir sayıltı olabilir. Çünkü, kimya­
sal olarak a n oksijenin değişik niceliklerinde bu izotoplann kapsanma
oranlan değişmez olm adığına göre, a n oksijenin niceliğini değiştirmek
oranlan önem li ölçüde değiştirebilir.
H er ne olursa olsun, doğa bilim lerinde öyle araştırm a alanlan vardır
ki, onlarda bir deneyde bir zaman için giderek ilgili ve “tekil” olduğu
kabul edilen etm enleri bile değiştirm ek olanaklı değilken, gene de
böylelikle onlarda yasalar saptamamızın ö n ü n e geçilmiş olmaz. Ö rne­
ğin, term odinam ik denge içindeki fiziksel-kimyasal dizgeler üzerine
deneylerde bir dizgenin uyguladığı basıncı dizgenin sıcaklığını değiştir-
meksizin değiştirm ek genellikle olanaklı değildir. Buna karşın dizgede
bu değişkenler ve başka etm enler arasında hangi değişmez bağımlılık
ilişkilerinin geçerli old u ğ u n u , ve dizge ü zerinde b u değişkenlerden
yalnızca birindeki değişim ler yoluyla ü retilen etkilerin neler olduğu­
n u saptam ak olanaklıdır. Dahası, m odern istatistiksel çözümleme bize
değişkenlerin sıra ile değişmediği birçok d u ru m u n üstesinden gelme
yeteneğini vermeye yetecek kadar geneldir; giderek bu öyle fenom enler
durum unda geçerlidir ki, onlar için kuram fizikte olduğundan çok daha
az ilerlem iştir ya da o n lar için elde sağın deneylem e teknikleri değil
am a yalnızca denetlenen araştırm a teknikleri bulunmaktadır. Ö rneğin,
verili bir tarlada üretilen tahılın büyüklüğü hem sıcaklıktaki değişmeler
hem de yağış m iktanndaki değişikliklerden etkilenir, gerçi bu etm en­
ler bağımsız olarak değiştirilemeyecek olsa da. Buna karşın, bu n lan n
eşzamanlı değişm elerine ilişkin verilerin istatistiksel çözümlemesi bize
yağış m iktarının ekin üzerindeki etkilerini sıcaklığın etkilerinden yalıt­
ma yeteneğini verir.6 Kısaca, etm enlerin sıra ile değiştirilmesi buyruğu
denetlen en araştırm a için sık sık istenebilir olan am a hiçbir biçim de
evrensel olarak vazgeçilmez olmayan bir koşulu temsil eder.

b. Buna göre, toplumsal fenom enler üzerine denetlenen görgül araş­


tırm a için alan ilkede böyle bir araştırm a için özsel olana ilişkin olarak
gereğinden öte d ar anlayışların düşündürebileceğinden çok daha ge­

6Bu tip çözüm lem eler bu bölüm de daha sonra daha öte ele alınacaktır.
niştir. Ama d en etlenen görgül incelem enin edimsel olarak toplumsal
bilim lerde yer aldığı ana biçimleri kısaca gözden geçirelim.

i. Deneylem enin sağın anlam da uygulanabilir olmadığı biçimindeki


yaygın savlara karşın, toplumsal bilimlerde gerçekte çeşitli deney tipleri
kullanılmaktadır. Bunlardan biri özsel noktalarda doğa bilim lerindeki
laboratuar deneylerine benzer olan laboratuar deneyidir. Bu yapay bir
d urum u kurm aktan oluşur ki, belli bakım lardan toplumsal yaşamdaki
“olgusal” d u ru m ları andırır, am a norm al olarak b u İkinciler yoluyla
doyurulmayan gerektirimlere uygun düşer çünkü toplumsal fenom enin
yer alması ile ilgili oldukları varsayılan değişkenlerden kimileri labora­
tuar duru m u n d a ayarlanabilirken başka ilgili değişkenler en azından
yaklaşık olarak değişmez tutulabilir. Ö rneğin, oy verenlerin göreve aday
olanların dinsel eğilimleri hakkındaki bilgilerinden etkilenip etkilen­
m ediğini belirlem ek için b ir laboratuar deneyi tasarlandı. Bu amaçla
üyelerinin hiç birinin daha önceden birbirlerini tanımıyor olm alanna
dikkat edilerek belli bir sayıda kulüp yaratıldı; h e r bir kulüpten kendi
üyelerinden birini bir göreve seçmeleri istendi, ve kulüplerin yansı üye­
lerin dinsel eğilimleri konusunda bilgilendirilirken, geri kalanlara bu
bilgi verilmedi. Seçim sonuçlan bu bilgiyi alan oylamacıların büyükçe
bir sayısının o n u n tarafından etkilendiğini gösterdi.
Toplum sal araştırm anın sayıları artan birçok alan ın d a lab oratuar
deneyleri kullanılmıştır. Bununla birlikte, açıktır ki geniş bir toplumsal
fenom enler sınıfı böyle deneysel incelem eye uygun değildir. Dahası,
toplumsal fenom enler bu yolda araştırılabilirken bile, bir laboratuar­
da değişkenlerde büyüklük açısından doğal toplum sal durum lardaki
değişkenlerde zam an zaman yer alan değişim ler ile karşılaştırılabilir
değişimler üretm ek genellikle olanaklı değildir. Ö rneğin, sık sık politik
seçimlerdeki sorunlann yarattığı belirleyici önem duygusu bir laboratu­
ar oylamasına katılan öznelerde kolay kolay yaratılamaz. Bir laboratuar
du rum unun “olgu dışı” olduğu için incelemesinin “olgusal” yaşamdaki
toplumsal davranış üzerine hiçbir ışık düşüremeyeceği görüşü toplumsal
bilimdeki laboratuar deneylerinin yanıltıcı bir eleştirisidir. Tersine, böyle
birçok deney aydınlatıcı olmuştur; örneğin çocuklann oyun etkinlikle­
rine girme koşulları değişirken gösterdikleri davranışlar üzerine bir dizi
deney yapılmıştır. B ununla birlikte, yalnızca laboratuar deneyleri üzeri­
ne dayalı toplumsal fenom enleri ilgilendiren hiçbir genellem enin daha
öte araştırm a olmaksızın doğal toplum sal çevrede geçerli olduğunun
güvenle kabul edilemeyeceği gözlemi sağlam bir gözlemdir.

ii. İkinci bir deney tipi “alan deneyi” olarak bilinen tiptir. Böyle deney­
lerde, yapay olarak yaratılmış m inyatür bir toplum sal dizgenin yerine,
belli bir “doğal” am a sınırlı topluluk deneyin öznesi olarak alınır ki,
bunda belli değişkenler ayarlanabilir ve böylece yineleyen sınam alar
yoluyla o değişkenlerde yapılan değişimlerin toplumsal bir fenom ende
belirli ayrımlar yaraüp yaratmadığı saptanabilir. Ö rneğin böyle bir alan
deneyinde çeşitli örgütlenm e tipleri tanım lanarak belli bir fabrikadaki
işçi kümelerinin örgütlenm e yolunda değişiklikler yapıldı. Sonuçta daha
“dem okratik” örgütlenm e biçim lerine uyarlanan küm elerin sonunda
daha az dem okratik olarak ö rgütlenen küm elerden daha üretken ol­
duğu görüldü.
Alan deneylem esinin la b o ratu ar deneylem esi ü zerinde belli açık
üstünlükleri vardır, am a eşit ölçüde açıktır ki alan deneylerinde ilgili
değişkenleri değişmez tutm a güçlüğü genel olarak daha büyüktür. Da­
hası, açık nedenlerle alan deneyleri yapmak için fırsatlar şimdiye dek
göreli olarak daha az olm uştur; gerçekten de, yerine getirilen deney­
lerin çoğu yalnızca d ar kılgısal önem leri olan p roblem ler ile bağıntı
içinde üstlenilmiştir.

iii. Ama toplumsal bilim lerde denetlenen görgül araştırm anın büyük
bölüm ü deneysel terimine bağladığımız anlam da deneysel değildir, üste­
lik böyle araştırm aların sık sık “doğal deneyler,” “ex post facto deneyler”
olarak belirtilm esine ya da andınm lı yollarda nitelenm esine karşın. Bu
araştırmaların amacı genel olarak belli bir olayın, olaylar kümesinin, ya
da özellikler karmaşasının verili bir toplum da belli toplumsal değişim­
lerin ya da karakteristiklerin yer alması ile nedensel olarak ilişkili olup
olmadığım, ve eğer ilişkili ise hangi yolda ilişkili olduğunu saptamaktır.
Böyle araştırmalarda tartışılan konulann örnekleri insan göçleri, doğum
oranındaki değişmeler, azınlık küm elere karşı tutum lar, yeni iletişim
b içim lerinin benim senm esi, banka faiz o ran ların d ak i değişiklikler,
çeşitli toplum sal küm elerde çeşitli kişilik özelliklerinin dağılımındaki
ayrımlar, ve yasal kararların toplumsal etkileridir.
Bu tip araştırm alar çeşitli yollarda alt bölüm lere ayrılabilir: Feno­
m enlerin ned en leri ile ilgilenenlerden ayrı olarak onların toplumsal
etkilerini saptamaya çalışanlar; küm e davranışını araştıranlardan ayn
olarak bireysel eylem ler ile ilgilenen araştırm alar; belli bir zamansal
ardışıklık içinde sergilenen özellikleri ele alanlardan ayn olarak az çok
eşzamanlı olarak yer alan özellikler arasındaki ilişkilere yönelik araş­
tırm alar; ve b u n a benzer başkaları. Bu alt bölüm lerden h e r biri özel
yöntem bilim sel p ro b lem ler ve araştırm a teknikleri ile bağlıdır. Ama
böyle ayrım lara karşın, ve bu araştırm alarda önem li oldukları kabul
edilen değişkenlerin isteğe bağlı olarak ayarlanam am ası ya da böyle
değişkenlerdeki değişikliklerin herhangi biri tarafından tasarlanmamış
bile olabilmesi olgusuna karşın, araştırm alar büyük ya da küçük dere­
cede denetlenen görgül araştırm a için gerektirimleri doyurur. Ö rneğin
bu tipten oldukça temsil edici b ir incelem ede problem televizyonun
çocukların kiliseye gitme alışkanlıkları üzerindeki etkisini saptamaktı.
Bu am açla b ir örneklem araştırm ası örneklem deki h e r bir çocuğun
televizyon seyredip seyretm ediğine ve ebeveyninin kiliseye gidip git­
m ediğine bakılmaksızın kiliseye gitmesini, yaşını ve eşeyini ilgilendiren
sorulara yanıtlar elde etti. Yanıtlar kiliseye giden bir çocuğun televiz­
yon seyredip seyretm ediğine göre sınıflandırıldığı zam an, televizyon
seyredenlerin sınıfından kiliseye giden çocukların oranının televizyon
seyretmeyenlerin sınıfından kiliseye giden çocukların oranından daha
düşük olduğu bulundu: ve benzer eşey ve yaşları olan çocuklar karşılaş­
tırıldığı zaman bu oranların önem li değişimler gösterm ediği bulundu.
Ö te yandan, anket yanıtları bir çocuğun ebeveyninin kiliseye gitmesine
göre daha öte sınıflandırıldığı zaman, televizyon seyreden ve ebeveyn­
leri kiliseye giden çocukların sınıfında kiliseye giden çocukların ora­
nının televizyon seyretmeyen am a ebeveynleri de kiliseye gidenlerin
sınıfında kiliseye giden çocukların oranından önem li ölçüde ayn olma­
dığı görüldü. Anket verilerinin çözümlemesi böylece çocuklann kiliseye
gitmelerinin televizyon seyretm elerinden etkilenmediğini gösteren belli
bir kanıt sağladı.
Böyle çözüm lem elerin yapısını daha sonra daha büyük aynntıda tartı­
şacağız. Şimdilik bu tip araştırm alarda neyin onların belli bir derecede
denetlen en görgül araştırm alar olarak nitelendirilm esini sağladığını
belirtik kılalım. Önsav gereği bu araştırm alarda ilgili etm enler açık­
ça ayarlanam ayacağı için, d en etim d ah a başka bir yolda yerine geti­
rilm elidir. Yukarıdaki örneğ in d ü şü n d ü rd ü ğ ü gibi, bu denetim eğer
bu etm enlere ilişkin yeterli bilgi elde edilebilirse başarılı olur, öyle ki
bilginin çözüm lem esi simgesel çizimler verebilir ki, bunlarda etm en­
lerin bir bölüm ü değişmez olarak (ve bu n edenle incelem e altındaki
fenom endeki değişiklikler üzerinde etki olmaksızın) temsil edilir, ve bu
durum öteki etm enlerdeki değişiklikler üzerine kaydedilen veriler ve
fenom en üzerine kaydedilen veriler arasındaki bağlılaşımlar (ya da bağ-
lılaşımlann yokluğu) ile zıtlık içindedir. Buna göre, bu araştırm alarda
ayarlanan özneler etm en lerin kendileri olm aktan çok ilgili etm enler
üzerine kaydedilen (ya da simgesel olarak temsil edilen) gözlem verileridir.
Öyleyse bu araştırmalar bir fenom en ve onun yer alması ile ilgili olduğu
varsayılan etm enler üzerine bilgi edinm e girişiminde bulunur, öyle ki
kayıtlı verilerin istatistiksel çözüm lem enin ayarlamaları altına alınması
yoluyla ya etm en lerd en bir bölüm ünü fenom enin nedensel belirleyi­
cileri olarak silmek ya da kimi etm enlere fenom en üzerinde nedensel
bir etki yüklemek için zem inler sağlamak olanaklı olabilir.
Bununla birlikte, bu tip araştırm alar üzerine nedensel yüklemeleri
tem ellendirm e ile bağlı güçlükler çok büyüktür. Toplumsal araştırma­
nın çeşitli özel alanlannın yarattığı ciddi ve zaman zaman zorlu teknik
problemler, örneğin değişkenlerin tanınm a ve tanımlanmasını, ilgili de­
ğişkenlerin seçimini, temsil edici örneklem verilerinin seçimini, ve ör-
neklemdeki çeşitli veri sınıflarının karşılaşürmasından türetilecek güve­
nilir çıkarsamalara izin verecek yeterli verilerin bulunmasını ilgilendiren
problem ler olduğu gibi, ayrıca veriler arasındaki bağlılaşımlara geçerli
olarak nedensel imlem yüklemek için gerekli kanıtın doğasını ilgilendi­
ren belirleyici genel problem de bulunur. Toplumsal incelem enin tarihi
ardışık olarak sergilenen olaylara ilişkin veriler nedensel bağlantıları
belirtiyor olarak yorumlandığı zaman tanıdık post hoc yanıltıya ne kadar
kolayca düşülebildiğini gösteren kanıtlar ile doludur. H em bu genel
problem i hem de düzm ece olanı gerçek n edensel bağlılaşım lardan
ayırdetmek için gerekçeyi daha sonra ele alacağız. Şimdilik toplumsal
bilimlerde pekçok görgül araştırm anın giderek denetlenen soruşturm a
için bir girişimde bile bulunm adığı, ve bu tip araştırmaların onların ko­
şullarını doyuracak tamamlanmışlık açısından kendi aralarında önemli
ölçüde ayrımlar gösterdiği gözlemi ile yedneceğiz.

II. Kültürel Görelilik ve Toplumsal Yasalar


Sık sık toplumsal bilim lerde genel yasaların kurulm asına bir engel ola­
rak alıntılanan ve daha önce tartıştığımız güçlük ile yakından ilgili olan
ikinci bir güçlük toplumsal fenom enin “tarihsel olarak koşullu” ya da
“kültürel olarak belirli” karakteridir. Geçmiş ve şimdiki toplum ların
tü m ü n ü n olm asa da ço ğunun b ir dizi an d ın m lı kurum larının olm a­
sına karşın— örn eğ in tüm bilinen toplum larda bir tü r aile örgütlen­
mesinin, gençler için bir eğitim biçiminin, düzeni sürdürm ek için belli
koşulların, ve benzerlerinin olması— , genel olarak bu kurum lar deği­
şik çevrelere karşılık düşm ek üzere geliştirilm iştir ve değişik kültürel
geleneklere anlatım verirler, öyle ki değişik toplum larda iç yapılar ve
karşılık düşen k u ru m lan n karşılıklı ilişkileri de genel olarak ayrımlar
gösterir. Buna göre, insan toplum sal davranışının üstlendiği biçim ler
yalnızca davranışa yol açan dolaysız durum lar üzerine değil ama ayrıca
kültürel olarak kurumsallaşmış alışkılar üzerine ve durum a verilen yanıt
ile ilgili olayların yorum lan üzerine de bağımlı olduğu için, toplumsal
davranış kalıpları içinde davranışın yer aldığı toplum ile ve verili bir
tarihsel dönem deki kurum larının karakteri ile değişecektir. Sonuçta,
bir toplum dan türetilen örneklem verilerinin d en etlen en incelemesi
yoluyla ulaşılan vargılar büyük olasılıkla bir başka toplum dan elde edi­
len bir örneklem için geçerli olmayacaktır. Fizik ve kimya yasalarının
tersine, toplumsal bilim lerde genellem elerin öyleyse en iyisinden ciddi
olarak sınırlı bir alanı vardır, ve özel kurum sal sahne içerisinde göreli
olarak kısa bir tarihsel çığır sırasında yer alan toplumsal fenom enlere
sınırlıdırlar. Ö rneğin Snell’in ışığın kınnım ı üzerine yasası görünürde
fenom enler arasında evrenin b ü tü n ü n d e değişmez olan ilişkileri for­
m üle eder. Ö te yandan, verili bir zam anda bir toplulukta insan doğum
oranının toplumsal konum a bağlı olarak değişme tarzı genel olarak bu
terim lerin b ir başka toplulukta ya da giderek bir başka zam anda aynı
toplulukta ilişkili olm a yollanndan ayndır.
Kapsayıcı olarak genel toplum sal yasalar kurm anın ö n ü n d e du ran
ciddi engellerden b irinin bu açıklam asının tözünü yadsımak olanak­
sızdır. İnsan davranışı hiç kuşkusuz içinde geliştiği toplumsal durum lar
karmaşası tarafından değişkiye uğratılır, ve bu tüm insan eylemlerinin
fiziksel ve fizyolojik süreçler içerm esine ve b u n lan n işleme yasalarının
tüm toplum larda değişmez olması olgusuna karşın böyledir. G iderek
bir toplumsal küm enin üyelerinin temel yaşambilimsel gereksinimlerini
doyurm a yolu—örneğin yaşamlarını nasıl kazandıkları ya da konutla­
rım nasıl yaptıkları—benzersiz olarak yaşambilimsel kalıtları yoluyla ya
da coğrafi çevrelerinin fiziksel karakteri yoluyla belirlenm ez, çünkü
bu etm en lerin insan eylemi üzerindeki etkisi varolan teknolojiler ve
gelenekler yoluyla dolaylı kılınır. Hiç kuşkusuz toplumsal fenom enlere
ilişkin olarak önem siz olmayan am a güvenilir b ir biçim de yerleşmiş
yasaların h e r zaman yalnızca dar olarak sınırlı bir genelliğinin olanağı
kabul edilmelidir.
Bununla birlikte, tartışma alündaki olgular sık sık yanlış yorumlanmış,
ve sonuçta insan sorunları üzerine çalışan birçok araşürm acı toplum ­
sal fenom enlerin “kültür-ötesi” yasalarının (e.d. değişik toplum larda
geçerli toplumsal yasaların) ilkede olanaksız olduğunu ileri sürmüştür.
Bu nedenle bu sorunu inceleyeceğiz.

1. Kültür-ötesi toplum sal yasalar için beklentilere karşı yaygın bir


kuşku kaynağı bilimsel yasaların bize belirsiz geleceğe yönelik olarak
sağın tahm inlerde bulunm a yeteneğini kazandırması gerektiği biçimin­
deki örtük sayıltıdır, ve bu bakım dan gökbilim bilim adına yaraşır her­
hangi bir bilim için paradigm a olarak alınır. Ö rneğin ileri sürülm üştür
ki, eğer bir toplum bilimi
g öğün bilim i gibi g erçek b ir bilim olsaydı, bize dolaysız ve belirsiz gelecek için
insan so ru n la rın ın özsel devim lerini tah m in etm e, 2000 ya d a 2500 yılındaki
to p lu m u n ta b lo la rın ı v e rm e y e te n e ğ in i k a z a n d ırırd ı, tıp k ı g ö k b ilim cilerin
g e le ce k te sa p tan m ış b ir z am an nok tası için g ö ğ ü n g ö rü n ü ş ü n ü n h a ritasın ı
y apabilm eleri gibi. Böyle b ir toplum sal bilim bize gelecek yıllarda tam olarak
neyin olacağını söylerdi ve h e rh an g i b ir istenç çabası yoluyla o n u değiştirecek
g ü cü m ü z olm azdı.7

Oysa “insan deneyim inin gelişm esinden ötü rü , erkekler ve kadınlar


bireyler olarak, ve küm eler, ırk lar ve uluslar olarak h e r zam an bü­
yüm ekte ve değişm ektedir,” öyle ki “toplum sal bilim lerin verilerin­
den kapalı şem alar yapılam az,” ve sonuçta toplum sal bilim ler böyle
tahm inlerde bulunam ayacağına göre, vargı “terim in gerçek bilim de
kullanılan h erhangi bir geçerli anlam ında hiçbir toplum sal bilim in”
olm adığıdır.8

7CharlesA . Beard, The Nature of the Social Sciences, NewYork, 1934, p. 29.
8Aynı yer, ss. 26, 33, 37.
B ununla birlikte, gökbilim de uzun-erim li ta h m in le re izin veren
duru m ların doğa bilim inin başka d alların d a y ü rürlükte olm adığını
ve bu bakım dan gök m ekaniğinin tipik bir fiziksel bilim olm adığını
gösterm ek için hiçbir geniş tartışma gerekli değildir. Böyle tahm inler
gökbilim de olanaklıdır çünkü hangi açıdan bakılırsa bakılsın güneş
dizgesi yalıtılmış b ir dizgedir ve belirsizce uzun bir gelecek boyunca
yalıtılmış kalacağına inanm ak için n edenler vardır. Ö te yandan, fiziksel
araştırm anın başka pekçok alanında incelem e altındaki dizgeler uzun-
erimli tahm inler için bu gerektirim i doyurmaz. Dahası, fiziksel araştır­
manın birçok durum unda sağın tahm inlerde bulunm a amacıyla yerleşik
kuramlar kullanm anın uygun başlangıç koşullan hakkında bilgimiz yok­
tur, üstelik eldeki kuram lar başka bakım lardan bu amaç için bütünüyle
yeterli olsa bile. Ö rneğin verili bir sarkacın devimlerini sarkaç rahatsız
edici çeşidi etm enlerin etkisinden yalıtıldığı sürece büyük bir doğruluk
ile tahm in edebiliriz, çünkü sarkaç deviminin kuramı ve o özgül dizgeyi
ilgilendiren gerekli olgusal veriler bilinir; am a çok uzak gelecek için
güvenle tahm inler yapılamaz, çünkü dizgenin dışsal tedirginliklerden
belirsizce bağışık kalmayacağına inanm ak için çok geçerli nedenlerim iz
vardır. Ö te yandan, ağaçtan yeni düşen bir yaprağın rüzgar tarafından
on dakika içinde nereye götürüleceğini büyük doğruluk ile tahm in ede­
meyiz; çünkü, gerçi eldeki fiziksel kuram rüzgara, yaprağa ve arazinin
durum una ilişkin olgusal verilerin sağlanması koşulu ile ilkede soruyu
yanıtlama yeteneğinde olsa da, böyle başlangıç koşullannın bilgisinin
elimizde bulunması gibi birşey pek söz konusu değildir. Belirsiz geleceği
önceden görm e yeteneksizliği böylece yalnızca insan sorunlannın ince­
lemesine sınırlı değildir, ve fenom enlere ilişkin kapsamlı yasaların sap­
tanmamış ya da saptanamayacak olmasının kesin bir göstergesi değildir.
Dahası, yukanda alıntılanan pasajın imliyor göründüğü gibi, kuramsal
bilginin ancak etkili insan denetim inin eksik olduğu alanlarda olanaklı
olduğunu ileri sürmek açık bir yanılgıdır. Ham m adenler anülmış ürün­
lere dönüştürülebilir, ve b u n u n n edeni böyle değişim için hiçbir ku­
ram ın elde olmaması değil, am a çok sık olm ak üzere elde olmasıdır.
Ve evrik olarak, eğer uygun teknikler geliştirildikten sonra daha önce
denetlenem eyen değişim ler d enetlenebilir oluyorsa, bir alan kuram ­
sal bilgi için bir alan olmaya son vermez. Eğer bir gün havanın nasıl
üretileceğini keşfedecek olursak, m eteorolojinin ilkeleri geçerliklerini
yitirecek midir? insanlar hiç kuşkusuz toplum sal örgütlenm e kipleri­
nin çeşitli özelliklerini değiştirebilirler, ama bu olgu insan sorunlannın
“gerçek” bir bilim inin olanaksızlığını doğrulamaz.

2. ilgili b ir yanlış anlam a b ir dizgeler sınıfında serg ilen en özgül


davranış özellik ve kurallıhklarm daki yaygın ayrım lann bu aynm ların
tem elinde yatan ortak bir ilişkiler kalıbının olması olanağını dışladı­
ğı ve çeşitli dizgelerin açıkça benzem ez karakteristiklerinin öyleyse o
dizgelere ilişkin tek bir kuram ın terim lerinde anlaşılamayacağı sayıltı-
sıdır. Bu sayıltı genellikle bir yanda bir dizgeler sınıfında değişmez olan
ve kapsamlı bir kuram olarak form üle edilebilecek (üstelik çok soyut
terim lerde bile olsa) bir ilişkiler yapısının olup olm adığı sorusu, ve öte
yanda kuram ı dizgelerden herhangi birine uygulamak için uygun baş­
langıç koşullarının tüm dizgelerde aynı olup olmadığı sorusu arasında
ayrım yapmadaki başarısızlıktan doğar.
Ö rneğin şu salt fiziksel fen o m en leri irdeleyelim : Şimşek çakması
eşliğindeki bir fırtına, b ir denizcinin pusulasının devim leri, bir gök­
kuşağının görünm esi, ve bir kam eranın telem etresinde optik imgenin
oluşum u. B unlar yadsınamayacak bir biçim de benzem ez olaylardır ve
belirtik niteliklerinin tem elinde karşılaştırılmaları söz konusu değildir;
ve tümleşik olarak ilişkili ilkelerin tekil bir kümesi için örnekler olabil­
meleri önceden olası görünmeyebilir. Buna karşın, iyi bilindiği gibi, bu
fenom enlerin tüm ü m o d ern elektrom anyetik kuram ın terim lerinde
anlaşılabilir. Hiç kuşkusuz bu fenom enlerden h er biri için ayrı ayn özel
yasalar vardır; ama kuram tüm yasalan açıklayabilir, çünkü çeşitli dizge­
lerin apaçık benzem ezliklerine karşılık düşen ayrı başlangıç koşullan
sağlandığı zaman kuram dan değişik yasalar elde edilir.
Buna göre, toplumsal süreçlerin kendi kurumsal ortam lan ile birlikte
değişmesi ve bir kültürde geçerli olduğu bulunan özgül biçimdeşliklerin
tüm toplum lara yaygın olmaması olgusu gene de bu özgül biçimdeşlik­
lerin tüm kültürler için değişmez olan ilişkisel yapıların özelleşmeleri
olm alan olanağının ö n ü n e geçmez. Çünkü ayrı toplum ların örgütlen­
m e yollarında ve o nlarda yer alan davranış kiplerinde tanınan ayrım­
lar o toplum lardaki toplum sal ilişkilerin eşölçümsüz olarak benzem ez
kalıplarının değil, am a yalnızca tüm toplum lara ortak bir bağıntılar
yapısındaki öğesel bileşenleri oluşturan bir değişkenler kümesinin özgül
değerlerindeki ayrım ların sonuçları olabilirler. B ununla birlikte, bu
türden kapsamlı bir toplum sal kuram ın sürekli olarak mantıksal ama
gerçekleşmemiş bir olanak olarak kalmaya yazgılanmış olup olmadığı
ancak bir tahm in sorunudur. Bir fal okum a alıştırması olarak amaçlan­
mayan şimdiki tartışm a yalnızca bu olanak gözden kaçırıldığı zaman
doğan bir yanlış anlamayı belirtmeye çalışır.

3. Toplum sal yasaların toplum sal fe n o m e n le rin “tarihsel olarak


koşullu” karakteri nedeniyle sınırlı olan alan ların ın irdelem esi için
önem li olan anım sanacak bir başka nokta daha vardır. Açıktır ki, eğer
herhangi bir araştırm a alanında bir yasa ilgili ve önem li oldukları kabul
edilen aynm lan sergileyen fenom enlerin geniş bir erimini kaplayacaksa,
yasanın form ülasyonu bu ayrımları göz ardı etm elidir, öyle ki formü-
lasyonda kullanılan terim ler özel d urum larda yer alan fenom enlerin
özgül özelliklerinden belirtik olarak söz etmez. Böyle b ir formtılas-
yon zam an zaman değişkenlerin (bu sözcüğün olağan m atem atiksel
anlam ında) kullanım ı yoluyla başarılabilir, ve burada yasanın tikel du­
rum lara uygulaması değişkenlere durum dan durum a değişebilen değiş­
mez değerler atanm ası aracılığıyla olur. Ö rneğin, Galileo’nu n serbest
düşmedeki cisimler için yasasında sözü edilen yerçekimi “değişmezi”nin
tüm enlem lerde aynı değeri taşım am asına karşın, yasanın geleneksel
form ülasyonunda bu değişmezin değerindeki bu değişimlere değinil­
mez; ve bildirim de yasa için ’g ’ değişkeninin kullanılması yoluyla tikel
b ir değ erd en söz edildiğinde elde edilecek olandan d aha büyük bir
genellik elde edilir.9
B ununla birlikte, bildirim de genelliği sağlamak için bu teknik her
zaman olanaklı ya da elverişli değildir. Doğal bilim lerde yaygın olarak
kullanılan b ir aygıt “ideal d u ru m ” d en ilen şey için b ir yasa form üle
etm ektir, öyle ki yasa ancak belli sınırlayıcı koşullar altında işlemesi
gereken bir bağımlılık ilişkisini bildirir, üstelik bu koşullar ancak seyrek
olarak gerçekleşse bile. Ö rneğin, Galileo’nun serbest düşmedeki cisim­
ler için yasası bir vakumda devinen cisimler için form üle edilir, üstelik
dünyadaki cisimlerin h er zaman olmasa da norm al olarak direnç göste­
ren bir ortam içinden devinm elerine karşın; ve kaldıraç yasası eksiksiz
olarak katı ve türdeş çubuklar için bildirilir, am a edim sel kaldıraçlar
bu koşula ancak yaklaşabilirler. Sonuçta, som ut olarak verili bir du­
rum böyle form üle edilen bir yasanın yardımı ile çözüm lendiği zaman,
yasanın on u n için bildirildiği ideal d urum ve yasanın ona uygulandı­
ğı som ut d u ru m arasındaki boşluğu kapam ak için ek sayıltılar ya da
konutlam alar getirilmelidir. Böyle ek sayıltılar sık sık oldukça karışıktır;
yasanın olduğundan çok daha az sağınlık ile form üle edilebilirler; ve
giderek tam olarak bildirilm eleri bile söz konusu olmayabilir çünkü ya
tüm sayıltılardan belirtik olarak söz etm ek çok fazla külfetli olacaktır
(öyle ki birçokları yalnızca sorgusuzca alınır), ya da edim sel durum u
ideal durum dan ilgili olarak ayırdeden tüm etm enlerin bilgisi eksiktir.
Buna göre, bir yasa biçimsel bildiriminde kapsamlı bir genellik ve büyük
yalınlık taşıyor görünebilse de, biçimsel bildirim alandaki kısıtlamayı ve
ileri sürülen içerikteki karışıklığı ortaya sermeyi başaramayabilir, ki yasa­
yı som ut durum lara uygulamak için edimsel koşullar getirildiği zaman
bildirim sık sık bu koşulların altına düşer.
Öyleyse açıktır ki toplum sal fen o m en lerin “tarihsel olarak koşul­
lu ” karakteri kapsam lı kültür-ötesi yasaların form ülasyonuna özünlü
bir engel değildir. G erçekte, h em en şimdi sözü edilen iki m antıksal
aygıt toplum sal bilim lerde bu amaç göz ö n ü n e alınarak kullanılmıştır.

9Oyleyse yasanın bildirim inin ‘g ’değeri için varoluşsal bir mantıksal niceleyici kap­
saması gerekir. Böylece, bir serbest düşm enin s uzaklığını t zamanı ile ilişkilendiren
tanıdık form ül, s = g t 2/ 2, bu ilişkinin o n u n için geçerli olduğu en az bir 'g' değeri­
nin bulunduğunu ve bu değerin yeryüzünün özeğinden uzaklıkları eşit olan yerlerde
değişmez olduğunu ileri sürüyor olarak anlaşılmalıdır, gerçi ‘g ’değerleri yeryüzünün
özeğinden eşitsiz uzaklıklarda ayrı olsa da.
Ö rneğin bu teknikler ekonom ide, özel olarak alıcılar ve satıcılar ara­
sında eksiksiz yarışma kavramını ya da parasal kârlarını (ya da başka
“yararlarını”) maksimize etmeye çalışan ekonom ik etm enler kavramını
içeren ekonom ik kuram ların kurulm asında yineleyerek kullanılmıştır.
Hiç kuşkusuz, ekonom ide olduğu gibi toplum sal araştırm anın başka
alanlarında da kapsayıcı yasalar kurm ak için b u tekniklerin kullanı­
mı şimdiye dek en iyisinden ılımlı b ir başarı elde etmiştir. B ununla
birlikte, bu girişim lerin başarısızlıklarını, zam an zam an yapıldığı gibi,
toplum sal yasaları “ideal d u ru m ların ” terim lerinde form üle etm e gibi
genel bir stratejideki tem el bozukluğa yüklem ek yanlıştır. Bu tü rd en
tartışm a götürm eyecek denli başarılı sonuçların azlığı bir ölçüde bu
girişimlerde kullanılan özgül kuramsal kavramlara, am a belki de daha
büyük b ir ö lçüde “id eal” kavram ları k ullanan b ild irim lerin bu bil­
dirim lerin uygulanabileceği som ut toplum sal d u ru m lard a b u lu n an
özel koşulların ışığında nasıl değiştirileceğini bilm edeki güçlüklere
yüklenmelidir.
B ununla birlikte, toplum sal fen o m en lerin genel yasalar kurm aya
yönelik çözümlemesi çoğunlukla insanların gündelik toplumsal etkin­
liklerinde yaptıkları ayrımların terim lerinde yürütülm üştür. Bu genel­
likle sağın olmayan sağ-duyu kavramları daha az bulanık kılındığı za­
m an bile, onlardan tikel bir toplum a (ya da tikel toplumsal geleneğe)
özgü sorunlara özsel gönderm eyi uzaklaştırmak güçtür. Dahası, genel­
lem elerin böyle kavram ların yardımı ile bildirilm esini sağlayan sağın
koşullar seyrek olarak bütünüyle bilinir. Sonuçta, sık sık genellem eler
ya sağın olarak evrensel bağımlılık ilişkilerinin olm aktan çok istatistik­
sel bağlılaşım ların bildirim leridir, ya da “yarı-genel”d ir (şu anlam da
ki, biçim de sağın anlam da evrensel olarak anlatılabilseler de, gerçekte
çeşitli kuraldışıları giderm e gibi bir niyet olmaksızın ileri sürülürler,
ve bu sonuncular zam an zaman belirtik olarak bir genellem ede sözü
edilen bağımlılık ilişkilerinin ancak “başka şeyler eşit ise” geçerli olduğu
biçimindeki tanıdık koşulun alünda d u ru r). H er iki durum da da, başka
toplum lara ait toplumsal küm eler için bir genellem enin ilgililiği ya da
geçerliği bütünüyle belirsiz olabilir. Ö rneğin, bir ulusun silahlı kuvvet­
lerine alm an daha iyi eğitimli erkeklerin daha az eğitimli olanlardan
daha az psikosom atik belirtiler gösterdikleri biçim indeki genellem e
(ki II. Dünya Savaşma katılan A m erikan askerlerinin b ir incelem esi
üzerine dayanır) yukarıdaki anlam da yan-geneldir. Çünkü eğer askere
alınanlardan üniversite eğitimi görm üş tikel bir küme böyle belirtilerin
yalnızca ilkokul eğitim i almış olan askerler d u ru m u n d a görülenden
daha yüksek b ir sayısını sergiliyorsa, ve eğer b u n a b ir de örneğin iki
küm enin kom uta eden subaylarının üniversitelilere karşı özel bir düş­
m anlık duym aları ve o nlara yaşamı çekilmez kılm aktan haz alm aları
gibi bir durum ekleniyorsa, genellem enin yanlış olarak reddedilm esi
pek olası değildir. B ununla birlikte, genellem eye sürekli bağlılık bu
tikel kuraldışına karşm bütünüyle usauygun olabilse de, genellem enin
kapsamına girm eleri amaçlanmayan ve öyleyse yer alm alan genellem e­
ye gerçek bir kuraldışı olarak kabul edilmeyecek olan durum tiplerini
eksiksiz ayrıntıda bildirm ek pek olanaklı olmayacaktır. Yine açıktır ki,
g enellem en in biçim sel eğitim deki ayrım ların b ir dizi toplum da yer
almaması (örneğin kuzey-doğu Afrika’daki N uer halkının savaşçıları
arasında olduğu gibi) olgusu yoluyla geçersiz kılınm am asına karşm,
genellem e o toplum sal dizgelerdeki insan davranışının irdelem esine
uygulanabilir değildir (çünkü ilgisizdir),
Kısaca, eğer toplumsal yasalar ya da kuram lar insan eyleminde sergile­
nen kültürel ayrımların geniş bir erimi boyunca değişmez olan bağımlı­
lık ilişkilerini form üle edecekse, o yasalara giren kavramlar toplum lann
yalnızca özel bir küm esinde yer alan karakteristikleri belirtemez. Ama
böyle dar karakteristikleri belirtmeyen, ve gene de en sonunda kültürel
olarak değişmez toplumsal yasaların olgusal olarak aklanmış bildirimle­
rine girebilen doyurucu kavramların geliştirilmesi için güvenceler sağla­
mak açıkça olanaksızdır. Şimdiye dek kapsamlı kültür-ötesi yasalar sapta­
mayı hedefleyen girişimler kültürel ayrımların ötesine geçiyor görünen
çeşidi türden kavramlar (ya da “değişkenler”) kullanmıştır—örneğin fi­
ziksel etm enlere (iklim gibi), yaşambilimsel etm enlere (örgensel itkiler
gibi), ruhbilimsel etm enlere (istekler ya da tutum lar gibi), ve ekonomik
etm enlere (mülkiyet ilişkileri gibi) ve ayrıca daha katı toplumbilimsel
etm enlere (toplumsal kohezyon ya da toplumsal rol gibi) gönderm ede
b ulunan değişkenler. Belki de en sık böyle kavram ların terim lerinde
olmak üzere önerilmiş olan toplumsal yasalar sözde kaçınılmaz toplum ­
sal değişim lerin düzenlerini bildirir, ve toplum lann ya da kurum larm
değişmez bir gelişimsel evreler ardışıklığı içinde birbirini izlediğini ileri
sürer. Bu girişim lerden ya da önergelerden hiç biri başanlı olmamıştır;
ve geçmiş başansızlıklann ışığında, ve aynca tarihsel süreçlerin genel bir
çözümlemesi üzerine dayalı nedenlerden ötürü, kapsamlı bir toplumsal
kuram ın bir tarihsel gelişim kuram ı olması bütünüyle olanaksız görün­
mektedir. Dahası, şu olanak da kabul edilm elidir ki, geçmişte önerilmiş
kültür-ötesi yasalarda kullanılan değişkenler ile karşılaştırm a içinde,
bu amaç için istenen kavram lann çok daha “soyut” olması, toplumsal
yaşamın gündelik işinde kullanılan tanıdık kavram lardan daha büyük
bir “mantıksal uçu ru m ” ile ayrılması gerekebilir, ve edimsel toplumsal
fenom en lerin çözüm lem esinde kavram ları kullanm ak için çok daha
karışık tekniklerde bir ustalık zorunlu olabilir.

III. Toplumsal B ir Değişken Olarak Toplumsal Fenomenin Bilgisi


Toplumsal bilgilerin karşısına çıkan, ve zaman zaman yüz yüze kaldıklan
en ağır güçlük olarak sözü edilen bir üçüncü güçlük de kaynağını insan­
ların sık sık katılmakta oldukları olaylara ya da üyeleri olduklan toplu­
m a ilişkin yeni bilgi kazanm anın bir sonucu olarak alışkısal toplumsal
davranış kiplerini değiştirmeleri olgusunda bulur. Bu güçlüğün iki yanı
vardır, ve bunlardan biri toplumsal fenom enin araştırması ile, İkincisi
böyle araştırm alarda ulaşılan vargılar ile ilgilidir.

1. D aha ö n ce b elirtild iğ i gibi to plum sal bilim in içeriği ü zerin e


deneylerin yerine getiriliş tarzı incelem e altındaki gereçlere bilinm e­
yen büyüklükte değişim ler getirebilir ve öyleyse b ir deney tem elinde
ileri sürülen vargıyı başından geçersiz kılabilir. Bu gözlem sağın olarak
deneysel araştırm alardan daha çoğunu kaplamak üzere genişletilebilir.
Ö rneğin azınlık küm elerine karşı tutum lar, oy verme davranışı ya da iş
alanında yatırım planlan gibi sorunlar üzerine güncel görgül araşürm a
geniş soru örneklem leri kullanır; ve görüş araştırm alannda kullanılan
çeşitli görüşm e tiplerinde elde edilen yanıtlar en sonunda bu sorunlan
ilgilendiren vargılara tem el alm an verilerdir. B ununla birlikte, görüş­
meyi yapanlann bu görev için uygun bir biçim de eğitilmiş olduklannı
ve topladıkları verilere açıkça beceriksiz teknikler yoluyla kaba çar­
pıtm alar getirm ediklerini varsaysak bile, yanıt verenlerin görüşm ede
olduklannı bilmeleri olgusu nedeniyle, yanıtlarının görüşm eden önce
savunduktan ve görüşm eden sonra savunmayı sürdürecekleri görüşleri
ya da tutum ları anlatıp anlatm adığı problem i ortada kalır. Yanıt veren
birinin görüşm eci için belli bir çıkar nesnesi olduğunu bilmesi, yanıtla-
n n m onun kendisini ilgilendiren sorunlar için taşıyabileceğine inandığı
sonuçlar, ve ayrıca görüşm enin yürütülm esinin tikel yolu, tüm bunlar
işlem üzerinde onun verdiği karşılıklan kökten etkileyebilecek etkilere
yol açabilir, çünkü ya o n u üzerine hiç düşünm ediği sorulara güvenli
yanıtlar vermeye götürebilir ya da onu asıl inançlannı temsil etmeyen ve
alışkısal davranışını açığa sermeyen görüşler bildirmeye yöneltebilirler.
Buna göre, eğer verili bir gerece ilişkin belli bir önsav için kanıt toplama
süreci yalnızca karakteristikleri (ki ilgili kanıü oluşturuyor olarak kabul
edilirler) sürecin kendisi tarafından yaraülan verileri sunuyorsa, önsavı
yalnızca böyle veriler tem elinde değerlem ek açıkça sağlam olm aktan
uzakür.
Bu güçlük yadsınamayacak denli ciddi bir güçlüktür, ve onu arkasın­
dan dolanarak yenm ek için genel bir form ül yoktur; am a bu yalnızca
toplum sal bilimlere özgü bir güçlük değildir, ve ilkede başa çıkılamaz
değildir. Böylece, doğal bilimin öğrencileri çoktandır ölçüm ler yapmak
için kullanılan aletlerin ölçülm ekte olan büyüklüğün kendisinde deği­
şimler üretebileceği olgusu ile tanışıkür; bu olgu özellikle son yıllarda
quantum m ekaniğinde H eisenberg belirsizlik ilişkilerinin yorum u ile
bağınü içinde büyük ölçüde dikkat çekmiştir. Ö rneğin, bir sıvıya daldı-
nlmış bir term om etrenin kaydettiği sıcaklık sıvının term om etrenin dal-
dınlm asından önceki sağın sıcaklığını temsil etmez, çünkü daldırmadan
önce term om etrenin sıcaklığı genellikle sıvının sıcaklığından ayrıdır,
öyle ki iki başlangıç sıcaklığı term om etre ve sıvı birbiri ile ısıl denge
durum unda olm adan önce değişecektir. B ununla birlikte, ölçülen bir
özelliğin büyüklüğünün o nu ölçme sürecinin kendisi yoluyla değiştiril­
diğini ileri sürmek, süreçte kullanılan ölçm e aletinin ölçülen özellikte
özgül bir türden değişimler ürettiği sayıltısı için bağımsız kanıt getirmek
olanaklı olmadıkça, açıkça pek anlamlı değildir. Sonuçta, anlaşılabilir
olmak için böyle bir sava özelliğin ölçme aleti ile etkileşimi nedeniyle
değiştirilebileceği düzey ile ilgili bir kavram (üstelik bulanık bile olsa)
eşlik etmelidir. Buna göre, şu olanaklardan biri kendini sunacaktır: Böy­
le bir etkileşimin ürettiği etkiler göreli olarak çok küçük olarak bilinir ve
öyleyse göz ardı edilebilir; etkiler bilinen yasalar tem elinde sağın olarak
hesaplanabilir ve ölçülen özelliğin büyüklüğüne sayısal bir değer atan­
dığı zaman dikkate alınır; etkiler sağın olarak hesaplanamayabilir, ama
bilinen yasalar tem elinde belli sınırlan aşmadıkları gösterilebilir, öyle ki
ölçülen özelliğin büyüklüğüne yalnızca yaklaşık bir değer atanır; ya da
son olarak, verili ölçme tipinin yer almasının çeşitli özel durum larına
ilişkin bilgisizlikten ötürü etkilere ilişkin hiçbir hesaplam a yapılamaya­
bilir, öyle ki ölçülm ekte olan özelliğe bir değerin atanm ası bilgisizliğin
giderilmesini ya da özellik üzerindeki etkileri gerçekte hesaplanabilecek
olan ölçme aletlerinin gelişimini beklemelidir.
Şimdi doğal bilimlerin araştırdığı içerik ile ilişki içinde tartışılan güç­
lüğü yenm enin mantığı güçlük toplumsal bilimlerin incelediği gereçler
ile bağıntı içinde yoklandığı zaman değişmez. H er iki disiplinler küme­
sinde de, güçlük bir gereç üzerinde o gereci araştırm ak için kullanılan
araçlar yoluyla değişim ler üretildiği için doğar. B ununla birlikte, top­
lumsal bilim lerde (ama doğal bilim lerde değil) böyle değişimlerin bir
ölçüde insanların bir araştırm anın özneleri olmaları olgusuna ilişkin
olarak taşıdıklan bilgiye yüklenebilmesine karşın, bu aynm tek bir alan­
da değişimlere yol açan tikel düzenek ile ilgilidir; ve değişimleri üre­
ten düzenekteki bu aynm değişim lerin yarattığı m antıksal problem in
doğasını etkilemez. Gene de, toplumsal bilim lerde böyle değişimlerde
indirim yapmak genel olarak daha az kolaydır çünkü bu disiplinlerde
değişimlerin düzeyini hesaplam ada yararlanılabilecek iyi düzenlenm iş
yasalann sayısı daha azdır. Ö te yandan, toplumsal bilim ler sık sık güç­
lüğün onlar için ya hiç yer almadığı ya da daha az keskin biçim de yer
aldığı araştırma teknikleri kullanabilirler—örneğin, toplumsal davranışı
gözlemek için çeşitli aygıtlar, ki b u rad a o davranışa katılanların göz­
lem lenm ekte oldukları konusunda hiçbir bilgileri yoktur; ya da “yan­
sıtma teknikleri” denilen teknikler, ki burada özneler inceleme altında
olduklarını bilir am a incelem enin hedefleri konusunda bilgisizdirler,
öyle ki davranışlannın hangi yanının incelem e altına olduğunu ancak
tahm in edebilirler.10
10Bkz. Handbook o f SocialPsychology (ed. by G ardner Lindzey), Cambridge, Mass.,
1954, Vol. 1.
2. Tartışm a altındaki güçlüğün ikinci yanı toplum sal araştırm ada
ulaşılan vargıların geçerliğini ilgilendirir. Sık sık belirtilm iştir ki, yıl­
dızları izleklerinde tutan kuvvetlerin ya da insan örgenliğinin kalıtsal
özelliklerini ileten düzeneklerin gök fiziğindeki ya da yaşambilimdeki
ilerlem elerden etkilenm em esine karşın, toplum sal bilim lerde incele­
me konuları olan bağımlılık ilişkileri bu son disiplinlerdeki değişimle­
rin bir sonucu olarak derin bir biçim de değişkiye uğrayabilir. Çünkü
toplumsal fenom enlere ilişkin genellem eler ve gelecek olaylara ilişkin
tahm inler tartışm a götürm eyecek denli yetkin araştırm aların vargıları
olduğu zam an bile, vargılar eğer kam u bilgisi sorunları olurlarsa ve
eğer, bu bilginin ışığında, insanlar incelenm eleri vargılara temel olan
davranışlarının kalıplarını değiştirirse, sözcüğün tam anlamıyla geçersiz
kılınabilirler. Sonuçta, belirsiz bir gelecek için geçerli olan toplum sal
yasalar uğruna arayışın um utsuz olduğu, ve toplumsal davranışa ilişkin
tahm inin özünlü olarak güvenilmez olduğu ileri sürülür.
Zaman zaman böyle tahm inlerin iki tipi ayırdedilir ve bunlardan her
biri insan sorunlarına ilişkin inançların yol açtığı eylemlerin bu inançla­
rın kendilerinin geçerliğini etkileyebilmesinin bir yolunu örneklendirir.
T iplerden biri “intihar tahm ini” denilen tiptir ve yapıldığı zaman sağ­
lam olarak tem ellendirilm iş olan ve bu nedenle gelecek olaylar yoluyla
doğrulanm a olasılıkları çok yüksek olan am a b u n a karşın tahm inleri
duyurm anın bir sonucu olarak girişilen eylemler nedeniyle yanlışlanan
tahm inlerden oluşur. Ö rneğin, Am erikan ekonom isinin d u rum unun
görünürde yeterli bir çözümlemesi tem elinde, ekonom isüer 1947 için
bir iş “durgunluğu” tahm in etm işlerdi. B ununla birlikte, bu uyarı ne­
deniyle iş adam ları ekonom ik pazarın işlem lerinde stratejik konum lar
d olduran b ir dizi ü rü n ü n ederlerini düşürdüler, öyle ki bu m allar için
etkili istem arttı ve tah m in edilen d u rg u n lu k yer alm adı, ikinci tip
“kendini gerçekleştiren peygam berlik” denilen tiptir ki, tahm inlerin
yapıldığı zamanki edim sel olgulara uymayan, am a gene de tahm inlere
in ancın b ir sonucu olarak yer alan eylem ler nedeniyle doğru çıkan
tahm inlerden oluşur. Ö rneğin the U nited States Bank (ki adına karşın
bir New York City bankasıdır) 1928’de ciddi bir fınans güçlüğü içinde
değilken hesabı olanların birçoğu bankanın ağır bir sorunu olduğuna
ve yakında batacağına inanmaya başladı. Bu inanç bankadan paraların
çekilmesine g ötürdü ve bu n edenle kuruluş sonuçta iflasa gitm ek zo­
ru n d a kaldı.11
Böyle tahm inlerin dikkati yönelttikleri olgu— e.d. insan sorunlarına
ilişkin inançların o inançların konularının kendisi olan insan davranış
alışkanlıklarında belirleyici değişimlere götürebilm esi olgusu—zaman
zam an sanki o o lg u n u n araştırm a için yarattığı güçlük sözde “insan
istencinin özgü rlü ğ ü ” nedeniyle yalnızca toplum sal bilim lere özgü
"Bkz. R obert K. M erton, Social Theory and Social Structure, Rev. ed., Glencoe, 111,
1957, Chap. 11.
imiş gibi sunulur. B ununla birlikte, bu eski soru toplum sal araştırm a­
nın yöntem bilim sel problem lerine bütünüyle ilgisizdir, ve bu h e r iki
tahm in tipinin doğal bilim lerin konularından alm an örnekler yoluyla
da gösterilebileceği olgusundan açıktır. Ö rneğin bir uçaksavar topunun
nişan alması ve atış yapması salt fiziksel bir düzenek aracılığıyla yerine
getirilebilir. Böyle bir düzeneğin hedefin yerini saptamak için bir radar,
radarın bildirdiği hedefi vurm ak için topun nişan alması gereken yönü
hesaplayacak bir otom atik bilgisayar, topun nişan almasını ve atış yap­
masını sağlamak için bir ayarlama aygıtı, ve bilgisayarın hesaplam alannı
bir dizi sinyal olarak ayarlama aygıtına iletecek bir dizge kapsadığını
varsayabiliriz. Şimdi varsayalım ki, top verili bir d urum da bilgisayarın
hesaplam aları ile uyum içinde atış yapmış olsaydı h e d e f vurulacaktı;
am a yine varsayalım ki bu hesaplam aları ileten sinyallerin bilgisayar
tarafından dikkate alınmayan bozucu etkileri (ister ayarlama aygıtı üze­
rinde, isterse h ed ef üzerinde) olsun. Buna göre, topun yapıldıklarında
doğru olan hesaplamalar ile uyum içinde ayarlanmasına ve ateşlenmesi­
ne karşın, gene de o hesaplam aları iletme sürecinin yol açtığı değişim­
ler nedeniyle h ed ef vurulamaz. Betim lenen durum özsel bakım lardan
toplumsal araştırm adaki b ir intihar tahm ininden ayn değildir, üstelik
örneğe yalnızca fiziksel sayıltılann girmesine karşın. İnsan sorunlannda
kendini gerçekleştiren bir peygamberliğin fiziksel bir andınmlısı benzer
bir yolda kurulabilir. Böylece, yukarıdaki örnekte varsayalım ki ya radar
donatım ı ya da bilgisayar bir “eksiklik” taşıyor olsun, öyle ki eğer top ve­
rili bir durum da bilgisayann hesaplam alan ile uyum içinde nişan almış
ve ateşleme yapmış olsaydı, gerçekte hedefi vurmayı başaramayacaktı.
G ene de pekala olanaklı olabilir ki, to p u n yapıldıkları zam an doğru
olmayan hesaplam alar ile uyum içinde ateşlenm esine karşın, h ed ef o
hesaplam aları iletm e süreci yoluyla üretilen tedirginlikler nedeniyle
başarılı olarak vurulabilir.12
Ama bu nasıl olursa olsun, insan so ru n ların ı ilg ilendiren in tih a r
tahm inlerinin ve kendini-gerçekleştiren tahm inlerin sık sık yer alması
yadsınamaz bir olgudur; ve toplumsal bilim lerin içeriğine uygun olan
hiçbir kuram belli bir toplum sal davranış kalıbına ilişkin bilginin ışı­
ğında girişilen eylemlerin sık sık o kalıplan değiştirebilmesi olgusunu
göz ardı edemez. Buna karşın, önceki paragrafın düşündürdüğü gibi,
bu olgu üzerine zaman zaman getirilen yorumlar büyük ölçüde kuşkulu
olabilir. Özel olarak, hiç kuşkusuz bu olgunun toplum sal fenom enlere
ilişkin aklanmış genellem eler uğruna arayışa kanşıklık getirmesine kar­
şın, sık sık ileri sürüldüğü gibi genel toplumsal yasalar kurm a olanağının
kendisini ortadan kaldırmaz. Niçin kaldırm adığını belirtik kılalım.
12Bu paragrafta kullanılan örnek A dolf G rünbaura tarafından özdeş am açlar için
kullanılan bir örneğin uyarlamasıdır; bkz. “Historical Determ inism, Social Activism,
and Prediction in the Social Sciences,” British Journal for the Philosophy of Science, Vol.
7 (1956), pp. 236-40.
a. İlk olarak, bu ö nesürüm ü g etiren ler bir yasa olm a savındaki bir
bildirim in, kullanılan tikel sözel yapı yoluyla belirtik olarak ortaya se­
rilmese bile, mantıksal biçim inde koşullu olması gibi tem el bir noktayı
dikkate almazlar. Böyle bildirim ler yalnızca eğer belli koşullar doyuru­
lursa, o zaman belli başka şeylerin de gerçekleştiğini ileri sürer (ger­
çekleşme ister h er d u ru m d a olsun, isterse yalnızca az çok tam olarak
form üle edilmiş göreli bir sıklık ile). Buna göre, önerilen bir toplumsal
yasanın olgusal geçerliği koşullunun ö n erti tüm ceciğinin verili bir ör­
neğinin kategorik olarak doğru olup olm am asına bağlı değildir, üste­
lik yasanın verili b ir d u rum a uygulanabilirliğinin önertide değinilen
koşulların o d u ru m d a gerçekleşm iş olup olm adığına bağlı olm asına
karşın. Ö rneğin, tanıdık bir yasanın yalınlaştırılmış bir biçimi eğer bir
m etanın satış ederi düşürülürse o n u n için etkili istemin arttığını ileri
sürer. Varsayalım ki belli bir toplum da uzun bir dönem sırasında çeşitli
m etaların (ve özellikle şekerlem enin) ederlerin d e kararlı bir düşüşe
o m etaların tüketim inde sürekli b ir artış eşlik etsin, öyle ki yasanın
doğru olduğu ileri sürülm eye başlasın. Ama d ah a öte varsayalım ki,
şekerlem e tüketim inin ö n ü n ü kesm ek için (belki de böyle tüketim in
aşın kilo alm a üzerindeki etkileri üzerine yapılan incelem elerin dikte
ettiği n ed en lerd en ö tü rü ) bu yasa dikkate alınarak bu m etanın ed er
eğilimini tersine çevirmek için adım lar atılmış olsun, öyle ki sonunda
şekerleme için etkili istem düşsün. B ununla birlikte, açıktır ki yasanın
ışığında yapılan eylem nedeniyle şekerlem enin ederinin dereceli olarak
artması yasayı geçersiz kılmaz—tıpkı insanlann genellikle eğer siyanür
asidi solunacak olursa ölüm ün hızla gelmesi yasası ile tanışık oldukları
zaman bu asidin dum anları altında kalm aktan kaçınm aları olgusunun
bu yasanın bir çürütülm esi olmaması gibi. Sonuç olarak, eğer verili bir
yasanın bilgisi üzerine dayalı eylem yasanın kendi ö n erd tümceciğinde
değindiği ve gerçekleştikleri zam an belli sonuçların doğacağını ileri
sürdüğü koşullardan biri değilse, böyle eylemlerin yer almasını sağla­
yan ama bildirilen sonuçlara götürm eyen durum lar keşfedildiği zaman
yasanın yanlış olduğu gösterilmiş olmaz.

b. ikinci olarak, toplumsal süreçleri ilgilendiren bilgi tem elinde bile


bile yapılan eylemlerin bulunuşunu önerti tümceciklerinde dikkate alan
yasaların olanağını bütünüyle bir yana atm ak için hiçbir sağlam neden
yoktur. Tersine, yeni bilgilerin ya da yeni becerilerin kazanım m m yer­
leşmiş toplumsal alışkanlıklar için olası sonuçlann ne olduğunu yalnızca
genel bir yolda bile olsa önceden görm ek gerçekte zaman zaman ola­
naklıdır. Ö rneğin ulaşım ve iletişim araçları olarak gereken donatım ın
üretim i genel olarak bir toplum un büyüyen işleyim sığası ile birlikte
artar. Ö te yandan, insanların daha hızlı ulaşım ve iletişim biçim lerinin
üstünlüklerini keşfedince daha eski am a daha yavaş biçim ler karşısında
bu biçimleri yeğleme ve kullanm a eğilimine girdikleri genellemesi için
de kanıt vardır. Sonuçta, d ah a hızlı biçim lerin bilgisi yaygınlık kaza­
nınca, yerleşik biçim ler için donatım ın üretim i ya bütünüyle azalma ya
da azalan bir oranda artm a eğilimine girecek, ve aynı zam anda o üretim
için gerekli olan doğal kaynaklar ya daha küçük bir ölçekte kullanılacak
ya da başka kullanım lara ayrılacaktır. Yeni kazanılan bilginin toplum ­
sal davranış kalıpları üzerindeki etkisi ince ayrıntıda tahm in edilebilir
olmasa bile, hiç olmazsa zaman zaman böyle yeniliklerin olası sonuçla­
rını ilgilendiren kaba bir açıklama sağlanabilir. Kısaca, eğer insanların
toplumsal süreçlere ilişkin bilgileri toplumsal fenom enin belirlenimine
giren bir değişken ise, o değişkendeki değişimlerin ve b u nlann üretebi­
leceği etkilerin toplumsal yasalann konusu olamayacağını ileri sürmek
için a priori zem in yoktur.
İrdelem e altındaki nokta yeni bilginin elde edilm esinin ve aldığı biçi­
min tahmin edilip edilemeyeceği yolundaki bütünüyle ayn soru ile kanştı-
nlmamalıdır. Böyle tahminler, belki de bilgide ilerlemenin çözümleri için
etkili tekniklerin ve yeterli kaynaklann daha şimdiden elde bulunduğu
özel bir problem ler sınıfının çözüm ü üzerine bağımlı olduğu alanlar
dışında, hiç kuşkusuz genel olarak olanaklı değildir. Önemli olan nokta,
toplumsal fenom enler arasındaki bağımlılık ilişkilerinin bilgisi bir kez
kazanılınca, böyle bilginin kullanım ının o ilişkiler için taşıyabileceği
sonuçlan dikkate alan yasalar düzenlem enin ilkede olanaklı olmasıdır.
Tartışma bu tü r yasalann özünlü olarak olanaksız olduğu savının niçin
desteklenem ez olduğunu açığa çıkarmaya çalışmıştır.

c. Son olarak, insanlann inanç ve özlemlerinin insan tarihi üzerindeki


etkisinin sık sık hafife alınmış olmasına karşın, bilerek yapılan seçimle­
rin insan olaylannın belirlenim indeki denetleyici rolü n ü abartm ak da
eşit ölçüde kolaydır, üstelik seçim toplumsal süreçlerin dikkate değer bir
bilgisi üzerine dayandığı zaman bile. Belli bir ereği gerçekleştirmek için
dikkatle yapılan planlara karşın, benim senen eylem lerin öngörülm e­
yen ve açıkça niyet edilmemiş olan karışıklıklarda sonuçlanması insan­
lığın ortak deneyimidir. Çünkü planlanan eylemler ancak seyrek olarak
insanlann tam denetim leri altında olan bir toplumsal ortam da yer alır.
Bir davranış yolunun bilerek seçilm esini izleyen sonuçlar yalnızca o
davranışın ürün leri değildir; aynca eşlik eden çeşitli durum lar yoluyla
da belirlenirler ki, b u n lan n niyet edilen eylem için ilgileri her zaman
anlaşılmıyor olabilir ve işlem kipleri h er durum da o seçimi yapmış olan­
ların tam ve etkili d en etim leri içerisinde değildir. Eli W hitney çırçır
makinesini insan köleliği üzerine dayalı bir toplumsal dizgeyi güçlendi-
rebilmek için icat etmedi; Pasteur mayalanma üzerine araştırm alannm
bakteriyolojik savaş için kuramsal temel olacağını öğrenm ekten dehşete
düşerdi; ve İn giltere’ye karşı Am erikan devrimci davasına Fransa’nın
desteği sonunda Fransa için Kuzey Am erika’da kolonial bir güç olarak
sürmeyi güçleştirecek bir ulusun kurulm asını amaçlamıyordu.
Niyet ve toplumsal eylemin sonucu arasındaki bu tanıdık bağdaşmaz­
lığın toplum sal süreçlerin bilgisinin o süreçleri değiştirm ede oynadığı
ro lün genel toplum sal yasalar k urm a olanağını önleyip önlem ediği
sorusu ile dikkate değer bir ilişkisi vardır. Planlanan toplumsal eylemin
niyet edilen amaçları hiç kuşkusuz geniş türlülüğe açıktır, çünkü böyle
am açlar genellikle planlam a ve eylemi yapan bireylerin az ya da çok
ayırdedici karakteristikleri üzerine ve ayrıca toplum sal süreçler konu­
sunda taşımakta olduklan bilgi üzerine bağımlıdır; ve o am açlann neler
olacağını öngörm ek gerçekten de sık sık güçtür. Ö te yandan, az önce
belirtildiği gibi, böyle eylemin eriştiği edimsel sonuçlar genellikle çok
daha sınırlı bir alm aşıklar erim inin içerisine düşer, çünkü bireylerin
am açlanm gerçekleştirmeye çalışırken dikkate almak zorunda olduklan
göreli olarak sağlam kuram ların bireysel toplum sal davranış üzerine
dayattığı kısıtlamalar vardır. Çünkü gerçi planlanan çaba hiç kuşkusuz
toplumsal kuru m lan n karakterini dönüştürebilse de, insanların verili
bir durum üzerine yerine getirdikleri eylemler çoğunlukla o durum un
özgü bir problem ini çözmeye yönelik derin düşüncelerin değil, am a
dahaçok eşzamanlı olarak değiştirilem eyen ve genellikle değişm eden
kalacağına güvenilen davranış alışkanlıklarının belirişidir. Buna göre,
niyetlenen b ir h e d e f u ğ ru n a gösterilen çabaların ürettiği etkiler sık
sık ya alışkısal toplumsal davranış kalıplanna uygun edim lerin ürettiği
etkilerin arasına ya da aktörlerin hiçbir biçim de denetleyem edikleri
başka olaylann araşma sıkışır. Gerçi toplumsal süreçlerin bilgisi üzerine
dayalı eylemin o süreçlerin karakterini değiştirmesi yönünde her zaman
gerçek bir olanak olsa da, o olanak öyleyse sık sık dikkate alınmayabilir,
çünkü böyle eylem genellikle alışkısal toplum sal davranışın bütünsel
kalıbını kökten değiştirmez. Bu nedenle, ve aynca daha önce tartışılan
nedenlerle, o olanak toplum sal yasaların kurulm asına karşı ölüm cül
bir engel oluşturm az.13

'T artışm akta olduğum uz soru son yıllarda bir dizi kuramsal ve görgül araştırm a­
nın konusu olmuştur. Ö rneğin bir anketçinin ilkede h e r zam an bir seçim sonuçlan
üzerine tahm inini öyle bir biçim de yayımlayabileceği gösterilmiştir ki, oy verenlerin
tahm ine tepkilerine karşın, tahm in o tepkiler yoluyla yanlışlanmaz. Bkz.H erbert A.
Simon, ModelsofMan, NewYork, 1957, “Bandwagon and U nderdog Effects of Election
Predictions" başlığı altındaki 5. Bölüm.
Dahası, yakınlarda başlatılan bir araşürm a dalının amacı, belli bir hedefe erişmeye
yönelik bir yanşm a eylemi verildiğinde, belli bir anlam da yanşmaya katılan yanlann
(“oyundaki oyuncular”) birbirlerinin planlan üzerine taşıyabilecekleri herhangi bir
bilgiden etkilenm eyen bir sonuç ile “en iyi” strateji olan stratejiyi belirlem ektir. Bu
“oyunlar kuram ı” böylece hedefine erişm ek için başka “oyuncular” “oyunun” gidi­
şinde yeni bilgiler kazansalar bile değiştirilmesi gerekm eyen bir davranış yolu üze­
rine karar verm ek için kurallar sağlar. Tem el kuram Jo h n von N eum ann ve O skar
M orgenstern tarafından geliştirildi, The Theory of Games and Economic Behavior, Prin-
ceton, 1944. Bkz. aynca Jo h n C. C. McKinsey, Introduction to the Theory of Games, New
York, 1952; ve D. Luce ve H. Raiffa, Games and Decisions, NewYork, 1957.
IV. Toplumsal Bilim in içeriğinin Öznel Karakteri
İlgili yöntembilim sel soruların d ö rd ü n cü bir kümesi toplum sal feno­
m en ler üzerine nesnel olarak aklanm ış bir açıklamayı elde etm enin
olanaksız olmasa da güç olduğunu, çünkü o fenom enlerin özsel olarak
“öznel” ya da “değer-yüklü” bir yanlarının olduğunu ileri süren tanıdık
sav yoluyla yaratılır.
Toplumsal bilim lerin içeriği sık sık bilinçli bir niyet ile olsun ya da
olmasın, kazanılmış alışkanlığın gücü yoluyla, ya da istem eden kanşm a
nedeniyle, çeşitli erek ya da “değerlere” erişmeye yönelik amaçlı insan
eylemi olarak tanımlanır. Biraz daha dar bir nitelem e o içeriği insanla­
rın başka insanların eylemlerine bu başkalarının kendi paylarına nasıl
karşılık verecekleri ile ilgili beklentilerin ve “değerlem elerin” ışığında
verdikleri karşılıklara sınırlar.14 O içeriğin h er iki sınırlaması üzerine de,
incelem esinin genellikle amaçlı insan davranışının kaynaklarını oluş­
turan güdüler ve başka ruhbilim sel sorunlar ile ve ayrıca erişilmeleri
böyle davranışın belirtik ya da örtük hedefi olan am açlar ve değerler
ile tanışıklığı öngerektirdiği söylenir.
B ununla birlikte, birçok yazara göre, güdüler, yatkınlıklar, niyetle­
n en hedefler, ve değerler duyusal gözleme açık sorunlar değildir, ve
“arı davranışsal” (ya da doğal) bilim lerin açıkça gözlem lenebilir gereç­
lerini araştırmak için uygun olan yordamların özel bir kullanımı yoluyla
ne tanıdık kılınabilir ne de tanımlanabilirler. Tersine, b unlar yalnızca
“öznel deneyimimiz”den tanışıklık kurabileceğimiz sorunlardır. Dahası,
toplumsal bilim in içeriği için ilgili olan ayrımlar (bunlar ister dirimsiz
nesneleri karakterize etm ek için kullanılsın, örneğin ‘alet’ ve ‘tüm ce’
gibi terim ler d u rum unda olduğu gibi, isterse insan davranışının tipleri­
ni belirtm ek için kullanılsın, örneğin ‘suç’ ve ‘ceza’ terimleri durum un­
da olduğu gibi) “ansal tutum lara” gönderm e yoluyla olmaksızın tanım­
lanamaz ve böyle tutum lara iye olma öznel deneyimini yaşamış olanlar
yoluyla olm anın dışında anlaşılamaz. Ö rneğin, bir n esnenin bir alet
olduğunu söylemek bir bakım a o n u n o nu öyle karakterize edenlerin
beklediği belli etkileri üreteceğini söylemektir. Buna göre, amaçlı eylemi
açıklam ada sözü edilm esi gerekebilecek çeşitli “şeyler” insan aktörle­
rin kendilerinin o şeylere ilişkin olarak inandıkları şeylerin terim lerinde
yorum lanm alıdır, doğal bilim lerin nesnel yöntem leri yoluyla şeylere
ilişkin olarak keşfedilebilecek bilginin terim lerinde değil. Bu savın bir
savunucusunun d urum u bildirdiği gibi, “Ö rneğin toplumsal inceleme
amaçları için bir ilaç ya da bir kozmetik bir rahatsızlığı sağaltan ya da
14MaxWeber, The Theory of Social and Economic Organisation, New York, 1947, s. 118.
D aha kısıtlayıcı tanım üzerine, toprağı salt kendine besin sağlamak için işleyen bir
çiftçi toplum sal etkinliğe girişmiş değildir. Davranışı ancak kendi gereksinim lerini
doyurm a planlarını başka insanların varsayılan gereksinim lerine gönderm e yoluyla
değerlendiriyorsa toplumsaldır.
bir insanın g ö rü n ü şü n ü iyileştiren şey değil, am a insanların o etkiyi
taşıyacağını düşündükleri şeydir.” Ve toplumsal bilim ler insan davranı­
şını insanların doğa yasalarına ilişkin bilgilerine başvurarak açıkladığı
zaman, diye sürdürür, “toplum un incelem esinde ilgili olan şey bu doğa
yasalarının h erhangi b ir nesnel anlam da doğru olup olm adığı değil,
am a yalnızca insanların onlara inan ıp inanm adıkları ve onlara göre
davranıp davranm adıklarıdır.”15
Kısaca, toplum sal bilim lerde betim lem e ve açıklam a kategorileri­
n in kökten “öznel” olduğu savunulur, öyle ki b u disiplinler “nesnel-
olmayan” araştırm a tekniklerine güvenm ek zorunda kalır. Öyleyse top­
lumsal bilimci incelem esinin gereçlerini kendini toplumsal süreçlerde
aktörler ile imgesel olarak özdeşleştirm e yoluyla, aktörlerin yüz yüze
kaldıkları durum ları onlann kendilerinin bunlan gördükleri gibi görme
yoluyla, ve eylemlerin ve çeşidi değerlere bağlılıkların kaynaklarının bu
insan etm enlere yüklenmesini sağlayacak “güdülem e m odelleri” kurma
yoluyla “yorumlamalıdır.” Toplumsal bilimcinin bu şeyleri yapabilmesi­
nin biricik n edeni kendisinin toplumsal süreçlerde yer alan bir etm en
olması ve öyleyse toplumsal eylemlerin “iç anlam larını” kendi “öznel”
deneyim lerinin ışığında anlayabilmesidir. Salt “n esn el” ya da “davra­
nışçı” bir toplumsal bilim sonuçta boş bir um ut olarak görülür; çünkü
ilke üzerine öznel, güdüsel yorum un h e r kalıntısını insan sorunlannın
incelem esinden dışlamak sonuçta böyle incelem eden h e r gerçek top­
lumsal olgunun irdelem esini dışlamaktır.16
Toplumsal bilim in içeriğinin bu açıklaması birçok sorun yaratır, ama
önüm üzdeki bağlamda yalnızca şu üçünü dikkate alacağız: ( 1 ) 0 içeriği
araştırm ak için gereken ayrımlar yalnızca “öznel” midir? (2) Toplum ­
sal fenom enlerin “davranışçı” bir açıklaması yetersiz midir? (3) insan
etm enlere “öznel” d u ru m lan n yüklenmesi “nesnel” özelliklerin ince­
lem esinde kullanılan mantıksal kano n lan n alanının dışına mı düşer?

1. İnsan davranışının sık sık amaçlı olduğu tartışmanın ötesindedir; ve


benzer olarak böyle davranış ister toplum sal bilimci tarafından isterse
dışandan biri tarafından olsun betim lendiği ya da açıklandığı zaman,
genellikle belirişlerinin tem elinde çeşitli “öznel” (ya da ruhbilim sel)
durum türlerinin yattığı kabul edilir. Buna karşın, yaşam bilim lerinden
açıkça görüldüğü gibi, hedefe-yönelik etkinliklerin birçok yanı sık sık
böyle d u ru m lan n konutlanm ası gerekmeksizin araştınlabilir. Ama bu
noktada daha önem li olan şey, toplum sal bilim lerin incelediği davra­

15F. A. Hayek, The Counter-Revolution of Science, Glencoe, IH., 1952, s. 30.


16R. M. Maclver, Social Causation, New York, 1942, Chap. 14; Max Weber, aynı yer,
Chap. 1, özellikle Sec. 1; C harles H. Cooler, Sociological Theory and Social Research,
New York, 1930, pp. 290-308; Ludwig von Mises, Theory and History, New Haven,
Conn., 1957, Chap. 11; Peter W inch, The Idea of a Social Science, L ondra, 1958, özel­
likle Chap. 2.
nışlar tartışm a götürm eyecek bir yolda bilinçli olarak istenen ereklere
yönelik olduğu zaman bile, toplum sal bilim lerin kendilerini yalnızca
ruhbilimsel durum lar ile ilgili ayrımların kullanım ına sınırlamamaları
olgusudur; dahası, ne de b u disiplinlerin niçin kendilerine böyle kı­
sıtlamalar getirm eleri gerektiği açıktır. Ö rneğin, verili bir topluluğun
belli davranış kurallarını benimsemesini açıklayabilmek için topluluğun
üyelerinin toprağı işleme, barınaklar yapma, ya da besinin gelecekte
kullanım için saklanma yollarım araşürm ak ilgili olabilir; bu bireylerin
bu görevleri yerine getirm ede sergiledikleri açık davranışlar salt “öznel”
terim lerde betim lenem ez.
Dahası, amaçlı eylemin zaman zaman bir ölçüde aktörlerin yatkınlık,
niyet ya da inançlarını ilgilendiren sayıltılann yardımı ile açıklanmasına
karşın, aktörlerin hiç bilmedikleri sorunları ilgilendiren başka sayılülar
da eylemlerini açıklamaya katkıda bulunabilir. Böylece, yukarıda alıntı­
lanan pasajın ortaya serdiği gibi, eğer verili bir tözün tıbbi özelliklerine
inanan insanların davranışını açıklamayı istersek, o inancın inananların
davranışı üzerinde herhangi b ir etkisinin olup olm adığı sorusunu ve
tözün gerçekte varsayılan tıbbi özellikleri taşıyıp taşımadığı sorusunu
ayırdetmek açıktır ki önemlidir. Öte yandan, bu ayrımdan doğduğu ileri
sürülen vargıyı, amaçlı davranışı açıklamada toplum sal bilimcinin ken­
disinin elinin altında olan am a davranışı sergileyenlerin elinin altında
olmayan hiçbir bilgiyi kullanmaması gerektiği vargısını reddetm ek için
çok iyi ned en ler var görünür.17 Ö rneğin, Birleşik Devletler’de İç Savaş­
tan önce güneyli pam uk yetiştiriciler hiç kuşkusuz m odern toprak kim­
yasının yasaları ile tanışık değildiler, ve yanlışlıkla hayvan gübresinin
kullanımının pam uk plantasyonlarının verimliliğini belirsiz bir süre bo­
yunca koruyacağına inanıyorlardı. Buna karşın, bir toplumsal bilimcinin
o yasalar ile tanışıklığı niçin o uygulama altında üzerinde pam uk yetişen
toprağın aşamalı olarak bozulduğunu, ve niçin sonuçta norm al pam uk
ü rü n ü n ü n azalmaması için üzerinde pam uk yetiştirecek el değmemiş
toprak için artan bir gereksinim olduğunu açıklamaya yardım edebilir.
Hiç kuşkusuz niçin böyle açıklamaların toplum sal bilim lerden dışlan­
ması gerektiği açık değildir. Ama eğer dışlanmıyorlarsa, ve açıkça amaçlı
etm enlerin “öznel” durum larına gönderm ede bulunm ayan kavramlar
içerdiklerine göre, o bilim lerde betim lem e ve açıklama kategorilerinin
yalnızca “öznel” kategoriler olmadığı açığa çıkar.

2. Toplumsal bilimde “davranışçılık” olarak bilinen duruş noktası ilkin


birçok ruhbilim cinin bu yüzyılın ikinci onyılında benimsediği araşürma

17"Ozdeksel şeyin [e.d. ileri sürülen ilacın] gerçek doğasına ilişkin olarak taşıyabi­
leceğimiz, am a eylemlerini açıklamayı istediğimiz insanların taşımadıkları herhangi
bir bilgi eylem lerinin açıklamasına olsa olsa bizim bir tılsımlı m uskanın etkerliğine
kişisel inançsızlığımızın ona inanan yabanılın davranışını anlamamıza yardım edeceği
kadar ilgilidir.”
program ının bir uyarlamasıdır. O program ansal durum ların içebakışcı
çözümlem eleri yoluyla elde edilen ruhbilim sel verilerin bulanıklığına
ve genel güvenilmezliğine karşı yaygın bir başkaldırının anlaüm ı idi, ve
savunucuları hayvan davranışının öğrencilerinin kullandığı yordam lan
ruhbilim sel araştırm a için d o ğ ru d an m odelleri olarak kabul ettiler.
Başlangıçtaki form ülasyonunda, davranışçılık bir ruhbilimsel inceleme
tekniği olarak içebakışın bütünsel reddedilm esini salık verdi, ve duyu­
rulan amacı insan davranışının kimyasal süreçler üzerine ya da hayvan
davranışları üzerine araştırm aların tarzında ve bilincin içeriğine her­
hangi bir başvuru ya da gönderm e olmaksızın araştırılması idi. Dahası,
savunucularından kimileri önem li ruhbilim sel sorunlar üzerine özgün
görüşler ileri sü rd ü ler (örneğin, öğrenm ede ya da yazınsal yaratıda
kapsanan “k o şu llan d ırın” düzenekler üzerine), gerçi benim sedikleri
saf “mekanistik” kuram lar içebakışı reddedişleri yoluyla gerektirilmemiş
olsa da. B ununla birlikte, giderek bu köktenci davranışçılık biçiminin
sözcülerinin bile bilinçli ansal süreçlerin varoluşunu yadsımadıklarına
dikkat etm ek gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır; ve açıkta ya­
tan davranıştan yana içebakışı reddetm eleri birincil olarak ruhbilim i
açıkça gözlem lenebilir veriler üzerine dayandırm a yönünde yöntembi-
limsel bir kaygı yoluyla denetleniyordu.18
Ama her ne olursa olsun, davranışçılık ilk formülasyonundan bu yana
önem li dönüşüm lere uğradı, ve belki de bugünlerde erken davranışçı­
lığın içebakışı koşulsuzca kınamasına bağlı kalarak kendilerine “davra­
nışçılar” diyen hiçbir ruhbilim ci (ya da daha doğrusu, hiçbir toplumsal
bilimci) yoktur. Tersine, b u gün ortaya çıkan davranışçılar genellikle
deney öznelerinden gelen içebakış raporlarını öznelerin özel ruhsal du­
rum larına ilişkin bildirim ler olarak değil, am a öznelerin verili koşul­
lar altında gösterdikleri gözlem lenebilir sözel karşılıklar olarak kabul
ederler; ve b una göre, içebakış raporları ruhbilim sel genellem eler için
tem el olan nesnel veriler arasına katılır. Dahası, bu daha liberal yön-
tembilimsel çerçeve içerisinde çalışan çağdaş davranışçılar hem bireysel
(örneğin algısal ayırdetm e, öğrenm e, ya da problem çözme) hem de
toplumsal (örneğin iledşim, küme kararları ya da küm e bağlılığı) insan
davranışının birçok (sık sık örtüşm eyen) alanını araştırm aktadır; ve bu
çeşidi fenom enleri açıklamak için bir dizi özel düzenek önerm işlerdir—
düzenekler ki, çoğunlukla kendi aralarında ayrımlar gösterir ve ayrıca
davranışçı duruş noktasının erken sözcüleri ile bağlı yalın düzenekler­
den de tözsel olarak ayrılır. Bununla birlikte, bu daha yakın zamanlarda
önerilen düzeneklerden hiç biri insan davranışının bütün bir erim ini
açıklamak için yeterli olarak kabul edilmez, öyle ki davranışçılık (çağdaş
ruhbilim in pekçok “okulu” gibi) tikel ve ayrıntılı olarak eklemlenmiş
tözsel bir kuram a bağlı bir okuldan çok belli yöntembilimsel kaygıları
l8Bkz.J. B. Watson, “Psychology as the BehavioristViews It,” PsychofogicalRevieu), Vol.
20 (1913), ss. 158-77, ve aynı yazar tarafından Behaviorism, NewYork, 1930.
vurgulayan türlüleşmiş bir araştırm a program ı olarak sürmektedir. Gü­
nüm üzde ya davranışçılar olduklarını ileri süren ya da davranışçı bir
yaklaşım için duygudaşlık gösteren toplumsal bilimciler arasında işlerin
benzer bir durum u yürürlüktedir. Sonuçta, “davranışçılık” terimi sağm
bir öğretisel yan-anlam taşımaz; ve insan davranışının kendilerini dav­
ranışçılar olarak nitelendiren öğrencileri b u n u nesnel (ya da özneler-
arası olarak gözlemlenebilir) veriler üzerine bir birincillik yükleyen bir
yöntembilime bağlılıkları nedeniyle yaparlar.19
Bununla birlikte, bu durum un ışığında toplumsal fenom enlerin ince­
lem esine “davranışçı” b ir yaklaşımın kendini çürü tü cü olduğu savını
değerlendirm ek kolay değildir, çünkü eleştirinin niyet edilen hedefi­
nin ne olduğu genellikle açık değildir. Eleştirinin çoğu hiç kuşkusuz o
yaklaşımın bir karikatürü olan şeye yöneliktir. Böylece tutarlı bir dav­
ranışçının uygun bir biçimde söz edebileceği şeylerin “insanların duyu­
larımızın bize b enzer nesneler (örneğin kırmızı daireler) olduklarını
söylediği şeylere tepkileri” değil am a ancak “sağm olarak fiziksel bir
anlam da özdeş olan uyanlara tepkileri” (e.d. verili bir frekanstaki ışık
dalgalarının insan gözünün retinasının tikel b ir bölüm ü üzerindeki
etkilerinden)20 olduğu ileri sürüldüğü zaman, ya da b ir davranışçının
salt tepkesel eylem (örneğin b ir dizin b ird en atması gibi) ve amaçlı
davranış (örneğin bir dem iryolunun yapılm asında sergilendiği gibi)21
arasındaki ayrımı tanım adığı söylendiği zam an, saldırı tüm d u ru m ­
larda kuşkulu epistem olojinin bozduğu b ir bio-fızikçi m odeli üzerine
yaratılan bir korkuluğa yöneliktir, varolan davranışçılardan herhangi
birinin savunduğu konum a değil. Hiç kuşkusuz, davranışçılar zaman
zam an insan deneyim inin önem li özellikleri karşısında çok kaba bir
duyarsızlık gösterirler; ve ayrıca ruhbilim sel ve toplum sal süreçlerin
insan davranışının edimsel karmaşasını yeterli olarak ele alamayacak
denli aşın kaba çıkan açıklamalannı önermişlerdir. Ama davranışçılann
bu iki tür başansızlıkta da bir tekelleri yoktur; ve daha şim diden belir­
tildiği gibi, davranışçılığın b ir yöntem bilim sel yaklaşım olarak kabul
edilmesi hiçbir yolda herhangi bir tikel tözsel kuram ın kabul edilmesini
zorunlu kılmaz.
Davranışçılığın eleştirisinin çoğunun tem elinde yatan bir sayıltı tu­
tarlı davranışçının “öznel” ya da “kişisel” ansal duru m lan n varoluşunun
19Bkz. Kenneth W. Spence, “T he Postulates o f ‘Behaviorism,’” Psychobgical Revieıo,
Vol. 55 (1948), pp. 67-78; Gardiner Murphy, Historical Introduction to Modem Psychology,
NevvYork, 1951, Chaps. 18 and 19; The Science of M an in the World Crisis (yay. haz. Ralph
L inton), NewYork, 1945, özellikle Clydn Kluckhohn ve William H. Kelly’nin Bölümleri,
“T he Concept o f Culture,” Melville J. Herskovits, “The Processes of Cultural Change,"
ve George P. Murdock, “T he Com mon Denom inator o f Culture”; ve Paul F. Lazarsfeld,
“Problems in Methodology,” Sociotogy Today (yay. haz Robert K. Merton, Leonard Broom,
ve Leonard S. Cottrell,Jr.), NevvYork, 1959.
20F. A. Hayek, aynı yer, s. 45.
21Ludwigvon Mises, aynı yer, s. 246.
kendisini yadsımak zo runda olduğudur; ve öyleyse bu savı kısaca tar­
tışmak yerinde olacaktır. İlk olarak, büyük olasılıkla herkes diyelim ki
doğrudan duyum sanan bir acı ile acı çekm enin açıkta yatan davranışsal
belirişleri (örneğin inlem eler ya da kas spazmları) arasındaki ayrımı
kabul eder. H er ne olursa olsun, böyle ayrımları geçersiz olarak redde­
den biri ciddi kuşkuya açık olamayacak kadar iyi doğrulanan olgulara
karşı çıkmaktadır. Ama ikinci olarak, bir davranışçı tutarlı olmak için
ne böyle tanıdık ayrımları yadsımak ne de yöntembilimsel konum unun
özeksel konutlam alannı terk etm ek zorundadır. Çünkü bir “indirgemeci
özdekçi” olması gerekmez, ki onun için ‘acı’ terimi (ya da “öznel” olduk­
ları kabul edilen başka terim ler) hiç kuşkusuz fiziğin, fizyolojinin ya da
genel m antığın dillerine ait terim ler kapsayan b ir anlatım ile anlam­
daştır. Tersine, ona bu indirgem eci savı reddetm esi salık verilecektir,
çünkü bu sav fizikte ya da fizyolojide doğrulanm ış olguları anlam ilişki­
leri üzerine mantıksal araştırm alarda doğrulanm ış bütünüyle ayn olgu
tipleri ile karıştırm aktadır— öyle ki genel olarak b ir başka bağlam da,
örneğin ‘kırmızı’ sözcüğünün (hem şimdi hem de elektromanyetik ışık
kuram ının bulunuşundan çok daha önce görülebilir bir rengi belirtmek
için kullanıldığı gibi) anlam ı diyelim ki ‘yaklaşık olarak 7100 angström
birim uzunlukta dalga boylan olan elektromanyetik titreşim lerin’ anla­
mı ile özdeşleştirildiği zaman düşülen aynı yanılgıya düşm ektedir.22 Bu
yanlış savı red d ed en bir davranışçı öyleyse insanlann heyecanlarının,
im gelerinin, düşüncelerinin ya da p lanlannın olduğunu kolayca kabul
edebilir; bu ruhsal d urum lann onlan bedeninde yaşayan bireye yalnızca
bu bireyin o nlann yer alışını bedeninin onlar ile ayncalıklı ilişkisi nede­
niyle doğrudan deneyimleyebilmesi anlam ında “kişisel” olduğunu kabul
edebilir; ve sonuçta bir insanın genel olarak belli bir ruhsal durum da
olmayı ilkin kendi bedeninin açıkça gözlem lenebilir du rum unu (örne­
ğin kendi yüz anlatımını ya da kendi sözlerini) yoklaması gerekmeksizin
doğrulayabileceğini kabul edebilir, gerçi başka insanlar onun o ruhsal
durum da olup olm adığını ancak böyle bir yoklama tem elinde saptaya-
bilseler de.23

-’-'Bkz. bu sorunun Bölüm 11’deki tartışması.


“ Bir bildirim için onun kabul edilmesini sağlayacak ne kadar doğrulayıcı kam un
gerekli olduğunu saptam ak hiçbir genel çözüm ü olmayan güç bir problem dir. Hiç
kuşkusuz doğrulayıcı kanıtın bir m inim um unun yeterli olduğu birçok durum vardır,
öyle ki ek kanıt kimi zam an fazlalık olarak görünür. Içebakış bildirim leri sık sık bu
sınıfa düşer; am a tüm ü bu türden değildir, çünkü gerçekten de yanlış olabilirler ve
kimi zaman ancak ayrıntılı denetim ler yapıldığı zaman doğru olarak kabul edilirler.
Bununla birlikte, içebakış bildirim leri destekleyici kanıtın salt bir m inim um unun te­
m elinde kabul edilm ede benzersiz değildir. Böylece bir parça mavi turnusol kağıdının
bir sıvıya batırılınca kırmızıya d öndüğünü gözleyen bir kimyacı kağıdın gerçekten de
kırmızıya döndüğünü ve sıvının bir asit olduğunu ileri sürebilir. Dahası, bildirimleri
için ek kanıtın bulunabilecek olmasına karşın, bu savlan destekleyecek daha öte kanıt
aram anın zam an yitirmek o lduğunu düşünebilir.
B ununla birlikte, davranışçı ayrıca ruhsal durum ların yalnızca belli
tipten örgütlenm esi olan bedenlerde yer aldığını; böyle durum ların o
bedenlerde bulunan tözsel etm enler (ya da “kendilikler”) olmaktan çok
o n lar için “sıfatlar” ya da “belirteçler” olduğunu; bir b edende ruhsal
bir durum un yer almasına h er zaman o bedenin açıkça gözlemlenebilir
belli davranışlarının (sık sık “m olar” ya da makroskopik bir düzlemde)
eşlik ettiğini; böyle açıkta yatan davranışların (ki aralarına sözel karşı­
lıklar da girer) insan deneyim inin b ü tü n bir erim ine ilişkin vargıları
dayandırmak için yeterli bir temel oluşturduğunu; böyle açık davranışın
gözlem inin yalnızca birinin başka insanların deneyim ve eylemlerini
ilgilendiren bilgisinin biricik kaynağı olmakla kalmadığını, ama aynca
genel olarak bir bireyin kendi karakter ve yetenekleri konusunda vargı­
lar çıkarmak için m hsal durum lann içebakışcı çözümlemesi yoluyla sağ­
lanandan daha güvenilir veriler sağladığını da kabul eder. Buna göre,
bir davranışçı tutarsızlık olm adan gerçekten de özel ruhsal durum lar
gibi şeylerin olduğunu, ve ayrıca açık davranışın d en etlenen incelem e­
sinin gene de bireysel ve toplumsal eylemi ilgilendiren güvenilir bilgi
elde etm ek için biricik sağlam yordam olduğunu ileri sürebilir.
Dahası, kimi çağdaş davranışçılann yalnızca m olar insan davranışının
terim lerinde “tanım lanabilir” ayrımları kullanan b ir insan bilim inin
geliştirilebileceğine inanm alanna karşın, davranışçılığın yöntembilimsel
yöneliminde giderek böyle davranışçılann bile doğrudan genel gözleme
açık olmayan çeşitli düzenek türlerini konutlayan ruhbilimsel kuram lan
benim sem elerinin ö n ü n e geçen hiçbirşey yoktur. Böyle birçok davra­
nışçı gerçekten de bu tip kuram lardan yararlanır. Hiç kuşkusuz kimi
davranışçılar vardır ki, ruhsal/p.sycAic durum ların varoluşunu yadsımak-
sızın, terim leri yalnızca ya fiziksel, ya kimyasal, ya da fizyolojik olan
durum ve süreçlere (ister m olar isterse m oleküler olsun) gönderm ede
bulunan kuram lar geliştirmeye çalışırlar. Bu kategorideki davranışçılar
öyleyse açık insan davranışını çeşitli “ansalcı/mentalistic”olaylara gön­
derm e yoluyla açıklamayı ileri süren ruhbilim sel kuram lara—örneğin,
insanların açık davranışlannın hesabını verm ek için “öznel” niyetlere
ya da görünürde-ereklere başvuran kuram lara— düşm andır. B ununla
birlikte, bu tür davranışçılık açıktır ki yaşambilimde mekanistlerin prog­
ram ına benzeyen kuram sal ve deneysel b ir araştırm a program ıdır ki,
ruhbilim in başka bilim lere “indirgenm esi” yoluyla insan davranışı için
kapsamlı bir açıklama dizgesi elde etmeyi umar. Program ın hedeflerine
hiç kuşkusuz erişilmiş değildir, ve belki de hiçbir zam an erişilmeye-
cektir. Ama program insan davranışının iyi doğrulanm ış biçim lerini
b ir anlam da “gerçek-olmayan/wnreaZ” olarak göz ardı etm edikçe—ve
göz ardı etm esi için program a özünlü hiçbir n ed en yoktur— , a priori
zeminlerde geçersiz olarak ya da özünde saçma olarak bir yana atılamaz.
Öyleyse b ir yöntem bilim sel yönelim olarak davranışçılığın (insan
davranışının tikel bir özsel kuram ı sayılan davranışçılıktan ayrı olarak)
amaçlı insan eylemlerinin incelemesi için özünlü olarak yetersiz olmadı­
ğı, ve sonuçta davranışçı yaklaşımın toplumsal bilimlerin içeriğine özsel
uygunsuzluğunu yineleyerek bildiren savların sağlam tem eller üzerine
dayanmadığı vargısından kaçmak güçtür.

3. Ama bu ne olursa olsun, varsayalım ki toplumsal bilimlerin ayırde-


dici amacı toplumsal fenom enleri “anlam lı” kategorilerin terim lerinde
“anlam ak” olsun, öyle ki toplumsal bilimci toplum sal süreçlere katılan
insan etm enlere çeşitli “öznel” d u ru m lar yükleyerek böyle fenom en­
leri açıklamaya çalışır. Böylece irdelem ek üzere geriye kalan belirleyici
soru bu tü r yüklem elerin başka araştırm a alanlarında şeylere “nesnel”
özellikler yükleme ile bağıntı içinde kullanılan mantıksal kanonlardan
ayrı mantıksal kanonlar içerip içermediğidir.
Bu soruyu tartışırken önüm üzde insan eylem inin “anlam lı” açıkla­
m alarının kimi örneklerinin bulunm ası yararlı olacaktır. Yalın biri ile
başlayalım. Bunda yazar
rü z g arın ö n ü n d e u ç an b ir kağıt ve kovalayan b ir k alabalıktan kaçan b ir insan
arasındaki [özsel ayrım ı v u rg u lam ak ta d ır]. Kağıt h içb ir k o rk u ve rüzgar h içb ir
n e fre t bilm ez, am a k o rku ve n e fre t olm aksızın n e insan kaçacak n e d e kalaba­
lık kovalayacaktır. E ğer korkuyu b e d e n d e o n a eşlik e d e n şeylere indirgem eye
çalışırsak yalnızca b u şeyleri k o rku o larak anlatılan olgusallığm yerine geçirm iş
oluruz. A n lam lar dünyasını öyle b ir k u ra m u ğ ru n a çıplak bırakırız ki, kendisi
bizi tü m geri kalan a n la m la rd an yoksun b ırak an düzm ece b ir anlam dır. D ene­
yim i an ca k deneyim d ü z le m in d e yorum layabiliriz.24

Daha karışık bir örneklem e şunları ileri süren bir tarihçiden gelir:
18’in ci yüzyılın e n te lle k tü e l d e v im in in F ransız D e v rim in in b iric ik n e d e n i
o ld u ğ u k u ra m ın ı re d d e d e riz ç ü n k ü o altü st oluşa büyük köylü ve işçi kitlele­
rin in , felsefi ya d a po litik ö ğ re tile rin h e rh a n g i b ir b ilg isin d en yoksun o k u r­
yazar o lm ayan k itle le rin k atıld ığ ın ı biliriz; ve k e n d i kişisel d eneyim im iz ile
a n d ın m yoluyla savunuruz ki, e ğ er okur-yazar olm asaydık ve bilgisiz olsaydık,
ve için d e yaşadığım ız to p lu m a karşı ayaklansaydık, devrim ci etkinliklerim izin
n e d en in in ideolojik d ü rtü le re değil am a başka n e d e n le re — ö rn eğ in ekonom ik
g ü ç lü k le rim iz e — day an d ırılm ası g e re k ird i. Ö te y a n d an , F ra n sa ’d a D evrim i
önceleyen yarım yüzyıl boyunca geliştirilen felsefi ve politik ö ğretilerin Fransız
D evrim inin n ed en leri a rasında sayılması gerektiğini savunuruz, ç ü n k ü k ü ltürlü
sınıfların eski rejim i yok e d e rk e n sürekli olarak böyle ö ğ re tilere başvurdukla­
rın a dikkat etm işizdir; ve yine k e n d i kişisel deneyim im iz ile a n d ın m bizi hiç
birim izin devrim ci b ir devim de y er alırk en inançlarım ızda g e rçe k te n b ir bile­
şen oluşturm ayan felsefi ve p o litik öğretiyi kam u ö n ü n d e ileri sürm eyeceğini
d ü şü n m e y e g ö tü rü r. T arih çin in ve top lu m sal b ilim cin in tü m u slam lam aları
o rtak payda olarak iç deneyim im iz ile b u a n d ın m a indirgenebilir, oysa [doğa]
bilim ci b u a n d ırım ın y a rd ım ın d an yoksundur.25

24R. M. Maclver, Society, NewYork, 1931, s. 530.


25Geatano Salvemini, The Historian and Scientisl, Cambridge, Mass., 1939, s. 71.
Ama toplumsal fenom enlerin “anlam lı” açıklaması için klasik model
olarak hizm et etmeye başlayan örnek Max VVeber’in m odem kapitalizm
üzerine dikkatle geliştirdiği açıklamadır. W eber bu tip ekonom ik giri­
şimin gelişimini hiç olmazsa bölüm sel olarak Protestanlığın çileci bi­
çimleri ile bağlı dinsel inanç ve kılgısal davranış ilkelerinin yayılmasına
yükler.26Tartışması kısaca özetlemeye izin vermeyecek denli ayrıntılıdır.
B ununla birlikte, uslamlamasının (ve başka “anlam lı” açıklamalarının)
yapısı izleyeceğimiz soyut şem a ile temsil edilebilir. Varsayalım ki bir
toplum sal fenom en G’nin (örneğin m o d ern kapitalistik girişimin ge­
lişimi) karmaşık bir toplum sal koşullar kümesi K (örneğin Kalvinistik
Protestanlığı ileri süren belli dinsel küm elere yaygın üyelik) altında yer
aldığı bulunm uş olsun, ki burada K ’ye katılan bireylerin bir bölüm ü
genellikle G ’ye de katılm aktadır.27 Ama G ’ye katılan bireylerin belli
Dc değerlerine bağlı oldukları (ya da belli “öznel” durum larda oldukla­
rı) varsayılır (örneğin dürüstlüğe, düzenliliğe, ve aşırılıktan kaçm an
em eğe saygı duyarlar); ve K ’ye katılan bireylerin Dk öznel durum unda
olduklan varsayılır (örneğin dünyasal bir uğraşın kutsallığına inanırlar).
B ununla birlikte, D* ve Dc nin aynca “anlam lı olarak” ilişkili oldukları
da ileri sürülür, çünkü kendi kişisel deneyim lerim izde bulduğum uz
güdülem e kalıplan söz konusudur—örneğin, kendi duygu, değer, inanç
ve eylemlerimizin nasıl biraraya bağlı olduğunu düşünerek, insanın ya­
şamdaki uğraşının [calling/Beruf ] tannsal kayra tarafından kutsandığına
inanması ve yaşamının uyuşukluk ve kendine-düşkünlük ile dam galan­
maması gerektiğine inanması arasında yakın bir bağıntı olduğunu kabul
etmeye başlanz. Buna göre, Gve K ’ye katılan bireylere öznel durum lar
yükleyerek, K koşulları altında niçin G ’nin yalnızca bir tahm in ya da
fenom enler ardışıklığı olarak değil, ama karşılıklı ilişkilerini kendi duy­
gusal ve bilişsel durum lanm ızın bir irdelem esinden tanıdığımız öznel
durum ların belirişleri olarak yer aldığını “anlayabiliriz.”
Bu örnekler böyle “anlam lı” açıklamaların h e r durum da bu tartışma
için özel bir önem i olan iki tip sayıltı kullandığını açığa çıkarır. Bunlar­
dan birincisi biçim de tekildir, saptanan bireyleri belirtilen zam anlarda
belli ruhbilimsel durum larda bulunuyor olarak karakterize eder (örne­
ğin, yukarıdaki ilk alıntıda, kalabalığın üyelerinin kovaladıklan insan­
dan nefret ettikleri sayıltısı); ve ikinci sayıltı biçim de geneldir, böyle
durum ların birbirleri ile olduğu gibi belli açık davranışlar ile de iliş­
kili olma yollarını bildirir (örneğin, ikinci alıntıda devrimci devimlere
katılan insanların bir politik öğretiyi ona inanm adıkça kam u önünde
ileri sürm em eleri sayıltısı). B ununla birlikte, böyle sayıltılardan hiç biri
kendini-aklayıcı değildir, ve eğer parçası olduklan açıklama denetimsiz
im gelem deki bir alıştırm adan daha çoğu olacaksa h e r biri için kanıt
26M ax W eber, The Protestant Ethic and the Spirit o f Capitalism, L o n d ra, 1930.
27Weber A ' ı ı i n yokluğu d urum unda G ’nin yer alm adığını göstermeye çalıştı. Ama
bu nokta tartışma alündaki özgül noktaya doğrudan ilgili değildir.
gerekir. Başka insanların tutum ve eylemlerine ilişkin sayıltılar için yet­
kin kanıt elde etm ek sık sık güçtür; am a hiç kuşkusuz yalnızca birinin
kendi duygularına yönelik içebakışı yoluyla ya da böyle duyguların açık
eylemlerde nasıl sergileneceği konusunda kendi inançlarını yoklaması
yoluyla elde edilm ez—“yorumlayıcı” açıklam anın sorum lu savunucu­
larının kendilerinin sık sık vurguladıkları gibi (örneğin Max W eber’in
güçlü ve d uru olarak yaptığı gibi). Kendimizi imgelemde bir tahıl tecim-
cisi ile özdeşleştirebiliriz ve o m eta için dalgalanan bir pazarda kararlı
eylem gerektiren bir problem ile karşılaşmış olsaydık hangi davranış
yolunu benimseyeceğimizi tahm in edebiliriz. Ama tahm in olgu değildir.
Tecimciye yükleyebileceğimiz duygular ya da tasarlanan planlar ya onun
edimsel olarak taşıdığı duygular ve planlar ile çakışmayabilir, ya da eğer
çakışsalar bile o n u n payına varsayılan koşullar altında benim senm esi­
nin “usauygun” o lduğunu im gelediğim iz eylem yolundan bütünüyle
ayrı bir davranışta sonlanabilirler. Insanbilim tarihi tanıdık toplumsal
süreçleri betim lem ek için uygun olan kategoriler yabancı kültürlerin
incelem esine daha öte gözden geçirilm eden yansıtıldıkları zaman kırı­
lan potlara y eterinden öte tanıklık eder. Kişisel deneyim lerim iz olan
ruhbilim sel süreçler arasındaki, ya da böyle süreçler ve onları sergile­
yen açık eylem ler arasındaki bağım lılık ilişkilerinin, onları ne iseler
o yapan n ed en ler açısından, ruhbilim sel-olm ayan olaylar ve süreçler
arasındaki bağımlılık ilişkilerinin kavranabileceğinden daha duru bir
“içgörü” ile kavranabildiği biçimindeki sık duyulan savın sağlam temelli
olması da söz konusu değildir. G erçekten de niçin bir hakaretin öfke
yarattığını niçin güneş ışınları yağm ur dam lalarına belli bir açıdan çar­
pınca bir gökkuşağının üretildiğini anladığım ızdan daha tam olarak ve
daha büyük bir geçerli pekinlik ile mi anlanz?
Dahası, toplumsal bir bilim cinin insanların eylemlerini onlara yükle­
diği ruhsal durum ları kendisinde deneyimlemiş olmadıkça ya da böyle
durum ları im gelem de başarılı olarak yeniden yaratam adıkça açıklaya­
mayacağı hiçbir biçim de açık değildir. Bir psikiyatrist eğer ansal rahat­
sızlığı olanları incelem ek için yetkin olacaksa en azından bir ölçüde
çıldırmış mı olmalıdır? Bir tarihçi H itler gibi insanların etkilediği kari­
yerleri ya da toplumsal değişimleri böyle bir bireyi yüreklendiren çılgın
nefretleri im gelem de yeniden yakalam adıkça açıklamaya yeteneksiz
midir? Yumuşak huylu ve duygusal olarak kararlı toplum sal bilimciler
kitle histerisinin, kurum sallaşm ış eşeysel orginin, ya da güç için pa­
tolojik istek belirişlerinin n ed en ve sonuçlarını anlam aya yeteneksiz
midir? Olgusal kanıt hiç kuşkusuz bu ve benzeri sayıltılara hiçbir destek
vermez. G erçekten de, diskursifbügi—e.d. hem “sağ-duyu” sorunlarına
hem de doğal ve toplum sal bilim lerin özelleşmiş yordam ları ile araştı­
rılan gerece ilişkin olarak önerme biçiminde bildirilebilir bilgi—ister diri
isterse sönük olsun duyum lar, im geler ya da duygular taşıma sorunu
değildir; ve ne k en d in i dile getirilem ez b ir yolda bilgi nesneleri ile
özdeşleştirm ekten, ne de b ir d o ğ ru d an deneyim biçim inde bilginin
nesnesini yeniden üretm ekten oluşur. Ö te yandan, diskursif bilgi bir
nesnenin yalnızca belli seçilmiş evrelerinin simgesel bir temsilidir; bile­
rek bir nesnenin özellikleri arasındaki ilişkileri form üle etmeyi amaç­
layan bir sürecin ü rünüdür, öyle ki form ülasyonlarda sözü edilen bir
özellikler küm esi sözü edilen başka özelliklerin güvenilir bir belirtisi
olarak alınabilir; ve aklanmış olması için zorunlu bir koşul olarak, bu
formülasyonlann onları doğrulam a çabasını üstlenmeye hazır herhangi
biri tarafından ve d en e tle n e n duyusal gözlem yoluyla doğrulanm ası
olanağını içerir.
Sonuçta, kendisini kovalayan ve ona duyulan nefret ile dirileşen bir
kalabalıktan kaçan bir insanın b ir korku d u ru m u n d a o lduğunu bile­
biliriz ve b u n u n için böyle yeğin korkuları ve n efreti deneyim lem iş
olmamız ya da böyle heyecanları imgesel olarak kendim izde yeniden
yaratmamız gerekmez—tıpkı bir tel parçasının sıcaklığının onu oluştu­
ran m oleküllerin hızları arttığı için yükselmekte olduğunu bilebilmemiz,
ve bunun için hızla devinen bir molekül olm anın nasıl birşey olduğunu
imgelememizin gerekmem esi gibi. H er iki d urum da da şimdi sözü edi­
len nesnelere davranışlarını açıklamak için doğrudan gözlemlenebilir
olmayan “içsel d u ru m lar” yüklenir. Buna göre, eğer bireylerin onlara
yüklenen durum ları taşıdıklarını ve böyle durum ları taşımanın belirle­
nen davranış biçim lerini üretm eye eğilimli olduğunu bildiğimizi haklı
olarak ileri sürebilirsek, b u n u ancak b u d u ru m ların “n esnel” olarak
yer aldıklarının gözlemlenmesi yoluyla elde edilen kanıt tem elinde ya­
pabiliriz—bir durum da, açık insan davranışının (insanların sözel kar­
şılıklarını kapsamak üzere) gözlemi yoluyla, öteki durum da, salt fizik­
sel değişim lerin gözlemi yoluyla. Hiç kuşkusuz, iki örnekte yüklenen
durum ların özgül karakterleri arasında önem li ayrımlar vardır: insan
aktörler söz konusu olduğunda, durum lar ruhbilimsel ya da “öznel”dir,
ve yüklemeyi yapan toplum sal bilimci gerçekten de onların birinci-el
kişisel deneyim ini taşıyor olabilir; am a tel ve başka dirimsiz nesneler
durum unda, değildirler. G ene de, bu ayrımlara karşın, belirleyici nokta
sorum lu toplumsal bilimcinin ruhbilim sel durum ların yüklenmesi için
nesnel kanıtı değerlendirm ede kullandığı mantıksal kanonların başka
araştırm a alanlarında sorum lu öğrencilerin andınm lı am açlar uğruna
kullandıklan kanonlardan özsel olarak (gerçi sık sık daha az sağın ola­
rak uygulanabiliyor olsalar da) ayn görünm üyor olmasıdır.
Toparlarsak, toplum sal bilim cinin, dirimsiz d oğanın öğrencisinin
tersine, anlam a girişim inde bulu n d u ğ u fenom enlere kendini duygu­
daş imgelem yoluyla yansıtabilmesi olgusu o n u n açıklayıcı önsavlannın
kökenlerini ilgilendiren sorular için ilgili iken, geçerliklerini ilgilendi­
ren sorular için böyle değildir. Bir toplum sal süreçte insan aktörler
ile em pati ilişkilerine girebilm e yeteneği gerçekten de süreci açıkla­
yacak uygun önsavlar icat etme çabalarında bulgulatıcı olarak önem li
olabilir. Buna karşın, o bireyler ile em patik özdeşleşmesi kendi başına
bilgi oluşturmaz. Böyle özdeşleşmeyi başarması olgusu tüm denedenen
araştırm alara ortak mantıksal ilkeler ile uyum içinde değerlendirilen
ve o insan etm enlere öznel durum lar yüklemesini destekleyecek nesnel
kanıt için gereksinimi ortadan kaldırmaz.28

V. Toplumsal Araştırmanın Değer-Yönelimli Yanlılığı


Son olarak toplumsal bilimlerin toplumsal değerler nedeniyle karşı kar­
şıya kaldığı söylenen güçlüklere dönüyoruz. Toplumsal fenom enlerin
öğrencileri bu değerlere yalnızca bulgularının içeriğini renklendirm ek
için değil am a ayrıca vargılarına tem el aldıkları kanıtlan tartm ak için
ölçütler olarak da bağlanırlar. Toplum sal bilim ciler genellikle değer
üstenim lerinde kendi aralannda aynldıklan için, doğal bilimlerde öyle­
sine olarak yaygın görünen “değer yüksüzlüğü”n ü n toplumsal araştır­
m ada sık sık olanaksız olduğu savunulur. Buna göre birçok düşünürün
yargısında toplumsal bilim lerin doğa bilimciler arasında bu İkincilere
doğrulanm ış olgular ve doyurucu açıklam alar olarak görülen şeyler
açısından öylesine yaygın olan oy-birliğini sergilem elerini beklem ek
saçmadır. Şimdi bu savlar için ileri sürülen nedenlerin bir bölüm ünü
inceleyelim. Böyle nedenlerin d ört sınıfını ayırdetmek uygun olacaktır.
Buna göre tartışmamız değer yargılannın (1) problem lerin seçiminde,
(2) vargılann içeriklerinin belirlenmesinde, (3) olgunun tanınmasında,
ve (4) kanıta değer biçm ede ileri sürülen rolünü h e r biri için sıra ile
ele alacaktır.

1. Belki de en sık alıntılanan n ed en ler bir toplumsal bilimcinin ince­


lem e için seçtiği şeylerin o n u n toplum sal olarak önem li değerlerin
neler olduğuna ilişkin anlayışı yoluyla belirlenm esi olgusunu fazla öne
çıkarır. Ö rneğin, etkili b ir görüşe göre insan soru n larının öğrencisi
yalnızca “kültürel im lem ” yüklediği gereçleri ele alır, öyle ki araştır­
m a için gereç seçimine bir “değer yönelim i” özünlüdür. Max W eber’in
“değerden-özgür” toplum sal bilim in güçlü bir sözcüsü olm asına kar­
şın—örneğin toplum sal bilim cilerin tartışm akta olduklan eylemlerde
ya da kuram lard a içerilen değerleri ölçm eleri (ya da o n lan “anlama-
la n ”) gerekdğini, am a nesnel bilim ciler olarak hem o değerleri hem
de o eylem ve kurum lan onaylamanın ya da onaylamamanın onlann işi
olm adığını ileri sürm esine karşın— , gene de şunlan belirtti:
K ü ltü r kavram ı b ir değer-kavramıdır. G örgül olgusallık o n u d e ğ e r d ü şü n c e le ri
ile ilişkilendirdiğim iz için ve ilişkilendirdiğim iz ö lçüde bizim için “k ü ltü r” olur.

28Böyle im gesel özdeşleşm enin bulgulatıcı işlevi T h e o d o r e A bel ta ra fın d a n


tartışılm ıştır, “T h e O p e ra tio n C alled Verstehen, ”American Journal ofSociobgy, Vol.
54 (1948), pp. 211-18.
Bu değer-ilgililiği nedeniyle bizim için im lem li olm uş olgusallık kesim lerini ve
yalnızca o kesim leri kapsar. V arolan som ut olgusallığın yalnızca k üçük bir b ölü­
m ü bizim değer-koşullu çıkarım ız yoluyla re n k le n d irilir ve bizim için yalnızca o
im lem lidir. İm lem lidir ç ünkü bizim için değerlerim iz ile b ağıntılarından ö tü rü
ön em li olan ilişkileri ortaya serer. A ncak d u ru m u n b u olm ası nedeniyle ve bu
o ld u ğ u düzeye d e k bizim için o n u bireysel özellikleri içinde bilm eye değerdir.
B u n u n la birlik te, bizim için a n lam lı o lan ı g ö rg ü l verilerin “varsayım sız” b ir
araştırm ası aracılığıyla keşfedenleyiz. D aha d o ğ ru su anlam lılığının algılanm ası
bizim için o n u n b ir araştırm a nesnesi o lm asının ö n g e reğ id ir.29

insan sorunlarının öğrencilerinin, başka herhangi bir araştırm a ala­


nındaki öğrenciler gibi, herşeyi araşürmadığım, ama dikkatlerini somut
olgusallığın tükenm ez içeriğinin belli seçilmiş bölüm lerine yönelttiğini
söylemek neredeyse gereksizdir. Dahası, salt uslamlama uğruna da olsa,
bir toplum sal bilim cinin yalnızca o n u n kültürel değerleri için kabul
edilen ilgisinden ötürü önem li olduğuna inandığı sorunlara yöneldiği
savını kabul edelim .30 B ununla birlikte, b ir araştırm acının incelediği
gereçleri o n u ilgilendiren ve o n a önem li saydığı so ru nlar açısından
ilgili görünen problem lerin ışığında seçmesi olgusunun niçin toplumsal
araştırma mantığı için başka herhangi bir araştırma dalının mantığı için
olduğundan daha önem li olduğu açık değildir. Ö rneğin bir toplumsal
bilimci bir özgür ekonom ik pazarın birincil bir insan değerine anlatım
verdiğine inanabilir, ve insan etkinliklerinin belli türlerinin bir özgür
pazarı sürdürm ek için vazgeçilmez olduğunu gösterecek kanıt üretebi­
lir. Eğer başka bir tipten çok bu tip ekonomiyi destekleyen süreçler ile
ilgileniyorsa, bu olgunun o n u n vargısı için kanıtı yeterli olarak tartıp
tartm adığı sorusu için önem i nasıl olur da bir fizyoloğun başka birşey
ile olm aktan çok insan b ed en in d e değişm ez b ir iç sıcaklığı koruyan
süreçler ile ilgilenebiliyor olması olgusuna ilişkin andırım lı soru için
olduğundan daha büyük olabilir? Bir toplum sal bilimcinin varoluşları­
nın koşullarını ya da sonuçlarını belirlem e amacıyla incelemek için seçtiği
şeyler gerçekten de o n u n bir “kültürel varlık” olması biçim indeki tar­
tışma götürm ez olgu üzerine bağımlı olabilir. Ama benzer olarak, eğer
henüz bilimsel araştırm aları yürütm e yeteneğindeki insanlar olmasay­
dık, ne bir özgür pazarı destekleyen koşullara, ne insan bedenlerindeki
iç sıcaklığın hom eostasisinde içerilen süreçlere, ne de aslında dalgala­
rın yüksekliğini, mevsimlerin ardışıklığını, ya da gezegenlerin devimini
düzenleyen düzeneklere ilgi duyabilirdik.
Kısaca, bilimcinin ilgilerinin araştırm a için neyi seçtiğini belirlemesi
olgusu açısından tüm bilim ler arasında hiçbir ayrım yoktur. Ama bu
olgu kendi başına herhangi bir incelem e dalında nesnel olarak denet­
lenen araştırm anın başarılı olarak sürdürülm esine herhangi bir engeli
temsil etmez.

MMax Weber, The Methodology of the Social Sciences, Glencoe, 111., 1947, p. 76.
,0Bu soru aşağıda dördüncü güçlüğün tartışılm asında dikkate almacakur.
2. Toplumsal araştırm anın değer-yönelimli karakteri için genellikle
gösterilenden daha önem li bir neden toplumsal bilimcinin kendisi doğ­
ru ve eğri kaygıları ile etkilendiği için, doyurucu bir toplumsal düzeni
neyin oluşturduğu konusundaki kendi kavram larının ve kişisel ve top­
lumsal türe için kendi ölçünlerinin gerçekte toplum sal fenom enleri
çözüm lem esine girdiği biçim indedir. Ö rneğin, bu uslam lam anın bir
biçimine göre, insanbilim ciler sık sık bir toplum un benim sediği araç­
ların niyet edilen am aca ulaşıp ulaşmadığını (örneğin dinsel bir ayinin
uğruna yerine getirildiği verim artışını getirip getirmediği) yargılamala­
rı gerektiği biçimindedir; ve birçok durum da araçların yeterliği “göreli”
olduklan kabul edilen ölçünlere göre, e.d. o toplum un aradığı ereklerin
ya da kullandığı ölçünlerin terim lerinde yargılanmalıdır, insanbilim ­
cinin kendi ölçütlerinin terim lerin d e değil. Buna karşın, diye sürer
uslamlama, öyle durum lar vardır ki, bunlarda
saltık y eterlik ö lç ü n le rin i uygulam alı, eş deyişle d av ran ışın so n so n u ç ların ı
inandığım ız ya d a konutladığım ız am açların terim le rin d e tartm alıyız. Bu ilkin
h e rh an g i b ir k ü ltü rü n su n d u ğ u ruhsal-fiziksel ‘g erek sin im lerin ’ d o y u m u n d an
söz ettiğim iz zam an o lur; ikinci olarak, toplum sal o lguların sağ kalm a ü zerin ­
deki ilgisini değerlediğim iz zam an; ve ü ç ü n c ü olarak, toplum sal b ü tü n le şm e
ve sağlam lık ü z erin e h ü k ü m verdiğim iz zam an. H e r b ir d u ru m d a bild irim le­
rim iz ey lem lerin sıkıntıya d e ğ e rlik le rin e ilişkin, yaşam p ro b le m le rin in ‘iyi’
ya d a ‘k ö tü ’ k ü ltü re l ç ö zü m lerin e ilişkin, ve işlerin ‘n o rm a l’ ya d a ‘a n o rm a l’
d u ru m la rın a ilişkin yargılar im ler. B u n lar toplum sal a raşü rm a d a onlarsız ya­
pam ayacağım ız ve açıkça a raştırm a c ın ın salt kişisel b ir felsefesini ya d a keyfi
o larak seçilen d e ğ erleri anlatm ayan tem el yargılardır. D ahaçok insan d ü şü n ­
cesinin ta rih in d e n d o ğ u p b ü y ü rler ki, insanbilim ci k e n d in i b u so n u n c u d a n
a n ca k başka h e rh a n g i b irin in yapabileceği k a d a r yalıtabilir. G e n e d e insan
d ü şü n c e sin in ta rih i tek b ir felsefeye d e ğ il a m a b irç o k felsefeye g ö tü rd ü ğ ü
için, d ü şü n m e yollarım ızda ö rtü k o lan d e ğ e r tu tu m ları ayrım lar g ö sterecek
ve zam an zam an çatışacaklardır.31

Dahası, sık sık ileri sü rü ld ü ğü n e gö re toplum sal fen o m en lerin in celem e­


si dürtüsün ün ço ğ u n u gü çlü bir ahlaksal ve refo rm cu coşkudan alır, öyle ki
toplum sal bilim lerde birçok gö rü n ü rd e “ nesnel” çö zü m lem e gerçekte kılık
değiştirm iş top lu m sal politika ö nerilerid ir. B u n ok tan ın tipik am a ılım lı
o larak su nu lan bir bildirim inin fo rm ü le ettiği gibi, b ir toplum sal bilim ci

b ir bilim cinin k u ram ı o larak insan davranışı ü z erin e ayrıntılı araştırm aların ı
g ü d e n b irle ştiric i to p lu m sa l yapıyı, b ir y u rtta şın id ea li o la ra k in sa n s o ru n ­

31S. F. Nadel, The Foundations of Social Anthropology, Glencoe, 111., 1951, ss. 53-54.
Zaman zaman değer yargılarının toplumsal bilim den dışlanmasının olanaksız olduğu
kadar istenm eyen birşey olduğu da ileri sürülür. “Neyin toplum sal olarak istenebilir
olduğunu birçok toplum sal olgunun imlemini yitirmeksizin göz ardı edemeyiz; çün­
kü araçların erekler ile ilgisi parçalar ve b ütünler arasındaki ilişkinin özel bir biçimi
olduğuna göre, toplumsal erekler üzerinde düşünm ek bize bütün olgular küm esinin
birbirleri ile ve parçalan olduklan daha büyük dizgeler ile ilişkilerini görm e yeteneğini
verir.”—Morris R. Cohen, Reason and Nature, NewYork, 1931, s. 343.
la rın d a e g e m e n olm ası g e re k tiğ in i d ü ş ü n d ü ğ ü ve z am an z am an d a h a tam
gerçekleşm esini u m d u ğ u birleştirici yapıdan b ütünüyle koparam az. Toplum sal
k u ram ı böylece o n u n b irb iri ile b ir ö lçü d e uyum için d e tu ttu ğ u iki çizgi b o ­
yunca özsel olarak b ir eylem p ro g ram ıd ır— toplum sal olguları dizgesel olarak
an la m a am açları u ğ ru n a ö züm sem e eylem i, ve toplum sal kalıbı, o n u etkileye­
bileceği düzeye dek, olm ası g erektiğini d ü şü n d ü ğ ü şeye d o ğ ru ilerleyici olarak
şekillendirm eyi am açlayan eylem .32

Toplumsal bilimcilerin gerçekte sık sık toplumsal fenom enleri çözüm­


lem elerine kendi değerlerini kattıkları hiç kuşkusuz ciddi tartışmanın
ötesindedir. Yine eşit ölçüde d oğrudur ki insan sorunlannın geometrik
ya da fiziksel ilişkilerin m odern araştırm alarını karakterize eden törel
yansızlık ile incelenebileceğine inanan ve sık sık toplumsal fenom enleri
kendi çözüm lem elerinde d eğ er yargıların bulunm am ası ile gururla­
nan düşünürler bile gerçekte zaman zaman toplumsal araştırm alannda
böyle yargılarda bulunurlar.33 Aynı zam anda eşit ölçüde açıktır ki insan
sorunlannı inceleyen öğrenciler sık sık çatışan değerleri savunur; değer
sorulan üzerine anlaşmazlıklan sık sık görünürde olgusal sorunlan ilgi­
lendiren anlaşm azlıkların kaynağıdır; ve d eğ er yüklem elerin özünlü
olarak nesnel kanıt yoluyla tanıtlam aya ya da çürütm eye açık olduğu
kabul edilse bile, toplumsal bilimciler arasında değer yargılarını içeren
ayrım lann hiç olmazsa bir bölüm ü gerçekte denetlenen araştırma yor-
dam lan yoluyla çözüme bağlanmaz.
H er ne olursa olsun, birçok araştırma alanında hoşlanm a ve tiksinme­
lerimizin, um u t ve korkulanınızın vargılanmızı renklendirm esinin önü­
ne geçmek kolay değildir. Doğa bilim lerinde araştırmaları ilgisiz kişisel
etm enlerin işe karışmasına karşı kollamaya yardım edecek alışkanlık ve
araştırma teknikleri geliştirme çabaları yüzyıllarca sürm üştür; ve gide­
rek bu disiplinlerde bile o yordam ların sağladığı korum a ne yanılmaz
ne de tamdır. Problem hiç kuşkusuz insan sorunlannın incelemesinde
daha keskindir, ve toplum sal bilim lerde güvenilir bilgi elde etm ek için
yarattığı güçlükler kabul edilmelidir.
Bununla birlikte, problem ancak olgusal ve değersel yargılar arasında
göreli olarak açık b ir ayrımın bulunduğu, ve verili bir bildirim in salt
olgusal bir içerik taşıyıp taşımadığı konusunda karar verm enin zaman
zaman güç olabilmesine karşın ilkede b u n u yapm anın olanaklı olduğu
sayıltısı üzerine anlaşılabilirdir. Böylece, toplum sal bilim cilerin yuka­
rıdaki alıntıda değinilen ikili program ı izledikleri savının bir anlam
taşıması için bir yanda kuramsal anlayışa katkılar (ki bunların olgusal
geçerlikleri büyük olasılıkla bir toplum sal bilim cinin bağlanabileceği
toplumsal ideale bağımlı değildir), ve öte yanda bir toplumsal idealin
yayılmasına ya da gerçekleşm esine katkılar (ki tüm toplumsal bilimci­
32Edwin, A. Burtt, Right Thinking, New York, 1946, s. 552.
“ Belgelenmiş bir açıklama için bkz. G unnar Myrdal, Value in Social Theory, Londra,
1958, ss. 134-52.
ler tarafından kabul edilmeyebilirler) arasında ayrım yapmak olanaklı
olm alıdır. B una göre, toplum sal bilim cilerin d eğ er yönelim lerinde
ayrılmaları olgusu nedeniyle insan so runlarına ilişkin güvenilir bilgi
elde etm enin yolunda duran yadsınamaz güçlükler kılgısal güçlükler­
dir. G üçlükler zorunlu olarak üstesinden gelinem ez değildir, çünkü
önsav gereği olgu ve değer arasında ayrım yapmak olanaksız olmadığına
göre, bir değer yanlılığını yer aldığı zaman saptam ak ve tedirgin edici
etkilerini bütünüyle giderm ek olm asa da bir enaza in dirgem ek için
adım lar atılabilir.
Sık sık önerilen böyle bir karşı-önlem toplumsal bilimcilerin tüm yan­
lılıktan özgür olma görünüşünden vazgeçmeleri, ve bun u n yerine değer
sayılülannı ellerinden geldiğince belirtik olarak ve tam olarak bildirme­
leridir.34 Böyle bir öneri toplumsal bilimcilerin toplumsal idealleri üze­
rinde bir kez bu idealler belirtik olarak konutlam r konutlanm az anlaş­
maya varacaklarını, ya da değ erler üzerine anlaşm azlıkların bilimsel
araştırma yoluyla bir çözüme bağlanabileceğini varsaymaz. Vurgulamak
istediği nokta verili bir idealin nasıl gerçekleştirileceği sorusunun, ya da
belli bir kurumsal düzenlem enin ideale ulaşmak için etkili bir yol olup
olmadığı sorusunun g ö rü n ü rd e bir değer sorusu değil, am a getirilen
ereklere erişm ek için önerilen araçların yeterliği konusunda—bilimsel
araştırm anın nesnel yöntem leri ile çözülecek—bir olgu problem i oldu­
ğudur. Böylece, ekonom istler üyelerine ekonom ik gereksinim e karşı
sağlam bir güvenlik sunan bir toplum un istenebilirliği üzerine sürekli
olarak anlaşmazlık içinde olabilirler, çünkü anlaşmazlık kaynağını de­
ğişik toplum sal d eğ erler için uzlaşmaz yeğlem elerde taşıyor olabilir.
Ama ekonom ik araştırm a ortaya yeterli kanıt sunduğu zaman, ekono­
mistler büyük olasılıkla eğer böyle bir toplum kurulacaksa, o zaman salt
yarışmacı bir ekonom ik dizgenin yeterli olmayacağı biçimindeki olgusal
önerm e üzerinde anlaşırlar.
Gerçi toplumsal bilim cilerin değer üstenim lerini tam olarak belirtik
kılm alarının öğütlenm esi hiç kuşkusuz sağlıklı olsa da, ve çok iyi bir
sonuç verebilse de, bu bir eksiksizlik öğüdü olm anın eşiğine gelir. Ço­
ğunlukla çözümlem elerim ize ve eylemlerimize giren birçok sayıltının
bilincinde değilizdir, öyle ki önyargılarımızı belirtik kılmak için kararlı
çabalara karşın, kimi belirleyici önyargılar aklımızın ucundan bile geç­
mez. Ama h e r ne olursa olsun, bilinçsiz yanlılık ve örtük değer yöne­
lim lerinin bilimsel araştırm a için yarattığı güçlükler yanlılığı giderm ek
için içten kararlar yoluyla seyrek olarak yenilir. O n lar b ir toplum sal
girişim olarak bilim in kendini-düzeltici düzenekleri yoluyla genellikle
sık sık ancak dereceli olarak yenilir. Çünkü m odern bilim düşüncelerin
yaratılm asını, karşılıklı alış verişini, ve özgür am a sorum lu eleştirisini
MBkz. örneğin S. F. Nadel, op. cit., p. 54; ayrıca G unnar Myrdal, op. dt., p. 120, ve
ayrıca yine o n u n tarafından Political Element in the Development of Economic Theory,
Cambridge, Mass., 1954, özellikle Chap. 8.
yüreklendirir; bilgi uğruna arayışta bağımsız araştırm acılar arasındaki
yarışmayı araştırm acıların entellektüel yönelim leri ayrı olduğu zaman
bile destekler; ve araştırmalarının önerilen vargılarından yalnızca belir­
sizce büyük bir öğrenciler (değer yeğlemeleri ya da öğretisel bağlılıkları
ne olursa olsun) topluluğunun eleştirel yoklamasına dayananları tuta­
rak yanlılığın etkilerini ilerleyici olarak azaltır. Doğrulanmış inançları
elemek için bu kurumsallaşmış düzeneğin toplumsal araştırmada doğal
bilimlerde olduğu kadar etkili olarak işlediğini ya da işlemesinin olanaklı
olduğunu ileri sürmek saçma olacaktır. Ama insan sorunları üzerine güve­
nilir bilginin salt toplumsal araştırm anın sık sık değer-yönelimli olduğu
için erişilemez olduğu vargısını çıkarmak daha az saçma olmayacaktır.

3. Toplumsal bilimlerin değerden özgür olamayacağı konusunda daha


sofistike bir uslamlama vardır. Olgu ve değer arasında önceki tartışmada
varsayılan ayrımın amaçlı insan davranışı çözüm lenirken savunulamaz
olduğunu, çünkü bu bağlam da değer yargılarının “salt betim lem eci”
(ya da olgusal) bildirim ler olarak görünen şeye geri alınamayacak bir
biçimde girdiğini ileri sürer. Buna göre, bu sava bağlananlar törel ola­
rak yansız bir toplumsal bilimin ilkede olanaksız olduğunu ileri sürer­
ler, yalnızca erişilmesi güç olduğunu değil. Çünkü eğer olgu ve değer
gerçekten de ayrılamayacakları bir yolda kaynaşmış ise, değer yargılan
toplumsal bilimlerden tüm yüklemlemeler de onlardan kaldmlmadıkça,
ve öyleyse bu bilim ler bütünüyle yitmedikçe kaldırılamaz.
Ö rneğin ileri sürülm üştür ki insan sorunlarının öğrencisi toplum ­
sal etkinliğin değerli ve istenm eyen biçimleri arasında aynm yapmalı­
dır, yoksa toplumsal fenom enleri doğru olarak ve aslına uygun olarak
sunm a biçim indeki “yalın ödevinde” başansızlığa düşecektir:
Bir sanat toplum bilim i yazmış o ld u ğ u n u ileri sürm esine karşın gerçekte b ir çer
çöp toplum bilim i yazmış o lan b irin e kim kulak asacaktır? D in toplum bilim cisi
dinsel b ir karak teri olan fe n o m e n le r ve dinsel-olm ayan fe n o m e n le r arasın d a
ayrım yapm alıdır. B u n u yapab ilm ek için, d in in n e o ld u ğ u n u anlam alıdır. ...
Bu anlayış o n u g e rç e k ve d ü z m e c e d in le r a ra sın d a , yüksek ve aşağı d in le r
a ra sın d a ayrım yapm aya y e te n ek li k ıla r ve zo rlar; özgül o la ra k d in se l o lan
g ü d ü le ri yüksek b ir d e re c e d e etkili olarak kapsayan d in le r yüksektir. ... D in
toplum bilim cisi o n u b ir duygu değişim i yoluyla kazanm aya çalışanlar arasın­
daki ayrım ları g ö z d en kaçıram az. Bu ayrım ı aynı z am an d a b ir ö d ü lc ü tu tu m
ve ödülcü-olm ayan b ir tu tu m arasındaki ayrım ı görm eksizin g ö re b ilir mi? ...
T o p lu m sal b ilim d e d e ğ e r y a rg ıların a karşı yasak g e tirm e to p la m a k a m p la ­
rın d a g ö zlem len eb ilecek açık e d im lerin sağın o larak olgusal b e tim le m esin e
ve belki d e so ru m lu la rın g ü d ü le rin in eşit ö lçü d e olgusal b ir çözüm lem esine
izin verilm esi so n u c u n a g ö tü rec ek tir: A m a acım asızlıktan söz edilm esine izin
verm eyecektir. Böyle b ir b e tim le m e n in b ü tü n ü y le aptal olm ayan h e r ok u ru ,
hiç kuşkusuz, b e tim le n e n eylem lerin acım asız o ld u ğ u n u görecektir. O lgusal
betim lem e, gerçekte, acı b ir satir olacaktır. A paçık ra p o r o ld u ğ u ileri sü rü len
şey alışılm adık ö lçü d e sözü dolaştıran b ir ra p o r o la c a k ü r.... K am u oyu yokla­
m aları ü z e rin e ... a n k etçilere v erilen p e k ço k yan ıtın akılsız, bilgisiz, aldatıcı
ve usdışı in sa n la r tara fın d a n verildiği ve h iç d e az sayıda olm ayan soruyu aynı
kalibredeki insanların fo rm ü le ettiği o lg u su n u anlam aksızın anlam lı h erh an g i
birşey söylenebilir m i— k am u oyu yoklam aları h a k k ın d a b irb iri a rd ın a d e ğ e r
yargılarına b a ğ lan m ad ık ça anlam lı h e rh a n g i birşey söylenebilir m i?35

Dahası, törel yansızlığı başarm ak için yukarıda tartışılan öneriye


özünlü olan sayıltı sık sık um utsuzca saf görülerek reddedilir—ve bu,
anım sanacaktır ki, araçların am açlar ile ilişkisinin bu am açlara bağlı­
lık olmaksızın kurulabileceği sayıltısıdır, öyle ki toplum sal araştırm a­
nın böyle ilişkileri ilgilendiren vargıları d eğerler hakkında kategorik
olmaktan çok koşullu önesürüm lerde bulunan nesnel bildirimlerdir. Bu
sayıltımn eleştirm enleri on u n insanların am açlarını gerçekleştirm enin
araçlarına değil ama yalnızca am açların kendilerine değer yükledikleri
önkabulü üzerine dayandığını söylerler. B ununla birlikte, önkabulün
büyük ölçüde yanlış o ld u ğ u ileri sürülür. Ç ünkü b irin in bir hedefe
ulaşmak için kullandığı araçlar bütünsel sonucun doğasını etkiler; ve
insanların verili bir amaca ulaşm anın almaşık araçları arasında yaptık­
ları seçim o almaşıklara yükledikleri değerler üzerine dayanır. Sonuçta,
özgül değerlem elere bağlanm anın araç-amaç ilişkileri üzerine salt olgu­
sal bildirim ler olarak görü n en şeylerde bile içerildiği söylenir.36
Bu karm aşık uslam lam anın ayrıntılı b ir d eğerlendirm esine girm e­
yeceğiz, çünkü yarattığı sayısız sorunu tartışm ak bizi alandan çok fazla
uzaklaştıracaktır. B ununla birlikte, uslam lam anın gidişinde getirilen üç
sav daha öte yorum olmaksızın tartışma getirmeyecek bir biçimde doğru
olarak kabul edilecektir: Zam an zam an toplum sal fenom enlerin salt
olgusal betimlemeleri olarak alman büyük bir sayıda niteleme gerçekten
de bir değer yargısı tipini formüle eder; toplumsal bilimlerde kullanılan
birçok terim in salt olgusal ve “değerleyici” içerikleri arasında ayrım yap­
mak uygulamada sık sık güç ve h er durum da genellikle uygunsuzdur; ve
değerler genel olarak yalnızca amaçlara değil ama araçlara da bağlanır.
Bununla birlikte, b unlann kabul edilmesi, salt amaçlı insan davranışının
incelem esine özgü bir tarzda, olgu ve değerin aralarında ayrım yapma
olanağının ötesinde kaynaştığı vargısını gerektirm ez. Tersine, göster­
meye çalışacağımız gibi, böyle bir kaynaşm anın bulu n d uğu ve değer­
den özgür bir toplum sal bilim in öyleyse özünlü olarak saçma olduğu
savı “değer yargısı” terim inin bütünüyle ayn iki anlam ını karıştırır: Bir

KLeo Strauss, “T he Social Science o f Max Weber,” Measure, Vol. 2 (1951), pp. 211-
14. Bu sorunun tüze felsefesindeki problem ler ile ilişkisi bağlam ında bir tartışması
için, bkz. Lon Fuller, “H um an Purpose and Natural Law,” Natural Law Forum, Vol. 3
(1958), pp. 68-76; Ernest Nagel, “O n the Fusion o f Fact and Value: A Reply to Pro-
fessor Fuller,” op. dt., pp. 77-82; Lon L. Fuller, “A R ejoinder to Professor Nagel. op.
cit., pp. 83-104; E m est Nagel, “Fact, Value, and H um an Purpose,” Natural Law Forum,
Vol. 4 (1959), pp. 26-43.
%G u n n a r M yrdal, Value in Social Theory, L o n d ra, 1958, p p . xxii, 211-13.
değer yargısının ya bir ahlaksal (ya da toplumsal) idealin ya da böyle bir
ideale bağlılık nedeniyle bir eylemin (ya da kurum un) onaylanmasını
ya da onaylanmamasını b elirten anlam ; ve bir değer yargısının yaygın
olarak kabul edilen (ve az ya da çok d u ru olarak tanım lanan) eylem,
nesne ya da kurum tipinin verili bir örnekte somutlaşm a derecesinin
bir değerlemesini belirten anlam.
“Değer yargısının” bu iki anlam ım gösterm ek için ilkin yaşambilim-
den bir örn ek alm ak yararlı olacaktır. Kan dolaşımları olan hayvanlar
zaman zaman “anem i” olarak bilinen durum u sergiler. Bir anem ik hay­
vanın azalmış bir sayıda kırmızı kan hücresi vardır, öyle ki, başka şeyler
arasında, değişmez bir iç sıcaklığı sürdürm ede tü rü n ü n böyle kan hüc­
relerinin “norm al” bir sayısını taşıyan üyelerinden daha az yeteneklidir.
B ununla birlikte, “anem i” terim inin anlam ı bütünüyle d uru kılınabilse
de, gerçekte tam sağınlık ile tanımlanmaz; örneğin, terim in tanım ına
giren “norm al” bir sayıda kırmızı hücre kavramının kendisi biraz bula­
nıktır, çünkü b u sayı bir tü rü n bireysel üyelerinde olduğu gibi verili
bir bireyin değişik zam anlardaki d urum u (örneğin yaşı ya da yaşadığı
bölgenin yüksekliği gibi) ile de değişir. Ama h e r ne olursa olsun, verili
bir hayvanın anem ik olup olm adığına karar vermek için bir araştırmacı
eldeki kanıtın bireyin anem ik olduğu vargısını doğrulayıp doğrulama­
dığını yargılamalıdır.37 Belki de anem inin çeşitli tiplerinin olduğunu
düşünüyor olabilir (edim sel tıbbi uygulam ada yapıldığı gibi), ya da
anem iyi d ah a büyük ya da d ah a küçük b ir tam lık ile gerçekleşebilir
bir durum olarak düşünebilir (tıpkı belli düzlem eğrilerin zam an za­
m an g eo m etrid e tan ım lan d ığ ı gibi b ir daireye d ah a iyi ya da daha
kötü yaklaşıklıklar olarak betim lenm esi gibi); ve, b u tasarım lardan
hangisini b enim sediğine bağlı olarak, ya ö rn eğ in in belli bir anem i
tipini taşıdığına ya da ancak belli bir derecede anem ik olduğuna karar
verebilir. A raştırm acı bir vargıya ulaştığı zam an, b una göre kafasında
“anem i” olarak belirtilen ölçünleştirilm iş bir fizyolojik koşulu taşıması
ve örneğine ilişkin olarak bildiklerine bu varsayılan ölçün yoluyla sağla­
nan ölçü ile değer biçmesi anlam ında bir “değer yargısında” bulunduğu
söylenebilir. Kolay g ö nderm e uğru n a, kanıta ilişkin olarak verili bir
karakteristiğin verili bir durum da belli bir derecede bulunduğu (ya da
bulunm adığı) vargısını çıkaran böyle değerlem elere “karakterize edici
değer yargılan” diyelim.
Ö te yandan, öğrenci bir anem ik hayvanın kendini sürdürm e güçleri
azaldığı için anem inin istenmeyen bir durum olduğunu ileri süren bü­
tünüyle ayrı tü rd en bir değer yargısında da bulunabilir. Dahası, bu ge­

37Bu kanıt genellikle hayvanın kanından alınan örnekteki alyuvarların sayımıdır.


B ununla birlikte, belirm ek gerek ki “Alyuvar sayımı yalnızca birim kan niceliği için
hücrelerin sayısının bir hesabını verir.” ve bedende alyuvarların bütünsel sunum unun
arttığını ya da azaldığını belirtmez.— Charles H. Best ve N orm an B. Taylor, ThePhysi-
ological Basis o f Medical Practice, 6th ed., Baltimore, 1955, pp. 11, 17.
nel yargıyı tikel bir durum a uygulayabilir, ve böylece verili bir hayvanın
anemik olması olgusundan üzüntü duymaya başlayabilir. İşlerin imgesel
ya da edimsel bir d u ru m u n u n onaylamaya ya da onaylamamaya değer
olduğu vargısında b u lu n an böyle değerlem eleri “d eğ er biçici değer
yargıları/af)fıraısing value judgements”38 olarak etiketleyelim. B ununla
birlikte, açıktır ki karakterize edici b ir d eğ er yargısında bulunan bir
araştırmacı böylelikle mantıksal olarak karşılık düşen bir ‘değer biçici
değerlemeyi' /appraising evaluation doğrulam ak ya da yadsımak zorunda
değildir. Eşit ölçüde açıktır ki, tutarlı olarak verili bir durum a ilişkin de­
ğer biçici bir değer yargısında (örneğin, verili bir hayvan için anemik ol­
mayı sürdürm enin istenmeyen birşey olduğu yargısında) bulunabilm ek
için o durum a ilişkin olarak karakterize edici bir yargıyı değer biçici bir
yargıdan (örneğin, hayvanın anem ik olduğu yargısından) bağımsız ola­
rak doğrulayabilmelidir. Buna göre, karakterize edici yargıların zorunlu
olarak birçok değer biçici yargı yoluyla gerekli kılınmasına karşın, değer
biçici yargılarda bulunm ak karakterize edici yargılarda bulunm ak için
zorunlu bir koşul değildir.
Şimdi bu ayrımları yukarıda alıntılanan uslam lam ada ileri sürülen
savların bir bölüm üne uygulayalım. İlk olarak din toplumbilimcisinin
ödülcü tutum ve ödülcü-olmayan tutum arasındaki ayrımı kabul etmesi
gerektiği ve sonuçta kaçınılmaz olarak kendini belli değerlere bağla­
dığı görüşünü irdeleyelim. Hiç kuşkusuz bu tutum ların genel olarak
ayırdedildiği tartışm anın ötesinde bir noktadır; ve yine kabul edilebi­
lir ki bir din toplum bilim cisinin aralarındaki ayrımı anlaması gerekir.
Ama toplum bilim cinin yüküm lülüğü bu bakımdan yine bütünüyle belli
ayrımlar ile tanışık olması gereken hayvan fizyolojisi öğrencisinin yü­
küm lülüğü gibidir—üstelik fizyoloğun diyelim ki anem ik ve anemik-
olmayan arasındaki ayrımı sıradan insana daha az tam dık gelebilse ve
h er durum d a ödülcü olan ve olmayan tu tum lar arasındaki ayrımdan
çok daha sağın olsa da. Gerçekten de, bu son terim lerin bulanıklığı ne­
deniyle, dikkatli toplumbilimci bir topluluğun kabul edilen tanrılarına
karşı tutum unun ödülcü tutum olarak karakterize edilip edilemeyeceği
konusunda karar vermeyi aşırı ölçüde güç bulabilir; ve eğer sonunda
karar verirse, karan için aynntılı nedenleri tam olarak bildirmeyi başara-
m adan, vargısını o topluluğun belirtik davranışının iyi dile getirilmemiş
bir “bütünsel izlenimi” üzerine dayandırabilir. Ama bu ne olursa olsun,
verili bir dinsel küm enin sergilediği belli bir tutum un ödülcü olduğunu
ileri süren toplum bilimci, tıpkı belli bir bireyin anem ik olduğunu ileri

“ Şimdiki tartışma için böyle yargılara temel olması gereken zemin konusunda hangi
görüşün benim sendiği ilgisizdir ve bu zem inler salt keyfi yeğlemeler, sözde “nesnel”
değerlerin sezgileri, kategorik m oral impetatifler, ya da değer kuram ının tarihinde
önerilm iş başka herhangi birşey olabilir. Ç ünkü m etinde yapılan ayrım “en son” ya
da ba?ka türlü değer vargılarının tem ellerine ilişkin herhangi bir tikel sayıltıdan ba­
ğımsızdır.
süren fizyolog gibi, birincil olarak karakterize edici bir değer yargısın­
da bulunm aktadır. Bu yargılarda bulunm akla, ne toplumbilimci ne de
fizyolog zorunlu olarak kendini bilimsel dürüstlük değerlerinden başka
herhangi bir değere bağlamış olur; ve öyleyse bu bakım dan toplumsal
ve yaşambilimsel (ya da giderek fiziksel) araştırm a arasında herhangi
bir ayrım bulunuyor görünm ez.
Ö te yandan, çeşitli eylemleri ödülcü, acımasız ya da aldatıcı olarak
karakterize etm ede toplumbilimcilerin sık sık (gerçi belki de her zaman
isteyerek olmasa da) hem değer biçici hem de karakterize edici değer
yargılarını ileri sürdüklerini yadsımak saçma olacaktır. ‘Ö dülcü,’ ‘acıma­
sız,’ ya da ‘aldatıcı’ gibi sık kullanılan terim lerin yaygın olarak tanınan
aşağılayıcı bir yan-anlamı vardır. Buna göre, insan davranışını karakte­
rize etm ek için böyle terimleri kullanan herhangi birinin norm al olarak
o davranışı onaylamadığını (ya da, eğer ‘ödülcü-olm ayan,’ ‘acıyan,’ ya
da ‘dürüst’ gibi terim leri kullanıyorsa, onayladığını) bildiriyor olduğu
varsayılabilir, o nu yalnızca karakterize ettiği değil.
B ununla birlikte, toplum bilim cilerin ileri sürdüğü birçok (ama hiç
kuşkusuz tüm değil) görünürde karakterize edici bildirim in hiç kuşku­
suz çeşitli değerlere (her zaman bağdaşabilir olmayan) bağlılık anlatma­
sına karşın, doğa bilimcilerin belli bağlam larda kullandığı bir dizi “salt
betim lem eci” terim zaman zaman açıkça değer biçici yan-anlamlar da
taşır. Böylece, bir toplum bilim cinin ankete katılanlan bilgisiz, aldatıcı
ya da usdışı olarak karakterize ederken değer biçici yargılarda bulundu­
ğu önesürüm ünün karşısına bir fizikçinin de tikel kronom etreyi hatalı,
bir pompayı verimsiz ya da bir destek platform unu dayanıksız olarak
betim lerken böyle yargılarda bulunduğu biçim indeki eşit ölçüde sağ­
lam önesürüm çıkarılabilir. Bu örnekteki toplum bilimci gibi, fizikçi de
kendi araştırma alanındaki belli nesneleri karakterize etmektedir; ama,
yine toplum bilimci gibi, ek olarak o nesnelere yüklediği karakteristikler
için onay verm ediğini anlatmaktadır.
T üm bunlara karşın—ve şimdiki tartışm anın ana yükü b u d u r— bil­
dirim ler ister insan sorunlarının öğrencileri tarafından isterse doğa
bilim ciler tarafından ileri sürülüyor olsun, birçok bildirim e örtük ka­
rakterize edici ve değer biçici yargıları ayırdetmenin özünlü olarak ola­
naksız olduğunu düşünm ek için geçerli hiçbir ned en yoktur. Hiç kuş­
kusuz, toplum sal bilim lerde ayrımı biçimsel olarak belirtik kılmak her
zaman kolay değildir—ve b u n u n nedeni bir ölçüde onlarda kullanılan
dilin genellikle çok bulanık olması, b ir ölçüde b ir bildirim de örtük
olabilecek değer biçici yargıları b u n lar edimsel olarak üstenim lerim i-
zin bilincinde olm adan üstendiğim iz yargılar olduğu zam an göz ardı
etm e eğilim inde olm am ızdır. Bu görevi yerine getirm ek h e r zam an
yararlı ya da elverişli de değildir. Ö rtük olarak hem karakterize edici
hem de d eğ er biçici değerlem eleri kapsayan birçok bildirim zaman
zam an görevin gerektirdiği yolda yeniden form üle edilmeksizin yete­
rince açıktır; ve yeniden form ülasyonlar sık sık büyük ve eşitsiz olarak
hazırlanm ış öğrenci küm elerinin üyeleri arasında etkili iletişime izin
verm eyecek denli h antal olur. Ama b u n la r özsel olarak kuram sal ol­
m aktan çok kılgısal problem lerdir. Yarattıkları güçlükler törel olarak
yansız bir toplum sal bilim in özünlü olarak olanaksız olduğu önesürü-
m ü için zorlayıcı hiçbir n ed en yaratmaz.
Değerler genel olarak yalnızca amaçlara değil ama araçlara da yüklen­
diğine göre, araç-amaç ilişkilerine ilişkin bildirim lerin değerden-özgür
olmadığı uslamlam asının herhangi bir gücü yoktur. Uslamlamayı yalın
b ir örnek ile sınayalım. Varsayalım ki bir otom obile iveğen bir gerek­
sinimi olan am a o n u satın almak için yeterli fonu olm ayan bir insan
amacına ya bir bankadan kredi alarak ya da herhangi bir faiz istemeyen
dostlarından ödünç alarak ulaşabilir. D aha öte varsayalım ki, parasal
destekler için dostlarına borçlu kalm aktan hoşlanm ıyor ve bir banka
kredisinin kişisellikten uzaklığını yeğliyor olsun. Buna göre, bu bireyin
am acını gerçekleştirm ek için elinin altındaki almaşık araçlara verdiği
karşılaştırmalı değerler açıkça aralannda yaptığı seçimi denetler. Şimdi
almaşıklardan birini benim sem esinden doğacak bütünsel sonuç hiç kuş­
kusuz öteki almaşığı benim sem esinden doğacak bütünsel sonuçtan ayrı
olacaktır. Buna karşın, bu almaşık araçlara yükleyebileceği değerlere
bakılmaksızın, o n lard an h e r biri b ütünsel sonuçların h e r ikisine de
ortak olan bir durum a götürecektir—yani, gereksinilen bir otomobilin
satın alınm asına. Sonuçta, hem otom obili bir b ankadan para ödünç
alarak satın alabileceği bildirimi hem de b u amacı dostlanndan ödünç
alarak yerine getirebileceği bildirim i araçlar üzerine yapılan değerle­
m elerden etkilenmez, öyle ki iki bildirim den hiç biri herhangi bir özel
değer biçme ile ilgili değildir. Kısaca, araç-amaç bildirim leri değerden-
özgürdür.

4. Geriye irdelem ek üzere d eğ erden-özgür b ir toplum sal bilim in


olanaksız olduğu, çünkü değer üstenim lerinin toplumsal bilimcilerin
yalnızca ileri sürdükleri vargıların içeriğine değil, am a kanıta değer biç­
melerinin kendisine de girdiği önesürüm ünün irdelemesi kaldı. Önesü-
rüm ün bu biçim inin kendisinin büyük bir sayıda değişik biçimi vardır,
am a bunlardan yalnızca üçünü yoklayacağız.
Ö nesürü m ü n en az köktenci biçimi bir toplum sal bilim cinin güçlü
kanıtı ya da sağlam entellektüel ustalığı oluşturan şeye ilişkin olarak
savunduğu anlayışların o n u n eğitim inin ve toplum daki yerinin ü rü n ­
leri olduğunu, ve b u eğitim yoluyla iletilen ve b u toplum sal konum
ile bağlanan toplum sal değ erlerd en etkilendiğini bildirir; buna göre,
toplum sal bilim cinin böylelikle üstlendiği d e ğ e rle r o n u n insan so­
ru n ların a ilişkin hangi bildirim leri sağlam -tem ellendirilm iş vargılar
olarak kabul ettiği belirler. Bu biçim de, önesü rü m b ir olgusal savdır,
ve bir insanın ahlaksal ve toplum sal d eğ erlerin in sağlam toplum sal
çözüm lem e olarak tanım aya hazır o ld u ğ u şey ü zerin d e yarattığı et­
kileri ilgilendiren ayrıntılı görgül kanıt ile desteklenm elidir. Birçok
du ru m d a böyle kanıt gerçekten de el altındadır; ve toplum sal bilim­
ciler arasında neyin güvenilir olarak kabul edildiği açısından ayrım­
lar ulusal, dinsel, ekonom ik ve başka tü rd e n yanlılıklara yüklenebilir.
B ununla birlikte, ö n esü rü m ü n bu biçim i ne özel d eğ er üstenim leri
yoluyla ön-yargı altına d ü şü rü len kanıt değ erlem elerin i kabul etm e
olanağını, ne de böyle ön-yargıyı düzeltm e olanağını dışlar. Buna göre
daha önce toplum sal araştırm anın ileri sürülen değer-yönelim li ka­
rakteri için ikinci n ed en i yoklarken tartışılm amış olan hiçbir soruna
n eden olmaz (sayfalar 487-490).
Ö nesürüm ün bir başka am a ayrı bir biçimi “istatistiksel hipotezler”
(bir erkek bebeğin doğma olasılığının yan yarıya olduğu savı gibi rasgele
olayların olasılıklarını ilgilendiren hipotezler) denilen durum lar için ka­
nıt değerlemeyi ele alan kuramsal istatistik alanında yakınlarda yapılan
çalışma üzerine dayanır. Şimdiki soru ile ilgili olan ve bu gelişimlerin
temelinde yatan özeksel düşünce bir örneğin terim lerinde özetlenebilir.
Varsayalım ki yeni bir ilaç grubu satışa çıkarılm adan önce, üretim inde
giderilmem iş kirlilikler nedeniyle olanaklı zehirleyici etkileri için yüz
kobay hayvanın besinine ilaçtan küçük m iktarların katılmasıyla deney
hayvanlan üzerinde sınam alar yapılmış olsun. Eğer birkaç hayvandan
daha çoğu ciddi arka-etkiler göstermiyorsa, ilaç güvenilir olarak görü­
lecek ve pazarlanacaktır; am a eğer aykırı b ir sonuç elde edilirse ilaç
yok edilecektir. Şimdi varsayalım ki hayvanlardan üçü gerçekten de
ağır bir rahatsızlık göstermiş olsun. Bu sonuç imlemli m idir (e.d. ilacın
zehirli etkilerinin olduğunu belirtir m i), yoksa belki de etkilenen hay­
vanlardaki özel bir durum dan kaynaklanan bir “raslanü” mıdır? Soruyu
yanıtlamak için, deneyci kanıt tem elinde ilaç zehirlidir biçimindeki H\
hipotezi ve ilaç zehirli değildir biçim indeki Ho hipotezi arasında karar
vermelidir. Ama eğer keyfi olmaktan çok “usauygun” olmayı amaçlıyorsa
nasıl karar verecektir? Yürürlükteki istatistiksel kuram ona usauygun
bir karar vermesi için bir kural sunar, ve kuralı aşağıdaki çözümleme
üzerine dayandırır.
Deneyci hangi kararı verirse versin, iki tip yanılgıdan birine düşm e
riski altındadır: Bir hipotezi doğru olmasına karşın reddedebilir (e.d.
H ı’in gerçekten de d o ğ ru olm asına karşın, elindeki kanıtın ışığında
yanlışlıkla ona karşı karar verir); ya da hipotezi gerçekte yanlış olmasına
karşın kabul edebilir. Karan öyleyse kural ile uyum içinde verilen hiçbir
karann iki tip yanılgıya da düşmeyeceğini güvence alüna alan bir kural
üzerine dayansaydı belirgin olarak usauygun olurdu. Ne yazık ki böyle
bir kural yoktur. Sonraki öneri öyle bir kural bulm akür ki, kararlar ona
göre yapılınca h e r bir yanılgı tipinin göreli sıklığı oldukça küçük ola­
caktır. Ama ne yazık ki yanılgının h er bir tipine düşme riskleri bağımsız
değildir; örneğin kararlara tem el olacak ve bu kararlardan her birinin
göreli yanılgı sıklığının binde b irden daha düşük olmasını sağlayacak
bir kural bulm ak genelde mantıksal olarak olanaklı değildir. Sonuçta,
usauygun bir kural önerilm eden önce, deneyci iki yanılgı tipinin göreli
önem ini karşılaştırmalı, ve daha önem li olarak yargıladığı yanılgı tipini
üstlenm ekle hangi riski göze almayı istediğini bildirm elidir. Böylece,
doğru olm asına karşın H \ \ reddetseydi (e.d. birinci tip ten yanılgıya
düşseydi), irdelem e altındaki tüm ilaçlar satışa sunulacak ve onları kul­
lananların yaşamları tehlikeye düşecekti; öte yandan eğer H\ açısından
ikinci tipten yanılgıya düşseydi, b ü tü n bir ilaç kütlesi çöpe atılacak ve
fabrikatör parasal zarara uğrayacaktı. Bununla birlikte, insan yaşamının
sakinimi deneyci için parasal kazançtan daha önem li olabilir; ve belki de
kararını birinci tipten bir yanılgıya düşm e riskinin yüz kararda birden
daha yüksek bir oranda olmasına yol açan bir kural üzerine dayandır­
mayı istemediği koşulunu getirebilir. Eğer bu kabul edilirse, istatistiksel
kuram deneycinin gerektirim ini doyuran bir kural belirleyebilir; ama
b u nun nasıl yapıldığı ve ikinci tipten bir yanılgıya düşm e riskinin nasıl
hesaplandığı bizi ilgilendirm eyen teknik sorulardır. Bu çözümlemede
belirtilecek ana nokta kuralın değer biçici belli değer yargılarını önge-
rektirmesidir. Kısaca, eğer bu sonuç genelleştirilirse, istatistiksel kuram
değer üstenim lerinin istatistiksel hipotezler için kanıta değer biçm e
kurallarına kesin olarak girdiği savını destekliyor g ö rü n ü r39
B ununla birlikte, b u sava dayanak olan kuram sal çözüm lem e h er
toplumsal araştırm ada kanıta değer biçm ek için edimsel olarak kulla­
nılan kuralların zorunlu olarak özel üstenimler, e.d. yukarıdaki örnekte
değinilen tü rd e genellikle güvenilir bilgi elde etmeyi amaçlayan bir
girişim olarak bilimde örtük olarak bulunanlardan ayrı olan üstenim ler
içerdiği vargısını gerektirm ez. Aslında yürürlükteki istatistiksel kuram ­
daki uslamlamayı sergileyen yukarıdaki örnek yanıltıcı olabilir, çünkü
istatistiksel hipotezler arasındaki almaşık kararların kaçınılmaz olarak
almaşık eylem lere götüreceğini d üşündürebilir ki, b u n ların kendile­
rine değişik özel değ erler yüklenen dolaysız kılgısal sonuçlan vardır.
Ö rneğin, bir kuram sal fizikçinin atom lar arasında belli enerji değiş-
tokuşunun olasılığını ilgilendiren iki istatistiksel hipotez arasında karar
vermesi gerekebilir; ve benzer olarak bir kuram sal toplum bilim cinin
belli toplum sal düzenlem eler altında çocuksuz evliliğin göreli sıklığını
ilgilendiren iki istatistiksel hipotez arasında seçim yapması gerekebilir.
Ama bu insanlann h e r ikisi için de, bilimsel topluluğun birer üyesi ola­
rak araştırm alannı dürüstlük ve sorum luluk ile yürütm ek için bağlı ol-
duklan değerler dışında, aralannda karar vermeleri gereken almaşıklar

^-Yukarıdaki örneği kullanan tartışma için bkz. J. N eym ann, First Course in Probaiility
and Statistics, New York, 1950, Chap. 5; orada istatistiksel kuram daki son gelişmeler
üzerine temel bir teknik açıklama verilir. Teknik olmayan bir açıklama için, bkz. Irwin
D. J. Bross, Design for Decision, NewYork, 1953, ve ayrıca R. B. Braithwaite, Scientific
Explanation, Cambridge, Eng., 1953, Chap. 7.
ile bağlı herhangi bir özel değer söz konusu olmayabilir. Buna göre, ister
doğa bilim lerinde isterse toplum bilim lerinde olsun kanıta değer biç­
m elere herhangi bir özel değer üstenim inin girip girm ediği sorusu şu
ya da bu yolda kuramsal istatistik yoluyla bir karara bağlanmaz; ve soru
her zaman ancak çeşitli bilimsel disiplinlerdeki edimsel araştırm aların
yoklanması yoluyla yanıtlanabilir.
Dahası, kuram sal istatistiğin uslam lam asında alm aşık istatistiksel
hipotezler arasında b ir karar verileceği zam an hiçbirşey hangi tikel
içeriğin tartışm a altında old u ğ u n a bağlı değildir. Ç ünkü uslam lam a
bütünüyle geneldir; ve özel b ir içeriğe g ö n d erm e ancak b ir araştır­
macı verili bir hipotezi ilgilendiren yanlış bir karar d u ru m u n d a göze
almaya hazır olduğu riske belli b ir sayısal d eğ er atanacağı zam an il­
gili olur. Buna göre, eğer yürürlükteki istatistiksel kuram toplum sal
araştırm ada istatistiksel h ip o tezler için kanıta d eğ er biçmeye değer
üstenim lerin in girdiği ö n e sü rü m ü n ü desteklem ek için kullanılırsa,
istatistiksel kuram eşit hakla tüm başka araştırm alar için de andırım lı
önesürüm leri desteklem ek için kullanılabilir. Kısaca, tartışm akta oldu­
ğumuz önesürüm insan sorunlarının incelem esinde güvenilebilir bilgi
arayışında yer alması gereken ve doğa bilim lerinde de karşılaşılmayan
hiçbir güçlük yaratmaz.
Bu önesü rü m ü n bir ü çüncü biçimi tüm ü arasında en köktenci ola­
nıdır. Yukarıda değinilen ilk biçim den insan sorunlarının bir öğren­
cisinin “toplum sal p erspektifi” ve o n u n yetkin toplum sal araştırm a
ölçünleri arasında yalnızca olum sal ya da n edensel b ir bağıntı değil
am a zorunlu bir mantıksal bağıntı olduğunu, ve sonuçta kendi toplum ­
sal ilgileri nedeniyle üstlendiği özel değerlerin etkisinin giderilebilir
olm adığını ileri sürm ede ayrılır. Ö nesü rü m ü n b u biçimi H egel’in in­
san tarihinin “eytişimsel” doğasını açıklamasına ö rtü k tü r ve toplumsal
düşüncenin “tarihsel olarak göreli” karakterini vurgulayan Marxist ve
M arxist-olm ayan felsefenin ço ğ u n u n bütünleyicisidir. H er n e olur­
sa olsun, genellikle toplum sal k u ru m lar ve kültürel ü rü n le r sürekli
olarak değiştiğine göre onları anlam ak için gerekli olan entellektüel
aygıtın da değişmesi gerektiği sayıltısı üzerine dayanır; ve bu am açla
kullanılan h e r düşünce öyleyse insan sorunlarının gelişiminde yalnızca
belli bir tikel evre için yeterlidir. Buna göre, ne toplumsal fenom enleri
sınıflandırm ak ve yorum lam ak için benim senen tözsel kavramlar, ne
de böyle kavram ların değerini hesaplam ak için kullanılan mantıksal
kanonlar b ir “zamansız geçerlik” taşır; toplum sal fen o m enlerin özel
bir toplum sal duruş noktasının anlatım ı olmayan, ya da tarihinin belli
b ir evresindeki insan sah n esin in b ir kesim inde başat olan çıkar ve
değerleri yansıtmayan hiçbir çözüm lem esi yoktur. Sonuçta, doğa bi­
lim lerinde bir insanın görüşlerinin kökeni ve onların olgusal geçerliği
arasında sağlam bir ayrımın yapılabilm esine karşm, böyle bir ayrımın
toplum sal araştırm ada yapılamayacağı ileri sürülür; ve “tarihsel gö-
reciliğin” ö n d e gelen sözcüleri b u n ed en le “b ir ö n e rm en in türeyişi
tüm koşullar altında doğ ru lu ğ u n a ilgisizdir” savının evrensel yeterli­
ğine m eydan okum uşlardır. Bu k o n u m u n etkili b ir savunucusunun
belirttiği gibi,
Bir id e a n ın tarihsel ve toplum sal türeyişi en so n geçerliğine an ca k d o ğ u su n u n
zam ansal ve toplum sal k o şu llan o n u n içerik ve biçim i ü z e rin d e h içb ir etkide
bulunm asaydı ilgisiz o lu rd u . E ğer d u ru m b u olsaydı, insan bilgisinin tarih in d e
h e rh a n g i iki d ö n e m a n ca k d a h a e rk e n o la n d ö n e m d e belli şeylerin h e n ü z
b ilin m em esi ve d a h a so n ra k i bilgi yoluyla tam o lara k d ü z e ltile n belli yanıl­
gıların h e n ü z varolm ası olgusu yoluyla b irb irle rin d e n ayırdedilirdi. Bilginin
d a h a ö nceki tam am lan m am ış b ir d ö n e m i ve d a h a sonraki tam am lanm ış b ir
d ö n e m i a ra sın d a k i b u yalın ilişki sağın b ilim le r için b üyük b ir düzeye d e k
uygun o la b ilir.... B u n u n la birlikte, k ü ltürel bilim lerin tarihi için e rk en evreler
sonraki ev reler yoluyla hiç d e öyle yalın o larak o rta d a n kaldırılm az, ve e rk en
yanılgıların d a h a so n ra düzeltild iğ i öyle kolayca ta n ıtla n a b ilir değildir. H e r
çığırın k e n d isin in tem el o larak yeni b ir yaklaşım ı ve k arakteristik bakış açısı
vardır, ve so n u ç olarak “aynı” nesneyi yeni b ir p e rsp ek tifte n görür. ... B ilginin
on ların ışığında eleştirilecek o ld u ğ u ilkelerin k en d ilerin in toplum sal olarak ve
tarihsel olarak koşullu o ld u ğ u b ulu n u r. Bu n e d e n le uygulanm aları verili tarih­
sel d ö n e m le re ve o zam an y ü rürlükte olan ükel bilgi tip lerin e sınırlı g ö rü n ü r.40

T oplum un insanların savundukları inançlar üzerindeki etkisine yö­


nelik tarihsel araştırm anın bilimsel girişimin karmaşık doğasını anla­
m ada su götürm ez önem i vardır; ve bilginin toplum bilim i—ki böyle
araştırm alara bu ad verilmeye başlam ıştır—böyle b ir anlayışa birçok
durulaştıncı katkıda bulunm uştur. B ununla birlikte, bilginin toplum ­
biliminin bu açıkça değerli hizmetleri bildirmekte olduğumuz köktenci
önesürüm ü doğrulamaz, ilk olarak, toplumsal araştırm ada entellektüel
ürünlere değer biçmek için kullanılan ilkelerin zorunlu olarak araştırma­
cının toplumsal perspektifi tarafından belirlendiğini gösterecek hiçbir
yetkin kanıt yoktur. Tersine, bu önesürüm ü desteklem ek için genellikle
alıntılanan “olgular” bir insanın toplum sal üstenim leri ve onun bilişsel
geçerlik kanonları arasında en iyisinden yalnızca olumsal bir nedensel
ilişki kurar. Ö rneğin, bir zam anlar m oda olan görüşün, ilkel toplum-
lan n “a.n\ayış/mentality ”ya da mantıksal işlem lerinin Batı uygarlığında
tipik olanlardan ayrı olduğu görüşünün—karşılaştırma altındaki top-
lum lann kurum lanndaki ayrımlara yüklenen bir eşitsizlik—şimdi genel
olarak yanlış olduğu kabul edilir, çünkü ilkel halkların entellektüel sü­
reçlerini ciddi olarak yanlış yorumlar. Dahası, bilgi toplum bilim inin gi-
'■':Karl M annheim , ideology and Utopia, NevvYork, 1959, ss. 271, 288, 292. Yukarıdaki
parçaların kaynağı olan denem e ilkin 1931’de yayımlandı, ve M annheim daha sonra
o n d a anlatılan görüşlerden bir bölüm ünü değiştirdi. B ununla birlikte, alıntılanan
pasajlarda bildirilen savı ö lü m ü n d en bir yıl öncesi olan 1946 gibi ileri b ir tarihte
yeniden doğruladı. Bkz. Kurt H. W olffa 15 Nisan 1946 tarihli m ektubu; m ektup
Wolff tarafından alıntılanmıştır, “Sociology o f Knowledge and Sociological Theory,” in
Symposium on Sociobgical Theory (ed. by Llewellyn Gross), Evanston, 111., 1959, p. 571.
derek uç savunucuları bile m atem atikte ve doğa bilim inde ileri sürülen
pekçok vargının o n la n ileri sürenlerin toplum sal perspektiflerindeki
ayrımlara karşı yansız olduğunu kabul ederler, öyle ki bu önerm elerin
türeyişi geçerliklerine ilgisizdir. Niçin insan sorunlarına ilişkin önerm e­
ler hiç olmazsa kimi durum larda benzer bir yansızlık sergileyemesin?
Bilgi toplumbilim cileri genel olarak iki atın birlikte h er birinin yalnız
başına çekebileceğinden daha ağır bir yükü çekebileceği bildirim inin
doğruluğunun o nu doğrulayan bireyin toplumsal konum undan m an­
tıksal olarak bağımsız olduğundan kuşku duyuyor görünmezler. Ama
böyle bağımsızlığı insan davranışına ilişkin andırım lı bir bildirim için,
örneğin birlikte çalışan iki em ekçinin genel olarak verili boyutlardaki
bir çukuru yalnız başına çalışan h er birinden daha çabuk kazabileceği
biçimindeki bildirim için özünlü olarak olanaksız kıldıkları ileri sürülen
kaçınılmaz etm enlerin neler olduğunu açıkça ortaya koymamışlardır.
ikinci olarak, önesürüm ciddi ve sık belirtilen eytişimsel bir güçlük ile
yüz yüzedir—bir güçlük ki önesürüm ün savunucuları o nu karşılamayı
ancak onun tözünü terk ederek başarmışlardır. Çünkü insan sorunları­
na ilişkin h e r önesürüm ün içeriğine olduğu gibi geçerli kılınmasına da
özsel olarak bir toplumsal perspektifin girdiği savının bilişsel konum u­
nu n ne olduğunu soralım. Bu sav yalnızca onu ileri sürenler ve böylece
ayırdedici toplumsal üstenim leri nedeniyle belli değerlere bağlananlar
için mi anlamlı ve geçerlidir? Eğer böyle ise, değişik bir toplumsal pers­
pektifi olan hiç kimse onu gerektiği gibi anlayamaz; geçerli olarak kabul
edilmesi sağın olarak bunu yapabilenlere sınırlıdır, ve değişik bir top­
lumsal değerler kümesine bağlanan toplum sal bilim cinin öyleyse onu
boş konuşm a olarak bir yana atması gerekir. Ya da sav o nu geçerli sayan
önesürüm ler sınıfından tu h af bir biçimde bağışık mıdır, öyle ki anlamı
ve doğruluğu o n u ileri sürenlerin toplumsal perspektifleri ile özünlü
olarak ilişkili değildir? Eğer böyle ise, savın niçin öyle bağışık olduğu
açık değildir; am a h e r ne olursa olsun, sav o zam an insan sorunları
üzerine deyimin olağan anlam ında “nesnel olarak geçerli” olduğu kabul
edilen bir vargıdır—ve, eğer böyle bir vargı varsa, niçin başkalarının da
olamayacağı açık değildir.
Bu güçlüğü karşılam ak ve savın böylece g ö tü rd ü ğ ü kendini-yenen
kuşkucu görecilikten/re/atoz'.ra kaçmak için, sav zam an zaman insan
sorunlarının “saltık olarak nesnel” bilgisinin erişilemez olmasına karşın
“ilişkicilik/reZa<îOMM?w” denilen bir “ilişkisel/re/ah'owa/” nesnellik biçimi­
nin elde edilebileceğini söylüyor olarak yorumlanır. Bu yorum üzerine,
bir toplumsal bilimci kendi toplumsal perspektifinin ne olduğunu keş­
fedebilir; ve eğer o zaman araştırm alarının vargılarını” ilişkisel olarak”
form üle ederse ve böylece bulgularının o n u n perspektifindeki örtük
geçerlik kanonlarına uygun düştüğünü gösterirse, vargıları bir “ilişki­
sel” nesnelliği elde etmiş olacaktır. Aynı perspektifi paylaşan toplumsal
bilimcilerin, ortak perspektiflerinin karakteristiği olan geçerlik kanon-
lan doğra olarak uygulandığı zaman, verili bir problem e yanıüannda
anlaşacakları beklenebilir. Ö te yandan, toplum sal fenom enlerin ayn
am a bağdaşmaz toplum sal perspektifler içerisinde çalışan öğrencileri
de, başka türlü çeşitli araştırm alarda elde ettikleri bağdaşmaz sonuçlar
olması gereken şeyin bir “ilişkisel” form ülasyonu yoluyla da olsa, nes­
nellik elde edebilirler. B ununla birlikte, “birinin sonuçlannı ötekinin
sonuçlarına çevirmek için bir form ül bulmayı ve bu değişen perspek-
tivist içgörüler için ortak bir payda keşfetmeyi”41 üsüenerek on u “daha
dolambaçlı bir yoldan” da başarabilirler.
Ama “ilişkisel nesnelliğin” niteleyici sıfat olmaksızın ve sözcüğün alı­
şıldık anlam ında “nesnellik”ten hangi yolda ayrıldığını görm ek güçtür.
Ö rneğin, b ir araştırm ayı ışığın sudaki hızının bildirilen bir birim ler
dizgesinin terim lerin d e, bildirilen b ir yordam yoluyla, ve bildirilen
deneysel koşullar altında ölçüldüğü zaman belli b ir sayısal değerinin
olduğu vargısı ile sonlandıran bir fizikçi vargısını niyetlenen anlam da
“ilişkisel” olan bir tarzda form üle etm ektedir; ve vargısı büyük olasılıkla
hızın atanan sayısal değerinin bağımlı olduğu “ilişkisel” etm enlerden
söz ettiği için “nesnellik” ile karakterize edilir. B ununla birlikte, doğa
bilim lerinde belli vargı tiplerini bu yolda form üle etm ek oldukça öl­
çün bir uygulamadır. Buna göre, toplumsal bilim lerin bulgulannı an-
dırım lı bir yolda form üle etm eleri önergesi bu disiplinler için başka
araştırm a alanlarında ulaşılan vargıların nesnelliğini taşıyan vargılar
üretm enin ilkede olanaksız olm adığının bir ön kabulünü kapsar. Da­
hası, eğer irdelemekte olduğumuz güçlük birbirinden aynlan toplumsal
perspektiflerden kaynaklanan vargıların “ortak paydalannı” çevirmek
için önerilen çeviri form ülleri yoluyla çözülecekse, o form üller kendi
paylanna deyimin tartışm a altındaki anlam ında “durum sal/situational
olarak belirlenem ez.” Çünkü eğer bu form üller böyle belirli olsalardı,
aynı güçlük onlarla bağıntı içinde yeniden kendini gösterirdi. Ö te yan­
dan, böyle form üller için bir arayış bir içerikteki değişimsiz ilişkiler için
arayışta bir evredir, öyle ki bu ilişkilerin formülasyonlan o konu üzerine
bir perspektifler sınıfından seçilebilecek tikel perspektife bakılmaksızın
geçerlidir. Sonuçta, toplumsal bilimlerde böyle değişimsiz terim ler için
arayışın özünlü olarak başansızlığa uğram ak zorunda olmadığını kabul
etmekle, irdelemekte olduğumuz önesürüm ün savunuculan başlangıçta
onun en köktenci savı olmuş olan şeyi terk eder.
Kısaca, toplumsal bilim lerde nesnel (e.d. değerden özgür ve yanlılık
gösterm eyen) vargılar elde etm enin özünlü olanaksızlığı için irdele­
m ekte olduğum uz çeşitli n e d e n le r doğrulam ayı ileri sürdükleri şeyi
doğrulamaz, üstelik kimi durum larda dikkati bu disiplinlerde sık karşı­
laşılan önem li kılgısal güçlüklere yöneltiyor olsalar da.

41Karl M annheim , aynı yer, ss. 300-01.


Toplumsal Bilimlerde
Açıklama ve Anlama

Önceki bölümdeki tartışmanın n et sonucu sık sık top­

M
lumsal fenom enlerin dizgesel açıklaması için arayışın
karşısına çıktığı ileri sürülen yöntembilimsel güçlük­
lerden hiç birinin yalnızca toplumsal bilimlere özgü
olm adığı ya da özünlü olarak aşılamaz olmadığıdır.
Ö te yandan, problem ler yalnızca zorunlu olarak çözümsüz o
gösterilmesi ile çözülmez; ve toplumsal araştırm anın şimdiki durum u
açıkça irdelem ekte olduğum uz güçlüklerin kim ilerinin gerçekten de
ciddi olduğunu belirtmektedir. Bu güçlüklere karşın, toplumsal bilim­
ciler toplumsal fenom enlerin büyük bir türlülüğü için açıklamalar ileri
sürebilirler, üstelik önerilen açıklama öncülleri kapsamlı olmaktan çoğu
kez uzak ve değerleri sık sık tartışmalı olsa bile. Bu önerilen açıklamaları
gözden geçirmeyeceğiz, ne de onlardan herhangi birini ayrıntıda tartı­
şacağız, çünkü amacımız toplumsal incelem enin özel alanlarının tözsel
içeriğini ele almak değildir; ama amacımız ile uyum içinde, yürürlükteki
toplumsal araştırm ada öne çıkan türlü açıklama tiplerinin sergilediği
çeşitli yapısal (ya da biçimsel) karakteristikleri yoklayacağız.

I. istatistiksel Genellemeler ve Açıklamaları


D aha önce belirtildiği gibi, görgül toplum sal araştırm anın kurmayı
başardığı g en ellem elerin tü m ü olm asa da çoğu tan ıd ık “sağ-duyu”
ayrımlarının terim lerinde form üle edilir, ve karşılaştırmalı olarak dar
bir geçerli uygulama alanları (ya da düşük-düzlem genellikleri) vardır.
Dahası, bu genellem elerin tüm ü olmasa da çoğu bildirilen fenom enler
arasında değişmez olarak ya da sağın evrensellik ile işlem ekten çok o
fenom enlerin örneklerinin yalnızca (az çok tam olarak belirlenen) bir
bölüm ünde işleyen bağımlılık ilişkilerini ileri sürer—örneğin, “Kırsal
Amerikalıların çoğu aynı dinsel örgüte üyedir” ya da “Protestanlar ara­
sında yıllık intihar oranı genel olarak Katolikler arasında olduğundan
daha yüksektir” gibi genellem eler. Uygunluk uğruna, böyle genelle­
m elere “istatistiksel” ya da “olasılıklı” olarak değineceğiz, üstelik (bu
örneklerde olduğu gibi) onlarda istatistik ya da olasılık katsayıları için
hiçbir sayısal d eğerden söz edilmese bile, istatistiksel yasalar yalnızca
toplumsal bilim lere özgü değildir; istatistiksel sayılülar çeşitli fiziksel ve
yaşambilimsel kuram larda da kapsanır, ve istatistiksel deneysel yasalar
doğal bilim lerin m eteoroloji, fizyoloji ve hayvan davranışı gibi çeşitli
dallarında yaygındır. Buna karşın belirtmeye değer ki toplumsal bilimde
deneysel yasalar belki de yalnızca istatistikseldir; ve öyleyse ilkin niçin
b u nun böyle olduğunu ve kaçınılmaz olup olmadığını irdeleyeceğiz.

1. Görgül toplum sal incelem ede elde edilen genellem elerin yaygın
olarak istatistiksel doğası için sık sık bütünüyle ilişkisiz olmayan iki ana
neden sunulur. Birincisi bu olguyu toplumsal bilim nesnesinin özünlü
karmaşasına yükler, öyle ki, buna bağlı olarak tüm ilgili değişkenleri tek
tek saptam adaki yetersizliğimiz nedeniyle insan davranışının değişik
tiplerinin h er durum da bağımlı olduğu sağın koşullan bildirme yetene­
ğimiz yoktur, ikinci neden insan davranışının belirlenim ine giren istenç
öğesini vurgular. Bu açıklama zaman zaman insan istencinin “özgür”
olduğu ve öyleyse açık eylem de belirişlerinin tam olarak tahm in edi­
lebilir olmadığı, b u n a göre toplum sal fenom enlerde hiçbir değişmez
kurallılığın olamayacağı önesürüm ü üzerine dayanır. B ununla birlikte,
özgür-istenç öğretisine bağlı olmayan yazarlar bu ikici nedeni biraz ayrı
bir yolda bildirirler. Bu almaşık açıklama in sanlann eylemlerinin doğ­
rudan doğruya dışsal uyanlar yoluyla olm aktan çok onların bu uyarıları
yorumlamaları yoluyla yönetildiğini ileri sürer. Buna göre, insanların
toplum sal d u ru m lara verdikleri karşılıklar yorum larındaki ayrımlara
göre ayn olduğundan— ki bun u n n edeni kişisel gelişimlerindeki ya da
doğuştan yetilerindeki aynmiar olabilir—, dışsal uyanlar ve onlara insan
tepkileri üzerine sağın olarak evrensel genellem eler yapamayız.
Bu n e d e n le rin hiç kuşkusuz belli b ir önem i vardır, özellikle eğer
özgür-istenç öğretisinin yarattığı so ru n lar tartışm a altındaki soruya
ilgisiz olarak b ir yana atılırsa. B ununla birlikte, bir içeriğin karmaşası
en iyisinden sağın bir kavram değildir, ve onları ele almak için etkili
yolların b u lu n m asın d an önce u m utsuzca karm aşık g ö rü n e n p ro b ­
lem ler sık sık buluşlar yapıldıktan son ra bu görü n ü şü yitirir. Arabik
sayı n o tasy o n u n u n getirilm esin d en önce, b u g ü n no rm al b ir küçük
öğ ren cin in yolda yürü rk en yapabileceği aritm etiksel hesaplam aları
ancak olağanüstü yetenekli insanlar yapabiliyordu; ve Newton m eka­
niği geliştirildikten sonra, uygun olarak eğitilmiş öğrenciler cisimlerin
önceki kuşakların en iyi kafaların d an kim ilerin in insan anlağı için
çok fazla karm aşık bulduğu devim lerini çözüm leyebiliyordu. H er ne
olursa olsun, toplum sal fenom enler gerçekten de karmaşık olabilseler
de, b ü tü n ü n d e sağın olarak evrensel yasalar altında d u ran fiziksel ve
yaşambilimsel fenom enlerden daha karmaşık oldukları hiçbir biçimde
kesin değildir. Dahası, verili bir toplum sal du ru m a yanıtların insanla­
rın o duru m üzerine değişen yorum ları yoluyla dolaylı kılındığı doğru
olsa da, bu olgu kendi başına niçin verili bir toplumsal uyan tipi üzeri­
ne getirilen çeşitli yorum ların h e r birini insan karşılıklarının tikel bir
biçimi ile ilişkilendiren hiçbir evrensel yasanın olm adığını açıklamaz.
H er ne olursa olsun, daha öte iki noktayı belirtm ek gerekir, çünkü
bunlar yöntembilimsel olarak bu bağlamda şimdiye dek değinilen nok­
talardan daha tem eldir. İkisi de d ah a önce Bölüm I 3 ’te kültür-ötesi
toplum sal yasalar üzerine yapılan tartışm a ile ilişkilidir. İlk nokta dik­
kati görgül toplum sal araştırm anın genellem elerini form üle etm ede
kullanılan terim lerin ya da ayrımların doğasına yöneltir; İkincisi görgül
araştırm anın birçok dalında sağın olarak evrensel yasaların önesürü-
m ünü olanaklı kılabilmek için yaygın olarak benim senen mantıksal bir
aygıtı anımsatır.

a. İlk olarak, birçok bilim dalının evrensel yasalarında kullanılan


terim lerin oldukça sağın yan-anlamlar taşıdığını, ve sık sık az çok edim­
sel olarak gözlenen özelliklerin “idealleştirilmiş” biçimleri olan karak­
terleri imlediğini anımsamalıyız. Böyle h er bir terim sonuçta belirtilen
belli bakım lardan yüksek düzeyde türdeş olan bir öğeler sınıfını anlat­
m ak için am açlanır; ve eğer terim lerin gerçekte uygulandığı öğeler
gereken türdeşlik derecesini göstermeyi başaramıyorsa, böyle terimleri
kapsayan bir yasanın ne gözlem lenen veriler ile sağın anlaşma içinde
olması beklenir, ne de yasa edim sel olarak öyle b ir anlaşm a içinde­
dir. Ö rneğin, fizikte ve kimyada evrensel yasalarda kullanılan ‘güm üş’
terimi, sağın olarak belirlenen başka koşullar arasında, kimyasal arılı­
ğın belli gerektirim lerini doyuran bir nesneler sınıfını gösterir. Buna
göre, örneğin verili bir sıcaklıkta güm üşün kütlesinin hacm ına oranı­
nın (e.d. yoğunluğunun) değişmez olması gibi evrensel yasaların, eğer
üzerlerinde deneyler yapılan güm üş ö rnekleri bu kimyasal türdeşlik
gerektirim lerini tam olarak karşılamıyorsa, deneysel veriler ile ancak
yakın anlaşma içinde olmaları beklenebilir; ve yasalarda değinilen başka
terim ler açısından da andınm lı yorum lar uygundur.
Ö te yandan, görgül incelem ede yürürlükte olan terim ler çoğunlukla
toplum sal soruların h e r günkü tartışm alarında kullanılan ayrımların
uyarlamalarıdır, ve sık sık bulanık sağ-duyu anlam larının biraz yeniden
tanım lanm ası ile görgül g enellem eler form üle etm ede kullanılırlar.
Görgül toplum sal araştırm ada böyle terim lerin örnekleri ‘yoksunluk
duygusu,’ ‘m o ral,’ ve ‘ro l’dür. Dahası, bir terim in anlam ı göreli ola­
rak sağın kılındığında bile, sağınlık sık sık özsel olarak istatistiksel bir
yordam yoluyla elde edilir, öyle ki terim in am açlanan belirtm e alanına
düşen öğeler terim in imlediği özelliğin değişik belirli biçimlerini taşıya­
bilir. Böylece, yakınlardaki görgül araştırm ada benim senen ‘yetkeci aile
yapısı’ terim inin tanımı, başka şeyler arasında, ebeveynlerin bedensel
ceza kullanm alarının ve çocukların çeşitli etkinliklerine karışmalarının
sıklığına gönderm e içerir. Dahası, şimdi kullanım da olan ve istatistiksel
yan-anlamı olmaksızın bütünüyle sağın olan birçok terim (örneğin ‘ya­
bancı doğum lu’ ya da ‘son seçimde oy kullanm a’) gene de soruşturm a
altındaki problem e büyük ölçüde ilgili olabilen başka karakteristiklerde
sık sık yaygın ayrımlar gösteren bireylerin sınıfını belirtir; doğal bilim­
lerin yasalarında yer alan terim lerin kodladığından daha az inceltilmiş
ya da daha az ayrıntılı olan ayrımları kodlar; ve altlarına alm an öğeler
sonuçta ilgili bakım lardan genellikle bu son terim lerin olduğundan
çok daha az türdeştir.
Bu durum da belki de güncel görgül toplumsal araştırm anın genelle­
m elerinin kesin olarak değişmez bağımlılık ilişkilerinden çok istatistik­
sel bildirim ler olması kaçınılmazdır. Bir andırım bu noktayı açıklamaya
yardım edecektir. Varsayalım ki, m etaller ve metal-olmayanlar arasında
büyük bir ayrım olduğunu kabul ettikten sonra, m etallerin elektriksel
iletkenliğini araştırm ış, am a b u n u değişik m etal tü rleri arasına daha
öte ayrımlar getirm eden yapmış olalım. Bildiklerimizin ışığında, eğer
elektriksel iletkenliğin diyelim ki sıcaklığa göre değişmesi ile ilgili olarak
kurmayı başardığımız genellem eler biçim de istatistiksel ise bu şaşırtıcı
mı olacaktır? Yetkin bir fizikçi hiç kuşkusuz bize benimsemiş olduğumuz
çözümleme düzlem inde başka hiçbirşeyin usauygun olarak beklenem e­
yeceğini, ve eğer sağın olarak evrensel bağımlılık ilişkileri elde etmeyi
istiyorsak ayrımlarımızı inceltm em iz gerekeceğini ve b u n un için onları
en sonunda metalik tözlerin mikroskopik yapılan üzerine dayandırmak
zorunda kalacağımızı söyleyecektir.
Bu an d ın m ın açıkta yatan dersi eğer sağın olarak evrensel toplum ­
sal yasalar saptanacaksa toplumsal bilimcinin benzer olarak toplumsal
fenom enlerin daha ayırdedici sınıflandırm alarını geliştirmesi gerekti­
ğidir. Bu g ö rü n ü rd e usayatkın önerinin herhangi b ir değerinin olup
olm adığı hiç kuşkusuz ancak edim sel sınam anın sonuçlarının ışığın­
da saptanabilir, h erhangi b ir a priori uslam lam a çabası yoluyla değil.
B ununla birlikte, şimdiki yapıları içindeki toplum sal bilim ler hem en
hem en tanmamayacak denli dönüştürülm edikçe, bu disiplinlerin şim­
diki ayrımlarını belli bir noktanın—araştırdıkları problem lerin genel
karakteri ve o problem leri ele almak için uygun çözüm lemenin düzlemi
tarafından belirlenen bir noktanın—ötesine inceltm elerinin olanağı ko­
nusunda kuşku duymak için kimi n edenler vardır. Çünkü varsayalım ki
evrensel toplumsal yasalar elde edebilm ek için toplumsal fenom enleri
bir yandan o fenom enlere katılan insanlann inceden inceye aynmlaşmış
fiziksel ve fizyolojik özelliklerine gönderm e ile, ve öte yandan katılan
her insanın kültürel olarak kazandığı alışkanlık ve inançları ilgilendiren
ayrıntılı veriler tem elinde sınıflandırm ak zorunlu olsun. Bu tahm ini
biraz som utlaştırm ak için, büyük ölçüde yalın ve düşlemsel bir örne­
ği irdeleyelim. Varsayalım ki yetkeci ebeveyn tutum larının belirleyici
etm enleri biliniyor olsun, ve böyle tutum ların yeterli kategorizasyonu,
başka şeyler arasında, h er bir ebeveynin kemik yapısının ayrıntıları ile
ilgili değişkenlerin kullanım ını, eklem lerinde biriken kalsiyum mik­
tarını, kanlarının kimyasal bileşim indeki ayrımları, ve sinir tellerinin
uzaysal dağılım ındaki değişm eleri gerektirsin; ve daha öte varsayalım
ki, eğer yetkeci ebeveynlerin alt-sınıfları bu değişkenlerin terim lerinde
belirlenecek olsaydı, böyle ebeveynlerin yetiştirdiği çocukların azınlık
küm elere karşı sergiledikleri tutum ları ilgilendiren evrensel yasalar ku-
rulabilsin. Buna karşın, fenom enlerin önerilen sınıflandırması olmak­
sızın onlara ilişkin olarak yalnızca istatistiksel b ir genellem enin elde
edilebilir olduğu sayıltısı üzerine bile, böyle bir genellemeyi örnekte
değinilen kategorilerin yüksek düzeyde ayırdedici bir kümesi üzerine
dayalı sağın olarak evrensel bir genellem eden yana terk etm ek yararlı
olmayabilir.
Çünkü listelenen değişkenler yürürlükteki toplum sal araştırm anın
özel alanına düşmeyen karakteristiklere gönderm ede bulunur, çünkü
belirli olarak toplumsal özellikler değildirler; ve, toplum sal bilimcinin
norm al olarak aldığı eğitim i dikkate alırsak, içlerinden olsa olsa çok
azı toplum sal fenom enleri o değişkenlerin terim lerinde çözüm lem e
yetkinliğinde olacaktır. Bu durum kendi başına alındığında büyük olası­
lıkla toplumsal incelemeye örnekte önerilen dizge gibi yüksek düzeyde
inceltilmiş b ir ayrımlar dizgesinin getirilm esinin karşısına çıkacaktır.
Dahası, görgül toplum sal araştırm anın yaygın olarak kabul edilen ve
kılgısal olarak önem li olan toplum sal davranış biçim leri arasındaki
bağımlılık ilişkilerini ilgilendiren problem ler üzerinde odaklanmış kal­
mayı sürdüreceği sayıltısı üzerine, böyle inceltilmiş ayrımlar fenom en­
lerin araştırm a altındaki problem lerin gereksinim lerinin çok ötesinde
ayırdedilmesini gerektirebilir, öyle ki kabul edilm eleri edimsel olarak
ilgi konum uz olan fenom enler arasındaki bağıntılara ilişkin bilgimizi
etkili olarak arttırm ayabilir; ve, sonuçta, görgül araştırm anın hedefle­
rine ulaşmak için zorunlu olandan daha ince ayrımların terim lerinde
form üle edilen evrensel yasalar yalnızca işe yaramaz bir kereste yığını
olabilir. Çok güçlü bir m ikroskop küçük p unto yazıyı okum a açısından
bir alet olarak yalın bir büyüteç üzerinde bir ilerlem e değildir. Benzer
olarak, toplum sal bilimci sağın olarak evrensel g enellem eler yerine
istatistiksel genellem eler kurmayı daha yararlı bulabilir, çünkü norm al
olarak toplum sal fen o m en ler üzerine sorulan sorulara yanıt verm ek
için İkinciler d ah a etkili araçlar olabilir. Buna göre, eğer toplum sal
fenom enlere şimdiki ilgilerimizin özsel olarak “kılgısal” doğası kökten
değişmezse, o zam an, sağın olarak evrensel toplum sal yasalar özünlü
olarak olanaksız olmasalar da, öngörülebilir gelecekte görgül araştırma
temeli üzerinde böyle yasalar kurm ak için beklentilerin güçlü olduğu
söylenemez.

b. Toplumsal bilimde görgül genellem elerin yaygın olarak istatistiksel


karakterini açıklamaya yardım ed en ikinci nokta kısaca belirtilebilir,
çünkü tözü d ah a önce bildirilm işti. Fiziksel bilim in evrensel yasaları
için deneysel kanıtın onlarla ancak seyrek olarak eksiksiz anlaşma içinde
olduğu biçim indeki tanıdık olguyu belirterek başlayalım. Buna göre,
eğer fizikçiler yasalarını gözlemin fiziksel fenom enler konusunda doğ­
ruladığı şeylere katı b ir bağlılık içinde form üle etselerdi, bu yasalar
evrensel olm aktan çok istatistiksel bir biçim taşırdı. Ö rneğin, eğer Ga-
lileo serbest düşm edeki cisimler için yasaları yalnızca gözlem verilerini
bağlılaştırarak kurmaya çalışsaydı, hiç kuşkusuz düşm ekte olan cisim­
lerin hızlarının ağırlık ve şekilleri ile değiştiğini bulurdu; ve cisimlerin
düşerken geçtikleri uzaklıklar ve düşm e zam anlarının kareleri arasında
değişm ez b ir o ra n d a n d ah a çok yüksek b ir bağlılaşım o ld u ğ u n u da
bulurdu, öyle ki bütünüyle bu bulgular üzerine dayalı b ir genellem e
biçimde istatistiksel olurdu.
Fiziksel yasaların buna karşın taşıdığı evrensel biçim başarılı bir m an­
tıksal stratejinin meyvesidir. D aha önce açıklandığı gibi, doğal bilimin
birçok dalında belli “ideal” koşullar altında ve araştırılan fenom enlerin
“a n durum ları” için evrensel olarak geçerli yasalar bildirm ek olanaklı­
dır; ve yasaların ileri sürdüğü şey ve gözlemin açığa serdiği şey arasın­
daki herhangi bir uyumsuzluğu o ideal koşullar ve gözlem lerin yapıl­
dığı edimsel koşullar arasında az çok iyi doğrulanm ış uyumsuzlukların
terim lerinde dizgesel olarak açıklamak olanaklıdır.
B ununla birlikte, bu strateji toplumsal bilim lerde, hiç kuşkusuz ham
görgül verileri bağlılaştırarak fenom enler arasında bağımlılık ilişkileri
kurmaya çalışan araşürm alarda geleneksel değildir. Belki de bunun için
başlıca neden toplumsal fenom enlerin “an durum ları” için evrensel ola­
rak geçerli yasaların verimli olarak nasıl form üle edilebileceğini göste­
recek yeterli kuramsal kavramların bu disiplinlerin çoğunda gelişmemiş
olmasıdır. Strateji aslında ekonom ide uygulanmıştır. B ununla birlikte,
kendileri için ekonom ik yasaların bildirildiği varsayılan ideal koşullar
ve ekonom ik pazarın edimsel d urum u arasındaki uyumsuzluk öylesine
büyüktür, ve bu uçurum u kapamak için gereken ek sayıltıları sağlama
problem i öylesine güçtür ki, stratejinin bu alandaki değeri tartışma ko­
nusu olmayı sürdürecektir. Ama stratejinin toplumsal bilimlerde yaygın
olarak kullanılmam ası olgusu için n ed en ler ne olursa olsun, bu olgu
niçin genellem elerin bu disiplinlerde çoğunlukla biçim de istatistiksel
olduğunu açıklamaya yardım eder. H em bilim tarihinin hem de sıradan
deneyimin yeterinden öte tanıklık ettiği gibi, görgül veriler arasındaki
bağlılaşımlar seyrek olarak eksiksizdir, ve salt böyle bağlılaşımlar üze­
rine dayalı genellem eler neredeyse kaçınılmaz olarak istatistiksel olmak
zorundadır.1

2. Toplumsal bilim ler yalnızca istatistiksel genellem eler yapmada de­


ğil, am a zam an zaman onları açıklam ada da başarılıdır; ve bu n a göre
böyle açıklam aların nasıl yapıldığını irdeleyeceğiz. B ununla birlikte,
açıklamaların (10 ve 11. Bölüm lerde kısaca belirtilen) yapısını yeniden
anımsamak tartışmayı hızlandıracaktır. Bunlarda istatistiksel sayıltıları
kapsayan fiziksel kuram lar çeşitli fiziksel yasalar için açıklayıcı öncül­
lerdir. Bu yolda açıklanan yasaların çoğunun kendileri istatistiksel olsa
da, zaman zaman ileri sürülenlere aykırı olarak böyle yasaların birçoğu
sağın olarak evrenseldir; am a yasalann h er iki tipi için de açıklamaların
kalıbı her durum da tüm dengelim li yapıdadır. Dahası, görünürde doğal
bilim lerde istatistiksel yasaları salt evrensel (ya da istatistiksel-olmayan)
olan öncüllerin yardımı ile açıklayan hiçbir açıklama örneği yoktur. Öy­
leyse toplumsal bilimlerde de istatistiksel genellem elerin açıklamasının
biçimsel yapısının tüm dengelim li olması, ve böyle açıklamalarda öncül­
lerin benzer olarak istatistiksel sayıltılar kapsaması beklentisi usaaykırı
değildir. Bu beklenti gerçekten de tam olarak doğrulanır; ve sonuçta,
istatistiksel toplumsal genellem eler için açıklamaların sergilediği genel
kalıp üzerine söylenmesi gerekecek d ah a öte hiçbirşey yoktur. Buna
karşın, büyük ölçüde görgül araştırm anın şimdiki d urum u ve yürürlük­
teki toplum sal kuram ın göreli olarak ilkel karakteri nedeniyle, böyle
açıklamaların toplum sal araştırm ada önem li değişke biçimleri vardır.
Buna göre toplum sal bilim cilerin görgül olarak kurulm uş istatistiksel
bağımlılık ilişkilerini açıklarken sık sık ileri sürdükleri ana yorumlama
tiplerini aydınlatıcı bir yolda kodlayan bir şematizmi kısaca anahatla-
n n d a vereceğiz.2

'Bu bağıntıda toplumsal bilim lerde hangi genellem elerin belirtik olarak form üle
edileceğini kılgısal ilgilerimizin belirlediğini gözden kaçırmam ak gerekir. Toplumsal
fenom enler için sağlam tem ellendirilm iş evrensel genellem eler form üle etm ek çok
fazla güç değildir. B ununla birlikte, böyle genellem eler sık sık değersiz görülecektir,
çünkü ya “apaçık” olanı ileri sürerler ya da “önem li” olarak görülecek ayrımlar yap­
mayı başaramazlar. Ö rneğin, h e r dinde onun yandaşlarının ortak duygularını yeni­
lem ek için ortaklaşa bir ayin biçim inin bulunduğu biçim indeki genellemeye, ya da
tüm suç işleyen çocukların kültürel hedefler ve onlara ulaşmak için kurumsallaşmış
araçlar arasında toplumsal olarak yaratılan bir gerilimi besleyen toplum larda görül­
düğü biçimindeki genellemeye hiçbir kuraldışı yok görünür. Bunlardan birincisi belki
de “apaçık” değersiz olanlar sınıfı için, İkincisi “önemsiz” olanlar sınıfı için bir adaydır
(çünkü gerilim üpleri arasında ya da yaygın olarak en büyük kılgısal önem de görülen
hed ef türleri arasm da aynm yapm az).
-Bu şematizm ilkin Paul F. Lazarsfeld tarafından önerildi ve m etindeki tartışm a
h em en hem en bütünüyle o n u n çalışması üzerine dayanır. Bkz. Paul F. Lazarsfeld,
“Interpretations o f Statistical Relations as a Research O peration,” in The Language of
Social Research (ed. by Paul F. Lazarsfeld and Morris Rosenberg), Glencoe, 111., 1955,
pp. 115-25; ve ayrıca Patricia L. Kendall ve Paul F. Lazarsfeld, “Problem s o f Survey
G örgül toplum sal araştırm anın tipik (am a açım lam a am açları için
önem li ölçüde yalınlaştırılmış) bir örneği ile başlayalım. Varsayalım ki
incelem e altındaki problem fabrikalarda çalışan kadınlar arasındaki
devamsızlık olsun; ve varsayalım ki içlerinden 100’ü evli ve geri kala­
nı bekar olan böyle 205 kadının bir örneklem inde birincilerden 25’i
devamsız (her ay üç ya da daha çok gün işe gelmeme olarak tanımlanır)
ama İkincilerden yalnızca 10’u devamsızdır._Bu bilgi tabloda uygun bir
biçim de sunulur. E evli kadınlar sınıfım , E evlenm em iş ya da tekil
olanları, D devamsızlar sınıfını, D devamsız olmayanlar sınıfını belirtir.

D D
E 25 75
E 10 95

Bu tartışma boyunca sözü edilen örneklem lerin türetildikleri popülas-


yonlan temsil edici olduklarını, ve çeşitli yüklemlerin öm eklem lerde yer
alma göreli sıklıklarının karşılık düşen popülasyonlarda göreli sıklıklara
ya da göreli sıklıklar arasındaki ilişkilere ilişkin aklanmış genellem e­
ler vermek üzere o örneklem lerden çıkarsanabileceğini varsayıyoruz.
Şimdiki örnekte örtük olan böyle iki genellem e şunlardır: “Kadın fab­
rika çalışanları popülasyonunda, evli olanlar arasında devamsızların
göreli sıklığı 25/100 ya da 0,25’tir,” ve “Kadın fabrika çalışanları popü­
lasyonunda tekiller arasında devamsızların göreli sıklığı 10/105 ya da
0,09+’dır,” ve b u n lard an h e r biri şu biçim i taşır: K popülasyonunda,
X yüklem inin Y yüklem ini taşıyanlar sınıfında yer alm a göreli sıklığı
fx ,Y ’d ır . Bu göreli sıklıklardan birincisi İkinciden önem li ölçüde büyük
olduğuna göre, kadınların evlilik d urum u ve devamsızlık arasında be­
lirli bir bağıntı bulunuyor görünür. (Ayrıca geçerken am a gelecek kul­
lanım için ö rn ek te ö rtü k olan iki başka genellem eye dikkat edelim ,
çünkü bunlar hem en şimdi değinilen biçimden biraz ayrı biçimleri olan
istatistiksel genellem eleri örneklendirir. Böyle b ir genellem e şudur:
“Kadın fabrika çalışanları popülasyonunda, devamsız fabrika çalışanla­
rının göreli sıklığı 35/205 ya da 0,17+’d ır” ve bu ‘^p o p ü lasy o n u n d a,
X yüklem inin göreli sıklığı / x ’tir’ biçimini taşır; öteki genellem e şudur:
“Kadın fabrika çalışanları popülasyonunda, evli devamsızların göreli
sıklığı 25/205 ya da 0,12+’d ır” ve bu ‘K popülasyonunda, hem X hem
de Fyüklem ini taşıyan bireylerin göreli sıklığı/x;-’d ir’ biçimini taşır.)

Analysis,” in Corıtinuities in Social Research (ed. by Robert K. M erton and Paul F. Lazars-
feld), Glencoe, 111., 1950, pp. 133-96. Lazarsfeld’in şematizmi Yule’in (G. UdnyYule)
Introduction to the Theory of Statistics, Londra, 1929, Bölüm ler 3 and 4’te geliştirilen
birleşme kalkülüsünün bilimsel açıklam anın incelem esine ilgisini açığa serer. Ayrıca
istatistiksel açıklam aların kimi bakım lardan Lazarsfeld’in çözüm lem esine andırım lı
bir çözümlemesi için, bkz. H erbert A. Simon, Modtls of Man, New York, 1957, Chaps.
1, 2, and 3.
Bununla birlikte, evli kadınların yalnızca küçük bir kesrinin devam­
sız olması ve devamsızlığın bekar olanlar arasında da görülm esi olgu­
su devamsızlık için sorum lu olan etm enin genel olarak evlilik durum u
olmadığım düşündürür. Öyleyse varsayalım ki devamsızlığın üçüncü bir
değişken (ya da bir “test” değişkeni) üzerine bağımlılığını sergileyerek
daha önce yapılan istatistiksel genellem eleri açıklayacak bir girişimde
bulunulsun. Bu test değişkeni bir kadının ev işine ayırdığı saatlerin sa­
yısı ile belirlensin, ve eğer bu nicelik h er hafta için altı saat ya da üzeri
ise “büyük m iktarda,” ve aykırı d u ru m d a ise “çok az ya da hiç” olarak
adlandırılsın. D aha öte varsayalım ki örneklem bu üçüncü değişkenin
terim lerinde çözümlendiği (ya da “katmanlaştınldığı”) zaman şu bulun­
sun: 76 kadın çok fazla ev işi yaparken (bunlann E l yüklemini taşıdığını
söyleyeceğiz) 129 kadın ise yapm am aktadır ( E l ) ; birinci küm ede, evli
olanlann küm esinde (E) 24 kadın devamsız (D) ama 33 kadın devamsız
değil ( D ) iken, tekiller kümesinde ( E ) 8 kadın devamsız ama 11 kadın
devamsız değildir; çok az ya da hiç iş yapmayan kadınlar küm esinde 1
evli kadın devamsız am a 42 kadın devamsız değil iken, tekil olanlardan
2 kadın devamsız ve 84 kadın devamsız değildir. Bu veriler tablo biçi­
m inde daha açık olarak sunulabilir.

Eİ El
D D D D
24 33 E 1 42
8 11 E 2 84

Bu tablolardan görülecektir ki £7alt-popülasyonunda evli olanlar ara­


sında devamsızların göreli sıklığı 2 4 /5 7 ’dir ve tekil olanlar arasındaki
devamsızlann göreli sıklığına eşittir; ve El alt-popülasyonunda karşılık
düşen göreli sıklıklar da eşittir. Buna göre, örneğin h er bir katmanlaştı-
nlm ış bölüm ün içerisinde (ve sayıltımız ile uyum içinde, kadın fabrika
çalışanlannm b ü tü n popülasyonunun h e r bir katm anlaştınlm ış bölü­
m ünün içerisinde) evlilik d urum u ve devamsızlık istatistiksel olarak ba­
ğımsızdır. Bu yüklem ler arasında katm anlaştınlm am ış popülasyon için
çeşitli genellem eler yoluyla ileri sürülen istatistiksel bağımlılık böylece
bütünüyle bu yüklem lerin (ya da değişkenlerin) h e r biri ve test değiş­
keni arasındaki istatistiksel bağımlılığın terim lerine açıklanır.
Bu örneğin gösterdiği ana nokta Xve Kgibi iki değişken arasındaki
bağımlılık ilişkileri üzerine b ir istatistiksel genellem enin, eğer popü­
lasyon bir üçüncü T değişkeni açısından katmanlaştırılırsa, katmanlaş­
tırılmış popülasyonun h e r iki yanında da o iki değişken arasında hiç­
bir imlemli istatistiksel ilişkinin olm adığı gösterilerek açıklandığıdır.
B ununla birlikte, tartışm a şimdiye dek bizi özsel olarak J o h n Stuart
Mill’in Deneysel A raştırm a K anonlarında kapsanan çözüm lem enin
çok ötesine götürm em iştir. Ama o çözüm lem e d ah a genel kılınabi-
lir ve böylece d u ru ra tip lerin in dizgesel b ir sınıflandırm ası için bir
tem el sağlayabilir ki, b u n lard a istatistiksel kurallılıklar için yorum lar
önerilebilir.
Bu amaçla, varsayalım ki, örnekteki istatistiksel g enellem eler gibi,
verili bir K popülasyonunda bireylerin Xve Kyüklemlerini taşımalarının
göreli sıklığını ilgilendiren istatistiksel genellemeler elimizde bulunuyor
olsun, ki burada fx , f y ve fx y K ' deki bireylerin sırasıyla X, Y, ve hem X
hem de Y yüklemlerini taşımasının göreli sıklığıdır. Kolayca görülm ek­
tedir ki Xve Y yüklemleri f x y = f x x J y olduğu zaman .K’d e imlemli ola­
rak ilişkili değildir, ve bu denklem geçerli olmadığı zaman değişkenler
arasında bir istatistiksel bağımlılık (ya da “bağlantı”) derecesi vardır.®
Bu bağlantı derecesi için yararlarında ayrımlar gösteren çeşitli ölçüler
kurulabilir. Ama am açlanm ız için böyle ölçülerin en yalın olanlarından
birini almak yeterli olacaktır—istatistiksel bağımlılık için hem en şimdi
bildirilmiş olan denklem in sol ya da sağ yan terimleri arasındaki ayrım,
ya da ( J x y ~ f x x f y ), ki ‘rfxr’indeksi ile belirtilecektir. K popülasyonunda
X ve Y değişkenleri arasındaki istatistiksel bağımlılık derecesinin d x r
olduğu biçim indeki genellem e ‘Sxy’ile temsil edilecektir (ya da niyet
edilen değişkenlerin hangileri olduğu açık olduğunda, yalnızca ‘S’ile).4
Bundan sonra varsayalım ki T yükleminin bulunuşu ya da bulunmayışı
yoluyla Xve Karasında ortaya çıkarılan bağlantının derecesin^sınamak
için bir T test değişkeni getirilsin. K popülasyonu öyleyse Tve T olarak
iki karşılıklı dışlayıcı ve tüketici alt-popülasyona bölünür, ve sonra bu
alt-popülasyonlann h e r birinde Xve Y arasındaki bağlantının derecesi
belirlenir. 7”de bu derece (ki buna bu alt-popülasyondaki iki değişkenin
“bölümsel bağlantı” derecesi denir) (fxYTx fr _ - f x r * f r r ) ayrımı yoluyla
ölçülsün ve fxY ,r’ indeksi ile belirtilsin; ve T alt-popülasyonunda bu

3Çünkü varsayalım ki K toplam n üye kapsıyor ve nx X yüklemini, tiy Y yüklemini,


ve tixy bu yüklemlerin her ikisini taşıyor olsun. O zaman nxy/nx Xyüklemli bireylerin
sınıfında hem X hem de Y yüklemli bireylerin göreli sıklığıdır; ve b en zer olarak,
tir/ n bütü n popülasyonda Y yüklem inin yer alm asının göreli sıklığıdır. Ama eğer
bu göreli sıklıklar eşit ise (e.d. eğer nxr/nx= n y /n ise) açıktır ki Xve Y istatistiksel
olarak bağımsızdır. Bununla birlikte, bu denklem nxr/»x= (nx/rı) (ny/n) denklem ine
eşdeğerdir, ki yalnızca, m etinde bildirildiği gibi, f x y =f x x f y dir. Yine açıktır ki, fxr,x
(e.d. F yüklemini de taşıyan Xyüklemli bireylerin göreli sıklığı) f x y / f x e eşit olacaktır.
Bu tartışm a A'’nin sonlu bir sınıf olduğu sayıltısı üzerine dayanır. Eğer K sonlu
değilse, bu notta olduğu gibi m etinde de sözü edilen /1 e r göreli sıklıkların sınırlan
olarak anlaşılmalıdır—böyle sınırların varolduğu sayıltısı üzerine.
4Değişkenler istatistiksel olarak bağımsız olduğu zaman dxy ölçüsü sıfıra eşittir; A"de
hem X hem de Y yüklemlerini taşıyan bireylerin göreli sıklığı istatistiksel bağımsızlık
için gereken değeri aşarsa, pozitiftir; ve bu göreli sıklık böyle bağımsızlık için gerekli
olandan daha az ise, negatiftir. dxı’nin m aksimum değeri 0,25’tir, bu zaman zaman
değişkenler arasında eksiksiz bir olum lu bağlantı olduğunda, eş deyişle, ya tüm  ’ler
Kya da tüm K ler X olduğunda yer alacaktır; m inum um değeri -0 ,2 5 ’tir, bu yalnızca
eksiksiz bir olumsuz bağlanü olduğunda, eş deyişle ya tüm X le r K-olmayan ya da tüm
F-olmayanlar X olduğunda olanaklıdır.
d erece (Jxyt x f i —f x f x / yt ) ay rım ı y o lu y la ö lç ü lsü n v e fxY,f 'in d e k s i
ile b elirtilsin — ki ö r n e ğ in b u r a d afx r r id d e k i b ire yle rin h e r ü ç X, Yve
T y ü k le m in i taşım aların ın g ö r e li sık lığıd ır; f y f A”’d eki b ire yle rin h e r iki
X ve T y ü k le m in i ta şım aların ın g ö r e li sık lığıd ır; ve b u b ö y le gid er. K
p o p ü la s y o n u n d a T a lt-p o p ü la sy o n u n d a k i X ve Y a ra sın d a k i b ö lü m se l
b a ğ la n tın ın d e recesin in dxy,r o ld u ğ u b içim in d ek i istatistiksel ge n e lle m e
‘Sxı;7-,ile tem sil ed ilecek tir; ve ‘Sxy,T 'a n d ın m lı b ir y o ld a ku llan ılacaktır.
B u n u n la b irlik te, gö ste rile b ilir ki dxy= (dxY,rr /fr ) + (d x v ,r/fi) + (dxr
x d r r /fr x f i )-5 A m a b u m atem atik sel ö zd eşliğ in iç e riğ i e ğ e r d e n k le m ­
d e k i p a y d a la r g ö z a rd ı ed ilirse d a h a a ç ık o lu r; v e ö z d e şliğ in istatistik­
sel b a ğ la n tın ın çeşitli ö lç ü le ri a ra sın d a işle d iğin i ileri s ü rd ü ğ ü ilişkiler
am a çla rım ız için şu şem atik fo r m ü l y o lu y la y eterli o la ra k tem sil ed ilir:

d xY - D xy, t + D xy, t + (D x t x D yt ) (1)

ki b u r a d a alt-sim geli b ü y ü k h a r fle r sağın d e n k le m d e k i p ayd alı in d ek s­


lerin y e rin e ge çe r.
B u fo r m ü l K ’d e X v e F ’n in b a ğ la n tı d e r e c e s in i ü ç te rim in to p la m ı
o larak anlatır: İlk ikisi X b i r T test d eğişken i açısın d an katm an laştın lın ca
o d e ğ işk e n le rin b ö lü m se l b a ğ la n tı d e r e c e le rin e g ö n d e r m e d e b u lu n u r
(e.d . m a tem atik sel ö zd eşliğ in p ayd aların d a_gö z a rd ı etm eye k a ra r ver­
d iğ im iz k a tsa yıla r d ış ın d a , sıra sıy la T ve T a lt -p o p ü la s y o n la r ın d a X
ve F ’n in b a ğ la n tı d e r e c e le rin i b ild ir ir le r ); so n te rim b ir ç a r p ım d ır ki
ç a rp a n la rı (ki b u n la ra g e n e llik le “ kıyısal bağlantı/yrıarginal association”
d e r e c e le ri d e n ir) X ’d e sırasıyla X ’in T ile v e F ’n in T ile b a ğ la n tı d e r e ­
c e le r in e g ö n d e r m e d e b u lu n u r. B u terim lerin o lan ak lı sayısal d e ğ e rle ri
so n s u z d u r; a m a y a ln ız c a b e lli k ritik o la n la r ı ir d e le rs e k , şu iki b ü y ü k
ç ö z ü m le m e tip in i e ld e e d e riz ki, b e lli b ir y o ld a Sxy istatistiksel g e n e l­
lem e sin i açıklarlar.

Tip 1. ( 1 ) ’ d ek i ilk iki terim in h e r biri yiter, ö yle ki dxy = (Dxr x Dyr) ■
B u d u ru m d a , p o p ü lasyo n T açısın d an katm an laştın lın ca, X v e F d e ğ iş-
k e n le ri Â^’n in h e r b ir k a tm an laştın lm ış b ö lü m ü iç e risin d e istatistiksel
o la r a k bağımsızdır; ve d e ğ iş k e n le r a r a sın d a S ta ra fın d a n ile ri sü rü le n
istatistiksel b a ğ ım lılığ ın d e ğ işk e n le rin h e r b iri ve T arasın d ak i b ir ista­
tistiksel b a ğ la n tın ın s o n u c u o ld u ğ u gösterilir. Y u k a n d a k i ö r n e k b e lk i
d e g e n e lle m e le r in “ a çık la m a sın ı” g ö ste rm e k için g e n e llik le alın tılan an
ö rn e k le rin ç o ğ u g ib i b u tipe aittir. G e r ç e k te n d e , b u tip b ir sın ırlayıcı
d u r u m o la r a k e v re n s e l y a sa la rın g e le n e k s e l o la r a k “ b ir o r ta te rim in
g e tirilm e s i” o la ra k b ilin e n b ir y o lla tü m d e n g e lim li a ç ık la m a sın ı k ap ­
sar.6 B u tip için X ve Y a rasın d ak i bölümsel b a ğ la n tıla r h e r ikisi d e sıfır

5Bu özdeşliğin b ir tanıtlam ası Yule’de verilmiştir, aynı yer, Chap. 4; ayrıca M. G.
Kendall, The Advanced Theory of Statistics, Ne w York, 1952, Vol. 1, Chap. 13
6Böylece, varsayalım ki ‘T üm X F ’d ir’ (örneğin, ‘T üm buzlar suda yüzer’) biçi­
m indeki bir evrensel yasa onun ‘Tüm T y ’d ir’ (örneğin, ‘Yoğunlukları sudan daha
olduğu için, S tarafından bu iki değişken arasında ileri sürülen bağlan­
tının derecesi bir çarpım olarak anlatılabilirdir. Bununla birlikte, hiçbir
bağlantı derecesi biri aşan bir değer taşıyamaz, öyle ki bu çarpımdaki
çarpanların h e r biri yine saltık büyüklüğü (e.d. pozitif ya da negatif
olmasına bakılmaksızın) biri aşamayacak olan bir kıyısal bağlantı dere­
cesine gönderm ede bulunm alıdır. Öyleyse bundan şu çıkar ki S için bu
tipten herhangi bir “açıklama”da, en azından bir istatistiksel öncül S ’d e
sözü edilen değişkenlerden biri ve test değişkeni arasındaki istatistiksel
bağımlılık derecesinin saltık değerde S tarafından ileri sürülen bağım­
lılık derecesinden büyük olduğunu varsaymalıdır.
Test değişkeni ve S ’de sözü edilen ikisi arasında zaman zaman varo­
lan zamansal düzenin tem elinde, bu tipten iki önem li değişke/variant
ayırdedilmelidir. (a) Birinci değişkede, bireylerin T yüklemini kazan­
m alarının zamanı ötekilerden birini (örneğin X) kazanma zamanından
daha geçtir, ve F ’yi kazandıkları zam anı önceler. Bu koşullar altında,
7”ye “ara./intermediary ” değişken, ve X e “önerü/anlecedent ” değişken
denecektir, (b) ikinci değişkede, bireylerin T ’yi kazanmalarının zamanı
ötekilerin h er ikisinin de kazanıldığı zamanı önceler, öyle ki şimdi T ’ye
“önerti” değişken denir. Bu zamansal ilişkilerin bulunm adığı ya da bir
zamansal düzenin ancak keyfi olarak belirlenebildiği birçok durum var­
dır. Buna karşın, sözü edilen iki olanaktan h er biri kısa bir irdelemeye
değecek bir sıklıkla yer alır.

a. Kadın fabrika işçileri arasında devamsızlığı ele alan yukarıdaki


örnek Tip 1a başlığına ait olarak yorum lanabilir, çünkü evlilik du ru ­
m u n u n çok fazla ev işi yapmayı (ya da yapmamayı) öncelediğini ve
ayrıca ev işi yapm anın devamsız olmayı (ya da olmamayı) öncelediğini
varsayabiliriz. Ö rneğin açıkça gösterdiği gibi, bu alt-tipin bir çözüm­
lem esinin n e t önem i, 5 genellem esine göre, 7 ’n in (devamsızlık) yer
almasının belli bir yolda zemini olan önceki X koşulunun (evlilik) ye­
rine belli bir yolda X ile ilişkilendirilebilen am a h e r d urum da onunla
az olan tüm nesneler suda yüzer’) ve ‘Tüm X 7”d ir’ (örneğin, ‘Tüm buzların suyun
y oğunluğundan az bir yoğunluğu vardır’) biçim indeki iki başka evrensel yasadan
tüm dengelim i yoluyla açıklansın, ki burada ‘T ’ (yoğunlukları soyun yoğunluğundan
daha az olan nesneler) orta terimdir. Biçimsel olarak ve şimdiki tartışm anın am açlan
için görüldüğünde, bu açıklama K popülasyonu T açısından katm anlaştırılınca T ve
T alt-popülasyonlannın her birinde X ’in istatistiksel olarak K’den bağımsız olduğunu
göstermekten oluşur. Düşüncelerimizi toparlam ak için, varsayalım ki 200 nesnenin bir
öm eklem inde 10’u tüm ü de suda yüzen buz parçalandır; 70’i yine tüm ü de suda yüzen
tahta parçalandır; ve geriye kalan 120 nesne hiç biri suda yüzmeyen metal parçalandır.
Daha öte varsayalım ki, bu örneklem suyun yoğunluğundan daha az bir yoğunlukta
olma yüklemi açısından katm anlaşünlınca, 10 buz parçası ve 70 tahta parçası bu özelli­
ği taşırken, geriye kalan 120 nesne taşımaz. Doğrudan doğruya açıktır ki bu durum da
X (buz) ve Y (suda yüzme) yüklemleri T (yoğunluklan suyun yoğunluğundan az olan
nesneler) ve T (yoğunluklan suyun yoğunluğundan daha az olmayan nesneler) gibi
iki alt-popülasyonun her birinde istatistiksel olarak bağımsızdır.
özdeş olmayan bütünüyle ayrı bir T koşulunun (çok fazla ev işi yapma)
geçmesidir. Ara değişken genel olarak F ’nin yer alması için zorunlu
ve yeterli bir koşulu göstermez, gerçi zaman zaman b u n u yapabilse de;
çünkü, örneğin belirttiği gibi, kimi evli kadınlar çok fazla ev işi yapsalar
da devamsızlar değildirler, ve kimi evli kadınlar çok az ev işi yapmalarına ya
da hiç yapmamalarına karşın devamsızlar arasına girerler. Ara değişkenin
yaptığı şey F ’nin üzerine S ’nin dayandığı göreli sıklığı ile karşılaşürma
içinde göreli sıklığında bir artış ya da azalış olmasının bir koşulunu belir­
lemektir. Yukarıdaki örnekte, evli işçiler sınıfında devamsızların göreli
sıklığında 0,25’ten çok fazla ev işi yapan evli işçilerin daha dar olarak
kısıtlanmış sınıfındaki 0,42+’ya bir artış, ve evli olmayan işçilerin sını­
fında devamsızların göreli sıklığında 0,10’dan çok az ev işi yapan ya da
hiç yapmayan evlenmemiş işçilerin sınıfındaki 0,02+’ya bir azalış vardır.

b. T ip 1b için sayısal b ir ö rn ek len d irm e yukarıdaki örn ek te sunu­


lan gereçlerden oluşturulabilir. Az önce belirtildiği gibi, çok fazla ev
işi yapma yüklemi (El) devamsızlığın (D) yer alması için ne yeterli ne
de zorunlu bir koşuldur. Öyleyse ö rnekte bildirilen olguların ek bir
değişkenin terim lerinde daha tam olarak açıklanıp açıklanamayacağı
sorusu doğabilir. Böyle daha öte soruşturm ada bir ilk adım olarak D ve
E l arasında o olgular yoluyla ortaya serildiği gibi istatistiksel bağımlılık
ilişkilerine bakalım. Yalın bir hesaplam a bu ilişkileri bir tabloda bildir­
memizi sağlar.

El El
D 32 3
D 44 126

Bu tablo çok fazla ev işi yapan kadınlar arasında devamsızlığın göreli


sıklığı 32/7 6 (ya da 0,42+) iken, çok az ev işi yapan az ya da hiç yapma­
yanlar arasında yalnızca 2/1 2 9 (ya da 0,02+) olduğunu gösterir. D ’h in
göreli sıklığı böylece hiç kuşkusuz £7h in bulunuş ya da bulunmayışı
üzerine bağımlı görünür.
G ene de, £ 7 ’nin bulu n u şu n a karşın D ’n in yer alam am asının göreli
sıklığı 4 4 /7 6 ’dır (ya da 0,57+), ve bu bize biraz durm ak için neden vere­
bilir. H er ne olursa olsun, ö v e E İarasında imlemli bir bağıntının ortaya
çıkışı güvenilebilir midir, ve b u n a göre örneğin kadın fabrika işçileri
arasında devamsızlığın onları günlük ev işinin çoğundan kurtaracak
düzenlem eler yapıldığında azalacağı beklenebilir mi? Ya da görünürde
yalnızca şimdiye dek dikkatten kaçan bir işlemi gizleyen düzm ece bir
bağımlılık mı vardır, ve bu n edenle devamsızlığın göreli sıklığı böyle
önlem lerd en etkilenm eyecektir? Bu tahm inleri sınam ak için öyleyse
bir test değişkeni getirilir. Gerçekçi olm aktan çok uzaklaşarak varsaya­
lım ki, değişken insanların genetik olarak belirlenen bedensel yapılan
olsun; ve varsayalım ki kadınların üstlendikleri çeşidi iş türleri ile ilişkili
belli bir ölçüt tem elinde, bir kadın ya uygun bir b ed en yapısı (R) ya
da uygun olmayan b ir bedensel yapı ( R ) taşıyor olarak karakterize
edilebilir. Ve son olarak varsayalım ki, örneklem bu değişken açısından
katm anlaştırılınca, D ve E İ arasındaki bağımlılık ilişkilerinin tabloda
bildirildiği gibi olduğu b ulunsun, öyle ki b u rad a d ah a önce olduğu
gibi bu ilişkilerin bütün bir kadın fabrika işçileri popülasyonu arasında
geçerli olduğu varsayılsın.

R R
Eİ El Eİ El
D 24 33 D 1 42
D 8 11 D 2 84

B una göre, katm anlaştırılm am ış popülasy o n d a D ve E l arasında


önemli bir derecede istatistiksel bağlantının olmasına karşın, bu değiş­
k e n le r/î ve R alt-popülasyonlann h er birinde istatistiksel olarak bağım­
sızdır; örneğin uygun olmayan bedensel yapılan olan işçiler kümesinde,
çok fazla ev işi yapanlar arasında devamsızlık çok az ev işi yapan ya da
hiç yapmayanlar arasında görülen devamsızlık ile aynı göreli sıklıkta yer
alır. R açıkça bir önerti değişkeni olduğu için, örn ek Tip \b'ye ait bir
çözümlemeyi gösterir. Bu arada, örnek öyle bir yolda kurulm uştur ki R
(uygun olmayan bedensel yapı) D (devamsızlık) için zorunlu ve yeterli
bir koşuldur, çünkü önceki tablonun belirttiği gibi, bir kadın fabrika
işçisi ancak ve ancak uygun olmayan bir beden yapısı varsa (ve böylece
büyük olasılıkla sürekli bir rahatsızlık çekiyorsa) devamsız biridir ve bu
yaptığı ev işine ya da evlilik duru m u n a bakılmaksızın böyledir.
Ö rneğin düşündürdüğü gibi, bu tip çözüm lem elerin en azından bir
işlevi yanlış (ya da “düzm ece”) nedensel yüklem lem eleri düzeltm ek­
tir. Böyle bir çözüm lem e bir Sxy istatistiksel genellem esini “açıklar,” şu
anlam da ki, X ve F ’nin b u n ed en le nedensel olarak ilişkili oldukları
sayıltısım reddetm ek için zem inler sağlar ve b u n u S ’nin bu değişken­
lerden h e r b irin in b ir ö n erti değişkeni T ile istatistiksel bağlantısını
ilgilendiren sayıltıların sonucu o ld uğunu göstererek yapar, çünkü T
değişkeni bu nedenle X ve F yüklem lerinin yer alm asının “nedensel”
koşullarında ortak b ir etm en olabilir.7 Böylece, hastaların ölüm ünü
ölmelerindeki göreli sıklığın doktorlann onları ziyaret etm esinin göreli
sıklığı ile doğrudan değiştiği biçimindeki iyi-temellendirilmiş olabilecek
genellemeye dayanarak d o k to rlan n ın ilgisine yüklemek açıkça saçma
olacaktır. Ç ünkü bu genellem e çok büyük olasılıkla sözü edilen sık-
lıklann hastalann alt-popülasyonlarınm h er birinde istatistiksel olarak
du k an d ak i örnekte, uygun olmayan bir ruh durum u daha önce belirtiliği gibi yal­
nızca sağlık bozukluğunu ve öyleyse devamsızlığı üreten koşullarda bir etm en olmakla
kalmayabilir ve ayrıca evliliği engelleyen etm enlerden biri de olabilir.
bağımsız olduğu gösterilerek açıklanabilir; bu alt-popülasyonlar hasta­
lıklarının ağırlığının önceleyen değişkeninin terim lerinde sınıflandırılır,
çünkü hastalığın ağırlığı büyük olasılıkla nedensel olarak hem ölüm ün
sıklığı ile hem de doktor ziyaretinin sıklığı ile ilişkilendirilir.8
Ama görgül toplumsal bilim de istatistiksel genellem elerin çözümle­
m esinin ikinci büyük tipine dönelim .

Tip 2. (1) şem atik fo rm ülündeki ü çüncü terim yiter, öyle ki d x y =


D xy, t + D xy, t -
Ü çüncü terim iki çarpanın çarpım ı olduğu için, bu d urum da b u n ­
lardan en azından biri yitmelidir; ve açıktır ki sonuçta test değişkeni
S ’d e değinilen değişkenlerden en azından birinden istatistiksel olarak
bağımsız olmalıdır. Dahası, kolayca tanıtlanabilir ki, X ve Y arasındaki
bölümsel bağlantının derecelerinden biri (e.d., popülasyonun katman­
laştırılmış bölüm lerinden birinde bu değişkenler arasındaki bağlantı
derecesi) saltık büyüklükte katm anlaştırılm am ış popülasyonda arala­
rındaki bağlantı derecesinden daha büyük olmalıdır. Buna göre, bu tip
çözüm lem elerde test değişkeni bir alt-popülasyon belirler ki bunda X
ve Y arasındaki bağımlılık ilişkisi sağın olarak evrensel bir bağıntıya ara­
larında bütün popülasyonda geçerli olandan daha çok yaklaşır. Birinci
büyük tip d u ru m u n d a olduğu gibi, test değişkeninin ara ya da önerti
olup olm adığına göre bu ikinci tipin iki değişke biçimi ayırdedilebilir.
Bununla birlikte, bu biçimler arasındaki ayrımın önem i büyük değildir;
ve test değişkenini ara değişken olarak kapsayan bir sayısal örnek bu
büyük tipin h e r iki değişkesine ait olan çözüm lemeleri neyin ayırdedici
olduğunu açığa çıkarmak için yeterli olacaktır.
Varsayalım ki en az 30 yaşında olan erkeklerin yıllık geliri ve ebeveyn­
lerinin yıllık geliri arasında herhangi bir bağınü olup olmadığım sapta­
m ak için bir incelem e yapılıyor olsun. Bu yaştaki erkekler öyleyse eğer
en az $25.000 gibi bir yıllık “gerçek” gelirleri (ki paranın değişik zaman
ve yerlerdeki satın alm a gücü olarak kabul edilmiş bir ölçü tem elinde
hesaplanır) varsa varlıklı ( V) olarak sınıflandırılır, ve aykırı durum da
varlıklı olmayan ( V ) olarak; ve ebeveynleri benzer olarak eğer “ger­
çek” aile geliri yıllık en az $25.000 ise varlıklı (A) olarak sınıflandırılır,
ve eğer böyle değilse varlıklı değil ( A ) olarak. Varsayalım ki belirtilen
"Öte yandan, S ’nin böylece verili bir önerti değişken To’ın yardımı ile “düzm ece”
olarak gösterilebilm esine karşm, bundan 7ö’ın öyleyse S ’d e sözü edilen değişkenler­
den herhangi biri ile, diyelim ki Y değişkeni ile nedensel olarak ilişkili olduğu sonucu
çıkmaz. Bölüm 4 ’te iki değişkenin nedensel olarak ilişkili olm ak için doyurm aları
gereken sağın koşullar üzerine belirtilen anlaşmazlıklara karşın, To için zamansal ola­
rak Y'yc önsel olm anın ve Kile yalnızca istatistiksel olarak bağlılaşım içinde olmanın
yeterli olmadığı genellikle kabul edilecektir. Bir öneriye göre, To’ın Kile nedensel
olarak ilişkili olduğunu gösterm ek için her önerti değişkeni T için 7o ve Y arasındaki
bölümsel bağlılaşım derecelerinin popülasyon T açısından katm anlaştınldığı zaman
yitmediğini gösterm ek zorunludur. Bkz. Paul F. Lazarsfeld, aynı yer, s. 125.
yaş küm esinde 200 erkekten oluşan b ir örneklem aşağıdaki tabloda
kapsanan bilgiyi versin ve ek olarak önceki örnekte olduğu gibi verilerin
bu değişkenlerin b ütün popülasyondaki ilişkileri üzerine genellem eler
oluşturm ak için yeterli olduğu biçim indeki sayıltısı geçerli olsun.

A A
V 80 30
V 20 70

Varlıklı ebeveynleri olan erkeklerin varlıklı olm alarının göreli sıklığı


0,80 iken ebeveynleri varlıklı olmayanların sınıfında aynı oran yalnızca
0,30 olduğu için, iki değişken istatistiksel olarak bağımlıdır.
B ununla birlikte, v erilerden varlıklı ebeveynlerin oğullarının h er
d urum da varlıklı olm adığı açık olduğu için, böyle ebeveynlerin oğul­
larının bir b ö lü m ü n ü karakterize ed en am a geri kalanları etm eyen
finansal başarıyı kazanmaya uygun bir yüklemin olup olmadığını keş­
fetm ek için b ir girişim de b u lu n u ld u ğ u n u varsayacağız. 30 yaş ya da
üzeri erkekler popülasyonu öyleyse b ir üniversite eğitimi ( U) alanlar
ve almayanlar ( Ü ) olarak katm anlaştırılır ve varsayılan sonuçlar yeni
bir tabloda gösterilir.

Ü Ü
A A A A
V 50 20 V 30 10
V 10 40 V 10 30

Test değişkeni açıktır ki ara bir değişkendir. Yine açıktır ki Ü ve Ü alt-


popülasyonlannm h e r birinde Vye A arasında istatistiksel bir bağımlılık
vardır, am a b u bağım lılık Ü’d e Ü ’de o ld u ğ u n d an d ah a büyüktür—
çünkü Ud e varlıklı ebeveynleri_olanlar arasında varlıklı olm anın göreli
sıklığı 50 /6 0 ya da 0,83 iken, Ü alt-popülasyonunda yalnızca 30/40 ya
da 0,75+’dır. Dahası, eğer test değişkeni ve öteki ikisi arasındaki ista­
tistiksel bağımlılığı araştırırsak, ilkin yukarıdaki verilerden yalın hesap­
lama ile üçüncü bir tabloda kapsanan bilgiyi elde ederiz.

U U U U
70 40 A 60 40
50 40 A 60 40

Buna göre vargımız üniversite eğitimi olanlar arasında varlıklı erkekle­


rin oranının üniversite eğitimi olmayanlar arasında olduğundan daha
büyük olduğu, am a A ve U’n ü n istatistiksel olarak bağımsız olduğudur.
Bu örnek böylece test değişkeninin ara bir değişken olması ile Tip
2’ye ait bir çözümlemeyi belirtir. Bu büyük tipin bir önerti test değişkeni
ile sayısal-olmayan bir örneği şudur. Varsayalım ki yetişkin nüfusta evli
olanlar arasında intihar oranı bekar olanlar arasında olduğundan daha
az olsun, ve ayrıca yetişkinler çocukluklarının m utlu olup olmadığına
göre ayırdedilebilir olsunlar. Varsayalım ki bu son yüklem evlilik duru­
m undan istatistiksel olarak bağımsız olsun, ve bir test değişkeni olarak
kabul edilsin. Son olarak varsayalım ki m utsuz bir çocukluk geçirmiş
olan yetişkinlerin alt-popülasyonunda evli o lan lar arasında in tih ar
oranı bekar olanlar arasında olduğundan daha da düşük, am a h e r bir
durum da katmanlaştırılmamış popülasyondaki karşılık düşen orandan
daha yüksek olsun. Ö rnek yine Tip 2’nin örneğidir, am a test değişkeni
bir önerti değişkendir. H er iki örnek de bu tip çözüm lem elerde, Tip
l ’in çözüm lem eleri ile karşıtlık içinde, S ’nin ileri sürdüğü gibi F ’nin
X üzerine bağımlılığının X koşuluna ek olarak belli bir T koşulunu da
doyuran bireylerin daha kısıtlı küm esinde yalnızca doğrulanm akla kal­
madığını, am a giderek derecesinin arttığım, e.d., Xyüklemi ile birlikte
T yüklemini de taşıyan bireylerin o özel alt-sınıfında artığını gösterir.
Buna göre, bu ikinci büyük tipe ait b ir çözüm lem e b ir S istatistiksel
genellemesini yalnızca S ’nin başka istatistiksel sayıltılardan tüm denge­
lim yoluyla çıkarsanması anlam ında “açıklar”; bu son sayıltılar sonuçta S
tarafından form üle edildiği gibi F ’nin X üzerine bağımlılığının belirtik
olarak bildirilmiş durum lar altında daha da büyük bir ölçüde geçerli
olduğunu ileri sürerler ki, bu son durum lar X koşulunun S ’d e verilen
betim lem esini “inceltm e” ya da sınırlandırm a yoluyla tanınır.
Bu kitapta istatistiksel yasalar için açıklamaların yapısını daha öte ay­
rıntıda inceleyemeyiz. Bununla birlikte, tartışm anın doğrulamaya çalış­
tığı böyle açıklam alann genel nitelemesi eğer konu daha öte izlenecek
olsaydı bile çok az iyileştirme gerektirirdi. H er ne olursa olsun, tartış­
m ada ortaya çıkan ana noktalar şunlardır: İstatistiksel yasalann açıkla­
maları h er durum da kalıpta tüm dengelim lidir; böyle açıklamalarda en
az bir öncül biçimde istatistiksel olmalıdır; ve en az bir öncülde varsayı­
lan istatistiksel bağımlılık derecesi açıklam anın kendisi için önerildiği
genellem ede bildirilen bağımlılık derecesinden daha büyük olmalıdır.

II. Toplumsal Bilimde Işlevselcilik


Birçok öğren cin in yargısında toplum sal fen o m en lerin kapsayıcı bir
k uram ı büyük olasılıkla to p lu m sal fe n o m e n le rin dizgesel olarak
“işlevsel” çözüm lem elerinin çerçevesi içerisinde başanlacaktır. Aslında,
böyle bir kuram ın zaman zaman “işlevselcilik” olarak bilinen toplumsal
araştırm adaki duruş noktalarının çeşitli güncel form ülasyonlanndan
birinde daha şim diden b ulunduğu ileri sürülür. H er ne olursa olsun,
işlevselciliğin çok sayıda eleştirel tartışm anın konusu olmuş olmasına
karşın, düşüncelerinden birçoğunun çağdaş toplumsal bilimde, dışlayıcı
olarak olm asa da özel olarak insanbilim de ve toplum bilim de yaygın
bir etkisi vardır. Öyleyse toplum sal fenom enlerin işlevsel yorum larının
yarattığı bir dizi özeksel sorunu irdeleyeceğiz.
Çeşitli adlar altında işlevselcilik ile bağlanan önem li düşüncelerin
çoğunun uzun bir geçmişi vardır ve bu kimi durum larda Yunan antik-
çağına dek gider. B ununla birlikte, m o d ern biçim lerinde toplum sal
bilimdeki işlevsel yaklaşım bir yandan on dokuzuncu yüzyıl toplumsal
araştırmasının büyük ölçüde toplumsal kurum ların kökenlerini ilgilen­
diren sorular ile uğraşmasına, ve bu kurum ların türeyiş ve evrimlerinin
sık sık o kaygının başlıca ü rünleri olan büyük ölçüde kurgul yeniden-
kuruluşlanna bir tepki olarak geliştirildi. Dahası, savunucularından ki­
m ilerinin bildirdiği gibi işlevselcilik toplumsal fenom enleri fizyolojide
işlevsel (ya da “teleolojik”) açıklam aların kalıbı (tözsel kavram lardan
ayrı olarak) üzerine m odellendirilen bir tarzda açıklama yönünde açık­
ça kabul edilen bir girişimi temsil eder. Bu n edenlerle, savunucuları
sık sık toplum sal olgulara onların tarihsel öncüllerinin terim lerinde
verilen tarihsel-nedensel açıklamaları kendilerinin prima facie çok ayrı
olan işlevsel çözüm lem eleri ile karşıtlık içinde görürler. D aha genel
olarak, işlevselcilik toplumsal bilim lerde bir duruş noktasıdır ki, yaşam
bilim lerine mekanistik yaklaşımlar ile ilişki içinde örgenselci yaşambi­
limin duruş noktasının tersine, bu disiplinlerin “özerk” karakteri üze­
rinde diretir, ve toplum sal olgunun insansal-olmayan davranış özellik
ya da biçim lerinin terim lerinde “indirgem eci” yorum larına karşı çıkar.
B ununla birlikte, işlevselciliğin pozitif ilkelerinin kısa bir bildirimini
vermek kolay değildir. Ç ünkü savunucuları genellikle yarattığı büyük
beklentiler konusunda anlaşsalar da, bir işlevsel çözüm lem enin özsel
özelliklerinin ne olduğu konusunda h er zaman anlaşm a içinde değil­
dirler; ve önem li savunucularının aşağıdaki iki bildirim i onun birçok
değişik biçim ini tam olarak temsil edici değildir. Buna karşın, bu bil­
dirim ler işlevsel yaklaşımın belli biçim lerinin yarattığı sorunların bir
bölüm ünü sunmaya hizm et edecektir.
İnsanbilim de işlevselciliğin genel bir açıklamasında, Malinowski’nin
bildirdiğine göre kültürün işlevsel bir çözümlemesi
tüm gelişim d ü zle m le rin d e k i insanbilim sel olguları işlevleri yoluyla, b ü tü n sel
k ü ltü r dizgeleri içeresin d e oynadıkları ro l yoluyla, dizge içerisinde b irb irleri
ile ilişkili o lm a ların ın tarzı yoluyla, ve b u dizg en in fiziksel çevreler ile ilişkili
o lm a sın ın tarzı yoluyla açıklam ayı am açlar. ... K ü ltü r ü z e rin e işlevsel gö rü ş
öyleyse h e r uygarlık tip in d e h e r tö ren in , özdeksel n e sn e n in , d ü şü n c e ve in a n ­
cın dirim sel b ir işlevi y erine getirdiği, başarılacak b ir görevinin olduğu, işleyen
b ir b ü tü n içerisinde vazgeçilm ez b ir ro lü tem sil ettiği ilkesi ü z erin d e diretir.9

Dahası, Malinovvski’ye göre toplum un başlıca kurum lan insanlann birin­


cil yaşambilimsel gereksinimlerine karşılık düşer, ve insanlar gibi ancak

9Bronislaw Malinowski, “Anthropology,” Encyclopaedia Britannica, Suppl. Vol. 1, New


York ve L ondra, 1936, ss. 132-33.
belli bir koşullar kümesi yerine getirilirse sağ kalabilirler. Bir toplumsal
olgunun işlevsel bir açıklaması öyleyse o olgunun sağ-kalma değerini
sergilemeli, ve b unu o koşullan doyurmadaki işlevini ve böylelikle aynca
insanlann birincil gereksinimlerini sergileyerek yapmalıdır.10
İşlevselciliğin Radcliffe-Brown tarafından biraz değişik bir bildirimi
fizyolojide ve toplum sal b ilim de işlevsel çö zü m lem eler arasındaki
andınm ı vurgular:
E ğ er [bir ö rg e n liğ in ] yaşam sü re c in in so lu n u m , sin d irim vb. gibi h e rh a n g i
b ir yineleyen b ö lü m ü n ü ird elersek , işlevi b ir b ü tü n o lara k ö rg e n liğ in yaşa­
m ın d a oynad ığ ı ro l ve o n a yaptığı katkıdır. B u ra d a te rim le rin k u llan ıld ığ ı
y olda b ir h ü c re ya d a b ir ö rg e n in b ir etkinliği ve o etk in liğ in b ir işlevi vardır.
G en el o larak b ir m ide sıvısının salın m asın d an m id e n in b ir ‘işlevi’ olarak söz
ettiğim iz d o ğ ru d u r. Sözcüklerin b u ra d a kullanıldığı yolda b u n u n m id e n in b ir
‘etk in liğ i’ o ld u ğ u n u söylemeliyiz, ve m id e n in ‘işlevi’ besin lerd ek i p ro te in le ri
soğrulm asını ve kan yoluyla d o k u lara dağıtılm asını sağlayan b ir biçim e değiş­
tirm ektir. B elirtebiliriz ki yineleyen b ir fizyolojik sü recin işlevi böylece o n u n la
ö rgenliğin gereksinim leri (e.d. v aro lu şu n u n z o ru n lu k oşullan ) arasındaki b ir
uygunluktur. ...
Ö rgensel yaşam dan toplum sal yaşam a d ö n e rsek , b ir Afrika ya d a Avustralya
kabilesi gibi b ir to p lu lu ğ u yokladığım ızda b ir top lu m sal y a p ın ın varo lu şu n u
tanıyabiliriz. B ireysel insanlar, b u d u ru m d a k i özsel b irim le r b e lirli b ir to p ­
lum sal ilişkiler küm esi yoluyla tüm leşik b ir b ü tü n e b a ğ ın tıla n ır. T oplum sal
yapının sürekliliği, örgensel b ir yapınm ki gibi, birim lerdeki değişim ler yoluyla
yok edilm ez. B ireyler ölü m yoluyla ya d a başka tü rlü to p lu m u bırakabilirler;
başkaları o n a girebilir. Y apının sürekliliği toplum sal yaşam ın sü reçleri yoluyla
s ü rd ü rü lü r ki, b u n la r bireysel in s a n la n n ve o n la rın b irlik leri o lan ö rg ü tlü
k ü m ele rin etkinlik ve etkileşim lerin d en oluşur. T o p lu lu ğ u n toplum sal yaşamı
b u ra d a top lu m sal y an ın ın işlev görmesi o lara k tanım lanır. H e rh a n g i b ir yine­
leyen etk in liğ in işlevi, ö rn e ğ in b ir suçun cezalan d ın lm ası, b ir cenaze tö re n i
o n u n b ir b ü tü n olarak toplum sal yaşam da oynadığı rol ve öyleyse yapısal sürek­
liliğin sü rd ü rü lm e sin e yaptığı katkıdır.11

Radcliffe-Brown’a göre, bir toplum bilim inin iki özeksel görevi nasıl
toplumsal dizgelerin yapılannın biçimini sürdürerek kendilerini sürdür­
düklerini, ve nasıl toplumsal dizgelerin yapısal biçimlerini değiştirerek
tiplerini değiştirdiklerini saptamaktır. H er bir d urum da öyleyse görev
çeşitli ölçünleşmiş davranış ya da inanç kiplerinin bu kiplerin ait olduğu
bütünsel toplumsal dizge ile ilişki içindeki işlevlerinin çözümlemesini
gerektirir.12

*°Bronislaw Malinowski, “T he Functional Theory,” in A Scientific Theory o f Culture,


Chapel Hill, N. C., 1944, pp. 147-76; ve aynca bkz. Malinowski’nin makalesi, “Culture,”
Encyclopedia o f the Social Sciences, New York, 1935, Vol. 4.
nA. R. Radcliffe-Brown, Structure and Function in Primitive Society, L ondra, 1952,
pp. 179-80.
12A. R. Radcliffe-Brown, A N atural Science o f Society, Glencoe, 111., 1957, Part 2. İşlev-
selcilik üzerine literatür oldukça geniştir. Bu duruş noktasının başka birçok bildirimi
ve tartışması için şu çalışm alar özellikle yararlıdır: R obert K. M erton, Social Theory
Bu form ü lasy o n lan n kim i b ak ım lard an b e n z e r olm asına karşın,
aralarında önem li ayrım lar da vardır; ve “işlevselcilik” etiketinin ayrı
(am a kimi duru m lard a yakından ilişkili) kavram ların b ir türlülüğünü
kapladığını ileri sürerler. G erçekte, giderek işlevselciler olduklarını
ileri süren ve toplum sal bilim de açıklam alar için paradigm a olarak
yaşambilimdeki işlevsel çözüm lem eleri aldıklarını açıkça kabul eden
yazarlar bile bu çözüm lem elerin k arakterini özdeş yollarda yorum ­
lamazlar, ve zam an zam an tek b ir tartışm ada b ir işlevsel açıklamayı
oluşturan şeyin değişik kavram larını kullanırlar. Öyleyse (1) ilk ola­
rak ‘işlevsel çözüm lem e’ anlatım ının kullanım ında o n a verilen çeşitli
anlam ları irdeleyeceğiz, ve (2) son ra toplum sal süreçlerin önerilen
işlevsel çözüm lem elerine ö rtük olan kimi kavramsal ve başka güçlük­
leri ele alacağız.

1. ‘İşlev’ sözcüğü büyük ölçüde ikircimlidir, ve birçok anlam ının tam


bir listesi çok uzun olacaktır. Bununla birlikte, onlardan yalnızca altısına
değinilecektir, çünkü işlevselciliğin tartışmasında h er zaman du ru ola­
rak ayırdedilmezler. İlk olarak, sözcük yaygın olarak iki ya da daha çok
değişken etm en (ya da “değişken”) arasında, bu etm enlerin ölçülebilir
olup olm adığına bakılmaksızın, bağımsızlık ya da karşılık-bağımlılık
ilişkilerini im lem ek için kullanılır. Böylece bir kabın duvarları üzerin­
de alkol ve su b u h a rla rın ın b ir karışım ı yoluyla uygulanan basıncın
h er bir buharın sıcaklık ve yoğunluğunun bir işlevi olduğunu bildiren
b ir fizikçi sözcüğü bu anlam da kullanm aktadır, tıpkı bir toplulukta
in tihar oran ın ın o toplum daki toplum sal iç-bağ derecesinin bir işlevi
olduğunu bildiren toplum bilim cinin yaptığı gibi. Bu ayrıca sözcüğün
arı m atem atikte kazandığı anlam dır; orada ‘işlev’ terim i soyut olarak
iki öğeler sınıfı arasındaki h erhangi bir ilişki olarak tanım lanır, öyle
ki sınıflardan birinin h e r üyesi için öteki sınıfın benzersiz olarak be­
lirlenm iş bir üyesi vardır.13 İşlevselciler toplum sal süreçleri çözüm le­
m elerin d e sık sık böyle “işlevsel” bağım lılık ya da karşılı-bağım lıhk
ilişkileri kurarlar. B ununla birlikte, eğer işlevsel çözüm lem e bundan
daha çoğu dem ek değilse, am açta ya da m antıksal karakterde bir içe­
rikte biçimdeşlikler keşfetme hedefi ile başka herhangi bir alanda üst­
lenilen çözüm lem elerden aynlmaz; ve eğer ‘işlevsel çözüm lem e’ böyle
yorumlanırsa, işlevselcilik toplumsal araştırmaya ayırdedici bir yaklaşım
olarak görülemez.

a n d Social Structure, Rev. ed., Glencoe, 111., 1957, Chap. 1; Talcott Parsons, Essays in
Sociological Theory, G lencoe, 111., 1949, Part 1, ve ayrıca aynı yazar tarafından Social
System, Glencoe, 111., 1951, Chap. 2; Raymond Firth, “Functionalism ,” in Yearbook o f
Anthropology (ed. by William L. Thom as), NevvYork, 1955; ve Gregory Bateson, Naven,
2nd ed., Stanford, Calif., 1958, özellikle Bölüm ler 3 ve 17.
13O m eğin, eğerdi = jc2 ise, y’ıım .v'i11 bir işlevi olduğu söylenir, çünkü “bağımsız” de­
ğişken x ’in h e r değeri için “bağımlı” değişken ‘y ’için bir ve yalnızca bir değer vardır.
ikinci olarak, sözcük zaman zaman verili bir kendiliğin içerisindeki
(ya da onun tarafından sergilenen) süreç ya da işlemlerin az çok kap­
sayıcı bir küm esini belirtm ek için kullanılır ve bu iş bu etkinliklerin
o kendilik ya da başka h erh an g i biri ü zerin d e ürettiği çeşitli etkiler
belirtilmeksizin yapılır. Bu anlam dadır ki yaşambilimciler zaman zaman
“m idenin işlev görmesi”nden söz ederler ve o zaman o örgende yer alan
kas kasılmalarına, asit salgılanmalarına, sıvı soğrulm alarm a vb. gönder­
m ede bulunurlar. Yine yukarıda alıntılanan pasajda onu “topluluğun
toplumsal yaşamı” olarak tanım larken Radcliffe-Brown ‘toplumsal yapı­
nın işlev görm esi’ deyimini sözcüğün bu anlam ında kullanıyor görünür;
ve bir başka insanbilimci eğer “posta dizgesinin işlev görm esi” anlatımı
ile pulların satışı, postanın toplanm ası, ya da posta m em urları tara­
fından posta çantalarının satın alınması gibi çeşitli etkinlikler sınıfını
belirtecek olsaydı, sözcüğü bu anlam ında kullanıyor olurdu. Bununla
birlikte, bildirilen n esn elerd e hangi süreçlerin sürm ekte olduğunu
keşfetme u ğruna üstlenilen çözüm lem eler toplumsal araştırmaya özgü
değildir; ve böyle anlaşılan ‘işlevsel çözüm lem e’nin insan sorunlarının
incelemesi için özellikle um ut verici bir yön oluşturduğunu usayatkın
bir yolda kabul edemeyiz.
Ü çüncü olarak, sözcük yaygın olarak yaşambilimciler tarafından (ve
ayrıca andınm lı anlam da başkaları tarafından) ‘dirimsel işlevler’ deyi­
m inde dirimli örgenliklerde yer alan ürem e, özümseme ve solunum gibi
belli kapsayıcı örgensel süreç tiplerine gönderm ede bulunm ak için kul­
lanılır. Bu süreçler sık sık örgenliğin yalnızca kimi parçaları tarafından
değil am a “b ir b ü tü n olarak” örgenlik tarafından sürdürülüyor olarak
görülür, üstelik süreçlerin kim ileri örgenliğin belli özel bölüm lerinin
işlevleri ile yakından bağıntılı olsa da. Dahası, bu işlevler dirim li şey­
lerin benzersiz olarak karakteristikleridir, ve genellikle bir örgenliğin
sürekli yaşamı için (ya da tü rü n ü n sürmesi için) vazgeçilmez oldukları
söylenir. Sonuçta, dirim sel işlevler dirimli ö rgenliklerin (ya da belki
de dirim li örgenliğin tikel b ir tipinin) tanımlayıcı yüklem leri olarak
alınabilir, öyle ki eğer b ir örgensel cisim bu yüklem lerden birinden
yoksun ise, dirim li b ir örgenlik (ya da bildirilen bir tipten dirim li bir
örgenlik) sayılmaz. Buna göre, eğer örneğin solunum böyle tanım la­
yıcı bir yüklem ise, solunum un dirimli bir şeyin sağ kalması için özsel
ya da vazgeçilmez o ld u ğ u n u söylemek açık b ir genelem e yapmaktır.
Göreceğimiz gibi, bu nokta işlevselcilerin—başkalan arasında, örneğin
yukarıda alıntılanan pasajda h e r kültürel nesne “bir dirimsel işlevi ye­
rine getirir” diyen Malinovvski’nin—öne sürdüğü belli sayıltılara değer
biçm ede önemlidir.
D ördüncü olarak, sözcük çoğunlukla bir şeyin genel olarak kabul edi­
len bir kullanım ya da yararlığını, ya da bir eylemin norm al olarak bekle­
nen bir etkisini imlemek için kullanılır, örneğin şu bildirimlerde olduğu
gibi: “Bir baltanın işlevi odun kesmektir,” ve “Bir tarlayı gübrelem enin
işlevi toprağı verimli kılmaktır.” Bu anlam da işlevler taşıdıkları söylenen
şeyler ya da eylemler sık sık onlara yüklenen yarar ya da sonuçları elde
etm ek için bile bile yaratılır. Ama d u ru m h e r zam an b u değildir; ve
şeylerin sık sık giderek insan yapımı olmadıkları zaman ya da amaçlanan
hedefler olarak onlara belli işlevler yüklemede belirtilen yararlıklardan
ayrı yararlıklar ile üretildikleri zaman bile işlevlerinin olduğu söylenir.
Böylece, sık sık Kutup Yıldızının gece yolculuk yaparken yönleri belir­
lemedeki işlevinden söz edildiği duyulur; ve gerçi kitapların süs eşyaları
olm a gibi bir amaç göz ö n ü n d e tutularak tasarlanmamış olabilmesine
karşın, birçok evde b u n u n onların başlıca işlevi o ld u ğ u n u söylemek
doğrudur. Sözcüğün bu anlam ı Malinowki’nin o nu yukarıdaki alıntıda
kullanırken o n a verdiği biricik anlam değildir; am a işlevselci görüşe
göre h er kültürel nesnenin yerine getirecek bir görevinin olduğunda
diretirken, ya da başka bir yerde “işlev h er zaman bir gereksinimin doyu­
rulması dem ektir”14derken amaçlanan anlam bu olarak görünmektedir.
‘İşlev’ bu anlam ile kullanıldığı zaman, işlevsel çözüm lem eler başlıca
hem insansal hem de insansal-olmayan dirimli örgenlikler ile bağlı fe­
nom enleri ele alan araştırm alara sınırlanır. B ununla birlikte, sözcüğün
bu anlam ında bir işlevsel “açıklama” ya bir kendiliğin (ya da kendilik
tipinin) belli bir dirimli yaratıklar sınıfı için yararlığını, ya da böyle bir
yararlığa iye olm anın genellikle bir eylem tipinden doğan sonuçlarını
bildirm ekten oluşur. Ama bu tü r bir “açıklam a” tek bir (kimi durum ­
larda evrensel, başka durum larda değil) bildirim den oluşur ki, yalnızca
çeşitli öğeler arasındaki olgusal bir bağıntıyı ileri sürer am a bu olguyu o
tikel bağıntının niçin yer aldığını gösterm ek üzere başka herhangi bir
olgu ile belirtik olarak ilişkilendirmez. Buna göre, ‘işlevselciliğin’ böyle
bir “açıklama” için bir arayıştan daha çoğunu im lemediği düzeye dek,
işlevselcilik ne toplum sal fenom enler üzerine bir kuram ne de onları
incelem ek için özgün bir kuramsal yaklaşımdır.
Beşinci olarak, ‘işlev’ sözcüğü sık sık (tam şimdi tartışılan anlam a
yakın bir anlam da) verili b ir şeyin ya da etkinliğin ya şeyin ya da et­
kinliğin ait olduğu ileri sürülen “bir b ü tü n olarak dizge” için ya da o
dizgeye ait olan çeşitli başka şeyler için taşıdığı az çok kapsayıcı bir so­
nuçlar kümesini belirtm ek için kullanılır. Sözcük şöyle bildirim lerde bu
anlam da kullanılır: “Karaciğerin bir işlevi bedende şeker depolamakür,
am a bu on u n biricik işlevi değildir”; “Kralların tanrısal hakkı öğretisi­
nin tarihsel işlevi feodal soyluluğun gücünü zayıflatmak ve güçlü ulu­
sal devletlerin gelişimini olanaklı kılmaktı”; ve “Araştırma bulgularının
yayımının işlevi yalnızca o bulguların genel olarak erişilebilir kılınması
değil, am a ayrıca bilimsel topluluğun eleştirisine sunulmaları ve buluşta
önceliklerin saptanm asıdır.” Sözcüğün b u anlam ında, bir etkinliğin iş­
levlerinin etkinliğin niyetlenen sonuçlan olması gerekmez, ne de dirimli

HBronislaw Malinovvski, A Scientific Theory o f Culture, s. 159.


bir varlık için b ir yararlıklarının olması gerekir; ve işlevler etkinliğin
çeşitli etkilerini üretm esini sağlayan dizgenin (ya da dizgenin bir par­
çasının) sürm esine uygun ya da uygunsuz olabilirler. İşlevselcilerin bu
anlamı sözcüğe çeşitli toplumbilim sel öğelerin “çoklu işlev görm esini”
kabul etm enin önem ini vurgularken bağlıyor olm aları olası görünür.
Ama, neyin yapılm akta o lduğunu betim lem ek için kullanılan dili bir
yana bırakırsak, bir toplum sal öğenin böyle başka öğeler üzerindeki
çeşitli etkilerini keşfetmeye yönelik olan işlevsel çözüm lemenin bir fizik­
çinin diyelim ki güneşten güneşin kendisinin ya da çeşitli gezegenlerin
yapısını etkileyen eneıji ışımasından hangi sonuçların doğduğunu keş­
fetmeye yönelik çözüm lem esinden nasıl ayrıldığı açık değildir.
Son olarak, ‘işlev’ sözcüğü bizi Bölüm 12’de uğraştıran ve ‘bir insan
soğukta kaldığı zaman dişlerin takırdam asının işlevi’ ya da ‘işleyen bir
m otorda düzenlecin işlevi’ gibi anlatım ların örneklediği anlam da kul­
lanılır. Terimin bu anlam ı üzerine, bir öğenin işlevi o n u n o öğenin ait
olduğu varsayılan verili bir dizgenin bildirilen bir karakteristik ya da
koşulunun sürdürülmesi yönünde yaptığı (ya da uygun durum lar altında
yapma yeteneğine olduğu) katkıları imler. Bu açıktır ki yukarıda alıntıla­
nan pasajda terim in Radcliffe-Brown için, ve hiçbir biçimde h er zaman
olmasa da zaman zaman belki de Malinovvski için de taşıdığı anlamdır.
Bu belki de işlevselciliği toplumsal fenom enlerin incelemesine en um ut
verici yaklaşım olarak salık verdikleri zaman başka işlevselcilerin sözcüğe
bağladıkları anlam gibi birşeydir. H er ne olursa olsun, eğer sözcük yak­
laşık olarak bu anlam da anlaşılırsa, yaşambilimdeki işlevsel açıklamalar
toplumsal araştırm adaki işlevsel açıklamalar için paradigm alar olarak
alınabilir. Buna karşın, biçimsel olarak işlevselciliğin bu yorum una bağlı
olan işlevselciler bile ‘işlev’ sözcüğünün şimdiki tartışma altındaki anla­
mını sözcüğün başka bir anlam ından tutarlı olarak ayırdetmezler. Ör­
neğin, işlevsel çözüm lem enin böyle bir işlevselci tarafından alıntılanan
başka örnekleri arasında bir incelem e vardır ki, b una göre bir toplu­
luğun yasa çiğneyenlere karşı düşm anca tutum u topluluğu ortak bir
saldırganlık duygusunda birleştirme gibi “benzersiz bir üstünlük” taşır.
Bununla birlikte, ilk bakışta bu açıklama yalnızca düşm anca tutum un
düşm anlık gösterenler tarafından niyet edilm eyen belli sonuçlarının
olduğunu bildirir. Ama incelem e topluluğun duygusal dayanışmasının,
topluluğun içerisinde ya da dışarısında başka türlü dayanışmanın sür­
mesini ya da gerçekleşmesini önleyecek çeşitli değişim lere karşın, top­
luluğun o tutum un ya da o n u n yerini dolduran biçim lerinin bulunuşu
nedeniyle sürdürüldüğünü gösterm e girişiminde bile bulunm az. Buna
göre, incelem e en iyisinden ya iki değişken arasında bir bağımlılık ya
da karşılıklı-bağımlılık ilişkisi (e.d. ‘işlev’ sözcüğünün ilk anlam ında
bir “işlevsel bağımlılık”) ya da değişkenlerden biri yoluyla belirlenen
ve öteki değişken yoluyla taşm an yararlığı (sözcüğün d ö rdüncü anla­
m ında bir ‘işlev’) kuruyor olarak görünür, verili bir değişkenin dizgeyi
öteki değişken yoluyla belirlenen bir d urum da sürdürm edeki işlevini
(sözcüğün altıncı anlam ında) değil.

2. Bu tartışm anın ışığında, işlevselcilik toplum sal araştırm ada birlik


gösteren ve açıkça eklemlenmiş bir perspektif değildir. B undan sonra
toplum sal süreçlerin işlevsel açıklam alarının yüz yüze kaldıkları kimi
önem li problem leri ele almalıyız.

a. Yaşambilimde işlevsel (ya da “teleolojik”) çözüm lem elerin yapısı


daha önce Bölüm 12’de uzunlam asına tartışıldı. Buna göre, toplumsal
bilim de işlevsel açıklam aların gerçekten de biçim de yaşambilimdeki
işlevsel açıklamalara benzer olduğu düzeye dek, genel kalıplan üzerine
söylenmesi gereken daha öte hiçbirşey yoktur. B ununla birlikte, top­
lumsal fenom enler için böyle açıklamaların kurulm ası ciddi kavramsal
problem lerin çözülmesini gerektirir. Çünkü böyle açıklamaları başar­
mak için, toplumsal araştırm anın içeriğine uygulanabilir düşüncelerin
terim lerinde, teleolojik açıklam alann kalıbında tem el biçimsel ayran­
lara karşılık düşecek bir dizi kavram tanımlanmalıdır. Tartışma sorusu
genellikle önerilen tanım ların doyurucu olup olmadığıdır.
Bölüm 12’deki tartışm adan anım sanacaktır ki teleolojik açıklamalar­
da kullanılan iki tem el kavram şunlardır: Bir S dizgesinin kavramı, ve
dizgede sürdürülen bir G durumunun ya da koşulunun kavramı. Yaşam­
bilimin işlevsel açıklam alannda, çoğunlukla yoklanan dizgeler bireysel
örgenliklerdir; ve ird elen en dizgelerin durum ları başkaları arasında
örgenliğin sağ kalmasını (e.d. bir dirimli örgenlik olm a koşulunu), bir
örgenin belli karakteristik etkinliklerini, örgenliğin iç sıcaklığını ve kan
gibi bir iç sıvının kimyasal d u ru m u n u kapsar. Yaşambilimde bir birey­
sel örgenliğin ne olduğunu belirlem ede genellikle bir güçlük yoktur.
Dahası, örgenliklerin sürdürdüğü b ir dizi kolayca tanınabilir etkinlik
(yani, solunum ve özümseme gibi “dirimsel işlevler”) genellikle diri ol­
m anın tanımlayıcı yüklemlerini oluşturuyor olarak kabul edilir; ve ben­
zer olarak, tikel örgenler için, bunların karakteristik etkinlikleri için,
ve örgenliklerin araştm labilecek başka durum ları için yeterli tanım lar
norm al olarak fazla sıkıntı olmaksızın sağlanabilir. Sonuçta, S dizgesi ve
G durum u yaşambilimde açıkça belirlendiği için, S ’nin G durum unda
kalmayı sürdürüp sürdürm ediğini ve eğer sürdürüyorsa hangi düzenek
yoluyla sürdürd ü ğ ü n ü sorm ak ve b una deneysel araştırm a yoluyla bir
yanıt aram ak anlaşılır birşeydir.
Çok iyi bilindiği gibi bu bakım lardan du ru m toplum sal bilim lerde
ayrıdır. İşlevselcilerin sık sık tartıştıkları dizgeler bireysel toplum lar
ya da topluluklardır; ve bu dizgelerin onları özel olarak ilgilendiren
durum ları b ir toplum un sağ kalmasını, toplum sal yapısını, çeşitli ku­
rum sal etkinliklerin kalıplarını, ve b ir toplum da getirilen ya da açık
olarak sergilenen rolleri (ya da toplum sal davranış norm lannı) kapsar.
Yaşambilimde olduğu gibi toplum sal araştırm ada da araştırılacak diz­
geleri ikircimsiz olarak belirtm ek sık sık olanaklıdır—ilkel toplum larda
göreli kolaylık ile, am a daha ileri işleyim top lu m lan n d a artan güçlük
ile. Ö te yandan, bir toplum un sağ kalm a koşulu açısından, bu alanda
yaşambilim in genellikle dirim li örgenliklerin tanımlayıcı yüklemleri
olarak kabul edilen “dirim sel işlevleri” ile karşılaştırılabilir hiçbirşey
yoktur. Toplum lar sözel olarak ölm eseler de, bir toplum pekala onu
oluşturan tüm insanlar ardıllar bırakm adan öldükleri ya da kalıcı ola­
rak dağıldıkları için ortadan yitebilir. Öyleyse toplum sal sağ kalışın salt
keyfi olmayacak ama yararlı kullanımları olacak bir ölçütü üzerine karar
vermek kolay değildir.
Ö rneğin, eğer şimdi belirtildiği tarzda fiziksel ortadan-yitmeme sağ
kalm a ölçütü olarak kabul edilseydi, insanlık tarih in d e ancak göreli
olarak birkaç toplum onu doyurmayı başaramazdı; ve, o ölçüt üzerine
sağ kalma insan tarihinde görünm üş çeşitli toplum lan karakterize eden
herhangi bir örgütlenm e biçimi ile bağdaşabilir olacağı için, toplumsal
sağ kalm anın toplumsal örgütlenm e terim lerinde önerilen her işlevsel
açıklaması yalnızca boş bir geneleme olurdu. Eğer, Malinowski ile birlik­
te, herhangi bir uygarlık tipinde bulunan herşeyin bir “dirimsel işlevi”
yerine getirdiği kabul edilirse, bu sonuç daha da açıktır. Çünkü, böyle
bir koşul üzerine uygarlığın bir tipi bu dirimsel işlevlerin terim lerinde
olm anın dışında başka herh an g i b irin d e n ayırdedilem eyeceği için,
Malinowski’nin “savmın” manüksal olarak sıradan karakteri saydamdır.
Ö te yandan, g ö rünürde salt fiziksel ortadan-yitm em eden daha kısıtla­
yıcı gerektirim ler içeren bir ölçüt ya kısıüam alann birarada yaşayan bir
insanlar küm esini kabul edilen toplum lar sınıfından edim sel olarak
dışladığını gösterme, ya da kısıüamalann bütünüyle keyfi olmadıklarını
aklam a güçlüğü ile yüz yüzedir. Ö rneğin, varsayalım ki kabul edilen
ölçüt bir toprağın sınırlan içerisinde yaşayan bir insanlar kümesinin bir
toplum olarak sayılabilmek için politik bir örgütlenm esi olması gerek­
tiği koşulunu getirsin. Bununla birlikte, eğer ‘politik örgütienm e’ terimi
yetkenin ya da gücün dağılımı için herhangi bir toplum sal denetim ve
düzenleme biçimini kaplayacak kadar geniş olarak kullanılırsa, bir arada
yaşayan tüm insan küm eleri bu gerektirim i neredeyse bir tanım gereği
olarak doyurur; ve, böyle tanım lanan bir toplum un sürmesi böylece her
bir politik örgütlenm e biçimi ile bağdaşabilir olduğu için, toplumsal
sağ kalm a için vazgeçilmez b ir ö n gerek olarak politik örgütlenm eyi
ilgilendiren bildirim ler bir kez daha apaçıklıktan başka birşey değildir.
Ama eğer ‘politik ö rgütienm e’ terim i güç ilişkilerinin sergilenm esinin
belli özel biçimlerini im lem ek üzere daha az geniş olarak kullanılırsa,
kimi insanbilim cilerin yargılannda bu daha dar anlam da hiçbir politik
örgütlenm eleri olmayan ilkel halklar vardır; ve böyle halklann toplum ­
lar sınıfından dışlanm asının keyfi bir kararın sonucuna bağlı olm anın
dışında nasıl aklanacağı açık değildir.
İşlevselcilerin toplumsal dizgelerde sürdürüldüğünü göstermeyi iste­
dikleri başka birçok durum ile bağıntı içinde andınm lı güçlükler doğar.
Yalnızca toplum sal yapı kavramını irdeleyeceğiz. Yukarıda değinildiği
gibi, Radcliffe-Brown toplum sal bilim in büyük görevlerinden birinin
toplum sal dizgelerin “yapısal” biçim lerini nasıl sakındıklarını keşfet­
m ek olduğuna inanıyordu. O na göre, verili bir dizgenin toplumsal yapısı
“verili bir zam an kıpısında tüm bireylerin tüm toplum sal ilişkilerinin
toplam ından oluşur,” ve burada bir ‘toplumsal dizge’ ile kavramsal ola­
rak evrenin geri kalanından yalıtılmış ve çıkarlarını ortaklaşa ayarlayan
insanların herh an g i b ir toplağını, ve ‘toplum sal ilişki’ ile insanların
böyle bir ayarlamayı içeren herhangi bir davranışını anlıyordu; dahası,
bir dizgenin yapısal biçimi edimsel bir toplum sal yapıda sergilenen top­
lumsal ilişkilerin çeşidi “türlerinden” oluşur. Toplumsal bir yapıda “aynı
kalan” odur, üstelik o ilişkilere değişik bireyler katılıyor olsa bile.15
B ununla birlikte, bir toplumsal ilişki “tü rü ” ile ya da “aynı kalma” ile
ne anlaşılacağı konusunda çok daha fazlası söylenmedikçe böyle tanım­
lanan toplumsal biçim görgül incelem enin nesnesi olamaz. Çünkü eğer
“tür”ün anlamı üzerine ne olursa olsun hiçbir kısıtlama getirilmezse, bir
toplumsal dizgenin yapısal biçimini sakınıp sakınmadığı sorusu görgül
araştırm a yoluyla karara bağlanacak olgusal b ir soru değildir; tersine,
soru salt mantıksal b ir çözüm lem e ile bir çözüme bağlanabilir, çünkü
h e r toplum u n zoru n lu olarak o toplum da verili b ir değişim ler sınıfı
altında değişmeyen belli bir toplumsal ilişkiler kalıbını taşımak zorunda
olduğu tam tlanabilirdir. Bölüm 10’da saltık düzensizlik kavram ının
kendi ile çelişkili olduğu çünkü işlerin tasarlanabilir h er d u rum unun
karmaşık ve tanınm adık da olsa belli bir düzen sergilediği, ve verili bir
durum un ancak tikel bir kalıplar sınıfını örneklem em e gibi göreli bir
anlam da “düzensiz” olduğunun söylenebileceği gösterildi. Ama bir top­
lum un yapısal biçiminde tam değişim kavramı benzer olarak tutarsızdır.
Çünkü “tüm toplumsal ilişkilerin toplam ı” içinde belli bir toplumsal ilişki
türü bütünsel olarak değişkiye uğrayabilirken, başka bir toplumsal ilişki
türü değişm eden kalmalıdır, üstelik bu son tü rü n norm al olarak bizi
hiç ilgilendirm eyen bir tü r olabilmesine karşın. Kısaca, bir toplumsal
dizgenin yalnızca toplum sal ilişkilerin belli tikel türlerindeki bir deği­
şimin göreli anlam ında da yapısal biçimini değiştirdiği söylenebilir.
Yalın bir örnek bu noktayı toparlamaya yardım edecektir. Varsayalım
ki verili bir toplum da tüm işleyimlerin özel iyeliği belli bir yılda kamu
iyeliği ile değiştirilmiş olsun, öyle ki toplum un yapısal biçimini değiştir­
diği söylenebilir. Buna karşın, bu değişim den etkilenm eyebilen (toplu­
m un pekçok üyesinin işleyimsel işlemleri edimsel olarak yöneten üyeler
ile toplumsal ilişkilerinin değişim den sonra da ondan önce olduğu gibi
olacağı bir yolda) başka toplum sal ilişkilerden bütünüyle ayrı olarak,
15A. R. Radclifîe-Brown, A Natural Science of Society, ss. 43, 55, 84, ve Structure and
Function in Primitive Society, s. 192.
örnekteki bildirim in kendisi, belirtilen değişime karşın, bu toplum da
insanlann işleyimsel etkinliklere girmeyi sürdürecekleri vargısını çıkarmamızı
gerektirir. Sonuçta, değişmemiş en az bir toplumsal ilişki türü olmalıdır;
ve belli toplum sal araştırm alarda bu değişmezliğin olağanüstü önem i
olduğu düşünülebilir, öyle ki o araştırm aların amaçları uğruna değişim
toplum un yapısal biçimindeki bir değişim olarak sınıflandınlmayabilir.
Dahası, geçerken belirtm eye değer ki toplum um uzda edimsel olarak
yer almakta olan toplumsal değişimlerden bir bölüm ünün onun yapısal
biçim indeki değişim ler sayılıp sayılamayacağını h e r zam an önceden
bilemeyiz. Ö rneğin yeni satış vergileri getirildiği, gelir vergisi oranlan
arttınldığı, ya da özel okullarda çocukların beslenmesini sağlamak için
kamu fonlan kullanılmaya başladığı zaman böyle değişimler mi yer alır?
Açıktır ki böyle sorulardan herhangi birine yanıt soruya zemin olabi­
len araştırm anın belirli hedefleri üzerine, ve özel olarak o hedeflerin
gerektirdiği toplumsal ilişki türlerini sınıflandırm anın derecesi üzerine
bağımlı olacaktır.
B undan şu çıkar ki bir toplumsal dizgede çeşitli öğelerin ya dizgeyi
sürdürm edeki ya da değiştirm edeki işlevlerini sergilemeyi amaçlayan
önerilmiş açıklam alann, sürdürüldüğü ya da değiştirildiği ileri sürülen
durum genellikle yapıldığından daha sağın olarak form üle edilmedikçe,
hiçbir tözsel içerikleri yoktur. Aynca şu da çıkar ki işlevselcilerin zaman
zam an ileri sürdükleri savları (ister “b elitler” isterse araştırılacak ön-
savlar biçim inde), toplum sal dizgelerin o n a ait parçaların “yeterli bir
uyum derecesi” ve “iç tutarlık” ile “birarada işlemesi” yoluyla üretilen
“bütünsel” karakterini ya da “işlevsel birliğini” ilgilendiren, ya da bir
toplum da her öğenin “işleyen b ütünde” yerine getirdiği “dirimsel işlevi”
ve “vazgeçilmez rolü” ilgilendiren böyle savlan sağlam olarak ya da kuş­
kulu olarak ya da giderek yanlış olarak bile yargılamak uygun değildir.
Ç ünkü bir toplum sal dizgede sü rd ü rü ld ü ğ ü ileri sürülen durum ları
tanımlayacak denli sağın betim lem elerin yokluğunda, o savlar görgül
denetim altına alınamaz, çünkü tasarlanabilir h e r olgu sorunu ile ve
edimsel toplum lar üzerine görgül araştırm aların h e r sonucu ile bağ­
daşabilirdirler.
Tartışm akta olduğum uz güçlük, ve özel olarak tam şimdi belirtilen
nokta, giderek işlevselciliğin durulaştınlm a ve geliştirilmesine çok fazla
katkıda bulunm uş dikkatli öğrencileri tarafından bile sık sık göz ardı
edilir ya da yetersiz olarak vurgulanır. Ö rneğin aralarından kimileri,
işlevsel yaklaşım ile tem el duygudaşlık içinde iken, önceki paragrafta
sözü edilen büyük savlan kuşkulu görgül aklamaya dayandıklan ve işlev­
selciliğin özsel konutlam aları olm aktan çok en iyisinden araştırılacak
önsavlar oldukları zem ininde eleştirm işlerdir. B ununla birlikte, bizi
uğraştırm akta olan problem e çok az dikkat etmişlerdir, üstelik bunun
o büyük savların olgusal değerlerini ilgilendiren sorular anlam lı ola­
rak ortaya koyulmadan önce çözülmesi gereken bir problem olmasına
karşın.16 Bu problem in b ir çözüm ü hiç kuşkusuz “yapısal-işlevsel” bir
toplumsal kuram dediği şey için kapsamlı bir kavramsal çerçeve kurm a
girişiminde Talcott Parsons tarafından ölçülebilecek bir yolda ilerletil­
miş değildir. Yer sorunlan Parsons’ın arkitektonik ayrımlar dizgesinin
bir tartışm asının ö n ü n e geçtiği için, “sürekli b ir d ü zen i” olan ya da
“düzenli bir gelişimsel değişim sürecinden” geçmekte olan bir toplum ­
sal dizge için “işlevsel öngerekler” üzerine açıklamasına ancak kısaca
değinebiliriz. Alıntıladığı “en genel” öngereklerden biri bir toplumsal
dizgenin on u n “bileşen bireysel aktörlerinin yaşambilimsel örgenlikler
ve kişilikler olarak [e.d. davranışlarında güdüleniyor olarak] işlev gör­
mesinin,” “ya da bir kültürel dizgenin göreli olarak kararlı bütünleşm e­
sinin” [e.d., dilin ve başka yapay aygıtların iletişim ortam ı olarak hizmet
eden düşünceler, inançlar, ölçünler, değerler vb. anlatan “simgesel” diz­
gesinin] koşullan ile kökten bağdaşmaz olamayacağıdır. Böyle bir başka
öngerek bir toplumsal dizgede “onun rol ‘dizgesinin’ gerektirimleri ile
uyum içinde davranm ak için yeterince güdülenen bileşen aktörlerinin
yeterli bir oranının” bulunm ak zorunda olmasıdır [e.d. aktörlerin başka
aktörler ile karşılıklı etkileşim süreçlerine katılm alarının çeşitli tipleri
bulunm alıdır; ve burada süreçler onların toplumsal dizge için işlevsel
önem lerinin perspektifinden görülm ektedir]. Bir toplumsal dizgenin
tüm üyelerinin ölüm ü nedeniyle fiziksel olarak o rtad an kalkışı gibi
seyrek ve sıradan durum dışında, verili bir dizgenin böyle bulanık ve
belirsiz terim lerde form üle edilen öngerekleri doyurup doyurmadığını
belirlem ek hiç kuşkusuz güç olacaktır. Güçlük Parsons şunları eklerken
getirilen daha öte belirsizlik yoluyla azaltılmaz: “Bilginin şimdiki du­
rum unda, bireysel aktörlerin m inim um gereksinim lerini sağın olarak
tanımlamak olanaklı değildir,” ve “karşılanması gereken şey tüm katılan
aktörlerin gereksinimleri değil, herhangi birinin tüm gereksinimleri de
değil, am a yalnızca nüfusun yeterli bir kesri için yeterli bir orandır.”17

b. Belli bir belirlenim in bir bütün olarak toplum un sürmesine yaptığı


katkıları sergileme hedefini taşıyan işlevsel (ya da teleolojik) açıklama­
lar böylece henüz eksik olarak çözülmüş bir güçlük ile karşı karşıyadır.
B ununla birlikte, gerçekte işlevselciler yalnızca böyle tutkulu türden
açıklamalar geliştirmeye girişmiş değildir. Elde ettikleri en büyük başarı
ya bütün bir toplum dan çok daha az kapsayıcı olan bir dizgede (örneğin
bir ilkel kabile, belli insan topluluklarında yer aldığı gibi aile olarak
bilinen ilişkiler dizgesi, ya d a m o d ern toplum daki b ir m eslek örgü­
tü ya da politik örgüt) bir d u ru m u n sürdürülm esi için bu genel tipin
açıklamalarını sağlamak, ya da yalnızca çeşitli ölçünleştirilmiş davranış
16Bkz. R obert K. M erton, Social Theory and Social Structure, pp. 25-37, ve Kingsley
Davis, “T he Myth o f Functional Analysis,” American Sociological Review, Vol. 24 (1959),
p. 763.
'T a lc o tt Parsons, The Social System, ss. 26-28.
biçim lerinin verili toplum larda hangi andınm lı ya da ayrımlı kulanım
ve sonuçları (ya da sözcüğün yukanda ayırdedilen d ö rdüncü ve beşinci
anlam larında, ‘işlevler’) taşıdığını gösterm ek olmuştur. Göreli olarak
küçük küm elerde sürdürülüyor olması gereken durum ları ikircimsiz
olarak belirlem e problem i anlaşılacağı gibi bütü n bir toplum da oldu­
ğundan çok daha kolaydır, ve sık sık usauygun bir biçim de çözülebilir.
Buna karşın, o d ah a ılımlı teleolojik açıklam aların olduğu gibi daha
tutkulu olanların da karşısına çıkan daha başka güçlükler vardır; ve
bunlardan bir bölüm ünü kısaca anımsayacağız.
Bölüm 12’de geliştirilen işlevsel açıklamanın biçimsel kalıbının düşün­
dürdüğü gibi, bir kez bir S dizgesi ve onda sürdürüldüğü ileri sürülen
G d u ru m u yeterli olarak b elirlen ir belirlenm ez, işlevselcinin görevi
işlemleri S ’yi G d u ru m u n d a sürdüren bir durum değişkenleri kümesi
saptam ak, ve bu değişkenlerin birbirleri ile ve dizgedeki ya da onun
çevresindeki başka değişkenler ile nasıl ilişkili olduğunu keşfetmektir.
Bununla birlikte, toplumsal araştırm anın edimsel yürütülüşünde bu sıra
genellikle tersine çevrilir: İlkin bir değişken (örneğin, dinsel bir ayin)
saptanır; ve sonra araştırm a o n u n hangi işlevi (belki de yalnızca söz­
cüğün dördüncü ve beşinci anlam larında) taşıdığını, ve gerçekte iyice
sağlam olduğundan kuşku duyulan bir G d urum unun (örneğin, duygu­
sal dayanışma) sürm esine katkıda bulu n u p bulunm adığını saptamaya
geçer. Öyleyse çözüm lem enin ele aldığı kabul edilen S dizgesinin ve G
durum unun dikkatle sınırlanması gerektirimini, ve sonuçta, son olarak
önerilen teleolojik açıklamada, içinde değişkenin belirli bir durum u
sürdürdüğü ileri sürülen belirli dizgeye belirtik olarak değinmeyi göz­
den kaçırmak oldukça kolaydır. O zaman değişken ona yüklendiği gibi
S ’d e G ’yi sürdürm e işlevini taşısa bile (örneğin, dinsel bir ayinin yerine
getirilmesinin ayini uygulayan her bir ilkel kabilenin duygusal dayanışma
durum unu sürdürm e işlevini taşıması), değişkenin yine ait olabileceği
bir başka S'dizgesinde (örneğin, ayininin bölücü bir rolünün olabile­
ceği bir kabileler konfederasyonunda) bu işlevi taşımıyor olabilir; ya
da aynı Sdizgesini bir başka G 'd u ru m u n d a (yeterli bir besin sunum u)
sürdürm e işlevini taşımıyor olabilir, ki o n u n açısından belki de G '’nün
S ’d e sürdürülm esini engelleyerek bozuk-işlevli olabilir.
Ama bu nasıl olursa olsun, toplumsal bilimler için bir teleolojik işlevin
verili bir değişkene yüklenm esinin her zaman tikel bir dizgedeki tikel
bir durum a göreli olması gerektiğini, ve, verili bir toplum sal davranış
biçim inin belli toplum sal yüklem ler için işlevsel olabilm esine karşın,
başka birçoklan için bozuk-işlevli de olabileceğini (ya da giderek neden­
sel olarak ilgisiz olm a anlam ında işlevsiz olabileceğini) kabul etm enin
önem ini abartm ak pek olanaklı değildir. Biçimsel olarak bildirildiğinde
açık olmasına karşın, bu noktayı anlamayı başaram am ak hiç kuşkusuz
olgu sorulannın istenebilir toplumsal politika sorulan ile hiç de seyrek
olmayan karıştınlması için, ve aynca toplumsal bilim de bir işlevsel yak­
laşımın zorunlu olarak toplum sal statükoda yerleşmiş d eğerlere bağlı
olduğu biçim indeki sık duyulan suçlama için büyük bir kaynaktır. Bu­
nunla birlikte, bu nokta göz önünde tutulduğunda, bireysel işlevselcile-
rin böyle bir bağlılık gösterm elerine karşın, bunun işlevselciliğe özünlü
olduğu suçlamasının temelsiz olduğu açık olacaktır.18
Bir dizgede tikel bir değişken yoluyla uygulanan işlev ya da etkinlik
tipi ve bu işlevi uygulayan değişken arasında ayrım yapmak da bu ba­
ğıntıda belirleyici önem dedir. Böylece, insan b ed eninde tiroid bezle­
rinin işlevlerinden biri örgenliğin iç sıcaklığının korunm asına yardım
etmektir. Bununla birlikte, bu aynca adrenal bezlerinin de işlevlerinden
biridir, öyle ki bu bakım dan b edende benzer bir işlevi yerine getiren
(ya da yerine getirm e yeteneğinde olan) en az iki örgen vardır. Buna
göre, kararlı bir iç sıcaklığın sürdürülm esinin insan örgenliklerinin sağ
kalması için vazgeçilemez olabilmesine karşın, tiroid bezlerinin sıcak­
lığı sürdürm eye katkıda bulundukları için bu nedenle insan yaşamının
sürmesi için vazgeçilemez oldukları vargısını çıkarmak açık bir gaf ola­
caktır. G erçekten de, cerrahi işlem lerin bir sonucu olarak tiroid bez­
leri olmayan am a gene de yaşayan insanlar vardır. Toplumsal araştırma
bağlam ında benzer bir d u ru m u belirtm ek gerekir. Varsayalım ki verili
bir toplum da b ir kilise ö rg ütlenm esinin işlevlerinden biri de dinsel
duygulan güçlendirm ek ve dinsel etkinlikleri ilerletmek olsun. Bununla
birlikte, bu işlevi o toplum daki başka kurumsallaşmış örgütler, örneğin
bireysel aileler ya da okullar da uygulayabilir. Dahası, bu başka örgüt­
lenm eler verili bir zam anda bu işlevi edimsel olarak yerine getirmemiş
olsa da, d ah a sonraki bir zam anda uygun koşullar altında onu kaza­
nabilirler. Sonuçta, dinsel tutum ve etkinliklerin insan toplum larm ın
gönenci için özsel olduğu tartışm anın ötesinde olsa bile, bundan kilise
örgütlenm elerinin o gönenç için vazgeçilmez olduğu sonucu çıkmaz.
Bu nokta işlevselciler tarafından tutarlı olarak tanınmamıştır. Ö rne­
ğin, Malinowski’ye göre m itin işlevi geleneği ona doğa-üstü bir köken
yükleyerek güçlendirm ek olduğu için, “Mit öyleyse tüm kültürün vazge­
çilmez bir bileşenidir.”19 B ununla birlikte, salt uslam lama uğruna olsa
bile, Malinovvski’nin mite gelenekleri güçlendirm ede yüklediği rolün ve
ayrıca tüm toplum larda kültürlerinin sürmesi için geleneğin vazgeçile­

18Işlevselciliğin zorunlu olarak toplumsal dengenin incelem esine ve bir dizgedeki


bir durum u sürdüren koşullara sınırlı olduğu, ve işlevsel çözümlemenin öyleyse özünlü
olarak “toplum sal dinam ik” ile olm aktan çok “toplum sal statik” ile ilgilendiği biçi­
m indeki ilgili sav da benzer olarak temelsizdir, üstelik birçok işlevselcinin toplumsal
dizgelerdeki dengesizliği ve yapısal değişimi ü reten etm enlere çok az dikkat etmiş
olduğu biçim indeki yadsınamaz olguya karşın. B unun ve ilgili birçok başka sorunun
bir tartışması için, bkz. Robert K M erton, aynı yer; ayrıca M erton’ın çözümlemesini
biçimsel teleolojik açıklama kalıbının çerçevesi içerisinde bildirm e girişimi için bkz.
Em est Nagel, “A Formalization of Functionalism,” Logic Without Metaphysics, Glencoe,
IH., 1956, pp. 247-83.
19Bronislaw Malinowski, Magic, Science and Religion, New York, 1948, p. 146.
mezliğine ilişkin örtük savının kabul edilebilecek olmasına karşın, gene
de vargısı bir norı sequiturdur. Çünkü geleneğin kabul edilen vazgeçile­
mezliğini hiçbir tem ellendirm e olmaksızın belli toplum larda geleneği
sürdürm ek için kullanılm akta olan tikel bir araca ya da alete aktarır.
Gerçekten de, genel olarak toplumsal davranışın incelemesinde verili
bir işlevi (ya da etkinlik tipini) yerine getirm ek için tikel bir kurumsal
aygıtın vazgeçilmezliğini gösterm ek belirli bir d urum u sürdürm ek için
verili bir işlevin vazgeçilmezliğini gösterm ekten daha da güçtür. Böy­
lece, verili bir toplumsal davranış biçim inin bir dizgede belli bir duru­
m un sakinimi için özsel olduğunu gösterm ek için—örneğin, toplum un
kabul ettiği davranış norm larını çiğneyenlerin cezalandırılmasının usa-
uygun bir biçim de düzenli kam u davranışının sürdürülm esi için vazge­
çilmez olduğunu göstermek için—içlerinde örneğin cezanın ağırlığının
ve suçlulara verilmesindeki kesinliğin değiştiği bir dizi toplum bulmak
ve böylece o toplum larda sapkın davranıştaki bu ayrımlar ve değişmeler
arasında herhangi bir önemli bağılılaşımm olup olm adığını saptamak
olanaklı olmalıdır. Hiç kuşkusuz, böyle sorunları ilgilendiren veriler
sık sık güvenilir vargıları desteklem ek için yetersizdir, ve giderek top-
lum lann o nu sergileme açısından bir değişiklik göstermeyeceği kadar
yaygın olan bir işlevin ileri sürülen vazgeçilemezliğini değerlendirm ek
için ilgili verilerin tam bir yoksunluğu bile olabilir; b u n a karşın, sık
sık bu sorunlar üzerine bütünüyle temelsiz olmayan vargıları ulaşmak
olanaklıdır. Ö te yandan, verili bir toplum sal işlev tipinin ancak tikel
bir toplum sal örgütlenm e yoluyla yerine getirilebileceğini gösterm ek
için (örneğin, özel olarak desteklenen üniversitelerin kısıtlamasız bilim­
sel araştırm anın sürmesi için vazgeçilmez olduğunu gösterm ek için),
yalnızca verili işlevin gerçekte bildirilen k uruluştan başka herhangi
bir kuruluş yoluyla yerine getirilm ediğini gösterm ek değil, am a ayrıca
başka hiçbir kuruluşun (ister d ah a şim diden varolan isterse yalnızca
tasarlanan olsun) o işlevi yerine getiremeyeceğini gösterm ek de zorunlu
olacaktır. B ununla birlikte, aynı ya da b en zer kuruluşların geçmişte
uygulamış olduğu değişen işlevler göz ön ü n d e tutulduğunda, ve ayrıca
yeni kurum sal biçim ler yaratm ak için insan yeteneği de göz önünde
tutulduğunda, böyle bir görev hem en hem en um utsuzdur.
Yaşambilimsel araştırm ada bu bakım dan durum belirgin olarak ayrı­
dır. Çünkü dirim li b ir b edende bir örgen zaman zaman o bedendeki
başka bir örgenin norm al olarak yerine getirdiği bir işlevi üstlenebil-
se de, ve giderek aynı dirim sel işlev zam an zam an ayrı örgenliklerde
bütünüyle ayrı düzenekler yoluyla yerine getirilse de, aynı ya da benzer
işlevlerin yerine getirilmesi için böyle almaşık düzenekler yaşambilimde
toplum sal bilim lerde göründüğü kadar sınırsız değildir. H er ne olur­
sa olsun, insanların b ir sınıfında akciğerlerin solunum örgenleri ve
m idenin sindirim örgeni olmasına karşın, başka bir insanlar sınıfında
bu örgenlerin tanıdık işlevlerini kendi aralarında değiştirmiş olduğunu
bulm ak alışılmış birşey değildir. Ama bu düşlem e kökten benzem ez
olmayan birşey insan toplum larm m incelem esinde bütünüyle sıradan
bir olgudur.
İşlevselciliğin bu tartışmasında doğan bu ve daha başka noktaların bir
sonucu olarak, fizyolojideki teleolojik açıklam alar üzerine m odellen-
dirilmiş işlevsel açıklamaların bilişsel değeri öyleyse ve b ü tününde çok
kuşkuludur.20 Hiç kuşkusuz şimdiye dek önerilm iş en az sorgulanabilir
ve en aydınlatıcı işlevsel açıklam alar toplum sal davranış biçim lerinin
işlevlerini ‘işlev’ sözcüğünün daha önce tartışılan ya d ö rdüncü ya da
beşinci anlam ında çözüm leyenlerdir—ilkel toplum larda ölçünleşmiş
davranış kalıpları arasındaki, ekonom ik ve tüzel kurum lar arasındaki,
dinsel, toplumsal ve ekonom ik idealler arasındaki, toplumsal katman­
laşma ve kişilik tipleri arasındaki, ve daha başka pekçok şey arasındaki
karşılıklı bağımlılık ilişkilerini sergileyen çok sayıda açıklama. Bununla
birlikte, bu işlevsel çözüm lem eler aydınlatıcı ve değerli olsalar da, haklı
olarak insan sorunlarının incelem esinde ayırdedici bir kuramsal yakla­
şımı örnekliyor olarak görülemezler.

III. Yöntembilimsel Bireycilik ve Yorumlayıcı Toplumsal Bilim


Toplumsal bilim lerde genellem elerin ve açıklamaların yüzeysel olarak
gözden geçirilmesi bile bu disiplinlerde kullanılan çeşitli kavramların
biçimsel karakteristikleri arasında olduğu gibi tözsel içerikleri arasında
da birçok ayrımın bulunduğunu gösterir. Bu bilimlerin bildirim lerinde
yer alan terim ler öyleyse bir dizi almaşık yolda sınıflandırılabilir. Bunun­
la birlikte, b u n u yapm anın tanıdık yollarından birine belirtik olarak
değinmemiz gerekecektir. Çünkü bu sınıflandırmanın temeli olan ayrım
toplumsal bilimciler arasında toplumsal fenom enlerin doyurucu açıkla­
m alarının o açıklamaların karakteristiği olan bir özelliği taşıması gerek­
tiği biçimindeki etkili bir görüş üzerine çoktandır süren bir tartışmanın
da odağıdır—bir görüş ki en azından kısa bir tartışmayı gerektirir.
Eğer kendim izi insanları ve davranışlarını betim leyici kavram lara
sınırlarsak, genellikle toplum sal araştırm ada kullanılan iki terim ler
sınıfı ayırdedilir. Ayrımın keskin ve güçlüklerden sıyrılmış olmaması­
na karşın, şimdilik onları göz ardı edeceğiz. İlk sınıf yalnızca bireysel
insanlara ya da böyle bireylerin yüklemlerine gönderm ede bulunan terim-
MAçıklamalar h er durum da Bölüm 12’de bildirilen anlam da dört dörtlük teleolojik
açıklamalar değildir. Böyle açıklamalar elde etm ek için bir dizgede bir durum u sürdü­
ren değişkenlerin (örneğin dinsel ayinlerin yerine getirilmesi ve askerlik ödevlerinin
yerine getirilmesi) durum değişkenleri olduklarını gösterm ek zorunlu olacakür; eş
deyişle, değişkenlerin yerine geürmesi gereken koşullardan biri birbirinden bağımsız
olma koşuludur, örneğin herhangi bir verili zam anda dinsel ayinlerin yerine getirilme­
sinin askeri ödevlerin eşzamanlı olarak yerine getirilip getirilmemesi üzerine bağımlı
olmaması anlam ında, ve evrik olarak. Gerçekte, toplum sal bilim de önerilen işlevsel
açıklamaların herhangi birinin bu gerektirimi doyurup doyurmadığı sorgulanabilirdir.
ler kapsar— ‘Birleşik D evletler’in şimdiki Başkam ,’ ‘tu tk u lu ,’ ‘dinsel
sorunlarda hoşgörülü,’ ‘işine gitm ez,’ ya da ‘tıp fakültesinde öğrenci’
gibi terimler, ikinci sınıf yalnızca insan bireylerin kümelerini, böyle kümeleri
ortaklaşa karakterize eden yüklemleri, ya da böyle kümelerin sergilediği örgüt­
lenme biçimlerini ve etkinlikleri belirten terimleri kapsar— ‘Demokratların
son başkanlık kongresi,’ ‘Fransız Aydınlanması,’ ‘şirket,’ ‘kitle histeri­
si,’ ya da ‘toplum sal iç-bağ d erecesi’ gibi terim ler. Uygun gönderm e
için, ilk sınıftaki terim lere “bireysel terim ler,” ve ikincidekilere “o rta k /
collective terim ler” diyelim. Buna karşm, (1) birçok ortak terim onlar
yoluyla belirtilen herhangi birşeyin olup olmadığı (e.d. “uzam ları”nm
ne olduğu) ve ortak terim lerin genel olarak bireysel terim ler yoluyla
“tanım lanabilir” olup olm adığı soruları doğduğu zam an sık sık karı­
şıklık kaynağı olur; sonuçta ,(2) toplumsal bilimciler ortak terim lerin
yardımı ile form üle edilen toplumsal fenom enlerin nasıl açıklanacağı
konusunda bölünm eyi sürdürm ektedir. Bu ilişkili soru nların birkaç
yanını ele alacağız.

1. Norm al olarak birçok ortak terim yoluyla adlandırılan şeyi belir­


lem ede hiçbir kavramsal güçlük ile karşılaşılmaz. Ö rneğin, ‘Demok­
ratların son başkanlık kongresine delegeler’ terim i genellikle insan­
ların kolayca tanınabilir belli b ir sınıfını belirtiyor olarak anlaşılır; ve
insanlann çoğu büyük olasılıkla o terim in uzamı olarak o insanlardan
başka bir “kendiliğin” konutlanm asım açıkça saçma bulacaktır. Buna
göre, ‘D em okratlann son başkanlık kongresi önderini um udu bir hava
içinde seçti’ gibi bir bildirim çoğu kez, yaklaşık olarak, kongreye katılan
h er delegenin (ya da delegelerin çok büyük bir alt-sınıfındaki h er bir
bireyin) belli b ir vesile üzerine herhangi bir tarzda um utlu bir tutum
sergilediğini ileri sürüyor olarak alınacaktır; ve çok az insan bildirimi
nedensel güç uygulam a yeteneğindeki bir insan-üstü kişinin seçimin
sonucunu um uda beklediği anlamında yorumlama eğiliminde olacakür.
B ununla birlikte, ‘Fransız A ydınlanm ası,’ ya da ‘şirket’ gibi ortak
terim lerin uzam larım ilgilendiren duruluk konusunda çok daha az ge­
nel anlaşma vardır. Hiç kuşkusuz, belki de hiç kimse bireysel insanlann
bir anlam da bu ve benzeri anlatım lar yoluyla belirtilen şeyin “parçalan”
olduğunu sorgulamayacaktır. Ama o “parçalan” oluşturan bireyleri tam
olarak sıralamak ya da giderek böyle kaç bireyin olduğunu söylemek
bile hiç kuşkusuz olanaklı değildir; ne de sıralanabilen bireylerin yeri­
ne getirdikleri eylemleri, eğer “parçalar” olarak sayılacaklarsa bireyler
tarafından savunulm uş olması gereken felsefi inançları, ya da insan­
ların böyle sayılabilmek için birbirleri ile ve başka şeyler ile girdikleri
ayırdedici ilişkileri büyük bir sağınlık ile bildirm ek olanaklıdır. Kısaca,
‘Fransız Aydınlanması’ terim i yadsınamayacak denli yararlı bir terim
olsa da, aynca büyük ölçüde bulanık ve uzamı sınırsız aynntıda açıkça
belirtilemeyecek bir terimdir. Terimin uzam ını tam olarak ve sağınlık
ile “hecelem e” konusundaki bu yeteneksizlik belki de kimi öğrencilerin
Fransız Aydınlanmasını bir tü r “bölünm ez b ü tü n /unitary whole”olarak
tasarlamış ve bu “süper-organik bireyi” bireysel insan eyleminin izleğini
yönetecek güçler ile donatm ış olm alarının nedenlerin d en biridir.
Ama bu nasıl olursa olsun, bireysel insanlar arasındaki bir karmaşık
ilişkiler dizgesinin nedensel etki uygulama yeteneği ile kendinde-kalıcı/
self-subsisting bir kendiliğe böyle bir tözsel dönüşümü/hypostatis yaşam-
bilimdeki dirimselci öğretilere andırım lıdır ve toplum sal düşüncenin
tarihinde yineleyen bir temadır. Böylece, politik kuram cılar bir halkın
bireysel üyelerinin istençlerinden ayrı olan ve giderek onlar için belirtik
bir ayrım sam anın nesnesi bile olm ayabilen b ir “genel istenç” taşıdı­
ğını ileri sürmüşlerdir; toplum bilim ciler kitle histerisini açıklayabilmek
için yığınlara bir “ru h ” yüklemişlerdir; yargıçlar ve avukatlar şirketlerin
“kişiler” olduklarını ileri sürm üşlerdir ve bunu yalnızca tüze m ahkem e­
lerinde dava açabilen ve dava edilebilen ö rgütlenm eler olm aları gibi
teknik tüzel anlam da değil, am a kendi kişiliklerinin, yerleşim yerleri­
nin, devinme yeteneklerinin, ve tüm yasal kararlardan bağımsız özünlü
haklarının olm asında o örgütlenm eleri oluşturan insanlardan ayrı ve
gene de onlarla karşılaştırılabilir tözsel kendilikler olma anlam ında yap­
m ışlardır; ve, sonraki b ölüm de d ah a tam olarak belirteceğim iz gibi,
tarihçiler tarihsel değişimlerin yönünü belirleyen sözde kendinde-kalıcı
“kuvvete” ezici güç yükledikleri için bireysel insan çabasının olayların
izleğini değiştirm edeki etkerliğini yadsımışlardır. O rtak terim ler yoluy­
la belirtilen şeyin bu tözselci yorum ları sık sık sorum suz entellektüel
kurgularda alıştırm alar olmuş, ve toplum sal eşitsizlikleri aklamak için
aletler olarak hizm et etmiştir. B ununla birlikte, geçerliklerine değer
biçmek genellikle olanaksızdır, çünkü çoğunlukla onlardan çıkabilecek
herhangi birşeyin ikircimsiz b ir belirlenim ine izin vermeyecek denli
bulanık bir yolda formüle edilirler. H er ne olursa olsun, yaşambilimdeki
dirimselci sayıltılar gibi, böyle tözselci yorum lar araştırm ada kılavuzlar
olarak yararsız ve açıklamalarda öncüller olarak verimsiz olmuştur. Top­
lumsal bilime getirilm eleri öyleyse bütünüyle gereksizdir; çünkü tüm
ortak terimlerin ya insan kümelerini ya da insan davranışının kalıplarını
belirttikleri biçimindeki yöntembilimsel sayıltı böyle terim lerin uzamla­
rını tanım lam ada gizemli üst-bireylerin kafa karıştırıcı hypostasislerinin
götürdüğünden daha verimli bir yola götürür.
Buna karşın, bu yöntembilimsel sayıltıdan zorunlu olarak tüm ortak
terim lerin edimsel uygulamada olmasa da “ilkede” yalnızca ve yalnızca
bireysel terim ler yoluyla belirtik olarak tanımlanabilir olduğu sonucu
çıkmaz. Ç ünkü ilk olarak, ortak terim lerin böyle çevrilebilir olduğu
sayıltısı, bireysel terim ler sınıfı sağın olarak sınırlanm adıkça, açıkça
belirsizdir. Ama, daha önce belirtildiği gibi, ortak ve bireysel terim ler
arasındaki aynm katı bir aynm değildir, ve kimi terimleri şu kategorinin
altında olmaktan çok bu kategorinin altına almak için hiçbir belirleyici
ned en yoktur. Böylece, bu güçlüğün tek bir değişkesini örneklersek,
‘yasaya-bağlı’ terimi bir insanın bir örgütlü topluluğun belli yollarda be­
nimsediği ve yüreklendirdiği davranış norm ları ile ilişki içinde davranışı
nedeniyle iye olabileceği bir yüklemi imler. Buna göre, terim bireysel bir
terim sayılmalıdır, çünkü bireysel insanlara yüklenir; b una karşın ortak
bir terim de sayılabilir, çünkü insan bireylerin küm elerinin davranışını
karakterize ed en etkinlik biçim lerine gönderm eyi içerir. B ununla bir­
likte, bu alm aşıklar arasında karar verm ek için sağlam ilkeler yoktur,
ne de böyle kurallar geliştirmek için fazla bir beklenti vardır. Ama eğer
tüm ortak terim lerin bildirilen tarzda tanım lanabilir olduğu sayıltısı
böylece belirsiz ise, bu sayıltının zorunlu olarak yukarıdaki yöntem bi­
limsel sayıltıdan çıktığı savı eşit ölçüde kararlaştırılamazdır.
Bu güçlüğü bir yana bırakalım, ve bir İkincisine dönelim. Birçok ortak
terim in iyi bilinen bulanıklığının kullanımlarının önemli olması olgusu­
nun yolunda durması gerekmez. Bununla birlikte, bulanıklıkları onları
yalnızca bireysel terim ler kullanan formülasyonlara çevirmenin önünde
aşılamaz bir engel olabilir. ‘Fransız Aydınlanması’ terim inin kısa tartış­
masının gösterdiği gibi, ortak terim lerin uzam larında bireysel ayrıntıla­
rın çoğunun belirlenem iyor olması ve bu uzamların belli bölüm lerinin
ancak başka ortak terim lerin yardımı ile betim lenebilm esi bu terim ler­
den birçoğunu kullanımımızın belirgin bir özelliğidir. Bir başka örnek
alıntılarsak, b ir ulusu “savaşçı” olarak karakterize ettiğimiz zaman, o
ulustaki çeşitli birey küm elerinin ona savaşçı bir karakter yüklememizi
sağlayan örgütlü etkinliklerini genel bir yolda bildirebiliriz—örneğin
büyük ölçek askeri harcam alar ve askeri eğitim program ları, subaylar
tarafından doldurulan nüfuzlu politik ve toplumsal konumlar, dış ilişki­
lerin gözdağına dayalı yollarda yürütülmesi, ve benzerleri; ama bu özsel
olarak ortak yüklemlerin anlam larını salt bireysel terim ler yoluyla vere­
meyiz. Öyleyse şimdi belirtilen özelliği taşıyan ortaklaşa terim ler için
gereken türde belirtik tanım lar sağlayabilmek için nasıl ilerleyeceğimiz
hiçbir biçim de açık değildir.
Ama bu güçlüklerden ikisini de bir yana bıraksak bile, ve özel olarak
ortak ve bireysel terim ler arasında sağın bir ayrım konutlansa bile, son
bir nokta belirtilmelidir. Bir yandan yukarıdaki yöntem bilimsel sayıltı
ve öte yanda çeşitli başka ortak terim leri belirtik olarak tanım lam ak
için gerekli olabilecek hem ortak hem de bireysel terim lerin ilkel (ya
da tanımsız) terim ler arasında yer alması olanağı arasında hiçbir biçimsel
bağdaşmazlık yoktur.
Bir bağdaşmazlık ancak eğer herhangi bir ortak terim in anlam ını an­
lamak ve bireysel terim lerin anlam lan yoluyla olm anın dışında nasıl uy­
gulanacağını öğrenm ek olanaksız olsaydı varolurdu. G erçekten de kimi
yazarlar böyle bir olanaksızlığın b ulunduğu görüşünü ortaya koymuş­
lardır. Ö rneğin ileri sürülm üştür ki, doğal bilimlerin tersine, toplumsal
bilim ler hiçbir zaman “ortak kendilikleri” ya da bunların yüklemlerini
doğrudan gözleyemez; çünkü toplumsal bilimlerde bizim için doğrudan
erişilebilir olan ilgili veriler bireylerin tutum ve inançlarıdır ki, toplum ­
sal araştırm anın çeşidi “bütünleri” sonunda bunlardan bileştirilir. Daha
belirli olarak, doğal bilim lerin araştırmalarını kayalar, şimşek çakmaları
ya da bitkiler gibi karmaşık bütünlerin doğrudan gözlemi ile başlattığı
söylenir; ve sonra bu bilim ler bu bütünleri “açıklamaya” geçer ve bunu
onları kuramsal olarak tanım lanan am a çıkarsanan bireyler arasındaki,
örneğin o b ü tü n leri o luşturan atom lar ya da elek tro n lar arasındaki
ilişkilere çözümleme yoluyla yapar. B ununla karşıtlık içinde, toplumsal
bilimlerin ileri sürülen başlangıç noktaları bireysel insan davranışının
gözlemidir; ve bu disiplinlerde kullanılan çeşidi ortak terim ler (örneğin
‘toplum ,’ ‘ekonom ik dizge,’ ‘emperyalist politika’ gibi) öyleyse kuram ­
sal kurgulardır ki yalnızca bireysel terim lerin yardımı ile tanımlanırlar.21
B ununla birlikte, bu uslam lam a yalnızca doğal b ilim lerde “ortak
kendiliklerin” toplum sal bilim lerde doldurdukları konum dan kökten
ayn bir gözlemsel konum lannın olduğu savında yanlış olmakla kalmaz;
ayrıca toplum sal bilim lerde ortak terim lerin anlam ının ancak bireysel
terim lerin an lam lan yoluyla kazanabileceğini savını doğrulam ayı da
başaramaz. Böylece, gökbilim hiç kuşkusuz doğal bilim lerde araştır­
m anın “b ü tü n le rin ” gözlem inden onları o “b ü tü n le rin ” çözümlemesi
yoluyla ulaşılan bireysel bileşenlerin terim lerinde açıklamaya ilerlediği
gibi sözde sava b ir kuraldışıdır. Ö rn e ğ in güneş dizgesi b ir gözlem
verisi değildir, ve o dizgeye ilişkin anlayışımız o dizgenin bireysel bi­
leşenlerinin gözlem leri üzerine dayalı kuram sal b ir kurgudur. Ama
gökbilim bu bakım dan biricik kuraldışı değildir, çünkü astrofizikte
tartışılan galaksiler, yeryüzünün elektrom anyetik kuram ın yardım ı
ile incelenen m anyetik alanı, yeryüzünün term odinam iğin ve fiziksel
kimyanın yardımı ile araştırılan atm osferik örtüsü, devimleri m ekanik
ve hidrodinam ik ilkeler aracılığıyla çözüm lenen kıta kütleleri ve okya­
nuslar, ve yaşambilim de araştırılan sayısız bitki ve hayvan tü rü benzer
olarak doğrudan gözlem in nesneleri olmaksızın doğal bilimin alanına
ait olan “b ü tü n le r”dir.
B undan sonra toplumsal bilimlere dönelim , am a insan tutum larının
doğrudan gözlem lenebilir olduğu biçim indeki kuşkulu savı önüm üz­
deki sorun ile özeksel olarak ilgili olm adığı için göz ardı edelim. Bu­
nunla birlikte, “ortak kendiliklerin” toplumsal araştırmada hiçbir zaman
doğrudan gözlem lenm ediği biçim indeki belirleyici sav daha az kuş­
kulu görünm ez. G erçekten de böyle ortaklaşa bütünleri ya da onlann
yüklemlerini—örneğin geçit törenleri, zaman zaman insan aktörlerin
büyük kümelerini içeren gösterişli törenler (bir tekerkin tahta çıkışında,
dinsel bir dansın yapılışında, ya da kamu önünde evlilik sözleri vermede
olduğu gibi), bir kalabalığın düşmanlığı, ya da bir m ahkem enin düzenli

21F. A. Hayek, The Counter-Revolution of Science, Glencoe, 111., 1952, Chap. 4


işlemleri gibi yüklem leri—hiç doğrudan gözler miyiz? Soru açıktır ki
bir diluzluğu sorusudur; ve ona sürekli olumsuz bir yanıt hiç kuşkusuz
neyin sorulduğuna ilişkin bir yanlış anlam anın sonucu olmalıdır—eğer
gerçekten de insanların çoğunun böyle şeyleri doğrudan gözlemeleri
olgusunu dilin evrensel olarak sapık ve gizemli bir kötü-kullanımının
sonucu olarak yorumlamaya istekli değilsek. Hiç kuşkusuz, kimi ortak­
laşa bü tü n lerin ve yüklem lerin d o ğ ru d an gözlem lenebilir olduğunu
ileri sürmekle haklı olarak bu gözlemlerin kıpısal olduğunu, ya da seçici
dikkat olmaksızın ve çeşitli denetleyici düşüncelerin ışığında yapılan
yorum lar olmaksızın yer aldıklarını dem ek istiyor olamayız. B ununla
birlikte, bu bakım lardan doğal bilim lerde genellikle doğrudan gözlem
olarak karakterize edilen şey toplumsal araştırmadaki ortak bütünlerin
doğrudan gözleminden ayrı birşey değildir. Böyle bütünlerin doğrudan
gözlemlendiğini yadsımak sonuçta bir orm anı gözlemleyebileceğimizi
söylediğimiz zaman gerçekte bireysel ağaçları gördüğüm üz zem ininde
bunu yaptığımızı yadsımak gibidir.
Öyleyse vargımız şudur. Toplumsal bilimde ortak terimleri insan küme­
lerinin ya da onların davranış kiplerinin belirtilmeleri olarak yorumlamak
sağlam bir yöntembilimsel sayıltı olsa da, bu terim ler gerçekte h er du­
rum da bireysel terimler yoluyla tanımlanmaz, ne de sayıltı ortak terimlerin
ilkede böyle tanım lanabilir olması gerektiğini zorunlu kılar.

2. Bu vargıyı göz ö n ünde tutarak, son olarak “küm e etkinlikleri özsel


olarak ve zorunlu olarak ereklerine erişm ek için k üm eler oluşturan
bireylerin etkinlikleri” olduğuna göre, toplumsal bilim lerin ayırdedici
amacı toplumsal fenom enleri “anlamaktır” ve bunu onlan insan deneyi­
minin “güdüsel olarak mla.mil/motivationally meaningful” (ya da “öznel”)
kategorilerinin terim lerinde açıklayarak yapm aktır savını yoklayalım.22
Bu görüşe yıllarca “yorumlayıcı toplumsal bilim” (ya da, yaygın olarak
kullanılan b ir Almanca etiketi kullanırsak, “verstehende Soziologie”)
olarak gö nderm ede bulunulm uş, daha yakınlarda sık sık “yöntem bi­
limsel bireycilik” adı altında savunulm uştur; görüş “yöntem bilim sel
orV&Uaşacılık/collectivism" ya da “holizm ” ile karşıtlık içinde alınır.28
Böylece, yöntembilimsel bireyciliğin ilkesinin bir biçimi üzerine, top­
lumsal bilimci “toplumsal bir fenom enin açıklamaları için arayışını onu
ruhbilim sel terim lere indirgeyinceye dek sürdürecektir”;24 ve, ilkenin
daha belirtik bir form ülasyonuna göre,
to p lu m sal d ü n y a n ın e n so n b ile şe n leri yatk ın lık ların ın ve d u ru m la rın ı an la­
m a la rın ın ışığ ın d a az çok u y g u n o lara k d a v ra n a n bireysel in sa n la rd ır. H e r

”Ludwig von Mises, Theory and History, New Haven, Conn., 1957, p. 258. Bkz. aynca
Bölüm 13’te d ipnot 16’da değinilen başka gönderm eler.
2,F. A. Hayek, op. cit., Chaps. 4 and 6.
2,J. W. N. Watkins, “ideal Types and Historical Explanation,” British Journal for the
Philosophy of Science, Vol. 3 (1952), p. 29.
k a rm a şık to p lu m sa l d u ru m , k u ru m ya d a olay b ire y le rin , y a tk ın lık la rın ın ,
d u ru m la rın ın , in a n ç la rın ın ve fiziksel kaynaklarının ve çev relerin in tikel b ir
b e tile n im id ir/ confîguration. B üyük ö lçek to p lu m sa l-fe n o m e n le rin (diyelim
ki, enflasyon) başka büyük-ölçek fe n o m e n le rin (diyelim ki, tam işlendirm e)
te rim le rin d e b itirilm e m iş ya d a yarı yolda kalm ış a çıklam aları olabilir; am a
böyle b ü y ü k ö lç e k f e n o m e n le rin e n a lt a ç ık la m a la rın a b u fe n o m e n le rin
bireylerin yatkınlıkları, in an ç ları, kaynakları ve a raların d a k i ilişkiler ü z erin e
b ild irim le rd e n b ir açıklam asını çıkarsayıncaya d e k ulaşm ış olm ayacağız. (Bi­
re y le r a n o n im k a la b ilirle r ve o n la ra yalnızca tip ik y a tk ın lık la r vb. y ü k len e ­
bilir.) Ve tıpkı d ü z e n e ğ in fiziksel a la n la n n örgenselci d ü şü n cesi ile karşıtlık
için d e d u rm ası gibi, yöntem b ilim sel bireycilik d e to p lu m b ilim sel ho lizm ya
d a örgenselcilik ile karşıtlık içinde alınabilir. Bu son görüş ü zerin e, toplum sal
dizgeler e n a zın d an büyük ölçek d avranışlarının b ir b ö lü m ü n ü n özsel olarak
toplumbilimsel o lan m a k ro yasalar yoluyla y ö netilm esi a n la m ın d a “b ü tü n le r”
o lu ştu ru r (b u yasalar sui generis o lm a la n ve salt etkileşim içindeki b ireylerin
d a v ran ışın d an d o ğ a n k urallılıklar ya d a eğilim ler o larak açıklanm ayacakları
a n la m ın d a toplumbilimseldir). T ersine, b irey lerin davranışı (to p lu m b ilim se l
holizm e gö re) e n a zın d an bölüm sel olarak böyle yasalan n terim le rin d e açık-
lan m a lıd ır (belki de ilk o larak b ireylerin k u ru m la r içerisindeki ro lle rin in , ve
ikinci o larak k u ru m la n n b ü tü n top lu m sal dizge içerisin d ek i işlevlerinin bir
açıklam ası ile b irara d a o lm ak ü z e re ). E ğer yöntem bilim sel bireycilik in sa n la n n
yalnızca tarih te devinen e tm e n le r o lm alan gerektiği dem ekse, ve e ğ er top lu m ­
bilim sel holizm ta rih te insan-üstü e tm e n le rin çalışıyor o lm a la n d em ek se, o
zam an b u iki alm aşık tam dır.25

Yorumlayıcı toplumsal bilimin yarattığı sorunların bir bölüm ü daha


önce Bölüm 13’te toplumsal fenom enlerin ileri sürülen “öznel” karakte­
ri ile bağıntı içinde tartışıldı. Bununla birlikte, şimdiki kaygımız yalnızca
yöntem bilim sel bireyciliğin genel savları arasında sonuçta toplum sal
fenom enlerin doyurucu açıklam alannda yer alan betimleyici terimlerin
tüm ünün bireysel terim lerin özel bir alt-sınıfma, yani bireysel insanla­
rın “öznel” ya da “ruhbilim sel” durum larını belirten terim ler arasına
ait olmaları gerektiğini ileri süren savlar iledir. Yöntembilimsel birey­
cilik böylece sık sık toplum sal fenom enlere ilişkin tüm bildirim lerin
bireysel insanlara ilişkin özel b ir (“ruhbilim sel”) bildirim ler sınıfına
indirgenebilirliğini ilgilendiren bir olgusal sav (gerçi belki de en iyisi
on u bir araştırm a program ı olarak görm ektir) olarak ileri sürülen şeye
bağlanır; ve öyleyse bu savı Bölüm 11’de indirgem e için bildirilen genel
gerektirim lerin ışığında değerlendirebileceğiz.
B ununla birlikte, yöntem bilim sel bireyciliğin tam şimdi alıntılanan
bildirim inden açıkça görüldüğü gibi, savunucularından kimileri “top­
lumsal dünyanın enson bileşenleri bireysel insanlardır” (ki yukarıda
ortak terim lerin tözselleştirilmesi ile bağıntı içinde tartışılan yöntem ­
bilimsel sayıltıya karşılık düşer) biçim indeki ontolojik sav denebilecek
şey, ve toplum sal fenom enlere ilişkin bildirim ler insan bireylere ilişkin
25J. W. N. Watkins, “Historical Explanation in the Social Sciences,” British Journal
for the Philosophy of Science, Vol. 8 (1957), p. 106.
ruhbilim sel bildirim lerden çıkarsanabilirdir biçim indeki indirgem eci
sav arasında ayrım yapmayı başaramaz. Yöntembilimsel bireyciliğe bağ­
lanan birçok öğrencinin b u n u ortak terim lerin tözselci bir yorum unu
reddetm enin ve insan sorunlarında “insan-üstü etm enlerin” nedensel
olarak işlediğini yadsımanın mantıksal olarak indirgem eci sava eşdeğer
olduğuna inandıkları için yaptıklarından çok az kuşku duyulabilir. Ama
h e r ne olursa olsun, ve bu sorunu daha önceki tartışmamızın ışığında,
o inanç yanlıştır, öyle ki ontolojik sava b ir bağlılık m antıksal olarak
indirgem eci sava bir bağlılığı gerektirm ez.
Dahası, toplumsal bilimin tüm ortak terim lerinin tanım larda yer ala­
bilen bireysel terim ler üzerine AiçfoVkısıtlama getirilmediği zaman birey­
sel terim ler yoluyla belirtik olarak tanım lanabilir olup olm adığından
kuşku duymak için n ed en ler de bulduk. Böyle tanım ların olabilirliği
eğer ilkel terim lerin “ruhbilim sel” terim ler olması gibi daha güçlü bir
gerektirim getirilirse artmış olmaz. Buna göre, eğer gerçekte bu güçlü
gerektirim i karşılayan tanım lar kurm ak olanaklı değilse, (bu noktanın
Bölüm l l ’deki tartışmasının gösterdiği gibi) böyle tanım lanabilir olma­
yan ortak terim ler bireysel terim ler ile ya uygun karşılık düşme kuralları
yoluyla ya da çeşidi görgül hipotezler yoluyla bağlanmadıkça, indirgeme
için bağıntılanabilirlik koşulu doyurulmayacaktır. B ununla birlikte, bu
almaşıklardan ikisi de görünürde yöntembilimsel bireyciliğin hedefle­
rine erişm e yönünde herhangi bir katkıda bulunm az. Çünkü, her iki
almaşığın da bireylerin davranışlarının gözlenmesi yoluyla ortak terim­
ler kapsayan bildirim leri doğrulamayı olanaklı kılmasına karşın, h er iki
almaşık da ortak terim leri yalnızca bireysel terim lerden yana böyle bil­
dirim lerden kaldırmaya izin vermeyecektir; ve sonuçta, h e r iki almaşık
da yöntem bilim sel bireyciliğin ileri sürülen am acını gerçekleştirmeye
hizm et etmeyecektir: Büyük-ölçek toplumsal fenom enlere ilişkin bildi­
rim leri “bireylerin yatkınlıkları, inançları, kaynakları ve karşılıklı ilişki­
leri üzerine” bildirim lerden çıkarsamak.
Dahası, ayrıca açıktır ki eğer bağıntılanabilirlik koşulu herhangi bir
yolda yerine getirilebilse bile, indirgem e için ikinci biçimsel koşul—
türetilebilirlik koşulu—böylelikle zorunlu olarak gerçekleşmiş olmaz.
B unun için başka n ed en ler arasında yalın bir neden bireysel insanların
davranışına ilişkin hiçbir öncü ller küm esinin b ir insanlar kümesinin
eylemlerine ilişkin bir bildirimi çıkarsamak için yeterli olamayacağı, ve
verili bildirim in çıkarsanm asını sağlayabilecek herhangi bir öncüller
küm esinde bu son tü rd en en az bir sayılanın gerekli olabileceğidir.
Bu olanağın açık bir örneğine daha önce term odinam iğin m ekaniğe
indirgenm esini anahatlarda veren Bölüm l l ’de değinildi. Anımsana­
caktır ki o örnekte bağıntılılık koşulu bir gazın sıcaklığı ve molekülle­
rinin ortalam a kinetik eneıjisi arasında bir bağlantı kurulması yoluyla
doyuruluyordu. Ama indirgem e yalnızca bu koşulun doyurulması ile
doyurulm uyordu, çünkü ayrıca gazın eneıjisi ve basıncı ve hacm i ara­
sında belli bir ilişkinin çıkarsanmasım gerektiriyordu—yani pV= 2E/3.
B ununla birlikte, bu ilişki yalnızca bireysel olarak m oleküllerin çeşitli
m ekanik yüklem lerini bildiren öncüllerden çıkarsanamaz; ve bireysel
m oleküllere ilişkin olağan Newton sayıltıları bu nedenle m oleküllerin
topluluğunun istatistiksel b ir özelliğini ilgilendiren özel bir sayıltı ile
tamamlanıyordu.
G ö rü n ü rd e k arşılaştırılabilir b ir d u ru m toplum sal bilim in çeşit­
li alanlarında, özellikle ekonom i b ilim inde bulunur. Böylece şimdi
“m ikroekonom i” olarak bilinen ekonom i kuram ı (ayrıca “kıyısal ya­
rarlık” kuram ı olarak da b ilinir ve klasik form ülasyonu İngilizce’de
Alfred M arshall’ın etkili çalışması Principles of Economics’te kapsanır)
ekonom ik fenom enleri ekonom ik m alların bireysel üretici ve tüketici­
lerinin ekonom ik yeğlem elerini ilgilendiren sayıltılann terim lerinde
çözümler. Kuramın başlıca h edeflerinden biri bir toplum un bütünsel
ekonom isinin işlem lerini o işlem leri karakterize ed en önerm eleri bi­
reysel ekonom ik etm enlerin yatkınlıklarını, inançlarını ve kaynakları­
nı ele alan ö ncüllerden çıkarsayarak açıklamaktır. M ikroekonom inin
hedefleri öyleyse yöntem bilim sel bireycilik p ro g ram ı ile tam uyum
içindedir; gerçekten de, bu program ın başlıca savunucularından kimi­
leri (örneğin F. A. Hayek ve L. von Mises) kıyısal yararlık çözüm lem e­
sinin önde gelen sözcüleridir. B ununla birlikte , birçok ekonom istin
yargısında, m ikroekonom i sık sık u lusların bütü n sel ekonom ilerini
dam galayan çeşitli önem li özellikleri açıklam am ayı başaram az (ör­
neğin yineleyen işsizlik bunalım ları gibi) ve büyük-ölçek ekonom ik
olayların gidişini d en etlem ek için etkili aygıtlar sağlamaz. Sonuçta,
kıyısalcı kuram ı ekonom ik problem lere “kurum sal” (ya da “tarihsel”)
bir yaklaşımdan yana in toto reddetm eksizin, birçok öğrenci kuram ın
klasik sayıltılarının kuram ın geliştirilm esinin n ed en i olan hedeflere
ulaşmak için yeterli olm adığına ve ek sayıltılar yoluyla tamamlanmayı
gerektirdiğine inanır.26
“ E konom ik problem lere “kurum sal” ya da “tarihsel” yaklaşım birçok d urum da
klasik ekonom ik kuram ın “soyut” karakterine ve kıyısalcı kuram ın daha erken bi­
çim lerinin sorgusuzca aldığı kuşkulu ruhbilim sel sayıltılann kim ilerine (ekonom ik
yararlığın hedonistik yorum u ve hazların ve acıların kişiler-arası karşılaştırm asının
olanağı gibi) olumsuz bir tepki idi. Bu sayıltılar sonunda eleştirinin basıncı altında
değiştirildi. B ununla birlikte, kıyısalcılığın d aha yakın biçim lerinin değişkiye uğra­
mış konutlam alarının bir bölüm ü bile (örneğin tüm tüketiciler ekonom ik m alları
belirli yeğleme ölçeklerine göre seçerler, ya da değişik tüketicilerin yeğlem elerin­
deki değişim ler birbirinden bağımsız olarak yer alır) eleştiri hedefleri olmayı sürdür­
mektedir. K urum salalar ve soyut kuram cılar arasındaki tartışm anın ve aynca kıyısal
yararlık çözüm lem esinin “ruhbilim sel ön-düşüncelerine” karşı yöneltilmiş eleştirinin
b ir açıklaması için, bkz. örneğin J. N. Keynes, Scope and Method o f Polilical Economy,
Londra, 1890;Joseph Schum peter, Economic Doctrine and Method , New York, 1954;
T. W. H utchison, A Revieıv o f Economic Doctrines, 1870-1929, O xford, 1953; Allan G.
Gruchy, M odem Economic Thought, NewYork, 1947; I. M. D. Little, A Critique ofWelfare
Economics, Oxford, 1950, Chaps. 2 and 3.
Bu yönde önemli bir adım 1930’da etkili bir “m akroekonomik” kuram
önerdiği zaman J. M. Keynes tarafından atıldı, gerçi benzer am a daha
az etkili ö n eriler d ah a önce başka ekonom istler tarafından yapılmış
olsa da. Bu kuram ın şimdiki bağlamda belirtilmesi gereken biricik özel­
liği— çünkü yöntem bilim sel bireyciliğin değerini ölçm ede doğrudan
ilgilidir—kuram ın temel konutlam alannın bireysel ekonom ik etm enlere
ilişkin dışlayıcı olarak “ruhbilimsel” konutlamalar olmaması, ama büyük-
ölçek istatistiksel toplaklar (örneğin ulusal gelir, bütünsel ulusal tüketim,
ve bütünsel ulusal tasarruflar gibi) arasındaki ilişkileri ilgilendiren sayıl-
tılar kapsamasıdır. Hiç kuşkusuz, bu m akroekonom ik sayıltıların mik-
roekonom ik sayıltılardan çıkarasanamayacağı konusunda elde hiçbir
tanıtlam a yoktur. Ama çıkarsam anın yerine getirilebileceği konusunda
da hiçbir tanıtlam a yoktur, ve en azından yapılamayacağı konusunda bir
beklenti vardır. H er ne olursa olsun, böyle bir tüm dengelimin yokluğun­
da, ekonom istler çözüm lem elerinde o m akroekonom ik konutlam aları
kullanm ada duraksam a gösterm ezler; çünkü, b ir öğrencinin sorunu
koyduğu gibi, “bireylerin ya da birey küm elerinin birikim kalıplarını
ilgilendiren kurum sal ya da ruhbilim sel tikel sayıltılar kabul edilmeye­
bilir, ve gene de toplak birikim ler kavramı ulusal gelirin edimsel ya da
olası davranışını betim lem ede yararlı bulunabilir.”27 Ama bu böyleyse,
ve m akroekonom ik sayıltılar ekonom istlere toplak fenom enleri açıkla­
mak için m ikroekonom ik konutlam alann verdiğinden daha az yeterli
olmayan bir açıklama yeteneği veriyorsa, m akroekonom ik açıklamalann
mikroekonomik açıklamalara indirgenm esi hiçbir tözsel bilimsel üstün­
lük sunuyor görünmez. Kısaca, yöntembilimsel bireyciliğin indirgemeci
savının değerlerini sorgulam ak için salt biçimsel kaygılar gibi biçimsel-
olmayan kaygılar da vardır.
Buna göre yöntembilimsel bireyciliğin ve yorumlayıcı toplumsal bilimin
bu tartışmasını toplumsal fenomenleri insan aktörlerin “değerleyici şema­
sının” terimlerinde “anlam anın” doğal bilimin “nedensel-işlevsel” yaklaşı­
mı denmiş olan şey üzerindeki sözde üstünlüğü üzerine kısa yorumlar ile
sonlandıracağız. Ö rneğin ileri sürülm üştür ki, eğer Birleşik Devletler’de
son yanm yüzyıl sırasında niçin boşanma oranında belirgin bir artış oldu­
ğunu anlamayı istiyorsak, verilecek doyurucu bir açıklama
d e ğ e rle m e d e a ile n in k o n u m u n u e kleyen b ir d eğ işim i [o rtay a s e re n tip te n
o lm a lıd ır]. G e n el belirti boşanmanın ailenin birçok kuşak boyunca sürekliliğinin
kültürel değerler şemasında öncekinden ya da başka yerlerdekinden daha az önem
taşıdığı alanlarda daha ağır basmasıdır.

Ve daha genel olarak, ileri sürüldüğüne göre, “Toplumsal küm elerin


değerleyici şem asının değişim lerini keşfedebildiğim iz düzeye dek,

27Kenneth K. Kurihara, Inlroduction to Keynesian Dynamics, Londra, 1956, p. 20. Top­


lumsal araştırmada ortaklaşa terim lerin oynadığı özeksel rolün bir gözden geçirilmesi
için, bkz. Robert K. M erton, Social Theory and Social Structure, Chap. 9.
toplumsal değişimin birleşik bir açıklamasına erişebiliriz, daha çoğuna
değil.”28
Eğer değerleyici şemadaki değişimlerin bilgisi gerçekten de toplumsal
değişimin birleşik açıklamaları için zorunlu ve yeterli bir koşul ise, hiç
kuşkusuz o bilginin izlenmesine en yüksek önceliği verm em ek aptallık
olacaktır. Buna karşın böyle bilgi için duyulan beklenti üzerine geçerli
bir kuşku düşüren iki ilişkili soru vardır. İlk olarak, kültürel değerler­
deki değişimler nasıl saptanabilir? Açık bir bilgi kaynağı bireylerin ken­
di değerlerini ilgilendiren belirtik bildirim lerinden oluşur, ve bunlar
istenm eden verilen özel itiraflar, kamusal konuşmalar, görüşm elerde
verilen yanıtlar biçim inde ya da d ah a başka biçim lerde olabilir. Bu­
nunla birlikte, böyle bilgi genel olarak bol değildir, öyle ki insanların
değerlerinin bilgisi bu yolda ancak göreli olarak az sayıda durum da
elde edilebilir. Dahası, böyle bilginin güvenilirliği sık sık sorgulanabi­
lirdir. Çünkü insanların özel durum larda sözel olarak ileri sürdükleri
şeyler, ve alışkanlıkla inandıkları ve uyguladıkları şeyler arasında tanıdık
bir eşitsizlik vardır; ve insanbilim ciler “‘yapmacık kurallar’ın varoluşu­
n u ” kabul ederler: Ö lçünler ki, sözde onurlandırılır, am a geleneksel
davranışta çiğnenir.29 Ne de bireyler için olduğu gibi bütün toplum lar
için de, bir zam anlar onların bir değerler küm esine etkin bağlılıklarını
örneklendirm iş olan d ah a erken b ir yaşam tarzı kökten bir dönüşü­
me uğradıktan çok sonra, bilinçli ikiyüzlülük olmaksızın o d eğerler
küm esine sözel bir bağlılığı sürdürm ek seyrek görülen birşeydir. İnsan
sorunlarının iyi yetişmiş öğrencileri için ölçün tutum öyleyse verili bir
toplulukta işleyen değerleri ilgilendiren vargılarını yalnızca sözel öne-
sürüm ler üzerine değil, ama büyük ölçüde başka açık etkinliklerin—kur
yapma geleneklerinin, evdeki ve işteki davranışların vb.—kanıtı üzerine
dayandırmaktır.
Sonuçta, toplumsal değişim lerin değerleyici şemadaki değişimlerin
terim lerinde açıklamaları görgül olarak boş genelem eler olm a riskini
taşır. Ö rneğin, eğer b ir toplulukta birkaç yıllık b ir d ö n em sırasında
boşanm a oranındaki B değişimi ailenin sürekliliği ile bağlı kültürel de­
ğerde bir D değişimin olduğu vargısı için İCkanıtının parçası ise, birinci
değişimi ikinci değişim yoluyla “açıklam ak” aydınlatıcı olmayacaktır.
İleri sürülm ekte olan nokta toplum sal değişimin değerleyici şemalar­
daki bir değişim in terim lerinde h e r ö n erilen açıklam asının zorunlu
olarak kısır olması değildir. Bu dahaçok, eğer böyle bir kısırlıktan kaçı­
nılacaksa, kültürel d eğ erlerd e ileri sürülen D değişim i için K kanıtı­
nın güvenilir olması gerektiği, D değişimi ile açıklanması am açlanan B
toplum sal değişim inden ayrı olması gerektiğidir. Ama kanıtı B ’den
ayrı ise, ve K kendisi bir toplum sal değişim olduğu için, açıkça K v c B
2aR. M. Maclver, Social Causation, NewYork, 1942, pp. 338, 374.
'“'E. Adamson Hoebel, “T he N ature o f C ulture,” In Man, Culture and Society (ed. by
H arryL . Shapiro), NewYork, 1056, p. 175.
arasında belirli bir ilişki vardır, öyle ki .K’nin kendisinin B ’yi açıklamaya
hizm et edebileceği tasarlanabilir. Buna göre, eğer D başkalaşımının K
ve B arasındaki açıklayıcı bir halka olarak getirilmesi salt ad hoc olma­
yacaksa, D ’nin yalnızca K ve B arasında bağımlılık ilişkisi kurmaya değil
am a ayrıca başka toplumsal değişim küm eleri arasında başka bağımlılık
ilişkileri kurmaya da hizm et ettiği gösterilerek aklanmalıdır.
Ama bu bizi ikinci soruya getirir: Kültürel değerlerdeki (ya da başka
“öznel” yatkınlıklardaki) değişim lerin terim lerin d e form üle edilen
açıklam aların genellikle dizgesel olarak toplum sal fen o m en ler ara­
sında bağımlılık ilişkileri örgütlem ek için ayrı tözsel kavramlar kullanan
açıklamaların taşıdığından daha büyük yetenekleri mi vardır? Bununla
birlikte, bu soruya hiçbir doğrudan yanıt verilemez, çünkü bu iki açık­
lama tipinin karşılaştırmalı değerleri konusunda henüz hiçbir dikkatli
incelem e yapılmamıştır. “A nlam lı” kategorilerin terim lerindeki açık­
lam aların sık sık toplum sal değişimleri aydınlattığını yadsımak saçma
olacaktır—örneğin Max W eber’in m odern kapitalizmin doğuşunu tar­
tışması gibi açık bir d u ru m d a olduğu gibi. Ama böyle açıklam aların
tüm toplum sal değişim i tam olarak ortaya serdiğini ileri sürm ek, ya
da—m odern tüze dizgelerinin birçok Marxist yorum unun eşit ölçüde
açık d u ru m u n d a olduğu gibi—başka değişkenlerin (örneğin fiziksel
çevre, teknolojinin durum u, nüfus yoğunluğu, ya da ekonom ik örgüt­
lenm e biçimi gibi) terim lerinde açıklamaların sık sık en azından “öznel”
yatkınlıkların terim lerinde yapılan açıklamaların olduğu kadar tahm in
edici ve dizgeselleştirici güçlerinin olduğunu yadsımak daha az saçma
olmayacaktır. H er ne olursa olsun, eldeki kanıt soruya yanıtın açıkça
ve h er duru m d a olum lu olduğu savını desteklemez; ve öyleyse yalnız­
ca toplumsal küm elerin değerleyici şemasındaki değişimleri keşfetme
yoluyla toplum sal değişimlerin birleşik bir açıklamasına erişebileceği­
mizi sanmak için hiçbir inandırıcı neden yoktur.
B una göre, yöntem bilim sel bireyciliğin ve yorum layıcı toplum sal
bilim in haklı olarak toplum sal fenom en lerin amaçlı insan etm enler
arasındaki ilişkilerden oluştuğunu vurgulamasına karşın, toplumsal araş­
tırmaya bu özsel olarak benzer yaklaşımların ikisi de onlar için istenen
sınırsızca üstün değeri taşımaz.
Tarihsel Araştırma
M antığında Problem ler

‘Tarih’ terimini yalnızca insan sorunlarında değil ama


I I h er konuda yer alan ardışık değişim lerin inceleme-
■ [ \ sini imleyen kapsamlı anlam da kullanm anın elverişli
I W olm asına karşın, bu bölüm gene de birincil olarak
geçmiş insan eylemlerinin açıklamalarını ilgilendiren
soruları ele almaktadır. Tarihsel araştırm anın genel karakterinin kısa
bir tartışmasından sonra, tarihsel açıklamaların genellikle aldığı biçim­
lerin bir b ölüm ünü çözümleyeceğiz; daha sonra tarihsel incelem ede
yineleyen kimi problem leri irdeleyeceğiz, ve son olarak “tarihsel kaçı­
nılmazlık” olarak bilinen öğrednin yarattığı bir dizi sorunu ele alacağız.

I. Tarihsel incelem enin Özeksel Odağı


Aristoteles’e göre, şiir, kuram sal bilim gibi, tarih ten “daha felsefi ve
d ah a güzeldir,” çü n k ü şiir sürekli ve evrensel olan ile ilgilenirken,
tarih ise özel ve tekil olanı ele alır. A ristoteles’in sözleri ayrı oldukları
ileri sürülen iki bilim tipi arasında yaygın olarak kabul edilen ayrımın
olası kaynaklarından biridir: nomotfıetik, ki belirsizce yineleyebilir olay­
lar ve süreçler için soyut genel yasalar saptamaya çalışır; ve ideografik,
ki benzersiz olanı ve yinelem eyeni anlam ayı am açlar. Sık sık doğa
bilim lerin in ve toplum sal bilim lerd en b ir b ö lü m ü n ü n no m o th etik
iken, tarih in ise (olayların k en d ilerin d en ayrı olarak insan olayları­
nın açıklaması anlam ında) öncelikle ideografik olduğu ileri sürülür.1
Sonuçta, insan tarih in d e gerekli olan kavram ve açıklam aların yapı-
’Aynm bu term inoloji içinde ilk kez “G eschicht u n d Naturwissenschaft” başlıklı
denem esinde W ilhelm W indelband tarafından bildirildi; bu denem e VVindelband’ın
denem eler derlem inde yer alır, Prâludien, 1915, Cilt 2, ss. 136-60.
sının doğal (ve “genelleyici” başka) bilim lerdeki kavram ve açıklama­
ların yapısından tem elden ayrı olduğu öne sürülür. Bu zıtlıklar için
tem eli irdeleyelim .
Bir yanda kuramsal doğa ve toplum bilim lerindeki (örneğin optik ve
ekonom i) incelem elerin ve öte yanda tarih üzerine kitapların hızlı bir
gözden geçirilm esi bile aralarında çarpıcı bir ayrımın b ulu n d u ğ u n u
ortaya serm ek için yeterlidir. Ç ünkü b ü tü n ü n d e birincilerde yer alan
bildirim ler biçim de genel iken ve belirli n esnelere, tarih lere ya da
yerlere en iyisinden çok az gönderm e kapsarken, İkincilerde yer alan
bildirim ler hem en hem en hiçbir kuraldışı olmaksızın biçimde tekildir
ve özel adlar, tikel zaman ya da dönem belirtm eleri ve coğrafi belirle­
nim ler ile doludur. H er ne olursa olsun, bu düzeye dek nom othetik
olarak doğal ve kimi toplumsal bilimler ve ideografık olarak insan tarihi
arasındaki zıtlık iyi tem ellendirilm iş görünür.
Bununla birlikte, tekil bildirimlerin kuramsal bilimlerde hiç rol oyna­
madığı ya da tarihsel araştırm anın evrensel bildirim leri hiç kullanma­
dığı vargısını çıkarm ak kaba bir yanılgı olacaktır. Ö nceki bölüm lerin
yineleyerek belirttiği gibi, belirli şey ve süreçlerin edimsel karakterini
ilgilendiren h içb ir vargı yalnızca genel b ild irim lerd en türetilem ez;
çünkü kuram ve yasalar, eğer o genel sayıltılar herhangi bir tikel olayı
açıklamak ya da tahm in etmek için hizm et edecekse, başlangıç koşullan
ile (e.d. biçimde tekil ya da örneksel olan bildirim ler ile) tamamlanma­
lıdır. Ne de “arı” ve “uygulamalı” doğal bilim ler arasındaki tanıdık ve
sık sık yararlı ayrım b u noktanın önem ini azaltır—çünkü arı bilimlerin
(kuramsal elektrodinam ik ya da genetik gibi) yalnızca genel bildirim ­
ler kurm akla ilgilendikleri, ve yalnızca uygulamalı bilimlerin (elektrik
mühendisliği ya da tanm bilim gibi) tikel durum lar ile ilgilenmesi gerek­
tiği biçimindeki gerekçe salt sözdedir. Çünkü giderek a n doğal bilimler
bile genel bildirim lerini ancak som ut olgusal kanıt tem eli üzerinde,
ve öyleyse tekil bildirimleri kullanm a yoluyla ileri sürebilir. Dahası, ge­
nellikle “arı” bilim in yasaları olarak kabul edilen birçok bildirim en
azından coğrafi olarak kısıtlanan bir genellik taşır—örneğin yeryüzünde
deniz düzlem inde 38° ve 39° arasındaki enlem lerde serbest düşm e ya­
pan bir cisim saniyede 980 cm olan bir nineye uğrar biçimindeki tanıdık
yasa gibi. Eğer benzer olarak kısıdı olmayan yasalann özelleşmeleri olan
bu tür yasalar kuramsal incelem elerden dışlanırsa, dışlama en iyisinden
bir ilke sorunu olm aktan çok yalnızca bir elverişlilik sorunudur. Dahası,
doğal bilim in jeofizik ya da hayvan ekolojisi gibi kimi dalları birincil
olarak özgül bireysel dizgelerin uzaysal-zamansal dağılım ve gelişimi
ile ilgilenir ve öyleyse büyük bir düzeye dek biçim de tekil bildirim ler
kurm a girişiminde bulunur. Kısaca, ne bütünlükleri içinde doğal bilim­
ler ne de onların salt kuramsal alt-bölümlerinden herhangi biri dışlayıcı
olarak nom othetiktir.
Ama ne de tarihsel incelem e kuram sal incelem elerde alıntılanan
tü rd e gen el b ild irim lerin en azın d an ö rtü k k ab u llen im in d en vaz­
geçebilir. Böylece, tarihçi yinelem eyen ve benzersiz olan ile ilgilene-
bilse de, açıktır ki incelem ekte olduğu som ut olaylardan seçimler ve so­
yutlamalar yapmalıdır, ve sorgusuzca bireysel olanı ilgilendiren söylemi
ortak adların ya da genel betimleyici terim lerin kullanım ını gerektirir.
Buna göre, tarihçinin bireysel şeyleri nitelem eleri çeşitli olay türlerinin
olduğunu ve sonuçta h e r bir tü r ile bağlı olan ve bir türü başka türler­
den ayırdeden az çok belirli görgül kurallılıkların olduğunu varsayar.
Ö rneğin, İÖ altıncı yüzyıldaki Yunan kolonial genişlem esi bir tarihçi
tarafından Yunanlıların serüvenci tini ile birleşmiş olarak Yunan terim ­
sel çıkarlarına yüklenmiştir;2 ve açıktır ki insanların çeşitli gereksinim
türlerinin olduğunu, h er bir tipin genellikle belli karakteristik davranış
kiplerinde sergilendiğini, bu k iplerden kim ilerinin sık sık kolonile­
rin oluşturulm asında sonuçlandığını vb. sorgusuzca almıştır. Dahası,
tarihsel araştırm anın b ir evresi “dışsal ve içsel eleştiri” denilen şeyden
oluşur—geçm işten kalan belgelerin ya da başka kalıntıların asilliğini,
kayıtlı bildirim lerin sağm anlam larını, ve geçmiş olayları ilgilendiren
tanıklığın güvenilirliğini saptamaya çalışan çabaların eleştirisinden.
Ama bu görevleri başarm ak için tarihçiler geniş bir genel yasalar tür-
lülüğü ile silahlanmış olm alıdır ki, b u n la n n bir bölüm ü hiç kuşkusuz
örtük olarak “sağ-duyu bilgisi” biçim inde kabul edilirken, başkaları ise
bir doğal ya da toplum sal bilim yoluyla desteklendiği için kabul edilir.
Dahası, tarihçiler seyrek olarak yalnızca geçm işin tarihçecileridir;
ve h e r zam an olayların özel b ir küm esi üzerin e araştırm alarını bir
sona getirmezler, üstelik olaylann edimsel olarak yer alışlarının ardışık
düzenini saptadıkları zam an bile—örneğin, A ntony’nin K leopatra’ya
daha Aktium savaşından kaçm adan önce aşık olduğunu doğruladıklan
zam an. Tersine, tarihçiler genellikle kaydettikleri olayları n ed en ve
sonuçların terim lerinde anlamayı ve ardışık olarak düzenlenm iş kimi
olaylar arasında nedensel bağımlılık ilişkileri bulmayı isterler—ö rn e­
ğin A ntony’nin Aktium savaşından K leopatra için aşkı nedeniyle kaçtı­
ğını göstererek. Hiç kuşkusuz, bir tarihçinin böyle iki olayın nedensel
olarak ilişkili olduğu savı yanlış olabilir; am a savı getiren tarihçi büyük
olasılıkla b u n u yapm ak için geçerli n e d e n le rin in o ld u ğ u n a inanır.
B ununla birlikte, tarih çiler b ir kural olarak bireysel olaylar arasın­
daki nedensel bağıntıları böyle bağıntıların do ğ ru d an , yanılmaz bir
sezgisi yoluyla saptam ak için bir yetenek taşıdıklarını öne sürmezler;
ve h e r ne olursa olsun, verili bir geçmiş olaylar çifti ancak bir önceki
bölüm de “d e n e tle n e n araştırm alar” olarak b elirtilen araştırm aların
ü rü n le ri olan n ed en sel g en ellem elerin (biçim de ister sağın olarak
evrensel isterse istatistiksel olsun) yardım ı ile neden sel ilişki içinde
gösterilebilir. Buna göre, tarihçilerin geçm işteki insan eylem lerinin

2J. Bury, History of Greece, New York, 1937, Chap. 2.


açıklam alarında yaptıkları nedensel yüklem eler varsayılan nedensel
bağımlılık yasaları üzerine dayanır. Kısaca, tarih öyleyse salt ideografık
bir disiplin değildir.
B una karşın, kuram sal (ya da “genelleyici”) bilim ve tarih arasında
önem li bir asim etri vardır. Fizik gibi kuram sal b ir disiplin hem genel
hem de tekil bildirim ler oluşturm ayı ister, ve b u n u yapabilm ek için
fizikçiler h e r iki tipten ö n ceden varsayılmış bildirim leri kullanır. Ö te
yandan, tarihçiler belirli eylem lerin ve başka tikel olayların yer alması
ve karşılıklı ilişkileri üzerine aklanm ış tekil bildirim ler ileri sürmeyi
amaçlar. B ununla birlikte, bu görevin ancak genel yasalann kabul edil­
mesi ve kullanılması yoluyla başarılabilm esine karşın, tarihçiler böyle
yasalar kurmayı am açlarının b ir parçası olarak görm ezler. Kuramsal
term odinam ik üzerine tekil bir özel ad ya da h erhangi bir tikel tarihe
yönelik tekil b ir g ö n d erm e kapsam ayan b ir incelem ede birşeylerin
kökten yanlış o ld u ğ u n u düşünm em iz pek olası değildir. Ama ‘ta rih ’
sözcüğünü geleneksel anlam ında kullanan birinin bir kitabı eğer onda
hiçbir tikel bireyden, zam andan ve yerden söz edilm iyor am a yalnızca
insan davranışına ilişkin genellem eler bildiriliyorsa tarih olarak sınıf­
landırm ası d ah a da az olasıdır. Tarih ve kuram sal bilim arasındaki
ayrım böylece je o lo ji ve fizik arasındaki, ya da tıbbi tanı koyma ve
fizyoloji arasındaki ayrıma oldukça andırım lıdır. Ö rn eğin bir jeolog
jeo lo jik o luşum ların ardışıklık d ü zen in i saptam aya çalışır, ve b u n u
bir ölçüde elindeki incelem e gereçleri üzerine çeşitli fiziksel yasaları
uygulayarak yapabilir; am a araştırm aların d a kullandığı m ekanik ya
da radyoaktif parçalanm a yasalarını saptam ak jeo lo g olarak jeo loğun
görevi değildir.
B ununla birlikte, bu tartışm a gelişimsel değişimin “tarihsel yasaları­
nın” olanağını a priori uslamlama yoluyla dışanda bırakmak için bir giri­
şim olarak yorumlanmamalıdır. Son yıllarda aralannda Oswald Spengler
ve A m old Toynbee de olmak üzere pekçok tarihçi tarafından h er top­
lum un ya da uygarlığın biçimdeş bir ardışık değişim kalıbı sergilediğini
ve böylece h e r toplum un bireysel yaşambilimsel örgenliklerin doğum,
ergenlik, olgunluk ve bozulm a evreleri ile karşılaştınlabilir bir tarzda
sözde değişmez b ir evrimsel evreler dizisi içinden geçtiğini göstermek
için birçok girişimde bulunulmuştur. Bu ileri sürülen “yasalann” hiç biri
yetkin öğrenciler arasında destek bulmamış olsa da, geçerlikleri ancak
edimsel tarihsel kanıtın ışığında değerlendirilebilir ve yalnızca tarihçi­
lerin yazılannda kapsanan bildirim lerin biçimsel yapılarının irdelen­
mesi yoluyla bir çözüme bağlanamaz. Gene de belirtm ek önem lidir ki,
profesyonel tarihçilerin bu sözde “tarihsel yasalara” yükledikleri olgusal
değere bakılmaksızın, tarihçiler böyle yasaları keşfetme girişim lerini
“asıl tarihe” olm aktan çok toplumbilime (ya da “genelleştirici” ya da ku­
ramsal bilimlerin başka bir dalına) katkılar olarak görm e eğilimindedir.3
Buna göre, kimi tarihçilerin hiç kuşkusuz insan geçmişinin kanıtını geli­
şimsel değişim yasalarını kurm ak için kullanması olgusuna karşın, hem
m eslektaşlarının ço ğunun görüşünde hem de tarihsel yazının büyük
kütlesinin kanıtı üzerine, b u n u tarihçiler olarak yapmazlar.

II. Olasılıklı ve Türeyişsel Açıklamalar


H er ne olursa olsun, tarihsel araştırmanın birincil olarak tikel olaylar ile
ilgilendiğini varsayacağız, ve buna göre tipik olarak onlar için önerilen
açıklam alar ile ilgileneceğiz. B ununla birlikte, tarihçiler kimi zaman
yalnızca bir insanın eylemi için, kimi zam an birçok insanın eylemini
kapsayan bir olaylar toplam ı için açıklam alar verme girişiminde bulu­
nurlar. Bu iki olay türü için açıklamalar arasında önem li ayrımlar oldu­
ğuna göre, tarihsel açıklam alann karşılık düşen iki büyük tipini ayn ayn
tartışmak uygun olacaktır. Dahası, Bölüm 10’da açıklayıcı değişkenler
arasındaki çeşiüi türeyişsel aynınlar üzerine tarüşm anın düşündürdüğü
gibi, tarihsel açıklamalar sözünü ettikleri olaylann zamansal büyüklükle­
rinde de aynınlar gösterir. Özel olarak, bireysel eylemler gibi onlann yer
alma koşullan da kimi zaman sanki hiçbir zamansal boyudan olmamış
gibi betim lenir, ve bu arada b ir başka eylemin kendisi değil am a yer
alma koşullan zamansal yayılımlannın terim lerinde karakterize edilir.
Sonuçta, bireysel eylemlerin kimi tarihsel açıklam alan eylemleri açık­
laması gereken koşulların eldeki am açlar açısından aşağı yukan kıpısal
olarak görülebileceğini varsayar; am a bireysel eylem ler üzerine daha
başka anlatılar onlar için gelişimsel ya da türeyişsel açıklamalar sunar.
Buna göre tartışmaya ilk büyük tipin alt-bölümüne ait bir tarihsel açıkla­
m a örneği ile, e.d. tekil bir bireyin eylemini onun yer alması için süresi
göz ardı edilen bir koşulun bildirilm esi yoluyla açıklam a girişiminde
bu lu n an b ir ö rnek ile başlayacağız. Açıklam anın bu tipi temsil edici
olduğu sayıltısı üzerine, daha sonra (a) bu tü r açıklamalarda öncüllerin
genel yasalar kapsayıp kapamayacağı sorusunu tartışacağız, (b) böyle
açıklamalann mantıksal yapısının sağın olarak tümdengelimli olmaktan
çok olasılıklı olduğunu ileri sürmek için kimi nedenler vereceğiz, ve (c)
kısaca yapının bu nitelem esinin anlaşılmasını sağlayan kimi anlam lan
irdeleyeceğiz.

1. Birinci tip ten tarihsel açıklam aları gösterm eye hizm et edecek
örnek Elizabeth’in on altıncı yüzyılda İngiltere tahtına çıkışı ile bağıntılı
bir durum u ele alır. VIII. H enry’nin Roma Katolik Kilisesi ile kavgasının
b ir sonucu olarak, öldüğü zaman resm i unvanı özsel olarak şöyle idi:
3T o y n b e e ’n in böy le y asalar k u rm a k iç in çeşitli e le ştire l in c e le m e le r i iç in bkz.,
Toynbee a n d H istory (ed. by M. F. Ashley M o n tag u ), Boston, 1956. A. J. P. Taylor tarafın-
dan Toynbee’nin çalışması üzerine yorum, “this is n ot history” (s. 115), karakteristiktir.
“Tanrının Kayrası ile, İngiltere, İrlan d a ve Fransa’nın Kralı, İnancın
Savunucusu ve Anglicana Ecclesia denilen Ingiltere Kilisesinin Yeryüzün-
deki Biricik Yüksek Başkanı.” B ununla birlikte, anım sanacaktır ki, kızı
Mary (“Kanlı Mary”) 1553’te kardeşi VI. Edward’ın ölüm ünden sonra
kraliçe olunca Ingiliz tekerkinin kilise üzerindeki egem enliğini geti­
ren kararları yürürlükten kaldırdı ve Rom a’daki Papanın üstünlüğünü
yeniden doğruladı. Ama beş yıl sonra Elizabeth tahta çıktığı zaman, ken­
dini “Elizabeth, by the Grace of God Q ueene of Englande Fraunce and
Ireland defendour of the fayth. &c. "olarak duyurdu; ve böyle yapmakla
kendini kısaltılmamış bir resmi unvanda “vesaireleyen” [ “etceterate”] ilk
İngiliz egemeni oldu. Niçin böyle yaptı? Tüze tarihçisi F. W. Maitland şu
açıklamayı önerdi: İlk olarak duyurudaki ‘Ğ^e’nin dikkatsizlik nedeniyle
orada olm adığını am a oraya bilerek yerleştirildiğini gösterdi. Ayrıca
Elizabeth’in ya m erhum Mary ile birlikte Papanın kilisedeki üstünlüğünü
kabul etme, ya da Mary’nin yasalarını geçersiz kılma ve babasının yapmış
olduğu gibi Roma ile kopma almaşıklan ile yüz yüze kaldığını belirtti—ve
her bir almaşıktan yana karar ciddi tehlikeler ile yüklüydü, çünkü hem
ülkede hem de dışanda almaşıklardan birini ya da ötekini destekleyecek
politik ve askeri güçlerin durum u henüz bir çözüme bağlanmış değildi.
Maitland buna göre Elizabeth’in kendini şimdilik iki almaşıktan birine
bağlamaktan kaçınabilmek için unvan duyurusunda ikircimli bir formü-
lasyon kullandığını ileri sürdü. Sonuçta, açıklama için kendi kısa özet
bildirim ine göre, “Böylece simgeyi şu yolda genişletebiliriz: ‘&c. ’= ve
(eğer gelecekteki olaylar daha öte ya da başka türlü değil ama böyle karar
verirse) Ingiltere ve aynca İrlanda Kilisesinin yeryüzündeki En Yüksek
Başı.”4

a. M aitland’in açıklamasının tam olarak geçerli olduğunu varsayaca­


ğız, çünkü amacımız olgusal geçerliğini tartışm aktan çok yapısını çö­
zümlemektir. Bununla birlikte, böyle bir çözümleme açıklamanın teme­
linde yatan sayıltılar tam olarak belirtilm edikçe yerine getirilemez; ve,
tarihsel yazılarda norm al uygulama gereği, M aitland o n lan kabul etti­
ğinin bilincinde olsun ya da olmasın açıklamasına örtük tüm sayıltıları
belirtik kılmadı. Ö rneğin, biçimsel olarak değinm ese de, Elizabeth’in
Roma sorusu üzerine d u ru şu n u n açıkça ikircimsiz b ir duyurusunun
kendi başına Papayı İngiltere’ye karşı silahlı bir düşmanlığı başlatmaya
kışkırtacağına inanm adığı olgusunu (ki uslamlaması için belirleyicidir)
sorgusuzca kabul etti. Ama böyle tekil bildirim lere ek olarak, Maitland
yine sözünü etmeksizin insan davranışına ilişkin genellem eleri de sor­
gusuzca kabul etti ve bunlar o n u n uslamlaması için daha az belirleyici
4Bkz. F. W. Maitland, “Elizabethan Gleanings,” Collected Papers, L ondra, 1911, Vol
3, pp. 157-65. M aitland Elizabeth’in kendini betim lenen aynı tarzda ‘‘vesaireleyen”
ilk İngiliz egem eni olduğunu kabul etm ede yanılıyordu. Bunda, Ingiliz tarihçi A. F.
Polland tarafından gösterildiği gibi, kardeşi Mary tarafından öncelendi.
değildi. Ö rneğin, Elizabeth’in kendine büyük bir kararı o nu verm enin
daha güvenli olacağı bir zam ana dek ertelem e şansını verebilmek için
kilise ile ilgili savlarının üstenimsiz olarak söze dökülm esini kabul etti­
ğini ileri sürm ede, M aitland örtük olarak insan davranışına ilişkin bir
tü r genellem eyi varsaydı— b ir genellem e ki sağın biçimi d u ru değil­
d ir am a h e r d u ru m d a şu ikisi arasındaki bir ilişkiyi ileri sürm elidir:
(a) insanların kesin üstenim in tehlikeli olduğu bir sırada görünürde
belli bir politikayı ü stenm eleri ile ilgili olarak çıkarm aları beklenen
kamusal bildirimler, ve (b) zamansız bir üstenim den kaçınma uğruna
böyle bildirim lerde ikircimli dilin kullanımı. Böyle bir sayılü olmaksızın
Elizabeth’in egem en savlarını duyurm ada benim sediği formülasyonun
onun yüz yüze kaldığı çıkmaz ile herhangi bir ilgisinin olduğunu savun­
mak için hiçbir zemin olmayacaktır.
B ununla birlikte, böyle genellem eler bireysel eylemler üzerine tüm
tarihsel açıklamalarda vazgeçilmezdir (üstelik, çoğunlukla olduğu gibi,
genellem eler belirtik olarak bildirilm ese bile). Bu geniş sav, belki de
tarihsel yazıların dizgesel bir incelemesi yoluyla olm anın dışında, tüm
kuşku gölgesinin ötesinde doğrulanam az; b u n a karşın, önesürüm ün
oldukça güvenilir olduğu gösterilebilir. Çünkü bu tipten tarihsel açıkla­
malar niçin verili bir x bireyinin y koşulları altında z tarzında davranmak
için az ya da çok düşünerek karar verm esinin nedenini (ya da fer nede­
nini) bildirmeyi amaçlar. Ama bireysel eylemler için olanaklı nedenler
geniş kategorilerin küçük bir sayısının altına alınabilir, ki burada her bir
kategori kendi payına uygun alt-güdüm lü sınıflara bölünebilir; ve her
bir kategoride nasıl olanaklı nedenlerin bir bireyin eylemi için edimsel
olarak belirleyici (ya da “nedensel”) koşullar olarak gösterildiğini irde­
leyerek, kendim izi yukarıdaki savın sağlam olduğuna inandırabiliriz.
Aslında nedenlerin böyle üç büyük kategorisi yeterli olarak görünür,
ve onları kısaca betimleyeceğiz.
Önsav gereği açıklanacak eylem ler az çok am açlı o lduğuna göre,
büyük olasılıkla aktörlerin ö n ünde d u ran almaşık eylem yolları arasın­
daki kararların sonuçlarıdırlar. Buna göre, bir kategori almaşıkların
belli karakteristiklerinin eylemin belirleyici koşullan arasında olduğunu
ileri süren n e d e n le rd e n oluşur. Böylece, M aitland ö rneğinde, Eliza-
beth üç almaşık davranış yolunu kabul etmiş görü n ü r (gerçekte başka
almaşıkların da ona açık olabilm esine karşın b u n lar aklına gelmemiş
olm alıdır): Kendini doğrudan doğruya İngiliz Kilisesinin egem en başı
olarak bildirm ek, hiç beklem eden Papanın üstünlüğünü kabul etmek,
ya da zaman kazanmak. Ayrıca bu almaşıklara belli karakteristikler yük­
lemiş de g ö rü n ü r— ö rn eğ in ilk ikisine İn g iltere’de ve dışarıda ciddi
rahatsızlıklar yaratm ak için “gizli” (e.d. edimsel olarak gerçekleşen ya
da açıkça g ö rü n e n değil) sığaları ve üçüncüye ise b u sığanın yoklu­
ğunu yükledi. İkinci kategori aktörün karakteristiklerine nedensel bir
rol yükleyen nedenleri kapsar. Böylece Elizabeth’in çeşitli doğal dürtü
ve eğilim leri (örn eğ in keskin b ir anlam a yeteneği gibi) ve bunların
yanısıra büyük bir sayıda kazanılmış kişisel amaç ve yatkınlığı (örneğin
uzlaşma yeteneği gibi) vardı; ve ayrıca aristokrasinin bir üyesi olarak
ve hüküm süren tekerk olarak hedef, d eğ er ve yüküm lülükleri vardı
(örneğin Ingiltere’de iç savaşı önlem ek gibi). Ü çüncü nedenler kate­
gorisi eylemi çevreleyen ve aktör üzerinde almaşıklar ile bağıntı içinde
baskı yaratan koşullara gönderm ede bulunur. Ö rneğin, Elizabeth resmi
konsüllerinden öğütlere açıktı ve Mary’nin dinsel fanatizm inin yarat­
tığı genel rahatsızlıktan hab erd ar idi, am a ayrıca Ispanyalı II. Philip’in
İn g iltere’ye P apadan yana karşı zor kullanm a eğilim leri konusunda
bilgiler de alıyordu.5
Şimdi tartışma altındaki tarihsel araştırm alarda önem li bir adım açık­
tır ki h er bir kategoride verili bir eylem için belirleyici koşullar olduklan
tahm in edilen etm enlerin gerçekte edim in vesilesinde bulunduğunu
göstermekten oluşur. Bununla birlikte, bu adımın özsel olmasına karşm,
açıktır ki bu etm en lerd en hangisinin aktö rü n davranışı için edim sel
ned en olduğunu (aslında, o nlardan herhangi birinin edimsel neden
olup olm adığını) saptamaz, çünkü bir etm en edim in vesilesinde ger­
çekten de bulun u y o r ve gene de n edensel olarak işlemiyor olabilir.
Böylece cinayet suçundan yargılanan bir kişinin kurbandan nefret etmiş
olduğunun bilinmesi olgusu o n u n cinayeti işlediğini, ya da kurbanı o
öldürmüş olsa bile bunu nefreti n«fereryfeyapüğım göstermek için yeterli
değildir—çünkü, suçlanan birey insan öldürm ekten suçlu olabilse de,
5Bireysel eylem lerin tarihsel açıklam aları güncel toplum sal araştırm ada “n eden
çözüm lem esi” başlığı alünda araşünlan sorulara benzer sorulara yanıtlardır. “Neden
çözüm lem esi” insanlann verili durum larda niçin davrandıklan gibi davrandıklannı
belirlemek için yakınlarda geliştirilen tekniklerin yöntembilimsel olarak öz-bilinçli bir
kullanım ını im ler—örneğin, niçin tikel bir ülkeden göçm enler doğduklan toprağı
terk ederler, niçin belli bir seçimde oy verme niyetlerini anlatmış olan insanlar bunu
yapmazlar, ya da niçin insanlar şu değil de bu kitap kulübüne katılırlar gibi. Böyle
sorgulamalara yanıtlar başlıca eylemleri İncelenmekte olan insanlar ile görüşm elerden
elde edilir; ve bu yolda elde edilen yanıtlann değeri büyük ölçüde sorulan sorulann
yeterli bir “açıklam a şem ası” (ya da soru kategorilerinin dizgesi) ile uyum içinde
k urulup kurulm adığına bağlıdır. Böyle açıklam a şem alarının tarihsel açıklam alar
için önem i Paul F. Lazarsfeld tarafından vurgulanmış, ve m etinde kullam lm alan bu
çalışma tarafından düşündürülm üştür. N eden çözüm lem esinin bir açıklaması için,
bkz. The Language of Social Research (ed. by Paul F. Lazarsfeld and Morris R osenberg),
Glencoe, 111., 1955, Sec. 5, esp. pp. 387-91; aynca Hans Zeisel, Say It With Figures, 4th
ed., New York, 1957, Chaps. 6 and 7.) N eden açıklam asında kullanılan yordamlar,
Bölüm 13’te kabul edildiği gibi, insan eğilim ve niyetlerinin davranışçı yöntem ler
yoluyla başanlı olarak araşünlabileceği biçim indeki genel konum için ek destek sağ­
lar. Dahası, neden çözüm lem esinin ürünleri tarihçilerin bireysel eylemleri aktörleri
g ü d ü len d iren n ed en lerin terim lerinde açıklam alarının bilim in başka alanlarında
bireysel olayların açıklam alanndan ayn olmadığı görüşünü doğrular (ve yakınlarda
b u n u n tersini ileri süren görüşlere etkili olarak meydan okur)—hem açıklam alann
öncüllerinde genellem elerin örtük kullanım ında hem de nedensel yüklem eleri ak­
lamak için gereken m anukta.
öleni kaza ile öldürm üş olabilir, b u n u yapmak için para almış olabilir,
ya da başka birçok n ed en d en ötürü yapmış olabilir. Benzer olarak, bir
tarihçinin Antony’nin Kleopatra’ya delice aşık olduğunu gösteren çürü-
tülemez kanıt bulabilm esine karşın, bu Antony’nin Aktium savaşından
aşkı nedeniyle kaçtığı savını doğrulam az. Çünkü A ntony’nin Kleopatra
için aşkı ile b irleştirilen lerd en d ah a başka yatkınlık ve hedefleri de
vardı, öyle ki eylemi örneğin Mısır’ı R om a’nın bir tahıl am barı yapmak
için duyduğu büyük istekten doğm uş olabilir.
Ama eğer verili bir etm enin bir bireyin tikel bir edim i yerine getir­
mesinin koşullarından biri olduğunun tanıtlaması etm enin bireyin dav­
randığı yolda davranmasının bir nedeni olduğu savını doğrulamıyorsa, o
zaman bir tarihçi etm ene nedensel bir rol yüklemesini nasıl aklayabilir?
Eğer zaman zaman ileri sürüldüğü gibi tarihçilerin insan eylemlerinin
nedenlerini tanımak için özel bir yeteneklerinin olduğu görüşünü yanıt
olarak görmezsek, geriye uygun yalnızca bir yanıt kalıyor görünür. Tarih­
çi nedeni yüklemesini verili etm en insanlann davranışlannın bir koşulu
iken insanların genellikle yüklem ede b etim lenen tikel eyleme benzer
bir tarzda davrandıkları sayıltısı yoluyla aklayabilir, öyle ki tartışmakta
olduğu birey büyük olasılıkla verili etm en bulunduğu için de davrandığı
yolda davranmıştır. Kısaca, bireysel eylemlerin tarihsel açıklamalarında
belli türlerden genellem eler gereklidir.

b. Bir açıklamanın mantıksal yapısı ancak örtük olarak kabul edilen


tüm öncüller belirtik kılınırsa b elirlenebilir; ve, tarih çiler bir kural
olarak bireysel eylemleri açıklamada yaptıkları tüm sayıltılan bildirm e­
diklerine göre (aslında, sık sık sorgusuzca aldıkları birçok belirleyici
sayıltıdan h ab ersizdirler), açıklam alarına verdikleri kalıp dolaysızca
açık değildir. Hiç kuşkusuz bu tip te n açıklam aların biçim de tü m ­
dengelim li olm adığı vargısını çıkarm ak ve b u n u yalnızca tarihçiler
tarafından edimsel olarak sunulduklarında bu yapıyı sergilem edikleri
zem inine dayandırmak geçersiz olacaktır, tıpkı bir insanın uslamlaması
enthym em atik olduğu zam an tüm dengelim li uslam lam a yapm adığı
vargısını çıkarm anın da haksız olacağı gibi (örneğin bir insan Mars’ın
yansımış ışık ile parlad ığ ın ı, çü n k ü M ars’ın b ir gezegen o ld u ğ u n u
ileri sürerk en tüm gezegenlerin yansımış ışık ile parladığı ön cü lü n ­
den belirtik olarak söz etmiyorsa uslamlaması enthym em atiktir). Buna
göre, tarihsel açıklam alarda sorgusuzca alm an sayıltıları tam olarak
bildirm e görevi sıkıntılı (ve belki de uygulam ada um utsuz) olsa da,
böyle açıklam aların yapısı karakterize edilirken bu görevin tam am lan­
mış olması gerekir.
İlkin bu tip tarihsel açıklam aların b ir tüm dengelim kalıbı sergile­
diği görüşü n ü yoklayalım. Açıktır ki böyle açıklam alar gerçekten de
bu biçime dökülebilir, yeter ki öncüller özgürce seçilebilsin. Ö rneğin
M aitland’in Elizabeth’in unvanını duyurm asının alışılmadık yolu için
açıklamasının bir bölüm üne katı olarak tüm dengelim li bir biçim veri­
lebilir, ve b u n u n için sağın olarak evrensel b ir sayıltımn şu yolda ek
bir öncül olarak getirilm esi gerekir: Ne zam an bir birey çeşitli alm a­
şık politikalardan g ö rü n ü rd e hangisini kabul ettiğini kamusal olarak
duyurm ak zorunda kaldığında altında duyurunun yapılacağı koşullar
o sırada bu politikalardan herhangi birine kesin bir bağlılığın bildiril­
m esinin onun için büyük tehlikeler ile yüklü olduğuna inandığı türde
ise, birey duyurusunu ikircimli dilde form üle edecektir; Elizabeth’in
Roma sorusu üzerine d uruşunu kararının duyurulm asını h er iki yolda
da tehlikeli olarak gördüğü bir zam anda duyurm ası gerekiyordu; bu
nedenle Elizabeth duyurusunu ikircimli bir dilde form üle etti.
Bununla birlikte, bu biçimsel olarak geçerli uslamlamada ikinci öncü­
lün özünde M aitland’in belirtik olarak ileri sürdüğü şeyi yinelemesine
karşın, birinci ya da sağın olarak evrensel öncül b u n u yapmaz; ne de
M aitland’in onu kabul edecek ya da başka birinin böyle yapacak olması
olasıdır. Çünkü hiçbir biçimde tüm insanlann birinci öncülde belirtilen
koşullar altında ikircimli dil kullanm aları söz konusu değildir, çünkü
belli bir eylem yolunu benim sediklerini dosdoğru duyuracak insanlar
vardır (ister dürüstlüklerinde ödünsüz ve yürekli, yalnızca gözü kara,
ya da tam olarak aptal olsunlar), üstelik zaman kazanm anın onlar için
yararlı olacağı bir d urum da bile. Buna göre, yukarıdaki uslam lam ada
birinci öncül o nda sözü edilen sorunlar konusunda yanlış bir genelle­
medir, öyle ki uslamlama bu biçimi ile Elizabeth’in davranışının doyu­
rucu bir açıklaması değildir. Ö te yandan o sorunlara ilişkin güvenilir bir
sayıltımn sağın olarak evrensel bir biçimden çok en iyisinden istatistiksel
bir biçimi olacaktır; örneğin insanların çoğunun, ya da belli bir yüide­
sinin belirtilen yolda davranacağını ileri sürecektir. Ama eğer birinci
öncül kabul edilebilir bir istatistiksel genellem e ile değiştirilirse, ortaya
çıkan uslamlam a biçimsel olarak geçerli bir tüm dengelim li uslamlama
değildir, ve öncülleri vargıyı zorunluk ile değil ama yalnızca bir “olasılık
derecesi” ile gerektirir.
Buna göre, eğer M aitland’in açıklamasındaki örtük genellem e güve­
nilir olacaksa biçimde istatistikseldir sayıltısı üzerine, açıklama yapısında
tüm dengelim li olm aktan çok olasılıklı olarak karakterize edilmelidir.
Ama bu sayıltı sağlam mıdır? Eldeki sorunlar ile ilgili sağın olarak evren­
sel genellem eler kurm a olanağı hiç kuşkusuz ilke üzerine dışlanamaz.
B u nunla birlikte, şim dilik g ö rü n ü rd e elde böyle h içb ir genellem e
bulunm am aktadır. Dahası, toplumsal bilim genellem elerinin istatistik­
sel doğası üzerin önceki bölüm de yer alan tartışm anın ışığında,6 eğer
insan davranışına ilişkin sağlam temelli evrensel yasalar kurulacaksa,
b unlar büyük olasılıkla tarihçilerin ilgilerinin alışıldık erim inin dışına
düşen oldukça inceltilmiş aynm lann terim lerinde form üle edilecektir.

6Bkz. yukarıda sayfalar 504-7.


Böylece, varsayalım ki Elizabeth’in ikircimli sözlerde tanım lanan unva­
nını duyurusu, başka şeyler arasında, tükürük bezlerinin ve sinir kavşak­
larının durum una, beyin hücrelerinin örgütlenm esine, ve karşılaştığı
çeşidi fiziksel uyarıların yeğinliklerine ilişkin olarak quantum kuramsal
terim lerde form üle edilmiş sayıltılardan sağm olarak çıkarsanabilir ol­
sun. Tarihçilerin olduğu gibi tarihsel literatür okuyucularının da çoğu­
nu n böyle bir açıklamayı geri çevireceğini tahm in etm ek güç olmaya­
caktır, çünkü alıştıkları ya da ilgilerini çeken tarihsel açıklama türü bu
değildir.7 Bu bakım dan, M aitland’in Elizabeth’in unvanını ikircimli bir
dilde duyurması konusunda verdiği açıklama güvenle bireysel eylem­
lerin tarihsel açıklamalarının temsilcisi olarak alınabilir. Sonuçta, genel
olarak bu tipten tarihsel açıklamalann olasılıklı bir yapısının olduğu savı
için sağlam bir tem el vardır.
Bu sav bir M aitland örneği yoluyla da gösterilebilecek daha öte bir
irdelem e ile güçlendirilir. O örneği sanki M aitland’in biricik niyeti
Elizabeth’in duyurusunun ikircimli dilini açıklamak olmuş gibi tartı­
şıyorduk. B ununla birlikte, anım sanacaktır ki M aitland E lizabeth’in
egem enlik savlarını duyurm ada niçin kendini “vesairelediğini” açık­
lamayı üstlendi, yalnızca b u n u yaparken niçin ikircimli bir formülasyon
kullandığını değil. Ama eğer bu son olguyu o n u n bir güvenilir öncül­
ler küm esinden çıkarsanması yoluyla açıklamak olanaklı olsaydı bile,
Elizabeth’in ‘&c. ’tikel deyimini (ama onu yine am acına ulaştırabilecek
olan ‘ve benzerleri’ gibi bir başka anlatımı değil) kullandığı biçimindeki
bildirim böylelikle tümdengelimli bir yolda açıklanmış olmazdı. Tersine,
yapılan sayıltı altında, ‘&c. ’ deyimini kullanmış olması olgusunun yal­
nızca olası olarak gösterilmesi gerekirdi. Ö te yandan, eğer tarihçilerin
normal olarak uyguladıklan çözümleme düzlemine uygun olan aynmiar
elde tutulursa, bir eylem yolu üzerine kararsız olan am a kararsızlıklannı
gizlemeyi isteyen bireyler tarafından tikel ‘&c. ’deyiminin kullanımını
ilgilendiren sağın olarak evrensel yasaların kurulabilmesinin olabilirliği
göz ardı edilebilirdir. Öyleyse Elizabeth’in duyurusunda bu deyimi kul­
lanması için tüm dengelim li yapısı olan gerçek bir açıklamanın verilmesi
gibi bir beklenti söz konusu değildir.
Yalnızca b ir örneğin terim lerinde belirtilen b u önem li nokta daha
genel olarak bildirilebilir. E i bir x bireyi tarafından bir «fırsatında bir
//h e d e fin e ulaşabilm ek için yerine getirilen belirli bir eylem olsun.
Bununla birlikte, tarihçiler £ ı ’in yerine getirilmesini tüm ayrıntıların­
da açıklam a girişim inde bulunm az, am a b u n u yalnızca x tarafından

7Bu noktayı profesyonel bir insanbilimci şöyle anlatır: “İnsan bilimleri çözümlemele­
rini ‘görünürdeki’ olgusallığın çok ötesine, enson ortak paydaları hiçlikte dalgalanan
olasılık dalgaları tarafından sunulan b ir fiziksel düzene do ğ ru zorlamaz. İyi ya da
kötü, insan bilimleri olgusallığın fenom enal yüzeyi ile ilgilenir; eğer onu bütünüyle
göz ardı ederlerse, konularını yok edeceklerdir.”—S. F. Nadel, The Foundation of Social
Anthropology, Glencoe, 111., 1951, s. 195.
belirli biçimleri E\, E % . . . E n olan bir £ eylem tipinin yerine getirilmesi
d u ru m u n d a yaparlar. D aha öte varsayalım ki x eğer t fırsatında £ ’nin
belirli biçim lerinin sınıfının £ 1 , E% . . . Ek alt-kümesindeki eylemlerden
herhangi birini yerine getirmiş olsaydı //h e d e fin e ulaşabilecekti. Buna
göre, bir tarihçi x ’in t fırsaünda E eylem tipini yerine getirmesi olgusu
için tüm dengelim li bir açıklama vermeyi başarsaydı bile, böylelikle x ’in
o fırsatta belirli £ 1 eylemini yerine getirm esini tüm dengelim li olarak
açıklamayı başarmış olmazdı. Sonuçta, ve en iyisinden, tarihçinin açık­
laması yalnızca, bildirilen sayıltılar alünda, %’in t fırsatında £ ’yi yerine
getirm esinin olası olduğunu gösterir.

c. Bireysel eylemlerin tarihsel açıklamaları böylece yapıda olasılıklı-


dır, çünkü biçimleri insan davranışı hakkında açıklayıcı sayıltılara giren
eldeki genellem elerin özsel olarak istatistiksel karakterinin sonucudur.
Ama “olasılıklı” nitelem esi hangi anlam da yorum lanacaktır? Bu çok
tartışılan ve hen ü z bir sonuca bağlanm am ış olan so ru n un yeterli bir
tartışması olası uslam lam a ve tüm evanm lı çıkarsama m antığının ayrın­
tılı çözüm lem elerini gerektirecektir ki, bunlardan hiç biri burada ele
alınamaz. Buna karşın, o nitelem enin anlam ını açımlamak için yalnızca
kısaca da olsa birşeyler söylenmelidir.
Hiç kuşkusuz genel olarak olasılıklı uslamlamanın ve özel olarak tarih­
sel açıklam aların ayırdedici özelliği vargılarının onların öncüllerinin
mantıksal olarak zorunlu sonuçlan olmamasıdır, üstelik görgül olarak
aklanan am a yalnızca ö rtü k olarak kullanılan tüm sayıltılar belirtik
olarak form üle edilse bile. Buna göre, tarihçilerin açıklamada başanlı
oldukları eylemler açıklamaların öncüllerinde kapsanan bilgiden tam
olarak o bilgiye o ölaylann yer alm asından önce erişebilen biri tarafın­
dan tahm in edilem eyecektir (sağın olarak çıkarsanma anlam ında); eş
deyişle, bir tarihsel açıklam adaki öncüllerin doğruluğu açıklam anın
vargısının yanlışlığı ile bütünüyle bağdaşabilirdir. Böylece varsayalım M
‘Birey x i vesilesi üzerine £ tarzında davrandı’ bir eylemin şematik bir
temsili olsun ve bir tarihçi o eylem için bir neden bulm a girişiminde bu­
lunsun; ve yine varsayalım ki sonunda verilen açıklama ‘Birey x t vesilesi
üzerine D d u ru m u n d a idi’ biçim ini taşırken ek olarak ‘Çoğunlukla D
durum undaki bireyler £ tarzında davranır’ örtük öncülü de bulunuyor
olsun. Açıktır ki öncüller vargıyı mantıksal olarak saptam ak için yeterli
olm adığına göre, birey x t vesilesi üzerin e £ tarzında davranm am ış
olsaydı bile öncüller tartışma götürm eyecek denli sağlam olabilirdi.
G erçekte, tarihçiler ancak seyrek olarak araştırdıkları olayların yer
alması için yeterli koşullan bildirecek konum dadır. Tarihsel açıklamala-
n n tüm ü olmasa da çoğu, genel olarak insan davranışının açıklamalan
gibi—ve aslında doğal bilim lerdeki som ut olayların birçok açıklaması
gibi— , o olaylar için vazgeçilmez (ya da, ayrıca çoğunlukla söylendiği
gibi, zorunlu) koşullann yalnızca bir bölüm üne değinir. Bununla birlikte,
içinde bu savın anlaşılacağı anlamı şimdiki bağlamda ve bütün bu bölüm
boyunca “yeterli” ve “zorunlu” arasındaki zıtlık ile neyin amaçlandığını
göstererek belirtik kılmalıyız. Varsayalım ki belli bir koşullar kümesi K
gerçekleştiği zaman bir E olayı yer alsın, öyle ki ‘Eğer K gerçekleşirse,
E yer alır’ biçim indeki B ı bildirim i doğru olarak kabul edilsin; ama,
A^’den ayrı bir A"koşulları kümesi doyurulduğu zaman £ ’nin yer alması
olanağına izin verebilmek için, -Bı’in evriğinin (e.d., ‘Eğer £ y e r alırsa,
o zaman K gerçekleşir’) doğru olduğunu kabul etmeyeceğiz. Daha öte
varsayalım ki, koşulu bir dizi etm enin birarada bulunmasından oluşsun
ve bunlardan biri Kı iken geri kalanlar K? olsun; ve varsayalım ki E ya
yalnız başına K ı ya da yalnız başına K i gerçekleştiği zaman yer almasın,
am a B 2 bildirim i, ‘Eğer K% gerçekleşirse, o zaman ancak ve ancak K ı
de gerçekleşirse E yer alır,’ doğru olsun. Bı bildirim ine dayanarak, ve
biçimsel m antıktaki ölçün kullanım ile uyum içinde, K koşulunun E
olayı için bir “yeterli koşul” olduğu, ve £ ’nin K için bir “zorunlu koşul”
olduğu söylenir; am a yaptığımız daha öte sayıltılar göz ö n ü n e alındı­
ğında, açıktır ki Kı ‘zorunlu’n u n bu anlam ında E için bir zorunlu koşul
değildir. Buna karşın, B 2 bildirimine göre £ olayı K% gerçekleştiği ama Kı
gerçekleşmediği zaman yer almayacağı için, gerçi £ hem K\ hem de K>
gerçekleştiği zaman yer alacak olsa da, eğer K i koşulunun daha şimdi­
den doyurulduğunu varsayarsak K\ £ ’nin yer alması için vazgeçilmez bir
koşuldur. K 2 ile göreli olarak, K<ı koşulunun öyleyse £ için bir “olumsal
olarak zorunlu koşul” olduğu söylenebilir, ve bu yolla ‘zorunlu koşul’un
bu anlam ı biçimsel m antıkta b elirlenen anlam dan ayırdedilebilir; ve
kolay gönderm e am açlan uğruna, bu son ölçün anlam için “saltık olarak
zorunlu koşul” etiketini kullanacağız. Bu ayrımların yardımı ile, şimdi
tarihsel açıklam alann olaylar için yeterli koşullara değil, am a onlar için
“zorunlu koşullann” yalnızca bir bölüm üne değindiği savının nasıl yo­
rumlanacağını daha açık olarak bildirebiliriz: Alıntılanan anlatım ‘saltık
olarak zorunlu koşul’ anlam ından çok ‘olumsal olarak zorunlu koşul’ an­
lamında anlaşılacakür. Bununla birlikte, bu bölüm de olaylar için olumsal
olarak zorunlu koşullardan başka herhangi birşeye değinm ek için çok
az fırsat olacağından, bu uzun deyimi çoğunlukla bir yana bırakacak ve
onun yerine daha kısa ‘zorunlu koşul’ deyimini kullanacağız.
Tarihsel açıklam alann bütününde olaylar için olumsal olarak zorunlu
koşulların yalnızca b ir b ölüm ünü alıntıladığı savını örneklendirelim .
M aitland niçin Elizabeth’in Roma sorusu üzerine doğrudan bir karar­
dan kaçındığına ilişkin açıklamasında olayların Elizabeth’in davranışı
için n eden (ve b u n a göre tek zorunlu koşul) old u ğ u n a inandığı kar­
maşık bir arkatasarı betim ledi. B ununla birlikte, M aitland’in belirtik
olarak alıntıladığı olaylar açıkça Elizabeth’in eylemini ortaya çıkarmak
için yeterli değildi, öyle ki onun o yolda davranması için daha az vazge­
çilemez olmayan başka birçok durum dan (örneğin Elizabeth’in akimın
başında olması, ya da iç savaştan kaçınmayı istemiş olması gibi) onun
açıklamasında söz edilmez. Bu ek olarak zorunlu koşullardan kimileri
belki de M aitland tarafından o n a biçimsel bildirim i gerektirm eyecek
denli açık görünm üş olduğu için alıntılanm adı. Ama sözünü etmediği
daha az açık olanlar varsa, b u n u n nedeni hiç kuşkusuz yokluklarında
açıklamaya çalıştığı eylemin yer almayacak olduğu tüm koşulları bilmi­
yor olmasıydı. Sonuçta, tikel olayların açıklamaları (insan geçmişinin
incelem esinde olduğu gibi doğal bilim lerde de) sık sık ancak çeşitli
sınırlam alar ile kabul edilir ve bunlardan yaygın biri iyi bilinen ceteris
paribus sınırlamasıdır. Bu bir açıklamada belirtik olarak değinilen koşul­
ların bir olayı açıklayacağının varsayılabileceğini anlatır, yeter ki “başka
şeyler eşit olsun,” ve burada bu “başka şeyler” sık sık bilinmeyen ya da
yalnızca şansa bırakılan şeylerdir .8
Geçerli tüm dengelim li uslam lam anın ölçünleri ile ölçüldüklerinde
öncüllerin tam am lanm am ışlığı, ve bunların olayların yer alması için
yeterli olmaktan çok zorunlu koşullan form üle etmesi tarihsel açıklama-
lan n “olasılıklı” olmasının anlam ını bir ölçüde açımlayan ve genellikle
kabul edilen iki özelliktir. Nitelem enin bu bölümsel açımlaması şimdiki
tartışm anın am açları için özsel olan biricik noktadır. B ununla birlik­
te, daha tam bir açımlama girişiminde bulunulduğu zaman henüz bir
çözüme bağlanmamış sorunlann bir bölüm ünün nerede yattığını ortaya
koyabilmek için, kısaca değinm ek üzere ‘olasılık’ sözcüğü ve türevleri
için önerilm iş birçok yorum dan ikisini seçiyoruz.
En eski anlayışlardan birine göre, verili bir h (ya da, geleneksel terimi
kullanırsak, “hipotez”) bildirim inin verili öncüllere ya da k “kanıt”ına
göre olasılığı bir x bireyinin k bilgisini taşıdığı zaman h ’nin doğruluğuna
duyduğu güveni (ya da kimi form ülasyonlarda inanç yeğinliğini) ölçer,
ve bu ise x ’in inançlara duyduğu güvende bir anlam da “ussal” ya da

8Ceteris paribus deyimi sık sık giderek fiziğin yüksek düzeyde gelişmiş dallarında
bile örtük olarak kullanılır. Ö rneğin verili bir durum da bir m erm inin izlediği yol bir
dizi belirlenim i ilgilendiren örneksel veriler ile tam am lanan Newton kuram ı yoluyla
açıklanabilir. M erminin izleğinin açıklaması belirtik olarak yalnızca silahın ateşlendiği
enlem den, silahın hed ef aldığı noktadan, fırlatılan cismin tüfeğin ağzındaki hızından,
ve havanın direncinden söz eder; ama yeryüzünün ve başka galakdk dizgelerin konum ­
ları açısından o n u n kendisinin konum undan söz etm esi pek olası değildir. Açıkla­
m anın bu son belirlenim leri göz ardı etm esinin nedeni Nevvton kuram ının içerisine
kurulm uş olan şu sayıltıdır: Fırlatılan cismin kütlesi değişm ezdir ve yalnızca kendi
hızından değil am a başka cisim lerden uzaklığından da bağımsızdır. E rnst M ach’ın
Newton m ekaniğini eleştirisine dek görünürde hiçbir fizikçinin aklından bir cismin
süredurum unun evrendeki tüm başka cisimlerden uzaklığının bir fonksiyonu olabile­
ceği gibi bir düşünce geçmedi. (Bunun böyle olduğu sayıltısı böylece “M ach’ın ilkesi”
olarak adlandırılmaya başlamışur ve şimdiki fiziksel kozmolojide ciddi irdelem elerin
konusu olmuştur.) Buna göre, gerçi fırlatılan cismin tüm başka cisim lerden uzaklığı
açıkça değişse de, norm al olarak bir m erm i izleğinin açıklam alarında bu değişim söz
konusu edilm ez ve örtük olarak ceteris paribus sınırlam asının altına alınır. Bkz. O laf
H elm er ve Nicholas Rescher, “O n the Epistemology o f the Inexact Sciences,” M ana­
gement Science, Vol 6 (1959), özellikle ss. 25-33.
“usauygun” olduğu sayıltısı üzerine dayanır. Bu yorum ayrı bireylerin
aynı hipoteze kanıt ile göreli olarak değişik olasılık dereceleri vermeleri
ile bağdaşabilir olduğu için, olasılık bu görüş üzerine bildirim in tam
olarak “nesnel” bir ilişkisel özelliği değildir ve giderilem ez bir “öznel”
bileşen kapsar. Bu “öznel” yorum iki yüzyıl kadar başat yorum olarak
geçerli sayılmış olsa da, sonunda görün ü rd e taşıdığı özünlü güçlükler
nedeniyle konunun öğrencilerinin çoğunluğu için gözden düşmüştür;
güçlükler arasında öznel güven durum larındaki ayrımlar için nicel bir
ölçüyü tanım lam a gibi teknik bir güçlük de vardır.
Bununla birlikte, daha yakınlarda bu yorum gelişmiş biçimlerde yeni­
d en dirilm iştir, ve “kişiselci olasılık” etiketi altında istatistiksel karar
kuram ının güncel gelişmelerinde önde gelen bir rol oynar. Ö rneğin bu
biçim lerden birine göre bir bireyin elinin altındaki k kanıtı ile h hipote­
zine vereceği olasılık eğer h ’nin doğruluğu üzerine ve yanlışlığına karşı
bahse girmiş olsaydı göze almaya istekli olduğu risklerin terim lerinde
tanımlanır, öyle ki olasılık bireyin h ’yi kabul etm ek ve yadsınmasını red­
detm ek ile göze almaya hazır olduğu riski ölçecektir. Böylece varsayalım
ki verili kanıtın ışığında bir birey ‘Sonraki Nisanda New York City’de
kar yağmayacak’ bildirim inin doğruluğundan yana l ’e 9 bahse girmiş
olsun; eş deyişle, eğer bildirim in doğru olduğuna inanm ada yanılırsa
dokuz dolar ödemeyi kabul etmektedir, yeter ki haklı çıkarsa bir dolar
kazanacak olsun. O zam an bu birey için o bildirim in o n u n elindeki
kanıt ile göreli olasılığı 9 /1 0 ’dur.
Bu örneğ in genel olarak olasılıklı uslam lam aları yorum lam ak için
bir paradigm a olduğu sayıltısı üzerine, tarihsel açıklamaların olasılıklı
yapısının özsel olarak benzer bir yolda açımlanabileceği varsayılır. Eğer
böyle bir açımlamayı örneklersek, ilkin çeşitli karışıklıkları göz ardı ede­
lim ve belli b ir x bireyinin Elizabeth’in unvanını duyururken kendini
“vesairelediğini” bilm ediğini, am a kendisine Elizabeth’in eylemi için
M aitland’in açıklayıcı öncüllerinde bildirilen bilginin verildiğini varsa­
yalım. Daha öte varsayalım ki b u n d an sonra x ’ten, bildirilen koşullar
altında, E lizabeth’in kendini “vesaireleyip vesairelem eyeceği” konu­
sunda bahse girmesi istensin, ve Elizabeth’in b u n u yapacağından yana
3’e karşı 7 bahse girsin. O zaman elindeki kanıt ile göreli olarak x için
Elizabeth’in o yolda davranması olasılığı 7 /1 0 ’dur.
Bununla birlikte, bugün araştırm alarında istatistiksel sayıltılar ve ista­
tistiksel çözüm lem eler kullanan öğrencilerin çoğunun değişen biçim­
lerde ‘olasılık’ terim inin açıkça çok ayrı bir yorum unu kabul edecekleri
güvenle düşünülebilir. Bu almaşık görüş üzerine, terim ancak verili
yüklemlerin (örneğin insan doğum ları sınıfında bir erkek olm a gibi)
yineleyen d u ru m la rın ı kapsayan sınıflar ile bağıntı içinde im lem li
olarak kullanılabilir; ve, bu yorum un yaygın olarak savunulan bir bi­
çimine göre, verili bir P yüklem inin verili R sınıfındaki olasılığı P ’nin
örneklerin in .R’d e yer alm a göreli sıklığıdır. Ö rneğin, eğer bir insan
doğum ları dizisinde ilk 100 d u ru m d a 52 erkek çocuk varsa, ve eğer
erkeklerin doğum ların toplam sayısına oranı dizi giderek daha uzarken
dikkate değer ölçüde değişmiyorsa, o zam an insan doğum larının bu
sınıfında bir erkek çocuğun olasılığı 5 2 /1 0 0 ’dür. Kişiselci bir yorum
ile karşıtlık içinde bu yorum üzerine bir olasılık derecesi öyleyse tam
olarak “nesnel” bir özelliğin ölçüsüdür, çünkü b u özellik onu taşıyan
sınıflar üzerine herhangi bir insan inancından bütünüyle bağımsızdır.
Ama bu yorum tarihsel açıklam aların olasılıklı olm asının anlam ını
açımlamadaki olanaklı ilgisini açığa çıkaracak hafif bir yeniden-formü-
lasyonu gerektirir. Yeniden-formülasyon bilimsel kuram ların araçsalcı
açıklaması ile bağıntı içinde d ah a önce tartışılmış olan bir m antıksal
aygıt üzerine dayanır .9 Örneksel bir vargısı olan bir uslamlama ve öncül­
lerden biri olarak bir genel bildirim verildiğinde, yordam genel bildi­
rimi öncüllerden silmek, o n u n yerine bir öncü ilkeyi (ya da çıkarsama
kuralını) geçirmek, ve sonra örneksel vargıyı öncü ilke ile uyum içinde
salt örneksel olan öncüllerden çıkarsamaktır. Böylece, varsayalım ki bir
tarihsel açıklama şu yalın şematik biçim ile temsil edilebiliyor olsun: Bi­
reylerin çoğu K koşullan altında £ tarzında davranır. Birey i to fırsatında
K koşulları altında idi; öyleyse (büyük olasılıkla) birey i to fırsatında
E tarzında davranm ıştır, ki b u rad a TC ve ‘E ’ değişm ez yüklem lerdir,
‘i ’ tikel bir bireyi, ve to tikel b ir fırsatı belirtir. Kxl anlatım ı ‘Birey x t

fırsatında koşullarında idi’ bildirim -biçimi için, anlatım ı ‘Birey


x t fırsatında E tarzında davrandı’ bildirim-biçimi için, ve ‘Ö ’ise ‘E x/
biçimli bir bildirimin ‘X*,;'biçimli bir bildirimden türetilebilir olduğunu
konutlayan öncü ilke için bir kısaltma olsun. Şimdi bir U uslamlamalar
sınıfını şöyle tanımlayalım: £/’d aki h e r uslam lam anın ‘Ex/ biçim inde
bir vargısı vardır ki O ile uyum içinde ‘K x/ biçim indeki tekil öncülden
türetilir. Varsayalım ki O ile uyum içinde t / ’d a doğru bir vargının doğru
bir öncülden türetilm esinin belirli bir göreli sıklığı olsun. Bu göreli
“doğruluk sıklığı” o zaman tanım gereği i / ’d a doğru bir öncülü olan
bir uslamlam anın doğru bir vargı olması olasılığıdır; dahası, yukandaki
tarihsel açıklama U’ya ait bir uslamlamaya eşdeğerdir. Buna göre, bu
yorum üzerine tarihsel bir açıklama olasılıklıdır, şu anlam da ki içinde
göreli doğruluk sıklığının 1 ’den az olduğu bir uslamlamalar sınıfına ait
bir uslamlamaya karşılık düşer.
B u nunla birlik te, b u açım lam anın ve ayrıca ‘olasılığın’ kişiselci
yorum u üzerine dayalı açım lam anın çok sayıda izleyicisinin olmasına
karşm, ikisinden hiç biri genel kabul görm em iştir çünkü h er birinin
ciddi hatalar olarak görülen özellikleri vardır. Ö rneğin, kişiselci ola­
sılığın eleştirm enlerinin çoğuna göre, başlıca zayıflığı bu yorum üze­
rine olasılık yargılarının en sonunda insanlann değişen özgünlükleri
üzerine dayandığı, ve sonuçta sağlam açıklam alann vargılan olarak ya

9Bkz. yukarıda Bölüm 6, özellikle sayfalar 151-52.


da güvenilir tahm inlerin zem inleri olarak düşük olm aktan çok yüksek
olasılıklı bildirimleri yeğlemek için hiçbir sağlam nedenin gösterileme­
yeceğidir. Ö te yandan, doğruluk-sıklığı yorum unda (the truth-frequency
interpretation) yaygın olarak belirtilen özeksel güçlük, bir sıklık tekil bir
bildirime imlemli olarak yüklenemeyeceği için, verili kanıt ile göreli bir
verili hipotezin olasılığı üzerine konuşm anın kesin olarak saçma olduğu
biçimindedir. Buna göre, o yorum sık sık tikel bir eylemin tarihsel bir
açıklamasının eylemi olası gösterm esini açımlamak için özünlü olarak
uygunsuz görülür. Ama, doğruluk-sıklığı kavram ının bu eleştirisinin
hiçbir biçim de onun savunucularının savları için ölüm cül olmamasına
karşın, ve eleştirinin gücü etkili olarak döndürülebileceği için, bu ve
ilgili soruların tartışması burada daha öte sürdürülem ez .10

2. Şimdiye dek bireysel eylem ler için açıklamaları süreleri göz ardı
edilen koşulların terim lerinde tartıştık. Şimdi eylemlerin tarihsel açık­
lam alarının sergilediği kalıbı zamansal olarak geniş koşulların terim le­
rinde yoklamalıyız.
Bu son tü rd en açıklamalar genellikle anlatılar biçimini alır. Betimle­
dikleri olaylar arasındaki bağımlılık ilişkilerinin sık sık belirtik olarak
form üle edilm em esine karşın, ardışık değinm e için olayların seçimi hiç
kuşkusuz bu olaylardan kimilerinin kimi başkalan için zorunlu koşullar
olduğu biçimindeki örtük sayıltı üzerine dayanır. Böyle bir açıklamanın
bir örneği yapılarını açığa çıkarmaya yardım edecektir. Öyleyse tarihçi
G. M. Trevelyan’ın niçin birinci Buckingham dükünün sonunda genç
Prens Charles’ın (Charles I’den sonra) İspanyol Infanta Maria ile evlili­
ğine karşı çıktığı, ve niçin 1623’ü n başlarına dek tasarın coşkulu bir des­
tekleyicisi olmasına karşın b u n u yaptığı konusunda verdiği açıklamayı
irdeleyelim. B uckingham ’ın evlilik tasarlarındaki gecikm eden ötürü
sabırsızlandığını ve prensesi İngiltere’ye getirebilm ek için Charles ile
birlikte İspanya’ya gitm ek için I. Jam es’ın iznini aldığını belirttikten
sonra, Trevelyan şöyle sürdürür:
Gem iye gizlice bindiler, F ra n sa ’yı kılık d eğ iştirerek d ö rt n ala geçtiler, ve M ad­
r id ’in afallam ış so k ak ların d a k e n d ile rin i gösterdiler. C harles, g erçi İspanyol

10Em est Nagel, “Principles o f the Theory of Probability,” in International En.cycloped.ia


ofUnified Science, Chicago, 1039, Vol. 1, No. 6. Öznelci yorum un m odern biçim leri
için bkz. Frank Ramsey, “T ruth and Probability,” in The Foundations of Mathematics,
Londra, 1031; B runo de Finetti, “La prevision: ses lois logiques, ses sources subjec-
tives,” Annales de l ’Institute Henri Poincare, Vol. 7 (1937); ve daha yakınlarda, LeonardJ.
Savage, The Foundations of Statistics, NewYork, 1954, esp. Chaps. 3 and 4. Göreli sıklık
kavramı için, bkz. Richard von Mises, Proltabtlity, Statistics and Truth, New York, 1939;
Hans Reichenbach, Experience and Prediction, Chicago, 1938; ve doğruluk-sıklığı biçimi
için, Charles S. Peirce, CoUected Papers (ed. by Charles H artshorne and Paul Weiss),
Cambridge, Mass., 1932, Vol. 2, pp. 415-77. Konuya d aha da değişik bir yaklaşım için,
bkz. Jo h n M. Keynes, A Treatise on Probability, London, 1921; ve Rudolf Cam ap, Logical
Foundations of Probability, Chicago, 1950.
g ö rg ü k u ra lla rın d a n ö tü rü zavallı P renses ile k onuşm asına izin verilm ese de,
o n a ilk bakışta aşık o ld u ğ u n u sandı. K am u iyiliğini h içb ir b içim de d ü şü n m e k ­
sizin, Ingiliz K atolikliğine h e r tü r ö d ü n ü verm eyi, C eza Yasalarım kaldırm ayı,
ve ç o cu k ların ın a n n e le rin in in a n c ın d a e ğ itilm elerin e izin verm eyi teklif etti.
B u n u n la b irlik te , İsp a n y o lla r h e n ü z b u sö z lerin g e rç e k te n y e rin e g e tirile ­
ceği k o n u su n d a b ir g ü v e n ce d en yoksun idiler, ve P a latin ate ’in boşaltılm asını
IJam es’ın ta s a rla n a n evlilik yoluyla ulaşm ayı d ü ş ü n d ü ğ ü h e d e fle rd e n biri]
red d etm ey i sü rd ü rd ü le r. Bu a ra d a B uckingham ve İspanyol ulusu arasın d a ki­
şisel b ir tartışm a d oğ d u . G özde [e.d. B uckingham ]... n e İspanyol incelik kural­
ların a n e d e sıra d an g ö rg ü lere uydu. İspanyol soylular g österdiği serbestliğe
dayanam adılar. ... Ç ok g e çm ed e n kaçak e g e m e n le rin e [e.d. B uckingham ve
Charles] katılm ak üzere ortaya çıkıveren Ingiliz beyefendiler çorak topraklara,
d ile n c i d u ru m u n d a k i n ü fu sa ve iç le rin d e n geçtikleri k ö tü h a n la ra g ü ld ü le r
ve In g ilte releri ile övündüler. M a d rid ’d e hoş karşılanm am ışlardı, ve ra h ip le ­
rin peşlerin i bırak m ad ığ ın a inanıyorlardı. ... İspanyollardan n e fre t etm eye ve
evlilikten korkm aya başladılar. B uckingham d o ğ ru d a n çevresinde b u lu n an la ­
rın h e y ecan ların a duyarlı idi, ve çok g e çm ed e n İspanyollar hakk ın d ak i k endi
d u y g u ların ın değişm esini kısa sü re n h e r tu tk u selin d e h e r zam an kendisi ile
birlikte taşıyabildiği suskun ve so m u rtk an ço cu ğ a a k ta rd ı.11

Bu anlatı kim ileri ardışık b ir düzende, başkaları az çok bu sonun­


cuların birço ğ u ile eşzam anlı olarak yer alan son lu b ir sayıda olay
ya da d u ru m u betim liyor olarak görülebilir; ve sözü edilen h e r bir
durum açıkça dizide daha sonraki bir olay için olumsal olarak zorunlu
bir koşuldur. Böylece, V b ir olayın bir betim lem esi için bir kısaltma
olsun ve b u rad a alt-simgeler olayları zamansal sıra içinde belirtirken,
üst-simgeler yaklaşık olarak çakışan olayları belirtsin, izleyen ardışıklık
anlatıda b etim len en olayları listelem enin b ir yoludur, co (Bucking­
ham Charles ve Infanta arasındaki evliliği istedi); c\ (yukarıdaki alın­
tıda belirtilm eyen çeşitli d u ru m la r isteğinin erk en gerçekleşm esini
boşa çıkardı); c 2 (Buckingham gecikm e üzerine sabırsızlığa düştü);
c3 (Buckingham am acına In fan ta’yı Ispanya’dan getirerek ulaşmaya
karar verdi); C4 (Charles ile birlikte Ispanya’ya gitm ek için I. Jam es’ın
onayını elde e tti); C5 (Buckingham Charles ile birlikte Fransa’ya geçti);
ce (Fransa boyunca Ispanya’ya doğru Charles ile birlikte at sürdü); c7
(Charles İn g iltere’de Katoliklere davranışı ilgilendiren sözler v erd i);
C 7 ' (İspanya Palatinate’den çıkmayı kabul etm edi); C 7 " (Buckingham

davranışında so rg u lan ab ilir serb estlikler gösterd i); cs (İspanyollar


B uckingham ’a düşm anlık gösterdi); c% (Buckingham ve Charles ile
birlikte olm ak üzere belli b ir sayıda İngiliz İspanya’ya geldi); cg (bu
Ingilizlerin davranışı İspanyolları daha da düşm anca tutum a sürükle­
di); cıo (bu Ingilizler İspanyollardan ve Charles ve Infanta arasındaki
evlilik tasarından n efret etm eye başladı); cu (Buckingham İspanyol­
ların düşm anca tutum larından ve bu n efretten h ab e rd a r edildi); c 12

“ G eorge M. Trevelyan, England under the Stuarts, New York ve L ondra, 1906, ss.
128-29.
(Buckingham evliliğin istenebilirliği konusundaki görüşünü değiştirdi
ve tasarın karşısına g eçti).
Şimdi, Trevelyan’ın açıklamasının yapısını karakterize etm ek için bir
ön hazırlık olarak, bu anlatısal açıklam adan çıkardığımız on iki m ad­
deden kim ilerinin nasıl ilişkili olduğunu (ya da olam adığım ) belirtik
kılalım. İlk olarak, co ve c 12 (kendisi için bir açıklama önerilen eylem)
arasında İkincinin birincinin “karşıtı” olm asından başka hiçbir bağıntı
bulunm uyor görünür, coverildiğinde, ci2 ’nin büyük olasılıkla yer alacağı
vargısını çıkarmamıza izin verecek usauygun bir genellem e düşünm ek
güçtür; ve h er durum da böyle bilinen bir genellem e yoktur. Buna kar­
şın, uslamlam a u ğ ru n a Trevelyan’ın anlatısının olgusal olarak sağlam
olduğunu kabul edersek, açıklaması niçin önceki d u ru m dan sonraki
d u rum a geçişin yer aldığını gösterir. B unu gösterm ede co ve c 12 ara­
sına bir dizi olayı yerleştirerek ve böylelikle b ir dizideki başlangıç ve
son durum lar arasındaki zamansal boşluğu “doldurarak” başarılı oldu.
Problem bu ek öğelerin açıklamaya getirilmesinin Buckingham’ın tutu­
m undaki değişimin açıklanm asına hangi yolda katkıda bulunduğunu
belirlemektir.
ikinci olarak, co’dan cı’in olabilirliğini çıkarsamamızı sağlayacak hiç­
bir genellem e yoktur. Tersine, Trevelyan’ın açıklamasında kapsanan bil­
giler temelinde, c 1 ancak co’a bütünüyle dışsal bir olay olarak görülebilir
ve salt bir kaba olgu olarak kabul edilm elidir— co gibi açıklanmamış bir
başlangıç koşulu olarak, üstelik varoluşa co’dan daha sonra gelmesine
karşın. A nlatıda sözü edilen başka olaylardan kimileri, örneğin yuka­
rıdaki dizide o n u önceleyen olaylar ile ilişkisi içindeki cı üzerine de
benzer bir gözlem yapılabilir.
Ama üçüncü olarak, b ir kez co ve c\ verildiğinde, eğer genel olarak
insanların tasarlarının hoşlanm adıkları kişiler tarafından yineleyerek
boşa çıkarıldığına inandıkları zaman dayançsız oldukları biçim indeki
sağlam sayıltıyı (onu gelecekteki gönderm e için ‘ Foı,2’ ile belirtelim )
kabul edersek, C2’nin de yer alacağını beklem ek için güvenilir zemi­
nimiz vardır. Buna göre, c%için açıklama verebiliriz. Dahası, C2 koşulu
c ı’in varoluşu boyunca bulunm ayı sü rd ü rd ü ğ ü için, iki koşul ‘ 7 oı,2 ’
için eşzam anlı olarak varolan başlangıç koşulları olarak görülebilir,
öyle ki açıklam a d ah a şim diden kendisi ile tanışık olduğum uz olası­
lıklı yapıyı taşır. Yukarıdaki ardışıklıkta başka olaylar için andırım lı
açıklam alar verilebilir—bir kez onlar için ardışık olarak gerçekleşen
zorunlu koşulların yer aldığı kabul edilir edilmez, ve eğer o koşulları
ve olayları ilgilendiren kabul edilebilir genellem eler elde bulunuyor­
sa. Özel olarak, eğer hem Cn’in d ah a şim diden yer aldığını hem de
insanların c n ’de b u lu n an tü rd e koşullara karşılıkları üzerine iyi-ku-
rulm uş bir F n ,i 2 genellem esinin o lduğunu varsayarsak, C12 bu tarzda
açıklanabilir— ö rn eğ in , in sanların ço ğ u n u n , k en d ilerin in ve kendi
tü rle rin in yabancı b ir küm e tarafın d an sevilm ediğine inanarak, ve
ayrıca kendi tü rlerin in üyelerinin o hoşlanm am aya karşı duydukları
nefreti de duyumsayarak, kendilerinin o kümeye karşı güçlü düşm an­
lık tutum ları geliştirdikleri genellem esi.
Son olarak, belirtmek gerek ki Trevelyan’ın açıklamasının co ve £12 ara­
sına yerleştirdiği olayların sayısı eşit ölçüde azaltılabilir ve arttırılabilir.
Bu sayının ne kadar büyük olacağı çeşidi noktalar üzerine, başkalan ara­
sında, bir tarihçinin belki de sanatçılık nedenleri uğruna ya da yalnızca
“en önem li” olandan söz etmeyi istediği için öyküsüne katmayı uygun
bulduğu ayrıntıların miktarı üzerine bağlıdır; geçmiş konusunda edim­
sel olarak elinin altında olan bilgiler üzerine; araştırm asının alanı ve
onu yerine getirm ede benim sediği çözüm lem e düzlem i üzerine; araya
sokulan olayları açıklamak için varsaydığı örtük genellem eler üzerine;
ve irdelem ekte olduğu olaylar arasında geçerli o lduğunu savunduğu
kimi sözde bağım lılık ilişkilerini in andırıcı gösterm ek için gereken
kanıtı anlayışı üzerine. Kimi yazarlar yalnızca insan tarih in d e değil,
am a h er araştırm a alanında tikel olayların doyurucu açıklamaları için
uygun modelin “sürekli bir olaylar dizisi” olduğunu ileri sürmüşlerdir .12
Bununla birlikte, eğer ne olursa olsun olayların zamansal olarak düzen­
lenmiş bir dizisinden söz edilecekse, onların ancak sonlu bir sayısından
söz edilebilir; ve sonuçta, “sürekli dizi” m odelini, ister insan tarihinde
isterse başka herhangi bir yerde olun, hiçbir edimsel açıklama ömeklen-
diremez. Buna karşın d oğrudur ki, şimdi irdelediğim iz tipten tarihsel
açıklamalarda, tarihçiler olayları açıklamalarındaki zamansal boşlukları
araya başka olayları yerleştirerek “d oldurm a” girişim inde bulunurlar.
Ama bu olgu, zaman zaman ileri sürüldüğü gibi, böyle tarihsel açıkla­
maların belirttiğimiz tarzda genel sayıltılan bir yana attığını göstermez.
Tersine, olgu tarihçilerin genel sayıltılan kullanılm alan ile bütünüyle
uyumludur; ve tam şimdi tarihçilerin böyle araya yerleştirme girişimleri­
ne başvurma nedenlerinin bir bölüm ünü ve aynca araya yerleştirdikleri
olayların seçimini denetleyen kimi noktaları toparladık.
Şimdi Trevelyan’ın niçin 1623 sonbaharında B uckingham ’ın Prens
Charles’m Infanta ile evliliğine karşı çıktığını açıklamasının mantıksal
yapısını karakterize edelim. Açıklaması genellikle tikel bir olayın ya da
işlerin durum unun “türeyişsel açıklaması” denilen şeyin bir örneğidir—
Bölüm 2’de değinilen ve yalnızca insan tarihinde değil ama yaşambilim-
de (soygelişimsel çözüm lem elerde), tarihsel yerbilimde, ve doğal bilim­
lerin başka dallannda sık görülen bir açıklama tipi. Öyleyse Trevelyan’ın
anlatısına özel gönderm e olmaksızın, ama o örneği tartışmada getirilen
notasyonun hafifçe değiştirilmesi ile, türeyişsel açıklam aların kalıbını
genel terim lerde form üle edeceğiz.
T zam anında yer alan tikel b ir c, olay ya da d u ru m u n türeyişsel bir
açıklaması c(’yi başlangıç terim leri c<’den önce varolan bir co olayının
l2William Dray, Laws and Explanation in History, NevvYork, 1957, Chap. 3, esp. pp.
66-72,79-81.
ya da d u ru m u n u n yer alması olan b ir olaylar dizisinin sonucu olarak
gösterir .13 Buna göre, açıklama bir co, cı, , c*, e*', cı,", ■■■,
Cı olaylar dizisine gönderm e içerir. Bu olaylardan kimileri varoluşa az
çok eşzamanlı olarak gelebilir (bunlar aynı alt-simgeler am a ayrı üst-
simgeler ile belirtilir) ve çakışan süreler taşıyabilir; am a çoğu varoluşa
ayrı zam anlarda gelmiştir. Dahası, bir olayın değinilm ek üzere dizide
bu lunm asının n ed en i yalnızca dizide d ah a sonra yer alan bir olayın
gerçekleşmesi için vazgeçilmez bir koşul olmasıdır.
Tikel bir olay için bir türeyişsel açıklamanın mantıksal yapısı öyleyse
şöyle karakterize edilebilir: (a) öncülleri Cve Ggibi iki sınıftan birine
ya da ötekine aittir. C ’deki h er bir £ ; bildirim i biçim de tekildir, ve c,
olayının (ya da “koşul”u n u n ) yer aldığını ileri sürer. G ’deki bildirim ­
lere türeyişsel açıklamalarda seyrek olarak belirtik formülasyon verilme­
sine karşın, bunlar biçim de geneldir ve sağın olarak evrensel olmaktan
çok genellikle istatistikseldir (ya da yan-istatistiksel). Bu genellem eler
Ci olaylarının çeşitli özellikleri arasında bağımlılık ilişkileri ileri sürer;
örneğin, Y,hk genellem esi belli bakım lardan a ve c, ’ye andınm lı olay-
lan n çoğunlukla c*’ye andınm lı olaylar tarafından izlendiğini bildire­
bilir. (b) Ö rneksel bildirim ler (e.d. C’dekiler) iki Cı ve Cı alt-sınıfına
düşer. C ı’deki h er bildirim için ya olasılıklı ya da (daha seyrek olarak)
tüm dengelim li olan bir açıklama verilebilir ki, b u n u n kimi öncülleri
C ’ye ve başkalan G ye aittir, şu anlayış ile ki bir B, örneksel bildirimi bir
açıklamada ne Ci için ne de c;’den erken herhangi bir olay için bir öncül­
dür. Bi örneksel bildirim i (ki kendisi için türeyişsel açıklama önerilen
olayın yer aldığını ileri sürer) açıktır ki C ı’e ait olmalıdır, çünkü yoksa
d türeyişsel olarak açıklanmayacaktır. Ö te yandan, C2 alt-sınıfı C’nin
C ı’e ait olmayan ve öyleyse C ı’dekilerin açıklandığı yolda açıklanama­
yan tüm bildirim lerini kapsar. Buna göre, C2’deki bildirim ler türeyişsel
açıklamada yalnızca veriler olarak kabul edilmesi gereken başlangıç ko­
şullarını form üle eden bildirim lerdir. C 2 en az bir bildirimi, yani Bo'i
kapsamalıdır, ve genel olarak daha çoğunu kapsayacaktır. G erçekten
de, C 2’deki başlangıç koşullanm n bildirim lerinin sayıca yüksek olması,
belirledikleri koşulların tü m ü n ü n varoluşa eşzamanlı olarak gelmesi,
ve çoğunlukla o koşulların yer alm alarından önce bildirilememesi türe­
yişsel açıklamaların ayırdedici bir özelliğidir.
Kısaca, tikel bir olayın bir türeyişsel açıklaması genel olarak bir ola­
sılıklı açıklam alar ardışıklığına çözüm lenebilirdir; bunların örneksel
öncülleri öyle olaylara gönderm ede b u lu n u r ki, b unlar aynı zam anda
olm aktan çok ayrı zam anlarda yer alır, ve en iyisinden o öncüllerin

13Dizinin başlangıç terimi olarak geçmişteki başka bir olayı değil de co’ı seçm enin
nedenleri genellikle karışıktır. Bunlar araştırma altındaki konu, benim senen çözümle­
me düzlemi, açıklamanın sunulacağı dinleyicinin daha şim diden elinde olan bilgiler,
ya da giderek açıklamaya başlam ak için elverişli bir yer için gereksinim gibi şeyler
üzerine dayanabilirler.
açıklamaya yardım ettiği olaylar için yeterli koşulların tam bir tümleyicisi
olm aktan çok yalnızca zorunlu koşulların bir bölüm üdür.

3. Son olarak yeni bir toplum sal kurum un doğuşu, verili bir ülkede
bildirilen bir dönem sırasındaki nüfus artışı, ya da tikel bir savaşın pat­
lak vermesi gibi birçok insanın eylem inden oluşan toplak olayların/
aggregative events açıklamalarına dönüyoruz. Bu türden olaylar, özellikle
büyük sayılarda insanı ilgilendirdiği ya da dikkate değer bir zamansal
yayılma gösterdiği zaman, genellikle bilinçli bir tasarın ya da uyumlu
eylemin sonucu değildir; ve sık sık giderek onlara katılan herhangi bir
bireyin tasarladığı görünürde-erekler de değildir. Sonuçta, onlar için
önerilen açıklam alar tarihçiler arasında bireysel eylemlerin açıklama­
larının old u ğ u n d an çok d ah a tartışm alıdır. Ç ünkü değişik tarihçiler
tarafından kendilerine böyle ortaklaşa olayların yüklendiği “etm enler”
ya da “toplum sal güçler” sık sık dikkate değer ayrımlar gösterir, ve bu
açıklamaların birçoğunun yetersizliği üzerine sorgulanamayacak denli
yetkin öğrenciler arasında varolmayı sü rd ü ren keskin anlaşmazlıklar
toplum sal değişim in sağlam tem ellen d irilen ve gen el olarak güve­
nilir kuram larının yokluğuna tanıklık eder. B ununla birlikte, bu tip
açıklam aların yarattığı tözsel sorunlar ile ilgilenmeyeceğiz, ne de sık
sık böyle açıklam aların tem elinde yatan sayısız “tarihsel nedensellik
kuram ları”nm (e.d. toplumsal değişimin belirleyicilerine ilişkin az çok
du ru olarak eklem lenm iş sayıltıların) herhangi birinin geçerliği ile il­
gileneceğiz. Ama yer sınırları böyle açıklam aların çeşitli örneklerinin
geniş ve ayrıntılı irdelem esini önlediği için, ki ancak böyle bir irdeleme
o kalıbın karışıklıklarına hakkını verebilir, yalnızca önde gelen özellik­
lerinin bir kaçma değinebileceğiz.
Dikkate değer bir karmaşa derecesi taşıyan bir ortaklaşa olayı yinele­
yen bir olay tipinin bir örneği olarak görerek ve sonra o tipten olaylar
üzerine bir (örtük ya da belirtik) genellem enin ışığında önceden varo­
lan koşullara bağımlılığını sergileyerek açıklamak seyrek olarak olanak­
lıdır. Örneğin, tarihçiler Protestan Reformasyonu yalnızca genel-olarak-
reformasyonların (ya da giderek genel-olarak-dinsel-reformasyonların
daha dar sınıfının) bir durum u olarak düşünerek ve sonuçta, reformas-
yonlar belli koşullar altında yer aldığı için, ve o koşullar on altıncı yüz­
yılda Almanya’da gerçekleştiği için, Protestan Reformasyonun onların
sonucu o ld u ğ u n u ileri sü rerek açıklam a girişim inde bulunm azlar.
Çünkü ilk olarak, böyle büyük-ölçek olaylann gerektiği gibi betim lenen
çeşitli tiplerin örnekleri olarak yararlı bir biçim de sınıflandınlabileceği
sayıltısı üzerine, verili bir tipten bilinen duru m ların sayısı genellikle
oldukça küçüktür; ve, verili bir tipten olaylann yer almasının koşulları
üzerine genellem eler için kanıt kıt olduğu için, çeşitli tiplere ait olaylar
üzerine güvenilir genellem eler en iyisinden oldukça seyrektir. Ama,
ikinci olarak, verili bir büyük-ölçek ortaklaşa olay tipinin çeşitli örnek­
lerinin gerçekte yer almış olduğu biçim indeki daha öte sayıltı üzerine,
aralarında önem li ayrım ların olması zorun lu d u r; ve, giderek elde o
tip olaylar üzerine güvenilir genellem eler bulunsa bile, genellem eler
büyük olasılıkla o tipten verili bir örneğin yer almasını açıklamada çok
yararlı olmayacaktır. Ö rneğin, geçmişte politik devrim ler yineleyerek
yer almış, ve fenom en geniş olarak incelenm iştir . 14 Gerçi 1775 Ameri­
kan Devrimi, 1911 Çin Devrimi, ve 1917 Rus Devrimi tüm ünün de bu
fenom enin örnekleri olmasına karşm, yer alm a koşullarında ve gelişim
süreçlerinde önem li ayrımlar bulunur; ve ortaklaşa olayların bir sınıfı
olarak devrim ler üzerine eldeki genellem eler niçin 1917’de Rusya’da
b ir devrimin olduğunu açıklamada çok az yararlıdır.
Buna göre, “kaplayıcı yasa/covering lava ”açıklama m odeli (e.d. tikel
olayların doyurucu açıklamalarının biçim de tüm dengelim li olduğu ve
dolayısıyla bir olayın açıklaması için o olayın açıklamada bir öncül olarak
hizm et eden sağın olarak evrensel bir yasanın alma alınması gerektiği
görüşü) olarak adlandırılmaya başlayan şeyin eleştirmenleri toplak olay­
ların tarihsel açıklamalarının bu kalıbı sergilemediğini öne sürm ede hiç
kuşkusuz haklıdır .15 G erçekten de, b u önesürüm eğer böyle açıklama­
ların biçim inin açıklanacak olayın yalnızca uygun bir istatistiksel genel­
leme altına alınabileceği anlam ında giderek çoğunlukla olasılıklı bile
olm adığını ileri sürm e noktasına dek genişletilirse sağlam kalır. Buna
karşm, bu kabullenim ler kaplayıcı yasa m odelinin eleştirm enlerinin
ortaklaşa olayların açıklamalarına hiçbir genel sayıltının (belirtik ya da
örtük) girm ediği biçim indeki daha öte savlarını doğrulam az. Çünkü
eğer kabul edilen olguların bu savı doğruladığı varsayılırsa, benzer bir
uslamlama örneğin tikel bir buharlı lokomotifin davranışını açıklamak
için hiçbir fiziksel yasanın gerekm ediği vargısını kabul etmemizi gerek­
tirecektir, çünkü gerçekte belirli olarak buharlı lokomotifler üzerine olan
ve belirtilen lokom otifi tekil bir birim olarak altına alabilecek hiçbir
fiziksel yasa yoktur. Ama bu vargı açıkça yanlış olacaktır. Bir lokomotifin
davranışını açıklamak için, lokom otif az çok bileşen parçaların (örneğin
yanma odası, b u h ar kazanı, çekiş tekerlekleri, ön fen er vb.) tümleşik
bir dizgesi olarak kabul edilm elidir ki, bun u n çeşitli işlemleri ancak bile­
şenler yoluyla sergilenen belli fiziksel fenom enlere ilişkin çeşitli yasaların
(örneğin çeşitli m ekanik, term odinam ik, optik vb. yasaların) terim le­
rinde açıklanabilir, öyle ki b ü tü n dizgenin karakteristikleri (örneğin
çekiş kuvveti, devimin hızı, işlemin etkerliği vb.) so nunda parçaların
kimileri arasındaki etkileşimlerin ürünleri olarak sergilenebilir.
G erçekten de, tarihçiler dikkate değer karmaşa ile dam galanan bir
toplak olayı bütünüyle andınm lı bir yolda açıklarlar. Böyle bir olayı tekil
HBkz. Alfred Meusel, “Revolution and Counter-Revolution,” in Encyclopedia of the
Social Sciences, New York, 1934, Vol. 13, pp. 367-75; ve Crane Brinton, The Anatomy of
Revolution, Rev. ed., NewYork, 1952.
15William Dray, aynı yer, Chap. 2.
bir bütün olarak ele alamazlar, am a ilkin onu bir dizi bileşen “parçaya ”
ya da “yana ” çözümlemelidirler. Çözümleme sık sık kapsayıcı olayın belli
“global” karakteristiklerini yine o çözüm lem enin belirlemeye çalıştığı
bileşenlerin tikel bileşim inin sonucu olarak sergileyebilmek için üst­
lenilir. B ununla birlikte, tarihçinin görevinin birincil hedefi niçin o
bileşenlerin edimsel olarak bulu n d u ğ u n u gösterm ektir; ve tarihçi bu
am aca ancak o bileşenlerin büyük olasılıkla yer almasını sağlayan ko­
şulların kimilerini ilgilendiren (çoğunlukla örtük) genel sayıltıların ışı­
ğında ulaşabilir. Gerçekte, ortaklaşa bir olayın çözümlemesi bile büyük
ölçüde böyle genel sayıltılar yoluyla deneüenir. Herşeyden önce, olayın
kendisinin sınırlarının çizilmesi—o nu betim lem ek ve böylelikle ayrıca
o nu büyük ölçüde gelişimine yol açmış daha erken olgu durum ları ile
karşıtlık içine getirm ek için şu değil de bu özelliklerin seçilmesi, ve var­
sayılan başlangıçlarını saptam ak için tikel bir zam anın ya da durum un
kabul edilmesi—bir ölçüde tarihçinin “tem el” değişkenlere ilişkin genel
anlayışı üzerine dayanır (olay bu değişkenlerin terim lerinde anlaşıla­
caktır) . ikinci olarak, bir tarihçinin bir olayda o n u n yer almasını parça
parça açıklamaya çalışırken ayırdettiği bileşenler genellikle “en önem li”
belirleyici koşullan o n u n norm al olarak o bileşenler üzerine varsaydı­
ğı genellem eler yoluyla belirlenen bileşenlerdir, öyle ki bu belirleyici
etm enler sık sık araştırm akta olduğu ortaklaşa olaya önsel olarak ya da
o n unla eşzamanlı olarak yer alan olayların edimsel bir şekillenişinde
keşfetmeye çalıştığı belirleyici etm enlerdir. Kısaca, bir tü rd en genel­
lem eler bireysel eylem lerin açıklam alarında olduğu gibi özsel olarak
toplak olayların açıklam alarının öncüllerinde de görünür.
Bir ortaklaşa olayın kavramsal olarak yönetilebilir “parçalara” ya da
“yanlara” dağılm asının özgül tarzı böylece olayın ve o n d a bu lu n an
durum lann büyüklüğü ile olduğu gibi bir tarihçinin incelemesine getir­
diği ön-düşünceler ile birlikte de değişir. Buna karşın, bileşenlere çözüm­
lenen olaylar için açıklamalann iki geniş sınıfını ayırdetmek elverişlidir:
“Beklenmedik” başlangıçlan olduğu kabul edilen olaylan ele alanlar—ör­
neğin Protestan Reformasyon, Amerikan İç Savaşı, ya da Alman Weimar
Cumhuriyetinin düşüşü; ve keskin olarak tanımlanabilir sınırlan olmadığı
am a işlerin önceki durum lan ile “sürekli” olduklan kabul edilen olaylar
ile ilgili olanlar—örneğin Avrupa’nın feodalleşmesi, m odern kapitaliz­
min gelişimi, ya da işleyim Devrimi. Bununla birlikte, yalnızca ilk türden
açıklamalan tartışmak amaçlanmız için yeterli olacaktır.
Bu türden açıklamalarda tarihçiler sık sık bir olayın “dolaysız” (ya da
“başlatıcı”) nedeni ve “altta-yatan” (ya da “tem el”) nedenleri arasında
aynm yaparlar. Dolaysız bir neden ortaklaşa bir olayı başlatan genellikle
göreli olarak kısa süreli bir olaydır; bu bir “doğal olay” olabilir (örneğin
dehşet yaratan bir yer sarsıntısı), bir bireysel eylem (bir suikastçinin edi­
mi) , ya da ortaklaşa bir olay (askeri bir yenilgi) olabilir. Tarihçilerin sık sık
gönderm e yaptıklan altta-yatan nedenler çoğunlukla, ve açıkça eğretile-
meli terimlerde, “toplumsal güçler” olarak belirtilir ve göreli olarak uzun
süren eylem kiplerinden olduğu gibi çeşidi anonim birey kümeleri yoluy­
la sergilenen daha az norm al davranış biçim lerinden de oluşur. Tarihsel
açıklamalarda sık sık değinilen toplumsal güçler şunlardır: Politik yapı­
ların dayattığı kısıtlamalar, ekonom ik çıkarların ve kurum lann nüfuzu,
örgütlü dinlerin uyguladığı denetimler, askeri etkinlik ve kuruluşlardan
kaynaklanan zorlamalar, ve çeşidi inanç, düşünce ve özlemlerin onlan
taşıyanların tutum ve etkinliklerinden sergilenen işleyişi.
Bu tü rd e n açık lam aların tipik b ir ö rn e ğ in i kısaca inceleyelim .
W eim ar C u m h u riy e tin in d ü şü şü n ü açık lam asın d a İngiliz ta rih ç i
B arraclough bir yandan b irb irin d en ayrılan özlem lerinin terim lerin­
de tanım lan an çeşitli toplum sal sınıfların o olayda belirleyici roller
oynadığını bulur: Prusya toprak soyluluğunun id eallerine adanm ış
askeri subaylar sınıfı ve Ju n k erler; işleyim ve fınans devleri tarafından
temsil edilen ekonom ik gruplar; toplum cu hedefler tarafından esin­
lend irilen işleyim işçileri; tecim cilerin ve beyaz-yakalı işçilerin orta
sınıfları, ve geleneksel olarak kazanılm ış politik ve dinsel tutu m lar
yoluyla örgütlü em ekten ayrılan köylüler; ve Alman işleyim ve fınans
sınıflarının utkulu Bağlaşık ülkelerde içeride olduğu gibi dışarıda da
toplum culuğa karşı çıkan benzerleri.
B arraclough b u g ru p la rın W eim ar C u m h u riy etin in çöküşünden
önce varolduğu biçimiyle küm elenişlerini betim ler ve kimi durum larda
b u nun için n edenleri geriye Otuz Yıl Savaşına dek götürür; am a açık­
lamasının d o ğrudan ilgili bölüm ü I. Dünya Savaşının bitişi ile başlar.
O na göre, Weimar Cumhuriyetinin en son yazgısının söz konusu olduğu
düzeye dek, “zarlar 1919 gibi erken b ir tarihte atılm ıştı,” çünkü yeni
Anayasa liberal politik biçim lerini ekonom ik ve politik gücün vazgeçil­
mez yeniden-dağılımı ile tamamlamıştı. Böylece, Reichsrvehr’in savaşta
yenilmesine karşın, temsil ettiği sınıf Alman politikasında denetleyici
bir rol oynamayı sü rd ü rd ü , üstelik yeni düzenin liberal kuram larına
açıkça düşm an olmasına karşın. Örgütlü emek Weimar Anayasasına tam
bağlılık gösterm edi çünkü o dizgenin sınırları içerisinde kendi temel
amaçlarını gerçekleştirmek için hiçbir um ut görmüyordu. Büyük işleyim
çevrelerinin gücü kırılm adan bırakıldı, ve b u n u n n ed en i bir yandan
eğer toplum cu önlem ler kabul edilecek olursa yabancıların durum a ka­
rışacaklarından duyulan korku idi. W eimar Cumhuriyeti orta-sınıfların
desteğini aldı; ama bunlar etkili bir güç uygulamadı ve sol-kanat devim­
ler ile bağlaşmak için hiçbir neden görmedi. Toplumsal güçlerin karar­
sız dengesi sonunda 1929 ekonom ik bunalım ı tarafından bozuldu. Yedi
yıl önce yer alan enflasyon nedeniyle d ah a şim diden yoksullaştırılan
orta sınıflar Weimar Cum huriyetine güvenlerini yitirdiler ve yazgılarım
iyileştirmek için Nasyonal Sosyalizme döndüler. Ama ordu, Ju nkerler
ve işleyimciler de, Bağlaşık ülkelerdeki benzerleri tarafından uygun bu­
lunacağına güvenerek, H itler’de Almanya’da Ortaklaşacılık gözdağmı
kesin olarak o rtadan kaldırm ak için bir fırsat görd ü ler ve H itler ara­
cılığıyla kendi karşıtlıksız egem enliklerini kurm a u m u duna düştüler.
Barraclough’un vargısına göre H itler’in erke yükselmesi “orduyu temsil
eden H in d en b u rg ’un, aristokrasiyi temsil eden P e p e n ’in, basın kralı
H ugenberg’in, ve R uhr işleyimcilerini temsil eden Thyssen’in işi idi.”16
Bu örneği göz önünde aldığımızda, bu açıklama tipinin kalıbı şematik
olarak şöyle temsil edilebilir: O, başlangıcı bir t zam anında saptanan
bir ortaklaşa olay olsun; ve varsayalım ki Ot çözümlendiği zaman bir /,
tarzında etkileşim içinde olan b ir G ı, G2, . . . , G ,. . . , G„ toplum sal
güçler küm esini bileşenler olarak taşıdığı bulunsun. Daha öte varsaya­
lım ki çözümleme o güçlerin t ’den kısa bir süre önce bir s zam anında İ s
tarzında (ki bir “denge” d u ru m u olarak belirteceğiz) ilişkili olduğunu
açığa çıkarsın. Niçin O /in yer aldığını açıklama görevinin, genellikle
tasarlandığı gibi, böylece iki bölüm ü vardır: Niçin güçlerin kümelenişi
//d e n /,’ye değişti? Ve niçin o güçler s zam anında İs kümelenişi içinde
idi? İlk soru genellikle t zam anında Gi bileşen güçlerinin biri ya da daha
çoğu üzerinde etkide bulanan ve böylelikle İs dengesini bozan bir başla-
tıcı ot olayının yer almasının terim lerinde yanıtlanır.17 B ununla birlikte,
leG. Barraclough, The Origins of Modem Germany, NevvYork, 1957, s. 450.
17Kimi tarihçiler başlatıcı olayların rolünü bir enaza indirgem e eğilimindedir. Ör­
neğin yakınlardaki bir yazara göre, “... ‘dolaysız n e d en ’ gerçekte bir neden değildir;
bir olaylar, eğilimler, nüfuzlar ve güçler zincirinde yalnızca bir noktadır ki, onda etki
görülür olmaya başlar. O tutuşacak b ir yığma b ir kibrit atm a ya da bir patlayıcının
üzerine bir horozun düşmesi olarak hizm et eden başlatıcı olaydır. Böyle olarak daha
doyurucu bir yolda ‘n e d e n le r’ olarak betim lenebilecek ön koşullara doğru uygun
bir yönlendiricidir. Daha doyurucu araştırm a çizgisi ‘Eğer bu ‘raslantı’ yer almamış
olsaydı ne olurdu?’ değildir. Dahaçok şudur: ‘Durum nasıl böyle bir şekle girdi?’ Bir
mesajın geç ulaşması ya da bir geçit töreninde yanlış bir dönüşün yapılması [bura­
da gönderm eler sırasıyla XVI. Louis’nin Ulusal Meclisi 20 H aziran 1789’da hiçbir
toplantının yapılmayacak olması konusunda bilgilendirm ede gecikmesine, ve Franz
F e rd in an d ’m şoförünün Saraybosna’da yanlış bir dönüş yapm asınadır] bir dünya
devrimine ya da bir dünya savaşına götürebilir? O çizgi izlendiği zaman, ‘ne olabilirdi?’
sorusuna yanıt genellikle kolaylaşır; eğer şimdi bu raslantı olmasaydı, daha sonra bir
başkası aynı etkiyi yaratırdı, çünkü belirleyici eğilimler, nüfuzlar ve etm enler henüz
işlemeyi sürdürüyordu....”— Louis Gottschalk, UndentandingHistory, Ne\v York, 1950,
pp. 210-11. Gerçi bu görüş geçmişi yalnızca başlatıcı olayların terim lerinde açıklama
girişim ine bir tepki olarak anlaşılabilir olsa da, gerçekte k u ru n u n yanında yaşı da
yakar. Eğer t zam anında bir o başlaücı olayı yer almadıkça O olayının t zam anında yer
almayacak olduğu varsayılırsa, o ’n u n yokluğunda O olayının t zam anında gene de
yer alacak olduğunu ileri sürm ek açıkça saçmadır. Hiç kuşkusuz eğer O t zam anında
yer almamış olsaydı, bir başka zam anda yer alabilirdi; ama o olmaksızın “henüz işle­
m ekte olan” koşullar O ’yu üretm ek için yeterli olm adığına göre, o zaman O ’nun bir
başka zam anda yer alması için bir başka başlatıcı o ' olayının yer alması gerekir—ve
hiç birinin olmaması bütünüyle olanaklıdır. Eğer alıntılanan sav sağlam olsaydı, bir
bireyin yanan kibriti tutuşabilir bir yığına atmasını önlem ek budalalık olurdu, çünkü
sava temel olan uslamlamaya göre bir tutuşm a h e r nasılsa yer alacaktır. Yazarın görü­
nürde göz önünde tuttuğu şey olayların “daha önem li” ve “daha az önemli" nedenleri
arasındaki bir ayrımdır, ve bu ayrımı bu bölüm ün sonraki kesiminde ele alacağız.
açığa çıkacaktır ki b u yanıt ot gibi olayların G, toplum sal güçlerinin
altına alınan durum lara benzer durum lar üzerinde olabilecek etkilerine
ilişkin kimi genellem eleri sorgusuzca alır. Ö rneğin, Barraclough’a göre,
1929 ekonom ik bunalım ı Alman orta sınıflarının W eimar Cumhuriye­
tine bağlılığını yok etti. Bu savın altında yatan ö rtü k sayıltı kendileri­
n in n ed en olm adığı am a b ir toplum sal dizgenin işleyişine yüklenen
ekonom ik yıkımlar tarafından ezildiklerinde, insanların çoğunlukla o
dizgeden eğer özellikle işlerin erken düzelmesi konusunda bir beklenti
yaratmıyorsa hoşnutsuz oldukları düşüncesi olarak görünür. O /n in yer
almasını açıklama görevinin ikinci bölüm ü toplumsal güçlerin h er biri­
nin geçmişteki erken bir evreden s zamanındaki durum una dek gelişimi
için bir açıklam anın verilmesini gerektirir. Böyle açıklamalar genellik­
le görevin ilk b ö lü m ü n ü tam am lam ak için gereken adım lara benzer
çeşitli adım ları kapsar, ama, bu karışıklığa karşın, bu açıklam alardan
h e r biri bir türeyişsel açıklama biçim ini taşır. Kısaca, toplak olayların
açıklamaları kalıpları olasılıklı ve türeyişsel açıklamaların kalıplan olan
alt-güdümlü açıklama çizgilerinden oluşur.
Ö nem li ölçüde karmaşık olan ortaklaşa olaylar böylece çoğunlukla
tekil birim ler olarak onları genellem elerde görü n en soyut kavramla­
rın altına alarak açıklanmaz. Sonuçta, sık sık yalnızca böyle olayların
(özellikle insan tarihinde) tarihsel açıklam alarının mantıksal kalıpta
genelleştirici bilim lerdeki açıklam alardan ayn olmakla kalmadığı, ama
aynca insan tarihinde kullanılan kavramların kendilerinin genelleştirici
bilimlerdeki “genel kavramların” yapısından kökten ayrı bir mantıksal
yapı taşıdığı ileri sürülür. Özel olarak, genel kavramlar terim lerin uzam-
lannın /extension içerim leri/intension ile evrik olarak değiştiğini anlatan
tanıdık mantıksal ilkeye uygun düşer. Ö rneğin, ‘dirim li örgenlikler,’
‘hayvan’ ve ‘insan’ gibi genel terim ler azalan uzam sırasına göre düzen­
lenir, öyle ki bir terim ile belirtilen şeylerin sınıfı o nu izleyen bir terim
ile belirtilen sınıfı kapsar; am a bu terim lerin içerim leri artar, öyle ki
bir terim yoluyla im lenen yüklemler bir önceki terim yoluyla im lenen
yüklemleri kapsar; böylece, insanlar sınıfı hayvanlar sınıfında kapsanıyor
olsa da, ‘hayvan’ terim inin tanımlayıcı yüklemleri ‘insan’ın tanımlayıcı
yüklemlerinin yalnızca bir bölüm üdür. Ö te yandan, bu ilkenin tarihsel
incelem ede kullanılan “bireysel kavramlar” tarafından doyurulmadığı
ileri sürülür, çünkü böyle bir terim yoluyla belirtilen olay daha kapsayıcı
oldukça, anlam ı da o denli “daha varsıl” ve “daha tam ” olur. Böylece
‘Fransız Aydınlanması’ terim inin ‘Voltaire’in yaşamı’ terim inden daha
geniş bir uzam ının, am a ayrıca daha tam bir içerim inin olduğu söylen­
miştir.18
B ununla birlikte, bu savlardan hiç biri yoklamaya dayanamaz. Daha
önce belirttiğim iz gibi, ö rn eğ in özdevim li d ü zen ek ler ile ilgilenen
'"H einrich Rickert, Die Grenzen der natunuissenschafilichen Begriffsbildung, 4 ’üncü
yayım, Tübingen, 1921, ss. 294-95.
m ühendislik bilimleri gibi uygulamalı doğal bilim ler genellikle karma­
şık dizgelerin işlem lerini ilkin böyle dizgeleri bileşenlere çözümleye­
rek açıklar, öyle ki bu açıklam aların kalıbı karm aşık ortaklaşa olaylar
için getirilen birçok tarihsel açıklam anın kalıbına bütünüyle benze­
mez değildir. Dahası, (eğer yalnızca iki kuram sal bilim e değinirsek)
fiziksel kozm ogonide ve evrimsel yaşambilimde açıklam alar bir ölçüde
karakterde türeyişsel oldukları için, bu açıklamaların bütününde alman
yapıları tartışm akta olduğum uz tarihsel açıklamaların kalıbından ayır-
dedilebilir değildir. Buna göre, gerçi bu kalıp tarihte başka araştırm a
dallarında olduğundan daha sık yer alabilse de, genelleştirici bilimlere
tam yabancı değildir.
Ama h er ne olursa olsun, uzam ın içerim ile evrik değişim inin ilkesi­
nin tarihsel incelem enin “bireysel kavram ları” için geçerli olm adığını
ileri sürm enin yanlışlığı kolayca gösterilebilir. Ç ünkü sav bütünüyle
ayrı iki ilişkiyi karıştırır: İki terim in uzam ları arasındaki içerme ilişkisini
ve bir terim in b ir örneği ve o örn eğ in bir bileşeni arasındaki bütün-
parça ilişkisini. Böylece ‘k a rb ü ra tö r’ terim inin uzamı ‘taşıt’ terim inin
uzam ında içerilm ez (çünkü k arb ü ratö rler taşıtlar değildir), gerçi bir
k a rb ü ra tö r b ir taşıt olan b ir o to m o b ilin b ir parçası (ve sonuçta ‘ta­
şıt’ terim inin uzam ının bir örneğinin bir parçası) olabilse de; ve, gerçi
‘taşıt’ terim i ‘k arb ü ratö r’ terim inden “daha varsıl bir anlam ” taşıyabil-
se de, bu d ah a büyük varsıllık yukarıdaki m antıksal ilkeyi çiğnemez.
B enzer olarak, ‘V oltaire’in yaşam ı’ terim in in uzam ı ‘Fransız Aydın­
lanm ası’ terim inin uzam ında kapsanm az, ve bu V oltair’in yaşamının
Fransız Aydınlanmasının parçası olması olgusuna karşın böyledir (öyle
ki ‘Fransız A ydınlanm ası’ terim i anlam d a hiç kuşkusuz ‘V oltaire’in
yaşam ı’ terim in d en “d ah a varsıl”dır). Buna göre, tartışm a altındaki
m antıksal ilke h iç b ir biçim de b u terim lere u y g ulanabilir değildir,
tıpkı ‘k a rb ü ratö r’ ve ‘taşıt’ gibi terim lere de uygulanabilir olmaması
gibi; ve sonuçta terim lerin h e r iki çifti de ilkeye olanaklı bir kuraldışı
sayılamaz. Kısaca, insan geçmişi üzerine tarihsel araştırm anın ya açık­
lam alarının mantıksal kalıpları ya da kavram larının mantıksal yapıları
açısından genelleştirici doğal ya da tarihsel bilim lerden kökten ayrıl­
dığı savı için hiçbir tem el yok görünür.

III. Tarihsel Araştırmada Yineleyen Sorunlar


Bununla birlikte, tarihsel açıklamaların saltık olarak benzersiz manüksal
özellikleri olmasa bile, ve giderek tarihin yöntembilimsel problem leri­
nin başka araştırm a dallarında koşutları olsa bile, bu p roblem lerden
kim ileri geçmiş insan olaylarının güvenilir açıklam aları için arayışta
özellikle iveğen olan güçlükler ve anlaşmazlıklar yaratır. Bu yineleyen
üç problem i yoklayacağız: Tarihsel araştırm anın seçici karakterinin
tarihsel nesnelliği başarm ak için önemi; nedensel etm enler ile göreli
önem dereceleri atam ak için gerekçe; ve geçmişe ilişkin olguya-aykırı
yargıların rolü ve temeli.

1. Tarihte araştırm anın başka bilim alanlarında olduğu gibi araştır­


m anın som ut içeriğini seçmesi ve o nu soyutlaması, ve bir tarihsel söy­
lem in ne denli ayrıntılı olursa olsun hiçbir zaman edimsel olarak yer
almış olan şeylerin eksiksiz bir açıklaması olmaması kendiliğinden açık
noktalardır. Yeterince tuhaftır ki, doğa bilimcilerin kendi inceleme dal­
larında tarihsel araştırm anın bu açık özelliklerine koşutlar tarafından
seyrek olarak heyecanlandırılm ış olm alarına karşın, tarihsel araştırm a­
nın seçici karakteri bir yandan tarihçilerin sık sık başka disiplinler ve
insan geçm işinin incelem esi arasına getirdikleri zıtlık için verdikleri
büyük bir neden, ve öte yandan içlerinden birçoğunun “nesnel” tarihsel
açıklam alar elde etm e olanağı k o n u su n d a ileri sü rdüğü kuşkuculuk
için başlıca destek olmayı sürdürm ektedir. Bu kuşkucu savların yarat­
tığı sorunların çoğunu değerden özgür bir toplumsal bilime engelleri
tartışırken (Bölüm 13’te) daha önce toparladık. Şimdi aynı zemini ta­
rayacağız ve sağlam tem ellendirilm iş açıklam alar k urm anın yolunda
birincil olarak tarihsel araştırm a ile bağıntı içinde alıntılanan kimi ileri
sürülen güçlükleri kısaca yoklayacağız.

a. Tarihçiler zaman zaman yer almış olanın “tam olgusallığını” sunma


ya da olmuş olan için nedensel koşulların bütünsel kümesini bildirm e
konusundaki um utsuzluğa bağlı büyük sıkıntıyı yaşarlar, çünkü bir ola­
yın tarihsel bir açıklaması onun yanlarından yalnızca bir kaçını irdeleye­
bilir ve daha önceki yanlannı izlemede bir noktada durm ak zorundadır.
Ö rneğin Charles A. B eard’e göre,
H erşeyi altına alan so ru şudur: T arih d e n ile n b u herşeyi kucaklayan b ü tü n lü k
h a kkında n e bilebiliriz? M ilyonlarca, m ilyarlarca tarihsel olgu yetkin bilginlerin
a raştırm aları ta ra fın d a n tartışm an ın ö tesin d e d oğrulanm ıştır. K ü tü p h a n e le r
o n larla d o lu p taşm a k ta d ır.... A m a tü m ilişkileri kapsayarak b u b ü tü n lü ğ ü kav­
rayabilir, o n u bilebilir, yasalarını fo rm ü le edebilir, o n u sağın b ir bilim e ya d a
h e rh a n g i b ir tü r b ilim e indirgeyebilir miyiz? E ğer insan so ru n la rın ın h e r tikel
tem ası yalnızca b ir yanı ele alıyor ve o yan başka yanlar tara fın d a n koşullandı-
nlıyorsa, bile bile dog m atik olm aya, tartışm aya keyfi sın ırla r çekm eye, ken d i
bilgim izin yalancısı olm aya k a rar verm edikçe kendim ize b u soruyu sormalıyız.

Ama insan anlığı geçm işin dikişsiz süreklisini kucaklayamayacağına


göre, Beard “b ü tünlükten ‘olayları’ ve ‘n ed en leri’ seçip çekme insan
istencinin b ir am aç u ğ ru n a insansal d eğ er ve çıkar anlayışlarından
doğan bir edim idir” der, öyle ki geçmiş b ir olayın önerilen h er açıkla­
ması bir keyfilik ve öznellik damgası taşır.19

19Bkz. The Discussion of Humarı Affairs, C. A. Beard, T he Macmillan Co., 1936, ss.
79-81; Wm. Beard ve Mrs. Miriam B. Vagts’in izni ile.
Bu önesürüm ün yarattığı soru herhangi bir geçmiş olayın bir açıklama­
sının yalnızca tarihçinin sınırlı bir problem e yönelmesi ve onu bütün geç­
mişi ele almayan araştırmalar yoluyla çözme girişiminde bulunması gibi
bir olgudan ötürü kaçınılmaz olarak çarpık ve hatalı olup olmadığıdır.
Bununla birlikte, soruya yanıtın olumlu olduğu düşüncesi herşeyi bilme­
dikçe hiçbirşeyin yetkin bilgisini taşıyamayacağımız görüşünü gerektirir;
bu tüm ilişkilerin “içselliği” biçimindeki felsefi öğretiye bir sonurgudur.20
Eğer bu öğreti sağlam olsaydı, sonlu bir anlak tarafından kurulabilecek
her tarihsel açıklamanın edimsel olarak yer almış olanın zorunlu olarak
sakatlanmış bir biçimi olarak görülmesi gerekirdi; aslında, tüm bilimin ve
tüm çözümlemeci söylemin benzer bir yolda m ahkum edilmesi gerekir­
di. Ama tüm tarihsel açıklamalann özünlü olarak keyfi ve öznel olduğu
önesürüm ü ancak bir nesnenin bilgisinin belli bir tarzda o nesne ile özdeş
olması ya da onu yeniden üretmesi gerektiği sayıl tısı üzerine anlaşılabilirdir;
ve bu sayıltı, ve aynca ona eşlik eden önesürüm , saçma olarak reddedil­
melidir. Böylece b ir haritanın temsil ettiği bölgenin çarpık bir biçimi
olarak karakterize edilmesinin anlamlı olduğu, çünkü haritanın bölge ile
çakışmadığı ya da o bölgede edimsel olarak varolabilecek h er öğeden söz
etmediği düşünülemez; tersine, ölçeğe göre çizilmiş ve hiçbirşeyi atmamış
bir “harita” hiçbir amacı olmayan bir canavarlık olurdu.
Benzer olarak, tarihsel soruşturm anın sonucu olarak bilgi yalnızca
geçmişteki herşeye ilişkin olm adığı için, ya da yalnızca soruşturm ayı
başlatmış olana ilişkin belirli soruyu yanıtladığı am a yer almış olanı
ilgilendiren başka h e r problem e yanıt vermeyi başaramadığı için yeter­
siz değildir. B ununla birlikte, tüm diskursif bilgi belirli (ve bu nedenle
sınırlı) sorulan çözme u ğruna yapılan araştırm anın ürünüdür. Öyleyse
bir tarihsel açıklam anın eğer “insanlığın uzun sürecine başlamasından
bu yana gezegen üzerinde insanlar tarafından söylenen, yapılan ve düşü­
nü len herşeyi”21 bildirm eyi başaram ıyorsa “öznel” olarak karakterize
edilmesini gerektiren şey yalnızca gerçekleşemez değil am a saçma bir
nesnellik idealidir. Buna göre, tarihsel araştırm alann geçmişin seçilen
yanlarını ele alması, ya da tarihsel açıklam aların herşeyi başka herşey
ile nedensel olarak ilişkili görmemesi biçimindeki çıplak olgular nesnel
olarak aklanmış bir insan tarihinin olanağı açısından kuşkuculuk için
inandırıcı bir ned en değildir.

b. Bu ‘kuşkucu kuşkulann’ altında yatan biraz ayn am a ilgili bir yanlış


anlam a daha vardır. Zaman zaman örtük olarak kabul edilir ki, bir olay

20Bu bir şeyin yüklem lerinin ya da ilişkilerinin (örneğin bir insan durum unda evli
olma, ya da belli bir günde cebinde beş lirası olm a) tüm başka şeylerin yüklemleri
ya da ilişkileri yoluyla m antıksal olarak zorunlu kılındığı ve b u n a göre herşeyin bir
derecede başka herşey ile ilgili olduğu öğretisidir. Ö ğretinin bir eleştirisi için, bkz.
E m estN agel, Sovereign Reason, Glencoe, 111., 1954, Chap. 15.
21Charles A. Beard, aynı yer, s. 69.
için h e r nedensel koşulun kendi n edensel koşulları olduğuna göre,
olay nedensel koşulların bütün bir gerileyici (ve kuramsal olarak sonu
gelmez) dizisindeki terim ler de açıklanm adıkça hiçbir zam an doğru
olarak açıklanmaz. Ö rneğin ileri sürülm üştür ki,
A tlan ta’d a b ir B aptist vaaz, e ğ er o n u açıklam ayı üstlenirsek, bizi geriye Protes­
ta n R eform asyon yoluyla G alilee’ye— ve çok d a h a öteye uygarlığın loş k ö k en ­
le rin e g ö tü rü r. E ğ e r d ile rse k ilişkiler çizgisi b o y u n ca h e rh a n g i b ir n o k ta d a
durabiliriz, am a b u keyfi b ir istenç e d im id ir ve so ru n d a k i gerçeklik arayışına
haksızlık yapar.22

Ama gerileyen dizide keyfi bir noktada durm akla gerçeğe karşı hak­
sızlık mı yapılmış olur? Salt C B ’nin bir nedeni olduğu için B A ’nın bir
nedeni değil midir? Bir gezegenin bildirilen bir zam andaki konum u
yerçekim i kuram ının ve d ah a önceki b ir zam anda güneş dizgesinin
başlangıç koşullarına ilişkin bilgilerin terim lerinde açıklandığı zaman,
bu başlangıç koşullarının kendileri açıklanmış olm adığı ve güneş diz­
gesinin daha da erken şekillenm elerinin sonuçlan olduğu zem ininde
açıklama doyurucu olm aktan uzak mıdır? Boyle’u n yasasını gazların
kinetik kuram ının terim lerin d e açıklam ada b u kuram ın kendisinin
açıklanm am ış olm asından ö tü rü b ir h ata mı vardır? Pisagoras teore­
m inin bir tanıtlam ası tanıtlam anın başlangıç noktası kendi paylanna
tanıtlanm ış olmayan bir sayıltılar kümesi olduğu için kuşkulu m udur?
Bunlar diluzluğu sorulandır, ve tüm üne yanıt açıkça ve h er durum da
olumsuzdur. H içbir açıklamanın onu oluşturan tüm öğeler de açıklan­
madıkça en sonunda doyurucu olm adığını sanm ak rom antik irrasyo-
nalizm felsefelerinin tem elinde yatan kanşıklığa düşm ektir—felsefeler
ki, bilimsel soruşturm a niçin hiçbirşey değil de birşey vardır sorusuna
yanıt verem ediği için diskursif insan anlağının şeylerin “gerçek” doğa­
sını keşfetme yeteneğinden um utsuzluğa düşerler.
Dahası, A tlanta’daki Baptist vaaz ile bağıntı içinde bir açıklaması ara­
nacak olan şey nedir? Bu verili bir birey verili bir zam an ve durum da
bir vaazı niçin verdiği, ya da niçin tikel bir metin ve temayı seçtiği, ya da

“ Charles A. Beard, aynı yer, s. 68. Beard’m kuramsal kuşkuculuğunun onun çalışan
bir tarihçi olarak sayısız tarihsel olay için güçlü olarak bildirilmiş açıklamalar sunm a­
sının ö n ü n e geçm em iş olması olgusunda bir ironi vardır. Am erikan İç Savaşını iki
bağdaşmaz ekonom ik dizge arasındaki savaşımın doruğu olarak kabul eden güvenilir
açıklaması iyi bilinir. Birleşik Devletler Yüksek M ahkem esinin 1857’de aldığı D red
Scott Kararının Yargıç M cLean’ın politik hırslarının ü rü n ü olduğunu ileri sürm ede
eşit ölçüde açık sözlüydü. McLean kölelik-karşıtı yargıçlardan biriydi ve başkanlık
için Cum huriyetçi adaylığı kazanma gibi bir amaçla köleliğin kısıtlanmasından yana
karşıt bir görüşü sunmayı planlıyordu. Beard soruna ilişkin açıklamasının vargısı ola­
rak şunları yazar: “Kuşkunun ötesinde, Yargıç M cLean’ın görüşlerini ne pahasına
olursa olsun yayma konusundaki ödünsüz diretmesi kölelik-yandaşı yargıçları Missouri
Uzlaşmasının geçerliğine karşı ortaya çıkmaya zorlam ada önde gelen etm enlerden
biri oldu.”— Charles A. ve Mary R. Beard, The Rise of American Civilization, New York,
1930, Vol. 2, p. 19, The Macmillan Company.
niçin o durum un doğduğu, ya da niçin Baptistlerin Atlanta’da çoğaldık­
ları, ya da niçin Baptistlerin bir Protestan m ezhep olarak geliştikleri, ya
da niçin Protestan Reformasyonun olduğu, ya da niçin uygar yaşamın
ortaya çıktığı mıdır? Bunlar tüm ü de ayrı sorulardır; ve h er birine yeterli
bir yanıt başkalarından herhangi birini yanıtlamaz, ve giderek başkala­
rından kim ilerinin yarattığı problem ler ile uzaktan bile ilgili değildir.
Buna göre, bir kez açıklanacak olay usauygun bir biçim de belirli kılınır
kılınmaz, b ir tarihçinin olayı açıklamasının ancak ilkin h er bir terimi
önceki terim de kabul edilen veriler için bir açıklama olan bir açıklama­
lar dizisini tam am larsa nesnel olarak aklandığını ileri sürm ek kendi ile
çelişkilidir. Ö te yandan, bir problem in b ir başkasını imleyebilmesi ve
böylece belki de yeni soruşturm aların ve daha öte açıklamaların sonu
gelm ez bir dizisine götürebilm esi olgusu yalnızca verili bir nesnenin
engin karm aşasına ve bilimsel girişimin ilerleyici karakterine tanıklık
eder. Bu olgu böyle bir dizi tam am lanm adıkça verili bir problem için
önerilen h er çözüm ün zorunlu olarak gerçeğin bir sakaüanması olduğu
önesürüm ünü desteklemez.

c. İnsan tarihinin özünlü öznelliği (ya da “göreliliği”) için kuşkucu


uslamlamanın daha öte bir yanı kısa bir değinmeyi hak eder. Bu uslam­
lam anın etkili bir biçimine göre, tarih belleğin yapay bir genişlemesidir
ve insan yetisinin eksikliklerinden çoğunu taşır. Özel olarak, bir bireyin
anımsadığı şeyler yalnızca yaşadıklarının bir fragm anı olmakla kalmaz,
ama değişik zam anlardaki kendi öz-imgesi ve değişen kaygılan ile geri
alınam ayacak b ir yolda renklendirilir. B enzer olarak, diye sürer sav,
toplumsal bellek olarak tarih toplum un şimdiki problem lerinin ışığında
tasarlandığı biçimiyle gelenek ve ideallerini saklama ve anım sanan geç­
mişin ışığında geleceğin neyi getirebileceğini öngörm e gereksinimleri
tarafından kökten etkilenir. Sonuçta, Cari Becker’in ileri sürdüğü gibi,
yaşayan ta rih , b e lle k te d o ğ ru lad ığ ım ız ve tu ttu ğ u m u z o layların id ea l dizisi,
yapm akta o lduklarım ız ve yapmayı um duklarım ız ile öylesine içten bağlı o ld u ­
ğ u n a g öre, verili b ir z am an d a herkes için tam olarak aynı, ya d a b ir kuşak için
b ir başkası için o ld u ğ u ile aynı olam az.

Çünkü, gerçi tarihçiler göreli olarak “yalın olgulan” ilgilendiren nes­


nel olarak tem ellendirilm iş bilgiyi elde edebilseler de, böyle olguların
saptanması görevlerinin yalnızca küçük bir parçasıdır.23 Gerçekten de,
23M odern içsel ve dışsal eleştiri teknikleri çeşitli tanıklık türlerinin asilliğini ve gü­
venilirliğini değerlendirm ek için kullanılabildiği zaman, genellikle tarihçiler arasında
ileri sürülen herhangi bir olayın yer alıp almadığı (örneğin İS 1000 yılının arifesinde
Avrupa’da bir binyıl paniğinin olup olm adığı), olayın gerçekte ne zaman olduğu (ör­
neğin Bağımsızlık Bildirgesinin 4 Tem m uz 1776’da değil de o yılın 2 Ağustosunda
mı im zalandığı), olaya katılan bireylerin kimler olduğu (örneğin İngiltere Kralı IV.
G eorge’un W aterloo çarpışm asında bulunup bulunm adığı) ve benzerleri gibi “yalın
olgular” üzerine hem en hem en tam bir anlaşma vardır.
“genel olarak konuşursak, bir tarihsel olgu ne denli yalm ise, o denli
d u n ı ve belirli ve tanıtlanabilirdir, ve bize kendinde ve kendi için o denli
az yararlıdır.” Tersine, tarihçiler böyle olguları “yorumlamaya” çalışırlar;
ve böylelikle eski günlerin ozanlarının ve masalcılarının uyguladıkları
işlevi yerine getirmeyi sürdürerek
hepim ize o rtak olan aldatıcı şimdiyi “to p lu m u n ” (kabile, ulus, ya d a tüm insan­
lık) yapm akta o ld u ğ u n u yapm ış o ld u ğ u n u n ve yapmayı u m d u ğ u n u n ışığında
yargılayabilm e e reğ in e d e k g enişletir ve varsıllaştırırlar.

Buna göre, eğer uslamlamayı vargısına doğru götürürsek, olgular kendi


anlam larını duyurm adığı am a onlara tarihçilerin dayattığı anlam ları
taşıdığı için, ve duru m u n doğasına göre bir tarihçinin geçmişteki tikel
bir olaya im lem yüklemesi olayın değişen koşullar altında yineleyen
“sahnelenişleri” yoklanarak sınam adan geçirilemeyeceği için, h e r ta­
rihsel yeniden-kurm a edim ine giderilm esi olanaksız b ir kişisel ya da
öznel öğe karışır.24
Bununla birlikte, çeşitli üstenim lerin neden olduğu yanlılıkların (top­
lumsal, dinsel, ideolojik, ahlaksal ya da etnik) sık sık yetkinlikleri ve ki­
şisel dürüstlükleri sorgulanamayacak tarihçilerin bile olguları yeniden-
kurm alarm ı renklendirdiği tartışm anın ötesinde olsa da,25 uslamlama
tarihsel nesnelliğin olanağına doğru toptan bir kuşkuculuğu kolay kolay
aklamaz. İlk olarak, bir toplum un yürürlükteki problem lerinin bir tarih­
çinin geçmişe ilişkin belirli sorular üzerine araştırm asının karakterini
h er durum da belirlediği savını destekleyecek hiçbir kanıt yoktur. Ger­
çekten de, tarihçilerin değişik toplumsal küm elerin üyeleri olm alarına

-'Cari Becker, “Everyman His Own H istorian,” American Historical Revieıo, Vol. 37
(1931-32), ss. 227-32; bkz. ayrıca aynı yazar tarafından “W hat Are Historical Facts?”
Weslem Political Quarterly, Vol. 8, (1955), ss. 327-40. Bu ‘kuşkucu kuşkular’ Becker’in
son denem edeki uslamlaması, tarihsel araştırm anın tersine, doğal bilim lerdeki ge­
lişmelerin toplumsal yaşam üzerinde derin bir etkisinin olduğu vargısı ile sonlandır-
masının önüne geçmedi."Yüz yıllık bilimsel araştırma yaşam koşullannı değiştirmiştir.
Bunu nasıl yapüğını herkes bilmektedir." Açıktır ki meslekten bir tarihçi için biçimsel
olarak ileri sürebileceği tarihsel bilgi üzerine kuşkuculuk uygulamak güçtür.
2'D esteklenen bir davanın çıkarına bile bile yapılan çarpıtm acılık bugün yetkeci-
olmayan ülkelerde m eslekten tarihçiler arasında seyrektir; ve sözde olgunun açıkça
yanlış ya da yetersiz olarak desteklenen bildirim lerinin eleştirel olmayan kabulü
tarihçilerin partizanca bağlılıklarını sergilem elerinin en sık görülen yolu değildir.
Gerçekten de, aynı dönem in iki tarihsel açıklamasının h e r birinin yalnızca tikel (ya
da “yalm”) olgu sorunlarına ilişkin tartışma götürmeyecek biçimde doğru bildirim ler
kapsayabileceğini ama h e r birinin gene de kendine özgü bir yanlılık ile dam galandı­
ğını düşünm ek pekala olanaklıdır. Çünkü böyle iki açıklama değindiği ya da değin­
m eden geçtiği şeylerde, h e r ikisinin de bildirdiği olaylan biraraya bağlama yollarında,
ya da h e r ikisinin de işlemsel olduğunu düşündüğü çeşitli etm enler üzerine getirdiği
vurgularda ayrılabilir; ve sonuçta, açıklam alardan biri öteki açıklam anın savunduğu
kavram ile karşıtlık içinde insan çabasının h e d ef ve sınırlarının bir kavramı uğruna
uslamlama olabilir.
ya da değişik kişisel üstenim lerinin olmasına karşın, zaman zaman verili
bir olay için bütünüyle b en zer açıklam alar ö n erirler; ve evrik olarak
kimi zam an ortak ön-düşünceleri paylaşm alarına karşın, kimi zaman
bütünüyle benzem ez açıklamalar getirirler.26 Dahası, içinde tarihçinin
çalıştığı toplum sal iklimin tarihçilerin araştırm aları üzerine belirleyici
bir etkisi olsa bile, tarihsel araştırmalarda vargılar üzerine dayalı nesnel­
lik için beklentiler bu nedenle zorunlu olarak um utsuz değildir, çünkü
nesnel tarihsel araştırm anın yapılması pekala b ir toplum tarafından
ödüllendirilen ve desteklenen ve bir tarihçinin araştırm alarını destek­
leyen ideallerden biri olabilir.
ikinci olarak, gerçi tarihçilerin verili bir olay için önerdikleri açıkla­
malar sık sık ayrılsa da, zorunlu olarak bağdaşmaz değildir. Bu bölüm de
daha önce belirtildiği gibi, tarihsel açıklamalar verili bir olay için yeterli
koşulları bildirmez. Geçmiş b ir olay için almaşık açıklam alar sonuçta
birbirleri ile çelişmekten çok yalnızca o olay için ayrı zorunlu koşullara
değinm ede ayrılabilir (ve sık sık ayrılır), öyle ki almaşık açıklam alar
birbiri ile çelişmekten çok birbirini tamamlar. Hiç kuşkusuz, tarihçiler
sık sık bir olay için zorunlu koşullar olarak alıntılayabildikleri çeşitli
etm enlere verdikleri göreli “ö n em ” konusunda anlaşm a içinde değil­
dirler; ama, göreceğim iz gibi, böyle yargılar ile bağıntı içinde ciddi
güçlükler olsa da, b unlar ilkede üstesinden gelinem ez değildir.
Ama üçüncü olarak, geçmiş bir olayı yeniden sahnelem enin açık man­
tıksal olanaksızlığı o n u n için tarihsel açıklam aların sınanabilir olm a­
dığını ve öyleyse nesnel olarak tem ellendirilm eye kapalı olduğunu
tanıtlamaz. E ğer bu uslam lam a sağlam olsaydı, tam olarak andınm lı
bir uslamlama bir edim den ötürü suçlanan sanığın suçu üzerine verilen
hiçbir m ahkem e k arannın nesnel kanıt üzerine dayanmasının olanaklı
olm adığını tanıtlayabilirdi. B ununla birlikte, gerçi tüze m ahkem eleri
zaman zaman yanlış kararlarda sonuçlanabilse de, her davanın türel bir
hata ile sonlandığını ya da giderek bir m ahkem enin vargısının doğrulu­
ğunun bir şans sorunu olduğunu ileri sürmek saçma sapan bir abartm a
olacaktır. Daha şim diden belirtildiği gibi (Bölüm 13’te), güvenilir olgu­
sal bilgi elde etm ek için açıkta yatan deneysel m anipulasyondan daha
başka teknikler vardır.
Son olarak, kabul etm ek gerek ki tarih sık sık kimi bakım lardan şiir
ile karşılaştırılabilecek bir güzel sanat gibi yazılır, ve tarihsel yeniden-
kurm alar sık sık yalnızca bilgi iletmek için değil, am a belli insan nitelik
ve özlem lerine karşı etkin duygudaşlık uyandırabilm e ve bunu pekişti-
rebilme uğruna insanlann geçmiş eylemlerini dram atik biçimde betim­
lem ek için am açlanır. Buna karşın, bir tarihsel d en em en in özellikle
26Tarihçilerin A m erikan İç Savaşını ele alm ada izledikleri değişik yaklaşımların bir
tartışması için, bkz. Hovvard K. Beale, “W hat H istorians Have Said A bout the Causes
o f the Civil War,” in Theory and Practice in Historical Study, Social Science Research
Council Bulletin No. 54 (1946), pp. 55-102.
am açlanan ahlaksal tonu o n u n tartışmakta olduğu olayların yeterli bir
nesnel çözüm lem esinin olması ile özünlü olarak bağdaşmaz değildir.
Doğal bilimciler zaman zaman benzer olarak ahlaksal ve estetik amaçlar
tarafından güdülenirler, ve kim ilerinin kendi araştırm a alanlarındaki
haşarım lar üzerine yazılarında g ö rü n en ahlaksal tutku ve yazınsal sa­
natçılık (örneğin fizikte Galileo ya da son yıllarda yaşambilimde D’Arcy
Thom pson) açım lam alarının nesnel olarak aklanmış içeriğini bozmak
zorunda değildir.
Kısaca, değinilen kaygılardan hiç biri güvenilir tarihsel bilginin ola­
nağını ilgilendiren sınırsız kuşkuculuğu aklamaz.

2. Bilimsel açıklam anın hedefinin zam an zam an fenom enlerin yer


alması için zorunlu ve yeterli koşulların keşfi olarak tanım lanm asına
karşın, doğal bilim lerin en yüksek düzeyde gelişmiş dallarında bile bu
idealin seyrek olarak başarıldığını belirtm ek için yineleyen fırsatlarımız
oldu. Dahası, tarihsel araştırma belki de örtük olarak bile olsa bu hedefe
yönelmiş değildir, ve h e r d u ru m d a o n d an fizik ve yaşam bilim lerinin
d u rd u ğ u n d an daha uzak durur. Zam an zam an söylediklerinden ayrı
olarak norm al etkinliklerinde, tarihçiler açıklam alarının hiçbir zaman
araştırdıkları olayların vazgeçilmez koşullarının bir bölüm ünden başka
hiçbirşey bildirm em esi gibi yalın bir olgudan tedirgin oluyor görün­
mezler. Yeterli koşullara ilişkin bilgisizliklerini açıklam alarının önüne
ceteris paribus deyimini ekleyerek kabul edebilirler; am a çabaları kimi
olaylar için bütünsel olm aktan çok bölüm sel bir belirleyiciler kümesi
saptamaya ve bu tikel küm ede “en önem li,” “ana,” “birincil,” “baş” ya da
“başlıca” etm enler olarak yargıladıkları etm enleri tanımlamaya yönelir.
Ö rneğin, bir tarihçiye göre A m erika’nın I. Dünya Savaşma girişinin
“ana n ed e n i” Almanya’nın sınırsız denizaltı savaşını kabul etmesi idi;
ve, başka “katkıda b u lu n a n ” etm en lerd en de önem li roller oynuyor
olarak söz edilmesine karşın, alıntılanan etm enlerin olayın belirleyici
etm enlerini tam olarak temsil ettiği kabul edilmez.
N edensel etm en lerin “göreli ö n em leri” açısından böyle “tartılm a­
sı” sık sık özsel olarak “keyfi” ya da giderek “anlam sız” görülerek bir
yana atılır, ve b u n u n zem ini olarak verili bir olayın n edeni olarak bir
olguyu değil de o olayın yer alm asından önce yer alan başka bir olguyu
seçm ek için hiçbir haklılık olm adığı d üşünülebilir (örneğin, sınırsız
denizaltı savaşı Almanya’nın Ingiliz ablukasına karşılığı olduğu için, bu
ikinci olayın zaman zaman Amerika’nın savaşa girmesinin birinci olayın
olduğu kadar nedeni olmuş olduğu söylenir), ya da nedensel etm enler
ile bağıntı içinde “en önem li” ya da “birincil” gibi nitelem elere doğrula­
nabilir hiçbir anlam ın yüklenemediği düşünülebilir. Kabul edilm elidir
ki doğal bilim lerin açıklam alarına giren nedensel değişkenlere göreli
önem dereceleri yüklemek için herhangi bir gereksinimleri var görün­
mez; ve değişkenleri böyle bir derecelendirm enin nesnel bir tem elinin
olması olanağını hiç tartışmasız yadsımak çekici görünür, çünkü eğer
bir fenom en ancak belli koşullar gerçekleşince yer alıyorsa o zaman
tüm bu koşullar eşit ölçüde özseldir, öyle ki koşullardan hiç birinin
anlamlı olarak başkalarından “daha tem el” olduğu söylenemez. Dahası,
ayrıca kabul etm ek gerek ki tarihçilerin çoğu çeşitli nedensel etm enle­
rin göreli önem lerine ilişkin bildirim lerine herhangi bir belirli anlam
bağlıyor görünm ez, ve böyle bildirim ler sık sık yalnızca diluzluğunun
gücünü taşır ve görgül olarak doğrulanabilir bir içerikten yoksundur.
Buna karşın, böyle bildirim ler yalnızca tarihçilerin yazılarında değil,
am a insan soru n ların ın başka ö ğrencilerinin yayım larında ve ayrıca
insanlann sıradan yaşam sorunları üzerine kullandıkları dilde de bulu­
nur. Ö rneğin, toplumsal bilimciler dağılmış bir yuvanın çocuk suçları
için yoksulluktan daha önem li bir neden olduğunu, ya da eğitimli bir
iş gücünün eksikliğinin bir ekonom inin geri d u ru m u için doğal kay­
nakların eksikliğinden daha tem el bir n ed en olduğunu ileri sürer; ve
ebeveynler zam an zam an kalabalık sınıfların çocuklarının okuldaki
durum larının kötülüğünün başlıca nedeni olduğunu ileri sürer. Görü­
nürde bu tü r bildirim lerde niyet edilen birşey vardır, üstelik ne dem ek
istedikleri genellikle açık olmasa da. Böyle bildirim lerde bulunan birey­
lerin çoğunun belki de bildirim lerinin doğruluğunun sık sık tartışm a
götürür olduğunu kabul etm esine karşın, büyük olasılıkla bildirimlerin
anlamsız olduğu ve ne zaman bu türden bir bildirim ileri sürseler her
durum da saçma birşey söyledikleri düşüncesini reddedeceklerdir.
Öyleyse böyle bildirim ler ile neyin niyet edildiğini belirtik kılmaya
çalışalım. Bununla birlikte, toplumsal fenom enleri belirleyen etm enlere
göreli bir önem düzeni yükleyen bildirim ler bir anlam lar türlülüğü ile
bağlı görünür, öyle ki “daha önem li”nin çeşitli anlam ları ayırdedilme-
lidir. Bu amaçla, varsayalım ki A ve £ h e r biri usauygun bir dikkat ve
duruluk ile belirlenmiş ve üzerlerine bir C fenom eninin bağımlı olduğu
böyle iki etm en olsun; ve A C ’nin B hin olduğundan daha önem li (ya
da temel) bir belirleyicisidir’ biçimini taşıyan bildirim ler yoluyla anla­
tılıyor görünen olanaklı anlam lardan bir kaçını irdeleyelim.

a. İlk olarak varsayalım ki A ve B h e r ikisi de C ’nin yer alması için


olumsal olarak zorunlu koşullar olsun ve ortaklaşa bulunuşlarının C ’yi
üretm ek için yeterli olup olmadığını açık bırakalım. Daha öte varsayalım
ki “başka şeyler eşit” iken A ’daki değişmeler (C ’de onlara bağlı değişme­
ler ile) oldukça sık (ve belki de edimsel denetim in ötesinde) yer alıyor
olsun, am a B ’deki değişm eler öylesine az sık yer alıyor (ya da öylesine
etkili olarak denetlenebiliyor) olsun ki, tüm kılgısal am açlar için göz
ardı edilebilsinler. Bu A ’nın zaman zaman C ’nin bir belirleyicisi olarak
B ’d en daha önem li olduğunun söylenmesinin anlam larından birini be­
lirler. Böylece, varsayalım ki yabancılardan güçlü bir hoşlanm am a duy­
gusu ve ek ekonom ik pazarlar için iveğen gereksinim h er ikisi de işle-
yimci bir ulus için bir emperyalist politikanın benimsenmesinin zorunlu
koşullan olsun; ve aynca varsayalım ki ülkede yabancı düşmanlığı göreli
olarak kısa d ö n em ler sırasında hem en hem en çok az değişirken, dış
pazarlar için gereksinim sürekli olarak artsın. ‘D aha önem li’nin bu ilk
anlam ında ek ekonomik pazarlar için gereksinim emperyalizmin yaban­
cılardan hoşlanm am adan daha önem li bir nedendir. Buna göre, eğer
belli bir ülkenin belirli zam anda em peryalist saldırganlık politikasına
yöneldiği bulunursa, ve eğer araştırm a bu olaydan önce yurttaşlannın
yabancı düşm anı tutum larında hiçbir belirgin değişim olmadığını ama
bir dizi işleyim kesim inde yineleyen aşırı üretim in yeni pazarlar için
büyüyen bir istem yarattığını gösterirse, b ir tarihçi bu iki etm en d en
İkincisinin emperyalist politikanın benim senm esine yol açm ada daha
önem li (bu ilk anlam da) olmuş olduğunu ileri sürebilir.

b. ‘Daha önem li’nin ikinci bir anlam ı biraz d ah a kanşıktır. Bir kez
daha varsayalım ki A ve B her ikisi de C’nin yer alması için zorunlu koşul­
lar olsun. Ama varsayalım ki A, B ve C değişkenlerinin h e r birindeki
değişmeleri “ölçm e”nin bir yolu olsun—hiç olmazsa bir değişkendeki
değişimlerin büyüklüğünün öteki değişkenlerdeki değişimlerin büyük­
lükleri ile karşılaştınlabilir olmamasına karşın, değişkenlerden herhangi
birinde değişim lerin karşılaştırılabilmesi gibi sınırlı bir anlam da. Daha
öte varsayalım ki C’de A ’daki herhangi bir verili oranülı değişim B ’deki
eşit bir orantılı değişimin ürettiğinden daha büyük bir orantılı değişim
üretsin. Sonuçta, A ’ya C’nin belirleyicisi olarak B ’ye atanandan daha
büyük bir önem derecesi atanabilir. Ö rneğin, varsayalım ki işleyimsel
üretkenlik için eğitimli bir iş gücü gibi yeterli köm ür sunum u da vaz­
geçilmez olsun; ama varsayalım ki eğitimli iş gücünde yüzde 10’luk bir
artış üretilen m allann köm ür sunum unda yüzde 10’luk bir artış ile elde
edilenden dikkate değer ölçüde büyük bir hacm ini (uygun bir indeks
ile ölçüldüğü gibi) veriyor olsun. Buna göre, ‘daha önem li’nin bu ikinci
anlam ında, eğitimli iş gücünün bulunması işleyimsel üretim için kömü­
rün bulunm asından daha önem li bir belirleyici olacaktır.

c. B undan sonra varsayalım ki A C için olumsal olarak zorunlu bir


koşul olsun, ve B böyle olmasa bile, gene de karşılıklı olarak bağımsız
etm enlerin (B, B \ , . . . , B„) bir /Csınıfına aittir, öyle ki /Tnin bir üyesinin
bulunuşu C için zorunlu bir koşuldur. Ayrıca varsayalım ki ^ ’nin çeşitli
üyeleri yaklaşık olarak aynı sıklık ile yer alsm ve h er bir durum da sıklığın
yer alışı A ’nın bulu n m a sıklığından dikkate d eğ er b ir ölçüde büyük
olsun. Buna göre, K ’nin bir üyesinin yer alm a sıklığı B ’nin yer alma
sıklığından büyük olduğu için, o zaman, A b u lunurken B bulunm asa
bile, Ciçin zorunlu koşullar gene de iTnin başka bir üyesinin bulunması
nedeniyle gerçekleşebilir. Bu koşullar ‘daha önem li’nin belki de en sık
olarak A ’nın B ’den daha önem li olduğu söylendiği zaman niyet edilen
bir anlam ını belirler. Böylece, varsayalım ki bir ülkeden bir başkasına
göç için zorunlu b ir A koşulu birinin kendi ülkesindeki politik ya da
ekonom ik koşullardan duyduğu hoşnutsuzluk olsun, ve daha öte bir
zorunlu koşul bir “başlatıcı” olayın yer alması olsun (örneğin iş yitirme,
yabancı ülkede d ah a parlak beklentiler için u m u t verici sözler alma,
yolculuğun bedelini karşılayacak fonların kazanılması, ve benzerleri),
ki b u rad a bu alm aşık başlatıcı olaylardan b irin in ya da ötekinin yer
almasının olabilirliği yüksektir ve içlerinden tikel birinin yer almasının
olabilirliğinden daha büyüktür, örneğin bir göçmen adayının beklenme­
dik fonlar kazanması gibi. Bu sayıltılar üzerine, politik ya da ekonom ik
hoşnutsuzluk göçün yolculuk için fonun kazanılmasından daha önem li
bir neden i olacaktır. Belki de bu anlam dadır ki A lm anya’nın sınırsız
denizaltı savaşını kabul etm esinin A m erika’nın I. Dünya Savaşma gir­
m esinin “ana n ed en i” olduğu ileri sürülebilir.

d. ‘Daha önem li’nin listelenen ilk anlam a andırım lı am a ondan ayrı


olan dördüncü bir anlam ı daha vardır. Varsayalım ki A ve B ’nin ortak
bulunuşu C ’nin yer alması için zorunlu b ir koşul olmasın, am a Cya
A X ile birarada bulu n d u ğ u zam an ya da B Y ile birarada bulunduğu
zaman yer alsın, ki burada X ve Y başka bakım lardan belirlenm em iş
belirleyici etm enlerdir; ve ayrıca varsayalım ki A X ile birarada B ’nin
File birarada yer alm asından çok daha sık olarak yer alsın. O durum ­
da, A ’nın yine C ’nin B ’nin olduğundan daha önem li bir belirleyicisi
olduğu söylenebilir. Böylece, varsayalım ki otom obil kazaları ya sürü­
cülerin dikkatsizliği nedeniyle ya da otom obillerin ilgili parçalarındaki
m ekanik arızalar nedeniyle yer alıyor olsun, ve ayrıca böyle m ekanik
arızaların kazalara n e d e n olm a sıklığı dikkatsizliğin o n ların nedeni
olm a sıklığından çok daha az olsun. O durum da, dikkatsizlik otom obil
kazalarının m ekanik arızaların old u ğ u n d an d ah a önem li bir nedeni
olacaktır (deyimin üçüncü an lam ın d a). A ndırım lı sayıltıları kullanır­
sak, bir tarihçi b en zer olarak Avusturya ve Alm anya’nın Pan-Slavizm
korkularının 1914’de I. Dünya Savaşının patlak vermesi için Arşidük
Franz Ferdinand’ın Sarayevo’da suikaste uğram asından daha temel bir
n eden olduğu vargısını çıkarabilir.

e. Bir kaz daha varsayalım ki A ’nın ve B ’nin birlikte bulunması C’nin


yer alması için zorunlu olmasın; am a şimdi varsayalım ki C ’nin A ger­
çekleştiği am a B gerçekleşm ediği zam an yer alm asının göreli sıklığı
C ’n in B gerçekleştiği am a A gerçekleşm ediği zam an yer alm asının
göreli sıklığından d ah a büyük olsun. B unlara b enzer sayıltılar sorgu­
suzca alındığı zaman, A etm eninin sık sık C’nin bir belirleyicisi olarak
Belen daha önemli olduğu söylenir. Ö rneğin, dağılmış yuvaların çocuk
suçluluğunun yoksulluğun olduğundan daha tem el bir nedeni olduğu
gibi bir bildirim inin belki de en iyi yorum u o nu yoksulluğa düşmemiş
am a dağılmış yuvalardan gelen çocuklar arasında suçluluğun göreli
sıklığının ebeveynleri yoksul olmasına karşın yuvalan huzur içinde olan
çocuklar arasında olduğundan çok daha büyük olduğunu dem ek istiyor
olarak anlamaktır. Verili bir dönem sırasında belli bir toplulukta çocuk
suçluluğundaki bir yükselişi inceleyen ve yükselişi hem dağılmış evlerin
sayısındaki hem de yoksulluğa düşm üş yuvaların sayısındaki bir artışa
yükleyen bir tarihçi sonuçta bu varsayılan nedensel etm enlerden İkin­
cisini olm aktan çok birincisini daha önem li sayacaktır.

f. ‘D aha önem li’nin son b ir anlam ı belirtik form ülasyon gerektirir.


Varsayalım ki A bir T kuram m daki temel (ilkel ya da tanımlı) kuramsal
kavram lardan biri olsun, am a B olm asın, ve ayrıca T büyük bir feno­
m en ler sınıfını (uygun olarak özelleşmiş çeşitli sayıltılar ile tam am ­
landığı zaman C’yi de kapsamak üzere) açıklayabiliyor olsun; ve daha
öte varsayalım ki C ’yi açıklayabilmek için B ’ye gönderm ede bulunan
özelleşmiş bir sayıltının getirilmesi zorunlu olsun, gerçi T ’nin uygula­
m a erim i içindeki daha başka fenom en lerin çoğu B ’ye gönderm ede
bulunan böyle özelleşmiş sayıltılar olmaksızın açıklanabilse de. Sonuç­
ta, öncüller B ’ye değil am a A ’ya bir gönderm e kapsarken T tarafından
açıklanabilen fen o m en ler küm esi sayıca açıklam aları hem A ’ya hem
de B ’ye bir gönderm e gerektiren fenom enler küm esinin olduğundan
çok daha büyüktür. A etm eni böylece yalnızca -B’yi bir belirleyici ola­
rak alan fenom enin değil (örneğin C gibi), am a ayrıca ü ’yi belirleyici
bir etm en olarak almayan fenom enin de bir belirleyicisidir; ve A ’nm
öyleyse C ’nin b ir belirleyicisi olarak £ ’den daha önem li (ya da temel)
olduğu söylenebilir. Ö rneğin, süredurum kuvveti Newton m ekaniğine
özekseldir, am a sürtünm e kuvveti değil; ve geniş bir fenom enler sını­
fı sürtünm eye g ö n d erm e olmaksızın Newton kuram ın ın yardım ı ile
açıklanabilir. Ö te yandan, bir eğik düzlem üzerinde aşağıya doğru yu­
varlanan bilyaların devim leri uygun olarak ancak Nevvton kuram ının
sayıltılan sürtünm e kuvvetlerine ilişkin özel sayıltılar ile tam am lanınca
açıklanabilir. ‘Daha önem li’nin şimdiki anlam ında, süredurum kuvvet­
leri böylece eğik düzlem ler üzerindeki devimlerin belirleyicileri olarak
daha önem lidir. Deyimin b u anlam ına benzer birşey gönencin üretim
ve dağılım ı için bir to p lu m d a işlem ekte olan ilişkilerin o toplum un
yasal kuru m lan için dinsel kılgı ve inançların olduğundan daha temel
belirleyiciler oluşturduğunu ileri sü renler tarafından amaçlanıyor gö­
rünür. Bu savın savunuculan genellikle büyük bir toplumsal fenom en­
ler sınıfının yalnızca ekonom ik ilişkilerin terim lerinde form üle edilen
bir kuram ın yardımı ile açıklanabileceğini ileri sürerler. B ununla bir­
likte, savın savunuculan genellikle örgütlü dinin toplum üzerindeki
etkisini kabul ederler. Ama ancak kuram toplum sal davranışın belli
yasaların çıkanlması ya da türel görevler için belli bireylerin atanması
gibi belli sınırlı alanlannı açıklamak için kullanıldığı zam an kuram ın
dinsel kurum lara ilişkin özel sayıltılar ile tamamlanmayı gerektirdiğini
savunuyor görünürler.
‘Daha önem li’ ya da ‘daha tem el’in daha başka anlam ları ayırdedile-
bilir, am a değinilen altısı insan sorunlarını tartışm ada en sık amaçlanan
anlam lar olarak görünür. Bununla birlikte belirtm ek önem lidir ki, bu ve
ilgili anlatımları kullanan bildirim ler için oldukça belirli bir anlam ın sık
sık bulunabilm esine karşın, bildirim ler olgusal olarak aklanmış olmaya­
bilir. Gerçekten de, giderek bir tarihçinin bir olay için çeşitli belirleyici
etm enlerin önem ini ilgilendiren bildirim lerinin yadsınamayacak denli
duru ve doğrulanabilir bir içeriği olduğu zaman bile, pekçok durum da
bildirimin yetkin kanıt yoluyla desteklenip desteklenmediği kuşkuludur.
Tarihçiler için özel ilgi alanı olan fenom enlerin çoğunun yer alma gö­
reli sıklığı üzerine hem en hem en hiçbir istatistiksel veri yoktur. İnsan
tarihinin öğrencileri öyleyse ister istemez nedensel etm enlere ağırlık
yüklemede tahm inlere ve bulanık izlenimlere dayanmak zorundadır. So­
nuçta, verili bir olayın ana nedenlerinin neler olduğuna ilişkin yargılar
üzerine sık sık büyük görüş ayrılıkları vardır, ve bir tarihçinin görüşü bir
başkasından daha iyi temellendirilmiş olmayabilir. Yürürlükteki tarihsel
araştırmada olaylara nedenler yüklemedeki bu eksikliğin sonunda gide­
rilip giderilemeyeceği açık bir sorudur; am a bu bakım dan önem li bir
iyileşmenin yer alm asına ilişkin beklentiler parlak görünm em ektedir,
çünkü giderici önlem lerin hem em ek hem de para terim lerinde olası
bedeli baş döndürücüdür. Ama h er ne olursa olsun şimdilik olaylar için
nedensel belirleyicilerin göreli önem ini ilgilendiren yargıların hem en
hem en tüm üne karşı haklı bir kuşkuculuk uygun görünm ektedir.

3. Bununla birlikte, şimdiye dek tarihçilerin sık sık olaylara bir göreli
önem düzeni yüklem ede kabul ettikleri ve geçmişe ilişkin olguya-aykın
koşullular ileri sürerken kullandıkları tam dık b ir özel biçim den söz
edilmedi. Bu biçim kısa bir yorum u gerektirir. Genellikle belli bir olayın
sonraki gelişimler için belirleyici sonuçlarının olduğu biçim indeki bir
savı desteklem ek için, olguya-aykın yargılar tarihsel çözüm lem elere sık
sık belirtik olarak getirilir. Ünlü bir örneği alıntılarsak, birçok tarihçi İÖ
490 yılındaki M arathon savaşının insan tarihindeki belirleyici çatışma­
lardan biri olduğuna inanır; ve bu inancı eğer Persler utku kazansaydı
Atina’da Doğulu bir teokratik-dinsel kültürün gelişeceği ve sonuçta Batı
uygarlığına köklerini veren Yunan bilim ve felsefesinin gelişmeyeceği
biçim indeki olguya-aykın yargı ile desteklerler.
Zaman zaman ileri sürülür ki olguya-aykın yargılann tarihsel çözüm­
lem elerde geçerli b ir yeri yoktur, çünkü ya böyle yargılar getirm ek
tarihçiye düşm ez ya da onlar için yeterli zem inler bulm a görevi um ut­
suzdur. Ö rneğin etkili bir düşünce okuluna göre, tarihçinin işi edimsel
olarak neyin olduğunu keşfetmek ve insan yaşamının bir dönem inin bir
öncekinden hangi sürekli dönüşüm ler yoluyla doğduğunu saptamaktır;
sonuçta, bir şairin ya da bir ahlakçının neyin olmuş olabileceği ile ilgi­
lenm esinin uygun olm asına karşın, geçmişin ciddi öğrencisinin bunu
yapması uygun değildir. Dahası, böylece bir dizi tarihçiye göre, olguya-
aykırı yargılar geçmişin yalın, yalıtılabilir, kendi içlerinde kapsanan ve
dışsal olarak ilişkili olayların bir küm esine çözüm lenebileceği biçimin­
deki sayıltı üzerine dayanır, öyle ki bu olaylardan herhangi birinin yer
alması ya da alm am ası geri kalan olaylar arasındaki ilişkileri kökten
değiştirmez. B ununla birlikte, bu yazarların görüşünde böyle bir sayıltı
insan tarihinin konusu için savunulamazdır, üstelik doğal bilim lerin
konusu için geçerli olsa da. O nlara göre, geçmişin olayları öyle bir kar­
şılıklı ilişki içindedir ki, tekil bir olayın hipotetik olarak yer almaması
tüm başkalarının temel bir dönüşüm ünü gerektirir; ve b una göre tikel
b ir olay yer almamış olsaydı tam olarak neyin olacağını saptam anın
olanaksız olduğu vargısını çıkarırlar.27
Ama neyin olmuş olabileceğine ilişkin sayıltılar böyle uslamlamalar
yoluyla tarihten temizlenir. Olguya-aykın yargılardan kaçınmak tüm ilgi­
li yargılardan ve neyin olduğunu açıklamaya yönelik tüm girişimlerden
uzak durm a yoluyla olm anın dışında olanaksızdır. Çok önce (Bölüm
4’te) bilimsel yasalar ve olgu-aykın bildirimler arasındaki yakın bağıntıya
değinm e fırsatını bulmuştuk; ve tarihsel açıklamalar hiç olmazsa genel
sayıltıların ö rtü k kullanım ını gerektirdiğine göre, bu n ed en le böyle
açıklam alar hiç olmazsa im lem e yoluyla olguya-aykın koşullular ileri
sürer. Böylece, Arabik kültürün bütün kuzey Afrika’ya ve Ispanya’ya ya­
yılmasının on birinci yüzyıl boyunca batı Avrupa’da ilmin yeniden diri­
lişi için sorum lu etm enlerden biri olduğunu bulan bir tarihçi sonuçta
M üslüman silahlar Afrika’da ve Ispanya’da utku kazanm amış olsaydı
Avrupa’nın sonraki kültürel gelişiminin başka bir sorun olacağını ileri
sürer. Yoksa g ö rü n ü rd e Arabik kültürün yayılmasına nedensel bir rol
yüklüyor olması tartışmakta olduğu olayların zamandizinsel bir listesini
çıkarm aktan başka birşey olmazdı. Buna göre, insan tarihinde olguya-
aykın yargılann olanağını reddedenler tutarlık için insan geçmişindeki
herhangi bir olayı açıklama olanağını da yadsımalıdırlar.
Buna karşın, genel olarak insan tarihinde olguya-aykın yargılar için

-27Bkz. Charles A. Beard, The Discussiorı of Human Affairs, ss. 42-46. Aşağıdaki pasaj
tarihte olguya-aykın vargıların olanağına yönelik karşıçıkışı özlü olarak bildirir: “Eğer
tikel bir hipotetik olay gerçekleşmiş olsaydı, ya da tikel bir reel olay gerçekleşmemiş
olsaydı dünyanın ne olm uş olacağını sorm ak saltık olarak boşunadır. Eğer Anibal
Rom a’yı yok etseydi ne olurdu? Eğer XVI. Louis ülke dışına kaçabilseydi? Eğer Napo-
leon doğm am ış olsaydı? T arihin süreci bu hipotezlerden herhangi biri yoluyla dö­
nüştürülm üş olurdu; ama hangi yolda? Kartaca’da kesin bir utkudan sonra, tarihin
oyunu aralarında şansın karar vereceği türlü olanakların bir çokluğunu sunardı, tıpkı
Roma’nın utkusunu izleyen gün insanlığın önüne açılan ölçüsüz olanaklar arasında
sunduğu gibi. Şansın bu aralıksız etkileşimi gerçekleşmemiş bir hipotez üzerine şim­
dinin ve geleceğin bir kurgulanışını yalnızca düşlemsel kılar.”—Pierre de Tourtoulon,
Philosophy in the Development of Lam, NewYork, 1922, s. 631.
usauygun ölçüde sağlam zem inler sağlamak hiçbir biçim de kolay bir
görev değildir. Görev hiç kuşkusuz başka birçok disiplindeki andırım lı
görevden daha güçtür, ve b u n u n n edeni bir yandan (sık sık belirtildiği
gibi) yinelemeyen olaylar üzerine deneyler yapm anın olanaksızlığı, ama
öte yandan özellikle tarihçilerin böyle yargılarına konu olan soruların
çoğu üzerine ilgili verilerin kıtlığıdır. Bu güçlüklere karşın, görev sık sık
ileri sürüldüğü kadar umutsuz değildir. Olguya-aykırı yargıların edimsel
olarak nasıl aklandığı konusunda bir örnek böyle bir üstenim de kaçınıl­
maz olarak karşılaşılan güçlükleri olduğu gibi, tarihçilerin onları çözme
girişim lerinde getirdikleri irdelem eleri de açıkça göstermeye yardım
edecektir. Bu am acı göz ö n ü n d e tutarak, kimi tarihçilerin M arathon
savaşının Batı uygarlığı için belirleyici olduğu savlarının tem ellerini
gözden geçirelim.
Bir açıklamaya göre, boyun eğdirdikleri bir ülkenin (örneğin Judea)
varolan dinsel k u ram ların ı o bölgeyi yönetm ek için kullanm ak eski
Perslerde genel bir uygulama idi; ve sonuçta yenilen nüfusa bir dayatma
olarak dinsel inağa katı bir uyum göstermesi bekleniyordu. Politik dene­
tim in böyle gizil aygıtları hiç kuşkusuz A tina’da bulunuyordu ve bun­
lar sorgulayıcı tutum u yüreklendirm eyen ve giderek Doğu kökenli bile
olabilecek çeşitli gizem kültleri biçimindeydi. B ununla birlikte, dinsel
öğreti ve göreneklerin istem lerine katı bir uyum gösterm e tutum u ne
politik dem okrasi ile ne de sanat, bilim ve felsefenin engelsiz gelişimi
ile bağdaşabilirdir. Sonuçta, M arathon’da bir Pers utkusunun Atina’da
o gizem kültlerine buyurgan bir yer verecek olması ve böylelikle usun
kullanım ına ve A tina to p lu m u n u n ussal örgütlenm esine zararlı olan
tüm öğeleri başat kılacak olması olasıdır.28
Bu olasılıklı uslam lam anın vargısı açıktır ki tasarlanabilecek h er kuş­
kunun ötesinde doğrulanm ış değildir. G ene de, uslam lama vargı için
yeterince iyi destek sağlar; ve insan tarihinde olguya-aykırı yargıların
olanağına yönelik olarak yukarıda değinilen türde toptan karşıçıkışlann
edimsel tarihsel çözüm lem elere özsel ilgisizliğini örneklemeye hizm et
eder. B ununla birlikte, uslam lam ada sorgusuzca alm an öncüllerden
kimileri için eldeki problem e uygulanabilirlikleri konusunda olduğu
gibi olgusal geçerlikleri konusunda da haklı kuşkular doğabilir. Ö rne­
ğin, sanat, bilim ve felsefenin yetkeci toplum larda gelişmediği sayıltısı
ne kadar sağlamdır? Dem okratik eğilimli düşünürler tarafından yaygın
olarak kabul edilmesine karşın, sayıltı ile ilgili dikkate değer kuraldışılar
vardır, öyle ki ancak çeşitli sınırlam alar altında ileri sürülürse aklanıyor
g ö rü n ü r—gerçi hangi sınırlam aların gerekli olduğu, ya da sayıltının
sınırlı bir biçim inin tartışm akta olduğum uz vargıyı destekleyip destek­
lemeyeceği açık olmasa da. B undan sonra eski Persia’nın ele geçirilen
28Bkz. E duard Meyer, “Zur Theorie u n d M ethodik d er G eschichte,” in Kleine Schrif
ten, Halle, 1902; ve Max Weber, “Critical Studies in the Logic o f the Cultural Sciences,”
in The Methodology of the Social Sciences, Glencoe, 111., 1949.
ülkelerde başvurduğu yönetim yollannı ilgilendiren sayıltıyı irdeleyelim.
Bu sayıltı sağlam olsa bile, eldeki problem e uygulanabilirliği sorgusuzca
alınamaz, ve ilkin Persia’nın gerçekten de Atina’ya boyun eğdirme gibi bir
amacının olduğu konusunda emin olmalıyız. Belki de Darius’un Atina’yı
bir Pers satraplığı yapma gibi bir niyeti yoktu ve yalnızca küstah Yunan
kentlerini cezalandırm ayı ve dostu H ippias’ı A tina’da yeniden erke
geçirmeyi tasarlıyordu. Bu olanak ortadan kaldırılmadıkça, Persia’nın
boyun eğdirilen ülkelerdeki yönetsel uygulam alarının Persia’nm ye­
nilmiş A tina’daki davranışı için kanıt olarak ancak kuşkulu bir ilgisi
vardır. Dahası, bu olanak ortadan kaldırılsa bile, o yönetsel uygulamanın
Y unanistan’da izlenip izlenmeyeceği tartışm a götürür. Hiç kuşkusuz,
Persia Küçük Asya’daki fetihlerini dem ir bir el ile yönetti. Ama Atina
Persia’dan İyonya’nın o lduğundan d ah a uzaktı; ve belki de A tina’da
Pers egem enliği sonuçta daha az sert olacaktı.29 Kısaca, uslamlamanın
vargısının yalnızca temelsiz kurgu olm amasına am a bir ölçüde sağlam
olgusal desek üzerine dayanmasına karşın, destekleyici uslamlamanın
parçaları insan davranışının yasalarına ilişkin şimdiki yetersiz bilgimiz
ve geçmişe ilişkin olarak yetersiz kanıtlarımız ile çözülemeyecek önemli
belirsizlikler içerir.
B u nunla birlikte, belki de insan ta rih in d e olguya-aykırı yargıları
aklam ada önem li b ir güçlük—salt tüm dengelim li ya da salt biçimsel
olmayan tüm uslam lam ada olduğu gibi—verili b ir hipotez için sık sık
çatışan kanıtların ağırlığını değerlendirm e ve almaşık hipotezlerin her
biri için eldeki kanıttan kazandıkları destek derecelerini karşılaştırma
biçim indeki mantıksal problem dir. Ç ünkü tanıtlam alı çıkarsama ilke­
lerini kodlam ada başarılmış olan sonuç ile keskin zıtlık içinde, şimdilik
bu belirleyici önem deki görevleri yerine getirm ek için belirtik olarak
form üle edilmiş ve tam olarak kapsayıcı bir m antıksal kurallar dizgesi­
nin genel olarak kabul edilmesi gibi birşey söz konusu değildir. Mate­
matiksel olasılık kalkülüsünün sık sık tanıtlayıcı-olmayan çıkarsamanın
m antıksal kano n ların ın böyle b ir kodlanm ası olarak ileri sürüldüğü
doğrudur; am a olasılık kalkülüsünün kanıtın gücünü değerlendirm ek
için ilgisi kuşkulu ve h e r d u ru m d a geniş ölçüde tartışm alıdır. Buna
göre, çok yüksek kılgısal önem deki sorunları ilgilendiren vargılar bile
sık sık kanıtlayıcı g ü cü n ü n düzeyi kişiye özgü b ir yolda ve değişik bi­
reylerin değişik biçim lerde hesapladıkları kanıt tem eli üzerine kabul
edilir.
Kanıtsal öncüllerin ağırlığını ölçmek ve bileştirmek için açıkça eklem­
lenmiş biçimdeş ölçünlerin bu eksikliği hiç kuşkusuz çeşitli nedensel
etm enlerin karşılaştırmalı önem ini değerlendirirken ve sonuçta insan
geçmişi üzerine olguya-aykın yargılarda bulunurken tarihçiler arasında
doğan anlaşmazlıkların birçoğundan sorum ludur. Ö rneğin, yargılarını
MBu soruların daha öte tartışması için, bkz. J. B. Bury, History of Greece, New York,
1937, ss. 243-44.
özdeş kanıt olarak görünen şey üzerine dayandırm alarına karşm, eşit
ölçüde yetkin tarihçiler sık sık verili bir olayda çeşitli bireylerin oyna­
dığı roller konusunda bağdaşmaz değerlendirm eler yaparlar; ve buna
göre çözüm lem elerine büyük ölçüde ilgili sayıltılann olabilirliği için
birbirinden uzaklaşan hesaplam alar sunarlar—örneğin, eğer yaşasaydı
L incoln’ün Kongreyi Güney’e karşı cezalandırıcı tu tu m u n u değiştir­
m ek için ikna etm ede A ndrew Jo h n s o n ’d an d ah a başarılı olm asının
olabilirliği gibi.
Ama ortak m antıksal ölçü n lerin yokluğu çeşitli kanıtsal öncülleri
bileştirmek ve sonuçta ortaya çıkan kanıtlayıcı güçlerini hesaplamak için
bir gereksinim olduğu zaman özellikle göze çarpar. Böyle bir gereksinim
M arathon savaşının im lem inin tartışması ile örneklenir. Bunu şematik
olarak şu sayıltılar ile belirtelim : (a) Bir D oğulu despotizm in dem ok­
ratik kuram ları olan bir devlete boyun eğdirm esi gibi b ir k kanıtı ile
göreli olarak, tarihçiler utku kazanan devletin yenilen ülkede o kuram ­
ların sürm esine göz yummayacağı biçim indeki h hipotezine yüksek bir
olasılık yüklemede anlaşırlar, ve (b) ilkel iletişim ve ulaşım araçlan olan
iki ülkenin dikkate değer bir uzaklık ile ayrılmış oldukları gibi bir k '
kanıtı ile göreli olarak, tarihçiler ülkelerden birinin ötekinin kurum lan
üzerinde denetleyici bir etki uygulayacağı biçim indeki h' hipotezine
düşük bir olasılık yüklem ede de anlaşırlar. Şimdi k ve k' gibi iki kanıt
öğesini bileştirelim , ve büyüm üş k " kanıtının dem okratik kurum lan
olan bir devletten önem li b ir uzaklık ile ayrılan ve yalnızca ilkel ile­
tişim araçları b ulunan bir D oğulu despotizm in o dem okratik devlete
boyun eğdirdiğini varsayalım. O zam an soruşturm a birçok araştırm a
için tipik olan bir problem i yaraür: Doğulu despotizm in yenilen toplu­
m un dem okratik kuram larına ciddi bir zarar vereceği ya da onları yok
edeceği biçim indeki /("h ip o tezin in k " ile göreli olasılığı nedir? Eğer
bu olasılığı (a) ve (b) altında varsayılan olasılıklardan değerlendirm ek
için genel olarak kabul edilen ve iyi tem ellendirilm iş kurallar olsaydı,
M arathon’daki olayların Batı uygarlığı için sık sık ileri sürüldüğü kadar
belirleyici olup olm adığı sorusu yeterli bir oybirliği ile çözüme bağla­
nabilirdi. B ununla birlikte, bu d u ru m d a tarihçiler de başka insanlar
gibi böyle değerlem e girişim lerinde sezgisel yargılarına geri düşer, ve
sonuçta gerekli olasılıklar için sundukları hesaplam alar zaman zaman
birbirinden geniş sınırlar içerisinde ayrılır.
Öte yandan, gerçi verili bir kam ün sınayıcı gücünü ilgilendiren aynın­
lar zam an zam an u m u t kırıcı b ir biçim de büyük olsa da, ne sevindi­
ricidir ki insanların haklarında dikkate değer deneyim ler edindikleri
sorunlan ilgilendiren birçok hipoteze yükledikleri olasılıklar üzerine sık
ve önem li anlaşma da vardır. Böyle anlaşma, tanıtlayıcı-olmayan çıkarsa­
m anın belirtik olarak form üle edilmiş bir m antığının yokluğuna karşm,
in sanlann sınam a ve yanılm a yoluyla tanıtlayıcı-olmayan uslam lam a­
nın sağlam ilgilerini örneklendiren birçok form üle edilmemiş düşünce
alışkanlığı kazandığını belirtir. Ö rneğin, bir dok to r yıllarca süren ve
o nu çok üstün yetkinlikte bir tanı koyucu yapan uygulamalardan sonra
çözümleme alışkanlıkları geliştirebilir ve b u n u çıkarsamalar yaparken
örtük olarak kullandığı mantıksal ilkelerin hiçbir biçimde ayrımına var­
maksızın yapabilir; ve benzer olarak, insan sorunlarının bir öğrencisi
yineleyen d enem eler yoluyla kanıtın ağırlık ve im lem ini değerlendir­
m ek için bir yetenek kazanabilir, ve b u n u yordam ının m antığını hiçbir
zaman form üle etmeksizin yapabilir. Buna göre, insan tarihinde hiçbir
zaman hiçbir kuşkunun ulaşamayacağı bir düzeyde geçerli olan olguya-
aykırı yargıların oluşturulm am asına karşın, ve böyle yargıların belirli
durum larda kuşku duyulamayacak denli yanlış olmasa da sık sık kuşkulu
olmasına karşın, böyle belirli kuşkular ve yanılgılar ilkede olguya-aykırı
yargıların olanağının kendisini reddetm ek için yeterli zemin değildir.

IV. Tarihte Determinizm


1920’lerde dikkate değer bir tarihçi İngiltere’de Protestan Reformas-
yon, Amerikan Devrimi, ve parlam enter hüküm etin gelişimi gibi önemli
tarihsel olaylar üzerinde b ir dizi ü n lü kişi tarafından yaratılan görü­
nürde belirleyici etkiyi yokladı. Sonra bu insanların karar ve eylemleri­
nin o olayların ortaya çıkmasında oynadığı sözde kritik rolü değerlen­
dirdi, bulgularını genelleştirdi, ve şöyle bir vargı çıkardı:
Bu büyük değişim ler belli b ir kaçınılm azlık ile ortaya çıkm ış g ö rü n ü r; olaylann
bağım sız b ir eğilim i, insan so ru n la rın d a ilerlem eyi d e n etley e n d iren ilm e z b ir
z o ru n lu k olm uş g ö rü n ü r. ... Y akından y oklandığında, d ikkatle tartılıp ölçül­
d ü ğ ü n d e , d o ğ ru bakış açısına y e rleştirild iğ in d e, ta rih te kişisel, n e d e n se l ve
bireysel e tk iler ö n e m le rin i yitirir ve büyük döngüsel g ü ç le r k e n d ile rin i göste­
rir. O laylar deyim yerindeyse k e n d iliğ in d e n gelir; eş deyişle, yalnızca fiziksel
fe n o m e n le ri değil am a g ö n ü llü insan eylem lerini de n e d e n le r o larak dışarıda
bırakacak b ir tu ta rlık ve kaçınılm azlık ile gelir.
Tarihte yasa kavram ı böyle doğar. T arih, in sa n s o ru n la rın ın büyük süreci,
bireyler ya d a birey k ü m eleri payına g ö n ü llü çabaların so n u c u olm am ıştır—
şansın so n u c u olm ası b ü tü n ü y le b ir yana; tersin e , ta rih yasanın a ltın d a d u r­
m uştur.30

Bu alıntıda anlatılan görüş insan sorunları üzerine tanıdık olan ve


yaygın olarak savunulmayı sürdürecek b ir anlayışın bir türüdür. Kimi
zam an bir theodikeye destek olarak ileri sürülm üş b ir anlayıştır; kimi
zam an kozmik örgenselciliğin ro m antik b ir felsefesine; kimi zam an
insan ilerlem esinin ya da bozulm asının n ed en lerin i coğrafya, ırk ya
da ekonom ik ö rgütlenm e gibi kişisel-olmayan etm en lerin işlem inde
bulan görünürde “bilimsel” bir uygarlık kuram ına. Aralarındaki önem ­
li ayrım lara karşın, tarihsel kaçınılm azlığın bu çeşitli öğretileri ortak
bir öncülü paylaşır: İster bireysel ister ortaklaşa olsun bilerek yapılan
' Hduard P. Cheney, Lam in History and OtherEssays, NewYork, 1927, s. 7.
insan eylem inin insan tarihinin izleğini değiştirm ek için güçsüzlüğü,
çü n k ü tarihsel d eğişim ler sözde d u rağ an am a belki de h e r zam an
bilinm eyen gelişim kalıplarına uygun düşen derinde-yatan güçlerin
ürünleridir.
Tarihsel kaçınılmazlık öğretisinin savunulmaz olduğu tarihçiler tara­
fından olduğu gibi felsefeciler tarafından da yineleyerek gösterilmiş­
tir; ve şimdiki tartışm anın amacı bir kez daha o n u n birçok eksikliğini
gösterm ek değildir. Kimi değişik biçim lerinde öğretinin hiçbir görgül
içeriğinin olmadığını belirtm ek yeterli olacaktır, çünkü tasarlanabile­
cek hiçbir görgül kanıt ö ğ retin in bu çeşitli biçim lerini doğruluk ya
da yanlışlık açısından sınamak için ilgili olamaz. Dahası, öğreti görgül
olarak sınanabileceği bir yolda form üle edildiğinde, eldeki kanıt ne tüm
insan olaylarının bölünm ez ve kültür-ötesi bir anlam da değişmez olan
bir gelişim yasasını örneklediği savını, ne de bireysel ya da ortaklaşa
insan çabasının hiçbir zaman toplum un dönüşüm lerinde belirleyici bir
etm en olarak işlemediği savını destekler. B ununla birlikte, bu savların
reddedilm esi birçok tarihsel d u ru m d a bireysel seçim ve çabanın az da
olsa etkisinin olabileceğini yadsıyor olarak yorumlanmayacaktır, ne de
toplumsal değişimin izleğini yönetm ede insan gücüne sık sık saptana­
bilir sınırların olduğunu yadsıyor olarak yorum lanacaktır—sınırlar ki
fizik ve coğrafyanın olguları tarafından, yaşambilimsel donatım tarafın­
dan, ekonom ik üretim kipleri ve eldeki teknolojik beceriler tarafından,
gelenek ve politik örgütlenm e tarafından, insan aptallığı ve bilgisizliği
tarafından, ve ayrıca insanlann daha önceki çeşidi eylemleri tarafından
çizilebilir.
Öte yandan, tarihsel kaçınılmazlığın yakınlardaki birçok eleştirmeni
öğretinin açıkça abartılmış savlannı yadsımanın çok ötesine gitmişlerdir.
O na temel olan öncül olduğuna inandıklan şeye—yani insansal olayla-
n n genellikle ancak belirli ve belirleyen koşullar altında yer aldığı görü­
şüne—karşı çıkmaya yönelmişlerdir. Buna göre, bu eleştirm enler tam
bir determ inizm in insan tarihinin doğrulanm ış olguları ile, ve ayrıca
m oral problem lerin tüm tartışm asının altında yatan sayıltı, insanlann
bilinçli seçim ve eylemleri için gerçekten sorum lu olduklan sayıltısı ile
bağdaşmaz olduğunu göstermeye çalışmışlardır. Dahası, tarihsel kaçı­
nılmazlık öğretisini reddeden birçok düşünür ruhbilimsel ve toplumsal
araşurm ada yürürlükte olan eğilimlerin de ciddi eleştirmenleridirler; ve
onlara göre bu araştırm alarda benim senen davranışçı (ya da “doğalcı”)
yöntembilim en sonunda determ inistik öncüller üzerine dayandığı için,
çağdaş toplumsal bilim insan özgürlüğüne inancı yok etm ekte ve öyleyse
moral çabanın tem ellerini zayıflatmaktadır.
Bu bölüm ün geri kalanı determ inizm in bu eleştirilerinin kimilerini
ele alacaktır. B ununla birlikte, bu eleştiriler ‘determ inizm ’in genel bir
sav olarak nasıl yorum lanacağını seyrek olarak belirtik kılar; ve gerçi
savın eleştirmenleri zaman zaman o nu tarihsel kaçınılmazlık öğretisi ile
özdeşleştirseler de,31 genellikle çok daha kapsamlı bir kavram amaçla­
nır. Öyleyse ‘determ inizm ’in doğal bilim lerde genellikle taşıdığı anlam
üzerine Bölüm 10’da verilen açıklamayı kısaca anımsamalıyız, çünkü bu
ayrıca determ inizm in sık sık tarihsel kaçınılmazlık öğretisinin altında
yatan öncül olduğu söylendiği zaman ona verilen anlam olarak görünür.
D eterm inizm üzerine daha önceki tartışmamızı genellikle determ i­
nistik olduğu kabul edilen bir fiziksel-kimyasal dizgenin bir örneğinin
yardım ı ile özetlem ek uygun olacaktır.32 Dizge kapalı b ir vakum şişe­
sinde bir soda, viski ve buz karışım ından oluşur. Şişede havanın hiç
bulunm adığı ve karışımın örneğin çevredeki ısı kaynakları gibi başka
herşeyden yalıtıldığı varsayılır. Dahası, dizgenin tartışmaya giren biri­
cik karakteristikleri şunlara benzeyen “term odinam ik değişkenlerdir”:
Dizgenin bileşenlerinin sayısı (örnekteki bileşenler su, alkol ve karbon
dioksittir), içinde bileşenlerin yer aldığı toplak evreleri ya da tipleri (ör­
nekte su katı, sıvı ve gaz evrelerde b u lu n u r), h er bir evrede bileşenlerin
yoğunlukları, karışımın sıcaklığı, ve kabın duvarları üzerindeki basınç.
İyi bilindiği gibi, verili bir sıcaklık ve basınç d u ru m u n d a dizgedeki her
bir bileşen belirli yoğunluklar ile çeşitli evrelerde bulunacaktır, ve evrik
olarak. Böylece, eğer karışımın basıncı arttırılırsa (örneğin şişenin tıpa­
sının bastırılması ile), suyun gaz evresindeki yoğunluğu düşer, am a sıvı
evresindeki yoğunluğu artar; ve sıcaklıktaki bir değişim ile de durum
andınmlıdır. Dizgenin değişkenleri böylece birbirleri ile belirli karşılıklı
bağımlılık ilişkileri içinde durur, öyle ki verili herhangi bir zam anda bir
değişkenin değerinin o zam anda başka değişkenlerin değerleri yoluyla
“belirlendiği” söylenir.
Şimdi varsayalım ki bir başlangıç zamanında dizge belirli bir “durum ”-
da olsun (e.d. değişkenlerin belirli değerleri olsun), ve o zamanda değiş­
kenlerin birinde ya da daha çoğunda üretilen bir değişim nedeniyle dizge
bir t zaman aralığından sonra bir başka belirli durum da olsun; ama ayrıca
varsayalım ki dizge bir yolda başlangıç durum una geri getirilsin, değişken­
lerde tam olarak öncekiler ile aynı değişimler üretilsin, ve aynı t zaman
aralığından sonra dizge yine ikinci durum da olsun. Eğer dizgenin başlan­
gıç durum u olarak hangi durum alınırsa alınsın ve t aralığı ne denli bü­
yük olursa olsun bu yolda davranırsa, dizgenin belirlenen termodinamik
değişkenler kümesi açısından “determ inistik” olduğu söylenir.
Eğer fiziksel-kimyasal örneğe g ö nderm e düşülürse, ‘determ inizm ’
bu nedenle bütünüyle belirli bir yolda yüklem lerin (ya da “değişkenle­
rin”) her kümesi için o küm e açısından determ inistik olan bir dizgenin

31Ö m eğin bir tarihçiye göre determinizm bir öğretidir ki ona göre “çaresizlik içinde
tüm daha önce olmuş olandan doğan bir devimin pençesine yakalanmışızdır.”—Pieter
Geyl, Debates with Historians, New York, 1956, s. 236. Ama bu temsil edici bir görüş değildir..
,!Ö d ü n ç ö rn e k için, bkz. Law rence J . H e n d erso n , Pareto's General Sociology,
Cambridge, Mass., 1935, Chap. 3; orada ö rnek P areto’ya göre bir toplumsal dizgenin
hangi anlam da determ inistik olduğunu gösterm ek için kullanılır.
varolduğu savı olarak tanımlanabilir. Buna göre, ‘tarihte determ inizm ’
insan eylemlerinin h er kümesi, bireysel ya da ortaklaşa karakteristikler,
ya da tarihçiyi ilgilendirebilen toplumsal değişim ler için, o öğeler açı­
sından determ inistik olan b ir dizgenin varolduğu savıdır—ki burada
dizgenin d urum değişkenleri gene de belirlenm iş değildir. Şimdi bu
bölüm ün geri kalanı için önerdiğim iz göreve dönebilir ve tarihte deter­
m inizm in çeşitli eleştirilerini tartışabiliriz. D eterm inistik sava yönelik
karşıçıkışlardan yoklanacak olanlar şu başlıklar altına düşer: (1) tarihsel
kaçınılmazlık öğretisinin yanlışlığından ve insan sorunlannda “zorunlu
gelişim yasalarının” yokluğundan uslamlama; (2) insan olaylarının tah­
min edilem ezliğinden uslamlama; (3) determ inizm in insan özgürlüğü­
nün olgusallığı ile bağdaşmazlığından uslamlama; am a yoklamayı savın
kendisinin geçerliği üzerine (4) kimi düşünceler ile sonlandıracağız.

1. Birinci uslam lam a kısaca bildirilebilir ve ayrıca hem en bir yana


atılabilir. Birincil olarak yönelim de ister dinsel isterse dünyasal olsun
büyüklük havası taşıyan tarih felsefelerine karşı yönelmiştir. B unlar
insan soyunun başlangıçlarından bu yana yer almış olayların çeşitli ardı­
şıklıklarında değişmez bir gelişme kalıbı bulduklarını ya da en azından
değişik toplum ya da uygarlıklarda yineleyerek sergilenen ardışık olayla­
rın değişmez bir düzenini saptadıklarını ileri sürer. Bu felsefelerin kimi­
lerinin perspektifinden, h e r insan edim i değişim lerin değiştirilem ez
yapısında belirli bir yer dolduruyor görünür, ve h er toplum zorunlu
olarak bir sonraki evreye ulaşm adan önce zorunlu olarak değişmez bir
ön evreler dizisi içinden geçmelidir. Dahası, insan bireylerin tarihin
devimlerini ortaya çıkaran görün ü rd e etm enler olmasına karşın, insan
eylemleri bu felsefelerin birçoğunda en iyisinden “aletler” olarak görü­
n ü r ki, zamansız yasalar ile uyum içinde işleyen ve evrim lenen belli
“güçler” onlar yoluyla belirtik olur.
Bu tip tarih felsefeleri sık sık büyük dram atik literatürün büyüsünü
taşır; ve okurlarından çok azı sık sık onların kurulm asına giren dikkate
d eğer im gelem güçlerini ve hayranlık verici bilginliği isteyerek yad-
sıyacaktır. Ama d ah a önce değinildiği gibi, edim sel olarak yer almış
olanın kanıtı böyle felsefeleri yargılamak için ne olursa olsun ilgili ise,
bu kanıt ezici olarak olumsuzdur. Bu felsefelerin eleştirm enleri onları
yanlış olarak reddetm ede sağlam zem inler üzerindedir.
Buna karşm tarihsel kaçınılmazlık öğretisinin yanlışlığından insan
sorunlarında hiçbir nedensel bağıntının olmadığı ve tarihçilerin tartış­
tıkları olaylar açısından determ inizm in bir mit olduğu sonucu çıkar mı?
Böyle bir sonucun çıkmadığına inanan yakınlardaki eleştirmenler savlan
için hiçbir belirtik zemin sunmazlar ve onu deterministik bir dizgenin ne
olması gerektiği konusunda aşın ölçüde dar bir anlayış üzerine dayan-
dınrlar. İnsan geçmişi iyi yapılmış bir kronom etrenin düzenli dönemsel-
likleri gibi birşey sergilemediği için, geçmişteki olaylann deterministik
bir dizgedeki öğeler olmasının olanaksız olduğunu düşünüyor görünür­
ler. B ununla birlikte, verili bir dizge göreli olarak yalın bir değişimler
şemasını örneklemeyi başaramasa da, daha karmaşık ve tanım adık bir
bağımlılık ilişkileri kalıbı sergileyebilir. Dahası, tikel bir dizge belirli bir
karakteristikler küm esi açısından determ inistik olm asa bile, gene de
dışsal etkilerden yeterince iyi yalıtılmış olmayabilir (devimleri dalgala­
nan bir manyetik alanın etkisi nedeniyle “düzensizlikler” gösteren bir
saat durum u n d a olduğu gibi); ve öyleyse verili karakteristikler kümesi
açısından determ inistik olan bir başka dizge (belki de başlangıçtaki
dizge ile birlikte b u dışsal etkileri de içeren dizge) olabilir. H er ne
olursa olsun, tarihsel kaçınılmazlık öğretisinin yanlış olduğu ve insan
tarihinde zorunlu gelişimin hiçbir yasasının olmadığı kabul edildiğinde,
örneğin on yedinci yüzyılda Ispanyol gücünün zayıflamasının bir ölçüde
İspanyol ekonom ik ve kolonial politikasının sonucu olduğunu, ya da
Bolşevik Devriminin başarısı için zorunlu bir koşulun Lenin tarafından
sağlanan önderlik olduğunu gösterm ek için yetkin kanıt vardır. Kısaca,
determ inizm e karşı birinci uslamlama hedefine ulaşamaz.

2. D eterm inizm in eleştirm enleri insansal olayların önem li ölçüde


tahm in edilem ez olduğu karşıçıkışına büyük ağırlık verm e eğilim in­
dedirler. Bu bağıntıda ‘tahm in edilem ez’ sözcüğünün genellikle iki
anlam ı ayırdedilir. Eğer verili bir zam anda bilgideki ya da teknoloji­
deki sınırlam alardan ö tü rü insanlar bir olayı ö n ced en görm ek ya da
onu belli bir sağınlık derecesinden daha çoğu ile öngörm ek için etkili
yetenekten bütünüyle yoksun iseler, olay “teknolojik olarak” tahm in
edilemezdir. B ununla birlikte, açıktır ki olayların bu anlam da tahm in
edilemez olması determ inizm e ciddi bir karşıçıkış değildir; ve determ i­
nistik savın hiçbir ciddi eleştirm eni örn eğ in günüm üzde bir sonraki
yer sarsıntısının ne zaman olacağını önceden bilemeyeceğimiz için yer
sarsıntılarının yer almak için zorunlu ve yeterli koşuldan yoksun oldu­
ğunu ileri sürmeyecektir.
Ö te yandan, bir olay eğer yer almasının sınırsız sağınlık ile önceden
hesaplanabileceği sayıltısı “doğa yasaları” ile, eş deyişle bilimsel bilgi
kütlesi ile, ve özel olarak yerleşik bilim sel kuram ile bağdaşm az ise
“kuramsal olarak” tahm in edilemezdir. Sözcüğün bu anlam ını ortaya
koymak için sık kullanılan örnek yürürlükteki quantum kuram ına göre
atom-altı süreçlerin tahm in edilm esindeki sınırlı sağınlıktır. B ununla
birlikte, açıkça görülecektir ki insansal olayların kuramsal olarak tahmin
edilemez olduğu varsayılsa bile, bu varsayım ancak ilkede olayların saltık
sağınlık ile tahm in edilebileceği savı ile özdeşleştirilirse determ inistik
sava yönelik bir karşıçıkışın gücünü taşır.33 Hiç kuşkusuz ‘determ inizm ’e
33Böyle bir özdeşleştirme Moritz Schlick tarafından yapıldı: “ *A B ’yi belirler’ dem ek
B A 'dan hesaplanabilir d em ekten başka birşey dem ek olamaz. Ve bu dem ektir ki
belli d eğerler A ’nın başlangıç koşullarının yerine geçirildiği ve ek olarak t zamanı
bir yan-anlam atanabilir ve böylece anlam ı ‘tahm in edilebilir’in anlamı
ile çakıştırılır. Ama sözcüklerin yan-anlam ları arasında böyle kurula­
cak eşdeğerlik keyfi b ir buyruğun sonucu olacaktır, çünkü sözcükler
gerçekte anlam daş olarak kullanılmaz. Eğer kullanılsalardı, kuramsal
olarak tahm in edilem ez olduğu kabul edilen birşeyin gene de belir­
lenm iş olduğunu düşünm ek saçmak olurdu. B ununla birlikte, quan-
tum m ekaniğinin bilimsel kuram ın yürürlükteki kütlesine ait olması
d u ru m u n a karşın, Planck, Einstein ve başkalarının savundukları gibi
atom-altı süreçlerin yer alm asını belirleyen koşulların bulu n d u ğ u n u
ve qu an tu m k u ram ın ın karşısına o sü reçlerd en kim ilerinin tahm in
edilebilirliğindeki sağınlık üzerine bu kuram ın yaptığı gibi üst sınırlar
getirmeyen bir almaşığın çıkarılmasının istenebilir olduğunu savunmak
kendi ile çelişkili değildir (gerçi yanlış olabilse d e ).
Ama h e r ne olursa olsun, toplum sal bilim lerde insansal olayların
kuram sal olarak tahm in edilem ez olduğu sayıltısına dayanak olacak
ve quantum m ekaniği ile karşılaştırılabilecek hiçbirşey yoktur. Ne de
edimsel kanıt insan eylemlerinin gerçekte bütünüyle tahm in edilemez
olduğu savını doğrular, insanın geleceğindeki h e r ayrıntının tahm in
edilebileceğini ileri sürm ek, ya da giderek insanın geçm işindeki h er
olayın eldeki verilerden çıkarsanabileceğini düşünm ek bile saçma ola­
caktır. Ö te yandan, insanın geleceğine ilişkin h erh an g i birşeyi her­
hangi bir doğruluk güvencesi ile tahm in etmeye bütünüyle yeteneksiz
olduğum uzu savunmak daha az saçma olmayacakür. Başka insanlar ile
kişisel ilişkilerimizin, politik düzenlem e ve toplum sal kuram larım ızın,
ulaşım çizelgelerim izin ve tü re işlerim izin insan geçmişi ve geleceği
üzerine yeterince güvenilir çıkarsamalar olanaklı olm adıkça oldukları
gibi olam ayacaklarını söylemek neredeyse apaçık olanı söylemektir.
Hiç kuşkusuz, Birleşik D evletlerin sonraki başkanının kim olacağını
h erhangi bir pekinlik ile tahm in edemeyiz. Ama iç ve dış sorunlara
karşı yürürlükteki A m erikan tutum larını sorgusuzca alırsak, ve ayrıca
dünya güçlerin in şim diki k ü m eleşm elerini de dikkate alırsak, ö n ü ­
müzdeki artık yılda bir başkanlık seçiminin olacağı, iki büyük partiden
hiç birinin bir Kom ünisti aday gösterm eyeceği, başarılı adayın ne bir
kadın ne de b ir N egro olacağı konusunda güven duym ak için sağlam
zem inlerim iz vardır. Bu çeşitli tahm inler kimi noktalarda belirsizdir,
çünkü geleceği tasarlanabilir tek bir almaşık dışında tüm ünün bir yana
atılacağı bir yolda önceden bildirmezler. Buna karşın, tahm inler muaz­
zam bir mantıksal olanaklar sayısını dışarıda bırakır; ve gerçi gelecek
olaylara katılacak insanların eylem lerinde özgür seçim için dikkate
d e ğ e r b ir alanları olabilse de, edim sel seçim leri ve eylem leri iyice
gibi değişkenlere belli değerler atandığı zam an B ’nin yer almasını doğrulayan bir
evrensel form ül vardır. ... ‘B elirlenir’ sözcüğü böylece tam olarak önceden ‘tahm in
edilebilir’ ya da ‘hesaplanabilir’ ile denm ek isteneni anlatır.”— Moritz Schlick, “Die
Kausalitat in der gegenwârtigen Physik,” Gesammelte Aufsatze, Viyana, 1938, ss. 73-74.
tanımlı sınırların içerisine düşecektir. Tüm bunların açık önem i verili
bir d önem boyunca ve insan ların verili b ir to p lu m u için m antıksal
olarak olanaklı olan herşeyin tarihsel olarak da olanaklı olm adığıdır;
ve bu o lg u n u n eşit ölçüde önem li yorum u insan so ru n ların d a hem
olm uş olan lar için h em de olacak o lan lar için belirleyici koşulların
bulunduğudur.
Ö te yandan, geçmiş olayları sonradan tarihsel olarak açıklamaları­
mız bile, tıpkı gelecek olayları öngörm em iz gibi, h em en hem en h er
durum da sağınlıktan ve tam lıktan yoksundur. Ç ünkü geçmiş olayları
açıklamalarımız, b u n lar ister bireysel isterse ortaklaşa edim ler olsun,
yer almış olanın sağın ayrıntılarını en iyisinden seyrek olarak açıklar;
ve, gördüğüm üz gibi, yalnızca az çok bulanık olarak form üle edilmiş
karakteristikleri olası kılan zem inleri sergilem ede başarılı olurlar. Ama
tarihsel açıklamalann olasılıklı yapısı için nedenleri daha önce yokladık,
ve bunlardan hiç biri determ inizm i reddetm ek için bir zemin değildir.

3. ird elem ek üzere geriye kalan uslam lam a baştan sona giden bir
determ inizm in ahlaksal kuram ın insanlann kararlan ve bilinçli eylem­
leri için sorum lu olduklannın doğru olarak söylenebileceği biçimindeki
temel beliti ile bağdaşmaz olduğudur. Determinizme bu karşıçıkış antik-
çağdan bu yana felsefi ve tannbilim sel tartışm anın bir teması olmuş, ve
insan tarihinin ve toplum sal bilim in yürürlükteki tartışm aları yoluyla
yeniden diriltilmiştir. Karşıçıkışın yarattığı sorunların bir bölüm ünü
Isaiah Berlin’in bir kitabında sunulduğu biçim de yoklayacağız.34 Kitap
birincil olarak insan sahnesini insan çabası ile değiştirilemeyecek kaçı­
nılmaz bir yazgının açınımı olarak gören tarih felsefelerinin yıkıcı bir
eleştirisidir; ve aynca bu felsefelerin yalnızca insan sorunlarının sağın
olarak belirlendiği sayıltısına sonurgular olduklarını da ileri sürer. Ama
Berlin’in determinizmi reddetm ek için ileri sürdüğü bu nedeni göz ardı
edeceğiz, çünkü determ inistik savın tarihsel kaçınılmazlık öğretisini
gerektirm ediğini d ah a şim diden gösterdik; am a sava karşı yönelttiği
daha öte iki uslamlamayı tartışmalıyız.

a. Berlin’in bu uslam lam alann birincisindeki çıkış noktası bir bireyin


eğer bir eylemi yapmaya zorlanmışsa ve eğer onu yapmayı kendi özgür
istenci ile seçmemişse o eylem için ahlaksal olarak sorum lu tutulmasının
doğru olamayacağı biçimindeki genel olarak kabul edilen sıradan bir
noktadır. Buna göre, eğer bir kişi bir eylem için gerçekten sorum lu ise,
seçimi başka türlü olmuş olsaydı başka türlü davranabilirdi. Ama Berlin
determ inistik sav üzerine (ki o nu insan yaşamının yasa tarafından bü­
tünüyle belirlenmeyen herhangi bir alanının olduğunu yadsıyor olarak
an la r), kişinin gerçekte seçimi yapm a yolundan başka b ir yolda seçim
yapamayacağına da inanır, ve bun u n nedeni görünürde bireyin karan-
34Isaiah Berlin, Historical Inevitability, L ondra ve NewYork, 1954.
nin on u verdiği sırada üzerinde hiçbir denetim inin olmadığı koşullar
yoluyla belirlenm iş olmasıdır—örneğin yaşambilimsel kalıtı ya da daha
önceki eylemler yoluyla biçim lendirilen karakteri gibi. Sonuçta, deter-
ministik savı kabul eden herhangi biri için, bir insanın karar verdiğin­
den başka türlü karar vermiş olabileceği sayıltısı en sonunda seçimini
belirleyen olgulara ilişkin bilgisizliğimiz üzerinde dayanan bir yanılsama
olmalıdır. Berlin buna göre determ inizm in bireysel sorum luluğun orta­
dan kaldırılmasını gerektirdiği vargısını çıkarır, çünkü determ inizm e
göre insanın eylemini açıklayan şey bir insanın özgür seçimi değil, ama
daha çok seçimini belirleyen koşullardır. Ö rneğin ona göre
H iç kim se b e n i o ld u ğ u m d a n d a h a u zu n boylu olm adığım için k ın am a n ın , ya
d a saçım ın ren g in i ya d a anlağım ın ya d a yüreğim in niteliklerini birincil olarak
b e n im k e n d i ö z g ü r seçim im e bağlı g ö rm e n in acım asızca o ld u ğ u gibi aptalca
d a olacağını yadsım az; b u y üklem lerin o ld u k ları gibi o lm aları b e n im k ararla­
n m a bağlı değildir. E ğer b u kategoriyi sınırsızca genişletirsem , o zam an varo­
lan herşey z o ru n lu ve kaçınılm azdır. ... K ınam ak ya d a övm ek, olanaklı alm aşık
eylem yollarını g ö z d en geçirm ek , tarih se l kişilikleri yap m ak ta ya d a yapm ış
old u k ları gibi davrandıkları için ilen çlem ek ya d a k utlam ak saçm a b ir iş olur.

Ve ekler:
E ğer seçim lerin yer almış olan şeyleri etkilem iş olm asına karşın gene d e k endi­
lerin in b ü tü n ü y le bireyin d e n etim i içerisinde olm ayan e tm e n le r (o n u n kendi
eylem g ü d ü ve kaynaklarını d a içine alm ak üzere) yoluyla b e lirlen d iğ in e in an ­
dırılacak olsaydım , hiç kuşkusuz o n u ahlaksal olarak övülmeyi ya d a yerilm eyi
h a k e diyor görm ezd im .35

iki yorum söz konusudur:

i. İlk olarak, B erlin’in kullandığı “insansal ‘k en d i’” kavram ının ne


olduğu açık olm aktan uzaktır. Çünkü onun görüşü üzerine, insan ‘ken­
disi’ görün ü rd e yalnızca insan b ed en in d en değil am a ayrıca bundan
böyle bir insanın denetim i içerisinde olmayan ve yapmak üzere olduğu
seçimi en azından bölüm sel olarak belirleyen ‘seçim lerin’ herhangi
b irin d en , ve yine denetim inin ötesinde oldukları düzeye dek eylem
kaynaklarından, yatkınlığından ve g ü dülerinden de ayırdedilmelidir.
Buna göre bir insanın davranışını dolaysız şim dinin incecik kıpısında
en önemsiz yolda etkileyen tüm şeyler silindiğinde ‘k en di’den geriye
neyin kaldığını bilmek güçtür.
Güçlük Berlin’in kararlan terim e onun verdiği anlam da “özgür” olan
‘kendi’ anlayışını anlamaya çalıştığımız zaman hafiflemez—bir özgürlük
ki, benimsemesi gereken eylem yolu üzerine kafa yoran ve sonunda üze­
rine düşündüğü çeşitli almaşıklar arasında karar veren bir kimsenin göz
önüne getirilmesi bağlamında anlaşılır. Birey genellikle sonunda verdiği
karann az çok yerleşmiş alışkanlıklann, geçici dürtülerin, almaşıklardan
35Isaiah Berlin, aynı yer, ss. 26-27.
kim ilerine yönelttiği yoğun dikkatin ve b enzerlerinin b ir küm esinin
anlatımı olabileceğinden habersizdir—tıpkı norm al olarak kendi yürek
atışlarından ya da onlan üreten örgenden de habersiz olması gibi. Birey
sonunda yaptığı seçimin gerçekten onun olup olmadığı sorusu üzerine
içine düştüğü şaşkınlıktan çıkınca büyük olasılıkla o n u n hiç kuşkusuz
kendi kararı olduğunu söylemede duraksam a göstermeyecektir. Ama
eğer birey kendisine ilişkin bu tü r şeyleri ayrımsıyor olsaydı, ki pekala
zaman zaman ayrımsıyor olabilir, o zaman seçimini kendi seçimi olarak
görm ekten daha kolay mı vazgeçerdi? Bu da pek olası görünm ez, tıpkı
yüreğinin dizemli kasılmaları tarafından üretildiğini anladığı zaman
şakaklarındaki nabız vuruşunu kendisinin olarak görmeyi yadsımasının
da pek olası olmaması gibi.
B u nunla b irlikte, B erlin ’e göre k ararın bireyin k en disinin olup
olmadığı sorusuna yanıt iki d u ru m d a da g ö rü n ü rd e olum suz olmalı­
dır. Berlin öyleyse çözümsüzlüğü kesin olan bir bilm ece ile karşı kar­
şıyadır—insan ‘k en d i’sinin özünlü bir yüklemi olan bir etkinlik ya da
özellik bulma, ama bunu böylelikle nedensel olarak başka birşey üzerine
bağımlı olan herhangi birşeyin otom atik olarak ‘kendi’nin gerçek bir
parçası olm aktan dışlanacağı koşulu ile yapma. Problem i kendine örne­
ğin devinen bir beyzbol topunu toptaki bulunuşlarını aracı etm enlere
(örneğin o nu yapan fabrika, ona vuran sopa, ya da onun üzerine ışıyan
güneş gibi) borçlu olan yüklem lerden söz etmeksizin betim lem e göre­
vini vermiş olsaydı yüz yüze kalacağı türden bir problem gibidir, çünkü,
topun büyüklük, şekil, renk ve devim d urum u gibi tanıdık yüklemleri
dışsal etm enler yoluyla belirlendiğine göre, tüm ü de topun kendisine
gerçekten özünlü değildir.
Bireysel ‘k en d i’nin sınırlarının tam olarak nasıl ve n erede çizilece­
ği gibi sorular hiç kuşkusuz karar verilmesi kolay sorular değildir; ve
onlara yanıt değişik kendini-tanım lama bağlamları ile birlikte değişebi­
lir, ve giderek insan ‘kendi’sini tasarlama yollarındaki kültürel ayrımlar
üzerine bağımlı bile olabilir. Ama nasıl çizilirse çizilsin çizgiler sonunda
hiçbirşeyin ‘kendi’ olarak tamnamayacağı bir yolda çizilmemelidir. Hiç
kuşkusuz sık sık dışsal hiçbir zorlama olmaksızın kendi özgür istencimiz
ile davranm akta olduğum uzun bilincinde olmamız olgusundan yapay
ve çözümsüz b ir bilm ece yapılmamalıdır, üstelik seçim lerim izden bir
bölüm ünün yatkınlıklarımızın, geçmiş eylemlerimizin ve şimdiki dür­
tülerimizin ürünleri olduğunu kabul etsek bile.

ii. B erlin’in uslamlam ası üzerine ikinci bir yorum yapılmalıdır, ilk
bakışta, insanların sözcüğün gerçek anlam ında sorum lu özneler ola­
rak görülm esini sağlayan koşulları tartışm ası sık sık m o dern fiziğin
bulgularının ışığında dünya üzerine sıradan sağ-duyu görüşünün bir
yanılsama olduğunu gösterm ek için kullanılan uslamlamayı yakından
andırır. Ö rneğin, ileri sürülm üştür ki, fiziğe göre masalar gibi sağ-duyu
nesneleri göreli olarak büyük uzaklıklar ile ayrılmış hızla devinen küçük
parçacıkların karmaşık dizgeleri olduğuna göre, masaların “gerçekten”
sürekli yüzeyleri olan sert katilar olduklannı sanm ak yanıltıcıdır. Ama,
sık sık belirtildiği gibi, böyle bir uslamlama bir yanıltılar yuvasıdır. ‘Katı,’
‘sert’ ve ‘sürekli’ gibi sağ-duyu terim lerinin sıradan anlam larında kulla­
nıldığında molekül yığınları gibi şeylere uygulanabilir olmadığı kabul
edildiğine göre, terim ler öyleyse masalar gibi m akroskopik nesnelere
doğru olarak uygulanabilir değildir.36
Berlin’in tartışması benzer bir hata ile yüklüdür, çünkü, andırım lı bir
yolda, eğer altlarında sorum lu davranışın yer aldığı belirleyici yaşam­
bilimsel ve ruhbilim sel koşullar varsa, insanların edim lerinden hiç biri
için gerçekten sorum lu olamayacaklarını, çünkü sorum luluğun (teri­
m in aynı anlam ında) haklı olarak o koşullara yüklenem eyeceğini ileri
sürer. Buna karşı, insanların sık sık düşünüp taşındıkları ve almaşıklar
arasında karar verdikleri başka herhangi biri kadar doğrulanan görgül
bir olgudur; ve düşünüp taşınmayı ve seçimi olanaklı kılan fizyolojik ve
psikolojik koşullar üzerine keşfetmiş ve keşfedecek olduğum uz hiçbir­
şey böyle düşünm eye dayalı seçim lerin yer aldığım yadsımak için kanıt
olarak kullanılamaz (ölüm cül bir tutarsızlık göze almaksızın).
Ö te yandan, belirtm ek önem lidir ki verili bir bireyin bir eylem için
haklı olarak sorum lu tutulup tutulmadığı görgül bir sorudur, ve bireyin
öyle olduğunu sanm ada kötü bir yanılgıya düşüyor olabiliriz. Ö rneğin
bir bireyin küçük hırsızlıklar yapmayı sü rdürdüğünü keşfedebiliriz, ve
bu onu ödüller ve cezalar ile eğitm ek için en iyi çabalarımıza karşm ve
kendisinin kendini düzeltm ek için görünürde ciddi çabalarına karşm
böyle olabilir. O zaman hafif bir dengesizlik çektiği ve belli eylemlerini
denetleyem ediği vargısını çıkarabiliriz, öyle ki o nu bunlardan sorum lu
tutmak yanlış olacaktır. Buna karşm bir insanın denetim i altına aldığı ve
almadığı eylemler arasındaki ayrımın böylelikle yalanlanmadığı olgusu
ortada kalır—ne de böyle denetim in kazanılmasını ve sergilenmesini
sağlayan koşullan keşfedecek olursak aynm düzm ece olur. Kısaca, bir
kişi eğer norm al bir moral varlığın davrandığı tarzda davranıyorsa açıkça
sorumlu bir moral varlık olarak nitelenir; ve moral bir varlık olarak işlev
görm esini onun için olanaklı kılan örgensel ve ruhbilimsel koşullar o
sorum lu bir kişi olarak davranırken o durum lardan hiç birinde onun
denetim i içerisinde olmasa bile nitelem e doğru kalır.

b. Berlin’in determ inizm e karşı yönelttiği bir ikinci uslamlama daha


vardır. İleri sürer ki, determ inistik savın d o ğruluğuna bakılmaksızın,
insanlann çoğunluğunun sıradan düşünceleri gerçekte sava inançlann-
dan etkilenmez. Eğer etkilenseydi, diye belirtir, insanların ahlaksal ay-
“ Uslamlamanm etkili bir bildirimi için, bkz. A rthur S. Eddington, The Nature of the
Physical World, New York, 1929, özellikle ss. xi-xiv; E ddington’ın güçlü bir eleştirisi
için, bkz. L. Susan Stebbing, Philosophy and the Physicists, Londra, 1937.
nm lan yapmada ve ahlaksal iknalan anlatm ada kullandıkları dil edimsel
olarak olduğu şey olmazdı. Çünkü b u dilin geleneksel kullanımı örtük
olarak insanlann gerçekte seçimlerini yapma ve davranm a yollarından
ayrı yollarda seçmek ve davranm ak için özgür olduklarını varsayar. Bu­
nunla birlikte, B erlin’in vargısına göre, eğer determ inizm e gerçekten
inansaydık sıradan ahlaksal aynm lanm ız herhangi birşeye uygulanabilir
olmaz, ve ahlaksal deneyimimiz anlaşılmaz olurdu.37
Ama tutarlı bir determ inistin olağan ahlaksal söylemi alışıldık anla­
m ında kullanamayacağı biçim indeki bu savı yoklayalım.

i. Bu sav doğrudan görgül kanıt tem elinde mi değerlendirilecektir?


Eğer böyle değerlendirilecekse o zam an, gerçi ilgili veriler dizgesel
olarak toparlanm am ış ve eldeki bilgiler hiç kuşkusuz sonuçsuz olsa da,
elimizdeki kanıtın çoğu açıkça önesürüm ü desteklem ez. Birçok sofu
dindarın dili, Spinoza gibi felsefecilerin sözünü etm esek bile, baştan
sona giden bir determ inizm e belirtik ve toptan bağlılığa karşın, birçok
insanın norm al ahlaksal değerlendirm elerde bulunm ak için hiçbir ruh­
bilimsel engel ile karşılaşm adığını ileri sürm ek için b ir zem in sağlar.
Yalnızca bir örneği alıntılarsak, Piskopos Bossuet Evrensel Tarih Üzerine
Söylem’ini D auphin’e bir kraliyet prensinin düzgün davranışı üzerine
kılavuzluk sağlama gibi bir niyet ile yazdı, am a şöyle sürdürdü:
İm parato rlu k ları yapan ve yıkan tikel n e d e n le rin uzun ardışıklığı T annsal Kay­
ra n ın b u y ru k ları ü z e rin e dayanır. Yüksek G ö k le rin d e T anrı tü m krallıkların
dizginlerini tutar. T ü m y ürekler O n u n elindedir. Kimi zam an tutkuları kısıtlar,
kim i zam an onları özg ü r bırakır, ve böylece insanlığı heyecanlandırır. Bu yolla
T an rı ü rk ü verici yargısını h iç yanılm ayan k u ra lla ra g ö re y e rin e getirir. E n
uzak n e d e n le r yoluyla so n u ç la n hazırlayan ve yankıları öylesine yaygın olan
e n g in vuruşları yapan O dur. T anrı tü m u lu slar ü z e rin d e böyle e g em en d ir.38

Bossuet Tannsal Herşeye-Gücü-Yeterliğin insan özgürlüğünün olgusal-


lığı ile uzlaşmasının aşkın bir gizem olduğuna inandı. Ama bu ne olur­
sa olsun, insan tarihi üzerine Kayraya bağlı (ve öyleyse determ inistik)
bir anlayışı kabul etm ede ve ayrıca tanıdık ahlaksal ayrımları anlatm ak
için sıradan ahlaksal dili kullanm ada (B erlin’in önesürüm ü ile çelişki
içinde) görünürde hiçbir güçlük ile karşılaşmadı.

37“Eğer determ inistik hipotez doğru olsaydı ve edimsel dünyayı yeterli olarak açık-
lasaydı, açık bir anlam vardır ki buna göre (bu vargıdan kaçınmak için kullanılan tüm
olağandışı safsatalara karşın) olağan bir yolda anlaşıldığı biçimiyle insan sorum luluğu
kavramı bundan böyle işlerin edimsel değil ama yalnızca imgesel ya da tasarımlanabilir
durum larına uygulanabilir o lu rd u .... Kimi tarih kuram cılarının (ve felsefi bir eğilimi
olan bilim cilerin) yapma eğilim inde oldukları gibi, sanki determ inist hipotez kabul
edilebilirmiş gibi konuşmak, ve gene de şimdi yapüğımız gibi düşünmeyi ve konuşmayı
sürdürm ek entellektüel karışıklığı beslemektir.”—Isaiah Berlin, aynı yer, ss. 32-33.
s8Jacques Bossuet, Discourse on Urıiversal History, Part 3, Chap. 8, 1681’de yayımlan­
dı; alınü için bkz. G. J. Renier, History: Its Purpose and Method, Londra, 1950, s. 264.
ii. B ununla birlikte, B erlin’in eğer gerçekten de tam bir determ i­
nizm e inanm aya başlasaydık ahlaksal söylem lerim izin anlam larının
değişeceğini d ü şü n m ed e haklı o ld u ğ u n u varsayalım. Bu varsayılan
olgu neyi doğrular? Başka düşünce alanlarında çeşitli dilbilimsel an­
latım lar ile b ağlanan anlam ların yeni in an çların benim senm esi ile
değiştiği benzer durum ları anım sam ak önem lidir. Böylece bugün eği­
timli insanların çoğu gezegen devim lerinin güneş-özeksel kuram ını
kabul eder; am a ‘güneşin d o ğ u şu ’ ve ‘güneşin batışı’ gibi terim leri
kullanm ayı sü rd ü rm elerin e karşın bunları Ptolem i kuram ının başat
o lduğu zam anda taşıdıkları aynı anlam ile kullanm az. B una karşın,
bu terim lerin yer-özeksel d ü şü n celer ile bağlı iken kodladığı ayrım­
ların kim ileri b u gün bile temelsiz değildir, çünkü birçok gözlem ve
çözüm lem e bağlam ında olguları güneş doğuda doğar ve batıda batar
diyerek betim lem ek yanlış değildir. Açıktır ki böyle dili henüz sağlam
olan ayrımları anlatm ak için öğrendik, ve b u n u kendim izi bütünüyle
yer-özeksel kuram ın kabul edilmesi üzerine dayanan başka ayrımlara
bağlamaksızın yaptık.
Buna göre, ve uslam lam anın denkliğine göre, eğer Berlin ile anla­
şarak gerçekten de determ inizm e inanm aya başlasayacak olsaydık, bu
n ed en le dilde “özgürce seçilen” olarak b etim len en edim ler ve öyle
olmayan edim ler arasındaki, ya da bir bireyin etkili denetim i altında
olan karakter ve kişilik özellikleri ve öyle olmayan karakter ve kişilik
özellikleri arasındaki ayrımı göz ardı etm em iz gerekm ezdi. H e r ne
olursa olsun, inançlarda varsayılan değişim in bir sonucu olarak o sı­
rada kullanılan anlatım ların anlam larındaki kaymalar tam am landığı
zam an, henüz belli davranış tiplerinin övgü ve yergi ile karşılanması
ve başka tiplerin övgü ve yergi ile karşılanmam ası, insanların dürtüle­
rin den bir bölüm ünü uygun disiplin ile denetleyebilm eleri ve değişti­
rebilm eleri am a başkaları için aynı şeyi yapam am aları, kimi insanlar
çaba göstererek yaptıkları işlerin niteliğini yükseltirken başkalarının
ise b u n u yapmayı başaramam ası vb. sürecektir. Kısaca, eşliğindeki ge­
leneksel anlam lar ile sıradan ahlaksal dilimiz, ve ayrıca çeşitli eylem
türleri için ayrımlar gösteren yeteneklerimiz, determ inistik savın kabul
edilmesi d u ru m u n d a büyük ölçüde sürecektir. Bunu yadsımak yalnız­
ca determ inizm e inancın kabul edilm esi yoluyla insanların kuramsal
kanılarındaki bu değişim den önce oldukları şeyden h em en hem en
tanınm ayacak denli ayrı olan yaratıklara dönüşecekleri biçim indeki
pek güvenilmez sayıltıyı kabul etm ek olacaktır.
Determinizm e inanç öyleyse mantıksal olarak olduğu gibi ruhbilim-
sel olarak da ahlaksal söylemin norm al kullanım ı ile ya da insanlara
ahlaksal sorum luluk yüklenmesi ile bağdaşmaz değildir. İleri sürülen
bağdaşmazlık öyle g ö rü n ü r ki ancak ahlaksal ayrımların yapılmasının
determ inizm e inançsızlığı gerektirdiği biçim indeki soru-geçiştirici
öncül getirilirse doğrulanabilir.
4. Buna karşın, determ inizm e karşı yöneltilen uslam lam alann hiç biri
inandırıcı olmasa da, eğer determ inistik sav ne olursa olsun herşeyin
kategorisel bir özelliğine ilişkin b ir bildirim olarak yorum lanırsa, ne
kesin olarak doğrulanm ıştır ne de kesin olarak çürütülebilir. Sav böyle
yorum landığında kesin olarak doğrulanm ış değildir, çünkü belki de
belirleyici koşullarını bilmediğimiz sonu gelmez bir olaylar dizisi vardır;
ve, “saltık değişim” üzerine daha önceki bir tartışm anın (Bölüm 10’da)
belirttiği gibi, bu olayların b ir bölüm ü için gerçekte hiçbir belirleyici
koşulun varolm am ası hiç olmazsa m antıksal olarak olanaklıdır. Ö te
yandan, sav kesin olarak çürütülem ezdir, çünkü bir olay için belirleyici
koşulları bulmayı başaram am ak gerçekte böyle koşulların olmadığını
tanıtlamaz. Buna göre, sağın olarak evrensel biçimde ileri sürülen sav
edimsel olarak bildiğimiz biçimiyle dünyaya ilişkin sağlam tem ellendi­
rilmiş bir genellem e olarak başarı ile savunulamaz.
B ununla birlikte, araştırm ada nedensellik ilkesi olarak determ inis­
tik savın işlemsel rolü pozitif bilimin büyük hedeflerinden birini, yani
olayların yer alması için belirleyici e tm en lerin keşfini kapsam lı bir
yolda form üle eden düzenleyici bir ilke olarak yorum landığı zam an
bütünüyle açık olarak görülür. Düzenleyici bir ilke olarak determ inizm
irdelem ekte olduğum uz büyük ölçüde genelleştirilmiş biçim den daha
özelleştirilmiş bir biçim kazandığı zaman hiç kuşkusuz özellikle verim­
lidir. Böylece d ah a önce tartıştığım ız Laplace determ inizm kavramı
genel ilkenin böyle özelleştirilmiş b ir örneğidir ki, o nda sözü edilen
tözsel değişkenler konum , m om ent ve kuvvetlerdir; ve bir süre için tüm
fiziksel araştırm alarda yol gösterici ilke olarak hizm et etm esine karşın,
sonunda giderek fizikte bile determ inistik ilkenin ayrı b ir özelleşmiş
biçimi ile değiştirilmiştir. Benzer olarak, genel ilkenin özel biçimleri
ruhbilimsel ve toplumsal bilimlerde verimli olarak kullanılır—örneğin,
çeşitli fenom enlerin belirleyicileri olarak kalıum, eğitim yoluyla koşul­
landırm a, ekonom ik üretim kipleri ya da toplum sal tabakalaşma gibi
etm enleri alan düzenleyici ilkeler.
Ama böyle özelleşmiş yol gösterici ilkeler ancak sınırlı erim ler içeri­
sinde verimli olsa da, şimdi açıkça görülm elidir ki o nlardan herhangi
birinin sınırlı değeri genel b ir düzenleyici ilke olarak determ inizm i
kınam ak için geçerli bir n ed en değildir. Determ inistik ilkenin özel bir
biçim inin kullanım ı üzerine dogm atik olarak diretm ek hiç kuşkusuz
sık sık bilginin ilerlemesini engellemiştir; ve yine yadsınamaz ki ilkenin
tikel biçim leri sık sık acımasız toplum sal uygulam aları desteklem ek
için kullanılmıştır. Buna karşın, determ inistik ilkenin kendisini terk
etm ek bilimsel girişimin kendisinden çekilmektir. İnsan deneyim inin
varsıl tü rlü lü ğ ü üzerin e bilincim iz ne denli güçlü olursa olsun, ve
bilim in meyvelerini insan bireyselliğinin gelişim ini engellem ek için
kullanm anın tehlikeleri üzerine kaygımız ne d enli büyük olursa ol­
sun, insan özelliklerinin ve eylem lerinin varoluşunu belirleyen çeşitli
koşullar üzerine nesnel araştırmayı d u rd u rm an ın ve dolayısıyla böyle
araştırm alardan elde edilen bilgiye dayanarak yanılsam adan ilerleyici
kurtuluşa kapıyı kapam anın en iyi çıkarlarım ıza hizm et etm esi olası
değildir.

[M E T İN S O N U ]
a r a ş tır m a : research; b ild ir im : statement
investigation, inquiry b i l d i r i m - b i ç i m l e r i :
a r d ı ş ı k l ı k : sequence ( d i z i : statement-forms
series) b ild ir m e k i p i : indicative
a s a l : prim e mood
a s ı l t ı : colloid b i l e ş e n : com ponent
a ş k ı n s a k transcendental b i l e ş k e : resultant
a y r ı ş ı k : heterogenous b i l i ş s e l : cognitive
a y r ı ş ı m l ı : differential b i r a r a d a l ı k : concatenati-
a y r ı ş t ı r ı l a b i l i r : differenti- on, concomitance
able (sürekli, pürüzsüz; b i r l i : unitary
"sürekli ve ayrımlaştırıla- b i r l e ş m e l i : associative
bilir”fonksiyonun türevi b o y l a m s a l : longitudinal
de süreklidir) b o n a fide: dürüst, doğru
('bona fides' tekildir ve
B ‘iyi inanç' demektir; 's'
b a ğ d a ş a b i l i r : com patible İngilizce'de çoğul görü­
b a ğ ı m s ı z d e ğ i ş k e n : ar- nüşünden kaçınılmakiçin
K IS A B İR S Ö Z L Ü K gument düşülür)
b a ğ l a n ı m : conjunction b o ş l u k l u : vacuous
b a ğ l a n t ı : association (çağ­ b o z u n u m : disturbance
rışım) b ö l ü m : quotient; division
b a ğ l a y ı c ı : connective b ö l ü m l e n m e : segmen-
A b a ğ l ı l a ş ı m : correlation tation
a fortiori: daha da güçlü b a ş l a n g ı ç k o ş u l l a r ı : initial b ö l ü n t ü : quotient
birnedenle conditions b u l g u l a t ı c ı : heuristic
a priori: (deneyime) önser b e l g i t l e m e : dem onstration b u r u l u m : torsion
olarak(kavramdan) b e l g i t l i : dem onstrative b ü t ü n s e l : total
a posteriori: sonsal olarak b e l g i t l i o l a r a k : demons-
a ç ı k l a m a : explanation tratively C
a ç ı k l a y ı c ı : explanatory b e l i r l e m e : determ ine, spe- ceteris p a r i b u s : başka
a ç ı m l a m a : explication cify şeyler eşit olmaküzere
a ç ı m l a m a k : expoıınd b e l i r l e n i m : determ ination
a d ho c: salt bu amaçla b e l i r l e n i m s i z : indeterm i- Ç
a d s a l : nom inal nate ç a ğ d a ş : contem porary
a k ı ş m a z l ı k : viscosite b e l i r l e n i m s i z c i l i k : inde- ç a l k a n t ı : turbulence
a l e t : instrum ent terminism ç a p r a z : transversal
a l m a ş ı k : altem ative b e l i r l e y i c i : determ inant; ç a t ı : frame
a l t g ü d ü m l ü : subordinate decisive ç e r ç e v e : fram ework
a n d ı r ı m : analogy b e l i r l i l i k : determ inacy ç ı ğ ı r : epoch
a n l a k : intelligence, unders- b e l i r s i z l i k , k e s i n l i k y o k ­ ç ı k a r s a m a : inference
tanding s u n l u ğ u : uncertainty ç i z g e : diagram
a n l a ş ı l ı r : intelligible b e l i r t i k : explicit ç ö z ü m l e m e : analysis
a n l a t ı m : expression b e l i t : axiom
a n lık (z ih in ): m ind, intel- b e l i t l e ş t i r m e : axiomatiza- D
lect tion d a ğ ı n ı m : dispersion
a r a ç s a l : instrum ental b e n z e ş ( t i r ) m e k : assim ilate d a v r a n ı ş ç ı l ı k : behaviorism
a p a ç ı k l ı k : truism b e t i l e n i m : configuration d e facto: olguda
a p o d i k t i k : apodictic (zo­ b e t i m l e m e : description d e ğ e r b i ç m e : assessment
runluolarakdoğru) b i ç i m d e ş ( o l a r a k ) : uni- d e ğ e r l e m e : evaluate
a r a ç s a l c ı : instrum entalist form(ly) d e ğ e r l i k : valence
d e ğ iş im s iz : invariant d o ğ r u la y ıc ı, d o ğ r u la m a ­ e tk e r lik : efficacy
d e ğ iş im s iz lik : invariance l ı : verifactory (=verifac- e tk i: effect
d e ğ i ş k e : variant tive) e t k i l i : effective
d e ğ iş k i: m odification d o ğ r u d a ş : collinear e t m e n : factor
d e ğ i ş k i s e l : variational d o ğ r u l a y ı c ı : verificatory e v r e n s e l : universal
d e ğ i ş m e z : constant d o ğ u ş : emergence e v r i k : (m at.) reciprocal
d e ğ i ş m e z l i k : constancy d o ğ u ş s a l e v r i m : em er- e x p o s t facto: sonraki
d e ğ i ş m e l i : com mutative gent evolution eylemden; geriye doğru
d e n e y : experim ent d o ğ u ş t a n : native işleyen
d e n e y l e m e : experimen- d o k u n u m l u : osculating e x vi te rm i n o r u m : terim ­
tation d o y u r u c u : satisfactory leringücünden,
d e n e y s e l : experim ental d o y u r m a y ı c ı : unsatisfac- e x p l i c a n d u m (çğl: ex p-
d e n k l i k : parity tory licanda): açıklanacak
d e n k l i k s a k i n i m i : conser- d ö l l e m e s i z ü r e m e : part- olgu
vationof parity(biröğesel henogenesis
parçacıklar dizgesini be­ d ö n e m s e l l i k : periodicity F
timleyen bütünsel dalga d ö r t l e n i k : biquadratic filo g is to n : phlogiston (bir
işlevinin denkliğinin saki­ d u r u m : case zamanlar tümyanıcı töz­
nimi ilkesi) d u r u m s a l : situational lerinuçucu bileşeni olarak
d e v in ir lik : m omentum d ü ş ü m d e ş : concurrent düşünülenvarsayımsal bir
d e v im s e l: m otional d ü ş ü m d e ş m e k : concur- töz)
d i c t u m d e o m n i : herşey rence f o r m a l i z m : formalism
ve hiçbirşey içinkural; bir d ü z , d o ğ r u : straight
sınıfa ilişkin olarak doğ­ d ü z e n e k , d ü z e n e k ç i l i k : G
rulanan ya da yadsınan mechanism g e ç e r li k ılm a : validation
herşey onun her üyesi d ü z e n e k ç i : mechanist g e ç e r lik : validity
için doğrulanabilir ya da d ü z e n l e ç : governor (bi­ g e l i ş i m : developm ent
yadsınabilir çimdeş hızı sürdüren g e l i ş i m s e l : developm ental
d i l e k k i p i : subjunctive düzenek) g e n e l e m e : tautology
mood (öznel, kuşkulu, g e n e l l e m e : generalisation
hipotetik bildirimlerde E g e n l e ş i m : dilation
kullanılır) e d i m s e l : actual g e n l i k : am plitude
d i l e k k o ş u l l u s u : subjunc­ e ğ i n i m : affin ity g e re ç : m aterial
tiveconditional e ğ r i l i k : curvature g e r e k ç e : rationale
d i r i m s e l c i : vitalistic g e r e k l i l i k : entailm ent
d i r i m s e l c i l i k : vitalizm(ya­ e k - i m l e m : connotation g e r e k t i r i m : requirem ent
şamsüreçlerininyalnızca e k l e m l e m e k : articulate g i r i ş i m : interference
mekanikve kimyasal ola­ e s i l t i l i : elliptic g ö n d e r m e ç a t ı s ı : fram eof
nın ötesinde özdeksel- e l l i p s i s : Yun. elleipsis :: reference
olmayan birdirimsel ilke eksikgelmek; sözcüklerin g ö r ü n ü r d e : ostensible
tarafından belirlendikleri yadatümcelerinparçala­ g ö r ü n ü r d e - e r e k : end-in-
görüşü) rınınatlanması view(Devvey)
d i s k u r s i f , g i d i m l i : discur- e l l i p t i k : eksiltilı g ö r ü ş : opinion
sive (duyusal ile karşıtlık e n e r j e t i k : energetics (fizi­ g ö z d e n g e ç i r m e k : survey
içinde söylemsel) ğin enerjiyi ve dönüşüm­
d i z g e : system lerini inceleyen dalı; H
D o ğ a B ilim i: N atural Sci­ e n s o n : ultimate h is te r e z is : hysteresis (bir
ence e n t h y m e m e : öncüllerin- etkininnedeninin gerisin­
d o ğ r u , d ü z : straight dinden biri ya da vargısı de kalması)
d o ğ r u l a m a l ı : verificatory bildirilmeyenörtüktasım h o m e o s t a s i s : dengeleşim
d o ğ r u l a n a b i l i r : verifiable e ş l e n i k : conjugate (örgenlikte)
h y p o s ta s is : temel, öz, konsülütarafındansapta­ k u ru lm a , k u ru lu ş : cons-
özsel ilke nan kiliseyasası) truction
k a p s a y ı c ı : inclusive k u r u m s a lc ılık : institutıo-
I k a r m a ş ı k : com plex nalism
ı s ı : heat k a r ş ı - o l g u s a l : counter- k u tu p la ş ım : polarization
ı s ı - ç i f t i : therm ocouple factual k ü tle : mass
ı s ı l : therm al k a r ş ı l ı : reciprocal
ı ş ı n e t k i n : radioactive k a r ş ı l ı k - d ü ş m e : corres- M
ı ş ı n ı m : radiation pondence (sözcük ku­ m o d u lu s : ölçücük (Young
ı ş ı n ı m ö l ç e r : bolom eter ram/kavramve deneyim/ modulusu: cisme uygu­
gözlemilişkisi bağlamında lanan germe kuvveti ile
İ kullanılır) uzama miktarı arasındaki
i ç - b a ğ : cohesion k a t e g o r i s e l : categorial oran)
i ç e r i m : intension k a t ı l ı k : rigid ity m o la r : moleküleryadaato­
i d e o g r a f i k : ideographic k a t m a n l a ş t ı r m a k : stratify miközelliklerdenayrı ola­
(tekil ya da benzersiz k a v u ş u m : (astroloji) con- raközdeksel kütleileilgili;
olaylarla ilgili) junction (ruhbilim) büyükdavranış
i l g i l i : relevant k e n d i l i k : entity birimleri ile ilgili
i l k e : principle k e n d i l i ğ i n d e n - a ç ı k : self-
i l i m : leam ing evident N
i m l e m : significance k ı l g ı : practice n e d e n :cause
i m l e m e k : signify k ı l c a l l ı k : capillarity n e d e n s e l:causal
i m l i s a y ı l a r : signed num - k ı p ı : moment, instant n e s n e l i ç e r i k : subject-
bers k ı r ı n ı m : refraction( s a p m a : matter (biçimsel mantık
in situ: yerinde diffraction) bağlamında önermelerin,
in vitro: laboratuarda k ı s ı t s ı z e v r e n s e l : unrest- tasımın, yargının biçime
i ç e r i m ; intension ricteduniversal ilgisiz içeriği)
i ş l e ç : operator k ıy ıs a l: m arginal n e s n e l iç e r ik t e r im le r i:
iş le n d ir m e (is tih d a m ): k ıy ıs a lc ı: m arginalistic subject-mattertemns (ta­
employment k i n e t i k : kinetic sımınbiçimindenayrı ola­
i ş l e r i n d u r u m u : State of k i p l i k k a v r a m l a r ı : m odal raközgül içeriğini belirtir)
affairs notions n i c e : quantum
i ş l e v s e l : functional k l a s i k : classical (Nagel n i c e m e k a n i ğ i : quantum
i ş l e y i m : industry “classical" anlatımının mechanics
i z g e : spectrum uylaşımsal olarakYunan- n i c e l e y i c i : quantifier(öner­
i z g e ö l ç ü m : spectroscopy Romakültürüileilgili oldu­ mede özneyi nicelendiren
i z g e ö l ç ü m s e l : spectros- ğunu dikkatealmaz.) “tüm"yada “kimi”gibi te­
copic k o n u : subject rimler)
i z l e k : trajectory k o n u t l a m a ( k ) : postulate n o m i k : yasal, yasa ilg ili
i z l e n i m : im pression k o ş u l l u : conditional (ba­ n o m o l o j i k : nom ological
ğımlılıkkoşulu ileri süren n o m o t h e t i k : nomothetic
K “eğer-o zaman”biçimli (yasa ilgili, yasa temelli)
k a b u l l e n i m : supposition önerme) n o n sequitur: (L at: “çık­
k a l ı p : pattem k o z m o g o n i : kosmogony maz") biröncülden çıka­
k a n ı : conviction (evrenintüreyişi) mayacakvargı
k a n ı t : evidence k r o m a t i k , r e n k s e l : chro-
k a n ı t s a l v a r g ı : instantial matic O
conclusion k u r a l l ı l ı k : regularity o b s k ü r a n tiz m :obscuran-
k a n o n : canon (yerleşik b ir k u r a m : theory tism(entellektüel ilerleme­
ilke; yargınıntemeli; biröl­ k u r a m s a l : theoretical ye karşı çıkanöğreti)
çüt ya da ölçün; birkilise k u r g u l : speculative o l a n a k : possibility
o la n a k lı: possible apaçık lasyonunda “o zaman”
o la s ı: probabl p a u n d a l: ayak-pound-sn tümceciği; bkz. ö n e r t i )
o l a s ı l ı k l ı : probabilistic olarakkuvvet birimi s o r u ş t u r m a : inquiry
o l g u : fact p o s t h o c : (bundan son­ s o y s a l : generic
o lg u s o r u n u : m atter of ra); zamansal ardışıklığın s o r u ş t u r m a : inquiry
fact (= a fact that is un- nedensel ilişki olduğu s ö n ü m l ü : dam ped
deniablytrue) yanılgısı sui generis: kendi türünde
o l g u y a - a y k ı r ı : contrary- p r o l e p t i k o l a r a k : prolepti- (karakteristiklerinde ben­
to-fact cally (birşeyi zamanından zersiz)
o l u m s a l : contingent önce vargibi göstermek) s ü r e d u r u m : inentia
o r a n l ı : rational (sayılar) s ü r e d u r u m lu g ö n d e r m e
o r a n s ı z : irration al R ç a tıs ı: inential frame
r a s g e le c ik ): random(ness)
Ö reductio a d a b s ü r d ü m : T
ö ğ e s e l: elementary saçmaya indirgeme (yo­ ta h m in : prediction
ö l ç e k : scale luylaçürütme) ta h m in e tm e k : predict
ö l ç ü n : Standard R e i c h s w e h r : 1919-35 ta m a m la n m a m ış lık : in-
ö n c ü l : prem iss arasında Alman askeri completeness
ö n e k : prefix örgütlenmesi; daha son­ t a r i h ç e : chronicle
ö n e r m e : proposition raWehrmacht olarakad­ t a n ı t , t a n ı t l a m a : proof
ö n e r t i : antecedent landırıldı t e d i r g i n l i k : perturbation
(“eğer-o zaman”formü- r e n k s e l : chromatic t e k - y e r y ü k l e m i : one-pla-
lasyonunda “eğer”tüm­ ce pradicate
ceciği) ( s o n u r t u : con- S t e l k i n : suggestion
sequent) s a ğ d u y u : com monsense t e l k i n e t m e k : suggest
ö n e r t i t ü m c e c i k : antece­ s a ğ ı n : precise. exact t e k i l : singular
dent clause (= birbağın­ s a k ı n ı m : preservation t e o d o l i t : yatayve dikeyaçı­
tıda 'neden' vb. ileeşde­ s a l ı n a ç : oscillator lanölçen birsağınlıkaleti
ğer önerme) s a p m a : diffraction ( k ı r ı ­ t e r s i n i r : reversible
ö n g e r e k : presupposition n ı m : refraction); deflec- t h e o d i k e : theodicee, tan­
ö n - o l u ş u m c u : preform a- tion rısal türe (Leibniz'in bir
tionist s a p ı n ç : abeıration anlatımı)
ö n s a v , h i p o t e z : hypot- s a y ı l t ı : assum ption t o p l a k : aggregate, aggre-
hesis s e z g i : intuition gatiion
ö r g e n l i k : organism s ı c a k l ı k : tem perature t o p l a m l ı , t o p l a m s a l : ad-
ö r n e k l e m : sam ple s ı n a m a : test ditive
ö r n e k s e l : instantial (tek il) s ı n a n a b i l i r : testable t o p la m lı u z u n lu k la r ö l­
ö r ü n t ü : netw ork s ı n a y ı c ı : probative ç e ğ i : additive scale of
ö t e - ç ı k a r s a m a : extrapo- s ı n ı f : class (birincil olarak lengths
lation (bilinen erimlerin anlamduruluğunuamaç­ t o p l a n a k : reservoir
ötesine çıkarsama) layan analitik felsefede t o p l a m b ö l ü m ü : sum-
ö t e l e m e d e v i m i : transla- sınıf boş olabiliryadatek mand
torymotion birüye kapsayabiliryada t o p l u m b i l i m : sociology
özdek: m atter kendini kapsayabilir) t o p l u m s a l b i l i m : social
ö z e l l i k : property s ı n ı r : lim it Science
ö z g ü l l ü k , ö z g ü l l e ş m e : s i n t a k t i k : sözdizimsel, t o p l u m s a l d e v i n g e n l i k :
specrfication sözdizimi ileilgili social mobility
ö z ü n l ü : inherent, intrinsic s o n u ç : consequence tu q u o q u e : sen de (L at.;
s o n u r g u : corollary ssuçlananın suçlayanın
P s o n u r t u : consequent da aynı suçu işlediğini
p r i m a facie: ilk bakışta; (“eğer-o zaman”formü- belirtenanlatımı)
tö z s e l: substantive sensus y a n lılık : bias
tü re : justice u y la ş ım c ılık : conventio- y a s a -b e n z e ri: lavvlike
t ü m c e : sentence nalism y a ş a m b ilim le r i: biological
t ü m c e c i k : clause u z a m a : strain sciences
t ü m c e s e k sentential y a ş a m b ilim : biology
t ü m d e n g e l i m : deduction Ü y a y ılım : emission
t ü m d e n g e l i m l i : deductive ü s : exponent; povver y a y ı n ı m : diffusion
t ü m e v a r ı m : induction ü s t e n i m : com mitment y e n i d e n - k u r m a : recon-
t ü m e v a n m l ı : inductive struct(ion)
t ü m l e y i c i : com plement V y e r ç e k i m i : gravitation ( ç e ­
t ü m - z a m a n s a l : om nitem- v a r g ı : conclusion k i m : attraction)
poral v a r o l u ş : existence y e t e r l i : adequate
t ü r d e ş : homogenous v a r s a y m a k : assume y e t k e : authority
t ü r e y i ş s e k genetic v a r s a y ı m : presupposition, y e t k i n : com petent
t ü z e l : legal assumption y o k l a m a : examination,
v e r i l e r : data (datum: veri) scrutiny
U via m e d i a : ortayol y o r d a m : procedure
u ç s a l: extremal (uç değer­ y ö n e r g e li o la r a k ö r g ü tlü :
lerileilgili) Y directivelyorganized
u s ( a k ı l ) : reason y a d s ım a : denial y ü k le m : predicate, attribute
u s a y a t k ı n : plausible y a m u l g a n : deform able y ü k l e m e : ascription, pre­
u s l a m l a m a : arguem ent y a n - a n l a m : connotation dicate
u y g u l a y ı m s a k technical y a n ı l g ı : error y ü k l e m l e m e a l a n ı : scope
u y l a ş ı m : convention, con- y a n ı l t ı : fallacy of predication
alan deneyi (toplumsal
bilimler) 457
alan kavramı 399 B
alan kuram ları 294; (ayn- b a ğ ıntılanabilirlik koşulu
şımlı denklem ler) 294 358
alışkanlık (H u m e ’a göre B alm er’ın yasası 100
n e d en selliğ in n e d e n i) B a r r a c lo u g h (W e im a r
69 C u m h . ç ö zü m lem esi)
Alice 132 569
Almanya 86 Beard, Charles A. 573
Amerikan ekonomisinin Becker, Cari 576
durum u, 1947 469 belirlenm ek (Moritz
A m pere 294 Schlick) (ra) 593
a n d ın m la r 121; (k u ram b e litle r (g e o m e tri) 225;
o lu ş u m u n d a r o lle r i; (G e o m etri, salt biçim ­
Maxwell) 122 sel?) 244
Anglicana Ecclesia 549 belit-şeması (n) 150
anharm onik oran 255 Beltrami 247
Dizin Anlaşma Yöntemi (Method Berkeley (n) 134
of Agreement) , Mili, J. S. Bernoulli 347
455 betim elem e (yasa) (ra) 133
1929 ekonom ik bunalım ı anti-proton 160 betim lem eci bilim görüşü
569 Antony 547 132s, 135
ApAq ^ h /4 k 301 a priori uslamlamalar 207 betim lem ecilik (Mach) (n)
araç-amaç bildirim leri 495 134
A araçsalcı görüş, kuram üze­ betim lem e sözcüğü 132
ABD’de em eğin sendika­ rine 142 b ildirim (d o ğ ru lu k ya da
laşması 453 arı m ekanik kuram lar 184 yanlışlık) 229; (içerik
açıklam a (bilimsel A.) 30; A ristoteles 545; (bilim sel terimi kapsar) 229
(dizgesel) 26; (m eka­ açıklama; öncüller) 58; b ild irim -b iç im le ri 145,
nik A.) 182; (olasılıklı (bilim sel b ilg in in nes­ 229; (G eom etrinin içe-
A.) 37; (ru h b ilim s e l nesi) 58; (devim) 188; riksiz beliüeri?) 244
g ü d ü le r) 59; (tan ıd ık (ilinek) (ra) 334; (John b ilgi (re a lite ile ilişkisi)
olmayanı tanıdık olanın Locke) 17; (öncüller) 574
te rim le rin d e an la m a) 57; (tan ıtla m a ; tasım ) bilgi ve nesnesi arasındaki
121; (tarihsel; lokom o­ 228; ( t ü m d e n g e l i m ; ilişki, poziüvist bakış açı­
tif) 567; (teleolojik) 38, “ikinci Analitik”) 56 sından 574
404, 408; (tu h af ve bek­ A rşidük Franz F erd in an d bilim (hedefi bilginin ör­
len m ed ik olanla ilgisi) 582 gütlenm esi ve sınıflandı-
59; (tüm dengelim li A.) Arşimedes 48, 51; (statik) nlması) 20 bilim felsefe­
35; (türeyişsel A.) 39 166 si (terim ) 8
a ç ık la m a d iz g e le ri 25; Arşimedes yasası 102 ‘bilim ’ ve ‘bilimsel’ sözcük­
(manüksal olarak bütün­ astroloji 26 leri 18
lenmiş) 26 Atina 586s bilimin doğası (örgütlü sağ­
açıklamak ve tahm in etm ek atom 373; (A. kuram ları­ duyu) 19
(yasaların belirlenim i) nın ardışıklığı) 373; (fi­ bilimi yaratan şey 20
77 ziksel realitesi) 132,159; b ilim ler (açıklam a yapar­
ağırlık (küde, görelilik ku­ (varoluşu) 373 lar) 40; (h e d efi) 20;
ramı) 276 Avagadro sayısı 115, 364s (kökenleri gündelik ya­
akılar y öntem i (N ew ton) Aynm Yöntemi (Method of şam ın kaygıları) 19; (ni­
173 Differerıce), Mili, J. S. 455 çin değil, nasıl) 41
Aktium savaşı 547 ayrışımlı denklem ler (alan bilim sel a çık lam alar (ilk
ilkeler; Aristoteles) 58 cisim kavramı 183 183: (devim) 183: (uzak­
bilimsel açıklama örnekle­ Coulomb 294 tan etki, Newton) 182:
ri 30 Craig teorem i 147, 149 (yaşambilimin m ekanik
bilimsel bilgi (tikel olaylar; bilim ine indirgenm esi)
Aristoteles) 58; (nesne­ Ç 431
si; Aristoteles) 58 çekiç (pozitivist bakış açı­ determ inizm 591; (ahlak)
bilim sel ideal (sağlam -te- sından araçsalcı çözüm ­ 595: (d ü z e n le y ic i b ir
melli açıklamalar) 8 lemesinin çözümlemesi) ilke olarak) 601 (klasik
bilim sel kuram (doğru ya 143 mekanik) 285: (tarihte)
da yanlış olabilir mi?) 56 çevrilebilirlik (kuram ların 589
bilimsel yasaların mantıksal duyu içerik lerin in dili­ devim (Descartes) 183
biçimi (ra) 61 ne) 136 devim belitleri (N ew ton)
birinci devim beliti (New- 213
ton) 186, 194 D devimsel ( motional) kuvvet­
birincil nitelikler 377; (rea­D ’A lem bert 186; (devim ler 179
lite) 163 çözümlemesi) 187 diluzluğu sorulan (tanıtla­
Birleşik Devletler’de İç D a lto n (a to m la r) 373; ma soruları) 575
Savaş (toplumsal bilim) (bölüm sel basınçlar ya­ dinam ik yasalar 91
476 sası) 161 Dingle, H erbert 134
birleştirici (unitary) m eka­ D’Arcy T hom pson 579 d irim se lcilik 430; (vita-
nik kuram lar 184 Darius 587 lizm) 404
Black 122 d av ran ışçılık (to p lu m sa l diskursif bilgi 483s
B o h r atom k u ra m ı 100, bilim de) 476s Doğal Felsefenin Matematiksel
107-109, 11 İs De Broglie 315, 321 İlkeleri (Newton) (n) 190
Bohr, Niels (ra) 302, 307s; değer yüksüzlüğü (toplum ­ doğa tarihi (ra) 45
(ve Planck) 108 bilim) 485 doğa yasası 63*, 65*, 76,
Boltzmann 318, 348, 366 değerden özgür bir top­ 82; (an lam ı) 82; (b u ­
Bolyai 246,247 lumsal bilim 495 la n ık b ir te rim ) 63;
Bossuet 599 değişim (devim , W undt) (d oğuşçu evrim e g öre
B oyle-Charles yasası 91, 207 değişebilirdir) 381; (ili­
161, 348s, 356, 363s dem ir m aşalar ya da asma neksel mi?) 65; (m an­
Bridgm an, P. W. ( n) 134; kilitler (kavram üzerine tık sal o la ra k z o ru n lu
(görelilik kuram ını eleş­ bir çözüm lem e) 439 değil) 68; (tanımı) 63
tirisi) 277 Demokritos (atom lar) 373 doğru (tanım ) 145
Brown devimleri 298, 365 denetlenen deneyler (top­ doğru çizgi (görelilik kura­
burgaçlar 130 lumbilim) 452s mı) 280
b ütün (parçalarının topla­ denetlenen araşürm a (top­ doğrudan deneyim nesne­
m ına eşittir) 383; (uzay­ lumsal bilimler) 453 leri (duyu verileri) 352
sal uzamı olan B.) 384 denetlenen deneylem e doğruluk ya da yanlışlık so­
b ü tü n ve parça 384; (tür­ (toplum sal bilim lerde) ruları (içerik terim li bil­
leri) 385 453 dirim için anlamlı) 229
den etlen en görgül araştır­ doğru ya da yanlış (ölçüüe-
C ma (toplum bilim ) 454 ri) 145
C arnap, R udolf 10; (Der d e n ey im (d uyu v e rileri, doğuşçu evrim (özü) 374
Logısche Aujbau der Vfell) gözlem) 352 doğuş öğretisi 370; (özsel
137 deneysel yasalar 93s; (ku­ doğruluğu) 375
Carnot 355 ram ) 100; (duyu verile­ Driesch (dirimselcilik) 430
Carr, H. W ildon 447 ri) 95 Dünya Savaşı, I. 569
Cassius 33, 37 deneysel yasalar ve kuram ­ duyu-izlenimleri (Pearson)
Catherine, Aragoniti 33 lar arasında sağın ayrım (n) 134
Cayley (ra) 244, 254 yok 97 duyusal nitelikler (fiziksel
celeris paribus 558, 579 Descartes (cisim kavramı) realite) 163
duyu verileri 352; (betim- Exner (Peirce) 318 lim) 503
lem eci görüş; fenom e- explicandum 31 geodezik 281, (= ‘düz’ çiz­
nalizm ) 135; (bilim sel gi) 252; (e n kısa yol)
b ildirim ler) 95; (doğa F 250; (Euklides düzlemin­
yasaları) 96; (yasalar) 95 F = m a 198 de!) 250; (genel göreli­
duyu verilerinin “dili” (fe- Faraday 294; (kuvvet çizgi­ lik kuramı) 276
nomenalizm, pozitivizm) leri; Maxwell) 122 g e o m e tri (b e litle r, te o ­
135 fenom enalist bilgi kuram ı rem ler) 228; (deneysel
duyu verilerinin “dili” (yok­ 133 b ilim in b ir dalı) 234;
tur) 136 fenom enalizm 134s; (kök­ (deneysel bilim olarak
d ü şü n c e le r (kuram sal ve leri) (n) 134 anlaşılması büyük ölçüde
deneysel) 114 fizik (teleoloji) 409 “usayatkın”) 234; (Euk­
fiziksel andırım (Maxwell) lidien G.) 105; (Euler)
E 123 227; (evrensellik ve zo­
E d d in g to n , A r th u r (n) fizik se l g e o m e tri 230; ru n lu k ) 59; (fiziksel
100, 107, 112; (n e d e n ­ (E instein) 270; (Poin­ G.) 230; (g ö relilik ku­
sellik yok) 318 care) 269 ramı) 274; (izdüşümlü)
eğretilem eler 121 fiziksel olanak (Hum e) 70 254; (Kant) 228; (meka­
eğrilik (Gauss) 250 fiziksel olarak reel 159 niğin en yalın dalı) 234;
Einstein (n) 107,315; (geo­ fiziksel realite 131s, 158- (Mısırlılar) 225; (nesne­
m etri) 274; (Poincare) 162; (birincil nitelikler) si; Euler) 227; (Newton;
270; (quantum m ekani­ 163 m ekaniğin en yalın dalı)
ğ in d e n ayrı b ir kuram fiziksel varoluş 158 243; (Newton; evrensel
tipini yeğledi) 316 fiziksel yasalar (pozitivizm: m ekaniğin bir dalı) 225;
e le k tro n (B ohr m o d elin ­ temel olarak istatistiksel) (re a lite ) 113; (uzay)
de) 109 318s 213
elektron kuramı 102 fiziksel zorunluk (H um e) geom etrik gerçeklikler do­
elektronlar (quntum meka­ 70; (yasa) 66 ğuştan (Leibniz) 227
niği) 302 fızikselci şey dili 134 Geştalt 391
Elizabeth 550 fızikselcilik (n) 135 G oldbach’ın tahm ini 67
e n erjetik bilim i (n) 132, flojiston 160 görelilik kuram ı 275; (baş­
170; 138 fotoelektrik etki 161 lık olarak talihsiz) 274;
enthym em etik uslamlama­ Foucault’nun sarkacı 221 (Bridgm an) 277; (geo­
lar 43 F o u rie r 122; (denklem i) m etri) 274; (kütle) 181
entropi ilkesi 348 177 görelilik kütlesi/ relativistic
Epikıırcü atom anlayışı 336 Frank, Philipp 10 mass 125
ether 130s Fransız Aydınlanması 534s göreli uzay 217
E uklides geom etrisi 213, görgül araştırm a (önerm e­
243; (a posteriori bir diz­ G lerin aklanması) 36
ge) 240; (belitler) 224; g 160 g ö rg ü l b ir b ilim o la ra k
(formelleştiriliyor) 229; Galileo 160, 166, 344, 464, Euklides geometrisi 241
(görgül bir bilim) 241 507, 579; (yasalarının in­ gözlem bildirim leri (duyu
Euklides (koşuduk konutla- dirgenm esi) 344; (ter­ verileri değil) 352
ması) 243 m odinam ik) 347 “gözlem lenebilir” (sözcü­
Euklides’in Öğeler'i 225 Gauss 166,249-251,254; ğün anlamı) 97
Euler (geom etri) 227 (n) 244 gözlem lenem ez şeyler (ya­
evrensellik, ilineksel ya da gelişimsel yasalar 89 salar) 96
defacto 64; (kısıtsız) 73; genel görelilik kuram ı (n) G rünbaum , Adolf (n) 470
(nomik) 70 107, 177, 277; (E dding­
evrensel yasalar (açıklan­ ton) (n) 100; H
m aları) 47; (zorunluk- genel istenç 535 h 161
lan; Aristoteles) 58 g e n e lle m e le r (to p lu m b i­ hacım (kütle; Newton) 203
H aldane, J. S. 447 ilineksel evrensellik 64, 72 kavramlar üzerine! 439
H am ilton 166 ilk ilkeler (Aristoteles) 58 Kelvin, Lord 123,128,184,
Hayek, F. A. 541 indeterm inizm (quantum 189
hayvan davranışları (davra­ m ekaniği) 300 K epler yasaları 71s; (New-
nışçılığın yöntem inde) indirgem e 341, 356; (ter­ ton m ekaniği) 72
477 m o d in a m ik , m ekanik) keyfilik (yasa durum unda)
hedef-yönelim li davranış 343 53
(dirimli şeyler) 403 İngiltere Kilisesi 549 Keynes,J. M. 542
hedef-yönelimli dizge 421 insan özgürlüğü ve ahlaksal kişiselci olasılık 559s
hedef-yönelimli ya da tele­ sorum luluğu (quantum kıpısal hız (ölçülemez) 144
olojik dizgeler 420 m ekaniği) 322 kısıtsız evrensel 73
Hegel (tarih) 498 intihar tahm ini (toplumsal klasik istatistiksel m ekanik
H eisenberg 300; (H eisen­ bilim ler) 469 297
berg belirsizlik ilişkileri) işlev (toplum bilim ) 521 klasik m ekanik 165; (de-
301, 467; H eisenberg be­ işlevselcilik (toplum sal bi­ term inistik değil) 291;
lirsizlik ilkesi 303; (inde­ lim de) 518 (determ inizm ) 285
term inizm) 302 işlevsel çözüm lem e 521 Klein (re) 244, 254
H elm holtz 78, 184, 250; istatistiksel g e n ellem ele r Kleopatra 547
(mekanik) (n) 166 (toplum bilim ) 503 klorofil (yaşambilimsel
Henry, VIII 33; (Roma Ka­ istatistiksel kuram lar 297 açıklama) 406
tolik Kilisesi) 549 istatistiksel mekanik (deter- Köhler 394, 395
H erh an g i b ir x için, eğ er ministik bir kuram ) 298 konum sal kuvvetler 179
x A ise o zaman x İT d ir’ istatistiksel (ya da olasılıklı) koşutluk konutlaması (Euk­
61 ilişkiler 90 lides) 243
H ertz (fizik; mekanik) 166 istatistiksel yasalar (fizik­ kova deneyi (M ach’ın eleş­
H ilbert, David (belitleştir- te) 90 tirisi) 219; (N ew ton)
me) 113 işlevsel açıklam alar (teleo­ 217s
histerezis 295 lojik açıklamalar) 38 k ü ltü r (Malinowski) 519;
H itler 86, 569 istenç (toplum bilim ) 503 (tüm k ü ltü rle r için de­
hiyerarşik ö rg ü tlen iş (ya­ izdüşümlü geom etri 254 ğişmez olan ilişkisel ya­
şambilimsel) 434, 437 pılar) 463
Hobbes 207 j kültürel görelilik 460
holizm (toplum bilim ) 538 Jo h n 3:8 331 k ü ltür-ötesi yasalar (to p ­
hom eostatis 411 Junkerler 569 lumbilim ) 461
H ooke’un yasası 347, 356 k u ra m (la r) 94, 120, 139;
H um e (n ) 1 34, 2 27;
K (a priori doğruluk) 206;
(n e d e n se llik ) 42, 69;
kalıtsal m ekanik 296 (anlığın özgür yaratıla­
(n e d e n s e l z o r u n lu ğ u
kalkülüs (Newton) 173 rı) 99; (araçsalcı görüş)
eleştirisi ruhbilim sel ze­
K alv in istik P ro te s ta n lık 142: (bilişsel konum lan)
m inlerde) 70 (Weber, kapitalizm) 482 120, 131: (deneysel yasa­
H uygens 122, 167s; (ger­ Kant (geom etri) 227s lar) 32; (d o ğ ru lu k ve
çek ‘felsefe’) 166 kaplayıcı yasa/covering law yanlışlık ölçütleri) 145;
Hypothese non fingo 139 açıklama m odeli 567 (g en ellem e) 99; (göz-
kara-cisim 100, 319; kara- lenem ez şeylere ilişkin)
İ cisim ışıması 161 96; (işlevselcilik) 144;
içerik-terimleri 229 kardinal ve ordinal tamsa­ (m o d el) 129; (sayıltı
ideal gazlar 363 yılar 309 tipleridir) 120; (üç bile­
ideografik bilim 545 karm aşa (toplum sal feno­ şen) 104; (öznel insan
ikincil nitelikler 376 m enlerde) 504 etm eni) 116
ikinci ve üçüncü devim be­ ka rşılık -d ü şm e k u ra lla rı kuramsal anlatım lar 355
litleri (Newton) 196 111 kuramsal bilim 329
İki Yeni Bilim (Galileo) 344 Katolikler 503 kuramsal ilkeller 355
kuram sal k endiliklerin fi­ 550 m odel (kuram ) 109s, 121,
ziksel realitesi bilim için Malinowski 519, 524, 526, 129
çok az önem taşır. 159 531; (insanbilim, işlevsel- m odem görgül bilim 59
kuramsal yasalar 93 cilik) 519 Mohl ölçeği 89
kuvvet(ler) 197; (K. d ü ­ m antıksal z o ru n lu k (say­ m olar fizik 362
şüncesinin kökeni 189); d a m d ır = z o ru n lu k d e ­ Moliere 50
(g e n e l m ek a n ik k u ra ­ ğildir) 66
m ın d a) 202; (kavram ı­ m a n t ı k ve m a t e m a ti k N
n ın “türetilm esi”) 196; (ö n erm elerin aklanm a­ Nasyonal Sosyalizm 569
(m ek a n ik ) 179; (söz­ sı) 36 neden (determinizm ) 284;
c ü ğ ü n k u lla n ım ın d a n M arathon savaşı 584, 586; (etki) 67; (N. sözcüğü)
vazgeçm ek) ( n ) 170; (Batı uygarlığı için belir­ 87
(statik K.) 199; (üç ayrı leyici) 586 n ed en sellik 69; (doğada
“köken,” Newton) 179 Marshall, Alfred 541 yok!) 318; (doğası) 67
k ü ltü re l g ö relilik ve to p ­ Marxist felsefe 498 nedensellik ilkesi (atom-al-
lumsal yasalar 460 M aupertius 410 tı alanda geçersiz) 301;
k ü tle (g ö re lilik ku ram ı) Maxwell 123s, 128, 176, (quantum kuramı) 302
181, 276; (kavramı) 203; 293-295, 326, 348; (andı­ nedensellik yasası 322*
(klasik m ekanik) 178; rıra) 122; (elektrom an­ nedensel-olm ayan ( acau-
(N ew ton) 171; (New- yetik kuram) 294; (Fara- sal) 318
ton için kütle yoğunluk day) 122; (nedensellik nedensel yasalar 87,* 89;
ç arp ı h a c im d ir) 203; ilkesi) 325; (özdek ve (zorunluk) 67
(Newton’ın tanımı) 203; devim; m ekanik bilimi) n e d e n s e l z o ru n lu k
(tanım lanıyor) 205 168s (H u m e ’u n ruhbilim sel
mechanical/m ekanik 167 açıklaması) 70
L mecAamcs/mekanik bilim i nesne (değişim ve kendine-
laboratuar deneyi (toplum ­ 167 özdeşlik) 208
bilim) 457 m ekanik (çeşitli tanım lar) nesnellik (değişmezlik) 281
Lagrange 50,166; (n) 170 (n) 169; (“emperyalizm” nesnellik ideali (tarih) 574
Laplace 166, 288, 296, 369; dönem i) 341: (en eksik­ Neum ann, Jo h n von 317
(ideali) 292; (ussallık; siz fizik bilimi) 166; (ola­ NeıvDeal 453
determ inizm ) 288s sılık ilişkileri) 291; (te­ Newton 139,140,166; (akı-
Lazarsfeld, Paul F. 10 mel ve enson bilim) 166 lar yöntemi) 173; (belit­
Leibniz 207; (geom etrinin mekanik açıklama 165; (ya- leri (= yasalan) doğru ya
g e rç e k lik le ri a priori) şambilim) 433 da yanlış değildir) 210;
227 m ekanik bilimi (mantıksal (b irin c i devim b e liti)
Lobachewsky 246s dizgeselliği) 20; (tanım ­ 186; (devim b e litle ri)
Locke, J o h n (Aristoteles) lan) 168 213; (g e o m e tri görgül
17 m ekanistler (yaşambilim) b ir m ek a n ik b ilim in in
Loeb,Jacques 431 431 d a lı) 225, 227; (g e o ­
Lord Mansfield (tüze) 20 M endel 32 m etri, m ekanik) 234;
m ikroekonom i 541 görelilik ilkesi (n) 217;
M mikroskopik kuram lar 153 (ikinci ve üçüncü devim
Mach, Em st (n) 134; (feno- Millikan lOls b e litle ri) 196; (kalkü-
m enalizm ) (n) 134; (il­ Mili, Jo h n Stuart (m) 134, lüs) 173; (kova deneyi)
kesi) (n) 558; (Nevrton’ı 323, 392, 455, 510 217s; (kuvvetler için üç
eleştirisi; saltık devim ) Mises, L. von 541 ayn “köken”) 179; (küt­
219; (Nevvton’ın kova m itin işlevi (M alinowski) le k o n u su n d a bilgisiz)
deneyi) 219; (Newton, 531 203; (m e k a n ik ) 118;
süredurum ) 219 Mısırlılar (geom etri) 225 (m ekaniğin dalı olarak
ma = F 118, 171 m kü tleli b ir n o kta-kütle geom etri) 243; (m eka­
Maitland, F. W. (Elizabeth) 215 nik bilim inin dizgeselli-
ği) 20; (saltık gönderm e nismic biology 401,431 157, 300; (dili) 305(gizli
çatısı) 215; (tanrıbilim) örgenselci ve mekanistik p a ra m e tre le r; von N e­
217; Newton (tannbilim- yaklaşımlar (yaşambi­ u m an n ) 317; (gözlem
sel uslam lam alar) 217; lim) 435 a le tle rin in ro lü ) 301;
(tem el devim “belitleri” örtük tanım lar 106 (ışığın parçacık ve dalga
ya da “yasaları”) 169; özdek (sözcük sağın değil) karakterleri) 300; (inde-
(üç devim beliti ya da 169 term inistik) 314
yasası) 170 Özdek ve Devim, Maxwell q u a n tu m m ekaniği 147,
nokta (Euklides geom etri­ (n) 168 157, 284, 300; (indeter-
si) 232; (kısa süreli bir özgür-istenç (toplumbilim) m inistik değil) 311
acı olabilir) 233 503
nokta-kütleler 172 özgürlükçü bir uygarlık (bi­ R
nom ik evrensellik 63, 65, limsel girişim) 7 Radcliffe-Brown (işlevselci-
70; evrensellik (Hum ecu özünlü doğalar 372s lik) 520,524,527
çözümlemesi) 82 Ramsey, Frank, R 154
n o m o lo jik e v r e n s e l le r P Rankine, W.J. M. 138
(H um e) 69; (mantıksal Painleve 166, 296 “reel” (sözcüğün öznel kul­
olarak zorunlukları kuş­ Pan-Slavizm 582 lanım ı) 163; (sözcüğün
kulu) 66; (nedensellik) parçacıklar (quantum kura­ kullanım ı yasaklanmalı)
67 mı) 129 164
nom othetik bilim 545 Parsons, T alcott 529; (fe- re e l/“real” ya da “varolmak/
non-Euklidien geom etriler nom enalizm ) (n) 134 exist”sözcükleri 164
243 Pasteur 472 R e ic h e n b a c h , H a n s (n)
nötrino 160s Pauling, Linus (hidrojen 271
atom u) (n) 126 Reichsıoehr (Weimar Alman-
O Pearson, Kari (n) 134 yası) 569
O ccam ’ın usturası 197 Peirce, C harles 318, 336; Riem ann 244 (n), 254
olasılık (sözcük ve türevle­ (şans; özgür istenç) 337 Riem ann geometrisi 249
ri) 558; (tarihte) 558 Persia 586 Roma Katolik Kilisesi (VIII.
olasılık dalgaları 160 Pisagoras teorem i 224 Henry) 549
olasılık ilişkileri (mekanik) piyanist ve obua (yaşambi­ rom antik irrasyonalizm fel­
291 lim ve fizik) 403 sefeleri 575
olasılık kalkülüsü 587 Planck 100, 161, 315; (qu- Russell, B ertrand 134 (n),
olguya-aykırı yargılar (ta­ a n tu m / n ic e h ip o te z i; 134, 136; (toplam a) 389
rih) 584,585 Bohr) 108
olasılıklı açıklamalar 37 Planck değişm ezi h 108, S
olasılıklı uslamlama 556 301 sağ duyu (bilim) 21
olguların kanıü (bilim) 20 Platonik geom etri öğretisi saltık devim [motus absolu-
olgusal zorunluk (yasa) 66 227 tus.} 217
o rtak terim ler (toplum bi­ Playfair’in beliti 246 saltık gönderm e çaüsı 215
lim) 535 Plutark 33 saltık ivme (Newton) 221
O tuz Yıl Savaşı 569 Poincare 247, 268-270; (uy- saluk şans 337
laşımcılık) 262, 268 saltık uzay 274; (Newton)
Ö Protestanlar 503 216; (Newton; kova de­
Öğeler (Euklides) 225 Protestanlık (Weber, kapi­ neyi) 218
öğesel duyusal n ite lik le r talizm) 482 saltık uzay açısından ivmeli
(enson yalınlar) 134 Prusya to p ra k soyluluğu devim (Newton) 217
önerm e biçim inde bildi­ 569 saltık uzay ve saltık zam an
rilebilir bilgi (diskursif Psi-fonksiyonu 162, 312s 140
bilgi) 483 saltık zaman 191
önerti (sonurtu) 61 e şansçılık (tychism: Peirce)
örgenlik yaşam bilim i/ orga- quantum kuram ı 59, 128, 336
şans ve indeterm inizm 330 tanrısal tasar 410 gisi 466
Sarayevo 582 tarihçiler (karşı-olgusallar) toplum sal fizik 448
sayısal yasalar 91 86 toplum sal sözleşme 253
Schlick. Morizt («) 593 tarihsel açıklam alar 556; toplum sal yapı (işlevselci-
Schrödinger 307 (n), 300, (ve lokomotifin davranı­ lik) 527
306, 312 şı) 567 toplumsal yasalar 460
Schrödinger dalga denkle­ tarihsel araştırm a (birincil Toynbee, A rnold 548
mi 312 olarak tikel olaylar ile T r a i t e de d y n a m i q u e ,
Schrödinger eşitliği 146 ilgilenir) 549 D’Alem bert 186
Schrödinger (Exner) 318 tarihsel kaçınılmazlık öğre­ Trevelyan, G. M. 561
Sezar 33, 37 tisi 589s, 592s tü m d e n g e lim li açıklam a
sınır, limit (edimsellik) 145 tarihte determ inizm 591 m odeli 35
s ır a d a n k o n u ş m a (sa ğ tarihte yasa 589 tümevarım (bilimsel) 67
duyu) 24 tasım (Aristoteles, form el tü retilebilirlik koşulu (n)
sınıflar kalkülüsü 106 m antık) 228 358,359
sınırlanm am ış evrensellik tasımın ilkesi (!) 151 türeyişsel açıklamalar 39
73 taşlar ve k e d ile r (fizik ve
simgecilik (kuram ; H ertz) yaşambilim) 402 V
116 teleoloji (sözcük silinmeli) uçsal/extremal ilkeler 409;
sonsal neden 404 405; (ve fizik) 409 (fizik) 410
sonsal n e d e n le r öğ retisi teleolojik açıklam alar 38, United States Bank 469
(te le o jik a çık lam ala r) 404, 408; (antropom or­ U ranüs 325
405 fizm im le m e zle r) 39; uylaşımcılık 262
soyutlam acı ve h ip o te tik (explicandum bilinç içer­ uylaşım cı sav (geom etri)
kuram lar 140 m ez) 39; (yaşambilim) 268
sö n ü m lü u y u m lu devim 404,427 uzaktan etki (Nevvton; m e­
118 teleolojik ve teleolojik- kanik değil) 182
sonurtu (önerti) 61 olmayan açıklamalann uzay (geometri) 213
soyut kalkıılüs 104 eşdeğerliği 406
Spengler, Oswald 548 teleolojik dizgeler 419s Ü
Spinoza 599 term odinam iğin ikinci ya­ üçüncü devim beliti (New-
statik (bir bilim olarak geli­ sası 318 ton) 203
şimi) 166 term odinam ik (m ekanik)
statik kuvvet 199s 347 V
sûre (saltık zaman) 190 theodike 589 van der Waals yasası 364
süredurum (görelilik kura­ T hom son, W illiam (L ord varoluşsal niceleyiciler 154
mı) 276 Kelvin) 123 Veblen, Oswald 230
süredurum (Newton) 219 tikel olaylar (bilimsel bilgi­ Versailles Antlaşması 86
süredurum lu kütle 276 leri olamaz; Aristoteles) verstehende Soziologie 538
58 ‘vesairelem ek’ (Elizabeth)
T titreşimli devim ler 118 550, 555 559
tahm inler (‘istatistiksel’ ol­ toplak olaylar/ aggregative vitalizm 404
m alıdır) 315; (tahm in­ events 565
lerin iki tipi, toplum sal toplumsal araştırm a 448 W
bilim lerde) 469 toplumsal bilim (ler) (öznel Weber, Max 482, 544; (kül­
ta n ıtla m a (A risto te le s ) olmaları) 475; (gerçek/ tür; değerler) 485
228; (tüm ü de bozulabi­ reel bilim olamaz) 461; W eim ar C u m h u riy e tin in
lir) 111 (to p lu m b ilim i de kap­ düşüşü 569
tanıtlam a sorulan diluzlu- sar) 518 W hitehead, A. N. 278,280;
ğu sorulandır 575 toplum sal eşitsizlikler (ev­ (geom etri, görelilik ku­
Tann (zar atmaz, Einstein) renseller) 535 ramı) 280
(ra) 340 toplum sal fenom enin bil­ W ien (yer-değiştirme yasa-
sı) 100 (g ö z le m le n e m e z şey­ yerçekimi kütlesi 276
Wilson bulut odası 96, 114. ler) 96; (H u m e) 70; yorum layıcı toplum sal bi­
159 (istatistiksel; fizikte) 90; lim 538
Wilson, E.B. 432 (açıklam alar; ölçütleri) Young’un ‘m odulus’u 180
W indelband 545 62; (boşluklu YY.) 75; y ö n erg eli o lara k ö rg ü tlü
Whitney, Eli 472 (değişim e u ğ ram aları) dizgeler 417
W oodger,J. H. 438 382; (deneysel Y.) 94; yöntem bilim sel bireycilik
W u n d t, VVilhelm 207s; (m a n tık sa l o la ra k zo­ 538s
(m ekanik) (n) 166 runlu mu?) 67; (neden­ yöntembilimsel ortaklaşa­
sel Y.) 87; (ve kuramlar) cılık/ collectivism 538
Y 41; (m a n tık sa l o la ra k yüklemleme alanı 72
yalınlık ölçünleri (kavram; z o runlu değil) 68; (ta­
realite) 145 rihte) 589 Z
yamulgan cisimler 180 yaşam bilim (m ekanik bi­ zam an, saltık, gerçek, ve
yaratıcı evrim öğretisi 378 lim in e in d irg e n m e s i) m a te m a tik se l [tempus
y a s a (la r ) ( b e tim le m e ) 431; (örgenselci ve m e­ absolutum, verum, & mat-
133; (evrensellik) 63, k a n is tik y a k la şım la r) hematicum] 190
74; (yasa ev ren selleri) 435; (ö z ü n lü o la ra k zorunlu doğruluk 31
65; (evrensel o lm am a­ özerk b ir disiplin) 402; z o ru n lu k (m an tık sa l Z.)
lıd ır) 77; (g ö rg ü l b ir (özünlü özerkliği) 437 66; (n ed en sel yasalar)
ilke o la ra k k a ra k te ri) yerçekimi kuvveü (“değişi­ 67; (yasa) 65: (yasanın
80; (görgül sınama) 93; yor olabilir”) 381 evrenselleri) 66
İdea Yayınevi Kitapları
CEP DİZİSİ
(35 Kitap)

1) Descartes Sö ylem
2) Plutark T h e se u s • R om ulus
3) Freud M etapsikoloji — 1
4) Hegel Tinin Görüngübilimi (Önsöz)
5) Rousseau Toplum sal S ö zle şm e
6) Descartes Kurallar
7) Plutark Likurgus • N um a
8) Freud Metapsikoloji — 2
9) Kant A n Usun Eleştirisi (Aşkınsal Estetik)
10) Rousseau Eşitsizliğin Kökeni
11) Descartes M editasyonlar
12) Plutark Solon • Poplikola
13) Freud Metapsikoloji — 3
14) Hegel Tarih F e lse fe si — 1 (Giriş)
15) Rousseau Bilimler ve Sanatlar • E konom i Politik
16) Plutark Them istokles • Camillus
17) Freud M etapsikoloji — 4
18) Hegel Tarih F e lse fe si — 2 (Çin; Hindistan; Persia)
19) Spinoza Törebilim — 1 I, II)
(b ö l ü m l e r

20) Leibniz Monadoloji


21) Plutark P erikles • Fabius M axim us
22) Newton Principia (s e ç m e l e r )

23) Hegel Tarih F e lse fe si — 3 (Yunan-Roma Dünyası)


24) Spinoza Törebilim — 2 III)
(b ö lü m

25) Burnet Miletus Okulu


26) Plutark A lkibiades • Coriolanus
27) Freud Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları
28) Hegel Tarih F e lse fe si — 4 (Germanik Dünya)
29) Spinoza Törebilim — 3 IV-V)
(b ö l ü m

30) Platon P arm enides


31) Hegel D oğa F elsefesi 1 - M ekanik
32) Maxwell Ö zd e k ve D evim
33) Freudl Bir Yanılsam anın G eleceği
34) Kaufmann G oethe
35) Hegel E stetiğe Giriş

idea Yayınevi
Şarap iskelesi Sk. 2/106-107
34425 Karaköy — İstanbul
iletisim@ideayayinevi.com / www.ideayayinevi.com / www.ideasatis.com
İdea Yayınevi Kitapları

1 Eros Ve Uygarlık (RUHBİLİM; FELSEFE) MARCUSE


2 Platon (FELSEFE) COPLESTON
3 Hegel (FELSEFE) COPLESTON
4 Sokrates (FELSEFE) COPLESTON
5 Spinoza (FELSEFE) COPLESTON
6 Tinin Görüngübilimi (T-A) (FELSEFE) HEGEL
7 Aristoteles (FELSEFE) COPLESTON
8 Descartes (FELSEFE) COPLESTON
9 Tek Boyutlu İnsan (FELSEFE) MARCUSE
10 Aydınlanma (FELSEFE) COPLESTON
11 Kant (FELSEFE) COPLESTON
12 Alman idealizmi (FELSEFE) COPLESTON
13 Us ve Devrim(FELSEFE; TOPLUMBİLİM) MARCUSE
14 Helenistik Felsefe (FELSEFE) COPLESTON
15 Sartre (FELSEFE) COPLESTON
16 Mantık Bilimi (FELSEFE) HEGEL
17 Felsefe Tarihi (FELSEFE) SAHAKIAN
20 Ruhbilimin Öncüleri (RUHBİLİM) FANCHER
22 Arı Usun Eleştirisi (FELSEFE) KANT
23 Modern Alman Felsefesi (FELSEFE) BUBNER
24 Modern Fransız Felsefesi (FELSEFE) DESCOMBES
26 Orta Çağların Tini (TARİH) ARTZ
32 Törebilim(T-L) (FELSEFE) SPİNOZA
34 İnsan Doğası Üzerine Bir inceleme (T-İ) (GÖRGÜCÜLÜK) HUME
38 İnsanı Anlamak I(FELSEFE) KAUFMANN
39 Özdek ve Devim(T-İ) ( q p Ğ A B İ L İ M ; F E L S E F E ) MAXWELL
40 Söylem• Kurallar• Meditasyonlar (T-F) (T-L) (FELSEFE) DESCARTES
41 Nihilizmve Materyalizm(FELSEFE) COPLESTON
42 Leibniz (FELSEFE) COPLESTON
43 insanı Anla[ma]mak II (NİHİLİZM;VAROLUŞÇULUK) KAUFMANN
44 Söylem• İnceleme • Monadoloji (FELSEFE) DESC.,SPİNOZA,LEİBNİZ
45 Savunma, Fedon (FELSEFE) PLATON
46 7’nci Mektup, Dion (FELSEFE; TARİH) PLATON, PLUTARK
47 Hegel Üzerine Yorumlar I(YORUM) KAUFMANN, AVINERI
48 Estetik Boyut (FELSEFE) MARCUSE
50 Doğa Felsefesi i - Mekanik (FELSEFE) HEGEL
51 Doğal Felsefenin Matematiksel İlkeleri (DOĞABİLİM) NEVVTON
52 Özdek ve Devim(DOĞABİLİM) MAXWELL
53 Özel ve Genel Görelilik Kuramı (DOĞABİLİM) EİNSTEİN
54 Uzay, Zaman, Özdek I(DOĞAB.) MAXWELL, EINST., SCHRÖD., BORN
55 Kurallar• Meditasyonlar (FELSEFE) DESCARTES
56 Kapalı Dünyadan Sonsuz Evrene (FELSEFE) KOYRE
58 Hobbes • Locke (FELSEFE) COPLESTON
59 Berkeley • Hume (FELSEFE) COPLESTON
60 Yararcılıkve PragmatizmıFELSEFE) COPLESTON
İdea Yayınevi Kitapları

61 Törebilim(FELSEFE) SPİNOZA
62 Metapsikoloji (RUHBİLİM) FREUD
63 Uygarlıkve Hoşnutsuzlukları • BirYanılsamanın Geleceği (R.) FREUD
64 Eşeysellik Üzerine Uç Deneme (RUHBİLİM) FREUD
65 BirFelsefe Tarihi (FELSEFE) FRANKTHILLY
66 Varlıkve Zaman (T-A) (FELSEFE) HEIDEGGER
67 Tüze Felsefesi (T-A) (FELSEFE) HEGEL
68 Yaşamlar -1 (TARİH) PLUTARK
69 Yaşamlar - 2 (TARİH) PLUTARK
70 Yargı Yetisinin Eleştirisi (T-A) (FELSEFE) KANT
71 Kılgısal Usun Eleştirisi (T-A) (FELSEFE) KANT
72 Tarih Felsefesi (FELSEFE) HEGEL
73 İskender’inSeferleri (TARİH) ARRİAN
74 Mantık Bilimi (BÜYÜKMANTIK) (FELSEFE) HEGEL
75 Toplumsal Sözleşme ve Söylemler (FELSEFE) ROUSSEAU
76 Erken Yunan Felsefesi (FELSEFE) BURNET
77 Reformasyon Avrupası 1517-1559 (TARİH) ELTON
78 BiliminYapısı (FELSEFE) NAGEL
79 Özel Görelilik Kuramı (FİZİK) BOHM

idea Yayınevi
Şarap İskelesi Sk. 2/106-107
34425 Karaköy — İstanbul
iletisim@ideayayinevi.com / www.ideayayinevi.com / www.ideasatis.com
E rn e st N a g e l ( 1 9 0 1 -1 9 8 5 ) A v u s t u r y a - M a c a r is t a n İm p a r a t o r lu ğ u n d a Y a h u d i b ir a ile d e d o ğ d u .

10 y a ş ın d a a ile s i ile b ir lik t e A B D 'y e g ö ç e tti v e 1 9 1 9 'd a A B D y u r t t a ş ı o ld u . " C it y C o lle g e o f N e w

Y o rk "u b it ir d ik t e n (19 2 3 ) so n ra d o k to ra d e r e c e s i n i “ö l ç ü k a v r a m ı" ü z e r in e ç a l ış m a s ı il e C o lu m b ia

Ü n i v e r s i t e s i n d e n a l d ı ( 1 9 3 1 ). Journal o f Philosophy ( 1 9 3 9 - 1 9 5 6 ) , Journal ofSymbolic Logic ( 1 9 4 0 - 1 9 4 6 ) ,

ve Philosophy o f Science (1 9 5 6 - 1 9 5 9 ) d e r g i l e r i n i n e d i t ö r l ü ğ ü n ü y a p t ı . N a g e l ' i n 1 9 6 1 b a ş y a p ı t ı Bilimin


Yapısı b i l i m f e l s e f e s i n d e e n i y i ç a l ı ş m a l a r d a n b i r i d i r v e N a g e l ’i n k e n d i s i e n i y i b i r k a ç A m e r i k a n f e l s e f e c i s i
a r a s ı n d a s a y ı l ı r . Bilimin Yapısı a ç ı k l a m a n ı n y a p ı s ı n ı , b i l i m s e l a r a ş t ı r m a n ı n m a n t ı ğ ı n ı v e b i l i m s e l b i l g i n i n

m a n t ık s a l y a p ı v e ö r g ü t le n m e s in i ç ö z ü m le r v e ç e ş it li b i lim le r in b ilm e s a v la r ın ı d e ğ e r le n d ir ir .

N a g e l k u r a m la r ı v e m o d e lle r i o n t o lo jik k o n u m d a n y o k s u n lin g u is t ik y a p ıla r o la r a k g ö r ü r v e B ilim in

iş in in s im g e s e l m a n t ık t a r a f ın d a n f o r m ü le e d ile n s e m a n t ik " a ç ık la m a la r " ü r e t m e k o ld u ğ u n u d ü ş ü n ü r .

B u n a g ö r e , f e ls e f e " e n iy is in d e n v a r o lu ş ü z e r in e v e o n a iliş k in b ilg i s a v la r ım ız ü z e r in e e le ş t ir e l b ir

y o ru m d u r" ( Naturalism reconsidered, 1 9 5 4 ) . İ r o n ik o la r a k , b ilim in o lg u la r a iliş k in g e r ç e k b ilg i e ld e

e d e b ile c e ğ in i y a d s ıy a n , a s ıl b ilim s e l g ö r e v in p r o b le m le r iç in ö n e r ile n y a n ıt la r ı ç ü r ü t m e k o ld u ğ u n u

v e d o ğ a y a s a s ın ın " y a ln ız c a b ir t a h m in " y a d a “s a m " o l d u ğ u n u d ü şü n e n K a r i P o p p e r ' ın tu tu m u

N a g e l t a r a f ın d a n “ b e lir s i z li k u ğ r u n a a r a y ış " o la r a k g ö r ü lü r . B ilginin y e r i n e açıklamayı g e ç i r i r k e n yasa

k a v r a m ı n ı d a d ü z e l t e n v e o n u " b o ş l u k l u y a s a l a r , " " i s t a t i s t i k s e l y a s a l a r , " “d e n e y s e l y a s a l a r " g i b i e v r e n s e l l i k

v e z o r u n lu k t a ş ım a y a n b ild i r im le r o la r a k y e n id e n t a n ı m l a y a n N a g e l'in y a s a l a r ı d a b ir e r o la s ıl ık , t a h m in

y a d a s a n ı o la r a k prima f a c / e y a n lış la n m a y ı d a h a ş im d id e n d o ğ r u la y a n b ild ir im le r d ir .

V iy a n a Ç e v r e s in in m a n t ık s a l p o z it iv iz m in i A n g lo -S a x o n a n a lit ik b ilim f e ls e f e s in e u y a r la m a g ir iş im in d e

b u lu n a n N a g e l V iy a n a lıla r ın b ilim s e l k u r a m la r ı tek bir kuram a lt ın d a b ir le ş t ir m e ç a b a la r ın ın

s o n u c u n d a n k u ş k u lu y d u . B u n a k a r ş ın tü m b ilim le r d e a y n ı b ilim s e l a ç ık la m a m a n t ığ ın ın g e ç e r li

o ld u ğ u n u v e b ilim s e l k a v r a m la r ü z e r in e b e t im le m e c i, r e a lis t v e a r a ç s a lc ı g ö r ü ş le r in y a l n ız c a " y e ğ le n e n

k o n u şm a k ip le r i" ü z e r in d e a n la ş m a z lık la r o ld u ğ u n u d ü ş ü n ü y o r d u . T o p lu m s a l b ilim le r in b ilim s e l

o lm a d ığ ı n ı ile r i s ü r e n le r e k a r ş ı o n la r ın k e n d ile r in e d o ğ a b ilim le r in d e n d a h a a z y e t e r li o lm a d ığ ın ı v e

d o ğ a l b ilim le r il e a y n ı h e r m e n e u t ik ö lç ü t le r i k a b u l e t m e l e r i g e r e k t iğ in i s a v u n d u . J o h n D e v v e y 'in b ir

ö ğ r e n c is i v e y a ş a m b o yu h a y r a n ı o la n N a g e l " d o ğ r u la n a b ilir lik " t e n t ü r e y e n " d o ğ r u lu k " k a v r a m ın ın

y e r in e D e v v e y 'in " b ilg i" ö lç ü t ü o la n ' g ü v e n i lir önesürü\eb\\\rWwarrantedassertibilityl i\kesm\ g e ç i r d i —


" g ü v e n " e t m e n i ö z n e n in k e n d is i t a r a f ın d a n y o r u m la n m a k ü z e r e . B ö y le c e N a g e l " o lg u la r , a m a y a l n ız c a

o lg u la r in c e le n m e lid ir " ilk e s in e k a r ş ı b ilim f e ls e f e s in d e k u r a m s a l " ö n s a v la r " ın in c e le n m e s in e d e iz in

v e r d i.

A y e r 'e g ö r e , N a g e l " m o d e r n b ilim in y e t e r li b ir b ilg is in i v e a n la y ış ın ı t a ş ıy a n b ir k a ç f e ls e f e c id e n b ir i" id i.

N a g e l A B D 'd e “Y a h u d i k a f a s ı B a t ı u y g a r lığ ın ın f e ls e f e s in i v e t a r ih in i d o ğ r u o la r a k y o r u m la y a m a z v e

a n la y a m a z " g ö r ü ş ü n ü ( V V illia m H o c k in g , H a r v a r d Ü n iv .) y o r u m u n h e r k e s e a ç ık o ld u ğ u n u d ü ş ü n e r e k ,

k e n d is i y o r u m la r y a p a r a k v e " d o ğ r u y o r u m " d iy e b ir ş e y in o la m a y a c a ğ ın ı g ö s t e r e r e k ç ü r ü t t ü . R u d o lf

C a r n a p , H a n s R e ic h e n b a c h , v e C a r i H e m p e l ile b ir lik t e m a n t ık s a l p o z it iv iz m in e v r e n s e l a d l a r ın d a n b ir i

o la n N a g e l A v r u p a 'd a b ir y ıllık e ğ it im d e n s o n r a " I m p r e s s io n s a n d A p p r a is a ls o f A n a ly t ic P h ilo s o p h y

in E u r o p e " b a ş lık lı b ir m a k a le y a y ım la y a r a k ( 1 9 3 6 ) b u n d a n a t ü r a liz m e v e p r a g m a t iz m e d e k u la ş m ış

A m e r ik a n d ü ş ü n ü r le r in i A v r u p a lI L u d v v ig V V it t g e n s t e in , M o r it z S c h l ic k v e R u d o lf C a r n a p ' ın d a h a ile r i

b ir f e ls e f i k o n u m u t e m s il e t t iğ in i d ü ş ü n d ü ğ ü p o z it iv iz m le r i ile t a n ış t ır d ı. K e n d i f e ls e f i d u r u ş n o k t a s ın ı

" N a t ü r a liz m " o la r a k n it e le m e y i y e ğ le y e n N a g e l d o ğ a lc ılığ ın a b ir p a r ç a h ü m a n is t t in s e lc ilik k a t m a y ı

u y g u n g ö r e r e k ," N a t ü r a liz m y a ln ız c a ö z d e k s e l o la n ın v a r o ld u ğ u n u ile r i s ü r m e z ," d iy o r d u ," ç ü n k ü

d e n e y im d e s a p t a n a n p e k ç o k ş e y — e y le m k ip le r i, a n la m iliş k ile r i, d ü ş le r , s e v in ç le r , t a s a r la r , ö z le m le r —

b ö y le o la r a k ö z d e k s e l c is im le r y a d a ö z d e k s e l c is im le r in ö r g ü t le n m e le r i d e ğ ild ir " (Naturalism


Reconsidered, 19 5 4 ).

— A z iz Y a r d ım lı

You might also like