Professional Documents
Culture Documents
Ernest Nagel
Bili ' sı
Bilimsel Açıklama Mantığında
Problemler
Çeviren
Aziz Yardımlı
idea
CO m
g ın>
3 r\
ö f ÛJ
■aS
M —
idea
BİLİMİN YAPISI
BİLİMSEL ARAŞTIRMA MANTIĞINDA PROBLEMLER
Ernest Nagel
BİLİMİN YAPISI
BİLİMSEL ARAŞTIRMA MANTIĞINDA PROBLEMLER
Çeviren
Aziz Yardımlı
İdea • İstanbul
İd e a Yayınevi
Ş arap İskelesi Sk. 2/106-107 34425 K araköy — İstan b u l
iletisim @ ideayayinevi.com / www.ideayayinevi.com / www.ideasatis.com
Bu çeviri için © AZİZ YARDIMLI 2012
The Structure o f Science
Problems in the Logic o f Scientific Explanation
C opyright © 1979 E m s t N agel
B ilim in Yapısı
Bilimsel Araştırma M antığında Problemler
B irinci basım 2013
Tüm haklan saklıdır. B u yayımın hiçbir bölümü
Idea Yayınevinin ön izni olmaksızın
yeniden üretilemez.
Baskı: U m u t M atbaacılık
F atih Cad. Yüksek Sok. N o 11, M e rte r — İstan b u l
Printed in Türkiye
ISBN 978-975-397-116-4
Edith ’e
Önsöz
Önsöz
S Ö Z L Ü K — 603
D İZİN — 609
B İL İM İN YAPISI
Bilimsel Açıklama Mantığında Problemler
Giriş: Bilim ve
Sağ Duyu
1
releri hakkında geniş bilgi birikimleri kazandılar. Bedenlerini
besleyen tözleri tanımayı öğrendiler. Ateşi keşfettiler ve ham
gereçleri bannak, giysi ve aletlere dönüştürm ek için beceriler
geliştirdiler. Toprağı işleme, iletişim kurm a ve kendilerini yö
netm e sanatlarım yarattılar. Kimileri nesnelerin tekerlekli arabalara k
yulunca daha kolay taşındığını, tarlaların büyüklüklerinin standart ölçü
birim leri kullanıldığı zaman daha güvenilir bir yolda karşılaştırıldığını,
ve yılın mevsimlerinin ve birçok gök fenom eninin birbirini belli bir ku-
rallılık içinde izlediğini buldular. Jo h n Locke’un Aristoteles’e takılma
sı—Tanrının insanlara karşı onları yalnızca iki-ayaklı yaratıklar yapacak
kadar eli sıkı olmasa da onları ussal yaratıklar yapma işini Aristoteles’e
bıraktığı—m odern bilime açıkça uygulanabilir görünür. Dünyaya ilişkin
pekçok noktada güvenilir bilginin kazanılması hiç kuşkusuz m odern
bilim in gelmesini ve o n u n yöntem lerinin öz-bilinçli kullanım ını bek-
lemeyecekti. G erçekten de, b u bakım dan h e r kuşakta pekçok insan
kendi yaşamında soyun tarihini yineler: Bilimlerde eğitilmiş olm a gibi
bir üstünlükten yararlanmaksızın ve bilimsel yöntem lerin bilinçli olarak
uygulanması söz konusu olmaksızın, kendi başına beceriler ve yetkin
bilgiler elde etmeyi başarır.
Eğer bilgi olarak bu kadar çok şey doğuştan yeteneklerin ve “sağ-duyu”
yöntem lerinin ustaca uygulaması yoluyla kazanılabiliyorsa, bilim lere
özgü özel üstünlük nedir, ve onların karmaşık entellektüel ve fiziksel
aygıtlarının bilgi kazam m ına katkıları nedir? Eğer ‘bilim ’ sözcüğüne
belirli bir anlam yüklenecekse, soru dikkatli bir yanıtı gerektirir.
Sözcük ve dilbilimsel olarak değişik biçimleri hiç kuşkusuz h er zaman
ayrımına varılarak kullanılmaz, ve sık sık yalnızca şuna ya da buna onur
landırıcı bir ayrıcalık yüklemek için kullanılır. Birçok insan inançlarında
“bilim sel” olm aktan ve b ir “bilim çağında” yaşam aktan g u ru r duyar.
B ununla birlikte, çok sık olm ak üzere g u ru rlan u ğruna keşfedilebile-
cek biricik zemin, atalarının ya da kom şularının tersine, ellerinde son
olduğu ileri sürülen bir gerçekliğin bulunduğu kanısıdır. Bu tindedir
ki fizikte ya da yaşambilimde günüm üzde kabul edilen kuram lar zaman
zaman bilimsel olarak betimlenir, ve bu arada o alanlarda daha önceleri
savunulan am a b u n d an böyle güvenilm eyen tüm kuram lara o etiket
kesinlikle yadsınır. Benzer olarak, yürürlükteki fiziksel ve toplumsal ko
şullar altında büyük ölçüde başarılı olan uygulama yolları, örneğin belli
çiftçilik ya da işleyim teknikleri, arada bir başka zam anların ve yerlerin
sözde “bilimsel-olmayan” uygulam aları ile karşı karşıya getirilir. Belki
de ‘bilim sel’ terim ini tüm belirli içeriğinden sıyırma eğilim inin aşırı
bir biçimi reklamcıların zaman zaman ‘bilimsel saç tıraşı,’ ‘bilimsel halı
temizliği’ ve giderek ‘bilimsel astroloji’ gibi deyimleri içtenlikle kullan
m alarında örneklenir. B ununla birlikte, yukarıdaki ö rn ek lerd en hiç
birinin sözcüğe bağlanan inançların ya da uygulamaların kolayca tanına
bilir ve ayırdedici karakteristiği olmadığı açığa çıkacaktır. Hiç kuşkusuz,
ilk örnekte örtük olarak bulunan-öneriyi, ‘bilim sel’ sıfatının geçersiz
kılınamayacak bir yolda doğru olan inançlara uygulamaya sınırlamasını
kabul etm ek düşüncesizlik olacaktır—çünkü tüm ünde olmasa da çok
sayıda araştırm a alanında doğruluğun yanılmaz güvenceleri eksiktir, ve
bu nedenle böyle-bir ö nerinin kâbul edilmesi sonuçta sıfatı herhangi
bir düzgün kullanım dan yoksun bırakacaktır.
‘Bilim’ ve ‘bilim sel’ sözcükleri gene de belirli içerikten sık sık değer-
sizleştirilmiş kullanımlarının belirtebileceği kadar yoksun değildir. Çün
kü gerçekte sözcükler ya tanınabilir, sürekli bir araştırm a girişimini ya
da onun entellektüel ürünlerini belirten etiketlerdir, ve sık sık o ü rü n
leri başka şeylerden ayırdeden özellikleri im lem ek için kullanılırlar.
Buna göre bu bölüm de kısaca “ön-bilimsel” bilginin ya da “sağ-duyu”
bilgisinin m odern bilim in entellektüel ü rü n lerin d en ayrılma yolların
dan bir bölüm ünü inceleyeceğiz. Hiç kuşkusuz genellikle tanıdık ama
bulanık “sağ duyu” başlığı altında toplanan inançları “bilimsel” olarak
kabul edilen bilişsel savlardan ayıran keskin bir çizgi yoktur. G ene de,
kendileri için am açlanan uygulama alanları açıkça puslu sınırlar taşı
yan başka sözcükler (örneğin ‘dem okrasi’ terim i) d u ru m unda olduğu
gibi, sağın ayırma çizgilerinin bulunmayışı bu sözcüklerden h er biri için
sağlam bir anlam çekirdeğinin bulunuşu ile bağdaşmaz değildir. H er
ne olursa olsun, d ah a ölçülü kullanım larında bu sözcükler gerçekte
önem li ve tanınabilir ayrımları imler. Tanımaya çalışmamız gereken şey
bu ayrımlardır, üstelik bunlardan kimilerini açımlayıcı vurgu ve du ru lu k ,
uğruna keskinleştirmeye zorlansak bile. /
1. Hiç kimse varolan özel bilim lerden birçoğunun gündelik yaşamın
kılgısal kaygılarından gelişmiş olduğu olgusunu ciddi olarak tartışmaz:
Geometri tarlaları ölçme ve inceleme problem lerinden, mekanik mima
ri ve askeri sanatların yarattığı problem lerden, yaşambilim insan sağlığı
nın ve hayvan beslem enin problem lerinden, kimya metaluıji ve boyama
işleyimleri tarafından yaratılan problem lerden, ekonom i ev yönetimi
ve politika yönetim inin problem lerinden vb. gelişmiştir. Hiç kuşkusuz,
bilimlerin gelişimi için kılgısal sanadann problem lerinin getirdiği uyan
lardan başka uyanlar da olmuştur; gene de, birinciler bilimsel soruştur
m anın tarihinde önem li roller oynamışlar ve oynamayı sürdürecekler
dir. H er ne olursa olsun, bilimin doğası üzerine sağ-duyu kanılannın ve
bilimsel vargılann tarihsel sürekliliğinden etkilenen yorumcular zaman
zaman onları bilim lerin yalnızca “örgütlü” ya da “sınıflandırılmış” sağ
duyu olduklan form ülü ile ayırdetmeyi önerm işlerdir.
Hiç kuşkusuz bilim lerin örgütlü bilgi kütleleri olduğu ve tüm ünde
gereçlerinin belirli tiplere ya da tü rlere sınıflandırılm asının (yaşam-
bilim de olduğu gibi, dirim li şeylerin türlere sınıflandırılm ası) vazge
çilmez bir görev olduğu ortadadır. G ene de açıktır ki, önerilen form ül
bilim ve sağ duyu arasındaki karakteristik ayrımlan yeterli olarak anlat
maz. Bir konuşm acının Afrika gezileri üzerine tuttuğu notlar bilgileri
ilginç ve etkili olarak iletme am açlan için çok iyi örgütlenm iş olabilir,
am a bu nedenle o bilgiler tarihsel olarak bir bilim adını kazanmış olan
şeye çevrilmiş değildir. Bir k ü tü p h an ecin in k art katalogu kitapların
paha biçilmez bir sınıflandırm asını temsil eder, am a sözcüğün tarihsel
çağrışım ının anlam ını bilen hiç kimse kataloğun bir bilim olduğunu
söylemeyecektir. Açıkta yatan güçlük önerilen form ülün ne tür örgüt
lenm enin ya da sınıflandırm anın bilim lerin karakteristiği olduğunu
belirlememesidir.
Öyleyse bu soruya dönelim . Sıradan deneyim in sürecinde kazanılan
bilginin çoğunun belirgin bir özelliği bu bilginin belli sınırlar içerisinde
doğru olabilmesine karşın, niçin olgulann ileri sürüldüğü gibi olduklan
konusunda herhangi bir açıklamanın eşliğinde seyrek olarak bulunm a
sıdır. Böylece tekerleğin yararını keşfetmiş olan toplum lar genellikle
sürtünm e güçleri ile ilgili hiçbirşey bilmez; ne de niçin tekerlekli taşıtlar
üzerine yüklenen eşyalann yerde çekilen eşyalardan daha kolay taşındı
ğını bilirler. Birçok halk tan m alanlannı gübrelem enin uygunluğunu
öğrenmiş, am a ancak çok azı b u n u n yapılmasının nedenleri ile ilgilen
miştir. Yüksükotu gibi şifalı bitkilerin ilaç özellikleri yüzyıllar boyun
ca kabul edilmiş, am a genellikle yararlı güçlerinin zemini konusunda
hiçbir açıklama verilmemiştir. Dahası, “sağ duyu” kendi olguları için
açıklama verm e girişim inde bulu n d u ğ u zam an—örneğin yüksükotu-
nun bir kalp uyancısı olarak değeri çiçeğin şekli ile insan kalbinin şekli
arasındaki benzerliğin terim lerinde açıklandığı zaman—açıklamalar sık
sık olgular ile ilgileri üzerine eleştirel sınam alar olmaksızın kabul edilir.
Sağ duyunun sık sık L ord M ansfıeld’ın bir koloninin yeni atanan ve
tüzede eğitimsiz valisine verdiği o iyi-bilinen öğüdü dinlemesi gerekir:
“Bir dava hakkında karar verm ede hiçbir güçlük yoktur—yalnızca h er
iki yanı dayançla dinle, sonra türenin gereği olarak düşündüğün şeyi
gözden geçir, ve b una göre karar ver; am a hiçbir zaman nedenlerini
açıklama, çünkü yargın büyük olasılıkla haklı, ama nedenlerin kesinlikle
yanlış olacaktır.”
Bilimi yaratan şey olguların kanıtı yoluyla denetlenebilir dizgesel açık
lam alar için duyulan istektir; ve bilim lerin ayırdedici hedefi bilginin
açıklayıcı ilkeler tem elinde örgütlenm esi ve sınıflandırılmasıdır. Daha
belirli olarak, bilim ler çeşitli türlerd en olayların yer alm a koşullarını
keşfetmeye ve genel terim lerde form üle etm eye çalışırlar, ve burada
böyle belirleyici koşulların bildirim leri karşılık düşen olayların açıkla
malarıdır. Bu hedefe ancak incelenen nesnedeki belli özellikleri ayır-
detm e ya da yalıtma yoluyla ve bu özellikler arasındaki yinelenebilir
bağımlılık kalıplarını saptam a yoluyla erişilebilir. Sonuçta, araştırm a
başarılı olduğu zaman, şimdiye dek bütünüyle ilişkisiz olarak görünen
önerm eler bir açıklam alar dizgesindeki yerlerinden ö türü belirli yol
larda birbirine bağlı olarak sergilenir. Kimi durum larda araştırm a ger
çekten de dikkate değer uzunluklara dek götürülebilir. O lgunun geniş
erim inde yaygın olan ilişki kalıpları keşfedilebilir, ve böylece küçük bir
sayıda açıklayıcı ilkenin yardımı ile bu olgulara ilişkin belirsiz olarak
büyük sayıda ö n erm en in m antıksal olarak birleşm iş b ir bilgi kütlesi
oluşturduğu gösterilebilir. Birleştirme zaman zaman tüm dengelimli bir
dizge biçimini alır, örneğin tanıtlamalı geom etri ya da m ekanik bilimi
du ru m u n d a olduğu gibi. Böylece Newton tarafından form üle edilen
ilkeler gibi birkaç ilke ayın devimini, gel git dalgalarının davranışını,
fırlatılan cisim lerinyollannı ve ince tüplerde sıvıların yükselişini ilgilen
diren önerm eleriruyakından ilişkili olduklarını ve tüm bu önerm elerin
olgulara ilişkin çeşidi özel sayıltılar ile birleşmiş ilkelerden sağın olarak
çıkarsanabileceğini göstermek için yeterlidir. Bu yolda mantıksal olarak
türetilm iş önerm elerin bildirdikleri değişik fenom enler için dizgesel
bir açıklama elde edilir.
Varolan tüm bilimlerin mekanik biliminin sergilediği yüksek düzeyde
bütünleşmiş dizgesel açıklama biçimini sunması söz konusu değildir, ve
gene de—doğa bilim inin çeşitli bölüm lerinde olduğu gibi toplumsal
araştırma alanlarında da—başka birçok bilim için böyle sağın bir m an
tıksal dizgeselleştirme bir ideal olarak işlev görmeyi sürdürür. Ama bö
lüm lere ayrılmış araştırm anın bu ideali genellikle izlemeyen dallarında
bile, örneğin tarihsel araştırm anın çoğunda olduğu gibi, olgular için
açıklamalar bulm a hedefi genellikle h er zaman oradadır, insanlar niçin
on üç A m erikan kolonisinin In g iltere’ye başkaldırırken K anada’nın
bunu yapmadığını, niçin eski Yunanlıların Persleri püskürtebilm işken
Rom a ord u ların a yenik düştüklerini, ya da niçin kentsel ve tecimse!
etkinliğin ortaçağ Avrupasında daha önce değil ama onuncu yüzyılda
geliştiğini bilmeye çalışırlar. Yüzeysel olarak ilişkisiz önerm eler arasına
belli bir bağımlılık ilişkisi getirm ek ve onu açıklamak, g örünürde da
ğınık bilgi parçaları arasındaki bağıntıları dizgesel olarak sergilemek
bilimsel araştırm anın ayırdedici göstergeleridir.
2. Sağ duyu ve bilimsel bilgi arasındaki bir dizi d ah a öte ayrım aşa
ğı yukarı İkincilerin dizgesel karakterinin doğrudan sonuçlandır. Sağ
duyunun iyi bilinen bir özelliği de, ileri sürdüğü bilginin doğru olabil
mesine karşın, içerisinde inançlannın geçerli ya da kılgılarının başarılı
olduğu sınırlan seyrek olarak algılayabilmesidir. G übre serpm enin to p
rağın verimini koruduğu kuralı üzerine davranan bir topluluk birçok
d urum da tarım tarzını başarılı olarak sürdürebilir. B ununla birlikte,
toprağın açıkça kötüleşmesine karşın, kuralı kör gibi izlemeyi sürdürü
yor olabilir ve dolayısıyla besin sağlanması ile ilgili kritik bir problem
karşısında çaresiz olabilir. Öte yandan, toprağı güçlendirme aracı olarak
g ü b ren in etkerliği için n e d e n le r anlaşıldığı ve böylece kural yaşam-
bilim in ve toprak kimyasının ilkeleri ile bağıntılandığı zaman, kural
yalnızca kısıtlı b ir geçerlik taşıyor olarak kabul edilmeye başlar, çün
kü gübrenin etkerliği sağ duyunun genellikle algılamadığı koşulların
sürm esine bağım lı olarak görülür. O nları bilen çok az kişi çok fazla
biçimsel eğitim almış olmaksızın doğrudan çevrelerini etkileyen konu
larda hem en hem en sonsuz bir beceriler türlülüğü ve sağlam bilgiler
ile donatılı olan çiftçilerin güçlü bağımsızlıklarına duyduğu hayranlığı
gizlemeyi başarabilir. G ene de, çiftçinin geleneksel becerisinin sınırlan
dardır: Sık sık gündelik yaşam d ö n g ü sü n ü n sürekliliğinde bir kopuş
olduğu zaman etkisizleşir, çünkü becerileri genellikle geleneğin ve yi
neleyen alışkanlığın ü rü n lerid ir ve başarılı işleyişleri için nedenlerin
anlaşılması yoluyla şekillendirilmiş değildir. Daha genel olarak, sağ-duyu
bilgisi en çok belli bir sayıda etm enin aşağı yukarı değişm eden kaldığı
durum larda yeterlidir. Ama norm al olarak bu yeterliğin böyle etm en
lerin değişmezliği üzerine bağımlı olduğu anlaşılmadığı için—aslında,
ilgili etm enlerin varoluşunun kendisi bile anlaşılmamış olabilir—, sağ
duyu bilgisi ciddi bir tamamlanmamışlık gösterir. Bu tamamlanmamışlı-
ğı giderm ek dizgesel bilimin amacıdır, üstelik bu sık sık ancak bölümsel
olarak gerçekleşen bir amaç olsa bile.
Bilimler böylece sıradan bilgi sorunlanna ilişkin önerm elerin dizgesel
bağıntılarını sergilem e sürecinin kendisi yoluyla sıradan tasarım lara
incelikler getirir. Böylelikle yalnızca tanıdık kılgılann geniş olgu alanla-
nndaki öğeler arasındaki ilişkileri form üle eden ilkelerin terim lerinde
açıklanabilir olarak gösterilmesi söz konusu değildir; o ilkeler ayrıca
alışkısal davranış kiplerini değiştirme ve düzeltme için ipuçlan da sağlar
ve böylece o n lan tanıdık bağlam larda daha etkili ve yeni olanlara daha
uyarlanabilir kılar. B ununla birlikte, bu sıradan inançlann zorunlu ola
rak yanlış olduklan, ya da giderek deneyimin baskısı altında değişmeye
özünlü olarak bilimin önerm elerinin olduğundan daha açık oldukları
dem ek değildir. G erçekten de, örneğin m eşelerin palam utlardan bir
gecede gelişm edikleri ya da suyun yeterince soğutulunca katılaştığı
gibi sağ-duyu kanılannın asırlık ve aklanmış sağlamlıklan birçok bilim
kuram ının göreli olarak kısa yaşam süreleri ile karşılaştırıldığında ağır
basar. Gözlenecek özsel nokta, sağ duyu dikkatine çarpan olguları diz
gesel olarak açıklama konusuna çok az ilgi gösterdiği için, inançlannın
geçerli uygulamasının erim inin, gerçekte dar sınırlar içine alınmış olsa
da, onun için önem li bir sorun olmadığıdır.
6. M odern bilim ve sağ duyu arasında daha önce sözü edilen zıtlık
larda örtü k olan önem li bir ayrım vardır ki, bilim in bilişsel savlarını
dikkatle d en etlen en koşullar altında elde edilen eleştirel olarak sına-
yıcı gözlem verilerinin yineleyen meydan okuması karşısında bırakan
bilinçli politikasından türer. B ununla birlikte, daha önce değinm e fır
satımızın olduğu gibi, bu dem ek değildir ki sağ-duyu inançları kaçınıl
maz olarak yanlıştır ya da görgül olarak doğrulanabilir olguda hiçbir
temelleri yoktur. Gerçekte, dem ektir ki, sağ-duyu inançları, yerleşik bir
ilke sorunu olarak, kendilerinin ve geçerlik erim lerinin doğruluğunu
belirlem e u ğ ru n a kazanılan verilerin ışığında dizgesel yoklama altına
getirilmez. Ayrıca dem ektir ki bilim de yetkin olarak kabul edilen kanıt
bilinen yanılgı kaynaklannın giderilmesi göz önünde tutularak saptanan
yordam lar yoluyla elde edilmiş olmalıdır; ve dahası, dem ektir ki araştır
ma altındaki problem e yanıt olarak önerilen herhangi bir hipotez için
eldeki kanıtın ağırlığı değerlem e kanonlarının (canons of evaluation)
yardımıyla değerlendirilm elidir ki, bu kuralların yetkesinin kendisi on
ların geniş bir araştırm alar sınıfındaki perform ansları üzerine dayanır.
Buna göre, bilim de açıklama u ğruna arayış yalnızca bulanık bir yolda
uylaşımsal deneyim in tanıdık “olguları” için açıklama getirecek prima
facie usayatkın kimi “ilk ilkeler” u ğruna bir arayış değildir. Tersine, ger
çekten sınanabilir olan açıklayıcı hipotezler uğruna bir arayıştır, çünkü
onlardan işlerin hem en hem en tasarlanabilir h er durum u ile bağdaşabi
lir olmayacak denli sağın mantıksal sonuçlar taşımaları istenir. Öyleyse
hipotezler reddedilm e olanağına açık olmalıdır—bir olanak ki, edimsel
olguların neler olduğunu belirlem ek için bilimsel arayışa tamamlayıcı
olan eleştirel yordam ların sonucu üzerine dayanacaktır.
Tam şimdi betim lenen ayrım bilim in vargılarının, sağ-duyu inanç
larından ayrı olarak, bilimsel yöntem in ü rü n leri olduğu deyişi ile de
anlatılabilir. Bununla birlikte, bu kısa form ül yanlış yorumlanmamalıdır.
Ö rneğin bilimsel yöntem in uygulamasının kabul edilmiş olgu sorunla
rına doyurucu açıklamalar getirm e amacıyla deneysel keşifler yapmak
için ortaya koyulan kuralları izlemekten oluştuğunu ileri sürüyor olarak
anlaşılm am alıdır. Bilim de keşif ve icat için hiçbir kural yoktur, tıpkı
sanatlarda da olmaması gibi. Ne de form ül bilimsel yöntem in uygula
masının araştırm a altındaki konuya ya da problem e bakılmaksızın tüm
araştırm alarda belli bir özel teknikler küm esinin (örneğin fizik bilimin
de kullanılan ölçüm tekniklerigibi) kullanılmasından oluştuğunu ileri
sürüyor olarak yorumlanmalıdır. Deyişin böyle bir yorum u am acının bir
karikatürüdür; ve h er ne olursa olsun, deyiş o yorum üzerine saçmadır.
Ve ne de, son olarak, form ül bilimsel yöntem in uygulamasının başka
türlü araştırm am a sonucunu bozabilecek kişisel eğilimin ya da yanılgı
kaynağının h e r biçimini etkili olarak giderdiğini ya da daha genel ola
rak yöntemi kullanan araştırm aların ulaştığı h e r vargının doğruluğunu
sağlama bağladığını ileri sürüyor olarak okunm alıdır. Ama gerçekte
böyle hiçbir güvence verilemez; ve önceden saptanmış hiçbir kurallar
kümesi araştırm anın gidişini zararlı olarak etkileyebilecek um ulm adık
önyargılara ve başka yanılgı nedenlerine karşı otom atik bir koruyucu
olarak hizm et edemez.
Bilimsel yöntem in uygulaması kanıt değerindeki verilerin elde edil
mesini sağlayan yordamların güvenilirliğini yargılamak için, ve vargılara
tem el olan kanıtın tanıtlayıcı gücünü değerlendirm ek için, denenm iş
kanonlann ışığı altında uslamlamaların diretken eleştirisidir. O kanonla
rın belirlediği ölçünlere göre değerlendirilm iş olarak, verili bir hipotez
bildirilen kanıt yoluyla güçlü olarak desteklenebilir. Ama bu olgu, kanıt
değerindeki bildirim ler d oğru olarak kabul edilseler bile, hipotezin
do ğ ru lu ğ u n u n güvencesi değildir—eğer, görgül b ilim lerde gözlem
verileri için genellikle kabul edilen ölçünlere aykırı olarak, desteğin
derecesi geçerli b ir tüm dengelim li uslam lam anın öncüllerinin onun
vargısına verdiği derece değilse. Buna göre, bilim in ve sağ duyunun
bilişsel savlan arasında birincilerin bilimsel yöntem in ürünleri olması pl-
gusundan doğan ayrım birincilerin kaçınılmaz olarak doğru olduğunu
imlemez, im lediği şey sağ-duyu inançları genellikle eldeki kanıtın eleş
tirel bir değerlendirm esi olmaksızın kabul edilirken, bilimin vargıları
için kanıtın ise benzer olarak yapılanmış kanıtın desteklediği vargıların
önem li bir oranının yeni veriler elde edildiği zaman ek olgusal veriler
ile iyi bir anlaşma içinde kaldığı bir yolda ölçünlere uyum gösterdiğidir.
Bu noktaların daha öte tartışılması ertelenm elidir. B ununla birlikte,
burada kısa bir ekleme gerekecektir. Eğer bilimin vargıları kanıt elde et
mek ve değerlendirm ek için kesin bir politika ile uyum içinde yürütülen
araştırm aların ü rünleri ise, o vargılara geçerli olarak güven duymanın
gerekçesi o politikanın değeri üzerine dayanmalıdır. Kabul edilmelidir
ki, kanıt ileri sürm ek için politikayı tanımlayan kanonlar en iyisinden
ancak bir ölçüde belirtik olarak kodlanm ıştır ve başlıca yalnızca yetkin
araştırmacıların araştırm alarının yönetilmesinde sergiledikleri entellek
tüel alışkanlıklar olarak işlerler. Ama bu olguya karşın, bu politikanın
güvenilebilir ve dizgesel olarak düzenlenm iş bilgi yolunda başarmış
olduğu şeylerin tarihsel kaydı politikanın o n a alm aşıklar üzerindeki
üstünlüğü açısından ciddi olarak kuşku duymak için çok az yer bırakır.
Bilişsel savlan ve m odem bilimin mantıksal yöntemini genel bir yolda
ayırdeden özelliklerin b u kısa gözlemi ortaya ayrıntılı incelem e için
çeşitli sorular getirir. Bilimin vargıları kurumsallaşmış araştırm a dizge
sinin insanların yaşam larında giderek artan bir biçim de önem li bir rol
oynayan meyveleridir. Buna göre, o toplum sal kurum un örgütlenmesi,
gelişim ve etkisinin koşul ve evreleri, ve genişlem esinin sonuçları top
lumbilimciler, ekonomistler, tarihçiler ve ahlakçılar tarafından yinele
yerek araştırılmıştır. B ununla birlikte, eğer çağdaş toplum da bilimsel
girişimin doğası ve yeri doğru olarak anlaşılacaksa, bilimsel bildirimlerin
tip ve eklem lenm eleri gibi bilimsel vargıların saptanm asını sağlayan
m antık da dikkatli çözümlemeyi gerektirir. Bu bilim felsefesinin yerine
getirmeyi üstlendiği bir görevdir—ve bir görev ki, biricik görev olmasa
da büyük bir görevdir. Tam şimdi tam am lanan gözlem yoluyla gerçekte
böyle bir çözüm lem e için üç geniş alan önerilmiştir: Açıklamalann bi
limlerde sergilediği mantıksal kalıplar; bilimsel kavramların kurulması;
ve bilimsel vargılann geçerli kılınması, izleyen bölüm ler dışlayıcı olarak
olmasa da birincil olarak bilimsel açıklam aların yapısını ilgilendiren
sorunlan ele alacaktır.
Bilimsel Açıklamanın
Kalıpları
2
luluk ile desteklenen dizgesel açıklamalar sağlamak olduğunu
ileri sürdü. Göreceğimiz gibi, böyle açıklamalar bireysel olay
lar için, yineleyen süreçler için, ya da değişmez kurallılıklar
için olduğu gibi istatistiksel kurallılıklar için de teklif edilebi
lir. Bu görev bilim lerin biricik uğraşı değildir, çünkü çabalarının ço
yeni deneyim alanlarında olguların neler olduğunun saptanm asına yö
neliktir—olgular-ki, onlar için açıklamalar daha sonra araştınlabilecek-
tir. Gerçekten de açıktır ki verili herhangi bir zam anda değişik bilimler
gelişmekte olan dizgesel açıklam alar üzerine getirdikleri vurguda ve
ayrıca böyle açıklayıcı dizgeleri elde etm elerindeki tamlık derecesinde
de ayrılır. B una karşın, dizgesel açıklam alar için arayış kabul edilen
bilimsel disiplinlerin hiç birinde hiçbir zaman bütünüyle eksik değil
dir. Bilimsel açıklam alar için bu gerektirim i ve bilimsel açıklamaların
yapısını anlam ak öyleyse bilimsel girişimin yaygın bir özelliğini anlamak
demektir. Bu bölüm çeşitli bilim lerde karşılaşılan g ö rü n ü rd e değişik
açıklama biçimlerini ön bir yolda ele alarak böyle bir anlayış için zemini
hazırlamaya çalışacaktır.
2. Niçin bardak dün buzlu su ile dolu iken dışında nem oluştu? Bura
da açıklanacak olgu bireysel bir olayın yer almasıdır. Açıklaması, geniş
anahatlarda, şöyle olabilir: Bardağın sıcaklığı, bardak buzlu su ile doldu
rulduktan sonra, çevredeki havanın sıcaklığından önem li ölçüde düşük
tü; hava su buharı kapsıyordu; ve havadaki su b u h a n genel olarak hava
ne zaman yeterince soğuk bir yüzey ile değme durum una gelirse sıvı du
rum una yoğunlaşır. Bu örnekte, öncekinde de olduğu gibi, açıklamanın
biçimsel kalıbı bir tüm dengelim kalıbı olarak görünür. G erçekten de,
eğer açıklayıcı öncüller daha tam olarak ve daha dikkaüi olarak formüle
edilseydi, tüm dengelim biçimi su götürm ez olurdu. B ununla birlikte,
explicandum bu d urum da bir zorunlu doğruluk değildir, ve görünürde
ne de açıklayıcı öncüller öyledir. Tersine, öncüller büyük olasılıkla ilgili
gözlemsel ya da deneyimsel kanıt üzerine dayalı bildirimlerdir.
10. Niçin İngiliz dili yürürlükteki biçim inde bu kadar çok Latince
kökenli sözcük kapsar? Burada kendisi için bir açıklama verilmesi iste
n e n tarihsel olgu biraz gevşek olarak sınırlanan tarihsel bir dönem de
dünyanın çeşitli bölgelerinde insanların sergilediği karmaşık bir dilbi
limsel alışkanlıklar kümesidir. Ayrıca “Niçin?” sorusunun şimdiki örnek
te, önceki örneklerdeki sorulardan ayrı olarak, örtük olarak belli bir
dizgenin yürürlükteki biçim ine dizgenin d ah a önceki bir evresinden
nasıl geliştiğinin bir açıklamasının istediğine dikkat etm ek de önemlidir.
Bununla birlikte, irdelem e altındaki dizge için örneğin dönm ekte olan
bir gaz kütlesinin gelişimi için fizikte elimizde olan türde genel “di
nam ik gelişme yasaları” yoktur. Söz konusu tarihsel olgu için kabul
edilebilir bir açıklam anın öyleyse bir zaman dönem i boyunca yer alan
ardışık değişimlere değinmesi gerekir, yalnızca önceleyen bir başlama
zamanındaki bir olaylar kümesine değil. Buna göre olgu için ölçün açık
lama Ingiltere’nin N orm an Fethine, Fetihten önce yenenler ve yenilen-
ler tarafından kullanılan konuşmaya, ve Ingiltere’de ve başka yerlerde
Fetihten sonraki gelişmelere gönderm e içerir. Dahası, açıklama değişik
dilsel topluluklarda böyle topluluklar birbiri ile bildirilen ilişkilere girdiği
zaman konuşm a alışkanlıklarının değişme yollannı ilgilendiren bir dizi
az ya da çok bulanık (her zaman belirtik olarak bildirilmiş olmayan ve
kimileri hiç kuşkusuz istatistiksel bir içerik taşıyan) genellemeyi kabul
eder. Kısaca, şimdiki örnekte istenen açıklama türeyişsel bir açıklamadır
ki, yapısı daha önce gösterilen açıklamaların yapısından açıkça çok daha
karmaşıktır. Karmaşanın bu explicandumun bir insan davranışı olgusu
olması koşuluna yüklenm em esi gerekir. Karşılaştırılabilir bir karmaşa
okyanusların tuz içeriğinin şimdi hacım olarak yüzde üç kadar olması
olgusu için bir türeyişsel açıklama yoluyla sergilenir.
'Ö rneğin Mach Galileo’nun bir eğik düzlem üzerindeki dengeyi kaldıracın ilkesinin
terim lerinde çözümlemesini birincinin bir açıklaması olarak betimler. (Em st Mach,
The Science of Mechanics, LaSalle, 111., 1942, s. 31.) ,
T üm dengelim li
Açıklamanın Kalıbı
3
çözüm lem esinden bu yana, bilimsel açıklam alann her zaman
m antıksal b ir tüm dengelim biçim inde sunulm ası gerektiği
görüşü yaygın olarak kabul edilmiştir. Tüm dengelim li kalıbın
evrenselliğinin b u kalıp bir ideal olarak tasarlandığı zaman
bile sorgulamaya açık olmasına karşın, bilimlerde birçok açıklamanın
ve aslında en kapsamlı ve etkileyici açıklama dizgelerinin—bu biçimi
taşıması olgusu tartışmaya pek açık değildir. Dahası, bu biçimi gerçek
leştirmeyi açıkça başaram ayan birçok açıklam anın o n larda sorgusuz
ca kabul edilen sayıltılar belirtik kılındığı zaman onu örneklendirdiği
gösterilebilir; ve böyle durum lar tüm dengelim li yöntem e kuraldışılar
olarak değil, am a örtük-tasımh/enthymemetik uslam lam alann sık kullanı
m ının örnekleri olarak görülm elidir.1
Bununla birlikte, tüm dengelim li açıklama tiplerinde explicarıdumun
mantıksal olarak açıklayıcı öncüllerden doğması biçim indeki tanımsal
gerektirime ek olarak, bu tip doyurucu açıklam alann daha öte koşullan
yerine getirm ek zorunda olup olmadığını da araştırmalıyız. Çünkü açık
tır ki, önerilen h er açıklama salt tüm dengelim li bir yapıda olduğu için
kabul edilebilir değildir. Örneğin hiç kimse Jü p iter’in en azından bir uy
dusu olması olgusunun önerilen açıklamasını Jü p iter’in sekiz ayı olması
biçim indeki d ah a ö te olguya dayandıran bir açıklamayı kolay kolay
doyurucu görm eyecektir—üstelik birinci bildirim in m antıksal olarak
İkinciden doğm asına karşın. Bu sorunun tartışması Yunan antikçağına
'Ö rneğin, verili bir durum d a bir parça telin genleşmesi telin az önce ısıtılmış ol
duğu olgusu gösterilerek açıklanabilir; ve açıktır ki explicandum bildirildiği biçimiyle
açıklayıcı öncülden mantıksal olarak doğmaz. B ununla birlikte, önerilen önerm enin
örtük olarak ek öncülleri varsayması bütünüyle usayatkın g ö rü n ü r— örneğin telin
bakır olması ve bakırın ısıtıldığı h e r zam an genleşmesi gibi. Bu ek sayıltılar belirtik
kılınınca, açıklam a tüm dengelim li m odele uygun düşer.
dek gider, ve böyle ek koşulların büyük bir türlülüğü önerilmiştir. Bu
koşullar uygunluk uğruna üç başlık altında sınıflandırılabilir: Mantıksal/
logical, ki açıklayıcı öncüller için çeşitli biçimsel gerektirim leri belirler;
bilişsel/epistemik, ki öncüller ile hangi bilişsel ilişkiler içinde durm am ız
gerektiğini bildirir; tözsel/substantive, ki öncüllerin ne tü r içerik (görgül
ya da başka türlü) taşıması gerektiğini belirtir. Bu etiketlerin neleri im
lediği ilerlem em izde açıklık kazanacaktır. B ununla birlikte, eğer koşul
tiplerinden h e r biri h e r zam an ayrı ayrı tartışılacak olsaydı bu saçma
o lu r ve gereksiz yinelem elere yol açardı; bu n ed en le böyle katı ola
rak bölüm lere ayrılmış bir çözüm lem e girişiminde bulunulmayacaktır.
Gene de, belirtilmesi gereken mantıksal koşulların çoğu bu bölüm de
irdelenecektir.
2G erçekte, bu örnekte bile başka yasalar örtük olarak varsayılır. H er bir sıcaklık
için havanın belli b ir doym a yoğunluğunun olması böyle bir yasadır. Çok tanıdık
olduklan için gözden kaçırılan başka yasalar su, bardak vb. gibi çeşitli şeylerin karak
terize edilm esinde gizli olarak bulunur. Bu son yasalar sonuçta h e r biri özelliklerin ve
davranış kiplerinin belli değişmez biraradalıklannı sergileyen değişik töz türlerinin
olduğunu doğrular. Ö rneğin, birşeyin su olduğu bildirimi örtük olarak bir dizi özel
liğin (belli b ir toplak durum u, belli bir renk, belli b ir doym a ve kaynama noktası,
başka türden tözler ile kimyasal tepkim elere girm ek için belli eğinim ler vb.) birbiri
ile biçim deş olarak birarada olduğunu ileri sürer. T ürlerin keşfi ve sınıflandırılması
tekil bir explicandumun tüm dengelim li bir açıklamasında öncüllerden
en azından biri evrensel bir yasa olmalı, ve dahası sessiz bir ortak olma
yan am a explicandumun türetilm esinde özsel b ir rol oynayan bir yasa
olmalıdır.3Açıktır ki bu gerektirim daha önce değinildiği gibi Jü p iter’in
en az bir uydusu olduğu olgusunun gezegenin o nlardan sekizine iye
olması olgusundan tüm dengelim ini bir bona fide açıklama durum u ola
rak dışlamak için yeterlidir.
Ama bir evrensel yasaya ek olarak, yukarıdaki öncüller belli olayların
belirtilen zam anlarda ve yerlerde yer aldığını ya da verili nesnelerin
belli özellikleri o lduğunu ileri süren belli bir sayıda tekil ya da örnek-
sel/instantial bildirim i de kapsar. Böyle tekil bildirim lere “başlangıç
koşullarının bildirimleri/statements o f initial conditions” olarak (ya da
daha kısaca “başlangıç koşulları /initial conditions”olarak) gönderm e
de bulunulacaktır. D aha genel olarak, başlangıç koşulları açıklayıcı
öncüllerde kapsanan yasaların uygulandığı özel durum ları oluşturur.
B ununla birlikte, hangi durum ların uygun başlangıç koşulları olarak
hizm et etm ek üzere seçileceğini genel terim lerde bildirm ek olanaklı
değildir, çünkü soruya yanıt kullanılan yasaların belirli içeriği üzerine
dizgesel bilginin gelişim inde erken am a vazgeçilmez bir evredir; ve fizik ve kimya
da aralarında olm ak üzere, tüm bilim ler başlangıçta sıradan deneyim de tanınm ış
olan tü rle r ile ilgili ayrım ları kabul ettikleri gibi onları inceltm eyi ve değişkiden
geçirmeyi de sürdürür. G erçekten de, kapsamlı kuramsal dizgelerin gelişimi ancak
türlerin bir ön sınıflandırması başarıldıktan sonra olanaklı olmuş görünür, ve bilimin
tarihi yineleyerek çeşitli türlerin saptanm asının ve karşılıklı düzenlenm esinin—sık
sık “doğa tarihi” denilen bir araştırm a evresi—daha yaygın olarak kabul edilen yasa
tiplerinin keşfi için ve geniş kapsamlı kuram ların kurulması için bir öngerek olduğu
görüşünü doğrular. M odern fizik ve kimya ancak türlerin böyle ön sınıflandırm ası
(ki başlangıçları ilkel antikçağda yitmiştir) başarıldıktan sonra ortaya çıktı; m odern
bitkibilim ve hayvanbilim büyük ölçüde türlerin özgülleştirilmesinden ve birbirine alt-
güdüm lü kılınm asından oluşur; ve toplumsal bilim lerin bir bölüm ü henüz insanların
ve toplum sal kurum lann türlerinin kullanılabilir ve güvenilebilir form ülasyonlarını
elde etmeye çabalam aktadır. Değişik türlerin tanınm ası bir türün bir başka türe alt-
güdüm lü kılınması (ya da onun içine alınması) ile el ele gider. Böylece kimya yalnızca
bakır ve kükürt türlerin i değil, am a m etalleri ve m etal-olm ayanları da ayırdeder;
bakırı m etaller arasına ve kükürdü m etal-olm ayanlar arasına katar. Benzer olarak,
yaşambilim kaplan ve aslan türlerini ortak kedi cinsine, kedi tü rü n ü daha kapsamlı
e toburlar düzenine, etoburları m em eliler sınıfına vb. katar. T ürler arasında bir kap
sam a dizgesi elde edildiği zam an, niçin belli b ir bireysel şeyin özgül bir tü rü n bir
üyesi olduğunu bireyin altgüdüm lü bir tü rü n üyesi olduğu gösterilerek (örneğin ev
hayvanı bir m em elidir çünkü bir kedidir ve kediler m em elilerdir) açıklamak (üstelik
yalnızca kaba bir yolda bile olsa) olanaklıdır. Böyle açıklam alar açıktır ki m odern
kuram sal bilim lerin bizi alıştırdığı açıklam a türlerinin çok uzağına düşer; gene de
bu İkincilere götüren yoldaki ilk adımlardır.
’Bu koşul önem siz kuraldışıları g id ere b ilm ek için getirilir. Böylece “Brown
S m ith’ten d aha yaşlıdır” önerm esi “Sm ith Brovvn’dan d aha gençtir” ve “T üm m e
m eliler om urgalılardır” gibi iki öncülden tüm dengelim yoluyla çıkarsanabilir olsa
da, öncüllerin genel bir yasa kapsamasına karşın bir açıklama sayılmayacaktır, çünkü
ikinci öncül tüm dengelim için gerekli değildir.
olduğu gibi çözümleri için yasalara başvurulan özel problem ler üzerine
de bağımlıdır.
Bireysel olayların tüm dengelim li açıklamaları için başlangıç koşul
larının vazgeçilemezliği biçim sel m antıktaki bir nokta olarak açıktır.
Çünkü biçim de örneksel bir bildirimi bir evrensel koşullunun biçimini
taşıyan bildirim lerden çıkarsamak m antıksal olarak olanaksızdır. (Ör
neğin ‘x £ ’d ir’ biçim inin örnekleyici bir bildirim ini ‘H er x için, eğer x
A ise o zam an x fi’d ir’ biçim indeki bir evrensel koşulludan türetm ek
olanaksızdır.) Ama bu nokta açık olabilse de, bilimsel yordam ın tartış
m alarında sık sık göz ardı edilen önem li bir noktadır. Göz ardı edilmesi
en azından b ir ölçüde zaman zaman ayrıntılı olguları (özellikle insan
sorunlarının incelemesinde) açıklamak için geniş genellem eler kullan
m a gibi şövalyece bir tutum dan ve gözlemcilerin zaman zaman edimsel
olguların neler olduğunu saptam ak için dikkatle yapılan araştırmaları
küçüm sem esinden sorum ludur. B ununla birlikte, yasaların ve kuram
ların som ut kullanımları sık sık güçtür, çünkü uygulamaları için özgül
başlangıç koşullan erişilemez ve dolayısıyla bilinmezdir. Ve evrik olarak,
yanlış açıklamalar ve tutmayan tahm inler sık sık önerilir çünkü kullanılan
genel sayıltılar, gerçi kendilerinde yeterince sağlam olsalar da, onlar için
uygun başlangıç koşullan oluşturmayan durum lara uygulanır. Olaylann
edim sel izleğinin bilim sel açıklam alarında şu ya da b u tü r yasaların
kullanım ının vazgeçilmez olmasına karşın, edimsel olarak ortaya çıkan
şey yalnızca yasalara başvurm a yoluyla açıklanam az. Bilimsel anlam a
uğraşında, tüzel anlaşmazlıkların çözüme bağlanm asında olduğu gibi,
yalnızca genel iUcelcr. herhangi'bir bireysel d u ru m u belirlemez.
Buna göre, explicandumu belli b ir olayın yer alması ya da verili bir
n esn en in belli"bir özelliği taşıması olan tüm dengelim li bir bilim sel
açıklama iki mantıksal koşulu yerine getirmelidir. Ö ncüller onlara ka
tılması explicandumun tüm dengelim i için özsel olan en az bir evrensel
yasa kapsamalıdır. Ve öncüller ayrıca başlangıç koşullannın uygun bir
sayısını da kapsamalıdır.4
4Gerçi tekil bir olgunun açıklaması öncüllerde hem yasa bildirimlerinin hem de baş
langıç koşullannın bildirim lerinin kapsanmasını gerekürse de, araştırm alar şu değil
de bu öncül tipini bulmaya ve saptamaya doğru yönelm elerine göre ayrım gösterebilir.
Böylece bir olayın yer almasını görebilir ve sonra onu, daha şim diden saptanm ış bir
yasanın tem elinde, verili olayın yer alması için koşul olarak kabul edilen b ir başka
olayın keşfedilmesi yoluyla açıklamaya çalışabiliriz. Ö rneğin, eğer b ir otom obilde
lastiklerden biri patlarsa, patlak lastiklerin delik iç-lastiklerin sonuçlan olduklan genel
sayıltısı üzerine delik için bir araştırm a başlatabiliriz. Ö te yandan, iki ya da daha çok
olayın yer aldığım görebilir, anlam lı olarak bağıntılı o lduklanndan kuşkulanabilir,
ve o karakterdeki olaylar arasındaki bağım lılığın belirli kiplerini form üle eden ya
saları keşfetme girişim inde bulunabiliriz. Böylece bir kim senin nabız oranının ağır
bir alıştırma yaptıktan sonra arttığı dikkatimizi çekebilir; ve eğer nabız oranının belli
b ir yolda alıştırma üzerine olumsal olduğundan kuşkulanırsak, etkinlikler arasında
o nların bağım lılık ilişkileri için genel bir form ül verm ek üzere sağın bağıntı kipi
üzerine araştırm a başlatabiliriz. Yine, belli olayları açıklam a girişim inde araştırm a
II. Yasalann Açıklaması
Tüm dengelim li olarak örgütlenm iş bilimin belli bir dalını dizgesel ola
rak açımlamaya ayrılmış incelem eler genellikle bireysel olayların ve tikel
olguların hiçbir açıklamasını kapsamaz; ve kapsadıkları zaman, bu sık sık
yalnızca yasalann ve kuram lann kullanım larını örneklem e yoluyla olur.
H er ne olursa olsun, daha ileri fiziksel bilimlerde en önem li kaygı yasa
lann açıklamasını ve, sonuçta, yasalann dizgesel yorum lannı ilgilendirir.
Yasaların tüm açıklam aları tüm dengelim li tipte görünür,5 ve hangi
özel özelliklerin o n lan karakterize ettiğini incelemeliyiz. İlk olarak ev
rensel yasalann açıklamasını irdeleyeceğiz. Dahası, şimdilik yalnızca ista
tistiksel yasalan göz ardı etm ekle kalmayacak, am a aynca tüm öncülleri
“deneysel yasalar” olan açıklam alar ile öncülleri “kuram sal” sayıltılar
kapsayan açıklam alar arasındaki ö n ced en sözü edilen ayrımı da göz
ardı edeceğiz. Öyleyse önceki bölüm de değinilen örneğe, buzun suda
yüzmesi yasasının açıklamasına dönelim . B ununla birlikte, bu yasanın
fizikçilerin genellikle o n u açıklarken kabul ettiği öncü llerden sağın
tüm dengelim ini tam ayrıntıda ortaya koymak usandırıcı olabilir. Bu
öncüllerin özdeşliğine ilişkin olarak daha önce verilen ipuçları amaç
lanınız için yeterli olacaktır.6
uygun açıklayıcı öncüllerin h e r iki tipini keşfetmeye yönelmiş olabilir. Ö rneğin, belli
bir kanserli büyüm enin ortaya çıkışı ile ilgili hiçbir yasa bilmiyor olabiliriz, ve ayrıca
üzerine böyle bir büyüm enin olumsal olduğu özgül olaylar açısından da bilgisiz olabi
liriz. Buna göre hem kanseri başlatan tikel koşullan, hem de böyle koşullan kanserli
büyüm eler ile bağıntılayan yasalan keşfetmeye çalışabiliriz.
5Bu hiç kuşkusuz dem ek değildir ki yasalar h e r zaman yalnızca tümdengelim li araç
lar yoluyla saptanır. Gerçekte yasalann çoğunun onlar için gözlem kanıtı getirilerek
aklandığı gösterilir.
6Böyle bir tüm dengelim e bir ilk yaklaşım şudur: Bir sıvının ona batınlan bir cisim
üzerindeki kaldırm a kuvveti sıvının yüzeyine dikey bir yöndedir, ve cisim tarafından
yeri dolduru lan sıvının ağırlığına eşit am a ona karşıt yöndedir. [Öyleyse suyun ona
batınlan buz üzerindeki kaldırm a kuvveti suyun yüzeyine dikey bir yöndedir, ve buz
tarafından yeri doldurulan suyun ağırlığına eşittir.]
Bir cisim ancak ve ancak üzerinde etkide bulunan kuvvetlerin vektörel toplamı sıfır
olduğu zaman dengededir. [Öyleyse suya batınlan buz ancak ve ancak buz üzerinde
etkide bulunan kuvvetlerin vektörel toplam ı sıfır ise dengededir.]
Bir sıvıya batmış bir cisim üzerinde sıvının yüzeyine koşut bir yönde etkide bulunan
kuvvetlerin vektörel toplam ı sıfırdır.
H er kuvvet yönleri birbirine dik açılarda olan (ve verili kuvvetin “bileşenleri” de
nilen) iki kuvvetin vektörel toplamıdır. [Öyleyse, suya batınlm ış buz ancak ve ancak
buz ü zerinde suyun yüzeyine dikey bir yönde etkide b u lu n an kuvvetlerin vektörel
toplam ı sıfır ise dengededir. Öyleyse, ayrıca, eğer suya batm ış buz üzerinde etkide
bulunan kuvvetler yalnızca suyun kaldırm a kuvveti ve buzun ağırlığı ise, suya batmış
buz ancak ve ancak suyun kaldırm a kuvveti buzun toplam ağırlığına eşit am a karşıt
yönde ise dengededir.]
Suyun yoğunluğu buzun yoğunluğundan büyüktür. [Öyleyse, suyun verili bir hac
m inin ağırlığı buzun eşit bir hacm inin ağırlığından büyüktür.]
Öyleyse, eğer suya batmış buz üzerinde etkide bulunan kuvvetler yalnızca suyun kal
Bu açıklam ada üç nokta dolaysızca açıktır: Tüm öncüller evrensel
bildirim lerdir; h e r biri explicandumun türetilm esinde özsel olan bir
den çok öncül vardır;7 ve öncüller, tekil olarak ya da birleşik olarak
alındıklarında, mantıksal olarak explicandumdan doğmaz. Birinci nokta
biraz yorum a gereksinir, çünkü explicandumutı kendisi bir evrensel yasa
olduğu için mantıksal olarak kaçınılmazdır. Buna göre öncüllere baş
langıç koşullarının getirilmesi evrensel yasaların açıklamasında gereksiz
olacaktır.
Ama ikinci nokta öncüllerde birden çok evrensel yasanın bulunması
nın yalnızca kullanılan örneğe özgü bir durum m u yoksa tüm kabul edile
bilir açıklamaların özsel bir göstergesi mi olduğu gibi bir soruna yol açar.
Soru son bir karara bağlanamaz, çünkü doyurucu olan açıklamalar ve do
yurucu olmayanlar arasında ayrım yapmak için hiçbir sağın ölçüt yoktur.
Gene de evrensel bir yasanın tekil bir öncülden tümdengeliminin normal
olarak birincinin bir açıklaması olarak görülüp görülemeyeceğini sormak
önemlidir. Düşüncelerimizi toplamak için, Arşimedes’in bir sıvının ona
batırılmış bir cisim üzerindeki kaldırm a kuvvetinin o cisim tarafından
yeri alman sıvının ağırlığına eşit olduğunu söyleyen yasasını irdeleyelim.
B undan özel bir durum olarak suyun ona batırılan buz üzerindeki kal
dırma kuvvetinin buz tarafından yeri alman suyun ağırlığına eşit olduğu
sonucu çıkar.8 B ununla birlikte, pekçok fizikçi bu özel yasanın böylece
açıklanmış olduğunu söylemeyecektir; ve hiç kuşkusuz çok az insan özel
yasanın bu tümdengelimini bir açıklama olarak “deneyimleyecektir.” Eğer
bu örnek tipik olarak alınabilirse, ve eğer bilimcilerin ona nasıl karşılık
vereceklerine ilişkin bu tahm inler sağlam ise, açıklayıcı sayıltılann en az
iki biçimsel olarak bağımsız öncül kapsaması yasaların açıklaması için
usauygun bir rtıantıksal gerektirim olarak görünür.
dırm a kuvvetleri ve tuızun kendi ağırlığı ise, suya batmış buz ancak ve ancak buzun bir
bölüm ü batmamış ise ve suyun kaldırma kuvveti buzun batmış bölüm ü tarafından yeri
doldurulan suyun ağırlığına eşit ve karşıt ise dengededir. Kısaca, suya batmış (ve yalnız
ca “norm al” kuvvetlerin etkisi altındaki) buz ancak ve ancak yüzüyorsa dengededir.]
7H er zam an çeşidi öncüllerin bağlanımını sağlayarak tek bir öncül elde etm ek ola
naklıdır. M etinde am açlanan şey eğer yalnızca tek bir birleştirici öncül olsaydı onun
mantıksal olarak bağımsız öncüllerin bir sınıfına eşit olacağı ve b unda sınıfın tek bir
üyeden daha çoğunu kapsayacağıdır.
8Tüm dengelim gerçekte Arşimedes’in yasasının form ülasyonundaki örtük “değiş-
kenler”in yerine tikel değerlerin geçirilmesi yoluyla yerine getirilir. T üm dengelim in
şematik biçimi şöyledir:
K \'de olan tüm P özellikleri için, ve /&’de olan tüm Q özellikleri için, tüm P ’ler
Q ’lerdir.
A £ı'dedir, ve B AVdedir, ex vi terminorum.
Buna göre tüm A 1ar /H erdir. *
T üm dengelim herhangi bir ideal gaz için gazın sıcaklığı değişmez olduğu zaman
gazın ve hacm inin çarpım ının değişmez olduğunu söyleyen Böyle yasasının herhangi
bir verili ideal gaz için gazın basıncının hacm i ile çarpım ının sıcaklığı ile orantılı
olduğunu söyleyen Boyle-Charles yasasından türetilm esine bütünüyle andınm lıdır.
Bu gerektirim den yana konuşan daha öte bir irdelem e olsa da, çok az
bağımsız ağırlık taşır. Sık sık yasaları tartışırken “açıklama” sözcüğünü
iki d u ru m d an biri için ayırırız. B unlardan birincisinde, yasa yoluyla
form üle edilen “fenom en” belli bir özel ilişkiler küm esine giren çeşitli
bağımsız etm enlerin bileşkesi olarak gösterilir, ikinci durum da, özel
likler arasında yasa yoluyla ileri sürülen değişken-olmayan bağlantının
iki ya da daha çok bağlantının ü rü n ü olduğu gösterilir ki, orada bu
bağlantılar yasada değinilen özellikler ve bir zincirde ya da örüntüde
ara halkalar olan çeşitli daha başka özellikler arasında kurulur. Bu alma
şıklar ile am açlanan şey belki de şu şematik örnekler yoluyla daha iyi an
laşılacaktır. Bir evrensel yasanın bir yalın evrensel koşullunun biçimini
taşıdığını varsayalım: ‘H erhangi bir xiçin, eğer x A ise o zaman * f i’d ir’
(ya da ‘Tüm A ’lar file r d ir ’), ki burada *A’ve ‘f i’belirli özellikleri gös
termektedir. Varsayalım ki A özelliği ancak ve ancak A ı ve A 2 özellikleri
birarada yer alıyorsa yer alsın; ve benzer olarak varsayalım ki, B ancak
ve ancak B \ ve B% özellikleri birarada yer alıyorsa yer alsın. Dahası var
sayalım ki, tüm A ı’ler f iı’ler, ve tüm A 2 ’ler /V lerdir. O zaman bundan
şu çıkar ki, tüm A 1ar filerd ir, ve böylece bu yasa şimdi açıklanmış olur.
Bu şematizm yukarıdaki almaşıklardan birincisini örneklendirir. Somut
bir örnek buzun suda yüzdüğü yasasının açıklamasıdır, çünkü sudaki
buzun davranışı batmış cismin üzerinde etkide bulunan çeşidi bağımsız
kuvvetlerin bileşkesi olarak sergilenir. Bununla birlikte, bu açıklamanın
edimsel mantıksal yapısı yukarıdaki yalın şematizmin betim lediğinden
çok daha karmaşıktır.
ikinci almaşık için şematik bir örneklem e ‘T üm A ’lar file rd ir’ biçi
mini taşıyan bir yasanın bu yasa sırasıyla ‘Tüm A ’lar d e r d i r ’ ve ‘Tüm
C’ler f ile r d ir ’ biçim lerini taşıyan iki yasadan çıkarsandığı zam an ve
rilen açıklaması yoluyla sağlanır. Bu d urum için som ut bir örnek “Su
buharı kapsayan gazlar ısı içerikleri değişmeksizin yeterince genleşince
bu h ar yoğunlaşır” yasasının b u yasa “Gazlar ısı içeriklerinde değişim
olmaksızın genleşince sıcaklılan düşer” ve “Su buharı kapsayan bir gazın
sıcaklığı düşürülünce buharın doyma yoğunluğu azalır” biçimindeki iki
yasadan çıkarsandığı zaman verilen açıklamasıdır.
Bu iki almaşık şem adan herhangi birinin altına alınabilir olan açıkla
maların en az iki öncül kullandığı açıkça görülecektir. Ama doyurucu
bir açıklamada en az iki öncülün bulunm ası gerektirim ini kabul edelim
ya da etmeyelim, bilim lerde onu çiğneyen çok sayıda açıklama bulama
yacağımızdan yeterince em in olabiliriz.
Yukarıda buz ö rn eğ i ile ilgili olarak belirtilen ü çü n cü nokta— ex-
plicandumun m antıksal olarak öncülleri im lem em esi—açıklam a için
genel b ir g erek tirim olarak d ah a az tartışm a götü rü r. Ç ünkü eğer
bu koşul doyurulm asaydı, ö n c ü lle rin b ağlanım ı m antıksal olarak
explicanduma eşdeğer olurdu; ve o d u ru m d a öncü ller yalnızca yasayı
yeniden bildirm iş olurdu, ki açıklam a o n u n u ğ ru n a önerilm iştir. Ö r
neğin serbest düşm edeki b ir cism in verili b ir uzaklığı geçm esi için
g ereken zam anın o uzaklığın b ü y ü k lü ğ ü n ü n kare kökü ile orantılı
olduğu yasasını alalım. Bu yasa m antıksal olarak serbest düşm edeki
b ir cism in geçtiği uzaklığın d ü şm en in sü resin in karesi ile o ran tılı
olduğu yasasından türer. B ununla birlikte, hiç kimse kolay kolay bu
n u n birinci yasanın b ir açıklam ası o ld u ğ u n u söylem eyecektir, çü n
kü öncül yalnızca explicandumun m atem atiksel o larak eşd eğ er bir
d ö n ü şü m ü d ü r. (Bu ö rn e k b ir açıklam anın b ird e n çok ö n c ü lü n ü n
olm ası g erek tirim in i çiğner. Bu koşulu çiğnem eyen am a öncülleri
ve explicandumu gene de m antıksal olarak eşdeğer b ir yolda içeren
örnekler ise—söz gelimi Nevvton’ın m ekanik için fiziğe yeni başlayan
öğrencilere tanıdık olan form ülasyonu, ve kuram ın on sekizinci yüzyıl
kuramsal fizikçisi Joseph Lagrange tarafından verilen ve matematiksel
olarak d a h a az öğesel am a d ah a genel o ld u ğ u için d a h a az tanıdık
olan form ülasyonu— ayrıntıda bildirilem eyecek kadar karm aşıktır.)
Eğer biri b u n u yapacak olsaydı, pekala explicandumu kendisinin bir
açıklaması olarak alabilirdi.
Öyleyse açıkça g ö rü n ü r ki, doyurucu b ir açıklam ada açıklayıcı ön
cüllerin explicandum yoluyla ileri sü rü len d en d ah a çoğu olan birşeyi
ilçfi sürm esini bekleriz. D aha tam olarak bildirilirse, verili bir yasanın
açıklamasında öncüllerden en azından birinin şu gereği karşılamasını
bekleriz: Uygun ek sayıltılar ile birleştirildiğinde, öncülün verili olan
d an başka yasalan açıklam a yeteneğinde olması gerekir; öte yandan,
kendi payına öncülü verili yasanın yardım ı ile açıklam ak olanaklı ol
m am alıdır, üstelik o ek sayıltılar yasaya eklendiği zam an bile. Eğer
b ir açıklam ada ö n c ü lle rd e n hiç biri b u g erek tirim i doyurm asaydı,
iki istenm eyen.sonuç doğardı: Ö ncüller için söz konusu explicandum
yoluyla sağlanan k an ıttan başka kanıt elde etm ek olanaksız olurdu;
ve açıklam a ele alm an n esn en in b ir dizgeye örgütlenm esini dikkate
d eğ er bir yolda ilerletm ezdi, çünkü yalıtılmış d u ru m lard a olm anın
dışında, h en ü z keşfedilecek olanlar gibi bilinen olgular da ilişkilen-
dirilm em iş kalırdı.
Ö ncüllerin explicanduma eşdeğer olm am alan gerektirim i öncüllerin
yalnızca açıklanacak olguları onlar için yeni adlar yaratarak yeniden
vaftiz etm esine izin veren birçok yalancı-açıklamayı bir yana atmak için
yeterlidir. Böyle yalancı-açıklamanın klasik örneği M oliere’in satirinin
soytansıdır. B unda afyonun uyku getirmesi olgusunu afyonun uyutucu
bir güç kapsadığı sözünü anım satarak açıklayanlar ile alay eder. Zaman
zaman popü ler bilim açım lam alarında bulunan daha az açık bir örnek
bir cismin hızının cisim üzerinde dengelenm eyen bir kuvvet tarafından
etkide bulunulm adıkça değişmez kaldığı, çünkü tüm cisimlerin özünlü
bir süredurum kuvveti taşıdığı yasasının açıklamasıdır. Bu bir yalancı-
açıklamadır, çünkü “süredurum ” sözcüğü yalnızca yasada bildirilen olgu
için bir başka etikettir. *•
III. Açıklamalarda Genellik
B ununla birlikte yasaların doyurucu açıklamaları için tam şimdi irde
lenen ile yakından bağıntılı ve sık sık önerilm iş olan ek bir gerektirim
vardır.9 Bu gerektirim e göre, öncüllerden en az biri açıklanan yasadan
“daha genel” olmalıdır. Böylece Arşim edes’in yasasının (ki yüzen buz
örneğinin öncüllerinde görünür) buzun suda yüzmesi yasasından daha
genel olduğu söylenir, çünkü birincisi yalnızca suya değil ama tüm sıvıla
ra ilişkin ve yalnızca buza değil am a sıvılara batmış tüm cisimlere ilişkin
birşey ileri sürer. Andırımlı olarak, kaldıraç yasasının om urgalıların de
vimlerini ilgilendiren yasalardan daha genel olduğu kabul edilir; daha
kapsayıcı olarak, am a belki de daha gevşek bir anlamda, fizik yasalarının
sık sık yaşambilim yasalarından daha genel olduğu ileri sürülür.
B ununla birlikte, “daha genel”in anlam ı kullanım ının tikel örnekle
rinde yeterince açık olabilse de, kavramın sağın bir açımlamasını ver
mek kolay değildir. G ene de böyle bir açımlama girişiminde bulunm alı
ve ortaya çıkan kimi güçlükleri görmeliyiz. Bir B\ bildirim inin ikinci bir
B<ı bildirim inden daha genel olduğu söylendiği zaman, büyük olasılıkla
am açlanan şey B ı’in mantıksal olarak B <£yi im lem ek zorunda olduğu
değildir; çünkü böyle b ir im lem e A rşim edes’in yasası ve buzun suda
yüzmesi yasası arasında geçerli değildir, üstelik birincinin İkinciden
daha genel olduğunun kabul edilmesine karşın. Dahası, “daha genel”in
anlam ı usayatkın olarak öyle bir yolda yorum lanabilir ki, / i ı ’in fia’den
daha genel o ld u ğ u n u söylediği zam an b u n u n n ed en i yalnızca 5 ı ’in
mantıksal olarak B% yi imlemesi olmayabilir. Ö rneğin ‘Tüm gezegenler
eliptik yörüngelerde d ö n er’ bildirimi mantıksal olarak ‘Tüm gezegenler
konik kesitler olan yörüngelerde d ö n e r’i imler, am a büyük olasılıkla
bun lard an birincisi İkinciden d ah a genel değildir. Buna göre, B ı’in
B% den dah a genel olması için B ı’in m antıksal olarak B ^yi imlemesi
ne zorunlu ne de yeterli görünür.
Eğer kendimizi göreli “genellikleri” açısından karşılaştırılabilecek özel
bir bildirim ler sınıfına sınırlarsak, bu ilişkiyi tanım lam anın açık bir yolu
şöyledir.10Yalnızca en yalın biçimin evrensel koşullusu olarak bildirile-
bilmeye izin veren yasaları irdeleyelim. B\ ‘H erhangi bir x için, eğer x
A ise o zaman jcB’d ir’ biçim inde (ya da, daha alışıldık anlatım kipinde,
‘Tüm A’lar B ’d ir’ biçim inde), ve B ı ise ‘Tüm C’ler ö ’d ir’ biçiminde bir
bildirim olsun. O zaman B ı’in ancak ve ancak eğer ‘Tüm C’ler A ’d ır’
mantıksal olarak doğru am a evriği, ‘T üm A ’lar C ’d ir’ bildirim i doğru
değil ise B î’den daha genel olduğu söylenecektir. Dahası, 5 ı ’iıı ancak
ve ancak ‘T üm A’lar C’d ir’ ve ‘T üm C ’ler A ’d ır’ bildirim lerinin her
9Krş. Jo h n Stuart Mili, A System o f Logic, L ondra, 1879, Book 3, Chap. 12, Sec. 4;
Norm an R. Campbell, Physics, theElements, Cambridge, İngiltere, 1920, ss. 114vs.; Kari
Popper, Logik der Forschung, Viyana, 1935, s. 75.
10Popper, aynı yer.
ikisi de mantıksal olarak doğru ise B 2 kadar genel olduğu söylenecektir.
Eğer son iki biçim den birini taşıyan h er iki bildirim de mantıksal olarak
doğru değilse, o zaman B ı’in ve Z^’nin genellikleri açısından mantıksal
olarak karşılaştırılabilir olmadıkları söylenecektir. Ö rneğin sıvılara ba
tırılan tüm nesneler üzerinde nesne tarafından yeri doldurulan sıvının
ağırlığına eşit bir kaldırm a kuvveti etkide b u lu n u r yasası (Arşimedes’in
yasası), bu tanım ın tem elinde, suya batırılan buz yüzer yasasından daha
geneldir. Çünkü ‘Suya batırılan buz bir sıvıya batırılm ış bir n esnedir’
bildirim i terim leri ile bağlı anlam lardan ö tü rü doğru iken, evriği ise
açıkça doğru değildir.
Bu tanım ilk bakışta b ir bildirim in bir başkasından d aha genel ol
duğu söylendiği zaman büyük olasılıkla am açlanan şeyin doyurucu bir
açımlamasını sağlıyor görünse de, güçlüklere götürür. Çünkü mantıksal
olarak eşdeğer iki bildirim eşit ölçüde genel olm alıdır gerektirim i usa-
uygun görünür, öyle ki eğer £ 1 U2’d en daha genel ise ve B<>mantıksal
olarak üçüncü bir B$ bildirim ine eşdeğer ise, o zaman B\ de .83’ ten de
daha geneldir. B ununla birlikte, bu gerektirim ‘daha g enel’ önerilen
tanım ile anlaşm a içinde anlaşıldığı zam an yerine getirilm ez. Böyle
ce, varsayalım ki ‘Tüm A’lar B ’dir’ bildirim i ‘Tüm C’ler D ’d ir’ bildiri
m inden daha genel olsun (öyle ki, ‘T üm C’ler A’d ır’ mantıksal olarak
doğrudur, am a evriği değil). Ama ‘T üm 5-olm ayanlar A-olmayandır’
mantıksal olarak ‘Tüm A’la r'B ’d ir’e eşdeğerdir, ve öyleyse bildirim in
ileri sürülen gerektirim ile tutarlı olarak ‘Tüm C’ler D ’d ir’den daha
genel olması gerekir. Ö nerilen tanım tem elinde d u ru m un bu olması
için, ‘Tüm C ’ler U -olm ayandır’m mantıksal olarak doğru olması ge
rekir, gerçi gerçekte b u genellikle olmayacak olsa da. Ö rneğin, ‘Tüm
dirimli örgenli.kler ölüm lüdür’ önerilen tanım üzerine ‘Tüm insanlar
ölüm lüdür’den daha geneldir (çünkü ‘Tüm insanlar dirimli örgenlik-
lerd ir’ mantıksal olarak doğrudur, am a evriği değil); ve ‘Tüm dirimli
örgenlikler ölüm lüdür’ mantıksal olarak ‘Tüm ölümlü-olmayanlar (di
rimli örgenlikler)-olm ayanlardır’a da eşdeğerdir. Ama ‘Tüm insanlar
ölüm lü-olm ayanlardır’ açıkça m antıksal olarak doğru olm adığı için,
‘Tüm ölümlü-olmayanlar (dirimli örgenlikler)-olmayanlardır’ bildirimi,
önerilen tanım a göre yargılanınca, ‘Tüm insanlar ölüm lüdür’den daha
genel değildir.11
“ Biçimsel m antıkta geçerli oldukları gösterilen başka eşdeğerliklerden yararlanarak
benzer bir doğada olan güçlükler yaratılabilir. Örneğin, ‘Tüm A B ’dir’ önermesi ‘Tüm
A EB’dir’den daha geneldir, çünkü ‘Tüm AEA’d ır’ mantıksal olarak doğru iken, ‘Tüm
A AE’dir’ değildir. B ununla birlikte, ‘Tüm A E B ’dir’ manüksal olarak ‘Tüm A ya B ya
da değil-£’dir’e eşdeğerdir. Ama ‘Tüm A B ’dir’ ‘Tüm A ya Bya da değil-E’d ir’den daha
genel değildir, üstelik İkincisi ile mantıksal olarak eşdeğer olan bir bildirim den daha
genel olsa da. Bu güçlükler daha büyük genellik için zorunlu ve yeterli koşulların (ki
bunlara göre ‘Tüm C A ’dır mantıksal bir doğruluk olmalıdır, evriği değil) başlangıçtaki
açım lamasındaki gerektirim i ‘T üm C A ’d ır’ yalnızca olumsal olarak (ya da olgusal
olarak) doğrudur, evriği değil biçimindeki daha zayıf koşula değiştirerek giderilemez.
Bu güçlükler daha büyük genellik kavramının önerilen açımlaması
için zo run lu olarak ölüm cül değildir. Ama o n lard an kaçınm ak için
mantıksal olarak eşdeğer bildirim ler eşit ölçüde genel olm alıdır biçi
m indeki g ö rü n ü rd e usayatkın gerektirim düşülm eli ve yasaların karşı
laştırmalı genelliğinin onların form üle edilm e yolları ile göreli olduğu
biçimindeki konum kabul edilmelidir. B ununla birlikte karşı çıkılabilir
ki, böyle b ir yol yasaları genelliklerine göre sınıflandırm ada kapıyı sı
nırsız keyfiliğe açar, çünkü verili b ir bildirim için form ülasyonlarında
ayrım gösteren sonsuz b ir sayıda mantıksal eşdeğer vardır. G ene de,
keyfilik ilk bakışta görünebileceği denli ciddi olmayabilir. Çünkü bir
yasanın edimsel formülasyonu sık sık verili bağlamlarda yüklemlemenin
özneleri olan şeylerin erim inin ne o lduğunu b elirtir—bağlam lar ki,
onlarda yasanın amaçlanmış alanının bu saptanması tikel araştırmanın
doğası yoluyla denetlenir. Ama b u n d a şu değil de bu problem ler kü
mesi ile ilgilenmeye özünlü olan keyfilikten başka özellikle keyfi olan
hiçbirşey yoktur. Buna göre, bir yasanın bildirim inde özne terim inin
yasanın kullanım ının som ut bir bağlam ında (ya da bağlam lar sınıfın
da) yasanın am açlanan alanını belirttiği düzeye dek, bir yasanın bir
başkasından daha genel olduğu önesürüm ü ölüm cül olarak keyfi de
ğildir— üstelik belli b ir başka bağlam da ayrı b ir karşılaştırm a yargısı
gerekli olsa da. Ö rneğin, buzun suda yüzme yasası genellikle öyle bir
yolda kullanılır ki, uygulama erimi suya batırılan (ya da batırılmış ya da
batırılacak olan) buz örneklerinin belirsiz ölçüde büyük bir sınıfıdır.
Yasa eğer kullanılsa da seyrek olarak kullanılır, öyle ki uygulama erimi
suda yüzmeyen (ister geçmişte, ister şimdide, isterse gelecekte olsun)
şeylerin karışık bir derlem i olarak alınır. Gerçekten de, eğer yasa belli
bir bağlam da bu son yolda kullanıldıysa, alışıldık form ülasyonunun
o bağlam da uygun olarak değiştirilecek olması usayatkın bir savdır.
H er ne olursa olsun, yasaların edim sel form ülasyonlarında kullanım
bağlam larına ö rtü k b ir gönderm e bulunuyor görünür. Ama eğer bu
böyleyse, daha büyük genellik kavramının önerilen açımlaması um ut
suzluk verecek kadar kusurlu değildir.
B ununla birlikte, bu noktaya dek tartışılan açımlama “daha genel”in
bulanık bile olsa daha kapsamlı bir anlam ını yakalamadığı için, sorun
kısaca dikkat edilmeyi hak eder. Bu anlam fiziğin yaşambilimden daha
genel bir bilim olduğu söylendiği zaman, ya da daha özel olarak kaldı
racın yasasının diyelim ki mavi gözlü insan ebeveynlerin yalnızca mavi
gözlü çocuklarının olduğu yasasından daha genel olduğu bildirildiği
zaman örneklenir. Zaman zaman böyle bildirim ler ile denm ek istenen
şey belki de yaşambilimsel fenom enlerin fizik yasalan tem elinde açık
lanabileceği, ama b u n u n tersinin geçerli olmadığıdır. Ama bu sav, doğ
ruluğundan bütünüyle ayrı olarak, h er zaman ömekleyici bildirimlerin
amaçladığı anlamı iletmez, çünkü herhangi birinin kaldıracın yasasının
insan kalıtım ının herhangi bir yasasını açıklayabileceğini ileri sürmüş
olduğu kuşkuludur. Böyle bildirimler ile daha sık bağlı olan anlam belki
de daha çok şöyledir: Kaldıracın yasası (ve, daha kapsayıcı olarak, fizik
bilimi) şeylerin, bunlar ister dirimli isterse dirimsiz olsun, belli karak
teristiklerini form üle eder. Ö te yandan, göz rengine ilişkin yasa (ya da,
daha kapsayıcı olarak, yaşambilim) yalnızca özel bir dizgeler sınıfının
sergilediği özelliklere ilişkin birşey ileri sürer ki, bu özelliklerin bir bö
lüm ü (am a zoru n lu olarak tüm ü değil) kaldıracın yasası tarafından
form üle edilen karakteristikleri de sergiler. Kaldıracın yasası böylece
şeylerin yaşambilimsel yasa ile irdelenen birçok özelliğini soyutlar, ve
kaldıracın yasasında yer alan betimleyici anlatım lar öyleyse yaşambilim
sel yasada yer alan betimleyici anlatım ların olduğundan daha kapsayıcı
bir dizgeler sınıfa yüklemlenebilirdir.
“Daha genel”in bir anlam ının bu yorum unun biçimsel olarak daha
tam bir açıklamasını yapmayı deneyelim. Fı bir yasa (ya da örneğin fizik
gibi özel bir bilimi oluşturan yasa ve kuram lann bir kümesi) olsun, ve
P \, ’ ‘P î, ’ ■■■, ‘P n,’ bir “ilkel” yüklemler kümesi olsun, öyle ki İV de yer
alan yüklemler belli bir anlam da onların terim lerinde tanımlanabilir.
(Yalınlık uğruna, ve bildirim in genelliğinde herhangi özsel birşey yi-
tirilmeksizin, yüklem lerin tü m ü n ü n ‘katı’ ya da ‘ağır’ gibi sıfatlar ya
da “tek-yer” yüklemleri olduğunu ve ‘-den daha u zun’ ya da ‘-in atası’
gibi hiçbir ilişkisel anlatım kapsamadığını kabul edeceğiz. Buna göre,
yüklemler yalnızca bir ad kapsayan ‘x katıdır’ biçim indeki bildirimleri
kurmak için kullanılabilir.) Benzer olarak, ‘Qı, ’ ’ ..., 'Q_„, ’bir F2 yasa
sı için karşılık düşen ilkellerin kümesi olsun. Son olarak, Â 'her biri h er
iki küm enin yüklemleri ile ister doğru ister yanlış olsun imlemli olarak
(ya da anlam lı olarak) karakterize edilebilen bir nesneler sınıfı olsun.
Böylece eğer ‘ağ ır’ birinci kümeye ait b ir yüklem ve ‘m em eli’ ikinci
küm enin bir yüklemi ise, ÜTyalnızca öyle öğeleri (örneğin kayalar, ma
salar, hayvanlar) kapsayacaktır ki, bunlardan h er biri için ağır ve memeli
olduğunu söylemek anlam lıdır (belki de yanlış olmasına karşın). Ayrıca
diyeceğiz ki, Â^’deki bir nesne bir Fyasasım ancak nesne edimsel olarak
yasada değinilen çeşitli özelliklere iye ise ve dahası özellikler birbiri ile
yasa tarafından ileri sürülen ilişki içinde duruyorsa “boşluksuz olarak /
non-vacuously ” doyurur. F ’de sözü edilen tüm özelliklere iye olmayan
ve böylece F için o n u n d o ğ ru lu ğ u n u bozucu olarak ya da o n u n için
karşı-örnek olarak görülem eyecek nesnelerin yasayı “boşluklu o la ra k /
vacuously ” doyurduğu söylenecektir. Ö te yandan, bu yasa bir masa üze
rinde d u ran b ir kitaptan oluşan bir dizge tarafından ancak boşluklu
olarak doyurulur, çünkü yasanın norm al olarak bu dizge tarafından
yanlışlanmış olduğunun söylenmeyecek olmasına karşın, dizge gerçekte
ilişkilerini yasanın form üle ettiği özellikleri taşımaz—kısaca, dizge yalın
bir sarkaç değildir.
Şimdi aşağıdaki koşulları varsayıyoruz: (1) Birinci küm edeki yüklem
lerin kimileri (ve belki de tüm ü) İkincide yer alır, am a ikinci kümedeki
kimi yüklemler birinci kümeye ait değildir. (2) /Tdeki h er nesnenin en
az bir P-özelliği, eş deyişle birinci küm edeki bir yüklemin belirttiği bir
özelliği vardır. (3) X ’de yalnızca P-özelliklerine iye nesnelerin bir boş-
olmayan A alt-sınıfı vardır. (4) K ’de h e r biri en azından bir P-özelliği
olmayan bir (Sözelliğine iye nesnelerin bir boş-olmayan A alt-sınıfı var
dır. (Bu koşulların b ir sonucu olarak, birinci yüklem ler küm esinden
birinin ya da ötek in in edim sel olarak uygulandığı n esn elerin erim i
ikinci küm e için karşılık düşen erim in olduğundan daha kapsayıcıdır.)
(5) .K’de h e r biri Y\ i boşluksuz olarak doyuran n esnelerin bir boş-
olmayan (am a zorunlu olarak asıl olmayan) b ir B alt-sınıfı vardır, ve
öyle ki B ’deki nesnelerin bir bölüm ü A ’ya ait iken başkaları A’ya aittir.
(Buna göre, Y\ boşluksuz olarak doyurulduğu zaman, bir nesnenin yal
nızca P-özelliklerine iye olup olm adığına bakılmaksızın işler.) (6) A’da
nesnelerin bir boş-olmayan C alt-sınıfı vardır ki, bun u n için Y2 boşluksuz
olarak işler, ve öyle ki C ’deki nesnelerin bir bölüm ü (ve belki de tümü)
B ’ye de aittir. (Bu nedenle Y 2 , İV in tersine, ancak bir P-özelliği olmayan
bir (Sözelliğine iye nesneler tarafından boşluksuz olarak doyurulur. Bu
nunla birlikte, IV nin yalnızca kendileri için JY in de boşluksuz olarak
işlediği nesneler için boşluksuz olarak işlemesi dışlanmaz.) Bu alü koşul
yerine getirilince, Kı’in K ’de İV n in o lduğundan daha genel olduğu
söylenebilir (şimdi tartışm a altındaki “daha gen el”in daha genişletil
miş anlam ında). Eğer altıncı koşulda C-B’de tam olarak kapsanmalıdır
biçim indeki daha güçlü gerektirim getirilirse, “daha genel”in şimdiki
anlam ı “dah a g en el”in daha önce tartışılan d ar anlam ına yaklaşmak
üzere özelleşir.
“Daha genel”in kapsayıcı bir anlam ının bu biçimsel açıklaması bütü
nüyle doyurucu olabilm ek için çeşitli yönlerde geliştirilmeyi gerektirir.
Ö rneğin, Y\ ve İY deki yüklem ler için kabul edilen “tanım lar”ın do
ğası tartışm a gereksinim i içindedir; F ’lerin nesneler için “işlemesi”ni
im leyen anlam durulaştırm ayı gerektirir; ve J^’n in üyeleri olabilen
nesne tipleri ü zerin e o ld u ğ u gibi P-özelliklerinin o n ların arasında
dağılımı üzerine de kısıtlam aların dayatılması gerekir. Ama bu prob
lem leri b u ra d a d ah a öte izleyemeyiz. B ununla birlikte, şim diki tar
tışm anın am açları için, “d ah a g en el”in en azından oldukça d u ru iki
anlam ının ayırdedilebildiğini, ve deyimin ister d ah a d ar isterse daha
geniş anlam ında olsun evrensel bildirim lerin göreli genellikleri açı
sından sık sık karşılaştırılabilir olduklarını belirtm ek için yeterince şey
söylenmiştir. Bu nokta üzerinde uzun uzadıya d urulm asının nedeni
doyurucu açıklam aların ö n cü llerin in explicandadan d aha genel ola
rak görünm eleridir. Açıklayıcı öncüllerin bu daha büyük genelliğinin
dikkate değ er b ir önem i vardır çünkü bu özellik kapsayıcı açıklama
dizgelerinin elde edilm esine katkıda bulunur. Şimdi kimi bilim lerde
evrensel b ildirim lerin kapsam lı b ir genellik kazanm alarını sağlayan
önem li bir aygıtı irdeleyeceğiz.
IV. A çıklam aların Epistemik Gerektirimleri
Şimdiye dek irdelen en açıklam alar için gerektirim ler h em en hem en
yalnızca mantıksal koşullar olmuştur. Ama açıktır ki başka gerektirimler
de kabul edilm elidir. Eğer örneğin bireysel b ir olayın yer alması için
önerilen bir açıklamadaki bir başlangıç koşulunun yanlış olduğu bilin-
seydi, önerge doyurucu olmadığı için doğrudan doğruya yanlış olarak
reddedilirdi. Öyleyse yeterli açıklamalar için kimi epistemik gerektirim
lere kısaca bir göz atalım.
Bu soruyu tartışırken, Aristoteles tüm dengelim li bir açıklamada ön
cüllerin başka şeyler arasında doğru da olmaları gerektiğini, doğru ola
rak bilinm eleri gerektiğini, ve explicandumdan “d ah a iyi” bilinm eleri
gerektiğini ileri sü rd ü .12 Bu koşulları sıra ile ele alacak ve ayrıca kimi
ilgili koşulları da tartışacağız.
13Özsel olarak aynı nokta C. G. H em pel ve Paul O ppenheim tarafından daha bi
çimsel olarak belirtilir. “Studies in the Logic o f Explanation,” Philosophy of Science, Vol.
15 (1948), ss. 135-78. Bu yazarlar, m etinde değinilen kısıtlama kabul edilm edikçe,
herhangi bir örnekleyici explicandumun herhangi b ir keyfi olarak seçilmiş evrensel
öncülün ve uygun olarak kurulm uş bir “başlangıç koşulu”n u n yardımı ile “açıklana-
Açıklamalardaki öncüllerin bilişsel konum unu ilgilendiren bu daha
zayıf koşul hiç kuşkusuz bulanıktır. Çünkü şimdilik bir sayıltının verili
kanıt yoluyla gerçekten de “yeterli olarak desteklenip desteklenmediği
ni” yargılamak için elimizde sağın olarak ve yaygın olarak kabul edilmiş
hiçbir ölçün yoktur. B ununla birlikte, bu bulanıklığa karşın, herhangi
bir araştırm a alanında yetkinlik kazananlar sık sık belli bir sayıltı için
destekleyici kanıtın yeterliği konusunda iyi anlaşma içindedir. H er ne
olursa olsun, uygulam ada d ah a zayıf koşulun kullanım ı önerilen bir
açıklamanın değeri üzerine haklı bir uylaşımda sonuçlanır. Buna karşın
bu koşula karşı çıkılabilir ve denebilir ki, varsayılan bir evrensel yasa için
kanıt zam an içinde değişm eden kalm adığına göre, öncülünde yasayı
kapsayan ve bir zaman için doyurucu olan bir açıklama yasayı destek
lemeyen kanıt keşfedildiğinde doyurucu olmaya son verebilir. Ama bu
rahatsız edici bir karşıçıkış değildir, yeter ki bir açıklamayı doyurucu
olarak yargılam ada zamansal-olmayan/Zmefess bir özelliğin açıklama
ya yüklem lenm esi gibi kuşkulu bir sayıltı getirilmesin. Öyleyse koşulu
yeterli açıklam alar için epistem ik bir gerektirim olarak kabul etm ek
usaaykırı görünm ez.
bileceğini” ileri sürerler. Böylece, £ herhangi bir explicandum olsun; K“herhangi bir
x için, eğer x A ise o zaman x B ’dir” yasası olsun; ve C ya verili bir i bireyi A ’dır ama B
değil, y ad a £ ’dir diyen başlangıç koşulu olsun. O zaman E mantıksal olarak Fve Cön-
cüllerinden doğar. Çünkü L ’den durum un i bireyinin B değil ama A olması olmadığı
sonucunu elde edebiliriz; ve eğer b unu C ile birleştirirsek E elde edilir. B ununla bir
likte, eğer C’nin nasıl doğrulanabileceğim sorarsak, açıktır ki bunu yapm anın biricik
yolu, y ’nin doğru olduğu sayıltısı üzerine, şöyle uslamlamada bulunm aktır: £ hipotez
gereği doğrudur; buna göre ya E doğrudur ya da i bireyi A ’dır ve B değildir. Dolayı
sıyla, C ancak ilkin £ ’nin doğrulanm ası yoluyla doğrulanabilir. Buna göre Hem pel ve
O ppenheim şu koşulu önerirler: Kyasasının doğruluğu C ’nin onlardan çıkarsanabilir
olduğu doğru kamtsal bildirimlerin her smıfinın £ ’yi de vereceğini imlememelidir—ya
da, almaşık olarak, başlangıç koşulu C’nin ondan çıkarsanabilir olduğu ama ne £ ’njn
ne de y ’nin yadsınmasının o ndan çıkarsanabilir olmadığı bir yolda en azından bir
kamtsal bildirim ler sınıfının olması gerektiğini. Bkz. özellikle ss. 162-63.
iyi b ilinirler çünkü zorunlukları özünlü ve düşünce için saydamdır.
Hiç kuşkusuz, bu bilim anlayışı için m odel olarak hizm et etm iş olan
bilgi dalı tanıtlam alı geom etridir. Ç ünkü oldukça yakınlara dek geo
m etri üzerine yaygın olarak kabul edilen görüşe göre, teorem lerinden
h e r biri evrensel olarak durum olması gereken şeyi bildirir; ve ne bu
zorunluk ne de bu evrensellik dolaysızca açık olabilirken, bir teorem
evrensellikleri “kendiliğinden-açık” olan daha genel belitlerden ya da
ilk ilkelerden çıkarsandığı zaman ikisi de doğrulanır. Bir açıklamada
ö n cüller explicandumdarı “d ah a iyi bilin m elid ir” derken, Aristoteles
böylece yalnızca bilim in doğasına ilişkin anlayışını belirtik kılıyordu.
Bu anlayış m odern görgül bilimin ileri sürülen içeriğinin parçası ola
rak tanınabilecek hiçbirşey için doğru değildir. Buna göre, Aristoteles’in
açıklayıcı öncü ller explicandumdan d ah a iyi bilinm elidir biçim indeki
gerektirim i bugün yeterli bilimsel açıklama olarak görülebilecek her
hangi birşey için b ir koşul olarak bütünüyle ilgisizdir. Ö te yandan,
Aristotelesci gerektirim in ruhbilimselleştirilmiş çeşitli biçimleri yaygın
geçerlik kazanmış ve seçkin bilim insanları tarafından sık sık doyuru
cu açıklam alann özsel koşullan olarak ileri sürülmüştür, ileri sürülen
bu koşullann tözü şudur: Norm al olarak açıklama isteyen şey tuhaf ve
beklenm edik birşey olduğu için, bir açıklama ancak tanıdık olmayanı
tanıdık olanın terim lerinde anlaşılır kılarsa gerçek entellektüel doyum
verecektir. Ö rneğin seçkin bir çağdaş fizikçi bir “Açıklama yalnızca ka
rışık dizgelerim izi d ah a yalın dizgelere çözüm lem ekten oluşur” der,
“öyle bir yolda ki, kanşık dizgede bize şimdiden açıklama gerektirmiyor
olarak kabul edeceğimiz kadar tanıdık gelen öğelerin karşılıklı oyununu
tanınz.”14Ve ileri sürer ki, yürürlükteki quantum kuram ı kendi alanına
düşen fiziksel dizgelerin nasıl tanıdık bileşen türleri arasındaki tanıdık
eylem kiplerinin bileşkeleri olduğunu göstermediği için, kuram dikkate
değer olduğu kabul edilen dizgeselleştirici başaranlarına karşın bize
herhangi birşeyi açıkladığı duygusunu vermez. Toplum bilim lerinde
olduğu gibi doğa bilim lerinde de başka birçok d ü şünür benzer görüş
lere anlatım vermiştir.
Bilim tarihindeki önemli gelişmelerin yeni olgu alanlannı daha şimdi
den tanıdık olanın terim lerinde açıklama isteği yoluyla denetlendiğini
yadsımak kendini kanıtın dişleri arasına atm ak olacaktır. Bu açıklama
anlayışının yaygınlığını anlayabilmek için yalnızca ısı, ışık, elektrik ve
giderek insan davranışı fenom enleri için açıklamalar üretm ede tanıdık
m ekanik m odellerin sürekli kullanım ını anım sam ak yeterlidir. Buna
karşın, açıklamalar tanıdık olanı tanıdık olmayana indirgem ediği süre
ce, h er durum da doyurucu olm adıkları yargısı getirilmez. Güneş ışığı
nın renkli kum aşlar üzerindeki ağartıcı etkisi ışığın ve renkli tözlerin
bileşimine ilişkin fiziksel ve kimyasal sayıltılann terim lerinde açıklandığı
4
bilimsel yasaların ya da kuram ların ileri sürdüğü ilişkilerin
doğasına ancak raslantısal gönderm e ile tartışılmıştır. Yasala
rın genelleştirilmiş koşullular biçimini taşıdığı örtük olarak
kabul edilmiştir. Bu koşullular en yalın d urum da şu şema ile
temsil edilir: ‘H erhangi bir %için, eğer x A ise o zaman x B 'd ir’ (y
almaşık olarak, ‘T üm A 1ar iT d ir’) } B ununla birlikte, bu biçimi taşıyan
]Bu yalın şem anın bilimsel yasaların mantıksal biçim inin yeterli bir temsili olduğu
sayıltısı önceki bölüm lerde yineleyerek kullanılm ıştır ve kitap boyunca sık sık kulla
nılacaktır. Bununla birlikte, bu sayıltı başlıca daha az yalın am a daha realistik şema
kabul edilseydi doğacak olan k a rm a şa la rd a n /c o ra /fe ^ j kaçınabilme uğruna kabul
edilm ektedir—karmaşalar ki tartışma alundaki ana noktalara büyük ölçüde ilgisizdir.
Hiç kuşkusuz yukarıda değinilen yalın biçimsel yapıyı sergileyen birçok bilimsel yasa
vardır. Buna karşın, m antıksal biçimleri daha karışık olan birçok yasa da vardır—bir
olgu ki, bilim de tüm evanm lı ve doğrulayıcı yordam ların gerekçesini çözüm lem ede
oldukça önemlidir, gerçi şimdiki tartışm anın bağlam ında ancak altgüdüm lü bir ilgisi
olsa da.
Yasaların biçimsel yapısındaki karmaşanın bir tipini şu iki örnek gösterir. Bakır eğer
ısıtılırsa genleşir yasasının içeriği onun şu yolda yeniden bildirilmesi ile daha belirtik
kılınır: ‘H erhangi bir x ve herhangi bir y için, eğer x bakır ise ve x y zam anında ısıtıl
mış ise, o zam an x y zam anında genleşir.’ Başka koşullularda (ya da “eğ er-o zam an”
formülasyonlarında) olduğu gibi, ‘eğer’ tarafından getirilen tümcecik/c/<mse “ö n e rti/
antecedent”olarak, ve ‘o zam an’ tarafından getirilen tüm cecik “sonurtu/consequent”
olarak bilinir. Şimdiki örnek ‘h e r x için’ ve ‘h e r y için’ gibi iki anlaüm ı da ön-ekler
olarak kapsar (ki teknik açıdan “evrensel niceleyiciler” olarak bilinirler), ve bunlar
m etinde yalnızca bir evrensel niceleyici kapsayan yalın şem adan ayrıdır. Yine, tüm
yaşamın önceden-varolan yaşamdan geldiği biçim indeki “biogenesis yasası” şununla
herhangi bir doğru bildirim in h e r zaman doğa yasalan arasında sayıl
ması söz konusu değildir. H er ne olursa olsun, önerilen açıklam alann
daha önce değinilen gerektirim lere uygun olabilmesi olgusuna karşın,
b unlar sık sık en azından şu iki zem in üzerine doyurucu görülm ez ve
reddedilir: Bir açıklam anın evrensel öncüllerinin doğru olarak kabul
edilebilm esine karşın şu ya da bu nedenle doğru “yasalar” olmadıkları
söylenir; ve, evrensel öncüllerin bilimsel yasa konum una kabul edilebil
m esine karşın, “nedensel” yasalar olm a koşulu gibi daha öte koşulları
yerine getirem edikleri ileri sürülür.
Ö rn eğ in niçin belli b ir v vidasının paslı o ld u ğ u so rusuna yanıtta
Sm ith’in şimdiki arabasındaki vidaların paslı olduğu ve t/’nin Sm ith’in
arabasında bir vida olduğu söylenir. Böyle bir açıklama, evrensel öncü
lün nedensel bir yasa olmaması bir yana bir doğa yasası bile olmaması
zem ininde, büyük olasılıkla doyurucu olm aktan bütünüyle uzak olarak
reddedilecektir. “Yasa-benzeri/lamlike”evrensel bildirim ler (e.d. eğer
doğru iseler “doğa yasası” ad landırm asını hak e d en b ildirim ler) ve
yasa-benzeri olmayan evrensel bildirim ler arasında bir primafacie aynm
böylece önerilen açıklamaya karşıçıkışın tem elinde yatar.
Ö te yandan, verili b ir k kuşunun siyah olması, çünkü tüm kargala
rın^ siyah ve fe’nin bir karga olması olgusunun önerilen b ir açıklaması
kimi zaman evrensel öncülün bir doğa yasası olduğu kabul edilse bile
“gerçekte” niçin fe’nin siyah o lduğunu açıklamadığı zem ininde yetersiz
olarak bir yana atılır. Şimdi b u karşıçıkışın bir yorum u üzerine, açık
lama hiç kuşkusuz iki ayn şeyi karıştınr: k ’nin siyah olması olgusunun
bir açıklaması, ve o n d an ayrı olarak tüm kargaların siyah olduğu bi
çim indeki varsayımsal yasanın bir açıklaması. B una göre, karşıçıkışa
belirleyici b ir yanıt pekala açıklama niçin tüm kargaların siyah oldu
ğunu açıklamazken, niçin k ’nin siyah olduğunu açıkladığı biçim inde
olabilir: Ç ünkü açıklama hiç olmazsa A’nin tüylerinin renginin k ’nin
bir özgünlüğü olm adığını am a k ’nin kendisi gibi bir karga olan başka
h er kuş ile paylaştığı bir özellik olduğunu gösterir. G ene de, karşıçıkış
varsayılan yasanın kuşun renginin nedensel bir açıklamasını vermediği
zemininde k ’nin siyah tüylerinin önerilen açıklaması ile doyumsuzluğun
bir anlatım ı olarak da anlaşılabilir.
D oyurucu açıklam alar için d ah a önce tartışılanlara ek koşulların
çevrilebilir: ‘Herhangi bir * için bir y vardır, öyle bir yolda ki eğer x bir dirimli orgenlik
ise o zaman y jc’in bir ebeveynidir.’ Bu durum da bildirim yalnızca ‘h e r * için’ evren
sel niceleyicisini kapsamakla kalmaz, ama ayrıca ‘bir y vardır’ anlatım ını da kapsar
(ki buna bir “varoluşsal niceleyici” d e n ir). Bu bildirim böylece birden çok niceleyici
kapsar, ve dahası bunlar benzem ez (ya da “karışık”) türdendir. Nicel yasalann büyük
bir bölümü, özellikle kuramsal fizikte, sık sık karışık türden çeşitli niceleyiciler kapsar.
B ununla birlikte, herhangi bir bildirim in eğer genellikle başlangıç ön-eki olarak hiç
olmazsa bir evrensel niceleyici kapsamıyorsa norm al olarak bir yasa sayılması görü
nü rd e pek olası değildir. Bu n edenledir ki m etinde benim senen yalınlaştırıcı sayıltı
ölüm cül bir aşın-yalınlaştırma olarak görünm ez. *■
örtük am a yaygın bir kabulünü sergileyen b u örnekler böylece doğal
yasaları başka evrensel koşullulardan, ve nedensel yasaları nedensel-
olmayan yasalardan ayırdettiği varsayılan özelliklerin kim ilerinin bir
irdelemesini gerekli kılar. Bu ayrımların yarattığı bir dizi yaygın sorunu
gözden geçirmemiz gerekecektir.
2Bu şundan açığa çıkacaktır: Eğer x ’in tek-boynuzlu olacağı bir yolda hiçbir x yok
ise, o zaman açıktır ki x ’in siyah olmayan bir tek-boynuzlu olacağı bir yolda hiçbir *
yoktur. Ama evrensel koşullunun ölçün yorum u üzerine, bu son bildirim dolaysızca
herhangi bir * için eğer * bir tek-boynuzlu ise o zaman x siyahtır vargısını verir. Buna
göre, eğer hiçbir tek-boynuzlu yok ise o zam an tüm tek-boynuzlular siyahtır. *
biçimsel m antıkta ona verilen yapı üzerine, bir defacto evrensel koşul
lu, eğer gerçekte ö n erti tüm ceciğini doyuran hiçbirşey yoksa, sonur
tu tüm ceciğinin içeriğine bakılmaksızın doğrudur. Böyle bir evrensel
koşullunun “boşluklu (Aaızk/vacuously ” doğru (ya da “boşluklu olarak
doyurulm uş”) olduğu söylenir.
Bir doğa yasası ilineksel evrensellikten daha çoğunu m u ileri sürer?
Yanıt genellikle olumsuz olarak verilir. Çünkü bir yasanın sık sık önerti
ve sonurtu koşullar arasında salt olgu-sorunu düzeyindeki bir birlikte-
likten/ concomitance “daha güçlü” bir bağıntı anlattığı savunulur. Aslında
bağıntının sık sık bir “zorunluk” öğesi içerdiği söylenir, üstelik bu ileri
sürülen zorunluk çeşitli yollarda düşünülse ve ‘m antıksal,’ ‘nedensel,’
‘fiziksel’ ya da ‘olgusal/rea/’olarak betim lense de.3 Savunulan şey ‘Bakır
ısıtılınca h e r zaman genleşir’in bir doğa yasası o lduğunu söylemenin
hiçbir zaman genleşmeyecek bir ısıtılmış bakır parçası olmamış ve olma
yacak olduğundan daha çoğunu ileri sürmek olmasıdır. O bildirim için
bir yasa konum unu istemek örneğin yalnızca böyle bir bakır parçasının
varolmadığı gibi birşeyi değil, am a böyle bir bakır parçasının varolma
sının “fiziksel olarak olanaksız” o ld u ğ u n u ileri sürm ektir. Bildirimin
bir doğa yasası olduğu varsayılınca, bildirim h erh an g i bir bakır par
çasını ısıtm anın o n u n genleşmesini “fiziksel olarak zorunlu kıldığını”
ileri sürüyor olarak yorumlanır. Bu yolda anlaşılan evrensel koşullular
sık sık “yasa evrenselleri” ya da “nom olojik evrenseller” olarak ve bir
“nom ik” evrenselliği anlatıyor olarak betimlenir.
İlineksel ve nom ik evrensellik arasındaki ayrım bir başka yolda ortaya
koyulabilir. Varsayalım ki hiçbir zam an ısıtılmamış bir b bakır parçası
dikkatimize sunulsun; daha sonra yok edilsin ve böylece hiçbir zaman
ısıtılamayacak olsun. Dahası, varsayalım ki yoketme işi tam am landıktan
sonra bize b’nm eğer ısıtılmış olsaydı genişleyip genişlemeyecek olduğu
sorulsun ve olum lu yanıt vermiş olalım . Ve son olarak varsayalım ki
bu yanıt için bir n eden vermemiz konusunda diretilsin. Hangi neden
ileri sürülebilir? Genellikle inandırıcı olarak kabul edilecek bir neden
“Tüm bakır ısıtılınca genleşir” doğal yasasının “Eğer b ısıtılmış olsaydı
genleşirdi” olguya-aykın koşullusunu akladığı biçimindedir. Gerçekten
de, pekçok insan büyük olasılıkla daha ileri giderek nom olojik evren
selin ‘H erhangi bir x için, eğer x bakır olsaydı ve ısıtılsaydı, o zaman x
genleşirdi’ dilek koşullusunu akladığını ileri sürecektir.
Doğa yasaları gerçekte genellikle dilek kipindeki ve olguya-aykın ko
şulluları (subjurıctive and contrary-to-fact conditionals) aklamak için kul
Yıne gösterilebilir ki, bir evrensel koşullu onun önertik tümceciği ne olursa olsun
doğrudur, yeter ki sonurtu tümceciğin anlamlı olarak yüklenebileceği herşey sonurtu
tümceciği doyursun. Ama evrensel koşulluların bu özelliğinin yarattığı tüm güçlükleri
göz ardı edeceğiz.
3Krş. A. C. Ewing, Idealism, Londra, 1934, s. 167; C. I. Lewis, A n Analysis of Know-
ledge and Valuation, La Salle, 111., 1946, s. 228; A rthur W. Burks, “T he Logic of Causal
Propositions,” M in d ,\ol. 60 (1951), ss. 363-82.
lanılır, ve böyle kullanım tüm nom olojik evrensellerin karakteristiğidir.
Dahası, yasa evrensellerinin bu işlevi ayrıca bir nom olojik koşullunun
önerti tüm ceciğini doyuran hiçbirşey varolmaz (tüm-zamansal anlam
da) biçimindeki yalın olgunun onun doğruluğunu saptamak için yeterli
olm adığını da düşündürür. Böylece evren hiçbir dışsal kuvvetin etkisi
altında olmayan hiçbir cisim kapsamaz sayıltısı ne eğer böyle cisimler
olsaydı hızları değişm ez kalırdı biçim indeki dilek kipi koşullusunu,
ne de hiçbir dışsal kuvvetin etkisi altında olmayan h er cisim değişmez
bir hızı sürdürm ez biçim indeki nom olojik evrenseli doğrulam ak için
yeterlidir.
Öte yandan, ‘Sm ith’in şimdiki arabasında tüm vidalar paslıdır’ biçi
m indeki açıkça ilineksel evrensel ‘H erhangi bir x için, eğer x Sm ith’in
şimdiki arabasındaki bir vida olsaydı x paslı o lu rd u ’ dilek koşullusunu
aklamaz.4 Hiç kuşkusuz hiç kimse büyük olasılıkla bu defacto evrenselin
gücüne dayanarak eğer şimdi bir satıcının rafında duran tikel bir pirinç
vida Sm ith’in arabasına takılacak olsaydı paslı o lu rd u demeyecektir.
İlineksel ve nom ik evrensellik arasındaki bu prima facie ayrım kısaca şu
form ül ile özetlenebilir: Bir yasa evrenseli bir dilek koşullusunu “des
teklerken,” bir ilineksel evrensel ise desteklemez.
“Bir başka ö m ek önem li olan noktayı daha açık kılmaya yardım edebilir. Kaldıraç
yasasını eğer eşit ağırlıklar orta noktasından asılı türdeş bir katı çubuğun uçlarına ko
yulursa kaldıraç dengededir biçiminde düşünelim; ve varsayalım ki yasanın bildirimle
rinde kullanılan anlatım lardan hiç biri kaldıraçların davranışına ilişkin sayıltılar içeren
yollarda tanım lanm ış olmasın. Bu sayıltı üzerine, bildirim açıkça görgül bir yasadır ve
mantıksal olarak zorunlu bir bildirim değildir. Ö te yandan, varsayalım ki eğer iki cisim
kaldıraçların eşit kollarının uçlarına koyulduğu zam an kaldıraçlar dengede ise, bu
cisimler ağırlıkta eşit olarak tanımlanmış olsun. Böyle “ağırlıkta eşitlik” gibi bir tanımı
içeren bağlam larda kaldıraçlara ilişkin yukarıdaki tüm ce kendi-ile-çelişki olmaksızın
yadsınamaz, öyle ki deneysel kanıtın ilgili olduğu bir görgül yasayı anlatm az, ama
mantıksal olarak zorunlu bir doğruluğu bildirir. Yasaları bildiriyor görünen am a ger
çekte tanım lar olarak kullanılan tüm celere yaygın olarak “uylaşımlar” denir; ve böyle
uylaşımların rolü ve yasalar ile eklemlenmeleri daha sonra uzunlamasına tartışılacaktır.
9A. C. Ewing, gönderm e 5’inci dipnotta alıntılandı. Ancak bir ellipsis yoluyla etki
lerin ned en lerd en çıkarsandığı söylenir, çünkü ileri sürülen b ir n edenin yer aldığı
bildirim inden karşılık düşen bir etkinin yer almasına ilişkin bildirim gerçekte m an
tıksal olarak doğmaz. Etkiye ilişkin bildirimi çıkarsamak için, nedene ilişkin bildirim
bir genel yasa ile tamamlanmalıdır. Böylece, verili bir bilardo topunun ikinci bir top
ile çarpışması mantıksal olarak ikinci topun sonraki davranışına ilişkin herhangi bir
bildirimi imlemez. Böyle bir daha öte bildirim ancak belli bir yasa (örneğin devinir-
liğin sakınım ım ilgilendiren bir yasa) başlangıçtaki bildirim e eklenirse türetilebilir.
N edenlere ilişkin bildirim lerin etkilere ilişkin bildirim leri mantıksal olarak imlediği
savı böylece bir açıklayıcı öncüller kümesi ve explanandum arasında işleyen mantıksal
zorunluk ilişkisini b u öncüllerde kapsanan yasaların doğruladığı olum sal ilişki ile
karıştırır.
bir E özelliğinin b ir ö rneği olduğu (bu özellikler oldukça karmaşık
olabilir), ve herhangi bir N ’nin bir olgu sorunu olarak ayrıca E de oldu
ğudur. Bu çözümleme üzerine, n ’nin e ile ilişkisini karakterize ettiği ileri
sürülen “zorunluk” olayların kendilerinin nesnel ilişkilerinde bulun
maz. Zorunluk yerini başka bir alanda bulur—H um e’a göre N ve £ ’nin
biçimdeş am a de facto bağlanım larının bir sonucu olarak gelişmiş olan
belli beklenti alışkanlıklarında.
H u m e ’u n ned en sel zoru n lu ğ u açıklam ası b ir ö lçüde kuşkulu bir
ruhbilim üzerine dayandığı zem ininde yineleyerek eleştirilmiştir; ve
bu tü r eleştirilerin değerleri şimdi genel olarak kabul edilm ektedir.
B ununla birlikte, H u m e’u n ruhbilim sel ön-sanıları o n u n özeksel savı
na—yani, yasa evrensellerinin “fiziksel zorunluk” ya da “fiziksel olanak”
gibi indirgenem ez kipsel kavramlar kullanılmaksızın açım lanabilece
ği görüşün e—özsel değildir. Buna göre, H u m e ’u n çözüm lem esinin
yürürlükteki eleştirisinin çoğunun sıkıntısı nom ik evrenselliğin herhan
gi bir yeterli çözüm lem esinde böyle kipsel kategorilerin kullanım ının
kaçınılmaz olmasıdır. Sorun bir karara bağlanmamış kalır ve tartışılması
sürmektedir; ve onunla bağıntılı problem lerin bir bölüm ü oldukça tek
nik bir düzlem de tartışılmaya başlamıştır. Bu teknik ayrıntıların çoğunu
yoklamak verimli olmayacaktır,10 ve yalnızca nom ik evrenselliğin özsel
olarak H u m e’a özgü bir yorum unun an ahatlan geliştirilecektir.
10Bu teknik ayrıntıların kimileri ancak usauygun görünm eyen bir sayıltı üzerine
ilgilidir. Ö rtük sayıltı şöyledir: Kimi kiplik kavramlarını enson olarak kabul etm e nok
tasına dek gitm eden, eğer nom ik evrenselliğin yeterli bir açımlaması elde edilecekse
h e r bir evrensel yasa bir birim olarak ele alınmalı ve kendisi de tam bir birim olarak ele
alınan doğru olarak yapılandırılmış bir defaclo evrensele çevrilebilir olduğu gösteril
melidir. Ama hiç kuşkusuz bu sayıltıya bir almaşık vardır: Yani, nomolojik evrensellerin
defacto evrensellerin yasa evrenselleri olarak kabul edilmesine izin veren mantıksal ve
epistem ik koşullarından kim ilerinin belirtilm esi yoluyla açımlaması. Dahası, teknik
ayrıntılardan bir bölüm ü kuramsal olarak doğabilecek olanaklı h e r “tu h a f’ durum u
dışlama amacıyla yaratılır, üstelik bilimsel kılgıda bunlar en iyisinden seyrek olarak
doğsa da.
olarak, ‘H erhangi bir x ve herhangi bir t için, eğer x bakır ise ve x t za
m anında ısıtılırsa, o zaman x t zam anında genleşir’) ile karşılaştırarak
başlamak yararlı olacaktır.
1. Belki de bizi çarpacak ilk şey ilineksel evrenselin tikel bir bireysel
nesne için ve belli bir tarih ya da zamansal dönem için adlandırm alar
kapsaması, oysa nomolojik evrenselin kapsamamasıdır. Bu ayrım belirle
yici bir ayrım mıdır? Eğer sık sık doğa yasaları olarak sınıflandırılan bir
dizi bildirim i doğa yasalan arasında saymayı istiyorsak, değildir—örne
ğin, K epler’in gezegen devimi yasaları, ya da giderek ışığın boşluktaki
hızının saniyede 300.000 kilom etre olduğu bildirimi gibi. Çünkü Kep
ler yasalan güneşten söz ed er (örneğin üç yasanın birincisi gezegenle
rin eliptik yörüngeler üzerinde devindiğini ve güneşin h e r bir elipsin
odaklarından birinde olduğunu ileri sürer); ve ışık hızına ilişkin yasa
örtük olarak yeryüzünden söz eder, çünkü kullanılan uzunluk ve za
man birimleri yeryüzünün büyüklüğüne ve dönüşünün dönemselliğine
gönderm e yoluyla tanımlanır. Ama böyle bildirimleri yasalar sınıfından
dışlayabilsek de, bunu yapmak aşın ölçüde keyfi olacaktır. Dahası, böyle
bildirimleri yasalar olarak saymayı reddediş, eğer yasalar olarak kodla
nan bağımlılık ilişkilerinin evrimsel değişim lere uğradığı önerisinde
(daha tam olarak Bölüm l l ’de tartışılacaktır) bir değer varsa, ancak
çok az yasanın olduğu vargısına götürecektir. Ö neriye göre, değişik
kozmik çığırlar doğadaki değişik kurallılıklara göre karakterize edilir,
öyle ki bir kurallılığı düzgün olarak form üle eden h e r bildirim belirli
bir zamansal dönem için bir adlandırm a kapsamalıdır. Bununla birlikte,
böyle bir adlandırm a kapsayan hiçbir bildirim bir bildirim de özel bir
adın geçmesini bildirim in nom olojik bir evrensel olması ile bağdaşmaz
bulanlar tarafından bir yasa olarak kabul edilemez.
Bu güçlüğün arkasından dolaşm anın bir yolu son zam anlarda yasa-
benzeri bildirim lere ilişkin çeşitli tartışm alarda önerilmiştir. İlk olarak,
“salt n itel” olan ve öyle olm ayan yüklem ler arasına b ir ayrım çizgisi
çekilir ki, burada bir yüklemin eğer “anlam ının bir bildirimi herhangi
bir tikel nesneye ya da uzaysal-zamansal yere gönderm e gerektirmiyorsa”
salt nitel olduğu söylenir.11 Böylece ‘bak ır’ ve ‘büyük akım gü cü ’ salt
nitel yüklem ö rn ek leri iken, ‘ay ile ilgili’ ve ‘güneşten daha büyük’
böyle örnekler değildir. İkinci olarak, “tem el” ve “türevsel” yasa-benzeri
bildirim ler arasına bir ayrım getirilir. İnce noktaları göz ardı ederek,
bir evrensel koşullunun eğer hiçbir bireysel ad (ya da hiçbir “bireysel
değişmez”) kapsamıyorsa ve tüm yüklemleri salt nitel ise temel olduğu
söylenir; bir evrensel koşullunun eğer bir temel yasa-benzeri bildirim
ler küm esinin m antıksal b ir sonucu ise türevsel olduğu söylenir; ve
son olarak, b ir evrensel koşullunun eğ er ya tem el ya da türevsel ise
"C ari G. H em pel a n d Paul O ppenheim , “Studies in the Logic o f E xplanation,”
Philosophy of Science, Vol. 15 (1948), s. 156.
yasa-benzeri olduğu söylenir. Buna göre, K epler’in bildirim leri eğer
Newton’ın kuram ı gibi olası doğru tem el yasaların mantıksal sonuçlan
iseler doğa yasaları arasında sayılabilirler.
G ö rü n ü rd e, b u ö n erilen açım lam a çok çekicidir, ve yürürlükteki
kuram sal fizikte o n u n tem el sayıltılarını yalnızca nitel yüklem lerin
terim lerinde form üle etm e yönünde kuşku duyulmayan bir eğilimi yan
sıtır. Buna karşın önerge iki çözülmemiş güçlüğe çarpar. İlk olarak, salt
nitel olmayan yüklem ler kapsayan evrensel koşullulara zaman zaman
yasalar dendiği görülür, üstelik bir tem el yasalar küm esinden mantıksal
olarak doğduklan kabul edilmese bile. Ö rneğin Newton’ın zamanından
önce Kepler yasalan için durum buydu; ve eğer tüm gezegenlerin güneş
çevresinde aynı yönde d ö n d ü ğ ü bildirim ini (kim ilerinin yaptığı gibi)
“yasa” olarak etiketlersek, bu yasa için bugün durum budur. Ama ikinci
olarak, K epler’in bildirim lerine benzer bildirim lerin gerçekte bugün
bile yalnızca temel yasalardan mantıksal olarak türetilebilir olması (eğer,
tartışma altındaki önergenin gerektirdiği gibi, o bildirim ler yasalar ola
rak sınıflandınlacaksa) pekin olm aktan uzaktır. Kepler yasalarını New-
ton m ekaniğinden ve yerçekim i k uram ından yalnızca İkincilerde yer
alan değişkenlerin yerine değişmez terim ler geçirerek ve yüklemleri
salt nitel olmayan ek öncüller kullanmaksızm çıkarsam anın hiçbir yolu
yok gibi görünür. Ve eğer bu böyleyse, önerilen açımlama yasa-benzeri
bildirim ler sınıfından genellikle yasalar olduğu söylenen belirsiz bir
sayıda bildirimi dışlayacaktır.12 Öyleyse önerilen açımlama sonuçta aşın
ölçüde kısıtlayıcıdır, ve bir bildirimi bir doğa yasası olarak karakterize et
m ek için önem li nedenlerin bîr bölüm üne hakkını vermeyi başaramaz.
Öyleyse o ilineksel evrensellik paradigm asını— ‘H erhangi bir x için,
eğer x a zamaft dönem i sırasında Sm ith’in arabasındaki bir vida ise, o
zaman x a sırasında paslıdır’—K epler’in birinci yasası— ‘Tüm gezegen
ler, güneş h er bir elipsin bir odağında olmak üzere, eliptik yörüngelerde
devinir’ (ya da, karşılaştınlabilir mantıksal biçimde, ‘H erhangi bir x için
ve herhangi bir yeterince uzun t zaman aralığı için, eğer x bir gezegen
2. Ama kısıtsız evrenselliğin sık sık bir bildirim in bir yasa olması için
zorunlu b ir koşul olarak alınm asına karşın, yeterli b ir koşul değildir.
Kısıtsız bir ‘evrensel koşullu’ d o ğ ru olabilir, çü n k ü boşluklu olarak
doğrudur (e.d. o n u n önerti tüm ceciğini ne olursa olsun hiçbirşey do
yurmaz) . Ama böyle bir koşullu salt bu nedenle kabul edilecek olursa,
herhangi birinin o n u n doğa yasaları arasında sayması pek olası değil-
dir. Ö rneğin, eğer hiçbir tek-boynuzlunun olm adığını varsayarsak (ki
b u n u n için yeterli nedenim iz vardır), m antık kuralları bizden tüm
tek-boynuzluların çevik ayaklı olduğunu doğru olarak kabul etmemizi
de ister. Ama b u n a karşın biçimsel m antık ile tanışık olanlar bile bu
son bildirim i bir doğa yasası olarak sınıflandırm ada duraksayacaktır—
özellikle m antık, aynı başlangıç sayıltısının kendisinin tem elinde, tüm
tek-boynuzluların yavaş koşucular o ld u ğ u n u da d o ğ ru olarak kabul
etmemizi istediği için. Eğer bir evrensel koşullu boşluklu olarak doğ
ru olduğu için b ir yasa olarak edketlenseydi, pekçok insan gerçekte
b unu en iyisinden önemsiz bir şaka olarak kabul ederdi. Bunun nedeni
büyük ölçüde yasaların norm al kullanım yollarında yatar: F enom en
leri ve başka yasaları açıklamak, olayları tahm in etmek, ve genel olarak
araştırmada çıkarsamalar yapmak için aletler olarak hizm et etmek. Ama
eğer bir evrensel koşullu boşluklu olarak doğru olması zemininde kabul
edilirse, uygulanabileceği hiçbirşey yoktur, ve böylece yasalardan yerine
getirm eleri beklenen çıkarsama işlevlerini yerine getiremez.
Öyleyse bir evrensel koşulluya onun önertisini doyuran en azından bir
nesne olduğunu bilmediğimiz sürece bir yasa denm em esi usayatkın gö
rünebilir. B ununla birlikte, bu gerektirim çok fazla sınırlayıcıdır, çünkü
h e r 2kman bu kadarını bilme konum unda değilizdir, üstelik bir bildiri
m e bir yasa demeye hazır olsak bile. Ö rneğin eksi 270° C sıcaklığında
olan herhangi bir bakır tel parçasının olup olm adığını bilmeyebiliriz,
ve gene de eksi 270° C sıcaklığındaki tüm bakır tellerin iyi bir elektrik
iletkeni olduğu biçim indeki bildirim i bir yasa olarak sınıflandırmaya
istekli olabiliriz. Ama eğer bildirirtıi bir yasa olarak kabul edersek, hangi
kanıt üzerine kabul ederiz? Önsav gereği, o n u n için hiçbir doğrudan
kanıtımız yoktur,'çünkü saltık sıfır sıcaklıklarının yakınında herhangi bir
bakır telin olup olm adığını bilmediğimizi varsaydık ve dolayısıyla böyle
bir tel üzerinde h erhangi bir deney yapmamışızdır. Buna göre kanıt
dolaylı olm alıdır: Bildirim büyük olasılıkla o n lar için bir tü r kanıtın
bulunduğu başka sayıltılı yasaların sonucu olduğu için bir yasa olarak
kabul edilir. Ö rneğin, bildirim tüm bakır iyi bir elektriksel iletkendir
biçimindeki görünürde yasanın bir sonucudur ve bu yasa için dikkate
değer kanıtlar vardır. Buna göre, kısıtsız bir evrenseli b ir doğa yasası
olarak sınıflandırm ada yatan ö rtü k b ir ek gerektirim i şöyle form üle
edebiliriz: Kısıtsız bir evrenselin boşluklu doğruluğu o nu bir yasa say
mak için yeterli değildir; ancak evrenselin mantıksal olarak onlardan
türetilebilir olduğu bir başka sayıltılı yasalar kümesi varsa bir yasa sayılır.
Kendi önerti tüm ceciklerinin evrende hiçbirşey tarafından doyurul-
m adığına inanılan kısıtsız evrenseller böylece yasalar olm a konum unu
kazanır, çünkü tüm dengelim li olarak ilişkili bir yasalar dizgesinin par-
çasıdırlar ve dizgeyi destekleyen görgül kanıt—sık sık kapsamlı ve geniş
bir türlülükte—ile desteklenirler. Gene de, bir evrensel bildirimin böyle *
desteğinin olmasına karşın, eğer boşluklu olarak doğru olduğu da öne
sürülüyorsa, niçin bir yasa olarak sınıflandırılması gerektiğini sormak
anlam lıdır. Şimdi böyle bir önesürüm için iki olanaklı n ed en vardır.
Biri yasanın ö n erti tüm ceciğini doyuran hiçbir örneğin bulunm am ış
olmasıdır, üstelik böyle örneklerin sürekli olarak aranm asına karşın.
Böyle neg atif kanıt zam an zam an etkileyici olabilse de, sık sık fazla
belirleyici değildir, çünkü herşeye karşın gözden kaçırılmış yerlerde
ya da özel koşullar altında böyle ö rn ek ler bulunabilir. Yasa o zaman
gerçekte kimi keşfedilmemiş bölgelerde ya da imgesel koşullar altında
pozitif örneklerin olduğu sayıltısının mantıksal sonuçlarını hesaplamak
için kullanılabilir. H esaplam a böylece pozitif ö rn ek ler için daha öte
araştırm a alanının nasıl daraltılabileceğini ya da böyle örnekler yarat
mak için hangi deneysel m anipulasyonların üstlenilm esi gerektiğini
önerebilir. Bir yasanın boşluklu olarak doğru olduğuna inanm ak için
ikinci ve genellikle daha belirleyici n ed en sonuçta yasa için herhangi
bir pozitif örn eğ in sayıltılı varoluşunun mantıksal olarak dizgeye ait
olan başka yasalar ile bağdaşmaz olduğunu gösteren bir tanıtlamadır.
Boşluklu olarak doğru yasa o zaman gerçekten de kof olabilir ve kuru
bir kütüğü temsil edebilir, çünkü hiçbir çıkarsama işlevine hizm et et
mez. Ö te yandan, eğer bu boşluklu doğruluğu aklamak için kullanılan
yasaların kendileri kuşkuda ise, g ö rünürde boşluklu olarak doğru yasa
bu yasalar için daha öte eleştirel kanıt elde etm ek için bir temel olarak
kullanılabilir. Hiç kuşkusuz boşluklu olarak doğru yasalar için başka
imgesel kullanım lar vardır. Ö nem li olan nokta belli b ir kullanım ları
olmadıkça, büyük olasılıkla kodlanm ış bilgi kütlelerine katılamayacak
olmalarıdır.
Bu bağıntıda daha öte bir başka soruya kısaca dokunm ak gerekecek
tir. Sık sık fizikte (ama ayrıca daha başka disiplinlerde, örneğin ekono
mide de) en azından geçici olarak temel kabul edilen yasaların bir bö
lüm ünün boşluklu olarak doğru olarak bilindiği ileri sürülür. Sonuçta,
şimdiki açıklama yeterli olarak görünm ez, çünkü kısıtsız evrensellere
b u n la rın başka yasalardan tü retilm em esi olgusuna karşın “yasalar”
denir. Böyle bir tem el ve boşluklu olarak doğru yasa Nevvton’ın birinci
devim yasasıdır ki, ona göre hiçbir dışsal kuvvetin etkisi altında olmayan
bir cisim değişmez bir hızı sürdürür; ve iyi bilinen sav gerçekte böyle
hiçbir cismin olmadığıdır, çünkü olduğu sayıltısı N ew ton’ın yerçekimi
kuram ı ile bağdaşm az. B urada ö rn ek üzerine çok az şey söylenecek,
çünkü örn ek daha sonraki bir bölüm de büyük bir dikkatle ele alına
caktır. Ama iki önem li nokta hem en belirtilebilir. N ew ton’ın yasasının
boşluklu olarak d o ğ ru olduğu savı kabul edilse bile, bir yasa olarak
kabul edilm esinin n ed e n i bu değildir. O zam an niçin kabul edilir?
N ew ton’ın bildirim inin nasıl yorum lanacağı sorusunu (örneğin ger
çekte hiçbir dışsal kuvvetin etkisi alünda olmayan bir cisim olm anın ne
dem ek olduğunun tanımsal bir bildirim i olup olmadığı sorusunu) bir
yana bırakarak, ve başka bir sayıltılı yasadan (örneğin Nevvton’ın ikinci
devim yasasından) çıkarsanabilir olup olmadığı sorusunu da bir yana
bırakarak, kullanım ının bir yoklaması cisimlerin devimleri devimlerin
vektörel bileşenlerinin terim lerinde çözüm lendiği zam an cisimlerin
hızının cisimler üzerinde etkide bulunan hiçbir etkili kuvvetin olmadığı
yönlerde değişmez olduğunu gösterir. Kısaca, yasanın boşluksuz olarak
doğru olduğunu ileri sürm ek büyük b ir aşırı-yalınlaştırmadır; çünkü
yasa bir yasalar dizgesindeki bir öğedir ve bu yasalar için hiç kuşkusuz
doğrulayıcı örnekler vardır. D aha genel olarak, eğer bir “tem el” yasa
boşluklu olarak doyurulacak olsaydı, bir parçası olduğu dizgede ne ya
rarının olacağını anlam ak güç olurdu.
3. “Doğa yasası” konum u için adayların bir başka koşulu, tam şimdi
değinilen irdelem elerin önerdiği bir koşulu doyurmak zorunda oldu
ğunu varsaymak usayatkındır. Sm ith’in şimdiki arabasındaki paslı vi
dalara ilişkin paradigm atik ilineksel evrensel, kısıtsız olarak evrensel
olmadığı olgusundan bütünüyle ayn olarak, daha öte bir özellik sergiler.
O evrensel koşulluyu (ona Volarak değinelim) bildirim lerin sonlu bir
bağlanım ını ileri sürm enin özlü bir yolu olarak yorumlamak olanaklı
dır (burada h er bir bağlı bildirim sonlu bir vidalar sınıfındaki tikel bir
vidaya ilişkin bir bildirim olmak üzere). Böylece V şu bağlanım a eşde
ğerdir: ‘Eğer ı»ı a dönem i sırasında Sm ith’in arabasındaki bir vida ise
o zaman vı a sırasında paslıdır, ve eğer vz « d ö n em i sırasında Sm ith’in
arabasındaki bir vida ise o zaman V2 a sırasında paslıdır, ve . . . , ve eğer
v„ a dönem i sırasında Sm ith’in arabasındaki bir vida ise o zaman v„ a
sırasında paslıdır,’ ki burada rı Sonlu bir sayıdır. V öyleyse şu biçimdeki
bildirim lerin sonlu bir sayısının doğruluğu saptanarak saptanabilir: %
a dönem i sırasında Sm ith’in arabasındaki bir vidadır ve Vi a dönem i
sırasında paslıdır.’
Buna göre, eğer-V'yi kabul edersek, b u n u V’nin yüklemleme alanı
nı doldurduklarına inanm ak için nedenim izin olduğu belli bir sayıda
vidayı yoklam ış o ld u ğ u m u z için yaparız. E ğer yoklanan vidaların
Sm ith’in arabasındaki payı doldurm adığından, ama arabada belirsiz bir
sayıda yoklamadığımız daha öte vidanın olduğundan kuşkulanmak için
nedenim iz olsaydı, V’yı doğru olarak ileri sürecek bir konum da olmaz
dık. Çünkü V’yi ileri sürm ede gerçekte yoklanan vidalardan her birinin
paslı oldu ğ u n u ve yoklanan vidaların tü m ü n ü n S m ith’in arabasında
bulunan vidaların tüm ü olduğunu söylemekteyizdir. B ununla birlikte,
vurgulanm akta olan noktanın ne olduğunu yanlış anlam am ak önem
lidir. İlk olarak, F S m ith ’in arabasındaki h e r bir vidanın paslı olduğu
bulunduğu için değil, am a V daha başka sayıltılardan çıkarsandığı için
doğru olarak kabul edilebilir. Ö rneğin V’yi Sm ith’in arabasındaki tüm
vidaların d em ir oldukları, ve serbest oksijen karşısında kaldıkları, ve
dem irin oksijenin buluşunda h er zaman paslandığı biçimindeki öncüV
lerden çıkarsayabiliriz. Ama bu durum da bile V’nin kabul edilmesi V,
Sm ith’in arabasındaki dem ir bir vidadır ve oksijen karşısında kalmıştır’
(ki burada yoklanan vidalar V’nin uygulama alanını doldurur) biçimini
taşıyan bildirim lerin belli bir sayısını saptam ış olm am ıza bağımlıdır,
ikinci olarak, VSmith’in arabasındaki vidaların yalnızca “yeterli” olduğu
varsayılan bir bölüm ünü yoklamış olm amız ve yoklanmamış vidaların
karakterini yoklanmış bölüm deki vidaların gözlenen karakterinden çı-
karsamış olmamız zem ininde kabul edilebilir. Ama burada da çıkarsa
m anın varsayımı yoklanmış bölüm deki vidaların tam olan ve arttırılma
yacak bir vidalar sınıfından gelmiş olmalarıdır. Ö rneğin, hiç kimsenin
arabadan bir vida çıkarmayacak ve onu bir başkası ile değiştirmeyecek
olduğunu, ya da hiç kim senin yeni b ir vida takabilm ek için arabada
yeni bir delik açmayacağını varsayarız. Eğer V’yi yoklanan bölüm de bul
duklarımızın tem elinde doğru olarak kabul edersek, b u n u yapmamızın
bir ölçüde nedeni yoklanmış olan bölüm ün V’de sözü edilen dönem
sırasında ne artacak ne de değişecek olan bir vidalar kütlesinden elde
edilmiş olduğunu varsaymamızdır.
Ö te yandan, yasalar denilen bildirim lerin kabul edilm esini sağlayan
kanıt ile ilgili hiçbir andınm lı sayıltı yapılmış görünmez. Böylece, dem i
rin serbest oksijen karşısında kalınca paslandığı yasasının bir zamanlar
yalnızca oksijen karşısında kalmış olan dem ir nesnelerin sonlu bir sayı
sının bir yoklamasından türetilen kanıt üzerine dayanmış olmasına kar
şın, o kanıtın yasanın yüklem lem e alanını bütünüyle kapladığı kabul
edilm iyordu. B ununla birlikte, nesnelerin b u sonlu sayısının oksijen
karşısında kalan varolm uş ve gelecekte de varolacak d em ir nesneler
sınıfını kapladığını kabul etm ek için n e d en olm uş olsaydı, evrensel
koşulluya bir yasa denip denmeyeceği kuşkuludur. Tersine, eğer gözle
n en örneklerin koşullunun uygulama alanını kapladığına inanılsaydı,
bildirim in yalnızca tarihsel bir ra p o r olarak sınıflandırılacak olması
daha olasıdır. Bir bildirim e yasa dem ekle, görünürde en azından örtük
olarak ileri sürdüğüm üz şey bildiğimiz kadarıyla bildirim in yoklanmış
örneklerinin o n u n örnek lerin in tam sınıfını oluşturm adığıdır. Buna
göre, kısıtsız bir evrensele bir yasa denm esi için onun için kanıtın onun
yüklemlem e alanı ile çakışıyor olarak bilinm em esi ve dahası alanının
herhangi bir d ah a öte artışa kapalı olarak bilinm em esi usayatkın bir
gerektirimdir.
Bu gerektirim için gerekçe yine yasalar denilen bildirim lerin normal
olarak çıkarsamalarda kullanılma yolunda bulunacaktır. Böyle bildirim
lerin birincil işlevi açıklamak ve tahm in etmektir. Ama eğer bir bildirim
sonuçta o n u n için kanıtın ileri sürdüğünden daha çoğunu ileri sürm ü
yorsa, bildirimi bu kanıtta kapsanan herhangi birşeyi açıklamak ya da
tahmin etmek için kullandığımız zaman biraz saçmalamış oluruz, ve onu
o kanıtta kapsanmayan herhangi birşeyi açıklamak ya da tahm in etm ek
için kullandığımız zaman tutarsız oluruz. Bu bildirim e bir yasa dem ek
öyleyse on u n büyük olasılıkla doğru b ir kısıtsız evrensel olduğundan
daha çoğunu söylemektir. Bir bildirime bir yasa dem ek ona belli bir işlev
atamak, ve dolayısıyla sonuçta ona dayanak olan kanıtın onun bütünsel
yüklemleme alanını oluşturm adığının varsayıldığmı söylemektir.
Bu gerektirim norm al olarak “yasa” olarak sınıflandırılmayacak ama
görünürde daha önce tartışılan gerektirimleri doyuracak belli bir yapay/
manufactured bildirim ler sınıfına “yasa” başlığını yadsımak için yeterli
görünür. ‘Dirimli bir insan retinasını ilk gören tüm insanlar eneıji sa
kinimi ilkesinin kurulm asına katkıda b u lu n u r’ bildirim ini irdeleyelim.
Varsayalım ki bildirim boşluklu olarak d o ğ ru değildir ve kısıtsız bir
evrenseldir, ve böylece ‘H erhangi bir x v e herh an g i b ir t için, eğer x
t zam anında dirim li bir insan retinasını gören insan ise ve hiç kimse
i ’den önceki herhangi bir zam anda dirim li bir insan retinası görmez
se, o zaman * eneıji sakinimi ilkesinin kurulm asına katkıda b u lu n u r’13
olarak çevrilebilir. Bilim tarihini anım sayan herkes hem dirim li bir
insan retinasını ilk gören, hem de sakınım ilkesinin bir kurucusu olan
H elm holtz’a gönderm eyi tanıyacaktır. Buna göre, yukarıdaki bildirim
doğrudur, ve önsav gereği kısıtsız evrensellik gerektirim ini doyurur.
Gene de, birçok insanın o n a bir yasa dem e konusunda gönülsüz ola
cağını kabul etm ek akıllıcadır. Bu tahm in edilen isteksizliğin nedeni
bildirimi doğrulam ak için hangi kanıtın gerekli olduğunu yokladığımız
zaman açığa çıkar. O n u n doğru olarak gösterm ek için H elm holtz’un
gerçekten de dirimli bir insan retinasını ilk gören insan olduğunu ve
sakınım ilkesinin kurulm asına katkıda b u lunduğunu gösterm ek yeter-
lidir. B ununla birlikte, eğer H elm holtz böyle bir kişi idiyse, o zaman,
d u rum un doğasına göre, mantıksal olarak yukarıdaki bildirim in önerti
tüm ceciğinde betim lenen koşulları doyuran b ir başka insan olamaz.
Kısaca, bu durum da bildirim in kabul edilmesine dayanak olan kanıtın
o n u n yüklem lem e alanı ile çakıştığını biliriz. Bildirim kanıtta kapsan
mayan herhangi birşeyi açıklamak ya da tahm in etm ek için yararsızdır,
ve öyleyse o n a bir doğa yasası konum u verilmez.
4. Değinilmesi gereken daha öte bir nokta vardır ki, genellikle yasalar
olarak belirtilen bildirimleri ilgilendirir; am a bu bağıntıda yasa-benzeri
bildirim lerin h er durum da doyurmak zorunda olduğu bir “gerektirim ”
gibi birşeyi form üle etm ek güçtür. Söz konusu nokta yasaların bilgimi
zin kütlesi içinde taşıdığı konum ile ve sık sık onlar karşısındaki bilişsel
tutum um uz ile bağlantılıdır.
Bir Fbildirim ine bir yasa denm esini sağlayan kanıt ya “doğrudan” ya
da “dolaylı” olarak ayırdedilebilir. (a) F ’nin yüklemleme alanı içerisine
düşen örneklerden oluşması gibi tanıdık bir anlam da “doğrudan” kanıt
olabilir, ki b u rad a tüm yoklanan ö rn ek ler Y tarafından yüklem lenen
özelliğe iyedir. Ö rneğin, bakır ısıtılınca genleşir yasası için doğrudan
lsH ans Reichenbach, Nomological Statements and Admissible Operations, Amsterdapı,
1954, s. 35.
kanıt ısıtılma üzerine genleşen bakır telin uzunlukları ile sağlanır, (b)
Y için kanıt iki anlam da “dolaylı” olabilir. O labilir ki Y yasası Y ı, Yi
vb. gibi başka yasalar ile birlikte d ah a genel b ir M yasasından (ya da
yasalarından) ortaklaşa türetilebilirdir, öyle ki b u başka yasalar için
doğrudan kanıt Fiçin (dolaylı) kanıt sayılır. Ö rneğin, yalın bir sarkacın
dönem i uzunluğunun kare kökü ile orantılıdır yasası, ve serbest düşme
deki bir cismin geçtiği uzaklık düşm e zam anının karesi ile orantılıdır
yasası bir arada Newton m ekaniğinin sayıltılarından türetilebilirdir. Bu
yasalardan birincisi için d o ğ ru d an doğrulayan kanıtı ikinci yasa için
doğrulayıcı kanıt olarak, ama ancak “dolaylı olarak” doğrulayıcı kanıt
olarak saymak gelenekseldir. B ununla birlikte, Y için kanıt F ’nin her
biri ayırdedici bir yüklem lem e alanı olan başka yasalara boyun eğmek
için ayrı özel sayıltılar ile birleşebilmesi ve böylece b u türevsel yasalar
için doğrudan kanıtın F için “dolaylı” kanıt sayılması gibi biraz değişik
bir anlam da “dolaylı” olabilir. Ö rneğin, Newton devim yasaları çeşitli
özel sayıltılar ile birleştirilince, K epler yasaları, b ir sarkacın dönem i
için yasa, serbest düşm edeki cisim ler için yasa, ve d ö n e n kütlelerin
şekillerini ilgilendiren yasalar tüm ü de çıkarsanabilir. Buna göre, bu
türevsel yasalar için doğrudan kanıt Newton yasaları için dolaylı kanıt
olarak hizm et eder.
Şimdi varsayalım ki, F için kanıtın bir bölüm ü doğrudan iken, Fiçin
dikkate değ er dolaylı kanıt da bulunuyor olsun (“dolaylı”nın h e r iki
anlam ında). Ama ayrıca varsayalım ki, F ’ye kimi görün ü rde kuraldışı-
lar ile de karşılaşılsın. G ene de, bu kuraldışılara karşın F ’yi terk etm ek
için çok isteksiz olabiliriz, ve bu en azından iki nedenle böyle olabilir.
İlk olarak, F için birleşik doğrudan ve dolaylı doğrulayıcı kanıt görü
nürde olumsuz kanıta ağır basabilir. İkinci olarak, başka yasalar ile ve
bu sonuncular için kanıt ile ilişkilerinden ötürü, Fyalnız başına dur
maz, am a yazgısı F ’nin ait olduğu yasalar dizgesinin yazgısını etkiler.
Sonuçta, F ’nin reddedilm esi bilgimizin belli bölüm lerinin ciddi bir
yeniden örgütlenm esini gerektirir. B ununla birlikte, böyle bir yeniden
örgütlem e yerine getirilebilir olmayabilir, çünkü geçici olarak şimdiye
kadarki yeterli dizgenin yerini alabilecek uygun bir dizge bulunamaya-
bilir; ve yeniden örgütlem eden belki de F ’ye g ö rünürde kuraldışıların
yeniden yorum lanm ası yoluyla kaçm ılabilir ve böylece bu sonuncular
herşeye karşın “gerçek” olmayan kuraldışılar olarak yorumlanır. O du
rum da, yasa için g ö rünürde olumsuz kanıta karşın, hem F h e m de ait
olduğu dizge “kurtarılabilir.” Bu nokta bir yasanın görünürdeki başa
rısızlığı bir deneyin yapılmasındaki dikkatsiz gözlemin ya da yetkinlik
yoksunluğunun sonucu olarak yorum landığı zam an örneklenir. Ama
daha etkileyici durum lar ile de örneklenebilir. Böylece eneıjinin saki
nimi yasası (ya da ilkesi) beta-ışmı bozulması üzerine sonuçları yadsma-
mayacak deneyler tarafından ciddi olarak zorlandı. Gene de, yasa terk
edilmedi, ve yasayı deney verileri ile uygunluk içine getirebilm ek için
yeni bir kendilik türünün (bir “nötrino” denilen) varoluşu kabul edildi.
Bu sayıltı için gerekçe sakınım yasasının reddedilm esinin fizik bilgimizin
büyük bir parçasını dizgesel tutarlığından yoksun bırakacak olmasıdır.
Öte yandan, quantum m ekaniğinde denklik sakinimi//;conservation of
parily yasası (ya da ilkesi) (ki örneğin belli etkileşim tiplerinde bir yöne
yönelik atom çekirdeklerinin karşıt yöne yönelik çekirdeklerin yaydığı
ile aynı yeğinlikte beta-parçacıklan yaydığını ileri sürer) yakınlarda red
dedilmiştir, üstelik başlangıçta yalnızca göreli olarak az sayıda deneyin
yasanın genel olarak işlemediğini belirtm iş olm asına karşın. Eneıji ve
denklik yasalarının yazgılarındaki bu belirgin ayrım bu sayıltılann verili
bir zam anda fiziksel bilgi dizgesinde doldurdukları değişik konum la
rın, ve o aşam ada önceki sayıltıyı terk etm ekten doğacak entellektüel
karışıklığın sonrakini reddetm ede im lenenden daha büyük olacağının
bir göstergesidir.
Daha genel olarak, çoğunlukla kanıt olarak yalnızca doğrudan kanıtı
kabul eden varsayımsal b ir yasayı o n a prima facie kuraldışılar keşfedi
lir keşfedilmez terk etm eye bütünüyle hazırızdır. G erçekten de, eğer
bir Y evrensel koşullusu için eldeki biricik kanıt d o ğrudan kanıt ise,
daha önce tartışılan çeşitli koşulları doyurm asına karşın ona bir “doğa
yasası” dem eye karşı sık sık güçlü b ir isteksizlik vardır. Eğer, F ’nin
‘Tüm A B ’d ir’ biçim ini taşıması sayıltısı üzerine, “önem li” sayılan kimi
bakım lard an A olan şeyleri an d ıra n A olm ayan şeylerin bir C sınıfı
varsa ve b u n a göre C ’nin kimi üyeleri B özelliğini taşırken gene de B
h e r d u ru m d a C ’nin üyelerini karakterize etm iyorsa, o zam an böyle
bir F ’ye b ir “yasa” demeyi red d etm e eğilimi daha yüksektir. Ö rneğin,
eldeki tüm kanıtın tüm kargaların siyah olduğu evrensel bildirim ini
doğrulam asına karşın bildirim için hiçbir dolaylı kanıt bulunm uyor
görünür. B ununla birlikte, bildirim bir “yasa” olarak kabul edilse bile,
bunu yapanlar eğer g ö rünürde bir karga olmasına karşın tüyleri beyaz
olan bir kuş b u lu n acak o lursa büyük olasılıkla yasayı yanlış olarak
red d e tm e d e ve etiketi geri çekm ede duraksam a gösterm eyecektir.
Dahası, tüy rengi genel olarak kuşların değişebilir bir karakteristiği
olarak bilinir; ve gerçekte yaşambilimsel olarak önem li bakım lardan
kargalara benzeyen am a siyah tüylerden bütünüyle yoksun olan kuş
türleri keşfedilmiştir. Buna göre, kargaların siyah rengini açıklamanın
terim lerini verebilecek bilinen yasaların yokluğunda, ve bu n a bağlı
olarak tüm kargalar siyahtır bildirim i için dolaylı kanıtın kapsamlı bir
türlülüğünün yokluğu ile, bu bildirim e karşı tutum um uz kendileri için
böyle dolaylı kanıtın bulunabildiği ve yasalar denilen bildirim lere karşı
olduğundan daha az kararlıdır.
G ö rü n ü rd e çelişkili k an ıt karşısında b ir evrensel koşulluyu terk
etmeye hazır olmamız açısından görülen bu tü r ayrımlar kimi zaman
yasaları bilimsel çıkarsam ada kullanış yollarımıza yansır. Bu noktaya
dek yasaların onlardan biçimsel m antığın kurallarına göre sonuçların
türetildiği öncüller olarak kullanıldığını kabul ettik. Ama bir yasa sağ
lam temelli olarak ve bilgimizin kütlesinde sağlam bir konum taşıyor
olarak görüldüğü zaman, yasanın kendisi onunla uyum içinde çıkarsama
lar yapılan görgül bir ilke olarak kullanılmaya başlayabilir. Ö ncüller ve
çıkarsama kuralları arasındaki bu ayrım öğesel tasımsal uslamlamadan
örneklendirilebilir. Verili bir a tel parçasının iyi bir elektriksel iletken
olduğu vargısı, biçimsel m antığın dictum de omni olarak bilinen kuralı
ile uyum içinde, a b akırdır ve tüm bakır iyi b ir elektriksel iletkendir
biçim indeki iki öncülden türetilebilir. B ununla birlikte, bu aynı vargı
a bakırdır biçim indeki tekil öncülden de elde edilebilir, eğer ‘x iyi bir
elektriksel iletkendir’ biçim indeki bir bildirim in ‘x bakırdır’ biçim in
deki bir bildirim den türetilebilir olduğu kuralını bir çıkarsama ilkesi
olarak kabul edersek.
G örünüşte, bu ayrım yalnızca teknik bir ayrımdır; ve salt biçimsel bir
duruş noktasından bir evrensel öncülü bir tüm dengelim li uslamlamayı
geçersiz kılmaksızın ortadan kaldırmak her zaman olanaklıdır, yeter ki o
öncülün yerine geçmek üzere uygun bir çıkarsama kuralı kabul edilsin.
Gene de, b u teknik m anevra genellikle kılgıda ancak evrensel öncül
yalnızca arada bir ona g ö rü n ü rd e kuraldışılar olduğu için terk etm e
ye hazır olmadığımız bir yasanın konum unu taşıdığı zaman kullanılır.
Çünkü böyle bir öncül bir çıkarsama kuralı ile değiştirilince, öncülde
kullanılan terimlerin kimilerinin anlamlarını dönüştürm enin yoluna gir
miş oluruz, öyle ki öncülün görgül içeriği dereceli olarak o terim lerin
anlamlarına soğrulur. Böylece, yukarıdaki örnekte, bakır iyi bir elektriksel
iletkendir bildirimi yüksek iletkenliğe iyeliğin bakır olm anın tanımlayıcı
özelliklerinden biri olmaması ve böylece bildirimi doğrulamak için gör
gül kanıtın gerekli olması anlam ında olgusal bir bildirim olarak kabul
edilir. Öte yandan, bildirim bir çıkarsama kuralı ile değiştirilince, elek
triksel iletkenlik bakırın az ya da çok “özsel” bir özelliği olarak alınma
eğilimine girer, öyle ki sonunda hiçbir şey iyi bir iletken olmadıkça bakır
olarak sınıflandırılmamaya başlayabilir. Daha önce belirtildiği gibi, bu
eğilim gerçek yasaların mantıksal zorunluk ilişkilerini anlattığı görüşünü
açıklamaya yardım eder. Ama her ne olursa olsun, bu eğilim sonuna dek
götürülünce, başka bakımlardan bakıra benzeyen kötü iletken bir tözün
keşfedilmesi tözlerin ‘bakır’ gibi terim ler ile bağlanan anlam larda karşı
lık düşen bir düzeltme ile yeniden bir sınıflandırmasını gerektirecektir.
Bu nedenledir ki görünürde görgül bir yasanın bir çıkarsama kuralına
dönüştürülmesi genellikle ancak yasanın çok iyi temellendirilmiş olduğu
ve böylece onu yerinden atmak için oldukça güçlü kanıtın gerekli oldu
ğu kabul edildiği zaman olur. Buna göre, bir evrensel koşulluya bir yasa
demek için görünürdeki negatif kanıtı bildirimi bilgimizin tümleyici bir
parçası olarak tutacak bir yolda yeniden yorum lam a eğilim inde olma
mız gerekm ese de, birçok bildirim b ir ölçüde onlara karşı böyle bir
tutum gösterdiğimiz için yasalar olarak sınıflandırılır.
IV. Olguya-Aykm Evrenseller
Böylece bildirimleri doğa yasalan olarak sınıflandırm ada ilgili görünen
başlıca d ö rt nokta vardır: (1) yasa-benzeri bildirim lerin biçim leri ile
ilgili sintaktik noktalar; (2) bildirim lerin bir açıklam alar dizgesindeki
başka bildirim ler ile mantıksal ilişkileri; (3) bilimsel araştırm ada yasa-
benzeri bildirim lere yüklenen işlevler; ve (4) bir bildirim e karşı eldeki
kanıtın doğası nedeniyle sergilenen bilişsel tutum lar. Bu noktalar bir
ölçüde örtüşür, çünkü örneğin bir bildirim in bir dizgedeki mantıksal
konum u o n u n için elde edilebilecek kanıt türü ile olduğu gibi araştır
m ada oynayabileceği rol ile de ilişkilidir. Dahası, bu noktalarda sözü
edilen koşullar bildirim lere “doğa yasası” etiketini eklem ek için yeterli
(ya da belki de kimi durum larda giderek zorunlu) olarak ileri sürülmez.
Hiç kuşkusuz yapay olarak bu koşullan doyuran am a genellikle yasalar
olarak adlandırılm ayacak bildirim ler yaratılabilir, tıpkı zaman zaman
bu koşullardan birini ya da daha çoğunu doyurmayı başaramayan ve
yasalar denilen bildirim lerin bulunabilm esi gibi. D aha önce belirtilen
n edenlerle, b u kaçınılmazdır, çünkü “doğa yasası”nın anlam ının bu
bulanık anlatım ın h e r kullanım ı ile anlaşm a içinde olacak sağın bir
açunlaması olanaksızdır. Buna karşın, bu koşulları doyuran bildirim ler
nom ik evrenselliğin H um eia özgü bir çözüm lemesinin eleştirm enleri
nin getirdiği karşıçıkışlardari kaçıyor görünür. Bu sav biraz savunmayı
gerektirir; ve olguya-aykırı koşulluların m antıksal k o n um una ilişkin
problem üzerine de birşeyler söylenmelidir.
N
1. Belki de n o m ik evrenselliğin H u m e ’a özgü çözüm lem esinin
yürürlükteki en' etkileyici eleştirisi defacto evrensellerin dilek kipinde
ki koşullulan destekleyemeyeceği uslamlamasıdır. Varsayalım ki hiçbir
zaman siyah olmayan bir karganın olmamış olduğunu, şimdi siyah ol
mayan hiçbir karganın olm adığını, ve h içbir zam an siyah olmayacak
bir karganın olmayacağını biliyor olalım. O zaman kısıtsız ilineksel B
evrenselini d oğru olarak ileri sürm ede aklanırız: ‘T üm kargalar siyah
tır.’ B ununla birlikte, B ’nin genellikle bir doğa yasası dediğim iz şeyi
anlatm adığı ileri sürülm üştür.14 Ç ünkü varsayalım ki gerçekte kutup
bölgelerinde hiçbir karga yaşamamış ya da yaşamayacak olsun. Ama,
dahası, k u tu p b ö lg elerin d e yaşam anın k argaların ren g in i etkileyip
14William Kneale, “Natural Laws and Contrary-to-Fact C onditionals,” Analysis, Vol.
10 (1950), s. 123. Krş. aynca William Kneale, Probability andInductiorı, Oxford, 1949,
s. 75. Nomolojik evrensellerin ve dilek kipinin olduğu gibi “olguya-aykın/conlrary-/o-
fa c t ” (ya da “karşı-olgusal/ conterfactual”) koşullulann yakınlardaki Anglo-Amerikan
tartışm asının çoğu için dürtüyü verenler Roderick M. Chisholm, “T he Contrary-to-
fact C onditional,” M ind, Vol. 55 (1946), ss. 289-307, ve Nelson G oodm an’dır, “T he
Problem o f Counter-factual Conditionals,” Journal o f Philosophy, Vol. 44 (1947), ss.
113-28; İkincinin yeniden basımı için, bkz. Nelson Goodm an, Fact, Fiction, and Forecafl,
Cambridge, Mass., 1955.
etkilem ediğini bilm ediğim izi varsayalım, öyle ki bildiğimiz kadarıyla
böyle bölgelere göç edebilecek kargaların soyu beyaz tüyler geliştire
bilir. Buna göre, B ’n in doğru olm asına karşın, b u doğruluk yalnızca
kutup bölgelerinde hiçbir karganın yaşamamış olması gibi bir “tarih
sel ilineğin” sonucu olabilir. Sonuçta, B ilineksel evrenseli eğer kutup
bölgelerinde yaşayanlar kargalar olsalardı siyah olurlardı biçim indeki
dilek kipi koşullusunu desteklem ez; ve b ir doğa yasası önsav gereği
böyle koşulluları desteklem ek zo runda olduğu için, B bir yasa sayıla
maz. Kısaca, kısıtsız evrensellik nom ik evrensellik ile dem ek istediğimiz
şeyi açımlamaz.
Ama uslam lam anın bu son noktayı doğrulayabilmesine karşın, bun
dan 5 ’nin indirgenem ez bir nom ik zorunluk anlatmayı başaramadığı
için bir doğa yasası olm adığı sonucu çıkmaz. Ç ünkü varsayılan doğ
ruluğuna karşın, B ’ye en az iki n edenle yasa konum u yadsınabilir ki,
b unlardan hiç birinin böyle zorunluk soruları ile bir ilgisi yoktur. İlk
olarak, B için k anıt ZJ’n in yüklem lem e alanı ile çakışabilir, öyle ki o
kanıt ile tanışık birine B yasalar olarak sınıflandırılan bildirim lerden
yerine getirm eleri beklenen işlevleri yerine getiremez, ikinci olarak, B
için kanıt önsav gereği mantıksal olarak B ’yi doğru olarak belirlemeye
yeterli olsa da, kanıt yalnızca doğrudan kanıt olabilir; ve yalnızca dolaylı
kanıt bulabilen bildirim lerin (öyle ki bildirim ler bilgi kütlemizde belli
bir mantıksal konum u doldurm alıdır) etiketi hak edebildiği zemininde,
B ’yi bir yasa olarak etiketlem ek yadsınabilir.
Ama bu bağlamda daha az ilgili olmayan bir başka nokta vardır. B ’nin
yukarıda değinilen dilek koşullusunu desteklemeyi başaramaması 5 ’nin
kendileri dilek koşullusunu kuşkulu kılan sayıltılann bir bağlamı içeri
sinde doğru olarak ileri sürülmesi olgusunun bir sonucudur. Ö rneğin,
B kutup bö lgelerinde h içbir karganın yaşamadığı bilgisi içinde ileri
sürülür. Ama daha önce kuşlar hakkında tüylerinin h e r kuş türü için
değişmez olm adığını bilebilecek denli bilgimizin olduğu belirtilmiştir.
Ve şimdi tüy renginin bağımlı olduğu tam etm enleri bilmiyor olmamı
za karşın, rengin hiç olmazsa b ir ölçüde kuşların kalıtımsal yapılarına
bağımlı olduğuna inanm ak için nedenlerim iz vardır; ve yine biliriz ki
bu yapı özel çevrelerde bulunabilecek belli etm enlerin bulunuşundan
etkilenebilir (örneğin yüksek-eneıji ışımaları). Buna göre, B alıntılanan
dilek koşullusunu desteklemez, ve b u n u n n edeni böyle herhangi bir ko
şulluyu desteklem eye yeteneksiz olması değil, am a elimizin altındaki
bütünsel bilginin (ve yalnızca B ’nin kendisi için kanıtın değil) bu tikel
koşulluyu aklamamasıdır. B ’nin eğer kutup bölgelerinde yaşayan her
hangi bir varlık X-ışını ışımasına uğram ayan bir karga olsaydı o karga
siyah olurdu biçim indeki dilek koşullusunu geçerli kıldığını varsaymak
usayatkın olabilir.
Öyleyse dikkat edilmesi gereken nokta B ’nin verili bir dilek koşullu
sunu destekleyip desteklem ediğinin yalnızca £ ’nin doğruluğuna değil,
am a iye olabileceğimiz başka bilgilere de—ve sonuçta bilimsel araştır
m anın du ru m u n a—bağım lı olduğudur. Bu noktayı daha açık olarak
görebilm ek için, tartışma altındaki eleştiriyi genellikle bir doğa yasası
sayılan bir bildirim e uygulayalım. Varsayalım ki (tüm-zamansal olarak)
birbirlerini aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak çekme
yen fiziksel n esn eler olm asın. O zam an B 'kısıtsız evrenselini doğru
olarak ileri sürm e hakkımız vardır: ‘T üm fiziksel cisimler birbirlerini
aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olarak çeker.’ Ama ayrıca
varsayalım ki evrenin boyudan sonludur, ve hiçbir fiziksel cisim diyelim
ki 50 trilyon ışık-yılından daha büyük bir uzaklık ile ayınlmış değildir. S '
eğer birbirinden 50 trilyon ışık-yılından daha büyük uzaklıklarda olan
fiziksel cisimler olsaydı bunlar birbirlerini aralarındaki uzaklığın karesi
ile ters orantı içinde çekerdi biçim indeki dilek koşullusunu destekler
mi? irdelem e altındaki uslamlamaya göre, yanıt büyük olasılıkla hayır
olmalıdır. Ama bu yanıt gerçekten usayatkın mıdır? Gerçekten de daha
öte sayıltılar yapılmadıkça, ister olum lu isterse olumsuz olsun hiçbir ya
nıtın olanaklı olm adığını söylemek daha usauygun değil midir? Çünkü
böyle ek sayıltıların yokluğunda, verilebilecek herhangi bir yanıt nasıl
bir çözüm e bağlanabilir? Ö te yandan, eğer böyle d ah a öte sayıltılar
yapılırsa—örneğin, eğer yerçekimi kuvvetinin evrenin bütünsel kütle
sinden bağımsız olduğunu varsayarsak— , doğru yanıtın olum lu yanıt
olabilmesi düşünülemeyecek'Birşey değildir.
Öyleyse, toparlarsak, tartışma altındaki eleştiri H u m e’a özgü nom ik
evrensellik çözüm lem esinin tem ellerini zayıflatmaz. B ununla birlikte,
eleştiri bir bildirim in genellikle belli b ir bilgi alanındaki açıklamalar
dizgesinde seçkin bir yeri doldurduğu için ve belli özgüllükleri doyuran
kanıt yoluyla desteklendiği için bir yasa olarak sınıflandınldığı biçimin
deki önem li noktayı daha d u ru bir ışık altına düşürür.
16M etinde kabul edilen konum a bağımsız olarak ulaşılmış olmasına karşın, şimdiki
formülasyonu şu kaynaklarda anlatılan görüşlere borçludur: H enry Hiz, “O n the In-
ferential Sense of Contrary-to-Fact Conditionals, "Journal ofPhilosophy, Vol. 48 (1951),
ss. 586-87; Julius R. W einberg, “Contrary-to-Fact Conditionals,” Journal ofPhilosophy,
Vol. 48 (1951), ss. 17-22; Roderick M. Chisholm, “Law Statem ents and Counterfactual
Inference,” Analysis, Vol. 15 (1955), ss. 97-105; v ejo h n C. Cooley, “Professor Goodman's
‘Fact, Fiction, and Forecast,’” Journal o f Philosophy, Vol. 54 (1957), ss. 293-311.
önesürüm tartışmalı bir önesürüm olmuştur, ve b u n u n nedeni yalnızca
o n u n tartışm asına katılanların değişik belirtik sayıltıları kabul etmiş
olması değil, am a ayrıca tartışm anın çoğunun hiç kimsenin tam olarak
aydınlığa çıkarmadığı örtük öncüller tem elinde yürütülm üş olmasıdır.
H er ne olursa olsun, bir karşı-olgusala yeterli tem el olabilecek sayıltı-
larda tam olarak nelerin kapsanm ası gerektiğini bildirecek genel bir
form ül oluşturm ak hiç kuşkusuz olanaklı değildir. Böyle bir form ülü
oluşturmak h er durum da başansız olm uştur; ve karşı-olgusallar proble
mini böyle bir form ülü oluşturm a problem i olarak görenler çözülemez
bir problem ile uğraşmaya yazgılanmıştır.
V. Nedensel Yasalar
Son olarak nedensel yasalar üzerine birşeyler söylenmelidir. ‘N e d e n /
cause’sözcüğüne eklenmiş olan anlam lar türlülüğünü—sözcüğün eski
tüzel çağrışımlarından, nedenlerin etker etm enler olarak popüler tasa
rımı yoluyla, değişmez işlevsel bağımlılık olarak daha sofistike m odern
ned en kavram larına dek—bölüm sel olarak bile olsa incelem e altına
almak tatsız ve anlamsız bir görev olacaktır. Terimin bu geniş kullanım
lar erimini taşıması olgusu onun için doğru ve ayrıcalıklı salt bir açımla
m anın olması olanağını doğrudan doğruya dışlar. Gene de birçok bilim
alanında olduğu gibi sıradan söylemde de sözcüğe bağlanmış oldukça
belirli bir anlam ı tanım ak hem olanaklı hem de yararlı olabilir, ve bu
girişim bu bakış açısından açıklam alarda öncüller olarak hizm et eden
yasaların kaba bir sınıflandırm asını elde etm e gibi b ir am açla yerine
getirilebilir. Ö te yandan, sözcüğün bir anlam ında n ed en kavramı bir
araştırm a alanında önem li bir rol oynadığı için, kavramın tüm başka
alanlarda da vazgeçilmez olduğunu sanm ak yanlış olacaktır— tıpkı bu
kavram bilimin belli alanlarında yararsız olduğu için onun bilimsel ince
lem enin başka bölüm lerinde geçerli bir ro lü n ü n olamayacağını ileri
sürm enin de bir yanılgı olması gibi.
‘N eden’in tanımayı istediğimiz anlam ı şu örnek ile anlatılır. Bir hid
rojen ve oksijen gazları karışımı içinden bir elektrik kıvılcımı geçirilir;
kıvılcımın geçişini izleyen patlamaya gazların yitişi ve su buharının yo
ğunlaşması eşlik eder. Bu deneyde gazların yitişine ve suyun oluşum una
genellikle kıvılcımın neden olduğu etkiler denir. Dahası, böyle deneyler
üzerine dayandırılan genellem elere (örneğin, ‘Ne zaman kıvılcım bir
hidrojen ve oksijen gazlan karışımının içinden geçse gazlar yiter ve su
oluşur’) bir “nedensel yasa” denir.
Yasaya nedensel bir yasa denm esinin görünürde nedeni sözü edilen
olaylar arasında form üle ettiği ilişkinin dört koşulu doyurduğunun ka
bul edilmesidir. İlk olarak, ilişki ne zaman ileri sürülen neden yer alsa
ileri sürülen etkinin yer alması anlam ında değişmez ya da biçimdeş bir
ilişkidir. Dahası, ned en in etkinin yer alması için hem zorunlu hem de
yeterli bir koşul oluşturm ası biçim indeki sıradan ö rtü k sayıltı vardır.
B ununla birlikte, gerçekte gündelik sorunlarda görülen neden yükle
melerin çoğu gibi, sözü edilen nedensel yasaların da çoğu sık sık etkinin
yer alması için yeterli koşullan bildirmez. Böylece sık sık bir kibriti çak
m anın on u n alev almasının nedeni olduğunu söyleriz, ve örtük olarak
etkinin onlarsız yer almayacağı başka koşullann da (örneğin oksijenin
bulunması, kuru bir kibrit) bulunduğunu varsayara. Sık sık neden olarak
seçilen olay norm al olarak etkinin yer alması için yeterli koşullar kümesi
ni tamamlayan bir olaydır, ve bu ise çeşidi nedenlerden ötürü “önem li”
olarak görülür, ikinci olarak, kıvılcımın ve suyun oluşum unun yaklaşık
olarak aynı uzaysal bölgede yer alması anlam ında, ilişki uzaysal olarak
bitişik olaylar arasında işler. Buna göre, birbirinden uzaysal olarak uzak
olayların nedensel olarak ilişkili olduğu ileri sürüldüğü zaman, örtük
olarak bu olayların yalnızca bir neden-ve-etki olaylar zincirindeki uçlar
olduklan kabul edilir ki, burada bağlanan olaylar uzaysal olarak bitişiktir.
Üçüncü olarak, neden olduğu söylenen olayın etkiyi öncelemesi ve aynca
etki ile “sürekli” olması anlamında, ilişkinin zamansal bir karakteri vardır.
Sonuçta, zamansal bir aralık ile aynlan olaylann nedensel olarak ilişkili
oldukları söylendiği zaman, ayrıca zamansal olarak bitişik ve nedensel
oTarak ilişkili olaylann bir dizisi ile bağlandıklan da varsayılır. Ve son
olarak, kıvılcımın gazların' karışımı içinden geçişinin onların b u h ara
dönüşm elerinin nedeni olması, ama suyun oluşum unun kıvılcımın ge
çişinin nedeni olmaması anlam ında, ilişki asimetriktir.
Bu neden kavramını bildirm enin terim lerini belirleyen düşünceler
sık sık bulanık_olmakla eleştirilmiştir; ve özellikle sıradan sağ-duyunun
uzaysal ve zamansal süreklilik kavram larına karşı bunların bir karışık
lıklar yuvası kapsamaları zem ininde çarpıcı karşıçıkışlar getirilmiştir.
Dahası, m atem atiksel fizik gibi ileri bilim lerin kim ilerinde bu kavra
m ın bütünüyle gereksiz olduğu hiç kuşkusuz doğrudur; ve giderek az
önce sözü edilen dört koşulun gerçekte bu neden kavramının bildirilen
örneklerinde (yukandaki örnek gibi) yerine getirilip getirilmediği bile
örnekler m o d em fiziksel kuram lann terim lerinde çözümlendiği zaman
tartışma götürür. B ununla birlikte, bu n eden kavramı kuramsal fiziğin
am açlan için ne denli yetersiz olursa olsun, başka birçok araştırm a da
lında bir rol oynamayı sürdürmektedir. Bu kullandığımız dilde sıkı sıkıya
yerleşmiş bir kavramdır, ve giderek uygun araçlardan yararlanma yoluyla
çeşitli sonuçlar elde etm ek için lab o ratu ard a olduğu gibi uygulayım
alanında da soyut fiziksel kuram lar kullanılırken durum budur. Gerçek
ten de, kimi şeyler başka şeylerin elde edilmesi için kullanılabilirken,
ve b u nun tersi doğru değilken, o nedensel dil birçok olayın ilişkilerini
betim lem enin geçerli ve uygun bir yoludur.
Ö te yandan, tüm doğa yasalan neden terim inin belirtilen anlam ında
nedensel değildir. Çeşidi bilimlerde açıklayıcı öncüller olarak kullanılan
yasa tiplerinin bir gözden geçirilmesi b u n u açığa çıkaracaktır.
1. Daha önce belirtildiği gibi, “doğal türler” ya da “tözler” vardır sayıl-
tısmda temel ve yaygın bir yasa tipi imlenir. Bir “belirlenebilir/rfe/emm-
able” ile bir dizi özgül ya da “belirli” biçimi olan renk ya da yoğunluk
gibi bir özelliği anlayalım. Böylece belirlenebilir rengin belirli biçimleri
arasında kırmızı, mavi, yeşil, sarı vb. vardır; belirlenebilir yoğunluğun
belirli biçimleri arasında 0,06 büyüklüğü ile yoğunluk (belli bir standart
yolda ölçüldüğü zam an), 2 büyüklüğü ile yoğunluk, 12 büyüklüğü ile
yoğunluk vb. bulunur. Verili bir belirlenebilirin belirli biçimleri böyle
ce özelliklerin bir tü r “ilişkili ailesini” oluşturur, öyle ki belirlenebilir
özelliğin anlamlı olarak yüklenebildiği h er bir birey, mantıksal zorunluk
gereği, belirlenebilirin belirli biçim lerinden yalnızca ve yalnızca birini
taşımalıdır.17 irdelem e altındaki tipten bir yasa (örneğin, ‘Bir kaya tuzu
tözü vardır’) o zaman çeşitli türlerden nesnelerin olduğunu ileri sürer,
öyle bir yolda ki verili bir tü rü n h e r bir nesnesi belirlenebilir özellik
lerin bir küm esinin belirli biçim leri ile karakterize edilir, ve öyle bir
yolda ki değişik türlere ait olan n esneler ortak b ir belirlenebilirin en
az bir (am a genellikle b ird e n çok) belirli biçim in d e ayrı olacaktır.
Ö rneğin, verili bir a nesnesinin b ir kaya tuzu o ld uğunu söylemek bir
belirlenebilir özellikler (kristal yapı, renk, ergim e noktası, sertlik vb.)
küm esinin o lduğunu söylemektir, öyle ki ölçün koşullar altında a bu
belirleneb ilirlerin h e r b irin in belirli b ir biçim ini taşır ( a ’n ın kübik
kristalleri vardır, renksizdir, 2,163 yoğunluğundadır, 804° C gibi bir er
gime noktası vardır, sertlik derecesi Mohl ölçeğinde 2’dir, vb.). Dahası,
a ayn bir türe ait bir nesneden, örneğin talktan, bu belirlenebilirlerin
en az bir (ve gerçekte büyük bir sayıda) belirli biçim inde ayrılır. Buna
göre, bu tip yasalar belli bir tü rd en olan h er nesnede belirli özellikle
rin değişen bir birlikteliği olduğunu ileri sürer. B ununla birlikte, bu
tip yasaların nedensel yasalar olmadığı açığa çıkacaktır—örneğin kaya
tuzunun y oğunluğunun o n u n sertlik derecesini öncelediğini (ya da
izlediğini) ileri sürmezler.
b. ikinci bir alt-tip bir büyüklüğün zaman ile hangi tarzda değiştiğini,
ve daha genel olarak bir büyüklükte b ir zaman birim indeki bir deği
şimin başka büyüklükler ile (her zam an olmasa da kimi durum larda
zamansal süreler ile) nasıl ilişkili olduğunu ileri süren sayısal yasalardan
oluşur. Galileo’nun boşlukta serbest düşm ede olan cisimler için yasası
böyle bir yasanın bir örneğidir. Bu yasa serbest düşm edeki bir cismin
geçtiği d uzaklığının g l- /2’ye eşit olduğunu söyler, ki burada g değiş
mez ve t düşm enin süresidir. Galileo’n un yasasını bildirm enin eşdeğer
bir yolu serbest düşm edeki bir cismin bir zaman birim inde uzaklıktaki
değişiminin gl değerine eşit olduğunu söylemektir. Bu formülasyonda,
açıktır ki bir büyüklükteki değişimin zam an-oranı zamansal bir aralık
ile ilişkilidir. Bu alt-tipe ait bir başka yasa örneği bir yalın sarkacın çe
külünün devim inin yolu boyunca hızı için saptanan yasadır. Yasa der
ki, eğer vo çekülün devim inin en alt noktasındaki hızı, h çekülün bu
noktadan geçen yatay çizginin yukarısındaki yüksekliği, ve k bir değiş
mez ise, o zaman deviminin yayı boyunca çekülün herhangi bir noktada
v2 = vq2- kh2 olacağı bir yolda bir v hızı vardır. Ve v hızı birim zaman
da uzaklıktaki değişim olduğu için, yasa böylece d er ki çekülün birim
zamandaki yolu boyunca uzaklıktaki değişimi salınım ve yüksekliğinin
en alt noktasındaki hızının belli bir m atem atiksel fonksiyonudur. Bu
d u rum da, tek b ir büyüklükteki değişim in zam an-oram zam anın bir
fonksiyonu olarak verili değildir. Bu alt-tipe ait yasalara sık sık “dina
mik yasalar” denir, çünkü zamansal bir sürecin yapısını formüle ederler
ve genellikle irdelem e altındaki dizge üzerinde bir “kuvvetin” etkide
bu lu n d u ğ u sayıltısı üzerine açıklanırlar. Böyle yasalar zam an zam an
nedensel yasalara benzeştirilir, gerçi gerçekte daha önce bu kesimde
ayırdedilen özgül anlam da nedensel olmasalar da. Çünkü yasada sözü
edilen değişkenler arasındaki bağımlılık ilişkisi simetriktir, öyle ki diz
genin verili bir zamandaki bir d urum u sonraki bir durum yoluyla tam
olarak önceki bir durum yoluyla olduğu gibi belirlenir. Böylece, eğer
verili bir kıpıda yalın bir sarkacın çekülünün hızını bilirsek, o zaman
dizgeye hiçbir dışsal karışmanın olmaması durum unda, yukarıdaki yasa
bize veril i kıpıdan ister daha önce isterse daha sonra olsun başka her
hangi bir zam andaki hızı hesaplam a olanağını verir.
5
de karşılaşılan şeylerin ve olayların gözleminin neden olduğu
p roblem lerden alır; bu gözlem lenebilir şeyleri onlarda diz
gesel b ir düzen keşfederek anlamayı am açlar; ve açıklam a
ve tahm in için araçlar olarak hizm et ed en yasalar için son
sınaması onların böyle gözlem ler ile anlaşmasıdır. G erçekten de, b
lim lerdeki birçok yasa şeyler arasındaki ya da şeylerin genellikle ister
yardım almayan duyular ile isterse özel gözlem aletlerinin yardımı ile
olsun kendileri gözlem lenebilir olduğu söylenen özellikleri arasındaki
ilişkileri form üle eder. Açık bir kaptaki suyun ısıtılınca sonunda buhar
laşması bu tü rd en bir yasadır; ve kurşunun 327° C’de ergimesi yasası
ve ayrıca bir sarkacın dönem inin uzunluğunun kare kökü ile orantılı
olması yasası da bu türdendir.
B ununla birlikte, tüm bilimsel yasalar bu tü rd e n değildir. Tersine,
fiziksel bilim lerin çok etkileyici olarak kapsamlı açıklama dizgelerinin
kim ilerinde kullanılan birçok yasa ne yazık ki genellikle “gözlem lene
bilir” olarak karakterize edilecek sorunlara ilişkin değildir, üstelik “göz
lem lenebilir” sözcüğü önceki paragrafın örn ek lerin d e olduğu kadar
geniş olarak kullanılsa bile. Böylece, ısınan suyun buharlaşması suyun
moleküler yapısına ilişkin sayıltılann terim lerinde açıklandığı zaman, bu
son türden yasalar açıklayıcı öncüller arasında görünür. Bu sayıltılar için
iyi gözlem lenebilir kanıtımızın olabilm esine karşın, ne m oleküller ne
de bunların devimleri örneğin kaynayan suyun ya da ergiyen kurşunun
sıcaklığının gözlenebilir olduğunun söylendiği anlam da gözlemlenebil-
me yeteneğindedir.
Tam şimdi belirtilen yasalar arasındaki primafacie ayrımı birinci tür
den olanlara “deneysel yasalar” ve ikinci türden olanlara “kuramsal ya
salar” (ya da yalnızca “kuram lar”) diyerek vaftiz edelim. Bu terminolojik
93
ek koşul ve o n u n altında duran ayrım ile uyum içinde, sıcaklığı değiş
mez olan bir ideal gazın basıncının hacm i ile ters orantılı olarak değiş
mesi yasası, su oluşturm ak için hidrojen ile bileşen oksijenin ağırlığının
(yaklaşık olarak) hidrojenin ağırlığının sekiz katı olması yasası, ve mavi
gözlü insan ebeveynlerin çocuklarının mavi gözlü olması yasası, tüm ü
de deneysel yasalar olarak sınıflandırılır. Ö te yandan, değişik kimyasal
elem entlerin kimyasal dönüşüm lerde bölünm em iş kalan değişik atom
türlerinden oluştuğunu ileri süren sayıltılar kümesi, ve krom ozom ların
örgenliklerin genetik özellikleri ile bağlantılı olan değişik gen türlerin
den oluştuğunu ileri süren sayıltılar kütlesi, tüm ü de kuram lar olarak
adlandırılır.1
Bu etiketler yanıltıcı çağrışım lardan özgür değildir. B ununla birlik
te, term inoloji yasa türleri arasında am açlanan ayrımları karakterize
etm ek için literatü rd e sıkı sıkıya yerleşmiştir; ve h e r ne olursa olsun
elimizde daha iyi etiketler yoktur. İki kısa anımsatma bu etiketleri yanlış
yorumlamayı önlem eye yardım edebilir. Bir bildirim (örneğin, ‘Tüm
balinalar yavrularını em zirir’) bir deneysel yasa olarak sınıflandırıldığı
zaman, yasanın laboratuar deneyleri üzerine dayandığını ya da yasanın
henüz hiçbir açıklaması olmayan bir yasa olduğunu ileri sürüyor olarak
yorumlanmayacaktır. “Deneysel yasa” başlığı yalnızca böyle karakterize
edilen bir bildirim in “gözlem lenebilir”in yukarıdaki örneklerin belirt
tiği açıkça gevşek anlam ında gözlem lenebilir olan şeyler (ya da şeyle
rin özellikleri) arasındaki bir ilişkiyi form üle ettiğini, ve yasanın onda
sözü edilen şeylerin denetim li gözlemi yoluyla geçerli kılınabileceğini
(üstelik yalnızca bir “olasılık derecesi” ile de olsa) imler. Yine, sıvıların
m oleküler yapışma ilişkin sayıltılar kümesine bir kuram dendiği zaman,
bu o sayıltılann .bütünüyle kurgul olduğunu ve herhangi bir inandırıcı
kanıt ile desteklenm ediğini ileri sürüyor olarak anlaşılmayacaktır. Bu
nitelem e ile am açlanan şey yalnızca o sayıltılann ‘m olekül’ gibi açıkça
gözlemlenebilir (daha önce değinilen anlam da) hiçbirşeyi belirtmeyen
terimleri kullandığı, ve sayıltılann böyle terim lerin açıkça gönderm ede
bulunduğu şeylerin deneyleri ya da gözlem leri yoluyla doğrulanam a-
yacaklarıdır.
Gene de, deneysel yasalar ve kuram lar arasındaki ayrımın sık sık ge
tirilm esine ve o n u sergilem ek için kullanılan ö rneklerin kim ilerinin
ışığında en azından başlangıçta usayatkın olarak görünm esine karşın,
ayrım göz ardı edilem eyecek denli önem li problem ler yaratır. Başlan
gıçtaki usayatkınlığı kabul edildiğinde, aynm sağlam bir biçimde iki tür
bilimsel yasa arasındaki açıkça tanınabilir aynm lar üzerine mi temelle
nir? Dahası, ayrım için tartışm a götürm ez bir tem el belirlenebilse bile,
'Bu bölüm ağırlıklı olarak N orm an R. C am pbell’in Physics, the Elements, başlıklı
çalışmasındaki tartışm a üzerine, özellikle 6 ’ncı Bölüm üzerine dayanır, Cambridge,
İngiltere, 1920, C am pbell’in bitirilm em iş incelem esi genellikle hayranlık verici çöy
züm lem elerin çok büyük öncelikle hak ettikleri kabulü görmemiştir.
ayrım zaman zaman ileri sürüldüğü denli keskin midir, yoksa yalnızca
bir derece ayrımı mıdır? H er ne olursa olsun, ve “kuram lar” denilen o
sayıltıların öncülleri “deneysel yasalar” olarak karakterize edilen dizge
lerden çok daha kapsamlı açıklayıcı ve tahm in edici dizgeler verdiğinin
güçlükle yadsınabildiğim kabul ederek, kuram lar bu ayrımı açıklaya
cak hangi ayırdedici özellikleri taşır? Bunlar bu bölüm ün kendilerine
ayrıldığı sorulardır.
’Krş. Hans Reichenbach, Philosophie derRaum-ZeilI^ehre, Berlin, 1928, ss. 23vs., ve The
R ise o f ScientijicPhilosophy, Berkeley, Calif., 1951, Chap. 8; P. W. Bridgnnn, T heL ogicof
M odem Physics, New York, 1927, Chap. 1, ve Rejlections o f a Physicist, New York, 1950,
Chap. 1; Rudolf Camap, Foundalions o f Logic and Mathematics, International Encyclopedia
ofU nified Science, Vol. I, No. 3, Chicago, 1955, Chap. 3; H enry M argenau, T heN alure
o f Physical Reality, NewYork, 1950, ss. 60vs.; F. S. C. N orthrop, The Logic o f the Sciences
a nd the H um anities, NevvYork, 1947, Chap. 7.
E ddington’ın Einstein’ın genel görelilik kuram ının tüm kavramları döngüsel olarak
birbirinin terim lerinde tanım lanan kendi içinde kapsanmış bir "kapalı dizge" olduğu
savı onun kuram lan ve deneysel yasalan ayırdetm edeki genel başarısızlığı nedeniyle,
ve eğer bir kuram yalnızca biçimsel b ir im lem değil ama ayrıca deneysel içerik için
bir ilgi de taşıyacaksa böyle bağlantılar için gereksinim i biraz şövalyece kabul edişi
nedeniyle zayıflatılır. Eddington bu gereksinimi “bilince" kuram ve onun içeriği arasın
daki değm e noktası olarak gönderm ede bulunm asında kabul eder. Bununla birlikte,
bu gönderm e yanıltıcıdır, çünkü kuramsal kavram lann bağlı olduğu şey “bilinçteki”
herhangi birşey değil, am a nesnel içeriğin deneysel olarak tanınabilir olan karakte
ristikleridir. Bkz. A. S. E ddington, “T he Dom ain o f Natural Science,” Science, Religion
a nd Reality ’de (yay. haz. Joseph N eedham ), L ondra, 1925, ss 203vs., ve The Nature o f
the Physical World, NevvYork, 1928, Chap. 12.
birinde olmak üzere daha küçük kütleler ile yaklaşık olarak eliptik yö
rüngelerde devinen bir dizi negatif olarak yüklü elektrondan oluşan
atom lar vardır. Çekirdek çevresinde dönen elektronların sayısı kimyasal
elem entlere göre değişir. Kuram bundan başka elektronlar için izin veri
lebilir yörüngelerin yalnızca kesikli/rfiscretebir küm esinin olduğunu, ve
yörüngelerin çaplarının h2n 2 ile orantılı olduğunu varsayar ki, burada h
Planck değişmezi (Max Planck’ın ışınım kuram ında konutlanan bölün
mez eneıji nicesinin değeri) ve n bir tamsayıdır. Dahası, bir yörüngedeki
bir elektronun elektrom anyetik eneıjisi yörüngenin çapm a bağımlıdır.
B ununla birlikte, elektron tek b ir yörüngede kaldığı sürece, enerjisi
değişm ezdir ve atom h içbir ışıma yaymaz. Ö te yandan, bir elektron
daha yüksek bir eneıji düzeyli bir yörüngeden daha düşük eneıji düzeyli
bir yörüngeye “sıçrayabilir”; ve bunu yaptığı zaman, atom bir elektro
manyetik ışıma yayar ki, b u n u n dalga boyu bu eneıji ayrımlarının bir
fonksiyonudur. B ohr’u n kuram ı Planck’ın quantum/nice hipotezinin ve
klasik elektrom anyetik kuram dan ödünç alm an düşüncelerin eklektik
bir kaynaşmasıdır; ve şimdi yerini daha doyurucu bir kuram almıştır.
Buna karşın, kuram izgeölçüm ün bir dizi deneysel yasasını açıklamada
başarılı oldu ve bir süre için yeni yasaların keşfedilmesine verimli olarak
kılavuzluk etti.
Ama B ohr kuram ı lab o ratu ard a gözlem lenebilecek olan şeyler ile
ilişki içine nasıl getirilir? İlk bakışta elektronlar, yörüngelerde dönm e
leri, yörüngeden yörüngeye sıçramaları, ve benzerleri, tüm ü de açık
ça gözlem lenebilir herhangi birşey için geçerli olmayan tasarımlardır.
Buna göre böyle k u ra m sal kavramlar ve laboratuar yordam ları yoluyla
tanınabilecek olan şeyler arasına bağıntılar getirilm elidir. G erçekte,
bu tür bağıntılar aşağı yukarı şu yolda kurulur. Işığın elektrom anyetik
kuram ı tem elinde, bîr elem entin izgesindeki bir çizgi, kuram ın sayıltı-
lan n a göre boyu izge çizgisinin konum u üzerine deneysel verilerden
hesaplanabilecek bir elektrom anyetik dalga ile bağıntılamr. Ö te yan
dan, B ohr kuram ı b ir atom un yaydığı b ir ışık ışınının dalga boyunu
bir elektronun izin verilebilir yörüngelerinin birinden böyle bir başka
yörüngeye sıçraması ile bağlar. Sonuçta, bir elektron sıçramasına ilişkin
kuramsal kavram bir izge çizgisine ilişkin deneysel kavram ile bağlanır. Bir
kez bu ve buna benzer daha başka karşılık-düşmeler getirilir getirilmez,
bir elem entin izgesinde yer alan çizgiler dizisini ilgilendiren deneysel
yasalar elektronların izin verilebilir yörüngelerinden geçişlerine ilişkin
kuramsal sayıltılardan çıkarsanabilir.
5Kuramsal fiziğin dilinin deneysel yordam ların form üle edilm esinde kullanılan
dile anlam da eşdeğer olm adığını gözden kaçırm ak kafa karışıklıklarının yaygın bir
kaynağıdır. Eddingtori’ın bu noktayı görmeyi başaramaması ona kitabını yazmak için
otu rd u ğ u z am an 'ö n ü n d e d u rd u ğ u ileri sürülen iki m asadan hangisinin “gerçek”
masa olduğu sorusunu sorm a olanağını verdi— h e r günkü deneyim in tözsel ve sıra
dan masası mı, yoksa bilimin çoğunlukla boşluk olan ve ortada büyük hız ile devinen
seyrek dağılımlı elektrik yüklerinden oluşan masası mı? (A. S. E ddington, TheNature
o f thePhysical World, NewYork, 1928, ss. ix vs.) B ununla birlikte, gerçekte Eddington
hiçbir biçimde iki masa karşısında değildi. Çünkü “masa” sözcüğü elektron kuramının
dilinde yer almayan deneysel bir düşünceyi imler; ve “elektron” sözcüğü gözlemleri ve
deneyleri formüle etm ede kullanılan dilde tanımlanmış olmayan kuramsal bir kavramı
imler. İki dilin belli buluşm a noktalarında eşgüdüm lü kılınabilmesine karşın, kendi
aralannda çevrilebilir olmaları söz konusu değildir. Böyle tek bir masa olduğuna göre,
bu onurlandırıcı san ile ne anlaşılırsa anlaşılsın hangisinin “gerçek” masa olduğu gibi
bir sorun yoktur. E ddington’ın bilim felsefesinin kapsamlı ve sağın bir eleştirisi için,
bkz. L. Susan Stebbing, Philosophy a n d the Physicists, Londra, 1937.
6M atematiksel fiziğin kuram sal terim lerinde form üle edilen ışıma yasasına göre
F hc' { 1 1
x X5 U “ / m - ı J
ki burada E k terim i X dalga uzunluğu ile ışımanın eneıjisi, h Planck değişmezi, c ışık
hızı, T saltık sıcaklık, ve k Boltzmann değişmezidir (gazların kinetik kuram ının denk
lem inde bir gazın saltık sıcaklığını ve m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisini i I r
kilendiren bir oranülılık değişmezi).
değişmeleri ile de eşgüdüm lü kılınabilir. Buna göre, verili bir kuramsal
kavramın iki ya da daha çok deneysel düşünceye karşılık düşmesi (üs
telik belki de değişik vesilelerde ve değişik problem lerin bağlam ında
olsa bile) durum larında kuramsal kavramın iki deneysel kavramın her
biri tarafından sıra ile belirdk olarak tanım landığını ileri sürmek saçma
olacaktır.
Kuramsal ve deneysel kavramlar arasında benzersiz karşılık-düşmenin
bu yokluğu daha öte yorum u ve örneklemeyi hak eder. Bilimlerde (dış
layıcı olarak olm asa da özel olarak m atem atiksel fizikte) kuram ların
genel olarak büyük b ir dikkat ile form üle edilm esi ve kuram sal kav
ram ların birbirleri ile ilişkilerinin (kavram lar ister dizgedeki ilkeller
olsun istese ilkellerin terim lerinde tanım lansın) büyük bir sağınlık ile
bildirilmesi tanıdık bir olgudur. Böyle kaygı ve sağınlık eğer kuramsal
sayıltılann tüm dengelim li sonuçları tam olarak araştırılacaksa özseldir.
Öte yandan kuramsal düşünceleri deneysel düşünceler ile bağmtılamak
için karşılık-düşme kuralları genellikle hiçbir belirtik fomülasyon ka
zanmaz; ve uygulamada eşgüdüm lem eler karşılaştırmalı olarak gevşek
ve sağınlıktan yoksundur.
Birkaç örnek bu genel gözlem lerin am acını açığa çıkaracaktır. Geo
m etrinin m o d ern belitleştirilm esinde (örneğin A lm an m atem atikçi
David H ilbert’in yaptığı belitleştirmede olduğu gibi) bir dizi ilkel terim
(örneğin ‘no k ta,’ ‘çizgi,’ ‘düzlem ,’ ‘çakışm a’) ö rtü k olarak dizgenin
konuüam alan ile tanımlanır; ve ek terim ler (örneğin ‘daire,’ ‘küp’) be
lirtik olarak ilkel terim lerin yardımı ile tanımlanır. Belitsel geom etrinin
içerisinde öyleyse dizgenin kuram sal kavramları arasında sağın olarak
bildirilen ilişkiler vardır. B ununla birlikte, geom etrik kalkülüs görgül
araştırm anın belli b ir alanında kullanılmaya başladığı zaman, bu kav
ram ların deneysel d ü şünceler ile eşgüdüm ü genellikle sağın olmak
tan uzaktır. Ö rneğin görgül araştırm anın bağlam ında kullanıldığı gibi
‘düzlem ’ sözcüğü sağın olarak tanım lanm ış b ir terim değildir. H angi
yüzeylerin düzlem ler olarak kabul edileceği kimi zam an cisimleri bir
birine bitiştirilince so n u n d a yüzeylerinin uygun olarak çakışacakları
bir yolda zım paralam ak için getirilen kurallara göre belirlenir; kimi
zaman yalnızca çıplak gözün kullanılması üzerine dayandırılan algısal
yargıları içeren kurallara göre; ve kimi zaman karışık optik aletlerin
kullanım ını g erektiren kurallara göre. Kuramsal düzlem kavramı ve
deneysel düzlem kavramı arasındaki karşılık-düşme böylece ne ben
zersiz ne de sağındır. B enzer olarak, iki nokta arasındaki kuram sal
uzaklığın h e r zam an benzersiz b ir sayı olm asına karşın (ki gerçekte
“oransız” denilen bir sayı olabilir), iki edimsel cisim arasında ölçülen
uzaklık hem en hem en h e r zaman belli bir aralığa düşen büyüklüklerin
bir erimidir.
Yine bu bakış açısından, am a d ah a yakından olm ak üzere, elektro
m anyetik ışık kuram ındaki dalga boyu kavram ına ve bir izge çizgisi
nin deneysel kavram ına bakalım. Yüzeysel b ir incelem e bile karşılık-
d ü şm e n in benzersiz o lm ad ığ ın ı gösterir. Ç ü n k ü izge çizgilerinin
tüm ünün de sonlu bir genişliği vardır, ve optik aletlerin çözündürm e
güçleri sınırlıdır. Buna göre, deneysel olarak bir izge çizgisi olarak sap
tanan şey benzersiz bir dalga boyuna değil, am a bulanık olarak sınırlı
bir dalga boylan erimine karşılık düşer. Ve evrik olarak, kuramsal olarak
tek-renkli bir ışık ışını (örneğin tüm ü de aynı dalga boyundaki ışınlar
dan oluşan ışımanın bir ışını) uygulamada ayırdedilebilir bir genişlikleri
olan ve öyleyse, kuram ın duruş noktasından, çok-renkli ışımanın üret
tiği deneysel olarak belirlenebilir izge çizgileri ile eşgüdüm lü kılınır.
Bu örneklerden çıkan genel sonuç, kuramsal kavram lann yüksek bir
sağınlık derecesi ile anlatım kazanabilm esine karşın, karşılık-düşme
k u ralların ın o n ları çok d ah a az kesin olan deneysel d ü şü n celer ile
eşgüdüm lü kıldığıdır. Böyle karşılık-düşmeyi kuşatan belirsizlik kaçı
nılmazdır, çünkü deneysel düşünceler kuram sal kavram ların taşıdığı
keskin hatları taşımaz. Kuramsal ve deneysel düşünceler arasında bir
karşılık-düşme elde etm ek için kuralları (ya da alışkanlıkları) büyük
sağınlık ile form üle etm enin olanaklı olm am asının n edeni budur.
Öyleyse, eğer karşılık-düşme kurallannın hangi biçimsel kalıbı sergile
diğini sorarsak açık bir yanıt vermek güçtür. Kimi durum larda, kurallar
deneysel bir durum u kuramsal dilde betim lem ek için zorunlu ve yeterli
koşulları bildiriyor görünür. Böylece, eğer ‘K ’kuramsal bir yüklem ve
‘D ’deneysel bir yüklem ise, kurallar ‘x ancak ve ancak y D ise TTdir’ bi
çimini taşıyabilir. Bu bir elektron sıçramasının kuramsal kavramını bir
izge çizgisinin yer alması ile eşgüdümlü kılan kuralı sunm anın usayatkın
bir yolu olarak görünür. Başka d urum larda, kural yalnızca kuramsal
bir kavramı kullanm ak için yeterli koşulu bildirebilir. Kural o zaman
‘eğer y D ise o zaman x K ’d ir’ şematik biçimini taşır. Bu kuramsal ‘düz
lem ’ kavramının b ir düzlem olm anın deneysel bir belirlenişine uygun
düşen edim sel bir yüzeye uygulanm asında örtük olan kuralın biçimi
olarak görünür. Daha da başka durum larda, kural yalnızca bir kuram
sal terim in kullanım ı için zorunlu b ir koşulu sağlayabilir: ‘Eğer x K
ise o zaman y D ’dir.’ Ö rneğin, bir Wilson bulut odasında geçerli olan
deneysel koşullar altında, su bu h an n ın ince çizgilerde yoğunlaşması bu
etkiyi alfa parçacıklannm geçişinin kuramsal kavramının terim lerinde
betim lem ek için zorunlu bir koşul olarak görünür.
Karşılık-düşme kurallarının daha da başka biçimleri olabilir. O nlara
bir meta-linguistik formülasyon verilebilir ki, bu (yukandaki tartışmada
olduğu gibi) anlatım lar tarafından belirtilenleri olm aktan çok anlatımla
rın kendilerini belirtik olarak birbiri ile eşgüdüm lü kılar; ve değinilmiş
olan biçim lerden daha karm aşık biçim ler taşıyabilirler. Ö rneğin, bir
kural ‘x K ’d ir’ biçim indeki b ir bildirim den ‘y D ’d ir’ biçim indeki bir
bildirimin çıkarsanabileceğini bildirebilir, ve evrik olarak; ya da bir kural
yalnızca b ir değil am a birçok kuram sal kavramı eşzam anlı olarak bir
deneysel düşünceler kümesi ile eşgüdüm lü kılabilir—bir kural tipi ki,
‘nokta,’ ‘çizgi,’ ‘düzlem ’ vb. gibi geom etrik terim lerin som ut deneysel
bağlam larda kullanılm a yolunu bildirm ede içeriliyor görünür.
Bu konuyu daha öte sürdürm ek amaçlarımıza hizm et etmeyecektir.
B ununla birlikte, karşılık-düşme k u rallarının kuram sal kavram ların
deneysel d ü şüncelerin terim lerinde belirtik tanım larını sağlamadığı
savını desteklem ek için olduğu gibi, böyle kuralların biçim de büyük
türlülük gösterdiğini düşündürm ek için de bu söylediklerimiz yeterlidir.
Ama eğer bu sav gerçekten de sağlam tem elli ise, deneysel yasalar ve
kuram lar arasındaki ayrımı güçlendirmeye yardım eder, ve aynı zaman
da kuram lann bilişsel konum larını ilgilendiren problem ler yaratır. Bu
problem lerden kimileri sonraki bölüm de araştırılacaktır.
6
m ın keskin bir ayrım olm adığını, ve bu başlık altında sınıf
landırılacak bildirim leri saptam ak için sağın olarak formüle
edilmiş bir ölçütün bulunm adığını kabul etti. G ene de ku
ram lar olarak belirtilen sayıltı tiplerinin yardımı ile açıklama
dizgelerinin elde edildiği ileri 'sürüldü ki, b unlar katı olarak dene
yasalar denilen başka sayıltıların kullanım ı yoluyla elde edilen açıkla
m alardan daha kapsamlıdır; ve bu nedenle kuram ların özel bir dikkati
hak ettiği vurgulandı.
Kuramların iki özelliği buna göre biraz uzunlamasına tartışılmıştır. İlk
olarak, öncüller ister soyut konutlam alar olarak isterse belli bir modelin
terim lerinde form üle edilsin, kuram sal kavram ların genel olarak bir
kuram ın tem el öncüleri yoluyla ancak örtük olarak tanım landığı belir
tildi. İkinci olarak, sonuçta kuramsal düşünceleri deneysel kavramlar
ile bağlamak için karşılık-düşme kurallarının zorunluğu üzerine önemli
ölçüde vurgu getirildi. Ö te yandan, bir kuram da genellikle bulunuyor
olarak değinilen üç bileşenin (örtük olarak kuram ın temel terim leri
ni tanım layan b ir soyut konutlam alar kümesi, k onutlam alar için bir
yorumlam a m odeli, ve konutlam alardaki ya da onlardan türedlen teo
rem lerdeki terim ler için karşılık-düşme kuralları) kuram ların edimsel
kuruluşunda çeşidi evrelerde ardışık olarak getirilen ayrı öğeler olarak
değil, am a yalnızca çözüm lem e amaçları için yalıtılabilecek özellikler
olarak yorumlanacaklarını açıkça ortaya koymak için belli bir kaygı gös
terildi. Tüm yorum lardan özgürleştirilmiş olarak bir kuram a sıkı sıkıya
göm ülü soyut konutlam aları tam olarak ve sağınlık ile bildirmek, ya da
örtük olarak kullanılan karşılık-düşme kurallarını ayrıntıda form üle et
mek gerçekte sık sık oldukça güçtür. H er ne olursa olsun, pekçok kuram
belli bir m odelin matriksi içerisinde yaratılır, ve— en iyisinden herhangi
120
bir karşılık-düşme kuralına yalnızca raslantısal bir değinm e ile— temel
öncülleri için bir yorum un terim lerinde kodlanır.
K uram lar için bu noktaya dek sunulan açıklama herşeye karşın en
azından iki önem li bakım dan eksiktir. Belki de daha önce söylenmiş
olanlar bir kuram için b ir m odel (ya da yorum ) ile ne anlaşılacağını
açıkça gösterm ek için yeterlidir. B ununla birlikte, kuram ların kurulu
şunda ve uygulama erim lerinin genişletilm esinde m odellere başvuru
n un gerekçesi üzerine, ya da m odellerin oynadığı rol üzerine ancak
çok yetersiz bir tartışma yapılmıştır. Dahası, karşılık-düşme kurallarının
genel olarak bir kuramsal açıklamada kullanılan h er kuramsal kavramı
belli bir deneysel kavram ile bağlamadığı vurgulanmışür. Bununla birlik
te, bu olgunun hem kuram ların bilişsel konum u gibi çok tartışılan bir
sorun için önem i konusunda, hem de özel olarak kuram lar açıklamalar
da bilindiği gibi öncüller olarak yer aldığına göre kuram ların doğruluk
ya da yanlışlıkları açısından sorgulanm aları uygun sayıltılar olduğu biçi
mindeki yaygın olarak savunulan görüş için önem i konusunda hiçbirşey
söylenmemiştir. Bu bölüm bu iki küme sorunun tartışmasına ayrılmıştır.
I. A n d ın m ın Rolü
G erçekten d o y u ru cu b ir bilim sel açıklam a tan ıd ık olm ayanı daha
şim diden tanıdık olana “indirgem elidir” biçim indeki sav Bölüm 3’te
görünüşteki değerinde alındığında kuşkulu olarak yargılandı. B unun
la birlikte, savın doğru olarak yorum landığında değersiz olmadığı ve
genel olarak sağlam b ir noktayı ileri sürdüğü de kabul edildi. Açıkla
m alann tanıdık olmayanı tanıdık olanın terim lerinde anlamaya yönelik
girişimler olarak görülebileceği, çünkü açıklayıcı dizgelerin kuruluş ve
gelişimlerinin, sık sık olduğu gibi, araştırm a altındaki nesnel içerik ve
daha şim diden tanınan gereçler arasındaki yapısal andırım lan bulmak
ve onlardan yararlanm ak için duyulan bir istek tarafından denetlendiği
kısaca belirtildi. Bu düşünce şimdi güçlendirilmeli, ve kuram lann kurul
masını olduğu gibi daha sonraki kullanım larını da etkileyebilecek kimi
andırım tipleri yoklanmalıdır.
Sıradan konuşm a başlangıçta az çok bilinçli bir eğretilem eli anlam
da kullanılan anlatım lar ile doludur, gerçi bunların birçoğu kökensel
anlam lannı neredeyse yitirmiş ve şimdi sonuçta sözel bir tarz denebile
cek bir yolda kullanılıyor olsa da. Bugün örneğin “tofoot the bill/hesabı
kapam ak” deyim ini kullanırken seyrek olarak o n u n bir zam anlar bir
rakam lar sü tu n u n u n toplam ı [ “fo o t”] ile insanın bed en inin bacak ve
ayaklan arasında duyum sanan bir benzerliği anlattığı aklımızdan geçer.
Eğretilem elerin yaygın kullanım ı, b u n lar ister diri ister ölü olsunlar,
insanın yeni deneyim ler ve tanıdık olgular arasında andırım lar bulm a
ve böylece sonuçta yeni olanı yerleşik aynm lar altına alarak denetlem e
konusundaki diretken yeteneğine tanıklık eder. H er ne olursa olsun,
insanlar tanıdık ilişki dizgelerini m odeller olarak kullanm a ve başlan
gıçtaki yabancı deneyim alanlarını entellektüel olarak o m odellerin
terim lerine benzeştirm e eğilim indedirler. Bu birçok deneyim bağla
m ında her zaman bilinçli olarak yer alan bir süreç değildir. Yeni ve eski
arasındaki benzerlikler sık sık dikkatle eklemlenmeksizin ancak bulanık
olarak ayrımsanır. Dahası, genellikle böyle duyum sanan an d ıran ları
sınırlayan koşullara hem en hem en hiç dikkat edilmez. Buna göre, tanı
dık kavramlar çözümlenmemiş benzerliklerin tem elinde yeni içeriklere
genişletilince kolayca ciddi yanılgılar doğabilir. Fiziksel olayların ani-
mistik açıklamaları kavramların onlara m eşru bir kullanım alanı sunan
alanlardan b u n u yapmayan alanlara böyle geçersiz genişletilm esinin
iyi bilinen örnekleridir. G iderek m odern doğal bilim de bile ‘kuvvet,’
‘yasa,’ ve ‘n e d e n ’ gibi sözcükler zaman zaman bugün bile kökenlerinin
yankıları olan kesin insanbiçimsel tonlar ile kullanılır. Buna karşın, eski
ve yeni arasındaki bulanık benzerliklerin ayrım sanm aları bile sık sık
bilgide önemli ilerlemeler için başlangıç noktalandır. Düşünme eleştirel
olarak öz-bilinçli olduğu zaman, böyle aynm samalar dizgesel araştırma
için verimli araçlar olarak hizm et edebilen dikkatle form üle edilmiş
andırım lara ve önsavlara gelişmeye başlayabilir.
H e r ne olursa olsun, kuramsal bilimin tarihi andırım lann kuramsal
düşüncelerin oluşum u üzerindeki etkilerinin çok sayıda örneğini sunar;
ve bir dizi önde gelen bilimci m odellerin yeni kuram lann kuruluşunda
oynadığı önem li rol konusunda oldukça açık konuşm uştur. Ö rneğin
Huygens kendi dalga ışık kuram ını bir dalga olarak ses üzerine daha
şim diden tanıdık^olan g ö rü şten ö d ü n ç alm an d üşüncelerin yardım ı
ile geliştirdi; Blac'k’ın ısiyı ilgilendiren deneysel keşifleri ısıyı bir sıvı
olarak anlayışı tarafından telkin edildi, ve Fourier’nin ısı iletimi kuramı
sıvıların akışı üzerine'bilinen yasalann andınm ı üzerine kuruldu; gazla
rın kinetik kuram ı devimleri yerleşik m ekanik yasalanna uygun düşen
muazzam bir sayıda elastik parçacığın davranışı üzerine modellendiril-
di; ilkin nokta-kütleler m ekaniğinde geliştirilen bir gizil işlev kavramı
andırım yoluyla hidrodinam ik, term odinam ik ve elektro-manyetizma
kuram lanna genişletildi; ve on dokuzuncu yüzyıl elektrik ve manyetizma
kuram ları esnek bir katidaki gerilim ler ve uzam alar m ekaniğine andı-
n m içinde kuruldu. Bu örneklerin h er birinde, sözü edilebilecek başka
b irçoğund a olduğu gibi, m odel hem b ir kuram ın tem el sayıltılarmı
düzenlem ek için bir kılavuz olarak, hem de o sayıltıların uygulamala-
n n ın erim ini genişletm ek için bir öneriler kaynağı olarak hizm et etti.
Belki de fiziksel araştırm anın yönetim inde ve k uram lann formülas-
yonunda an d ırım lan n yeri k o n usunda birinci sınıf bilim ciler arasın
da hiç biri Maxwell kadar açık b ir kavrayış göstermemiştir. Faraday’ın
kuvvet çizgileri üzerine düşüncelerinin m atem atiksel bir formülasyo-
n u n u ilk ö n e re n denem esinin açılış gözlem lerinde Maxwell bilim de
a n d ıran la rd an yararlanm anın yolu k o n usunda öğretici bir açıklama
vermiştir. Bir “fiziksel andırım ı” “bir bilim in yasalan ve b ir başkasının
yasalan arasında ikisinden h e r birinin ötekini örneklendirm esini sağla
yan bölüm sel benzerlik” olarak betimler. Ö rneğin ışığın bir ortam dan
bir başkasına geçerken uğradığı yön değişiminin bir parçacığın güçlü
kuvvetlerin etkisi altında olan dar bir aralıktan geçerken uğradığı yön
değişimi ile özdeş olduğunu belirtiyordu. Gerçi andırım devimin hızı
için değil am a yalnızca yönü için geçerli olsa da, b una karşın andırım ı
belli bir sınıftaki problem lerin çözüm ü için “yapay bir yöntem ” olarak
yararlı gördü.1Maxwell aynca ilk olarak William Thom son’ın (sonradan
Lord Kelvin) yerçekimi kuram ı ve ısı iletim i kuram ı arasında dikkati
çektiği andırım ı alıntıladı. Maxwell’in açıklaması şöyledir:
biçim deş o rta m d a ısı iletim i yasalan ilk bakışta fiziksel ilişkilerinde çek im ler
ile ilgili o la n la rd a n e n ayrı o lan la r arasın d a g ö rü n ü r. O n la ra g iren nicelikler
sıcaklık, ısı akışı, iletkenliktir. Kuvvet sözcüğü konuya yabancıdır. G ene d e türdeş
o rta m d a ısın ın b içim d eş d ev im in e ilişkin m ate m a tik se l y asaların u zaklığın
karesi ile ters o rantılı olarak d eğişen çekim lerin yasalan ile b içim de aynı o ld u
ğ u n u b u lu ru z. Yalnızca çekim özeği yerine ısı kaynağını, h e rh a n g i b ir n oktadaki
çekimin ivmelendirici etkisi yerine ısı akışını, ve gizil y erin e sıcaklığı geçirm em iz
gerekir, ve ç ekim lerdeki p ro b le m in çözüm ü ısıdaki b ir p ro b le m in çö zü m ü n e
dönüşür.
'James Clerk Maxwell, “O n Faraday’s Lines o f Force,” bkz. The Scientifıc Papers of
James Clerk Maxwell, Vol. 1, p. 156.
2Aym yer, s. 157.
Bu ikinci dizge birinci dizgeden yalnızca tüm ü de m odeldeki özelliklere
bütünüyle benzer özellikler taşıyan öğelerin daha kapsayıcı bir kümesini
içerm ede ayrı olabilir; ya da ikinci dizge birinci dizgeden daha köktenci
bir yolda, onu oluşturan öğelerin m odelde bulunm ayan (ya da h er ne
olursa olsun m odel için bildirilen yasalarda sözü edilmeyen) özellikler
taşımasında ayrı olabilir.
Çeşidi atomistik özdek kuram lan bu andınm tipinden yararlanmanın
örneklerini verir. Ö rneğin gazların kinetik kuram ının temel sayıltıları
bilardo topları gibi m akroskopik esnek kürelerin devimlerinin bilinen
yasaları üzerine kalıplandırılır. Benzer olarak, elektron kuram ının bir
bölüm ü elektriksel olarak yüklü cisimlerin davranışının yerleşik yasa
larına andırım içinde kurulur. Bu an d ın m tipinde, b ir m odel olarak
kullanılan dizge sık sık görselleştirilebilir makroskopik nesnelerin bir
kümesidir. G erçekten de, fizikçiler b ir kuram için bir m odelden söz
ed erk en h em en h em en h e r zam an tanıdık deneyim de hiç olmazsa
yaklaşık olarak gerçekleştirilebilir şeylerden başlıca büyüklükte ayrılan
şeylerin bir dizgesini göz ö n ü n d e tutarlar, öyle ki sonuçta bu anlam da
bir m odel resimsel olarak ya da im gelem de tasanmlanabilir.
ikinci ya da biçimsel an d ın m tipinde, bir kuram oluşturm ak için mo-
deİDİarak hizm et eden dizge tözsel andırım lar durum unda olduğu gibi
birbiri ile tanıdık ilişkiler içinde d u ra n öğelerin az çok görselleştirilebi
lir bir kümesi olm aktan çok soyut ilişkilerin tanıdık bir yapısıdır. Mate
matikçiler konulannın yeni bir dalını geliştirmede sık sık böyle biçimsel
m odeller kullanırlar. Yalın b ir örn ek cebirde oranlı ve negatif üsleri
yönetm enin kurallannı bildirm e yolu tarafından sağlanır. Bu kurallar
öyle belirlenir kî, böyle üsler ile işlem yapmak için yasalar biçimsel ola
rak pozitif tümlevsel üsler için yasalar ile aynıdır. Böylece, as x a2 = a3*-,
ve (a 3)2 = a2x3 olduğuna göre, ar5 x a2/i = a~b*2/3 ve (a~b) 2/3 = av%’"5 de
elimizdedir; ve genel olarak a m*■a'1= a m*",ve ( a m) n = a m*" olur— m ve
n değerlerinin pozitif, negatif, tüm lenik ya da kesirli olmasının hiçbir
önem i yoktur. G erçekten de, oransız ve karmaşık üsler için de biçimsel
olarak özdeş yasalar elde edilir. Alıntılanan örnek belki de sıradandır.
Gene de m atem atiksel incelem enin yeni alanlannı yaratm ada yaygın
olarak kullanılmış önem li bir yordam ı örnekler— «-boyutlu “uzaylar”
için geom etrilerin, yüksek cebirin birçok dalının, m odern fonksiyon
kuram ının bölüm lerinin ve başka pekçok şeyin kurulm asında.
Biçimsel m odeller matematiksel fizikte daha az önem li olmayan bir
rol oynar. Maxwell’in yerçekimi kuram ının m atem atiğinin ve ısı iletimi
denklem lerinin yapıda özdeşliğine ilişkin örneği bu nokta ile ilgilidir.
Daha yakınlardaki örnekler görelilik kuram ının ve quantum m ekani
ğinin eklem lenm esi tarafından sağlanm ıştır ki, bunların h e r ikisinde
de klasik m ekaniğin önem li denklem leri ile yakından andınm lı ilişki
kalıpları getirilmiştir. Ö rneğin Newton m ekaniğine göre yalıtılmış bir
dizgenin doğrusal devinirliği değişmez kalır, ki burada devinirlik tanım
gereği dizgedeki h er bir cisim için kütle ve hızın çarpım ının toplamıdır,
ve bir cismin kütlesinin cismin hızından bağımsız olduğu kabul edilir.
Ama yirminci yüzyılın başlanndaki deneyler yüksek hızda devinen bir
parçacığın küüesinin hız ile değiştiğini gösterince, devinirliğin sakinimi
ilkesi böyle parçacıklar için geçerliğini yitirmiş ve “kütle” kavramı göre
lilik kuram ında gerektiği gibi yeniden tanımlanmıştır. Sonuçta biçimsel
olarak klasik ilke gibi bir ilke giderek yüksek hızları olan cisimler için
bile ileri sürülebilir. D aha belirli olarak, “relativistik k ütle” kavramı
öyle bir yolda getirildi ki, bir cismin relativistik kütlesi cismin hızının,
“dinginlik kütlesi”nin (sıfır hızdaki kütlesinin), ve ışık hızının ortak
laşa bir fonksiyonudur.3 G ene de, bir cismin relativistik kütlesi cismin
hızından bağımsız olmasa da, relativistik kütle (Newton kütlesi gibi)
cisim üzerinde etkide b u lu n an kuvvetin ve cismin ivmesinin oranına
eşittir. Dahası, sakınım ilkesi relativistik kütlenin terim lerinde yeniden
form üle edildiği zaman, deneysel bulgu ile anlaşm a içindedir. Kısaca,
yeni kütle kavramı ve karşılık düşen yeni bir devinirlik sakinimi ilkesi
görelilik kuram ına biçimsel bir andırım ın kılavuzluğu altında getirildi.
Bu örnek bir kuram ın matematiksel form alizminin nasıl bu ilk kuram
dan daha kapsayıcı bir uygulama alanı olan bir başka kuram ın kuruluşu
için bir model olarak hizm et edebileceğini gösterir. Sonuçta, eski kuram
kendini yeni kuram ın özel bir d urum u olarak gösterir ve bu arada yeni
kuram eski kuram ın belli temel sayıltıları ile “sürekli” (çünkü biçimsel
olarak özdeş) olan özellikler sergiler.4
’Bir cismin m relativistik kütlesi m = m0 / - J l - v 2 / c2 form ülü ile verilir ki, burada
mo dinginlik kütlesi, v cismin hızı ve c ışık hızıdır.
4Q uantum m ekaniğinde Schrödinger denklem i biçimsel andırım lann kullanımı
nın bir başka çarpıcı örneğidir. Klasik mekanikteki devim denklem lerinin Ham ilton
biçim ine göre, bir dizgenin W toplam eneıjisi T kinetik eneıjisinin ve V potansiyel
eneıjisinin toplam ına eşittir, öyle ki
H(p,q) = T(p) + V(q) = W
ki bu rad a p bir parçacığın devinirliği ve q konum udur. Tekil b ir parçacık için, bu
şunu verir:
H(p,q) = p 2/2 m + V(q) = W
Schrödinger’in denklem i p devinirliğinin yerine ——— aynşımlı işlemcisinin ve W
27li 8q
yerine — - —— işlemcisinin geçirilmesi, ve üzerine bu işlem cilerin uygulanacaklan
2 k İ 8q
y{q,t) fonksiyonunun getirilmesi ile elde edilir. O zaman şunu elde ederiz:
' h2 Yay
H
2 n i){d q |V
v (? .0 = -
^87t2m )\dq2 If)
Bu denklem üzerine izleyeceğimiz yorum bu bağlam da ilgiye değerdir: “Kabul
edilm elidir ki dalga denklem inin ve klasik eneıji denklem inin bu bağlılaşım ının ...
yalnızca biçimsel imlemi vardır. Klasik dinam ikte çalışanların uzun yıllar boyunca
geliştirdikleri term inolojiden yararlanarak kendisi için bir dalga denklem i kurduğu-
Buraya dek dikkatimizi yalnızca yeni bir kuram ı eklem lem ede mo
dellerin rolü üzerine yönelttik. B ununla birlikte, bir kez yeni kuram
form üle edilir edilmez m odelin rolü n ü oynamış olduğu ve kuram dan
yararlanm ada daha öte bir işlevinin olm adığı vargısını çıkarmak yanlış
olacaktır. İlk olarak, kuram sal bilim cinin görevi yalnızca bir kuram ın
ana sayıltılarmı form üle ettiği zaman tam am lanm ış olmaz. O sayıltılar
çeşitli deneysel yasaların dizgesel açıklam asına götürebilecek sonuç
lar uğruna, deneysel araştırm anın yeni arenalarında izlenecek yönleri
ilgilendiren öneriler uğruna, ve deneysel yasalann form ülasyonlannın
onların geçerli uygulama alanını genişletmek için nasıl değiştirileceğine
ilişkin ipuçları u ğruna araştırılmalıdır. Deneysel bilgi tamamlanmamış
olduğu sürece ve bir kuram daha öte araştırm a için bir kılavuz olarak
verimli olmayı sürdürdükçe, bunlar hiçbir zaman bitirilmemiş görevler
dir; ve tüm bu görevlerde m odeller önem li roller oynamayı sürdürür.
Ö rneğin gazların kinetik kuram ının tarihsel gelişim inde kuram için
m odel molekül çaplarının m oleküller arasındaki uzaklıklara oranları
na ilişkin, m oleküller arasındaki çeşitli kuvvet türlerine ilişkin, m ole
küllerin esnek özelliklerine ilişkin, m oleküllerin hızlarının dağılımına
ilişkin, ve benzerlerine ilişkin sorulara yol açtı. Eğer kuram yorumlan-
maThış bir konutlam alar kümesi olarak form üle edilmiş olsaydı, böyle
sorular belki de hiçbir zaman,doğmayacaktı. Ama h er ne olursa olsun,
bu sorular k u ram dan b ir dizi sonucun tü m dengelim ine gö tü rd ü ki,
bunların bir bölüm ü deneysel gaz yasalarını yeniden form üle etm ek
için ve yeni yasaları tanım ak için ipuçları olarak hizm et etti. Newton
m ekaniği ile bağlanm ış soyut ilişkiler kalıbı yoluyla sağlanan m odel
ışığın hipotetik b ir e th e r yoluyla iletim ini ilgilendiren o n dokuzuncu
muz dizgeyi betim lem enin elverişli bir yolunu sağlar. Böylece hidrojen atom u olarak
bilinen dizgenin doğasını ilgilendiren doğrudan bilgimizin kütlesi büyük bir sayıda
deneyin—spektroskopik, kimyasal vb.—sonuçlarından oluşur. Bu dizgeye ilişkin olarak
bilinen tüm olguların bu dizge ile belli bir dalga denklem inin bağlanması yoluyla bağ-
lılaşünlabileceği ve dizgeselleştirilebileceği (ve, bize göre, açıklanabileceği) bulunur.
Bu bağlanünın imlemine güvenimiz hidrojen atom unun daha önceden araştırılmamış
özelliklerini ilgilendiren tahm inler daha sonra deneyler tarafından doğrulanınca
artar. O zam an hidrojen atom unu onun dalga denklem ini vererek betimleyebiliriz;
bu betim lem e tam olacakür. B ununla birlikte, doyurucu değildir, çünkü hantaldır.
Değişik kütle ve elektrik yükleri olan iki parçacığın bir dizgesi için bu dalga denkle
mi ve klasik en eıji denklem i arasında biçimsel bir ilişkinin olduğunun gözlenm esi
üzerine, dizgeyi betim lem enin yalın, kolay ve tanıdık bir yolunu sağladığı için buna
sarılırız ve hidrojen atom unun birbirini C oulom b’un ters-kare yasasına göre çeken
iki parçacıktan, elektron ve proto n d an oluştuğunu söyleriz. Gerçekte elektronun ve
protonun birbirini elektriksel olarak yüklü iki m akroskopik cismin çektiği gibi çektik
lerini bilmiyoruz, çünkü hidrojen atom undaki iki parçacık arasındaki kuvvet hiçbir
zaman doğrudan ölçülmüş değildir. Bildiğimizin tüm ü hidrojen atom ları için dalga
denklem inin birbirini bu yolda çeken iki parçacıktan oluşan bir dizge için klasik dina
mik denklem ler ile belli bir biçimsel ilişki taşıdığıdır.”—Linus C. Pauling ve E. Bright
VVilson, Introduction to Çhıantum, Mechanics, New York, 1935, ss. 55-56; yayımcıların
(McGravv-Hill Book Company, Inc.) nazik izni ile alıntılanmıştır.
yüzyıl kuram larının gelişiminde benzer bir işlevi yerine getirdi.5 Daha
genel olarak, bir m odel ona yerleştirilmiş kuram ı genişletm enin yolla
rım önerdiği için bulgulatıcı olarak değerli olabilir.
Ama ikinci olarak, b ir kuram için m odellerin kuram sal ve deneysel
kavramların karşılık düşmesini sağlamak için kuralların hangi noktalar
da getirilebileceğini gösterm ede de bir yararlan vardır. Eğer bir kuram
daha şim diden tanıdık olan bir soyut ilişkiler dizgesi ile biçimsel bir
an d ın m bile gösterm eyen b ir yorum lanm am ış konutlam alar kümesi
olarak bildirilecek olsaydı, formülasyon kuram ın som ut fiziksel prob
lemlere nasıl uygulanabileceği konusunda hiçbir ipucu sağlamazdı. Ö n
ceki bölüm de bildirilen böyle bir soyut kalkülüs örneği hem en hem en
herkesin, eğer konudam alar için herhangi bir m odel ile hiçbir biçimde
tanışık olmasaydı, o kalkülüsü verimli olarak kullanm ada karşılaşacak
olduğu güçlükleri açığa çıkanr. Ama gerçi, daha önce belirtildiği gibi,
bir m odel kendi başına b ir kalkülüsün terim leri için karşılık-düşme
kurallarını belirlem ese de, sık sık hangi kuramsal terim lerin deneysel
düşünceler ile bağlanabileceğini önerebilir. Ö rneğin, gazların kinetik
kuram ı için konutlam alarm alışıldık yorum u bütünüyle doğal olarak
‘bir birim yüzeye çarpan m oleküllerin bütünsel devinirliğindeki de
ğişim’ biçim indeki kuram sal anlatım ının deneysel basınç kavramı ile
bağlanm asına götürür; benzer olarak, m odel ‘h e r bir m olekülün küt
lesinin ve m oleküllerin toplam sayısının çarpım ı’ biçimindeki kuramsal
anlatım ın bir gazın kütlesinin deneysel kavramına karşılık düşm esinin
sağlanabileceğini düşündürür; ve bu böyle gider. Yine, optik kuram ın
bir ortam d a yayılan dalgaların terim lerinde yorum lanm ası m odelde
dalgaların genliğine gönderm ede b u lunan kuram sal anlatım ların ay
dınlanm anın yeğinliği ile bağlanm asını düşündürür; dalga yorum u ay
rıca dalga girişim lerine gönderm ede b u lunan kuram sal anlatım ların
deneysel olarak yaratılan belli aydınlık ve gölge kalıplarında gözlenen
karanlık çizgiler (aydınlanma yokluğu) ile bağlanmasını da düşündürür.
Son olarak, B ohr atom m odeli kuram ın matem atiksel form alizm inde
elektron sıçram alarını temsil ediyor olarak yorum lanan anlatım ların
deneysel olarak belirlenebilir izge çizgilerine karşılık düşm esinin sağ
lanmasını önerir. M odellerin bu işlevinin örnekleri neredeyse sınırsızca
çoğaltılabilir; am a alıntılanan birkaç örn ek bir kuram ın çeşitli düşün
celeri bir m odelin yardımı ile form üle edildikten sonra bile m odelin
kuram ın hem genişlemesinde hem de uygulamasında önemli hizmetler
sunmayı sürdüreceğini gösterm ek için yeterlidir.
Şimdiye dek vurgu kuram lann kuruluş ve kullanım lannda modellerin
bulgulatıcı değeri üzerine getirilmiştir. B ununla birlikte, m odellerin
kapsayıcı açıklama dizgelerinin elde edilmesine de katkıda bulunduklan
olgusu gözden kaçınlmamalıdır. Tanıdık bir m odelin ışığında eklemle-
5Bkz. Mary B. Hesse, “Models in Physics,” British Journalfor the Philosophy of Science,
Vol. 4 (1953), ss. 198-214.
nen bir kuram önem li yollarda m odelin kendisi için geçerli oldukları
kabul edilen yasa ya da kuram ları andırır; ve sonuçta yeni kuram yal
nızca daha şim diden tanıdık olana benzeştirilmekle kalmaz, ama sık sık
daha sınırlı bir başlangıç alanı olan daha eski bir kuram ın genişletilmesi
ve genelleştirilmesi olarak da görülebilir. Bu perspektiften eski ve yeni
kuram lar arasındaki bir an d ın m yalnızca yeni kuram dan yararlanm ada
bir yardım değil, ama açıklayıcı dizgelerin kuruluşunda birçok bilimci
nin üstü kapalı olarak karşılamaya çalıştığı bir gereksinimdir. Gerçekten
de, kimi bilim ciler böyle bir an d ın m ın varoluşunu deneysel yasaların
doyurucu bir kuramsal açıklaması için belirtik ve vazgeçilmez bir gerek
tirim yapmışlardır.6 Ve evrik olarak, yeni bir kuram geniş bir deneysel
olgu küüesini dizgesel olarak düzenlediği zaman bile, kuram ve belli bir
tanıdık model arasında belirgin andıranların yokluğu kimi zaman niçin
yeni kuram ın o olguların “gerçekten doyurucu” bir açıklamasını sunma
dığının söylenmesinin nedeni olarak gösterilir. Lord Kelvin’in mekanik
m odele aşırı düşkünlüğü böyle bir tutum un kötü ünlü bir örneğidir;
Maxwell’in elektrom anyetik ışık kuram ından hiçbir zaman bütünüyle
hoşnut olmadı çünkü o n u n için doyurucu bir m ekanik m odel tasarımı
kuram ıyordu. D aha yakınlarda, seçkin bir fizikçi h içbir görselleştiri
lebilir m odeli verilemeyen bir kuram ın kendisi için böyle m odellerin
bulunduğu bir kuram kadar iyi-olduğunu ileri sürm üştür—yeter ki her
iki kuram da deneysel problem leri eşit ölçüde iyi ele almamızı sağlasın;
ve bu son bakım dan bu tü r hiçbir doyurucu m odeli bilinmeyen yürür
lükteki quantum kuram ının matematiksel formalizminin alışılmadık bir
tarzda başarılı oJduğunu açıkça belirtmiştir. Gene de, quantum kuramı
deneysel olgular için hiçbir “açıklam a” sunm adığı için, birçok fizikçi
nin paylaştığı rahatsız edici bir eksiklik duygusunu da belirtmiştir—bir
duygu ki, o n u kuram için içinde “öğelerin karşılıklı oyunlarının onları
daha şimdiden açıklamaya gereksinmiyor olarak kabul edeceğimiz denli
tanıdık” olduğu hiçbir fiziksel m odel kuramayışımız olgusuna yükler.7
Zaman zaman bilimcilerin ister tözsel isterse salt biçimsel olsunlar çeşitli
m odel türlerini yeğlemede m odaları izledikleri tarihsel olarak iyi bili
nen bir olgudur. Tanıdık olmayan m odeller üzerine dayanan kuram lar
yeni düşü n celer yabancılıklarını yitirinceye dek sık sık güçlü direnç
ile karşılaşır, öyle ki yeni b ir kuşak sık sık önceki kuşağın salt tanıdık
olmadığı için doyurucu bulmadığı bir m odel tipini olağan birşey olarak
kabul edecektir. Gene de kuşkunun ötesinde olan şey ister tözsel isterse
biçimsel olsunlar şu ya da bu türden m odellerin bilimsel kuram ın geli
şiminde belirleyici roller oynamış olduğu ve oynamayı sürdüreceğidir.
Bir kuram ın belli bir m odelin terim lerinde form üle edilmesi herşeye
karşın teh lik elerd en özgür değildir, ve b ir m odel p ah a biçilmez bir
entellektüel alet olabileceği gibi gizil bir entellektüel tuzak da olabilir.
6Bkz. Norman R. Campbell, Physics, theElements, Cambridge, İngiltere, 1920, ss. 129-30.
7P. W. Bridgman, The Nature of Physical Theory, Princeton, 1936, s. 63.
Başlıca tehlikeler iki türdür: Bir m odelin (özellikle tözsel bir m odelin)
özsel olmayan özelliği yanlışlıkla o n d a yerleşmiş olan kuram ın vazge
çilmez bir özelliği olarak alınabilir; ve m odel kuram ın kendisi ile karış-
tırılabilir. Sonuçta, kuram dan yararlanm a girişimleri verimsiz yönlere
dönebilir ve yalancı-problem lerin izlenmesi dikkati kuram ın işlemsel
önem inden uzaklaştırabilir. Böylece yayılım ışık kuram ı biçimdeş ola
rak türdeş bir doğru çizgi boyunca devinen cisimlerin imgesi üzerine
kuruldu; ve bu im genin ışığın dönem selliğinin keşfedilmesini geciktir
diğini düşünm ek için bir neden vardır. Öte yandan, dalga ışık kuramı
başlangıçta ses dalgalan modeli üzerine dayanıyordu; ve ışığın, ses gibi,
boylamsal bir dalga devimi olduğu anlayışı görünürde sonunda ayrı bir
modelin seçilmesi ile ışık dalgalannın enlem sel olduklan kabul edilin
ceye dek bir yüzyıl kadar dalga ışık kuram ının daha öte genişlemesinin
yolunda durdu. Yine, kas çabasında gerilm e duyum u kuvvet kavramı
nın kökeni idi; ve bu m odel öyle çok yanlış anlayışın kaynağı oldu ki,
kavramı insanbiçimsel çağrışım lanndan kurtarm ak için büyük çabalar
gerekti. Benzer olarak, yürürlükteki quantum kuram ını anlam ada kar
şılaşılan güçlüklerin kimileri bir ölçüde kuramı bildirm ede bir parçacık
m odelinin kullanım ının sonucudur. M odelde tasarımlanan parçacıklar
her biri her bir kıpıda belirli konum ve hız ile “klasik” parçacıklardır.
Ama, kuram a göre, belirli “konum lar” ve “hızlar” kuram ın konutladığı
atom-altı parçacıklara eşzamanlı olarak atanam az. Bu kuram sal “par
çacıklar” öyleyse klasik parçacıklar değildir, öyle ki m odel bu noktada
yardımcı olmayı başaramaz ve tersine sık sık quantum kuram ının içeri
ğini ilgilendiren yanlış anlam alann kaynağıdır.
Buna karşın kabul edilm elidir ki, verili bir m odelin kendini kura
m ın verim li gelişim ine b ir engel olarak mı g östereceğini önced en
saptam anın bir yolu yoktur, çünkü genellikle ancak bir m odel d e n en
dikten sonra özelliklerinden hangilerinin çıkmaz sokaklara götüren
araştırm alara yönelttiği ve hangilerinin bulgulatıcı değerinin olduğu
saptanabilir. Güvenle doğrulanabilecek biricik nokta bir kuram için
m odelin kuram ın kendisi olmadığıdır. Sonuçta, bir kuram ın dizgesel
bir açıklama ve tahm in için bir alet olarak yeterliği kuram ın yorum la
nabilmesi için gereken terim leri sağlayan tözsel m odelin tüm yanları
nın fiziksel realitesini doğrulam ak için daha öte sorgulam a olmaksızın
kabul edilem ez. Bu aynı kuram için birçok m odel bilindiği zam an
açıktır; am a elde yalnızca bir m odel b u lu n d u ğ u zam an da eşit ölçüde
doğ ru d u r.8 Ö rn eğ in , on doku zu n cu yüzyıl sırasında önerilm iş olan
“H enry Poincare şu ünlü tanıtlamayı verdi: Eğer bir fenom en için tek bir m ekanik
açıklama verilebilirse, sonsuz sayıda başkaları da kurulabilir. Tanıtlama hipotetik m o
delde kütlelerin konum ve devinirlik koordinatlarını fenom enlerin deneysel olarak
belirlenebilir param etreleri ile ilişkilendiren denklem lerin sayısının böyle param et
relerin sayısından d aha büyük olduğunu belirtm ekten oluşur. B undan şu çıkar ki,
m odelin koordinatları keyfi olarak seçilebilir, ve yalnızca denklem ler ile tutarlı olmak
elektrom anyetik kuram ın b ir ışık eth erin d ek i m ekanik gerginlik ve
burgaçların terim lerinde verilen yorum u genel olarak gün ü n fizikçi
leri tarafından bile o kuram ın edimsel içeriği ile eşitlenm edi. Tersine,
kuram ın b ir deneysel yasalar tü rlü lü ğ ü n ü açıklam adaki ve geniş bir
üzere onlar için varsayılan belli bir yasayı doyurm aları gerektirim i altında dururlar.
Ayrıntıda, uslamlama şöyledir: Deneysel olarak belirlenebilen ve araştırm a atandaki
fenom eni belirleyen param etreler qı, ({■:>. . . . qn olsun. Bu param etreler birbirleri ile ve
t zamanı ile aynşımlı denklem lerde anlatılabildiğini varsayabileceğimiz yasalara göre
ilişkilidir. Şimdi varsayalım ki çok büyük bir p sayısında m olekülden oluşan bir m odel
olsun ve bu m oleküllerin kütleleri m jve konum koordinatları *„ y t>z„ (i= 1 , 2 , . . . ,
p) olsun. E neıjinin sakinimi ilkesinin m odel için geçerli olduğunu kabul ediyoruz,
öyle ki Sp koordinatları x„ y„ z,’nin gizil bir V fonksiyonu vardır; m oleküller için 3p
devim denklem leri o zaman
d2x, 5V
T U : -------- ~ -----------------------
dt dt
olurken (;yve ziçin benzer denklem ler ile), dizgenin kinetik eneıjisi ise
T = ^T n ijik 2 + y2 + z2)
olacakür, öyle ki
T + V= değişm ez
FeTromenin o zam an m ekanik b ir açıklaması olacakür— eğer gizil V fonksiyonunu
belirleyebilir ve 3p koordinatları x , y^ z değerlerini q param etrelerinin fonksiyonları
olarak anlatabilirsek.
Ama eğer böyle fonksiyonların varolduğunu kabul edersek, öyle ki
Xi = $A.q\, . . ., q „)
y ı% Vf(?ı........qn)
~ Zi = Q i(qu . . q„),
kaçınm ak için, özlü, kısaltılmış betim lem e aranır. Bu gerçekte tüm doğal yasaları
yasalar yapan şeydir. Yerçekimi ivmesinin değerini ve Galileo’nun düşm e yasalarını
bilmekle, düşen cisimlerin tüm olanaklı devimlerini düşüncede yeniden-üretm ek için
yalın ve özlü yönergeler kazanmış oluruz. Bu türden b ir form ül eksiksiz bir düşm e
devimleri tablosu için tam bir eşdeğerdir, çünkü form ül aracılığıyla böyle bir tablo
hem en belleğe en küçük bir sıkıntı vermeksizin kolayca kurulabilir.”— Popular Scien-
tific Lectures, Chicago, 1898, ss. 192-93. Ama bu anlayışın daha belirtik bir bildirimi
“fizikselcilik” olarak bilinen öğretiyi savunan çağdaş yazarlar arasında bulunabilir. Bkz.
Otto N eurath, “Universal Jargon and Terminology,” Proceedings o f the Aristotelian Society,
Vol. 41, ss. 127-48. “Protokollsaetze,” Erkenntnis, Cilt 3, ss. 204-14; “Radikaler Physika-
lismus u n d W irkliche Welt,” Erkenntnis, Cilt 4, ss. 346-62. Bkz. ayrıca R udolf Cam ap,
“Testability and M eaning,” Philosophy o f Science, Vol. 3 (1936) and Vol. 4 (1937); ama
C am ap bu m akalenin yayımından bu yana bir dizi noktada görüşlerini değiştirmiştir.
olarak kullanılabilir ve uygulanabilirler. Kısaca, duyu verilerinin “dili”
özerk bir dil değildir, ve böyle bir dili kurmayı henüz hiç kimse başara
mamıştır. B ununla birlikte, eğer gerçekten de böyle bir dil yoksa, tüm
kuramsal bildirim lerin ilkede a n duyu içeriklerinin diline çevrilebile
ceği savı başından sorgulanabilirdir.
4. Şimdiki tartışm a ile ilgili b ir ayrım zam an zam an iki tip kuram
arasına getirilir. Ayrım g ö rü n ü rd e belirtik olarak ilkin 1855’te term o
dinam iği birleşik b ir doğa bilim i dizgesi (ya da “en erjetik /energetics
1''Kuramsal bir bildirim in başka bildirim lerin sonsuz bir sınıfına çevrilmesine izin
veren iyileştirme bir ölçüde matematikteki andınm lı bir yordam tarafından esinlendi-
rilmiştir. Bu nedenle bu yordamın o alanda nasıl işlediğini görm ek öğreticidir. Gerçek
sayılara ilişkin bildirim lerin oranlı sayıların sonsuz sınıflarına ilişkin bildirim lere çev
rilebilir olduğu ayrıntıda gösterilebilir. Ö rneğin gerçek sayısı x 2 < 2 olmak üzere
oranlı sayılar kümesi * olarak, JE gerçek sayısı y 2 < 3 olmak üzere oranlılar kümesi y
olarak, ve Vö gerçek sayısı z2 < 6 olmak üzere oranlılar kümesi z olarak tanımlanabilir.
Dahası, 72 x V3 çarpımı tüm oranlı sayılar kümesi w olarak tanımlanır, öyle bir yolda
ki w = xy ’dir ve burada x sayısı x 2 < 2 olmak üzere bir oranlı sayı ve y sayısı y- < 3 olmak
üzere bir oranlı sayıdır. O zam an gerçek sayılara ilişkin V2 x V3 = -JĞ bildirimi oranlı
sayıların sonsuz sınıflarına ilişkin b ir bildirim e çevrilebilir: “H er biri karesi 2’den
daha küçük olan bir oranlının ve karesi 3’ten daha küçük olan bir oranlının çarpımı
olan tüm oranlı sayıların kümesi kareleri 6 ’dan d aha küçük olan tüm oranlı sayıla
rın kümesi ile özdeştir.” B ununla birlikte, açıktır ki bu durum da sonsuz sınıflar tam
olarak belirlidir, öyle ki bu bakım dan m atematiksel örnek ve kuramsal bildirimlerin
gözlem bildirim lerinin bir sınıfına ö nerilen çevrilmesi arasında belirgin bir ayrım
vardır. Matematiksel m odel görgül bilimdeki kuramsal bildirim lerin çözümlemesine
yeterli bir kılavuz değildir.
bilimi”) için tem el olarak geliştirmeye çalışan bir fizikçiler okulunun
kurucularından biri olan W. J. M. Rankine tarafından form üle edildi.
Rankine bir fiziksel kuramı oluşturm anın iki yöntemi olduğunu bildirdi.
“Soyutlamacı/afofracJwe”yöntem dediği şey yoluyla oluşturulan kuram
lar, ileri sürüldüğüne göre, “duyular tarafından algılanan” nesneler ya
da fenom enler sınıfına ortak olan özellikler arasındaki ilişkileri formüle
ed er ve “hipotetik” ya da tahm ini h erhangi birşey konutlam az. Böyle
kuram ların (ki çeşitli biçim lerde “soyutlamacı,” “fenom enolojik” ya da
“m akroskopik” olarak belirtilirler) örnekleri Newton m ekaniği ve yer
çekimi kuramı, Fourier’nin ısı iletimi kuramı, ve klasik term odinam ik
tir. ikinci ya da “hipotetik” yöntem in oluşturduğu kuram lar “duyulara
g ö rünür olmayan” hipotetik kendilikler arasındaki ilişkileri ileri sürer;
ve görgül geçerlikleri ancak dolaylı olarak, ancak sonuçlarının gözlem
ve deney sonuçları ile anlaşm asının terim lerinde yargılanabilir. Böyle
kuram lann (ki onlar için “hipotetik,” “aşkın” ve “mikroskopik” sık kulla
nılan etiketlerdir) tanıdık örnekleri m oleküler gazlar kuramı, ışık dalga
kuram ı, ve çeşitli atom ik kimyasal etkileşim kuram larıdır. N ew ton’ın
ünlü buyruğu, “Hypothese non fingo/Hipotezler hurmam, ” sık sık bu tip
kuram lan kabul etmeyi istemediği anlam ında alınır. Rankine hipotetik
kuram lann bulgulatıcı değerlerini kabul etti, am a kullanımlarını ancak
soyutlamacı kuram lann gelişiminde bir ön evre oluşturuyor olarak gör
dü. Ç ünkü soyutlamacı kuram ların hipotetik kuram lar üzerinde ayır-
dedici üstünlükleri olduğuna inanıyordu, çünkü fiziksel fenom enlerin
“okkült” bileşenlerine ilişkin sayıltıdan özgür idiler, “gözlenen olgulara
ait olan pekinlik d erecesin e” erişm e yetenekleri vardı, ve “tüm fizik
dallarını tek b ir dizge içine” getirm e k o n usunda verdikleri söz daha
güçlüydü.15
Fiziğin daha sonraki tarihi R ankine’in soyutlamacı kuram ların daha
üstün değerlerini ilgilendiren savlannı doğrulamamıştır. Gerçekten de,
atomistik özdek kuram ının yeni fenom enleri tahm in etm edeki ve fizik
ve kimyanın büyük bölüm lerini dizgesel olarak birleştirmedeki etkileyici
başanlan birçok seçkin bilimciyi fiziksel fenom enlerin “daha derin” bir
anlayışı için ve “şeylerin gerçekte nasıl işledikleri” konusunda daha ye
terli düşünceler için soyutlamacı kuram lardan m ikroskopik kuram lara
dönülm esi gerektiğine inandırm ıştır.16 Buna karşın, betim lem eci bilim
görüşünün savunucuları genel olarak soyutlamacı kuram ları bilimsel
kuram ın ideal biçimi olarak görür, çünkü çevrilebilirlik savının mikros
kopik kuram lar için olmasa bile b u tip kuram lar için geçerli olduğunu
17O m eğin Em st Mach bu konum u History and Root o f the Principle o f the Conservation
o f Energy (Chicago, 1911, ilk kez Alm anca’da yayımlandı, 1872) başlıklı çalışmasında
çok belirtik olarak bildirdi: “Doğanın araştırılm asında yalnızca görüngülerin birbiri
ile bağlantılarının bilgisini ele almamız gerekir. G örüngülerin arkasında olduğunu
tasarımladığımız şey yalnızca anlağımızda varolur, ve bizim için yalnızca memoria tech-
nicanm ya da form ülün değerini taşır ki, b u n u n biçimi, keyfi ve ilgisiz olduğu için,
kültürüm üzün duruş noktası ile çok kolayca değişir (s. 49). Bkz. ayrıca ss. 54-55, ve
ayrıca şu bildirim: “Bilimin tem eli olan enson anlaşılmazlıklar/?; Tunt>::lligibılilıes [e.d.
“Daha karışık olguları onlara indirgediğimiz en yalın olgular" (E.N.)] olgular olmalı,
ya da, eğer hipotezler iseler, olgular olma yeteneğinde olmalıdırlar. Eğer hipotezler
nesnelerinin ( Gegenstand) hiçbir zam an duyulara baş vuramayacağı ve öyleyse ayrı
ca hiçbir zam an sınanamayacağı bir yolda seçilirse, ki m ekanik m olekül kuram ının
d u ru m u budur, araştırm acı hedefi olgular olan bilim in o n d an istediğinden daha
çoğunu yapmıştır—ve bu gereksizlik bir kötülüktür. ... Tam am lanm ış bir kuram da,
fenom enlerin ayrıntılarının tüm üne hipotezin ayrıntıları karşılık düşm elidir, ve bu
hipotetik şeyler için tüm kurallar ayrıca doğrudan doğruya fenom enlere aktarılabilir
olmalıdır. Ama o zaman m oleküller yalnızca değersiz bir im gedir” (s. 57).
‘“M ekaniğin tem el kavram larının d aha ayrıntılı bir açıklaması sonraki bölüm de
bulunacaktır.
Soyutlamacı ve hipotetik kuram lar arasındaki ayrım başka bir yerde
yatıyor g ö rü n ü r.19 H ipotetik b ir kuram görselleştirilebilir bir m odel
tarafından yorum lanıyor olsun ya da olmasın, tem el terim lerinin tüm ü
deneysel kavramlar ile karşılık-düşme kuralları yoluyla bağlı değildir.
Ö te yandan, soyutlamacı bir kuram da konutlam alı olarak tanım lanan
h er terim böyle kurallar yoluyla belli bir deneysel düşünce ile eşgüdüm
lü kılınıyor görünür. Böylece, Fourier’nin ısı iletim kuramı, matematik
sel notasyonda, şu anlatım ları kapsayan bir bölümsel aynşımlı denklem
ile form üle edilir: ‘Sonsuz uzunluktaki bir plaka üzerindeki keyfi bir
noktanın koordinatları,’ ‘zam an,’ ‘bir noktadaki sıcaklık,’ ‘bir noktada
ki yoğunluk,’ ‘ısıl iletkenlik,’ ve ‘özgül ısı.’20 Bu kuramsal terim lerden
h er biri deneysel bir kavrama karşılık düşer. Benzer olarak, Nevvton’ın
yerçekimi kuram ı kütle, uzaklık, zaman ve kıpısal ivme düşüncelerini
kullanır ki, b u n lard an h e r biri deneysel olarak b elirlenebilir bir bü
yüklük ile bağlıdır.
Soyutlamacı kuram lara yalnızca deneysel yasalar olm a görünüşünü
veren ve onlar için görselleştirilebilir bir m odel sağlamayı göreli olarak
kolaylaştıran şey bu durum dur. Dahası, geçmişte soyutlamacı kuram lar
genel olarak önceden sınırlı araştırm a alanlarında saptanmış deneysel
yasalar ile yakın andırım içinde oluşturulm uştur. Ö rneğin, ısı iletimi
üzerine deneysel incelem eler Fourier’nin analitik ısı kuramını önceledi;
ve ilkin geliştirilen deneysel düşünceler ve yasalar sonunda kuram ın ku
ramsal kavramlarım ve matematiksel biçimini önerdi. Başka soyutlamacı
kuram lar (Newton m ekaniği ya da Maxwell’in elektrom anyetik alan
kuramı gibi) ve ön deneysel araştırmaların bulgulan arasında benzer bir
tarihsel bağıntı geçerlidir. G ene de, soyutlamacı kuram lar ve deneysel
yasalar arasındaki böylesine güçlü andınm a karşın, andıranlar o kuram
ların yalnızca deneysel yasalar olduğu görüşünü daha önce belirtilen
nedenlerden ö türü desteklemez.21
19Bu ayrımı 17’nci d ip n o ta M ach’tan alıntılanan sondan bir önceki tüm ce düşün
dürür. N orm an R. Campbell tarafından onun Pkysics, theElements (Chap. 6) ve ayrıca
What Is Science? (Londra, 1921, Chaps. 5 and 7) başlıklı çalışm alarında bağımsız ola
rak geliştirilmiştir. Biraz daha benzer olan, ama ayrı bir felsefenin arkatasanna karşı
geliştirilen bir çözüm lem e için, bkz. H enry M argenau, The Nature of Physical Reality,
New York, 1950, Chap. 5.
“ Eşitlik şudur:
(ee'ı ,( a 2e a2e a2e
PeU t J ^ [ a * 2 + dy2 + 8z2
ki burada p yoğunluk, c özgül ısı, 0 sıcaklık, t zaman, X ısıl iletkenlik ve x, y \ e z bir
noktanın koordinatlarıdır.
21Soyutlamacı kuram ların hiçbir “hipotetik” ya da tahm insel sayıltı getirm ediği sa
vının güçlü bir eleştirisi, ve soyutlamacı ve hipotetik kuram lann özde kuramlar olarak
ayn olmadıkları görüşünün bir savunusu için bkz. Ludwig Boltzmann’ın “Ein W ort der
M athem atik an die E nergetik” ve “U ber die U nentbehrlichkeit der Atomistik in der
Natunvissenschaft” başlıklı denem eleri, Populare Sckrifteride Leipzig, 1905.
Buna göre, soyutlamacı ve hipotetik kuram lar, gözlem diline çevri
lebilirlikleri söz konusu olduğu ölçüde, aynı gemidedir. H er ne olursa
olsun, hen ü z hiç kimse h e r iki kuram tipinin, ilkede bile olsa, böyle
nasıl çevrilebileceğini göstermeyi başarmış değildir; ve çevrilebilirlik savı
h e r ikisi için de herhangi bir edim sel kuram ın yerleşik doğasının bir
betimlemesi olarak değil am a kuramsal bildirim lerin çözümlemesi için
büyük ölçüde tartışma götürür bir program olarak kalmayı sürdürm ek
tedir. B undan şu çıkar ki, kuram ların irdelem ekte olduğum uz bilişsel
konum larını ilgilendiren görüş üzerine, doğruluk ve yanlışlık herhangi
bir yürürlükteki fiziksel kuram a hiç olmazsa gözlem diline ileri sürülen
çevrilebilirliği saptanıncaya dek geçerli olarak yüklenem ez. Öyleyse,
sonuç olarak tartışm a altındaki görüş d ah a önce değinilen ikinci ko
num ile çakışır ki, bu konum a göre kuram lar en iyisinden araştırmayı
yönetm ek için aletler olarak görülür, haklarında doğruluk ve yanlışlık
sorularının yararlı olarak ele alınabileceği bildirim ler olarak değil.
22:Bkz. C. S. Peirce, Coüected Papers, Cambridge, Mass., 1932, Vol. 2, p. 354; 1933, Vol.
3, pp. 104-06; 1934, Vol. 5, pp. 226-28; Frank P. Ramsey, The Foundations o f Mathematics,
NewYork, 1931, pp. 194fF., 237-55; Moritz Schlick, Gesammelte Aufsâtze, Viyana, 1938,
ss. 67-68; Jo h n Dewey, The Quest fo r Certainty, New York, 1929, Chap. 8; W. H. Watson,
On Understanding Physics, Londra, 1938, Chap. 3; Gilbert Ryle, The Concept o fM in d ,
NevvYork, 1949, ss. 120-25; Stephen Toulmin, The Philosophy o f Science, Londra, 1953,
Chaps. 3 and 4.
görgül veriler sağlandığı ve o temsil biçim ine katıldığı zaman, gazın
sıcaklığını belirtilen bir derece sayısı kadar yükseltmek için gereken ısı
niceliğini nasıl hesaplayabileceğimizi (e.d. bir gazın özgül ısısını nasıl
hesaplayabileceğimizi) gösterir. Gazların m oleküler kuram ı böylece ne
gözlem soru n ların a ilişkin herh an g i b ir bildirim de m antıksal olarak
imlenir, ne de (araçsalcı görüşün kimi savunucularına göre) kendisi
mantıksal olarak böyle bildirim leri imler. Kuram için raison d ’etre bir
deneysel veriler küm esinden bir başkasına mantıksal geçişler yapmak
için bir kural ya da kılavuz olarak hizm et etmesidir. D aha genel olarak,
bir kuram onunla uyum içinde gözlemlenebilir olgulara ilişkin vargıların
verili olgusal öncüllerden türetilebileceği bir “yol gösterici ilke” ya da
“çıkarsama bileti” olarak işlev görür, böyle vargıların ondan türetildiği
bir öncül olarak değil.
Bu açıklam adan doğrudan doğruya çeşidi sonuçlar çıkar.
2. Bir kuram için geom etrik doğru çizgi ve daire kavramları gibi ideal
kavramların terim lerinde, ya da kıpısal hız, eksiksiz boşluk, sonsuz ölçü
de yavaş genleşme, eksiksiz esneklik, ve benzerleri gibi daha belirli ola
rak fiziksel kavramların terim lerinde form üle edilm ek norm al olmasa
da yaygındır. Böyle “ideal” ya da “sınırlayıcı” kavramlar görgül nesnel
içerik tarafından d ü şü n d ü rü leb ilse de, çoğunlukla deneysel olarak
gözlemlenebilir herhangi birşeyi betimleyici değildirler. G erçekten de,
kim ilerinin du ru m u n d a, sözel bir anlam da anlaşıldıklarında, varolan
herhangi birşeyi karakterize etm ek için kullanılabilm eleri bütünüyle
olanaksız görünür. Ö rneğin bir hızı fiziksel bir cisme ancak cisim sonlu
ve yitmeyen bir uzaklığı sonlu ve yitmeyen bir zaman aralığı boyunca
geçiyorsa yükleyebiliriz. Ama kıpısal hız zaman aralığı sıfıra doğru aza
lırken uzaklığın ve zamanın oranlarının sının olarak tanımlanır. Sonuç
ta, bu sınırın sayısal değerinin nasıl herhangi bir edimsel hızın ölçüsü
olabileceğini anlam ak güçtür.
Gene de bir kuram ın kurulm asında böyle sınırlayıcı kavramlar kullan
m anın bir gerekçesi vardır. O nların yardımıyla bir kuram kendini göreli
olarak yalın—h er ne olursa olsun, o nu eldeki matematiksel çözümleme
yöntem leri yoluyla ele alınmaya açık kılacak denli yalın—bir formülas-
yona ödünç verebilir. Hiç kuşkusuz, yalınlık ölçünleri bulanıktır, bir
ölçüde entellektüel m odalar ve genel görüş iklimi tarafından denetlenir
ve matematiksel tekniklerdeki gelişmeler ile birlikte değişir. Ama her ne
olursa olsun, yalınlık kaygılan hiç kuşkusuz kuram lann formülasyonuna
girer. Bir kuram ın yalınlaştıncı kavranılan kullanabilmesi olgusuna kar
şın, genel olarak daha “realistik” kavramlar kullanan bir başka kuram a
yeğlenecektir—eğer birincisi verili bir araştırm anın am açlarına yanıt
veriyorsa ve İkinciden daha uygun olarak kullanılabiliyorsa.
Öte yandan, bir kuram ın formülasyonunda böyle sınırlayıcı kavramla-
n n kullanımı olgusal doğruluk ya da yanlışlığın kuram a anlamlı olarak
yüklenebilir olduğu görüşü için güçlükler yaratır. Ç ünkü bir olgusal
bildirim in norm al olarak eğer ya varolan (“varolma” sözcüğünün tüm-
zamansal anlam ında) şeyler ve olaylar arasında, ya da varolan şeylerin
ve olayların özellikleri arasında belirtilen bir ilişkiyi form üle ediyorsa
doğru olduğu söylenir. Bununla birlikte, eğer bir kuram açıkça varolan
şeyleri karakterize etmeyen (ya da edem eyen) özellikler arasındaki iliş
kileri form üle ediyorsa, kuram ın hangi anlam da olgusal olarak doğru
ya da yanlış olabileceği açık değildir.
Genel olarak bir kuram ın kendileri için hiçbir karşılık-düşme kuralı
verilmeyen terim ler kapsaması bu görüş için andırım lı güçlükler ya
ratır, ve kuram için belli bir m odel tem elinde bir yorum un sağlanmış
olup olm am ası bu d u ru m u değiştirm ez. Sonuçta, böyle terim ler ile
hiçbir deneysel kavram bağlanmaz ve böylece gerçekte o terim ler değiş
kenlerin konum unu taşır. B ununla birlikte, böyle terim lerin bildirim le
rin gramatik biçimini taşıyan anlatım lara girm esine karşın, bu anlatım
ların birçoğu gerçekte hiçbir biçim de bildirim ler değil am a yalnızca
bildirim-biçimleridir. Ö rn eğ in , ‘H erhangi bir x için, eğer x bir hayvan
ise ve x P ise, o zam an x bir om u rg alıd ır’ anlatım ını irdeleyelim . Bu
bir bildirim in gram atik biçimini taşır; ama, başka bakım lardan belirsiz
yüklem değişkeni ‘P ’yi kapsadığına göre, bir bildirim -biçim idir, bir
bildirim değil, ve doğru ya da yanlış olarak karakterize edilem ez. Bil-
dirim-biçimi eğer yüklem değişkeninin yerine örneğin belirli yüklem
‘m em eli’ geçirilirse (ya da o n u n la bağlanırsa) b ir bildirim verir.23 Bu
nokta edim sel fiziksel kuram lardan ö rn ek ler ile aydınlatılabilir. Daha
önce belirtm iştik ki, gazların m oleküler kuram ında ‘bireysel bir m o
lekülün hızı’ anlatım ı için h içb ir karşılık-düşme kuralı yoktur, üste
lik ‘tüm m oleküllerin hızlarının ortalam a d eğ eri’ anlatım ı için böyle
bir kuralın olm asına karşın. B enzer olarak, y(jc,i) anlatım ı quantum
m ekaniğinde S chrödinger denk lem in d e b ir e lek tro n u n d u ru m u n u
karakterize etm ek için kullanılır. G erçekte \|/(x,i)'f,°(^,<) anlatım ı (ki
b u rada \|/° terim i y ’nin karm aşık eşleniğidir) için bir karşılık-düşme
kuralı varken, \\ı(x,t) terim inin kendisi için böyle b ir kural yoktur. İlk
bakışta, öyleyse, böyle terim ler kapsayan kuram lar bildirim-biçimleri-
dir ve doğru ya da yanlış oldukları söylenemez.
Bu ve benzeri güçlükler kuram lar üzerine araçsalcı görüş için doğ
maz, çünkü bu görüş üzerine kuram lar için önem li olan soru doğru
m u yoksa yanlış mı oldukları değil, am a deneysel fenom enleri temsil
etm ede ve çıkarsam ada etkili teknikler olup olmadıklarıdır. Kuramla
rın edim sel varoluşta hiçbirşeyi betim lem eyen ya da belirtm eyen ya
da deneysel kavram lar ile bağlı olm ayan belli anlatım ları kapsaması
olgusu aslında kuram ların belli bir içeriğin nesnel açıklam aları ola-
ralTyeterliklerinin terim lerinde olm aktan çok araştırm adaki aracı ya
da araçsal işlevlerinin terim lerinde yorum lanm aları gerektiği savı için
doğrulam a olarak alınır. Bu duruş noktasının perspektifinden, örneğin
gazların m oleküler kuram ının nokta-parçacık, kıpısal hız ya da eksiksiz
esneklik kavramları gibi sınırlayıcı kavramları kullanması kuramdaki bir
kusur değildir. Ç ünkü kuramın'görevi bir gazın içerisinde olup bitenin
aslına bağlı bir betim lem esini verm ek değil, ama gazın belli özellikle
rini çözüm lem ek ve sim geleştirmek için bir yöntem sağlamaktır, öyle
ki som ut deneysel d u rum larda bu özelliklerin kim ilerine ilişkin bilgi
bulunduğu zaman-kuram başka özellikler üzerine istenen sağınlık de
recesindeki bilginin çıkarsanmasım olanaklı kılar.
B enzer olarak, bir gazın ısıl özelliklerine ilişkin araştırm alarda bir
gazı kesikli parçacık ların b ir toplağı olarak çözüm leyen bir kuram ı
kullanm am ız araçsalcı konum için b ir sıkıntı kaynağı değildir, üstelik
gazlar ile bağıntı içinde akustik fenom enleri incelerken bir gazı sürekli
bir ortam olarak temsil eden b ir kuram ı kullanıyor olsak da. Ya doğru
ya da yanlış olan bildirim ler olarak yorum landıklarında, iki kuram ilk
bakışta karşılıklı olarak bağdaşmazdır. Ama çıkarsama için teknikler ya
da yol gösterici ilkeler olarak yorum landıklarında, kuram lar yalnızca
ayrı am a tamamlayıcı araçlardır ki, h e r biri özel bir sorular erim ini ele
almak için etkili bir entellektüel alettir. H er ne olursa olsun, fizikçiler
bir problem ler sınıfını ele alm ak için b ir kuram ı, ve b ir başkasını ele
23Bildirim-biçiminden bildirim elde etm enin bir başka yolu yüklem değişkeni üze
rinde “niceleştirm e” yapmak, böylece örneğin “Bir P özelliği vardır, öyle ki h e r sriçin
eğer x bir hayvan ise ve « P ise , o zam an x b ir om urgalıdır” bildirim ini elde etmektir.
alm ak için g ö rü n ü rd e uyuşmayan b ir başka kuram ı kullanm ada her
hangi bir göze çarp ar rahatsızlık gösterm ezler. K ırınm a ve kutuplaş
ma sorularını ele alırken kapsayıcı dalga ışık kuram ını kullanırlar ki,
buna göre optik fen o m en ler dönem li dalga devim inin terim lerinde
temsil edilir; ama, yansıma ve sapm a p ro blem lerini ele alırken, ışığı
doğrusal bir yayınım olarak çözüm leyen göreli olarak d aha yalın geo
m etrik optik kuram ını kullanmayı sürdürürler. Q uantum m ekaniğini
izge çizgilerinin ince yapısının çözüm lem esine uygularken, görelilik
kuramı üzerine dayalı düşünceler getirirler; quantum kuramı kimyasal
bağların doğasını çözüm lem ek için kullanılırken, böyle düşünceleri
göz ardı ederler. Bu tü r ö rn ek ler çoğaltılabilir; ve eğer bunlar başka
hiçbirşeyi tanıtlam ıyorsa, hiç olmazsa deneysel araştırm ada kuram lar
kullanılırken kuram ların sözel d o ğ ru lu ğ u n u n birincil kaygı nesnesi
olm adığını gösterirler.
B ununla birlikte, araçsalcı görüş üzerine kuram ların b irer “k u rg u /
fiction ” olduğu sonucu doğmaz—kuram ların insan yaratıları olmaları
gibi bütünüyle suçsuz bir anlam da olm anın dışında. Çünkü sözcüğün
küçültücü anlam ında, bir kuram ın bir kurgu olduğunu söylemek kura
m ın olgulara bağlılık gösterm ediğini ileri sürm ektir; ve bu doğruluk
ve yanlışlığın kuram lar için uygunsuz nitelem eler olduğu biçim inde
ki araçsalcı konum ile tutarlı bir önesürüm değildir. G erçekten de, o
konum ile tutarlı olarak, kuram lann onların terim lerinde yorumlandığı
m odellerin b irço ğ u n u n k urgular o ld u ğ u n u ileri sürm ek olanaklıdır
(kimi durum larda giderek açıkça kurgular olarak getirilirler, örneğin
Lord Kelvin’in eth er üzerine mekanik m odellerinin kimilerinin olduğu
gibi). Bu kadarı ileri sürüldüğünde, yalnızca ya o m odellerin fiziksel
realitesi için varsayılan ölçütü doyuran hiçbir görgül kanıtın olmadığı
ileri sürülmüştür, ya da bu ölçütün terim lerinde eldeki kanıtın olumsuz
olduğu. Ö te yandan, kimi kuram ların başkalarından üstün olduğunu
kabul etm ek de araçsalcı görüş ile tutarlıdır—ya bir kuram daha kap
sayıcı bir araştırm alar erim i için etkili b ir yol gösterici ilke olarak bir
başkasının yaptığından daha iyi hizm et ettiği için, ya da bir kuram daha
sağın ve daha ayrıntılı çıkarsam aları bir başkasının yaptığından daha
olanaklı kılan bir çözümlem e ve temsil yöntem i sağladığı için. B unun
la birlikte, bir kuram ancak edim sel olarak şeyler ve olaylar kuram ın
deneysel verilerden çıkarsamamızı sağladığı vargılar genel olarak daha
öte gözlem olguları ile iyi anlaşma içinde olacakları bir yolda ilişkili ise
araştırm ada etkili bir alettir. Başka araçlar du rum unda olduğu gibi, bir
kuram ın b ir araç olarak etkililiği, ya da bir başka kuram a üstünlüğü,
böylece ele alınan içeriğin nesnel özellikleri üzerine olum saldır ve kişi
sel kapris ya da yeğlem eden başka birşey üzerine bağımlıdır.
25Bu nokta sonsuz çoklukta (“infmitely many”) belit tem elinde çeşitli biçimsel diz
gelerin kurulm uş olması olgusu tarafından köreltilm ez. Ç ünkü bu dizgeler “belit-
şem aları” denilen şeyleri kullanır ki, bunların h e r biri bir belitin sonsuz bir sayıda
belirli bildirim de anlatılabilecek değişik bir biçimini betimler. B ununla birlikte, böyle
dizgelerdeki belitlerin sayısı sonsuz olabilse de, belit-şeması sonlu ve oldukça küçüktür.
araştırm ada önem li işlevler yerine getirdiğini ileri sürm ek arasında hiç
bir zorunlu bağdaşmazlık yoktur. Ö rneğin “New York ve W ashington,
D. C. Arasındaki uzaklık yaklaşık olarak 225 m ildir” gibi bildirim lerin
doğru olabileceğini, ve gene de insanların p lanlarında değerli roller
oynayabileceğini çok az kimse yadsıyacaktır. Gerçekten de, ortak uylaşım
zem ininde anlam lı olarak doğru ya da yanlış olarak ileri sürülebilen
pekçok bildirim ayrıca sağladıkları yarar için de incelenebilir. Kısaca,
bundan kuram ların “gerçek bildirim ler” olarak görülem eyecekleri ve
öyleyse salt araştırm ada vazgeçilmez işlevleri olduğu için doğruluk ya
da yanlışlıkları açısından araştırılamayacakları sonucu çıkmaz.
Dahası, kuramları vargıların onlardan türetildiği öncüller olarak değil
de çıkarsam aların onlarla uyum içinde yapıldığı yol gösterici ilkeler
olarak, kurallar olarak karakterize edenler sık sık bu ayrımın bağlamsal
doğasını göz ardı ederler. Bugün ‘Tüm insanlar ölüm lüdür’ ve ‘Welling
ton Dükü bir insandır’ öncüllerinden ‘Wellington Dükü ölüm lüdür’ var
gısına ilerleyen bir çıkarsama gibi tanıdık bir çıkarsamanın tasımın ilkesi
( x P ’dir’ biçimindeki bir bildirim ‘Tüm S P ’d ir’ ve ‘x .S”d ir’ biçimindeki
iki bildirim den türetilebilirdir) olarak bilinen salt mantıksal çıkarsama
kuralından (ya da yol gösterici ilkeden) örtük olarak yararlandığı yay
gın olarak bilinen bir noktadır. Dahası, ilke biçimsel bir ilkedir, çünkü
bildirim lerin hangi içerik terim lerini kapsayabileceğine bakılmaksızın
yalnızca biçim lerine gönderm ede bulunur.
Bununla birlikte, şimdi yine genel olarak kabul edildiği gibi, biçimsel
bir çıkarsama kuralı ile aklanan uslamlama yeniden yapılandınlabilir, öyle
ki aynı vargı, düşülmüş olan öncüllerin açığını kapayan bir özdeksel yol
gösterici ilke ile uyum içinde, başlangıçtaki öncüllerin bir alt-kümesinden
elde edilebilir. Böylece, ‘Wellington dükü ölüm lüdür’ vargısını ‘Welling
ton dükü bir insandır’ tekil öncülünden çıkarsamak doğrudur, yeter ki “x
ölüm lüdür’ biçimindeki herhangi bir bildirim ‘xbir insandır’ biçimindeki
bir bildirim den türetilebilirdir” biçimindeki özdeksel çıkarsama kuralını
kabul edelim. Yol gösterici ilkenin bu durum da özdeksel/materialbir ilke
olduğu söylenir, çünkü ilkenin akladığı çıkarsamalar sınıfında yer alması
gereken belirli içerik terim lerinden söz eder.
Ö te yandan, bu yordam genel olarak geriye doğru kullanılabilir, öyle
ki bir uslamlama için bir özdeksel yol gösterici ilke düşülebilir ve yeri
ne karşılık düşen bir öncül geçirilebilir. Ö rneğin ‘Bu bakır tel parçası
genleşecektir’ vargısı ‘Bu bakır tel parçası ısıtılacaktır’ öncülünden ‘“x
genleşecektir’ biçim indeki bir bildirim ‘x bakırdır ve ısıtılacaktır’ biçi
mindeki bir bildirim den türetilebilirdir” özdeksel yol gösterici ilkesi ile
uyum içinde çıkarsanabilir. Ama aynı vargı başlangıçtaki öncüle ‘Tüm
bakır ısıtılma üzerine genleşir’ bildirim ini eklersek bu yol gösterici ilke
olmaksızın elde edilebilir. Buna göre, öncüller ve çıkarsama kuralları
arasındaki ayrımların hem sağlam hem de önemli olmasına karşın, verili
bir bildirim bir bağlam da bir öncül olarak işlev görebilir, am a aslında
bir başka bağlam da b ir yol gösterici ilke olarak da kullanılabilir, ve
evrik olarak.
Bu yalın örneklerin ortaya koyduğu nokta açıkça içlerinde kuram lann
tem el bir rol oynadığı daha karmaşık uslam lam alar için de geçerlidir.
Ö rneğin birçok d urum da ışık dalga kuram ının deneysel olarak sapta
nabilir verileri böyle başka verilerden çıkarsamak için yol gösterici bir
ilke ye da teknik olarak kullanıldığı ya da yorum lanabildiği konusunda
çok az kuşku vardır. Ne de kuram ı görm en in bu yolunun o n u n bir
araştırmada oynadığı ve başka türlü göz ardı edilebilecek bir rolü ortaya
serdiği, ya da kuram lar üzerine bu perspektifin herhangi bir tikel kura
m ın şeylerin “enson doğası” üzerine son gerçeklik olduğu biçimindeki
inakçı önesürüm e karşı sağlıklı bir panzehir olduğu tartışm a götürür.
Gene de bundan kuram lann bilimsel açıklama ve tahm inlerde öncüller
olarak, haklarında doğruluk ve yanlışlık sorulanm getirm enin öyleyse
bütünüyle uygun olduğu bonafide bildirimler olarak hizm et etmedikleri
ya da edem eyecekleri sonucu çıkmaz.
G erçekte, kuram lar genellikle bilimsel incelem elerde olduğu gibi
kuramsal ya da deneysel araştırmanın sonuçlannı bildiren denem elerde
de yol gösterici ilkeler olarak olm aktan çok öncü ller olarak sunulur
ve kuttandır. H em yaşayanlar hem de ölmüş olanlar arasında en önde
gelen bilim cilerden bir bölüm ü hiç kuşkusuz kuram ları verili bir ko
n u n u n doğasına ve yapısına ilişkin bildirim ler olarak görm üşlerdir; ve
araştırm alannı bir kuram ın bir haritacılık ilkeleri kümesi olm aktan çok
belli bir doğa alanının tasarlanmış bir haritası olduğu sayıltısı üzerine
yürütm üşlerdir. Pekçok deneysel araştırm a hiç kuşkusuz bir kuram ın
konudadığı çeşitli hipotetik kendiliklerin (örneğin yürürlükteki atom
fiziğinin nötron, m ezon ve n ötrinolan gibi) gerçekten de kuram ın bil
dirdiği durum lar ve ilişkiler içinde yer alıp alm adığını saptam a isteği
tarafından esinlendirilir. Ama açık olarak bir kuram ı sınamaya yöne
lik araştırm a kuram ın kimi şeyleri doğruladığı ve başkalannı yadsıdığı
biçim indeki belirtik sayıltı üzerine ilerler. Kısaca, ne bilimsel kılgının
mantığı ve olguları, ne de uygulama alanındaki bilimcilerin sık sık be
lirtik olan tanıklıkları kuram ları yalnızca çıkarsam a teknikleri olarak
yorum lam anın karşısında hiçbir geçerli almaşığın bulunm adığı görü
şünü destekler.
Dahası, yukarıda belirtildiği gibi, yol gösterici bir ilke olarak görülmek
te olan bir kuram hakkında kuram bir öncül olarak kullanılırken doğan
sorular ile özsel olarak aynı sorular getirilebilir. Çünkü özdeksel bir yol
gösterici ilke bir kuram olsun ya da olmasın, ilke ancak doğru öncüller
den onunla uyum içinde çıkarsanan vargılar gözlem olgulan ile koşul
olarak getirilen belli bir dereceye dek anlaşma içinde iseler güvenilir bir
ilkedir. Sonuçta, bir kuram ın doyurucu (bir çıkarsama tekniği olarak)
olup olmadığını sormak ve bir kuram ın doğru (bir öncül olarak) olup
olmadığını sormak arasında b ü tününde yalnızca sözel bir aynm vardır.
Araçsalcı görüşün kimi savunucularının getirdikleri sav, hiçbir kura
m ın mantıksal olarak gözlem olgularına ilişkin herhangi bir bildirim
imlemediği savı benzer olarak sınırlandırılmalıdır. Eğer bir kuram bir
yol gösterici ilke olarak yorum lanırsa sav açıkça sağlamdır, çünkü bir
çıkarsama kuralı olgusal araştırm alarda bir öncül değildir ve olgusal
vargıları gerektirdiği söylenebilecek türden bir şey değildir. Sav eğer bir
kuram bir öncül olarak kullanıldığında bile yalnızca kuram dan hiçbir
örneksel vargının (instantial conclusion) çıkmadığını, am a ancak kuram
için uygun karşılık-düşme kuralları sağlandığı ve ilk koşulların uygun
bildirim leri öncüller olarak eklendiği zaman çıktığını ileri sürüyor ola
rak anlaşılırsa da sağlamdır. Ö te yandan, sav eğer b ir kuram ın bu ek
koşul yerine getirildiği zaman bile gözlemlenebilir olgulara ilişkin hiçbir
bildirim im lem ediğini ileri sürüyorsa açıkça yanlıştır. Çünkü böyle bir
sav bir kuram ın belirtilen yolda h er kullanılışında yalanlanır—örneğin,
dalga ışık kuram ı optik m erceklerin ren k sapınçlarını açıklamak için
kullanıldığı zaman.
Araçsalcı görüş üzerine son bir yorum daha yapılmalıdır. Daha önce
kısaca belirtildiği gibi, bu görüşün savunucuları görünürde mikroskopik
kuram ların konutladığı çeşitli “bilimsel nesneler”in (örneğin elektron
lar ya da ışık dalgalan) hiçbir biçimdeş açıklamasını vermez. Ama daha
öte bir nokta olarak belirtilebilir ki, bu görüş üzerine, böyle “bilimsel
nesneler”in fiziksel olarak varolan şeyler o ld u ğ u n u n nasıl söylenebi
leceği açık olm aktan uzaktır. Ç ünkü eğer bir kuram yalnızca bir yol
gösterici ilke— çıkarsamalar yapmak için fenom enleri temsil etm enin
bir yöntem i üzerine dayalı bir teknik—ise, ‘elek tro n ’ ve ‘ışık dalgası’
gibi terim ler büyük olasılıkla ancak temsil ve çıkarsam a kurallarında
kavramsal halkalar olarak işlev görür. İlk bakışta, öyleyse, böyle terim
lerin anlam ı araştırm alara kılavuzluk yapm ada ve gözlem gereçlerini
düzenlem ede oynadıkları roller yoluyla tam amlanır; ve bu perspektif
te böyle terim lerin sağın anlam da fenom enler olmayan fiziksel olarak
varolan şey ve süreçlere gönderm ede bulunabileceği sayıltısı dışlanmış
görünür. Araçsalcı görüşün savunuculan gerçekten de zaman zaman bu
sorun üzerine düpedüz kendileri ile çelişmişlerdir. Böylece, atom ik öz-
dek kuram ının yalnızca bir çıkarsama tekniği olduğunu ileri sürerken,
kimi yazarlar gene de atom lann varolup olmadığı sorusunu ciddi olarak
tartışmış ve atom ların gerçekten varolduğunu gösterm ek için kanıtın
yeteli olduğunu ileri sürm üşlerdir. Başkalan belirtik olarak atom ların
ve başka “bilimsel n esneler”in değişim küm eleri arasındaki ilişkilerin
genelleştirilmiş bildirimleri olduklarını ve varolan bireysel şeyler olama-
yacaklannı ileri sürm üşlerdir; am a aynca atom ların devimde olduklan-
nı, ve bir kütle taşıdıklarını da bildirmişlerdir. Böyle tutarsızlıklar onlara
neden olanların aslında bir kuram ı ilgilendiren doğruluk ve yanlışlık
sorulannı uygunsuz olarak dışlamaya hazır olm adıklarını düşündürür.
H er durum da, açıktır ki böyle sorulann mantıksal uygunluğunu onay
lamak ve ayrıca kuram ların önem li araçsal işlevini kabul etm ek tutarsız
değildir.
a. İlk olarak bir kuram ın bir bildirim değil am a yalnızca bir bildirim-
biçimi olduğu yolundaki salt biçimsel güçlük vardır. Çünkü, sık sık ol
duğu gibi, bir kuram ın kimi terimleri herhangi bir karşılık-düşme kuralı
ile bağlı değilse, sonuçta o terim ler değişkenlerdir, öyle ki görünüşte
kuram bildirim ler için gram atik gerektirim leri doyurmaz. Bu güçlük
ilkin belirtik olarak Ramsey’in önerdiği biçimsel bir aygıt tarafından
karşılanabilir.26 Aygıt yalnızca “varoluşsal niceleyiciler” denilen şeyleri
bildirim-biçimleri için ön-ekler olarak getirm ekten ve böylece sonuçta-
26Frank P. Ramsey, aynı yapıt, ss. 212-36.
ki anlatım ın biçimsel olarak bir bildirim olm asından oluşur. Ö rneğin,
‘Eğer bir insan P özelliğini taşıyorsa, o zam an böyle b ir kişinin mavi
gözleri vardır’ anlatım ı bir bildirim-biçimidir; am a ‘Bir P özelliği var
d ır’ ön-ekinin eklenmesi ile ondan ‘Bir P özelliği vardır, öyle bir yolda
ki eğer bir insan P ’yi taşıyorsa, o zaman o kişinin mavi gözleri vardır’
bildirim ini elde ederiz. Benzer olarak, varsayalım ki, ‘kütle’ ve ‘ivme’
terim lerinin karşılık-düşme kuralları ile bağlı olm asına karşın, ‘kuvvet’
terim i böyle olmasın. ‘Eğer bir cisim devimde değişim lere uğrarsa, o
zaman cismin kütle ve ivmesinin çarpım ı o n u n üzerinde etkide bulu
nan /^kuvvetine eşittir’ anlatımı aslında bir bildirim-biçimidir ki, ondan
‘Eğer bir cisim devimde değişimlere uğrarsa, o zaman (ölçülebilir) bir
F özelliği vardır, öyle bir yolda ki cismin kütle ve ivmesinin çarpımı F ’ye
eşittir’ bildirim ini elde edebiliriz. D aha genel olarak, ‘K(M,N,P,Q)’ b\r
kuram olsun ve b u n u n ‘M ’ve ‘N ’kuramsal terim leri karşılık-düşme ku
ralları ile bağlı iken !P’ve ‘Q ’kuramsal terimleri ise bağlı olmasın, öyle ki
‘K(M,N,P, Q) ’önsav gereği bir bildirim-biçimidir. O zaman ‘Bir P vardır
ve bir Qvardır, öyle b ir yolda ki K(M,N,P,Q) ’anlatım ı b ir bildirimdir.
Buna göre, Ramsey aygıtının kullanılması yoluyla bir kuram dan türeti-
lebilen gözlem sonuçlan değişmediğine göre, o aygıt tartışma altındaki
biçimsel güçlüğün arkasından dolaşmak için yeterlidir.
2. Genellikle form üle edildiği biçimiyle araçsalcı konum daki iki ana
güçluITbelirtildi. B unlardan birincisi pekçok deneysel araştırm anın bir
kuram dan yana ya da ona karşı kanıt bulmaya yöneltilmiş olmasıdır—
bir üstenim ki, eğer bir kuram gerçek bir bildirim değil am a yalnızca
yordam politikasının ya da kuralının bir form ülasyonu ise, görünürde
anlamsızdır. B ununla birlikte, bu karşıçıkış kolayca zararsız kılınabilir.
Ç ünkü bir k uram ın g erçekten dfc o n u ya “doğrulayacak” ya da “çü
rütecek” kanıt için .araştırm a yoluyla “sınanabileceği” yanıtını vermek
yeterlidir, am a yalnızca kuram ile uyum içinde gözlem öncüllerinden
türetilen gözlem vargıları için doğrulayıcı ya da çürütücü kanıtın aran
ması anlam ında. G ördüğüm üz gibi, konuyu b u yolda koymanın yarat
tığı biricik sorun tüm dengelim li çıkarsamaları yeniden yapılandırmada
özdeksel olm aktan çok salt biçimsel yol gösterici ilkelerin kullanılmasının
göreli uygunluğunu ilgilendirir.
ikinci ve daha ciddi güçlük tutarlı olarak savunulan bir araçsalcı gö
rüşün onu savunanların görün ü rd e bir kuram ın konutladığı herhangi
bir “bilimsel nesnenin” “fiziksel realitesini” (ya da “fiziksel varoluşunu”)
kabul etm esini önlüyor görünm esidir. Çünkü eğer ‘atom ’ ya da ‘elekt
ro n ’ gibi terim leri kullanan bir kuram yalnızca yol gösterici bir ilke ise,
atom ların “gerçekten var olup olm adıkları” gibi b ir soruyu getirm ek
yersizdir; ve o zaman, kimi fizikçilerin yaptığı gibi, deneysel kanıt şim
di atom u “gösterdiğine” göre “o n u n fiziksel varoluşuna ellerimizin ve
ayaklarımızın varoluşuna inandığımız gibi inanırız” dem ek aşın ölçüde
şaşırtıcıdır.
B ununla birlikte, bu karşıçıkışın gücü açık değildir çünkü ‘fiziksel
realite’ ya da ‘fiziksel varoluş’ anlatım ı karanlık olmasa bile en azından
ikircimlidir. H er ne olursa olsun, bu deyimleri kullanan yazarlar genel
olarak onları aynı anlam da anlamazlar. Bu nedenle, elektronlar, atom
lar, elektrik alanları ve b enzerleri gibi bilim sel n esn eler için fiziksel
realite doğrulandığı ya da yadsındığı zaman ister belirtik olarak isterse
örtük olarak olsun sık sık kullanılan değişik ölçütlerin kimilerini irde
lem ek yararlı olacaktır.
d. Sık sık dördüncü ve kimi yollarda daha kısıtlayıcı bir fiziksel realite
ölçütü kabul edilir. Bu ölçüt üzerine, bir terim fiziksel olarak reel birşeyi
ancak terim “nedensel”in belirtilen bir anlam ında iyi temellendirilmiş
bir “nedensellik yasası”nda (bu yasa ister kuramsal isterse deneysel ol
sun) yer alıyorsa imler. Bu ölçütün daha belirli bir türünde, terim teknik
olarak “bir fiziksel dizgenin d u ru m u ” denilen şeyi betimlemelidir, öyle
ki eğer ‘A ,’bir dizgenin t zamanındaki durum-betimlemesi ise, nedensel
yasa verili duru m u n değişmez bir yolda t ’d en daha sonraki (ya da daha
önceki) ^zam an ın d a A (d u ru m u tarafından izlendiğini ileri sürer.27
Ö rneğin, m ekanikte bir parçacıklar dizgesinin durum u parçacıkların
konum ve hızlarını belirleyen sayılar kümesi yoluyla betimlenir. Meka
niğin nedensel yasası, herhangi bir başlangıç zam anında bir parçacıklar
kümesinin konum ve hızlan verildiğinde, başka herhangi bir zamandaki
konum ve hızlannı belirlememizi sağlar. Buna göre, bir dizgenin meka
nik durum u fiziksel olarak reeldir. Benzer olarak, quantum kuram ında
bir dizgenin d urum u öğesel parçacıklann konum ve eneıjilerinm belli
bir fonksiyonu (Psi-fonksiyonu olarak bilinen) ile betim lenir ki, burada
fonksiyon kuram ın tem el dalga denklem inin bir çözümüdür. Bu denk
lem sonuçta bir dizgenin verili bir zamandaki Psi-durum unun değişmez
bir biçim de dizgenin herhangi bir gelecek zam andaki hesaplanabilir
Psi-durumu tarafından izlendiğini ileri sürer. Buna göre, şimdiki ölçüt
üzerine, Psi-durumu fiziksel olarak reeldir. Ö te yandan, quantum meka
niğinde örneğin bir elektron gibi bireysel bir öğesel parçacığın konum
ve hızının koordinadan parçacığın durum-betimlemesini oluşturmadığı
için, fiziksel olarak reel olanı betimlemez. Hiç olmazsa kimi fizikçilerin
görüştrnde, fiziksel realite öyleyse bireysel elektronlara ve böyle başka
atom-altı kendiliklere yüklenemez.28
e. Fiziksel realitenin son bir ölçütü belirtm eye değerdir. Buna göre
reel olan şey koşul olarak getirilen belli bir dönüşüm ler, değişimler,
yansımalar ya da perspektifler kümesi altında değişimsiz olandır. Öğe
sel bir geom etrik örnek' bu ölçütün tem elinde yatan genel düşünceyi
gösterecektir. Yatay b ir düzlem deki bir cam tabakası üzerine çizilmiş
bir daireyi ve belli bir'uzaklıkta dikey olarak dairenin özeğinin yukarı
sında duran küçük bip ışık kaynağım imgeleyelim. Daire o zaman cama
koşut bir p e rd e n in üzerine düşen b ir gölge olarak yansıyacak ve bu
gölge de bir daire olacaktır. B ununla birlikte, ışık kaynağı ve perde ilk
konum lannda kalmak üzere camın ondan geçen ve perdeye koşut olan
bir eksende dön d ü rü ld ü ğü n ü varsayalım. Perde üzerindeki gölgeler o
zaman bundan böyle daireler olmayacakür; ilk olarak elipsler biçimini
ve en sonunda paraboller biçim ini alacaktır. Bu izdüşüm de camdaki
dairenin ne şekli, ne çevresi, ne de alanı dairenin gölgesinde saklana
caktır; bunlar izdüşümdeki dairenin değişmez özellikleri değildir. Gene
de, dairenin kimi özellikleri böyle bir izdüşüm altında değişimsizdir.
Ö rneğin, eğer cam üzerine daire ile kesişen b ir doğru çizgi çizilirse,
27”D urum /i(afe” kavramı sonraki bölüm de daha tam olarak tartışılacaktır.
28Bkz. bu noktanın önde gelen iki çağdaş fizikçi arasında yer alan tartışması, Ervvin
Schrödinger, “Are T here Q uan tum jum ps?” British Journal fo r tfıe Philosophy o f Science,
Vol. 3 (1952), ss. 109-23, 233-42; ve Max Bom , “T he Interpretation o f Q uantum Me-
chanics,” British Journal fo r the Philosophy o f Science, Vol. 4 (1953), ss. 95-106.
çizginin gölgesi h e r zam an d airenin gölgesini iki noktada kesecektir.
Eğer şimdiki ölçüt bu örneğe uygulanırsa, cam üzerindeki betinin ne
şeklinin, ne çevresinin, ne de alan ın ın fiziksel b ir realite olduğunu
söylememiz olanaklıdır; am a yalnızca betinin izdüşüm deki değişimsiz
özelliklerinin fiziksel olarak reel olduklarını söylememiz gerekecektir.
Açıkça görülecektir ki bu ölçüt üzerine değişik türlerden şeyler fizik
sel realiteler olarak karakterize edilebilir ve bu iş b u amaç için hangi
dönüşüm ler küm esinin belirlendiğine göre yapılabilir. Böylece kimi
yazarlar dolaysız duyusal niteliklere fiziksel realiteyi yadsımıştır, çünkü
b u n lar fiziksel, fizyolojik, ve giderek ruhbilim sel koşullar ile birlikte
değişir. Bir san olarak realite terim i b u d ü şü n ü rlerin şeylerin “birin
cil nitelikleri” dedikleri kendiliklere ayrılmıştır ki, bunların karşılıklı
ilişkileri fizyolojik ve ruhbilim sel değişim lerden bağımsızdır ve fiziğin
yasalanna göre form üle edilir. Benzer olarak, bir cismin hızının sayısal
değeri cismin devimi değişik gönderm e çatılarına gönderm e ile alındığı
zaman değişimsiz değildir, öyle ki bu ölçüt üzerine göreli hız bir fiziksel
realite değildir. G örelilik kuram ı ile ilgilenen birçok yazar gerçekte
görelilik-öncesi fizikte anlaşıldığı gibi uzaysal uzaklıkların ve zamansal
sürelerin fiziksel olarak reel olm adığını ileri sürm üştür, çünkü bunlar
birbiri açısından değişmez göreli hızlar ile devinen tüm dizgeler için
değişimsiz değildir. Fiziksel realite, bu yazarlara göre, şeylerin yalnızca
görelilik fiziğinin değişimsiz yasalanna göre form üle edilen özellikleri
ne yüklenm elidir (örneğin bir cismin relativistik kinetik eneıjisi ya da
relativistik devinirliği gibi). Andırımlı bir yolda, fiziksel realite atomlar,
elektronlar, mezonlar, olasılık dalgalan ve benzerleri gibi kuramsal ken
diliklere yüklenmiştir çünkü bunlar belirtilen bir değişimsizlik koşulunu
doyurur.
Olanaklı yanlış anlamayı önlem ek için belki de vurgulamaya değer ki,
önceki tartışm ada değinilen ölçütler bir dizi bağlam da birşeyin fiziksel
olarak reel olduğu söylendiği zaman denm ek isteneni belirtik kılmak
için amaçlanmıştır. ‘Fiziksel realite’nin ayırdedilen anlam lann herhangi
birinde yüklenmesi öyleyse yanlış yorumlanmamalıdır. Böyle karakterize
edilen bir şeyin şeylerin şem asında “salt görüngü” biçim indeki gücen-
dirici etiketi taşıyan belli başka şeyler ile zıtlık içinde alınacak bir yeri
olduğunu, ya da karşılık düşen ölçüt yoluyla belirlenen gerektirim leri
doyurmaya ek olarak şeyin bir yolda öyle karakterize edilm eyen her-
şeyden daha değerli ya da daha temel olduğunu imliyor olarak anlaşıl
mamalıdır. Birçok bilimci ve felsefeci aslında sık sık “reel” sözcüğünü
bir değer yargısını anlatm ak ve reel oldukları ileri sürülen şeylere bir
“üstün” konum yüklemek için onursal bir yolda kullanmıştır. Belki de
sözcük ne zam an kullanılsa böyle o n u r verici bir çağrışımın yarattığı
bir aura doğar, üstelik açıkça tersinin doğrulanm asına karşın ve hiç
kuşkusuz d uruluk pahasına. Bu n ed en le sözcüğün kullanım ını bütü
nüyle yasaklamak istenebilir olacaktır. B ununla birlikte, şimdi linguistik
alışkanlıklar böyle bir yasaklamayı olanaksız kılacak denli derine işlemiş
ve yayılmıştır. Buna göre, bu uyarıcı notlar “reel” sözcüğü ile düşündü-
rülebilecek herhangi bir gücendirici zıtlığın şimdiki tartışmaya ilgisiz
olduğunu açığa çıkarabilmek için eklenmiştir.
H er ne olursa olsun bu kısa ölçüüer listesi “reel/rea/”ya da “varolm ak/
exist”sözcüklerinin bilimsel nesnelerin realitesine ilişkin tartışm alarda
ayırdedilebilecek anlam larının tüm ünü kapsamaz. Bununla birlikte, ku
ramlar üzerine araçsalcı görüşün bir savunucusunun onun konum unda
atom lar ve elektronlar gibi şeylerin fiziksel realitesini kabul etm enin
bu konum ile uyum içinde olup olmadığı gibi ikircimli bir soruya ikir-
cimsiz bir yanıt veremeyeceğini belirtm ek yeterlidir. Ama liste ayrıca en
azından ‘fiziksel olarak reel’ ve ‘fiziksel olarak vardır’ anlatım larının
hiç olmazsa ironik eğilimli bir araçsalcmm birçok kuramsal kendiliğin
fiziksel realitesini ya da varoluşunu kabul etm esine izin veren kimi an
lam larının olduğunu düşündürm eye yetecek denli uzundur.
D aha belirli olarak, eğer yukarıdaki ölçütlerden üçüncüsü ‘fiziksel
olarak reel’in anlam ını belirlem ek için kabul edilirse, bütünüyle açık
tır ki araçsalcı görüş söz gelimi atom ların gerçekten de fiziksel olarak
reel olduğu savı ile bütünüyle anlaşabilir. Gerçekte, birçok araçsalcmm
kendtteri böyle bir savı ileri sürerler. Savı getirm ek bir dizi iyi tem el
lenm iş deneysel yasanın o ld uğunu ve b u n ların birbirleri ile ve başka
yasalar ile verili bir atom kuram ı yoluyla belli bir tarzda ilişkili olduk
larını ileri sürmektir. Kısaca, bu anlam da atom ların varolduğunu ileri
sürmek eldeki görgül kanıtın kuram ın geniş bir araşürm a alanı için bir
yol gösterici ilke o]arak_elverişli olduğunu doğrulam ak için yeterlidir.
Ama daha önce belirtildiği gibi, bu sonuçta kuram ın kanıt yoluyla geçici
olarak doğru sayılabilmesine olanak verecek kadar iyi doğrulandığını
söylemekten yalnızca"sözel olarak ayrılır.
Araçsalcı konum un savunucuları hiç kuşkusuz kuram ın konutladığı
başka kuramsal kendiliklerin gerçekten de varolup olm adığına ilişkin
yargıyı saklı tutabilirler, çünkü b u n ların fiziksel realitesi için benim
senen ölçüt yoluyla saptanan gerektirim ler açık olarak doyurulmamış
olabilir. Ama kuram ların doğru ya da yanlış bildirim ler olduğu görü
şünün savunucuları böyle tikel sorunlar üzerine benzer duraksam alar
gösterebilir. Öyleyse kuram ların bilişsel konum u üzerine görü n ü rd e
karşıt olan iki görüşün h er biri belli bir dikkat ile bildirildiğinde, her
birinin yalnızca deneysel araştırm anın ele aldığı birincil nesnel içeriği
ilgilendiren olguları değil, am a ayrıca bilim in m antık ve yordam ını il
gilendiren tüm önem li olguları da form ülasyonlarına uyarlayabileceği
vargısından kaçınm ak güçtür. Kısaca, bu görüşler arasındaki karşıtlık
yeğlenen konuşm a kipleri üzerine bir çatışmadır.
Mekanik Açıklamalar ve
Mekanik Bilimi
7
kalıba uygun düşen açıklam alann karakterinin günümüzdeki
çözüm lem elerinde olduğu gibi daha eskilerinde de odakta
olan bir dizi genel soru ile ilgilendi. Bununla birlikte, bilimle
rin çeşitli özel alanlanndaki açıklamalann yapısı yoklanırken,
giderek dikkatimizi tüm dengelimli tipten açıklamalara sınırladığım
bile ek sorunlar doğar. Öyleyse bu daha tikel sorunların bir bölüm ünü
irdelemeliyiz, ama o n lan içlerinde yaratıldıkları özel açıklama dizgele
rinin bağlam ında tartışmamız gerekecektir. Klasik kuramsal mekanik
böyle dizgelerden biridir. Klasik m ekanik yirminci yüzyılın başından bu
yana fizik bilim inde yer almış olan büyük değişimlere karşın, m odern
fiziğin tem el bir parçası olmayı ve fiziksel açıklamanın önemli bir tipini
ömeklendirm eyi sürdürmektedir. Buna göre, bu bölüm mekanik açıkla
m a ile ne denm ek istendiğini tartışacak ve mekanik kuram ının belitleri
tarafından yaraülan eleştirel yöntembilimsel sorunları inceleyecektir.
sMatter and Motion [ Özdek ve Devim, Idea Yayınevi, 1996 ve sonraki yayımlar; çeviren
Aziz Yardımlı] J. C. Maxwell’in ilk kez 1877’de yayımlanan kitabının başlığıdır. Aşağı
dakiler başka yazarların verdikleri kimi tipik tanım lardır. “Die reine M echanik ... [İst
die] L ehre von denjenigen Erscheinungen, bei welchen ausschliesslich Bewegungen
ins Auge zu fassen sind, als sie sich m it der Bewegung m aterielle Punkte, starre, flüssi-
ger und elastische feste K örper beschâftigen” [:: “A n M ekanik... özdeksel noktaların,
hiç kuşkusuz genel bir yolda bilimin alanının sınırlarını çizer; örneğin
kimyasal tepkim eler ilk bakışta bu bilimin alanından dışlanır. B ununla
birlikte, fiziğin özdeğin devimleri üzerine araştırm alar olarak görüle
meyecek çok az dalı vardır. Ö rn eğ in b ir çubuk m ıknatısın bulunuşu
durum unda dem ir tozlan belli konum lar üsüenir, tıpkı manyetize edil
miş bir iğnenin bir elektrik akımı taşıyan bir telin bulunuşu d u rum un
da yaptığı gibi. Ama bu örnekler devimdeki özdeğin örnekleri olsalar
da, öyle ki Maxwell’in tanım ının tem elinde m ekanik bilim inin alanı
içerisine düşm elidirler, gerçekte sık sık o n d an dışlanırlar. Ö nerilen
tanım öyleyse m ekanik bilim inin edimsel sınırlarının neler olduğunu
bütünüyle açığa serm ez—aslında, “özdek” sözcüğü herhangi birşeyi
açıkça tanım lam ak için sağın olm aktan çok fazla uzaktır—ve m ekanik
açıklam aların karakterini yeterli olarak anlam ak için daha derinlere
bakmalıyız.4
katı, akıcı ve esnek cisimlerin devimi ile ilgili olduğu düzeye dek ... onlarda yalnızca
devimlerin göze alındığı görüngülerin öğretisidir”].—Gustave Kirchhoff, Vorlesungen
iiber mathematische Physik, Mechanik, Dritte Auflage, Leipzig, 1883, s. iii. “Die Mechanik
İst die Lehre von der Bewegungen der Naturkörper, d.h., der O rtsverânderungen ...
derselben, welche mit keinerlei Anderung ihrer übrigen Eigenschaften verbunden İst”
[:: “Mekanik doğa cisimlerinin devimlerinin, e.d. onların geri kalan özelliklerinin hiç
bir değişimi ile bağlı olmayan yer-değişimlerinin öğretisidir”] .— Ludwig Boltzmann,
Vorlesungen iiber die Prinzipien der Mechanik, Leipzig, 1897, Cilt 1, s. 1. “Die M echanik
İst die Lehre von der Bevvegung” [:: “Mekanik devim öğretisidir”] .—A. Voss, “Grund-
legung der M echanik,” in Encyklopâdie der mathem. Wissenschaften, Leipzig, 1901, Çilt
4, Bölüm I, s. 12. “Die M echanik İst die L ehre von den Bewegungsgesetzen materi-
eller K örper” [:: “Mekanik özdeksel cisimlerin devim yasalarının öğretisidir”].— Max
Planck, E in fü h ru n g in der Allgemeinen Mechanik, Leipzig, 1921, p. 1. “M echanics ... is
defined in the specific sense as the study o f the laws of m otion of m aterial bodies,
i.e., the relative changes of position of such bodies wıth tim e” [:: “Mekanik ... özgül
anlam da özdeksel cisimlerin deviminin, e.d. böyle cisimlerin zaman ile göreli konum
değişim lerinin yasalarının incelemesi olarak tanım lanır”].—N athaniel H. Frank, Int-
roduction to Mechanics and Heat, New York, 1939, s. 3.
■•Mekaniğin edim sel nesnesini ilgilendiren yararlı bir ipucu “m echanics” sözcü
ğ ü nün etim olojisi tarafından sağlanır. Sözcük bir contrivance/düzenek için Yunanca
anlaum dan türetilir. Düzenek ağırlıkları kaldırm ak ve taşımak için kaldıraçlar, eğik
düzlem ler, kıskılar ve tekerlek ve balta gibi aygıtlardır. Böyle m akinelerin taşıdığı
çeşitli yararlan keşfetme gibi bir amaçla incelenm esi bugün bile m ekanik bilim inin
ayırdedici bir görevi olarak görülür.
ve onlardan m ekanik açıklamaların özsel özelliklerini çıkarmak yeterli
olacaktır.5
Newton’m üç devim beliti ya da yasası onun tarafından şöyle bildirilir:
YASA I. H e r cisim ü z erin e u y g u lan a n /impressed kuvvetler yoluyla d in g in lik ya
d a d o ğ ru b ir çizgi ü z erin d e b içim deş devim d u r u m u n u değiştirm eye zorlan
m adıkça o d u r u m u n d a kalır.
YASA II. Devim değişim i h e r zam an uygulanan devindirici kuvvet ile oranulıdır,
ve ü z e rin d e o kuvvetin uygulandığı d o ğ ru çizginin y ö n ü n d e olur.
YASA III. H e r etkiye h e r zam an karşıt olan eşit b ir tepki vardır; ya da, iki cis
m in b irb iri ü z erin d ek i karşılıklı etkileri h e r zam an eşittir ve aykırı p arçalara
yöneliktir.
kütledir. Klasik mekanikte bir cismin Newton’ın onun “özdek niceliği” de
diği küüesi bir cismin değişimsiz bir özelliğidir ve devimi tarafından etki
lenmez. Buna göre, birinci belit için formül şöyle yazılabilir: Eğer F= 0 ise,
6K onu üzerine bütünüyle belirtik olursak, N ew ton’ın görüşü üzerine bir cismin
doğru bir çizgi boyunca ya hızında ya da devinme yönünde bir değişim varsa devimi
değişime uğram aktadır. Buna göre, b ir cisim eğer hızı arüyor ya da azalıyorsa ya da
devim inin yönü değişiyorsa herhangi bir zam an dönem i sırasında ivmeye uğram ak
tadır. (Eğer hızı azalıyorsa ivme negatiftir.)
biçimde tam bir açıklaması elde edilecekse üzerinden geçilmesi gereken
güç zemini belirtm ek için değinilmiştir.
Bununla birlikte, bu noktada iki ilişkili gözlem yapılmalıdır. Newton
ikinci yasada bir kuvvetin etkisi altındaki bir cismin ivmesinin yönünün
doğru çizgi boyunca olduğunu ileri sürer ki, kuvvetin kendisi o çizgi üze
rinde etkide bulunm aktadır. Bununla birlikte, eğer bir cismin dikkate
değer uzaysal boyudan varsa ve eğer kuvvet o n u n b ü tü n ü üzerinde et
kide bulunuyorsa, ivmenin yönünü belirleyen benzersiz bir doğru çizgi
yoktur—çünkü cismin ayn parçalan o zaman ayn doğru çizgiler boyunca
ivmelenir. Buna göre, devim belitlerinin “nokta-kütleler” denilen şey
ler için—kütleleri kuram da bir “nokta” üzerinde yoğunlaşmış cisimler
için—form üle edildiği kabul edilmelidir. Beliüerin açıkça nokta-kütleler
olmayan edimsel fiziksel cisimlerin devimlerine uygulaması böylece temel
kuram ın nokta-kütlelerin dizgelerinin az çok katı karşılıklı kısıtlamalar
alünda duran devimlerini kaplayacak yolda genişlemesini varsayar. Böyle
bir genişleme biraz güç bir matematiği gerektirse de, herhangi bir yeni
kuramsal düşüncenin getirilmesini gerektirmez: Kaü cisimlerin, sıvılann
ve gazlann kuramsal mekaniği nokta-kütleler mekaniği yoluyla sağlanan
tem el üzerine geliştirilebilir, am a bu dikkate değer hacım lan olan ci
simlerin nokta-kütlelerin belirsizce büyük bir sayısının dizgeleri olarak
yorumlanması koşulu ile yapılabilir. Ama şimdi belirtilen olgular devim
belitlerinin “kuram ın” daha önce tarüşılan anlam ında kuramsal bildirim
ler olduğunu açığa çıkanr; bu belitler deneysel olarak belirlenen özel
likler arasındaki ilişkilere ilişkin bildirimler değil, ama konutlam alardır
ki, başka türlü kuram ın konutlamafen yoluyla belirlenm eden bırakılacak
olan bir dizi temel kavramı örtük olarak tanımlarlar.
ikinci gözlem tam şimdi vurgulanan noktayı güçlendirir. Nevvton’ın
belitleri belirtik olarak sözünü etm eseler de, örtük olarak uzaysal boyut-
lann ve zamansal dönem lerin belirsizce bölünebileceğini kabul ederler,
öyle ki onlarla bağlı olan büyüklükler yitmekte olabilecek denli küçük
olabilir. Belitler aynca nokta-kütlelere yüklenen hız ve ivmelerin nokta-
kütlelerin ilgili zamansal dönem ler sıfıra yaklaşırken sınırlayıcı durum
da taşıdıkları hız ve ivmeler olduğunu da kabul eder—kısaca, belitler
nokta-kütleler için kıpısal hız ve ivmeleri kabul eder. İlk olarak böyle
sayıltılann niçin gerekli göründüğü konusunda açık olmalıyız.
Varsayalım ki doğru ve düz bir yolda devinen bir otom obilin hızını
belirlemeyi istiyoruz; ve varsayalım ki bir saatte aldığı yolu ölçüyor, bu
nu n 30 mil o ld uğunu buluyor, ve hızın saatte 30 mil olduğu vargısını
çıkarıyoruz. Ama açıktır ki otom obil o saat boyunca değişken bir hız
ile deviniyor olabilir, ve belirtilen hız edimsel olarak arabanın 30-millik
yolculuğun herhangi bir bölüm ü sırasındaki hızı olmayabilir. Saatte 30
millik hız böylece yalnızca taşıtın ortalama hızı olan şeyi temsil ediyor
olabilir. Eğer arabanın davranışının daha aynntılı bir açıklamasını elde
etmeyi istersek, hızı daha kısa zaman dönem leri sırasında, diyelim ki
her biri bir dakika olan dönem ler sırasında ölçmemiz gerekecektir; ve
belli bir dakika sırasında hızın dakikada bir mil iken, bir başka dakika
sırasında dakikada çeyrek mil olduğunu bulabiliriz. B ununla birlikte,
arabanın bir saat sırasında değişmesi olanaklı hızına ilişkin olarak be
lirtilen şey açıkça bir-dakikalık zamansal aralıklar için yinelenebilir; ve
daha da küçük aralıklar alınabilir—diyelim ki h er biri bir saniye olan— ,
ve bunlar sırasında hızlar ardışık olarak belirlenebilir.
Şimdi, bir görgül olgu olarak, hızları ölçmek için bu kısalmakta olan
dönem leri alma yordam ı belirsizce sürdürülem ez, çünkü hem uzaysal
hem de zamansal aralıklar için yapabileceğimiz deneysel ayrımların bir
alt sının vardır. Ama m ekanik kuram ı cisimlerin devim lerinin deneysel
teknolojinin edimsel duru m u n d an bağımsız olan bütünüyle genel bir
çözümlemesini sağlamaya çalışır; ve kuram ilişkilerin cisimleri devim
lerinin tüm n o k taların d a karakterize ed en yapısını form üle etmeyi
amaçlar. Newton b una göre uzaklık ve dönem lerin alt bölünm elerine
kılgısal alt sınırı göz ardı etti, ve kuram ı nokta-kütlelerin zaman aralık
ları sınır olmaksızın küçülürken sınırlayıcı (ya da kıpısal) hızlarının ve
ivmelerinin olduğu sayıltısı üzerine form üle etti. G erçekten de, Newton
“akılar yöntem ini/metfıod of fluxions”—ki şimdi buna aynşımlı ve tümlev
kalkülüs denir—cisimlerin devim lerinin böyle “kıpısal” yanlarının ele
alınması uğruna icat etti; ve onun devim belitleri, matematiksel analizin
dilinde bildirildikleri zaman, ikinci dereceden aynşımlı denklem ler bi
çimini alır .7 Ama bu olgular yalnızca önceki paragraflarda söylenenleri,
7Aynşımlı ve tümlev kalkülüsün düşünceleri ile tanışık olmayan okuyucu için bir
kaç daha öte açıklama sunulmalıdır. Kalkülüsün temel kavramı ister sayıların isterse
fonksiyonların olsun sonsuz bir dizisinin sının (limit) kavramıdır. Sayılann sonsuz bir
dizisinin kavranıl şöyle örneklenebilir. Şu sonsuz diziyi irdeleyelim: 30, 22lA, 20, 18%,.
. . , ki bunun terimleri 15(1 + 1 / n) form ülünden n ’ye ardarda 1, 2, 3, 4 ,. .., değerleri
atanarak elde edilir. Görselleştirme uğruna varsayabiliriz ki dizideki her bir terim bir
arabanın ortalama hızıdır ve arabanın hızının ölçülmekte olduğu zaman aralıkları ardı
şık olarak 1 saat, 30 dakika, 15 dakika, l lA dakika vb.dir. Burada n ’nin değeri ne olursa
olsun, dizide karşılık düşen terim 15’ten 1 5 /n ’den daha çoğu olmayan bir değer kadar
ayn olacaktır. Böylece, eğer n ’nin değeri 10 ise, karşılık düşen 16‘/4 terimi 15’ten 15/10
kadar ayrıdır; eğer n ’nin değeri 1000 ise, karşılık düşen 153/2ûo terimi 15’ten 15/1000
kadar ayrıdır, ve bu böyle gider. Buna göre, eğer n için yeterince büyük bir değer alı
nırsa, dizide belli bir terim e ulaşıldıktan sonraki terim lerin tüm ü de 15’ten önceden
belirleyebileceğimiz herhangi bir küçük pozitif nicelikten daha azı kadar ayrı olacaktır.
Böylece, eğer dizide onu izleyen tüm terim lerin 15’ten 1/1.000.000’dan daha az ayrı
olacakları bir terimi bulmayı istersek, n 15.000.000’a eşit ya da ondan büyük olmalıdır.
Bu örnekte 15 sonsuz dizinin sinindir (limit)', öyle bir sayıdır ki, onunla dizinin ardışık
terimleri arasındaki aynm dereceli olarak herhangi bir önceden atanmış küçük pozitif
sayıdan daha küçük olacakur. Bir sayılar dizisinin sınınnın genel tanımı şu biçimi alır:
*ı, * 2 .........x„ ,. . . sayılann bir sonsuz dizisi olsun, ve e herhangi bir küçük pozitif sayı
olsun. O zaman, eğer herhangi bir belirli e için, dizide bir terimi varsa, öyle bir yolda
ki onu izleyen tüm terim ler (e.d. tüm x„ terimleri için, ki burada n> N ) / ’deıı e’den
daha az ayn olacak ise, / ’nin dizinin sının olduğu söylenir.
Şimdi s bir arabanın geçtiği uzaklık olsun, ve düşüncelerim izi toplam ak için uzak-
devim belitlerinin katı evrensellik ile bildirildiklerinde deneysel yasalar
olmadıklarını, tersine kuramsal konudam alar olduklarını ve bir görgül
lığın t zam anı ile s = t 2 fonksiyonuna göre ilişkili o ld u ğ u n u varsayalım; başka bir
deyişle, varsayalım ki t saniye sonra araba s = t2 m etre yol almış olsun. Şimdi zaman
bir At (“delta t n olarak okuyun) aralığı kadar artınca arabanın aldığı yol As kadar ar
tar. Buna göre, araba t + At saniyede s + As m etre uzaklığı kadar toplam yol alacaktır.
Açıktır ki, s + As - (t+ A t)2 ~ t2 + 2tAt + At'1 olmalıdır. Yine açık olacaktır ki arabanın
At ek zamanı için yol alm anın bir sonucu olarak geçtiği As uzaklığı As = 2t At + (A/)2
denklem i ile verilir. A rabanın yolculuğunun bu ek bölüm ü sırasındaki hızını elde
etm ek için yalnızca As’yi At ile bölm em iz gerek ir ve böylece A s/A t = 2t + At elde
edilir. Bu ilişki At zam an aralığı ne denli büyük ya da küçük alınırsa alınsın geçerli
olacaktır, ve A t1ye sayısal değerler atayarak A s/A t hızlarının sonsuz bir dizisini elde
ederiz. B ununla birlikte, eğer At ilerleyerek artan bir biçim de küçülür ve böylece
bir sınır olarak sıfıra yaklaşırsa, A s/A t oranı da bir sınıra, bu d urum da 2f ’ye yaklaşır.
As/Atf’nin sınırlayıcı değeri ‘d s/d t’ile temsil edilir, ve s ’nin Saçısından ilk ayrışımlı
katsayısı (ya d a ilk türevi) adını alır. Bu sayı cism in kıpısal hızıdır. D ikkat etm ek
gerek ki, ‘d s/d t’ ayrışımlı katsayısı ‘ds’ payı ve ‘d t’ paydası ile sıradan b ir fonksiyon
değildir; anlatım sanki sınırsız bir o ran lar dizisinin sınırını temsil eden tek bir sim
geyi kapsıyormuş gibi görülmelidir.
Tıpkı bir cismin kıpısal hızının hızların sonsuz b ir dizisinin sının olması (ve uzak
lığın zaman açısından ilk ayrışımlı katsayısı ile temsil edilmesi) gibi, bir cismin kıpısal
ivmesi de sonsuz bir ivmeler dizisinin sinindir. Ama bir cismin h e r bir zaman birimi
için ivmesi hızın h e r bir zaman birim i için değişim oranıdır; ve buna göre, eğer bir
cismin değişik kıpılardaki kıpısal hızların» irdeliyorsak, kıpısal ivme kıpısal hızlann
değişim o ra n la n n ın bu hızlann irdelendiği kıpılar arasındaki aralıklar ilerleyerek
küçülürken sınırı olacaktır. Böylece, bir cismin kıpısal ivmesi kıpısal hızın zam an
açısından ilk aynşımlı katsayısı ile temsil edilecektir; ve sonuçta kıpısal ivme uzaklığın
zam an açısından ikinci aynşımlı katsayısı ile temsil edilecektir. Böylece kıpısal ivme
d2s/dt2 olarak yazılır. — ' ~
Ayrışımlı kalkülüsün aniacı herhangi bir fonksiyonun ayrışımlı katsayılarını elde
etm ek için kurallar geKştirmektir. Böylece, daha önce gördüğüm üz gibi s= £2’nin za
m an açısından birinci türevi ds/dt =2t*dir; ve kolayca gösterilebilir ki, s= /2’nin zaman
açısından ikinci türevi d2s/dt2= 2 ’dir. Bu ds/dt = 21ve d2s/dt2 = 2 denklem lerinden her
birine ayrışımlı denklem denir, çünkü bir aynşımlı katsayı kapsar. Bu denklem lerden
ilkinin birinci dereceden bir aynşımlı denklem olduğu söylenirken, d?s/dt3 = 2ds/dt
aynşımlı denklem inin üçüncü dereceden olduğu söylenir. Böylece, bir aynşımlı denk
lem in derecesi onda kapsanan en yüksek aynşımlı katsayının derecesidir. Mekanik
bilim inin temel denklem leri ikinci dereceden aynşımlı denklem lerdir.
Daha önce belirtildiği gibi, aynşımlı kalkülüsün görevi herhangi bir fonksiyon için
herhangi bir belirdlen değişken açısından aynşımlı katsayıyı bulmaktır. Ama evrik bir
problem vardır: Bir aynşımlı denklem verildiğinde onda kapsanan değişkenler arasın
daki fonksiyonel ilişkiyi bulmak, ve bunu fonksiyonun anlatım ının bundan böyle her
hangi bir aynşımlı katsayı kapsamadığı bir yolda yapmak. Bu evrik problem tümlev alma
sürecini içerir, ve genel olarak bir fonksiyonu aynmlaştırma biçimindeki ilk problem den
daha güç matematiksel sorular yaraür. O nun şematik bir tartışmasına bile giremeyiz,
ve konuyu bir kaç örnek ile bırakacağız, ds/dt - 2t aynşımlı denklem i verildiğinde, s ve
t değişkenleri arasında denklem i doyuran ilişki s = t2 + a fonksiyonu yoluyla verilir, ki
burada a herhangi bir değişmezdir. d 2s/d t2 = 2 aynşımlı denklem inin çözüm ü s = t2 +
at+ b denklem i ile verilir, ki burada a ve b herhangi iki değişmezdir. Böylece birinci
dereceden bir aynşımlı denklem in çözümü tek bir keyfi değişmez kapsar, ve bir ikinci-
derece aynşımlı denklem in çözüm ü iki keyfi değişmez kapsar.
içeriklerinin olduğu söylenmeden önce onlar için karşılık-düşme kural
larının sağlanması gerektiğini doğrular.
sBkz. Alfred Marshall, Principles ofEconomics, 8th ed., Londra, 1930, s. 99.
d eğ iştirm e d u ru m la rıd ır, ki b u r a d a ‘x ’ ve ‘y ’d e ğ işk e n le r ve ‘a ’ k e y f ıb ir
d eğişm ezd ir.
Şimdi aynı biçimi taşıyan bu çeşiüi yasa örnekleri şu noktayı bütünüyle
açığa serm ek için yeterlidir: İki yasa aynı biçimi taşıyabilir, am a bu böy
lelikle ikisinden b irinin öteki için bir açıklayıcı öncül olarak hizm et
edebildiği imlenmeksizin olabilir. Isıl genleşme yasasının serbest düşme
deki cisimler için yasa ile aynı biçimi taşıması olgusu birincinin İkincinin
yardımı ile açıklanabileceği sanısı için en küçük bir neden sunmaz. Hiç
kuşkusuz verili bir biçimdeki bir yasanın aynı biçimdeki ikinci bir yasayı
açıklayabilmesi soyut olarak olanaklıdır. Ama eğer durum bu olursa, bu
yalnızca biçimsel benzerliklerinin bir sonucu değildir.
Bu gözlem m ekanik açıklamaların ayırdedici özelliğinin devim belit
lerinin matematiksel biçim inde bulunmayacağı gibi daha öte bir vargı
yı düşündürür. Ama bu düşünceyi kendi değeri üzerine yoklamalıyız.
Deneysel yasalann yukandaki örneklerinin tersine, devim belitleri, daha
önce belirtildiği gibi, aynşımlı denklem ler olarak form üle edilmelidir.
Amaçlarımız için dikkatimizi ikinci belite sınırlam ak yeterli olacaktır.
Buna göre, varsayalım ki tekil bir nokta-kütle üzerine bir 1: kuvveti et
kide bulunsun, konum u karşılıklı olarak dikey üç gönderm e eksenine
göre-x, ’ ‘y ’ve ‘z ’uzaysal koordinatlan yoluyla belirlensin, ve kuvvetlerin
bu eksenler boyunca bileşenleri F* Fy, ve Fz olsun, ikinci belit o zaman
kuvvetin geri kalan bileşenleri için de benzer denklem ler alınmak üzere
d^x
m —ş- = Fx olarak yazılabilir. Belit böylece ikinci dereceden bir doğrusal
dt %
a y n şım lı d en k lem le F kü m esi o la ra k bildirilebilir. B eliti b ir ö n c ü l o larak
a la n h e r h a n g i b ir a ç ık la m a y ı m e k a n ik o la r a k a y ır d e d e n şey b u o lg u
m u d u r?
Belitler nokta-kütleler üzerinde etkide b u lu n an kuvvetin özgül ka
rakterine ilişkin hiçbirşey söylem ediği için, şim dilik varsayalım ki F
kuvvet-fonksiyonu tartışma altındaki problem in doğasına bağlı olarak
bir dizi yolda özgülleştirilebilir ve öyleyse bir büyüklükler türlülüğüne
gönderm e içerebilir olsun. Şimdi fizikte m atem atiksel biçim leri m e
kaniğin ikinci belitinin m atem atiksel biçimi ile özdeş olan, am a gene
de zam an zam an m ekanikten ayırdedilen kuram lar vardır. Ö rneğin,
elektrostatik kuram ı ikinci dereced en doğrusal ayrışımlı denklem ler
biçim ini taşır, ve gene de b u kuram ın terim lerinde açıklam alar h er
zaman m ekanik açıklam alar sayılmaz. Yine, Maxwell elektrom anyetik
kuram ın tem el denklem lerini Newton belitlerinin almaşık bir form ü
lasyonu olan Lagrange m ekanik denklem lerinin biçimini alacaklan bir
yolda dönüştürm eyi başardı. Ama böyle bir dönüşüm ün yapılabilme
si olgusundan elektrik ve manyetizma yasalarının böylelikle mekanik
kuram ı tarafından açıklanmış olduğu sonucu çıkmaz ve hiçbir fizikçi
çıktığını kabul etmez.
G erçekten de, d ah a genel b ir nokta olarak belirtilebilir ki, fiziğin
çeşitli dallarında temel bir rol oynayan belli aynşımlı denklem ler vardır;
am a bu n a karşın bu değişik araştırm a alanları genel olarak böylelik
le ortak b ir kuram ın alanı içerisine düşüyor olarak görülm ez. Ö rne
ğin, Fourier’nin denklem i olarak bilinen bölüm sel aynşımlı denklem ,
du d2u d2u
— =a
k8 x 2 + d f + â ? y
hidrodinam ik, ısı iletimi, durgun ve akan elektrik ve manyetizma alan
larında tem el kuram ı form üle etm ek için kullanılabilir. Ama bu çeşitli
nesnelerin soyut olarak ya da biçimsel olarak ayırdedilem ez ilişki ya
pıları sergilediğinden daha çoğunu belirtmez. Söz konusu alanlardan
h er biri için karşılık düşen kuram larda ayırdedici olan şeyin kuram ın
biçimsel yapısı yoluyla eksiksiz olarak sunulduğunu imlemez. Ayrı kuram
lan n biçimsel özdeşliği hiç kuşkusuz onlara ilişkin oldukça önem li bir
olgudur. Böyle bir özdeşlik bir araştırm a alanı için geliştirilen m atem a
tiksel tekniklerin başka birçok alanda da kullanılmasını olanaklı kılar;
ve değişik kuram lar arasındaki biçimsel andıranlar, ve aynca formalizm
ile bağlanabilecek im geler araştırm anın yürütülm esinde muazzam bul
gulatın değerler taşıyabilir.9
Son bir gözlem daha yapabiliriz. Devim belitlerinin ikinci-derece doğ
rusal aynşımlı denklem ler biçimini taşımasına karşın, fizikçilerin salt bu
biçimdeki bir değişimi böyle değiştirilmiş bir kuram ın bundan böyle bir
m ekanik kuram ı olmadığını bildirm ek için yeterli n eden olarak görüp
görmeyeceklerini tahm in etmeye çalışmak ilginçtir. Böylece, varsayalım
ki Newton’m cisimlerin deviminin devinirliklerin değişiminin zaman-
oranınm terim lerinde çözümlenebileceği sayıltısında yanılmış olduğu,
ve ivmelerin değişim inin zam an-oranm ın terim lerinde daha doyum ve
rici bir kuram ın geliştirilebileceği bulunm uş olsun. Temel devim denk
lemleri o zaman üçüncü-derece aynşımlı denklem ler olacaktır. B ununla
birlikte öyle görünür ki, eğer yeni kuram ve eskisi arasındaki özsel aynm
bu olsaydı, birincinin bir m ekanik kuram ı olarak görülm eye son ver
mesi söz konusu olamazdı. Gerçekte, devim denklem lerinin biçiminde
genel görelilik kuram ının gerektirdiği değişiklik bu hipotetik örneğin
düşündürdüğü değişiklikten çok daha köktendir. Gene de, iyileştirilmiş
kuram ın terim lerinde açıklam alar pekçok fizikçi tarafından m ekanik
açıklamalar olarak görülmeyi sürdürm ektedir.
Şimdi özel olarak mekaniğe ayrılan incelem elerde yaygın olarak ele
alınan konulann bir taslağını vermiş olmamıza karşın, hiçbir biçimde
Nevrton’ın devimi çözümlemesinin yararlarını tüketmiş değiliz. Ö rne
ğin, bir elektrik yükü taşıyan bir cisim elektriksel olarak yüklü bir başka
cismin etkisi altında Newton denklem leri ile form üle edilebilecek bir
tarzda devinir. Bu durum da kuvvet-fonksiyonunun elektrik yüklerinin
büyüklüklerine gön d erm ed e b u lu n an terim ler kapsayacak olm asına
karşın (elektrikyasalan ile uyum içinde), böyle devimlerin açıklamala
rına da sık sık m ekanik açıklam alar denir. M ıknatısların etkisi altında
devinen manyetize edilebilir cisimler için b enzer bir gözlem geçerli-
dir. B una göre, d ah a önce alıntılanan büyüklüklere ek olarak, sık sık
m ekanik açıklamalar olarak görülen şeylerdeki kuvvet-fonksiyonlan da
belirleyici etm enler olarak elektrik yükünden, manyetik güçten ve çeşitli
başka kendiliklerden söz edebilir. Kısaca, edimsel fiziksel kılgının bir
gözlemi büyük b ir problem ler türlü lü ğ ü n ü n N ew ton’ın devim denk
lem lerinin terim lerinde başanlı olarak ele alınabildiğini ve önem li bir
sayıda ayn etm enin kuvvet-fonksiyonunun belirlenm esine girebildiği
ni gösterir. Sonuçta, “m ekanik” ve “m ekanik açıklam a” etiketlerinin
geniş am a hiçbir biçimde sağın olmayan bir alanı vardır. Buna karşın,
birazdan göreceğimiz gibi, onlara kuvvet-fonksiyonlannın bileşimi üze
rine dayatılabilecek daha dar ama daha kapsayıcı bir yan-anlam verilebi
lir, eğer kuvvet-fonksiyonlan “mekanik” kuvvet-fonksiyonlan sayılacaksa.
b. Mekanik bir açıklama için daha çok şey isteyen bir gerektirim onun
M koşullarından ilk ikisini doyurması ama kuvvet-fonksiyonunun yalnız
ca uzaysal-zamansal değişkenlerin, evrensel yerçekimi değişmezinin ve
kütle katsayılarının terim lerinde belirlenmesidir. N ew ton’ın yerçekimi
kuram ı bu tip açıklam alar sağlar. B ununla birlikte, açıktır ki eğer bu
gerektirim i doyuran bir m ekanik kuram ı klasik m ekanikte ele alm an
olağan problem ler erim i için yeterli olacaksa, mikroskop-altı parçacık
ve süreçler konutlamalıdır. Bu konutlanan kendilikler o zaman devim
belitlerin in terim lerin d e çözüm lenebilir olm alıdır; ve k ü tlelerinin
A C D B G
Bu çizgi üzerin d e A ve B n o k tala n arasında yatan Cve D gibi h erh an g i iki nokta
alalım . Şim di D ’deki cisim ayrı b ir y erde o lm a n ın d ışın d a tam o larak C ’deki
ile aynı d u ru m d ad ır. Bu n e d e n le cism e D ’d e C ’d e olan ile aynı şey olm alıdır.
A m a C ’d e (h ip o te z g e reğ i) b içim d eş o la ra k B ’ye d e v in m e y e te n eğ in d e d ir.
Öyleyse D ’d e biçim sel o larak G ’ye d evinm e y e te n eğ in d e o lac ak ü r ki, b u ra d a
DG = C B ’dir, ve b u böyle sürer. B u n a g ö re, e ğ e r devindirici n e d e n in başlan
gıçtaki ve kıpısal etkisi cism i devindirebiliyorsa, cisim yeni h içb ir n e d e n o n u
e n g ellem ed ik ç e b içim deş o larak d o ğ ru b ir çizgide devinecektir.
İkinci d u ru m d a , cisim ü z e rin d e devindirici n e d e n d e n ayrı h içb ir yeni n e
d e n in e tk id e b u lu n m a d ığ ı varsayıldığı için, öyleyse hiçbirşey birinciyi artm aya
ya d a azalm aya b elirlem ey ecek tir. B u n d a n şu çık a r ki, d e v in d irici kuvvetin
s ü re n etkisi b içim d eş ve değişm ez olacak, öyle ki e tk id e b u lu n d u ğ u zam an
sırasında cisim biçim deş o larak d o ğ ru b ir çizgide devinecektir. A m a devindirici
kuvvetin belli b ir zam an sırasında biçim d eş olarak ve değişm ez olarak etkide
b u lu n m a sın a ve eylem ini hiçbirşey e n g ellem ed ik ç e h e r zam an sü rm esin e yol
a çan aynı n e d e n d e n açıktır ki, b u etki sonsuza d e k aynı kalm alı ve değişm ez
o larak aynı so n u c u ü re tm elid ir.17
da. Yeryüzü ile aynı düzlem de eksiksiz olarak düz bir buz tabakası yeterli olmayacak,
çünkü bu durum da yol hiçbir biçimde doğru bir çizgi olmayacaktır. Büyük bir daire
bile olmayacaktır, çünkü yeryüzünün dönm esi ile birlikte giden yerçekimi etkileri
vardır. Başka bir deyişle, ilkin kötü değilmiş gibi görünen örnek yakından bakıldığında
çok talihsiz çıkar. Büyük olasılıkla Newton’ın birinci yasasına büyük-ölçek fenom enal
bir örnek verme girişim lerinin tüm ü için aynı şey geçerli olacaktır.”—R. B. Lindsay
ve H. M argenau, Foundations ofPhysics, NewYork, 1936, s. 89.
neysel olarak doğrulayamayacağımızı ileri sürer, çünkü, başka hiçbir
neden olmasa bile, böyle herhangi bir önerilen doğrulam anın cisimler
üzerinde etkide bulunabilecek kuvvetleri ilgilendiren sayıltılar içerdiği
ni ve öyleyse m ekanik kuramının başka bölümlerinin kullanımını içerdi
ğini düşünür. Buna göre, soruyu doğru olarak koymanın yolu mekanik
kuramının görgül bir içeriğinin olup olmadığıdır, ki burada “mekanik
kuram ı” yalnızca üç devim belitini onun çeşidi terimleri için eşgüdüm-
leyici tanım lan ile birlikte kapsıyor olarak değil, am a aynca geleneksel
olarak kuvvet-fonksiyonu ile ilgili olarak getirilen özel sayıltılan da kap
sıyor olarak anlaşılmalıdır. B ununla birlikte, soru bu yolda sorulunca,
yanıt açıkça olum lu bir yanıttır, çünkü hiç kimse ciddi olarak kuram ın
edimsel devimlerin yapısına ilişkin söyleyecek çok şeyi olduğundan kuşku
duymaz. Sonuçta, birinci belit özsel olarak devimlerin kuram yoluyla ya
pılan çözüm lem esinde içerildiği için, o n u n da görgül bir içeriği vardır.
Ö rneğin, kuram bir gezegenin güneşin yerçekimi kuvvetine yüklenen
devim lerini çözüm lerken b u n u kuvveti biri gezegenin yörüngesine
teğet boyunca ve öteki durağan bir noktaya, güneş ve gezegenin kütle
özeğine yönelik bir çizgi boyunca olm ak üzere iki bileşene aynştırarak
yapar. B ununla birlikte, kuram a uygun olarak, teğet boyunca yer alan
devimin o zaman birinci belit ile uyum içinde olduğu varsayılır, öyle ki
kuramsal yörüngesinin herhangi bir noktasında gezegenin devimindeki
ivmeler dizgenin külte özeğine yönelik olmalıdır. Böyle bir çözümleme
bu sayılülara uygun olarak çıkarsanan kuramsal yörüngenin gezegenin
gözlenen konum lan ile iyi anlaşma içinde olması anlam ında yüksek dü
zeyde başanlı olduğu için, böylece bir bütü n olarak kuramı doğrulayan
kanıt birinci beliti de doğrular.
Buna göre, birinci belitin deneyden doğrulam a gerektiren bir genel
hipotez olduğu, ve öyleyse görgül bir içerik taşıdığı savı hiç olmazsa ilk
bakışta bir tem elden yoksun değildir. Ama, geriye kalan devim belitle
rini yoklayıncaya dek, bu savı değerlendirm eyeceğiz, ne de onu daha
önce tartışılmış olan çeşitli karşı-savlar ile ilişkilendireceğiz.
2. ikinci ve üçüncü devim belitleri. Geriye kalan iki beliti birlikte irdele
mek uygundur. Birinci belit durum unda olduğu gibi, bunlann cisimlerin
devimleri ile ilişkilendirdikleri uzaysal gönderm e çatısının doyurucu bir
yolda belirlendiğini varsayacağız. Buna göre, klasik m ekanikte zaman
ölçüm ü daha önce yeterince tartışılmış olduğu için, yoklanmak üzere
geriye yalnızca iki daha öte kavram, kuvvet ve kütle kavranılan kalır.
a. Kuvvet kavramı m ekaniğin tem elleri için büyük bir güçlük kay
nağı olmuştur. D aha önce belirtildiği gibi (s. 190) hiç kuşkusuz insan
çabasının tanıdık deney im lerin d en köken alm ıştır; ve sıradan fizik
incelem elerindeki dilin çoğu, cisim lerin birbirlerini “çektiği” ya da
“ittiği” ya da birbirleri üzerinde “kuvvetler uyguladığı” söylendiği zaman,
örgensel-olmayan doğanın dinamik etkileşimlerine kendi örgenlikleri-
mizde duyumsadığımız gerilim ler gibi birşey yüklenir. Aslında sıradan
fizik dilinin telkin etkisi daha da ileri gider, ve “kuvvetlerin etkisi” gibi
anlatım lar kuvvetleri üzerlerinde etkide bulunabilecekleri cisimlerden
bağımsız, kendi başlarına “varlıkları” ya da varoluş kipleri olan tözsel
“kendilikler” olarak göz ö n ü n e getiriyor görünür. Bilimin tem elleri
üzerine özellikle on dokuzuncu yüzyıl sırasındaki eleştirel çalışmanın
çoğu fiziği böyle antropom orfik kavram lardan temizlemeye yöneliktir;
ve büyük olasılıkla bugün hiçbir fizikçi, giderek antropom orfik dili kul
landığı zam anlarda bile, on u n ciddi olarak ya da elverişli bir kullanım
yolundan daha çoğu olarak alınmasını amaçlamaz.
Bu eleştirel ev-temizliği duyumsanan çabalar ya da tözsel etm enler ile
andınm içinde tasarlanan kuvvetlerin mekaniğin kuram ında tanınabilir
hiçbir rollerinin olm adığını ve öyleyse O ccam ’m ünlü usturası yoluyla
işe yaramaz bir hurda yığını gibi bilim den sürülebileceğini açıkça ortaya
koymuştur. Sayısal bir bilim dalında bir kavram için özsel bir gerektirim
onun form üle ettiği özelliği tanım a ve ölçme yollan ile bağlantılı olma
sıdır; ve insanbiçimsel bir kuvvet kavramı bu koşulun birinci parçasını
ancak ciddi olarak sınırlı alanlar içerisinde doyurur, ve ikinci parçasını
hiçbir biçim de doyurmaz. Ama, ev-temizliğinin gerekliliği ve etkililiği
konusunda fizikçiler arasında tam bir görüş birliğinin olmasına karşın,
mekanikte sürülen düşüncenin yerini neyin alması gerektiği konusunda
çok daha az anlaşma vardır.
Newton’ın kuvvet kavramı üzerine kendi tartışması tuhaf bir bilmece
sunar. “Uygulanan kuvvet/impressed force ” için belirtik tanımı onun “bir
cisim üzerinde onun ya dinginlik ya da doğru bir çizgide biçimdeş ola
rak devinme durum unu değiştirebilmek için uygulanan bir eylem/actiorı
olduğudur .” 24 Bu formülasyon “uygulanan kuvvetleri” “bir cismin duru
m undaki değişim” ile açık olarak eşitlemez; tersine, kuvvetleri cisimlerin
devinirliklerini değiştiren eylemler (ya da nedenler) ile bağlar, öyle ki bu
sonuncu değişim ler yalnızca kuvvetin etkileri olarak görünür. B ununla
birlikte, Newton kuvvetler için devinirliklerdeki değişim lerin terim le
rinde olm anın dışında hiçbir genel ölçü sunmaz; ve kuvvetler başka
hangi yolda saptanabilir olursa olsun, ortaya çıkardıklan ivmelerin te
rim lerinde ölçüleceklerdir. Ö te yandan, ikinci belit devinirlikteki bir
değişimin uygulanan kuvvet ile oranülı olduğunu ileri sürer. Ama açıktır
ki, eğer uygulanan kuvvetler devinirlikteki değişim lerin terim lerinde
ölçülürse, o zaman belit yalnızca bir cismin devinirliğinin değişiminin
devinirlikteki değişim ile orantılı olduğunu ileri sürüyor görünür. Bir
devim beliti olm aktan uzak, ikinci belit bu çözümleme üzerine sıradan
bir mantıksal apaçıklığa çöküyor görünür.
Nevvton’m beliti ile b u n a benzer birşeyi amaçlamamış olduğu konu
sunda çok az kuşku olabilir. Ama onunla ne dem ek istemiş olursa olsun,
24Isaac Newton, aynı yer, s. 68.
ikinci belitin yalnızca “kuvvet” terim inin sözel bir tanımı olduğu görüşü
özellikle böyle bir “kuvvet” tanım ının kavramın antropom orfık ve “me-
tafiziksel” bir açıklamasına biricik almaşık olduğuna inanan fizikçiler
tarafından yaygın olarak kabul edilmiştir .25 Bu görüş ikinci beliti F= ma
denklem inin biçiminde bildirm e uygulamasının yaygınlığı ile güçlendi
rilir, çünkü burada ileri sürülenin bir özdeşlik olduğu ve öyleyse form ü
lün bir analitik doğruluğu anlattığı düşünülür. Hiç kuşkusuz açıktır ki
“kuvveti” b u yolda tanım layanlar “kütle”nin ikinci belitin kullanım ını
içermeyen bağımsız bir tanım ını sunm alıdırlar; çünkü “kütle”nin kimi
zaman kuvvetin ivmeye oranı olarak önerilen tanım ı “kuvvetin” kütle
çarpı ivme olarak açımlamasını döngüsel bir açımlama yapacaktır. Yine
açıktır ki, eğer ikinci belit bir tanım olarak alınırsa, birinci belit de bir
uylaşım olarak görülmelidir, çünkü o zaman etki eden kuvvetlerin yok
luğunu kabul etm enin cisimlerin biçimdeş devim lerinin terim lerinde
olm anın dışında hiçbir yolu yoktur.
İkinci belitin yalnızca bir tanım olduğu görüşü konusunda ne dene
cektir? Birinci belitin k onum unu tartışmamızda belirtilen noktalardan
kim ileri bu soru ile ilgilidir. M ekanik kuram ı için tutarlı bir form ü-
lasyonun verilebileceği konusunda hiçbir kuşku olamaz, şöyle ki eğer
‘kütle’ ve ‘ivme’ ya dizgedeki ilkel terim ler olarak alınır ya da kuvvetlere
gönderm e olmaksızın tanım lanırsa, ‘kuvvet’ terim i ‘kütle çarpı ivme’
olarak tanımlanır .26 Böyle bir formülasyonda ‘kuvvet’ sözcüğünü tutmak
için on u d ah a uzun b ir anlatım için uygun b ir kısaltma olarak alm a
nın dışında hiçbir gereksinim yoktur, çünkü sözcük ne zaman geçecek
olsa yeri hiçbir anlam yitimi olmaksızın tanım lanan eşdeğeri ile değiş
tirilebilir. Kuram ın bu form ülasyonu üzerine, Nevvton’ın ikinci beliti
hiçbirşey yitirilmeksizin atlanabilir, çünkü b elit o zam an bir analitik
25Ernst Mach bu görüşün ilk belirtik karşıtı olmuş görünür. Bkz. “U ber die Defıniti-
on d e r Masse” başlığı altında 1868’de yayımlanan makalesi; çalışma yine onun History
and Root o f the Principle o f the Conservation o f Energy başlıklı kitabında kapsanır, Chicago,
1911, ss. 180-85. Kirchoff ve Boltzmann benzer bir görüşü benimsediler.
“ Ö rneğin Mach mekaniği yeniden form ülasyonunda ( Science o f Mechanics, La Salle,
Illinois, 1942, s. 304), Newton’m tanım ve belitlerini aşağıdakiler ile değiştirir:
a) Deneysel önerme. Birbirine karşıt olarak koyulan cisimler, deneysel fizik tarafından
belirlenen belli durum larda, birleşm e çizgilerinin yönüne aykırı ivmeler üretir.
b) Tanım. H erhangi iki cismin kütle oranı o cisim lerin karşılıklı olarak üretilen
ivm elerinin negatif ters oranıdır.
c) Deneysel önerme. Cisimlerin kütle oranlan (cisimlerin) üretilen karşılıklı ivmeleri
koşullandıran fiziksel du ru m ların ın karak terin d en bağımsızdır, o d u ru m la r ister
elektriksel, ister manyetik ya da ne olursa olsun; ve dahası, aynı kalırlar, onlara ister
dolaylı isterse dolaysız olarak ulaşılsın.
d) Deneysel önerme. H erhangi bir sayıdaki A , B, C, . . . cisim lerinin bir K cisminde
ürettiği ivmeler b irbirinden bağımsızdır. (Kuvvetlerin paralelkenan ilkesi doğrudan
doğruya bundan doğar.)
e) Tanım. Devindiren kuvvet b ir cismin kütle değerinin o cisimde üretilen ivme
ile çarpımıdır.
doğruluk bildirir. B una göre, eğer ikinci belitin b ir tanım dan daha
öte birşey olm adığı savı m ekanik kuram ının belirtilen yolda form üle
edilebileceğinden daha çoğunu ileri sürmüyorsa, o zaman sağlam temeller
üzerine dayalıdır.
B ununla birlikte, ikinci beliti bir tanım olarak yorumlayanlar sık sık
b u n d an d ah a çoğ u n u ileri sürm eyi isterler. Ç oğunlukla bu yorum a
hiçbir almaşığın olm adığını kabul ederler, çünkü “metafıziksel” kuvvet
kavramına geri düşüleceğinden korkarlar. Şimdi irdelenm esi gereken
nokta bu daha radikal savdır, ve onun yanlış bir sav olduğunu göstermek
için bir girişimde bulunacağız.
ikinci belitin Newton’ın mekanik formülasyonunda yer aldığı biçimiy
le görgül bir içerik taşıdığı görüşünü kabul edenler iki soru ile yüz yüze
kalırlar: (i) Kuvvetin ikinci belitin kullanım ından bağımsız olan bir genel
ölçüsünü sağlamak olanaklı mıdır? (ii) Ve h e r ne olursa olsun, beliti
bir tanım a indirgenm eyeceği bir yolda yorum lam ak ve b u n u ‘kuvvet’
sözcüğü için antropom orfik ya da başka kuşkulu anlam lar getirmeksizin
yapmak olanaklı mıdır? Birinci soruya olum lu bir yanıt İkinciye olumsuz
bir yanıtı gerektirir. Bununla birlikte, ileri sürüleceği gibi, birinci soruya
olumsuz bir yanıt (eğer, örneğin, kuvvetleri ikinci belite dayanmaksızın
ölçm enin her zaman olanaklı olm adığı ortaya çıkacak olursa) zorunlu
olarak ikinci soruya olumsuz bir yanıtı gerektirm ez. Ama bu sorunlar
dan h er biri üzerine n eler söylenebileceğini görelim.
29Mach bu tanım ı ö n e ren ilk fizikçi oldu (yukarıdaki 25’inci d ip n o tta belirtilen
aynı yapıt); M ach’ın denem esin yayımlanması başlangıçta reddedilm iş olsa da, tanım
yaygın olarak kabul edilmiştir.
Şimdi ‘kütle’yi tanımlamaya hazırız. ‘ksA, ’ ‘kcA, ’ ■■■, değişmezlerine
B v e A, C ve A vb. cisim lerinin ‘göreli kütleleri’ diyelim; bu bütünüyle
bir tanım sorunudur. Ama önceki paragrafta varsayılan ilk deneysel
olgular küm esinden ötürü, cisimlerin göreli kütleleri devimleri altında
değişimsiz ve h e r zaman pozitiftir. Sonra keyfi olarak seçilen bir cisim,
diyelim ki A, kütlesi ile ölçün cisim olarak belirtilsin (burada ota
bir pozitif sayıdır); m ya örn eğ in 1 birim değeri atanabilir. Bu yine
bütünüyle bir uylaşım sorunudur. B ununla birlikte, birinci deneysel
olgular küm esinin bir sonucu olarak, tüm başka B, C, . . . , cisimleri o
zaman bir benzersiz ma, mc, . . . , pozitif sayılar kümesi ile bağlı olacak
tır ki, bunlara bu cisimlerin ‘kütle katsayıları’ ya da yalnızca ‘kütleleri’
denecektir. Bu sayılara cisimlerin kütleleri demek hiç kuşkusuz bir tanım
sorunudur; ama, ölçün cismin başlangıçtaki seçimi ve kütlesi için sayısal
bir değerin atanm ası ile göreli olarak, bu sayıların cisimlerin devimleri
ile değişm em eleri olgusu bir tanım so ru n u değildir. Dahası, önceki
paragrafta değinilen ikinci deneysel olgular küm esinden ötürü, A ’dan
başka bir cisim ölçün kütle olarak alınırsa doğacak olan biricik ayrım
ölçekte bir değişim olacaktır. Ö rneğin A ’nın bir birim kütle taşıdığını ve
sonuçta B ’nin 3 ve C’nin 6 birimlik kütleler taşıdığını varsayalım; eğer
B birim külte olarak A ’nın yerine geçerse, A cismi Vi birimlik ve C cismi
2 birimlik bir kütle taşıyacaktır. Son olarak, üçüncü deneysel sayıltılar
kütlesinin bir sonucu olarak, kütleler toplamlı olarak bileşir, eş deyişle,
B ve C cisim lerinden oluşan (B<>Q dizgesinin kütlesi m«+ mc ye eşittir .30
Eğer şimdi ilk deneysel sayıltılar kümesini anlatan denklemdeki değiş
mezlerin yerine böyle tanımlandığı gibi kütlelerin oranlarım geçirirsek,
karşılıklı olarak ü retilen ivm elerin h e r çifti için m ah = -mnciBA biçimli
denklem ler elde ederiz. Ama bu yalnızca üçüncü belit için anlatımdır.
O zaman bu belitin konum u nedir? Yalnızca kütle tanım ının sonucu
m udur? Böyle bir tanım için bir uylaşım mıdır? Yanıt şimdi açıktır. Be
litin özel matematiksel biçimi gerçekten de tanım ın bir sonucudur. Çünkü
kütle katsayılarını belirtilen tarzda tanım lam ak yerine, onları m sayıla-
“ ‘Kütle’ tanım ının bu açıklaması kütlelerin cisim çiftlerine atanabileceği ve böylece
verili bir zam anda irdelem e altındaki ikisi dışında tüm cisimlerin büyük uzaklıklara
taşınmış oldukları sayıltısı üzerine dayanır. Bu açıkça gerçekçi olmayan bir sayıltıdır;
örneğin, güneş dizgesini oluşturan cisimler gereksinimlerimize uymak üzere taşına
maz, gerçi kütleleri gerçekte belirlenebilecek olsa da. M ach’ın kütle katsayıları atamak
için m etinde anahadarda verilen yordamı güçlüklere düşer ve eğer çiftler olarak ele
alınamayacak keyfi bir sayıdaki cisme böyle katsayılar atamak için kullanılacaksa değiş-
kiden geçirilmelidir. Buna karşın, m etindeki yalınlaştırılmış açıklama amaçlanmız için
yeterlidir, ve ortaya çıkan önem li noktalar tartışm a için tem el olarak daha karmaşık
durum lara uygun bir yöntem kullanıldığı zam an özsel olarak etkilenm ez. M ach’ın
yordam ının sınırları üzerine bir tartışm a için, bkz. C. G. Pendsen, “A Note on the
Definition and D eterm ination of Mass in Newtonian Mechanics,” Philosophical Maga
zine, Ser. 7, Vol. 24 (1937); “A Further Note ...,” aynı yer, Vol. 27 (1939); “O n Mass and
Force in Newtonian Mechanics,” aynı yer, Vol. 29 (1940); H. A. Simon, alıntılanan yer,
ve “Discussion: T he Axiomatization of Mechanics,” Philosophy of Science, Vol. 21 (1954).
rının bir fonksiyonu olarak tanım lam ak olanaklı olacaktır—örneğin,
A ’nm kütle katsayısı için m / ya da 1 / m.\ atayarak. Ve kütle ölçüsü olarak
sayısal değerler atam anın bu almaşık yollarından h er biri için belit biraz
değişik bir matematiksel formülasyon kazanacaktır; örneğin, sözü edilen
almaşıklar için, karşılık düşen denklemler, iîiaciab= - m-sasA yerine, sırasıyla
m/fdAB = -m^asA, ve mgciAB =-m AaBA olacaktır. Buna karşın, belit yalnızca
‘kütle’nin tanım ının bir sonucu değildir, çünkü herhangi bir cisimler
çifti için karşılıklı olarak üretilen ivmelerinin oranının cisimlerin konum,
hız ve özel özelliklerinden bağımsız olan negatif bir değişmez olduğu
biçimindeki olgusal sayıltı ile birleşmiş tanım ın bir sonucudur. Benzer
olarak, geleneksel form ülasyonu içindeki belit hiç kuşkusuz ‘kütle’nin
doyurucu bir tanım ının kurulması için bir kılavuz olarak hizm et etmiş
tir, çünkü tanım öyle kurulur ki, belitin bulanıklıklardan kurtarılmış bir
formülasyonunu olanaklı kılar. Buna karşın, belit sözel olarak ‘kütle’nin
tanımı değildir; ‘kütle’nin yukarıda anahatlarda verilen tanımı edimsel
olarak cisimlerin ‘göreli kütleleri’ni ‘onların karşılıklı olarak üretilen
ivmelerinin negatif ters oranı’ ile eşitler. Ama, yineleyerek vurgulandığı
gibi, bu oranın değişmezliği bir tanım sorunu değildir, ve üçüncü belitin
ana yükünü oluşturan şey bu değişmezliğin doğrulanmasıdır.
32T hom as H obbes, “E lem ents of Philosophy C oncerning Body,” bkz. The Meta-
physical System o f Hobbes, Mary W. Calkins tarafından seçmeler, Chicago, 1910, s. 75;
G. W. Leibniz, Hauptschrifie zu r Orundlegung der Philosophie (yay. haz. Buchenau-Cas-
sirer), Leipzig, Cilt 1, s. 326.
33W ilhelm W undt, Die Prirızipien der Mechanischen Naturkkre, 2’nci yayım, Stuttgart,
1910, ss. 177-80; ve ayrıca yine onun tarafından Logik, Cilt 2, s. 274.
“kendine-özdeşliği”nin kafa karıştırıcı ayrı kavramlarından (ya da örtük
tanım larından) türer. Eğer önsav gereği sezgiler h er ne olursa olsun
dolaysızca deneyim lenenin hiçbir kavramsallaştırılmasını içermiyorsa,
değişim sezgimizi ve kavramımızı karşıtlık içine koym anın bir anlamı
var mıdır? N esneleri bir kavramsal şem anın terim lerinde seziyor ya da
algılıyor olm adıkça, nitel değişim ler üzerine sezgimizin yalnızca bir
“nesne”nin bir başka “nesne” ile yer değiştirmesini açığa serdiğini an
lamlı olarak ileri sürebilir miyiz? Ö rneğin, bir “nesne”nin rengini mavi
den kırmızıya değiştirdiğini gördüğüm üz zaman, gördüğüm üz “nesne”
nedir? Bir turnusol kağıdı parçası m ıdır? Ama eğer bu nesnenin ka
rakterize edilm e yolu ise, renkteki değişim den önce ve sonra algıladı
ğımız şey aynı nesnedir, iki nesne değil; çünkü alışıldık anlam ında bir
turnusol kağıdı parçası tasarımı rengin değişmezliğini zorunlu kılmaz.
B ununla birlikte, eğer görüldüğü varsayılan nesne mavi bir turnusol
kağıdı parçası olarak karakterize edilirse, değişim den sonra algılanan
şey ayrı bir nesnedir. Buna göre, nesnenin değişip değişmediği sorusuna
yanıt algılanan durum u karakterize etm ede kullanılan örtük kategorisel
şema üzerine bağımlıdır. Ö te yandan, eğer herhangi bir türden hiçbir
kavramsal şem anın kullanılmadığı ileri sürülürse, o zaman değişim algı
sını nesnelerdeki değişimlerin terim lerinde betim lem ek uygunsuzdur.
Dahası, bir nesnenin yalnızca konum undaki bir değişimi algıladığımız
zam an kendine-özdeşliğini k o ru d u ğ u n u algıladığım ızı ileri sürm ek
yalnızca soruyu geçiştirm ektir. Bir zam an d o ğ ru olarak ve bir başka
zaman dairesel olarak görülen bir tel parçası, ya da bir zaman beyaz bir
arkatasara karşı ve bir başka zaman mavi bir arkatasara karşı görülen bir
yüzey gerçekte devim boyunca kendine-özdeş olarak algılanmayabilir.
Buna göre, eğer W undt’un uslamlaması m ekaniğin önselliğini apriori
zem inlerde tanıtlam a girişimlerinin haklı bir örneği olarak alınabilirse,
böyle girişim ler başarısız olarak yargılanmalıdır.
B ununla birlikte, mekaniğin önselliği daha görgül irdelem eler tem e
linde de ileri sürülmüştür. Belki de bu türden ileri sürülecek en güçlü
ve en ilginç uslamlama sonunda tüm kuram lar için deneysel kanıtın ya
pılış ve işlemleri ancak m ekaniğin terim lerinde anlaşılabilecek aletlerin
kullanımı yoluyla elde edildiği savı üzerine dayanır. Çubuklu teraziler ve
sarkaçlı saatler gibi aletler açıkça bu savı örneklendirir. Ama mekanik
biliminin içerisine düşmeyen yasaları sınamak için kullanılabilen volt
m etre ve term om etre gibi aletler bile yapılışlarında m ekanik ilkeler içe
rir: Voltm etrelerin tasarım ında ya da biçimdeş çaplı cam tüplerin üre
tilmesinde katı cisimler mekaniği, ya da alet ölçeklerinde eşit uzaklıklı
aralıkların elde edilmesi için gereken fiziksel geom etride kabul edilen
öğesel mekanik. Şimdi kolayca kabul edilebilir ki, belki de doğa bilim
lerinde kullanılan tüm aygıtlarda mekanik yasaları örtük olarak varsayıl
maktadır. Ama böyle içerilen biricik yasalar mekanik yasaları mıdır? Bir
voltm etrenin işlemi özgül elektrom anyedk yasaları da ilgilendirmez mi?
Ve giderek yalnızca m ekanik aygıtlar (örneğin çubuklu teraziler gibi)
olarak görünen aletler du ru m u n d a bile, sık sık işlemlerini sıcaklığın ya
da manyetik değişim lerin etkisinin terim lerinde, eş deyişle ilk bakışta
m ekanik yasaları olm ayan yasaların terim lerinde çözüm lem ek özsel
değil midir? Fiziğin tarihinde, m ekanik bu bilim in ilk geliştirilmiş ve
olgunluğa erişmiş dalıdır; ve fiziksel araştırm anın erken tarihinde kul
lanılan aletler yalnızca mekaniğin terim lerinde çözümleniyordu. Buna
karşın, sonunda mekanik yasalarının böyle aletlerin davranışını anlamak
ve denetlem ek için yeterli bir temel sağlamadığı keşfedildi. Mekaniğin
tarihsel önselliği bu disiplin için mantıksal bir önselliği doğrulamaz.
Sonuçta, ne devim belitlerinin ne de m ekaniğin özünlü önselliğinin
a priori uslam lam a ile tanıtlanabileceği vargısını çıkarmalıyız.
ii. Ama m ekaniğin kuram sal terim leri için uygun karşılık-düşm e
kuralları sağlandığı zaman bile, belitleri kabul etm ekle cisimlerin de
vimlerini çözüm lem enin belli bir kipini kabul etmiş ve devimin ince
lem esine m antıksal olarak olanaklı başka yaklaşımları göz ardı etmiş
oluruz. Ö rneğin, belitler bizden cisimlerin ivmeleri için belirleyiciler
bulmamızı ister, hızlan için değil. Bununla birlikte, cisimlerin gözlenen
devimleri çeşitli yollarda çözümlenebilir, devimlerin doğrudan gözlemi
b u n u yapmak için herhangi bir tikel yol dayatmaz, ve deneysel devim
yasalarını form üle edebilm ek için bir kavramsallaştırma şeması kabul
edilmelidir. Newton belitleri böyle bir şema oluştursa da, bilimin tarihi
nin gösterdiği gibi, başka şemalar da soyut olarak olanaklıdır. Gerçekten
de, cisimlerin edimsel olarak gözlem lenen devimleri klasik mekaniğin
deneysel yasalanna eksiksiz sağınlık ile uymaz; ve mantıksal olarak New-
ton sayıltılarından ayrı olan ve gözlem lenen olgular ile kabul edilen
yasalan karakterize eden aynı sağınlık sınırlan içerisinde anlaşan daha
başka genel sayıltılar form üle edilebilir. Belitler öyleyse açıkça edimsel
olarak gözlem lenen şeylerin form ülasyonlan değildir; ve hiç kuşkusuz
araştırm ada gözlem lenen şeyleri yorum lam ak için genel ilkeler olarak
işlev görürler. Buna göre, uylaşımcı sav belitlerin gözlem lenen olgular
dan tümevarımlı genellem eler olduklannı yadsımada, ve—cisimlerin
devim ine ilişkin yasaların göreli olarak yalın b ir dizgesini elde etm e
amacı ile—sık sık karmaşık ve düzensiz devimler olarak görünen şeyleri
çözüm lem ek için yalnızca başkaları arasında bir şema olarak görm ede,
sağlam zem inler üzerinde durur.
iv. Ö te yandan, m ekanik kuram ını bir ya da daha çok Newton beliti-
nin sonuçta tanım lar olacağı bir biçim de form üle etm enin yollarının
olmasına karşın, kuram ı belitlerin görgül bir içerik taşıyacağı bir yolda
bildirm ek de olanaklıdır. Gerçekte, biz belitleri bu son tarzda yorumla
dık, ve bunu onları okum anın almaşık yollannı geçersiz saymaksızm yap
tık. Birinci belit ile bağıntı içinde ileri sürdük ki, belitin belirli bir cisim
ile bağıntı içinde zamansal dönem lerin eşitliğini tanım lam ak için bir
uylaşım olarak işlev görebilmesine karşın, başka cisimlerin devimleri be-
lite uygun düşüyorsa bu bir uylaşım değil ama bir görgül olgudur, ikinci
belit ile bağıntı içinde belirttik ki, genel olarak kuvvetleri doğrudan
ölçm enin olanaklı olm am asına ve böylece kuvvetlerin büyüklüğünün
birçok problem de yalnızca belit aracığıyla hesaplanabilm esine karşın,
belit cisimlerin devinirliklerindeki h e r değişim için belli bir türden be
lirleyicilerin (ya da kuvvetlerin) olduğunu ileri sürer. Bu önesürüm ün
gözlem yoluyla kesin olarak çürütülem eyecek olması olgusuna karşın,
belit onun bu okunuşu üzerine bir tanım değildir. Son olarak, üçüncü
belit ile bağıntı içinde ileri sürdük ki, o n u n cisim lerin kütlesinin kat
sayılarını tanım lam ak için kullanılabilmesine karşın, böyle tanım lanan
katsayılar b irbirleri ile cisim lerin devim lerinin belit yoluyla form üle
edilen belli görgül karakteristiklerini yansıtan bir tarzda ilişkilidir.
Buna göre, belitlerin yalnızca uylaşımlar olduğu savı ciddi sınırla
m alar olmaksızın desteklenem ez. Hiç kuşkusuz, bilimsel kuram ların
eklem lenişinde uylaşım lar ve tan ım lar olm alıdır. B un unla birlikte,
m ekanik kuram ını değişik form ülasyonlann birbirine eşdeğer olabile
ceği bir tarzda eklem lem enin çeşidi yollan vardır. H er bir formülasyon
kipi tikel kipi ayırdedici olan noktalarda uylaşımların getirilmesini ge
rektirebilir. Buna göre pekala kuram ın bir form ülasyonunda olumsal
olgu sorunlannı bildirm ek için kullanılan bir tümce bir başka formülas-
yonda bir tanımlayıcı uylaşım olarak kullanılabilir. Ama bir tüm cenin
konum undaki değişim, b ir kullanım bağlam ında b ir yasanın bildiri
m inden b ir başka kullanım bağlam ında b ir uylaşımın kodlanm asına
çevriliş genellikle ancak eğer başlangıçta b ir tanım ı anlatm a ro lünü
taşıyan bir başka tümceye bir yasayı bildirm e biçim indeki değişik işlev
verilirse gerçekleşebilir. H er ne olursa olsun, m ekaniğin belitlerinden
herhangi b irinin eğer varsa hangi görgül içeriği taşıdığını saptam ak
öteki belitlere ve onların bileşen parçalar olarak ait oldukları kuram ın
kodlanm a yoluna gönderm e olmaksızın olanaklı değildir. O nlarda yer
alan terim lerin anlam larını saptayan ve kuram daki verili bir tüm cenin
bir uylaşımın mı yoksa olgu sorunlarına ilişkin bir bildirimin konum unu
m u taşıdığını belirleyen şey bir b ütün olarak alm an kuramsal sayıltılar
dizgesidir. Kısaca, eğer h erhangi b ir belit görgül bir içerik taşıyorsa,
o n u yalıtılm a içinde değil am a ancak b ütünsel kuram da bileşen bir
parça olması dolayısıyla taşır, ve ancak dizgenin konutlam alannda ya da
teorem lerinde sözü edilen kuramsal kavramların yeterli bir sayısı için
uygun karşılık-düşme kuralları sağlandığı zaman kuram ın gerektirdiği
çeşitli genelleştirilmiş bildirimlerin deneysel denetim altına alınabilecek
olması anlam ında taşır.
8
cisim lerin devim lerini çözüm lem ek üzere kullanılabilm esi
için ilkin belli bir uzaysal gönderm e çatısının getirilmesinin
gerektiğini gösterir. Birinci belit bir cismin eğer üzerinde hiç
bir kuvvet uygulanmıyorsa doğru bir çizgi üzerinde değişmez
bir hız ile devinmeyi sürdüreceğini ileri sürer, ikinci belit bir cis
ivmesinin (eş deyişle, doğru bir çizgi boyunca hızının değişmesinin ya
da doğrusal devimden sapmasının) etki eden kuvvet ile orantılı olduğu
nu bildirir. Bununla birlikte, bu bildirimlerde “düz ya da doğru çizgi” ile
ne anlaşılacaktır, ve bir devimin doğrusal olduğu yargısı hangi gönder
me çatısı açısından ileri sürülecektir? Önceki bölüm de getirilen ama er
telenen bu sorular şimdi tartışılmalıdır. Bunlar Newton’ın zam anından
bu yana eleştirel irdelem e altına alınmış, ve onlara Newton mekaniğinin
terim lerinde verilen yanıtlarda yatan güçlükler so nunda bu yüzyılda
Newton m ekaniğinden ayrı b ir m ekaniğin gelişm esine götürm üştür.
Ama içerdikleri m antıksal sorunlar yalnızca m ekanik alanındaki açık
lam anın değil am a genel olarak açıklam anın yapısının incelemesi için
önemlidir. Mekaniğin belitlerini tartışmamızın başlangıç noktası olarak
almamıza karşın, sonunda bu daha genel irdelem eler ile ilgileneceğiz.
I. Newtorıcu Çözüm
Ne Newton’m ne de çağdaşlarının o n u n devim belitlerini formülasyon-
lanndaki “doğru çizgi” ile neyin anlaşılacağı konusunda bir kuşku doğa
bileceğini düşünm ek için herhangi bir nedenleri vardı, çünkü o sıralar
bilinen biricik geom etri kuram ı Euklides’in dizgesi idi. Buna göre bir
çizginin Euklides geom etrisinde belirlenen koşullara uygun ise doğru
olduğu sorgusuzca kabul ediliyordu. Şimdilik Euklides geom etrisinin
hiçbir güçlük yaratm adığını varsayalım. Bu sayıltıda yatan problem ler
yuvasına hem şimdiki hem de sonraki bölüm lerde geri döneceğiz.
Bununla birlikte, cisimlerin devimleri için gönderm e çatısı olarak kul
lanılacak uzaysal gönderm e çatısı açısından böyle bir görüş birliği yoktu.
Nevrton’m gününde bile bu soru üzerine şiddetli tartışmalar yer aldı. İlk
bakışta öyle görünebilir ki herhangi bir gönderm e çatısı seçilebilir, ve özel
problem leri ele alm ada seçimi yalnızca elverişlilik belirlemelidir. Ama
N ew ton’ın kuram ının d ah a dikkatli bir yoklaması böyle bir anlayışın
yanlış olduğunu açığa çıkarır. Hiç kuşkusuz uygulama alanında değişik
gönderm e çatılarının bir türlülüğünün kullanıldığı ve gönderm e çatı
sının seçim ini elverişlilik kaygılarının denetlediği doğrudur. Böylece
kimi problem lerde b u am aç için yeryüzünü, başka problem lerde gü
neşi ve daha da başkalarında ise durağan yıldızları almak elverişlidir; ve
h e r bir durum da, karşılık düşen problem in istediği sağınlığın sınırları
içerisinde, devim lerin Newton belitlerinin kullanım ı yoluyla yapılan
çözümlem esi deneysel bulgular ile iyi anlaşıyor olabilir. Buna karşın,
Nevvton kuram ının bakış açısından, bu çeşitli kılgısal gönderm e çatılan
eşit ölçüde doyurucu değildir, ve o n lard an hiç biri bütünüyle uygun
değildir. B unun niçin böyle olduğunu açıkça anlamalıyız.
Düşüncelerimizi toplam ak için, yeryüzü ile göreli olarak bir ilk din
ginlik konum undan bırakılan ve ekvatorun kuzeyinde bir yerde yeryü
zünün yerçekimi alanında özgürce düşm ekte olan bir cismin devimini
incelediğimizi varsayalım. Eğer yeryüzünü Nevvton kuram ının izin ver
diği bir gönderm e çatısı olarak kabul edersek, o zaman kuram a göre
cisim yeryüzünün kütle özeğine yönelik bir çizgi boyunca ivmelenen
bir hız ile düşmelidir. Ö te yandan, eğer cismin devimini betim lem ek
için kuram sal olarak izin verilebilir b ir gönderm e çatısı olarak güneş
alınırsa, kuram sal izlek b u ndan böyle bir doğru çizgi değil, am a daha
karmaşık b ir eğri olacaktır. Ç ünkü şimdi cisim yeryüzünün gündelik
çevrimini olduğu gibi güneş çevresindeki yıllık dönüşünü de paylaşıyor
olarak görülm elidir, ve tam şimdi b etim lenen çizgi boyunca düşm ek
yerine, cisim genel olarak bu çizginin doğusunda olan bir eğri boyunca
devinecektir. Dahası, eğer sonra durağan yıldızlardan biri izin verilebilir
bir gönderm e çatısı olarak kabul edilirse, cismin kuramsal izleği daha da
ayrı ve daha karmaşık olacaktır. Çünkü yalnızca cisim hem bir eksende
çevrinen hem de güneş çevresinde d ö n e n b ir fiziksel dizgenin (e.d.
yeryüzünün) parçası olm akla kalmaz, am a ayrıca yıldızların kim ileri
açısından ivm elenen güneş dizgesinin de parçasıdır. B ununla birlikte,
yıldızlann kendileri yalnızca nezaketen “durağan”dır, öyle ki cismin ku
ramsal izleği genel olarak gönderm e çatısı olarak kullanılan yıldıza (ya
da yıldızlar dizgesine) göre değişecektir. Hiç kuşkusuz, bu çeşidi izlekler
arasındaki aynm lar sık sık önemsizdir, ve birçok kılgısal problem de göz
ardı edilebildikleri için, o durum larda almaşık gönderm e çatılanndan
hangisinin seçildiğinin fazla önem i yoktur. Buna karşın kuram da, ve
kimi zam an kılgıda, devim lerin incelem esi için hangi gönderm e ça
tısının kabul edileceği önem siz bir sorun olm aktan çıkar. Ç ünkü bir
fiziksel dizgenin uğradığı ivm enin büyüklüğü, ve öyleyse (ikinci belit
ile uyum içinde) dizge üzerinde etkide bulunuyor olarak varsayılması
gereken kuvvetler, özsel olarak ivmenin ona göre belirlendiği gönderm e
çaüsına bağımlıdır.
D aha belirtik olalım. Eğer yeryüzü durağan gönderm e çatısı olarak
alınırsa, serbest düşm edeki bir cismin devimini açıklamak üzere varsa
yılan kuvvet o cismin yeryüzüne göreli ivmesi ile orantılı olmalıdır. Eğer
kuvvet yalnızca yeryüzünün yerçekim i kuvveti olarak alınırsa, cismin
izleğinin yeryüzünün küde özeğine yönelik doğru bir çizgi olması ge
rekir. Ama gerçekte cisim o yoldan sapar; ve yeryüzü “durağan” olarak
görüldüğü sürece bu durum u açıklam anın ad hoc “saptırıcı kuvvetler”
getirm e dışında hazır bir yolu yok gibi görünür. B ununla birlikte, eğer
güneş gönderm e çatısı olarak alınırsa durum değişir. Çünkü şimdi be
lirtilen sapm a dolaysızca yeryüzünün çevrimsel ivmesinin terim lerin
de açıklanır. Bu ö rn ek ten çıkarılacak genel vargı b u n a göre şöyledir:
Belli bir uzaysal gönderm e çatısı kabul edildiğinde, eğer göreli olarak
yalın bir biçim deki kuvvetler ivm elerin belirleyicileri olarak alınırsa,
Newton’m belitleri cisimlerin devim lerinin birçok tipini çözümlemek
için yeterlidir. Ö te yandan, eğer keyfi bir gönderm e çatısı kabul edilir
se, varsayılması gereken kuvvetler genel olarak olağanüstü karmaşıktır,
durum dan durum a kolayca belirlenebilir olmayan bir yolda değişirler
ve ad hoc hipotezlerin dam galarını taşırlar. Buna göre, eğer kuvvetler
keyfi bir yolda getirilmeyecekse, eğer ivm elerin belirleyicileri değişik
özel problem ler için değişik yollarda konutlanm ak yerine devimlerin
geniş sınıfları için biçimdeş bir yolda saptanacaksa, o zaman cisimlerin
devimlerinin onunla ilişkili olmaları gereken ayrıcalıklı ya da “saltık” bir
gönderm e çatısı olmalıdır. H er ne olursa olsun Newton böyle birşeye
inanıyordu, ve su n d u ğ u m ekanik dizgesinin dikkate d eğer başarısı
birçok fizikçi kuşağını haklı olduğuna inanmaya götürdü.
Şimdi belirtilen nokta daha teknik bir yolda form üle edilebilir. Bu
teknik formülasyon fiziksel kuram ların kuruluşunda temel bir rol oyna
yan bir kavramı kullandığı için, o formülasyonu anahatlarm da sunmak
yerinde olacakür. Varsayalım ki cisimlerin devimi bir uzaysal gönderm e
çaüsı D ile ilişkili olsun, öyle ki keyfi bir nokta-küüenin D tarafından be
lirlenen üç dikey eksenden uzaklıkları x, y ve z olsun. O zaman m kütleli
bir nokta-kütlenin deviminin ayrışımlı denklem leri, öteki koordinaüar
dx^
için de benzer denklemler olmak üzere, m —ş- = Fx biçimindedir, ki burada
dt
Fx belirli b ir kuvvet-fonksiyonunun bileşenlerinden biridir. Ö rneğin
eğer m nokta-kütlesi kütlesi M ve uzaysal koordinatları x\, yı ve z\ olan
X = X + v xt H =—
2
(öteki iki koordinat için de denklem ler benzer olmak üzere), ki burada
vx değeri t = 0 zam anında D ' dizgesinin D açısından hızının x-bileşeni,
ve ax ise D 'd izg esin in değişm ez ivmesinin »-bileşenidir. Yalın bir he
saplama D 'ile gönderm eli cismin deviminin aynşımlı denklem inin şu
biçimi aldığını gösterir:
d2x' _ GmM(x' - * / ) d2x
= m — ;r +a rm
dt
Böylece açıktır ki D 'dizgesinde m nokta-kütlesi üzerinde etkide bulunan
kuvvet D dizgesindeki kuvvetten D 'dizgesinin D ile göreli değişmez iv
mesine orantılı bir nicelik kadar ayndır. Kısaca, devim denklemleri genel
olarak koordinatlann bir gönderm e çatısından bir başkasına dönüşüm ü
altında değişimsiz değildir; ve özel olarak, göreli olarak ivmelenen iki gön
derm e dizgesi için değişimsiz değildir. Buna göre, eğer D 'b ir gönderm e
çatısı ise ve onda birinci belit belli bir cisim tarafından doyuruluyorsa, o
cisim eğer devimi D ' dizgesi ile göreli olarak alınırsa bel iti doyurmaya-
caktır. Böylece varsayalım ki bir cisim, söz gelimi Arcturus yıldızı, başka
cisimlerin etkisinin çok uzağına alınmış olsun, öyle ki devimi belli bir
gönderm e çatısına, söz gelimi O rion takım yıldızının tanımladığı gön
derm e çatısına gönderm e ile alınırsa, devimi değişmez hız ile doğru bir
çizgi boyuncadır. Ama eğer Arcturus yeryüzünde saptanmış koordinat
eksenlerine gönderm e ile alınırsa, devimi b u n d an böyle doğrusal ve
biçimdeş değil am a ivmelidir; ve önsav gereği, böyle gönderm e ile alın
dığında devimini açıklayan hiçbir tanınabilir kuvvet yoktur.
Newton’ın devimlerin “saltık uzay” dediği ayncalıklı bir gönderm e ça
tısına gönderm eli olarak alınması gerektiğine inanm asına yol açan şey,
keyfi gönderm e çatılanna dönüşüm ler altındaki devim denklem lerinin
genel değişimsizlik karakteri de aralan n d a olm ak üzere, bu tür irdele
m eler idi. “Saltık uzay,” ona göre, “kendi doğasında, ve dışsal herhangi
birşeye bakılmaksızın, h e r zam an aynı ve devimsiz kalır.” Saltık uzay
böylece duyum sanam azdır ve bir özdeksel nesne ya da böyle nesneler
arasındaki bir ilişki değildir. Şekilsiz bir kaptır ki, tüm fiziksel süreçler
onun içerisinde yer alır ve fiziksel devim ler eğer m ekaniğin belitleri
nin terim lerinden anlaşılacaklarsa ona gönderm e ile alınmalıdır. Öte
yandan, Newton şunları bildirdi:
G öreli uzay saltık uzayların dev in eb ilir b ir boy u tu ya d a ö lç ü sü d ü r ki, duyu
larım ız o n u cisim ler açısın d an k o n u m u yoluyla b e lirler, ve kab aca devim siz
uzay y erin e alınır. ... Saltık devim b ir cism in b ir saltık y e rd e n b ir başkasına
ötelen m esid ir; ve göreli devim , b ir göreli yerd en b ir başkasına ötelenm esi. ...
A m a uzayın p a rç a la n g örülem eyeceği ya d a duyularım ız yoluyla b irb irin d e n
ayırdedilem eyeceği iç in ,... saltık yerler ve devim ler yerine göreli olanları kulla
nırız; ve b u n u işlerin olağan d u ru m u n d a h içb ir uygunsuzluk o lm ad an yapanz;
am a felsefi in ce lem ele rd e, duyulanm ızı soyutlam am ız ve şeylerin k e n d ile rin i
o n la rın yalnızca d u y u lu r ö lçü leri o lan y a n la n n d a n ayn o larak ird elem e m iz
g erekir. Ç ü n k ü o labilir ki, gerçek te din g in lik te olan ve k e n d ile rin e başka ci
sim lerin yer ve devim lerinin o n u n la göreli kılınabileceği h içb ir cisim y oktur.1
2Bu doğrudan doğruya daha önce söylenenlerden çıkar. Eğer yukandaki tartışmada
D saluk uzay tarafından sağlanan gönderm e çatısı, ve D 'D ile göreli biçimdeş hız ile
devinen herhangi bir gönderm e çatısı ise, o zaman /J 'den i) 'ııc dönüşüm denklemleri
şunlardır: x'= x+ vxt+ x o, ki burada x:> değeri (= 0 zam anında iki dizgenin kökenleri
arasındaki uzaklığın »-ekseni boyunca bileşenidir; ve geri kalan kordinatlar için de
benzer olarak. Ama bu dönüşüm ler altında ayrışımlı devim denklem leri değişimsizdir,
öyle ki bir cismin D açısından dinginlikte mi yoksa biçim deş devimde mi olduğunu
belirlemek olanaksızdır. Devim denklem lerinin birbiri ile göreli olarak biçimdeş hız ile
devinen tüm gönderm e çatılarında değişimsiz olması olgusuna yaygın olarak “Newton
görelilik ilkesi” denir.
Su dolu b ir kova b ir ipe asılıdır, öyle ki ip büküldüğü zam an kova
için çevrinme ekseni olacaktır. Başlangıçta, su ve kovanın yanlan göreli
olarak dinginliktedir, ve suyun yüzeyi (yaklaşık olarak) bir düzlemdir.
Sonra kova döndürülür. Su hem en dönm eye başlamaz, ve buna göre
bir süre için kovanın su açısından ivm elenen bir devimi vardır. Buna
karşın, bu aralık sırasında suyun yüzeyi b ir düzlem olarak kalır. Bu
nunla birlikte, daha sonra su da bir çevrim devimi kazanır ve böylece
sonunda kovanın yanlan ile göreli olarak dinginliğe gelir. Ama bundan
böyle suyun yüzeyinin şekli içbükeydir, düz değil. Sonra kovanın çevrimi
birden durdurulur. Ama su dönm eye h em en son vermez, ve bir süre
için kovanın yanları ile göreli olarak ivmeli bir devimde kalır. Gene de,
bu dönem sırasında suyun yüzeyi içbükey şeklinde kalmayı sürdürür.
Sonunda su da dönmeye son verince ve kova ile göreli olarak dinginliğe
gelince, yüzeyi bir kez daha bir düzlem olur.
B una göre, N ew ton’ın deneyi yorum ladığı gibi, suyun yüzeyi bir
düzlem olabilir—kovanın yanları açısından ister dinginlikte isterse iv
meli devimde olsun. Benzer olarak, suyun yüzeyi paraboloid şeklinde
olabilir—kova ile göreli olarak ister dinginlikte isterse ivmeli devimde
olsun. Newton böylece yüzeyin şeklinin yüzeyin kova ile göreli devim
durum undan bağımsız olduğu vargısını çıkardı. Öte yandan, paraboloid
yüzeyi o n u n norm al şeklinin bir bozulması ya da biçimsizleşmesi olarak,
ve buna göre su üzerinde etkide bulunan kuvvetlerin bir sonucu olarak
gördü. Bununla birlikte, ikinci belite göre böyle kuvvetlere ivmeli devim
ler eşlik etmelidir. Suyun kova ile göreli devim d urum u daha şimdiden
ilgisiz olarak bir yana atıldığına göre, Newton saltık uzay ile göreli bir
ivmenin su üzerinde etkide b u lu n an biçimsizleştirici kuvvetlerin bir
sergilenişi olması gerektiği vargısını çıkardı. Buna göre özsel yanlannda
Newton’ın uslamlaması şöyledir: Yüzeylerdeki biçim bozulm alan uygu
lanan kuvvetlerin kanıtıdır; uygulanan kuvvetler ivmeli devimler doğu
rur; ama yüzeylerdeki biçim bozulm alan cisimlerin göreli ivmelerinden
bağımsızdır; bu nedenle söz konusu ivmeler saltık ivmeler olmalıdır. Ci
simlerin biçim bozulm alanna uğrayıp uğram adığını m ekanik deneyler
yoluyla saptam ak olanaklı olduğu için, deneysel olarak saltık ve göreli
ivmeler arasında ayrım yapmak ve böylece deneysel olarak saltık uzay
açısından ivm elenen devimleri tanım ak olanaklıdır.
Şimdi bir cismin bir gönderm e çatısı açısından dinginlikte mi yoksa
biçimdeş devimde mi olduğunu m ekanik araçlar yoluyla keşfetmenin
ilkede olanaksız olduğu biçim indeki b ir sayıltıda aşırı ölçüde bilme-
cemsi birşey vardır, üstelik cismin o gönderm e çaüsı ile göreli bir ivmeli
deviminin olup olmadığını saptamanın olanaklı olduğu ileri sürülse de.
Çünkü eğer bir cismin verili bir koordinat dizgesi açısından bir ivmesi
varsa, bundan cismin göreli bir hızının da olması gerektiği sonucu çıkar.
Eğer birinciyi deneysel olarak tanım ak olanaklı ise, İkinciyi tanım anın
olanaksız olması bütünüyle gizemli görünür. Yeryüzüne ilişkin olarak
deney yoluyla doğrulanmaya özünde kapalı bir sonuç ü reten bir sayıltı
birçok kafaya doyum verm ekten açıkça uzak ve paradoksal görünür.
Bu nedenle kimi yazarlar saltık uzay kavramının fiziksel olarak “anlam
sız” olduğu vargısını çıkarmışlardır. H er ne olursa olsun, devimler için
gönderm e çatıları problem ine N ew ton’ın getirdiği çözüm genellikle
onun mekanik dizgesindeki Akhilles topuğu gibi birşey olarak görüldü.
Dizgenin iki yüzyıldan uzun bir süre boyunca kabul edilmesine karşın,
kabul edilm esinin birincil n edeni elde daha doyurucu bir yanıtın bu
lunmaması idi.
Am a Nevvton’ın kova d eneyini nasıl y o ru m lad ığ ın ı irdeleyelim .
Nevvton’ın uslamlam ası o n u n ciddi b ir non sequitur içerdiğini göste
ren Ernst M ach tarafından sert olarak eleştirildi. Newton bütünüyle
doğru olarak suyun yüzeyinin şeklindeki değişm elerin suyun kovanın
yanlarına göreli olarak çevrimi ile bağıntılı olm adığını gördü. Ama
yüzeydeki biçim bozulm alarının b u n ed en le saltık uzay ile göreli bir
çevrime yüklenm esi gerektiği vargısını çıkardı. B ununla birlikte, de
neysel v erilerd en ve Nevvton’ın d ah a başka sayıltılarından bu vargı
çıkmaz, çünkü gerçekte o verileri yorum lam anın iki almaşık yolu var
dır: Suyun yüzeyinin şeklindeki değişim ya saltık uzay ile göreli bir
çevrimin ya da kovadan ayn bir cisimler dizgesi ile göreli bir çevrimin bir
sonucudur. Newton sü red u ru m u n (e.d. bir cism in “doğru bir çizgi”
boyunca biçim deş olarak devinmeyi sürdürm e eğilim inin) cisimlerin
eğer geri kalan fiziksel evren yok edilecek olsa bile taşımayı sürdürece
ği özünlü bir özelliği olduğu biçim indeki genel sayıltı üzerine birinci
almaşığı kabul etti.
Mach ikinci almaşığa dikkati çekti. Uslamlamasının tözü süredurum a
bağlı özelliklerin cisimlerin evrendeki edimsel dağılımı üzerine olum
sal olduğudur, öyle ki eğ er evrenin geri kalanının yittiği varsayılırsa
bir cismin devimine hiçbirşey anlamlı olarak yüklemlenemez. Böylece
suyun yüzeyindeki biçim bozulmasını açıklayabilmek için saltık uzay ile
göreli bir çevrime başvurmanın bütünüyle gereksiz olduğunu, ama, tam
tersine, durağan yıldızlar tarafından tanım lanan bir koordinat dizgesini
çevrim için gönderm e çatısı olarak alm anın yeterli olduğunu ileri sürdü,
Buna göre, eğer M ach’ın genel yaklaşımı kabul edilecek olursa, ve eğer
bu yaklaşım ile uyum içinde yeterli bir m ekanik kuram ı oluşturulacak
olursa, saltık hız ve saltık ivme arasında bulunan ve Newton’ın kuramına
öylesine özeksel olan bilm ecem si simetriyi varsaymak zorunlu olmak
tan çıkar. M ach’ın yaklaşımının terim lerinde, gene de çeşidi gönderm e
çatıları arasında tem el ayrım lar olabilir. Böylece, N ew ton’ın belitleri
cisimlerin devimleri bu gönderm e çatılarından kimileri ile ilişkilendi-
rildiği zaman geçerli olabilir, am a başka gönderm e çatıları için değil.
Böylece giderek M ach’m görüşü üzerine bile “ayrıcalıklı” bir gönderm e
çatılan sınıfından söz edilebilir, öyle ki başka devimler yalnızca “göreli”
iken, onlarla göreli devim lere “saltık” denebilir. B ununla birlikte, bu
anlam da saltık hız ilkede saltık ivmenin doğrulanabilir olduğu gibi doğ-
rulanabilirdir .3
Kova deneyini çözüm lem enin özsel sorunu daha açık kılmaya yardım
eden ve kuram ların mantıksal konum u üzerine ek ışık düşüren bir baş
ka yolu dah a vardır. Öyle bir D gönderm e çatısı alalım ki, yeryüzü ile
göreli olarak çevrim ekseninin kovanın çevrim eksenine koşut olacağı
bir yolda çevrinsin ve değişmez açısal hızı kovanın m aksim um açısal
hızına eşit olsun. O zaman aşağıdakiler deneyde gözlem lenen veriler
dir: Başlangıçta yüzeyi b ir düzlem olm ak üzere suyun D ile göreli bir
ivmeli çevrimi vardır. B ununla birlikte, sonunda su b u ivmeyi taşımaya
son verir ve o zam an yüzeyi paraboloiddir. Dahası, kovanın yeryüzü
açısından çevrimi birden durdurulursa, öyle ki su sonunda kova ile gö
reli olarak dinginliktedir, su bir kez daha D ile göreli olarak ivmelenir
ve bir kez d ah a düzlem b ir yüzey kazanır. B una göre, yüzey ancak D
açısından dinginlikte olduğu zaman paraboloid, ve ancak D ile göreli
olarak ivmelendiği zaman bir düzlemdir. Suyun yüzeyinin karakteri böy
lece kova ile göreli devim d u ru m u n d an bağımsızdır, am a D ile göreli
devim d u ru m u n d an değil. Öyleyse, bu çözüm leme üzerine bir düzlem
yüzey ivmeli devim (D ile göreli) ile bağlı iken, içbükey bir yüzey ise bir
dinginlik d u ru m u (D ile göreli) bağıntılıdır .4
Bunun ışığında, niçin suyun “norm al” yüzeyinin paraboloid olduğu
nu ve “biçimi bozulan” yüzeyin ise “anorm al” düzlem yüzey olduğunu
varsaymayalım? Yanıt eğer bu varsayım kabul edilecek olsaydı Newton’ın
devim denklem lerini de ciddi bir karışıklık içine düşürm ek zorunda ka
lacağımız biçimindedir. Eğer D genellikle tüm devimler için gönderm e
çatısı olarak seçilseydi, D ’nin araşürma alündaki herhangi bir verili dizge
ile göreli açısal hızı o zaman bu dizgeye ilişkin yasaya girerdi. Değişik diz
gelerin genellikle D ile göreli olarak değişik açısal hızlan olduğuna göre,
hiçbir yalın form ül bu çeşidi özel yasalan kucaklamazdı. Aynşımlı devim
denklem lerinin değişimsizlik alanı gerçekte aşın ölçüde sınırlı olurdu.
Newton’ın bir gönderm e çatısı önerisi üzerine, ya da M ach’ın ona alma
şığı üzerine, devim denklem leri tüm “Galileo gönderm e çatılan” deni
len gönderm e çatıları için değişimsizdir. Eş deyişle, eğer denklem ler
devimler tikel bir gönderm e çatısı ile ilişkilendirilince doyuruluyorsa,
birincisi açısından değişmez bir hızı olan tüm gönderm e çaülannda do
yurulurlar. Ö te yandan, eğer denklem ler devimler D ile ilişkilendirilince
doyuruluyorsa, ancak D açısından dinginlikte olan gönderm e çatılannda
3Krş. Ernst Mach, Science o f Mechanics, La Salle, 111., 1942, Chap. 2, Sec. 4, pp. 271-98.
Ayrıcalıklı sınıfa ait gönderm e çatılarına genellikle “süredurum lu” gönderm e çatılan
ya d a “Galileo” gönderm e çatılan denir. İyi bilindiği gibi, M ach’ın Newton’ı eleştirisi
E instein’ı derinden etkiledi ve onun genel görelilik kuramı için yolu hazırladı.
'‘Deneyin bu yolda çözümlemesi için, bkz. P eter G. B ergm ann, Introduction to the
Theory o f Relatiınty, New York, 1942, p. xiv. Benzer olan, am a yeryüzünün salük devimi
için bir uslamlama olarak kullanılan bir çözüm lem e için, bkz. J. C. Maxwell, Özdek ve
Devim (çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi, 1996), Konu 105.
doyurulacaklardır. Kısaca, D tüm devimler için gönderm e çatısı olmak
üzere, devimleri Newton’ın belitlerinin terim lerinde çözümleyebilmek
için sağlanması gerekecek özgül kuvvet-fonksiyonlan hem en hem en her
özel problem için ayrı olacak ve h er bir durum için ad hoc yaratılmaları
gerekecektir.
Gene de sorulabilir: Suyun yüzeyi bir düzlem iken biçimi bozulmuş
b ir d u ru m d a olduğu sayıltısı saçma değil m idir? Biçim bozulm aları
ancak kuvvetler etkide b u lunurken yer almaz mı? Öyleyse paraboloid
yüzeyin D ile göreli dinginlik d u ru m u n u n olm aktan çok böyle kuvvet
lerin ve bu n ed en le suyun bir g ö nderm e çatısı açısından çevriminin
bir sonucu olduğu b ir deney olgusu değil m idir? Benzer olarak, Fo-
ucault sarkacının düzlem inin ve bir jiro sk o p u n ekseninin çevrimi, ya
da yeryüzünün kutuplarında yassılaşması, ya da serbest düşm edeki bir
cismin doğrusal yoldan yeryüzünün özeğine sapması yeryüzünün dön
m ekte olduğu biçim indeki deneysel kanıtı sağlamaz mı? Buna göre, ön
ceki paragrafın düşündürebileceği gibi, kovadaki suyun ve yeryüzünün
kendisinin “saltık olarak ivm elendiğini” yalnızca o sayıltılar yapıldığı
zam an devim denklem leri yalın, değişimsiz b ir biçim kazandığı için
savunmanın desteklenebilecek bir yanı var mıdır?
Bu sorgulam alar bizi şimdiki tartışm anın düğüm noktasına getirir.
Kovadaki suyun yüzeyi içbükey iken “saltık ivme” d u ru m u n d a olduğu
bildirilse bile, Nevvton’m yaptığı gibi, bu çevrimin (ya da yeryüzünün
çevriminin) saltık uzay açısından yer aldığını varsaymanın hiçbir yolda
zorunlu olm adığı biçim indeki tem el nokta sürekli göz önü n d e tutul
malıdır. M ach’m N ew ton’ı eleştirisi bu noktada belirleyicidir, ivm enin
o n unla göreli olarak yer aldığı söylenen gönderm e çatısı, uygulama
da gerçekten de yapıldığı gibi, durağan yıldızlar dizgesi yoluyla ya da
fiziksel cisimlerin başka bir dizgesi yoluyla tanım lanıyor olarak alınabi
lir. Ö rneğin, Foucault’n u n sarkacının düzlem inin çevrimi yeryüzünün
çevrimini saltık uzay açısından değil am a yalnızca durağan yıldızlar açı
sından saptar. Eğer yıldızlar bizden yeryüzünün yüzeyini sürekli olarak
kuşatan bulutlar ile gizlenmiş olsaydı ve bu n ed en le varoluşlarından
habersiz olsaydık, Foucault’n un deneyi yalnızca yeryüzünün sarkacın
düzlemi ile göreli olarak çevrinmekte olduğunu gösterirdi.
Gene de cisimlerin devimleri fiziksel cisimler yoluyla sağlanan koor
dinat çatılarına gönderm e ile alındığı zaman, devim lerin devim belit
lerine tam sağınlık ile uygun düşm ediği düşünülebilir (aslında, durum
b u d u r). Başka bir yolda anlatırsak, hiçbir fiziksel koordinat çatısının bir
Galileo gönderm e çatısı ya da “süredurum lu” gönderm e çatısı olmadığı
düşünülebilirdir. Eğer Newton belitlerini değişkiye uğramamış biçimde
tutmaya karar verirsek, o zaman bir “ideal gönderm e çatısı” getirebiliriz
ki, onun açısından cisimlerin devimleri belitler ile tam anlaşma içinde
olsalar da, fiziksel gönderm e çatıları o n a en iyisinden ancak iyi yakla
şıklıklar olacaktır. Bu yordam için gerekçe eğer cisimlerin devimlerini
Nevvton’ın belitlerinin terim lerin d e çözüm lem ek için sü redurum lu
gönderm e çatıları kabul etmezsek, deneysel devim yasalarının hiç kuş
kusuz sü red u ru m lu g ö n d erm e çatıları k u llanıldığında olacağından
daha karmaşık ve daha az kullanışlı olacağıdır. Buna göre, süredurum lu
gönderm e çatıları kullanm anın hedefi, bunlar ister fiziksel dizgelerde
edimsel olarak gerçekleşmiş, isterse ideal kurgular olsunlar, yasaların
form ülasyonunda bir yalınlaşma elde etmektir. G erçekte süredurum lu
gönderm e çatılarının en azından yaklaşık gerçekleşm eleri olan fiziksel
dizgelerin olması sevindiricidir. Eğer d u ru m bu olmasaydı, m ekanik
bilimi belki de hiçbir zaman gelişmeyebilirdi.
Bununla birlikte, bunlardan hiç birini süredurum lu gönderm e çatılan
ile göreli devim ler için doğrulanan yasaların böyle gönderm e çatıları
getirilmeksizin doğrulanabilecek daha az yalın ve değişimsiz-olmayan
yasaların olacağından “daha gerçek” ya da “daha nesnel” olduklan an
lam ında yorum lam ak geçerli olamaz. Tersine, gösterilebilir ki, eğer bir
ilişkiler küm esinin bir cisimler dizgesi için bu cisimlerin devimleri süre
durum lu bir gönderm e çatısı ile göreli iken geçerli olduğu doğrulana-
bilirse, devimler süredurumlu-olmayan gönderm e çatılanna gönderm e
ile alındığında o cisimler arasında belirli ilişkiler olmalıdır, üstelik bu
son ilişkilerin formülasyonunu elde etm ek birincilerin formülasyonunu
elde etm ekten daha karmaşık ve daha güç olsa bile.
Ö rneğin, analitik geom etride eğrileri “param etrik denklem ler” deni
len denklem ler yoluyla temsil etm ek sık sık elverişlidir. B unlarda bir
eğri üzerindeki noktalann koordinatlan yardımcı bir değişkenin fonksi-
yonlan olarak anlatılır. Böyle param etrik denklem ler sık sık bir eğrinin
özelliklerini eğer eğri k oordinadan birbiri ile doğrudan ilişkilendiren
bir denklem ile temsil edilirse olacağından çok daha az güçlük ile çö
zümlemeyi olanaklı kılar. Gene de, param etrik denklem lerin koordinat
ları doğrudan ilişkilendiren denklem den “daha doğru” olduklannı ya
da İkincinin eğriyi param etrik denklem lerin yaptığından daha “nesnel”
(ya da durum a göre, daha az “nesnel”) bir tarzda form üle ettiğini ileri
sürmek saçma olacaktır. Böylece, param etrik denklem leri yardımcı de
ğişken ‘f’nin terim lerinde x = t2- 2t, y= t4 + t2 - 2 io lan bir düzlem eğri
ayrıca koordinatlarını doğrudan bağıntılayan bir denklem , yani (y - x'2
- 9 x - 8 )2= (jc+ 1) (4x+ 8 ) 2 ile de temsil edilebilir. Birçok problem de o
ilk denklem ler İkincinin olduğundan çok daha kullanışlıdır, üstelik iki
temsil kipinin de aynı geom etrik içeriği taşımasına karşın. A ndırımlı
olarak, güneşin yerçekimi alanındaki bir gezegenin devimi için ayrı-
şımlı denklem ler, devim koo rd in at çatısı olarak d u rağan yıldızlar ile
gönderm eli iken, güneş ve gezegen arasındaki uzaklığın ters karesini
içeren tanıdık biçimi alırlar. Bununla birlikte, devimin gönderm e çaüsı
olarak diyelim ki yeryüzü ile ilişkilendirilebilmesi, ve böylece aynşımlı
denklem lerin ilkede gezegenin devimi için bu devim bu tarzda ince
lenirken bildirilebilmesi bu olgunun m atem atiksel bir sonucudur. Bu
ayrışımlı denklem ler genel olarak korkutucu ölçüde karmaşık olacak,
am a gene de gezegenin devimini başlangıçtaki denklem lerin yaptığı
kadar nesnel olarak ve tam olarak form üle edecektir.
G önderm e çatılarının cisimlerin devimlerini çözüm lem ek için temel
olarak getirilmesi büyük yaratıcı imgelemi gerektiriyordu, çünkü cisim
lerin devimleri doğrudan gözlemlendikleri biçimiyle açıkça böyle gön
derm e çatılarının kullanım ını gerektiren değişim kalıpları sergilemez.
Süredurum kavramı böylece duyusal deneyimin belirtik özelliklerinden
“soyutlama”nm bir ü rü n ü değildir—bir daire düşüncesinin genellikle
böyle bir ürün olduğunun kabul edildiği yolda. Ö te yandan, süredurum
kavramı elimizin altındaki entellektüel kalıtın ve donatım ın öylesine tam
bir parçası olmuştur ki, önemli bir ölçüde çaba harcamadıkça, “gözlemle
nen devim olgularını” yorumlamak için almaşık bir yol tasarlamak güçtür.
Dahası, süredurum lu gönderm e çatılan düşüncesi Newton mekaniğinde
bir süredurum lu gönderm e çatısından bir başkasına dönüşüm alünda de
vim denklem lerinin değişimsizliği ile aynlmamacasına bağlıdır. Bununla
birlikte, değişimsiz olan sık sık örtük olarak “nesnel olarak reel” olan
ile, sürekli olan ve uzaysal-zamansal sınırlam alar altında durm ayan ile,
evrensel olan ile özdeşleştirilir.5 Buna göre, devim denklem lerinin deği
şimsizliği, devim ler süred u ru m lu çatılara g ö nderm e ile alındığında,
süredurum lu çaülara mekanik fenom enlerin göreli olarak yalın kuvvet-
fonksiyonlan küm elerinin terim lerinde çözümlemesini olanaklı kılma
da taşıdığı önem in üzerinde ve ü stünde bir önem niteliği yükler. En
azından usayatkındır ki, kova deneyindeki suyun yüzey düz iken “bi
çim bozulmasına uğram ış” olduğu düşüncesinin zaman zaman yarattığı
entellektüel rahatsızlık bir ölçüde devim denklem lerinin değişimsizlik
erim ini—ve buna göre “nesnelliğini”— olağanüstü kısıtlayacak gönder
me çatılannı kabul etmeye karşı bir isteksizlikten doğar.
Son olarak, anımsamaya değer ki Newton’ın ikinci beliti tarafından
ivmelerin belirleyicileri olarak konuüanan kuvvetler genel olarak ivme
lerden bağımsız olarak ölçülem ez. Ö nceki bölüm de belirtildiği gibi,
Newton mekaniğinde kullanılan kuvvet-fonksiyonlan tem elde hipotetik
olarak kabul edilir; yalnızca büyüklüklerinin cisimlerin m om entindeki
değişimler ile orantılı olması ve bu değişim ler ile aynı yönü taşıması bi
çimindeki genel gerektirim yoluyla belirtik olarak karakterize edilirler.
Buna göre, genellikle kuvvetler için arayışa ve kuvvet-fonksiyonlarmın
kurulmasına götüren uyan bir fiziksel dizgenin ivmelenen devime uğra
ması olgusudur. Öyleyse bir cismin ivmelenmiş mi yoksa biçimsizleşmiş
mi olduğuna h er zaman cisim üzerinde hangi kuvvederin etkide bulun
duğunu bağımsız deneysel araçlar yoluyla saptayarak karar verebilece
ğimizi ileri sürm ek arabayı atın ö n ü n e koymak olacaktır. Hiç kuşkusuz
durum sık sık b u n u n tersidir. B ununla birlikte, eğer bir cisim üzerinde
5Bkz. örneğin Spinoza’nın Törebilim’i, Bölüm 2, On. 38: “Herşeye ortak olan ve eşit
ölçüde parçada ve bütünde bulunan ancak yeterli olarak kavranabilir."
bir kuvvetin etkide b ulunduğuna inanm ak için ilkin o n u n ivmelenmiş
mi yoksa biçimsizleşmiş mi olduğu konusunda anlaşmalıysak, o zaman
hiç olmazsa böyle durum larda bir cismin ivmelenmiş mi yoksa biçimsiz
leşmiş mi olduğunu araştırabilmek için ilkin devimler için bir gönderm e
çatısını olduğu gibi onları ölçmek için bir geom etri dizgesini de kabul
etmeliyiz. Newton’m devimlerin onun belitlerinin terim lerinde çözüm
lenm esinde kullanılacak bir gönd erm e çatısının seçim ine mantıksal
önsellik atam adaki yordam ı böylece bütünüyle inandırıcı idi—saltık
uzay için uslamlamaları ne denli hatalı olmuş olursa olsun.
Şimdi niçin Nevvton m ekaniğinde bir uzaysal gönderm e çatısını seç
me sorusunun önemli bir soru olduğunu yeterince uzunlamasına belirt
tik, ve ayrıca Nevvton’ın problem i çözümü için gerekçesini de tartıştık.
Bundan sonra bir uzaysal ölçme dizgesi olarak geom etrinin kullanımını
irdelem ede doğan ve daha az önem li olmayan sorunlara dönmeliyiz.
6Şimdi iyi bilindiği gibi Euklides’in Öğeler’i mantıksal sağınlığm m odem ölçünlerine
uygun düşmez, çünkü teorem lerinden birçoğu gerçekte belitlerinden çıkarsanamaz
ve ek belitlerin getirilmesi gerekir.
d o ğ ru olarak ö n e re n ve tanıtlayan p a rça sın d an başka birşey d eğildir. A m a el
san a ü arı başlıca cisim leri d ev in d irm ed e usta o ld u ğ u için, g e o m e tri genellikle
o n ların büyüklükleri ile, ve m ek an ik ise devim leri ile ilişkilendirilir.7
Uzayın yapısının bir apriori bilimi olarak geom etri anlayışına Leib-
niz’in apriorici ussalcılığı ve H um e’un duyusalcı görgücülüğü arasında
8G. W. Leibniz, New Essays Ccmceming Humarı Understanding (İng. çev. A. G. Lang-
ley), Chicago, 1916, s. 78.
9L. Euler, Letters to a Germarı Princess (İng. çev. Brewster), Vol. 2, s. 31.
bir via media bulm a girişim inde Kant tarafından ayrı bir yön verildi.
Kant’ın öğretisindeki birçok ayrıntının yorumu açısından kuşku duymak
için zemin bulunm asına karşın, genel önem i Euklides geometrisinin dış
sal sezgimizin biçiminin yapısını form üle ettiği görüşüne bağlıdır. Buna
göre, Euklides’in belitleri ve bunlann sonuçları tüm olanaklı deneyimin
uzaysal biçimini ilgilendiren apodiktik doğruluklardır. Kant’ın geomet
rinin doğası üzerine görüşleri yalnızca profesyonel felsefeciler için değil
am a matematikçiler ve fizikçiler için de oldukça önemli olmuştur. Gerçi
on dokuzuncu yüzyılda felsefi düşüncenin önem li akımları Kant’m an
layışım reddetm iş ve geom etrinin k o n u m u n u n görgül bir yorum unu
ileri sürm üş olsalar da, m antık, m atem atik ve fizikte d aha sonra yer
alan gelişmeler Kant’ın görüşlerini aşamalı olarak daha az savunulabilir
kılıncaya dek geom etri alanındaki etkisi zayıflamamıştır. B unun nedeni
uzayı ilgilendiren bir a priori bilgi dizgesi olarak geom etri görüşünün
hasımları üzerinde karşılaştırılamaz bir üstünlüğünün olmasıydı, çün
kü, almaşık geom etrilerin tersine, niçin Euklides’in dizgesinin bilinen
biricik geom etri dizgesi olduğunu ve niçin m ekaniğin (o sıralar henüz
kuramsal fiziğin en eksiksiz gelişmiş dalının) o dizge üzerine öylesine
ayrılamaz bir yolda bağımlı olduğunu açıklıyor görünüyordu.
10G erçekten de anlam lan soyutlama sürecini daha da ileri götürm ek ve “tüm ” ve
“dir” gibi sözcükleri ve başka mantıksal parçacıklan bildirilen işlem kurallarına göre
yönetilen im ler ile değiştirm ek olanaklıdır. Ama bu olanağı izlemek şimdiki tartışma
ile ilgili değildir, geçi yakınlardaki mantıksal incelem elerin önde gelen başarıınlanıı-
dan kimileri bu düşünceyi geliştirm enin bir sonucu olsalar da.
biçimlerinin ömekleri/instances olduğu sürece araştırırlar, öyle ki belirli
içerik-terim lerinin anlam lan ilkede ilgisizdir. Bu son durum da, belit ve
teorem lerde geçen mantıksal-olmayan terim ler bir nesnedeki belirli
öğeler ile bağlanmalıdır, çünkü dizgeye ait bildirim lerin doğruluk ya da
yanlışlıklan ancak bu yolda uygun bir biçim de araştınlabilir. Geometri
tümdengelimli bir dizge olarak birinci anlam da incelenirken sık sık “an
geom etri” adını alır; bir olgusal doğruluk (factual truth) dizgesi olarak
ikinci anlam da incelenirken, genellikle “uygulamalı” ya da “fiziksel geo
m etri” adını alır.
Bu tartışm anın ana yükünü Euklides geom etrisinin m odern m an
tıksal sağınlık kurallan n a yanıt veren bir form ülasyonunu, söz gelimi
Oswald Veblen’in belitleştirmesini irdeleyerek örneklendirelim .11 Veb-
len “noktalar” denilen nesnelerin bir sınıfını, noktalar arasında “arada
yatma/lying betmeerı ” ilişkisi denilen b ir üçlü ilişkiyi, ve çiftler arasında
“çakışma/rangroeno’” denilen bir ikili ilişkiyi varsayar. Sonra bu nesneler
ve ilişkiler üzerine on altı sayıltı ya da belit biçim inde bir dizi dikkatle
form üle edilmiş koşul getirir. Ayrıca başlangıçtaki (ya da ilkel) içerik-
anlatım larının terim lerinde bir dizi başka anlatım ı tanımlar, örneğin
‘çizgi,’ ‘düzlem ,’ ‘açı’ ve ‘d aire’ gibi, ve b u süreçte genel m antığa ait
düşünceleri kullanır (örneğin küm e ya da sınıf düşünceleri gibi). Bu
tanım lanan anlatım lar birincil olarak uygunluk u ğ ru n a getirilir ve il
kel terim lerden yana bir yana atılabilir. Tanımlı anlatım lar buna göre
aşağıda göz ardı edilebilir. Şimdi bu on altı beliti tekil am a çok kanşık
bir bildirim deki bileşenler olacakları yolda birleştirelim. Belider o za
m an _B(nokta, arasında, çakışan) kısaltması ile temsil edilebilirler. Öte
yandan, dizgenin ilkel anlatım lannın terim lerinde form üle edilebilen
herhangi bir bildirimi T(nokta./poml, arasmda/betmeen, çakışan/congru-
ent) ile temsil edelim , gerçi genel olarak ilkel terim lerin tüm ü böyle
h er bildirim de yer almayacak olsa da. Tanıtlamalı ya da a n geom etrinin
am acının o zaman T (nokta, arasında, çakışan)’nin ‘fi(nokta, arasında,
çakışan) ’nin m antıksal bir sonucu olduğu b ir yolda T ’bildirim lerini
bulm ak olduğu söylenebilir.
Bununla birlikte, T ’nin ‘B ’den çıkarsanabilirliği ‘nokta,’ ‘arasında,’
ve ‘çakışan’ anlatım lan ile bağlı özel anlam lar üzerine bağımlı olamaz.
Bu terim lerin yerine öyleyse kendileri ile herhangi bir türden hiçbir an
lamın bağlı olmasının gerekmediği değişkenler geçirilebilir. Buna göre,
Veblen belitleştirm esinde a n geom etrinin birleştirilmiş konuüam alan
ilkede ‘B (İ\, h , İ 2 ) ’ bildirim-biçimi olarak düzenlenebilir, ki burada ‘İ \
bir yüklem değişkeni (ya da hirli/unary ilişki değişkeni), ‘I s’ bir üçlü
ilişki değişkeni, ve ‘h ’ bir ikili ilişki değişkenidir. An geom etrinin görevi
o zaman hangi h , I 2 ) ’ bildirim biçimlerinin Is, I 2 ) ’ bildirim
biçim inin mantıksal sonuçlan olduğunu saptamaktır.
n Bkz., “T he Foundations o f Geom etry” başlıklı denem esi, Monographs on Topics of
Modem Mathematics’de (yay. haz. J. W. A. Young), NewYork, 1911.
Öte yandan, ne arı geometrici ne de fizikçi ‘B’ve T ’bildirim-biçimle-
rinin doğruluk ya da yanlışlığını a rttırab ilir, çünkü açıktır ki bildirimler
olm adıklarına göre, doğru m u yoksa yanlış mı olduklarını sormak bile
anlamsızdır. Dahası—ve bu şimdiki tartışmanın başlıca yüküdür—Veblen
belitlerinin doğruluk ya da yanlışlığını araştırmak eşit ölçüde olanaksız
olabilir, üstelik bu belitler değişkenlerin olm aktan çok ‘nokta,’ ‘arasın
da,’ ve ‘çakışan’ gibi tanıdık anlatım ların terim lerinde form üle edilmiş
olsa bile (yeter ki bu anlatım lar görgül olarak tanınabilir belirli fiziksel
nesneler ile ya da böyle nesnelerin arasındaki ilişkiler ile bağlı olm asın).
G erçekten de, m atem atikçiler sık sık o tanıdık anlatım ları kullanır ve
bunu görgül içeriğe böyle bir gönderm e içeren özgül anlam lar yükle-
meksizin yaparlar. Böylece, gerçi Veblen kendisinin geom etrik belitleri
formülasyonunda o anlatımları kullansa da, okuyucunun onlara dilediği
“herhangi bir anlam ı” ya da “herhangi bir imgeyi” bağlayabileceğini be
lirtmeye dikkat eder, yeter ki bu anlam ve imgeler anlatımların kullanımı
üzerine belitlerin dayattığı koşullar ile tutarlı olsun. Geom etrinin belitle
rinin olgusal olarak doğru olup olmadığı sorusuna yanıt ile bağıntı içinde
sayfa 228’de sözü edilen önlem in önem i öyleyse şunda yatar: Geometrik
belit ve teorem lerin özdeksel doğruluk ya da yanlışlıkları ancak, belit
ve teorem lerde yer alan mantıksal-olmayan terim ler için, o terim lere
bir içerikteki görgül olarak tanınabilir öğeleri bağlayan karşılık-düşme
kuralları ya da eşgüdümleyici tanım lar sağlanırsa araştırılabilir.
Bu genel konum üzerine iki yorum yapılmalıdır. İlk olarak, eğer geo
metrik nesneler yalnızca kavramsal ya da imgesel nesneler olarak alınır
sa, tartışma altındaki tem el problem e dokunulm uş bile olmaz. Çünkü
o problem a n geom etrinin kavramsal yapısının fizikte ve çeşitli kılgısal
sanatlarda kullanılm a yolunu ilgilendirir. Noktaların ve çizgilerin kav
ram lar olduğunu yineleyerek ya da onları im geler ile özdeşleştirerek
bu problem in çözümüne hiçbir katkıda bulunulm uş olmaz, imgelemde
yaratılan çizgilerin h e r ikisi de geometriyi geniş olarak kullanm ak zo
runda olan gökbilim ile ya da sağınlık aletlerinin yapımı ile ilgisi nedir?
ikinci olarak, ileri sürülen ansal deneyim olgulanndan uslamlamanın
ne olursa olsun hiçbir gücü yoktur, im gelem de doğru çizgiler üzerine
b. G eom etrinin deneysel bilimin bir dalı olarak anlaşılması büyük öl
çüde usayatkın görünür, çünkü geom etrinin kökenleri kılgısal ölçme
sanatlarında yatar. Bu usayatkınlık geom etrinin uzayın yapısına ilişkin bir
a priori bilgiler kütlesi olduğu görüşü altında gözden geçirdiğimiz güç
lükler yoluyla zayıflatılmaz. Çünkü ölçümler ancak özdeksel aletler ile ya
pılabilir, uzay parçaları ile değil. Öyleyse geom etrinin bir ölçme kuramı
olarak işlev görmesi olgusundan bir bilmece yaratan hiçbir uygulamalı
geom etri açıklaması yeterli değildir. Öte yandan, daha önce belirtildiği
gibi, Newton’m mekaniğin en yalın dalı olarak geom etri görüşü kendi
güçlüklerini kapsıyor görünür; ve şimdi bu güçlüklerin göründükleri
kadar aşılamaz olup olm adıklarına karar vermeye çalışmalıyız.
Geometriyi deneysel bilim in içerisinde kullanm anın iki genel yolu
arasında ayrım yapmak yararlı olacakür. (i) İlk ve tarihsel olarak daha
erken olan yaklaşım Euklides geometrisinden bağımsız olarak özdeksel cisim
lerin belli kenar, yüzey ve başka betilenim lerini belirlem ekten ve sonra
b ir gözlem olgusu so ru n u olarak böyle b elirlen en şeylerin deneysel
yanılgının sınırlan içerisinde Euklides belitlerine uygun düştüğünü gös
term ekten oluşur, (ii) ikinci yaklaşım Euklides’in konutlam alannı örtük
tanım lar olarak kullanm aktan oluşur, öyle ki belli yaklaşıklık sınırlan
içerisinde konutlam aları doyurmadıkça hiçbir fiziksel betilenim e (ister
keşfedilmiş isterse özel olarak tasanmlanmış olsun) “noktalar,” “çizgiler”
vb. denmez. H er iki yaklaşım da benzer mantıksal ve görgül problem ler
ile yüz yüze kalır, am a h e r bir yaklaşım tartışmaya ayırdedici bir vurgu
getirir, ve h e r biri Euklides geom etrisine ayrı bir konum yükler.
ii. Böylece geometriye sayfa 234’te değinilen ilk yaklaşım üzerine tar
tışmamızı tamamladık. Şimdi ikinci almaşığı yoklamalıyız ki, buna göre
Euklides konutlam aları o konutlam alann uygulama alanını oluşturan
belli şekiller için örtük tanım lar olarak kullanılır. Yoklamamız göreli
olarak kısa olacaktır, çünkü ilgili prob lem lerin çoğu d aha şim diden
tartışılmıştır.
Bu almaşık yaklaşımlar arasındaki özsel ayrım şudur. Birinci yaklaşım
üzerine ‘nokta,’ ‘çizgi’ ve benzerleri gibi anlatım lar Euklides belitlerin
den bağımsız olarak belirlenebilir kurallar ile uyum içinde kurulan ya da
tanınan fiziksel betilenim lere uygulanırken, ikinci yaklaşım üzerine o
anlatım lar yalnızca Euklides gerektirim lerini doyuran türde betilenim
lere uygulanır. Buna göre, birinci yaklaşım üzerine ilkede eğer bağımsız
olarak belirlenen çizgiler, açılar, daireler ve benzerleri üzerinde edimsel
gözlem ve ölçüm ler bu şekillerin özellikleri ve Euklides geom etrisinin
bizi beklemeye götürdüğü şeyler arasında önemli bir uyumsuzluğu açığa
sererse kendimizi Euklides geom etrisini terk etmeye bağlamış oluruz.
Ö te yandan, ikinci yaklaşım üzerine, eğer o y ö ntem ler Euklides ile
uyum içindeki betilenim leri vermiyorsa, ilkede Euklides geom etrisini
ne pahasına olursa olsun elde tutmayı ve şekilleri çizmek için yöntem
lerimizi değiştirmeyi üstleniriz. İlk almaşık üzerine, Euklides geometrisi
cisimlerin önceden sınıflandırılmış ve adlandırılmış uzaysal özelliklerini
ilgilendiren olumsal, a posteriori bildirim lerin bir dizgesidir. İkinci al
maşık üzerine, Euklides geom etrisi böyle özellikleri sınıflandırm ak ve
adlandırm ak için a priori kuralların bir dizgesidir.
Euklides geom etrisinin bu son yolda nasıl kullanılabileceğini ana-
hatlarda belirtelim . Eğer Euklides’in konutlam alarını ö rtük tanım lar
olarak kabul edersek, k o n u tlam alan n bildirdiği koşulları doyuracak
şekilleri bulm am ız ya da çizmemiz gerekir. O zaman birinci yaklaşım
üzerine yukarıdaki tartışm a ile bağıntı için önerilen tarzda yüzeyler,
ken arlar ve b en zerlerin i çizerek başladığım ızı varsayalım. B ununla
birlikte, hen ü z o betilenim lere ‘düzlem ler,’ ‘doğru çizgiler’ vb. deme
hakkım ız yoktur, ve ilk olarak ü z e rle rin d e g özlem ler ve ö lçü m ler
yapmalıyız. Böyle bir araştırm anın so n u cu n u n o şekillerin Euklides
geom etrisinin düzlem lerden, d oğru çizgilerden vb. istediği şey ile iyi
anlaşm a içindeki özellikler taşıdığını gösterdiğini bulabiliriz. O du
rum da, o şekillerin düzlem ler, d o ğ ru çizgiler ve geri kalanı olduğu
önsavında aklanırız. Ö te yandan, varsayalım ki araştırm anın sonucu o
şekillerin Euklides geom etrisinin g erektirim lerinden önem li ölçüde
sapan özellikler taşıdığını gösteriyor olsun. Ö rn eğ in , varsayalım ki
belli üç-kenarlı şekillerin açılarının toplam ı iki dik açıdan (bildirilen
bir açısal büyüklük ölçeği ile tanım landığı gibi) 10 d ereced en daha
çok ayrılıyor olsun—bir ayrım ki olanaklı deneysel h atadan çok daha
büyüktür. Bu d u ru m d a çizilen şekiller tanıdık geo m etrik adları al
mazlar, ve özel olarak üç-kenarlı şekle bir “ü çg en ” denm ez. Tersine,
şekilleri çizmek için ve uzaysal büyüklüklerini ölçm ek için kuralları
mızı en azından Euklides betilenim lerine yaklaşık olarak uygun olan
betilenim leri elde edinceye dek değiştiririz.
Bununla birlikte, Euklides geom etrisine uygun şekilleri çizmek aşırı
ölçüde güç çıkabilir, ve istenen türde yüzeyleri ve cetvelleri üretm ek için
kuralları ne denli değiştirirsek değiştirelim yaklaşık olarak bile olsa Euk
lides geom etrisine uygun düzlem lere ve doğru çizgilere benzer şeyler
elde etmeyi kolay kolay başaramayız. Böyle bir durum gene de Euklides
geometrisini “çürütm ez,” am a Euklides geometrisinin bir ölçme kuramı
olarak elde tutulm asını büyük ölçüde uygunsuz kılabilir. Hiç kuşkusuz
bu uygunsuzluğa dayanabiliriz, ve kendimizi o kuram tem elinde uzaysal
boyutlara ilişkin hesaplam aların seyrek olarak da olsa açık ölçüm ün
sonuçlan ile anlaşma içinde olması olgusuna teslim edebiliriz. Gene de
önüm üzde açık d uran iki almaşık vardır. Euklides geom etrisi üzerine
dayalı fizik kuramları geliştirmeyi başarabiliriz, öyle ki Euklides geom et
risine uygun betilenim leri çizme (ya da bulm a) konusundaki sürekli
başarısızlığımız o kuram lar yoluyla dizgesel olarak açıklanır, ve bu ara
da aynı zam anda cisimlerin edimsel ölçüm yoluyla belirlenen uzaysal
büyüklükleri o kuram lardan hesaplanan sayısal değerler ile iyi anlaşma
içinde olur. Ya da, almaşık olarak, uzaysal betilenim leri sınıflandırm a
ve adlandırm a için a priori kurallar dizgesi olarak Euklides geometrisini
terk edebiliriz, ve bu amacı göz önü n d e tutarak bir başka arı geom etri
dizgesi tasarlayabiliriz.
Tartışma böylece bir yanda görgül bir bilim olarak Euklides geom et
risi anlayışı ve öte yanda bir a priori kurallar dizgesi olarak Euklides geo
metrisi anlayışı gibi görünürde bağdaşmaz anlayışlannın h er ikisinin de
m eşnı olarak kabul edilebileceğini belirtir. Düzlemler, doğru çizgiler vb.
fiziksel cisimlerin Euklides geometrisine gönderm e olmaksızın formüle
edilebilecek ve uygulanabilecek kurallar ile uyum içindeki özellikleri
olarak çizilebilir ya da tanınabilirken, G eom etri görgül bilimin bir dalı
dır. Euklides geom etrisine ait etiketler taşıyacak olan betilenim lerin
çizilmesi ya da tanınması Euklides konudam alan tarafından güdüldüğü
ve denetlendiği zaman Euklides geom etrisi bir a priori kurallar dizge
sidir. Buna karşın, h er bir yaklaşım üzerine hem görgül hem de a pri
ori sayıltılar bir rol oynar. Birinci almaşık üzerine ‘düzlem ler,’ ‘doğru
çizgiler’ vb. olarak belirtilen şekilleri çizmek için kurallar a priori, ve
Euklides geom etrisinin bildirim leri görgüldür. ikinci almaşık üzerine
Euklides konutlam aları a prioridirve belli şekillerin (ki belirlenmiş ku
rallar ile uyum içinde çizilir ya da tanınırlar) düzlemler, doğru çizgiler
vb. oldukları önesürüm leri görgüldür. Kısaca, iki almaşık arasındaki
ayrım bir bilgi küdesi içerisine uylaşımların ya da tanım ların getirildiği
yerdeki bir ayrımdır.
G eom etri ve Fizik
9
Euklides geom etrisinin bir ölçme kuram ı sağlayabilecek bi
ricik uzaysal ilişkiler kuram ı olduğu biçim indeki örtük sayıltı
üzerine dayanıyordu. B ununla birlikte, Newton’m gününden
bu yana bir dizi almaşık a n geom etri geliştirilmiştir. Sonuçta,
Euklides geom etrisinin uzaysal ilişkilerin biricik doğru çözümlem
olduğu sayılüsı bundan böyle savunulabilir değildir, ve gerçekte bu Euk-
lidien-olmayan geom etrilerin bir bölüm ü N ew ton’ın kuram ından ayn
mekanik kuram lann geliştirilmesinde kullanılmaya başlamıştır. Geomet
rinin önceki bölüm de Euklides’in dizgesine hiçbir almaşığın bulunm a
dığı biçimindeki Newtoncu sayıltı üzerine tartışılan mantıksal konum u
böylece daha öte incelemeyi gerektirir. Fizikte bir ölçme kuramı olarak
bir geom etri seçmede görgül olgu sorulan ve tanımsal koşul sorulannın
oynadığı rollerin daha öte yoklaması bu bölüm ün teması olacaktır. İlk
olarak Euklides’e önem li alm aşıklann ve b u n lan n birbirleri ile olduğu
gibi Euklides dizgesi ile ilişkilerinin de bir açıklamasını vereceğiz. Bu
bir ölçüde teknik am a kaçınılmaz matematiksel aynnünm sunulmasını
gerektirecektir. Daha sonra bir fizik kuram ı geliştirme am açlan için bir
geom etrinin seçilmesi ile ilgili noktalan irdeleyeceğiz, ve bir geom etri
dizgesinin tem elde yalnızca uzaysal ölçümler yapmak için bir uylaşımlar
kümesi olduğu savının değerini tartışacağız.
A ı: Bir .Ksınıfına ait xve }'gibi herhangi iki değişik öğe için, ya xy ile /ilişkisini
taşır, ya da y x ile / ilişkisini taşır.
A2: ” deki x ve y gibi herhangi iki öğe için, eğer xy ile / ilişkisini taşırsa, o
zaman y x ile / ’yi taşımaz.
As: Af’deki x, y ve 2 gibi herhangi üç öğe için, eğer xy ile /ilişkisini ve y z ile
/ ’yi taşırsa, o zaman x z ile / ’yi taşır.
A ı° : X ’de xve y gibi en az iki ayrı öğe vardır, öyle bir yolda ki x y ile / ’ yi
taşımaz ve y x ile / ’yi taşımaz.
p b. A n Euklidien-olmayan geo
m etrinin ilk dizgesinin kurulma
sı tam şimdi anahatlarda verilen
uygulayımlann kullanımı yoluyla
o ld u . O n d o k u z u n c u yüzyılın
üçüncü onyılında, Lobachewsky
ve Bolyai, b irb irin d en bağımsız
olarak çalışan iki m atem atikçi,
B Euklides’in koşuduk konutlama-
sının b ir aykırısı üzerine dayalı
b ir g eo m etri dizgesi geliştirdi.
Euklides’in bu konutlam ayı ele
alışı P lay fair’in d a h a ta n ıd ık
b e litin e eşd eğ erdir. Bu belite
göre, verili bir noktadan geçerek verili bir çizgiye koşut olan tek bir doğru
çizgi vardır. Buna göre Lobachewsky’nin yeniliğini Euklides geometrisi
için koşuduk konutlaması olarak Euklides’in başlangıçtaki formülasyonu-
nu n yerine Playfair’in belitinin kullanıldığı sayıltısı üzerine tartışacağız.
Lobachewsky koşutluk konutlam asım verili b ir n o ktadan verili bir
çizgiye iki koşut çizginin olduğu sayıltısı ile değiştirdi. Bu yeni konut-
lam alar küm esinden büyük b ir sayıda karşılıklı olarak tutarlı teorem
çıkarsadı ki, bunlardan birçoğu ilk bakışta Euklides’in karşılaştınlabilir
teorem leri ile bağdaşmazdır. Ö rneğin, Lobachewsky geom etrisinde bir
üçgenin açılannın toplamı tüm üçgenler için (Euklides’te olduğu gibi)
değişmez değildir, h er zaman iki dik açıdan daha küçüktür, ve üçgen
lerin alanlarının artm ası ile birlikte azalır.2 Yine, eşitsiz alanları olan
üçgenler hiçbir zaman benzer değildir. Ayrıca, bir dairenin çevresinin
çapm a oranı tüm daireler için değişmez değil, am a h e r zaman 71’ d e n
^Gerçekte iki dik açı ve açılar toplamı arasındaki aynm (ki buna genellikle “eksiklik/
defect ” denir) alan ile orantılıdır.
büyüktür ve alanları ile birlikte artar. Ne Lobachewsky ne de Bolyai yeni
geom etrinin iç tutarlığını saptadı, ve dizgenin tutarlığı bir süre için açık
bir soru olarak kaldı. Sonunda 1869’da Beltrami dizgenin geom etrik
yüklem lerine anlam lar atadı ve böylece Lobachewsky konutlam aları
belli sele-sırtı yüzeyler üzerindeki çizgi ve eğrilere ilişkin bildirim ler
olarak yorum landı.3 B ununla birlikte, bu bildirim ler Euklides geom et
risinin içerisinde tanıtlamalı olarak doğru idiler. Buna göre, içsel olarak
Euklides dizgesi denli tutarlı bir Euklidien-olmayan geom etrinin olana
ğı tüm usauygun kuşkunun ötesinde doğrulandı.
B eltram i’n in y o ru m u k o n u su n d a d a h a ö te birşey söylem eyece
ğiz, çünkü yalın b ir açım lam a altın a getirilm eye izin vermez. G ene
de Lobachewsky konutlam alarının iki-boyutlu (ya da düzlem ) Loba-
chewsky geom etrisi için ilkin P o in care’nin ö nerdiği b ir başka yoru
m unu yeterli ayrıntıda önüm üze alm ak yararlı olacaktır. Bir Euklides
düzlem inde k yarıçapı ile durağan bir O dairesinin iç noktalarını (ki
b u n lara 7 -noktaları’ denecektir) irdeleyelim . D üzlem deki tüm baş
ka noktalar, ister O ’n u n çevresi ü zerinde isterse o n a dışsal olsunlar,
L-noktaları sınıfından dışlanır. H erhangi iki /-n o k tasın dan O ’ya ort-
hogonal (e.d. dik açılarda) benzersiz bir daire vardır. Böyle dairelerin
O içerisine düşen yaylarına ‘L -çizgileri’ denecektir. Verili bir L-çizgisinin
dışındaki herh an g i bir /^noktasından geçen ve verili çizgi ile O ’nu n
çevresi üzerinde buluşan iki L-çizgisi çizilebilir; ve böyle çizgilere ve
rili çizgiye ‘/ ^koşutları’ denecektir. Böylece çizimde P ve Q benzersiz
bir /^çizgisi Zı’i belirleyen h erh an g i iki L-noktasıdır. l\ üzerinde ol
mayan herhangi bir L-noktası R ’d en O ’n u n çevresi üzerindeki l\ ile
Lnoktaları-olm ayan A ve B ’de buluşan iki /^çizgisi çizilebilir. Bunlar
lı e R ’den geçen /^koşutlarıdır. Açıktır ki R ’den geçen ve ARB açısının
içine düşen herhangi bir /^çizgisi l\ ile kesişecek, ve bu arada R ’den
geçen ve BRC açısının içine düşen herhangi bir L-çizgisi l\ ile kesişme-
yecektir. Ayrıca iki L-noktası arasındaki ‘/^uzaklığını’ o noktaların ve
verili /^noktaları ile belirlenen /^çizgisinin O ile kesişme noktalarının
belli bir fonksiyonu olarak tanımlarız.4 (Kesişen iki L-çizgisi arasındaki
‘L -açısı’ iki L-çizgisine kesişme noktalarındaki teğetler arasındaki açı
olarak tanımlanır.) Dahası, üç L-çizgisi tarafından oluşturulan kapalı bir
3Bunlar traktris/frac/m :denilen düzlem eğrisini dönm e ekseni olarak kendi asimp
totu çevresinde döndürm e yoluyla elde edilen dönm e yüzeyleridir. Traktris öyle bir
eğri olarak tanım lanır ki, teğetin değm e noktasından verili bir çizgi ile keşişme nok
tasına uzanan dilimi uzunlukta değişmezdir.
4Bu fonksiyon sözü e d ile n d ö rt-n o k ta n ın a n h a rm o n ik o ra n ın ın lo g aritm a
sı ile orantılıdır. Böylece, eğer P v e Q h erhangi iki Z^noktası ise, ve A ve B P ve Q
tarafından b elirlenen L-çizgisinin O ile kesişm eleri ise,o zam an P v e (harasındaki
k = ( _ L N - M 2)
(EG-F )
olarak belirlenir.
Şu yaklaşım da kabul edilebilir. Küçük bir kürenin yüzeyinin alanları ve V hacm i
2. Son olarak bir uygulamalı geom etri dizgesinin yalnızca uzaysal iliş
kileri ölçmek için bir “gizli tanım lar” ya da “uylaşımlar” kümesi olduğu
ve bir görgül bilim olmadığı görüşünü yoklamalıyız. Bu görüş özellikle
gerçekte fiziğin genel “ilkelerinin” tüm ünün olmasa da çoğunun (örne
ğin süredurum ilkesi gibi) uylaşımlar olduğu biçimindeki daha kapsamlı
savı ileri süren H en ri P oincare tarafından güçlü olarak savunuldu.13
P oincare’nin görüşlerini yalnızca belirtik olarak geom etriye gönder
m ede bulund u k ları düzeye dek tartışacak olm am ıza karşın, ulaşılan
çözümleme ve vargılar özsel değişkiler olmaksızın uylaşımcı savın daha
genel biçim ine genişletilebilir.
b. Buna karşın geom etri için öyle uygulama alanları vardır ki, onlarda
verili deneysel kurallar ile uyum içinde fiziksel b etilenim ler oluştur
mak gücüm üzün sınırları içinde değildir. Bu alanlarda örneğin belli
betilenim lerin Euklides doğru çizgileri olduğu sayıltısı doğrudan doğ
ruya ya da belirleyici olarak sınanamayacak bir önsavdır. Tersine, böyle
geom etrik önsavlar karmaşık bir fiziksel kuram daki bileşenler olarak
ele alınmalıdır; başka fiziksel sayıltılardan yalıtılma içinde sınanamaz-
lar. Buna göre, verili bir geom etrinin bu alandaki nesneler için doğru
olup olmadığı karan norm al olarak o geometriyi bir bileşen olarak alan
çeşitli kuram ların b ü tü n ün d e yeterliği tarafından denetlenir.
Gene de, karar kılgıda keyfi bir karar değildir, ve büyük ölçüde gör
gül kaygılar üzerine dayanır. Hiç kuşkusuz, tikel b ir geometriyi fizik
kuram ının başka bölüm lerinde uygun değişiklikler yaparak görünürde
bağdaşmaz görgül kanıt karşısında sürdürm ek soyut olarak olanaklıdır.
B ununla birlikte, gereken değişiklikler ad hoc sayıltıların getirilmesini
gerektirebilir ki, b unlar kendi paylarına fiziğin geri kalanı ile dizgesel
olarak bütünleştirilm eye izin vermeyebilir. Buna göre, tikel bir geo
metriye sarsılmaz b ir bağlılık fizik kuram ının d ah a kapsayıcı ve daha
bütünleşm iş dizgelerinin gelişiminin yolunda d uran bir engel olabilir.
c. Bir geom etrinin haklı olarak bir uylaşımlar kümesi olarak görül
m esine izin veren yadsınam az b ir anlam vardır. Bir geom etri ‘düz
lem ,’ ‘doğru çizgi’ ve benzeri gibi tanıdık terim lerin kullanım ve izin
verilebilir uygulama erim ini saptayan örtük tanım lann bir dizgesi olarak
işlev gördüğü zaman bir uylaşımlar kümesidir. Dahası, üç almaşık metrik
geom etri biçimsel olarak kendi aralannda çevrilebilir olduğuna göre,
onlardan birinde anlatılabilen herşey değişik term inolojide de olsa öte
ki ikisinin h e r birinde de anlatılabilirdir. Buna göre, tasarlanabilecek
hiçbir deney böyle geom etrilerden birinin bir uzaysal ölçüm kuram ını
formüle etm ek için bir araç olarak hizmet etm ede bir başkasından daha
az yetenekli olduğunu gösterecek kanıtı sağlayamaz. Bir geom etri bu
tarzda kullanıldığı zaman, “uylaşımsal” konum u böylece birincil olarak
bir notasyon uylaşımcılığıdır.
Ö te yandan, böyle bir notasyon uylaşımının kabul edilmesi yoluyla
im lenen uzaysal çözüm lem e kipinin yeterince kapsamlı ve yönedlebi-
lecek denli yalın fizik kuram ları için tem el olarak hizm et edebilecek
geometrik ilişki formülasyonlan verip vermediğini araştırdığımız zaman
değişik bir düzende sorunlar doğar. Bu sorunlar uylaşımların kurulması
yoluyla bir çözüme bağlanamaz, am a görgül olgu sorularının irdelem e
sini gerektirir.
deneyim im iz bir biçim deşlik tem eli g e rek tirir ve sergiler, ve ... d o ğ a d u ru m u n
d a b u tem el k e n d in i uzaysal-zam ansal ilişkilerin biçim deşliği olarak sergiler.
Bu vargı b u ilişkilerin E in ste in ’ın geç k u ra m ın a özsel olan n e d en sel ayrışık
lığını b ü tü n ü y le k o p a rıp atar. ... Fizik ve g e o m e tri arasındaki eski bölünm eyi
ileri sürm ek b e n im k u ram ım a özü n lü d ü r. Fizik d o ğ a n ın olum sal ilişkilerinin
b ilim idir ve g e o m e tri b içim deş ilişkililiği anlatır.23
3. Son olarak genel görelilik kuram ında temel devim denklem lerinin
bir koordinat dizgesinden bir başkasına çok kapsamlı bir dönüşüm ler
sınıfı altında değişimsiz olmaları olgusu üzerine dayandırılan belli yanlış
yorum lar hakkında birşeyler söylenmelidir. Doğa yasalarının böyle for-
m ülasyonlannın üstünlükleri açıktır. Böyle formülasyonlar kapsamlı bir
özelleşmiş yasalar türlülüğünü ortak bir form ül altına almayı olanaklı
kılar; süreçlerin yer alması için tam olarak hangi koşulların vazgeçilmez
olduğunu belirtik kılar ve böylece o süreçlerin sürmesi için neyin özsel
ve neyin ilgisiz olduğunu ayırdetmemize yardım eder; ve araştırmanın yö
netilmesinde ve somut problem lerin çözüm ünde güçlü kılavuzlar olarak
hizmet ederler. Değişimsiz form ülasyonlann büyük kuramsal ve kılgısal
önem ini kabul ederek, birçok yazar bu nedenle değişimsizliği nesnellik
ile özdeşleştirmiştir, öyle ki bu düşünürlere göre ancak böyle değişimsiz
biçimde anlatılabilir olan şey “gerçek realite” adını almayı hak eder.
Nesnelliğin değişimsizlik ile önerilen özdeşleştirilmesi, eğer bilimde
ve başka yerlerde “nesnel” sözcüğü ile bağlanan birçok anlam ın biricik
açımlaması olarak önerilirse, karşı çıkılamazdır.26 B ununla birlikte, bu
özdeşleştirmeyi önerenlerin çoğunun amacı başka türlü görünür, çünkü
bunlar sık sık bu nesnellik anlayışı tem elinde som ut olarak varolan fızik-
26Krş. ‘fiziksel olarak re el’ yüklemini uygulamak için yukarıda 6’ncı Bölümde tar
tışılan almaşık ölçüder listesi.
sel dizgelerin, ve özel olarak giderek bir fizik kuram ında değişimsiz for-
mülasyonlar kazanmış yapıları somutlaştıran dizgelerin bile “realitesini”
yadsımaya geçerler. Öyleyse kısaca böyle yadsım alarda sık sık göz ardı
edilen kimi noktalan kısaca belirtm ek yararlı görünür, özellikle yadsı
m aların genel görelilik kuram ının bir çözümlemesi üzerine dayandığı
ileri sürüldüğü için.
Görelilik kuram ının devim denklem leri aslında geniş bir dönüşüm
ler sınıfı altında değişimsizdir. Buna karşın, denklem ler tüm olanaklı
dönüşüm ler altında değil, am a yalnızca hem sürekli hem de ayrımlaş-
tırılabilir dönüşüm lerin kısıtlı sınıfı altında değişimsizdir. Buna göre,
nesnelliğin değişimsizlik ile önerilen özdeşleştirilmesi üzerine, genel
görelilik kuram ı yoluyla form üle edilen yapılann nesnelliği seçilmiş bir
dönüşüm ler kümesi ile görelidir. Ama değişimsizliği tanım lam ak için
hizm et etm ek üzere seçilebilecek belirsiz bir sayıda dönüşüm küm eleri
olduğu için, görelilik kuram ında kullanılan küm enin başka bir kümeye
özünlü olarak üstün ve felsefi olarak ondan daha tem el olduğunu ileri
sürm ek için hiçbir inandırıcı a priori ned en yoktur.
Dahası, devim denklem lerinin değişimsiz bir biçim taşımalan gerekti
riminin kendi başına doğa yasalannm alabileceği biçimler üzerine ciddi
kısıtlamalar dayatmadığı olgusu sık sık gözden kaçınlır. G erçekten de,
eğer form ülasyonun karmaşıklığı üzerine hiçbir sınırlam a getirilmez
se, herhangi bir yasanın bu gerektirim i doyurması sağlanabilir.27 Buna
göre, görelilik denklem lerinin önem inin kaynağı salt değişimsizlikleri
değildir; karşılaştırmalı yalınlık gibi pragm atik bir noktayı dışlamamak
üzere, başka noktalar da değerlerinin belirleyicileri arasına girer.
Ama h er ne olursa olsun, devimleri tikel bir gönderm e çatısına gön
derm e içinde aynm laştıran özelliklerin (bu özellikler devim denklem
lerinin değişimsiz form ülasyonlannda göz ardı edilse bile) tıpkı denk
lem ler yoluyla bildirilen yaygın yapılar gibi doğanın parçalan olduğunu
yadsımak için h erh an g i b ir güçlü n e d e n var m ıdır? D enklem ler ne
zam an som ut bir fiziksel dizgeye uygulansa, değişimsiz form alizm leri
değişimsiz olmayan aynntı bildirimleri ile tamamlanmalıdır. Buna göre,
niçin denklem lerin özel bir örneğinin o örnekte somutlaşan değişimsiz
yapıdan daha az “reel” sayılması gereksin? Bu noktayı yalın bir örneğin
terim lerinde zorlayalım. İki değişkenli genel cebirsel denklem bir konik
kesitin genel denklem i olarak yorumlanabilir. B ununla birlikte, genel
denklem deki “keyfi değişmezlere” özel sayısal değerler atandığı zaman,
böyle elde edilen çeşitli denklem ler birbirinden tipte, büyüklükte ya da
varsayılan bir gönderm e çatısı ile göreli konum da ayrılan özel konikleri
temsil edecektir. Bireysel koniklerin belirtilen yollarda ayrı olmasına
karşın, tüm ü de konikler için genel denklem yoluyla form üle edilen
ortak bir yapı taşır. Ama denklem in ne b ir elips, ne bir daire, ne de
27Krş. P. W. Bridgman, TheNatureofPhysicalTheory,s.81',\eh.Silberste'm, TheTheoty
of Relativity, 2’nci yayım, Londra, 1924,ss. 296vs.
bir hiperbol ya da parabol olan, ve özelleşmeleri “nesnel olarak reel”
değilken yalnızca kendisi öyle olan bir “genel koniği” temsil ettiğini ileri
sürm ek ileri gitmek olacaktır.
Benzer olarak, genel Newton devim denklem leri, böyle olarak, bir
yerçekimi alanının özeğine doğru özgürce düşm ekte olan bir cismin
izleyebileceği değişik yollar arasında cismin devimi değişik süredurum lu
gönderm e çatıları ile ilişkilendirildiği zaman ayrım yapmaz. Böyle bir
gönderm e çatısı ile ilişki içinde izlek bir parabol biçimini taşıyabilirken,
bir başka gönderm e çatısında b ir doğru çizgi olabilir. Ama izleklerde
böyle ayrım ların o lduğunu yadsımak saçma olacaktır, üstelik Newton
denklem lerinin genelleştirilmiş form ülasyonu onlardan belirtik olarak
söz etm ese bile. Ne de izleklerin ancak tü m ü n e ortak özelliklerinin
doğada nesnel bir konum lan olduğunu ileri sürm enin bir zemini var
dır, eğer bu önesürüm yalnızca özel bir term inolojinin sonucu değilse.
D urum ilkede genel görelilik kuram ında başka türlü değildir. Hiç kuş
kusuz, devim lerin değişik gönderm e çatılarında çözüm lendiklerinde
sergilediği özel karakteristiklerin dünyanın fizik tarafından araştm lan
özellikleri olduğunu yadsımak için bu kuram da hiçbir n ed en buluna
maz— tıpkı kuram ın değişimsiz form ülasyonlarında k o dlanan ortak
devim yapılannın da öyle özellikler olması gibi.
Fiziksel Kuramda
Nedensellik ve Belirlenimsizcilik
'B enzer zem inlerde, fizik bilim inin başka dallarında benzer bir deyim sık sık kul
lanılır. Böylece elektrom anyeük alan kuram ının denklem lerinin de nedensel olduğu
söylenir çünkü o nlar da elektriksel ve m anyetik alan vektörlerindeki değişim lerin
zam an-oranım başka büyüklükler ile bağınülar. Ö te yandan, geom etrinin ya da ter
m odinam iğin denklem leri (örneğin ideal gazlar için Boyle-Charles yasası, ki ona göre
p V = k R T ) nedensel olarak belirtilm ez, çünkü belli b ir büyüklükteki herhangi bir
değişim zam an-oranını başka birşey ile ilişkilendirmezler.
ortaya çıkar: İrdelem e altındaki kütle-noktanın belirtilen bir başlangıç
zam anındaki konum ve devinirlik bileşenleri, ki burada konum ların
ve hızların belli b ir uygun g ö n d erm e çatısı açısından belirlenebilir
oldukları varsayılır.
Bir kütle-noktanın verili b ir zam andaki konum ve devinirliğinin o
nokta-kütlenin o zamandaki “mekanik d u ru m u n u ” oluşturduğu söyle
nir, ve m ekanik d urum u tanımlayan değişkenlere “durum değişkenle
ri” denir. H er bir nokta-kütlenin üç konum bileşeni ve üç hız bileşeni
olduğu için, verili bir zam anda bir nokta-kütlenin m ekanik durum unu
saptayan altı p aram etre ya da k o o rd in at vardır. Buna göre, rı nokta-
kütleden oluşan bir dizgenin herhangi bir kıpıdaki m ekanik durum u
karşılık düşen 6n durum değişkeninin o kıpıdaki değerleri verildiğinde
bilinir.2 Bu adlandırm anın terim lerinde, şimdi klasik mekaniğin önemli
bir özelliğini form üle edebiliriz. Bir fiziksel dizge için kuvvet-fonksiyonu
verildiğinde, dizgenin herhangi bir zamandaki mekanik durum u keyfi
bir başlangıç zam anındaki m ekanik durum yoluyla tam olarak ve ben
zersiz olarak belirlenir. Klasik mekaniği determ inistik bir kuram olarak
ayırdeden şey devim denklem lerinin bu özelliğidir.3
Bir dizgenin m ekanik d u ru m u n u n kavramı klasik m ekaniğin hangi
anlam da determ inistik bir kuram olduğunu açım lam ada belirleyici ol
duğu için, üzerinde daha öte durm aya değerdir. Varsayalım ki D tüm
başka dizgelerin etkisinden bütünüyle yalıtılmış b ir cisim ler dizgesi
olsun. D aha öte varsayalım ki, D ’nın üyeleri belirli b ir K özellikleri
sınıfına düşen belli özellikleri (örneğin kütle, hız, uzayda dağılım vb.)
taşıyor olsun, ve bu özelliklerin büyüklükleri bir ‘v\, ’ ‘v% ’ ‘vs ’vb. sayısal
değişkenler küm esinin değerleri ile temsil edilsin. D ’nin üyeleri °de
2Ozsel olmayan karışıklıklardan kaçınabilmek için, “m ekanik d u rum un” yukarıdaki
açıklaması nokta-kütleler m ekaniğine sınırlıdır. Göreli boyutları göz ardı edilemeyen
ve ötelem e devimlerine ek olarak çevrimler de sergileyebilen cisimlerin bir dizgesinin
m ekanik durum u andırım lı bir yolda tanımlanır.
3Yalın bir örnek bunu açık kılmaya yardım edecektir. Yeryüzünün yüzeyinin yakı
nında serbest düşm edeki bir cismin devimini çözüm lem ek için devim denklem lerini
kullanalım. Eğer bir ‘x ,' ‘y, ’ve z ’uzaysal koordinatlar dizgesi yeryüzünde yerin yüze
yine dikey z-ekseni ile saptanırsa, devim denklem leri şu biçimi alır:
dx dy dz
m — = mvx = al m — = m v = a 2 m — = mvz =mgt + as
dt dt dt
ve son olarak 2
mx = a lt + b1 my = a 2t + b2 mz= ° +a,t + b,
ki burada ‘a ,’ve ‘A,'durum u koordinatlarıdır. Buna göre, eğer herhangi bir kıpı için
bunların değerlerini biliyorsak, du ru m u n değerlerini başka herhangi bir kıpı için
tümlev denklem lerinden hesaplayabiliriz.
olanlardan daha başka özellikler taşıyabilir, am a bunları göz ardı edi
yoruz. Ne de A-’nin “kuram sal” olduğu gibi “gözlem lenebilir” özellikler
de kapsayıp kapsamadığı ile ya da A^’nin başka özellikler sınıfından nasıl
ayrıldığı ile ilgileniyoruz; yalnızca belli b ir yolda .K’nin yeterli olarak
belirlendiğini kabul ediyoruz. Şimdi kabul edelim ki herhangi bir verili
zam anda K ’de D ’nin üyelerinin taşıdığı özelliklerin sayısal değerleri
D ’nin o zam an için d u ru m u n u tanım lıyor olsun. Sonra varsayıyoruz
ki to zam anında D dizgesi (üı°, V20, W3°, . . .) d u ru m u n dadır, D ’nin
d u ru m u zam an ile değişir, ve dizge t\ zam anında ( f i 1, v 21, vs1, . . .)
durum una geçer. Şimdi imgeleyelim ki D geriye to zam anında taşıdığı
durum a getirilsin, sonra yine d u ru m u n u kendi başına değiştirsin ve bir
(tı - to) zaman aralığı kadar sonra bir kez daha t\ zam anında taşıdığı
durum a gelsin. Son olarak varsayalım ki D h er başlangıç zamanı için
ve her zaman aralığı için h e r zaman belirtilen tarzda davranıyor olsun.
D ’nin herhangi bir verili zaman için durum u başka herhangi bir zaman
daki d u rum u n u benzersiz olarak belirlediği için, diyeceğiz ki D A^’deki
özellikler açısından determ inistik bir dizgedir. B ununla birlikte, D iki
ayrı zam anda aynı d urum da iken, D ’nin üyelerinin o zam anlarda K ’ye
ait olmayan özelliklerin özdeş değerlerini de taşıdığını varsaymıyoruz.
D için bildirilmiş bir K özellikleri sınıfı ile göreli bir determ inistik dizge
olm anın ne olduğunu tanımlıyoruz.
Bu soyut m odel genel bir yolda m ekaniğin hangi anlam da determ i
nistik bir kuram olduğunu örneklendirir. B ununla birlikte, örneklem e
bütünüyle doyurucu değildir. Determ inistik olduğu söylenen şeyin bir
cisimler dizgesinin belli özelliklerine ilişkin bir kuram olmaktan çok bir
cisimler dizgesi olduğunu düşündürm ede en cızından gizil olarak yanıltıcı
dır. Dahası, modeli bildirm ede herhangi bir kuram dan söz edilmediği
ne göre, tartışma m ekaniğin bir kuram olarak determ inistik olduğunu
söylemenin ne anlama geldiğini tam olarak ömeklendirmeyi başaramaz.
Öyleyse buraya dek verilen açıklamaya biraz karışıklık getirmeliyiz.
Bir Y genel bildirim ler küm esinin öyle bir yolda kurulm uş olduğunu
varsayalım ki, D ’nin belli bir başlangıç zamanındaki durum u verildiğin
de, y ’nin yardımı ile h erhangi b ir başka zaman için D ’nin benzersiz
bir durum u çıkarsanabilir olsun. Buna göre, Fve bir başlangıç zamanı
için D ’nin d urum u verildiğinde, ilkede herhangi bir zaman için D ’nin
d u rum unu hesaplam ak olanaklıdır. Bu Y yasalar küm esine D için K ile
göreli olarak determ inistik bir yasalar kümesi denmesini imler. Bununla
birlikte bir ek karışıklığın getirilm esi gerekir. Eğer D ’nin duru m u n u
belirlem ek için gerekli olan değişkenlerin sayısı çok büyük ise, durum u
betimlemek kılgısal olarak yerine getirilebilir olmayacaktır; bu durum da
bir Kyasal ar kümesini saptayabilmek de olanaklı olmayacaktır. Öyleyse
varsayıyoruz ki A^’deki özellikleri belirten bütünsel yüklemler kümesi
belli bir tarzda kümeye ait karşılıklı olarak bağımsız yüklemlerin göreli
olarak küçük bir sayısının terim lerinde tanım lanabilirdir—ve, kesinlik
uğruna, varsayalım ki A^’deki özelliklerin büyüklüklerini temsil eden
değişkenlerin tüm ü de bağımsız ‘vı ’ve w2 'değişkenlerinin terimlerinde
tanım lanabilir olsun. Bu önsav üzerine, eğer herhangi bir verili zaman
da D için bu son değişkenlerin değerlerini bilirsek, Z)’nin (başlangıçta
tanım landığı gibi) o zam andaki d u ru m u n u da biliriz. Sonuçta, şimdi
bu başlangıç tanım ını iyileştiririz, öyle ki D için duru m u n değişkenleri
tam olarak karşılıklı olarak bağımsız değişkenlerin küçük alt-sınıfındaki
değişkenlerdir ve geri kalanlar bunların terim lerinde tanımlanabilir.
Buna göre, Y yasalar küm esi D için K ile göreli olarak determ inistik
bir yasalar kümesi oluşturur, am a ancak, D ’nin herhangi bir başlangıç
zam anındaki d u ru m u verildiğinde, Y yasaları mantıksal olarak başka
herhangi bir zaman için D ’nin benzersiz bir d u ru m u n u belirliyorsa.
Bu tartışma doğrudan doğruya mekaniğe uygulanabilir. Mekanik belli
bir tip sınıfa ait olan büyük bir sayıda özellik arasındaki ilişkileri inceler.
B ununla birlikte, eğer bir dizgenin m ekanik d u ru m u betim lenirken
tüm bu özelliklerin dikkate alınması gerekliyse, kılgısal olarak işleyen
bir devim kuram ının elde edilip edilem eyeceği kuşkuludur. Ama ne
sevindiricidir ki tüm bu özelliklerin belirtik olarak gösterilmesi gerek
sizdir, çünkü küçük bir değişkenler kümesi (bir nokta-kütlenin konum
ve devinirliğinin k o o rdinatlarından oluşan) vardır ki başka m ekanik
özellikler için değişkenler bunun terim lerinde tanımlanabilir ve böylece
konum ve devinirlik koordinatları m ekanikte d u ru m değişkenlerini
oluşturur. Örneğin, bir parçacığın konum ve devinirliği bilinirse, kinetik
ve potansiyel enerjileri hesaplanabilir. Buna göre, belli bir başlangıç
zam anında bir dizge için kuvvet-fonksiyonu ve m ekanik durum veril
diğinde, devim denklem leri dizge için başka herhangi bir zamandaki
benzersiz bir m ekanik durum u, ve dolayısıyla dizgenin bu zamandaki
tüm başka “m ekanik özellikleri”nin büyüklüklerini de belirler.
Sık altın tılan an b ir pasajda, L aplace tüm özdeksel parçacıkların
konum ları ile ve araların d a etkide b u lu n an kuvvetler ile tanışık bir
anlak ( intelligence) için “geçm iş gibi gelecek de gözlerinin ö n ü n d e
b u lu n u rd u ”4 der. Açıktır ki Laplace b u rad a yalnızca m ekaniğin onu
'Bütün pasaj şöyledir: “Evrenin şimdiki durum unu önceki durum unun etkisi olarak
ve izleyecek olan durum un nedeni olarak görm em iz gerekir. Doğada verili bir kıpıda
etkide bulunan tüm kuvvetleri bilen bir ussallık tek bir form ülde dünyadaki en hafif
atom lann olduğu gibi en büyük cisimlerin de devimlerini bilirdi, yeter ki düşüncesi
tüm verileri çözüm lem e altına almaya yetecek denli güçlü olsun; onu n için hiçbirşey
belirsiz olmaz, geçmiş gibi gelecek de gözlerinin ö n ünde bulunurdu. İnsan anlığının
gökbilime verebildiği eksiksizlik böyle bir ussallığın ancak zayıf bir anahattını göste
rebilir. Mekanikteki ve geom etrideki buluşlar, evrensel yerçekimi ile ilgili buluşlar ile
birleştiğinde, insan anlığını evrenin dizgesinin geçmiş ve gelecek durum larını aynı
analitik form ülde kavram anın yakınm a getirmiştir. Gerçeklik için arayışta insan an
lığının tüm çabalan şimdi imgelediğimiz ussallığa yaklaşma eğilimindedir, gerçi her
zaman böyle bir ussallığın sonsuz ölçüde uzağında kalacak olsa da.— Theorie analytıqııe
des probabilites, Paris, 1820, Preface.
determ inistik bir kuram yapan özelliğini açım lam aktadır. Dahası, on
dokuzuncu yüzyıl fizikçileri bir bilimsel inanç koşulu olarak determiniz
me bağlandıkları zaman, çoğu idealleri olarak fiziksel bir dizgenin du
rum unu parçacık m ekaniğinin tarzında tanımlayan bir kuramı aldılar.
Göreceğimiz gibi, bu ideal dikkate değer bir ölçüde fizikte günüm üzün
nedensellik ve determ inizm tartışmalarını denetlemeyi südürmektedir.
B ununla birlikte, “bir fiziksel dizgenin d u ru m u ” kavramının fiziğin me
kanikten daha başka dallan için ilgisini yoklamadan önce, mekaniğin
kendisinin determ inistik bir kuram olm asının anlam ını ilgilendiren
olanaklı yanlış anlam aların kaynaklarını gidermeye çalışmalıyız.
3. Şimdi sözü edilen tü rd e ird elem eler kimi zam an klasik m ekani
ğin en sonunda edimsel olarak determ inistik bir kuram olmadığı, am a
yalnızca determ inistik bir kuram a yaklaştığı vargısını desteklem ek için
kullanılmıştır. Ö rneğin ileri sürülm üştür ki, eğer “bir dizgenin mekanik
du ru m u ” ile d u ru m u n kuramsal değişkenlerinin küm esini değil, ama
konum ların ve kıpıların deneysel olarak ölçülebilir değerlerinin küme
sini anlarsak, m ekanik kuram ı dizgelerin değişik zam anlarda deneysel
olarak tanım lanm ış m ekanik durum ları arasındaki yüksek bir istatistik
sel bağlılaşımdan (ya da “olasılık ilişkisi”nden) daha çoğunu ileri sür
mez. Buna göre, m ekanik yasalarının geleneksel olarak sağın anlam da
evrensel bildirim ler olarak formüle edilmesine karşın, bu görüş üzerine
böyle formülasyonlar işlerin gerçek d u ru m u n u n idealize edilmiş şema-
tikleştirilmeleri olarak yorum lanm alıdır. Uslamlamaya göre, deneysel
olarak tanım lanan m ekanik durum lar arasında gerçekte sağın olarak
evrensel bağımlılık ilişkileri değil am a yalnızca olasılık ilişkileri vardır.
Bu olasılık ilişkileri sağın olarak evrensel bildirim lerin şematikleştiril
m esinin terim lerinde kodlanır, çünkü olasılık katsayısı 1 maksim um
değerine yakındır; ve böyle bir kodlam a aklanır çünkü edimsel olasılık
değeri ve m aksim um değer arasındaki uyumsuzluk öylesine küçüktür
ki, kılgıda göz ardı edilebilir.5
B ununla birlikte, b u vargı için uslam lam a bütünüyle inandırıcı de
ğildir. İlk olarak, uslam lam a bir kuram ın yalnızca gözlem lenebilir olay
ların ardışıklık düzeninin genelleştirilm iş bir betim lem esi olduğunu
varsayıyor görünür. Eğer bu sayıltı kabul edilirse, o zam an gerçekten
de bir kuram usauygun b ir yolda olay sınıfları arasında en iyisinden
yalnızca yüksek olasılık dereceli ilişkiler olan şeyleri ileri sürüyor olarak
yorumlanabilir. B ununla birlikte, bu sayıltıyı sorgulam ak için nedenler
bulduk, öyle ki eğer uslam lam a gerçekten o n a bağım lı ise, vargının
kendisi sorgulanabilirdir.
Ama ikinci olarak, uslamlama bir de ayırdedilmesi gereken iki soruyu
karıştırıyor görünür. Bir yandan, bir mantıksal çözümleme sorusu vardır
ki, bir kuramın iç yapısı ile bağıntılıdır ve birbiri ile mantıksal belirlenim
ilişkileri içinde d u ran kuram sal du ru m değişkenlerinin tanınm ası ile
ilgilenir. Ö te yandan, bir görgül olgu sorusu vardır ki, kuram ın kendi
nesnesi için yeterliği ile bağıntılıdır, ve kuram ın tahm inlerinin deney
sel veriler yoluyla edimsel olarak doğrulanm asını ilgilendiren sağınlık
problemini ele alır. H er iki soru da önemlidir, üstelik ayrı sorular olsalar
bile. Mekaniğin determ inistik bir kuram olduğunu ileri süren önceki
tartışmamız açıktır ki m antıksal soruyu yanıtlam ak için bir girişimdir.
M ekaniğin bütünüyle determ inistik b ir kuram olm adığı önesürüm ü
ikinci soruya önerilen bir yanıttır. İki yanıt birbirinden ayrılıyor görünse
de açıktır ki çelişkili değildir.
Dahası, klasik m ekaniğin determ inistik bir kuram olmadığı önesürü
m ü neredeyse kendiliğinden açıktır, eğer önesürüm yalnızca edimsel
ölçüm lerin kuram ın tah m inlerini ancak yaklaşık olarak ya da ancak
5Krş. Hans Reichenbach, Philosophic Foundations of Quantum Mechanics, Berkeley,
Calif., 1944, s. 2; yine aynı yazar tarafından Theory ofProbability, Berkeley, Calif., 1949,
ss. 435-36.
istatistiksel olarak anlatılan belli sınırlar içerisinde doğruladığı anlamına
geliyorsa. Klasik mekanik durum unda olduğu gibi, matematiksel olarak
sürekli değişime yetenekli büyüklüklerin terim lerinde form üle edilen
herhangi bir kuram, duru m u n doğasına göre, istatistiksel olmalı ve bu
anlam da tam olarak deterministik olmamalıdır. Çünkü deneysel ölçüm
yoluyla elde edilen fiziksel büyüklüklerin (örneğin hız gibi) sayısal de
ğerleri hiçbir zaman matematiksel olarak sürekli bir dizi oluşturmaz; ve
böyle elde edilen herhangi bir değerler kümesi kuram dan hesaplanan
değerler çevresinde belli bir saçılma gösterecektir. Buna karşın, bir ku
ram eğer iç yapısının çözümlemesi bir dizgenin bir kıpıdaki kuramsal
d u rum unu n o dizgenin başka herhangi bir kıpı için benzersiz bir du
rum unu belirlediğini gösterirse uygun olarak determ inistik bir kuram
etiketini taşır. Bu anlam da, ve dizgelerin kuramsal olarak tanım lanan
m ekanik durum ları açısından, m ekanik bilimi sorgulanam ayacak bir
yolda determ inistik bir kuram dır.6
6Gerçekte, günüm üzdeki tartışm alarda kuram lar bu temel üzerinde determ inistik
ya da indeterm inistik olarak etiketlenir, onları destekleyen deneysel verilerin bir yok
lamasının tem eli üzerinde değil. Bu Reichenbach’ın quantum kuram ını kendi açık
laması için de doğrudur; aslında, quantum m ekaniğini çözümlemesi eğer quantum
kuramının iç yapısından ötürü indeterm inistik olduğunu göstermek ile ilgilenmeseydi
önem ini yitirecekti.
göre, duru m değişkenleri olarak konum ve devinirlik koordinatlarını
kullanmak yerine, fizikçiler bu amaçla mekanik durum değişkenlerinin
ortalama değerleri olarak yorum lanabilecek belli başka param etreler
getirdiler (örneğin b ir sıvının b ir noktadaki yoğunluğu gibi). Tözle
rin esnek özelliklerinin incelem esinde ve gazların kinetik kuram ında
du ru m u n m ekanik tanım ının andırım lı değişkileri gerekliydi. D aha
sı, bir arı m ekanik kuram ın gerektirim lerinin çerçevesi içerisinde bir
elektromanyetizma kuramı geliştirmek için onyıllar boyunca sürdürülen
başarısız çabalardan sonra, Maxwell mekanik durum -betim lem esinden
ayn bir durum -betim lem esi kullanarak konunun tam olarak yeterli bir
kuram ını oluşturdu.
B una karşın “d eterm in izm in ” öylesine sık olarak “m ekanizm ” ile
özdeşleştirilmesi m ekanik durum kavramının bilim cilerin olduğu gibi
bilimci olm ayanların da im gelem leri üzerindeki gücünün çarpıcı bir
tanığıdır. G erçekten de, sık sık determ inistik bir kuram ın göstergesi
nin o n u n m ekanik du ru m tanım ını kullanması olduğu varsayılmıştır.
Fizik kuram ında nokta-kütleler m ekaniğinde kanonik durum -betim le
m esinden uzaklaşan durum -betim lem esi kiplerini içeren yenilikler bu
nedenle yaygın olarak “determ inistik” fiziğin “iflası” olarak görülm üş
tür. Bu kabullenim e benzer birşeyi birçok yazar elektrom anyetik alan
kuram ının, istatistiksel m ekaniğin, genel görelilik kuram ının, ve daha
yakınlarda quantum kuram ının gelişine bağlamıştır. Buna karşın, de
term inizm in mekanizm ile özdeşleştirilmesi yanlış bir özdeşleştirmedir.
Şimdi m ekanik d u ru m tanım ına gerçek alm aşıklar olduğunu, ve bir
fizik kuram ının bir fizik dizgesinin d u rum unu belirlem enin bu almaşık
yollarından birini kullansa bile katı olarak determ inistik olabileceğini
göstermeliyiz.
Deterministik olan am a m ekanik durum-betim lem esini kullanmayan
kuram lann salt bölümsel bir listesini bile aynnüda yoklamak bizi alanın
çok uzağına götürecektir. B ununla birlikte, m ekanik d urum tanım ı
na almaşık durum -betim lem esi tiplerini sınıflandırm anın dizgesel bir
yolunu kısaca belirtebilir ve kim ilerini örneklendirebiliriz. Bu amacı
göz ö n ünd e tutarak, m ekanik durum -betim lem esinin kimi soysal özel
liklerini belirtelim . İlk olarak, b ir dizgenin m ekanik d u ru m u n u n iki
durum değişkeni ile belirlendiğine dikkat edelim. Eğer bir nokta-kütle
bir Kartezyen gönderm e çatısı ile ilişkilendirilirse, m ekanik durum u
altı durum koordinatı ile tanım lanacaktır—üç konum bileşeninin her
biri için birer, ve hız bileşenlerinin h er biri için b irer koordinat olmak
üzere. Buna göre, parçacık mekaniğinin çözümleme tekniklerinin doğ
rudan uygulanmasını kabul eden bir fiziksel dizge yalnızca sonlu (ama
çok büyük olabilecek) bir sayıda nokta-kütle kapsadığı için, herhangi
b ir dizgenin m ekanik d u ru m u d u ru m değişkenlerinin değerlerinin
sonlu b ir sayısı yoluyla belirlenir, ikinci olarak, h e r bir k oordinat du
rum değişkeninin kıpısal b ir değeridir, öyle ki m ekanik dizge kıpısal
bir durum dur. Son olarak, h e r bir koordinat bireysel bir nokta-kütleye
yüklenen bir özelliği ya da ilişkiyi temsil eder. Buna göre, bir dizgenin
mekanik durum u bir bireysel özellik diyeceğimiz şeyi— eş deyişle anlamlı
olarak ancak bir nokta-kütleye, ya da toplu olarak olmaktan çok dağınık
olarak alınan böyle bireylerin bir kümesine yüklemlenebilecek bir özel
liği— temsil eder. Bu almaşık olanaklardan bir bölüm ünü yoklayalım.
1. Bir durum -betim lem esi belli bir d u ru m değişkenleri küm esinin
sonlu olm aktan çok sonsuz b ir sayıda değerinin terim lerinde tanım la
nabilir. G erçekten de, bu tip b ir durum -betim lem esi örneğin fiziğin
Maxwell’in elektromanyetik kuram ı gibi “alan kuram larında” kullanılır.
Bir elektrom anyetik alanın b ir kıpıdaki d u ru m u alanın sayıca sonsuz
olan noktalarından h er birindeki iki vektörün—elektriksel ve manyetik
alan vektörlerinin— değerleri yoluyla saptanır. Bu örnekte bir dizgenin
durum un u n durum değişkenlerinin sonlu bir sayısı (iki) yoluyla belirlen
m esine karşın, bu değişkenler gerçekte bir bölgenin h er noktası için
tanımlanan fonksiyonlardır. Sonuçta, verili bir zamanda bir elektroman
yetik alanın durum u ancak ilkede o zamandaki iki durum değişkeninin
değerlerinin sonsuz sayısı bilinirse bilinir.
Alan kuram ları fizikte ilk kez çözümlemesi bölüm sel (sıradan olan
d an ayrım içinde) ayrışımlı d enklem leri gerek tiren sürekli ortam ın
incelem esinde geliştirildi. B ununla birlikte, alan kuram ları bozunum
ların sonlu hızlar ile, Newton m ekaniğinin “u zaktan” kıpısal olarak
etkide bu lu n an kuvvetlerinin terim lerinde yeterli olarak çözüm lene
m eyen dü zen ek ler ile iletilm esini g erek tiren süreçler ü zerin e araş
tırm alarda özel b ir önem kazanm aya başladı. Ö rneğin elektriksel ve
m anyetik dalgalar sonlu b ir hız ile yayılır. Dahası, elektriksel olarak
yüklü devinen b ir parçacığın m anyetik bir kutup üzerinde uyguladığı
kuvvet yalnızca aralarındaki uzaklık üzerine değil, am a ayrıca göreli
hızları üzerine ve içinde bulund u k ları ortam ın karakteri üzerine de
bağımlıdır. Dahası, b ir manyetik kutbun bir elektrik yükünün devimi
nedeniyle uğradığı ivme kutbu ve yükü birleştiren doğru çizgi boyunca
değil—yerçekimi gibi kaynağı b ir başka cisimde olan bir Newton kuv
veti yoluyla in d ü k len en b ir cismin ivmelenm esi d u ru m u n d a olduğu
gibi—, am a bu çizgiye dikey bir yöndedir. Maxwell’in elektrom anyetik
alan kuram ı C oulom b, A m pere ve Faraday’ın deneysel bulguları için
tu tarlı bir açıklam a şem ası sundu; ve ayrıca elektrom anyetik fen o
m enlerin ayırdedici biçimsel özelliklerini ele alm ak için doyurucu bir
m atematiksel araç sağladı. Maxwell’in yaklaşımı ilkin elektrom anyetik
kuram ın tem eli olarak m ekanik d u ru m kavram ını terk etm eye istek
siz olanların direnci ile karşılaştı. B ununla birlikte, so n u n d a kuram
deneysel o lg u n u n kapsam lı b ir alanını anlam ak için sağlam olarak
doğrulanm ış b ir düşünceler dizgesi olarak N ew ton’ın parçacık meka
niğinin yanısıra yerini aldı. G erçekten de, çok geçm eden m ekaniğin
kendisini yalnızca elektrom anyetik alan kuram ının özel bir dalı olarak
sergileme girişim lerinde bulunuldu ve sonuçta m ekanik evrensel doğa
bilimi olarak geleneksel seçkinliğini yitirdi.
Ama şimdiki tartışmanın ana yükü klasik elektromanyetik kuramın de-
terministik bir yapı taşıması, ve bunun bir dizgenin durum unun elektro
manyetik betim lem esinin m ekanik d u ru m u n tanım lanm asından ayrı
bir yolda tanım lanm ası olgusuna karşı böyle olmasıdır. Böylece, eğer
bir başlangıç kıpısında b ir bölgenin h e r noktası için elektrom anyetik
vektörlerin değerleri verili ise, o zaman, problem in sınır koşullarının
değişm eden kalması koşulu ile, o bölge için başka herhangi bir zaman
da bu vektörlerin değerleri Maxwell’in denklem leri yoluyla benzersiz
olarak belirlenir.7 Fizikte alan kuram larının söz gelimi Fourier’nin ısı
akışı kuram ı ya da genel görelilik kuram ı gibi başka örnekleri için bü
tünüyle andınm lı vargılar geçerlidir.
7Açıktır ki bir dizgenin elektromanyetik durum unu belirlem ek için gereken sonsuz
koordinadar kümesi bir bölgenin h e r bir noktasındaki açık ölçüm yoluyla saptanamaz.
Verili bir problem de sınır koşulların görgül bir incelemesi üzerine dayanan ve alan
vektörlerinin değerlerini konum lann fonksiyonlan olarak form üle eden özel yasalar
varsayılmalıdır.
ve bükülm elerin açılması—eğer telin yalnızca tek bir kıpıdaki açısal bu-
ru lu m u n u ve açısal hızını biliyorsak tahm in edilem ez. Bu durum da
telin biçim bozucu güçlerin altına ilk kez düşm esinden sonraki tarihi
boyunca bu büyüklüklerin değ erlerin e ilişkin bilgimiz olmalıdır. Bu
problem ler sınıfının incelem esi zaman zaman “kalıtsal/hereditary m e
kanik” denilen şeyin gelişimine götürm üştür; ve fiziğin bu dalında bir
fiziksel dizgenin d urum u belli fonksiyonların bir zaman aralığı sırasın
daki kıpısal değerlerinin toplam ının terim lerinde tanımlanır.8
Kıpısal-olmayan d u ru m değişkenlerinin kullanım ı kimi zaman ka
lıtsal feno m en ler kıpısal durum -betim lem elerini kullanan bir kuram
yoluyla açıklanıncaya dek m atem atiksel fizikçiler tarafından yalnızca
eğreti bir çözüm olarak görülür. Ö rneğin m olekül kuram ının (ya da
m ikroskopik kuram ın başka b ir biçim inin) ilkede m etal yorgunluğu
ile ilişkili m akroskopik fenom enleri açıklamaya yetenekli olduğu ileri
sürülmüştür. Buna göre, moleküllerin kıpısal durum larını saptamak için
günüm üzdeki teknik yeteneksizliğimiz kabul edilse bile, kalıtsal feno
m enlere ilişkin olarak kıpısal-olmayan durum değişkenlerini kullanan
bir kuram ı son kuram olarak kabul edemeyeceğimiz ileri sürülmüştür.
Giderek bu bağıntıda Painleve’ye göre “Bir fiziksel dizgenin geleceğini
bilebilm ek için b ü tü n geçmişini bilm em izin gerekli olduğu kavramı
bilim in yadsınm asının kendisidir.”9 Buna karşın, kıpısal-olmayan du-
rum-betim lem elerinin genel ilke zem ininde böyle reddedilişinin ancak
klasik m ekanikte kullanılan tip ten durum -betim lem elerinin “enson”
olabilecekleri biçim indeki kuşkulu sayıltıdan daha sağlam bir temeli
yok görünür. Sonuçta, reddediş eğer m akroskopik feno m enler böyle
durum -betim lem elerini kullanan makroskopik kuram lar yoluyla açıkla-
namıyorsa, o fenom enlerin m ekanikte kullanılan bir tipten durum-be-
timlemesi kullanan bir mikroskopik kuram yoluyla açıklanması gerektiği
konudaması üzerine dayanır. Şimdi hiç kuşkusuz Laplace’ın bilim idea
linin bir gün gerçekleşebilmesi soyut olarak olanaklıdır, üstelik bilimsel
gelişm enin şimdiki yönü b u n u olası kılmıyor görünse de; ve o ideali
izlemek özünlü olarak saçma değildir, üstelik bu n u yapmanın donkişot-
luk olmasına karşın. Ö te yandan, Laplace ideali tüm fizik kuram larının
doyurmak zorunda olduğu vazgeçilmeyecek bir mantıksal koşulu temsil
etmez. Öyleyse mekanik durum -betim lem elerini kullanmayan bir kura
mın onları kullanan bir kuram gibi “enson” olamayacağını ileri sürmek
için hiçbir a priori ned en yoktur.
Ama h e r ne olursa olsun—ve bu şim di bizim için başlıca ilgi nok
tasıdır—b ir kuram b ir dizgenin d u ru m u n u belirlem e kipi açısından
determ inistik olabilir, üstelik durum -betim lem esinin kıpısal-olmayan
durum değişkenlerinin terim lerinde tanım lanm asına karşın.
10Bu bölüm ün başında açıklanan anlam da “nedensel,” öyle ki bir kuram eğer bir
büyüklükler küm esindeki değişim lerin zam an-oranını başka büyüklükler ile ilişkilen-
diriyorsa nedenseldir.
n vı, V2........ Vk durum değişkenleridir, ya da [ i n ,. . . , Vk] kümesi bir durum-betimle-
mesi oluşturur dem ekf ,{ v \ , . . . , »*) fonksiyonları vardır, öyle ki = f i(vl, . . . , v t ),
ki burada t= 1, 2......... fc’dır, ve fonksiyonlar kuram ın konutladığı ilişkileri form üle
ed er demektir. Krş. Philipp Frank, Dos Kausalgesetz, Viyana, 1932, ss. 145vs.
durum -betim lem esini ayırdeden kimi özel özelliklerin terim lerinden
açımlanm ası gerektiği biçim indeki önem li noktaya dikkati çeker. Bu
nokta bize m odern quantum kuram ının indeterm inistik olarak karak
terize edilm esini yoklam ada olduğu gibi “nedensellik ilkesi” denilen
şeyin mantıksal konum u irdelem ede de yol gösterecektir.
B ununla birlikte, bu arada bu noktaya dek gelen tartışm am ızı bir
fiziksel dizgenin d u ru m u n u n m ekanik tanım ına gerçek almaşıkların
olduğunu, ve determ inistik fizik kuram ları geliştirm e olanağının m e
kanik duru m değişkenlerinin kullanım ı üzerine olum sal olm adığını
söyleyerek toparlayabiliriz.
13W em er H eisenberg, The Physical Principles o f the Çhıantum Theory, Chicago, 1930,
s. 3. Bkz. aynca Niels Bohr: “Şimdi, quantum konutlam ası atom ik fenom enlerin her
hangi bir gözlem lenm esinin gözlem araçları ile göz ardı edilmeyecek bir etkileşimi
içereceğini imler. B una göre, ne fenom enlere ne de gözlem in araçlarına sıradan
anlam da bağımsız bir realite yüklenebilir." — Atomic Theory and the Description ofNature,
Londra, 1934, s. 54.
benzersiz o larak değil— dalga ve cisim cik tablo ların ın h e r ikisi d e aynı yaklaşık
geçerliği taşır. S ürecin ta b lo su n u n b u belirlenim sizliği ‘g ö z le m ’ k avram ının
belirlenim sizliğinin d o ğ ru d a n b ir so n u c u d u r— h a n g i n e sn e le rin gözlem lenen
dizg en in parçası o larak ve h a n g ile rin in g özlem cinin aygıtının parçası olarak
görüleceğine k a rar verm ek olanaksızdır. K uram ın fo rm ü llerin d e b u keyfilik sık
sık tekil b ir fiziksel d en ey in ele alınışı için b ü tü n ü y le ayn analitik y ö n tem lerin
k u llan ım ın ı olanaklı kılar.14
iii. Niels B ohr da sık sık benzer bir vargıyı, ama bütünüyle değişik kay
gılar tem elinde ileri sürmüştür.16 Uslamlamasını kısa anahatta vereceğiz.
Bir konutlam alar kümesi için getirilen bir yorum a eğer (a) konutlama-
“Ama başka önde gelen fizikçiler de ondan yana uslamlamalar getirmiştir. Örneğin
H eisenberg’e göre “belirsizlik ilişkisi parçacık tablosunun uygulanmasına izin veren
sınırlan belirler. ‘Konum ’ ve ‘hız’ sözcüklerinin belirsizlik denklem i yoluyla verileni
aşan b ir doğruluk ile herhangi b ir kullanım ı anlam ları tanım lanm ış olmayan söz
cüklerin kullanımı kadar anlamsızdır.”—Aynı yer, s. 6. Yine, von N eum an quantum
fiziğinde yapıldığı gibi bir ‘p .q. 'terim i ve bir 'q.p. 'terim i arasında aynm yapmanın eğer
bunlar klasik fizik tarafından belirlenen anlam da yorumlanırlarsa bütünüyle anlamsız
olacağını belirtir. [J. von N eum ann, Mathematische Grundlagen der Quantenmechanik,
Berlin, 1932, s. 6 (İng. çeviri, MatherrmticalFoundations o f Q uantum Mechanics, Prince-
ton, 1955, s. 9).] Ve S chrödinger’e göre “quantum m ekaniğinin değindiği nesne ...
sözcüğün eski anlam ındaki bir özdeksel nokta değildir.... Özdeksel nokta kavramının
henüz bütünüyle anlamayı başaramadığımız önem li bir değişime uğradığı olgusu ne
tartışılmalı ne de sessizce geçiştirilm elidir (belli çevrelerde yapıldığı gibi).”—Erwin
Schrödinger, Science and the H u m a n Temperament, New York, 1935, ss. 71-72.
larda kullanılan h e r mantıksal-olmayan terim e bir yorum atanırsa, ve
(b) yorum konutlam aların uygulamasının h e r bağlam ı için değişmez
kalırsa, “biçimdeş olarak tam ” bir yorum diyelim. Biçimdeş olarak tam
bir yorum d u rum unda böylece mantıksal-olmayan bir terim in ya belli
bir bağlamda hiçbir yorum almaması ya da değişik bağlam larda değişik
yorum lar alması hiçbir zaman söz konusu değildir. Şimdi B ohr’a göre
quantum m ekaniğinin form alizm inin biçim deş olarak tam am lanm ış
bir yorum u—ki öğeleri makroskopik nesnelerin alışıldık özelliklerini
(örneğin sağın konum lar ve hızlar gibi) taşıyan bir atom-altı modelin te
rim lerindeki bir yorum dur—kaçınılmaz olarak o atom-altı kendiliklere
paradoksal bir “ikili doğa” yüklenm esinde sonuçlanır, öyle ki bu ken
dilikler hem cisimcik hem de dalga özelliklerini taşır. Böyle bir yorum
için girişimler öyleyse terk edilmelidir. Ö te yandan, elektronlara hem
cisimcik hem de dalga yüklemlerini atam anın nedeni quantum kuramı
için görgül kanıtın klasik parçacıklar ve dalgalar üzerine konuşmak üzere
geliştirilmiş dilin kullanımı yoluyla çok uygun olarak betim lenm esinde
yatar. G erçekten de, herhangi bir kuram için görgül kanıt kaçınılmaz
olarak makroskopik alandan türetilir; ve herhangi bir deneysel düzen
lem e ya da gözlem i b etim lem ede kaba deneyim in klasik fiziğin ter
minolojisi ile uygun bir yolda tamamlanmış sıradan dilini kullanmaya
karşı herhangi bir almaşığımız yoktur. Buna karşın, B ohr’un yargısında:
... değişik deneysel koşullar a lü n d a eld e e d ile n k a n ıt tek b ir tablo içerisinde
kavranam az, am a yalnızca fe n o m e n le rin b ü tü n lü ğ ü n ü n n e sn e le re ilişkin ola
naklı bilgileri tü kettiği a n la m ın d a tamamlayıcı o larak g ö rü lm e lid ir.17
Buna göre, quantum mekaniğinin tek bir model üzerine dayalı ve biçim
deş olarak tam am lanm ış bir doyurucu yorum u verilemese de, kuram
uygulandığı her bir somut deneysel durum için doyurucu olarak yorum
lanabilir.
D aha belirli olarak, B o h r’u n görüşü ‘b ir elek tro n u n k o n u m u ’ an
latım ına belirli bir anlam atanm asına izin veren deneysel durum ların
olduğu biçim indedir; başka deneysel durum lar vardır ki, onlarda ‘bir
elektronun devinirliği’ anlatım ı anlamlı olarak kullanılabilir; am a ‘bir
elektronun konum u ve devinirliği’ anlatım ına deneysel bir anlam ve
rilmesine izin veren hiçbir deneysel du ru m yoktur. Öyleyse, B ohr’un
çözümlemesi üzerine bitişik koordinatlara (örneğin “konum ” ve “de-
vinirlik” koordinatlan denilen koordinatlara) tam eşzamanlı değerler
atam anın olanaksızlığı yalnızca iki olgunun sonucudur: H er bir koor
dinatın h e r bağlam için biçimdeş olarak ve tam bir kesinlik ile değil,
am a quantum kuram ının uygulanabildiği h er bir deneysel durum tipi
için ayrı olarak yorum lanabilm esi olgusu; ve, deneysel olarak belirli
iv. Bu vargı tanıdık dilin yeni kullanım lara tarihsel olarak önem li bir
başka uyarlanışım anımsarsak durulaştıncı bir perspektif içine alınabilir:
‘Sayı’ sözcüğünün kardinal ve ordinal tamsayılar için bir ad olarak kö-
kensel bağlam ından matematiksel kendiliklerin çok daha kapsayıcı bir
alanı için bir etiket olarak kullanım ına aşamalı genişlemesi, iyi bilindiği
gibi, toplam a ve çarpm a işlemleri, ve tersleri, ilkin kardinal sayılar ile
bağıntı içinde geliştirildi ve sonunda kardinallerin çeşitli özelliklerini
(örneğin tek ve çift, asal, eksiksiz kare vb.) tanım lam ak için kullanıldı.
B ununla birlikte, d ah a sonra ‘sayı’ sözcüğü kardinallerin oranlarına
(genellikle kesirler olarak temsil edilen) uygulanmaya başladı, ve bunun
başlıca ned en i belli işlem lerin kardinaller ile tanıdık işlemlere yakın
dan andınm lı olan oranlar için tanım lanabilm esi idi. Böylece, oranlar
“toplanabilir” ve “çarpılabilir”; ve oranlar ile bu ayırdedici işlemler öyle
ilişki kalıplannı sergiler ki bunlar, bir noktaya dek, soyut olarak kardinal
toplam a ve çarpm a yoluyla sergilenen kalıplara benzerlik gösterir. Ö r
neğin toplama ve çarpm a hem kardinaller için hem de oranlar için hem
değişmeli hem de birleşmeli işlemlerdir; örneğin a + b = b + a, ve a + (b
+ c) = (a + b) + c. Öte yandan, o ran lan n çarpım ının h er zaman bir tersi
vardır; e.d., “sıfır” oranlar ile bölme üzerine h er zamanki sınırlama ile,
bir oranın bir başkası ile bölüm ü h er zaman bir üçüncü oranı verir. Du
rum kardinal çarpım için böyle değildir; e.d. bir kardinalin bir İkincisi
ile bölüm ü h e r zaman bir üçüncü kardinali vermez. Dahası, kardinal
lerin belli özelliklerine biçimsel olarak andınm lı olan oranlar için belli
özelliklerin tanımlanabilmesine karşın, kardinallerin çeşidi tanımlanmış
özellikleri vardır ki, bunlar için oranlarda andınm lılar yoktur. Örneğin,
kardinaller gibi oranlar da eksiksiz kareler olabilir. B ununla birlikte,
verili bir kardinal sayının tek olup olmadığını sormak bütünüyle anlamlı
olsa da, verili bir oran hakkında benzer bir soruyu getirm enin hiçbir
24Von N eum ann teorem inin tanıtlam ası için bkz. kendi çalışması, Mathematische
Grundlagen der Quantenmechanik, Berlin, 1932 (İng. çeviri, Mathematical Foundations
o f Q uarıtum Mechanics, Princeton, 1955), Chap. 4, Sec. 2, pp. 167-73. H em teorem
üzerine hem de yukarıda değinilen başka sorunlar üzerine tartışm alar için bkz. David
Bohm, Causality a nd Chance in M odem Physics, Londra, 1957; Louis de Broglie, The
Revolution in Physics, New York, 1953, Chap. 10; ve Observation and Interpretation, A
Symposium o f Philosophers and Physicists (yay. haz. S. Kbm er), NewYorkve Londra. 1957.
kanı taşır. Sonuçta ne olursa olsun tüm yasalann (giderek makroskopik
nesnelere ve olaylara ilişkin yasaların bile) tem elde istatistiksel olduğu
ve sonunda tüm doğal süreçlerin “nedensel-olmadığı” (acausal) görüşü
yaygınlaşmıştır.
Fiziğin tüm yasalarının yalnızca ortalam aya ya da istatistiksel kural-
lılıkları temsil ettiği düşüncesi q uantum m ekaniğinin gelişinden çok
d ah a önce C harles Peirce tarafından güçlü olarak savunulm uştur.25
B oltzm ann’ın term o d in am iğ in ikinci yasasının istatistiksel yorum u
üzerine çalışması hiç kuşkusuz bu savı doğruluyor göründü. Peirce’ın
düşüncesi Viyanalı fizikçi E xner26 tarafından bağımsız bir biçim altın
da yeniden diriltildi; ve E xner kendi payına S chrödinger’i onu daha
yakınlardaki fiziksel buluşların ışığında geliştirm e y ö nünde uyardı.27
Ama h er ne olursa olsun, tüm fizik yasalarının tem el olarak istatistik
sel ve nedensellik-dışı oldukları görüşü başkaları arasında Eddington
tarafından da m odern quantum kuram ının doğrudan bir sonucu ola
rak savunulmuştur. O na göre, “herhangi bir yerde hiçbir katı nedensel
davranış yoktur. M odern fiziği herhangi birşeyi eksiksiz determ inizm
ile tahm in etm e tuzağına düşürm ek olanaksızdır, çünkü daha başından
olasılıkları ele alır.”28
Bu sav için uslam lam a nedir? Şöyle görünür. M akroskopik nesneler
atom-altı n esnelerin karm aşık yapılarıdır. Öyleyse birincilerin özellik
ve ilişkileri İkincilerin düzenlem e ve etkileşim lerinin terim lerinde for
müle edilebilecek koşullar altında yer alabilir. Ama atom-altı nesneleri
ilgilendiren yerleşik kuram istatistiksel ve indeterm inistiktir; bildiğimiz
kadarıyla, atom -altı n esn elerin davranışı yalnızca istatistiksel kural-
lılıklar sergiler. B una göre, diye sü rd ü rü r uslam lam a, m akroskopik
nesnelerin davranışı onların atom-altı bileşenlerinin davranışlarının
bileşimi olduğuna göre, birincilerin sergilediği kurallılıklar da yalnızca
istatistikseldir.
Ama uslamlama inandıncı olm aktan biraz uzaktır, üstelik quantum
kuram ının “indeterm inistik” olarak nitelenm esinde yatan ikircim göz
ardı edilse bile. İnsan özgürlük ve sorum luluğunu ilgilendiren büyük
felsefi sorunlar sık sık o n u n tarafından ileri sürülen vargı üzerine da
yandırıldığı için, uslamlamayı biraz dikkatle yoklayalım. B ununla bir
likte, tüm fiziksel kuram ve yasalann “istatistiksel” olduğu vargısı, eğer
“ C harles S. Peirce, “T he D octrine o f Necessity E xam ined,” The M onist, Vol. 2
(1892), bkz. Collected Papers o f Charles S. Peirce, C am bridge, Mass., 1935, Vol. 6, pp.
28-45.
26Franz Exner, Vorlesungen über die Physikalischen Grundlagen derNatunuissenschaften,
Viyana, 1919, ss. 657vs., 696vs.
27Erwin Schrödinger, “W hat Is a Law o f Nature?” bkz. Science and the H um an Tempe-
rament, NewYork, 1935, ss. 133-47.
28A rth u r S. E ddington, The N ature o f the Physical World, New York, 1928, s. 309;
New Pathıoays in Science, C am bridge, 1935, s. 105. Bkz. aynca J. von N eum ann,
op. d t., p. 172 (İng. çeviri, ss. 326ss.).
deneysel ölçüm ler yoluyla elde edilen nicel verilerin sayısal yasaları sal
tık sağınlık ile değil am a ancak yaklaşık olarak doğruladığı anlam ında
anlaşılırsa, doğru olsa da önemsizdir. Bu soruyu daha önce tartıştık ve
daha öte irdelem em iz gereksizdir. Ama o zaman bir bildirim in edimsel
olarak ileri sürdüğü şey, ve görgül kanıtın bildirim in ileri sürdüğü şey
ile anlaşmasındaki sağınlık arasında yaptığımız ayrımı ammsamalıyız.29
Şimdi yoklamayı istediğimiz şey tüm fiziksel yasalar tarafından ileri sü
rülen şeyin içerikte istatistiksel olduğu görüşüdür.
Bu sav için uslamlamadaki örtük bir sayıltı eğer bir kuram (örneğin
quantum mekaniği) istatistiksel ise, o zaman kuram dan türetilen h er
vargının da istatistiksel olm ak zorunda olduğudur. Bu sayıltının genel
olarak sağlam olmasına karşın, ona kuraldışılar vardır. Böyle kuraldışılar
örneğin kuram daki çeşitli istatistiksel param etreler için eşgüdümleyici
tanım lar o param etreler ile istatistiksel-olmayan deneysel kavramları bağ
ladığı zaman yer alabilir, öyle ki ilk bakışta istatistiksel-olmayan deneysel
yasa o zaman çıkarsanabilir.
Bir örnek bunu açıklayacaktır. Planck’ın ışınım yasası bir kara cismin
deneysel olarak sürekli izgesindeki eneıji dağılımını form üle eder, ve
verili bir dalga boyu ile yayılan ışınlar ile bağlı olan eneıjinin o dalga
boyunun ve kara cismin sıcaklığının belli bir fonksiyonu olduğunu ileri
sürer.30Yasa ilk bakışta hiçbir istatistiksel önesürüm de bulunm az. O nu
deneysel sınam adan geçirm ek için izgedeki çeşitli yerlerde enerjiler
ölçülebilir (örneğin, izgedeki belli bir konum a duyarlı bir ışınımölçer
koyulabilir ve sonra başka yasaların yardımı ile eneıji hesaplanabilir),
ve böylece h er bir yerdeki eneıjinin büyüklüğünün yasanın gerektirdiği
değeri taşıyıp taşımadığı saptanabilir. Ama yasa quantum m ekaniğinin
olduğu gibi istatistiksel m ekaniğin ve elektrodinam iğin bir kara-cisim-
den ışım alardan oluşan fiziksel dizgeye uygulanan konutlam alannı da
kapsayan kanşık bir sayıltılar küm esinden türetilebilir. Deneysel yasanın
türetilişi, başka şeyler arasında, çeşitli eşgüdümleyici tanım lar üzerine
dayanır. Ö rneğin bu tanım lardan biri istatistiksel-olmayan deneysel sı
caklık kavramını kara-cisim salm açlann (black-body oscillators) ortalam a
kinetik eneıjisinin kuram sal istatistiksel kavramı ile bağlar. Bir başka
eşgüdümleyici tanım istatistiksel-olmayan deneysel eneıji kavramını belli
bir dalga boyunda olan salm açlann istatistiksel olarak belirlenmiş sayısının
kuramsal kavramı ile bağlar.
Bu ö rn ek ile anlatılan nokta d ah a öte tartışm aya değerdir. Başka
E - ^ f 1
-1
kuram lar gibi, istatistiksel b ir m ikroskopik kuram m akroskopik nes
nelerin deneysel olarak tanınabilir özelliklerinin (ki bunlara sık sık
“m akro-durum lar” denir) olmasını açıklayabilmek için getirilir. Böyle
b ir kuram bir m ikroskopik öğeler küm esi konutlar ki, bu n lar birbiri
ile koşul olarak getirilen çeşitli ilişkiler içinde d u rm a yeteneğindedir.
Bir dizgenin m ikroskopik bileşenlerinin kuram sal olarak olanaklı ve
ayırdedilebilir h e r bir “düzenlem esine” dizgenin bir “m ikro-durum u”
diyelim. Kuram b ir dizgenin m akro-durum larının yer alışını mikro-
durum lardaki değişim leri ilgilendiren sayıltıların terim lerine açıklar,
öyle ki açıklama makro- ve m ikro-durum lar arasında karşılık-düşmele-
rin kurulm ası üzerine bağımlıdır. B ununla birlikte, karşılık-düşmeler
genellikle öyle b elirlen ir ki, verili b ir m akro-durum a bir değil am a
büyük bir sayıda ayrı m ikro-durum karşılık düşer. Ö rneğin, gazların
kinetik kuram ında, bir gazın sıcaklığı (m akro-durum ) gazın molekül
lerinin ortalam a kinetik eneıjisine karşılık düşer; am a ortalam a kinetik
eneıji için verili bir d eğ er ayrı m ikro-durum ların büyük bir sayısı ile
bağdaşabilirdir (ki burada h e r b ir m ikro d urum m oleküllerin konum
ve hızları için tikel bir d eğ erler küm esi ile b etim le n ir), öyle ki verili
b ir m akro-durum birçok m ikro-durum a karşılık düşer.31 Varsayalım
ki dizgenin h e r bir M; m akro-durum u b ir mı m ikro-durum ları sınıfına
karşılık düşsün, ve bu m sınıfları örtüşm esin. D aha öte varsayalım ki,
verili bir t zam anında wı, sınıfına ait b ir m ikro -d u ru m un yer alması
daha sonraki bir t ' zam anında benzersiz bir m ikro-durum un yer alma
sını belirlem iyor am a bir m, sınıfında ait bir m ikro-durum un yer alma
sını belirliyor olsun, ki b u rad a iv e j arasındaki sağın ilişki m ikroskopik
kuram yoluyla belirlenir. Kuram o zam an m ikro-durum lar açısından
istatistiksel bir kuram dır, ve m ikro-durum lar birbirini ancak istatistik
sel bir kurallılık ile izler. Ama bundan hiçbir biçim de makro-durumlann
ardışıklığının da yalnızca istatistiksel kurallılık sergileyeceği sonucu
çıkmaz; tersine, dizgenin m akro-durum ları birbirleri ile katı olarak
evrensel, istatistiksel-olmayan bir yasa yoluyla ilişkili olabilir. Öyleyse,
quantum m ekaniği fiziğin tüm başka bölüm lerine tem el olduğu ama
bir istatistiksel kuram olduğu için, q u an tu m m ekaniğinden çıkarsa-
nabilir tüm fiziksel yasaların da istatistiksel olduğu vargısını çıkarmak
bir non sequiturdur.
31Böylece varsayalım ki yalnızca dö rt m olekül ve bunlardan h e r biri birim kütleli
olsun, h e r biri sekiz konum dan herhangi birini doldurabilsin, ve h e r birinin saniyede
1 ya da 2 ayak hızı olabilsin. Ayrı m ikro-durum lann toplam sayısı 410 = 1.048.576’dır.
Eğer d ört m olekülün ortalam a kinetik eneıjisi
(l2 + 22 + 22 +12) 5
(2x4) ~4
V. Nedensellik ilkesi
Q u an tu m m ek an iğ in in o lağ an ü stü başarılı gelişim i yaygın olarak
“nedensellik yasası” denilen şeyin atom-alü süreçlere uygulanamazlığını
tanıtlıyor ve evrensel geçerliği olan bir ilke olarak zayıflayışım bildiriyor
olarak selamlanmıştır.33 Öyleyse bu “yasa”nm neyi ileri sürdüğü, mantık
sal konum unun ne olduğu, ve genel çöküşü duyurularının gerçekten
de aklanmış olup olm adığı konuları üzerine kısa bir tartışm a yerinde
olacakür.
N edensellik yasası ya da ilkesi genellikle ö rn eğ in klasik m ekanik
kuram ı gibi çeşitli özel nedensel yasa ya da kuram lardan ayırdedilir.
Ama genel olarak kabul edilen ölçün bir form ülasyonu yoktur, ne de
neyi doğruladığı konusunda genel bir anlaşm a vardır. İlke genellikle
herhangi bir özel nedensel yasadan daha geniş bir alan taşıyor olarak
anlaşılır. Öte yandan, kimi yazarlar onu tikel nedensel önesürüm ler ile
aynı düzlem de d uran, am a yalnızca sınırlı bir n esnenin özelliklerine
ilişkin birşeyi değil de bütü n bir doğaya yayılmış birşeyi doğrulayan bir
bildirim olarak alır. Başkaları onu n la özelleşmiş nedensel yasalardan
daha yüksekte duran bir ilkeyi anlar; ve ilkenin yasaların ve kuram ların
nesnelerine ilişkin olm aktan çok yasalara ve kuram lara ilişkin birşeyi
ileri sürdüğünü savunur. Daha da başka yazarlar o nu olaylar ve süreçler
arasındaki bağıntıların bir form ülasyonundan çok bir düzenleyici ilke
olarak alır. Kimileri onu bir tümevarımlı genellem e olarak görür, kimi
leri a priori ve zorunlu olduğuna inanır, ve başkaları ise onun elverişli
bir düzgü ve bir kararın anlaüm olduğunu ileri sürer. “Nedensellik ilke
si” etiketi altında böylesine çok kavram kapsandığm a göre, “yıkılması”
üzerine ortaya atılan güncel savların onların kendileri kadar ikircimli
ve kararsız tartışm alara yol açmış olm alarına hayret etm em ek gerekir.
36J. C. Maxwell, Matter in Motion, New York, 1920, s. 13. Ama fiziksel evrenbilimdeki
son gelişmeler Maxwell’in nedensellik ilkesini form ülasyonunun değişki gerektirebi
leceğini düşündürür.
37L. Silberstein, Causality, NewYork, 1933, s. 71. Bkz. ayrıca E m st Cassirer, Determi
nistti a nd Indeterminism in M odem Physics, New Haven, 1956, Part 2.
Bu yolda yorum lanan nedensellik ilkesi böylece genelleştirilmiş bir
öneride bulunm adır. Bizi kuram lar kurmaya ve bu kuram lann başarı
lı olarak uygulanacakları uygun dizgeler bulmaya yöneltir; ve burada
kuram ların ayrıntılı biçimi üzerine getirilen biricik kısıtlama belli bir
başlangıç zam anı için bir dizgenin d u ru m u (durum hangi tarzda be
lirlenirse belirlensin) verildiğinde, dizgeyi ilgilendiren kuram ın başka
herhangi bir zaman için o n u n benzersiz bir d u ru m u n u belirlem ek zo
ru n d a olması gerektirimidir. B ununla birlikte, bu genel yolda form üle
edildiğinde ilke açıktır ki bulanıktır, ve salık verdiği hedeflere ulaşmak
için hiçbir belirli yönerge sağlamaz. G erçekten de, formülasyon belli
ek am a genellikle örtük koşullann ışığında anlaşılmadıkça, ilke hem en
hem en önem sizliğe indirgenir. B unu görm ek için Maxwell’in ilkeye
verdiği biçimi irdeleyelim. Varsayalım ki bir araştırma alanında süreçler
hiçbir açık kurallılık sergilemiyor olsun, ve yer alm alannm zamanı üze
rine öyle bir tarzda bağımlı olsunlar ki, bu bağımlılık için yalnızca “ilgili
cisim lerin doğa, betilenim ya da devim lerine” gönd erm ede bulunan
hiçbir açıklam a bulunam ıyor olsun. Buna karşın, süreçleri yer alma
larının zamanı ile ilişkilendiren bir matem atiksel fonksiyonun olması
gerektiği tanıtlanabilirdir; ve şansın yardımıyla giderek bu fonksiyonu
bulmamız bile olanaklı olabilir.38 Dahası, eğer fonksiyon çok geniş ma
tematiksel koşullan doyuruyorsa, giderek fonksiyondan süreçlerin yer
aldığı belirli zam an ve yerlere tüm belirtik gönd erm eleri kaldırm ak
(böylece Maxwell’in gerektirimini doyurmak) bile olanaklıdır, ve bunun
için süreçlerin dizgesini yukanda belirtilen tarzda büyütme sıkıntısına
girmek gereksizdir, yeter ki kuramımızda keyfi olarak yüksek derecedeki
ve herhangi bir karmaşıklık düzeyindeki aynşımlı denklem leri kullan
maya hazır olalım.39
B ununla birlikte, gerçekte pekçok fizikçi büyük olasılıkla bu koşulu
kabul etm ede duraksama gösterecektir. O nu kabul etmeyi eğer bir yasa
nın ya da kuram ın m atematiksel biçimi hesaplam a ve tahm in am açlan
“ Böyle bir fonksiyonun olması gerektiği savı için tem el yalnızca eğer b ir * büyük
lüğü değişik t zam anlan için belirli değ erler alırsa, x ve t d eğerleri arasındaki bu
karşılık-düşmenin fonksiyonu “tanım lam asrdır.
59O m eğin, klasik m ekanikte zorlanmış titreşim ler için aynşımlı denklem şu biçimi
alır:
d x dx _
— 5- = a — + p3c + ycoscoi
dt dt
ki ‘burada ‘a ,’ 'P,' ‘y’ belli değişmezlerdir. Bu denklem i zam an açısından iki kez ay-
nm laştırarak şunu elde ederiz:
d‘‘x d*x . d2x 2
= cos“ ‘
ve bu nedenle zaman değişkenini ortadan kaldırarak sonunda:
d4x d3x ,n o .d 'x
> _ _ + a “
2 _dx pnc o2,
2. ‘Şans’ sözcüğü bir olaya başka bir anlam da da yüklenir. Ya olay için
belirleyici koşulları ilgilendiren aşağı yukarı tam bir bilgisizlik olduğu
zaman, ya da bu koşulların almaşık koşul tiplerinin bir sınıfına ait oldu
ğu bilindiği am a o sınıfta tikel bir tipe ait olduğu bilinm ediği zaman.
Oldukça yakınlara dek, “Rüzgar dilediği yerde eser” [John 3:8] anlatı
m ının belirttiği gibi, hava genellikle bu anlam da bir şans sorunu olarak
görülürdü, ve sim etrik olarak yapılmış bir p aranın yazı mı yoksa tura
mı geldiği bug ü n bile b ir şans olayının bilinen örneğidir. İlk d urum
da, havanın nedenleri bilinmiyordu; ve İkincide, paranın başlangıçtaki
konum u ve son d u ru m u n u belirlem ek üzere üzerinde etkide bulunan
kuvvetler çok geniş bir olanaklar kümesine çözümlenebilse de, genellik
le bu olanaklardan hangisinin gerçekleşeceğini bilmediğimiz varsayılır.
Yalnızca söz konusu olayların belli koşullar altında b irden daha az
olan bir göreli sıklık ile yer alması nedeniyle, bir olayı sözcüğün şimdiki
anlam ında “şansa bağlı” olarak nitelem ek genellikle yeterli görünm ez.
Ö rneğin varsayalım ki “güzel” bir para belli bir ölçün tarzda pek çok kez
havaya atılmış ve durum ların yansında tura gelmiş olsun. Bununla birlik
te, eğer yazılar ( Y) ve turalar ( T) şu türde olsaydı atışlann sonucu şansa
bağlı görülmezdi: Y T Y T Y T Y T . . . ; ya da Y Y T T Y Y Y T T T Y Y Y Y T T T T . . . ;
ya da giderek Y Y T T Y T T T Y Y Y Y T T Y T T T Y Y ___ Çünkü bu dizilerden
h e r birinde (ve kurulabilecek başka birçoklannda) küçük bir inceleme
yazı ve turanın birbirini kolayca form üle edilebilir bir düzenlilik içinde
izlediğini gösterir. Şans olaylan olarak sayılabilmek için, atışlann sonucu
belli bir “raslantısal” ya da “rasgele” karakter sergilemelidir. D enm ek
istenen “raslantısallık” için bir tanım lar türlülüğü önerilmiştir, am a hiç
biri doyurucu değildir ve kimileri başkalanndan daha az katıdır. Dikkate
değer örtük bir tanım vardır. O na göre, olayların doğrusal olarak dü
zenlenmiş bir kümesi ancak ve ancak küm e olasılık kalkülüsünün belli
konutlam alannı doyuruyorsa rasgeledir. Ama burada daha öte ayrıntı
atlanmalıdır.41 Dikkat edilmesi gereken özsel nokta, verili bir olay tipi
nin sözcüğün şimdiki anlam ında “şansa bağlı” olduğu söylendiğinde,
3. Tarihsel ve toplum bilim sel tartışm alarda bir olayın genellikle eğer
“iki bağımsız nedensel dizinin kesişme noktasında” yer alırsa bir şans
olayı olduğu söylenir. Ö rneğin varsayalım ki bir adam biraz tütün satın
almak için evinden ayrılmış, am a yolda bir evin çatısında yerinden çı
kan bir kirem it tarafından düşürülm üş olsun. Adam ın talihsizliğinin o
zaman “nedensiz” olduğu için değil (aslında olayın betimlemesi nedeni
belirtir), am a biri adam ın verili bir zam anda evin yanında olm asında
sonlanan ve öteki ise kirem idin o sıradaki devim inde sonlanan iki ba
ğımsız nedensel dizinin “buluşm a noktasında” yer aldığı için bir şans
olayı olduğu söylenir. Bu nedensel dizilerin birindeki olayların ötekin
deki olayları belirlem em esi anlam ında “bağımsız” oldukları söylenir:
Eğer kirem it düşmemiş olsaydı adam tütüncüye yolunu sürdürecekti,
ve eğer adam tikel bir noktada olmamış olsaydı kiremit yere çarpacaktı.
Buna göre adam ın incinmesinin raslantısal ya da ilineksel olduğu söyle
nir, çünkü, adamı yola çıkmaya götüren durum üzerine ya da kiremidin
düşmesine yol açan koşullar üzerine bilgimiz ne denli tam olursa olsun,
her iki bilgi kütlesi de kendi başına kazayı önceden görm ek için yeterli
değildir.
“Şans”ın burada amaçlanan anlamı daha öte durulaştırmayı gerektirir.
Özel dikkati gerektiren kavram “bağımsız nedensel zincirler” deyimi
ile bağlanan kavramdır. Kavram açıktır ki ortak b ir noktada kesişen
iki ayrı çizgi (ya da zincir) imgesi üzerine dayanır. H er bir çizgideki
noktaların (ya da halkaların) ardışıklığının çizginin “özünlü” karakteri
yoluyla belirlenmesi, ama öteki çizginin “doğası” yoluyla belirlenmemesi
gerekir; ve çizgilerin ortak bir noktalarının olması olgusu tekil olarak
alm an çizgilerden hiç birinin doğası yoluyla belirlenm ez. Ama som ut
olayların çizgi üzerindeki noktalara andınm lı olması, “doğaları” belirli
bir doğrusal olaylar ardışıklığındaki “konum lan” yoluyla tam olarak an
latılan kendi içlerinde kapalı olaylar olmalan, ve böyle bir ardışıklıktaki
bir olayın yer almasının ardışıklığın önceki bölümlerinin “doğası” yoluyla
belirlenmesi sayıltısı en iyisinden düşündürücü ama gevşek bir eğretileme
ve en kötüsünden güçlükle anlaşılır bir düşlemdir. Somut olaylar böyle
özünlü, kendi içinde kapalı doğalar taşımaz; çünkü verili bir olay belirsiz
bir sayıda karakter sergiler, ve eğer yürürlükteki fiziksel kuramlara güve
nebilirsek böylece herhangi bir belirli olayın olması için belirsiz bir sa
yıda ayn nedensel belirleyici vardır. Buna göre, eğer olaylann nedensel
ilişkilerini betim lem ek için bir çizgi ya da zincir imgesi kabul edilirse,
bir olay daha uygun bir yolda belirsiz (eğer sonsuz değilse) bir sayıda
çizginin ortak kesişme noktası olarak betim lenir. Ama eğer bu daha
karmaşık imge kullanılırsa, bun d an böyle “bağımsız nedensel çizgiler”
ile ne anlayacağımız giderek görünürde bile açık değildir, çünkü şimdi
h e r olay çok sayıda nedensel etkinin düğüm noktasıdır.
‘Şans’ın tartışma altındaki anlamını ilgilendiren daha büyük duruluk
eğer ayrımı olaylar arasında olm aktan çok bildirimler arasındaki ilişkile
rin terim lerinde yeniden form üle edersek elde edilebilir. B\ bir olayın
yer almasını ileri süren bir bildirim, örneğin ‘x düşen bir kirem it tara
fından t zam anında ve y yerinde yaralandı’ biçim indeki bir bildirim, ve
daha genel olarak, ‘x t zam anında ve y yerinde z ile R ilişkisi içindedir’
biçimindeki bir bildirim olsun. Varsayalım ki Kı genel bir yolda o olayda
sergilenen tek bir etm enin yer alma koşullarını ve tarzını bildiren, ama
onları yine o nda kapsanan belli başka etm enlerin bulunuş ya da bulun
mayışına gönd erm e olmaksızın bildiren b ir kuram ya da yasa olsun;
ve daha öte varsayalım ki K 2 bu başka etm enler için benzer bir görevi
yerine getirsin. Dahası, Kı ve AY nin birbirinden çıkarsanamayacağı bi
çimindeki belirtik sayıltıyı kabul edeceğiz. Düşüncelerimizi toplamak ve
tartışmayı B\ için kabul edilen genel biçime belirli olarak ilgili kılmak
için, Kı şunu ileri sürsün: Eğer Cı koşulları altında x t zam anında ve y
yerinde bir P d u ru m u n d a ise, o zaman x ^zam an ın d a ve y 'yerinde bir
P ' durum undadır. Ve andırım lı olarak, K 2 şunu ileri sürsün: Eğer C2
koşulları altında z t zam anında ve y yerinde £) d u ru m u n d a ise, o zaman
z ^ z am a n ın d a ve ^ 'y e rin d e bir Q 'durum undadır. Buna göre, K ı ve
rildiğinde ve x ’i ilgilendiren uygun başlangıç verileri A verildiğinde,
x ’in durum u n u başka zam anlar ve yerler için hesaplam ak olanaklıdır;
ve z için i ^ ’nin ve başlangıç verileri A ’nin yardımı ile benzer olarak.
Dahası, K ı ve AYyi ilgilendiren sayıltılar dolayısıyla, x ’in herhangi bir
zam andaki d u ru m u K<>ve A ’den hesaplanamaz, ne de z ’nin durum u
K ı ve A ’ten hesaplanabilir. Sırasıyla x ve y durum larının ardışıklığına
öyleyse “bağımsız zincirler” denebilir, ve bu bağımsızlık Kı ve K^ nin var
sayılan mantıksal bağımsızlığının bir sonucudur. Şimdi açıktır ki B ı’in
kendisi ne yalnızca Kı ve D.,’ten, ne yalnızca A’a ve A den, ne de giderek
K] ve A-2 eşlenikliğinden türetilebilirdir. İlk iki durum dışlanır çünkü B 1
hem x ve y bireylerine hem de aralarındaki belli bir ilişkiye göndermeyi
içerir, ve bu arada tüm dengelim in ileri sürülen öncülleri bunu yapmaz;
ve son durum dışlanır çünkü B\ yalın tekil bir bildirim iken, Kı ve K?
her ikisi de evrensel koşullulardır. B 1 öyleyse mantıksal olarak AY den
olduğu gibi AY den de bağımsızdır, b unlar ister tek tek isterse birleşik
olarak alınsın; ve ayrıca m antıksal olarak K 1 ve A ’ten olduğu gibi K>
ve A ’den de bağımsızdır. Öyleyse diyebiliriz ki B 1 ile anlatılan olay bir
“şans olayı”dır— Kı ve A yoluyla belirlenen d u rum ların ardışıklığı ile
göreli olarak, ve ayrıca K%ve A yoluyla belirlenen durum ların ardışıklığı
ile göreli olarak.
Ö te yandan, eğer sırasıyla K\ ve AV de sözü edilen C \ ve C2 koşulları
fiziksel olarak bağdaşabilir ise, ve eğer B ı’de sözü edilen R ilişkisi yine
K\ ve ^ 2 ’de sözü edilen Pve Q durum larının terim lerinde doğru olarak
çözüm lenebilir ise, o zaman genel olarak B\ K\ ve D* ve K%ve Dz karma
şık bileşim inden çıkarsanabilirdir. Bundan şu çıkar ki B \'d c sözü edilen
olay bu karmaşık form ül yoluyla belirlenen * ve y durum larının ardışık
lığı açısından bir şans olayı değildir. Ve şu da çıkar ki bir olayın sözcüğün
şimdiki anlam ında bir şans olayı olarak nitelendirilm esi olayın nedensiz
olmasını, ya da giderek yer almasını belirleyen koşulların bilgisizi ol
mamızı bile gerektirmez; ne de bir olaya böyle yüklenen yüklem “öznel”
birşey ve böylece yalnızca yüklemi yükleyen birinin ansal durum unun
anlatımıdır. Böyle bir yargı tam olarak belirtik kılındığı ve eksiltili dilde
anlatılm adığı zam an, ilişkisel am a “n esn el” bir yüklem in kullanım ını
gerektirir—bir sokağın bir yanının “öteki yan” olduğu önesürüm ünün
ilişkisel ama nesnel bir nitelemeyi gerektirm esi ile aynı anlam da.42
49B om ’a bir m ektupta Einstein şunları bildirdi: “Sen T anrının zar attığına inanır
ken, ben reel nesneler olarak varolan şeylerin dünyasında eksiksiz yasalara inanıyo
rum ve onları yabanılcasına kurgul bir yolda kavramaya çalışıyorum.”— Albert Einstein,
Philosopher-Scientist (yay. haz. Paul A. Schilpp), Evanston, 111., 1949, s. 176; ayrıca Max
Born, N atural Philosophy o f Cause and Chance, New York, 1949, s. 122.
Kuramların indirgenm esi
n
doğa bilimi olarak görülm ediği bilinen bir olgudur.
Büyük bir fenom enler türlülüğünü açıklama ve diz
gesel ilişkiler içine getirm edeki parlak başarısı bir
süre için gerçekten de benzersizdi. Ve bir zam anlar
fizikçiler ve felsefeciler tarafından yaygın olarak kabul edilen i
doğa süreçlerinin en sonunda onun ilkelerinin alanı içerisine düşmeleri
gerektiği inancı fiziğin çeşitli alanlarının ona soğrulması yoluyla yinele
yerek doğrulandı. Buna karşın, m ekaniğin “emperyalizm” dönem i on
dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında aşağı yukarı sona erdi. Mekaniğin
henüz fethedilm em iş toprağa, ve özel olarak elektrom anyetik feno
m enler alanına genişletilmesinin karşısına çıkan güçlüklerin aşılamaz
oldukları kabul edilmeye başladı.
B ununla birlikte, zam an zaman daha önceleri m ekaniğin savlarını
güçlendirm ek için kullanılmış olanlara andınm lı a priori uslamlamaların
desteği ile, bir evrensel fizik bilimi konum u için yeni adaylar önerildi.
Hiç kuşkusuz, birkaç kuşkulu kuraldışı ile, bugün bilim in hiçbir ciddi
öğrencisi herhangi bir fiziksel kuram ın a priori zem inler üzerinde akla-
nabileceğine ya da böyle uslam lam aların bir kuram ı o yüksek konum a
çıkarabileceğine inanm am aktadır. Dahası, birçok ö nde gelen fizikçi
doğa bilim inin tüm alanlarını ortak bir ilkeler küm esinin terim lerinde
bütünleştirecek ve tüm d ah a az kapsayıcı kuram lar için tem el olarak
hizm et edecek kapsamlı bir kuram idealinin gerçekleşmesinin olanaklı
olup olmadığı konusunda açıkça kuşkuludur. Buna karşın, o ideal yü
rürlükteki bilimsel kurgulan esinlendirmeyi sürdürm ektedir; ve, her ne
olursa olsun, göreli olarak özerk bir kuram ın daha kapsayıcı başka bir
kuram tarafından soğrulm akta ya da ona indirgenm ekte olması feno
meni m odern bilimin tarihinin yadsınamaz ve yineleyen bir özelliğidir.
Böyle indirgem elerin gelecekte de yer almayı sürdüreceğini varsaymak
için hiçbir n eden eksik değildir.
Bu bölüm bu fenom en ile ve onunla bağlı daha geniş sorunların bir
bölüm ü ile ilgilidir. Bilimciler gibi felsefeciler de bir kuram ın bir baş
kasına hem başarılı hem de başarısız indirgenm elerini bilimin, insan
bilgisinin sınırlarının, ve genel olarak şeylerin enson yapısının uzak-
erimli yorum larını geliştirmek için fırsatlar olarak kullanmışlardır. Bu
yorum lar çeşidi biçim ler almıştır, am a burada yalnızca birkaç tipik yo
rum dan söz edilmesi yeterli olacaktır.
Algının fiziği ve fizyolojisi ile ilgili keşifler sık sık fiziğin bulgulannın
köktenci bir biçim de “sağ duyu” denilen şey ile—gündelik deneyimin
tanıdık şeylerinin giderek dikkatle d e n e tle n e n gözleme bile sergile
diği özellikler taşıdığı biçim indeki alışıldık inançlar ile—bağdaşmaz
olduğu savını desteklem ek için kullanılır. Yme, on dokuzuncu yüzyılda
term odinam iğin istatistiksel m ekaniğe başarılı indirgenm esi uzaysal
yer-değiştirmelerin biricik anlaşılabilir değişim biçimi olduğunu, ya da
insanların gündelik yaşam larında karşılaştıkları şeylerin ve olayların
çeşitli niteliklerinin dünyanın “enson” özellikleri olm adığını ve belki
de giderek “reel” bile olm adığını tanıtlıyor olarak alındı. Ama, evrik
olarak, q u an tu m m ekaniğinin m atem atiksel form alizm i için tutarlı
olarak görselleştirilebilir m odeller bulm adaki güçlük atom-altı süreç
lerin “gizemli” karakteri için ve “fiziğin dünyası”m n opak simgeciliğinin
arkasında insan d eğerlerine ilgisiz ya da yabancı olmayan bir yaygın
“tinsel realite” olduğu görüşü için kanıt olarak alınmıştır. Ö te yandan,
elektrom anyetik fenom enleri m ekaniğin terim lerin d e açıklam adaki
başarısızlık, ve mekaniğin evrensel doğa bilimi olarak önceki konum un
dan genel düşüşü klasik fiziğin “iflası” için, tüm doğal fenom enlerin in
celemesine “örgenselci” açıklama kategorilerini getirm enin zorunluğu
için, ve varlık, doğuş, ve yaratıcı yenilik düzlem lerini ilgilendiren geniş
bir öğretiler türlülüğü için kanıt olarak yorumlanmıştır.
Bu ve benzeri görüşlerde doruklanan ayrıntılı uslamlamaları ele al
mayacağız. B ununla birlikte, böyle görüşlerin çoğu için önem li tek bir
geniş yorum vardır. Ö nceki b ölüm lerde yineleyerek belirtildiği gibi,
tek bir araştırm a bağlam ına yerleşmiş belli kullanım alışkanlık ya da
kuralları ile bağlı izlenim ler sık sık çeşitli alanlar arasında olduğu var
sayılan andırım lar nedeniyle yeni incelem e alanlarının araştırmasında
da kabul edilir. Buna karşın, onları k ullananlar h e r zam an verili bir
anlatım ın uygulama erimi böyle genişletilince anlatım ın sık sık yerleşik
anlam ında kritik b ir değişim e uğradığına dikkat etm ezler. O zam an
anlatım ı o n a yeni bir kullanım biçim i kazandıran özel bağlam a ilgili
ve bu bağlam ın gerektirdiği anlam da anlamaya özen gösterilmedikçe,
ciddi yanlış anlam aların ve düzmece problem lerin doğması kaçınılmaz
dır. Böyle değişiklikler özellikle bir kuram bir başka kuram tarafından
açıklandığı ya da ona indirgendiği zaman yer alm a eğilimindedir; ve ta
nıdık anlatım ların anlam larında sık sık indirgem enin bir sonucu olarak
doğan değişiklikler h e r zam an indirgem enin yer alm asının mantıksal
ve deneysel koşullarının açık bir bilgisinin eşliğinde değildir. Sonuçta
indirgemeye yönelik hem başarılı hem de başarısız girişimler fizik bili
m inin önem ve doğasının önceki paragrafta alıntılanan yorum lar gibi
kapsamlı felsefi yeniden-yorumları için vesileler olmuştur. Bu yorum lar
tem elde büyük ölçüde kuşkuludur çünkü genellikle eğer başarılı bir
indirgem e elde edilecekse yerine getirilmesi zorunlu olan koşullara çok
az dikkat edilerek üstlenilirler. Öyleyse bu koşulların neler olduğunu
dikkatle bildirm enin bir önem i vardır, çünkü hem o koşulların tartış
ması bilimsel açıklam anın yapısı üzerine ışık düşürür, hem de tartışma
yaygın olarak savunulan bilim felsefelerinin bir bölüm ünün yeterli bir
değerlendirm esi için yardım sağlayabilir, indirgem e için koşulların ve
bilim felsefesindeki kimi tartışmalı sorunların bir yoklaması bu bölü
m ün özeksel görevidir.
5B undan şu çıkar ki bağm tılanabilirlik koşulu genel olarak indirgem e için yeter
li değildir ve türetilebilirlik koşulu ile tam am lam alıdır. B ağm tılanabilirlik aslında
türetilebilirliği sağlama alacaktır, eğer, Jo h n G. Kemeny ve Paul O ppenheim [“O n
R eduction,” Philosophical Studies, Vol. 7 (1956), s. 10] tarafından haklı olarak ileri
sürüldüğü gibi, birincil değil am a ikincil bilimdeki her ‘A 'terim i için birincil bilimde
bir ‘/i'kuram sal terimi varsa ve böylece A ve B şu iki-koşullu yoluyla bağlı ise: A, ama
ancak ve ancak B ise. Eğer bağlantı bu biçimi taşıyorsa, ikincil bilimin ‘A ’yı kapsayan
herhangi bir Y yasasında ‘A ’nın yeri 7Î ’tarafından alınabilir ve böylece aklanmış bir
Y ' kuramsal konutlam asını verebilir. Eğer Y ' kendisi birincil bilimin eldeki kuram ın
dan türetilebilir değilse, kuram ın değişkiye uğramış bir kuram , am a gene de birincil
bilimin bir kuramı olmak için yalnızca Y ' yoluyla genişletilmesi gerekir. H er durum da,
Y birincil bilim in bir kuram ından iki-koşulluların yardımı ile çıkarsanabilir olacak
tır. B ununla birlikte, A ve B arasındaki bağlantı zorunlu olarak biçim de iki-koşullu
değildir, ve örneğin yalnızca tek-yönlü bir koşullu olabilir: Eğer B ise, o zam an A.
Ama bu d u ru m d a ‘A ’nın yerine ‘B ’geçirilem ez, ve bu n ed en le ikincil bilim genel
olarak birincil disiplinin bir kuram ından çıkarsanabilir olmayacaktır. Buna göre, bir
indirgem enin birincil bilimin kuram ının görgül olarak doğrulanan ama başlangıçtaki
kuram ın açıklayıcı gücüne h em en h em en hiçbir katkıda bulunm ayabilen yeni bir
Y ' konutlam ası tarafından büyütülm esi yoluyla elde edildiği zam an doyurucu olup
olmadığı sorusunu bir yana atsak bile, bağmtılanabilirlik genel olarak türetilebilirliği
sağlama bağlam ak için yeterli değildir. Ö te yandan, türetilebilirlik koşulu indirgem e
için hem zorunlu hem de yeterlidir, çünkü türetilebilirlik açıktır ki bağıntılanabilirliği
önceden gerektirir. Bağm tılanabilirlik koşulu gene de ayrı olarak bildirilir, çünkü
indirgem enin çözüm lem esinde önemlidir.
Ama geriye kalan iki bağlantı tipinden hangisinin konuüam a tarafın
dan ileri sürüldüğüne karar verm ek çok daha güçtür, çünkü bu alma
şıklardan h er birinden yana usayatkın n ed en ler vardır. K onutlam anın
yalnızca eşgüdümleyici bir tanım olduğu savını destekleyen uslamlama
özsel olarak şöyledir: Gazların kinetik kuram ı karşılık-düşme kuralları
ilkin onun kuramsal kavramlarından bir bölüm ünü deneysel kavramlar
ile bağlamadıkça deneysel sınam a altına alınamaz. Ama konutlam anın
kendisi deneysel denetim altına alınamaz. Çünkü, bir gazın sıcaklığı
nın tanıdık laboratuar yordam ları yoluyla belirlenebilm esine karşın,
g ö rü n ü rd e hipotetik gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik enerjisini
saptam anın hiçbir yolu yoktur—ama, aslında, sıcaklığın bu enerjinin
bir ölçüsü olarak kabul edilmesi bir koşul olarak buyrulmadıkça. Buna
göre, konuüam a kuramsal ve deneysel kavramlar arasında bir bağ kuran
karşılık-düşme kurallarının birinden başka birşey olamaz .6 Öte yandan,
konutlam anın bir fiziksel hipotez olduğu önesürüm ü de temelsiz bir
önesürüm değildir; ve, gerçekten de, konunun birçok teknik sunum un
da konutlam a bu yolda getirilir. Bu önesürüm için gösterilen başlıca
neden konutlam anın gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisi üze
rine doğru d an ölçüm ler yoluyla sınanam ayacak olm asına karşın, bu
enerjinin değerinin gene de gazlar üzerine sıcaklıkları ölçme yoluyla
elde edilen verilerden daha başka deneysel verilerden hesaplam a yo
luyla dolaylı olarak saptanabileceğidir. Sonuçta, bir gazın sıcaklığının
m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisi ile orantılı olup olm adığını
deneysel olarak belirlem ek olanaklı görünür.
Aykırı görünüşlere karşın, bu almaşık önesürüm ler ve onlar için des
tekleyici n ed en ler zorunlu olarak bağdaşmaz değildir. G erçekten de,
almaşıklar şimdi tanıdık bir nokta olan şeyi örneklendirir—bir sayıltmın
bilişsel konum unun sık sık bir kuram ı tikel bir bağlam da eklemlemek
için benim senen kip üzerine bağımlı olduğunu. Term odinam iğin me
kaniğe indirgenm esi hiç kuşkusuz öyle b ir yolda açım lanabilir ki, gaz
moleküllerinin sıcaklığının onların ortalam a kinetik eneıjisi ile orantılı-
lığına ilişkin ek konutlam alar ilkin birincil bilimin kuramsal kavramları
ve ikincil bilim in deneysel kavramları arasındaki biricik bağlantı olan
şeyi kurar. Böyle bir açımlama bağlamında, konutlam a deneysel sınama
altına alınamaz am a bir eşgüdümleyici tanım olarak işlev görür. Bunun
la birlikte, başka kuramsal ve deneysel kavram çiftleri için eşgüdümleyici
tanım lar getiren değişik açımlama kipleri de olanaklıdır. Ö rneğin, bir
kuramsal kavramın deneysel akışmazlık düşüncesine karşılık düşmesi
sağlanabilir, ve bir başkası deneysel ısı akışı kavramı ile bağlı kılınabilir.
Sonuçta, gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisi kinetik kuram ın
sayıltılan dolayısıyla bu başka kuramsal kavramlar ile ilişkili olduğuna
göre, böylece dolaylı olarak sıcaklık ve kinetik enerji arasında bir bağıntı
6 Krş. N orm an R. Cam pbell, Physics, the Elements, C am bridge, İngiltere, 1920, ss.
126vs.
kurulabilir. Buna göre, böyle bir açımlama bağlamında, bir gazın sıcaklı
ğının gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisinin değeri ile orantılı
olup olm adığını sorm ak çok anlam lı olacaktır— ki b u rad a bu değer
gazın sıcaklığım ölçme yoluyla elde edilenlerden daha başka deneysel
verilerden dolaylı b ir tarzda hesaplanır. Bu d u ru m d a konutlam a bir
fiziksel hipotez konum unu taşıyacaktır.
Öyleyse, term odinam iğin m ekaniğe indirgenm esinin gelişmesinin
verili bir bağlam ında olm anın dışında, genel olarak konutlam anm bir
eşgüdüm leyici tanım mı, yoksa b ir olgusal sayıltı mı old uğuna karar
verm ek olanaklı değildir. B ununla birlikte, bu d urum karşılık-düşme
kuralları ve özdeksel önsavlar arasındaki ayrımı silmez, ne de ayrımın
önem ini yokeder. Ama h er ne olursa olsun, şimdiki tartışma konudama-
m n bu almaşık yorum lan arasında bir karar verilmesini gerektirmez. Bu
tartışmadaki özsel nokta term odinam iğin m ekaniğe indirgenm esinde
gaz moleküllerinin sıcaklığını ve ortalam a kinetik eneıjisini bağmtılayan
bir konutlam anm getirilm esi gerektiği, ve bu konutlam anm yalnızca
on d a kapsanan anlatım ların an lam larından açım lanm asının aklana-
mayacağıdır.
Bu özeksel sava yönelik bir karşıçıkış kısaca irdelenmelidir. Anlatımla-
n n araştırm anın gelişimi ile yeniden tanım lanm alan, d er karşıçıkış, bu
bilim tarihinde yineleyen bir özelliktir. Buna göre, erken bir kullanımda
‘sıcaklık’ sözcüğünün yalnızca ısı-ölçümünün ve klasik term odinam iğin
kural ve yordam lan ile belirlenen bir anlam ı taşıdığının kabul edilmesi
gerekse de, sözcük şimdi öyle kullanılm aktadır ki, sıcaklık m oleküler
eneıji ile “tanım gereği özdeş”tir. Boyle-Charles yasasının tüm dengeli
mi öyleyse ister eşgüdümleyici bir tanım isterse özel bir görgül hipotez
biçim inde olsun daha öte bir konuüam anm getirilmesini gerektirmez,
ama yalnızca bu tanımsal özdeşlikten yararlanır. Bu karşıçıkış bilm eden
kolayca içine düşülen iki-anlamlı konuşm anın bir örneğidir. ‘Sıcaklık’
sözcüğünü ‘m oleküllerin ortalam a kinetik eneıjisi’ ile anlam daş ola
cağı bir yolda yeniden tanım lam ak hiç kuşkusuz olanaklıdır. Ama eşit
ölçüde kesindir ki bu yeniden tanım lanm ış kullanım üzerine sözcüğün
ona klasik ısı bilim inde bağlanan anlam dan ayn bir anlamı, ve öyleyse
Boyle-Charles yasasının bildirim inde sözcük ile bağlı olan anlam dan
ayn bir anlamı vardır. B ununla birlikte, eğer term odinam ik mekaniğe
indirgenecekse, gaz m oleküllerinin ortalam a kinetik eneıjisi ile oran
tılı olduğu ileri sürülm esi gereken şey terim in klasik ısı bilim indeki
anlam ında sıcaklıktır. Buna göre, eğer ‘sıcaklık’ sözcüğü karşıçıkışın
önerdiği yolda yeniden tanım lanırsa, cisimlerin (klasik term odinam ik
teki anlam da) ‘sıcaklık’ olarak tanım lanan d u ru m u n u n terim in yeni-
den-tanım lanan anlam ında ‘sıcaklık’ tarafından da karakterize edildiği
önsavma başvurulmalıdır. Bununla birlikte, bu önsav o zaman bir tanım
sorunu olarak geçerli olmayan ve o n u n için haklı olarak mantıksal zo
runluk savının ileri sürülem eyeceği bir önsav olacaktır. Önsav kabul
edilmedikçe, gazların kinetik kuram ının sayıltılarından türetilebilecek
olan şey Boyle-Charles yasası değildir. Onsav olmaksızın türetilebilir
olan şey sintaktik yapıda yasanın ölçün form ülasyonuna benzeyen, ama
yasanın ileri sürdüğü şeyden hiçbir yanılgıya yer bırakmayacak denli ayn
bir anlam taşıyan bir tümcedir.
“Arthur O. Lovejoy, “The Meanings of ‘Emergence’ and Its Modes,” Pmceedings ofthe Sixth
International Congress ofPhilosophy (yay. haz. Edgar S. Brightman), NewYork, 1927, ss. 26-27.
Sona erm eyen bir “yaratıcı yenilik” öğretisi olarak doğuşsal evrim öy
leyse sık sık özellikle on yedinci yüzyıl bilimine yüklenen ön-oluşum cu/
preformationist görüş ile karşıtlık içine getirilir, çünkü bu son görüşe göre
tüm doğa olayları yalnızca bir tem el ve yalın “kendilikler” küm esinin
uzaysal yeniden-düzenlem eleridir ki, bunların toplam sayısı, nitelikleri
ve davranış yasaları girdikleri çeşitli birleşm eler boyunca değişm eden
kalır. B ununla birlikte, kimi yazarlar böyle “yaratıcı yenilik” önesürü-
m ü n ü n ötesine geçmiş ve yaratıcı evrim in ardışık evreleri olduğuna
inandıkları şeyin anahatlarını vermişlerdir; am a bu kozmik kurguların
ayrıntıları ile ilgilenmeyeceğiz.
d. Yine belirtm eye değer ki, yaygın olarak savunulan aykırı görüşe
karşın, klasik fiziğin (ve özel olarak m ekaniğin) sayıltı ve yordam ları
doğuşsal evrim savını ne im ler ne de o n u n la çelişir. Hiç kuşkusuz, fi
zikçilerin şeylerin özelliklerinin “en sonunda” mekaniğe özgü özellik
ler olduğunu ve ayrıca doğadaki biricik “gerçek” değişimlerin uzaysal
değişim ler o ld u ğ u n u kabul ed en felsefi yorum ları vardır. B ununla
birlikte, böyle yorum ların doğruluğu kuşkuludur ve fiziksel kuram ın
doğasının yeterli açıklam alan oldukları kabul edilemez. Gördüğüm üz
gibi, mekanik bilimi gerçekten de kuramsal kavram lann sınırlı ve seçili
bir kümesi ile işler. B ununla birlikte, bu olgu bilim in şeylerin birincil
olarak m ekaniğin ilgilendiği özelliklerden başka özelliklerinin edimsel
varoluşunu ya da olanaklı doğuşunu yadsımasını gerektirmez. Böyle bir
yadsıma aklanmamış olacaktır, üstelik fizikçilerin daha önceki um utlan
gerçekleşmiş ve m ekanik evrensel doğa bilimi olarak bir zam anlar taşı
dığı üstünlük konum unda kalmayı sürdürm üş olsaydı bile. Çünkü bir
olayın ya da sürecin m ekanik açıklaması yalnızca o n u n yer almasının
koşullarını mekanik terimlerde bildirm ekten oluşur. Ama böyle açıkla
malar hiç kuşkusuz olanaksız olacaktır (kendilerini-çürüten şeyler için
açıklama verme girişimleri olmayı göze alm adıklan sü rece), eğer olay
ya da süreç ilkin karakteristiklerinin gözlenm esi yoluyla tanınm ış de
ğilse—karakteristikler salt m ekanik özellikler olsun ya da olmasın, ve
yeni olsun ya da olmasın. Kısaca, m ekaniğin ya da klasik fiziğin başka
herhangi bir kuram ının yapısı çözümlenince, kuram ın işlemsel etkerli-
ğinin zamanın gidişi içinde evrende yeni özelliklerin ve bireylerin ortaya
çıktığı biçimindeki tarihsel savın doğrulanm ası ya da yadsınması üzerine
bağımlı olmadığı açığa çıkar.
16Russell tarafından getirilene benzer bir sorun görelilik kuram ında hızların toplan
ması ile bağıntı içinde getirilmiştir. A, B, C üç cisim olsun, öyle ki .4’nm Saçısından
hızı vab , İS’nin C açısından hızı vb c (ki burada vbc’nin yönü DAs’nin yönüne koşuttur),
ve A ’nm C açısından hızı v-u: olsuıı. O zaman klasik m ekaniğe göre, v a c = va b + vbc -
Ama özel görelilik kuram ına göre,
_
„
. V AB + V BC
V *C ~
ki burada c ışık hızıdır. Bu sonuncuda hızları “gerçekte toplam adığımız” ileri sürül
müştür. Bununla birlikte, bu karşıçıkış özsel olarak Russell’ın uslamlamasının bir yana
atılabildiği aynı tarzda bir yana atılabilir.
ilişkiler içinde d uran öğelerin oluşturduğu bir kalıba ya da betilenim e
gönderm ed e b u lu n d u ğ u bağlam larda ‘toplam ’ sözcüğü bu anlam da
kullanılırsa, b ü tü n ü n parçalarının toplam ından daha çoğu olduğunu
söylemek, önemsiz olsa da, eksiksiz olarak doğrudur.
B ununla birlikte, daha önce belirtildiği gibi, bu olgu böyle bütünleri
belirli yollarda birbiri ile ilişkili öğelerin bir küm esine çözümleme olana
ğının önün e geçmez; ne de ‘toplam ’ sözcüğüne bir m elodinin uygun
olarak seçilmiş parçaların bir toplam ı olarak yorum lanacağı bir yolda
ayn bir anlam yükleme olanağını dışlar. Açıktır ki bir m elodi gelenek
sel müzik notasyonunda temsil edildiği zam an en azından bölüm sel
bir çözüm lem esi ortaya çıkar; ve çözüm lem e hiç kuşkusuz daha tam
ve belirtik kılınabilir ve giderek biçimsel sağınlık ile de anlatılabilir .17
Ama zam an zam an b u bağlam da bir m elodinin bileşen notalarını
onun yeniden-oluşturulm asm ı sağlayabilecek bağımsız parçalar olarak
görm enin tem el b ir yanılgı olduğu ileri sürülür. Tersine, “m elodide
h e r bir yerde deneyim lediğim iz şeyin kendisinin b ü tü n ü n karakteri
yoluyla belirlenen bir parça ”olduğu ileri sürülmüştür. “Bir notanın eti
ve kanı dah a başından m elodideki rolü üzerine bağım lıdır: c’ye gö
tü ren n o ta olarak bir b notası tonik (gam ın ilk notası) olarak 6 ’den
kökten ayn birşeydir .” 18 Ve göreceğimiz gibi, Geştaltların ve “örgensel”
b ü tü n lerin başka d urum ve tipleri ile bağıntı içinde b enzer görüşler
ileri sürülmüştür.
Şimdi bütünüyle doğru olarak denebilir ki verili bir nota yoluyla üre
tilen etki on u n başka notalann bir bağlamındaki konum una bağımlıdır,
tıpkı verili bir basınç yoluyla bir cisim üzerinde üretilen etkinin genel
olarak başka hangi basınçlann işlemsel olduklan üzerine olumsal olması
gibi. Ama bu varsayımsal olgu bir m elodinin haklı olarak bir ilişkiler
karmaşası olarak görülem eyeceğini imlemez—bir karmaşa ki, bileşen
notalan o karmaşa içinde yer alm alarından bağımsız olarak tanınabi
lirdir. Ç ünkü eğer im lem geçerli olsaydı, bir m elodinin nasıl bireysel
notalardan oluşturulduğunu betim lem ek ve dolayısıyla nasıl çalınaca
ğını bildirm ek olanaksız olurdu. G erçekten de, o zaman “c’ye götüren
nota olarak bir b notası anahtar nota olarak ö’den kökten ayn birşeydir”
dem ek kendi ile çelişkili olurdu. Çünkü V ye götüren nota olarak b'n o
tası’ anlatımındaki V ad i o zaman ‘anahtar nota olarak b'anlatımındaki
‘b ’adının g ö nderm ede bulu n d u ğ u aynı notaya g ö nderm ede buluna
mazdı; ve bildirimin varsayılan amacı o zaman anlatılamazdı. Kısaca, yer
alma kalıplan ya da Gestaltlan olan bütünler ile bağıntı içinde, ‘toplam ’
sözcüğünün ya tanımsız olması ya da b ü tü n ü n parçalarının toplam ına
"M elodiler gibi Geştaltların genelleştirilm iş biçimsel çözüm lem esinin ilginç bir
taslağı için bkz., Kurt G rellingve Paul O ppenheim , “D er G estaltbegriff in Lichte der
n euen Logik,” Erkenntnis, Cilt 7 (1938), ss. 211-25.
18 Max W ertheimer, “Geştalt Theory,” A Source Book of Geştalt Psychology' de (yay. haz.
işlevsel realite taşıyan b ütünlerde durm alıdır. ... Ö ğeler ile başlam ak ve bütünlerin
özelliklerini o nlardan türetm ek yerine, evrik b ir süreç, e.d. parçaların özellikleri
ni b ü tü n lerin özelliklerinden anlam aya çalışmak zorunludur. Bir kategori olarak
Geştaltın başlıca içeriği parça ve bütünlerin ilişkisi üzerine özünlü gerçek dinam ik
bütün-özelliklerin kabulünü içeren bu görüştür.”—K. Koffka, “Geştalt,” Encyclopedia
o f the Social Sciences'de, New York, 1931, Vol. 6 , p. 645; alıntı yayımcı T he Macmillan
Çom pany’nin izniyle.
21Kurt Lewin, Principles o f Topological Psychology, NewYork, 1936, s. 218.
22 W. Köhler, Die physischen Gestalien in Ruhe u n d in stationâren Zustand, Brunschweig,
24Köhler, aynı yapıt, s. 58, ve bkz. ayrıca s. 166. Böyle “işlevsel” b ü tü n le rin baş
ka birçok örneği alıntılanabilir. Sabun film lerinin üstlendiği yüzey şekilleri sezgi
sel olarak açık b ir örnek sağlar. Böyle yüzeylerin çözüm lem esinin tem elinde yatan
genel ilke, yüzeye dayatılan sınır koşulları altında, yüzeyin alanının b ir m inim um
olduğu biçim indedir. Böylece, yerçekim i göz ardı edilerek, düzlem b ir tel halka
nın sınırladığı b ir sabun film b ir düzlem yüzey olacaktır; b ir sabun kabarcığı bir
küre şeklini alacaktır ki, yüzeyi verili bir hacım için m inim um dur. Şimdi bir dai
re ile sınırlanan bir sabun kabarcığının yüzeyinin bir parçasını irdeleyin. Eğer bu
parça küresel yüzeyden çıkarılabilir olsaydı, b u n d an böyle dışbükey şeklini koru
maz, am a bir düzlem olurdu. Böylece, filmin bir parçasının aldığı şekil b ir parçası
olduğu bü tü n e bağımlıdır. D aha başka sabun filmi deneylerinin açıklam aları için,
bkz. R ichard C ourant ve H e rb e rt Robbins, What Is Mathematics? New York, 1941,
ss. 386vs.
25Bu A. N. W hitehead’in örgenlik felsefesinin savıdır. Krş. Process and Reality başlıklı
çalışm ası, New York, 1929, özellikle P a rt 2, C haps. 3 a n d 4.
26Köhler, aynı yapıt, s. 47.
yürürlükteki fizik kuram ları kabul edilirse, böyle bir yer değişim inin
öteki taşlar ü zerinde biraz etkisi vardır, üstelik etki şimdiki deneysel
teknikler yoluyla saptanamayacak denli küçük ve öyleyse uygulamada
göz ardı edilebilir olsa da. Yine, Köhler bir iletken üzerindeki b ü tü n
sel yükü bağımsız parçaların bir toplamsal b ü tü n ü olarak görür, gerçi
yükün parçalan o ndan uzaklaştırılınca yükün elektronik bileşenlerinin
hiçbir değişime uğramadığı hiçbir biçim de açık olmasa da. Buna göre,
kendi aralarında bağım lı parçaların ayırdedici yapılarını taşıyan diz
gelerin olduğu yadsınamaz olsa da, “salt toplam sal” olan dizgelerden
ayn olarak “gerçekten işlevsel” olan dizgeleri saltık bir yolda tanımayı
olanaklı kılan hiçbir genel ölçüt önerilm iş değildir.27
28Peter G. Bergm ann, Introduction to the Theory of Relativity, NevvYork, 1942, s. 223.
Şimdiki bağlam da elektromanyetik alanlara herhangi bir “fiziksel realite”nin yüklenip
yüklenm ediğini ya da, kimi yazarların ileri sürdükleri gibi, elektrom anyetik alanlann
yalnızca bir “matematiksel kurgu” m u olduğunu sormak anlamsız olacaktır. Belirtmek
yeterlidir ki, “enson konum u” h e r ne olursa olsun, alan kavramı fizikte parçacık yak-
Bu zıtlık üzerine iki kısa yorum yapılmalıdır. İlk olarak, ‘alan’ kavramı
(elektromanyetik kuram da kullanıldığı gibi) hiç kuşkusuz fenom enleri
çözümlemek için birçok önemli bakım dan parçacık m ekaniğinde kulla
nılan m atem atikten ayrı bir matematiksel tekniği temsil eder. Birincisi
durum değişkenlerinin kesikli kümeleri ile işlem görür, öyle ki bir dizge
nin durum u koordinatların sonlu bir sayısı ile belirlenir; alan yaklaşımı
alanın duru m değişkenlerinin h e r birinin değerlerinin matematiksel
olarak sürekli bir uzayın h e r bir noktası için belirlenm esini gerektirir.
Ve ayrışımlı denklem lerin türlerinde, onlara giren değişkenlerde, ve
matematiksel türev alm anın n ered e yapılacağını belirleyen sınırlarda
daha öte karşılık düşen ayrımlar vardır.
Ama ikinci olarak, gerçi bir yüklü parçacıklar kümesi ile bağlı olan
elektromanyetik alanın ayrı ayrı h e r bir parçacık ile bağlı olan bölümsel
alanların bir ‘toplam ı’ olm adığı doğru olsa da, alanın yükler kümesi,
bunların hızlan, ve altında yer aldıkları başlangıç ve sınır koşulları yo
luyla benzersiz olarak belirlendiği de (e.d. h er bir uzay noktası için her
bir durum değişkeninin değerlerinin ikircimsiz olarak saptandığı da)
doğrudur. Gerçekten de, alan kuramı içerisinde kullanılan tekniklerden
birinde, elektrom anyetik alan yalnızca elektriksel olarak yüklü parça
cıkların böyle başka parçacıklar üzerindeki etkilerini form üle etm ek
için araya giren bir aygıttır.29 Buna göre, bir elektrom anyetik alanı bir
“birim ” olarak ele almak uygun olabilse de, bu uygunluk alanın özellik
lerinin o n u n bileşenlerini ilgilendiren sayıltıların terim lerinde çözüm
lenemeyeceğini imlemez. Ve gerçi alan herhangi bir alışıldık anlam da
bölüm sel alanların b ir ‘toplam ı’ olmayabilse de, bir elektrom anyetik
dizge sözcüğün daha önce önerilen özel anlam ında bir ‘toplam ’dır—
yani bu dizgelerin bileşenlerine ilişkin öyle bir kuram vardır ki, dizgenin
ilgili yasaları kuram dan çıkarsanabilir. Gerçekte, eğer yalıtılmış iletken
üzerindeki yükler yoluyla ö rneklenen işlevsel b ü tü n e son bir kez göz
atarsak, yük yoğunluklarının dağılımını form üle eden yasa yüklü parça
cıkların davranışını ilgilendiren sayıltılardan çıkarsanabilir.30
Orgensel birim lerin bu tartışmasının sonucu bu birim lerin toplamsal
bakış açısından çözüm lenip çözüm lenem eyeceği sorusuna genel bir
yanıtın olmadığıdır. Kimi işlevsel bütünler hiç kuşkusuz o yolda çözüm
lenebilir, am a başkaları için (örneğin dirim li örgenlikler için) henüz
bu tipten tam olarak doyurucu hiçbir çözümleme yapılabilmiş değildir.
Buna göre, bir dizgenin kendi aralannda dinamik olarak ilişkili parçala
rın bir yapısı olması olgusu, kendi başına, böyle bir dizgenin yasalarının
başlangıçta dizgenin varsayılan belli bileşenleri için geliştirilmiş kurama
indirgenem eyeceklerini tanıtlam ak için yeteli değildir. Bu vargı zayıf
laşım ından ayırdedilebilen bir çözüm lem e kipini temsil eder.
^G önderm e yapılan teknik gecikmeli gizilgüçler aygıtıdır. Bkz. Max Mason ve War-
ren Weaver, The Electromagnetic Field, Chicago, 1929, Introduction.
wBkz. örneğin O. D. Kellogg, Foundations ofPotenlial Theory, Berlin, 1929, Chap. 7.
olabilir; ama tartışma altındaki sorun üzerine varolan literatürün büyük
bölüm ünü n varsaydığı gibi o n u n toptan ve a priori bir yolda çözüme
bağlanamayacağını gösterir.
Mekanistik Açıklama ve
O rgenlik Yaşambilimi
1. ilk olarak daha az ağırlıklı iki desteği bir yana bırakalım. Dirimli-
olan ve dirim li-olm ayan arasındaki soysal ayrımları sağın terim lerde
formüle etm ek güç olsa da, hiç kimse böyle ayranların bulunduğundan
ciddi olarak kuşku duymaz. Buna göre, çeşitli “yaşam bilim leri” fizik
ve kimyanın ele aldığı sorulara benzem ezlikleri açıkça görülen özel
sorular ile ilgilenir. Özel olarak yaşambilim dirimli şeylerin anatom i ve
fizyolojisini inceler ve onların ürem e, gelişme ve bozulm a kip ve koşul
larını araştırır. Yaşayan örgenlikleri tiplere ya da türlere sınıflandırır; ve
coğrafi dağılımlarını, türeyiş çizgilerini, ve evrimsel değişim lerinin kip
ve koşullannı araştırır. Yaşambilim örgenlikleri kendi aralarında ilişkili
parçaların yapılan olarak çözümler ve h er bir parçanın bir bütün olarak
örgenliğin sürmesine katkısının ne olduğunu keşfetmeye de çalışır. Öte
yandan, fizik ve kimya böyle p roblem ler ile belirli olarak ilgilenmez,
üstelik yaşambilimin içeriğinin de bu bilim lerin alanı içerisine düşm e
sine karşın. Böylece bir taş ve bir kedi, yüksekten bırakıldıklarında, me
kaniğin yasalannda ortak bir formülasyon kazanan davranışlar sergiler
ler; ve taşlar gibi kediler de öyleyse fiziğin konu gereçleri arasına aittir.
Buna karşın, kediler öyle yapısal özellikler taşır ve öyle süreçlere girer
ki, en azından şimdiki biçim lerinde fizik ve kimya bunlarla ilgilenmez.
Daha biçimsel olarak bildirildiğinde, yaşambilim dirimli fenom enlerin
tanınabilir karakteristiklerine gönderm ede bulunan anlatım lar kullanır
(‘eşey,’ ‘hücre bölünm esi,’ ‘kalıtım ’ ya da “uyarlanım ’ gibi), ve onlan
kapsayan yasalar ileri sürer (örneğin ‘İnsanlar arasında hemofili eşey ile
bağlantılı kalıtsal bir özelliktir’ gibi), ki bunlar fiziksel bilimlerde yer al
maz ve şimdilik bu bilimlerin içerisinde tanımlanabilir ya da türetilebilir
değildir. Buna göre, yaşambilimin ve fiziksel bilim lerin konulan apayn
şeyler değilken, ve yaşambilimin fiziksel bilimlerden ödünç alman aynm
ve yasalardan yararlanm asına karşın, iki bilim şimdilik çakışmaz.
Yine eşit ölçüde açıkur ki, yaşambilimdeki gözlem ve deney teknikleri
genel olarak fiziksel bilimlerde geçerli olanlardan ayndır. Hiç kuşkusuz
kimi gözlem, ölçüm ve hesaplama alet ve teknikleri (örneğin mercekler,
teraziler, ve cebir) h er iki disiplin küm esinde de kullanılır. Ama yaşam
bilim özel beceriler de gerektirir (örneğin örgensel dokuların kesim-
lenm eleri ile ilgili olanlar), ki bunlar fizikte hiçbir amaca hizmet etmez;
ve fizik öyle teknikler kullanır ki (örneğin yüksek voltajlı akım lar ile
ilgilenmek için gerekli o lan lar), b unlar günüm üz yaşambiliminde ilgi
sizdir. Yaşambilimsel araştırm anın özel tekniklerinde eğitim görmemiş
bir fizik bilimci yaşambilimdeki bir deneyi yerine getirm ede olsa olsa
üflemeli sazlarda eğitim görmemiş bir piyanistin bir obuayı çalabilmesi
kadar başarılı olacaktır.
Fiziksel bilim lerin ve yaşam bilim lerinin özel problem ve teknikleri
arasındaki bu ayrımlar zaman zaman yaşambilimin özünlü özerkliği için,
ve fiziğin analitik yöntem lerinin yaşambilimsel araştırm anın hedefleri
ne tam olarak yeterli olmadığı önesürüm ü için kanıt olarak gösterilir.
B ununla birlikte, ayrımlar doğru olsa da, hiç kuşkusuz böyle vargıları
aklamaz. Ö rn eğ in m ekanik, elektrom anyetizm a ve kimya ilk bakışta
fizik bilim inin ayrı dallarıdır ve h e r birinde ayrı özel p roblem ler ele
alınır ve ayrı teknikler kullanılır. Ama gördüğüm üz gibi, bunlar fizik
bilim inin o bölüm lerinin h er birinin özerk bir disiplin olduğunu ileri
sürm ek için yeterli n ed en ler değildir. Eğer yaşambilimin sözde saltık
özerkliği için sağlam b ir tem el varsa, b u n u n yaşambilim ve fiziksel bi
lim ler arasındaki (bu noktaya dek belirtilen) ayrım lardan başka bir
yerde aranm ası gerekir.
‘Krş. A. D ’Abro, The Decline of Mechanism in Modem Physics, NewYork, 1939, Chap.
18; A dolf Kneser, Das Prinzip der kleinsten Wirkung, Leipzig, 1928; VV'olfgang Yourg-
rau ve Stanley M andelstam , Variational Principles in Dynamics and Quantum Theory,
Londra, 1955.
Gerçekte gösterilebilir ki, belli çok genel koşullar doyurulduğu zaman, tüm nicel
yasalara bir “u q/extremaV formülasyon verilebilir.
ilişkilendiren yasa için de durum böyledir: Eğer bir fizikçi bu yasanın
işlevsel ya da teleolojik dilde form ülasyonuna kuşku ile bakıyorsa, bu
nu n nedeni (tartışılmış ve tartışılacak nedenlere ek olarak) bir gazdaki
değişen basınçların sonuçlarından birine değil de bir başkasına, salt
belli belirsiz bir öneri yoluyla bile olsa, özel bir önem yüklemeyi kendi
işi olarak görmemesidir.
2Bkz. VValter B. C a n n o n , The Wisdom o f the Body, NevvYork, 1932, C hap. 12.
düzenleçlerin) b u n d an böyle hayrete n e d en olm adığı, ve sibernetik
ve “olum suz geri-beslem eler” dilinin yaygın olarak m oda olduğu bir
çağda, salt fiziksel dizgelere “hedef-yönelimli” davranış yüklenmesi hiç
kuşkusuz bir saçmalık olarak reddedilem ez. Sibernetiğin sözcülerinden
kim ilerinin ileri sürdüğü gibi ,3 böyle dizgelere “am açların” da yükle
nip yüklenem eyeceği belki de kuşkuludur, gerçi soru büyük ölçüde
sem antik b ir soru olsa da; ve h e r ne olursa olsun, bu d aha öte soru
tartışm anın şimdiki bağlam ına ilgili değildir. Dahası, belirtmeye değer
ki, kendini-düzenleyen fiziksel dizgelerin kurulm ası olanağı, kendi
başına, dirim li örgenliklerin etkinliklerinin yalnızca fıziksel-kimyasal
terim lerde açıklanabileceğinin b ir tanıtını oluşturm az. Buna karşın,
böyle dizgelerin kurulmuş olması olgusu sık sık dirimli şeyleri ayırdedici
olduklan varsayılan teleolojik örgütlenm eleri birçok fiziksel dizgenin
hedef-yönelimli örgütlenm elerinden ayırdeden keskin bir sınınn bulun
m adığını imlemez. En azından, olgu dirim li örgenliklerin ve bölüm le
rinin teleolojik olarak örgütlü etkinliklerinin dinam ik etm enler olarak
amaç ya da hedeflerin konuüanm asım gerektirmeksizin çözümlenebilir
olduğu varsayımı için güçlü bir destek sunar.
Bir örnek olarak insan bedeninin sıcaklığının homeostasisi ile, şimdi
genel terim lerd e b ir hedef-yönelim li örgütlen m esi olan dizgelerin
biçimsel yapısını bildirelim .4 Böyle dizgelerin karakteristik özelliği bun
ların dışsal çevrelerindeki ya da iç bölüm lerinin kim ilerindeki göreli
olarak geniş bir değişimler sınıfı karşısında belli bir G d u rum unu ya da
özelliğini sergilemeyi sürdürm esidir (ya da G’ye erişme “yönünde” bir
gelişim tutum unu sergilem esidir)—söz konusu değişimler, eğer dizge
deki içsel değişki yoluyla dengelenm eyecek olurlarsa, G ’nin yitişinde
(ya da dizgelerin gelişim yönündeki bir sapmada) sonuçlanm ak üzere.
Böyle dizgelerin örgütlenm esinin soyut kalıbı dikkate değer sağınlık ile
formüle edilebilir; am a aşağıda o kalıbın yalnızca şematik bir bildirimini
sunabileceğiz.
D bir dizge, Ç o n u n dışsal çevresi, ve G uygun koşullar altında D ’n in
iye olduğu ya da iye olm a yeteneğinde olduğu bir durum , özellik, ya da
davranış kipi olsun. Şimdilik varsayalım ki (bu sayıltı sonunda gevşetile-
cektir) Ç tüm ilgili bakım lardan değişmez kalsın, öyle ki G ’nin D ’dey er
almasının üzerindeki etkisi göz ardı edilebilsin. Aynca varsayalım ki D
’Krş. Arturo Rosenblueth, N orbert W iener,Julian Bigelow, “Behavior, Purpose and
Teleology,” Philosophy o f Science, Vol. 10 (1943); N orbert Wiener, Cybemetics, NevvYork,
1948; A. M. Turing, “Com puting M achines and Intelligence,” Mind, Vol. 59 (1950);
Richard Taylor, “Com m ents on a Mechanistic C onception o f Purposefulness,” Phi
losophy of Science, Vol. 17 (1950), ve aynı ciltte Taylor’ın yerine bir yanıtı ile birlikte
Rosenblueth ve W iener tarafından yanıt.
''Aşağıdaki tartışma ağırlıklı olarak G. Som m erhoff a borçludur, Analytical Biology,
Londra, 1950. Krş. aynca Alfred J. Lotka, Elemmiş of Physical Biology, New York, 1926,
Chap. 25; W. Ross Ashby, Design for a Brain, Londra, 1953, ve A n Introduction to Cybeme-
tics, Londra, 1956; ve R. B. Braithvvaite, Scienlifıc Explanatmn, Cambridge, 1954, Chap. 10.
bir bölüm ler ya da süreçler yapısına çözümlenebilir olsun, öyle bir yolda
ki bunların belli bir sayısının (belki de tüm ünün) etkinlikleri G’nin yer
alması için nedensel olarak ilgili olsun. Yalınlık uğruna, varsayalım ki
h er biri çeşidi koşulların ya da durum ların yalnızca birinde olmaya yete
nekli tam olarak üç bölüm olsun. H erhangi bir verili zam anda h er bir
bölüm ün d urum u sırasıyla ‘A x, ’ ‘B y, ’ve ‘Cz'yüklem leri ile temsil edile
cektir—alt-simgelerin sayısal değerleri karşılık düşen bölümlerin değişik
tikel durum larını belirtm ek üzere. Buna göre, ‘A X) ’ ‘B y, ’ve ‘Cz’durum
değişkenleridir, gerçi zorunlu olarak sayısal değişkenler olmasalar da,
çünkü sayısal ölçüler bölüm lerin durum larını temsil etm ek için el al
tında olmayabilir; ve herhangi bir verili zam anda D ’nin G ile nedensel
olarak ilgili olan durum u böylece ‘ (A xByCz) ’ matriksinin bir özelleşmesi
yoluyla anlatılacaktır. B ununla birlikte, d u ru m değişkenleri biçim de
oldukça karm aşık olabilir—örneğin ‘A x’verili bir zam anda bir insan
bedenindeki çevresel kan dam arlarının d u ru m u n u temsil edebilir—ve
ya bireysel ya da istatistiksel koordinatlar olabilirler. Ama açımlamada
özsel olmayan karışıklıklardan kaçınabilm ek için, varsayacağız ki, du
rum değişkenlerinin doğası ne olursa olsun, temsil ettikleri durum lar
açısından D bir determ inistik dizgedir: D ’nin durum ları öyle bir yolda
değişir ki, eğer D herhangi iki kıpıda aynı durum da ise, D ’nin o kıpıları
izleyen eşit zaman aralıklarından sonraki karşılık düşen durum ları da
aynı olacaktır.
Daha öte önemli bir genel sayıltı da belirtik kılınmalıdır. Bir durum u
karakterize etm ek için h e r bir durum değişkenine h erhangi bir tikel
değer atanabilir, yeter ki değer D ’nin durum u değişken ile temsil edilen
b ölüm ünün bilinen karakteri ile bağdaşabilir olsun. Öyleyse sonuçta
‘A /in değerleri belli bir K a kısıdı sınıfına düşmelidir; ve öteki iki durum
değişkeninin izin verilebilir değerleri için benzer K sve K c sınıflan vardır.
Bu kısıtlamalar için neden bir örnek ile açıklık kazanacaktır. Eğer D insan
bedeni ise ve K a çevre kan dam arlannın genleşim derecesini bildiriyor
sa, açıktır ki bu derece belli bir maksimum değeri aşamaz; çünkü kan
dam arlannın diyelim ki beş ayaklık bir ortalam a çaplannın olabileceğini
düşünm ek saçma olacaktır. Öte yandan, bir durum değişkeninin verili bir
zamandaki olanaklı değerlerinin başka değişkenlerin o zamandaki olanaklı
değerlerinden bağımsız olduğu varsayılacaktır. Bu sayıltı yanlış anlaşıl
mamalıdır. Bir değişkenin bir zamandaki değerinin başka değişkenlerin
bir başka zamandaki değerlerinden bağımsız olduğunu ileri sürmez; yal
nızca bir değişkenin belirli bir kıpıdaki değerinin başka değişkenlerin
tam olarak o aynı kıpıdaki değerlerinin bir fonksiyonu olmadığı koşulunu
getirir. Sayıltı normal olarak durum değişkenleri için yapılan bir sayıltıdır,
ve bir ölçüde gereksiz durum koordinaüanndan kaçınmak için getirilir.
Örneğin, klasik mekanikte durum değişkenleri bir parçacığın bir kıpıdaki
konum ve devinirlik koordinattandır. Bir parçacığın bir kıpıdaki konumu
nun genel olarak önceki bir zamandaki devinirliği (ve konum u) üzerine
bağımlı olacak olmasına karşın, verili bir kıpıdaki konum o verili kıpıdaki
devinirliğin bir fonksiyonu değildir. Eğer konum devinirliğin böyle bir
fonksiyonu olsaydı, açıktır ki klasik mekanikte bir parçacığın durum u
tam olarak tek bir durum değişkeni (devinirlik) yoluyla belirlenebilir ve
böylece konum dan söz etm ek gereksizleşirdi. Şimdiki tartışmamızda ben
zer olarak durum değişkenlerinden hiç birinin vazgeçilebilir olmadığını
varsayıyoruz, öyle ki durum değişkenlerinin eşzamanlı değerlerinin h er
hangi bir bileşimi ‘(A xByCz) ’ matriksinin izin verilebilir bir özelleşmesini
sağlar, yeter ki değişkenlerin değerleri sırasıyla K a, K b ve Kc sınıflarına
ait olsun. Bu, ön koşuldan ayn olarak, D ’nin nedensel olarak Gile ilgili
olması gereken durum unun verili bir zamanda durum u betimlemek için
kullanılan durum değişkenlerinin karşılıklı olarak birbirinden bağımsız
olacaklan bir yolda çözümlenmesi gerektiğini söylemeye vanr.
Varsayalım ki eğer şimdi D belli bir başlangıç zam anında (AoBoCo)
durum und a ise, o zaman ya D G özelliğini taşır, ya da D ’de bir değişim
ler dizisi yer alır ki, b u n u n bir sonucu olarak D sonraki bir zam anda
G ’ye iye olacaktır, D ’nin böyle b ir başlangıç d u ru m u n a “G açısından
nedensel olarak etkili b ir d u ru m ” ya da kısaca “G -durum u” diyelim.
.D’nin her olanaklı d u rum unun bir G-durumu olması gerekmez, çünkü
D ’nin nedensel olarak ilgili p arçalanndan biri verili bir zam anda öyle
bir durum da olabilir ki, b una göre öteki parçalann olanaklı durum lan-
nm hiç bir bileşimi D için bir G-durumu vermeyecektir. Böylece, varsaya
lım ki D insan bedeni, G 97° ve 99° F erim inde olan bir iç sıcaklığı taşıma
özelliği, A x yine çevre kan dam arlarının durum u, By droid bezlerinin
durum u, ve Cz adrenal bezlerinin d u ru m u olsun. Öyle olabilir ki B y
sırasıyla A x ve Cz’nin olanaklı hiçbir değeri için G ’nin gerçekleşmeye
ceği bir yolda bir değer alabilir (örneğin akut hiperaktiviteye karşılık
düşmek üzere). Hiç kuşkusuz yine düşünülebilir ki D ’nin olanaklı hiçbir
durum u bir G-durumu değildir ve böylece sonuçta G D ’de hiçbir zaman
gerçekleşmez. Örneğin, eğer D insan bedeni ve G 150° ve 160° erim inde
olan bir iç sıcaklığı taşıma özelliği ise, o zaman D için hiçbir G-durumu
yoktur. Ö te yandan, D ’nin birden çok olanaklı d urum u bir G-durumu
olabilir. Ama eğer birden çok olanaklı G-durumu varsa, o zaman (D ’nin
determ inistik bir dizge olduğu varsayıldığma göre) verili bir zam anda
gerçekleşen bir d urum D ’nin önceki bir zam andaki edimsel durum u
yoluyla benzersiz olarak belirlenir. D için böyle olanaklı bird en çok
G -durum unun olması şimdiki tartışm am ız için özellikle önem lidir ve
şimdi bun u daha yakından irdelemeliyiz.
Bir kez daha varsayalım ki belli bir to zam anında D dizgesi G-duru-
m unda (AoBoCo) olsun. Bununla birlikte, varsayalım ki D ’de bir değişim
yer alsın, öyle ki sonuçta A o t o zam anından sonraki t\ zam anında du
rum değişkeni A x' in başka bir değer taşıyacağı bir yolda değişsin. <ı’de
hangi değeri taşıyacağı genel olarak D ’de yer almış olan tikel değişim
lere bağımlı olacakür. B ununla birlikte varsayacağız ki D t\ zam anında
bir G-durum unda olmayı sürdürecektir, yeter ki A*’in t\ ’d eki değerleri
birden çok üye kapsayan belli bir Ka sınıfına (Ka m n alt-sınıfı) düşsün,
ve ayrıca başka du ru m değişkenlerinde belli daha öte değişim ler yer
alsın. Düşüncelerimizi toparlam ak için, varsayalım ki Aı ve A 2 K Â sınıfı
nın biricik olanaklı üyeleri olsun; ve ayrıca varsayalım ki ne (AıBoCo) ne
de (A 2 B 0 C0) bir G-durumu olsun. Başka bir deyişle, eğer AoAş'yc (Ka'
sınıfının değil ama Ka sınıfının bir üyesi) değişseydi, D bundan böyle bir
G-durum unda olmazdı; am a yeni ‘A x’ değerinin Ka' sınıfına düşmesine
karşın, eğer bu .D’deki biricik değişim olsaydı dizge de bundan böyle tı
zam anında bir G -durum unda olmazdı. B ununla birlikte, varsayalım ki
D öyle oluşmuş olsun ki, eğer Ao yeni A x' değerinin tı zam anında Ka
sınıfına düşeceği bir yolda değişime uğrarsa, başka durum değişkenle
rinin kimilerinin ya da tüm ünün değerlerinde D ’nin bir G-durumunda
olmayı sürdüreceği bir yolda daha öte dengelem e değişimleri olacaktır.
Bu daha öte değişim lerin aşağıdaki tü rd e n olacağı koşulu getirilir.
Eğer, Ao’daki değişime eşlik etm ek üzere, 11 zam anındaki ‘B j ve ‘Cz’
değerleri sırasıyla belli Kb ve K c sınıflarına düşüyorsa (ki burada hiç
kuşkusuz Kb' -Kb sınıfının ve K c sınıfının bir alt-sınıfıdır, ama zorun
lu olarak gerçek bir alt-sınıfı değil), o zaman Ka' sınıfındaki her değer
için benzersiz bir değerler çifti vardır ve çiftin bir üyesi Kb' sınıfına ve
öteki Kc sınıfına aittir, öyle ki o değerler için D t\ zam anında bir G-du-
rum unda olmayı sürdürür. Bu değer çiftleri belli bir Kbc sınıfındaki
öğeler olarak alınabilir. Ö te yandan, değişmiş By ve ‘Cz’ değerleri A*’in
değerindeki belirtilen değişim lerin eşliğinde olmasaydı, D dizgesi bun
dan böyle tı zam anında bir G-durum unda olmazdı. Buna göre, tam şim
di getirilen notasyonun terim lerinde eğer t\ zam anında D ’nin durum
değişkenleri ikisi Kbc sınıfına ait olan b ir çiftin üyeleri iken üçüncü
değişkenin değerinin K a' sınıfındaki karşılık düşen öğe olmadığı bir
yolda değerler taşıyorsa, o zaman D bir G -durum unda değildir. Ö rne
ğin, varsayalım ki A o A ı’e değişirken başlangıçtaki (AqBqCo) G-durumu
(A ıü ıC ı) G -durum una değişsin, am a (A 0B 1 C 1 ) b ir G -durum u olm a
sın; ve yine varsayalım ki A o A 2’ye değişirken, başlangıçtaki G-durumu
(A 2 B 1 C 2 ) G -durum una değişsin, ve (A 0B 1 C2) bir G-durum u olmasın.
Bu örnekte K a' sınıfı (Aı, A 2) sınıfıdır; Kb' sınıfı (B 1 ) sınıfıdır; Kc sınıfı
(Cı, C 2) sınıfıdır; ve Kbc sınıfı [(/iı, Cı), (5 ı, C2)] çiftlerinin sınıfıdır,
ve Aı sınıfı (B 1 , Cı) çiftine ve A2 ise (B 1 , C2 ) çiftine karşılık düşer.
Şimdi bu değişik noktaları biraraya getirelim , ve birkaç tanım oluş
turalım . Varsayalım ki D aşağıdaki koşulları doyuran b ir dizge olsun:
(1) D ilişkili parça ya da süreçlerin b ir küm esine çözüm lenebilir ki,
bunların belli bir sayısı (diyelim ki üç, yani A, 5 ve C) D ’de belli bir G
özelliğinin ya da davranış kipinin yer alması ile nedensel olarak ilgilidir.
H erhangi b ir zam anda D ’nin G ile nedensel olarak ilgili durum u bir
‘A x, ’ ‘B y ve ‘C z’ durum değişkenleri küm esine değerler atam a yoluyla
belirli kılmabilir. H erhangi bir verili zaman için durum değişkenlerinin
değerleri birbirinden bağımsız olarak atanabilir; ama h er bir değişkenin
olanaklı değerleri, ö ’nin doğasından ötürü, K a, K b, ve K c değerlerinin
belli sınıflarına sınırlıdır. (2) Eğer D belli bir T zaman aralığına düşen
verili bir to başlangıç kıpısında bir G -durum unda ise, durum değişken
lerinin herhangi birindeki bir değişim genel olarak ö ’yi G-durumundan
çıkaracaktır. Varsayalım ki durum değişkenlerinin birinde (diyelim ki
‘A 'param etresi) bir değişim başlamış olsun; ve varsayalım ki gerçekte T
aralığı içerisindeki ama «o’dan daha sonraki t\ zamanında param etrenin
olanaklı değerleri belli bir K a' sınıfına düşsün, şu koşul ile ki eğer bu
ö 'nin durum undaki biricik değişim olsaydı dizge G -durum unun dışına
çıkacaktı. Bu başlatıcı değişime jD’deki bir “birincil değişim” diyelim.
(3) B ununla birlikte, ö ’nin A, B ve C parçaları öyle bir yolda ilişkilidir
ki, ö ’d eki birincil değişim yer aldığı zaman, geriye kalan param etreler
de değişir, ve gerçekte t\ zam anındaki değerleri sırasıyla belli K b ve
K c sınıflarına düşer. B ve C’de ü retilen bu değişim ler böylece bu n
ların t\ zam anındaki param etreleri için benzersiz değer çiftleri verir,
ve burada çiftler bir K bc sınıfının öğeleridir. Eğer bu son değişimler
ö ’nin başlangıç G -durum undaki biricik değişimler olsalardı ve D ’deki
belirtilen birincil değişimin eşliğinde olmasalardı, dizge t\ zam anında
bir G -durum unda olmazdı. (4) B ununla birlikte, gerçekte K a' ve K bc
sınıflarının öğeleri birbirine benzersiz olarak karşılık düşer, öyle ki, ö
durum değişkenlerinin bu karşılık düşen değerleri ile belirlenen bir
durum da iken, dizge t\ zam anında bir G-durum undadır. D ’nin du ru
m unda birincil değişim yoluyla üretilen ve K b c ' deki değer çiftleri ile
temsil edilen değişim lere ö ’nin birincil değişimi açısından (e.d. A ’
param etresinin -K /’deki olanaklı değerleri açısından) D ’nin “uyarla-
nım değişim leri” diyelim. Son olarak, bir D dizgesi T aralığında h er bir
başlangıç ve sonraki ö rn ek ler çifti için tüm bu sayıltıları doyurduğu
zaman, ö ’nin Gile nedensel olarak ilgili parçalarının “T zaman aralığı
sırasında G açısından yönergeli olarak örgütlü” oldukları, ya da, eğer G
ve T ’ye gönderm e sorgusuzca alınabilirse, daha kısa olarak “yönergeli
olarak örgütlü” olduklan söylenecektir. Yönergeli olarak örgütlü dizge
lerin bu tartışması çeşidi yalınlaştırıcı sayıltılar üzerine dayandırılmıştır.
B ununla birlikte, çözümleme herhangi bir sayıda durum değişkeninin
(sayısal değişkenleri de kapsam ak üzere) kullanım ını gerektiren bir
dizge için, bir dizgenin d urum unda o n u n nedensel olarak ilgili parça
larının birden daha çoğunda başlatılan değişim ler için, ve bir dizgenin
bir G -durum undan bir başkasına geçişlerin hem sürekli hem de kesikli
dizileri için kolayca genelleştirilebilir .5 G erçekten de, bu çözüm lem e
5D urum koordinatlarının sayısal olduğu kabul edildiği zam an, yönergeli olarak
örgütlü bir dizge için koşulları aşağıdaki gibi form üle etm ek olanaklıdır:
D bir dizge, ve G D ’nin bir özelliği, ve ‘x u ‘x 2,’ . . . ‘x„' G için durum değişkenleri
olsun. Değişkenlerin zam anın bağımsız ve sürekli fonksiyonları olduğu koşulu getiril
sin; ve üst-simgeler bu n lan n verili bir t zam anındaki değerlerini belirtecektir.
çerçevesi içerisinde aynı zam anda birçok G, değişik zam anlarda alma
şık (ve giderek bağdaşmaz) G ’ler, konutlanm ış belli bir “göreli önem ”
a) Eğer D G açısından determ inistik bir dizge ise, D ’nin t zam anındaki durum u
D ’nin önceleyen bir to zam anındaki durum u yoluyla benzersiz olarak belirlenir. Bu
nedenle
X l ' = f l ( X \ \ . . . . Xnla, t - fo)
g T{xı',
ki burada h e r bir gj ( j = 1 , 2 , . . . , r) durum değişkenlerinden h e r biri açısından
aynm laşurılabilir bir fonksiyondur, ve r< n.
d) D ’nin b ir G -durum unu tanım layan bu denklem leri doyuran h e r bir durum
değişkeni ‘*„'’nin değerleri belli sınırlı aralıklara düşecektir:
a, < a f < x,J < bp < bi
ya d a almaşık olarak
x/ 6 Ax,G
ki burada A x f değeri A.Vjaralığına düşer.
e) Varsayalım ki S T zam an dön em i sırasındaki b ir fo başlam a zam anında bir
G durum unda olsun, ve belli bir % ’durum değişkeninin değerinde bir değişim yer
alsın, öyle ki T ’d eki io’dan daha geç t zam anında değeri **' olsun. Bu değişimin bir
G-sakınıcı değişim olması koşulu (öyle ki Xk‘e Axk°) h e r bir ^ fonksiyonu için şudur:
Sg,Sg, d x ‘ t eg ] d x ‘ ^ ^ ^ eg j dxn‘ o
d x kh d x { d x kl° d x 2 ' d x kh d x n‘ d x k‘°
Bununla birlikte, kısaca tartışılması gereken daha öte bir sorun vardır.
Yönergeli olarak örgütlü dizgelerin tanım ı öyle bir yolda bildirilmiştir
ki, hem yaşambilimsel h em de dirim sel-olm ayan dizgeleri karakteri-
ze etm ek için kullanılabilir. Gerçekte h er iki alandan da tanım lar için
örnekler alıntılamak kolaydır. İnsan bedeni iç sıcaklığının homeostasisi
açısından yaşambilimden bir örnektir; bir fın n ve term ostat ile donatılı
bir yapı fiziksel-kimyadan b ir örnektir. G ene de, tanım ın yaşamsal ve
yaşamsal-olmayan teleolojik dizgeleri ayırdetm ek için am açlanmam ış
olmasına karşın—çünkü böyle dizgeler arasındaki ayrımlar sergiledik
leri özgül özdeksel bileşimin, karakteristiklerin ve etkinliklerin terimle
rinde bildirilmelidir—, prima facie “hedef-yönelimli” bir karakter taşıyan
dizgeleri genellikle böyle karakterize edilm eyen dizgelerden ayırmak
için amaçlanır. Öyleyse tanım ın bu amaca ulaşıp ulaşmadığı, ya da ter
sine hem en hem en ^ d iz g e n in (ister genellikle hedef-yönelimli olarak
yargılansın isterse değil) onu doyuracağı kadar kapsayıcı olup olmadığı
sorusu ortada kalır.
Şimdi hiç kuşkusuz genellikle “hedef-yönelimli” olarak görülmeyen
ama gene de yukarıda önerilen yönergeli olarak örgütlü dizgelerin tanı
m ına uygun düşüyor görünen birçok fıziksel-kimyasal dizge vardır. Böy
lece, dinginlikteki bir sarkaç, esnek bir katı cisim, bir iletkenin içinden
akan kararlı bir elektrik akımı, term odinam ik dengede olan kimyasal
bir dizge böyle dizgelerin açık örnekleridir. Bu nedenle öyle görünür
ki yönergeli ö rgütlenm enin tanım ı—ve sonuçta “hedef-yönelimli” ya
da “teleolojik” dizgelerin önerilen çözümlemesi—am açlanan hedefine
erişmeyi başaramaz. B ununla birlikte, sorun konusunda elde iki yorum
vardır. İlk olarak, hiç kuşkusuz hedef-yönelimli olan ve olmayan dizgeler
arasında ayrım yapm am ıza karşın, ayrım büyük ölçüde bulanıktır, ve
kesin olarak şu değil de bu türden olarak sınıflandırılamayacak birçok
dizge vardır. Böylece, kimi zaman “yürüyen böcek/walking beette”o\a.rak
bilinen çocuk oyuncağı—ki bir masanın kenarına gelince yana yatar ve
aşağı düşmez, çünkü o sırada boşta duran bir çark bir “antenin” eylemi
yoluyla işlemeye başlar—b ir hedef-yönelimli dizge m idir yoksa değil
mi? Bir virüs böyle bir dizge midir? Kararlı bir yönde evrimsel gelişime
uğram ış bir yaşambilimsel tü rü n üyelerinden oluşan dizge (örneğin
erkek İrlanda geyiğinde dev çatal boynuzların gelişimi) hedef-yöne
limli bir dizge midir? Dahası, kimi dizgeler bir zaman bir bilgi kütlesi
ile ilişki içinde “teleolojik” olarak sınıflandırılmışken, daha sonraki bir
zam anda düzeneklerin fiziğini ilgilendiren bilgi geliştikçe “teleolojik-
olmayan” dizgeler olarak yeniden sınıflandırılmıştır. “Doğa hiçbirşeyi
boşuna yapmaz” Nevvton-öncesi fizikte yaygın olarak kabul edilen bir
düzgü idi, ve “doğal yerler” öğretisi tem elinde giderek cisimlerin düşüşü
ve dum anın yükselişi bile hedef-yönelim li olarak görülüyordu. Buna
göre, hedef-yönelim li olan dizgeler ve böyle olm ayanlar arasındaki
yürürlükteki ayrımın h e r d u ru m d a saptanabilir nesnel bir tem elinin
(böyle dizgelerin edimsel örgütlenişleri arasındaki ayrımların terim le
rinde alınm ak üzere) olup olmadığı, ve aynı dizgenin sık sık ona bakış
açısına ve yapısını çözüm lem ek için kabul edilen ön sayıltılara bağımlı
almaşık yollarda sınıflandırılıp sınıflandınlamayacağı en azından açık
bir sorudur.
İkinci olarak, genellikle hedef-yönelimli olarak görülm eyen dingin
likteki sarkaç gibi fiziksel dizgelerin gerçekten de yukarıda önerilen
“yönergeli olarak ö rg ü tlü ” dizge tan ım ın a uygun düştükleri hiçbir
biçim de kesin değildir. Başlangıçta dinginlikte olan ve sonra küçük
bir dürtü verilen (diyelim ki birden esen rüzgar tarafından) bir yalın
sarkacı irdeleyelim; ve dizgenin kısıtlamalarından ve yerçekimi kuvvetin
den ayrı olarak çekül üzerinde etkide bulunan biricik kuvvetin havanın
sürtünmesi olduğunu varsayalım. Sonra olağan fiziksel sayıltılar üzerine,
sarkaç azalan genlikler ile uyum lu salınım da bulunacak ve sonunda
başlangıçtaki dinginlik k o n u m u n a dönecektir. Dizge b u rada sarkaç
ve üzerinde etkide b u lu n an çeşitli kuvvetlerden oluşur, ve bu arada
G özelliği ise sarkacın salınım yolunun en alt noktasında dinginlikte
iken aldığı durum dur. Önsav gereği, uzunluğu ve çekülün kütlesi de-
ğişmezdir, ve hem üzerinde etkide bulunan yerçekimi kuvveti hem de
sönm e katsayısı da böyledir; değişkenler rüzgarın dürtüsel kuvveti, ve
dizgenin kısıtlamalarının ve yerçekimi alanının bulunuşunun bir sonu
cu olarak çekül üzerinde işleyen geriye-getirici kuvvettir. Böylece, eğer
birincinin etkili bileşeninin belli b ir büyüklüğü varsa, geriye getirici
kuvvetin karşıt yönde eşit bir büyüklüğü olacaktır. Buna göre, eğer diz
genin verili bir zam andaki d urum u bu kuvvetleri değerleri olarak alan
durum değişkenlerinin terim lerinde belirlenseydi, b u durum değiş
kenleri yönergeli olarak örgütlü dizgelerin du ru m değişkenleri için
getirilen koşulların birini doyurmazdı; çünkü bunlardan birinin verili
bir zamandaki değeri benzersiz olarak o aynı zam anda ötekinin değeri
yoluyla belirlenir. Kısaca, bu önerilen durum değişkenlerinin herhangi
bir verili kıpıdaki değerleri bağımsız değildir .6 Öyleyse bundan şu çıkar
ki yalın sarkaç sunulan tanım ın anlam ında yönergeli olarak örgütlü bir
6Bu yalın sarkacın olağan matematiksel tartışması irdelenerek daha büyük ayrıntıda
gösterilebilir. Eğer l sarkacın uzunluğu, m çekülünün kütlesi, g değişmez yerçekimi
kuvveti, k hava direncine bağlı sönm e katsayısı, t saptanan belirli bir kıpıdan ölçüldüğü
gibi zaman, ve s sarkacın başlangıçtaki dinginlik noktasından salınım yolu boyunca
uzaklığı ise, sarkacın deviminin aynşımlı denklem i (titreşim genliğinin küçük olduğu
sayıltısı üzerine) şudur:
Eğer lo zam anında sarkaç dinginlikte ise, hem so hem de vo sıfırdır, öyle ki
e.d. çekül üzerinde etkide bulunan dengesiz hiçbir kuvvet yoktur. Şimdi varsayalım
ki t\ zam anında çekül bir t;i hızı ile Jı’de olsun; o zam an geriye getirici kuvvet şu
olacakür:
Ama h zam anında çeküle iletilen b ir dürtüsel : kuvveti çekülün o zam andaki !' i
hızını ve sı ko n u m u n u benzersiz olarak belirler. Bu n edenle geriye getirici kuvvet
hesaplanabilir, öyle ki dürtüsel kuvvet yoluyla benzersiz olarak belirlenir.
dizge değildir. Dahası, benzer bir yolda genel olarak teleolojik olarak
görülmeyen başka birçok dizgenin o tanımı doyuramadığını göstermek
de olanaklıdır. Bunun şimdi böyle görülen tüm dizgeler için gösterilip
gösterilemeyeceği açık b ir sorudur. B ununla birlikte, genellikle tele
olojik olarak karakterize edilm eyen am a tanım ın temeli üzerine öyle
karakterize edilmeleri de gereken en azından kimi dizgeler olduğu için,
anlamı tanım yoluyla açımlanan ‘yönergeli olarak örgütlü dizge’ etiketi
ne olursa olsun herşey için geçerli değildir, ve bir ayrım olmaksızın bir
ayırdetmeyi onaylamaz. Öyleyse tanım ın başarm ak üzere tasarlandığı
şeyi başardığını ve genellikle “hedef-yönelim li” dizgelerin ayırdedici
yanı olarak görülen soyut yapıyı form üle ettiğini ileri sürm ek için belli
bir zemin vardır.
8Bkz. Edwin G. Conklin, Heredity and Environment, Princeton, 1922, s. 32, ve Ed-
m u n d B. W ilson, The Celi, NewYork, 1925, s. 670. D aha sonraki bir çalışm asında
C onklin’e göre “düzenekçiliğin sonsalcılık (mechanism, Jinalism) ile ilişkisi yapının
işlev ile ilişkisine benzem ez değildir—o nlar örgütlenm enin iki yanıdır. M ekanistik
yaşam anlayışı tem elde yapısal bir yandır, teleolojik bakış başlıca enson işleve bakar.
Yaşamın bu iki yanı antagonistik değil ama tümleyicidir.”—Man: Real and ideal, New
York, 1943, s. 117.
şeme yeteneğinde oldukları gösterilir, öyle ki bunların asılma kirişi ile
bağıntıları nedeniyle m erceğin eğriliği yakın ve uzak görüşe uyumlu
kılınabilir; ya da gözyaşı bezleri bağlayıcı m em branlan kayganlaştıran
ve temizleyen sıvıların kaynakları olarak belirlenir. Öyleyse genel ola
rak fizyoloji gözün bölüm lerinin katılabilecekleri etkinliklerin karakter,
düzen ve sonuçları ile ilgilenir.
Eğer bu örn ek yaşambilimcilerin terim leri tipik kullanm a yolu ise,
yapı ve işlev arasındaki zıtlık açıktır ki b ir ö rg en in anatom ik olarak
ayırdedilebilir b ö lü m lerin in uzaysal ö rg ütlenişi ile o bölüm lerdeki
değişimlerin zamansal (ya da uzaysal-zamansal) örgütlenişi arasındaki
b ir zıtlıktır. Zıtlık içindeki çiftin h er bir terim i altında araştırılan şey
bir örgütlenm e kipi ya da bir düzen kipidir. Bir durum da örgütlenm e
dışlayıcı olarak olmasa da birincil olarak uzaysal bir örgütlenm edir, ve
araştırm anın hedefi örgensel bölüm lerin uzaysal dağılımını ve bağlan
tı kiplerini saptamaktır. Ö teki d u ru m d a ö rgütlenm enin zamansal bir
boyutu vardır, ve araştırm anın amacı örgensel cisimlerin uzaysal olarak
düzenlenmiş ve bağlanmış bölüm lerindeki ardışık ve eşzamanlı değişim
lerin düzenlerini keşfetmektir. Öyleyse açıktır ki yapı ve işlev (yaşambi
limcilerin bu sözcükleri kullanıyor göründükleri anlam da) gerçekten
de “ayrılamazdır.” Çünkü zamansal bir örgütleniş taşıyan bir etkinlikler
dizgesinin bu etkinlikleri sergileyen uzaysal olarak yapılanmış bir diz
ge de olmadığı biçim indeki bir sayıltıya anlam vermek güçtür. H er ne
olursa olsun, açıktır ki örgensel bölüm lerin uzaysal örgütlenişlerinin
keşfine yönelik bir araştırm a ve o bölüm lerin etkinliklerini karakterize
eden uzaysal-zamansal yapılan saptamaya yönelik bir araştırma arasında
hiçbir karşıtlık yoktur.
Araştırma tipleri arasında benzer bir aynm fiziksel bilimlere de geti
rilebilir. Ö rneğin betimleyici fiziksel coğrafya birincil olarak dağ, ova,
n eh ir ve okyanusların uzaysal dağılım ve uzaysal ilişkileri ile ilgilenir;
öte yandan tarihsel jeoloji ve coğrafya böyle coğrafi özellikleri kapsayan
zamansal ve dinamik düzenleri araşünr. Buna göre, eğer yapı ve işlev üze
rine araştırmalar yaşambilimde karşıtlık taşısalardı, yaşambilimsel-olma-
yan bilimlerde de benzer bir karşıtlık yer alırdı. H er araşürma bir nesnel
içerikte kapsanan ilişki kalıplannın büyük türlülüğünden ayırdedici bir
seçimi kapsar; ve belli araştırm alan bir kalıp türüne ve başkalannı ayn
türlere yöneltmek hem elverişli hem de kaçınılmazdır. Dirimli örgenlikle-
rin bölüm lerinin hem uzaysal hem de uzay-zamansal bir yapı sergilemesi
olgusundan temel bir bilmece yaratmak için hiçbir neden yok görünür.
O zaman yapı ve işlev arasındaki yaşambilimsel ayrımın yarattığı çö
zülmemiş ve çözüm süz so ru n nedir? Bu bağıntıda iki soru ayırdedi-
lebilir. İlk olarak b elirlen en işlevlerin uygulaması için hangi uzaysal
yapılann gerekli olduğu, ve bir örgenliğin ya da bölüm lerinin etkinlik
kalıplanndaki bir değişimin o dizgenin bileşenlerinin dağılım ve uzaysal
örgütlenişinde herhangi bir değişim ile bağlı olup olmadığı sorulabilir.
Bu açıktır ki ayrıntılı görgül araştırma yoluyla bir karara bağlanabilecek
bir sorundur, ve, gerçi bu bağıntıda sayısız çözümsüz problem olsa da,
bunlar temel ilke sorunları yaratmaz. Ö rneğin bir felsefeciler ve yaşam-
bilim kuramcıları okulu belirgin olarak ayrı dirimli türlerde belli benzer
örgenlerin gelişmesinin ancak evrimi belli bir gelecek işleve erişmeye
doğru yönlendiren bir “dirimsel d ü rtü ” sayıltısı üzerine açıklanabile
ceğini ileri sürer. Böylece ah tap o tu n ve insanın gözlerinin anatom ik
olarak benzer olması olgusu, h er bir tü rü n gözsüz atalardan evriminin
değişik gelişim çizgileri izlemiş olm asına karşın, bu yakınsaşmanın şan
sa bağlı türlüleşm e ve uyarlanm a düzeneklerinin terim lerinde hiçbir
açıklamasının olmadığı önesürüm ü için kanıt olarak ileri sürülmüştür.
Bu olgu sonuçta süredurum lu özdek üzerinde görm e işlevi için uygun
örgenler yaratmak üzere etkide bulunan “bölünm em iş kökensel dirim
sel bir d ü rtü ” olduğu görüşünü desteklem ek için kullanılmıştır .9 Ama
bu önsav bile, ne denli bulanık olsa ve başka bakım lardan doyum verici
olmasa da, bir ölçüde olgusal sorunları ilgilendirir; ve eğer pekçok ya-
şambilimci o nu reddetse bile, b u n u büyük ölçüde eldeki olgusal kanıt
değişik bir evrimsel gelişim kuram ını daha yeterli olarak desteklediği
için yapar.
ikinci olarak, niçin verili b ir yapının tam olarak belli bir işlevler
kümesi ile bağlı olduğu ve b u n u n tersinin geçerli olmadığı sorulabilir.
Şimdi bu soru dirim li b ir cismin parçalarının uzaysal b ir örgütlenişi
verildiğinde belli etkinlik kalıplarını sergilemesi olgusu için belki de
fıziksel-kimyasal terim lerde bir açıklama istemi olarak anlaşılabilir. Soru
böyle anlaşıldığında, saçma bir soru olmaktan çok uzaktır. Gerçi pekçok
durum da ona bir yanıt veremesek de, hiç olmazsa başka birkaç durum
da yeterli sayılabilecek yanıtlar bulabiliriz ve öyleyse bilgisizliğimizin
zorunlu olarak sürekli olm adığını kabul etm ek için belli nedenlerim iz
vardır. B ununla birlikte, böyle açıklam alar ö n cü ller olarak yalnızca
dirim li bir şeyin bölü m lerin in ve b u n ların uzaysal ö rg ütlenişlerinin
fıziksel-kimyasal oluşum una ilişkin bildirim ler kapsamakla kalmama
lı, am a fıziksel-kimyasal yasalara ya da kuram lara ilişkin bildirim ler de
kapsamalıdır. Dahası, bu son öncüllerin en azından kimileri fıziksel-
kimyasal dizgelerin uzaysal örgütlenişleri ve zamansal etkinlik kalıplan
arasında bağıntılar ileri sürmelidir. Ama eğer soru üzerinde diretilecek
ve bu son bağıntılar için de açıklama istenecekse, sonunda bir çıkmaza
düşülür. Çünkü o zaman istem sonuçta fiziksel süreçlerin zamansal ya
da nedensel yapısının yalnızca fiziksel dizgelerin uzaysal örgütlenişle
rinden çıkarsanabilir olduğunu, ya da tersini varsayar; ve gerçekte iki
sayıltı da savunulabilir değildir.
“Bkz. H. Bergson, Creative Evolution, NewYork, 1911, Chap. 1, ve George G. Simp-
son, The MeaningofEvolution, New Haven, 1949, Chap. 12’de Bergson’un görüşlerine
benzer görüşler üzerine kısa am a güçlü eleştiri. Aynca bkz. Theodosius Dobzhansky,
Evolution, Genetics and Man, NewYork and London, 1955, Chap. 14.
Andırımlı olarak, bir saatin çeşitli parçalarının birbirleri ile uzaysal
ilişkilerinin bütünüyle doğru bir açıklamasını vermek olanaklıdır. Çark
larının büyüklüklerini, ana zem bereğin ve boşalm a çarkının yerlerini
vb. belirleyebiliriz. Ama saatin uzaysal yapısına ilişkin böyle bilginin
vazgeçilmez olm asına karşın, b unlar saatin nasıl işleyeceğini anlam ak
için yeterli değildir. Ayrıca saatin parçalarının bir zam andaki uzaysal
dağılımının başka bir zamandaki dağılım ile nasıl ilişkili olduğunu belir
terek saatin davranışının zamansal yapısını form üle eden mekanik yasa
larını da bilmeliyiz. B ununla birlikte, bu zamansal yapı yalnızca saatin
uzaysal yapısından (ya da “anatom i”sinden) çıkarsanamaz, tıpkı verili
bir zamandaki uzaysal yapısının genel mekanik yasalarından türetileme-
yeceği gibi. Buna göre, niçin verili bir anatom ik yapının özgül işlevler
ile bağlı olduğu sorusu çözümsüzdür, ve b u n u n n ed en i on u yanıtla
m anın yeteneklerim izin ötesinde olması değil, am a yalnızca sorunun
amaçlanan anlam da mantıksal olarak olanaksız olanı istemesidir. Kısaca,
anatom ik yapı mantıksal olarak işlev belirlemez, üstelik bir olumsal olgu
sorunu olarak b ir örgenliğin taşıdığı özgül anatom ik yapı örgenliğin
girişebileceği etkinlik türlerine sınırlar getirse de. Ve evrik olarak, bir
örgenlik tarafından sergilenen davranış kalıbı mantıksal olarak benzer
siz bir anatom ik yapı imlemez, üstelik olgusal olarak bir örgenlik ancak
bölümleri belli bir türden belirli bir anatom ik yapı taşıdığı zaman özgül
etkinlik kipleri sergilese de.
Bu çeşitli irdelem elerden şu çıkar ki, yapı ve işlev arasındaki ayrım
yaşambilimi fiziksel bilim lerden ayırdeden ya da yaşam bilim de ayır-
dedici bir açıklam a m antığının kullanım ını zo ru n lu kılan hiçbirşey
kapsamaz. Bu tartışm am ızın am acı işlevsel çözüm lem elerin oynadığı
rol açısından yaşambilim ve başka doğa bilim leri arasındaki açık ay
rım ları yadsımak olm am ıştır. Ne de am aç araştırılan dizgelerin özel
karakterleri nedeniyle onlara uygun düşen böyle açıklam aların meşru
luğu üzerine kuşku düşürm ek olm uştur. Tartışm anın hedefi yalnızca
yaşambilim de teleolojik açıklam aların ağır basm asının fiziksel bilim
lerde geçerli olan açıklama kalıbından karşılaştırılamayacak denli ayn
bir açıklama kalıbı oluşturm adığını gösterm ek, ve yaşambilimde böyle
açıklam aların k u llan ım ın ın b u d isiplinin kökten ayrı b ir araştırm a
m antığı gerektirdiğini ileri sürm ek için yeterli bir n ed en olm adığını
gösterm ek olmuştur.
16J. H. Woodger, Biological Principles, p. 263. W oodger şöyle sürdürür: “Ayı yolda bir
örgenlik duyular aracılığıyla ayrımsadığımız şeylerden biri olması anlam ında fiziksel
bir kendiliktir, ve üpkı başka h e r fiziksel kendilik d urum unda olduğu gibi kimyasal
çözümlemeye yetenekli olması anlam ında kimyasal bir kendiliktir, ama bundan kim
yasal terim lerde tam olarak ve doyurucu olarak betim lenebileceği sonucu çıkmaz.”
Russell’ın görüşünde bildirilen sayıltı üzerine bölüm lenm e için fıziksel-
kimyasal koşulları form üle edebiliriz, am a “gelişm enin izlediği yolu
açıklamayı” 17 başaramayız.
Bu sav yapı ve işlev arasındaki ayrım ile bağlantılı olarak daha önce
tartışılan sorunlardan kimilerini getirir. Ama bu sorunlardan bütünüyle
ayrı olarak, sav bir kafa karışıklığı üzerine olm asa da bir yanlış anla
ma üzerine dayanıyor görünür. Bir yaşambilimsel örgenliğin fıziksel-
kimyasal bileşim inin b ir bilgisinin o n u n eylem kiplerini m ekanistik
olarak açıklamak için yeterli olm adığını ileri sürm ek akıllıcadır, tıpkı
bir saatin parçalarını onların uzaysal dağılımı ve düzenlemesi ile birlikte
sıralamanın saatin davranışını açıklamak ya da tahmin etm ek için yeterli
olmaması gibi. Böyle bir açıklamayı yapmak için belli öğelerin bir ilk
dağılım ve düzenlem e içinde yer aldıkları zam anki davranış yollarını
form üle eden ve o örgütlü öğeler dizgesinin sonraki gelişiminin hesap
lanmasına (ve bu nedenle tahm in edilmesine) izin veren bir kuramı ya
da yasalar küm esini (saat du ru m u n d a, m ekanik kuram ını) varsayma-
lıyız. Dahası, düşünülebilir ki bilimsel bilginin verili bir evresinde bir
dirimli şeyin fıziksel-kimyasal bileşimini tam ayrıntıda betim lem ek için
varsayılan yeteneğimize karşın, gene de günün yerleşik fıziksel-kimyasal
kuram larından örgenliğin gelişiminin sürecini çıkarsamayı başarama-
yabiliriz. Kısaca, verili b ir zam anda bir bilim in b ir başkasına indirge-
nebilirliği için ikinci değil am a birinci biçimsel koşulun doyurulduğu
düşünülebilir. Bununla birlikte, doğal bilim lerde tam olarak kodlanmış
bir açıklamanın yalnızca başlangıç ve sınır koşullarını formüle eden ama
h içbir yasa ya da kuram bildirim i kapsamayan örneksel öncüllerden
oluşabileceğini sanm ak bir yanlış anlamadır. Belli bir fıziksel-kimyasal
kuram (ya da böyle kuram ların b ir sınıfı) belli dirim sel fenom enleri
açıklama yetkinliğinde olmadığı için, b u n u yapabilecek bir mekanistik
kuram oluşturm anın ve doğrulam anın ilkede olanaksız olduğunu ileri
sürm ek büyükçe bir p o t kırmaktır.
Ö te yandan, dirim li şeylerin karışık hiyerarşik örgütlenişlerinden
ötürü yaşambilimde mekanistik program ı bekleyen görevin güçlüğünün
büyüklüğünü hafife almak aptalca olacaktır. Ne de örgenselci yaşambi-
limcilerin mekanistik savın böyle örgütlenm e olgusunu göz ardı ediyor
görünen biçim lerine karşı protestolannı bir yana atmalıyız. Tüm okul
lardan yaşambilimcilerin sık sık belirttikleri gibi, “bakır töze” andınm lı
türdeş ve yapısal olarak ayrımlaşmamış “dirim li töz” diye birşey yoktur.
Buna karşın, yaşambilim araştırm acılan olarak edimsel uygulamalann-
da olmasa da yaşambilimsel yöntem üzerine bildirim lerinde sonuçta
bunun tersini ileri süren mekanistler olmuştur. Öyleyse araştırm alannm
içeriğinin yaşambilimcileri dirimli şeylerde yalnızca tek bir tip hiyerarşik
örgütlenm eyi değil am a b u n u n birçok tipini kabul etm eye zorlamış
4. Son olarak örgenselci yaşam bilim cilerin dirim sel fenom enlerin
mekanistik açıklam alarına karşı olumsuz tutum ları için başlıca neden
olarak görünen şeye dönmeliyiz—yani dirimli şeylerin ileri sürülen “ör-
gensel birliği” ve b u n a bağlı olarak yaşambilimsel b ü tünleri bağımsız
parçaların “toplamları” olarak çözüm lem enin olanaksızlığı. Bu nedenin
bir değerinin olup olmadığı açıkür ki belirleyici ‘örgensel birlik’ ve ‘top
lam ’ anlatım larına hangi anlam ların yüklendiğine bağlıdır. Örgenselci
yaşambilimciler bu terim lerin anlam larını durulaştırm ak için çok az
şey yapmış olsalar da, bu kitabın önceki ve şimdiki bölüm lerinde hiç
olmazsa bir ölçüde durulaştırm a girişiminde bulunulm uştur. Bu önceki
tartışmaların ışığında şimdi incelem e altındaki sorun göreli bir kısalık
ile ele alınabilir.
Örgenselci yaşambilimcilerin yaptıkları gibi, varsayalım ki dirimli bir
şey parça ve süreçlerin hiyerarşik bir örgütlenm esini sergileyen teleolo
jik bir dizge olması ve böylece çeşitli bölüm lerin birbirleri ile karmaşık
nedensel karşılıklı bağım lılık ilişkileri içinde durm ası anlam ında bir
“örgensel birlik” taşıyor olsun. Yine varsayalım ki fizik ve kimyanın par
çacık ve süreçleri bu hiyerarşik dizgenin en alt düzlem lerindeki öğeleri
oluşturuyor olsun ve K fıziksel-kimyasal kuram ın yürürlükteki kütlesi
olsun. Son olarak, ‘Bir dirim li örgenlik fıziksel-kimyasal parçalarının
toplamı değildir’ bildirim indeki ‘toplam ’ sözcüğüne sözcüğün önceki
bölüm de ayırdedilen “indirgenebilirlik” anlamını bağlayalım. Bildirim o
zaman uygun fıziksel-kimyasal başlangıç ve sınır koşullan sağlandığında
bile, K ’den genellikle yaşambilimin alanına ait olarak görülen dirimli
şeylere ilişkin yasalar ve başka bildirim ler sınıfını çıkarsamanın olanaklı
olmadığını ileri sürüyor olarak anlaşılacaktır.
Ö nem li bir sınırlam a altında olmak üzere, bu yolda yorum lanan bil
dirim pekala doğru olabilir, ve büyük olasılıkla dirimsel fenom enlerin
örgenselci yaşam bilim ciler olsun ya da olm asın pekçok öğrencisinin
g ö rüşünü temsil eder. Birçok d u ru m d a yaşam bilimsel süreçler için
fiziksel-kimyasal süreçlerin saptanmış olması olgusuna karşın, bildirim
yaygın olarak savunulur. Böylece deniz kirpisinin döllenm em iş bir yu
murtası norm al olarak bir embriyoya gelişmez. Bununla birlikte, deney
lerin gösterdiğine göre, eğer böyle yum urtalar ilkin iki dakika kadar
belli bir asetik asit m iktan eklenmiş olan deniz suyunda tutulur ve sonra
norm al deniz suyuna aktarılırsa, yum urtalar bölünm eye ve larvalara
gelişmeye başlar. Ama, bu olgunun hiç kuşkusuz yaşambilimsel süreçle
rin fiziksel-kimyasal karakteri için çarpıcı bir kanıt olarak görülm esine
karşın, olgu şimdiye dek ‘açıklama’nın sağın anlam ında fiziksel-kimyasal
terim lerde tam olarak açıklanmış değildir. Çünkü şimdiye dek hiç kimse
deniz kirpisi yum urtalarının belirtilen koşullar altında yapay döllen-
mesiz-üremeye yetenekli olduklan bildirim inin salt fiziksel-kimyasal K
sayıltılarmdan çıkarsanabilir olduğunu göstermiş değildir. Buna göre,
eğer örgenselci yaşambilimciler yalnızca dirimli şeylerin örgensel birli
ğine iye olan hiçbir dizgenin şimdiye dek fiziksel-kimyasal bileşenleri
nin toplam ı (indirgenebilirlik anlam ında) o lduğunun tanıtlanm am ış
olduğu biçim indeki defacto savı getiriyorlarsa, sav hiç kuşkusuz sağlam
temellidir.
Ö te yandan, bilgimizin şimdiki d u ru m u n d a deniz kirpisi yum urta
larının yapay döllenm esiz-ürem esine ilişkin olgunun K 'den tüm den
gelim inin olanaklı olm am asına şaşırmak için hiçbir n ed en olmamalı
dır. T üm dengelim olanaklı değildir, çünkü o n u yerine getirm ek için
öğesel mantıksal gerektirim ler şimdilik karşılanmamaktadır. Kuramın
uygulaması için başlangıç ve sınır koşullannın tam bir kümesi kuram da
kullanılan özgül kavramlar ile uyumlu bir yolda bildirilmedikçe, hiçbir
kuram som ut olarak verili herhangi bir dizgenin işlem lerini açıklaya-
maz. Ö rneğin, verili bir yalıtılmış iletken üzerindeki elektrik yükleri
nin dağılım ını salt elektrostatik kuram ın tem el d en klem lerinden çı-
karsamak olanaklı değildir. K uram ın karakteri yoluyla belirlenen bir
biçim de ek örneksel bilgi sağlanm alıdır—bu durum da, iletkenin şekil
ve büyüklüğüne ilişkin bilgi, iletkene komşu elektrik yüklerinin büyük
lük ve dağılımı, ve içine iletkenin göm ülü olduğu ortam ın dielektrik
değişmezinin değeri. B ununla birlikte, deniz kirpisi yum urtalan duru
m unda, döllenm em iş yum urtaların em briyolara gelişmesini sağlayan
çevrenin fiziksel-kimyasal bileşim inin bilindiği varsayılsa da, yumurta-
la n n kendilerinin fiziksel-kimyasal bileşimi henüz bilinm em ektedir, ve
K ’n in uygulanması için vazgeçilmez örneksel koşullara katılmak üzere
form üle edilem ez. D aha genel olarak, şim dilik herh an gi bir dirim li
örgenliğin ayrıntılı fiziksel-kimyasal yapısı üzerine bir bilgimiz yoktur,
ne de onu n hiyerarşik örgütlenm esinin en alt düzlem lerindeki öğeler
arasında etkide bulunan kuvvetler üzerine vardır. Öyleyse şimdilik .K’nin
dirimli dizgelere uygulanması için gerekli başlangıç ve sınır koşullanm
yalnızca fiziksel-kimyasal terim lerde bildirmemiz olanaklı değildir. Bunu
yapıncaya dek, ilkede yaşambilimsel yasalan mekanistik kuram dan çıkar
samamız söz konusu değildir. Buna göre, bir dirimli örgenliğin fiziksel-
kimyasal parçalarının toplam ı olm adığı gerçekten de doğru olabilse
de, eldeki kanıt bu belirlenim in doğruluğu ya da yanlışlığı üzerine bir
önesürüm ü aklamaz.
Tam şimdi vurgulanan noktanın tem el olm asına karşın, örgenselci
yaşambilimciler sık sık onu göz ardı ediyor görünürler. Zaman zaman
ileri sürerler ki, m ekanistik açıklamalar örgensel parçalann özellikleri
için bu parçalar bir bütü n olarak örgenlikten “soyutlama” (ya da yalı
tılma) içinde incelendiği zaman doğru olabilse de, böyle açıklamalar
parçalar dirimli bir şeyin edimsel bileşenleri olarak karşılıklı bağımlılık
içinde ortaklaşa işlev gördükleri zaman olanaklı değildir. Ama bu sav
örgensel parçaların b unlar in vitro bulun u rk en sergilenen özellikleri
nin mekanistik bir açıklaması için gerekli olan başlangıç koşullarının
parçaların bir yaşambilimsel örgenlikte birlikte işlev görm elerini m e
kanistik olarak açıklamak için genellikle yetersiz olduğu biçim indeki
belirleyici olguyu göz ardı eder. Çünkü açıktır ki bir parça örgenliğin
geri kalanından yalıtıldığı zaman genellikle örgenliğin başka parçaları
ile karşılıklı bağımlılık ilişkileri içinde d u rduğu norm al çevreden ayrı
olan bir çevre içine koyulur. Öyleyse bundan şu çıkar ki verili bir kuramı
yalıtılma içindeki bir parçanın davranışını açıklamak için kullanm anın
başlangıç koşulları o kuram ı norm al çevredeki davranışı açıklam ak
için kullanm anın başlangıç koşullarından da ayrı olacaktır. Buna göre,
gerçekten de örgensel parçalann in situ işlev görm elerinin mekanistik
bir açıklaması için gerekli örneksel koşulları belirlem ek şimdiki ya da
öngörülebilir bir gelecekteki edimsel yetkinliğimizin ötesinde olabilse
de, durum un m antığında böyle açıklamaları ilkede örgensel parçaların
in vitro davranışına sınırlayan hiçbirşey yoktur.
Son bir yorum eklenmelidir. Dirimsel fenom enlerin mekanistik açık
lam alarının olanaklı olup olmadığı sorusunu dirim li örgenliklerin bir
laboratuarda dirimli olmayan gereçten etkili olarak sentezlenip sentez-
lenemeyeceği biçim indeki bütünüyle ayrı am a ilgili problem den ayır-
detm ek önemlidir. Birçok yaşambilimci ilk olanağı İkinciyi ilgilendiren
kuşkuculuklarından ötürü yadsıyor görünür. Bununla birlikte, gerçekte
iki sorun mantıksal olarak bağımsızdır. Özel olarak, dirimli örgenlikleri
yapay olarak ü retm ek hiçbir zaman olanaklı olmayabilse de, bundan
dirimli fenom enlerin bu nedenle mekanistik olarak açıklanmaya kapalı
olduğu sonucu çıkmaz. Fiziksel bilim lerin başanm larına bir göz atmak
bu savı doğrulamak için yeterli olacaktır. Nebulalar ya da güneş dizgeleri
üretm e gücümüz yoktur, üstelik elimizde nebulaları ve gezegen dizgele
rini oldukça iyi anlamamızı sağlayan fiziksel-kimyasal kuram lar bulunsa
da. Dahası, m odern fizik ve kimya kimyasal öğelerin çeşitli özellikleri
için atom ların elektronik yapılarının terim lerinde yetkin açıklamalar
sağlarken, ö rn eğ in insanların b ir gün tözün atom -altı bileşenlerini
yapay olarak biraraya getirerek hidrojeni üretebileceklerine inanm ak
için güçlü hiçbir n ed en yoktur. Ö te yandan, örn eğ in insan soyunun
yapay olarak üretilen şeylerin özellikleri için yeterli açıklamaların geti
rilm esinden çok önce becerileri vardı (örneğin konutların yapımında,
alaşımların üretim inde, ve besinlerin hazırlanm asında).
Buna karşın, örgenselci yaşambilimciler sık sık yaşambilimdeki meka
nistik program ı eleştirilerini sanki b u n u n gerçekleşmesi dirimli şeyleri
sözel olarak parçalam a ve sonra açıkça kökensel örgenlikleri birbirin
den koparılm ış ve bağımsız parçalarından yeniden oluşturm a teknik
lerin in kazanım ına eşdeğ er imiş gibi geliştirirler. B ununla birlikte,
yaşam fenom enleri için m ekanistik açıklam alar elde etm enin koşullan
dirim li örgenliklerin yapay üretim i için g erektirim lerden bütünüyle
ayndır. Birinci görev fiziksel-kimyasal tözlerin olgusal olarak aklanmış
kuram larının kurulması üzerine olumsaldır; ikinci görev uygun fıziksel-
kimyasal gereçlerin elde edilebilirliği üzerine ve onları bileşdrm ek ve
denetlem ek için etkili tekniklerin icadı üzerine bağım lıdır. Belki de
dirim li örgenliklerin lab o ratu ard a sentezlenm esi dirim sel süreçlere
ilişkin mekanistik kuram ların yardımı yoluyla olmaksızın hiçbir zaman
olası değildir; böyle kuram ların yokluğunda, dirimli şeylerin yapay üre
timi, eğer herhangi bir biçimde olanaklı olacak olsaydı, talihli ama olası
olmayan bir raslantının sonucu olurdu. Ama h er ne olursa olsun, bu
açıkça apayrı görevleri yerine getirm enin koşullan özdeş değildir, ve
h e r ikisi de bir gün öteki olmaksızın gerçekleşebilir. Buna göre, yaşam-
bilim de m ekanistik açıklam aların olanağının bu koşulların çakışması
biçim indeki örtük sayıltı üzerine yadsınması sağlam bir uslamlamaya
dayalı bir sav değildir.
’Ru güçlük insansal-olmayan gereçleri ele alan bilim lerde de doğar. Güçlük bu
alanlarda genellikle yinelenen her bir sınamada yeni bir örneğin kullanılması yoluyla
yenilebilir, ve burada yeni örnekler ilgili bakım lardan başlangıçtaki örnek ile türdeş
olmalıdır. Toplumsal bilim lerde problem böyle kolayca çözülemez, çünkü örneklerin
yeterli bir sayısı elde olsa bile, ilgili özelliklerde yeterince benzer olmayabilirler.
bilimlerde deney yapma alanı deneü en en bir deneyin ancak incelenen
fenom ende yineleyerek gözlemlenebilir değişkiler üretm ek olanaklı ise
yerine getirilebilm esi d u ru m u tarafından ciddi olarak sınırlanır—bir
olanak ki açıkça yinelemeyen ve tarihsel olarak benzersiz olan toplumsal
fenom enler (örneğin m odern işleyimsel anam alcılığın doğuşu, ya da
NewDealsırasında ABD’de emeğin sendikalaşması gibi) için söz konusu
olm aktan çok uzak görünür.
Toplumsal bilim lerde d en etlen en deneyin kısıtlı alanına ilişkin bu
savlar birçok önem li so ru n a yol açar. B ununla birlikte, onları tartış
mamız şimdilik aşağıdaki iki soruna sınırlanacak ve geri kalanlar daha
sonra ele alınacaktır: (1) D enetlenen deneyleme aklanmış olgusal bilgi
elde etm ek için ve özel olarak genel yasalar saptam ak için bir sine qua
non m udur? ve (2) G erçekte toplumsal bilim lerde denetlenen görgül
yordam için yalnızca göz ardı edilebilir bir olanak mı vardır?
'Sık sık “denetlenen (duyusal) gözlem” denilen şeyi yukarıdaki anlam da denedenen
görgül araştırm a ile kanşürm am anın biraz önem i vardır. G özlem lerin eğer rasgele
yapılmıyor ama özenle yerine getiriliyor ve kimi sorulan yanıtlama uğruna ve güvenilir
gözlem için gerektirim leri ilgilendiren bir kavramın ışığında yapılıyor iseler genel
likle “denetlenen” gözlemler oldukları söylenir. Bu anlam da denetlenen gözlem hem
denetlenen deneylemeye hem de denetlenen araştırmaya özseldir. B ununla birlikte,
d en etlen en gözlem d en etlen en görgül araştırm a için yalnızca zorunlu am a yeterli
olmayan bir koşuldur.
a. J o h n S tuart Mill’in o n dokuzuncu yüzyıl İngilteresinde toplum
sal araştırm ada doğa bilim lerinin m antıksal yöntem ini kullanm anın
en ö n d e g elen savunucusu olm asına karşın, kendisi genel yasalar
oluşturm aya yönelik deneylem enin toplum sal bilim lerde uygulanabi
lir olm adığına inanıyordu. Bu görüşü savunm asının özsel nedeni bu
son disiplinlerde kendi Anlaşma Y öntem ini (Method o f Agreement) ya
da Ayrım Y öntem ini (Method of Difference) kullanm a yönünde hiçbir
beklentisinin olmamasıydı. Bu h er iki yöntem de o n u n beş “Deneysel
Araştırma Yöntemi” arasında b u lu n u r ve b unlar ona göre bir deneyin
deney olması için belirleyici idi. Anlaşma Yöntemine göre, bir fenom e
nin biri dışında tüm bakım lardan benzem ez olan iki örneği gereklidir
(ki o zaman fenom enin “n ed en i” ya da “etkisi” olarak alınabilirler); ve
Ayrım Yöntemine göre fenom enin birinde bulunurken ötekinde bulun
madığı iki durum gereklidir, ve bu durum lar bu ayrıma ek olarak biri
dışında (ki yine fenom enin “nedeni” ya da “etkisi” olarak alınabilir) tüm
bakım lardan benzerdir. Mili g ö rünürde kuramsal olarak imlemli top
lumsal deneylerin tarihsel olarak bütünlükleri içinde verili toplum lar
üzerinde yerine getirilmesi gerektiğini sorgusuzca kabul etti: Ve açıkça
geçerli nedenlerle iki Yöntem den h e r birinin gerektirim lerine edimsel
olarak uygun düşen böyle iki toplum olm adığına ve ayrıca hiçbir aygıt
yoluyla böyle olm alarının sağlanamayacağına inandığı için, toplumsal
deneylem enin olanağını yadsıdı .5
Mill’in deneysel yöntem i açıklaması ciddi bir eksiklik gösterir, çünkü
iki durum hiçbir zaman biri dışında tüm bakım lardan ya tam olarak ben
zer ya da tam olarak benzem ez olm adığına göre, o n u n Y öntemlerinin
bir durum u n hangi özelliklerinin (ya da bakım larının) ilgili özellikler
olarak sayılacağını koşula bağlayan belli bir sayıltılar çerçevesi içerisinde
işletilebilir olduğu biçim indeki belirleyici noktayı göz ardı etm ese bile
hafife aldı.
Ama M ill’in çözüm lem esi bu n o k ta d a düzeltilse bile, toplum sal
deneylemenin olanağını yadsımak için nedenleri sonuçsuz kalır. Çünkü
savı bir ölçüde d enetlenen deneylem enin (ya da bu bakım dan giderek
denetlenen araştırmanın bile) değişikliğin bir kerede yalnızca bir (ilgili)
etm ende olmasını gerektirdiği sayıltısı üzerine dayanır—bir kavram ki
yaygın olarak savunulur am a gene de yetkin görgül çözüm lem e için
koşullar üzerine aşırı yalınlaştırılmış bir görüştür. Sayıltı gerçekten de
sık sık hiç olmazsa yaklaşık olarak gerçekleşen ideal bir deneysel yor
dam ı bildirir. B ununla birlikte, bir deneyde yalnızca “tek” bir etm enin
mi değişmekte olduğu, ya da giderek neyin “tek” etm en olarak sayıla
cağı sorularının deneyin tem elinde yatan ön sayıltılara bağımlı nok
talar olduğunu anım sam ak yerinde olur. G iderek en dikkatli işletilen
5Mill toplum sal araştırm a için uygun bir yöntem olarak “Som ut Tüm dengelim li
Yöntem” dediği şeyi salık verdi. Bu yöntem e göre, belli bir kuramsal sayıltılar küm e
sinden türetilen çeşitli sonuçlar gözlem yoluyla doğrulanır.
lab o ratu ard a bile b ir deneyin biri dışındaki tüm d u ru m ların d a yer
alan değişiklikleri tam olarak giderm ek insan gücünün ötesindedir; ve
ilgili olarak saptanacak değişikliklere ilişkin sayıltılann h er araştırmaya
özünlü olduğu noktasını daha önce vurgulamıştık. Dahası, bir etm eni
“tek” etm en olarak yargılamada özel sayıltıların içerilebileceği nokta
sını örneklendirm ek için, birçok deneyde kimyasal olarak arı oksijenin
niceliğini (örneğin gramların sayısını) değiştirm enin tek bir etm endeki
bir değişiklik olarak sayılabilmesine karşın, bu başka deneylerde neyin
tek etm en olduğunu belirlem enin doyurucu bir yolu değildir, çünkü
bu ikinci deneyler sınıfında ilgili olan ama birincide olmayan bir sayıltı,
oksijenin izotoplarının bulunm ası gibi bir sayıltı olabilir. Çünkü, kimya
sal olarak a n oksijenin değişik niceliklerinde bu izotoplann kapsanma
oranlan değişmez olm adığına göre, a n oksijenin niceliğini değiştirmek
oranlan önem li ölçüde değiştirebilir.
H er ne olursa olsun, doğa bilim lerinde öyle araştırm a alanlan vardır
ki, onlarda bir deneyde bir zaman için giderek ilgili ve “tekil” olduğu
kabul edilen etm enleri bile değiştirm ek olanaklı değilken, gene de
böylelikle onlarda yasalar saptamamızın ö n ü n e geçilmiş olmaz. Ö rne
ğin, term odinam ik denge içindeki fiziksel-kimyasal dizgeler üzerine
deneylerde bir dizgenin uyguladığı basıncı dizgenin sıcaklığını değiştir-
meksizin değiştirm ek genellikle olanaklı değildir. Buna karşın dizgede
bu değişkenler ve başka etm enler arasında hangi değişmez bağımlılık
ilişkilerinin geçerli old u ğ u n u , ve dizge ü zerinde b u değişkenlerden
yalnızca birindeki değişim ler yoluyla ü retilen etkilerin neler olduğu
n u saptam ak olanaklıdır. Dahası, m odern istatistiksel çözümleme bize
değişkenlerin sıra ile değişmediği birçok d u ru m u n üstesinden gelme
yeteneğini vermeye yetecek kadar geneldir; giderek bu öyle fenom enler
durum unda geçerlidir ki, onlar için kuram fizikte olduğundan çok daha
az ilerlem iştir ya da o n lar için elde sağın deneylem e teknikleri değil
am a yalnızca denetlenen araştırm a teknikleri bulunmaktadır. Ö rneğin,
verili bir tarlada üretilen tahılın büyüklüğü hem sıcaklıktaki değişmeler
hem de yağış m iktanndaki değişikliklerden etkilenir, gerçi bu etm en
ler bağımsız olarak değiştirilemeyecek olsa da. Buna karşın, bu n lan n
eşzamanlı değişm elerine ilişkin verilerin istatistiksel çözümlemesi bize
yağış m iktarının ekin üzerindeki etkilerini sıcaklığın etkilerinden yalıt
ma yeteneğini verir.6 Kısaca, etm enlerin sıra ile değiştirilmesi buyruğu
denetlen en araştırm a için sık sık istenebilir olan am a hiçbir biçim de
evrensel olarak vazgeçilmez olmayan bir koşulu temsil eder.
6Bu tip çözüm lem eler bu bölüm de daha sonra daha öte ele alınacaktır.
niştir. Ama d en etlenen görgül incelem enin edimsel olarak toplumsal
bilim lerde yer aldığı ana biçimleri kısaca gözden geçirelim.
ii. İkinci bir deney tipi “alan deneyi” olarak bilinen tiptir. Böyle deney
lerde, yapay olarak yaratılmış m inyatür bir toplum sal dizgenin yerine,
belli bir “doğal” am a sınırlı topluluk deneyin öznesi olarak alınır ki,
bunda belli değişkenler ayarlanabilir ve böylece yineleyen sınam alar
yoluyla o değişkenlerde yapılan değişimlerin toplumsal bir fenom ende
belirli ayrımlar yaraüp yaratmadığı saptanabilir. Ö rneğin böyle bir alan
deneyinde çeşitli örgütlenm e tipleri tanım lanarak belli bir fabrikadaki
işçi kümelerinin örgütlenm e yolunda değişiklikler yapıldı. Sonuçta daha
“dem okratik” örgütlenm e biçim lerine uyarlanan küm elerin sonunda
daha az dem okratik olarak ö rgütlenen küm elerden daha üretken ol
duğu görüldü.
Alan deneylem esinin la b o ratu ar deneylem esi ü zerinde belli açık
üstünlükleri vardır, am a eşit ölçüde açıktır ki alan deneylerinde ilgili
değişkenleri değişmez tutm a güçlüğü genel olarak daha büyüktür. Da
hası, açık nedenlerle alan deneyleri yapmak için fırsatlar şimdiye dek
göreli olarak daha az olm uştur; gerçekten de, yerine getirilen deney
lerin çoğu yalnızca d ar kılgısal önem leri olan p roblem ler ile bağıntı
içinde üstlenilmiştir.
iii. Ama toplumsal bilim lerde denetlenen görgül araştırm anın büyük
bölüm ü deneysel terimine bağladığımız anlam da deneysel değildir, üste
lik böyle araştırm aların sık sık “doğal deneyler,” “ex post facto deneyler”
olarak belirtilm esine ya da andınm lı yollarda nitelenm esine karşın. Bu
araştırmaların amacı genel olarak belli bir olayın, olaylar kümesinin, ya
da özellikler karmaşasının verili bir toplum da belli toplumsal değişim
lerin ya da karakteristiklerin yer alması ile nedensel olarak ilişkili olup
olmadığım, ve eğer ilişkili ise hangi yolda ilişkili olduğunu saptamaktır.
Böyle araştırmalarda tartışılan konulann örnekleri insan göçleri, doğum
oranındaki değişmeler, azınlık küm elere karşı tutum lar, yeni iletişim
b içim lerinin benim senm esi, banka faiz o ran ların d ak i değişiklikler,
çeşitli toplum sal küm elerde çeşitli kişilik özelliklerinin dağılımındaki
ayrımlar, ve yasal kararların toplumsal etkileridir.
Bu tip araştırm alar çeşitli yollarda alt bölüm lere ayrılabilir: Feno
m enlerin ned en leri ile ilgilenenlerden ayrı olarak onların toplumsal
etkilerini saptamaya çalışanlar; küm e davranışını araştıranlardan ayn
olarak bireysel eylem ler ile ilgilenen araştırm alar; belli bir zamansal
ardışıklık içinde sergilenen özellikleri ele alanlardan ayn olarak az çok
eşzamanlı olarak yer alan özellikler arasındaki ilişkilere yönelik araş
tırm alar; ve b u n a benzer başkaları. Bu alt bölüm lerden h e r biri özel
yöntem bilim sel p ro b lem ler ve araştırm a teknikleri ile bağlıdır. Ama
böyle ayrım lara karşın, ve bu araştırm alarda önem li oldukları kabul
edilen değişkenlerin isteğe bağlı olarak ayarlanam am ası ya da böyle
değişkenlerdeki değişikliklerin herhangi biri tarafından tasarlanmamış
bile olabilmesi olgusuna karşın, araştırm alar büyük ya da küçük dere
cede denetlenen görgül araştırm a için gerektirimleri doyurur. Ö rneğin
bu tipten oldukça temsil edici b ir incelem ede problem televizyonun
çocukların kiliseye gitme alışkanlıkları üzerindeki etkisini saptamaktı.
Bu am açla b ir örneklem araştırm ası örneklem deki h e r bir çocuğun
televizyon seyredip seyretm ediğine ve ebeveyninin kiliseye gidip git
m ediğine bakılmaksızın kiliseye gitmesini, yaşını ve eşeyini ilgilendiren
sorulara yanıtlar elde etti. Yanıtlar kiliseye giden bir çocuğun televiz
yon seyredip seyretm ediğine göre sınıflandırıldığı zam an, televizyon
seyredenlerin sınıfından kiliseye giden çocukların oranının televizyon
seyretmeyenlerin sınıfından kiliseye giden çocukların oranından daha
düşük olduğu bulundu: ve benzer eşey ve yaşları olan çocuklar karşılaş
tırıldığı zaman bu oranların önem li değişimler gösterm ediği bulundu.
Ö te yandan, anket yanıtları bir çocuğun ebeveyninin kiliseye gitmesine
göre daha öte sınıflandırıldığı zaman, televizyon seyreden ve ebeveyn
leri kiliseye giden çocukların sınıfında kiliseye giden çocukların ora
nının televizyon seyretmeyen am a ebeveynleri de kiliseye gidenlerin
sınıfında kiliseye giden çocukların oranından önem li ölçüde ayn olma
dığı görüldü. Anket verilerinin çözümlemesi böylece çocuklann kiliseye
gitmelerinin televizyon seyretm elerinden etkilenmediğini gösteren belli
bir kanıt sağladı.
Böyle çözüm lem elerin yapısını daha sonra daha büyük aynntıda tartı
şacağız. Şimdilik bu tip araştırm alarda neyin onların belli bir derecede
denetlen en görgül araştırm alar olarak nitelendirilm esini sağladığını
belirtik kılalım. Önsav gereği bu araştırm alarda ilgili etm enler açık
ça ayarlanam ayacağı için, d en etim d ah a başka bir yolda yerine geti
rilm elidir. Yukarıdaki örneğ in d ü şü n d ü rd ü ğ ü gibi, bu denetim eğer
bu etm enlere ilişkin yeterli bilgi elde edilebilirse başarılı olur, öyle ki
bilginin çözüm lem esi simgesel çizimler verebilir ki, bunlarda etm en
lerin bir bölüm ü değişmez olarak (ve bu n edenle incelem e altındaki
fenom endeki değişiklikler üzerinde etki olmaksızın) temsil edilir, ve bu
durum öteki etm enlerdeki değişiklikler üzerine kaydedilen veriler ve
fenom en üzerine kaydedilen veriler arasındaki bağlılaşımlar (ya da bağ-
lılaşımlann yokluğu) ile zıtlık içindedir. Buna göre, bu araştırm alarda
ayarlanan özneler etm en lerin kendileri olm aktan çok ilgili etm enler
üzerine kaydedilen (ya da simgesel olarak temsil edilen) gözlem verileridir.
Öyleyse bu araştırmalar bir fenom en ve onun yer alması ile ilgili olduğu
varsayılan etm enler üzerine bilgi edinm e girişiminde bulunur, öyle ki
kayıtlı verilerin istatistiksel çözüm lem enin ayarlamaları altına alınması
yoluyla ya etm en lerd en bir bölüm ünü fenom enin nedensel belirleyi
cileri olarak silmek ya da kimi etm enlere fenom en üzerinde nedensel
bir etki yüklemek için zem inler sağlamak olanaklı olabilir.
Bununla birlikte, bu tip araştırm alar üzerine nedensel yüklemeleri
tem ellendirm e ile bağlı güçlükler çok büyüktür. Toplumsal araştırma
nın çeşitli özel alanlannın yarattığı ciddi ve zaman zaman zorlu teknik
problemler, örneğin değişkenlerin tanınm a ve tanımlanmasını, ilgili de
ğişkenlerin seçimini, temsil edici örneklem verilerinin seçimini, ve ör-
neklemdeki çeşitli veri sınıflarının karşılaşürmasından türetilecek güve
nilir çıkarsamalara izin verecek yeterli verilerin bulunmasını ilgilendiren
problem ler olduğu gibi, ayrıca veriler arasındaki bağlılaşımlara geçerli
olarak nedensel imlem yüklemek için gerekli kanıtın doğasını ilgilendi
ren belirleyici genel problem de bulunur. Toplumsal incelem enin tarihi
ardışık olarak sergilenen olaylara ilişkin veriler nedensel bağlantıları
belirtiyor olarak yorumlandığı zaman tanıdık post hoc yanıltıya ne kadar
kolayca düşülebildiğini gösteren kanıtlar ile doludur. H em bu genel
problem i hem de düzm ece olanı gerçek n edensel bağlılaşım lardan
ayırdetmek için gerekçeyi daha sonra ele alacağız. Şimdilik toplumsal
bilimlerde pekçok görgül araştırm anın giderek denetlenen soruşturm a
için bir girişimde bile bulunm adığı, ve bu tip araştırmaların onların ko
şullarını doyuracak tamamlanmışlık açısından kendi aralarında önemli
ölçüde ayrımlar gösterdiği gözlemi ile yedneceğiz.
7CharlesA . Beard, The Nature of the Social Sciences, NewYork, 1934, p. 29.
8Aynı yer, ss. 26, 33, 37.
B ununla birlikte, gökbilim de uzun-erim li ta h m in le re izin veren
duru m ların doğa bilim inin başka d alların d a y ü rürlükte olm adığını
ve bu bakım dan gök m ekaniğinin tipik bir fiziksel bilim olm adığını
gösterm ek için hiçbir geniş tartışma gerekli değildir. Böyle tahm inler
gökbilim de olanaklıdır çünkü hangi açıdan bakılırsa bakılsın güneş
dizgesi yalıtılmış b ir dizgedir ve belirsizce uzun bir gelecek boyunca
yalıtılmış kalacağına inanm ak için n edenler vardır. Ö te yandan, fiziksel
araştırm anın başka pekçok alanında incelem e altındaki dizgeler uzun-
erimli tahm inler için bu gerektirim i doyurmaz. Dahası, fiziksel araştır
manın birçok durum unda sağın tahm inlerde bulunm a amacıyla yerleşik
kuramlar kullanm anın uygun başlangıç koşullan hakkında bilgimiz yok
tur, üstelik eldeki kuram lar başka bakım lardan bu amaç için bütünüyle
yeterli olsa bile. Ö rneğin verili bir sarkacın devimlerini sarkaç rahatsız
edici çeşidi etm enlerin etkisinden yalıtıldığı sürece büyük bir doğruluk
ile tahm in edebiliriz, çünkü sarkaç deviminin kuramı ve o özgül dizgeyi
ilgilendiren gerekli olgusal veriler bilinir; am a çok uzak gelecek için
güvenle tahm inler yapılamaz, çünkü dizgenin dışsal tedirginliklerden
belirsizce bağışık kalmayacağına inanm ak için çok geçerli nedenlerim iz
vardır. Ö te yandan, ağaçtan yeni düşen bir yaprağın rüzgar tarafından
on dakika içinde nereye götürüleceğini büyük doğruluk ile tahm in ede
meyiz; çünkü, gerçi eldeki fiziksel kuram rüzgara, yaprağa ve arazinin
durum una ilişkin olgusal verilerin sağlanması koşulu ile ilkede soruyu
yanıtlama yeteneğinde olsa da, böyle başlangıç koşullannın bilgisinin
elimizde bulunması gibi birşey pek söz konusu değildir. Belirsiz geleceği
önceden görm e yeteneksizliği böylece yalnızca insan sorunlannın ince
lemesine sınırlı değildir, ve fenom enlere ilişkin kapsamlı yasaların sap
tanmamış ya da saptanamayacak olmasının kesin bir göstergesi değildir.
Dahası, yukanda alıntılanan pasajın imliyor göründüğü gibi, kuramsal
bilginin ancak etkili insan denetim inin eksik olduğu alanlarda olanaklı
olduğunu ileri sürmek açık bir yanılgıdır. Ham m adenler anülmış ürün
lere dönüştürülebilir, ve b u n u n n edeni böyle değişim için hiçbir ku
ram ın elde olmaması değil, am a çok sık olm ak üzere elde olmasıdır.
Ve evrik olarak, eğer uygun teknikler geliştirildikten sonra daha önce
denetlenem eyen değişim ler d enetlenebilir oluyorsa, bir alan kuram
sal bilgi için bir alan olmaya son vermez. Eğer bir gün havanın nasıl
üretileceğini keşfedecek olursak, m eteorolojinin ilkeleri geçerliklerini
yitirecek midir? insanlar hiç kuşkusuz toplum sal örgütlenm e kipleri
nin çeşitli özelliklerini değiştirebilirler, ama bu olgu insan sorunlannın
“gerçek” bir bilim inin olanaksızlığını doğrulamaz.
9Oyleyse yasanın bildirim inin ‘g ’değeri için varoluşsal bir mantıksal niceleyici kap
saması gerekir. Böylece, bir serbest düşm enin s uzaklığını t zamanı ile ilişkilendiren
tanıdık form ül, s = g t 2/ 2, bu ilişkinin o n u n için geçerli olduğu en az bir 'g' değeri
nin bulunduğunu ve bu değerin yeryüzünün özeğinden uzaklıkları eşit olan yerlerde
değişmez olduğunu ileri sürüyor olarak anlaşılmalıdır, gerçi ‘g ’değerleri yeryüzünün
özeğinden eşitsiz uzaklıklarda ayrı olsa da.
Ö rneğin bu teknikler ekonom ide, özel olarak alıcılar ve satıcılar ara
sında eksiksiz yarışma kavramını ya da parasal kârlarını (ya da başka
“yararlarını”) maksimize etmeye çalışan ekonom ik etm enler kavramını
içeren ekonom ik kuram ların kurulm asında yineleyerek kullanılmıştır.
Hiç kuşkusuz, ekonom ide olduğu gibi toplum sal araştırm anın başka
alanlarında da kapsayıcı yasalar kurm ak için b u tekniklerin kullanı
mı şimdiye dek en iyisinden ılımlı b ir başarı elde etmiştir. B ununla
birlikte, bu girişim lerin başarısızlıklarını, zam an zam an yapıldığı gibi,
toplum sal yasaları “ideal d u ru m ların ” terim lerinde form üle etm e gibi
genel bir stratejideki tem el bozukluğa yüklem ek yanlıştır. Bu tü rd en
tartışm a götürm eyecek denli başarılı sonuçların azlığı bir ölçüde bu
girişimlerde kullanılan özgül kuramsal kavramlara, am a belki de daha
büyük b ir ö lçüde “id eal” kavram ları k ullanan b ild irim lerin bu bil
dirim lerin uygulanabileceği som ut toplum sal d u ru m lard a b u lu n an
özel koşulların ışığında nasıl değiştirileceğini bilm edeki güçlüklere
yüklenmelidir.
B ununla birlikte, toplum sal fen o m en lerin genel yasalar kurm aya
yönelik çözümlemesi çoğunlukla insanların gündelik toplumsal etkin
liklerinde yaptıkları ayrımların terim lerinde yürütülm üştür. Bu genel
likle sağın olmayan sağ-duyu kavramları daha az bulanık kılındığı za
m an bile, onlardan tikel bir toplum a (ya da tikel toplumsal geleneğe)
özgü sorunlara özsel gönderm eyi uzaklaştırmak güçtür. Dahası, genel
lem elerin böyle kavram ların yardımı ile bildirilm esini sağlayan sağın
koşullar seyrek olarak bütünüyle bilinir. Sonuçta, sık sık genellem eler
ya sağın olarak evrensel bağımlılık ilişkilerinin olm aktan çok istatistik
sel bağlılaşım ların bildirim leridir, ya da “yarı-genel”d ir (şu anlam da
ki, biçim de sağın anlam da evrensel olarak anlatılabilseler de, gerçekte
çeşitli kuraldışıları giderm e gibi bir niyet olmaksızın ileri sürülürler,
ve bu sonuncular zam an zaman belirtik olarak bir genellem ede sözü
edilen bağımlılık ilişkilerinin ancak “başka şeyler eşit ise” geçerli olduğu
biçimindeki tanıdık koşulun alünda d u ru r). H er iki durum da da, başka
toplum lara ait toplumsal küm eler için bir genellem enin ilgililiği ya da
geçerliği bütünüyle belirsiz olabilir. Ö rneğin, bir ulusun silahlı kuvvet
lerine alm an daha iyi eğitimli erkeklerin daha az eğitimli olanlardan
daha az psikosom atik belirtiler gösterdikleri biçim indeki genellem e
(ki II. Dünya Savaşma katılan A m erikan askerlerinin b ir incelem esi
üzerine dayanır) yukarıdaki anlam da yan-geneldir. Çünkü eğer askere
alınanlardan üniversite eğitimi görm üş tikel bir küme böyle belirtilerin
yalnızca ilkokul eğitim i almış olan askerler d u ru m u n d a görülenden
daha yüksek b ir sayısını sergiliyorsa, ve eğer b u n a b ir de örneğin iki
küm enin kom uta eden subaylarının üniversitelilere karşı özel bir düş
m anlık duym aları ve o nlara yaşamı çekilmez kılm aktan haz alm aları
gibi bir durum ekleniyorsa, genellem enin yanlış olarak reddedilm esi
pek olası değildir. B ununla birlikte, genellem eye sürekli bağlılık bu
tikel kuraldışına karşm bütünüyle usauygun olabilse de, genellem enin
kapsamına girm eleri amaçlanmayan ve öyleyse yer alm alan genellem e
ye gerçek bir kuraldışı olarak kabul edilmeyecek olan durum tiplerini
eksiksiz ayrıntıda bildirm ek pek olanaklı olmayacaktır. Yine açıktır ki,
g enellem en in biçim sel eğitim deki ayrım ların b ir dizi toplum da yer
almaması (örneğin kuzey-doğu Afrika’daki N uer halkının savaşçıları
arasında olduğu gibi) olgusu yoluyla geçersiz kılınm am asına karşm,
genellem e o toplum sal dizgelerdeki insan davranışının irdelem esine
uygulanabilir değildir (çünkü ilgisizdir),
Kısaca, eğer toplumsal yasalar ya da kuram lar insan eyleminde sergile
nen kültürel ayrımların geniş bir erimi boyunca değişmez olan bağımlı
lık ilişkilerini form üle edecekse, o yasalara giren kavramlar toplum lann
yalnızca özel bir küm esinde yer alan karakteristikleri belirtemez. Ama
böyle dar karakteristikleri belirtmeyen, ve gene de en sonunda kültürel
olarak değişmez toplumsal yasaların olgusal olarak aklanmış bildirimle
rine girebilen doyurucu kavramların geliştirilmesi için güvenceler sağla
mak açıkça olanaksızdır. Şimdiye dek kapsamlı kültür-ötesi yasalar sapta
mayı hedefleyen girişimler kültürel ayrımların ötesine geçiyor görünen
çeşidi türden kavramlar (ya da “değişkenler”) kullanmıştır—örneğin fi
ziksel etm enlere (iklim gibi), yaşambilimsel etm enlere (örgensel itkiler
gibi), ruhbilimsel etm enlere (istekler ya da tutum lar gibi), ve ekonomik
etm enlere (mülkiyet ilişkileri gibi) ve ayrıca daha katı toplumbilimsel
etm enlere (toplumsal kohezyon ya da toplumsal rol gibi) gönderm ede
b ulunan değişkenler. Belki de en sık böyle kavram ların terim lerinde
olmak üzere önerilmiş olan toplumsal yasalar sözde kaçınılmaz toplum
sal değişim lerin düzenlerini bildirir, ve toplum lann ya da kurum larm
değişmez bir gelişimsel evreler ardışıklığı içinde birbirini izlediğini ileri
sürer. Bu girişim lerden ya da önergelerden hiç biri başanlı olmamıştır;
ve geçmiş başansızlıklann ışığında, ve aynca tarihsel süreçlerin genel bir
çözümlemesi üzerine dayalı nedenlerden ötürü, kapsamlı bir toplumsal
kuram ın bir tarihsel gelişim kuram ı olması bütünüyle olanaksız görün
mektedir. Dahası, şu olanak da kabul edilm elidir ki, geçmişte önerilmiş
kültür-ötesi yasalarda kullanılan değişkenler ile karşılaştırm a içinde,
bu amaç için istenen kavram lann çok daha “soyut” olması, toplumsal
yaşamın gündelik işinde kullanılan tanıdık kavram lardan daha büyük
bir “mantıksal uçu ru m ” ile ayrılması gerekebilir, ve edimsel toplumsal
fenom en lerin çözüm lem esinde kavram ları kullanm ak için çok daha
karışık tekniklerde bir ustalık zorunlu olabilir.
'T artışm akta olduğum uz soru son yıllarda bir dizi kuramsal ve görgül araştırm a
nın konusu olmuştur. Ö rneğin bir anketçinin ilkede h e r zam an bir seçim sonuçlan
üzerine tahm inini öyle bir biçim de yayımlayabileceği gösterilmiştir ki, oy verenlerin
tahm ine tepkilerine karşın, tahm in o tepkiler yoluyla yanlışlanmaz. Bkz.H erbert A.
Simon, ModelsofMan, NewYork, 1957, “Bandwagon and U nderdog Effects of Election
Predictions" başlığı altındaki 5. Bölüm.
Dahası, yakınlarda başlatılan bir araşürm a dalının amacı, belli bir hedefe erişmeye
yönelik bir yanşm a eylemi verildiğinde, belli bir anlam da yanşmaya katılan yanlann
(“oyundaki oyuncular”) birbirlerinin planlan üzerine taşıyabilecekleri herhangi bir
bilgiden etkilenm eyen bir sonuç ile “en iyi” strateji olan stratejiyi belirlem ektir. Bu
“oyunlar kuram ı” böylece hedefine erişm ek için başka “oyuncular” “oyunun” gidi
şinde yeni bilgiler kazansalar bile değiştirilmesi gerekm eyen bir davranış yolu üze
rine karar verm ek için kurallar sağlar. Tem el kuram Jo h n von N eum ann ve O skar
M orgenstern tarafından geliştirildi, The Theory of Games and Economic Behavior, Prin-
ceton, 1944. Bkz. aynca Jo h n C. C. McKinsey, Introduction to the Theory of Games, New
York, 1952; ve D. Luce ve H. Raiffa, Games and Decisions, NewYork, 1957.
IV. Toplumsal Bilim in içeriğinin Öznel Karakteri
İlgili yöntembilim sel soruların d ö rd ü n cü bir kümesi toplum sal feno
m en ler üzerine nesnel olarak aklanm ış bir açıklamayı elde etm enin
olanaksız olmasa da güç olduğunu, çünkü o fenom enlerin özsel olarak
“öznel” ya da “değer-yüklü” bir yanlarının olduğunu ileri süren tanıdık
sav yoluyla yaratılır.
Toplumsal bilim lerin içeriği sık sık bilinçli bir niyet ile olsun ya da
olmasın, kazanılmış alışkanlığın gücü yoluyla, ya da istem eden kanşm a
nedeniyle, çeşitli erek ya da “değerlere” erişmeye yönelik amaçlı insan
eylemi olarak tanımlanır. Biraz daha dar bir nitelem e o içeriği insanla
rın başka insanların eylemlerine bu başkalarının kendi paylarına nasıl
karşılık verecekleri ile ilgili beklentilerin ve “değerlem elerin” ışığında
verdikleri karşılıklara sınırlar.14 O içeriğin h er iki sınırlaması üzerine de,
incelem esinin genellikle amaçlı insan davranışının kaynaklarını oluş
turan güdüler ve başka ruhbilim sel sorunlar ile ve ayrıca erişilmeleri
böyle davranışın belirtik ya da örtük hedefi olan am açlar ve değerler
ile tanışıklığı öngerektirdiği söylenir.
B ununla birlikte, birçok yazara göre, güdüler, yatkınlıklar, niyetle
n en hedefler, ve değerler duyusal gözleme açık sorunlar değildir, ve
“arı davranışsal” (ya da doğal) bilim lerin açıkça gözlem lenebilir gereç
lerini araştırmak için uygun olan yordamların özel bir kullanımı yoluyla
ne tanıdık kılınabilir ne de tanımlanabilirler. Tersine, b unlar yalnızca
“öznel deneyimimiz”den tanışıklık kurabileceğimiz sorunlardır. Dahası,
toplumsal bilim in içeriği için ilgili olan ayrımlar (bunlar ister dirimsiz
nesneleri karakterize etm ek için kullanılsın, örneğin ‘alet’ ve ‘tüm ce’
gibi terim ler d u rum unda olduğu gibi, isterse insan davranışının tipleri
ni belirtm ek için kullanılsın, örneğin ‘suç’ ve ‘ceza’ terimleri durum un
da olduğu gibi) “ansal tutum lara” gönderm e yoluyla olmaksızın tanım
lanamaz ve böyle tutum lara iye olma öznel deneyimini yaşamış olanlar
yoluyla olm anın dışında anlaşılamaz. Ö rneğin, bir n esnenin bir alet
olduğunu söylemek bir bakım a o n u n o nu öyle karakterize edenlerin
beklediği belli etkileri üreteceğini söylemektir. Buna göre, amaçlı eylemi
açıklam ada sözü edilm esi gerekebilecek çeşitli “şeyler” insan aktörle
rin kendilerinin o şeylere ilişkin olarak inandıkları şeylerin terim lerinde
yorum lanm alıdır, doğal bilim lerin nesnel yöntem leri yoluyla şeylere
ilişkin olarak keşfedilebilecek bilginin terim lerinde değil. Bu savın bir
savunucusunun d urum u bildirdiği gibi, “Ö rneğin toplumsal inceleme
amaçları için bir ilaç ya da bir kozmetik bir rahatsızlığı sağaltan ya da
14MaxWeber, The Theory of Social and Economic Organisation, New York, 1947, s. 118.
D aha kısıtlayıcı tanım üzerine, toprağı salt kendine besin sağlamak için işleyen bir
çiftçi toplum sal etkinliğe girişmiş değildir. Davranışı ancak kendi gereksinim lerini
doyurm a planlarını başka insanların varsayılan gereksinim lerine gönderm e yoluyla
değerlendiriyorsa toplumsaldır.
bir insanın g ö rü n ü şü n ü iyileştiren şey değil, am a insanların o etkiyi
taşıyacağını düşündükleri şeydir.” Ve toplumsal bilim ler insan davranı
şını insanların doğa yasalarına ilişkin bilgilerine başvurarak açıkladığı
zaman, diye sürdürür, “toplum un incelem esinde ilgili olan şey bu doğa
yasalarının h erhangi b ir nesnel anlam da doğru olup olm adığı değil,
am a yalnızca insanların onlara inan ıp inanm adıkları ve onlara göre
davranıp davranm adıklarıdır.”15
Kısaca, toplum sal bilim lerde betim lem e ve açıklam a kategorileri
n in kökten “öznel” olduğu savunulur, öyle ki b u disiplinler “nesnel-
olmayan” araştırm a tekniklerine güvenm ek zorunda kalır. Öyleyse top
lumsal bilimci incelem esinin gereçlerini kendini toplumsal süreçlerde
aktörler ile imgesel olarak özdeşleştirm e yoluyla, aktörlerin yüz yüze
kaldıkları durum ları onlann kendilerinin bunlan gördükleri gibi görme
yoluyla, ve eylemlerin ve çeşidi değerlere bağlılıkların kaynaklarının bu
insan etm enlere yüklenmesini sağlayacak “güdülem e m odelleri” kurma
yoluyla “yorumlamalıdır.” Toplumsal bilimcinin bu şeyleri yapabilmesi
nin biricik n edeni kendisinin toplumsal süreçlerde yer alan bir etm en
olması ve öyleyse toplumsal eylemlerin “iç anlam larını” kendi “öznel”
deneyim lerinin ışığında anlayabilmesidir. Salt “n esn el” ya da “davra
nışçı” bir toplumsal bilim sonuçta boş bir um ut olarak görülür; çünkü
ilke üzerine öznel, güdüsel yorum un h e r kalıntısını insan sorunlannın
incelem esinden dışlamak sonuçta böyle incelem eden h e r gerçek top
lumsal olgunun irdelem esini dışlamaktır.16
Toplumsal bilim in içeriğinin bu açıklaması birçok sorun yaratır, ama
önüm üzdeki bağlamda yalnızca şu üçünü dikkate alacağız: ( 1 ) 0 içeriği
araştırm ak için gereken ayrımlar yalnızca “öznel” midir? (2) Toplum
sal fenom enlerin “davranışçı” bir açıklaması yetersiz midir? (3) insan
etm enlere “öznel” d u ru m lan n yüklenmesi “nesnel” özelliklerin ince
lem esinde kullanılan mantıksal kano n lan n alanının dışına mı düşer?
17"Ozdeksel şeyin [e.d. ileri sürülen ilacın] gerçek doğasına ilişkin olarak taşıyabi
leceğimiz, am a eylemlerini açıklamayı istediğimiz insanların taşımadıkları herhangi
bir bilgi eylem lerinin açıklamasına olsa olsa bizim bir tılsımlı m uskanın etkerliğine
kişisel inançsızlığımızın ona inanan yabanılın davranışını anlamamıza yardım edeceği
kadar ilgilidir.”
program ının bir uyarlamasıdır. O program ansal durum ların içebakışcı
çözümlem eleri yoluyla elde edilen ruhbilim sel verilerin bulanıklığına
ve genel güvenilmezliğine karşı yaygın bir başkaldırının anlaüm ı idi, ve
savunucuları hayvan davranışının öğrencilerinin kullandığı yordam lan
ruhbilim sel araştırm a için d o ğ ru d an m odelleri olarak kabul ettiler.
Başlangıçtaki form ülasyonunda, davranışçılık bir ruhbilimsel inceleme
tekniği olarak içebakışın bütünsel reddedilm esini salık verdi, ve duyu
rulan amacı insan davranışının kimyasal süreçler üzerine ya da hayvan
davranışları üzerine araştırm aların tarzında ve bilincin içeriğine her
hangi bir başvuru ya da gönderm e olmaksızın araştırılması idi. Dahası,
savunucularından kimileri önem li ruhbilim sel sorunlar üzerine özgün
görüşler ileri sü rd ü ler (örneğin, öğrenm ede ya da yazınsal yaratıda
kapsanan “k o şu llan d ırın” düzenekler üzerine), gerçi benim sedikleri
saf “mekanistik” kuram lar içebakışı reddedişleri yoluyla gerektirilmemiş
olsa da. B ununla birlikte, giderek bu köktenci davranışçılık biçiminin
sözcülerinin bile bilinçli ansal süreçlerin varoluşunu yadsımadıklarına
dikkat etm ek gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır; ve açıkta ya
tan davranıştan yana içebakışı reddetm eleri birincil olarak ruhbilim i
açıkça gözlem lenebilir veriler üzerine dayandırm a yönünde yöntembi-
limsel bir kaygı yoluyla denetleniyordu.18
Ama her ne olursa olsun, davranışçılık ilk formülasyonundan bu yana
önem li dönüşüm lere uğradı, ve belki de bugünlerde erken davranışçı
lığın içebakışı koşulsuzca kınamasına bağlı kalarak kendilerine “davra
nışçılar” diyen hiçbir ruhbilim ci (ya da daha doğrusu, hiçbir toplumsal
bilimci) yoktur. Tersine, b u gün ortaya çıkan davranışçılar genellikle
deney öznelerinden gelen içebakış raporlarını öznelerin özel ruhsal du
rum larına ilişkin bildirim ler olarak değil, am a öznelerin verili koşul
lar altında gösterdikleri gözlem lenebilir sözel karşılıklar olarak kabul
ederler; ve b una göre, içebakış raporları ruhbilim sel genellem eler için
tem el olan nesnel veriler arasına katılır. Dahası, bu daha liberal yön-
tembilimsel çerçeve içerisinde çalışan çağdaş davranışçılar hem bireysel
(örneğin algısal ayırdetm e, öğrenm e, ya da problem çözme) hem de
toplumsal (örneğin iledşim, küme kararları ya da küm e bağlılığı) insan
davranışının birçok (sık sık örtüşm eyen) alanını araştırm aktadır; ve bu
çeşidi fenom enleri açıklamak için bir dizi özel düzenek önerm işlerdir—
düzenekler ki, çoğunlukla kendi aralarında ayrımlar gösterir ve ayrıca
davranışçı duruş noktasının erken sözcüleri ile bağlı yalın düzenekler
den de tözsel olarak ayrılır. Bununla birlikte, bu daha yakın zamanlarda
önerilen düzeneklerden hiç biri insan davranışının bütün bir erim ini
açıklamak için yeterli olarak kabul edilmez, öyle ki davranışçılık (çağdaş
ruhbilim in pekçok “okulu” gibi) tikel ve ayrıntılı olarak eklemlenmiş
tözsel bir kuram a bağlı bir okuldan çok belli yöntembilimsel kaygıları
l8Bkz.J. B. Watson, “Psychology as the BehavioristViews It,” PsychofogicalRevieu), Vol.
20 (1913), ss. 158-77, ve aynı yazar tarafından Behaviorism, NewYork, 1930.
vurgulayan türlüleşmiş bir araştırm a program ı olarak sürmektedir. Gü
nüm üzde ya davranışçılar olduklarını ileri süren ya da davranışçı bir
yaklaşım için duygudaşlık gösteren toplumsal bilimciler arasında işlerin
benzer bir durum u yürürlüktedir. Sonuçta, “davranışçılık” terimi sağm
bir öğretisel yan-anlam taşımaz; ve insan davranışının kendilerini dav
ranışçılar olarak nitelendiren öğrencileri b u n u nesnel (ya da özneler-
arası olarak gözlemlenebilir) veriler üzerine bir birincillik yükleyen bir
yöntembilime bağlılıkları nedeniyle yaparlar.19
Bununla birlikte, bu durum un ışığında toplumsal fenom enlerin ince
lem esine “davranışçı” b ir yaklaşımın kendini çürü tü cü olduğu savını
değerlendirm ek kolay değildir, çünkü eleştirinin niyet edilen hedefi
nin ne olduğu genellikle açık değildir. Eleştirinin çoğu hiç kuşkusuz o
yaklaşımın bir karikatürü olan şeye yöneliktir. Böylece tutarlı bir dav
ranışçının uygun bir biçimde söz edebileceği şeylerin “insanların duyu
larımızın bize b enzer nesneler (örneğin kırmızı daireler) olduklarını
söylediği şeylere tepkileri” değil am a ancak “sağm olarak fiziksel bir
anlam da özdeş olan uyanlara tepkileri” (e.d. verili bir frekanstaki ışık
dalgalarının insan gözünün retinasının tikel b ir bölüm ü üzerindeki
etkilerinden)20 olduğu ileri sürüldüğü zaman, ya da b ir davranışçının
salt tepkesel eylem (örneğin b ir dizin b ird en atması gibi) ve amaçlı
davranış (örneğin bir dem iryolunun yapılm asında sergilendiği gibi)21
arasındaki ayrımı tanım adığı söylendiği zam an, saldırı tüm d u ru m
larda kuşkulu epistem olojinin bozduğu b ir bio-fızikçi m odeli üzerine
yaratılan bir korkuluğa yöneliktir, varolan davranışçılardan herhangi
birinin savunduğu konum a değil. Hiç kuşkusuz, davranışçılar zaman
zam an insan deneyim inin önem li özellikleri karşısında çok kaba bir
duyarsızlık gösterirler; ve ayrıca ruhbilim sel ve toplum sal süreçlerin
insan davranışının edimsel karmaşasını yeterli olarak ele alamayacak
denli aşın kaba çıkan açıklamalannı önermişlerdir. Ama davranışçılann
bu iki tür başansızlıkta da bir tekelleri yoktur; ve daha şim diden belir
tildiği gibi, davranışçılığın b ir yöntem bilim sel yaklaşım olarak kabul
edilmesi hiçbir yolda herhangi bir tikel tözsel kuram ın kabul edilmesini
zorunlu kılmaz.
Davranışçılığın eleştirisinin çoğunun tem elinde yatan bir sayıltı tu
tarlı davranışçının “öznel” ya da “kişisel” ansal duru m lan n varoluşunun
19Bkz. Kenneth W. Spence, “T he Postulates o f ‘Behaviorism,’” Psychobgical Revieıo,
Vol. 55 (1948), pp. 67-78; Gardiner Murphy, Historical Introduction to Modem Psychology,
NevvYork, 1951, Chaps. 18 and 19; The Science of M an in the World Crisis (yay. haz. Ralph
L inton), NewYork, 1945, özellikle Clydn Kluckhohn ve William H. Kelly’nin Bölümleri,
“T he Concept o f Culture,” Melville J. Herskovits, “The Processes of Cultural Change,"
ve George P. Murdock, “T he Com mon Denom inator o f Culture”; ve Paul F. Lazarsfeld,
“Problems in Methodology,” Sociotogy Today (yay. haz Robert K. Merton, Leonard Broom,
ve Leonard S. Cottrell,Jr.), NevvYork, 1959.
20F. A. Hayek, aynı yer, s. 45.
21Ludwigvon Mises, aynı yer, s. 246.
kendisini yadsımak zo runda olduğudur; ve öyleyse bu savı kısaca tar
tışmak yerinde olacaktır. İlk olarak, büyük olasılıkla herkes diyelim ki
doğrudan duyum sanan bir acı ile acı çekm enin açıkta yatan davranışsal
belirişleri (örneğin inlem eler ya da kas spazmları) arasındaki ayrımı
kabul eder. H er ne olursa olsun, böyle ayrımları geçersiz olarak redde
den biri ciddi kuşkuya açık olamayacak kadar iyi doğrulanan olgulara
karşı çıkmaktadır. Ama ikinci olarak, bir davranışçı tutarlı olmak için
ne böyle tanıdık ayrımları yadsımak ne de yöntembilimsel konum unun
özeksel konutlam alannı terk etm ek zorundadır. Çünkü bir “indirgemeci
özdekçi” olması gerekmez, ki onun için ‘acı’ terimi (ya da “öznel” olduk
ları kabul edilen başka terim ler) hiç kuşkusuz fiziğin, fizyolojinin ya da
genel m antığın dillerine ait terim ler kapsayan b ir anlatım ile anlam
daştır. Tersine, ona bu indirgem eci savı reddetm esi salık verilecektir,
çünkü bu sav fizikte ya da fizyolojide doğrulanm ış olguları anlam ilişki
leri üzerine mantıksal araştırm alarda doğrulanm ış bütünüyle ayn olgu
tipleri ile karıştırm aktadır— öyle ki genel olarak b ir başka bağlam da,
örneğin ‘kırmızı’ sözcüğünün (hem şimdi hem de elektromanyetik ışık
kuram ının bulunuşundan çok daha önce görülebilir bir rengi belirtmek
için kullanıldığı gibi) anlam ı diyelim ki ‘yaklaşık olarak 7100 angström
birim uzunlukta dalga boylan olan elektromanyetik titreşim lerin’ anla
mı ile özdeşleştirildiği zaman düşülen aynı yanılgıya düşm ektedir.22 Bu
yanlış savı red d ed en bir davranışçı öyleyse insanlann heyecanlarının,
im gelerinin, düşüncelerinin ya da p lanlannın olduğunu kolayca kabul
edebilir; bu ruhsal d urum lann onlan bedeninde yaşayan bireye yalnızca
bu bireyin o nlann yer alışını bedeninin onlar ile ayncalıklı ilişkisi nede
niyle doğrudan deneyimleyebilmesi anlam ında “kişisel” olduğunu kabul
edebilir; ve sonuçta bir insanın genel olarak belli bir ruhsal durum da
olmayı ilkin kendi bedeninin açıkça gözlem lenebilir du rum unu (örne
ğin kendi yüz anlatımını ya da kendi sözlerini) yoklaması gerekmeksizin
doğrulayabileceğini kabul edebilir, gerçi başka insanlar onun o ruhsal
durum da olup olm adığını ancak böyle bir yoklama tem elinde saptaya-
bilseler de.23
Daha karışık bir örneklem e şunları ileri süren bir tarihçiden gelir:
18’in ci yüzyılın e n te lle k tü e l d e v im in in F ransız D e v rim in in b iric ik n e d e n i
o ld u ğ u k u ra m ın ı re d d e d e riz ç ü n k ü o altü st oluşa büyük köylü ve işçi kitlele
rin in , felsefi ya d a po litik ö ğ re tile rin h e rh a n g i b ir b ilg isin d en yoksun o k u r
yazar o lm ayan k itle le rin k atıld ığ ın ı biliriz; ve k e n d i kişisel d eneyim im iz ile
a n d ın m yoluyla savunuruz ki, e ğ er okur-yazar olm asaydık ve bilgisiz olsaydık,
ve için d e yaşadığım ız to p lu m a karşı ayaklansaydık, devrim ci etkinliklerim izin
n e d en in in ideolojik d ü rtü le re değil am a başka n e d e n le re — ö rn eğ in ekonom ik
g ü ç lü k le rim iz e — day an d ırılm ası g e re k ird i. Ö te y a n d an , F ra n sa ’d a D evrim i
önceleyen yarım yüzyıl boyunca geliştirilen felsefi ve politik ö ğretilerin Fransız
D evrim inin n ed en leri a rasında sayılması gerektiğini savunuruz, ç ü n k ü k ü ltürlü
sınıfların eski rejim i yok e d e rk e n sürekli olarak böyle ö ğ re tilere başvurdukla
rın a dikkat etm işizdir; ve yine k e n d i kişisel deneyim im iz ile a n d ın m bizi hiç
birim izin devrim ci b ir devim de y er alırk en inançlarım ızda g e rçe k te n b ir bile
şen oluşturm ayan felsefi ve p o litik öğretiyi kam u ö n ü n d e ileri sürm eyeceğini
d ü şü n m e y e g ö tü rü r. T arih çin in ve top lu m sal b ilim cin in tü m u slam lam aları
o rtak payda olarak iç deneyim im iz ile b u a n d ın m a indirgenebilir, oysa [doğa]
bilim ci b u a n d ırım ın y a rd ım ın d an yoksundur.25
MMax Weber, The Methodology of the Social Sciences, Glencoe, 111., 1947, p. 76.
,0Bu soru aşağıda dördüncü güçlüğün tartışılm asında dikkate almacakur.
2. Toplumsal araştırm anın değer-yönelimli karakteri için genellikle
gösterilenden daha önem li bir neden toplumsal bilimcinin kendisi doğ
ru ve eğri kaygıları ile etkilendiği için, doyurucu bir toplumsal düzeni
neyin oluşturduğu konusundaki kendi kavram larının ve kişisel ve top
lumsal türe için kendi ölçünlerinin gerçekte toplum sal fenom enleri
çözüm lem esine girdiği biçim indedir. Ö rneğin, bu uslam lam anın bir
biçimine göre, insanbilim ciler sık sık bir toplum un benim sediği araç
ların niyet edilen am aca ulaşıp ulaşmadığını (örneğin dinsel bir ayinin
uğruna yerine getirildiği verim artışını getirip getirmediği) yargılamala
rı gerektiği biçimindedir; ve birçok durum da araçların yeterliği “göreli”
olduklan kabul edilen ölçünlere göre, e.d. o toplum un aradığı ereklerin
ya da kullandığı ölçünlerin terim lerinde yargılanmalıdır, insanbilim
cinin kendi ölçütlerinin terim lerin d e değil. Buna karşın, diye sürer
uslamlama, öyle durum lar vardır ki, bunlarda
saltık y eterlik ö lç ü n le rin i uygulam alı, eş deyişle d av ran ışın so n so n u ç ların ı
inandığım ız ya d a konutladığım ız am açların terim le rin d e tartm alıyız. Bu ilkin
h e rh an g i b ir k ü ltü rü n su n d u ğ u ruhsal-fiziksel ‘g erek sin im lerin ’ d o y u m u n d an
söz ettiğim iz zam an o lur; ikinci olarak, toplum sal o lguların sağ kalm a ü zerin
deki ilgisini değerlediğim iz zam an; ve ü ç ü n c ü olarak, toplum sal b ü tü n le şm e
ve sağlam lık ü z erin e h ü k ü m verdiğim iz zam an. H e r b ir d u ru m d a bild irim le
rim iz ey lem lerin sıkıntıya d e ğ e rlik le rin e ilişkin, yaşam p ro b le m le rin in ‘iyi’
ya d a ‘k ö tü ’ k ü ltü re l ç ö zü m lerin e ilişkin, ve işlerin ‘n o rm a l’ ya d a ‘a n o rm a l’
d u ru m la rın a ilişkin yargılar im ler. B u n lar toplum sal a raşü rm a d a onlarsız ya
pam ayacağım ız ve açıkça a raştırm a c ın ın salt kişisel b ir felsefesini ya d a keyfi
o larak seçilen d e ğ erleri anlatm ayan tem el yargılardır. D ahaçok insan d ü şü n
cesinin ta rih in d e n d o ğ u p b ü y ü rler ki, insanbilim ci k e n d in i b u so n u n c u d a n
a n ca k başka h e rh a n g i b irin in yapabileceği k a d a r yalıtabilir. G e n e d e insan
d ü şü n c e sin in ta rih i tek b ir felsefeye d e ğ il a m a b irç o k felsefeye g ö tü rd ü ğ ü
için, d ü şü n m e yollarım ızda ö rtü k o lan d e ğ e r tu tu m ları ayrım lar g ö sterecek
ve zam an zam an çatışacaklardır.31
b ir bilim cinin k u ram ı o larak insan davranışı ü z erin e ayrıntılı araştırm aların ı
g ü d e n b irle ştiric i to p lu m sa l yapıyı, b ir y u rtta şın id ea li o la ra k in sa n s o ru n
31S. F. Nadel, The Foundations of Social Anthropology, Glencoe, 111., 1951, ss. 53-54.
Zaman zaman değer yargılarının toplumsal bilim den dışlanmasının olanaksız olduğu
kadar istenm eyen birşey olduğu da ileri sürülür. “Neyin toplum sal olarak istenebilir
olduğunu birçok toplum sal olgunun imlemini yitirmeksizin göz ardı edemeyiz; çün
kü araçların erekler ile ilgisi parçalar ve b ütünler arasındaki ilişkinin özel bir biçimi
olduğuna göre, toplumsal erekler üzerinde düşünm ek bize bütün olgular küm esinin
birbirleri ile ve parçalan olduklan daha büyük dizgeler ile ilişkilerini görm e yeteneğini
verir.”—Morris R. Cohen, Reason and Nature, NewYork, 1931, s. 343.
la rın d a e g e m e n olm ası g e re k tiğ in i d ü ş ü n d ü ğ ü ve z am an z am an d a h a tam
gerçekleşm esini u m d u ğ u birleştirici yapıdan b ütünüyle koparam az. Toplum sal
k u ram ı böylece o n u n b irb iri ile b ir ö lçü d e uyum için d e tu ttu ğ u iki çizgi b o
yunca özsel olarak b ir eylem p ro g ram ıd ır— toplum sal olguları dizgesel olarak
an la m a am açları u ğ ru n a ö züm sem e eylem i, ve toplum sal kalıbı, o n u etkileye
bileceği düzeye dek, olm ası g erektiğini d ü şü n d ü ğ ü şeye d o ğ ru ilerleyici olarak
şekillendirm eyi am açlayan eylem .32
KLeo Strauss, “T he Social Science o f Max Weber,” Measure, Vol. 2 (1951), pp. 211-
14. Bu sorunun tüze felsefesindeki problem ler ile ilişkisi bağlam ında bir tartışması
için, bkz. Lon Fuller, “H um an Purpose and Natural Law,” Natural Law Forum, Vol. 3
(1958), pp. 68-76; Ernest Nagel, “O n the Fusion o f Fact and Value: A Reply to Pro-
fessor Fuller,” op. dt., pp. 77-82; Lon L. Fuller, “A R ejoinder to Professor Nagel. op.
cit., pp. 83-104; E m est Nagel, “Fact, Value, and H um an Purpose,” Natural Law Forum,
Vol. 4 (1959), pp. 26-43.
%G u n n a r M yrdal, Value in Social Theory, L o n d ra, 1958, p p . xxii, 211-13.
değer yargısının ya bir ahlaksal (ya da toplumsal) idealin ya da böyle bir
ideale bağlılık nedeniyle bir eylemin (ya da kurum un) onaylanmasını
ya da onaylanmamasını b elirten anlam ; ve bir değer yargısının yaygın
olarak kabul edilen (ve az ya da çok d u ru olarak tanım lanan) eylem,
nesne ya da kurum tipinin verili bir örnekte somutlaşm a derecesinin
bir değerlemesini belirten anlam.
“Değer yargısının” bu iki anlam ım gösterm ek için ilkin yaşambilim-
den bir örn ek alm ak yararlı olacaktır. Kan dolaşımları olan hayvanlar
zaman zaman “anem i” olarak bilinen durum u sergiler. Bir anem ik hay
vanın azalmış bir sayıda kırmızı kan hücresi vardır, öyle ki, başka şeyler
arasında, değişmez bir iç sıcaklığı sürdürm ede tü rü n ü n böyle kan hüc
relerinin “norm al” bir sayısını taşıyan üyelerinden daha az yeteneklidir.
B ununla birlikte, “anem i” terim inin anlam ı bütünüyle d uru kılınabilse
de, gerçekte tam sağınlık ile tanımlanmaz; örneğin, terim in tanım ına
giren “norm al” bir sayıda kırmızı hücre kavramının kendisi biraz bula
nıktır, çünkü b u sayı bir tü rü n bireysel üyelerinde olduğu gibi verili
bir bireyin değişik zam anlardaki d urum u (örneğin yaşı ya da yaşadığı
bölgenin yüksekliği gibi) ile de değişir. Ama h e r ne olursa olsun, verili
bir hayvanın anem ik olup olm adığına karar vermek için bir araştırmacı
eldeki kanıtın bireyin anem ik olduğu vargısını doğrulayıp doğrulama
dığını yargılamalıdır.37 Belki de anem inin çeşitli tiplerinin olduğunu
düşünüyor olabilir (edim sel tıbbi uygulam ada yapıldığı gibi), ya da
anem iyi d ah a büyük ya da d ah a küçük b ir tam lık ile gerçekleşebilir
bir durum olarak düşünebilir (tıpkı belli düzlem eğrilerin zam an za
m an g eo m etrid e tan ım lan d ığ ı gibi b ir daireye d ah a iyi ya da daha
kötü yaklaşıklıklar olarak betim lenm esi gibi); ve, b u tasarım lardan
hangisini b enim sediğine bağlı olarak, ya ö rn eğ in in belli bir anem i
tipini taşıdığına ya da ancak belli bir derecede anem ik olduğuna karar
verebilir. A raştırm acı bir vargıya ulaştığı zam an, b una göre kafasında
“anem i” olarak belirtilen ölçünleştirilm iş bir fizyolojik koşulu taşıması
ve örneğine ilişkin olarak bildiklerine bu varsayılan ölçün yoluyla sağla
nan ölçü ile değer biçmesi anlam ında bir “değer yargısında” bulunduğu
söylenebilir. Kolay g ö nderm e uğru n a, kanıta ilişkin olarak verili bir
karakteristiğin verili bir durum da belli bir derecede bulunduğu (ya da
bulunm adığı) vargısını çıkaran böyle değerlem elere “karakterize edici
değer yargılan” diyelim.
Ö te yandan, öğrenci bir anem ik hayvanın kendini sürdürm e güçleri
azaldığı için anem inin istenmeyen bir durum olduğunu ileri süren bü
tünüyle ayrı tü rd en bir değer yargısında da bulunabilir. Dahası, bu ge
“ Şimdiki tartışma için böyle yargılara temel olması gereken zemin konusunda hangi
görüşün benim sendiği ilgisizdir ve bu zem inler salt keyfi yeğlemeler, sözde “nesnel”
değerlerin sezgileri, kategorik m oral impetatifler, ya da değer kuram ının tarihinde
önerilm iş başka herhangi birşey olabilir. Ç ünkü m etinde yapılan ayrım “en son” ya
da ba?ka türlü değer vargılarının tem ellerine ilişkin herhangi bir tikel sayıltıdan ba
ğımsızdır.
süren fizyolog gibi, birincil olarak karakterize edici bir değer yargısın
da bulunm aktadır. Bu yargılarda bulunm akla, ne toplumbilimci ne de
fizyolog zorunlu olarak kendini bilimsel dürüstlük değerlerinden başka
herhangi bir değere bağlamış olur; ve öyleyse bu bakım dan toplumsal
ve yaşambilimsel (ya da giderek fiziksel) araştırm a arasında herhangi
bir ayrım bulunuyor görünm ez.
Ö te yandan, çeşitli eylemleri ödülcü, acımasız ya da aldatıcı olarak
karakterize etm ede toplumbilimcilerin sık sık (gerçi belki de her zaman
isteyerek olmasa da) hem değer biçici hem de karakterize edici değer
yargılarını ileri sürdüklerini yadsımak saçma olacaktır. ‘Ö dülcü,’ ‘acıma
sız,’ ya da ‘aldatıcı’ gibi sık kullanılan terim lerin yaygın olarak tanınan
aşağılayıcı bir yan-anlamı vardır. Buna göre, insan davranışını karakte
rize etm ek için böyle terimleri kullanan herhangi birinin norm al olarak
o davranışı onaylamadığını (ya da, eğer ‘ödülcü-olm ayan,’ ‘acıyan,’ ya
da ‘dürüst’ gibi terim leri kullanıyorsa, onayladığını) bildiriyor olduğu
varsayılabilir, o nu yalnızca karakterize ettiği değil.
B ununla birlikte, toplum bilim cilerin ileri sürdüğü birçok (ama hiç
kuşkusuz tüm değil) görünürde karakterize edici bildirim in hiç kuşku
suz çeşitli değerlere (her zaman bağdaşabilir olmayan) bağlılık anlatma
sına karşın, doğa bilimcilerin belli bağlam larda kullandığı bir dizi “salt
betim lem eci” terim zaman zaman açıkça değer biçici yan-anlamlar da
taşır. Böylece, bir toplum bilim cinin ankete katılanlan bilgisiz, aldatıcı
ya da usdışı olarak karakterize ederken değer biçici yargılarda bulundu
ğu önesürüm ünün karşısına bir fizikçinin de tikel kronom etreyi hatalı,
bir pompayı verimsiz ya da bir destek platform unu dayanıksız olarak
betim lerken böyle yargılarda bulunduğu biçim indeki eşit ölçüde sağ
lam önesürüm çıkarılabilir. Bu örnekteki toplum bilimci gibi, fizikçi de
kendi araştırma alanındaki belli nesneleri karakterize etmektedir; ama,
yine toplum bilimci gibi, ek olarak o nesnelere yüklediği karakteristikler
için onay verm ediğini anlatmaktadır.
T üm bunlara karşın—ve şimdiki tartışm anın ana yükü b u d u r— bil
dirim ler ister insan sorunlarının öğrencileri tarafından isterse doğa
bilim ciler tarafından ileri sürülüyor olsun, birçok bildirim e örtük ka
rakterize edici ve değer biçici yargıları ayırdetmenin özünlü olarak ola
naksız olduğunu düşünm ek için geçerli hiçbir ned en yoktur. Hiç kuş
kusuz, toplum sal bilim lerde ayrımı biçimsel olarak belirtik kılmak her
zaman kolay değildir—ve b u n u n nedeni bir ölçüde onlarda kullanılan
dilin genellikle çok bulanık olması, b ir ölçüde b ir bildirim de örtük
olabilecek değer biçici yargıları b u n lar edimsel olarak üstenim lerim i-
zin bilincinde olm adan üstendiğim iz yargılar olduğu zam an göz ardı
etm e eğilim inde olm am ızdır. Bu görevi yerine getirm ek h e r zam an
yararlı ya da elverişli de değildir. Ö rtük olarak hem karakterize edici
hem de d eğ er biçici değerlem eleri kapsayan birçok bildirim zaman
zam an görevin gerektirdiği yolda yeniden form üle edilmeksizin yete
rince açıktır; ve yeniden form ülasyonlar sık sık büyük ve eşitsiz olarak
hazırlanm ış öğrenci küm elerinin üyeleri arasında etkili iletişime izin
verm eyecek denli h antal olur. Ama b u n la r özsel olarak kuram sal ol
m aktan çok kılgısal problem lerdir. Yarattıkları güçlükler törel olarak
yansız bir toplum sal bilim in özünlü olarak olanaksız olduğu önesürü-
m ü için zorlayıcı hiçbir n ed en yaratmaz.
Değerler genel olarak yalnızca amaçlara değil ama araçlara da yüklen
diğine göre, araç-amaç ilişkilerine ilişkin bildirim lerin değerden-özgür
olmadığı uslamlam asının herhangi bir gücü yoktur. Uslamlamayı yalın
b ir örnek ile sınayalım. Varsayalım ki bir otom obile iveğen bir gerek
sinimi olan am a o n u satın almak için yeterli fonu olm ayan bir insan
amacına ya bir bankadan kredi alarak ya da herhangi bir faiz istemeyen
dostlarından ödünç alarak ulaşabilir. D aha öte varsayalım ki, parasal
destekler için dostlarına borçlu kalm aktan hoşlanm ıyor ve bir banka
kredisinin kişisellikten uzaklığını yeğliyor olsun. Buna göre, bu bireyin
am acını gerçekleştirm ek için elinin altındaki almaşık araçlara verdiği
karşılaştırmalı değerler açıkça aralannda yaptığı seçimi denetler. Şimdi
almaşıklardan birini benim sem esinden doğacak bütünsel sonuç hiç kuş
kusuz öteki almaşığı benim sem esinden doğacak bütünsel sonuçtan ayrı
olacaktır. Buna karşın, bu almaşık araçlara yükleyebileceği değerlere
bakılmaksızın, o n lard an h e r biri b ütünsel sonuçların h e r ikisine de
ortak olan bir durum a götürecektir—yani, gereksinilen bir otomobilin
satın alınm asına. Sonuçta, hem otom obili bir b ankadan para ödünç
alarak satın alabileceği bildirimi hem de b u amacı dostlanndan ödünç
alarak yerine getirebileceği bildirim i araçlar üzerine yapılan değerle
m elerden etkilenmez, öyle ki iki bildirim den hiç biri herhangi bir özel
değer biçme ile ilgili değildir. Kısaca, araç-amaç bildirim leri değerden-
özgürdür.
^-Yukarıdaki örneği kullanan tartışma için bkz. J. N eym ann, First Course in Probaiility
and Statistics, New York, 1950, Chap. 5; orada istatistiksel kuram daki son gelişmeler
üzerine temel bir teknik açıklama verilir. Teknik olmayan bir açıklama için, bkz. Irwin
D. J. Bross, Design for Decision, NewYork, 1953, ve ayrıca R. B. Braithwaite, Scientific
Explanation, Cambridge, Eng., 1953, Chap. 7.
ile bağlı herhangi bir özel değer söz konusu olmayabilir. Buna göre, ister
doğa bilim lerinde isterse toplum bilim lerinde olsun kanıta değer biç
m elere herhangi bir özel değer üstenim inin girip girm ediği sorusu şu
ya da bu yolda kuramsal istatistik yoluyla bir karara bağlanmaz; ve soru
her zaman ancak çeşitli bilimsel disiplinlerdeki edimsel araştırm aların
yoklanması yoluyla yanıtlanabilir.
Dahası, kuram sal istatistiğin uslam lam asında alm aşık istatistiksel
hipotezler arasında b ir karar verileceği zam an hiçbirşey hangi tikel
içeriğin tartışm a altında old u ğ u n a bağlı değildir. Ç ünkü uslam lam a
bütünüyle geneldir; ve özel b ir içeriğe g ö n d erm e ancak b ir araştır
macı verili bir hipotezi ilgilendiren yanlış bir karar d u ru m u n d a göze
almaya hazır olduğu riske belli b ir sayısal d eğ er atanacağı zam an il
gili olur. Buna göre, eğer yürürlükteki istatistiksel kuram toplum sal
araştırm ada istatistiksel h ip o tezler için kanıta d eğ er biçmeye değer
üstenim lerin in girdiği ö n e sü rü m ü n ü desteklem ek için kullanılırsa,
istatistiksel kuram eşit hakla tüm başka araştırm alar için de andırım lı
önesürüm leri desteklem ek için kullanılabilir. Kısaca, tartışm akta oldu
ğumuz önesürüm insan sorunlarının incelem esinde güvenilebilir bilgi
arayışında yer alması gereken ve doğa bilim lerinde de karşılaşılmayan
hiçbir güçlük yaratmaz.
Bu önesü rü m ü n bir ü çüncü biçimi tüm ü arasında en köktenci ola
nıdır. Yukarıda değinilen ilk biçim den insan sorunlarının bir öğren
cisinin “toplum sal p erspektifi” ve o n u n yetkin toplum sal araştırm a
ölçünleri arasında yalnızca olum sal ya da n edensel b ir bağıntı değil
am a zorunlu bir mantıksal bağıntı olduğunu, ve sonuçta kendi toplum
sal ilgileri nedeniyle üstlendiği özel değerlerin etkisinin giderilebilir
olm adığını ileri sürm ede ayrılır. Ö nesü rü m ü n b u biçimi H egel’in in
san tarihinin “eytişimsel” doğasını açıklamasına ö rtü k tü r ve toplumsal
düşüncenin “tarihsel olarak göreli” karakterini vurgulayan Marxist ve
M arxist-olm ayan felsefenin ço ğ u n u n bütünleyicisidir. H er n e olur
sa olsun, genellikle toplum sal k u ru m lar ve kültürel ü rü n le r sürekli
olarak değiştiğine göre onları anlam ak için gerekli olan entellektüel
aygıtın da değişmesi gerektiği sayıltısı üzerine dayanır; ve bu am açla
kullanılan h e r düşünce öyleyse insan sorunlarının gelişiminde yalnızca
belli bir tikel evre için yeterlidir. Buna göre, ne toplumsal fenom enleri
sınıflandırm ak ve yorum lam ak için benim senen tözsel kavramlar, ne
de böyle kavram ların değerini hesaplam ak için kullanılan mantıksal
kanonlar b ir “zamansız geçerlik” taşır; toplum sal fen o m enlerin özel
bir toplum sal duruş noktasının anlatım ı olmayan, ya da tarihinin belli
b ir evresindeki insan sah n esin in b ir kesim inde başat olan çıkar ve
değerleri yansıtmayan hiçbir çözüm lem esi yoktur. Sonuçta, doğa bi
lim lerinde bir insanın görüşlerinin kökeni ve onların olgusal geçerliği
arasında sağlam bir ayrımın yapılabilm esine karşm, böyle bir ayrımın
toplum sal araştırm ada yapılamayacağı ileri sürülür; ve “tarihsel gö-
reciliğin” ö n d e gelen sözcüleri b u n ed en le “b ir ö n e rm en in türeyişi
tüm koşullar altında doğ ru lu ğ u n a ilgisizdir” savının evrensel yeterli
ğine m eydan okum uşlardır. Bu k o n u m u n etkili b ir savunucusunun
belirttiği gibi,
Bir id e a n ın tarihsel ve toplum sal türeyişi en so n geçerliğine an ca k d o ğ u su n u n
zam ansal ve toplum sal k o şu llan o n u n içerik ve biçim i ü z e rin d e h içb ir etkide
bulunm asaydı ilgisiz o lu rd u . E ğer d u ru m b u olsaydı, insan bilgisinin tarih in d e
h e rh a n g i iki d ö n e m a n ca k d a h a e rk e n o la n d ö n e m d e belli şeylerin h e n ü z
b ilin m em esi ve d a h a so n ra k i bilgi yoluyla tam o lara k d ü z e ltile n belli yanıl
gıların h e n ü z varolm ası olgusu yoluyla b irb irle rin d e n ayırdedilirdi. Bilginin
d a h a ö nceki tam am lan m am ış b ir d ö n e m i ve d a h a sonraki tam am lanm ış b ir
d ö n e m i a ra sın d a k i b u yalın ilişki sağın b ilim le r için b üyük b ir düzeye d e k
uygun o la b ilir.... B u n u n la birlikte, k ü ltürel bilim lerin tarihi için e rk en evreler
sonraki ev reler yoluyla hiç d e öyle yalın o larak o rta d a n kaldırılm az, ve e rk en
yanılgıların d a h a so n ra düzeltild iğ i öyle kolayca ta n ıtla n a b ilir değildir. H e r
çığırın k e n d isin in tem el o larak yeni b ir yaklaşım ı ve k arakteristik bakış açısı
vardır, ve so n u ç olarak “aynı” nesneyi yeni b ir p e rsp ek tifte n görür. ... B ilginin
on ların ışığında eleştirilecek o ld u ğ u ilkelerin k en d ilerin in toplum sal olarak ve
tarihsel olarak koşullu o ld u ğ u b ulu n u r. Bu n e d e n le uygulanm aları verili tarih
sel d ö n e m le re ve o zam an y ü rürlükte olan ükel bilgi tip lerin e sınırlı g ö rü n ü r.40
M
lumsal fenom enlerin dizgesel açıklaması için arayışın
karşısına çıktığı ileri sürülen yöntembilimsel güçlük
lerden hiç birinin yalnızca toplumsal bilimlere özgü
olm adığı ya da özünlü olarak aşılamaz olmadığıdır.
Ö te yandan, problem ler yalnızca zorunlu olarak çözümsüz o
gösterilmesi ile çözülmez; ve toplumsal araştırm anın şimdiki durum u
açıkça irdelem ekte olduğum uz güçlüklerin kim ilerinin gerçekten de
ciddi olduğunu belirtmektedir. Bu güçlüklere karşın, toplumsal bilim
ciler toplumsal fenom enlerin büyük bir türlülüğü için açıklamalar ileri
sürebilirler, üstelik önerilen açıklama öncülleri kapsamlı olmaktan çoğu
kez uzak ve değerleri sık sık tartışmalı olsa bile. Bu önerilen açıklamaları
gözden geçirmeyeceğiz, ne de onlardan herhangi birini ayrıntıda tartı
şacağız, çünkü amacımız toplumsal incelem enin özel alanlarının tözsel
içeriğini ele almak değildir; ama amacımız ile uyum içinde, yürürlükteki
toplumsal araştırm ada öne çıkan türlü açıklama tiplerinin sergilediği
çeşitli yapısal (ya da biçimsel) karakteristikleri yoklayacağız.
1. Görgül toplum sal incelem ede elde edilen genellem elerin yaygın
olarak istatistiksel doğası için sık sık bütünüyle ilişkisiz olmayan iki ana
neden sunulur. Birincisi bu olguyu toplumsal bilim nesnesinin özünlü
karmaşasına yükler, öyle ki, buna bağlı olarak tüm ilgili değişkenleri tek
tek saptam adaki yetersizliğimiz nedeniyle insan davranışının değişik
tiplerinin h er durum da bağımlı olduğu sağın koşullan bildirme yetene
ğimiz yoktur, ikinci neden insan davranışının belirlenim ine giren istenç
öğesini vurgular. Bu açıklama zaman zaman insan istencinin “özgür”
olduğu ve öyleyse açık eylem de belirişlerinin tam olarak tahm in edi
lebilir olmadığı, b u n a göre toplum sal fenom enlerde hiçbir değişmez
kurallılığın olamayacağı önesürüm ü üzerine dayanır. B ununla birlikte,
özgür-istenç öğretisine bağlı olmayan yazarlar bu ikici nedeni biraz ayrı
bir yolda bildirirler. Bu almaşık açıklama in sanlann eylemlerinin doğ
rudan doğruya dışsal uyanlar yoluyla olm aktan çok onların bu uyarıları
yorumlamaları yoluyla yönetildiğini ileri sürer. Buna göre, insanların
toplum sal d u ru m lara verdikleri karşılıklar yorum larındaki ayrımlara
göre ayn olduğundan— ki bun u n n edeni kişisel gelişimlerindeki ya da
doğuştan yetilerindeki aynmiar olabilir—, dışsal uyanlar ve onlara insan
tepkileri üzerine sağın olarak evrensel genellem eler yapamayız.
Bu n e d e n le rin hiç kuşkusuz belli b ir önem i vardır, özellikle eğer
özgür-istenç öğretisinin yarattığı so ru n lar tartışm a altındaki soruya
ilgisiz olarak b ir yana atılırsa. B ununla birlikte, bir içeriğin karmaşası
en iyisinden sağın bir kavram değildir, ve onları ele almak için etkili
yolların b u lu n m asın d an önce u m utsuzca karm aşık g ö rü n e n p ro b
lem ler sık sık buluşlar yapıldıktan son ra bu görü n ü şü yitirir. Arabik
sayı n o tasy o n u n u n getirilm esin d en önce, b u g ü n no rm al b ir küçük
öğ ren cin in yolda yürü rk en yapabileceği aritm etiksel hesaplam aları
ancak olağanüstü yetenekli insanlar yapabiliyordu; ve Newton m eka
niği geliştirildikten sonra, uygun olarak eğitilmiş öğrenciler cisimlerin
önceki kuşakların en iyi kafaların d an kim ilerin in insan anlağı için
çok fazla karm aşık bulduğu devim lerini çözüm leyebiliyordu. H er ne
olursa olsun, toplum sal fenom enler gerçekten de karmaşık olabilseler
de, b ü tü n ü n d e sağın olarak evrensel yasalar altında d u ran fiziksel ve
yaşambilimsel fenom enlerden daha karmaşık oldukları hiçbir biçimde
kesin değildir. Dahası, verili bir toplum sal du ru m a yanıtların insanla
rın o duru m üzerine değişen yorum ları yoluyla dolaylı kılındığı doğru
olsa da, bu olgu kendi başına niçin verili bir toplumsal uyan tipi üzeri
ne getirilen çeşitli yorum ların h e r birini insan karşılıklarının tikel bir
biçimi ile ilişkilendiren hiçbir evrensel yasanın olm adığını açıklamaz.
H er ne olursa olsun, daha öte iki noktayı belirtm ek gerekir, çünkü
bunlar yöntembilimsel olarak bu bağlamda şimdiye dek değinilen nok
talardan daha tem eldir. İkisi de d ah a önce Bölüm I 3 ’te kültür-ötesi
toplum sal yasalar üzerine yapılan tartışm a ile ilişkilidir. İlk nokta dik
kati görgül toplum sal araştırm anın genellem elerini form üle etm ede
kullanılan terim lerin ya da ayrımların doğasına yöneltir; İkincisi görgül
araştırm anın birçok dalında sağın olarak evrensel yasaların önesürü-
m ünü olanaklı kılabilmek için yaygın olarak benim senen mantıksal bir
aygıtı anımsatır.
'Bu bağıntıda toplumsal bilim lerde hangi genellem elerin belirtik olarak form üle
edileceğini kılgısal ilgilerimizin belirlediğini gözden kaçırmam ak gerekir. Toplumsal
fenom enler için sağlam tem ellendirilm iş evrensel genellem eler form üle etm ek çok
fazla güç değildir. B ununla birlikte, böyle genellem eler sık sık değersiz görülecektir,
çünkü ya “apaçık” olanı ileri sürerler ya da “önem li” olarak görülecek ayrımlar yap
mayı başaramazlar. Ö rneğin, h e r dinde onun yandaşlarının ortak duygularını yeni
lem ek için ortaklaşa bir ayin biçim inin bulunduğu biçim indeki genellemeye, ya da
tüm suç işleyen çocukların kültürel hedefler ve onlara ulaşmak için kurumsallaşmış
araçlar arasında toplumsal olarak yaratılan bir gerilimi besleyen toplum larda görül
düğü biçimindeki genellemeye hiçbir kuraldışı yok görünür. Bunlardan birincisi belki
de “apaçık” değersiz olanlar sınıfı için, İkincisi “önemsiz” olanlar sınıfı için bir adaydır
(çünkü gerilim üpleri arasında ya da yaygın olarak en büyük kılgısal önem de görülen
hed ef türleri arasm da aynm yapm az).
-Bu şematizm ilkin Paul F. Lazarsfeld tarafından önerildi ve m etindeki tartışm a
h em en hem en bütünüyle o n u n çalışması üzerine dayanır. Bkz. Paul F. Lazarsfeld,
“Interpretations o f Statistical Relations as a Research O peration,” in The Language of
Social Research (ed. by Paul F. Lazarsfeld and Morris Rosenberg), Glencoe, 111., 1955,
pp. 115-25; ve ayrıca Patricia L. Kendall ve Paul F. Lazarsfeld, “Problem s o f Survey
G örgül toplum sal araştırm anın tipik (am a açım lam a am açları için
önem li ölçüde yalınlaştırılmış) bir örneği ile başlayalım. Varsayalım ki
incelem e altındaki problem fabrikalarda çalışan kadınlar arasındaki
devamsızlık olsun; ve varsayalım ki içlerinden 100’ü evli ve geri kala
nı bekar olan böyle 205 kadının bir örneklem inde birincilerden 25’i
devamsız (her ay üç ya da daha çok gün işe gelmeme olarak tanımlanır)
ama İkincilerden yalnızca 10’u devamsızdır._Bu bilgi tabloda uygun bir
biçim de sunulur. E evli kadınlar sınıfım , E evlenm em iş ya da tekil
olanları, D devamsızlar sınıfını, D devamsız olmayanlar sınıfını belirtir.
D D
E 25 75
E 10 95
Analysis,” in Corıtinuities in Social Research (ed. by Robert K. M erton and Paul F. Lazars-
feld), Glencoe, 111., 1950, pp. 133-96. Lazarsfeld’in şematizmi Yule’in (G. UdnyYule)
Introduction to the Theory of Statistics, Londra, 1929, Bölüm ler 3 and 4’te geliştirilen
birleşme kalkülüsünün bilimsel açıklam anın incelem esine ilgisini açığa serer. Ayrıca
istatistiksel açıklam aların kimi bakım lardan Lazarsfeld’in çözüm lem esine andırım lı
bir çözümlemesi için, bkz. H erbert A. Simon, Modtls of Man, New York, 1957, Chaps.
1, 2, and 3.
Bununla birlikte, evli kadınların yalnızca küçük bir kesrinin devam
sız olması ve devamsızlığın bekar olanlar arasında da görülm esi olgu
su devamsızlık için sorum lu olan etm enin genel olarak evlilik durum u
olmadığım düşündürür. Öyleyse varsayalım ki devamsızlığın üçüncü bir
değişken (ya da bir “test” değişkeni) üzerine bağımlılığını sergileyerek
daha önce yapılan istatistiksel genellem eleri açıklayacak bir girişimde
bulunulsun. Bu test değişkeni bir kadının ev işine ayırdığı saatlerin sa
yısı ile belirlensin, ve eğer bu nicelik h er hafta için altı saat ya da üzeri
ise “büyük m iktarda,” ve aykırı d u ru m d a ise “çok az ya da hiç” olarak
adlandırılsın. D aha öte varsayalım ki örneklem bu üçüncü değişkenin
terim lerinde çözümlendiği (ya da “katmanlaştınldığı”) zaman şu bulun
sun: 76 kadın çok fazla ev işi yaparken (bunlann E l yüklemini taşıdığını
söyleyeceğiz) 129 kadın ise yapm am aktadır ( E l ) ; birinci küm ede, evli
olanlann küm esinde (E) 24 kadın devamsız (D) ama 33 kadın devamsız
değil ( D ) iken, tekiller kümesinde ( E ) 8 kadın devamsız ama 11 kadın
devamsız değildir; çok az ya da hiç iş yapmayan kadınlar küm esinde 1
evli kadın devamsız am a 42 kadın devamsız değil iken, tekil olanlardan
2 kadın devamsız ve 84 kadın devamsız değildir. Bu veriler tablo biçi
m inde daha açık olarak sunulabilir.
Eİ El
D D D D
24 33 E 1 42
8 11 E 2 84
Tip 1. ( 1 ) ’ d ek i ilk iki terim in h e r biri yiter, ö yle ki dxy = (Dxr x Dyr) ■
B u d u ru m d a , p o p ü lasyo n T açısın d an katm an laştın lın ca, X v e F d e ğ iş-
k e n le ri Â^’n in h e r b ir k a tm an laştın lm ış b ö lü m ü iç e risin d e istatistiksel
o la r a k bağımsızdır; ve d e ğ iş k e n le r a r a sın d a S ta ra fın d a n ile ri sü rü le n
istatistiksel b a ğ ım lılığ ın d e ğ işk e n le rin h e r b iri ve T arasın d ak i b ir ista
tistiksel b a ğ la n tın ın s o n u c u o ld u ğ u gösterilir. Y u k a n d a k i ö r n e k b e lk i
d e g e n e lle m e le r in “ a çık la m a sın ı” g ö ste rm e k için g e n e llik le alın tılan an
ö rn e k le rin ç o ğ u g ib i b u tipe aittir. G e r ç e k te n d e , b u tip b ir sın ırlayıcı
d u r u m o la r a k e v re n s e l y a sa la rın g e le n e k s e l o la r a k “ b ir o r ta te rim in
g e tirilm e s i” o la ra k b ilin e n b ir y o lla tü m d e n g e lim li a ç ık la m a sın ı k ap
sar.6 B u tip için X ve Y a rasın d ak i bölümsel b a ğ la n tıla r h e r ikisi d e sıfır
5Bu özdeşliğin b ir tanıtlam ası Yule’de verilmiştir, aynı yer, Chap. 4; ayrıca M. G.
Kendall, The Advanced Theory of Statistics, Ne w York, 1952, Vol. 1, Chap. 13
6Böylece, varsayalım ki ‘T üm X F ’d ir’ (örneğin, ‘T üm buzlar suda yüzer’) biçi
m indeki bir evrensel yasa onun ‘Tüm T y ’d ir’ (örneğin, ‘Yoğunlukları sudan daha
olduğu için, S tarafından bu iki değişken arasında ileri sürülen bağlan
tının derecesi bir çarpım olarak anlatılabilirdir. Bununla birlikte, hiçbir
bağlantı derecesi biri aşan bir değer taşıyamaz, öyle ki bu çarpımdaki
çarpanların h e r biri yine saltık büyüklüğü (e.d. pozitif ya da negatif
olmasına bakılmaksızın) biri aşamayacak olan bir kıyısal bağlantı dere
cesine gönderm ede bulunm alıdır. Öyleyse bundan şu çıkar ki S için bu
tipten herhangi bir “açıklama”da, en azından bir istatistiksel öncül S ’d e
sözü edilen değişkenlerden biri ve test değişkeni arasındaki istatistiksel
bağımlılık derecesinin saltık değerde S tarafından ileri sürülen bağım
lılık derecesinden büyük olduğunu varsaymalıdır.
Test değişkeni ve S ’de sözü edilen ikisi arasında zaman zaman varo
lan zamansal düzenin tem elinde, bu tipten iki önem li değişke/variant
ayırdedilmelidir. (a) Birinci değişkede, bireylerin T yüklemini kazan
m alarının zamanı ötekilerden birini (örneğin X) kazanma zamanından
daha geçtir, ve F ’yi kazandıkları zam anı önceler. Bu koşullar altında,
7”ye “ara./intermediary ” değişken, ve X e “önerü/anlecedent ” değişken
denecektir, (b) ikinci değişkede, bireylerin T ’yi kazanmalarının zamanı
ötekilerin h er ikisinin de kazanıldığı zamanı önceler, öyle ki şimdi T ’ye
“önerti” değişken denir. Bu zamansal ilişkilerin bulunm adığı ya da bir
zamansal düzenin ancak keyfi olarak belirlenebildiği birçok durum var
dır. Buna karşın, sözü edilen iki olanaktan h er biri kısa bir irdelemeye
değecek bir sıklıkla yer alır.
El El
D 32 3
D 44 126
R R
Eİ El Eİ El
D 24 33 D 1 42
D 8 11 D 2 84
A A
V 80 30
V 20 70
Ü Ü
A A A A
V 50 20 V 30 10
V 10 40 V 10 30
U U U U
70 40 A 60 40
50 40 A 60 40
Radcliffe-Brown’a göre, bir toplum bilim inin iki özeksel görevi nasıl
toplumsal dizgelerin yapılannın biçimini sürdürerek kendilerini sürdür
düklerini, ve nasıl toplumsal dizgelerin yapısal biçimlerini değiştirerek
tiplerini değiştirdiklerini saptamaktır. H er bir d urum da öyleyse görev
çeşitli ölçünleşmiş davranış ya da inanç kiplerinin bu kiplerin ait olduğu
bütünsel toplumsal dizge ile ilişki içindeki işlevlerinin çözümlemesini
gerektirir.12
a n d Social Structure, Rev. ed., Glencoe, 111., 1957, Chap. 1; Talcott Parsons, Essays in
Sociological Theory, G lencoe, 111., 1949, Part 1, ve ayrıca aynı yazar tarafından Social
System, Glencoe, 111., 1951, Chap. 2; Raymond Firth, “Functionalism ,” in Yearbook o f
Anthropology (ed. by William L. Thom as), NevvYork, 1955; ve Gregory Bateson, Naven,
2nd ed., Stanford, Calif., 1958, özellikle Bölüm ler 3 ve 17.
13O m eğin, eğerdi = jc2 ise, y’ıım .v'i11 bir işlevi olduğu söylenir, çünkü “bağımsız” de
ğişken x ’in h e r değeri için “bağımlı” değişken ‘y ’için bir ve yalnızca bir değer vardır.
ikinci olarak, sözcük zaman zaman verili bir kendiliğin içerisindeki
(ya da onun tarafından sergilenen) süreç ya da işlemlerin az çok kap
sayıcı bir küm esini belirtm ek için kullanılır ve bu iş bu etkinliklerin
o kendilik ya da başka h erh an g i biri ü zerin d e ürettiği çeşitli etkiler
belirtilmeksizin yapılır. Bu anlam dadır ki yaşambilimciler zaman zaman
“m idenin işlev görmesi”nden söz ederler ve o zaman o örgende yer alan
kas kasılmalarına, asit salgılanmalarına, sıvı soğrulm alarm a vb. gönder
m ede bulunurlar. Yine yukarıda alıntılanan pasajda onu “topluluğun
toplumsal yaşamı” olarak tanım larken Radcliffe-Brown ‘toplumsal yapı
nın işlev görm esi’ deyimini sözcüğün bu anlam ında kullanıyor görünür;
ve bir başka insanbilimci eğer “posta dizgesinin işlev görm esi” anlatımı
ile pulların satışı, postanın toplanm ası, ya da posta m em urları tara
fından posta çantalarının satın alınması gibi çeşitli etkinlikler sınıfını
belirtecek olsaydı, sözcüğü bu anlam ında kullanıyor olurdu. Bununla
birlikte, bildirilen n esn elerd e hangi süreçlerin sürm ekte olduğunu
keşfetme u ğruna üstlenilen çözüm lem eler toplumsal araştırmaya özgü
değildir; ve böyle anlaşılan ‘işlevsel çözüm lem e’nin insan sorunlarının
incelemesi için özellikle um ut verici bir yön oluşturduğunu usayatkın
bir yolda kabul edemeyiz.
Ü çüncü olarak, sözcük yaygın olarak yaşambilimciler tarafından (ve
ayrıca andınm lı anlam da başkaları tarafından) ‘dirimsel işlevler’ deyi
m inde dirimli örgenliklerde yer alan ürem e, özümseme ve solunum gibi
belli kapsayıcı örgensel süreç tiplerine gönderm ede bulunm ak için kul
lanılır. Bu süreçler sık sık örgenliğin yalnızca kimi parçaları tarafından
değil am a “b ir b ü tü n olarak” örgenlik tarafından sürdürülüyor olarak
görülür, üstelik süreçlerin kim ileri örgenliğin belli özel bölüm lerinin
işlevleri ile yakından bağıntılı olsa da. Dahası, bu işlevler dirim li şey
lerin benzersiz olarak karakteristikleridir, ve genellikle bir örgenliğin
sürekli yaşamı için (ya da tü rü n ü n sürmesi için) vazgeçilmez oldukları
söylenir. Sonuçta, dirim sel işlevler dirimli ö rgenliklerin (ya da belki
de dirim li örgenliğin tikel b ir tipinin) tanımlayıcı yüklem leri olarak
alınabilir, öyle ki eğer b ir örgensel cisim bu yüklem lerden birinden
yoksun ise, dirim li b ir örgenlik (ya da bildirilen bir tipten dirim li bir
örgenlik) sayılmaz. Buna göre, eğer örneğin solunum böyle tanım la
yıcı bir yüklem ise, solunum un dirimli bir şeyin sağ kalması için özsel
ya da vazgeçilmez o ld u ğ u n u söylemek açık b ir genelem e yapmaktır.
Göreceğimiz gibi, bu nokta işlevselcilerin—başkalan arasında, örneğin
yukarıda alıntılanan pasajda h e r kültürel nesne “bir dirimsel işlevi ye
rine getirir” diyen Malinovvski’nin—öne sürdüğü belli sayıltılara değer
biçm ede önemlidir.
D ördüncü olarak, sözcük çoğunlukla bir şeyin genel olarak kabul edi
len bir kullanım ya da yararlığını, ya da bir eylemin norm al olarak bekle
nen bir etkisini imlemek için kullanılır, örneğin şu bildirimlerde olduğu
gibi: “Bir baltanın işlevi odun kesmektir,” ve “Bir tarlayı gübrelem enin
işlevi toprağı verimli kılmaktır.” Bu anlam da işlevler taşıdıkları söylenen
şeyler ya da eylemler sık sık onlara yüklenen yarar ya da sonuçları elde
etm ek için bile bile yaratılır. Ama d u ru m h e r zam an b u değildir; ve
şeylerin sık sık giderek insan yapımı olmadıkları zaman ya da amaçlanan
hedefler olarak onlara belli işlevler yüklemede belirtilen yararlıklardan
ayrı yararlıklar ile üretildikleri zaman bile işlevlerinin olduğu söylenir.
Böylece, sık sık Kutup Yıldızının gece yolculuk yaparken yönleri belir
lemedeki işlevinden söz edildiği duyulur; ve gerçi kitapların süs eşyaları
olm a gibi bir amaç göz ö n ü n d e tutularak tasarlanmamış olabilmesine
karşın, birçok evde b u n u n onların başlıca işlevi o ld u ğ u n u söylemek
doğrudur. Sözcüğün bu anlam ı Malinowki’nin o nu yukarıdaki alıntıda
kullanırken o n a verdiği biricik anlam değildir; am a işlevselci görüşe
göre h er kültürel nesnenin yerine getirecek bir görevinin olduğunda
diretirken, ya da başka bir yerde “işlev h er zaman bir gereksinimin doyu
rulması dem ektir”14derken amaçlanan anlam bu olarak görünmektedir.
‘İşlev’ bu anlam ile kullanıldığı zaman, işlevsel çözüm lem eler başlıca
hem insansal hem de insansal-olmayan dirimli örgenlikler ile bağlı fe
nom enleri ele alan araştırm alara sınırlanır. B ununla birlikte, sözcüğün
bu anlam ında bir işlevsel “açıklama” ya bir kendiliğin (ya da kendilik
tipinin) belli bir dirimli yaratıklar sınıfı için yararlığını, ya da böyle bir
yararlığa iye olm anın genellikle bir eylem tipinden doğan sonuçlarını
bildirm ekten oluşur. Ama bu tü r bir “açıklam a” tek bir (kimi durum
larda evrensel, başka durum larda değil) bildirim den oluşur ki, yalnızca
çeşitli öğeler arasındaki olgusal bir bağıntıyı ileri sürer am a bu olguyu o
tikel bağıntının niçin yer aldığını gösterm ek üzere başka herhangi bir
olgu ile belirtik olarak ilişkilendirmez. Buna göre, ‘işlevselciliğin’ böyle
bir “açıklama” için bir arayıştan daha çoğunu im lemediği düzeye dek,
işlevselcilik ne toplum sal fenom enler üzerine bir kuram ne de onları
incelem ek için özgün bir kuramsal yaklaşımdır.
Beşinci olarak, ‘işlev’ sözcüğü sık sık (tam şimdi tartışılan anlam a
yakın bir anlam da) verili b ir şeyin ya da etkinliğin ya şeyin ya da et
kinliğin ait olduğu ileri sürülen “bir b ü tü n olarak dizge” için ya da o
dizgeye ait olan çeşitli başka şeyler için taşıdığı az çok kapsayıcı bir so
nuçlar kümesini belirtm ek için kullanılır. Sözcük şöyle bildirim lerde bu
anlam da kullanılır: “Karaciğerin bir işlevi bedende şeker depolamakür,
am a bu on u n biricik işlevi değildir”; “Kralların tanrısal hakkı öğretisi
nin tarihsel işlevi feodal soyluluğun gücünü zayıflatmak ve güçlü ulu
sal devletlerin gelişimini olanaklı kılmaktı”; ve “Araştırma bulgularının
yayımının işlevi yalnızca o bulguların genel olarak erişilebilir kılınması
değil, am a ayrıca bilimsel topluluğun eleştirisine sunulmaları ve buluşta
önceliklerin saptanm asıdır.” Sözcüğün b u anlam ında, bir etkinliğin iş
levlerinin etkinliğin niyetlenen sonuçlan olması gerekmez, ne de dirimli
”Ludwig von Mises, Theory and History, New Haven, Conn., 1957, p. 258. Bkz. aynca
Bölüm 13’te d ipnot 16’da değinilen başka gönderm eler.
2,F. A. Hayek, op. cit., Chaps. 4 and 6.
2,J. W. N. Watkins, “ideal Types and Historical Explanation,” British Journal for the
Philosophy of Science, Vol. 3 (1952), p. 29.
k a rm a şık to p lu m sa l d u ru m , k u ru m ya d a olay b ire y le rin , y a tk ın lık la rın ın ,
d u ru m la rın ın , in a n ç la rın ın ve fiziksel kaynaklarının ve çev relerin in tikel b ir
b e tile n im id ir/ confîguration. B üyük ö lçek to p lu m sa l-fe n o m e n le rin (diyelim
ki, enflasyon) başka büyük-ölçek fe n o m e n le rin (diyelim ki, tam işlendirm e)
te rim le rin d e b itirilm e m iş ya d a yarı yolda kalm ış a çıklam aları olabilir; am a
böyle b ü y ü k ö lç e k f e n o m e n le rin e n a lt a ç ık la m a la rın a b u fe n o m e n le rin
bireylerin yatkınlıkları, in an ç ları, kaynakları ve a raların d a k i ilişkiler ü z erin e
b ild irim le rd e n b ir açıklam asını çıkarsayıncaya d e k ulaşm ış olm ayacağız. (Bi
re y le r a n o n im k a la b ilirle r ve o n la ra yalnızca tip ik y a tk ın lık la r vb. y ü k len e
bilir.) Ve tıpkı d ü z e n e ğ in fiziksel a la n la n n örgenselci d ü şü n cesi ile karşıtlık
için d e d u rm ası gibi, yöntem b ilim sel bireycilik d e to p lu m b ilim sel ho lizm ya
d a örgenselcilik ile karşıtlık içinde alınabilir. Bu son görüş ü zerin e, toplum sal
dizgeler e n a zın d an büyük ölçek d avranışlarının b ir b ö lü m ü n ü n özsel olarak
toplumbilimsel o lan m a k ro yasalar yoluyla y ö netilm esi a n la m ın d a “b ü tü n le r”
o lu ştu ru r (b u yasalar sui generis o lm a la n ve salt etkileşim içindeki b ireylerin
d a v ran ışın d an d o ğ a n k urallılıklar ya d a eğilim ler o larak açıklanm ayacakları
a n la m ın d a toplumbilimseldir). T ersine, b irey lerin davranışı (to p lu m b ilim se l
holizm e gö re) e n a zın d an bölüm sel olarak böyle yasalan n terim le rin d e açık-
lan m a lıd ır (belki de ilk o larak b ireylerin k u ru m la r içerisindeki ro lle rin in , ve
ikinci o larak k u ru m la n n b ü tü n top lu m sal dizge içerisin d ek i işlevlerinin bir
açıklam ası ile b irara d a o lm ak ü z e re ). E ğer yöntem bilim sel bireycilik in sa n la n n
yalnızca tarih te devinen e tm e n le r o lm alan gerektiği dem ekse, ve e ğ er top lu m
bilim sel holizm ta rih te insan-üstü e tm e n le rin çalışıyor o lm a la n d em ek se, o
zam an b u iki alm aşık tam dır.25
1. Birinci tip ten tarihsel açıklam aları gösterm eye hizm et edecek
örnek Elizabeth’in on altıncı yüzyılda İngiltere tahtına çıkışı ile bağıntılı
bir durum u ele alır. VIII. H enry’nin Roma Katolik Kilisesi ile kavgasının
b ir sonucu olarak, öldüğü zaman resm i unvanı özsel olarak şöyle idi:
3T o y n b e e ’n in böy le y asalar k u rm a k iç in çeşitli e le ştire l in c e le m e le r i iç in bkz.,
Toynbee a n d H istory (ed. by M. F. Ashley M o n tag u ), Boston, 1956. A. J. P. Taylor tarafın-
dan Toynbee’nin çalışması üzerine yorum, “this is n ot history” (s. 115), karakteristiktir.
“Tanrının Kayrası ile, İngiltere, İrlan d a ve Fransa’nın Kralı, İnancın
Savunucusu ve Anglicana Ecclesia denilen Ingiltere Kilisesinin Yeryüzün-
deki Biricik Yüksek Başkanı.” B ununla birlikte, anım sanacaktır ki, kızı
Mary (“Kanlı Mary”) 1553’te kardeşi VI. Edward’ın ölüm ünden sonra
kraliçe olunca Ingiliz tekerkinin kilise üzerindeki egem enliğini geti
ren kararları yürürlükten kaldırdı ve Rom a’daki Papanın üstünlüğünü
yeniden doğruladı. Ama beş yıl sonra Elizabeth tahta çıktığı zaman, ken
dini “Elizabeth, by the Grace of God Q ueene of Englande Fraunce and
Ireland defendour of the fayth. &c. "olarak duyurdu; ve böyle yapmakla
kendini kısaltılmamış bir resmi unvanda “vesaireleyen” [ “etceterate”] ilk
İngiliz egemeni oldu. Niçin böyle yaptı? Tüze tarihçisi F. W. Maitland şu
açıklamayı önerdi: İlk olarak duyurudaki ‘Ğ^e’nin dikkatsizlik nedeniyle
orada olm adığını am a oraya bilerek yerleştirildiğini gösterdi. Ayrıca
Elizabeth’in ya m erhum Mary ile birlikte Papanın kilisedeki üstünlüğünü
kabul etme, ya da Mary’nin yasalarını geçersiz kılma ve babasının yapmış
olduğu gibi Roma ile kopma almaşıklan ile yüz yüze kaldığını belirtti—ve
her bir almaşıktan yana karar ciddi tehlikeler ile yüklüydü, çünkü hem
ülkede hem de dışanda almaşıklardan birini ya da ötekini destekleyecek
politik ve askeri güçlerin durum u henüz bir çözüme bağlanmış değildi.
Maitland buna göre Elizabeth’in kendini şimdilik iki almaşıktan birine
bağlamaktan kaçınabilmek için unvan duyurusunda ikircimli bir formü-
lasyon kullandığını ileri sürdü. Sonuçta, açıklama için kendi kısa özet
bildirim ine göre, “Böylece simgeyi şu yolda genişletebiliriz: ‘&c. ’= ve
(eğer gelecekteki olaylar daha öte ya da başka türlü değil ama böyle karar
verirse) Ingiltere ve aynca İrlanda Kilisesinin yeryüzündeki En Yüksek
Başı.”4
7Bu noktayı profesyonel bir insanbilimci şöyle anlatır: “İnsan bilimleri çözümlemele
rini ‘görünürdeki’ olgusallığın çok ötesine, enson ortak paydaları hiçlikte dalgalanan
olasılık dalgaları tarafından sunulan b ir fiziksel düzene do ğ ru zorlamaz. İyi ya da
kötü, insan bilimleri olgusallığın fenom enal yüzeyi ile ilgilenir; eğer onu bütünüyle
göz ardı ederlerse, konularını yok edeceklerdir.”—S. F. Nadel, The Foundation of Social
Anthropology, Glencoe, 111., 1951, s. 195.
belirli biçimleri E\, E % . . . E n olan bir £ eylem tipinin yerine getirilmesi
d u ru m u n d a yaparlar. D aha öte varsayalım ki x eğer t fırsatında £ ’nin
belirli biçim lerinin sınıfının £ 1 , E% . . . Ek alt-kümesindeki eylemlerden
herhangi birini yerine getirmiş olsaydı //h e d e fin e ulaşabilecekti. Buna
göre, bir tarihçi x ’in t fırsaünda E eylem tipini yerine getirmesi olgusu
için tüm dengelim li bir açıklama vermeyi başarsaydı bile, böylelikle x ’in
o fırsatta belirli £ 1 eylemini yerine getirm esini tüm dengelim li olarak
açıklamayı başarmış olmazdı. Sonuçta, ve en iyisinden, tarihçinin açık
laması yalnızca, bildirilen sayıltılar alünda, %’in t fırsatında £ ’yi yerine
getirm esinin olası olduğunu gösterir.
8Ceteris paribus deyimi sık sık giderek fiziğin yüksek düzeyde gelişmiş dallarında
bile örtük olarak kullanılır. Ö rneğin verili bir durum da bir m erm inin izlediği yol bir
dizi belirlenim i ilgilendiren örneksel veriler ile tam am lanan Newton kuram ı yoluyla
açıklanabilir. M erminin izleğinin açıklaması belirtik olarak yalnızca silahın ateşlendiği
enlem den, silahın hed ef aldığı noktadan, fırlatılan cismin tüfeğin ağzındaki hızından,
ve havanın direncinden söz eder; ama yeryüzünün ve başka galakdk dizgelerin konum
ları açısından o n u n kendisinin konum undan söz etm esi pek olası değildir. Açıkla
m anın bu son belirlenim leri göz ardı etm esinin nedeni Nevvton kuram ının içerisine
kurulm uş olan şu sayıltıdır: Fırlatılan cismin kütlesi değişm ezdir ve yalnızca kendi
hızından değil am a başka cisim lerden uzaklığından da bağımsızdır. E rnst M ach’ın
Newton m ekaniğini eleştirisine dek görünürde hiçbir fizikçinin aklından bir cismin
süredurum unun evrendeki tüm başka cisimlerden uzaklığının bir fonksiyonu olabile
ceği gibi bir düşünce geçmedi. (Bunun böyle olduğu sayıltısı böylece “M ach’ın ilkesi”
olarak adlandırılmaya başlamışur ve şimdiki fiziksel kozmolojide ciddi irdelem elerin
konusu olmuştur.) Buna göre, gerçi fırlatılan cismin tüm başka cisim lerden uzaklığı
açıkça değişse de, norm al olarak bir m erm i izleğinin açıklam alarında bu değişim söz
konusu edilm ez ve örtük olarak ceteris paribus sınırlam asının altına alınır. Bkz. O laf
H elm er ve Nicholas Rescher, “O n the Epistemology o f the Inexact Sciences,” M ana
gement Science, Vol 6 (1959), özellikle ss. 25-33.
“usauygun” olduğu sayıltısı üzerine dayanır. Bu yorum ayrı bireylerin
aynı hipoteze kanıt ile göreli olarak değişik olasılık dereceleri vermeleri
ile bağdaşabilir olduğu için, olasılık bu görüş üzerine bildirim in tam
olarak “nesnel” bir ilişkisel özelliği değildir ve giderilem ez bir “öznel”
bileşen kapsar. Bu “öznel” yorum iki yüzyıl kadar başat yorum olarak
geçerli sayılmış olsa da, sonunda görün ü rd e taşıdığı özünlü güçlükler
nedeniyle konunun öğrencilerinin çoğunluğu için gözden düşmüştür;
güçlükler arasında öznel güven durum larındaki ayrımlar için nicel bir
ölçüyü tanım lam a gibi teknik bir güçlük de vardır.
Bununla birlikte, daha yakınlarda bu yorum gelişmiş biçimlerde yeni
d en dirilm iştir, ve “kişiselci olasılık” etiketi altında istatistiksel karar
kuram ının güncel gelişmelerinde önde gelen bir rol oynar. Ö rneğin bu
biçim lerden birine göre bir bireyin elinin altındaki k kanıtı ile h hipote
zine vereceği olasılık eğer h ’nin doğruluğu üzerine ve yanlışlığına karşı
bahse girmiş olsaydı göze almaya istekli olduğu risklerin terim lerinde
tanımlanır, öyle ki olasılık bireyin h ’yi kabul etm ek ve yadsınmasını red
detm ek ile göze almaya hazır olduğu riski ölçecektir. Böylece varsayalım
ki verili kanıtın ışığında bir birey ‘Sonraki Nisanda New York City’de
kar yağmayacak’ bildirim inin doğruluğundan yana l ’e 9 bahse girmiş
olsun; eş deyişle, eğer bildirim in doğru olduğuna inanm ada yanılırsa
dokuz dolar ödemeyi kabul etmektedir, yeter ki haklı çıkarsa bir dolar
kazanacak olsun. O zam an bu birey için o bildirim in o n u n elindeki
kanıt ile göreli olasılığı 9 /1 0 ’dur.
Bu örneğ in genel olarak olasılıklı uslam lam aları yorum lam ak için
bir paradigm a olduğu sayıltısı üzerine, tarihsel açıklamaların olasılıklı
yapısının özsel olarak benzer bir yolda açımlanabileceği varsayılır. Eğer
böyle bir açımlamayı örneklersek, ilkin çeşitli karışıklıkları göz ardı ede
lim ve belli b ir x bireyinin Elizabeth’in unvanını duyururken kendini
“vesairelediğini” bilm ediğini, am a kendisine Elizabeth’in eylemi için
M aitland’in açıklayıcı öncüllerinde bildirilen bilginin verildiğini varsa
yalım. Daha öte varsayalım ki b u n d an sonra x ’ten, bildirilen koşullar
altında, E lizabeth’in kendini “vesaireleyip vesairelem eyeceği” konu
sunda bahse girmesi istensin, ve Elizabeth’in b u n u yapacağından yana
3’e karşı 7 bahse girsin. O zaman elindeki kanıt ile göreli olarak x için
Elizabeth’in o yolda davranması olasılığı 7 /1 0 ’dur.
Bununla birlikte, bugün araştırm alarında istatistiksel sayıltılar ve ista
tistiksel çözüm lem eler kullanan öğrencilerin çoğunun değişen biçim
lerde ‘olasılık’ terim inin açıkça çok ayrı bir yorum unu kabul edecekleri
güvenle düşünülebilir. Bu almaşık görüş üzerine, terim ancak verili
yüklemlerin (örneğin insan doğum ları sınıfında bir erkek olm a gibi)
yineleyen d u ru m la rın ı kapsayan sınıflar ile bağıntı içinde im lem li
olarak kullanılabilir; ve, bu yorum un yaygın olarak savunulan bir bi
çimine göre, verili bir P yüklem inin verili R sınıfındaki olasılığı P ’nin
örneklerin in .R’d e yer alm a göreli sıklığıdır. Ö rneğin, eğer bir insan
doğum ları dizisinde ilk 100 d u ru m d a 52 erkek çocuk varsa, ve eğer
erkeklerin doğum ların toplam sayısına oranı dizi giderek daha uzarken
dikkate değer ölçüde değişmiyorsa, o zam an insan doğum larının bu
sınıfında bir erkek çocuğun olasılığı 5 2 /1 0 0 ’dür. Kişiselci bir yorum
ile karşıtlık içinde bu yorum üzerine bir olasılık derecesi öyleyse tam
olarak “nesnel” bir özelliğin ölçüsüdür, çünkü b u özellik onu taşıyan
sınıflar üzerine herhangi bir insan inancından bütünüyle bağımsızdır.
Ama bu yorum tarihsel açıklam aların olasılıklı olm asının anlam ını
açımlamadaki olanaklı ilgisini açığa çıkaracak hafif bir yeniden-formü-
lasyonu gerektirir. Yeniden-formülasyon bilimsel kuram ların araçsalcı
açıklaması ile bağıntı içinde d ah a önce tartışılmış olan bir m antıksal
aygıt üzerine dayanır .9 Örneksel bir vargısı olan bir uslamlama ve öncül
lerden biri olarak bir genel bildirim verildiğinde, yordam genel bildi
rimi öncüllerden silmek, o n u n yerine bir öncü ilkeyi (ya da çıkarsama
kuralını) geçirmek, ve sonra örneksel vargıyı öncü ilke ile uyum içinde
salt örneksel olan öncüllerden çıkarsamaktır. Böylece, varsayalım ki bir
tarihsel açıklama şu yalın şematik biçim ile temsil edilebiliyor olsun: Bi
reylerin çoğu K koşullan altında £ tarzında davranır. Birey i to fırsatında
K koşulları altında idi; öyleyse (büyük olasılıkla) birey i to fırsatında
E tarzında davranm ıştır, ki b u rad a TC ve ‘E ’ değişm ez yüklem lerdir,
‘i ’ tikel bir bireyi, ve to tikel b ir fırsatı belirtir. Kxl anlatım ı ‘Birey x t
2. Şimdiye dek bireysel eylem ler için açıklamaları süreleri göz ardı
edilen koşulların terim lerinde tartıştık. Şimdi eylemlerin tarihsel açık
lam alarının sergilediği kalıbı zamansal olarak geniş koşulların terim le
rinde yoklamalıyız.
Bu son tü rd en açıklamalar genellikle anlatılar biçimini alır. Betimle
dikleri olaylar arasındaki bağımlılık ilişkilerinin sık sık belirtik olarak
form üle edilm em esine karşın, ardışık değinm e için olayların seçimi hiç
kuşkusuz bu olaylardan kimilerinin kimi başkalan için zorunlu koşullar
olduğu biçimindeki örtük sayıltı üzerine dayanır. Böyle bir açıklamanın
bir örneği yapılarını açığa çıkarmaya yardım edecektir. Öyleyse tarihçi
G. M. Trevelyan’ın niçin birinci Buckingham dükünün sonunda genç
Prens Charles’ın (Charles I’den sonra) İspanyol Infanta Maria ile evlili
ğine karşı çıktığı, ve niçin 1623’ü n başlarına dek tasarın coşkulu bir des
tekleyicisi olmasına karşın b u n u yaptığı konusunda verdiği açıklamayı
irdeleyelim. B uckingham ’ın evlilik tasarlarındaki gecikm eden ötürü
sabırsızlandığını ve prensesi İngiltere’ye getirebilm ek için Charles ile
birlikte İspanya’ya gitm ek için I. Jam es’ın iznini aldığını belirttikten
sonra, Trevelyan şöyle sürdürür:
Gem iye gizlice bindiler, F ra n sa ’yı kılık d eğ iştirerek d ö rt n ala geçtiler, ve M ad
r id ’in afallam ış so k ak ların d a k e n d ile rin i gösterdiler. C harles, g erçi İspanyol
“ G eorge M. Trevelyan, England under the Stuarts, New York ve L ondra, 1906, ss.
128-29.
(Buckingham evliliğin istenebilirliği konusundaki görüşünü değiştirdi
ve tasarın karşısına g eçti).
Şimdi, Trevelyan’ın açıklamasının yapısını karakterize etm ek için bir
ön hazırlık olarak, bu anlatısal açıklam adan çıkardığımız on iki m ad
deden kim ilerinin nasıl ilişkili olduğunu (ya da olam adığım ) belirtik
kılalım. İlk olarak, co ve c 12 (kendisi için bir açıklama önerilen eylem)
arasında İkincinin birincinin “karşıtı” olm asından başka hiçbir bağıntı
bulunm uyor görünür, coverildiğinde, ci2 ’nin büyük olasılıkla yer alacağı
vargısını çıkarmamıza izin verecek usauygun bir genellem e düşünm ek
güçtür; ve h er durum da böyle bilinen bir genellem e yoktur. Buna kar
şın, uslamlam a u ğ ru n a Trevelyan’ın anlatısının olgusal olarak sağlam
olduğunu kabul edersek, açıklaması niçin önceki d u ru m dan sonraki
d u rum a geçişin yer aldığını gösterir. B unu gösterm ede co ve c 12 ara
sına bir dizi olayı yerleştirerek ve böylelikle b ir dizideki başlangıç ve
son durum lar arasındaki zamansal boşluğu “doldurarak” başarılı oldu.
Problem bu ek öğelerin açıklamaya getirilmesinin Buckingham’ın tutu
m undaki değişimin açıklanm asına hangi yolda katkıda bulunduğunu
belirlemektir.
ikinci olarak, co’dan cı’in olabilirliğini çıkarsamamızı sağlayacak hiç
bir genellem e yoktur. Tersine, Trevelyan’ın açıklamasında kapsanan bil
giler temelinde, c 1 ancak co’a bütünüyle dışsal bir olay olarak görülebilir
ve salt bir kaba olgu olarak kabul edilm elidir— co gibi açıklanmamış bir
başlangıç koşulu olarak, üstelik varoluşa co’dan daha sonra gelmesine
karşın. A nlatıda sözü edilen başka olaylardan kimileri, örneğin yuka
rıdaki dizide o n u önceleyen olaylar ile ilişkisi içindeki cı üzerine de
benzer bir gözlem yapılabilir.
Ama üçüncü olarak, b ir kez co ve c\ verildiğinde, eğer genel olarak
insanların tasarlarının hoşlanm adıkları kişiler tarafından yineleyerek
boşa çıkarıldığına inandıkları zaman dayançsız oldukları biçim indeki
sağlam sayıltıyı (onu gelecekteki gönderm e için ‘ Foı,2’ ile belirtelim )
kabul edersek, C2’nin de yer alacağını beklem ek için güvenilir zemi
nimiz vardır. Buna göre, c%için açıklama verebiliriz. Dahası, C2 koşulu
c ı’in varoluşu boyunca bulunm ayı sü rd ü rd ü ğ ü için, iki koşul ‘ 7 oı,2 ’
için eşzam anlı olarak varolan başlangıç koşulları olarak görülebilir,
öyle ki açıklam a d ah a şim diden kendisi ile tanışık olduğum uz olası
lıklı yapıyı taşır. Yukarıdaki ardışıklıkta başka olaylar için andırım lı
açıklam alar verilebilir—bir kez onlar için ardışık olarak gerçekleşen
zorunlu koşulların yer aldığı kabul edilir edilmez, ve eğer o koşulları
ve olayları ilgilendiren kabul edilebilir genellem eler elde bulunuyor
sa. Özel olarak, eğer hem Cn’in d ah a şim diden yer aldığını hem de
insanların c n ’de b u lu n an tü rd e koşullara karşılıkları üzerine iyi-ku-
rulm uş bir F n ,i 2 genellem esinin o lduğunu varsayarsak, C12 bu tarzda
açıklanabilir— ö rn eğ in , in sanların ço ğ u n u n , k en d ilerin in ve kendi
tü rle rin in yabancı b ir küm e tarafın d an sevilm ediğine inanarak, ve
ayrıca kendi tü rlerin in üyelerinin o hoşlanm am aya karşı duydukları
nefreti de duyumsayarak, kendilerinin o kümeye karşı güçlü düşm an
lık tutum ları geliştirdikleri genellem esi.
Son olarak, belirtmek gerek ki Trevelyan’ın açıklamasının co ve £12 ara
sına yerleştirdiği olayların sayısı eşit ölçüde azaltılabilir ve arttırılabilir.
Bu sayının ne kadar büyük olacağı çeşidi noktalar üzerine, başkalan ara
sında, bir tarihçinin belki de sanatçılık nedenleri uğruna ya da yalnızca
“en önem li” olandan söz etmeyi istediği için öyküsüne katmayı uygun
bulduğu ayrıntıların miktarı üzerine bağlıdır; geçmiş konusunda edim
sel olarak elinin altında olan bilgiler üzerine; araştırm asının alanı ve
onu yerine getirm ede benim sediği çözüm lem e düzlem i üzerine; araya
sokulan olayları açıklamak için varsaydığı örtük genellem eler üzerine;
ve irdelem ekte olduğu olaylar arasında geçerli o lduğunu savunduğu
kimi sözde bağım lılık ilişkilerini in andırıcı gösterm ek için gereken
kanıtı anlayışı üzerine. Kimi yazarlar yalnızca insan tarih in d e değil,
am a h er araştırm a alanında tikel olayların doyurucu açıklamaları için
uygun modelin “sürekli bir olaylar dizisi” olduğunu ileri sürmüşlerdir .12
Bununla birlikte, eğer ne olursa olsun olayların zamansal olarak düzen
lenmiş bir dizisinden söz edilecekse, onların ancak sonlu bir sayısından
söz edilebilir; ve sonuçta, “sürekli dizi” m odelini, ister insan tarihinde
isterse başka herhangi bir yerde olun, hiçbir edimsel açıklama ömeklen-
diremez. Buna karşın d oğrudur ki, şimdi irdelediğim iz tipten tarihsel
açıklamalarda, tarihçiler olayları açıklamalarındaki zamansal boşlukları
araya başka olayları yerleştirerek “d oldurm a” girişim inde bulunurlar.
Ama bu olgu, zaman zaman ileri sürüldüğü gibi, böyle tarihsel açıkla
maların belirttiğimiz tarzda genel sayıltılan bir yana attığını göstermez.
Tersine, olgu tarihçilerin genel sayıltılan kullanılm alan ile bütünüyle
uyumludur; ve tam şimdi tarihçilerin böyle araya yerleştirme girişimleri
ne başvurma nedenlerinin bir bölüm ünü ve aynca araya yerleştirdikleri
olayların seçimini denetleyen kimi noktaları toparladık.
Şimdi Trevelyan’ın niçin 1623 sonbaharında B uckingham ’ın Prens
Charles’m Infanta ile evliliğine karşı çıktığını açıklamasının mantıksal
yapısını karakterize edelim. Açıklaması genellikle tikel bir olayın ya da
işlerin durum unun “türeyişsel açıklaması” denilen şeyin bir örneğidir—
Bölüm 2’de değinilen ve yalnızca insan tarihinde değil ama yaşambilim-
de (soygelişimsel çözüm lem elerde), tarihsel yerbilimde, ve doğal bilim
lerin başka dallannda sık görülen bir açıklama tipi. Öyleyse Trevelyan’ın
anlatısına özel gönderm e olmaksızın, ama o örneği tartışmada getirilen
notasyonun hafifçe değiştirilmesi ile, türeyişsel açıklam aların kalıbını
genel terim lerde form üle edeceğiz.
T zam anında yer alan tikel b ir c, olay ya da d u ru m u n türeyişsel bir
açıklaması c(’yi başlangıç terim leri c<’den önce varolan bir co olayının
l2William Dray, Laws and Explanation in History, NevvYork, 1957, Chap. 3, esp. pp.
66-72,79-81.
ya da d u ru m u n u n yer alması olan b ir olaylar dizisinin sonucu olarak
gösterir .13 Buna göre, açıklama bir co, cı, , c*, e*', cı,", ■■■,
Cı olaylar dizisine gönderm e içerir. Bu olaylardan kimileri varoluşa az
çok eşzamanlı olarak gelebilir (bunlar aynı alt-simgeler am a ayrı üst-
simgeler ile belirtilir) ve çakışan süreler taşıyabilir; am a çoğu varoluşa
ayrı zam anlarda gelmiştir. Dahası, bir olayın değinilm ek üzere dizide
bu lunm asının n ed en i yalnızca dizide d ah a sonra yer alan bir olayın
gerçekleşmesi için vazgeçilmez bir koşul olmasıdır.
Tikel bir olay için bir türeyişsel açıklamanın mantıksal yapısı öyleyse
şöyle karakterize edilebilir: (a) öncülleri Cve Ggibi iki sınıftan birine
ya da ötekine aittir. C ’deki h er bir £ ; bildirim i biçim de tekildir, ve c,
olayının (ya da “koşul”u n u n ) yer aldığını ileri sürer. G ’deki bildirim
lere türeyişsel açıklamalarda seyrek olarak belirtik formülasyon verilme
sine karşın, bunlar biçim de geneldir ve sağın olarak evrensel olmaktan
çok genellikle istatistikseldir (ya da yan-istatistiksel). Bu genellem eler
Ci olaylarının çeşitli özellikleri arasında bağımlılık ilişkileri ileri sürer;
örneğin, Y,hk genellem esi belli bakım lardan a ve c, ’ye andınm lı olay-
lan n çoğunlukla c*’ye andınm lı olaylar tarafından izlendiğini bildire
bilir. (b) Ö rneksel bildirim ler (e.d. C’dekiler) iki Cı ve Cı alt-sınıfına
düşer. C ı’deki h er bildirim için ya olasılıklı ya da (daha seyrek olarak)
tüm dengelim li olan bir açıklama verilebilir ki, b u n u n kimi öncülleri
C ’ye ve başkalan G ye aittir, şu anlayış ile ki bir B, örneksel bildirimi bir
açıklamada ne Ci için ne de c;’den erken herhangi bir olay için bir öncül
dür. Bi örneksel bildirim i (ki kendisi için türeyişsel açıklama önerilen
olayın yer aldığını ileri sürer) açıktır ki C ı’e ait olmalıdır, çünkü yoksa
d türeyişsel olarak açıklanmayacaktır. Ö te yandan, C2 alt-sınıfı C’nin
C ı’e ait olmayan ve öyleyse C ı’dekilerin açıklandığı yolda açıklanama
yan tüm bildirim lerini kapsar. Buna göre, C2’deki bildirim ler türeyişsel
açıklamada yalnızca veriler olarak kabul edilmesi gereken başlangıç ko
şullarını form üle eden bildirim lerdir. C 2 en az bir bildirimi, yani Bo'i
kapsamalıdır, ve genel olarak daha çoğunu kapsayacaktır. G erçekten
de, C 2’deki başlangıç koşullanm n bildirim lerinin sayıca yüksek olması,
belirledikleri koşulların tü m ü n ü n varoluşa eşzamanlı olarak gelmesi,
ve çoğunlukla o koşulların yer alm alarından önce bildirilememesi türe
yişsel açıklamaların ayırdedici bir özelliğidir.
Kısaca, tikel bir olayın bir türeyişsel açıklaması genel olarak bir ola
sılıklı açıklam alar ardışıklığına çözüm lenebilirdir; bunların örneksel
öncülleri öyle olaylara gönderm ede b u lu n u r ki, b unlar aynı zam anda
olm aktan çok ayrı zam anlarda yer alır, ve en iyisinden o öncüllerin
13Dizinin başlangıç terimi olarak geçmişteki başka bir olayı değil de co’ı seçm enin
nedenleri genellikle karışıktır. Bunlar araştırma altındaki konu, benim senen çözümle
me düzlemi, açıklamanın sunulacağı dinleyicinin daha şim diden elinde olan bilgiler,
ya da giderek açıklamaya başlam ak için elverişli bir yer için gereksinim gibi şeyler
üzerine dayanabilirler.
açıklamaya yardım ettiği olaylar için yeterli koşulların tam bir tümleyicisi
olm aktan çok yalnızca zorunlu koşulların bir bölüm üdür.
3. Son olarak yeni bir toplum sal kurum un doğuşu, verili bir ülkede
bildirilen bir dönem sırasındaki nüfus artışı, ya da tikel bir savaşın pat
lak vermesi gibi birçok insanın eylem inden oluşan toplak olayların/
aggregative events açıklamalarına dönüyoruz. Bu türden olaylar, özellikle
büyük sayılarda insanı ilgilendirdiği ya da dikkate değer bir zamansal
yayılma gösterdiği zaman, genellikle bilinçli bir tasarın ya da uyumlu
eylemin sonucu değildir; ve sık sık giderek onlara katılan herhangi bir
bireyin tasarladığı görünürde-erekler de değildir. Sonuçta, onlar için
önerilen açıklam alar tarihçiler arasında bireysel eylemlerin açıklama
larının old u ğ u n d an çok d ah a tartışm alıdır. Ç ünkü değişik tarihçiler
tarafından kendilerine böyle ortaklaşa olayların yüklendiği “etm enler”
ya da “toplum sal güçler” sık sık dikkate değer ayrımlar gösterir, ve bu
açıklamaların birçoğunun yetersizliği üzerine sorgulanamayacak denli
yetkin öğrenciler arasında varolmayı sü rd ü ren keskin anlaşmazlıklar
toplum sal değişim in sağlam tem ellen d irilen ve gen el olarak güve
nilir kuram larının yokluğuna tanıklık eder. B ununla birlikte, bu tip
açıklam aların yarattığı tözsel sorunlar ile ilgilenmeyeceğiz, ne de sık
sık böyle açıklam aların tem elinde yatan sayısız “tarihsel nedensellik
kuram ları”nm (e.d. toplumsal değişimin belirleyicilerine ilişkin az çok
du ru olarak eklem lenm iş sayıltıların) herhangi birinin geçerliği ile il
gileneceğiz. Ama yer sınırları böyle açıklam aların çeşitli örneklerinin
geniş ve ayrıntılı irdelem esini önlediği için, ki ancak böyle bir irdeleme
o kalıbın karışıklıklarına hakkını verebilir, yalnızca önde gelen özellik
lerinin bir kaçma değinebileceğiz.
Dikkate değer bir karmaşa derecesi taşıyan bir ortaklaşa olayı yinele
yen bir olay tipinin bir örneği olarak görerek ve sonra o tipten olaylar
üzerine bir (örtük ya da belirtik) genellem enin ışığında önceden varo
lan koşullara bağımlılığını sergileyerek açıklamak seyrek olarak olanak
lıdır. Örneğin, tarihçiler Protestan Reformasyonu yalnızca genel-olarak-
reformasyonların (ya da giderek genel-olarak-dinsel-reformasyonların
daha dar sınıfının) bir durum u olarak düşünerek ve sonuçta, reformas-
yonlar belli koşullar altında yer aldığı için, ve o koşullar on altıncı yüz
yılda Almanya’da gerçekleştiği için, Protestan Reformasyonun onların
sonucu o ld u ğ u n u ileri sü rerek açıklam a girişim inde bulunm azlar.
Çünkü ilk olarak, böyle büyük-ölçek olaylann gerektiği gibi betim lenen
çeşitli tiplerin örnekleri olarak yararlı bir biçim de sınıflandınlabileceği
sayıltısı üzerine, verili bir tipten bilinen duru m ların sayısı genellikle
oldukça küçüktür; ve, verili bir tipten olaylann yer almasının koşulları
üzerine genellem eler için kanıt kıt olduğu için, çeşitli tiplere ait olaylar
üzerine güvenilir genellem eler en iyisinden oldukça seyrektir. Ama,
ikinci olarak, verili bir büyük-ölçek ortaklaşa olay tipinin çeşitli örnek
lerinin gerçekte yer almış olduğu biçim indeki daha öte sayıltı üzerine,
aralarında önem li ayrım ların olması zorun lu d u r; ve, giderek elde o
tip olaylar üzerine güvenilir genellem eler bulunsa bile, genellem eler
büyük olasılıkla o tipten verili bir örneğin yer almasını açıklamada çok
yararlı olmayacaktır. Ö rneğin, geçmişte politik devrim ler yineleyerek
yer almış, ve fenom en geniş olarak incelenm iştir . 14 Gerçi 1775 Ameri
kan Devrimi, 1911 Çin Devrimi, ve 1917 Rus Devrimi tüm ünün de bu
fenom enin örnekleri olmasına karşm, yer alm a koşullarında ve gelişim
süreçlerinde önem li ayrımlar bulunur; ve ortaklaşa olayların bir sınıfı
olarak devrim ler üzerine eldeki genellem eler niçin 1917’de Rusya’da
b ir devrimin olduğunu açıklamada çok az yararlıdır.
Buna göre, “kaplayıcı yasa/covering lava ”açıklama m odeli (e.d. tikel
olayların doyurucu açıklamalarının biçim de tüm dengelim li olduğu ve
dolayısıyla bir olayın açıklaması için o olayın açıklamada bir öncül olarak
hizm et eden sağın olarak evrensel bir yasanın alma alınması gerektiği
görüşü) olarak adlandırılmaya başlayan şeyin eleştirmenleri toplak olay
ların tarihsel açıklamalarının bu kalıbı sergilemediğini öne sürm ede hiç
kuşkusuz haklıdır .15 G erçekten de, b u önesürüm eğer böyle açıklama
ların biçim inin açıklanacak olayın yalnızca uygun bir istatistiksel genel
leme altına alınabileceği anlam ında giderek çoğunlukla olasılıklı bile
olm adığını ileri sürm e noktasına dek genişletilirse sağlam kalır. Buna
karşm, bu kabullenim ler kaplayıcı yasa m odelinin eleştirm enlerinin
ortaklaşa olayların açıklamalarına hiçbir genel sayıltının (belirtik ya da
örtük) girm ediği biçim indeki daha öte savlarını doğrulam az. Çünkü
eğer kabul edilen olguların bu savı doğruladığı varsayılırsa, benzer bir
uslamlama örneğin tikel bir buharlı lokomotifin davranışını açıklamak
için hiçbir fiziksel yasanın gerekm ediği vargısını kabul etmemizi gerek
tirecektir, çünkü gerçekte belirli olarak buharlı lokomotifler üzerine olan
ve belirtilen lokom otifi tekil bir birim olarak altına alabilecek hiçbir
fiziksel yasa yoktur. Ama bu vargı açıkça yanlış olacaktır. Bir lokomotifin
davranışını açıklamak için, lokom otif az çok bileşen parçaların (örneğin
yanma odası, b u h ar kazanı, çekiş tekerlekleri, ön fen er vb.) tümleşik
bir dizgesi olarak kabul edilm elidir ki, bun u n çeşitli işlemleri ancak bile
şenler yoluyla sergilenen belli fiziksel fenom enlere ilişkin çeşitli yasaların
(örneğin çeşitli m ekanik, term odinam ik, optik vb. yasaların) terim le
rinde açıklanabilir, öyle ki b ü tü n dizgenin karakteristikleri (örneğin
çekiş kuvveti, devimin hızı, işlemin etkerliği vb.) so nunda parçaların
kimileri arasındaki etkileşimlerin ürünleri olarak sergilenebilir.
G erçekten de, tarihçiler dikkate değer karmaşa ile dam galanan bir
toplak olayı bütünüyle andınm lı bir yolda açıklarlar. Böyle bir olayı tekil
HBkz. Alfred Meusel, “Revolution and Counter-Revolution,” in Encyclopedia of the
Social Sciences, New York, 1934, Vol. 13, pp. 367-75; ve Crane Brinton, The Anatomy of
Revolution, Rev. ed., NewYork, 1952.
15William Dray, aynı yer, Chap. 2.
bir bütün olarak ele alamazlar, am a ilkin onu bir dizi bileşen “parçaya ”
ya da “yana ” çözümlemelidirler. Çözümleme sık sık kapsayıcı olayın belli
“global” karakteristiklerini yine o çözüm lem enin belirlemeye çalıştığı
bileşenlerin tikel bileşim inin sonucu olarak sergileyebilmek için üst
lenilir. B ununla birlikte, tarihçinin görevinin birincil hedefi niçin o
bileşenlerin edimsel olarak bulu n d u ğ u n u gösterm ektir; ve tarihçi bu
am aca ancak o bileşenlerin büyük olasılıkla yer almasını sağlayan ko
şulların kimilerini ilgilendiren (çoğunlukla örtük) genel sayıltıların ışı
ğında ulaşabilir. Gerçekte, ortaklaşa bir olayın çözümlemesi bile büyük
ölçüde böyle genel sayıltılar yoluyla deneüenir. Herşeyden önce, olayın
kendisinin sınırlarının çizilmesi—o nu betim lem ek ve böylelikle ayrıca
o nu büyük ölçüde gelişimine yol açmış daha erken olgu durum ları ile
karşıtlık içine getirm ek için şu değil de bu özelliklerin seçilmesi, ve var
sayılan başlangıçlarını saptam ak için tikel bir zam anın ya da durum un
kabul edilmesi—bir ölçüde tarihçinin “tem el” değişkenlere ilişkin genel
anlayışı üzerine dayanır (olay bu değişkenlerin terim lerinde anlaşıla
caktır) . ikinci olarak, bir tarihçinin bir olayda o n u n yer almasını parça
parça açıklamaya çalışırken ayırdettiği bileşenler genellikle “en önem li”
belirleyici koşullan o n u n norm al olarak o bileşenler üzerine varsaydı
ğı genellem eler yoluyla belirlenen bileşenlerdir, öyle ki bu belirleyici
etm enler sık sık araştırm akta olduğu ortaklaşa olaya önsel olarak ya da
o n unla eşzamanlı olarak yer alan olayların edimsel bir şekillenişinde
keşfetmeye çalıştığı belirleyici etm enlerdir. Kısaca, bir tü rd en genel
lem eler bireysel eylem lerin açıklam alarında olduğu gibi özsel olarak
toplak olayların açıklam alarının öncüllerinde de görünür.
Bir ortaklaşa olayın kavramsal olarak yönetilebilir “parçalara” ya da
“yanlara” dağılm asının özgül tarzı böylece olayın ve o n d a bu lu n an
durum lann büyüklüğü ile olduğu gibi bir tarihçinin incelemesine getir
diği ön-düşünceler ile birlikte de değişir. Buna karşın, bileşenlere çözüm
lenen olaylar için açıklamalann iki geniş sınıfını ayırdetmek elverişlidir:
“Beklenmedik” başlangıçlan olduğu kabul edilen olaylan ele alanlar—ör
neğin Protestan Reformasyon, Amerikan İç Savaşı, ya da Alman Weimar
Cumhuriyetinin düşüşü; ve keskin olarak tanımlanabilir sınırlan olmadığı
am a işlerin önceki durum lan ile “sürekli” olduklan kabul edilen olaylar
ile ilgili olanlar—örneğin Avrupa’nın feodalleşmesi, m odern kapitaliz
min gelişimi, ya da işleyim Devrimi. Bununla birlikte, yalnızca ilk türden
açıklamalan tartışmak amaçlanmız için yeterli olacaktır.
Bu türden açıklamalarda tarihçiler sık sık bir olayın “dolaysız” (ya da
“başlatıcı”) nedeni ve “altta-yatan” (ya da “tem el”) nedenleri arasında
aynm yaparlar. Dolaysız bir neden ortaklaşa bir olayı başlatan genellikle
göreli olarak kısa süreli bir olaydır; bu bir “doğal olay” olabilir (örneğin
dehşet yaratan bir yer sarsıntısı), bir bireysel eylem (bir suikastçinin edi
mi) , ya da ortaklaşa bir olay (askeri bir yenilgi) olabilir. Tarihçilerin sık sık
gönderm e yaptıklan altta-yatan nedenler çoğunlukla, ve açıkça eğretile-
meli terimlerde, “toplumsal güçler” olarak belirtilir ve göreli olarak uzun
süren eylem kiplerinden olduğu gibi çeşidi anonim birey kümeleri yoluy
la sergilenen daha az norm al davranış biçim lerinden de oluşur. Tarihsel
açıklamalarda sık sık değinilen toplumsal güçler şunlardır: Politik yapı
ların dayattığı kısıtlamalar, ekonom ik çıkarların ve kurum lann nüfuzu,
örgütlü dinlerin uyguladığı denetimler, askeri etkinlik ve kuruluşlardan
kaynaklanan zorlamalar, ve çeşidi inanç, düşünce ve özlemlerin onlan
taşıyanların tutum ve etkinliklerinden sergilenen işleyişi.
Bu tü rd e n açık lam aların tipik b ir ö rn e ğ in i kısaca inceleyelim .
W eim ar C u m h u riy e tin in d ü şü şü n ü açık lam asın d a İngiliz ta rih ç i
B arraclough bir yandan b irb irin d en ayrılan özlem lerinin terim lerin
de tanım lan an çeşitli toplum sal sınıfların o olayda belirleyici roller
oynadığını bulur: Prusya toprak soyluluğunun id eallerine adanm ış
askeri subaylar sınıfı ve Ju n k erler; işleyim ve fınans devleri tarafından
temsil edilen ekonom ik gruplar; toplum cu hedefler tarafından esin
lend irilen işleyim işçileri; tecim cilerin ve beyaz-yakalı işçilerin orta
sınıfları, ve geleneksel olarak kazanılm ış politik ve dinsel tutu m lar
yoluyla örgütlü em ekten ayrılan köylüler; ve Alman işleyim ve fınans
sınıflarının utkulu Bağlaşık ülkelerde içeride olduğu gibi dışarıda da
toplum culuğa karşı çıkan benzerleri.
B arraclough b u g ru p la rın W eim ar C u m h u riy etin in çöküşünden
önce varolduğu biçimiyle küm elenişlerini betim ler ve kimi durum larda
b u nun için n edenleri geriye Otuz Yıl Savaşına dek götürür; am a açık
lamasının d o ğrudan ilgili bölüm ü I. Dünya Savaşının bitişi ile başlar.
O na göre, Weimar Cumhuriyetinin en son yazgısının söz konusu olduğu
düzeye dek, “zarlar 1919 gibi erken b ir tarihte atılm ıştı,” çünkü yeni
Anayasa liberal politik biçim lerini ekonom ik ve politik gücün vazgeçil
mez yeniden-dağılımı ile tamamlamıştı. Böylece, Reichsrvehr’in savaşta
yenilmesine karşın, temsil ettiği sınıf Alman politikasında denetleyici
bir rol oynamayı sü rd ü rd ü , üstelik yeni düzenin liberal kuram larına
açıkça düşm an olmasına karşın. Örgütlü emek Weimar Anayasasına tam
bağlılık gösterm edi çünkü o dizgenin sınırları içerisinde kendi temel
amaçlarını gerçekleştirmek için hiçbir um ut görmüyordu. Büyük işleyim
çevrelerinin gücü kırılm adan bırakıldı, ve b u n u n n ed en i bir yandan
eğer toplum cu önlem ler kabul edilecek olursa yabancıların durum a ka
rışacaklarından duyulan korku idi. W eimar Cumhuriyeti orta-sınıfların
desteğini aldı; ama bunlar etkili bir güç uygulamadı ve sol-kanat devim
ler ile bağlaşmak için hiçbir neden görmedi. Toplumsal güçlerin karar
sız dengesi sonunda 1929 ekonom ik bunalım ı tarafından bozuldu. Yedi
yıl önce yer alan enflasyon nedeniyle d ah a şim diden yoksullaştırılan
orta sınıflar Weimar Cum huriyetine güvenlerini yitirdiler ve yazgılarım
iyileştirmek için Nasyonal Sosyalizme döndüler. Ama ordu, Ju nkerler
ve işleyimciler de, Bağlaşık ülkelerdeki benzerleri tarafından uygun bu
lunacağına güvenerek, H itler’de Almanya’da Ortaklaşacılık gözdağmı
kesin olarak o rtadan kaldırm ak için bir fırsat görd ü ler ve H itler ara
cılığıyla kendi karşıtlıksız egem enliklerini kurm a u m u duna düştüler.
Barraclough’un vargısına göre H itler’in erke yükselmesi “orduyu temsil
eden H in d en b u rg ’un, aristokrasiyi temsil eden P e p e n ’in, basın kralı
H ugenberg’in, ve R uhr işleyimcilerini temsil eden Thyssen’in işi idi.”16
Bu örneği göz önünde aldığımızda, bu açıklama tipinin kalıbı şematik
olarak şöyle temsil edilebilir: O, başlangıcı bir t zam anında saptanan
bir ortaklaşa olay olsun; ve varsayalım ki Ot çözümlendiği zaman bir /,
tarzında etkileşim içinde olan b ir G ı, G2, . . . , G ,. . . , G„ toplum sal
güçler küm esini bileşenler olarak taşıdığı bulunsun. Daha öte varsaya
lım ki çözümleme o güçlerin t ’den kısa bir süre önce bir s zam anında İ s
tarzında (ki bir “denge” d u ru m u olarak belirteceğiz) ilişkili olduğunu
açığa çıkarsın. Niçin O /in yer aldığını açıklama görevinin, genellikle
tasarlandığı gibi, böylece iki bölüm ü vardır: Niçin güçlerin kümelenişi
//d e n /,’ye değişti? Ve niçin o güçler s zam anında İs kümelenişi içinde
idi? İlk soru genellikle t zam anında Gi bileşen güçlerinin biri ya da daha
çoğu üzerinde etkide bulanan ve böylelikle İs dengesini bozan bir başla-
tıcı ot olayının yer almasının terim lerinde yanıtlanır.17 B ununla birlikte,
leG. Barraclough, The Origins of Modem Germany, NevvYork, 1957, s. 450.
17Kimi tarihçiler başlatıcı olayların rolünü bir enaza indirgem e eğilimindedir. Ör
neğin yakınlardaki bir yazara göre, “... ‘dolaysız n e d en ’ gerçekte bir neden değildir;
bir olaylar, eğilimler, nüfuzlar ve güçler zincirinde yalnızca bir noktadır ki, onda etki
görülür olmaya başlar. O tutuşacak b ir yığma b ir kibrit atm a ya da bir patlayıcının
üzerine bir horozun düşmesi olarak hizm et eden başlatıcı olaydır. Böyle olarak daha
doyurucu bir yolda ‘n e d e n le r’ olarak betim lenebilecek ön koşullara doğru uygun
bir yönlendiricidir. Daha doyurucu araştırm a çizgisi ‘Eğer bu ‘raslantı’ yer almamış
olsaydı ne olurdu?’ değildir. Dahaçok şudur: ‘Durum nasıl böyle bir şekle girdi?’ Bir
mesajın geç ulaşması ya da bir geçit töreninde yanlış bir dönüşün yapılması [bura
da gönderm eler sırasıyla XVI. Louis’nin Ulusal Meclisi 20 H aziran 1789’da hiçbir
toplantının yapılmayacak olması konusunda bilgilendirm ede gecikmesine, ve Franz
F e rd in an d ’m şoförünün Saraybosna’da yanlış bir dönüş yapm asınadır] bir dünya
devrimine ya da bir dünya savaşına götürebilir? O çizgi izlendiği zaman, ‘ne olabilirdi?’
sorusuna yanıt genellikle kolaylaşır; eğer şimdi bu raslantı olmasaydı, daha sonra bir
başkası aynı etkiyi yaratırdı, çünkü belirleyici eğilimler, nüfuzlar ve etm enler henüz
işlemeyi sürdürüyordu....”— Louis Gottschalk, UndentandingHistory, Ne\v York, 1950,
pp. 210-11. Gerçi bu görüş geçmişi yalnızca başlatıcı olayların terim lerinde açıklama
girişim ine bir tepki olarak anlaşılabilir olsa da, gerçekte k u ru n u n yanında yaşı da
yakar. Eğer t zam anında bir o başlaücı olayı yer almadıkça O olayının t zam anında yer
almayacak olduğu varsayılırsa, o ’n u n yokluğunda O olayının t zam anında gene de
yer alacak olduğunu ileri sürm ek açıkça saçmadır. Hiç kuşkusuz eğer O t zam anında
yer almamış olsaydı, bir başka zam anda yer alabilirdi; ama o olmaksızın “henüz işle
m ekte olan” koşullar O ’yu üretm ek için yeterli olm adığına göre, o zaman O ’nun bir
başka zam anda yer alması için bir başka başlatıcı o ' olayının yer alması gerekir—ve
hiç birinin olmaması bütünüyle olanaklıdır. Eğer alıntılanan sav sağlam olsaydı, bir
bireyin yanan kibriti tutuşabilir bir yığına atmasını önlem ek budalalık olurdu, çünkü
sava temel olan uslamlamaya göre bir tutuşm a h e r nasılsa yer alacaktır. Yazarın görü
nürde göz önünde tuttuğu şey olayların “daha önem li” ve “daha az önemli" nedenleri
arasındaki bir ayrımdır, ve bu ayrımı bu bölüm ün sonraki kesiminde ele alacağız.
açığa çıkacaktır ki b u yanıt ot gibi olayların G, toplum sal güçlerinin
altına alınan durum lara benzer durum lar üzerinde olabilecek etkilerine
ilişkin kimi genellem eleri sorgusuzca alır. Ö rneğin, Barraclough’a göre,
1929 ekonom ik bunalım ı Alman orta sınıflarının W eimar Cumhuriye
tine bağlılığını yok etti. Bu savın altında yatan ö rtü k sayıltı kendileri
n in n ed en olm adığı am a b ir toplum sal dizgenin işleyişine yüklenen
ekonom ik yıkımlar tarafından ezildiklerinde, insanların çoğunlukla o
dizgeden eğer özellikle işlerin erken düzelmesi konusunda bir beklenti
yaratmıyorsa hoşnutsuz oldukları düşüncesi olarak görünür. O /n in yer
almasını açıklama görevinin ikinci bölüm ü toplumsal güçlerin h er biri
nin geçmişteki erken bir evreden s zamanındaki durum una dek gelişimi
için bir açıklam anın verilmesini gerektirir. Böyle açıklamalar genellik
le görevin ilk b ö lü m ü n ü tam am lam ak için gereken adım lara benzer
çeşitli adım ları kapsar, ama, bu karışıklığa karşın, bu açıklam alardan
h e r biri bir türeyişsel açıklama biçim ini taşır. Kısaca, toplak olayların
açıklamaları kalıpları olasılıklı ve türeyişsel açıklamaların kalıplan olan
alt-güdümlü açıklama çizgilerinden oluşur.
Ö nem li ölçüde karmaşık olan ortaklaşa olaylar böylece çoğunlukla
tekil birim ler olarak onları genellem elerde görü n en soyut kavramla
rın altına alarak açıklanmaz. Sonuçta, sık sık yalnızca böyle olayların
(özellikle insan tarihinde) tarihsel açıklam alarının mantıksal kalıpta
genelleştirici bilim lerdeki açıklam alardan ayn olmakla kalmadığı, ama
aynca insan tarihinde kullanılan kavramların kendilerinin genelleştirici
bilimlerdeki “genel kavramların” yapısından kökten ayrı bir mantıksal
yapı taşıdığı ileri sürülür. Özel olarak, genel kavramlar terim lerin uzam-
lannın /extension içerim leri/intension ile evrik olarak değiştiğini anlatan
tanıdık mantıksal ilkeye uygun düşer. Ö rneğin, ‘dirim li örgenlikler,’
‘hayvan’ ve ‘insan’ gibi genel terim ler azalan uzam sırasına göre düzen
lenir, öyle ki bir terim ile belirtilen şeylerin sınıfı o nu izleyen bir terim
ile belirtilen sınıfı kapsar; am a bu terim lerin içerim leri artar, öyle ki
bir terim yoluyla im lenen yüklemler bir önceki terim yoluyla im lenen
yüklemleri kapsar; böylece, insanlar sınıfı hayvanlar sınıfında kapsanıyor
olsa da, ‘hayvan’ terim inin tanımlayıcı yüklemleri ‘insan’ın tanımlayıcı
yüklemlerinin yalnızca bir bölüm üdür. Ö te yandan, bu ilkenin tarihsel
incelem ede kullanılan “bireysel kavramlar” tarafından doyurulmadığı
ileri sürülür, çünkü böyle bir terim yoluyla belirtilen olay daha kapsayıcı
oldukça, anlam ı da o denli “daha varsıl” ve “daha tam ” olur. Böylece
‘Fransız Aydınlanması’ terim inin ‘Voltaire’in yaşamı’ terim inden daha
geniş bir uzam ının, am a ayrıca daha tam bir içerim inin olduğu söylen
miştir.18
B ununla birlikte, bu savlardan hiç biri yoklamaya dayanamaz. Daha
önce belirttiğim iz gibi, ö rn eğ in özdevim li d ü zen ek ler ile ilgilenen
'"H einrich Rickert, Die Grenzen der natunuissenschafilichen Begriffsbildung, 4 ’üncü
yayım, Tübingen, 1921, ss. 294-95.
m ühendislik bilimleri gibi uygulamalı doğal bilim ler genellikle karma
şık dizgelerin işlem lerini ilkin böyle dizgeleri bileşenlere çözümleye
rek açıklar, öyle ki bu açıklam aların kalıbı karm aşık ortaklaşa olaylar
için getirilen birçok tarihsel açıklam anın kalıbına bütünüyle benze
mez değildir. Dahası, (eğer yalnızca iki kuram sal bilim e değinirsek)
fiziksel kozm ogonide ve evrimsel yaşambilimde açıklam alar bir ölçüde
karakterde türeyişsel oldukları için, bu açıklamaların bütününde alman
yapıları tartışm akta olduğum uz tarihsel açıklamaların kalıbından ayır-
dedilebilir değildir. Buna göre, gerçi bu kalıp tarihte başka araştırm a
dallarında olduğundan daha sık yer alabilse de, genelleştirici bilimlere
tam yabancı değildir.
Ama h er ne olursa olsun, uzam ın içerim ile evrik değişim inin ilkesi
nin tarihsel incelem enin “bireysel kavram ları” için geçerli olm adığını
ileri sürm enin yanlışlığı kolayca gösterilebilir. Ç ünkü sav bütünüyle
ayrı iki ilişkiyi karıştırır: İki terim in uzam ları arasındaki içerme ilişkisini
ve bir terim in b ir örneği ve o örn eğ in bir bileşeni arasındaki bütün-
parça ilişkisini. Böylece ‘k a rb ü ra tö r’ terim inin uzamı ‘taşıt’ terim inin
uzam ında içerilm ez (çünkü k arb ü ratö rler taşıtlar değildir), gerçi bir
k a rb ü ra tö r b ir taşıt olan b ir o to m o b ilin b ir parçası (ve sonuçta ‘ta
şıt’ terim inin uzam ının bir örneğinin bir parçası) olabilse de; ve, gerçi
‘taşıt’ terim i ‘k arb ü ratö r’ terim inden “daha varsıl bir anlam ” taşıyabil-
se de, bu d ah a büyük varsıllık yukarıdaki m antıksal ilkeyi çiğnemez.
B enzer olarak, ‘V oltaire’in yaşam ı’ terim in in uzam ı ‘Fransız Aydın
lanm ası’ terim inin uzam ında kapsanm az, ve bu V oltair’in yaşamının
Fransız Aydınlanmasının parçası olması olgusuna karşın böyledir (öyle
ki ‘Fransız A ydınlanm ası’ terim i anlam d a hiç kuşkusuz ‘V oltaire’in
yaşam ı’ terim in d en “d ah a varsıl”dır). Buna göre, tartışm a altındaki
m antıksal ilke h iç b ir biçim de b u terim lere u y g ulanabilir değildir,
tıpkı ‘k a rb ü ratö r’ ve ‘taşıt’ gibi terim lere de uygulanabilir olmaması
gibi; ve sonuçta terim lerin h e r iki çifti de ilkeye olanaklı bir kuraldışı
sayılamaz. Kısaca, insan geçmişi üzerine tarihsel araştırm anın ya açık
lam alarının mantıksal kalıpları ya da kavram larının mantıksal yapıları
açısından genelleştirici doğal ya da tarihsel bilim lerden kökten ayrıl
dığı savı için hiçbir tem el yok görünür.
19Bkz. The Discussion of Humarı Affairs, C. A. Beard, T he Macmillan Co., 1936, ss.
79-81; Wm. Beard ve Mrs. Miriam B. Vagts’in izni ile.
Bu önesürüm ün yarattığı soru herhangi bir geçmiş olayın bir açıklama
sının yalnızca tarihçinin sınırlı bir problem e yönelmesi ve onu bütün geç
mişi ele almayan araştırmalar yoluyla çözme girişiminde bulunması gibi
bir olgudan ötürü kaçınılmaz olarak çarpık ve hatalı olup olmadığıdır.
Bununla birlikte, soruya yanıtın olumlu olduğu düşüncesi herşeyi bilme
dikçe hiçbirşeyin yetkin bilgisini taşıyamayacağımız görüşünü gerektirir;
bu tüm ilişkilerin “içselliği” biçimindeki felsefi öğretiye bir sonurgudur.20
Eğer bu öğreti sağlam olsaydı, sonlu bir anlak tarafından kurulabilecek
her tarihsel açıklamanın edimsel olarak yer almış olanın zorunlu olarak
sakatlanmış bir biçimi olarak görülmesi gerekirdi; aslında, tüm bilimin ve
tüm çözümlemeci söylemin benzer bir yolda m ahkum edilmesi gerekir
di. Ama tüm tarihsel açıklamalann özünlü olarak keyfi ve öznel olduğu
önesürüm ü ancak bir nesnenin bilgisinin belli bir tarzda o nesne ile özdeş
olması ya da onu yeniden üretmesi gerektiği sayıl tısı üzerine anlaşılabilirdir;
ve bu sayıltı, ve aynca ona eşlik eden önesürüm , saçma olarak reddedil
melidir. Böylece b ir haritanın temsil ettiği bölgenin çarpık bir biçimi
olarak karakterize edilmesinin anlamlı olduğu, çünkü haritanın bölge ile
çakışmadığı ya da o bölgede edimsel olarak varolabilecek h er öğeden söz
etmediği düşünülemez; tersine, ölçeğe göre çizilmiş ve hiçbirşeyi atmamış
bir “harita” hiçbir amacı olmayan bir canavarlık olurdu.
Benzer olarak, tarihsel soruşturm anın sonucu olarak bilgi yalnızca
geçmişteki herşeye ilişkin olm adığı için, ya da yalnızca soruşturm ayı
başlatmış olana ilişkin belirli soruyu yanıtladığı am a yer almış olanı
ilgilendiren başka h e r problem e yanıt vermeyi başaramadığı için yeter
siz değildir. B ununla birlikte, tüm diskursif bilgi belirli (ve bu nedenle
sınırlı) sorulan çözme u ğruna yapılan araştırm anın ürünüdür. Öyleyse
bir tarihsel açıklam anın eğer “insanlığın uzun sürecine başlamasından
bu yana gezegen üzerinde insanlar tarafından söylenen, yapılan ve düşü
nü len herşeyi”21 bildirm eyi başaram ıyorsa “öznel” olarak karakterize
edilmesini gerektiren şey yalnızca gerçekleşemez değil am a saçma bir
nesnellik idealidir. Buna göre, tarihsel araştırm alann geçmişin seçilen
yanlarını ele alması, ya da tarihsel açıklam aların herşeyi başka herşey
ile nedensel olarak ilişkili görmemesi biçimindeki çıplak olgular nesnel
olarak aklanmış bir insan tarihinin olanağı açısından kuşkuculuk için
inandırıcı bir ned en değildir.
20Bu bir şeyin yüklem lerinin ya da ilişkilerinin (örneğin bir insan durum unda evli
olma, ya da belli bir günde cebinde beş lirası olm a) tüm başka şeylerin yüklemleri
ya da ilişkileri yoluyla m antıksal olarak zorunlu kılındığı ve b u n a göre herşeyin bir
derecede başka herşey ile ilgili olduğu öğretisidir. Ö ğretinin bir eleştirisi için, bkz.
E m estN agel, Sovereign Reason, Glencoe, 111., 1954, Chap. 15.
21Charles A. Beard, aynı yer, s. 69.
için h e r nedensel koşulun kendi n edensel koşulları olduğuna göre,
olay nedensel koşulların bütün bir gerileyici (ve kuramsal olarak sonu
gelmez) dizisindeki terim ler de açıklanm adıkça hiçbir zam an doğru
olarak açıklanmaz. Ö rneğin ileri sürülm üştür ki,
A tlan ta’d a b ir B aptist vaaz, e ğ er o n u açıklam ayı üstlenirsek, bizi geriye Protes
ta n R eform asyon yoluyla G alilee’ye— ve çok d a h a öteye uygarlığın loş k ö k en
le rin e g ö tü rü r. E ğ e r d ile rse k ilişkiler çizgisi b o y u n ca h e rh a n g i b ir n o k ta d a
durabiliriz, am a b u keyfi b ir istenç e d im id ir ve so ru n d a k i gerçeklik arayışına
haksızlık yapar.22
Ama gerileyen dizide keyfi bir noktada durm akla gerçeğe karşı hak
sızlık mı yapılmış olur? Salt C B ’nin bir nedeni olduğu için B A ’nın bir
nedeni değil midir? Bir gezegenin bildirilen bir zam andaki konum u
yerçekim i kuram ının ve d ah a önceki b ir zam anda güneş dizgesinin
başlangıç koşullarına ilişkin bilgilerin terim lerinde açıklandığı zaman,
bu başlangıç koşullarının kendileri açıklanmış olm adığı ve güneş diz
gesinin daha da erken şekillenm elerinin sonuçlan olduğu zem ininde
açıklama doyurucu olm aktan uzak mıdır? Boyle’u n yasasını gazların
kinetik kuram ının terim lerin d e açıklam ada b u kuram ın kendisinin
açıklanm am ış olm asından ö tü rü b ir h ata mı vardır? Pisagoras teore
m inin bir tanıtlam ası tanıtlam anın başlangıç noktası kendi paylanna
tanıtlanm ış olmayan bir sayıltılar kümesi olduğu için kuşkulu m udur?
Bunlar diluzluğu sorulandır, ve tüm üne yanıt açıkça ve h er durum da
olumsuzdur. H içbir açıklamanın onu oluşturan tüm öğeler de açıklan
madıkça en sonunda doyurucu olm adığını sanm ak rom antik irrasyo-
nalizm felsefelerinin tem elinde yatan kanşıklığa düşm ektir—felsefeler
ki, bilimsel soruşturm a niçin hiçbirşey değil de birşey vardır sorusuna
yanıt verem ediği için diskursif insan anlağının şeylerin “gerçek” doğa
sını keşfetme yeteneğinden um utsuzluğa düşerler.
Dahası, A tlanta’daki Baptist vaaz ile bağıntı içinde bir açıklaması ara
nacak olan şey nedir? Bu verili bir birey verili bir zam an ve durum da
bir vaazı niçin verdiği, ya da niçin tikel bir metin ve temayı seçtiği, ya da
“ Charles A. Beard, aynı yer, s. 68. Beard’m kuramsal kuşkuculuğunun onun çalışan
bir tarihçi olarak sayısız tarihsel olay için güçlü olarak bildirilmiş açıklamalar sunm a
sının ö n ü n e geçm em iş olması olgusunda bir ironi vardır. Am erikan İç Savaşını iki
bağdaşmaz ekonom ik dizge arasındaki savaşımın doruğu olarak kabul eden güvenilir
açıklaması iyi bilinir. Birleşik Devletler Yüksek M ahkem esinin 1857’de aldığı D red
Scott Kararının Yargıç M cLean’ın politik hırslarının ü rü n ü olduğunu ileri sürm ede
eşit ölçüde açık sözlüydü. McLean kölelik-karşıtı yargıçlardan biriydi ve başkanlık
için Cum huriyetçi adaylığı kazanma gibi bir amaçla köleliğin kısıtlanmasından yana
karşıt bir görüşü sunmayı planlıyordu. Beard soruna ilişkin açıklamasının vargısı ola
rak şunları yazar: “Kuşkunun ötesinde, Yargıç M cLean’ın görüşlerini ne pahasına
olursa olsun yayma konusundaki ödünsüz diretmesi kölelik-yandaşı yargıçları Missouri
Uzlaşmasının geçerliğine karşı ortaya çıkmaya zorlam ada önde gelen etm enlerden
biri oldu.”— Charles A. ve Mary R. Beard, The Rise of American Civilization, New York,
1930, Vol. 2, p. 19, The Macmillan Company.
niçin o durum un doğduğu, ya da niçin Baptistlerin Atlanta’da çoğaldık
ları, ya da niçin Baptistlerin bir Protestan m ezhep olarak geliştikleri, ya
da niçin Protestan Reformasyonun olduğu, ya da niçin uygar yaşamın
ortaya çıktığı mıdır? Bunlar tüm ü de ayrı sorulardır; ve h er birine yeterli
bir yanıt başkalarından herhangi birini yanıtlamaz, ve giderek başkala
rından kim ilerinin yarattığı problem ler ile uzaktan bile ilgili değildir.
Buna göre, bir kez açıklanacak olay usauygun bir biçim de belirli kılınır
kılınmaz, b ir tarihçinin olayı açıklamasının ancak ilkin h er bir terimi
önceki terim de kabul edilen veriler için bir açıklama olan bir açıklama
lar dizisini tam am larsa nesnel olarak aklandığını ileri sürm ek kendi ile
çelişkilidir. Ö te yandan, bir problem in b ir başkasını imleyebilmesi ve
böylece belki de yeni soruşturm aların ve daha öte açıklamaların sonu
gelm ez bir dizisine götürebilm esi olgusu yalnızca verili bir nesnenin
engin karm aşasına ve bilimsel girişimin ilerleyici karakterine tanıklık
eder. Bu olgu böyle bir dizi tam am lanm adıkça verili bir problem için
önerilen h er çözüm ün zorunlu olarak gerçeğin bir sakaüanması olduğu
önesürüm ünü desteklemez.
-'Cari Becker, “Everyman His Own H istorian,” American Historical Revieıo, Vol. 37
(1931-32), ss. 227-32; bkz. ayrıca aynı yazar tarafından “W hat Are Historical Facts?”
Weslem Political Quarterly, Vol. 8, (1955), ss. 327-40. Bu ‘kuşkucu kuşkular’ Becker’in
son denem edeki uslamlaması, tarihsel araştırm anın tersine, doğal bilim lerdeki ge
lişmelerin toplumsal yaşam üzerinde derin bir etkisinin olduğu vargısı ile sonlandır-
masının önüne geçmedi."Yüz yıllık bilimsel araştırma yaşam koşullannı değiştirmiştir.
Bunu nasıl yapüğını herkes bilmektedir." Açıktır ki meslekten bir tarihçi için biçimsel
olarak ileri sürebileceği tarihsel bilgi üzerine kuşkuculuk uygulamak güçtür.
2'D esteklenen bir davanın çıkarına bile bile yapılan çarpıtm acılık bugün yetkeci-
olmayan ülkelerde m eslekten tarihçiler arasında seyrektir; ve sözde olgunun açıkça
yanlış ya da yetersiz olarak desteklenen bildirim lerinin eleştirel olmayan kabulü
tarihçilerin partizanca bağlılıklarını sergilem elerinin en sık görülen yolu değildir.
Gerçekten de, aynı dönem in iki tarihsel açıklamasının h e r birinin yalnızca tikel (ya
da “yalm”) olgu sorunlarına ilişkin tartışma götürmeyecek biçimde doğru bildirim ler
kapsayabileceğini ama h e r birinin gene de kendine özgü bir yanlılık ile dam galandı
ğını düşünm ek pekala olanaklıdır. Çünkü böyle iki açıklama değindiği ya da değin
m eden geçtiği şeylerde, h e r ikisinin de bildirdiği olaylan biraraya bağlama yollarında,
ya da h e r ikisinin de işlemsel olduğunu düşündüğü çeşitli etm enler üzerine getirdiği
vurgularda ayrılabilir; ve sonuçta, açıklam alardan biri öteki açıklam anın savunduğu
kavram ile karşıtlık içinde insan çabasının h e d ef ve sınırlarının bir kavramı uğruna
uslamlama olabilir.
ya da değişik kişisel üstenim lerinin olmasına karşın, zaman zaman verili
bir olay için bütünüyle b en zer açıklam alar ö n erirler; ve evrik olarak
kimi zam an ortak ön-düşünceleri paylaşm alarına karşın, kimi zaman
bütünüyle benzem ez açıklamalar getirirler.26 Dahası, içinde tarihçinin
çalıştığı toplum sal iklimin tarihçilerin araştırm aları üzerine belirleyici
bir etkisi olsa bile, tarihsel araştırmalarda vargılar üzerine dayalı nesnel
lik için beklentiler bu nedenle zorunlu olarak um utsuz değildir, çünkü
nesnel tarihsel araştırm anın yapılması pekala b ir toplum tarafından
ödüllendirilen ve desteklenen ve bir tarihçinin araştırm alarını destek
leyen ideallerden biri olabilir.
ikinci olarak, gerçi tarihçilerin verili bir olay için önerdikleri açıkla
malar sık sık ayrılsa da, zorunlu olarak bağdaşmaz değildir. Bu bölüm de
daha önce belirtildiği gibi, tarihsel açıklamalar verili bir olay için yeterli
koşulları bildirmez. Geçmiş b ir olay için almaşık açıklam alar sonuçta
birbirleri ile çelişmekten çok yalnızca o olay için ayrı zorunlu koşullara
değinm ede ayrılabilir (ve sık sık ayrılır), öyle ki almaşık açıklam alar
birbiri ile çelişmekten çok birbirini tamamlar. Hiç kuşkusuz, tarihçiler
sık sık bir olay için zorunlu koşullar olarak alıntılayabildikleri çeşitli
etm enlere verdikleri göreli “ö n em ” konusunda anlaşm a içinde değil
dirler; ama, göreceğim iz gibi, böyle yargılar ile bağıntı içinde ciddi
güçlükler olsa da, b unlar ilkede üstesinden gelinem ez değildir.
Ama üçüncü olarak, geçmiş bir olayı yeniden sahnelem enin açık man
tıksal olanaksızlığı o n u n için tarihsel açıklam aların sınanabilir olm a
dığını ve öyleyse nesnel olarak tem ellendirilm eye kapalı olduğunu
tanıtlamaz. E ğer bu uslam lam a sağlam olsaydı, tam olarak andınm lı
bir uslamlama bir edim den ötürü suçlanan sanığın suçu üzerine verilen
hiçbir m ahkem e k arannın nesnel kanıt üzerine dayanmasının olanaklı
olm adığını tanıtlayabilirdi. B ununla birlikte, gerçi tüze m ahkem eleri
zaman zaman yanlış kararlarda sonuçlanabilse de, her davanın türel bir
hata ile sonlandığını ya da giderek bir m ahkem enin vargısının doğrulu
ğunun bir şans sorunu olduğunu ileri sürmek saçma sapan bir abartm a
olacaktır. Daha şim diden belirtildiği gibi (Bölüm 13’te), güvenilir olgu
sal bilgi elde etm ek için açıkta yatan deneysel m anipulasyondan daha
başka teknikler vardır.
Son olarak, kabul etm ek gerek ki tarih sık sık kimi bakım lardan şiir
ile karşılaştırılabilecek bir güzel sanat gibi yazılır, ve tarihsel yeniden-
kurm alar sık sık yalnızca bilgi iletmek için değil, am a belli insan nitelik
ve özlem lerine karşı etkin duygudaşlık uyandırabilm e ve bunu pekişti-
rebilme uğruna insanlann geçmiş eylemlerini dram atik biçimde betim
lem ek için am açlanır. Buna karşın, bir tarihsel d en em en in özellikle
26Tarihçilerin A m erikan İç Savaşını ele alm ada izledikleri değişik yaklaşımların bir
tartışması için, bkz. Hovvard K. Beale, “W hat H istorians Have Said A bout the Causes
o f the Civil War,” in Theory and Practice in Historical Study, Social Science Research
Council Bulletin No. 54 (1946), pp. 55-102.
am açlanan ahlaksal tonu o n u n tartışmakta olduğu olayların yeterli bir
nesnel çözüm lem esinin olması ile özünlü olarak bağdaşmaz değildir.
Doğal bilimciler zaman zaman benzer olarak ahlaksal ve estetik amaçlar
tarafından güdülenirler, ve kim ilerinin kendi araştırm a alanlarındaki
haşarım lar üzerine yazılarında g ö rü n en ahlaksal tutku ve yazınsal sa
natçılık (örneğin fizikte Galileo ya da son yıllarda yaşambilimde D’Arcy
Thom pson) açım lam alarının nesnel olarak aklanmış içeriğini bozmak
zorunda değildir.
Kısaca, değinilen kaygılardan hiç biri güvenilir tarihsel bilginin ola
nağını ilgilendiren sınırsız kuşkuculuğu aklamaz.
b. ‘Daha önem li’nin ikinci bir anlam ı biraz d ah a kanşıktır. Bir kez
daha varsayalım ki A ve B her ikisi de C’nin yer alması için zorunlu koşul
lar olsun. Ama varsayalım ki A, B ve C değişkenlerinin h e r birindeki
değişmeleri “ölçm e”nin bir yolu olsun—hiç olmazsa bir değişkendeki
değişimlerin büyüklüğünün öteki değişkenlerdeki değişimlerin büyük
lükleri ile karşılaştınlabilir olmamasına karşın, değişkenlerden herhangi
birinde değişim lerin karşılaştırılabilmesi gibi sınırlı bir anlam da. Daha
öte varsayalım ki C’de A ’daki herhangi bir verili oranülı değişim B ’deki
eşit bir orantılı değişimin ürettiğinden daha büyük bir orantılı değişim
üretsin. Sonuçta, A ’ya C’nin belirleyicisi olarak B ’ye atanandan daha
büyük bir önem derecesi atanabilir. Ö rneğin, varsayalım ki işleyimsel
üretkenlik için eğitimli bir iş gücü gibi yeterli köm ür sunum u da vaz
geçilmez olsun; ama varsayalım ki eğitimli iş gücünde yüzde 10’luk bir
artış üretilen m allann köm ür sunum unda yüzde 10’luk bir artış ile elde
edilenden dikkate değer ölçüde büyük bir hacm ini (uygun bir indeks
ile ölçüldüğü gibi) veriyor olsun. Buna göre, ‘daha önem li’nin bu ikinci
anlam ında, eğitimli iş gücünün bulunması işleyimsel üretim için kömü
rün bulunm asından daha önem li bir belirleyici olacaktır.
3. Bununla birlikte, şimdiye dek tarihçilerin sık sık olaylara bir göreli
önem düzeni yüklem ede kabul ettikleri ve geçmişe ilişkin olguya-aykın
koşullular ileri sürerken kullandıkları tam dık b ir özel biçim den söz
edilmedi. Bu biçim kısa bir yorum u gerektirir. Genellikle belli bir olayın
sonraki gelişimler için belirleyici sonuçlarının olduğu biçim indeki bir
savı desteklem ek için, olguya-aykın yargılar tarihsel çözüm lem elere sık
sık belirtik olarak getirilir. Ünlü bir örneği alıntılarsak, birçok tarihçi İÖ
490 yılındaki M arathon savaşının insan tarihindeki belirleyici çatışma
lardan biri olduğuna inanır; ve bu inancı eğer Persler utku kazansaydı
Atina’da Doğulu bir teokratik-dinsel kültürün gelişeceği ve sonuçta Batı
uygarlığına köklerini veren Yunan bilim ve felsefesinin gelişmeyeceği
biçim indeki olguya-aykın yargı ile desteklerler.
Zaman zaman ileri sürülür ki olguya-aykın yargılann tarihsel çözüm
lem elerde geçerli b ir yeri yoktur, çünkü ya böyle yargılar getirm ek
tarihçiye düşm ez ya da onlar için yeterli zem inler bulm a görevi um ut
suzdur. Ö rneğin etkili bir düşünce okuluna göre, tarihçinin işi edimsel
olarak neyin olduğunu keşfetmek ve insan yaşamının bir dönem inin bir
öncekinden hangi sürekli dönüşüm ler yoluyla doğduğunu saptamaktır;
sonuçta, bir şairin ya da bir ahlakçının neyin olmuş olabileceği ile ilgi
lenm esinin uygun olm asına karşın, geçmişin ciddi öğrencisinin bunu
yapması uygun değildir. Dahası, böylece bir dizi tarihçiye göre, olguya-
aykırı yargılar geçmişin yalın, yalıtılabilir, kendi içlerinde kapsanan ve
dışsal olarak ilişkili olayların bir küm esine çözüm lenebileceği biçimin
deki sayıltı üzerine dayanır, öyle ki bu olaylardan herhangi birinin yer
alması ya da alm am ası geri kalan olaylar arasındaki ilişkileri kökten
değiştirmez. B ununla birlikte, bu yazarların görüşünde böyle bir sayıltı
insan tarihinin konusu için savunulamazdır, üstelik doğal bilim lerin
konusu için geçerli olsa da. O nlara göre, geçmişin olayları öyle bir kar
şılıklı ilişki içindedir ki, tekil bir olayın hipotetik olarak yer almaması
tüm başkalarının temel bir dönüşüm ünü gerektirir; ve b una göre tikel
b ir olay yer almamış olsaydı tam olarak neyin olacağını saptam anın
olanaksız olduğu vargısını çıkarırlar.27
Ama neyin olmuş olabileceğine ilişkin sayıltılar böyle uslamlamalar
yoluyla tarihten temizlenir. Olguya-aykın yargılardan kaçınmak tüm ilgi
li yargılardan ve neyin olduğunu açıklamaya yönelik tüm girişimlerden
uzak durm a yoluyla olm anın dışında olanaksızdır. Çok önce (Bölüm
4’te) bilimsel yasalar ve olgu-aykın bildirimler arasındaki yakın bağıntıya
değinm e fırsatını bulmuştuk; ve tarihsel açıklamalar hiç olmazsa genel
sayıltıların ö rtü k kullanım ını gerektirdiğine göre, bu n ed en le böyle
açıklam alar hiç olmazsa im lem e yoluyla olguya-aykın koşullular ileri
sürer. Böylece, Arabik kültürün bütün kuzey Afrika’ya ve Ispanya’ya ya
yılmasının on birinci yüzyıl boyunca batı Avrupa’da ilmin yeniden diri
lişi için sorum lu etm enlerden biri olduğunu bulan bir tarihçi sonuçta
M üslüman silahlar Afrika’da ve Ispanya’da utku kazanm amış olsaydı
Avrupa’nın sonraki kültürel gelişiminin başka bir sorun olacağını ileri
sürer. Yoksa g ö rü n ü rd e Arabik kültürün yayılmasına nedensel bir rol
yüklüyor olması tartışmakta olduğu olayların zamandizinsel bir listesini
çıkarm aktan başka birşey olmazdı. Buna göre, insan tarihinde olguya-
aykın yargılann olanağını reddedenler tutarlık için insan geçmişindeki
herhangi bir olayı açıklama olanağını da yadsımalıdırlar.
Buna karşın, genel olarak insan tarihinde olguya-aykın yargılar için
-27Bkz. Charles A. Beard, The Discussiorı of Human Affairs, ss. 42-46. Aşağıdaki pasaj
tarihte olguya-aykın vargıların olanağına yönelik karşıçıkışı özlü olarak bildirir: “Eğer
tikel bir hipotetik olay gerçekleşmiş olsaydı, ya da tikel bir reel olay gerçekleşmemiş
olsaydı dünyanın ne olm uş olacağını sorm ak saltık olarak boşunadır. Eğer Anibal
Rom a’yı yok etseydi ne olurdu? Eğer XVI. Louis ülke dışına kaçabilseydi? Eğer Napo-
leon doğm am ış olsaydı? T arihin süreci bu hipotezlerden herhangi biri yoluyla dö
nüştürülm üş olurdu; ama hangi yolda? Kartaca’da kesin bir utkudan sonra, tarihin
oyunu aralarında şansın karar vereceği türlü olanakların bir çokluğunu sunardı, tıpkı
Roma’nın utkusunu izleyen gün insanlığın önüne açılan ölçüsüz olanaklar arasında
sunduğu gibi. Şansın bu aralıksız etkileşimi gerçekleşmemiş bir hipotez üzerine şim
dinin ve geleceğin bir kurgulanışını yalnızca düşlemsel kılar.”—Pierre de Tourtoulon,
Philosophy in the Development of Lam, NewYork, 1922, s. 631.
usauygun ölçüde sağlam zem inler sağlamak hiçbir biçim de kolay bir
görev değildir. Görev hiç kuşkusuz başka birçok disiplindeki andırım lı
görevden daha güçtür, ve b u n u n n edeni bir yandan (sık sık belirtildiği
gibi) yinelemeyen olaylar üzerine deneyler yapm anın olanaksızlığı, ama
öte yandan özellikle tarihçilerin böyle yargılarına konu olan soruların
çoğu üzerine ilgili verilerin kıtlığıdır. Bu güçlüklere karşın, görev sık sık
ileri sürüldüğü kadar umutsuz değildir. Olguya-aykırı yargıların edimsel
olarak nasıl aklandığı konusunda bir örnek böyle bir üstenim de kaçınıl
maz olarak karşılaşılan güçlükleri olduğu gibi, tarihçilerin onları çözme
girişim lerinde getirdikleri irdelem eleri de açıkça göstermeye yardım
edecektir. Bu am acı göz ö n ü n d e tutarak, kimi tarihçilerin M arathon
savaşının Batı uygarlığı için belirleyici olduğu savlarının tem ellerini
gözden geçirelim.
Bir açıklamaya göre, boyun eğdirdikleri bir ülkenin (örneğin Judea)
varolan dinsel k u ram ların ı o bölgeyi yönetm ek için kullanm ak eski
Perslerde genel bir uygulama idi; ve sonuçta yenilen nüfusa bir dayatma
olarak dinsel inağa katı bir uyum göstermesi bekleniyordu. Politik dene
tim in böyle gizil aygıtları hiç kuşkusuz A tina’da bulunuyordu ve bun
lar sorgulayıcı tutum u yüreklendirm eyen ve giderek Doğu kökenli bile
olabilecek çeşitli gizem kültleri biçimindeydi. B ununla birlikte, dinsel
öğreti ve göreneklerin istem lerine katı bir uyum gösterm e tutum u ne
politik dem okrasi ile ne de sanat, bilim ve felsefenin engelsiz gelişimi
ile bağdaşabilirdir. Sonuçta, M arathon’da bir Pers utkusunun Atina’da
o gizem kültlerine buyurgan bir yer verecek olması ve böylelikle usun
kullanım ına ve A tina to p lu m u n u n ussal örgütlenm esine zararlı olan
tüm öğeleri başat kılacak olması olasıdır.28
Bu olasılıklı uslam lam anın vargısı açıktır ki tasarlanabilecek h er kuş
kunun ötesinde doğrulanm ış değildir. G ene de, uslam lama vargı için
yeterince iyi destek sağlar; ve insan tarihinde olguya-aykırı yargıların
olanağına yönelik olarak yukarıda değinilen türde toptan karşıçıkışlann
edimsel tarihsel çözüm lem elere özsel ilgisizliğini örneklemeye hizm et
eder. B ununla birlikte, uslam lam ada sorgusuzca alm an öncüllerden
kimileri için eldeki problem e uygulanabilirlikleri konusunda olduğu
gibi olgusal geçerlikleri konusunda da haklı kuşkular doğabilir. Ö rne
ğin, sanat, bilim ve felsefenin yetkeci toplum larda gelişmediği sayıltısı
ne kadar sağlamdır? Dem okratik eğilimli düşünürler tarafından yaygın
olarak kabul edilmesine karşın, sayıltı ile ilgili dikkate değer kuraldışılar
vardır, öyle ki ancak çeşitli sınırlam alar altında ileri sürülürse aklanıyor
g ö rü n ü r—gerçi hangi sınırlam aların gerekli olduğu, ya da sayıltının
sınırlı bir biçim inin tartışm akta olduğum uz vargıyı destekleyip destek
lemeyeceği açık olmasa da. B undan sonra eski Persia’nın ele geçirilen
28Bkz. E duard Meyer, “Zur Theorie u n d M ethodik d er G eschichte,” in Kleine Schrif
ten, Halle, 1902; ve Max Weber, “Critical Studies in the Logic o f the Cultural Sciences,”
in The Methodology of the Social Sciences, Glencoe, 111., 1949.
ülkelerde başvurduğu yönetim yollannı ilgilendiren sayıltıyı irdeleyelim.
Bu sayıltı sağlam olsa bile, eldeki problem e uygulanabilirliği sorgusuzca
alınamaz, ve ilkin Persia’nın gerçekten de Atina’ya boyun eğdirme gibi bir
amacının olduğu konusunda emin olmalıyız. Belki de Darius’un Atina’yı
bir Pers satraplığı yapma gibi bir niyeti yoktu ve yalnızca küstah Yunan
kentlerini cezalandırm ayı ve dostu H ippias’ı A tina’da yeniden erke
geçirmeyi tasarlıyordu. Bu olanak ortadan kaldırılmadıkça, Persia’nın
boyun eğdirilen ülkelerdeki yönetsel uygulam alarının Persia’nm ye
nilmiş A tina’daki davranışı için kanıt olarak ancak kuşkulu bir ilgisi
vardır. Dahası, bu olanak ortadan kaldırılsa bile, o yönetsel uygulamanın
Y unanistan’da izlenip izlenmeyeceği tartışm a götürür. Hiç kuşkusuz,
Persia Küçük Asya’daki fetihlerini dem ir bir el ile yönetti. Ama Atina
Persia’dan İyonya’nın o lduğundan d ah a uzaktı; ve belki de A tina’da
Pers egem enliği sonuçta daha az sert olacaktı.29 Kısaca, uslamlamanın
vargısının yalnızca temelsiz kurgu olm amasına am a bir ölçüde sağlam
olgusal desek üzerine dayanmasına karşın, destekleyici uslamlamanın
parçaları insan davranışının yasalarına ilişkin şimdiki yetersiz bilgimiz
ve geçmişe ilişkin olarak yetersiz kanıtlarımız ile çözülemeyecek önemli
belirsizlikler içerir.
B u nunla birlikte, belki de insan ta rih in d e olguya-aykırı yargıları
aklam ada önem li b ir güçlük—salt tüm dengelim li ya da salt biçimsel
olmayan tüm uslam lam ada olduğu gibi—verili b ir hipotez için sık sık
çatışan kanıtların ağırlığını değerlendirm e ve almaşık hipotezlerin her
biri için eldeki kanıttan kazandıkları destek derecelerini karşılaştırma
biçim indeki mantıksal problem dir. Ç ünkü tanıtlam alı çıkarsama ilke
lerini kodlam ada başarılmış olan sonuç ile keskin zıtlık içinde, şimdilik
bu belirleyici önem deki görevleri yerine getirm ek için belirtik olarak
form üle edilmiş ve tam olarak kapsayıcı bir m antıksal kurallar dizgesi
nin genel olarak kabul edilmesi gibi birşey söz konusu değildir. Mate
matiksel olasılık kalkülüsünün sık sık tanıtlayıcı-olmayan çıkarsamanın
m antıksal kano n ların ın böyle b ir kodlanm ası olarak ileri sürüldüğü
doğrudur; am a olasılık kalkülüsünün kanıtın gücünü değerlendirm ek
için ilgisi kuşkulu ve h e r d u ru m d a geniş ölçüde tartışm alıdır. Buna
göre, çok yüksek kılgısal önem deki sorunları ilgilendiren vargılar bile
sık sık kanıtlayıcı g ü cü n ü n düzeyi kişiye özgü b ir yolda ve değişik bi
reylerin değişik biçim lerde hesapladıkları kanıt tem eli üzerine kabul
edilir.
Kanıtsal öncüllerin ağırlığını ölçmek ve bileştirmek için açıkça eklem
lenmiş biçimdeş ölçünlerin bu eksikliği hiç kuşkusuz çeşitli nedensel
etm enlerin karşılaştırmalı önem ini değerlendirirken ve sonuçta insan
geçmişi üzerine olguya-aykın yargılarda bulunurken tarihçiler arasında
doğan anlaşmazlıkların birçoğundan sorum ludur. Ö rneğin, yargılarını
MBu soruların daha öte tartışması için, bkz. J. B. Bury, History of Greece, New York,
1937, ss. 243-44.
özdeş kanıt olarak görünen şey üzerine dayandırm alarına karşm, eşit
ölçüde yetkin tarihçiler sık sık verili bir olayda çeşitli bireylerin oyna
dığı roller konusunda bağdaşmaz değerlendirm eler yaparlar; ve buna
göre çözüm lem elerine büyük ölçüde ilgili sayıltılann olabilirliği için
birbirinden uzaklaşan hesaplam alar sunarlar—örneğin, eğer yaşasaydı
L incoln’ün Kongreyi Güney’e karşı cezalandırıcı tu tu m u n u değiştir
m ek için ikna etm ede A ndrew Jo h n s o n ’d an d ah a başarılı olm asının
olabilirliği gibi.
Ama ortak m antıksal ölçü n lerin yokluğu çeşitli kanıtsal öncülleri
bileştirmek ve sonuçta ortaya çıkan kanıtlayıcı güçlerini hesaplamak için
bir gereksinim olduğu zaman özellikle göze çarpar. Böyle bir gereksinim
M arathon savaşının im lem inin tartışması ile örneklenir. Bunu şematik
olarak şu sayıltılar ile belirtelim : (a) Bir D oğulu despotizm in dem ok
ratik kuram ları olan bir devlete boyun eğdirm esi gibi b ir k kanıtı ile
göreli olarak, tarihçiler utku kazanan devletin yenilen ülkede o kuram
ların sürm esine göz yummayacağı biçim indeki h hipotezine yüksek bir
olasılık yüklemede anlaşırlar, ve (b) ilkel iletişim ve ulaşım araçlan olan
iki ülkenin dikkate değer bir uzaklık ile ayrılmış oldukları gibi bir k '
kanıtı ile göreli olarak, tarihçiler ülkelerden birinin ötekinin kurum lan
üzerinde denetleyici bir etki uygulayacağı biçim indeki h' hipotezine
düşük bir olasılık yüklem ede de anlaşırlar. Şimdi k ve k' gibi iki kanıt
öğesini bileştirelim , ve büyüm üş k " kanıtının dem okratik kurum lan
olan bir devletten önem li b ir uzaklık ile ayrılan ve yalnızca ilkel ile
tişim araçları b ulunan bir D oğulu despotizm in o dem okratik devlete
boyun eğdirdiğini varsayalım. O zam an soruşturm a birçok araştırm a
için tipik olan bir problem i yaraür: Doğulu despotizm in yenilen toplu
m un dem okratik kuram larına ciddi bir zarar vereceği ya da onları yok
edeceği biçim indeki /("h ip o tezin in k " ile göreli olasılığı nedir? Eğer
bu olasılığı (a) ve (b) altında varsayılan olasılıklardan değerlendirm ek
için genel olarak kabul edilen ve iyi tem ellendirilm iş kurallar olsaydı,
M arathon’daki olayların Batı uygarlığı için sık sık ileri sürüldüğü kadar
belirleyici olup olm adığı sorusu yeterli bir oybirliği ile çözüme bağla
nabilirdi. B ununla birlikte, bu d u ru m d a tarihçiler de başka insanlar
gibi böyle değerlem e girişim lerinde sezgisel yargılarına geri düşer, ve
sonuçta gerekli olasılıklar için sundukları hesaplam alar zaman zaman
birbirinden geniş sınırlar içerisinde ayrılır.
Öte yandan, gerçi verili bir kam ün sınayıcı gücünü ilgilendiren aynın
lar zam an zam an u m u t kırıcı b ir biçim de büyük olsa da, ne sevindi
ricidir ki insanların haklarında dikkate değer deneyim ler edindikleri
sorunlan ilgilendiren birçok hipoteze yükledikleri olasılıklar üzerine sık
ve önem li anlaşma da vardır. Böyle anlaşma, tanıtlayıcı-olmayan çıkarsa
m anın belirtik olarak form üle edilmiş bir m antığının yokluğuna karşm,
in sanlann sınam a ve yanılm a yoluyla tanıtlayıcı-olmayan uslam lam a
nın sağlam ilgilerini örneklendiren birçok form üle edilmemiş düşünce
alışkanlığı kazandığını belirtir. Ö rneğin, bir dok to r yıllarca süren ve
o nu çok üstün yetkinlikte bir tanı koyucu yapan uygulamalardan sonra
çözümleme alışkanlıkları geliştirebilir ve b u n u çıkarsamalar yaparken
örtük olarak kullandığı mantıksal ilkelerin hiçbir biçimde ayrımına var
maksızın yapabilir; ve benzer olarak, insan sorunlarının bir öğrencisi
yineleyen d enem eler yoluyla kanıtın ağırlık ve im lem ini değerlendir
m ek için bir yetenek kazanabilir, ve b u n u yordam ının m antığını hiçbir
zaman form üle etmeksizin yapabilir. Buna göre, insan tarihinde hiçbir
zaman hiçbir kuşkunun ulaşamayacağı bir düzeyde geçerli olan olguya-
aykırı yargıların oluşturulm am asına karşın, ve böyle yargıların belirli
durum larda kuşku duyulamayacak denli yanlış olmasa da sık sık kuşkulu
olmasına karşın, böyle belirli kuşkular ve yanılgılar ilkede olguya-aykırı
yargıların olanağının kendisini reddetm ek için yeterli zemin değildir.
31Ö m eğin bir tarihçiye göre determinizm bir öğretidir ki ona göre “çaresizlik içinde
tüm daha önce olmuş olandan doğan bir devimin pençesine yakalanmışızdır.”—Pieter
Geyl, Debates with Historians, New York, 1956, s. 236. Ama bu temsil edici bir görüş değildir..
,!Ö d ü n ç ö rn e k için, bkz. Law rence J . H e n d erso n , Pareto's General Sociology,
Cambridge, Mass., 1935, Chap. 3; orada ö rnek P areto’ya göre bir toplumsal dizgenin
hangi anlam da determ inistik olduğunu gösterm ek için kullanılır.
varolduğu savı olarak tanımlanabilir. Buna göre, ‘tarihte determ inizm ’
insan eylemlerinin h er kümesi, bireysel ya da ortaklaşa karakteristikler,
ya da tarihçiyi ilgilendirebilen toplumsal değişim ler için, o öğeler açı
sından determ inistik olan b ir dizgenin varolduğu savıdır—ki burada
dizgenin d urum değişkenleri gene de belirlenm iş değildir. Şimdi bu
bölüm ün geri kalanı için önerdiğim iz göreve dönebilir ve tarihte deter
m inizm in çeşitli eleştirilerini tartışabiliriz. D eterm inistik sava yönelik
karşıçıkışlardan yoklanacak olanlar şu başlıklar altına düşer: (1) tarihsel
kaçınılmazlık öğretisinin yanlışlığından ve insan sorunlannda “zorunlu
gelişim yasalarının” yokluğundan uslamlama; (2) insan olaylarının tah
min edilem ezliğinden uslamlama; (3) determ inizm in insan özgürlüğü
nün olgusallığı ile bağdaşmazlığından uslamlama; am a yoklamayı savın
kendisinin geçerliği üzerine (4) kimi düşünceler ile sonlandıracağız.
3. ird elem ek üzere geriye kalan uslam lam a baştan sona giden bir
determ inizm in ahlaksal kuram ın insanlann kararlan ve bilinçli eylem
leri için sorum lu olduklannın doğru olarak söylenebileceği biçimindeki
temel beliti ile bağdaşmaz olduğudur. Determinizme bu karşıçıkış antik-
çağdan bu yana felsefi ve tannbilim sel tartışm anın bir teması olmuş, ve
insan tarihinin ve toplum sal bilim in yürürlükteki tartışm aları yoluyla
yeniden diriltilmiştir. Karşıçıkışın yarattığı sorunların bir bölüm ünü
Isaiah Berlin’in bir kitabında sunulduğu biçim de yoklayacağız.34 Kitap
birincil olarak insan sahnesini insan çabası ile değiştirilemeyecek kaçı
nılmaz bir yazgının açınımı olarak gören tarih felsefelerinin yıkıcı bir
eleştirisidir; ve aynca bu felsefelerin yalnızca insan sorunlarının sağın
olarak belirlendiği sayıltısına sonurgular olduklarını da ileri sürer. Ama
Berlin’in determinizmi reddetm ek için ileri sürdüğü bu nedeni göz ardı
edeceğiz, çünkü determ inistik savın tarihsel kaçınılmazlık öğretisini
gerektirm ediğini d ah a şim diden gösterdik; am a sava karşı yönelttiği
daha öte iki uslamlamayı tartışmalıyız.
Ve ekler:
E ğer seçim lerin yer almış olan şeyleri etkilem iş olm asına karşın gene d e k endi
lerin in b ü tü n ü y le bireyin d e n etim i içerisinde olm ayan e tm e n le r (o n u n kendi
eylem g ü d ü ve kaynaklarını d a içine alm ak üzere) yoluyla b e lirlen d iğ in e in an
dırılacak olsaydım , hiç kuşkusuz o n u ahlaksal olarak övülmeyi ya d a yerilm eyi
h a k e diyor görm ezd im .35
ii. B erlin’in uslamlam ası üzerine ikinci bir yorum yapılmalıdır, ilk
bakışta, insanların sözcüğün gerçek anlam ında sorum lu özneler ola
rak görülm esini sağlayan koşulları tartışm ası sık sık m o dern fiziğin
bulgularının ışığında dünya üzerine sıradan sağ-duyu görüşünün bir
yanılsama olduğunu gösterm ek için kullanılan uslamlamayı yakından
andırır. Ö rneğin, ileri sürülm üştür ki, fiziğe göre masalar gibi sağ-duyu
nesneleri göreli olarak büyük uzaklıklar ile ayrılmış hızla devinen küçük
parçacıkların karmaşık dizgeleri olduğuna göre, masaların “gerçekten”
sürekli yüzeyleri olan sert katilar olduklannı sanm ak yanıltıcıdır. Ama,
sık sık belirtildiği gibi, böyle bir uslamlama bir yanıltılar yuvasıdır. ‘Katı,’
‘sert’ ve ‘sürekli’ gibi sağ-duyu terim lerinin sıradan anlam larında kulla
nıldığında molekül yığınları gibi şeylere uygulanabilir olmadığı kabul
edildiğine göre, terim ler öyleyse masalar gibi m akroskopik nesnelere
doğru olarak uygulanabilir değildir.36
Berlin’in tartışması benzer bir hata ile yüklüdür, çünkü, andırım lı bir
yolda, eğer altlarında sorum lu davranışın yer aldığı belirleyici yaşam
bilimsel ve ruhbilim sel koşullar varsa, insanların edim lerinden hiç biri
için gerçekten sorum lu olamayacaklarını, çünkü sorum luluğun (teri
m in aynı anlam ında) haklı olarak o koşullara yüklenem eyeceğini ileri
sürer. Buna karşı, insanların sık sık düşünüp taşındıkları ve almaşıklar
arasında karar verdikleri başka herhangi biri kadar doğrulanan görgül
bir olgudur; ve düşünüp taşınmayı ve seçimi olanaklı kılan fizyolojik ve
psikolojik koşullar üzerine keşfetmiş ve keşfedecek olduğum uz hiçbir
şey böyle düşünm eye dayalı seçim lerin yer aldığım yadsımak için kanıt
olarak kullanılamaz (ölüm cül bir tutarsızlık göze almaksızın).
Ö te yandan, belirtm ek önem lidir ki verili bir bireyin bir eylem için
haklı olarak sorum lu tutulup tutulmadığı görgül bir sorudur, ve bireyin
öyle olduğunu sanm ada kötü bir yanılgıya düşüyor olabiliriz. Ö rneğin
bir bireyin küçük hırsızlıklar yapmayı sü rdürdüğünü keşfedebiliriz, ve
bu onu ödüller ve cezalar ile eğitm ek için en iyi çabalarımıza karşm ve
kendisinin kendini düzeltm ek için görünürde ciddi çabalarına karşm
böyle olabilir. O zaman hafif bir dengesizlik çektiği ve belli eylemlerini
denetleyem ediği vargısını çıkarabiliriz, öyle ki o nu bunlardan sorum lu
tutmak yanlış olacaktır. Buna karşm bir insanın denetim i altına aldığı ve
almadığı eylemler arasındaki ayrımın böylelikle yalanlanmadığı olgusu
ortada kalır—ne de böyle denetim in kazanılmasını ve sergilenmesini
sağlayan koşullan keşfedecek olursak aynm düzm ece olur. Kısaca, bir
kişi eğer norm al bir moral varlığın davrandığı tarzda davranıyorsa açıkça
sorumlu bir moral varlık olarak nitelenir; ve moral bir varlık olarak işlev
görm esini onun için olanaklı kılan örgensel ve ruhbilimsel koşullar o
sorum lu bir kişi olarak davranırken o durum lardan hiç birinde onun
denetim i içerisinde olmasa bile nitelem e doğru kalır.
37“Eğer determ inistik hipotez doğru olsaydı ve edimsel dünyayı yeterli olarak açık-
lasaydı, açık bir anlam vardır ki buna göre (bu vargıdan kaçınmak için kullanılan tüm
olağandışı safsatalara karşın) olağan bir yolda anlaşıldığı biçimiyle insan sorum luluğu
kavramı bundan böyle işlerin edimsel değil ama yalnızca imgesel ya da tasarımlanabilir
durum larına uygulanabilir o lu rd u .... Kimi tarih kuram cılarının (ve felsefi bir eğilimi
olan bilim cilerin) yapma eğilim inde oldukları gibi, sanki determ inist hipotez kabul
edilebilirmiş gibi konuşmak, ve gene de şimdi yapüğımız gibi düşünmeyi ve konuşmayı
sürdürm ek entellektüel karışıklığı beslemektir.”—Isaiah Berlin, aynı yer, ss. 32-33.
s8Jacques Bossuet, Discourse on Urıiversal History, Part 3, Chap. 8, 1681’de yayımlan
dı; alınü için bkz. G. J. Renier, History: Its Purpose and Method, Londra, 1950, s. 264.
ii. B ununla birlikte, B erlin’in eğer gerçekten de tam bir determ i
nizm e inanm aya başlasaydık ahlaksal söylem lerim izin anlam larının
değişeceğini d ü şü n m ed e haklı o ld u ğ u n u varsayalım. Bu varsayılan
olgu neyi doğrular? Başka düşünce alanlarında çeşitli dilbilimsel an
latım lar ile b ağlanan anlam ların yeni in an çların benim senm esi ile
değiştiği benzer durum ları anım sam ak önem lidir. Böylece bugün eği
timli insanların çoğu gezegen devim lerinin güneş-özeksel kuram ını
kabul eder; am a ‘güneşin d o ğ u şu ’ ve ‘güneşin batışı’ gibi terim leri
kullanm ayı sü rd ü rm elerin e karşın bunları Ptolem i kuram ının başat
o lduğu zam anda taşıdıkları aynı anlam ile kullanm az. B una karşın,
bu terim lerin yer-özeksel d ü şü n celer ile bağlı iken kodladığı ayrım
ların kim ileri b u gün bile temelsiz değildir, çünkü birçok gözlem ve
çözüm lem e bağlam ında olguları güneş doğuda doğar ve batıda batar
diyerek betim lem ek yanlış değildir. Açıktır ki böyle dili henüz sağlam
olan ayrımları anlatm ak için öğrendik, ve b u n u kendim izi bütünüyle
yer-özeksel kuram ın kabul edilmesi üzerine dayanan başka ayrımlara
bağlamaksızın yaptık.
Buna göre, ve uslam lam anın denkliğine göre, eğer Berlin ile anla
şarak gerçekten de determ inizm e inanm aya başlasayacak olsaydık, bu
n ed en le dilde “özgürce seçilen” olarak b etim len en edim ler ve öyle
olmayan edim ler arasındaki, ya da bir bireyin etkili denetim i altında
olan karakter ve kişilik özellikleri ve öyle olmayan karakter ve kişilik
özellikleri arasındaki ayrımı göz ardı etm em iz gerekm ezdi. H e r ne
olursa olsun, inançlarda varsayılan değişim in bir sonucu olarak o sı
rada kullanılan anlatım ların anlam larındaki kaymalar tam am landığı
zam an, henüz belli davranış tiplerinin övgü ve yergi ile karşılanması
ve başka tiplerin övgü ve yergi ile karşılanmam ası, insanların dürtüle
rin den bir bölüm ünü uygun disiplin ile denetleyebilm eleri ve değişti
rebilm eleri am a başkaları için aynı şeyi yapam am aları, kimi insanlar
çaba göstererek yaptıkları işlerin niteliğini yükseltirken başkalarının
ise b u n u yapmayı başaramam ası vb. sürecektir. Kısaca, eşliğindeki ge
leneksel anlam lar ile sıradan ahlaksal dilimiz, ve ayrıca çeşitli eylem
türleri için ayrımlar gösteren yeteneklerimiz, determ inistik savın kabul
edilmesi d u ru m u n d a büyük ölçüde sürecektir. Bunu yadsımak yalnız
ca determ inizm e inancın kabul edilm esi yoluyla insanların kuramsal
kanılarındaki bu değişim den önce oldukları şeyden h em en hem en
tanınm ayacak denli ayrı olan yaratıklara dönüşecekleri biçim indeki
pek güvenilmez sayıltıyı kabul etm ek olacaktır.
Determinizm e inanç öyleyse mantıksal olarak olduğu gibi ruhbilim-
sel olarak da ahlaksal söylemin norm al kullanım ı ile ya da insanlara
ahlaksal sorum luluk yüklenmesi ile bağdaşmaz değildir. İleri sürülen
bağdaşmazlık öyle g ö rü n ü r ki ancak ahlaksal ayrımların yapılmasının
determ inizm e inançsızlığı gerektirdiği biçim indeki soru-geçiştirici
öncül getirilirse doğrulanabilir.
4. Buna karşın, determ inizm e karşı yöneltilen uslam lam alann hiç biri
inandırıcı olmasa da, eğer determ inistik sav ne olursa olsun herşeyin
kategorisel bir özelliğine ilişkin b ir bildirim olarak yorum lanırsa, ne
kesin olarak doğrulanm ıştır ne de kesin olarak çürütülebilir. Sav böyle
yorum landığında kesin olarak doğrulanm ış değildir, çünkü belki de
belirleyici koşullarını bilmediğimiz sonu gelmez bir olaylar dizisi vardır;
ve, “saltık değişim” üzerine daha önceki bir tartışm anın (Bölüm 10’da)
belirttiği gibi, bu olayların b ir bölüm ü için gerçekte hiçbir belirleyici
koşulun varolm am ası hiç olmazsa m antıksal olarak olanaklıdır. Ö te
yandan, sav kesin olarak çürütülem ezdir, çünkü bir olay için belirleyici
koşulları bulmayı başaram am ak gerçekte böyle koşulların olmadığını
tanıtlamaz. Buna göre, sağın olarak evrensel biçimde ileri sürülen sav
edimsel olarak bildiğimiz biçimiyle dünyaya ilişkin sağlam tem ellendi
rilmiş bir genellem e olarak başarı ile savunulamaz.
B ununla birlikte, araştırm ada nedensellik ilkesi olarak determ inis
tik savın işlemsel rolü pozitif bilimin büyük hedeflerinden birini, yani
olayların yer alması için belirleyici e tm en lerin keşfini kapsam lı bir
yolda form üle eden düzenleyici bir ilke olarak yorum landığı zam an
bütünüyle açık olarak görülür. Düzenleyici bir ilke olarak determ inizm
irdelem ekte olduğum uz büyük ölçüde genelleştirilmiş biçim den daha
özelleştirilmiş bir biçim kazandığı zaman hiç kuşkusuz özellikle verim
lidir. Böylece d ah a önce tartıştığım ız Laplace determ inizm kavramı
genel ilkenin böyle özelleştirilmiş b ir örneğidir ki, o nda sözü edilen
tözsel değişkenler konum , m om ent ve kuvvetlerdir; ve bir süre için tüm
fiziksel araştırm alarda yol gösterici ilke olarak hizm et etm esine karşın,
sonunda giderek fizikte bile determ inistik ilkenin ayrı b ir özelleşmiş
biçimi ile değiştirilmiştir. Benzer olarak, genel ilkenin özel biçimleri
ruhbilimsel ve toplumsal bilimlerde verimli olarak kullanılır—örneğin,
çeşitli fenom enlerin belirleyicileri olarak kalıum, eğitim yoluyla koşul
landırm a, ekonom ik üretim kipleri ya da toplum sal tabakalaşma gibi
etm enleri alan düzenleyici ilkeler.
Ama böyle özelleşmiş yol gösterici ilkeler ancak sınırlı erim ler içeri
sinde verimli olsa da, şimdi açıkça görülm elidir ki o nlardan herhangi
birinin sınırlı değeri genel b ir düzenleyici ilke olarak determ inizm i
kınam ak için geçerli bir n ed en değildir. Determ inistik ilkenin özel bir
biçim inin kullanım ı üzerine dogm atik olarak diretm ek hiç kuşkusuz
sık sık bilginin ilerlemesini engellemiştir; ve yine yadsınamaz ki ilkenin
tikel biçim leri sık sık acımasız toplum sal uygulam aları desteklem ek
için kullanılmıştır. Buna karşın, determ inistik ilkenin kendisini terk
etm ek bilimsel girişimin kendisinden çekilmektir. İnsan deneyim inin
varsıl tü rlü lü ğ ü üzerin e bilincim iz ne denli güçlü olursa olsun, ve
bilim in meyvelerini insan bireyselliğinin gelişim ini engellem ek için
kullanm anın tehlikeleri üzerine kaygımız ne d enli büyük olursa ol
sun, insan özelliklerinin ve eylem lerinin varoluşunu belirleyen çeşitli
koşullar üzerine nesnel araştırmayı d u rd u rm an ın ve dolayısıyla böyle
araştırm alardan elde edilen bilgiye dayanarak yanılsam adan ilerleyici
kurtuluşa kapıyı kapam anın en iyi çıkarlarım ıza hizm et etm esi olası
değildir.
[M E T İN S O N U ]
a r a ş tır m a : research; b ild ir im : statement
investigation, inquiry b i l d i r i m - b i ç i m l e r i :
a r d ı ş ı k l ı k : sequence ( d i z i : statement-forms
series) b ild ir m e k i p i : indicative
a s a l : prim e mood
a s ı l t ı : colloid b i l e ş e n : com ponent
a ş k ı n s a k transcendental b i l e ş k e : resultant
a y r ı ş ı k : heterogenous b i l i ş s e l : cognitive
a y r ı ş ı m l ı : differential b i r a r a d a l ı k : concatenati-
a y r ı ş t ı r ı l a b i l i r : differenti- on, concomitance
able (sürekli, pürüzsüz; b i r l i : unitary
"sürekli ve ayrımlaştırıla- b i r l e ş m e l i : associative
bilir”fonksiyonun türevi b o y l a m s a l : longitudinal
de süreklidir) b o n a fide: dürüst, doğru
('bona fides' tekildir ve
B ‘iyi inanç' demektir; 's'
b a ğ d a ş a b i l i r : com patible İngilizce'de çoğul görü
b a ğ ı m s ı z d e ğ i ş k e n : ar- nüşünden kaçınılmakiçin
K IS A B İR S Ö Z L Ü K gument düşülür)
b a ğ l a n ı m : conjunction b o ş l u k l u : vacuous
b a ğ l a n t ı : association (çağ b o z u n u m : disturbance
rışım) b ö l ü m : quotient; division
b a ğ l a y ı c ı : connective b ö l ü m l e n m e : segmen-
A b a ğ l ı l a ş ı m : correlation tation
a fortiori: daha da güçlü b a ş l a n g ı ç k o ş u l l a r ı : initial b ö l ü n t ü : quotient
birnedenle conditions b u l g u l a t ı c ı : heuristic
a priori: (deneyime) önser b e l g i t l e m e : dem onstration b u r u l u m : torsion
olarak(kavramdan) b e l g i t l i : dem onstrative b ü t ü n s e l : total
a posteriori: sonsal olarak b e l g i t l i o l a r a k : demons-
a ç ı k l a m a : explanation tratively C
a ç ı k l a y ı c ı : explanatory b e l i r l e m e : determ ine, spe- ceteris p a r i b u s : başka
a ç ı m l a m a : explication cify şeyler eşit olmaküzere
a ç ı m l a m a k : expoıınd b e l i r l e n i m : determ ination
a d ho c: salt bu amaçla b e l i r l e n i m s i z : indeterm i- Ç
a d s a l : nom inal nate ç a ğ d a ş : contem porary
a k ı ş m a z l ı k : viscosite b e l i r l e n i m s i z c i l i k : inde- ç a l k a n t ı : turbulence
a l e t : instrum ent terminism ç a p r a z : transversal
a l m a ş ı k : altem ative b e l i r l e y i c i : determ inant; ç a t ı : frame
a l t g ü d ü m l ü : subordinate decisive ç e r ç e v e : fram ework
a n d ı r ı m : analogy b e l i r l i l i k : determ inacy ç ı ğ ı r : epoch
a n l a k : intelligence, unders- b e l i r s i z l i k , k e s i n l i k y o k ç ı k a r s a m a : inference
tanding s u n l u ğ u : uncertainty ç i z g e : diagram
a n l a ş ı l ı r : intelligible b e l i r t i k : explicit ç ö z ü m l e m e : analysis
a n l a t ı m : expression b e l i t : axiom
a n lık (z ih in ): m ind, intel- b e l i t l e ş t i r m e : axiomatiza- D
lect tion d a ğ ı n ı m : dispersion
a r a ç s a l : instrum ental b e n z e ş ( t i r ) m e k : assim ilate d a v r a n ı ş ç ı l ı k : behaviorism
a p a ç ı k l ı k : truism b e t i l e n i m : configuration d e facto: olguda
a p o d i k t i k : apodictic (zo b e t i m l e m e : description d e ğ e r b i ç m e : assessment
runluolarakdoğru) b i ç i m d e ş ( o l a r a k ) : uni- d e ğ e r l e m e : evaluate
a r a ç s a l c ı : instrum entalist form(ly) d e ğ e r l i k : valence
d e ğ iş im s iz : invariant d o ğ r u la y ıc ı, d o ğ r u la m a e tk e r lik : efficacy
d e ğ iş im s iz lik : invariance l ı : verifactory (=verifac- e tk i: effect
d e ğ i ş k e : variant tive) e t k i l i : effective
d e ğ iş k i: m odification d o ğ r u d a ş : collinear e t m e n : factor
d e ğ i ş k i s e l : variational d o ğ r u l a y ı c ı : verificatory e v r e n s e l : universal
d e ğ i ş m e z : constant d o ğ u ş : emergence e v r i k : (m at.) reciprocal
d e ğ i ş m e z l i k : constancy d o ğ u ş s a l e v r i m : em er- e x p o s t facto: sonraki
d e ğ i ş m e l i : com mutative gent evolution eylemden; geriye doğru
d e n e y : experim ent d o ğ u ş t a n : native işleyen
d e n e y l e m e : experimen- d o k u n u m l u : osculating e x vi te rm i n o r u m : terim
tation d o y u r u c u : satisfactory leringücünden,
d e n e y s e l : experim ental d o y u r m a y ı c ı : unsatisfac- e x p l i c a n d u m (çğl: ex p-
d e n k l i k : parity tory licanda): açıklanacak
d e n k l i k s a k i n i m i : conser- d ö l l e m e s i z ü r e m e : part- olgu
vationof parity(biröğesel henogenesis
parçacıklar dizgesini be d ö n e m s e l l i k : periodicity F
timleyen bütünsel dalga d ö r t l e n i k : biquadratic filo g is to n : phlogiston (bir
işlevinin denkliğinin saki d u r u m : case zamanlar tümyanıcı töz
nimi ilkesi) d u r u m s a l : situational lerinuçucu bileşeni olarak
d e v in ir lik : m omentum d ü ş ü m d e ş : concurrent düşünülenvarsayımsal bir
d e v im s e l: m otional d ü ş ü m d e ş m e k : concur- töz)
d i c t u m d e o m n i : herşey rence f o r m a l i z m : formalism
ve hiçbirşey içinkural; bir d ü z , d o ğ r u : straight
sınıfa ilişkin olarak doğ d ü z e n e k , d ü z e n e k ç i l i k : G
rulanan ya da yadsınan mechanism g e ç e r li k ılm a : validation
herşey onun her üyesi d ü z e n e k ç i : mechanist g e ç e r lik : validity
için doğrulanabilir ya da d ü z e n l e ç : governor (bi g e l i ş i m : developm ent
yadsınabilir çimdeş hızı sürdüren g e l i ş i m s e l : developm ental
d i l e k k i p i : subjunctive düzenek) g e n e l e m e : tautology
mood (öznel, kuşkulu, g e n e l l e m e : generalisation
hipotetik bildirimlerde E g e n l e ş i m : dilation
kullanılır) e d i m s e l : actual g e n l i k : am plitude
d i l e k k o ş u l l u s u : subjunc e ğ i n i m : affin ity g e re ç : m aterial
tiveconditional e ğ r i l i k : curvature g e r e k ç e : rationale
d i r i m s e l c i : vitalistic g e r e k l i l i k : entailm ent
d i r i m s e l c i l i k : vitalizm(ya e k - i m l e m : connotation g e r e k t i r i m : requirem ent
şamsüreçlerininyalnızca e k l e m l e m e k : articulate g i r i ş i m : interference
mekanikve kimyasal ola e s i l t i l i : elliptic g ö n d e r m e ç a t ı s ı : fram eof
nın ötesinde özdeksel- e l l i p s i s : Yun. elleipsis :: reference
olmayan birdirimsel ilke eksikgelmek; sözcüklerin g ö r ü n ü r d e : ostensible
tarafından belirlendikleri yadatümcelerinparçala g ö r ü n ü r d e - e r e k : end-in-
görüşü) rınınatlanması view(Devvey)
d i s k u r s i f , g i d i m l i : discur- e l l i p t i k : eksiltilı g ö r ü ş : opinion
sive (duyusal ile karşıtlık e n e r j e t i k : energetics (fizi g ö z d e n g e ç i r m e k : survey
içinde söylemsel) ğin enerjiyi ve dönüşüm
d i z g e : system lerini inceleyen dalı; H
D o ğ a B ilim i: N atural Sci e n s o n : ultimate h is te r e z is : hysteresis (bir
ence e n t h y m e m e : öncüllerin- etkininnedeninin gerisin
d o ğ r u , d ü z : straight dinden biri ya da vargısı de kalması)
d o ğ r u l a m a l ı : verificatory bildirilmeyenörtüktasım h o m e o s t a s i s : dengeleşim
d o ğ r u l a n a b i l i r : verifiable e ş l e n i k : conjugate (örgenlikte)
h y p o s ta s is : temel, öz, konsülütarafındansapta k u ru lm a , k u ru lu ş : cons-
özsel ilke nan kiliseyasası) truction
k a p s a y ı c ı : inclusive k u r u m s a lc ılık : institutıo-
I k a r m a ş ı k : com plex nalism
ı s ı : heat k a r ş ı - o l g u s a l : counter- k u tu p la ş ım : polarization
ı s ı - ç i f t i : therm ocouple factual k ü tle : mass
ı s ı l : therm al k a r ş ı l ı : reciprocal
ı ş ı n e t k i n : radioactive k a r ş ı l ı k - d ü ş m e : corres- M
ı ş ı n ı m : radiation pondence (sözcük ku m o d u lu s : ölçücük (Young
ı ş ı n ı m ö l ç e r : bolom eter ram/kavramve deneyim/ modulusu: cisme uygu
gözlemilişkisi bağlamında lanan germe kuvveti ile
İ kullanılır) uzama miktarı arasındaki
i ç - b a ğ : cohesion k a t e g o r i s e l : categorial oran)
i ç e r i m : intension k a t ı l ı k : rigid ity m o la r : moleküleryadaato
i d e o g r a f i k : ideographic k a t m a n l a ş t ı r m a k : stratify miközelliklerdenayrı ola
(tekil ya da benzersiz k a v u ş u m : (astroloji) con- raközdeksel kütleileilgili;
olaylarla ilgili) junction (ruhbilim) büyükdavranış
i l g i l i : relevant k e n d i l i k : entity birimleri ile ilgili
i l k e : principle k e n d i l i ğ i n d e n - a ç ı k : self-
i l i m : leam ing evident N
i m l e m : significance k ı l g ı : practice n e d e n :cause
i m l e m e k : signify k ı l c a l l ı k : capillarity n e d e n s e l:causal
i m l i s a y ı l a r : signed num - k ı p ı : moment, instant n e s n e l i ç e r i k : subject-
bers k ı r ı n ı m : refraction( s a p m a : matter (biçimsel mantık
in situ: yerinde diffraction) bağlamında önermelerin,
in vitro: laboratuarda k ı s ı t s ı z e v r e n s e l : unrest- tasımın, yargının biçime
i ç e r i m ; intension ricteduniversal ilgisiz içeriği)
i ş l e ç : operator k ıy ıs a l: m arginal n e s n e l iç e r ik t e r im le r i:
iş le n d ir m e (is tih d a m ): k ıy ıs a lc ı: m arginalistic subject-mattertemns (ta
employment k i n e t i k : kinetic sımınbiçimindenayrı ola
i ş l e r i n d u r u m u : State of k i p l i k k a v r a m l a r ı : m odal raközgül içeriğini belirtir)
affairs notions n i c e : quantum
i ş l e v s e l : functional k l a s i k : classical (Nagel n i c e m e k a n i ğ i : quantum
i ş l e y i m : industry “classical" anlatımının mechanics
i z g e : spectrum uylaşımsal olarakYunan- n i c e l e y i c i : quantifier(öner
i z g e ö l ç ü m : spectroscopy Romakültürüileilgili oldu mede özneyi nicelendiren
i z g e ö l ç ü m s e l : spectros- ğunu dikkatealmaz.) “tüm"yada “kimi”gibi te
copic k o n u : subject rimler)
i z l e k : trajectory k o n u t l a m a ( k ) : postulate n o m i k : yasal, yasa ilg ili
i z l e n i m : im pression k o ş u l l u : conditional (ba n o m o l o j i k : nom ological
ğımlılıkkoşulu ileri süren n o m o t h e t i k : nomothetic
K “eğer-o zaman”biçimli (yasa ilgili, yasa temelli)
k a b u l l e n i m : supposition önerme) n o n sequitur: (L at: “çık
k a l ı p : pattem k o z m o g o n i : kosmogony maz") biröncülden çıka
k a n ı : conviction (evrenintüreyişi) mayacakvargı
k a n ı t : evidence k r o m a t i k , r e n k s e l : chro-
k a n ı t s a l v a r g ı : instantial matic O
conclusion k u r a l l ı l ı k : regularity o b s k ü r a n tiz m :obscuran-
k a n o n : canon (yerleşik b ir k u r a m : theory tism(entellektüel ilerleme
ilke; yargınıntemeli; biröl k u r a m s a l : theoretical ye karşı çıkanöğreti)
çüt ya da ölçün; birkilise k u r g u l : speculative o l a n a k : possibility
o la n a k lı: possible apaçık lasyonunda “o zaman”
o la s ı: probabl p a u n d a l: ayak-pound-sn tümceciği; bkz. ö n e r t i )
o l a s ı l ı k l ı : probabilistic olarakkuvvet birimi s o r u ş t u r m a : inquiry
o l g u : fact p o s t h o c : (bundan son s o y s a l : generic
o lg u s o r u n u : m atter of ra); zamansal ardışıklığın s o r u ş t u r m a : inquiry
fact (= a fact that is un- nedensel ilişki olduğu s ö n ü m l ü : dam ped
deniablytrue) yanılgısı sui generis: kendi türünde
o l g u y a - a y k ı r ı : contrary- p r o l e p t i k o l a r a k : prolepti- (karakteristiklerinde ben
to-fact cally (birşeyi zamanından zersiz)
o l u m s a l : contingent önce vargibi göstermek) s ü r e d u r u m : inentia
o r a n l ı : rational (sayılar) s ü r e d u r u m lu g ö n d e r m e
o r a n s ı z : irration al R ç a tıs ı: inential frame
r a s g e le c ik ): random(ness)
Ö reductio a d a b s ü r d ü m : T
ö ğ e s e l: elementary saçmaya indirgeme (yo ta h m in : prediction
ö l ç e k : scale luylaçürütme) ta h m in e tm e k : predict
ö l ç ü n : Standard R e i c h s w e h r : 1919-35 ta m a m la n m a m ış lık : in-
ö n c ü l : prem iss arasında Alman askeri completeness
ö n e k : prefix örgütlenmesi; daha son t a r i h ç e : chronicle
ö n e r m e : proposition raWehrmacht olarakad t a n ı t , t a n ı t l a m a : proof
ö n e r t i : antecedent landırıldı t e d i r g i n l i k : perturbation
(“eğer-o zaman”formü- r e n k s e l : chromatic t e k - y e r y ü k l e m i : one-pla-
lasyonunda “eğer”tüm ce pradicate
ceciği) ( s o n u r t u : con- S t e l k i n : suggestion
sequent) s a ğ d u y u : com monsense t e l k i n e t m e k : suggest
ö n e r t i t ü m c e c i k : antece s a ğ ı n : precise. exact t e k i l : singular
dent clause (= birbağın s a k ı n ı m : preservation t e o d o l i t : yatayve dikeyaçı
tıda 'neden' vb. ileeşde s a l ı n a ç : oscillator lanölçen birsağınlıkaleti
ğer önerme) s a p m a : diffraction ( k ı r ı t e r s i n i r : reversible
ö n g e r e k : presupposition n ı m : refraction); deflec- t h e o d i k e : theodicee, tan
ö n - o l u ş u m c u : preform a- tion rısal türe (Leibniz'in bir
tionist s a p ı n ç : abeıration anlatımı)
ö n s a v , h i p o t e z : hypot- s a y ı l t ı : assum ption t o p l a k : aggregate, aggre-
hesis s e z g i : intuition gatiion
ö r g e n l i k : organism s ı c a k l ı k : tem perature t o p l a m l ı , t o p l a m s a l : ad-
ö r n e k l e m : sam ple s ı n a m a : test ditive
ö r n e k s e l : instantial (tek il) s ı n a n a b i l i r : testable t o p la m lı u z u n lu k la r ö l
ö r ü n t ü : netw ork s ı n a y ı c ı : probative ç e ğ i : additive scale of
ö t e - ç ı k a r s a m a : extrapo- s ı n ı f : class (birincil olarak lengths
lation (bilinen erimlerin anlamduruluğunuamaç t o p l a n a k : reservoir
ötesine çıkarsama) layan analitik felsefede t o p l a m b ö l ü m ü : sum-
ö t e l e m e d e v i m i : transla- sınıf boş olabiliryadatek mand
torymotion birüye kapsayabiliryada t o p l u m b i l i m : sociology
özdek: m atter kendini kapsayabilir) t o p l u m s a l b i l i m : social
ö z e l l i k : property s ı n ı r : lim it Science
ö z g ü l l ü k , ö z g ü l l e ş m e : s i n t a k t i k : sözdizimsel, t o p l u m s a l d e v i n g e n l i k :
specrfication sözdizimi ileilgili social mobility
ö z ü n l ü : inherent, intrinsic s o n u ç : consequence tu q u o q u e : sen de (L at.;
s o n u r g u : corollary ssuçlananın suçlayanın
P s o n u r t u : consequent da aynı suçu işlediğini
p r i m a facie: ilk bakışta; (“eğer-o zaman”formü- belirtenanlatımı)
tö z s e l: substantive sensus y a n lılık : bias
tü re : justice u y la ş ım c ılık : conventio- y a s a -b e n z e ri: lavvlike
t ü m c e : sentence nalism y a ş a m b ilim le r i: biological
t ü m c e c i k : clause u z a m a : strain sciences
t ü m c e s e k sentential y a ş a m b ilim : biology
t ü m d e n g e l i m : deduction Ü y a y ılım : emission
t ü m d e n g e l i m l i : deductive ü s : exponent; povver y a y ı n ı m : diffusion
t ü m e v a r ı m : induction ü s t e n i m : com mitment y e n i d e n - k u r m a : recon-
t ü m e v a n m l ı : inductive struct(ion)
t ü m l e y i c i : com plement V y e r ç e k i m i : gravitation ( ç e
t ü m - z a m a n s a l : om nitem- v a r g ı : conclusion k i m : attraction)
poral v a r o l u ş : existence y e t e r l i : adequate
t ü r d e ş : homogenous v a r s a y m a k : assume y e t k e : authority
t ü r e y i ş s e k genetic v a r s a y ı m : presupposition, y e t k i n : com petent
t ü z e l : legal assumption y o k l a m a : examination,
v e r i l e r : data (datum: veri) scrutiny
U via m e d i a : ortayol y o r d a m : procedure
u ç s a l: extremal (uç değer y ö n e r g e li o la r a k ö r g ü tlü :
lerileilgili) Y directivelyorganized
u s ( a k ı l ) : reason y a d s ım a : denial y ü k le m : predicate, attribute
u s a y a t k ı n : plausible y a m u l g a n : deform able y ü k l e m e : ascription, pre
u s l a m l a m a : arguem ent y a n - a n l a m : connotation dicate
u y g u l a y ı m s a k technical y a n ı l g ı : error y ü k l e m l e m e a l a n ı : scope
u y l a ş ı m : convention, con- y a n ı l t ı : fallacy of predication
alan deneyi (toplumsal
bilimler) 457
alan kavramı 399 B
alan kuram ları 294; (ayn- b a ğ ıntılanabilirlik koşulu
şımlı denklem ler) 294 358
alışkanlık (H u m e ’a göre B alm er’ın yasası 100
n e d en selliğ in n e d e n i) B a r r a c lo u g h (W e im a r
69 C u m h . ç ö zü m lem esi)
Alice 132 569
Almanya 86 Beard, Charles A. 573
Amerikan ekonomisinin Becker, Cari 576
durum u, 1947 469 belirlenm ek (Moritz
A m pere 294 Schlick) (ra) 593
a n d ın m la r 121; (k u ram b e litle r (g e o m e tri) 225;
o lu ş u m u n d a r o lle r i; (G e o m etri, salt biçim
Maxwell) 122 sel?) 244
Anglicana Ecclesia 549 belit-şeması (n) 150
anharm onik oran 255 Beltrami 247
Dizin Anlaşma Yöntemi (Method Berkeley (n) 134
of Agreement) , Mili, J. S. Bernoulli 347
455 betim elem e (yasa) (ra) 133
1929 ekonom ik bunalım ı anti-proton 160 betim lem eci bilim görüşü
569 Antony 547 132s, 135
ApAq ^ h /4 k 301 a priori uslamlamalar 207 betim lem ecilik (Mach) (n)
araç-amaç bildirim leri 495 134
A araçsalcı görüş, kuram üze betim lem e sözcüğü 132
ABD’de em eğin sendika rine 142 b ildirim (d o ğ ru lu k ya da
laşması 453 arı m ekanik kuram lar 184 yanlışlık) 229; (içerik
açıklam a (bilimsel A.) 30; A ristoteles 545; (bilim sel terimi kapsar) 229
(dizgesel) 26; (m eka açıklama; öncüller) 58; b ild irim -b iç im le ri 145,
nik A.) 182; (olasılıklı (bilim sel b ilg in in nes 229; (G eom etrinin içe-
A.) 37; (ru h b ilim s e l nesi) 58; (devim) 188; riksiz beliüeri?) 244
g ü d ü le r) 59; (tan ıd ık (ilinek) (ra) 334; (John b ilgi (re a lite ile ilişkisi)
olmayanı tanıdık olanın Locke) 17; (öncüller) 574
te rim le rin d e an la m a) 57; (tan ıtla m a ; tasım ) bilgi ve nesnesi arasındaki
121; (tarihsel; lokom o 228; ( t ü m d e n g e l i m ; ilişki, poziüvist bakış açı
tif) 567; (teleolojik) 38, “ikinci Analitik”) 56 sından 574
404, 408; (tu h af ve bek A rşidük Franz F erd in an d bilim (hedefi bilginin ör
len m ed ik olanla ilgisi) 582 gütlenm esi ve sınıflandı-
59; (tüm dengelim li A.) Arşimedes 48, 51; (statik) nlması) 20 bilim felsefe
35; (türeyişsel A.) 39 166 si (terim ) 8
a ç ık la m a d iz g e le ri 25; Arşimedes yasası 102 ‘bilim ’ ve ‘bilimsel’ sözcük
(manüksal olarak bütün astroloji 26 leri 18
lenmiş) 26 Atina 586s bilimin doğası (örgütlü sağ
açıklamak ve tahm in etm ek atom 373; (A. kuram ları duyu) 19
(yasaların belirlenim i) nın ardışıklığı) 373; (fi bilimi yaratan şey 20
77 ziksel realitesi) 132,159; b ilim ler (açıklam a yapar
ağırlık (küde, görelilik ku (varoluşu) 373 lar) 40; (h e d efi) 20;
ramı) 276 Avagadro sayısı 115, 364s (kökenleri gündelik ya
akılar y öntem i (N ew ton) Aynm Yöntemi (Method of şam ın kaygıları) 19; (ni
173 Differerıce), Mili, J. S. 455 çin değil, nasıl) 41
Aktium savaşı 547 ayrışımlı denklem ler (alan bilim sel a çık lam alar (ilk
ilkeler; Aristoteles) 58 cisim kavramı 183 183: (devim) 183: (uzak
bilimsel açıklama örnekle Coulomb 294 tan etki, Newton) 182:
ri 30 Craig teorem i 147, 149 (yaşambilimin m ekanik
bilimsel bilgi (tikel olaylar; bilim ine indirgenm esi)
Aristoteles) 58; (nesne Ç 431
si; Aristoteles) 58 çekiç (pozitivist bakış açı determ inizm 591; (ahlak)
bilim sel ideal (sağlam -te- sından araçsalcı çözüm 595: (d ü z e n le y ic i b ir
melli açıklamalar) 8 lemesinin çözümlemesi) ilke olarak) 601 (klasik
bilim sel kuram (doğru ya 143 mekanik) 285: (tarihte)
da yanlış olabilir mi?) 56 çevrilebilirlik (kuram ların 589
bilimsel yasaların mantıksal duyu içerik lerin in dili devim (Descartes) 183
biçimi (ra) 61 ne) 136 devim belitleri (N ew ton)
birinci devim beliti (New- 213
ton) 186, 194 D devimsel ( motional) kuvvet
birincil nitelikler 377; (reaD ’A lem bert 186; (devim ler 179
lite) 163 çözümlemesi) 187 diluzluğu sorulan (tanıtla
Birleşik Devletler’de İç D a lto n (a to m la r) 373; ma soruları) 575
Savaş (toplumsal bilim) (bölüm sel basınçlar ya dinam ik yasalar 91
476 sası) 161 Dingle, H erbert 134
birleştirici (unitary) m eka D’Arcy T hom pson 579 d irim se lcilik 430; (vita-
nik kuram lar 184 Darius 587 lizm) 404
Black 122 d av ran ışçılık (to p lu m sa l diskursif bilgi 483s
B o h r atom k u ra m ı 100, bilim de) 476s Doğal Felsefenin Matematiksel
107-109, 11 İs De Broglie 315, 321 İlkeleri (Newton) (n) 190
Bohr, Niels (ra) 302, 307s; değer yüksüzlüğü (toplum doğa tarihi (ra) 45
(ve Planck) 108 bilim) 485 doğa yasası 63*, 65*, 76,
Boltzmann 318, 348, 366 değerden özgür bir top 82; (an lam ı) 82; (b u
Bolyai 246,247 lumsal bilim 495 la n ık b ir te rim ) 63;
Bossuet 599 değişim (devim , W undt) (d oğuşçu evrim e g öre
B oyle-Charles yasası 91, 207 değişebilirdir) 381; (ili
161, 348s, 356, 363s dem ir m aşalar ya da asma neksel mi?) 65; (m an
Bridgm an, P. W. ( n) 134; kilitler (kavram üzerine tık sal o la ra k z o ru n lu
(görelilik kuram ını eleş bir çözüm lem e) 439 değil) 68; (tanımı) 63
tirisi) 277 Demokritos (atom lar) 373 doğru (tanım ) 145
Brown devimleri 298, 365 denetlenen deneyler (top doğru çizgi (görelilik kura
burgaçlar 130 lumbilim) 452s mı) 280
b ütün (parçalarının topla denetlenen araşürm a (top doğrudan deneyim nesne
m ına eşittir) 383; (uzay lumsal bilimler) 453 leri (duyu verileri) 352
sal uzamı olan B.) 384 denetlenen deneylem e doğruluk ya da yanlışlık so
b ü tü n ve parça 384; (tür (toplum sal bilim lerde) ruları (içerik terim li bil
leri) 385 453 dirim için anlamlı) 229
den etlen en görgül araştır doğru ya da yanlış (ölçüüe-
C ma (toplum bilim ) 454 ri) 145
C arnap, R udolf 10; (Der d e n ey im (d uyu v e rileri, doğuşçu evrim (özü) 374
Logısche Aujbau der Vfell) gözlem) 352 doğuş öğretisi 370; (özsel
137 deneysel yasalar 93s; (ku doğruluğu) 375
Carnot 355 ram ) 100; (duyu verile Driesch (dirimselcilik) 430
Carr, H. W ildon 447 ri) 95 Dünya Savaşı, I. 569
Cassius 33, 37 deneysel yasalar ve kuram duyu-izlenimleri (Pearson)
Catherine, Aragoniti 33 lar arasında sağın ayrım (n) 134
Cayley (ra) 244, 254 yok 97 duyusal nitelikler (fiziksel
celeris paribus 558, 579 Descartes (cisim kavramı) realite) 163
duyu verileri 352; (betim- Exner (Peirce) 318 lim) 503
lem eci görüş; fenom e- explicandum 31 geodezik 281, (= ‘düz’ çiz
nalizm ) 135; (bilim sel gi) 252; (e n kısa yol)
b ildirim ler) 95; (doğa F 250; (Euklides düzlemin
yasaları) 96; (yasalar) 95 F = m a 198 de!) 250; (genel göreli
duyu verilerinin “dili” (fe- Faraday 294; (kuvvet çizgi lik kuramı) 276
nomenalizm, pozitivizm) leri; Maxwell) 122 g e o m e tri (b e litle r, te o
135 fenom enalist bilgi kuram ı rem ler) 228; (deneysel
duyu verilerinin “dili” (yok 133 b ilim in b ir dalı) 234;
tur) 136 fenom enalizm 134s; (kök (deneysel bilim olarak
d ü şü n c e le r (kuram sal ve leri) (n) 134 anlaşılması büyük ölçüde
deneysel) 114 fizik (teleoloji) 409 “usayatkın”) 234; (Euk
fiziksel andırım (Maxwell) lidien G.) 105; (Euler)
E 123 227; (evrensellik ve zo
E d d in g to n , A r th u r (n) fizik se l g e o m e tri 230; ru n lu k ) 59; (fiziksel
100, 107, 112; (n e d e n (E instein) 270; (Poin G.) 230; (g ö relilik ku
sellik yok) 318 care) 269 ramı) 274; (izdüşümlü)
eğretilem eler 121 fiziksel olanak (Hum e) 70 254; (Kant) 228; (meka
eğrilik (Gauss) 250 fiziksel olarak reel 159 niğin en yalın dalı) 234;
Einstein (n) 107,315; (geo fiziksel realite 131s, 158- (Mısırlılar) 225; (nesne
m etri) 274; (Poincare) 162; (birincil nitelikler) si; Euler) 227; (Newton;
270; (quantum m ekani 163 m ekaniğin en yalın dalı)
ğ in d e n ayrı b ir kuram fiziksel varoluş 158 243; (Newton; evrensel
tipini yeğledi) 316 fiziksel yasalar (pozitivizm: m ekaniğin bir dalı) 225;
e le k tro n (B ohr m o d elin temel olarak istatistiksel) (re a lite ) 113; (uzay)
de) 109 318s 213
elektron kuramı 102 fiziksel zorunluk (H um e) geom etrik gerçeklikler do
elektronlar (quntum meka 70; (yasa) 66 ğuştan (Leibniz) 227
niği) 302 fızikselci şey dili 134 Geştalt 391
Elizabeth 550 fızikselcilik (n) 135 G oldbach’ın tahm ini 67
e n erjetik bilim i (n) 132, flojiston 160 görelilik kuram ı 275; (baş
170; 138 fotoelektrik etki 161 lık olarak talihsiz) 274;
enthym em etik uslamlama Foucault’nun sarkacı 221 (Bridgm an) 277; (geo
lar 43 F o u rie r 122; (denklem i) m etri) 274; (kütle) 181
entropi ilkesi 348 177 görelilik kütlesi/ relativistic
Epikıırcü atom anlayışı 336 Frank, Philipp 10 mass 125
ether 130s Fransız Aydınlanması 534s göreli uzay 217
E uklides geom etrisi 213, görgül araştırm a (önerm e
243; (a posteriori bir diz G lerin aklanması) 36
ge) 240; (belitler) 224; g 160 g ö rg ü l b ir b ilim o la ra k
(formelleştiriliyor) 229; Galileo 160, 166, 344, 464, Euklides geometrisi 241
(görgül bir bilim) 241 507, 579; (yasalarının in gözlem bildirim leri (duyu
Euklides (koşuduk konutla- dirgenm esi) 344; (ter verileri değil) 352
ması) 243 m odinam ik) 347 “gözlem lenebilir” (sözcü
Euklides’in Öğeler'i 225 Gauss 166,249-251,254; ğün anlamı) 97
Euler (geom etri) 227 (n) 244 gözlem lenem ez şeyler (ya
evrensellik, ilineksel ya da gelişimsel yasalar 89 salar) 96
defacto 64; (kısıtsız) 73; genel görelilik kuram ı (n) G rünbaum , Adolf (n) 470
(nomik) 70 107, 177, 277; (E dding
evrensel yasalar (açıklan ton) (n) 100; H
m aları) 47; (zorunluk- genel istenç 535 h 161
lan; Aristoteles) 58 g e n e lle m e le r (to p lu m b i hacım (kütle; Newton) 203
H aldane, J. S. 447 ilineksel evrensellik 64, 72 kavramlar üzerine! 439
H am ilton 166 ilk ilkeler (Aristoteles) 58 Kelvin, Lord 123,128,184,
Hayek, F. A. 541 indeterm inizm (quantum 189
hayvan davranışları (davra m ekaniği) 300 K epler yasaları 71s; (New-
nışçılığın yöntem inde) indirgem e 341, 356; (ter ton m ekaniği) 72
477 m o d in a m ik , m ekanik) keyfilik (yasa durum unda)
hedef-yönelim li davranış 343 53
(dirimli şeyler) 403 İngiltere Kilisesi 549 Keynes,J. M. 542
hedef-yönelimli dizge 421 insan özgürlüğü ve ahlaksal kişiselci olasılık 559s
hedef-yönelimli ya da tele sorum luluğu (quantum kıpısal hız (ölçülemez) 144
olojik dizgeler 420 m ekaniği) 322 kısıtsız evrensel 73
Hegel (tarih) 498 intihar tahm ini (toplumsal klasik istatistiksel m ekanik
H eisenberg 300; (H eisen bilim ler) 469 297
berg belirsizlik ilişkileri) işlev (toplum bilim ) 521 klasik m ekanik 165; (de-
301, 467; H eisenberg be işlevselcilik (toplum sal bi term inistik değil) 291;
lirsizlik ilkesi 303; (inde lim de) 518 (determ inizm ) 285
term inizm) 302 işlevsel çözüm lem e 521 Klein (re) 244, 254
H elm holtz 78, 184, 250; istatistiksel g e n ellem ele r Kleopatra 547
(mekanik) (n) 166 (toplum bilim ) 503 klorofil (yaşambilimsel
Henry, VIII 33; (Roma Ka istatistiksel kuram lar 297 açıklama) 406
tolik Kilisesi) 549 istatistiksel mekanik (deter- Köhler 394, 395
H erh an g i b ir x için, eğ er ministik bir kuram ) 298 konum sal kuvvetler 179
x A ise o zaman x İT d ir’ istatistiksel (ya da olasılıklı) koşutluk konutlaması (Euk
61 ilişkiler 90 lides) 243
H ertz (fizik; mekanik) 166 istatistiksel yasalar (fizik kova deneyi (M ach’ın eleş
H ilbert, David (belitleştir- te) 90 tirisi) 219; (N ew ton)
me) 113 işlevsel açıklam alar (teleo 217s
histerezis 295 lojik açıklamalar) 38 k ü ltü r (Malinowski) 519;
H itler 86, 569 istenç (toplum bilim ) 503 (tüm k ü ltü rle r için de
hiyerarşik ö rg ü tlen iş (ya izdüşümlü geom etri 254 ğişmez olan ilişkisel ya
şambilimsel) 434, 437 pılar) 463
Hobbes 207 j kültürel görelilik 460
holizm (toplum bilim ) 538 Jo h n 3:8 331 k ü ltür-ötesi yasalar (to p
hom eostatis 411 Junkerler 569 lumbilim ) 461
H ooke’un yasası 347, 356 k u ra m (la r) 94, 120, 139;
H um e (n ) 1 34, 2 27;
K (a priori doğruluk) 206;
(n e d e n se llik ) 42, 69;
kalıtsal m ekanik 296 (anlığın özgür yaratıla
(n e d e n s e l z o r u n lu ğ u
kalkülüs (Newton) 173 rı) 99; (araçsalcı görüş)
eleştirisi ruhbilim sel ze
K alv in istik P ro te s ta n lık 142: (bilişsel konum lan)
m inlerde) 70 (Weber, kapitalizm) 482 120, 131: (deneysel yasa
H uygens 122, 167s; (ger Kant (geom etri) 227s lar) 32; (d o ğ ru lu k ve
çek ‘felsefe’) 166 kaplayıcı yasa/covering law yanlışlık ölçütleri) 145;
Hypothese non fingo 139 açıklama m odeli 567 (g en ellem e) 99; (göz-
kara-cisim 100, 319; kara- lenem ez şeylere ilişkin)
İ cisim ışıması 161 96; (işlevselcilik) 144;
içerik-terimleri 229 kardinal ve ordinal tamsa (m o d el) 129; (sayıltı
ideal gazlar 363 yılar 309 tipleridir) 120; (üç bile
ideografik bilim 545 karm aşa (toplum sal feno şen) 104; (öznel insan
ikincil nitelikler 376 m enlerde) 504 etm eni) 116
ikinci ve üçüncü devim be ka rşılık -d ü şm e k u ra lla rı kuramsal anlatım lar 355
litleri (Newton) 196 111 kuramsal bilim 329
İki Yeni Bilim (Galileo) 344 Katolikler 503 kuramsal ilkeller 355
kuram sal k endiliklerin fi 550 m odel (kuram ) 109s, 121,
ziksel realitesi bilim için Malinowski 519, 524, 526, 129
çok az önem taşır. 159 531; (insanbilim, işlevsel- m odem görgül bilim 59
kuramsal yasalar 93 cilik) 519 Mohl ölçeği 89
kuvvet(ler) 197; (K. d ü m antıksal z o ru n lu k (say m olar fizik 362
şüncesinin kökeni 189); d a m d ır = z o ru n lu k d e Moliere 50
(g e n e l m ek a n ik k u ra ğildir) 66
m ın d a) 202; (kavram ı m a n t ı k ve m a t e m a ti k N
n ın “türetilm esi”) 196; (ö n erm elerin aklanm a Nasyonal Sosyalizm 569
(m ek a n ik ) 179; (söz sı) 36 neden (determinizm ) 284;
c ü ğ ü n k u lla n ım ın d a n M arathon savaşı 584, 586; (etki) 67; (N. sözcüğü)
vazgeçm ek) ( n ) 170; (Batı uygarlığı için belir 87
(statik K.) 199; (üç ayrı leyici) 586 n ed en sellik 69; (doğada
“köken,” Newton) 179 Marshall, Alfred 541 yok!) 318; (doğası) 67
k ü ltü re l g ö relilik ve to p Marxist felsefe 498 nedensellik ilkesi (atom-al-
lumsal yasalar 460 M aupertius 410 tı alanda geçersiz) 301;
k ü tle (g ö re lilik ku ram ı) Maxwell 123s, 128, 176, (quantum kuramı) 302
181, 276; (kavramı) 203; 293-295, 326, 348; (andı nedensellik yasası 322*
(klasik m ekanik) 178; rıra) 122; (elektrom an nedensel-olm ayan ( acau-
(N ew ton) 171; (New- yetik kuram) 294; (Fara- sal) 318
ton için kütle yoğunluk day) 122; (nedensellik nedensel yasalar 87,* 89;
ç arp ı h a c im d ir) 203; ilkesi) 325; (özdek ve (zorunluk) 67
(Newton’ın tanımı) 203; devim; m ekanik bilimi) n e d e n s e l z o ru n lu k
(tanım lanıyor) 205 168s (H u m e ’u n ruhbilim sel
mechanical/m ekanik 167 açıklaması) 70
L mecAamcs/mekanik bilim i nesne (değişim ve kendine-
laboratuar deneyi (toplum 167 özdeşlik) 208
bilim) 457 m ekanik (çeşitli tanım lar) nesnellik (değişmezlik) 281
Lagrange 50,166; (n) 170 (n) 169; (“emperyalizm” nesnellik ideali (tarih) 574
Laplace 166, 288, 296, 369; dönem i) 341: (en eksik Neum ann, Jo h n von 317
(ideali) 292; (ussallık; siz fizik bilimi) 166; (ola NeıvDeal 453
determ inizm ) 288s sılık ilişkileri) 291; (te Newton 139,140,166; (akı-
Lazarsfeld, Paul F. 10 mel ve enson bilim) 166 lar yöntemi) 173; (belit
Leibniz 207; (geom etrinin mekanik açıklama 165; (ya- leri (= yasalan) doğru ya
g e rç e k lik le ri a priori) şambilim) 433 da yanlış değildir) 210;
227 m ekanik bilimi (mantıksal (b irin c i devim b e liti)
Lobachewsky 246s dizgeselliği) 20; (tanım 186; (devim b e litle ri)
Locke, J o h n (Aristoteles) lan) 168 213; (g e o m e tri görgül
17 m ekanistler (yaşambilim) b ir m ek a n ik b ilim in in
Loeb,Jacques 431 431 d a lı) 225, 227; (g e o
Lord Mansfield (tüze) 20 M endel 32 m etri, m ekanik) 234;
m ikroekonom i 541 görelilik ilkesi (n) 217;
M mikroskopik kuram lar 153 (ikinci ve üçüncü devim
Mach, Em st (n) 134; (feno- Millikan lOls b e litle ri) 196; (kalkü-
m enalizm ) (n) 134; (il Mili, Jo h n Stuart (m) 134, lüs) 173; (kova deneyi)
kesi) (n) 558; (Nevrton’ı 323, 392, 455, 510 217s; (kuvvetler için üç
eleştirisi; saltık devim ) Mises, L. von 541 ayn “köken”) 179; (küt
219; (Nevvton’ın kova m itin işlevi (M alinowski) le k o n u su n d a bilgisiz)
deneyi) 219; (Newton, 531 203; (m e k a n ik ) 118;
süredurum ) 219 Mısırlılar (geom etri) 225 (m ekaniğin dalı olarak
ma = F 118, 171 m kü tleli b ir n o kta-kütle geom etri) 243; (m eka
Maitland, F. W. (Elizabeth) 215 nik bilim inin dizgeselli-
ği) 20; (saltık gönderm e nismic biology 401,431 157, 300; (dili) 305(gizli
çatısı) 215; (tanrıbilim) örgenselci ve mekanistik p a ra m e tre le r; von N e
217; Newton (tannbilim- yaklaşımlar (yaşambi u m an n ) 317; (gözlem
sel uslam lam alar) 217; lim) 435 a le tle rin in ro lü ) 301;
(tem el devim “belitleri” örtük tanım lar 106 (ışığın parçacık ve dalga
ya da “yasaları”) 169; özdek (sözcük sağın değil) karakterleri) 300; (inde-
(üç devim beliti ya da 169 term inistik) 314
yasası) 170 Özdek ve Devim, Maxwell q u a n tu m m ekaniği 147,
nokta (Euklides geom etri (n) 168 157, 284, 300; (indeter-
si) 232; (kısa süreli bir özgür-istenç (toplumbilim) m inistik değil) 311
acı olabilir) 233 503
nokta-kütleler 172 özgürlükçü bir uygarlık (bi R
nom ik evrensellik 63, 65, limsel girişim) 7 Radcliffe-Brown (işlevselci-
70; evrensellik (Hum ecu özünlü doğalar 372s lik) 520,524,527
çözümlemesi) 82 Ramsey, Frank, R 154
n o m o lo jik e v r e n s e l le r P Rankine, W.J. M. 138
(H um e) 69; (mantıksal Painleve 166, 296 “reel” (sözcüğün öznel kul
olarak zorunlukları kuş Pan-Slavizm 582 lanım ı) 163; (sözcüğün
kulu) 66; (nedensellik) parçacıklar (quantum kura kullanım ı yasaklanmalı)
67 mı) 129 164
nom othetik bilim 545 Parsons, T alcott 529; (fe- re e l/“real” ya da “varolmak/
non-Euklidien geom etriler nom enalizm ) (n) 134 exist”sözcükleri 164
243 Pasteur 472 R e ic h e n b a c h , H a n s (n)
nötrino 160s Pauling, Linus (hidrojen 271
atom u) (n) 126 Reichsıoehr (Weimar Alman-
O Pearson, Kari (n) 134 yası) 569
O ccam ’ın usturası 197 Peirce, C harles 318, 336; Riem ann 244 (n), 254
olasılık (sözcük ve türevle (şans; özgür istenç) 337 Riem ann geometrisi 249
ri) 558; (tarihte) 558 Persia 586 Roma Katolik Kilisesi (VIII.
olasılık dalgaları 160 Pisagoras teorem i 224 Henry) 549
olasılık ilişkileri (mekanik) piyanist ve obua (yaşambi rom antik irrasyonalizm fel
291 lim ve fizik) 403 sefeleri 575
olasılık kalkülüsü 587 Planck 100, 161, 315; (qu- Russell, B ertrand 134 (n),
olguya-aykırı yargılar (ta a n tu m / n ic e h ip o te z i; 134, 136; (toplam a) 389
rih) 584,585 Bohr) 108
olasılıklı açıklamalar 37 Planck değişm ezi h 108, S
olasılıklı uslamlama 556 301 sağ duyu (bilim) 21
olguların kanıü (bilim) 20 Platonik geom etri öğretisi saltık devim [motus absolu-
olgusal zorunluk (yasa) 66 227 tus.} 217
o rtak terim ler (toplum bi Playfair’in beliti 246 saltık gönderm e çaüsı 215
lim) 535 Plutark 33 saltık ivme (Newton) 221
O tuz Yıl Savaşı 569 Poincare 247, 268-270; (uy- saluk şans 337
laşımcılık) 262, 268 saltık uzay 274; (Newton)
Ö Protestanlar 503 216; (Newton; kova de
Öğeler (Euklides) 225 Protestanlık (Weber, kapi neyi) 218
öğesel duyusal n ite lik le r talizm) 482 saltık uzay açısından ivmeli
(enson yalınlar) 134 Prusya to p ra k soyluluğu devim (Newton) 217
önerm e biçim inde bildi 569 saltık uzay ve saltık zam an
rilebilir bilgi (diskursif Psi-fonksiyonu 162, 312s 140
bilgi) 483 saltık zaman 191
önerti (sonurtu) 61 e şansçılık (tychism: Peirce)
örgenlik yaşam bilim i/ orga- quantum kuram ı 59, 128, 336
şans ve indeterm inizm 330 tanrısal tasar 410 gisi 466
Sarayevo 582 tarihçiler (karşı-olgusallar) toplum sal fizik 448
sayısal yasalar 91 86 toplum sal sözleşme 253
Schlick. Morizt («) 593 tarihsel açıklam alar 556; toplum sal yapı (işlevselci-
Schrödinger 307 (n), 300, (ve lokomotifin davranı lik) 527
306, 312 şı) 567 toplumsal yasalar 460
Schrödinger dalga denkle tarihsel araştırm a (birincil Toynbee, A rnold 548
mi 312 olarak tikel olaylar ile T r a i t e de d y n a m i q u e ,
Schrödinger eşitliği 146 ilgilenir) 549 D’Alem bert 186
Schrödinger (Exner) 318 tarihsel kaçınılmazlık öğre Trevelyan, G. M. 561
Sezar 33, 37 tisi 589s, 592s tü m d e n g e lim li açıklam a
sınır, limit (edimsellik) 145 tarihte determ inizm 591 m odeli 35
s ır a d a n k o n u ş m a (sa ğ tarihte yasa 589 tümevarım (bilimsel) 67
duyu) 24 tasım (Aristoteles, form el tü retilebilirlik koşulu (n)
sınıflar kalkülüsü 106 m antık) 228 358,359
sınırlanm am ış evrensellik tasımın ilkesi (!) 151 türeyişsel açıklamalar 39
73 taşlar ve k e d ile r (fizik ve
simgecilik (kuram ; H ertz) yaşambilim) 402 V
116 teleoloji (sözcük silinmeli) uçsal/extremal ilkeler 409;
sonsal neden 404 405; (ve fizik) 409 (fizik) 410
sonsal n e d e n le r öğ retisi teleolojik açıklam alar 38, United States Bank 469
(te le o jik a çık lam ala r) 404, 408; (antropom or U ranüs 325
405 fizm im le m e zle r) 39; uylaşımcılık 262
soyutlam acı ve h ip o te tik (explicandum bilinç içer uylaşım cı sav (geom etri)
kuram lar 140 m ez) 39; (yaşambilim) 268
sö n ü m lü u y u m lu devim 404,427 uzaktan etki (Nevvton; m e
118 teleolojik ve teleolojik- kanik değil) 182
sonurtu (önerti) 61 olmayan açıklamalann uzay (geometri) 213
soyut kalkıılüs 104 eşdeğerliği 406
Spengler, Oswald 548 teleolojik dizgeler 419s Ü
Spinoza 599 term odinam iğin ikinci ya üçüncü devim beliti (New-
statik (bir bilim olarak geli sası 318 ton) 203
şimi) 166 term odinam ik (m ekanik)
statik kuvvet 199s 347 V
sûre (saltık zaman) 190 theodike 589 van der Waals yasası 364
süredurum (görelilik kura T hom son, W illiam (L ord varoluşsal niceleyiciler 154
mı) 276 Kelvin) 123 Veblen, Oswald 230
süredurum (Newton) 219 tikel olaylar (bilimsel bilgi Versailles Antlaşması 86
süredurum lu kütle 276 leri olamaz; Aristoteles) verstehende Soziologie 538
58 ‘vesairelem ek’ (Elizabeth)
T titreşimli devim ler 118 550, 555 559
tahm inler (‘istatistiksel’ ol toplak olaylar/ aggregative vitalizm 404
m alıdır) 315; (tahm in events 565
lerin iki tipi, toplum sal toplumsal araştırm a 448 W
bilim lerde) 469 toplumsal bilim (ler) (öznel Weber, Max 482, 544; (kül
ta n ıtla m a (A risto te le s ) olmaları) 475; (gerçek/ tür; değerler) 485
228; (tüm ü de bozulabi reel bilim olamaz) 461; W eim ar C u m h u riy e tin in
lir) 111 (to p lu m b ilim i de kap düşüşü 569
tanıtlam a sorulan diluzlu- sar) 518 W hitehead, A. N. 278,280;
ğu sorulandır 575 toplum sal eşitsizlikler (ev (geom etri, görelilik ku
Tann (zar atmaz, Einstein) renseller) 535 ramı) 280
(ra) 340 toplum sal fenom enin bil W ien (yer-değiştirme yasa-
sı) 100 (g ö z le m le n e m e z şey yerçekimi kütlesi 276
Wilson bulut odası 96, 114. ler) 96; (H u m e) 70; yorum layıcı toplum sal bi
159 (istatistiksel; fizikte) 90; lim 538
Wilson, E.B. 432 (açıklam alar; ölçütleri) Young’un ‘m odulus’u 180
W indelband 545 62; (boşluklu YY.) 75; y ö n erg eli o lara k ö rg ü tlü
Whitney, Eli 472 (değişim e u ğ ram aları) dizgeler 417
W oodger,J. H. 438 382; (deneysel Y.) 94; yöntem bilim sel bireycilik
W u n d t, VVilhelm 207s; (m a n tık sa l o la ra k zo 538s
(m ekanik) (n) 166 runlu mu?) 67; (neden yöntembilimsel ortaklaşa
sel Y.) 87; (ve kuramlar) cılık/ collectivism 538
Y 41; (m a n tık sa l o la ra k yüklemleme alanı 72
yalınlık ölçünleri (kavram; z o runlu değil) 68; (ta
realite) 145 rihte) 589 Z
yamulgan cisimler 180 yaşam bilim (m ekanik bi zam an, saltık, gerçek, ve
yaratıcı evrim öğretisi 378 lim in e in d irg e n m e s i) m a te m a tik se l [tempus
y a s a (la r ) ( b e tim le m e ) 431; (örgenselci ve m e absolutum, verum, & mat-
133; (evrensellik) 63, k a n is tik y a k la şım la r) hematicum] 190
74; (yasa ev ren selleri) 435; (ö z ü n lü o la ra k zorunlu doğruluk 31
65; (evrensel o lm am a özerk b ir disiplin) 402; z o ru n lu k (m an tık sa l Z.)
lıd ır) 77; (g ö rg ü l b ir (özünlü özerkliği) 437 66; (n ed en sel yasalar)
ilke o la ra k k a ra k te ri) yerçekimi kuvveü (“değişi 67; (yasa) 65: (yasanın
80; (görgül sınama) 93; yor olabilir”) 381 evrenselleri) 66
İdea Yayınevi Kitapları
CEP DİZİSİ
(35 Kitap)
1) Descartes Sö ylem
2) Plutark T h e se u s • R om ulus
3) Freud M etapsikoloji — 1
4) Hegel Tinin Görüngübilimi (Önsöz)
5) Rousseau Toplum sal S ö zle şm e
6) Descartes Kurallar
7) Plutark Likurgus • N um a
8) Freud Metapsikoloji — 2
9) Kant A n Usun Eleştirisi (Aşkınsal Estetik)
10) Rousseau Eşitsizliğin Kökeni
11) Descartes M editasyonlar
12) Plutark Solon • Poplikola
13) Freud Metapsikoloji — 3
14) Hegel Tarih F e lse fe si — 1 (Giriş)
15) Rousseau Bilimler ve Sanatlar • E konom i Politik
16) Plutark Them istokles • Camillus
17) Freud M etapsikoloji — 4
18) Hegel Tarih F e lse fe si — 2 (Çin; Hindistan; Persia)
19) Spinoza Törebilim — 1 I, II)
(b ö l ü m l e r
idea Yayınevi
Şarap iskelesi Sk. 2/106-107
34425 Karaköy — İstanbul
iletisim@ideayayinevi.com / www.ideayayinevi.com / www.ideasatis.com
İdea Yayınevi Kitapları
61 Törebilim(FELSEFE) SPİNOZA
62 Metapsikoloji (RUHBİLİM) FREUD
63 Uygarlıkve Hoşnutsuzlukları • BirYanılsamanın Geleceği (R.) FREUD
64 Eşeysellik Üzerine Uç Deneme (RUHBİLİM) FREUD
65 BirFelsefe Tarihi (FELSEFE) FRANKTHILLY
66 Varlıkve Zaman (T-A) (FELSEFE) HEIDEGGER
67 Tüze Felsefesi (T-A) (FELSEFE) HEGEL
68 Yaşamlar -1 (TARİH) PLUTARK
69 Yaşamlar - 2 (TARİH) PLUTARK
70 Yargı Yetisinin Eleştirisi (T-A) (FELSEFE) KANT
71 Kılgısal Usun Eleştirisi (T-A) (FELSEFE) KANT
72 Tarih Felsefesi (FELSEFE) HEGEL
73 İskender’inSeferleri (TARİH) ARRİAN
74 Mantık Bilimi (BÜYÜKMANTIK) (FELSEFE) HEGEL
75 Toplumsal Sözleşme ve Söylemler (FELSEFE) ROUSSEAU
76 Erken Yunan Felsefesi (FELSEFE) BURNET
77 Reformasyon Avrupası 1517-1559 (TARİH) ELTON
78 BiliminYapısı (FELSEFE) NAGEL
79 Özel Görelilik Kuramı (FİZİK) BOHM
idea Yayınevi
Şarap İskelesi Sk. 2/106-107
34425 Karaköy — İstanbul
iletisim@ideayayinevi.com / www.ideayayinevi.com / www.ideasatis.com
E rn e st N a g e l ( 1 9 0 1 -1 9 8 5 ) A v u s t u r y a - M a c a r is t a n İm p a r a t o r lu ğ u n d a Y a h u d i b ir a ile d e d o ğ d u .
m a n t ık s a l y a p ı v e ö r g ü t le n m e s in i ç ö z ü m le r v e ç e ş it li b i lim le r in b ilm e s a v la r ın ı d e ğ e r le n d ir ir .
v e z o r u n lu k t a ş ım a y a n b ild i r im le r o la r a k y e n id e n t a n ı m l a y a n N a g e l'in y a s a l a r ı d a b ir e r o la s ıl ık , t a h m in
V iy a n a Ç e v r e s in in m a n t ık s a l p o z it iv iz m in i A n g lo -S a x o n a n a lit ik b ilim f e ls e f e s in e u y a r la m a g ir iş im in d e
s o n u c u n d a n k u ş k u lu y d u . B u n a k a r ş ın tü m b ilim le r d e a y n ı b ilim s e l a ç ık la m a m a n t ığ ın ın g e ç e r li
d o ğ a l b ilim le r il e a y n ı h e r m e n e u t ik ö lç ü t le r i k a b u l e t m e l e r i g e r e k t iğ in i s a v u n d u . J o h n D e v v e y 'in b ir
v e r d i.
N a g e l A B D 'd e “Y a h u d i k a f a s ı B a t ı u y g a r lığ ın ın f e ls e f e s in i v e t a r ih in i d o ğ r u o la r a k y o r u m la y a m a z v e
a n la y a m a z " g ö r ü ş ü n ü ( V V illia m H o c k in g , H a r v a r d Ü n iv .) y o r u m u n h e r k e s e a ç ık o ld u ğ u n u d ü ş ü n e r e k ,
k e n d is i y o r u m la r y a p a r a k v e " d o ğ r u y o r u m " d iy e b ir ş e y in o la m a y a c a ğ ın ı g ö s t e r e r e k ç ü r ü t t ü . R u d o lf
C a r n a p , H a n s R e ic h e n b a c h , v e C a r i H e m p e l ile b ir lik t e m a n t ık s a l p o z it iv iz m in e v r e n s e l a d l a r ın d a n b ir i
A m e r ik a n d ü ş ü n ü r le r in i A v r u p a lI L u d v v ig V V it t g e n s t e in , M o r it z S c h l ic k v e R u d o lf C a r n a p ' ın d a h a ile r i
b ir f e ls e f i k o n u m u t e m s il e t t iğ in i d ü ş ü n d ü ğ ü p o z it iv iz m le r i ile t a n ış t ır d ı. K e n d i f e ls e f i d u r u ş n o k t a s ın ı
d e n e y im d e s a p t a n a n p e k ç o k ş e y — e y le m k ip le r i, a n la m iliş k ile r i, d ü ş le r , s e v in ç le r , t a s a r la r , ö z le m le r —
— A z iz Y a r d ım lı