You are on page 1of 4

SİNEMA TARİHİ

KUR 1

Ders 1 - 3

1914 yılı dünya tarihini politik, sosyolojik, kültüler ve askeri açıdan etkileyecek önemli
olaylara gebe olan bir yıldır.
Sinema tarihinin akışını da büyük ölçüde etkileyecek bu olayları şöyle sıralayabiliriz;

Panama Kanalının açılması, Avusturya Veliaht’ı Ferdinand’ın Saray Bosna da bir suikast
sonucu öldürülmesi ve D. W. Griffith’in bir “Bir Ulusun Doğuşu” filmini çekmesi.

Panama kanalının açılması, gemi taşımacılığına büyük bir rahatlama getirerek Amerikan
Ticareti’nin gelişmesini sağlayacak ve Amerikan yapımı sinema filmlerinin uluslararası
dağıtımına büyük ivme kazandıracaktır.

Ferdinand’ın öldürülmesi ile sonunda Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, gibi ülkelerin
oluşturduğu Avrupa sinemasının yıkımına yol açacak Birinci Dünya Savaşı başlayacaktır.

Griffith’in “Bir Ulusun Doğuşu” yapımına başlaması ise yalnızca sinemasal bir olgu olmakla
beraber konumuz olan sinema endüstrisinde başlı başına çığır açan bir olaydır.
Uygulanan farklı çekim ve dağıtım teknikleri bu filme büyük bir başarı getirirken aynı
tekniklerin ardından gelen başka filmlere de uygulanması ile Amerikan sineması rakibi
Avrupa sineması karşısında çok üstün bir konuma taşınmıştır.

Dünya savaştan çok farklı bir şekilde çıkacaktır.


Özellikle Avrupa da tüm siyasal, kültürel, ekonomik, sanatsal ve sosyolojik dengeler
değişmiştir.

Rusya da devrimci bir hükümet, Almanya da ise bir cumhuriyet kurulmuştu.


Savaştan önce içine dönük dar görüşlü bir vizyona sahip olan Amerika savaştan sonra
uluslararası ticarete ve ilişkilere yönelik bir dünya devi haline dönüştü.
Uluslararası siyaset, bankacılık, ticaret, finans ve kültürel ilişkiler (başta sinema olmak üzere)
tümüyle Amerika tarafından kontrol edilir hale geldi.
ABD Sinema endüstrisi savaştan sonra yüzyılın geri kalan kısmına damgasını vuracak büyük
bir propaganda aracı, kültürel ve ekonomik güç olacaktır.

Avrupa’nın savaşta insan kaynakları ve parasal gücü yitirilmiş, tüm ticari bağlantıları
kesilmişti.

Hiyerarşilerin yeniden düzenlendiği, etik ve toplumsal uzlaşı anlayışlarının önemli ölçüde


değiştiği Kıtada eski kültüre bağlı elit kesimler kısa sürede Amerikan kitle kültürünün etkisi
altına girdiler.

Savaştan önce Amerika da 1908 yılında Edison ve Biograph şirketleri başta olmak üzere
önemli Amerikan yapımcıları ve Birleşik Devletler de dağıtım yapan yabancı şirketler
tarafından kurulan “Motion Picture Patents Company = MPPC” tröst’ünden burada daha
detaylı bir şekilde bahsetmekte yarar var.
Edison ve Biograph’ın yanı sıra Vitagraph, Selig, Esanay, Lubin, Melies, Pathe, Kleine
firmaları bu tröst’ün üyeleri idi.
Hollywood Stüdyo’larının bir anlamda temelini atan bu oluşumda, PMMC gösterim yerlerine
ve dağıtım ağına doğrudan sahip değildi, göstericilerin PMMC üyesi üretici stüdyolardan
lisans satın almasını sağlayarak piyasaya yeni film sürme işini tamamen kontrol altına
almıştı.

Üye stüdyolar filmleri için metre başına sabit bir fiyat saptayıp önceden düzenlenmiş bir
çizelgeye göre haftada 1-3 makarayı dağıtıma çıkarıyorlardı.
Lisans sahibi göstericiler filmlere sahip olmayıp belli bir süre sonunda Tröst’e iade ediyordu.

Tröst’ün bir önemli gücü de – çoğu Edison ve Biograph şirketlerine ait- sahip olduğu ham
film, projektör, kamera vs patentlerinden geliyordu.
Örneğin göstericiler projektörlere haftalık telif ücreti ödüyorlardı.

PMMC’nin tüm agresif tutumuna rağmen bağımsız yapımcı ve dağıtımcılarla baş etmek
kolay olmuyordu.
Tröst ile anlaşması olmayan göstericiler kendilerine “Bağımsız” diyen dağıtıcılarla anlaşarak
bunların Avrupa’dan ithal ettiği veya başka bağımsız yapımcılara yaptırdıkları ilginç filmleri
sinemalarında gösteriyorlardı.
Ünlü Western’de bu dönemde ortaya çıkan ilginç türlerden biridir.

Tröst’ün bu yoğun baskısı bir yerde Avrupa sinemasının Amerika pazarında talep görmesine
dolayısıyla gelişmesine yol açan bir durumdu.
Özellikle daha çarpıcı ve karmaşık filmleri, roman uyarlamalarını piyasa süren bağımsızlar
hala geleneksel konuların 15 dakikalık filmlerini piyasa süren Tröst’e karşı izleyicinin
ilgisini çekmeyi başarmıştı.

Bu durum Avrupalı yapımcıları Amerikan izleyicisi tarafından daha kolay kabul görebilecek
konulara örneğin, edebiyat uyarlamaları, tarihi filmler gibi konulara yöneltti.
Kendisi de bir tröst üyesi olmasına rağmen Pathe firması elit kültür ürünü “Film d’Art” tarzı
filmleri Amerikaya ithal ederek bu rekabeti kırmaya çalışmıştır.

Avrupadan ithal filmlerin bir kısmı uzun metrajlı filmlerdi. Örneğin, bağımsızların sıklıkla
çalıştığı İtalya’nın ünlü filmi “Dante’nin Cehennemi” çok yüksek bir gişe yapmıştı”.
Tarihi bir Fransız yapımı olan ve başrolünde ünlü oyuncu “Sarah Bernharth” oynadığı
“Queen Elizabeth” filmi Adolph Zukor ve Edwin S. Porter tarfından satın alınarak
Amerika’da gösterime sokulmuş ve büyük ilgi toplamıştır.

1912 yılında George Kline 8000 feet uzunluğunda dev bir İtalyan yapımı olan
“Quo Vadis” filmini ithal ederek gösterime sundu.
Bu film Amerikan sinemacılarını derinden etkileyen bir filmdir.
D.W.Griffith’in ünlü “A Birth of A Nation = Bir Ulusun Doğuşu” filmi bu filme verilen bir
yanıt niteliği taşımaktadır.
1915 yılına 2 dolarlık bilet fiyatı ile gösterime girdiği New York da bir sene gösterimde
kaldı.
Halbuki o sıralarda 2 makaralık bir Tröst filmi 10cent fiyatla gösterime giriyordu.

Bu bağımsızlardan biri de dağıtımcı “Carl Laemmle” idi.


PMMC kendisine film vermediği için kendi firması (Independent Moving Picture Company)
IMP’yi kurarak kendi yaptığı filmlerin yanı sıra İtalya’dan aldığı filmler’den oluşan 2’şer
makara filmi her hafta piyasaya sürerek Tröst ile mücadele ediyordu.
IMP günden güne gelişerek “Universal” stüdyolarına dönüştü.

Laemmle’nin ardından “Adolph Zukor - Paramount”, “William Fox – Fox “ ve “Marcus


Loew – MGM” stüdyolarını kurdular.

Tröst 1912 yılına kadar rekabeti büyük ölçüde engellemeyi başardı.

1912’den itibaren gücü azalmaya başlamıştır.

1915 yılında oluşumu ve aktiviteleri Amerikan Anti Tröst yasalarına karşı bulunarak
mahkeme kararı ile kapatıldı.

Başlangıçta Tröst’ün uygulamalarına karşı çıkarak isimlerini duyuran “Hollywood


Yapımcıları” onun yerini çoktan doldurmaya hazırdı.

1910’lardan itibaren bir çok bağımsız film şirketi LonAngeles’in batısındaki bir banliyö olan
“Hollywood” a yerleşmeye başlamıştı bile.
Hollywood güneşli Kaliforniya bölgesinde yer aldığı için daha uzun iş günleri ile çalışmak
mümkündü ve etrafta yer alan açık alanları, çiftlikleri ile film çekimi için ideal bir yerdi.

Böylece sinema endüstrisinde çalışma prensiplerinin temelleri PMMC ve onun dağıtım


şirketi “General Film Company” tarafından atılan “Hollywood Stüdyoları” dönemi başlamış
oldu.

Hollywood Stüdyoları :

“Hollywood Stüdyoları” son derece akıllı ve agresif üretim, pazarlama ve tanıtım yöntemleri
uygulayarak tüm dünya pazarına kısa sürede egemen oldular.
Üretim devasa stüdyolarda seri halde aynı anda birden fazla film çekilerek yapılıyordu.

O güne göre en modern çekim araçlarını ve en uzman personeli kullanarak maliyetler


düşürülüyordu.

Dağıtım ve tanıtım aktiviteleri de yine stüdyo tarafından yapılırken, Amerika Birleşik


Devletlerinde ve tüm Dünyada kilit sinemalar satın alınarak üretilen filmlerin tüketilmesi
garantiye alınmıştır.

Sinema Sarayları:

Amerika da 1910-1912 döneminde yaklaşık 20 000 sinema salonu bulunuyordu.

Stüdyolar bu sinemaların tümünü satın almak yerine en iyi merkezlerde yer alan en iyi ve
yeni yaklaşık 2000 sinema salonunu satın alarak New York, Los Angeles, Chicago, Dallas
gibi şehirler başta olmak üzere Amerika’nın bir ucundan diğerine uzanan bir “Sinema
Sarayları” zinciri oluşturmuştur.

Bu zincire Londra ve Paris gibi büyük Avrupa şehirleri de dahildi.


Bu Sinema Sarayları zinciri ortalama film gelirinin ¾’ü kadar ekstra bir gelir getirerek film
yapımı ve dağıtımı yanında sektörün üçüncü önemli unsuru olan gösterim işini de
Stüdyoların kontrolü altına sokuyordu.

Sinema Sarayları sadece basit bir sinema salonu değildi.


Üniformalı yer göstericilerin seyirciyi karşıladığı muhteşem bir mimariye sahip çok gösterişli
bu salonlar, rüya atmosferi yaratılaşmış eğlence mekanları idi.
Dış yüzü sürekli aydınlatılan ışıklı tabelalar ve kemerlerle süslü binanın heybetli
merdivenlerinden çıkarak içeriye giren seyirciyi klasik Fransız tarzı veya çağdaş art-deco
anlayışla dekore edilmiş, fıskiyeler, ayna ve kristal avizelerle donatılmış, yüksek sütunlu bir
dizi fuaye, lobi ve koridor karşılayarak bu büyülü atmosfere sokuyordu.

Bu salonların seyirci kapasitesi binlerle ifade ediliyordu.

Bunlardan ilki 1914 de “Samuel (Roxy) Rothapfel” tarafından New York’da açıldı. Üç bin
Seyirci kapasiteli bu salonda film gösterilerinin yanı sıra canlı gösterilerde tertipleniyordu.
Ulusal marş ile açılış yapıldıktan sonra, bir haber filmi, kısa bir komedi filmi, ardından canlı
bir performans yapılır, en sonunda ise uzun metrajlı film gösterilirdi.

Bir süre sonra “Roxy” girişimini bir diğer sinema sarayı zinciri sahibi olan “Balaban&Katz”
firmasına sattı.

“Balaban&Katz” sinema işletiminde çok başarılı olmuş bir şirkettir.


İşe ilk Chicago’ da başlarken diğer sinema salonu sahiplerinden farklı bir strateji izlediler.
Şehir merkezlerinde sinema sarayı açmak yerine banliyölerin ulaşım kavşaklarında yer alan
alış veriş merkezlerinde sinemaya sarayları açtılar.
Böylece şehir dışındaki banliyölerde yaşamaya başlamış zengin ve orta sınıf bu sinemaların
müşterisi oldu.

“Balaban&Katz” sinemaları aynı zamanda ilk klima uygulamasını da başlatarak seyircinin


yaz aylarında sinemaya gitmesini sağlamıştır.
Fuaye ve lobilerinde resim sergileri açılan ve klasik müzik konserleri verilen salonların alt
katlarında çocuklar için oyun alanları ve bakıcılar temin edilerek ebeveynlerin rahatça film
izlemeleri sağlanıyordu.

“Balaban &Katz” 1925 de Adolph Zukor ile birleşerek “Paramounth Pictures” şirketi
kuruldu.

Kısa bir süre sonra “Marcus Loew”, “MGM” le ve “Warner Bros.” “First National” la
birleşti. Fakat bu rakip firmaların hiçbiri “Paramounth” kadar başarılı olamadı.

You might also like