You are on page 1of 89

T.C.

DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ


SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
TARİH PROGRAMI
YÜKSEK LİSANS TEZİ

BİZANS KAYNAKLARINA GÖRE ANKARA SAVAŞI

Murat YILMAZ

Danışman

Prof. Dr. Mustafa DAŞ

İZMİR - 2016
TEZ ONAY SAYFASI

ii
YEMİN METNİ

Yüksek Lisans Tezi olarak sunduğum “Bizans Kaynaklarına Göre Ankara


Savaşı” adlı çalışmanın, tarafımdan, akademik kurallara ve etik değerlere uygun
olarak yazıldığını ve yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenlerden
oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla
doğrularım.

Tarih

..../..../.......

Murat YILMAZ

İmza

iii
ÖZET
Yüksek Lisans Tezi
Bizans Kaynaklarına Göre Ankara Savaşı
Murat Yılmaz

Dokuz Eylül Üniversitesi


Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tarih Anabilim Dalı
Tarih Programı

Bizans Kaynaklarına Göre Ankara Savaşı başlıklı tezimizde tarihteki en


meşhur savaşlardan birisi olan Ankara Savaşı’nı incelemeye çalıştık. Dönem ile
ilgili Khalkokondyles’in Türklerin Tarihi kitabının üçüncü cildini, Dukas
Kroniği’nin ilgili ilgili kısmlarını, Selanik Başpiskoposu Symeon’un tarihi
nutkunu ve Yıldırım Bayezid dönemine tarihlenen Grekçe Anonim Metin’i
dönemin diğer kaynaklarıyla karşılaştırmalı olarak ele aldık. Timur ile
Bayezid’i karşı karşıya getiren bu savaş Türk tarihi açısından oldukça önemli
sonuçlar doğurmuştu. Ağır bir mağlubiyet alan Osmanlılar’ın siyasi birliği
bozulmuş, Anadolu beylikleri tekrar canlanmış ve Osmanlı hanedanı içinde taht
kavgaları başlamıştı. Ankara Savaşı yok olmanın eşiğine gelen Bizans
İmparatorluğu’nun bir süre daha ayakta kalmasına vesile olmuştur. Bizans
kaynakları, İmparatorluğu uçurumun kenarından alan Timur’a ve onun
Ankara Savaşı’ndaki zaferine bir kurtarıcı olarak bakmaktan ziyade bu
yaşananları Aziz Meryem’in koruyuculuğu ve Tanrının inayeti olarak
görmektedirler.

Anahtar Kelimeler: Ankara Savaşı, Yıldırım Bayezid, Timur, Bizans


İmparatorluğu.

iv
ABSTRACT
Master’s Thesis
Battle of Ankara according to Byzantine Sources
Murat Yılmaz

Dokuz Eylül University


Graduate School of Social Sciences
Department of History
History Program

This thesis, entitled Battle of Ankara according to Byzantine Sources,


aims to examine the Battle of Ankara. It compares certain records such as the
third volume of History of Turks by Chalkokondyles, related parts of the
Chronicle of Dukas, Historical Sermon of Archbishop Symeon of Thessaloniki,
and the Anonymous Greek Record dated to Bayezid I’s reign with other
available contemporary accounts. This battle caused quite important results for
Turkic history in that pit Timur against Bayezid I. Ottoman political unity
collapsed with a heavy defeat, Anatolian Principalities reestablished, and
struggle for the throne accrued in Ottoman dynasty. Battle of Ankara provided
Byzantine Empire, almost erasing the scene of history, to survive for a while.
Byzantine records evaluate Timur himself and his victory in the Battle of
Ankara as the saver of Empire they rather prefer to see the protection of Virgin
Mary and the help of God.

Keywords: Battle of Ankara, Bayezid I, Timur, Byzantine Empire.

v
BİZANS KAYNAKLARINA GÖRE ANKARA SAVAŞI

İÇİNDEKİLER

TEZ ONAY SAYFASI ii


YEMİN METNİ iii
ÖZET iv
ABSTRACT v
İÇİNDEKİLER vi
KISALTMALAR ix

GİRİŞ 1

BİRİNCİ BÖLÜM
KAYNAK ESERLERİN VE YAZARLARININ TANITILMASI

1.1. TARİHLER 4
1.1.1 Dukas 4
1.1. 2. Laonikos Khalkokondyles 6
1.1.3.Yorgios Sfrancis 8
1.1.4. Anonim Anlatı 9
1.1.5. 16. Asırda Yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı Tarihi 9
1.2. KRONİKLER 10
1.2.1. Bizans Kısa Kronikleri 10
1.3. AYOGRAFİLER VE VAAZLAR 11
1.3.1. Şükür Duası 11

vi
İKİNCİ BÖLÜM
XIV. YÜZYILIN SONLARINDA OSMANLI, BİZANS VE TİMURLU
DEVLETLERİ

2.1. BİZANS: YIKIMIN EŞİĞİNDEKİ İMPARATORLUK 12


2.2. BİZANS’IN KURTARICISI BÜYÜK TÜRK FATİHİ: EMİR TİMUR 19
2.3. ANADOLU VE BALKANLARDA YÜKSELEN GÜÇ: OSMANLILAR 26

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TİMUR’UN ORTAYA ÇIKIŞI VE ANKARA SAVAŞI ÖNCESİ FETİHLERİ

3.1. TİMUR’UN ORTAYA ÇIKIŞI 31


3.2. TİMUR’UN FETİHLERİ 33

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ANKARA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI-TİMUR MÜNASEBETLERİ

4.1. ANADOLU BEYLERİNİN TİMUR’A SIĞINMASI 41


4.2. SİVAS OLAYI 44

BEŞİNCİ BÖLÜM
ANKARA SAVAŞI

5.1. BİZANSLILARA GÖRE SAVAŞIN NEDENİ 49


5.2. İKİ ORDUNUN ANKARA’YA GELİŞİ VE SAVAŞ ÖNCESİ
GELİŞMELER 55
5.3. OSMANLI VE TİMUR ORDULARI 59
5.4. ANKARA SAVAŞI’NIN CEREYANI 60
5.5. BAYEZİD’İN TUTSAKLIĞI 63
5.6. SAVAŞ SONRASI ANADOLU’DA TİMUR FAALİYETLERİ 65
5.7. İZMİR’İN FETHİ 66
5.8. ANKARA SAVAŞI’NIN SONUÇLARI 69

vii
SONUÇ 74
KAYNAKÇA 77

viii
KISALTMALAR

Bkz. : Bakınız.

Çev. : Çeviren.

s. : Sayfa.

ss. : Sayfadan sayfaya.

T.T.K. : Türk Tarih Kurumu.

vb. : ve benzeri.

ix
GİRİŞ

Türk ve Dünya tarihinin büyük fatih şahsiyetlerinden biri olan Emir Timur,
mütevazı Barlas kabilesinin bir mensubu olarak 1336 yılında doğmuştur. İyi bir asker
ve strateji ustası olarak kendini yetiştiren Timur, o dönemde Çağatay Hanlığı’nın
çöküş sürecinde olmasından faydalanarak, adından söz ettirmeye başladı ve
Maveraünnehir bölgesindeki iktidar kavgalarına karıştı. 1360 yıllarında adından söz
ettirmeye başlayan Timur, 1370’de Semerkant’a hâkim oldu ve Çağatay Hanlığı
yerine kendi devletini kurdu. Bunu takip eden on yıllar boyunca gerçekleştirdiği
seferlerle Çin’den Akdeniz’e, Karadeniz steplerinden Hindistan’a uzanan muazzam
bir imparatorluk kurmayı başardı. Hükümdarlığı süresince meşruiyet ilkesine bağlı
kalan Timur, asil bir hanedandan gelmediği için “emir” unvanını kullanmaya ve
yanında Çağatay Hanlığı’nın resmi varisi olan silik bir şahsiyeti bulundurmaya özen
göstermiştir.
Emir Timur’u tarihte ünlü kılan askeri başarılarından biri de şüphesiz 1402’de
Ankara Savaşı’nda Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’e karşı kazandığı zaferdir. Bu
zaferin Türk tarihi açısından sonuçları bilindiği üzere çok olumsuz niteliktedir. Ağır
mağlubiyet yaşayan Osmanlılar, Anadolu’da kurdukları siyasi birliğin parçalandığını
ve Türkmen Beyliklerinin yeniden kurulduklarını gördüler. Üstelik Osmanlı hanedan
içerisinde başlayan taht kavgaları “Fetret Devri” denilen on yıl kadar süren iç
savaşların yaşandığı döneme damgasını vurmuştur.
Ankara Savaşı’nın dikkat çeken bir sonucu da Yıldırım Bayezid’in yıkımın
eşiğine getirdiği Bizans İmparatorluğu’nun ayakta kalmasına vesile olmasıdır. 1392
yılı sonrasında İstanbul’u muhasara altına aldıran Yıldırım Bayezid, sürekli kuşatma
altında tutturduğu Bizans başkentine zaman zaman saldırılar da yaparak, İslam
dünyasının beklediği büyük fethi gerçekleştirmek istemiştir. Bizans İmparatoru II.
Manuel Palaiologos (1391-1425) umutsuz bir halde 1399’da Konstantinopolis’i terk
edip, Batı Avrupa’ya giderek Türklere karşı yardım arayışı içerisinde olmuştur.
Bizans imparatorunun Batı’da aradığı yardım Doğu’dan gelmiş, 1402 mağlubiyeti
üzerine Osmanlı’nın Bizans üzerindeki muhasarası kırıldığı gibi, Osmanlı tahtına
geçen Yıldırım Bayezid’in oğulları Bizans İmparatorluğu ile anlaşmalar yaparak,
büyük tavizler vermişlerdir. Bizans mucizevî bir şekilde elli yıl daha yaşama şansına

1
kavuştu. Bundan dolayı Bizans kaynaklarında Emir Timur’un silinmez izler bırakmış
olması kaçınılmazdır. Bizans İmparatorluğu’nu ebedi çöküşten kurtuluşuna vesile
olan Timur’u Bizanslılar nasıl gördüler ve onu değerlendirdiler? Tez çalışmasının
temelini bu ve benzeri tarihi soruların aydınlatılması oluşturmaktadır. Plansız bir
şekilde ama reel sonuç olarak Bizans’ın kurtarıcısı olan Emir Timur’un Bizanslılar
nazarında bir kahraman görülmesi veya en azından düşman olarak nitelenmemesi
gerekir. Fakat çeşitli eserlere yansıyan bilgiler Bizanslıların daha farklı
düşündüklerini göstermektedir. Bizanslıların kendilerine has değerlendirmelerini
yansıtacak dönemin birincil kaynakları tez çalışmasında ele alındı. Timur hakkında
en geniş bilgilerin sunulduğu kaynakları öncelikle tanıtmak daha yerinde olacaktır.

2
BİRİNCİ BÖLÜM
KAYNAK ESERLERİN VE YAZARLARININ TANITILMASI

Tarih araştırmalarında sonuca giderken kullanılan kaynak metnin içerdiği


bilgilerin yanı sıra hangi koşullar altında üretildiği, yazarının kimliği, başka kaynak
ve türlerle ilişkisi ve nasıl bir tarih tasarımıyla yazıldığı oldukça önemlidir. Birinci
bölümde kullandığımız Bizans kaynaklarını yazım türlerine göre guruplara ayırdık.
Böylelikle hangi kaynağa nasıl yaklaşılması gerektiği ve tezin içerisinde
kaynaklardan yola çıkılarak yapılan yorumlar daha iyi anlaşılacaktır. Konusu
dolayısıyla tezimiz için en önemli kaynaklar tarihlerdir. Antik Yunan kültürünün
etkilerinin oldukça fazla görüldüğü bu tür Bizans yazımının zirvesi olarak kabul
edilir. Vakayiname olarak alabileceğimiz kronikler bir diğer önemli başvuru
kaynağını oluşturmaktadır. Bu kategoride sadece Bizans Kısa Kronikleri’ni inceleme
fırsatı bulduk. Kısa Kronikler olaylar hakkında uzun uzadıya bilgiler vermektense
yazım türüne uygun olarak olayları birbirini ardına sıralayarak anlatırlar ve herhangi
bir durum ile ilgili verdikleri bilgi genelde birkaç cümleyi geçmemektedir. Kısa
Kronikler’in bizim için asıl önemi verdikleri tarihlerde yatmaktadır. İncelediğimiz
Bizans kaynakları arasında Ankara Savaşı’nın tarihine dair net bilgiler veren yegâne
1
kaynaktırlar. Başvurduğumuz kaynaklar arasında azizlerin hayat hikâyelerini
anlatan ayografiler ve din adamlarının vaazları da önemli yer tutmaktadır. Geçmişin
peşine düşme veya günün olaylarını düzgün bir şekilde kaydetme gibi kaygıları
olmasa da dini içerikli bu kaynaklar Bizans din adamlarının ve kısmen de Bizans
halkının düşünüşünü aktarması açısından önemlidir. Tez kapsamında
inceleyeceğimiz Bizans kaynaklarını belirlerken temel başvuru kaynağımız Gyula
Moravcsik’in Bayzantinoturcica adlı eseri olmuştur.2
Türkler hakkında en eski dönemlerden beri önemli bilgiler veren Bizans
kaynakları söz konusu Ankara Savaşı olduğunda da birçok eser ile ayrıntılı bilgileri
bizim değerlendirmemize sunarlar. Tezimizi oluştururken iki önemli Bizanslı tarihçi
Dukas ve Laonikos Khalkokondyles’in eserleri ön plana çıkmaktadır. Genel olarak

1
Bizans tarihi kaynakları ve kronikleri hakkında bilgi ve neşrinin durumları için bkz. Leven
Kayapınar, “Bizans Tarih Kaynaklarının Neşri: Dünya ve Türkiye’deki durum”, Cumhuriyet
döneminde Türkiye’de Tarihçilik ve Tarih Yayıncılığı Sempozyumu Bildiriler Kitabı, T.T.K,
Ankara, 18-20 Mart 2010, ss. 141-205.
2
Gyula Moravcsik, Byzantinoturcica, cilt: 2, Akademie-Verlag, Berlin 1958.

3
tezin temelini oluşturan her iki tarihçinin Türk-İslam kaynaklarına vakıf olması,
gerek Ankara savaşı gerekse Türk-Bizans ilişkileri hususunda diğer kaynaklara
nazaran daha kapsamlı bilgiler vermeleri ve eserlerini bilgilerin taze olduğu bir
dönemde oluşturmaları; özelde ise Dukas’ın Türkçeyi bilmesi ve Khalkokondyles’in
Türk hâkimiyeti altında yaşamış olması araştırmamız nezdinde eserlerinin önemini
arttırmıştır. Yararlandığımız kaynaklar ve yazarları hakkında daha ayrıntılı bilgiler
vermek tezimizin temellerini anlamak adına yerinde olacaktır.

1.1. TARİHLER

1.1.1 Dukas

Bizans İmparatorluğu’nun son yüzyılı hakkında önemli başvuru


kaynaklarından biri olmasının yanı sıra özellikle Bizans’ın, Osmanlı İmparatorluğu
tarafından fethedildiği döneme ilişkin bilgilerle günümüz tarihçilerine ışık tutan
Dukas; gelecekte ne denli değer kazanacağını tahmin edememiş olsa gerek; yaşamı
hakkında cimri davranmıştır. Dukas’ın hayatıyla ilgili bildiklerimiz; maalesef
eserinde verdiği bilgilerden öteye gidememiştir. Nerede dünyaya geldiği, doğum
tarihi, birinci adının ne olduğu ve ölüm yılı gibi yazar hakkındaki önemli bilgiler net
değildir. Eserinden edindiğimiz bilgiler çerçevesinde, büyük babası Mikhael
Dukas’ın alim ve şehrin ileri gelenlerinden birisi olduğu gözükmektedir. İoannes
Kantakuzenos ile V. İoannes arasındaki mücadelede taraf olduğu için hapse atılmış,
1345 yılında ise hapisten kurtularak İstanbul’u terk etmek zorunda kalmıştır. Bu
vakitten sonra Aydınoğlu İsa Bey’e sığınmış ve ömrünün sonuna kadar burada
himaye edilmiştir. Dukas da çok büyük ihtimalle Efes civarlarında doğmuş ve
hayatının büyük kısmını burada, Ege kıyılarında geçirmiştir. Önceleri Foça’da
Cenova Podestası Giovanni Adorno’nun kâtibi olarak görev almış ve bu sürede II.
Murad’a ve vezirlere yazılan mektupları bizzat kendisi kaleme almıştır. Akabinde
Midilli adasının hâkimi Gateluzi’nin himayesine girmiştir. Bu dönemde Padişaha
ödenen verginin takdimi gibi birçok önemli görevde yer alması ona, Türkleri daha
yakından tanıma fırsatı vermiştir. 1462’de Midilli’ye Türklerin hâkim olmasından
sonra nereye sığındığı, nerede ve nasıl vefat ettiği bilinmemektedir.

4
Eserini Bizans tarihçilerinde gelenek olduğu üzere kısa bir dünya tarihi
şeklinde başlatıp Adem’den Palailogoslara kadar olan dönemi ise özet halinde
geçmiştir. Anadolu Beyliklerinin kurulmasını da kısa bir şekilde izah ettikten sonra
Osmanlıların Bizans topraklarına yerleşmesini anlatmaktadır. 1389’da Bayezid’in
tahta çıkmasıyla birlikte eser kapsamlı bir hal almaktadır ve 1462’de Midilli’nin
Türkler tarafından fethine kadar devam etmiştir. Bizans ile Türkler arasında
yaşananların tarihi niteliğindeki eser dönemin Anadolu’da yaşanan olaylarını ve o
sırada şehirde olmamasına rağmen edindiği bilgilere dayanarak İstanbul’un fethini
ayrıntılı bir şekilde anlatmasından dolayı Osmanlı tarihi için de önemli kaynaklardan
birisidir. Grek olmasıyla gurur duyup Türklere ve Müslümanlara olan nefretini
açıkça dile getirmekten çekinmese de Dukas tarihi olayları anlatırken tarafsızlığını
korumaya çalışmıştır. Türklerde gördüğü üstün vasıfları veya Rumlarda gördüğü
kötü yönleri eleştirmekten geri durmamıştır. Kendinden önceki kaynakları iyi bildiği
ve eserini kaleme alırken faydalandığı görülen Dukas’ın dili çağdaşı diğer
tarihçilerden ayrılarak son derece sade, günlük hayata yakın bir çizgide yer almıştır.
Eserinde küçük ölçüde bazı gerçekler göz ardı edilse de günümüze dek ulaşmayı
başarmış bir tarihçi olan Dukas’ın Türk tarihi açısından önemi inkâr edilemez.3
Dukas Tarihi, Corpus Scriptorum Historia Byzantinea [CSHB] külliyatı
içerisinde 1828 ve 1897’de I. Bekker’in editörlüğünde Bonn’da yayımlanmıştır:
Ducas Historia Byzantina, ed. I. Bekkeri, Bonn, 1828. Bilim alemince yaygın şekilde
kullanılan neşrini ise V. Grecu tarafından Ducas: Historia Turcobyzantina / Istoria
turco-bizantină adıyla 1958’de Bükreş’te yayımlanmıştır. Bu kaynağımızın Türkçe
ilk çevirisi; Dukas, Bizans Tarihi, çev. V. Mirmiroğlu, İstanbul 1956’da yapılmıştır.
Eser son olarak B. Umar tarafından yayımlandı; Mikhael Doukas, Tarih. Anadolu ve
Rumeli 1326-1462, çev. B. Umar, Arkeoloji ve Sanat yayınları, İstanbul 2008.

3
Şerif Baştav, “Türk tarihi bakımından Dukas’ın Eserinin Değeri”, Türk Kültürü Araştırmaları,
Cilt: 2, sayı: 1-2, 1965, ss. 177-194.

5
1.1. 2. Laonikos Khalkokondyles

Son dönem Bizans tarihçiliğinin öne çıkan isimlerinden biri olan Laonikos
Khalkokondyles’in hayatı hakkında (Dukas’da olduğu gibi) eserinden elde
ettiklerimiz dışında fazla bilgiye sahip değiliz. Laonikos Atina’nın ileri gelen
ailelerinden birine mensuptu ve 1430 yılı civarlarında burada doğmuştur. Atina’daki
taht mücadeleleri yüzünden ailesi sürgüne gönderilmiştir. Tarihçi Khalkokondyles’in
babası Georgios Khalkokondyles’de bu sebeple Mistra’ya giderek Mora despotunun
hizmetine girmiştir. Oğul Khalkokondyles burada küçük yaşta Georgios Gemistos
Plethon’un öğrencisi olmuştur. 1449 yılında İstanbul’a giden Konstantinos
Palaiologos’e eşlik ettiği düşünülmektedir. Fakat bu ziyareti uzun süreli olmamıştır.
Eserinden anlaşıldığı üzere İstanbul’un fethi sırasında kentte bulunmamaktadır.
1460’da fethedilene kadar Mora’da yaşayan Khalkokondyles’in bu tarihten sonra
nereye gittiğine dair Girit, İtalya ve Atina olmak üzere farklı görüşler bulunmaktadır.
Bu görüşlerden öne çıkan ise; Mora’nın fethinden sonra Atina’ya geri döndüğü ve
ömrünün geri kalanını burada geçirdiğidir. Eserlerinde 1487 yılına kadar olan
olaylara da değinmesinden dolayı 1490 yılı civarında öldüğü kabul edilmektedir.
Fakat son dönem araştırmalardan elde edilen bilgiler nezdinde 1470 yılından sonra
yaşadığına dair bir kanıtın olmadığı ileri sürülmüştür.4 Khalkokondyles muhtemelen
eserini de Türk hâkimiyeti altındaki Atina’da kaleme almıştır.
Historiea adlı eseri Osmanlı’nın kuruşundan 1463 yılına kadar olan olayları
kapsamaktadır. Dünya tarihinin kısa bir özetiyle başlayan eserin ana konusunu
Osmanlı’nın kuruluşu, yükselişi ve Bizans’ın çöküşü oluşturmuştur. Bu suretle eserin
bir Türk tarihi olduğunu da söyleyebiliriz. On bölüme ayrılmış olan eserin I. Bölümü
Osmanlı’nın kuruluşundan I. Kosova Savaşına kadar geçen olayları, II. Kitap
Bayezid’in Timur’a kadar olan hâkimiyet döneminden, III. Kitap ise Timur’un nasıl
büyük bir imparatorluğa sahip olduğunu anlatmakla başlayarak, Timur’un Sivas’ı
zaptını, Ankara Savaşı’nı, öncesini ve sonrasını, kapsamlı bir şekilde anlatmaktadır.
IV. Kitap ise Fetret Devri ve I. Mehmed dönemi olaylarını kapsamaktadır. V.-VII.
Kitaplar II. Murad dönemi olaylarını, VIII-X. Kitaplar ise 1451-1463 arasında
yaşananları ele alır. Timur’u ve Ankara Savaşı’nı teferruatlı bir biçimde ele alması
4
Mollaoğlu Ferhan Kırlıdökme, “Laonikos Chalkokondyles’in Hayatı ve Tarihi”, Ankara
Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırmaları ve Uygulama Merkezi Dergisi, sayı: 21, s. 51.

6
sebebiyle Khalkokondyles’ın üçüncü kitabı bizim tezimizin temel kaynaklarından
birisini oluşturmaktadır.
Khalkokondyles eserini ele alırken Antik dönemin iki önemli tarihçisi
Herodotos ve Thukydides’i örnek almıştır. Bizanslı tarihçilerin Grek merkezli tarih
yazımlarının aksine Herodot’un Persleri odak noktasına koymasına benzer şekilde
eserinin temelini Türkler oluşturmaktadır. Yine Herodot’ta olduğu gibi asıl meseleler
anlatılırken bir başka kavime veya topluluğa rastladığında onların coğrafyaları ve
kültürlerine dair önemli bilgilere değinir. Bu yönüyle eseri dönemin dünya tarihi
niteliğinde de sayabiliriz. Kaynaklara yaklaşımdaki eleştirel tavrı ve gerçekleri
ortaya çıkarma kaygısı Thoukydides’e benzemektedir. Ele aldığı toplulukların antik
isimlerini kullanması ise yine örnek aldığı tarihçilerin etkisini göstermektedir.5
Laonikos Khalkokondyles’in eseri XVI. yüzyıldan itibaren birçok dile
tercüme edilmiştir. 1577 yılında Blaise de Vigènere eseri Fransızca olarak yayımladı.
L’histoire de la decadence de l’Empire Grec et establissement de celuy des Turcs
[Bizans İmparatorluğunun Çöküşü ve Yerine Türklerinkinin Kuruluşu] adını taşıyan
bu eser uzun zaman boyunca Bizans ve Osmanlı tarihi için Batı dünyasında başvuru
kaynağı olarak görüldü. Bu tercüme büyük ilgiyle karşılaşınca Thomas Arthus yeni
baskısını çıkarmaya karar verdi ve buna 1612 yılına kadarki olayları içeren bir zeyil
yaptı. Eser üçüncü defa 1649 yılında basıldı. Dördüncü baskısı ise Sieur de
Mezeray’ın gayretleriyle yapıldı. Bu son baskıya Osmanlı İmparatorluğu’nda 1661
yılına kadar yaşanan gelişmeler de eklendi. Ayrıca Michel Baudier yazmış olduğu
Osmanlı sarayının tarihi, Nicolas de Nicolai’nin kaleminden çıkan Osmanlı
İmparatorluğu’nun sosyal yapısı ve devletin resmi görevlilerinin anlatıldığı bölümler,
Türk İmparatorluğu’nun yıkılmasına ilişkin kehanetler 6 ve çok sayıda gravür de
konuldu. Sieur de Mezeray, Leunclavius’un Latince ‘Türk Yıllıkları’ adlı eserini de
Latinceden Fransızcaya tercüme ederek kitaba ekledi. Böylece ilginç ve eşsiz bir
tarihi kaynak iki cilt halinde, Paris’te 1662 yılında Histoire Générale des Turcs
[Türklerin Genel Tarihi] doğmuş oldu.

5
Şerif Baştav, “Laonikos Halkondilas”, Türk Kültürü Araştırmaları (Prof. Dr. İbrahim
Kafesoğlu’nun Hatırasına), Ankara, 1985, ss. 127-134.
6
Kehanetleri ihtiva eden bölüm Aytunç altında’ın yönetimindeki bir ekip tarafından Türkçeye
tercüme edilmiştir. Fakat bu tercümede hatalı biçimde kehanetlerin Laonikos Khalkokondylis’e ait
olduğu sanılmıştır. Laonicus Chalcondyles, Türk İmparatorluğu’nun Yıkılışına Dair Kehanetler
Kitabı, çev. Aytunç Altındal, Ankara 2007.

7
Türklerin Genel Tarihi adlı Khalkokondyles zeylinin siyasi tarih kısmı Türk
Tarih Kurumu’nun bir projesi olarak Teoman Tunçdoğan ve Mustafa Daş tarafından
çevrilmiştir. Henüz yayımlanmamış olan bu çeviriden tez çalışmamız sırasında
faydalandık.
Kaynak eserimiz, Corpus Scriptorum Historia Byzantinea külliyatı içerisinde
ilk defa 1828’de ve 1897’de Laonicus Chalcondyles Atheniensis Historiarum Libri
adıyla Bekker editörlüğünde Bonn’da neşredildi. Khalkokondyles Tarihi’nin en fazla
tanınan ve kullanılan neşrini ise E. Darko yapmıştır: Laonikos Chalkokondyles,
Historiarum Demonstrationes, ed. E. Darko, c. I-II, Budapeşte 1922-1927. Nicolaos
Nicoloudis, söz konusu kaynağımızın Timur dönemini de içeren ilk üç kitabını,
orijinal Grekçesiyle birlikte İngilizce olarak yayımlamıştır: Nicolaos Nicoloudis,
Laonikos Chalkokondyles. A Translation and Commentary of the “Demonstrations of
Histories” (Books I-III), Athenes 1996. Tez çalışmamız sırasında Fransızca tercüme
ile bu eseri karşılaştırmaya özen gösterdik. Eserin yakın zamanda ABD’de yapılan
İngilizce tercümesini ise inceleme imkânını henüz bulamadık.

1.1.3.Yorgios Sfrancis

XIV ve XV. Yüzyıllar Osmanlı ve Bizans tarihi için bir diğer önemli kaynak
eser de Yorgios Sfrancis’in kaleminden çıkmıştır. Yorgios Sfrancis 30 Nisan 1401’de
İstanbul’da doğmuş, 16 yaşından itibaren Palaiologosların maiyetinde çeşitli
görevlerde bulunmuştur. II. Murad’a elçilik görevi, Patras, Sisam, Sparta gibi
şehirlerde valilik görevlerinin yanı sıra 1451 yılında İstanbul’a dönmüş ve devlet
görevlisi olarak yine vazife yapmıştır. Şehrin Türkler tarafından fethi sırasında
İstanbul’da görgü tanığı olan Sfrancis, esir düşmesine rağmen bir süre sonra
özgürlüğüne kavuşmuş ve Mora’ya giderek Thomas Palaiologos’un hizmetine
girmiştir. 15. yüzyılın dört büyük Bizans tarihçisinden biri olan Yorgios Sfrancis,
1401–1477 yılları arasındaki olayları anlattığı Chronicon Minus (Minus
Kroniği=Küçük Kronik ya da Kısa Kronik) adıyla bilinen hatıralarını yazmıştır.
Kendisi 1401–1413 yılları arasındaki olaylara yaşı küçük olduğu için tanık
olmadığını belirttikten sonra, merkezinde Palaiologos hanedanının bulunduğu 1413–
1477 yılları arasında yaşanan gelişmeleri, tanık olduğu veya tanıklardan öğrendiği

8
şekilde hatırat tarzıyla anlatır. Kaynak eserde Timur ve Ankara Savaşı ile ilgili
bilgiler birkaç cümleyi geçmese de dönemin genelini değerlendirmek ve diğer
kaynakların bilgilerini kontrol etmek bakımından eser vazgeçilmezdir. Kaynak eserin
neşri ve Türkçe tercümesi; İstanbul’un Fethi’nin Bizanslı Son tanığı Yorgios
Sfrancis’in Anıları –Chronicon Minus-, çev. L. Kayapınar, İstanbul 2009.

1.1.4. Anonim Anlatı

Tezimizi kapsayan konular hakkında özgün nitelikte olan bir diğer Bizans
kaynağı kısa değişiyle anonim metindir. Yazarı belli olmayan eser I. Bayezid dönemi
ve özellikle İstanbul kuşatmasını(1394-1402) konu edinmiştir. Normalde metnin
başlığı oldukça uzundur ve Bizans kaynaklarının Timur’a ve Ankara Savaşı’na
bakışına dair doğrudan fakat duygusal nitelikte bilgi vermektedir.
Timur’un Anadolu’ya düzenlediği seferleri ve I. Bayezid ile olan
mücadelesini başlıkta savunduğu gibi tanrının bir lütfu olduğu tezini metnin
içeriğinde de ifade etmeye devam ettirmiştir. Ankara savaşı ve sonrasında
yaşananlar ile ilgili önemli bilgiler sunduktan sonra Timur’u ele alan yazar Timur’un
ölümünde de ilahi bir sır olduğunu belirtmektedir. Yazara göre; I. Bayezid’i ortadan
kaldırmakla yükümlü olan Timur’un Bayezid’den de zalim olduğunu gören Tanrı
görevini tamamladıktan sonra onu da bertaraf etmiştir. Tarih sahnesinde kalmaya
devam eden Bizans, Timur tehlikesinden de tanrının tasarrufu sayesinde
kurtulmuştur.
Anonim Anlatı Paul Gautier, “Un récit inédit du siège de Constantinople par
les Turcs (1394-1402)”, (Revue des Etudes Byzantines, 25, 1965, s. 100-117.) adlı
makalesinde yayımlanmıştır.

1.1.5. 16. Asırda Yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı Tarihi

Post-Bizans dönemi kaynaklarından olan kroniğin yazarının ismi


bilinmemekle birlikte yazar ile ilgile bilgiler de eserden çıkartılabilenlerden öteye
gidememiştir. Nerede yaşadığı, eserini nerede ve tam olarak ne zaman yazdığı, eseri
yazmaktaki maksadı neydi gibi sorular henüz tatmin edici şekilde cevaplanmış değil.

9
Yazarın Türkçe kelimeleri ve değişleri iyi bilmesi Türk hâkimiyeti altında bir yerde
yaşadığı fikrini doğuruyor. 7 Bir başka ihtimal ise İtalyan idaresi altında bir yerde
yaşadığıdır. Yazarın İtalyanca bildiği ve İtalyanca kaynaklardan faydalandığı
şüphesizdir.
Eserini oldukça sade bir halk diliyle kaleme alan yazar 1373-1513 yılları
arasındaki olayları ele alır. I. Murad ile başlayıp Yavuz Sultan Selim ile biten eserini
Osmanlı sultanlarının taht sürelerine göre bölümlere ayırmıştır. Khalkokondyles’in
eserinde yer alanlarla benzer hatta bazı yerlerde birebir aynı bilgiler aktardığını
söyleyebiliriz. Fakat diğer kaynaklar ile yapılan karşılaştırma sonrasında asıl metin
olmadığı ve büyük kısmında Francesco Sansovino’nun Annali Turcheschi adlı eserini
taklit ettiği görülmüştür. Sansovino’nun eserinin temel kaynağını Khalkokondyles’in
eseri oluşturmaktadır ve kroniğin yazarı Sansovino’yu taklit ederek belki de hiç
bilmeden Hkalkokondyles’i taklit etmiş oluyordu. Kaynak eserin neşri ve Türkçe
tercümesi; 16. Asırda Yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı Tarihi, çev. Şerif Baştav,
ANKARA, 1973.

1.2. KRONİKLER

1.2.1. Bizans Kısa Kronikleri

İstanbul’un fethinden sonraki post-Bizans dönemi kaynaklarından olan Kısa


Kronikler yaradılıştan başlayarak 18. yy’a kadar kronolojik olarak bilgiler verirler.
Özellikle 14. ve 15. yy kroniklerin en yoğun bilgiler verdiği dönemdir. Daha çok
doğa olaylarını, savaşları ve imparatorların tahta çıkışları gibi temel olayları kısa
cümlelerle sırasıyla anlatırlar. Kısa Kronikler tarihi olayları anlatırken birkaç
cümleyle yetinseler de bu olayları tarihlendirmede en önemli kaynaklar diyebiliriz.
Sayıları 116’yı bulan Kısa Kronikleri Peter Schreiner üç ciltlik eserinde
yayınlamıştır.8 Kısa Kroniklerin neşri ve Türkçe Tercümesi; Bizans Kısa Kronikleri

7
Şerif Baştav, XVI. Asırda Yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı Tarihine göre İstanbul’un Muhasarası ve
Zaptı, Belletten sayı: 18 (1954), s.55.
8 Peter Schreiner, Die Byzantinischen Kleinchronikon, Österreichische Akademie der

Wissenschaften, Wien, 1975.

10
(Chronica Byzantina Breviora) Osmanlı Tarihinin Bizanslı Tanıkları, çev. Şahin
Kılıç, İstanbul, 2013.

1.3. AYOGRAFİLER VE VAAZLAR

1.3.1. Şükür Duası

Ankara Savaşı’nın yıldönümünde Démétrius Chrysoloras’ın yaptığı bir şükür


duası da Bizanslılar arasındaki duygusal ve manevi atmosferi yansıtması bakımından
önemlidir. Bu duayı da Paul Gautier, “Action de Graces de Démétrius Chrysoloras à
la Théotocos pour l’anniversaire de la Bataille d’Ankara (28 Juillet 1403), Revue des
Etudes Byzantines, (19,1961, s. 340-357) adlı çalışmasında neşretmiştir.

11
İKİNCİ BÖLÜM
XIV. YÜZYILIN SONLARINDA OSMANLI, BİZANS VE TİMURLU
DEVLETLERİ

Ankara Savaşı’nın tarafları Osmanlılar ve Timurlulardır. Savaşın sonucundan


doğrudan etkilenen bir üçüncü tarafta da Bizans İmparatorluğudur. Bundan dolayı
savaşın neden ve sonuçlarını iyi anlayabilmek, savaşın hangi şartlar dahilinde
cereyan ettiğini iyi tahlil edebilmek için öncelikle bu üç devletin savaş öncesi
durumlarına ve tarihi gelişmelere bakmak gerekir. Ankara Savaşı öncesinde
devletlerarası genel durumun bütün yönleriyle ortaya konulması, savaşın dünya
tarihindeki yeri ve önemini de gösterecektir9. Savaştan en büyük faydayı sağlayan
Bizans’ın durumunu öncelikli olarak ele almak gerekecektir.

2.1. BİZANS: YIKIMIN EŞİĞİNDEKİ İMPARATORLUK

Bizans tarihinde Palaiologos hanedanı yönetimi (1261-1453) çöküş dönemi


olarak kabul edilir. Konstantinopolis 1261’de Latin işgalinde geri alınıp, Bizans
İmparatorluğu eski başkentinde yeniden ihya edildiği zaman, devlet iç ve dış
tehditlerin kuşatması altındaydı. Önceki dönemlere nazaran toprakları küçülmüş ve
nüfusu azdı. Sahip olduğu ekonomik ve askeri kaynakları yetersizdi. 10 İmparator
VIII. Mikhail Palaiologos (1261-1282) devletin üzerine çöken tehditleri bertaraf
etmek için ülkenin bütün kaynaklarını ve imkânlarını bu tehlikeye karşı seferber
etmişti. İmparatorluk içerisinde Arseniosçu muhalifler ve ayrılıkçı Bizanslı
unsurlarla mücadele etmek gerekti. Üstelik Bizans Bulgarlar, Altın orda Tatarları,
Latinler ve Venediklilerin tehdidi altındaydı. Venedik’e karşı Ceneviz’le ittifak
yaparak Bizans ülkesini ticari ve ekonomik bakımdan bu iki gücün sömürüsüne
açmış oldu. Kiliselerin birleştirilmesi sorunu dolayısıyla Papalıkla yaşanan gerilimler
ile Napoli Kralı Charles d’Anjou’nun saldırganlığı Bizans’ın durumunu daha da

9
M. M. Alexandrescu-Dersca, La Campagne de Timur en Anatolie (1402), Variorum Reprints,
London 1977, s. 8-29’da o dönemki devletlerarası koşulları Batı Avrupa ve Bizans merkezli
incelemektedir. Halil Çetin, Timur’un Anadolu Seferi ve Ankara Savaşı, İstanbul 2012, s. 21-30
konuya Orta Asya ve Türk tarihi merkezli yaklaşım göstermektedir.
10
Yusuf Ayönü, Katalanların Anadolu ve Trakya’daki Faaliyetleri (1302-1311), Ege Üniversitesi
Basımevi, İzmir, 2009, s.12.

12
nazik hale getiriyordu. 1267’de olduğu gibi Bizans’ın düşmanları bir ittifak halinde
birleşerek Bizans’ı yok etmek üzere harekete geçtikleri de oldu. İmparator VIII.
Mikhail, Latin Hıristiyan dünyası başta olmak üzere Batı’dan gelen bu tehditleri
bazen askeri önlemler, bazen diplomatik girişimler ve büyük ölçüde de 1274’deki
Lyon Konsili’nde Union’u yani kiliselerin birleşmesini kabul ederek boşa çıkarmayı
başardı. Fakat bir taraftan devletin mali ve ekonomik kaynakları tükenirken, diğer
taraftan onun diplomatik hamleleri Bizans içerisinde büyük dini ve sosyal
çatışmaların doğmasına yol açtı. 11 Bizans için asıl tehdit ise Anadolu’da kendini
gösterdi. Moğol tahakkümü altında yıkılmaya yüz tutan Selçuklu Devleti’nin Batı
sınırlarında biriken Türkmen kitleleri Bizans’ın elinde kalmış olan Batı Anadolu’nun
fethine giriştiler. Bu yönde ilk başarıyı Menteşe Türkmenlerinin kazandığı kabul
edilmektedir. Menteşe Türkmenleri 1260 sonrasında Bizans’ın Karia bölgesini zapt
etmişlerdi. 12 Menteşe Türkmenlerinin başarısını diğerleri izledi. İmparatorluğunun
son yıllarında VIII. Mikhail, Batı Anadolu’yu kurtarmaya yönelik bazı tedbirler
almaya çalıştıysa da artık bir sel halini almış olan Türkmen akınlarını durdurmak
mümkün olmayacaktı.
II. Andronikos Palaiologos (1282-1328) döneminde Bizans artık ünlü
Bizantinist G. Ostrogorsky’nin tabiriyle “Küçük Devlet” haline gelmişti.
Balkanlar’da Sırp, Bulgar ve ayrılıkçı Bizanslılara karşı yapılan bitip tükenmek
bilmeyen mücadeleler, Venedik ve Ceneviz’in kendi aralarındaki rekabetin Bizans’a
yansıyan ağır etkileri, ekonomik çöküş, mali krizler ve sosyal bunalımlar devletin bir
hayli güçsüzleşmesi sonucunu doğurdu. Askeri bakımdan Bizans tam bir çöküş
içerisine sürüklenmişti. Balkanlar’da gelişen Sırp ilerleyişine paralel olarak
Anadolu’da Türkler fetihler gerçekleşiyordu. 1300 yılı civarında İzmir, Bursa, İzmit
gibi büyük şehirler hariç neredeyse bütün Batı Anadolu Türklerin eline geçmişti.
1302 yılında Bitinya bölgesinde Bapheus’ta Osman Gazi’nin Bizans İmparatorluk
kuvvetlerine karşı zafer hem Bitinya’nın kaybını hem de büyük Osmanlı’nın
doğuşuna işaret ediyordu. Anadolu’yu kurtarabilmek için İmparator II. Andronikos,
çareyi yabancı ücretli birlikleri ülkesine getirmekte buldu. 1304 yılında Anadolu’ya

11
Timothy E. Gregory, Bizans Tarihi, Çev. Esra Ermert, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008,
ss.281-282.
12
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1969, s.70.

13
sevk edilen Katalan ücretli birlikleri başlangıçta başarılar kazandılar ama daha sonra
Katalan silahı Bizans’ın kendisine döndü. Ayaklanan Katalanlar Bizans ülkesini
tahrip ederek, Balkanlara geçip, Atina’ya kadar ilerlediler ve burada bir dukalık
kurdular.13
Bu dönemde Bizans için felaket niteliğinde gelişmeler ise iç isyanların
başlaması oldu. Palaiologos hanedanının genç ve İmparator ile aynı adı taşıyan prens
III. Andronikos, 1321 yılında dedesine karşı ayaklandı. Devletin bir hayli zayıflamış
olan askeri ve ekonomik kaynakları seferber edilerek isyan bastırılabildi. Fakat bir
süre sonra genç prens yeniden ayaklandı ve 1325 yılında dede-torun ortak imparator
ilan edilerek sorun geçici olarak çözülebildi. Ama Bizans bu iç savaşla meşgulken
Sırplar Makedonya’da Türkler ise Bitinya’da ilerlemeler kaydettiler. Osmanlılar
1326’da Bursa’yı zapt ederek Anadolu’daki Bizans egemenliğine ağır bir darbe
vurdular. 1327’de iki Andronikos üçüncü defa karşı karşıya geldi. Bu defaki iç
savaşa Balkanlı güçler Sırplar ve Bulgarlar da karıştılar. Sırplar II. Andronikos’a
destek verirken Bulgarlar III. Andronikos ile ittifak yaptılar. 14 Bu durum Bizans’ın
geleceği için çok kötü emsal teşkil etti. Bundan sonraki iç savaşlar tamamen dış
güçlerin desteği ve çıkarları doğrultusunda gelişecekti. Bu iç savaş 24 Mayıs 1328’de
III. Andronikos’un zaferiyle sonuçlandı ama Bizans İmparatorluğu’nda bıraktığı
hasar bir daha tamir edilemedi.
III. Andronikos Palaiologos (1328-1341) Bizans tahtına oturduğu zaman Batı
Anadolu’daki Türk fütuhatı tamamlanmak üzereydi. Manisa çevresinde Saruhan
Oğulları, Birgi-Tire, Aydın yöresinde Aydın Oğulları egemenliklerini kurmuşlardı.
Osmanlılar ise Bitinya’nın metropolleri olan İznik ve İzmit’i muhasara altında
tutuyorlardı. İmparator III. Andronikos, bu kentleri Osmanlı ilerleyişinden kurtarmak
maksadıyla imparatorluk askeri gücünü seferber etti. Onun bu askeri seferi
Palekanon’da 1329 yılında büyük bir hezimetle sonuçlandı. Bu zaferle Osmanlılar
Bitinya’da egemenliklerini kalıcı hale getirdiler. İznik ve arkasından İzmit fetih
olundu. Aydın Oğulları da bu zaman zarfında İzmir’e hâkim oldular. Karesi
Türkmenleri ise Bergama ve Biga yarımadasına yerleştiler. Böylece III.
Andronikos’un imparatorluk yönetimi Anadolu’daki Türk hâkimiyetini tanımak

13
Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, 7. Baskı, T.T.K. Yayınları, Ankara,
2011, ss. 411-460.
14
E. Gregory, s.291.

14
zorunda kaldı. Dahası Bizans elinde kalan Balkanlardaki topraklarını ve Ege
adalarını koruyabilmek için Türklerle ittifak arayışına girdi. Zira Balkanlarda Sırplar
Bizans için büyük tehlike oluştururken, 1261’den beri aldığı imtiyazlarla Bizans
ekonomisine hükmeden Cenevizliler, kendileri için stratejik ve ekonomik gördükleri
yerleri işgal edip koloni haline getirmeye çalışıyorlardı. Bu tehditlere karşı III.
Andronikos, Aydın oğlu Umur Bey ile ittifak yaptı. Türk beylerinden aldığı
yardımlarla Midilli ve Foça gibi yerleri Cenevizlilere en azından bir süreliğine
kaptırmayan Bizans, Balkanlar’da da varlığını korudu. Bu arada toprak kayıpları,
uzayıp giden savaşlar ve iç isyanlar gibi nedenlerle ülkede yaşanan ekonomik
çöküntü önlenemez hale geldiği gibi, toplanamayan vergiler ve gelir kayıpları
dolayısıyla devlet hazinesi de boşaldı. Feodalleşme dolayısıyla Bizans bünyesinde
yaşanan sosyal kriz Selanik merkezli Zelot isyanı olarak kendini gösterdi. Bu sosyal
isyana Hesykhast dini anlaşmazlığının da eklenmesi Bizans’ın zaten bir hayli azalmış
olan gücünün daha da zayıflaması sonucunu doğurdu.15
İmparator III. Andronikos Palaiologos’un 15 Haziran 1341’de ölümü Bizans
için de adeta sonun başlangıcını oluşturdu. Tahtın meşru varisi olan V. İoannes
henüz çocuktu ve ona İmparator III. Andronikos’un sadık dostu olan, sağlığında
devletin yönetimini üzerine almış bulunan İoannes Kantakuzenos naiplik iddiasında
bulundu. Onun bu iddiasına karşı ise İmparatoriçe Anne de Savoie ile Patrik Kalekas
etrafında bir muhalefet gelişti. İki taraf arasındaki ihtilaf kısa bir süre sonra iç savaşa
dönüştü. Son derece yıpratıcı olan bu iç savaşlarda Kantakuzenos Türkler arasında
müttefikler bulurken, V. İoannes taraftarları ise Sırplar ve Bulgarlardan destek
buldular. Aydın oğlu Umur ile ittifak yapan Kantakuzenos, Umur Bey’in savaşçıları
sayesinde ve uzun mücadeleler sonrasında Trakya’da otoritesini kurup, rakiplerine
üstünlük sağladı. Fakat ülke korkunç bir şekilde yağmaya maruz kalmış ve tahrip
olmuştu. Zelot asilerinin hâkim oldukları Selanik’te otorite kurulamamıştı. Anne de
Savoie ve Apokavkos liderliğindeki V. İoannes tarafı ise Sırplarla yaptıkları ittifakta,
devletin büyük toprak kayıpları yaşadığını gördüler. Selanik dışında bütün
Makedonya’yı zapt eden Sırp hükümdarı Duşan, kedisini “Greklerin ve Sırpların
imparatoru” ilan etti16. Sömürgeci Venedik ve Ceneviz de bu iç savaşı kendi çıkarları

15
Charles Diehl, Bizans İmparatorluğunun Tarihi, Çev. A. Gökçe Bozkurt, 2. Baskı, İlgi Kültür
Sanat Yayınları, İstanbul, 2010, ss. 144-145.
16
Ostrogorsky, 481.

15
doğrultusunda kullandılar. Cenevizliler Sakız adasına 1346 yılında el koydular.
Galata’daki Cenevizliler Bizans başkenti Kosntantinopolis’in elinden bütün ticari
imkanları çekip almışlardı. Bizans gümrüklerden çok cüzi gelir elde ederken, Galata
gümrük kazancının neredeyse tamamını tahsil ediyordu. İç savaş boyunca Venedik,
İmparatoriçe Anne de Savoie’ya verdiği borçlarla Bizans’ı adeta kendisine mahkûm
etti. Bizans’ın yaşadığı askeri, ekonomik ve mali çöküş yetmezmiş gibi 1348’de
ülkeyi kasıp kavuran kara veba salgını durumu çok daha ağırlaştırdı. Bizans
yönetiminin durumunu düzeltmek için yaptığı en ufak girişim iç ve dış rakipleri
tarafından şiddetle mukabele görüyordu. Nitekim Kantakuzenos’un
Konstantinopolis’te gümrük gelirlerini artırmaya yönelik tedbirlerini çıkarları için
tehlike gören Galata Cenevizlileri savaş ilan etmekten çekinmediler ve 1349’da
büyük fedakârlıklarla oluşturulan küçük Bizans donanmasını yakmışlardı. Ceneviz
karşısında güçsüz kalınca Venedik ittifakı ile durumu dengelemek isteyen Bizans
Venedik’in de sömürü ve diplomatik oyunlarının kurbanı oluyordu. 1352’de Venedik
ve Ceneviz arasında deniz savaşı patlak verince Venedik’le müttefik olan Bizans
İmparatorluk yönetimi bir süre sonra müttefiki tarafından tek başına bırakıldı.17
İoannes Kantakuzenos ile V. İoannes arasındaki iç savaşın ikinci evresinde
Bizans’ın kaderini belirleyenler dış güçler idi. Kantakuzenos bu defa Osmanlı
hükümdarı Orhan Bey ile ittifak akdetmiş ve kızı Theodora’yı eş olarak ona vermişti.
Cenevizliler de Kantakuzenos’un müttefikiydiler. V. İoannes ise Venedik ve Sırplar
arasında destek buldu. Kantakuzenos’a karşı mücadelesinde kullanmak üzere
Venedik, V. İoannes’e 20 bin Duka altın borç verdi ve bu paraya karşılık olarak
Bozcaada’yı almayı kabul etti. Orhan Bey, oğlu Süleyman Paşa komutasında askeri
birlikleri müttefiki Kantakuzenos’a yardım olarak gönderdi. Bu yardıma mukabil
Kantakuzenos bilindiği üzere Çimpe kalesini Osmanlılara verdi. Böylece Osmanlılar
Balkanlar’da bir üs sahibi oldular. 1354’de bir deprem sonucu surları yıkılan
Gelibolu’ya da Süleyman Paşa el koydu.18 Osmanlı yardımlarıyla bir süre tutunmayı
başaran Kantakuzenos imparatorluk tahtında uzun süre kalamadı. V. İoannes,
Cenevizlilerden de yardım almak için kız kardeşi Maria’yı Cenevizli Francesco
Gattilusio’ya eş yaparken, çeyiz olarak da Midilli adasını vaat etmişti. Dış güçlerden

17
E. Gregory, ss. 295-296.
18
Levent Kayapınar, “Yunanistan’da Osmanlı Egemenliğinin Kurulması”, Türkler, cilt. IX, Ankara,
2002, s.190.

16
sağlanan destekle V. İoannes, Kantakuzenos’u Bizans tacını terk etmeye zorladı ve
1354’te Kantakuzenos imparatorluk makamından çekildi.19
V. İoannes Palaiologos (1354-1391) uzun süren bir iç savaş sonrasında
Bizans tacına sahip olduğunda imparatorluk yıkımın eşiğinde bulunuyordu. “6
Ağustos 1354’te Konstantinopolis’teki Venedik temsilcisi, Venedik Doçu Andreas
Dandolo’ya, Türkler ve Cenevizliler tarafından tehdit edilen Bizanslıların, hangi
devlet olursa olsun, Venedik’e, Sırp hükümdarına veya Macar kralına, itaat etmeye
hazır olduğunu rapor etmişti. 4 Nisan 1355’te Marino Falier, Venedik
Cumhuriyeti’ne, Bizans İmparatorluğu’nu teklifsizce ilhak etmesini tavsiye etmişti:
Çünkü pek sefil bir durumda olan devlet Türklere kurban gidecekti ”20. Gerçekten de
bu dönemde Trakya’da başlayan Türk fetihleri hızlı ve planlı biçimde gelişti. Kısa
sürede bütün Trakya Osmanlı Türklerinin yurdu haline geldi. Bizans başkenti
Konstantinopolis’in Selanik ve Mora ile kara bağlantısı kesildi. 1355’de Sırp
hükümdarı Duşan’ın ölümüyle Balkanlar’da Osmanlılar adeta rakipsiz kaldılar.
1362’de Edirne’yi zapt eden Osmanlılar burasını başkentleri yaptılar. Bizans
İmparatorluğu’nu yıkımdan kurtarabilmek için İmparator V. İoannes, union’u tek
çare olarak gördü. Ortodoks kilisesini Katolik kilisesinin hegemonyasına sokarak,
Hıristiyanlar arasında birliği tesis edip, Papa’nın yapacağı çağrı ile Avrupa’dan
gelecek yardımlarla Türkleri durdurmayı tek çare olarak düşündü. Bu maksatla
İtalya’ya Roma’ya gidip Katolik usulünce vaftiz dahi oldu (1369). Fakat V.
İoannes’in tüm samimi gayretlerine rağmen ne kiliseleri birleştirmek mümkün
olabildi ne de Batı Hıristiyan dünyasından umut edilen yardım sağlanabildi. Üstelik
dönüş yolunda eğer Selanik’te valilik yapmakta olan oğlu II. Manuel imdada
yetişmeseydi, V. İoannes, Venediklilerden aldığı borçlardan dolayı denizin ortasında
rehin olarak kalakalmıştı. Üstelik union görüşmeleri Bizanslı Ortodoks halk arasında
büyük tepkiyle karşılanıyor, insanlar inançlarını değiştirmektense kendi
yönetimlerine isyan etmeyi veya Türklerin yönetimine girmeyi tercih ediyorlardı. 21
Türk fetihlerinin ezici üstünlüğü karşısında ilk boyun eğenler Balkanlı yerel
Hıristiyanlar oldu. 1371’de Çirmen savaşında Sırplar hezimete uğrayınca, Sırp

19
Ostrogorsky, 488.
20
Ostrogorsky, s. 490
21
Ostrogorsky, 490-493.

17
22
prenslikleri ve Bulgarlar Osmanlı’nın vasalı oldular. Bu zaferin sonrasında
Bizans’ın da Osmanlı sultanı I. Murat Hüdavendigar’a haraç ödemeye başladığı
anlaşılıyor. Bu haracın miktarını Chalkokondyles 6. 000 altın olarak belirtiyor. Hatta
1373 yılında V. İoannes, Osmanlıların vasalı olarak Sultan’ın yanında Anadolu’da
beyliklere karşı sefere çıkmış bulunuyordu. Bu sıralarda Bizans’ın yaşatan tek faktör
o dönemin büyük güçleri olan Venedik, Ceneviz ve Osmanlılar arasındaki çıkar
çatışmalarıydı. Bizans’ın toprakları tamamen küçülmüş ve Konstantinopolis’ten
ibaret hale gelmişti. Hanedan mensupları arasındaki taht kavgalarına dış güçler
(Osmanlılar, Venedik ve Ceneviz) müdahale ederek Bizans üzerindeki nüfuzlarını
artıyorlardı. V. İoannes’in oğlu IV. Andronikos ve torunu VII. İoannes bu konuda dış
güçlere adeta yardımcı oluyorlar ve sıkça ayaklanmalar çıkarıyorlardı. Özellikle
Osmanlı yönetimi artık Bizans iktidarını belirleyen tek güç haline gelmişti.
1391 yılında V. İoannes öldüğü zaman, Osmanlıların yeni padişahı Yıldırım
Bayezid (1389-1402) Bizans üzerindeki Osmanlı nüfuzunu olağanüstü arttırmıştı.
İmparatorun ölüm haberini vasallık görevini yerine getirmek için bulunduğu
Bursa’da alan Bizans veliaht prensi II. Manuel, izin almadan aceleyle
Konstantinopolis’e gelip tahta oturdu. Yıldırım Bayezid bu durumu öğrendiği zaman,
Manuel’e şöyle haber göndermişti: “Surların kapılarını kapat ve şehirde hüküm sür,
zira dışarıda ne varsa hepsi bana aittir”. İmparator II. Manuel Palaiologos (1391-
1425) döneminde Konstantinopolis nüfus olarak çok azalmış ve fakirleşmiş bir
kentti. 40-50 bin civarında bir nüfusa sahip olan kent ekonomik çöküntüden dolayı
harap bir haldeydi. Şehri dolayısıyla Bizans’ı ayakta tutan ve koruyansa aşılamayan
surlarıydı.23 Yıldırım Bayezid, babasından devraldığı devleti bir imparatorluk halinde
yükseltmek istiyordu. Bu maksatla Anadolu’da Türkmen beyliklerinin topraklarını
kuvvet kullanarak ilhak edip, siyasi birliği gerçekleştirdi. Benzer şekilde
Balkanlar’da da Hıristiyan vasal ülkeleri doğrudan merkezi yönetime bağladı. En
nihayetinde de Osmanlı ülkesinin ortasında yer alan ve Osmanlı’nın doğal başkenti
olması gereken Konstantinopolis’i zapt etmeyi düşündü. Bu fethe hazırlık olarak
boğazın Anadolu yakasına Güzelcehisar’ı yaptırdı. II. Manuel’den şehri kendisine
teslim etmesini istedi. Bizanslılar bunu kabul etmeyince şehri abluka altına aldırdı. O

22
M. V. Levtchenco, Bizans Tarihi, çev. Maide Selen, Doruk Yayınları, İstanbul, 2007, s.290.
23
Ostrogorsky, 506.

18
sıralarda Osmanlılar, Konstantinopolis surlarını tahrip edecek ateşli silah ve tekniğe
sahip değillerdi. Surlar karşısında yapılabilecek tek şey şehrin giriş ve çıkışlarını
kontrol altına alarak, insanların açlıktan ve çaresizlikten teslim olmalarını
sağlamaktı.

2.2. BİZANS’IN KURTARICISI BÜYÜK TÜRK FATİHİ: EMİR TİMUR

Tarihe büyük fatih strateji dehası olarak geçen Emir Timur Han, köken
itibarıyla Moğolken, Türk Kültürünün etkisiyle Türkleşmiş olan Barlas Boyuna
mensup bir Türk Hükümdarıdır. Barlas boyu her ne kadar Moğol kökenli olsa da bu
boy Türk Kültürü ve Türk Toplumu ile yoğun münasebetleri ile hem kültürel hem de
etnik olarak Türkleşmiştir ve Türk Olarak kabul edilmesi gerekir.
Timurlenk [Aksak, Topal Timur] lakabından da anlaşılacağı üzere aksayarak
yürümekteydi. Ancak bu rahatsızlığına rağmen at sırtında kazandığı büyük savaşlarla
bu engelli halini bir iftihara ve unvana çevirmiştir. Timur Han, 1336 yılında,
Semerkand yakınlarında bulunan Keş şehrinde doğdu. Bu bölge, 1300’lü yıllarda
Moğol hâkimiyeti altındaydı. Bu dönemde merkezi bir iktidar etrafında toplanmadan
bölgesel idarelerle yönetilen Maveraünnehir ve Semerkand eşrafı, yerel Türk Halkı
ve Moğolların bir arada yaşadığı ve kaynaştığı bir sosyal yapı ihtiva etmekteydi. Bu
yapı içerisinde Moğollar Türk kültüründen yoğun ve sürekli biçimde etkilendiler.
Ayrıca dinlerini de değiştirerek Müslüman oldular. İslamlaşma onların Türklerle
kaynaşmasını daha da hızlandırdı. Nihayetinde Türk-Moğol etnoniminde bir sosyo-
kültürel yapı ortaya çıktı. Emir Timur, işte bu şart ve ortam içerisinde bağlı
bulunduğu Türkleşmiş ve Müslümanlaşmış Barlas kabilesinin bir mensubu olarak
Keş şehrinde dünyaya geldi.24
Emir Timur’un Turagay, Çağataylar’a bağlı olan Barlas boyunun beyiydi. Bu
durumda kendisi de töreye göre beyliğinin Tigin’i yani beylik veliahdıydı. Emir
Timur’un doğduğu Keş şehrinin idaresi Çağatay Emiri Kazgan’ın idaresi altındaydı.
Timur da genç yaşında Kazgan’ın emri altına girdi. Babasının nüfuzu ve kalabalık
Barlas boyunun veliahdı olması dolayısıyla önemli görevler üstlendi ve
yetenekleriyle devlet yönetiminde gittikçe güç kazandı.

24
İsmail Aka, Timur ve Devleti, 3. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014, (Timur) s.6.

19
Timur, yirmi yaşlarına geldiğinde Maveraünnehir bölgesinde iç karışıklıklar
yaşanıyordu. Doğu Türkistan bölgesinde hâkimiyet kurmuş olan Çağatay Hükümdarı
Tuğlak Timur, bu bölgedeki kargaşaya son vermek için Semerkant’a girince, Timur,
boy beyi olarak ona itaat arz etti. Tuğlak Timur, bölgede istikrarı sağlayıp, oğlu İlyas
Hoca’yı Maveraünnehir’e yönetici atadı ve Timur’u İlyas Hoca’nın atabeyi yaptı.
İlyas Hoca Semerkant’ı baskıyla yönetti. Atabey Timur, İlyas Hoca’nın halka
yönelik baskı ve şiddeti karşısında Atabey Timur kayıtsız kalmadı. Maveraünnehir
emirlerinden Hüseyin ile ittifak kurdular ve bölgedeki Çağatay hâkimiyetine karşı
çıkarak, Horasan’a girdiler. Timur, bu hamlesi ile Çağatay Hükümdarı Tuğlak
Timur’a bağlılığını ortadan kaldırmış ve isyan etmiş oluyordu. 25 Zira artık Çağatay
yönetimine bağlı bir Atabey olmakla yetinmeyecek ve kendi devletini kurmaya
girişecektir.
Timur, müttefiki Emir Hüseyin ile Horasan’ı kontrolü altına aldı. Ancak bu
ittifak uzun sürmedi. Horasan’ın idaresi konusunda Emir Hüseyin’le anlaşamadı.
Nihayetinde iki taraf Horasan hâkimiyeti için Belh’de karşı karşıya geldiler. Timur,
bu savaşı kazandı ve Emir Hüseyin’i Horasan’dan çıkardı. Böylece Türk dünyasının
en önemli beldelerinden biri olan Horasan’da hâkimiyeti ele geçirip, fiilen bağımsız
bir hükümdar haline geldi.26
Emir Timur, Horasan’da kurduğu hâkimiyetini kısa süre içerisinde
geliştirerek, tam anlamıyla bağımsız ve güçlü bir devlet haline getirdi (1370).
Maveraünnehire hâkim olan Çağataylıların bölgeyi valiler ve emirlerle uzaktan
yönetiyor olmaları nedeniyle yaşanan otorite boşluğu Timur’un işine yaradı. Güçlü
bir merkezi yönetim arzulayan Türk ve Moğol kabileleri Timur’a itaat etmekte
gecikmediler. Bu durum Moğol Hanlığı olan Çağatay Hükümdarlığının güç
kaybetmesine yol açtı. Timur Han, Birkaç yıl içerisinde Horasan ve
Maveraünnehir’deki hâkimiyetini pekiştirdi ve Maveraünnehir’in de tek egemeni
haline geldi.
Bu dönemde Karadeniz’in kuzeyinde Altın Orda Devleti, Avrupa’daki
krallıkların güçlenmesi ve yaşanan saltanat mücadeleleri nedeniyle sorunlar
yaşıyordu. Yine bu sıralarda Moğol Hükümdarı Tuğlak Timur’un oğlu Toktamış,

25
Hayrunnisa Alan, Bozkırdan Cennet Bahçesine Timurlular 1360-1506, 2. Basım Ötüken
Neşriyat, İstanbul, 2015, s. 29.
26
Alan, ss. 30-32.

20
babasının öldürülmesi üzerine Timur Han’a sığınmıştı (1375). Timur Han,
Toktamış’a yardımcı oldu. Bu yardımlarla güçlenen Toktamış, Moğolların Batı
kanadı olan Altın Orda Devletinin içerisinde bulunduğu iç karışıklıklardan da
faydalanarak, Altın Orda Devletinin doğu kanadı olan Ak Orda’ya saldırdı (1375).
Kısa bir süre de Toktamış, yine Timur Han’ın desteği sayesinde Altın Orda
Devletinin hükümdarı oldu (1378).27
Emir Timur 1380’li yıllarda Maveraünnehir’de egemenliğini kalıcı hale
getirip, Çağatayları tamamen itaat altına aldı. 1380-1390 yılları arasında bölgede
varlık gösteren Özbeklerin Timur Han’a tabii olmaları onun gücünü daha da arttırdı.
Çağatay Moğolları, nüfus bakımından azınlık haline geldi ve Müslüman kimliklerini
muhafaza eden Özbekler bölgedeki Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu kalıntılarıyla
büyük bir kitle oluşturarak, Semerkant merkez olmak üzere Maveraünnehir yöresine
damgalarını vurdular. Maveraünnehir’in kültürel ve siyasi olarak Türk unsuruyla
güçlenmesi Timur Han’ın hâkimiyetine büyük katkı sağladı. Artık bundan sonra
Timur Devleti Orta Asya’nın en büyük devletlerinden biri haline gelecek, bir cihan
imparatorluğu olacaktı.
Emir Timur, 1390 yılında Maveraünnehir dışına yaptığı ilk seferle Moğolların
hâkimiyeti altındaki Harezm bölgesine taarruz ederek topraklarına kattı (1390).
Harezm’in alınması ile Timur Devleti Altın Orda Devleti ile komşu oldu. Fakat bu
durum Timur Han’ın himaye ve desteğiyle Altın Orda Devleti’ne hükümdar olan
Toktamış’ı rahatsız etti. Üstelik Altın Orda Devletini ele geçirdikten sonra giderek
güçlenen Toktamış, büyük bir kibir ile hareket etmeye ve Timur’u hakir görmeye
başlamıştı.
Timur Han, Harezm’i aldıktan sonra Doğu Sınırlarında bulunan Çağatay
Moğolları üzerine sefere çıktı. Toktamış, Timur’un Çağatay Seferini fırsat bilerek
Harezm’e girdi. Bu haberi Semerkant dolaylarında sefer halindeyken alan Emir
Timur, geri döndü ve Ural Nehrinin batısında bulunan Kondurca’da Toktamış’ın
orduları ile karşı karşıya geldi. Timur Han, kendisini küçümseyen Toktamış’ı mağlup
ederek hem Harezm’i geri aldı hem de Timur Devletinin cihan hâkimiyetini
başlatmış oldu (1391). Timur Han, Harezm’den sonra önce İran’da bulunan
Muzafferoğulları Devletini yıkarak İran’ı, sonra ise Celayirliler Devletini ortadan
27
İsmail Aka, Mirza Şahruh ve Zamanı (1405-1447), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1994,
(Mirza), ss.10-11.

21
kaldırarak, Bağdat’ı zapt etti (1393). Böylece Emir Timur, ülkesinin sınırlarını İran,
Kafkasya ve Azerbaycan’a kadar genişletti. Timurlu Devleti artık hem Altın Orda,
hem Osmanlı Devleti hem de Doğu Türkistan’ın hâkimi olan Moğollarla komşu
oluyordu.28
Altın Orda hükümdarı Toktamış, Kondurca’daki mağlubiyetten yılmadı. Zira
Timur’un Azerbaycan ve Güney Hazar coğrafyasında bulunmasını kendisi için bir
tehdit olarak görüyordu. Bu durum karşısında Emir Timur, Altın Orda Ham’ı
Toktamış’a karşı ordusuyla sefere çıktı. Terek’e kadar ilerleyen Toktamış’ın
ordusuyla savaştı (1395). Bu seferi zaferle neticelenen Timur, Azerbaycan ve
Kafkaslardaki Altın Orda topraklarını egemenliğine aldı.29 Bu seferin Türk dünyası
için en olumsuz sonucu ise Altın Orda Devleti’nin güçten düşerek, parçalanması
oldu. Altın Orda Devleti sonraki yıllarda saltanat çatışmalarına sürüklendi ve
komşuları olan Slav Krallıkların saldırıları sonucunda da yıkıldı.
Emir Timur İran, Irak, Azerbaycan ve Kafkasya’yı hâkimiyetine aldıktan
sonra doğuya yöneldi. Hindistan’a bir sefer yaparak, Delhi’ye kadar ilerledi ve
buradan çok zengin ganimetler elde etti. Öyle ki kazanılan pek çok altın, gümüş,
savaş aracı, savaş filleri ve değerli eşyalarla hazinesini doldurdu (1398).30
Emir Timur’un Delhi seferi dolayısıyla doğuda bulunmasından istifade eden
Celayirliler Bağdat’ı geri alarak Irak’ta yeniden bağımsız olmak istediler. Bunun
üzerine Emir Timur, ikinci defa Bağdat üzerine yürüdü. Bağdat tekrar zapt edildi ve
kuzeydeki bir Türk devleti olan Karakoyunluları yıkarak Güneydoğu ve Doğu
Anadolu hattında da hâkimiyetini tesis etti. Celayirlilerin hükümdarı Ahmet Han ve
Karakoyunlu Devleti hükümdarı Kara Yusuf, Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’e
sığındılar.31 Hindistan’dan Doğu Anadolu’ya kadar olan coğrafyayı hâkimiyeti altına
alan Timur’un artık hedefi Anadolu oldu. Bu dönemde Anadolu beylikleri arasında
henüz Türk siyasi birliği kurulamamıştı. Timur, Karakoyunlu Devleti’ni yıktıktan
sonra bölgedeki bir kısım Türkmen Beyliklerini kendisine tabi kılmış, Osmanlı
Devleti’ne de üstünlüğünü kabul ettirmek için bir takım askeri ve diplomatik

28
Aka, Timur, ss.23-24.
29
Jean Paul Roux, Türklerin Tarihi Pasifikten Akdeniz’e 2000 Yıl, 5. Baskı, Kabalcı, İstanbul,
2008, s. 315.
30
Yalçın Kayalı, “Timur’un Hindistan Seferi”, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 6,
Ekim 2014, s. 187.
31
Çetin, ss. 116-117.

22
girişimler başlatmıştı. Emir Timur’un, Osmanlılara karşı ilk seferinde hedef Sivas
oldu (1400). Doğu Anadolu hattında Sivas’a kadar hâkimiyeti altına alan Timur Han,
Memlukların iç karışıklıklar yaşaması ve zayıflaması üzerine Suriye seferine çıkarak
Halep, Hama, Humus ve Şam’ı fethetti.32
Şam seferini başarıyla tamamlayıp, Tebriz’e dönen Emir Timur, bir süre
sonra Yıldırım Bayezid’in Sivas ve Erzurum’da Osmanlı otoritesini yeniden
kurduğunu öğrendi. Bunun üzerine Emir Timur, Osmanlı Sultanı Bayezid’e bir
mektup gönderdi, Sivas, Erzurum ve Anadolu’daki diğer şehirlerin kendisine
bağlılığını bildirmiş olan beyliklere bırakılmasını istedi. Ayrıca Osmanlılara sığınmış
olan Ahmet Celayir ve Karakoyunlu Yusuf’un iade edilmesini ve Osmanlı
Devleti’nin kendi yüksek hükümranlığını tanımasını talep etti. Dahası Osmanlı
bağlılığını teminat altına almak için Bayezid’in oğullarından birinin kendisine rehin
olarak gönderilmesini istedi. 33 İşte bu talepler tarihe Ankara Savaşı olarak geçen
büyük çarpışmanın fitilini ateşleyen gerekçelerdi. Emir Timur ile Yıldırım Bayezid
arasında gerçekleşen mektuplaşmalarda karşılıklı tehditler, ağır hakaretler ve meydan
okumalar neticesinde Timur, ordusunun başına geçerek doğrudan Osmanlı üzerine
sefere çıktı. Her ikisi de cihan hâkimiyeti siyaseti izleyen iki Türk hükümdarı
arasındaki çatışmanın temel sebebi üstünlük rekabetidir.
Yıldırım Bayezid’in söz konusu ağır talepleri kabul etmesi düşünülemezdi.
Osmanlı’nın ret cevabına karşı tavrı Timur’un 140 bin kişilik bir ordu hazırlamak
oldu. Bu orduda Timur’a tabi irili ufaklı 20 devletin askerleri ve Hindistan’dan temin
edilen savaş filleri bulunuyordu. Yıldırım Bayezid, ülkesini ve bağımsızlığını
savunmak için himayesi altındaki Türk Beyliklerinden ve Hıristiyan vasallarından da
yardımcı kuvvetler alarak bir ordu hazırladı. Fakat Osmanlı kuvvetlerinin Timurlu
ordusu kadar kalabalık ve etkili bir savaş gücüne sahip olmadığı genel olarak kabul
edilmektedir. Her iki ordu Ankara yakınlarında savaşmak üzere harekete geçti.34
Osmanlı ordusunun başında ilerleyen Yıldırım, Ankara’ya ulaştığında
Timur’un Tokat taraflarında bulunduğu haberini aldı. Bunun üzerine zaten sayıca az
olan ordusunun mevcut gücünü de bölmek zorunda kaldı ve yaya güçlerini dağlık

32
Mustafa Alkan-Ferdi Gökbuğa, “Timur’un Anadolu’daki Yolu: Anadolu Günlüğü”, 1402 Ankara
Savaşı Uluslararası Kongresi (Yıldırım-Timur) Bildiri Kitabı, T.T.K., Ankara, 9-12.10.2012, s.
589.
33
Aka, Timur, ss. 37-38.
34
Çetin, ss. 147-158.

23
bölgelerdeki stratejik noktalara yerleştirerek süvarilerden oluşan güçlerle ormanlık
araziye mevzilendi. Bu hareket Timur için büyük bir avantaj sağladı. Hızlı hareket
kabiliyetine sahip olan güçleri, bu mücadelede Timur’un ordusunu yenilmez kılmaya
yetiyordu. Bayezid’in hareket düzenini ve savaş tertibatını öğrenen Timur, şaşırtmak
amacıyla güçlerini güneye, Kayseri’ye doğru kaydırdı. Osmanlılar, Timur’u Tokat ve
Sivas istikametinden beklerken, Timur Kayseri üzerinden Ankara’ya doğru ilerleyip
şehri kuşattı. Timur’un Ankara’yı kuşattığını öğrenen Bayezid, savunma savaşı
yapacakken taarruz etmek zorunda kaldı ve büyük bir hata yaparak Temmuz
sıcağında ordusunu Ankara’ya yürüttü. Hem sayıca az olan hem de sıcak dolayısıyla
susuz ve yorgun düşen Osmanlı ordusu, Ankara’ya ulaştığında, Timur beklemediği
bu manevra karşısında kuşatmayı kaldırarak daha kuzeye, Çubuk Ovasına çekildi.35
Yıldırım, Timurlu ordusunu süratle takip ederek kuzeye yöneldi ve Timur
ordusunu emniyetsiz ve askerlerin istirahat ettiği bir anda yakaladı. Ancak Beyazıt’ın
ordusu yoğun sıcak altında sürdürdüğü sürekli takip yürüyüşü sonrasında yorgun
düşmüş ve susuz kalmıştı. Durumu komutanlarıyla görüşen Bayezid, hemen taarruz
edip sonuç alma tekliflerine karşın, bu hareketin mertçe olmayacağını düşünerek
askerlerini dinlendirmeyi tercih etti. Bu durum Bayezid’in ansızın gelmesinden
dolayı gafil yakalanan Timur’a ordusunu teyakkuza geçirip, savaş düzenine girmesi
için gerekli zamanı kazandırdı. Osmanlı ordusu da dinlenip, ihtiyaçlarını giderdikten
sonra, meydan savaşı için gerekli düzeni almak üzere hazırlıklarını karşılıklı olarak
tamamladılar.
28 Temmuz 1402 sabahı Çubuk ovasında her iki taraf da gerekli mevzilenme
ve hazırlıklarını tamamlayıp, savaş düzeni aldılar. Yıldırım Bayezid, Niğbolu
Savaşı’nda kullandığı Kurt Kapanı (Hilal) taktiğini uygulamak için ordunun en
önünde yer aldı. Bayezid, öncü birlikleri vasıtasıyla hücum ederek ilk taarruzu
başlattı. Ancak bodur ağaçlar ve çalılıklar, ileri taarruz için hızı yavaşlatan bir
etkendi. Öncü kuvvetlerin taarruza kalktığını gören Timur, ilk karşılığı okçularla
verdi. Timur’un ordusundan gelen yoğun oklar, çalılıklar ve otluklar sebebiyle
yavaşlayan Azaplar üzerinde etkili olunca Azaplar, ağır kayıplar vererek geri
çekilmek zorunda kaldı. İlk hamlesi başarılı olmayan Beyazıt, Yeniçeriler ve
Sipahilerden oluşan güçlerine taarruz emri verdi. Timur, ilerleyen yaya kuvvetlerine

35
Hayrunnisa Alan, s. 74.

24
karşı savaşçı fillerini ve ormanlık alan içerisinde gizlenen süvarileri görevlendirince
avantaj yine Timur’un güçlerinin eline geçti. Miran Şah’ın birlikleri de Süleyman
Çelebi komutasındaki birliklerin üzerine taarruz edince zor durumda kalan Süleyman
Çelebi birliklerine merkez güçte yer alan Yeniçeriler yardıma gitti. Sayıca az olan
Osmanlı ordusu, Yeniçerilerin ordu merkezinden ayrılmasıyla ikiye bölündü ve
Timur’un savaşçı filleri daha da ileri sürmesiyle sağdan, soldan ve ön cepheden
hücum eden güçlere karşı yeterli direnişi gösteremedi. Üstelik Osmanlı ordusu,
savaşçı fillerle ilk kez karşılaşıyorlardı. Fillere karşı nasıl bir taktik izleyeceğini
bilmeyen Osmanlı ordusu, karşı koyulmaz fillerin taarruzları karşısında disiplin ve
düzenini kaybetmeye başlamıştı.36
Bunun üzerine Bayezid, büyük bir hata yapıp kurt kapanı taktiğini tekrar
uygulayarak Sipahilerle filleri karşı karşıya getirdi. Savaşın en kanlı ve şiddetli anı o
andı. Yeniçerilerin ok atışları ve Sipahilerin başarılı taarruzlarıyla filler etkisiz hale
getirilebilmişti ancak hem Sipahiler, hem Yeniçeriler çok ağır kayıplar verdiler.
Fillerinin devre dışı kaldığını gören Timur, Şeyh Ömer Mirza komutasındaki
birliklerini Yeniçerilerin üzerine gönderdi. Bayezid, bu hamleye karşılık olarak
Anadolu beyliklerinden toplanan askerleri ve Kara Tatarları takviye etti. Ancak Kara
Tatarlar, Timur ile savaş öncesinde anlaşmışlardı. Yeniçerilerin yanına gitmek yerine
Rumeli ve Sırp askerlerinin arka cenahından ok atışlarıyla arkadan saldırdılar. Miran
Şah ile Süleyman Çelebi birliklerinin arasında geçen çarpışmalarda takviye olarak
gelen güçlerden Anadolu Beylikleri taarruz etmekteyken, Timur’un ordusunda
bulunan Anadolu Türkmen beyleri kendi bayraklarını açınca Bayezid’e bağlı
Anadolu beyliklerinin kuvvetleri de Timur’un ordusundaki Türkmen beylerinin
safına geçerek Osmanlı ordusundaki dengeleri alt üst ettiler. Yeniçeriler ve Rumeli
birlikleri, önce Kara Tatarlar, sonrasında Anadolu Beyliklerinin Timur’un safına
geçmesiyle savaş alanındaki insiyatiflerini kaybederek ağır kayıplar vermeye
başladılar. Rumeli ve Sırp birlikleriyle Yeniçeriler dışındaki güçlerin kendilerine sırt
çevirip Timur’un tarafına geçmesiyle Bayezid tam anlamıyla hüsrana uğradı.
Osmanlı ordusunda, yalnızca Yeniçeriler, Rumeli birlikleri ve Sırp kuvvetleri
Bayezid’i terk etmemişlerdi.37

36
Çetin, ss. 158-161.
37
Alan, s. 75.

25
Hatalı taktikler ve ihanetler neticesinde Yıldırım Bayezid’in ordusu, mağlup
oldu ve birlikler savaş meydanında çekilmeye başladılar. Timur, son emrini vererek
Bayezid’in sağ ele geçirilmesini emredince sonuç almak için son taarruz başladı.
Yıldırım’ın Vezirleri ve oğulları İsa Çelebi, Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi ve
Mehmet Çelebi, kuşatmayı yararak kaçmayı başardılar. Şehzadelerin kaçtığını fark
eden Sırp birliklerinin komutanı ve Bayezid’in kayınbiraderi olan Stefan Lazareviç,
Bayezid’e çekilmesi için tavsiyede bulunsa da, çarpışmaya devam etti. Çatalpete’de
emrinde 300 kişilik askeriyle atının sırtında çarpışarak Timur tarafından yakalandı ve
esir edildi ve Ankara Savaşı, Osmanlı Devleti için büyük bir hezimet olarak tarihe
geçti. Bu mağlubiyetle Anadolu’daki Türk siyasi birliği yeniden parçalandı, Osmanlı
Devleti on yıl boyunca devam edecek olan istikrarsızlık ve çatışma dönemine yani
Fetret Devri’ni idrak etmeye başladı. Dahası Bizans İmparatorluğu da yıkılmaktan
kurtuldu.

2.3. ANADOLU VE BALKANLARDA YÜKSELEN GÜÇ: OSMANLILAR

Osmanlılar 14. yüzyılın başlarında sıradan bir uç beyliğiyken bir asır


sonrasında büyük bir imparatorluğa dönüşmüştü. Bu dönüşümü
anlamlandırabilmenin yolu Anadolu ile çevresindeki sosyal, siyasal ve demografik
gelişmeleri kavramaktan geçmektedir. İran’da İlhanlılar, Doğu Avrupa’da Altın Orda
ve Batı’da Bizans İmparatorluğu şiddetli iç bunalımlar yaşıyorlardı. 1243 Kösedağ
Savaşı’ndan sonra Anadolu Selçuklu Sultanlığı İlhanlılara bağımlı bir devlet haline
geldi. Moğol istilası Anadolu’da oldukça büyük batı yönlü demografik
hareketliliklere neden oluyordu. Böylelikle ileride Anadolu’da kurulacak olan
beyliklerin ve hatta Osmanlı İmparatorluğu’nun doğuşuna vesile olacak zeminin
temelleri atılıyordu. Bizans ile Selçuklu arasındaki sınırlarda toplanan göçebe
Türkmenler gazi önderlerin çevresinde örgütlenerek Bizans topraklarına akınlara
başladılar. Gitgide sıklaşan bu akınlarla gaziler 14. yüzyılın başlarında bağımsız
beylikler halini aldılar. Balkanlarla ve iç dinamikleriyle boğuşan Bizans Devleti,
doğusunda yaşanan bu akınlara gerekli önemi göstermeyerek istilaların önünü
açmıştı. Bizans’a en yakın olan topraklar bu gazilerden Osman Bey’in elindeydi.
Osman Gazi’nin 1302 Koyunhisar Savaşı’nda Bizans güçlerini yenmesi onun isminin

26
bütün Anadolu’da duyulmasını sağlamıştı. Bu zaferden sonra Anadolu’nun her
38
yerinden gaziler onun etrafında toplanmaya başlamıştı. Gaza ve yerleşme
hareketleri başarıyla devam ettikçe Osmanlılar zamanla küçük bir beylikten devlete
dönüşüyordu.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve yükselişinde gaza ideolojisi oldukça
önemli bir oynamıştır. Gaza Dârülharbi Dârülislam dahil etmeye çalışan kutsal bir
görevdi. Batı Anadolu’daki sınır beyliklerindeki yaşam tamamıyla gaza ülküsüne
uygun şekilde yaşanıyordu. Gazanın önemi her zaman devam etmekle birlikte
Osmanlıların imparatorluğa dönüşmesinde farklı dinlere karşı ılımlı yaklaşımı da
temel olmuştur. İslamiyet itaat etmek ve cizye ödemek koşuluyla Hıristiyan ve
Yahudilere can ve mal güvenliği sağlamaktadır. İtaat altına alınan gayrimüslim
köylülerden alınan vergiler devleti yönetenler için önemli gelir kaynağı
durumundaydı. Bu durumdan dolayı Osmanlılar gaza yaptıkları coğrafyalarda dini
serbestliği hoşgörü içerisinde uygulamışlardır. Böylelikle Hıristiyan Balkanlar ile
Müslüman Anadolu’nun aynı çatı altında birleştirilebilmiş ve imparatorluk bu
temeller üzerine meydana gelmiştir.39
1350’lerde Osmanlı Devleti diğerlerinden farkı olmayan bir uç beyliğiydi. Bu
vakitten hızlı bir şekilde gelişmesi ve diğer beylikleri de kısa sürede itaati altına
alması Avrupa’ya ilk geçiş fırsatını bulmasıyla olmuştur. Karesi beyliğindeki taht
çekişmeleri Orhan’a bu beyliği hâkimiyet sahasına katma fırsatı vermişti. Osmanlı
hizmetine giren Ece Bey, Gazi Evrenos Bey, Hacı İlbeyi gibi gaziler Rumeli’ye
yerleşme ve Trakya fetihlerinde öncülük edeceklerdi ve ilk başta Çanakkale
Boğazı’nın ötesine bir sefer yapılmasını istiyorlardı. Orhan Bizans tahtında hak iddia
eden İoannis Kantakuzenos ile anlaşma yapmış ve kızıyla evlenmişti. Bu evlilik
Osmanlılara Bizans’ın iç işlerine karışma fırsatı vermiştir. Nitekim Orhan’ın oğlu
Süleyman Bulgar ve Sırp güçlerine karşı Kantakuzenos’a yardım için Edirne’ye
gittiğinde Gelibolu’daki Çimpe’ye yerleşti. 1354 Mart’ında gerçekleşen bir depremle
Gelibolu’daki kaleler yıkıldı ve Süleyman hemen bu kaleleri işgal etti. Böylelikle
Osmanlı Avrupa topraklarına kesin olarak yerleşti.40

38
Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Çev. Ruşen Sezer, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul, 2006, (Klasik), s.12.
39
İnalcık, Klasik, 13.
40
Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2008, ss. 41-45.

27
Süleyman komutasında Avrupa’daki ilerleme devam ediyordu. Osmanlılar
Balkanlara geçtikten sonra fetih rotalarını sağ, sol ve orta olmak üzere üçe böldüler.
Yunanistan’ında yer aldığı sol kolun sorumluluğu Evrenos Bey’e verildi. 41 Alınan
topraklarda kalıcılık sağlayabilmek için Anadolu’dan Müslümanlar getirilip
yerleştiriliyordu. Özellikle göçebe boylar tercih ediliyordu. Süleyman’ın ölümünden
sonra kısa süreliğine sekteye uğrasa da I. Murat’ın Edirne’yi almasıyla (1361)
Balkanlardaki ilerleme tekrar hız kazanmıştı.
Osmanlıların Balkanlarda kolayca ilerlemesinde bu coğrafyada merkezi
büyük bir gücün yer almaması etkili olmuştur. Birçok ufak bey ve despotun karşısına
güçlü ordusuyla ve merkezi yapısıyla Osmanlı devleti vardı. Papa’nın Osmanlı’ya
karşı haçlı ordusu toplama çabalarının önemli ölçüde karşılık bulmaması da Osmanlı
yayılmasında etkili olmuştur. Bunların dışında Balkanlar’daki toplumsal koşullar da
Osmanlı ilerleyişinin önünü açıyordu. Yerel despotların köylüler üzerindeki
denetimsiz hareketleri ve istedikleri gibi ağır vergiler köylülerin omuzlarına ağır
maddi yükler bırakıyordu. Osmanlılarda ise durum farklıydı. Bütün yerel
yükümlülükler, vergiler kaldırılıyor ve merkezi bir idare kuruluyordu. Eskisine
nazaran vergi yükünün hafif olması ve isteğe göre arttırılamamasına Ortodoks inanca
olan hoşgörüyü de eklediğimizde Balkanlarda Osmanlı ilerleyişinin toplumsal
tabanını da açıklamış oluruz.
14. yüzyıl boyunca Balkanlarda ilerleyiş devam ederken Anadolu’da rakip
olabilecek iki güç vardı. Bunlar Sivas’ı merkez alan Eretna Beyliği ve Selçuklu
Başkenti Konya’yı da kapsayan Karaman Beyliği’ydi. Osmanlılar Anadolu’daki
diğer beylikleri ilhak ederken meşru gerekçeler öne sürüyorlardı. Germiyan
topraklarını çeyiz olarak aldıklarını, Hamidili topraklarını satın aldıklarını öne
sürmeleri bunlardan bazılarıydı. Karamanlıların kendi üzerlerine yürümesini ise
yaptıkları gaza bir ihanet olduğunu ve bu durumda Karamanlıları ortadan
kaldırmanın dini bir görev olduğunu öne sürüyorlardı. Nitekim I. Murad 1387’deki
Karamanlı saldırısından kesin zaferle çıktıktan sonra Kadı Burhaneddin hariç diğer
birçok Anadolu beyi Osmanlı hakimiyetini kabul etti.

41
Levent Kayapınar, “Osmanlı Uç Beyi Evrenos Bey Ailesinin Menşei, Yunanistan Coğrafyasındaki
Faaliyetleri ve Eserleri”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Journal of
Social Scierces, cilt: 2004-1, sayı 8, 2004, ss. 138-139.

28
I. Murad Anadolu sorunlarıyla meşgul olurken Balkanlar’da Sırbistan,
Bulgaristan ve Bosna kendisine karşı ittifak oluşturmuştu ve Osmanlı aleyhine
girişimlerde bulunuyorlardı. Bu ittifak I. Murad’ın 15 Haziran 1389’da Kosova
Savaşı’nda yenmesine kadar devam etti. Bu savaşla birlikte Balkanlardaki Osmanlı
egemenliği kesinleşti.42
I. Murad’ın Kosova Savaşı’nda öldüğü haberini alan Anadolu beyleri
ayaklanmıştı. Durumdan istifade eden Bizans’ta Selanik ile birlikte kaybettiği bazı
yerleri geri aldı. Bunun üzerine tahtın yeni sahibi Yıldırım Bayezid derhal
Anadolu’ya gelerek birkaç yıl içinde ayaklanan beyleri tekrar itaati altına almayı
başardı. Ardından Anadolu ile meşgul olurken Balkanlar’da oluşan otorite boşluğunu
gidermeye koyuldu. Bayezid 1393’te Balkanlar’a gelip Tuna Bulgaristan’ını
doğrudan yönetimi altına aldı. Bulgaristan kralını haraçgüzar bir bey olarak
Niğbolu’ya yerleştirdi. Sırbistan’ı ise Macarlarla Osmanlı Devleti arasında tampon
bölge olarak bıraktı. Balkan coğrafyasındaki karışıklıkların üstüne Palaiologosların
papayı haçlı ordusu toplamaya ikna etmeye çalışması Bayezid’i Balkanlar’daki bütün
bağlı beylerin katıldığı ve bağlılıklarını pekiştirmek istediği bir toplantı yapmaya
sevk etmişti. Yapılan toplantıya Palaiologosların katılmaması üzerine Bayezid
Mora’ya kaçakları yakalamak üzere asker gönderdi. Selanik’i geri aldı (21 Nisan
1394) ve İstanbul’u abluka altına aldı. Sonrasında Tuna kıyısında Büyük bir sefere
çıktı. Yerel beyleri itaati altına alarak Niğbolu’ya kadar ilerledi. Burada Bulgar kralı
Şişman’ı tutsak aldı ve idam ettirdi. 43 Bayezid Bulgar Krallığı’nı yok ederek
Macarlar ile arasında bir tampon bölge bulundurmak yerine sınır komşusu olarak
Macarlardan gelebilecek tehlikeyi doğrudan kendisi karşılayacaktı. Bulgar
Krallığı’nın ortadan kalkması ve Macarlar ile Osmanlıların sınır komşusu haline
gelmeleri tüm Avrupa’da kaygıyla karşılanmıştı. Macar Kralı Sigismund
önderliğindeki haçlı ordusu ile Bayezid Niğbolu’da karşılaştılar. Bayezid 25 Eylül
1396’da kesin zaferle ayrıldı. Bu zafer Osmanlı otoritesini sağlamasının yanında
İslam dünyasında da çok büyük sevinçle karşılandı ve Osmanlıların İslam alemindeki
saygınlığını arttırdı. Bayezid 1399’da Anadolu’ya dönerek Karaman ve Kadı
Burhaneddin topraklarını da hakimiyet sahasına dahil etti. 44 Böylelikle Tuna’dan

42
İnalcık, Klasik, s. 21.
43
İnalcık, Klasik, s. 53.
44
İnalcık, Klasik, s. 22.

29
Fırat’a uzanan merkezi bir imparatorluk kurmayı başaran Bayezid Doğu’da oluşmaya
başlayan Timur tehlikesine aldırmadan devletinin doğal merkezi konumundaki
İstanbul’u almanın yollarını aramaya başladı. Timur İlhanlı varisi İddiasıyla Anadolu
topraklarında hak talep ederken Bayezid’de Timur’dan ve onunla savaşmaktan
korkmadığını belli eden hamlelerde bulunuyordu. Nitekim iki büyük hükümdar
arasında yaşanan üstünlük mücadelesi Osmanlılar için büyük bir kayıp olan Ankara
Savaşı’na kadar sürecektir.

30
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TİMUR’UN ORTAYA ÇIKIŞI VE ANKARA SAVAŞI ÖNCESİ FETİHLERİ

3.1. TİMUR’UN ORTAYA ÇIKIŞI

Timur’un kökenleri ve nasıl hükümdar olduğuna dair bilgiler Laonikos


Khalkokondyles dışındaki Bizans kaynaklarında fazla yer bulmuyor. Anonim metin
45
de Timur’dan ilk defa bahsederken “Pers” ifadesi kullanılıyor. Dukas ise
Timur’dan ilk defa söz ederken “Pers ve Irak Sultanı Timur Han” şeklinde tanıtır.46
Bunlar Timur’un etnik kökenini belirtmekten ziyade hüküm sürdüğü Coğrafya ile
alakalı betimlemelerdir. Yine anonim metinde Timur’un doğunun derinliklerinden
Susan ve Ekbatan’dan (Türkistan) geldiği ifadesi yer alır. Kaynakların çoğunda
dikkati çeken bir diğer nokta Timur’u tanımlarken “İskit” ifadesinin kullanılmasıdır.
Dukas Timur’dan bahsederken “İskit ordusu” ifadelerini kullanmıştır.47 Yine anonim
metinde Timur ve ordusundan “İskitler” olarak bahsedildiğini görüyoruz. 48 Antik
Yunan tarih yazıcılığı geleneğini devam ettiren Bizans tarihçileri, antik yazarların
yaptığı gibi, göçebe olan ve Moğollar ile bağlantısı olduğunu düşündükleri Asyalıları
“İskit” olarak ifade ederler. Yani kullanılan bu tabir de Timur’un kökeninden çok
Asyalı olduğu konusuna vurgu yapmaktadır.49
Khalkokondyles, Timur’un nasıl bir toplumsal yapıdan geldiği ve nasıl
hükümdar olduğu konularına önem atfeden tek isimdir. Timur’un bu dönemi
hakkında oldukça olumsuz çerçeve çizen yazar, onun alt sınıfta yer alan bir aileden
50
geldiğini ve babasının adının “Şangal” olduğunu söylemektedir . Timur’un
babasının adı hakkında bir yanılgıya düştüğünü söyleyebiliriz. Timur’un babasının
adı Turagay, annesinin adı Tekine Hatun’dur.51

45
Ferhan Kırlıdökme Mollaoğlu, “Sultan I. Bayezid Dönemine Ait Grekçe Bir Anlatı”, Ankara
Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, sayı 24, 2008 (Anonim).
46
Dukas, İstanbul’un Fethi Dukas Kroniği, çev. V. Mirmiroğlu, Kabalcı Yayınevi, 2012, s. 51.
47
Dukas, ss. 53-62.
48
Mollaoğlu, Anonim, s.142.
49
Mustafa Daş, “Bizans Kaynaklarında Timur İmajı”, Tarih İncelemeleri Dergisi, Cilt: 20, Sayı: 2,
2005, s. 46.
50
Nicolaos Nicoloudis, Laonikos Chalkokondyles. A translation and Commentary of the
“Demonstration of Histories” (Books I-III), Athens, 1996, s. 262-263
51
Aka, Timur, s. 6.

31
Khalkokondyles’in anlatımına göre; Timur, “iş görecek yaşa ulaştığında yöre
halkı ona haraları ve tarlaları koruma görevini verdi. Bu iş kendisi gibi birçok
insana ulaşma imkânı sağladı. Ulaştığı kişileri sefil hayatlarından başka zengin ve
onurlu bir hayatın mümkün olduğuna ikna etmekte zorluk çekmiyordu. Kısa süre
içinde çobanlardan ve silahlı kişilerden oluşan gurupları kontrol eder hale geldi. Hiç
bir ahlaki, manevi veya dini değere sahip olmayan Timur rahatlıkla yağma,
sahtekârlık ve hırsızlık yapabiliyordu ve bu sayede kalabalık sürülere sahip oldular.
Yine bir gün bir ağıla girmeye çalışan Timur’u tam duvarın üstüneyken ağılın sahibi
fark eder, kaçmaya çalışan Timur duvardan düşerek kalçasını kırar ve ömür boyu
sakat kalır”. İbnş Arabşah’a benzer bilgiler veren Khalkokondyles Timur’un ömür
boyu “aksak” lakabıyla anılmasına neden olayı böyle özetlemektedir52. Bu konuda
daha ağır basan görüş ise Timur’un bir çarpışma esnasında yaralandığıdır. 53
İyileştikten sonra çobanlarla birlikte görülmemiş bir acımasızlıkla soygunlara ve
çarpışmalara devam ettiler.
“Timur düşman topraklarına yaptığı akınlarla Massaget kralının gözüne girdi
ve ordu komutanı ilan edildi. Orduyla birlikte seferlere devam ettiği sırada kralın
ölmesi üzerine durumu fırsata çeviren Timur Massagetlerin kraliçesiyle evlendi. Eli
iyice güçlenen Timur bu vakitten sonra mutlak bir kral olarak hareket etti”. 54
Khalkokondyles doğru bir şekilde aktarmasa da Timur’un meşruiyet kaynağı olarak
kullandığı böyle bir evlilikten söz edebiliriz. Timur, Emir Hüseyin’i bertaraf ettikten
sonra haremi ve hazinesine de el koymuştur. Saray Mülk Hanım da Timur’un
haremine katılanlar arasındaydı ve Han kızı olmasından dolayı damat anlamına gelen
“Güregen (Gürkan)” unvanını kullanma hakkını Timur’a sağlamıştı.
Timur asalet sahibi birisi miydi yoksa Khalkokondyles’in de dile getirdiği
gibi gerçekten ayak takımının içinden mi yükseldi? Bu durumu anlayabilmek için
Timur’un ortaya çıktığı coğrafyanın hâkimiyet anlayışını bilmemiz gerekir.
Timurlular döneminde Orta Asya’da Cengiz geleneği varlığını korumaktaydı ve bu
geleneğinin yanında İslam geleneği de oldukça önemliydi ve Müslüman coğrafyada
hüküm sürmek özellikle de İlhanlı tahtında hak iddia edebilmek için Cengiz

52
Nicolaos Nicoloudis, Laonikos Chalkokondyles, s. 263.
53
Aka, Timur, s. 9.
54
Nicolaos Nicoloudis, Laonikos Chalkokondyles, s. 264-265; Atinalı Laonikos Khalkokondylis’in
Türklerin Tarihi Eserinin Üçüncü Kitabı, çev. Mustafa Daş, (yayınlanmamış çeviri), s. 5-6. Burada
Çağataylılar Massaget olarak adlandırılmaktadır.

32
yasalarını uygulamak tek başına yeterli değildi. 55 Dolayısıyla, Timur meşruiyetini
oluşturabilmek için her iki geleneğin gerekliliklerini birlikte kullanmıştır. Cengiz
yasasına göre hâkimiyet Cengiz Han soyundan gelenlerin hakkıydı ve uzun yıllar
geçmesine rağmen bu durumda herhangi bir değişiklik meydana gelmedi. Timur’un
ölümünden sonra soyu torunu Uluğ Beg tarafından dedesinin mezarında bulunan
yeşim taşına işlenmiştir. Buna göre Cengiz Han ile Timur’un soyları
birleşmektedir. 56 Timur’un Cengiz soyuna bağlanmak için kullandığı bir diğer
yöntem de Cengiz soyundan gelen bir han kızı ile evlenerek hanedana damat olarak
dâhil olmaktır. Nitekim Saray Mülk Hanım’la evlenerek “Güregen” unvanını elde
etmiştir. Daha sonra Timur bu unvanı resmi yazışmalarda ve paralarda kullanmıştır.
Oğullarından da Cengiz soyundan gelen hanımlarla evlenmelerini telkin etmiştir.
Cengiz geleneği o kadar güçlüydü ki Timur hanedan ailesiyle farklı yollardan bağ
kurmasına rağmen tepki çekmemek için sürekli olarak tahta Cengiz soyundan gelen
kukla bir han geçirmiştir. İlk olarak Suyurgatmış Han sonrasında ise oğlu Mahmud
Oğlan’ı tahta oturtmuştur. Kukla han, boy beylerinin ellerindeki gücü merkezi
otoriteye karşı kaybetmemek için Timur’dan önce de kullandıkları bir yöntemdir.
Timur’dan sonra onun soyundan gelenler ise böyle uygulamaya gerek duymadılar.
Yaptığı evliliklere ve kurduğu akrabalık bağlarına bakılacak olursa Timur’un
Khalkokondyles’in söylediğinin aksine ileri gelen bir aileye mensup olduğunu
anlayabiliriz. Kaldı ki bu geleneklere vakıf olmak ve gelenekler arasında iyi bir ilişki
kurarak ihtişamlı bir imparatorluk yaratmak ayak takımından birisinin yapabileceği
şeyler olmasa gerek.

3.2. TİMUR’UN FETİHLERİ

Emir Timur’un Semerkant ve Horasan’da egemenlik kurması ve


devletleşmesine ilişkin en ayrıntılı bilgiler Laonikos Khalkokondyles ve Fransızca
zeylinde bulunmaktadır. Fakat bu anlatılarda bazen fetihler ve diğer olaylar iç içe
geçmiş olarak verilmektedir. “Timur, Massagete 57 milletinden, Haydar ve Mirza

55
Çetin, s. 47.
56
Aka, Timur, s. 7.
57
Massaget ismini Herodotos İskit boylarından birini ifade etmek için kullanır. Antikçağ yazarlarını
taklit etmeye oldukça hevesli olan Khalkokondylis ve diğer Bizanslı tarihçiler özellikle Karadeniz’in
kuzeyindeki Türk asıllı kavimleri, Hunları, Alanları, Tatarları ifade etmek için kullanıyorlar.

33
adlarını taşıyan iki kişiyle birleşti. Onların yardımıyla ülkeye akın için gelen
düşmanları bozguna uğrattı ve düşman süvarilerini paramparça etti. Bunun
haberleri yakındaki şehre ulaşınca, emri altında yönettiklerinin hepsinin daha hızlı
ve faal olmaları için, Timur’a, birden bire çok sayıda askerden oluşan kalabalık bir
birlik ve istediği şekilde emrindekilere bölüştürmesi için büyük miktarda para
gönderildi. Kendisine böylece destek geldiğini görünce, Timur düşman ülkesine girdi
orada çok sayıda esir ve köle ele geçirdi. Bunları bahsedilen bu şehre gönderdi: ve
oradan Massagetlerin kralının huzuruna gitti, onun değeri ve ününü takdir eden kral,
Timur’a karşı büyük saygı duymaya başladı ve onu tüm kuvvetlerinin şefi ve genel
komutanı yaptı. Bu kuvvetlerle Timur sefere çıktı. Öylesine süratle hareket etti ki
düşmanlarını hazırlıksız yakaladı ve onları tam bir bozguna uğrattı, Bağdat da
denilen Babylone’a [Bağdat’a] kadar kovaladı. Bağdat’ta onları kuşattı”58. Burada
Timur’un Semerkant’a sahip olması ve Bağdat fethi birbiriyle karıştırılarak
anlatılmaktadır. Metinde geçen Mirza, Timur’un kayınbiraderi Emir Hüseyin
Mirza’dır. Fakat Haydar’dan Chalkokondylis dışında hiçbir yerde
bahsedilmemektedir. N. Nicoloudis, burada Khalkokondyles’in belki de Akkoyunlu
hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Haydar ile karıştırmış olma ihtimali de vardır59.
“Artık bundan sonra Timur mutlak bir kral gibi davrandı. Bağdat ve
Semerkant kuşatmasını devam ettirdi; bir gün Semerkant şehrinde bulunanlar son
ümitlerinin de tükendiğini gördüler. […] Daha fazla devam edemeyerek ona teslim
oldular. Semerkant işte böyle işgal edildi. Bağdatlı bazı kimselerin de aynı şeyi
yapmalarını, şehri ellerine teslim etmelerini istedi”60.
Emir Timur’un Harezm seferi de Bizans kaynağı Laonikos
Khalkokondyles’te geniş yankı uyandırmıştır: “Bundan sonra Hircanique denizi
kıyısı boyunca oturan halklara karşı savaşa gitti. Bu halkların hepsini egemenliği
altına aldı. Bu denize Hazar denizi de denmektedir. Deniz, Sakalar ve
Kafkasyalıların61 ortasında ve yaklaşık yirmi dokuz mil kadar doğuda ve savaşçı ve

Metnimizde genel anlamda Türkler, Çağataylılar, Tatarlar için bu isim tercih edilirken bazen de tıpkı
bu cümlede olduğu gibi, tam olarak hangi halkı vurguladığı belli olmadan kullanılmaktadır.
58
Nicolaos Nicoloudis, Laonikos Chalkokondyles, s. 264-265.
59
Nicolaos Nicoloudis, Laonikos Chalkokondyles, s. 388.
60
Nicolaos Nicoloudis, Laonikos Chalkokondyles, s. 269.
61
Bu isimler Fransızca metinde Saquens ve Cadusiens olarak, Yunanca metinde ise Sakai ve
Kadousioi şeklinde yazılıdır. Hazar’ın doğusundaki halkları ifade etmek için Sakalar adı tercih
edilirken batısındakilere Kafkasyalılar anlamında Cadusiens denilmiştir.

34
cesur insanlar olan Massaget topraklarının kuzeyindedir. Vaktiyle Massagetler
İran’a girmişler ve orada birçok şehri fethedip işgal etmişler: Timur’un onları
[kuzeyden] indirdiği ve onların Timur’a Semerkant Krallığı işinde eşlik ettiği ve
sonunda krallığı elde ettiği söylenir. […] Çok sayıda ırmağın döküldüğü bu Hazar
denizi, birçok nehir için toplanma yeridir; bu ırmakların en meşhuru Cyrus’dur [?].
Bu ırmağın yatağı, ülkelerin büyük bölümünü kat ettikten sonra Hazar denizine
ulaşır ve suları bu denize dökülür. Fakat bu ırmağın sonunda bir kanalla Hint
okyanusuna ulaşmakta olduğunu duydum. Kıyıları savaşçı ve çok cesur türlü
insanlar tarafından iskân edilmiş. Irmakta yapılan balıkçılıkla büyük miktarda iyi
balık ve içlerinden inciler çıkan çok miktarda istiridye avlanır. Onun ötesinde
Hintlilerin büyük denizi ile karşılaşılır: birinden diğerine bu kanal vasıtasıyla büyük
gemiler gelir ve yüklerini boşaltır, bu gemiler Hazar ve Hint okyanusu arasında
sürekli olarak dolaşırlar. Özellikle Asya tarafından Hircanie [Hazar ülkesi] doğuya
açıktır. Buraya büyük Aras nehri dökülmektedir. Çeşitli adlarla doğuya doğru akan
birçok dere ve ırmak gibi Choaspes 62 de doğuya doğru akmaktadır. Bu denizin
kıyılarındaki bütün halklar Kafkasyalıların egemenliğindedir ve onlara
başkentlerinde yıllık bir haraç ödemekteler. Timur çözümü onlara karşı savaşa
gitmekte buldu. Hircaniens’lerin 63 sınırına gelir gelmez mağlup ettiği krallarını
öldürdü. Kafkasyalılarsa, her taraftan acilen adamlar topladılar, onu yiğitçe
karşılamaya karar verdiler. Onların yaptıkları hazırlıkları ve silahlanmış olduklarını
Timur öğrenince, bir baskınla şehri zapt etmesi için önden Haydar’ı gönderdi.
Kendisi kuvvetlerinin geri kalanıyla elden geldiğince gizli biçimde ilerleyerek
konakladı ve orada öncülerinin ne yapacağını beklemeye başladı. Kafkasyalılar
birbirlerine hemen yardıma geliyorlardı ama düzensizlik içindeydiler: bu fırsatla,
Timur pusudan çıkarak savaş düzeni aldı, yollarını keserek onlara var gücüyle çok
sert biçimde saldırarak bozguna uğrattı. Ve onları şehrin kapılarına kadar kovaladı
ve şehri de birkaç gün süren, bazen sert biçimde yürütülen kuşatma sonunda eman
ile zapt etti” 64 . Burada Harezm seferi Altın Ordalılarla yapılan savaşlarla karışık
biçimde verilmektedir.

62
Yunanca metinde Khoaspis olarak geçen bu nehrin Hazar’a dökülenlerden hangisi olduğunu
belirleyemedik.
63
Boylar halinde göçebe yaşayan Türk asıllı halkları ifade etmek için kullanılan isim.
64
Nicolaos Nicoloudis, Laonikos Chalkokondyles, s. 270-275.

35
Emir Timur’un Irak seferi de Bizanslı kaynakta geniş yer tutmaktadır:
“Böylece bütün bu işler onun için mutlu biçimde sonuçlandı. Oradan Arabistan
seferine başladı. […] Böylece Timur, (söylenildiğine göre) kendisiyle çarpışmaları
sırasında Kafkasyalılara yardım ettikleri bahanesiyle Arapları kuşattı. Timur,
Kafkasyalılarla savaşa gittiğinde, Araplar ona çokça zarar vermişler ve işlerinde
engel çıkarmışlardı”. Görüldüğü üzere bu seferin nedeni olarak, Khalkokondyles’in
Araplar olarak ifade ettiği Celayirlilerin Altın Orda’yla birlikte hareket etmeleri
gösterilmektedir. Bu vesileyle Loanikos Khalkokondyles, Araplar, Arabistan ve
İslamiyet ile Hz. Muhammed hakkında da uzun açıklamalarda bulunmaktadır. Bu
açıklamalar tarihi gerçeklerden ziyade söylenti ve uydurmalardan ibarettir.
“Arabistan ülkesinde Timur sefer ve yağmalarını yaptığı gibi, birkaç şehri
aldıktan sonra Semerkant’a geri döndü. Zira Timur, Tanais 65 ırmağı civarındaki
İskitlerin, kendisine bağlı topraklara girdikleri ve oralarda kötülükler yaptıkları ve
zararlar verdikleri haberini almıştı”66.
Emir Timur’un Altın Orda Tatarlarıyla yaptığı savaşlar da kaynağımızda
uzunca verilmektedir. Fakat burada da olaylar iç içe anlatıldığı gibi Khalkokondyles,
coğrafya ve Tatarların temasta bulundukları halklar hakkında da açıklamalar
yapılmaktadır. Ayrıca Altın Ordalılar bazen Tatarlar bazen de İskitler olarak
yazılmaktadır.
“Bu haber onun yüreğine dokundu, onları yakalayabilmek için derhal sefere
çıktı ama İskitler onu beklemediler: İskitler ellerine geçirdikleriyle birlikte geri
çekildiler. Bundan dolayı Timur kısa yoldan ve bu defa kendisine boyun eğmelerini
sağlamak niyetiyle Charaideslere doğru yöneldi 67 . Seksen bin savaşçı asker
toplamıştı. Bunların bir zamanlar Aras nehrini geçerek şimdi bu nehir boyunca
oturmayı alışkanlık haline getiren Tatarlar olduğu kabul ediliyor. [….]Normal
biçimde onlara gidip gelen İranlılar vasıtasıyla, Timur, İskitlerin durumlarından çok
iyi haberdar olmayı başardı. İskitlerin durumu çok nazikti, isyan etmek üzereydiler.
Ve bunun üzerine oraya iyice yerleşerek bütün gücünü onların ordasına karşı

65
Don ırmağı.
66
Nicolaos Nicoloudis, Laonikos Chalkokondyles, s. 275-283.

Bunlar doğunun Tatarlarıdır.
67
Yunanca metinde Khataidas, Fransızca metinde Charaides şeklinde yazılan bu Tatarların N.
Nicoloudis, a.g.e., s. 283, Hoten şehri halkı olduğunu belirtiyor. Bu mümkün görünüyor fakat Moğol
asıllı Hıtaylar da söz konusu olabilir.

36
sürmeye karar verdi. Zira bu halkın öteki bütün halklara göre daha eski olduğunu ve
tarihte fatihlerden bir tanesinin bile onlara hükmedemediğini ve İskitlerin Asya’da ve
Avrupa’da çokça akınlar ve istilalar yaptıklarını, bu seferlerinden sonsuz servetler
yığdıklarını öğrenmişti. […]Aralarında Çağataylıların da bulunduğu muhteşem ve
korkunç bir ordu topladıktan sonra Timur, Don ırmağına doğru ilerledi. Ama birden
düşmanları onun geldiğini öğrendiler, onun geçmek zorunda olduğu dağlardaki
geçitleri ve geçiş yollarını tutmak için acele ettiler, Timur büyük sayıda bir orduyla
ülkeyi kat etti. Bir zamanlar Tuna ırmağından Kafkas dağları halkının oturduğu
yerlere kadar uzanan ve eyaletlere böldükleri ülkeyi Tatarlar ayaklandırdılar. İşte bu
ülkeden günümüzde Tatarların bir bölümü Asya’ya geçmiştir ve orada doğulularla
uyum sağlamaya başlamışlardır. […]Timur onlara karşı Asyalı güçlerle sefer yaptığı
zaman, Tatarlar bu seferden daha önceden haberdar oldular. Tatarların imparatoru
hemen ordayı topladı ve kamp haline soktu. Tatarlar yardım beklemeksizin eşyaları
arabalara yüklediler ve Timur’la karşılaşmak için yürüyüşe geçtiler; Tatar
imparatoru, Timur’un geçişini önlemek maksadıyla dağ geçitlerini ve boğazları
tutmak için acilen birkaç birlik gönderdi. Timur ise Kafkas dağlarını sağ tarafına
alarak sürekli Don ırmağına doğru ilerliyordu. Fakat özenle İskitya ülkesine ayak
basmıyordu, zira ona daha önce düşmanlarını burada beklemesi ve durdurması,
savaşması söylenmişti. Bu yolla adamlarını düzene soktu ve boğazda kurulan tuzakta
onlarla karşılaştı, orada çok büyük ve karma karışık bir çarpışma oldu, Timur
kolaylıkla olumlu sonucu alamadı, zira o gün her iki taraf denk bir şekilde savaştı.
Her iki tarafta bu durumda geri çekilme kararı aldı, ertesi gün yeniden birbirlerine
saldırdılar. İskitler [Tatarlar] öylesine kahramanca dayandılar ki Timur’u geri
püskürttüler. Timur, bir daha ki seferde onların ülkelerine ve sınırlarına Tatarlardan
daha önce girebileceği umuduyla oradan uzaklaştı. O zaman adamlarının uğradığı
kaybı gördü, bu geçişi zorlayabilmesinin imkânsız olduğunu anlayarak ordusunu geri
çekti, evine döndü. Ertesi yıl yeniden büyük kuvvetler topladı, Mısır’a inmek
istiyormuş izlenimi verdi, en kestirme bölgelerden geçerek yeniden öfke ve
kızgınlıkla İskitlerle savaşmaya geldi.
Bu defa Timur İskitlerden önce davrandı, elde ettiği hainler sayesinde ansızın
İskit ülkesine girdi, boğazları koruyanlarla çarpışmaya girdiğinde, Timur onları
zorladı ve geçidi terk etmek zorunda bıraktı. Bu insanlar arasında arkasını dönüp

37
gitmek ne ayıp ne de kınanacak bir şeydir. Tam tersine çarpışmada hile yapmayı ve
kendilerine kolaylık sağlamayı hiç bilmezler, sadece arada sırada kaçarlar, böylece
hiçbir uygunsuzluğa ne de tehlikeye atılmazlar, birden bire yeniden toplanmak ve
kendilerini düzensiz biçimde kovalayan ve tamamen kazandığını düşünen düşman
üzerine yeniden atılmak için, işte onların tarzı ve gelenekleri böyleydi. Fakat,
Timur’un istediği tek şey İmparatorlarının da bizzat bulunduğu büyük ordularına
ulaşmaktı, üstelik ülkeye çok önceden girmişti, ve onlara bir hayli yaklaşmıştı
Düşmanın karşısına ulaşır ulaşmaz savaşa girişime emrini vererek çarpışmayı
başlattı. İskitlere gelince, Timur’un çokça gösterdiği bu ilk coşku ve gayretkeşliği
boğmak için hemen yer değiştirerek bütün gece yürüdüler, gün doğumundan önce
altı veya yedi mil yol aldılar. Timur ise aynı güzergâhı izleyerek düşmanını aynı
hızla takip etti ve akşamleyin onları yakaladı. Fakat dinlenmekte olan İskitler, daha
önce de yaptıkları gibi, gece karanlığından faydalanarak bir kez daha kaçtılar; öyle
ki, Timur’un ordusu bu kovalamaca oyunundan sıkılmaya ve yorulmaya başladı. Bu
durum ertesi günü Timur’un İskitlere meydan okumasına yol açtı, İskitler de artık
vuruşmadan kaçmak istemiyorlardı ve bu nedenle askerlerini birlikler ve bölükler
halinde savaş düzenine soktuktan sonra Timur’un üzerine büyük bir şevkle
yürüdüler. Timur onların bu meydan okumasını reddetmedi. Sağ kanat veya
öncülerle Çağatayların komutasını Haydar’a, artçı birliklerini ise oğlu Şahruh’a
verdi; her ikisi de orduda yer alan Persler ve Asurlular ve Çağataylarla harekete
geçtiler. Timur’un kendisi savaşta merkezi tuttu. İki ordu biri diğerini görebilecek
şekilde mevzilendikten sonra borazanlar ve davullar hücum işaretini verdiler. O anda
her yanda ölümcül ve dehşetli bir çarpışma başladı. Savaşta İskitler en iyi olamadılar,
ama yine de cesaretlerini toplayarak çarpışmada büyük bir direnç gösterdiler (ya hep
ya hiç der gibi/ ya tamamen kazanmak ya da tümden kaybetmek için) Timur’u
yenmek için Timur’un birlikleri arasına gözlerini karartıp daldılar, ama
başaramadılar: Savaş alanında çok sayıda askerlerini ölü bırakarak kaçtılar. Fakat
çok sayıda Pers de savaşta öldürülmüştü. Buradan ilerleyen, böylesine sert ve
kendinden emin savaşçılarla çarpışmanın kendi çıkarlarına olmadığını iyice anlayan
İskitler, ülkelerinin içinde (eğer yapabilirlerse) Timur’un ordusunu kuşatmayı
planladılar, Timur’un kuvvetlerini erzaksız bırakarak kendi kendilerine yok
olmalarını ve mağlup olmalarını sağlamaya çalıştılar. Timur bunu hemen anladı ve

38
akıllı biçimde ordusunu mevcut tehlikeden korudu, eğer çekilmekte geç kalırsa
avantajı kaybedecekti bundan dolayı Don ırmağına ilk önce ulaşan kendisi oldu. Ne
var ki, onun gelişinden haberdar olan düşman geçidi tutmuştu. Buradan Asya
İberyasına ulaşan Timur Kolkhis güzergâhını izleyerek Kafkas dağlarından inen
Phasis [?] ırmağını geçerek Karadeniz’e ulaştı. En nihayetinde Ermenistan’a geldi
burada birkaç gün kaldıktan sonra, Keş’e sağ selamet ulaştı”68.
Timur’un Suriye seferi ve Şam’ı zaptı: “Bu yapıldıktan sonra, hiç rahat
duramayan Timur, İskitlerle dalaşmakta bir fayda olmadığını gördü, bütün dikkatini
ve fikrini Suriye seferine çevirdi; Suriye’ye tam olarak ulaştığında hiç
duraksamaksızın Şam’ı kuşatmaya gitti. Şam’a yaklaşıp mevzilendikten sonra,
makinelerini ve savaş araçlarını yerleştirdi ve baskın yapmak için hiç beklemedi,
diğer şehirlerin benzemeye çalıştığı bu güzel büyük şehir tamamen yağmalandı,
söylenildiğine göre Timur buradan sekiz bin deve yükü çok müstesna ve değerli eşya,
altın ve gümüş kaplar, değerli taşlar eşi benzeri görülmemiş tahmin edilemeyecek
değerde zenginlikleri taşıdı. Ordunun ileri gelenleri ve askerler aşırı ganimetler elde
ettiler ve bu ganimetlerden paylarına düşenleri evlerine götürdüler” 69 . Bu sefer
dolayısıyla Khalkokondyles, Mısır Memluk devleti hakkında uzun bilgiler de
vermektedir.
Emir Timur’un Anadolu seferi ve Sivas’ı zapt etmesi kaynağımızda büyük
yankı uyandırmıştır: “Büyük bir ordu toplayan Timur Kapadokya’daki Sivas şehrini
kuşatmak için geldi. Bir kez daha vurgulanacağı üzere, bu şehir vaktiyle Türk
imparatorlarının merkezi ve ikametgâhı olmuştu. […]Timur Sivas önüne vardı,
Sivas’ın etrafı surlar ve siperle çevriliydi, bu sırada Bayezid Boiotia ülkesinde
Levadya şehrini ve Tesalya ve Mora’nın geri kalan yerlerini hep birlikte işgal etme
teşebbüsüyle meşguldü. Buna rağmen Bayezid oğlu Orthobules 70 ’i [Ertuğrul] bir
kısım kuvvetle birlikte Sivas’ta bırakmıştı; böylece işlerini düzenlemiş ve
Yunanistan’a geçmişti, ama burada çok uzun süre kalmadı; çünkü, Timur’un gelişine
ilişkin haberler onu geri dönmek zorunda bıraktı. Bu nedenle Bayezid Anadolu’ya
geçmek için acele etti, yolda Timur’un Sivas’ı aldığını ve Keş şehrine geri
döndüğünü haber aldı. Timur, savaşçı bir birlikle günlerce yol kat ettikten sonra,

68
Nicolaos Nicoloudis, Laonikos Chalkokondyles, s. 284-287, 294-299.
69
Nicolaos Nicoloudis, Laonikos Chalkokondyles, s. 300- 303.
70
Yunanca metinde Ertuğrul : N. Nicoloudis, a.g.e., s. 308-309.

39
şehrin içindekilerin gündüzden ziyade gece savunma yaptıklarını gördüğünden,
onlara saldıramıyordu, ve dahası kentliler güçlü ve kahramanca savunma
yapıyorlardı. Bunun üzerine Timur tüneller kazmaya yöneldi ve orada hiç ara
vermeden çalışma yaptırdı, birçok birliğe dağıtılmış olan sekiz bin istihkâm askeri,
aynı zamanda orada bulunan diğer birlikler çeşitli baskınlar yapıyorlardı; diğer
kuvvetlerse önden ve ileriden karşı tüneller kazıyorlardı. Fakat onlar Timur’un
devamlı olarak çok sayıda işçiye ihtiyacı olduğundan haberleri vardı ve Timur’un
işçilerini büyük sayıda geri püskürtüyorlardı. Çok kısa zamanda şehir, kendini her
taraftan tünellerle kazılmış buldu. İçeridekilerin baskınlara karşı direndiği siperler
ve platformlar sadece kerestedendi ve hâlâ oldukça yüksek durumdaydılar,
kerestelerin tutuşturması Timur’a yardımcı oldu, aynı zamanda da surun tahrip
olmuş büyük bir kesiti yıkılıp gitti. Böylece bir gedik ve açıklık meydana geldi ve
Timur’un çok sayıda askeri burayı doluştu ve zorlayarak içeri girdi. Burada, ilk
önce, Timur’un emri üzerine erkekler kılıçtan geçirildi; daha sonra Timur, kadın ve
çocukları büyük bir meydanda toplattı. Sonra da toplananlara karşı süvarisini
serbest bıraktı, vahşi bir kıyım yapıldı, süvariler toplanan kadın ve çocukları son
ferdine kadar katlettiler. O zamanlar nüfusunun sayısı yüz yirmi bini geçen, son
derece kalabalık bir şehir olan zavallı Sivas’ın sonu böyle oldu, bir tek canlı bile
kılıcın öfkesinden kaçamadı. Sivas’ta çok sayıda cüzamlılar da bulunuyordu, Timur
onların hepsini de ölüme gönderdi. Cüzamlılarla karşılaşınca Timur, böylesi bir
salgın hastalığı taşıyarak, bunca sıkıntıyla yaşamanın sadece diğer insanlara
hastalık bulaştırmaya yarayacağını böyle yaşamaktansa şehit olmanın daha mantıklı
olacağını iddia ederek onları önemli bir karar almak zorunda bıraktı, Hülasa, bu
yerin uğradığı yıkım diğer yerlerde meydana gelmiş olan musibet ve felaketlerin
hepsini geride bıraktı. Timur’un eline canlı düşmüş olan Bayezid’in oğlu Ertuğrul’u
maiyetinde şuraya buraya dolaştırdıktan birkaç gün sonra, Timur onun da
öldürülmesi emrini verdi. Birbiri arkasınca yaşanılan bütün bu felaket ve bozgunları,
şehrin tahrip ve yıkılmasını, halkının dökülen onca kanını, çok sevdiği sevgili
oğlunun canice katlini Bayezid duydu”71.

71
Nicolaos Nicoloudis, Laonikos Chalkokondyles, s. 306-309.

40
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ANKARA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI-TİMUR MÜNASEBETLERİ

İncelediğimiz diğer Bizans kaynaklarında Timur ile ilgili bilgiler Bayezid-


Timur çekişmesiyle başlarken Khalkokondyles’in eserinde Timur’un ortaya çıkışı ve
ilk faaliyetleri hakkında bilgi verilmesinin yanı sıra Timurlu devletinin Ankara
Savaşı öncesi ve sonrası gelişimi de yer almıştır. Kafkasya’ya, Azerbaycan’a ve
İran’a yaptığı seferler hakkında bilgiler vermiştir. Özellikle “İskitler” dediği Altın
Orda devleti ile Timur’un mücadelesini, yukarıda da görüldüğü üzere, ayrıntılı olarak
işlemektedir. Timur’un mücadelelerini anlatırken karşılaştığı coğrafyaların ve
halkların kültürel yaşamı ve dini inanışları hakkında da bilgiler vermektedir.

4.1. ANADOLU BEYLERİNİN TİMUR’A SIĞINMASI

Ankara Savaşı öncesinde Osmanlı-Timurlu münasebetleri üzerine Bizanslı


kaynaklarda doğrudan herhangi bir gelişmeye yer verilmiyor. Bununla birlikte
Timurlu devletinin ortaya çıkışı Bizans kaynaklarında çeşitli yankılar bulmuştur.
Kaynaklara bakıldığında Osmanlı-Timur temaslarının başlangıcı Anadolu Türkmen
beylerinin Timur’a sığınmaları dolayısıyla olmuştur.
Bayezid ile Timur arasındaki ilk çekişmenin Timur’un Anadolu’ya
düzenlediği seferler ile başladığını söyleyebiliriz. Timur Anadolu’ya üç ayrı sefer
düzenlemiş, bunlardan ilki Irak-ı Arap (Musul, Kerkük, Bağdat) seferinin ardından
Mardin ve Diyarbakır’ı da alarak Kuzeye Altın Ordu yürüdüğü sefer kapsamındadır.
29 Ağustos 1393 yılında Timur Bağdat’ı ele geçirdikten sonra burada ki beylere ve
emirlere kendisine tabi olması için mektuplar göndermiştir. Timur’un bu yayılmacı
siyasetine karşı Sivas-Kayseri hâkimi kadı Burhaneddin, Timur'dan aldığı bu
mektubun örneklerini Osmanlı ve Mısır Hükümdarlarına göndererek durumun
ciddiyetini anlatmış ve ittifak yapılmasını önermiştir. Timur’un bu ilerleyişi bölgede
ciddi bir tehdit olarak algılanmış ve Kadı Burhaneddin’in çabalarıyla Osmanlı
Padişahı Yıldırım Bayezid, Altın Orda Hanı Toktamış ve Memluk Sultanı Berkuk’un
da katılımıyla Timur’un yayılmasını önlemeye yönelik bölgesel bir savunma ittifakı

41
oluşturmuştur72. Bölgede ittifaka katılmayan hatta Timur’un gelişinden memnun olan
beyler de vardı. Erzincan hâkimi Mutahharten, Karamanoğlu Alaaddin Bey ve
Dulkadiroğlu Sevli Bey Timur’un mektuplarına olumlu cevap verip onunla birlikte
yürüyeceklerini taahhüt edenlerdendi. Fakat Timur karşıtı bu ittifak uzun soluklu
olmamıştır. Timur’un Toktamış’ı bertaraf etmesi ve Memluk Sultanı Berkuk ile Kadı
Burhaneddin’in ölümü ittifakın kısa süre sonra dağılmasına neden olacaktır. Kadı
Burhaneddin’in ölümünden sonra Bayezid bu devletin topraklarını kendi topraklarına
kattı. Hemen ardından ise Malatya ve civarına yürüyerek bu bölgeleri de hâkimiyet
sahasına dâhil etti. Bayezid’in izlediği yayılmacı politikayı Timur’a karşı sınırlarını
koruma isteği olarak değerlendirebiliriz. Özellikle Kadı Burhaneddin’in ve
Berkuk’un ölümünden sonra oluşan siyasi boşluğu Timur veya ona yakın isimler
doldurabilirdi ve bu durum Osmanlı Devleti’nin doğu sınırı için büyük bir tehdit
anlamına gelmekteydi. Ayrıca Orta Asya’dan gelecek Timur tehlikesini defetmek
için Sivas’ın stratejik önemi büyüktü. Bayezid bu seferlerini tamamladıktan sonra
Timurlu devleti ile arasında hiçbir tampon bölge kalmamış akabinde sıcak temaslar
başlamıştır.
Kadı Burhaneddin devletini ve Malatya çevresini topraklarına katan Bayezid
Anadolu’nun siyasi birliğini tamamlamada önemli bir yol aldı. Siyasi birliği
tamamlayabilmesi için sırada Harput, Diyarbakır ile Erzincan ve Erzurum vardı.
Bayezid Erzincan Emiri Taharten’in kendisine tabi olmasını ve vergi ödemesini talep
etti. İlk Anadolu Seferinden beri Timur’un yanında yer alan Erzincan emiri ise bu
durumu Timur’a bildirdi. Timur Bayezid’e bolca tehditler içeren bir mektup
gönderdi. Khalkokondyles Osmanlı-Timurlu Münasebetlerini tam olarak bu
mektuplaşmalardan başlatmaktadır.
Khalkokondyles’e göre Türkmen beyleri Bayezid ile aynı ırktan olmalarına
rağmen Bayezid’in küstahça davranışlarına maruz kalıyorlardı. Topraklarını
ellerinden aldıktan sonra bile bu beylere kötü muameleye devam ediyordu. Anadolu
Türkmen beyleri ise çareyi Timur’a şikâyette buldular. Timur şikâyetler üzerine
Bayezid’e elçiler gönderdi fakat uzlaşma sağlamak bir tarafa Bayezid elçileri
hakaretlerle ve tehditlerle geri gönderdi. Bu vakitten sonra Timur ile Bayezid
arasındaki anlaşmazlık aşağı Anadolu’da yer alan beyleri koruma ve bu alanda etkin

72
Çetin, 2012, s. 77-79; Hayrunisa Alan, 2007, s. 61.

42
olma mücadelesine dönüştü. Fransızca zeylde bu beylerin sayısının yaklaşık olarak
yüz kadar olduğu belirtiliyor. Yazar bu vakitten sonra Timur’un hemen harekete
geçtiğini ve Sivas şehri üzerine yürüdüğünü belirtmektedir. 73 Khalkokondyles’e
benzer ifadeler 16. asırda yazılan Grekçe anonim Osmanlı Tarihin’de yer almaktadır.
Anonim tarihte de Osmanlı-Timurlu münasebetlerini Anadolu beylerinin Timur’a
sığınmasıyla başlatır. Fakat Khalkokondyles’den farklı olarak Frigya’nın bazı ufak
beyleri Bayezid ile aynı soydan olduklarından dolayı Timur’un saflarına katılmak
istemediklerinden bahsedilirim. Metinde Timur’a katılmayan ve yedi Beylikten
oluşan bu gurubun içine Kara Yusuf’ta dâhil edilmiştir. 74 Metnin devamında
Timur’un Bayezid’e gönderdiği mektupla Müslüman Anadolu Beyleri üzerine
yapılan seferlerin kabul edilemeyeceğinden ve onlardan aldığı yerleri derhal iade
etmesi gerektiğinden bahsedilir. Devam eden birkaç mektuplaşmadan netice
alınamayınca Timur Sivas üzerine yürüme kararı aldı.75
Dukas’da Osmanlı-Timur münasebetlerini Pers ülkesinden gelen, kendilerini
Pers ve Irak Sultanı Timur tarafından gönderildiklerini belirten elçilerin Bayezid’in
huzuruna çıkmasıyla başlatmıştır. Khalkokondyles’in bir iki cümleyle geçiştirdiği
olaya Dukas derinlemesine yer vermiştir. Timur’un elçilerle gönderdiği haber tam
olarak şöyle aktarılmaktadır;
“ Başkalarına ait yerleri kaparak bu yerlerle kendini büyük göstermek doğru
değildir. Allah’ın inayetiyle dinsizlerden zapt ettiğin yerler ile iktifa et; diğer
beylerden hırsızca aldığın eyaletleri kendilerine hemen iade et ki Cenabı Hak seni
affetsin ve bu beylerin şükran ve minnettarlığına mazhar olasın. Bunlar olmazsa,
beylerin intikamını ben alacağım!”76
Bayezid’in cevabı da aynı derecede ağır oldu ve elçilerin sakalları kesilerek
“şerefsiz” bir şekilde kovulmalarını emretti ve ekledi ; “Gidin bir an evvel gelmesini
efendinize söyleyin. Kendisini bekliyorum. Şayet gelmeyecek olursa, meşru
karısından boş olsun!”

73
Nicolaos Nicoloudis, Laonikos Chalkokondyles, s. 306; Laonikos Khalkokondylis, Türklerin
Tarihi Çev. Mustafa Daş, (yayınlanmamış çeviri), s. 153.
74
Şerif Baştav, 16. Asırda Yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı Tarihi, ANKARA, 1973, (16. yy
Anonim Osmanlı Tarihi), ss. 97-98, 103.
75
Baştav, 16. yy Anonim Osmanlı Tarihi, ss. 103-104.
76
Dukas, ss. 51-52.

43
Dukas’ın Timur ile Bayezid arasında farklı tarihlerdeki yazışmaları birbirine
karıştırdığını söyleyebiliriz. Dukas’ın bahsettiği yazışmalara bakacak olursak; bu
yazışmaları Bayezid’in Erzincan’ ı tehdidinden sonraki yazışmalar gibi göstermiştir.
Fakat özellikle Bayezid’in cevaben yazdığı ve “şayet gelmeyecek olursa meşru
karısından boş olsun” ifadesinin yer aldığı yazışmalar Timur’un Karakoyunlu beyi
Kara Yusuf’un akıbetini konu aldığı mektubuna cevaben gönderilmiştir.
Bayezid’in verdiği bu cevaba Zafernamelerde rastlayamıyoruz. İbn Arabşah
ise Dukas’ın yazdıklarını doğrular nitelikte bir cevaptan bahsetmektedir. Bayezid’in
cevapta onun aşağı tabakadan birisi olduğuna ve kendi ordularının gücüne değinmiş
sonunu ise eğer gelmezsen hanımların senden boş olsun şayet ben senden kaçarsam
benim hanımlarım benden boş olsun diyerek bitirmiştir. 77 Ayrıca İbn Arabşah
mektupta kadınlardan bahsedilmesinin Çağataylılara göre büyük bir suç olduğunu
dile getirir.
Dukas’ın düştüğü ikinci yanılgı ise bu dönem yaşanan gelişmelerin sırası
olmuştur. Dukas, Bayezid’in bu cevabının ardından tedbiri elden bırakmayarak
hemen Türk-Pers arazisine girerek Arıngam şehrini yani Erzincan’ı aldığını ifade
etmektedir. Fakat Bayezid Erzincan’ı Sivas’ın işgalinden önce değil bu işgale bir
cevap olarak gerçekleştirmiştir. Bu hamlesiyle savaştan çekinmediğini göstermesiyle
Ankara Savaşına giden süreçte bir adım daha ilerlenmiştir. Müellifin aktardığına
göre; Yazışmalardan sonra Timur’un Suriye üzerine hareket ettiğini haber alan
Bayezid Anadolu’ya, Bursa’ya geçerek askeri kuvvetlerini toplamıştır. Timur ise
Ermenistan’ı geçerek büyük bir şehir olan Bayezid hâkimiyetindeki Sivas’a gelerek
şehri abluka altına almıştır.78

4.2. SİVAS OLAYI

İki büyük güç arasında uzun süreden beri devam eden soğuk savaş Doğu
Anadolu’daki hâkimiyet mücadelesi söz konusu olduğunda sıcak çatışmaya dönüştü.
Bayezid’in Sivas’ı topraklarına katması ve Timur’a bağlılığını bildiren Erzincan
hâkimi Mutahharten’den vergi talep etmesine Timur’un yanıtı Sivas’ı işgal etmek

77
İbni Arabşah, Acaibu’l Makûr (Bozkırdan Gelen Bela), çev. Ahsen Batur, Selenge Yayınları,
İstanbul, 2012, ss. 288-295.
78
Dukas, s. 52-53.

44
olmuştur. Timur için bir uç karakol konumunda olan Erzincan’a yapılan tehdit
Anadolu üzerine yapılacak seferlere meşruluk kazandırmıştır. Böylelikle Timur’un
ikinci Anadolu seferi diye adlandırabileceğimiz ilerleyişi başlamış neticesinde ise
Timur ilk defa doğrudan Bayezid’in toprakları olan bir bölgeye saldırmış ve ele
geçirmiştir.
Sivas şehrinin Türk imparatorlar için önceden beri önemli bir ikametgâh ve
Batı Anadolu’ya yapılacak seferlerde harekât noktası olduğunu özellikle vurgulayan
Khalkokondyles Sivas Olayının iki temel amacının olduğunu aktarmaktadır. Birincisi
Bayezid’i boyunduruğu altına almak; ikincisi ise bu örnekle bölgedeki diğer
hâkimleri de sindirerek daha kolay boyun eğmelerini sağlamaktır.79
Timur Sivas şehrine geldiğinde güçlü bir savunmayla karşılaşmıştı. Şehir
surlarla çevriliydi ve bu surları aşmak pek de kolay görünmüyordu. Bunun üzerine
Timur surların altına lağımlar kazdırmaya başladı ve surların altına keresteler
yerleştirildi. Kerestelerin ateşe verilmesiyle de surlar yıkıldı ve Timur’un askerleri
şehre girdi. 80 Khalkokondyles surların altını kazan çok sayıdaki işçinin yanı sıra
sekiz bin istihkâm askeri ve bunlardan başka da birlikler olduğunu ifade etmektedir.
Dukas’a göre, Timur şehri savaşmadan teslim etmelerini talep etti fakat şehir
ahalisi bu talebi kabul etmeyip şehri savunacaklarını bildirdiler. Bunun üzerine
Timur şehrin surlarını kazdırdı ve altlarına kazıklar yerleştirdi. Tekrar ahaliye şehri
teslim etmelerini bildirdi fakat yine olumsuz cevap gelmesi üzerine kazıklar ateşe
verildi, şehrin surları yıkıldı. Şehre giren Timur’un askerleri katliam ve yağmalara
başladılar. Söz edilen çağrılar Timur’un şehre ve ahalisini zarar vermek istemediğini
ve bunun yollarını aradığını; ancak bir uzlaşı olmayacağını anlayınca şehri savaşarak
ele geçirdiği algısını oluşturmaktadır. Bu bilgiler Timur’un iyi niyetini göstermek
adına önemli bir veri olabilirdi. Fakat biz bu bilgilere İbn Arabşah veya Zafernalerde
rastlamıyoruz. Bu çağrılar gerçekten var olsaydı özellikle Timur yanlısı olan
Zafernamelerde Timur’un iyi niyetini göstermek adına mutlaka yer alırdı.
Her iki yazarında Sivas’ın işgalini anlatırken önemle üstünde durdukları
konu Timur’un yaptığı katliamlar olmuştur. Her fırsatta Timur’un ne kadar acımasız,
ne kadar cani olduğunun ve eşi benzeri olmayan katliamlar yaptığının altını çizmeye
çalışmışlardır. Khalkokondyles ‘in aktardığına göre o dönem 120.000’in üzerinde
79
Laonikos Khalkokondylis, Türklerin Tarihi Çev. Mustafa Daş, (yayınlanmamış çeviri), s. 154.
80
Dukas, s. 53; Khalkokondylis Türklerin Tarihi, 154; Alan, s. 68.

45
nüfusuyla kalabalık bir şehirdi burada yaşayan bir tek canlı bile Timur’un öfkesinden
kaçamamıştı. Şehre giren askerler önce bütün erkekleri kılıçtan geçirdi sonrasında ise
Timur bütün kadın ve çocuklar meydanda toplattı ve süvarilerini üstlerine saldı.
Süvariler tek bir canlı kalmayıncaya kadar kıyımlarına devam ettiler. Dukas da
askerlerin şehre girdikten sonra büyük bir katliam ve yağma yaptıklarını aktarır.
Müellifin aktardığına göre; şehrin surlarından içeriye girdikten sonra Timur şehrin en
ileri gelenlerini bir yerde toplatıp bu zavallıları hiçbir zalimin aklına gelmeyecek
işkenceler uygulayarak öldürdü. Timur birçok çukur kazdırdı. Şehrin ileri gelenlerini
domuz bağına benzer bir şekilde bağlattı ve hepsini bu çukurlara attırdı. Çukurların
üstlerine ise önce tahtalar döşetti sonra toprakla kaplattı. Böylelikle hemen
ölmeyecekler ve daha uzun süreler acı çekeceklerdi.
Çukurlara atılan bu kişilerin o dönem şehri korumakla görevli olan
Malkoçoğlu Mustafa Bey emrindeki dört bin kişilik yeniçeri garnizonu olduğu
düşünülmektedir. On sekiz günlük savunmanın ardından şehrin düşeceği
anlaşıldığında Mustafa Bey Müslüman kanı akıtılmayacağı sözü üzerine şehri
Timur’a teslim etmişti. Timur şehirdeki Müslümanlardan aman malı toplatmış bunlar
dışındakileri tutsak ettirmişti. Şehrin savunmasına katılan askerleri ise kuyulara
attırarak öldürmüştür.
Timur’un acımasızlığı söz konusu olduğunda bir diğer konu da
Zafarnamelerde ve İbn Arabşah’da rastlamadığımız Bizans kaynaklarından ise
sadece Khalkokondyles’de yer alan Sivas’taki cüzzamlıların katliamıdır. Müellife
göre Şehirde çok sayıda cüzzamlı bulunmaktaydı. Timur böyle sıkıntılarla acı dolu
yaşayarak diğerlerine de hastalık bulaştırmaktansa şehit olmanın çok daha iyi
olduğunu söyleyerek bütün cüzzamlıları öldürtmüştü. Timur’un bu hasta insanlar
üzerindeki tasarrufu ise Sivas’ta yaptığı katliamları taçlandırır nitelikteydi ve bu
yerin uğradığı yıkımı bir kez daha gözler önüne seriyordu.
Khalkokondyles bu savaş sırasında Bayezid’in oğlu şehzade Ertuğrul’un esir
düştüğü ve Timur tarafından öldürüldüğünü aktarmaktadır. Şehzadenin kibar ve
yaşına oranla hayli iyi olduğunu düşünen Khalkokondyles Bayezid’in oğlunun
ölümüne çok üzüldüğünü ifade etmiştir. Bayezid o kadar büyük bir acı içerisindeydi
ki Anadolu’ya geçtiğinde rastladığı bir çobana şu sözleri sarf etti: “Dostum çoban
senden rica ediyorum şarkının nakaratı bundan sonra şöyle olsun: zavallı Bayezid,

46
artık Sivas’ı göremeyeceksin, ne de oğlun Ertuğrul’u”.81 Anonim Tarih’te bu konuda
yine Khalkokondeyles’in etkisi görülür. Metnin yazarı teferruatlarına girmese de
Sivas’ta Bayezid’in oğlunun katledildiğinden bahseder.82 Aktarıldığı gibi Bayezid
Sivas’ı kaybettiğinden dolayı büyük bir üzüntü yaşıyor olabilir fakat
Khalkokondyles’in öldüğünü rivayet ettiği ve hakkında verdiği bilgilerin gerçekleri
yansıtmadığını belirtmeliyiz. Kadı Burhaneddin’in ölümünden sonra Osmanlı
topraklarına katıldığında Bayezid şehrin yönetimini Şehzade Ertuğrul’a değil
Şehzade Süleyman Çelebi’ye bırakmıştı. 9 Ağustos 1400’de Timur Sivas önlerine
geldiğinde ise Süleyman Çelebi Timur ile savaşmaktan çekinerek şehri terk etmişti.
Yani müellifin bu iki ismi karıştırdığını düşünsek bile Sivas’ta esir düşen bir
şehzadeden bahsetmemiz mümkün değil. Bu haber üzerine Bayezid Şehzade Çelebi
Mehmet ve Anadolu Beylerbeyi Timurtaş’ı Sivas’a göndererek şehri savunmaya
yönelik geçte olsa bir hamle yapmıştır 83 . Durumdan haberdar olan Timur da
ordusunun bir kısmını harekete geçirmiş Osmanlı kuvvetlerini Kayseri’de
karşılamıştı ve Timur’un birlikleri zafer kazanarak Sivas’a geri dönmüşlerdi. 84
Dolayısıyla Sivas’ta bahsi geçen şehzade ve bu şehzadenin karşılaştığı olayları
karşılayacak gerçek tarihi bir kişiden bahsetmemiz mümkün değildir. Büyük bir
ihtimal müellif Şehzade Ertuğrul’un 1392 Kırkdilim Savaşı’nda Kadı Burhaneddin
tarafından öldürülmesini Sivas olayıyla karıştırmaktadır.
Khalkokondyles Sivas’ın kaybedilmesinin sorumlusu olarak Bayezid’i
göstermektedir. Çünkü tüm bu olaylar yaşanırken Bayezid’in Teselya ve Mora’da
işgallerle meşgul olduğunu aktarmaktadır. Timur’un bu ilerleyişini Bayezid’in
ciddiye almadığı bir gerçektir. Doğu’dan gelen bu tehlikeye karşı önemli bir
savunma gücü sevk etmemiş ve ısrarla İstanbul kuşatmasına devam etmiştir. Timur
ise Bayezid’in aksine bütün ününü ve bölgedeki hâkimiyetini Sivas’ın alınmasına
bağlamıştı. Sivas’ı alarak hem civardaki beylerin gözlerini korkutup itaatini
sağlayacaktı hem de Bayezid’i sindirecekti. Timur’un yıkıcı emellerine Bayezid
cephesinden önemli bir savunma gelmeyişi Timur’un elini daha da güçlendirmişti.

81
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 155.
82
Baştav, 16. yy Anonim Osmanlı Tarihi, s. 104.
83
Timur’un ilk Anadolu seferi ve Sivas’ın zaptı için M. M. Alexandrescu-Dersca, La Campagne de
Timur en Anatolie (1402), s. 41-45.
84
Çetin, s. 108; Yaşar Yücel, Timur’un Ortadoğu-Anadolu Seferleri ve Sonuçları, T.T.K., 1989,
ss. 79-80.

47
Yaşar Yücel’in ifade ettiği gibi Bayezid bu tehlike karşısında İstanbul kuşatmasında
ısrar etmeyip gerekli askeri ve stratejik hamleleri yapabilseydi gelecek olan başarı
Timur’un Anadolu ilerleyişinde bir tereddüt yaratabilirdi.85

85
Yücel, ss. 79-80.

48
BEŞİNCİ BÖLÜM
ANKARA SAVAŞI

5.1. BİZANSLILARA GÖRE SAVAŞIN NEDENİ

Bizans kaynaklarında Ankara Savaşı’na doğrudan veya dolaylı olarak birçok


sebep gösterilmiştir. Doğrudan Savaşın sebebi olarak verilen bilgilerin hepsi ilahi
temellere dayandırılmaktadır. Ankara Savaşı ve Bayezid’in yenilgisi Meryem
Ana’nın Bizans halkını koruması ve Tanrının bir mucizesi olarak görülmektedir.
İlahi sebepleri ön plana çıkartan kaynakların başında Selanik başpiskoposu
Symeon’un tarihi nutku ve Anonim Metin gelmektedir. Bu kaynaklara kısmen
Dukas’ı da ekleyebiliriz. Khalkokondyles ise Ankara Savaşı için net bir şekilde
sebepler göstermese de diğer kaynaklardaki gibi savaşı ilahi sebeplere dayandırmak
yerine daha nesnel ve gerçekçi sebepleri metnin farklı farklı yerlerinde dile
getirmiştir.
Selanik Başpiskopusu Symeon’un nutku Selanik merkezli ele alınmış
olmasına rağmen Ankara Savaşı söz konusu olduğunda Selanik’in kaderinin
İstanbul’un kaderine bağlı olduğunu ve İstanbul sayesinde Selanik’inde
kurtulduğunu vurgulamaktadır. Yine Selanik merkezli bir kaynak olmasının etkisiyle
Meryem Ana’nın etkisinin yanına dini atıflarda bulunan diğer kaynaklarda geçmeyen
Aziz Dimitrios’un dualarının kabul olmasını da eklemektedir. Aziz Dimitrios
Symeon’un aktardığına göre, “O korkunç barbar” Bayezid İstanbul’a hareket edip
kenti kuşattığında şehir zaten sekiz yıldan beri acılar çekiyordu. 86 Bayezid Tanrıya,
İsa’nın saygın dinine ve kutsal klişelere saldırmaktaydı. Kötülüğün hâkimi olan
şeytanla birlikte hareket etmekteydi ve büyük bir kızgınlık içerisindeydi. Meryem
Ana’ya adanmış olan bu şehri açlık, akınlar ve kuş atma ile acımasızca yok etmek
istiyordu. Tam bu sırada Meryem ve Ana Aziz Dimitrios başka bir barbar ordusunu
harekete geçirir ve iki ordu birbirini yok eder. Böylelikle ne bir silah ne de bir asker
harekete geçmeden İmparatorluk başkenti İstanbul kurtuldu. İstanbul sayesinde de

86
Symeon İstanbul kuşatmasının başlangıç yılı olarak 1394’ü vermektedir.

49
Selanik ve diğer birçok şehir Meryem ana ve Aziz Dimitrios’un dualarıyla
kurtuldular.87
Anonim metinde de Symeon’un nutkunda olduğu gibi İstanbul içinde olduğu
durumdan ve kuşatma şartlarının ne kadar kötü olduğundan bahsedilir. Anonim
metinde aktarıldığına göre, Bayezid Kenti ele geçirmek için birçok savaş aleti
tertiplemişti. Şehrin üzerindeki büyük askeri baskıya açlıkta eklenmişti. İstanbul’un
çevresindeki bütün denizler Osmanlı hâkimiyetindeydi ve Bayezid İstanbul’a erzak
akışını keserek şehri teslim olmaya zorluyordu. Zor şartlara katlanamayan insanlar
kenti terk etmeye başladı ve çoğu düşman saflarına geçiyordu. Türkler uzun süreden
beri devam eden kuşatmayı artık daha fazla uzatmak istemiyorlardı ve kenti almak
için bütün hazırlıklarını tamamladılar. Ümitlerin tamamen tükendiği bu sırada büyük
bir mucize meydana yaşanmıştı. Timur’un Doğunun derinliklerinden Susan ve
Ektaban’dan (Türkistan) Bayezid’in üzerine yürüdüğü haberi gelmişti. Timur gibi
güçlü bir düşmanla karşı karşıya gelen Bayezid’in önceye nazaran biraz yumuşamış
olabileceğini düşünen İstanbul halkı Bayezid’ bir elçi heyeti gönderdi fakat heyet
hiçbir şey elde edemeden geri döndü. Bu vakitten sonra da İstanbul halkı Bayezid’in
Ankara Savaşı’ndaki zaferinin ardından şehri savaşmadan teslim etmeyi düşünmeye
başladılar. Halkın çaresizliğini gören İstanbul’un koruyucu Azizesi Meryem bir
mucize gerçekleştirmeye karar verdi ve düşünülenin aksine Bayezid büyük bir
bozguna uğradı. Bu şekilde Tanrı’nın merhameti ve Meryem’in çabalarıyla kent
tehliken kurtuldu.88
İstanbul halkının şehri savaşmadan teslim etme fikri Dukas’ta ve Anonim
Metin’de de yer almıştır. Dukas açlıktan dolayı bu duruma razı olan halkın aklına
Bayezid’in Anadolu’da ele geçirdiği şehirlerde yaptıkları gelince de açlığa rağmen
daha ihtiyatlı davranarak biraz daha sabretme kararı aldıklarını da eklemektedir.89
Symeon ise diğer kaynakların aksine şehirden kaçanların olduğunu belirtmekle
birlikte şehir halkının tüm zorluklara katlandığını ve İsa adına şehirde kalarak sabır
ve metanet gösterdiklerini aktarmaktadır.90

87
Ferhan Kırlıdökme Mollaoğlu, Selanik Başpiskoposu Symeon’un Tarihi Nutku (1387-1429),
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998,
(Symeon) ss. 82-84.
88
Mollaoğlu, Anonim, ss. 138-142.
89
Dukas, s. 48.
90
Mollaoğlu, Anonim, s. 87; Mollaoğlu, Symeon, ss. 82-84.

50
Dukas Sivas’ın işgalinden sonra Bayezid ile Timur arasındaki karşılıklı
hamlelerden bahsederken İstanbul halkının imparatorlarıyla birlikte gözyaşı döküp
dua ettiklerini aktarır. Bu dua kitapta şöyle yer almaktadır;
“Ey tanrımız! Biz hakir kullarına merhamet et, bizi evini ve bu evinin içinde
bulunan mukaddesatı tehdit edene, başka bir gaile başka bir meşgale, başka bir
düşünce ver ki biz onun zulmünden kurtulalım, ilelebet bir tanrıya, yani sana ve
oğluna ve Ruhü’l Kudüs’e hamt ve sena edelim. Amin!”91
Dukas Ankara Savaşı’nı anlattığı bölümde ise bu savaşı tanrının takdiri ile
meydana gelen acayip olaylar ve tanrının bir firavunu diğer bir firavuna boğdurması
olarak ifade etmiştir.92
Görüldüğü üzere her üç kaynakta Ankara Savaşı’nın yaşanmasına sebep
olarak Hristiyan-Ortodoks ilahi motiflerini öne sürmüştür. Osmanlı’nın
durdurulamayan ilerleyişi İstanbul’a dayandığında Bizans halkının gerçekten de
direnç gösterecek gücü ve bel bağlayacak ümidi kalmamıştı. Kaderlerine razı bir
şekilde sonlarını bekleyen halk için Ankara Savaşı onlar için büyük bir mucize
olmuştu. Bu durum kesinlikle koruyucu Meryem’in mucizesi ve tanrının İstanbul
halkı için iyi niyetinden başka bir şey olamazdı.
Khalkokondyles diğer kaynaklarda olduğu Ankara Savaşı’nı ne ilahi bir
misyon yüklemiştir ne de bu savaşa doğrudan bir sebep göstermiştir. Fakat metnin
farklı yerlerinde verdiği bilgileri bir araya getirdiğimizde Timur’un fetihlerine ve
Anakara Savaşı’na en mantıklı açıklamaları getiren kaynak diyebiliriz. Burada ilk
başta Timur’un fetih tutkusu göze çarpmaktadır. Khalkokondyles Timur’un Asya’yı
bir baştan bir başa fetheden ilk kişi olma arzusunda olduğunu ve bu isteği için hiç
durmaksızın harekete geçme kararı aldığını ifade etmektedir.93 Ankara Savaşı’ndan
sonra ise Avrupa’ya geçmek için hazırlık yaptığı hedefinin ise Herkül Sütunları’na94
kadar olan bölgeyi fethetmek hatta buradan da Afrika’ya geçmek olduğunu
aktarmaktadır.95 Fetih tutkusu ve büyük bir fatih olma ideali sadece Ankara Savaşı

90
Mollaoğlu, Anonim, ss. 138-142.
90
Dukas, s. 48.
90
Mollaoğlu, Anonim, s. 87.
91
Dukas, ss. 53-54.
92
Dukas, s. 56.
93
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 92.
94
Antik dönemde Cebelitarık Boğazı’nın iki yakasında bulunun sarp kayalıklara verilen isimdir.
95
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 162.

51
değil bütün seferlerinin altında yatan en önemli sebep diyebiliriz. Timur bu hedef
doğrultusunda ilerlerken ileride yapacağı seferleri ve savaşları önceden hesaplamakta
idi. Khalkokondyles tarihinin Bayezid’le ilgili bölümünde, Timur’un toprakları
ellerinden alınan Anadolu Beylerinin koruyucusu ve sığındıkları hükümdar olduğu
belirtilir: “Bundan sonra Bayezid adı geçen şehri kuşatmaya gitti. Birkaç gün süreyle
kuşattıktan sonra şehri alamadan, ordusunu toplayıp ülkesine geri döndü. Ancak
orada da fazla kalmadı Anadolu’nun diğer beyleri Aydın, Menteşe, Teke ve
Metines’e [?] karşı sefere çıktı. Bu beylerin sahip oldukları bütün topraklarını
ellerinden aldı. Toprakları ellerinden alınmış, hukuken mülklerinden ve
iktidarlarından kovulmuş bu beyler İmparator Timur’a başvurdular. Karaman ve
Alişir lakaplı Frigya beyi [Germiyan] dışında - Bayezid’in yanında yer almış olan bu
ikisinden daha sonra bahsedilecek- diğer beyler Timur’un huzuruna çıktılar. Bütün
diğerleri malları ve mülklerinden edilmiş bir vaziyette Semerkant’a gitmişlerdi.
Orada Emir Timur’un hükümeti ve sarayı bulunuyordu”96.
Khalkokondyles’in eserinden öğrenebildiğimiz kadarıyla Bayezid’in üzerine
yapacağı seferleri de önceden planlamıştı. Yazar, Timur’un hem Sivas’ı işgali hem
de Ankara Savaşı için “uzun zamandır zihninde olan planı uygulamaya koydu” diye
ifade etmiştir. Timur bu niyetini Toktamış Han üzerine 1395/1396 yılında
düzenlediği ve kendisine karşı kurulan savunma ittifakının önemli bir ayağını
ortadan kaldırdığı sefer sonrasında Bayezid’e gönderdiği mektupla da açıkça ifade
etmiştir. Mektubunda Toktamış Han’a dersini bildirdiğini söyledikten sonra geçen
sene Irak-ı Arap bölgesine gittiğinde adı sanı bilinmeyen Çerkez oğlancığına
(Berkuk) hediyeler gönderdiğini Berkuk’un ise haksız yere elçilerini öldürdüğünü
söylüyor. Dest-i Kıpçak bölgesinde işlerini yoluna koyduğundan Şam üzerine
hareket edeceğini ayrıca Sivas kadıcığının da haddini bildireceğini ifade ediyor.97
Her iki hükümdarın aşırı özgüvenleri ve cesur hamleleri de Ankara Savaşı’nın
yaşanmasında önemli bir etken olmuştur. Karşısındakinin üstünlüğünü kabul etmek
bir yana birbirleriyle savaşmaktan bile hiç çekinmemişlerdir. Timur’un Osmanlı
toprağı olan Sivas’ı işgal etmesi Bayezid’in Timur’a yakın olan Erzincan’ı tehdidi ve
sonrasında işgali bu özgüvenin açık bir göstergesidir. Bu özgüveni Khalkokondyles

96
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 93.
97
Sadettin Baştürk, “Timur’un Ortadoğu-Anadolu Seferleri Bu Seferlere Karşı Koyma Çabaları ve
Sonuçları”, History Studies, Ortadoğu Özel Sayısı, 2010, s. 19.

52
ve Dukas’ın da bahsettiği mektuplaşmalarda da görmekteyiz. Hatta özgüvenleri ve
savaşı kazanacaklarına inançları o kadar yüksekti ki Bayezid savaştan sonra
hükümdarlık parasını Timur’un ülkesini de basacağını düşünüyordu. Aynısını
Timur’da Bayezid’in ülkesi için düşünüyordu.98
Khalkokondyles özgüvenine ek olarak Bayezid’in kişiliğine aşağılanma
duygusunu ve kibirli yapısını da eklemektedir. Timur’un Anadolu’daki ilerleyişini
ifade ederken çok aşağılayıcı bir durum olduğunu ve bundan daha kötüsünü hiç
yaşamadıklarını söyleyerek yanındaki beylerin ve vezirlerin savaşa ikna etmeye
çalışıyordu. Dönemin en önde gelenlerinden birisi olan Hayrettin’in oğlu Ali 99
Timur’a karşı saldırıya geçmek yerine başka bir şekilde, barışçıl bir yoldan Timur’un
alt edilmesini tavsiye etmişti. Bayezid cevap olarak kendisinin bu mertebeye
tesadüfen ulaşmadığını, bu barışçıl teklifleri kabul edemeyeceğini söylüyordu.
Timur’un üzerine yürümekte kararlı olan Bayezid konuşmasına şöyle devam
ediyordu;
“Fatihlerin büyük çoğunluğu senin ihtiyat dediğin gevşeklik ve yumuşaklıkta
karar kılmadılar, kaderin kollarına atıldılar, coşkun kalplerle, cesaretle çarpıştılar,
sonunda da muhteşem ve güzel askeri başarılar elde ettiler. Buna karşın zorlukları
uzlaşmayla çözmeye giden diğer fatihlerin kısa süre saltanat sürdükleri her vesileyle
görülmüştür veya onların sonu bir şekilde felaketle bitmiştir”.100
Ankara Savaşı’nın önemli sebeplerinden birisi de Bizans kaynaklarının da
bahsettiği gibi Anadolu beylerinin Timur’a sığınmaları olmuştur. Bayezid Anadolu
siyasi birliğini tamamlamaya çalışırken bazı beyleri yurtların etmiş bazı beyleri de
tehdit ederek vergi vermeye zorlamıştı. Anadolu beyleri kuşkusuz Timur’u Bayezid
üzerine yürüme konusunda kışkırtıyorlardı ve Anadolu’da Timur’a rehberlik
ediyorlardı. Bu beylerin Timur’dan medet umması ise Timur’un seferine meşruluk
kazandırıyordu. Daha önce bahsettiğimiz Erzincan Beyi Mutahharten’in Bayezid
tehdidi karşısında Timur’a başvurması üzerine Timur tehditler içeren bir mektup
kaleme almıştı. Üstelik Mutahharten Timur’a sığınan tek isim de değildi.
Germiyanoğlu, Aydınoğlu, İsfendiyar Bey, Menteşeoğlu da birlikte Timur’a

98
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, ss. 163.
99
Çandarlı Ali paşa. Ayrıntılı Bilgi için bkz. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Çandarlı Vezir ailesi, T.T.K.,
1988.
100
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. ss. 163.

53
sığındılar ve durumlarını bildirdiler. Anadolu beylerinin yanı sıra Bayezid’ sığınan
Karakoyunlu Beyi Kara Yusuf ile Bağdat hâkimi Ahmed Calayir önemli bir sorun
oluşturmuştur. Timur’un İran ve Azerbaycan seferlerinde bu iki isim her zaman yerel
sorunlar olarak karşısına çıkmıştır. Timur bu bölgede egemenliği tam olarak
sağlayabilmek için bölgede yasal varisler olarak görülen bu iki ismin ortadan
kaldırılması gerektiğinin farkındaydı. Bayezid’de bu beylerin bölgedeki gücünün
farkındaydı ve bu güçlerini kullanarak Timur ile arasına bir tampon bölge kurmak
niyetindeydi. Dolayısıyla Bayezid Timur’dan kaçan bu beylerin iltica taleplerine
olumlu cevap vererek onları himayesi altına almıştır. 1401-1402 kışını geçirmek için
geldiği Karabağ’da Bayezid’in gönderdiği elçilere cevaben yazdığı mektubunda
Bayezid’e Kara Yusuf’u öldürmesini, ülkesinden kovmasını ya da kendisine
teslimini istemekteydi. İstekleri yerine getirilirse hiçbir sorun olmayacağını fakat
istekleri yerine getirilmezse Bayezid’e savaşa hazır olmasını söylüyordu. Bayezid
cevabında Allah yolunda savaştığını, ordularının gücünü ve korkusuzluğunu
anlatarak mesajını her kim yavaştan kaçacak olursa hanımlarından boş olsun diyerek
bitirmiştir.101
Buraya kadar Ankara Savaşı’nın Bizans kaynaklarında gösterilen sebeplerini
incelemeye çalıştık. Alexandrescu-Dersca, Timur’un Anadolu seferinin sebeplerini
şu başlıklar altında açıklar: Siyasi çekişmeler, Beyazid’in Anadolu’daki fetihleri,
Erzincan sorunu, Azerbaycan sorunu ve Hıristiyan güçlerin müdahaleleri 102 . Tüm
bunların dışında Ankara Savaşına bir sebep olarak Hayrunnisa Alan’ın ifadesiyle
hâkimiyet anlayışını da söylemeliyiz. Aslında bu sebep Ankara Savaşıyla birlikte iki
büyük imparatorun çekişmesinin ardında yatan ana sebeptir. Timur kendisini Cengiz
Han’ın mirasçısı olarak görmekte ve dolayısıyla onun sahip olduğu topraklarda hak
iddia etmeydi. Nasıl vaktiyle Anadolu Selçukluları İlhanlıların hâkimiyetini kabul
ettiyse Anadolu Selçukluların varisi olan Osmanlıların da kendisine itaat etmesini
istiyordu. Bayezid ise bu iddialara karşılık Anadolu’daki varlığına meşruluk
kazandırabilmek için Mısır’daki Abbasi halifesinden aldığı “Sultanü’r Rum”
unvanını öne sürmekteydi.103

101
Arabşah, ss. 288-295; Dukas ss. 51-52.
102
M. M. Alexandrescu-Dersca, La Campagne de Timur en Anatolie (1402), s. 30-40
103
Halil İnalcık, “Osmanlı Veraset Usulü ve Türk Hâkimiyet Telakkisiyle İlgisi”, A. Ü. Siyasal
Bilimler Fakültesi Dergisi, XIV, 1958, s. 79.

54
5.2. İKİ ORDUNUN ANKARA’YA GELİŞİ VE SAVAŞ ÖNCESİ
GELİŞMELER

Timur kışı geçirdiği Karabağ’da Bayezid üzerine sefere çıkmaya karar


vererek 12 Mart 1402’de 104 buradan ayrılarak Anadolu’ya yönelmişti. Bu sefere
Timur’un üçüncü ve son Anadolu seferi diyebiliriz. Bayezid de hazırlıklarını
tamamladıktan sonra doğrudan düşman üzerine yürüyüşe geçti. O Anadolu
şehirlerinin zarar görmemesi için savaşı Anadolu’dan uzakta bir yerde yapmak
istiyordu ve bunun için çok hızlı hareket ediyordu. Timur ise “ordusunu Frigya’ya
götürmek ve mümkünse savaşı orada yapabilmek için Kapadokya yolunu tuttu”.105
Timur Erzurum üzerinden Erzincan’a geldi. Kemah kalesini Fethettikten sonra
Sivas’a yürüdü. Timur’un Sivas’a gelen Bayezid’in elçileriyle gönderdiği mektup
daha önceki mektuplaşmalarda uzlaşma yolu arar gibi gözüken Timur Sivas’a gelen
Osmanlı elçileriyle gönderdiği mektubunda savaştan başka bir yol kalmadığını
söyleyerek kinini ve intikam hırsını dile getirmiştir. Ardından Bayezid’in elçilerine
ordularının büyüklüğünü gösterebilmek için resmigeçit töreni düzenledi. Ordusunun
ihtişamını göstererek son kez Bayezid’i caydırmayı deniyordu. Yola çıkacak olan
Bayezid’in elçilerinden iletmelerini istediği son mesaj şöyle olmuştu;
“Gidin Bayezid’e söyleyin, hala barış yapmak ve seninle hoş geçinmek
taraftarıyım; Taherten’in ailesini bize iade et, oğlunu bize gönder, biz ona
babasından görmediği in’am ve ihsanı yaparız, onu bir evlatlığa kabul ederiz ve Rum
memleketini sana veririz, böylece aradaki adavet ve vahşet kalkar, halk da refah ve
emniyet içinde yaşar bundan hasıl olacak sevap da bizim saltanat devrimizin
hesabına yazılır.”106
Timur’un mesajı görünürde barış istediğini dile getirse de aslında Bayezid’in
üzerine yürümek için bir bahane yaratmanın çabalarıydı. Bayezid’in bu vassallık
durumunu kabul etmesi imkânsızdı. Fakat Timur yine de bu teklifleri ileterek
Osmanlı üzerine yapacağı seferin sorumluluğunu Bayezid’e yüklemek ve seferine
meşruluk kazandırmak niyetindeydi. Anonim Tarih’te yer alan Sivas’ın zaptı

104
Şerefüddin Ali Yezdi, Emir Timur (Zafername), Çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yayınları,
İstanbul, 2013, s. 384.
105
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 156.
106
Nizamüddin Şâmi, Zafernâme, Çev. Necati Lugal, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1987, s. 301-302.

55
sırasında Timur’un Bayezid’e gönderdiği mektup da Timur’un savaş için bahaneler
ürettiğinin sorumluluğu ise karşı tarafa yüklemek istediğinin açık bir kanıtıdır.
Anonim Tarih’in yazarı Timur’un mektubunu şöyle aktarmaktadır;
“Bu esnada Bayezid’e bu beylerin ülkelerini iade etmesini, ona 2000 deve
yüklü tereyağı ve 2000 çadır vermesini, bütün hükümdarlığı dâhilinde
TAMERLANOS’un büyük bir Padişah olduğunu ilan etmesini, ne kadar akçe ve flori
bastırırsa üzerine TAMERLANOS’un adını yazdırmasını, bir oğlunu hizmet için
sarayına göndermesini, eğer bunları göndermezse veya yapmazsa kendisini büyük
bir düşman sayacağını bildiren haberler geldi. Bayezid bunları işitince ona hiçbir
cevap vermedi.”107
Timur’un topraklarına girdiğini haber alan Bayezid ordusuyla birlikte
Ankara’ya gelerek ağırlıklarının bir bölümünü burada bıraktıktan sonra Tokat’a
ilerledi. Buradaki dar geçitleri tutarak savaş için avantajlı bir pozisyon sağladı. Bu
alanda savaşmanın kendisi için dezavantaj yaratacağının farkında olan Timur
Kayseri’ye yöneldi. Kırşehir üzerinden Bayezid’in ilerleyişini haber aldıktan sonra
Timur derhal harekete geçerek Ankara’ya geldi. 108 Ankara kalesinden gelebilecek
tehlikeleri önlemek için Yakup Bey komutasındaki kaleyi kuşattı. Kalenin düşmesine
yakın Bayezid’in yaklaştığı haberini alması üzerine kuşatmayı kaldırarak Çubuk
ovasına çekildi. Bayezid’in de gelmesiyle birlikte iki ordu karşılıklı savaş
konumlarını aldılar.109
Bu hızlı ilerleyiş Bayezid’in askerlerini bitkin düşürmüştü. Üstüne bir de sert
davranışları ve gereksiz cimriliği eklenince Bayezid’in ordusunda isyanlar
başlamıştı. Fakat Bayezid çok sert yasaklar koyduğu için hiç kimse ne savaşmak
istiyordu ne de ölümü göze alarak ondan kopabiliyordu. Khalkokondyles’in
aktardığına göre; Bayezid’in Kapadokya’yı geçtiği sırada çadırları ve barakaları
deviren çok şiddetli bir fırtına olmuştu. Daha önce de böyle bir felaketin yaşandığını
hatırlayanlar bunun çok kötü bir kehanet olduğuna kanaat getirenler zafere olan
inançlarını iyice yitiriyorlardı.110

107
Baştav, 16. yy Anonim Osmanlı Tarihi, s. 104.
108
Şâmi, ss.302-303.
109
Hoca Sadettin Efendi, Tacü't-tevarih, Cilt: I, Çev. İsmet Parmaksızoğlu, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 1979, s. 263.
110
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 157.

56
Her iki hükümdarın beylerinden de savaşa karşı çıkanlar olmuştu. Fakat
hiçbiri çabalarında muvaffak olamadılar. Çandarlı Ali paşa saldırıya ısrarla karşı
çıkıyordu. Timur’u barışçıl bir yoldan, savaşmadan etkisiz hale getirmenin daha
yerinde olacağını söylüyordu. Bayezid ise gururunun da yaptığı etkiyle savaştan
kaçılmaması gerektiğini ve ancak böyle büyük bir fatih olunabileceğini düşünüyordu.
Bayezid daha Doğu Anadolu’dayken yapılan bu teklifin tekrarlanmaması için büyük
savaşı ne olursa olsun yapma kararı aldı. Bütün beylerini ve komutanlarını
toplayarak bu kararın uygulanması için emirler yağdırdı. Yine de beylerin içinde
farklı düşünen birileri çıkmıştı. Ali’nin oğlu İbrahim111 düşman ordularının gücünden
bahsederek bu şartlarda bu yerde savaşmanın Timur’un işine yaracağını söylemişti.
O sıradağlar arasında ve sarp arazilerde savaşmaktan yanaydı. Böyle yerlerde onların
gücüne kırarak kendi ülkelerine doğru kaçmalarını sağlayacaklardı ve o vakitten
sonra zafer kazanmak çok daha kolay olacaktı çünkü hepsi kendi ailesinin kaygısına
düşecekti. Fakat bu görüş de Bayezid’i ikna edememişti ki Bayezid savaş kararından
vazgeçmedi.112 Timur’un askerleri de Bayezid ile savaşmaktan çekinmekteydiler ve
gerekçe olarak şu görüşü öne sürüyorlardı;
“Yıldırım’ın hadsiz hesapsız askeri hadem ve haşemi vardır, bunlar daima
gazalarda ömürlerini geçirmişler, gece gündüz düşman karşısında boğuşmuşlar ve
bu müddet zarfında çok defa galip gelmişlerdir. Bundan maada onlar kendi
memleketlerinde asude bizim askerlerimiz ise uzak yoldan geldikleri için yorgun ve
atlarımız zayıf ve takatsiz bir halde bulunuyorlar.”113
Bu durum Timur’un ordusunda Anadolu’ya yapılacak sefer hakkında ilk
endişe değildi. Timur daha Karabağ’dan harekete geçmeden önce Timur’un beyleri
Osmanlı ordusunun büyüklüğü buna karşın kendi ordularının üç yıldır hareket
halinde olduğunu ve dolayısıyla sefer yorgunu olduklarını dile getirerek endişelerini
belirtiyorlardı. Timur askerlerinin moralini düzeltmek ve savaşa istekli hale
getirebilmek için müneccimlerine o sırada koç burcunda kuyruklu yıldız
görülmesinin ne anlama geldiğini yorumlattı. Müneccimlere göre doğudan gelen
ordu Rum topraklarını alacak ve Rum padişahı esir düşecekti.114

111
Çandarlı I. İbrahim Paşa olabilir.
112
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, ss. 158-159.
113
Şâmi, s. 303.
114
Yezdi, s. 384.

57
Kuyruklu yıldız kehanetinden Dukas’da ayrıntılı bir şekilde bahsetmektedir.
Ona göre, Ankara Savaşı öncesinde, güneşin Cevze (ikizler) burcunda olduğu sırada
ufkun kuzey tarafında fenalıklar yapılacağını evvelden haber veren bir kehanet
görülmüştü. Bu her taraftan görülen bir kuyruklu yıldızdı. Bu yıldız dünyanın birçok
115
yerinden görülebiliyordu ve sonbahara kadar gökyüzünden kaybolmamıştı.
Görülen bu yıldız Osmanlılar için felaket habercisi olarak yorumlanırken Timur bu
yıldızı ordusunu motive etmek için bir araç haline getirmişti.
Dukas’a aktardığına göre Bayezid Ankara vardıktan sonra Timur’a yakın bir
yerde ovanın ortasına çadırlarını kurmuştu ve akan nehrin suyundan ordusu için
gerekli olan suyu temin edebiliyordu. Bayezid Timur’un ordusuna ciddiye almadığını
göstermek için avlar tertip ediyordu. Bayezid avdan döndüğünde ise eski bulunduğu
yere Timur’un yerleştiğini ve artık istediği gibi nehir suyundan istifade
edemeyeceğini anladı. Susuzluktan dolayı Bayezid’in ordusunda 5.000 asker telef
olmuştu ve bu durum üzerine Bayezid savaşa hemen ertesi günü başlamanın gerekli
116
olduğuna karar verdi. Düşman ordularının su kaynaklarıyla bağlantılarını
kesmenin veya ulaşabilecekleri su kaynaklarına zarar vermenin savaş sırasında
büyük avantaj sağlayacağı kesindir. Şerefüddin Ali Yezdi’den Timur’un da bu
hamleyi kullandığını öğrenmekteyiz.117
Khalkokondyles ise savaşın bir gün öncesinde Timur’un bizzat keşif yaptığını
belirtmektedir: “Timur atına binerek olabildiği kadar hızlı biçimde Bayezid’in
kampına yaklaştı; Bayezid’in kampında olup bitenleri ve onun konumunu, muhafız
birlikleri ve nöbetçilerinin tamamını gördükten sonra bir kahkaha patlattı ve şu
sözleri söyledi: Doğrusu buradaki adamın yıldırım veya fırtına lakabını taşıması
sebepsiz değil; fakat, bunun sebebi onun dopdolu olduğu kibri ve cüreti, cesareti
değil; her şeye rağmen eğer çemberi aşarak ellerimden kendini kurtarabilirse,
Bayezid’in hızlıca kaçmayı düşünmesini umuyorum. Bana gelince ben onun uyanık
biri olduğunu düşünmüyorum, ama ne yazık ki zavallı kendisi öylesine anlayış ve
mantıktan yoksun. Bunları söyledi ve çabucak kampına geri döndü”118.

115
Dukas, s. 56.
116
Dukas, ss. 55-56.
117
Yezdi, s. 391.
118
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 38.

58
5.3. OSMANLI VE TİMUR ORDULARI

Savaş düzeni alındığında Osmanlı orduları dört büyük birlikten oluşuyordu.


Ordusunun merkezinde yeniçeri ve azep askerleriyle birlikte Bayezid bulunmaktaydı.
Kapıkulu askerleri ise merkezin yanlarını çevrelemişlerdi. Merkezin ardında
emrindeki askerlerle birlikte İsa, Musa ve Mustafa Çelebi yer alıyordu. Sağ kanatta
gelenek olduğu üzere Anadolu askerleri yer alıyordu ve idaresi Amasya Valisi
Mehmed Çelebi’ye bırakılmıştı. Sağ kanadın öncülüğünü Bayezid’in kayınbiraderi
olan Sırp Kralı Etiene Lazarevic komutasındaki yaklaşık 10.000 zırhlı Sırp askeri
üstlenmişti ve bu askerler Bayezid’in temel güvencesini oluşturuyordu.
Khalkokondyles savaş öncesinde Bayezid’in Sırp askerlerine yaptığı konuşmadan
bahseder. Buna göre Bayezid, İskender’in Hindistan’a kadar olan seferlerini
hatırlatarak kendilerinin de bu acımasız barbarın hakkından gelebileceklerini, bütün
bu gaspların ve acımasızlığın sona ereceğini söylemişti. Konuşmasına devam eden
Bayezid ardından Tanrının yardımıyla Hindistan’a kadar gideceklerini ve büyük
zenginlikler ile dönüp hayatlarının geri kalan kısmını mutlu, huzurlu bir şekilde
geçireceklerini söylemişti.119 Dukas Sırp askerlerinin sayısını 5.000 Yezdi ise 20.000
olarak verir. 120 Anonim Tarih’te hatalı olarak Sırp askerlerinin bulunduğu birliğe
Bulgarlar da eklenmiştir.121 Sol kanat Şehzade Süleyman Çelebi idaresindeki Rumeli
askerlerinden oluşmaktaydı. Osmanlı hâkimiyetinde olan Saruhan Aydın ve Karesi
sancaklarının askerleri de bu kanatta yer almaktaydı. 122 Bizans kaynaklarında yer
almamasına rağmen Osmanlı ordusunun bir diğer önemli asker kaynağı da Tatarlardı.
Şehzade Mehmed Çelebi komutasındaki sağ kanatta yer Tatarlar savaş sırasında tıpkı
Anadolu sancaklarından toplanan askerlerin yaptığı gibi taraf değiştirerek savaşın
kaderinde etkili olacaklardı. İbni Arabşah’ın aktardığına göre Timur Tarları kendi
yanına çekebilmek için onlara bir mektup gönderdi. Bu mektubunda aynı soydan
geldiklerini ve savaş sonrasında Anadolu’da onları egemen kılacağını söyledi. Bunu
gerçekleştirebilmek için de savaş sırasında kendi yanlarına geçmelerini istedi. 123

119
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 156.
120
Yezdi, s. 391; Dukas, s. 59.
121
Baştav, 16. yy Anonim Osmanlı Tarihi, s. 104.
122
Aşıkpaşazade, Aşıkpaşazade Tarihi, Çev. Necdet Öztürk, Bilge Kültür Sanat, İstanbul, 2013,
s.105; Hoca Sadettin Efendi, ss. 261-262.
123
Arabşah, s. 304.

59
Khalkokondyles Bayezid’in savaş düzenini sağ kolda Rumeli beylerbeyi sol kolda
Anadolu beylerbeyi ve ortada yeniçerilerle birlikte Bayezid yer alıyordu diyerek
basit bir şekilde aktarmıştır.
Timur’un ordusu Cengiz Han’ın kurduğu ordu düzenine dayanıyordu. Buna
göre Timur ordusunu merkez, sağ, sol ve kanatlar olarak tertiplemişti. Merkezin
idaresini bizzat Timur üstlenmişti. Merkezin sağı ve solu sadece emirlerden
oluşmaktaydı. Merkezin önündeki birlik tahtın varisi olan Timur’un torunu Emirzade
Muhammed Sultan’a bırakılmıştı. Kanatlarını idaresine ise Emirzade Miranşah (sağ)
ve Emirzade Şahruh (sol) getirilmişti. Timur’un ordusunda göze çarpan özellik
fillerin bulunmasıydı. Timur filleri giydirmişti ve üstlerine okçular ve neft-endazlar
(ateş atan askerler) yerleştirmişti. Görüntüleriyle bile düşman askerlerini oldukça
ürküten filler savaşın seyrinde belirleyici unsurlardan biri olmuştur.124
Bizans kaynakları iki ordunun asker sayıları arasında Timur’unki fazla olacak
şekilde büyük fark olduğunu söylenmektedir. Dukas rakam vermemekle birlikte
savaş sırasında bir Osmanlı askerine karşı on Moğol askeri olduğunu ifade eder.125
Khalkokondyles Osmanlı ordusunu en fazla 120.000; Timur’un ordusunu 800.000
olarak aktarır. 126 Timur’un askerlerinin sayısal olarak Osmanlı askerlerinden fazla
olduğunu söyleyebiliriz fakat bu rakamlar özellikle Timur’un ordusu için verilen
rakam oldukça abartılıdır. Günümüz tarihçilerinin verdiği rakamların hepsi birbirine
yakındır. Buna göre Osmanlı ordusu 70.000; Timurlu ordusu 160.000
civarındaydı.127

5.4. ANKARA SAVAŞI’NIN CEREYANI

28 Temmuz 1402 Cuma sabahı erken saatlerde iki ordu da son hazırlıklarını
yapıp belirlenen yerlerini almışlardı. Savaşın tam tarihine ilişkin bir bilgi çoğu
Bizans kaynağında yer almaz. Fakat buna istisna olarak Bizans Kısa Kroniklerini
gösterebiliriz. Kısa Kronikler’in çoğunda Ankara Savaşı’nın yılı doğru bir şekilde
1402 gösterilir. Şahin Kılıç’ın çevirisinde yer alan 49. ( Thessalonike Kroniği), 69.,

124
Şâmi, ss. 304-305.
125
Dukas, s.59.
126
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s.156.
127
Yücel, s. 136; Aka, Timur, s. 39; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt:1, T.T.K.
Yayınları, 1988, (Osmanlı), s. 270.

60
94-A ve 95. Kroniklerinde Savaşın tarihi tam ve doğru olarak 28 Temmuz 1402
olarak verilmiştir. Bunların haricinde hatalı olarak 1403 yılı ve bir kroniktete de 1406
yılı geçmektedir.128
Dukas savaş öncesi Timur’un ordularına olan güvenini göstermek ve onların
şevklerini arttırmak için yaptığı konuşmayı aktarır. Timur ordularına şöyle hitap
etmişti:
“ Ey mağlup olmaz kuvvetli ve yiğit askerlerim, yıkılmaz kale gibi olan ve
kolay mahvolmayan milletim! Babalarımızın eskiden yaptıkları kahramanlıkları
elbette işitmişsiniz. Elbette doğuda değil (zira bu bizim memleketimizdir) Europe’de
(Avrupa), Lybia’da ve daha doğrusu bütün dünyada Kseres ve Keyahsar’ın
Viotialılar aleyhinde yaptıkları muhabereleri bilirsiniz. Viotialılar dediğim zaman
onların ilah olan kahramanlarını kastediyorum. Bu medeni olmayan Türkler, aslanın
yanında bulunan çekirgenin aslana benzemek istemesi kabilinden adamlardır. Şimdi
av elimizdedir. Fakat dikkat ediniz bu bostan korkuluğu elimizin içinden kaçmasın,
canlı ve sıhhatli olarak tutulmalıdır ki, bunu Pers memleketine götürüp
çocuklarımıza gösterelim ve bizi karılarımızı boşama şartları ile bağlamak
istemesinin ne demek olduğunu kendisine gösterelim.
Şimdi bu görülen büyük köyün her tarafının çevrilmesini istiyorum. Ordunun
sağ kanadı çevirme hareketi yapsın. Böylece sol kanat da aynı suretle hareket etsin.
Bu suretle bütün ovayı sarınız ve çeviriniz ki düşman ortada kalsın.”129
Bu hitabete Zafernamelerde, Osmanlı kaynaklarında veya diğer Bizans
kaynaklarında rastlanmamaktadır. Her savaş öncesi hükümdarların ordularına
yönelik cesaretlendirici konuşmalar yapmaları muhtemeldir ve Timur’da böyle bir
konuşma yapmış olabilir fakat aktardığı şekilde ayrıntılı bir konuşmanın varlığı
şüphelidir. Dukas’ın konuyu ayrıntılarıyla vermesi anlattığı hikâyeler arasındaki
bağlantıları sağlamak istemesinden kaynaklanıyor olabilir özellikle “karılarından boş
olma” konusuna değinmesi bizi bu düşünceye sevk etmektedir.
İlk hamleyi Şehzade Şahruh komutasındaki birliği Bayezid’i savaşa çekmek
çarpışmaya göndererek yaptı. Savaşa başladıktan sonra kaçabilecekleri bir alan
bırakarak Bayezid’in ordusunu sarmaya başladılar. Çünkü kaçacak yerleri kalmayan

128
Şahin Kılıç, Bizans Kısa Kronikleri (Chronica Byzantina Breviora) Osmanlı Tarihinin Bizanlı
Kaynakları, İthaki Yayınları, İstanbul, 2013.
129
Dukas, s. 57.

61
Türklerin cesaretlerini tekrar toplayarak savaşı kazanmalarından korkuyorlardı. 130
Bayezid kendisini tehlikeye atmamak ve Rumeli kuvvetlerinin çembere alınmasını
engellemek için biraz uzağa çekme kararı almıştı. Rumeli kuvvetlerinin komutanı
Bayezid ile aynı görüşte değildi ve bu yüzden Bayezid komutanlarına savaşı iyi idare
edemediklerini söyleyerek hakaretler ve tehditler savuruyordu. Savaşın seyrini
değiştiren en önemli gelişme Anadolu askerlerinin Timur saflarına geçmesi olmuştu.
İlk olarak Aydınoğlu askerleri beş yüz askerle düşman saflarına katıldılar. Onları
Manisa, Saruhan Karesi ve Germiyan askerleri takip etti. 131 Savaş sırasında kendi
beylerini Timur’un yanında gören Tatarlar da Timur’un saflarına geçtiler. 132
Böylelikle Bayezid yavaş yavaş ortada kalmaya başlıyordu.133 Osmanlı ordusundaki
Sırplar diğerlerinin aksine cesur bir şekilde çarpışıyorlardı. Ellerindeki mızraklar ve
kılıçlarını kullanarak savaşa dengeyi getirmişlerdi. Ancak çevirme altında olan
Sırplar bir süre sonra dayanamayarak savaş alanını terk ettiler. Bozgun haline görüp
savaşı kazanamayacaklarını anlayan Şehzade Süleyman Çelebi diğer birlikler gibi
savaş alanından kaçıp Bursa’ya doğru yol aldı. Daralan çemberin içinden kaçmayı
başaran Bayezid Yeniçerilerle birlikte ovanın ortasında bulunan bir dağa çıktı.
Burada Timur’un askerleri onu köşeye kıstırdılar. Etrafını çevreleyen askerler ona
Timur’un kendisini beklediğini söyleyerek atından indirip başka bir ata bindirdiler ve
Timur’un huzuruna götürdüler.134
Khalkokondyles Bayezid’in esir düşüşünü biraz daha farklı anlatmaktadır.
Onun anlattığına göre; Osmanlı askerleri savaş alanında bozguna uğradıktan sonra
askerler ve Arap atına binen Bayezid olanca gücüyle kaçıyorlardı. El ve ayakları gut
hastası olduğundan Bayezid özel bir binek kullanıyordu. Bir akarsu kenarına
geldiğinde yorulan atı su içmek için durdu. Atı soğumuştu ve onu harekete geçirmesi
bir daha mümkün olmadı. Böylece takipte olan Timur askerleri onu yakaladılar ve
Timur’a götürdüler.135

130
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s.161.
131
Dukas, s. 57.
132
Aşıkpaşazade, ss. 105-106.
133
Yezdi ve Şami Timur’un zaferine gölgelememek için saf değiştiren askerlerden bahsetmezler.
savaşın cereyanı ile ilgili tüm kaynakların ayrıntılı tahlili için M. M. Alexandrescu-Dersca, La
Campagne de Timur en Anatolie (1402), s. 68-79.
134
Dukas, s. 59.
135
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 162.

62
Timur savaş alanındaki bozgundan sonra Bayezid’i esir almadan önce aynı
kandan aynı ırktan olanları esir etmenin doğru olmayacağını düşünerek askerlerine
düşmanlardan hiçbirinin esir alınmamasını sadece mallarının alınarak serbest
bırakılması emrini vermişti. Dukas bu uygulamanın aynı dine mensup olanlar arsında
geçerli olduğunu ve dededen toruna geçen bir harp âdeti olduğunu söyler. Üstelik bu
âdeti Rumlar değil Persler, Trakyalılar ve Moğollar da uyguluyorlardı. 136
Büyük bozgundan sonra Timur’un eline düşen ikinci isim Bayezid’in oğlu
Musa oldu. Khalkokondyles’in aktardığına göre Timur Bayezid’in ölümüne kadar
nereye giderse Musa’yı da yanında götürdü ve ona karşı her zaman onurlu bir şekilde
davrandı.137

5.5. BAYEZİD’İN TUTSAKLIĞI

Bayezid’in getirildiğini haber alan Timur hemen çadır kurulmasını emretti.


Dukas’ın aktardığına göre; oğluyla birlikte çadıra girdiler ve satranç oynamaya
başladılar. Timur’un askerleri Bayezid’i üstü başı toz içinde ve bitkin bir halde
çadırın önüne getirdiler. Timur’a methiyeler düzdükten sonra Bayezid’in bağlı
olarak karşısında bulunduğunu söylediler. Satranç ile meşgul olan Timur dönüp
askerlerine bakmadı bile. Bu hareketiyle Bayezid’e karşı olan bütün kin, öfke ve
nefretini saklayarak güya onun esaretine önem bile vermediğini göstermeye
çalışıyordu. Askerlerin ikici seslenişinde onlara dönerek “Harp etmek için karşısına
çıkmayacak olursak karılarımızdan boş olacağımızı bir müddet evvel söyleyen adam
bu mudur?” diye sordu. Bayezid “benim!” diye cevap verdi ve devamında kendisinin
de bir bey olduğunu beyler hakkındaki merasimlere uyulması gerektiğini hatırlattı.
Bu vakitten sonra Timur Tanrıdan başkasının canını alamayacağı sözünü vererek
onun için çadırlar hazırlattı ve istirahat etmesini söyledi. Çadırların etrafını 1.000
asker koruyordu. Çadırının etrafına hendekler kazdırdı ve bu hendeklerin dışına da
5.000 nöbetçi asker koydurdu.138

136
Dukas, s. 58.
137
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 162-163.
138
Dukas, s. 60.

63
Bayezid Timur’dan gerekli iyiliği ve saygıyı görüyordu. İstediği gibi yiyip
içebiliyor hatta onuruna ziyafetler veriliyordu. Böylelikle kısmen katlanabilir bir
esaret yaşıyordu. Ta ki başarısız bir kurtarma operasyonuna kadar.
Bayezid’in oğullarından şehzade Mehmed savaşın Timur’un lehine
139
sonuçlanacağını görünce maiyetini alarak firar etmişti. Şehzade Mehmed
babasının tutsak edildiği haberini alınca harekete geçti ve onu kurtarmak için lağım
kazdırmaya başladı. Fakat gece nöbetçilerinin durumu fark etmesi üzerine
amaçlarında muvaffak olamadan lağımcılarla birlikte kaçtılar. Askerler Bayezid’in
çadırına vardıklarında Bayezid’i ve Rumeli Beylerbeyi Hoca Firuz Ağa’yı yerlerinde
buldular. Sabah olduğunda Timur’un huzuruna çıkarıldılar. Timur onlara türlü
küfürler ve tehditler savurdu ve Firuz Ağa’yı idam ettirdi. Bu olaydan sonra
Bayezid’i çok daha ağır tutsaklık günleri bekliyordu. Timur nöbetçilerini arttırdı,
geceleri ise tedbiri elden bırakmamak için boynuna zincir, ellerine kelepçe taktırdı.140
Bayezid’in tutsaklığı ve Timur’un ona karşı davranışlarını Khalkokondyles
biraz abartılı şekilde anlatmaktadır. Ona göre Timur Bayezid’e çok kötü hakaretlerde
bulunmuş ve onu küçük düşürmeye çalışmıştır. Böyle davranmasının sebebi olarak
da Bayezid’in savaş öncesindeki hakaretlerini ve kendi soyunu asil temellere
dayandırırken Timur’unkini aşağılaması göstermiştir. Khalkokondyles’in söylediğine
göre; bu konuşmalarından ardından Timur Bayezid’i kafes biçiminde bir sandığa
koyarak ordunun alay etmesi ve aşağılaması için bütün kampı gezdirmiştir. 141
Bayezid’in bu şekilde demir kafeste teşhir edildiği ve aşağılanmaya çalışıldığı
algısına yol açan şeyler Başarısız olan kurtarma operasyonundan sonra esaret
şartlarının ağırlaştırılması ve bir yerden bir yere giderken kafesli bir tahtırevan
üzerinde taşınması olmuştur. 142 Bayezid’in tutsaklık şartlarının çok güç olduğuna
dair bilgiler Anonim Tarih’te de geçmektedir. Timur ileri gelen adamları yemeğe
davet ettiğinde bağlı bir şekilde Bayezid’i de getirtti ve uşaklarına emrederek önüne
kemikler attırdı. Hele ki başarısız kurtarma operasyonundan sonra Timur’un kötü

139
Khalkokondyles kurtarma operasyonunu yapanları Bayezid’in bazı komutanları olarak verir.
140
Dukas, ss. 60-61.
141
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, ss. 164.
142
Johann Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Cilt:1, Çev. Nilüfer Epçeli,
Yeditepe Yayınevi, 2011, s. 282.

64
muamelesi iyice arttı. Anonim Tarih’te anlatılana göre Timur Anadolu’da dolaştığı
sırada atına Bayezid’in sırtına basarak inip binmiştir.143

5.6. SAVAŞ SONRASI ANADOLU’DA TİMUR FAALİYETLERİ

Timur savaşın yapıldığı alanda sekiz gün kaldı ve bu süre içinde Timur’un
askerleri Anadolu’nun birçok yerine seferler düzenledi. Çanakkale boğazına kadar
her yeri tarumar ederek ilerlediler. Zaferin ilk günlerinden sonra Timur asıl
birlikleriyle birlikte Kütahya’ya geçerken askerleri akınlara, yağma ve talan devam
ediyorlardı. Anadolu’ya yapılan akınlar arasında belki de en önemlisi Osmanlıların
eki başkenti olan Bursa’ya yapılandır. Şehzade Süleyman’ın savaş sonrası bu şehre
kaçması ve Osmanlı’nın eski başkenti olması Timur’un buraya olan ilgisini
arttırmıştı. Timur torunu Muhammed Sultan’ı beraberinde askerlerle hem Şehzade
Süleyman’ı yakalamak hem de Bayezid’in hazinelerini ele geçirmek için Bursa
üzerine gönderdi. 144 Bursa’ya geldiklerinde Şehzadeyi yakalayamamış olsalar da
önemli sayılabilecek ganimeti ele geçirdiler ve şehri yağmalayıp birçok esirle birlikte
Timur’un huzuruna döndüler. Bu esirler arasında Bayezid’in cariyeleri en kıymet
145
verdiği eşi olan Sırp Prensi Lazar’ın kızı [Olivera Despina] da vardı.
Khalkokondyles bu konuda yine Bayezid’e karşı Timur’un bitmek tükenmek
bilmeyen öfkesinden ve aşağılama isteğinden bahseder. Müellifin aktardığına göre;
Bayezid’in çok sevdiği eşi Lazar’ın kızını Bayezid’in gözü önünde şarap servisi
yapmaya ve kadehini doldurmaya zorlamıştı. Alt tabakadan türemiş biri olan Timur
böylelikle doğuştan hak sahibi olan Bayezid’i aşağılayarak onun gururunu ayaklar
altına alırken kendi büyüklüğünü ispatlama çalışıyordu.146
Dukas, Timur’un Anakara Savaşı sonrasında Anadolu’da izlediği yolu tarif
ederken çeşitli yerlerini ele geçirmek için gönderdiği birliklerin izledikleri yolları
Timur’un kendisi geçmiş gibi anlatmaktadır. Buna göre; Timur geçtiği her yerde
asmak, yakmak ve canlı canlı mezara koymak gibi ağır işkenceler uygulayarak
Bursa’ya geldi. Bursa’yı ve çevresini yağmaladıktan sonra Frigia’ya geldi. Burada

143
Baştav, 16. yy Anonim Osmanlı Tarihi, s. 106.
144
Yezdi, ss. 397-398.
145
Dukas, s. 60.
146
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 164.

65
bulunun bütün köyleri de yağmaladıktan sonra Edremit ve Asos’u geçerek
Bergama’ya geldi. Sırf altın ve gümüş toplamak maksadıyla buralarda da
işkencelerine devam eden Timur Sipilo dağındaki Manisa’ya geldi. Buradan sonraki
durağı ise Rodos Şövalyelerinin elindeki İzmir oldu.147

5.7. İZMİR’İN FETHİ

Anadolu’nun tek Hristiyan parçası olarak kalan İzmir’in alınışı dönemin


bütün kaynaklarında yer almıştır. Timur şanı-şöhreti için ve Osmanlı devletini
dağıttıktan sonra oluşması muhtemel “gaza faaliyetlerini durdurdu” algısına zemin
vermemek için İzmir’in alınışına özel bir önem vermişti. Nitekim Timurlu
kaynaklarının olayı anlatırken de bu önemi gösterdiğini görüyoruz. Timur’un İzmir’i
alışına Timurlu kaynakları gibi Bizans kaynakları da ayrı bir önem göstermiş, olayı
ayrıntılarıyla aktarmışlardır. Dukas’ın aktardığına göre; Timur’un Batı Anadolu’ya
ilerlemesiyle birlikte çevre şehirlerin Hristiyan halkından birçok kimse bu kaleye
iltica etmişti. Çünkü bu kalenin alınamayacağını düşünüyorlardı. Aslında bunu
düşünmekte de haksız değillerdi. Bayezid Anadolu beylerinin yerlerini sırayla
ellerinden alırken, Avrupa’da hâkimiyet sahasını genişletirken Rodos Şövalyelerinin
elindeki İzmir kalesini yıllarca alamamıştı. Timur ilk önce kalenin teslimi istedi fakat
şövalyelerin kaleyi teslim etmek istememesi üzerine Timur planını uygulamaya
başladı. 148 Timur denizden gelen yardımları durdurmak için İzmir Limanı’nın
kapatılmasını düşünmüştü. Askerlerine ertesi günü her birinin bir taş alarak limanı
ağzını doldurmalarını emretmişti. Sabah başlanılan işin öğlen tamamlandığını
aktaran Dukas denizin doldurulması işine askerlerin sadece 1/10 hatta 1/100’nin
katıldığını söyleyerek Timur ordusunun ne kadar büyük olduğunu göstermeye
çalışmıştır. Bu şekilde Limanın ağzını geçen Timur’un askerleri kalenin etrafına
kazılan hendeğe gelmişti. Şövalyelerin oklarıyla kaleyi savunmaya başlamalarıyla
hendeklerin içi Timur’un askerleriyle dolmuştur ve arkadan gelenler onların üstüne
basarak geçmiş ve merdivenler vasıtasıyla kalenin surlarına tırmanmaya

147
Dukas, s.61.
148
Zafernamelerde Timur’un önce elçiler gönderip kaledekileri Müslümanlığa davet ettiğini şayet
bunu kabul etmeyecek olurlarsa ancak cizye ve haraç ödeyerek kurtulabileceklerini söylediği aktarılır.
Yezdi, s. 403; Şami, s. 318.

66
başlamışlardı. Surlara çıkan askerler düşüp ölenler ister kardeşi olsun ister babası
olsun dönüp bakmazlardı. Tek amaçları kaleye zafer bayrağını diken ilk kişi olmaktı.
Kaleye çıkan askerler şövalyeleri kovalamaya başladılar ve şövalyeler akropole
yanaştırdıkları gemilere binerek kaçıp gittiler. Sonrasında Timur esirleri bir yerde
toplatarak –bunlar karı ve çocuklarıyla beraber 1.000 kadardı- hepsinin kafalarının
kesilmesini emretti. Bu kellerden bir taş yüzü dışarıya bakmak şartıyla bir baş
dizerek kule inşa ettirdi.149
Khalkokondyles Timur’un İzmir kalesinin surlarını aşabilmek için iki farklı
yöntemi bir arada kullandığını ifade eder. Birincisi Timur’un Sivas kuşatması
sırasında da kullandığı lağım kazarak surları büyük keresteler üzerine aldıktan sonra
keresteleri ateşe verip surları yıkmaktır. Timur’un İzmir kalesini yıkmak için bu
yöntemi kullandığı dönemin çoğu kaynağında da yer almaktadır. Khalkokondyles’e
göre Timur’un kullandığı ikinci yöntem ise çark adını verdiği gelişmiş kuşatma
kuleleriydi. Birbirine bağlı birçok çemberden oluşan bu çarkların içinde surlara
tırmanmak için çarklar da bulunuyordu. 200 kişi alabilen bu çarklarla askerler hem
surun dibine kadar götürülüyor hem de merdivenler vasıtasıyla hiç zarar görmeden
surlara tırmanabiliyorlardı. 150 Timur’un İzmir kalesini almak için mancınıklar ve
lağımcılardan faydalandığını diğer kaynaklardan öğrenebiliyoruz. Fakat bu sırada
kuşatma kuleleri kullandığı diğer Bizans kaynaklarında veya Timurlu kaynaklarda
yer almamaktadır. Kadı ki İzmir kalesinin kara taraflarının büyük hendeklerle çevrili
olduğunu düşünürsek Timur’un kuşatma kalelerini surlara kadar getirebilmesi pek
mümkün görünmüyor.
Timur İzmir’in alınmasına en az Ankara Savaşı kadar önem vermişti. Çünkü
böylelikle hem Hıristiyan âlemine hem de Müslüman âlemine mesajlar veriyordu.
Müslümanlar nazarında gaza faaliyetlerini durdurduğu algısını yok ederek uzun
yıllardır alınamayan Anadolu’nun son Hristiyan parçasını Türklüğe kazandırıyordu.
Böylelikle de İslam’ın öncüsü rolünü üstlendiğini gösteriyordu.151
Bu sırada Khalkokondyles Timur’un Avrupa’ya geçmek için hazırlıklar
başlattığını söyler. Ona göre Timur’un hedefi Bütün Avrupa’yı fethetmekti hatta

149
Dukas, ss.61-63.
150
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 164.
151
Timur’un İzmir kuşatması için bkz: M. M. Alexandrescu-Dersca, La Campagne de Timur en
Anatolie (1402), s. 80-85; Vehbi Günay, “Emir Timur İzmir’de”, 1402 Ankara Savaşı Uluslararası
Kongresi (Yıldırım-Timur) Bildiri Kitabı, T.T.K, Ankara, 9-12.10.2012, s. 595-614.

67
buradan da Afrika’ya geçip geniş ve güzel ülkeleri imparatorluğuna kattıktan sonra
sarayına dönecekti.152 Timur’un İzmir’i aldıktan sonra Rumeli’ye geçmek amacında
olduğu bilinmektedir. Zira Bizans imparatoru Manuel’e gönderdiği mektubunda
Rumeli’ye geçmek için yirmi kadırga hazırlamasını istemişti.153 Fakat Timur hiçbir
zaman Avrupa’yı fethetme düşüncesinde olmadı. Psikolojik harbi çok iyi uygulayan
Timur Batı’da sadece bir korku yaratarak durumdan istifade peşindeydi. Nitekim
Timur’un mektubu karşısında afallayan Bizans imparatoru İstanbul’a da bir hareket
yapılacağı korkusuyla elçiler ve armağanlar göndererek Timur’a bağlılığını
bildirmişti.154
Bizans kaynaklarına göre buradan sonra Timur Asya’nın iç kesimlerinden
gelen haberlerden dolayı Asya’ya geri dönme kararı aldı. Hatta bu haberlerle ilgili
Khalkokondyles Hintlilerin Timur’a başkaldırdıklarını, Keş şehrine gelip burayı
yağmaladıklarını ve artık vergi vermeyeceklerini söylediğini aktarır. Bundan
dolayıdır ki Timur fazla düşünmeden aceleyle Keş’e dönme kararı almıştı.155
Timur İzmir kalesini yıktırdıktan sonra etraftaki Foça gibi ufak kent
beylerinin biat ve haraçlarını aldıktan sonra 30 gün kalacağı Ayasuluğ’a geçti. Bütün
beylerini ve komutanlarını buraya çağırdı. Burada kaldı sürede etraftaki köyleri ve
kasabaları zapt ederek hepsini yağmaladı. Ardından Milas’a geldi. Dukas’ın
değimiyle geçtiği yerleri çöle çeviren Timur’un ordusu Milas’tan sonra ordunun geri
kalanıyla buluşacağı Akşehir’e geldi. Burası Bayezid’in hastalık, sıkıntı ve
uğraşılardan dolayı hayata gözlerini yumduğu yer olacaktı. Dukas birçoklarının
aksine Bayezid’in hastalıktan dolayı ölmediğini, zehir içerek intihar ettiğini iddia
eder. Bayezid nasıl ölürse ölsün ağır esaret şartlarının çok ağır geldiği kesindir.
Dolayısıyla ölüm sebebine Halil Çetin’inde dediği gibi esaret demek gerekir. 156
Dukas’ın söylediğine göre; Timur Bayezid’in ölmesini istemiyordu. Çünkü onu
memleketine götürerek böyle mühim bir canavarı ele geçirdiğini herkese göstermek

152
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 165.
153
Aka, Mirza, s. 26.
154
Hüseyin Salman, “Ankara Savaşı’ndan Sonra Timur’un Batı Anadolu’daki Faaliyetleri”,
Ölümünün 600. Yılında Emir Timur ve Mirası Uluslararası Sempozyumu Bildiriler, Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, İstanbul, 26-27.05.2005, s.
183-184.
155
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 165.
156
Çetin, s. 180.

68
istiyordu. Bu yolla onu itibarsız bir şekilde öldürmek istiyordu. 157 Zafernamelerde
Dukas’ın verdiği bilgilerin tam terslerine rastlıyoruz. Şöyle ki; Timur Bayezid’in
ölmesini kesinlikle istemiyordu. Hatta Mevlana İzzeddin Mesud Şirazi ve Mevlana
Cemaleddin Arap gibi ünlü tabipleri iyileşmesi için hizmetine sunmuştu. Ayrıca
Timur’un amacı Anadolu’nun tamamını fethettikten sonra tekrar Bayezid’e vermekti.
Bu yolla bütün âleme kılıcının ucuyla memleketler bağışlayan büyük bir Emir
olduğunu gösterecekti.158
Bayezid’in ölüm döşeğindeyken son isteği cesedinin kendi topraklarına
defnedilmesiydi. Timur Bayezid’in bu isteğini yerine getirerek cenazeyi Şehzade
Musa’ya teslim etti. Musa cenazeyi alarak Bursa’ya getirdi ve yaptırılan türbeye
defnetti.159

5.8. ANKARA SAVAŞI’NIN SONUÇLARI

Tarihin gördüğü en büyük savaşlardan biri olan Ankara Savaşı bir taraf için
tam bir hezimet ve parçalanma olurken diğer taraf için kesin bir zafer ve bölgenin
geleceğini istediği gibi tayin etme fırsatı olmuştur. Fakat savaşın sonuçları
Anadolu’da uzun sürecek köklü değişiklikleri getirmemiştir. Nitekim Osmanlı kısa
süre sonra toparlanarak Anadolu’daki ve Balkanlardaki fetihlerine kaldığı yerden
devam ederek cihan imparatorluğu halini almıştır. Bu durumun sebebini savaşın
sonuçlarından ziyade sebeplerinde aramak gerekir.160
Cengiz Han’ın varisi sıfatıyla onun mirasını canlandırmak Timur’un en
büyük emeli olmuştu. Bu amaç doğrultusunda İran’a, Azerbaycan’a ve Deşt-i
Kıpçak’a düzenlediği seferlerinden sonra yönünü Anadolu’ya çevirmişti. Timur’un
Anadolu’ya saptığı seferleri de bu emelin bir parçası olarak değerlendirmemiz
gerekmektedir. Nitekim Ankara Savaşı’ndan sonra Anadolu’yu baştanbaşa geçip
tarumar ederek Cengiz mirasının son halkası olan Çin’e yönelmiştir. Ankara Savaşı
öncesinde yaşanan ve Bizans kaynaklarında da aktarılan Doğu Anadolu’daki nüfuz
mücadelelerini bu savaşın başat sebebi olarak gösterirsek yanılmış oluruz. Bunlar iki

157
Dukas, s. 64.
158
Şâmi, ss. 322-324; Yezdi, ss. 406-407.
159
Dukas, s. 65; Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 165.
160
Çetin, s. 185.

69
büyük hükümdarı savaş alanına çeken, bardağa taşıran son damlalar olmuştur.
Ankara Savaşı’nın temeline de yine Timur’un büyük imparatorluk ve liderlik
emellerini koymamız yerinde olacaktır.
Ankara Savaşı’ndan önce Bayezid Osmanlı topraklarını Tuna’dan Fırat’a
kadar genişletmiş ve Anadolu siyasi birliğini tamamlamada sona yaklaşmıştı.
Balkanlardaki gaza faaliyetlerine devam ederken İstanbul’u uzun yıllar abluka
altında tutarak İstanbul fatihi olmaya yaklaşmıştır. Fakat Ankara Savaşı’yla
Bayezid’in Anadolu politikası âdete çökmüş, beylikler yeniden ihya olmuş ve kalan
topraklarda şehzadeler arasında mücadele başlamıştı. Böylece Osmanlıların
Balkanlardaki ve Anadolu’daki önlenemeyen ilerleyişi Doğu’dan gelen Timur ile elli
yıl geriye atılmıştı161.
Ankara Savaşı öncesinde Anadolu’yu fethe başlayan Timur savaş sonrasında
Anadolu’nun batısını yönelerek buradaki zenginliklerden istifade etmeyi
sürdürmüştür. Batı Anadolu’daki seferleri arasında Bizans kaynaklarında da
ayrıntılarıyla anlatılan İzmir’in Rodos Şövalyelerinden alınmasının ayrı bir önemi
vardır. Anadolu’nun son Hıristiyan parçasını alarak Hıristiyan dünyasına gözdağı
vermiştir. Bunun yanında Bayezid’i bertaraf ettikten sonra oluşması muhtemel “gaza
faaliyetlerini durdurdu” algısını yok etmeye çalışmıştır.
Timur Anadolu’dan ayrılmadan önce arkasında ona tekrar rakip olabilecek bir
güç oluşmasını istemiyordu. Güçlü tek bir devletin varlığından ise kendine bağlı
dağınık yerel güçlerin ortaya çıkması imparatorluğunun güvenliği açısından
önemliydi. Bu doğrultuda Bayezid’in topraklarını elinden aldığı beylere eskisinden
daha fazla topraklar vererek Anadolu beylerini yeniden canlandırdı. 162 Anadolu
beylerine ait toprakları kendilerine bıraktıktan sonra geri kalan Osmanlı topraklarını
da her birine bağlılıklarını ifade eden kemer, külah ve hilat göndererek şehzadeler
arasında paylaştırdı. Düzmece Mustafa olarak anılacak olan Şehzade Mustafa’yı da
yanında Semerkant’a götürdü. Timur’un İzmir’i muhasarası sırasında elçiler
vasıtasıyla bağlılığını bildiren Şehzade Süleyman’a Rumeli topraklarında, İsa
Çelebi’ye Balıkesir ve Bursa civarında, Mehmed Çelebi Amasya’da, Musa Çelebi de
İsa Çelebiyi çekilmeye zorlayarak yine aynı topraklarda Timur’un izniyle hükümdar

161
Feridun Emecen, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikleri Dünyası, Kitabevi Yayınları,
İstanbul, 2010, s. 47.
162
Khalkokondyles, Türklerin Tarihi, s. 165.

70
olmuşlardır. 163 Böylelikle Osmanlı Fetret Dönemi diye anılan şehzadeler arasında
taht mücadelelerinin yaşandığı on bir yıllık kargaşa dönemine girdi. 164 Böylelikle
Timur arkasında endişelenmesini gerektirecek, kendisine rakip olabilecek bir rakip
bırakmadan Semerkand’a dönebilirdi. Toktamış’tan sonra Memluk ve Osmanlı
tehlikelerini bertaraf eden Timur’un Anadolu’da güçlü bir otorite kurmak yerine
kendine bağlı birbirleriyle mücadele eden yerel güçler yaratması burada kalıcı
olmadığını göstermesi açısından önemlidir.
Timur’un Anadolu’dan elde ettiği kazanç sadece siyasetle sınırlı değildi.
Özellikle Ankara Savaşı’ndan sonra Anadolu’dan topladığı aman paraları,
yağmaladığı şehirler ve ele geçirdiği ganimetler onun için önemli bir zenginlik
kaynağı oluyordu. Timur ele geçirdiği yerlerden çok büyük gelir sağlarken buralarda
karşılaştığı âlimleri de mahiyetine katıyordu. Neticede Anadolu kıtlık ve sefaletle
boğuşurken Timur’un buradan götürdüğü maddi-manevi ganimetler Timur
Rönesans’ına kaynaklık edecekti.
Ankara Savaşı’nın Bizans İmparatorluğu için sonuçları çok daha önemli
olmuştur. Savaşın hemen ertesinde Timur’un Konstantinopolis’e karşı
yürüyebileceği endişesi ortaya çıktı. İzmir’in zaptı ve Rodos şövalyelerinin dize
getirilmesi bu endişeleri daha da arttırdı. Fakat kısa süre sonra Timur’un Anadolu’yu
terk etmesi Bizans’ın korkularına da son verdi. Osmanlı padişahı Bayezid’in
Anakara’da bozguna uğraması ve Timur’un Anadolu’yu terk etmesi Bizans için
kurtuluş oldu. Bilindiği üzere savaş öncesinde Yıldırım Bayezid, uzun zamandan beri
kuşatmakta olduğu Konstantinopolis’i düşürmek üzereydi. İşte tam bu sırada
Bizans’ın kurtarıcı olacak olan Timur Anadolu’ya gelerek Bizans’ın imdadına
yetişmişti. Savaşın sonucunu Bizanslılar tarafından nasıl göründüğünü Anonim
Anlatının başlangıç cümlesi çok aylın biçimde ifade etmektedir: “Pek dindar Efendi
Manuel Palailogos devrinde İsa’yı doğuran fevkalade mukaddes (Meryem)
tarafından gerçekleştirilen mucize hakkında alıntı. O zaman ki, yüce kent (İstanbul)
Türkler tarafından zapt edilme tehlikesi içinde bulunmaktayken Pers(Timur) ansızın
Türklerin üzerine yürüdü ve Galatya’nın Ankara mevkiinde vuku bulan savaşta
Türklerin ordusu bozguna uğratıldı ve onların hükümdarı Bayezid esir alındı. Kent
de, İsa’yı doğrudan fevkalade mukaddes ve edebi bakire Meryem’in İnayetiyle
163
Uzunçarşılı, Osmanlı, ss. 283-284.
164
Dukas Fetret Dönemi ile ilgili geniş bilgiler vermektedir. Dukas, ss. 65-76.

71
topyekun özgürlüğüne kavuştu ve yakın zamanda gerçekleşmesi tehdidi altında
bulunduğu korkulardan kurtuldu”165.
Ankara Savaşı’nda Bayezid’in bozgunu Bizans cephesinde büyük sevinçle
karşılanmıştı. Bu sevinç özellikle Anonim anlatıda coşkulu bir şekilde dile getirilir:
“İşlediğimiz günahlardan dolayı kâfir Agaren halkı Romalıların topraklarına
saldırdılar. Her türlü engeli aşacak kadar çok güçlü olan bu barbarlar, her yönden
Doğu’daki Romalıların topraklarına hücum ettiler. Muazzam büyüklükteki Roma
ülkesi küçücük hale geldi, Romalılar bu topraklarda boyun eğen duruma düştüler.
Daha sonra Avrupa’ya geçen barbarlar Trakya’yı, Makedonya’yı yağmalayıp, istila
etti. Rastladıkları herkesi yok ettiler ve köleliğe sürüklediler. Agarenlerin kumandanı
Bayezid’in zalimlik ve dinsizlikte eşi yoktu. Tanrı’nın hikmeti, bizim dindarlıkta ve
erdemlilikte eşi benzeri olmayan İmparatorumuz Manuel Palaiologos ona boyun
eğmişti. O sırada Romalıların imparatorluğundan geriye sadece Konstantinopolis
şehri kalmıştı. Agarenlerin Anadolu’daki yayılmasına hizmet etmek için kafirlerin
yanında İmparator Manuel binbir çilelere katlanmıştı. Sayısız hakaretlere uğramış,
kendi şehirlerine taarruz etmek zorunda bırakılmışt.ı166 Buna rağmen kötülükler ve
zulümler bitmeyince İmparator şehrin kapılarını kapadı ve savaşa hazırlandı. Bize
hiç çıkış yolu bırakılmadı. Şehre yapılan saldırılara kıtlık, açlık da eşlik etti. Buğday
ve her türlü yiyecek yokluğu dayanılmaz hale gelince, düşmana kaçanlar dahi
görüldü. İçinde bulunduğumuz felaket dayanılmazdı ve hiçbir şekilde tasvir
edilemezdi. Dindar imparator yardım umuduyla Avrupa’ya İtalya’ya, Fransa’ya
gitti. Açlığa, çaresizliğe dayanamayan halkın çoğu düşmana gitti. Denizden ya da
karadan kaçanları düşman köle yapıyordu. Artık düşmanlar fırsatın geldiğini, sekiz
yıldan beri sürdürdükleri kuşatmanın sonuç vereceğini, şehrin halkla birlikte ellerine
düşeceğini umut ediyordu. Ama Tanrı’nın kararı başkaydı. Tuzaklarını başlarına
çevirdi. Tanrı’nın annesi Meryem’in yardımı ve mucizesi ifade edilemez. Doğu’nun
derinliklerinden Sus ve Ekbatana’dan İskit Timur’u gönderdi. Bizim şehrimizi işgal
etmek üzere olan Agarenlerin şefi Bayezid, ona karşı yürümek zorunda kaldı.
Kuşatılmışlık, açlık, umutsuzluk içinde kıvranan Konstantinopolis halkı kölelikten
kurtuldu. Bayezid’in kalbi yumuşadı, elleri boş şehri bıraktı. İskit Timur, Sarmatlar

165
Paul Gautier, “Un récit inédit du siège de Constantinople par les Turcs (1394-1402)”, Revue des
Etudes Byzantines, 25, (1965), s. 100; Mollaoğlu, Anonim, s. 129.
166
Alaşehir kast edilmektedir.

72
ve İskitlerden oluşan ordusuyla Ankara’da kamp kurdu. Kibir ve ihtiras içerisinde
Bayezid’e karşı ölümüne düşmanlık besliyordu. Tanrım ne büyüksün!bir barbar
diğer barbarı yok etti. Bir kafir diğer dinsizi oğullarını beylerini bozguna uğrattı.
İskitler Bayezid’in ordusunu tamamen imha ettiler ve çarpışmanın içersinde Bayezid
ölüme yaklaştı. Hırisityanların başına getirdikleri felaketleri İskitler Agarenlere
yaşattı. İşte Tanrı’nın lütfu, şehrimizi böyle kurtardı. Hatta Bayezid’in oğulları
imparatorumuzun ayaklarına kapanarak yardım dilemek zorunda kaldılar”167.
Ankara savaşının yıl dönümünde yani 28 Temmuz 1403 tarihinde Demetrius
Chrysoloras’ın yaptığı bir şükür duası da yazılı metin olarak bize kadar ulaşmıştır.
Bu dua metni de Anakara Savaşı öncesi ve sonrasında Bizans kamuoyunun
duygularını yansıtması bakımından önem taşımaktadır. Burada tıpkı Anonim
Anlatıda olduğu gibi Bizans’ın kurtuluşu Hz. Meryem’in bir mucizesi olarak
sunulmakta ve Meryem’e şükür duaları edilmektedir: “Sen büyüksün, sen azizsin
genç bakire! Senin kudretin, şefaatin göklerdeki ve yerlerdeki her şeyin üstündedir.
Hangi övgü senin yüceliğini ifade etmeye yeter? [….] Bize karşı bir düşman her
türlü kötülüğü yaptı ve sen onların hepsini boşa çıkardın. Kafasını kaldırmıştı, sen
mucizevi şekilde onu aşağıladın. Bize her türlü hakaret ve iğrençlik için ağzını
açmıştı, sen o hakaretleri ona çevirdin. Büyük canavar bize tuzaklar kurdu, sen bir
örümcek ağı gibi onun tuzaklarını bozdun. Senin halkını soymak istedi, kendisi ilk
olarak soyguna uğradı. Roma İmparatorluğunun tacını devirmek istedi, kendisi
şanının yerle bir olduğunu gördü. İmansız gözlerini şehrimizin üzerine çevirmişti ve
o karanlıklar içinde kayboldu. Şehre karşı yürüdü ve kendi ayakları bugün felç oldu.
En kara fikirleri düşündü, kendisinin kötü ruhu şeytanların eline düştü […]”168.
Ankara Savaşı’nın asıl galibinin Bizans İmparatorluğu olduğunu söylemek
abartı olmasa gerektir. Bizans hem kuşatmadan kurtuldu, hem kaybettiği bazı kent ve
toprakları geri aldı hem de Osmanlı şehzadeleri için destek aranacak bir merkez
haline geldi. Bu sonuç Bizans kaynaklarında duygusal ifadeler dışında tarihi
yönleriyle fazla izah edilmez.

167
Paul Gautier, “Un récit inédit du siège de Constantinople par les Turcs (1394-1402)”, ss. 100-117.
168
Paul Gautier, “Action de Graces de Démétrius Chrysoloras à la Théotocos pour l’anniversaire de la
Bataille d’Ankara (28 Juillet 1403), Revue des Etudes Byzantines, 19, (1961), s. 340-357.

73
SONUÇ

Dönemin iki büyük gücü arasında gerçekleşen üstünlük mücadelesini İslam


devletleri arasında yaşanan en büyük savaşlarından birisi diyebiliriz. Osmanlı-
Timurlu devleti arasındaki ilk münasebetlerden bu savaşa kadar olan safhada birçok
diplomatik yazışma olmuştu. Bu yazışmalarda göstermelik de olsa uzlaşmanın yolları
aranırken her iki hükümdarında haklı gururları bu yolları kapatan en büyük faktör
olmuştu. Cihan imparatoru olma iddiasında olan iki büyük devlet adamının
hâkimiyet sahaları Doğu Anadolu’da kesiştikten sonra onları Anakara Savaşı’na
kadar sürükleyen birtakım nüfuz mücadeleleri yaşanmıştı. 28 Temmuz 1402
tarihinde sabahın erken saatlerinde başlayan mücadele akşamın karanlığı çöktüğünde
Osmanlı Devleti için tam bir bozgun halini aldı. Savaş sonrasında Timur’un askerleri
ve Anadolu’nun her yerine dağılarak hesapsız ganimetlerle elde ettiler. Timur
Anadolu’yu bir baştan bir başa geçtikten sonra aman paralarıyla, vergilerle ve
ganimetlerle zengin bir şekilde Semerkant’a dönerken arkasında Anadolu Türk
birliğini temelinden sarsan bir siyasi manzara bırakmıştı. Osmanlı’nın Tuna’dan
Fırat’a kadar genişlettiği merkezi devletinin Anadolu sahasında eskiden olduğu gibi
Beylikler güçlenmişti. Geri kalan topraklar ise Timur tarafından bağlılıklarını
bildirmek şartıyla dört şehzade arasında pay edilmişti. Böylelikle Osmanlı on bir yıl
sürecek kardeş kavgasının kucağına düşüp, Timur, Çin seferine giderken arkasında
rakip olarak göreceği bir güç bırakmamıştı. Savaşın sonuçları Osmanlı ve Timurlu
devletleri nazarında ne kadar önemliyse Bizans İmparatorluğu nazarında da bir o
kadar önemliydi. Ankara Savaşı’nın hemen öncesinde Osmanlı Devleti’nin toprakları
Balkanlarda ve Anadolu’da geniş sınırlara ulaşmıştı. Bu sınırların doğal merkezi
konumunda İstanbul bulunmaktaydı. Bayezid topraklarının merkezinde bulunan
İstanbul’u almak için uzun yıllar uğraşmıştı. Nihai sonuca yaklaştığı ve Bizans
cephesinde ümitlerin tükendiği sırada doğudan gelen bir güç Bayezid’e dur diyecekti.
Bizans, Timur’un galibiyeti sayesinde Osmanlı tehlikesinden kurtulmuştu. Bizans
İmparatorluğu’na elli yıl bir ömür daha veren Timur, Bizanslılar için Meryem’in
mucizesi ve Tanrının inayetinden başka bir şey olamazdı.
İncelediğimiz Bizans kaynaklarında Osmanlı Devleti ve Ankara Savaşı ile
ilgili önemli bilgiler veriliyor. Özellikle Dukas ve Khalkokondyles’in olayları iyi

74
tahlil ettiğini söyleyebiliriz. Her iki müellif de yaşanan olayı basitçe Tanrının lütfu
olarak tanımlayan Selanik Başpiskoposu Symeon’un Tarihi Nutku’ndan ve Anonim
Metin’de yer alan bilgilerden farklı olarak, savaşın öncesinde ve sonrasında yaşanan
gelişmeleri ayrıntılı şekilde aktarmıştır. Doğu Anadolu’daki nüfuz mücadelesini ve
bölgedeki yerel güçlerin kışkırtmalarını her iki müellif de kaçırmamıştır. Savaşın
ardından Timur’un Anadolu’daki faaliyetleri de her iki müellifte teferruatlı bir
şekilde yer almıştır. Bayezid’in eşinin ele geçirilmesi ve İzmir’in fethi oldukça ilgi
çekmiştir. Bizans kaynaklarında Bayezid ile ilgili bütün gelişmeler doğal olarak yer
alırken Timur ile ilgili bilgiler Osmanlı-Timurlu münasebetleriyle başlatılmıştır.
Bunun istisnai örneği olarak Khalkokondyles’i söyleyebiliriz. O Timur’un ortaya
çıkışına ve nasıl büyük bir güç olduğu konusuna önem veren tek Bizanslı tarihçidir.
Ankara Savaşı’na dönecek olursak; İncelediğimiz kaynaklarda savaşın
nedenlerine dair iki farklı bakış açısı görüyoruz. Birincisi Selanik Başpiskoposu
Symeon’un ve Anonim Metin’in başı çektiği ilahi görüştür. Bu guruba kısmen
Dukas’ı da ekleyebiliriz. Onlara göre savaşın tek nedeni vardı ve oda Aziz
Meryem’in İstanbul’u kurtarma çabaları ve Tanrının inayeti. Khalkokondyles savaşı
bu kadar net olarak ilahi sebeplere bağlamaktan kaçınmıştır. Onun savaş öncesinde
yaşananları anlatırken savaşa sebep olarak daha mantıklı açıklamalar getirdiğini
söyleyebiliriz. İncelediğimiz kaynakların hepsinde her iki hükümdarın büyük
cesaretinden ve gururlarından bahsedilmektedir. Bunu da kaynakların savaşın
sebebine dair ortak paydası olarak verebiliriz.
Kaynaklar Bayezid söz konusu olduğunda oldukça olumsuz ifadeler
kullanılıyor. Anonim Metin’de inançsız ve ahlaksız olarak ifade ediliyor; kötülük
bakımından diğer tüm insanlardan üstün olduğu vurgulanıyor. Dukas ise Bayezid’i
şehvetine düşkün biri olarak tanımlıyor. İncelediğimiz Bizans kaynakları içerisinde
Bayezid’e karşı en olumsuz ve aşırı ifadeleri kullanan Selanik Başpiskoposu
Symeon’un Nutku’nda rastlıyoruz. O Bayezid’den bahsederken korkunç, barbar,
dinsizlerin satrapı, canavar vb. sıfatları sıkça kullanıyor. Osmanlının hâkimiyet
sahasını Bizans topraklarında sürekli genişlettiğini ve Bayezid’in İstanbul’u uzun
yıllar abluka altında tutuğunu hatta şehri almaya çok yaklaştığını düşünürsek Bizans
kaynaklarındaki bu ağır ifadeleri anlamlı bir zemine oturtabiliriz. Fakat Bayezid
hakkındaki bu olumsuz görüşlere Rum halkının da katıldığı şüpheli bir durumdur.

75
Kaynakların bizzat aktardığına Rum halkı Bayezid’in İstanbul’u almasına çoktan razı
olmuşlardı. Ankara Savaşı’ndan sonra yaşanan Fetret Devri’nde özellikle
Balkanlarda Osmanlı aleyhine hiçbir ayaklanmada bulunmamaları bu görüşü
destekleyen başka bir realitedir.
Ankara Savaşı, Bayezid’in tutsaklığı ve ölümü Bizans cephesinde büyük bir
sevinçle karşılanmıştı çünkü Timur sayesinde üzerlerindeki büyük baskıdan
kurtulmuşlardı. Bu durumda Bizans kaynaklarından beklenen Timur’dan övgüyle
bahsetmeleri olurdu. Fakat Bizans kaynakları bunun tam tersine Bayezid gibi
Timur’a da oldukça ağır ifadelerle anmaktadırlar. Deyim yerindeyse Timur’un
hakkını teslim etmemektedirler. Khalkokondyles Timur’un hükümdar olmadan
önceki hayatından bahsederken beceriksiz bir hırsız ve çete reisi olarak ifade eder.
Ayrıca Timur’un büyük bir sapkın olduğu söyler ve sapkınlığını ifade ederken
fahişelerle olan ilişkisini tasmasından kurtulup tavşan sürüsü üstüne koşan vahşi
hayvanlara benzetir.
Bizans kaynaklarında Timur’un çok zalim olduğu, daha önce hiç görülmemiş
işkenceler ve katliamlar yaptığı ortak bir algıdır. Timur’un Sivas’ta yaptığı
işkenceleri hem Khalkokondyles hem de Dukas tarihin gördüğü en büyük kıyım
olarak nitelendirmiştir. Her iki müellifinde önemle üzerinde durduğu bir başka
katliam da İzmir’de yaşanmıştı. Dukas’ın kesik başlardan yapılan kuleyi tarihi
burada yapılan katliam boyutlarını çizmesi açısından önemlidir.
Kaynaklarda oldukça olumsuz bir Timur imajının çizilmesinin altında yatan
sebep müelliflerin Timur’a ve Anakara Savaşı’na bakış açılarıdır. Onlara göre Tanrı
Timur’u sadece Bayezid’i bertaraf etmek için bir kırbaç gibi kullanmıştı. Dolayısıyla
Bizans ilahi idarenin ihsanı ile kurtulmuştu.
Anonim Metin’de Timur’un ölümünün kesinlikle bir rastlantı olmadığı
vurgulanmaktadır. Metne göre; Tanrı Timur’u Bayezid’i yok etmek için bir vasıta
olarak kullandıktan sonra onun kötülüğünün öncekinden de fazla olduğunu görünce
onu da yok etmiştir. Sanırım Anonim Metin’de geçen bu ifadeler Bizans
kaynaklarının Anakara Savaşı’na bakışını özetleyen en güzel ifadelerdir.

76
KAYNAKÇA

Aka, İsmail. Mirza Şahruh ve Zamanı (1405-1447), T.T.K. Basımevi, 1994.

Aka, İsmail. Timur ve Devleti, Ankara, T.T.K. Yayınları, 2014.

Alan, Hayrunisa. Bozkırdan Cennet Bahçesine Timurlular 1360-1506, Ötüken,


İstanbul, 2007.

Alkan, Mustafa, Ferdi Gökbuğa. “Timur’un Anadolu’daki Yolu: Anadolu Günlüğü”,


1402 Ankara Savaşı Uluslararası Kongresi (Yıldırım-Timur) Bildiri Kitabı,
T.T.K., Ankara, 9-12.10.2012.

Altındal, Aytunç. Türk İmparatorluğu’nun Yıkılışına Dair Kehanetler Kitabı,


Destek Yayınları, Ankara 2007.

Arabşah, İbni. Acaibu’l Makûr (Bozkırdan Gelen Bela), çev. Ahsen Batur, Selenge
Yayınları, İstanbul, 2012.

Aşıkpaşazade. Aşıkpaşazade Tarihi, Çev. Necdet Öztürk, Bilge Kültür Sanat,


İstanbul, 2013.

Ayönü, Yusuf. Katalanların Anadolu ve Trakya’daki Faaliyetleri (1302-1311),


Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir, 2009.

Baştav Şerif. “Türk tarihi bakımından Dukas’ın Eserinin Değeri”, Türk Kültürü
Araştırmaları, Cilt: 2, sayı: 1-2, 1965.

Baştav, Şerif. “Laonikos Halkondilas”, Türk Kültürü Araştırmaları (Prof. Dr.


İbrahim Kafesoğlu’nun Hatırasına), Ankara, 1985.

Baştav, Şerif. 16. Asırda Yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı Tarihi, ANKARA,
1973.

Baştürk, Sadettin. “Timur’un Ortadoğu-Anadolu Seferleri Bu Seferlere Karşı Koyma


Çabaları ve Sonuçları”, History Studies, Ortadoğu Özel Sayısı, 2010.

77
Bildiri Kitabı, 1402 Ankara Savaşı Uluslararası Kongresi (Yıldırım-Timur).
T.T.K., Ankara, 9-12.10.2012.

Çetin, Halil. Timur’un Anadolu Seferi ve Ankara Savaşı, Yeditepe Yayınevi,


2012.

Daş, Mustafa. “Bizans Kaynaklarında Timur İmajı”, Tarih İncelemeleri Dergisi,


Cilt: 20, Sayı: 2, 2005, s.46.

Delilbaşı, Melek. “Türk Tarihinin Bizans Kaynakları”, Kogito, İstanbul, sayı: 17,
Kış, 1999.

Dersca, M. M. Alexandrescu. La Campagne de Timur en Anatolie (1402),


Variorum Reprints, London, 1977.

Diehl, Charles. Bizans İmparatorluğunun Tarihi, Çev. A. Gökçe Bozkurt, 2.


Baskı, İlgi Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2010.

Dukas. İstanbul’un Fethi Dukas Kroniği, çev. V. Mirmiroğlu, Kabalcı Yayınevi,


2012.

E. Gregory, Timothy Bizans Tarihi, Çev. Esra Ermert, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2008.

Emecen, Feridun. İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikleri Dünyası, Kitabevi


Yayınları, İstanbul, 2010.

Gautier, Paul. “Action de Graces de Démétrius Chrysoloras à la Théotocos pour


l’anniversaire de la Bataille d’Ankara (28 Juillet 1403), Revue des Etudes
Byzantines, 19, (1961), s. 340-357.

Gautier, Paul, “Un récit inédit du siège de Constantinople par les Turcs (1394-
1402)”, Revue des Etudes Byzantines, 25, (1965), s. 100-117.

Günay, Vehbi. “Emir Timur İzmir’de”, 1402 Ankara Savaşı Uluslararası Kongresi
(Yıldırım-Timur) Bildiri Kitabı, T.T.K., Ankara, 9-12.10.2012, s. 595-614.

78
Hoca Sadettin Efendi, Tacü't-tevarih, Cilt: I, Çev. İsmet Parmaksızoğlu, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1979.

İnalcık, Halil. Devlet-i Aliyye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2008.

İnalcık, Halil. Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Çev. Ruşen Sezer,
Yapı Kredi Yayınları, İstanb ul, 2006.

İnalcık, Halil. “Osmanlı Veraset Usulü ve Türk Hâkimiyet Telakkisiyle İlgisi”,


A. Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi Dergisi, XIV, 1958.

Kayalı, Yalçın. “Timur’un Hindistan Seferi”, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler


Dergisi, Sayı: 6, Ekim 2014.

Kayapınar, Levent. “Osmanlı Uç Beyi Evrenos Bey Ailesinin Menşei, Yunanistan


Coğrafyasındaki Faaliyetleri ve Eserleri”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi Journal of Social Scierces, cilt: 2004-1, sayı 8, 2004,
s.133-142.

Kayapınar, Levent. “Yunanistan’da Osmanlı Egemenliğinin Kurulması”, Türkler,


cilt. IX, Ankara, 2002.

Khalkokondylis, Laonikos. Türklerin Tarihi, Cilt: III, Çev. Mustafa Daş,


(yayınlanmamış çeviri).

Kılıç, Şahin. Bizans Kısa Kronikleri (Chronica Byzantina Breviora) Osmanlı


Tarihinin Bizanlı Kaynakları, İthaki Yayınları, İstanbul, 2013.

Levtchenco M. V. Bizans Tarihi, çev. Maide Selen, Doruk Yayınları, İstanbul,


2007.

Mollaoğlu, Ferhan Kırlıdökme. Selanik Başpiskoposu Symeon’un Tarihi Nutku


(1387-1429), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, 1998.

Mollaoğlu, Ferhan Kırlıdökme. “Laonikos Chalkokondyles’in Hayatı ve Tarihi”,


Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırmaları ve Uygulama Merkezi
Dergisi, sayı: 21, 2007.

79
Mollaoğlu, Ferhan Kırlıdökme. “Sultan I. Bayezid Dönemine Ait Grekçe Bir Anlatı”,
Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi,
sayı 24, 2008.

Nicoloudis, Nicolaos. Laonikos Chalkokondyles. A translation and Commentary


of the “Demonstration of Histories” (Books I-III), Athens, 1996.

Ostrogorsky, Georg. Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, 7. Baskı, T.T.K.
Yayınları, Ankara, 2011.

Salman, Hüseyin. “Ankara Savaşı’ndan Sonra Timur’un Batı Anadolu’daki


Faaliyetleri”, Ölümünün 600. Yılında Emir Timur ve Mirası Uluslararası
Sempozyumu Bildiriler, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi, Tarih Bölümü, İstanbul, 26-27.05.2005, s. 183-184.

Schreiner, Peter. Die Byzantinischen Kleinchronikon, Österreichische Akademie


der Wissenschaften, Wien, 1975.

Sfrancis, Yorgios Chronicon Minus, çev. L. Kayapınar, İstanbul 2009.

Şâmi, Nizamüddin. Zafernâme, Çev. Necati Lugal, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1987.

Uzunçarşılı, İsmail Hak”kı. Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu


Devletleri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1969.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. Osmanlı Tarihi, Cilt:1, T.T.K. Yayınları, 1988.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. Çandarlı Vezir ailesi, T.T.K., 1988.

Yezdi, Şerefüddin Ali. Emir Timur (Zafername), Çev. D. Ahsen Batur, Selenge
Yayınları, İstanbul, 2013.

Yücel, Yaşar. Timur’un Ortadoğu-Anadolu Seferleri ve Sonuçları, T.T.K., 1989.

Zinkeisen, Johann Wilhelm. Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Cilt:1, Çev. Nilüfer


Epçeli, Yeditepe Yayınevi, 2011.

80

You might also like