You are on page 1of 305

INTERNATIONAL SYMPOSIUM

ON MULTIDISCIPLINARY ACADEMIC
STUDIES

ULUSLARARASI MULTİDİSİPLİNER AKADEMİK


ÇALIŞMALAR SEMPOZYUMU

29 Haziran – 01 Temmuz 2018 June 29 - July 1, 2018


Berlin/Almanya Berlin / Germany

Tam Metin Bildiriler Kitabı

EDİTÖRLER
Prof. Dr. A. Şevki DUYMAZ
Doç. Dr. Mim Sertaç TÜMTAŞ
Emina KIJEVCANIN
İmtiyaz Sahibi / Publisher • Gece Kitaplığı
Genel Yayın Yönetmeni / Editor in Chief • Doç. Dr. Atilla ATİK
Proje Koordinatörü / Project Coordinator • B. Pelin TEMANA
Editör / Editors • Prof. Dr. A. Şevki DUYMAZ
Doç. Dr. Mim Sertaç TÜMTAŞ
Emina KIJEVCANIN
Kapak & İç Tasarım / Cover & Interior Design • Cenk MUTLU
Sosyal Medya / Social Media • Arzu ÇUHACIOĞLU

Birinci Basım / First Edition • © EKİM 2018 / ANKARA / TURKEY


ISBN • 978-605-288-649-6

© copyright
Bu kitabın yayın hakkı Gece Kitaplığı’na aittir.
Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, izin
almadan hiçbir yolla çoğaltılamaz.

The right to publish this book belongs to Gece Kitaplığı.


Citation can not be shown without the source, reproduced in any way
without permission.

Gece Kitaplığı / Gece Publishing


Adres / Address: ​Kızılay Mah. Fevzi Çakmak 1. Sokak
Ümit Apt. No: 22/A Çankaya / ANKARA - TURKEY
Telefon / Phone: +90 312 384 80 40

Gece Akademi / Gece Academy


Adres / Address: Meşrutiyet Mah. Atatürk Bulvarı Bulvar Palas Çarşısı
İş Merkezi
C Blok No: 141/127
Çankaya / ANKARA / TURKEY
Telefon / Phone: +90 555 888 24 26

web: www.gecekitapligi.com
e-mail: gecekitapligi@gmail.com
gecekademi@gmail.com

Baskı & Cilt / Printing & Volume


Sertifika / Certificate No: 26649
INTERNATIONAL SYMPOSIUM
ON MULTIDISCIPLINARY ACADEMIC
STUDIES

ULUSLARARASI MULTİDİSİPLİNER AKADEMİK


ÇALIŞMALAR SEMPOZYUMU

29 Haziran – 01 Temmuz 2018 June 29 - July 1, 2018


Berlin/Almanya Berlin / Germany

Tam Metin Bildiriler Kitabı

EDİTÖRLER
Prof. Dr. A. Şevki DUYMAZ
Doç. Dr. Mim Sertaç TÜMTAŞ
Emina KIJEVCANIN
ÖNSÖZ VE TEŞEKKÜR
Günümüz dünyasında yaşanan gelişmeler, bilim dünyası-
nı geleneksellikten uzaklaştırarak, disiplinler arası çalışmaları
öne çıkaran bir sürece doğru evirmiştir. Disiplinlerin kendi
çalışma alanlarının ve uzmanlaşmalarının getirdiği bilgi bi-
rikimi ve yoğunluğunun, bilimsel ortamda birleştirilerek ve
etkileşimleştirilerek tartışılması, bilimsel bilginin niteliğini
arttırmaktadır. Etkileşim içerisinde olmayan ve keskin sınır-
lar içinde araştırma yapan disiplinler, kendini tekrarlama ve
farklı olay ve olgular arasında ilişki kuramama gibi durumlara
düşebilmekte ve yeni fikir ve kavramların oluşmasını ve yeni
stratejiler geliştirilmesini sekteye uğratabilmektedir.

Çok alanlı olarak kavramsallaşan “multidispliner” söz-


cüğü bugün bilimsel platformların ana temasını oluşturur
hale gelmiştir. Bu bağlamda Stratejik ve Sosyal Araştırmalar
Dergisi ve Sakarya Üniversitesi destekleriyle 29 Haziran – 01
Temmuz 2018 tarihleri arasında Berlin/Almanya’da Ulusla-
rarası Multidisipliner Akademik Çalışmalar Sempozyumu
(IMASES I), fen, sağlık ve sosyal alanda yer alan çok sayıdaki
bilim insanının katılımı ile başarılı bir şekilde gerçekleştiril-
miştir. Elinizdeki bu kitap sempozyumda birbirinden değer-
li akademisyenlerin sunduğu tebliğlerden oluşmaktadır. Bu
kapsamda kitapta, fen, sağlık ve sosyal bilimlerin farklı alan
ve konularında yer alan bilimsel çalışmalar yer almaktadır.

Uluslararası Multidisipliner Akademik Çalışmalar Sem-


pozyumu’nun düzenleme kurulunda ve bilim kurulunda yer
alan bilim insanlarına, buradan bir kez daha ayrı ayrı teşekkür
eder, katılımları ile destek veren değerli bilim insanlarına da
şükranlarımızı sunarız.

Saygılarımızla

Prof. Dr. A. Şevki DUYMAZ


Doç. Dr. Mim Sertaç TÜMTAŞ
Emina KIJEVCANIN
Sempozyum Kurulları

Düzenleme Kurulu Başkanı


Doç. Dr. Meriç ERASLAN, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye

Düzenleme Kurulu
Prof. Dr. Ayten ÇELEBİ KESKİN, Kırıkkale Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ahmet ÇAYCI, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Gulmira SULTANGALIEVA Al-Farabi Kazakh National
Universty, Kazakistan
Prof. Dr. Levent BAŞAYİĞİT, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Afşin GÜNGÖR, Akdeniz Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Ahmet Yüksel, Cumhuriyet Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Aiunur NOGAYEVA L. N. Gumilyov Eurasian National
University, Kazakistan
Doç. Dr. Aynur KADİMALİYEVA, Azerbaijan State University of
Economics, Azerbaijan
Doç. Dr. Abdullah Şevki DUYMAZ, Süleyman Demirel Üniversitesi,
Türkiye
Doç. Dr. Esma İGÜS, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Ali KARAMAN, Mehmet Akif Ersoy Üniver-
sitesi, Türkiye
Öğr. Gör. Andrea STOIAN KARADELİ, Sakarya Üniversitesi, Türkiye

Sempozyum Sekretaryası
Arş. Gör. Serdar CEYLAN, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi,
Türkiye
Bilim Kurulu
Prof. Dr. Abdulgani ARIKAN, Selçuk Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Abdulkadir DÜNDAR, Ankara Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ahmet AKBAŞ, Mersin Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ahmet YARAMIŞ, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Atila GÜL, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ayten ÇELEBİ KESKİN, Kırıkkale Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Azmi YETİM, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Bahattin YAMAN, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Bahtiyar ÖZÇALDIRAN, Ege Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Bilal SÖĞÜT, Pamukkale Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Bilge HÜRMÜZLÜ KORTHOLT, Süleyman Demirel
Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Erdal ESER, Cumhuriyet Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Erdal KENDÜZLER, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Faruk ALAEDDİNOĞLU, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi,
Türkiye
Prof. Dr. Fatih KILIÇ, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Gulmira SULTANGALIEVA Al- Farabi Kazakh National
Universty, Kazakistan
Prof. Dr. Haluk BODUR, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. İbrahim Attila ACAR, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. İhsan BULUT, Akdeniz Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. İsmail KAYAĞİL, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Levent BAŞAYİĞİT, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Mehmet GÜNDOĞDU, Mersin Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Mehmet ÖZHANLI, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Mehmet Sezai TÜRK, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Mesut DOĞAN, İstanbul Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Musa Kazım ARICAN, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Mustafa ÇOLAK, Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Mustafa MİDİLLİ,  Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi,
Türkiye
Prof. Dr. Nakış KARAMAĞARALI, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ömer ŞENEL, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Rana VAROL, Ege Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ramazan ARMAĞAN, Celal Bayar Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Serdar SALMAN, Marmara Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Sema ALAY ÖZGÜL, Marmara Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Seyfettin ÇAKMAK, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Suat KOLUKIRIK, Akdeniz Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Şefika Gülin BEYHAN, Süleyman Demirel Üniversitesi,
Türkiye
Prof. Dr. Şemsettin KILINÇARSLAN, Süleyman Demirel Üniversi-
tesi, Türkiye
Prof. Dr. Turgay BİÇER, Marmara Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ümit AKÇA, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye,
Prof. Dr. Yasin TUNCER, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Yusuf CİVAN, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Yüksel METİN, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Zafer GÖKÇAKAN, Kıbrıs İlim Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Zakir AVŞAR, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ziya Gençel, Akdeniz Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Abdullah Şevki DUYMAZ, Süleyman Demirel Üniversitesi,
Türkiye
Doç. Dr. Ahmet Hulusi DİNÇOĞLU, Mehmet Akif Ersoy Üniversi-
tesi, Türkiye
Doç. Dr. Aysel ÇİMEN, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Aiunur NOGAYEVA L. N. Gumilyov Eurasian National
University, Kazakistan
Doç. Dr. Aynur KADİMALİYEVA, Azerbaijan State University of
Economics, Azerbaijan
Doç. Dr. Bilge Ayça POLAT BECKS, Mehmet Akif Ersoy Üniversit-
esi, Türkiye
Doç. Dr. Burhan ÇAPRİ, Mersin Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Bülent ELİTOK, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Bülent GÜNDÜZ, Mersin Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Doğan DEMİRCİ, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Ebru TAYSİ, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Erdal AKSOY, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Esma İGÜS, Mimar Sinan Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Fatih ÇATIKKAŞ, Celal Bayar Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Fatma TOMUL, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr.  Feyza KURNAZ ŞAHİN, Afyon Kocatepe Üniversitesi,
Türkiye
Doç. Dr. Fikret ÖZCAN, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Fürüzan ASLAN, İnönü Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Gülder EMRE, İstanbul Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Gürsoy ŞAHİN, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Hüseyin ÖZ,  Hacettepe Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. İsmail KIRBAŞ, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Levent MERCİN, Dumlupınar Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Mehmet Kasım ÖZGEN,  Erciyes Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Mehmet ÖZKARTAL, Süleyman Demirel Üniversitesi,
Türkiye
Doç. Dr. Meriç ERASLAN, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Murat TAŞ, Celal Bayar Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Mustafa Yaşar ŞAHİN, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Nuray TÜRKER, Karabük Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Önder TOMRUK, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Ralf BECKS, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Servet ÇETE, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Şebnem HELVACIOĞLU, İstanbul Teknik Üniversitesi,
Türkiye
Doç. Dr. Şebnem SARVAN CENGİZ, Celal Bayar Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Şenay GÜNGÖR, Nevşehir Hacı Bektaş Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Taner BOZKUŞ, Bartın Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Tuncay Ercan SEPETÇİOĞLU, Adnan Menderes Üniversi-
tesi, Türkiye
Doç. Dr.Vera VUKANIC, State University of Novi Pazar, Serbia
Doç. Dr. Yasin ARSLAN, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Zeynep KARATAŞ, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye
Doç. Kaya ÜÇER, Mimar Sinan Üniversitesi, Türkiye
Doç. Münevver ÜÇER, Mimar Sinan Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Ali Özhan AKYÜZ, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Bekir YİTİK, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Bayram KILIÇ, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Emre ARABACI, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Günnur AYDOĞDU, Uşak Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Muhammet Mustafa ALPASLAN, Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Murat YILDIZ, Gebze Teknik Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Ömer Kamil ÖRÜCÜ, Süleyman Demirel Üniversitesi,
Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Özgür Önen, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Orkun KOCABIYIK, Akdeniz Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Öner ÇELİKKALELİ, Muğla Sıtkı Koçman Üniversi-
tesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Qurat ul Ain JAVED, School of Science and Technol-
ogy (NUST) Pakistan
Dr. Öğr. Üyesi Raşit AVCI, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Serpil ÇOKAKOĞLU, Pamukkale Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Sezai DEMİR, Mustafa Kemal Üniversitesi, Türkiye
Dr. Arbab M. TOUFİQ, Hazara University Mansehra, Pakistan
Dr. Çiğdem TEMPLE, Northern Virginia Community College
Dr. Elşen MEMMEDLİ, Azerbaijan State University of Economics,
Azerbaijan
Dr. Nazim CAFEROV, Azerbaijan State University of Economics,
Azerbaijan
Dr. Nurkhodja AKBULAEV, Azerbaijan State University of Eco-
nomics, Azerbaijan
Dr. Oqtay QULİYEV, Azerbaijan State University of Economics,
Azerbaijan
Dr. Raqif QASIMOV, Azerbaijan State University of Economics,
Azerbaijan
Öğr. Gör. Andrea STOIAN KARADELİ, Sakarya Üniversitesi, Türkiye
Öğr. Gör. Velida KIJEVCANIN, State University of Novi Pazar, Serbia
İÇİNDEKİKER

ÖNSÖZ VE TEŞEKKÜR......................................................... 5

Çok Dillilik ve Afazi / Bilingualism and Aphasia


Ebru ZARZAVATÇIOĞLU............................................................. 15

The Role and Importance of Estrogens / Östrojenlerin Rolü ve


Önemi
Emina KIJEVCANIN....................................................................... 41

Marksist İdeolojinin Rus Resim Sanatındaki Teorisi ve Pratiği


Üzerinden İktidar ve Sanat İlişkisi / The Contact between Marksist
Ideology on the Theory and Applied of Russian Visual Art
Hüseyin ELMAS .............................................................................. 51

Tarih ve Film İlişkisi: Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914)


Filmlerdeki Yansımaları / History-Film Relation: Reflections of
Modern Europe (1750-1914) in Movies
Kezban ACAR................................................................................... 63

1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler


/ Travels Through The Crimea, Turkey, And Egypt; Performed During
The Years 1825-1828
Kezban ACAR................................................................................... 109

Türkçe Öğretmeni Adaylarının Eski Türk Eserlerine Yönelik


Tutumlarının Çeşitli Değişkenlere Göre İncelenmesi (Kafkas
Üniversitesi Örneği) / The Analysis of Attitudes of Turkish Language
Teacher Candidates towards Old Turkic Works According to Various
Variables (Example of Kafkas University)
Onur ER, Kürşad Çağrı BOZKIRLI............................................... 135
1912 Balkan Savaşları Sırasında İstanbul’a Göç Eden
Muhacirlerin Durumlarına Dair Muhacirlerin Durumlarına
Dair / The Situation Of Immigrants Who Migrated To İstanbul During
The 1912 Balkan Wars
Metin AYIŞIĞI.................................................................................. 145

Bir Gazetecinin Roman Kahramanı Olarak Portresi / The Portrait


of A Journalist As A Novel’s Protagonist
Muhammet Sani ADIGÜZEL......................................................... 213

Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un At Betimli Sikkesi Ve


Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri / The Horse Depicted Coin Of The Shah-
Ahlat Ruler Seyf al-din Begtimur And Its Place Within The Seljukian Art
Ramazan UYKUR............................................................................ 231

Çocuk Cerrahi Hastalarında Beslenme / Nutrition In Children


With Surgical Treatment
Şule ÇİFTCİOĞLU, Vildan CIRIK, Emine EFE........................... 261

OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE CİNSEL İSTİSMAR EĞİTİMİNİN


ÖNEMİ / The Importance of Sexual Abuse Education in Preschool
Period
Vildan CIRIK, Şule ÇİFTCİOĞLU, Emine EFE........................... 271

Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital Yeterliklerin


Kazandırılması: Dijital Yeterlikler Çerçevesi Örneği / Achievement
of Digital Competence Through Curriculum: Digital Competence
Framework Example
Zühal ÇUBUKÇU, Şule Betül TOSUNTAŞ, Tuğba İNCİ........... 281
Çok Dillilik ve Afazi 15

Çok Dillilik ve Afazi

Bilingualism and Aphasia

Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

Arş. Gör., Sakarya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi,


Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü

ÖZET: Çok dillilik dünyanın her yerinde var olan bir


olgu olması ve sayılarının hızla artması iki dilli beyin ve dil
işlemleri üzerine araştırmaların daha fazla önem kazanması-
na sebep olmuştur. Bu sayıların gün geçtikçe artış göstermesi
insan dillerini inceleyen (kısmen de olsa) Nöroloji, Psikoloji,
Psikodilbilim, Nörodilbilim alanlarının araştırma konusu ha-
line gelmiş ve multidisipliner bir önem kazanmıştır. Özellikle
çok dilli afazili hastaların tek dilli hastalara göre hasar sonrası
karmaşık klinik bulgular göstermesi ve aynı zamanda beynin
çeşitli bölgelerinde farklı dil fonksiyonlarının belli yönlerinin
bozulması, çeşitli tedavi yöntemlerinin gelişmesine olanak
sağlamıştır. Çok dilli afazili hastaların sistematik bir şekilde
incelenmesi, nörolojik araştırmanın önemli bir parçası ol-
makla birlikte gözlemlenen semptomların farkı birden fazla
dille ve dolayısıyla birden fazla prognoz, dil tanısı ve dil tera-
pisi ile uğraşılması anlamına gelmektedir. Hastaların edinmiş
oldukları dillerde aynı derecede dil bozukluklarının ortaya
konmadığını ve bununla birlikte aynı derecede bir iyileşme
göstermediği gözlemlenmektedir. Çalışmanın amacı, çok dilli
afazili hastalara yönelik yapılan incelemeler yardımıyla edinil-
miş olan farklı dillerin ne derece etkilendiği ve teorik bilgileri
dâhilinde nasıl bir iyileşme türü sergilediğine dair sonuçlar
çıkarılmaya çalışılmıştır. Konu ile ilgili alan taraması yapılmış
ve elde edilen veriler dâhilinde bir değerlendirme yapılmıştır.

Anahtar Kelimeler: çok dillilik, afazi, nörolojik


16 Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

ABSTRACT: Research on language in the brain has beco-


me prominent because multilingualism exists all over the world
and the number of bilinguals has been increasing rapidly. The
gradual increase has made it a research field in neurology, psy-
chology, psycholinguistics, neurolinguistics and given it multi-
disciplinary importance. More complex clinical symptoms and
distortion in language functions in different parts of the brain
occur in multilingual patients than in those of monolingual pa-
tients. They offer the opportunity to develop various treatment
methods. Multilingual aphasia patients are a significant part
of neurological research. The differences in certain observed
symptoms require dealing with more than one language and
thus, more than one prognosis, language diagnosis and type
of language therapy. It has been found that patients experien-
ce different levels of language disorders and healing/progress
in the languages they know. The study aims to determine to
what extent different languages are affected and what kinds of
healing type occur. A review of the relevant literature and an
assessment of the findings were done.

Keywords: bilingualism, aphasia, neurological

1. Giriş

Küreselleşmenin artmasıyla birlikte ülkeler arası göçlerin


sayısı da sürekli olarak artış göstermektedir. Dünyanın yarısın-
dan fazlasının iki veya daha fazla dil becerisine sahip olması,
çok dilli afazili hastalar üzerine yapılan araştırmaların muaz-
zam bir yoğunluk kazanmasına neden olmuştur. Bununla bir-
likte tek dilli afazili hastalar üzerine yapılan yoğun çalışmaların
aksine, çok dilli afazili hastalara yönelik model ve kavramların
geliştirilmesi, teşhis, terapi ve dil geçmişine yönelik araştırma
yapılmamaktadır.1 Bu sorunun nedeni çok dilli afazili hastala-
1 Jürgen Steiner, “Mehrsprachigkeit bei Aphasie”, SAL-Bulletin Nr., Sayı:164,
2017, s.19.
Çok Dillilik ve Afazi 17

rın tek dillilere göre beyin ve dil arasındaki bağlantıların kar-


maşık ve çok boyutlu olmasıdır. Bu da farklı semptomların ve
iyileşme modellerinin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.

Afazinin tarihine bakıldığında hasar görmüş dilsel edim-


lerin tekrar geri kazanılmasına yönelik kuralların olduğu
gözlemlenmekte ve farklı bakış açıları sunulmaktadır. Erken
öğrenilen dilin sonradan öğrenilen dile göre daha çabuk iyi-
leşme gösterdiği2 veya dile aşinalık derecesinin, kullanım
sıklığının, dili geri kazanmada önemli bir faktör olduğu ile-
ri sürülmüştür3. Bir dilin hasar sonrası geri kazanılması veya
kaybolması birçok nedene bağlı olabilmektedir. Dilin erken
edinilmesi veya duygusal bağ4 otomasyon derecesi, karşılıklı
etkileşimde bulunmaktadır. Bununla birlikte beyin hasarının
biçimi, nedenleri, öğrenim geçmişi vb. unsurların dilin geri
kazanılmasında önemli kriterler olduğu saptanmıştır.

Paradis5 ve Leischner6, çok dilli afazili hastaların iyileşme


süreçleri üzerine 19. yüzyılda yapılan çalışmaları incelemiş ve
bu vakaları bir araya toplamak, karşılaştırmak ve formüle et-
mek için girişimlerde bulunmuştur. Bu alanın çok karmaşık
olması nedeniyle çok dilli afazili hastaların dilin iyileşme sü-
reçlerine etki eden faktörler de farklılık göstermiştir.7 Bu ça-
lışma, bu alandaki araştırmaların genel bir değerlendirmesini
sunmayı amaçlamaktadır.

2 Theodoré Ribot, Les maladies de la mémoire, G. Baillére, Paris 1881.


3 Albert Pitres, “Aphasia in polyglots”, 1895. In: Paradis, Michel Readings
on Aphasia in Bilinguals and Polyglots. Montreal: Didier, 1983. (Akt. Jürgen
Steiner, “Mehrsprachigkeit bei Aphasie”, SAL-Bulletin Nr., Sayı:164, 2017, s.21).
4 Mieczyslaw Minkowski, “Sur un cas d’aphasie chez un polyglotte”, Revue
Neurologique Sayı: 35, 1928, s. 361-366 (Translated in Paradis 1983:274-279).
5 Michel Paradis. “Bilingualism and aphasia”, Studies in neurolinguistics
Cilt: 3 (Ed. H.A. Whitaker – H. Whitaker), New York: Academic Press, 1977.
6 Anton Leischner, Aphasien und Sprachentwicklungsstörungen: Klinik
und Behandlung, Thieme, Stuttgart 1987.
7 Dieter Huber, Psycholinguistik: Mentale Prozesse in der
Sprachverarbeitung, 1997.
18 Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

2. Afazi
2.1. Afazi Kavramı

Yunancada “dil kaybı” anlamına gelen afazi, 1894 yılında


Fransız nörolog Armand Trousseau tarafından beyin hasarı
sonucu ortaya çıkan bir dil bozukluğu olarak tanımlanmıştır.
Afazi çoğunlukla beyin-damar hastalıkları, genellikle bir inme
veya kafa travması sonucu ortaya çıkan ve beynin dilden so-
rumlu olan Wernicke (İşitsel hafıza merkezi) ve Broca (Motor
konuşma merkezi) alanlarını besleyen damarların tıkanmasına
sebep olan ve bununla birlikte dil modalitelerini ve seviyeleri-
ni etkileyen edinilmiş bir dil bozukluğudur.8 Beyin bölümü-
ne giden damarda kan akımının kesintiye uğraması veya ileri
derecede azalması ya da yırtılması, beyin hücrelerinin ölmeye
başlaması veya fonksiyonlarının bir süreliğine kesintiye uğra-
masına neden olmaktadır.9 Afazide beynin sol hemisferindeki
dil alanları hasarlanırken, kişinin sağ tarafına felç inebilmekte-
dir. Bunun nedeni ise beynin sağ ve sol olmak üzere iki yarım
küreden oluşmasından kaynaklanmaktadır. Yani beynin sağ
yarısı bedenin sol tarafına, sol yarısı da bedenin sağ tarafına
hükmetmektedir. Örneğin sol beyin yarım küresi vücudun sağ
yarımını (sağ el, sağ bacak) ve sağ beyin yarım küresi vücudun
sol yarımını (sol el, sol bacak) kontrol etmektedir. Bu beynin
sol tarafı zedelendiğinde bedenin sağ yarısının felç görebileceği
veya tersi bir durumun olabileceği anlamına gelmektedir.

Afazi her insanda farklı şekilde ortaya çıkmaktadır ve dil


sisteminin (anlama, konuşma, adlandırma, dil bilgisi, cümle
kurulumu, konuşma planı, sesletim düzeni gibi) her bir parçası
bu durumdan etkilenmektedir. Böylelikle afazi birden fazla dil
modelitesini aynı anda etkileyen “multimodel”10 bir hasardır. Bu
8 Jürgen Tesak, “Einführung in die Aphasiologie”, Editör: L. Springer-S.D.
Dietlinde, Georg Thieme Verlag, Stuttgart 1997, s. 1.
9 Eric Lenneberg, Biologische Grundlagen der Sprache, Suhrkamp Verlag,
Frankfurt am Main 1972, s. 76.
10 Luise Lutz, Das Schweigen Verstehen, 4.Baskı, Springer Verlag, 2010, s. 6.
Çok Dillilik ve Afazi 19

bozukluk beynin çeşitli bölgelerinin zedelenmesine ve dil fonk-


siyonunun belli yönlerinin bozulmasına neden olmaktadır. Bu
bakımdan afazi, anlamayı, ifade etmeyi ya da her ikisini birden
etkileyen bir dil kapasitesi bozulması olarak görülmektedir.

2.1.1. Afazik Semptomlar


Hastalarda gözlemlenen afazik dil davranışları özellikle
tüm dil düzeylerinde (fonoloji, morfoloji, sentaks, semantik)
ve modalitelerinde (okuma, yazma, anlama, duyma) ortaya
çıkmakta ve çeşitli semptomlarla karakterize edilmektedir.11

Tanrıdağ12 (1995) afazik hastalarda ortaya çıkan semp-


tomları şu şekilde sıralamıştır:

• Her afazide mutlaka bir konuşma bozukluğu


vardır. Bu konuşma bozukluğu tutuk ya da akıcı
özellikte olabilmektedir. Konuşma sözlü dil aracı
olduğuna göre bu yapı bozukluğundan konuşmanın
dil bilgisi kurallarının bozulması anlaşılmaktadır.
Sözcük eklerinin kullanılmamasına dil bilgisinden
yoksun (agrammatik) veya telegrafik konuşma
denilmektedir. Sözcük içi harf değişimlerine de
literal veya sesbilimsel parafazi denilmektedir.
Fizyopatolojik açıdan bu iki tür hata, kodlanmamış
konuşmanın kodlanmış konuşmaya çevrilmesinde
rol alan yapıların etkilendiği anlamına gelmektedir.
Konuşma bozukluklarında görülen bir başka sorun
ise bir sözcüğün yanlış olarak kullanılmasıdır. Bu
da sözel ya da anlamsal parafazi adını almaktadır.
Fizyopatolojik olarak bunun henüz kodlanmamış
dil oluşumu aşamasında rol alan Wernicke alanı
ve yakın çevresindeki alanlardaki hasarlardan
kaynaklandığı söylenmektedir.
11 Tesak, a.g.e., s. 6.
12 Oğuz Tanrıdağ, “Afazi”, Gata Yayımevi, 2.Baskı, Ankara 1993, s.51-53.
20 Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

• Her afazide mutlaka bir adlandırma bozukluğu vardır.


Adlandırma fonksiyonu diğer dil fonksiyonlarına
göre daha karmaşık ve sadece dil ile ilgili olmayan,
aynı zamanda bellek ile yakından ilişkili bir
fonksiyondur. Bu niteliğinden dolayı adlandırmanın
beyinde kesin lokalizasyonu yapılamamıştır. Az ya
da çok tüm afazi sendromlarına eşlik etmektedir.
• Her afazide bir yazma bozukluğu vardır. Afazik yazı
yazma bozukluğunu (disgrafi) ya da yazamamayı
(agrafi), yazı yazmayı istememek ve bilinçli isteğe rağmen
yazamamak ile mekanik yazma bozukluklarından
ayırmak gerekmektedir. İnsan beyninde yazıyı yazmayla
ilgili bir merkez ya da alan olduğuna yaygın biçimde
inanılmasına rağmen, bu alan dominant yarımküre
posterior-inferior parietal lobuna lokalize edilmektedir.
Bu alanın dışındaki lezyonlarda oluşan afazilerde yazı
yazma bozuklukları görülmektedir.
• Her afazide okuduğunu anlama bozukluğu vardır.
Sesli okumayla, okuduğunu anlama farklı şeylerdir.
Konuşma tutukluğu, sesli okumaya engel olabilir
ancak kişi okuduğunu anlayabilir. Aleksi okuduğunu
anlayamama demektir. Yazı yazma fonksiyonuna oranla
lokalizasyonu daha belirli bir fonksiyon olan okuduğunu
anlama, dominant yarımküre oksipital ve parietal
loblarının işbirliği ile ortaya konmaktadır. Buna ek
olarak, duyarak anlama ve okuduğunu anlama arasında
iki yönlü ve tamamlayıcı bir ilişki vardır. Dolayısıyla
bu bağlantının bozulduğu ve ön planda temporal lobu
etkileyen lezyonlarda aleksi görülmektedir.
• Afazilerin çoğunda duyduğunu anlama bozukluğu
vardır. Bu fonksiyon bozukluğuna, konuşmanın
tutuk ve akıcı olarak ortaya konduğu tüm afazi
tiplerinde az ya da çok oranda rastlanmaktadır.
Fizyopatolojik açıdan duyarak anlamanın belirgin
şekilde etkilenmesi dominant yarımküre temporal-
Çok Dillilik ve Afazi 21

parietal korteksi ve komşularının etkilendiği


anlamına gelmektedir.
• Afazilerin çoğunda tekrarlama bozukluğu vardır.
Test edilmesi ayırıcı tanıya oldukça yardımcı bir
fonksiyon olan tekrarlama ile ilgili yapılar daha
çok dominant yarımküre dış yüzüne yakın kortikal
ve subkortikal alanlardır. Bu alanların başında
ise frontal, parietal ve temporal loblar arasında
bulunan arkuat fasikülüs gelmektedir. Tekrarlama
fonksiyonun ortaya konabilmesi için konuşmanın
belirli bir akıcılığa sahip olması gerekmektedir,
ancak mutlaka duyarak anlamanın korunması
gerekmektedir. Kişinin tekrarlayabilmesi için
duyma fonksiyonunun korunmuş olması
yeterlidir. Dominant yarımkürenin iç yan yüzünü
ön planda etkileyen ve arkuat fasikülüsten uzak
lezyonların yarattığı afazilerde ise tekrarlama
bozukluğu görülmemektedir. Lezyonların
lokalizasyonu aynı olmasına rağmen beynin farklı
alanlarında görülen farklı kayıplar dil bölgesinde
görülen rahatsızlıklarda göze çarpacaktır. Afazik
bozuklukları şekillendirmek, hastanın afazik
bozukluğuna yakalandığı anda hangi dilsel
gelişim evresinde olduğuna bağlıdır. Dilsel gelişim
evresi her insanda farklı boyutlardadır. Örneğin
anadilini yeterince öğrenmeyen ve dar bir kelime
haznesine sahip olan birey ile mükemmel bir anadil
yetisine sahip olan, kendisini soyut ve karmaşık
kelimeler ile iyi ifade eden biri afazi hastalığına
yakalandığında, nitel açıdan daha farklı bir
semptom sergilemektedir.13 Fakat bu farklık sadece
bir dil içerisinde karşılaşılan bir durum olmamakla
birlikte farklı diller ile iletişim kuran ve anlayabilen
insanlarda da gözlemlenmektedir.
13 Anton Leischner, “Über die Aphasie der Mehrsprachigen”, Archiv für
Psychiatrie und Nervenkrankheiten, Sayı: 108, 1947, s.732.
22 Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

3. Çok Dillilik ve Afazi

3.1. Çok Dillilik


Çok dillilik dünyanın her yerinde var olan ve sıklıkla kar-
şımıza çıkan bir olgudur. Uzak ülkelere göçler, farklı ulusların
bireyleri arasında gerçekleşen evlilikler, farklı dilleri konuşan
ülkeler arası iletişim ve turizmin artmasıyla çok dillilik önem
kazanmıştır14 (Korkmaz, 2005: 134). Globalleşme ve küresel-
leşmenin hızla artış göstermesi çok dillilik kavramını farklı
boyutlara taşımaktadır. Bu kavram farklı dillerin edinimini
kolaylaştırmakta ve aynı zamanda diller arasındaki karşılık-
lı değişime (Code-Switching) olanak sağlamaktadır15 (Bort-
ly-Pokorny ve ark., 2012: 197).
Bu kavrama yönelik sorunlar yıllardır araştırmacılar tara-
fından birçok yönüyle incelenmektedir. En önemli sorun kimle-
rin ne zaman çok dilli olarak görülmesi gerektiğidir. Literatürde
çok dillilik terimi üzerine çok fazla tanım vardır. Kavramın batı
dillerindeki sözcük karşılığı İngilizce’de “Bilingualism“, Fransız-
ca’da “Bilinguisme“, Almanca’da “Zweisprachigkeit“, “Bilingua-
lität“, “Bilingualismus“ olarak yer almaktadır. Türk Dil Kurumu-
nun Bilim ve Sanat terimleri ana sözlüğünde16 ikidillilik kavramı
“aynı devletin yurttaşları arasında birden çok dille konuşulması
durumu” olarak tanımlanmıştır. Wiki sözlüğünde17 ise çok dil-
lilik kavramı “iki veya daha fazla dilin bir birey ya da topluluk
tarafından kullanılması” olarak tanımlanmaktadır.
Leischner’e18 göre, düşüncelerini doğrudan kendi anadilin-
den başka bir dilde ifade edebilen ve bu dili iyi anlayan kişiler
14 Barış Korkmaz, Dil ve Beyin; Çocuklarda Dil ve Konuşma Bozuklukları,
Tavaslı Matbaası, 2015, s. 134
15 Katrin Bartl-Pokorny vd. “Bilingualismus: Eine Herausforderung für das
sich entwickelnde Gehirn”, Klinische Neuropsychologie, Cilt:43, 2012, s. 197).
16 TDK, “İkidillilik”, http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_
bilimsanat&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5b168ce4e2fd34.97594780,
erişim tarihi:02.06.2018
17 Wikipedia, “Çokdillilik”, https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87okdillilik,
erişim tarihi: 01.06.2018
18 A. Leischner, “Aphasien und Sprachentwicklungsstörungen: Klinik und
Behandlung”, s:158.
Çok Dillilik ve Afazi 23

çok dilli olarak adlandırılmaktadır. Dünyanın yarısından fazla-


sının çok dilli olması ve hangi kesimin çok dillilik kategorisine
girdiğine yönelik dar veya esnek görüşler bu kavramın kesin
bir şekilde tasvirini zorlaştırmaktadır. Bazı kesim doğduğu an-
dan itibaren birden fazla dili edinmiş olan bireylerin çok dilli
olarak adlandırılması gerektiğini savunurken, diğer bir kesim
ise az veya çok birden fazla dil ile iletişim kurabilen kişilerin
bu kavramı karşıladıkları yönünde bir görüş bildirmiştir.19 Çok
dilliliğin türünü belirleyebilmek, dil edinim yaşına, dil edinim
biçimine veya dil performansı gibi faktörlere bağlıdır. İkinci bir
dilin ilk iki yıl içerisinde edinilmesi “erken çok dillilik” olarak
tanımlanırken, geç yaşta (kritik dönem sonrası) edinilmesi “geç
çok dillilik” olarak adlandırılmaktadır.20

İkinci dil edinim türü, eğitim düzeyi, ikinci dilde egzer-


siz, ikinci dil ile ilişkili duyusal bağlar gibi etkenlerden dolayı
iki veya çok dilli olanlar homojen bir grup oluşturamamak-
tadır. Çok dilli insanların farklı tarzlarda dil yetilerine sahip
olmaları ve bir dili doğuştan öğrenen çocuklarla sonradan öğ-
renenler arasındaki farklı özellikleri belirleyebilmek adına çok
dillilik türleri geliştirilmiştir.

Albert ve Obler’e 21 göre, çok dilli insanlar aşağıdaki gibi


sınıflandırılmıştır:

• Dengeli çok dillilik (balanced bilingual)


• Bireyin iki dilin kullanım bağlamlarını ayırt
ederek, dilleri birbirine karıştırmadan her iki
dili de eşit yetkinlik düzeyinde ve başarıyla
kullanabilmesidir. Birey her iki dilde de kaliteli bir
edinim süreci geçirmiş ve bu süreci her iki dilin
de doğal konuşucusu olacak şekilde bilişsel olarak
tamamlamıştır.

19 Barbara Höhle, Psycholinguistik, Akademie Verlag GmbH, 2012, s. 175.


20 B. Höhle, a.g.e., s.175.
21 Martin Albert - Loraine K. Obler, The Bilingual Brain. New York,
Academic Press, 1978.
24 Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

• Bileşik çok dillilik (compound bilingual)


• Tek bir anlam dizgesine bağlı iki ayrı dilsel koda sahip
olma durumudur. Bileşik iki dilli kavramı, genellikle
iki dili eş zamanlı olarak ve ortak çevrede öğrenen
bireyler, diller arasındaki kavramsal farklılıkları fark
etmeksizin her iki dil için ortak bir anlam evreni
oluşturur. Bu nedenle, örneğin Türkçedeki ‘ekmek’
sözcüğü ile Almancadaki “brot” sözcüğü onun için
aynı çağrışımlara sahiptir.
• Sıralı çok dillilik (coordinate bilingual)
• Her iki dilin de beyinde kurallar ve anlam bakımı
açısından özerk ama ilişkili bir yapılanma göstermesidir.

3.2. Çok Dillilikte Afazik Belirtiler


Çok dillilikte en önemli araştırma konuları arasında yer
alan laterizasyon, dil edinimi ve dil kaybı üzerine çalışmalar
hızla artış göstermektedir. Çift dilli afazili hastaların büyük
bir önem kazanması, yaralanma sonrası klinik etkilerinin tek
dilli afazili hastalara göre farklılık göstermesi ve aynı zamanda
uzun vadeli etkilerini kapsayan beynin uzun vadede bilişsel sü-
reçlerin farkındalık göstermesidir.22

Leischner birden fazla dilin kaliteli bir şekilde öğrenilme-


sinin, afazik bozuklukları etkilediğini düşünmektedir. Hasta dil
öğrenim çağında farklı dilleri kaliteli bir şekilde öğrenememesi
afaziden daha fazla etkilenmesine sebep olmaktadır. Bir kişinin
farklı dilleri mükemmel bir şekilde öğrenmesi yaşadığı bölgenin
konumuna ve çevrenin kendisine sağlamış olduğu dil olanak-
larına bağlıdır.23 Çok dilli afazili hastalara yönelik yapılan vaka
çalışmalarının çoğu gündelik hayatta birden fazla dilin konu-
şulduğu bölgelerden seçilmiştir. Farklı dillerin konuşulduğu bir
bölgede herkesin farklı dilleri mükemmel bir şekilde konuşması
söz konusu olmayıp, bu daha çok kişinin dilsel kabiliyetine bağlı
22 Madelin Z. Marrero vd., “Bilingualism, brain injury, and recovery
Implications for understanding the bilingual and for therapy”, Clinical
Psychology Review, Sayı: 22, 2001, s. 464.
23 A. Leischner, “Über die Aphasie der Mehrsprachigen”, s.732
Çok Dillilik ve Afazi 25

bir durumdur. Dil açısından yetersiz olan insanlar çoğunlukla


bu kusurlarını saklamakta ve başka bir dilin öğrenilmesine ihti-
yaç duymadıklarını iddia etmektedirler.

3.3. Çok Dillilik ve İyileşme Modelleri


Afazinin tarihine bakıldığında, hasar görmüş dilsel edim-
lerin tekrar geri kazanılmasına yönelik kuralların çıkarıldığı
görülmüştür. Erken öğrenilen dilin sonradan öğrenilen dile
göre çabuk iyileşme gösterdiği24 veya dile aşinalık derecesinin,
kullanım sıklığının25 dilin iyileşmesinde önemli bir faktör ol-
duğu belirtilmiştir.

3.3.1. Ribot Yasası


Ribot26, en son öğrenilen dilin hasara en açık ve en zor dü-
zelen dil olduğunu öne sürmüştür. Ribot kuralından çıkarılan
varsayım ile iki veya çok dilli afazili hastalarda daha sonradan
öğrenilen diller afaziden daha çok etkilenirken, ilk edinilen dil
(D1) en çok başarı sağlayan veya ilk geri kazanılan dil olmak-
tadır. Öne sürülen bu kurala göre erken edinilmiş kavramların
beyin hasarı esnasında daha iyi korunduğunu ve hafıza kaybı
esnasında erken kazanılan terimlerin daha sonra öğrenilen
kavramlardan daha çabuk geri kazanıldığı yönündedir.

3.3.2. Pitres Kuralı


Pitres27 kuralına göre edinilmiş bütün diller Ribot’un28
öne sürdüğü yasanın aksine ardı ardına geri kazanılabilmekte-
dir. İlk iyileşme gösteren dil anadil (D1) olmak zorunda değil,
aksine hasar öncesi en çok kullanılan, yani güven duyulan dil
iyileşme gösterebilmektedir.
24 T. Ribot, a.g.e.
25 A. Pitres, “Aphasia in polyglots”.
26 T. Ribot, a.g.e. (Akt.: M.Albert-L.K. Obler, a.g.e.)
27 Albert Pitres, “Etude sur I’aphasie chez les polyglottes”. RevMed. 1895.
Readings on Aphasia in Bilinguals and Polyglots (Çev. Michel Paradis),
Marcel Didier, 1983.
28 T. Ribot, a.g.e.
26 Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

3.3.2.1. Pitres Vakaları

Tablo 1. Vaka 1 hakkındaki durum bilgisi29

1889 Hemipleji
(tek yanlı felç
(düşünceler)

geçirme) ve
Afazi türü

1892’de ilk
muayene
Afazi
Hastalıktan
sonraki dil

Anlama ve
konuşma
durumu

Anlama
Hastalıktan
önceki dil
durumu

Akıcı

Akıcı

edinilmiştir)
Dil edinim

yaşından
L2 (12

sonra
yaşı

L1

Fransızca
Béarnais
lehçesi
Diller
Cinsiyet

Erkek
Yaş

51
Jean
Ad

Hastanın anadili Bearnais lehçesi olmasına rağmen 12 ya-


şından sonra iş amaçlı edinmiş olduğu ikinci dili hastalıktan
sonra aktif bir şekilde anlamakta ve konuşmaktadır. İkinci dil
29 A. Pitres, “Etude sur I’aphasie chez les polyglottes”.
Çok Dillilik ve Afazi 27

olan Fransızcayı hastalık sonrası akıcı bir şekilde konuşması-


nın nedeni ise hastalık öncesi yoğun olarak kullandığı dilin
Fransızca olmasından kaynaklanmaktadır.

Tablo 2. Vaka 2 hakkındaki durum bilgisi30

1893 Hemipleji
(tek yanlı felç
(düşünceler)

geçirme) ve
Afazi türü

1894’de ilk
muayene
Afazi
konuşma iyi
Hastalıktan
sonraki dil

Anlama ve

Anlama ve
konuşma
durumu

Komple
kayıp
Hastalıktan
önceki dil
durumu

Akıcı

Akıcı

Akıcı
yaşından

yaşından
edinim

kadar)

sonra)
L1 (15

L2 (25

L2 (25
yaşına

sonra
yaşı
Dil

İspanyolca
Fransızca

İtalyanca
Diller
Cinsiyet

Erkek
Yaş

53
M.B.
Ad

Hasta mesleğinden dolayı İspanyolca ve İtalyancayı akıcı bir


şekilde konuşmaktadır, fakat İspanyolca dilini daha fazla kullan-
maktadır. Hastalık sonrası Fransızca (L1) ve İspanyolcayı (L2)
tekrar anlayabilmekte ve basit kelimeler ile cümle kurabilmekte-
dir. Hastalık öncesi İspanyolcayı (L2) diğer ikinci dilden (İtalyan-
ca) daha fazla konuştuğu için, bu dili tekrar geri kazanmıştır.
30 A. Pitres, “Etude sur I’aphasie chez les polyglottes”.
28 Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

Pitres’in 1895 yılında incelemiş olduğu çift dilli vakalarda


hastalık öncesi akıcı konuşulan dillerin daha çabuk iyileşme
gösterdiği ve daha az egemen olunan yabancı dillerin daha faz-
la hasar gördüğü kanıtlanmıştır.31

3.3.3. Pötzl Vakası


Pötzl 1920 yılında beyin kanaması geçiren bir hastanın
makroskopik otopsi incelemelerinde beynin paretarial ile tem-
poral lobun kıvrımında bulunan Gyrus supramarginalis ile Gy-
rus angularis bölümü tamamen tahrip olduğu ve bu tahribatın
temporal dil merkezini etkilemeden Fossa Sylvii bölümünde
durduğunu gözlemlemiştir.32 İnsanda dominant hemisfer için-
de lisanlar ile ilgili üç spesifik kortikal alanın olduğu gösteril-
miştir. Üç spesifik kortikal alan arasındaki bağlantılar lisan
fonksiyonları için gereklidir, bunlar olmaksızın lisan fonksi-
yonlarının ortaya konması mümkün değildir. Bu bağlantıları
Broca ve Wernicke alanları arasındaki bağlantı, Wernicke ala-
nıyla angüler girüs arasındaki bağlantı ve angüler girüsle Broca
alanı arasındaki bağlantı olarak özetlenebilmektedir.33

Pötzl’ün 34 incelemiş olduğu çok dilli afazili hastalarda bu


kortikal alan arasındaki bağlantı yolları (Girüs supramarginali
ve Girüs angüler) tahrip olmuş ve buna bağlı lisan fonksiyo-
nunda bozukluklar (anlama, konuşma, tekrarlama) gözlem-
lenmiştir. Ayrıca Wernicke bölgesini Broca bölgesine bağlayan
kalın lif demeti Arkuat fasikülüs bağlantı yollarında ortaya çı-
kan tahribat, Wernicke bölgesinde gerçekleştirilen dilin sem-
bolik formülasyonu, Broca alanına iletilemediğinden dolayı,
dil bilgisi yapısı ve motor sesler uyarılamamış, kelime veya
cümle üretilememiştir.

31 A. Pitres, “Etude sur I’aphasie chez les polyglottes”.


32 Otto Pötzl, “Aphasie und Mehrsprachigkeit”, Aus dem Laboratorium der
Prager Deutschen Psychiatrischen Klinik, 1929, 147
33 O. Tanrıdağ, a.g.e.
34 O. Pötzl, a.g.e.
*
Dil Hastalıktan Hastalıktan
Afazi türü
Ad Yaş Cinsiyet Diller edinim önceki dil sonraki dil
(düşünceler)
yaşı durumu durumu

Anlama
(spontane
Anadil L1 konuşma ve
1919 Beyin
Bilinmiyor 60 Erkek Çekçe (14 yaşına Bilinmiyor tekrarlama
§

kanaması Afazi
kadar)* ileri

sadece Almanca dilini kullanmıştır.


derecede
bozuk
Tablo 3. Vaka 3 hakkındaki durum bilgisi

L2 (14
Almanca yaşından Bilinmiyor Anlama
sonra)

Hasta 14 yaşına kadar Çekçe konuşmuş ve daha sonra


Çok Dillilik ve Afazi 29
30 Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

Pötzl, gözlemlemiş olduğu vaka çalışmalarında hastaların


vermiş oldukları reaksiyonların bir kısmının hastalık öncesi
durumlardan diğer kısmının ise afazinin özelliğinden kaynak-
landığını açıklamıştır. İncelenmiş olan vaka çalışmalarında
Pitres’in kuralına karşın hasta, olay esnasında en çok kullan-
dığı dili tercih etmekle beraber daha az aşina olduğu dili de
kullanabilmektedir. Pötzl’ün 1929 yılında ele aldığı hastanın ilk
nöbeti sırasında daha önceki alışkanlıklarından dolayı Çek dili
üzerine yoğunlaşması ani hastalığın etkisi ile donmasına ve sa-
bit kalmasına neden olmuştur. Kişinin hastalık öncesi yaşadığı
olaylar veya psikolojik durumlar dilin iyileşmesini etkilemek-
tedir. Mevcut dillerden birine yoğunlaşmak hastanın yaşamış
olduğu tecrübelerine ve afazinin özelliğine bağlıdır.35 Her iki
etken birlikte açıklığa kavuştuğunda hastanın herhangi bir dile
vermiş olduğu reaksiyon açıklanabilmektedir.

3.3.4. Minkowski Vakaları


Minkowski36 çok dilli afazili hastaların iyileşme süreçle-
rinde dillerin sıralamasında sadece anatomik, nörodinamik
ve dilbilimsel faktörlerin etkili olmadığını, aynı zamanda psi-
kolojik, psikosomatik ve durumsal anlarında bu sürece dâhil
olduklarını söylemektedir.

35 O. Pötzl, a.g.e., s.148.


36 Mieczyslaw Minkowski, “On aphasia in polyglotts”, Problems of dynamic
neurology, (Ed.: Halpern), Jerusalem: Hebrew University, 1963. (Akt.:
A. Leischner, “Aphasien und Sprachentwicklungsstörungen: Klinik und
Behandlung”, s.160
Hastalıktan Hastalıktan
Dil edinim Afazi türü
Ad Yaş Cinsiyet Diller önceki dil sonraki dil
yaşı (düşünceler)
durumu durumu

Bilinmiyor
İsviçre Anlama iyi ve
Bilinmiyor 44 Erkek Anadil (L1) (muhtemelen
lehçesi konuşma yeterli
akıcı)

Anlama iyi dil


Almanca L2 Bilinmiyor
orta derece

Fransızca L3 Akıcı Akıcı


Tablo 4. Vaka 4 hakkındaki durum bilgisi37

37 M. Minkowski, “Sur un cas d’aphasie chez un polyglotte”.


Çok Dillilik ve Afazi 31
32 Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

Hasta, hastalık öncesi aile içerisinde İsviçre lehçesini, okul-


da ise Almanca dilini öğrenmiştir. 19 yaşında Fransa’ya gitmiş
ve altı yıl orada kalmıştır. Hastalık sonrası edinilmiş olan üç
dil geri kazanılmıştır. Farklı dillerdeki geri kazanım ters yönde
düzelme göstermiştir; en son edinilen dil (Fransızca; L3), okul-
da edinilen dil (Almanca; L2) ve en son anadil (İsviçre Lehçesi;
L2) iyileşmiştir. Ribot38 ve Pitres’in39 öne sürdükleri kuramların
tersine, ilk iyileşme gösteren dil, en son edinilen dil olmuştur.
Bunun nedeni ise hastanın Fransızca diliyle ilgili güzel anılar
biriktirmesi ve bu ülkeye karşı özlem ve sevgi duymasının et-
kili olduğu düşünülmektedir.

Minkowski afazik bozuklukların seyri ve iyileşme süreç-


lerinde psikofiziksel anların önemli olduğunu ve neden olan
lezyonun biçimi ve kapsamının yanı sıra dil için önemli olan
bütün faktörlerin hesaba katılması gerektiğini savunmuştur.
Farklı dillerin öğrenim sırası ve akustik, görsel ve motor ya-
pıların bireysel etkilerinin de dahil edilmesi gerektiğini ifade
etmiştir.40 Ayrıca bu öğrenilen dillerin her birinin ruhbilim
ile olan ilişkileri gözlemlenmelidir. Beynin içinde ve dışında
anatomik, gelişimsel, nöropsikolojik, sempatik ve hümoralın
(Kansal, sıvısal ve salgısal bağışıklık) yanı sıra hormonal ve
sekretuar ilişkileri, yani tüm organizmanın biyolojik-psikolo-
jik bütünlüğü düşünülmelidir.41

Minkowski42, incelemiş olduğu vaka çalışmalarında afazili


bir hastanın bir dile olan duygusal bağının o dilin iyileşmesini
teşvik edebileceğini veya engelleyebileceğini iddia etmektedir.
Minkowski43, dili geri kazanmada duygusal faktörlerin etki-
li olduğunu savunmaktadır. Ribot’un44 öne sürdüğü kuramın
aksine, ilk geri kazanılan dilin anadil veya daha sık kullanın

38 T. Ribot, a.g.e.
39 A. Pitres, “Etude sur I’aphasie chez les polyglottes”.
40 A. Leischner, “Über die Aphasie der Mehrsprachigen”, s. 763.
41 A. Leischner, “Über die Aphasie der Mehrsprachigen”, s. 763-764.
42 M. Minkowski, “On aphasia in polyglotts”.
43 M. Minkowski, “Sur un cas d’aphasie chez un polyglotte”.
44 T. Ribot, a.g.e.
Çok Dillilik ve Afazi 33

dilden ziyade duygusal bağın daha fazla olduğu dil olduğunu


öne sürmüştür.

3.3.5. Paradis ve Dil İyileşme Modelleri


Paradis45 çok dilli afazili hastalarda dili geri kazanma çe-
şitlerine yönelik değerlendirmelerde bulunmuştur. İyileşme pa-
ralel (parallel), sinerjik (synergistically), tezatlı (antagonistic),
ardışık (gradual), karışık (mixed) ve seçici (selective) olarak
kendini göstermektedir:

• Paralel iyileşme: Farklı dillerinin paralel iyileşmesi


anlamına gelmekte olup, hastanın tüm dillerinin aynı
anda ve aynı oranda hasar görmesi ve aynı şekilde
iyileşme göstermesi durumunu açıklamaktadır.
• Sinerjik iyileşme: Çok dilli afazik hastalarda en çok
karşılaşılan iyileşme modelidir. Bu tür iyileşmede
her iki dilin farklı şekilde hasar görmüştür fakat her
iki dilde de karşılıklı aşama kaydedilmektedir.
• Tezatlı iyileşme: Bir dil kötüleşirken diğer dilde
iyileşmenin görüldüğü modeldir.
• Ardışık iyileşme: İlk dil mükemmel bir şekilde
iyileştikten sonra önceden edinilmiş ikinci dil talep
edilmektedir.
• Karışık iyileşme: Çok dilli afazik hastalar tarafından
çeşitli dillerin yapıları karıştırılmaktadır. Afazi
hastalarında iki ya da daha fazla dilde karıştırma
konuşma üretiminin her seviyesinde (Sözlükbilim,
Sözdizim, Morfoloji, Fonoloji) gözlenebilir.
Konuşucu çoğunlukla kullandığı kelimenin farklı
bir dile ait olduğunu fark etmez.
• Seçici iyileşme: Bir veya birden fazla dilin tamamen
yok olmasıdır. Anlama ve konuşma tamamen hasar
görmüş veya tekrar geri kazandırılamamaktadır.46

45 Michel Paradis, A Neurolinguistic Theory of Bilingualism, John


Benjamins Publishing Company, Amsterdam/Philedelphia 2004.
46 M. Paradis, “A Neurolinguistic Theory of Bilingualism”, s.63-64.
34 Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

3.3.6. Fabbro Vaka Çalışması


Fabbro47, Friulianca ve İtalyanca konuşan 20 sağlak afazili
hastalar üzerine araştırma yapmıştır. İkinci dil edinimi bütün
hastalarda 5-7 yaşları arasında gerçekleşmiştir. Yapılan incele-
meler sonucunda 13 hastada (%65) paralel geri kazanım gözlem-
lenirken, 4 hastanın (%20) edinmiş oldukları ikinci dilde (L2) ve
3 hastanın ise anadilinde (L1) bozulmalar meydana gelmiştir.
Tablo 5. 20 afazi hastasının genel durumları
Dil
Afazi türü
Ad Yaş Cinsiyet Diller edinim
(düşünceler)
yaşı

17 Friulan Anadil Beynin sol


- - korteksinde lezyon
hasta (L1) tespit edilmiştir
Beynin sol
3 hasta - - İtalyanca Anadil korteksinde lezyon
tespit edilmiştir

Fabbro’ya48 göre dilin iyileşmesi yani geri kazanılması,


edinim zamanına bağlıdır. Afazik sendromların biçimleri, lez-
yonun biçimi (Tümör, kalp krizi veya beyin kanaması) veya
lezyonun yeri (kortikal, subkortikal, ön lob, yan lob vs.) dilin
geri kazanılmasını kesinlikle etkilememektedir. Yapılan araş-
tırmalar sonucu her iki dilde de paralel ve paralel olmayan iyi-
leşme modelleri gözlemlenmiş ve bunların nedenleri araştırıl-
mıştır. Hastanın anadiline olan yakınlığı, duygusal bağı, nöbet
esnasında en tanıdık dil veya sosyal çevresi tarafından en fazla
kullanılan dil ilk veya daha iyi iyileşme gösterir diye kesin bir
yargıya varılmamıştır. Afazik sendrom tipi, lezyon tipi (tümör,
enfarktüs veya serebral hemoraji) veya lezyonun bölgesi (korti-
kal veya subkortikal, frontal lob, temporal lob vb.) paralel veya
diferansiyel iyileşmeden doğrudan sorumlu olmadığı tespit
edilmiştir. Şu ana kadar ampirik çalışmalar sayesinde çift dilli
afazili hastalarda gözlemlenen paralel veya diferansiyel dil iyi-
leşme konusunda kesin bir açıklama yapılmamıştır.
47 Franco Fabbro, “The Bilingual Brain: Bilingual Aphasia”, Brain and
Language, Cilt: 79, Sayı:2, 2001
48 F. Fabbro, a.g.e., s.205
Çok Dillilik ve Afazi 35

3.3.7. Marreo, Golden ve Espe-Pfeifer Vaka


Çalışması
Marrero, Golden ve Espe-Pfeifer49 yapmış oldukları bilimsel
araştırmalar neticesinde baskın veya ilk edinilmiş dilin daha çabuk
geri kazanıldığı anlayışının kesin olmadığını öne sürmüşlerdir.
Tablo 6. Vaka 5 hakkındaki durum bilgisi

bölgede hasar
(düşünceler)
Afazi türü

temporal
Parietal-
Hastalıktan
sonraki dil
durumu

Az akıcı
Tutuk
Hastalıktan
önceki dil
durumu

-
edinim
yaşı
Dil

L1
İspanyolca

İbranice
Diller

(L1)

(L2)
Cinsiyet

Erkek
Yaş

26
Ad

Hasta afaziden önce aile içerisinde ve arkadaş çevresinde


İspanyolca, işyerinde ise İbranice konuşmaktadır.


49 M.Z. Marrero vd. a.g.e.
36 Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

Tablo 7. Vaka 6 hakkındaki durum bilgisi

Sol arka frontal


bölgede lezyon
(düşünceler)
Afazi türü
Hastalıktan

Global afazi
sonraki dil

İletim afazi
durumu
Hastalıktan
önceki dil
durumu

-
edinim
yaşı
Dil

L1

İbranice
Diller

Rusça

(L2)*
(L1)
Cinsiyet

Erkek
Yaş

54
Ad

*
Hasta beyin kanamasından bir yıl önce edinmiştir ve sa-
dece temel bilgileri bilmektedir.

Marrero, Golden ve Espe-Pfeifer50 yaptıkları araştırma so-


nucunda her iki vakanın bozulmuş olan dillerinde farklı iyileş-
me biçimleri gözlemlenmiş ve hastalık öncesi en çok kullanı-
50 M.Z. Marrero vd. a.g.e., s. 472.
Çok Dillilik ve Afazi 37

lan dilin daha çabuk kazanıldığı anlaşılmıştır. Yazar incelemiş


olduğu bazı vakaların anadillerinin en az zarar gören ve ilk
iyileşme gösteren dil olduğunu desteklerken diğer vakaların
hastalık esnasında yoğun olarak kullandıkları dili esas almış-
lardır.

4. Sonuç
Çok dilli afazilerde dilin iyileşmesinde tercih edilen dil-
leri etkileyen bir çok faktör öne sürülmüştür. Bilingual afazili
hastaların edinmiş oldukları her iki dilde veya daha fazla dilde
aynı derecede dil bozuklukları ortaya çıkmadığı ve bununla
birlikte aynı iyileşmenin gözlenmediği görülmüştür.51 Çift
dilli hastaların vermiş olduğu tepkiler kısmen hastalık öncesi
durumlardan veya afazinin doğasından kaynaklanmaktadır.

Dilin iyileşmesi ve hasar çeşitlerinin sınıflandırılması


dil edinim zamanına, biçimine, dilin öğrenildiği ortama, dile
yönelik motivasyona, dilbilimsel yapıya, odaklanmaya (late-
rizasyon) göre değişiklik göstermektedir.52 Sosyal faktörler ve
duygusal bağlanma, inmeden sonra hangi dilin kurtarıldığı-
nın anlaşılmasında önemli etkenlerdir. Fakat dilin iyileşme
sürecini başarılı bir şekilde tahmin etmek için faktörlerin bir-
birleriyle ne kadar yakın ilişkili olduğu halen araştırılmakta-
dır.53 Dile yönelik duygusal bağ54 hasar öncesinde bazı dilsel
engramların etkisi (bazı uyaranların beyinde bıraktığı izler),
yazılı dilde karşılaşılan optik etkiler ve anatomik durumlar, dil
yapısının özellikleri ve kökü, hastanın eğitim düzeyi dil seçi-
minde esas alınmıştır.55

51 F. Fabbro, a.g.e., s. 203


52 Schöler ve Grötzbach, 2002:31-32)
53 Diana Dimitrova - Annika Hulten, “Fragen und Antworten”, http://
www.mpi.nl/q-a/fragen-und-antworten/warum-konnen-mehrsprachige-
menschen-nach-einem-schlaganfall-manchmal-nur-noch-eine-ihrer-
beiden-sprachen-sprechen, Erişim tarihi: 01.08.2018.
54 M. Minkowski, “Sur un cas d’aphasie chez un polyglotte”.
55 A. Leischner, “Über die Aphasie der Mehrsprachigen”.
38 Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

5. Kaynakça
Albert, Martin - Obler, Loraine K., The Bilingual Brain.
New York, Academic Press, 1978.
Bartl-Pokorny, Katrin, vd. “Bilingualismus: Eine Hera-
usforderung für das sich entwickelnde Gehirn”, Klinische
Neuropsychologie, Cilt:43, 2012, s.196-202
Dimitrova, Diana - Hulten, Annika, “Fragen und
Antworten”, http://www.mpi.nl/q-a/fragen-und-antworten/
warum-konnen-mehrsprachige-menschen-nach-einem-sch-
laganfall-manchmal-nur-noch-eine-ihrer-beiden-sprac-
hen-sprechen, erişim tarihi: 01.08.2018.
Fabbro, Franco, “The Bilingual Brain: Bilingual Aphasia”,
Brain and Language, Cilt: 79, Sayı:2, 2001a, s.201-210.
Fabbro, Franco. “The bilingual Brain: Cerebral Represen-
tation of Languages”, Brain and Language, 2001b, Cilt:79, Sayı:
2 s. 211-222.
Höhle, Barbara, Psycholinguistik, Akademie Verlag
GmbH, 2012.
Huber, Dieter, Psycholinguistik: Mentale Prozesse in der
Sprachverarbeitung, 1997.
Korkmaz, Barış, Dil ve Beyin: Çocuklarda Dil ve Konuşma
Bozuklukları, Tavaslı Matbaası, 2015.
Leischner, Anton, “Über die Aphasie der Mehrsprachi-
gen”, Archiv für Psychiatrie und Nervenkrankheiten, Sayı: 108,
1947, s.731-775 1947.
Leischner, Anton, Aphasien und Sprachentwicklungsstö-
rungen, 2. Baskı, Thime, Stuttgart, NewYork 1987.
Leischner, Anton, Aphasien und Sprachentwicklungsstö-
rungen: Klinik und Behandlung, Thieme, Stuttgart 1987.
Çok Dillilik ve Afazi 39

Lenneberg, Eric, Biologische Grundlagen der Sprache,


Suhrkamp Verlag, Frankfurt am Main 1972.
Lutz, Luise, Das Schweigen Verstehen, 4. Baskı, Springer
Verlag, 2010.
Marreo, Madelin Z., “Bilingualism, brain injury, and reco-
very Implications for understanding the bilingual and for the-
rapy”, Clinical Psychology Review, Sayı: 22, 2002, s. 463-478
Marrero, Madelin Z. vd., “Bilingualism, brain injury, and
recovery Implications for understanding the bilingual and for
therapy”, Clinical Psychology Review, Sayı: 22, 2002, s. 463-478.
Minkowski, Mieczyslaw, “On aphasia in polyglotts”,
Problems of dynamic neurology, (Ed. Halpern), Jerusalem:
Hebrew University, 1963.
Minkowski, Mieczyslaw, “Sur un cas d’aphasie chez un
polyglotte”, Revue Neurologique Sayı: 35, 1928, s. 361-366
(Translated in Paradis 1983:274-279).
Paradis, Michel, A Neurolinguistic Theory of Bilingua-
lism, John Benjamins Publishing Company, Amsterdam/Phi-
ledelphia 2004.
Paradis, Michel. “Bilingualism and aphasia”, Studies in
neurolinguistics Cilt: 3 (Ed.: Whitaker, H.A. - Whitaker, H.),
New York: Academic Press, 1977.
Pitres, Albert, “Aphasia in polyglots”, 1895. In: Paradis,
Michel Readings on Aphasia in Bilinguals and Polyglots.
Montreal: Didier, 1983.
Pitres, Albert, “Etude sur I’aphasie chez les polyglottes”.
RevMed. 1895. In: Readings on Aphasia in Bilinguals and Pol-
yglots ( Çev. Paradis, Michel), Marcel Didier, 1983.
Pötzl, Otto, “Aphasie und Mehrsprachigkeit”, Aus dem
Laboratorium der Prager Deutschen Psychiatrischen Klinik,
1929, s.146-162
40 Ebru ZARZAVATÇIOĞLU

Ribot, Theodoré, Les maladies de la mémoire, G. Baillére,


Paris 1881.
Schneider, Barbara v.d., “Aphasie Wege aus dem Sprach-
dschungel”, Editör: Thiel, M.M. & Frauer, C., 5.Baskı, Springer
Verlag, 2012.
Steiner, Jürgen, “Mehrsprachigkeit bei Aphasie”, SAL-Bul-
letin Nr., Sayı:164, 2017, s.19-28.
Tanrıdağ, Oğuz, “Afazi”, 2.Baskı, Gata Yayımevi, Ankara
1993.
TDK, “İkidillilik”, http://tdk.gov.tr/index.php?option=-
com_bilimsanat&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5b168ce-
4e2fd34.97594780, erişim tarihi:02.06.2018
Tesak, Jürgen, “Einführung in die Aphasiologie”, Editör:
Springer, L. ve Dietlinde, S.D., Georg Thieme Verlag, Stuttgart
1997.
Wikipedia, “Çokdillilik”, https://tr.wikipedia.org/wiki/%-
C3%87okdillilik, erişim tarihi: 01.06.2018.
The Role and Importance of Estrogens 41

The Role and Importance of Estrogens

Östrojenlerin Rolü ve Önemi

Emina KIJEVCANIN

Ph.D. Student, Burdur Mehmet Akif Ersoy University,


Biology Department

ABSTRACT: In women’s body the activity of sex


hormones, especially estrogens, aims to keep the body in a
state of physical and psychological health. Mainly, the process
of aging is associated with the lack of these hormones.

Hormones are substances that increase possibilities that


under certain circumstances comes to the certain behavior.
Ovary tissue produces three steroids: estrogen, progesterone and
androgen. In women’s ovary, or in various body fluids, there are
three types of estrogens: estradiol, estrone and estriol. Like any
other steroid hormones, female sex hormones are synthesized
from cholesterol precursors. Estrogens are acting over their
nuclear steroid receptors, making mRNA transcription happen.
As a result, there is increased protein synthesis in the cells.

Estrogens stimulate the development of female secondary


sexual characteristics. Those are the hormones which affect
apetite, metabolism and body fat distribution. The less
estrogens means the slower metabolism. Estrogens play a
significant role in regulation of sexual attraction. Women who
have difficulties to get excited mostly have lower estrogens
level. Increased levels of estrogens after menstruation cause
the feeling of calmness and happiness, as well as a low stress
level. In the pre-ovulation period estrogens levels are high so
women usually look attractive and sexually are very active.
After ovulation, estrogen levels get lower, which causes the
decrease of sexual desire.
42 Emina KIJEVCANIN

Main purpose of this study is to show the importance and


role of estrogens in women’s behavior based on the data in the
scientific literature.

Introduction
The main function of estrogen is to stimulate the
proliferation of the cells and tissue growth of gonads, and
growth of tissues that are related to reproduction. Primarily,
estrogen has a very important cytoprotective role. There are
reliable data on the antioxidant activity of estrogens in the
cardiovascular and nervous system (Seed, 2004). The results
of clinical studies show that estradiol therapy reduces blood
pressure and mortality caused by cardiovascular disease in
postmenopausal women (Gerhard, 1998). According to these
studies, high concentration of estradiol in pregnancy, among
other things, also has a protective role against oxidative damage.
Research shows that especially in menopausal women, the
stimulation of the antioxidant system’s enzyme activity, primarily
GSH-Px, as well as GSH synthesis, estradiol therapy increases
the antioxidant capacity of erythrocytes. Estrogen may also
express its antiinflammatory effects by inhibiting inflammatory
cytokines and leukocytes (Amal, 2009). Estrogen also affects
the formation of bones. Together with vitamin D, calcium and
other hormones, it effectively breaks down and restores bones
to natural processes in the body. As the level of estrogen starts to
decline in middle age, the bone recovery process slows down, so
that postmenopausal women are at greater risk of bone fracture
due to osteoporosis (Guyton, 1999).

The formation of estrogens is under the role of


gonadotropic hormones of adenohypophysis: FSH i LH. The
main factors that indicate estrogen secretion disorder in the
body are (Tomljenović, 2003):

• irregular periods - the most usual in adolescents,


young girls who do not yet have regular cycles or women in
menopause, as a regular symptom of missed periods. Those
The Role and Importance of Estrogens 43

irregular periods may also be a sign of the polycystic ovaries


present, for which the unbalanced estrogen: progesterone
ratio is responsible. It is also visible in the form of excessive
malignity, acne, oily skin and hair, etc.

• headaches and migraines - during their periods, many


women, especially during the PMS, are susceptible to migraine
caused by disbalance of this hormone.

• the appearance of “heatwaves” - occur most often in


menopausal women, although due to hormone imbalance
they may occur in the younger age. The feeling of “heatwaves”
is the result of estrogen’s activity.

• swollen, painful breasts - due to fluid retention.

• loss of libido - this is a reliable sign that the body has a


hormonal imbalance, normally happens due to a low estrogen
level.

Figure 1. Estrogen levels at different ages

(Estrogen is represented by a blue line on the graphic)


44 Emina KIJEVCANIN

As we can see from the figure above, there is a reduction


in hormone production. From age 35 to 50 there is a 35%
reduction in estrogen, and a 75% reduction in progesterone.
This means that at menopause, estrogen levels are twice as high
as progesterone, creating an estrogen-dominant condition
(Casper, 2018).

Estrogen and premenstrual syndrome (PMS)


Estrogen acts everywhere in the body, including parts
of the brain that control emotions. Some of the effects of
estrogen include: increased serotonin levels and the number
of serotonin receptors in the brain, the modification of the
production and effects of endorphins, a substance called the
“hormone of happiness”, the protection of nerves from decay,
and possible stimulation of nerve formation (Gerhard, 1998).
More than 90% of women experience unpleasant symptoms
before menstruation. If the symptoms are sufficiently intense
to interfere with everyday life, then this phenomenon is called
premenstrual syndrome or PMS (Dena, 2002). PMS happens
when:

- there is a physical and emotional symptom a few days


before the cycle.

- symptoms disappear after the end of menstruation and


do not appear in other periods

- symptoms cause significant personal changes (at work, at


school, in relationship).

- bloating, swelling of the arm or leg and the sensitivity of


the breasts are frequent physical symptoms. A feeling of too
much emotional sensitivity, a feeling of depression, anger or
irritability, anxiety and social retreat may occur. 20-40% of
women experienced PMS in some period of life.
The Role and Importance of Estrogens 45

Positive and negative effects of estrogen

If cells are no longer needed, they commit suicide by


activating an intracellular death  program. This process is
therefore called programmed cell death, although it is more
commonly called  apoptosis (www.ncbi.nlm.nih.gov).
Estrogen has the ability to save cells from programmed cell
death using certain signaling mechanisms. Each body cell has
a limited life, or a certain capacity of the division, after which
all the cells from go into programmed cell death (apoptosis).
From the beginning of cell division to the end of human life,
the cell cycle is under the influence of genetic factors, but also
under the influence of hormones, whereby estrogen supports
cell division with a strong antiapoptotic effect, simply by not
allowing cells to die (Deroo, 2006).

Estrogen also protects blood vessels. It is the protector of


a mother whose heart needs to bear the fetus and the efforts
of pregnancy and birth. But the ability to spread blood vessels
is also manifested in men. In the case of stoke, for example,
estrogens will act as a nitroglycerine tablet on the patient, but
for a longer time, without causing resistance or saturation
(Reslan, 2013).

Estrogen is a powerful suppressor of the immune


response, with the aim of preventing the mother’s uterus
from rejecting the fetus as a foreign body. It also reduces and
modifies inflammatory processes, including atherosclerosis
that starts with inflammatory changes in the walls of blood
vessels (Gerhard, 1998).
46 Emina KIJEVCANIN

Figure 2. The Role of Estrogens as a Risk Factor for


Stroke

As it can be seen on the figure above, before menopau-


se women are protected from stroke, compared to men of the
same age (left). However, this protection decreases in some
period after menopause (right), suggesting that estrogen may
have a protective role against stroke (Dubal and Wise, 2002).
By the age of fifty, women’s health is mainly protected by a high
level of estrogen and progesterone. Over time, it first runs out
of testosterone, then progesterone, and results in the loss of
estrogen. Without steroid hormones, women lose their repro-
ductive capacity and the mechanisms that have protected her
health so far. Collagen in all tissues decreases rapidly and sig-
nificantly. Bones disintegrate, osteoporosis develops (Gerhard,
1998).
The Role and Importance of Estrogens 47

Estrogen’s role in inducing activity of brain


functions
• Estrogen can increase the number of connections
between brain cells, improving the communication in
the brain;
• Mimicking the effects of estrogens can lead to the
treatments of Alzheimer disease and schizophrenia
(Rettner, 2010).

Recent researches have shown that the introduction of


estrogens to both animals and humans can improve their
memory, as well as precision in the tests. In a new study, re-
searchers at the Northwestern University Feinberg School of
Medicine have exposed rat’s brains, grown in containers, to
an estrogen-like substances. This compound activated cellu-
lar estrogen receptors, causing a chain of chemical reactions
within the cells. This in turn caused an increase in the number
of cellular dendritic protrusions - hair-like extensions on the
surface of the cells that allows mutual communication (Rett-
ner, 2010).

Estrogen also has a protective effect on many aspects of


brain function, even on mitochondria - energy centers of the
cells - especially those in the blood vessels of the brain. Rese-
archers at University of California, found that estrogen the-
rapy promotes the efficacy of these mitochondria, which exp-
lains why women in perimenopause have fewer strokes than
men of the same age. Estrogen can contribute to the circulati-
on of blood to the brain even in old age. For example, at Yale
University, female postmenopausal women were treated with
estrogens for 21 days, or placebo, and then their brains were
recorded while solving memory tasks. Women who received
estrogen had brain patterns characteristic for younger women,
while women who did not receive estrogen had brain patterns
typical for a much older woman. Another study of brain size
48 Emina KIJEVCANIN

in postmenopausal women indicated that estrogen protects


specific parts of the brain. In women taking estrogen, areas in
the brain for decision-making, thinking, concentration, verbal
processing, listening ability and emotional treatment have not
diminished so much (Brizendine, 2006). The protective role
that estrogen has on the functioning of the female brain is one
of the reasons why scientists are very carefully examining the
results in the 2002 Women’s Health Initiative (WHI) research,
that dicovered that women who started taking estrogen 13 ye-
ars after menopause did not notice such protective effect on
the brain. Scientists have shown that periods without estrogens
longer than five or six years after menopause mean that the
opportunity to utilize the protective effects of estrogen on the
heart, brain and blood vessels is missed by default. Early est-
rogen treatment could also be important for the protection of
brain function (Brizendine, 2006).

Conclusion
Hormones play the main role in the development and
regulation of the female reproductive system and secondary
sexual characteristics in women. This hormone is responsible
for all the changes that are happening during the periods and
is included in the thickness of the endometrium of placenta,
while in men it plays a huge role for a healthy libido.

Low levels of estrogen are highly connected with a PMS,


postnatal and postmenopausal depression. It is well known
that estrogen enhances an tremendous growth of some parts of
the brain connected with control of behavior, mental conditi-
on, cognition, emotions and behavior in general.

In the hormonal supstitution therapy this hormone is hi-


ghly connected with tromboembolism (thrombosis).


The Role and Importance of Estrogens 49

References

Arnal JF. (2009). Estrogen receptor actions on vascular


biology and inflammation: implications in vascular pathop-
hysiology. Climacteric. 1, 12-17.
Brauner A. (June, 2013 ). Estrogen bolsters urinary tract
infection defense in menopausal women. Mol Endocrinol. 19,
833-842.
Brizendine L. (2006). The Female Brain, United States by
Broadway Books, an imprint of the Crown Publishing Grou-
pe, advision of Random House, Inc, New York.
Dena B. Dubal, P., & Phyllis M. Wise, P. (2002). Estrogen
and neuroprotection: from clinical observations to molecular
mechanisms. Dialogues in clinical neuroscience. 149-161.
Deroo BJ, Korach KS. (2006). Estrogen receptors and hu-
man disease. The journal of Clinical Investigaion. 30, 934-941.
Gerhard M., WB. (1998). Estradiol therapy combined
with progesterone and endothelium-dependent vasodilation
in postmenopausal women. Circulation. 98(12):1158-63.
Guyton AC, John E Hall. (1999): Medicinska fiziologija.
W.B. Saunders, Beograd.
Guyton AC, John E Hall. (2013): Medicinska fiziologija.
Savremena Administracija, Beograd.
Hackle C. (2001). Estrogen receptor beta, but not est-
rogen receptor alpha, is present in the vascular endothelium
of the human and nonhuman primate endometrium. Critch-
ley. 86(3):1370-8.
Osório-Wender MC, Vitola D, Spritzer PM. (1997). Per-
cutaneous 17 beta-estradiol replacement therapy in hyperten-
sive postmenopausal women. Braz J Med Biol Res. 30,1047-
53.
50 Emina KIJEVCANIN

Yue-Jia L. (2011). Estrogen Impacts on Emotion: Psycho-


logical, Neuroscience and Endocrine Studies. SCI CHINA Life
Sci, 41(11).
Rachael R. (2010). Estrogen makes you smarter by helping
brain cells chat. Livescience.
Reslan OM, Khalil RA. (2012). Vascular Effects of Est-
rogenic Menopausal Hormone Therapy. US National Library
of Medicine. Rev Recent Clin Trials. 7(1): 47–70.
Seed M. (2004). Estrogens, lipoproteins, and cardiovas-
cular risk factors: an update following the randomized place-
bo-controlled trials of hormone-replacement therapy.   Curr
Opin Lipidol. 15(4):459-67.
Shlomo M. (2007). Endocrinology: Basic and Clinical
Principles (Sec. Ed.). Totowa Ney Jersey.
Tomljenović G. (2003-2012). “Estrogen - 300 načina da
se sačuva zdravlje”. Magazin za nauku, kulturu, istraživanja i
otkrića.
Marksist İdeolojinin Rus Resim Sanatındaki
Teorisi ve Pratiği Üzerinden İktidar ve Sanat İlişkisi 51
Marksist İdeolojinin Rus Resim Sanatındaki Teorisi
ve Pratiği Üzerinden İktidar ve Sanat İlişkisi

The Contact between Marksist Ideology on the


Theory and Applied of Russian
Visual Art

Hüseyin ELMAS
Prof. Dr. Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü

Mehmet AKSOY
Öğr. Gör. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Resim Bölümü,

ÖZET: 1917 Rus Devriminden sonra Marksist ideolojiyi


benimseyen Sovyetlerin, arkasında durduğu ideolojinin gü-
cünü halka anlatmak adına seçtiği propaganda araçlarından
en etkilisi sanat olmuştur. Marksist ideoloji, “Sanat toplum
içindir” anlayışını benimseyip, resmi sanat görüşü olarak Top-
lumcu Gerçekçilik akımını ilan etmiştir. Bu kapsamda sanatçı,
topluma olan borcunu ödeyebilmek için eserlerini bir tür top-
lumsal sorumluluk ve bilinçle üretmek durumunda kalmıştır.
Teoride hiçbir sorun algılatmayan bu proje, pratiğe geçtiğinde
arkasında sanat adına birçok enkaz bırakmıştır. Sanat, iktidara
hizmet eder hale gelmiş ve ilerlemesi durmuştur.

Bu çalışmada, Marksist ideolojinin Rus resim sanatındaki


teorisi ve pratiği üzerinden iktidar ve sanat ilişkisine ışık tutmak
amaçlanmıştır. İktidar ve sanat ilişkisinin arasındaki güç denge-
sizliğinin sanata etkilerini vurgulamak açısından önem arz et-
mektedir. Araştırmanın daha sağlıklı yürütülebilmesi için konu
Rus resim sanatı ve Marksist ideoloji ile sınırlandırılmıştır.

Çalışmada, literatür taraması uygulanarak görseller ile des-


teklenmiştir. Sanatın bir ideolojiyi desteklemek adına propaganda
52 Hüseyin ELMAS, Mehmet AKSOY

aracı olarak kullanılmasının sanatın doğal süreçlerinin kaçınılmaz


bir biçimde bozguna uğraması ile sonuçlandığı vurgulanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Marksist ideoloji, Rus resim sanatı,


iktidar

ABSTRACT: After the Russian Revolution of 1917, the


Soviets, which adopted the Marxist ideology, became the
most influential art form of propaganda vehicles that the ide-
ology behind them chose to express their power to the people.
Marxist ideology embraced the notion of “Art for society” and
proclaimed the Socialist Realism movement as the official art
view. In this context, the artist has to produce his works with a
kind of social responsibility and consciousness in order to be
able to pay the debts which are collective. This project, which
does not perceive any problems in theory, has left behind many
wrecks in the name of art when it comes to practice. Art has
become a service of power, and its progress has stopped.

In this study, it was aimed to shed light on the relationship


between Marxist ideology and art in the theory and practice of
Russian painting. It is important to emphasize the art effects of
power imbalance between power and art relation. The issue is
limited to Russian painting art and Marxist ideology in order
to carry out the research more healthily.

In the study, literature review was applied and supported


by visuals. It was emphasized that using art as an instrument of
propaganda to support an ideology resulted in inevitable cor-
ruption of the natural processes of art.

Key words: Marxist ideology, Russian painting art, power

Giriş
Çar rejiminin halka uyguladığı baskı ve 1. Dünya Savaşı’nın
yaşanması sonucu yapılan 1917 Rus Devrimi, 300 yıldan fazla
hüküm süren çarlık rejimini yıkmakla kalmamış aynı zaman-
da Rusya’daki hayatı değiştirerek, 20. yüzyıla hükmedecek olan
Marksist İdeolojinin Rus Resim Sanatındaki
Teorisi ve Pratiği Üzerinden İktidar ve Sanat İlişkisi 53
komünizm ve kapitalizm ideolojilerinden biri haline gelmiş-
tir (Guggenheim, 2018). Şüphesiz ki Marx’ın fikirleri dünyayı
değiştirmiştir. Fikirleri doğrultusunda devrimler yapılmış ve
komünist toplumlar kurulmuştur. Yapılan Devrim, kimilerine
göre insanlığın baskıdan kurtulmasını sağlamış, kimilerine göre
ise cinayet ve felaket olarak tanımlanmıştır (Carr, s47, 2015).

1917 Rus Devriminden sonra Marksist ideolojiyi benimse-


yen Sovyetler, sanat alanında da devrim yaparak sanatı halkın
ihtiyaçları ve gerçekleri doğrultusunda yönlendirmek istemiş-
tir. Marksist bir estetik kuram geliştirmek isteyen iktidarın, ar-
kasında durduğu ideolojinin gücünü halka anlatmak adına seç-
tiği propaganda araçlarından en etkilisi sanat olmuştur. Basit
bir teorisi olan Marksist ideoloji, sanatçının bir birey olduğunu
ve bireyi toplumun var ettiğini savunmuştur. Bu sav, her sanat-
çının kendini var eden topluma karşı sorumlu olduğu sonucu-
nu doğurmuştur. Marksist ideolojide, iktidar tarafından sanat-
çıdan, toplumu ileriye taşıması, toplumun gerçeklerini yansıtıp
aynı zamanda ona yol göstermesi beklenmiştir. “Sanat toplum
içindir” anlayışını benimseyen ve Marksist ideoloji ile Rusya’da
resmi sanat görüşü olarak ilan edilen Toplumcu Gerçekçilik
akımı, bu beklentinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Bu kapsamda sanatçı, topluma olan borcunu ödeyebil-


mek için eserlerini bir tür toplumsal sorumluluk ve bilinçle
üretmek durumunda kalmıştır. Teoride hiçbir sorun algılat-
mayan bu proje, pratiğe geçtiğinde arkasında sanat adına bir-
çok enkaz bırakmıştır. Başlarda toplumu yönlendirip bireyleri
daha bilinçli hale getirme isteği ile kullanılan sanat, sonraları
iktidara hizmet eder hale gelmiştir. Bu durum, sanatın doğası
gereği yenilenme ve değişim ihtiyacına engel teşkil etmiş, sa-
nat düşüncesinin özgür yapısı birtakım kurallarla çerçevele-
nerek önemini yitirmiştir.

Topluma gerçekleri aktarma fikriyle yola çıkan Toplumcu


Gerçekçilik, ülke yönetiminin istenildiği gibi gitmemesi sonu-
cu, iktidarın hayal ettiği ülkeyi yansıtan hayal ürünlerine dön-
mesine kadar gitmiştir.
54 Hüseyin ELMAS, Mehmet AKSOY

Ülkenin gidişatı ve üretilen eserlere birkaç örnek vere-


cek olursak. Çiftçiler arasında Komünistlerin Kulaklar adını
verdiği bir sınıf bulunuyordu. Stalin “Kulakların sınıf ola-
rak tasfiyesine” yönelik bir politikayı uygulamaya başlattı. 
“Halk düşmanı” ilân edilen Kulaklar bütün mallarına el konu-
larak ailelerine yardım edilmesi yasaklandı. Madenlerde ve bü-
yük sanayi projelerinde köle-işçi olarak çalıştırıldılar. Bunların
üçte biri çetin hayat şartlarına dayanamayarak hayatını kaybet-
ti (Holodomor, 2018).

Görsel – 1: Nikolai Mikhailov «Bizim Kolhoz’da papazla-


ra ve toprak ağalarına yer yok!» 1930
Marksist İdeolojinin Rus Resim Sanatındaki
Teorisi ve Pratiği Üzerinden İktidar ve Sanat İlişkisi 55

Görsel – 2: «Gelin ve Kolhozlara katılın!», «Kulaksları Çiftlik-


lerimizden atacağız», 1930

Holodomor, Ukrayna dilinde “açlıkla öldürmek” anlamı-


na geliyor. Stalin dönemindeki zorunlu kolektifleştirme ta-
rımda üretimin azalmasına yol açtı. 1932-1933 yılları arasın-
da Ukrayna’da yaşanan kıtlıkta 7 milyon kişi hayatını kaybetti
(KHA, 2014). Hiçbir eserde açlık veya kıtlık resmedilmedi.
Aksine köylüler ve kolhoz çalışanları bolluk ve refah içinde
tasvir edildi.

Görsel -3: «Kolektif Çiftlik Festivali», Arkady Plastov (1937)


56 Hüseyin ELMAS, Mehmet AKSOY

Sovyet Coğrafyasında yaşayan Rus olmayan diğer ulusları


“Sovyet Halkı Oluşturma” adı altında Ruslaştırılmaya çalışıl-
mıştır. Bu oyunun farkında olup tepki gösteren aydınlar ise ya

Görsel -4: Karpovsky, N.P. 1948


Marksist İdeolojinin Rus Resim Sanatındaki
Teorisi ve Pratiği Üzerinden İktidar ve Sanat İlişkisi 57
Yayınlanan devlet arşivleri bilgilerine göre 2 milyon 300
bin kişi göç etmeye mecbur bırakılmıştır (Han, 2018).  Üre-
tilen eserlerde ise Stalin, bütün halklar tarafından sevilen ve
kabul gören sevecen biri olarak resmedilmiştir.

Görsel – 5: «Sovyet Kırgız Kızı» 1948

Üretilen eserlerde, bütün halkların eğitim ve yaşam hak-


ları eşitmiş gibi gösterilmiş, göçe zorlanan ve sürgün edilen
halktan hiçbir şekilde bahsedilmemiştir
58 Hüseyin ELMAS, Mehmet AKSOY

Moskova Duruşmaları ile ordu komutanlarının üçte ikisi,


tümen komutanlarının % 90’ı tutuklandı. Büyük Terör döne-
minde 5 mareşalden 3’ü, 16 ordu komutanından 14’ü, 8 ami-
ralden 8’i, 67 kolordu komutanından 61’i, 133 tümen komuta-
nından 130’u, 599 tugay komutanından 211’i, 11 harp komiseri
yardımcısından 11’i, 35 bin subay kadrosundan yarısı ya idam
edildi ya da hapse atıldı (Serenti, 2016).

Görsel – 6: «24 Mayısta Kremlin Devlet Resepsiyonu»,


1945
Marksist İdeolojinin Rus Resim Sanatındaki
Teorisi ve Pratiği Üzerinden İktidar ve Sanat İlişkisi 59
Eserlerde ise üst düzey komutanlar ve siyasetçiler uyum
içinde çalışırken resmedilmiştir.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür. 1930’ların endüstriyel


projelerinden biri olan Sovyet elektrik ağı, içlerinde politik
suçluların da (muhalifler) bulunduğu yüz binlerce mahkûm
işçi tarafından yapılmıştır. Bunların büyük bir kısmı, ağır
çalışma koşulları altında hayatını kaybetmiştir (Clark, s107,
2011). Resimlerde ise sağlıklı ve işlerini severek yapan halktan
olduğu bilinen işçiler resmedilmiştir.

Görsel - 7: Serafima Ryangina, “Hep Daha Yükseğe”,1934


60 Hüseyin ELMAS, Mehmet AKSOY

SONUÇ

Dünyayı cennete çevirmek gibi çok büyük iddialarla


ortaya çıkan Sovyet sosyalist sistemi, hayal kırıklığına uğ-
ratmış, geride tarihte emsali görülmemiş bir şekilde tam
bir enkaz bırakmıştır. Sosyal, kültürel ve ekonomik çöküş
sonrası eski Sovyet toplumları, dünya ile entegre olma yo-
lunda her şeye sıfır noktasından başlama mecburiyetinde
kalmışlardır.

Neredeyse bütün planlarını Çar rejimini yıkmak için


kuran muhalefet, yıkılan rejimden sonrası için düşündüğü
uygulamalar yetersiz kalınca, halkın tekrar ayaklanmaması
için sanatı göz boyamak için kullanmıştır. Marksist düşün-
ceye göre her şeyin rayında gitmesi gerekirken uygulama
bu şekilde olmamış ve yıkımla sonuçlanmıştır. Bu süre zar-
fında sanat araç olarak kullanılmıştır.

KAYNAKÇA
Carr, Edward Hallett, «Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi
1917-1929», Yordam Kitap, İstanbul, 2015
Clark, Toby, Sanat ve Propaganda, çev: Esin Hoşsucu,
Ayrıntı Yayınları, sf:101, İstanbul , 2011
Guggenheim, «Art and Ideology», https://www. gu-
ggenheim. org/arts-curriculum/topic/art-and-ideology ,
Erişim Tarihi: 20.06.2018, 23.01 , 2018
Han, Ülgen, «Stalin’in Kafkasya Ve Kırım’daki Sürgün
Ve Katliam Politikasının Boyutları»  Http://Www.Turkcu-
turanci.Com/Turkcu/Turk-tarihi/Tarihin-en-buyuk-sur-
gun-ve-soykirim-politikasini-yapan-ruslar/?Wap2, Erişim
Tarihi: 15.06.2018, 18.12 , 2018
Marksist İdeolojinin Rus Resim Sanatındaki
Teorisi ve Pratiği Üzerinden İktidar ve Sanat İlişkisi 61
Holodomor Soykırımı, Http://Www.Solakkedi. Com /
Dunyanin %20 ci vis i/Holodomor/001.Html, Erişim Tarihi:
20.06.2018, 21.01 , 2018,
Kuzey Haber Ajansı,   Http://Www.Du nyabulteni.Net/
Haberler/313708/40-milyon -stalin- Kurbani -aniliyor, Erişim
Tarihi: 23.06.2018, 23.14, 2014
Serenti, «Büyük Temizlik Dönemi Ve Stalin Diktatörlü-
ğünün Başlaması», Tarih ve Siyaset, www.serenti. org/ buyuk-
temizlik -donemi- ve-stalin-diktatorlugunun-baslamasi/, Eri-
şim Tarihi: 20.06.2018, 11.12, 2016
Yüce, Mehmet, «Kırgız Türklerinin Ulusal Kimlik Politi-
kası», Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler
E-dergisi ISSN:1694 – 528X Sayı: 9 Mayıs – 2006 İktisat Ve
Girişimcilik Üniversitesi – Türk Dünyası Kırgız – Türk Sosyal
Bilimler Enstitüsü Celalabat – Kırgızistan, 2006

GÖRSEL KAYNAKÇA
Görsel-1: http://redavantgarde.com/en/collection/show-col-
lection/page-1.html, Erişim Tarihi: 13.06.2018, 21.17
Görsel-2: http://everyhistory.org/19thcentury/1879Sta-
lin3.html, Erişim Tarihi: 15.06.2018, 12.15
Görsel-3: http://www.stalinsociety.org/2016/03/22/the-re-
al-stalin-series-part-seven-collectivization/, Erişim Tarihi:
16.06.2018,
Görsel-4: http://redavantgarde.com/en/collection/show-
collection/1049-have-a-battlefield-stamina-in-your-labour-
for-this-will-elevate-your-kolhoz-above-others-there-is-a-pri-
ze-for-honest-labour---wealth-fame-and-respect-.html, Erişim
Tarihi: 11.06.2018
Görsel-5: https:/ /arthive.com /artists/4427~Semen _
Chuikov/works/208016~ The_Daughter_ Of_Soviet_Kirghi-
zia, Erişim Tarihi: 14.06.2018, 14.38
62 Hüseyin ELMAS, Mehmet AKSOY

Görsel-6: http://everyhistory.org/19thcentury/1879Sta-
lin3.html, Erişim Tarihi: 17.06.2018, 21.11
Görsel-7: http://redavantgarde .com/en/ collection/
show-collection/page-1.html, Erişim Tarihi: 15.06.2018, 20.13
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 63
Tarih ve Film İlişkisi: Yakınçağ Avrupa’sının
(1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları

History-Film Relation: Reflections of Modern


Europe (1750-1914) in Movies

Kezban ACAR
Prof. Dr. Celal Bayar Üniversitesi,
Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü

ÖZET: Batıda 1970’lerden başlayarak tarih eğitimi-film


ilişkisine dair birçok çalışma yapılmış olmasına rağmen, ül-
kemizde konuyla ilgili çalışma sayısı oldukça sınırlıdır. 2000’li
yılların başından itibaren görülmeye ve son beş yılda da göre-
ce artan bu önemli bir kısmı, orta öğretimde tarih eğitimi ve
film konusunda olup, mühim bir bölümü de televizyon film-
leri ve dizilerinde tarihi konuların veya kişiliklerin ele alınış
biçimi üzerinedir. Oysa filmler, batıda üniversite düzeyinde
de tarih eğitiminin bir parçasıdırlar ve Türkiye’de de bu an-
lamda kullanılabilirler.

1750’lerden 1910’lara kadar uzanan ve “Yakınçağ” veya


Modern Dönem olarak adlandırılan zaman diliminde yaşa-
nan gelişmeleri konu edinen veya bunlara değinen bir kısmı
aynı isimli romanlardan uyarlanmış birçok film yer alır. Ülke-
mizde tarih-film ilişkisi bağlamında bu filmleri konu edinen
ve değerlendiren hiçbir çalışma bulunmamaktadır.

Bu bildiri, Fransız Devrimi (1989), Goya’nın Hayaletle-


ri (2005), Savaş ve Barış (1956), Germinal (1993), Genç Karl
Marx (2018), Genç Viktorya (2009) ve Zulu Şafağı (1979)
isimli filmlerden yola çıkarak Fransız İhtilali, Sanayi İnkılâbı,
Sosyalizmin ortaya çıkışı ve gelişimi, İngiliz İmparatorluğu-
64 Kezban ACAR

nun yükselişi ve İngiliz yönetimine son vermek için 19. Yüzyı-


lın ikinci yarısından itibaren başlayan ayaklanmalar ve yapılan
savaşlar, 19. Yüzyıl Avrupa’sında yükselişe geçen Anti-Semi-
tizm gibi gelişmelerin sinemada nasıl ele alındığını inceleme-
yi ve filmlerin tarih eğitiminin bir materyali olarak kullanılıp
kullanılamayacağını değerlendirmeyi amaçlar.

Anahtar Kelimeler: Yakınçağ, Avrupa, film, tarih öğretimi.

ABSTRACT: Even though in the West, beginning in


1970s, there have been many studies on the relation between
history education and film, in Turkey there are not many stu-
dies on this subject. Starting in the millennium and increasing
in the last five years, studies on the subject in Turkish either
examine specifically how some historical events or figures were
portrayed in TV series or how they were reflected in midd-
le-school history education. These studies are important, yet
films or TV series can also be a part of history education in
universities.

There are many films about the important developments


that took place during the Modern Era (1750s-1910s). In Tur-
key, there is not a single study, examining these films as a part
of history education and teaching.

This article, based on films such as La Révolution França-


ise (1989), Goya’s Ghosts (2005), War and Peace (1956), Young
Karl Marx (2018), Germinal (1993), Young Victoria (2009),
Zulu Dawn (1979) aims to examine how the French Revoluti-
on, Industrial Revolution, emergence of the Socialism, the rise
of the British Empire and oppositions and wars against it and
the rise of anti-Semitism were depicted in the cinema and how
can we use films as a part of history teaching both in midd-
le-school and higher education.

Key Words: Modern Era, Europe, film, history teaching.


Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 65
Giriş
Batı’da Modern Dönem olarak adlandırılan ve 1750’ler-
den 1910’lara kadar uzanan zaman aralığında Avrupa’da bir-
çok önemli gelişme yaşanmıştır. Sanayi Devrimi, Fransız İh-
tilali (Anayasal Monarşi dönemi, Terör Dönemi), Napolyon
Savaşları, sanayileşmenin ikinci aşaması (1840 sonrası), işçi
hareketleri ve sosyalizm, Yeni Emperyalizm ve merkezi hükü-
metlerin güçlenmesi gibi gelişmeler sadece o dönem Avrupa’sı
için değil bütün dünya için çok önemli sonuçlar doğurmuştur.
Bu kadar önemli gelişmeler hem edebiyata hem de filmlere
konu olmuştur. Ülkemizde veya batıda bu gelişmelerin Beyaz
perdedeki anlatımlarını inceleyen, analiz eden hiçbir akade-
mik çalışma yoktur.

Oysa hem Türkiye’de hem de Batı’da, film-tarih ilişkisi


birçok çalışmaya konu olmuş ve filmlerin tarih çalışmaları
için bir kaynak, tarih eğitimi için ise bir araç olup olmayacağı
birçok makale ve kitapta tartışılmıştır. Ülkemizde konu son
on, on beş yıldır ilgi çekmişken, Batı’da ilk kez bundan yakla-
şık yüz yıl önce yıl önce ele alınmış, son elli yıldır da yoğun bir
biçimde tartışıla gelmiştir. B. J. Elliot, 1977’de basılan, “Tarih
Eğitimi Filminin Başlangıcı” isimli makalesinde, İngiltere’de
filmin eğitimde yardımcı bir araç olup olmayacağına dair ilk
önemli sorgulamanın 1910’ların sonunda başladığını yazar.
1925’te ise Kamu Ahlakı Ulusal Konsülü’nün konuyla ilgili
bir rapor hazırladığını ve söz konusu Konsülün bu raporunda
filmlerin eğitimdeki potansiyel etkisini kabul etmekle birlik-
te, soyut kavramları anlama yetenekleri henüz çok gelişmemiş
olan 12 yaş altı çocuklar için bu potansiyelin çok fazla abar-
tılmaması gerektiğine dair bir değerlendirme yaptığını belir-
tir.1 Bu tür istisnai bazı girişimler dışında film ve tarih eğitimi
konusunun Batı’da özellikle 1970’lerde yoğun bir ilgi gördüğü
söylenebilir.

1 B. J. Elliott, “Genesis of The History Teaching Film”, Teaching History,


Sayı: 19, 1977, s. 3-6.
66 Kezban ACAR

ABD gibi bazı ülkelerde bu tartışmaların uzun yıllar önce


uygulamaya bile konduğu ve Amerika Tarih Derneği gibi ku-
rumlara tarafından tarih derslerinde gösterilmek üzere bir film
koleksiyonu ve projesi geliştirildiği görülür. Amerikan Tarih
Derneği’nin o dönemdeki tarihi filmler projesinde görev alan
Martin A. Jackson, “Filmlerin Gelecekte Tarihteki Rolü” isim-
li çalışmasında bu konuda bazı ayrıntılar sunar. Onun verdiği
bilgilere göre 1970’lerin sonunda birçok Amerikan üniversi-
tesinde ve orta öğretim kurumunda tarihi filmlerden oluşan
bir film seti oluşturulmuş, bunların izlenmesi için okullarda
filmlerin bireysel ya da toplu olarak izlenmesi için gerekli araç
gereç (projeksiyon cihazı, ekrana arkadan yapılan projeksiyon
gibi) sağlanmıştır. Hatta her okulda tarihi filmler ve belgeseller
gibi eğitimde kullanılabilecek görsel araçların yer aldığı gör-
sel medya bölümü oluşturulmuştur. Batı ülkelerindeki bu tür
çabalar ve hem 1970’lerde hem de müteakip yıllarda yapılan
çalışmalar, filmlerin tarih eğitimin çok önemli bir aracı olduğu
konusunda genel bir fikir birliği olduğunu gösterir.2 Bunun se-
bepleri konusunda ise farklı görüşler vardır.

Konuyla ilgili çalışmalardan birine imza atan Joseph B.


Duckworth, 1978’de kaleme aldığı “Film Aracılığıyla Eğitim:
Öğrenmede Yeni bir Yaklaşım,” başlıklı makalesinde filmlerin
her türlü eğitimde kullanılması gereken önemli araçlar oldu-
ğunu belirtir. Duckworth’a göre bunun en önemli sebebi, ço-
cukların ve gençlerin medya veya görsel kaynakları/araçları
eskisinden çok daha fazla kullanmasıdır. Onun verdiği bilgi-
lere göre örneğin 1978’de ABD’deki filmlerin izleyici kitlesinin
%65’i 24 yaş ve altı gençlerden oluşmakta, 5 yaş altı 12 milyon
çocuğun en az 5 milyonu Susam Sokağını bilmekteydi. Ayrıca
ortalama bir Amerikalının bir yılda izlediği film sayısı, oku-
duğu kitap sayısından 20 kat daha fazlaydı. Bu yüzden medya
veya görsel araçlarla bu kadar içli dışlı olmuş bir öğrenci kitlesi

2 M. A. Jackson, “Film as a Source Material: Some Preliminary Notes


Toward a Methodology”, The Journal Of Interdisciplinary History, Sayı: 4/1,
1973, s. 73-80.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 67
varken, filmleri eğitimde kullanmamak olmazdı.3 Bu ve ben-
zeri görüşlerden, Batı’daki birçok ülkede öğrenci merkezli bir
eğitim yaklaşımı benimsendiği ve öğrenci kitlesine göre tarihi
materyallerin de güncellendiği sonucu çıkartılabilir.

Ülkemizde ise tarih eğitimi/öğretimi-film ilişkisi 2000’li


yılların başlarından itibaren tartışılmaya başlamış gözükmek-
tedir. Bu konuda ilk yazanlardan İsmail Demircioğlu ve Sezai
Öztaş, konuyla ilgili makalelerinde, Amerikalı eğitimci Edgar
Dale’in ortaya attığı bir görüşe yer vererek filmlerin etkin öğ-
renme araçlarından biri olduğunu ileri sürerler. Dale’e göre,
insanlar ne kadar duyu organı kullanırsa o kadar iyi öğrenirler
ve geç unuturlar. Ayrıca, en iyi öğrenme metodu kendi kendi-
ne öğrenmedir.4 Filmlerin etkin öğrenmedeki önemine vurgu
yapmak isteyen Demircioğlu ayrıca öğrenmeyle ilgili araştır-
malardan çıkan ve genel kabul görüş gibi gözüken “öğrenciler
okuduklarının %10’unu, duyduklarının %20’sini, gördükleri-
nin %30’unu hem görüp hem duyduklarının %50’sini, görüp,
işitip ve söylediklerinin %80’ini, görüp, işitip, dokunup ve
söylediklerinin %90’ını öğrenirler” görüşüne yer verir. Sonuç
olarak, bu görüşlerden ve araştırma sonuçlarından hareketle,
Demircioğlu ve Öztaş, hem birden fazla duyu organımızı işin
içine kattığı hem de bir tür kendi kendine öğrenme aracı ola-
rak işlev gördüğü için, filmlerin etkin öğrenme araçlarından
birisi olduğunu ima ederler.5

Filmlerin tarih eğitimindeki yeri ve önemini değerlen-


diren bu iki çalışma dışında bugüne dek yapılmış tarih eği-
timi-film veya medya ilişkisini inceleyen çalışmaların çoğu,
orta öğretim veya üniversite öğrencilerinin veya öğretmenle-

3 J. B. Duckworth, “Education Through Film: A New Approach to


Learning”, The Phi Delta Kappan, Sayı: 60/4, 1978, s. 303-304.
4 İ. H. Demircioğlu, “Tarih Öğretiminde Filmlerin Yeri Ve Önemi”, Bilig,
Sayı: 42, 2007, s. 77-93; S. Öztaş, “Tarih Öğretimi Ve Filmler”, Kastamonu
Eğitim Dergisi, Sayı: 16/2, 2008, s. 543-556.
5 Demircioğlu, “Tarih Öğretiminde Filmlerin Yeri Ve Önemi”; Öztaş,
“Tarih Öğretimi Ve Filmler”.
68 Kezban ACAR

rin tarihi filmlere ve dizilere bakışını değerlendirirler.6 Bu ça-


lışmaların hemen hepsi, Batıdaki çoğu çalışma gibi, filmlerin
tarih eğitiminde kullanılması gerektiğini ifade ederler. Ancak
bunun nedenleri konusunda farklı görüşler sunarlar. Bir kıs-
mı, filmleri, monoton ve sıkıcı tarih eğitimini ilginç ve zevkli
kılabilecek bir araç, bir kısmı da toplumsal ve ahlaki değerlerin
öğrencilere aktarılmasında ve kolektif belleğin inşasında etkili
bir vasıta olarak görürler. Bütün bu çalışmalar, ülkemizde ta-
rih eğitimine farklı bakışlar olduğunu ve filmlerin eğitimdeki
öneminin o veya bu sebepten giderek daha çok anlaşıldığını
göstermesi açısından önemlidir. Ancak aynı zamanda filmleri
sadece Türk tarihiyle sınırlı tuttukları için eksiktirler.

Bu çalışma Yakınçağ Avrupa’sındaki gelişmeleri filmler


aracılığıyla sunarak ve bunu yaparken filmleri bir tarih mater-
yali olarak eleştirerek, Türkiye’deki konuyla ilgili çalışmalara
bir katkı yapmayı ve konuya ilgi duyanlara yeni bir bakış açısı
sunmayı amaçlamaktadır.

6 S. Aktekin, Z. Çoban, “Tarih Derslerinde Tarihi Film Ve Dizilerin


Kullanımına İlişkin Öğretmen Ve Öğrenci Görüşleri: Trabzon Örneği”,
Karadeniz İncelemeleri Dergisi, Sayı: 13, 2012, s. 141-160; S. Öztaş, N. K.
Anıl, B. Kılıç, “Tarihi Film Veya Tarihi Dizilerin Tarihe İlgiyi Arttırmada
Etkisine İlişkin MYO Öğrencilerinin Görüşleri”, Electronic Journal of
Vocational Colleges, UMYOS Özel Sayı, 2013, s. 107-120; N. Çengen, D.
Özcan, “Günümüz Ortaöğretim 10. Sınıf Tarih Ders Kitabı İle Muhteşem
Yüzyıl İsimli Televizyon Dizisindeki “Kanuni Sultan Süleyman Dönemi”
Söylemlerinin Gösterge Bilimsel Açıdan Karşılaştırılması”, Turkish History
Education Journal, Sayı: 2/1, 2013, s. 76-101; “Tarih Öğretiminde Tarihî
Film Ve Tarihî Dizilerin Kullanılmasına İlişkin Tarih Bölümü Öğrencilerinin
Görüşleri (Kırklareli Üniversitesi Örneği)”, Turkish History Education
Journal, Sayı: 4/2, 2015, s. 1-37; N. Bozkurt, N. Bayındır, “Öğretmen
Adaylarının Tarih Eğitiminde Popüler Olan Tarih Yapımları Hakkındaki
Görüşleri”, Uluslararası Sosyal Ve Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı: 2/4, 2015, s.
205-215; R. Kaya, H. Günal, “Tarih Öğretmenlerinin Muhteşem Yüzyıl Dizisi
Özelinde Tarih Konulu Film Ve Dizilerin Öğretimde Kullanımına Yönelik
Görüşleri”, Türk Tarih Eğitimi Dergisi, Sayı: 4/1, 2015, s. 1-48; G. Ocak,
S. Selimoğlu, “Tarih Öğretiminde Tarih Dizilerinin Kullanımına İlişkin
Öğrenci Görüşleri-Nitel Bir Analiz”, Kastamonu Eğitim Dergisi, Sayı: 24/1,
2016, s. 431-452.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 69
Amaç ve Yöntem

Bu makale 1750-1914 arası döneminde Avrupa’da mey-


dana gelen belli başlı olayların filmlere nasıl yansıdığını analiz
eder ve büyük çoğunluğu tarihi gerçekliklere dayanarak ya-
pılan bu filmlerin, sadece tarihi bilgiler sunmakla kalmadığı-
na, aynı zamanda izleyiciye o dönemin yaşam koşulları, ruhu,
giysileri, yiyecekleri, mekânları vs. gibi birçok konuda da
bilgiler sunduğuna dikkat çeker. Filmler, tarih kitaplarından
haklarında bazı bilgiler edindiğimiz mekânlara, kişilere ve
olaylara ruh ve can katan, izleyicide gördüğü şeyler hakkında
merak duygusu uyandıran ve bu anlamda kişileri araştırmaya
teşvik eden çok önemli kaynaklardır.

Ayrıca tarihi filmler, tarihi gerçeklik ile kurgunun ayırtı-


na varmak isteyen ve daha fazla bilgi edinmek yolunu seçen-
ler için analiz ve değerlendirme yeteneğine katkıda bulunan
kaynaklardır. Kaldı ki bu çalışma için analiz edilen filmlerin,
bazı fantastik öğeler içermelerine rağmen, büyük oranda tari-
hi gerçekleri yansıttığını ve bu yüzden de Modern Dönem Av-
rupa’sına damgasını vuran Fransız İhtilali, Fransa’daki Terör
Dönemi, Napolyon Savaşları, Sanayi Devriminin ikinci aşa-
ması (1840 sonrası), İşçi hareketleri ve sosyalizm, Yeni Em-
peryalizm, merkezi hükümetlerin güçlenmesi gibi gelişmelere
ışık ve ayna tutan birer araç olduğunu söylemek mümkündür.

Bulgular
Fransız İhtilali: Bitmeyen Devrim
Temmuz 1789’da patlak vermesine rağmen Fransız İhti-
lali’ni hazırlayan koşullar çok daha öncesine gidiyordu. Paul
Hazard gibi araştırmacılara göre, Fransız İhtilali’nin kökenini
14. Louis’in (1643-1715) 1685’te, Nant Fermanı’nı ilga etmesi-
ne kadar götürmek mümkündü. 1598’de ilan edilen Nant Fer-
manı Fransa’daki mezhep çatışmalarına son vermek ve milli
70 Kezban ACAR

birlik ve beraberliği sağlamak için ilan edilmiş ve bu fermanla


Katolik Fransa’da yaşayan azınlık konumundaki Protestanlara
da inanç özgürlüğü tanınmıştı. Ancak “güneş kral” olarak da
bilinen ve Erken Modern Dönemde mutlak monarşinin sem-
bolü haline gelmiş 14. Louis, Nant Fermanı’nı kaldırmış ve Hu-
genot adı verilen Fransız Protestanlarının çoğunun ülkeyi terk
etmesine neden olmuştu. Paul Hazard, Batı düşüncesindeki kı-
rılma noktalarını ele aldığı eserinde, bu göçmen Hugenotların
Katolik ve baskıcı Fransa’da çektikleri eziyetleri bütün dünyaya
anlatarak hem Cenevre, Berlin, Budapeşte gibi şehirler, Hol-
landa ve İngiltere gibi ülkelerde Fransa karşıtı bir muhalefetin
oluşmasına, hem de yazdıkları eserlerle Fransa’da rejim karşıt-
lığının başlamasına aracı olduklarını belirtir.7

Kimi yazarlara göre ise devrimin asıl nedeni, belli bir güce
erişen burjuvanın, kokuşmuş ama hâlâ ayrıcalıklı olan aristok-
rasiye başkaldırması,8 bazılarına göre ise Fransa’daki mutlak
monarşinin ülkenin finansal krizini aşamaması, ülkenin gelir-
leriyle giderlerini denkleştirememesiydi.9

Bazı araştırmacılara göre ise devrimin gerçek nedeni,


1770’lerden itibaren giderek artan sefaletti. Yeni Dünya’dan ge-
len külçe altın ve gümüşün ve bununla birlikte ticaretin ve üre-
timin azalmasıyla başlayan, 1785’teki kuraklıkla ve 1788’deki
aşırı yağışlarla gelen kötü hasat ve kıtlıkla derinleşen ekonomik
sıkıntılardı.10

Bu bildiride incelenen 1989 yılı yapımı Fransız Devrimi


isimli, yaklaşık 5,5 saatlik filmde, devrimin yukarıda bahsi ge-
çen nedenlerinden sonuçlarına kadar birçok konuya değinilir.
7 Paul Hazard, Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme. Çeviren: Erol Güngör,
Ötüken, İstanbul 1999, s. 100-103.
8 T. C. W. Blanning, The French Revolution: Aristocrats Versus Bourgeois?,
Humanities, New Jersey 1987, s. 318.
9 Jeremy. D. Popkin, A Short History of The French Revolution, Prentice
Hall, New Jersey 1995, s. 2.
10 Stephen J. Lee, Avrupa Tarihinden Kesitler, 1789-1980, Çeviren: Savaş
Aktur, Dost, Ankara 2010, s. 12-13.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 71
Filme göre devrimin nedenlerinden biri, mutlak monarşinin
bizzat kendisidir. 1774’te, daha sonraki dönemlerde devrimci
iki lider olarak karşımıza çıkacak Camille-Benoît Desmoulins
(1760-1794) ve Maximilien Robespierre’in (1758-1794) de öğ-
rencisi olduğu Louis le Grand (Büyük Louis) Kolejini ziyarete
gelen 16. Louis’i karşılama merasiminde, Robespierre’in krala,
“Güneş Tanrısı Phoebus gölgenizde kaldı” “majesteleri bizim
için tek güneştir” sözleri, mutlak monarşinin sembolü olmuş
14. Louis’e bir göndermedir. Bununla Fransız İhtilali’nin ne-
denlerinden birisine de vurgu yapılır. Filmde mutlak monarşi,
sadece kralın mutlak otoritesi anlamına gelmez; aynı zamanda
halk yokluk içinde yaşarken, Versay Sarayında verilen balolar;
kumar masasında sürekli kaybeden bir kraliçenin kumar bor-
cunun devlet hazinesinden ödenmesi demektir.

Ancak filmde devrimin en çok vurgulanan nedeni, ilkiy-


le de ilintili olacak biçimde, giderek artan mali krizdir. Mali
krizin filmdeki bir diğer ve en somut göstergesi ise fırınların
camlarına asılı “Plus de pain” (Ekmek Yok) yazıları ve aç in-
sanların fırınlara saldırması ve yağmalaması, ekmek ve buğ-
day stoklayanları öldürmesidir.

Filme göre, 1788’de dönemin Ekonomi Bakanı Jacques


Necker (1732-1804), krala merkezi hazinenin boşaldığını ve
Fransa’nın mali krizle karşı karşıya kaldığını bildirir. Necker’a
göre bunun nedenleri, Kraliçenin (Maria Antoinette, 1755-
1793) kişisel harcamaları, mahkeme masrafları, Amerikan
Bağımsızlık Savaşı’na (1775-1783) verilen destektir. Necker’a
göre iki seçenek vardır; ya yükümlülükleri yerine getirmemek
ya da vergileri arttırmak için 3. Tabakayı toplantıya çağırmak.
Kral, ikinci seçeneğe önce karşı çıkar. Ancak durumun gide-
rek kötüleşmesi üzerine, 150 yıldır toplantıya çağrılmayan
meclisi açmaya karar verir.

6 Mart 1788’de, meclis için hazırlıklar başlar. Aynı za-


manda 25 yaş ve üzeri tüm erkeklerden vergi alınması yoluna
gidilir. Meclis hazırlıkları bağlamında aristokrasi ve ruhban
72 Kezban ACAR

sınıfı dışında Fransız toplumun geri kalan sınıflarını oluşturan


3. Tabaka da isteklerini içeren bir dilekçe hazırlar. Demoil-
lins’ın hazırladığı dilekçede, tuz vergisinin kaldırılmasını, serf-
liğin son bulması, vergilerin eşit biçimde dağılımı, herkes için
eşitlik talep edilir. Fakat bu taleplerin dışında en çok ses getiren
ve bir anlamda devrimi tetikleyen talep Robespierre’den gelir.

Geleneksel olarak, Etats-Generaux (Genel Tabakalar) adı


verilen meclis, kilise (I.Tabaka), aristokrasi (II. Tabaka) ve hal-
kın geri kalanları (III. Tabaka) olmak üzere üç gruptan oluş-
makta ve her grubun yalnız bir oy hakkı bulunmakta idi. Ro-
bespierre, yeni dönemde tabaka yerine, bireyler olarak oy hak-
kı talep eder ve bireyler olarak oy verirlerse, 3. Tabaka olarak
çoğunluğu elde edebileceklerini söyler. Ruhban sınıfının bir
kısmı da 3. Tabakaya katılır. 3. Tabaka, ülkenin %96’sını oluş-
turduğunu ileri sürerek, Ulusal Meclisi oluşturmak için planlar
yapmaya başlar. Kral bu tür davranışların yasalara uygun ol-
madığını belirtip baskı yapma yoluna başvurur. Necker’a göre
ise 3. Tabakanın isteğiyle başlayan bu yeni durum çatışma de-
ğil, diplomasi gerektirmektedir. Ancak kral bu tavsiyeyi kulak
ardı edince, yeni meclis için kralın izin vermediği vekiller tenis
kortuna giderek, Fransa’da yeni bir anayasa ilan edilinceye ka-
dar meclisi dağıtmayacaklarına yemin ederler. Kral ise emirle-
rine rağmen toplanan meclisi iptal eder ve kendisinin “halkın
refahının tek koruyucusu” olduğunu ileri sürer.

Filme göre mecliste krala ilk muhalefet edenlerden biri de


Astronot, Bilim Akademisi Üyesi Jean Sylvain Bailly’dir (1736-
1793). Bailly Ulusal Meclis’in ilk Başkanı seçilir ve milletin
kimseden emir alamayacağını söyler. Filmde, yeni meclisle
kral arasında uzlaşma sağlamaya çalışan Necker öne özellikle
öne çıkartılmıştır. Necker’a göre, Kral, eğer 3. Tabakanın yasal
haklarını tanırsa, bu gruptan insanlar krala yönetimde yardım
bile edeceklerdir. Ancak krala göre, yetkileri paylaşmayı teklif
etmek bile ihanettir. Filmde kral, bu tür diyaloglara rağmen,
mutlak monarşiden yana tavrına karşın, esasen müteakip ge-
lişmeler üzerine meclisle iktidarı paylaşmaya da hazır bir lider
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 73
olarak tasvir edilir ama onu “mutlak” otorite konusunda ısrar
etmesi için sürekli teşvik eden kraliçedir. Diğer bir ifadeyle
kötü polis kraliçedir.

Filmde Necker’ın istifası da, modern kaynaklarda vurgu-


landığından çok daha fazla bir biçimde halkın tepkisine neden
olmuş bir gelişme olarak sunulmuştur. Bunun nedenlerinden
birisi de Necker’ın ılımlı bir politikadan veya Fransa için en
iyisi ne ise ondan yana olmasıdır. Mesela, Alman ve İsviçreli
askerlerden oluşan “yabancı alayları” Fransız halkının üzerine
göndermemesi konusunda karlı uyarır ama bu uyarısı dikka-
te alınmaz. Bu olaydan sonra Necker aradan çekilir ve halkla
kral fiilen karşı karşıya gelirler.

Devrimin liderlerinden biri olan ve filmde en “etkili” ve


halk tarafından “en sevilen lider olarak resmedilen Georges
Jacques Danton (1759-1794), halka yaptığı silahlanma çağrı-
sıyla devrimi başlatan gerçek bir kahramandır. Silahlanmak
isteyen halkın silahların depolandığı Bastil’e baskını ise devri-
min başlangıcı olarak kabul edilir. Filmin aktardığına göre 14
Temmuz 1789’da gerçekleşen baskın sırasında eskiden kalma
bir kale olan ve o dönemde bir hapishane olarak kullanılan
Bastil’de toplam 7 mahkûm, 2,000 varil barut vardır. Baskın-
cılar Bastil’deki komutandan kalenin kapılarının halka açıl-
masını isterler; bu reddedilince ateş açılır ve devrim başlar.

Bastil Baskınıyla başlayan devrimden sonra Fransa’da ilk


olarak, üç yıl sürecek anayasal monarşi dönemi hüküm sürer.
Bu dönemde Ulusal Meclis’in en büyük başarılarından biri,
26 Ağustos 1789’da da İnsan Hakları Bildirisini ilan etmesi-
dir. Filmde bildirinin en önemli maddeleri tek tek verilir. Bu
maddelerden ilkine göre, insanlar haklar bakımından özgür
ve eşit doğar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak bir
paydaya dayanabilir. Her bir politik birleşmenin amacı, do-
ğal ve dokunulmaz insan haklarını korumaktır. Egemenliğin
temeli ulustadır. Yasa sadece topluma zarar verebilecek eylem-
leri yasaklar. Yasaların yasaklamadığı hiçbir şey engellenemez.
74 Kezban ACAR

Yasa genel iradenin ifadesidir. Bütün yurttaşlar yasaların oluş-


turulmasına katılma hakkına sahiptir. Bütün yurttaşlar yasalar
önünde eşit olduğu için, herkes yetenekleri konusunda ayrım
görmeden her türlü rütbe, görev ve mevkie gelebilir. Yasanın
belirlediği haller dışında kimse suçlanamaz, yakalanamaz ve
tutuklanamaz. Her insan suçu ispatlanana kadar masum sayı-
lır. Hiç kimse düzene zarar vermediği sürece inançları nede-
niyle sorumlu tutulamaz. Düşüncelerin ve inançların özgürce
savunulması, en değerli insan haklarından birisidir. Her yurttaş
yasaların öngördüğü ölçüde özgürce konuşabilir, yazabilir ve
yayınlayabilir. İnsan ve yurttaş haklarının güvence altına alın-
ması resmi bir güç gerektirmektedir. Bu güç kendine emanet
edenlerin özel çıkarları için oluşturulmamıştır. Özel mülkiye
kutsal ve dokunulmaz bir haktır. Filmde, bu bildiriyle verilen
haklar, haklı olarak Fransız İhtilali’nin en değerli mirası olarak
öne çıkarılır. Film, Danton’un bunu ifade eden sözleriyle son-
lanır.

Filmin Anayasal Monarşi döneminin (1789-1792) anlatı-


mına dair en önemli katkısı, kralın mutlak monarşinin deva-
mından yana olan bazı gruplarla, özellikle de karısıyla, anaya-
sal monarşi isteyen halkı arasında kalışını, ikircikli halini çok
etkili bir biçimde vermiş olmasıdır. Kral, Bastil Baskınından
hemen sonra meclisteki bir toplantıda İnsan Hakları Bildirisini
imzalar. Ardından Paris’e ekmek ve un gönderir. Ancak 1789-
1792 yılları arasında varlık gösteren Anayasal Monarşi, 1791’de
yaşanan kötü hasat nedeniyle artarak devam eden ekmek kıt-
lığı, 1792’de Avusturya, Prusya gibi ülkelerin Fransız birlikleri
karşısında kazandığı galibiyetler nedeniyle tıkanır ve işlemez
hale gelir. Kralın bu aşamada Papa’ya sadakat yemini etmesi,
hatta bir ara eşinin de telkiniyle yurt dışına kaçması, krizi tır-
mandıran diğer gelişmelerdir. Ulusal Meclisin bu soruna çözü-
mü, anayasal monarşiyi sonlandırıp, yerine Eylül 1792’de cum-
huriyeti ilan etmektir. Ancak önceki dönemden gelen kıtlık ve
devrim savaşlarına, bir de Ulusal Meclisin içindeki devrimcile-
rin arasındaki gruplaşmalar ve hizipler eklenince, cumhuriyet
rejimi de işlemez hale gelir.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 75
Filmde, zengin bir aristokrat ve aynı zamanda bir avukat
olan Danton, hem insan haklarındaki her türlü özgürlüğüne
inanan güçlü bir devrimci hem de Katolik Kilisesine ve krala
karşı çok da mesafeli olmayan, halk tarafından da sevilen bir
lider olarak çıkar karşımıza. Robespierre ve Jean-Paul Marat
(1743-1793) gibi isimler ise eski rejim yanlısı olduğu düşünü-
len herkesin devrim mahkemelerinde yargılanması ve idam
edilmesinden yana radikal devrimci liderlerdir. Nitekim çok
sayıda insanı öldürürler. Ama buna rağmen muhalefet devam
eder; Robespierre’e göre, muhalefet “çaresiz bir hastalık gibi-
dir” ve “olağanüstü dönemler olağanüstü önlemler gerektirir.”
Marat ise “100.000 baş istiyorum. Düşmanlar korkudan felç
olmalı” der. Hatta aristokratları, rahipleri ve kral yanlılarını
hain ilan eder. Onun gibi düşünen devrimciler, kralı destekle-
diğinden şüphe ettikleri herkesi öldürmeye ve kralı da yargı-
lamaya başlarlar ve onu vekillerden bazılarına rüşvet vermek,
İsviçreli muhafızların sayısını iki kat arttırmak, kendisini pro-
testo eden halkın ölümüne sebep olmakla suçlarlar ve Ocak
1793’te idam ederler. Ekim 1793’te de kraliçeyi yargılar ve
idam ederler.

Söz konusu yapımda bu terör dönemi, sokaklardaki kanlı


çatışmalar, cesetler ve ateşli nutuklarla anlatılmıştır. Bir bel-
gesel tadında olan ve yaklaşık 5 saat süren filmde, en çok za-
man ayrılan dönem de terör dönemidir. Bu dönem boyunca
yapılan konuşmalar, karşılıklı görüşmeler, meclis toplantıları,
Robespierre’nin ve onu destekleyen diğer radikal devrimcile-
rin muhalefete yönelik suçlamaları, bunlardan Danton’un sa-
vunması ayrıntılı biçimde verilmiştir.

Filmde, Danton, daha önce bahsedildiği üzere, bir kah-


raman, çok iyi bir hatip, haklıdan ve hukuktan yana olan bir
avukat, geleneklere saygılı bir aristokrat ama insan hakları ve
özgürlüklerine de inanan güçlü bir devrimci olarak resmedil-
miştir. Bu özelliklerinden dolayı da devrimciler arasında en
çok sevilen liderdir. Bunun en önemli göstergeleri, halkın so-
nuna kadar ona destek vermesi, hatta onun için meclisi bas-
76 Kezban ACAR

ması ve idam edildiğinde, idamı izleyen ve meydanları doldu-


ran kalabalıktan tek bir ses dahi çıkmamasıdır. Robespierre ise
Fransız halkını yok sayan, onların dinini rafa kaldırıp yerine
“yüce varlık kültü”nü getirmeye çalışan, entelektüel ama dev-
rim için kan dökülmesinden yana olan, halkla ilişkileri zayıf
bir isim olarak tasvir edilir. Danton’un idamından da sorumlu
tutulan Robespierre, mecliste en sonunda kendisi de yargıla-
narak idama mahkûm edilmiştir. Filmin sonlarındaki idamı,
radikal devrimin de sonu anlamına gelir. Onun kafası kesildi-
ğinde, idamını izleyenler, Danton’un idamındaki sessizlikleri-
nin aksine, Robespierre’nin idamını şarkılar söyleyerek, dans
ederek, kısaca sevinç gösterilerinde bulunarak kutlarlar.

Film, Fransız İhtilali’ni 1794’te noktalar. Bu sıkıntılı dö-


nemden sonra 1795’te Napolyon Bonapart’ın (1769-1821)
askeri başarılarıyla birlikte düze çıkan Fransa’dan hiç bahset-
mez. Oysa devrim ve Fransa bundan sonra yoluna, Konvansi-
yon (1792-1795), Direktuvar (1795-1799) ve Konsüllük Devri
(1799-1804) gibi değişik adlarla devam etmiş, 1804’te ise Fran-
sa’da İmparatorluk ilan edilmiştir.11

Napolyon’un devrimle aynı çizgide uygulamaları olduğu


gibi, devrimden sapma olarak nitelendirilebilecek icraatları
da vardır. Öncelikle, anayasal monarşiye dönüş yapması onu
devrimci bir liderden çok 18. yüzyılın aydın despotlarına yakın
kılmıştır. Napolyon, bir anlamda, merkezi bir hükümet aracılı-
ğı ile Fransız halkını yöneten ve Fransız toplumunu onların bü-
tün maddi ve manevi kaynaklarını tüketen bir askeri yayılma
programı içerisine hapseden bir diktatördü. Bununla birlikte,
sebep olduğu veya desteklediği bütün savaşlar ve yıkıma rağ-
men, aynı zamanda kendisini Fransız devletini devrimin ilke-
lerine uygun şekilde yeniden inşaya adamış bir liderdi.12

11 M., Hanawalt Chambers, B., Rabb, T. K., Isser, W. & Grew, R., The
Western Experience, Seventh Edition, Volume II: Since the Sixteenth
Century, Mcgraw-Hill College, Boston, New York 1999, s. 728-737.
12 Chambers vd., a.g.e., s. 738-739.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 77
Ülke içerisindeki reformları ile Fransa’nın istikrarı, düze-
ni ve refahına büyük katkılar sağlayan Napolyon, başlangıçta,
askeri alanda da birçok başarı elde etmiş; 1806’da İspanya ve
bazı İtalyan devletlerini işgal ederek, onları Fransa’ya bağ-
lı, birer uydu devlet haline getirmiştir.13 Fransız Devrimi’nin
“evrensel iddiasını” ve Napolyon’un diğer Avrupa ülkelerini
işgallerini anlatan filmlerden birisi de 2005 yılında Beyaz Per-
dede yerini alan Goya’nın Hayaletleri isimli filmdir.

Napolyon Savaşları ve İspanya: Goya’nın Ha-


yaletleri

Film, 1789 İhtilali’nden sonra Fransız halkının, ilan edi-


len İnsan Hakları Beyannamesi ile birçok hakka kavuştuğu
bir dönemde, coğrafi olarak Fransa’dan çok da uzak olmayan
İspanya’nın devrimin ideallerinden ne kadar uzak olduğunu
göstermesi açısından çok önemlidir. Bu yönüyle, devrimden
sonra, devrimci fikirlerin her yerde çok köklü etikler yarat-
tığını ileri süren klişe bilgiyi de çürüten görsel bir belgedir.
Bununla birlikte filmde devrimci fikirlerin İspanya’ya kadar
geç de olsa ulaştığına, burada Fransa temelli bazı değişiklik-
lerin yaşandığına ama Napolyon’un savaşı kaybetmesiyle eski
rejime dönüldüğünü de değinilir.

Goya’nın Hayaletleri, filme adını veren İspanyol ressam


Francisco Goya’nın (1746- 1828) Katolik Kilisesini ve İspan-
ya’daki engizisyonu, bağnazlığı eleştiren bazı çizimler yapma-
sı üzerine, 1796’da Madrid’deki engizisyon mahkemesinde bu
konunun değerlendirildiği bir toplantının görüntüleriyle başlar.

Mahkeme üyeleri, Goya’nın Katolik Kilisesi’ni kötü gös-


teren resimler yapan, “şeytani bir pislik,” “karanlık güçlerin
temsilcisi” olduğunu ileri sürerler. Kiliselerin duvarlarını veya
tavanlarını süsleyen resimler bile yapıyor olsa, resimleri için
13 Chambers vd., a.g.e., s. 739.
78 Kezban ACAR

model olarak fahişleri kullandığı için yaptıklarını her hâlükâr-


da yanlış bulurlar. Aslında filmden anlaşıldığı kadarıyla, En-
gizisyon Mahkemesi üyelerini rahatsız eden Goya’nın yaptığı
resimlerden çok, bu resimlerin her yerde elden ele dolaşması,
çok popüler olmasıdır. Papazlardan biri, bu resimlerin Toledo,
Salamanca sokaklarında, Cadiz limanında satıldığını, ayrıca
yurt dışına gönderildiğini, Roma’da, Meksika’da bile dünyanın
Katolik Kilisesini Goya’nın resimlerindeki gibi kötü tanıdığını
belirtir.

Engizisyon mahkemesi üyelerinden olup, aynı zamanda


filmin ana karakteri olan Rahip Lorenzo ise bu vb. sorunların
ancak Engizisyon Mahkemesinin tekrar hayata geçirilmesiyle
çözülebileceğini söyler. Son elli yılda sadece 8 kişinin kazıkta
yakıldığını; bu yüzden eski ve geleneksel sert yöntemlere baş-
vurarak her türlü “ahlaksızlığın” sonlandırılacağını iddia eder
ve papazları halkın arasına karışarak “kâfirleri” ve günahkârla-
rı bulmaya teşvik eder. Kendisi de bu işe gönüllü olanlar ara-
sında yer alır.

Filmin en çarpıcı özelliği, Fransız İhtilali’ni müteakip bir


dönemde, laiklik, özgürlük, bağımsızlık gibi fikirlerin bütün
Avrupa’ya ve hatta dünyanın bazı bölgelerinde hızla yayıldığı
bir dönemde İspanya’nın, coğrafi olarak Fransa’dan çok uzak
bir ülke olmamasına rağmen, bu fikirlerden hiç etkilenmemiş
olduğunu gözler önüne sermesidir. Gerçekten de o dönemde
İspanya, anayasal monarşiyle yönetiliyor olmasına ve başta bir
kral ve kraliçe ve meclis olmasına rağmen, Katolik Kilisesi’nin
hala güçlü olduğu bir ülkedir. Hatta bazı araştırmacılara göre,
İspanya’nın Coğrafi Keşiflere öncülük eden ve ondan en kar-
lı çıkan ülkelerden birisi olmasına rağmen, sonraki dönemde
hızla düşüşe geçmesinin sebeplerinden birisi de çok uluslu
devlet yapısına zarar veren, inanç özgürlüğünü yok sayan bağ-
naz Katolikliğidir. Kral ve kraliçenin zayıf karakterler olması,
Katolik Kilisesi’nin güdümünden kurtulamamış olmasıdır.14
14 David J. Weber, Bárbaros: Spaniards and Their Savages in the Age of
Enlightenment, Yale University Press, New Haven 2005.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 79
Nitekim filmde de kral, av partileri, müzik vs. ile daha ilgili,
devlet işlerinden uzak ve “soytarı” birisi olarak tasvir edilir-
ken, kraliçe de kraldan daha güçlü ama kilise karşısında yine
etkisiz birisi olarak tanımlanır. Kilise ile saray birbirinden ay-
rıdır ama filmde görüleceği üzere, Engizisyon Mahkemesinin
eline düşmüş bazı vatandaşlar için kendisinden yardım talep
edildiğinde, kral ve kraliçe ya ilgisiz ya da güçsüz liderler ola-
rak resmedilmişlerdir.

Filmde, Rahip Lorenzo, kendisinin teşvikiyle küffara kar-


şı başlatılan kampanya çerçevesinde papazlara neler yapma-
ları gerektiğini öğütlerken, onlara halkın arasına karışmaları-
nı, kulaklarını ve gözlerini dört açmalarını, özellikle Fransız
İhtilali sonrası Voltaire gibi bazı aydınlanmacı düşünürlerin
İspanya’ya gizlice, özellikle de İncil içerisinde sokulan yayın-
larına karşı uyanık olmalarını salık verir. Bu da aydınlanma
filozoflarına ait yayınların İspanya’da sansür edildiğini ve ya-
sal yolla giriş yapamadıkları için, gizlice ülkeye sokulduklarını
gösterir. Lorenzo’ya göre Voltaire sapkın biridir ve “karanlık
öğretilerin karanlık prensidir.” Ayrıca Lorenzo, meslektaşla-
rından özellikle Yahudileri tespit etmelerini ve onları bildir-
melerini ister.

Lorenzo’nun bu tavsiyeleriyle papazlar halkın çokça za-


man geçirdiği taverna gibi yerlere giderek hem konuşmalara
kulak kabartırlar hem de insanların yiyip içtiklerine dikkat
kesilirler. Bu tavernalardan birinde filmin ikinci en önemli ka-
rakteri olan ve kilise bağnazlığı karşısında masumiyeti simge-
leyen İnes isimli genç bir kız arkadaşlarıyla eğlenirken görü-
lür. İnes kendisine servis edilen domuz etine burun kıvırdığı
için “kara listeye” alınır ve Yahudi olduğu gerekçesiyle Engi-
zisyon Mahkemesine ifade vermek üzere çağrılır. Ancak İnes
ve ailesi, mahkemeye gittiklerinde suçlamanın ne olduğunu
bilmezler. İnes, Engizisyon Mahkemesinde işkenceye tabi tu-
tulur ve işkence sonucunda aslında Yahudi olmadığı halde
hem Yahudi olduğunu hem de diğer bütün suçlamaları kabul
eder ve hücreye atılır. Rahip Lorenzo, portesini çizdirmek için
80 Kezban ACAR

gittiği Goya’nın atölyesindeki resminden de hatırladığı ve gü-


zelliğinden etkilendiği İnes’le yakından ilgilenir ve ona sürekli
ailesiyle görüştüğünü veya görüşeceğini ve onun hapishaneden
çıkmasına yardım edeceğini belirterek güven telkin eder. Bu
güvenden de istifade ederek ona cinsel tacizde bulunur.

İnes’in babası Thomas Bilbatua, zengin bir iş adamıdır. Kı-


zını kurtarmak için, kızının portesini çizen ve aile olarak da
görüştükleri Francisco Goya’dan, Kral ve Kraliçe ile kızları için
görüşmesini rica eder. Goya, bir sanatçı olarak yaptığı portreler
ve kilise çizimleri yüzünden hem Kilise mensuplarıyla hem sa-
rayla hem de zengin tüccarlarla bağı olan, filmde, herkesin or-
tak paydası olan tek karakterdir. Goya bu ricayı kırmaz ve kral
ve kraliçe ile görüşür ancak saray konuya ilgisiz kalır. Bunun
üzerine Bilbatua, Goya’dan hem Rahip Lorenzo ile görüşerek
kızı hakkında bilgi edinmesini ve hem de bırakılması için aracı
olmasını ister. Katolik Kilisesi’ne bir sandık altın bağışta bulu-
nur. Hatta Goya aracılığıyla Rahip Lorenzo’yu evlerine yemeğe
davet eder.

Bilbatuaların evindeki yemek, hem ailenin geçmişinin gün


yüzüne çıktığı hem de Katolik Kilisesi’nin sorgulama metotla-
rının masaya yatırıldığı bir olaya dönüşür. Yemekte Lorenzo,
İnes’in Yahudi olduğunu kabul ettiğini belirtir. Bilbatua, ailesi-
nin köklerinin Amsterdam asıllı Yahudi bir aileye dayandığını;
ancak İspanya’ya geldikten sonra kendisi de dâhil bütün aile
bireylerinin Hıristiyanlığı kabul ettiğini; bu gerçeği de aile-
sinde kendisinden başka hiç kimsenin bilmediğini belirtir. Bu
yüzden kızının bu ifadeyi işkence altında vermiş olabileceğini
dile getirir. Lorenzo, işkence yapıldığını belirtir ve ama eğer
insanlar masumsa her türlü işkence karşısında bile, Tanrı’nın
verdiği güçle, inandıklarının arkasında duracaklarını ve asla
inanmadıkları bir şeyi söylemeyeceklerini ileri sürer. Bilbatua
ise işkenceye tabi tutulan her insanın, kendisinden istenilen
her türlü şeyi kabul edebileceğini söyler ve bu yüzden işkence
altında alınan ifadelerin herhangi bir insanın hapsedilmesine
neden olmaması gerektiğini belirtir. Bunun üzerine Bilbatua ve
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 81
oğulları, ellerini bağladıkları Lorenzo’ya işkence ederler ve ona
bir itirafname imzalatırlar. İtirafnamede Lorenzo, kendisinin
insan görünümlü şempanze ile bir orangutanın gayri meşru
bir oğlu olduğunu kabul eder. Bu itirafname, Bilbatuaların id-
diasını doğrulayan, Katolik Kilisesi’nin işkenceyle sorgulama
metodunu yerle bir eden bir belge niteliği taşır ve filmin en
etkileyici mesajlarından birine aracılık eder.

Lorenzo, serbest bırakıldıktan sonra başına gelebilecekle-


ri tahmin ettiği için Katolik Kilisesinden ve İspanya’dan kaça-
rak Fransa’ya gider. Orada devrimci fikirlerle tanışır ve Napol-
yon birlikleri 1806’da İspanya’yı işgal ettiğinde ülkesine Rahip
Lorenzo olarak değil, devrime yürekten inanmış ve onun il-
keleri doğrultusunda yaşayan bir lider olarak döner. Filmde,
Lorenzo’nun dönüşümü üzerinden Fransız İhtilali’nin İspan-
ya’ya etkileri ve İspanyollar nezdinde Fransız işgalinin nasıl
algılandığı açıklanır.

Devrimci fikirler Lorenzo gibi bir bireyde dönüşüm ya-


ratmıştır ama bu fikirlere eşlik eden askeri birliklerin işgal
ettiği İspanya’da aynı etkiyi yaratmaz. Fransız İhtilali insan
haklarına vurgu yapan özgürlükleri savunan bir devrim olsa
da bu fikirleri savunarak İspanya’da dönüşüm yapacağını ileri
süren Napolyon ve askerleri İspanyolların nezdinde, işgalci-
lerden başka bir şey değildir. İspanyolların bu algısını haklı çı-
karacak biçimde, Fransız ordusunda yer alan ve Napolyon’un
Mısır’ı işgaliyle Fransız ordusuna katılmış Memluklar, İspan-
ya’da yağma ve şiddete başvururlar.

Ancak filmde Fransa’nın işgaliyle İspanya’da meydana ge-


len bazı olumlu gelişmelere de değinilir. Bu gelişmeler, Katolik
Kilisesi’nin lağvedilmesi, işkencenin son bulması ve yıllardır
hücrede tutulan mahkûmların serbest bırakılmasıdır. Bu vesi-
leyle özgürlüğüne kavuşanlardan biri de hücrede iken Loren-
zo’nun tecavüzü sonucu hamile kalmış ve bir kız çocuğu dün-
yaya getirmiş olan İnes’dir. Ancak daha sonra kız çocuğu elin-
den alınarak, bir yetimhaneye teslim edilmiştir. Bu kayıptan
82 Kezban ACAR

dolayı aklını yitirmiş olan İnes, çıkınca ilk iş olarak kızını ara-
maya başlar. Goya, ailesi yaşamını yitirmiş ve tek başına kalmış
İnes’i bulur ve ona kızını bulmasında yardım sözü verir. İnes’in
kızı, Lorenzo’nun geçmişidir. Bu yüzden Lorenzo, kızını bulması
için kendisinden yardım isteyen Goya’dan bu gerçeği öğrendik-
ten sonra, yeni hayatına ve imajına zarar verecek geçmişini bas-
tırmayı ve bunu sembolize eden kızından da kurtulmanın yolu-
nu aramaya başlar. Araştırmalar sonucunda kızın yetimhaneden
kaçarak, fahişelik yapmaya başladığı öğrenilir. Bunun üzerine
Lorenzo, kızı da dâhil, Fransa’daki bütün fahişelerin ülke dışına
çıkarılmalarını ve hatta Amerika’ya sürgün edilmelerini emre-
der. Lorenzo, bunlarla uğraşırken, İngilizler Fransız birliklerini
takip ederek İspanya’ya gelirler ve İspanyollarla iş birliği yaparak
Fransızları İspanyol topraklarından atarlar.

Napolyon 1806’dan itibaren İngilizlerin İspanyollara ver-


diği desteğin de sayesinde İspanya’dan çekilmek zorunda kal-
mış ancak askeri faaliyetlerini ve genişleme politikasını de-
vam ettirmiştir. 1807’de Rusya’yı ciddi anlamda mağlup eden
Napolyon, 1812’de de aynı şeyi yapabileceğini düşünmüş, yüz
binlerce askeriyle birlikte 1812 yazında Rusya’yı işgal etmiştir.15
Bu işgali ve sonrasında yaşanan Fransız-Rus Savaşı’nı anlatan
en önemli eserlerden biri kuşkusuz Lev Tolstoy’un 1869 yılın-
da yayımlanmış Savaş ve Barış isimli eseridir. Bu eseri temel
alarak yapılan, 1956 yılı yapımı aynı isimli film, Napolyon’un
Rusya’yı işgalini, Rusların işgale tepkilerini ve iki ülke arasında
yaşanan savaşı etkileyici bir biçimde anlatır.

1812 Fransa’nın Rusya’yı İşgali ve Napolyon’un


Sonu
Filmde Nataşa, Kont Bezukov, Prens Andrey, Nataşa’nın
erkek kardeşleri gibi karakterler aracılığıyla Rus aristokratları-
nın savaşa bakışına yer verilir. Bu bağlamda dört önemli görüş
var gibidir. İlki, Nataşa üzerinden verilen, savaşı idealize eden,
15 Chambers vd., a.g.e., s. 746-750.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 83
romantik bir bakış açısıdır. Nataşa’ya göre savaş, yakışıklı er-
keklerin yaptığı, ucunda ölüm olan bir olaydır. Bununla bir-
likte ordu hizmeti erkekleri kadınlardan farklı kılan, onların
özgürlük alanlarından da biridir. Nataşa’nın erkek kardeşleri
Nikolay ve Petya için ise savaş vatan için yapılması gereken, eli
silah tutan her erkeğin katılması gereken bir hadisedir. Kont
Bezukov ise liberal bir bakış açısına sahip olup, savaş karşıtı
görüşlere sahiptir. Başkasının savaşı için kan dökmek anlam-
sızdır. Prens Andrey ise babasından aldığı askeri disiplin ve
anlayışın da etkisiyle ama en çok askerlik mesleğinin getirdiği
saygınlık ve ekonomik güç için orduda hizmet eden biridir.
Babasına göre “ordu her şeyden önceliklidir.”

Savaş ve Barış’ta, halktan insanların savaşa dair görüşleri-


ne belirgin bir biçimde yer verilmez. Ama Kont Bezukov, sıra-
dan veya aristokrat insanların neden, niçin ve nasıl savaştığını
anlayabilmek ve onların hissettiklerini kendi üzerinde test et-
mek için özellikle 1812’deki işgal sırasında Moskova yakınla-
rındaki muharebelere yakından şahitlik eder; ama hala savaşı
idealize etmekten kaçınır. Sadece insanların neden savaştığını
anlamaya çalışır ve onlara saygı ve sempati duyar.

Savaş başladıktan sonra Rusya’nın nasıl bir tepki verece-


ğini belirleyen isim ise filmde aktarıldığı kadarıyla Prens Mi-
hail Kutuzov’dur. General Kutuzov (d. 1745- ö. 1813), filmde
“babacan, sakin, kararlı” bir adam olarak tasvir edilir. Fran-
sızların ilerleyişini öğrendiği hale, müteakip gün için verdiği
emirleri değiştirmez. Çatışmayı Rusların kaybedeceğini ancak
bir çatışma yüzünden de savaşı kaybetmeyeceklerini söyler.
Ona göre sonra başka savaşlar da olacaktır çünkü “Napolyon
gibi insanlar asla durmaz kendi ihtirasları onları yıkana kadar.
Önemli olan tek çatışma son olandır.” Ruslar 1807 yılında baş-
ka muharebeleri de kaybederler ve Fransa ile barış görüşmele-
ri için bir araya gelirler.

Filmde, Fransa ile olan muharebelerin yanı sıra, Rus


aristokratlarının yaşantısına ve savaşa bakışına da yer verilir.
84 Kezban ACAR

Daha önce bahsedildiği üzere, Kont Bezukov, savaşmadığı hal-


de, savaşanlar için üzülen ve savaş karşıtı bir toprak sahibini
temsil eder. Bezukov aynı zamanda topraklarında yaşayan in-
sanlar için hastane, okul gibi kurumlar inşa eden, Moskova’da
yaşamasına rağmen sık sık bu işleri için taşraya giden bir aris-
tokrattır. Eşi—ayı zamanda kuzeni olan- Elena ise yozlaşmış,
paragöz soyluları sembolize eder. Eşini aldatan, tek derdi para
olan, zevk ve sefa peşinde koşan Elena için, Polonya’nın bir
kısmının el değiştirmesinin veya Fransa ile Rusya’nın savaşta
olmasının hiçbir anlamı yoktur.

Napolyon ise genel olarak kendi hırslarının esiri olan bir


lider olarak resmedilir. Fransız işgalinin hemen öncesinde dö-
nemin çarı I. Aleksandr’ın (1807-1827) “majesteleri halkımızın
kanının dökülmesini istemiyor. Majestelerinin ordularının çe-
kilmesine evet diyorsa olanları unutacağım ve anlaşma müm-
kün olacaktır. Aksi takdirde size karşı gelmek durumundayım
ve sorumlusu ben olmayacağım. İnsanlığı savaş felaketinden
koruma kararı, siz majestelerinin elindedir” sözleriyle ifade
ettiği uzlaşı çağrısını samimi bulmayan Napolyon, Rusya’nın
arkasından dolap çevirdiğini söyler ve birliklerine ertesi gün
Neman nehrini geçerek Rusya’ya girme emri verir.

Haziran 1812’de başlayan işgal 1812 Aralık’ında son bul-


muştur. Bu süreç içinde 7 Eylül 1812’deki Borodino Muhare-
besi’nde birçok kayıp vermesine rağmen ilerleyişini sürdüren
ve 14 Eylül’de de Moskova’ya gelen Napolyon’un komutasında
filme göre 200.000 asker vardır. Filmde de doğru bir biçimde
aktarıldığı üzere Rus köylüler ülkelerini savunmak için Napol-
yon’un askerlerine yıkılmış ve dağılmış topraklar bırakarak geri
çekilmeye başlarlar. Orduda geri çekilme taktiğine karşı olup,
Fransız birlikleriyle savaşmak gerektiğine inanan Rus general-
ler de vardır. Ama Kutuzuv’a göre savaşırlarsa yok olacaklar,
çar tahtını yitirecek, Rus halkı da Napolyon’a kul köle olacaktır.

Smolensk düştükten sonra, Rus gazetelerinde Kutuzov’u


eleştiren, onu korkak olarak niteleyen haberler çıkar ve halk-
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 85
tan bazı kesimler de savaşılması gerektiğini dillendirmeye
başlar. Bu arada Bezukov da Andrey’in birliğine katılmak için
orduya başvurur. Andrey’e göre savaş, planlarla, pozisyon-
larla değil, savaşmaya kararlı askerlerle kazanılır. Bu yüzden
Andrey Bezukov’u birliğine almaz. Napolyon da askerlerine
bir bildiri hazırlar ve onlara “Austerlitz, Friedland, Vitebsk ve
Smolensk’te olduğu gibi hareket etmelerini” emreder. Bu söz-
ler Napolyon’un askeri başarılarından cesaret alarak çok daha
fazla yayılma amacı taşıdığını ima eder.

Bu ifadeler dışında, filmde Napolyon’un hırslı ve yayıl-


macı bir lider olarak tasvirine hizmet eden en önemli sahnele-
rinden birinde, Napolyon’a eşinin gönderdiği bir hediye geti-
rilir. Eşi, oğullarının resmini/tablosunu göndermiştir. Napol-
yon resme bakarak, “oğlum, Roma kralı” der. Bu da yayılmacı
amaçlarını göstermesi açısından önemlidir.

Nitekim bu kişiliğine uygun bir biçimde, gerçekte de ol-


duğu gibi, Napolyon yakılmış, yıkılmış topraklardan ve şehir-
lerden geçerek Moskova’ya kadar gelir. Ancak General Kutu-
zov’un emri gereğince, daha önce başka yerlerde olduğu gibi,
Rus halkı Moskova’nın işgaline de her yeri ve yanlarına alama-
dıkları her şeyi yakarak ve geri çekilerek tepki verirler. Napol-
yon’un buna tepkisi “Avrupa’nın en iyi ordusunu getirdim bu-
raya. Ama burada ne buluyorum; yağmacılar ve sarhoşlar. Ar-
tık asker bile değiller. Çöplük adamları” sözleriyle hayat bulan
öfke ve hiddettir. Napolyon buna rağmen eninde sonunda Ku-
tuzov’un teslim olma koşullarını görüşmek için kendisine elçi
göndereceğini ümit eder ama bu asla gerçekleşmez. Kutuzov,
Napolyon’un zaferini dikte edemeden ülkeyi terk etmesini ve
Fransız birliklerine geri dönüş yolunda saldırmayı bekler. Ona
göre bir elma yeşilken dalından koparılmamalıdır. Her şeyin
bir yeri ve zamanı vardır. O an için sadece sabretmek ve bekle-
mek gerekir. Bu bekleme sürecinde Moskova birkaç gün daha
yanar. Napolyon, şehri kundakladıklarını düşündüğü, şehirde
kalan Ruslardan bazılarını idam eder. Bezukov da şehir de ka-
lanlardandır; bütün yaşananlara ve hatta Fransız birliklerinin
geri çekilmesine şahitlik eder.
86 Kezban ACAR

Nihayetinde, beklemekten usanan Napolyon muhatap bu-


lamayınca geri çekilmeye başlar. Rus birlikleri ise Kutuzov’un
emri uyarınca geri çekilen Fransız birliklerini sınıra kadar ta-
kip eder. Geri çekilme sürecinde Fransız birlikleri önce yağmur
ve çamurla, sonra da kar ve kış şartlarıyla uğraşmak zorunda
kalır. Tam yoruldukları anda ve Berezina Nehrini geçtikleri sı-
rada ise Rus birliklerinin saldırısına uğrarlar. Filmde bu durum
çok ayrıntılı ve etkili bir biçimde sunulmuştur. Fransız askerle-
rinin çoğunun köprüden düşerek suda veya top ateşiyle ölmesi,
hayatta kalanların ise perişan ve yaralı bir biçimde Fransa’ya
dönmesi, Napolyon’un yenilgisini simgeler.

1812’de Rusya’yı işgal eden ve bu işgalden büyük bir hezi-


met ve kayıpla dönen Napolyon’un 1815’te bu kez Rusya, İn-
giltere, Rusya, Avusturya, Prusya ve İspanya’nın içinde bulun-
duğu Yedinci Koalisyon tarafından son bir kez daha yenilme-
sinden sonra Fransa’da tekrar anayasal monarşiye dönülmüş-
tür. 1830 İhtilallerinde anayasal monarşinin altı bir kez daha
çizilmiş, 1848 İhtilallerinden sonra ise İkinci Cumhuriyet ilan
edilmiştir.16

Fransa 1812’yi müteakip dönemde anayasal monarşiye


dönerken, o dönemde en önemli rakiplerinden bir olan ve
Fransa’nın 1815’teki nihai yenilgisinde rol oynayan İngiltere ise
19. Yüzyıl boyunca Fransa’ya göre çok daha istikrarlı ama yine
de zaman zaman iktidar mücadelelerine sahne olan bir ülkedir.
2009 yılı yapımı Genç Viktorya (Young Viktorya) isimli film,
bu mücadeleyi gözler önüne seren başarılı bir yapımdır.

Anayasal Monarşi: İngiltere Örneği


19. yüzyıl İngiltere’sine damgasını vurmuş Kraliçe Viktor-
ya (d.1819-ö.1901) üzerinden İngiliz tarihinin bir bölümünü
16 M. Perry, Western Civilization. A Brief History. Volume II: From The
1400s, Houghton Mifflin Company, Boston, New York 1997, s. 330-340; S. J.
Lee, a.g.e., s. 38-49.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 87
konu alan Genç Viktorya isimli filmde, Kraliçe Viktorya’nın
çocukluğunu, tahta geçişini ve saltanatının ilk yıllarında, yaşı-
nın da genç olmasından dolayı sarayla hükümet arasındaki ve
meclisteki siyasi partiler arasındaki iktidar mücadelesi son de-
rece objektif ve ilgi çekici bir biçimde verilmiştir. Ayrıca film-
de, İngiltere’deki taht değişikliğinin akrabalık ilişkisi ve siyasi
çıkarlardan dolayı Belçika gibi ülkelere de muhtemel etkileri,
siyasi ittifak ve çıkarlar için planlanan siyasi evlilikler gibi ko-
nular da işlenmiştir.

Filmde, Viktorya, babasının ölümünden sonra, amca-


larının hiç çocuğu olmadığı için Birleşik Krallığın tek varisi
olarak çıkar karşımıza. Bu özelliğinden dolayı, kuralların ve
disiplinin hâkim olduğu, dünyadan soyutlanmış ve yanız bir
çocuk olarak büyür. Birçok çocuğun hayal ettiği prenseslik ve
saray hayatı, Viktorya için bir hapishane gibidir. Filmin bir
sahnesinde, “Annem benim yemeğimi neden önce başkalarına
tattırırdı asla anlamadım. Neden diğer çocuklarla okula gide-
mediğimi ve popüler kitapları okuyamadığımı da” der. Hatta
genç bir kız olduğunda bile merdivenlerden tek başına inme-
sine izin verilmez. Bu kuralları koyanlar, Viktorya’nın anne-
si ve onun sağ kolu olan Sir John Ponsonby Conroy (1786-
1854)’dur. Bu iki isimden Conroy, Viktorya’nın genç yaşını
gerekçe göstererek, onun yerine tahta annesinin geçmesini ve
bir anlamda ülkeyi onun danışmanı olarak kendisinin yönet-
mesini istemektedir.

Viktorya’nın dayısı Belçika Kralı Leopold da Sir John


Conroy ile benzer bir görüştedir. Ona göre “Viktorya cahil
bir çocuktur. Kraliçe olması için rehberliğe ve zamana ihtiyacı
vardır.” O zamana dek kız kardeşinin onun yerini alması ve
ona rehberlik etmesi daha doğru olacaktır. Daha sonrası için
ise oğlu Albert’in Viktorya ile evlenmesini ve onu oğlunun
kontrol etmesini dilemektedir. Leopold ’un bu isteklerinin ne-
deni, kendi çevresinden bir baronun ağzından açıklanır. Le-
opold’un oğullarının eğitiminde de rol alan bu barona göre
İngiltere, Avrupa’daki barışın anahtarıdır. Viktorya’nın amcası
88 Kezban ACAR

6 yıldır Belçika kralıdır. Tahtta oturmasında İngiltere’nin des-


teği vardır. Tahtta kalmaya devam etmesi de İngiltere’nin des-
teğinin devamına bağlıdır. Bu yüzden de Albert’in Viktorya ile
evlenmesi gerekmektedir. Bunun için de Albert’e bazı tavsiye-
lerde bulunur. Örneğin, Albert’ın öncelikle Almanca yerine İn-
gilizce konuşmasını önerir; sonra ona Viktorya hakkında bazı
bilgiler verir. Bu bilgilere göre Viktorya, fazla kitap okumayan
biridir; son zamanlarda Sir Walter Scott’un Lammermoor’un
Gelini (Bride of Lammermoor) isimli kitabını okumaktadır.
Resim yapmakta, piyano çalmaktadır. Alman besteci Schu-
bert’i çok iyi bilmemekte, yalnızca opera ve bale izlemesine
izin verilmektedir. En sevdiği opera ise Püritenlerdir.

Filmde, saraydaki iktidar mücadeleleri bağlamında etki-


li olmaya çalışan Viktorya’nın annesi ve onun danışmanı Sir
Conroy, Viktorya’yı kontrol altında tutmak için onu amcası
William’dan uzak tutmaktadırlar. Bu yüzden Viktorya halk
arasına nadiren katılmıştır. Barona göre Albert, Viktorya’yı
başkasına kaptırmadan onun beğenisini kazanmalıdır. Filmde,
Albert’ın da bir üyesi olduğu Hanedanlığının, birçok ülkede
iktidarın bir parçası olduğu belirtilir. Viktorya’nın annesi, da-
yısı Belçika kralı, Portekiz kralı Coburg’lardandır. Bu yüzden
Baron Albert’ten Viktorya’yı etkilemesini ve onunla evlenerek
Coburgların İngiliz siyasetinde de etkili olmasını ister.

İngiltere Kralı IV. William (saltanatı 1830-1837) ve Başba-


kanı Lort Melbourne (İngiltere Başbakanı, Nisan 1835-Ağus-
tos 1841) de Viktorya’nın kraliçe olmasını isterler. Melbourne
bunun için Belçika Kralı Leopold’dan da destek almak gerekti-
ğine inanır. William’a göre, bu gereksizdir çünkü Leopold gü-
venilmez biridir. Ona göre Leopold, “yılan balığı dolu bir fıçı
kadar kaypak biridir.” William’a göre Leopold ancak Viktorya
üzerindeki etkisini arttırmak için duruma dâhil olabilir. Willi-
am’ın isteği üzerine Lort Melbourne Viktorya’ya gider ve ona
eğer isterse sekreteri olabileceğini söyler.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 89
Viktorya, İngiltere Kralı olan amcası William ölünce, 28
Haziran 1838’de, 19 yaşında iken taç giyip, başa geçer. Lort
Melbourne de kendisine danışman tayin eder. Ayrıca filmden
Buckingham sarayının inşasının o dönemde bittiğini ve Viktor-
ya’nın oraya oturan ilk İngiliz lider olduğunu öğrenmekteyiz.

Filmde yine İngiltere’deki taht kavgalarının bir parçası


olarak Kraliçe Viktorya’nın Lord Melbourne ile daha sonra se-
çimleri kazanarak Başbakan olan Sir Robert Peel (1841-Hazi-
ran 1846) arasında kalışı ve bir anlamda Kraliçe ile Başbakan
arasındaki çekişme de etkili bir biçimde sunulur. Melbourne,
Ağustos 1841’de yapılan seçimleri kaybetmiş, yerine Cum-
huriyetçi partiden Sir Robert Peel Başbakan (1841-Haziran
1846) olmuştur. Peel, başbakan olduktan sonra Kraliçe’den
nedimelerinin bazılarını kendisine yakın kişilerden ataması-
nı ister ancak Viktorya buna karşı çıkar. Lort Melbourne de
Viktorya’nın bu kararını destekler. Bu “kişiselmiş” gibi gö-
rünen mesele İngiltere’de büyük bir siyasi krize neden olur.
Halk, kraliçenin seçilmiş Başbakandan ziyade, seçimleri kay-
beden Lort Melbourne’ün etkisi altında kalmasından ve daha
da önemlisi seçilmiş bir hükümeti devirmesinden rahatsızlık
duyar.

Viktorya, başlangıçta etkisi altında kaldığı Melbourne


ile de özellikle halka yaklaşımları konusunda ters düşer. Her
ne kadar halk tarafından seçilmiş bir hükümeti devirmiş olsa
da Viktorya halkının yaşam koşullarıyla yakından ilgilidir.
Melbourne’den bu konuda ve ayrıca kilise gelirleri ve iskânlar
hakkında raporlar ister. Melbourne’a göre, bu işler gereksizdir
çünkü “ayak takımını şımartınca, sorun çıkar.” Ama bu ko-
nudaki farklılıklarına rağmen Melbourne Viktorya üzerinde
etkili olmaya devam eder.

Viktorya’nın tam da bu kriz döneminde Albert Coburg


(d.1819-ö.1861) ile evlenmesi, halk nazarında sempatiyle kar-
şılanır ve onun en azından o dönem için affedilmesine vesi-
le olur. Filmde Viktorya, evliliğinden sonra, siyasi konularda
90 Kezban ACAR

hem Melbourne ve Albert arasında kalmış bir karakter, hem


de ikisinden de bağımsız olmaya çalışan biri lider olarak tasvir
edilir. Örneğin halka dair konularda daha önce de olduğu gibi
Albert’ten destek görüp Melbourne ile ters düşerken, Peel ko-
nusunda da Melbourne ile hemfikir olup, Albert ile ters düşer.
Albert, Viktorya’yı Melbourne ile birlikte monarşiyi uçuruma
sürüklemekle suçlar. Viktorya’nın seçilmiş bir hükümeti devir-
miş olmasından rahatsız olan başkaları da vardır. Nitekim bun-
lardan biri ona suikast düzenler ve hayatı araya giren Albert sa-
yesinde kurtulur. Bu hadise, Viktorya için bir dönüm noktasıdır.
Hem hatasını anlamasına hem de Albert ile olan ikisinin daha d
güçlenmesine vesile olur. Suikasttan sonra Melbourne hatasını
kabul eder ve Viktorya’ya, “prens (Albert), iyi bir adam, ayrıca
yetenekli akıllı, inançlı biri. İşlerinizde size yardım eder” der.
Ayrıca çocukluk nedimesini saraydan gönderir ve yerine Peel’in
önerdiği birkaç kişiyi tayin eder. Siyasi kriz ve çekişmeleri etkili
bir biçimde anlatmasına karşın, Viktorya döneminde olup, film-
de işlenmeyen bazı konular da bulunmaktadır.

Bunlardan biri de İngiltere, Fransa başta olmak üzere bazı


Avrupa ülkelerinde, 1830’ların sonu, 1840’ların başından iti-
baren giderek artan ekonomik kriz, işçi hareketleri ve yükselen
sosyalizmdir.17 Ancak bu gelişmeleri konu edinen başka filmler
bulunmaktadır. Bunlardan birisi de Komünizmin veya Mark-
sizm’in fikir babası olarak kabul edilen Karl Marx’ın hayatının
bir kısmını ve siyasi fikirlerini ele alıp, değerlendiren 2018 ta-
rihli Genç Marx isimli filmdir.

“Bütün İşçiler Birleşin”: Karl Marx ve Komü-


nizm
1843 yılında Avrupa’nın içinde bulunduğu genel durum
hakkında bilgi vererek başlayan film, bu tarihte Avrupa’da
mutlak monarşilerin hâkim olduğunu ancak ekonomik krizle

17 J. M. Roberts, Avrupa Tarihi, Çeviren: Fethi Aytuna, İnkılâp, İstanbul


2010, s. 438-460.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 91
birlikte değişimin de şart göründüğünü belirtir. Filmde de ak-
tarıldığı üzere, İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi dünya dü-
zenini değiştirmiş ve proletarya sınıfı yaratmış, işçi örgütleri
kurulmuştur. Bu genel tabloyla, bu dönemde komünist söyle-
melerin neden ve nasıl güçlendiğine de zemin oluşturan film,
bu yıllardaki sosyal ekonomik gelişmelerden ziyade, bunların
felsefeye, düşünceye yansımalarına, sosyalistler ve komünist-
ler arasındaki fikir tartışmalarına ve ayrılıklarına, özellikle de
Komünist Manifestosunun yazarları Alman düşünür Fried-
rich Engels (1820-1895) ile başka bir Alman düşünür Karl
Marx’ın (1818-1883) düşüncelerine yer verir.

Film, bazı köylülerin ormandan çalı çırpı topladığı bir


sahne üzerinden özel mülkiyetle ilgili bazı görüşlerle başlar.
Halk işe koyulmuşken, bazı askerler gelir ve onları öldürür
veya döver. Bunun üzerine alt yazıda şu sözler belirir:

Yaş odun için canlı ağaçtan vahşice koparmanız


gerekir. Kuru odun toplamak mülkten hiçbir şet
eksiltmez. Ağaçtan kopmasına rağmen özel mülk
olarak görülür. Büyük farkı hiçe sayarak ikisi de
hırsızlık kabul edilir ve cezalandırılır.
Montesquieu’ye göre iki çeşit yaklaşım vardır: İlki,
insanların kanunlara uymaması; ikincisi, kanunların
insanları yoldan çıkarmasıdır. Hırsızlık ve depolama
arasındaki farkı sildiniz ama sizin çıkarınız olduğunu
düşünmeniz yanlış. Halk cezayı görür ama suçu asla.
Suçu görmedikleri için ceza aldıklarında onlardan
korkun çünkü intikam alacaklardır.

Bu sahnedekilerin kim olduğu belirtilmez ama filmin


ilerleyen bölümlerinde Marx’ın köy kökenli olduğu ve ailesiy-
le birlikte ormandan yakacak odun topladığına değinilir. Bu
nedenle büyük ihtimalle giriş sahnesinde askerlerin çalı çırpı
toplayan insanlara uyguladığı şiddeti gören ve intikam almak
için harekete geçen çocuk, Karl Marx’tır.
92 Kezban ACAR

1843 yılından görüntülerle başlayan filmde Marx, kendisi


gibi devrime ve komünizme inanan birçok insanla iletişim ha-
linde olan, bu çizgideki kişilerin yazılarını takip eden, dergilerde
yazılar yazan ve hemen hemen çoğu görüşü eleştiren genç bir
entelektüel olarak resmedilir. Ona göre, kendi yazılarını da ba-
san ve sık sık sansüre uğrayan Ren Nehri gazetesi dünya devri-
minden bahsetmektedir ama sosyalist fikirlerden ve kavramlar-
dan yoksundur. Burada yazılanlar, Marx’ın görüşünce, anlamsız
propagandalar, edebiyat eleştirileri ve zayıf sosyalist teorilerdir.

Ren Nehri gazetesine yazan arkadaşlarından, o dönemin


ünlü sosyalistlerinden Pierre-Joseph Proudhon (1809–1865)
ve modern anarşizmin babası olarak kabul edilen Mihail Ba-
kunin’e (1814–1876) kadar herkes, Alman Filozof Hegel’in
(1770-1831) kuramlarını tekrarlayan, materyalist, diyalektin,
tartışmanın önemini vurgulayan Hegelcilerdir. Marx’a göre bu
iyi bir şeydir ama artık Hegel’in sözlerini de aşmak ve yeni teo-
riler geliştirmek gerekmektedir.

Filmden anlaşıldığı kadarıyla Marx’a bu anlamda katkıda


bulunan iki önemli insan bulunmaktadır. İlki, zengin bir fabri-
katörün oğlu olarak Barmen’de dünyaya gelen, orada eğitim alan
Friedrich Engels, diğeri de zengin bir Alman toprak sahibinin
kızı iken Marx’la evlenip, sosyalist mücadeleye gönül vermiş
Jenny von Westphalen (1814-1881)’dir. İkisi de özellikle Engels,
babasının fabrikasındaki işçilerin iş ve yaşam koşullarına tanık-
lık etmiş biri olarak bu konuda Marx’a katkı sağlar. Yasal olarak
babasının varisi olan Engels, birçok fabrikanın ortağıdır.

İkili, 1844’te arkadaş olurlar. Engels, Marx’a eserlerini oku-


duğunu belirtir, özellikle Hegel’in “Hukuk Felsefesinin Eleşti-
risi”ni. Engels’e göre Marx, “o dönemin en büyük materyalist
düşünürü, bir dâhidir. Engels de “İngiltere’deki Emekçi Sını-
fının Durumu Hakkında” konulu ve başlıklı bir makale yaz-
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 93
mıştır.18 Marx da bu çalışmadan haberdardır ve ona göre bu
makale, daha önce değinilmemiş bir konuyu ele aldığı ve hem
işçilerin sefaletini hem de burjuvanın dünyasını çok iyi bilen
birisi tarafından yazıldığı için çok değerlidir, “kesinlikle dev-
rimci” nitelikte bir çalışmadır. Bu olumlu eleştirilere rağmen,
Marx ve Engels, birbirlerinin yazılarını da eleştirirler. Engels’e
göre, Marx’ın “din ve idealizm eleştirileri etkilidir” ama İngiliz
ekonomistlerinin yazılarını da okuması gerekir. “Sıkıcı bir ha-
yattan kaçtım. Mutlu olmak için isyankâr olmalısın. Kurum-
lara ve geleneklere isyan ermek gerekir. Umarım eski dünya
çürüyüp gider” diyen Jenny ise Marx’ın eserlerinin sansürlen-
diği ve ekonomik olarak zor durumda oldukları zamanlarda
Marx’a her daim fikren ve manen destek olan, önemli bir yol
ve hayat arkadaşıdır.

Filmde, sosyalist söylemlere dair birçok bilgi verilir. Ör-


neğin “mülkiyet hırsızlıktır” sözünün ilk kez Proudhon tara-
fından, Mülkiyet Nedir?19 İsimli eserinde telaffuz edildiğini öğ-
reniyoruz. Proudhon’a göre, “esnaf, dokumacılar, boyamacılar,
terziler, işçiler, inşaatçılar, demirciler karınlarını doyurmadan
çalışıyorlar. Oysa özgürlük, eşitlik, güvenlik işçiler de dâhil
insanların doğal haklardır. Mülkiyet de doğal bir haktır ancak
başkalarının haklarını kısıtlar, bu yüzden mülkiyet yok olma-
lıdır. Modern anarşizmin babası olarak kabul edilen Bakunin
ise “üstat ne Tanrı ne de kral tanımam” sözleriyle bir anlamda
anarşizmin tanımını yapar. Marx, bu görüşlere kısmen katılsa
da anarşist olmadığını vurgular.

Avrupalı sosyalist düşünürler arasındaki sınırları aşan bu


iletişim ve paylaşım, özgürce eleştirebilme kültürü, filmde en
çok vurgulanan konudur. Marx’ın ve Engels’in, ileride bahse-
dileceği üzere, Komünist Manifestosunda sundukları birçok
görüşleri, zaman içinde yaptıkları tartışmalar, okudukları ki-

18 Friedrich Engels, The Condition of the Working-Class in England in


1844, Translated by Florence K. Wischnewetsky, S. Sonnenschein & Co.,
London 1892.
19 Pierre-Joseph Proudhon, Qu’est-ce que la Propriété ?, 1840.
94 Kezban ACAR

taplar, paylaştıkları fikirlerinin bir sonucudur. Esasen kurucu-


ları arsında yer aldıkları Komünist Birliği’nin ortaya çıkışı da
benzer bir gelişmenin neticesidir. Filmde bahsi geçtiği ve üzere,
ilk Komünist Parti, Paris kaynaklı Adiller Birliğinin temelinde
kurulmuştur. Marx, 1836’da Paris’te Alman siyasi sürgünle-
ri tarafından kurulan Adiller Birliği’ne 1846 yılında katılır ve
“inandıkları değerler var ama güçlü fikirlerden yoksunlar”
dediği derneği eleştirir; eleştirisi sonucu dernekten atılmadığı
gibi, kendisinden düşüncelerini içeren bir yazı yazması; hatta
bir kitap yazması istenir. Bu süreçte Proudhon, derneğin Paris
temsilciliğine, Engels ise Brüksel temsilciğine seçilirler.

Gerek Engels gerek Marx, eski sistemin yumuşak bir bi-


çimde yıkılamayacağına inanırlar; “burjuvayı nezaketle ye-
nemezsiniz” ve “güçlüler ağlamaz” diyen Engels, çözüm için
bütün dünya işçilerinin kardeşliğini savunur. “Bütün insanlar
kardeştir” sözü yerine, “bütün işçiler kardeştir, burjuva düş-
mandır” sözlerini öne çıkarır. Marx göre de burjuva ile işçi ara-
sındaki düşmanlık ancak bir devrimle çözümlenebilirdi.

Komünist Partisi, Marx’tan 1 Şubat 1848’e kadar bu görüş-


lerini de içeren bir bildiri hazırlamasını ister. Marx, buna baş-
langıçta sıcak bakmaz, çünkü onun amacı bir kitap yazmaktır.
Ama Engels’in teşvikiyle bildiriyi yazmayı kabul eder. Engels’e
göre, İrlanda kıtlığı yüzünden yarım milyon insan ölmüştür.
Yoksulluk artmıştır ve bunlar zafer için gerekli zemini hazır-
lamıştır. Bu yüzden el kitabı niteliğinde bir bildiri yazılmalı ve
devrim başlamalıdır. Nihayetinde ikili tarafından birlikte yazı-
lan ve Komünist Manifestosu adını alan kitapta öne çıkan baş-
lıca görüşler şunlardır:

• Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor, komünizm hayaleti.


Avrupa’nın tüm eski güçleri, bu hayalete karşı kutsal
bir ittifak kurdular. Papa ile çar, Meternich ile Loisa.
Fransız radikalleri ile Alman polisler.
• Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadelesi
tarihidir.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 95
• Burjuvazi, kişisel saygınlığı, ticaret özgürlüğünü
bütün özgürlüklerin önüne koymuştur.
• Aile ilişkilerinin duygu dolu peçesini yırtmış, onun
yerine para ilişkilerini koymuştur.
• Yeni pazarlar bulmak için dünyayı fethetmiştir.20

Komünist Manifestosundan bir ay sonra 1848 devrimi


gerçekleşir, İngiltere’den sürgün edilen Marx; Jenny ve Fried-
rich’in desteğiyle Das Kapital’i yazmaya devam eder.

1848 İhtilalleri ve Germinal


Engels’in beklediği işçi İhtilali, tahmininin aksine İngil-
tere’de değil, İtalyan, Alman, Fransız ve Avusturya coğrafya-
sında patlak verir. Ancak bunlar içinde en çok ses getireni
Fransa’da yaşanan devrim olmuştur. İlk sosyalist işçi devrimi
olarak da bilinen bu İhtilal, Fransa’daki sanayileşme sonucu
yaşam koşulları giderek kötüleşen işçi sınıfının, sekiz saatlik
iş günü, oy hakkı, grev hakkı gibi bazı haklar talep etmesiyle
başlayan, üniversite öğrencilerinin ve entelektüellerin de des-
tek verdiği bir devrimdir. Devrim, işçilerin ve onları destekle-
yenlerin başarısıyla sonuçlanmış ve işçiler talep ettikleri grev
ve oy hakkı yanı sıra, 10 saatlik iş günü gibi birtakım kazanım-
lar edinmişlerdir.21

Bu ihtilale değinen filmlerden biri de Emile Zola’nın


kaleme aldığı, 1885’te basılan Germinal isimli eserden be-
yaz perdeye aktarılan aynı adlı yapımdır. Kuzey Fransa’daki
Monstsou isimli bir maden kasabasındaki işçilerin yaşam ve
iş koşullarını ve bu koşulları iyileştirmek için verilen mücade-
leyi anlatan film, o döneme ışık tutan bir belgesel tadındadır.
20 Filmde altı çizilen bu görüşler ve daha fazlası için bkz. Friedrich Engels,
Karl Marx, Komünist Manifesto, Can Yayınları, İstanbul 2016.
21 S. J. Lee, a.g.e., s. 76.
96 Kezban ACAR

Romanın başkahramanı işinden atılan ve kuzeydeki ma-


den ocaklarında iş bulmak için Monstsou’ya gelen, Etienne
isimli bir tren makinistidir. Bir kadın işçi öldüğü için kazara
onun yerine günlüğü 30 kuruş olmak üzere işe alınan Etienne,
annesinin Paris’te çamaşırcı olarak çalıştığını, kazandığı paray-
la ona yardım ettiğini belirtir.

Çalıştığı madende birçok sorun vardır. Bunlardan en


önemlisi, sabahın erken saatlerinden akşama kadar çalışma-
larına rağmen işçilerin karınlarını ancak doyurabilmeleri; bu
koşullarda bile ekonomik krizden dolayı her gün işlerini kay-
betme ihtimalleridir. Bu ve diğer sorunlar özellikle ailenin bü-
yükbabası da dâhil, toplam 5 üyesi madende çalışan Toussaint
Maheu’nun ailesi üzerinden verilir.

Maheu, 13-14 yaşlarındaki kızı, 58 yaşındaki babası, iki


erkek çocuğu, hepsi aynı maden ocağında çalışmaktadırlar.
Hepsinin aile bütçesine yaptığı katkıya rağmen, ücretler ayın
ortasında biter. Bir sahnede, Maheu’nun karısı, “daha ayın 23’ü,
maaş 6 gün sonra ama 10 Frank borcumuz var” der. Kahvaltıda
yiyecek bir şey olmadığından sıcak su içerler, ekmeği de maden
ocağında yemek için yanlarına alırlar. Şehriyeyi de evdeki be-
beklere bırakırlar.

İşçilerin yaşam alanlarıyla ilgili bazı sıkıntılar da vardır. 7


çocuklu Maheu ailesi, işletmenin tahsis ettiği küçük bir dairede
yaşarlar. Bu dairede banyo yoktur. Aile üyeleri yemek yedikleri
odada ve bütün aile bireyleri sırasıyla aynı suda yıkanırlar. Ban-
yo olarak kullanılan fıçımsı bir küvet mutfakla aynı yerdedir.

Ayrıca madende iş güvenliği de yoktur. Sık sık hissettikleri


gruzi gazı, çöken veya çökmeye aday payandalar, çok çalıştırıl-
maktan ölen atlar ve patlamaya hazır su boruları, bu sorunun
en önemli emareleridir. Maden işletmesinin sahibi ve müdür,
bu sorunlara aldırmazlar hatta her sorunlu payanda veya bölü-
mün parasını işçilerin ücretlerinden keserler.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 97
İşçilerde hal böyle iken, maden sahibi ve müdürü son de-
rece lüks bir yaşam sürmektedirler. Maden sahibinin üç kızı,
istedikleri kadar uyuyup, boş zamanlarında gezmek, piyano
çalmak gibi faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Evlerine bazen
avans veya ekmek isteyen işçiler gelmektedir. Patronun bu tür
işçilere karşı tavrı çok nettir: “Az içerlerse ve tutumlu olurlar-
sa, işçilerin açlık derdi olmayacaktır.” Açıktan bunalan işçile-
rin yardım istediği bir diğer yer de bakkallardır. Ama onlar
da işçilere yardım etmez, hatta filmde bazı bakkalların işçi
kadınlarla ekmek vs. karşılığında birlikte oldukları ima edilir.

Bu koşullardan yaşam mücadelesi veren işçilerin, çözüme


dair bazı görüşleri de vardır. İşte bu noktada Marx ve diğer
sosyalistlerin fikirleri devreye girer. İşçiler arasında Etienne
gibi olup, kansız bir devrimle sorunların çözümleneceğini dü-
şünenler de, kansız bir devrim olmadan asla hiçbir şey değiş-
mez diyenler de bulunmaktadır. Bunlardan biri, “sizin Marx
hala doğa güçlerinin evrimine inanıyor: Sanki patronlarla
konuşursanız ücretlerinizi attıracaklarmış gibi.” “Yeryüzünü
yakmalı, böylece belki bu çürümüş dünya yeniden yeşerir”
der. Filme göre, bu radikal görüş azınlıkta olup, mücadeleyle
hakların kazanılması görüşünü savunan işçiler çoğunluktadır.

İşletme sahibine ve müdürüne göre ise zor durumda olan


sadece işçiler değildir. İşletme de sıkıntıdadır. Bunun en önemli
sebebi de ülkede hâkim olan ekonomik krizdir. Filmde ekonomik
krizin—muhtemelen 1847 Krizi-nedenleri olarak şunlar sıralanır:

• Son yılların refahı, -işlemez hale sokulan sermaye,


demiryolları, kanallar ve limanlar.
• ABD’nin demir ve dökme demir siparişlerini
durdurması
• Fabrikaların birer birer kapanması ve eldeki stoku
tüketmenin zorlaşması; bunun sonucu olarak da
eldeki malı satmak için ürün fiyatlarının aşağı
çekilmesi.
98 Kezban ACAR

Sonuçta, patronlar maliyeti düşürmek için çok daha fazla


kömür çıkartmak istemekte ama daha az kömür sattıkları için
gelirden zarara uğramamak içinde işçilerin ücretlerinden kes-
mektedirler. Patrona göre, her yerde sosyalist bir salgın vardır.
Maden ocağının masrafı, 150 bin-250 bin frank ve işletmelerin
çoğu iflasın eşiğindedir. İşletmenin zararı, işçilerin zararı ka-
dardır. Bir grev, herkes için felaket olur ve daha da önemlisi 1
haftaya varmaz, işçilerin hepsi açlıktan kırılır.

Filmde, grevi savunan Etienne, işçilerin zamanında mağ-


dur olmamaları için her işçinin aylık belli bir miktarda katkı-
sıyla oluşacak bir yardım sandığı fikrini ortaya atar. İşçilerin
çoğu bu fikre destek verirler ve greve giderler. Ancak filmde
sıkça vurgulandığı üzere, işçiler arasında bu konuda da bir fikir
birliği yoktur. Bir madendeki işçiler greve giderken, aynı işlet-
menin diğer madenlerindeki işçiler çalışmaya devam ederler.

Grevden ve normalde de kötü iş ve yaşam koşullarının


filmdeki en somut emaresi, aç kalan işçilerin özellikle kadınla-
rın ekmek ve yiyecek için dükkânları yağmalamalarıdır. Grev
süresince Katolik Kilisesi de muhtaçlara yardım etmez ve 1 ay
süren grev sıkıntı yaratır. Ama buna rağmen bazı işçiler greve
devam ederler ve giderek yayılan grev, genel bir devrime dönü-
şür. Fransız iş sahiplerinin, filmde etkili bir biçimde sunuldu-
ğu üzere, grevlere ve devrime en somut tepkisi, işletmelerde,
Fransız işçilerin yerine Belçikalı işçiler istihdam etmeleridir.
Bu gelişme üzerine, fabrikadaki bazı işçiler, işlerini kaybet-
memek için greve son verirler. Bu önlem dışında, işverenlerin
grevi sonlandırmak için elebaşı olan işçiyi ustabaşı ilan etme ve
terfi ettirmek gibi yöntemlere de başvurduğu görülür.

İki ay süren grevin sonunda Maheu’nun çocuklarından


üçü açlık gibi nedenlerle yaşamını yitirir. Onlar ölürken, gemi-
lerle, yerlerini alacak Belçikalı işçiler gelir kasabaya. Grevin işe
yaramadığını gören radikal devrimci bir işçi, işe devam eden
maden ocağının vanalarını açar ve madenin suyla dolmasına
sebep olur. Bunun sonucunda birçok işçi yaşamını yitirir.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 99
Hem Germinal’in yazarı Emile Zola hem de onun eserine
sadık kalarak hikâyeyi beyaz perdeye aktaran yönetmen, işçi
meselesine sempati duyarlar, işçilerin iş ve yaşam koşullarını
en etkili biçimde vermeye çalışırlar ve mücadele ile hakların
bir gün er ya da geç kazanılacağına inanırlar. Ama son tah-
lilde, bu mücadelenin radikal devrimcilerin savunduğu gibi
zorla, kanla değil, daha barışçıl yollarla yapılması gerektiği-
ne vurgu yaparlar. Doğru ve adil olan onlara göre, sendikalar
kurmak, sivil anlamda örgütlenmek ve şartlar olgunlaşınca
işçilerin binlerce tembelin elindeki gücü almasıdır.

1847 Krizine rağmen,19. Yüzyılda hem şirketler hem de


merkezi hükümetler gücünü giderek arttırmışlar, artan sanayi
üretimi için yeni hammadde kaynakları ve pazarlar aramaya
başlamışlardır. Literatüre Yeni Emperyalizm olarak geçen ve
spesifik olarak 1871-1914 yılları arasındaki sömürgecilik fa-
aliyetlerini kapsayan yeni sömürgecilik dalgası, Avrupalıların
Afrika başta olmak üzere dünyanın değişik yerlerinde giriş-
tikleri sömürgeciliği ifade eder.22 Bu dönemdeki sömürgeciliği
anlatan filmlerden biri de dönemin, “güneş batmayan toprak-
lar” olarak nam salan Birleşik Krallığın bugünkü Güney Af-
rika Cumhuriyeti’ne yönelik sömürgecilik faaliyetlerini, özel
olarak da Natal bölgesinde yaşayan Zulu Kabilesi ile Birleşik
Krallık arasında yaşanan 1879 tarihli Isandhlwana Muharebe-
sini ele alan, 1979 yılı yapımı Zulu Şafağıdır.

Yeni Emperyalizm: Zulu Şafağı (1870’ler)


Film, İngiltere’nin Natal bölgesindeki sömürgeciliğini,
özellikle de bunu sağlamak için yaptığı Isandhlwana Muha-
rebesini eleştirel bir dille aktarmıştır. Bunu yaparken, İngilte-
re’nin Natal Kolonisindeki İngiliz görevlilerin, idari ve aske-
ri personelin hem sömürgeciliğe hem de savaşa aynı şekilde
bakmadıklarını vurgular.

22 Mieke van der Linden, The Acquisition of Africa (1870-1914): The


Nature of İnternational Law, Brill Nijhoff, Leiden, Boston 2017, s. 1-7.
100 Kezban ACAR

Filmde, Natal’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Henry


Bartle Edward Frere (1815-1884 ve Natal’daki askeri birlikle-
rin komutanı General Lord Chelmsford (1827-1905), katı sö-
mürgecilikten ve işgalden yana kişiler olarak tasvir edilirler.
Londra’daki hükümetin adına, gerçekte onun onayı olmadan,
Zulu Kabilesinin şefi olan Cetshwayo’ya Zulu halkından kur-
duğu orduyu dağıtmasını emrederler. Zulu Kabilesinin şefi
Cetshwayo ise barışçıl bir yaşam için Natal’daki askeri sistemin
terk edilmesi, toprakların savunulması için yeni düzenlemeler
yapılması gerektiğini savunur. Karşılıklı açıklamaların krize
dönüşmesi üzerine Londra’dan Zulu Kabilesiyle anlaşma ve uz-
laşma önerisi gelir. Zululara bir elçi gönderilir. Lord Chelms-
ford, elçi aracılığıyla, Cetswayo’ya “ülkeni en yanlış ve eski yön-
temlerle yönetiyorsun. İnsanları yargılamadan öldürüyorsun.
Kraliçe, Zulu topraklarından kırk kat daha büyük bir impara-
torluğu yönetmesine rağmen en aşağıdaki tebaasını bile öldü-
remez” der. Cetswayo ise buna karşılık olarak “Ben Zulu gele-
nekleri ve kanunlarına göre öldürüyorum ve bundan vazgeç-
meyi düşünmüyorum. Ben Beyazların ülkesine gidip, onlardan
kanunlarını ve geleneklerini değiştirmelerini istiyor muyum?
der. Ordusunu terhis etmesi yönündeki isteğe de, “İngilizlerle
Zulu topraklarını ayıran nehri—Buffalo Nehri’ni geçmeyeceği-
ne dair sözünü hatırlayarak karşılık verir ve bir anlamda ordu-
sunun İngiltere için bir tehdit olmadığını ileri sürer. Ancak bu
teminata rağmen Frere, Zululara savaş ilan eder.

İngiliz yönetiminde olup, Zulu’ya karşı savaşı gereksiz gö-


ren, iki halkın barış içinde yaşaması gerektiğini savunan Albay
Anthony Durnford gibi insanlar da vardır. Durnford, ailesiyle
birlikte sekiz yıldır Afrika’da yaşamaktadır. Bu süre içinde Zulu
dili öğrenmiş ve Zulu halkıyla iyi ilişkiler kurmuştur. Kızı da ba-
bası gibi Zululara sempati duyan birisidir. Filmin bir sahnesinde
Albayın kızıyla, General Chlemsford, Zulular konusunda karşı
karşıya gelirler. Chelmsford’a göre, bölgedeki İngiliz toprakları
iyi durumda ama sınırlar zayıftır. Dunford’a göre Cetswayo’nun
İngilizlere saldıracağına dair bir emare yoktur. Ama Chelmsford
ve diğer bazı komutanların nezdinde, nehrin öbür yakasında,
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 101
emrinde 30.000 asker bulunan ve kral olmak için kendi halkın-
dan 20 bin kişiyi öldüren Cetswayo vahşi ve barbar biridir ve
onun varlığı İngiltere için her zaman bir tehdittir.

Albay Dunford’a göre, iktidar mücadelesi sırasında bin-


lerce İngiliz öldüren Tudorlardan 8. Henry veya Fransızlardan
birçok kişinin yaşamına son veren Fransız Kralı, Cetswayo’dan
hiç de farklı değildirler. Ayrıca Dunford, Natal halkının kendi-
lerini güvende hissetmek istediğini, Cetswayo’nun bu yüzden
bazı taleplerde bulunduğunu; bunların da makul olduğunu
belirtir ve savaşmak yerine onlardan İngiliz ordusu için asker
ve subay vermelerini istemeyi önerir. Onun nazarında Natal,
harikulade bir ülkedir ve burada herkes için yer vardır. İngi-
lizlerin bu toprakları onların asıl sahipleriyle paylaşması bile
bir ayrıcalıktır. Nitekim filmde burada yaşamaktan mutluluk
duyan, kendini evinde gibi hisseden, tenis oynayan, partilerle
eğlenen İngilizler bulunmaktadır. Chemlsford’a göre ise “şid-
dete başvurmak/dövmek, bir çocuk veya yabaniler için bazen
bir nezakettir.” Nitekim filmde de vurgulandığı üzere Zulu’ya
karşı sert tedbirler alınması hatta onlarla savaşılması gerek-
tiğini savunan görüş galip gelir ve Natal bölgesindeki İngiliz
komutanlar Zulu’ya savaş açar.

Birleşik Zulu ile İngilizler arasında başlayan ve yaşanan


savaşta en dikkat çekici noktalardan birisi, bazı Zuluların İn-
giliz Ordusunda görev yapmalarıdır. Ancak bunlara üst düzey
komutada değil, daha çok askeri teçhizatın ve personelin ta-
şınması işinde görev verildiği görülür.

Diğer ve çok daha önemli nokta ise İngilizlerin Martini


Henry Carbine marka tüfeklerle, Zuluların ise mızraklarla sa-
vaşmasıdır. Ama buna rağmen Zulular, kendilerini çok etkili
bir biçimde savunurlar ve 21 Ocak 1879’da başlayan savaşta
kazanan taraf olurlar.

Filmin sonunda, Isandhlwana Savaşı’nın, yerli birliklerin


bir Avrupa ordusuna karşı kazandığı en büyük zafer olduğu
102 Kezban ACAR

belirtilir. Avrupalılar açısından ise en büyük kayıpla sonlanan


savaştır. İngiltere’de Disraeli hükümetinin düşmesine neden
olan savaş üzerine Disraeli: “Kim bu Zulular? Bizim general-
lerimizi yenen, bizim din adamlarımızı din değiştirmeye ikna
eden ve bugüne dek büyük bir hanedanlığa son veren bu olağa-
nüstü insanlar kimdir? sorusunu sormuştur.

Bu yenilgiye rağmen Natal bölgesini de içine alan Güney


Afrika Cumhuriyeti’nin tamamı zaman içerisinde İngiliz sö-
mürgesi olmuş ve Güney Afrikalılar siyasi bağımsızlıklarını
ancak 1931’de kazanabilmişlerdir.23 Ekonomik, askeri ve top-
lumsal ayrımcılığın son bulması ise Nelson Mandela önderli-
ğinde yıllar süren mücadele sonunda ancak 1990’larda müm-
kün olabilmiştir.

Sonuç

Filmlerin tarih eğitimi ve öğretiminin bir parçası olup


olmayacağı meselesi, ülkemizde 2000’li yılların başından beri
ilgi görmesine ve daha çok orta öğretim düzeyindeki okullar
için ele alınmasına karşın, ABD ve İngiltere gibi batılı ülkelerde
bu konu 1970’li yıllardan beri tartışılmaktadır. Hatta özellikle
Amerikan üniversitelerinde filmler tarih öğretimin bir parçası
olarak aktif bir biçimde kullanılmaktadır.

Filmlerin bu yönünü ele alan ve 1750’lerden 1910’lara ka-


dar olan yılları kapsayan Modern Dönem Avrupa Tarihi için
internetten yapılan araştırma sonucu seçilen bazı filmleri ince-
leyen bu bildiride toplam yedi film analiz edilmiştir.

Söz konusu filmlerin tarih öğretimine en önemli katkısı


sadece ele aldıkları dönemlerin siyasi, sosyal ya da ekonomik
yapısıyla ilgili bilgiler vermeleri değil; aynı zamanda bu geliş-
melerin o dönemdeki insanlar üzerindeki sosyal ve psikolojik
23 The History of Southern Africa (Editör Amy McKenna), Rosen Education
Service and Britannica Educational Publishing, New York 2011, 164.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 103
etkilerine dair bazı çıkarımlarda bulunmaları veya en azından
izleyicileri empati yapmaya sevk etmeleridir. Diğer bir deyişle
o dönemin ruhunu hissetmeye aracı olmalarıdır. Bu yönüyle
filmlerin tarihi kuru ve sıkıcı olmaktan çıkarıp, ona “ruh” ve
“can” kattıkları söylenebilir.

Ayrıca filmlerin, eğer izleyiciler yeterince dikkatli ve ilgili


ise, onları sahnelerde adı veya sözü geçen kişi ve olaylarla ilgi-
li bazı ilave araştırma yapmaya teşvik edici yönleri de bulun-
maktadır. Bütün bu özellikleri göz önüne alındığında filmler,
bu bildiride de gösterilmeye çalışıldığı gibi tarihi olaylar hak-
kında “canlı” bilgiler veren birer görsel araç olarak değerlen-
dirilebilir ve kullanılabilirler. Ancak bu yapılırken, filmlerde
anlatılan olayların tarihi gerçekliklere ne kadar uygun olup
olmadığına dikkat edilmeli, sunulan bilgiler genel olarak mo-
dern çalışmalarda verilen bilgilerle karşılaştırılmalıdır.

Kaynakça

Aktekin, S. Çoban, Z., “Tarih Derslerinde Tarihi Film Ve


Dizilerin Kullanımına İlişkin Öğretmen ve Öğrenci Görüşle-
ri: Trabzon Örneği”, Karadeniz İncelemeleri Dergisi, Sayı: 13,
2012, s. 141-160.

Blanning, T. C. W., The French Revolution: Aristocrats


Versus Bourgeois?, Humanities, New Jersey 1987.

Briley, R., “From the Editor: Teaching Film and History”,


OAH Magazine of History, Sayı: 16/4, 2002, s. 3-4.

Bozkurt, N., Bayındır, N., “Öğretmen Adaylarının Tarih


Eğitiminde Popüler Olan Tarih Yapımları Hakkındaki Görüş-
leri”, Uluslararası Sosyal Ve Eğitim Bilimleri Dergisi, Sayı: 2/4,
2015, s. 205-215.
104 Kezban ACAR

Çengen, N., Özcan D., “Günümüz Ortaöğretim 10. Sınıf


Tarih Ders Kitabı İle Muhteşem Yüzyıl İsimli Televizyon Di-
zisindeki “Kanuni Sultan Süleyman Dönemi” Söylemlerinin
Gösterge Bilimsel Açıdan Karşılaştırılması”, Turkish History
Education Journal, Sayı: 2/1, 2013, s. 76-101.

Chambers, M., Hanawalt, B., Rabb, T. K., Isser, W. & Grew,


R., The Western Experience, Seventh Edition, Volume II: Sin-
ce the Sixteenth Century, Mcgraw-Hill College, Boston, New
York 1999.

Demircioğlu, İ. H., “Tarih Öğretiminde Filmlerin Yeri Ve


Önemi”, Bilig, Sayı: 42, 2007, s. 77-93.

Duckworth, J. B., “Education Through Film: A New Ap-


proach to Learning”, The Phi Delta Kappan, Sayı: 60/4, 1978,
s. 303-304.

Elliott, B. J., “Genesis of The History Teaching Film”, Teac-


hing History, Sayı: 19, 1977, s. 3-6.

Engels, Friedrich, The Condition of The Working-Class in


England in 1844. Translated by Florence K. Wischnewetsky, S.
Sonnenschein & Co., London 1892.

Engels, Friedrich, Karl Marx, Komünist Manifesto, Can


Yayınları, İstanbul 2016.

Gwynne T., Willis, I., “The Role of Feature Films in the


Teaching of History”, Teaching History, Sayı: 3/11, 1974, s. 204-
208.

Hazard, Paul, Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme. Çevi-


ren: Erol Güngör, Ötüken, İstanbul 1999.

Jackson, M. A., “The Future Role of Films in History”, The


History Teacher, Sayı: 3/3, 1970, s. 10-22.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 105
Jackson, M. A. “Film as a Source Material: Some Prelimi-
nary Notes Toward a Methodology”, The Journal of Interdis-
ciplinary History, Sayı: 4/1, 1973, s. 73-80.

Kaes, A., “History and Film: Public Memory in the Age


of Electronic Dissemination. History and Memory”, Sayı: 2/1,
1990, s. 111-129.

Kaya, R., Günal, H., “Tarih Öğretmenlerinin Muhteşem


Yüzyıl Dizisi Özelinde Tarih Konulu Film Ve Dizilerin Öğ-
retimde Kullanımına Yönelik Görüşleri”, Türk Tarih Eğitimi
Dergisi, Sayı: 4/1, 2015, s. 1-48.

Kishlansky, M. A., Geary, P., O’Brien, P., Civilization in


The West: Since 1789, 3rd Edition, Longman, New York 1997.

Lee, Stephen J., Avrupa Tarihinden Kesitler, 1789-1980,


Çeviren: Savaş Aktur, Dost, Ankara 2010.

Lieberfeld, D., “Teaching About War Through Film and


Literature. Political Science and Politics”, Sayı: 40/3, 2007, s.
571-574.

Linden, Mieke van der, The Acquisition of Africa (1870-


1914): The Nature of International Law, Brill Nijhoff, Leiden,
Boston 2017.

Ocak, G., Selimoğlu, S., “Tarih Öğretiminde Tarih Dizile-


rinin Kullanımına İlişkin Öğrenci Görüşleri-Nitel Bir Analiz”,
Kastamonu Eğitim Dergisi, Sayı: 24/1, 2016, s. 431-452.

Öztaş, S., “Tarih Öğretimi ve Filmler”, Kastamonu Eğitim


Dergisi, Sayı: 16/2, 2008, s. 543-556.

Öztaş, S. Anıl, N. K., Kılıç, B., “Tarihi Film veya Tarihi


Dizilerin Tarihe İlgiyi Arttırmada Etkisine İlişkin MYO Öğ-
rencilerinin Görüşleri”, Electronic Journal of Vocational Col-
leges, UMYOS Özel Sayı, 2013, s. 107-120.
106 Kezban ACAR

Öztaş, S., “Tarih Öğretiminde Tarihî Film Ve Tarihî Di-


zilerin Kullanılmasına İlişkin Tarih Bölümü Öğrencilerinin
Görüşleri (Kırklareli Üniversitesi Örneği)”, Turkish History
Education Journal, Sayı: 4/2, 2015, s. 1-37.

Parker, David (Ed.), Batı’da Devrimler ve Devrimci Gele-


nek, 1560-1991, Dost, Ankara 2003.

Perry, M., Western Civilization. A Brief History, Volume


II: From the 1400s, Houghton Mifflin Company, Boston, New
York 1997.

Pfaff, F., “Film and the Teaching of Foreign Languages and


Cultures, CLA Journal, Sayı: 57/4, 2014, s. 279-284.

Pinhey, L., “Using Film to Teach History: An ERIC/Chess


Sample”, OAH Magazine of History, Sayı: 16/4, 2002, s. 45-47.

Popkin, Jeremy D., A Short History of The French Revolu-


tion, Prentice Hall, New Jersey 1995.

Proudhon, Pierre-Joseph, Qu’est-ce que la Propriété ?,


1840.

Raack, R.C., Smith, A. M., Raack, M. L., “The Documen-


tary Film in History Teaching: An Experimental Course”, The
History Teacher, Sayı: 6/2, 1973, s. 281-294.

Roberts, J. M., Avrupa Tarihi, Çeviren: Fethi Aytuna, İn-


kılâp, İstanbul 2010.

Roberts, M., Wolfson, R., “Teaching with Film”, History,


Sayı: 62/205, 1977, s. 249-251.

The History of Southern Africa (Editör Amy McKenna),


Rosen Education Service and Britannica Educational Publis-
hing, New York 2011.
Tarih ve Film İlişkisi:
Yakınçağ Avrupa’sının (1750-1914) Filmlerdeki Yansımaları 107
Stoddard J. D., Marcus, A. S., “More Than “Showing What
Happened”: Exploring the Potential of Teaching History with
Film”, The High School Journal, Sayı: 93/2, 2010, s. 83-90.

Sturma, M., “Teaching American History with Feature


Film”, Australasian Journal of American Studies, Sayı: 20/1,
2001, s. 66-75.

Weber, David J., Bárbaros: Spaniards and Their Savages in


the Age of Enlightenment, Yale University Press, New Haven
2005.

Weinstein, P. B., “Movies as the Gateway to History: The


History and Film Project”, The History Teacher, Sayı: 35/1,
2001, s. 27-48.
1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler 109

1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a


Yapılan Seyahatler

Travels Through The Crimea, Turkey, And Egypt;


Performed During The Years 1825-1828

Kezban ACAR

Celal Bayar Üniversitesi, FEF, Tarih Bölümü

ÖZ: Genç yaşta hayata veda eden, eğitimli bir İngiliz olan
James Webster (1802-1828)’in yazdığı ve ancak ölümünden
sonra yayımlanan, Travels through the Crimea, Turkey, and
Egypt; performed during the years 1825-1828: including par-
ticulars of the last illness and death of the Emperor Alexander,
and of the Russian conspiracy in 1825 (1825-1828 Yıllarında
gerçekleştirilen Mısır, Türkiye ve Kırım’a Seyahatler..) başlıklı
hatıratı, yazarın 3 yıllık seyahatini kapsayan bir eserdir.

Hatıratın veya seyahat notlarının tarihi bir kaynak olarak


kullanılıp kullanılamayacağına dair bazı değerlendirmelere de
yer veren bu çalışma, bahsi geçen eserin özellikle Kırım, İs-
tanbul, Çanakkale, İzmir ve Mısır’la ilgili bölümlerini ele alır
ve analiz eder. Wesbter’in seyahat notları özellikle Rus hâki-
miyeti altındaki Kırım’ın içinde bulunduğu sosyal, ekonomik
durum hakkındaki bilgileri, 1827’de yaşanan Navarin Muha-
rebesi’nin İstanbul’daki yankılarını ve yazarın hem muharebe
hem de Rumlar hakkında değerlendirmelerini, II. Mahmut
dönemi İstanbul’una ve son olarak Mehmet Ali Paşa’ya ve
onun yönetimindeki Mısır’a dair birebir izlenimlerini içerme-
si bakımından son derece önemlidir.

Anahtar Kelimeler: James Webster, Navarin Baskını, Kı-


rım, İstanbul ve Mısır.
110 Kezban ACAR

ABSTRACT: Written by James Webster (1802-1828) an


educated Englishman that travelled to Crimea, Turkey and
Egypt in mid 1820s and died at a young age, Travels throu-
gh the Crimea, Turkey, and Egypt; performed during the years
1825-1828: including particulars of the last illness and death of
the Emperor Alexander, and of the Russian conspiracy in 1825
covers author’s three-year travels.

Including an evaluation of whether or not travel notes or


memoirs can be used as a source of history, this article exami-
nes Webster’s above-mentioned travels notes and especially its
parts on the Crimea, Istanbul, Gallipoli, Izmir (Smyrna) and
Egypt. Webster’s memoir is important especially for it gives
valuable information on social and economic situation in the
Crimea under the Russian rule, Battle of Navarino that took
place in 1827 and reactions to it in Istanbul. It is also an impor-
tant work since it includes Webster’s personal observations on
life in Istanbul during that time and Egypt under Muhammad
Ali’s rule.

Key Words: James Webster, travel Notes, Ottoman Empi-


re, Mahmud II, 1820s, Battle of Navarino, Crimea, Istanbul and
Egypt.

Giriş: Hatıraların Tarihi Değeri


Hatıraların tarihi birer kaynak olarak kullanılıp kullanı-
lamayacağı, kullanılacaklarsa, nasıl değerlendirilmeleri konu-
sunda birçok yayın bulunmaktadır. Bunlardan biri de Jocelyn
Bartkevicius’un hatıra üzerine kaleme aldığı analitik bir maka-
ledir. Bartkevicius çalışmasında, hatıranın ne tamamen özel ve
yazan kişiden soyut ne de mutlaka kamuya ait bir şey olmadı-
ğını belirtir. Ona göre hatıra belli olaylar karşısında kişilerin
neyi hatırladığıdır. Lee Hunt’ın “kurgu ve gerçek isimli makale-
sindeki, “iki dünya vardır: birisi bizim sınırlarla ve kanunlarla
ölçebileceğimiz, diğer ise kalbimizde hissettiğimiz dünya” söz-
1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler 111

lerine atıfta bulunan Bartkevicius’a göre hatıratlar bu ikisinin


kombinasyonu, yani kurgu ile gerçeğin bir bileşimidir.24

Orta Doğu’daki bazı İngilizler başlıklı bir makale yazan ve


hatırat konusuna da değinen Bernard Lewis, gezginlerin “orday-
dım, onlarla tanıştım ve biliyorum” duygusuyla kaleme alınan ha-
tırat veya seyahatnamelerin, o bölgeye gelmemiş ama ilgi duyan
siyaset bilimci, tarihçi vs. gibi araştırmacılar için birincil elden
kaynak olması hasebiyle önemli olduklarını belirtir. Ama aynı
zamanda hatıratların bazı sorunlarının da olabileceğini belirtir.

Lewis’e göre hatırat türü eserlerin en büyük handikabı,


yazarların muhtemel cehaletleri, önyargıları, kendini beğen-
mişlikleridir. Bu konularda kalem oynatmış Johnson’ın “se-
yahat notları gibi kaynakları önemli bir kısmı, yazarın daha
önceden aklındakilerden ibarettir” sözüne referansta bulunan
Lewis, önyargıyı ve bilgisizliği aşmanın en önemli araçların-
dan birinin yaşanılan veya seyahat edilen ülkelerdeki halkların
dilin öğrenmek olduğunu vurgular. Bu anlamda Lewis’e göre
en değerli hatıra veya seyahat notlarından biri de Lady Mary
Wortley Montagu’nun Yakındoğu ve Osmanlı Devleti Hak-
kında Bazı Mektuplar isimli eseridir. Montagu’nun hatıraları,
Lady Montagu hem hakkında yazdığı ülkede bizzat yaşadığı,
hem de dil öğrenerek yerel halkla iletişim kurduğu, onlarla
sohbet ettiği için son derece değerlidir çünkü dil öğrenerek
sosyal yaşamın içine giren Montagu, bu sayede mektuplarında
son derece yerinde ve gerçeğe yakın tespitler yapmıştır.25

Bu bildiride seyahat notlarının bir kısmı analiz edilecek


olan James Webster’ın gezdiği ülkelerin dillerinden olan Türk-
çeyi, Arapçayı veya Rusçayı bildiğine dair hiçbir bilgi yoktur.
Bununla birlikte, notlarında görece objektif bir dil kullandığı
söylenebilir.
24 Jocelyn Bartkevicius, “The Person to Whom Things Happened”:
Meditations on the Tradition of Memoir”, Fourth Genre: Explorations in
Nonfiction, Vol. 1, No. 1, Spring 1999, s. 140.
25 Bernard Lewis, “Some English Travellers in the East”, Middle Eastern
Studies, Vol. 4, No. 3, Apr. 1968, s. 300-302.
112 Kezban ACAR

James Webster, Kasım 1802’de Forfar, İskoçya’da, bir din


adamı olan John Webster’ın 5. Çocuğu olarak dünyaya gelir.
Toplam 6 erkek, 3 kız kardeşi olan James Webster, 14 yaşına
kadar Forfarshire, Montrose’de bir süre eğitim aldıktan sonar,
1816’da Londra’daki St. Andrews Kolejine kayıt olur ve bura-
da kesintilerle birlikte 7 yıl süren eğitimi sonunda yabancı dil,
matematik, felsefe ve hukuk alanında aldığı dersler sonucunda
avukat olmaya hak kazanır ancak o bu işi yapmak yerine, ente-
lektüel gelişimine katkıda bulunmak için farklı ülkeleri kapsa-
yan bir seyahate çıkmaya karar verir.

Seyahate hukuk eğitimi sırasında tanıştığı iki arkadaşıyla


birlikte çıkar. Bunlardan biri adı William Grenville, diğeri ise,
W. H. Newnham idi. Webster ve Grenville, Mısır’da yaşamları-
nı yitirirler. Wesbter’in günlüğü arkadaşı Newnham tarafından
düzenlenir ve editör yardımıyla baskıya hazırlanır.

1824 Kasım’ında Edinburgh’tan ayrılan Webster, önce


Fransa ve İtalya’yı gezer, sonra İngiltere’ye gider. Ardından
Temmuz 1825’te Londra’dan ayrılıp Ostend’e gelir ve oradan
Hollanda ve dönemde Hollanda’ya bağlı Belçika’yı gezip, Avus-
turya ve Polonya’ya uğrayıp, Kırım’a geçer. Ağustos’un ortasın-
da geldiği Kırım’da Ekim’in sonuna kadar kalır.

29 Ekim 1827’de Karadeniz üzerinden İstanbul’a gelir; 4


Aralık 1827’te İstanbul’dan ayrılarak, Çanakkale’ye, 14 Aralık
1827’te ise İzmir’e geçer ve 19 Aralık’a kadar burada kalır. Daha
sonra Urla ve Mahmudiye limanlarına uğrayıp Ocak 1828’te
İskenderiye’ye ulaşır.

Webster ve arkadaşları, günlükten anlaşıldığı kadarıyla


Mısır’da 3 ay kalmayı planlamışlar ama 19 Ocak 1828’de gel-
dikleri Mısır’da Ağustos 1828’e kadar kalmışlardır. Webster,
bu tarihte ateşli bir hastalığa yakalanıp hayatını kaybetmiştir.
Onun günlüklerini ve seyahat notlarını Newnham derleyip to-
parlamış ve bir editörün yardımıyla 1830’da yayımlamıştır.
1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler 113

Hatırat genel olarak bakıldığında düzenli bir akışa sahip-


tir ancak tarihlerin belirlenmesi açısından son derece zor bir
eserdir. Yazarın tam olarak nereden nereye ne zaman gittiğini
belirlemek için eseri dikkatle incelemek gerekmektedir.

Toplam iki ciltten oluşan eserin birinci cildinin yaklaşık


211 sayfası girizgâh gibi olup, Webster’in hatıratı hakkında
bilgi ve Kırım’a kadar olan ve İtalya, Fransa, Hollanda (o dö-
nemde Hollanda’ya bağlı olan Belçika) ve Frankfurt gibi bazı
Alman şehir devletlerine dair izlenimlerini içerir.

Birinci cildin müteakip ilk bölümünün ilk 40 sayfası


Avusturya, Macaristan ve Polonya’ya seyahatleriyle ilgilidir.

Yazarın, Odesa, İnkerman, Sivastopol, Akkirman, Alup-


ka, Simferol gibi şehirleri kapsayan Kırım seyahati, Ağustos
1827’de başlar ve aynı yılın Ekim ayı sonuna kadar devam
eder. Yazarın Kırım’a dair notları ve izlenimlerine 60 sayfa ay-
rılmıştır.

Daha önce bahsedildiği üzere, 29 Ekim 1827’de İstanbul’a


gelen yazar burada 30-40 gün kalır ve 4 Aralık 1827’de Gelibo-
lu’ya geçer ve oradan da 14 Aralık 1827’de İzmir’e gelir. 5 gün
İzmir’de kaldıktan sonra 19 Aralık’ta İskenderiye’ye doğru
hareket eder ve yol üzerinde Urla ve Mahmudiye limanlarına
uğrar.

Yazarın seyahatinde en çok zaman ayırdığı yer Mısır’dır.


Ocak 1828’de geldiği Mısır’da yedi ayı aşkın bir süre kalır ve
Ağustos 1828’de Kahire’de yaşamını yitirir. Seyahat notlarının
ikinci cildinin 220 sayfası Mısır’a ayrılmış olup, son 100 say-
fasındaki notlarında ise Sicilya ve Malta’ya dair izlenimlerine
yer verilmiştir. 15 sayfalık Ekler bölümünde ise Rus Çarı I.
Alexander’in hastalığı ve yine Odesa’ya dair bazı izlenimlerine
değinilmiştir. Bu bildiride, Webster’in sadece Kırım, İstanbul,
Gelibolu, İzmir ve Mısır üzerine yazdıkları değerlendirilecek
ve analiz edilecektir.
114 Kezban ACAR

Kırım’a Seyahat

Yazar, daha önce bahsedildiği üzere Kırım’a Odesa’dan, 1827


yılının ağustos ayı ortalarında giriş yapar ve Odesa dışında Sim-
ferepol (Akmescit), Aluşta, Alupka, Balaklava, İnkerman, Sivas-
topol, Bahçesaray, Perikop, Herson şehirlerini de gezerek Ekim
sayı sonunda yine Odesa’dan İstanbul’a gitmek üzere ayrılır.

Kırım’la ilgili olarak yazarın dikkat çektiği, değindiği bir-


kaç konu vardır. Bunlardan biri Kırım’da yaşayan Lehler üze-
rinden Polonyalıların Rusya’da maruz kaldığı baskıdır. Polonya
bilindiği üzere 1770’lerde, 1790’larda ve son olarak d 1815 Vi-
yana Kongresi’nde olmak üzere genel olarak Prusya ile Rusya
arasında paylaşılmış ve tarihe karışmıştır.26 Yazara göre Odesa,
Rusya’ya karşı hareketlerin, özellikle Leh karşıtlığının merkez-
lerinden biridir. Bu tür girişimlerde bulunan Walhowski isimli,
Leh asıllı bir aristokrat cezalandırılmış ve madenlerde çalışma-
ya zorlanmıştır. Wesbter’a göre, Lehler zaman içerisinde, impa-
ratorlukların yaşayabileceği devrimler sonunda bağımsızlığını
kazanabilir.27 Ancak yazarın bu öngörüsü gerçekleşmemiştir
çünkü Lehler, 1830 İhtilalleri sırasında ve 1860’ların başında
iki kez bağımsızlık amaçlı girişiklerde bulunmuşlar, ikisi de
Rusya tarafından sert bir şekilde bastırılmıştır. Polonya ancak
1918’de, Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan anlaşmalarla,
eskinin Prusya’sı, 1871’den sonrasının Almanya’sından ve Rus-
ya’dan alınan topraklarla bağımsızlığını kazanabilmiştir.28

Yazar, Kırım’ı genellikle at arabasıyla gezer. Seyahati sı-


rasında özellikle Odesa’da yaşayan Rumların düğünlerine ve
26 G. Hosking, a.g.e., 355-356; M. A. Kishlansky, M. A., Geary, P., O’Brien,
P., Civilization in The West: Since 1789, 3rd Edition, Longman, New York
1997, 743.
27 James Webster, Travels through the Crimea, Turkey, and Egypt;
performed during the years 1825-1828: including particulars of the last
illness and death of the Emperor Alexander, and of the Russian conspiracy
in 1825, Henry Colburn and Richard Bentley, London 1830, 1. Cilt, s. 42-43.
28 Barbara Jelavich, A Century of Russian Foreign Policy, 1814-1914,
Lippincott, Philedelphia 1964, s. 77-78; J. M. Roberts, Avrupa Tarihi, Çev.
Fethi Aytuna. İnkılâp, İstanbul 2010, s. 614-615.
1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler 115

kiliselerinde ibadetlerine şahitlik eder; Kırım’daki şehirlerden


spesifik olarak Balaklava’nın nüfusunun Rumlardan müteşek-
kil olduğunu belirtir. Hatta burada Albay Revoliotti komuta-
sında bir Rum Alay’ı olduğundan bahseder.29 Bunun dışında
Rumlarla ilgili çok fazla bir bilgi sunmaz. Ama Akmescit ve
Perikop gibi yerler başta olmak üzere hemen her yerde karşı-
laştığı Tatarlarla ilgili birçok izlenimini paylaşır.

Kırım Sultanı diye bahsettiği Kerim Giray’ın İskoç asıllı,


bir albayın kızı olan Katti Gherri ile evli olduğunu be-
lirtir. Hikâyeye göre, Kerim Giray, 1810’larda Kafkasya merkez
olmak üzere Rusya’da faaliyetlerde bulunan İngiliz misyoner-
lerle tanışarak, onlar aracılığıyla Hıristiyanlığı benimsemiş ve
misyonerlerin koruması altında önce St. Petersburg’a, oradan
da İskoçya’ya gitmiştir. Katti Gherri ile de orada tanışmıştır.
Yazara göre, Osmanlı hanedanlarının varisi olmaması duru-
munda Kırım hanlarının Osmanlı tahtına geçme olasılıkları
göz önüne alındığında, Osmanlı tahtına İngilizlere karışmış,
Hıristiyan birisinin geçme fikri son derece heyecan vericidir.30
Ancak bu konuda yanlış bilgilere sahip olduğu açıktır çünkü
Kırım Hanlığı, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Osmanlı
Devleti’nden diplomatik anlamda bağımsız olmuş, 1783’te de
Rusya tarafından resmen ilhak edilmiştir.31

Kırım’la ilgili olarak yazarın birkaç vurguladığı bir diğer


konu da Tatar kadınlarının başörtülü olması ve özellikle genç
kızların ve kadınların erkek misafirlerin yanına çıkmaması,
hatta onları görünce kaçmasıdır. Bununla birlikte seyahati
boyunca evlerinde konukladığı Tatarların çok misafirperver
olduklarını ve yemek servisini genellikle evdeki yaşlı kadınla-
rın yaptıklarını belirtir. Konuyla ilintili olarak Tatarların Rus
subaylara da yiyecek sağladıklarını ve Rusların yedikleri hiçbir
29 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 68.
30 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 50-51.
31 Kezban Acar, Ortaçağ’dan Sovyet Devrimi’ne Rusya, 3. Baskı, İletişim
Yayınları, İstanbul 2017, s. 193, Geoffrey Hosking, Hosking, Geoffrey,
Russia and the Russians from Earliest Times to 2001, Penguin, UK 2002,
Çeviren: Kezban Acar, Rusya ve Ruslar. Erken Dönemden 21. Yüzyıla,
İletişim Yayınları, İstanbul 2011, s. 321.
116 Kezban ACAR

şey için para bile teklif etmediklerinden, Tatarların Rus asker ve


subaylara karşılıksız bir biçimde yiyecek sağlamasının, Tatarlar
bazen istemese de yaygın bir gelenek olduğundan bahseder.32

Yazar yiyecek konusuyla da ilintili olacak şekilde Kırım’da


birçok meyveden bahseder. Karpuz, kavun, elma, armut, ceviz,
portakal, nar bunlardan bazılarıdır. Ayrıca Kırım’da “Trebi-
sond fındığı” ve zeytin de yetiştirilmektedir. Bu kadar meyve
çeşitliliğine rağmen, yerel halk geçimlerini özellikle mısır ye-
tiştiriciliği ve küçükbaş hayvancılıkla sağlamaktadır.33

Webster ayrıca Koçut Lampat’ta tanıştıkları General Bo-


rozdin aracılığıyla, Rus aristokratları hakkında da bazı bilgiler
sunar. Webster’in verdiği bilgilere göre Borozdin, kırk yıl önce
Kırım’da sahile yerleşen ilk Rus’tu. Kendisi aynı zamanda Kı-
rım’daki birliklerin komutanıydı. Fransızca, İtalyanca, Almanca
biliyordu. Dış politikaya ilgiliydi, hatta Webster ve arkadaşlarına
Stratford Canning34 hakkında sorular sormuştu. Webster’a göre
Canning, çağının en büyük ismiydi. Borozdin de dâhil olmak
üzere birçok kişi için Canning’in ölmesi demek, liberal düşün-
cedeki ulusların zora girmesi demekti. Entelektüel birikimleri
dışında Borozdin gibi Rus aristokratlarının diğer önemli özel-
likleri çok geniş topraklara sahip olmalarıydı. Bunlardan Kont
Lizari’nin 3.000, Woronzow’un ise 50.000 bağ fidanı vardı.35

Rusya’daki kolonizasyon ve askeri sistem iç içeydi. Yine


Webster’ın Borozdin’den aktardığı kadarıyla köylerdeki hane-
lerden her biri bir askerin ihtiyaçlarını karşılamak, giysisini,
yiyeceğini sağlamak zorundaydı. Ayrıca aile reisinin, ileride
sorumluluğundaki askerin yerini alabilmesi için en büyük oğ-
lunu eğitmek orundaydı.36

32 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 55-57.


33 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 59-66.
34 Stratford Canning (1786-1880), 1842-1857 yılları arasında İstanbul
Büyükelçisi olarak görev yapmıştır.
35 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 60-66.
36 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 62.
1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler 117

Kolonizasyonun diğer bir işareti de toprak sahiplerinin Kı-


rım sahili boyunca, köyleri ve şehirleri birbirine bağlaya yol pro-
jeleridir. Toprak sahipleri, halkın iskânını sağlamak için buralara
yerleşenlere meyve fidanları vermek, botanik bahçesi açmak gibi
başka yollara da başvurmuştur. Ayrıca Webster, Kırım’da gördü-
ğü tarihi yapılardan ve bunların durumundan bahseder. Özellikle
Herson’da Orta Çağdan kalma yıkılmış eserlere değinir. Bunların
yıkımını yapanların fanatikliği ve zalimliğiyle açıklar.37

Son olarak Webster, Kırım’ın “laneti” dediği çekirgelere


ve çekirge afetine değinir. Çekirgelerin nasıl çoğaldığı ve ta-
rım ürünlerine nasıl zarar verdiğinden söz eder. Çekirgelerin
Asya’dan geldiğine inanıldığını, yerel halkın Kırım’da çekirge-
leri def etmek için topluca dua ettiklerini yazar. Çekirgelerin
kuş sürüleri tarafından yok edildiğini, onları yiyen kuşların
bazı akarsuları kırmızıya boyadığını ve köylülerin hayvanla-
rını bu suyu içmekten sakındırdığını yazar.38 Kırım’dan genel
olarak bu izlenimlerle ve bilgilerle ayrılan Webster, bir sonraki
durağı olan İstanbul hakkında daha fazla bilgi vermiştir.

İstanbul’a dair İzlenimleri


Karaya Boğaz’ın Anadolu yakasından çıkan Webster,
uzaktan şehrin özellikle Üsküdar’ın büyüleyici olduğunu ama
içine girince hem Üsküdar’ın hem de daha sonra gezme fır-
satı yakaladığı diğer yakadaki Tophane, Pera/Beyoğlu ve Ga-
lata’nın hayal kırıklığı yarattığını belirtir. Bunun en önemli
nedeni de dar, kirli sokaklar, kötü döşenmiş kaldırımlar ve bu
sokaklarda tesadüf ettikleri pislik içindeki Rum ve Türkler ve
yarı aç, uyuz köpeklerdir.39

Ancak şehrin içlerine nüfuz etikçe bu hayal kırıklığının,


şehrin kozmopolit ve renkli yaşamına kaydığını yazar. Webs-
37 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 62-65, 69-70, 76.
38 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 92-93.
39 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 103.
118 Kezban ACAR

ter’a göre, yan yana duran İslam ve Hıristiyan ibadethaneleri,


birbirine karışan ezan, çan sesleri, sokaklarda gördükleri ren-
gârenk giysileri içindeki Afrikalılar, İranlılar, Tatarlar, Rumlar
ve Türkler hem İstanbul’u hem de Türkiye’yi farklı kılan en
önemli özelliktir.40

Şehrin kozmopolit yapısına yaptığı vurgu dışında Webs-


ter’ın İstanbul’da iken en çok referansta bulunduğu bir diğer
konu, Ekim 1827’de yaşanan Navarin Muharebesi ve gerilen
İngiliz-Osmanlı ilişkileridir. Bilindiği üzere, Rumlar yüzünden
başlayan Navarin Muharebesi, Rus, İngiliz ve Fransızların Nava-
rin’deki Osmanlı donanmasını yakması ve Osmanlı yenilgisiyle
sonuçlanmıştı.41 Webster, 1 Kasım 1827 gibi İstanbul’a Navarin’le
ilgili haberlerin ulaşmaya başladığını belirtir. Haberlere göre,
120 Türk gemisi yok olmuş, Fransız Amiral yaralanmış, İngiliz
Amiralinin yeğeni yaşamını yitirmiş ve birkaç İngiliz gemisi de
batmıştır. Osmanlı Devleti açısından son derece olumsuz olan
bu haberler, Webster’a göre, Türklerde büyük bir heyecan veya
endişeye neden olmamış, aksine halk bütün gelişmeleri büyük
bir sükûnetle karşılamıştır. Endişenin hâkim olduğu tek yer, için-
de yabancıların bulunduğu ve karaya yanaşan İngiliz gemileriy-
di. Çünkü kendisinin seyahat ettiği gemi de dâhil olmak üzere,
Boğaz’dan kıyıya yanaşan gemilere Osmanlı Devleti tarafından
önce izin verilmemiş, ama sonra izin çıkmasına rağmen, güm-
rükte bekletilmişlerdir. Yazarın verdiği bilgiye göre bu uygulama
sadece İngiliz gemileriyle sınırlı değildi, Fransız ve Rus gemile-
rini de kapsamaktaydı. Boğazda Osmanlı Devleti’ne ait altı gemi
vardı ve hepsi de çok eski görünüyordu. Onların hemen yanında
8-10 tane de küçük yük gemisi vardı.42

Bu bilgilerden Osmanlı Hükümetinin Navarin Muharebe-


sinden dolayı bu savaşa karışan İngiliz, Rus ve Fransız gemi-
40 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 103-104.
41 Stanford Jay Shaw & Ezel Kural Shaw, History of the Ottoman Empire
and Modern Turkey, Vol: 2: Reform, Revolution and Republic: The Rise of
Modern Turkey, 1808–1975, Cambridge University Press, Cambridge 1977,
s. 28-32.
42 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 105.
1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler 119

lerine ambargo uyguladığı anlaşılmaktadır. Yine Webster’ın


verdiği bilgilere göre savaştan dolayı, Osmanlı Hükümeti sa-
vaşla ilgili olarak kendi subayları dışında başka bir kaynaktan
gelen hiçbir haberi kabul etmeyeceğini açıklamış, Fransız el-
çiliğindeki resepsiyon iptal edilmişti.43

II. Mahmut’un Navarin’i müteakip, elçilerine hiçbir şey


yapmadan beklemelerini emretmiş olması da yazara göre, sa-
vaş sonrası Osmanlı tavrının diğer bir yansımaydı. Bu emrin
nedeni, muhtemelen Avusturya’nın savaşan taraflar arasında
aracılık yapmasıydı ama buna rağmen savaşın yeniden baş-
laması çok olasıydı çünkü sultanın Çanakkale Boğazına bir-
çok birlik gönderdiği ve limanı hazırladığına, hatta başkentte
biri savaş yanlısı, diğer savaş karşıtı iki grup olduğunda dair
söylentiler dolaşmaktaydı. Webster’ın yazdıklarından, bu söy-
lentilerin önemli bir kısmından ara sıra uğradığı limandaki
kaptanlardan ve oraya gelen İngilizlerden haberdar olduğu
anlaşılmaktadır. Hatta onun verdiği bilgilere göre İstanbul’da
yaşayan İngilizler, İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında bir
savaş çıkması durumunda başlarına kötü şeyler geleceğinden
korkmaktadırlar. Webster’a göre, böyle bir şey olması duru-
munda Osmanlı Devleti’ndeki İngiltere vatandaşları, İngiliz
pasaportu yerine, Avusturya ve Hollanda pasaportları çıkar-
mayı planlıyorlardı. Nitekim Webster da savaş çıkması halin-
de, arkadaşlarıyla birlikte Hollanda pasaportu çıkaracaklarını
belirtir. Nitekim ilerleyen günlerde İngiliz gemileri Hollanda
bayrağı altına konurlar.44

Müttefiklere göre Navarin, Osmanlı açısından en ağır ve


felaket dolu muharebe idi. Webster, Ruslarla Osmanlı Devleti
arasındaki savaşta, İngiltere’nin hem Rusya’nın hem de sava-
şın nedeni olan Rumların yanında olmasına ve Navarin’de Os-
manlı donanmasının yakılmasına karşı çıkar.45

43 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 106.


44 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 110-116, 123.
45 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 106.
120 Kezban ACAR

Avrupalı devletlerin isyancılara ve devrimcilere karşı mer-


kezi hükümetleri destekleme sözü verdiği 1815 Viyana Kong-
resi’ne atıfta bulunan Webster, esasen başlangıçta bu kongreye
katılıp imza atan hiçbir devletin Rum isyanına müdahaleden
yana olmadığını, hatta bu devletlerden olan İngiltere’nin ta-
rafsızlık kararı aldığını ifade eder. Ona göre Rum isyanı İngil-
tere’yi de rahatsız ediyordu.46 Bu görüşlere yer veren Webster,
buna rağmen İngiltere’nin son tahlilde neden Rumlara destek
verdiğini ve hatta Navarin’de neden Osmanlı donanmasını
yaktığına açıklık getirmez.

Notlarından anlaşıldığına göre Webster’in Navarin sonra-


sı Osmanlı-İngiliz ilişkilerine dair endişesi İstanbul’da kaldığı
süre boyunca devam eder. Ancak anlaşılan bu sadece Webs-
ter’a özgü değildir. 22 Aralık’tan sonra bütün Avrupalılarda bir
alarm durumu oluşur. Yazar, 28 Aralık’ta Bab-ı Ali ile bir anlaş-
maya varılamadığı için elçilerin pasaportları toplamak zorun-
da kaldığını belirtir.47

Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen Osmanlı hüküme-


tinin Rumların, kiliselerinde rahatça ibadet etmelerine izin ver-
mesine şaşırdığını ifade eder. Bunu da daha önce bahsi geçtiği
üzere, yine Osmanlı’nın hoşgörü politikasına bağlar. Boğaza
nazır bir tepede bir ağacın altında, bir Ermeni, bir Yahudi ve
Türk’ün yan yana tütün içiyor olmaları da Webster’a göre yine
bu hoşgörünün bir ifadesidir. Webster’ın verdiği bilgilere göre
İstanbul’daki en kalabalık Hıristiyan grup, Ermenilerdi. Hatta
Anadolu’nun her yerine yayılmış çok sayıda Ermeni vardı ve
buralarda özellikle dini inançları anlamında özgürce yaşıyor-
lardı. Osmanlı topraklarından Batıdaki engizisyon gibi dini
baskı ve zulüm yoktu. Bu özgürlüğün karşılığında ise cizye adı
verilen bir vergi ödüyorlardı. Yazar, Roman Katoliklerin ve Ya-
hudilerin Rumlardan daha fazla vergi verdiğini belirtir. Ona
göre din konusundaki özgürlüklerine rağmen sivil haklardan
yoksunlardı. Sivil makamlara gelemezlerdi, mallarına el konu-
46 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 107.
47 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 146.
1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler 121

labilirdi. Ama bu olumsuzluklara rağmen, Navarin Muhare-


besi’nden sonra bile Rumlara yönelik en küçük bir baskı bile
yoktu.48 Esasen bütün bu hoşgörüye dair vurguları ve bir an-
lamda duyduğu şaşkınlık, Webster ’in Osmanlı topraklarına
gelmeden önce Türklerle ilgili, en azından hoşgörü konusun-
da, olumsuz anlamda bir yargısının olduğuna işaret eder.

Webster, Türklerle ilgili, onlara özgü olduğunu başka özel-


liklerden veya alışkanlıklardan da bahseder. Resimlerinin çi-
zilmemesinden hoşlanmamaları, yemek yerken bıçak ve çatal
yerine sadece kaşık kullanmaları hatta tavuğu elleriyle yemeleri,
yemekten önce mutlaka ellerini yıkamaları ve günde genellikle
biri 10’da diğeri de 6’da olmak üzere iki öğün yemek yemele-
ri bunlardan başlıcalarıdır. Ona göre erkeklerin giysisi hemen
hemen hep aynıdır. Pantolonları vardır ama asla çorap giyme-
mektedirler. Ama kadınların kıyafetleri, özellikle de başörtüleri
farklılık göstermekte ve modaya göre değişmektedir.49

Webster, bu izlenimleri edindiği İstanbul’dan, Osmanlı


Devleti’nin Navarin’e karışmış devletlerin vatandaşlarına yö-
nelik olumsuz tutumundan, kendi deyimiyle İstanbul’da kal-
mak onlar için her gün biraz daha tehlikeli bir hal aldığından
dolayı ayrılmak zorunda kalırlar. Önce Çanakkale’ye giderler,
oradan da İzmir’e geçerler.

Çanakkale ve İzmir’e Dair İzlenimleri


4 Ocak 1828’de Marmara Denizi üzerinden Gelibolu’ya
gelen Webster, buraya dair izlenimlerini aktardığı satırlarda
Gelibolu’ya veya Çanakkale Boğazı’na dair bazı değerlendir-
melerde bulunur, bilgiler verir ancak daha da önemlisi Nava-
rin meselesini bir kez daha masaya yatırır ve Avrupalı dev-
letleri ve en çok da onların desteklediği Rumları bir kez daha
eleştirir.

48 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 108-109.


49 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 116-117.
122 Kezban ACAR

Yazara göre Çanakkale Boğazı, İstanbul Boğazından daha


genişti ama görüntü itibariyle İstanbul Boğazı kadar etkileyi-
ci değildi. Gelibolu’da oldukça eski, geniş bir kale, çok sayıda
cami vardı. Asya kısmı, düz ve alçaktı ve özellikle burada çok
sayıda köy bulunmaktaydı. Evlerin ve dükkânların mimarisi
İstanbul’dakilere benzemekteydi. Bunlar dışında Çanakkale ve
Gelibolu’da kayda değer başka hiçbir şey yoktu.50

Şehir hakkındaki izlenimlerini birkaç sayfa ile sınırlayan


Webster, bu bölümde belki de İstanbul’dan ayrılmasına sebep
olduğundan yine Navarin meselesine değinir, hatta Rumlara ve
onları Osmanlı Devleti’ne karşı destekleyenlere yönelik ciddi
eleştirilerde bulunur. Webster’a göre Osmanlı Devleti, doğuda
Rusya’ya karşı koyabilecek tek güçtü ama İngiltere Navarin’de
ona büyük bir darbe vurmak suretiyle Osmanlı Devleti ile
olan ilişkilere tamiri çok zor bir biçimde zarar verdi. Öyle ki,
iki devlet arasındaki ilişkilerin normalleşmesi ve İngiltere’nin
Osmanlı üzerinde tekrar etkili olması belki de yıllar sürecekti.
Ayrıca bu tavrıyla İngiltere İran gibi doğu devletlerinin kendi-
sine olan güvenini de sarsmıştı. “Üstelik bunu kim için yaptı?”
diye sorar Webster. “Alçak Yunanlılar için ki onlar Navarin’de
İngiliz kanının dökülmesine de sebep olmuş insanlardı. Savaş-
tan önce İngiliz tüccarlarının mallarını yağmalayan, kaptanla-
rına şiddet ve zulüm uygulayan da yine Yunanlılardı.”51 Ona
göre, insan doğasının, yalancılık, vahşilik, nankörlük, yağma
ve adam öldürme gibi bütün kötü özellikleri ve eylemleri tek
bir kelimede toplanmıştı; o da ‘Yunan’dı. Yazar, bu görüşlerini
aşağıdaki cümlelerinde çok daha net bir biçimde ortaya koyar:

Eğer Yunanlılar hakkında hala aptalca ve coşkulu


görüşleri olan varsa, bu İngilizlerin hiçbir yardım
almadan Archipelague’ye gitmesine izin vermek yeter.
Biz İngiltere’den Yunan bağımsızlığına dair isteklerle
ayrıldık ama bu isteğimiz hırsızı idam sehpasından

50 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 149-150.


51 Yazar, muhtemelen Yunanlıların Ege Denizi’ndeki korsanlık faaliyetlerine
referansta bulunmaktadır. J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 151-152.
1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler 123

kurtarmak, pandoranın ikinci kutusunu açmak


gibi bir şeydi… Türklerin suçu neydi? İngiltere’ye
karşı yağma, adaletsizlik ve nefret dolu bir yaklaşım
sergilemişler miydi? Hayır, hem de hiç. Ama buna
rağmen onların donanması yakıldı ve Rumlar politik
bağımsızlıklarını kazandılar… Kanlı Navarin hadisesi,
Yunan korsanlığına ve kötülüğüne bir ödül oldu.
Türk deniz gücü yıkıldı çünkü Türklerin meşhur bir
soğukkanlılıkları vardı.52

Yazara göre İngiltere’nin Rumlara destek vermesinin en


önemli nedeni, onları Rusların gücünü dengelemek için kul-
lanmak istemesiydi ama bu da gerçekleşmeyecek bir plandı.
İngiltere ve Rusya hesaplarında yanılırken, Rusya onların li-
gine katılmış ve “Fransa ve İngiltere’nin yaptığı müziğe göre
dans etmeye başlamıştı bile.” Kaldı ki İngiltere’nin Yunanlılara
verdiği desteğin, İngiliz toplumunda yaygın ve güçlü bir teme-
li de yoktu. Yunan meselesine arka çıkanlar, birbiriyle hiçbir
şekilde bağı olmayan, dava adamları, klasikçiler ve komisyon-
cular/simsarlar idi. İlk gruba göre Osmanlı Devleti’ne açılan
savaş, bir Haçlı Seferi idi. İkinci gruptaki klasik düşünceye
sahip olanlar ise savaşa Yunanlıların özgürlük meselesi olarak
baktılar. Bu gruptakilerin Yunanlılar sempati duymasında,
Yunanistan’a giden, onların yaşadığı yerleri gören ve yazdığı
şiirlerde buralardaki “Osmanlı zulmünden bahseden ve müte-
akip ve farklı bilgilere rağmen Yunan bağımsızlığı için çağrıda
bulunan şair Lort Byron’un önemli bir etkisi vardı. Kâr amaçlı
düşünen 3. Grup, yani komisyonculara göre ise Yunanistan’ın
bağımsızlığı demek, Yunanlılara satılacak İngiliz hisseleri de-
mekti.53 Bu duygularla Çanakkale’de kısa bir süre kalan Webs-
ter ve arkadaşları 11 Ocak 1818’de buradan ayrılan bir gemiye
binerler, yolsa Sakız Adası’na uğrarlar ve 14 Ocak’ta İzmir’e
ulaşırlar.

52 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 152.


53 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 153-155.
124 Kezban ACAR

İzmir’ i tasvir eden satırlarında verdiği bilgilere göre, şeh-


rin üst kısmında, yıkılmış bir kale (Kadife Kale’yi kastediyor
olmalı), solunda ise geniş bir ova bulunmaktaydı. İzmir’in kıyı-
sında çok sayıda gemi vardı ama onların kalabileceği bir liman
yoktu. Şehrin sokakları dar ve kirliydi. Fiziki anlamda şehirle
ilgili olarak bu bilgilere yer veren Webster, İzmir’de deve güreş-
lerine şahitlik ettiğini DE belirtir.54

Ayrıca, İstanbul’daki krizden dolayı, oradan beklenmedik


bir şekilde beraberindeki Avrupalılarla Urla’ya gelen bazı elçi-
lerin buradan ayrıldıklarını belirtir. Bunun üzerine İzmir’deki
tüccarların ne yapmaları gerektiği konusunda buradaki İngiliz
konsolosunun bilgisine başvurduklarını, onun da gemilere İn-
giliz bayrağı çekmelerini ve Mısır’da da İngiliz bayrağı çekili
biçimde kalmalarını salık verdiğini yazar.55

Webster ve arkadaşları Mısır’a gitmek üzere 30 Ocak’ta


Urla’dan ayrılırlar ancak rüzgâr ve fırtına sebebiyle yolda Sali-
nes’e demirlemek zorunda kalırlar. 19 Şubat’ta Mahmudiye’ye
uğrarlar ve oradan da İskenderiye’ye geçerler.

Mısır’a Dair Gözlemleri


Webster, Şubat 1828’de İskenderiye’den başlayan Mısır
seyahatini bitiremeden yaşamını yitirir. Ancak buna rağmen
hatıratında yaklaşık 6 ay kaldığı Mısır’la ilgili olarak yazdığı
notlarında Mehmet Ali Paşa’dan, İskenderiye, Kahire ve Bulak
gibi şehirlerin yapısı, piramitler, Nil nehrinin Mısır’a kattıkları,
Arapların yaşayışı ve Mısır’daki yabancılar ve o dönemde Mı-
sır’da görülen hastalıklar gibi çok farklı konularda bilgi verir.

Yazar, özellikle Mehmet Ali Paşa (1769-1849) hakkında


çok ayrıntılı bir bilgi sunar. Webster’a göre, çok önemli bir şa-
hıs olmasına rağmen Mehmet Ali Paşa, batıda çok fazla bilinen
54 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 160.
55 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. 160.
1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler 125

bir isim değildir. O dönemde Paşa’dan bahseden tek isim Al-


man Dr. Ehrenberg’dir.56 Belki de bu ileri sürdüğü eksiklikten
dolayıdır ki, hatıratında Mehmet Ali Paşa’nın hayatı, askeri ve
siyasi kariyeri ve Mısır için yaptıklarına çok fazla yer verir.

1769’da Kavala’da dünyaya gelen Mehmet Ali Paşa, Webs-


ter’a göre askeri kariyerini cesur ve disiplinli birisi olmasına,
siyasi kariyerini ise askeri görevlerdeki başarısına, İstanbul’a
sadık olmasına, kendisine verilen görevleri en iyi şekilde ye-
rine getirmesine borçluydu. Örneğin, yaşadığı bölgedeki ver-
gilerin toplanmasında sıkıntı çeken valiye yardım ettiği için
terfi etmiş ve Bölükbaşı yapılmıştır.57

Aynı zamanda ticaret hayatında da başarılı olmuş, Fran-


sız bir tüccarın (Mr. Lion) desteğiyle özellikle tütün ticaretin-
den iyi paralar kazanmış ve bu zenginlikte payı olan Fransız
tüccarla iletişimini hiç koparmamış, hatta daha sonra ihtiyacı
olduğundan ona yardım etmiştir. Webster bunu özellikle vur-
gular çünkü ona göre “takdir, doğuda nadiren yetişen bir bit-
56 Editör, Webster’in bu konuda yanıldığını çünkü Ehrenberg dışında,
Calliaud, Mengin, Pacho gibi yazarların da Mehmet Ali Paşa’dan bahsettiğini
ileri sürer. Webster, 2. Cilt, s. 38. Editörün bahsettiği Frédéric Cailliaud (1787
-1869), Mısır, Nubya ve Etyopya’ya seyahatlerde bulunmuş, buralardaki
mineralleri incelemiş ve bu konuda çalışmalar yapmış bir Fransız doğa
bilimci idi. Ayrıca Mehmet Ali Paşa’nın Sennar Krallığı üzerine düzenlediği
seferde askeri birlikler içinde görev almış ve onun ekibinin bir parçası olarak
Fazogli dağlarında altın arama çalışmaları yapmıştır. Andrew Bednarski ve
W. Benson Harer, Jr. “The Explorations of Frédéric Cailliaud”, Saudi Aramco
World. January–February 2013, s. 36-43. Ehrenberg hakkında bilgi için
ayrıca bkz. The Foreign Review and Continental Miscellany, 1830, cilt II. s.
465-474. Editörün bahsettiği Félix Mengin ise Kahire’de yaşamış bir Fransız
tüccar, geçici konsül ve yazardı. Mısır’la ilgili olarak Histoire De l’Egypte Sous
Le Gouvernement De Mohammed Aly. Ou Récit Des Evénements Politiques
Et Militaires Qui Ont Eu Lieu Depuis Le Départ Des Français Jusqu’en 1823
(Paris 1823) başlıklı bir eseri bulunmaktadır. Son olarak adı geçen Jean-
Raymond Pacho (1794-1829) ise bir Fransız kaşif olup, Mısır’la ilgili olarak
Relation d’un Voyage dans La Marmarique, La Cyrénaïque, et les Oasis
d’Audjelah et de Maradèh (Paris 1897) isimli bir eser yayımlamıştır. Kitapta
bahsi geçen Marmarica, Libya ve Mısır’ın Akdeniz’e kıyısı olan bölgelerine
eskiçağlarda verilen addır. http://data.bnf.fr/12629483/jean-raimond_pacho/
57 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s. 40-42.
126 Kezban ACAR

kidir” ve Mehmet Ali Paşa bu hisse sahip olan nadir kişilerden


biridir.58 Bu tür bir genelleme, yazarın Doğuya karşı bu anlam-
da bir önyargısı olduğunu gösterir.

Webster’a göre, ayrıca Mehmet Ali Paşa’nın yaşadığı dö-


nemin koşulları ve gelişmeleri de onun kariyerindeki yükselişe
etki eden diğer bir faktördü. Mesela, Napolyon’un Mısır’ı işgali
(1798) sırasında Kavala Valisi olan Mehmet Ali Paşa, Sultan
Mahmut’a yardım etmek ve Fransızlara karşı mücadele etmek
için Mısır’a gönderilen donanma ve orduya 300 askerle katkı-
da bulunmuştur. Bu birliklerden birisinin komutanı da bizzat
Mehmet Ali Paşa’nın kendisi idi. Paşa, Mısır’da Fransızlara kar-
şı gerçek bir asker gibi savaşmış, bu mücadelesi sırasında Ka-
hire’deki Yeniçeri Ordusunun başında bulunan Hasan Paşa’nın
da ilgisini ve sevgisini kazanmıştır.59

Webster, Hasan Paşa’nın desteğinin Mehmet Ali Paşa’nın


yükselişinde etkili olduğunu belirtirken, Hüsrev Paşa’nın kar-
şıtlığının da engel olduğunu yazar. Hüsrev Paşa, o dönemde
Mısır Valisidir. Esasen, James Webster, Mehmet Ali Paşa’nın
içine düştüğü güç mücadelesinin, o dönemde Arnavutlarla,
Mısır’daki diğer görevliler arasında yaşanan iktidar mücadele-
sinin bir yansıması olduğunu belirtir. Netice itibariyle, Meh-
met Ali Paşa, komutasındaki askerlerin de desteğiyle 1803’te
Mısır’da iktidara gelir, Memluk beylerinin kendi aralarındaki
hizip ve çatışmadan da istifade ederek, Mısır’da kontrolü tama-
men eline geçirir. 1814’te Bab-ı Ali, Mehmet Ali Paşa ve diğer
Arnavutların ülkelerine geri dönmesini istemiştir ama bu ger-
çekleşmemiştir.60

İskenderiye’de Mehmet Ali Paşa’yı sarayında ziyaret eden


ve bizzat tanışma fırsatı yakalayan Webster, paşayı, kariyeri-
nin aksine, görüntü itibariyle çok da etkileyici bulmaz. Onun
tasviriyle, Mehmet Ali Paşa, alnı yüksek, burnu kısa ve biraz

58 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s. 43.


59 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s. 38.44.
60 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s. 45-56.
1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler 127

basık, kır sakallı bir adamdı. Ayrıca oldukça şişman birisiydi.


İskenderiye’deki sarayının mimarisinde Yunan sanatçılardan
istifade etmiş olup, iç dekorasyonunda ise daha çok Arap ve
Çin etkileri bulunmaktaydı.61

Saray dışında Mehmet Ali Paşa’nın Mahmudiye’yi İsken-


deriye’ye bağlayan bir köprü yaptırdığını ve kanalın inşası
sırasında çevredeki köylerden toplanan 300.000 kişinin çalış-
tığını, bunlardan 20 bininin yapım çalışmaları sırasında yaşa-
mını yitirdiğini belirtir.62

Webster, Mısır’daki üst düzey yöneticilerin ve Avrupalıla-


rın evlerini Türk tarzında döşediklerini ve Araplardan ziyade
Türkler gibi giyindiklerini yazar. Arapların erkeklerde genel-
de beyaz ve mavi renkte sade giysiler giydiklerini belirtir ama
Türklerin nasıl giyindiğini açıklamaz. Bununla birlikte, “Ka-
hire’deki giyim kuşam İstanbul’daki kadar çeşitli değil” der.63

Yemek ve içmek konusunda ise Mısır’dakilerin de Türkler


gibi çatal ve bıçak olmadan sadece kaşıkla yemek yediklerini,
Paşa’nın kendilerine en az 20 çeşit yemek hazırlattığını, yemek
sırasında veya normal zamanda bol bol rakı içtiğini yazar. Hatta
onlardan İngilizlere özgü bir içki istediğini, onların da yanların-
daki romdan ve viskiden Paşa’ya verdiklerini ifade eder.64

Webster’ın hatıratında Mehmet Ali Paşa dışında Mısır’a


dair, övgüyle bahsettiği bir diğer konu tarihi eserleri ve Nil
nehridir. Piramitler başta olmak üzere birçok tarihi zenginliği
olan Mısır’da bu eserlerden bazıların buraya gelen Avrupalılar
tarafından tahrip edilmiş ve yağmalanmıştır. Bu işle uğraşan-
ların çok iyi paralar kazandıklarını ifade eden Webster, örne-
ğin Mr. Maltass adında birinin tarihi eser kazısı yapmadığını
ama yapanlardan satın aldıklarını değerlendirdiğini belirtir.
Muhtemelen İngiltere için çalışan bir memur olan Maltass,
61 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s, 4.
62 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s. 6.
63 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s. 16-18.
64 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s. 8-9.
128 Kezban ACAR

Webster’in verdiği bilgilere göre, yıllık maaşı 1,500 pound olan


birisi olmasına rağmen, öldüğünde tarihi eser kaçakçılığı ve
satıcılığı sayesinde geride 35,000-40,000 poundluk bir miras
bırakmıştır.65
Webster’a göre Kahire sadece antik çağa ait eserleriyle
değil, yakın döneme ait mimarisiyle de öne çıkan bir şehir-
dir. Şehrin en yüksek noktası olan kaleden saydıklarına göre
o dönemde şehirde 130 tane cami bulunmaktadır. Bunlardan
en çok öne çıkan, Hasan Camiidir. O dönem zenginliklerine
rağmen Mısır, özellikle Kahire şehri, insanda hayal kırıklığı
yaratmaktadır. Webster’a göre Kahire, asfaltsız ve dolambaçlı
sokakları çoğu kör olan dilencilerle ve atlar, eşekler, develerle,
katırlarla dolu, sakinlerinin yarısının pislik içinde ve üstü başı
perişan bir vaziyette dolaştığı, “doğu şiirine hayran birisinin
beklentilerinin aksine” bir manzara arz etmektedir. Ayrıca her
yer bit, böcek ve sivrisinek kaynamaktadır. Sokaklar iki deve-
nin yan yana geçemeyeceği kadar dar olup, Frank Mahallesi
hariç, Kahire’nin her yeri her yer tıklım tıklım insan doludur.66

Şehrin Maturia gibi, kadınlarıyla (public women) nam sal-


mış bazı semtleri de olduğunu ifade eden Webster, ancak bu-
radaki durumun abartıldığını yazar. Bahsi geçen semtte gezer-
ken her çadıra girdiklerini ve gördükleri şeyin en çok ellerinde
zillerle dans eden birkaç kadından ibaret olduğunu belirtir. Bu
görüşünü de, “hiçbir şey kötülük kadar abartılmaz” sözleriyle
ifade eder ve Kahire gibi şehirlerin en azından bu konuda hak-
sızca ve gaddarca aşağılandığını dile getirir.67

Webster’in Mısır’la, özellikle Kahire ile ilgili olarak değin-


diği bir diğer konu da buradaki köle ticareti ve köle pazarları-
dır. Pazartesi ve Cuma günleri Kahire’de köle pazarları kurul-
duğunu ve bunlardan birisinde yarı çıplak bazı Afrikalı kadın-
ların satıldığını gördüğünü yazar. Bunun dışında Bulak’ta da

65 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s, 14-15, 22.


66 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s. 13-15.
67 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s. 29.
1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler 129

Perşembeleri bir Yunan köle pazarı kurulduğunu belirtir.68

Ayrıca Webster, Kahire’nin kapıları olduğunu, bu kapılar-


dan birinden Mekke’ye giden karavanların geçtiğini, hatta ar-
kadaşlarıyla birlikte bu kapıya kadar giderek, kapının hemen
yanında kurulan bir Bedevi kampını ziyaret etiklerini yazar.
Kampta, göbekli, çıplak çocuklar, köpekler, keçi ve koyunların
olduğunu, birkaç köy geçtikten sonra benzer kampları başka
yerlerde de görmenin mümkün olduğunu belirtir. Bunlardan
biri olup, Kahire’den 25 km (15 mil) uzaklıktaki bir kampta
İskenderiye’ye doğru yola çıkmaya hazır bir bölüğe tesadüf
ettiklerini, bölükte İtalyan bir doktorun görev yaptığını ifade
eder.69

Bunlar dışında, Kahire başta olmak üzere Mısır’da gördü-


ğü İskenderiye ve Bulak gibi şehirlerin olumsuz çevre koşulla-
rına da bağlı olarak Webster, bu şehirlerde salgın hastalıkların
kol gezdiğini özellikle vebanın bir tehdit oluşturduğunu be-
lirtir. Onun verdiği bilgilere göre, Ramla ve Gazze’de ortaya
çıkan vebanın Mısır’da da yayılması işten bile değildir çünkü
Gazze’den Mısır’a geçerken kapılarda hiçbir karantina uygu-
lanmamaktadır.70

Genel olarak bakıldığında, Webster’in zaman zaman


olumsuz izlenimlerine rağmen Mısır’ı ilginç bulduğu ve bu
yüzden burada uzunca bir süre kaldığını söylemek mümkün-
dür. Ayrıca hatıratında Mısır’ı Avrupalı okuyuculara tanıtmak
amacı olduğu da söylenebilir. Ona göre Avrupalıların Mısır’a
bakışı, Mısırlıların Nil’e bakışına benzer. “Sanatın ve bilimin
beşiği/kaynağı olan Mısır,” batılılar tarafından tam olarak bi-
linmemektedir. Aynı şeyi Mısırlıların Nil’le olan ilişkileri için
de söylemek mümkündür. “Nil’in suları, Mısır’ın toprakları-
na verim/bereket katar ama kaynağını hiç kimse bilmez. Bu
cehaleti anlayamadığı gücü daha da büyütür ve ona duyduğu

68 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s. 16, 25.


69 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s. 19-21.
70 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s. 14-15.
130 Kezban ACAR

minnet duygusu hayranlık ve biraz da huşu ve korkuyla karı-


şıktır.”71

Mısır’ın bu ikili yapısını ifade etmek için çöl ve Nil meta-


forunu kullanan Webster, Nil’in Mısır’ın zenginliğini ve olum-
lu özelliklerini sembolize ettiğini, çölün ise pisliğini etrafına
saçan kötülüğü simgelediğini ve ikisi arasındaki mücadele-
nin Mısır’ın geleceğine yön vereceğini belirtir. Eğer Nil galip
gelirse, Mısır ihya olacak, eğer çöl zaferle çıkarsa her şey yok
olacaktır.72 Mısır’dan sonraki hedefinin Kudüs’e gitmek olduğu
anlaşılan Webster, daha önce bahsedildiği üzere Mısır’da hasta-
lanarak yaşamını yitirmiştir.

Sonuç
James Webster’in 1824 Kasım’ından 1828 Ağustosuna dek
gezdiği yerlere dair izlenimlerini aktardığı hatıratının bu çalış-
mada sadece Ağustos 1827’de ayak bastığı Kırım’dan başlayarak
sırasıyla gezdiği İstanbul, İzmir, Çanakkale ve Ocak 1828’den
Ağustos 1828’e kadar kaldığı Mısır’la ilgili olan bölümleri ele
alınmış ve değerlendirilmiştir. Dolayısıyla değerlendirilen eser
hatırat olduğu kadar bir seyahatname özelliği de taşımaktadır.
Bu özelliğinden dolayıdır ki, hem Webster hem de onun not-
larını düzenleyerek ve bazı ilaveler yaparak yayıma hazırlayan
editörü, seyahate ve seyahat kültürüne sık sık atıfta bulunmuş-
lar ve gezilere dayalı eserleri veya hatıraları hem gezen kişiler
hem de okuyucular için önemli birer kaynak ve araç olarak öne
çıkarmışlardır.

Hatıratta, spesifik olarak editörün (Webster’in yol arka-


daşlarından olup, onu çok iyi tanıdığı ifade edilen) kaleme
aldığı önsözde, biyografi niteliğindeki hatıralar veya seyahat
notları, gençlere zor zamanlarında ışık tutacak veya onları,
umutsuzluk, keder ve şüpheden çıkarabilecek bir araç olarak
tanımlanmıştır. Ayrıca hatıratların okuyucularına, amaçlara

71 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s.25.


72 J. Webster, a.g.e., 2. Cilt, s. 26.
1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler 131

sadece istek sayesinde değil, çok çalışarak “alın teriyle” ula-


şabileceğini gösteren, bir anlamda onlara hayat dersi veren
kaynaklar olduğu ifade edilir.73

Ancak bunların hepsi bir yana seyahat etmek en çok kişi-


sel aydınlanma ve gelişime hizmet eden bir olgu olarak tasvir
edilmiştir. Editör, sık sık Webster’in “mütevazı” ama çok da
fakir olmayan ailesine referansta bulunarak, eğitimin Webster
gibi “aristokrat” olmayan kişiler için hem kariyer hem de sos-
yal statü için bir araç olarak işlev gördüğünü ifade eder. Ancak
editöre göre Webster gibi insanlar, önyargı ve hayattaki karşıt
durumları ortadan kaldırmak için eğitimin yeterli olmayaca-
ğının bilincinde idiler. Bu yüzden de hem önyargıları kırmak
hem de kişisel gelişimlerine katkıda bulunmak için seyahat et-
mek, gezilen yerlerdeki insanların dillerini öğrenerek onların
içlerine karışmak çok önemliydi.74

Nitekim hatıratın ele alınan ilgili bölümlerinde de bunların


gerçekleştiği, Webster ve arkadaşlarının gezdikleri yerlerde padi-
şah, vali, han, konsolos ve değişik memuriyetlerde insanlardan
toprak sahiplerine, köylülere ve halktan değişik kişilere kadar her
türlü insanla öyle ya da böyle, değişik zamanlarda ve sürelerde
bir araya geldikleri görülür. Bu yüzdendir ki, bana göre hatıratın
en değerli kısmı da, gezilen yerlerle ilgili olarak sunulan kitabi bir
takım tarihi bilgilerden ziyade, doğrudan bu tür karşılaşmalara
dair sunulan izlenimler ve değerlendirmelerdir.

Verilen tarihi bilgilerin bazılarında zaman zaman ek-


siklikler veya yanlışlıklar olmasına karşın, yazarın özellikle
Kırım’daki Rus kolonizasyonuna ve Tatarların yaşamlarına
dair verdiği bilgiler, Navarin Savaşı’nın İstanbul’daki ve genel
olarak Osmanlı Devleti’ndeki yankıları ve konuyla ilgili kendi
görüş ve değerlendirmeleri birincil elden veriler olduğu için
son derece mühimdir. Benzer şekilde İstanbul ve Mısır’la ilgili
izlenimleri ve özellikle Mehmet Ali Paşa hakkında yazdıkları
da yine kişisel gözlemlere dayandığı için çok değerlidir. Bu-
73 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. iv-v.
74 J. Webster, a.g.e., 1. Cilt, s. x-xxix.
132 Kezban ACAR

nunla birlikte her hatıratta ve seyahat notunda olduğu gibi, bu


tür kaynaklarda verilen bilgiler genel olarak veya bazen spesi-
fik olarak ele alınan konuya göre, modern kaynakların ışığın-
da bir kez daha değerlendirilmeli ve bazı bilgilerin sağlaması
yapılmalıdır.

Kaynakça

Acar, Kezban, Ortaçağ’dan Sovyet Devrimi’ne Rusya, 3.


Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 2017.
Bartkevicius, Jocelyn, “The Person to Whom Things Hap-
pened”: Meditations on the Tradition of Memoir”, Fourth Gen-
re: Explorations in Nonfiction, Vol. 1, No. 1, Spring 1999, s.
133-140.
Bednarski, Andrew, ve W. Benson Harer, Jr. “The Explo-
rations of Frédéric Cailliaud”, Saudi Aramco World. January–
February 2013, s. 36-43.
Hosking, Geoffrey, Russia and the Russians from Earliest
Times to 2001, Penguin, UK 2002, Çeviren: Kezban Acar, Rus-
ya ve Ruslar. Erken Dönemden 21. Yüzyıla, İletişim Yayınları,
İstanbul 2011.
http://data.bnf.fr/12629483/jean-raimond_pacho/, erişim
tarihi: 15 Ağustos 2016.
Jelavich, Barbara, A Century of Russian Foreign Policy,
1814-1914, Lippincott, Philedelphia 1964.
Kishlansky, M. A., Geary, P., O’Brien, P., Civilization in
The West: Since 1789, 3rd Edition, Longman, New York 1997.
Lewis, Bernard, “Some English Travellers in the East”,
Middle Eastern Studies, Vol. 4, No. 3, Apr. 1968, s. 296-315.
Mengin, Félix, Histoire De l’Egypte Sous Le Gouverne-
ment De Mohammed Aly. Ou Récit Des Evénements Politiques
Et Militaires Qui Ont Eu Lieu Depuis Le Départ Des Français
Jusqu’en 1823, Paris 1823.
1825-1828 Yıllarında Mısır, Türkiye ve Kırım’a Yapılan Seyahatler 133

Pacho, Jean-Raymond, Relation d’un Voyage dans La


Marmarique, La Cyrénaïque, et les Oasis d’Audjelah et de Ma-
radèh, Paris 1897.
Roberts, J. M, Avrupa Tarihi, Çev. Fethi Aytuna. İnkılâp,
İstanbul 2010, s. 614-615.
Shaw, Stanford Jay & Ezel Kural Shaw, History of the Ot-
toman Empire and Modern Turkey, Vol: 2: Reform, Revolu-
tion and Republic: The Rise of Modern Turkey, 1808–1975,
Cambridge University Press, Cambridge 1977.
The Foreign Review and Continental Miscellany, vol 2,
1830, p. 465-474.
Webster, James, Travels through the Crimea, Turkey, and
Egypt; performed during the years 1825-1828: including par-
ticulars of the last illness and death of the Emperor Alexander,
and of the Russian conspiracy in 1825, Henry Colburn and
Richard Bentley, London 1830, 2 cilt.
Türkçe Öğretmeni Adaylarının Eski Türk Eserlerine Yönelik Tutumlarının
135
Çeşitli Değişkenlere Göre İncelenmesi (Kafkas Üniversitesi Örneği)
Türkçe Öğretmeni Adaylarının Eski Türk Eserlerine
Yönelik Tutumlarının Çeşitli Değişkenlere Göre
İncelenmesi (Kafkas Üniversitesi Örneği)

The Analysis of Attitudes of Turkish Language Teacher


Candidates towards Old Turkic Works According to
Various Variables (Example of Kafkas University)

Onur ER
Dr. Öğr. Üyesi, Kafkas Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve
Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü

Kürşad Çağrı BOZKIRLI


Dr. Öğr. Üyesi, Kafkas Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve
Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü

ÖZ: Nicel araştırma türlerinden olan tarama modelinde


gerçekleştirilen bu araştırmanın amacı Kafkas Üniversitesi
Eğitim Fakültesinde öğrenim gören Türkçe öğretmeni adayla-
rının eski Türk eserlerine yönelik tutumlarını çeşitli değişken-
lere (cinsiyet, sınıf düzeyi ve eski Türk eserlerini okuma) göre
incelemektir. Araştırmanın örneklemi basit seçkisiz örnekle-
me yöntemine göre tespit edilmiş 2017-2018 öğretim yılının
bahar döneminde öğrenim gören 199 Türkçe öğretmeni ada-
yından oluşmaktadır. Araştırmada veri toplama aracı olarak
Bay, Mert, Alyılmaz ve Albayrak (2012) tarafından geliştiril-
miş olan “Eski Türk Eserlerine İlişkin Tutum Ölçeği” kulla-
nılmıştır. Ölçek tek boyutlu olup, ölçeğin geliştiricileri tara-
fından bulunan Cronbach Alpha güvenirlik katsayısı ,93’tür.
Bu araştırma kapsamında hesaplanan güvenirlik katsayısı ise
,93’tür. Elde edilen bu değere göre kullanılan ölçek güveni-
lirdir. Araştırmanın verilerinden hareketle cinsiyet ve sınıf
136 Onur ER, Kürşad Çağrı BOZKIRLI

düzeyinde eski Türk eserlerine yönelik tutumda anlamlı bir


farklılık yokken, eski Türk eserlerini okuma değişkenine göre
okuyanların lehine anlamlı farklılık tespit edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Türkçe öğretmeni adayı, eski Türk


eserleri, nicel araştırma.

ABSTRACT: The aim of this research conducted by the


survey model, one of the quantitative research types, is to ex-
amine the attitudes of Turkish language teacher candidates,
studying at the Faculty of Education in Kafkas University to-
wards old Turkic Works according to various variables (gen-
der, class level and reading old Turkish works). Sample of the
research consists of 199 Turkish Language teacher candidates
studied during the spring semester of academic year 2017-
2018, determined by the simple random sampling method. The
“Attitude Scale Related to Old Turkic Works” developed by Bay,
Mert, Alyılmaz and Albayrak (2012) was used as the data col-
lection tool in the research. The scale is one-dimensional and
the Cronbach’s Alpha reliability coefficient found by the scale
developers is .93. The reliability coefficient calculated within
the scope of this research is .93. According to this value, the
scale is reliable. Based on the data of the research, although
there is no significant difference in attitude towards the Old
Turkic works regarding the gender and class level, significant
difference was found according to the reading variable in fa-
vour of the readers of old Turkic works.

Keywords: Turkish language teacher candidates, Old Tur-


kic works, quantitative research.
Türkçe Öğretmeni Adaylarının Eski Türk Eserlerine Yönelik Tutumlarının
137
Çeşitli Değişkenlere Göre İncelenmesi (Kafkas Üniversitesi Örneği)
Giriş

Tarih, bugün yalnızca adı bilinen veya dönemini çok cid-


di şekilde etkilemiş olmasına rağmen günümüzde var olama-
yan toplulukların-milletlerin örnekleriyle doludur. Bu toplu-
lukların bugün var olmayışının en önemli sebebinin kültürün
aktarılamaması ve devamlılığın ortadan kalkmasının olduğu
düşünülmektedir. Çünkü kültür, “Tarihsel, toplumsal geliş-
me süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler
ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan,
insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsü-
nü gösteren araçların bütünü”dür (TDK, 2010). Yani kültür
milletlerin yüzlerce yıllık tecrübelerinin, yaşanmışlıklarının
ürünü olarak ortaya çıkan, somut ve soyut niteliği haiz ve onu
diğer milletlerden ayıran özelliklerdir. Bu nedenle kültürün
korunması ve nesiller arasında aktarılması milletler açısından
bir varlık yokluk meselesidir (Sönmez, 2004; Kolaç, 2010; Bay,
Mert, Alyılmaz ve Albayrak, 2012; Göçer, 2012).

21. yy. batı kaynaklı kitle iletişim araçlarının yaygınlaştı-


ğı, toplumları çok ciddi şekilde yönlendirdiği ve sahiplerince
küreselleşme adı altında batı kültürünü hâkim kılmada çok
etkili birer araç olarak kullanıldığı bir dönemdir (Mora, 2008;
Taylan ve Arklan, 2008). Bu nedenle yerel kültürlerin varlıkla-
rını sürdürmesinin bugün daha güç olduğu düşünülmektedir.
Toplumlar bireylerden oluştuğundan kültürün devamı için
bireylerin kültürü benimsemesi ve yaşaması gerekir. Modern
eğitimde de bireyin bir şeyi öğrenmiş kabul edilebilmesi için
onu davranış hâline getirmiş olması gerekmektedir.

İnsan davranışları oldukça karmaşık süreçlerdir ve ilgi,


ihtiyaç, korku… gibi birçok sebebi olabilir (Karataş, 2017).
Tutum da bunlardan biridir. “Bireyin hem kendine hem de
etrafındaki herhangi bir olaya, duruma veya objeye karşı bi-
lişsel, duyuşsal veya devinişsel olarak tepki göstermesine tu-
tum denir” (İnceoğlu, 1993’den aktaran Ulu Kalın ve Topkaya,
138 Onur ER, Kürşad Çağrı BOZKIRLI

2017, s. 16). Kalkan’a (2011, s. 194) göre tutumlar “insanların


davranışlarının öncüsü sayılır; çünkü davranıştan önce olu-
şur ve davranışın ortaya çıkmasına öncülük eder”. Bu açıdan
bakıldığında bireyin kültürel değerleri kavraması ve yaşantı
hâline getirmesinde bu değerlere karşı tutumunun etkisinin
olduğu söylenebilir. Eski Türk eserleri Türk kültürünün somut
bir form kazanmış şekilleridir. Yani içerikleri itibarıyla eski
Türk yaşayışına, inanışına, diline… ayna tutarlar. Bu eserlerin
öğrenilmesi eski Türk kültürünün öğrenilmesi ve yaşatılması
açısından önem taşımaktadır. Eski Türk eserlerine karşı tutu-
mun belirlenmesinin eserler hakkında bilginin ve içeriğindeki
kültürel değerlerin aktarımını olumlu-olumsuz etkileyebilecek
bir faktör olduğu düşünülmektedir.

Yukarıdaki varsayımdan hareketle Kafkas Üniversitesi


Eğitim Fakültesinde öğrenim gören Türkçe öğretmeni adayla-
rının eski Türk eserlerine yönelik tutumlarını çeşitli değişken-
lere (cinsiyet, sınıf düzeyi ve eski Türk eserlerini okuma) göre
incelemeyi amaçlayan bu araştırma yürütülmüştür. Araştırma-
nın alt amaçları aşağıdaki şekilde belirlenmiştir:

● Türkçe öğretmeni adaylarının eski Türk eserlerine yönelik


tutumları ile cinsiyetleri arasında bir farklılık var mıdır?

● Türkçe öğretmeni adaylarının eski Türk eserlerine


yönelik tutumları ile sınıf düzeyleri arasında bir farklılık var
mıdır?

● Türkçe öğretmeni adaylarının eski Türk eserlerine


yönelik tutumları ile eski Türk eserlerini okuma durumları
arasında bir farklılık var mıdır?
Türkçe Öğretmeni Adaylarının Eski Türk Eserlerine Yönelik Tutumlarının
139
Çeşitli Değişkenlere Göre İncelenmesi (Kafkas Üniversitesi Örneği)
1. Yöntem
1.1. Araştırmanın modeli
Bu araştırma nicel araştırmalarda en çok tercih edilen
yöntemlerden biri olan tarama modeli (survey) ile yapılmıştır.
“Sosyal bilimlerde yaygın olarak kullanılan tarama araştırma-
ları, geniş gruplar üzerinde yürütülen, gruptaki bireylerin bir
olgu veya olayla ilgili olarak görüşlerinin, tutumlarının alındı-
ğı, olgu ve olayların betimlenmeye çalışıldığı araştırmalardır”
(Karakaya, 2011, s. 59).

1.2. Evren ve Örneklem


Araştırmanın evrenini Kafkas Üniversitesi’nde 2017-
2018 eğitim öğretim yılında öğrenim gören Türkçe öğret-
meni adayları oluşturmaktadır. Örneklemini ise 199 Türkçe
öğretmeni adayı oluşturmaktadır. Araştırmada basit seçkisiz
örnekleme yöntemi kullanılmıştır.

Tablo 1: Araştırmanın Örnekleminin Cinsiyete Göre Dağılımı

Değişken N
Kadın 115

Cinsiyet Erkek 84

Toplam 199

Tablo 1’de görüldüğü üzere araştırmaya 115 kadın, 84 er-


kek katılmıştır. Araştırmanın örnekleminin çoğunluğunu ka-
dınlar oluşturmaktadır.

Tablo 2: Araştırmanın Örnekleminin Sınıf Düzeyine Göre Dağılımı


Değişken N
1. sınıf 65
2. sınıf 48
Sınıf düzeyi 3. sınıf 53
4. sınıf 33
Toplam 199
140 Onur ER, Kürşad Çağrı BOZKIRLI

Tablo 2’de görüldüğü üzere araştırmaya 1. sınıftan 65 öğ-


renci, 2. sınıftan 48 öğrenci, 3. sınıftan 53 öğrenci ve 4. sınıftan
33 öğrenci katılmıştır. Araştırmanın örnekleminin çoğunluğu-
nu 1. sınıf öğrencileri oluşturmaktadır.

1.3. Verilerin Toplanması ve Analizi

Araştırmada veri toplama aracı olarak Bay, Mert, Alyılmaz


ve Albayrak (2012) tarafından geliştirilen “Eski Türk Eserleri-
ne İlişkin Tutum Ölçeği” kullanılmıştır.

Ölçeğin güvenirliğini belirlemek için Cronbach’s Alpha


katsayısına bakılmıştır. Ölçeğin Cronbach’s Alpha katsayısı
0,92 bulunmuştur. Bay, Mert, Alyılmaz ve Albayrak (2012) ise
ölçeğin güvenirliğini 0,93 hesaplamışlardır.

Araştırmada verilerin normal dağılıp dağılmadığını belir-


lemek için normalliğe uygunluğu incelemede kullanılan Kol-
mogrov-Simirnov testi kullanılmıştır. Kolmogrov-Simirnov
testi sonucunda hesaplanan p değerinin .05’ten büyük çıkma-
ması, anlamlılık düzeyinde puanların normal dağılımdan an-
lamlı (aşırı) gösterdiği şeklinde yorumlanmıştır.

Büyüköztürk (2008) puanların dağılımı normalden aşırı


sapma gösterdiği zaman normallik varsayımını gerektiren is-
tatistiklerin kullanılmaması gerektiğini vurgular. Dolayısıyla
araştırmada verilerin analizinde parametrik olmayan testler
kullanılmıştır.
Türkçe Öğretmeni Adaylarının Eski Türk Eserlerine Yönelik Tutumlarının
141
Çeşitli Değişkenlere Göre İncelenmesi (Kafkas Üniversitesi Örneği)
2. Bulgular

Tablo 3: Eski Türk Eserlerine Yönelik Tutumun Cinsiyete


Göre U-Testi Sonucu

M-
Sıralar Sıralar
Gruplar n Whitney Z p
ortalaması toplamı
U

Kadın 115 100,35 11540,50


4789,500 -,101 ,920
Erkek 84 99,52 8359,50

Tablo incelendiğinde kadın ve erkek öğrencilerin eski


Türk eserlerine yönelik tutumları arasındaki farka ait U değe-
ri 4789,500 olarak p>0.05 önem düzeyinde anlamlı bulunma-
mıştır. Bu bulgu kadın ve erkek öğrencilerin eski Türk eser-
lerine yönelik tutumlarının benzer olduğunu göstermektedir.

Tablo 4: Eski Türk Eserlerine Yönelik Tutumun Cinsiyete


Göre Kruskal Wallis Testi Sonucu

Sıralar
Sınıf düzeyi n sd χ2 p
ortalaması
1. sınıf 65 97,81 3 ,698 ,874

2. sınıf 48 97,35
3. sınıf 53 100,70
4. sınıf 33 107,05

Tablo incelendiğinde Türkçe öğretmeni adaylarının sınıf


düzeyi ile Eski Türk eserlerine yönelik tutumları arasındaki
farka ilişkin Kruskal Wallis testi sonucu χ=.698 p>0.05 önem
düzeyinde anlamlı bulunmamıştır. Bu bulgu Türkçe öğretme-
ni adaylarının sınıf düzeyi ile eski Türk eserlerine tutumları
142 Onur ER, Kürşad Çağrı BOZKIRLI

arasında fark olmadığını yani tutumlarının benzer olduğunu


göstermektedir.

Tablo 5: Eski Türk Eserlerine Yönelik Tutumun Eski Türk


eserlerini Okumaya Göre U-Testi Sonucu

M-
Sıralar Sıralar
Gruplar n Whitney Z p
ortalaması toplamı
U
Evet 65 120,83 7854,00
3001,000 -3,555 ,000
Hayır 134 89,90 12046,00

Tablo incelendiğinde eski Türk eserleri okuyan ve okuma-


yan öğrencilerin eski Türk eserlerine yönelik tutumları arasın-
daki farka ait U değeri 3001,000, olarak p<0.05 önem düzeyin-
de anlamlı bulunmuştur. Sıra ortalamaları dikkate alındığında
eski Türk eserleri okuyan öğrencilerin eski Türk eserlerine yö-
nelik tutumlarının daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır.

3. Sonuç, Tartışma ve Öneriler


Türkçe öğretmeni adaylarının eski Türk eserlerine yönelik
tutumları ile cinsiyetleri arasında bir farklılık olup olmadığını
belirlemek için yapılan U-testi sonucunda anlamlı bir farklılık
bir tespit edilmemiştir. Dolayısıyla kadın ve erkek öğrencilerin
eski Türk eserlerine yönelik tutumları benzerdir. Mert ve Boz-
kırlı (2016) Eski Türk eserlerinden birisi olan Kutadgu Bilig’de-
ki eğitsel ögelere yönelik yaptıkları çalışmalarında Türkçe öğ-
retmeni adaylarının Kutadgu Bilig’deki eğitsel ögelere yönelik
görüşlerinin cinsiyetlerine göre farklılık gösterdiğini tespit et-
mişlerdir. Kadın öğrencilerin çocuk yetiştirmeyle ilgili görüş-
lere erkek öğrencilere göre daha fazla katıldığı belirlenmiştir.
Mert ve Bozkırlı’nın (2016) çalışmasında cinsiyet değişkeninin
anlamlı olmasının sebebi belirli bir eserin içeriğine yönelik gö-
rüş alınmasından olabilir.
Türkçe Öğretmeni Adaylarının Eski Türk Eserlerine Yönelik Tutumlarının
143
Çeşitli Değişkenlere Göre İncelenmesi (Kafkas Üniversitesi Örneği)
Türkçe öğretmeni adaylarının eski Türk eserlerine yöne-
lik tutumları ile sınıf düzeyi arasında bir farklılık olup olma-
dığını belirlemek için yapılan Kruskal Wallis sonucunda an-
lamlı bir farklılık bir tespit edilmemiştir. Dolayısıyla Türkçe
öğretmeni adayları sınıf düzeylerine göre eski Türk eserlerine
benzer tutuma sahiptirler. Özellikle 3. ve 4. sınıf öğrencileri-
nin eski Türk eserlerine yönelik tutumlarını artırmak için se-
minerler, konferanslar, projeler vb. düzenlenebilir.

Türkçe öğretmeni adaylarının eski Türk eserlerine yöne-


lik tutumları ile eski Türk eserlerini okuma durumları arasın-
da bir farklılık olup olmadığını belirlemek için yapılan U-testi
sonucunda anlamlı bir farklılık bir tespit edilmiştir. Eski Türk
eserleri okuyan öğrencilerin eski Türk eserlerine yönelik tu-
tumlarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Dolayısıyla bu
tip eserleri okumaları için öğretmen adayları teşvik edilebilir.
Ancak Mert, Bay, Alyılmaz ve Akbaba (2010) yaptıkları araş-
tırmada öğretmen adaylarının eski Türk eserlerini okuma dü-
zeylerinin çok düşük olduğunu tespit etmiştir.

Kaynakça

Bay, E., Mert, O., Alyılmaz, S. ve Albayrak, F. (2012). Eski


Türk Eserlerine İlişkin Tutum Ölçeği Geliştirilmesi. Uluslara-
rası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 1(2), 70-82.
Büyüköztürk, Ş. (2008). Sosyal Bilimler için Veri Analizi
El kitabı. (9. Baskı). Ankara: Pegem Akademi.
Göçer, A. (2012). Dil Kültür İlişkisi ve Etkileşimi Üzerine.
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, CIII(729), 50-57.
Kalkan, A. (2011). Kişisel Tutum, Öznel Norm ve Algıla-
nan Davranış Kontrolünün Girişimcilik Niyeti Üzerindeki Et-
kisi: Üniversite Öğrencileri Üzerine Bir Uygulama. Süleyman
Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2(14),
189-206.
144 Onur ER, Kürşad Çağrı BOZKIRLI

Karakaya, İ. (2011). Bilimsel Araştırma Yöntemleri. A. Tan-


rıöğen (ed.), Bilimsel Araştırma Yöntemleri (2. Baskı) içinde (s.
55-84). Ankara: Anı Yayıncılık.
Karataş, Z. (2017). Sosyal Bilim Araştırmalarında Paradig-
ma Değişimi: Nitel Yaklaşımın Yükselişi. Türkiye Sosyal Hizmet
Araştırmaları Dergisi, 1(1), 68-86.
Kolaç, E. (2010). Hacı Bektaş Veli, Mevlana ve Yunus Fel-
sefesiyle Türkçe Derslerinde Değerler ve Hoşgörü Eğitimi. Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 55, 193-208.
Mert, O. ve Bozkırlı, K. Ç. (2016). Türkçe Öğretmeni
Adaylarının Kutadgu Bilig’deki Eğitsel Ögelere Yönelik Görüş-
lerinin İncelenmesi. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim
Dergisi, 5(4), 2064-2084.
Mert, O., Bay, E., Alyılmaz, S. ve Akbaba, S. (2010). Öğ-
retmen Adaylarının Eski Türk Eserlerine İlişkin Farkındalık ve
Tutum Düzeylerinin İncelenmesi. 8. Uluslararası Türk Dünya-
sı Sosyal Bilimler Kongresi (9.06.2010-13.06.2010, Celalabad,
Kırgızistan) s. 203-214.
Mora, N. (2008). Medya ve kültürel kimlik. Uluslararası
İnsan Bilimleri Dergisi. http://www.insanbilimleri.com. (Eri-
şim: 10.07.2018).
Sönmez, S. (2004). Kutadgu Bilig’de Sosyopedagojik ve
Siyasal Söylem Adlı Eser Münasebetiyle. Atatürk Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 24, 267-278.
Taylan, H. H. ve Arklan, Ü. (2008). Medya ve Kültür: Kül-
türün Medya Aracılığıyla Küreselleşmesi. Sosyal Bilimler Der-
gisi, X(1), 85-97.
TDK (2010). Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu.
Ulu Kalın, Ö. ve Topkaya, Y. (2017). İlkokul 4. Sınıf Sosyal
Bilgiler Dersine Yönelik Tutum Ölçeğinin Geçerlilik ve Güve-
nirlik Çalışması. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 14(37), 14-22.
1912 Balkan Savaşları Sırasında
145
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
1912 Balkan Savaşları Sırasında İstanbul’a Göç
Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
The Situation Of Immigrants Who Migrated To
İstanbul
During The 1912 Balkan Wars

Metin AYIŞIĞI

Prof. Dr., Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi,


Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, VAN

ÖZET Göç meselesi Türk tarihi araştırmalarında önemli


bir yere sahiptir. 1912 Balkan Harbi göçlerinin İstanbul kısmı
üzerinde daha kapsamlı bir araştırma şarttır. Savaş sırasında
ve sonrasında Balkanlarda görmüş oldukları zulme daha faz-
la dayanamayan Müslüman halk İstanbul’a doğru göç etmeye
başlamışlardır. Çalışmamızda yüz binlerce muhacirin İstan-
bul’da karşı karşıya kaldıkları durumları ele alınacaktır.

Çok zor koşullar altında, her türlü ulaşım vasıtasını kul-


lanarak İstanbul’a gelen muhacirler barınma, iaşe ve sağlık
gibi pek çok hayati sorunlar yaşamışlardır. İstanbul‟a canlı
bir şekilde gelen muhacirlerin çoğunluğunu kadın, çocuk ve
ihtiyarlar teşkil ediyordu. Bunlar ise her türlü ihtiyaçtan mah-
rum ve acı içerisinde idiler. Üstü açık vagonlarla korumasız
yolculuk yapmak zorunda kalan muhacirler aç, susuz, sefil ve
hasta bir durumda idiler

Osmanlı Hükümeti bu insanların hayati sorunlarına çö-


züm bulabilmek için yoğun çaba saffetmiş; ilk etapta Sirkeci
garına yakın camilere, tekkelere ve diğer uygun yerlere iskân
etmiştir. Sunacağımız bu tebliğde en önemli kaynaklarımız
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, basın ve hatıratlar olacaktır.

Anahtar kelimeler : Balkan, muhacir, İstanbul, Osmanlı


Hükümeti
146 Metin AYIŞIĞI

ABSTRACT The issue of immigration has an important


place in Turkish history research. A more comprehensive rese-
arch is a must of the issue of immigration has an important pla-
ce in Turkish history research on 1912 Balkan War migrations
for Istanbul. During the war and after the Muslim population
who could not tolerate the persecution they had seen in the
Balkans, began to migrate to Istanbul. In our work, hundreds
of thousands of immigrants living in Istanbul will be reviewed

Immigrants coming to Istanbul by using all kinds of


transportation vehicles who have many vital problems such
as shelter, asylum and health lived under very difficult condi-
tions. The Women, children and elders were the majority of
immigrants who came to Istanbul vividly. These were deprived
of all kinds of needs and were in pain. The refugees who had
to make an unprotected trip with open wagons were hungry,
thirsty, miserable and sick.

The Ottoman government made great efforts to find so-


lutions to the vital problems of these people; First of all the
immigrants were settled in the mosque, takys and other suitale
places near the station Sirkeci. The most important sources of
this article will be the Prime Ministry of Ottoman Archives,
Press and Memories.

Key words: Balkan, immigrant, Istanbul, Ottoman Gover-


nment

GİRİŞ
Göç hadisesi hangi millet ve dine mensup olursa olsun bir
insanlık dramıdır. Bu nedenle tarihi olaylar milletlerin zorla
yer değiştirmeleri insanların hafızasından kolayca silinmemek-
te ve derin izler bırakmaktadır. Rumeli’den Anadolu’ya yönelik
göçler, Avrupa Tarihi’nde son üç yüzyıldır görülen en büyük
felaketlerden olması hasebiyle hatıralarda canlı kalmaktadır.
1912 Balkan Savaşları Sırasında
147
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
İstanbul’a ve Anadolu’nun diğer şehirlerine gelen ve sa-
yıları yüz binleri bulan muhacirler, göç sırasında açlık, sefalet
ve salgın hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır.
Muhacirlerin sorunları geldikleri yeni yerleşim bölgelerinde
de devam etmiştir. Bu sorunlar daha çok yerleşim, hastalık,
yerli halk ile uyum ve eğitim gibi hayatî öncelikli konulardan
oluşmuştur. Bu sorunlar karşısında Osmanlı Devleti ve mev-
cut sivil toplum kuruluşları kayıtsız kalmamışlardır. Oluştu-
rulan “İskân-ı Muhâcirîn Komisyonları”, Hilâl-i Ahmer Ce-
miyeti evsiz ve yurtsuz kalmış Rumeli’den gelen bu çaresiz
insanlara çok büyük yardımlarda bulunmuştur1.

Balkan Savaşı sırasında küçük gruplar halinde başlayan


göç hareketleri, daha sonra süreklilik arz edecek olan bir du-
ruma gelmiştir. Rumeli kaybedildikten sonra yaşanan olaylar,
hafızalarımızda daha dün gibi yerini almıştır. Balık istifi mi-
sali yüklenmiş vagonlara bindirilen insanlar, askeri kontrol
altında günlük istihkakları olan bir dilim ekmeği alabilmek
için birbirlerinin üzerlerine yığılmışlardır. O nedenledir ki, ne
şekilde ve nasıl olursa olsun göç demek, açlık, sefalet, hastalık
ve ölüm demekti2.

Osmanlı Devleti Balkan Savaşlarını kaybedip çekilince,


buralardaki Müslüman halk, Bulgar, Yunan, Karadağ ve Sırp-
ların zulmüne uğramıştır. Yaklaşık beş yüz yıl Müslümanlarla
birlikte barış ve huzur içinde yaşayan gayr-i Müslim unsurlar,
düşmanca bir tavır içerisine girerek Türklerin bulunduğu şe-
hir, kasaba ve köylere saldırılar düzenlemişlerdir. Zor durum-
da kalan Müslüman halk önce Edirne’ye, oradan İstanbul’a
daha sonra diğer Anadolu şehirlerine göç etmişlerdir.

1 Tülin Acer, Balkan Muhacirlerinin Yaşadığı Sorunlar (1912-1914),


Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kütahya 2008, 1
2 Acer, “a.g.t.”, s. 3
148 Metin AYIŞIĞI

Zor durumda kalan halk önce Edirne’ye, oradan İstan-


bul’a ve başkentten de diğer Anadolu şehirlerine göç etmiş-
lerdir3. İnsanların bütün kurulu düzenlerini bozup göçe kal-
kışmalarının nedenleri vardır. Etnik farklılıklardan dolayı bir
ayırıma tâbi tutulup baskı, zulüm görme ve en korkuncu sis-
tematik bir şekilde, soykırıma tâbi tutulma, din farklılığından
kaynaklanan baskı ve zulümler, bir de ekonomik şartlardan
dolayı hayatı sürdüren şartların zorlaşması gibi faktörler, gö-
çün meydana gelmesini sağlayan sebeplerinden önemlileridir.
Balkan Harbi ve sonrasında bu saydığımız etkenlerin birçok
yerde tümünün birden görülmesi üzerine XX. yy. Avrupa Tari-
hi’nin en önemli göç süreçlerinden biri de başlamış oluyordu4.

Balkan savaşları sırasında meydana gelen göçün en önem-


li sebebi yapılan mezalimlerden kurtulmaktı. Zira Balkan
Devletleri elde ettikleri yerlerdeki Müslüman halkı büyük bir
soykırıma tabi tutmaktaydılar. Müslümanları kıyımdan ge-
çirip kalanları göç etmeğe zorlayanların amacı, Balkanları
3 Acer, “a.g.t.”, s. 4
4 H. Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanların Makûs
Talihi: Göç, İstanbul, Yayıncılık, 2017, s. 61.
1912 Balkan Savaşları Sırasında
149
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
Türklerden arındırmaktı. Müslümanların tarlalarını, malla-
rını sahiplenmek isteğinin dürtüsüyle, Balkanlı Hıristiyanlar,
Müslüman sığınmacıların geri dönememesini ve gitmemiş
olanların gitmesini sağlama bağlayacak politikalar izlediler.
Yani ekonomik çıkarları da önemli bir rol oynamıştır. Bu
politikalar içinde en başarılı olanı, Müslümanların evlerinin
yakılıp yıkılması, hayvanların ve yiyeceğin çalınmasıydı. Bü-
tün hayvanları çalınıp evleri tahrip edilince, köylerde yaşayan
Müslümanlar, kendileri canlı bırakılmış da olsalar, yiyecek ve
barınak bulmak için göçe çıkmak zorunda kalacaklardı. Ge-
rek komitacılar gerek düzenli ordu birlikleri, yıkım için kul-
lanılan birer araçtılar. Hızlı bir fetih ilerlemesi sırasında bile,
bazı Hıristiyan orduları, yakınlardaki her Müslüman köyünü
yakıp yıkmak için duraklıyordu. Genellikle de, yakıp yıkma
işi, orduların yanı sıra ilerleyen çetecilere bırakılıyordu5.

Sonu belli olmayan, zorlu bir yolculuğa atılan bu insanlar,


bulundukları doğup büyüdükleri topraklardan Osmanlı ül-
kesine muhacir sıfatını almak suretiyle giriş yaptılar. Yollarda
güzergâhında çeşitli hastalıklarla ve sıkıntılarla karşılaştılar.
Yaşanan sıkıntılar çok büyüktü. Yaşadıkları yerlerde gördükle-
ri zulüm, dinî ve ekonomik sebepler onları bu göçe zorlamıştı.

Osmanlı Devleti, Balkanlardaki soydaşlarını kaderlerine


terk etmedi. Onlara yönelik kurulan İskân-ı Muhacirin ko-
misyonları vasıtasıyla ve izlemiş olduğu iskân politikasıyla bu
sorunu çözmeye çalıştı. Ancak Devletin de işi hiç kolay değil-
di. Çünkü gelenlerin sayısı oldukça fazlaydı. Muhacirlerin bir
an önce bir yere yerleştirilmesi ve normal hayatlarını sürdüre-
cek pozisyonlara getirilmesi gerekiyordu. Tüm bu zorlu süreç-
lerin yaşanmasıyla birlikte muhacirlere acil bir şekilde yardım
yapılması gereği ortaya çıktı. Devlet, elindeki imkânlar kısıtlı
da olsa, muhacirlere çeşitli yardımlar yaparak acılarını gider-
meye çalıştı.
5 J. McCarthy, Ölüm ve Sürgün Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı
(1821–1922), Çev: Fatma Sarıkaya, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,
2014., s. 163.
150 Metin AYIŞIĞI

I- GÖÇLERİN BAŞLAMASI VE GÖÇ YOLLARI

Balkan muhacirleri İstanbul’a üç farklı yoldan geldiler. De-


niz, kara ve tren yolu olarak gelmeye çalıştıkları İstanbul’a za-
man zaman kayıplar vererek varmışlardır. Deniz yolu ile İstan-
bul’a gelmeye çalışan muhacirler bekleme limanlarında Ruslar
ve Bulgarlar tarafından taciz edilmiş ve kayıplar verdmişlerdir.
Gemilere binen muhacirler İstanbul’da Babıâli’nin kontrolü al-
tında denize sahili olan kesimlere yerleştirilmişlerdir.

Fransız gazeteci Stephane Lauzanne’nın savaş sırasında-


ki gözlemlerine bakılırsa “Hendeklere düşmüş onlarca ceset
vardı. Bazı fakirler, ihtiyarlar, kadınlar ve çocuklar kendilerini
kovalayan görünmeyen güçten korkarak, şaşkın ve telaş içinde
kaçıyorlardı. Hepsinin iki üç parça ıvır zıvırı vardı. Kimi eşya-
sını omuzunda, kimi el arabasında taşıyor, götürüyordu. Bazısı
da eski bir manda arabasına doldurmuş, sürüp gidiyordu. Hep-
sinin yüzünde korku izleri, hepsinin halinde şaşkınlık vardı.” 6

Bu dönemde İstanbul’da bulunan Alman yazar Wilhelm


Feldman da “ Düşman tarafından işgal edilen şehir ve köyler-
den kaçan muhacirleri taşıyan trenler birbiri ardına seferler
düzenliyor, vagonların tavanında insanlar yolculuk ediyordu.
İstanbul ile Çatalca arasındaki yollar kafileler yüzünden tıkan-
mıştı.” diye yazarak canını kurtarmak isteyen muhacirlerin
acıklı durumunu gözler önüne sermiştir7.

6 Sezer Arslan, Balkan Savaşları Sonrası Rumeli’den Türk Göçleri Ve Osmanlı


Devleti’nde İskânları, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Edirne 2008, s. 76
7 Arslan, “a.g.t.”, s. 77
1912 Balkan Savaşları Sırasında
151
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair

Balkan Savaşı sırasında Babaeski’de bulunan Alman Bin-


başı Hochwaechter ise o gün gördüklerini şöyle anlatıyordu:

“İstasyonda korkunç bir hava esiyor. Yerli halkın hepsi kaç-


mış. Kadın ve çocuklar manda arabalarıyla uzun kollar halinde
demiryolu boyunca ya da kestirmeden Tekirdağ’a gidiyorlar.
Köyleri yanmış, yersiz yurtsuz günlerce oradan oraya dolaşıyor-
lar. Karışıklık gittikçe artıyor, manzara tam sefalet ve perişanlık.
Çocuklar yarı çıplak, kadınlar çamurda çıplak ayak.”8.

Yine Fransız gazeteci Stephane Lauzanne Lüleburgaz


Savaşı’ndan sonra Muhacirlerin İstanbul’daki durumunu ise
şöyle aktarmıştır:

“Bir müddet sonra İstanbul’un yolları geçilmez bir hal


aldı. Kaba bir örtü ile örtülmüş öküz arabası konvoyu göz ala-
bildiğine uzanıyordu. Her arabada, sandıklar arasında bir sa-
man yığını üzerine kadınlar ve çocuklar uzanmış, yatıyorlardı.
Bütün bu zavallılar savaştan kaçmışlar, köylerini terk ederek
İstanbul’a canlarını zor atmışlar, sokaklarda, meydanlarda ve
cami civarlarında açıkta uyuyorlardı9.
8 Arslan, aynı yer
9 Arslan, “a.g.t.”, s.78
152 Metin AYIŞIĞI

Aynı zamanda Sirkeci garı da başkente akın eden muha-


cirlerle doluydu. Biz, bunların uçuk beniz, perişan tavırla so-
ğuk kasım rüzgârına maruz kalarak şehrin meydanlarından,
sokaklarından geçişlerini görüyorduk. İşte bunlar askeri ye-
nilginin göçe zorladığı insanlardı. Bunların hikâyeleri acıydı.
Savaşın fecaatini hemen gözler önüne seriyordu”10.

İstanbul şehremini olan Cemil (Paşa) Topuzlu bu konu


hakkında şunları yazmaktadır:” Muharebenin ilanından bir-
kaç gün sonra şehrimize muhacirler gelmeye başlamıştı. Hepsi
sefil ve perişan bir halde. Yelken gemilerine, şimendiferlere üst
üste yığılan bu bedbahtlar, aç, çıplak Sirkeci’ye çıkarılıyorlardı11

Karayolu İle Yapılan Göçler


Her şeylerini kaybetmek pahasına, sadece canlarını kur-
tarmak için göç eden bu insanlar ulaşım şekli olarak, at ve öküz
arabaları ve yaya olarak karayolunu, vapurlarla denizyolunu ve
Trakya’da demiryolunu kullanmışlardır12.

Lüleburgaz, Çatalca, Tekirdağ, Ahtapolu ve Midye’den


İstanbul’a gelen muhacir sayısı 100.000’e ulaşmıştır. Bundan
başka 20.000 muhacirin daha yola çıktığı haber verilmişti. Bu
arada, orduda bulunan nakil araçları, Edirne ve Anadolu’daki
Muhacirlerin nakline verilmiştir. Anadolu’ya gitmek için vasıta
bulamayanların birçoğu yaya veya arabalarla yollara düştükleri
belirtilmiştir. Kavala’da toplanmış olan muhacirlerden 20.000’i
Kavala’dan çıktıkları bir sırada, yolda Bulgar çetelerinin hücu-
muna uğramış, içlerinden 7.000 kişi öldürülmüştür13.

10 Arslan, “a.g.t.”, aynı yer


11 Cemil Topuzlu, İstibdat-Meşrutiyet-Cumhuriyet Devirlerinde 80 Yıllık
Hatıralarım, Haz: Hüsrev Hatemi-Aykut Kazancıgil, İstanbul Üniversitesi
Cerrahpaşa Fakültesi Yay., İstanbul 1982, s. 124.
12 Ağanoğlu , “a.g.e.”, s. 160. 167-170
13 Arslan, “a.g.t.”, s. 80
1912 Balkan Savaşları Sırasında
153
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
Denizyolu İle Yapılan Göçler
Yunanistan’daki Muhacirlerin en önemli toplanma mer-
kezleri Selanik Limanı olmuştur. Burada biriken 40.000 ci-
varında muhacir çoğunlukla İzmir ve İstanbul limanlarına
indirilmiştir. 13 Ocak 1913’e kadar iki haftalık süre içinde
Selanik’ten 15.000’i İstanbul’a, 8.000’i İzmir’e ve bir kısmı da
Anadolu limanlarına olmak üzere toplam 25.000 kişi nakle-
dilmiştir. İstanbul’a gelen gemiler şehrin sağlığını korumak
maksadıyla muhacirleri indirmeden önce Kavak ve Manastı-
rağzı denilen yerlerdeki tahaffuzhanelere getirerek tıbbi mu-
ayene ve fenni dezenfeksiyona tabi tutulduktan sonra şehre
girmelerine izin veriliyordu14.

Demiryolu İle Yapılan Göçler


Rumeli’deki halkın bir kısmı düşman ilerleyişi karşısında
tren istasyonlarına hücum etmişlerdir. Zamanın en önem-
li kitle taşıma araçlarından olan trenden, asker sevkiyâtı ve
demiryolu yetersizliği yüzünden, gerektiği ölçüde faydalanı-
lamamıştır. Demiryolu taşımacılığı daha çok İstanbul’a yakın
bölgelerden yapılmaktaydı. Özellikle Edirne yakınlarında
meydana gelen çatışmalar sırasında, civar bölgelerdeki halkın
savaştan zarar görmemesi için İstanbul’a trenle sevk edildikle-
ri görülmektedir.15

II- MUHACİRLERİN İSKAN SORUNU YER-


LEŞİM YERLERİ MESELESİ
Rumeli’den gelen Muhacirlerin ilk duraklama konakla-
ma yeri İstanbul’du. İstanbul dışındaki bekleme merkezi ise
Ayastefanos (Yeşilköy) olarak belirlenmiştir. Muhacir sevkiyat
merkezlerine onbinlerce muhacir gelmişse de, bunların pek
çoğu İstanbul’a girmiştir. İstanbul’a giren bu Muhacirlerin sa-
14 Ağanoğlu, “a.g.e.”, s. 167- 170.
15 Ahmet, Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri
(1912-1913), T.T.K. Basımevi, Ankara 1995, s. 61.
154 Metin AYIŞIĞI

yısı da yüz binleri bulduğu için gelenlerin bir kısmı Anado-


lu’nun çeşitli bölgelerine sevk edilmiştir16.

A- Muhacirlerin İskân Olduğu Yerler


Muhacirler, çok zor şartlar altında İstanbul’a gelmişledir.
Göç etmek için önceden yaptıkları bir hazırlık yoktu. Tama-
men görmüş oldukları baskılar ve zulümlerden sonra apar to-
par göç etmek zorunda kalmışlardır. Balkan muhacirleri her ne
bahasına olursa olsun canlarını güvenli bir yere taşımak isti-
yorlardı. Onlara göre ise en güvenli yer İstanbul görünüyordu.
Muhacirlerin Balkanlar’dan göç etmeleri nasıl olay olmuş ise
İstanbul’a gelmeleri de o derece olay olmuş ve İstanbul halkın-
da heyecan ve endişe meydana getirmiştir.

Kış mevsimi olması nedeniyle zayıf düşen muhacirler göç


esnasında soğuktan kırılmamak için arabalarını yakmışlar ve
eşyalarını sırtlarında taşımaya mecbur kalmışlardır. Aynı za-
manda mevsimin soğuk olmasından dolayı salgın hastalık baş
gösteriyor ve ölümler meydana geliyordu. Kara yolu ile göçe
çalışanlar her ne olursa olsun bir şekilde İstanbul’a varmışlar-
dır. Tren yolu ile gelmeye çalışan muhacirler en fazla sıkıntıyı
sirkeci garına vardıklarında yaşamışlardır. Çünkü trende yaşa-
nan doluluk sirkeci garında boşalıyor ve etraf ana- baba günü-
ne dönmüş vaziyet de bulunuyordu. Edirne de yığılan Balkan
muhacirleri İstanbul’a ancak 7-8 günde gelebiliyorlardı. Gelen
tren saniyeler içinde tıklım tıklım doluyordu. Vagonlara sığ-
mayan muhacirler çareyi vagonların üzerinde gitmekte bulu-
yorlardı. Çünkü biran önce canlarını güven içerisinde hissede-
bilecekleri bir yerlere atmayı istiyorlardı17.

16 Aslan, “a.g.t.”, s.95


17 Kasım Bolat, Balkanlar’dan Anadolu’ya Göç Eden Muhacirlerin
İstanbul’daki Durumlarına Dair, http://www.balgoc.org.tr/email/
muhacirlerinistanbuldakidurumlar%FD.pdf, erşim tarihi: 27 Haziran 2018, s.6
1912 Balkan Savaşları Sırasında
155
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair

İstanbul’a sağlam bir şekilde gelen Muhacirlerin çoğunlu-


ğunu kadın, çocuk ve ihtiyarlar teşkil ediyordu. Bunlar ise her
türlü şeyden mahrum ve acı içerisinde idiler. Özellikle tren
yolunu göç etmek için tercih eden Müslüman Türkler sirkeci
garında birikiyorlardı. Yersiz-yurtsuz, aç ve çıplak insanların
yiyecek, giyecek ve yatacak yer meseleleri için Hükümet tara-
fından çözüm bulmaya çalışılıyordu. İstanbul halkı bu göçle-
ri görünce telaş ve heyecana kapıldılar ancak bu duygularını
yendikten sonra muhacirlere ellerinden geldikleri kadar evle-
rinin kapılarını açtılar. Sirkeci garına ilk ayak basan muhacir-
ler, “Sermaye-i Şefkat-i Osmaniye Cemiyeti” tarafından çorba
ve ekmek gibi yiyeceklerle karınlarını doyurmaya çalışmıştır.
İstanbul postahanesinde 200 kadar muhacire çorba ve başka
yiyecekler verilirken en muhtaç olanlara da yünlü battaniyeler
dağıtılmıştır. Hasta olan muhacirler için 4-5 yataklı bir hasta
odası tedarik edilerek burada tedavileri yapılmaya çalışılmış-
tır. İlk etapta İstanbullular muhacirler için ancak bu kadarını
yapabiliyorlardı. Muhacirler ilk etapta başta Sultan Ahmed ol-
mak üzere Ayasofya ve Yeni Camii gibi yakın çevredeki cami-
lere yerleştirildiler. İstanbul’a göçler o kadar yoğun bir hal aldı
ki İstanbul halkı bu manzarayı görünce dehşete kapılmaktan
kendilerini alamadılar18.

18 Kasım Bolat, “a.g.m.”, s. 7-8


156 Metin AYIŞIĞI

İstanbul’a son gelenler başlarını sokacak bir kulübe dahi


bulamayarak korumasız bir şekilde açıkta kaldılar. İstanbul’da
yer bulunmadığı için Edirne - İstanbul demir yolu hattı boyunca
25 bin ilâ 30 bin muhacir perişan bir durumda kalmıştır.
İstanbul’da yoğunlaşan muhacir sayısı 200 binleri bulurken
bu da İstanbul halkında endişe meydana getiriyordu. Asayişin
bozulacağından korkan Babıâli, Muhacirlerin bir kısmını
Anadolu’ ya sevk etmeye başladı. Anadolu’ya göç naklinin
yapılması İstanbul’daki muhacir sayısını yarıya indirdi. Bu
dönemde muhacirler siyasi malzeme olarak da kullanıldılar19.
İstanbul’da Muhacirlerin barınabilmeleri için ilk etapta
Sirkeci garına yakın camiler belirlenmiştir. Daha sonra
tekke zaviye ve medreseler de muhacirler yerleştirilmiştir.
Medreselere de muhacirler yerleştirildiğinden dolayı eğitim
bir süre aksamıştır.

Boğaziçi’nde bulunan köşk, yalı ve boş mekânlara da mu-


hacirler yerleştirilmesine rağmen her zaman her gelene barına-
19 Bolat, “a.g.m.”, s. 8
1912 Balkan Savaşları Sırasında
157
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
cak yer bulunamıyordu. Bazı saray ve kasırlarının bir kısmını
muhacir iskânına tahsis edilmiştir. Beylerbeyi Sarayı’nın bir
kısım binalarında muhacir barındırılırken diğer binalarda
hasta muhacir ve yaralı askerler tedavi edilmekteydi. Ancak
yaralı asker sayısının artmasından dolayı Beylerbeyi Sarayı
tamamen hastaneye çevrilerek ihtiyacı olanlara burada te-
davisi yapılmaya çalışıldı. İstanbul’da Muhacirlerin barındır-
maya müsait yalı, köşk, konak gibi bütün binalar sahiplerinin
rızasına bakılmaksızın muhacirlere tahsis edildi. Aynı zaman
da İstanbul halkından güçleri yettiği ölçüde muhacirleri evle-
rine kabul etmeleri ve onlara iyi muamele etmeleri hükümet
tarafından rica edildi. İstanbul’da bazı hayırsever vatandaş-
lar bina ve meskenlerini herhangi bir ücret talep etmeksizin
muhacirlere verirken bazı mülk sahipleri ise mülklerini kira
karşılığında muhacirlere vermiştir. Muhacirlerin misafirliği
uzadıkça kira almayan mesken sahipleri de mağduriyetlerini
ileri sürerek kira talep etmeye başladılar. Bulgarlar, Müslüman
Türk Muhacirlerin mallarını yağmaladıkları için ve yollarda
da gasp ettikleri için yanlarında pek fazla değerli, para edecek
bir şey getirememişlerdi. O yüzden de çok zor durumda kalan
muhacirler zaman içerisinde dilenmeye bile mecbur kalmışlar
ve dilenmekten utanan 2 kadın kendisini denize atarak intihar
etmiştir20.

Zaman içerisinde muhacirler İstanbul halkının canını


sıkmaya başladı. Zengin fakir herkes muhacirleri azarlamaya
ve eziyet etmeye başladı. Oturdukları evlerden attıkları gibi
yolda gördükleri zamanda hakaret etmeye ve sövmeye başla-
dılar. Hatta bazen komisyonlarda muhacirleri dövmek sure-
tiyle canlarını sıktılar. En acı olayların yaşandığı İstanbul’da en
çok üzüntüyü anneler çekmiştir. Çünkü kocasını savaşta şehit
veren kadın dul kaldığı gibi, muhacir olduğu İstanbul’da ço-
cuğunu besleyemediği, karnını doyuramadığı için çocuklarını
evlatlık vermeye başladılar21.

20 Bolat, “a.g.m.”, s. 9
21 Bolat, “a.g.m.”, s. 10
158 Metin AYIŞIĞI

İstanbul, halkını canından bezdiren hadiselerin meydana


geldiği anlaşılmaktadır. Zira evlerine aldıkları muhacirler gir-
diği evleri, köşkleri ve güzel evleri berbat etmişlerdir. Ev sahibi
muhacirlere, evi düzgün tutmalarını evlerin kendilerine ait ol-
duğunu söyleyecek olsa, muhacirler buna kızarak ev sahibini
azarlar gibi cevap vermekteydiler. Öte taraftan bazı muhacirler
girdikleri evlerde bulunan çerçeveleri dahi yakmışlar ve son-
radan cam yerine evlerin pencerelerine çuval geçirmişlerdir.
Oda içerisinde mangalda odun yaktıkları gibi kirlerini de evin
içerisinde yıkarlardı. Bir kısım muhacir zengin oldukları halde
elde olanı harcamamak ve daha fazla kazanmak için dilenmek-
teydiler. Şehir içerisinde bulunan çingeneler de Muhacirlerin
adını kötüye çıkarmıştır. Çünkü İstanbul halkı durumunu arz
eden hiçbir muhaciri geri çevirmemişlerdir. Devlete sadakatle
hizmet ediyor milletin yardımına koşmayı cana minnet bil-
mekteydiler. Bu ve buna benzer birçok hadise İstanbul’da ce-
reyan etmekte idi.22

Muhacirleri etkileyen ve zor duruma düşüren en büyük


amil şiddetli geçen soğuk kış mevsimi olmuştur. Muhacirler
kış ayında göç etmek zorunda kalmışlar ve İstanbul’a gelebil-
mek için üstü açık vagonlarla korumasız bir vaziyette yolculuk
yapmak zorunda kalmışlardır. İstanbul’a gelen muhacirler; aç,
susuz, sefil, perişan ve yarı donmuş bir durumda idiler. Kısa
bir süre içinde Muhacirlerin çoğu umumi binalara iskân edildi.
Nitekim dini binalara, hususi meskenlere yerleştirilmiş geriye
kalanlar; mektep, han ve baraka gibi yerlere iskân edilmişlerdir.
Ancak bu iskân edilen yerler hiçte sağlık açısından elverişli or-
tamlar değildi. Bunu hükümette bilmekteydi ancak yapılacak
başka bir durum olmadığı için gelen muhacirler biran önce bir
yerlere yerleştirilmek istendi. Kış şartlarının ağır olmasından
dolayı ve onca çekilen ızdırap cefadan sonra İstanbul’a gelen
Muhacirlerin çoğu hasta durumda idiler. Ayasofya Camisine
yerleştirilen muhacirlerden her gün 25–30 tanesi ölüyordu23.

22 Bolat, a.g.m., s. 10
23 Bolat, aynı yer
1912 Balkan Savaşları Sırasında
159
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
Ermeni gazetecilerden Aram Andonyan ise İstanbul’daki
Muhacirlerin durumunu şöyle aktarmıştır:

“Rumeli Muhacirlerinin İstanbul’a doluşmasıydı. Sir-


keci’de, Üsküdar’da, Haydarpaşa’da ve genellikle İstanbul’un
bütün büyük meydanlarında, ardı arkası kesilmeyen manda
arabalarının geçidi korkunç sefalet manzaraları sergiliyordu.
Çok­ları, özellikle kadın ve çocuklar, belediyenin çöp arabala-
rına doluşmuşlardı. Altı yüzü aşkın yıldan beri Avrupa topra-
ğında yerleşmiş bu Türkler, cihangir atalarının altı yüzyıl önce
Asya’dan Avrupa’ya geçerken taşıdıkları aynı kıyafeti taşıya-
rak, aynı arabalarla geçtiler İstanbul’a, oradan da Asya’ya.”24.

B- Muhacirlerin Yaşadığı Yerler


Balkan Savaşı nedeniyle Bulgar zulmünden kaçan
Müslüman halk, Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli vilayetlerine
ve İstanbul’a gelmişlerdir. Birkaç gün içinde bütün, camiler ve
mescitler muhacirlerle doldu. Binlerce kişi cami, mescit, han,
kışla, konak gibi yerlere yerleştirilmelerine rağmen binlerce
muhacir arabaları ile sokaklarda kaldı. Mevsimin kış olması
hasebiyle muhacirlerin bir kısmı da hastaydı. Hilâl-i Ahmer
Cemiyeti bu duruma ilgisiz kalmayarak, muhacirler için
Şehremaneti’ne 7500 lira yardım yaptı. Cemiyet üyelerinden
olan Dr. Celâlettin Muhtar, yardım işini koordine etmek üzere
görevlendiridi. Dr. Celâlettin kurduğu teşkilatla, Muhacirlerin
barınma, giyim, kuşam, gıda gibi ihtiyaçları ile hayvanlarının
yemlerini tedarik edildi25.
Buna ek olarak Ycdikulc haricindeki barakalarda kalan
3.800 muhacir ile 800 baş hayvanın yiyeceği ile Davud Paşa,
Cerrah Paşa ve Murad Paşa camilerinde ve etrafındaki
mescitlerde iskân edilen 5.001 muhâcirinin ihti­ yaçları
karşılanıyordu. Sultanahmet’te 353 ve Sultan Selim’de 348

24 Aslan, “a.g.t.”, s.95


25 Zuhal, Özaydın “Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Kuruluşu ve
Çalışmaları”, Türkler, C. 13, Yeni Türkiye Yay., Ankara , 2002, 1250
160 Metin AYIŞIĞI

muhacirin iâşesi sağlanıyordu26. İstanbul’un çeşitli yerlerine


dağılmış olan 14.850 muhacire hergün cemiyetçe sıcak yemek
veriliyordu. Bunun yanında İstanbul’dan başka vilayetlere
giden muhacirlere yol parası ve yiyecek alma­sı için aynca
belli bir miktar tahsisat sağlanıyordu27. Cemiyet, İstanbul’da
cami ve mescit, 12 okul, medrese vc dergâhtaki Muhacirlerin
ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bu tarihte cemiyetin ihtiyaçlannı
sağladığı Muhacirlerin sayısı 15.000’e yaklaşmıştır28.
İstanbul’daki muhacirler, cami, mescit, baraka gibi
yerlere yerleştirilme­sine rağmen bu yerler muhacirlere yeterli
gelmemiştir. Bu nedenle Hilâl-i Ah­mer Kadırga Hastahanesi
Başhekimliği’nden Hilâl-i Ahmer Cemiyeti merke­ zine
gönderilen 30 Aralık 1912 tarihli yazıda; Kadırga Camii’ndc
iskân edilen Muhacirlerin isimlerini içeren defterin düzenlenip
gönderildiği, cami önün­deki Muhacirlerin durumlarının çok
kötü olduğu ve caminin karşısında Evkaf Nezâreti’ne bağlı
terk edilmiş haldeki okula Muhacirlerin yerleştirilebilceği
belirtiliyordu. Ayrıca Muhacirlerin istirahatlannın ve iâşelerinin
sağlanması için ne yapılması gerektiği ifade ediliyordu.
Oldukça kötü bir halde olan Muhacirlerin barınmaları için
Üsküdar’daki Ahmediye ve Şemsi Paşa medre­ selerindeki
on adet hücre yani öğrenci odası Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’ne
dev­redilerek, buralara muhacirler yerleştirilecekti29. Fakat
cemiyetin İstanbul’da açıkta birçok muhacir bulunduğundan,
diğer medreselerin de bu amaçla kul­lanılması için kendilerine
devredilmesi yönünde istekleri söz konusuydu30.
Muhacirlerin ikamet ettiği yerlerde sorunlar çıkmıyor
değildi. Sultan Ahmed Camii’nin bir kısmının camları kırık
olduğundan burada kalan Muhacirlerin rüzgâra maruz
kaldıkları vc aynca hastalıklara ya­kalandıkları belirtiliyordu.
Dolayısıyla gerekli yerlere talimat verilerek camla­ rın
onarılmasını Nezâretten istiyordu. Sultan Ahmed Camii’nde
mevsimin kış olması ve caminin yeterince ısıtılmaması
nedeniyle mermer taşlar üzerinde yatan 700 muhâcirin arasında
26 Sezer, Cemal Sezer- Ömer Metin, “Balkan Savaşlarında Amerikan
Kızılhaç (Salib-i Ahmer) Teşkilatı’nın Osmanlı Devleti’ndeki Faaliyetleri”,
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 41, 2017, s. 52-53
27 Cemal Sezer-Ömer Metin, “a.g.t.”, s. 53
28 Cemal Sezer, aynı yer
29 Cemal Sezer-Ömer Metin, “a.g.t.”, s. 54
30 Cemal Sezer-Ömer Metin, aynı yer
1912 Balkan Savaşları Sırasında
161
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
hastalananlar olduğu gibi ölümler de olmuştur. Yedikule
haricindeki barakaların zeminleri yağmur suyu ve kardan
dolayı devamlı rutubete maruz kalıyordu. Yine de cemiyet
imkânlarını seferber ederek Muhacirlerin sıcak bir ortamda
kalmalarını sağlamaya çalışmıştır. Bu doğrultuda Paşa Dairesi
ve Tophane’de Malta Kışlası’ndaki Muhacirlerin ısınmaları
için sobalar alınmış­tır1 Sultan Ahmed, Cerrah Paşa, Davud
Paşa, Murad Paşa, Bekir Paşa cami­lerinde yer alan muhadrler
için gerekli kömür Yedikule’den sağlanmış vc bu kömürlerin
nakliye ücreti Hlilâl-i Ahmer tarafından ödenmiştir1
Camilerde ikamet eden Muhacirlerin bazı zamanlarda daha
rahat edebilecekleri yerlere sevkleri sağlanmıştır31.
İstanbul’a gelen muhacirlerin iskân alanlarına sevkleri
önemli bir sorun oluşturmaktaydı. Şevklerin Ayastefanos’tan
(Yeşilköy) yapılması beraberinde zorlukları getiriyordu. Du-
rumun zorlaşması üzerine 9 Kasım 1912 tarihinde sevkiyatın
Makriköy’den (Bakırköy) yapılması uygun bulundu.32 Sevkiyatın
daha düzenli yapılabilmesi amacıyla komisyon 16 Kasım 1912 ta-
rihli yazı ile ayrı bir kurulun oluşturulmasını ve birkaç memurun
bu görevi yerine getirmesini mutasarrıflıklara bildirdi.33

Kırklareli’den savaş nedeniyle İstanbul’a gelmiş olan yedi


kişilik bir aile Fatih’te İskender Paşa Camii nde kalmakta idi.
Ailenin iâşesi belediye tarafından sağlanmaktaydı. Fakat ba-
rındıklan yerde ihtiyaç duyduk­ları her türlü eşyadan mahrum
bir haldeydiler. Bu nedenle tahtalar üzerinde yattıkları için
çeşitli hastalıklara yakalanmışlardı. Hatta aileden birisi has-
talık nedeniyle vefat etmişti. Dolayısıyla mahallenin itibarlı
kimselerinden birisi Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’ne 16 Mart 1913
tarihinde mektup yazarak, muhacir ailenin çok ihtiyaç duy-
duğu yatak, yorgan, çarşaf yastık, çorap, gömlek gibi eşyaların
sağlanmasını istemiştir 34.

31 Cemal Sezer-Ömer Metin, “a.g.t.”, s. 55


32 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Bâb-ı Ali Evrak Odası (BEO) D.nr:
308267
33 BOA, B.E.O., D.nr: 308472
34 Cemal Sezer-Ömer Metin, “a.g.t.”, s. 65
162 Metin AYIŞIĞI

İstanbul’a muhacir taşıyan vapurlar, Kavak ve Manastı-


rağzı’ndaki ta­haffuzhanelere gelerek, muhacirleri indiriyor ve
buralarda kontrol edilen Muhacirlerin daha sonra İstanbul’a
girmeleri sağlanıyordu. Sirkeci İskelesi’ nden inen muhacirlcr
burasını adeta insan yığını haline getirmiştir fakat Şehremaneti
burada temizlik işlerini kontrol edecek eleman bulundurmadı­
ğından şehrin sağlığının tehlikeye düştüğü zamanlar olmuştur.
Sirkeci İskelesi’nden Üsküdar’a yanlarındaki hayvanlarıyla geç-
mek isteyen muhacirlcr, araba vapurlarının yetersizliğinden
dolayı beklemek zorunda kalıyor, kolera­nın daha hızlı yayıl-
masına neden olabiliyordu.35.

İstanbul halkının, Muhacirlerin perişan halini görüp üzül-


memeleri için muhacirler Yedikule’de indiriliyor, Edirnekapı
ve çevresine yerleştiriliyordu36. Ayrıca İstanbul’da bir izdiha-
mın olmaması ve koleranın halk arasında yayılmaması için de
muhacir­ler Yeşilköy ve Bakırköy’de durdurulmuşlardır. Yine de
muhacirler Rami ve Davud Paşa istikametinde İstanbul’a gir-
meyi başarmışlardır 37.

35 Cemal Sezer-Ömer Metin, aynı yer


36 Ağanoğlu, “a.g.e.”, s. 166.
37 Cemal Sezer-Ömer Metin, “a.g.t.”, s. 93
1912 Balkan Savaşları Sırasında
163
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
C- Geçici iskân Yerleri

İstanbul’a gelen Muhacirlerin karşılaştıkları en önemli


problemlerden biri, geçici olarak barınak bulunmasıydı. Mu-
hacirlerden bir kısmı camilere, medreselere, boş bina, han ve
köşklere yerleştirilirken, bir kısmı da İstanbul hâricinde inşa
edilen barakalara yerleştirilmekteydi.

Osmanlı Hükümeti tüm bu çalışmaları Daire-i Harbi-


ye’de bir “İskân ve İaşe komisyonu” kurarak Balkan Harbi
sonrasında yardım toplanıp dağıtılması hususunda çalışma-
lara başladı.38. Bununla birlikte Sirkeci’de Sevkiyât-ı Muhaci-
rin Komisyonu kuruldu. Bu komisyonun görevi, muhacirleri
Şehremânetince önceden belirlenen yerlere göndermekti.
İane Komisyonu da, muhacirler için boş evler bulmaya ça-
lışmaktaydı. Önce Muhacirlerin iskânı için evler kiralanması
yoluna gidilmiştir. Fakat ev kiralama işinin çok pahalı olması
sebebiyle, kira usulünden vazgeçilerek Muhacirlerin uygun
camilere yerleştirilmesine ve kiralanan evlerin sahiplerine
teslimine karar verilmiştir. Şayet sahibi tarafından kirası iste-
nilmeyecek haneler olursa, kendilerinden bir sened alınarak,
Muhacirlerin ücretsiz bu gibi yerlerde oturabileceği Muhaci-
rin Komisyon’undan tebliğ edilmiştir.

“İskân-ı Muhacirin Komisyonu”’nca han ve otellere de


çok sayıda muhacir yerleştirilmiştir. Ayrıca Tophanedeki Mal-
ta kışlasına ve diğer kışlalara da muhacirler yerleştirilmiştir39.

Bu arada Yedikule sur dışında muhacirler için barakalar


inşa ettirilmiş ve şehir içinde barınan bazı muhacirler burala-
ra nakledilmiştir. Geçici olarak yerleştirilemeyen arabalı mu-
hacirler için de Mısır Hilâl-i Ahmer Cemiyeti lüzumu kadar
muşamba temin etmiştir40. İstanbul’daki Muhacirlerin çok ka-
labalık oluşları, onların geçici ikametgâhları olan İstanbul’dan
38 BOA. BEO, 4106/307934 31 Ekim 1912
39 Halaçoğlu , “a.g.e.” , s. 70.
40 Ağanoğlu , “a.g.e.” , s. 188.
164 Metin AYIŞIĞI

bir an önce Anadolu’ya, sürekli kalacakları yerlere gönderilme-


lerini gerektirmiştir.

III- MUHACİRLERİN İSKÂNLARI SIRASIN-


DA ALINAN TEDBİRLER

A- İskân-ı Muhacirin Nizamnamesi

Balkan Savaşları sırasında ve sonrasında Müslüman göçün


büyük boyutlara ulaşması üzerine Hükümet, Rumeli’den gelen
Muhacirlerin iskânları ve bunların vatandaşlığa kabulleri işle-
rinin düzenli yürümesi için kırk beş maddeden oluşan “İskân-ı
Muhacirin Nizamnâmesi” hazırladı. 13 Mayıs 1913’te çıkmış
olan ve dört bölümden oluşan bu nizamnamenin, uygulanma-
sından Dâhiliye Nezareti sorumlu tutulmuştur.

Nizamname uyarınca muhacirlere yapılacak yardımlar


belirlenmişti. Muhacir kafilelerinin Osmanlı topraklarına gi-
riş yaptıkları andan, sevk mahallerine varışlarına, bir düzene
kavuşmalarına kadar uzun bir zamanı içeriyordu. Sevk sırasın-
da güvenliğin sağlanması, yiyecek ihtiyaçlarının karşılanması,
salgın hastalıklardan korunma, ulaşım araçlarından ücretsiz ya
da çok düşük ücretlerle faydalanmaları arazi tahsisi, bina inşa-
sına katkı, eğitim, çeşitli muafiyetler gibi birçok alanda yardım
yapılıyordu. Ailelere ev ve araziden başka üretim yapabilmek
için ziraat aletleri ve tohumluk sağlanıyordu. Esnaf olanlar
şehir ve kasabalarda ikamet ettiriliyor, kendilerine iki bin ku-
ruşa kadar maddi destek sağlanıyordu. Rumeli’den hicret eden
tüccarın bir defaya mahsus olmak üzere nakledeceği eşyadan
gümrük resmi alınmamasıyla ilgili geçici bir kanun, 31 Mayıs
1914 tarihinde yürürlüğe girdi41.

41 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Meclis-i Vükela Mazbatası, (MV).,


nr. 233 / 153, 31 Mayıs 1914.
1912 Balkan Savaşları Sırasında
165
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
Balkan Savaşları’ndan 1915 yılına kadar Türkiye’ye gelen
Muhacirlerin yaklaşık 300.000 civarında olduğu görülmekte-
dir. Mc. Carthy’den yararlanarak belirlenen bu sayıya maddi
durumu iyi olup, kendi imkânlarıyla yerleşen muhacirler ile
memlekete göç eden Rumeli’ndeki devlet me­murlarıyla su-
baylar ve ailelerinin hesaba katılmamış olduğunu tahmin
edilmektedir42

Muhacirlerin iskân ve vatandaşlığa geçiş işlemlerinin dü-


zenli bir şekilde yapılabilmesi için 13 Mayıs 1913 tarihinde
dört bölüm ve kırk beş maddelik İskân-ı Muhacirin Nizam-
namesi yayımlandı. Nizamnamenin birinci bölümü Muha-
cirlerin kabulüne dair maddeleri içermektedir. Muhacirlerin
kabulünün ve nerelere iskân edilecekleri konusunun hükü-
metin yetkisinde olduğu belirtilmekte, bu işlemler hakkında
ayrıntılı bilgi verilmektedir. İskân alanını beğenmeyen Muha-
cirlerin ellerinden senet alındıktan sonra kendi imkânlarıyla
yerleşebilecekleri ifade edilmektedir. Çeşitli hükümlerin yer
aldığı dördüncü bölümde Muhacirlerin mümkün olduğunca
alıştıkları iklime uygun alanlara yerleştirilmesine özen göste-
rilmesi isteniyordu. Komisyonların da arazi seçiminde gerekli
hassasiyeti göstermesi de önemle vurgulanıyordu43.

İskânda iklim ile birlikte arazi tahsisi de önemli bir yer


tutuyordu. Devlete ait çiftlikler ve kullanılmayan boş araziler
muhacirlere öncelikle tahsis edilen alanlar arasında yer alı-
yordu. Muhacirlere ayrılan bu toprakların bazı yerlerde açık
arttırma ile satılmaya çalışılması karşısında devlet müdaha-
le ediyordu. 10 Safer 1332 (8 Ocak 1914) tarihinde Dâhiliye
müsteşarının vilayetlere gönderdiği emirde iskân için ayrılan
arazilerin müzayedeye çıkarılmaması, çıkarılmış ise bundan
vazgeçilmesi, bu toprakların yeri ve ne kadar muhacir iskânı-
na elverişli olduğunun bildirilmesi isteniyordu.44
42 Ağanoğlu, “a.g.e.”, s. 191.
43 Mehmet Kaya, Kaya, Mehmet,Balkan Savaşları Sırasında Anadolu’ya
Göçler ve Karşılaşılan Sorunlar, History Studies, Volume 5 Issue 6, Special
Issue on Balkan Wars, p. 1-16, November 2013, s. 4
44 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Dahiliye Nezareti İdare-i Umumiye
EK (DH. İ UM EK, D. 2/42, 8 Ocak 1914
166 Metin AYIŞIĞI

Muhacirlerin iâşe ve iskân işleriyle ilgilenmesi için İstan-


bul Şchrcmântindc bir komisyon kurulmuş, fakat Şchrcmânc-
tinin tek başına yetersiz kalacağı düşünüldüğünden belediyeler
içerisinde de ko­misyonlar oluşturulmuştur45. İstanbul’a akın
akın gdcn muhacirlerle ilk başta belediye yetkilileri ilgilenme-
ye çalışmış fakat bu sorun ile belediyenin tek başına başa çıka-
mayacağı anlaşılınca Hilâl-i Ahmer devreye girmiştir. Muha-
cirlerin iâşderinin sağlanması hususunda İstanbul Belediyesi
Fatih Şubesi nin yardım içeren 9 Ocak 1913 tarihli yazısı, aynı
gün olumlu yönde karşılık bulmuştur “. 46

Bunun üzerine Hilâl-i Ahmer Muhâcirin Komisyonu,


Muhacirlerin yerlerini belirleyerek onlan kayıt altına almış
ve muhacirlere yapılacak işlemler için be­lediye görevlilerini
uyarmışlardır47. Böylece yardım edilenlerin kayıtları tutul­muş
olacak vc karışıklık da giderilecekti. Bundan başka kayıt altına
alınmamış İstanbul’a yeni gelen Muhacirlerin iskânı ve iâşele-
rinin sağlanması için yeni yerler belirlenerek, yardım işlerinin
düzenli ve mağduriyete neden olmayacak şekilde sürdürülmesi
düşünülmüştür.

İstanbul’a gelen Muhacirlerin karşılaştıkları en önemli so-


runların başında geçici barınma işi gelmekteydi. Barınma so-
runu, Muhacirlerin, cami, medrese, han, köşk ve boş baraka
gibi yerler ile halledilmeye çalışılmaktaydı. Muhacirlerin bu
sorunlarıyla ilgilenmek için Sirkeci’de “Sevkiyat-ı Muhacirun
Komisyonu” kurulmuştur. Bu komisyonun görevi, gelen muha-
cirleri Şehremanetince bildirilen yerlere göndermekti48.

Kiraların yüksek olması nedeniyle kiralama işinden vazge-


çilmiş muhacirler öncelikle cami, medrese, hane, köşk, dergah,
kulüp ve barakalara yerleştirilmiştir.49 İstanbul’da 90’ın üzerin-
de cami ve mescit iskan işinin ilk basamağını oluşturmuştur.
45 Halaçoğlu, “a.g.e”, s. 108.
46 Cemal Sezer-Ömer Metin, “a.g.t.”, s. 30
47 Cemal Sezer-Ömer Metin, “a.g.t.”, s. 46-47
48 Halaçoğlu, “a.g.e.”, s. 70.
49 Geniş bilgi için bk. Halaçoğlu, “a.g.e.”, s. 72-76.
1912 Balkan Savaşları Sırasında
167
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
Özellikle Nuru Osmaniye Cami ve boş hanlar muhacirlerle bir
hayli dolmuştur. İskan-ı Muhacirun Komisyonu, Muhacirle-
rin bir kısmını da boğaz içinde ve diğer yakın yerlerde bulu-
nan köşklere yerleştirmiştir. Bir kısım muhacirler de istasyon
da yatmışlardır.50

Yukarıda sözü edilen Muhacirlerin ilk yerleşim mese-


lesi tabi ki geçici çözümlerdi. Ancak gerek devlet ve gerekse
Hilal-i Ahmer Cemiyeti ve gerekse hayırsever halk, evsiz ve
yurtsuz kalan bu insanlara karşı önemli ölçüde yardımlarda
bulunmuştur.

Geçici yerlerde kalan muhacirler için, özellikle Yedikule


dışında barakalar yapılmış, yine bu barakaların yakınına Hi-
lal-i Ahmer Cemiyeti tarafından bir hastane yapılmış; gerekli
malzemelerinin tedariki ve doktorların tayini gerçekleştiril-
miştir.51 Şehremaneti bunun yanında hiç kimsenin dışarıda
kalmaması için gerektiğinde siyasi klüpleri de yerleşim yeri
olarak kullanma yoluna gitmiştir.52

İstanbul’a akın akın giden muhacirlerle ilk başta belediye


yetkilileri ilgilenmeye çalışmış, fakat bu sorun ile belediyenin
tek başına başa çıkamayacağı anlaşılınca Hilâl-i Ahmer dev-
reye girmiştir. Muhacirlerin iâşderinin sağlanması hususunda
İstanbul Belediyesi Fatih Şubesi’nin yardım içeren 9 Ocak 1913
tarihli yazısı, aynı gün olumlu yönde karşılık bulmuştur “. 53

Balkan savaşları sırasında ve sonrasında Müslüman göçü-


nün büyük miktarlara ulaşması üzerine, hükümet tarafından
yeni düzenlemeler getirilmesini zorunlu hale getirdi. Bunun
için 13 Mayıs 1913’te İskân-ı Muhacirin Nizamnamesi kabul
edildi. Bu nizamnamenin uygulanmasına Dâhiliye Nezareti
görevlendirildi. Buna göre, dışarıdan gelecek muhacirlerin
sevk, iaşe ve iskânlarını sağlamak ve Osmanlı topraklarından
50 Tülin Acer, “a.g.t.”, s. 7
51 Acer, aynı yer
52 Acer, aynı yer
53 Cemal Sezer, “a.g.t.”, s. 30
168 Metin AYIŞIĞI

dışarıya göçü engellemek görevlerine sahip oldukları belirlen-


mişti54.

Muhacirlerin iskân ve vatandaşlığa geçiş işlemlerinin dü-


zenli bir şekilde yapılabilmesi için 13 Mayıs 1913 tarihinde
dört bölüm ve kırk beş maddelik İskân-ı Muhacirin Nizam-
namesi yayımlandı. Nizamnamenin birinci bölümü Muhacir-
lerin kabulüne dair maddeleri içermektedir. Muhacirlerin ka-
bulünün ve nerelere iskân edilecekleri konusunun hükümetin
yetkisinde olduğu belirtilmekte, bu işlemler hakkında ayrıntılı
bilgi verilmektedir55.

İstanbul’da Muhacirin Müdüriyeti, İstanbul dışında ise


muhacirin komisyonları gelen muhacirleri önce geçici olarak
uygun yerlere yerleştirecekti. Doktorlar tarafından muayene
edildikten sonra hasta olanlar en yakın hastaneye sevk edilerek
tedavilerinin yapılması istenmiştir. Komisyonlara muhacirlere
iş bulma gibi bir görev de verilmiştir. Komisyonlar her haneye,
nüfus ve toprağın verimliliğini göz önüne alarak arazi dağı-
tacaktır. Yerleştirilen muhacirlere plan dâhilinde bir ev ve iki
baş çift hayvanı, tarım aletleri, tohumluk zahire satın alınması
kararlaştırılmıştı. Bunların bedeli ise daha sonra taksitler ha-
linde geri alınacaktı. Yeni bir köy ya da mahalle oluşturulacak
ise cami, mektep, çeşme gibi masraflar oraya yerleştirilenlerin
hissesine bölünerek hazinece daha sonra geri alınacaktı. Mu-
hacirler hicret tarihlerinden itibaren altı sene askerlikten ve is-
kân edildikleri günden itibaren iki sene malî vergilerden muaf
tutulacaktı56 Temettü, emlak ve diğer bazı vergilerden iki sene
müddetle muaf tutulmaları kararlaştırıldı. Muafiyetin iki sene
gibi bir süre ile tanınması muhacirleri rahatlatmıştır57

54 Fuat Dündar, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası (1913-


1918), İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, 143.
55 Kaya, “a.g.m.”, s.3-4.
56 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Maarif Nezareti Mektubi Kalemi
(MF. MKT) Dosya Numarası/Gömlek Numarası 1187/61, 28 Haziran 1913
(1331.B.23).
57 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Dahiliye Nezareti Hukuk Müşavirliği
(DH. HMŞ) Dosya Numarası/Gömlek Numarası 27/57, 7 Nisan 1915 1333.
Ca.22).
1912 Balkan Savaşları Sırasında
169
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
Esnaf olan muhacirlere bir ev inşa edilecek ve iki bin ku-
ruşu geçmemek üzere sermaye sağlanacaktı. Ayrıca akrabası
olan Muhacirlerin birlikte veya birbirine yakın olarak yerleş-
tirilmesine dikkat edilmiştir.

Hükümetin belirlediği iskân mahallerine yerleştirilen


muhacir ve mülteci ailelerinin yerlerini kendi istekleriyle
olarak değiştirmeleri yasaktı. Hükümetin belirlediği mahal
dışında yerleşmek isteyenlerin, gidecekleri yerlerde bir ak-
rabalarının mevcut olması gerekiyordu. Böyle bir durumda
olan ailelerin sevk ve iskân masraflarının kendileri tarafından
karşılanması mecburiyeti vardı. Ancak, herhangi bir suisti-
mal halinde bu gibilerin bulundukları yerlerden ayrılmalarına
müsaade edilmemesi” yönünde bir karar alınmıştı. Muhacir-
ler iskân edilirken aralarında akrabalık bağı olanların birbirle-
rine yakın yerlere yerleştirilmesi tercih edilmiştir58.

B. Muhacirlerin Konaklama Sorunu

Özellikle İstanbul’a akın akın gelen Muhacirlerin en


önemli sorunu konaklama sorunuydu. On binlerce muhaci-
re bir anda çok sayıda barınak yapılması oldukça zordu. Bu
nedenle gelen Muhacirlerin çoğu camilere, medreselere, han-
lara, köşklere ve boş binalara yerleştirilmiş, geri kalanları da
İstanbul dışında geçici yerleşim yerleri olarak yapılan bara-
kalara gönderilmeye başlanmıştır59. Bu bağlamda İstanbul’da
camilerde, tekkelerde, sur diplerinde kısacası her yerde bulu-
nan Muhacirlerin ihtiyaçlarının karşılanması için Şehremane-
ti’nde muhacirlerin sevk ve iaşeleri ile ilgilenen bir birim de
oluşturulmuştur60.

58 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İskân-ı Aşair Müdüriyeti’nden


Mebani Emiriye ve Hapishaneler Müdüriyeti (DH.MB.HPS.M.), D.nr.,19
/ 68, 7 Haziran 1915.
59 Acer, “a.g.t.”, 7
60 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Dahiliye Nezareti İdari Kısım
Evrakı, DH.İD. 26-2/34
170 Metin AYIŞIĞI

Bu amaçla İstanbul’da şehremaneti nezdinde “iskan ve iaşe


komisyonu” ile Sirkeci’de “Sevkiyat-ı Muhacirin Komisyonu”
ile İngiltere’nin girişimleri sonucu “İâne Komisyonu61” kurul-
muştur. İlk önce muhacirler için İstanbul’da ev kiralanması
yoluna gidilmişse de, bunun çok pahalıya gelmesinden dolayı
ev kiralama işinden vazgeçilmiştir. Kiralanan evler sahiplerine
teslim edilerek, muhacirler uygun olan ibadethanelere yerleş-
tirilmeye başlanmıştır. Kira istemeyen ev sahiplerinin evlerin-
de, Muhacirlerin barınabileceği belirtilmiştir. Pek çok köşk ve
oteller İskân-ı Muhâcirin Komisyonu tarafından Muhacirlerin
yerleştirilmesine tahsis edilmiştir. İstanbul şehremaneti tara-
fından siyasi kulüpler geçici olarak boşaltılmış ve muhacirler
yerleştirilmiştir. Yerleşim için bunlar yetmemiş ve askeri kışla-
lara da muhacir iskanı düşülmüştür. Hatta çok sayıda muhacir
Tophane’deki Malta Kışlasına yerleştirilmiştir.

Bu arada İstanbul’daki cami ve mescitlere çok sayıda mu-


hacir yerleştirilmiş, hatta bazı camiler bundan dolayı ibadete
kapatılmıştır. Laleli ve Nuri Osmaniye camilerine ilk yerleşim
yapılmış olup, Ramazan ayının yaklaşmasından dolayı selatin
camilerinden bazıları boşaltılarak, buralardaki muhacirler baş-
ka yerlere gönderilmiştir62.

1- Muhacirler İçin Barakalar İnşa Edilmesi

Yukarıda tabloda belirtilen yerlere Muhacirlerin yerleş-


tirilmesiyle, iskan sorunu tam olarak çözümlenememiştir.
Çünkü, yerleşim için gelen Muhacirlerin sayısı kalabalık ve
Osmanlı hükümeti de hazırlıksız olarak bu göçe yakalanmıştır.
Bu nedenle, göç yoluyla gelen muhacirler her ne kadar camii,
mescit, medrese, konaklama yerleri gibi yerlere yerleştirilmiş-
lerse de, yerleşim sorunu halledilememiştir.

61 İstanbul’daki İngiltere elçisinin eşi tarafından muhacirlere yardım etmek


amacıyla kurulan komisyon.
62 Halaçoğlu, “a.g.e.”, s. 70-71; Acer, 7-8
1912 Balkan Savaşları Sırasında
171
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
İstanbul’da Şehremâneti tarafından Muhacirlerin iskanı
için boş arsalara barakalar yapılması, kale dışında da ahşap
pavyonlar yapılması düşünülmüştür. Bunun nedeni ise kış
mevsiminde devlete ait binalar ile, camii,medrese vb. yerler-
de Muhacirlerin sefalet çekebileceği düşüncesidir. Muhacir
barakaları inşası ve sur dışındaki yerlerin geçici olarak iska-
na açılabilmeleri için, Emanet Meclisi azasından Rıza Nuri
ile Fenniye Hey’eti görevlilerinden İrfan Bey’ler görevlen-
dirilmişlerdir. Hatta bu karardan sonra arabalı olarak gelen
Muhacirlerin İstanbul’a girmeleri yasaklanmıştır. “İskân-ı
Muhâcirin Komisyonu, Yedikule dışında muhacirlere inşa
edilmekte olan barakalar için gereken 200 adet çerçeve, 1200
kadar yarım duble cam ve 100 adet sac mangal imali hakkında
ihale açarak, isteyenlerin komisyona müracaat etmelerini ilan
etmiştir.” Ayrıca yine aynı komisyon, Ayastefanos’ta yapılan
barakaların inşasının hızlandırılmasını ve Çatalca’da yapılan
zeminliklerin yapımının çabuklaştırılmasını istemiştir. Niha-
yet barakaların yapımını tamamlanarak, Muhacirlerin burala-
ra iskanı sağlanmıştır. Hilâl-i Ahmer Cemiyeti de barakaların
yapıldığı, belediye sınırları içindeki bölgeye hastahâne kura-
rak, sağlık sorunlarının çözümü için katkıda bulunmuştur63.

Arabalı Muhacirlerin Sorunları

İstanbul’da muhacirler için barakaların yapımı sırasında,


arabalı olarak gelenlerin şehre girişleri yasaklanmıştır. Bu du-
rum onların sorununun çözümüne katkı sağlamamıştır. Yer-
leşim sorununun çözümü için bir sıralamanın takip edilmesi
kaçınılmaz bir gerçektir. Geçici barakaların yapımı ve Muha-
cirlerin bir kısmının buralara yerleştirilmesinden sonra, sıra
arabalı Muhacirlerin sorununun çözümüne el atılmıştır.

63 Halaçoğlu, “a.g.e.”, s. 76; Acer, 8


172 Metin AYIŞIĞI

İskan edilemeyen arabalı muhacirler için gerekli olan mu-


şambalar, Mısır Hilâl-i Ahmer Cemiyetinden getirtilmiştir.
Onların soğuktan korunması sağlanmıştır. Ancak, İstanbul’a
gelen Muhacirlerin sayısının oldukça fazla olmasından dolayı
arabalı olarak gelen Muhacirlerin Anadolu’ya daimi kalacakla-
rı bölgelere sevk edilmesi sağlanmıştır. İstanbul’a gelen arabalı
Muhacirlerin yerleşim sorunu bu şekilde halledilmeye çalışıl-
mıştır64.

IV- MUHACİRLERE YAPILAN YARDIMLAR

Muhacir kafilelerine Osmanlı topraklarına giriş yaptıkları


andan son sevk mahalline varışlarına kadar, can güvenlikleri-
nin sağlanması, bulaşıcı hastalıklara karşı korunmaları, uygun
hava şartlarının kollanmaları, yiyecek ve içecek ihtiyaçlarının
giderilmesi, demiryolu v.b. nakliye araçlarının ücretsiz ya da
çok düşük ücretlerle tahsis edilmesi gibi desteklerde bulunu-
luyordu. Devlet muhacirleri sefalet içinde bırakılmamaları
için her türlü ihtiyaçlarının karşılanmasına özen göstermiştir.
Bunun için tebligat yayınlamıştır65. Memlekete gelmek için
yollarda perişan ve bakımsız olan Muhacirlerin tedavilerinin
Muhacirin Tahsisatında karşılanması kararlaştırılmış66, bunla-
rın yollarda ve yerleştikleri yerlerde istirahatleri ve bütün ihti-
yaçlarının temini aynı tahsisat kaleminden ödenmiştir.67.

64 Acer, “a.g.t.”, s. 8
65 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Dahiliye Nezareti Emniyet-i
Umumiye Müdürlüğü (DH. EUM. MEM.), D. 52 / 60 , Dahiliye Nezareti
Emniyet-i Umumiye Müdürlüğünden gönderilen vilayetlere gönderilen
tebligat,17 Eylül 1914.
66 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Dahiliye Nezareti Emniyet-i
Umumiye Müdürlüğünden Muhacirin Tahsisat Kalemi, (DH.EUM.
MTK.), D. 47 / 21 16 Eylül 1914.
67 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Dahiliye Nezareti Hukuk Müşavirliği
(DH.HMŞ.), D. 27 / 45 , Dahiliye Nezareti Hukuk Müşavirliğinden
gönderilen Muhacirin Tahsisatına gönderilen tebligat, 12 Eylül 1914.
1912 Balkan Savaşları Sırasında
173
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
Bütün bu gelişmelerden anlaşıldığı gibi devlet toprakla-
rını terk etmek zorunda kalan vatandaşlarının sefalet ve acı
çekmesini önlemek amacıyla gerekli tedbirleri almaya çalış-
mıştır. Ancak Devlet bütçesindeki sıkıntı ve aşırı savaş gider-
leri nedeniyle daha önce yaptığı yardımları kesmek zorunda
kalacaktır68.

A- Geçici İskânlar Sırasında Yapılan Yardımlar


Muhacirlerin ilk yerleşimleri sırasında en çok ihtiyaç
duyduğu yardım barınma konusunda olmuştur. Barınma ihti-
yaçlarının yanında yiyecek ve giyecek maddesi sıkıntısı da baş
göstermiştir. Bu sorunları çözme görevi İstanbul’da Şehremâ-
neti ve İaşe Komisyonu’na verilmiştir. Şehremâneti tarafından
birçok defa ilânla halktan, makbuz karşılığı yatak, yorgan gibi
yatacak, gömlek, elbise gibi giyecek eşya bağışı istenmiştir69.

Rumeli Muhâcirin-i İslâmiye Cemiyeti ise geliri Muhacir-


lerin ihtiyacına kullanılmak üzere, “İane Bileti” adıyla halktan
yardım istemiştir. Bundan başka Şehremâneti, Muhacirlerin
iaşesi için civar fırınlardan ihtiyaç kadar ekmek toplatılarak
dağıtılması konusunda belediye müfettişliklerine emir ver-
miştir. Geliri Muhacirlerin ihtiyaçları için kullanılmak üzere,
Rumeli Muhâcirîn-i İslâmiye Cemiyeti tarafından, yardım
bileti adıyla halkın ekonomik katılımını sağlamıştır. Şehre-
maneti de, belediye müfettişliklerine haber vererek çevrede-
ki fırınlardan ekmek toplattırarak muhacirlere dağıtılmasını
sağlamıştır70.

İstanbul’a gelen muhacirlere komisyon tarafından yev-


miye verilmesine de çalışmıştır. Muhacirin talimatına uygun
olarak, 12 yaşından yukarı olanlar büyük kabul edilerek, bü-
yüklere 100 ve küçüklere 50’şer para verilmesi, ancak aile ile

68 Dündar, “a.g.e.”, s. 181.


69 Arslan, “a.g.t.”, 99
70 Halaçoğlu, “a.g.e.”, s. 79.
174 Metin AYIŞIĞI

birlikte bulunanlara, daha ucuz idare edebileceklerinden, bü-


yüklere iki, küçüklere bir kuruş yevmiye verilmesi kararlaştı-
rılmıştır. Tahmin edilenin üstünde muhacir gelmesi, muhacir-
lere verilen yevmiyenin uzun süre verilmeye devam edilmesini
önlemiştir. Bunun üzerine komisyonca muhacirlere eskiden
olduğu gibi, ekmek verilmesi kararlaştırılmıştır.

Bundan başka Şehremâneti verdiği ilânlarla, halktan, Mu-


hacirlerin sevk ve iaşe masrafının karşılanabilmesi için nakdî
yardımda bulunulmasını istemiştir. Muhacirlerin geçici olarak
yerleştikleri cami, mektep, hâne gibi yerlerin civar sakinleri de
Muhacirlerin sürekli olarak ekmek, yatak, yorgan, lamba gibi
ihtiyaçlarını karşılamışlardır71.

B- Devlet Tarafından Yapılan Yardımlar


1- Arazi, Emlak, İaşe ve Hayvan Temini
Muhacirlerin iskân ve vatandaşlığa geçiş işlemlerinin dü-
zenli bir şekilde yapılabilmesi için 13 Mayıs 1913 tarihinde
yürürlüğe giren Nizamnamenin birinci bölümü Muhacirlerin
kabulüne dair maddeleri içermektedir. Muhacirlerin kabulü-
nün ve nerelere iskân edilecekleri konusunun hükümetin yet-
kisinde olduğu belirtilmekte, bu işlemler hakkında ayrıntılı
bilgi verilmektedir. İskân alanını beğenmeyen Muhacirlerin
ellerinden senet alındıktan sonra kendi imkânlarıyla yerleşebi-
lecekleri ifade edilmektedir. Sevk sırasında güvenliğin sağlan-
ması, yiyecek ihtiyaçlarının karşılanması, salgın hastalıklardan
korunma, ulaşım araçlarından ücretsiz ya da çok düşük ücret-
lerle faydalanmaları arazi tahsisi, bina inşasına katkı, eğitim,
çeşitli muafiyetler gibi birçok alanda yardım yapıldı72.

Nizamname uyarınca muhacirlere yapılacak yardımlar


belirlenmişti. Muhacir kafilelerinin Osmanlı topraklarına giriş
71 Halaçoğlu , “a.g.e.”, s. 79-80.
72 Kaya, “a.g.m.”, s.3-4
1912 Balkan Savaşları Sırasında
175
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
yaptıkları andan, sevk mahallerine varışlarına, bir düzene ka-
vuşmalarına kadar uzun bir zamanı içeriyordu. Sevk sırasında
güvenliğin sağlanması, yiyecek ihtiyaçlarının karşılanması,
salgın hastalıklardan korunma, ulaşım araçlarından ücretsiz
ya da çok düşük ücretlerle faydalanmaları arazi tahsisi, bina
inşasına katkı, eğitim, çeşitli muafiyetler gibi birçok alanda
yardım yapılıyordu.
Çiftçilik yapacak kadar durumları uygun olmayanlara de-
ğişik şekillerde yardım yapılmıştır. İstanbul ahâlisinden veya
muhacirlerden olup, maişetini temin etmekten aciz olanlarla,
şer’an nafaka ve iaşesini temin edecek kimsesi bulunmayanla-
rın, Dârülaceze’ye kabul edilmesi sağlanmıştır73.
Muhacir ve mültecilere yaşamlarını sürdürmeleri için
nakit para yardımı yapıldığı gibi zahire yardımında da bulu-
nuldu. Yardıma muhtaç muhacir ve mültecilere verilen iaşeler
içinde; buğday, arpa, mısır gibi tahılların yanı sıra un ve ek-
mek de yer aldı74.
Muhacirler içerisinde çalışabilecek durumda olanlara ge-
çimlerini sürdürmeleri için Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tarafın-
dan iş bulunduğu da oluyordu. Böylece iş bulan muhacirler
kimseye muhtaç olmadan yaşamlarını sürdüreceği gibi, cemi-
yet, ekonomik bakımdan rahatlayacak ve başka ihtiyaç sahibi
kimselere yardım yapılmasına olanak sağlanacaktı75.
Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, muhacirlerin günlük temel ihti-
yaçlarını karşılayabilmesi için yevmiye dediğimiz günlük belli
bir miktar para dağıtmıştır. Örneğin Gelibolu’daki muhacir-
lere verilen yevmiye miktarı günlük; büyüklere 40, küçükle-
re 20 para idi. Bu paralar Muhâcirîn Komisyonu vasıtasıyla
herkesin gözü önünde ödenmiştir89. Midilli’den gelmiş olup
Ayvacık’ın İlyas Fakı Köyüne yerleşmiş olan üç muhâcirînin
her birine günlük 60 paradan on günlük yevmiyeleri peşin

73 Acer, “a.g.t.”, s. 19
74 Dündar, “a.g.e.” s.181.
75 Cemal Sezer-Ömer Metin, “a.g.t.”, s. 95
176 Metin AYIŞIĞI

verilmiştir90. Cemiyete ait Lazarköyü’ndeki hastanenin kurul-


masında önemli katkıları olan buradaki askeri komutana, mu-
hacirlere verildiği gibi günlük 3 kuruştan beş kişilik ailesi için
15 günlük yevmiye olarak 225 kuruş ödenmiştir.76
Buna ek olarak Yedikule haricindeki barakalarda kalan
3.800 muhacir ile 800 baş hayvanın yiyeceği ile Davud Paşa,
Cerrah Paşa ve Murad Paşa camilerinde ve etrafındaki mescit-
lerde iskân edilen 5.001 muhâcirînin ihtiyaçları karşılanıyordu.
Sultan Ahmed’de 353 ve Sultan Selim’de 348 muhâcirînin iâşesi
sağlanıyordu161. Bu muhacirlerin 23 Aralık 1912 tarihinden
itibaren düzenli olarak yiyecek ihtiyaçları giderilmekte, bunun
için haftada 2.000 lira masraf yapılmaktaydı. İstanbul’un çeşit-
li yerlerine dağılmış olan 14.850 muhacire hergün cemiyetçe
sıcak yemek veriliyordu. Bunun yanında İstanbul’dan başka
vilayetlere giden muhacirlere yol parası ve yiyecek alması için
ayrıca belli bir miktar tahsisat sağlanıyordu163. Cemiyetin
gazetelere 12 Mart 1913 tarihinde verdiği ilanda; muhacirlere
yapılan yardımlarla ilgili olarak geçen haftaki kongrede mu-
hacirlerin ihtiyaçları için 50.000 liralık bir tahsisatın onaylan-
dığı, cami ve mescitlerde kalan muhacirlerin çoğunun Hilâl-i
Ahmer’e kayıtları yapılarak iâşelerinin sağlandığı ve İstanbul’da
bakılan muhacir sayısının 11.245’e ulaştığı ifade ediliyordu164.
Cemiyet, İstanbul’da 89 cami ve mescit, 12 okul, medrese ve
dergâhtaki muhacirlerin ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bu tarihte
cemiyetin ihtiyaçlarını sağladığı muhacirlerin sayısı 15.000’e
yaklaşmıştır77.

2- Muhacirler İçin Aşhâneler Kurulması


Balkan Savaşı sonrasında İstanbul ve Anadolu’ya gelen
on binlerce muhacir, sıtma, frengi ve birçok hastalığı da be-
raberinde getirmiştir. Hastalıklar, göçler, yangınlar ve savaşlar
sonrasında halk oldukça fakirleşmiştir. Pek çoğu İstanbul’da

76 Ocak 1913 itibariyle muhacirlere yapılan nakdi yardımlar için bk. Sezer,
“a.g.t.”, s.34, 41-42
77 Cemal Sezer-Ömer Metin, “a.g.t.”, s.5 2-53
1912 Balkan Savaşları Sırasında
177
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
olmak üzere muhacirlere ve yoksul halka parasız yemek veren
aşhâneler açılmıştır. Hilâl-i Ahmer Cemiyeti masrafı düşüre-
bilmek için, hububat ve birçok gıda maddesini kendisi üret-
miştir. Balığın çok olduğu dönemlerde tuzlaması yapılmış ve
daha sonra halka dağıtılmıştır. Hilâl-i Ahmer Cemiyeti ülke-
nin yoksul düştüğü bu dönemde, Balkan Savaşı muhacirlerine
kucak açarak çok büyük hizmetler gerçekleştirmiştir78.

3- Muhacirler İçin Nakdî Para Yardımında


Bulunulması
Balkanlardan gelen muhacirler içinde dul ve kimsesiz
kadınlar da vardı. Genellikle eşini ya da öteki aile bireyleri-
ni bir şekilde yitirmiş, tek başına kalmış kadınlar kendi bağlı
oldukları muhacir gruplarıyla birlikte karaya ayak bastıkla-
rında, onların daha çok bakıma ve ilgiye gereksinimi oldu-
ğu görüldü. Bu nedenle dul ve kimsesiz kadınların üç aylık
zorunlu iaşe sürecinde Darü’l eytamlara ve Darü’l acezelere
yerleştirilmesi planlandı. Yapılan bir düzenleme ile dul ve
kimsesiz kadınların iaşelerinin kendilerini iaşe edinceye dek
sürdürülmesi kararı verildi79. İskân-ı Aşâir ve Muhacirin Mü-
düriyeti’nin, üzerinde titizlikle durduğu konulardan biri kim-
sesiz kadın, yaşlı ve çocukların refahı idi. Kimsesiz çocukların
iskânları kadar, tahsil ve terbiyelerini de düşünüyordu. Şehit
ve muhacir çocuklarının mahalli darüleytamlarda veya askeri
okullarda eğitim görmeleri tavsiye edildi80.

Bu bakımdan muhacir ve mültecilerden muhtaç olma-


yanlara Devleti’nin mali sıkıntı içerisinde olmasından dolayı
yardım edemediği anlaşılmaktadır. “Aşair ve Muhacirin Mü-
düriyet-i Umumiyesi” tarafından devlet tarafından yapılan

78 Özaydın, a.g.m., s. 695.


79 Kemal Arı, “Mübadele ve Kadın”, Geçmişten Günümüze Şehir ve Kadın,
II, (Ed: Osman Köse), Canik Belediyesi Kültür Yayınları, Samsun, 2016,
s.932.
80 Arslan, “a.g.t.”, s.119-120
178 Metin AYIŞIĞI

yardımlarda ancak muhacir ve mültecilerden muhtaç olma-


yanlara Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu mali sıkıntı se-
bebiyle yardım edilmediği anlaşılmaktadır. Aşair ve Muhacirin
Müdüriyet-i Umumiyesi, devlet tarafından yapılan yardımlar-
da ancak şahsi gayretiyle ailesini geçindiremeyecek durumda
olanlara yardım edilmesine karar verdi81.

Şehremaneti, Muhacirlerin sevk ve iaşesinde kullanılmak


üzere halktan para yardımı talep etmiştir. Bunun üzerine kısa
sürede şehremaneti veznesinde 3323 lira 30 para toplanmıştır.
Mekke-i Mükerreme’deki ileri gelenlerinden bazıları 1556 lira
nakdi yardım bulunmuşlardır. Muhacirlerin geçici olarak yer-
leştikleri cami, medrese, han gibi yerlerde, ekmek, yatak, yor-
gan, yiyecek gibi pek çok ihtiyaçları o bölgede oturan sakinler
tarafından karşılanmaya çalışılmıştır82.

C- Muhacirler İçin Yardım Kuruluşlarının


Faaliyetleri
Sevk sırasında güvenliğin sağlanması, yiyecek ihtiyaçları-
nın karşılanması, salgın hastalıklardan korunma, ulaşım araç-
larından ücretsiz ya da çok düşük ücretlerle faydalanmaları
arazi tahsisi, bina inşasına katkı, eğitim, çeşitli muafiyetler gibi
birçok alanda yardım yapıldı83.

İstanbul’a gelen muhacirlere geçici olarak barınak bulun-


ması en büyük sorunlardan birisi idi. Bir kısım muhacirler
Ayasofya gibi camilerde, semtlerdeki boş okullarda, büyük bi-
nalarda, hatta saraylarda, bir kısmı da boş çiftliklerde yerleşti-
rilmekteydi. Birçok muhacir İstanbul surları önünde yığılmış,
Ayasofya camii bahçesinde birikmiş ve tren istasyonlarında is-
kân edilecekleri yerlere gitmek üzere geleceklerinin ne olacağı-
nı bilmeden ve arkalarında evini, toprağını, canını ve yurdunu
bırakarak bekliyorlardı.

81 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi,


(DH.ŞFR.) D. 93/147
82 Acer, “a.g.t.”, 44
83 Kaya, “a.g.m.”, s.3-4.
1912 Balkan Savaşları Sırasında
179
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
Devlet, belirlenen yerlere iskânı kabul etmeyen muhacir-
lere yardım etmemekte kararlıydı84. Muhacirler hükümetin
gösterdiği mıntıkalarda iskân olmak zorunda idiler. Kendi
paralarıyla arazi satın alarak bir başka mahalde yerleşmek
isteyenlerin herhangi bir başka mahzur olmadığı takdirde ve
daha sonra iskân yardımı talep etmeyeceklerine dair senedi
imzaladıktan sonra, arzu ettikleri yerlere gidebilecekleri mu-
hacir nizamnamesinin 6. maddesinde belirtilmişti85.

Göç sorunun çözümünde devlet kurumlarının yanında


halktan ve sivil toplum teşkilatlarından da önemli yardımlar
sağlanmıştır. Bunlardan biri “Rumeli Muhacirin-i İslami’ye
Cemiyeti” diğeri ise Hilâl-i Ahmer Cemiyetidir.

Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti, Balkan Savaşların çok


mühim hizmetlerde bulundu. 25 Ekim 1912’de Kırklareli boz-
gunundan sonra ordunun geri çekilmesi ile birlikte, Bulgar
asker ve çetelerinin mezaliminden kurtulmak isteyen halk,
her şeylerini terk ederek muhtaç bir halde Anadolu’ya doğ-
ru göçe başladılar. Birkaç gün içinde İstanbul’daki bütün ca-
miler, mescidler ve medreseler muhacirlerle doldu; binlerce
muhacir meydan, sokak ve kale diplerinde yardıma muhtaç
bir halde beklediler. İstanbul’un 15 değişik yerinde 89 cami
ve mescid ile 12 okul, medrese ve dergâha yerleştirilen Muha-
cirlerin yiyecek ve giyecek ihtiyaçları Hilal-i Amerce sağlandı.
Bunların sayısı bir ara on beş bine ulaştı. Bunlardan büyük ço-
ğunluğu Yedikule dışındaki barikatlarda ikamet etmekteydi.
Sultanahmet, Davutpaşa, Cerrahpaşa ve Muratpaşa camileri
ile çevredeki mescid ve evlerde de beş binden fazla muhacirin
iaşesi sağlanıyordu86.

Devletin iskânda uyguladığı temel nokta Muhacirlerin


azami derecede rahat ettirilmesini, onların üretici bir yapıya
kavuşturmaktı. Muhacirlerin geldikleri bölgelerdeki ikilime
84 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Sadâret Mektûbî Kalemi, Nezâret ve
Devâir Yazışmalarına Ait Belgeler (A.MKT. NZD.) D. 358/6
85 Dündar, “a.g.e.” s.178.
86 Mesut Çapa, “Osmanlı Hilal-i Ahmer (Kızılay) Cemiyeti”, Osmanlı
Ansiklopedisi, V, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 135-137.
180 Metin AYIŞIĞI

uyumlu alanlara iskân edilmelerine dikkat edilmekte idi. An-


cak, yoğun göç ve savaş koşulları bunu bazı durumlarda im-
kânsız hale getiriyordu.

1- Halk Tarafından Yapılan Yardımlar

Her fırsatta halk Hilâl-i Ahmer için de yardım toplamak-


taydı. Nitekim İstanbul’dan Anadolu’ya giden bir memurun
ödenmemiş (mütedâhil) maaşlarını Kızılay’a bıraktığı; bir şirket
ile memurları arasında herhangi bir alacak meselesi ihtilâfının
hallinden ortaya çıkan meblağı Kızılay’a bıraktıkları; bahse giren
iki kişinin o bahs uğruna koydukları parayı yine Kızılay’a gön-
derdikleri olağan davranışlardandı. Evlenme merasimlerinde,
sünnet düğünlerinde ve mevlitlerde Kızılay için para toplanıyor-
du. Yeni açılan kahvehane, lokanta, berber dükkânı ve fırın gibi
kazanç yerlerinin ilk günkü gelirleri Kızılay’a bağışlanıyordu. Kı-
zılay dergisinde bu tür haberler verilirken, aynı zamanda halkı
yardıma teşvik gayesinin de güdüldüğü muhakkaktır87.

Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti, İstanbul’a gelen yaralıla-


rın sayılarının fazla olması nedeniyle İstanbul halkından yara-
lılara yardım yapılması konusunda ricada bulunmuştur. Renin
Gazetesi, “yaralı gazilerimize bakmak borcumuzdur” başlığı
altında verdiği haberinde, “Savaş dolayısıyla İstanbul’a birçok
yaralı gelmektedir. Hilal-i Ahmer gece gündüz yaralıların teda-
visi ve iaşesi için çalışmaktadır. Yaralılar için halktan yardım
yapılmasını talep ediyor. Her aile, bir yatak takımı, pantolon ve
fanila gibi bir kat çamaşır verdiği takdirde, yaralıların yaş yerler-
de yatmaktan kurtulacağı yardımların Soğukçeşme’deki Hilal-i
Ahmer depolarına gönderilmesi rica olunur. İstanbul binlerce
yaralıyı bakmak için şeref mücadelesi veriyor” denilmiştir88. Kı-
zılay vasıtasıyla halkın yaptığı yardım miktarının artması söz
konusu olmuştur. Halk doğrudan yardım yapamadığı yerlerde
Kızılay vasıtasıyla bu yardımlarını gerçekleştirmiştir.
87 Mesut, Çapa, Kızılay (Hilâl-i Ahmer) Cemiyeti (1914–1925), Türk
Kızılay Yayınları, Ankara, 2010, s. 70
88 Salim Aydın, Balkanların Acı Yüzü Basın Tarihinde Balkan Savaşları,
Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2013, s.434.
1912 Balkan Savaşları Sırasında
181
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
2- Cemiyetler Tarafından Yapılan Yardımlar

Yardım yapan cemiyetlerden bir diğeri Topkapı Fukarâ-


perver Cemiyeti’dir. Cemiyetten o dönem itibariyle yardım
isteyen 202 aileden ancak 100 ailenin yardıma ihtiyacı olduğu
anlaşıldı ve bunlara yardım olarak; 250 kıyye ekmek, 125 kıy-
ye patates, soğan, tuz, sadeyağ ve her aileye bir miktar yevmiye
ve 1 kuruş gaz ücreti verildi. Cemiyet erzakların boşaltması,
tartılması, dağıtılması ve kayıtlarının tutulması için 300 kuruş
maaş ile bir ambar memuru görevlendirdi. Muhacirlere yar-
dım eden cemiyetler içerisinde Müdafaa-i Milliye Cemiyeti
Hanımlar Şubesini de ifade etmek gerekir. Cemiyet, Hilâl-i
Ahmer’e ve Müdâfaa-i Milliye Cemiyeti’ne yardımlar yaptı.
Yardımlar içersinde yüzük, küpe, bilezik, altın, mücevver gibi
değerli takı ve paralar yer alıyordu89.

Başka bir örnek; Rumeli Muhâcirîn-i İslamiye Cemiye-


ti’dir. Cemiyet, yardım biletleri bastırarak kazanılan paraları
muhacirlere harcadı. İsyanlar ve çeşitli etkenlerle kaybedilen
topraklarda kalan binlerce Türk ve Müslüman ise yaşadıkları
sıkıntılar, gördükleri baskı ve zulümler sebebiyle yurtlarını bı-
rakarak Osmanlı sınırları içerisine doğru göç etmiştir. Muha-
cirlere devlet eliyle komisyonlar kurulmuş ve uygun yerler bu-
lunarak yerleştirilmiştir. Bunun yanında muhacirlerin men-
faatini sağlamak ve sıkıntılarını duyurmak amacıyla yerli ve
yabancı cemiyetler kurulmuştur. Bu cemiyetlerden birisi olan
Rumeli Muhâcirîn-i İslâmiye Cemiyeti, yayın organı Muhacir
gazetesi vasıtasıyla muhacirlerin durumlarını tetkik ederek,
sıkıntı çekenlerin ahvalini anlatmıştır90.

Muafiyet Konusu
Osmanlı Devleti’ne göç etmiş ailelerin yerleşik hayata daha
çabuk geçmeleri için kendilerine sağlanan kolaylıklardan birisi
89 Cemal Sezer-Ömer Metin, “a.g.t.”, 103-105.
90 Berna Çaçan, “Osmanlı Gazeteleri ve Dergileri Işığında Balkan Göçleri”,
Geçmişten Günümüze Göç Sempozyumu Bildiriler, I, (Ed: Osman Köse),
Canik Belediyesi Kültür Yayınları, Samsun, 2017, s.112.
182 Metin AYIŞIĞI

de vergi ve askerlik muafiyetiydi. Rumeli’den gelecek “muhacirler,


hicret tarihlerinden itibaren 6 sene tekâlif-i askeriye ve iskân tarih-
lerinden itibaren 2 sene tekâlif-i maliyeden muaf tutulacaklardı91.

Mali vergiler içinde yer alan bina, arazi, temettü (gelir ver-
gisi), şahsi, ağnam (hayvan vergisi), öşür (mahsul vergisi) ve
gümrük gibi vergilerde indirim yapılması ya da bir süreliğine
bunlardan muaf tutulmaları sağlanarak Muhacirlerin yeni bir
hayat kurmaları kolaylaştırılmaya çalışılmıştı. Muhacir tanı-
nan vergi muafiyetlerinde çeşitli suiistimallere rastlanıyordu.
Vergi ve öşür resminden muaf tutulan muhacirlerden bazıları
ahalinin mahsullerini de kendi mahsulü gibi göstererek vergi
ödemekten kaçmak istemişlerdir. Aile reislerinin olmaması
durumunda ailelerin büyük sıkıntılara düşmesi mümkündü.
Tüm bunları göz önüne alan hükümet, muhacir ailelerin yetiş-
kin erkeklerinin askere alınmalarında muafiyet tanıdı92.

Muhacirlere sağlanan muafiyetlerden başlıcaları malî ve


askerî vergilerden muafiyetti. 1913 tarihli muhacir nizam-
namesine göre, Rumeli’den gelen Muhacirlerin hicret tarih-
lerinden itibaren 6 sene tekâlif-i askeriyye ve 2 sene tekâlif-i
maliyeden muaf tutulmaları kararlaştırılmıştı93. Muafiyetlerin
hicret tarihinden itibaren işletilmesi, muhacirler için sorun ya-
ratacağından bu sürenin iskân tarihinden itibaren başlatılması
uygulamasına geçilmiştir.

D- Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Muhacirlere


Yardımı Konusu
Balkan Savaşı’nda göç eden yüz binlerce kişiye yardım eli-
ni uzatan bir kuruluşta Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’dir.
Cemiyet, muhacirlere aşevi, hastane ve barınaklar yapmıştır.
91 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Dahiliye Nezareti Emniyet-i
Umumiye Müdürlüğü Muhacirin Müdüriyeti (DH. EUM. MH.), D. 60
/29 , Muhacirin Nizamnamesi, 3 Eylül 1913.
92 Dündar, “a.g.e.”, s. 195-198.
93 (BOA.), DH.EUM. MH., D. 60 / 29, Dahiliye Nezareti Emniyet-i
Umumiye Müdürlüğünden Muhacirin Müdüriyetine gönderilen tebliğ, 3
Eylül 1913.
1912 Balkan Savaşları Sırasında
183
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
Erzurum valisi Reşit Paşa’nın Parmakkapı’daki konağı kirala-
narak hastaneye çevrilmiş, içine 100 yatak konarak, 8 Şubat
1913 tarihinde hizmet vermeye başlamıştır. Ayrıca Haseki ka-
dın hastanesinde muhacir kadınlar için bir bölüm ayrılmıştır.
İstanbul Şehremini Cemil Paşa, Sıhhiye Nezareti ve Askerî Tıb-
biye’den aldığı memurlarla iki kişilik ekipler kurmuş ve bunları
Muhacirlerin tedavisi için görevlendirmiştir.94

Perişan bir halde yurda gelen Muhacirlerin yükü büyük


ölçüde devlete kalıyordu. Fakat cemiyetler ve siviller de mu-
hacirlere yardım ederek devletin yükünü hafifletiyorlardı. Bu
cemiyetler arasında en önemlisi 1877’deki Osmanlı ile Sırp
Karadağ arasındaki savaş sonrasında kurulan Osmanlı Hilal-i
Ahmer Cemiyeti’ydi95.
Balkan Savaşlarının başlamasıyla birlikte bölgede yaşayan
Müslüman-Türk topluluğunda tedirgin­lik yaratmıştır. Mezâli-
me uğramak istemeyen Müslüman halk, daha güvende olacağı
yerlere doğru göç etmeye başlamış ve bu göç sırasında birçok
zorluklar yaşamıştır. Binlerce muhacir yanlarında getirebildik-
leri eşyalarıyla aç ve perişan bir halde sokaklardaydı. 10 Nisan
1913 tarihli İkdam Gazetesi ne göre Müslüman muhacir göç
etmiştir4’’1. Yine İkdam Gazetesi’nin 29 Ni­san 1914 tarihli sa-
yısında Kasım 1912’den Mart 1914 tarihine kadar sadece Ma-
kedonya’dan göç eden Muhacirlerin sayısı 242.807’dir. Hatta
Tasvir-i Efkâr Gazetesi’nde bu rakam 300.000’i bulmaktadır96.
McCarthy’e göre; Yunanis­tan, Bulgaristan ve Yugoslavya (Sır-
bistan), Osmanlı topraklarını işgal etme­den önce 1911 yılında
toplam 2.315.293 Müslüman nüfus yaşıyordu. İşgal sürecinin
başlamasıyla nüfusun 1.445.179 yani % 62’si yerlerini terk et-
mek zorunda kalmış, bu sayı içerisinde 812.771 kişi sağlam bir
şekilde göç etmeyi başarmış, 632.408 kişi ise ölmüştür97.
94 Zekeriya Türkmen, “ Balkan Savaşlarında Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin
Osmanlı Ordusuna Yönelik Sağlık Hizmetleri”, Belleten, C. LXVIII, sa: 252,
TTK, Ankara, 2004, s.507
95 Ağanoğlu, “a.g.e.”, s.217.
96 Mehmet Yılmaz, “Balkan Savaşı’ndan Sonra Türkiye’den Yunanistan’a
Rum Göçleri”, Sel­çuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi. S. 10.
Konya 2001, s. 16 vd 19.
97 Ağanoğlu “a.g.e.”, s. 94.
184 Metin AYIŞIĞI

Özellikle Kırklareli mağlubiyetinden sonra İstanbul’a yoğun


bir muhacir akını başlamıştı. Binlerce muhacir yanlarında geti-
rebildikleri eşyalarıyla aç ve perişan bir halde sokaklardaydı. 10
Nisan 1913 tarihli İkdam Gazetesi’ne göre 200.000 Müslüman
muhacir göç etmiştir. Yine İkdam Gazetesi’nin 29 Nisan 1914 ta-
rihli sayısında Kasım 1912’den Mart 1914 tarihine kadar sadece
Makedonya’dan göç eden muhacirlerin sayısı 242.807’dir. Hatta
Tasvir-i Efkâr Gazetesi’nde bu rakam 300.000’i bulmaktadır49.
McCarthy’e göre; Yunanistan, Bulgaristan ve Yugoslavya (Sır-
bistan), Osmanlı topraklarını işgal etmeden önce 1911 yılında
toplam 2.315.293 Müslüman nüfus yaşıyordu. İşgal sürecinin
başlamasıyla nüfusun 1.445.179 yani % 62’si yerlerini terk etmek
zorunda kalmış, bu sayı içerisinde 812.771 kişi sağlam bir şe-
kilde göç etmeyi başarmış, 632.408 kişi ise ölmüştür ve bu sayı
oransal olarak %27’ye karşılık gelmektedir50. Cemal Paşa, ölü
rakamını 500.000 olarak vermektedir98.

Savaş meydanında şehit olan veyahut bugün savaş saha-


sında bulunan subay ailelerinden perişan, muhtaç ve kimsesiz
bir hâlde İstanbul’a hicret eden kadınlarla çocukların imdadına
yetişilmesi düşünüldü. Genel merkez üyelerinden Muallim Dr.
Celâleddin Muhtar Beyefendi büyük bir yardımseverlik eseri
göstererek Haydarpaşa’da yeni inşa ettirdiği on beş daireden
oluşan binasını 1912 Ekim’den sene sonuna kadar bu subay-
ların ailelerine tahsis etti. Buraya felâketzede olan söz konusu
ailelerin yerleştirilmesi Kızılay hanımefendiler kısmı tarafın-
dan üstlenildi99.
10 Ekim 1912 tarihinde toplanan genel merkez heyeti
hemen hastaneler kurup hazırlanmak için teşebbüslerde bu-
lunmaya karar verdi. Henüz bir sene önce kurulmuş olan Kı-
zılay’ın hiçbir hazırlığı, ambarında bir tek yatağı, bir sedyesi,
hatta ambarı bile yoktu. Yapılan başvuru üzerine Soğukçeş-
98 Sezer, Cemal Sezer-Ömer Metin, “a.g.t.”, s. 25-26
99 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, “1911-1913 (1329-1331) Tarihli
Osmanlı Hilâl-i Ahmer Sâlnâmesine Göre Balkan Savaşları Sırasında Hint
Müslüman Halkının Osmanlı’ya Yardımları”, Journal of History and Future,
I, Sayı 1, 2015, 153
1912 Balkan Savaşları Sırasında
185
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
me’de Hazine-i Hassa’ya ait Alayköşkü binasının geçici olarak
Kızılay Ambarı yapılmasına müsaade alındı ve bir taraftan
tam bir faaliyetle eşya ve gereçleri temin edilip biriktirilme-
sine girişildi100.

Osmanlı Hükümeti, muhacirlerden hemşehri ve akrabası


olanlardan onların yanlarına gitmelerini istemiştir. Anado-
lu’ya giden muhacirlerden yolda kalanların ve kimsesiz Mu-
hacirlerin bildirilmesi ve bulundukları yerlerden İstanbul’daki
Sultan Ahmed Camii’ne gönderilmeleri istenmiştir. Muhacir-
lerin mağdur olmamaları için, muhâceret vesika olmadan göç
ettirilmemesi istenmiştir. Muhacirlerden bazılarının resmi
daire ve işyerlerinde istihdam edilmeleriyle hem onların refa-
hı, hem de devlete yük olmamalarına çalışmıştır101.

Muhacirlerin sefaletlerinin azaltılması için Kızılay ha-


nımlar kısmı tarafından da olağanüstü çaba gösterildi. 10.411
muhacire hırka, boyun atkısı, fanila, entari, don, gömlek, ço-
rap, ayakkabı verildiği gibi muhacirler arasında doğum yapan
bütün annelere loğusa takımları da verildi102.

E- Müslümanlar Tarafından Yapılan Dış


Yardımlar
Balkan Savaşları sırasında Hint Müslümanlarının Os-
manlılara yönelik yardım çabaları içinde maddî yardımla-
rın önemli bir yeri vardır. Hıristiyan ülkelerin ortak saldırısı
altında olduğuna inandıkları Osmanlıların savaş sırasında
karsılaşacakları maddî sıkıntılara çözüm olabilmek, savaş-
ta yaşamını yitiren veya sakat kalan askerlerin ve ailelerinin
ihtiyaçlarını karşılayabilmek için Hint Müslümanları yardım
kampanyası başlattılar. Müslümanlar Hindistan’daki Hilâl-i
Ahmer şubeleri veya çeşitli bankalar aracılığıyla Osmanlıla-

100 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, “a.g.e.”, s. 85.


101 Halaçoğlu, “a.g.e.”, s. 81.
102 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, “a.g.e.”, s.160.
186 Metin AYIŞIĞI

ra para yardımında bulunmaya başladılar103. Balkan saldırısını


bir bakıma bir “Haçlı” saldırısı olarak algılayan Hint Müslü-
manları, Balkan devletlerine diğer Avrupa ülkelerinin yardım
ettiklerini düşünüyor ve Müslüman dünyanın da Osmanlıların
en azından tıbbî gereksinimlerinin karşılanması konusunda
elinden geleni yapması gerektiğine inanıyordu104.

Savaş haberinin Hindistan’a ulaşmasıyla birlikte Müslü-


manlar arasında yoğun bir ilginin yanı sıra büyük bir tepkinin
de dışa vurulduğu görülüyordu. Ancak bu defa tepkilerin daha
disiplinli ve organize bir biçimde dışa vurulduğu gözleniyordu.
Aralarındaki ayrılıkları bir kenara bırakıp Osmanlılara destek
vermek konusunda görüş birliği oluşturan Müslüman ulema,
Osmanlıları desteklemenin farz olduğuna ve zekâtın Osman-
lılara gönderilebileceğine dair fetvalar yayınladılar. Müslüman
basının verdiği haberlerle savasın durumu hakkında bilgi sa-
hibi olan Hint Müslümanları, Osmanlılara yardım etme ko-
103 Hasan Taner Kerimoğlu, “Trablusgarp Ve Balkan Savaşları’nda Hint
Müslümanlarının Osmanlı Devleti’ne Yaptıkları Yardımlar”, Türk Dünyası
Đncelemeleri Dergisi / Journal of Turkish World Studies, XII/2 (Kıs 2012), s. 173.
104 Kerimoğlu, “a.g.m”, s.176.
1912 Balkan Savaşları Sırasında
187
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
nusunda çesitli girimlerde bulundular. Comrade gazetesinde
Şevket Ali, Balkan devletlerine karsı savaşmak için gönüllü
birlikler kurulmasını önerirken Hindistan’ın bazı bölgelerinde
Avrupa mallarına karsı boykot uygulanmaya baslandı. Bunun
yanı sıra Hindistan’ın çesitli kentlerinde düzenlenen toplantı-
larda Osmanlı padişahının sağlığı ve ordusunun başarısı için
dualar edilirken yardım toplanmaya başlamıştır105.

Mısır ve Hindistan gibi eyalet ve sömürgelerden gelen


yardımlar çoğunlukla insani yardımlardan ibaretti. Bu yar-
dımlar muhacir denizinde boğulan devletin harcamalarını
karşılayıp rahatlatmaktan uzak olsa da, insani olarak ve moral
değer olarak önem taşımaktadır. Yine yardım yapanların ara-
sında ilginç isimler de vardı. Mısır Hidivi’nin annesi 300 İngi-
liz lirası, Prens Hilmi Kamil Paşa’nın eşi Prenses Melek Hanım
ise 5 büyük sandık içinde 700 takım eşya yardımı yaptı. Yine
1800 lirası Hindistan’dan Emir Ali olmak üzere çoğunluğu
Hindistan ve Mısır’dan toplam 4212 İngiliz Lirası muhacirlere
yardım olarak gönderildi.106.

Ülke dışından gelen yardımların başında Mısır Hidivi’nin


validesi ve kardeşi Mehmet Ali Paşa’nın himayesinde kurulan
Mısır Hilâl-i Ahmer Cemiyeti gelmektedir. Cemiyetin Balkan
Savaşları sırasında yaralı Osmanlı askerlerinin ve Muhacir-
lerin tedavilerinin sağlanmasında önemli yardımları oldu.
Mısır’dan tam donanımlı bir sıhhiye heyeti, İstanbul’a gelerek
muhacirler için Yedikule’de 52 yataklı bir hastaneyi 21 Şubat
1913 tarihinde açtı. Hastanede 2 doktor, 2 eczacı, 2 erkek ve
1 kadın hastabakıcı ile 2 hademeden oluşan sağlık personeli
vardı107.

Bir başka yardım faaliyeti İngiltere’deki Müslüman Hint-


lilerin meydana getirdiği Umum Hint Cemiyet-i İttihadiye-i
İslâmiyesi tarafından İngiltere ve Hindistan’da Osmanlılara

105 Kerimoğlu, “a.g.m”, s. 169


106 Ağanoğlu, “a.g.e.” s. 220-222.
107 Cemal Sezer-Ömer Metin, “a.g.t.”, s.106-107.
188 Metin AYIŞIĞI

yardım için kampanya başlatıldı. Hint Müslümanlarının Bal-


kan Savaşları sebebiyle Osmanlı ülkesine yaptıkları yardımla-
rın ana gövdesini Hilâl-i Ahmer, yani Kızılay yardımları mey-
dana getirir. Bu yardımların daha çok para, sağlık heyeti ve
ekipmanları olmuştur108.

Yapılan yardımlar özellikle o ülkede yaşayan Müslümanlar


tarafından yapılmıştı109. Bununla birlikte İngiltere hükümeti-
nin yapılan yardımlara özellikle Hindistan’dan gönderilen yar-
dımlara engel olmaya çalıştığı da anlaşılıyordu. Bundan dolayı
Osmanlı 4 Kasım 1912 tarihi itibariyle hükümeti Hindistan’dan
gelen yardımların engellenmemesi adına İngiltere Hüküme-
ti’yle temasa geçmiştir110.

1- Mısır Hilâl-i Ahmer Cemiyeti


Mısır Hidivinin annesinin himayesinde kurulan cemiyet,
Balkan Savaşı’dan Osmanlı’ya sığınan Muhacirlerin yaralarını
sarmak için oldukça büyük yardımlarda bulunmuştur. Cemi-
yet nakdî yardımlarının yanı sıra, sağlık hizmetlerinde muha-
cirlere yardımda bulunmuştur. Bulaşıcı hastalıklarla yapılan
mücadelede, Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin kurduğu
hastanelerde sağlık hizmetleri vermiştir.

Mısır Hilal-i Ahmer Cemiyeti de göçmeler için Yediku-


le’de 52 yataklık bir hastane kurmuştur. Ayrıca yine aynı ce-
miyet, Rumeli’den gelen Bahri Ahmer Vapuru ile hizmet ver-
miştir.111 Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyet, Darülfünun’un tatil
edilmesiyle, burada muhacirler için sağlık hizmetleri vermeye
başlamıştır.112

108 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, “a.g.e.”, s.104


109 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, “a.g.e.”, s.116
110 BOA., BEO, nr. 308060
111 Türkmen, “a.g.m”,, s.513.
112 Acer, “a.g.t”, 27-28
1912 Balkan Savaşları Sırasında
189
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
2- Hindistan Hilâl-i Ahmer Cemiyeti
Haydarpaşa Askerî Hastanesinde ve Ömerli’deki hastane-
lerde çalışan cemiyetin elemanlarının masraflarını, Londra’da
tahsilde bulunan yardımsever Hintli zenginler karşılamıştır.
Hindistan’da Bombay şehri Cevâmi Nâzırlarından oluşan bir
heyet, topladıkları yardımlarla İstanbul’a gelmişlerdir. Osman-
lı Dârülfünûn Hastanesindeki, 100 yatağın tedavi masraflarını
üstlenmişlerdir. Daha sonra, Çatalca civarında Ömerli’de 100
yataklı seyyar hastane kuran 28 kişilik ekip, fahri olarak sağ-
lık hizmeti vermişlerdir. Hint sıhhiyesinin kurduğu hastaneyi
pek çok ümera ve zabitan ziyaret ederek, buradaki özel deftere
takdirlerini bildiren yazılar yazmışlardır113.

F- Balkan Savaşı Sırasında Sâlib-i Ahmer


Cemiyetlerinin Yaptığı Yardımlar
Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, Balkan Savaşı sırasında
yardım amaçlı pek çok ülkeden gelen Hilâl-i ve Sâlib-i Ahmer
Cemiyetlerinin yardımlarını koordine ederek bir düzen içeri-
sinde ulaşmaları gereken yerlere götürmüştür.

Çadır ve malzemesi olan yabancı cemiyetler, savaş ala-


nına yakın bölgelere seyyar hastaneler kurmuş, diğerleri ise
İstanbul’daki hastanelerde hizmet vererek yardımcı olmaya
çalışmıştır114.

Balkan Savaşı sırasında Türkiye’ye gelen muhacirlere yar-


dım konusunda, Hıristiyan yardım cemiyetleri de sessiz kal-
mamıştır. Osmanlı Devleti bir anda topraklarına akın eden
muhacirlere yardım edebilmek için yabancılardan gelen yar-
dımları da kabul etmiştir. Çünkü devlet, bu çok sayıda gelen
insan seli karşısında çok da hazırlıklı değildi.
113 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, “a.g.e”, s. 134
114 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, aynı yer
190 Metin AYIŞIĞI

Bu bağlamda diğer Sâlib-i Ahmer Cemiyetleri de dev-


reye girmiştir. Bunlardan “Romanya Sâlib-i Ahmer Heyet-i
Sıhhiyesi” bir seyyar hastaneyi İstanbul’a göndermiştir115.
“Alman Sâlib-i Ahmer Heyet-i Sıhhiyesi” Gümüşsuyu Has-
tanesinde iki tabibi ile hizmet etmiştir. Heyet İstanbul Alman
tebası yardımseverlerinden oluşuyordu116. İngiliz Sâlib-i Ah-
mer Heyet-i Sıhhiyesi” 12 tabib, 11 asistan ve 43 hastabakı-
cı ile Major Villi ile Madam Villi’nin yönetiminde, 4 Kasım
1912’de İstanbul’a gelmiştir. Bu heyetten olan Dr. Anderson
Çatalca civarında Alibey Çiftliğinde bir hastane kurmuştur.
Yine aynı heyetten Dr. Hurt başkanlığında diğer bir grup da
Beykoz’da bir hastane kurmuştur. İngiliz heyeti, kolerayla
mücadele edebilmek için, Ayastefanos’ta bir kolera hastanesi
kurmuştur117.

“Belçika Sâlib-i Ahmer Heyet-i Sıhhiyesi” Balkan Sava-


şı ilan edildikten sonra Prof. Depaj başkanlığındaki Belçika
Heyeti, hastaneye çevrilmiş olan Taşkışla’da bir kısım hasta-
ların tedavisini mütarekeye kadar sürdürmüşlerdir. Buradaki
hastanede Depaj’ın ve eşinin yaptığı yardımlar, hastaların iyi-
leşmesine oldukça çok katkıda bulunmuştur118. “İsveç Sâlib-i
Ahmer Heyet-i Sıhhiyesi” Harbiye Mektebi Hastanesindeki
bir koğuşun tedavisini üstlenmiştir. Savaş bitene kadar bu he-
yet, burada kalmıştır119. “Amerikan Sâlib-i Ahmer Heyeti”
Taşkışla Hastanesinde çalışmış olan Amerikan Heyeti, 112
yatakta 320 adet hastaya bakmıştır. Bu heyetten başka Ameri-
kalı Dr. Duvet ve eşi ile beş hastabakıcı kadın Hilâl-i Ahmer
Vefa Hastanesinde hizmetlerde bulunmuşladır120. “Hollanda
Sâlib-i Ahmer Heyeti” İstanbul gelmiş, hastaneye çevrilen
Harbiye Mektebi Hastanesinde 100 yataklı bir kısmın bakı-
mına başlamışlardır. 165 yaralı ve 20 hastaya bakan bu heyet,

115 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, s.135


116 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, “a.g.e”, s.137
117 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, “a.g.e”, s.136, 433
118 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, “a.g.e”, s. 138-139
119 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, “a.g.e”, s. 139
120 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, “a.g.e”, s.141
1912 Balkan Savaşları Sırasında
191
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
savaş bitene kadar sağlık hizmetleri vermeye devam etmiş-
tir121. “Fransız Sâlib-i Ahmer Heyetleri” Fransa Hükümeti-
nin İstanbul elçisi olup Etfal Hastanesinde, Teşvikiye Hasta-
nelerinde ve Harbiye Mektebi Hastanesinde sağlık hizmetleri
veren ekibin başkanlığını yapmıştır122. “Rus Sâlib-i Ahmer
Sıhhiyyesi” St. Nikola Hastanesinde görev yapmıştır. Burada
gelen muhacirlere ve hastalara hizmet vermişlerdir123.

Balkan Savaşlarının başlamasıyla İstanbul’a gelen yaralı


ve hasta asker sayısındaki artışla mevcut sağlık kurumları-
nın yetersiz kalması üzerine Hilâl-i Ahmer cemiyetlerinin
yanı sıra yabancı Kızılhaç teşkilatları da sağlık heyetleriyle
yardım faaliyetlerinde bulunmuştur124. Balkan Savaşlarının
başlamasıyla İstanbul’a gelen yaralı ve hasta asker sayısında-
ki artışla mevcut sağlık kurumlarının yetersiz kalması üze-
rine Hilâl-i Ahmer cemiyetlerinin yanı sıra yabancı Kızılhaç
teşkilatları da sağlık heyetleriyle yardım faaliyetlerinde bu-
lunmuştur125.

G- Gayr-i Müslimler Tarafından Yapılan Dış


Yardımlar
Gayr-i Müslim vatandaşlar tarafından gerçekten samimi
bir şekilde yardım yapan kimseler de vardı. Bunlardan Baron
Glokher Ankensen Hanım Balkan Harbi’nde yaşanan traje-
diyi gördü. Hilal-i Ahmer için yardım toplama için harekete
geçti. Bu hizmeti dolayısıyla Balkan Harbi’nde hastanelerde de
hizmet ettiği ve büyük yararlılıklar sergilediği için Çilingiryan
Hanım’a Hilâl-i Ahmer madalyası verildi126.

121 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, aynı yer


122 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, s. 141-142
123 Ahmet Zeki İzgöer-Ramazan Tuğ, s. 143
124 Cemal Sezer- Ömer Metin, “a.g.e”, s.239
125 Cemal Sezer- Ömer Metin, aynı yer
126 BOA, MV, 241/282, 9 Şubat 1916
192 Metin AYIŞIĞI

V- MUHACİRLERİN KARŞILAŞTIĞI SO-


RUNLAR
Göç esnasında ve sonrasında muhacirler birçok sorunla
karşı karşıya kalmaktaydılar. Bu sorunlar arasında beraberle-
rinde getirdikleri hayvanların durumu gösterilebilir. Hayvan-
ların kasap esnafına ulaşmadan bazı muhtekirler tarafından
ellerinden ucuz fiyata alınmasıydı. Muhtekirler düşük fiyatla
hayvanları satın aldığından muhacirler aleyhine zarara yol aç-
maktaydılar. Bu konuda yerel yöneticiler uyarılarak Zilkade
1330 sonlarında (Kasım 1912 başları) gerekli hassasiyetin gös-
terilmesi istendi127.

Salgın hastalıklar Muhacirlerin derinden etkilendiği so-


runlardandı. Tekfurdağı (Tekirdağ) çevresinde görülen kolera
sebebiyle burada bekleyen Muhacirlerin zaman geçirilmeden
sevkleri gerekiyordu. Nisan 1913’de artan kolera salgını karşı-
sında Muhacirlerin aşılanması ve bu konuda yerel yöneticilerin
gözetiminde sıhhiye komisyonlarının kurulması isteniyordu.40
Salgınlar bazen de bölgede başlayıp, iskân edilen muhacirlere
de bulaşmaktaydı. İzmir ve çevresinde baş gösteren kolera Se-
lanik’ten deniz yoluyla gelen muhacirlere de sirayet etmişti128

Muhacirler tahaffuzhanelerde salgın hastalıklara karşı gö-


zetim altında tutulmaktaydılar. Liman şehirlerinde bu tahaf-
fuzhaneler bulunmaktaydı. Gözetim sonunda hastalık bulun-
mayanlar sevk işlemine tabi tutulmaktaydılar. Salgın hastalıkla-
rın daha da artmasıyla daha sıkı tedbirlerin alınması gündeme
geldi. Rumeli’den gelecek tüm Muhacirlerin aşılanması ve mu-
hacir olmayan diğer yolcularından bundan istisna tutulmama-
sına dair Zilhicce 1332 başında (Ekim 1914 ortaları) genel bir
emir yayınlandı.43 Göç yolunda ölen birçok hasta sağlık ku-
rallarına dikkat edilmeden gömülmekteydi. Koleradan başka
dizanteri de sık görülen salgın hastalıklar arasında idi. Hilal-ı

127 Kaya, “a.g.m.”, s.8


128 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Siyasî Kısım Belgeleri Siyasi Kısım
Belgeleri, (HR.SYS), D. 2029/ 10
1912 Balkan Savaşları Sırasında
193
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
Ahmer Cemiyeti salgın hastalıkların önlenmesi konusunda
görevlendirdiği sağlık personeli ile önlemler almaya çalıştı129.

Muhacirler tahaffuzhanelerde salgın hastalıklara kar-


şı gözetim altında tutulmaktaydılar. Liman şehirlerinde bu
tahaffuzhaneler bulunmaktaydı. Gözetim sonunda hastalık
bulunmayanlar sevk işlemine tabi tutulmaktaydılar.130 Sal-
gın hastalıkların iyice yaygınlaşmasıyla daha sıkı tedbirlerin
alınması gündeme geldi. Rumeli’den gelecek tüm muhacirle-
rin aşılanması ve muhacir olmayan diğer yolcularından bun-
dan istisna tutulmamasına dair genel bir emir yayınlandı.131
Göç esnasında ve sonrasında muhacirler birçok sorunla karşı
karşıya kalmaktaydılar. Bu sorunlar arasında beraberlerinde
getirdikleri hayvanların durumu gösterilebilir. Hayvanların
kasap esnafına ulaşmadan bazı muhtekirler tarafından el-
lerinden ucuz fiyata alınmasıydı. Muhtekirler düşük fiyatla
hayvanları satın aldığından muhacirler aleyhine zarara yol
açmaktaydılar. Bu konuda yerel yöneticiler uyarılarak gerekli
hassasiyetin gösterilmesi istendi.132

A- Yerleşik Halkın Muhacirlerden Şikayetleri


ve Sosyal Uyum Sorunu
Osmanlı Devleti’nin yerli ahalisi ile muhacirler arasında
hata ve suçlardan kaynaklanan sorunlar görülmüştür. Devle-
tin yüz binleri bulan muhacirlerle hazırlıksız bir şekilde kar-
şılaşması alınacak tedbirleri geciktirmiştir. Bu kadar kalabalık
topluluk ile geldikleri yerlerin ahalisi arasında bir takım so-
runların çıkması da kaçınılmazdı.

Muhacirler, yerleştikleri yerlerde sosyal çevreye uyum


sağlamakta zorluk çekmişlerdi. Her ne kadar aynı dinsel ina-
129 Kaya, s. 8
130 BOA, DH. İD, D. 164-2/1, 21 Haziran 1913
131 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), DH. Dahiliye Nezareti Hukuk
Müsavirliği Belgeleri, (HMŞ), D. 11/26 21 Ekim 1914
132 BOA, Bâb-ı Ali Evrak Odası (BEO) Dosya Numarası 308252, 8 Kasım
1912
194 Metin AYIŞIĞI

nıştan, aynı etnik kökenden gelseler de, yüzyıllardan beri Ru-


meli’de farklı kültürlerle yoğrulan bu insanların Anadolu insa-
nıyla birden bire kaynaşması beklenemezdi. Balkan Savaşları
sonrasında içine düşülen durum bu insanlara ağır gelmiş ve
kabul edilmekte zorluk çekilmişti. İtilip kakılmak, insan yeri-
ne konmamak ve en nihayetinde adına azınlık denilen ikinci
sınıf bir statüyü kabul etmek onlara zor gelmiş ve çözümü göç
etmekte bulmuşlardı. Devletin on binlerce muhaciri bir anda
iskân etmesi mümkün değildi. Bu nedenle muhacirler bir süre
camiler, boş çiftlikler, sur dipleri, barakalar, boş araziler gibi
geçici iskân yerlerinde tutuldu. Sosyokültürel çatışmalar ve so-
runlar da ilk olarak buralarda başladı.

Muhacirlerin yerli halka verdikleri zararlar yanında, ba-


zen kendileri de aldatılıyor, soyuluyor, iaşe konusunda haksız-
lıkla karşılaşıyor ve sair diğer zararlara uğruyorlardı. Tarihin
her döneminde, her coğrafyada ortaya çıkacak fırsatçılar ve
hırsızlar bu dönemde de faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Bun-
ların yanında muhacirlere tanınan muafiyet ve yardımları kıs-
kanan yerli halktan bazılarının Muhacirlerin aleyhinde tavır
koydukları da görülmüştür.

Balkan Harbi’nin karışıklığı ve düzensizliği ile bazı Mu-


hacirlerin saflığı ve çaresizliğinden istifade eden hırsızların,
Muhacirlerin para, mal ve hayvanlarını çalmaları yine bu dö-
nemde görülen olumsuz olaylardandır. İstanbul’da birtakım
dolandırı­cıların muhacirleri Sirkeci’deki pis hanlara götürüp
acımasızca soyduklarını dönemin gazetelerinden öğrenmek-
teyiz.133

Bu arada Muhacirlerin İstanbul’a dolmasıyla bazı vurgun-


cu ve fırsatçıların çıktığı da olmuştur. Muhacirler daha Yedi-
kule Surları’na yaklaşır yaklaşmaz, bazı kasaplar: “İstanbul’da
ot ve arpa bulamazsınız. Hayvanlarınızı satınız, zira açlıktan
ölecek­ler” diyerek Muhacirlerin elindeki tek sermayeleri olan
hayvan­larını çok ucuza almışlardır. Bu durumun gazetelere
133 Halaçoğlu, “a.g.e.”, s. 90
1912 Balkan Savaşları Sırasında
195
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
yansıma­sıyla Devlet ve Şehremaneti gereken tedbirleri almış,.
Muhacirlerin hayvanlarını satmamaları için ot ve saman teda-
rikine çalışmışlardır134. Bu da basının gerektiğinde çok etkili
haberlerle devleti yönlendirip kamu yararına büyük işler ya-
pabileceğini göstermektedir.

VI- MUHACİRLERİN EĞİTİM MESELESİ


Büyük bir savaşın ardından, İstanbul ve diğer ilere göç
eden Rumeli Muhacirlerinin bir diğer karşılaştığı sorun da
çocukların eğitim işiydi. İstanbul ve diğer bazı illerde bu me-
sele, mekteplerin belirli sayıda muhaciri, okullarına kabulüyle
halledilme yoluna gidilmiştir. Özellikle Sultanahmet Sanayi
Mektebi, Bursa Sanayi Mektebi, Bursa Mektebi Sultanisi ve
Balıkesir Mektebi Sultanisi bu okulların başında gelenlerin-
dendi.

Devletin içinde bulunduğu kötü duruma rağmen yine de


Muhacirlerin eğitim sorunlarıyla yakından ilgilendiği anlaşıl-
maktadır. Devlet, ilgili birimlere, sanayi mekteplerine kabul
olunacak talebeden yüzde otuzunun Balkan Harbi üzerine İs-
tanbul’a gelen muhacir çocuklardan seçilmesini bildirmiştir.135
Bunların yanısıra İstanbul’da bulunan kimsesiz muhacir kız
çocuklarının da Darüşşafaka’ya kabul edilmesini istemiştir.
Küçük ve henüz okula başlama yaşı gelmemiş olan çocuklar-
dan öksüz ve yetim olanların tamamı Darülacezeye sevk edil-
miş, 8 ufak çocuk için de süt nine tahsis olunmuştur. Ayrıca
kız çocukların, evlatlık bahanesiyle hizmetçilikle alıkoyulma-
larına kesinlikle izin verilmeyecekleri belirtilmiştir.136 Böylece
muhacir şehit ve fakir çocuklar devlet tarafından unutulma-
mış ve alınması gerekn her tedbir alınmaya çalışılmıştır.

134 Ağanoğlu, “a.g.e.”, s. 238


135 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Umûr-ı Mahalliye-i Vilâyât
Müdüriyeti Belgeleri, (UMVM), D. 32/143, 16 Ağustos 1915 Acer, a.g.t., s. 20
136 Acer, “a.g.t.”, s. 37
196 Metin AYIŞIĞI

Dâhiliye Nezareti ve ilgili vilayetler arasındaki yazışma-


larda okullardaki yer sorunu ve tahsisat eksikliği yüzünden
öğrenci kabul edilemeyeceği gibi cevaplar da yer almaktadır.
Bütün olumsuzluklara rağmen üst makamlar hiçbir muhacir
öğrencinin açıkta kalmaması için emirler vermekte ve yerel
makamlara nazaran meseleyi sahiplenme yönünde daha gay-
retli ve gerçekçi yaklaşımlar sergilemekteydi137.

Muhacir öğrencilerin eğitimine yardımcı olunmasının bir


hükümet politikası haline gelmişti. Öğrencilerden para alınma-
ması muhacirlere ve eğitimlerine devletin duyarsız kalmadığı-
nın bir göstergesidir. Meclis-i Vükela 26 Mart 1913’te aldığı bir
karar gereği rüştiye ve 5 senelik gündüzlü idadiyelerinden dip-
loma alarak yedi senelik idadiye sultani mekteplerine girmeğe
hak kazanmış oldukları halde, muhacereten İstanbul’a gelmiş
olan fakir öğrencilerin idadi ve sultani okullarına parasız yatılı
olarak kayıt ve kabullerini uygun görmüştür. Balkan Harbi es-
nasında savaş bölgesinden gelip, yatılı mekteplere geçici olarak
yerleştirilen ve ücret vermeye durumu olmayan kimi babasız,
kiminin ailesi kayıp muhacir öğrencilerin öğrenimlerinin ke-
silmesinin uygun olmadığı ve borçlarının yok sayılmasına da
karar verilmiştir138.

Göç nedeniyle öğrenci sayısının artması üzerine hükümet,


Rumeli’nden gelen öğretmenlerden de faydalanmayı düşündü.
Bu öğretmenler Anadolu vilayetlerindeki mekteplere naklen
tayin edilmişlerdir139.

Ayrıca İstanbul’da bulunan kimsesiz muhacir kızları Da-


rüşşafaka himayesine alınmıştı. Devlet bu gibi okullara özellikle
kızları da alarak kızların eğitimine verdiği önemi göstermiştir.
Tophane kışlasındaki muhacir çocuklarına elbise ve diğer yar­
dımların yanında elifba ve kitap yardımında bulunulmuştur.
Özellikle kızların halıcılık öğrenmeleri, erkeklerin ise daha çok

137 Ağanoğlu , “a.g.e.”, s. 240.


138 Ağanoğlu, “a.g.e.”, s. 244.
139 Halaçoğlu, “a.g.e.”, s. 89.
1912 Balkan Savaşları Sırasında
197
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
bir meslek öğretimine dayalı sanayi mekteplerine sevk edil-
melerini değerlendirecek olursak devletin muhacir ço­cukla-
rının iş güç sahibi olup üretici duruma daha kolay geçme­leri
noktasını bir politika haline getirdiğini söyleyebiliriz140.

Muhacir öğrencilerin eğitimine yardımcı olunmasının


bir hükümet politikası haline geldiğini ilgili Bakanlar Ku-
rulu karar­larına bakarak söyleyebiliriz. Bu noktada özellikle
öğrencilerden para alınmaması devlet açısından muhacirle-
re gösterilen kolay­lığın bir göstergesidir. Bakanlar Kurulu 26
Mart 1913’te aldığı bir karar gereği rüştiye ve 5 senelik gün-
düzlü idadiyelerinden diploma alarak yedi senelik idadiye
sultani mekteplerine girme­ğe hak kazanmış oldukları halde,
muhacereten İstanbul’a gelmiş olan fakir öğrencilerin idadi ve
sultani okullarına parasız yatılı olarak kayıt ve kabullerini uy-
gun görmüştür141.

VII- MUHACİRLERİN SAĞLIK SORUNLARI


VE BULAŞICI HASTALIKLAR
Savaş sırasında 25.000 hasta ve yaralı asker tedavi edilmiş-
tir”. Cemiyet askerlerin yanı sıra muhacirlerle de ilgilen­miştir.
İstanbul’a gelen muhacirler Sirkeci İskelesi’nde karşılanmış,
daha sonra Sultan Ahmed, Ayasofya, Yeni Camii gibi yerlere
yerleştirilmiş ve bunların ih­tiyaçlarının giderilmesinde cemi-
yetten yardım istenmiştir. Cemiyet, muhacirler için uDarphâ-
ne Muhacir Nisâ Hastahanesi”ni açmıştır. Cemiyet, muhacirler
için uDarphâne Muhacir Nisâ Hastahanesi”ni açmıştır142. Yine
cemiyet, Gülhane, Çinili Köşk, Paşabahçe, Şemsi Paşa, Tunus-
lu, Humbarahane, Sirkeci ve Takyüddin Paşa hastanelerini
kurup, idaresini başkalarına devretmiştir143.

140 Ağanoğlu, “a.g.e.”, s. 243–244


141 Ağanoğlu, “a.g.e.”, s. 244
142 Nedim, İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri, T.T.K. Basımevi,
Ankara 1999, s. 78
143 İpek., “a.g.e.”, s. 96.
198 Metin AYIŞIĞI

Muhacirlerin en önemli sorunu olan iskan sorunu halle-


dilmeye çalışılırken, oldukça önemli olan yeni bir sorun ortaya
çıkacaktır ki, o da sağlık sorunudur. Çok sayıda muhacirin ge-
çici olarak yerleştirildikleri cami, boş han ve haneler ilaçlana-
rak salgın hastalıkların önüne geçilmeye çalışılmıştır. Balkan
Harbinin çıkışından sonra olumsuz hava koşulları, uzun ve
çileli geçen yolculuk nedeniyle muhacirler yollarda birçok teh-
likeyle karşı karşıya kalmıştı. Bu tehlikelerin en önemlilerden
birisi de bulaşıcı hastalıklara yakalanmaktı. Kolera bu hastalık-
ların en tehlikeli ve ölümcül olanıydı. Koleralı hastalar kafileler
halinde Kızılay hastanelerine ve Yeşilköy’e taşınmaktaydı144

Muhacirler, Osmanlı topraklarına hasta, aç ve parasız, acı-


nacak bir durumda hayatlarını bile zor kurtararak gelmişlerdi.
Devam eden savaş nedeniyle doğal olarak Muhacirlerin sağlık
kurallarına dikkat etmeleri beklenemezdi145. Kırklareli’den yola
çıkan Muhacir kafilelerinin İstanbul’a ulaşmaları günler süren
yolculuklardan sonra gerçekleşmiştir. Çocuklar ve kadınlar
yolculuk sırasında aç kalmıştır146. İstanbul Şehremini Cemil
Topuz Muhacirlerin durumunu şöyle anlatmaktadır: “ Muha-
rebenin ilanından sonra şehrimize muhacirler gelmeye başlamış-
tı. Ama ne geliş... Hepsi sefil ve perişan halde. Aç ve çıplak Sirke-
ci’ye çıkartılıyorlardı. Anadolu’ya bölük bölük gönderilmelerine
rağmen İstanbul’da 40–50 bin hasta ve bakımsız muhacirin bu-
lunmasının önü alınamıyordu.” 147.
Rumeli’den başlayan göç esnasında Muhacirlerin geçtiği
yollar üzerinde koleradan ölen birçok hasta sağlık kurallarına
fazla dikkat edilmeden defnedilmek zorunda kalmıştı. Mezar-
ların üzerine yeterince kireç bile atılamıyordu148. Dolayısıyla
bu koşullarda Muhacirlerin hasta olmaması gibi bir durum söz
konusu değildir. Çerkesköy’den gelen muhacirlerde ve yaralı
askerler arasında koleranın yanı sıra dizanteri vakalarına rast-
144 Arslan, 130–131
145 Halaçoğlu, “a.g.e.”, s. 94.
146 Arslan, “a.g.t.”, s. 131
147 Halaçoğlu, “a.g.e.”, s. 94-95.
148 Arslan, “a.g.t.”, s. 131
1912 Balkan Savaşları Sırasında
199
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
lanmıştır. Bu konudan Başkumandanlığın haberdar edilerek
ordunun acil tedbir alması noktasında uyarılması Dâhiliye
Nezareti’ne bildirilmiştir149.

Muhacirleri sağlık durumuyla doktorlar ve Hilâl-i Ahmer


Cemiyeti yakından ilgilenmiştir. İlk olarak muhacirleri hayat
şartlarının düzeltilmesine çalışılarak iki seyyar tabip tayin
edildi. Muhacir Hastaneleri ve Muhacirin Hastaneleri kurul-
du150. Muhacir Hastanesi, Parmakkapı’daki Reşit Paşa Konağı
kiralanarak bütün ihtiyaçları karşılandıktan sonra, 8 Şubat
1913 tarihinde açılmıştır151.

Muhacirler arasındaki bulaşıcı hastalıklarda koleradan


sonra görülen en fazla vaka çiçek hastalığı idi. Savaşın he-
men başında İstanbul’a akın eden Muhacirlerin toplu olarak
geçici iskâna tabi tutuldukları Yedikule Surları haricindeki
barakalarda bu hastalığın görülmesi üzerine, Osmanlı Hilâl-i
Ahmer Cemiyeti aşılama çalışmalarına başlamıştı152. Bilhassa
149 Ağanoğlu , “a.g.e.”, s. 246.
150 Halaçoğlu, “a.g.e.”, s. 95
151 Ağanoğlu, “a.g.e.”, s. 251.
152 Ağanoğlu, aynı yer
200 Metin AYIŞIĞI

yaz mevsiminin yaklaşmasıyla 27 Ağustos 1913 tarihi itiba-


riyle muhacirlerin iskân mahallerinde koleraya karşı adeta bir
aşı kampanyası başlatıldı153.

A- Muhacirler Arasındaki Bulaşıcı Hastalıklar:

Salgın hastalıkların bu kadar geniş bir alana yayılmasında,


balkan savaşı sırasında göç ederek İstanbul’a oradan da diğer
vilayetlere gelen muhacirler etkili olmuşlardır. Muhacirler,
geldikleri yerlerdeki bulaşıcı hastalıklar ile, geçmiş oldukları
güzergahlardan aldıkları virüsleri yerleşim bölgelerine taşı-
mışlardır. Hilâl-i Ahmer Cemiyeti salgın hastalıklarla hemen
her bölgede mücadele ederek, daha da yayılmasını önlemiştir.

1- Kolera

Osmanlı ordusu Balkan Savaşı’nda geri çekilince, kolera


salgını başlamış ve hızla yayılmıştır. On binlerce kişi bu salgın-
dan etkilenmiştir. Rumeli’ye gönderilmek üzere Anadolu’dan
gelen askerler birkaç günlüğüne İstanbul’da Kartal ve civarında
bekletilince, buradaki askerler de koleradan etkilenmişlerdir.
Şehremini Dr.Cemil Topuzlu Paşa154, hastalığın yayılmasını
önlemek için bu sevkıyatın durdurulmasını istemişse de, as-
kerler karadan ve denizden Hadımköy’e gönderilince kolera
yayılmıştır. İstanbul’da kolera salgını nedeniyle hastanelerde
kapasitelerinin üzerinde hasta yatırılmıştır. Balkan muhacir-
leri de tam bu dönemde gelmiş, İstanbul’a ve diğer Anadolu
vilayetlerine yerleştirilmişlerdir. Salgın muhacirler arasında da
yayılmıştır. Sarayburnu’nda çadırlı bir ordugah kurulmuş, ve
her gün çok sayıda koleralı hasta buraya yatırılmıştır. Her taraf
bir yudum suya muhtaç can çekişen koleralı hastalarla dolmuş-
153 BOA., MV, D.175/123
154 Topuzlu, “a.g.e.”, s. 96; Acer, “a.g.t.”, s. 18
1912 Balkan Savaşları Sırasında
201
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
tur. Cemil Paşa koleralı hastaları yatırmak için büyük camileri
kullanmak istemişse de, Evkaf Nâzırı Ziya Paşa’nın buraların
kirletilemeyeceğini söylemesiyle engellenmiştir. Ancak Şey-
hülislam Cemalettin Efendinin “Bu feci durumda değil cami-
lerin birini, hepsinin koleralılara ayrılmasına taraftarım, bu
hususta fetva bile veririm” sözleriyle koleralılar Sultanahmet,
Şehzade, Ayasofya, Nuruosmaniye camilerine yatırılmışlar-
dır. O zor günlerde kolera hastalığına yakalanmış askerler ve
Muhacirlerin tedavi ve bakım işlerini Hilâl-i Ahmer Cemiye-
ti üstlenmiştir. Hadımköy, Yeşilköy ve Ispartakule’de koleralı
hastalar için hastaneler açılarak, buralarda çalışan kişiler ağır
şartlar altında çalıştıklarından maaşları yüzde elli zamlı öden-
miştir.

Balkan Harbinin çıkışı esnasında hava şartlarının


olumsuz­luğu, hijyenik şartlara riayet edilememesi ve sair se-
bebierden dolayı, (yerlerinden yurtlarından perişan bir şe-
kilde çıkarılan) muhacirler yollarda atlattıkları tehlikelerden
başka, birçok bula­şıcı hastalığa da yakalanıyorlardı. Kolera
bunların en beteriydi. Sık ishal ve kusma ile, kendini belli eden
ve ölümle neticelenebilen bir hastalıktı. Konunun önemine
binaen Şehremaneti, bozgun neticesi Çerkesköy‘den gelen
muhacirlerde ve yaralı askerler arasında kolera ve dizanteri
vakalarının görüldüğünü ve bu konudan Başkumandanlığın
haberdar edilerek ordunun bu konuda acil tedbir alması nok-
tasında uyarılmasını Dahiliye Nezareti’ne bildirmekteydi155.

Bulaşıcı hastalıkları savaşın olumsuz şartları neticesinde


bi­rinci derecede askerler ve ikinci derecede ise, bunlarla ilişki
içinde olan muhacirler nakledildikleri şehirlere ve de özellikle
İstanbul’a taşıyorlardı. Devlet bu konuda tedbir almakta gecik­
medi ve 6 Kasım 1912’de olağanüstü bir komisyon kurdu156.

Yine bu dönemde İstanbul’da koleranın daha fazla ya­


yılmasının önlenmesi için bir takım tedbirler alınması
155 Ağanoğlu, “a.g.e.”, 245–246
156 Ağanoğlu, ““a.g.e.””, 246
202 Metin AYIŞIĞI

istenmek­teydi. Hastalığın muhacirler ve İstanbul’a sevk edi-


len askerler aracılığıyla yayıldığı ve bu sebeple bunların İs-
tanbul’a gelmeden önce uygun bir mahalde sıkı bir kordon ve
dezenfeksiyona tabi tutulduktan sonra gelmelerine müsaade
edilmesi; İstanbul’da bulunanların ise yerleşik ahali ile karış-
malarının kesinlikle ön­lenmesi bu tedbirler arasında en dikkat
çekici olanlarıdır. Koleranın hızlı bir şekilde yayılma istidadı
göstermesi üzerine Harbiye Nezareti’nden Dahiliye Nezareti’ne
verilen bilgi doğ­rultusunda Trakya ve İstanbul’da görülen ko-
leralıların sayısının gitgide artması üzerine, adalardan birinin
boşaltılarak koleralıla­rın orada tedavi ve iskânları tedbir olarak
düşünülmüştür.5” Balkan Harbi’nin başlamasından 31 Aralık
1912’ye kadar İs­tanbul’daki toplam kolera vakası 2.342, bun-
lardan şifa bulan ve tedavi altında bulunanlar ise 1.195 kişiden
ibarettir157.

‘Ayrıca, Muhacirlerin Anadolu’ya sevk edilmeden


önce, gönderilecekleri mahallerde iskanlarının mükemmel
bir şekilde gerçekleşmesi için aralarında çıkacağı tabii olan
bulaşıcı hasta­lıklar için gerekli tecrithanelerin hazırlanmasının
mahalli muhacir komisyon ve müdüriyetlerinin görevi olduğu
belirtilmiştir158.
I. Balkan Savaşı’nın sona ermesiyle Devlet daha rahat ha­
reket etmeye başlamış ve kolera konusu Bakanlar Kurulu gün­
demine taşınmıştı. 2 Nisan 1913 tarihli kararda, yaz mevsiminin
yaklaşmasıyla kolera hastalığının her taraftan ortaya çıkması
ihtimaline karşı gereken fenni tedbirlerin alınması için seyyar
sıhhıye heyetleri oluşturularak gereken mahallere gönderilmesi
ve bu işle uğraşmak üzere bir kolera komisyonu kurulması ka­
rarlaştırılmıştır. Bunun yanında Muhacirlerin iskan edileceği
araziler sıhhi şartları dikkate alınarak seçilmiştir. Bu mahallere
gönderilen Muhacirlerin aşılanması çalışmaları için diğer bir
komisyon teşkili kararlaştırılmış ve bunun için 50.000 liralık bir
tahsisat istenmişse de, ancak 5.000 liranın verildiği görülmekte­
dir. Buradan ve gördüğümüz diğer belgelerden devletin büyük
bir malî kriz içinde olduğunu ve en hayati mesele olan bulaşıcı
157 Ağanoğlu, aynı yer
158 Ağanoğlu, “a.g.e.”, 247
1912 Balkan Savaşları Sırasında
203
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
hastalıkların tedavisi için gerekli olan parada bile kesintiye
gittiğini anlıyoruz159.

2- Çiçek
Muhacirler arasındaki bulaşıcı hastalıklarda koleradan
son­ra görülen en fazla vaka çiçek hastalığı idi. Savaşın hemen
akabinde İstanbul’a akın eden Muhacirlerin toplu olarak geçi-
ci iskâna tabi tutuldukları Yedikule Surları haricindeki bara-
kalarda bu hastalığın görülmesi üzerine, Osmanlı Hilal-i Ah-
mer Cemiyeti aşılama çalışmalarına başlamıştı. 27 Mart 1913
tarihi itibariyle Yedikule’de barakalara iskân edilen muhaci-
rin arasında çiçek hastalığı zuhur etmiş, burada çiçek hastaları
için bir hastane tesis edilerek tedavileri sağlanmıştır160.

Bu işte birtakım zorluklarla karşılaşılmış aşı olayını daha


önce­den görmemiş olan muhacirler aşılanmaya karşı çıkmış-
lardır. Bunun üzerine polisten yardım talep edilmiş ve hatta
aşı şehadetname kartı olmayana ekmek verilmeme tedbiri de
dü­şünülmüştür. Yine Demirkapı’daki bulaşıcı hastalıklar için
faali­yette olan baraka şeklindeki hastanenin Yenibahçe’ye nakli
ve Hilaliahmer Cemiyeti’nin muhacirler için kurduğu 100 ya-
taklı hastaneye bulaşıcı hastalık taşıyanların kabulünün sıhhi
açıdan doğru olmadığı ve bu meselenin Şehremaneti’nin yetki
sınırla­rına girdiği belirtilmiştir. Şehremaneti ve Hilaliahmer
arasındaki bu yetki anlaşmazlığı Sadaret’in devreye girmesi ile
bitirilmiştir. Buna göre baraka şeklindeki hastanenin yıktırıla-
rak bulaşıcı hastalıklar ile ilgili yeni bir hastanenin inşaatının
Yenibahçe çayırında süratle bitirilmesi istenmiştir161.

Bu gelişmelerle birlikte, muhacir barakalarında çiçek


hasta­
lığının artarak devam etmesi, mevcut kullanılabilen
hastanelerin hiç mesabesinde olması ve hatta muhacirler ara-
sında cami ve sokak ortasında doğum hadiseleri yaşanması
159 Ağanoğlu, aynı yer
160 BOA, DH. İD., 165/13,
161 Ağanoğlu, “a.g.e.”, s. 250
204 Metin AYIŞIĞI

sebebiyle oldukça muntazam bir muhacirin hastanesi teşkil


edilmiş, çiçek hastalığı gibi bulaşıcı hastalıklara yakalananların
derhal tecrid ve tefrid edilmesi tedbiri de ayrıca düşünülmüş-
tür.5!9 Muhacir Hastanesi, Parmakkapı’daki Reşit Paşa Kona-
ğı kiralanarak bütün ihtiyaçla­rı karşılandıktan sonra, 8 Şubat
1913 tarihinde açılmıştır. Has­tane kadın ve erkek olmak üzere
iki bölümden müteşekkil ve yüz yataklıdır. Ayrıca hamile ve
zayıf durumda olan muhacir kadınlar için Haseki Nisa Hasta-
nesi’nde koğuşlar ayrılmıştır162

İstanbul’a akın eden Muhacirlerin yetersiz beslenmeleri,


sağlıksız koşul­larda ve kalabalıklar halinde bulunmaları hasta-
lıklara davetiye çıkarıyordu. İs­tanbul’da muhacirler için kuru-
lan barakalarda ve bazı camilerdeki muhacirler arasında çiçek
hastalığına tesadüf edilmiştir. Bunun üzerine “Hilal-i Ahmer
Cemiyeti Muhacirin Hey’et-i Sıhhiyesi” teşkil edilerek, bu he-
yete yeterli mik­tarda aşı sağlanarak, heyet göreve başlamıştır.
Muhacirlerin aşılanmaları Hilâl-i Ahmer Cemiyeti ile Sıhhiye
Nezareti’nin koordineli çalışmaları ile yü­rütülüyordu. Bu doğ-
rultuda Nezâretin, Telkih Müdüriyeti, cemiyete 1.500 kutu aşı
tedarik etmiştir163. Aşıları alan cemiyet sağlık görevlileri, mu-
hacirleri aşılamaya başlamıştı. Ardından 14–16 Ocak 1913 ta-
rihleri arasında üç günlük süre zarfında bazı yerlerde bulunan
mııhacirlere aşı yapılmıştı.164

Yine Şehremânetince sayısı 90’ı bulan otel ve yalı, Muha-


cirlerin tedavi edilmesi için boşaltılmış vc hastahanc haline
getirilmiştir. Tedaviye muhtaç Muhacirlerin artması ne­deniyle
Hilâl-i Ahmcr Merkezi, 3 Ekim 1912 tarihinde hastahaneler
açmaya karar vermiştir165. Bu arada İstanbul’da Yedikule’deki
barakalarda iskan edilen muhacirler arasında çiçek hastalığı-
nın yayılması üzerine bir hastanenin kurulduğu anlaşılmakta-
dır.166
162 Halaçoğlu, “a.g.e.”, s. 96
163 Cemal Sezer- Ömer Metin, “a.g.t.”, s. 72
164 Cemal Sezer- Ömer Metin, aynı yer
165 Cemal Sezer- Ömer Metin, “a.g.e.”, s. 74
166 Dahiliye Nezaretinin 10 Haziran 1913 tarihli yazısı ayrıca bk. Acer,
“a.g.e.”, s. 26-27
1912 Balkan Savaşları Sırasında
205
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
SONUÇ
Balkan Savaşı, Osmanlı Devleti için yenilgiyle bitmiş,
Avrupa’daki topraklarının çok büyük bir kısmını kaybetmiş-
tir. Kaybettiği topraklarla birlikte, ordunun geri çekilişiyle
Balkanlar’da yaşayan Müslüman halk kendilerine yapılan sal-
dırılar ve vahşetler nedeniyle, canlarını kurtarmak pahasına
Osmanlı Devleti’nin küçülen topraklarına sığınmışlardır.

Osmanlı Devleti, Balkan yenilgisi ile Avrupa’daki top-


raklarının çok büyük bir kısmını kaybetmiştir. Kaybettiği
topraklar yanında ordunun geri çekilişiyle Balkanlar’da ya-
şayan Müslüman halk kendilerine yapılan saldırı ve zulüm
nedeniyle, canlarını kurtarmak için İstanbul’a doğru harekete
geçmişlerdir. Muhacir sayısının yoğunluğu ve göçün meydana
getirdiği telaş önemli sorunlara yol açmıştır. Osmanlı Devleti
sorunların giderilmesinde olabildiğince üstesinden gelmeye
çalışmıştır.

Her göç olayında olduğu gibi Balkan Savaşı sırasında ve


sonrasında oluşan göçlerin çok zor şartlar altında gerçekleş-
tiği aşikârdır. Muhacirlere yapılan yardımlara baktığımızda,
siviller tarafından yapılan yardımlar önemli bir yer tutar. Sivil
halk tarafından yapılan bu yardımlaşma ve dayanışma, muha-
cirlerin başına gelen sefalet ve perişanlığa Türk milletinin ne
kadar duyarlı olduğunun ispatıdır.

Osmanlı Devleti Balkan Savaşları sonrasında gelen Mu-


hacirlere devletin tüm imkânlarıyla, cemiyetler vasıtasıyla,
halkın fedakârlığıyla ve dışarıdan gelen yardımlarla sahip çık-
mıştır. Gelen muhacirler toplumun içerisinde yabancılaşma-
ması için büyük gayret göstermiştir.

Devlet kurmuş olduğu İskân-ı Muhacirin Komisyonu va-


sıtasıyla muhacirlere barınmaları için arazi ve emlak yardımı
yapmıştır. Muhacirlere gayr-i Müslimlerin terk ettiği yerler
öncelikle verilmiştir. Devlet tarafından belirlenen yerlere mu-
206 Metin AYIŞIĞI

hacirler yerleştirilmiştir. Muhacirlerin hayatlarını sürdürebil-


meleri için iaşe yardımı yapılmıştır. Onlara çeşitli mesleklerin
öğretilmesi veya iş bilenlerin ise bir yere yerleştirilmesi devlet
tarafından sağlanmıştır.

13 Mayıs 1913 tarihinde çıkarılan “İskân-ı Muhacirin Ta-


limatnâmesi” ile hükümet, Muhacirlerin işlerinin daha düzenli
bir şekilde yürütülmesini amaçlamıştır. Kalıcı iskân yerlerine
sevk edilen muhacirlere arazi, ev, hayvan, tohumluk zahire gibi
gerekli şeyler verilmiştir. Devlet, muhacir çocukların eğitimle-
rine devam etmeleri için de tedbirler almıştır. Sultani ve sanayi
mektepleri ile Darüşşafaka gibi okullarda kontenjanlar ayrıla-
rak eğitimsiz kalmamalarına çalışmıştır.

Muhacirlerin için son yardım kaynağı dış yardımlardır.


Dış yardımların büyük kısmı halkı Müslüman olan yerlerden
gelmiştir. Az da olsa gayr-i Müslimler tarafından da yardım
yapılmıştır. Yardım Cemiyetlerinin arasında en büyük yardım
Hilâl-i Ahmer tarafından yapılmıştır. Yine insani duygulardan
dolayı Sâlib-i Ahmer’in yardımları söz konusu olmuştur. Bal-
kan Neşr-i Vesâik cemiyeti, Topkapı Fukaraperver Cemiyeti,
Rumeli Muhacirin-i İslâmiye Cemiyeti gibi küçük çapta faali-
yet göstermiştir.

İstanbul’da ve Anadolu’da sayıları yüz binleri bulan mu-


hacirler, yeni sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Bu sorunlar
daha çok yerleşim, hastalık, yerli halk ile uyum ve eğitim gibi
konularda olmuştur. Bu sorunların çözümü konusunda devlet
ve sivil toplum kuruluşları özellikle Hilâl-i Ahmer Cemiyeti
yoğun çaba göstermiştir.

Muhacirler, gerek göçleri gerekse geçici iskânları sırasında


çeşitli sorunlarla karşılaşmışlardır. Devlet bu sorunları giderici
tedbirler almaya çalışmış, muhacirler için askerlik ve vergi mu-
afiyetleri sağlamıştır. Muhacirlerin sağlık sorunları konusunda
dönemin bulaşıcı hastalıklarından biri olan koleraya ve çiçeğe
karşı aşı kampanyası başlatılmış; yeni hastaneler açılmıştır. Bir
1912 Balkan Savaşları Sırasında
207
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
yandan Balkan Savaşı’ndaki yaralıların bakımı, hasta bakımı
ve salgın hastalıklarla mücadele ederken, diğer yandan savaş
sırasında göç eden muhacirler için aşhâneler açarak yoksul in-
sanları doyurmuştur.

Yeni yerlere gelen Muhacirlerin sorunları ile birlikte İs-


tanbul ve Anadolu’daki şehirlerin yaşamına alışmaları elbet-
te uzun bir zaman almıştır. Bu durum, hem yerli halkın hem
de Muhacirlerin yeni sorunlarla karşılaşma ve bunlara uyum
sağlama gibi yeni bir sosyal olguyu da beraberinde getirmiş-
tir. Gelen Muhacirler şehir, kaza, kasaba ve köylerdeki nüfus
oranını değiştirdiği gibi toplum içinde yeni problemlerin ya-
şanmasına da neden olmuştur. Yeni sorunlarla birlikte hem
devlet hem de toplum yeni çözüm yolları bularak muhacirler-
le birlikte yaşama tecrübesi kazanmıştır.

Balkan Savaşları 1912 -1913 yıllarında yaşanmış ancak


etkileri sona ermemiştir. Bugün hala o bölgede milyonlarla
ifade edilecek kadar soydaşımız yaşamaktadır. Hem devral-
dığımız tarihi miras hem yaşadığımız coğrafya bu bölge ile
ilgilenmemizi mecbur kılmaktadır. Tarihi ve kültürel bağla-
rımız nedeniyle ilişkilerimizi sıcak tutmamız gerekmektedir.
Günümüze kadar yaşanan göç dalgalarından da görüleceği
üzere Türkiye Anavatan olarak halen cazibe merkezidir. Os-
manlı Devleti, Balkanlar’dan geriye atılmışsa da Türk ve Müs-
lüman nüfus, bugün de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilgi odağı
durumundadır.

Balkanlardan göç eden muhacirler ise terk etmek zorun-


da kaldıkları toprakları unutamamıştır. Rumeli’ye olan özlem-
lerini şiirler, şarkılar ve hikâyeler aracılığı ile her zaman dile
getirmişlerdir.
208 Metin AYIŞIĞI

KAYNAKÇA
I-BELGELER
A-BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİ

BOA. (A.MKT. NZD.), Sadâret Mektûbî Kalemi, Nezâret


ve Devâir Yazışmalarına Ait Belgeler
BOA, (BEO) Bâb-ı Ali Evrak Odası
BOA., /DH. EUM. MEM.), Dahiliye Nezareti Emniyet-i
Umumiye Müdürlüğü
BOA, (DH. HMŞ), Dahiliye Nezareti Hukuk Müşavirliği
Belgeleri
BOA, (DH. İD.), Dahiliye Nezareti İdari Kısım Evrakı),
BOA, (DH. İ UM EK) Dahiliye Nezareti İdare-i Umu-
miye Ek
BOA., (MH., EUM. MH.), Dahiliye Nezareti Emniyet-i
Umumiye Müdürlüğü Muhacirin Müdüriyeti
BOA., (DH.EUM.MTK.), Muhaberât ve Tensîkât Müdü-
riyeti Belgeleri
BOA., (DH.MB.HPS.M.), Mebânî-i Emîriye ve Hapishâ-
neler Müdüriyeti Belgeleri
BOA, (MF. MKT)Maarif Nezareti Mektubi Kalemi
BOA., DH.ŞFR. 93/147, Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi,
BOA., (MF. MKT) Maarif Nezareti Mektubi Kalemi
BOA., (HR.SYS), Siyasî Kısım Belgeleri Siyasi Kısım Bel-
geleri, (HR.SYS), D. 2029/ 10
BOA., (MV ) D. 233 / 153Meclis-i Vükela Mazbatası
BOA., (UMVM), D. 132/143 Umûr-ı Mahalliye-i Vilâyât
Müdüriyeti Belgeleri,
1912 Balkan Savaşları Sırasında
209
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
II-MAKALE VE ESERLER

ACER, Tülin, Balkan Muhacirlerinin Yaşadığı Sorunlar


(1912-1914), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kütahya 2008
AĞANOĞLU, H. Yıldırım, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e
Balkanların Makûs Talihi: Göç, İstanbul, Yayıncılık, 2017
CARTHY, Mc., Justin, Ölüm ve Sürgün Osmanlı Müslü-
manlarının Etnik Kıyımı (1821–1922), Çev: Fatma Sarıkaya,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014.
ARI, Kemal, “Mübadele ve Kadın”, Geçmişten Günümüze
Şehir ve Kadın, II, (Ed: Osman Köse), Canik Belediyesi Kültür
Yayınları, Samsun, 2016
ARSLAN Sezer, Balkan Savaşları Sonrası Rumeli’den
Türk Göçleri Ve Osmanlı Devleti’nde İskânları, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, Edirne 2008
AYDIN, Salim, Balkanların Acı Yüzü Basın Tarihinde
Balkan Savaşları, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2013
BOLAT, Kasım, Balkanlar’dan Anadolu’ya Göç Eden
Muhacirlerin İstanbul’daki Durumlarına Dair, http://www.
balgoc.org.tr/email/muhacirlerinistanbuldakidurumlar%FD.
pdf, erşim tarihi: 27 Haziran 2018
BERNA, Çaçan, “Osmanlı Gazeteleri ve Dergileri Işığın-
da Balkan Göçleri”, Geçmişten Günümüze Göç Sempozyu-
mu Bildiriler, I, (Ed: Osman Köse), Canik Belediyesi Kültür
Yayınları, Samsun, 2017
ÇAPA, Mesut, Kızılay (Hilâl-i Ahmer) Cemiyeti (1914–
1925), Türk Kızılay Yayınları, Ankara, 2010.
ÇAPA, Mesut, “Osmanlı Hilal-i Ahmer (Kızılay) Cemiye-
ti”, Osmanlı Ansiklopedisi, V, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları,
1999, 135–137.
210 Metin AYIŞIĞI

DÜNDAR, Fuat, İttihat ve Terakki’nin Müslümanları


İskân Politikası (1913–1918), İstanbul: İletişim Yayınları, 2002.

HALAÇOĞLU, Ahmet, Balkan Harbi Sırasında Rume-


li’den Türk Göçleri (1912-1913), T.T.K. Basımevi, Ankara 1995

İPEK, Nedim, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri, T.T.K.


Basımevi, Ankara 1999.

İZGÖER, Ahmet Zeki –Tuğ, Ramazan, “1911-1913 (1329-


1331) Tarihli Osmanlı Hilâl-i Ahmer Sâlnâmesine Göre Bal-
kan Savaşları Sırasında Hint Müslüman Halkının Osmanlı’ya
Yardımları”, Journal of History and Future, I, Sayı 1, 2015

KAYA, Mehmet,Balkan Savaşları Sırasında Anadolu’ya


Göçler ve Karşılaşılan Sorunlar,

History Studies, Volume 5 Issue 6, Special Issue on Balkan


Wars, p. 1-16, November 2013

KERİMOĞLU, Hasan Taner, “Trablusgarp Ve Balkan


Savaşları’nda Hint Müslümanlarının Osmanlı Devleti’ne
Yaptıkları Yardımlar”, Türk Dünyası Đncelemeleri Dergisi /
Journal of Turkish World Studies, XII/2 (Kıs 2012)

ÖZAYDIN, Zuhal, “Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin


Kuruluşu ve Çalışmaları”, Türkler, C. 13, Yeni Türkiye Yay., An-
kara , 2002

SEZER, Cemal- Ömer Metin, “Balkan Savaşlarında


Amerikan Kızılhaç (Salib-i Ahmer) Teşkilatı’nın Osmanlı Dev-
leti’ndeki Faaliyetleri”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırma-
ları Dergisi, Sayı 41, 2017

SEZER, Cemal-Ömer Metin, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin


Balkan Savaşlarında Muhacirlere Yardımları, Türk Kızılayı
Yayınları, Ankara, 2016.
1912 Balkan Savaşları Sırasında
211
İstanbul’a Göç Eden Muhacirlerin Durumlarına Dair
TOPUZLU, Cemil,İstibdat-Meşrutiyet-Cumhuriyet De-
virlerinde 80 Yıllık Hatıralarım, Haz: Hüsrev Hatemi-Aykut
Kazancıgil, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Fakültesi Yay.,
İstanbul 1982

TÜRKMEN, Zekeriya, “ Balkan Savaşlarında Hilal-i


Ahmer Cemiyeti’nin Osmanlı Ordusuna Yönelik Sağlık
Hizmetleri”, Belleten, C. LXVIII, sa: 252, TTK, Ankara, 2004

YILMAZ, Mehmet, “Balkan Savaşı’ndan Sonra Türki-


ye’den Yunanistan’a Rum Göçleri”, Sel­çuk Üniversitesi Türki-
yat Araştırmaları Dergisi. S. 10. Konya 2001
Bir Gazetecinin Roman Kahramanı Olarak Portresi 213

Bir Gazetecinin Roman Kahramanı Olarak


Portresi

The Portrait of A Journalist As A Novel’s


Protagonist

Muhammet Sani ADIGÜZEL

Dr. Öğr. Üyesi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Eğitim


Fakültesi Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü

ÖZET: Vladimir Jabotinsky (1880-1940), 1917 yılında


Rus asıllı bir gazeteci sıfatıyla “Turkey and War” (Türkiye ve
Savaş) adlı eserini yayımlar. Jabotinsky’nin söz konusu eserde
adının önüne getirdiği sıfatın tam karşılığı şöyledir: “War
Correspondent of the ‘Russkia Vedomosti’ of Moscow (Rus-
skia Vedomosti’nin Moskova Savaş Muhabiri). Eser adından
da anlaşacağı üzerine İngilizce yazılmıştır. Yine aynı şeklinde,
ülke olarak da Rusya’da, Rusya’nın başkenti Moskova’da değil,
İngiltere’de, İngiltere’nin başkenti Londra’da basılmıştır. Zaten
yazarı böyle bir sıfatı kullanmaya yönelten etken bu olsa ge-
rektir. Daha sonra birçok başka vasıfla; Revizyonist Siyonist
lider, yazar, hatip, asker gibi vasıflarla anılacak olan Jabotins-
ky’nin gazetecilik kariyerinde Türkiye çok önemli bir yere
sahiptir. Jobotinsky’nin Türkiye hayatı Tokgöz Bayram Kara-
su’nun “Yahudi Efendi” adıyla Türkçeye çevrilen “Of God and
Madness” (Tanrı’ya ve Deliliğe Dair) romanına konu olmuş-
tur. Bu çalışmada, Karasu’nun tarihî bir roman olan söz ko-
nusu eserinden hareketle tarihî bir figürün, İsrail Devleti’nin
kuruluşunda büyük rol oynayan Vladimir Jabotinsky’nin bir
roman kahramanı olarak portresi çıkarılmaya çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Vladimir Jabotinsky, Tokgöz Bay-


ram Karasu, Tarihî Roman, Yahudi Efendi, Türkler ve Yahu-
diler
214 Muhammet Sani ADIGÜZEL

ABSTRACT: Vladimir Jabotinsky (1880-1940) published


his work titled “Turkey and War” in the year 1917 as journalist
of Russian origin. His designation in this work is “War Corre-
spondent of the ‘Russkia Vedomosti’”. The work was written in
English. Similarly, it was published in London, the capital of
England, not in Moscow, the capital of Russia. It is probably
this fact that led him to use such a designation. Turkey has a
special place in Jabotinsky’s journalism career who was later
to be referred with many other titles such as Revisionist Zion-
ist leader, writer, orator and soldier. Jabotinsky’s life in Turkey
became the subject of Tokgöz Bayram Karasu’s novel “Of God
and Madness” which was translated to Turkish with the title
of “Yahudi Efendi” (the Jew Master). In this study, based on
Karasu’s historical novel, a portrait of Vladimir Jabotinsky, a
historical figure who played a significant role in the foundation
of State of Israel, as a novel’s protagonist will be drawn.

Keywords: Vladimir Jabotinsky, Tokgöz Bayram Karasu,


Historical Novel, “of God and Madness”, Turks and Jews

Giriş

Dünyada pek çok alanda olduğu gibi medya alanında da


bir Yahudi etkisi olduğu söylenebilir. Bu alan yakın zamana ka-
dar daha çok gazeteler tarafından dolduruluyordu. Gazeteler
tarafından doldurulan bu alanda 19. yüzyılın sonu ve 20. yüz-
yılın başı itibariyle iki büyük isimden söz edilebilir. Bunlar bir-
biriyle halef-selef olan Theodor (Binyamin Ze’ev) Herzl (1860-
1904) ile Vladimir (Ze’ev) Jabotinsky (1880-1940) isimleridir.
Biri, selef olanı, Macaristan, Budapeşte doğumlu; diğeri, halef
olanı, Rusya, Odessa doğumlu bu iki ismin gazetecilik kariyer-
lerinde Türkiye çok önemli bir yere sahiptir.

Daha pek çok ortak vasıfları bulmakla birlikte esas itiba-


riyle gazeteci olan bu iki isim arasındaki ilk benzerlik İbranice
Bir Gazetecinin Roman Kahramanı Olarak Portresi 215

isimlerinin aynı oluşudur: Ze’ev. Aslında Ze’evlerin, Herzl ve


Jabotinsky’nin, Türkçe bir deyimden hareketle, ismiyle mü-
semma oldukları düşünülebilir. Böyle bir düşünce için sadece
onların temsil ettikleri anlayışlara bakmak bile kâfidir. Her
ikisi de ayrı ama birbirinin devamı olmaları açısından aynı
anlayışı temsil etmektedir. Herzl’in başlattığı siyasi siyonizm
akımını, Jobotinsky, revize ederek revizyonist siyonizm olarak
devam ettirmiştir.

Ze’evlerin birbirlerinin devamı oldukları konusunda Tür-


kiye iyi bir örnek teşkil eder. Bu bağlamda birinci Ze’ev’in,
yani Herzl’in Sultan Abdülhamit’le görüşmesi neyse, ikinci
Zeev’in, yani Jabotinsky’nin Jön Türklerle görüşmesi de odur.
Görüşmelerde Herzl’in Abdülhamit vasıtasıyla gerçekleştir-
mek istediğini ama gerçekleştiremediğini, Jabotinsky’i, Sultan
II. Abdülhamid sonrası Jön Türklerle gerçekleştirmek istemiş
ama o da gerçekleştirememiştir. Ze’evlerin gazeteci sıfatlarıyla
geçekleştirdikleri bu görüşmelerde Herzl Jabotinsky’de devam
etmiştir. Eğer sosyal bir reenkarnasyon söz konusuysa o za-
man bu Herzl ve Jabotinsky için geçerli kabul edilebilir. Zaten
Jabotinsky’nin siyonizme yönelişi Herzl’in etkisiyle olmuştur.

Herzl ve Jabotinsky’nin fikirlerinin gerçekleşmesine


ömürleri yetmemiştir. Ancak onlar öldükten sonra kurulma-
sına ömürlerinin yetmediği devlet kurulmuş ve yaşarken gö-
remedikleri devlette öldükten sonra yaşamaya başlamışlardır.
Her ikisi de kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Herzl ve Ja-
botonsky canlı olarak değilse bile hiç değilse cansız bedenle-
riyle uğrunda öldükleri toprakta yerlerini almışlardır.

Ölümleri birbirine benzeyen Ze’evlerin hayatlarındaki


bazı benzerlikler üzerinde de durulabilir. Bunların başında
tahsilleri gelir. Her ikisi de hukuk tahsili yapmıştır. Ancak bir
farkla ki, Ze’evlerden birincisi bu tahsili tamamlarken ve hat-
ta Viyana Üniversitesi Hukuk Fakültesinde hukuk doktorası
payesi alırken, diğeri tamamlayamamıştır. Hukuk tahsilini ni-
hayete erdiremeyen Vladimir Jabotinsky ile isminin önüne bir
216 Muhammet Sani ADIGÜZEL

de Dr. unvanı ekleyen Dr. Theoder Herzl gazeteciliklerini de


tahsil hayatları içine sığdırmışlardır. Yine bu hayata sığan bir
başka yönleri de edebî kişilikleridir. Hem Herzl hem de Jabo-
tinsky edebiyatın birçok türünde eser vermişlerdir. Bunlardan
her ikisinde de ortak olan edebî türler arasında hatırat, roman
ve tiyatro sayılabilir.

Yazı hayatına edebiyatın yanı sıra gazetecilikle adım atan


Ze’evlerin bu özelliklerini hayatlarının sonuna kadar sürdür-
dükleri söylenebilir. Herzl’in hayatının 1895-1904 yıllarını
anlattığı üç ciltlik Hatıra Defteri (Tagebücher) bu iki özelliği
birden taşımaktadır. Herzl’in edebî kişiliği ve gazeteci kimli-
ğini aynı anda yansıtan bu eserin Türkiye ile ilgili kısmı Türk-
çeye çevrilmiştir.1 Yine Vladimir Jabotinsky’nin Türkiye ilgili
kaleme aldığı ve 1917 yılında Londra’da gazeteci sıfatıyla ya-
yımladığı Türkiye ve Savaş (Turkey and War) için de benzer
bir değerlendirme yapılabilir.2 Jabotinsky’nin böyle bir eseri
yazması da, büyük ölçüde Türkiye’de geçirdiği gazetecilik tec-
rübesine bağlanabilir. Her ne kadar eser, biraz da tabiatı gereği,
yazarının Rus asıllı gazeteci olma vasfını ön plana çıkarmak
istermiş gibi, Russkia Vedomosti gazetesinin Moskova savaş
muhabiri sıfatıyla 1917’de yayımlanmış olsa da, aslında eserin
ortaya çıkışını, bundan daha çok, onun 1909’da, Türkiye’de, İs-
tanbul’da dört siyonist gazetenin birden genel yayın yönetmen-
liği yapmasıyla açıklamak daha doğru olur.3
Jabotinsky’nin gazetecilik kariyerinde Türkiye ayrı bir baş-
lık teşkil eder. Nitekim Jabotinsky dendiğinde akla hemen ilk
gelen isimlerden biri olan Shumel Katz öyle yapmıştır: “The
Turkish Chapter İn Ze’ev Jabotinsky’s Journalistic Career”
(Ze’ev Jabotinsky’nin Gazetecilik Kariyerinde Türkiye Bölü-
mü). Onunla ilgili yazdığı biyografi kitabı Ze’ev’den mülhem
“The Lone Wolf ” (Yalnız Kurt) adıyla çıkan Katz’ın söz konusu
1 Yaşar Kutluay, Siyonizm ve Türkiye, Bilge Karınca Yayınları, İstanbul 2010.
2 Vladimir Jabotinsky, Türkiye ve Savaş, çev. Zehra Tapunç, Gerekli Kitap
Yayınları, İstanbul 2007.
3 Vladimir Jabotinsky, Sadece Bir Emir Kipi İsrail’i Kur!, çev. Atilla Aşçı,
Yeditepe Yayınları, İstanbul 2013.
Bir Gazetecinin Roman Kahramanı Olarak Portresi 217

İngilizce yazısı, bilgiden kurguya geçişte, bir gazetecinin, Vla-


dimir Jabotinsky’nin bir roman kahramanı olarak portresinin
çizilmesinde, temel olması açısından olduğu gibi Türkçeye
çevrilebilir:

“Temmuz 1908’de Türkiye’de yönetimin İttihat


ve Terakki Partisi tarafından ele geçirmesiyle, o
zamanlar Rusça yazan bir gazeteci olan Jabotinsky,
Petrograd’ın Rus gazetesi tarafından oradaki devrimi
haberleştirmek üzere görevlendirilmiştir.
İmparatorluk içindeki çeşitli etnik grupları
Osmanlılaştırmayı hedefleyen Genç Türk hareketinin
milliyetçi tutkuları, bu politikayla Almanların
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndaki Slavları
asimile etmedeki başarısızlığıyla paralellik kuran
Yahudi gazeteci tarafından şüpheyle karşılanmıştı.
Onun tahminine göre Genç Türkler eninde sonunda
çok milletli devlet olgusunu kabullenmek durumunda
kalacaklardı. Öte yandan Jabotinsky, Filistin’deki
Siyonist hedeflere ulaşmaya katkı sağlayacağını
düşündüğünden yeni yönetim tarafından sunulan
ifade hürriyeti ve bireysel özgürlükleri takdir
etmekteydi. Jabotinsky bu doğrultuda devrimde
aktif rol oynayan ve Genç Türk liderleriyle yakın
ilişkileri olan İmparatorluk’taki Sefarad Yahudilerinin
yardımına başvurulmasını savunuyordu. Jabotinsky
ayrıca İstanbul ve Selanik’teki siyonist aktivistlerle
de iletişime geçmiş ve İttihat ve Terakki Partisi’nin
meclisteki iki Yahudi vekili Nissim Matzilah ve Nissim
Ruso, bir üçüncü Yahudi vekil olarak Emmanuel
Carasso da sayılabilir, üzerinde nüfuzunu kullanmıştı.
Jabotinsky’nin varlığı Türkiye’deki siyonist
faaliyetlerde artışı tetiklemişti, o derece ki Rusya’daki
siyonist liderler dünya siyonist hareketinin
Türkiye’de Jabotinsky tarafından yönetilen bir
siyaset ve propaganda kampanyası başlatılmasını
savunmaktaydı. Bu doğrultuda, hareket Türkiye’de
çeşitli dillerde yayın yapan gazeteleri satın almaya
karar verdi: Fransızca günlük gazete Le Jeun Turc,
218 Muhammet Sani ADIGÜZEL

editörlüğü David Elnecave tarafından yapılan Ladino


Haftalık gazetesi Il Judeo, ve Aaron Hermoni’nin
ürünü olan İbranice haftalık gazete Ha-Mevasser. Bu
süre zarfında Rusya’ya dönmüş bulunan Jabotinsky
siyonist hareket tarafından hareket adına Türkiye’ye
dönmekle görevlendirilmişti.
Bu, göreve girişen Jabotinsky Le Jeun Turc
gazetesindeki başmakalelerin çoğunu yazıyordu.
Jabotinsky Fransızca ’da üç ay gibi kısa bir sürede
ustalaşarak neredeyse kusursuz yazmaktaydı ve
İstanbul’da önemli bir gazeteci olarak kabul edilmişti.
Bunun yanında gazetenin saygınlığı ve tirajı da
ciddi ölçüde güçlenmişti. Gazetenin yayın hedefleri
arsında Genç Türk yönetiminin ve her halkın dilini,
kültürünü ve dinin muhafaza etmesi suretiyle Osmanlı
birleştirme politikasının desteklenmesi, ülkenin siyasi
ve ekonomik altyapısının modernize edilmesinin
savunulması, ve bunların yanında Filistin’de dünya
Yahudilerinin maddi manevi desteğini cezbedecek bir
kültürel merkezin gelişmesini teşvik etmeye yönelik
olarak Siyonist hareketin desteklenmesi yer alıyordu.
Yahudi haftalık gazeteleri de ayrıca başarılı olmuş ve
İmparatorluk’taki Yahudi toplulukları üzerinde hatırı
sayılır etki göstermişti. Jabotinsky’nin İbranice ilk
makaleleri Ha-Mevasser’de yayınlanmıştı, makaleler
İbrani dilinin önemi üzerineydi.
Fakat Jabotinsky’nin faaliyetleri yazarlık ve editörlükle
sınırlı kalmıyordu. Selanik ve İstanbul’da Yahudi
dinleyicilere Yahudi millî uyanışı üzerine çok sayıda
konuşma yapmak suretiyle uykuda olan cemaati
uyandırarak yüzlerce genç aktivisti yeni canlanmaya
başlayan siyonist harekete çekmişti.
Jabotinsky, iki yıl sonra, 1910 yılında, dünya siyonist
hareketi başkanı David Wolffsohn ile anlaşmazlık
yaşayarak görevinden istifa etti. Bu hareketin Köln’deki
yönetimiyle Rus Siyonistler arasındaki derin görüş
ayrılıklarının da bir yansımasıydı. Her hâlükârda,
Jabotinsky Siyonist hareketin Genç Türklerin Osmanlı
Bir Gazetecinin Roman Kahramanı Olarak Portresi 219

politikasında bir değişikliğe giderek Filistin’de Yahudi


yerleşimine izin vereceğine yönelik umutlarının
gerçekdışı olduğu kanaatine varmıştı. Olaylar yeni
yönetimin Yahudi göçüne yönelik tutumunun aslında
daha da katılaşacağını gösterecekti. Aynı zamanda
Sefarad Hahambaşı tarafından yönlendirilen Türk
Yahudi düzeni de Yahudi toplumunun Osmanlı
yönetimine sadakatini göstermek amacıyla siyonist
düşüncelerden caydırmaktaydı.4”
Tokgöz Bayram Karasu tarafından, kahramanları ara-
sında Vladimir Jabotinsky’nin de olduğu, “Of God and Mad-
ness: A Historical Novel (Tanrı’ya ve Deliliğe Dair: Bir Tarihî
Roman) adlı eser, Amerika’da İngilizce ve Türkiye’de Türkçe,
Türkçe çevirisi Yahudi Efendi adıyla, eş zamanlı olarak yayım-
lanır.5 Hatta Türkçe çevirisi İngilizce aslından daha önce oku-
yucuyla buluşur.6 Bu durum eserin aslı sanki İngilizce değil de
Türkçe imiş gibi bir izlenim uyandırmaktadır. Esas itibariyle,
bu tür eserler, eserin diliyle birlikte yazarın milliyeti de dikka-
te alınarak, aynı anda her ikisine birden, hem yazıldığı hem
de çevrildiği dilin edebiyatına ait kabul edilebilir ve Yahudi
Efendi’ye de bu açıdan Amerikan edebiyatının yanı sıra Türk
edebiyatı eseri nazarıyla bakılabilir.

Yahudi Efendi bir bilim adamı tarafından kaleme alın-


mıştır. Zaten romanın İngilizce adında bunun izlerini açık-
ça görmek mümkündür: “Of God and Madness” (Tanrı’ya ve
Deliliğe Dair). Görüldüğü gibi eser bu hâliyle edebî olmaktan
çok fikrî veya ilmî bir karakter arz etmektedir. Ancak eserin
adına eklenen “A Historical Novel” (Bir Tarihî Roman) ibaresi
bu arzın aynı zamanda edebî olduğunu gösterir mahiyettedir.
Elbette yazarın ilmî ve fikrî hüviyeti romana büyük ölçü yan-
4 Shumel Katz, “The Turkish Chapter İn Ze’ev Jabotinsky’s Journalistic
Career”, Qesher, No. 13, May 1993, Tel Aviv University Journalism Studies
Program Istitute for Research of the Jewish Press, s. 24e-25e, Tel Aviv 1993.
5 T. Byram Karasu, Of God and Madness A Historical Novel, Rowman &
Littlefield Publishers, Inc.: United States of America 2007.
6 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, Türkçeleştiren: Handan Balkara,
Everest Yayınları, İstanbul 2006.
220 Muhammet Sani ADIGÜZEL

sımıştır. Öyle anlaşıyor ki, eser, İngilizce aslının yayımlandığı


Amerika’da ilmî ve fikrî temeliyle daha fazla ön plana çıkarıl-
mak istenmiştir. Türkiye’de yayımlanan, Türkiye ve Türkçeye
uyarlanan nüshasında ise, romanda anlatılan hikâye ön plana
çıkmış ve hikâye kahramanın unvanı romana isim olarak ve-
rilmiştir.

Gerçi hedef dildeki 2006 baskısı ile kaynaktan dildeki


2007 baskısı arasında adının dışında da fark bulunan söz konu-
su eserle ilgili başka bir değerlendirme daha yapılabilir. Yazar
eserine kaynak dilde, İngilizcede, “Mister Jew” ismi vermiştir.
Nitekim kayak dilde verilen bu isim hedef dilde, Türkçede,
“Yahudi Efendi” diye karşılık bulmuştur. Ancak yayım aşama-
sında, Türkiye’de, “Yahudi Efendi” ismiyle yayımında herhangi
bir sorun yaşanmazken, Amerika’da, “Mister Jew” ismiyle ya-
yımında, sorun çıkmıştır. Amerika’daki yayımcı firma “Mister
Jew” ismindeki “mister” kelimesinin küçültücü bir anlam taşı-
dığı gerekçesiyle isim değişikliğine gitmiştir. Bu da ister iste-
mez yayımda gecikmeye sebep olmuştur. Türkiye’deki yayımcı
firma ise, “Yahudi Efendi” ismindeki “efendi” kelimesinin kü-
çültücü değil, tam tersine yüceltici bulduğu için eseri “Yahudi
Efendi” ismiyle vaktinde yayımlanmıştır. Böylece eserin tercü-
mesiyle telifi arasında yayım farkı ortaya çıkmıştır. Bir yıllık
bu yayım farkında öncelik teliften tercümeye geçmiştir. Netice
itibariyle bir yıl önce, 2005’te yapılması gereken telif baskının
yayımı, ancak bir yıl sonra, 2006’da yayımı yapılan tercüme
baskıdan sonra, 2007’de yapılabilmiştir.

Elbette roman yazarının eserin hem ilim ve fikir yönüyle


hem de hikâyesiyle çok yakından ilgisi vardır. Romanın yazıl-
ma sebebi de bu ilgiyle açıklanabilir. Romanın tarihî karakteri-
ni bu ilgi oluşturur. Yazarın romanda anlattığı gerçek anlamda
kendi hikâyesidir. Her ne kadar eser “Bu kitapta yer alan olay-
lar tamamen hayal ürünüdür, gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur.”
bilgisiyle çıksa da, yazarın kitabını ithaf ettiği babası Cemil Ka-
rasu bile kurgunun, romanın gerçek bir kahramanıdır. Yine
aynı şekilde bu babanın oğlu roman yazarı Tokgöz Karasu da
Bir Gazetecinin Roman Kahramanı Olarak Portresi 221

romanın kahramanları arasındadır. Aslında Karasu romanın


tam merkezinde yer almaktadır. Nitekim Karasu, romanın İn-
gilizce baskısının sonunda, neden çocuk sahibi olmadığı so-
rusuna, merkezde kendisinin yer aldığı, bir irsiyet açıklama-
sıyla cevap verir: 1996’da Adam, Emmanuel Karasu, Şükran
ve Adam’ın oğlu Zakir’e olduğu gibi bana da aynı tipte ‘beyin
tümörü’ teşhisi konuldu. Ameliyat oldum ve tümör kısmen
çıkarıldı.7

Bir tür aile şeceresinin çıkarıldığı bu irsiyet açıklama-


sından sonra Yahudi Efendi için (Tokgöz) Karasu (d. 1935)
ailesinin romanı denebilir. Beyin tümörlü bu irsiyet açıklama-
sına göre romana konu olan Karasu ailesinin silsilesi Emma-
nuel Karasu’yla (dede) başlayıp Adam Zakir’le (baba) devam
etmekte ve Adam Zakir’in oğulları Zakir ile Tokgöz Bayram
Karasu’yla (torunlar) da bitmektedir. Ancak hemen belirtil-
melidir ki, eserde, bu gerçek babaların yerinde hep ikame ba-
balar vardır. Emmanuel Karasu’nun yerine Sultan Vahdeddin,
Adam Zakir’in yerine Cemil Karasu ikame edilmiştir. Hem
ikame eden hem ikame edilen durumundaki Adam Zakir ko-
nuyu “Benim için ilk ve asıl kayıp babamdır. Ama insan kolek-
tif olarak babasızdır, sahip olduklarımız da olsa olsa başarısız
baba ikameleridir: sembolik babalar.” şeklinde değerlendirir.8

Romanın başkahramanı Adam Zakir’in bu değerlendir-


mesi, Yahudi Efendi’nin bir baba ikameleri, sembolik baba-
lar kitabı olarak okunabileceğini göstermektedir. En azından
romanda Adam Zakir’in 1905’te İstanbul’da başlayıp 1947’de
Kudüs’te nihayet bulan hayat hikâyesinin her aşaması için bu
okuma yapılabilir. Adam’ın bir şehzade çocuğu, Şehzade
Vahdeddin çocuğu olarak bulunduğu evle ilgili yaptığı “ker-
hane” benzetmesi; ikincisinin Paris, üçüncüsünün Kudüs ol-
duğu bu aşamalardan ilki, İstanbul aşaması; ikame, sembolik
babanın, başka bir deyişle kolektif babasızlığın ne demek ol-
duğu şeklinde yorumlanabilir:
7 T. Byram Karasu, Of God and Madness A Historical Novel, 2007.
8 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 204.
222 Muhammet Sani ADIGÜZEL

“Lüks ikametgâhımızda hapis hayatı yaşamakla


birlikte, gazeteler sayesinde dış dünyadan haberimiz
olurdu – Takvim-i Vekayi, Sabah, Akşam; ve mizah
dergileri Karagöz ve Akbaba. Öte yandan, ziyaretimize
gelen insanların çokluğu karşısında bazen şaşkına
dönerdim.
Bir gün şöyle yakındım. “Anne, burada olup bitenler
hakkında insanlar çok kötü şeyler söylüyorlar.”
“Ne gibi?”
“Kerhane gibi!”
“Ne?” diye bağırdı. “Kimmiş bu insanlar?”
Bereket versin, cevabımı beklemeden, hiddetle
uzaklaştı yanımdan.
Bir kerhane işletmediğimizi biliyordum ve annemin
babamdan başka kimseyle yatmadığına inanıyordum.
Gerçi onun Manny Enişte’yle arasındaki ilişkiyi bir
türlü çözememiştim. Ladino dilinde birbirlerinin
kulaklarına bir şeyler fısıldarlar ve gülüşüp dururlardı.”9
Adam Zakir yaşadığı yerle ilgili bir benzetme daha yapar:
Casushane. Aslında bu benzetmeleri birbirinden çok da ayrıy-
mış gibi düşünmemek gerekir. Nitekim Adam Zakir de, “Bir
süre sonra yaşadığım yerin bir kerhane değilse de bir casusha-
ne olduğu anlamaya başladım.”10 diyerek biri değilse de diğeri
anlamında bir düşünce sergiler. Her türlü gideri, büyük ölçüde
Manny Enişte, Emmanuel Karasu tarafından karşılanan, bu bir
kerhane değilse bile bir casushane olan evin, çok olan konukla-
rı, müdavimleri arasında Vladimir Jabotinsky de vardır:

“Çocukluk yıllarım boyunca, evimiz konuklarla


doldu taştı. Manny Enişte ile Haham Nahum, maliye
nazırı Cavid Bey, sadrazam Talat Bey ve birkaç
gazetenin sahibi olan Vladimir Jabotinsky başlıca
müdavimlerimiz arasındaydı. (Matmazel Blanche’la
ben, Jabotinsky’ye 666 derdik. Kutsal Kitap’taki
9 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 12.
10 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 32.
Bir Gazetecinin Roman Kahramanı Olarak Portresi 223

canavarın sayısıydı bu. Matmazel Blanche bana


ondan korkmamı söylerdi. Kötülük, engelli bir
yoldan ibarettir ve ruh gelişimi için gereklidir.) Daha
pek çok insanla tanıştım: ataşemiliter Deedes, ABD
Büyükelçileri Bay Strauss ile Bay Elkus; mebus Behar
Bey, Meclis üyesi iki Yahudi daha; David Ben-Gurior
ve İzhak Ben-Zvi gibi hukuk öğrencileri ve başka
gedikliler, beleşçiler.”11

Vladimir Jabotinsky, Adam Zakir’in doğumundan ölü-


müne, 1905’ten 1947’ye kadar devam hayatının konu alındı-
ğı, biyografik hatta otobiyografik bir roman diyebileceğimiz
beş bölümlük Yahudi Efendi’nin, sadece iki bölümünde, o da
birinci ve dördüncü bölümlerinde, özellikle de birinci bölü-
münde kendine yer bulur. Birinci bölümde, bir sultan çocuğu,
Sultan Vahdeddin’in şehzadeliği sırasında Yahudi bir anneden
olma çocuğu, Adam Zakir’in, kırk iki yıllık hayatının ilk on
yedi yılı anlatılır. Bu bölüm Adam Zakir’in, annesinin deyi-
miyle İsrailli prensin doğumuyla, 1905’te başlayıp, babanın,
padişah babanın, Sultan Vahdeddin’in tahtan indirilip sürgü-
ne gönderilmesine, 1922’ye kadar devam eder. Jabotinsky’nin
söz konusu edildiği dördüncü bölüm ise, 1942-1945 yılları
arası dönemdir. Bu dönemde, artık hayatta olmayan Jabotins-
ky, Kudüs’te adını taşıyan bir cadde ismiyle romana girer.

Jabotinsky’nin 1908-1910 yılları arasında İstanbul’da bu-


lunmuştur. Roman, 1905 doğumlu Adam Zakir’in hikâyesi
olduğuna göre, bu durumda Jabotinsky üç beş yaşında bir ço-
cuğun dilinden anlatıma girecek demektir. Ancak Jabotinsky
ile ilgili anlatımlar üç beş değil ancak on üç on beş yaşında
bir çocuğun yapabileceği bir özellik taşımaktadır. Zaten Adam
Zakir’in Jabotinsky’den söz ettiği yıllar aynı zamanda erkek-
liğe adım attığı yıllardır. Bu durumda, tarihi bir roman olan
Adam Efendi hakkında, tarihin on yıllık bir sapmayla ger-
çekleştiği şeklinde bir hüküm verilebilir. Haremağası Ahmet

11 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 13-14.


224 Muhammet Sani ADIGÜZEL

Ağa’nın Adam Zakir’e “Nerdeyse on beş yaşındasın be yahu.”12


demesinden hareketle de bu hüküm desteklenebilir.

Yaş itibariyle haremden selama geçen Adam Zakir’in bu-


rada yapılan konuşmalara kulak kesilir:

“Jabotinsky ile Manny Enişte her zamanki gibi erkenciy-


diler; aralarına az sonra Haham Nahum da katıldı. Selamlıkta
her zamanki köşeme oturmuş, kulak kesilmiştim.”13

Bir fikir vermesi açısından, Adam Zakir tarafından kulak


kesilen, Emanuel Karasu (1862-1934), Haham Nahum (1873-
1960) ve Vladimir Jabotinsky (1880-1940) arasında yapılan
tartışma olduğu gibi verilebilir:

“Bak gördün mü, âciz hissediyorsun kendini, çünkü


Türkiye’deki refah ve bollukta aklın kalıyor, tıpkı
Mısır’daki et kazanlarında aklı kalan atalarımız gibi,”
diye suçladı Manny Enişte’yi Jabotinsky.
“Ya sana ne demeli,” diyerek Haham Nahum’a döndü
sonra. “Bir insanda bu aczi görmek seni keyiflendiriyor
sevgili hahamım, çünkü onu Tanrı’nın çilekeş kulu
yapan şeyin bu olduğunu düşünüyorsun.”
Haham celallendi: “Ben Osmanlı Devleti’nin
parçalanmasını istemem. Her şey bir yana, biz
İspanya’dan kovulmadan önce bile Türkler bize çok
iyi davranmışlardır. Yunanca konuşan Romanyot
Yahudilerinin torunlarına bir sor istersen,
Konstantinopolis’in Osmanlılar tarafından fethiyle
birlikte hayatın Bizans Yahudileri için iyi yönde ne
kadar değiştiğini anlatsınlar sana. Ayrıca Osmanlı
olmasaydı, kurulacağı farz olunan İsrail devleti Arap
milletlerinin ortasında yapayalnız kalırdı.”
“Türkiye kadar hoşgörülü bir ülkede bile antisemitizmin
kökü asla kurutulamaz,” dedi Jabotinsky. “Bizden
nefret ediyorlar.”
12 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 42.
13 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 35.
Bir Gazetecinin Roman Kahramanı Olarak Portresi 225

“Yahudiler tikelciliklerinden kurtulmadıkları sürece,


ülkenin gerçek vatandaşları arasına giremezler,” diye
yanıtladı haham. “Akıcı bir Türkçe’yle konuşsalardı ve
Osmanlı devletini kalkındırmak için iyi niyetle çaba
harcıyor olsalardı, haklarındaki önyargı hâlâ devam
eder miydi sanıyorsun?”
“Evet, ederdi. Türkleşseydik halimiz daha kötü olurdu.
Gerçek manada asimilasyon Yahudilerin neslini
tüketirdi. Fransa’da ve Amerika’da, hatta az biraz
burada da oluyor zaten bu. Sen ne kadar Yahudi’sin ki
artık Manny? Ramazan’ı bile kutluyorsun?”
“Ramazan’ı kutlamak mı?” Manny eliyle karnını
tıpışlayarak güldü. “Oruç tutmamdan bahsediyorsan,
ben neredeyse bütün yıl oruç tutarım. Ama aynı
zamanda, mukaddes aylar boyunca Müslüman
dost ve meslektaşlar önünde yiyip içmenin yakışık
almayacağını da düşünüyorum.”
“İyi, iyi,” dedi Jabotinsky. “Müslüman dostun
Vahideddin’i razı edebilecek misin bari? Padişahtan
kendisini alternatif veliaht şehzade olarak tanımasını
isteyecek mi?”14
Böyle sürüp giden tartışmayı Adam Zakir ile mürebbiyesi
Matmazel Blanche da kendi aralarında sürdürürler. Bir gün
padişahlık sırasının kendisine geleceğini ve annesinin de Sul-
tan olacağını düşünen Adam Zakir’in mürebbiyesine, “Mat-
mazel Blanche, Jabotinsky sanırım Sultan Reşat’ı ve veliaht
şehzade Yusuf İzzettin’i öldürecek.” demesi üzerine, Matmazel
Branche kahkahalara boğulur ve “Adam, ne uçuk kaçık bir
hikâyedir bu böyle. Jabotinsky onları öldürmek şöyle dursun,
konuşmak için yanlarına bile yaklaşamaz.”15 diyerek mukabe-
lede bulunur.

Bir süre sonra bütün gazetelerin “Veliaht Şehzade Yusuf


İzzettin İntihar etti” manşetiyle çıkması üzerine tartışmaya
kaldıkları yerden devam ederler:
14 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 35-36.
15 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 37.
226 Muhammet Sani ADIGÜZEL

“Matmazel Blanche, ben dememiş miydim sana,


Jabotinsky veliaht şehzade İzzettin’i öldürecek diye?”
Matmazel Branche allak bullak olmuştu. “Bu sadece
bir tesadüf. Gazeteyi okudun Adam. Şehzade intihar
etmiş. Zaten kimse kimseyi bileklerini keserek
öldürmez ki. Kalbinden bıçaklar.”
Aptal mıydı?
“Jabotinsky onun yanına bile yaklaşamaz dememiş
miydin? Şehzadeyi nasıl kalbinden bıçaklasın?
Haremağalarından birine rüşvet yedirerek onu önce
zehirlediler, sonra da bileklerini kestiler. Anlasana, bir
insanın iki bileğini birden ancak zaten ölüyse ya da
komadaysa kesebilirsin.”16.

Vladimir Jabotinsky 1910 yılında İstanbul’dan ayrılmış ol-


ması ve Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi’nin de 1857-1916 yılları
arasında yaşamış olması, romanda bilgi ve kurgu arasında bir
paralellik kurulmadığını göstermektedir.

Yine aynı şekilde, 1872-1922 yılları arasında yaşamış olan,


Birinci Dünya Savaşı sırasında 1914-1917 yılları arasında Filis-
tin Cephesi’nde bulunan Cemal Paşa ilgili haberlerin o tarih-
lerde İstanbul’da bulunma ihtimali olmayan Vladimir Jabotins-
ky’ye dayandırılması tarihî geçeklere uygun düşmemektedir:

“Selamlıkta hava çok kasvetliydi. Tüm hatırı sayılır


Yahudi grupları oradaydı.
“Geç davet edilmenize rağmen gelebildiğiniz için
hepinize teşekkürler,” diye başladı Manny. “Vladimir’in
cephedeki bütün muhabirlerinden kötü havadisler
geliyor. Cemal Paşa, Yafa, Hayfa, Akka, Beyrut ve
Kudüs’teki Yahudilerin tahliyesini emretmiş. On
binden fazla Yahudi, Suriye içlerine doğru yayan göçe
zorlanıyor. Bütün mallarına el konulmuş. Yahudi evleri
yağmalanmış. Hırsızlık ve gaspçılığın alıp yürüdüğü
bildiriliyor.”
16 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 40.
Bir Gazetecinin Roman Kahramanı Olarak Portresi 227

“Binlerce Yahudi, Suriye çölüne doğru yayan göçe mi


zorlanıyormuş?” diye sordu Haham Nahum. “Ama
bu kendi devletimize yöneltilmiş son derece ağır bir
suçlama. Talat’ın sadrazam sıfatıyla buna izin vermiş
olması inanılır gibi değil.”
“Bu nasyonalist hareketin arkasında Talat değil,
Sultan Reşat var,” diye açıkladı Manny. “Talat’a kalsa,
Cemal’i Filistin’deki görevinden alacaktı, ama padişah
gereken emri vermeyi reddetti. Hatta, önümüzdeki
hafta Talat’ı sadrazamlıktan azledip yerine Cemal’i
getirmeyi planladığı yönünde, çok güvenilir bir
kaynaktan edinilmiş bilgilerimiz var.”
“O halde, başka çaremiz kalmadı mı yani?” diye sordu
Jabotinsky.
Haham Nahum tedirgin bir halde ayağa kalktı: “Tanrı
hepimizi bağışlasın.”
Haham ayrılırken, odayı huzursuz bir sessizlik
kapladı.
“Valdimir, gazete muhabirlerinin durumu
abartmadığına emin misin?” dedi Manny. Abarttıklarını
bilir gibiydi sanki.”17
Romanda Jabotinsky adı bir kez defa daha adam öldür-
meyle ilgili olarak geçer. Daha önce Şehzade Yusuf İzzeddin
Efendi’nin ölümüyle Jabotinsky arasında bir bağ kurmaya ça-
lışan Adam Zakir bu seferde onun Sultan Reşat’ı öldürüleceği
iddiasında bulunur:

“Matmazel Blanche, dün gece kendi kulaklarımla


duydum. Jabotinsky Sultan Reşat’ı öldürecek. Lütfen
yine uyduruyormuşum gibi bakma öyle. Söylüyorum
sana, padişahı öldürecekler.”
“Adam, giderek paranoyaklaşıyorsun. Böyle
düşünmeye devam edersen sen de Mösyö Soğomon
gibi akıl hastanesini boylarsın.”18.

17 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 46-47.


18 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 48.
228 Muhammet Sani ADIGÜZEL

Nitekim Adam Zakir’in akıl hastası olduğu düşünülür.


Adam Zakir’in tedavisi için de Herzl’in çocuklarını bile tedavi
ettiği söylenen Freud’un adı geçer. Ancak Adam Zakir’in Vi-
yana’ya gitmesine babası Vahdeddin’in izin vermeyeceği ge-
rekçesiyle bu iş için Almanya’da eğitim görmüş olan Mazhar
Osman’da karar kılınır.

Bu arada Adam Zakir altı ay süren tedavi süresince Maz-


har Osman’ın sorduğu çeşitli sorulara cevap verir. “Tabii ki ha-
yır. Bu çok komik. O kadar da deli değilim, doktor.” cevabının
verildiği bu sorulardan birine, annesiyle ilgili olanına, örnek
teşkil etmesi açısından, burada yer verilebilir: “Annemin Si-
yonistlerin casusu olduğunu mu düşünüyordum?”19 Mazhar
Osman, “o kadar da deli olmayan” ve henüz “pek fazla gerçek-
lik kaldıramayan” hastasının kurtuluşunun ise, asıl “Şehzade
İzzettin’in öldürüldüğünü ya da Jabotinsky’nin Sultan Reşat’ı
öldürmeyi planladığı”20 fikrinden vazgeçmesiyle mümkün ola-
cağı kanısındadır.

Vladimir Jabotinsky ismi romanda birinci bölüm dışında


bir kez daha geçer. O da dördüncü bölümdür. Bu bölümde, İs-
tanbul’dan Kudüs’e gelen Adam Zakir, o tarihte, 1945’te artık
hayatta olmayan Jabotinsky ismiyle son bir kez daha karşılaşır:

“Bir muhafız bana bir kâğıt parçası uzattı. Kâğıtta


Jabotinsky Caddesi üzerindeki Habad Sosyal Hizmetler
Bürosu’nun adresi yazılıydı. Dünya bu kadar mı zalim?
Evimizde yiyip içmiş ve bizim rızamızla Osmanlı
İmparatorluğu’nun ve dolayısıyla benim kuyumu
kazmış bir adamın ismini taşıyan caddede el âleme
avuç açacağım günü de mi görecektim? Geçmişin
geleceği beslemesi beklenir, benimkisi zehirlemişti.”21
Bu satırlar Vladimir Jabotinsky’nin Osmanlı Devleti’ne
karşı tutumunu âdeta özetler gibidir. Bunlara, bir de, “Matma-
zel Blanche’la ben, Jabotinsky’ye 666 derdik. Kutsal Kitap’taki
19 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 55.
20 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 55.
21 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 294.
Bir Gazetecinin Roman Kahramanı Olarak Portresi 229

canavarın sayısıydı bu. Matmazel Blanche bana ondan kork-


mamı söylerdi. Kötülük, engelli bir yoldan ibarettir ve ruh ge-
lişimi için gereklidir.”22 satırları eklenmelidir. Ancak o zaman,
hatta bir ekleme daha yapılarak, Frank Sunn’un “Canavar’ın
İnternet’teki Sayısı: 666 (Kutsal Kitap’ın Gözüyle İnternet)”23
adlı eserinin de eklenmesiyle, bir gazetecinin, nam-ı diğer
666’nın, yalnız kurdun, Herzl’in halefinin, Jabo’nun24, Vedo-
mosti gazetesi Moskova savaş muhabirinin, “Türkiye ve Sa-
vaş” kitabının yazarının ve Tokgöz Bayram Karasu’nun “Ya-
hudi Efendi” romanın kahramanı Vladimir Jabotinsky’nin
portresi ortaya çıkmış olur.

KAYNAKÇA

Kutluay, Yaşar, Siyonizm ve Türkiye, Bilge Karınca Yayın-


ları, İstanbul 2010.
Jabotinsky, Vladimir, Türkiye ve Savaş, çev. Zehra Ta-
punç, Gerekli Kitap Yayınları, İstanbul 2007.
Jabotinsky, Vladimir, Sadece Bir Emir Kipi İsrail’i Kur!,
çev. Atilla Aşçı, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2013.
Katz, Shumel, “The Turkish Chapter İn Ze’ev Jabotinsky’s
Journalistic Career”, Qesher, No. 13, May 1993, Tel Aviv Uni-
versity Journalism Studies Program Istitute for Research of
the Jewish Press, s. 24e-25e, Tel Aviv 1993.
Karasu, T. Byram, Of God and Madness A Historical No-
vel, Rowman & Littlefield Publishers, Inc.: United States of
America 2007.
Karasu, Tokgöz B., Yahudi Efendi, Türkçeleştiren: Han-
dan Balkara, Everest Yayınları, İstanbul 2006.
22 Tokgöz B. Karasu, Yahudi Efendi, s. 13.
23 Frank Sunn, Canavar’ın İnternet’teki Sayısı: 666 (Kutsal Kitap’ın Gözüyle
İnternet), çev. Özgül Erman, Cep Kitapları A.Ş., İstanbul 2001.
24 Selin Çağlayan, İsrail Sözlüğü, İletişim Yayınları, İstanbul 2004.
230 Muhammet Sani ADIGÜZEL

Sunn, Frank, Canavar’ın İnternet’teki Sayısı: 666 (Kutsal


Kitap’ın Gözüyle İnternet), çev. Özgül Erman, Cep Kitapları
A.Ş., İstanbul 2001.
Çağlayan, Selin, İsrail Sözlüğü, İletişim Yayınları, İstanbul
2004.
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
231
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un At
Betimli Sikkesi Ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri

The Horse Depicted Coin Of The Shah-Ahlat Ruler


Seyf al-din Begtimur And Its Place Within The
Seljukian Art

Ramazan UYKUR
Dr. Manisa CBÜ, Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü

ÖZ: Bu çalışmanın kapsamını Mardin Müzesi envante-


rinde kayıtlı nadir bir sikke olan, Ahlat emirlerinden Seyfed-
din Begtimur’un fels cinsinden sikkesi oluşturmuştur. Sikke
hem yazıtlarının tarihi değeri yönünden, hem de taşıdığı at
tasvirinin Selçuklu sanatı içindeki yeri bakımından oldukça
önemlidir. Türkler Anadolu’ya gelmeden çok daha evvel at
tasvirlerini çeşitli malzemelerde olduğu gibi sikkeler üzerinde
de sıklıkla işlemişlerdi. Bozkır yaşam tarzının önemli parça-
larından biri olan at Türklerin hayatında büyük önem taşı-
yordu. Türkler sadece besin olarak değil, aynı zamanda askeri
amaçlar doğrultusunda at yetiştiriciliğine önem veriyordu.
Çünkü bozkır yaşamının sürekliliğini sağlayan ekonomik ha-
yatın başında şüphesiz at ticareti gelmekteydi. Azerbaycan’da
Selçuklu valisi Kutbeddin İsmail’in Türk kölesi olan Sökmen
1100 yılında Ahlat’ı Mervanlardan alarak Ahlatşahlar (veya
Ermenşahlar) devletini kurdu. Onun soyundan gelenler ise bu
topraklarda yüz yıl kadar hüküm sürmeye devam ettiler. Ah-
lat emirlerinden günümüze ulaşabilen tek sikke ise Seyfeddin
Begtimur’a (1183-1193) ait tanıttığımız sikkesidir. Çalışmanın
amacı Seyfeddin Begtimur’un sikkesini bütün yönleriyle ele
almak ve taşıdığı at motifinin Selçuklu sanatı içindeki yerini
232 Ramazan UYKUR

incelemektir. Sikkenin ön yüzünde çalışmanın ana konusunu


da oluşturan, ayakta yavrusunu emziren bir kısrak tasviri yer
almıştır. Kısrak başını öne eğmiş ve yavrusuna şefkatle bakı-
yor (veya yalıyor) olarak tamamen doğada rastlandığı gibi be-
timlenmiştir. Bu yüzde dairesel formlu bir yazı yer almış fakat
aşınmadan dolayı okunamamıştır. Ancak İ. Artuk sikkenin
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunan kopyasını yayınlamış
ve yazıtta Seyfeddin Begtimur’un 582 (1186-87) senesinde ba-
sılmasını emrettiği ibaresinin yazdığını belirtmiştir. Sikkenin
arka yüzünde ise Seyfeddin Begtimur dört satır kûfî yazıtta
halifeyi kurtaran Ulu Sultan olarak anılmıştır. Sonuç olarak;
sikkenin nadir olması yanında taşıdığı resmin de Türk sanatı
tarihi bakımından son derece önemli olduğu ortaya çıkmıştır.
Konu kadim Türk kültüründe yer alan at mitolojisine atıflarda
bulunmaktadır.

Anahtar Kelimler: Ahlatşahlar, Seyfeddin Begtimur, Sel-


çuklu, Türk kültüründe at

ABSTRACT: The type follis coin belonging to the


Shah-Ahlat (or Shah-Armen) Ruler Seyf al-din Begtimur, whi-
ch is a rare coin registered in the Mardin Museum inventory,
constitutes the scope of this study. The coin is of high impor-
tance not only in terms of the historical value of its inscrip-
tions but also due to the place of the horse depiction it bears
in the Seljukian art. Turks often engraved horse depictions on
coins just like many other materials way before they arrived to
Anatolia. One of the significant elements of the steppe lifestyle,
horse was of great importance in the life of the Turks. Turks
attributed importance to horse breeding both in terms of food
and in line with military purposes; because horse breeding was
the primary element of the economic life which ensured the
continuity of the steppe lifestyle. Sokmen, who was the Turkish
slave of the Seljukian governor Kutb al-din Ismail in Azerba-
ijan, established the State of Shah-Ahlat by conquering Ahlat
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
233
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
from Marwanids in the year of 1000. His descendants conti-
nued to reign on this territory for approximately a hundred
years. The only coin which remained until today from the
rulers of Ahlat is the coin belonging to Seyf al-din Begtimur
(1183-1193) that we present. The aim of the study is to address
the coin of Seyf al-din Begtimur in all aspects and to examine
the place of the horse design it bears within the Seljukian art.
On the front side of the coin, there is the depiction of a mare
nursing her offspring while standing. The mare was depicted
all naturally while she bows her head and looks at (or licks)
her offspring affectionately. There is a circular inscription on
this side of the coin, however, it is not legible since it is worn
out. Nevertheless, I. Artuk published the copy of the coin whi-
ch is in the Istanbul Archeology Museum and he specified that
the inscription expressed the order of minting given by Seyf
al-din Begtimur in the year of 582 (1186-87). On the backside
of the coin, Seyf al-din Begtimur is mentioned as the Great
Sultan who saved the khalifa in the four-line cufic inscription.
In conclusion, it was revealed that the coin is not only rare but
also the design it bears is of utmost importance for the history
of Turkish art. The subject makes references to the horse ico-
nography in the archaic Turkish culture.

Key Words: Shahs-Ahlat, Seyf al-din Begtimur, Seljuki-


an, Horse in the Turkish Culture

Giriş
Ahlat, Van gölünün kuzeybatı kıyısında Selçuklu mezar
taşlarıyla meşhur bir şehir ve bugün Bitlis’e bağlı ilçe merke-
zidir. Ahlat Urartular’dan Osmanlılar’a kadar çeşitli devlet ve
hanedanların idaresinde kalmıştır. Şehrin en eski sakinleri
olan Urartular buraya Halads, Ermeniler Şaleat (Şaliat), Sür-
yaniler Kelath, Araplar Hilat, İranlılar ve Türkler ise Ahlat de-
mişlerdir25.
25 Faruk Sümer, “Ahlat”, DİA, C. 2, 1989, s. 19.
234 Ramazan UYKUR

Türkler Anadolu’ya geldiklerinde Ahlat dışındaki Van,


Erciş, Malazgirt, Bargiri gibi bölgedeki şehirlerin hepsi Bizans
İmparatorluğu’nun elindeydi. Ahlat Alparslan devrinden itiba-
ren (1063) Anadolu’ya yapılan akın ve fetih hareketlerinde bir
üs olarak kullanıldı. Selçukluların büyük emirlerinden Afşin
Bey Ahlat’tan Anadolu içlerine akınlar düzenlemiş, Alparslan
da 1071’de Ahlat üzerinden Malazgirt’e giderek burayı kolayca
fethetmişti. Aynı yıl Ahlat’ın Emir Sunduk’un idaresinde ol-
duğu ve Bizans imparatorunun Ahlat üzerine sevk ettiği öncü
kuvvetlerini mağlup ettiği bilinmektedir26.

Ahlat 12. yüzyılın başlarından itibaren Ahlatşahlar (veya


Ermenşahlar) olarak bilinen hanedanın eline geçmiş ve tarihi-
nin en parlak devrini yaşamıştır. Azerbaycan’da Selçuklu valisi
Kutbeddin İsmail İl-Arslan’ın Türk memlük emiri olan Sök-
men el-Kutbi, 1100 yılında Ahlat’ı Mervanlardan almıştır27. F.
Sümer o tarihte Azerbaycan Meliki Mevdüd’ün henüz hayatta
olduğu için Sökmen’in şehri onun adına idare ettiğini belirt-
miştir. Daha sonra Ahlat, Selçuklu sultanı Muhammed Tapar’a
güzel hizmetlerde bulunduğu için Tebriz ve Meyyafarikin ile
birlikte sadakatinin mükafatı olarak kendisine ikta edilmiştir
(1111). Aynı yıl Haçlı tehdidine maruz kalan şehirlerden Bağ-
dat’a gelen Müslümanların Muhammed Tapar’dan yardım is-
temesi üzerine, Tapar büyük bir orduyu Haçlılar üzerine gön-
derdi. Bu orduya katılan emirler arasında Sökmen el-Kutbi de
bulunuyordu. Ancak Halep’e vardıklarında Sökmen el-Kutbi
hastalandı ve Fırat kıyısındaki Balis şehrinde vefat etti28. Vefatı
üzerine yerini oğullarından Zahirüddin İbrahim aldı ve 1126
(veya 1127) yılında ölümüne kadar bu mevkide kaldı. 1128
yılında tahta geçen II. Sökmen’in uzun hükümdarlık zamanı
ise Ahlatşahlar Devleti’nin şüphesiz en parlak devridir. II. Sök-
men’in ölümünden sonra ise hiç oğlu olmadığı ve hanedanın-
26 F. S, a.g.e., s. 20.
27 Behzad Butak, XI. XII. ve XIII. Yüzyıllarda Resimli Türk Paraları, Pulhan
Matbaası, İstanbul, 1947, s. 78, No 93; Behzad Butak, XI. XII. ve XIII.
Yüzyıllarda Resimli Türk Paralarına Ek, Pulhan Matbaası, İstanbul, 1948, s.
120, No 141.
28 Faruk Sümer, “Ahlatşahlar”, DİA, C. 2, 1989, s. 25.
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
235
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
dan da hiç kimse bulunmadığı için, yerine eşrafın ve halkın
arzusu üzerine memlük asıllı emiri Seyfeddin Begtimur geçti
(1185)29.

Ahlat’ın Ahlatşahlar devrinde ulaştığı zenginlik göz ka-


maştırmış İldeniz oğlu Atabeg Cihan Pehlivan, Salâhaddin
Eyyûbî ve Erzurum meliki Tuğrul Şah gibi pek çok hükümdar
oraya sahip olmak istemiştir. 1207 yılına gelindiğinde ise Tuğ-
rul Şah’ın Ahlatşah Balaban’ı öldürmesi üzerine şehir Eyyûbî
sultanı el-Melikü’l-Evhad b. Adil’in eline geçmiş ve böylece
Ahlatşahlar hanedanı sona ermiştir30.

Sikkenin Yerleşim Düzeni ve Tanımı:


Söz konusu sikke Ahlat emirlerinden Seyfeddin Begti-
mur’un (1183-1193) Mardin Müzesi envanterinde 17801 nu-
mara ile kayıtlı, fels (bakır) cinsinden, 10 gr. ağırlığında, 25
mm. çapında ve 582 (1186-87) yılında darp ettirdiği nadir
bir eserdir. Sikkenin ön yüzünde daire içinde ayakta yavru-
sunu emziren bir kısrak tasviri yer almıştır. Konu tamamen
natüralist bir biçimde işlenmiş, kısrak başını öne eğmiş ve
yavrusuna şefkatle bakıyor (veya yalıyor) olarak tamamen do-
ğada rastlandığı haliyle betimlenmiştir. Kısrak ve yavrusuna
çerçeve oluşturmuş çizgisel bir dairenin etrafını, yine dairesel
formlu bir yazı kuşağı çevrelemiştir. Sikkede meydana gelen
aşınmadan dolayı yazıt silinmiş ve içeriğinde ne yazdığı oku-
namamaktadır. Ancak İ. Artuk sikkenin İstanbul Arkeoloji
Müzesi’nde bulunan kopyasını yayınlamış ve yazıtı şöyle oku-
muştur: ‫ امربضربه العبدالفقير[بكتمر] سنة اثنين ثمانين خمسمائة‬-Emr-i
bi-darbihi el-abdü’l-fakir [Begtimur]. Sene isneyn semanine
hamsemi’e31- ibaresi yazılıdır.
29 F. S, a.g.e., s. 27.
30 F. S., “Ahlat”, s. 21.
31 İbrahim Artuk, “Ahlat Emiri Bektimur’un Sikkesi”, Tarih Dergisi, C.
1, S. 1-2, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1950, s. 385; İbrahim
Artuk-Cevriye Artuk, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İslami
Sikkeler Kataloğu, I, MEB, İstanbul 1970, s. 426-427, No 1299. Ayrıca İ.
Artuk sikkenin benzerine Leningrad, Ermitage ve Viyana Müzeleri’nin
numismatik bölümlerinde rastlandığını belirtmektedir. İ. A., a.g.m., s. 385.
236 Ramazan UYKUR

Anlamı: Fakir kul [Begtimur] 582 (1186-87) senesinde ba-


sılmasını emretti.

Sikkenin nadir olması ve yazıtlarda ki tarihi değeri ya-


nında, taşıdığı resmin konusu da; sanat tarihi bakımından ele
alındığın da kadim Türk kültüründe yer alan at mitolojisine
atıflarda bulunduğu için son derece önemlidir.

Burada şunu da belirtmek isterim. İ. Artuk bu sikkeyi ilk


defa 1950 yılında Tarih Dergisi’nde yayınlamıştır. Tarih Dergi-
si’ndeki ilk yayınında ön yüz yazıtında emirin ismi olan Beg-
timur ]‫ [بكتمر‬ibaresini yazmış, fakat daha sonra 1970 yılında
yayınladığı İstanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İslami Sikke-
ler Kataloğu’nda bu ibareyi metinden çıkartmıştır. Bu yüzden
ismin tam olarak yazıp yazmadığını bilmediğim için köşeli
parantez içinde [Begtimur] şeklinde vermeyi uygun buldum32.

Mardin Müzesi, Envanter Numarası 17801, Fels, 582 (1186-87),


10 gr, 25 mm.

‫امربضربه العبدالفقير[بكتمر] سنة‬


‫اثنين ثمانين خمسمائة‬

32 İ. A., a.g.m., s. 385; İ. A.-C. A., a.g.e., s. 426, No 1299.


Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
237
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
İ. Artuk, Illyria’da Apollonia, Gorcyra, Dyrrachium, Mo-
numius gibi Yunan şehirlerinin sikkelerinde yavrusunu emzi-
ren inek sembolünün bulunduğunu, Türklerin bu sikkelerden
esinlendiğini, ancak atı çok sevdiği, kendi gelenek ve âdetleri-
ne de uygun olduğu için bu sembolü tercih ettiği görüşünde-
dir33. Bu görüşe katılmadığımı belirtmek istiyorum. Metinde
açıklanacağı gibi Türkler Anadolu’ya gelmeden çok daha ev-
vel bozkır hayatının önemli bir unsuru olan atlara ait tasvirleri
çeşitli malzemelerde sıklıkla işlemekteydi. Bunlar içinde kaya
resimleri, kurganlardan çıkan eserler, at koşumu ile ilgili mal-
zemeler ve sikkeler üzerinde görülen at betimleri önemli bir
yer tutmaktadır.

Sikkenin arka yüzünde ortada dört satır kûfî hatlı yazı


görülmektedir. Bu yazıtın sağında ve solunda dikey olarak ya-
zılmış iki yazıt daha bulunmaktadır. Soldaki dikey yazıt tama-
men silinmiş ve okunamamaktadır. Okunmayan bu kısmı İ.
Artuk [‫]السلطان ال معظم‬, [es-Sultanü’l-Muazzam] şeklinde oku-
muştur34. Bu durumda yazıtın tamamı şöyle olmaktadır: ‫والدين‬
‫ ]السلطان ال معظم[ بدرالدنيا غياس امير المؤمنين‬/ ‫الناصرللدين اميرالمؤمنين‬
- en-Nâsır lil-Din Emirü’l-Mü’minîn / [es-Sultanü’l-Muazzam]
Bedre’d-dünya ve’d-din Gıyas, Emirü’l-Mü’minîn.

Anlamı: “Emirül Mü’minîn’i (halife) kurtaran Ulu Sultan


Bedred-dünya ve’d-din”

Sikkeyi bastıran Seyfeddin Begtimur bu sikkede


[es-Sultanü’l-Muazzam] Bedre’d-dünya ve’d-din Gıyas, Emi-
rü’l-Mü’minîn. Yani Emirül Mü’minîn’i (halife) kurtaran Ulu
Sultan Bedred-dünya ve’d-din” unvanını kullanmıştır.

33 İ. A., “Ahlat Emiri…”, s. 385.


34 İ. A., a.g.m., s. 385; İ. A.-C. A., İstanbul..., s. 426, No 1299.
238 Ramazan UYKUR

[‫]السلطان ال معظم‬
‫امير المؤمنين‬

‫والدين غياس‬
‫الناصرللدين‬
‫اميرالمؤمنين‬

‫بدرالدنيا‬

İ. Artuk’un İbnü’l-Esir’den rivayet ettiğine göre, Seyfeddin


Begtimur 589 (1193) yılında düşman olarak gördüğü Salâhad-
din Eyyûbî ölünce sevinçten ‫ السلطان ال معظم‬-es-Sultanü’l-Mu-
azzam- unvanını almış ismini de Melikü’l-Aziz ilan etmiştir35.
Artuk İbnü’l-Esir’den konuyu şöyle aktarır:

“Bu senede Cumadelulâ’nın ilk gününde Ahlat Emiri


Seyfeddin Begtimur öldürüldü. Katli ile Salâhaddin’in
ölümü arasında iki ay vardır. Salâhaddin’in ölümüne
çok sevindi. Fakat Tanrı ona da meydan vermedi.
Salâhaddin’in ölüm haberini aldığı zaman çok sevindi
ve kendisine bir taht yaptırarak üstüne oturdu ve
Sultanü’l-Muazzam lâkabını aldı. Hâlbuki asıl lâkabı
Seyfeddin idi ve Abdülâziz adını aldı”.

35 İ. A.-C. A., a.g.e., s. 427


Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
239
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
İ. Artuk, İbnü’l-Esirden aktardığı bu rivayetteki es-Sulta-
nü’l-Muazzam unvanını almış olması sebebiyle sikkeyi Salâ-
haddin Eyyûbî’nin ölüm yılı olan 589 (1193) tarihli başlıkla
tanıtmış, ancak sikkenin ön yüz açıklama kısmında Arapça
yazıtta ise sikke üzerinde basım yılını 582 (1186-87) tarihli
olarak okumuş ve yazmıştır. Bu durumda İ. Artuk 582 (1186-
87) yılını doğru okumuşsa, İbnü’l-Esir’in nakli ve sikkenin ba-
sım yılı karşılaştırıldığında soldaki okunmayan kısmın es-Sul-
tanü’l-Muazzam olduğu şüpheli hale gelmektedir. Ya da Sey-
feddin Begtimur, Salâhaddin Eyyûbî ölmeden çok daha evvel
zaten bu lâkabı kullanmaktaydı.

Başka bir numismat B. Butak sikkeyi 1947 yılında önce


el-Cezire Atabegi Muizeddin Sencerşah’a ait tarihsiz bir para
şeklinde tanıtmış, daha sonra 1948’de yayımlanan eserinde
hatasını düzelterek sikkeyi o da Seyfeddin Begtimur’a ait ve
582 (1186-87) tarihli olarak yayınlamıştır36.

Antik Türk Kültüründe At Mitolojisi ve Sel-


çuklu Sanatında At Sembolizmi
Bozkır yaşam tarzının önemli bir parçası olan at Türk-
lerin hayatında büyük bir önem taşımaktadır. Atın çokluğu,
bolluğun ve zenginliğin bir ifadesiydi. Bozkır yaşamının sü-
rekliliğini sağlayabilmek için geliştirilen ekonomik hayatın
başında at ticareti geliyordu. Bilhassa Çin’e çok değerli ihraç
malı olarak satıp büyük iktisadi destek sağlanmaktaydı. Eski
Türkler at yetiştiriciliğine sadece besin olarak değil, aynı za-
manda askeri amaçlar doğrultusunda da değer vermekteydi.
Dolayısıyla bütün varlığını borçlu olduğu bu hayvanı insan
ruhu taşıyan, icabında konuşabilecek ölçüde zeki, savaşlarda
bir kahraman, Gök Tanrı’ya ve atalara sunulacak en kıymetli
kurban ve hediye saymıştır.

36 B. B., XI. XII. ve XIII. Yüzyıllarda…, s. 78, No 93.


240 Ramazan UYKUR

10. yüzyıl İslam tarih ve coğrafyacısı Mesudi, Kralları


özelliklerine göre sıralarken Türk hükümdarını atlarının sayı-
sına göre derecelendirmektedir. Ayrıca dünyada Kuşan [Kuça]
şehrinin sahibi Tokuz-guzlar’ın hükümdarı “yırtıcıların ve at-
ların hükümdarı” olarak bilinen İygurhan’ın atlarından daha
fazla atı olan kimsenin olmadığını nakletmektedir37.

İ. Kafesoğlu, Orta Asya’da oturan ve çok eski bir zaman-


da avcılık hayatından hayvanları ehlileştirmeye geçen ve ata
ilk binen kavmin Türkler olduğunu iddia etmiştir. Bu durum
Asya’daki bilimsel kazılarda elde edilen malzemeler üzerinde-
ki incelemelerle de desteklenmiştir. Baykal Gölü’nün batısın-
da Minusinsk’te Afanasyeva bölgesindeki mezarlarda ilk defa
at kalıntılarına rastlanmıştır (2500-1700 arası). Aynı bölgede
Andronovo adlı kültür merkezinde (1700-1200) bol miktarda at
iskeleti görülmüş ve atlı defin âdetinin Batı’ya buradan yayıldı-
ğı düşünülmüştür. Andranova kültürünü meydana getiren atlı
kavim ise Sarı Moğol’dan ve Akdeniz tipi insanından tamamen
farklı olup beyaz renkli savaşçı bir topluluktu. Kafesoğlu’na göre
bu topluluk Menghin’in “savaşçı-çoban”lar dediği, bozkır kültü-
rünün sahibi ve yayıcısı olan ön-Türkler’den başkası değildi38.

Türkler Asya bozkırlarının iklimine uygun bir tarzda ha-


yatlarını sürdürebilmek için binlerce baş hayvanı gütmek, mev-
simden mevsime otlaklara zamanında sevk etmek zorundaydı.
Zorlu hayat şartları onları hızlı ve dayanıklı vasıtalar teminine
itmiş ve bu sebeplerle at Türk’ün ayrılmaz bir parçası haline
gelmişti. Türkler tarafından ilk terbiye edilen bozkır cinsi at
uzun ince bacaklı, küçük dik başlı, sert tırnaklı binek atıdır. Bu
at savaşlarda seri manevralar için ideal bir beden yapısına sa-
hiptir. Bu sebeple Çinliler, süvari birlikleri kurarken, Hun atla-
rının en iyi yetiştirildiği bölge olan Batı Asya’dan “kan terleyen”
sıfatı ile bilinen “Gök Tanrı atı” (Tien-ma) diye andıkları boz-
kır atlarını temin etmek için büyük çabalar sarf etmişlerdir39.

37 Mesudî, Murûc ez-Zeheb (Altın Bozkırlar), Çev. A. Batur, Selenge


Yayınları, İstanbul 2004, s. 61.
38 İbrahim Kafesoğlu, “At”, DİA, 4, 1991,s. 27.
39 İ. K., a.g.m., s. 26, 27.
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
241
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
Göçebe yaşama sahip İskitler, Hunlar ve Göktürkler
(veya Köktürkler), bu hayata bağlı yaşam koşullarının başında
gelen hayvanlar ve hareketlerini, kendilerine özgü bir üslup-
la çeşitli malzemeler üzerine işleyerek bunu bir sanat haline
getirmişlerdir. Böylece bu Türk sanatı, kemer tokaları, kılıç,
hançer kabzası, süs eşyaları, at biniş takımları gibi taşınabi-
lir eşyaların üzerine işlenmiş, çeşitli hayvanların birbirleriyle
mücadelesini gösteren motiflerden oluşan “Hayvan Üslubu”
adı verilen sanat ürünleriyle kendini göstermiştir. Hayvan
mücadeleleri, sadece süsleme amaçlı olarak gelişi güzel yapıl-
mamış, kazanılan savaşların ve düşmanı kovmanın sembolik
anlatımları olarak karşımıza çıkmıştır. Taş toprak, keçe ve ma-
denden çeşitli malzemeler üzerinde yapılan sanat eserlerinde
en çok geyik, keçi, kurt, at ve yırtıcı kuşlara yer verilmiştir40.

Hayvan üslubu sanat eserlerinin ilk örnekleri kaya resim-


leri ve kurgan buluntularında karşımıza çıkmaktadır41. Gök-
türk dönemi kaya resimlerinde en çok görülen konular av ve
savaş sahneleridir. Kayalar üzerinde bazen hayvan üslubuna
uygun şekilde yapılırken bazen de natüralist üsluba uygun tas-
virler de yer almıştır42. İskit ve Hun mezarlarında insan ve at
gömülerinin yanında maden objeler, koşum takımları, eyerler,
kaplar, oklar, bıçaklar, kılıçlar, süs eşyaları gibi pek çok eserler
çıkarılmıştır. Örneğin Dinyeper üzerinde yer alan Znamenka
Köyü’ndeki İskitlere ait Solocha Kurganı’nda, altın ve gümüş-
ten yapılmış birçok değerli eşyalara rastlanmıştır. Bu eşyalar
arsında İskit kabartmalarıyla süslü, üzerinde atlı savaş sahne-
sini anlatan altın tarak son derece önemlidir43 (Şekil 1). Bu
eser İskitlerde atın askeri ve sosyal hayatta edindiği önemin ve
aldığı rolün sanat eserine yansıması şeklinde yorumlanabilir.
40 Ayşe Karaca, Türk Kültürü’nde At (İlk Çağ Ve Orta Çağ), Gaziantep
Üniversitesi S. B. E. Tarih A. D. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
Gaziantep 2011, s. 41, 42.
41 Yaşar Çoruhlu, Eski Türklerin Kutsal Mezarları Kurganlar, Ötüken
Neşriyat, İstanbul 2016, s. 420-440.
42 Yaşar Çoruhlu, “Türk Sanatında Av Sembolizmi”, Arkeoloji ve Sanat, S.
76, Ocak-Şubat 1997, s. 13-25.
43 Scythian Art, Aurora Art Publishers, Leningrad 1986; Şeyda Aydın,
Dokuma Sanatlarından Minyatüre Türk Kültüründe At, Atatürk Üniversitesi
S. B. E. Resim Anasanat Dalı, Erzurum 2015, s. 69-72.
242 Ramazan UYKUR

Somuncuoğlu tarafından ayrıntılı biçimde ele alınan ça-


lışmalarda Sibirya, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve
Türkiye’de bulunan yerleşim bölgelerinde sosyal konuları ele
alan önemli figürler tespit edilmiştir. Bu figürler arasında av,
atlar ve süvarilerin geniş bir alana sahip olduğu görülmüştür44.
Bir örnek vermek gerekse, Güney Sibirya bölgesinde, Karakol
Nehri kıyısında bulunan Dağlık Altay havzasının merkezinde
kadim döneme ait Biçiktu-Boom (Yazılı Kaya), Coğrafi olarak
Avrasya Türk halklarının yerleşimlerinin merkezi olarak kabul
edilmektedir. Hun döneminden başlayarak sonraki dönemlere
de ait olan Biçiktu-Boom kaya tasvirlerin özelliği, insan simge-
lerinin de bulunduğu resimlerde; hayvan otlatılması, savaş ve
av gibi grup sahnelerinin yer almasıdır. Bu grup içerisinde ise
at tasvirleri çoğunluğu oluşturmuştur. Kaya resimlerinde genel
olarak şematik resimler yer alıyordu, ama atın yeri bambaşkay-
dı. At çok farklı şekillerde tasvir ediliyordu: bazen ağaca bağlı
hareketsiz bir şekilde durağan çizilirken, bazen de koşar vazi-
yette görülmekteydi. Bu resimlerde atın geleneksel olarak yele-
si, uzun kuyruğu ve bazen hayvanın rengini gösteren çember-
lerle süslenmiş gövdesi gibi üç özelliği öne çıkıyordu45 (Şekil 2).

Eski Türklerde insanın gömüleceği veya küllerinin konul-


duğu mezar ya da kurgan bir ev gibi tasarlanmaktadır. Mezara
konulacak her şeyin öteki dünyada ölen kişiye yardım edece-
ğine veya onun tarafından kullanılacağına inanılırdı. Eğer söz
konusu olan hayvan ise bunlar da canlanacaktı. Kurganlarda
bulunan yas ifadesi olarak kuyruğu kesilmiş veya düğümlen-
miş at cesetleri bu şekilde açıklanabilmektedir. Böylece, ölenin
at biçimli tanrılara/ruhlara veya başka önemli sayılan ilahlara
ulaştığı düşünülüyordu46. Savaşa girmeden önce, atın kuyru-
ğunu bağlamak, eski bir Türk âdetiydi. Buna tullamak denil-
mekteydi. Bunun amacı çok uzun olan kuyruk kıllarının sa-
44 Servet Somuncuoğlu, Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler, Güngör
Matbaacılık, İstanbul 2008.
45 A Martinov, İ. Altay Kaya Resimleri Biçiktu-Boom, Rusçadan çeviren Z.
Bağlan Özer, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 2013, s. 415.
46 Yaşar Çoruhlu, “At ve Koç/Koyun Şekilli Mezar Taşlarının Sembolizmi”,
Toplumsal Tarih, C. 10, S. 94, Ekim 2001, s. 37, 38.
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
243
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
vaş esnasında atın ayaklarına dolanmasını önlemekti. Türk
savaşçıları, çarpışmaya girmeden önce atlarının kuyruklarını
ipek ile örüp bağlamaktaydılar. Hun Türklerine ait V. Pazırık
Kurganı’nda yer alan halı üzerinde ki süvari motifinde atın
düğümlenmiş kuyruğu açık olarak görülmektedir (Şekil 3).
Ayrıca Pazırık kurganlarında bulunan at cesetlerinin kuyruk-
larının kesik ve yelelerinin örülü olması Türklerde eski yas
adetlerinden birini göstermesi bakımından önemlidir47.

Antik Türk mitolojisinde şaman veya kamların yaptıkla-


rı dini törenlerinde at, vazgeçilmez bir unsurdur. Şaman veya
kam göğe çıkma veya yer altına inme töreni esnasında yar-
dımcı hayvan ruhların biçimine giriyor veya onların üzerinde
göğe yükseliyor ya da yer altına iniyordu. At da bu şekilde kul-
lanılan hayvanlardan biriydi. Bu konuyla ilişkili olarak Gök
Tanrıya ve daha sonra onun yerini alan Ülgen’e sunulan at
kurbanının derisi ve kafatası geç dönemlerde “baydara” veya
“tayılga” denilen yere çakılmış çatallı bir sırık üzerine yatay
konulan bir ağaca geçirilerek bu atın göğe ulaştığı varsayılı-
yordu (Şekil 4). Bu atların ölünün cennete giderken bineceği
atlar olduğuna inancı hâkimdi. Özellikle siyah at ölümle ilgi-
liydi. Bir kısım Şamanist Türklerde atın mistik yolculuk esna-
sında ölünün cesedini taşıyarak bu dünyadan ötekine geçirdi-
ği şeklinde bir inanç da vardı48. İslamiyet’in kabulüyle beraber
birtakım değişikliklere uğrasa da, bu inancın hâlâ yaşatıldığı
anlaşılmaktadır. Selçuklu sultanı İzzeddin Keykavus, babası-
nın türbesine nöbette bulundurulması için bir yedek at tayin
ettirmiş; ancak İslam inancı etkisiyle bu at kurban edilmemiş-
tir49.
47 Yaşar Çoruhlu, Eski Türklerin Kutsal… s. 142, 143; Orhan Doğan, Bozkır
Kavimlerinin Kültür Ve Mitolojilerinde At, Gazi Üniversitesi S. B. E. Eskiçağ
Tarihi B. D., (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2006, s. 90-93;
Pazırık Halısı resminin erişimi için bkz. https://www.hermitagemuseum.
org/wps/portal/hermitage/digital-collection/25.+archaeological+artifac
ts/879870
48 Yaşar Çoruhlu, “At ve Koç/Koyun…, s. 38; 317; Radloff, Wilhelm.
Türklük Ve Şamanlık, Çev. A. Temir, T. Andaç, N. Uğurlu, Örgün Yayınevi,
İstanbul 2008, s. 317, 375-376.
49 Umut Üren, “Türklerde At Kurbanı ve Dede Korkut’taki İzleri”, Ege
Üniversitesi, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, 15/2 Kış, 2015 s. 68.
244 Ramazan UYKUR

Antik Türk mitolojisinde gökten indiği kabul edilerek


adeta kutsallaştırılmış olan at çok kere törenle sahibinin
yanına veya hususi mezarlara gömülmüş, bir nevi matem
alameti olmak üzere veya binicisinin savaşta ölümü halinde
kabrine konmak için kuyrukları kesilmiştir. Ayrıca at yarışları,
at güreşleri, bozkırların ünlü ilkbahar ve güz bayramlarında
tertiplenen atlı top oyunları, cirit ve diğer atlı sporlar, sık sık
hakanların ve daha sonra Harizm de, İran da, Anadolu’da,
Mısır’da sultanların da katıldığı çevgan ve küre oyunları gibi
halk tarafından çok sevilen eğlenceler tertiplenmiştir50.
Şamancı mitoloji ve ritüellerde at önemli bir yer tutarak
göksel bir ifadeye bürünmektedir. Şamanizmde bir ölüm hay-
vanı ve ruh göçürücü olan at, şaman tarafından çeşitli bağlam-
larda esrimeye, yani mistik yolculuğu mümkün kılan kendin-
den çıkışa ulaşmak için kullanılır. Bu mistik yolculukta at şa-
manın havada uçmasını ve göğe çıkmasını sağlar. Yani at öleni
bu dünyadan öbür dünyalara taşıyan bir araçtır51.

Bu göksel ifade Yenisey Yazıtları olarak adlandırılan yazıt-


lar içinde, I. Elegest, Begre ve I. Baj-Bulun Yazıtlarında “sekiz
adaglık barım” biçiminde bir ifadeyle yer almıştır. M. Mori bu
ifadenin “sekiz ayaklı at” anlamına geldiğini ve Şamanizm’e ait
ayin ve törenlerde önemli bir rol oynadığını belirtmiştir52. Eli-
ade de sekiz ayaklı at motifinin tipik olarak şamanlıkla ilgili
olduğunu düşünmektedir. Bir Buryat efsanesine göre, bir genç
kadın ikinci koca olarak bir şamanın atasal ruhunu alır ve bu
mistik evliliğin sonucu olarak harasındaki kısraklardan biri se-
kiz bacaklı bir tay doğurur. Dünyevi kocasının bunun dört ba-
cağını kesmesi üzerine kadın yakınır: O benim üstüne binip bir
şaman gibi gezdiğim atçağızımdı. Ve uçup gider, başka bir köye
yerleşir. Daha sonra da Buryat’ların koruyucu ruhlarından biri
olur. Eliade Şamanizm’de atın ayinde ki rolünü Muria’ların, ce-
50 İ. A., “At…”, s. 27.
51 Mircea Eliade, Şamanizm, Çev. İsmet Birkan, İmge Kitabevi Yayınlan,
1999, s. 508.
52 Masao Mori, “Yenisey Yazıtlarındaki “Sekiz Adaglıg Barım” Üzerine”,
Erdem, C. III, S. 8, 1987, s. 349, 352.
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
245
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
naze törenlerinde de şöyle örneklemektedir: Ölüler at sırtında
öbür dünyaya giderken dini ezgiler söylemektedirler. Bu ezgi-
lerde ortasında altın bir salıncakla, elmastan bir tahtın bulun-
duğu bir saraydan söz edilir. Ölü buraya kadar sekiz ayaklı bir
at tarafından taşınmaktadır53.

Ayrıca Türklerdeki at ve at ile ilgili kültür özellikleri Or-


hon yazıtlarında açık şekilde görülmektedir. Yazıtlarda Tür-
kün at ile olan yakınlığı ve kader birliği çok net bir şekilde
ifade edilmiştir. Nitekim Kül Teğin yazıtında: “Eng ilki Tadı-
kıng Çorıng boz (atıg binip teğdi. Ol at anta) ölti. Ekinti İşbara
Yamtar boz atığ binip teğdi. Ol at anta ölti. Üçünç Yeğen Siliğ
Beğing kedimliğ toruğ at binip teğdi. Ol at anta ölti” (İlk önce
Tadık Çor’un boz atına binip hücum etti. O at orada öldü.
İkinci olarak İşbara Yamtar’ın boz atına binip hücum etti. O
at orada öldü. Üçüncü olarak Yeğen Siliğ Bey’in giyimli doru
atına binip hücum etti. O at da orada öldü) ifadeleriyle Türk
topluluğunun ata verdiği değer, atların renkleri ve türleri be-
lirtilmiştir54.

Yazıtlarda atlar en çok savaş sahnelerinde karşımıza çıkan


savaş atları, kullanıcısı gibi alp tipi özellikler göstermiştir. Ör-
neğin Orhun abidelerinde atlar donlarına (renklerine), vasıf-
larına, cinisyet ve sayılarına göre adlandırılmıştır. Abidelerde
at donu olarak ak, boz, torug ve yagız renkler geçmiş ak rengi
ise en çok tercih edilen don olmuştur55.

Atik Türk kültüründe bayram ve merasim törenlerinde


de at kurban etmenin erdemli bir davranış olduğu anlatılmak-
tadır. Hunlar beşinci ayda, yani ilkbaharda “Lungcıng” adı
verilen yerde topluca büyük bir bayram yapmakta ve bu bay-
ramda kutsal sayılan yer için at kurban etmekteydiler. Kurban
töreninden sonra bayramın müsabaka ve eğlence kısmına ge-
53 M. E., Şamanizm…, s. 510.
54 Kayrat Belek, “Eski Türklerde At ve At Kültürü” Gazi Türkiyat, 16, Bahar
2015, s. 119.
55 Servet Karçığa, “Orhun Abidelerinde At Kavramına Genel Bir Bakış”,
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C 9, S 43, Nian 2016, s. 378-386.
246 Ramazan UYKUR

çiliyordu. Bu kısımda Hunların en çok sevdikleri bir spor türü


olan at yarışları yapılırdı. Altay Türkleri de Hunlardan kalma
adetlerin uzantısı olarak Tanrı Ülgen’e üç, altı, dokuz ya da oniki
yılda bir tören yaparak, üç yaşında (büyük bir olasılıkla beyaz)
bir kısrak kurban ederlerdi56. W. Radloff Altay ve Sibirya’da bu-
lunduğu sırada Kaça’lar arasında bugüne kadar devam eden dini
ayinlerden biri olan, ilkbahar bayramında (tyas toyı) gördükle-
rini anlatmıştır. Haziran ayında (ulu şilkar ay), komşu Aul’ların
ahalisi muhtelif günlerde bu bayram için bir yerde toplanırlardı.
Her ev sahibi bu merasim için mümkün olduğu kadar çok süt
rakısı (kımız) hazırlar ve orada dualarla tanrılara kurban su-
nardı. Kurban için seçilen aygır ve kısraklar süslenirdi. İlkbahar
bayramının dini merasiminden sonra yemek ve içki faslı başlar
ve bunu at yarışı, güreş, şarkı ve dans takip ederdi57.

Göktürk Kağanlığı sikkelerinden Taşkent (Çaç) bölgesin-


de Tardu Kağan (576-603) tarafından basılmış at tasvirli sik-
keler görülmektedir. Atın üzerinde ise ay yıldız motifi göze
çarpmaktadır. Yabgu Kağan’ın bastırdığı sikkeler üzerinde ise
süvari tasvirleri betimlenmiştir. Bu sikkeler arasında bazen de
at üstünde kağan ve atın önünde ayakta veya diz çöker vaziyet-
te kağana içki (veya eşya) sunan prenses (hatun) tasvir edilmiş-
tir58. Bazı sikkelerde ise göksel ifadenin tezahürü olarak sağa
doğru hareketlenmiş kanatlı at tasvirleri karşımıza çıkmıştır59
(Şekil 5-8). Göksel at, eski alaca at yani güneş atı hem bir ej-
der hem de bir kuştu ve Kuça hükümdarlarının ejder atları,
gökyüzünde giden bir arabaya koşulmuştu. Atın gökyüzüyle
birlikte el alınması oniki hayvanlı takvime göre bir biri ardına
gelen yılların durağını gösteren bir işaret olarak algılanmasıyla
başlamış olmakla at, gök ve yıldız tanrılarının bineği olarak da
görülmüştür60.
56 Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınevi, 2000, s. 28.
57 Wilhelm Radloff, Sibirya’dan I, Çev. A. Temir, Maarif Basımevi, İstanbul
1956, s. 385-386.
58 Gaybullah Babayar, Köktürk Kağanlığı Sikkeleri Katalogu, TİKA, Ankara
2007, s. 58-68, 72 vd.
59 G. B., Köktürk…, s. 177.
60 Orhan Doğan, Bozkır Kavimlerinin Kültür Ve Mitolojilerinde At, Gazi
Üniversitesi S. B. E. Eskiçağ Tarihi B. D., (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), Ankara 2006, s. 95.
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
247
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
Türklerde İslam öncesi öle gömme gelenekleri İslam dini-
ne girilmesinden sonra bile devam etmiştir. 9. yüzyıl Seyyahı
İbn Fadlan’ın Oğuz boylarının defin törenini aktardığı anla-
tımları Göktürk defin törenlerinden farklı değildir. İbn Fadlan
ölenin servetine göre atlarından kurban kesildiğini ve törene
katılanların etlerini yediklerini anlatır. Başını, derisini, ayak-
larını ve kuyruğunu sırığa asıp bunun ölünün atı olduğunu
ve onunla cennete gireceğine inandıklarını belirtir61. İbn Fad-
lan’ın verdiği malumata göre, Oğuzlar “ölü aşı” için yüzden iki
yüz başa kadar at keserlerdi62. Oğuzlar Anadolu’ya geldikten
sonra dahi eski usul aş törenini unutmamışlardır. Oğuz kah-
ramanları ölürken “ak-boz atımı boğazlayıp aşım veriniz” diye
vasiyet ediyorlardı. Nitekim Dede Korkut hikayelerinin kah-
ramanları olan Oğuzlar kurban olarak “attan aygır, deveden
buğa, koyundan koç” kesmişlerdir. Kırgız ve Kazak destanla-
rında da benzer motiflere rastlanmıştır. Mesela W. Radloff ta-
rafından tespit edilen Dudar Kız hikayesinde Tanrıdan çocuk
dileyen bir zengin “attan aygır, sığırdan buğa, koyundan koç,
keçiden teke” kurban etmiştir63.

Kaşgarlı Mahmut’un Divânu Lûgati’t-Türk (11. yüzyıl)


adlı eserinde yer alan at ile ilgili sözcüklerin çeşitliliği; atların
renkleri, türleri, hastalıkları, yaşları, atlar için kullanılan mal-
zemeler ve atlardan elde edilen ürünler; at kültürünün Türk
kültür hayatındaki önemine kanıt teşkil etmektedir64. Ayrıca
Kâşgarlı eserinde at ile ilgili olarak tespit ettiği isim, atasözü,
tabir yanında, “kuş kanatın, er atın” -kuş kanadıyla, er atıyla-
diyerek Türk ile atını birbirini tamamlayan iki unsur saymış-
tır65. Kaşgarlı Mahmud Türklerin on iki hayvanlı takvimini
61 Abdülkadir İnan, Tarihte Ve Bugün Şamanizm, III. Baskı, TTK, Ankara
1986, s. 178.
62 Wilhelm Radloff, Türklük Ve Şamanlık, Çev. A. Temir, T. Andaç, N.
Uğurlu, Örgün Yayınevi, İstanbul 2008, s. 395.
63 W. R., a.g.e., s. 316.
64 Neslihan Çelik, “Divânu Lûgati’t-Türk’te At Kültürünün Yansımaları”,
Uluslararası Sosyal ve Ekonomik Bilimler Dergisi, 2 (1), 2012, s. 24.
65 Besim Atalay, Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi I, Türk Dil Kurumu
Yayınları, TTK, Ankara 1985, s. 34.
248 Ramazan UYKUR

sayarken de bu yıllardan birinin adının yund (at) yılı olarak


belirtmiştir66. Eski Göktürk ve Uygurlardaki on iki hayvan-
lı Türk takviminde, bir yıl adının “at” manasına gelen “yund,
yond”la adlandırılması, eski Türklerdeki at kültünün canlı bir
sembolüdür. Bugün bile bu takvim Anadolu, İran, Afganistan
ve Azerbaycan sahalarında yund yerine at kelimesini getirmek
suretiyle devam etmiştir. Ancak Türk onomastiği bilakis yund,
yond kelimesini, yok etmeyerek aynen muhafaza etmiştir. Ör-
neğin Yunt Dağı, Yund Alanı, Yund Köyü, Yund Oğlanı, Yunt
Nahiyesi gibi67.

Türklerin atları biçim ve tavırlarına göre sınıflandırması


onlara verdikleri değerin göstergesidir. Al (kızıl kahve), doru
(gövde kahverengi, yele ve kuyruk kara), kula (gövde koyu sarı,
yele ve kuyruk kara), kır (koyu kıllarla karışık ak), beyaz ve
yağız (kara) donları vardır. Yürüyüşleri ise adeta (hafif yürü-
yüş), rahvan (düz ve çabuk), tırıs (süratli yürüyüş) ve dörtnal
(sıçrama şeklinde yürüyüş, koşma) şeklinde adlandırılmıştır.
Atın yavrusuna tay (yeni doğmuş), yavruya kulun, damızlık er-
kek ata aygır, dişisine kısrak, yük hayvanı olarak kullanılana ise
beygir (bazı yerlerde dişisine gölük) adı verilmiştir68.

Tıpkı eski Türk yazıtlarında olduğu gibi, Türk Mitolojile-


rinde ve destanlarında da kahramanın en büyük destekçisinin
atı olduğunu görmekteyiz. Savaşta, atın kaderi ile kahramanın
kaderi birbirine bağlıdır. Oğuz Kağan, Manas, Dede Korkut,
Battalnâme, Danişmendnâme ve Köroğlu gibi tarihi temellere
dayanan pek çok Türk destanında, kahramanların atlarına aynı
değerde önem verilmiştir. Battal Gazi’nin atı Aşkar’ın rengi sa-
rıdır. Sarı Saltuk’un da ilk sefere çıktığı Aşkar, sarı renklidir. Bu
ata bazen Kula at derler ki Manas’ın atı da Ak-kula’dır. Oğuz
Han, özellikle Süt-kula adını verdiği beyaz tayı için savaşı göze
almıştır. Köroğlu’nun Kır atı da dâhil, destanlarda bu atlar sı-

66 B. A., a.g.e., s. 7.
67 A Caferoğlu, “Türk Onomastiğinde “At” Kültü”, Türkiyat Mecmuası 10,
1953, s. 207.
68 Yusuf Halaçoğlu, “At”, DİA, 4, 1991, s. 31.
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
249
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
rası gelince uçmaktadırlar. Dede Korkut’ta, Beyrek Han atına
“At demem sana kardaş derim, Kardaşımdan yeğ” diye hitap
edip, övmektedir. Saltukname’de de düşman vezir atını iste-
yince Sarı Saltuk, “Ya vezir kişünün başun kesmeyünce kimse-
ye at mı verilür” cevabıyla atın önemini göstermiştir69.

Türkler arasında İslamiyet’ten önce var olan atla ilgili


inançlar ve onların efsanevi durumları İslami dönemde de de-
vam etmiş, özellikle aşiretler arasında at adeta kutsal bir varlık
olarak telakki edilmiştir. Bu durum bilhassa tanınmış kişiler
arasında, sevdikleri ata mezar yaptırmak şeklinde kendini
göstermiştir70.

İslamiyet’ten sonra Türklerde görülen mezar taşlarının at


veya koç/koyun biçimli olarak ortaya çıkması, İslamiyet’ten
önceki öteki dünyaya geçişte atın binek hayvanı olarak kul-
lanılması anlayışının sembolik de olsa devam ettiğini göster-
mektedir. Kutadgu Bilig’de insan doğduğu vakit bir ata benze-
tilen zamana binmektedir. Atın bir adımı gündüz, bir adımı
gece sayılmıştır. Bu bağlamda insanın gençlik devri sabah ve
ihtiyarlık devri ise akşama benzetilmiştir. Y. Çoruhlu bu ko-
nuyu atın insan ömrünü temsil ettiği, insan bu ömrü temsil
eden ata binerek yaşantısını tamamladığı ve öteki dünyaya
göçtüğü şeklinde özetlemiştir71.

İslam dininde savaş alanında zaferler kazandıran bir araç


olarak at önemli görülmüştür. Hatta Kuran’da sure ismini ilk
ayetinde geçen ve “soluk soluğa koşan atlar” anlamına gelen
Adiyat kelimesinden alan Sure yer almaktadır. Adiyat Suresi’nin
1-5. Ayetlerinin anlamı şöyledir: “Ant olsun soluk soluğa koşan
atlara, sonra (tırnaklarıyla) çarparak ateş saçanlara, sabah vak-
ti baskın yapanlara, sonra orada tozu dumana katanlara, sonra
(düşman) topluluğun ortasına dalanlara” denilmiştir.
69 Ayşe Karaca, Türk Kültürü’nde At (İlk Çağ Ve Orta Çağ), Gaziantep
Üniversitesi S. B. E. Tarih A. D. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
Gaziantep 2011, s. 56.
70 Y. H., “At…”, s. 31.
71 Y. Ç., “At ve Koç/Koyun…, s. 40.
250 Ramazan UYKUR

Aynı şekilde Enfal süresinin 60. Ayetinde de, “Siz de onla-


ra (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve -ci-
had için- bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki bununla Allah’ın
düşmanını ve sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bil-
meyip de Allah’ın bildiği diğerlerini korkutasınız” denilmekte-
dir. Ayetlerde savaş meydanında düşman üzerine saldıran atlar
tasvir edilmekte ve eski savaşlarda insandan sonra en önemli
unsurun atlar olması sebebiyle atlar üzerine yemin edilmek-
tedir.

Hz. Muhammed’e atfedilen “Kıyamete kadar atların al-


nında hayır vardır” hadisiyle İslam’ın yayılıp yerleşmesinde
atın önemi belirtilmiştir. Dört halife döneminde atlı birliklere
verilen önemi, Emevi halifeleri de devam ettirmiştir. Abbasi-
ler ve onlardan ayrılan devletler kendi askeri birlikleri içinde
Türklerden teşkil edilmiş süvari kuvvetleri meydana getirmiş-
tir. Yine bu dönemde atın önemi, çeşitleri, kültür tarihinde ve
edebiyattaki yeri, eğitimi ve ıslahı hususunda çeşitli eserler de
kaleme alınmıştır. 9. yüzyıldan itibaren önemli eserler orta-
ya çıkmıştır. Önemlilerinden biri, Halife Mütevekkil’in, Mi-
rahuru İbn Ahi Hizam el-Hutteli’nin (ö. 902), Kitâbü’l-Hayl
ve’l-Fürûsiyye ve’l-Baytara ve Kitabü’l-Fürûsiyye adlı eserlerdir.
Bir başka önemli eser, Ahmed b. Muhammed b. Ebu Kutayre
tarafından yazılan Kitabu’l-hayl ve sıfâtuhâ ve’l-vânihâ adlı eser
olup, atın cinsleri, donları, hastalık ve tedavileri için ilaçları an-
latılmıştır72.

Selçuklular döneminde Yabanlu Pazarı olarak bilinen


pazarda yabancılara yapılan at ihracından büyük gelir temin
edilmektedir. At ihracına karşılık Selçuklu sultanlarının da
ata karşı büyük ilgi duydukları şüphesizdir. Nitekim Simon de
Saint Quentin, Selçuklu sultanının haralarında 10.000 at bes-
lendiğini belirterek sultana sunulan hediyelerin başında en iyi
cinsten atların geldiğini kaydetmektedir. Selçuklu sultanları
72 Y. H., a.g.m., s. 28-29; Eliaçık, Muhittin. “Tarihçi Atâ’nın Atçılık İle
İlgili Eseri: Tuhfetü’l-Fârisîn Fî-Ahvâli Huyûli’l-Mücâhidîn”, Turkish Studies,
Volume 8/7 Summer 2013, s. 151.
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
251
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
saraylarından çıktıklarında mutlaka ata binerler, at dışında bir
vasıtaya binmek küçüklük sayılırdı. Atın rengi ise özel olarak
seçilir, daha çok beyaz renk tercih edilirdi73.

İbnü’1-Esir’in nakline göre I. İzzeddin Keykâvus (1211-


1220) ile Eyyûbî sultanı el-Melikü’l-Eşref (1210-1220) arasın-
da 1218-19 yılında yapılan savaşı kazanan Eyyûbî askerleri,
Selçukluların bıraktıkları “son derece güzel ve bakımlı yağız
atları” ele geçirmeye çalışmışlardı. İbn Fazlullah el-Ömerî’nin
(1301-1348) nakline göre ise, Germiyan İli’nde yetiştirilen at-
lar, Türkiye atları içinde en iyileriydi. Bu atları hiçbir at geçe-
mezdi, hatta atların çıkardığı tozlar bile kendilerini geçemez-
di. Bunların şecereleri belliydi ve fiyatları çok pahalıydı74.

8-13. yüzyıllara ait Arap, Fars ve Türk yazılı kaynakların-


da konar-göçer Türklerin kültürel, ekonomik ve siyasî ilişki-
leri ile ilgili pek çok bilgi bulunmaktadır. İbn Hurdadbih’in
(820-912) Kitâbu’l-Memâlik ve’l-Mesâlik adlı eserinde bugün-
kü Toharistan bölgesindeki Huttal’da yetiştirilen iyi huylu cins
atlar hakkında önemli bilgiler bulunmaktadır75.

Atın Ortaçağ devlet ve toplum hayatının vazgeçilmez


unsurlarından biri olması nedeniyle genel olarak “furûsiyye”,
adı verilen at bakımı, eğitimi, hastalık ve tedavileri ile askerî
amaçlı kullanımı ve binicilik konularını ele alan pek çok eser
kaleme alınmıştır. Ömer Hayyâm’ın astronomi alanında ka-
leme aldığı Nevrûznâme’de at türleri ve renklerinden yola çı-
kılarak özellikleri, iyi ve kötü yönleri hakkında bilgiler veril-
mektedir76.

73 Y. H., a.g.m., s. 29.


74 İbnü’1-Esir ve el-Ömerî’den nakledilen bilginin kaynağı için bkz.
Yaşar Bedirhan, “Milletler Arası Ticaret Bağlamında Türkiye Selçukluları
Devrinde Üretimi Yapılan, İhraç Ve İthal Edilen Ticaret Malları”, Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 9 Sayı: 43, Nisan 2016, s. 618.
75 K. B., a.g.m., s. 119.
76 Erkan Göksu. “Ömer Hayyâm’ın “Nevrûznâme”sine Göre At ve At
Türleri”, Gazi Türkiyat/Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi, 4, Bahar 2009,
s. 22, 25.
252 Ramazan UYKUR

Avlanmanın Selçuklarda önemli bir saray meşgalesi ol-


duğu yazılı kaynaklar yanında saraya ait sanat eserlerindeki
tasvirlerden anlaşılmaktadır. Selçuklu sultanları boş zamanla-
rında askeri spor ve manevralar yapmak cirit, polo, top, sat-
ranç oynamak ve avlanmakla vakit geçirirlerdi. Selçuklularda
avlanmanın bir gelenek olması nedeniyle, Selçuklu figür sanatı
sarayla ilgili eğlencelerden av sahnelerini alçı, taş, maden ve
minyatürlerde konu etmiştir77.

Selçuklu sanatında, Antik Türk geleneğinden gelen inanç-


lar, İslamiyet’in savaş alanlarındaki rolünden dolayı ona verdiği
kıymet gibi sebeplerle içinde atların bulunduğu kompozisyon-
lar sıklıkla karşımıza çıkmıştır. Örneğin 12. veya 13. yüzyıllara
tarihlendirilen Selçuklu üslubundaki alçı kabartmada iki atlı
figürün savaşı anlatılmıştır. At üzerinde Selçuklu askerlerinin
kıyasıya savaştığı bu sahnede figürler hareketli bir biçimde ka-
bartma tekniğiyle tasvir edilmiştir (Şekil 9). Başka önemli bir ör-
nekte Beyşehir Gölü kıyılarında bulunan Kubadâbâd Sarayı’nda
alçı süsleme panosu üzerinde yer alan atlı avcı figürü bulunur.
1236’lı yıllara tarihlendirilen bu kabartmada, at üzerinde avcı fi-
gürü ile kuyruğu düğümlü at tasvir edilmiştir78 (Şekil 10).

Konya Alaeddin Köşkü’nde bulunmuş iki atlıyı av halinde


gösteren alçı bir kabartma bulunmaktadır. Bu sahnede atlılar-
dan birinin bir ejderhayı, diğerinin bir aslanı avlaması konu
edilmiştir (Şekil 11). Koşan atlar kuyrukları düğümlenmiş ve
doğadaki hallerine yakın biçimde bir gerçekçilikle tasvir edil-
miştir79. Arıca Kubad Abad büyük Saray’da sır altı tekniğinde
bir çini levhada bir at dörtnala koşarken tasvir edilmiştir. Hay-
vanın hareket halindeki vücut hareketleri oldukça iyi yansıtıl-
mıştır80 (Şekil 12.).
77 Gönül Öney, Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi Ve El Sanatları, 3. Baskı,
Türkiye İş Bankası KültürYayınları, Ankara 1992, s. 37
78 G. Ö., a.g.e., s. 90; M. Baha Tanman- Rifat Samih, Alâeddinin Lambası
Anadolu’da Selçuklu Çağı Sanatı ve Alâeddin Keykubâd, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul 2001; Ş. A., a.g.t., s. 55, 56.
79 Rüçhan Arık, Kubad Abad, Selçuklu Saray ve Çinileri, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayını, İstanbul 2000, s. 39.
80 R. A., a.g.e., s. 111-113.
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
253
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
Ayrıca Anadolu Selçuklu Döneminde, Alaeddin Keyku-
bat’ın meliklik devri sikkelerinde81, II. Kılıç Arslan’ın sikke-
sinde, II. Kılıç Arslan’ın oğlu Tokat Meliki II. Süleyman Şah’ın
sikkelerinde, Rükneddin Süleyman Şah’ın sikkesinde, I. Gıya-
seddin Keyhüsrevin sikkesinde, el-Mansur Keykubad’ın sik-
kesinde, I. Alaeddin Keykubad’ın sikkesinde, II. Gıyaseddin
Keyhüsrev’in sikkesinde ve IV. Rukneddin Kılıçarslan’ın sik-
kesinde görülen süvari tasvirleri at kültünün devamına işaret
etmektedir82 (Şekil 13-15).

ŞEKİLLER

Şekil 1. İskit sanatında savaş


Şekil 2. Biçiktu-Boom kaya
sahnesini anlatan at motifli
resimlerinde at çizimleri
altın tarak (Scythian Art 1986,
(Martinov 2013, No 121, 126)
s. 128)

81 İbrahim Artuk, “Ala el-Din Keykubad’ın Meliklik Devri Sikkeleri”,


Belleten, C. XLIV – S. 174, Nisan 1980, s. 265.
82 İ. A.-C. A., a.g.e.,s. 350-380.
254 Ramazan UYKUR

Şekil 3. Pazırık Kurganı


halısından ayrıntı.
https://www. Şekil 4 . Baydara veya tayılga
hermitagemuseum.org/wps/ (Üren 2015, s. 68)
portal/hermitage/digital-collec
tion/25.+archaeological+artifac
ts/879870

Şekil 5.
Şekil 6. Tun Şekil 7. Tun Şekil 8. Nahşeb
Tun Yabgu
Yabgu Kağanın Yabgu Kağanın hükümdar
Kağanın
sikkesi sikkesi sikkesi
sikkesi
(Babayar, 2007 (Babayar, 2007 (Babayar, 2007
(Babayar, 2007
s. 62) s. 72) s. 177)
s. 59)
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
255
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri

Şekil 9. Rey’de bulunan alçı Şekil 10. Kubadabat Sarayı av


kabartmada süvariler (Aydın sahneli alçı pano ( Tanman ve
2015) Samih 2001, s. 48)

Şekil 11. süvari figürlü alçı


kabartma. (http://www.
Şekil 12. Kubad Abad Büyük
discoverislamicart.org/
Saray at figürlü yıldız çini.
exhibitions/ISL/the_ottomans/
(Arık 2000, No 142)
zoom.php?img=/images/lo_res/
objects/isl/tr/1/9/1.jpg )
256 Ramazan UYKUR

Şekil 13. II. Kılıç Şekil 14. II. Şekil 15. Rükneddin
Arslan’ın sikkesi ( Süleyman Şah’ın Süleyman Şah’ın
https://www.zeno. sikkesi https://www. sikkesi ( https://www.
ru/showphoto. zeno.ru/showphoto. zeno.ru/showphoto.
php?photo=186735 ) php?photo=166113 php?photo=40848)

KAYNAKÇA
Arık, Rüçhan. Kubad Abad, Selçuklu Saray ve Çinileri, Tür-
kiye İş Bankası Kültür Yayını, İstanbul 2000.
Artuk, İbrahim. “Ahlat Emiri Bektimur’un Sikkesi”, Tarih
Dergisi, C. 1, S. 1-2, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi,
1950, s. 385-388.
Artuk, İbrahim. “Ala el-Din Keykubad’ın Meliklik Devri
Sikkeleri”, Belleten, C. XLIV – S. 174, Nisan 1980, s. 265-270.
Artuk, İbrahim-Cevriye Artuk. İstanbul Arkeoloji Müze-
leri Teşhirdeki İslami Sikkeler Kataloğu, I, MEB, İstanbul 1970.
Atalay, Besim. Divanü Lûgat-it-Türk Tercümesi I-IV, Türk
Dil Kurumu Yayınları, TTK, Ankara 1985.
Aydın, Şeyda. Dokuma Sanatlarından Minyatüre Türk
Kültüründe At, Atatürk Üniversitesi S. B. E. Resim Anasanat
Dalı, Erzurum 2015.
Babayar, Gaybullah. Köktürk Kağanlığı Sikkeleri Katalogu,
TİKA, Ankara 2007.
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
257
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
Bedirhan, Yaşar. “Milletler Arası Ticaret Bağlamında
Türkiye Selçukluları Devrinde Üretimi Yapılan, İhraç Ve İthal
Edilen Ticaret Malları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Der-
gisi, Cilt: 9 Sayı: 43, Nisan 2016, s. 616-628.
Belek, Kayrat. “Eski Türklerde At ve At Kültürü” Gazi
Türkiyat, 16, Bahar 2015, s. 111-128.
Butak, Behzad. XI. XII. ve XIII. Yüzyıllarda Resimli Türk
Paraları, Pulhan Matbaası, İstanbul, 1947.
Butak, Behzad. XI. XII. ve XIII. Yüzyıllarda Resimli Türk
Paralarına Ek, Pulhan Matbaası, İstanbul, 1948.
Caferoğlu, A. “Türk Onomastiğinde “At” Kültü”, Türkiyat
Mecmuası 10, 1953, s. 201-212.
Çelik, Neslihan. “Divânu Lûgati’t-Türk’te At Kültürünün
Yansımaları”, Uluslararası Sosyal ve Ekonomik Bilimler Dergisi,
2 (1), 2012, s. 23-25.
Çoruhlu, Yaşar. “At ve Koç/Koyun Şekilli Mezar Taşları-
nın Sembolizmi”, Toplumsal Tarih, C. 10, S. 94, Ekim 2001, s.
35-42.
Çoruhlu, Yaşar. “Türk Sanatında Av Sembolizmi”, Arkeo-
loji ve Sanat, S. 76, Ocak-Şubat 1997, s. 13-25.
Çoruhlu, Yaşar. Eski Türklerin Kutsal Mezarları Kurgan-
lar, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2016.
Çoruhlu, Yaşar. Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı
Yayınevi, 2000.
Doğan, Orhan. Bozkır Kavimlerinin Kültür Ve Mitolojile-
rinde At, Gazi Üniversitesi S. B. E. Eskiçağ Tarihi B. D., (Ya-
yımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2006.
Eliaçık, Muhittin. “Tarihçi Atâ’nın Atçılık İle İlgili Eseri:
Tuhfetü’l-Fârisîn Fî-Ahvâli Huyûli’l-Mücâhidîn”, Turkish Stu-
dies, Volume 8/7 Summer 2013, s. 149-156.
258 Ramazan UYKUR

Eliade, Mircea. Şamanizm, Çev. İsmet Birkan, İmge Kita-


bevi Yayınlan, 1999.
Göksu, Erkan. “Ömer Hayyâm’ın “Nevrûznâme”sine Göre
At ve At Türleri”, Gazi Türkiyat/Türklük Bilimi Araştırmaları
Dergisi, 4, Bahar 2009, s. 21-34.
Halaçoğlu, Yusuf. “At”, DİA, 4, 1991, s. 28-31.
İnan, Abdulkadir. Tarihte Ve Bugün Şamanizm, III. Baskı,
TTK, Ankara 1986.
Kafesoğlu, İbrahim. “At”, DİA, 4, 1991,s. 26-28.
Karaca, Ayşe. Türk Kültürü’nde At (İlk Çağ Ve Orta Çağ),
Gaziantep Üniversitesi S. B. E. Tarih A. D. (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Gaziantep 2011.
Karçığa, Servet. “Orhun Abidelerinde At Kavramına Ge-
nel Bir Bakış”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C 9, S
43, Nisan 2016, s. 378-386.
Martinov, A.İ. Altay Kaya Resimleri Biçiktu-Boom, Rus-
çadan çeviren Z. Bağlan Özer, Atatürk Kültür Merkezi Yayını,
Ankara 2013.
Mori, Masao. “Yenisey Yazıtlarındaki “Sekiz Adaglıg Ba-
rım” Üzerine”, Erdem, C. III, S. 8, 1987, s. 349-367.
Öney, Gönül. Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi Ve El
Sanatları, 3. Baskı, Türkiye İş Bankası KültürYayınları, Ankara
1992.
Radloff, Wilhelm. Sibirya’dan I, Çev. A. Temir, Maarif Ba-
sımevi, İstanbul 1956.
Radloff, Wilhelm. Türklük Ve Şamanlık, Çev. A. Temir, T.
Andaç, N. Uğurlu, Örgün Yayınevi, İstanbul 2008.
Scythıan Art, Aurora Art Publishers, Leningrad 1986.
Ahlatşah Emiri Seyfeddin Begtimur’un
259
At Betimli Sikkesi ve Selçuklu Sanatı İçindeki Yeri
Somuncuoğlu, Servet. Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki
Türkler, Güngör Matbaacılık, İstanbul 2008.
Sümer, Faruk. “Ahlat”, DİA, C. 2, 1989, s. 19-22.
Sümer, Faruk. “Ahlatşahlar”, DİA, C. 2, 1989, s. 24-28.
Tanman, M. Baha-Rifat Samih. Alâeddinin Lambası Ana-
dolu’da Selçuklu Çağı Sanatı ve Alâeddin Keykubâd, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul 2001.
Üren, Umut. “Türklerde At Kurbanı ve Dede Korkut’ta-
ki İzleri”, Ege Üniversitesi, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi,
15/2 Kış, 2015 s. 65-74.

İnternet Kaynakları
https://www.hermitagemuseum.org/wps/portal/hermitage/
digitalcollection/25.+archaeological+artifacts/879870

http://www.discoverislamicart.org/exhibitions/ISL/the_otto-
mans/zoom.php?img=/images/lo_res/objects/isl/tr/1/9/1.jpg

https://www.zeno.ru/showphoto.php?photo=186735
Çocuk Cerrahi Hastalarında Beslenme 261

Çocuk Cerrahi Hastalarında Beslenme

Nutrition In Children With Surgical Treatment

Şule ÇİFTCİOĞLU1, Vildan CIRIK1, Emine EFE2


1
Arş. Gör. Akdeniz Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı
2
Prof. Dr. Akdeniz Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı

Özet

Çocuklarda cerrahi işlem süreci, besin ihtiyaçlarının


doğru belirlenerek yeterli beslenmenin sağlanması gereken
bir süreçtir. Cerrahi öncesi ve sonrası dönemlerde çocuğun
ameliyat sürecine bağlı gelişebilecek komplikasyonların izlen-
mesi ön plana alınarak, günlük almaları gereken yeterli kalori
miktarı gözden kaçırılabilir; bu da çocuğun ameliyat sonrası
iyileşme sürecini olumsuz etkileyebilir. Cerrahi sonrası er-
ken oral beslenmeye geçiş, cerrahi hastaları için en çok tercih
edilen beslenme şeklidir. Oral alımın olmadığı durumlarda,
herhangi bir beslenme tedavisinden kaçınma, postoperatif
dönemde yetersiz beslenme riskini taşır. Bu tür durumlarda
çocuğun yeterli ve dengeli beslenmesinin devamlılığı için en-
teral ya da parenteral beslenmeye geçiş gerekli olabilir. Ente-
ral ya da parenteral beslenmeye geçildiğinde ise oluşabilecek
komplikasyonlara göz önünde bulundurulmalı ve kompli-
kasyonlara yönelik gerekli önlemler alınmalıdır. Hemşireler
ameliyat hazırlığındaki çocuğun preoperatif ve postoperatif
beslenme süreçlerini yakından takip ederek doğru ve dengeli
beslenmesine yardımcı olmalıdır.

Anahtar Kelimeler: çocuk, cerrahi, beslenme, hemşirelik.


262 Şule ÇİFTCİOĞLU, Vildan CIRIK, Emine EFE

Abstract

The perioperative process in children needs to be provided


by determining nutritional needs correctly. Monitoring comp-
lications that may occur due to operation of child before or af-
ter surgery is taken as a foreground, the amount of calories ne-
eded to take a diary may be missed, which can adversely affect
child’s post-operative healing process. Transition to early oral
feeding after surgery is the most preferred form of nutrition for
surgical patients. In absence of oral intake, avoidance of any
nutritional therapy carries risk of malnutrition in postoperati-
ve period. It may be necessary to switch to enteral or parenteral
feeding for continuity of child’s adequate and balanced feeding.
When entering enteral or parenteral nutrition, complications
that may occur should be considered and necessary precauti-
ons for complications should be taken. Nurses should follow
preoperative and postoperative nutrition of children in surgery
preparation process for helping correct and balanced nutrition.

Key Words: child, surgical treatment, nutrition, nursing.


Ana Metin

Çocukların cerrahi süreçlerinde beslenmenin doğru şe-


kilde değerlendirilerek gereksinimlerine yönelik beslenmenin
sürdürülmesi büyük önem taşımaktadır. Çocukların karmaşık
büyüme süreçlerine tıbbi bir hastalığın eşlik etmesi beslenme
durumlarına daha fazla dikkat edilmesini gerektirir. Bu sebep-
le beslenme ve büyüme durumunun değerlendirilmesi ve ço-
cuğa özgü düzenlemeler yapılması bakımının vazgeçilmez bir
parçasıdır.83 Çocukların vücutları yetişkinlere göre daha küçük
ve korunmasızdır. Bunun yanında, beslenmeye sadece cerrahi
sonrası enerji gereksinimlerini karşılamak için değil; aynı za-
83 Asim Maqbool vd., Clinical Assessment of Nutritional Status In: Nutrition
in Pediatrics (Eds: Christopher Duggan vd., 4th Edition, BC Decker Inc,
Hamilton, 2008, p. 5-13
Çocuk Cerrahi Hastalarında Beslenme 263

manda büyüme süreçleri devam ettiği için de ihtiyaç duyarlar.


Yeterince beslenen çocuklarda cerrahi işlemden sonra iyileş-
me daha hızlıdır.84

Beslenmenin değerlendirilmesi çocukla ilk görüşmede


başlar, hastanede kalış süresince ve klinik belirtiler olduğunda
devamlı olarak yapılır. Yeterli değerlendirme, çocuğun cerra-
hi öncesi ve sonrası beslenme desteğinden yararlanabilmesi,
malnutrisyon açısından risk taşıyan hastaların yanı sıra bes-
lenme tedavisine ihtiyacı olan hastaların belirlenmesinde ge-
reklidir85.

Beslenmenin değerlendirilmesi, hem besin eksiklikle-


rinin hem de fazlalıklarının erken tespit edilmesine yönelik
olmalıdır. Tek bir en iyi beslenme ölçümü yoktur; bu nedenle,
farklı önlemlerin kombinasyonu gereklidir. Büyüme, bir ço-
cuğun sağlık ve beslenme durumunun önemli bir gösterge-
sidir ve büyümenin değerlendirilmesine yardımcı olabilecek
çeşitli büyüme eğrileri kullanılabilir.86 Yaygın olarak kullanı-
lan büyüme eğrileri, Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) ulusla-
rarası standart kabul ettiği NCHS/CDC (National Center for
Health Statistics-Ulusal Sağlık İstatistikleri Merkezi/Centers
for Disease Control-Hastalık Koruma Merkezleri) eğrileri ile
Türkiye’de Neyzi ve arkadaşları tarafından geliştirilmiş olan
eğrilerdir.87

Preoperatif dönemde çocukların beslenme durumunun


değerlendirilerek eksik olan makro ve mikro nutrientlerin
takviyesi sağlanmalıdır. Genel anestezi ile cerrahi işlem ya-
84 Simon Eaton-Helen Carnaghan, Nutrition in the paediatric surgical
patient, Surgery, 34 (5), 2016, p. 217-220.
85 Bahire Bolışık-Ayşe Kahraman, Çocuk cerrahisi hastasında beslenme
İçinden: Pediatrik Cerrahi Hastasının Hemşirelik Bakımı (Çev. Ed: Bahire
Bolışık vd.), 3. Basım, Nobel Akademik Yayıncılık Eğitim Danışmanlık,
Ankara, 2015, s. 31-56.
86 A. Maqbool, a.g.e., pp. 5-13
87 Necati Alasulu vd., 0-2 Yaş sağlıklı çocukların baş çevresine ilişkin
gelişimin izlenmesi için büyüme eğrileri, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Mecmuası, 59, 2006, 89-92.
264 Şule ÇİFTCİOĞLU, Vildan CIRIK, Emine EFE

pılacak olan yenidoğanlar ve çocuklarda aspirasyon riskini en


aza indirgemek için midede yiyecek ve sıvıların bulunmaması
gerekir. Genellikle, bebeklerin ve çocukların çoğunun ameli-
yattan önce bir öğünü kaçırması gerekir. Bu öğündeki yemek,
berrak sıvılarla değiştirilebilir88. Obez, diyabetik ve özofajial
reflü gibi mide rahatsızlığı olan çocuklarda anestezi uygula-
masından sonra regürjitasyon riskleri fazla olduğu için açlık
sürelerini uzatma konusunda anestezi ekibine danışılmalıdır.
Sakız çiğnemek mide asidini arttırabileceği için ameliyat günü
çocukların sakız çiğnenememesi gereklidir. Şekerlemeler ve
lolipoplar katı gıdalar olarak sınıflandırılmıştır, bu nedenle in-
düksiyon öncesinde 6 saat içinde tüketilmemelidir.89

Postoperatif Dönemde Beslenme


Ameliyat sonrasında çocuk tamamen kendine geldikten
sonra eğer yeme-içmesi için herhangi bir engel yoksa, berrak
sıvılar veya anne sütü ile beslenmeye başlanmalıdır. Çocuk
beslenmeye başlandıktan sonra bulantısı olup olmadığı göz-
lenmeli ve kusma riski için gerekli önlemler alınmalıdır. Çocuk
sıvıları tolere edebildiği zaman katı gıdalara geçilmelidir.90

Cerrahi sonrası erken oral beslenmeye geçiş, cerrahi has-


taları için en çok tercih edilen beslenme şeklidir. Oral alımın
olmadığı durumlarda, herhangi bir beslenme tedavisinden ka-
çınma, postoperatif dönemde yetersiz beslenme riskini taşır91.
Malnutrisyon ve yetersiz beslenmenin postoperatif komplikas-
yonlar için risk faktörleri olduğu dikkate alınırsa, erken enteral
beslenme, özellikle üst gastrointestinal cerrahisi olan hastalar-
88 Steve L. Lee, Principles of Pediatric Surgery In: Berkowitz’s Pediatrics:
A Primary Care Approach (Ed: Berkowitz Carol D), 5th Edition, American
Academy of Pediatrics, United States of America, 2014. pp. 75-78.
89 Paula Dawson, vd. Oxford Handbook of Clinical Skills for Children’s and
Young People’s Nursing, Oxford University Press, United Kingdom, 2012. pp.
245-260.
90 P. Dawson, a.g.e., pp. 245-260.
91 Nicki Canada vd., Optimizing perioperative nutrition in pediatric
populations, Nutrition in Clinical Practice, 2016; 31(1): 49-58.
Çocuk Cerrahi Hastalarında Beslenme 265

da beslenme eksikliği riski açısından önemlidir.92 Avrupa Kli-


nik Nutrisyon ve Metabolizma Derneği, hemodinamik olarak
stabil ve gastrointestinal sistem fonksiyonları işlevsel olan tüm
kritik hastalarda 24-48 saat içinde beslenmenin başlatılmasını
önermektedir.93 Enteral beslenme, beslenme veya hidrasyon
desteği ya da ilaç uygulamaları için yaygın olarak kullanılır.
Beslenme tüpleri, gastroenterit, bronşiolit gibi akut hastalık-
larda ve tadı hoş olmayan ilaçların verilmesi için de kullanıl-
sa da asıl amaç, kronik bir beslenme problemi olan hastadır.
Böyle bir hastada beslenme tüplerinin düzgün kullanımı ve
yönetimi, uzmanlar, hemşireler, diyetisyenler, terapistler ve
ekipman tedarikçileri gibi çok disiplinli bir ekibin katılımı-
nı gerektirir.94 Enteral beslenmenin, enfeksiyon oranlarının
azalması, morbiditenin azalması ve ince bağırsağın mukozal
bütünlüğünün korunması gibi bir çok faydası vardır.95 Gast-
rointestinal yolun bütünlüğünü ve bariyer fonksiyonlarının
devamını, normal motilite, villöz mikroanatomi, yüksek kan
akımı ve epitelyal sıkı bağlantılar sağlar. Luminal besinlere ya-
nıt olarak gelişen kontraksiyonlar luminal bakteri gelişimini
önler ve safra asitleri, mukus glikoproteinler IgA salınımını
sağlar.96 Enteral beslenmenin 72 saatten daha geç başlatılma-
sının barsak geçirgenliği ve aktivasyonunda azalma, inflama-
tuar sitokinlerin salınımı ve hastanede kalış süresinin artışı ile
ilişkili olduğu bildirilmiştir. Erken başlanan enteral beslenme-
nin mukozal atrofiyi azalttığı, barsağın bariyer fonksiyonunu
92 Arved Weimann vd., ESPEN guideline: Clinical nutrition in surgery,
Clinical Nutrition, 2017; 36: 623-650.
93 K. Georg Kreyman vd., ESPEN Guidelines on Enteral Nutrition:
Intensive Care, Clinical Nutrition, 2006; 25 (2): 210-223
94 Bryan R. Fine vd., Feeding Tubes and Enteral Nutrition In: Caring for
the Hospitalized Child A Handbook of Inpatient Pediatrics (Eds: Daniel A.
Rauch, Jeffrey C. Gershel), American Academy of Pediatrics, United States
of America, 2018. pp. 577-585.
95 Bhuvaneshwari Shankar vd., Feasibility, safety, and outcome of very early
enteral nutrition in critically ill patients: results of an observational study,
Journal of Critical Care, 2015; 30: 473-475; Oliver C. Burdall vd., Paediatric
enteral tube feeding, Paediatrics and Child Health. 2017; 27(8): 371-377.
96 Tanıl Kendirli, Kritik çocuk hastada beslenme, Klinik Gelişim, 2011;
24: 34-43.
266 Şule ÇİFTCİOĞLU, Vildan CIRIK, Emine EFE

koruduğu ve intestinal bakteriyel translokasyonu azalttığı be-


lirlenmiştir97.

Pediatrik yoğun bakım ünitesinde mekanik ventilasyon


cihazına bağlanmış cerrahi hastalarında beslenmenin değer-
lendirildiği prospektif bir kohort çalışmasında; örneklem gru-
bundaki 519 çocuğun 341’inin enteral beslenme desteği aldığı;
enteral beslenmeye geç başlanması ve beslenme kesintilerinin
fazla olması sebebiyle çocukların protein alımlarının yetersiz
olduğu (%15’ten az) belirlenmiştir.98

Enteral beslenmede uygun mamanın seçiminde temel dü-


şünce, enerji, protein ve sıvı ihtiyaçları da dahil olmak üzere
hastaya özgü besin gereksinimlerinin belirlenmesidir. Enteral
beslenmede başlangıçta günlük besin volümünün %25’inin
aralıklı bolus şeklinde eşit öğünlere bölünerek başlanması öne-
rilir. Daha sonra hastanın tolere edebildiği kadar hedef volüme
ulaşana kadar günlük %25 volüm artışı yapılır. Devamlı enteral
beslemeye 1-2 ml/kg/saat ile başlanır, her 6-24 saat hedef volü-
me ulaşıncaya kadar, toleransa göre 0.5-1 ml/kg/saat arttırılır.99

Çocuklarda beslenmede enteral yol her zaman için tercih


edilen yoldur. Ancak bazı olaylar gastrointestinal sistemin sin-
dirim ve emilim kapasitesinde bozulmalara yol açar. Parenteral
beslenme, gereksinim duyulan besin öğelerinin enteral yoldan
verilemediği durumlarda bunların parenteral yoldan verilme-
sidir. Parenteral beslenme; yiyemeyen, yememesi gereken, ye-
terince yiyemeyen ve tüple yeterince beslenemeyen hastalarda
kullanılmalıdır. Beslenememe süresinin 5 günden kısa olan
97 Daren K Heyland vd., Impact of enteral feeding protocols on enteral
nutrition delivery: results of a multi center observational study, Journal of
Parenteral and Enteral Nutrition, 2010; 34 (6): 675-684, Babita Gupta vd.,
Enteral nutrition practices in the ıntensive care unit: understanding of
nursing practices and perspectives, Journal of Anaesthesiology Clinical
Pharmacology, 2012; 28 (1): 41-44.
98 Cristine S. Velazco vd., Nutrient delivery in mechanically ventilated
surgical patients in the pediatric critical care unit, Journal of Pediatric
Surgery, 2017; 52: 145-148.
99 B. Bolışık ve A. Kahraman, a.g.e. pp. 31-56.
Çocuk Cerrahi Hastalarında Beslenme 267

hastalara parenteral beslenme başlanması önerilmez.100 Pa-


renteral beslenme ya periferik venler ya da santral venler yolu
ile uygulanır. Parenteral beslenme 1-2 haftadan fazla sürecek-
se periferik yerine santral venler tercih edilmelidir.101

Parenteral yolla beslenen çocuklarda makro ve mikro-


nutrientlerin yeterli miktarlarda ayarlanması onların uzun
dönemde büyüme gelişmelerini de etkilemektedir. Total pa-
renteral nutrisyon ile beslenen yenidoğan cerrahi hastalarının
beden kitle indekslerinin (BKİ) uzun dönem izleminin yapıl-
dığı bir çalışmada, total parenteral nutrisyon ile beslenen ve 1
yaşına kadar izlenen yenidoğanların BKİ Z skorlarının DSÖ
standartlarının altında olduğu görülmüştür102.

Çocuklarda enteral veya parenteral beslenmede çeşitli


komplikasyonlar gelişebilmektedir. Enteral beslenmede en
yaygın görülen komplikasyonlar; diyare, abdominal distan-
siyon, kusma ve yüksek gastrik rezidüel volüme bağlı bron-
şial aspirasyondur103. Parenteral beslenmede ise gelişebilecek
komplikasyonlar; kateter ilişkili komplikasyonlar, metabolik
komplikasyonlar ya da enfeksiyöz komplikasyonlar olabil-
mektedir104.

100 B. Bolışık ve A. Kahraman, a.g.e. pp. 31-56, T. Kendirli, a.g.e. pp. 34-43
101 B. Bolışık ve A. Kahraman, a.g.e. pp. 31-56.
102 Şaduman Dinçer vd., The long term follow-up of body mass ındexes
of neonatal surgical patients fed with total parenteral nutrition, Türkiye
Klinikleri Journal of Medical Sciences, 2015; 35 (1): 27-30.
103 Nobuhiro Akuzawa vd., Enteral nutrition related complications
relevant to alteration of formulas in two critically ill pediatric patients,
Gastroenterology Research, 2013; 6 (4): 156–160
104 Marek Pertkiewicz ve Stanley J. Dudrick, Parenteral nütrisyon
İçinden: Klinik Nütrisyon Temel Kavramlar (Ed: Sobotko, Leslie), 3. Baskı,
Logos Yayıncılık, İstanbul, 2004, pp. 229-274, Mauro Pittiruti vd., ESPEN
Guidelines on parenteral nutrition: central venous catheters (access,
care, diagnosis and therapy of complications), Clinical Nutrition, 2009,
28: 365-377, Ebru Ortaç Ersoy vd., Parenteral nütrisyon, İç Hastalıkları
Dergisi, 2010; 17: 209-216, Sue Protheroe, Long term parenteral nutrition,
Paediatrics and Child Health, 2015; 25 (9): 399-405.
268 Şule ÇİFTCİOĞLU, Vildan CIRIK, Emine EFE

Sonuç

Çocuklarda cerrahi işlem öncesi ve sonrası dönemlerde


süreci, besin ihtiyaçlarının doğru belirlenerek yeterli beslen-
menin sağlanması gerekir. Cerrahi sonrası erken oral beslen-
meye geçiş tercih edilmeli, ancak; oral alımın olmadığı durum-
larda çocuğun yeterli ve dengeli beslenmesinin devamlılığı için
enteral ya da parenteral beslenmeye geçilmesi gerekli olabilir.
Enteral ya da parenteral beslenmeye geçildiğinde ise oluşabile-
cek komplikasyonlara göz önünde bulundurulmalı ve komp-
likasyonlara yönelik gerekli önlemler alınmalıdır. Hemşireler
ameliyat hazırlığındaki çocuğun preoperatif ve postoperatif
beslenme süreçlerini takip etmeli, çocuğa uygun beslenme şek-
li için sağlık profesyonelleri ile işbirliği yaparak çocuğun yeterli
ve dengeli beslenmesine yardımcı olmalıdır.

Kaynaklar
Akuzawa, Nobuhiro, Takeuchi, Aya Murata, Tsukagoshi,
Jun, Kaneko, Ryoko, Naito, Hiroshi, Mizuno, Takahisa vd., En-
teral nutrition related complications relevant to alteration of
formulas in two critically ill pediatric patients, Gastroentero-
logy Research, 2013; 6 (4): 156–160.
Alasulu N, Çolak C, Orman MN, Şahin F, Çamurdan Du-
yan A. 0-2 Yaş sağlıklı çocukların baş çevresine ilişkin gelişi-
min izlenmesi için büyüme eğrileri, Ankara Üniversitesi Tıp
Fakültesi Mecmuası. 2006; 59: 89-92.
Bolışık, Bahire, Kahraman, Ayşe, Çocuk cerrahisi hasta-
sında beslenme İçinden: Pediatrik Cerrahi Hastasının Hemşi-
relik Bakımı (Çev. Ed: Bolışık, Bahire, Yardımcı, Figen, Akçay
Didişen, Nurdan), 3. Basım, Nobel Akademik Yayıncılık Eği-
tim Danışmanlık, Ankara, 2015, ss. 31-56.
Burdall, Oliver C., Howarth, Lucy J., Sharrard Alison, Lee,
Alex C.H., Paediatric enteral tube feeding, Paediatrics and
Child Health. 2017; 27(8): 371-377.
Çocuk Cerrahi Hastalarında Beslenme 269

Canada, Nicki, Mullins, Lucille, Pearo, Brittany, Spoede,


Elizabeth, Optimizing perioperative nutrition in pediatric po-
pulations, Nutrition in Clinical Practice, 2016; 31(1): 49-58.
Dawson, Paula, Cook Louise, Holliday Laura-Jane, Saxel-
by, Helen, Oxford Handbook of Clinical Skills for Children’s
and Young People’s Nursing, Oxford University Press, United
Kingdom, 2012. pp. 245-260.
Eaton, Simon, Carnaghan, Helen, Nutrition in the paedi-
atric surgical patient, Surgery, 2016; 34 (5): 217-220.
Dinçer, Şaduman, Günel, Engin, Şahin, Tahir Kemal,
Yurtçu, Müslim, Abasıyanık, Adnan, The long term follow-up
of body mass ındexes of neonatal surgical patients fed with to-
tal parenteral nutrition, Türkiye Klinikleri Journal of Medical
Sciences, 2015; 35 (1): 27-30.
Gupta, Babita, Agrawal, Pramendra, Soni, Kapil D., Ya-
dav, Vikas, Dhakal, Roshni, Khurans, Shally, et al. Enteral
nutrition practices in the ıntensive care unit: understanding
of nursing practices and perspectives, Journal of Anaesthesio-
logy Clinical Pharmacology, 2012; 28 (1): 41-44.
Heyland, Daren K., Cahill, Naomi E., Dhaliwal, Rupin-
der, Sun, Xiaoqun, Day, Andrew G., McClave, Stephen, Im-
pact of enteral feeding protocols on enteral nutrition delivery:
results of a multi center observational study. Journal of Paren-
teral and Enteral Nutrition, 2010; 34(6): 675-684.
Kendirli, Tanıl, Kritik çocuk hastada beslenme, Klinik
Gelişim, 2011; 24: 34-43.
Kreyman, K. Georg, Berger, Mette M., Deutz, Nicolaas,
Hiesmayr, Michael, Jolliet Philippe vd., ESPEN Guidelines on
Enteral Nutrition: Intensive Care, Clinical Nutrition, 2006; 25
(2): 210-223.
Lee Steve L, Principles of Pediatric Surgery In: Berkowitz’s
Pediatrics: A Primary Care Approach (Ed: Berkowitz Carol
D), 5th Edition, American Academy of Pediatrics, United Sta-
tes of America, 2014, pp. 75-78.
270 Şule ÇİFTCİOĞLU, Vildan CIRIK, Emine EFE

Fine, Bryan R., Cohen, Eyal, Mahant, Sanjay, Feeding Tu-


bes and Enteral Nutrition In: Caring for the Hospitalized Child
A Handbook of Inpatient Pediatrics (Eds: Rauch, Daniel, A.,
Gershel, Jeffrey C.), American Academy of Pediatrics, United
States of America, 2018. pp. 577-585.
Maqbool, Asim, Olsen, Irene E, Stallings, Virginia, A, Cli-
nical Assessment of Nutritional Status In: Nutrition in Pediat-
rics (Eds: Duggan, Christopher, Watkins, John B, Walker W.
Allan), 4th Edition, BC Decker Inc, Hamilton, 2008. pp. 5-13.
Ortaç Ersoy, Ebru, Topeli İskit, Arzu, Abbasoğlu, Osman.
Parenteral nütrisyon, İç Hastalıkları Dergisi, 2010; 17: 209-216.
Pertkiewicz, Marek, Dudrick, Stanley J., Parenteral nütris-
yon İçinden: Klinik Nütrisyon Temel Kavramlar (Ed: Sobotko,
Leslie), 3. Baskı, Logos Yayıncılık, İstanbul, 2004, pp. 229-274.
Pittiruti, Mauro, Hamilton, Helen, Biffi, Roberto, MacFie,
John, Pertkiewicz, Marek, ESPEN Guidelines on parenteral nut-
rition: central venous catheters (access, care, diagnosis and the-
rapy of complications), Clinical Nutrition, 2009, 28: 365-377.
Protheroe, Sue, Long term parenteral nutrition, Paediatri-
cs and Child Health, 2015; 25 (9): 399-405.
Shankar, Bhuvaneshwari, Daphnee, DK, Ramakrishnan,
Nagarajan, Ramesh, Venkataraman, Feasibility, safety, and out-
come of very early enteral nutrition in critically ill patients: re-
sults of an observational study. Journal of Critical Care, 2015;
30: 473-475.
Weimann, Arved, Braga, Marco, Carli, Franco, Higashigu-
chi, Takashi, Hübner, Martin, Klek, Stanislav, vd., ESPEN gu-
ideline: Clinical nutrition in surgery, Clinical Nutrition, 2017;
36: 623-650.
Velazco, Cristine S., Zurakowski, David, Fullerton, Brenna
S., Bechard, Lori J., Jaksic, Tom, Mehta, Nilesh M., Nutrient deli-
very in mechanically ventilated surgical patients in the pediatric
critical care unit, Journal of Pediatric Surgery, 2017; 52: 145-148.
Okul Öncesi Dönemde Cinsel İstismar Eğitiminin Önemi 271

OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE


CİNSEL İSTİSMAR EĞİTİMİNİN ÖNEMİ

The Importance of Sexual Abuse Education in


Preschool Period

Vildan CIRIK1, Şule ÇİFTCİOĞLU1, Emine EFE2


1
Arş. Gör. Akdeniz Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi, Çocuk Sağlığı
ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı
2
Prof. Dr. Akdeniz Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi, Çocuk Sağlığı
ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı

Özet
Çocuk cinsel istismarı, dünya çapında bir problem ol-
makla beraber her yaştan çocuğu etkileyen ciddi bir sağlık
sorunudur. Dünyada ve Türkiye’de çocuklara yönelik istis-
mar düzeyleri endişe verici derecede yüksektir. Çocukların
%50’sinden fazlasının, geçen yıl içinde fiziksel, cinsel, duygu-
sal yönden istismar veya ihmalden birine uğradığı rapor edil-
miştir. Sistematik derlemeler, kız çocuklarının cinsel istismar-
la ilgili savunmasızlıklarına dikkat çekmelerine rağmen cinsel
istismardan erkek çocukları da etkilenmektedir. Meta analiz
çalışmaları, erkeklerin yaklaşık %10’unun, kızlarında yakla-
şık %20’sinin yaşamları boyunca cinsel istismara uğradığını
göstermektedir. Literatürde, 11 yaş altındaki çocuklara yöne-
lik herhangi bir istismar şekli hakkında ciddi bir veri eksikliği
olduğu belirtilmektedir. Çocukluk çağında yaşanan istismar,
çocuğun fiziksel, psikolojik ve sosyal sağlığını önemli ölçüde
etkilemektedir. Bu nedenle, çocukların genç yaşta cinsel istis-
mardan korunmaları için eğitim almaları gerekmektedir. Cin-
sel istismar eğitimi özellikle okul öncesi dönemde verilmelidir.
272 Vildan CIRIK, Şule ÇİFTCİOĞLU, Emine EFE

Böylece çocuklar istismar olaylarını tespit edebilir, kendi beden-


lerini koruyabilir ve kişisel güvenlik becerilerini öğrenebilirler.
Ayrıca, cinsel istismar eğitimi, çocuklar bu tür olayları ebeveyn-
lerine anlatmaları için onları teşvik ederek geçmişte veya devam
eden cinsel istismar mağduru olan çocuklara yardım etmeyi de
amaçlamalıdır. Bu nedenle, okul öncesi dönemde cinsel istismar
eğitiminin öğretilmesi, çocukların gerekli önlemleri bilerek cin-
sel istismara karşı korunmalarını sağlayacaktır.

Anahtar Kelimeler: çocuk, okul öncesi dönem, cinsel is-


tismar.

Abstract
Child sexual abuse is a worldwide problem and a serious
health problem in pediatric medicine that affects children of all
ages. Levels of abuse against children in the World and Turkey
are worryingly high. More than 50% of children report expe-
riencing some form of physical, sexual, emotional violence or
neglect in the past year. Global systematic reviews have highli-
ghted the vulnerability of girls in relation to sexual abuse, but
boys are also affected. Meta-analyses suggest that about 10% of
boys and 20% of girls have experienced sexual violence in their
lifetime. It is stated in the literature that there is a serious lack
of data on any form of abuse against children under about 11
years of age. Abuse experienced during childhood significantly
affects the physical, psychological and social well-being of the
child. Therefore, it is necessary for the children to be educated
for protection from sexual abuse in the young age. Sexual abu-
se training should be given especially in the preschool period
so that children can identify the abuse incidents, protect the-
ir own bodies and learn personal security skills. Additionally,
sexual abuse training should aim to help children who are vi-
ctims of past or continuing sexual abuse by encouraging their
children to tell such events to their parents. Therefore, teaching
of sexual abuse education in the preschool period will ensure
that children are protected against sexual abuse knowing the
necessary precautions.
Okul Öncesi Dönemde Cinsel İstismar Eğitiminin Önemi 273

Key Words: child, preschool period, sexual abuse.

Ana Metin
Çocuk cinsel istismarı (Child Sexual Abuse [CSA]) ulu-
sal ve uluslararası alanda her yıl milyonlarca çocuğu etkileyen
küresel ve toplumsal ciddi bir sağlık sorunudur. Çocuk cinsel
istismarı çocukların fiziksel, sosyal ve psikolojik açıdan geli-
şimlerini olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Yapılan bir ça-
lışmada, cinsel istismar mağduru çocukların akut olarak tıbbi
ve/veya psikososyal problemler sergiledikleri belirlenmiştir
(Hu et al., 2018). Dünya da cinsel istismar vakaları incelendi-
ği zaman cinsel istismar oranı kızlarda %8-31, erkeklerde ise
%3-17’dir (Barth et al., 2013; Pereda et al., 2009; Stoltenborgh
et al., 2011). Bu oranlara rağmen, dünya da çocuk cinsel is-
tismar vakalarının daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir
(Sumner et al., 2015). Resmi verilerin tam olarak mevcut ol-
duğu ülkelere rağmen, tüm dünyada cinsel istismar vakaları-
nın bildiriminin eksik olması nedeniyle verilerin gerçeği tam
olarak yansıtmadığı söylenebilir (World Health Organization
[WHO], 2013, 2014). Dünya’da ve Türkiye’de cinsel eşitlikle
ilgili toplumsal farklılıklar, sosyal normlar, inançlar ve kültü-
rel yapı cinsel istismar vakalarının ortaya çıkmasını etkilediği
düşünülmektedir.

İlkokul çağındaki çocukların kendi deneyimlerini doğru-


dan rapor etmelerine olanak tanıyan yöntemler olmasına rağ-
men, çok küçük çocuklar için bu vakaların ortaya çıkarılması
daha zordur. Çok küçük çocuklar yaşadıkları tüm şiddetleri
tam olarak hatırlamayabilir veya olayın farkında olmaya-
bilirler (Devries et al., 2018). Cinsel istismara uğrayan veya
uğradığı düşünülerek kliniğe getirilen okul öncesi (3-6 yaş)
çocuklarla yapılan bir çalışmada çocukların % 74’üne yakı-
nın, oral, vajinal veya anal penetrasyona teşebbüs eden çok
şiddetli cinsel istismar geçirdikleri belirlenmiştir (Beaudoin et
al., 2013). Bu nedenle özellikle çok küçük yaştaki çocukların
bu durumla karşılaşmaması için koruyucu önlemlerin alın-
274 Vildan CIRIK, Şule ÇİFTCİOĞLU, Emine EFE

ması ve onlara öğretilmesi gerekmektedir. Çocuklara verilecek


olan bu cinsel istismar eğitiminde okul temelli eğitim olduk-
ça önem taşımaktadır. Yapılan çalışmalar okul temelli cinsel
istismarı önleme programlarının cinsel istismarı önlediğine
yönelik güçlü kanıtlar sunmaktadır (Finkelhor, 2007; Topping
& Barron, 2009). Özelliklede okul çağı ve öncesi çocuklarda
cinsel istismarı önleme eğitimi oldukça önemli ve faydalıdır
(Finkelhor, 2007; W. Zhang et al., 2014). Buna rağmen yapı-
lan bir çalışmada, sadece öğretmenlerin %30’unun çocuklara
yönelik cinsel istismar önleme eğitim programlarının etkinli-
ğine güven duydukları ve okul öncesi öğretmenlerinin yaklaşık
% 30’unun okul öncesi dönemde cinsel istismar önlenmesine
yönelik eğitimi reddettiği belirlenmiştir. Ayrıca bu çalışmada,
okul öncesi öğretmenlerinin %70’inden fazlası, cinsel istismar
önleme eğitiminin çocukların “sex” hakkında çok fazla şey bil-
mesine neden olabileceği konusunda endişe duydukları sap-
tanmıştır. Buna rağmen okul öncesi öğretmenlerinin büyük
bir çoğunluğunun cinsel istismar eğitimine istekli oldukları da
belirlenmiştir (Zhang et al., 2015). Bu nedenle okul öncesi öğ-
retmenlerinin hassasiyetleri belirlenerek cinsel istismar eğitim
programları oluşturulmalı ve şekillendirilmelidir. Okul öncesi
öğretmenlerinin cinsel istismardan korunmaya ve önlemeye
yönelik bilgi düzeylerinin yetersiz olması çocukların ve aile-
lerinin de yeterince bilgi sahibi olmalarını direk olarak etkile-
diği düşünülmektedir. Bu nedenle okul temelli cinsel istismar
eğitimlerinin çocuklara ve ailelere verilebilmesi için öncelikle
öğretmenlerin ve okul yönetiminin bu konuda eğitim alması
gerektiği düşünülmektedir.

Dünya’da ve Türkiye’de Okul Temelli Program-


lar ve Önemi
Literatürde, okul temelli programların çocukların bilgi-
lerini (kişisel sınırların bilinmesi ve istismarın gerçekleşmesi
durumunda çocuğun hatası olmadığının farkında olması gibi)
ve cinsel istismarın önlenmesiyle ilgili becerilerini (istismarı
tanıma, direnç gösterme, yetkili yerleri bilgilendirme, rapor
Okul Öncesi Dönemde Cinsel İstismar Eğitiminin Önemi 275

etme gibi) artırdığı belirtilmektedir (Chen, 2012; Chen et al.,


2013; Zhang et al., 2014). Özellikle yapılan son araştırmalar,
okul öncesi çocuklarla birlikte birincil korunma önlemlerinin
öğretilmesinin başlamasının mümkün olduğu belirtilmekte-
dir. Bununla birlikte, yapılan araştırma sonuçlarına göre, üç
yaşından küçük çocukların da kötü dokunuşları tanımayı ve
kendini koruma becerilerini kazanmayı öğrenebildikleri be-
lirlenmiştir (Kenny et al., 2012; W. Zhang et al., 2014). Okul
öncesi çağdaki çocuklarla yapılan bir çalışmada, çocukların
cinsel istismarı önlemeye yönelik eğitim programına katıldık-
tan sonra cinsel istismarın önlenmesi ile ilgili bilgi ve beceri-
lerin arttığı saptanmıştır (W. Zhang et al., 2014). Türkiye’de de
çocuk cinsel istismarının önlenmesi için Milli Eğitim Bakan-
lığı tarafından yürütülen ve desteklenen projeler bulunmak-
tadır. Antalya İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından 2015 yı-
lında düzenlenen ve desteklenen “İhmal ve İstismara Yönelik
Yaşam Becerileri Kazandırma Projesi” ihmal ve istismar eği-
timleri için oldukça önemli bir projedir. Bu projenin amacı,
okullarda çalışan yönetici/öğretmenlerin, anne babaların ih-
mal ve istismarı tanıma, önleme, ihmal ve istismardan korun-
ma konularında bilgi ve becerilerini arttırmak, öğrencilerin
de ihmal ve istismara yönelik yaşam becerileri kazanmalarını
sağlamaktır. Bu proje 2015 yılında başlamış olup yönetici/öğ-
retmen/aile/öğrencilere yönelik eğitimler her yıl düzenli ola-
rak Antalya’nın İl ve İlçelerinde devam etmektedir. Projenin
eğitimi İl Milli Eğitim Müdürlüğü (İl MEM) tarafından yürü-
tülmektedir. Eğitimin uygulama esasları her eğitim - öğretim
yılı başında İl MEM tarafından belirlenmektedir. İlçe Milli
Eğitim Müdürlükleri (İlçe MEM)’nde ise Rehberlik ve Araş-
tırma Merkez Müdürlükleri (RAM), eğitimin yürütülmesinde
işbirliği ve desteği vermektedir. Proje kapsamında eğitim ve-
rilen öğrenci grubu; anasınıfı, ilkokul, ortaokul ve lise öğren-
cilerini kapsamaktadır. Proje kapsamında hazırlanan El Kita-
bında; ihmal ve istismarı yönetici/öğretmen/aile/öğrencilere
anlatmak için haftalık/günlük/saatlik eğitim planları, istismar
ve ihmal türlerine yönelik örnek senaryolar ve bu senaryola-
276 Vildan CIRIK, Şule ÇİFTCİOĞLU, Emine EFE

rın analizleri, videolar, resimli/görsel materyaller ve sunumlar


yer almaktadır (Antalya İl Milli Eğitim Müdürlüğü, 2015).

Okul öncesi dönemdeki bir çocuğa cinsel istismardan


korunma eğitimini vermede öğretmenler oldukça önemli bir
role sahiptirler. Bu nedenle erken çocukluk dönemine eğitim
veren öğretmenlerin çocuk istismarı ve korunmasına ilişkin
bilgilerinin ve anlatım becerilerinin en üst düzeyde olması ge-
rekmektedir. Öğretmen ve öğrencilerle yapılan bir çalışmada,
katılanların cinsel istismarı tanımlama ve uygun müdahalede
bulunma becerilerine yönelik yeteneklerinden emin olmadık-
ları bulunmuştur (Goldman, 2007). Başka bir çalışmada ise il-
kokul öğretmenlerinin üçte birinden daha azının, çocuklarda
cinsel istismar meydana geldiği zaman çocuklarda belirgin bir
fiziksel belirti olmadığına inandıkları belirlenmiştir. Ayrıca bu
çalışmada öğretmenlerin üçte ikisinden daha azının, çocukla-
rın kadınlar tarafından cinsel olarak istismar edilebileceğine
inandıkları saptanmıştır (Kong & Chen, 2012). 200 öğretme-
nin yer aldığı bir çalışmada, öğretmenlerin sadece %14,5’inin
cinsel istismar işaretlerinin farkında oldukları belirlenmiştir
(Kenny, 2004). İlkokul öğretmenleri ile yapılan bir çalışmada
ise öğretmenlerin %84’ünün cinsel istismarı önleme ile ilgi-
li okul temelli eğitimlerin olması gerektiğini söylemişlerdir
(Kong & Chen, 2012).

Gelişmiş ülkelerde yürütülen çalışmalar, öğrencilere ve


öğretmenlere yönelik cinsel istismarı önleme programlarının,
bilgilerinin ve becerilerinin artırılmasında etkili olabileceğini
belirtmiştir (Kenny, 2007; Goldman & Bradley, 2011; McKee &
Dillenburger, 2012). Cinsel istismarı önlemeye yönelik öğrenci
ve öğretmenlere verilen eğitimler sonrasında öğrenci ve öğret-
menlerin bilgi düzeylerinin arttığı yapılan çalışmalarda sap-
tanmıştır (Kenny, 2007; McKee & Dillenburger, 2012). Okul
öncesi öğretmenleri çocuklara özellikle kendini koruma tek-
niklerini öğretmeleri gerekmektedir. Çocuk Koruma eğitimin-
de, güçlü yönler yaklaşımı kullanılarak okul öncesi öğretmeni
güçlü yönlerini ve kaynaklarını tanımlamayı ve etkinleştirme-
Okul Öncesi Dönemde Cinsel İstismar Eğitiminin Önemi 277

yi öğretmektedir (Fenton, 2008). Tüm eğitim programlarında


olması gereken öncelikle öğretmenlerin/öğrencilerin/ailelerin
bilgi ve beceri düzeyini artırmak sonrada bu eğitimi sürek-
li bir hale getirmektir. Bu okul temelli eğitimler ile çocuklar,
istismarcıların rahatsız edici veya uygunsuz dokunma istek-
lerini tanımlayabilir ve farkındalık geliştirebilirler. Ayrıca, bu
eğitimler ile çocuklara kötü davranışların hangilerinin oldu-
ğunun anlatılması istismarın durdurulmasında oldukça etkili
olacağı düşünülmektedir.

Sonuç

Sonuç olarak cinsel istismar eğitimlerinin okul öncesi dö-


nemde eğitim müfredatlarında devamlı olarak yer alması ve
öğretmenlerin/çocukların/ailelerinin sürekli olarak bu eğiti-
mi almaları ve beceri kazanmaları sağlanmalıdır. Çocukların
okul öncesi dönemde cinsel istismardan korunabilmeleri ve
önlem alabilmeleri için okulda öğretmenlerinden evde de ai-
lelerinden cinsel istismardan korunma eğitimini almaları son
derece önem taşımaktadır.

Kaynaklar

Antalya İl Milli Eğitim Müdürlüğü. İhmal ve İstismara


Yönelik Yaşam Becerileri Kazandırma Eğitimi El Kitabı. An-
talya Milli Eğitim Müdürlüğü/Şubat 2016.
Barth, J., Bermetz, L., Heim, E., Trelle, S., & Tonia, T. The
current prevalence of child sexual abuse worldwide: A syste-
matic review and meta-analysis. International Journal of Pub-
lic Health, 2013, 58, 469–483.
Beaudoina G., Hébertb, M., & Bernierd, A. Contributi-
on of attachment security to the prediction of internalizing
278 Vildan CIRIK, Şule ÇİFTCİOĞLU, Emine EFE

and externalizing behavior problems in preschoolers victims


of sexual abuse. Revue européenne de psychologie appliquée
63, 2013, 147–157.
Chen, J. Xiao xue er nian ji xue sheng yu fang xing qin
fan jiao yu xiao guo ping jia [Evaluation of school-based child
sexual abuse prevention education on grade 2 pupils’ know-
ledge and skills]. Chinese Journal of School Health, 2012, 33,
148-150.
Chen, J., Du, X., & Zhang, M. Nong cun xiao xue si nian ji
xue sheng yu fang xing qin fan jiao yu ying xiang pin jia [Eva-
luation of a school-based sexual abuse prevention education
among rural Grade 4 students in Henan, China]. Chinese Jour-
nal of Human Sexuality, 2013, 22, 68-72.
Devries, K., Knight, L., Petzold, M., Merrill, K. G.
Maxwell, L., Williams, A., … Abrahams, N. Who perpetrates
violence against children? A systematic analysis of agespecific
and sex-specific data. BMJ Paediatrics Open, 2017, 2, e000180.
doi:10.1136/bmjpo-2017-000180.
Fenton, A. Caution children crossing ahead: Child pro-
tection education with pre-service teachers using a strengths
approach. In D. Bottrell & G. Meagher (Eds.), Communities
and change: Selected papers (pp. 211-238). 2008, Sydney, Aust-
ralia:Sydney University Press. Retrieved from http://ses.library.
usyd.edu.au/handle/2123/3910
Finkelhor, D. Prevention of sexual abuse through educati-
onal programs directed toward children. Pediatrics, 2007, 120,
640-645. doi:10.1542/peds.2007-0754
Goldman, J. D. G. Primary school student-teachers’ know-
ledge and understandings of child sexual abuse and its manda-
tory reporting. International Journal of Educational Research,
2007, 46, 368-381. doi:10.1016/j.ijer.2007.09.002
Okul Öncesi Dönemde Cinsel İstismar Eğitiminin Önemi 279

Goldman, J. D. G., & Bradley, G. L. Assessing primary


school student-teachers’ pedagogic implementations in child
sexual abuse protection education. European Journal of Psy-
chology of Education, 2011, 26, 479-493. doi:10.1007/s10212-
011-0059-4
Hu, M. H., Huang, G. S., Huang, J. L., Wu, C. T., Chao, A.
S., Lo, F. S., & Wu, H. P. Clinical characteristic and risk factors
of recurrent sexual abuse and delayed reported sexual abuse
in childhood. Medicine, 2018, 97, 14(e0236).
Kenny, M. C. Teachers’ attitudes toward and knowledge
of child maltreatment. Child Abuse & Neglect, 2004, 28, 1311-
1319. doi:10.1016/j.chiabu.2004.06.010
Kenny, M. C. Web-based training in child maltreatment
for future mandated reporters. Child Abuse & Neglect, 2007,
31, 671- 678. doi:10.1016/j.chiabu.2006.12.008
Kenny, M. C., Wurtele, S. K., & Alonso, L. Evaluation of a
personal safety program with Latino preschoolers. Journal of
Child Sexual Abuse, 2012, 21, 368-385. doi:10.1080/1053871
2.2012.675426
Kong, Y. Q., & Chen, J. Q. Fu xin shi 174 ming xiao xue
jiao shi dui er tong xing qin fan wen ti de ren shi [Aware-
ness of child sexual abuse prevention education among 174
primary school teachers in Fuxin, China]. Chinese Journal of
School Health, 2012, 33, 1170-1172.
McKee, B. E., & Dillenburger, K. Effectiveness of child
protection training for pre-service early childhood educators.
International Journal of Educational Research, 2012, 53, 348-
359. doi:10.1016/j.ijer.2012.04.008.
Pereda, N., Guilera, G., Forns, M., & Go´mez-Benito, J.
The prevalence of child sexual abuse in community and stu-
dent samples: A meta-analysis. Clinical Psychology Review,
2009, 29, 328–338.
280 Vildan CIRIK, Şule ÇİFTCİOĞLU, Emine EFE

Stoltenborgh, M., van Ijzendoorn, M. H., Euser, E. M., &


Bakermans-Kranenburg, M. J. A global perspective on child
sexual abuse: Meta-analysis of prevalence around the world.
Child Maltreatment, 2011, 16, 79–101.
Sumner, S. A., Mercy, A., Saul, J., Motsa-Nzuza, N., Kwe-
sigabo, G., Buluma, R., . . . Hillis, S. D. (2015). Prevalence of
sexual violence against children and use of social services-se-
ven countries, 2007–2013. Centers for Disease Control and
Prevention Morbidity and Mortality Weekly Report, 2015, 64,
565–569.
Topping, K. J., & Barron, I. G. School-Based Child
Sexual Abuse Prevention Programs: A review of effective-
ness. Review of Educational Research, 2009, 79, 431-463.
doi:10.3102/0034654308325582
World Health Organization. (2013). Global and regional
estimates of violence against women: Prevalence and health
effects of intimate partner violence and non-partner sexual vi-
olence. Geneva, Switzerland:Author.
World Health Organization. (2014). Global status report
on violence prevention 2014. Geneva, Switzerland: Author.
Zhang, W., Chen, J., & Liu, F. Preventing Child Sexual
Abuse Early: Preschool Teachers’ Knowledge, Attitudes, and
Their Training Education in China. SAGE Open, 2015, 1–8.
doi: 10.1177/2158244015571187.
Zhang, W., Chen, J., Feng, Y., Li, J., Liu, C., & Zhao, X.
Evaluation of a sexual abuse prevention education for Chinese
preschoolers. Research on Social Work Practice, 2014, 24, 428-
436. doi:10.1177/1049731513510409
Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital
281
Yeterliklerin Kazandırılması: Dijital Yeterlikler Çerçevesi Örneği
Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital
Yeterliklerin Kazandırılması: Dijital Yeterlikler
Çerçevesi Örneği

Achievement of Digital Competence Through


Curriculum: Digital Competence Framework
Example

Zühal ÇUBUKÇU
Prof. Dr., Eskişehir Osmangazi Üniversitesi,
Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü

Şule Betül TOSUNTAŞ


Arş. Gör. Dr., Bursa Uludağ Üniversitesi,
Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü

Tuğba İNCİ
Arş. Gör., Eskişehir Osmangazi Üniversitesi,
Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü

ÖZET: Dijital yeterliklerin kazandırılması büyük ölçüde


eğitim ve eğitim programlarının sorumluluğundadır. Galler,
dijital becerilerin eğitim programları aracılığıyla kazandırıl-
ması adına Dijital Yeterlikler Çerçevesini belirlemiş ve uygula-
maya koymuştur. Süreçte belirlenen her bir bileşene yardımcı
sınıf içi etkinlikler tasarlanmış ve kılavuz olarak sunulmuştur.
Bu çalışmanın amacı ise Galler Dijital Yeterlikler Çerçevesinin
incelenmesi ve çeşitli uygulama örneklerine ulaşılmasıdır.
282 Zühal ÇUBUKÇU, Şule Betül TOSUNTAŞ, Tuğba İNCİ

Çalışma nitel araştırma desenlerinden doküman incele-


mesi kullanılarak desenlenmiştir. Ülkenin resmî web sitesi ara-
cılığıyla Dijital Yeterlikler Çerçevesi dokümanlarına ulaşılmış-
tır. Dijital Yeterlikler Çerçevesi 3-16 yaş arasında öğrencilere
kazandırılması beklenen dijital becerilerden oluşmaktadır. Bu
beceriler 4 bileşen altında yer almaktadır. Vatandaşlık bileşeni
altında yer alan beceriler, kimlik, imaj ve itibar, sağlık ve iyilik,
dijital haklar, lisanslama ve sahiplik, online davranışlar ve siber
zorbalık; etkileşim ve işbirliği bileşeni altında yer alan beceri-
ler, iletişim, işbirliği, depolama ve paylaşma; üretme bileşeni
altında yer alan beceriler, planlama, kaynak bulma ve arama,
üretme, değerlendirme ve iyileştirme; veri ve sayısal düşünme
bileşeni altında yer alan beceriler problem çözme ve model-
leme, veri ve bilgi okuryazarlığı şeklindedir. Dijital Yeterlik
Çerçevesi öğrencilerin dijital vatandaş olarak yetiştirilmesine
yönelik kapsamlı bir yol haritası çizmektedir.

Anahtar Kelimeler: Dijital yeterlikler, eğitim programı,

ABSTRACT: The acquisition of digital competencies is


largely the responsibility of education and curriculum. Wales
has identified and implemented the Digital Competencies
Framework in order to acquire digital competencies through
the curriculum. In the process, auxiliary activities for each area
were designed and presented as a guide. The purpose of this
study is to examine the framework of the Wales Digital Com-
petence Framework and to reach various practical examples.

The study was designed using qualitative research pat-


terns from a document review. The documents of the Digital
Competence Framework have been reached through the offi-
cial website of the country. Digital Competence Framework is
composed of digital skills expected to be awarded to students
aged between 3 and 16 years. These skills are under 4 strands
as shown following. Identity, image and reputation, health
Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital
283
Yeterliklerin Kazandırılması: Dijital Yeterlikler Çerçevesi Örneği
and well-being, digital rights licensing and ownership, online
behavior and cyberbullying under the strand of citizenship;
communication, collaboration, storing and sharing under
the strand of interacting and collaborating; planning, sourc-
ing and searching, creating, evaluating and improving under
the strand of producing; problem solving and modeling, data
and information literacy under the strand of data and com-
putational thinking. Digital Competence Framework draws a
comprehensive roadmap for educating students as digital cit-
izens.

Keywords: Digital competences, curriculum, digital lite-


racy.

Giriş
Yeterlilik çerçeveleri, sistematik yaklaşımlar kullanılarak
belirli seviyeler aracılığıyla yeterliliklerin sınıflandırılmasını
ve yeterlilik sistemlerinin bütünleştirilmesini sağlayan araçlar
olarak tanımlanmaktadır. Yeterlilik çerçeveleri, bir ülke, bölge
veya sektördeki mevcut yeterliliklerin bir araya getirilmesi, sı-
ralanması ve düzenlenmesini sağlayarak yeterlilik sistemleri-
nin anlaşılır olmasını kolaylaştırmaktadır (MYK, 2018a).

Ülkelerin eğitim ve yeterlilik sistemlerinde gerçekleşen


bu gelişmelere paralel olarak Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi-
nin (AYÇ) geliştirilmesine yönelik ilk çalışmalar 2004 yılında
başlatılmış olup, 2008 yılında Avrupa Parlamentosu ve Avrupa
Konseyi tarafından Hayat Boyu Öğrenme için Avrupa Yeter-
lilikler Çerçevesi Tavsiye Kararı resmi olarak kabul edilmiştir.
Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi, Kopenhag ve Bologna Süreçle-
rindeki gelişmeler üzerine inşa edilmiş olup Avrupa çapındaki
bir üst çerçeve işlevi görmektedir. Avrupa Yeterlilikler Çerçe-
vesi’nin iki temel prensibi; bireylerin ülkeler arasında hareket-
liliğini teşvik etmek ve hayat boyu öğrenmelerine yardımcı
284 Zühal ÇUBUKÇU, Şule Betül TOSUNTAŞ, Tuğba İNCİ

olmaktır. Bu bağlamda herhangi bir yeterlilik içermemekte, sa-


dece sekiz seviye ve seviye tanımlayıcılardan oluşmaktadır. Bu
referans seviyelerinde ise bilgi, beceri ve yetkinlikler şu şekilde
açıklanmaktadır (MYK, 2015; 2018a) :

Bilgi: Bir iş ya da öğrenme alanına ilişkin gerçekler, ilke-


ler, kuramlar ve uygulamalar bütünüdür. Avrupa Yeterlilikler
Çerçevesi bağlamında bilgi, kuramsal ve/veya olgusal olarak
tanımlanmaktadır.

Beceri: Görevleri yerine getirmek ve problemleri çözmek


için bilgiyi kullanma ve uygulama yeteneğidir. Avrupa Yeter-
lilikler Çerçevesi bağlamında beceri, bilişsel beceriler (man-
tıksal, sezgisel ve yaratıcı düşünmeyi içeren) veya uygulama
becerileri (el becerisi ile yöntem, malzeme, araç ve gereçlerin
kullanımını içeren) olarak tanımlanmaktadır.

Yetkinlik: İş veya öğrenme ortamlarında, mesleki ve kişisel


gelişimde bilgi ve becerileri kullanmaya yönelik kanıtlanmış
yetenek ve kişisel, sosyal ve/veya yöntem bilimsel yeteneklerdir.
Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi bağlamında yetkinlik; sorumlu-
luk ve bağımsızlık (otonomi) anlamında tanımlanmaktadır.

Ulusal Yeterlilik Çerçeveleri


Ulusal yeterlilik çerçevesi (UYÇ), bir ülkede var olan yeter-
lilikleri tanımlamak, belirlenmiş ölçütlere göre sınıflandırmak
ve karşılaştırmak için kullanılan, seviyelerden oluşan ilkeler ve
kurallar bütünüdür. Birleşik Krallık, İrlanda, Fransa, Danimar-
ka, Portekiz, Malta, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi birçok ülke
ulusal yeterlilik çerçeveleri geliştirmiş ve uygulamaya koymuş-
lardır. Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi tarafından 23
Nisan 2008 tarihinde 2008/C 111/01 sayılı Tavsiye Kararı ile
kabul edilen Avrupa Yeterlikler Çerçevesi sonrasında tavsiye
kararına katılım sağlayan ülkeler Ulusal Yeterlilikler Çerçeve-
lerini AYÇ ile ilişkilendirmeyi ve Tavsiye Kararında sunulan
uygulama takvimine uymayı taahhüt etmiştir. Bu amaçla Ulu-
Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital
285
Yeterliklerin Kazandırılması: Dijital Yeterlikler Çerçevesi Örneği
sal Koordinasyon Noktaları kurulmuştur. Türkiye’de Mesleki
Yeterlilik Kurumu bu görevi üstlenmekte ve Avrupa Yeterli-
lik Çerçevesi Danışma Grubunda ülkemizi temsil etmektedir
(MYK, 2015).

Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi (TYÇ); Avrupa Yeterli-


likler Çerçevesi (AYÇ) ile uyumlu olacak şekilde tasarlanan;
ilk, orta ve yükseköğretim dâhil, meslekî, genel ve akademik
eğitim ve öğretim programları ve diğer öğrenme yollarıyla
kazanılan tüm yeterlilik esaslarını gösteren ulusal yeterlilik-
ler çerçevesidir. TYÇ, ülkemizde eğitim ve öğretim sistemi
içerisinde bütün öğrenme ortamlarında ve çeşitli seviyelerde
kazanılan kalite güvencesi sağlanmış tüm yeterlilikleri kapsa-
maktadır (MYK, 2018b).

Bologna Süreci ile 49 üye ülkede karşılaştırılabilir, reka-


betçi ve şeffaf bir yükseköğretim alanı oluşturmak için sürekli
iyileştirilen, dinamik ve ortak bir anlayışa dayalı süreçlerin
geliştirilmesini amaçlanmaktadır. Türkiye’de Bologna Süreci
kapsamındaki çalışmalar Yükseköğretim Kurulu (YÖK) so-
rumluluğunda Türkiye Yükseköğretim Yeterlilikler Çerçevesi
(TYYÇ) hazırlanmış ve uygulanmaktadır.

Avrupa Komisyonu (2018) yaşam boyu öğrenme bece-


rilerinin anadilde iletişim yeterliği, yabancı dillerde iletişim,
matematiksel düşünme ile bilim ve teknolojideki temel bece-
riler, dijital yeterlik, öğrenmeyi öğrenme yeterliği, sosyal va-
tandaş olma bilinci ve girişimcilik ve kültürel bilinç ve ifade
yeterliği olduğunu belirtmektedir.

Milli Eğitim sistemimizde ise yetkinliklerde bütünleşmiş


bilgi, beceri ve davranışlara sahip bireylerin yetişmesi amaç-
lanmaktadır. Öğrencilerin ulusal ve uluslararası düzeyde ki-
şisel, sosyal, akademik ve iş hayatlarında ihtiyaç duyacakları
beceriler olan yetkinlikler Türkiye Yeterlilikler Çerçevesinde
yer almaktadır. Bu çerçevede anadilde iletişim, yabancı diller-
de iletişim, matematiksel yetkinlik ve bilim/teknolojide temel
286 Zühal ÇUBUKÇU, Şule Betül TOSUNTAŞ, Tuğba İNCİ

yetkinlikler, dijital yetkinlik, öğrenmeyi öğrenme, sosyal ve


vatandaşlıkla ilgili yetkinlikler, inisiyatif alma ve girişimcilik
ve kültürel farkındalık ve ifade olmak üzere 8 temel yetkinlik
yer almaktadır. Bu yetkinliklerden dijital yetkinlik iş hayatı ve
günlük yaşamda iletişim kurmak amacıyla bilgi iletişim tekno-
lojilerinin güvenli ve eleştirel bir şekilde kullanılmasını ifade
etmektedir. Bu yetkinlik bilgiye ulaşma, bilgiyi değerlendirme,
saklama, üretme, sunma ve alışverişi için bilgisayarların kul-
lanılması, internet aracılığıyla ortak ağlara katılım sağlama ve
iletişim kurma gibi temel becerileri içermektedir (MEB, 2018).
Yeni öğretim programları incelendiğinde dijital yetkinlik de
dâhil olmak üzere 8 temel yetkinliğe yer verildiği görülmekte-
dir. Ancak bu temel yetkinliklerin öğretim programlarına en-
tegrasyonuna değinilmemiştir.

Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü tarafından 2017


yılında Kişisel Gelişim ve Eğitim alanı altında Dijital Yetkinlik-
ler Kurs Programı uygulamaya konulmuştur. Dijital Yetkinlik-
ler kurs programı ile bilgi toplumu stratejisi 2015-2018 eylem
planları kapsamında vatandaşlara bulundukları toplumda ya-
şamlarını sürdürebilecek, kolaylaştırabilecek dijital yeterlilik-
leri kazandırmak amaçlanmaktadır (MEB, 2017). Kurs progra-
mına katılım şartları en az 9 yaşında ve okuryazar olmak ola-
rak belirlenmiş olup, kurs süresi toplam 80 ders saatidir. Kurs
programı incelendiğinde ise Bilişim Teknolojisi Araçları, Dijital
Ortamda İçerik Üretme, Dijital Bilgi Paylaşımı ve Bilinçsiz Bi-
lişim Teknolojileri Kullanımının Oluşturacağı Sorunlar olmak
üzere 4 konuya ayrıldığı görülmektedir.

Dijital Yeterlikler
Dijital yeterlik teknolojinin güvenli, yaratıcı ve eleştirel
kullanımını sağlayan bilgi, beceri ve tutumlardır. Bu beceriler
bireylerin güvenli şekilde dijital vatandaş olmasını, dijital ola-
rak etkileşim ve iş birliği kurmasını, dijital olarak üretebilmesi-
ni, veri ve sayısal düşünmede kendine güvenmesini sağlar. Di-
jital yeterliklerin kazandırılması büyük ölçüde eğitim ve eğitim
Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital
287
Yeterliklerin Kazandırılması: Dijital Yeterlikler Çerçevesi Örneği
programlarının sorumluluğundadır. Türkiye’de YÖK ve MEB
tarafından yürütülen öğretim programlarının kapsamına alı-
nan dijital yeterlikler, dünyada da çeşitli şekillerde uygulama-
ya konulmaktadır.

Birleşik Krallık’ta Galler’de tüm kademelerde eğitim-öğre-


tim programı reformu olan Curriculum For Wales – A Curricu-
lum For Life kapsamında yeni öğretim programları geliştirilip uy-
gulanmaya başlanmıştır (Welsh Government, 2015). Bu hareke-
tin aşamalarından biri olan Dijital Yeterlikler Çerçevesi (Digital
Competence Framework) dikkate değer çalışmalardan biridir. Bu
bağlamda çalışmanın amacı Galler’de hazırlanan ve uygulamaya
konulan Dijital Yeterlikler Çerçevesi’nin incelenmesi ve bu kap-
samda çeşitli uygulama örneklerine ulaşılmasıdır.

Yöntem
Araştırma Deseni
Çalışma nitel araştırma yaklaşımları kullanılarak desen-
lendi. Dijital Yeterlikler Çerçevesi’nin incelenmesi sürecinde
doküman incelemesi kullanılarak veriler toplandı. Doküman
incelemesi, araştırılması amaçlanan olgu veya olgularla ilgili
bilgi içeren yazılı materyallerin analizini ifade etmektedir ve
nitel araştırmalarda tek başına araştırma yöntemi olarak kul-
lanılabilmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2008).

Verilerin Toplanması ve Analizi


Dijital Yeterlikler Çerçevesi dokümanlarına Galler ül-
kesinin resmî web sitesi aracılığıyla ulaşıldı. Dokümanların
orijinalliği kontrol edildi. Araştırmacılar tarafından geliştiri-
len sınıflama formu aracılığıyla doküman analizi kullanılarak
verilerin analizi yapıldı. Doküman analiziyle Dijital Yeterlik
Çerçevesinin hangi bileşen, beceri ve kazanımlardan oluştuğu
288 Zühal ÇUBUKÇU, Şule Betül TOSUNTAŞ, Tuğba İNCİ

ve ilgili kazanımlara ilişkin uygulama örneklerinin neler oldu-


ğu belirlendi.

Bulgular
Bu çalışmada Galler’de hazırlanan ve uygulamaya konulan
Dijital Yeterlikler Çerçevesi’nin incelenmesi ve bu kapsamda çe-
şitli uygulama örneklerine ulaşılması amaçlandı. Bu kapsamda
elde edilen bulgular ilgili Dijital Yeterlik Çerçevesini oluşturan
bileşenlerin yapısı ve ortak özellikleri ve ayrı ayrı bu bileşenlerin
özellikleri ve içerdikleri beceriler olarak sınıflandırıldı.

Dijital Yeterlik Çerçevesini Oluşturan Bileşen-


lerin Yapısı ve Ortak Özellikleri
Dijital Yeterlikler Çerçevesi 3-16 yaş arasında öğrencile-
re kazandırılması beklenen dijital becerilerden oluşmaktadır.
Çok küçük çocukların öğrenmesi gereken ilk aşamalardan
yeteneklerin geliştirilmesini kapsamaktadır. Ek öğrenim ihti-
yaçları olan ileri yaşlarda öğrencilere yönelik olarak geliştiri-
lecek daha yüksek beceriler için temel oluşturan beceriler olan
“Öğrenme Rotaları” becerilerini içermektedir. Bu yaklaşım
öğrenciyi bütünsel olarak görmeyi ve olası gelişimin, küçük
adımlara ayrılması ve her öğrenci için bireyselleştirilmesi için
çeşitli yollar sağlamayı amaçlamaktadır. Çoğu öğrencinin bir-
çok aşama olmasına rağmen hızla ilerleyeceği öngörülmekte-
dir ve diğer öğrenciler için bu becerilerin, bireylerin güçlerini
ve ihtiyaçlarını dikkate alarak özel olarak öğretilmesi gerektiği
ifade edilmektedir. Bu çerçeve genel olarak teknolojiyi yaratıcı
yollarla kullanmak için gerekli gelişimsel adımları sağlamakta-
dır (DCF, 2018a).

Bu beceriler 4 bileşen altında yer almaktadır. Vatandaşlık


bileşeni altında yer alan beceriler kimlik, imaj ve itibar, sağlık
ve iyilik, dijital haklar, lisanslama ve sahiplik, online davranış-
Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital
289
Yeterliklerin Kazandırılması: Dijital Yeterlikler Çerçevesi Örneği
lar ve siber zorbalık; etkileşim ve iş birliği bileşeni altında yer
alan beceriler iletişim, işbirliği, depolama ve paylaşma; üret-
me bileşeni altında yer alan beceriler planlama, kaynak bulma
ve arama, üretme, değerlendirme ve iyileştirme; veri ve sayısal
düşünme bileşeni altında yer alan beceriler problem çözme
ve modelleme, veri ve bilgi okuryazarlığı şeklindedir (DCF,
2018a).

Her bir bileşen, öğrencilerin kazanmaları beklenen beceri


ifadelerinden oluşmaktadır. Bu becerilere yönelik anlayış ve
amacı netleştirmek amacıyla beceri ifadeleri ‘sınıf içi fikirler’
adıyla örneklerle desteklenmektedir. Sınıf içi fikirler, yeni tek-
nolojiler ve artan deneyimlerle değişmekte ve geliştirilmekte-
dir (DCF, 2018a).

1. Vatandaşlık Bileşeni
Bu bileşenin odak noktası, öğrencilerin çevrelerindeki di-
jital dünyaya olumlu katkıda bulunmak için gereken becerile-
ri geliştirmeleridir. Bu beceriler, öğrencilerin dijital dünyada-
ki yerlerini eleştirel bir şekilde değerlendirmelerine yardımcı
olarak dijital vatandaş olmanın olumlu ve olumsuz yönleriyle
baş edebilmelerini sağlamaktadır. Vatandaşlık bileşeni kim-
lik, imaj ve itibar, sağlık ve iyilik, dijital haklar, lisanslama ve
sahiplik, online davranışlar ve siber zorbalık olmak üzere 6
beceriden oluşmaktadır (DCF, 2018a).

Kimlik, imaj ve itibar becerisi altında yer alan kazanım-


lardan bazıları şunlardır (DCF, 2018b):

- Bazı web sitelerinin özel ve kişisel bilgi talep ettiğini fark eder.
- İnternete yüklenen bilgilerin dijital bir ayak izi bıraktı-
ğını anlar.
- Kişisel veriler ve donanım güvenliği için yapılabilecekleri
belirler.
290 Zühal ÇUBUKÇU, Şule Betül TOSUNTAŞ, Tuğba İNCİ

- Fotoğraf ve veri paylaşmada temel kuralların farkında olur.


- Güçlü ve güvenli şifreler oluşturur ve koruma stratejileri
kullanır.
- Kendini çevrim içi kimlik hırsızlığından nasıl koruyabile-
ceğini bilir.
- Bilgisayara yazılım yüklemenin risk ve faydalarını belirler.
-Çevrimiçi ortamlarda paylaşılan metin, fotoğraf ve videola-
rın uygunluğunun ve bunların paylaşılmasının etkisini fark eder.
-Teknoloji kullanımını bir yetişkinle müzakere etmenin ne-
den önemli olduğunu açıklar.
- Güvenli şifreler oluşturur ve kullanır.
- Kullanıcının/cihazın yerini yayınlayan mobil cihazların
yarar ve risklerini belirler.
- Güvenli siteleri onay gizlilik mühürlerini kontrol ederek
belirler.
- İnsanların sanal bir imaj oluşturmak için bilgilerini ve
çevrim içi varlıklarını nasıl ve niçin kullandığını anlar.
- Dijital kullanımlarının nasıl izlendiğini açıklar.
-Çevrimiçi olarak kendi kişisel bilgilerine erişmeye çalışan kim-
lik hırsızlığı ve dolandırıcılığa karşı koruma stratejilerini kullanır.
- Kendilerini çevrimiçi olarak farklı şekillerde sunmanın ya-
rar ve risklerini tartışır.

Sağlık ve iyilik becerisi altında yer alan kazanımlardan ba-


zıları şunlardır (DCF, 2018b):

- Kontrollü bir ortam, zaman ve bağlamda dijital cihazları


kullanır.
- Dijital medya ve cihazların yaşamlarındaki avantaj ve de-
zavantajlarını belirler.
Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital
291
Yeterliklerin Kazandırılması: Dijital Yeterlikler Çerçevesi Örneği
- Dijital ortam ve cihazların yaş kısıtlamalarını ve uygun-
luklarını kabul eder.
- Uygunsuz içerik izleme ve oyun oynamanın fiziksel ve
duygusal etkilerini belirler.
- Teknolojinin sağlık ve çevre üzerindeki olumlu ve olum-
suz etkilerini belirler.
- Ekran başında geçirilen zamanla hayatın diğer alanlarını
dengelemenin önemini açıklar.
- Bir görüntüyü dijital olarak değiştirmenin avantaj, deza-
vantaj, izin ve amaçlarını anlar.
-Yararlı çevrimiçi davranışlar (fiziksel ve psikolojik) göste-
rir ve kabul edilemez davranışları belirler.
- Dijital görüntü düzenlemenin farklı amaç ve bağlamları
hakkında eleştirel düşünür.
- Teknoloji kullanımından kaynaklanan sağlık sorunların-
dan (fiziksel ve psikolojik) kaçınmak için mantıklı önlemler alır.
- Teknoloji kullanımı ve bunun çevreye etkisi hakkındaki
yasal sorumluluklarını bilir.

Dijital haklar, lisanslama ve sahiplik becerisi altında yer


alan kazanımlardan bazıları şunlardır (DCF, 2018b):

- Oluşturduğu işe ad ve tarih ekler.


-Oluşturduğu işe ad ve tarih ekler ve bunun neden önemli
olduğunu belirtir.
- Filigranları ve telif hakkı sembollerini tanır. (Örn: Çeşitli
kitle iletişim araçlarındaki filigranları fark eder, filigran kullan-
ma nedenlerini öğrenir, farklı yazılımlarda filigranların nasıl
eklenebileceğini keşfeder.)
-Başkalarının eserlerini kopyalayıp bunu kendilerininmiş
gibi sunmalarının intihal olduğunu anlar.
292 Zühal ÇUBUKÇU, Şule Betül TOSUNTAŞ, Tuğba İNCİ

-Başkalarının çalışmalarını kullanmanın ne zaman ve nasıl


yapılırsa kabul edilebileceğini açıklar.
-Temel telif hakkı yasalarını açıklar.
-Başkalarına ait çalışmalara saygı göstermenin yasal ve etik
boyutlarını açıklar.
-Başkalarına ait çalışmalardan ilham almak ile bu çalışma-
ları izinsiz kullanmak arasındaki farkları anlar.

Online davranışlar ve siber zorbalık becerisi altında yer


alan kazanımlardan bazıları şunlardır (DCF, 2018b):

-Siber zorbalığı raporlamak ve önlemek için neler yapılması


gerektiğini belirler.
-Uygun çevrimiçi davranışlar gösterir. Kendini ve diğerleri-
ni olası çevrimiçi tehlikelerden, zorbalıktan ve uygunsuz davra-
nışlardan korumak için bir dizi strateji uygular.
-Küresel kültürel değerleri göz önünde bulundurarak, farklı
kitleler için çevrimiçi davranış ve etkileşimleri uyarlar.
-Çevrimiçi topluluklarda kendilerinin ve diğerlerinin hakla-
rını, kimliklerini, gizliliklerini ve duygusal güvenliğini korumak
için uygun stratejiler uygular.

Vatandaşlık bileşeni için önerilen uygulama örnekleri ve


sınıf fikirleri şu şekildedir (DCF, 2018b):

- Tablet veya diğer cihazlardaki fotoğraf veya resimleri gös-


termek için slayt gösterisini kullanır.
- Ses çıkartmak için elektronik klavye kullanır.
- Fotoğraf veya video çekmek için kamera aracı kullanır ve
sınıfın görebilmesi için ekrana yansıtır.
Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital
293
Yeterliklerin Kazandırılması: Dijital Yeterlikler Çerçevesi Örneği
- Kendi çalışmalarına fotoğrafını koyar.
- Sınıftaki diğer öğrencilerle iletişim kurmak için video gö-
rüşmeleri kullanır.
- Farklı duyguları yakalamak için dijital kamera kullanır
ve bu duyguları kelimeler veya sembollerle ifade eder.

2. Etkileşim ve İş Birliği Bileşeni


Bu bileşende öğrenciler elektronik iletişim yöntemleri-
ni keşfetmekte ve belirli bir durum için hangisinin en etkili
olduğunu belirlemektedir. Öğrenciler verileri uygun şekilde
depolama ve iş birliği yapma tekniklerini kullanmayı öğren-
mekte ve çeşitli bağlamlara uygun hem resmi hem de e-posta
ve sosyal medya ve anlık mesajlaşma gibi resmi olmayan ile-
tişim yöntemlerini keşfetmektedir. Etkileşim ve iş birliği bile-
şeni iletişim, işbirliği, depolama ve paylaşma olmak üzere 4
beceriden oluşmaktadır (DCF, 2018a).

İletişim becerisi altında yer alan kazanımlardan bazıları


şunlardır (DCF, 2018b):

-Bir veya daha fazla dilde tüm sınıf veya belli bir grup ola-
rak çevrimiçi iletişime katkıda bulunur.
- Mevcut özellikleri kullanarak bir ya da daha fazla dilde
arkadaşlarıyla çevrimiçi iletişim kurar.
- Giderek büyüyen çevrimiçi iletişim hesaplarını ve her bi-
rinde sunulan özellikleri yönetir.

İşbirliği becerisi altında yer alan kazanımlardan bazıları


şunlardır (DCF, 2018b):

- Dijital ortamda belli bir iş üzerinde başkalarıyla işbirliği


yapar.
- Bir veya daha fazla dilde dosya oluşturmak veya düzen-
lemek için çevrimiçi ortamda ortak çalışma platformu kullanır.
294 Zühal ÇUBUKÇU, Şule Betül TOSUNTAŞ, Tuğba İNCİ

- Bir veya daha fazla dilde belirli bir amaç için çevrimiçi
ortak çalışma projesi gerçekleştirmek, diğer grup üyeleri için pay-
laşım ve izinleri uygun bir şekilde ayarlamak için başkalarıyla
birlikte çalışır.
- Bir veya daha fazla dilde başkalarıyla bir proje yapmak için
çevrimiçi işbirliği araçlarını bağımsız olarak seçer ve kullanır.

Depolama ve paylaşma becerisi altında yer alan kazanım-


lardan bazıları şunlardır (DCF, 2018b):

- Çalışmalarını kaydederken dosya adı olarak aşina olduk-


ları kelimeleri kullanır.
- Dosyaları ikinci veya üçüncü bir depolama cihazına ye-
dekler. Çevrimiçi belleğe dosya yükler.
- Çevrimiçi dosyalara köprü bağlantıları ekler.
- Bir dosyayı parola ile korur. Bir belgede yapılan değişik-
likleri izler, revizyon geçmişini görüntüler ve belgenin önceki bir
sürümünü geri yükler.
- Dosya boyutunu ve türünü dikkate alır ve depolama sürü-
cülerinin sınırlı bir depolama alanına sahip olabileceğini anlar.

Etkileşim ve iş birliği bileşeni için önerilen uygulama ör-


nekleri ve sınıf fikirleri şu şekildedir (DCF, 2018b):

Diğer kişilerle dijital olarak paylaşacağı resimler hazırlar.


Öğretmen ve akranlarıyla yansıtıcı tartışmalar yapabileceği
çevrimiçi dosyalar oluşturur, paylaşır ve düzenler.
Fikirlerini paylaşmak ve sunmak için çevrimiçi teknolojileri
kullanır.
Web sitelerine diğer katılımcıların paylaşımına açık içerik-
ler yükler.
Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital
295
Yeterliklerin Kazandırılması: Dijital Yeterlikler Çerçevesi Örneği
Daha sonra arayıp bulabileceği şekilde dosya isimleri seçer.
Dosya ve klasörleri çevrimiçi olarak yönetir, dosyaları fark-
lı klasörlere taşır.

3. Üretme Bileşeni
Bu bileşen, döngüsel planlama sürecini (bilgiyi arama ve
kaynak bulma dahil), dijital içeriği oluşturmayı, değerlendir-
meyi ve iyileştirmeyi kapsamaktadır. Yaratıcılığı kısıtlamadan
titizlik sağlanmalı, bu yüzden yaratılmış olan amaç, amaçla-
nan amaç için uygun olmalıdır. Bu bileşendeki becerilerden
bazıları, diğer bağlamlarda uygulanabilir olsa da dijital yeterli-
ğin dijital bir bağlamda uygulanmalarının geliştirilmesi kritik
öneme sahiptir. Üretme bileşeni planlama, kaynak bulma ve
arama, üretme, değerlendirme ve iyileştirme olmak üzere 5
beceriden oluşmaktadır (DCF, 2018a).

Planlama, kaynak bulma ve arama becerisi altında yer


alan kazanımlardan bazıları şunlardır (DCF, 2018b):

-Dijital bir çalışmaya başlamadan önce planlama yapar.


- Bilgi edinme stratejilerini geliştirir.
- Daha sonraki çalışmalarında kullanmak amacıyla önceki
araştırma sonuçlarını saklar.
-Etkili planlama tekniklerini seçer ve kullanır.
- Gerekli bilgileri araştırır ve bulunan bilginin kalitesini de-
ğerlendirir; güvenilir ve geçerli olup olmadığını belirlemek için
bilgi kaynaklarını değerlendirir.

Üretme becerisi altında yer alan kazanımlardan bazıları


şunlardır (DCF, 2018b):

- Metin, görüntü, ses, animasyon ve video kullanmak için


uygun yazılımı seçer.
296 Zühal ÇUBUKÇU, Şule Betül TOSUNTAŞ, Tuğba İNCİ

- Çeşitli yazılımlar kullanarak çoklu ortam bileşenlerini bir


veya daha fazla dilde oluşturur.
- Bir veya daha fazla dilde çoklu ortam bileşenlerini üret-
mek için yazılımların birçok özelliğini kullanır.

Değerlendirme ve iyileştirme becerisi altında yer alan ka-


zanımlardan bazıları şunlardır (DCF, 2018b):

-Kendisinin ve başkalarının çalışmalarını değerlendirir ve


ilgili kitle için içerikte düzenleme yapar.
- Yaptığı seçimlerin nedenlerini açıklar ve farklı sonuçların
avantaj ve dezavantajlarını belirler.
- İlgili kitle ve belirlenen amaca uygun geri bildirim ve öz
değerlendirme bağlamında öneriler sunar ve geliştirir.
- Kullandığı kaynaklara uygun bir şekilde atıf yapar.
- Öz değerlendirme ve geri bildirimlere dayalı olarak çalış-
malarında değişiklik yapar.

Üretme bileşeni için önerilen uygulama örnekleri ve sınıf


fikirleri şu şekildedir (DCF, 2018b):

- Teknolojiyi bir bilgi kaynağı olarak arkadaşlarına önerir.


- Web sitelerinde ve uygulamalarda kullanılan yaygın sem-
boller ve görselleri keşfeder.
- Doğru terimleri kullanarak bilgi bulmak, geçerliliği kont-
rol etmek ve yanlış bilgilerin etkisini anlamak için bir dizi kay-
nak kullanır.
- Bir metni kalın, italik, altı çizili olarak düzenler.
- Liste oluşturmak için madde işaretlerini kullanır.
- Birden fazla resmi bir belgeye ekler, gerekli kısımların gö-
rüneceği şekilde üst üste koyar.
Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital
297
Yeterliklerin Kazandırılması: Dijital Yeterlikler Çerçevesi Örneği
- Geribildirim vermek için uygulamaların yorum bölüm-
lerini kullanır.

4. Veri ve Sayısal Düşünme Bileşeni


Veri tabanları, hayatımızın içsel bir parçası olan veri zen-
gini ortamında yaşıyoruz. Bu bileşenle, öğrenciler toplama,
temsil ve analiz konularını araştırarak veri ve bilgi okuryazar-
lığının önemini anlayacaklardır. Öğrenciler veri ve bilgilerin
dijital dünyaya nasıl bağlandığını araştıracak ve modern bir
çalışma ortamı için gerekli becerileri geliştirecektir. Veri ve sa-
yısal düşünme bileşeni veri ve sayısal düşünme bileşeni prob-
lem çözme ve modelleme, veri ve bilgi okuryazarlığı olmak
üzere 2 beceriden oluşmaktadır (DCF, 2018a).

Problem çözme ve modelleme becerisi altında yer alan


kazanımlardan bazıları şunlardır (DCF, 2018b):

-Bir problemi çözmek için bir dizi adımı takip eder.


-Bir problemi daha kolay çözmek için küçük parçalara ayırır.
-Diğerlerinin anlayabileceği yönergeler oluşturur ve kaydeder.
-Farklı bir çıktı oluşturmak için yönergeleri değiştirir.
-Diğerlerine tasarlanmış bir çözümün nasıl işlediğini açıklar.
-Basit bir dizi yönergenin çıktılarını tahmin eder.
-Bir fikri test etmek için basit bir çözüm üretir.
-Bir çözümü sembolik olarak sunar (diyagram, akış şeması vb.)
-Yönerge dizisindeki hataları belirler ve düzeltir.
-Dizideki tekrar ve döngüleri belirler.
-Çözümün hangi kısmında tekrara ihtiyaç duyulabileceğini
gösterir.
298 Zühal ÇUBUKÇU, Şule Betül TOSUNTAŞ, Tuğba İNCİ

-Bir döngü bileşeni içeren akış şemasında çözümü sunar.


-Boolean değerleri (evet/hayır/doğru/yanlış) içeren basit
yönerge dizisi (algoritma) tasarlar.
-Programların bir yönerge dizisi tarafından tam olarak na-
sıl çalıştırıldığını gösterir.
-Bir problem çözümünün sunumunda algoritmanın nasıl
kullanışlı olduğunu gösterir.
-Değişen yönergelerin bir süreci nasıl etkileyeceğini veya
sonlandıracağını açıklar.
-Bir sürecin farklı parçalarını belirler.
-Girdileri modifiye ettikten çıktıları tahmin eder.
-Verilen bir akış şemasını modifiye eder.
-Yönergelerin yeniden kullanımında düzenleri ve fırsatları
belirler.
-Bir çözümün formüle edilmesinde mantık yürütür.
-Verilen bir akış şemasında algoritmanın kurallarını değiş-
tirerek modifiye eder.
-Algoritmayı değiştirir ve sonucu tahmin eder.
-Karmaşık bir süreci ayrıştırır ve her bir parçadaki eylem-
leri belirler.
-Bir fonksiyonu veya bir sürecin çıktısını belirlemek için ve-
rilen yazılı yönergeleri veya akış şemalarını takip eder.
-Algoritmaların agnostik olduğunu kabul eder.
-Mantıklı çözümler geliştirir ve takip eder.
-Algoritmalarda basit hataları bulur ve düzeltir.
-Bireysel olarak modeller tasarlar ve oluşturur. Bunların
gerçek dünya problemlerini nasıl yansıttığını açıklar.
-Bir program/sürecin eylemleri ve çıktılarını belirlemek için
mantıklı çözümler takip eder ve geliştirir.
Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital
299
Yeterliklerin Kazandırılması: Dijital Yeterlikler Çerçevesi Örneği
-Bir problemin çözümünde yönergelerin veya yöntemlerin
bir kısmını ya da tamamının kullanımının faydalarını gösterir.

Veri ve bilgi okuryazarlığı becerisi altında yer alan kaza-


nımlardan bazıları şunlardır (DCF, 2018b):

-Nesneleri kullanarak veri toplar.


-Doğrudan karşılaştırmalar yaparak bilgi/veriyi sunar.
-Basit kelimeler kullanarak verilen verileri toplar ve grup-
landırır.
-Birden fazla kriter kullanarak nesneleri sınıflandırır.
-Topladığı verileri listeler, tablolar vb. formatlar kaydeder.
-Verilen formattaki verileri analiz etmeye başlar.
-Veri setleri oluşturmaya ve verilerden bilgiye ulaşmaya başlar.
-Veri setlerini analiz eder ve aralarındaki ilişkileri vurgular.
-Bir araştırmayı test etmek veya desteklemek amacıyla veri
setleri oluşturur ve sorgular.
-Veri setlerinden frekans tabloları oluşturur, uygun şekilde
gruplar ve veri seti üzerinde basit analizler gerçekleştirir.
-Büyük veri setleri yoluyla araştırır ve eğilimleri belirler.
-Geçerliği artırmak ve sonuca ulaşmak için verileri kullanır
ve mümkün olduğunda sonuç veya hipotezini yeniden düzenler.
-Kendi topladığı verilere / tanımlanmış senaryolara daya-
nan istatistiksel kanıtlar üretmek ve muhakemeyi haklı çıkar-
mak için uygun programları kullanır.

Veri ve sayısal düşünme bileşeni için önerilen uygulama


örnekleri ve sınıf fikirleri şu şekildedir (DCF, 2018b):
300 Zühal ÇUBUKÇU, Şule Betül TOSUNTAŞ, Tuğba İNCİ

- Görsel bir diziyi takip ederek meyve salatası hazırlar.


- Beklenen sonuca ulaşmak için farklı butonlara veya ikon-
lara basar.
- Bir oyunun kazanma ve kaybetme kurallarını açıklar.
- Kahvaltı yapma veya diş fırçalama konusunda akış şeması
hazırlar.
- Bir soruna bir çözüm geliştirir ve talimatlar yanlış sırada
olsaydı ne olacağını gösterir.
- Sebze ve meyveleri verilen özelliklere göre gruplara ayırır.
- Sonuçları kaydetmek için çeşitli alanlara sahip bir veri ta-
banı oluşturur ve düzenler.

Tartışma ve Sonuç
Dijital Yeterlikler Çerçevesi’nin incelenmesi ve çeşitli uy-
gulama örneklerine ulaşılması amaçlanan bu çalışmada, çerçe-
veyi oluşturan bileşenlere, içerdikleri kazanımlar ve uygulama
örneklerine ulaşıldı. Dijital Yeterlikler Çerçevesi bireylerin di-
jital dünyada bilinçli bir vatandaş olması, verimli bir şekilde
etkileşim ve iletişim kurması, dijital ortamda üretken olması ve
etkili bir şekilde veri analizi yapabilmesine yönelik becerileri
içermektedir. Bu bağlamda Dijital Yeterlikler Çerçevesinin öğ-
rencilerin dijital vatandaş olarak yetiştirilmesine yönelik kap-
samlı bir yol haritası çizdiği görülmektedir.

Literatürde dijital yeterlik ve dijital okuryazarlık üzerine


öğretmenler (Öksüz, Demir ve İci, 2016), öğrenciler (Hamu-
toğlu, Canan Güngören, Kaya Uyanık, Gür Erdoğan, 2017; Üs-
tündağ, Güneş ve Bahçivan, 2017) öğretim elemanları (Yavuz
Konokman ve Yanpar Yelken, 2014), veliler (Acar, 2015) ile
yapılan birçok çalışma bulunmaktadır. Çalışmalar günümüzde
dijital yeterliklerin erken yaşlarda kazandırılmasının kolaylaş-
ması üzerine vurgu yapmaktadır. Ancak bu yeterliklerin bilgi
Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital
301
Yeterliklerin Kazandırılması: Dijital Yeterlikler Çerçevesi Örneği
iletişim teknolojileriyle sınırlı olmadığı bilinmektedir. Aynı
zamanda dijital yeterlikler ve dijital okuryazarlıkta sağlana-
cak gelişimler bireylerin yaşam boyu öğrenme becerilerinin
de gelişimini beraberinde getirecektir. Bu doğrultuda yapılan
araştırmalarda yaygın şekilde önerilen sertifikalı eğitimler,
kurslar, yetişkin eğitim programlarının niteliği sorgulanmaya
değerdir. Yapılan eğitimlerin bireylere bilgi kazandırmadan
öteye geçmesi, beceri kazandırması ve gerektiğinde teknolo-
jiyi üretebilen konuma getirmesi gerekli görülmektedir. Bu
bağlamda geliştirilecek kapsamlı programlar veya çerçeveler
ile bireylerin dijital vatandaş olması sağlanabilecektir. MEB
tarafından her öğretim programında dijital yeterliklere yer
vermiş olması umut verici bir gelişme olsa da, bu dijital ye-
terliklerin öğretim programının doğal akışını bozmadan uy-
gulanabilir hale getirilmesi için daha fazla çalışmaya ihtiyaç
duyulmaktadır. Nitekim bilgi ve becerilerin kazanılmasında
tek bir yol olmadığı gibi öğretmenlerin deneyimleriyle geliş-
tirilebilecektir.

Dijital Yeterlikler Çerçevesi dijital yeterliklerin bilgi ile-


tişim teknolojileriyle karıştırılmaması gerektiğine vurgu
yapmaktadır. Bu kapsamda dijital yeterliklerin; ulusal olarak
belirlenen eğitim programlarının okuryazarlık, aritmetikten
oluşan 3 alanından biri olduğuna işaret edilmektedir. Diji-
tal yeterliklerde, iş dünyasına aktarılabilen çeşitli konularda
ve senaryolarda uygulanabilen dijital becerileri geliştirmeye
odaklanmaktadır. Ancak dijital yeterliklerin yapay olarak tüm
konu alanlarına da entegre edilmesinin önünde durulmak-
tadır. Bu nedenle dijital becerilerin doğal ve anlamlı yollarla
geliştirilebilmesi için sınıf içi fikirler ve uygulama örnekle-
rine yer verilmektedir. Geliştirilen diğer yeterlilik çerçevele-
riyle karşılaştırıldığında daha somut ve uygulamaya yönelik
bilgiler içermesi nedeniyle Dijital Yeterlikler Çerçevesi’nin bu
alanda yapılacak çalışmalara ışık tutacağı düşünülmektedir.
302 Zühal ÇUBUKÇU, Şule Betül TOSUNTAŞ, Tuğba İNCİ

KAYNAKÇA

Acar, Ç. (2015). Anne ve babaların ilkokul ortaokul ve


lise öğrencisi çocukları ile kendilerinin dijital okuryazarlıkları-
na ilişkin görüşleri (Yayınlamamış yüksek lisans tezi). Ankara
Üniversitesi, Ankara.

Avrupa Komisyonu (2018). Yaşam boyu öğrenme Avrupa


Referans Çerçevesi. https://ec.europa.eu/education/sites/educa-
tion/files/swd-recommendation-key-competences-lifelong-le-
arning.pdf adresinden 11 Ağustos 2018 tarihinde edinilmiştir.

Digital Competence Framework (DCF). (2018a). Digital


Competence Framework Guidance 2018. http://learning.gov.
wales/docs/learningwales/publications/180620-dcf-guidan-
ce-2018-en.pdf adresinden 1 Nisan 2018 tarihinde edinilmiştir.

Digital Competence Framework (DCF). (2018b). Digital


Competence Framework in spreadsheet format. http://learning.
gov.wales/docs/learningwales/publications/170816-dcf-ex-
cel-v14-en.xlsx adresinden 1 Nisan 2018 tarihinde edinilmiştir.

Hamutoğlu, N. B., Güngören, Ö. C., Uyanık, G. K., & Er-


doğan, D. G. (2017). Dijital Okuryazarlık Ölçeği: Türkçe’ye
Uyarlama Çalışması. Ege Eğitim Dergisi, 18(1), 408-429.

Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK). (2015). Türkiye Yeter-


lilikler Çerçevesi https://www.myk.gov.tr/images/articles/edi-
tor/130116/TYC_teblig_2.pdf adresinden 15 Nisan 2018 tari-
hinde edinilmiştir.

Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK). (2018a). Avrupa Ye-


terlilikler Çerçevesi Tanıtım Broşürü. https://www.myk.gov.tr/
images/articles/TYC/AYC_brosur.pdf adresinden 15 Nisan
2018 tarihinde edinilmiştir.
Eğitim Programları Aracılığıyla Dijital
303
Yeterliklerin Kazandırılması: Dijital Yeterlikler Çerçevesi Örneği
Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK). (2018b). Türkiye Ye-
terlilikler Çerçevesi Tanıtım Broşürü. https://www.myk.gov.
tr/images/articles/TYC/tyc_brosur.pdf adresinden 15 Nisan
2018 tarihinde edinilmiştir.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB). (2017). Dijital Yetkinlikler


Kurs Programı http://hbogm.meb.gov.tr/modulerprogramlar/
kurslar/Kişisel%20Gelişim%20ve%20Eğitim_Dijital%20Yet-
kinlikler.pdf adresinden 1 Mayıs 2018 tarihinde edinilmiştir.

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB). (2018). Öğretim Program-


ları http://mufredat.meb.gov.tr/Programlar.aspx adresinden
11 Ağustos 2018 tarihinde edinilmiştir.

Öksüz, Y., Demir, A., & İci, A. (2016). Öğretmenlerin diji-


tal okuryazarlık kavramına ilişkin metaforlarının incelenme-
si. International Journal of Social Science, 50, 387-396.

Üstündağ, M. T., Güneş, E., & Bahçivan, E. (2017). Dijital


okuryazarlık ölçeğinin türkçeye uyarlanması ve fen bilgisi öğ-
retmen adaylarının dijital okuryazarlık durumları. Journal of
Education and Future, 12, 19-29.

Welsh Government (2015). A curriculum for Wales – a


curriculum for life. https://gov.wales/docs/dcells/publicati-
ons/151021-a-curriculum-for-wales-a-curriculum-for-li-
fe-en.pdf adresinden 1 Nisan 2018 tarihinde edinilmiştir.

Yavuz Konokman, G., & Yanpar Yelken, T. (2014). Eğitim


fakültesi öğretim elemanlarının yaşam boyu öğrenme yeter-
liklerine ilişkin algıları. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dergisi, 29(29-2), 267-281.

Yıldırım, A., ve Şimşek, H. (2008). Nitel araştırma yön-


temleri. (7. Baskı). Ankara: Seçkin Yayıncılık.

You might also like