You are on page 1of 59

HZ.

İSA ÖLDÜ,
MEHDİ VE DECCAL
GELMEYECEK

www.hanifdostlar.com
HZ. İSA DA ÖLDÜ, YENİDEN GELMEYECEK

Hz. İSA GELMEYECEK!

www.kuranyolunda.com

Bu gün dahi, müslümanlar arasında hararetle tartışılan bu konu, aslında Kur'anın


nüzulünden çok önceye dayanır. Müslümanlar arsındaki genel kabul ise şudur:
İsa (AS) çarmıha gerilmemiş, Allah onu göğe/kendi katına çıkarmış ve kıyamete
yakın bir zamanda tekrar yeryüzüne indirecektir. Evet, çok özetle genel kabul
budur. Şimdi burada ister istemez akla bir takım sorular geliyor:

1- Ölmediyse şuan nerede?

2- Peygamberlik görevi yarım kalmış olmadı mı? Yani kendisine verilen tebliğ
görevi ne oldu?

3- Allah "Her nefis ölümü tadıcıdır" ve "Bizim yasamızda değişiklik göremezsin"


der. Bu tezat teşkil etmez mi?

.... gibi daha bir çok yanıtsız soru akla geliyor. Peki o halde işin hakikati nedir?
Kur'an bir elçinin asırlar sonra üstelikte son elçinin ardından gelmesine onay
vermiş midir? Ve hepsinden önemlisi, hatta altının çizilmesi gereken asıl nokta ise
şudur; Kıyamete kadar, korunacağına, eksiksiz ve tam olduğuna yemin ile
dikkat çekilen Kitap'da tüm kurtuluş reçetesi mevcut iken, İsa (AS) gelip
neyi ekleyecek, gelip hangi eğriyi düzeltecek? İsa (AS), Kur'an
İslam'ından uzak olunduğundan dolayı geri kalmışlık, perişanlık yaşayan
müslüman halkların zorla kulaklarından tutup refaha/kurtuluşa mı
ulaştıracaktır. Kur'an ne akıl ile, ne de kendisi ile asla çelişmez! hakikatinden
yola çıkarak: İsa (AS) ineceğine dair net bir ayet var mıdır? Veya ayetler aslında
ne anlatıyor, bunlara tarafsız göz ile bakıp sonuca ulaşacağız.

َِِْْ‫ َََْ
ِإ
َو‬
َ َِْ‫ َِ ا‬ َ ْ‫ل ﻡَْیَ َ ا‬
َ ُ‫ُ ُ" َوﻡَ
ََُ ُ" َوﻡَ
ا !ِ َرﺱ‬#ََ$ ِْ%َ‫&!َ َو‬#ُ' َُْ ‫ن‬
‫ َوِإ‬
َ ‫ََْ*ُا ا )ِی‬+‫ِ!ِ ا‬,
-ِ*َ /
. َ' ُ!ِْ‫ع ِإ
ِْ ٍ ﻡِْ ِ!ِ َُْ ا َم ﻡ‬
َ
َ#&‫ اﺕ‬
& 4‫ًِ
ََُ ُ" َوﻡَ
ا‬6َ‫ی‬

4/157- Bir de "Biz Allah'ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih'i


öldürdük" demeleridir. Oysa onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat
öldürdükleri kimse, onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında
anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta
bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesinlikle öldürmediler.
(elmalı meali)

WeMa qateluhu = Onlar İsa'yı öldüremediler, WeMa salebuhu = Onlar onu


(İsa'yı) asamadılar, Welakin şübbehe lehüm = Onlar öyle şübhelendi/sandı bu
ayeti tercüme edenler İsa'ya benzer (gösterilen) birinin asıldığı gibi bir mana
vermişler. Aslında ayet gayet açık: WeLakin şübbehe lehüm, yani: (İsa'yı astık
diye) şüphe içine düştüler/astık sandılar. buradan devam... Onun hakkında
anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta
bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesinlikle öldürmediler.

Öldüremediler çarmıha da geremediler peki ne oldu? Hemen yine ilgili ayete


bakalım:

ْ‫ل ِإذ‬ َ &,َ َُ‫َِو ﻡ‬,‫رَا‬/


َ
َ ُ! ‫ یَ
َِ ا‬-& ‫ ِإ‬/ َ ُ8 - َ‫ك ِإ‬
َ ُ &َ:ُ‫ َوﻡ‬ َ ِ‫ ﻡ‬ َ ‫< آَ*َُوا ا )ِی‬ ُ ِ
َ=‫ َو‬ َ ‫ك ا )ِی‬
َ ُ8َ# ‫ق اﺕ‬
َ َْ, 
َ ‫ا )ِی‬
‫َِ
ﻡَ?ِ یَْ ِم ِإَ آَ*َُوا‬6ْ‫ @ُ  ا‬-
َ‫ُْ ِإ‬%ُ8ِ=َْ‫ُ ُ ﻡ‬%ْABََ, ُ%ََْْ
َِ, ُُْْ‫ِ!ِ آ‬, ‫َِْ*ُن‬Cَ‫ﺕ‬

3/55- O zaman Allah şöyle dedi: "Ey İsa, şüphesiz ki seni (Ben)
öldüreceğim, seni kurtaracak ve inkârcılardan temizleyeceğim. Hem sana
uyanları, kıyamete kadar o küfredenlerin üstünde tutacağım. Sonra
dönüşünüz banadır, ayrılığa düştüğünüz hususlarda aranızda
hükmedeceğim".

‫ = عفر‬kaldırmak, yükseltmek, yüceltmek, terfi ettirmek, kurtarmak

َ َ‫ = رَا‬savunmak

Bu ayette Allah, Hz İsa'yı öldürmeye gelen Romalı askerlerin elinden çekip-


KURTARMIŞTIR. Onu, yani İsa (AS)'ı eceliyle ölen herkesin canını aldığı gibi İsa
(AS)'ın da canını (sonradan) kendisinin alacağını bildiriyor. Bu ayetin Hz İsa'nın
Allah katında bir yerlerde, yeniden inmek üzere bekletildiği gibi mana çıkarmak
çok zorlama iş olur. O halde göğe yükselme ve yeniden inme meselesi nereden
çıktı? Bunu anlamak için, hristiyanların bu konudaki inancına bakmamız
gerekiyor. Hristiyanlara göre: İsa (AS) çarmıha gerilerek öldükten üç gün sonra,
mezara gömülmüş ve gömüldükten üç gün sonrada mezarı boş bulunmuştur.
Yani mezarında olmadığı görülmüş. Sonra bu (mezarında olmadığına göre) "Göğe
yükselmiş!" olarak değerlendirilip inanılmıştır.

Hristiyanların bu anlayışı, Son Elçimiz Hz Muhammed zamanına gelene kadar,


dünya üzerinde kulaktan kulağa geniş kitleleri arasına yayılmıştır. Kur'anın
gelmesiyle birlikte, müslümanlığı seçen bazı hristiyanlardan (Hz Muhammed'in
vefatından sonra ) bir kısım sahabi, özellikle tabiun döneminde müslümanlar
arasında yavaş yavaş konuşulmaya/benimsenmeye başlanılmıştır. Efendimiz Hz
Muhammed'in vefatından 1,5 ~ 2 asır sonra ise, hadis kitaplarında yerini almıştır.
Bu yıllarda bir çok "İslam alimi" veya Kur'an bağlısı, hadislere giren bu hurafeyi
şiddetle tenkit etmişlerdir. Fakat, bu tenkitler, tarih içinde bu hurafeye olan
büyük inançtan, dolayı arada kaybolmuş gitmiştir.

"Rafea" kelimesini (Kendi katına) Yükseltmek olarak alsak dahi, sonuç yine
değişmez. Çünkü Allah İsa (AS)'ı bizzat kendisinin öldüreceğini söylüyor. O halde
katına yükseltmesi, Allah'ın onu öldürmesinden sonradır. Yani diri diri yükseltmek
değil.

Daha önce de dediğimiz gibi: Her peygamber kendinden önceki peygamberleri


tasdik ve dejenere olmuş unsurları düzeltmek ve de /hatırlatmak /korkutmak
/müjdelemek amacıyla gönderilir. Hz İsa' da Tevrat hakkındaki itilafları ortadan
kaldırmak ve Ahmed isminde bir peygamberin geleceğini müjdelemek için
gönderilmiştir. Aynen Kur'anın "Kitap ehlinin ihtilafa düştüğü konuları
aydınlatmak amacı" da güttüğü gibi.
61/6-Bir vakit de Meryem oğlu İsa: Ey İsrail oğulları, ben size Allah'ın
elçisiyim. Önümdeki Tevrat'ın doğrulayıcısı ve benden sonra gelecek, adı
Ahmed olan bir peygamberin müjdecisi olarak geldim. dedi. Sonra o,
onlara apaçık delillerle gelince: Bu apaçık bir büyüdür! dediler.

Hz İsa'dan sonra Hem yahudiler hem de hristiyanlar bir Elçinin geleceğini


biliyorlardı. Çünkü Allah'ın söylediğine göre: bu İsa (AS) aracılığı ile söylenmişti.
Hatta Allah gelecek olan elçinin adını dahi vermiş. İşte tam burada sormak lazım.
Hz İsa'nın yeniden gelmesi gibi önemli bir konu Kur'anda neden yok! Oysa
yukarıdaki ayette, önceki ümmete çok net ve yoruma gerek bırakmayacak
şekilde "benden sonra gelecek, adı Ahmed olan bir peygamberin
müjdecisi olarak geldim" net bir ayet var. Allah İsa (AS)'ıo yeniden yeryüzene
indirmeyi dileseydi, bunu Kur'anda aynen 61/6 ayetteki gibi net bir dille söylerdi.

Allah ile Hz Muhammed'i dinde iki otorite olarak gören kardeşlerimiz diyecek ki
"O halde bu konudaki hadisler ne olacak, buharinin, müslimin söyledikleri...." Bir
Kur'anı müslümanı olarak derim ki: Allah tek otoritedir. Allah hükümranlığını
kimseyle paylaşmaz. Allah buhari yada müslim söyledi diye İsa (AS)'ı yeniden
göndermez. Peygamber Efendimiz'de Kur'ana tabi olan bir elçi olduğundan oda
Allah'ın söylemediğini söylememiştir. Çünkü Elçilerin görevi SADECE tebliğ
etmektir:

46/9 De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim; benim ve sizin başınıza


gelecekleri bilmem; ben ancak bana vahyolunana uymaktayım; ben
sadece apaçık bir uyarıcıyım.

Allah'a ve Kitab'a inandığı halde "Allah Resulünün dinde hüküm koyma yetkisi
vardır" diyen kardeşler var. Hatta bu kardeşlerden bazıları ilahiyatçı
akademisyen. Cemaat ne yapar acaba. O akademisyen kardeşlere aşağıdaki
ayetleri sunarak konuyu kapatıyorum.

69.044 Eğer (Muhammed) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı,

069.045 Elbette Biz; onu, kuvvetle yakalardık.

69.046 Sonra da onun şah damarını keser atardık.

Hz. İSA GELECEK Mİ?

04.01.2004/yasarnuriozturk.com

Meselenin özü şu soruda: Hz. İsa geri gelecek mi?

Hiçbir peygamber geri gelmeyecektir. Peygamberlik, Kur’an’ın açık ifadesiyle


bitmiştir. Hz. Muhammed ile noktalanmıştır. Kur’an’ın bu temel kabulünü çeşitli
maskeler altında, çeşitli kaypak söylemlerle saf dışı etmek için çeşitli gayretler
sergilenmiştir.
‘Biten nebiliktir, resullük bitmemiştir; resul gelebilir, bizim efendi de
resuldür.’ diyerek yeni peygamberler türeten bedbahtlara rastlamışızdır. Onlarla
uzun uzun mücadelelerimiz olmuştur. Anımsatalım ki, biz o mücadeleleri verirken
bugünün ‘hızlı İsacılar’ı sessiz, sedasız keyiflerine bakıyorlardı. Bizim
sakalsızlığımızı, bıyıksızlığımızı dillerine dolayarak bizi ‘sünnete aykırılık’la
suçlayıp ‘sosyete hocası’ ilan ediyorlardı. Daha birkaç gün önce Ödemiş’te
verdiğim bir konferansa çağrılanların bunlara mensup olanları, tertip heyetine
şöyle söylemişlerdir: ‘Biz o sosyete hocasını dinlemeyiz...’

Bunlara sormak lazım: Sosyete dediğimiz insanların Allah’ı başka bir Allah mı?
Yoksa sizin Tanrınız mı başka bir Tanrı?

Daha ilginci, bunların tarîkatinden olmayanların konuştukları yer neresi olursa


olsun, dinleyenler toptan ‘sosyete’ oluveriyor. Dinleyenler ‘sosyete’, konuşanlar
‘sosyete hocası’ ... Ödemiş, Hasankale, Biga, Bayburt, Çaykara... fark etmiyor.

Ben, böyle bir zihniyeti tarihin ve halkın önünde nasıl adlandıracağımı


bilemiyorum!

Sakal, bıyık yoksa ve hele Beniisrail uydurmalarına karşı iseniz, bunların


lügatinde ‘sünnete aykırı’sınız.

Sünnete aykırılık ha! Şu yaptığınızın neye aykırılık olduğunu da söyler misiniz?

İSLAM’A İFTİRADIR

Hz. Muhammed’in son peygamber olduğu gerçeğini bulandırmak için bir yalan da
Hz. İsa gibi muazzez bir peygamber kullanılarak sergilenmiştir. ‘Hz. İsa geri
gelecektir’ deniliyor.

Biz de yıllardır şunu söylüyoruz:

Hz. İsa’nın tekrar geri gelceğini söylemeye kalkanlar Kur’an’a ve İslam’a iftira
etmiş olurlar. Kur’an’da asla böyler bir şey yoktur. Bu iddia Hz. Peygamber’den
sonraki zamanlarda İslam’ın içine sokulmuş ve bugün dünyanın her tarafında
İslam’ı, devri tamamlanmış ilkel bir din olarak itham etmenin aracı halinde
kullanılmaktadır.

İslam’a sokulan bu Pavlus hurafesini dillerine dolayan Hıristiyan misyonerler, açık


veya örtülü biçimde diyorlar ki:

‘Sizin inancınızın içinde Hz. İsa’nın tekrar geleceğine ilişkin kabul var.
Siz niye ‘Hz. Muhammed son peygamberdir’ diye ısrar ediyorsunuz? Hz.
Muhammed de büyük ve önemli bir insandı. Geldi, İsa Mesih’in gelişine
hazırlık olarak bir görev yaptı. Buna saygı duyuyoruz. Fakat bu hazırlama
dönemi bitti. Şimdi esas kurtuluşu ve barışı getirecek olan Hz. İsa
gelecektir. Bunu sizin dininiz, dini cemaatleriniz de söylüyor. Siz niye
buna karşı çıkıyorsunuz? Nitekim dünyanın bugünkü manzarasına
bakarsanız bunda şaşılacak bir şey yok. İşte bakın, devri bitmiş
İslamiyeti ve Hz. Muhammed’i öne çıkarmada ısrar ettiğiniz içindir ki
dünyaya İslam adına kan ve şiddet dışında hiçbir şey veremiyorsunuz.
Hiçbir ilerlemede imzanız yok, hiçbir üretimde imzanız yok, hiçbir barışta
imzanız yok. Olduğunuz her yerde kan huzursuzluk, şiddet ve kavga var.’

GAK-GUK EDİYORLAR

Söyle misiniz, misyonerlerin şu günlerde aralıksız tekrarladıkları şu sözlerle,


anılan derginin söyledikleri aynı kapıya çıkmıyor mu? Yoksa yine, malum bahane
ile kıvırma yoluna mı gidilecek: ‘Yanlış anlaşıldı, biz onu demek istemedik...’

Yani gak-guk, gak-guk... Bu gak-guk şarkısını yutacak birileri hâlâ var mı?...

Burada bir şeyi daha irdelemek lazım. Senelerce ‘nur’ ve ‘tenevvür’ diye velvele
koparanlara bu ‘özel sayı’ münasebetiyle sormak gerekiyor.

Tenevvür mü, tanassur mu arkadaş?

Açık konuş. Tenevvürse, Hz. Muhammed tenevvüre muktedir değil mi?

Siz yıllarca, Hz. Muhammed için káinat onun hürmetine yaratıldı, o áhir zaman
peygamberidir, varlığın efendisidir, insanın en mükemmel şeklini bulması onun
sayesinde olacaktır diye konuşmadınız mı? Şimdi ne oldu da, Hz. Muhammed
unutuldu, kilisenin tanıttığı İsa figürü son kurtarıcı olarak Müslümanların önüne
çıkarılıyor? Anlaşılan o ki, bugün insanımız misyonerlerin çağırdığı tanassura
çağrılır bir duruma getirilmiştir.

Anılan dergi kapağı bir tenevvür simgesi değil, bir tanassur simgesidir.

SONRADAN UYDURMA

Bu ‘özel sayı’yı esefle karşılıyorum. Kur’an’a ve İslam’a aykırı olduğunu


söylüyorum. Tövbeyi gerektiren bir günah olduğu kanaatini taşıyorum. Ben
bunun Anadolu’yu Hıristiyanlaştırma gayretlerine tarih içinde verilmiş en büyük
desteklerden biri olduğunu düşünüyorum. Kınıyorum, protesto ediyorum.
Müslümanların da akıllarını başlarına almalarını diliyorum.

Tam bu noktada şunu da söylemek gerekiyor: Hz. İsa’nın geri geleceğine ilişkin
hadis diye öne çıkarılan sözlerin tümü sonradan uydurulmuştur. Kur’an, Hz. İsa
konusuna çeşitli bağlamlarda sayfalarca yer vermiştir. Hz. İsa’nın tekrar geri
gelmesi gibi konuda neden sessiz kalsın?

Kur’an herhangi bir peygamberin tekrar dünyaya geleceği şeklinde bir fikre asla
onay vermez. Hz. Peygamberin de Kur’an’ın onay vermediği bir şeyi söylemesi
mümkün değildir. Hz. Peygamber ‘Hz. İsa tekrar geri gelip dünyayı
düzeltecektir’ deseydi kendi anlam ve önemini inkár etmiş olurdu. Nitekim
bugün Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu kabul etmeyenlerin
dayandıkları ve öne çıkardıkları en büyük söylem Hz. İsa’nın tekrar dünyaya
geleceği uydurmasıdır.

Bu söylem Kur’an’a ve Hz. Muhammed’e açık bir iftira, Müslümanlara açık bir
kötülüktür.
TENEVVÜR VE TANASSUR(1)

02.01.2004/yasarnuriozturk.com

Tenevvür, nur (ışık) kökünden bir sözcük. Işıklanma, aydınlanma demek. Aynı
kökten gelen tenvîr ise ışıklandırma, aydınlatma anlamında...

Günümüzde aydın sözcüğüyle karşılanan münevver ise kendisi aydınlanmış ve


başkalarını da aydınlatan bilim ve düşünce mensubu demek...

Nur, Kur’an’ın adlarından biridir. Kur’an Allah’ı da ‘göklerin ve yerin nuru’


olarak tanıtır.

Tüm peygamberler ‘münîr’ yani aydınlatan, ışık veren benliklerdir. Ben


benliklerin sonuncusu Hz. Muhammed’dir. Hz. Muhammed’in bu ‘son temsilci’
niteliğine bizzat Hz. İsa da tanıklık etmekte ve kendisinin taşıdığı mesaj ve
misyonu, kendisinden sonra gelecek olan ‘Ahmed’ adlı bir nebiye devredeceğini
söylemektedir. (Saf Suresi, 6)

İncil olarak Barnabas versiyonunu esas alırsak, orada Ahmed’in (Faraklit’in)


özelliklerinin uzun uzun anlatıldığını görebiliriz. Bu özellikler, Hz. Muhammed’in
hayatını anlatan İslamî kaynaklardakilere büyük ölçüde uymaktadır.

GÖRÜLMEMİŞ OLAY

Tanassur kelimesine gelince, nâsranî (Hıristiyan) kökünden türeyen bu sözcük


hıristiyanlaşma, hıristiyanlaştırma, Hıristiyanlığa çağırma demektir. İslam’dan
çıkıp Hıristiyanlığa girenlere tanassur etti denir.

Ben bu sözcüğü bugünkü yazımda sadece Hıristiyanlığa çağırma anlamında


kullanacağım.

Bu yazıyı kaleme almamın sebebi, duyduğum bir üzüntü ve yaşadığım bir hayal
kırıklığıdır. Başka bir ifadeyle sebep şu: Ülkemizin en büyük din cemaati sayılan
bir ekibin en önemli yayın organı sayılan haftalık Aksiyon Dergisi, 8 Aralık 2003
tarihli ‘özel sayı’ olarak hazırlanmış nüshasını İslam ülkelerinde bugüne kadar
görülmemiş bir kapakla çıkarmış. Kapak Hz. İsa’nın ikonu. Kapaktaki ikonun
üstüne bindirilen yazı ise şu:

‘Hz. İsa: İnsanlık onu bekliyor!’

İçeride bu mesaja ise tam 8 sayfa ayrılmış. O 8 sayfanın özeti de şu:

İnsanlık bunalmış, barış bozulmuş, huzursuzluk doruğa çıkmıştır. Denenen tüm


çareler, yürünen tüm yollar sonuçsuz kalmıştır. İnsanlığın kurtuluş, huzur ve
barış için tek reçetesi, Hz. İsa’nın dünyaya gelip insanlığı kurtarması, barış ve
esenliği yeniden kurmasıdır... Bunun için çalışmalı, bunun için yalvarıp yakarmalı,
bunun için güç ve eylem birliği yapmalıyız...

Ne Türkiye’de, ne de herhangi bir Müslüman ülkede bugüne değin bir benzerine


rastlanmamış bir mesajdır bu. Bir Müslüman cemaatin, Kur’an ve İslam mirası
tarafından Hz. Muhammed’e yüklenen son kurtarıcılık, son nebilik misyonlarını bir
başkasına yükleyen ve Müslümanlar’ı bu yolda gayret ve eyleme çağıran bu yayın
son derece şaşırtıcı ve derinden düşündürücüdür.

Bu mesaj bize bazı noktaları irdeleme, bazı hatırlatmalar yapma ve insanımızın


dikkatini bazı noktalara çekme görevi yüklüyor.

ZARARI TÜRKİYE’YE

Her şeyden önce şunu görmek zorundayız:

Irak istila altında, Irak halkı aç, bî ilaç, perişan. Hıristiyan dünyanın süper güçleri.
Müslüman kültürün ana merkezi, teknesi olan Bağdat’ı işgal edip bin yıllık İslam
kültür mirasını Moğollar’a rahmet okutacak bir yıkımla tarümar etmiştir. İslam
kültürünün en seçkin birikimlerini saklayan kütüphaneler talan edilmiş,
mahvedilmiş.

Ortadoğu haritası yeni bir şekil almak üzere. Kuzey’de bir Kürt devleti fiilen
oluşturulmuş, resmiyet kazanması için gerekenler ustalıkla sergileniyor. İran,
Türkiye, Suriye gibi Müslüman ülkelerin bütünlükleri tehdit altında... Bütün
bunları yapan süper güçler demokrasi, barış, Müslümanlar’ı kurtarma,
özgürleştirme adına iş yaptıklarını iddia ediyor, Müslüman dünyadan ádeta
teşekkür bekliyorlar.

Bu olup bitenlerden en büyük zararı görecek olanlardan birisi de Türkiye...

Müslümanlık, kanı ve şiddeti öne çıkaran bir din olarak itham edilip onun yerine
Hıristiyanlığın sevgi ve barışa yönelik mesajının getirileceği ve bunun İslam
ülkelerine demokrasiyi ve barışı getirmede araç yapılacağı söyleniyor. Kiliseler
aylardır bunu duyuruyor, uluslararası kamu oyu bu propaganda ile
şartlandırılıyor. Hıristiyan liderler, açık veya örtülü biçimde bu mesajın altını
çiziyor.

Tam böyle bir zamanda İslam dünyasının en büyük ülkelerinden birinde en büyük
cemaat diye bilinen bir ekip en önemli yayın organlarından birinin kapağına Hz.
İsa’ya ‘Gel, insanlığı kurtar, başka çare kalmadı!’ çağrısını yerleştiriyor.

DALÂLET VESİKASI

Bu, gerçekten ürperticidir. Hıristayanlık, misyonerlik adına bizim topraklarımızdan


bugüne değin yükselen en etkili ses budur. Ben bu kapağın, ‘Anadolu’da
misyonerliğin en büyük zaferi’ olarak tescil ve ilan edilebileceğine inanıyorum.
Görüştüğüm birçok insanın ‘bu kapağı bir utanç ve dalálet vesikası olarak
kayda geçirmek gerekir’ şeklindeki yaklaşımını ise sadece nakletmekle
yetiniyorum.

Neresinden bakarsanız bakın, nasıl yorumlarsanız yorumlayın Müslümanlar’ı çok


derinden sarsan bir mesajdır bu.

Ve Hıristiyan dünyaya, işgalci Hıristiyan güçlere verilebilecek eşsiz bir Noel


hediyesidir.
Burada deşifre edilmesi gereken ikiyüzlülükler de var. Birtakım zihniyetler
senelerce yılbaşı münasebetiyle, alışveriş ettiği kasapta gördüğü hindilerden bir
parça alıp evinde pilav pişiren adama ‘Hıristiyanlaştın. Cehenneme
gideceksin’ diyebilmişlerdir. Müslümanlar’ı her yılbaşında yayınlarıyla,
söylemleriyle Hıristiyanlaşmaya karşı mücadeleye çağıran, yılbaşı kutlamayı
İslam’a ádeta ihanet gibi gösteren yaklaşımların temsilcileri içinde yeni söylemin
sahiplerinin bulunduğunu görmezlikten gelmek ikiyüzlülük olur

TERS PROPAGANDA

Bu ekipler, yine yıllardan beri, kendileri gibi düşünmeyen fikir adamlarını,


‘sosyete hocası, Hıristiyan ve Mûsevîler’i cennete koymak için uğraşan
reformistler’ diye çok ağır ve çirkin saldırılara máruz bırakanların ta kendileridir.

HZ. İSA NİYE DÖNSÜN?


İlahiyatçı Dr. Ahmet Bekaroğlu ( www.haber7.com)

Hz. İsa’nın dönüşü bir Hristiyanlık öğretisi mi, yoksa İslami bilgi mi? İlahiyatçı Dr.
Ahmet Bekaroğlu, "Hz. İsa neden dönsün, Hz: Muhammed görevini yapamadı
mı?" diyor.

İlahiyatçı Dr. Ahmet Bekaroğlu, son günlerde halk arasında büyük tartışmalar
doğuran ve Misyonerlerin söylemleri ile örtüşen Hz. İsa'nın Mesih olarak döneceği
konusunda bir makale kaleme aldı.

Bekaroğlu, makalesinde Hz. İsa peygamberin dönüşünün İslami literatüre ters


olduğunu savundu ve bu konuda Misyoner oyunlarına gelinmemesini istedi.

Dr. Ahmet Bekaroğlu'nun bir ay önce bir yerel gazetede yayınlanan makalesinin
tam metni:

HZ. İSA NİYE GELSİN Kİ?

Geçen yıl Hacı Bayram Camii İmam-Hatibi Hafız Fikret Latifoğlu Ankara’da
benden; “Günebakıştaki yazımı daha da açarak, Hz. İsa konusunda detaylı bir
yazı yazmamı” istemişti. Bu konunun çok önemli olduğunu, bir telefon
konuşmamızda Tonya Haber Gazetesi'nden yönetmenimiz Hasan Kalyoncu'dan
duyunca da, ‘Hz. İsa’ konusunu tekrar ele aldım. Tevfik Fikret’in; “Hak bildiğin
yolda yalnız yürüyeceksin” sözüne bayıldığım için; “Hz. İsa” konusunu işlerken
de, bildiklerimi çekinmeden söyleyeyim.

"HZ. İSA'NIN DÖNÜŞÜ BİR MİSYONER SÖYLEMİDİR"

Zaman zaman misyonerler tarafından yeniden pişirilip gündeme getirilen, “Hz.


İsa’nın gelişi” ile ilgili olarak sorulan sorulara, “Hz. İsa’nın geleceğine inanmak,
bir Hristiyanlık öğretisidir. Misyonerler, çalışmalarında başarılı olabilmeleri için,
yaptıkları en önemli propaganda; ‘Hz. İsa’nın geleceğini’ anlatarak dolaylı yoldan
Hz. Muhammed’i gündemden çıkarma çabası içerisinde bulunuyorlar. Haşa, Hz.
Muhammed görevini yapamadı mı ki, Hz. İsa gelsin? Ayrıca Hz. Muhammed’in,
son ve evrensel peygamberliği nerede kaldı?” cevabını veriyoruz. Açıkça belli ki,
yazının sonunda söylenecek cümleleri öne aldım. Çünkü İslam İlahiyatında, bir
konunun dini açıdan durumunu belirlerken, Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı’nın, “ Biz,
her düşüncenin DNA testini Kur’an’a dayanarak yaparız” sözü ile anlattığı gibi,
mutlaka ana kaynağımız Kur’an ölçütüne başvurma yöntemi takip edilir.

"KURAN'I KERİM'E GÖRE HZ. MUHAMMED SON PEYGAMBER"

Bu bağlamda Kur’anda, “Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüzde onun


hükmü Allah’a bırakılır” (Şura, 10) buyuruluyor. Ayrıca Hz. Muhammed, “ Allah’ın
elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur” (Ahzab, 40). İşte bu açıdan Kur’an’a
baktığımızda, Hz. İsa’nın geleceği ile ilgili hiçbir bilginin O’nda olmadığını
rahatlıkla görürüz. Bu konuda Hz. Peygamberden bize ulaşan sahih hadis
olduğunu iddia etmek de doğru değildir. Çünkü Hz. Muhammed, “Kendi hevasını
değil, kendisine gelen vahyi bize anlattığı” (Necm, 3-4) için, Kur’anla çelişen bir
şeyi bize önermesi düşünülemez.

Kur’an’ın bize bildirdiğine göre Hz. İsa, Hz. Meryemden Allah’ın bir mucizesi
olarak babasız olarak dünyaya gelmiştir (Al-i İmran, 44; Meryem, 17-25). Hz.
İsa’nın annnesi Hz. Meryem, bu konuda o günkü İsrailoğullarının iftirası ile
karşılaşmış (Nisa, 156; Meryem, 27-28) ve kendisine atılan bu iftira üzerine Hz.
Meryem, Allah’a artık konuşmayacağına dair süküt orucu adamıştı (Meryem, 26).
Hz. İsa’ya daha beşikte iken konuşma mucizesi verilmiş (Al-i İmran, 46-47)
sonra da İsrailoğullarına peygamber olarak gönderilmişti (Al-i İmran, 49, 51;
Meryem, 30). Hz. İsa da her peygamber gibi insanlara, ‘Allah’ın herkesin rabbi
olduğunu’ söyleyerek, onları Allah’ın dinine davet etmişti (Meryem, 30-31, 35-
36). Ancak İsrailoğulları, kendi aralarında ayrılığa düşmüş ve Hz. İsa’ya Allah’ın
oğlu diyerek tevhidi bozmuşlardı (Meryem, 35-37). Tarihte epeyce peygamber
öldürme suçunu işlemiş olan İsrailoğulları, Hz. İsaya tuzak kurarak O’nu da
öldürmek istemişler (Al-i İmran, 53-) ancak Yüce Allah, onların bu tuzaklarını
bozmuştu (Al-i İmran, 54).

"HZ. İSA ÖLMEDİ DEMEK KURAN'A AYKIRIDIR"

İsrailoğullarından Hz. İsa’ya sağlığında inanan kişilere, ‘Havariler’ denir ve Hz.


İsa, havarilerinden kendi yanında olacaklarına dair söz almıştı (Al-i İmran, 52-
53). İsrailoğulları, Hz. İsa’yı çarmıha gerecekleri sırada, peygambere verdiği
sözün aksi yönünde hareket eden havariyi, YüceYaratıcı Hz. İsa kılığına sokarak
cezalandırdığı için, İsrailoğulları, Hz. İsa yerine bu havariyi öldürmüşlerdir (Nisa,
156-157). Yüce Yaratıcı Hz. İsa’yı hayatını tamamladıktan sonra da, Onun ruhunu
kendi katına yükseltmiştir (Al-i İmran,55-56; Nisa,158).

Yani Hz. İsa’nın vefat etmediğini söylemek, Kur’an’a ters düşmektedir.

Çünkü bu konuda, “Seni vefat ettireceğim” (Al-i İmran, 55) ve Hz. İsa’nın kendi
dilinden, “Öleceğim gün” (Meryem, 33) ifadesi ile Kur’an’da durum apaçıktır. Hz.
İsanın yeniden geleceğini iddia etmek ve bu konuda Kur’an’ı devre dışı bırakıp,
sonradan ele alınan falanca yayını kaynak göstermek; doğru değildir.
Mantıklı insan şunu rahatlıkla anlar: “Hz. İsa peygamber olarak gelecekse, Hz.
Muhammed’in son peygamber oluşu (Ahzab, 40) nerede kaldı? Şayet
peygamber olarak değil de, normal bir davetçi olarak gelecekse, Yüce Yaratıcı
ondan peygamberlik rütbesini, yani apoletlerini sökerek mi O’nu geri getirecek ?”

Ayrıca Hz. İsa geleceğini söyleyenlere soruyorum: Örnekleri ülkemizde de olduğu


gibi son yıllarda, “Ben Hz. İsa’yım” diyerek ortaya çıkanların Hz. İsa olmadığını
hangi ölçütle belirlemektedirler? Hz. İsa’nın gelmiş olabileceği varsayımına göre,
O’na henüz tabi olmayan bizlerin durumu ne olacak?”

"MÜSLÜMANLARIN KATLİ BİZİM TEMBELLİĞİMİZDEN"

Hele hele, bizim tembelliğimizden ya da irademizi kötü kullanmamız sonucunda,


Yahudi ve Hristiyan dünyanın İslam ülkelerindeki katliamlarını; “ Irak’ın işgali ve
yeniden yapılandırılması, Şam ve Mısır Meliklerinin öldürülmesi, Dördüncü Sulh
Ve Arap-İsrail Barışı, depremlerin artması, haramların helal sayılması” gibi
söylemleri, Hz. İsa’nın geleceğinin kanıtları olarak söylemek; bendenizi şu
ifadem için mazur görünüz ki, bir dönem söylenen; “Dünya öküzün boynuzu
üzerindedir, dönmüyor” söylemini çağrıştırmaktadır.

"YENİ BİR DİN Mİ KURDUK?"

Biz müslümanlar; bilim alanında yeni bir şey üretemiyoruz ve


beceriksizliğimizden kaynaklanan geri kalışımızı da kendimiz yerine, Kur’an’a
fatura ediyoruz. Daha da ileri giderek, güçlü ülkelerin güçsüz İslam ülkelerine
saldırılarını da, “Hz. İsa’nın gelişi” için kanıt olarak görüyoruz. Bu halimiz; en
iyimser ifade ile; Kur’an’ı anlamamak demektir. Aslında durum, Mehmet Akif’in
mısralarında apaçıktır. “Nebiye atf ile binlerce herze uydurduk. Yıktık da din-i
mübini hezeyanlardan yeni bir din kurduk”.

"PEYGAMBER KURAL KOYARSA TEVHİD BOZULUR"

Yani şunu demek istiyorum. Hz. İsa’nın gelip gelmeyeceğini söylemeden önce şu
konuyu çözmek lazım. O da; bir dinin kurallarını koyan kimdir? Allah mı? Yoksa
peygamber mi? Kısa yoldan cevabını vereyim. Dinin kurallarını, o dini kuran Yüce
Yaratıcı koyar. Şayet peygamber kural koyarsa; o zaman ‘Tevhid’ yani ‘Tek Tanrı
İnancı’ bozulmuş olur. Çünkü; Peygamberler sadece elçidirler ve Allah’ dan
getirdikleri vahyi insanlığa duyurur ve öğretirler.

"Hz. MUHAMMED: 'BENİ İLAHLAŞTIRMAYIN' BUYURDU"

Hz. Peygamber; “Yahudilerin Üzeyr peygamberi, Hristiyanların Hz. İsa’yı


tanrılaştırdıkları gibi beni ilahlaştırmayın. Bana Allah’ın kulu ve elçisi deyin”
diyerek bizi uyarmıştır. Hz. Muhammed de; “Kendi hevasını değil, Allah’tan aldığı
vahyi bize anlatacağı” (Necm, 3-4) belirtilerek görev sınırları açıklanmıştır.

Yani Hz. Muhammed; kural koymaz. Sadece vahyi bize duyurur ve öğretir.
Kuran’da; “Namazı kılın, zekatı verin, komşularla iyi geçinin, çalışın, alçak gönüllü
olun, gıybet etmeyin vb.” emirler ve yasaklar vardır. Ancak bunların nasıl
yapılacağı detaylı olarak belirtilmemiş, bunların geniş kapsamlı açıklamaları ve bu
emirlerin nasıl uygulanacağı Hz. Peygamber’in örneklerle bize öğretimine
bırakılmıştır.
Yani Hz. Peygamber bir anlamda Kur’an’ın ilk müfessiri, O’nun
Sünneti/uygulamaları/açıklamaları da Kur’an’ın ilk tefsiridir. Bunu dediğimizde,
“Sen, Hz. Peygamberin sünnetini kabul etmiyor musun?” çiğ lafı ile
karşılaşıyoruz. Elbetteki Hz. Peygamber’in sünnetine karşı olanın gözü çıksın. Hz.
Peygamber’in yirmi üç yıllık Kur’an’ın gelişi döneminde, bize yaptığı açıklamaları;
O’nun sünnetidir. Bizim şurada söylediklerimizin yorumundan bir kitap
oluşturulabilir.

Kaldı ki Hz. Peygamber’in peygamberliğinin gerektirdiği bu yirmi üç yıllık öğretici


döneminde söyledikleri ve yaptıkları; elbette ciltler dolusudur. Ancak; Hz. İsa’nın
gelişi ile ‘ilgili olarak, Kur’anda bir açıklama olmadığı, hatta gelmeyeceği
belirtilmiş olduğu halde, Hz. Peygamber’in Hz. İsa’nın geleceğini söylediği’
konusundaki hadise mütevatir gözü ile bakmak doğru değildir. Hz. Peygamber;
Abdullah bin Ümmü Mektum’a hevasına uyarak ilgi göstermediği için Abese
Suresinde uyarılması (Abese, 1-10), cahiliye dönemindeki Zıhar boşama usulü
ile, yaşlılık döneminde beyi tarafından sokağa terk edilen hanım konusunda,
beyini haklı, bu hanımı haksız bulduğu için Hz. Peygamber’in ayetle uyarılması
(Mücadele, 1-4), Hz. Peygamber’in kural koymadığı, sadece vahyi tebliğ ve
öğrettiğine bir örnektir.

"MİSYONER OYUNLARINA ÇANAK TUTMAYALIM"

Kur’anla çeliştiği halde Hz. Peygamber’e isnat edilen hadislerin hiç birisi sahih
olamaz. Misyonerlerin İslam Dinine saldırdıkları ve uydudan günün yirmi dört
saatinde arapça yayın yapan “LIFE CHANNEL” isminde bir TV’leri var.

Bunlar; “İslam Dininin akıl almayacak, komik konulardan bahsettiğini’ dile


getirerek İslam Dinine saldırıyorlar ve bu konuda bazı hadis kaynaklarını da baz
aldıklarını söylüyorlar. Kanımca buna biz müslümanlar da; misyonerlerin bu
çalışmalarına bilerek ya da bilmeyerek çanak tutuyoruz ve Hz. Peygamber’in
Kur’an’ın ruhuna aykırı bir şey söyleyemeyeceğini itiraf edemiyoruz.

Hz. İsa’nın babasız doğduğunu, beşikte konuştuğunu, kendisine hastalıkları


iyileştirmek, ölüleri diriltmek mucizeleri verildiğini Kur'an bize söylesin, adeta;
“Hz. Muhammed'in son peygamber olmadığı, görevini yapamadığı, Kur'an’ın bize
yetmeyeceği” anlamına gelen; “Hz. İsa’nın yeniden geleceği” konusunu
açıklamasın ve muallakta yani ortada bıraksın.

Neden bir toparlayıcı olarak; ilk peygamber Hz. Adem gelmiyor da, bir önceki
peygamber Hz. İsa geliyor? Bunlar; herkes biliyor ki, sadece Avrupa ve okyanus
ötesinden programlanan, eskiden olduğunun aksine, İslam Dünyasında
müslümanları müslümanlar eli ile Hristiyanlaştırmak çabasından başka bir şey
değildir. Okyanus ötesinde diyalog çalışmalarını yönetmek, Kur’an mealine
Pavlos’un sözlerini sokmak ve Hz. Peygamber’in karikatürlerini yapmakta işin
başka bir taktiği.

Hz. Peygamber bize, “Kendinden önceki peygamberlerin hepsine inanmayı”


(Bakara, 285) Kur’an’da bir öğreti olarak getirmiştir. Yüce Allah, Hz.
Muhammed’i; mesajı evrensel son peygamber yapmış ve peygamber
göndermeyi de sona erdirmiştir (Ahzab, 40). Bundan sonra kimsenin geleceği
yoktur.
Hz. Peygamber, kızı Hz. Fatıma’nın şahsında, “ Sakın ola ‘Peygamberin kızıyım,
bana iltimas edilir’ diye düşünüp ihmalkar davranarak, kendi görevlerini ihmal
etmeyesin” diyerek bizi uyarmıştır. Öyleyse yeni bir davetçiye gerek yoktur.
Çünkü Kur’an’ın ilkeleri, her çağda bize yeterlidir. Yeter ki; O’nu tilavet edelim.
Unutmadan söyleyeyim; belki ‘alanım değil’ diye bulaşmamaya dikkat ettiğini çok
iyi anlıyorum, ancak; bizim yani müslümanların bu tirajıkomik halini en iyi şekilde
büyük şairimiz Önerbay Lermi mısralarında anlatabilir..

Dr. Ahmet Bekaroğlu / Tonya Haber / 01 Mart 2006

Hz. İsa Tekrar Gelse Ne Olur?

Ben konuya daha farklı bir açıdan yaklaşmaya çalışacağım. Hz. İsa’nın risalet
görevini icra ettiği dönemde Yahudilerin 4 mezhebi varmış. Bunlar Saddukiler,
Ferisiler, Zeolotlar ve Esseniler. Bunların kimi Hz. İsa’nın mesajını dikkate bile
almazken kimisi savaşçılıklarıyla öne çıkmış kimisi de aşırı dindarlıklarıyla
sivrilmiş.

Hz. İsa’ya karşı çıkanlar da bu özellikle koyu dindar olan Yahudiler. Bir
peygamber, bir kurtarıcı bekleyen, dörtgözle bu nebinin yolunu gözleyenler Hz.
İsa’ya en fazla zulüm yapan Ferisiler.

Sizler peygamber gelmesini dörtgözle bekliyorsunuz ama sizin kafanızda


çizdiğiniz şablona uymayınca bu peygamber, biranda ona düşman
kesiliveriyorsunuz. Siz size gelen dininizi zamanla bir güzel yamultmuşsunuz.
Dünyevi çıkarlarınıza bir güzel uydurmuşsunuz. Toplum içinde bu yamultulmuş
dini kullanarak bir güzel şöhret ve itibar elde etmişsiniz. Bu çarpıtılmış din ve
kitap sayesinde sizin politik ve ekonomik çıkarlarınız sağlama alınmış. Sizin
beklediğiniz kurtarıcı, peygamber gelip sizin bu çıkarlarınıza çomak soksa ne
yaparsınız? Çarmıha germeye çalışırsınız değil mi? Adamlarının dini imanı para,
itibar, çıkar olmuş. Haliyle adamlara bu dümenlerini devam ettirecek bir
peygamber lazım.

Hz. İsa yeryüzüne tekrar gelse ne olur?

-Yahudilerin umurunda olmaz. Ekonomik ve politik nedenlerden ötürü derhal


ortadan kaldırmaya çalışırlar. Mossad anında devreye girer ve sonra…

-Hristiyanların umurunda olur mu peki? Hristiyanların çoğunun da dini imanı


para, itibar olmuş. Din indirgenmiş kültürel düzeye. Boş zaman uğraşı, can
sıkıntısına çözüm olarak görülmüş, bir hobi olmuş kilise muhabbetleri. Ayrıca
Hristiyan sandığımız birçok Avrupa ülkesinde ateistlik dizboyu. Dindar hristiyanlar
da İsa’yı Tanrının oğlu kabul etmiş. Onlara göre o bir süperman. Gelecek ve
elindeki sihirli asasıyla şipşak tüm yanlışları düzeltecek. Tüm din düşmanlarını
anında gebertecek. Böyle bir ultra kahraman. Sağlığında canını Allah’ın
yardımıyla kurtaran Hz. İsa bu sefer geldiğinde sihirli güçlere sahip olacak. Ya
Hz. İsa tekrar geldiğinde önceki hayatındaki gibi birçok sıkıntılarla karşılaşırsa, ya
doğal süreçler eşliğinde mücadele ederse bu Hristiyanlar bir anda onu inkar
etmeyecekler mi? Sağlığında ancak 12-1=11 dostu olan ve birkaç düzine insanı
ancak hak yola çekebilen -İnsan İsa- yeryüzüne tekrar geldiğinde nasıl ve neden
milyonları şipşak hidayete kavuşturacak. -Tanrı İsa-’yı karşılarında göremeyen
Hristiyanlar ne halt yiyecek o gün. Allah’ın sünnetinde asla değişme olmaz.
Peygamber bile olsan doğal süreçler devam eder. Ve sıkıntı dert bela peşini
bırakmaz. Elinde sihirli bir değnek hiçbir zaman olmaz. Ölüleri bile diriltsen seni
öldürmeye çalışırlar.

Şimdi Amerika ve İngiltere tutmuş Irak’a saldırmış. Petrolü kapmak için barbarca
oradaki yüzbinlerce insanı katletmiş. Şu an Hz. İsa gelse onları oradan
çıkarabilecek mi? Nasıl anında ikna edeceksin parayı tanrı edinmiş bu insanları?
Nasıl ve hangi güçle adaleti tesis edeceksin aniden ? Hristiyan Avrupa Ülkeleri
dümenlerini kurmuşlar. Para adamların İlahı olmuş, Tanrı ise sadece çıkarlarının
devamını sağlayan bir araç. Takarlar mı Hz. İsa’yı?

Hz. İsa gelse ve başlasa çalışmaya kaç yüzyıl sonra tesis edebilir şu altınçağı???
Süperman olarak gelecekse neden daha önce süpermanler gelmedi? Neden
bunca sıkıntı dert çekildikten zulüm şiddet barbarlık olduktan sonra? Şimdi mi
Allah’ım demeyecek miyiz?

Bizim Müslüman geçinen takım ne halt yer acaba Hz. İsa’yı karşılarında görünce.
Gelenekçi takım, kıla tüye, şekil şemaile takılan tarikatçı kesim Hz. İsa’yı
peygambere benzetemez öncelikle. Çünkü kafalarındaki Hz. İsa cübbeli, şalvarlı
falan olmalı. Neyse bunları geçelim, Her cemaatin her mezhebin kafasındaki İsa
imajı farklı. Herkesin beklentisi başka başka. Herkesin kafasında bir İsa var. Ya
bu gelen İsa bizim mezheplerimize laf atarsa, ya bu İsa bizim yamulttuğumuz
dinimize çomak sokmaya kalkarsa neler yapmayız o İsa’ya? Bizim dinde temel
kaynaklar saydığımız hadis, icma, kıyasa ellerse, bunlara aykırı laflar ederse
elimizden kim kurtarabilir o İsa’yı?

Hangi dindar kesim peygamber beklemiş de onlara peygamber geldikten


sonra onu inkar etmemiş onu öldürmeye çalışmamış???

Allah’ım ne olur Hz. İsa gelmesin. İnsanların elinden, dincilerin elinden nasıl
kurtarırız onu. İnsanlar bir daha çarmıha germeye çalışırlar onu. Şartlar aynı,
paganizmse paganizm, çıkarları tanrı edinmekse evet o da var. Resulüne
yapacakları zülümlerden dolayı azap gelir de biz de yanarız arada. Dertsiz
başımıza dert almayalım aman…

HZ. İSA’NIN YENİDEN GELİŞİ İDDİASI

www.kurandakidin.net

Kuran’da yer almamasına rağmen ortaya atılan iddialardan biri de Hz. İsa’nın
kıyamette yeniden geleceğidir. Hadislerde Hz. İsa’nın Şam’ın doğusunda beyaz
minareye geleceği, Mehdi ile buluşacağı, Deccali öldüreceği anlatılır. 12. bölümde
bazı hadis uydurucuları anlatılırken geniş yer verdiğimiz Ebu Hureyre’nin, Buhari
ve Müslim gibi gelenekçilerin en güvendikleri iki kaynaktaki bir hadisi şöyledir: “
Allah’a yemin ederim ki İsa’nın adil bir hakem olarak ara-nıza inmesi
yakınlaşmıştır. O indiğinde haçları kırıp domuzları öldürür, cizyeyi kaldırıp
maymunu öldürür ve İslam’dan başkasını kabul etmez.” Hıristiyanlık’tan ilk
devirlerde dinimize geçenlerin yaydığını sandığımız bu uydurma, Kuran
ayetleriyle de uyuşmaz.

Allah şunu demişti: Ey İsa, seni vefat ettireceğim, seni kendime yükselteceğim,
seni inkar edenlerden ayıracağım...

3- Ali İmran Suresi 55

Hüseyin Atay bu ayete göndermeler yaparak şu açıklamayı yapar: “ Hz. İsa


hakkında Kuran-ı Kerim’in verdiği bilgi içinde onun öldüğü fakat öldürülmediği
bilinmektedir. Bunlara göre Hz. İsa ölmüştür, hayatta değildir ve dünyaya
dönmeyecektir. Hadislerle iman esasları sabit olmaz ve Kuran’a ilave yapılamaz.
Hıristiyan kültünden ve kültüründen, Hz. Muhammed’in vefatından sonra İslam
literatürüne geçen hikayelerden birinde; Hz. İsa’nın ölmediği, göğe çıkarıl-dığı ve
kıyamet kopmadan dünyaya Şam’daki minareden ineceği an-latılmaya
başlanmıştır. Hıristiyan mitolojisi İslamlaştırılarak Müslü-manlar’ın inançları
arasına sokulmuştur. Öyle ki buna inanmayanlar, aklı başında sanılanlar
tarafından bile kafirlikle itham edilmektedirler.” (Hüseyin Atay, Kuran’a Göre
Araştırmalar, sayfa 53)

Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değil-dir. O Allah’ın elçisi ve


Peygamberler’in sonuncusudur.

33-Ahzab Suresi 40

Ayetten Peygamberimiz’in son Peygamber olduğunu anlıyoruz. Kuran’da Hz.


İsa’nın da Peygamber olduğu geçtiğine göre, Peygamberimiz’den sonra Hz.
İsa’nın gelişi Kuran’ın bu ayetiyle çelişir.

Selam üzerimedir doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kaldırılacağım


gün.

19-Meryem Suresi 33

Meryem suresinde, Hz. İsa’nın ağzından nakledilen yukarıdaki sözlerde, Hz.


İsa’nın üç önemli gününden bahsedilir. Görüldüğü gibi bu günler sayılırken Hz.
İsa’nın kıyamette dünyaya yeniden ge-leceği şeklinde bir günden bahsedilmez.
Eğer böyle bir gün olsaydı, elbette ki bu da yalanlarla dolu hadislere
bırakılmadan, şüpheye yer bırakmayacak şekilde Kuran’da belirtilirdi.

Ne yazık ki Kuran’ın belirtmediği ve Kuran ile çelişen Hz. İsa’nın gelişi hikayesi,
yüzlerce sahte İsa’nın çıkışına yol açmıştır. Sahte Mehdi enflasyonu gibi, sahte
İsa enflasyonu da akıl hastanelerimizin önemli vakalarına baz teşkil etmiştir.
SÜNNİLER DE KARŞI ÇIKMALIDIR KUR’ANDIŞI BU İDDİAYA
İsa (as)'ın kıyamete yakın bir zamanda tekrar dünyaya ineceği söyleniyor. Hz İsa
gökten mi inecek yoksa onun ruhu yeryüzünde bir insanda mı belirecek?

www.suleymaniyevakfi.org
Kur’an-ı Kerim’e göre İsa (as) canlı değildir, Allah onun canını almıştır:

“Allah Teâlâ buyurmuştur ki: Ey İsa, seni vefat ettireceğim, seni kendime
yükselteceğim, seni inkar edenlerden arındıracağım ve sana uyanları
kıyamete kadar kafirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana
olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben
hükmedeceğim.” (Al-i İmran, 3/55 )

“ (İsa der ki:) Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim. Benim de
Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kuluk edin dedim. İçlerinde
bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince
artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen herşeyi hakkıyla
görensin.” (Maide, 5/117)

Başka bir ayette ise Allah, peygamberi İsa’yı yahudilerin elinden kurtardığını
bildirmiştir. Çünkü onlar onu çarmıha germek istiyorlardı.

“ Ve Allah elçisi Meryem oğlu İsa’yı öldürdük demeleri yüzünden ...


Halbuki onlar onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat (öldürdükleri)
onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler bundan dolayı
tam bir kararsızlık içindedirler. Bu hususta zanna uymak dışında hiçbir
bilgileri yoktur, ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilakis Allah onu kendi
katına yükseltmiştir. Allah büyük izzet ve hüküm sahibidir.” (Nisa, 4/157-
158)

İslam alimlerinin bir çoğu bu ayetteki “Allah onu kendi katına yükseltmiştir”
ifadesine bakarak İsa (as)’ın ölmediğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre Allah, onu
kudretiyle manevi semalardaki hususi mevkiine kaldırmış, kıyametten önce
tekrar dünyaya gönderecektir. Halbuki yukarıda verilen ilk iki ayette Allah, İsa’nın
öldüğünü açık bir şekilde bildirmiştir. Ayrıca ilk ayette de; “seni kendime
yükselteceğim” ifadesi, "seni vefat ettireceğim" ifadesinden sonra
geçmektedir: “ Seni vefat ettireceğim ve seni kendime yükselteceğim.”

Bu ayetten anlaşıldığı gibi Allah, eceli gelince İsa (as)’ı vefat ettirmiş ve onun
ruhunu kendi katına almıştır.

İsa (as)’ın kıyametten önce tekrar dünyaya geleceğini bildiren hadisler


bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi şöyledir:

“Ruhum yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Meryemin oğlu İsa, adil
bir hakem olarak aranıza inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi
kaldıracak, İslamdan başka şeyi kabul etmeyecektir. Mal o kadar çok olacak ki,
kimse dönüp de bakmayacaktır. Fakat bir secde, dünya ve dünyadaki her şeyden
daha hayırlı olacaktır.” ( Buhari, Enbiya, 50; Müslim, İman, 71; Tirmizi, Fiten,
54)
Bu ve bunun gibi hadisler incelendiğinde hepsinin ana teması şudur: İsa ve Mehdi
gelecek, sıkıntı ve buhran içinde bocalayan müslümanları kurtaracaktır. Hatta
başka bir hadiste: “Su kabı su ile dolduğu gibi, yeryüzü barışla dolacaktır. Din
birliği de olacak, artık Allah’tan başkasına tapılmayacaktır.” (İbni Mace, Fiten, 33)
idafesi geçmektedir.

Dikkat edilirse, İsa’nın (as) dünyaya tekrar geldiğinde yapacağı söylenen domuzu
öldürme, haçı kırma, gayri müslimlerden alınan cizyeyi kaldırma, herkesi
müslüman yapma gibi şeylerin tek bir örneği dahi Kur’an’da yoktur. Ayrıca hiçbir
peygamberin insanları zorla müslüman yapma görevi yoktur. Onların görevi
sadece tebliğdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Peygamberlere düşen sadece tebliğdir." (Maide 5/99)

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi.


Sen, insanlara, inanıncaya kadar baskı mı yapacaksın?” (Yunus, 10/99)

“Dinde zorlama olmaz [1]. Doğru ile eğri birbirinden iyice ayrılmıştır. Her
kim azgınları tanımaz [2], Allah'a inanırsa, en sağlam kulpa yapışmış
olur. Onun kopması imkansızdır. Allah işitir, bilir." (Bakara, 2/256)

Birçok İslam alimi, bu hadislerin sadece Kütüb-i Sitte (meşhur altı hadis
kitabı)’de yer almalarını yeterli görmüşlerdir. Bu eserlerin müelliflerinin (Buhari,
Müslim, Ebu Davud, Nesai, Tirmizi, İbn Mace) otoriteleri, bu rivayetlerin
eleştirilmesinin önünde doğal bir engel oluşturmuştur.

Bu tür hadislerin senedleri sahih olsa bile, bu iddialar metin yönünden Kur’an ile
uyuşmamaktadır. Çünkü Allah, Kur’an-ı Kerim’de peygamberlerin birer
müjdeliyici ve uyarıcı olduklarını bildirmektedir:

“Sen sadece bir uyarıcısın. Biz seni müjdeliyici ve uyarıcı olarak


gönderdik. Her millet içinde mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur.” (Fatır,
35/23-24)

“Eğer yüz çevirirlerse biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana
düşen yalnız duyurmaktır.." (Şura, 42/48)

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi iman ederlerdi. O halde


sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” (Yunus 10/99)

İsa (as)’ın kıyametten önce geleceğine inanmak, bir inanç konusu yapılmıştır.
Halbuki bunu iddia eden alimler, ahad haberle inanç belirlenemeyeceğini
söylerler. İsa’nın geleceğini bildiren hadisler ahad haberlerdir.

Sonuç olarak müslümanların “nasıl olsa İsa gelecek, dünyayı kurtaracak” şeklinde
bir beklentiye son vermeleri ve var güçleri ile İslam için çalışmaları
gerekmektedir. Çünkü, Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bir toplum, kendilerinde olanı değiştirmedikçe Allah, o topluma


verdiğini değiştirmez.” (Ra’d 13/11)
“Bilinsin ki; insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm,
53/39)
[1]- Dinin özü imandır. İmanın temeli onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tasdiki
bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası in¬sanın en hür olduğu yerdir. Bu sebeple hiç kimse bir inancı
kabule veya inkara zorlanamaz. Zorla ibadet de olmaz. Çünkü ibadet için niyet şarttır. Niyetin yeri
de kalptir; kalpten yapılmayan niyet geçersizdir. Kimseye zorla niyet ettirilemeyeceğinden ibadet
de yaptırılamaz.

[2]- Yoldan çıkmışlara boyun eğmez.

Nisa 159 Nasıl Çarpıtılıyor?

www.suleymaniyevakfi.org

Nisa 159. Ehlikitap'tan her biri ölümünden önce ona mutlaka inanacaktır.
Kıyamet günü de o, onlar aleyhine bir tanık olacaktır.

İsa aleyhisselamın tekrar geleceğini söyleyenler buradaki "o" zamirinin İsa


aleyhisselama gönderirler. Arapça'da zamir en yakınını gösterir, uzağı göstermesi
için karine gerekir. Zamirin yakını ehli kitaptır.

Zamiri oraya gönderince mana ise şöyle olur: "Kitap ehlinden İsa'ya, ölmeden
önce inanmayacak kimse yoktur". Burada sözü edilen kitap ehli, Yahudilerdir.
Onlar, ölünceye kadar, İsa aleyhisselam ile ilgili bir kanaate varacaklar, demek
olur. Yani her bir Yahudi ölmeden önce ona inanacaktır.

Ona inanmaları, bu inancı yaşayacaklar demek olmaz. Kur'an-ı Kerim'i


incelerseniz görürsünüz ki, bütün kafirler, zamanla inanmaları gereken şey
konusunda tam bir kanaate varırlar. Sonra ona göre davranmadıkları için Allah'ın
huzurunda kendilerini savunma imkanları kalmaz. İşte Yahudiler de bu konuda
kendilerini savunma imkanı bulamayacaklardır. Çünkü ayetin devamı bunu
ispatlamaktadır. "Kıyamet günü onların aleyhine şahit olacaktır." Onlar İsa
aleyhisselamın Peygamber olduğu kanaatine varmadan ölürlerse aleyhte şahitlik
için bir gerekçe bulunmaz. Çünkü hiç kimse gücünün yetmediği şeyden sorumlu
olmaz.

Buradaki zamirin İsa aleyhisselama gönderilmesini gerektirecek karine olmadığı


gibi önemli bir engel de vardır. O da şudur: İsa aleyhisselam kıyametten önce
yeniden dirilip, sonra bütün ehli kitap ona inanacaksa; ehli kitabın tamamının da
ona inanmak için yeniden dirilmesi gerekir. Çünkü ayet, inanmayacak bir tek
kişinin kalmayacağını göstermektedir. Eğer sadece yeniden dirileceği gün
yaşayanlar inanacaktır denirse, ondan önce yaşayanlar ona inanmadan ölmüş
olacaklardır. Bu, zamirin İsa aleyhisselama gönderilmesini engelleyen önemli bir
karinedir.

Teveffi Kelimesi ve Arap Dili


www.kurannesli.info

Kur’an-ı Kerim’in her yerinde teveffi kelimesinin bir tek manası “ruhun
alınması”dır. Bu kelime çeşitli insanlar için geçtiği gibi Resulullah (s.a.v.) İçin de
geçmiş bulunuyor. Teveffi kelimesi herkes için “ölüm” diye çevriliyorken neden
Hz. İsa için cismi ve ruhu ile birlikte göğe kaldırıldığı vb. şeklinde çevriliyor?
Teveffi Kelimesi Tefa’ul Babından olup mastar hükmündedir. Kuran-ı Kerim’de bu
kelime yirmi beş yerde kullanılmıştır. İki yerde İsa için ve yirmi üç yerde,
Resulullah Muhammed (as) Dahil olmak üzere diğer insanlar için. Tefa’ul
babından mastar olan bu kelime, çeşitli zaman çekimleri halinde çeşitli ayetlerde
geçmektedir.

Allah özne ve insan nesne olduğu zaman Kuran-ı Kerim’in her yerinde bu kelime
sadece canın alınması için kullanılmıştır. Hiçbir zaman cismin alınması veya ruh
ile cisim her ikisinin birden alınması manasında kullanılmamıştır. Ayrıca bu
kelimenin Arapça kullanılışında böyle bir mana yoktur. Teveffinin bu şekildeki
kullanılışının bir tek manası vardır o da, Allah’ın veya meleklerin bir insanın
ruhunu almasıdır.Yani onu doğal yollarla öldürmesidir.

Nitekim bu kelime tefa’ul babından türediği zaman, Allah veya melekler özne ve
insan nesne olduğu takdirde bunun ölümden başka manası yoktur. Sadece eğer
bir ayette teveffi kelimesiyle birlikte leyl (gece) veya menâm (uyku) kelimeleri
geçerse orada ruhun alınması uyku halinde olur. Söz konusu metinde bu iki
kelimeden biri mevcut değilse manası sadece ölümdür.

Tartışma konusu olan iki yer dışında, Kur’an-ı Kerim’in yirmi üç yerinde teveffi
kelimesi kullanılmıştır. Kuran-ı Kerim istisnasız bu kelimeyi ruhun alınması için
kullanmaktadır. Bir kimse bu kelimenin cismiyle birlikte bir insanın göğe
çıkarılması için de kullanılabileceği iddia ediyorsa, ona düşen teveffi kelimesinin
bu manada kullanıldığını ispatlamaktır.

Kuran-ı Kerim'in yirmi üç ayetinde tartışma konusu olan teveffi kelimesi


kullanılmıştır. Allah c.c. Bu kelimeyi her yerde istisnasız olarak ruhun alınması
için kullanmaktadır, tersini söyleyen iddiasını ispatlamak zorundadır.

Teveffi kelimesinin geçtiği yerler şunlardır:

1. Vellezine yüteveffevne minküm: Sizden ölenlerin (teveffi edilenlerin)


geride bıraktıkları eşleri.

2. Vellazine yüteveffevne minküm: Sizden ölenlerin (teveffi edilenlerin)


geride bıraktıkları eşleri.

3. Teveffenâ meal ebrâr: Bizi iyilerle beraber vefat (teveffi) ettir.

4. Hatta yeteveffahunne-l mevt: O kadınları (teveffi) ölüm alıp götürünceye


kadar.

5. İnnellezine teveffahumu-l melâiketü: Melekler canlarını alırken (teveffi


ederlerken)

6. Hatta izâ cââ ehadekümü-l mevtü teveffethu rusülünâ: Nihayet birinize


ölüm geldiği zaman elçilerimiz (meleklerimiz) onu canını alırlar (teveffi
ettirirler)
7. Hattâ izâ câethüm rüsülünâ yeteveffevnehüm: Sonra elçilerimiz
(melekler) gelip canlarını alırken (onları teveffi ederlerken).

8. Teveffenâ müslimin: Biz itaatkâr iken canımızı al (bizi teveffi ettir)

9. Neteveffeyenneke: Seni öldürürsek (seni teveffi ettirirsek)

10.Neteveffeyenneke: Seni öldürürsek (seni teveffi ettirirsek)

11.Teveffenî müslimen: Ben itaatkâr iken beni öldür (beni teveffi ettir)

12.Ellezine teveffâhümü-l melâiketü: Meleklerin canlarını aldıkları kimseler


(melekler tarafından teveffi ettirilen kimseler)

13.Ellezine teteveffahümü-l melâikatü: Meleklerin canlarını aldıkları kimseler


(melekler tarafından teveffi ettirilen kimseler)

14.Sümme yeteveffaküm: Sonra (Allah) sizi vefat ettirecek (sizi teveffi


edecek)

15.Minküm men yüteveffa: İçinizde kimi vefat eder (teveffi olur)

16.Kul yeteveffaküm melekülmevt: De ki, ölüm meleği canınızı alacak (sizi


teveffi ettirecek)

17.Yeteveffel enfüse hîne mevtihâ: Allah birinin ölümü geldiği zaman canını
alır (onu teveffi ettirir)

18.Minküm men yüteveffa min kablü: İçinizden (bu aşamalara geçmeden)


önce vefat edenler (teveffi olanlar) de vardır.

19.Neteveffeyenneke: (Ey peygamber! Yahut) seni daha önce vefat


ettiririz(teveffi ettiririz)

20.İzâ teveffethümü-l melâikatü: Melekler canlarını alırken (teveffi


ederlerken)

21.Yeteveffaküm billeyl: Geceleyin sizi öldüren (sizi teveffi eden)

22.İz yeteveffellezîne keferu’l meleâiketü: Melekler kafirlerin canlarını


alırken (teveffi ederlerken)

23.Velâkin a’büdü’llahellezî yeteveffâküm: Fakat ben sizi öldürecek olan (sizi


teveffi eden) Allah’a kulluk ederim.

Ayrıca isteyenler kendileri Kur’an’dan takip edebilirler:

4/97; 6/61; 47/27; 5/117; 16/28-32; 10/46; 13/40; 40/77; 8/50;


39/42; 6/60; 10/104; 16/70; 32/11; 4/15; 7/137; 3/193; 7/126;
12/101; 22/5; 40/67; 2/234-240; 3/55 (Kaynak: Mu’cem’ul Mufehres,
Fuad Abdulbaki)

Görüldüğü gibi Kur’an-ı Kerim’in her yerinde teveffi kelimesinin bir tek manası
“ruhun alınması”dır. Bu kelime çeşitli insanlar için geçtiği gibi Resulullah (s.a.v.)
İçin de geçmiş bulunuyor. Teveffi kelimesi herkes için “ölüm” diye çevriliyorken
neden İsa için cismi ve ruhu ile birlikte göğe kaldırıldığı vb. Şeklinde çevriliyor.
Bunun delili nedir? Bilindiği gibi bir kelimenin manası ancak muhatabın cinsi
değiştiği zaman değişir. Mesela: İnsan sabır eder. Yani başına bir şey geldiği
zaman ona karşı direnir. Şimdi Allah’ın bir ismi de “Sabır eden”dir. Halbuki
Allah’ın başına hiçbir şey gelmez. Nitekim Allah için sabır kelimesinin manası
değişir. Çünkü O insan değildir. Şimdi peygamberler dahil olmak üzere her insan
için teveffi kelimesinin bir tek “ölüm” manasına geldiğini söyleyenler. İsa (a.s.)
Söz konusu olunca bütün insanlar arasından sadece onun için “teveffi”nin
manasını değiştirirler. Böyle bir uygulama Hıristiyanların İsa hakkındaki tezini
destekler ve iddia ettikleri gibi İsa’nın peygamber değil peygamberler üstü bir
varlık olduğunu ispatlar.

Hz. İsa öldü mü? Yoksa Yeryüzüne Tekrar Dönecek mi?

www.kurandaceliskiyoktur.com

Tarih içinde hakkında en çok yanlış inanca sahip olunan kişi belki de Hz. İsa’dır.
Ona karşı ilk haksızlığı Hıristiyanlar yapmış, onun Allah’ın oğlu olduğunu iddia
etmiş ve onu Allah’a eş koşmuşlardır. Kuran’da Allah bu iftiraya cevap verirken
şöyle buyurur:

Andolsun, “Allah üçün üçüncüsüdür.” diyenler küfre düşmüştür. Oysa tek


bir ilahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından
vazgeçmezlerse, onlardan inkâr edenlere mutlaka (acı) bir azab
dokunacaktır. (Maide Suresi – 73)

1- Hz. İsa’nın hakkındaki bir diğer yanlış inanç da geleneksel İslam anlayışında
vardır. Bu inanca göre ise, Hz. İsa henüz ölmemiştir ve tekrar yeryüzüne
dönecektir. Özellikle bazı Kuran ayetlerindeki ifadelerin anlamları kaydırılarak,
konu çarpıtılmakta ve yanlış yorumlarla, sanki Kuran’da varmış gibi gösterilmeye
çalışılmaktadır. Bu çalışmada Kuran’da Hz. İsa’nın ölümünün nasıl anlatıldığı
üzerinde duracağız ve yanlış yorumlanan ayetleri gözden geçireceğiz.
Kur’an’daki iki ayette açıkça Hz. İsa’nın vefat ettiği bildirilir:

“Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiç bir şeyi söylemedim. (O da


şuydu:) ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.’
Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Benim
(dünya) hayatıma son verdiğinde (tevefa), üzerlerindeki gözetleyici
Sen’din. Sen her şeyin üzerine şahid olansın.” (Maide Suresi – 117)

ALLAH İsa’ya şöyle demişti: “Senin dünyadaki hayatına son vereceğim


ve kendime yükselteceğim. Seni inkar edenlerden kurtaracağım ve sana
uyanları Diriliş Gününe kadar inkar edenlerin üzerinde tutacağım. Sonra,
dönüşünüz banadır ve anlaşmazlığa düştüğünüz konularda aranızda ben
hüküm vereceğim.” (Al-i İmran Suresi – 55)

Bu ayetlerde Hz. İsa’nın vefat ( teveffa) ettiği açıkça vurgulanmaktadır. Teveffa (


َ 
) kelimesi “canın alınması” anlamına gelir. Kuran’da bu kelime 25 yerde

geçer. Bu kelimesinin geçtiği ayetler şöyledir:

4:97 Kendilerine zulmedenlerin canlarını alırken melekler…..


6:61 ……. Sizden birine ölüm geldiği zaman elçilerimiz onun canını hiç vakit
geçirmeden alırlar.
47:27 Melekler canlarını alırken nasıl da (pişmanlık içinde) yüzlerine ve sırtlarına
vururlar?
5:117 ….Aralarında bulunduğum sürece onlara tanıktım. Canımı aldıktan sonra
ise sen onların üzerine gözetleyici oldun. Sen her şeye tanıksın.”
16:28 Onlar ki, nefislerine zulmedip dururlarken melekler canlarını alır.
16:32 İyi durumdayken melekler canlarını almaya geldiklerinde,
10:46 Onlara söz verdiklerimizin bir kısmını sana göstersek de veya canını alsak
da,
13:40 Onlara söz verilenlerin bir kısmını sana göstersek de, senin canını alsak da
40:77 ……ondan önce hayatına son versek de, onlar bize döndürüleceklerdir.
8:50 İnkar edenlerin canlarını melekler alırken bir görseydin!…..
10:104 …..Ben ancak, sizin canınızı alan Allah’a taparım. İnananlardan olmakla
emrolundum.”
16:70 Ve sizi Allah yarattı, sonra da yaşamınıza son verir.
32:11 De ki, “Üzerinize görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak ve sonra
Rabbinize döndürüleceksiniz.”
4:15 Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört tanık getirin. Tanıklık
ederlerse, onları, ölünceye veya Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun.
7:37 …. Elçilerimiz kendilerine gelip canlarını alırken….
3:193 “Rabbimiz, biz, ‘Rabbinize inanın’ diye imana çağıran bir davetçiyi işittik ve
inandık. Rabbimiz, günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve iyi kişiler olarak
canımızı al.
12:101 “Rabbim, sen bana hükümranlık verdin ve rüyaların yorumunu öğrettin.
Yeri ve göğü ayırarak yaratansın. Dünya ve ahirette sensin benim Velim
(sahibim). Canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”
22:5 ………. Kiminizin hayatına son verilir,
40:67 …….. Sizden bazılarının canı daha erken alınır.
2:234 İçinizden ölen erkeklerin geride bıraktığı eşleri…
2:240 Ölüp de geriye eşler bırakan erkekleriniz,…
3:55 Allah İsa’ya şöyle demişti: “Senin dünyadaki hayatına son vereceğim ve
kendime yükselteceğim. …..

Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi teveffa kelimesinin anlamı “canın alınması”dır.


Bunlar dışında teveffa kelimesinin geçtiği iki ayet daha vardır. Bunlarda da yine
teveffa kelimesi canın alınması anlamında kullanılır. Ama bunun istisnası vardır
ve ayette de bu durum belirtilir. Uyku ile ilgili ayetler şöyledir:

Allah ölüm anında nefsi (bilinci) alır; ölmeyenleri de uyku anında…


Hakkında ölüm kararı verdiklerini tutar ve diğerlerini de belli bir süreye
kadar salıp gönderir. Düşünen bir topluluk için bunda dersler ve işaretler
vardır. (Zümer Suresi – 42)

O’dur, geceleyin sizi öldüren, gündüzün ne işlediğinizi bilen, belli yaşam


süresi dolsun diye gündüzleyin sizi dirilten… Sonra dönüşünüz O’nadır ve
yaptıklarınızı size haber verecektir. (En’am Suresi – 60)

Bu ayetlerde geçen ifade de teveffadır. İnsanların uykusunda da canlarının


alındığı bildirilir. Uykuda olanların canları uyanınca verilmektedir. Ayette uykudaki
ölümün istisnası belirtilmiş ve canın daha sonra verildiği açıklanmıştır. Buradaki
istisna durumuna dayanarak tüm teveffa kelimelerinin uyku olduğunu iddia
etmek son derece yanlıştır. Çünkü diğer teveffa geçen ayetlerde uyku
durumunda olduğu gibi canın geri verildiğinden kesinlikle söz edilmez.

Hz. İsa ile ilgili ayetlere tekrar bakılırsa, onun canının alındığı bildirilmekte ve
daha sonra verileceği yönünde hiçbir ifade bulunmamaktadır. Onun uykudaki gibi
olduğunu iddia etmek sadece konuyu çarpıtmaktan öteye gitmeyen bir çabadır.
Eğer Hz. İsa ile ilgili ayetlerdeki “vefat ettirme” ifadesini uyku olarak kabul
edeceksek, diğerlerini de böyle kabul etmemiz gerekir. Çünkü aynı kelime aynı
şekilde farklı yerlerde kullanılmaktadır. Örneğin: “4:97 Kendilerine zulmedenlerin
canlarını alırken melekler…..” Bu ayette geçen ifadeden hareketle bu
zulmedenlerde uyku halinde midir? Onlar da Hz. İsa gibi geri mi döneceklerdir?
Onların Hz. İsa’dan farkı nedir? Bu ve buna benzer sorular hep cevapsız
kalacaktır.

Ayette olan ifade Hz. İsa’nın açıkça öldüğüdür. Bunun ötesinde tekrar ruhunun
verileceğine dair uyku ile ilgili ayetlerde olduğu gibi hiçbir açıklama yoktur.
Örneğin peygamberimizin vefat ettirilmesiyle ilgili bir ayette de aynı teveffa
kelimesi geçer:

Onlara söz verilenlerin bir kısmını sana göstersek de, senin canını alsak (
teveffa) da… (Ra’d Suresi – 40)

Bu ayetteki hitap Hz. Muhammed’edir. Eğer vefat kelimesini uyku gibi kabul
edilirse, buradan yola çıkarak Hz. Muhammed’in bir gün döneceğini iddia edebilir.
Bu ne kadar saçma bir iddia ise Hz. İsa’nın gelişini yukarıdaki ayetlere dayanarak
iddia etmekte aynı ölçüde saçma bir iddiadır.

2- Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne döneceği iddiasında bulunanların buna delil


gösterilmeye çalıştıkları ayetlerden birisi şöyledir:

Hani Allah, İsa’ya demişti ki: “Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim
ve seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim
ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim.
Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz
şeyde aranızda Ben hükmedeceğim. (Al-i İmran Suresi, 55)

Bu ayette geçen “sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne


geçireceğim.” ifadesinden yola çıkarak, sözde Hz. İsa’nın tekrar geleceğinin
Kuran’da bildirildiği iddiasında bulunulmaktadır. Bu senaryoya göre Hz. İsa
yeryüzüne dönecek ve dünya hakimiyetini kendisine inananlarla beraber
kuracaktır. Oysa bu tamamen Kuran’da anlatılmayan, vehme dayalı bir
senaryodur.

Bu ayetin hiçbir yerinde Hz. İsa’nın yeryüzüne tekrar gelişinden söz


edilmemektedir. Hz. İsa’ya uyanlar kıyamete kadar insanların üstüne geçecektir.
Bu ayette vaat edilen budur. Yoksa Hz. İsa gelecek sonra tüm insanları
birleştirecek ve insanların üstüne önder olacak gibi bir mantık ayette kesinlikle
yoktur. Burada ayetin anlamı kaydırılarak Kuran’da bildirilmeyen bir şeyi
söylemek ve böyle bir sonuç çıkartmak yanlış bir yaklaşımdır. Burada kastedilen
Hz. İsa’ya iman edenler yani Müslümanlardır. Müslümanlar ona bir peygamber
olarak iman ederler. Müslümanların dünyada bir düzen kuracakları
açıklanmaktadır. Bunun için Hz. İsa’nın gelişi gibi bir ön şart yoktur.

3- Bu konuyla ilgili olarak kullanılan bir ayet de şöyledir:

And olsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur.
Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır. (Nisa Suresi, 159)

Bu ayette de dikkat edilirse, yine Hz. İsa gelecek diye bir anlam ya da ima
yoktur. Sadece Kitap ehlinden olanların ölmeden önce ona inanacaklarını bizlere
bildirmektedir. Bu ayetten yola çıkarak Kitap ehlinin ölmeden önce Hz. İsa’ya
inanması ancak onun gelmesiyle olur. Öyle ise Hz. İsa gelecektir gibi yorumlar
yapmak yanlıştır. Burada ayette olmayan bir şart ortaya atılmış ve açıkça ayetin
anlamı çarpıtılmıştır.

Bir kere ayette Kitap Ehli’nden olanların kıyamete yakın bir zamanda Hz. İsa’ya
iman edeceklerine dair bir ifade yoktur. Bu ayette tüm Kitap Ehli
kastedilmektedir. Ayrıca ölümlerinden önce Kitap Ehli’nin iman etmeleri için Hz.
İsa’yı görmeleri gibi bir şart da ayete göre söz konusu değildir. Hz. İsa’nın
sağlığında bile onu görüp kitap ehlinden iman etmeyen bir çok kişi olmuş ve
hatta onu öldürmeye bile kalkmışlardır.

Bu olsa olsa böyle olur mantığıyla bu sonuç çıkartılmış, Kuran’da bildirilen dışında
ön yargıyla ulaşılmış bir iddiada bulunulmuştur. Ayrıca ayetin devamı dikkatli
okunduğunda çok önemli bir gerçek ortaya çıkacaktır. Hz. İsa ölümlerinden önce
kendisine iman edenlerin hakkında kıyamet günü aleyhlerinde şahitlik yapacaktır.
Bu ayetin Arapça metninde “aleyhim” ifadesi geçmektedir. “Aleyhim” kelimesinin
“onların üzerine” veya “aleyhlerine” anlamları vardır. Bu kelime şahitik yapmak
fiiliyle kullanıldığında bu şahitliğin olumsuz olduğu yani aleyhlerine olduğu
anlaşılmaktadır. Kuranda bu iki kelimenin geçtiği ayetlere bakıldığında bu
anlaşılacaktır.

Örneğin:

Sonunda oraya geldikleri zaman, işitme, görme (duyuları) ve derileri


kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. (Fussilet Suresi – 20)

Ayetin devamıyla düşünüldüğünde kitap ehlinde ölümlerinden önce Hz. İsa’ya


iman edenlerin imanının makbul bir iman olmadığı anlaşılmaktadır. Aksine Hz. İsa
onların aleyhlerine şahitlik yapacaktır. Bu iman Firavun’un imanı gibi kabul
edilmeyen bir imandır. Üstelik burada söz edilen kitap ehli kıyamet gününe yakın
olanlar değil Hz. İsa’dan sonra yaşayan tüm kitap ehlini kapsar. Bunların hepsi
ölümlerinden önce Hz. İsa’nın Allah’ın elçisi olduğuna iman etmektedirler. Fakat
ölüm anından önce olan bu iman makbul bir iman değildir. Hesap günü İsa
onlardan şikayetçi olacaktır. Yukarıdaki ayetin önce ve sonrası okunduğunda
burada kitap ehlinden Yahudilerin eleştirildiği görülecektir.

Şimdi ayete başına dönersek bu ayetin neresinde Hz. İsa tekrar yeryüzüne
gelecek şeklinde bir anlatım yada ima vardır? Neye dayanarak böyle bir sonuç
çıkarılmaktadır? Görüleceği gibi bu iddia sadece bir vehimdir ve bu yanlış
yorumlar Kuran’a ait değildir.

4- Zuhruf suresinde ki bir başka ayet de yine anlamı dışında Hz. İsa’nın gelişiyle
ilgili kullanılmaya çalışılmaktadır. Ayet şöyledir:

Şüphesiz o, saat için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya
kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur. (Zuhruf Suresi - 61)

Bu ayette o sıfatının Hz. İsa olduğunu söyleyip, onun kıyamet saati için bir ilim
olması için ancak kıyametten önce gelişiyle olabileceği iddia edilmektedir.
Bu ayette geçen “o “ zamiri hakkında iki farklı görüş var. Biri “o “zamirinin
Kuran’ı işaret ettiği diğeri ise” o” zamirinin Hz. İsa’yı işaret ettiğidir. “O” zamirinin
Hz. İsa’yı işaret ettiğini kabul etsek bile, ayetin direkt anlamından Hz. İsa’nın
yeniden yeryüzüne gelişini söyleyen yada işaret eden bir ifade bulunmadığı
görülecektir. Bu ayette de diğerlerinde olduğu gibi bir ön kabul yapılıyor ve Hz.
İsa’nın kıyamet için bir ilim olması için ancak kıyametten önce gelişiyle olabilir
denilmektedir.

Örneğin bir başka Kuran ayetinde “kıyamet yaklaştı “ şeklinde bir ifade
bulunmaktadır. Günümüzden 14 asır önce de Kuran’ı okuyan bir kişi bu ayetle
karşılaştığında kıyametin yaklaştığını okumaktaydı. Fakat aradan 1450 yıla yakın
bir zaman geçmiştir. Hala kıyamet kopmamıştır fakat kıyamet bize yakındır.
İnsanlık tarihine göre yaşanan zaman ayetin ifadesiyle kıyamete yakın bir
zamandır. Ama kıyametin kopması daha asırlarda sürebilir veya yarın da
kopabilir.

Bunun gibi ayetin ifadesiyle Hz. İsa kıyamet için bir ilimdir. Yani Hz. İsa ile ilgili
bir şey kıyametin saatinin bilgisini verecektir. Fakat ayette Hz. İsa’dan hemen
sonra kıyamet kopacak gibi bir anlatım yoktur.

5- Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne döneceğini bir an için kabul edelim. Bu durumda
yaptığımız kabul açıkça Kuran’daki ayetlerle çelişecektir.
Hz. İsa kendisine kitap verilmiş bir nebidir. Eğer ikinci sefer gelecekse yine nebi
olacaktır. Onun ikinci gelişinde nebi olmayacağının iddia edilmesi açık bir
saptırmadır. Kuran’da Hz. İsa’nın nebiliğini ortadan kaldıran hiçbir ayet yoktur.
Fakat yine Kuran ayetinde Hz. Muhammed’in nebilerin sonuncusu olduğunu
bildirilmektedir:

Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o,


Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.
(Ahzab Suresi – 40)
Bu durumda Hz. İsa’nın tekrar geleceğini söylemek bu ayetle açıkça çelişir.
Çünkü son nebi Hz. Muhammed’dir ve ondan sonra bir daha nebi gelmeyecektir.

6- Hz. İsa’nın tekrar geleceğini iddia edenlerin, kendi görüşleri doğrultusunda


kullanmaya çalıştığı ayetlerden birisi de şöyledir:

Ve: “Biz, Allah’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı gerçekten öldürdük”
demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu
öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi.
Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe
içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiç bir
bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. (Nisa Suresi – 157)

Bu ayette geçen “onu öldürmediler ve onu asmadılar.” İfadeden yola çıkarak Hz.
İsa’nın öldürülmediği ve asılmadığı dolayısıyla hala canlı olduğu ve tekrar
yeryüzüne döndürüleceği iddia edilmektedir.

Oysa ayet önyargılardan sıyrılarak okunduğunda böyle bir anlatımın olmadığı


açıkça anlaşılacaktır. Burada söylenen şey Hz. İsa’yı öldürmeye çalışan kişilerin
onu öldüremediği ve asamadığıdır. Yani inkarcılar Hz. İsa’ya bir zarar
verememişlerdir. Fakat bu Hz. İsa’nın vefat etmediği ve tekrar yeryüzüne
gönderileceği anlamına gelmez. Örneğin: müşrikler Hz. Muhammed’i ne
öldürebildiler ne de asabildiler. Böyle olması Hz. Muhammed’in ölmediği anlamına
gelmez. Hz. Muhammed başka bir vesile ile vefat etmiştir. Yukarıdaki ayette de
Hz. İsa’nın inkarcılar tarafından öldürülmediği vurgulanmaktadır. Fakat bu başka
bir vesile ile Allah onu vefat ettirmiş ve kendi katına yükseltmiştir. Dolayısıyla da
bu ayetteki ifadelerde ne Hz. İsa’nın vefat etmediği gibi bir anlam vardır, ne de
tekrar yeryüzüne döneceğine dair bir anlatım mevcuttur.

7- Hz. İsa’nın vefat ettiğini işaret eden bir başka ifade ise Ali İmran suresinin
144. ayetinde bulunmaktadır.

Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip


geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize)
mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar
vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır. 3/144

Burada dikkat ederseniz Hz. Muhammed’den önce peygamberlerin gelip


geçtiğinden söz ediliyor. Eğer Hz.İsa’nın bir ayrıcalığı olsaydı onun için istisna
olurdu. Fakat burada hiçbir istisnadan söz edilmeksizin, Hz. Muhammed’den önce
tüm peygamberlerin gelip çektiği bildirilmiştir.

Sonuç: Temel olarak Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne dönüşüne delil olarak
gösterilmeye çalışılan ayetler bunlardır. Görüldüğü gibi ayetlerde bildirilen Hz.
İsa’nın öldüğüdür. Ayrıca bir çok ayetten de Hz. İsa’nın vefat ettiği açıkça
anlaşılmaktadır. Bunun ötesinde hiçbir ayette tekrar yeryüzüne döneceğine dair
bir ifade yoktur.
Hz. İsa’nın tekrar yeryüzüne dönüşü iddiası Kuran’a dayalı bir düşünce değildir.
Bu düşünce Hıristiyan etkisiyle uydurulmuş hadisler vasıtasıyla İslam dinine
geçmiştir. Günümüzde de bu konuyu suiistimal etmek isteyen kişiler tarafından
kullanılmaktadır. Bu suiistimallere karşı yapılacak en iyi tavır, olayları hep
Kuran’a göre değerlendirmek ve Kuran dışı bu tarz zırvaları tümüyle terk
etmektir.

Zorlama Yorumlarla

Hz. İsa geri gelmeyecek. Birilerini haklı çıkarma adına onun tekrar
dünyaya geleceğini ispatlamaya çalışanlar Kur’an ayetlerinden birkısmını
nedense bile bile es geçiyorlar.

Hem Hz. İsa’nın yeniden dünyaya geleceğini sözde Kur’an ile ispatlayan
bu kişiler ayrıca Mehdinin de geleceğini yine Kur’an ayetleriyle
ispatlamak zorundalar. Bu da yetmez bu iki zatın büyük bir savaş
vereceğini iddia ettikleri Deccalin geleceğini de yine Kur’an ayetlerinden
bulup göstermek mecburiyetindeler. Bunun yanında Hz. İsa ve Mehdinin
Deccalle yapacağı savaştan sonraki Altınçağ dönemine ait işaretleri de
yine Kur’andan bulup göstermeleri gerekiyor. Yani Hz. İsa bahsinde laf
edenler işin içinden böyle kolayca sıyrılamazlar. Senaryodaki tüm
fertleri, varlıkları ve olayları Kur’andan ispatlamaları mecburidir. Ancak
böylece ortaya inandırıcı ve tutarlı bir söylem çıkmış olacaktır.

Üstte de değindiğim gibi birileri işlerine gelen bir iki ayeti alıyor ve ona
göre yorum üretip sözde haklılığını ispatlıyor. Bunu göremeyen(!)
muhataplarını da cahillikle vs. suçluyor.

Bu birilerinin iddiası şu: Hz. İsa ile alakalı olan ve içinde VEFAT kavramı
geçen ayetlerde ayrıca MEVT kavramı geçmiyor. Bu yüzden buradaki
VEFAT bildiğimiz anlamda ölüm değildir.

Şimdi ilgili ayete bakalım:

Ali İmran 55. İz kalellahü ya iysa inni müteveffike ve rafiuke ileyye ve


mütahhiruke minellezine keferu ve cailüllezinettebeuke fevkallezine keferu ila
yevmil kiyameh, sümme ileyye merciuküm fe ahkümü beyneküm fima küntüm
fihi tahtelifun

Ali İmran 55. Allah şunu da demişti: “Ey İsa, senin canını alacağım, seni kendime
yükselteceğim; seni, inkar edenlerden uzaklaştırıp arındıracağım.Ve sana
uyanları, inkar edenlerin, kıyamete kadar üstünde tutacağım.Sonra bana olacak
dönüşünüz; tartışıp durduğunuz şeyler hakkında aranızda ben hüküm
vereceğim.”

Bu birileri iddialarına destek mahiyetinde şu iki ayeti öne sürüyorlar:

Enam 60. Ve hüvellezi yeteveffaküm bil leyli ve ya'lemü ma cerahtüm bin


nehari sümme yeb'asüküm fihi li yukda ecelüm müsemma sümme ileyhi
merciuküm sümme yünebbiüküm bi ma küntüm ta'melun.

Enam 60. O, odur ki, geceleyin sizi öldürür. Gün boyunca neler yapıp neler
kazandığınızı bilir. Sonra, belirlenmiş süre işletilip tamamlansın diye, gün içinde
sizi diriltir. Nihayet O'nadır dönüşünüz. Sonra, yapıp ettiklerinizi size haber
verecektir.

Zümer 42. Allahü yeteveffel enfüse hiyne mevtiha velleti lem temüt fi
menamiha fe yümsikülleti kada aleyhel mevte ve yürsilül uhra ila ecelim
müsemma inne fi zalike le ayatil li kavmiy yetefekkerun.

Zümer 42. Allah, canları, ölümleri sırasında alır, ölmeyenleri de uykuları


sırasında. Sonra, haklarında ölüm hükmü verdiklerimi alıkoyar; ötekileri,
belirlenen bir süreye kadar salıverir. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette
ibretler vardır.

Üstteki ayetleri baz alan zevat şunu söylüyor: İlk ayette de aynen Hz. İsa
ile alakalı olan ayetteki gibi VEFAT kavramı yanı sıra MEVT kavramı
kullanılmıyor. Ve konu uyku olduğu için Hz. İsa’da bir nevi uyku haline
geçirilmiştir. Bir müddet sonra da bu uyku fazından çıkarılacaktır.
Böylece dünyaya nüzul edecektir. İkinci ayette ise konu çok daha net
olarak anlaşılmaktadır. Zümer 42’de görüldüğü gibi kişi uyku sırasında
VEFAT ettirilir ama ÖLMEZ.

Bu şahıslar iddialarını şöyle sürdürüyor: Bildiğimiz anlamda ÖLÜM MEVT


kelimesi ile ifade edilir. VEFAT kavramının bu bilinen anlamdaki
ÖLÜM=MEVT ile eşdeğer olabilmesi için bu iki kavramın birlikte
kullanılması zaruridir. Şimdi bu iddiaya dayanak teşkil ettiği söylenilen
ayetlere bakalım:

Enam 61. Ve hüvel kahiru fevka ibadihi ve yürsilü aleyküm hafezah hatta iza cae
ehadekümül mevtü teveffethü rusülüna ve hüm la yüferritun.

Enam 61. Kulları üzerinde egemenlik sahibi Kaahir'dir O. Üzerinize koruyucular


gönderir. Nihayet ölüm birinize geldiğinde, elçilerimiz onu vefat ettirirler. Ne
vaktinden önce iş yaparlar onlar ne de vaktinden sonra.

Nisa 15. Vellati ye'tinel fahişete min nisaiküm festeşhidu aleyhinne erbeatem
minküm fe in şehidu fe emsikuhünne fil büyuti hatta yeteveffahünnel mevtü ev
yec'alellahü lehünne sebila.

Nisa 15. Kadınlarınızdan eşcinsellik/sevicilik yapanlara karşı içinizden dört tanık


getirin; eğer tanıklık ederlerse o kadınları, ölüm canlarını alıncaya ya da Allah
kendileri için bir yol açıncaya kadar evlerde tutun.

Evet bu iki ayette VEFAT kavramı MEVT kavramı ile birlikte kullanıyor.
Fakat dikkat edilmesi gereken en önemli nokta MEVT kavramının VEFAT
kavramı yerine kullanılmadığıdır. VEFAT canın/ruhun/özbenliğin
alınması/kabzedilmesi iken MEVT hayatın son bulmasıdır. Ayrıca VEFAT
kavramı sadece insanoğlu için kullanılır. Örneğin hayvanlar yada bitkiler
için “vefat etti” denilmez. Ama MEVT kavramı genelgeçer bir kavramdır.
Örneğin hayvanlar için de “öldü” deriz.
Dolayısıyla Rabbimiz ayetlerde VEFAT kavramını kullanmışsa bu RUHUN
(genel kabul böyle olduğu için RUH yazıyorum siz adına ne derseniz işte
o varlığın) bizden alınmasını ifade eder.

Enam 60’ta ve Zümer 42’de bahsedilen durum da bundan farklı değildir.


Rabbimiz Ruhumuzu alıyor, bir nevi VEFAT ettiriyor ve sabah olduğunda
dilerse Ruhumuzu iade ediyor. Dilemezse MEVT gerçekleşiyor.

Şimdi sadece bu Enam 60’taki ve Zümer 42’deki “istisnai husus” baz


alınıyor ve konu Hz. İsa’ya da uyarlanıyor. Ve deniliyor ki; Enam 60’ta
nasıl ki VEFAT sonrasında uyanma sözkonusu o halde Hz. İsa ile ilgili
ayette de (Ali İmran 55) VEFAT sonrası uyanma sözkonusu olacaktır.
Nereden nereye bağlantı kuruluyor. Halbuki Rabbimiz bir zamanlar
İncil’le nasıl ki insanlara adı Ahmed olacak birini açıkça müjdelemişse
bunun aynısını Kur’anda İsa adına yapamaz mıydı? Ama yapmamış. Allah
bu “pek mühim” mevzuyu böyle (haşa) sürüncemede bırakır mı? Birçok
konuda ayrıntılı açıklama yapan Rabbimiz Hz. İsa’nın dünyaya yeniden
geleceği konusunda bırakın ayrıntıyı tek bir kelam bile etmemiş. Yapılan
değerlendirmeler sadece yorumlardan ibaret. Vefat kavramına kafayı
takarak varılan bir takım zorlama sonuçlardan başka elde ne var?

Bu zorlama yorumları yapanlar diğer ayetlerde VEFAT kavramının


(yanısıra MEVT kavramı geçmeksizin) ÖLÜM anlamında kullanıldığını
nedense görmezlikten geliyorlar.

Aşağıdaki tüm ayetlerde sadece VEFAT kavramı geçiyor. Ve bu ayetlerin


tamamında VEFAT=ÖLÜM.

Sözün özü 20’den fazla ayeti bir bütün olarak incelediğimizde gerek
VEFAT kavramı gerekse MEVT kavramı sonuçta Türkçemizde de doğru
olarak kullandığımız gibi Ruhumuzun alınarak hayatımızın son
buldurulmasını yani ölümü ifade ediyor.

Secde 11. Kul yeteveffaküm melekül mevtillezi vükkile biküm sümme ila
rabbiküm türceun.

Secde 11. Söyle onlara: "Size vekil edilen ölüm meleği canınızı alır, sonra
doğrudan doğruya Rabbinize döndürülürsünüz."

Nisa 97. İnnellezine teveffahümül melaiketü zalimi enfüsihim kalu fime küntüm
kalu künna müstad'afine fil ard kalu e lem tekün erdullahi vasiaten fe tühaciru
fiha fe ülaike me'vahüm cehennem ve saet mesiyra

Nisa 97. Melekler, öz benliklerine zulmetmiş olanların canlarını alırken, onlara


şöyle dediler: "Neredeydiniz siz?" Cevap verdiler: "Yeryüzünde ezilip
horlananlardandık biz." Melekler dediler ki: "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi ki
orada bir yerden bir yere göçesiniz?" İşte böylelerinin varacağı yer cehennemdir.
Ne kötü dönüş yeridir o!

Muhammed 27. Fe keyfe iza teveffethümül melaiketü yadribune vücuhehüm ve


edbarahüm
Muhammed 27. Melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını
alacakları zaman, bakalım nasıl olacak?!

Maide 117. Me kultü lehüm illa ma emarteni bihi eni'büdüllahe rabbi ve


rabbeküm ve küntü aleyhim şehidem ma dümtü fihim felemma teveffeyteni
künte enter rakiybe aleyhim ve ente ala külli şey'in şehid

Maide 117. "Onlara, senin bana emrettiğin şu sözden başka bir şey söylemedim:
'Benim Rabbim ve sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' İçlerinde olduğum
sürece üzerlerine tanıktım. Sen beni vefat ettirince üzerlerine yalnız sen
gözetleyici oldun. Ve sen zaten her şey üzerinde bir Şehîdsin, bir tanıksın."

Yunus 46. Ve imma nüriyenneke ba'dallezi neidühüm ev neteveffeyenneke fe


ileyna merciuhüm sümmellahü şehidün ala ma yef'alun.

Yunus 46. Onların vaat ettiğimizin bazısını sana göstersek de seni vefat ettirsek
de dönüşleri bizedir. Sonunda Allah, işlemiş olduklarına tanıklık edecektir.

Rad 40. Ve im ma nüriyenneke ba'dallezi neidühüm ev neteveffeyenneke fe


innema aleykel belağu ve aleynel hisab

Rad 40. Ya onlara vaat ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni
vefat ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer.

Mümin 77. Fasbir inne va'dellahi hakk fe imma nüriyenneke ba'dallezi neidühüm
ev neteveffeyenneke fe ileyna yürceun.

Mümin 77. Sen sabret! Çünkü Allah'ın vaadi haktır. Onları tehdit ettiğimiz şeyin
bir kısmını belki sana gösteririz, belki de seni vefat ettiririz. Sonunda onlar bize
döndürülecekler.

Enfal 50. Ve lev tera iz yeteveffellezine keferul melaiketü yadribune


vücuhehüm ve edbarahüm ve zuku azabel hariyk.

Enfal 50. Bir görseydin o küfre sapanları! Melekler canlarını alırken onların
yüzlerine ve arkalarına vuruyorlardı: "Yangın azabını tadın."

Yunus 104. Kul ya eyyühen nasü in küntüm fi şekkim min dini fe la a'büdüllezine
ta'büdune min dunillahi ve lakin a'büdüllahellezi yeteveffaküm ve ümirtü en
ekune minel mü'minun.

Yunus 104. De ki: "Ey insanlar, benim dinimden kuşkuda iseniz, ben sizin Allah'ın
berisinden kulluk ettiklerinize kulluk etmeyeceğim. Tam aksine ben, sizin canınızı
alacak olan Allah'a kulluk edeceğim. Bana, müminlerden olmam emredildi.

Nahl 70. Vallahü halekaküm sümme yeteveffaküm ve minküm mey yüraddü ila
erzelil umuri li keyla ya'leme ba'de ilmin şey'a innellahe alimün kadir.
Nahl 70. Allah sizi yarattı, sonra sizi vefat ettirecek. İçinizden bazıları, ömrün en
basit ve düşük noktasına geri çevirilir ki, bir ilimden sonra hiçbir şey bilmez
olsun. Allah Alîm'dir, Kadîr'dir.

Ali İmran 193. Rabbena innena semi'na münadiyey yünadi lil imani en aminu bi
rabbiküm fe amenna, rabbena fağfir lena zünubena ve keffir anna seyyiatina ve
teveffena meal ebrar.

Ali İmran 193. "Ey Rabbimiz! Bir çağırıcının, 'Rabbinize inanın!' diye imana
çağırdığını işittik ve iman ettik. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla bizim.
Kötülüklerimizin üstünü ört ve bize iyilerle birlikte ölmek nasip et."

Araf 126. Ve ma tenkimü minna illa en amenna bi ayati rabbina lemma caetna
rabbena efriğ aleyna sabrav ve teveffena müslimin.

Araf 126. "Sen bizden, sırf Rabbimizin ayetleri bize gelince, onlara iman
ettiğimizden ötürü intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır.
Canımızı müslümanlar olarak al."

Yusuf 101. Rabbi kad ateyteni minel mülki ve allemteni min te'vilil ehadis fatiras
semavati vel erdi ente veliyyi fid dünya vel ahirah teveffeni müslimev ve
elhikni bis salihiyn.

Yusuf 101. "Rabbim, sen bana mülk ve saltanattan bir nasip verdin. Olayların ve
düşlerin yorumundan bana bir ilim öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Benim
dünyada da âhirette de Velî'm sensin. Beni müslüman/sana teslim olmuş olarak
öldür ve beni barışsever hayırlı kullar arasına kat."

Mümin 67. Hüvellezi halekaküm min türabin sümme min nutfetin sümme min
alekatin sümme yuhricüküm tiflen sümme li teblüğu eşüddeküm sümme li tekunu
şüyuha ve minküm mey yüteveffa min kablü ve li teblüğu ecelem müsemmev
ve lealleküm ta'kilun.

Mümin 67. O O'dur ki; sizi önce topraktan, sonra bir spermden, sonra bir
embriyodan yarattı. Sonra sizi bebek olarak annelerinizin karnından çıkarıyor,
sonra güçlü çağınıza ulaşasınız ve nihayet ihtiyarlar olasınız diye sizi yaşatıyor.
İçinizden bir kısmı daha önce vefat ettiriliyor. Tüm bunlar, belirlenen bir süreye
ulaşasınız ve aklınızı işletesiniz diyedir.

Bakara 234. Vellezine yüteveffevne minküm ve yezerune ezvacey yeterabbasne


bi enfüsihinne erbeate eşhüriv ve aşra, fe iza belağne ecelehünne fe la cünaha
aleyküm fima fealne fi enfüsihinne bil ma'ruf, vallahü bi ma ta'melune habir.

Bakara 234. İçinizden ölüp de geriye zevceler bırakanların bu eşleri, dört ay on


gün kendi başlarına beklerler. Sürelerini tamamladıklarında kendilerince uygun
gördüklerini örfe uygun biçimde yapmalarında sizin için bir sakınca yoktur. Allah,
yapmakta olduklarınızdan gereğince haberdardır.

Bakara 240. Vellezine yüteveffevne minküm ve yezerune ezvaca, vesiyyetel li


ezvacihim metaan ilel havli ğayra ihrac, fe in haracne fe la cünaha aleyküm fi ma
fealne fi enfüsihinne mim ma'ruf, vallahü aziyzün hakiym.
Bakara 240. İçinizden ölüp de geriye eşler bırakan erkekler, eşlerinin evden
çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Eğer
kendileri çıkarlarsa, onların kendileri için yararlı gördüklerini yapmaları yüzünden
size bir günah yoktur. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.

Nahl 28-32. Ellezine teteveffahümül melaiketü zalimi enfüsihim fe elkavüs


seleme ma künna na'melü min su' bela innellahe alimüm bima küntüm ta'melun.
Fedhulu ebvabe cehenneme halidine fiha fe lebi'se mesvel mütekebbirin. Ve kiyle
lillezinettekav maza enzele rabbüküm kalu hayra lillezine ahsenu fi hazihid dünya
haseneh ve le darul ahirati hayr ve le ni'me darul müttekiyn. Cennatü adniy
yedhuluneha tecri min tahtihel enharu lehüm fiha ma yeşaun kezalike yeczillahül
müttekiyn. Ellezine teteveffahümül melaiketü tayyibine yekulune selamün
aleykümüdhulül cennete bima küntüm ta'melun

Nahl 28. Öz benliklerine zulmedip durdukları bir sırada, meleklerin vefat


ettirdikleri kişiler şöyle diyerek teslim bayrağını çekerler: "Biz hiçbir kötülük
yapmıyorduk." İş hiç de öyle değil. Allah, sizin yapmakta olduklarınızı çok iyi
bilmektedir. Hadi girin cehennem kapılarından; sürekli kalacaksınız orada.
Gerçekten kötü yermiş kibre sapanların barınağı. Korunup sakınanlara, "Rabbiniz
ne indirdi" dendiğinde şöyle dediler: "Hayır indirdi." Bu dünyada güzel düşünüp
güzel davrananlara güzellik vardır. Sonsuzluk yurdu elbette ki daha hayırlıdır.
Gerçekten ne güzelmiş takva sahiplerinin yurdu! Adn cennetleri... Girecekler
içlerine. Altlarından ırmaklar akacak. Orada diledikleri şey kendilerinin olacak.
Allah, korunup sakınanları işte böyle ödüllendirir. Melekler, canlarını temiz
insanlar olarak aldıklarına şöyle derler: "Selam size, yapıp ettiklerinize karşılık
olarak girin cennete."

Hacc 5. Ya eyyühen nasü in küntüm fi raybim minel ba'si fe inna halaknaküm min
türabin sümme min nutfetin sümme min alekatin sümme mim mudğatim
muhallekativ ve ğayri muhallekatil li nübeyyine leküm ve nükirru fil erhami ma
neşaü ila ecelim müsemmen sümme nuhricüküm tiflen sümme li teblüğu
eşüddeküm ve minküm mey yüteveffa ve minküm mey yürüddü ila erzelil umüri
li keyla ya'leme mim ba'di ilmin şey'a ve teral erda hamideten fe iza enzelna
aleyhel maehtezzet ve rabet ve embetet min külli zevcim behic.

Hacc 5. Ey insanlar! Ölümden sonra dirilme konusunda kuşku içinde olabilirsiniz.


Ama şu bir gerçek ki, biz sizi bir topraktan, sonra bir spermden, sonra bir
embriyodan/döllenmiş bir karışımdan, sonra ne olduğu kısmen belirli, kısmen
belirsiz bir et parçasından yarattık ki, size açık-seçik beyanda bulunalım. Ve sizi
rahimlerde, belirlenen bir süreye kadar dilediğimiz şekilde bekletiyoruz. Sonra
sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz. Daha sonra da tam kuvvetinize ulaşmanızı
sağlıyoruz. Bununla birlikte içinizden bir kısmı öldürülüyor, yine içinizden bir
kısmı ilimden sonra bir şey bilmesin diye ömrün en basit ve düşük noktasına geri
gönderiliyor. Yeryüzünü de sönmüş kül halinde görürsün. Nihayet onun üzerine
suyu indirdiğimizde titrer, kabarır ve her güzel/bereketli çiftten bir şeyler bitirir.
Kıyamet Savaşçısı Mesih (!)

Her benlik ölümü tadıcıdır

Rabbimiz Kur’anı Kerim de hiçbir istisna olmaksızın Her Nefsin Ölümü Tadıcı
olduğunu apaçık beyan etmiştir:

ÂLİ İMRAN 185. Her nefis/benlik ölümü tadacaktır. Hak ettiğiniz karşılıklar size,
kıyamet günü, eksiksiz bir biçimde mutlaka verilecektir. Ateşten uzaklaştırılıp
cennete sokulan kesinlikle kurtulmuş olacaktır. İğreti-sefil hayat aldatıcı bir
yararlanmadan başka şey değildir.

Ömrü Sonsuz kılınan yada ölümü tehir edilen hiçbir benlik yoktur

Rabbimiz Kutsal Kitabımızdaki başka bir ayette de Hz. Muhammed’e şöyle


seslenmektedir:

ENBİYA 34. Senden önce hiçbir beşere/insana ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen
ölürsen, onlar ölümsüz mü olacaklar?"

Apaçık bir şekilde görüldüğü gibi ne Hz. İsa ne de birbaşkası istisna edilmeyerek
her benliğin ölümlü olduğu açıklanmıştır. Bir başka boyutta(!) bile olsa ömrü
sonsuz kılınan veya kendisine sonsuzluk bahşedilen herhangi bir beşer yoktur.

Eğer Hz. İsa öldükten binlerce yıl sonra yeryüzüne tekrar gelecek olsa bunu
Rabbimiz açık açık söylemez miydi?

Şeytan söz konusu olunca bile Rabbimiz onun ömrünün kıyamete kadar
uzatıldığını söylüyor ama nedense Hz. İsa söz konusu olunca onun ölümünün
kıyametten önceye tehir edildiğini söylemiyor. Nedense böyle pek mühim(!) bir
mevzuda Rabbimiz bırakın açık konuşmayı imalı bile konuşmuyor.

Allah’ı açık konuşmamakla itham edenler

Tahrif edilmemiş İncil’de Hz. İsa’dan sonra gelecek ve adı Ahmet olan (Saff 6)
bir elçiden açıkça bahsedildiği için insanlar haklı olarak bir beklenti içinde
olmuştu. İyi de neden Kur’anda Hz. Muhammed’den sonra gelecek olan
Mesih’den bahsedilmediği halde Müslümanlar bir beklenti içinde? Bu kuru
beklentinin kaynağı Kur’an olmadığına göre ne?

Rabbimiz Kur’anda kıyamet öncesindeki Altınçağ’dan, Deccalden,


Armegeddon’dan ve Mesihten bahsetmediği halde bunların Kur’anda olduğunu
(parantez ve yorumlarla ekleme yaparak) iddia edebilen şahıslar aslında
Rabbimizin muğlak konuştuğunu iddia etmektedir. Şüphesiz ki bu çok çirkin bir
itham ve iftiradır. Sütanne hususunda bile apaçık söz söyleyen Allah’ın böyle ciddi
bir konuda muğlak konuşması mümkün mü?

Mesih mi, İsa mı?

Hristiyan teolojisinden apartılan ve İslam dinine yamanmaya çalışılan bir görüş


olan Hz. İsa’nın yeniden dünyaya geleceği fikrini savunanların şöyle bir iddiası
var: Kur’anda Hz. İsa ile alakalı olarak iki farklı tanımlama mevcut. Meryemoğlu
İsa ve Mesih. Meryemoğlu İsa tanımlaması 2000 yıl önceki Hz. İsa içinmiş. Mesih
tanımlaması ise Kıyamet Öncesi yeniden gelecek ve Mehdi ile birlik olup Deccalle
savaşıp Altınçağı tesis edecek olan Hz. İsa ile alakalı imiş. Yani iki farklı zaman
dilimi, iki farklı vazife ve iki farklı tanımlama mevcutmuş.

Kendileri dışındakileri kısıtlı ve cahil olmakla suçlayan zümreye soruyorum.


Ayetler aşağıda. Sadece Mesih kavramının geçtiği ayetler de dahil hiçbir ayette
Kıyamet Savaşçısı İsa’dan (selam olsun) bahsedilmiyor. Sizler bu kanıya nasıl
vardınız?

“Meryemoğlu İsa Mesih” kavramının kullanıldığı ayetler

[003.045] Melekler demişti ki: «Ey Meryem! Allah sana, Kendinden bir sözü, adı
Meryem oğlu İsa olan Mesihi, dünya ve ahirette şerefli ve Allah'a yakın
kılınanlardan olarak müjdeler».

[004.171] Ey Kitap ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak


gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah'ın peygamberi, Meryem'e
ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine inanın,
«üçtür» demeyin, vazgeçin, bu hayrınızadır. Allah ancak bir tek Tanrı'dır, çocuğu
olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar da yerde olanlar da O'nundur. Vekil
olarak Allah yeter.

[005.017] «Allah ancak Meryem oğlu Mesih'tir» diyenler and olsun ki kafir
olmuşlardır. De ki: «Allah Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve yeryüzünde olanların
hepsini yok etmeyi dilerse kim O'na karşı koyabilir?» Göklerin, yerin ve
arasındakilerin hükümranlığı Allah'ındır, dilediğini yaratır. Allah her şeye Kadir'dir.

[005.075] Meryem oğlu Mesih sadece peygamberdir, -ondan önce de


peygamberler geçmiştir- onun annesi dosdoğrudur, her ikisi de yemek yerlerdi.
Onlara ayetleri nasıl açıkladığımıza bir bak, sonra da bak ki nasıl yüz çeviriyorlar!

[004.157] Ve «biz Allahın Resulü Mesih Isâ ibni Meryemi katlettik» demeleri
sebebiyle- halbuki onu ne katlettiler ne salbettiler ve lâkin kendilerine bir
benzetme yapıldı, ve filhakıka onda ıhtilâf edenler bundan dolayı şekk
içindedirler, ona dair bir ilimleri yoktur ancak zann ardında giderler, halbuki onu
yakînen katletmediler.

“Mesih” ve “Meryemoğlu İsa Mesih” kavramlarının ayrı ayrı kullanıldığı


ayet

[005.072] And olsun ki, «Allah ancak Meryem oğlu Mesih'tir» diyenler kafir
oldular. Oysa Mesih, «Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk
edin; kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram eder,
varacağı yer ateştir, zulmedenlerin yardımcıları yoktur» dedi.

Sadece “Mesih” kavramının kavramının kullanıldığı ayetler

[004.172] Mesih de, gözde melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler.
Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, hepsini huzuruna
toplayacaktır.
[009.030] Yahudiler, «Üzeyr Allah'ın oğludur» dediler; Hıristiyanlar, «Mesih
Allah'ın oğludur» dediler. Bu, daha önce inkar edenlerin sözlerine benzeterek
ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin, nasıl da uyduruyorlar!

MEHDİ GELMEYECEK

MEHDİ İNANCI
www.istekuran.com

Sözcük anlamı olarak; ”hidayet görmüş”, “hidayet edilmiş”, yani “doğru yol
gösterilmiş”, "doğru yola kılavuzlanmış” demek olan ve Arapça bir sözcük olan
“mehdi” sözcüğü, bir kısım Müslümanlar tarafından, ilerideki bir tarihte (kıyamete
yakın bir zamanda) ortaya çıkacağı zannedilen belirli bir varlığa isim olarak
verilmiştir.

İslâmiyet’in tek kaynağı Kur’an’da “Mehdi” ile ilgili bir tek ayet, bir tek işaret
bulunmamasına rağmen, Müslümanlar arasında böyle bir inancın oluşması,
Yahudi ve Hıristiyan inançlarındaki “Mesih” inancına dayanmaktadır. Bu husus,
Ana Britannica tarafından da şu satırlarla saptanmıştır:

“mehdi, … İslâm’da kıyametten önce gelerek dünyayı adaletle dolduracağına


inanılan kurtarıcı. Başta Yahudilik ve Hıristiyanlık olmak üzere hemen bütün din
ve kültürlerde bulunan mesih inancının İslâm halk kültüründeki uzantısıdır. …”

Bu durumda, mehdi kavramının ayrıntılarına girmeden önce, İslâm’da yeri


olmayan bu sapık inancın kaynağı olan mesih inancının ne olduğuna bakmakta
yarar vardır. Kur’an’da İsa peygamberin lâkabı olarak geçen “Mesih” sözcüğü
(Nisa; 157, Maide; 72, 75) hakkında Ana Britannica şu bilgileri vermektedir:

“mesih, (İbranice maşiah: meshedilmiş, kutsal yağla kutsanmış), geniş anlamda;


dinsel düşüncede dünya tarihinin sonunda tanrısal bir görevi yerine getirerek
insanlığı kötülük ve günahlardan kurtaracak kişi, dar anlamda; Yahudilikte Hz.
Davud’un soyundan gelerek İsrailoğullarını geçmişteki altın çağına kavuşturacak
kral. Hıristiyanlık, daha Yeni Ahit yazarlarından başlayarak “Mesih” adını
(Yunanca Hristos; Lâtince Christus) Hz. İsa ile özdeşleştirmiş, insanoğlunu
günahkârlığın boyunduruğundan çıkararak Tanrı’yla sonsuza değin barıştırdığına
inanılan bu kurtarıcıyı İsa Mesih biçiminde adlandırmıştır. … Tevrat’ın hiçbir
yerinde dünya tarihinin sonunda ortaya çıkacak bir mesihten söz edilmiyordu.
Kusursuz bir kralın yönetimindeki bir çağın geleceğini öngören bölümlerde de
hiçbir yerde mesih terimi kullanılmıyordu. Bununla birlikte günümüzdeki
araştırmacıların çoğuna göre Yahudilerin mesih beklentisi krallık kavramı ile ilgili
inançlardan türemişti. Buna göre meshedilmiş kral tanrısal kökenli olmadığı hâlde
Tanrı’nın Oğlu olarak adlandırılacak, dünyanın kurtuluşu umutları ona
yüklenecekti. … Kitab-ı Mukaddes geleneğinden etkilenmemiş dinlerin ahiret
öğretilerinde de mesih benzeri inançlar ortaya çıktı. Budizm gibi mesihçiliğe
oldukça uzak olan bir din bile, örneğin Mayahana grupları arasında, gelecekte
gökten inerek inananları cennete götürecek Buda Maitreya inancını doğurdu.
Bütünüyle ahiret yönelimli olan Zerdüşt dininde de, Zerdüşt’ün ölümünden sonra
gelecek bir oğlunun, dünyayı sonsuz esenliğe getirmesi ve ölüleri diriltmesi
bekleniyordu. …”

Görüldüğü gibi, sadece semavî dinlere mensup olanlar arasında değil,


yeryüzündeki tüm ilkel dinlerde var olan inanca göre kötü gidişe dur diyecek olan
bu BEKLENEN KURTARICI , aslında insanların zulüm ve işkence altında inlediği
dönemlerde, ezilen ve baskı altında tutulan zavallı kitlelerin ürettiği bir HAYALÎ
KAHRAMAN; ütopik bir SÜPERMAN’dir.

MÜSLÜMANLARDA MEHDİ İNANCI

İslâm tarihi ve İslâmî bilim kaynakları incelendiğinde, önceden Yahudi ve


Hıristiyan olan bir çok kişinin Müslüman olduktan sonra, eski inanç ve kültürlerini
İslâm dinine uyarlamaya çalıştıkları, yani kendi sapık inanç ve amellerini,
İSLÂMÎLEŞTİRMEYE çalıştıkları görülmektedir. Nitekim tüm İslâm bilginleri,
Kâ’bu-l Ahbar, Vehb b.Münebbih, Abdullah b.Selam, Temim-i Dari, İbn-i Cüreyc
gibi kişilerin, bu icraatı çokça yaptıkları konusunda birleşmektedirler. İşte mehdi
inancı da, bu gibi kişiler marifetiyle Müslümanlar arasına girmiş ve yayılmıştır.
Çünkü zaten Kur’an’da bahsi geçmeyen bu kavrama, ne İslâm dinini en iyi
anlamış ve bu sebeple sonradan mezhep imamı olarak kabul edilmiş İmam-ı
Azam, İmam-ı Maturidî, İmam-ı Eş’arî gibi bilginlerin eserlerinde, ne de hadis
kitaplarının en sağlamları olarak kabul edilen Sahih-i Buharî ve Müslim’deki
rivayetlerde yer verilmiştir. Bu konudaki rivayetlerin tüm hadis bilginlerince
“uydurma hadisler” listesine alınmasına ve güvenilir sayılmamasına rağmen, bir
kesim tarafından “bilgin” sayılan bir çağımız insanı, bu rivayetleri “manen
mütevater” olarak benimsemiş ve mehdi konusunda “inciler” döktürmüştür.
Hayatta iken müritleri tarafından mehdi olarak kabul edilmiş olan bu zat,
insanların Allah’tan yardım istemeyi unutacaklarını düşünmüş olmalı ki;
“Ümitsizliğe düşüldüğünde, kahredici, zalim idareciler, istilâlar, sürgünler,
baskılar döneminde insanlar böyle bir ümide muhtaçtır. O sayede kötü şartlara
sabredilir, tahammül edilir. Onun için Mehdi inancı gereklidir.”
diyebilmiştir.

Buharî ve Müslim dışındaki hadis kitaplarında MÜTEVATER olmayan, bir kaç zayıf
rivayete konu edilen mehdi inancı; inançlarının temeli “rüya” ve “keşif” olan,
aslında inanç ilkeleri ve amelleri itibari ile İslâm’dan çok farklı bir din olan
tasavvuf ve tarikat çevreleri ile Şii mezhebinde revaç bulmuştur. Oysa İslâm’da
ZANNA DAYALI İNANÇ OLUŞTURULMAZ:

Yunus; 36: Onların çoğu ZANDAN başka bir şeyin ardından gitmiyor. Doğrusu
şu ki, ZAN HAKTAN HİÇBİR ŞEY İFADE ETMEZ. Allah onların yaptıklarını
iyice bilmektedir.
MEHDİ KİMDİR ?

Şiilik’te mehdi, “yüce bir imam”dır. Onu kimse göremez, bilemez. Çünkü
kendisini gözlerden saklamıştır. O ölmemiştir. Kıyamet yaklaştığında saklandığı
yerden çıkacak, yeryüzünden her türlü kötülüğü kaldırarak herkesin mutluluğunu
sağlayacak, böylece Allah tarafından kendisine verilen görevi yerine getirmiş
olacaktır.

Şiilik’in İMAMİYYE ekolüne göre ise mehdi, Hasan Askerî’nin oğludur. Babası
öldüğü zaman yaşı çok küçük olmasına rağmen babasının cenaze namazını
kıldırmıştır. Sonra dünyadan el etek çekerek görünmez olmuştur. Topluma
yolladığı mesajları, belirlediği dört temsilci ile iletmiş, kendisi ölünce bu
temsilcilerin de görevleri bitmiştir.

Mehdi inancının, Şii ekolde Sünni ekole nazaran daha çok kabul edilmesinin
sebebi, Emevi soyunun, Abbasi soyuna çektirdiği aşırı zulüm ve işkencedir.

Zayıf rivayetlere göre ise mehdi;


- Kıyamete yakın bir zamanda, Sünnetlerin unutulup bid’atlerin çoğaldığı,
zulüm ve fesadın hüküm sürdüğü bir zamanda ortaya çıkacaktır.
- Peygamberimizin kızı Fatıma’nın oğlu Hüseyin’in neslinden gelecek (yani
seyyit olacak), Medine’de doğacak ama kendisini Mekke’de tanıtacak,
peygamberimiz gibi kendi adı Muhammed ve babasının adı da Abdullah olacaktır.
- Çok bilgin birisi olacak, kendi adına mezhep kuracak ve bütün Müslümanlar
kendisine uyacaktır.
- Ashab-ı Kehf’in kendisine yardım edeceği bu mehdi, tüm dünyanın
hükümdarı olacak ve dünyayı zulümden temizleyerek, adaleti hâkim kılacaktır.
- İsa peygamber onun zamanında gökten inecek, onun arkasında namaz
kılacak ve Deccal’a karşı beraber mücadele edeceklerdir.
- Altı ilâ dokuz yıl arasında saltanat sürecek ve bu dönemde bol yağmur
yağacak, toprak bol bereketli olacaktır.

İşte bu saçma inançlar, Tarih kitaplarında ve ansiklopedilerde görülebileceği gibi,


tarihte bir çok şarlatan mehdinin çıkmasına yol açmıştır. Ama bu sapıklık tarihte
kalmamış, tarikat şeyhlerinin mehdi olduğuna inanan insanlarca günümüzde
kadar da getirilmiştir.

İSLÂM DİNİNDE MEHDİ İNANCI

Bu sapık inancın, İslâm dini ile, hiçbir aşamada örtüştüğü bir husus yoktur.
Çünkü bu sapık inancın aşamalarında olacağı söylenen zırvalar şunlardır:
Memleket zulüm ve fesada boğulduğu zaman, hiç kimsenin zahmet edip bir
çabaya girmesine gerek kalmadan Allah insanlara Mesih ya da Mehdi’yi
yollayacak, o da memleketi zulümden, baskıdan, fesattan kurtarıverecektir.
İnsanların Mesih ya da Mehdi’nin dünyayı düzeltmesine yardım etmelerine de
gerek kalmayacak, çünkü Mesih ya da Mehdi’ye yardımcı olarak Allah mağaradan
Ashab-ı Kehf’i çıkaracak ve gökten İsa’yı indirecektir. Böylece insanlar
tekkelerde, köşelerde, ellerinde doksan dokuzluk tespihler, lâklâk edecekler, ama
memleket zulümden fesattan Mesih ya da Mehdi ve yardımcıları tarafından
kurtarılacaktır.
Yukarıdaki tabloya göre, zulüm ve fesatla ölümüne mücadele etmiş peygamberler
ve yandaşları sanki birer ENAYİ, Allah da bu mesihci ya da mehdici takımın hâşâ
uşağı konumundadır.

Halbuki İslâm’ın öngördüğü, insanlardan beklediği ise şunlardır:

Müddessir; 1, 2: Ey örtüye bürünen! Kalk, hemen UYAR.

Âl-i Imran; 104: İçinizden hayra çağıran, doğruyu-güzeli emreden, kötü-


çirkinden alıkoyan bir topluluk olsun. Kurtuluş ve zafere eren işte
onlardır.

Fussılet; 33: Allah’a çağıran ve düzeltici işler yapan ve “ben


Müslümanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır.

Enfal; 39: Fitne kalmayıncaya ve din tümüyle Allah’ın oluncaya kadar


onlarla SAVAŞ. Vazgeçerlerse kuşkusuz ki Allah, ne yaptıklarını iyice görendir.

Görüldüğü gibi İslâm dinine göre Müslüman, her kötülük karşısında şartlara göre
tavır almak, kötülüklerle mücadele etmek zorundadır. Çünkü insanlar hak
etmedikçe Allah, onların içine düştükleri perişanlığı değiştirmeyecektir:

Rad; 11: Her biri için onu önünden ve arkasından izleyen gözcüler vardır ki,
kendisini Allah’ın emrine bağlı olarak koruyup denetlerler. Gerçek şu ki Allah,
BİR TOPLUMUN MARUZ KALDIĞI ŞEYLERİ, ONLAR, İÇ
DÜNYALARINDAKİNİ DEĞİŞTİRMEDİKÇE, DEĞİŞTİRMEZ. Allah bir topluma
bir perişanlık dileyince de artık onu geri çevirecek bir güç yoktur. Ve onlar için
Allah dışında koruyucu bir dost da olmaz.

Sonuç olarak, Mehdi ve Mesih’i karşılaştırdığımızda, Mehdi denilen


kişinin Yahudi ve Hıristiyanlık inancındaki Mesih olduğunu, diğer bir
ifadeyle Mehdi’nin, Mesih’in İslâmîleştirilmişi olduğunu görmekteyiz.
Orijinal İslâm’da böyle saçma bir inanç yoktur, olması da mümkün
değildir.

MEHDÎLİK VE MEHDÎCİLİK

Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK

Mehdi kelimesi Kur'an'da geçmez. Anlam olarak hidayete eren, hidayete erdiren
demektir.

Hidayet (doğruya ve güzele kılavuzlamak), Kur'an'a göre Allah'ın elindedir. Allah


bu yetkisini peygamberleri ve kitapları aracılığıyla kullanır. Peygamberin getirdiği
kitaplardaki ilkelerle hidayete çağıranlardan ise mübelliğ (tebliğci), dâî (çağrı
yapan), nezîr (uyarıcı ) denir. Bu hidayet yolcularının hiçbirinde tebliğ dışında bir
amaç ve beklenti yoktur.
Mehdî, siyasal liderlik, devlet başkanlığı maddesel önderlik talepleri olan bir
"kurtarıcı portresine sahiptir. Nitekim tarih boyunca tüm mehdi adayları, yönetimi
bir şekilde ele geçirmeyi esas alan kişilerdir. Bunu bazan açık, bazan da örtülü
biçil ifade ederler. Ama hepsinde kitleyi, bir önder sıfat siyasal ve askerî
hareketleri de kullanarak kurtarma iddiası vardır. Bunun içindir ki, İslam
literatürü mehdî kavramı hemen daima imamet (devlet başkanlığı) kavramı ile
yan yana veya bağlantılı olarak ele alınmıştır. Hatta, adaletli, güven verici bir
devlet başkanı görüldüğünde ona mehdî denebilmiş, en azından bir devlet
başkanının mehdî beklemeye gerek bırakmadığı dile getirilmiştir. Örneğin, Abbasî
halifesi Nâsır Lidinillah (ölm. 575/1180), devrin ünlü şairi Sıbt'b. Te'âvîzî (ölm.
582/1186) tarafından mehdî diye anılıyordu. Sibt, Nasır geldikten sonra artık
mehdî beklemeye gerek kalmadığını şiirlerinde ifade ediyordu, (bk. İlhan;
Mehdîlik, 16)

Bu anlayış, zulüm ve despotizm altında inleyen kitlelerde şu veya bu adla tarih


boyunca hep var olagelmiştir. Bugünkü İslam dünyasında yaşayan şekli ise
Yahudilik ve Hristiyanlık'taki mesih (kurtarıcı) inancının Müslüman kitlelere
aktarılmışıdır. Yahudiler, İlyas Peygamberin göğe çıkarıldığına ve âhir zamanda
dünyayı kurtarmak üzere geri geleceğine inanmışlardır. Hristiyan dünya aynı
inancı Hz. İsa'yı göğe çıkararak yaşatmıştır. Bu inanç, İslam akîdesi içine de, ne
yazık ki, İsa'nın geri geleceğini tekrar eden bir söylem olarak girmiştir.

Emevîler döneminde Süfyânî adıyla bir kurtarıcı beklendi, (bk. Avni İlhan;
Mehdîlik, İst. 1993, s. 13) Daha sonra bu, Sünnîliğe Hz. İsa'nın gökten ineceği ve
Şiîliğe de, beklenen mehdinin geleceği söylemi halinde girdi.

Kısacası, aklını ve eylemini vaktinde kullanmadığı için ezilen kitleler, iyice


bunaldıklarında ütopik bir kurtarıcı beklerler. İslam dünyasında en ateşli mehdî
beklentisi, tarih boyunca en çok ezilen Şiî-Alevî kitlelerde görülür. Bu beklenti
giderek, "Mehdî-i Muntazar (beklenen mehdî) deyimiyle imanın bir şartı haline
getirilmiştir.

Şiî inancında, ilk zamanlar, mehdî olarak Hz. Ali'nin geri gelmesi beklenmiş ve
mehdî inancı Ali'nin adı çevresinde oluşturulan mitolojiye bağlanmıştır.
165/782'de ölen ve tarihin en tehlikeli uydurmacılarından biri olan Câbir b. Yezîd
el-Ca'fî el-Kûfî (İmam Âzam onun için "en büyük yalancı" diyor) Hz. Ali'nin bir
kurtarıcı-mehdî olarak geri geleceğini iddia ediyor ve kanıt olarak da Kur'an'ın
Neml Suresi 82. ayetini gösteriyordu

Hz. Ali'den sonra "geri gelecek mehdî" olarak onun oğlu Muhammed b. el-
Hanefiyye (ölm. 81/700 öne çıkarıldı. Şiîlerde hemen her imam için öne sürülen
bu geri gelme (ric'at) nihayet 12. imam Mehdi-i Muntazar veya "Gâib İmam"
(Gizlenen İmam) la noktalandı. Şimdilerde tüm Şiî ekoller onun geri gelip
insanlığı kurtaracağını ileri sürmektedir. Şiî ekollerin bazıları, bir mehdinin
geleceğine inanır, ama onu adını vermezler.

Mehdi inancı gerekeni yapamayan veya yapmayanların avunmasını sağlayan bir


ütopyadır. Bu inanç bekleme esastır. Eskiden ezildiğinin farkında olamadığı veya
ezilmeye karşı çıkacak imkân bulamadığı için hır çeken kitle, mehdî inancıyla,
kahır çekmeyi, aldatılmayı bizzat kendi eliyle imanlaştırmış olmaktadır. Bunun
içindir ki mehdî inancından, daha doğrusu mehdi hayal ve aldanışından
kurtulamayan kitlelerin kalkınması, ilerlemesi mümkün değildir. Mehdî inancı
atılım, üretim, gelişim ruhunu felce uğratan hurafedir.

Bu hurafeye destek olarak ortada dolaştırılan "hadis patentli" sözlerin tümü


uydurmadır.

Mehdiden maksat, tanrısal ışık ve aydınlığın önderi ise o, bugün için Kur'an'dır.
Artı kişilerden hidayet bekleme devri bitmiştir.

Çünkü peygamberlik devri Kur'an'la kapat ılmış Mehdiden maksat, kitlesel-siyasal


kurtuluş ve bağımsızlık ise bunun yolu basiretli aktif siyasettir. Bu değerlerde
başarılı olamayanlar, hayal ve afsunun derin ve uyutucu sularında ömür
tüketmeye devam ederler.

Mehdî ve mehdîlikle ilgili hadis patentli sözlerin, bir kere, hadis kritiği açısından
hiçbirine güvenilemez. Çünkü bunların bazıları Hz. İsa dışında mehdî
olamayacağını söylerken bazıları daha birçok mehdî tipten söz etmektedir.
Kısacası, herkes kendi ekibinin şefini mehdî yapmak için bir veya birkaç hadis
uydurmuştur. Özellikle tasavvuf-tarîkat çevrelerinde her ekip kendi şeyhini
"zamanın efendisi" veya "mehdî" olarak kabul ettirmek için elinden geleni ardına
koymamıştır. Akıl almaz keramet isnatları, kurtuluş vaatleri, korku ve tehdit
salmalar... birbirini izler.

Bu çevrelerdeki "kutup" inancı, mehdî inancının ta kendisidir.

Her mehdîye bir de deccal yani düşman lâzımdır ki, o da ekip başının siyasal ve
ekonomik çıkarlarına en çok darbe vuran kişidir. Örneğin, Cumhuriyet döneminin
mehdî taslaklarının ortak Deccal'i daima Atatürk olmuştur. Bunda garip bir yan
yoktur. Onların akıl ve Kur'an dışı çıkarlarına en büyük darbeyi vuran, Atatürk idi.

Konuya Kur'an vahyi açısından bakarsak, mehdîlik diye bir inancın varlığını kabul,
Hz. Muhammed'in son peygamber olduğunu kabulle yan yana duramaz. Bunların
biri doğruysa Öteki yanlıştır. Biz, Hz. Muhammed'in son peygamber olduğunu
kabul ettiğimizdendir ki, başka bir mehdî geleceğine asla ihtimal vermeyiz ve
böyle bir şeye inanmayı Kur'an'a aykırı buluruz. Esasen Kur'an, kişilerin hidayet
önderi olma devrini kapatmış, ilkeleri öne geçirmiştir, ilkelerin kaynağı ise
Kur'an'dır

O halde, Kur'an'in gelişinden sonra mehdi beklemek, ancak Kur'an'i yetersiz ilan
etmekle mumkun olur. Kur'an'i yeterli bulanlar içinn başka bir mehdiye ihtiyaç
yoktur.

Ne yazik ki Islam tarihi boyunca hemen her cografyadan bir veya birkaç mehdi
çıkmış ve halkı peşine takabilmiştir. Ancak bunların tümünün sonu felaket ve
hezimet olmuştur.

Mehdilikle ilgili uydurmalardan bazıları:

"Mehdinin çıkacagını inkar eden, Muhammed'e indirileni inkar etmiş demektir.


İsa'nın gökten ineceğini inkar eden de kafir olmuş demektir. Deccal'in çıkacagıinı
inkar eden de kafir olur. Kadere yani hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine
inanmayan kişi de kafir olur. Cebrail bana şunu haber verdi: Kadere, hayır ve
Şerrin Allah'tan geldiğine inanmayan kendisine benim dışımda bir Tanrı bulsun!"
(Elbani'nin sadece uydurma demekle kalmayip "batıl" dedigi bu yalan icin bk.
Elbani; ez-Zaifa, 3/201- 202)

"Arinmiş benlik öldurülmedikce mehdi çikmaz. Arınmış benlik öldurüldüğünde ise


gökte ve yerdeki tüm varlıklar öfkelenir de halk mehdinin huzuruna gelir, onu
tıpkı zifaf gecesinde süslenen gelin gibi süslerler. Mehdi yeryüzünü adalet ve
dürüstlükle doldurur. Yeryüzü tüm bitkilerini çıkarır, gök yağmur yağdırır ve
ümmetim, Mehdi'nin kentinde daha önce hiç nimetlenmedigi bir biçimde nimete
boğulur." (Elbani'nin uydurma demekle "münker" dedigi bu yalan icin bk. Elbant;
5/176)

Kaynak: Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK'ün İslam Nasıl Yozlaştırıldı kitabından
aktarılmıştır.

http://www.beyyine.com//islam/mehdi.htm

Mehdi Meselesi
www.kurannesli.info

Bu kavram ‘hedy-hidayet’ kökünden türemiş bir kelimedir. ‘Hedy’; doğru yolu


bulmak, yol göstermek, hidâyeti göstermek demektir.‘Mehdi’nin sözlük anlamı,
hidayete eren, doğru yolu bulan, Allah’ın hakk olan yola yönelttiği kimse
demektir.

Bu kelime sözlük anlamına uygun olarak şairler tarafından Peygamberimizi


övmek için kullanılmıştır. Ayrıca dört halifeye de ‘mehdi’ dendiği olmuştur.
(Hutbelerde okunan dualarda dört halife hakkında ‘mürşidiyyun-mehdiyyun- irşad
ediciler, hidayette olanlar’ şeklinde övgü cümleleri geçmektedir.) Hz. Hüseyin ve
bazı halifeler hakkında övgü sözü olarak ‘mehdi’ sıfatı kullanılmıştır.

Islâm tarihinde ‘mehdi’; kendisinden önce zulüm ve haksızlıkların alıp yürüdüğü


yeryüzünü, adaletle dolduracağı, Islâmı hakim kılacağı sanılan kişidir.

Mehdi’nin günün birinde geleceği ile ilgili hadis kitaplarında ahad (tek râvi
kanalıyla gelen) hadisler bulunmaktadır ama bunların içerisinde birbiriyle çelişen
haberler vardır. Buharî ve Müslim’in kitaplarında ise Mehdi kelimesi geçen bir
hadis yoktur. Kur’an’da mehdi’yi gösteren en ufak bir işarete de rastlamak
mümkün değildir.

Bazı hadis rivayetlerine göre Mehdi, ehl-i beyt’tendir ve Fâtıma (r.anhâ)


soyundandır. (Ebu Davud, Mehdi/Hadis no: 4282-4284, 4/106; Ibn Mace,
Fiten/34, Hadis no: 4082-4088, 2/1366) Dünya hayatının sona ermesine bir gün
bile kalsa Mehdi’nin gönderileceği haber veriliyor. (Ebu Davud, Mehdi, Hadis no:
4282-4283, 4/106)
Ilk dönem itikat kitaplarında Mehdi konusu yer almamıştır. Ancak daha sonra
yazılan akaid kitaplarında Mehdiden bahsedilmektedir. Mehdi’den bahseden
hadisler mütevatir olmadığı için, bu konu iman konuları içerisinde yer almamıştır.
Ancak Islâm tarihinde Mehdi iddiasıyla bir çok insan çıktı, insanlar bazılarına
mehdi diye uydular ve bir çoğu da bir mehdi beklentisi içerisinde oldular.

Mehdi meselesi Islâm tarihinin başlangıcında ortaya çıkan siyasí tartışmalar ve


siyasí mezhepleşmelerden sonra daha çok gündeme gelmiştir. Özellikle Şii’lerde
mehdi inancı dinin esasından sayılmıştır. Onlara göre beklenen bir mehdi (mehdi-
i muntazar) gelecek, kendilerini zulüm ve baskıdan kurtaracak, yeryüzüne
adaletle dolduracaktır. Bu bakımdan onlar, kendilerine öncülük eden Ehl-i Beyt
imamlarına mehdi gözüyle bakmışlar ve onlara itaat etmişlerdir. Onlara göre
mehdi, Fatıma (r.anha) soyundandır, günahsızdır ve olağanüstü özellikleri vardır.
Şii’lerin çeşitli kollarına göre ayrı mehdiler vardır. Onların en büyük kolu olan
Imamiyye’ye göre ise ‘beklenen mehdi’, Onikinci Imam, Ebu’l Kasım Muhammed
b. Hasan el-Mehdi’dir. O, küçük yaşta kaybolmuştur (ğaibtir), yeniden gelecek ve
zulümleri önleyecektir.

Anlaşıldığı kadarıyla Mehdi inancı siyasî olayların müslümanları fırkalara


ayırmasından sonra daha çok gündeme gelmeye başlamıştır. Ahad ve zayıf
haberlerin dışında sağlam dayanağı bulunmamaktadır. Islâm tarihinde bir çok
Mehdiler çıkmıştır. Çevresine adam toplayıp saltanat sürmek isteyen niceleri veya
zalim yöneticilerle mücadele etmek isteyen iyi niyetli önderlerinin bir kısmı bu
Mehdilik beklentisinden yararlanmışlardır. Tarih boyunca nice sahtekârlar, çıkar
sağlamak ve halkın üzerinde etkili olabilmek için mehdilik inancını istismar
etmişlerdir. Günümüzde bile bazı açık gözler zaman zaman bu beklentiden
yararlanmayı deniyorlar. Işin garibi bu gibi konuların istirmacısı bulanabileceği
bilinmesine rağmen ‘mehdiyim’ diye ortaya çıkanlar çevrelerine adam toplamayı
hâlâ başarabiliyorlar.

Mehdi beklentisi bir çok müslümanı ümitsizliğe ve görevini yapmamaya


sevketmiştir. Öyle ya mehdi gelecek ve dünyayı düzeltecek, zulümleri önleyecek,
insanlara hidâyet dağıtacak… Bu hayal nicelerini boş beklentilere sevketmiştir.
Niceleri bu umut sebebiyle yapması gereken en basit görevleri bile savsaklamış,
kendisine zulmedenlerle mücadele etmeyi terketmiş, zalimlere karşı çıkma
görevini gelecek mehdiye bırakmıştır.

Allah (cc) dilediği araç ve insanla dinini destekler. O dininin yaşanabilmesinin


araçlarını dilediği gibi yaratır. Hidâyet O’nun elindedir, dilediğine verir. O’nun
gönderdiği Kur’an-ı Kerim kıyamete kadar değişmeden kalacaktır. O Kur’an ki en
büyük hidayet aracıdır. Insanlara düşen Kur’an’ı anlamak ve O’na uymaktır.
Hayalleri (ümniyye’yi) bir tarafa bırakıp yapması gerekeni gücü yettiği kadar
yerine getirmektir.

Mehdi beklentisi müslümanların ne imanlarını artırır ne de salih amellerini.


Müslümanlar işlerini ve çalışmalarını gelmesi muhtemel mehdilere göre
ayarlamazlar. Onlar, inandıklarını hayatlarından uygulamaya çalışırlar. Sonuç
Allah’a aittir.

Şimdiye kadar çıktığı iddia edilen ve hâlâ çıkmaya devam eden bu mehdilerden
acaba hangisi gerçek mehdidir? Kaynaklarda bir sayı ve zaman verilmediğine
göre hepsini de mehdi olarak kabul edecek miyiz? Bundan sonra ortaya çıkan
mehdi adaylarına karşı nasıl bir tavır takınacağız?

Işin garibi tarihten beri ortalıkta bu kadar mehdi adayı olmasın rağmen
müslümanların durumlarında pek bir değişiklik görünmemektedir. Ne mehdinin
mesajını anlayıp kendini düzeltenler var; ne de zalimlerin zulmünün son bulması.
Bu mehdi adaylarının bir marifetleri varsa, müslümanların saf inançlarını
maddeye çevirme işlerinden vazgeçsinler de biraz da asıl işlerine dönsünler. (!)
Islâm ümmetinin dertlerine bir çözüm bulsunlar, Islâm ülkelerindeki tağutların
hakimiyetlerine ve zulümlerine bir dur desinler.

Kur’an, müslümanlara Mehdi beklemeyi değil; iman etmeyi ve imanın gereğini


yapmayı tavsiye ediyor. Bunu yapmayanlar ise zarar edeceklerdir. (Asr Sûresi)

Eğer Mehdi’yi hidayete götüren, hidayet veren şeklinde anlarsak; Kur’an en


büyük mehdi’dir (Hâdi-hidayete erdicidir). Insanlar bu mehdi’ye uyarsalar doğru
yolu bulurlar ve kurtuluşa ererler. Kur’an’ın kendisi de insanları sürekli bu
kurtuluşa davet etmektedir.

KURTARICI BEKLENTİSİ

www.kuranislami.com

Hemen hemen bütün toplumlar, içine düştükleri bunalımlardan, toplumsal


çöküntülerden ve maruz kaldıkları zulümlerden kurtulmak pek de mümkün
olmayınca ümitlerini; olağan dışı bir şekilde kendilerini kurtaracak olan
kurtarıcılara bağlamışlardır, Bu ümit neredeyse bütün dinler ve kültürlerde
ortaktır. Çünkü bütün toplumlar, tarihin bir yerinde 'kurtulmayı gerektiren' ciddi
sosyal felaketlerle karşı karşıya kalmışlardır. 'Kurtarıcı' ideali genel olarak, mesih
adı altında yaşatılmıştır. Islami literatüre ise bu, Mehdi olarak tercüme edilmiştir.
Yeni bir milenyum'un şu ilk günlerinde kurtarıcı umutları daha bir tazelenmiş
görünmekte, hatta kitleler, sanki milenyumun bizzat kendisi kurtaııcıymış gibi
güdülenmeye tabi tutulmaktadır.

Mucizevi bir kurtarıcının gelip bozulan her şeyi düzelteceği, mutluluk, barış ve
adalet getireceği inanışı, pek çok dinde amentü kapsamındadır. Bunlardan
bazıları özellikle dikkat çekicidir.

Eski Iran dini olan Zerdüştlük'te Kainatın tarihi, her biri üçer bin yıl olan dört
merhaleden oluşan, toplam 12000 yıldan meydana gelmektedir. llk üç bin yıl
(Tanrı) Ahura Mazda'nın dünyayı yarattığı dönemdir. Ikinci üç bin yıl, Ehrimen'in,
Ahura Mazda'nın yarattığı bu dünyaya saldırdığı dönemdir. Üçüncü üç bin yıllık
dönem, Peygamber Zerdüşt'ün ortaya çıktığı dönemdir. Son üç bin yıllık dönemde
ise, Zerdüşt'ün üç oğlu her biri bir bin yılın başında olmak üzere ortaya
çıkacaktır.

9000-12000 yılları arasında Ahura Mazda'nın,insanlara yardım etmek için


göndereceği Zerdüşt'ten sonra zaman geçtikçe dünyada ahlak bozulacak ve işte o
zaman Tanrı Ahura Mazda, mucizevi bir biçimde Zerdüşt'ün sulbünden saf bir
bakirenin hamile kalmasını sağlayacak; bu kızdan doğan oğlan çocuğu bir
peygamber olacak ve kısa zaman içinde dünyayı ıslah edecektir. Bu
peygamberden bin yıl sonra, yine böyle mucizeli bir doğumla bir ikincisi, ondan
bin yıl sonra da bu üçüncü ve sonuncusu gelecektir. Zerdüşt'ün bu oğullarının
sonuncusunun adı (Saoshyant) 'yardımcı', kurtarıcı anlamına gelmektedir.
Zerdüşt ahfadından gelecek bu son peygamberin zamanında ölüler mezardan
kalkacak, erimiş madenden bir ırmak, bir ateş ırmağı dünyayı temizleyecek.
doğruları yanlışlardan ayıracak, dünyayı şer kuvvetlerden temizleyecek, dünya
Zerdüşt mü'minlerle dolacak ve oradaki mutlulara yalnız Ahura Mazda egemen
olacaktır.

Muhtemelen 'Kurtarıcı/Mesih' düşüncesi Yahudiliğe. oradan Hristiyanlığa ve


bilahare Islami kültüre Zerdüştlük'ten geçmiştir. Bu intikalin kanıtı olarak, Islam
aleminde ortaya çıkan Zındık (Zendeka) akımından bahsedilebilir. Zındik, "Allah'a
ve herhangi bir dine inanmamakla beraber bunu gizleyen kişi" demektir. Kısacası
zendik teriminin, Islam toplumu içinde ortaya çıkan, Iran kökenli dini akımları ve
yandaşlarını adlandırmak için kullandığı anlaşılmaktadır. Emevi ve Abbasi
hilafetleri döneminde görülen kitlesel zendeka hareketlerinin hemen tamamı Iran
kökenli, Islam öncesi inançlarını hala kuvvetle korumakta olan eski Mazdeki.
Zerdüşti ve Maniheist çevrelerden kaynaklanmıştır.

Aslında Zerdüştlüğün dışında, Sümerler'de. Budizm'de, Sabiiler'de, Eski Cermen


dinlerinde v.b kurtancı beklemek genel geçer bir kuraldır. Budizm'in mehdisi,
günden güne tamamen bozulan ve cehalet, hırs, öfke ve sapıklığın doldurduğu;
insanların ömürlerinin her geçen gün kısaldığı dünyayı 60.000 veya 84.000
senelik süresinde imar edecek, mutluluk getirecektir. Dünya bolluk ve berekete
kavuşacak, yağmurlar düzgün yağacaktır.

Sabiiler'in kurtarıcı telakkisine göre, Adem ve nesli ayağa kalkıp beş bin sene
sürecek bir sulh devleti kurulacak ve ardından, altı bin yıl sürecek olan 'Yalancı
Mesih Isa'nın devleti kurulacaktır. Hz. Muhammed ve müslüman hakimiyeti ise
'dünyanın sonu' olarak telakki edilmektedir. Maniheizm'de, sahte kurtancı
Mithra'nın yanında bir de gerçek kurtarıcı Mithra'dan bahsedilir. Hlndular ise,
Vişnu'nun yeniden vücuda gelip Hind halkını zalim egemenlerlnden, yani
müslüman fatihlerden kurtaracağına inanmaktadırlar.

Yahudi inancına göre, tam bilinemeyen, ama kıyametten önceki bir çağda, Yahudi
mü'minleri mutluluğa ulaştırmak, düşmanlarına karşı galibiyete erdirmek için
gelecek kurtarıcıya Mesih denmektedir. Mesih sözcüğü. 'Yağlanmış, takdis
edilmiş' anlamında olup, ayinle, yağlanarak takdis edilmiş bir kralın krallığına
delalet etmektedir.

Mesih sözcüğü müphem de olsa Ahdi Atik'de; daha açık olarak ise Talmud'da
kullanılmaktadır. "Rabbin büyük ve korkunç günü gelmeden önce", Tann Yahova,
"Paygamber Eliyahu'yu [llyas] gönderecek"tir. (Tevrat. Malaki, 4/5). Yağlanarak
bir bakıma dini bir makama atanmış olan Israil kralı, dığer insanlardan farklı
olarak diniî kutsal bir kimliğe sahip olmaktaydı. Eski Ahid'de bu anlama gelen bir
pasaj yoksa da, 'Massiah' sözcüğü bilahare "Israil krallığını yeniden kurması ve
(Israil) halkını bütün kötülüklerden kurtarması beklenen geleceğin kralı", 'Yahudi
Mesihi' anlamını kazanmıştır.
Milli Mesih Davud'un oğlu, hikmetle ve adaletle yönetecek, dünyanın güçlerini
bozguna uğratacak, halkını yabancı yönetimlerden kurtaracak ve halkın barış ve
mutluluk içinde yaşayacağı evrensel bir krallık kuracaktır. O kuracağı 'asr-ı
saadet döneminde Kutsal yeri (tapınağı) yeniden yapacak, dağılmış olan Israil'i
toplayacak, bütün adalet hükümleri onun gününde yeniden eski yürürlüklerine
kavuşacaktır. "Kurtlar ve kuzular dağlarda birlikte otlayacaklar, leoparlar
çocuklarla birlikte karınlarını doyuracaklar. Dağlarda gezinen ayılar, danaları
birlikte geceleyecek; etobur arslanlar ağılda öküz gibi kepek yiyecek ve küçük bir
çocuk onları bir urganla güdecektir. Çünkü o bütün hayvanları zararsız kılacaktır.
Yılanlar ve çiyanlar bebeklerle uyuyacak; ama onlara zarar vermeyecektir, Çünkü
Allah'ın eli onların üzerinde olacaktır."

Davud oğlu Mesih Yeruşalim'i düşmandan temizleyecek ve kavmi ile oraya


yerleşecek, Tanrı Evi'ni (mabedi) Kudüs'te Sion Tepesi üzerine kuracaktır.
Israiloğullan bulundukları yerlerden Filistin'e gelecekler, Süleyman'ın mabedi
yeniden inşa edilecek, bütün Israillilere nübüvvet nuru ihsan edilecektir. 0 gün
tam bir barış hakim olacak, "Allah güneşten bir melik gönderecek ve dünyadaki
kötülük saçan savaşı durduracaktır." Bu melik, yaptıklarını kendiliğinden değil.
Allah'ın yüce emirlerine uyarak yapacaktır. Onun zama-nında mutlu olmayan
kimse kalmayacak, hatta hadım-lar evlenme ve çocuk sahibi olma imkanına
kavuşacaklardıc. Insanlar adaletle servet sahibi olacak-lar, bu mukaddes devir,
zamanın sonuna kadar devam edecektir. Allah'ın peygamberleri kılıcı bırakacaklar
ve adaletle insanlar arasında hükmedeceklerdir."

Hristiyanlığın mesih telakkisi de Yahudilik'ten tamamen bağımsız değildir. Mesih


sözcüğü Yunan diline, mesiyanik çağrışımları muhtevi olan Christos ve Christ
olarak çevrilmiştir. Gerçi Isa peygamber her ne kadar Israiloğulları arasından
çıkmış ve kendisinin Israiloğullanna gönderilmiş bir peygamber olduğunu
söylemişse de Hristiyanlar'a göre, "İsa'nın Mesih olarak geleceği Tanah'ta
[Tevrat] açık olarak yazılı olmasına rağmen Yahudiler'ce 'beklenen mesih' olarak
kabul edilmemiştir. Çünkü Yahudiler'i esaretten kurtaramamış, Mabed'i yeniden
kuramamıştı. Zaten onlar Eliyahu Peygamber'in gelmesini bekliyorlardı.

Isa, Filistin'de kurulacak llahi Mesih Devleti'ni haber veriyordu. şimdi artık
'Tanrısal Kral' yani Mesih yeryüzüne hakim olacaktı. Değişen dünyanın bu hali bir
anlamda, asude dünyanın Cennet'teki başlangıcıydı.

Hristiyanlar'a göre Isa, hali hazırda mesihi görevlerini bitirmiş olmasına rağmen,
son görevini yapmak üzere yeniden dönecektir. Incillere göre Isa Peygamber
öldükten üç gün sonra dirilmiş ve Galile'ye gitmiştir. Daha doğrusu aslında Isa
ölmemiş, Rabbin katına yükselmiş ve O'nun sağ yanına oturmuştur.

Islami fırkalardan Şia'da kurtarıcı beklemek dogma niteliğindedir. Şia'nın 'ahir


zaman' kurtarıcısının adı Gaib Imam'dır.

Bir kısım Şia menkıbelerine göre Allah mahlukatı yaratmadan 14000 yıl önce
ruhu yaratmıştır. Ruhların sonuncusu da el-Kaim el-Mehdufu'n ruhudur. el-Kaim
el-Mehdi-i Muntazar, Hüseyin b. Ali'nin neslinden gelen 11. Imam Hasan el-
Askeri'nin oğlu Muhammed'dir. Şia onun H. 260 yılında kaybolduğuna
inanmaktadır. Fakat bir gün, gaybet dönemi sona erip, yeniden zuhur edecek ve
bütün dünyayı deccaldan ve kötülüklerden temizleyecektir.
Aslında şia'da Mehdi'nin kim olduğu kısmen de olsa tartışmalıdır. Bir kısım
rivayetlere göre miraç esnasında Hz.Peygamber'e Ali ve ondan sonra vasi tayin
edilen imamların isimleri zikredilmiş, 12. imamın inci gibi parlayan bir yıldız
şeklinde görüldüğü belirtilmiştir. (Herhalde bu miracdaki bilgilendirilmeden(!)
sonra olacak ki,) Hz.Peygamber'e. "ihtilaflar çoğalınca, ruhu ve çamuru
kendisinden alınan Ali'ye uyulması, Hasan ve Hüseyin'in ondan olduğu, Hüseyin'in
neslinden dokuzuncusunun, ümmetinin el-Kaim'i olup, adaletsizlik ve zulümle
dolan dünyayı adaletle dolduracağı" müjdesi verilmiştir!

Sonuçta Şiiler arasında, kaybolduğuna inanılan el-Kaim el-Mehdi'nin, -ihtilaflı


görüşlere rağmen- 12. imam Muhammed b. Hasan el-Askeri olduğunda karar
kılınmış, on iki asırdır Imamiyye'nin inanç esasları arasında yeralmıştır.

Gaib Imam el-Kaim el-Mehdi'nin ömrünü Allah uzatacak ve 40 yaşlannda ortaya


çıkacaktır. Kufe'de olacak, orada ne kadar köle varsa azad edecek, borçlulann
borçlarını ödeyecek, haksızlığa uğrayanların hakkını alacaktır. Öldürülüp de diyeti
ödenmeyenlerin diyetlerini ödeyecek, yeryüzünde Allah'dan başka ibadet edilen
hiçbir mabud bırakmayacaktır.

Gulat-ı Şia'nın sapkın bir versiyonu olan Babiliğin kurtarıcı idealinin merkezinde,
kurucusu Mirza Ali Muhammed vardır. Mirza Ali, mensup olduğunu iddia ettiği Şii-
lmamiyye'nin (12.) Gaib Imamı'nın gaybubet-i suğra döneminin başladığı tarih
olan H.260 yılını esas alarak, bundan bin yıl sonra, yani H.1260 yılında kendisinin
Bab olduğunu ilan etmiştir. Öğretiye göre Mirza Ali, insanların, 'zamanın sahibi
olan' gaib Imam ile temas kurmalarının vasıtası, kapısıdır. Fakat Mirza Ali,
'Mehdi'ye açılan kapı' (bab) olmakla yetinmemiş, bilahare 'Beklenen Mehdi'
olduğunu, daha sonra Peygamberliğini, ve en nihayetinde de, -bu sürecin
ulaşacağı son istasyon olarak- Tanrılığını ilan etmiştir.

Bahailer'in. Mehdi'si Mazenderan'lı Hüseyin Ali (0.1892); Kadıyani/Ahmedilerin'ki


Mirza Gulam Ahmed Kadıyani(ö.1908)dir.

Ehli Sünnet'de kurtarıcı, başta 'Sahih Hadis Kitapları' olmak üzere, fiten
kitaplanndaki rivayetlerin şekillendirdiği Mehdi'dir. Dikkat çeken bir husus, hem
Şia hem de Ehli Sünnet Mehdisi'nin Alevi, yani Ehli Beyt'ten olmasındaki
ortaklıktır. "Ahir zamanda ehli beytten çıkıp dini güçlendirecek, adaleti getirecek,
müslümanların kendisine tabi olacağı, Islam memleketlerine hakim olacak olan"
kurtarıcının gelmesi ehli sünnete göre haktır! 0, bozulan, fesada uğrayan dünyayı
ıslah edecek, Deccal'dan kurtaracaktır.

Aslında, Isa'nın da Ehli Sünnet kaynaklarında Mehdi olarak beklendiği vakidir.


Bazan da o Mehdi ile çağdaş olarak gösterilmekte; Mehdi'nin arkasında namaz
kılacağı, ona biat edeceği bildirilmektedir.

Vadedilen Mehdi'nin zamanı kelimenin tam anlamıyla bir asrı saadet dönemi
olacaktır. Öyle ki, Ibni Sirin'e atfedilen bir söze göre, Mehdi'nin Ebubekir ve
Ömer'den, hatta bazı Peygamberlerden bile üstün olduğu haber verilmektedir!

Kurtarıcı Mehdi yeryüzünü kıst ve adaletle dolduracak, malı eşit şekilde


dağıtacaktır. 0 gün mal alabildiğine çok olacak, ümmet o gün daha önce
benzerini hiç görmediği bir bolluğa erişecektir. Öyle ki, malının zekatını vermek
isteyen zenginler, zekat alacak bir fakir bulamayacaklardır. 0 gün yeryüzü bütün
ürünlerini bitirecek, gökler alabildiğine sularını indirecektir. Yığınlarca olan mala
kimse dönüp bakmayacak bile.

Sünni kaynakların bir Mehdi motifine büründürdükleri Isa'nın nüzulüyle de tam


bir mutluluk dönemi yaşanacaktır. Öyle ki, çocuklar ellerini yılan yuvasına
sokacaklar fakat yılan zarar vermeyecek, çok küçük çocuk bile arslanı kaçıracak,
ona zarar vermeyecek, kurt koyun sürüsüne katılıp sanki onun köpeği gibi
olacak; kabın suyla dolduğu gibi yeryüzü barışla dolacak; söz tek olacak,
Allah'dan başkasına ibadet edilmeyecektir!

Şüphesiz kurtarıcı (Mesih/Mehdi/Muhallis) idealini oluşturan bazı anlaşılır sebepler


vardır. Örneğin Yahudi toptumu tarîh boyunca oldukça büyük belalara maruz
kalmıştır. Onların çektikleri belalara Kur'an da Isra suresinde atıfta
bulunmaktadır. Asur ve Babil krallıkları tarafından esir edilmişler, Yunan ve Roma
hakimiyetinde kalmışlar, 1492'de Hristiyan fatihleri tarafından Ispanya ve
Portekiz'den sürgün edilmişler nihayet 1948 yılına kadar süren, yabancı
hakimiyeti ve sürgünlere dayalı, mahkumiyet dolu bir hayat yaşamışlardır.
Işte bu kadar acıyı ve sıkıntıyı yaşayan Israiloğulları, umutlarını bir kurtarıcıya
bağlamışlar. ancak, 'ilahi kaynaklı ve destekli bir kurtarıcı' eliyle bu sefaletten
kurtulabileceklerine inanmışlardır. Onlar. 'sürgün'den bir mesih sayesinde
kurtulacaklarına. kendilerine Peygamberler'in verdiği bir söz olarak
inanmaktadırlar. Bunu Allah'ın adaletinin bir gereği olarak beklemektedirler.

Şia da tıpkı Beni Israil gibi belalara ve sıkıntılara uğramış ve yaşanan bu trajedi,
beklenen bir kurtarıcı (Imam/Mehdi) mitinin doğmasında etkin olmuştur. Onlar.
Emevi döneminde uğradıkları sıkıntılar ve acılardan sonra, hiziplerindeki heyecanı
canlı tutabilmek için, Emevileri hezimete uğratacak, intikamlarını alacak bir Mehdi
müjdesini, tabilerine vermek zorundaydılar. Fakat aynı zamanda bu mitolojik
kurtarıcının dini bir renkte olması gerekmekteydi; aksi taktirde kabul
görmeyecekti!

Fakat bütün bu gerçekler, Mehdi/Masum Imam telakkisini gerçek kılmak için


yetmemektedir! Çünkü bu telakkinin kökeni çok daha derinlerde, yukarıda izaha
çalıştığımız Zerdüşti ve Israili nüfuzda bulunmaktadır. Şia'nın 'Masum
Imam/Mehdi' formülasyonunda ifadesini bulan kurtarıcı, aslında Fars kültüründeki
Kral kültünün teşeyyu etmiş biçiminden başka bir şey değildir. Bu kült zamanla
Resul ve Nebi kavramıyla boy ölçüşür hale gelmiştir. Imam Rıza, Masum
Imam'ın, bir anlamda vahiy aldığını, (Cebrail'in) kelamını işittiğini, fakat şahsını
görmediğini beyan etmiştir. (Şia'nın Buhari'si olan Kuheyni'nin kitabından).

Ahmet Emin'in tespitinde olduğu gibi, Şia ravileri, aslında Mehdi'yi 'beklenen bır
Şii hükümeti' kavramında somutlaştırıyordu: fakat sonrakiler bunu gerçek bir
Mehdi'ye kalbettiler. Çünkü halk böyle soyut şeylerden, kurumsal ve öz itibariyle
avdet edecek kurtuluş projelerinden anlamazdı. Onlar şahısların rücu'undan
anlarlardı. Somut kurtarıcılar (/projeler) isterlerdi! Bu nedenle bizzat şahsı ve
sıfatları ile vadedilen Mehdi-i Muntazar haberleri uyduruldu.

Şia Mehdisi ile Sünni Mehdi arasında temelde bir fark yoktur. Fakat, hadislerin
esas itibariyle Şii kökenli olduğunu söylemek mümkündür. Şia Imam/Mehdi'sini
bir ağaca benzetirsek, onun bir dalının aşı yapılıp farklı bir dal haline getirilmesini
de Sünni Mehdi'ye benzetebiliriz.
Şia fırkaları gaib imamın gelecekte mehdi olarak zuhuru ve ric'at inancını
tamamen uydurma hadislere, hayale ve mevhum varlıklara dayandırmaktadır.
Yahudi apokaliptiklerinde anlatılan Yahudi mesihinin altın çağı ile Şia Mehdi'sinin
altın çağı arasındaki farkı bir bilenin tefrik etmesi icabeder: "Kurtlar ve kuzular
dağlarda birlikte otlayacaklar, leoparlar çocuklarla birlikte karınlarını
doyuracaklar. Dağlarda gezinen ayılar, danalarla birlikte geceleyecek; etobur
arslanlar ağılda öküz gibi kepek yiyecek ve küçük bir çocuk onları bir urganla
güdecektir. Çünkü o bütün hayvanları zararsız kılacaktır. Yılanlar ve çiyanlar
bebeklerle uyuyacak: ama onlara zarar vermeyecektir. Çünkü Allah'ın eli onların
üzerinde olacaktır."

Şia'nın zaten Islam'ın herhangi bir nassı ile bağdaşlaştırılması mümkün olmayan
'masum imam' nazariyesi, yaşayıp yaşamadığından bile emin olmadıkları bir
'lmam el-Kaim el-Mehdi-i Munzatar' üzerine bina edilmiştir. Çünkü Hasan el-
Askeri'nin Muhammed adında bir oğlunun varlığı tartışmalıdır; onu ileri gelen
şiiler ve görevlilerin dışında hiç kimsenin görmediği öne sürülmüştür. Dolayısıyla
bu teori tamamen mevhum ve gerçek dışıdır.

Aynca masumiyet akidesi de tamamen Islam dışı bir algılayışa dayanmaktadır.


Imamların masumiyeti inancı tamamen Islam'dan ve Islam'ın öğretilerinden uzak
olduğu gibi; birtakım şehvetlerle, hayır ve şer duygularıyla mücehhez insan
fıtratıyla tamamen çelişen bir inanıştır. Çünkü insan benliği hayra da meyyaldir,
şerre de.

Masum Imamı'nın fonksiyonları bir kurtarıcıyı aşıp tanrısal bir mevkiye


uzanmaktadır. Rasulullah'la beraber Cebrail ve Mikail'den daha büyük bir Ruh
vardı. Bu ruh O'ndan, Namaz, oruç, zekat ve haccın bile ancak kendisine iman
edilmesiyle kabul olacağı Imam'a intikal etmiştir... Masum Imam'a, tanrısal bir
paye verildiğine göre bunun şirk olduğunu söylemeye bile hacet yoktur.

Mesiyanik telakkiler tamamen Islam'ın Kitabı Kur'an'ın ve O'nun Elçisi Rasulullah


Muhammed (a.s.)ın dışında bir yorumdur. Kur'an'da Mehdi sözcüğü ya da terimi
geçmediği gibi; anlam olarak bir kurtarıcı çağrıştıracak herhangi bir ibare ihtiva
etmemektedir. Mesih kavramı, Yahudi dinsel kültüründen bulaşmıştır. Kur'an'da
bu sözcüğün (Isa için) kullanılmış olması kesinlikle yanlış yorumlara yol
açmamalıdır. Kur'an'da Isa Peygamber iki yerde sadece 'Mesih' (4/172: 5/72:
9/30), beş yerde 'Meryem oğlu Mesih' (5/17, 72, 75: 9/ 31) ve üç yerde de
'Meryem oğlu Isa Mesih (3/45; 4/ 157, 171) olarak anılmaktadır. Fakat açık ve
kesin olan şu ki; Kur'an'ın hiçbir ayetinde 'mesih' kelimesi. Yahudilerin intizar
ettikleri 'mesih' ya da, Hristiyanların ric'atına inandıkları bir 'mesih' anlamında bir
çağrışıma sahip değildir. Hadislerdeki 'mesih' sözcüğü için de aynı şey geçerlidir.

Isa'nın 'Baba'nın katına çıkıp sağ yanına oturduğu şeklindeki Hristiyan inancı,
müslümanlar arasında "Isa'nın göğe yükselmesi ve ahir zamanda yeniden
ineceği" şeklindeki Hristiyani bir inanca dönüşmüştür. Müslümanlar arasındaki
'mehdi' inancı "Mesih" fikrinin aksinden ibaret olması gibi, Isa'nın nüzulü inancı
da, Mesih ve Isa'nın ric'atı inanışlarının Islam kültüründeki aksinden ibarettir. Bu
'mehdici (mesiyanik) telakki'ler eski Mezopotamya mitolojik inançlarıyla büyük bir
benzerlik içindedir.

Müslümanlar arasındaki "her yüz yılda bir müceddit geleceği" inancı da


muhtemelen, bin yıllık mutluluk dönemi (milenium) tasavvurunun farklı bir
versiyonudur. Ebu Davud'un Sünen'inde, Ebu Hüreyre'den rivayet edilen, "Allah
bu ümmet için her yüz senenin başında, ümmetin dinini tecdid edecek birisini
(müceddid) gönderir." şeklinde bir hadis bulunmaktadır. Dini yenileyecek bir
müceddid beklentisi, dünyayı mamur edecek, barış ve adalet getirecek mesiyanik
bir umudu çağrıştırmaktadır.

Türkiye gibi yakın tarihinde oldukça ciddi badireler atlatmış kimi toplumlarda, bir
biçimde siyasi mekanizmayı ele geçirmiş kimi liderlerin, ABD Başkanı'nın, Rusya
lideri için kullandığı tankın üstündeki lider benzetmesinde olduğu gibi, aslında
pekala 'kendisinden kurtulunan' birisi olması da imkan dahilinde iken, hasbel
kader, 'kurtaran' rolüne sahip oldukları bir gerçektir. Kendilerinin de çok özel
gayretleri sonucunda bu insanlar toplum nezdinde yarı tanrısal bir kurtarıcı imajı
kazanmışlardır. Kısa sürede bu kişiler, köleleştirdikleri, ezdikleri halk nezdinde
putlaştırılmışlardır. Öyleki, ezilenler, bir türlü, kimin nerden nereye kurtarıldığını
sorabilme basiret ve cesaretini gösterememektedirler.

Müslümanların kesinlikle bir kurtarıcıya ihtiyaçları yoktur! Hatta denebilir ki,


müslüman (ve müslürnan olmayan bütün) toplumları ilk önce. 'kurtarıcıların'
şerrinden kurtarmak gerekmektedir. Çünkü 'kurtarıcı' düşüncesi ve inancı,
toplumları dogmatikleştirmekte, güdülen, tahakküm edilenler psikolojisini
kazandırmaktadır.

Dinimizin kaynağı Kur'an'dan öğreniyoruz ki. hıçbir toplum, kurtulmak için


'kurtarıcılar'a muhtaç değıldir. Allah'ın, yol göstermek için gönderdiği, fakat
insanların kulaklarını tıkadıkları Peygamberler, Mesih/Mehdi/ Kurtarıcı beklemenin
absürdlüğünü gösteren en ciddi kanıtlardır. Peygamberler ayarında kurtarıcılık ise
her zaman olduğu gibi şimdi de geçerlidir. Kur'an bunun için vardır.

Allah, mü'minlerin yaşanan hayata aktif olarak müdahale etmelerini


emretmektedir. Zulme, şirke, ahlaksızlığa, ifsada, nifaka, kültür emperyalizmine.
sömürüye, aldatılmaya, kandırılmaya, alay edilmeye ve küçümsenmeye; hasılı
bütün şeytani oyunlara karşı insanca tavır takınamayan bir toplum, -bunlar mü
'min de olsalar- kurtarılmamayı hak ediyorlar demektir. Zaten kendilerinden
başka kurtarıcı beklemeleri de abestir. Kurtarıcı, insanların gayreti ve hakettikten
sonra, Allah'ın yardımıdır.

Sünnetullah'ın gereklerine uyan çalışkanların dışında, kendilerini mistik mahiyetli,


beklenen mehdi ve mesihler olarak takdim edenler şarlatanlardan başkası
değildir.

HER TARAF MEHDİ KAYNIYOR


www.kurandakidin.net

MEHDİLİK VE DECCALİYET

Mehdi kıyamet alametleri içinde en popüler olan, hakkında en çok hadis


uydurulan ve en çok istismar edilen karakterdir. Hadisler kullanılarak oluşturulan
bu karakterin kıyamete yakın dünyaya geleceğine, herkesi yenip dünyaya hakim
olacağına, daha sonra gelecek Hz. İsa ile buluşup dünyayı yöneteceğine, bunları
gerçekleştirmek için ise Deccal ile savaşacağına inanılır. Hadislere göre Mehdi
kadar, Mehdi’nin talebeleri de üstün yeteneklere sahip sıra dışı kişilerdir. Tüm bu
yeteneklere sahip olabilmek, kendi şeyhinin, kendi liderinin Mehdi olduğunu ispat
edebilmek için binlerce hadis uydurulmuştur. Bu yüzden Mehdi’nin dış görünüşü
hakkında, yapacakları hakkında, çıkacağı yer hakkında birbiriyle çelişen birçok
ha-dis vardır. Mesela bir hadise göre Mehdi Şam’dan çıkacakken, diğerine göre
Kufe’den, bir diğerine göre İstanbul’dan, bir başka hadise göreyse Medine’den
çıkacaktır. İlk nesiller kendi şeyh ve liderini Mehdi çıkarmak için o kadar çok
hadis uydurmuşlardır ki sonraki nesillerin hadis uydurmasına gerek kalmamıştır.
Bu nesiller de kendi liderlerine uyan hadisleri doğru kabul etmiş, diğer hadisleri
yorumla saptırmış veya yalanlamışlardır. Örneğin liderleri küçük burunluysa,
“Mehdi küçük burunludur” hadisini kabul etmişler, Mehdi’nin gaga burunlu
olduğuna dair hadisleri gözardı veya inkar etmişlerdir. Bu yüzden İslam aleminde
Mehdi enflasyonu yaşanmıştır. Şu anda Mehdi sanılan bir dîni grup lideri var mı
diye sorulabilir. Buna cevabımız “Acaba hangi grup kendi liderini Mehdi sanmıyor
ki!” şeklindedir.

HER TARAF MEHDİ KAYNIYOR

Gerek Türkiye’deki, gerek İslam alemindeki gelenekçi cemaatleri iyi tahlil


etmemiz için Mehdilik olgusunu iyice kavramamız gerekmektedir. Biz Türkiye’deki
bizce en büyük olan on geleneksel İslami cemaati bir kenara yazdık ve sonra
bunların hangisinin şeyhini, liderini Mehdi zannettiğini araştırdık. Sonuçta
tamama yakı-nının kendi şeyhini, liderini Mehdi sandığını gördük. Bu da gerçek
manada İslami cemaatleri kavramak için Mehdiyet olayını bilmenin ne kadar
önemli olduğunu göstermektedir. (Unutmayın ki cemaatlerin büyük bir kısmı
Mehdiyet konusunda açık konuşmaz. Bu konuyla ilgili bilgileri kendi içine
girenlere bile hemen açıklamazlar.

Birçok cemaatte bu bilgileri açıklayan şeyhin kendisi değil, onun en yakın


halkası olmaktadır.) Hadislerde Mehdi’nin kendisinin bile Mehdi olduğunu
söylemeyeceği de nakil edilir. Cemaatler bu hadisi liderlerinin Mehdiyetini gizlice,
kulaktan kulağa, basının ve diğer kuruluşların önünde belli etmeden yaymalarının
daha iyi olduğuna işaret kabul ederler. Mehdiyet bir cemaate büyük bir kuvvet
verir. Liderinin; 1400 yıl önce tarif edilen, bazı Peygamberlerle eşit üstünlükte
olan, dünyaya hakim olacak kişi olması, liderin müritlerinde çok güçlü bir bağlılık
oluşturur. Bu bağlılıkla müritler tüm enerjilerini, tüm paralarını, tüm olanaklarını
şeyhin eline teslim ederler. Şeyhin hiçbir lafını tartışmayı bile düşünemezler.
1400 yıl önce hadislerle müjdelenmiş, dünyayı fethedecek Mehdi’ye karşı gelmek
kimin haddine düşmüştür? Liderini Mehdi diye yüceltenler, Mehdi’nin talebeleri
olma vasfıyla 1400 yıl önceki hadislerde müjdelendikleriyle uyutulurlar. Mehdi’nin
halife olacağına dair izahlar, grup liderlerinin uzun vadeli ayaklanma, darbe gibi
organizasyonlarla halifeliğe oturtulması gerektiğine dair planları da düşündürür.
İslam tarihi kendini Mehdi sanıp ayaklanmalar çıkartmış ve yüzlerce kişinin
ölümüne sebep olmuş şizofrenlerin örnekleriyle doludur. (Kubilay vakasında
olduğu gibi)

HUMEYNİ’NİN MEHDİLİKTEN GELEN GÜCÜ

Şiilik’te Mehdilik konusu imanın şartlarındandır. Şiilik’teki bu konuya atfedilen


önem Sünniliğin de üstündedir. Mehdinin hicri 256’da doğan Hasan Askeri’nin
oğlu Muhammed olduğu, ortadan kaybolduğu ve günü gelince meydana çıkıp
vazifeyi alacağı inancı Şiiliğin temel inançlarındandır. Şu anda hicri 1400’lü
yıllarda olduğumuz düşünülürse Şiiler’in temel inancına göre Mehdi 1100 yıl-dan
fazla bir süredir bizle saklambaç oynayan bir kişidir. Geleneksel İslamcılar içinde
kalabalık bir kitleyi temsil eden Şiiler’in bu inancı geleneksel kitlelerin aklı nasıl
bir kenara bırakıp, Kuran yerine mezheplere, hem de en saçma izahlarına
rağmen tabi olabildiklerini göstermektedir. Şii yönetimleri ve İran devrimini tahlil
etmek için de Mehdilik konusunun bilinmesi çok önemlidir. Şiiler’e göre Mehdi
ortaya çıkıncaya kadar onun vekilleri hüküm sürecektir ve vekillere itaatsizlik,
Mehdi’ye itaatsizliktir, Mehdi’ye itaatsizlik ise Allah’a isyandır. Ayetullah Humeyni
de Mehdi’nin bir dönemdeki vekili kabul edilmekteydi. Böylece Ayetullah Humeyni
halkı kontrol edecek ve yönlendirecek kuvveti Mehdi vekilliğinden alıyordu.
Humeyni’ye itaat Şii inancında farzdı. İran devriminde halkın bölünmeden tek
kaynaktan büyük bir bağlılıkla idare edilip ayaklanmasının altında da Mehdiyet
inancı vardır. Yani yakın tarihte önemli yeri olan Şii İran devrimini iyi anlamanın
yolu da Mehdiyet konusunu iyi analiz etmekten geçmektedir. Şiilik’te, Sunni-
lik’teki binlerce Mehdi’ye karşı tek bir saklambaç oynayan Mehdi vardır, fakat bu
Mehdi’nin Humeyni gibi vekilleri bile sırf bu vekaletten dolayı ihtilal yapacak gücü
ellerinde bulundurmuşlardır.

ÖLÜ DİRİLTEN DECCAL

Deccal ise Mehdi’nin savaşacağı kişidir. Şeyhini Mehdi ilan edenler şeyhine karşı
çıkan veya şeyhin yaşadığı devirde karşı fikirlere sahip bir kişiyi Deccal ilan
ediverirler. Böylece Mehdiyete hizmeti ibadet sananlar, Deccaliyetin ordu veya
fikir sistemiyle savaşı da ibadet sayarlar. Hadislerde bir Mehdi, bir Deccal tarifi
varken binlerce kişinin Mehdi ve onlara karşı binlerce kişinin Deccal ilan edilmesi
konunun nasıl zıvanadan çıktığını gösterir. Deccal hakkın-daki hadislerde
Deccal’in cenneti ve cehennemi olduğu, ölüleri dirilttiği, alnında kafir yazdığı, kör
olduğu, yeryüzünde gelmiş geçmiş en büyük fitne olduğu anlatılır.

Örneğin Türkiye’deki Nurculuğun kurucusu Said Nursi, kendisini Mehdi’nin


öncüsü bir Mehdi olarak göstermektedir. Eserlerinde kendine ve yazdığı kitaplara
Mehdiyet vazifesinin en önemli safhasını yükleyen Said Nursi, Deccal olaraksa
Atatürk’ü gösterir. Kitabında uydurmalarla dolu hadisleri nasıl Atatürk’e uygun bir
şekilde yorumladığına şahitlik edebilirsiniz. Hadiste “Deccal’in alnın-da kafir
yazar.” denir. Said Nursi bununla şapka giyilmesini anlar. Hadiste uzun bir
eşekten bahsedilir, Nursi bununla treni anlar. Deccal’in Cennet ve
Cehenneminden ise Cumhuriyet döneminde tertiplenen eğlenceler ile cennet,
muhalefetin hapse atılmasıyla, vb. Cehennem anlaşılır. (Said Nursi, Risale-i Nur
Külliyatı, Şualar, 5. Şua) Türkiye’deki en büyük Ehli Sünnet cemaatin lideri
böylece Deccal’i bularak kendi Mehdi’liğini iyice tasdik eder. Said Nursi ölünce
bölünen Nurcu cemaatlerin başına gelenlerin en önemlileri de bu cemaatlerdeki
kimi şahıslarca Mehdi sanılmaktadırlar. Türkiye’nin ikinci büyük cemaati
Süleymancılık da kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan’ı Mehdi kabul eder. Deccal
hakkındaki görüşleri ise Nurcular ile aynıdır. Süleyman Hilmi Tunahan’ın mirasçısı
da ayrıca Mehdi sanılır. Türkiye’deki en büyük tarikatların kurucuları ve sonraki
birçok vekil için de manzara pek farklı değildir. Bu cemaatler değişik Mehdi
alternatiflerine karşı Atatürk’ün Deccalli-ğinde neredeyse söz birliği yaparlar.
Bunun en önemli sebebi Sünniliğin en kutsal kurumu olduğuna inandıkları
halifeliğin Atatürk tarafından kaldırılmasıdır. Oysa Kuran’da ne halifelik diye bir
müessese anlatılır (30. Bölüm’ü okuyunuz), ne şapka giyenin kafir ol-duğu
söylenir... Tüm bu Mehdi, Deccal çıkarımları ve bununla ilintili yorumların Kuran
ile alakası yoktur.

Kuran’ın Mehdi ve Deccal hakkında ne dediğinin cevabı koca bir hiçtir. Yani
Kuran’da tek bir ayette bile geçmeyen bu karakterler yüzünden binlerce
Mehdilerin peşine düşülmüş, birçok gelenekçiliğin düşmanı Deccal diye
lanetlenmiştir. Binlerce kişinin kanı dökülmüş, adeta bir İslam mitolojisi
oluşturulmaya çalışılmıştır. Her devirde gelecekmiş gibi beklenen Mehdi kişileri
tembelliğe itmiş, birçok Mehdi bekleyicisi kendi ürettikleriyle kurtuluşu
arayacaklarına, kurtuluşu gelecek Mehdilerden ummuşlardır. Ayrıca mezhepçiler,
içinde bulundukları zayıf, hükmedilen,bilimsel olarak geri durumun günahını da
kendilerinde arayıp kendilerini düzelteceklerine, uydurma Deccallere suçu
yükleyip kurtulmuşlardır.

İLAHİYATÇI PROF. HAYRETTİN KARAMAN'IN MEHDİYET


KONUSUNA BAKIŞI
www.hayrettinkaraman.net

Özellikle Sünni Ekolün, Görüşlerine İtibar Ettiği ve Kendisini İslam Alimi Olarak
Gördüğü Hayrettin Karaman'a göre de Mehdi ve Mehdiyet konusu müslümanların acizlik
ve eziklik psikolojisinin bir ürünü. Ona göre de Kur'anda mehdi diye birşey yok. Yine
Karaman'a göre müslümanlar Mehdi konusuyla kendilerini avutmayı bırakıp akıl, iman ve
güçlerini biraraya getirip sorunlarına çözümler üretmeliler.

KARAMAN'IN SİTESİNDEN ALINTI

Soru:
Ben dini yönden son günlerde yapılan konuşmalardan çok etkilenmiş olan biriyim.
Kıyamet, Mehdi'nin inişi, dünyanın sonu gibi kavramlar arasında bocalamaya
başladım. Okuduğum kitaplarda bu konular hakkında bana yeteri bilgiyi vermiyor.
Gerçi veriyordur belki ama üniversite öğrencisi olmama rağmen yazılanları
anlamakta zorluk çekiyorum. Bugün ki (20 Ekim 2002) yazınızda dini eğitimi
konu edinmiştiniz, ben de bana yardımcı olabileceğinizi düşündüm. Bana bu
konularda yardımcı olursanız sevinirim.

Cevap:
Dünyanın sonu gelecek, kıyamet kopacak ve her şey yok olacak. Allah âhirette
bizleri yeniden, dünyadaki "oluşumuza benzer şekilde", ama kıyamet şartlarına
dayanacak durumda ve mahiyette yaratacak. Sonra hesap, muhakeme, ödül
veya ceza...

Mehdi inancı kesin bir inanç unsuru/ögesi değildir. Kur'an'da yoktur. Hadislerde
geçen de yoruma tabidir; her zaman bize rehberlik edecek iyi insanlar anlamına
da gelir. O'nun geleceğine inanmayan da müslümandır. Mesela İbn Haldun Mehdi
ile ilgili hadislerin kesin dini bilgi kaynağı olacak nitelikte bulunmadığını ileri
sürmüştür. Geleceğine inananlara göre de vakti belli değildir.
Müslümanı ne kıyametin ne zaman kopacağı, ne de Mehdi'nin ne zaman geleceği
ilgilendirir; bunlara takılıp kalmanın anlamı yoktur. Sevgili Peygamberimiz
"Kıyamet kopmaya başladığında elinde bir fidan olan onu diksin" buyuruyor. Yani
"Sen vazifene bak, yapman gerekeni yap, kıyamet kopadursun, o seni
ilgilendirmez, ecelin gelince gideceğin yere gidersin".

Bir kurtarıcı beklentisi hep olagelmiştir; sebebi de acizlik, zaaf, himmeti ve


hizmeti başkasından bekleme psikolojisidir. Fatih İstanbul'u fethederken Mehdi
beklemiyordu, bu vazifenin kendisine ait olduğuna inanıyor ve gerekeni
yapıyordu. Bir küçük İsrail karşısında darmadağınık hale gelen bugünkü
müslümanlar ise akıl, imkan ve güçlerini bir araya getirecek, Allah'ın verdiği
imkanları sonuna kadar kullanacak yerde oturup Mehdi bekliyor, gelişinin
yaklaştığına dair alametler arayıp bularak avunuyorlar.

Süper bir Mehdi Hayal Ediyorum, Bilincim Kapalı


Uğur ERZİNCAN (www.satirbasi.com)

Bir ramazan gecesiydi. Ortalık zifiri karanlıktı. O esnada sanırım uyuyordum.

Doğu tarafından aniden bir gürültü koptu. Sandım ki mutfaktaki, banyodaki,


odadaki ve kömürlükteki tüpler patladı. (Evde bu kadar tüpün olması iyiye işaret
değildi biliyordum). Tüpleri kontrol edeyim diye fırladım yatağımdan. Bir de ne
göreyim, tüplerde hiçbirşey yoktu.

Evdeki tek ses; buzdolabının, televizyonun, açık kalan bilgisayarın, müzik setinin
ve çamaşır makinesinin gürültüsüydü. Evde çıt yoktu. O an anlamıştım “bu ses
dışardan geliyor”. Hemen pencereye fırladım, acaba gökyüzünde bir değişiklik
var mı diye. Bir de ne göreyim! Hiçbir değişiklik yok. Geçen akşam saydığım 2
küsür milyon yıldız yerinden bile oynamamış. Ama kutup yıldızının biraz sola
çektiğini fark ettim.

Sonra da arkasından mavi, yeşil ve kırmızı ışık saçarak kayan bir gök taşı kümesi
farkettim. Bu bir işaretti. Evet evet bu bir işaretti. O an anladım ki bu gece
beklenen geceydi. O gelmişti. Şölenlere, kutlamalara, sevinç çığlıklarına ve
şenliklere hazır olmalıydım.

O ara bizim ufaklık yanıma yanaştı ve “baba” diye seslendi. “Şehrin göbeğinde
bugün konser var herhalde, havai fişekler gökyüzünü ne güzel
aydınlatıyor değil mi” dedi. O an bütün umutlarımı yitirmiştim. Hayallerim
mahvolmuştu. Bizim 6,75 yaşındaki bücür hayallerimin üzerinden adeta bir
kamyon gibi geçmişti.

Aha geldi aha gelecek, gözünüz yollarda kaldı biliyorum. Hasretlik zor iş. Bilin
bakalım güneyden mi yoksa kuzeyden mi zuhur edecek? “Mehdi” yaz 6666’ya
gönder nereden zuhur edeceğini öğren.
Peki herkesi razı edebilir mi kahramanımız? Karada kaçanı, havada uçanı,
gariban solucanı, sırt üstü dönmüş tosbağayı, emekliyi, dulu ve yetimi? Ne
dersiniz?.. Memnun edebilir mi? Eder niye etmesin? Adı üstünde “Süper Mehdi..
Hem de 100 oktan”.

Acaba nasıl bir donanıma sahip. Özellikleri ne? Eminim merak ediyorsunuz..
Bugüne kadar onun hakkında ne söylendiyse az ve eksik söylendi. Ben
tamamlamaya niyet ettim. Onun tam ve kusursuz olmasını istiyorum. Hesabı
sıkı tutmasını istiyorum. Bir oturuşta bir buzağıyı yemesini, kürdan ve peçete
kullanmasını istiyorum. Karşısına dağlar, taşlar, kuşlar ağaçlar bile dikilse
hepsini ezip geçmesini istiyorum. Işınlanmasını, bir an burada bir an New
Zelanda’da olabilmesini istiyorum. Kuru bir ağacı söküp başka bir yere
diktiğinde ağacın hemen karpuz vermesini istiyorum. Karpuz ağacını
yetiştirebilen tek kişi olmasını istiyorum. Kuru bir kamış ağacını eline aldığı
zaman, ağacın aniden “NEY veya Obua” olmasını istiyorum.

Onun da bir ışın kılıcının olmasını istiyorum. USA kahramanlarından neyi eksik.
Hatta yeşil bir taytının olmasını ve o taytın üzerine don giymesini istiyorum. Leb
demeden nohutu anlamasını istiyorum. Dünyanın öbür ucundaki bir kadının
dırdırını işitebilmesini ve kocasının yerine “yeter artık ulan” deyip kapıyı çarpar
gibi yapmasını istiyorum.

Bol bol gizli güçlerinin olmasını, bir oturuşta yediyüz kitap okumasını, hamur
açmasını, zeytinyağlı dolma yapmasını, engelli koşu yapmasını, bir de sigara
içmesini istiyorum. (Tiryakisi olup nasıl sigara bırakılırmış herkese öğretsin diye.
Zayban meretinden de kurtarır bizi)

Bütün püsürüklü işlerin girift tarafını bilmesini ve çözüm bulmasını istiyorum.


Organik tarımı yaygınlaştırıp milleti hormondan kurtarmasını, “stokçuluk yapan
bizden değildir” anlayışını yeryüzüne hakim kılmasını, yeni doğan her bebenin
gönlüne “sevgiyi” aşılamasını, baktı olmuyor kızamık, hepatit B, C, D aşısı
yapmasını istiyorum.

Kayıp kaseyi bulmasını, sır namına ne varsa hepsini ortaya dökmesini, ebced,
matematik, fizik, kimya, biyoloji, antropoloji, kısaca ne kadar “loji” varsa hepsini
bilmesini istiyorum.

Erzincan’ı dünyanın başkenti yapmasını, İstanbul’u nahiye haline çevirmesini,


hatta mümkünse özgürlük anıtını bulunduğu yerden kaldırıp Irak’a dikmesini
istiyorum.

“Savulun uleyn” demesini, bir yayla 200 ok fırlatmasını, ata ters binebilmesini,
bir bakışıyla dağ ve çam devirmesini istiyorum.

Bir tıkla herkesin elektrik, su, telefon, doğalgaz ve vergi borçlarını ödeyebilmesini
istiyorum. Bankacılığı kaldırmasını bunun yerine “MFK” (Mehdi finans kurumları)
kurumunu yaygınlaştırmasını istiyorum.

Ortaya çıktığı vakıt bir daha kaybolmamasını, kaybolsa bile ara sıra cep
telefonuyla “nerde olduğunu bize söylemesini istiyorum.

Biraz da fiziksel özelliklerinden bahsetmek istiyorum.


Metre cinsinden 1.30’dan küçük, 1.90’dan büyük olmamalı. Kivi tenli, lila saçlı
yeşil gözlü, body building vücutlu, iki omuz arası mesafenin en az 2 metre
olmasını, alnının geniş burnunun parlak, 45 numero palet giymesini, yarım metre
çapında bir de elinin olmasını istiyorum. Şaplaaa godummu uzatsın diye. Kirli
sakallı gezen, gözünden ışık, burun deliklerinden de ateş saçabilmesini
istiyorum.

130 erkeğin cinsel gücüne sahip olmasını ve Cengizhan’ı aratmamasını istiyorum.


Ondan bin yıl sonra dünyanın %80’inin onun torunu olmasını istiyorum.

Sağ yanağına gözünün hemen alt kısmına da bir tane ben istiyorum. Benin
rengiyle ilgili de kararsız kalmak istiyorum. Omzunda mühür, kolunda dövme,
burnunda hızma, göbeğinde pirsing, kulağında da gümüş bir küpe olmasını
istiyorum.

Onun bir sürü kardeşinin olmasını istiyorum. Hayır vazgeçtim az kardeşi olsun.
Olmadı bundan da vazgeçtim onun hiç kardeşi olmasın. Hatta anasız babasız
olsun. Ama halası dayısı da olsun.

Evet farkındayım çok şey istiyorum. Hatta ve hatta zopa istiyorum.

Sonuç olarak, bu beklentimin boşa çıkacağını ve avucumu yalayacağımı bilmiyor


muyum?! Eşşek (bal mıydı yoksa) gibi de biliyorum. “Niye o zaman fantezi kurup
duruyorsun” diyenleri de duyar gibi oluyorum. (Bana mı zuhur etti ne?) Başlıktan
da mı anlamıyorsunuz kardeşim, şu an bilincim kapalı. Gayet normal değil mi?
Bilincim açılana dek fantezi kurma hakkım saklıydı kullandım. Hadi ben fark
ettim bilincimin kapalı olduğunu ve hatamı anladım. Ya asırlardır bilinci kapalı
olup da insanları hayal aleminde bir oraya bir buraya koşturan işgüzarlara ne
demeli? Gücünüz bu garibana mı yetiyor?

Aha geldi aha gelecek diye asırlarca kandırılmadınız mı? Uyutulmadınız mı? Ben
kandırır gibi yapınca niye içinizdeki ışın kılıcını çekmeye kalkıyorsunuz?

En tehlikeli oyun “umut” oyunudur. İnsanlara boş umutlar vaat edersiniz ve o


umutlar gerçekleşmez ise, müthiş bir hayal kırıklığı meydana gelir. Sonucunda ne
olur biliyor musunuz? Pasifize edilmiş, nötr hale getirilmiş insan görünümlü
androitler meydana gelir. Bilinçleri sürekli kapalıdır bu androitlerin. Küçük bi çip
takarsınız müsait bir yerine, çipin içine ne yerleştirirseniz ona göre hareket eder.
Düşünmez ve akletmez. Çipli sonuçta.

Nasıl olsa ağa gelecek onu bu durumdan kurtaracak. Umut oyunu oynuyoruz ya
sonuçta. Bu kuruntuyla avunur/avutulur ve bu dünyadan göçer gideriz. Tabi
bilinçsiz göçtüğümüz için de hesabımız çetin olur. Zannederiz ki hesabımızı da
ağa verecek. Çipine öyle yerleştirilmiş çünkü. Sen dert etme, iki cihanda da
garantörün biziz. Sevsinler. Babanın oğula, ananın kızına garantörlüğünün
sökmediği bir mecrada kim takar seni, sizi ve onları.

Son bir anektotla bitirmek istiyorum. Biraz da siz hayal edin. Bir hasta vardı.
Böbreklerinden rahatsızlandı ve hastaneye kaldırıldı. Doktor dedi ki: “Böbrekler
iflas etmiş diyaliz makinesine girmek zorunda. Tutturdu girmem diye. Kızı buna
umut verdi. Dedi ki: “Anne bir kere giriyorsun ve başka girmiyorsun, hepsi bu”.
Kadıncağız umutlandı ve kabul etti. Makineye girdikten iki gün sonra taburcu
oldu. Doktor taburcu olurken diyordu ki, haftada üç gün getireceksiniz hastayı,
artık o bir diyaliz bağımlısı. İlk diyaliz günü geldiğinde yine aynı kızı dedi ki: “
anneciğim hastaneye gidiyoruz”. Annesinin cevabı: “Niye?” Hadi bakalım ayıkla
pirincin taşını. Kızı bunu 1 ay oyalamış, bugün son yarın son öbür gün son. Son
son son. Sonu yok. Ölene kadar girecek. Kadın artık kızına inanmıyor. Umutlarını
kaybetti. Androit oldu. Böbreklerinin yanı sıra şuurunu da kaybetti onca
yalandan sonra. Şimdi kızının yediği haltı temizlemekle meşgulüz.

İnsanlara acı da olsa doğruları söylemek gerekiyor. Tebliğ denilen kavramın


temeli doğruluktur. Kendi aleyhimize olsa bile doğruları söylemek zorundayız.
Yoksa Allah, şahdamarımızı koparıverir. Buna da kimse engel olamaz.

DECCAL GELMEYECEK

MİSYONER MASALLARINA HAYIR

Deccal zırvasının kaynağı Hıristiyan mitolojisidir. Bu konudaki hadislerin


tamamı uydurmadır. Aklı başında bir insan nasıl olur da bu canavar
masallarına inanabilir?

İşte Hıristiyanların Canavar Masalları:

Yahudilik kendi Mesih’ini beklerken Hristiyanlık hem İsa Peygamber’in dönüşü ve


hem de Türkçesi Deccal olan Anti-İsa hakkında hayli bilgiye hem de birinci el olan
İncil vasıtasıyla sahiptir. Buna göre Deccal veya Anti-İsa hakkında İncil’in
Yohanna’nın esinlemeleri bölümü olan “Revelation” ya da “Esinlemeler” kitabının
13. bölümünde açık bir tarif vardır.

“Yerden çıkan canavar

11 Bundan sonra başka bir canavar gördüm. Yerden çıkan bu canavarın kuzu gibi
iki boynuzu vardı, ama ejderha gibi ses çıkarıyordu.

12 Birinci canavarın bütün yetkisini onun adına kullanıyor, yeryüzünü ve orada


yaşayanları ölümcül yarası iyileşmiş olan birinci canavara tapmaya zorluyordu.

13 İnsanların gözü önünde, gökten yeryüzüne ateş yağdıracak kadar büyük


mucizeler yapıyordu.

14 Birinci canavarın adına yapmasına izin verilen mucizeler sayesinde,


yeryüzünde yaşayanları saptırdı. Onlara, kılıçla yaralanmış, ama sağ kalmış olan
canavarın onuruna bir put yapmalarını buyurdu.
15 Kendisine, canavarın putuna yaşam soluğu vererek onu konuşturmak ve ona
tapmayanların hepsini öldürtmek üzere güç verildi.

16 Küçük büyük, zengin yoksul, özgür köle, herkesin sağ eli ya da alnı üzerine bir
işaret vurduruyordu.

17 Öyle ki, bu işareti, yani canavarın adını ya da adını simgeleyen sayıyı


taşıyanların dışında hiç kimse ne bir şey satın alabiliyor, ne de satabiliyordu.

18 Bu konu bilgelik gerektirir. Anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. Çünkü


bu sayı bir insanı simgeler. Onun sayısı altı yüz altmış altıdır.”

Pek çok kimsenin Holywood etkisinde Şeytan’a ait sandığı bu 666 sayısı adeta bir
şifre gibi İncil’de verilir. Oysa Şeytan’dan çok bir yaratık, bir canavar olarak
tanımlanan bu “şey” ile ilgili olarak Batı’da sayısız kayda değer değmez
araştırmalar yapılmış Hitler ve Stalin’den tutun da çok ama çok saflarca Usame
Bin Ladin’e kadar nice “günahsız”(!) Deccal olarak itham edilmiştir. Hatta Batı’da
sadece bu işi hayatının maksadı edinmiş kimseler ve gruplar bile vardır. Onların
tek amacı Esinlemeler’de zikredilen kehanetleri tesbit etmek, Armageddon
savaşı’nın tanığı olmak ve nihayet kendi inanlarınca nihai mutlu sona ulaşma
yolunda tüm şifreleri çözmek olarak özetlenebilir.

http://www.izinsizgosteri.net/asalsayi31/gurkan.haydar.kilic arslan_31.html

Hristiyanlarda canavar fobisi var. Bakın sadece "esinlemeler" kısmında


konuyla alakalı neler var:

Va.11: 7 Tanıklık görevleri sona erince dipsiz derinliklerden çıkan canavar onlarla
savaşacak, onları yenip öldürecek.

Denizden Çıkan Canavar

Va.13: 1 Sonra on boynuzlu, yedi başlı bir canavarın denizden çıktığını gördüm.
Boynuzlarının üzerinde on taç vardı, başlarının üzerinde küfür niteliğinde adlar
yazılıydı.

Va.13: 2 Gördüğüm canavar parsa benziyordu. Ayakları ayı ayağı, ağzı aslan ağzı
gibiydi. Ejderha canavara kendi gücü ve tahtıyla birlikte büyük yetki verdi.

Va.13: 3 Canavarın başlarından biri ölümcül bir yara almışa benziyordu. Ne var
ki, bu ölümcül yara iyileşmişti. Bütün dünya şaşkınlık içinde canavarın ardından
gitti.

Va.13: 4 İnsanlar canavara yetki veren ejderhaya taptılar. "Canavar gibisi var
mı? Onunla kim savaşabilir?" diyerek canavara da taptılar.

Va.16: 1 Sonra tapınaktan yükselen gür bir sesin yedi meleğe, "Gidin, Tanrı'nın
öfkesiyle dolu yedi tası yeryüzüne boşaltın!" dediğini işittim.

Va.16: 2 Birinci melek gidip tasını yeryüzüne boşalttı. Canavarın işaretini taşıyıp
heykeline tapanların üzerinde acı veren iğrenç yaralar oluştu.
Canavarın Sırtındaki Kadın

Va.17: 1 Yedi tası alan yedi melekten biri gelip benimle konuştu: "Gel!" dedi.
"Sana engin suların kenarında oturan büyük fahişenin çarptırılacağı cezayı
göstereyim.

Va.17: 2 Dünya kralları onunla fuhuş yaptılar. Yeryüzünde yaşayanlar onun


fuhşunun şarabıyla sarhoş oldular."

Va.17: 3 Bundan sonra melek beni Ruh'un yönetiminde çöle götürdü. Orada yedi
başlı, on boynuzlu, üzeri küfür niteliğinde adlarla kaplı kırmızı bir canavarın
üstüne oturmuş bir kadın gördüm.

http://www.incil.info/incil-eskiceviri/Va.htm

Deccal masallarını dine yamayanlar ve Hz. İsa'nın yeniden döneceği


iddiasında olanlar Hristiyanların ekmeklerine yağ sürmekteler. İyiniyet
tek başına yeterli değildir. Uyanık olmak mecburidir. Müslüman adam
Kur'anı Furkan olarak kullanabilmelidir.

Zırvalar, kabullenenleri çok olduğunda gerçek olmuyorlar.

İslami ambalajlı Hristiyan masallarına hayır...

ÖLÜ DİRİLTEN DECCAL

www.kurandakidin.net

Deccal ise Mehdi’nin savaşacağı kişidir. Şeyhini Mehdi ilan edenler şeyhine karşı
çıkan veya şeyhin yaşadığı devirde karşı fikirlere sahip bir kişiyi Deccal ilan
ediverirler. Böylece Mehdiyete hizmeti ibadet sananlar, Deccaliyetin ordu veya
fikir sistemiyle savaşı da ibadet sayarlar. Hadislerde bir Mehdi, bir Deccal tarifi
varken binlerce kişinin Mehdi ve onlara karşı binlerce kişinin Deccal ilan edilmesi
konunun nasıl zıvanadan çıktığını gösterir. Deccal hakkındaki hadislerde Deccal’in
cenneti ve cehennemi olduğu, ölüleri dirilttiği, alnında kafir yazdığı, kör olduğu,
yeryüzünde gelmiş geçmiş en büyük fitne olduğu anlatılır.

Örneğin Türkiye’deki Nurculuğun kurucusu Said Nursi, kendisini Mehdi’nin


öncüsü bir Mehdi olarak göstermektedir. Eserlerinde kendine ve yazdığı kitaplara
Mehdiyet vazifesinin en önemli safhasını yükleyen Said Nursi, Deccal olaraksa
Atatürk’ü gösterir. Kitabında uydurmalarla dolu hadisleri nasıl Atatürk’e uygun bir
şekilde yorumladığına şahitlik edebilirsiniz. Hadiste “Deccal’in alnın-da kafir
yazar.” denir. Said Nursi bununla şapka giyilmesini anlar. Hadiste uzun bir
eşekten bahsedilir, Nursi bununla treni anlar. Deccal’in Cennet ve
Cehenneminden ise Cumhuriyet döneminde tertiplenen eğlenceler ile cennet,
muhalefetin hapse atılmasıyla, vb. Cehennem anlaşılır. (Said Nursi, Risale-i Nur
Külliyatı, Şualar, 5. Şua) Türkiye’deki en büyük Ehli Sünnet cemaatin lideri
böylece Deccal’i bularak kendi Mehdi’liğini iyice tasdik eder. Said Nursi ölünce
bölünen Nurcu cemaatlerin başına gelenlerin en önemlileri de bu cemaatlerdeki
kimi şahıslarca Mehdi sanılmaktadırlar. Tür-kiye’nin ikinci büyük cemaati
Süleymancılık da kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan’ı Mehdi kabul eder. Deccal
hakkındaki görüşleri ise Nurcular ile aynıdır. Süleyman Hilmi Tunahan’ın mirasçısı
da ayrıca Mehdi sanılır. Türkiye’deki en büyük tarikatların kurucuları ve sonraki
birçok vekil için de manzara pek farklı değildir. Bu cemaatler değişik Mehdi
alternatiflerine karşı Atatürk’ün Deccalli-ğinde neredeyse söz birliği yaparlar.
Bunun en önemli sebebi Sun-niliğin en kutsal kurumu olduğuna inandıkları
halifeliğin Atatürk tarafından kaldırılmasıdır. Oysa Kuran’da ne halifelik diye bir
müessese anlatılır (30. Bölüm’ü okuyunuz), ne şapka giyenin kafir ol-duğu
söylenir... Tüm bu Mehdi, Deccal çıkarımları ve bununla ilintili yorumların Kuran
ile alakası yoktur.

Kuran’ın Mehdi ve Deccal hakkında ne dediğinin cevabı koca bir hiçtir. Yani
Kuran’da tek bir ayette bile geçmeyen bu karakterler yüzünden binlerce
Mehdilerin peşine düşülmüş, birçok gele-nekçiliğin düşmanı Deccal diye
lanetlenmiştir. Binlerce kişinin kanı dökülmüş, adeta bir İslam mitolojisi
oluşturulmaya çalışılmıştır. Her devirde gelecekmiş gibi beklenen Mehdi kişileri
tembelliğe itmiş, birçok Mehdi bekleyicisi kendi ürettikleriyle kurtuluşu araya-
caklarına, kurtuluşu gelecek Mehdilerden ummuşlardır. Ayrıca mezhepçiler, içinde
bulundukları zayıf, hükmedilen,bilimsel olarak geri durumun günahını da
kendilerinde arayıp kendilerini düzelteceklerine, uydurma Deccallere suçu
yükleyip kurtulmuşlardır.

You might also like