You are on page 1of 625

T srcen s vs

w >%
• •

SÜNEN İ IBNI MACE


TERCEMESİ ve ŞERHİ
CİLT-7

Mütercim Naşir
Haydar HATİPOĞLU Kahraman Yayınlan
(Varisleri) Fethullah KAHRAMAN
(Varisleri) ^
KAHRAMAN YAYINLARI
Umumi Neşriyat No: 6
Kur’ân ve Hadis İlimleri Husûsi No: 1

İsteme Adresi:
• KAHRAMAN YAYINLARI
Davutpaşa Cad. TİM2 No: 322
Topkapı-lstanbul
Tel: 0212 613 83 05
Fax: 0212 565 25 84

Sertifika No: 16133

İstanbul 2012

Dizgi: Ayyıldız Matbaası


Baskı: Ofis Matbaa Ltd. Şti.
Davutpaşa Kışla Cd. 75/386
Topkapı-İSTANBUI
Tel: 0212 576 4715

SÜNEN-İ İBNİ MÂCE Terceme ve Şerhi’nin telif ve yayın hakkı


KAHRAMAN YAYINLARI’na aittir.
Taklit edenler mes’uldür.
SÜNEN İ İBNİ MÂCE
TERCEMESİ ve ŞERHİ
CİLT- 7

Terceme ve Şerheden:
Haydar HATİPOĞLU
(Din isleri Yüksek Kumlu Üvesii .

NEŞREDEN
KAHRAMAN YAYINLARI
£*~*Jır «»»ılı ( ı * )

15 — HURM A AĞ AÇ LARIN I TELKİH (DÖLLENDİRME) BÂBI

‘ Ş & .-S S J A v • j& S > U »> - U V


Att< S*| • ^ ^^ ^ ^ f | ^^ «t . r *''• 1 J ^ ^ ^ f
< J ‘—’j.r* :Jli İO l £© û - ^ , _4Jİ' (j 1 AaJÜ» i j ^«JC* <• 1

: ijlfe t î »V^a ^ı^*.iı U » 3 ^ •3 ^ « j ^ v * t^C* • ti

. ; . £ D . « k i j L ; a s ^ t î u ', □fe’j . v 't j * 'j î ş ş / "


1 * * * *

\\£Â ^ . ‘J u r ^ t j » J îâ < | | y ı g Ş .fc y j»

- * D ü f * - j Ö c J Î U 'y p 5 . ^ 5 ^ / 6y t4 5 .

TERCEMESİ

2470) “ ... Talha bin Ubeydillah (S) (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle de­
miştir :

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in beraberinde


bir hurma bahçesinin yanından geçtik. Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), hurma ağaçlarını döllendirmekte olan bir toplu­
luk gördü v e :

(5 ) Hâl tercemesi 125-128 nolu hadisler bölümünde geçti


6 SÜNEN-Î ÎBN-t MÂCE

«Şu adamlar ne yapıyorlar?» diye sordu. (Yanındakiler)


Onlar erkek hurma ağacın (m çiçeğin) den (bir parça) alıp dişi
hurma ağacı (çiçeği) ne koyuyorlar (döllendiriyorlar), dediler. Re­
sûl-i Ekrem (Sallallahâ Aleyhi ve Sellem) :
«Bunun bir yarar sağhyacağım sanmıyorum» buyurdu. Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in bu sözü onlara ulaştı. On­
lar da bu işi bıraktılar ve hurma ağaçlarından indiler. Durum Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e ulaşınca şöyle buyurdu:
«O (söylediğim) söz ancak bir zandır. Eğer telkih (döllendir­
me) bir yarar sağlıyorsa bunu yapınız. Çünkü beh ancak sizin gibi
bir beşerim. Zan da şüphesiz (gâh) isâbet etmez ve (gâh) isâbet
eder. V e lâkin b e n : Allah (şöyle) buyurdu, diyerek size bir şey söy­
leyince Allah adma yanılmam (veyâhut) velâkin ben: Allah (şöy­
le) buyurdu, diyerek size söylediğim sözde Allah adma yanılmam.»”

T E R C E M E S İ

2471) “ ... Âişe ( Radtyallâhü anhâ)’dan ; Şöyle demiştir:


Peygapıber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir gün) bâzı sesler
işitti v e :
«Bu ses nedir?» buyurdu. (O’nun yanmda) olanlar:
Hurma ağaçlan (sesi) dir. Bunlan döllendiriyorlar, diye cevab
verdiler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) :
«(Bunu) yapmasaydılar (kammca mey vasıl iyi olurdu.» buyur­
du. Bunun üzerine (ilgililer) o yır döllendirme işini yapmadılar. (Fa­
kat ağaçların verdiği) mahsûl şıys (yâni çekirdeği' pekişmemiş, âdi
Bâb: 15 KİTÂBÜ-R’REHİNE 7

hurma) oldu. Sahâbîler (bu durumu) Peygamber (Sallallahü Aley­


hi ve Sellem )’e anlattılar. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) de s
« (Yapmak istediğiniz) bir şey dünyanız işinden olursa onunla il­
gili bilginiz (esas) dır* O. şey dininizin işlerinden olursa (onun hük­
mü) bana âiddir .»’1 buyurdu.

İ Z A H I

Bu iki hadisi M ü s l i m Fadâil kitâbmda rivâyet etmiştir.


M ü s l i m ’ in  i ş e ve E n e s ’ den olan rivâyetinde Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve's-selâm) : jJflUa J»L jjk î Jjüj = «Dün-
yamzm işini siz daha iyi bilirsiniz.» buyurmuştur.
Telkih ve Te’bîr Arap dilinde müteaddid mânâlara gelir. Bura­
da hurma çiçeklerini döllendirme mânâsma gelmiştir. Bilindiği gibi
meyva çiçeklerinde döllenme işi rüzgâr ve böcekler vâsıtasıyla ya­
pıldığı gibi başka yollarla da yapılabilir. Bu işe bâzen tozlaşma da
denilir. Hurma çiçeklerinde yapılan dölleme şekli hadisin metninde
anlatılmıştır. Erkek hurma çiçeğinden bir parça alınıp dişi hurma çi­
çeğine yerleştirilir. Döllenen hurma çiçeklerinin verdiği hurma ol­
gun ve dolgun olur. Döllenmeyen ağaçlann hurmaları ise Şıys olur.
Şıys kelimesi lügat kitablannda adî hurma ve çekirdeği pekişme­
miş hurma mânâlarına açıklanır.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve's-selâm) 'in «Dölleme işinin bir
yarar sağlıyacağım sanmıyorum» sözü ile ilgili olarak S i n d i :
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bu sözünde doğrudur ve
aksi çıkmamıştır. Çünkü gerçekten öyle sanıyordu. Eğer dölleme­
nin bir yarar sağladığım sandığı halde yara* sağladığım sanmadığı­
nı söylemiş olsaydı, sözünün hilâfı çıktı diye bir şey hatıra gelebi­
lirdi. Hâşâ böyle bir şey söz konusu değildir. Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm)’in buyurduğu “Ekzibe” fiili de yanılma mâ­
nâsma yorumlanır. Yâni dînî bir hükmü bildirirken O’nun yanılma­
sı mümkün değildir, demiştir.
N e v e v i de bu hadîslerin şerhinde özetle şöyle der :
“Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in, şer’i bir mesele
hakkmda kişisel ictihâdda bulunduğu zaman bununla amel etmek
ve buna uymak zorunludur. Fakat dünya işleri hakkmda şer’î bir
hüküm olmamak üzere kişisel görüş ve danışma mâhiyetinde bir
8 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

söz söylerse buna uymak dînen vâcib değildir. Hurma ağaçlarının


döllenmesi meselesi hakkmda buyurduğu ilk söz bu nevîdendir. Bu­
nun içindir ki «Dünya işini siz daha iyi bilirsiniz.» buyurulmuştur.
Âlim ler yukardaki durumu beyân ettikleri gibi Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in hurma döllenmesine âit sözünün bir
durumu bildirmek değil bir zanm ifâde etmekten ibâret olduğunu,
nitekim bâzı rivâyetlerde bunun belirtildiğini söylemişlerdir. Dün­
ya işleri hakkmda O’nun bir zan sâhibi olması ve zannettiği duru­
ma aykırı bir durumun belirmesi O’nun için bir noksanlık sayılamaz.
Bir peygamber’in bir dünya işinde yanılabilmesinin sebebi ise on­
ların din işlerine önem vermeleri ve dünya işleriyle pek iştigal et­
memeleridir.”
** A " *
ikinci hadîste geçen; sözündeki; j L i ■kelimesi “ Şe’-
nu” diye okunabilir. Şe’n kelimesi Arap dilinde durum, hâl, iş, taleb,
önemli iş, büyük iş, büyük hâl, huy, tabiat gibi mânâlara gelir. Bir
de şuûr mânâsma gelir. M ü s 1 i m ’ deki rivâyet bu son mânâyı
kuvvetlendirdiği için böyle terceme ettim.
Bu kelime “ Şe’ne” şeklinde de okunabilir kanısındayım. Bu tak­
dirde mefûl-i mutlak durumunda olup onu nasbeden fiil “ İş’enû” dur.
Ve mânâ şöyle olabilir: «Dünya işinize kendiniz yöneliniz, sanlınız,
bakınız...»
Sözü edilen kelime “ Şeene” diye harekelenmiştir . Bunun bir ka­
lem hatâsı olduğu kanaatmdayım. Çünkü -gerek gramer ve gerekse
lügat bakımından uygun bir mânâ bulamadım.

HADÎSLERDEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER

1. Hurma ağaçlanma döllenmesini sağlamakta bir sakınca yok­


tur. Diğer ağaçların hükmü de aynidir.
2 Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bir dînî hük­
mün beyânı husûsunda yanılması mümkün değildir. Fakat dînî bir
hüküm mâhiyetini taşımıyan ve tamâmen bir dünya işine âit bir me­
selede Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in yanılması, yâni o
mesele hakkmdaki zan ve kanaatinin aksine bir durumun görülme­
si mümkündür. Çünkü böyle bir zanmn din ile alâkası yoktur. Ta­
mâmen dünyaya âit bir mesele ile ilgilidir. Böyle bir zan, Risâlet
makamı için bir noksanlık getirmez.
B âb: İS KİTÂBÜ-R’REHİNE 9

3. Dünya işlerimizi görürken meşrû olmak kaydıyla en uygun,


yararlı ve kazançlı olanı seçmekte serbestiz. Fakat dinle ilgili sorun­
ların çözümlenmesi için aklımızı hakem yapıp fetvâ vermemiz müm­
kün değildir. Mutlaka şer’î delilleri tetkik ve tahlil eden Islâm âlim­
lerinin beyanlarına göre hareket etmek zorunluluğu mevcuttur.

*1/$» j j j* û M »tA ( ^ )

16 — MÜSLÜMANLAR ÜÇ $EYDE ORTAKTIRLAR, BÂBI

.*j olıı 6jKr S j» % t-. juO.3 > - TW


: 3fe i j r Ş ‘ i # r < ş. / ‘J ' ?

. « Jfı > <3r'j. A îö G iı .Uij : o * j ü •

. .^ıb/üı^f;

T E R C E M E S İ

2472) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)’dan rivâyet edil­


diğine göre; Resülullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Suda, otta ve ateşte. Bunun
(satılmak sûretiyle alman) bedeli de haramdır.»
Ebû Saîd demiş k i: Sudan maksad akar sudur.”
Not : Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Abdullah bin
Hırâş’ı Ebû Zur’a, Buhâri ve başkalan zayıf saymışlar. Muhammed bin Ammâr
el-Mevsıli de : O, kezzâbtır, demiştir.

- u v r

. « ;ö ı -} . U i , v E * , 3i m y ! '; 'E A 4 *

( < Jujr J,; at Ju» Jjf- d i • ö s *y 4 ^ :


. 1 h j j J* a\ı-5fl JUj j 'f j . f ^ **J
10 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

T E R C E M E S Î

2473) “ ... Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre;’


Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Üç şey vardır ki vermemezlik edilm ezler: Su, ot ve ateş.»”
Not : Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bu, sahih bir isnaddır ve râvileri mev-
sûk (güvenilir) zâtlardır. Çünkü Muhammed bin Abdillah bin Yezîd Ebû Yahyâ
el-Mekki’yi Nesâi, îbn-i Ebi Hfttim ve başkaları sika saymışlardır. Senedin kalan
râvileri de Buhâri ile Müslim’in şartı üzeredirler.

3 $ * *J*-'yı # S f i U & - T M ■

1 * ^ 3 I 'je- ü X^> ^ <jle-t»- Cî Jij ü {f-

1& Djij { Oİi : tjfc « j^'3 çLî'j iÜt »3^ ? l^ y ish U


Jiî b itin i;

c>JUdlf f e » < U L J L 1* ^ 3 . jU l d i" \ C

. &’ f e * <*Ü l ^ y . >i~r ‘ & Cri ‘'O *2

.« UÜ-* U'fei* ı tÜ l aİ-_T. V V j-2 J -^ 3

. # •**) o* aii-i ıj* : ■A'ijJi ıi

T E R C E M E S İ

2474) “ ... Âişe ( Radıyallâhü a «M )’dan rivâyet edildiğine göre kendisi


(bir gün Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e) :
Y â Resûlallah! Vermemezlik edilmesi helâl olmayan şey nedir?
diye sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Su, tuz ve ateş», diye cevab verdi. Âişe dedi k i : B en :
Y â Resûlallah! (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Şu suyu (esirge-
memeyi) anladık. Peki, tuz ve ateşin durumu nedir? diye sordum.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana hitâben) :
«Y â Humeyrâ! Kam bir (parça) ateş verirse, o ateşin pişirdiği
yemeğin tamamım sadaka etmiş gibi (sevab kazanmış) olur. Ve kim
Bâb : 16 KİTÂBÜ-R’REHİNE 11

bir (parça) tuz verirse, o tuzun güzelleştirdiği yemeğin tamâmım


sadaka etmiş gibi (sevab kazanmış) olur. Kim Su bulunan yerde bir
müslümana bir içim su içirirse bir rakaba (k öle-câ riye)yi âzadla-
mış gibi (sevab kazanmış) olur ve kim su bulunmayan yerde bir
müslümana bir içim su içirirse onu ihya etmiş gibi (sevab sâhibi)
olur.»"
Not : Zevâid’de şöyle denilmiştir : Râvi A li bin Zeyd bin Ced’ân’ın zayıflığı
nedeniyle bu sened zayıftır.

İ Z A H I

Bu bâbtaki hadisler Zevâid türündendir. E b û D â v û d ilk


hadisin mislini mühâcirlerden bir adamdan merfû olarak rivâyet
etmiştir. Oradaki rivâyette o mühâcirin ismi belirtilmemiştir. Sahâ-
binin isminin mechûl kalması hadîsin sıhhatini pek etkilemez. Bir
de şu v a r : Ordaki rivâyette hadîsin sonundaki; = «ve bu-
nun bahası haramdır.» cümlesi yoktur.
Avnül-Mabûd yazan bu hadisin şerhinde şu bilgiyi v e r ir :
“Hadîsteki sudan maksad, bir kimsenin çalışarak meydana ge­
tirdiği veyâ kanal ve arklar kazmak sûretiyle elde ettiği ya da ken­
disine âit kablarda, havuzlarda, depolarda ve benzerî özel yerlerde
toplamakla sâhib olduğu sular dışında kalan kısımlardır.

Kelâ*. Yaş ve kuru ot mânâsmadır. H a t t â b i : Bu kelime


ile kasdedilen mânâ, kimsenin mülkiyetinde olmayan arâzîlerde bu­
lunan ve umûmun yararlanabildiği meralardaki otlardır. Bu nevî
meralar umûma âit olduğu için herhangi bir kimse burdaki otları
kendi inhisan altına alamaz ve başkalarım bundan yararlanmaktan
menedemez. Fakat bir kimsenin arâzisinde bulunan otlar onun ma­
lıdır. Kendisinin izni olmaksızın hiç kimse o ottan yararlanamaz, ko­
parıp götüremez, demiştir.
Halkın ateşte ortak olmasından maksad, açıkta yakılan ateşin
ışığından herkesin istifâde edebilmesi ve lâmba gibi aydınlatma araç­
larım bundan yaktırabilmesidir. Lâkin bir kimsenin yaktığı ateşin
közünden bir parça almak onun iznine bağlıdır. Ondan izin almak­
sızın közünden alıp götürmek câiz değildir. Çünkü közden bir parça
almakla ateşin mikdan azaltılmış, hattâ sönmesine sebebiyet veril­
miş olabilir.
12 SÜNEN-t İBN-Î MÂCE

Bir kavle göre ateşten maksad, ateşi yakmakta kullanılan bir ne­
vi taştır. Bu taş nevî kimsenin mülkiyeti altında olmayan bir arazi­
de bulunduğa takdirde, kimse bunu vermemezlik edemez.
Ş e v k â n i , en-Neyl’d e : Bilinmelidir ki bu konuda rivâyet olu­
nan hadislerin tümü, anılan üç şeyde — su, ot ve ateş — genel bir
ortaklık hakkının varlığına delildir. Bu hüküm umûmîdir. Yâni şu
veyâ bu su, şöyle olan ot, böyle olan ateş, diye bu* kayıdlama ve sı­
nırlandırma durumu hadîslerde yoktur. Bu hadîslerin umûmî olan
hükmünü husûsîleştirecek özel bir delîl olmadıkça anılan maddele­
rin herhangi bir nevî bu hükmün dışında kalmaz. Bu hadîslerden
daha genel olan hadîsler delîl gösterilmek sûretiyle bu hadîslerin
hükmü husûslleştirilemez. M eselâ: «Bir kimsenin gönül hoşluğu ol­
madıkça onun malı hiç kimseye helâl olmaz.» hükmünü ifâde eden
genel hadîsler burdaki hadîslerin hükmünü husûsîleştirmez. Çün­
kü, anılan üç maddenin mal sayıldığı tesbit edilmedikçe o tür hadîs­
ler bu konuda delîl olmaya elverişli olmaz. Anılan üç maddenin mal
sayılıp sayılmaması ise bilindiği gibi ihtilâf konusudur, der."
S i n d i de : Âlimlerden bir cemaat hadisin zâhirini tutarak :
Su, ot ve ateş hiç bir sûrette kimsenin mah sayılamaz, satılamaz ve
temlik edilemez, demiştir. Fakat âlimler arasmda meşhur olan kav­
le göre ottan maksad kimsenin özel mah olmayıp umûma âit ot kıs­
mıdır. Sudan maksad da, mâliki olmayan gökten inen sular, kaynak
sulan ve nehir - çay sulandır. Ateşten maksad ise, sâhibsiz arâziden
toplatılıp yakılan odunlardan hâsıl olan ateştir. Şâyet bir adam bir
suyu alıp kablanna koymak sûretiyle mâliki durumuna geçerse, bu­
nu satması câizdir. Ot ve ateş de böyledir, demiştir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ) ’dan rivâyet edilen son hadîsi t b -
n ü ’ l - C e v z î , mevzû hadîsler arasmda anmıştır. S i n d i bu
hadîsin haşiyesinde şöyle der:
“ S u y û t i , en-Nihâye’d e : Humeyrâ’, Hamrâ’nm tasğîr ismi­
dir. (Yâni Arapça kurallarına göre küçültülmüş isimdir.) Beyaz
renkli kadm anlamınadır. (Hamrâ kelimesi Ahmer kelimesinin mü-
ennesidir. Kırmızı mânâsını ifâde eder. Ahmer kırmızı erkek, ham­
râ da kırmızı kadm demektir. Humeyrâ ise kırmızıya çalan, yâni az
kırmızı olan kadın demektir. Humeyrâ kelimesi  i ş e (Radıyal-
lâhü anhâ) için kullanılmış bir lâkab mahiyetindedir.) Bâzı âlim ler:
Humeyrâ lâkabı kullanılan bütün hadîsler zayıftır. Yalnız H â k i m’in
rivâyet ettiği bir hadîs bunun dışındadır. ( S i n d i bu hadîsi de
anmış ise de konumuz dışmda olduğu için o hadîsi buraya geçirme­
ye gerek görmedim.)
Bâb: 17 KİTÂBÜ-R’REHİNE 13

Sindi, Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsi ile


ilgili olarak: Bana öyle geliyor ki bu hadîsten kasdedilen mânâ şöy-
le d ir: “ Su ve ateş gibi pahalı olamayan mebzûl şeyler konu komşu­
dan ve muhtaç kimselerden esirgenmemek, vermemezlik edilmeme­
lidir,” diye bilgi verir.
“Tuzun vermemezlik edilmemesi” emri ile ilgili olarak H a t -
t â b î : Bunun mânâsı şöyledir: Tuz, kimsenin mülkiyeti altında
olmayan bir arâzi veyâ bir dağda bulunan madeninde iken kimse
kimseyi bunu almaktan menedemez. Am a bir adam tuz:u ordan ahp
götürmek sûretiyle mülkiyetine geçirirse veyâ kendi mülkiyeti al­
tında bulunan bir yerden tuz istihsal ederse, onun malı olur. Baş­
kasını bundan menedebilir ve bunu satabilir. Diğer mallarında her
çeşit tasarruf hakkına sâhib olduğu gibi bunda da her nevî tasarruf­
ta bulunabilir, demiştir.

A&fcM v l. Ov)
17 — NEHİRLERİN VE PINARLARIN IK TÂI
(DEVLET BÜYÜĞÜNCE BİR KİMSEYE VERİLMESİ) BÂBI

Bu bâbm hadîsinin tercemesine geçmeden önce Iktâ kelimesini


açıklıyayım:
E 1- K a a r i : İk ta a : Yerin belirli bir 'kıtasını bir kimseye ver­
mektir, demiştir. Avnü’l-Mabûd yazan d a : İk ta a : Sâhibsiz bir arâ-
ziyi belirli kimselere tahsis etmektir. Bu arâzi bir toprak parçası ola­
bildiği gibi bir maden ocağı ve çevresi de olabilir. Böyle bir tahsis
yapılınca başkası o yerden yararlanamaz. Böyle bir tahsisin yapı­
labilmesi için o yerin herhangi bir kimsenin malı olmaması gere­
kir.
İ b n ü ’ t - T î n de-. Bir tahsisin İktaa saydabilmesi için bir arâ­
zi veyâ akar olması şarttır. İktaa ancak sulh yoluyla fethedilen top­
raklarda uygulanabüir. Bir müslümamn veyâ andlaşmalı bir gayr-i
müslim’in mülkiyetinde bulunan bir gayr-i menkûlde İktaa olamaz.
İktâa mülkiyet veyâ intifâ hakkının verilmesi şeklinde yapılabilir.
Hangi arâzi ve mâden türünde İktaa olabileceği ve hangisinde
yapılamıyacağı husûsu hadîsin izahı bölümünde anlatılacaktır.
14 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

^ *V ^ ^ «? •

( JLm« l-'jft ( JU> t/ (J*-* \jJ1 •!»»<■ t/ C*»l» {jf Ü


0 '* w ^ * * ** ■m
* * * 0 >■ « -• • *■•

/ i £ u f r .V J t ! d * İ $ s ? ıs b JÂJ» tj £ i ' j Z \ <*\ &

O a jj JâJİ 3 ^ - j £ sJ fö 5*' 3 j - j J l t r * ^ ûrV^iV) ü[ ^r

.. aJ\*U . İ . U 1 İ S jj j . ■*£ V. jjijl <r^*^r' j -■

^ :jts . ^
J L■* î l ^
J^* iV
i 5 j ^J^ l V '•S ^** İ-M
»—■İ i a j i r J ^

.JuM J*J • ‘*»^-»‘^*2 .>** 3 j^ jl} f â -.Ü ^ ç f ö ‘&aS j i Jp

.« jjİU s S jo 1

_ • • Â İ- İO J J ^ •

/ö ı y ^ ‘J j i4 İ s g fi
' o 0 * *■ ' 0 V >—

T E R C E M E S İ

247S) “ ... Ebyad bin Hammâl ( Radtyallâhü anh)’den rivâyet edildiği­


ne göre :

Kendisi M e’rib Sûddü Tuzlası denilen tuzlayı (bağış veyâ satış


yoluyla Resûl-i Ekveriy (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’den) istedi. (Re­
sûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) de) bu tuzlayı kendisine ver­
di. Sonra el-Akra’ /bin Hâbis et-Temîmî (Radıyallâhü anh) Resûlul­
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in yanma vararak:
Yâ Resülallah|\Ben câhiliyet devrinde (yâni müslüman olmadan
önce) o tuzlaya vardım (gördüm ). O tuzla susuz bir arâzidedir. Kim
oraya vanrsa tuz alır. Ve o tuz kesintisiz su gibidir (devamlı bulu­
nur), dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Ebyad bin Hammâl’den bu tuzla tahsis akdini kaldırmasını istedi. Eb­
yad bin Hammâl da (Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e) :
Anılan tuzlayı (ben (im tarafım) dan bir sadaka kılman üzere
tahsis akdini kaldırmak husûsunda senin isteğini kabul ettim, dedi.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )de:
Bâb : 17 KİTABÜ-R’REHİNE 15

«O (tuzla) senden bir sadakadır ve kesintisiz devam eden su


mislidir. Kim ona varırsa onn(n tuzunu) alabilir (Yâni müslüman-
lann müşterek malıdır) buyurdu.
(Müellifimizin şeyhinin şeyhi) Ferec (bin Saîd) : O tuzla bııgün
de o durum üzerinedir. Kim ona vardıysa onuCn tuzunu) alır, demiş­
tir.
(Hâvi) demiştir ki s
Ebyad bin Hammâl tuzlanın tahsis akdini kaldırmakla Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in isteğini kabul edince Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu (tuzla) mn yerine kendisi­
ne Cürf-i Mörâd’da bir arâzi ve hurma ağaçlarım verdi.”

İ Z A H I

Bu hadisi T i r m i z î , Ebû Dâvûd ve D â r . i m i de


rivâyet etmişlerdir.
Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklıyalım
Me’rib s Y e m e n'de bir şehrin ismidir. S ü l e y m â n
(Aleyhisselâm)’m eşi B e 1 k i s' in beldesidir
Milh: Tuz mânâsmadır. Burada tuzla mânâsına kullanılmıştır.
Bu tuzla S ü d d - i M e ’ r i b denilen semtte olduğu için buna
S ü d d - i M e ’r i b tuzlası denilmiştir.
İktaa: Hadîsin tercemesine başlamadan önce târif ettiğim için
tekrarlamaya gerek yoktur.
Katia: Iktaa usûlü ile verilen kıt’a mânâsmadır.
Idd s Devamlı bulunan ve hiç kesilmeyen su mânâsmadır.
İk aale: Yapılan bir akdin kaldırılması ve iptâli için taraflardan
birisinden gelen teklifi karşı tarafın kabul etmesidir. İkaale satış
işinde olduğu gibi ahid ve andlaşma işinde de olabilir. 2199 noiu ha­
dîs İkaale’nin sevâbı hakkındadır. Orada gerekli bilgi verilmiştir.
İstikaale ise İkaale’yi istemektir.
Si ndi bu hadisin haşiyesinde şu bilgiyi verir.-
" E b y a d b i n H a m m â l (Radıyallâhü anh) M e ’ r i b ’ -
deki tuzlayı bağış veyâ bedeli mukâbilinde istemiştir. Bir kavle gö­
re Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) o tuzladan tuzu çıkar­
manın çalışıp uğraşmaya ve emek sarf etrtfeye bağlı olduğunu zan
ettiği için E b y a d ’ a tahsis etmiş. Sonra e l - A k r a ’ b i n
16 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

H a b i s (Radıyallâhü anh) tuzlanın durumunu arz edip ordaki tu­


zun yer yüzünde ve hazır vaziyette bulunduğunu, devamlı ve kesin­
tisiz su gibi olduğunu açıklayınca Resûl-i Ekrem tahsis işini iptal ey­
lemiştir. S ü y û t i ’ nin beyânına göre S i b k î : Açık olan du­
rum budur ki, Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) sırf E b -
y a d ’ m gönlünü hoş etmek üzere tahsis işleminin iptâli için ondan
istekte bulunmuştur. Bu istek bir ikrâmdan ibârettir, demiştir. (Yâ­
ni tuzla durumu anlaşılınca E b y a d ’ m muvafakati olmasa bile
tahsis işlemi iptal edilirdi. Ama Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se­
lâm) son derece kerem sâhibi olduğu için ondan istekte bulunmuş­
tur.)
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in E b y a d ’ a : «Tuz­
la senden bir sadakadır.» buyruğu da O’nun yüce ahlâkının bir ör­
neğidir.
Bâzı âlimler demişler k i B u hadîs bir maden ocağının kişilere
tahsis edilebilmesi için ocağın yüzeyde olmaması ve istihsal için uğ­
raşıp masraflar yapma zorunluğunun bulunması şarttır. Şâyet ma­
denler yüzeyde olup pek uğraşmadan ve fazla masraf yapmadan is­
tihsal edilecek durumda ise hükümdarın yâni devlet büyüğünün bu­
nu kişilere tahsis etmesi câiz değildir. Böyle madenler müslümanla­
nn ortak malıdır. Herkes ondan yararlanabilir. Âdeta su ve ot gibi­
dir.’’
Müellifimiz bu hadîs için açtığı bâbm başlığında “Nehirlerin ve
pmarlann iktaa’ı” ifâdesini kullanmakla ayni görüşte olduğuna işâ­
ret etmiş, kanısındayım. Çünkü nehirlerin ve pmarlann İktaa’ımn
câiz olmadığı bilinmektedir. Bundan sonra gelen bâblarda bu konu­
ya değinilecektir. Avnü’l-Mabûd yazan da S i n d i ’ den naklen
verdiğimiz bilginin benzerini E l - K a a r i ’ , S ü y û t î ve S i b -
k î ’ den nakletmekte ve bu arada özetle şunu da söylemektedir:
E b ü ’ t - T a y y i b ve başkası: Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm), E b y a d ’ m sözünün zâhirine göre mezkûr tuzlayı
ona tahsis etmişti. Bu hüküm, bir fetvâ için müftî’ye mürâcaat eden
kişinin meseleyi yanlış anlatması sonucunda verilen fetvâ gibidir.
Müfti sonradan meselenin gerçek mâhiyetini öğrenince son duruma
göre ikinci bir fetvâ verir. Müfti bu hususta hatâlı sayılamaz, demiş­
lerdir.
• S i b k î de.- Yer yüzünde olan madenlerin kişilere tahsis edil­
mesi yasağı, muhtemelen o olay günü konulmuştur. O güne kadar
ya câizdi veyâ onun hakkmda bir hüküm verilmemişti. Câhiliyet
Bâb: 17 KİTÂBÜ-R’REHİNE 17

devrinden beri devam edegelen usûl uygulanıyordu. Ya da tahsis iş­


lemi bâzı şartlara bağlı idi. E 1 -A k r a ’ m açıklaması netice­
sinde o şartların bulunmadığı anlaşıldı. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-sa­
lâtü ve’s-selâm) ’in E b y a d ’ dan ikaale isteği ise sırf O ’nun yü­
ce ahlâkının gereği idi. E b y a d ’ m gönlünü hoş etmek içindi,
denilmiştir, diye bilgi vermiştir.
Avnü'l-Mabûd yukardaki bilgiden sonra şöyle d e r :
“Bu bâbta rivâyet edilen hadîsler, Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâ­
tü ve’s-selâm) ’in ve O’ndan sonra gelen İslâm Devlet Başkanlannın
maden ocaklarım İktaa usûlü ile kişilere tahsis etme yetkisine sâhip
olduğuna delâlet eder. İktaa’dan maksad mâliki bulunmayan arâzi-
lerin bir kısmını kişilere tahsis etmektir. İster o parça içinde maden­
ler bulunsun ister bulunmasın hüküm aynidir. Böyle bir tahsis ya­
pılınca o kişiler için bir imtiyaz hakkı doğar. Yâni başkaları o yer­
de tasarrufta bulunamazlar. Tahsis edilen yerin her hangi bir kim­
senin mülkiyeti altında olmaması şarttır.”

Yukarda verdiğim bilgiden anlaşıldığı üzere, maden ocakların­


dan istihsal işi külfetli, masraflı ve uğraşmaya bağlı ise tahsis işi
câizdir. Aksi takdirde câiz değildir. Bütün müslümanlann ortak
mah durumundadır.

Bu konuda geniş bilgi için fıkıh kitablanna baş vurmak gerekir.


Tuhfe yazan bu hadisin şerhinde K â d ı I y â z ’ m şöyle
dediğini nakleder: İktaa: Devlet başkamnın Allah’m malından bir
şeyi liyakath gördüğü bir kimseye tahsis etmesidir. İktaa ekseriyet­
le arâzi tahsis işinde kullanılır. Arâzide İktaa şöyle o lu r: Devlet
başkam bir arâzi parçasının mülkiyet hakkını bir adama verir. Adam
da arâziyi işletir, değerlendirir. Kazancı da kendisine âit olur. Y a
da Devlet Başkanı arâzinin mülkiyet hakkım değil de gelirini bir
kimseye tahsis eder. Artık o arâzi parçasından elde edilen hâsılat
o kimseye âit olur.

Hadisin son kısmında Peygamber (Aleyhi s-salâtü ve’s-selâm)’in


E b y a d ’ a bir parça arâzi ve hurma ağaçlarım verdiği bildiril­
mektedir. Bunun zâhirine göre Devlet büyüğü dilediği bir kimseye
bahçelerde yetişmiş durumdaki ağaçlan verebilir. E b û D â v û d
da “Esmâ bint-i Ebî Bekir (Radıyallâhü anhümâ)'dan: Resülullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Zübeyr’e hurma ağaçlannı İktaa etti
(yâni verdi.) ” meâlinde bir hadîs rivâyet etmiştir. H a t t â b î de:

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 -F .: 2


18 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

Hurma ağaçlan yer yüzeyinde bulunan madenler gibi külfetsiz ve


pek çalışmadan yararlanılacak nevîdendir. (Halbuki maden ocakla­
rının kişilere tahsis edilmesi ve onlann imtiyaz sâhibi kılınması için
istihsal edilecek madenlerin yer yüzeyinde olmaması ve çalışıp, ça­
balamak yorulup masraf yapmak sûretiyle istifâde edilebilecek du­
rumda olması gereklidir. Hazır sofra durumundaki açık maden ocak­
ları yer yüzeyinde olunca Iktâ edilemez.) Bu itibarla Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) söz konusu hurma ağaçlarını kendisine
âit humus hissesinden vermiş gibidir. Allah daha iyi bilir. Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) M e d î n e - i M ü n e v v e ­
r e ’ de mühâcirlere bâzı evler tahsis eylemişti. Buna âit rivâyet­
lerde “Iktâ” ifâdesi vardır. E b û î s h â k e l - M e r û z î bur­
daki Iktâ’ı Âriye mânâsına yorumlamıştır. Yâni Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm) sözü edilen evleri mühâcirlere emâneten ver­
mişti, diye bilgi verir.

•^! öc *r^. ( VA)


18 — SU SATMAKTAN NEHİY BÂBI

Ü ç H â l T ercem esi

Ebyad bin Hammâl (R .A.) Yemenin Me’rib şehrindendir. Medîne-i Münevve-


re'ye gelerek sahâbilik şerefine kavuşmuştur. Bir kavle göre Vedâ haccı yapılır­
ken Resûl-i Ekrem CS.A.V.)’i ziyaret ederek sahâbilik mertebesine erişmiştir,
îbn-i Sa’d’m dediğine göre Ezd kabîlesindendir. Bu zâtm dokuz hadîsi var. Tir­
mizî, Ebû Dâvûd ve îbn-i Mâceh onun hadîslerini rivâyet etmişlerdir. (Hulâsa: 44)
Akra’ bin Hâbis (R.A.) Mekke fethinden sonra Peygamber (S.A.V.)’e gelen
Temîm kabilesi eşrâfından kurulu hey’ette idi. Bu zât Mekke fethi ve Huneyn
savaşlarında Peygamber (S.A.V.)’in mâiyetinde idi. Irâk ve Enbâr fetihlerinde
Hâlid bin el-Velîd (R .A .)’m ordusunda öncü birliklerin kumandam olarak sava­
şan bu zâtm asıl isminin Ferrâs olduğu söylenmiştir. Akra’m lügat mânâsı kel
demektir. Bu zâtm başının bir bölümündeki kıllar döküldüğü için Akra’ lâkabım
almıştır. Gerek îslâmiyetinden önce ve gerekse bundan sonra eşrâftan idi. Abdul­
lah bin Âmir onu bir askerî kuvvetin başında Horasan tarafına göndermişti. Bu
seferinde el-Cûzcâni’de şehid edildi. (Üsdü’I-Gâbe : I. C., Sah. 131)
Ferec bin Saîd bin Alkame bin Eybad bin Hammâl el-Me’ribî, babasının amca-
lan Sâbit ve Cübeyr’den rivâyette bulunmuştur. Rivâyetlerinde bir beis bulunma­
dığı Ebû Zur’a tarafmdan ifâde edilmiştir. Ebû Dâvûd ve îbn-i Mâceh onun riva­
yetlerini almışlardır. (Hulâsa: 308)
Bâb: 18 KİTÂBÜ-R’REHİNE 19

TERCEMESİ

2476) “ ... İyâs bin Abd (Ebû Avf) el-Müzenî (Radtyallâhü anh) bâzı
insanların su sattığım görünce (onlara) şöyle dediği rivâyet olunmuştur:
Su satmayınız. Çünkü ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) den (ihtiyaç fazlası) suyun satılmasını yasakladığını işittim.”

-y T j e , f t . U ft h f i Z lf ^ w

TERCEMESİ

2477) Câbir (bin Abdillah) (Radtyallâhü anhümâ)’dan-, Şöyle de­


miştir :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) suyun fazlasını satma­
yı yasakladı.”

İ Z A H I
İ y â s (Radıyallâhü anh)’ın hadîsini Sünen yazarlarının hepsi
rivâyet etmişler. C â b i r (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini M ü s ­
l i m de rivâyet etmiştir.
İ y â s (Radıyallâhü anh) ’m hadîs metni E b û D â v û d ’ un
rivâyetinde C â b i r (Radıyallâhü anhl’ın hadîs metni gibidir.
Çünkü ordaki metin şöyledir:

elit 4-İC- 4Üİ AÛİ J y * t j jl

Avnü’l-Mabûd yazan bu hadîsin şerhinde şöyle der:


“ H a t t â b i : «Suyunfazlası» ifâdesinden maksad, kişinin ken­
di ihtiyacı ile âile ferdlerinin, hayvanlarının ve ekinlerinin ihtiya­
cından artan sudur, demiştir.
Hadîs, ihtiyaç fazlası suyu satmanın haramlığına delâlet eder.
Hadîsin zahirine göre kişinin kendi mülkünde ve arâzisi içinde bu­
lunan su ile mevât yâni sâhipsiz arâzide kişi tarafmdan çıkarılan
su arasmda bir fark yoktur. Kezâ içmek ve benzeri işler için olsun
hayvanlan suvarmak veyâ ekinleri sulamak için olsun fark etmez.
Çölde olsun başka yerde olsun hüküm aynidir. İhtiyaçtan artanı sa­
tılmaz. K u r t u b i : hadîs metninden çıkan zâhir mânâ ihtiyaç
fazlası içme suyunun satılmasının yasak kılınmasıdır, demiştir.”
20 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Tuhfe yazan da yukardaki bilginin benzerini naklettikten son­


ra : Suyu satmanın yasaklanmasına âit hadîsler umûmî olmakla
beraber küp ve fıçı gibi kablara alman sular bu hükmün dışında tu­
tulmuştur. Çünkü özel kablara aktanlan su kişinin dağdan topladı­
ğı oduna kıyaslanır. Sâhipsiz araziden toplanan odunların getirilip
satılması câizdir. Nitekim Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)
bir adama, odun toplayıp satmak sûretiyle geçimini sağlamasını ve
böylece dilencilikten kurtulmasını emretmiştir. Ancak şu var ki, bir
hadîsin hükmünün kıyas yoluyla husûsıleştirilmesinin câiz olup ol­
maması ihtilâf konusudur, demiştir.
N e v e v i de özetle şöyle d e r :
“Çölde bulunan ihtiyaç fazlası suyu şu şartlarla parasız vermek
vâcibtir: İhtiyaç sâhiplerinin ihtiyaçlarını giderecek başka suyun bu­
lunmaması, sözü edilen ihtiyacm hayvanlan suvarmak olup tarlayı
sulamak için olmaması ve su sâhibinin su ihtiyacımn olmaması.
Şu da bilinmelidir ki, sahih mezhebe göre, kişinin kendi arâzi-
sinde ve mülkünde çıkan su onun malıdır. Bâzı arkadaşlanmıza gö­
re onun malı olmaz. Kişinin küp ve fıçı gibi kablara aldığı mübah
su ise onun malı olmuş olur. Doğru olan hüküm budur. Hattâ bâ­
zdan, kablara konulan suyun ilgilinin mah sayıldığı yolunda icmâ
bulunduğunu söylemişlerdir. Fakat gene bâzı arkadaşlarımız: Kişi­
nin kendi kablanna aldığı su da onun malı sayılmaz. Ancak önce­
likle yararlanabilir, demiştir. Ama bu görüş yanlıştır.”
Hülâsa su müslümanlann müşterek malıdır. Bunun hakkmda
gelen hadîsler ve gerekli izah 2472 - 2474 noiu hadîsler bölümünde
geçti. Bu itibarla deniz, nehir, çay, pmar ve kuyu sulan parayla sa­
tılmaz. Herkes bundan içebilir, hayvanlarına içirebilir. Ancak bir
adamm tarlası ve bahçesi gibi mülkiyeti altmda bulunan bir pınar­
dan veyâ kuyudan hayvanlan suvarmak mülk sâhibinin iznine bağ­
lıdır. Çünkü kişinin mülkünün içerisine girmek onun müsaadesine
bağlıdır. Susuzluktan hayatî tehlike ile karşı karşıya kalan kişi izin­
siz de oraya vanp su içebilir. O çevrede başka su bulunmaması hâ­
linde hayvanlan suvarmak meselesine gelince bunun bir kısmı bun­
dan sonra gelecek hadîslerin izahı bölümünde anlatılacaktır. Geniş
bilgi için fıkıh kitablanna müracaat etmek gerekir.
Kişinin mübah sulardan alıp küpte, fıçıda ve benzeri kablarda
depo ettiği su ise onun özel malı olduğu konusunda icmâ bulundu­
ğunu N e v e v i nakletmiştir. Kişi bu suyu satabilir. Fakat bâzı-
lan 16. bâbta geçen hadîsler muvacehesinde bunun bile kişinin malı
sayılamayacağını, ancak kendisi için bir öncelik hakkının bulundu­
ğunu söylemişlerdir.
Bâb: 19 KİTÂBÜ-R’REHİNE 21

A) ç d *Ul ^lai çZ* ı—A 0 ^)


19 — (İH TİYAÇ TAN ) A R T A N SUYU (BAŞKALARININ
H A Y V A N LA R IN D A N ) ESİRGEMEK YÜZÜNDEN
(BUNLARIN) M ERADAN (YA R A R LA N M A LA R IN A )
ENGEL OLM ANIN YAŞAR LIĞ I BÂBI

TERCEMESİ

2478) Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre;


Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Herhangi biriniz (ihtiyacından) artan suyu (başkalarının hay­
vanlarından) esirgemek yüzünden (bunların) meradan (yararlan­
malarına) engel olmasın.»”

o j JL*. «jr\ . »J*CJ .1*^ <**0 < JLJ' Ö. ** 1*» j : âîljjt ıj

TERCEMESİ
2479) "... Âişe ( Radtyallâhü anhâ)'dan rivâyet edildiğine göre; Resûlul-
lah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurdu, demiştir:

«(İhtiyaçtan) artan su (başkasından) esirgenemez ve kuyunun


(ihtiyaçtan) artan suyu (kimseden) esirgenemez.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Hârise bin
Ebi’r-Ricâl’m zayıf olduğunu Ahmed ve başkası söylemiştir. îbn-i Hibbân da bu
hadisi kendi sahihinde, içinde tshâk’ın bulunduğu bir senedle rivâyet etmiştir,
îshâk da tedlisçidir.

lyâs bin Abd (R-A.)’m Hâl Tercemesi


İyâs bin Abd veyâ bin Abdillah el-Miizeni Ebû Avn veyâ Ebû A vf el-Hicâzi
sahâbidir. Bir hadisi vardır. — Burdaki hadîstir — Râvisi Abdurrahman bin Mit­
tim Ebü’l-Minhâl’dır. Buhârî: Bunun sahâbîliği bilinmiyor, demiştir. Fakat İbn-i
Ebi H âtim : O, sahâbidir. Ben babamdan ve Ebû Zur’a’dan onun sahâbî olduğu­
nu söylediklerini işittim, demiştir. Siinen sâhibleri onun hadisini rivâyet etmiş­
lerdir. (Hülâsa: 42)
22 SÜNEN-t tBN-İ MÂCE

Î Z A H I

E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadisi Kütüb-i Sitte’-


nin hepsinde rivâyet edilmiştir. Hadîsin metni çok özlü rivâyet edil­
diği için cumhûrun verdiği mânâyı sunabilmek üzere parantez içi
ifâdeler kullanmak durumunda kaldım.
N e v e v î bu hadisten kasdedilen mânâyı şöyle açıklar
Bir çölde bir adamın kazıp meydana getirdiği ve mülkiyeti al­
tına giren bir kuyusu bulunur. Kuyudaki su onun ihtiyacından faz­
ladır. Kuyunun yanında da umûma âit bir otlak bulunur. O semt­
te bu kuyudan başka su bulunmaz. Bu itibarla anılan kuyudan hay­
vanlara su verildiği takdirde o meradan yararlanmak ve hayvan­
lan orada otlatmak mümkün olur. Aksi takdirde o meradan istifâ­
de edilemez. (Çünkü otlatılan hayvanlar suvanlmadığı takdirde su­
suzluktan ölebilir.) İşte böyle bir durumda kuyu sâhibi kendi ihti­
yacından artan suyu ücretsiz olarak hayvanlara serbest etmekle mü­
kelleftir. Hayvanların suvanlmasma engel olması haramdır. Çün­
kü fazla suyu esirgediği takdirde hayvan sâhipleri hayvanlanm o
merada otlatmaktan çekinirler ve hayvanlarının susuzluktan’ helâk
olmasından korkarlar. Kuyu sâhibi suyu esirgemekle merada otlat­
maya engel olmuş sayılır.
Böyle bir arâzide, başka su bulunmaması hâlinde su sâhibinin
ihtiyacından artan fazla suyu hayvanlan suvarmada kullanmaya
müsaade etmesi ve bir ücret almaması vâcibtir. Su sâhibinin bu du­
rumda suyu satması haramdır. Çünkü adam suyu sattığı zaman o
çevredeki merayı satmış gibi olur. Oysa kendisi umûmun malı olan
bir merayı satma hakkma sâhip değildir. Bunun sebebi de şudur:
Hayvan sâhipleri verecekleri parayı sırf su için değil, o su çevresin­
de bulunan meradan yararlanmak gâyesiyle de vermiş olurlar. Do­
layısıyla merayı para ile satın almış duruma girerler."
Avnü’l-Mabûd yazarı da hadîsten kasdedilen mânâyı N e v e v î
gibi açıkladıktan sonra özetle: Cumhûr bu hadîsi böyle açıklamış­
tır. Hadîs böyle yorumlanınca kuyu sâhibinin suyu yalnız hayvan
sâhiplerine meccânen vermek ile mükellef tutulmuş olur. Sürüleri
güden çobanlar da bu hükme tabidir. Yâni çobanlar susadıkları za­
man kuyu sâhibi onlara da meccanen su vermek ve onlann hur­
dan su almalarına izin vermek durumundadır. Çünkü çobanlar bun­
dan men edildikleri takdirde hayvanları gütmeleri zorlaşır ve hay­
van gütme işinden imtinâ ederler. En-Neyl’de böyle denilmiştir, diye
bilgi verir.
Bâb: 19 KİTÂBÜ-R’REHÎNE 23

Tuhfe yazan da yukardaki bilginin benzerini naklettikten son­


ra şöyle d e r.- H a n e f i l e r ile Ş â f i î l e r ’ e göre kuyu sa­
hibi yalnız hayvanlann ihtiyacı için suyu esirgememek durumundadır.
Fakat araziyi sulama işi için böyle bir mecburiyeti yoktur. E 1- M ü -
z e n i ’ nin anlattığına göre Ş â f i î hayvanlar ile ekinler ara­
smda şu farkın bulunduğunu ifâde etm iştir: Hayvanlar canlıdır. Su­
suz bırakılmalan hâlinde ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalmış olur­
lar. Tazımda böyle bir tehlike yoktur.
M â 1 i k ’ e göre kuyu sâhibi ihtiyacından artan suyu bedâva,
hayvanlara vermemezlik edemediği gibi ekinleri sulamaya da mâni
olamaz.
“Kuyu sâhibinin ihtiyacından artan su’’ ifâdesi kullanılmıştır.
H a 1 1 â b I kuyu sâhibinin ihtiyacım şöyle açıklamıştır.- Yâni ku­
yu sâhibi ile âile ferdlerinin içme ve diğer ihtiyaçları, hayvanlan
suvarma ve ekinlerini sulama ihtiyaçlandır.
Yukarda belirttiğim gibi âlimler bu bâbta rivâyet olunan E b û
H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini kişinin sâhibsiz arâ­
zide kazıp imar ettiği kuyu suyu hakkındadır. Kuyu sâhibi öncelik­
le kendi su ihtiyacım giderme hakkına sâhibtir. içme, kullanma, hay­
vanlan suvarma ve ekinleri sulama diye açıklanan ihtiyaçtan artan
su fazlası kuyu sâhiblerinden esirgenemez. Yâni o çevrede başka su
bulunmadığı takdirde yakınındaki meradan hayvan sâhiblerinin ya­
rarlanmasına imkân vermek üzere kuyu sâhibi ihtiyacmdan artan
suyu bunlara vermemezlik edemez. Bedava vermek durumundadır.
Başkasının ekininin sulanması için vermemezlik edip edemiyeceği hu-
sûsunun ihtilâfh olduğunu yukarda anlattım.
Hadîsteki yasaklama haramlık ve mekruhluk anlamına yorum­
lanması husûsu da ihtilâfhdır. T ı y b î bu hususta şöyle d e r : Bu
hükümdeki ihtilâf suyun temlik edilip edilemiyeceği hususundaki ih­
tilâfa dayanır, demiştir.
M â l i k , E v z â i ve Ş â f i î ’ ye göre bu yasak haramlık
mânâsmadır. Bâzı âlimlere göre ise mekruhluk mânâsmadır.

KİŞİNİN KENDİ ARÂZİSİNDEKİ K U YU


SU YU N A Â İT HÜKÜM
1. H a n e f î mezhebine göre bir kimsenin kendi arâzisi için­
de kazıp imar ettiği kuyu suyu kesilmez durumda ise bu su onun
malı sayılmaz. Kendisi için öncelik hakkı bulunmakla beraber ihti-
24 SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

yacmdan artan fazla sudan başkası istifâde edebilir. Yâni kuyu sâ­
hibinin izni olmasa bile oraya bir mil mesâfede başka su bulunma­
dığı takdirde başka adamlar o sudan içebilir ve hayvanlarım suvara­
bilir. Fakat tarlalarını sulayamaz. Ancak şu var ki, kuyu sâhibi izin
vermedikçe kimsenin onun tarlası ve arâzisi içine giremez. Bu iti­
barla kişinin arâzisi içinde bulunan bu nevî kuyu ve havuzdan su iç­
mek veyâ hayvanım suvarmak isteyen kimse için arâzi sâhibi ya
su çıkarır veyâ arâzisine girmeye izin verir. Kuyu sahibi bu iki şık­
tan birisini tercih etmek mecburiyetindedir. Çünkü oraya bir mil
mesâfeye kadar mübah su bulunmadığı için insan ve hayvanm iç­
me su ihtiyacıma giderilmesi mecburiyeti vardır. Bu hak hayati bir
önem taşıdığı için mülk sâhibi su isteyen kimseye su vermediği ve
su isteyenin veyâ hayvanlarının susuzluktan telef olması tehlikesi
olduğu zaman su isteyen kişi zorla onun arâzişinin içine girip su ,
alma hakkma sâhibtir. Ancak onun kuyu veyâ havuz kenarını boz­
mak gibi bir zarara sebebiyet vermemek de şarttır.
Hülâsa kişinin kendi arâzisi içinde kazdığı kuyu veyâ yaptığı
havuz suyu kesintisiz ise yâni ondan alınacak su yerine yeniden su
geliyor ise bu su mülk sâhibinin mülkiyetine girmiş sayılmaz. Do­
layısıyla başka kimselerin de bu suda hakkı vardır. Mülk sâhibi ken­
di ihtiyacım giderdikten sonra artan suyu bedava olarak insanların
ve hayvanların içmesine açık tutmak durumundadır. Onlann da
hakkıdır. O çevrede başka su bulunmadığı takdirde mülküne zarar
vermemek kaydiyle başkası kuyu ve havuzdan su alır veyâ mülk
sâhibi ona su verir.
Kuyu suyu kesilir durumda ise, bu su fıçı ve küpe alman su
hükmündedir. Yâni sâhibinin mülkiyetine girmiş kabul edilir ve
bunda kimsenin ortaklık hakkı kalmamış olur.
Kuyu sâhibi kendi mülkünde kazdığı kuyu suyundan başkasımn
bahçe veyâ tarlasına su vermek mecbûriyetinde değildir.
2. Ş â f i î mezhebine göre bir kimsenin arâzisi içinde kendi­
liğinden veyâ çalışıp uğraşmak neticesinde çıkan kuyu ve pınar su­
yu mülk sâhibinin malıdır. İhtiyacından artanı bedâva olarak baş­
kasının arâzişinin sulanması için vermek mecbûriyetinde değildir.
Fakat şu şartlar tahakkuk ettiğinde başkasının hayvanlarının suva-
irılmasma bedava vermek mecbûriyetin ledir: Su ihtiyacım duyan
hayvan sâhibinin o çevrede başka su bulamaması, orada bir meranın
bulunması suyun çıktığı yerde su sâhibinin hayvanlan, ekinleri ve
bahçeleri için d u y ul a n su ihtiyacının mderi lmcsi , h a y v a n l a r ı n su
sâhibinin arâzisine girmesi yüzünden ekinlerine veyâ başka malına
zarar verilmemesi.
Bâb: 20 KİTÂBÜ-R’REHlNB 25

*UI u~>f- 40/J\ 'j * k-d» ( t » )


20 — DERELERDE (AKAN SULARDA) N ŞİRB (YÂNİ
ZİRAATI SULAMAK İÇİN SUDAN YARARLANMA NÖBETİ)
VE SUYU (EKİNDE - BAHÇEDE) TUTMA MİKTARI BÂBI

TERCEMESİ

2480) Abdullah bin Zübeyr (Radtyallâhü anhümâ)’dan \ Şöyle demiştir:


Ensâr’dan bir adam Harre mevkiindeki hurmalıkları suladıkları
su yollarından ve su nöbetinden dolayı Resülullah (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) katında Zübeyr (bin el-Avvam) ’ı şikâyet etti. (Bu ark­
lardan geçen su önce Zübeyr'in hurmalıklarına uğruyordu. Sonra
şikâyetçinin tarlasına varıyordu. Bir defa Zübeyr .hurmalığım sula­
mak üzere suyu tuttuğu sıralarda) Ensârî (Zübeyr’e) :
Suyu serbest bırak ki (bize) geçsin, demişti. Fakat Zübeyr ken­
di hurmalığım sulamadan suyu bırakmak ve nöbetini ona vermek­
ten imtina etmişti. Sonra taraflar Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)’in huzûrunda muhakeme oldular. Resülullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (Zübeyr’e) :
«Yâ Zübeyr! (Hurmalığım) sula, sonra suyu komşuna salıver»
buyurdu. Bunun üzerine Ensârî hiddetlendi ve:
Yâ Resûlallah! Zübeyr halan oğlu olduğu için mi? dedi. (O’nu
tarafgirlikle ithâm etmek istedi. Bu sözünden üzülen) Resülullah
26 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in mübarek^ yüzünün rengi değişti.


(Çünkü müşteki O’nu tarafgirlikle itham etmek sûretiyle saygısız­
lıkta bulunmuştu.) Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) :
«Y â Zübeyr! (Hurmalığım) sula, sonra suyu hurma ağaçları­
nın köklerine — veyâ duvara — erişinceye kadar hapset (Su hakkım
tam kullan)» buyurdu.
Râvî demiştir ki s (Bu olayı anlatan) Zübeyr (Radıyallâhü anh) :
Vallahi öyle sanıyorum ki şu âyet bu olay hakkmda in d i: dedi.

j Lf

Hayır (Resûlüm)! Rabbma and olsun ki onlar (yâni mü’miniz di­


yenler) aralarında çıkan anlaşmazlıkta seni hakem yapıp sonra ver­
diğin hükümden nefislerinde hiç bir güçlük duymayarak tam bir tes­
limiyetle teslim olmadıkça İman etmiş olmazlar.” (N is â : 65)

İ Z A H I

Bu hadis Kütüb-i Sitte’nin hepsinde rivâyet edilmiştir. Süneni-


mizin 15. numarasında da ayni hadîs geçti. Orada gerekli bilgi veril­
miştir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) önce sulh yoluy­
la' ve Z ü b e y r ’ in asgarî ihtiyacım gidermek sûretiyle suyu kom­
şusuna salıvermesi yolunda hükmetmiş. Sonra da şer’î hükmü be­
yân etmiştir. Şikâyetçinin müslüman veyâ münâfıklardan olduğu
yolundaki görüşleri orada beyân ettiğim için burada tekrarlamaya
gerek görmüyorum.
Hadîsin konumuzla ilgili yönünü açıklamakla yetinelim :
Ş irb: Sudan isâbet eden pay anlammadır. Fıkıh ıstılahında ise
ekin bahçe ve hayvan sulamak için sudan yararlanma nöbetine de­
nilir. Bu bâbta rivâyet edilen hadîsler ekin ve bahçelerin sulama nö­
beti hakkında olduğu için bunlara âit su nöbeti mânâsı kasdedil­
miştir.
E vdiye: Vâdî’nin çoğuludur, dereler demektir. Burada kasdedi­
len mânâ derelerde akan sel, yağmur sulan ve çaylar gibi umûma
âit sulardır. Bu nevi sular kimsenin malı değildir. Müslümanların
ortak malıdır. Herkes bunu içmek, temizlik işlerinde kullanmak, hay-
B âb: 20 KİTÂBÜ-R’REHİNE 27

vanlannı sulamak hakkma sâhibtir. Tarla ve bahçeleri sulama hak­


kma gelince bunu aşağıda anlatacağım.
Şirâc s Şerc’in çoğuludur. Su yollan ve arklan anlanunadır.
Harre: Siyah taşlı arâzi anlanunadır. K a s t a l â n î ’ nin de­
diğine göre burada kasdedilen mânâ M e d î n e - i M ü n e v v e -
r e ’ nin bir semtidir.
Cennetle müjdelenen 10 sahâbiden olan Z ü b e y r (Radıyal-
lâhü anh), Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in halası S a -
f i y y e (Radıyallâhü anhâ) b i n t - i A b d u l m u t t a l i b ’ in
oğludur. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in halalarından
yalnız S a f i y y e (Radıyallâhü anhâ) müslüman olmuştur.
Cedrs Duvar, demektir. Bir kavle göre burada ağaçların kökü
mânâsı kasdedilmiştir. Diğer bir kavle göre ağaçların sulanması için
bahçede açılan küçük arklar ve cetveller kasdedilmiştir. Diğer bir
kavle göre her ağacın etrafında açılan çukurcuklar anlamı kasde­
dilmiştir.

HADÎSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER

A y n î bu hadîsten şu hükümlerin elde edildiğini söyler:


1. Şahıslar tarafmdan meydana çıkarılmayan ve kendiliğinden
akan dere sulan mübâh sular nevindendir. Yâni herkes bundan ya­
rarlanabilir. Müslümanlann ortak malıdır.
2. Tarla ve bahçelerini bu nevi sudan sulamak isteyenlerden
yukarda olana öncelik hakkı vardır, önce kendisi suyu tutarak su­
lama işini tamamlar. Su onun ağaçlannm köklerine ulaşmca suyu
kendisinden aşağıda bulunan komşusuna salıverir. Komşusu da bu
şekilde sulama ihtiyacım gördükten sonra daha aşağıda bulunan en
yakın komşusuna salıverir ve sulama işi bu sıraya göre aşağıya
doğru aktarılır. ( A y n î bu arada 2481, 2482 ve 2483 nolu hadîs­
lerimizi anarak bu hadîslerde beyân edilen suyu tutma mikdarım
anlatır.)
N e v e v i ’ nin M ü s 1 i m ’ in şerhinde belirttiği gibi sula­
ma sırası su başına en yakm arâziden başlar ve bundan sonra sıra
ikinci derecede yakm olan arâziye gelir. Böylece diğer tarlalara sı­
rayla geçilir. Bâzı mütaahhirîn fıkıhçılar öncelik sırasının suya ya­
kınlık itibariyle değil de arâzinin ihyâ edilmesi, yâni işletilmesi tâ­
rihine göre tesbit edildiğini söylemişler ise de bu görüş pek tutarlı
28 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

değildir. (Bu görüşe göre meselâ sudan uzak bir tarla ağaçlandırı­
lır ve sulanmaya başlanır. Bundan bir süre sonra suya daha ya­
lan bir sâhipsiz arâzi başka bir adam tarafmdan ihyâ edilerek ekin
ekilir veyâ ağaçlar dikilir. Sonradan ihyâ edilen arâzi suya daha
yakm olmakla beraber öncelik hakkı yoktur, önce uzaktaki bahçe
sulanır. Onun su ihtiyacı giderildikten sonra sıra yakm olan ekin
ve bahçeye gelir.)
îbn-i K a d d â m e , el-Muğnî’de: Küçük bir çay veyâ
yağmur suyu bir derede akar ve bundan sulanabilen arâzi sâhibleri
sulama işinde ihtilâfa düşerlerse suya en yakm arâziden sulamaya
başlanılır. Bu arâzi sulanıp ondaki su mikdan ayak topuklarına ka­
dar vannca, su bu arâziye en yakm olan ikinci arâziye salıverilir.
Bu da ayni şekilde sulandıktan sonra onun yakınındaki arâziye sıra
gelmiş olur ve sırayla diğer arâziler bu şekilde sulanır. Şâyet su
hepsine yetmezse hangi arâziye kadar anılan şekilde vanrsa oraya
kadar olan arâziler sulanmış olur. Daha aşağıda olan arâzi için bir
hak söz konusu olamaz. M eselâ: Su ancak ilk arâziye yetebilecek
durumda ise ikinci arâzi için bir hak kalmamış olur. M e d î n e - i
M ü n e v v e r e fıkıhçılan, M â l i k ve Ş â f i î ’ nin kavli
de budur. Bu kavle muhâlefet eden kimseyi bilmiyoruz, demiştir.
K u r t u b i de bu hadîsin şehrinde: Akar suya öncelik hak­
kı en yakm olana ye bundan sonra sırayla yakm olana verilir. Su­
ya en yakm olan arâzinin su ihtiyacı tamamlanınca su sırası bun­
dan sonra gelen arâziye âit olur. Sıra bu şekilde izlenir. Ancak su­
yun aslı arâzisi aşağıda olan kimsenin mülkiyeti altında ise böyle
bir su yukarda bulunan bir arâzinin üzerinden geçse bile sulama
hakkı aşağıdakinindir. Yukardakinin sulama hakkı yoktur, demiş­
tir.
3. Hâkim hasımlara sulh yolunu teklif etmelidir. İ b n ü ’ t -
T i n : Cumhûrun mezhebine göre hâkim sulh yolunu yararlı gör­
düğü takdirde taraflara bu yolu gösterir. Ş â f i î ’ den nakledi­
len sahih kavil de böyledir. Fakat M â l i k bunu menetmiş, de­
miştir.
4. Taraf larrn sulha yanaşmadığım anlayan hâkim her taraf m
tam hakkı ne ise bunu beyân etmelidir.

5. Şer’î hâkim’e eziyet eden taraf kınanır. Çünkü Resûl-i Ek­


rem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) câhilce ve küstahça davranan ta­
rafa tepki olmak üzere Z ü b e y r ’ in kendi meşrû hakkının ta­
mamını kullanmasmı emretmiştir. Allah Teâlâ da indirdiği âyetle o
herifi kınamıştır.
Bâb : 20 KİTÂBÜ-R’REHİNE 29

6. Hâkim öfkeli iken hüküm veremez. Ama Resûl-i Ekrem fAley­


hi’s-salâtü ve's-selâm) öfke hâlinde de hüküm verebilir. Çünkü O,
hiç bir beşere benzemez. Öfkeli olsun olmasm hak ve adâletten ay­
rılmaz. Bütün günahlardan ve batâlı hüküm vermekten pâk ve ne­
zihtir.
7. Devlet başkam tazîr cezâsım hak eden kimseyi tedîb edebil­
diği gibi onu bağışlama yetkisine de sâhibtir.”
Z ü b e y r C(Radıyallâhü anh) ’m hâl tercemesi 122 -124 nolu ha­
dîs ve oğlu A b d u l l a h (Radıyallâhü anh) ’m hâl tercemesi 15.
hadîs bölümlerinde geçmiştir.

\ fj j j .öJ' a 'h • C f - V 4ûî' :


. ^ Jf-J i
TERCEMESİ
2481) “ ... Sa’lebe bin Ebî Mâlik (Radtyallâhü anh)’den: Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mehzûr (isimli dere)
suyu (ile arâzilerin sulanması sırası) hakkında şöyle hükmetti: (Arâ­
zisi) yukarda olan kimse (arâzisi) aşağıda olan kimsenin üstünde­
dir (yâni öncelik hakkma sâhibtir.) Yukardaki kimse (arâzisini) su
ayak topuklarına varıncaya kadar sular. Sonra suyu kendisinden
aşağıda olana salıverir.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Sa’lebe’nin bu hadisini yalnız İbn-i Mâ-
ceh rivâyet etmiştir. Salebe’nin hiç bir hadisi Kiitüb-i Sitte’nin kalanlarında yok­
tur. Bunun senedinde Zekeriyyâ bin Manzûr el-Medenî el-Kadı vardır. Ahmed,
İbn-i Muin ve başkası onu zayıf görmüşlerdir.
30 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

TERCEMESİ

2482) “ ... Amr bin Şuayb’in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra­
dtyallâhü anhümâyâtn rivâyet edildiğine göre :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mehzûr (isimli dere)
suyu hakkında (arazisi olan) kişinin suyu, ayak topuklarına varın­
caya kadar hapsetmesi ve suyu bundan sonra salıvermesiyle hük-

TERCEMESİ

2483) Ubâde bin es-Sâmit (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiği­


ne göre :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hurmalıkların akar su­


dan sulanması hakkmda şöyle hükmetti: En yukardaki (hurmalık),
sonra yukardaki (hurmalık) aşağıdaki (hurmalık) dan önce sulanır
ve su, ayak topuklarına varıncaya kadar (üstteki hurmalıkta) bıra­
kılır. Sonra su bunun arkasmda gelen aşağıdaki (hurma bahçesi) ne
salıverilir. Bahçeler bitinceye veyâ su tükeninceye kadar böyle (ya­
pılır).”
Not : Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun isnadında İshâk bin Yahyâ bu­
lunur. îbn-i A d i: İshâk, Ubâde (R .A .)’a yetişmediği halde ondan rivâyette bulu­
nur, demiştir. Adî’den başkası da böyle söylemiştir.

İZAHI

S a ' l e b e (Radıyallâhü anh) ile U b â d e (Radıyallâhü


anh) ’m hadîsleri Zevâid türündendir. A m r b i n Ş u a y b ’ m
dedesinin hadîsini E b û D â v û d da rivâyet etmiştir.
B âb : 20 KİTÂBÜ-R’REHİNE 31

Mehzûr s H i c â z ’ da B e n î K u r a y z a isimli yahûdi


kabilesine âit bir dere ismidir. E l - B e k r i ’ nin el-Mucem’de be­
yân ettiğine göre M e d î n e - i M ü n e v v e r e ’ de bir deredir.
Diğer bir kavle göre M e d î n e - i M ü n e v v e r e çarşısının
olduğu yerin ismidir. Î b n ü ’ l - E s î r ile e l - M ü n z i r î ’ nin
dediklerine göre M e d î n e - i M ü n e v v e r e çarşısının ol­
duğu yerin ismi M e h z û r ’ dur.
Avnü’l-Mabûd yazan şöyle der:
“Hadisteki “A'lâ”dan maksad suyun çıktığı yere en yakm olan­
dır. (Buna göre hadîsteki “Esfel”den maksad da suyun çıktığı yere
A'lâ’ya nazaran yakm olmayan demektir.)
Bu hadisler, arâzisi suyun çıktığı yere yakm olan kimsenin arâ-
zisini sulama hakkına sâhip olduğuna, suyu insan ayağının topuk­
larına varıncaya kadar arâzisi içinde tutabildiğine ve bundan son­
ra suyu aşağıdaki komşusuna salıvermesinin gerektiğine delâlet eder.
Bu hüküm derelerde akan sular, sel sulan ve kuyu (yâni sâhipsiz
olan kuyu) sulan hakkındadır.
I b n ü ’t - T î n : Tarla ve bahçe sâhibinin suyu tutma mikda-
n hakkmda Cumhûrun görüşü suyun insan ayağı topuklarına va­
rıncaya kadar tarlada birikmesidir, i b n - i K i n â n e ise bu
mikdan hurmalıklara ve ağaçlara tahsis ederek: Ekinlere gelince
su ayakkabı bağlarına — nalin tasmasına— varıncaya kadar tutu­
labilir. Bundan sonra salıverilir, demiştir. T a b e r i de şöyle de­
miştir: Arâziler değişiktir. Her arâzi için yetecek mikdar tutulur,
diye bilgi vermiştir.

MÜSLÜMANLARIN ORTAK OLDUKLARI SULAR


Denizler, göller ve F ı r a t , D i c l e gibi büyük nehirler ile
kimsenin mülkiyeti altmda olmayan yerlerden çıkan küçük nehirler
ve pınarlar müslümanlann ortak oldukları sulardır. Derelerde akan
yağmur ve kar sulan da böyledir. Herkes bundan içebilir, hayvanla­
rım suvarabilir. Sâhipsiz yerden çıkan pmarlar dere sulan ve sâ­
hipsiz kuyuların sularından arâzinin sulanmasma gelince bu bâbta
rivâyet edilen hadîslerin hükmü uygulanır. Yâni suyun çıktığı yere
en yakm arâziden başlamak sûretiyle sulamaya başlanılır. Su nere­
de biterse daha aşağıdaki arâziler için bir hak talep edilemez.
Şahısların sâhipsiz arâzide kazıp meydana çıkardıklan kuyular
ile kişilerin arâzisi içinde çıkan pınarlardan sulama işi bundan ön­
ceki bâbta anlatıldı.
32 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

H a n e f i fıkıh kitablanndan ed-Dürrü’l-Muhtâr’m Îhyâü’l-Me-


vât kitâbımn Şirb faslında özetle şöyle denilir
“Herkes denizden ve D i c l e , F ı r a t gibi büyük nehirler­
den arazisini sulama hakkına sâhiptir. Umûma zarar vermemek kay-
diyle herkes bunlardan kanal açmak sûretiyle arâzisini sulayabilir
ve değirmen inşâ edebilir. Fakat başkasının kuyusundan, pınarından
ve su depolarından izinsiz olarak arâziyi sulamak câiz değildir.
tbn-i Âbidîn d e : Sular dört n evidir: Birincisi deniz suyudur.
Bundan içmek, hayvanlan suvarmak ve arâziyi sulamak hakkı her­
kes için mevcuttur. Herkes dilediği gibi bundan yararlanabilir. İkin­
cisi S e y h û n nehri gibi büyük derelerin suyudur. Herkes bun­
dan içmek ve hayvanlarım suvarmak hakkına sâhibtir. Umûma za­
rar vermemek kaydiyle herkes bundan arâzisini de sulayabilir.
Üçüncüsü belirli bir grubun mülkiyeti altındaki kanallara ve ark­
lara giren sulardır. Bu gibi sulardan herkes içebilir ve (su yollarım
bozmamak kaydiyle) hayvanlarım suvarabilir. Dördüncüsü (fıçı,
küp ve benzerî) kablara alınmış olan sulardır. Bu gibi sularda baş­
kasının hakkı yoktur. Gerekli bilginin tamamı el-Hidâye’de vardır,
der.”
Konu hakkmda tamamlayıcı bilgi edinmek isteyenler fıkıh kitab-
lanna başvurmalıdır.
Ş â f i i fıkıh kitablanndan Minhâcü’t-Tâlibîn’in İhyâü’l-Mevât
kitâbımn ikinci faslmda özetle şu bilgi veriliyor:
“ ( N i 1, F ı r a t ve D i c l e gibi) derelerde akan mübâh,
yâni kimsenin mülkiyeti altmda olmayan sular ve (kimsenin mül­
kiyetinde olmayan) dağlardan akan pmarlar halkın ortak malı sa­
yılır. Herkes bundan yararlanmak husûsunda eşittir. Bir grup in­
san, arâzilerini böyle bir su ile sulamak ister de su mikdan hepsi­
ne yetecek durumda değil ise en yukardaki adam kendi arâzisini
sular. Sonra yukardaki adam arâzisini sular ve arâzi sâhipleri bu
sıraya göre sulama hakkma sâhip olurlar. Yukardan aşağıya doğ­
ru her arâzi sâhibi suyu, ayak topuklarına varıncaya kadar kendi
arâzisi içinde tutar. Bundan sonra suyu komşusuna salıverir.
Bir adam mülk edinmek için değil de yararlanmak ve ihtiyaç­
larında kullanmak üzere mevât yâni sâhipsiz bir arâzide bir kuyu
kazar ise onun suyundan öncelikle yararlanma hakkma sâhiptir.
(Yâni içme, hayvanlarım suvarma ve arâzisini sulama husûsunda
onun için öncelik hakkı vardır.) Adam ordan göçünce öncelik hak­
kı düşmüş olur.
B âb: 21 KİTABÜ-R’REHİNE 33

Bir adam mülk edinmek niyetiyle mevat bir arâzide kuyu ka­
zarsa veyâ kendi mülkü içinde bir kuyu kazar ve su çıkarırsa onun
suyuna mâlik olmuş olur.
Her iki meselede yâni mülk edinsin veyâ edinmesin adam ken­
di içme, içirme ve sulama ihtiyacından artan suyu başka kimsele­
rin arâzilerinin sulama işleri için bedava vermek mecburiyetinde de­
ğildir. Fakat (Suyun yakınında bir mera bulunup başka da su bu­
lunmadığı takdirde) başkalarının hayvanlan için su vermek mecbû-
riyetindedir."
Konu hakkında gerekli bilgi edinebilmek için fıkıh kitablanna
mürâcaat etmek tavsiye olunur. Ben özlü bilgi ile yetinmek duru­
mundayım.

»Uİ (* ))

21 — SU TAKSİMİ BÂBI

: J61 «il JUfr j f »jul», ç i j . ı_iuu^» ıjje . jj» y y f j : aî!jjJI j


 iJ »a». ^ ÇjI iSjj : j l » . : y) JSj . f j
. V I Â s Gj ı Vj ^d ü ı j Uf i y V Â*y*0y»

TERCEMESİ

2484) “ ... Kesîr bin Abdillah bin Amr bin Avf el-Müzenî’nin dedesi

H â l T ercem esi

2481 n oiu b a d is râ v is i S a le b e b in E b l M â lik el-K u ra zi E bû M â lik v e y â Ebû


Y a h y â el-M eden t (R .A .), B en i K u ra ysa M escid in in im a m ı id i. B ir h a d isi v a rd ır.
B ir d e Ö m er (R J L )'d e n r iv â y e ti va rd ır. R â v ile ri o ğ u lla rı M an zû r v e M â lik ’d ir. E t-
T eh zib ’d e : O , sa h â b id ir. P eyga m b er (S -A .V .)’d en r iv â y e ti v a rd ır. A y n e a Ö m er b in
el-H attâb , C â b ir b in A b d illa h , O sm ftn b in A lfâ n v e A bdû h n eü k b in M ervftn 'd a a
(D ev â m ı 34.cü s a h ife d e )

Sünen-i İb n -i M â c e — C .: 7 F .: 3
u SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

(Amr bin Avf el-Müzenî) (Radtyallâhü mhümyâea rivâyet edildiğine göre;


Resülullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir;

«A tlar sulama gününde (diğer hayvanlardan) önce sulanır.»”


Not : Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Amr bin A vf (R .A .)
bulunur. Bu sened zayıftır. Çünkü onun torunu Kesir bir Abdillah hakkında Ş â fii:
O, yalanın temellerinden biridir, demiştir. Ebû Dâvûd d a : O, kezzftb’tır, demiş
ve İbn-i Hibbân d a : O babası aracılığıyla dedesinden bir takım mevzû hadisler
rivâyet etmiştir. Ne o hadîsleri kitablarda zikretmek ne de ondan rivâyette bu­
lunmak helâl değildir. Meğer ki şaşılacak şey olması yönünden rivâyet edile, de­
miştir.

T E R C E M E S t

2485) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan rivâyet edil­


diğine göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Câhiliyet devrinde taksim edilmiş olan her şey, taksim edildiği
şekil üzerine (geçerli) dir. İslâmiyet devrinde taksim edilen her şey
de İslâmiyet'in taksim (hükümler)i üzerine (geçerli)dir.»”

İ Z A H I
Amr bin A v f el-Müzenl (Radıyallâhü anh) ’m ha­
disi Zevâid türündendir. Bu zât B e d i r savaşma katılan sahâbi-
lerdendir. 165 ve 1279 nolu hadîsler bölümünde bu durum belirtildi.
Notta belirtilen Zevâid ifâdesinde bir kalem hatâsı olabilir. Notun
tercemesine o hatâyı gidermeye işâret ettim. Çünkü bir sahâbî için
zayıflık söz konusu değildir. Ancak bunun senedinde bulunan ve
O’nun torunu olan K e s i r zayıf olduğu için sened zayıfta*.
Bu hadîse göre hayvanlar sulanmaya götürüldüğü gün atlar, de­
velerden, sığırlardan ve koyun ile keçilerden önce sulanır. Şu hal-
Salebe ........................................................ (Baştarafı 33.CÜ sahifede)
rivâyette bulunmuştur, denilmektedir. El-İclî is e : O, sika bir tâbiidir, demiştir.
Buhâri, Ebû Dâvûd ve İbn-i Mâceh onun hadîslerini rivâyet etmişlerdir. (Hü­
lâsa: 57)
Bâb: 21 KİTÂBÜ-R’REHİNE 35

de sulama işinde bir sıralama ve bir taksim durumu söz konusu­


dur.
S i n d i ’ nin beyânına göre hadisin başındaki fiil bâzı nüsha­
larda “Yübeddeu = Başlanılır” şeklinde ve diğer bâzı nüshalarda
'‘Yübeddu = Ayırd edilir” şeklinde gelmiştir. Her iki şekilde de kas­
dedilen mânâ atlann diğer hayvanlardan önce sulanmasıdır.
S ü y û t i ’ nin sözünden anlaşıldığına göre ise bu fiil “Yüned-
•deu" şeklinde olup “Tendiye” mastarından türemedir.
Tendiye s Adamın, develeri ve atlan suya getirip biraz su içirdik­
ten sonra meraya döndürüp bir saat otlattırması ve takrar sulamaya
getirmesidir. Tendiye: Atı terletinceye kadar koşturmak mânâsına da
gelir.
î b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini E b û D â ­
v û d da Farâiz kitâbında rivâyet etmiştir. Bu hadise göre Câhili­
yet devrinde mirâs ve diğer konularda yapılan taksimat mûteber
sayılır. Yâni böyle bir taksimatı yapanlar sonradan müslümanlığı
kabullenince evvelce yaptıklan taksimat bozulmuş sayılmaz. Fakat
müslümanlığı kabullendikten sonra insanlar taksimatlarını İslâmî
hükümlere göre yapmak durumundadırlar. İslâmiyet’e aykın tak­
simler mûteber değildir.
Bundan önce geçen bâblarda beyân edilen hadîslerde su işi için
bâzı taksimler, sulama nöbetleri ve su kullanımında bir takım sırala­
ma olduğu belirtilmişti. Bu bâbtaki ilk hadis de sahih ise atlann di­
ğer hayvanlardan önce sulanması emredilmiş olur. Ancak hadisin
senedinin durumu yukarda belirtildi. İ b n - i A b b â s (Radı-
yallâhü anh) ’m' hadîsi de İslâmiyet’te yapılan taksimlerin şer’i hü­
kümlere uygunluğunun esas olduğunu, fakat câhiliyet devrindeki
taksimlerin İslâmî hükümlere uygunluğunun aranmıyacağım belirt­
mektedir.
Avnü’l-Mabûd yazarının beyânına göre H a t t â b i bu hadi­
sin şerhinde: Bu hadîsten şu hükümler çıkar -. Câhiliyet devrinde kı­
yılan nikâhlar ve alım satımlar ile benzeri yollarla yapılan muame­
leler ve mal edinmeler olduğu gibi geçerli sayılır. İslâmiyet bunla­
rı iptal etmez. Fakat İslâmiyet’ten sonra bu gibi meseleler vukû
bulursa mutlaka İslâmî emirlere uygunluğu şarttır, demiştir.
İ b n ü ’ l - K a y y i m de İ b n - i Abbâs (Radıyallâhü
anh) ’m bu hadisinin şerhinde şöyle der:

1x ^1 o * (j Âj I* \jiz\ \ji*\ (jjjJI I f l L

«Ey iman edenler Allah'tan sakının ve kalan faizi bırakın.» Ba-


36 SÜNEN-İ İBN-l MÂCE

k a r a 278) âyeti bu hadisin hükmüne delâlet eder. Çünkü Allah


Teâlâ bu âyette müslümaıüarm teslim almadıkları faizden vazgeç­
melerini emretmekte ve onların daha önce teslim almış oldukları fâi-
ze değinmemektedir. Bilâkis onların önceden almış oldukları fâizi ge­
çerli saymaktadır.
N ikâhlar da böyledir. Yân i îslâm dîni câhiliyet devrim le kıyıl­
mış pia-Ti nikâhlara da Hnifiınma.mış, nasıl kıyıldığım araştırmamış,
bilâkis o tür nikâhları geçerli saymıştır. Ancak ik i kız kardeşi bir
erkeğin nikâhı altında toplamak ve dörtten fa zla kadının b ir erke­
ğin nikâhı altında ^birleştirmek gib i İslâm iyet’te iptal edilmesi gerek­
li olan nikâhları geçersiz saymıştır. Bu da henüz teslim alınmamış
fâ iz gibidir.
Câhiliyet devrinde edinilmiş m allar da böyledir. Resûl-i Ekrem
(A leyh i’s-salâtü ve’s-selâm) müslüman olan bir kimseye malım ve
bunu ne şekilde kazandığını sormamış ve buna değinmemiştir.
Bu âyet ve bu hadîs İslâm iyet’in tem el prensiplerinden biridir.
Birçok hükümler bu esâsa dayanır.”
Î b n ü ’ l - K a y y i m bundan sonra bu hadîsin mirasla ilgili
yönünü anlatmaktadır. Mirasla ilgili bilgiyi burda değil de 2749 no­
lu hadîsin izâhı bölümünde vermeyi düşünüyorum. Çünkü o hadîs
burdaki hadîsin benzeri olmakla beraber Farâiz kitâbında olduğu
için mirâs konusu orda işlenmelidir.

(t t )
22 — (SÂHİBSÎZ ARÂZİDE K A Z ILA N ) K U YU N U N
H ARÎM ’l BÂBI

Harim i Himâyesi gerekli olan her yere denilir. Evin harimi,


evin hak ve m enfaatleri için çevresindeki yerlerden himaye edilme­
si gerekli bölümdür. Meselâ mevât yâni sâhibsiz b ir arâzide inşâ
edilen evin giriş cebhesm.de eve girip çıkmak için gerekli yer, sü­
pürülecek kar, çöp ve ateş külünün atılacağı yerler o evin harimidir.
Bu yerler ev sâhibinin tasarrufu ve himâyesi altına girm iş olur. Baş­
ka b ir adam bu yerlerde tasarruf edemez. Kuyunun harim i de ku­
yu yarar ve haklan için kuyu sâhibinin himâyesi altında tutulması
gerekli olan kuyunun çevresidir. Bu çevre ile ilg ili bilgi bu bâbtaki
hadislerin izahı bölümünde anlatılacaktır.
B âb: 22 KİTABÜ-R’REHİNE 37

12 A^£ [ j aİ-J £

U y 4& 1>> y » - j y » '$ » |S& ot i J ü i u ^ < y « cr*^ 0 *


^ * ' *» • ' - > * . * * *■ *

■ C A!xmL) tÜifi
"V *
!$■*♦•o.b —•o. J? îjî IjJi j

T E R C E M E S İ

2486) “ ... Abdullah bin Muğaffd ( 6) (Radtyallâhü a»A)’den - rivâyet


edildiğine göre Peygamber ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«K im (m evât — sahipsiz— b ir arazide) b ir kuyu kazarsa ken­
di mâşiyesi (koyun, keçi, sığır ve deve sürüsü) için yatak olmak üze­
re (kuyu çevresinden) kırk arşındık sabâ) onun (hakkı)dır.»”
N o t : Z evâ id ’d e ş ö y le d e n ilm iş tir: B u h a d isin ik i sen ed in in dönü m n ok ta sı
r â v î Is m â ll b in M ü slim el-M ek k i ü zerin d ed ir. Y a h y â el-K a ttâ n , tb n -i M eh d i ve
b a şk a la rı b u r â v iy i terk etm işlerd ir.

ı-uis £ ■jrf-** 12 ^ ifa V


* * •» gt * 2 *

.«If-lh j :3^î i j ; j -^-1 ^ • " ı i 1 î y <•—


*- \ * 2 2w
T E R C E M E S İ

2487) “ ... Ebû Said-i Hudrî ( Radtyallâhü anh)lâea. rivâyet edildiğine


göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kutrunun harîm i (ondan su çekmek işinde kullanılan) ipinin


uzunluğu (kadar çevresindeki y e rid ir.»"

İZAHI

A b d u l l a h (Radıyallâhü an h l’ın hadisi Zevâid türünden­


dir. E b û S a i d (Radıyallâhü anh) ’m hadîsinin Zevâid türün­
den olduğuna dâir b ir kayıt yoktur. Am a Kfitüb-i Sitte’nin diğerle­
rinde buna rastlamadım. Bu ik i hadiste geçen bâzı kelim eleri açık-
lıyalım :
Harîm kelimesinin açıklamasını yukarda yaptım.
t I«M III ■ I, ■■■! 1 I -

(6 ) Bu zâtm hâl tercemesi 17, hadiste geçtt.


SÜNEN-İ İBN-İ MACE

Z irâ : İnsanın el parmağı ucundan dirseğine kadar, kezâ parmak


ucundan omuza kadar ve arşın gibi mânâlara gelir. Avnü’l-Mabûd
yazarının beyânına/ göre burada insan zirâi yâni ilk mânâ kasde­
dilmiştir. İnsan zirai yaklaşık olarak arşın uzunluğunda olduğu için
zirâi arşın mânâsına terceme ettim.
Atan * Deve, sığır, koyun ve keçi sürülerinin su çevresindeki ya­
tağıdır.
M âşiye: Deve, sığır, koyun ve keçi sürüsüdür.
Rişâ: Kuyudan su çekme işinde kullanılan iptir.
Bu hadîsler mevât yâni sâhipsiz arâzide kazılan su kuyularının
harîm sahâsmı tâyin ederler. Kendi ihtiyaçlarım karşılamak üzere
mevât arâzide kuyu kazan adam ondan yararlanma hakkına sâhip­
tir. Kuyudan yararlanabilmek için kuyunun çevresi de mevât yâni
sâhipsiz ise hadîslerde belirtilen sahâ da kuyu sâhibinin tasarrufu
altma girmiş olur. Bir başkası o sahâ içinde kuyu kazamaz veyâ baş­
ka şekilde orayı işgal edemez. Birinci hadîse göre o sahâ kırk zirâ-
dır. Hadîsin zâhirine göre sahâ kırk zirâ karedir. Yâni kuyunun
her tarafında onar zirâlık mesâfeyi kaplar. Fakat bâzı âlimler bu­
nun az olduğunu ve hadîsten maksadın bu olmayıp kuyunun her
tarafmdan kırk zirâ mesâfe olduğunu söylemişlerdir. H a n e f î
fıkıh kitablanndan Ibn-i Âbidîn’in beyânına göre sıhhatli olan yo­
rum sonuncusudur. Çünkü gâye kuyu sâhibinin zararının önlenme­
sidir. Bir başkası 10 zirâ mesâfede başka bir kuyu kazdığı takdir­
de suyun bu kuyuya geçmesi ve ilk kuyu suyunun kaybolması en­
dişesi vardır. Bu itibarla kazılan bir kuyunun harîmi her cephede
40 zirâ kabul edildiği takdirde amlan zarar önlenmiş olur.
Kuyu suyu insan gücüyle çekilsin deve gücüyle çekilsin E b û
H a n i f e ’ ye göre harîmi kırk zirâdır. E b û Y û s u f ile M u ­
h a m m e d ’ e göre kuyu suyu deve gücüyle çekiliyor ise harîmi
altmış zirâdır. Metinler ile şerhlerin zâhirine göre fetvâ E b û H a ­
n î f e ’ nin sözü iledir.
Ş^â f i î mezhebine göre kuyu harîmi kuyudan su çeken ada­
mm duracağı yer, çıkarılan suyun döküleceği yer, suyun biriktirile­
ceği havuz veyâ göl, sulamaya getirilecek hayvan sürülerinin su
çevresinde bekletildiği yer gibi kuyu suyundan yararlanabilmek için
ihtiyaç duyulan sahâ sâhipsiz olmak kaydiyle kuyu harîmidir. İh­
tiyaç duyulan sahâ başkasının arâzisi ise kuyu harîmi olamaz.
İkinci hadîse göre kuyunun harîmi kuyudan su çekme işinde
kullanılan ipin uzunluğu kadardır. Yâni kuyunun her kenarından
Bâb : 23 KİTÂBÜ-R’REHİNE 39

itibaren, ipin uzunluğu kadar olan kuyunun çevresi kuyu harim i


sayılır. M eselâ:
İpin uzunluğu on metre ise kuyunun kenarından itibaren her
taraftan on m etre uzunluğundaki sahâ kuyunun harim i sayılır.
E l - H a f n i , Câmiü’s-Sağîr hâşiyesinde: Bu ölçü genel du­
rum itibariyledir. Çünkü anılan sahâ içinde ikinci bir kuyunun ka­
zılması hâlinde ilk kuyu suyunun azalması kuvvetle muhtemeldir.
Şâyet daha geniş bir sahâya ihtiyaç duyulursa sahâ buna göre ge­
nişler. Bu nedenledir ki fıkıhçılar kuyu harîm ini böyle takdir etme­
mişlerdir. Kuyunun harim i içinde kalan sahâdan kuyu sâhibinin iz­
ni olmaksızın başkasının yararlanm ası câiz değildir, der.

| » - . I (r r )

23 — AĞ AÇ LAR IN H ARÎM İ (N İN BEYÂN I) BÂBI

TERCEMESİ

2488) "... Ubâde bin es-Sâmit (RadtyaUâhü a«A)’den; Şöyle demiştir:


Hurma bahçesi (yakın )ın da(ki sâhipsiz arâzide başka bir) ada­
mın bir, iki, üç tane hurma ağacı bulunup, sonra (bahçe sâhipleri
ile adam) bu ağaçlatın haklan husûsunda ih tilâfa düştüler. Resûlul-
lah (Sallallahü A leyh i ve Sellem) bunun hakkmda şöyle hüküm
verdi s

Ağaçların bulunduğu arâziden beher ağacm boyu kadar olan


çevresi o ağacm harîm idir.”
N ot : Z e v â id ’d e şö yle d e n ilm iş tir : Bunun sen ed i m unkati, z a y ıftır . Çünkü
İs h â k b in Y â h y â U b âd e (B .A .)’a u laşam adığı h a ld e ondan riv â y e tte b u lu n m ak ta
d ır.
40 SÜNEN-İ tBN-t MÂCE

*, * -
t*a".Jk .3 ^
>* . *
a.u"JlİJtJ-‘ 1S —Ti A*i
• * ^ {../ r 3^ *^ (r ^ ‘ * $7% £ ^ j i ~ j 3 ^ : 3^ * â * t^A* ^
^ 1 *V * * *• *
■4— Oİ4>w| * illjJI ^

T E R C E M E S İ

2489) "... (Abdullah) bin Ömer ( Radtyallâhü anhümâ) ’dan rivâyet edil­
diğine göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Hurma ağacmın harîmi onun dallarının uzunluğu (kadar) d ır.»"
N ot : Bunun sen edin in z a y ıf oldu ğu , Z evâ id ’d e b ild irilm iş tir.

İ Z £ H I

Bu bâbta rivâyet olunan her iki hadîsin de Zevâid türünden ol­


duğu nottan anlaşılmıştır. Avnü’l-Mabûd yazarının beyânına göre
U b â d e (Radıyallâhü anh) ’m hadisini A b d u l l a h b i n
A h m e d Zevâidü’l-Müsned’de, T a b e r â n i de el-kebîr’inde
Uzun b ir metin hâlinde rivâyet etmişlerdir.
Cerîd s Cerlde’nin çoğuludur. Hurma dallan mânâsmadır. Sa’f
da hurma dallan mânâsmadır. İki. kelim e anlamı arasmda şu fark
vardır. D allar üzerindeki hurma yapraklan duruyor iken dallara
Sa’f denilir. Yapraklan soyulmuş ise dallara Cerîd den ilir.
Dallann uzunluğundan maksad ağacın uzunluğudur. Bu hadis­
ler m evât yâni sâhipsiz arâzide dikilen ağaçlann harîm i hakkında­
dır. Çünkü kişinin kendi mülkü ve arâzisi içinde diktiği ağaçlar için
harîm söz konusu değildir, çünkü arâzi onun mülküdür. Bundan ön­
ceki bâbm girişinde anlattığım gibi harîm m evât arâzide inşâ edi­
len ev, kazılan kuyu ve dikilen ağacın hak ve m enfaatlerinin korun­
mam için sâhibine tahsis edilen arâzi parçasıdır. O parça onun ta­
sarrufu altına girm iş olur ve başkası ondan izin almadan ordan fa y­
dalanamaz.
Hadîslerden çıkarılan sonuç şudur: Bir adam m evât bir arâzi­
de iki üç adet ağaç diktiği zaman her ağacın halim inin tesbiti için
ağacın yerden tepesine kadar boyu ölçülür. Ağacın boyu ne kadar
ise onun çevresindeki arâziden o kadarlık bölümü onun harîm i sa­
yılır. Câmiü’s-Sağîr hâşiyesinde e l - H a f n î : Söz konusu harî-
min hesaplanmasında kuyunun halim inin hesaplanması usûlü uy-
Bftb: 24 KÎTÂBÜ-R’REHÎNE 41

^ ,

gulanır. Yân i ağacm her tarafında onun boyu kadar harim i vardır,
der. .
E b û D â v û d da E b û S a i d - i H u d r i (Radıyallâhü
an h )’den şu meâlde bir m erfû hadis rivâyet etm iştir: «İk i adam
b ir hurma ağacının harim i konusundaki dâvayı Resülullah (Sallal­
lahü A leyh i ve Sellem ) ’e intikal ettirdiler. Resûl-i Ekrem ağacm (bo­
yunun) ölçülmesini emretti. A ğaç ölçüldü, boyunun yedi zira oldu­
ğu görüldü. Bir rivâyete göre beş zira olduğu görüldü. Resûl-i Ekrem
(A leyh i’s-salâtü ve’s-selâm) ağacm harîminin bu kadar olduğuna
hükmetti.»
H a n e f î mezhebine mensûb âlim ler ağacm harîminin beş zi-
râ olduğuna hükmederek fıkıh kitablarmda nakledilen bir hadîsi
delîl göstermişlerdir.
4IC ^j (ti)
24 — BİR TAŞINM AZ M ALI SATIP D A BEDELİNİ
O M A U N M İSLİNE (Y Â N İ BİR TAŞIN M AZ M A LA )
K O Y M A Y A N (Y Â N İ S A TIN ALIN M ASIN D A
K U LLA N M A YA N ) KİMSE (N İN DURUMUNUN
B E YÂN I) BÂBI

IsjVAM jUJ j :oTI_>jl J


. »ijal-l l j * y* <>^1 j ,j.J : JS

T E R C E M E S İ
2490) “ ... Saîd bin Hureys (RadtyaUâhü anh)’den; Şöyle demiştir:
Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’den işittim, bu­
yurdu k i t
42 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

«Kim bir ev veyâ akar satıp da bedelini bunun misline koymaz


(yatırmaz) ise o kimse, (aldığı) bedelin kendisine mübârek olmama­
sına müstahak olur.»
Bu hadis kısmen değişik ikinci bir sened ile ayni sahâbiden mer-
fû olarak müellife intikal etmiştir.”
Not : Zevâid’de şöyle denilmiştir: Said bin Hureys’in hadisinin senedinde
İsmâil bin İbrâhim vardır. Buhâri, Ebû Dâvûd ve başkası bu râvîyi zayıf saymış­
lardır. Buhâri, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Nesâfye âit beş kitabta Said bin
Hureys’in hiç bir hadisi yoktur. Müellifin söneninde de bundan başka hadisi yok­
tur.

2491) Huzeyfe bin el-Yemân (Radtyallâhü anh)’den rivâyet edildiği­


ne göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim bir ev satıp da bedelini onun misline koymaz (yatırmaz)


ise ev (in bedeli) o kimse için mübârek olmaz.»”
Not : Zevâıd'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Yûsuf bin
Meymûn’u Ahmed ve başkası zayıf saymışlardır.

İZ S H I

Bu iki hadis Zevâid türündendir. E d - D ü m e y r i ’ nin be­


yânına göre B e y h a k i de H u z e y f e (Radıyallâhü anh) ’m
hadîsini rivâyet etmiştir.
Birinci hadîste geçen “Karnin” lâyık ve müstahak mânâsmadır.
Kaman da okunabilir. Bu kelime ise mastardır, liyâkat ve müsta­
hak olmak mânâsmadır. Böyle okuyan olmuş olmakla beraber bi­
rinci okunuş daha uygundur.
Bâb : 24 KİTÂBÜ-R’REHİNE 43

Hadislerden kasdedilen mânâ şudur: Bir kimse bir taşınmaz


mal satarsa parasım yine bir taşınmaz mala vermelidir. Bir adam
kendi evini satıp da bunun parasmı bir eve yatırmazsa o kimse pa­
ranın kendisi için bereketli olmamaya müstahak olur. E l - H a f n î ,
Câmiü’s-Sağîr haşiyesinde: Yâni bir adam kendi meskenini satıp da
onun yerine başka bir mesken almazsa parası bereketli olmaz. Ama
adam zarûret karşısında evini satar da bunun bedeli ile çoluk ço­
cuğunun nafakasını sağlamaya çalışırsa bunda bir beis olmaz, de­
miştir.
Miftâhü’l-Hâce yazan da: Yâni taşınmaz malı satıp bununla ta­
şınır mal almak iyi bir şey değildir. Çünkü taşınmaz malm geliri ve
yaran iyidir. Tehlikesi ise azdır. Çünkü çalınamaz, gaspedilemez ve
kaçınlamaz. Bu nedenle satılmaması uygundur. Satıldığı takdirde
yine bir taşınmaz mal alınmalıdır, der.
Saîd bin Hureys (Radıyallâhü anh), Amr bin Hureys’in kardeşi­
dir. Üç adet hadisi vardır. Ibn-i Mâceh’in süneninde onun bir hadîsi
(Bu hadîsi) vardır. Râvisi Abdülmelik bin Umeyr’dir. (Hulâsa:
136)
<*££)) c-AlS*
e
- w
17 — ŞUF’A KİTÂBI
Ş u fa : Bu kelimenin açıklaması ile ilg ili olarak el-Fetih yazan -
Şuf’a s Arap dilinde ŞefT masdanndan alınmadır. Şefi’ çift mânâsı-
nadır. ŞuTa kelimesinin Şer-i Ş eriftek i mânâsı is e : Bir ortağın ya­
bancıya intikal eden hissesinin ayni fiyatla diğer ortağa intikal et­
mesi hakkıdır, demiştir.
El-Fetih yazarının yukarda anılan tâ rifi ŞuTa hakkının ortağa
mahsûs olup komşu için böyle bir hakkın bulunmadığım söyleyen
âlim lere göredir. Ev, akar ve bahçe komşusu için de Ş u fa hakkının
bulunduğu görüşünde olan ilim ehline göre Ş u fa ’nın Şer’î mânâsa
şöyledir: Satılan bir taşınmaz malm satıldığı fiyatla satıcının o mal­
daki ortağına, ortağı yoksa mala bitişik komşuya ayni fiyatla önce­
likle devredilmesi hakkıdır. Yâni satıcının ortağı, o yoksa komşu­
su dilerse o satışı geçersiz kılıp ayni fiyatla mülk edinme hakkına sâ-
hiptir.

ŞUF’A H A K K I H A N G İ M ALLARD A VE KİMLER İÇ İN VAR?

Bu hususta özlü bilgi veren N e v e v i , M ü s l i m ’ in Ş u fa


bâbmda şöyle d er:
” 1) Müslümanlar henüz ortaklar arasmda taksim edilmemiş
olan akar nevinde ortaklar için Ş u fa hakkının bulunduğu husûsun­
da icmâ etmişlerdir. Â lim le r: Ş u fa hakkının tanınmasının sebebi ve
hikmeti ortağın zararının giderilmesidir. Bu hakkın yalnız akarlar­
46 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

da bulunm asının hikmeti de bu nevi mallarda çok yönden zarara


uğramanm mümkün olmasıdır, demişler.
2 ) Âlimler, hayvanlarda, elbiselerde, ev eşyalarında ve diğer
taşınır mallarda şuf’a hakkının bulunmaması husûsunda da ittifak
etmişlerdir. K â d ı I y â z : Bâzı adamlar buna muhâlif kalarak
ticâret eşyasında da şuf’a hakkının bulunduğunu söylemişlerdir. Bu
hüküm A t â ’ dan rivâyet edilmiştir. Kendisi: Her şeyde hattâ
elbisede bile şuf’a hakkı vardır, demiştir. Î b n ü ’ l - M ü n z i r
bu kavli kendisinden nakletmiştir. A h m e d ’ den yapılan bir ri-
vâyete göre hayvanlarda ve münferid binada, yâni arsa hâriç olmak
üzere sırf yapıda şuf’a hakkı vardır.

3) Ortaklar arasmda taksim edilmiş, yâni ifrâz edilmiş akare


yâni taşınmaz mala gelince, komşular için şuf’a hakkının bulunup
bulunmadığı husûsunda âlimler arasmda ihtilâf vardır. Şöyle k i :

a) M â l i k , Ş â f i i , A h m e d ve Cumhûr’a göre komşu­


luk nedeniyle şuf’a hakkı yoktur. Î b n ü ' l - M ü n z i r ’ in anlat­
tığına göre Ö m e r b i n e l - H a t t â b , O s m â n b i n A f -
f ân, S a i d b i n e l - M ü s e y y e b , S ü l e y m â n bi n
el-Yesâr, Ö m e r bin A b d i l a z î z , Zühri, Y a h y â
el-Ensârî, Ebü’z-Zinâd, Bebia, Mâlik, Evzâî,
e.l-Muğîre bin A b d i r r a h m â n , A h m e d , İsh âk
ve E b û S e v r böyle hükmetmişlerdir.

b) E b û H a n i f e ve S e v r i ise komşuluk nedeniyle


de şuf’a hakkının bulunduğuna hükmetmişlerdir. Allah daha iyi bi­
lir. Allah cümlesinden râzî olsun.

4) Müslüman ile zimmi arasında da şuf’a hakkı var mı?

Şuf’a hakkına âit hadislerin metinleri umumî olduğu için müs-


lümanın zimmi aleyhinde şuf’a hakkı bulunduğu gibi zimmînin de
müslüman aleyhinde şuf’a hakkı vardır. E b û H a n î f e , M â ­
l i k , Ş â f i i ve cumhûrun kavli budur.

Ş a b i , e l - H a s a n ve A h m e d ’ e göre zimmı’nin müs­


lüman aleyhinde şuf’a hakkı yoktur.

5) Şehirde oturan kimseler için şuf ’a hakkı bulunduğu gibi şe­


hirde oturmayip köyde ikamet eden bir kimse de şuf’a hakkına sâ-
hiptir. E b û H a n i f e , Ş â f i i , S e v r i , A h m e d , î s -
h â k ve Î b n ü ’ l - M ü n z i r böyle hükmetmişlerdir. Cumhu­
KİTABÜ-Ş’ŞU FA 47

run kavli de budur. Fakat Ş a b î : Şehirde oturmayan bir kim­


se için şuf’a hakkı yoktur, demiştir.”

HANEFİ MEZHEBİNDE ŞUF’A H A K K IN I


DOĞURAN NEDENLER

H an efi mezhebine göre bir akarda şuf'a hakkma sâhip ola­


bilmek iç in :
1. O akara ortak olmak.
2. Akar’m mülkiyetinde ortak olmamakla beraber akara giden
özel yolda veyâ sulama işinde kullanılan özel suya ortak olmak gibi
haklarda akara ortak olmak. Meselâ ifrazı yapılmış olan tarlaları su­
layan özel bir su vardır. Bu su o tarlalara âittir. Tarlalar ifraz edil­
diği için her tarlanın sâhibi ayndir. Fakat hepsi o suya ortaktır. Su
ortaklığı da şuf'a hakkına bir nedendir. Kezâ tarlalar arasmda açıl­
mış bir yol o tarlaların özel bir yolu olup bu yol çıkmaz bir yol ol­
duğu için tarla sâhiplerinden başkasının o yoldan yararlanma hakkı
yok ise tarla sâhipleri bu özel yola ortak olduğundan yol ortaklığı da
şu fa hakkma neden olur.

3. Akarın mülkiyetinde veyâ haklarında ortak olmamakla be­


raber bitişik komşu olmak. Bu da şuf’a hakkma bir nedendir. Me­
selâ iki tarlanın yolu ayn olmakla beraber tarlalar birbirine biti­
şiktir. Bu da şuf’a hakkını doğurur.

Evler de tarla gibidir. Meselâ bir çıkmaz sokak içinde bulunan


ve kapılan ayni avluya açılan iki daireden biri iki kişinin ortak ma­
lıdır. Ortaklardan birisi kendi hissesini satarsa şuf’a hakkı öncelikle
onun ortağının dır. Ortağı istekli olmadığı takdirde şuf’a hakkı av­
luya ortak olan diğer dâire sahibinindir. O da istekli olmayınca şuf’a
hakkı o çıkmaz sokağa ortak olan diğer ev sâhiplerinin olur. On­
lardan da istekli çıkmazsa o dâireye bitişik olup kapısı başka bir
sokağa açılan komşu binâ sâhibinin şuf’a hakkı doğar.

Şu halde şuf’a hakkı yukarda anlatılan sıraya göredir. Birinci


maddede yazılı nedenle şu fa hakkı sâhibi varken ikinci ve üçüncü
maddede yazılı nedenlerle şuf’a hakkına sâhip olanlar bir hak iddiâ
edemezler. Kezâ birinci maddede yazılı şu fa hakkı sâhibi istekli ol­
madığı için ikinci maddeye göre şu fa hakkı sâhibi istekli olunca
üçüncü maddede yazılı şuf’a hakkı sâhibi bir hak iddiâ edemez.
48 SÜNEN-Î ÎBN-t MACE

Yukarda da an lattığın gibi Ş â f i î , M â l i k i ve H a n -


b e l i mezheblerine göre komşuluk nedeniyle şu fa hakkı yoktur.
Ancak, ifraz edilmemiş taşınmaz malm ortaklan için şu fa hakkı
vardır.

BİR KİMSE A K A B O RTAĞ IN IN İZN İYLE KENDİ HİSSESİNİ


BAŞKA BİR KİMSEYE SATTIK TA N SONRA O O RTAK
Ş U F A H A K K I İLE O HİSSEYİ ALAB İLİR M İ?

N e v e v i bu hususta da şöyle d e r: E b û H a n i f e , M â ­
l i k , Ş â f i î , b u ü ç imâmın arkadaşları, O s m â n e 1- B e t -
t i , İ b n - i E b i L e y l â ve başkaları: S özü edilen ortak o
hisseyi şu fa hakkı ile alabilir, demişlerdir.
E l - M a k e m , S e v r i , E b û U b e y d ve hadis âlim ­
lerinden bir cem aât: O ortak artık alamaz, demişlerdir.
A h m e d ’ den ise her iki görüş de rivâyet edilmiştir.

(\)
1 — KİM RİBÂ’ tEY, ARSA, TARLA, BAHÇE) SATARSA
(SATM AD AN ÖNCE) O RTAĞ INA BİLDİRSİN, BÂBI

T E R C E M E S İ
2492) Câbir (bin Abdillah) (Radtyallâhü anhümâ) ’dan rivâyet edil­
diğine göre Resülullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Hurma bahçesi veyâ arazisi, arsası olan b ir kimse bunu (satm
alm ayı) ortağına tek lif etmedikçe (başkasına) satamaz.»”
d *• * r

. Olî* j i : jfljj\ j
Bâb: 1 KİTÂBÜ-Ş’ŞÜFA

TERCEMESİ

2493) "... (Abdullah) bin Abbâs (RadtyaUâhü anhümâ)’daxı rivâyet edil­


diğine göre Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Bir arazisi, arsası olup da satmak isteyen bir kimse bunu (sa­
tm almayı) komşusuna teklif etsin.»”
N ot : Bunun igtmHunn sah ih v e râ v lle rin in sik a o ld u k la rı, Z e v â id ’d e b ild ir il­
m iştir.

İZAHI

C â b i r (Radıyallâhü anh) ’m hadisini M ü s l i m , E b û


D â v û d , N e s â i ve T a h â v i de rivâyet etmişlerdir. M ü s ­
l i m ’ deki bir rivâyet meâlen şöyledir:
«Bir Reb’a (yâni ev, akar, tarla) da veyâ hurma bahçesinde or­
tağı bulunan bir kimse ortağına bildirmedikçe bunu satamaz. Or­
tağı dilerse (satm) alır, arzu etmezse bırakır.»
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ’m hadîsi ise Zevâid tü-
ründendir.
Ribâ’, Rebi’in çoğuludur. Rebi’ ve Reb’a tekildir. Bir kavle göre
R.ebi’ de Reb’a’nm çoğuludur. Reb’a’mn asü mânâsı yazlık evdir. Fa­
kat mesken, büyük ev ve arsa, tarla gibi her nevî taşmmaz mal mâ­
nâsma da kullanılır. Burda akann her nevî kasdedilmiştir.
İlk hadis bahçe ve akar ortakların müşterek malı olduğu zaman
bir ortak kendi hissesini satarken önce ortağına teklif etmesinin ge­
rekliliğine delâlet eder ve akara ortak olanın şuf’a hakkının bulun­
duğunu ifâde eder.
Avnü’l-Mabûd yazarının beyânına göre H a t t â b i bu ha­
dîsin şerhinde: Bu hadîs ortak akarda ortakların şuf’a h akkın ın
bulunduğuna delildir. Bu hususta âlimler ittifak hâlindedir. Hadî­
sin metni, ortaklar arasmda taksim edilip ifrazı yapüan akarda şuf’a
hakkının bulunmadığım açıkça ifâde etmiyor ise de mefhûmu yo­
luyla yâni anlaşılan anlamı itibariyle delâlet eder. (Çünkü ortaklar
arasmda taksim edilip ifraz edilen akarda ortaklık mefhumu ve an­
lamı kalmamış olur.) Kezâ bu hadîs, şuf’a hakkmm arazi ve arsa gi-

Siinen-i îb n -i M â ce — C .: 7 - F . : 4
60 SÜNEN-t İBN-t MÂCE

bi taşınmaz mala mahsus olup bunların dışında kalan ticâret malı,


ev eşyası, hayvan gibi taşınır mallarda şuf’a hakkının bulunmadığı­
na delâlet eder, demiştir.
Hadîsin zahirine göre kişinin ortağına haber vermeden ve ona
teklifte bulunmadan taşminaz maldaki kendi hissesini satması ha­
ramdır. S i n d î : Hadislerin zahiri böyle ise de âlimlerin çoğu
bunun haram değil, mekruh olduğunu söylemişlerdir. Çok sayıda
âlimin beyânlarına göre böyle bir satış haram değildir, bilâkis câiz­
dir, demiştir. N e v e v î de S i n d i gibi söylemiştir.
Söz konusu satışın haram olmayışından maksad şudur: Yapı­
lan satış mekrûh olmakla beraber, kesinleşmesi ortağın haberdar
edildikten veyâ haberi olduktan sonra şuf’a hakkım kullanmaması­
na bağlıdır. Şâyet taşınmaz malın ortağı bu satışı duyup da istekli
çıkarsa şuf’a yoluyla ayni fiyatla satmalabilir. Bir ortak haberdar
edilip istekli olmadığım beyânla diğer ortağın hissesinin başka bir
kimseye satılması için izin verir ve satış yapıldıktan sonra izinden
pişman olup tekrar anılan hisseye tâlip çıkarsa âlimlerin çoğuna gö­
re onun şuf’a hakkı vardır. Bu durum yukarda anlatıldı.
İkinci hadîs, taşınmaz malın komşusu için de şuf’a hakkının bu­
lunduğuna delâlet eder. E b û H a n î f e ve arkadaşlarının gö­
rüşü de böyledir. Fakat diğer üç mezhebin görüşüne göre komşu için
şuf’a hakkı yoktur. Âlimlerin gerek ortaklık nedeniyle ve gerekse
komşuluk sebebiyle şuf’a hakkının bulunması konusundaki görüş­
leri bu kitâbın girişinde anlatıldı. Komşuluk nedeniyle şuf’a hakkı­
nın bulunup bulunmadığı husüsu bundan sonraki bâbta rivâyet olu­
nan hadisler bölümünde tekrar ele alınacaktır. Burada şu noktayı
belirtmek yerinde olur.-
Görüldüğü gibi müellifimiz bu kitâbm birinci bâbını ortaklık
nedeniyle şuf’a hakkının bulunduğuna ve ikinci bâbı da komşuluk
nedeniyle olan şuf’a hakkına ayırmıştır. Komşunun şuf’a hakkma
dâir hadisleri ikinci bâbta rivâyet ettiği halde bu bâbm 2493 nolu
hadîsini ikinci bâbta değil de birinci bâbta rivâyet etmiştir. Müelli­
fin böyle yapması ikinci hadîste sözü edilen komşu sözünü ortak an­
lamına yorumladığının bir belirtisi sayılabilir kanısındayım. Çün­
kü ikinci bâbm hadîslerinin izahı bölümünde görüleceği üzere kom­
şunun şuf'a hakkınm bulunmadığı görüşünde olan âlimler, komşu­
nun şuf’a hakkınm bulunduğuna delâlet eden hadîsleri çeşitli şekil­
lerde yorumlamışlardır. O yorum çeşitlerinden birisi de bu nevî ha­
dîslerde bulunan komşu sözünü ortak mânâsına yorumlamaktır.
Bâb : 2 KİTÂBÜ-Ş’ŞUF’A 51

j \ (t)

2 — KOMŞULUK SEBEBİYLE O LAN ŞUF’A BÂBI

. « I«X».!j L fîı J » Ijl < L» \1


+ " * *+

T E R C E M E S İ

2494) “ ... Câbir (bin Abdillah) ( Radtyallâhü anhümâ)’A&n rivâyet edil­


diğine göre Resülullah { Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«İk i akann yolu bir olduğu zaman (birisinin sâhibi olan) kom­
şu hazır olmasa bile komşusunun (akarının) şuf’a’sma en fazla hak
sâhibidir. Komşunun şuf’a hakkı (m kullanması müşteri tarafından)
beklenir.»”

T E R C E M E S İ

2495) Ebû Râfi’ (RadtyaUâhü anh)’den rivâyet edildiğine göre; Pey­


gamber ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Komşu (şuf’a açısından), sekabine (yâni bitişiğindeki akara)
öncelikle hak sâhibidir.»”
52 SÜNEN-t İBN-İ m Ac E

T E R C E M E S İ

2496) “ ... Şerîd ( 1) bin Süveyd (Radtyallâhü anh)’dm ı

Ben; Y â Resûlallah! Bir arazi (var) dır. Onda hiç kimsenin his­
sesi yoktur. Ancak komşuluk (hakkı) vardır (yâni bunda şuf’a hak­
kı var mı?) dedim. O s
«Komşu, sekabine (yâni bitişiğindeki akara) öncelikle hak sâhi-
bidir,» buyurdu."

İ Z A H I

C â b i r (Radıyallâhü anh) ’m hadisini T i r m i z i , E b û


D â v û d , N e s â î , A h m e d ve D a r î m i de rivâyet et­
mişler. E b û R â f i ’ in hadîsini B u h â r î ve N e s â î de
rivâyet etmişler. Ş e r î d (Radıyallâhü an h )’m hadîsi ise N e -
s â i ve A h m e d tarafmdan da rivâyet edilmiştir.
T i r m i z î , C â b i r ’ in hadîsini rivâyet ettikten sonra: Bu
hadîs hasen - garîb’tir. îlim ehlinin uygulaması bu hadîse göredir.
Yâni şuf’a hakkı bulunan bir kimse hazır olmasa bile bu hakkı de­
vam eder, seferi uzun sürse bile dönüşünde bu hakkım kullanabilir,
demiştir.
Tuhfe yazan da bu hadîsin şerhinde: Bu hadîsin zâhirine göre
şuf’a hakkı bulunan bir kimse seferde iken şuf’a hakkının bulundu­
ğu bir malın satıldığım duyunca bu hakkı talep etmek üzere derhâl
dönmesinin veyâ haber göndermesinin vâcib olmadığına delâlet eder.
M â 1 i k ’ e göre vâcibtir. Bâzı ilim adamlarına göre eğer adamm
olduğu yer üç konaklık mesâfeden fazla ise vâcib değildir. Üç ko­
nak veyâ daha az ise şuf’a hakkım talep etmek üzere hemen dön­
mesi veyâ haber göndermesi gereklidir, der.
Hadîsin; sözündeki zamirin mercii iki komşu veyâ iki
akar olabilir. Mânânın daha iyi anlaşüması için ikinci şekli tercih
ettim. Tuhfe yazan iki şeklin de mümkün olduğunu ifâde etmiştir.
f' af
Hadîsin; ^ = «ŞuTa hakkı beklenir» cümlesinin mânâsı
hakkmda İ b n - i R e s l â n ’ m şöyle söylediğini Tuhfe yazan
nakleder: Bu cümlenin mânâsı şöyle olabilir: “Yâni şuf’a hakkına

(1) Bu zâtm sahâbî olduğunu 2427 noiu hadisin dip notunda belirtmiştim.
Bâb: 2 KİTÂBÜ-Ş’ŞUP’A 53

sâhip kimse çocuk ise erginlik çağma varıncaya kadar hu hakkı mah­
fuzdur. Nitekim T a b e r â n i , el-Evsat’mda ve es-Sağlr’inde
C â b i r ’ den şu m erfû hadisi de rivâyet etm iştir: “Resûlullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem ) şöyle buyurdu: «Çocuk, erginlik çağına va­
rıncaya kadar şuf’a hakkı kabadır. Erginlik çağma vanaca, dilerse
ahr ve dilerse bırakır.»”
Avnü’l-Mabûd yazan da özetle şöyle d e r :
“Bu hadîs, hazır olmayan kimse çok geç dönse bile şuf’a hakkı­
nın mahfuz olduğuna delildir. Hadis komşunun şuf’a hakkma sâ­
hip olabilmesi için kendisinin taşınmaz m alı ile komşusunun taşınmaz
malmm yolunun bir olmasının şart olduğuna delâlet eder. Şu hal­
de sırf komşu olmak şuf’a hakkını doğurmaz. C â b i r (Radıyal-
lâhü anh)’m “ Sınırlar konulup yollar değiştirilince...” hadîsi (2499
nolu) de bu durumu teyid eder. En-Neyl yazan E b û R â f i (Ra-
dıyallâhü anh) ’m (2495 nolu) hadîsini ve b e n zo l hadisim i de böyle
y o r u m la m ış la r d ır , (Yâni komşuluk nedeniyle şuf'a hakkının sağla­
nabilmesi için komşu iki taşmmaz malın yolunun b ir olması şarttır.
Birbirine bitişik ik i akann yollan a yn olunca en-Neyl yazarına göre
şuf’a hakkı yoktur.”
Si nd i de bu hadîsin hâşiyesinde; Cç cümlesi ile ilgili
olarak : Bu cümlenin mânâsı hakkmda şöyle denilm iştir: Cümlenin
mânâsı komşunun kendi malını satmaması ve komşusunu beklemesi
demek değildir. Cümlenin mânâsı şöyledir: Müşteri şu fa h a k k ın ın
kesilmesi için beklemek durumundadır. Şuf’a hakkma sâhip kimse
gelip o mala istekli olmadığım beyânla müşteriye izin verince müş­
terinin alım akdi tamamlanmış ve kesinleşmiş olur, der.
Ebû R â f i (Radıyallâhü anh) ile Ş e r i d (Radıyallâhü
an h )’m hadislerinde geçen “ Sekab” kelimesi yakınlık ve komşuluk
mânâsmadır. Bu kelim e bâzı rivâyetlerde “ Sakab” olarak geçer. Y â­
ni kelimenin baş harfi Sin olabildiği gibi Sad da olabilir. Mânâ ba­
kımından b ir değişiklik yoktur. S i n d i ’ nin beyânına göre S ü -
y û t i şöyle dem iştir: Bu kelimenin mânâsı A s m a i ’ ye so­
ruldu. Bunun üzerine A s m a i : Ben Resûlullah (A leyh i’s-salâtü
ve’s-selâm )’m hadîsini tefsir etmem. Lâkin Araplar bu kelim eyi bi­
tişik komşu anlamında kullanırlar, demiştir. Tercemede A s m a i ’ -
nin açıklamasını dikkate aldığım için bu durumu parantez içi ifâ ­
de ile belirtm ek istedim.
Sindi, Ebû R â f i (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini şöyle
mânâlandınr: Yâni komşu bitişik binaya tercihan ve öncelikle hak
54 SÜNEN-t İBN-Î MACE

sâhibidir. Komşuluk nedeniyle şuf’a hakkının bulunmadığı görüşün­


de olan âlimler ya «Câr = komşu» kelimesini ortak mânâsına yorum­
larlar. Y a da hadîsin şuf’a hakkında olmayıp iyilik ve yardımlaş­
ma bakımından komşunun öncelik hakkının bulunduğu mânâsma yo­
rumlarlar.
Avnü’l-Mabûd yazan da bu hadîsin şerhinde özetle şöyle d e r :
Sekab, Sakab ve Sakb kelimeleri yakınlık ve komşuluk anla­
mana gelir. Komşuluk nedeniyle şuf’a hakkının bulunduğunu söy­
leyen âlimler E b û R â f i ’ in (2495 nolu) hadîsini delîl göster­
mişlerdir.
H a t t â b i : Bu hadîste (yâni E b û R â f i ’ in hadîsinde)
şuf’a bahsi yoktur. Hadîsten kasdedilen mânâ şuf’a olabilir. Bu ha­
dîsten maksad, komşuya iyilik ve yardım bakımından öncelik veril­
mesi olabilir. Bir de şu ihtimal va rd ır: «Car = komşu» kelimesi ile
ortak mânâsı kasdedilmiş olabilir. Çünkü bâzen ortağa komşu de­
nilir. Bunun sebebi de ortakların bâzen ayni binada oturmaları ve­
yâ oturdukları evlerin komşu olmalarıdır. Hadîs âlimleri bu hadî­
sin isnadı hakkmda konuşmuşlardır. Bunun senedi muzdarib’dir. Di­
ğer taraftan şuf’a hakkının yalnız ortaklar için bulunduğuna dâir
hadîslerin senedleri güzeldi/. Onlarda hiç bir ızdırab yoktur, demiş­
tir. / . '.
Avnü’l-Mabûd yazan ciaha sonra bu hadîsten maksadın komşu­
ya yardım ve iyilik bakımından öncelik tanınması ihtimâlinin bâtıl
olduğunu söyleyerek Ş e r î d b i n S ü v e y d ’ i n (2496 nolu)
hadîsini delîl göstermiştir.

*mݣ. % lil wV* (r )


3 — (ORTAK A K AR TAKSİM EDİLİP) SINIRLAR
T Â Y İN EDİLİNCE ARTIK ŞUF’A (H AKKI) OLMAZ, BÂBI
B âb : 3 KİTÂBÜ-Ş’ŞUF’A 55

•• j j j 'V £>••*»■ A îtİJ ji-U .^ jU J I \>jA Jt^c<?aU—[ Ijj»:jü Ijjl , j

TERCEMESİ
2497) "... Ebû Hüreyre (RadtyaUâhü anh)’den; Şöyle demiştir:
Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ortaklar arasmda)
taksim edilmemiş (taşınmaz) mal hakkmda şuf’a ile hükmetti. (Ta­
şınmaz mal taksim edilip her hisseye âid) sınırlar belli olunca artık
şuf’a (hakkı) olmaz.
(Müellifimiz demiştir ki:) Bu hadisi Muhammed bin Hammâd
et-Tahrânî de (ayni senedle) bize rivâyet etmiştir.
(Râvî) Ebû Âsim demiştir ki< Saîd bin el-Müseyyeb (in Ebû Hü-
reyre’den rivâyeti) mürseldir. Ebû Seleme’nin Ebû Hüreyre’den ri-
vâyeti de müttasıldır.”
Not : Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bu, Buhâri’nin şartı üzerine sahih bir
seneddir. Bu hadis Buhâri’de ve başka kitablarda Câbir (B .A.)’m hadisi olarak
gelmiştir.

İ Z A H I
Zevâid yazan bu hadisi Zevâid türünden saymıştır. Bu hadîsi
S a î d b i n e l - M ü s e y y e b ile E b û S e l e m e b i n
A b d i r r a h m a n , E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’den
merfû olarak rivâyet etmişlerdir. Ancak notta belirtildiği gibi S a î d
b i n e l - M ü s e y y e b ' i n E b û H ü r e y r e ’ den rivâyeti
mürseldir. Yâni S a î d , E b û H ü r e y r e ’yi görmemiştir.
Fakat E b û S e l e m e ’nin E b û H ü r e y r e ’ den rivâyeti
müttasıldır. Bu durumu belirten E b û Â s i m , müellifimizin
şeyhleri M u h a m m e d b i n Y a h y â , A b d u r r a h m a n
b i n Ö m e r ve M u h a m m e d b i n H a m m â d e t - T a h ­
r â n î ’ nin şeyhidir. Müellifimiz bu hadîsi anılan üç şeyhi vâsıta­
sıyla E b û Â s i m ’ dan rivâyet etmiştir.
E b û D â v û d da bu hadisin benzerini E b û H ü r e y r e
(Radıyallâhü anh)’den merfû olarak rivâyet etmiştir. Ordaki rivâ­
yette de E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m râvileri E b û
S e l e m e ile S a î d b i n e l - M ü s e y y e b ’ dir. Ordaki
metin şöyledir:
56 SÜNEN-İ İBN-İ MACE

I* • «" s a * * ** * * * , •f îj /■ Ci m'
Lfe* aaam û j >j (_rs»j ji Cv». ^ tal = «A razi - akar taksim edilip

(her hisseye âid) sınırlar konulunca artık onda şu fa (hakkı) yok­


tur.»
Notta, bunun benzerinin B u h â r î ’ de ve başka kitablarda
C â b i r (Radıyallâhü anh) ’m hadîsi olarak geldiği ifâde edilmiş­
tir. C â b i r ’ in hadîsi 2499 noiu hadîstir.
Bu hadîs, taksim edilmemiş taşınmaz malda şuf’a hakmın bu­
lunduğuna ve taksim edilip her hissenin sınırlan tâyin ve tesbit edil­
dikten sonra şuf’a hakkının kalmadığına delâlet eder. Geniş bilgi
bundan sonra gelecek C â b i r (Radıyallâhü anh)’m hadîsinin
i 7.«hı bölümünde verilmek üzere bu kadarlık bilgi ile yetinelim.

â iî 3 i t k B •ğ ) a 3

jî- î a ^ ıiı > 3 i : 3^ * j , ' 3 ° ‘ A r 11* 3 . y * 3 *

. c jiT £ *»’• •

T E R C E M E S İ

2498) "... Ebû Râfi’ (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine göre; Re-
sûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Komşu, (şuf’a açısından) sekabine (yâni bitişiğindeki taşınmaz
mala) ne ise (yâni o mal az olsun çok olsun) öncelikle hak sahibi­
dir.»”

t e r c e m e s i

2499) “ ... Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâ)’dm; Şöyle demiştir:


Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şuf’a hakkını yalnız
taksim edilmemiş (taşınmaz) bütün mallara koydu. (Taksim edile­
rek her hisseye âid) sınırlar konulup yollar tâyin ve ayırt edilince
artık şu fa (hakkı) yoktur.”
KtTÂBÜ-Ş’ŞÜP'A 57

Î Z A H I

E b û B â f i ’ i n hadisinin bir benzeri 2495 numarada geçti.


Oradaki metin B u h â r i ve N e s â î ’ de de mevcuttur. Bur-
daki rivâyeti K iit ü b - i Sitte’nin diğerlerinde göremedim. îki metin
arasmdaki fark ise oradakinde“ Câr” kelimesi kullamlmıştır. Burada
ise “Şerik” kelimesi kullanılmıştır. Câr, komşu mânâsmadır. Şerik
kelimesinin asıl mânâsı ortak demektir. Ancak burada komşu,mâ­
nâsı kasdedilmiştir. Çünkü ortak, bitişiğinde olan veyâ olmayan her
taşınmaz malda şuf’a hakkına sâhiptir. Kişinin ortak olduğu bir
taşınmaz malda şuf’a hakkma sâhip olabilmesi için o malm ona bi­
tişik olması şart değildir. Bu hadîste ise bitişik taşınmaz maldaki
şuf’a hakkı beyan edilmektedir. Bu itibarla bu hadiste geçen Şerik
kelimesi komşu anlamına yorumlanmıştır. Bu kelime böyle yorum­
lanınca bu hadîsin meâl’i bundan önce geçen 2495 nolu hadisin
meâl’i gibi olur. Câmiü’s-Sağîr şerhinde el-A zîzî: Yâni komşu, biti­
şiğindeki taşınmaz mala şuf’a açısından öncelikle hak sâhibidir. O
mal az olsun çok olsun fark etmez. Bu hadîs sahihtir, der.
Komşuluk nedeniyle de şuf’a hakkının bulunduğunu söyleyen
âlimler için bu hadis de bir delil durumundadır. Komşuluğun şuf’a
hakkına neden olmadığı görüşünde bulunan ilim ehlinin bu hadîs
karşısmda verdikleri cevap 2495 nolu hadisin izahı bölümünde geçti.
Câbir (Badıyallâhü anh) ’m hadîsini B u h â r i , T i r m i ­
z i ve E b û D â v û d da rivâyet etmişlerdir. Bu hadîs taksim
edilmemiş ortak taşınmaz malda ortaklar için şuf’a hakkınm bulun­
duğuna ve bu nevî mal ortaklar arasında taksim edilip her ortağın
sınır la n tâyin ve yolu müstakil olunca şuf’a hakkınm kalmadığına
delâlet eder.
Avnû’l-Mabûd yazan bu hadîsin şerhinde özetle şu bilgiyi v e r ir :
>- 1
“Hadîsin; 1 cümlesinin mânâsı hakkmda K a s t a -
l â n i : Yâni taksim edilen akardan her ortağa düşen hissenin gi­
riş ve çıkış yollan belli olunca..., demiştir. E l - K a a r î de: Y â ­
ni her hisse için özel bir yol verilmek sûretiyle yollar tâyin edilin­
ce..., demiştir.
| *r • f ' * S' ■

Hadisin;] juu4 j= «Artık şuf’a yoktur» cümlesi hakkmda e 1-


K a a r i: Yâni akar ortaklar arasmda taksim edildikten sonra
şuf’a hakkı yoktur. Bu hadîse göre şuf’a hakkı ortak için vardır.
Fakat komşu için yoktur. Bu hüküm Ş â f i i ’ nin mezhebidir.
SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

Komşu için de şuf’a hakkı vardır, diyen E bû H a n i f e ve


arkadaşları bu hadise cevaben: Hadîste geçen; -»j-ül IjU
= «Sınırlar tâyin edilince» cümlesi C â b i r ’ in sözüdür, demiş­
lerdir. Bunların delilleri ise komşu için de şuf’a hakkının bulundu­
ğuna delâlet eden (2494, 2495 ve 2496 nolu) hadislerdir, demiştir.
Avnül-Mabûd yazan daha sonra: Ben derim k i : Bir hadiste ge­
çen cümlelerin tümü hadîsten sayılır. Ancak cümlelerin bir kısmı­
nın râvîye âid olduğu sâbit olunca durum değişir. Anılan cümlenin
(2497 nolu) E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadisinde
de bulunması onun hadîsten olduğunun delilidir, demiştir. Avnü’l-
Mabûd yazan daha sonra H a t t â b i ’ den naklen şöyle d e r ;
Bu hadis, komşu için şuf’a hakkının olmadığına açıkça delâlet
eder.
Hadîsin; jjjJ-l cJüij 13li fıkrasına gelince bunun
ilk cümlesini bir grup âlimler kendileri için delil gösterirken, ikin­
ci cümlesini de diğer grup kendi görüşleri için delil saymışlardır.
Şöyle ki, taksim edilmiş akarda şuf’a hakkı yoktur, diyen âlimler
bu fıkranın-, aj.vi-1 cmj iiti = «Sınırlar konulunca» cümlesini delil
göstermişlerdir. Taksim edilmiş olsa bile yolu müşterek olan akar­
da şuf’a hakkı vardır, diyenler de bu fıkranın; ijja i 1 = «V e
yollar tâyin edilince» cümlesini delil göstermişlerdir.
H a t t â b i daha sonra ikinci cümlenin, taksim edilip yolu
müşterek olan akarda şuf’a hakkının bulunduğuna delâlet etmedi­
ğini savunmuştur.” Geniş bilgi için şerh kitablanna mürâcaat et­
mek uygun olur kanısındayım.
S i n d i de bu hadîsin izahı bölümünde şöyle d e r :
Bu hadîse göre bir akar ortaklar arasmda taksim edilmedikçe
her ortak için şuf’â hakkı vardır. Akar ortaklar arasmda taksim
edilip her ortağın hissesi ve yolu belli olunca artık şuf’a hakkı ol­
maz. Bu hadîsin zâhirine göre şuf’a hakkı ortağa mahsustur. Kom­
şu için böyle bir hak yoktur. M â l i k ve Ş â f i i ' nin kavli
böyledir. Komşu için de şuf’a hakkı vardır, diyen ilim ehli ise bu
hadîsten maksad ortaklık nedeniyle olan şuf’a hakkının kalmayışı-
dır. Çünkü ortağın tercihli bir şuf’a hakkı vardır. Taksimden son­
ra onun tercih durumu kalmamış olur. Am a komşuluk nedeniyle
olan şuf’a hakkı devam eder.
B âb: 4 KÎTABÜ-Ş’ŞUF’A 59

4»*Aİ1^ ,-H» t^tlı

4 — ŞUF’A H A K K IN I TALEP ETME BÂBI

* } U i « jj lJ L J I 4 j) j : ^ j ı c jj»! J6 ^ r j\ (y. ^ j

. *fty a ja <se—J 4o | <y t > jlij««* V»y» < t—ı j l i - l A lt <,5J J IS^.} • * » » 4 j

. 4*-J Jf *V'( •J5^”>1V j <* ^Wî»-Vl

TERCEMESİ
2500) "... (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)’dan rivâyet edil­
diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Şufa (h a k k ı) devenin bağlı bulunduğu ipi çözmek gibidir.»”
N o t : Z ev â id ’d e şö yle d e n ilm iş tir: Bunun sen edinde M uham m ed b in Ab-
d irröb m a n el-B eylem ân î v a rd ır. İb n -i A d i, onun h a k k ın d a : E l-B eylem ân î'n in r i­
v â y e t e ttiğ i b ü tü n h ad islerd ek i b e lâ y â n i z a y ıflık h ep onu n yü ztin d en dir. O ndan
M u ham m ed b in el-H â ris riv â y e t e ttiğ i zam an ik is i d e z a y ıftır. O , babasından b ir
ta k ım h a d isler riv â y e t etm iş k i, h ep si m evzû h a d islerd ir, d e lil g ö sterile m e zle r ve
b en b u h a d is leri ancak şaşılacak şey o lm a k ü zere an arım , d em iştir.

.< Vj ( Vj . <3~»»

. iU—Vl ,j -u çj£ j j j <,jlXJl »ili—l j î j

TERCEMESİ
2501) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivâyet edil­
diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Bir ortak diğer bir ortaktan önce (üçüncü bir ortağın hissesi­
ni şuf’a yoluyla) satın aldığı zaman, diğer ortağın hisseyi satan alan
ortak aleyhinde bir şuf’a hakkı yoktur. Erginlik çağma varmamış
ortak ve gâib yâni hazır bulunmayan ortak için de şuf’a hakkı yok­
tur.»’’
N o t : Z e vâ ld ’d e ş ö y le d e n ilm iş tir: Bunun senedin de el-B eylem ân î bulunu­
yor. B undan ön cek i sened’d en sö z e d ilirk en b u r â v i hakkm da konuşuldu.
60 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

İ Z A H I
Bu bâbta rivâyet edilen her iki hadis de Zevâid türündendir. Se-
nedlerinin zayıflığı notta belirtildi.
Birinci hadîste “Ikal” deveyi bağlamakta kullanılan ip mânâsı-
nadır. ‘H a il" ise ipi çözmek mânâsmadır. Bu hadiste şuf’a, anılan
ipi çözmeye benzetilmiştir. Bundan kasdedilen mânâ hakkmda S i b -
k î , el-Minhâc’ın şerhinde şöyle demiştir: Meşhûr olan mânâ şu­
dur : İpi çözülen serkeş deve kaçırıldığı gibi zamanında kullanılma­
yan şuf’a hakkı da kaçırılır. Bir kavle göre hadîsin mânâsı şöyle-
d ir: Ortağın şuf’a hakkım kullanmayıp başkasına yapılan satışı
kesinleştirmesi sûretiyle bu hakkın çözülmesidir. Yâni şuf’a hakkı
bulunan bir malm satışı kesinleşmiş olmaz. Ancak şuf’a hakkı bu­
lunan kimse gelip şuf’a hakkından vazgeçtiğini beyân ederse yapı­
lan satış akdi kesinleşmiş olur. Şu halde yapılan satışm kesinleşme­
si şuf’a hakkı bulunan adamın takdirine bağlıdır. Adam bu hakkı
kullanmıyacağmı beyân edince bu bağ çözülmüş olur.
İlk yoruma göre şuf’a hakkı bulunan bir kimse bu hakkım ge­
ciktirmeden kullanmak durumundadır. Geciktirdiği takdirde onun
hakkı kalmamış olur. H a n e f î ve Ş â f i î mezheblerinin en
sahih görüşlerine göre şuf’a hakkı olan bir kimse satış haberini alır
almaz, satılan hisseye tâlib olduğunu beyân etmesi ve durumu şâ-
hidlendirmesi gerekir. İstekliliğini ifâde ve tevsik ettikten sonra sa­
tm almadaki gecikmesi sakıncalı değildir. Bu hususta değişik ve
ayrıntılı hükümler vardır. H a n e f î ve Ş â f i î mezheblerine
âid fıkıh kitablanna mürâcaat etmek gereklidir.
İkinci hadîsin baş kısmının mânâsı şöyledir: Meselâ bir akarda
ortak olan üç kişiden birisi kendi hissesini bir ortağına sattığı za­
man şahlan bu hisse konusunda diğer ortağı şuf’a yoluyla bir hak
taleb edemez.
Bu hadîse göre erginlik çağma varmamış kimse ile hazır olma­
yan yâni başka bir memlekette bulunan kimse için şuf’a hakkı yok­
tur. Gâib olan, yâni hazır olmayan kimsenin şuf’a hakkının bulun­
duğuna dâir gerekli bilgi sahîh olan 2494 nolu hadîs bölümünde ve­
rildi* Erginlik çağma varmayan çocuklara gelince î b n - i E b î
L e y 1 â ’ ya göre onlann şuf’a hakkı yoktur. Fakat bâzı âlimlere
göre çocuğun da şuf’a hakkı vardır.
H a n e f î ve Ş â f i i mezheblerine göre hazır olmayan kim­
se satışı duyduğunda o hisseye istekli olduğunu şâhidlendirir. Böy-
lece şuf’a hakkım kararlaştırmış olur. M â 1 i k ’ e göre o kimse
satış işini duyar duymaz şuf’a hakkım taleb etmek üzere derhal yo­
la çıkar veyâ bir elçi gönderir.
«LOB J u r-\ A
18 — LUKATA KİTÂBI

Lukata: Yerde bulunan ve sâhibi mechûl maldu*. Buna Lukta ve


Lukaata da deniliyor ise de en meşhûru Lukata’dır. Lukata’nm yer­
den alınıp sâhibi bulunduğu takdirde kendisine verilmek üzere gö­
türülmesinin meşrûluğu Kitâb, Sünnet ve İcmâ-ı Ümmet ile sa­
bittir.
Lukata’nın yerden alınması hakkmda mübâhlık, mendubluk, vâ-
ciblik, haramlık ve mekruhluk hükümleri vardır. Şöyle k i :
1 . Lukata’yı gören kişi kendinden emin olup bunu saklıyacağı-
na, hiyânet etmiyeceğine inamp yerden kaldırmaması hâlinde hıyâ-
net edecek bir kimse tarafmdan götürüleceği endişesini duymazsa
bunu alıp almaması mübahtır. Almasmda veyâ almamasmda bir sa­
lonca yoktur.
2 . Lukata’yı yerden almaması hâlinde, hiyânetli bir kimse ta­
rafmdan götürülmesi şüphesi olduğu takdirde birinci maddede du­
rumu belirtilen kişinin bunu alması mendubtur.
3. Lukata’yı yerden almaması hâlinde, hiyânetli bir kimse ta­
rafmdan götürülmesi kuvvetle muhtemel olup durumu birinci mad­
dede yazıh kişiden başka güvenilir bir kimse oralarda yok ise o ki­
şinin bunu alması farz-ı ayndir. Güvenilir başka kimseler de orada
var ise o kişinin bunu alması farz-ı kifâyedir.
4. Lukatayı gören kişi kendine güvenemiyor veyâ gereğini ya-
pamıyacağı kanaatmda ise bunu alması haramdır.
62 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

5. Lukata’yı gören kişi kendine güvenmekle beraber gereğini


yapamıyacağı endişesi ve şüphesi içinde ise bunu alması mekruh-
tur.
Yitik mal hayvan ise, genellikle buna Lukata denmez de D&lle
denilir. Şu halde yitik mal hayvan ise buna Dâlle denilir. Hayvan­
dan başka bir mal ise buna Lukata denilir. Fakat T a h â v i bu
iki kelimenin anlamı arasmda bir fark olmadığım, yitik hayvan için
Lukata kelimesinin kullanıldığını ve yitik diğer mallar için Dâlle ke­
limesinin kullanıldığım söylemiştir. Müellifimiz birinci görüşte ol­
duğu için yitik hayvanlar için açtığı birinci bâbm başlığında Dâlle
kelimesini ve yitik diğer mallar için açtığı ikinci bâbm başlığında
Lukata kelimesini kullanmıştır. Hadîslerin zâhiri de birinci görüşü
teyid eder, kanısındayım.

1 — DEVELER, SIĞIRLAR VE KO YU NLAR İLE


KEÇİLER DÂLLESİ (YİTİĞ İ) BÂBI

. CAiî ^

T E R C E M E S İ

2502) "... Abdullah bin eş-Şıhhîr (1) ( Radtyallâhü anh)'den rivâyet edil­
diğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Müslümanm dâllesi (yitik hayvanı veyâ yitik her nevî malı)
ateş alevidir.»”
N o t : B u h adisin senedin in sahih v e râ v ile rin in sık â old u k la rı, Z ev â id ’d e b il­
d irilm iştir.

İZAHI
D â r i m i ’ nin de rivâyet ettiği bu hadisin mânâsı şudur: Bir
kimse bir müslümanm yitik malını kötü niyetle alırsa yâni sâhibi-

fl> Bu sahâbi’nin hâl tercemesi 1705 noiu hadis bölümünde geçti.


B âb : 1 KİTÂBÜ-L’LUKATA 63

ne teslim etmek niyetiyle değil de yemek maksadıyla alırsa bundan


dolayı cehennem azabına müstehak olur. S i n d i bu hadisi böy­
le açıklamıştır. Hadisteki Dâlle kelimesi yitik hayvan anlamına mü-
sâid olduğu gibi yitik her nevi mal anlamına da müsâiddir. Çünkü
yitik olan herhangi bir mah kötü niyetle almak haramdır. Yitik
deve ve sığınn alınması bâzı âlimlerce mutlaka haram görülmüştür.
Bâzı âlimler ise yalnız yitik devenin alınmasının haramhğma hük­
metmişlerdir. Bunun sebebi ise bu tür hayvanların kendilerini yırtı­
cı hayvanların tehlikelerden koruyabilmeleridir. Bu hususla ilgili
genel bilgi bu bâbm diğer hadislerinin izahı bölümünde verilecektir.
Bu duruma burada işâret etmenin sebebi şudur: Eğer hadîsteki Dâl­
le kelimesi ile yalnız yitik deve ve sığır kaydedilmiş olsaydı, kötü
niyetle olsun iyi niyetle olsun bu nevî yitik hayvanı almamanın ge­
reğine işâret edilmiş, denilebilir. Fakat âlimlerden böyle yorumla­
yanı görmedim ve hadîsin zâhiri de buna uygun değildir. Çünkü
Dâlle kelimesini yalnız yitik deve ve sığır mânâsma tahsis etmek
ve koyun ile keçiyi bunun anlamının dışında tutmak hatâdır. Ma­
mafih bundan sonra gelen hadiste geçen Dâlle kelimesini deve ve
sığır mânâsma yorumlayanlar olmuştur. O hadisin izahı yapılırken
bu noktaya değinilecektir.

T E R C E M E S İ

2503) “ ... El-Münzir bin Cerîr (bin Abdillah el-Becelî) (Radıyallâhü


anhümâyâas\\ Şöyle demiştir:
Ben el-Bevâzıc’te babam (Cerîr bin Abdullah — 2— ) ile beraber­
dim. (Babamın) sığır sürüsü akşama doğru (meradan) geldi. Ba­
bam, (sürü içinde) yabancı bir sığır gördü ve : Bu nedir? diye sor­
du. Ordakiler: Sığır sürüsüne iltihak eden bir sığırdır, diye cevab

(2 ) Cerîr (R .A .) meşhûr sahâbîlerdendir. Hâl tercemesi 159 nolu hadisin


izahı bölümünde geçti.
64 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

verdiler. El-Münzir demiştir ki,- Bunun üzerine babam emretti. O sı­


ğır sürüden çıkarılıp gözlerden kayboluncaya kadar kovalandı. Son­
ra babam şöyle dedi: Ben Resuhıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’i
şöyle buyururken işittims
«Dâlle’y i (yâni yitik hayvanı) ancak sapık bir kimse kendi ma­
lına karıştırır.»”

İ Z A H I

Buhadısi A h m e d , E b û D â v û d , N e s â î ve B e y ­
ti a k i de rivâyet etmişlerdir. Hadîsin râvîsi C e r î r b i n A b ­
d i l l a h e l -B e c e l î (Radıyallâhü anh) ’m hâl tercemesi 159
noiu hadîs bölümünde geçti. Hadîsin ikinci râvîsi e l - M ü n z i r
ise onun oğludur, sıkâdır. M ü s l i m de onun hadîslerini rivâ­
yet etmiştir.

E l - B e v â z i c : M u s u l ’ a bağlı eski bir şehir olup D i c -


1 e nehrine yakındır. Tekmile yazarının beyânına göre bu beldede
eskiden beri bir çok ilim adamları yetişmiştir. E l - M ü n z i r î ’ nin
dediğine göre bu şehir bu hadîsin râvîsi olan C e r î r b i n A b ­
d i l l a h (Radıyallâhü anh) tarafmdan fethedilmiştir.
E b û D â v û d ’ un rivâyetindeki hadîsin baş kısmı meâlen
şöyledir: “ El-Münzir bin Cerîr: Ben el-Bevâzîc’de (babam) Cerîr ile
beraberdim. Çoban (babama âid) sığır sürüsünü getirdi. Sürü için­
de yabancı bir sığır vardı. Bunun üzerine babam, çobana: Bu (sığır)
nedir? diye sordu. Çoban d a : Bu sığır sürüye iltihak etti. Kimin ol­
duğunu bilmiyorum, diye cevab yerdi. Bunun üzerine C erîr: Bunu
sürüden çıkarınız.' Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve S ellem )!
şöyle buyururken işittim, d ed i:
J U VI SJLâlI = Dâlle’yi (yâni yitik hayvanı) ancak sa­
pık bir kimse kendi malına karıştırır.»”
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in buyruğunun ba-
.> {,
şmda bulunan; UJJJi ve bâzı rivâyetlerde olduğu gibi; j <j j h ' fiille­
rini hadîs âlimleri katmak ve karıştırmak mânâsına yorumlamışlar­
dır. Yâni yitik bir hayvanı bulan kimse bunu kendi malına katıp
karıştırarak buna mâlik olamaz. Meğer ki sapık bir kimse ola. Dâll
(Sapık) kimseden maksad ise hak ve doğru yoldan aynlan kişidir.
Şu halde yitik bir hayvanı bulan kimse bunu sâhibine teslim etmek
Bâb: 1 KtTÂBÜ-L'LUKATA 65

niyetiyle alıp durumu usûlü dâiresinde ilân ederse bu niyetle alıp


barındırmakta salonca yoktur. Nitekim M ü s l i m ’ in Z e y d
b i n H â l i d ’ den rivâyet ettiği merfû bir hadiste Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem ); iîll^ , j j 1
«Bir Dâlle’yi (yâni yitik hayvam) barındıran kimse durumu ilân et­
medikçe dalâlettedir.»

S i n d i bu hadîsin şerhinde şöyle d e r:


“Dâlle’den maksad yitik mal olabilir. Yâni hayvan olsun başka
mal olsun. Hepsini kapsıyacak şekilde umumî bir mânâya yorumla­
nabilir. Dâlle bu mânâya yorumlanırsa hadîsin mânâsı şöyle olur-.
Yitik malı ancak sapık bir kimse alarak kendi malına karıştırıp bu­
na sâhip çıkar. Asıl sâhibine ulaştırmak için gerekli duyuruyu yap­
maz.

Alman yitik mal kendini yırtıcı hayvanlardan koruyabilen ve


günlerce susuzluğa açlığa dayanabilen deve olsun, başka hayvan
veyâ başka mal olsun hiç birisi kötü niyetle ve buna sâhip çıkıp
saklamak ve ilân etmemek câiz değildir.
Bir kavle göre hadis şöyle yorumlanmıştır
Dâlle’den maksad kendini yırtıcı hayvanlardan koruyabilen ve
ot ile su ihtiyacım gidermek için uzaklara gitmeye muktedir olan
yitik deve ve sığırdır. Bu yitik hayvanlar sâhibine teslim edilmek
üzere gerekli duyuruyu yapmak niyetiyle de olsa alınmamalıdır. An­
cak sapık kimse bunları alır. Çünkü böyle hayvam barındırmaya ge-
rek yoktur. O ergeç sâhibine ulaşır. Fakat hadisteki; J i j j t fiili ba­

rındırmak değil de el koymak, malına karıştırıp buna sâhip çıkma


mânâsına yorumlanırsa Dâlle kelimesini deve ve sığıra tahsis etme­
ye lüzum kalmaz.”

Tekmile yazan da bu hadîsin şerhinde şöyle d e r :


"Bu hadîs C e r î r b i n A b d i l l a h (Radıyallâhü anh) ’m
görüşüne göre sığınn da deve gibi kendisini yırtıcı küçük hayvan­
lardan koruyabildiğine ve bu nedenle sığır yitik olduğu zaman alın­
masının câiz olmadığına delâlet eder. Bunun içindir ki C e r ı r
(Radıyallâhü anh) yabancı sığırın kendisinin sığır sürüsünden çıka­
rılmasını emretmiştir. (Âlimlerin bu husustaki görüşleri bundan son­
ra gelen hadîsin izahı bölümünde verilecektir.)

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 - F .: 5


66 SÜNEN-Î ÎBN-t MÂCE

H a t t â b i de: Bu hadîs yitik bir malı almanın meşrûlu-


ğuna delâlet eden hadîslere muhâlif değildir. Çünkü Dâlle kelime­
si altm, gümüş, eşya ve diğer mallan ifâde etmez. Dâlle, ancak de­
ve, sığır ve kuş gibi yitik hayvanlar anlamım ifâde eder. Şu halde
kendisini tehlikelerden koruyabilen bir yitik hayvanı almamak ve
sahibini buluncaya kadar serbest bırakmak gerekir, demiştir.

T E R C E M E S İ

2504) “ ... Zeyd bin Hâlid el-Cühenî (3) ( Radıyallâhü anh)’den rivâyet
edildiğine göre:
Bir kere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e yitik deve
hükmü soruldu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiddet­
lendi, yanakları kırmızılaştı ve cevaben :
«Ondan sana ne? Onun beraberinde (uzak yolculuğa dayanan)
ayaklar ve (kanunda) su tulumu vardır. Sâhibi ona rastlaymcaya
kadar o (hayvan kendi kendine) suya vanr ve sâfî uzun ot yer»
buyurdu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e koyun - keçi
yitiğinin hükmü de soruldu. Buna cevâben:
«Onu al. Çünkü o (hayvancağız) şüphesiz ya sanadır ya senin
kardeşinedir ya da kürtündür» buyurdu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ’e lukata'nın hükmü de soruldu. Bunun üzerine Re-
sûlullah şöyle buyurdu s

13) Bu zâtın hâl tercemesi 945 nolu hadisin izahı bölümünde geçti.
B âb: 1 KİTÂBÜ-L’LUKATA 67

«Lukata’mn dağarcığını ve ağız bağını iyice tanı ve lukatayı bir


yıl ilân et. Eğer (bir kimse tarafmdan) kanıtlayıcı bir şekilde vasıf­
lan anlatılırsa (ona v e r ). Böylece vasıflan anlatılmazsa (yâni sâhibi
çıkmazsa) onu kendi malına kat.»”

İ Z A H I

Bu hadisi B u h â r i , M ü s l i m , A h m e d , T i r m i z i
ve E b û D â v û d da rivâyet etmişlerdir. T i r m i z î bunun
hasen - sahîh olduğunu söylemiştir. E l - H â f ı z ’ m beyânına gö­
re bu sorulan soran zât S ü v e y d e l - C ü h e n i (Radıyallâ-
hü anhl’dir. T a b e r i , B a ğ a v î . v e başkalarının rivâyet et­
tikleri bir hadiste S ü v e y d (Radıyallâhü anh) bu sorulan Re­
sûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e sorduğunu ve bu cevab-
lan aldığım beyân etmiştir. Hadîste yitik deve ve yitik koyun - keçi
hakkmda Dâlle kelimesinin kullanılmış olması bu kelimenin yitik
hayvanlar hakkmda kullanıldığını teyid eder. Çünkü hadîsin son
kısmında aynca Lukata’mn yâni yitik hayvan dışında kalan diğer yi­
tik mallann hükmü sorulmuştur.
Yitik bir malı almanın meşrû kılınmasının asıl amacı bunun zâ-
yi olmasmı önlemek ve sâhibine ulaştırmaktır. Deve uzun yolu katet-
meye günlerce susuz kalmaya dayandığı gibi kendini yırtıcı hay­
vanlardan koruma gücüne sâhip olduğu için yitik iken alınmasının
gereksiz olduğu bildirilmiş ve gerekçesi de açıklanmıştır.
Hizâ s Deve ayağı anlammadır. Sikâ da su tulumudur. Burda
devenin kam ı mânâsı kasdedilmiştir. Çünkü deve birkaç günlük ih­
tiyacı karşüayabilecek kadar suyu bir defada içebilir. Bu nedenle
onun kam ı su tulumu gibidir.
Yitik koyun ve keçiye gelince bu zayıf hayvan uzun süre yemsiz
ve susuz yaşıyamadığı gibi kendisini yırtıcı hayvanlardan da koruya­
maz. Bu nedenle yitik koyun ve keçinin iyi niyetle almması ve ba­
rındırılması meşrû kılınmıştır. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm) yitik koyun ve keçi ile ilgili soruyu cevablarken şunu buyur­
mak istemiştir: Yitik koyun ve keçiyi sen alır, ilân edersin. Buna
rağmen sâhibi çıkmazsa sana âittir. Sen almaz da müslüman karde­
şin alırsa ona âittir. Yâni o da senin gibi usûlü dâiresinde ilân et­
tiğine rağmen sâhibini bulamazsa onun olmuş olur (Hadisteki kar­
deş kelimesi yitik hayvanm sâhibini ve başka müslümanı kapsar.)
Şâyet ne sen ne de kardeşin almazsa koyun kurt’un ve benzeri yır­
68 SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

tıcı hayvanın yemi olmuş olur. Bu son cümle yitik koyun ve keçiyi
almanın meşruluğunun hikmetini beyân eder.
Lukata’nm hükmü de hadîsin son kısmında beyân buyuruluyor.
Bu fıkrada geçen İfâs s Azığının konulduğu dağarcıktır. Bu, deriden,
ağaçtan ve başka şeyden mâmul olabilir. Burda kasdedilen mânâ
içinde yitik malm bulunduğu torba ve benzeri her hangi bir şeydir.
Vikâ da dağarcık, kese ve torbanın ağzının bağlanmasında kullanı­
lan bağdır. Lukata’nm hükmünün beyân buyurulduğu fıkrada için­
de yitik malm bulunduğu torba ve benzeri şeyin ve ağız bağının, yi­
tiği alan kişi tarafmdan iyice tanınması, bilinmesi ve bellenmesi em­
rediliyor ki, yitik mala sâhip çıkacak kimselerin bunu doğru veyâ
yanlış târif ettikleri onun tarafmdan iyice bilinebilsin. Ayrıca yitik
malm bir yıl süre ile ilân edilmesi emredilmiştir, ilân edilirken yi­
tik malın evsâfı ilân edilmiyecektir. Sâdece bir yitik malm bulun­
duğu ve kaybedenlerin falan kişiye baş vurmaları münâsip vâsıta­
larla halkm toplandığı yerlerde, câmilerin kapılarında ve yitik ma­
lm bulunduğu semtte ilân edilecektir. Bu husus aşağıda tekrar an­
latılacaktır. Yapılan bir yıllık ilân neticesinde yitik malm evsâfını
beyân etmek sûretiyle sâhibi olduğunu kanıtlayacak kimse çıkarsa
mal ona verilecektir. Sâhibi bulunmadığı takdirde malm yitiği bu­
lan kimseye âid olduğu ifâde buyurulmuştur.

HADİSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER

1. Yitik deveyi alıp barındırmak câiz değildir. Sâhibi bulunun­


caya kadar onu serbest bırakmak gerekir. M â l i k , E v z â î ve
Ş â f i î ’ nin kavli böyledir. H a n e f i l e r ’ e göre yitik deveyi
almak mekruhtur. Yâni sâhibini buldurmaya çalışmak ve ilân etmek
üzere bunu barındırmak mekruhtur.
E l - L e y s b i n S a ’ d ise: Yitik deveyi köylerde ve mes­
kun sahâlarda bulan iyi niyetli kimse alır. Fakat sahrâda bulursa
alamaz, demiştir. M â l i k ve Ş â f i i ’ den birer rivâyet de
böyledir. H a n e f i l e r ’ den de bu kavil rivâyet olunmuştur,
Ş â f i i âlim ler: Yitik deve köy ve şehirden uzak yerlerde gö­
rülürse muhâfaza edilmek üzere hâkim veyâ başkası onu alabilir.
Fakat mülkiyetine geçirmek niyetiyle alıp götürmek haramdır. Şâ­
yet yitik deve köyde bulunur ise usûlü dâiresinde ilân etmek ve bu­
na rağmen sâhibi çıkmadığı takdirde mülkiyetine geçirmek niyetiy­
le bunu almak caizdir. En sahih kavil budur, demişlerdir.
B âb: 1 KİTÂBÜ-L’LUKATA 69

Yitik Sığmn Hükmü *


T â v û s , E v z â i , H a n e f i l e r ve M â 1 i k ’ in bâzı
arkadaşları: Y itik sığır, yitik deve gibidir, demişlerdir. M â l i k
ve Ş â f i i is e : Yitik sığır tehlikeli bir yerde ise yitik koyun hük­
mündedir. Aksi halde yitik deve hükmündedir, demişlerdir. Başka
görüşler de vardır.
2. Yitik koyun v e k e ç ıy i gereği yapılmak üzere almak câizdir.
Cumhûr ve, H a n b e l ı l e r bu hadîsi delil göstererek böyle hük­
metmişlerdir.
Tekmile yazan bu konu hakkmda özetle şöyle d e r:
“ E l - L e y s b i n S a ’ d ’ i n kavline ve bir rivâyetinde A h -
m e d ’ i n kavline göre yitik koyun ve keçiyi ancak devlet yetki­
lisi alabilir. Kişiler alamaz. Bu hadis bu görüşü reddeder.
Bâzı âlim ler: Yitik koyun ve keçiyi meskûn sahada almak câiz
değildir. Fakat çölde, dağda ve benzeri yerde almak câizdir, demiş­
ler ise de bu hadis bu görüşü de reddeder. Çünkü Besûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) böyle bir ayınm yapmaksızın alınmasını
emretmiştir. Eğer meskûn sahâ ile çöl ve dağ arasmda bir fark bu­
lunmuş olsaydı Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü v e ’s-selâm) bu duru­
mu soru sâhibine soracaktı veyâ olan farklılığı belirtecekti. Kurt
meskûn sahalarda bulunmaz, ancak çölde, dağda ve benzeri yerler­
de bulunur, denemez. Çünkü koyun ve keçinin bu gibi yerlerde kurt’a
âid olması köy ve şehirlerde kurttan başkasına âid olmamasını ge­
rektirmez. Yâni bu gibi yerlerde çaknma gibi tehlikeler mevcuttur.
Diğer taraftan sâhibi meçhul yitik mal çölde olsun köy ve şehirlerde
olsun Lukata hükmüne tâbidir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’i n :
JjÜÜ j l İîL fY jl uü k li = «Çünkü o ya senŞndir, ya senin kar-
deşinindir veyâ kürtündür» buyruğunun zahirine göre yitik koyun
ve keçiyi bulan kimse bundan yararlanabilir. İ b n - i K u d â m e
bu konu hakkmda özetle şöyle d e r:
Yitik koyun ve keçiyi bulup alan kimse dilerse (evsâfım ve alâ­
metlerini tesbit ettikten sonra) hemen yiyebilir. E b û H a n î f e ,
M â l i k , Ş â f i î ve başka âlimler böyle hükmetmişlerdir. î b n - i
A b d i ’ l - B e r r : Tehlikeli yerlerde rastlanan yitik koyun ve ke­
çiyi bulup alan kimsenin (bunun evsaf ve alâmetlerini tesbit ettik­
ten sonra) hemen yemesinin câizliği üzerinde âlimler icmâ etmiş­
lerdir. Bu hükmün dayanağı ise Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
70 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

selâm )’in: «O ya şenindir, ya kardeşinindir veyâ kürtündür» mea­


lindeki buyruğudur. Çünkü bu buyrukta hayvancağız, bulana âid
kılınmış ve bulan kimse ile kurt eşit kılınmıştır. Sonra hayvan sâ­
hibi için en kârlı iş budur. Çünkü hayvancağız hemen boğazlanıp
yenmezse bakım ve beslenmesi sorunu doğar. Hayvanın uzun süre
elde tutulup bakım ve yem masrafı bâzen hayvanm değeri kadar
bir meblâğ tutar. İlerde sâhibi çıktığı zaman icâbında hayvanm de­
ğeri kadar masraf ödemek durumunda kalabilir. Fakat bunun alâ­
met ve evsâfı tesbit edilip kıymeti de takdir edildikten hemen yenil­
mesi ve bahâsının sâhibine teslim edilmek üzere muhâfaza edilme­
si en kârlı yoldur, demiştir.
Yitik koyun ve keçiyi (evsâfı bellenip değeri takdir edildikten
sonra) hemen yemenin câizliği husûsunda bu hayvancağızı çölde,
dağda ve benzeri yerlerde bulmak ile şehirde bulmak arasmda bir
fark yoktur. Fakat E b û U b e y d , Ş â f i î l e r ve İ b n ü ’ l -
M ü n z i r : Bunu şehirde bulan kimse satabildiği için yiyemez. Sa­
tıp da bedelini muhâfaza etmesi gerekir. Fakat çölde bulan kimse
satma imkânına sâhip olmadığı için yiyebilir, demişlerdir. Cumhû-
run görüşü ilk görüştür. Cumhurun delili hadîste‘ bir kayıtlamanın
olmayışıdır. Ayrıca sahrâda yiyilmesi helâl olan bir şeyi şehirde ye­
mek de helâldır.
t b n - i K u d â m e sözlerine devamla şöyle d e r :
Yitik koyun ve keçiyi bulan kimse yukarda anlatıldığı şekilde
dilerse bunu kesip yiyebildiği gibi dilerse bunu kendi malmdan bes­
ler karşılıksız olarak bakar ve mülkiyetine geçirmez. Sâhibi çılan­
ca ona teslim eder. Bulan kişi şâyet ilerde hayvan sâhibinden tah­
sil etmek üzere hayvanm bakım ve yem masrafım tesbit edip bu du­
rumu şâhidlerle tevsik eder ve sonra hayvan sâhibi bulunursa, anı­
lan masraflar hayvan sâhibinden tahsil edilebilir? Bu hususta iki
rivâyet vardır. Bir rivâyete göre anılan masraf tahsil edilebilir. Di­
ğer rivâyete göre tahsil edilemez. îkinci görüş Ş â ’ b î ve § â-
f i i ’ nin kavlidir. Bunun gerekçesi de şudur: Hayvanm bakım ve
yemi her gün tekrarlanır. Bâzen hayvanm değeri kadar masraf ola­
bilir. Bu itibarla yitik hayvancağızı bulan kişinin bunu derhal satıp
bedelini muhâfaza etmesi veyâ bedelini takdir ve tesbit ettikten son­
ra boğazlayıp yemesi ve bedelini saklaması hayvan sâhibi için daha
kârlıdır.
Yitik koyun veyâ keçiyi bulan kimsenin üçüncü bir yolu bunu
satıp bedelini muhâfaza etmesidir. Satış işini bizzat yapabilir. Ş â -
f i i ’ nin bâzı arkadaşlarına göre satış işini ancak devlet yetkili­
Bâb: 2 KİTÂBÜ-L'LüKATA 71

sinin izni ile yapabilir. Cumhurun görüşüne göre devlet yetkilisin-


deiı izin almaya gerek yoktur.” Tekmile’den naklen verilen t b n - i
K u d â m e ’ nin sözü bitti.
3. Lukata’yı, yâni yerde bulunan ve sâhibi meçhûl para ve di­
ğer eşyayı iyi niyetle almak câizdir. Alman mal az olsun çok ol­
sun bir yıl ilân edilir. Sâhibi çıkarsa ona verilir. Sâhibi çıkmazsa
bulana helâl olur. Bulan kişi bunun yâni bulduğu malm alâmetle­
rini ve evsâfım iyice bellemek zorundadır.
Üçüncü maddede belirtilen hükümler hakkmda gerekli geniş bil­
gi bundan sonra gelen 2. bâbta rivâyet olunan hadîslerin izahı bö­
lümünde verileceğinden oraya mürâcaat edilmesi uygun olur.

v-A» ( t )
2. LU KATA BÂBI

T E R C E M E S İ

2505) "... Iyâz bin Himâr ( Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine gö­
re; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim bir lukata (yitik m ail bulursa âdil bir veyâ âdil iki şâhid
tutsun. Sonra bulduğu malı değiştirmesin ve (yitik mal bulduğunu)
gizlemesin. Eğer lukata’nm sâhibi gelirse öncelikle buna âid hak
sâhibidir. Sâhibi gelmezse (yâni çıkmazsa) artık lukata Allah’m ma­
lıdır. Allah, malını dilediğine verir.»’’

İ Z A H I
Bu hadîsi A h in e d , E b û D â v û d , E b û D â v û d - i
İ£ a y â l i s i , N e s a î , > B e y h a k î , ve T a h â v î de rivâyet
etmişlerdir,
72 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

Tekmile yazan bu hadisin şerhinde özetle şu bilgiyi v e r ir :


Tutulacak âdil şâhid sayısının bir veyâ iki olduğuna dâir tered-
düd, râvî’ye âiddir. A h m e d ve T a h â v i ’ nin rivâyetlerin-
de bu tereddüd durumu yoktur. Oralardaki rivâyette iki âdil şâhid’in
tutulması emredilmiştir. Lukata’ya âid tutulacak şâhidlerin hangi
husûslar için tutulacağı husûsunda bir kaç görüş va rd ır:

1. Kişi sâdece bir lukata bulduğuna dâir şâhidler tutacak. Fa­


kat bulduğu malm evsâfım açıklamıyacaktır ki, herhangi bir ya­
lancı kimse haksız yere bu mala sâhip çıkmasın.

2. Kişi bulduğu malm tüm evsâfmı tesbit etmek için şâhid­


ler tutacak ve bütün vasıflan şâhidlere anlatacak ki günün birinde
ölürse vârisleri o malda tasarruf etmesin, kendisinin mah olduğu­
nu sanmasınlar. Ş â f i î l e r ' i n bir kısmına göre kişi, bulduğu
malm bâzı vasıflarım şâhidlendirecek ve bâzı evsâfım gizli tutacak­
tır. N e v e v i : En sıhhatli görüş budur, der.

HADÎSİN FIKIH YÖNÜ

1. Lukata yâni yitik mal bulan kimse bunu alınca durumu şâ-
hidlerle tesbit etmelidir. Şâhid tutmaya âid hadîsteki emrin hükmü
hakkmda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle k i:

aî H a n e f i l e r ’ e göre, kişinin bulduğu malın onun ya­


nında emânet sayılıp kusur ve ihmâli olmadıkça zâyiinden ve he-
lâk olmasından sorumlu tutulmaması için şâhid tutmuş olması şart­
tır. Eğer şâhid tutmamış ise mal onun yarımda helâk olursa veyâ
zâyi olursa kusur ve ihmâli olsun veyâ olmasın mal sâhibi çıktığın­
da bunu ödettirir. Kişi yitik malı sâhibine teslim etmek üzere iyi ni­
yetle aldığım, fakat şâhid tutmadığım söyler ve mal sâhibi de onu
doğrularsa bu takdirde kişi o malın helâk veyâ zâyiinden sorumlu
değildir. Şu halde bir adam yitik bir mal bulup yerden akr da du­
rumu şâhidlendirmez ve sonra henüz sâhibi bulunmamış iken ada­
mın kusuru olmaksızın mal helâk veyâ zâyi olur. Sonra sâhibi çı­
kar ve adam durumu anlatır. Mal sâhibi de adamm iyi niyetle malı
götürdüğünü doğrularsa adama malm değerini ödettiremez. Şâ­
yet mal sâhibi adamı yalanlarsa E b û H a n î f e ’ ye göre ma­
lı tazmin ettirir. E b û Y û s u f ile M u h a m m e d ’ e göre
adam, bulduğu malı sâhibine iâde etmek niyetiyle aldığına yemin
ederse ödetme durumu kalmaz.
Bâb: 2 KîrABÜ -L’LUKATA 73

b) Ş â f i i ’ ye göre kişinin yitik mal bulduğunu şâhidlendir-


mesi vâcibtir. Ş â f i i , hadisin zâhirini tutmuştur. Bir de şu du­
rum vardır: Adam şâhid tutmayınca görünüşte adam malı kendi
nefsi için almış olur.
c) M â l i k , A h m e d ve meşhûr kavlinde Ş â f i i : Şâ­
hid tutmak müstehabtır. Hadisteki emir müstehablık içindir. Çün­
kü yitik mal bulmaya âid sahih hadislerde şâhid tutma emri yok­
tur. Bu hadîslere bakılınca burdaki emrin müstehablık için olduğu
kanaati hâsıl olur, demişlerdir.
H attâb i: Bu hadisin şâhid tutma emri eğitim ve irşad an­
lamım taşır. Şâhid tutma emrinde iki hikmet vardır. Birisi şudur:
Şâhid tutulmadığı takdirde nefis ve şeytan yitik malı götüren ada­
nan kalbine vesvese sokabilir. Adam malı götürürken iyi niyetle
götürmüş olduğuna rağmen sonra nefis ve şeytan kendisini iğfal ede­
bilir ve hiyânete sürükleyebilir. Adam şâhid tutmuş ise böyle bir
tehlike endişesi olmaz. İkinci hikmet de şudur:- Adam âniden öle­
bilir. Mirasçıları da bunu onun öz malmdan sayarak bölüşme iddiâ-
smda bulunabilirler. Şâhid tutulmuş ise böyle bir tehlikeye yer kal­
mamış olur.
2. Hâdeviler hadisin «Mal sâhibi gelmezse artık o, Allah’m
m alıdır» cümlesini delil göstererek: Bir yıl süre ile usûlüne uygun
olarak ilân edilmesine rağmen sâhibi çıkmayan yitik mal, bunu bu­
lan kimsenin fakir olması kaydı ile mülkiyetine geçer. Bulan kimse
fakir değilse yitik mal onun mülkiyetine geçmez. Çünkü Allah’m ma­
lım ancak sadakaya muhtaç kimseler alabilir, demişlerdir. Bu husus­
taki ilmi görüşler bundan sonra gelen iki hadisin izahı bölümünde
verilecektir.

Hâl 'Tercemesi
Hadisin râvisi Iyâz bin Himâr bin Ebi Himâr bin Nâciye el-Mücâşiî (R .A .)
Basra’da ikamet eden sahâbîlerdendir. Resûl-i Ekrem (S A .V .)’den hadis rivâ­
yetinde bulunmuştur. Râvîleri ise Abdullah bin Eş-Şıhir’in oğullan Mutarrif ile
Yezîd’dir. Başka râvîleri de vardır. Onun hadîslerini dört sönen sâhibleri ve Müs­
lim rivâyet etmişlerdir. Buhâri de el-Edeb’de onun hadîslerini rivâyet etmiştir.
(Tekm ile: C. 3, Sah. 142)
74 SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

•* ^ ‘ [y o )f
#» s* *

T E R C E M E S İ

2506) "... Siiveyd bin Gafele (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir:


Bir kere ben Zeyd bin Sûhân ve Selmân bin Rebîa (Radıyallâ-
hü anhümâ) ile beraber (savaşa) çıktım. Nihâyet biz el-Uzeyb’de ol­
duğumuz zaman ben yitik bir kamçıyı yerde bulup aldım. Zeyd ile
Selmân ban a: Onu at, dediler. Ben (atmaktan) imtina ettim. Sonra
Medîne-i Münevvere’ye vardığımız zaman ben Übey bin Kâ’b (Radı-
yallâhü anh) ’m yanma vanp durumu ona anlattım. Übey şöyle d edi:
Sen isâbet ettin. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayat­
ta iken ben yerde yüz dinâr bulup aldım ve bunun hükmünü Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e sordum. O :
«Bunu bir yıl (halkm toplandığı yerlerde) üân et» buyurdu. Ben
de onu bir yıl ilân ettim. Fakat onu bilen hiç kimseye rastlamadım.
Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e sordum. O :
«Bunu (bir yıl daha) ilân et» buyurdu. Ben de (bir yıl daha)
ilân ettim. Fakat onu bilen kimseyi bulamadım. (Durumu tekrar arz
edince) Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
«Bu (para)nin kesesini, ağız bağını ve sayısını hıfzet (belle).
Sonra bir yıl (daha) ilân et. Eğer bunu bUen bir kimse gelir (de sa­
yısını, kesesini ve ağız bağım doğru târif eder) se keseyi ona ver. Bu­
nu bilen kimse gelmezse bu senin malının (bir kazanç) yolu gibidir.
(Yâni sana âiddir.)»”
B âb: 2 KİTÂBÜ-L’LUKATA 75

.U T jj ujjc\» (öJ L «J jU . U iti jU . C —U jC »

. t <3\ Udi» <u »- G tÇ jU


^ ^ *•*> *

T E R C E M E S İ

2507) "... Zeyd bin Hâlid el-Cühenî (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edil­
diğine göre:
Lukata (yitik mal) hükmü Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) ’e soruldu. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
«Lukata’yı bir yıl ilân et. Eğer (sâhibi olduğu bildirilecek bir şe­
kilde) evsâfı anlatılırsa bunu ver. Şâyet (anılan şekilde) evsâfı an­
latılmazsa bunun ifâsını (kapağım, ağız bağım) ve vıâsını (kab, tor­
ba, dağarcık, kese ve hurç gibi içinde bulunduğu zarfım) hıfzet (bel­
le). Sonra bunu ye. Daha sonra sâhibi (kamtlayıcı bilgi ile) gelirse
bunu ona öde.»**

İ Z A H I
S ü v e y d (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini Kütüb-i Sitte sâhip­
leri ile T a h â v i ve E b û D â v û d - i T a y â l i s i de ri­
vâyet etmişlerdir. T i r m i z i bunun hasen - sahih olduğunu söy­
lemiştir. Hadis metni bâzı rivâyetlerde kısadır.
Hadîste geçen el-Uzeyb, K û f e ’ ye bir konak mesâfede bu­
lunan bir çayın ismidir. Bu çayın B e n i T e m i m kabile­
sine âid olduğu Tekmile’de ifâde edilmiştir. S ü v e y d ve hadis­
te ismi geçen iki arkadaşının bir savaşa gittikleri ve bu seferde S ü -
v e y d ’ in yitik kamçıyı aldığı E b û D â v û d ’ un rivâyetin-
de belirtilmiştir. Yine E b û D â v û d ’ un rivâyetinde S ü -
v e y d ’ in savaştan dönüldüğünde Hacca gittiği ve bu vesile ile
M e d î n e - i M ü n e v v e r e ’ de Ü b e y (Radıyallâhü anh)
ile görüşüp ondan bu hadisi rivâyet ettiği ifâde edilmektedir.
Bu hadîsin zâhirine göre yitik malın üç yıl müddetle ilân edil­
mesi gereklidir. Fakat E b û D â v û d ile E b û D â v û d - i
T a y â 1 i s i ’ nin rivâyetlerinde râvî S e l e m e bin Kü-
* *- i o} ı * ' *' "I f ' ’
h e y 1’ in şu ilâvesi vardır: »Jijl 'JU I 'JUj
«V e Seleme dedi k i: Ben pek bilemiyorum. Resûl-i Ekrem (Sal-
lallahü Aleyhi ve Sellem), (Übey bin Kâb’a) : «Bunu ilân et» sözü­
nü üç defa mı bir defa mı söyledi?»
76 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Gerek S e l e m e 'n in bu sözü ve gerekse Z e y d bi n


H â l i d (Radıyallâhü anhl’ın 2507 ve 2504 nolu hadîsleri karşı­
sında fıkıhçılar yitik malın bir yıl ilân edilmesinin yeterli olduğuna
hükmetmişlerdir.
Z e y d (Radıyallâhü anh) ’m hadisini B u h â r i , M ü s ­
l i m, A h m e d , Eb û D â v û d , T i r m i z i , T a h â v î ,
ve B e y h aki de rivâyet etmişlerdir. Bu hadîste, yitik malın bir
yü ilân edilmesi ve bundan sonra sâhibi çıkmadığı takdirde bulan
tarafmdan yiyilmesi emredilmiştir. Fakat daha sonra sâhibi çıkarsa
yine ona ödeme yapılmasının gerekliliği ifâde buyurulmuştur.

İKİ HADÎSİN FIKIH YÖNLERİ VE ÂLİMLERİN


KO N U YA İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ

1. Lukata’yı yâni yitik malı gereğini yapmak üzere yerden alıp


götürmek câizdir. Buna dâir şer’i hükümler bu kitâbın girişinde an­
latıldı.
2. Alman lukatanm sâhibini bulmak için ilân yapmak gerek­
lidir. İlân şöylece gerçekleştirilir: Yitik malın bulunduğu yerde,
çarşıda, caddelerde, câmilerin önünde ve halkın toplandığı benzeri
yerlerde “Kimin bir şeyi kaybolmuş ise bana mürâcaat etsin. Çün­
kü benim yanımda yitik bir mal vardır” şeklinde ilân yapılır.
3. İlk hadisin zâhirine göre ilân süresi üç yıldır. Son hadis ise
ilân süresinin bir yıl olduğuna delâlet eder. Yukarda da işâret et­
tiğim gibi ilk hadîsin râvisi S e l e m e ilânın bir defa mı üç de­
fa mı yapılmasının emredildiğini pek bilemiyorum, demiştir. E b û
D â v û d ’ un diğer bir rivayetine göre S e l e m e :
cjji- d ı j j\ iil» j düi *J 'JlS SÛ = Resûl-i Ekrem (Aley­

hi’s-salâtü ve»s-selâm) ’in Übey bin Kâ’b’a «Bunu bir yıl süre ile
ilân et» diye üç defa verdiği emirleri bir yılda mı üç yılda mı ver­
diğini pek bilemiyorum” demiştir. Yukarda da kısaca belirttiğim
gibi gerek muhtelif rivâyetlerde bulunan ve S e l e m e ’ nin te­
reddüdünü ifâde eden bu ilâve ve gerekse Z e y d (Radıyallâhü
anh)’ın hadîsleri muvâcehesinde fıkıhçılar ilân süresinin bir yıl ol­
duğu yolunda ittifak hâlindedir, denilebilir.

Bu hükümle ilgili olarak Tekmile yazan özetle şöyle d e r :


“ N e v e v i : Yitik malm bir yıl ilân edilmesinin yeterliliği üze­
Bâb: 2 KİTÂBÜ-L’LUKATA n

rine âlimler ittifak halindedir. Hiç birisi üç yıl ilân edilmesinin ge­
rekliliğine hükmetmemiştir. Ö m e r b i n e l - H a t t â b (Ra-
dıyallâhü anh) ’m ilânm üç yıl süreyle yapılmasının gerekliliğine hük­
mettiği rivâyet olunmuş ise de bu rivâyetin sâbit olmadığı umulur,
demiştir. Î b n ü ’ l - M ü n z i r de Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’-
den üç jul, bir yıl, üç ay ve dört gün ilân edilir, şeklinde dört rivâ­
yet nakletmiştir. î b n - i H a z m da Ö m e r (Radıyallâhü
anh) ’den dört ay ilân edilmesi şeklinde beşinci bir rivâyette bulun­
muştur. Bu muhtelif rivâyetleri yitik malm büyüklüğüne ve küçük­
lüğüne hamletmek mümkündür.
İlân süresi hakkındaki ilmi görüşler s
a) H a n e f i mezhebinin fetvâya esas olan görüşüne göre mal
sahibinin yitik malım anyacağı umulan sürece ilân yapılır. Arama­
dan vazgeçtiği kanaati hâsıl olunca ilâna son verilir. Yaş meyva ve
yiyecek maddeleri gibi pek dayanamayan maddeler ise bozulması
endişesi duyuluncaya kadar ilân edilir. Bu endişe belirince ilâna son
verilir. E b û H a n î f e ’ den yapılan bir rivâyete göre yitik mal
10 dirhemden az ise birkaç gün ilân edilir. Yitik mal 10 dirhem ve­
yâ daha fazla ise bir yıl ilân edilir.
b) M â l i k î l e r ’ e göre yitik mal önemli ise meselâ 10 di­
nardan fazla ise bir yıl ilân edilir. Bir dinar veyâ daha az bir şey ise
birkaç gün ilân edilir. Değeri bir dirhemden az ise veyâ sâhibi tara­
fmdan aranmıyacağı kanaati hâsıl olan baston, kamçı az mikdar-
da kuru üzüm gibi bir şey ise ilâna gerek yoktur. îlân edilmeden
yeyilebilir. Ancak sâhibi çıktığı zaman ona verilir veyâ değen öde­
nir.
c) Ş â f i i l e r yitik mah büyüklüğüne ve küçüklüğüne gö­
re ayn hükümlere bağlamışlardır. Kıymetli olan yitik mal bir yıl
süreyle ilân edilir. Pek değeri olmayan yitik mal daha az bir süre
ilân edilir. Pek değeri olmayan malın ölçüsü bir rivâyette bir dinar,
diğer bir rivâyette dinann dörtte biri, başka bir rivâyette bir dir­
hemdir. Ş â f i i mezhebinin en sıhhatli görüşü şöyledir: Kişinin,
kaybettiği mah için uzun boylu üzülmediği sanıldığı takdirde onun
aramaya son verdiği kanaati hâsıl olan bir süreyle ilân yapılır. N e ­
v e v i : Kişinin bulduğu yitik mal pek önemsiz değil ise ve bulan
şahıs bunun sâhibi çıkmadığı takdirde yemek niyetinde ise bir yıl
süreyle ilân edilmesinin vâcibliği üzerine tüm müslümanlar icmâ
etmişlerdir. Yitik bulan kişi bunu sâhibi için hıfzetse bile yine ilân
etmesi gereklidir. Çünkü ilân etmediği takdirde sâhibi malının ne­
rede . kimin yaranda olduğunu nasıl bilecektir. Pek önemli olma­
78 SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

yan mal için yapılacak ilân süresine gelince o değerde bir yitik mal
örf ve âdete göre ne kadar zaman aranıyorsa o kadar süreyle ilân
edilmesi gereklidir. Yukardaki hüküm değeri olan mallar hakkında­
dır. Bir tane kuru hurma, kuru üzüm gibi kıymetsiz bir şey bulan
şahıs bunu ilân etmeden de yiyebilir.
d) H a n b e l î l e r ’ e göre yitik mal bir dirhem veyâ daha
fazla ise ya da bu değerde bir mal ise bir yıl ilân edilir. Fakat bir
parça ekmek, bir tane kuru hurma, değnek, bez parçası gibi önem­
siz bir şey ise ilân edilmeyebilir ve ilân edilmeden onda tasarruf edi­
lebilir.
4. Yitik malı bulan kimse bizzat ilân işini yürütür. Yâni devlet
yetkilileri aracılığıyla ilân etme zorunluğu yoktur. Kişi, ilân için baş­
ka kimseyi de görevlendirebilir. Bu işi ücretsiz yapacak kimseyi bu­
lamadığı takdirde ücreti kendisine âid olmak üzere ücretle adam tu­
tar. Tuttuğu adama ödediği ücret A h m e d , Ş â f i î ve rey
ehline göre kendisine âittir. Mal sâhibine âid değildir. E b ü ’ l -
H a t t â b ’ a göre adam bulduğu malı sâhibine ulaştırmak üzere
alıp bu niyetle hıfzederse sâhibini bulduğu zaman ilân masrafım on­
dan alabilir. î b n - i A k i l ’ den de böyle bir kavil rivâyet edil­
miştir.
5. Yitik malın kabı, ağız bağı ve miktan gibi alâmetleri onu
bulan şahıs tarafmdan bellenir. Bunu bellemeye âid emrin hikme­
ti bulan şahsın bunun alâmetlerini unutmaması ye buna sâhip çı­
kacak kimselerin doğru veyâ yalan söylediklerini tesbit etmesi ve
bilmesidir. Bu hükme âid Liyti = “ Belle, tam” cümlesi yerine bâzı
t *

rivâyetlerde; Jü>J = “Hıfzet, sakla” cümlesi bulunmaktadır. Bu iki


cümlenin anlamlan birbirine yakın olmakla beraber aralarında bir
farklılık vardır. Birinci cümlede yitik malm sayısının, kabının ve
ağız bağının tanınması, bellenmesi ve unutulmaması emredilmekte-
dir. İkinci cümlede ise bunların muhâfaza edilmesi ve saklanması
emredilmektedir. Şu halde bunların hem iyice bilinip bellenmesi hem
de saklanması gereklidir. Yitik malm sayısı saklanmalı ve bulan ki­
şinin malına karıştırılmamalıdır. Onun kabı ve ağız bağı gibi alâ­
metleri de saklanmak ve atılmamakdır. Bu hükme âid emir, âlimle­
rin ekserisine göre vâciblik içindir. Yâni yitik mal bulan kimsenin
anılan alâmetleri bellemesi ve saklaması vâcibtir. Bâzı âlimlere gö­
re bu emir mendubluk içindir. Diğer bir kısım âlimlere göre yitik
mal yerden alınırken bu alâmetleri bellemek vâcibtir. Daha sonra
da bu bilgiyi korumak müstehabtır.
KİTABÜ-L’LUKATA *19

6. Yitik malın sâhibi olduğunu iddiâ edip evsâfım doğru anlat­


mak sûretiyle kamtlayıcı bilgi verene mal verilir. Kendisinden şâ-
hidler istenmez. M â l i k , A h m ed, Dâvûd, el-Leys
b i n S a ’ d ve B u h â r i ’ ye göre anlatılan adama malı tes­
lim etmek vâcibtir. Şâhid getirmeye zorlanamaz.
H a n e f i l e r , Ş â f i i ve Cumhûr’a göre yitik malm ev­
sâfım doğruca anlatan kişinin bu malm sâhibi olduğuna kanaat ge­
tirildiği takdirde malı bulan kişi bundan şâhid istemeden malı ve­
rebilir. Fakat vermeye mecbur değildir. Gerektiğinde malm kendi­
sine âid olduğunu şâhidlendirmesini isteyebilir. Bu grubtaki âlimle­
re göre hadîsteki: “Malı ona ver” meâlindeki emir mübahlık içindir.
Yâni malı ona verebilirsin. Veyâ bu emir mendubluk içindir. Yâni
malı ona vermen iyidir.
7. Yitik mal bulan kişi zengin olsun fakir olsun emrolunan sü­
rece ilân ettikten sonra mal sâhibi çıkmazsa malı mülkiyetine ge­
çirebilir ve yiyebilir. Çünkü ilk hadîs râvîsi Ü b e y b i n K â ’ b
(Radıyallâhü anh) Ensâr-ı Kirâm’m zenginlerinden idi. Resülullah
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bu hadîste anılan dinarları ilândan son­
ra mülkiyetine geçirmesini emretti. Ş â f i î , A h m e d ve bir
rivâyetinde M â l i k böyle hükmetmişlerdir.
H a n e f i l e r is e : Yitik mal bulan şahıs zengin ise yitik
malı mülkiyetine geçiremez. Sâhibi çıkmadığı takdirde fakirlere sa­
daka olarak vermek durumundadır. Fakat bulan şahıs fakir ise mül­
kiyetine geçirebilir, demişlerdir. H a n e f i l e r bu hadîse cevâ-
b en .- Ü b e y (Radıyallâhü anh) o günlerde zenginlerden değildi,
fakirdi. Nitekim B u h â r i ve M ü s l i m ’ in E n e s (Radı-
yallâhü anh) ’den rivâyet ettikleri bir hadîse göre;
ü jJ î ıj) — «Sevdiğiniz şeylerden (Allah yo­
lunda) harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz» (4) âyeti inince E b û
T a l h a (Radıyallâhü anh) : “Rabbımızm malımızın bir kısmım
harcamamızı istediği kanaatma vardım. Y â Resûlallah sen şâhid ol.
Ben Berîhâ arazimi Allah için verdim, dedi. Bunun üzerine Resûlul-
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) d e : «Bunu yakınlarına ver,» bu­
yurdu. Ebû Talha da bunu Hassân bin Sâbit ile Übey bin Kâ’b’a tah­
sis etti."
Bu hadîs Ü b e y (Radıyallâhü anh)’m o esnada fakir oldu­
ğuna delâlet eder. Muhtemelen bundaii bir süre sonra Ü b e y zen­
ginleşti.

(4) Al-i İm rân: 92


SÜNEN-Î İBN-Î MACE

8. Yitik mal bulan kimse ilândan sonra sâhibi çıkmazsa malı


mülkiyetine geçirir de daha sonra mal sâhibi çıkarsa mal sâhibine
verilir. Cumhûr: Mal duruyor ise aynen iâde edilir. Harcanmış ise
bedeli ödenir, demiştir. Z e y d b i n H â l i d (Radıyallâhü
anh) ’m hadîsi bunun en açık delilidir.
M â l i k ve D â v û d : Çölde bulunan koyun ve keçinin sâ­
hibi çıkmadığı için bulan kişi tarafmdan yiyildikten sonra sâhibi
çıksa bile artık bir hakkı olamaz, diyerek 2504 noiu hadisi delil gös­
termişler ise de 2507 noiu hadis onlann görüşünü reddeder. Bu iti­
barla kuvvetli görüş cumhûırun görüşüdür.” (Tekmile’den özetlene­
rek alman bilgi bitti.)
£jp-l U ı_jl» (r )
3 — FARENİN (DELİKLERDEN) ÇIKARDIĞI
MALI ALIP GÖTÜRMENİN HÜKMÜNE Â İT BÂB

Râvüerln HM Tercemeleri
Übey bin K âh (R .A .)’ın M İ tercemesi 104., Zeyd bin Hâlid (R .A .)’m hâl
tercemesi 945. ve Süveyd bin öafele (R .A .)’ın hâl tercemesi 1801. hadîs bölümünde
geçti.
2506. hadiste ismi geçen Zeyd bin Suhân (R A .) bin Huer bin el-Hâris el-Abdî
Ebû Süleymân hakkında el-Hâfız, el-İsâbe’de beyân ettiğine göre lönül-K elbî: O,
Resûl-i Ekrem (S A .V .)’e yetişen bahtiyar sahâbîlerdendir, demiştir. îbn-i Abdi’l-
Ber ise : Onun sahâbiliğini bilmiyorum. Fakat Resûl-i Ekrem (S.A.V.)’in zamanına
yetişmiş, çok faziletli büyük bir insandır, demiştir. El-Mamer bin el-Müsennâ*mn be­
yânına göre bu zât saMbilik şerefine ermiştir. Bu zât Kadisiye savaşına katılmış
ve kolu şehid olmuştu. Cemel olayında katledildi.
Aynı hadiste ismi geçen diğer zât Selmân bin Rebia bin Yezîd bin Ömer
el-Bâhtll (R .A.), Selmânü’l-Hanbel ismi ile tanınmıştır. Bir kavle göre bu zât
da sahâbîlerdendir. Kendisi Resûl-i Ekrem (S A .V .)’den ve Ömer bin el-Hattâb’-
dan rivâyette bulunmuştur. Râvlleri ise Süveyd bin öafele, Ebû Vâil, Ebû Mey­
sere ve başka zâtlardır. El-lcli onun hakkmda: O, tâbiîlerin büyüklerinden olup
sıkâ zâttır, demiştir. îbn-i Sa’d da onu Küfe ehlinin tabiilerinden ve birinci taba­
kadan saymıştır. îbn-i Hibbân da onu tâbiîlerin sıkâlanndan saymıştır. Müslim
onun hadîslerini nakletmiştir. (Tekm ile: C. I. Sah. 81)
Bâb: 3 KtTÂBÜ-L’LÜKATA 81

T E B C E M E S t
2508) "... El-Mıkdâd bin Amr (Radtyallâhü anA)’den rivâyet edildiği*
ne göre:

Kendisi bir gün büyük abdestini bozmak için el-Bakî mezarlığı


dolaylarına gitti. Halk (o dönemde az ve kuru yemek yedikleri için)
iki üç günde ancak bir defa büyük abdest bozmaya gider ve deve
kığısı gibi büyük abdest yapardı. Sonra kendisi bir harabeye girdi
ve büyük abdestini yapmak içfaı oturmuş iken baktı ki erkek bü­
yük bir fare yerdeki bir delikten bir dinar çıkardı. Fare o deliğe gi­
rip bir dinar daha çıkardı. Sonra böylece on yedi adet dinar çıkar­
dı. Daha sonra kırmızı bir bez parçasının kenarını delikten çıkardı.
Mikdâd dedi ki t Sonra ben o bez parçasmı çektim. Onun (yâni
bezin) içinde de bir dinar buldum. On sekiz adet dinar tamamlandı.
Ben bunlarla (harabeden) çıktım ve bunları Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ’in huzûruna getirip durumu O’na arz ettim. Son­
ra : Bunların sadakasını (yâni humus— beşte bir — hakkını) al, Y â
Besûlullah, dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
(b a n a ):
— «Bunlan götür. Bunda sadaka (humus) yoktur. Allah bunu
sana mübârek eylesin» buyurdu. Sonra s

Sünen-i tbn-i Mâce — C .: 7 -F .: 6


82 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

— «Bunları elinle delikten çıkarmış olabilir ((m i)sin?» buyur­


du. Ben:
— Sıma hak (din) ile ikrâmda bulunan (A llah )’a yemin ede­
rim ki hayır (Elimi deliğe sokmadım), dedim.
B&vi demiştir kis Mikdâd ölünceye kadar bu dinarların sonu gel­
medi. (Yâni bitmedi.)’’

İ Z A H I

Bu hadisi E b û D â v û d da Harâc, Fey, ve İmaret kitabı­


nın Rikâz babında rivâyet etmiştir. Hadiste geçen Baki’in Habhaba
bakî’i olduğu E b û D â v û d ’ un rivâyetinde belirtilmiştir. Y â ­
ni hâlen M e s c i d - i N e b e v i ’ nin yakınında bulunan ve bir
çok sahâbî’nin yattığı meşhûr Bakî mezarlığı değildir. En-Nihâye’de
beyân edildiğine göre Bakîu’l-Habhaba M e d i n e - i M ü n e v ­
v e r e dolaylarında bulunan bir semtin ismidir. Hadîste belirtildi­
ği gibi bunun bir kısmı mezarlık idi. M i k d â d (Radıyallâhü
anh) ’m mezarlıkta büyük abdest yaptığı şeklinde yanlış bir şey ha­
tıra gelmesin. Çünkü kendisinin de belirttiği gibi o bir harâbede ab-
destini bozmuştur.

Hadiste geçen diğer bâzı kelimeleri açıklayalım:


Ba’r s Deve kığısıdır. O dönemdeki insanlar maddî sıkıntıdan az
ve kuru yemek yedikleri için iki üç günde ancak bir defa dışarı çık­
ma ihtiyacım duyarlardı ve büyük abdestleri deve tersine benzerdi.
Çühr: Yerdeki delik anlamınadır. Genellikle yılan, fare ve ha­
şarat deliklerinde kullanılır.
Cürez s Farenin bir nevidir. Bir kavle göre erkek ve büyük fare
demektir.
M ik d â d (Radıyallâhü anh) bulduğu dinarların define hük­
müne tabi olduğunu sandığı için bunun beşte birisinin ödenmesi­
nin gerektiği kanaatıyla Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salfttü ve’s-selâm) ’e
mürâcaat etmiştir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ise
bunun Lukata hükmünde olduğunu beyân buyurduktan sonra M i k -
d â d ' m dinarları kendi eliyle delikten çıkarıp çıkarmadığım araş­
tırmıştır .H a 11 â b i : Bu araştırma gösteriyor ki eğer M i k d â d
bunu delikten çıkarmış olsaydı bu, define hükmüne girip humusu
yâni beşte birinin ödenmesi gerekecekti, demiştir.
Bâb: 4 KİTÂBÜ-L'LUKATA 63

Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in M i k d â d ’ a;


«Allah bunu sana mübarek eylesin» buyruğu ile ilgili olarak da
H a t t â b i : Bu buyruk, dinarların derhal M i k d â d için he­
lâl olduğuna delâlet etmez. Şuna delâlet ed e r: Dinarlar lukata hük­
müne tabidir. Usûlü dâiresinde ilân edilip de sâhibi çıkmazsa o za­
man M i k d â d için helâl olur, demiştir.

<w»L ( t )
4 — BİR RİKÂZ’A (DEFÎNE’YE) R ASTLAYAN
KİMSEYE Â İT BÂB

T E R C E M E S İ

2509) “ ... Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü anh)’den rivâyet edildiğine göre;


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir:

«Rikâz’da (yâni definede) humus vardır.»**

T E R C E M E S İ
2510) “ ... (Abdullah) bin Abbâs ( Radtyallâhü anhümâ)'dan rivâyet edil­
diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Rikâz’da (yâni defîne’de) humus vardır.»"

Mıkdâd (R .A .)’ın Hâl Tercemesi


Mıkdâd bin Amr bin Sulebe el-Behrânî el-Kindî Ebû Ömer bin bin el-Esved
sahâbidir. Kırk iki hadisi vardır. Buhâri ile Müslim onun bir hadisini birlikte ri­
vâyet etmişlerdir. Ayrıca yalnız Müslim onun üç hadisini rivâyet etmiştir. Râvî­
leri İbn-i Abbâs, Ubeydullah bin Adi bin el-Hıyâr ve bir cemaattır. Bedir savaşı­
nın suvârilerindendir. Habeşistan’a hicret edenlerden olup bütün savaşlara katıl­
mıştır. Resûl-i Ekrem bir hadiste: «Allah dört kişiyi sevmemi emretti,» buyur­
muş ve saydığı bu zâtlar arasmda Mıkdâd’ı da saymıştır. Hicretin 33. yılı Medhıe-i
Münevvere’ye üç mil mesâfede bulunan el-Ceref’te vefât etmiş ve cenâzesi Medine-i
Münevvere’de defnedilmiştir. (Hulâsa: 397-398)
84 SÜNEN-İ İBN-1 MÂCE

İ Z A H I
Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadisi Kütüb-i Sitte’-
nin hepsinde vardır, t b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh) ’m ha­
disini î b n - i E b î Ş e y b e ve T a b e r â n î de rivâyet
etmişlerdir. Diğer Kütüb-i Sitte’de buna rastlamadım.
Rikâz t Define diye terceme ettiğim bu kelime ile kasdedilen mâ­
nâ husûsunda âlimler arasmda ihtilâf vardır. Şöyle k i :
M â l i k , Ş â f i î ve cumhûr bu kelimeyi Islâm’dan önceki
devirlere âit define mânâsına yorumlamışlardır. E b û H a n î f e ,
S e v r î , E v z â î ve başkaları ise bu kelimeyi yer altındaki ma­
denlere ve anılan definelere şümullü umumi bir mânâya yorumla­
mışlardır. Bu nedenle madenlerin de define gibi humus yâni beşte
bir nisbetindeki harca tabi olup olmadığı husûsunda ihtilâf vardır.
Humus: Beşte bir demektir. Rikâz’dan vergi olarak veyâ zekât
olarak alınacak meblâğ beşte bir nisbetinde olduğu için bunda hu­
mus olduğu buyurulmuştur.
Tuhfe yazan E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m ha­
dîsinin izahı bölümünde özetle şu bilgiyi v e r ir :
“ Î b n ü ’ l - E s î r , en-Nihâye’d e : Rikâz, H i c â z halkı ya­
nında câhiliyet devrine âit define mânâsmadır. I r a k halkı ya­
nında, ise madenler mânâsmadır. Arap dili bu iki mânâya da mü-
sâiddir. Çünkü madenler de defineler de yer altında gömülüdür. Ha­
dis ise birinci mânâya gelmiştir. Define kolay ve bol yararlı oldu­
ğu için bunun beşte birisinin ödenmesi vâcib kılınmıştır, der.
Cumhûr, M â l i k ve Ş â f i i Rikâz’ı câhiliyet devrine âit
define mânâsma yorumlayarak: Madenlerde humus yoktur. Fakat
bundan alınacak mal nisâb mikdanna ulaşınca zekâtı ödenir, demiş­
lerdir. E b û U b e y d ile B u h â r î ’ nin bildirdiklerine gö­
re Ö m e r b i n A b d i l a z i z de böyle hükmetmiştir.
H a n e f i l e r ise, Rikâz’ı define ve madenlere şümullü bir
mânâya yorumlayarak: Defineler olsun, madenler olsun bunlann
beşte bir hissesinin vergi olarak ödenmesi gerekir, demişlerdir.”
Gerek cumhûrun ve gerekse H a n e f i l e r ’ i n Rikâz keli­
mesinin yorumlanması hakkmda gösterdikleri deliller ve yek diğe­
rine verdikleri cevablar hadîs şerhlerinde etraflıca anlatılmıştır. A r­
zu edenler buralara bakabilirler.
Rikâz, câhiliyet devrine âit definedir, diyen cumhura göre bu­
lunan defineden çıkarılacak mal altm ve gümüş olabildiği gibi kıy­
B âb: 4 KtTÂBÜ-L'LUKATA 85

metli eşya ve mücevherat da olabilir. N e olursa olsun humusu yâni


beşte bir nisbetindeki hissesi vergi olarak ödenir. Ş â f i î ’ ye gö­
re definenin dinen rikâz sayılabilmesi için çıkarılacak malm altm
veyâ gümüş olması şarttır. Başka mallar bulunursa humusunun
ödenmesi gerekmez.

R&CÂZ1N HUMUSU KİMLERE VERİLİR?

E l - H â f ı z : Âlim ler rikâz’m humusunun yâni beşte bir nis­


betindeki hissesinin verileceği yer konusunda da ihtilâf etmişlerdir.
E b û H a n î f e , M â l i k ve Cumhûr: Bu hisse vergi olarak
verilir ve müslümanlann sosyal hizmetlerine harcanır, demişlerdir.
E 1 -M ü z e n i de bu görüşü tercih etmiştir. Ş â f i î ’ nin en
sahih kavline göre bu hisse zekâtın müstehaklanna dağıtılır ve baş­
ka hizmetlere harcanamaz. A h m e d ’ den ise anılan iki görüş
yolunda iki rivâyet vardır. Âlim ler rikâzdan humus’un ödenmesi
için bir yıllık sürenin geçmesinin şart olmadığı husûsu üzerinde itti­
fak hâlindedirler, demiştir.

MADEN VE RİKÂZ’IN TÂRİFİ VE HÜKÜMLERİNE A İT


DÖRT MEZHEBİN GÖRÜŞLERİ

1. H a n e f î mezhebine göre maden ve rikâz ayni mânâyı


ifâde ederler. O mânâ da şudur: Y e r altında bulunan maldır. İster
altm ve gümüş gibi kıymetli cevherleri taşıyan toprak ve benzerî
maddeler hâlinde olsun, ister kâfirlerin yere gömdükleri hazine ve
define şeklinde olsun fark etmez. Şu halde insan eliyle yere gömül-
meyip de Allah tarafmdan yer altında yaratılan ve kıymetli malla­
rı taşıyan madenler de rikâz anlamı içine girer.

Rikâzdan yâni define ve madenlerden ödenen humus zekât de­


ğildir. Çünkü zekâtın şartlan burda aranmaz.

Madenler üç kısma aynlır:


1. Altm, gümüş, bakır ve demir gibi ateşle elde edilip şekillen­
dirilen.
2. Petrol gibi sıvı halde olan.
3. Bunların dışında kalan. Yâni sıvı olmadığı gibi ateşin tesiri
ile şekillendirilmeyen kısım. Mücevherat ve yakutlar gibi.
86 SÜNEN-t İBN-t MÂCE

Madenlerin birinci kısmına giren maddelerden elde edilecek ma­


lm humusun, yâni beşte bir nisbetindeki hissenin çıkarılıp müslü­
manlann sosyal hizmetlerine harcanmak üzere devlete vergi olarak
ödenmesi gerekir. Kalan beşte dört nisbetindeki mala gelince eğer
kimsenin mülkiyeti altında olmayan bir arazide bulunmuş ise kalan
m%lm tamamı bunu bulana âittir. Anılan madende humusun vâcib
olabilmesi için bulunan madende câhiliyet devrine âit bir alâmetin
bulunması gereklidir. Yâni o malın kâfirlere âit olduğunu kanıtla-
yıcı belirtilerin bulunması şarttır. Şâyet İslâmiyet devirlerine âit ol­
duğuna dâir bir belirti bulunursa bulunan maden rikâz değil, Luka-
ta hükmüne tabidir. Yâni yitik mal sayılır. Bunda humus gerek­
mez. Bunun kâfirlere veyâ müslümanlara âit olduğu husûsunda şüp­
he hâsıl olur da kesin bir sonuç alınmazsa câhiliyet devrine âit ola­
rak kabul edilir.
Anılan maden kısmı belirli kimselerin mülkiyeti altmda bulu­
nan bir yerde bulunursa bunun humusu ödenir ve kalanı o yerin
sâhibine âittir.
Evinde maden veyâ define bulan kimsenin bunun humusunu
ödemesi vâcib değildir. Hepsi kendisine âittir.
Yukarda anlatılan madenlerin ikinci ve üçüncü kısımlarında
vergi, harç ve zekât gibi bir şeyin çıkarılması vâcib değildir. A n ­
cak sıvılardan cıva’da humus vâcibtir. Y e r altmda bulunan silâh­
lar, araç ve gereçler, malzemeler ve ev eşyası da define gibi humusa
tabidir.

Denizden elde edilen anber, inci ve balık gibi mallardan bir harç
vâcib değildir.

2. Ş â f i I mezhebine göre R ik âz: Câhiliyet devrine yâni kâ­


firler dönemine âit altm ve gümüş definesidir. Defineden çıkarılan
altm veyâ gümüş nisab mikdan olunca üzerinden bir yılın geçme­
si süresi beklemeksizin humusunun yâni beşte birinin zekâtın müs-
tahaklanna ödenmesi gerekir. Defineden elde edilen altm veyâ gü­
müşün sikkeli olması şart değildir. Kişi böyle bir defineyi yer al­
tmda değil de üstünde bulursa buna rikâz denmez. Bu, lukata hük­
müne tabidir.

Bulunan define kâfirlere âit olmayıp, îslâm dönemine âit oldu­


ğu anlaşılıyor ise bunun sâhibinin kim olduğu bilindiği takdirde sâ­
hibine teslim edilmesi gereklidir. Sâhibi ölmüş ise mirasçılarına ve­
rilir. Sâhibi bilinmiyor ise Lükata hükmüne tabidir. Kezâ bunun câ-
Bâb: 4 KİTÂBÜ-L’LüKATA 87

hiliyet devrine mi, İslâmiyet devrine mi âit olduğu bilinmiyor ise


gene lukata hükmüne tabidir. Bir kimse, kendi mülkünde bulunan
definenin kendisine âit olduğumu iddiâ ederse, define ona âit sayı­
lır. Şâyet böyle bir iddiâda bulunmazsa kendisinden önceki mâlikin
sayılır.
Maden ise Allah tarafmdan bir yerde yaratılan bir şeyi ordan
çıkarmakla elde edilen maldır. Şer-i Şerîf’te madenlerden yalnız al­
tm ve gümüşten ödeme yapılır. Demir, bakır ve kurşun gibi madde­
ler madenlerden istihsal edilmekle beraber bunlardan bir ödeme ya­
pılmaz. Madenlerden istihsal edilen maddelerin sıvısı, katisı, ateşin
etkisiyle şekilleneni veyâ başkası arasmda bir fark yoktur. Maden­
lerden istihsal edilen altm ve gümüşte vâcib olan mikdar kırkta bir­
dir. Yâni altm ve gümüşün zekâtı nasıl kırkta bir ise madenlerden
istihsal edilen altm ve gümüşün zekâtı da kırkta^birdir. İstihsal edi­
len altm ve gümüşün üzerinden bir yılın geçmesi şartı yoktur. İs­
tihsal edilir edilmez hemen zekâtı ödenir.
3. M â l i k i mezhebine göre, R ik âz: Câhiliyet devrine âit al­
tm, gümüş ve diğer malların definesidir. Bir definenin câhiliyet dev­
rine mi, İslâmî bir devreye mi âit olduğunda tereddüd edilirse câhi­
liyet devrine âit olarak kabûl edilir. Definede çıkan mal altm olsun
gümüş olsun başka mal olsun bunun humusu, yâni beşte biri genel
hizmetlere harcanmak üzere devlete verilir. Ancak defineye ulaş­
mak büyük çalışmalar ve masraflarla gerçekleşirse bunun kırkta bi­
ri zekât olarak müstehaklanna dağıtılır. Her iki takdirde elde edile­
cek malm nisab miktarım doldurması şart değildir. Definenin kalan
kısmı arâzi sahibinin hakkıdır. Ancak arâzi sahibinin bunu miras
yoluyla veyâ ihyâ etmek sûretiyle sâhip olması şarttır. Eğer arâzi
sâhibi bu yeri satm almak veyâ hibe yoluyla elde etmiş ise define bu
yerin ilk sahibinin hakkıdır .Şâyet bu yer hiç kimsenin mülkiyetin­
de değil ise define, bulan kişinin hakkıdır.
Müslümanlann veyâ zimmi, yâni İslâm memleketinde vatandaş­
lık hakkı verilmiş olan gayr-i müslimlerin yere gömmüş olduğu de­
finelere gelince bu nevî define sâhibleri veyâ mirasçılan bilindiği
takdirde onlann hakkıdır. Kime âit olduğu bilinmezse bu nevi de­
fineler Lukata yâni yitik mâl hükmüne tâbidir. Bir yıl ilân edilir.
Buna rağmen sâhibi çıkmazsa bulanın hakkıdır. Fakat bu nevî de­
finelerin asırlarca önceki devirlere âit olduğu bâzı karine ve alâ­
metlerle anlaşılırsa, Lukata hükmüne tabi değildir. Sâhibleri bilin­
meyen mallar gibi devlet hazînesine konulur ve müslümanlann ge­
nel hizmetlerine harcanır.
88 SÜNEN-İ ÎBN-Î MÂCE

Maden ise Allah’ın yerde ve toprakta yaratmış olduğu altm, gü­


müş demir, bakır ve kibrit gibi maddelerdir. Maden Rikâz’dan tama­
men ayn bir şeydir. Madenden istihsal edilecek madde altm veyâ
gümüş ise nisab miktarına ulaşsın veyâ ulaşmasm yıllanması bek­
lenmeksizin zekât ödeme şartlan tahakkuk edince zekâtı ödenir.
Anılan madenin zekâtı kırkta bir olup zekâtın müstehaklarma da­
ğıtılır.

4. H a n b e 1 i mezhebine göre Rikâz t Câhiliyet devrine âit


definedir. Kâfirlere âit olduğu bilinen defineler rikâz sayıldığı gibi
yer yüzünde bulunan ve onlara âit olduğu bir takım alâmetlerle an­
laşılan mallar da define hükmündedir. Fakat İslâm alâmeti bulunan
veyâ hem küfür hem de İslâm alâmeti bulunan defineler Rikâz hük­
müne tabi olmayıp Lukata hükmüne dâhildir. Rikâzı bulan şahıs bu­
nun humusunu, yâni beşte birini umumî hizmetlere harcanmak üze­
re devlet hazînesine teslim etmek zorundadır. Kişi defineyi kendi
mülkünde veyâ sâhipsiz bir arâzide bulursa humustan artan kısmı
kendisinin hakkıdır. Şâyet başkasının arâzisinde ve akarında bulur­
sa, arâzi sâhibi definenin kendisine âit olduğunu iddiâ etmezse yi­
ne bulana âittir. Şâyet arâzi sâhibi definenin kendisine âit' olduğu­
nu iddiâ etmekle beraber şâhidi yok ve kendisi bulunan definenin
evsâfım târif edemezse yemin etmek sûretiyle alır. Bir kimsenin iz­
ni olmaksızın mülküne girip araştırma yapan ve neticede define bu­
lan kişi bir hak talebinde bulunamaz. Bulunan define mülk sâhibi­
ne âittir. Yukarda anlatüdığı şekilde. Şâyet kişi arâzi sâhibinin iz­
ni ile girip araştırma ve çalışma neticesinde define bulursa bulan
kişi öncelikle define hakkına sâhip olur.

Madene gelince, maden, yerde oluşan ve toprak cinsinden olma­


yan maddelerdir. İster altm, gümüş, bakır gibi katı halde olsun is­
ter kibrit ve petrol gibi sıvı halde olsun fark etmez. Böyle bir mad­
deyi istihsal eden kişi bunun onda birini ödemekle mükelleftir. Bu
ödemenin vâcibliğinin iki şartı va rd ır: Birincisi istihsal ettiği mad­
de altm veyâ gümüş ise yabancı maddelerden tasfiye edildikten son­
ra net miktarının nisab olması gereklidir. Bu iki maddeden başka
mal cinsinden ise değerinin nisab tutarında olması gereklidir. İkin­
ci şart müstahsilin zekât mükelleflerinden olmasıdır. Şu halde müs­
tahsil zimmi yâni gayri müslim veyâ borçlu bir müslüman ise ona
vâcib değildir. İstihsal edilen maden ocağı birisinin mülkü içinde
ise istihsal edilen maden, mülk sâhibinindir. Başkası istihsal etse bi­
le hüküm budur. Maden ocağı sâhipsiz bir arâzide ise elde edilen
maden, müstahsilin malıdır. Bu takdirde bunun kırkta birini zekât
B âb: 4 KİTÂBÜ-L’LUKATA 89

olarak ödemesi gerekir. İstihsal ettiği mal altm veyâ gümüş olsun,
başka maddeler olsun fark etmez.
N ot: Define ve madenle ilgili daha geniş bilgi isteyenler fıkıh
kitablanna mürâcaat etsinler. Dört mezhebin görüşü ile ilgili olup yu­
karda yerilen bilgi El-Fıkıh A la’l-Mezâhibi’l-Arbaa adlı kıtabtan özet­
lenerek alınmıştır.

T E R C E M E S İ

2511) "... Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü. anh) den rivâyet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Sizden önceki (ümmet) lerde bir akar (ev) alan bir adam vardı.
(Satın aldığı) akarda içi altm dolu bir cürre (küp veyâ testi) buldu.
Bunun üzerine (satıcıya) :
— Ben senden toprak aldım, senden altm almadım, dedi. (Satı­
ra) adam da (alıcıya) :
— Şüphesiz ben sana bu toprağı, içindeki ile beraber sattım, de­
di. Sonra satıcı ile alıcı (üçüncü) bir adama baş vurup muhakeme
oldular. Kendisine baş vurulan adam, (bunlara) :
— Sizin oğlunuz ve kızınız var mı? diye sordu. Bunlardan birisi
(alıcı) :
— Benim bir oğlum var, dedi. Diğeri (satıcı) d a :
— Benim bir kızım var, dedi. Kendisine mürâcaat edilen adam :
— Şu halde oğlana kızı nikâh ediniz. Oğlan ile km bu altından
kendilerine harcasınlar ve sadaka versinler, diye hükmetti.»”
90 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

İ Z A H I

Bu hadîsi B u h â r i , M ü s li m ve A h m e d de riva­
yet etmişlerdir.
E l - H â f ı z , El-Fetih’te özetle şöyle d e r :
“Bu hadîste sözü edilen satıcı ile ahcınm isimlerine rastlamadı­
ğım gibi hüküm için baş vurdukları zâtın ismine de rastlamadım. An­
cak V e h e b b i n M ü n e b b e h ' i n el-Mübtedâ adh kitâ-
bmda bu iki adamın baş vurdukları zâtın peygamberlerden D â v û d
(Aleyhisselâm) olduğunu söylemiştir, t s h â k b i n B i ş r ’ in
el-Mübtedâ’smda ise hüküm için baş vurulan zâtın Z ü 1 k a r -
n e y n - in hakimlerinden olduğu nakledilmiştir.
A k a r: Ev, arsa, hurmalık, kıymetli ev eşyası gibi değişik mânâ­
lara gelir. Burada ev mânâsı kasdedilmiştir. Çünkü V e h e b b i n
M ü n e b b e h ’ in rivâyetinde satılan malın ev olduğu belirtil­
miştir.
Satıcı ile ahcı arasmda yapılan satış akdinin yalnız akar için ol­
duğu hadîsin metninden açıkça anlaşılıyor. Satıa evde bulunan ma­
lm da dolaylı olarak satılmış olduğuna inanıyor, ah a ise bunun ak­
sine inanıyor. Aralarındaki ihtilâf konusu budur. Satış akdinin şek­
li hakkmda ihtilâfları yoktur. Hadîsin zâhirine şöre aha, içinde al­
tm bulunan Cerre’yi yâni küp veyâ testiyi evin içinde yâni yere gö­
mülü olmaksızın bulmuştur. Dinimize göre bu durumda ahcınm sö­
zü mûteberdir ve altm satıcının malıdır.
Tarafların satış akdinin şekli hakkmda ihtilâfa düşmüş oldukla­
rı muhtemeldir. Şöyle ki muhtemelen ahcı: Sen satarken evi ve için-
dekini sattım, demedin der. Satıcı ise: Hayır ben evi ve içindekini
sana sattım, der. İhtilâf konusu bu ise Şer-i Şerif’'teki hüküm şudur:
İki taraf sözlerinde doğru olduklarına yemin ederler ve satılan ev
geri verilir.
Akanın evi aldıktan sonra evde tadilât yaparken defineye rast­
lamış olması da muhtemeldir. İ s h â k b i n B i ş r ’ in rivâ­
yeti bu ihtimâli teyid eder. Çünkü bu rivâyete göre müşteri: Ben
ev aldım. Bunu tâmir ederken bir define buldum, der. Satıa da al­
tınları teslim almaya dâvet edilirken: Ben evime altm gömmedim
ve böyle bir şeyden haberim de yoktur, der... Olay böyle olursa Şer’î
hüküm şöyledir: Bu definenin kâfirler dönemine âit olduğu bilinir­
se Rikâz hükmüne tabidir. Müslümanlar devrine âit bir define ol­
duğu bilinirse Lukata hükmüne tâbidir. Müslümanların veyâ kâfir­
B âb: 4 KİTÂBÜ-L’LUKATA 91

lerin devirlerine âit olduğu bilinmezse bu define devlet hâzinesine


devredilir. Hadiste anılan devirdeki şeriat hükmü yukarda anlatı­
lan şeriatımızın hükümleri gibi olmadığı için başvurulan kişinin ha­
dîste anlatıldığı şekilde hüküm verdiği umulur.
Hadisin zahirine göre tarafların baş vurdukları şahıs resmi hâ­
kim değil, taraflarca hakem tâyin edilmiş bir kimsedir. Fakat i s ­
h â k b in B i ş r ’ in rivâyetinde baş vurulan zâtın resmi hâ­
kim olduğu belirtilmiştir. Eğer bu rivâyet sâbit ise tarafların hakem
tâyin etmeleri ve hakemin verdiği hükmün geçerliliği caizdir diyen
âlimler için bu hadîs delil olmaz. Dâvâlı ve dâvâcımn kendi araların­
da bir hakem tâyin edip verdiği hükme uyulmasının câiz olup ol­
maması ihtilaflı bir meseledir. Hakem tâyin edilen şahsın bu işe li­
yakatli olması ve hakkaniyetle hükmetmesi şartı tahakkuk ederse
verilen hüküm M â l i k ve Ş â f i î ’ ye göre câiz ve geçerlidir.
Bu hüküm memleketin hâkiminin görüşüne uygun olsun veyâ olma­
sın mûteberdir. Ş â f i î cezâ ile ilgili meseleleri bunun dışında
tutmuştur.
E b û H a n i f e ise hakemin verdiği hükmün o memleketin
hakiminin görüşüne uygun olmasını şart koşmuştur." EI-Fetih’ten
yapılan nakil bitti.)
B u h â r i ’ nin rivâyetinde hakem — veyâ hâkim—in verdiği
hükme âit cümle şöyledir

Oğlana lnn nikâh ediniz. Bu altınlardan bunlara harcayınız ve


(bundan) sadaka veriniz.”
Define ile ilgili geniş bilgi bundan önceki hadîslerin izahı bölü­
münde verildiği için burada bu hususla ilgili geniş bilgi vermeye ge­
rek görmüyorum.
19 — ITIK (YÂNİ KÖLE VE CÂRİYEYİ
ÂZA D LA M A ) KİTÂBI

JUM.(')
I — MÜDEBBER (ÂZ AD LANM ASI SÂHÎBÎNÎN
ÖLÜMÜNE BAĞ LANAN KÖLE) BÂBI

Bu bâbtaki hadislerin tercemesine geçmeden önce Müdebber ke­


limesinin târifini verelim :
Müdebber kelimesi Tedbir masdanndan alınmadır. Din ıstıla-
hrnda Tedbir akdi şöyledir: Kişi kendi kölesine: Ben öldüğüm za­
man sen âzadlısm gibi bir söz söylemek sûretiyle onun âzadlanma-
smı kendi ölümüne bağlar. îşte bu sözleşme ve akid işine Tedbir akdi
denilir. Tedbîr kelimesi de Dübür kökünden alınmadır. Dübür, arka
demektir. Kişinin dübürü onun arkası mânâsmadır. ölüm de haya­
tın arkasmda olduğu için hayattan sonraya tâlik edilen âzadlama
işine Tedbir ismi verilmiştir. Müdebber ise âzadlanması, sâhibinin
ölümüne bağlanan köledir.
Müdebber’in mânâsı açıklanmış olduğundan hadislerin terceme-
sinde bu kelimeyi aynen kullanmakta bir beis görmüyorum.
94 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2512) "... Câbir (bin Abdillah) (Radtyallâhü anhümâ) ,ûa.n rivâyet edil­
diğine göre:
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müdebber (Yâni âzad-
lanması sâhibinin ölümüne tâlik edilen) köleyi sattı.”

.. . . ^ ' -

. c ç 'jy ? -b . t e 36 s ^ y
V \ * * <*»«'

• « / a S» * + &

T E R C E M E S İ

2513) “ ... Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)’dan-, Şöyle demiştir:

Bizden (Ebû Mezkûr isimli) bir adam (Ben öldükden sonra sen
âzadlısm diye) tedbîr akdi sûretiyle (Yâkub isminde) bir köleyi âzad-
ladı. Adamm bu köleden başka mah da yoktu. Peygamber (Sallal-
lâhü Aleyhi ve Sellem) (âzadlanması sâhibinin ölümüne tâlik edi­
len) bu köleyi (sâhibi hayatta iken) sattı. Benî A dî kabilesinden İb-
nü’n-Nehhâm (Nuaym) isminde bir adam bu köleyi satm aldı. (Re-
sûl-i Ekrem kölenin bedelini sâhibine verdi.)’’

İ Z A H I

Müellifin C â b i r (Radıyallâhü anh)’den rivâyet ettiği, biri


kısa diğeri uzunca olan bu hadisi B u h â r i , M ü s l i m , E b û
D â v û d ve N e s â i de kısa ve uzunca metinler hâlinde rivâ­
yet etmişlerdir. Bâzı rivâyetlerde köle sâhibinin isminin E b û M e z ­
k û r ve kölesinin isminin de Y â k u b olduğu açıklandığı için
bu durumu parantez içinde ifâde ettim. Köleyi satm alan zâtın N u ­
a y m b in A b d i l l a h bin e n - N a h h â m olduğu da
diğer rivâyetlerde belirtilmektedir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in sözü edilen müdeb­
ber köleyi satmasının sebebi köle sâhibinin maddî sıkıntı içinde ol­
ması idi. Nitekim bu durum müellifimizin ikinci rivâyetinde ve B u ­
h â r i ' nin rivâyetinde belirtilmektedir.
B âb: 1 KİTÂBÜ-L'ITIK 95

HADİSLERİN FIKIH YÖ NÜ

Bu hadisler âzadlanması sahibinin ölümüne talik edilmiş olan


köleyi satmanın câizliğine delâlet eder. Ancak bu mesele ihtilaflı­
dır. Avnü’l-Mabûd yazan bu hususta özetle şöyle d e r ;
’T elvih sâh ibi: A lim ler müdebber yâni âzadlanması sâhibinin
ölümüne tâlik edilen kölenin satdıp satılmıyacağı husûsunda ihtilâf
etmişlerdir. Şöyle k i:
1. E b û H a n î f e , M â l i k ve K ü f e ’ den bir cemâat r
Kişi müdebber kölesini satamaz, demişlerdir.
2. Ş â f i i , A h m e d , E b û S e v r , İ s h â k ve Z a ­
h i r i y e mezhebi mensublan bunu câiz görmüşlerdir, Â i ş e .
M ü c â h i d , e l - H a s a n ve T â v û s ' u n kavli de böyledir.
3. I b n - i Ö m e r , Z e y d b i n S â b i t , M u h a m ­
me d b i n Ş i r i n , Î b n ü ’ l - M ü s e y y e b , Z ü h r i , Ş a ' -
bî , N e h a î , I b n - i E b i L e y l â ve e l - L e y s b i n
S a ’ d bunu mekruh saymışlardır.
4. E v z â i : Müdebber köleyi ancak onu âzadlamak üzere sa­
tın almak isteyene satmak câizdir. Başka kimseye satmak câiz de­
ğildir, demiştir.

5. A h m e d ' e göre sâhibi borçlu ise satabilir, aksi halde sa­


tamaz.

M â l i k , müdebber kölenin satümasımn ve hibe edilmesinin


câizliği husûsunda M e d i n e - i M ü n e v v e r e halkının ic­
mâ ettiğini anlatır, demiştir.

A y n î de özetle şöyle d e r : H a n e f i âlimlere göre Müdeb­


ber iki nevidir. Birincisi âzadlanması sâhibinin ölümüne bağlanan
köledir. Buna Mutlak müdebber nevi denilir. Bu nevi köle satılmaz,
hibe edilmez. Ancak çalıştırılır. Hizmet ve kazancından yararlanılır.
Sâhibi ölünce terekesinin üçte biri kölenin değerini karşılıyor ise
köle âzadlanmış olur. Aksi takdirde kölenin üçte biri âzadlanmış
olur. Müdebber’in ikinci nevî de Mukayyed olanıdır. Sâhibi kendisi­
n e: Ben bu hastalıktan ölürsem sen hürsün, veyâ şu yolculuğum­
da ölürsem sen hürsün, ya da ben beş seneye kadar ölürsem sen
hürsün, gibi bir şekilde kölesinin âzadlanmasmı belirli bir şarta bağ­
larsa, bakılır. Koşulan şart tahakkuk ederse âzadlanmış olur. Ta­
hakkuk etmezse onu satmak câizdir.
96 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Avnü’l-Mabûd yazan bu arada başka kitablardan da nakiller ya­


parak değişik görüşleri ve taraftarları hakkında genişçe bilgi verir ve
sonunda şöyle d e r :
Hulâsa , H a h e f i âlimler bu hadisi Mukayyed müdebber
köleye âit olarak yorumlamışlardır. Bu durumdaki köleyi satmak
bunlara göre câizdir. M â 1 i k ’ in arkadaşları: Hadîste anılan kö­
le sâhibi borçlu idi. Borçlu olunca Tedbir akdini bozması câizdir, de­
mişlerdir. Ş â f i i ve taraftarlan ise hadisi zâhirine göre mânâ-
landırmışlar v e : Müdebber köle her durumda satılabilir, demişler­
dir.”
Köle müessesesi târihe kanşmış olduğundan bu konuda daha ge­
niş bilgi vermeye gerek görmüyorum.

fa** £ju» jd <û y » İJ. (Jf j • cî

v l - C j S ' î O y » jj; JS : J6 . O y » C f.& C f’ •'->-> • ÎS

. a u s j i i j% s - ( j? > - * j* s * O î ( ç jp £ 4

. J% c* Al ey S > - Jtt

TERCEMESİ

2514) ” ... (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydm rivâyet edil­


diğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Müdebber (yâni âzadlanması sâhibinin ölümüne bağlanan) kö­
le sülüs (yâni sâhibinin terekesinin üçte birin) den (olmak üzere ge­
çerli) dir.»

İbn-i Mâcete dedi ki s Ben Osmân’dan yâni İbn-i Eb! Şeybe’den


işittim şöyle d ed i; Bu, yâni «Müdebber köle sülüstendir» hadisi ha­
tâdır.
Bâb: 2 KİTÂBÜ-L’IT IK 97

Ebû Abdillah (îbn-i Mâceh) dedi k i : Bu hadisin ash yoktur."


N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Ali bin Zabyân vardır.
Bu râviyi îbn-i Muin, Ebû Hâşim ve başkası zayıf saymışlardır. îbn-i Muin ayni
zamanda onu yalanlamıştır. El-Müzzi de : Şâfii bu hadisi A li bin Zabyân’dan, mev-
kûf olarak rivâyet ederek şöyle demiştir, d er:
Ali bin Zebyân dedi k i: Ben bu hadîsi merfû olarak rivâyet ederdim. Son­
ra arkadaşlarımız: Bu hadis merfû değil, bilâkis İbn-i Ömer (R .A .) Üzerinde
mevkuftur, dediler. Ben de bunu mevkûf ettim.
• Şâfiî dedi k i: Bu hadisi rivâyet eden hâfızlar bunu İbn-i Ömer (R .A.) (ize-
rinde durduruyorlar.

İ Z A H I
Zevâid türünden olan bu hadîsin sened durumu notta belirtildi.
Hadîs’ten çıkarılan hüküm şudur -. Bir kimse kölesinin âzadlanması-
m ölümüne tâlik edip meselâ, ben öldüğüm zaman sen hürsün, der­
se ve sonra ölürse bakılır. Eğer adamm geride bıraktığı malm üç­
te birisi bu kölenin değerini karşılıyor ise köle âzadlanmış olur. Sü­
lüs yâni terekenin üçte birisi karşılamıyor ise karşıladığı değer nis-
betinde âzadlanmış olur. Kalan kısmının âzadlanması için kölenin
çalıştırılıp bu meblâğı kazanmasma imkân verilir. M â l i k , Ş â ­
f i î ve cumhûrun görüşü budur. E l - L e y s b i n S a ’ d ve
Z ü f e r ' e göre müdebber köle, sâhibinin terekesinin tümünden
âzadlanmış olur. Yâni terekenin üçte biri bunun değerini karşılamaz
da terekenin tamamı karşılarsa yine âzadlanmış olur.
E 1 -A y n î ’ nin beyânma göre H a n e f î mezhebinin gö­
rüşü şöyledir:
Köle sâhibinin başka malı yok ise kölenin üçte biri âzadlanmış
olur ve kalan üçte ikisinin değerini kazanması için çalışmasına im­
kân verilir. Şâyet köle sâhibi borçlu ölüp borcunun tutan kölenin
değerinin tamamına denk veyâ daha fazla ise köleye değerinin ta­
mamım çalışarak kazanması için fırsat verilir ve böylece değeri ka­
dar para kazanmca âzadlanır.

iV jV t «-A ( t )
2 — ÜMMEHÂTÜ’L-EVLÂD (Y Â N Î SÂHÎBİNDEN
ÇOCUĞU OLAN) CÂRİYELER BÂBI

Bu bâbm başlığında geçen iki kelimenin açıklamasını verelim :


Ümmehât: Ümm’ün çoğuludur. “ Analar" mânâsmadır.

Sünen-i îbn-i Mâce — C .: 7 - F . : 7


98 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Evlâd: Veled’in çoğuludur. Veled, öğlem çocuk emlamına geldi­


ği bâzen kız olsun oğlan olsun genel mânâda yâni çocuk anlamında
kullanılır. Evlâd kelimesi de böyledir. Burada “ çocuklar” mânâsma
kullanılmıştır. Câriye sâhibi bununla cinsel ilişkide bulunup bundan
çocuğu olunca bu câriye’ye Ümmü’l-Veled denilir. Yâni çocuk anası.
Bu durumdaki câriyeler satılır mı, satılmaz mı? Böyle bir câriyenin
sâhibi ölünce câriye âzadlanmış sayılır mı, sayılmazım? Bu bâbta ri­
vâyet edilen hadisler bu konuya âittir. Âlimlerin bu konuya ilişkin
hüküm ve görüşleri bunların izahı bölümünde verilecektir.

% .• 3 6 1 $ û î. ' cf * *

* *. *
. tJ, J,j jrl Ğ'} i ıj-ls. ^ at ju-6. «it Oyi-t oU-J, j : j

. «ta jt» ft-, c K *1 • f ^ <Ua}

T E R C E M E S t
2515) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) ’dan rivâyet edil­
diğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Herhangi bir adamın câriyesi kendisinden olma çocuk doğurur­


sa o câriye o adamın ölümünden sonra âzadlanmış olur.»”
N o t : Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde el-Hüseyn bin bin Abdil­
lah bin Ubeydillab bin Abbâs bulunur. Îbnü’l-Medinî ve başkası bu râvîyi terket-
inişlerdir. Ebû Hâtim ve başkası da bunu zayıf saymışlardır. Buhâri d e : Bu râvl
zındıklıkla ithâm ediliyordu, demiştir,

" s jf r jî .Ü İj£ 3 > İM fc - T .\ 1

X s. ~ [ *1 * c S f i : û* ‘ Cf ‘ ^ &

/ f ■ " ' . « ^ 1 , 3 0 . » ^

. Uit ^ 3 <u» ^jlî»’ Jij i âl Juc û; jç-J-t »iU-j j : jt j


T E R C E M E S İ
2516) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâyâan-, Şöyle de­
miştir :
Bftb: 2 KÎTÂBÜ-L’IT IK 99

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in huzurunda (oğlu)


İbrahim’in anası (ve Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in
câriyesi olan M âliye) (Radıyallâhü anhâ)’dan söz edildi. Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onu, oğlu (İbrâhim) âzadladı» buyurdu."
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde el-Hüseyn bin Abdillah
vardır. Bu râyîiıin durumu demin anlatıldı.

İ Z A H I

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ’m ilk hadisini A h m e d ,


H â k i m , D â r i m î ve B e y h a k i değişik senedlerle rivâ­
yet etmişlerdir. İkinci hadisini D â r e k u t n î de rivâyet etmiş­
tir. Bu iki hadislerden çıkan hüküm şudur: Adamm cinsel ilişkide
bulunduğu câriyesinden çocuğu olunca adam öldükten sonra câriye
âzadlanmış olur.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in M â r i y e (Ra-


dıyallâhü anh) isimli câriyesi var idi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) ’in İ b r â h i m isimli oğlu bu câriyeden idi. Bu ne­
denle M â r i y e Ümmül’-Veled sayılır. Yâni Resûl-i Ekrem (A ley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm)’in vefâtmdan sonra âzadlanmış sayılırdı. Ha­
disin «Onu oğlu âzadladı» cümlesinin mânâsı bu olabilir. Yâni oğlu
onun âzadlanmasma sebep oldu. Kanaatime göre hadisin mânâsı
böyledir. Çünkü câriyenin sâhibinden olma çocuk doğurmasıyla der­
hal âzadlandığına hükmeden ilim adamım bilmiyorum. Kezâ doğan
çocuğun babasının câriyesini âzadlama yetkisi de yoktur. Kaldı ki
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in oğlu İ b r â h i m
henüz iki yaşım doldurmadan vefât ettiği rivâyet olunmaktadır. I b -
r â h i m ’ in doğumundan sonra M â r i y e ’ nin âzadlandığına
dâir bir bilgi de edinemedim. Bu itibarla hadîsi yukardaki şekilde yo­
rumlama yoluna gittim.
Avnü’l-Mabûd yazan “Ümmehâtû’l-Evlâd’m âzadlanması bâbm-
da e l - H â f ı z ’ dan naklen şu bilgiyi v e r ir :
“Ümmü’l-Veled yâni sâhibinden olma çocuk doğuran câriyenin
âzadlanması ve onun satılmasının câizliği husûsunda selef ve halef
âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle k i :
1. Ö m e r (Radıyallâhü anh)’m bu nevî câriyeyi satmamn
câiz olmadığına hükmettiği sâbittir. O s m â n (Radıyallâhü anh)
100 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

ile Ö m e r b i n A b d i l a z i z ’ i n de böyle hükmettikleri ri­


vâyet olunmuştur. E l - H a s a n , A t â , M ü c â h i d , S â l i m ,
t b n - i Ş i h â b ve İ b r a h i m gibi zâtlar dâhil, tâbiîlerin ek­
serisi de böyle hükmetmişlerdir. E b û H a n î f e , M â l i k ,
Ş â f i i , S e v r i , E v z â î ve e l - L e y s de böyle hüküm ver­
mişlerdir. E b û H a n î f e ’ nin arkadaşları da böyle demişler­
dir. ( E l - H â f ı z bu arada başka âlimlerin isimlerini de vermek­
tedir.)
2, E b û B e k r - i S ı d d î k , A l i b i n E b î T â l i b ,
İbn-i Abbâs, îbn-i Z ü b e y r , C â b i r ve E b û
Saîd-i H u d ri (Radıyallâhü anh) ise bu durumdaki câriyeyi
satmayı câiz görmüşlerdir. Yâni sâhibi dilerse onu satabilir. D â -
v û d - i Z â h i r î d e böyle demiştir.
Î b n ü ’ l - H ü m â m da el-Hidâye’nin şerhinde: Ümmü’l-Veled
o câriyeye deniliyor ki, onun tamamına veyâ bir kısınma mâlik olan
adamdan çocuğu vardır. Bu nevî câriye satılamaz, hibe edilemez ve
başkasına temlik edilemez. Sâhibi onu âzadlamadan ölürse o âzad-
lanmış olur. Sâhibi öldüğü zaman malı onun borcunu karşılayamaz
durumda olsa bile hüküm budur. Ashâb-i Kirâm ile Tâbiîlerin ve
fıkıhçıların cumhûrunun görüşü budur. Bâzılan böyle câriye satıla­
bilir diyerek C â b i r (Radıyallâhü anh) ’m — 2517 nolu — hadî­
sini delil göstermişlerdir. Bu mezheb, E b û B e k i r , Al î ,
İ b n - i A b b â s , Z e y d b i n S â b i t ve İ b n - i Z ü ­
b e y r ' den de rivâyet edilmiştir. Lâkin İ b n - i M e s ’ û d ile
İ b n - i A b b â s ’ tan yapılan sahîh bir rivâyette bu iki z â t.- Bu
câriye, oğlunun hissesine mahsûben azatlanır, demişlerdir. Bu rivâ­
yet gösteriyor ki eğer bu iki zâtm yukardaki görüşleri sâbit olsa
bile bundan dönüş yapmışlardır.’’

TERCEMESİ

2517) "... Câbir irin Abdillah (Radtyallâhü atthumâyâ&n: Şöj’le de­


miştir :
B âb: 2 KİTABÜ-L’IT IK 101

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda, hayatta


iken biz, çocuklarımızın analan olan câıiyelerhnizi satardık. Bun­
da bir salonca görmezdik.”
N o t: Bunun senedinin sahih ve râvîlerinin sıkâ zâtlar olduğu, Zevâid’de be­
lirtilmiştir,

İ Z A H I

Zevâid türünden olan bu hadîsi A h m e d de rivâyet etmiş­


tir. Bu hadîse göre kişi, kendisinden çocuğu olan câriyesini satabi­
lir. Bundan önceki hadîsin izahı bölümünde bâzı sahâbîlerin bu gö­
rüşte olduklarım ve C â b i r (Radıyallâhü anh) ’m da bu görüş­
te olduğunun rivâyet edildiğini belirtmiştir.
Serârî: Sürriyye’nin çoğuludur. Câriyeler mânâsmadır. Bazıları
ev kadını olarak kullanılan câriye mânâsma kullanıldığım ifâde eder­
ler. Ümmehâtü’l-Evlâd’m sâhibinden çocuğu olan câriyeler mânâ­
sma olduğunu yukarda anlatmıştım. Elde mevcut sünen nüshaların­
da Serârî kelimesi ile Ümmehât kelimesi arasında atıf harfi olan
“V e” vardır. Bu harfin varlığı dikkate alınırsa cümlenin mânâsı “ Biz
câriyelerimizi ve bizden çocuğu olan câriyelerimizi satardık...” olur.
Kişinin kendi câriyesini satabildiği bilinen bir şeydir. Hadîsten kasde­
dilen mânâ bu olmayıp sâhibinden çocuğu olan câriyenin satılabil-
mesidir kanısındayım. Avnü’l-Mabûd’da müellifimiz ile A h m e d
tarafmdan rivâyet edildiği bildirilen bu hadîs nakledilirken atıf har­
fi olan “V e " kelimesi yoktur. Bu nakle göre bâzı nüshalarda bu harf
yoktur. O nüshaları dikkate alarak tercemeyi sundum. Çünkü mâ­
nâ bakımından daha uygundur.

E b û D â v û d da başka bir senedle C â b i r (Radıyallâ-


hü anh) ’den buna benzer bir hadîs rivâyet etmektedir. Ordaki me­
tin şöyledir:

4)1 J J jj 4)1 xş- & ji\s? £ £ . . .


üi^üü e o i r & iı

“Câbir (Radıyallâhü anhümâ) ’dan rivâyet edildiğine göre şöyle


demiştir: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekir
(Radıyallâhü anh) ’m dönemlerinde biz Ûmmehâtü’l-Evlâd (yâni biz­
den çocuğu olan câriyeler) i sattık. Ömer (Radıyallâhü anh) (halife)
olunca bizi (bundan) menetti. Biz de (bundan) salandık.”
102 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

E l- M ü n z ir î bu hadîsi rivâyet ettikten sonra özetle şöyle


d er:
“Bâzı âlimler şöyle demişlerdir: Sâhibinden çocuğu olan câriye-
ler muhtemelen Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) zama­
nında çok az satıldığı için O’nun bundan haberi olmamış olabilir. Şu
ihtimâl de vard ır: Belki ilk zamanlarda bu nevî câriyelerin satılma­
sı câiz idi. Sonra yasaklandı. E b û B e k i r (Radıyallâhü anh)
ise konulan yasağı duymamış olabilir veyâ onun döneminde bu ne­
vî olay vuku bulmamış olabilir. Çünkü onun dönemi kısa sürdü. Bu
dönemde mürted olanlar olduğu için E b û B e k i r bir taraf­
tan bunlarla savaşmakla meşguldü. Diğer taraftan İslâmî hizmet­
ler konularında yoğun bir çalışma içinde idi. Ö m e r (Radıyallâ-
hü anh) halîfe iken, bu konu hakkmda Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâ­
tü ve’s-selâm) tarafmdan buyurulmuş olan sahîh hadîsler kendisi­
ne intikal edince bu yasağı koydu.”
Avnü’l-Mabûd yazan îbn-i K u d â m e ' nin de şöyle de­
diğini nakledşr:
“ Sâhibinden çocuğu olan câriyeyi satmanın câiz olmadığı yolun­
da sahâbîlerinicmâ’ıvardır. A l i , î b n - i A b b â s ve î b n - i
Z ü b e y r ’ i n bunu câiz gördüklerine dâir yapılan rivâyet, nak­
ledilen icmâ’ı gölgelemez. Çünkü bu zâtların bu görüşken rücû et­
tikleri kendilerinden rivâyet edilmiştir.” v
Bu ifâdenin akabinde konuya ilişkin rivâyetler nakledilmekte
ise de bunları buraya aktarmaya gerek görmüyorum. Çünkü günü­
müzde bu nevî meseleler görülmez. Câriye işi târihe karışmıştır.
(—»i; (r )
3 — MÜKÂTEB KÖLE BÂBI

Mükâteb: Kendisi ile Kitâbet akdi yapılan köle mânâsmadır.


Mükâtib is e : Kölesi ile Kitâbet akdi yapan kişiye denilir. Kitâbet ak­
di şöyle olur. Kişi, kölesine: Sen şu kadar para veyâ bu kadar mal
kazanıp bana verdiğin zaman âzadlanmış olursun, der. Köle de bu­
nu kabul eder. îşte köle ile sâhibi arasmda yapılan bu akid Kitâbet
ismini alır. î b n ü ’ t - T î n: Kitâbet akdî İslâmiyet'ten Önce de
uygulanıyordu. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) da bu işlemi
yasaklamadı ve uygulanmasını tasvîb buyurdu, demiştir.
Bâb : 3 KİTÂBÜ-L’IT IK 103

TERCEMESİ
2518) “ ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)’den rivâyet edildiğine göre;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi, ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Üç kişi vardır ki Allah Teâlâ’nm bunların hepsine yardım va’di
vardır: Allah yolunda savaşan gâzî, (âzadlanması için vermesi ge­
reken parayı -malı) ödemek isteyen mükâteb köle ve nefsini hara­
ma girmekten menetmek isteğiyle evlenen adam.»

İ Z A H I
Bu hadisi T i r m i z î , N e s â i , A h m e d , î b n - i H i b ­
b â n ve H â k i m de rivâyet etmişlerdir. Hadiste anılan üç
zümreye Allah Teâlâ’nm yardım etmesinin Allah üzerine hak olma­
sının mânâsı, bu yardımın sâbit olmasıdır. Ya da Allah’m kendi ih-
sân ve keremiyle bunlara yardım etmeyi kendi zâtma vâcib kılma­
sıdır. Yâni va’d buyurmuş olmakla va'dini gerçekleştirmesidir. Yok­
sa Allah Teâlâ hiç bir şeyi yapmak zorunda ve mecburiyetinde değil­
dir. Her şeyi dileğiyle yapar. İrâde ve dileği olmaksızın hiç bir şe­
yin vukû bulması ve yaratması söz konusu değildir. Hadis, bu üç
"umreye Allah’m yardıma olduğunu müjdeler.

jt o, Jl j

TERCEMESİ
2519) “ ... Amr bin Şuayb’m dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra­
dtyallâhü anhümâ)'A&n rivâyet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
104 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

«Her hangi bir köle ile yüz okka üzerine kitâbet akdi yapılır ve
köle bunun hepsini ödeyip de yalnız on okka ödememiş ise köleliği
devam eder.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Haccâc bin
Ertât, tedlisçidir.

İ Z A H I

Bu hadisi E b û D â v û d , T i r m i z î ve N e s â i de
rivâyet etmişlerdir. T i r m i z î bu hadisin garîb nevinden oldu­
ğunu beyân etmiştir. Zevâid sâhibinin bunu Zevâid türünden say­
masının sebebini bilemedim. Çünkü diğer sünen sâhiblerince de ri­
vâyet edilmiştir.
Okiyye s Okka demektir. Bir Okiyye kırk dirhem olarak târif edil­
miştir. Okiyye hakkmda geniş bilgi 1793 ve 1794 noiu ve dirhem hak­
kmda geniş bilgi 1790 -1791 noiu hadislerin izahı bölümünde veril­
di. Okiyyâts Okiyye’nin çoğuludur. Evâkî de Okiyye’nin çoğuludur.
Hadisten çıkarılan hüküm şudur: Sâhibi ile kitâbet akdini ya­
pan köle, pazarlık edilen para veyâ başka bir malm tamamım öde­
medikçe kölelik hâli devam eder. Âlimlerin ekserisinin görüşü bu­
dur. Selef âlimlerinin bâzısının görüşü değişiktir. Meselâ A l i b in
E b î T â l i b (Radıyallâhü anh)’den yapılan bir rivâyete göre
köle anılan meblâğın ne mikdanm ödemiş ise o nisbete göre bir
kısmı âzadlanmış olur. Şu halde köle andan meblâğın yansını öder­
se onun yansı âzadlanmış olur. î b n - i M e s ’ û d ve î b n - i
A b b â s ’ tan da başka görüşler rivâyet olunmuştur. Fakat Cum­
hûrun görüşü bu hadisten çıkardan hükme uygundur. 2521 noiu
Âişe (Radıyallâhü anhâ) ’nm hadîsi cumhûrun görüşüne en kuv­
vetli delildir.
H a t t â b î şöyle d e r : “Mükâteb, yâni kendisi ile kitâbet ak­
di yapılan köle henüz borcunun tamamını ödememiş iken satılabi­
lir, diyen âlimler için bu ve benzeri hadîsler delil durumundadır.
Çünkü onun kölelik hâli devam ettiğine göre sâhibinin mülküdür,
yâni malıdır. Kişi malım satabilir.

Hadîsten çıkardan ikinci hüküm de mükâteb köle henüz borcu­


nun tamamım ödememiş iken ölürse, köle olarak ölmüş olur. Yâni
borç mikdanndan ödemiş olduğu mal onun sâhibinin hakkıdır ve
kölenin çocuklan varsa bunlar da sâhibin köleleri saydır. Köle öl­
düğü zaman kalan borcunu karşdıyabilecek kadar bir kazancı olup
B âb: 3 KİTÂBÜ-L'OTK 105

bunu sâhibine ödememiş ise yine hüküm aynidir. Bu hüküm Ö m e r


bin el-Hattâb, Zeyd bin Sâbit, Ö m e r bin
A b d i l a z î z , Z ü h r î , K a t â d e , Ş â f i i ve A h m e d ’ -
den de rivâyet olunmuştur."
E b û H a n i f e ’ ye göre ise borcunun tamamını ödemeden
ölen köle kalan borcunu karşılayabilecek kadar bir mal geride bı­
rakmış ise âzadlanmış sayılır. Böyle bir mal bırakmadan ölmüş ise
köle olarak ölmüş sayılır.
M â 1 i k ’ e göre borcunun tamamım ödemeden ölen kölenin
çocukları var ise köle âzadlanmış sayılır. Yok ise köle olarak ölmüş
sayılır.

T E R C E M E S İ

2520) "... (Peygamber ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’m zevcelerinden)


Ümmü Seleme (Radtyallâhü anhâ)'dan rivâyet edildiğine göre; Peygamber (Sal-
lallahü Aleyhi ve Sellem) (kendisine hitaben) şöyle buyurmuştur :
«Siz (kadınlar) dan birisinin mükâteb bir kölesi olup kölenin öde­
yeceği meblâğı (para-m alı) olduğu zammı artık kölenin sâhibesi
(kadm) ondan saklansın (Yâni köle onun odasına girm esin.)»”
N o t: Sindi şöyle demiştir : Beyhakî’nin Şâfiî’den naklen beyân ettiğiine
göre bu hadisin râvisi Nebhân olduğu için senedde biraz zayıflık vardır.

İ Z A H I

Bu hadisi E b û D â v û d , T i r m i z î ve N e s â i de
rivâyet etmiştir. T i r m i z î hadîsin hasen - sahîh olduğunu söy­
lemiştir.
Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) Resül-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm)’in muhterem zevcelerindendir. N e b h â n
(Radıyallâhü anh) da bu hâtunun mükâteb kölesi idi.
106 SÜNEN-Î ÎBN-İ MÂCE

Bu hadîsten çıkarılan hüküm şudur: Bir kadın kendi kölesi ile


Kitâbet akdi yapar. Yâni o n a : Sen şu kadar para veyâ bu kadar
mal kazanıp bana verdiğin zaman âzadlısın, der. İşte kadm ile kö­
lesi arasmda böylece akid yapıldıktan sonra köle, ödemesi gerekli
meblâğı temin edince henüz kadma teslim etmemiş olsa bile âzad-
Ianmasınm gerçekleşmesi yaklaşmış olduğu için artık köle eskisi gi­
bi kadının odasma giremez. Kadma bakamaz. Tamamen yabana bir
erkek gibidir.
Avnü’l-Mabûd yazan bu hadîsin izahı bölümünde es-Sübül’den
naklen şu bilgiyi verir.
Bu hadis şu iki mesele için delildir:
1. Mükâteb köle ödemesi gerekli şeyi temin edince hür adam­
lar gibi olur ve sâhibi kadm ise henüz ödeme tamamlanmamış ol­
sa bile artık o köleye karşı örtünür. Kölenin ona bakması haramdır.
Bu hadîs A m r b i n Ş u a y b ’ i n (2519 nolu) hadisine mu-
hâliftir. (Çünkü yukarda görüldüğü gibi o hadîse göre köle öde­
meyi tamamlamadıkça kölelik hâli devam eder.) Ş â f i î bu iki ha­
dîs arasmda zâhiren görülen çelişkiyi şöylece kaldırmıştır: Bu ha­
dîs, Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in zevcelerine mah­
sustur. Bu zevceler, köleleri ile Kitâbet akdini yapıp köleleri; ödeye­
cekleri meblâğı temin ettikten sonra henüz bu meblâğı teslim etme­
miş olsalar bile artık bu analarımızın odalarına giremezler ve onla­
ra bakamazlar.
(Es-Sübül yazan hadisler arasmda görülen çelişkinin başka şe­
kil yorumlarla da kaldırıldığını beyân etmiş ise de o yorumlan bu­
raya geçirmeye gerek görmüyorum. Arzu edenler Avnü’l-Mabûd’a
bakabilirler.)
2 . Köle, sahibesi olan kadınla kitâbet akdini yapmadıkça ona
bakabilir. Yâni nâmahrem sayılmaz. Fakat E b û H a n i f e ’ ye
göre köle anılan akdi yapmamış iken de sâhibesi olan kadma baka­
maz. Tamamen yabana erkek hükmündedir. Nitekim âzadlanmca
köle ayni kadmla evlenebilir.”
B âb: 3 KİTÂBÜ-L’IT IK 107

‘ ÂAfi ^4) clOAfc dllikl & : I4İ c i u î . J l j l çLS Jp I4İAİ (4/ ^ Aİ

. ^ ı V j H i j i j L î j| VI 1j M dBi CjJT" » o*r^ « Jλ tV jll

. ^.Ü l ^ J l ^Ui < Jb c J J jl » j û i . d ö î L lA® Âi


* * *«•

. İl v Ö Tj câŞ İ / / : 0>İÜ. JÇ, ot U»06V . 4& 'J}tj 'âl İ.I.'


. £1 âıç,£C v ^ L İ ^ ,-jû ;£ âıv iLCj ^
. « ^' j . v '^ i j . ’S '> \ â ı i'A s
TERCEMESİ

2521) “ ... Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in zevcesi Âişe (R a ­


dtyallâhü atıhâ)’dan rivâyet edildiğine göre :

Berîre (Radıyallâhü anhâ), dokuz okka (yâni 360 dirhem) öde­


mek üzere âzadlanması için efendileriyle kitâbet akdini yapan mü-
kâtebe bir câriye iken O’na (yâni Âişe’ye) geldi (Bu meblâğın öden­
mesi husûsunda ondan yardım diledi.) Âişe, Berîre’y e : Eğer efendi­
lerin arzu ederlerse, velâ hakkı (yâni sen öldüğün zaman verâset
hakkı) bana âit olmak üzere defaten onlara öderim (Yâni bu meb­
lâğla seni onlardan satmaktım ve sonra seni âzadlanm ), dedi. Râvî
demiştir k i : Berîre efendilerinin yanma giderek durumu onlara an­
lattı. Fakat onlar (bu teklifi) kabul etmediler, meğer ki Âişe, Berf-
re’nin velâ hakkını kendilerine şart koşa. Sonra Âişe, bu durumu
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e arz etti. Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem ), (Âişe’ye) :
«Yap (yâni Berîre’yi onlardan satm al ve sonra âzadla. Çünkü
velâ hakkı âzadlayanadır. Onlann koştukları şart geçersizdir.)» bu­
yurdu. Râvî demiştir ki s Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) kalktı ve (Mescid’e gidip) halka karşı bir hutbe irâd buyur­
du. Allah’a harnd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu:
«Bir takım adamlara ne oluyor ki, onlar Allah’m kitâbmda (Yâ­
ni hükmünde) olmayan bir takım şartlan şart koşuyorlar. Allah’m
kitâbmda olmayan (ve ona aykın olan) her şart, yüz adet şart olsa
bile o bâtıldır (geçersizdir). Hak olan, Allah’m kitâbıdır ve kuvvetli
olan Allah’m şartıdır. Velâ hakkı da (köleyi - câriyeyi) âzadlayana
âittir.»’’
108 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

İ Z A H I

Bu hadîs Kütüb-i Sitte’nin hepsinde rivâyet edilmiştir. Bu hadîs­


te geçen bâzı kelimeleri açıkladıktan sonra ifâde ettiği hükümleri
beyân edelim.
Velâ ı Âzadlanan köle ve câriyenin ölümü hâlinde onlara miras­
çı olma hakkı anlamında kullanılmıştır. Bu kelime başka mânâlara
da geliyor ise de burada bu mânâ kasdedilmiştir.
Mökâtebe: Kendisi ile efendisi arasmda kitâbet akdi yapüan câ­
riye demektir. Kitâbet akdi bundan önce târif edildiği için tekrar
târif etmeye gerek yoktur.
Evâkl! Okiyye’nin çoğuludur. Bir okiyye’nin kırk dirhem oldu­
ğunu yukarda belirttim.
Hadîsin zâhirine göre  i ş e (Radıyallâhü anhâ) B e r i r e
(Radıyallâhü anhâ) ’nın velâ hakkı kendisine âit olmak üzere kitâ­
bet akdi ile istenen dokuz okkalık parayı vermeyi teklif etmiştir. Yâ­
ni, kendisi bu meblâğı B e r i r e ’ yi satm alma bedeli olarak de­
ğil de bir yardim mâhiyetinde verecek, B e r i r e ’ nin efendüeri
B e r î r e ’ yi âzadhyacak, fakat B e r i r e ’ nin velâ hakkı on­
lara değil de  i ş e ’ ye âit olacak. Hadîs’in zâhiri böyle ise de
bu mânâ kasdedilmemiştir. Çünkü Â i ş e , başkasının âzadkya-
cağı câriyenin velâ hakkım nasü taleb eder. Hadîsin bâzı rivâyetle-
ri kasdedüen mânâsa açıklığa kavuşturur. Nitekim H i ş â m b in
U r v e ’ nin rivâyetinde; «Âişe (Radıyallâhü anhâ), Berire’ye s Efen­
dilerin dokuz okka parayı defaten ödememi, seni benim âzadlamamı
ve velân hakkının bana âit olmasını arzu ederlerse, bunu yaparım,»
demiştir.
Bu rivâyetten anlaşılıyor ki, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nin
maksadı B e r i r e ’ yi anılan meblâğ ile satm almak ve sonra:
âzadlamaktır. Çünkü kişi ancak mâlik ve sâhib olduğu köle ve câ-
riyeyi âzadlayabilir. Başkasının mülkiyetinde olan köle ve câriyeyi
âzadlayamaz.
 i ş e ’ nin kasdettiği mânânın bu olduğunun ikinci bir de­
lili de Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in  i ş e ’nin
yapmak istediği işlemi tasvib buyurmasıdır. Eğer  i ş e ’ nin mak­
sadı anılan meblâğı bağış mâhiyetinde B e r i r e ’ ye verip öde­
me işinde ona yardımcı olmak ve buna karşılık velâ hakkının ken­
disine verilmesi teklifi olsaydı, B e r i r e ’ nin efendilerinin bu
Bâb; 3 KİTÂBÜ-LTTIK 109

teklifi |reddetmeleri meşrû olurdu ve  i ş e ’ nin teklifi hatalı


olurdu. Çünkü bu takdirde B e r î r e ’ yi âzadlayanlar  i ş e
değü, karşı taraf olurdu ve velâ hakkı da onlann olurdu. Oysa ha­
dîsin son kısmı bu mânânın kasdedilmediğine delâlet eder.
Hulâsa hadîsten kasdedilen mânâ şudur: Â i ş e , B e r i r e ' -
yi anılan meblâğ ile satın almayı, sonra âzadlamayı ve velâ hakkı­
nın kendisine âit olmasını B e r i r e ’ nin efendilerine teklif etti.
Karşı taraf ise bunu kabul etmeyip, B e r i r e ’ nin velâ hakkı
kendilerine âit olmak şartı ile anılan meblâğ ile satmayı kabullen­
diler. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) de  i ş e ’ ye:
«Yap» buyurdu. Yâni onlann bu şartını kabullen ve B e r î r e ’ yi
satın âl. Sonra âzadla. Çünkü bu şartın bir değeri yoktur. Velâ hak­
kı âzadlayana âittir. Başkası bu hakkı taleb edemez. Etse bile bâ­
tıldır ve geçersizdir. Resûl-î Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in
rnakdası ise S i n d i ’ nin dediği gibi bu tür bâtıl şartların geçer­
sizliğini ve hiç bir yarar sağlamadığım açıklamaktır.
Hadîsin «Allah’m kitâbında olmayan şartlar» cümlesinde geçen
kitab’tan maksad Allah’m hükmüdür. Yâni Allah’m, kullan için koy­
muş olduğu Şer-i Şerif'te olmayan şartlar...
î b n - i H u z e y m e : Yâni Allah’m hükmünde ve dîn’inde
câiz veyâ vâcib kılınmayan şartlar bâtıl ve geçersizdir. Kur’an-ı Ke-
rîm’de beyân buyurulmayan her türlü şartın bâtılhğı mânâsı kasde-
dilmemiştir. Çünkü alış verişlerde bâzen kefil şartı koşuluyor. Bu
şart bâtıl değildir. Kezâ satılan bir malm bedelinde bâzen bir ta­
kım evsaf ve şartlar koşuluyor. Ödemenin peşin veyâ taksitli olma­
sı şartı koşuluyor. Bu nevî şartlar Kur’an’da beyân edilmediği halde
geçerlidir. Hülâsa Şer-i Şerifte meşrû kılman şartlar sahihtir. Meş­
rû kılınmayan şartlar bâtıldır, demiştir.
K a s t a l â n i de bu hadîsin şerhinde özetle şöyle der:
‘Bu hadîsin zâhirine göre mükâteb köle ve câriye, âzadlaması
için ödemesi gerekli meblâğı temin etmekten âciz olmasa bile ken­
disinin rızâsıyla satılması câizdir. B u h â r i bu görüşü seçmiş­
tir. A h m e d ’ in mezhebi de budur. Fakat E b û H a n ı f e ,
Ş â f i ı ve M â l i k î l e r ’ in bir kısmı bunu câiz görmemişler
ve B e r i r e ’ nin olayına şöyle cevap vermişlerdir: B e r i r e
anılan meblâğı ödemeden âciz kalmıştı. Nitekim  i ş e ' den yar­
dım dilemişti.
B e y h a k i ’ nin dediğine göre Ş â f i i : Mükâteb köle ve
câriye ile efendileri satışa muvâfakat ettikleri zaman tarafların mu-
110 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

vâfakatı, evvelce yapılmış olan kitabet akdini kaldırmak anlamını ta­


şır, demiştir.
Âişe (Radıyallâhü anhâ), B e r i r e (Radıyallâhü anhâ) ’yi
satın aldıktan sonra âzadladı. Müellifimizin 2074 - 2078 nolu hadîsle­
ri B e r i r e ile ilgili bâzı hükümleri ifâde eder. Oraya da bakıla­
bilir.

(t)

4 — (KÖLE VE CÂRİYE) ÂZADLAMA


(FAZİLETİNİN BEYÂNI) BÂBI

‘ <> 3 j * 'c f ‘ e? ^ — T*YY


' ■ -- X « 0'
I l ’j Z C-’H : Ü J .tfıi x .ı- J VJ . j d ' L ) \ z Jl

O Â î > f : 36 • y i i j fö t

'c K ^ ■. f e J T l S a i S 'C f i b '

•t • j 6 l\ L t i ^ ' tsCifciS*<û c * lU * < ju tj-l


r -•" ' * " " -" ' ' *
T E R C E M E S İ

2522) ;‘ ... K â’b bin Murre ( Radtyallâhü a «A )’den; Şöyle demiştir:

Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’den işittim buyur­


du ki j
« (Müslümanlardan) kim, müslüman bir köleyi âzadlarsa o köle
o kimsenin (cehennem) ateş (in) den kurtuluşu (na vesile) olur. Âzad-
layanın her kemiği âzadlanamn her kemiği yerine geçer. Ve (müs­
lümanlardan) kim, müslüman iki câriyeyi âzadlarsa o iki câriye o
kimsenin (cehennem) ateş (in) den kurtuluşu (na vesile) olur. Âzad-
layamn her kemiği âzadlanan iki kadının iki kemiği yerine geçer.»

İ Z A H I

Bu hadisi E b û D â v û d ve N e s â i de rivâyet etmişler­


dir. Bunun birer benzerini B u h â r i , E b û Hüreyre (Ra-
dıyallâhü anh)’den, T i r m i z i de E b û Ü m â m e (Radı-
Bâb : 4 KtTÂBÜ-L’IT IK 111 -

yallâhü anh) ’den rivâyet etmişlerdir. Başka rivâyetler de vardır. Ha­


dîs müslüman köle ve câriyeyi âzadlamamn faziletini beyân eder
ve bir köleyi âzadlamamn iki câriyeyi âzadlamak kadar faziletli ol­
duğunu ifâde eder. Bu husustaki ilmi görüşleri ve nedenlerini anlat­
maya gerek görmüyorum. Hulâsa kişi köleyi âzadlayınca âzadladığı
beher kemiği ve beher uzvu yerine kendisinin o kemiği ve o uzvu
cehennem ateşinden âzad edilir. Kezâ kişi iki câriyeyi âzad edince
âzadladığı iki câriyenin iki kemiği ve iki uzvuna karşılık onun o ke­
miği ve o uzvu cehennem ateşinden âzadlanır. Böylece bütün vücû­
du cehennemden kurtulur.

T E R C E M E S İ

2523) “ ... Ebû Zer (Radtyallâhü a»A)’den; Şöyle demiştir:

Ben (bir kere Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e) :


Y â Resûlallah kölelerin ve câriyelerln hangisi (ni âzadlamak)
daha faziletli (hayırlı) dır? diye sordum. Buyurdular ki
«Sâhibi yanında en nefis (rağbetli) ve pahası en yüksek olanı­
dır.»’’

İ Z A H I

Bu hadîsi B u h â r î , M ü s l i m ve N e s â î de rivâyet
etmişlerdir. Hadis, sâhibi yanında en kıymetli ve değeri en yüksek
olan köle ve câriyeyi âzadlamamn daha çok sevab olduğunu ifâde
eder. Â l - i İ m r â n sûresinin 92. âyetinde de buna işâret var­
dır.- Âyet-i Celile’nin raeâli şöyledir -.

KâTı bin Mürre (R.A.)'ın Hâl Tercemesi


K âb bin Mürre veyâ Mürre bin Kâ*b el-Behzi önce Basra’da, sonra Ürdün’de
ikamet eden sahâbîlerdendir. Râvisi Şurahbll bin es-Sımt ve başkalarıdır. Sünen
sâhibleri onun hadislerini rivâyet etmişlerdir. Hicretin 57 veyâ 59. yılı Ürdün’de ve­
fât etmiştir. (Hulâsa : Sah. 321)
112 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

«Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcama yapmadıkça hay­


rın kemâline eremezsiniz...» Rivayete göre bu âyet-i kerîme inince
A b d u l l a h b in Ö m e r (Radıyallâhü anh) çok sevdiği câ-
riyesini âzadlamıştır.
A * * *
jf * 'î ^ cj* (®)
5 — KİM MAHREMİ OLAN BİR Y A K IN IN A M ÂLİK
OLURSA O Y A K IN (KÖLE - CÂRİYE) HÜRDÜR, BÂBI

Cf £ : yfe * ü ' C ^ “İ j f
*-• * • ' ' 1-1 " I"”, .* [* ' * " * * t"-Af.
( u Ai>- 4/ •jfi- i.ı ^ ou» < <*-»• <İ7 ^

• 4 ~J- Jt* 2İ * î y » tJ^ u r1' â *


T E R C E M E S İ
2524) Semûre bin Cündüb ( Radtyallâhü anh)’den rivâyet edildiğine
göre; Peygamber ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Kim mahremi olan bir yakınma mâlik olursa o yakın (köle - câ­
riye) hürdür.»"

: vfc VI $ S 3 4Ûİ s I.- !; L * > - TûTû


' ,,r - l' • 1, ' "• \ '% m - * •

- j * <1/1 â c ‘ J -a d i®û* ‘ J ^ J ■
<jr.

. « y- ^ İS [ y » js§| «M
*1» ;
. *y ı_î ■■kl.îjl ı3

TERCEMESİ
2525) ” ... (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'âan rivâyet edil­
diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim mahremi olan bir yakınına mâlik olursa o yakın, (köle - câ­
riye) hürdür.»”
N o t : Bunun senedinde, aleyhinde konuşulan râvîn in v a rlığ ı Z evâ id ’de b il­
dirilm iştir.

İ Z A H I
İlk hadisi E b ü D â v û d , T i r m i z i ve N e s â î de
rivâyet etmişlerdir, Zevâid yazan ikinci hadîsi Zevâid türünden say­
Bâb : 5 KİTÂBÜ-L'ITIK 113

mıştır. Fakat Avnü’l-Mabûd’da belirtildiğine göre bu hadîsi N e -


s â i de rivâyet ederek: Bu hadis münkerdir. Çünkü bunu S ü f -
y â n ’ dan yalnız D a m r a ’ nin rivâyet ettiğini biliyoruz, de­
miştir. B e y h a k i de: Bu senedde büyük yanılgı vardır. . Çün­
kü bu senedle sâbit olan hadîs bu değil, falan hadîstir, diyerek o ha­
dîsi beyân eder. B u h â r î ve M ü s l i m , D a m r a ’ nin ha­
dîslerini rivâyet etmemişlerdir. Aslında Y a h y â b i n M u î n
ve başkası D a m r a ’ nin sika olduğunu beyân etmişler ise de bu
râvî bu hadîste hatâya düşmüştür.
Mahrem ve Muharram: Kişinin nesebten akrabası olup evlen­
mesi haram olan yakım mânâsmadır. Ana, baba, evlâd, kardeş, ha­
la, teyze, dayı ve amca gibi. En-Nihâye’de belirtildiği gibi Ferâiz yâ­
ni miras hükümlerinde ise nikâh düşmeyen kadın akrabalara deni­
lir. Ana kız, kız kardeş, teyze ve hala gibi.
Rahim: Ana rahmi mânâsmadır. Burada rahim sahibinden mak­
sad akraba mânâsıdır. Şu halde “Zâ rahmin mahremin veyâ mu­
harremin’’ ifâdesinin mânâsı nikâh düşmeyen kan akrabasıdır.
Hadîs böyle bir akrabası köle veyâ câriye iken buna her hangi
bir yolla sâhib olan kişi bunu âzadlamış sayıldığına veyâ bunu âzad­
lamak zorunda olduğuna delâlet eder. Âlimlerin bu husustaki görüş­
leri ve yukardaki ifâdeyi yorumlamaları farklıdır.
N e v e v i bu hususla ilgili olarak özetle şöyle der:
“Mâlik olunan akrabaların âzadlanması husûsunda âlimler ara­
smda ihtilâf vardır: Şöyle k i:

Z â h i r i y e mezhebine göre baba, ana ve evlâd dâhil hiç


bir akraba sırf mülkiyete geçmekle âzadlanmış olmaz. Herhangi bir
akraba köle veyâ câriye iken mülkiyete geçirildikten sonra usûlü dâi­
resinde âzadlanırsa hürriyetine kavuşur. Aksi takdirde bu hâl de­
vam eder.

Cumhûr'a göre usûl ve furû, yâni baba, ana ve bunların baba


ve analan ile kişinin evlâd ve torunlan köle veyâ câriye iken mül­
kiyete geçirilir geçirilmez derhal âzadlanmış sayılır. Usûl ve furû dı­
şında kalan akrabalar hakkında cumhûr da ihtilâf etmiştir: E b û
H a n i f e'ye göre nikâh düşmeyen bütün akrabalar ayni durum­
dadır (Yâni efendi durumunda olan kişi ile mâlik olduğu köle veyâ
câriyenin yakınlık durumlan tetkik edilir. Taraflardan birisi erkek,

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 -F .: 8


H4 SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

diğeride kadın farz edilip bunların birbiriyle evlenmelerinin haram


olup olmadığına bakılır. Evlenmeleri bu takdirde haram ise köle ve­
yâ câriye durumunda olan kişi âzadlanmış olur. Efendi ile karşı ta­
rafın ikisi de erkek veyâ ikisi de kadın olsa yine bu faraziyyeye göre
hüküm çıkarılır.)
Ş â f i i ve arkadaşları is e : Usûl ve furû kısmı âzadlanmış olur.
Diğer akrabalar âzadlanmış sayılmaz, demişlerdir.
M â 1i k ’ e göre kardeşler de usûl ve furû gibi âzadlanmış sa­
yılır. ^ fi
(j* (t)

6 — BİR KÖLEYİ ÂZAD LAYIP BİR HİZMETTE


BULUNMASINI ŞART KOŞANIN BÂBI

T E R C E M E S İ

2526) “ ... Sefine Ebû Abdirrahmân (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle de­


miştir :

(Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in zevcelerinden)


Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) beni âzadladı ve Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem )’e yaşadığı sürece hizmet etmemi şart
koştu.”

İ Z A H I

Bu hadîsi E b û D â v û d , A h m e d ve N e s â î de
rivâyet etmişlerdir. E b û D â v û d ’ un rivâyetindeki metin da­
ha uzundur. Bir de ordaki rivâyette koşulan şart S e f i n e ’ nin
hayatı boyunca hizmet etmesi, şeklindedir. Orada şu ziyâde de var­
dır: Ü m m ü S e l e m e , S e f i n e ’ yi âzadhyacağı zaman
koşmak istediği şartı açıklayınca S e f i n e :
«Eğer sen benim üzerime şart koşmasan bile ben hayatım boyun­
ca Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den aynlmıyacağım» de­
miştir.”
Bâb : 6-7 K±rÂBÜ -L*m K İ1S

H a t t â b i : Şart ismi verilen hizmet etme teklifi ve kabûlü


bir va’d mahiyetindedir. Gerçek mânâda şart mâhiyetinde değildir
ve yerine getirilmesi vâcib değildir. (Çünkü âzadlama akdinden son­
ra koşulan bir şarttır.) Fıkıhçılann ekserisi âzadlama akdinden son­
ra koşulan şartı geçerli saymamıştır. Zira mülkiyet hakkı kalktık­
tan sonra koşulmuştur. Hür bir kimsenin yararlan kiralama gibi bir
bağlayıcı akid olmaksızın elde edilemez, demiştir.
Şerhü’s-Sünne’de ise: Hizmet şartı, âzadlama akdi ile birlikte
koşulursa köle kendi değerini ödemekle mükelleftir ve hizmet et­
mekle mükellef değildir. Şâyet söz konusu şart, âzadlama akdinden
sonra koşulursa geçersizdir ve fıkıhçılann ekserisine göre köle hiç
bir şeyle mükellef değildir. Eğer bir kimse kölesine: Bana bir ay
hizmet etmek şartı ile seni âzadhyorum, derse köle derhal âzadlanır
ve anılan sürece hizmet etmekle mükelleftir. Fakat hayatın boyun­
ca hizmet etmen, şeklinde bir şart koşulursa veyâ süre tahdidi ko­
nulmadan hizmet şartı koşulursa bir kavle göre köle derhal âzad-
lanmış olur ve kendi değeri kadar bir malı efendisine ödemekle mü­
kelleftir, denilmiştir.
En-Neyl’de de: Bu hadîs şartlı âzadlamanm sahihliğine delâlet
eder, diye bilgi verilmektedir.
Daha geniş bilgi için hadîs şerhlerine baş vurmak gerekir.

V lH 'Crî 3 ^ Cj * ^ ( v)
7 — BÎR KÖLEDE BULUNAN HİSSESİNİ Â ZAD LAYAN
KİMSE (YE Â İT GELEN HADÎSLER) BÂBI

TERCEMESİ

2S27) “ ... Ebû Hüreyre ( RadtyaUâhü a »A )’den rivâyet edildiğine göre;


Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim bir memlûk (yâni köle) deki hissesini âzadlarsa, (memlû-
kün kalan hissesine yetecek kadar) o kimsenin malı olduğu takdir-
116 SÜNEN-1 İBN-t MÂCE

de kendi malından onu (kölelikten) kurtarması vâcibtir. Şâyet ma­


lı yoksa köleye (kalan hissesinin) değerini kazanması için gücü dâ­
hilindeki işlerde çalışma teklifi yapılır.”

TERCEMESİ

2528) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)’daa rivâyet edil­


diğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim bir köledeki hissesini âzadlar ve kölenin (kalan) hissesine


yetecek kadar mah var ise onun adına, kölenin kalan sehmi için adâ-
letli bir kıymet takdir edilir ve o kimse, ortaklarının hisseleri (nin
kıymetlini verir. Köle de onun adına âzadlanır. Şâyet o kimsenin,
ortaklarının hisselerini karşıhyacak kadar mah yok ise köleden âzad-
ladığı hisseyi âzadlamış olur.»”

İ Z A H I

Bu iki hadis Kütüb-i Sitte’nin hepsinde rivâyet olunmuştur.


Birinci hadise göre bir kimse bir köledeki hissesini âzadladığı
zaman durumuna bakılır. Eğer ortaklarının hisselerini normal bir
fiatla satm alabilecek kadar mah var ise onlann hisselerini de sa­
tın almaya ve satm aldıktan sonra köleyi kurtarmaya, yâni hürri­
yetine kavuşturmaya mecburdur. Şâyet onun bu kadar mah yok ise
köle yapabileceği işte çalıştırılmak sûretiyle kalan hisselerin bedeli
temin edilir ve ortaklara böylece haklan verilmekle kölenin kalan
kısmı da âzadlanmış olur.
Bu hadiste geçen İstisâ kelimesini N e v e v i'n in beyânına
göre cumhûr tarafmdan şöyle târif edilmiştir: Diğer ortakların his­
selerinin bedelini kazanmak üzere köleye çalışma teklifini yapmak­
tır.
İkinci hadise göre kölenin bir hissesini âzadlayan şahıs ortakla-
nnın hisselerini satm alacak derecede mal sâhibi değil ise İstisâ du­
Bâb: 7 k ît Ab ü -l t t ik 117

rumu, yâni köleye çalışıp da kalan hisselerin değerini kazanma tek­


lifi yapılmaz. Âzadlanan hisse âzadlanmış olur ve kölenin kalan his­
seleri kölelikte bırakılır. Bu iki hadisin zâhiri böyledir ve zahirine
göre iki hadis arasmda bir farklılık vardır. B u h â r i bu fark­
lılığın şöylece bertaraf edildiğine işâret eder: İ b n - i Ö m e r
(Radıyallâhü anh) ’m hadîsinden çıkan sonuç şudur: Köledeki hisse­
sini âzadlayıp kalan hisseleri satın almaya muktedir olmayan şah­
sın yapacağı bir şey yoktur. Onun âzadladığı hissenin âzadlanma-
sı kesinlik kazanmış olur. Diğer ortakların hisseleri olduğu gibi du­
rur. Şâyet köle bu hisselerin değerini kazanmak için çalışmaya muk­
tedir ise çalışması istenir ve böylece kölelikten kurtarılır. Eğer ça­
lışmaya muktedir değil ise kalan hisseler olduğu gibi durur.
Hadisler arasmda şeklen ve zahiren görülen farklılığın esâsa âit
olmadığı yolunda başka yorumlar da vardır. Am a bunları buraya
aktarmaya gerek görmüyorum.
Bazısı âzadlanan köle ve câriyenin, kalan hisseleri ile ilgili ilmi
görüşleri beyân eden N e v e v î özetle şu bilgiyi v e r ir :
Bir kimse başkası ile ortak bulunduğu köledeki hissesini âzad-
ladığı zaman kalan hisseleri satın alabilecek durumda zengin ise ka­
lan hisseler âdilâne takdir edilir ve takdir edilen bedel kendisine
ödettirilir. Bu hususta ne köle, ne kendisi ne de diğer ortaklar mu­
hayyer değildir. Bunların hepsi veyâ bir kısmı muhalif olsa bile hür­
riyet husûsundaki İlâhî hakka riâyet etmek üzere bu hüküm aynen
uygulanır.
Kişinin kendi hissesini âzadlaması ile bu hissenin âzadlanması
kesinleşmiş olur. Bu hususta âlimlerin icmâı vardır.
Ortakların hisselerine gelince, kendi hissesini âzadlayan ortak
zengin ise, bu husustaki hüküm hakkmda değişik mezhebler var­
dır:
1 . Kalan hisseler de âzadlanmış sayılır. Buna âit bedel de tak­
dir edilip hissesini âzadlayan ortağa ödettirilir. Velâ hakkı da önün­
dür. Ş â f i î , E v z â i ; *İS e v r î , E b û Y û s u f , M u h a m ­
m e d b i n e l - H a s a n , A h m e d b i n H a n b e l ve bir
çok âlimin mezhebi .buflur.
2 . Kalan hisselerin bedeli ödendikten sonra bu hadîsler âzad-
lanmış olur. M â 1 i k ’ in meşhur kavli budur.
3. Diğer ortaklar serbesttir. İsterlerse kendi hisselerinin değe­
rini kazanmcaya kadar köleye çalışma fırsatım verirler. Dilerlerse
118 SÜNEN-1 ÎBN-İ MÂCE

kendi hisselerini de âzadlarlar ve velâ hakkı müşterek olur. Şöyle de


yapabilirler; Kendi hisselerinin bedelini, âzadlayan ortaktan tahsil
ederler. Bu ortak da köleye çalışıp bu meblâğı kendisine ödemesini
teklif eder. Bu takdirde velâ hakkının tamamı bu ortağa âit olur.
E b û H a n î f e ' nin kavli budur.
Şâyet kendi hissesini âzadlayan ortak fakir ise bu meselede de
ihtilâf vardır. Şöyle k i :
1 . Kölenin âzadlanan hissesinin âzadhğı kesinleşmiş olur. Onu
âzacüayana bir görev düşmez. Köleye de çalışıp kalan hisseleri kur­
tarma teklifi yapılmaz. Kölenin kalan hisseleri kölelikte kalır. M â -
lik, Şâfiî, A h m e d ve diğer bir kısım ilim ehlinin mez­
hebi budur. H i c â z âlimlerinin cumhuru da İ b n - i Ö m e r
(Radıyallâhü anh) ’m hadîsine dayanarak böyle hükmetmişlerdir.
2. Köleye diğer hisseleri kurtarması için çalışma teklifi yapı­
lır. E b û H a n î f e , î b n - i E b î L e y l â ve K ü f e âlimleri
ile E v z â î , İ s h â k ve İ b n - i E b î L e y l â ’ mn mez­
hebi budur.
N e v e v i daha sonra bu meselelerin ayrıntıları hakkmdaki
hükümleri beyân ediyor ise de bunları buraya geçirmiyorum.
J L y t-A ; (a )

8 — KÖLENİN M ALI VARKEN ONU Â ZA D LA YA N IN BÂBI

T E R C E M E S İ
2S29) Ii... (Abdullah) bin Ömer ( Radtyallâhü anhümâ) ’dan rivâyet edil­
diğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Bât»: 8 KİTÂBÜ-L’IT IK 119

«Kim kölenin malı varken onu âzadlarsa kölenin malı o kimse­


yedir. M eğer ki efendi (kölesine) malım vere de böylece mal onun
ola.»"
(Râvî) İbn-i Lahîa, (kendi rivayetinde; İÂJlJ» jZJ\ i » i l l i j ! Sf! •
x' i 90 0
, } + * ‘------------ ^__________________ .......................... ...
yerine); jÛUl j l VI = «M eğer ki efendi kölenin malım istis-
*1 JT - * ,
nâ ede (Yâni kölenin malım köleye bağışlaya)» ifâdesini rivâyet et­
miştir.”

İ Z A H I

Bu hadisi E b û D â v û d ve N e s â î de rivâyet etmiş­


lerdir. Hadîste geçen; «Kölenin malı» ifâdesinin zâhirine göre köle
mal edinebilir. Fakat efendisi bunu ondan cebren alma hakkına ve
yetkisine sâhiptir. Bu görüş M â 1 i k ’ in kavlidir. Cumhûra göre
köle mal edinemez. Hadîste geçen «Kölenin malı» ifâdesinden mak­
sad, “kölenin elinde bulunan veyâ kölenin çalışarak elde ettiği mal” ,
mânâsıdır. Gerek kölenin elinde bulunan ve gerekse çalışarak elde
ettiği mal, efendisinin malıdır, mülkiyetindedir. Bu mal kölenin elin­
de olduğu veyâ kendisi elde ettiği için «Kölenin malı» tâbiri kulla­
nılmıştır.
Hadîsin; a) »*»11 = «Kölenin malı onundur» cümlesindeki

zamirin mercii, yâni âit olduğu şahıs konusunda ihtilâf vardır. Âlim ­
lerin ekserisine göre zamir köleyi âzadlayana râcidir. Bu takdirde
cümlenin mânâsı şöyle olur: «...kölenin malı onu âzadlayanadır.»
Bir kısım ilim ehli ise zamirin köleye âit olduğunu söylemişlerdir. Bu
takdirde cümlenin mânâsı şöyle olur: «...Kölenin malı köleyedir.»
Hadîsi; aİU y .- ll \l VI = «M eğer ki efendi (kölesine)

malım vere de böylece mal onun ola» diye terceme ettim. Çünkü
âlimler böyle açıklamışlardır. İ b n - i L e h î a ’ nin rivâyetinde
bu ifâde yerine benzerî bir ifâde mevcuttur. Netice itibariyle mânâ
aynıdır.
Yukarda işâret ettiğim gibi zamirin mercii ya köledir ya da âzad­
layan efendisidir. Buna göre de hadîs iki şekilde terceme edilebilir
ve buna göre mânâsının taşıdığı hüküm de farklı olur. Âlimlerin ek­
serisinin görüşüne uygun tercemeyi yukarda sundum. Bunun hülâ­
sası şudur:
120 SÜNEN-t ÎBN-Î MÂCE

Kölenin elinde efendisinin malı var iken efendisi onu âzadlarsa


kölenin elnde bulunan mal efendisine âittir. Ancak efendisi bu ma­
lı köleye bağışlarsa o zaman mal köleye âit olur.
ikinci ihtimâle göre yâni anılan zamir köleye âit olduğu tak­
dirde hadisin tercemesi şöyle olur:
«Kim, kölenin malı varken onu âzadlarsa kölenin malı köleye­
dir. Meğer ki efendi malm kendisine âit olmasını şart koşa. O zaman
mal efendinin olur.»
Bu mânâya göre köle mal sâhibi olabilir. Birinci görüş cumhu­
run görüşüdür, ikinci görüş ise e l - H a s a n , A t â , N a h a î
ve M â I i k ' in görüşüdür.

. tİ ^ jlskJİ A.I J ll i j » ««11 ^Jll j * J İ t jJ l j

< A s u i j t u lîs ll j jlt» i j . Âsî s < J l«i J 6 j . ıjlît jL » a! î j ı l JS,j

• f t A s ' ^ j f ’S c?“ ıy)i •**■! ** 3 ‘ ■»Vi • <^üî)i j •f ' *

T E R C E M E S İ

2530) **... (Abdullah) îbn-i Mes’ûd’un âzadhsı Umeyr (Radıyallâhü an-


hümâ)'dan rivâyet edildiğine göre Abdullah (ibn-i Mes’ûd) kendisine :

Yâ Umeyr! Şüphesiz beni seni kolay bir âzadlama ile âzadla-


dım. (Çünkü) ben Hesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’i :
«Herhangi bir adam bir köleyi âzadlar da o (köle) nin (elinde
bulunan) mahna değinmezse o mal o (köle) nindir» buyururken işit­
tim. Artık bana söyle, senin (elinde bulunan) malm ne (kadar) dır.”
B âb: 9 KİTÂBÜ-LTTIK 121

Müellif bu hadisin kısmen değişik ikinci bir senedle de kendisine


intikal ettiğini belirtir.”
N o t : Z evâ id ’d e şöyle d e n ilm iş tir : Bunun senedinde İsh â k b in İb ra h im el-
M es’ûdî vard ır. B u h âri bunun h a k k ın d a : B u râ vîn in hadisini m e rfû o la ra k riv â ­
yet etm esi husûsunda başka râ v i tarafm dan teyid edilm ez, dem iştir. İbn-i A d i d e :
Bunun y a ln ız ik i adet hadisi vardır, dem iştir. M eslem e de onun sıkâ olduğunu
söylem iştir. İbn -i H ib b â n da onu sık â zâ tla r arasında anm ıştır. B u râvîn in şeyhi
U m eyr’i İbn-i H ibbân, sık â z â tla r arasında anm ıştır. Senedde bulunan el-M uttalib
bin Z iy â d ’ı Ahm ed, İbn-i M uin, el-İcli ve başkaları sık â saym ışlardır. Senedin kar
lan râ v ile ri sık â zâtlard ır.

İ Z A H I

Zevâid türünden olan bu hadis kölenin mülkiyet hakkına sâhip'


olmadığına delâlet eder. Ve cumhûrun görüşünü teyid eder. Çün­
kü kişi köleyi âzadlarken kölenin malma, yâni onun elinde bulunan
mala değinirse ve: Elinde bulunan mal ne kadardır? şeklinde bunu
dile getirirse mal efendiye âit olur. Ama kişi kölenin elinde bulunan
mala değinmez ve bunu dile getirmezse mal köleye kalır. Hadîs bu­
nu ifâde eder. Malm köleye kalması efendisinin bir ikram ve iyiliği
mahiyetindedir. Bu, köle için bir kolaylık ve müsâmaha demektir.
Nitekim İ b n - i M e s ’ û d (Radıyallâhü anh) buna işaret etmiş
ve kölesini âzadladıktan sonra işin bittiğini belirterek bundan son­
ra onun elinde bulunan malın mikdannı sormuştur.
Bundan önceki hadîsin izahı bölümünde belirttiğim gibi M â-
l i k , H a s a n - ı B a s r î ve t b r â h i m N a h a i bu ve
benzerî hadîslerin zahirini tutarak kölenin mülk edinme hakkma sâ­
hip olduğunu savunmuşlardır.
U m e y r , î b n - i M e s ’ û d (Radıyallâhü anh) *ın âzadlı
kölesi ve onun râvilerindendir. Râvileri ise oğlu î m r â n ve toru­
nu İ s h â k b i n İ b r a h i m ’ dir. î b n - i H i b b â n ,
U m e y r *in sıkâ olduğunu söylemiştir.

lijjl (\)
9 — ZÎNÂ ÇOCUĞU (KÖLE - CÂRİYE) ÂZAD LAM A BÂBI
122 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

• f y h c f 'g - g i & j - '/ d


<* * *
. « fcjN

: jIskJI J S j . ^ jjk i- l j d i » t s-f- jj»! Jfe t .u jr j { î j î »3

•< J > j-e J S j . ' ^ J J»13 5 ^ . J _ *f

T E R C E M E S İ
2531) "... Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in âzadlı câriyesi
Meymûne bint-i Sa’d (Radtyallâhü anhâ) ’dan rivâyet edildiğine göre:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e zinâ çocuğu (köleyi


âzadlama) nin (sevab) durumu soruldu. Bunun üzerine O, buyurdu­
lar k i:
«Savaşta giydiğim bir çift ayakkabı, zinâ çocuğunu âzadlama-
dan hayırlıdır.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Ebû Yezid ed-Dmni bu­
lunur. İbn-i Abdilgani, onun hadislerinin münker olduğunu, Buhâri de onun meç-
hûl olduğunu söylemiştir. Zehebi de böyle demiştir. Dârekutnî de onun tanınma-
dığmı ifâde etmiştir.

İ Z A H I
Zevâid türünden olan bu hadîsi H â k i m ve A h m e d de
rivâyet etmişlerdir. E 1- A z i z i , Câmiü's-Sağîr’in şerhinde: Zi­
nâ çocuğundan maksad baba ve anası gibi kötü yola düşen, onlar
gibi zinâ ve fuhuşla iştigal eden gayr-i meşrû çocuktur. E ş - S e y h
demiş ki bu hadisin buyurulmasmın sebebi şudur: M e y m û n e
(Radıyallâhü anhâ) kötü halli köleyi âzadlamanın durumunu Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’a sormuş ve O da böyle cevab
buyurmuştur, der.
Hadîsin mânâsı şöyle olur: Bir çift ayakkabı ile cihad etmenin
sevâbı kötü halli zinâ çocuuğnu âzadlamanın sevâbmdan fazladır.
Bunun sebebide şudur: Kötü halli zinâ çocuğu kölelikte tutul­
duğu takdirde bu halden menedilebilir. Hadisten kasdedilen mânâ
şöyle de olabilir.- Cihad için bir çift ayakkabıyı satm almak, ziüâ
çocuğu olup kötü halli bir köleyi satm alıp âzadlamaktan daha se-
vabtır.
S i n d i d e : Bana öyle geliyor ki hadisten maksad zinâ çocu­
ğu köleyi âzadlamanm sevâbımn azlığıdır. Bunun sebebi şu olabi-
Bâb: 10 KİTÂB Ü-LTTCK 123

l i r : Genellikle zinâ çocuğu kötü halli olur. Böyle bir kişiye iyilik et­
menin sevâbı azdır. Bu da liyakatli olmayana iyilik etmek işi gibi­
dir, der.
H a t t â b î bu hadîsin bir benzeri hakkında: Bu hadîs muh­
telif şekillerde yorumlanmıştır. Bir yoruma göre bu hadîs belirli bir
kötü kişi hakkında buyurulmuştur, der. H a t t â b î diğer yo­
rumlan da beyân ediyor ise de onlan buraya aktarmaya gerek gör­
müyorum.
M e y m û n e (Radıyallâhü anh), S a ’ d isimli bir kişinin
kızıdır. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in âzadlı câriye-
sidir. Bir rivâyete göre babasınm ismi S a î d ’ dir. Bu hâtûn Re­
sûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’den rivâyette bulunmuş olup
hadîsleri sünenlerde mevcuttur. Râvîleri de E y y û b b i n H â -
l i d b i n S a f v â n ve başkalarıdır. (1)

ck’A <3r* ^ Cf 0 *)
10 — BİR ERKEĞİ VE KARISINI ÂZADLAM AK
İSTEYEN KİŞİ ÖNCE ERKEĞİ ÂZADLASIN, BÂBI

T E R C E M E S İ
2532) “ ... Âişe ( Radıyallâhü anhâ)'dan rivâyet edildiğine göre:

K an - koca durumunda olan bir kölesi ve bir câriyesi vardı. Ken­


disi:
Y â Resûlallah ben bunlan âzadlamak istiyorum, dedi. Bunun
üzerine Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Eğer ikisini âzadlayacak isen kadından önce erkeği âzadla» bu­
yurdu.” :

(1) Hülâsa: 496


12i SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

İ Z A H I

Bu hadîsi N e s â î de rivâyet etmiştir..Kan koca durumun­


da olan köle ve câriyeyi âzadlamak isteyen kişinin önce köleyi âzad-
laması emredilmiştir. Bu emir müstehablık içindir. Yâni böyle ol­
ması daha uygundur. Bunun hikmetine ilişkin olarak şöyle denilmiş­
tir : Eğer önce kadm âzadlanırsa, henüz kocası kölelikten âzadlan-
mamış iken kadm nikâhım feshedebilir ve böylece kocası zarar eder.
Çünkü câriye durumunda iken hürriyetine kavuşan kadm köle olan
kocasmdan ayrılabilir. Fakat önce erkek âzadlanırsa câriye duru­
mundaki kansı ondan ayrılma hakkına sâhip olmaz.
S i n d i bu kavli naklettikten sonra: Eğer gerekçe ve h i k m et,
bu ise eşleri birlikte âzadlamak sûretiyle de ayni hikmet gerçekle­
şir. (Çünkü önce erkek âzadlandığı zaman nasıl kansı nikâhım fes­
hedemiyor ise ikisi ayni anda âzadlandığı zaman da kadm nikâh
feshini isteyemez. Bu itibarla şöyle söylemek mümkündür: Erkek şe­
refçe üstün olduğu için önce onun âzadlanması ve sonra karısının
âzadlanması tavsiye edilmiştir, der.
C j I i S7- Y »

20 — HAD (CEZÂ) LAR KİTÂBI


Hudûd: Had’ın çoğuludur. Had kelimesi sözlükte engel, engel
olma işi, sınır gibi anlamlara gelir. Suç işleyene tatbik edilmesi Şer-i
Şerifte emrolunan cezâlara had denilir. Çünkü bu cezâlar şuç işle­
meyi engeller. Burada kasdedilen mânâ cezâlardır. Zinâ haddi, hırr
sizlik haddi, iffetli kadına zinâ isnâdmda bulunup da ispatlayama-
yana verilen kâzif haddi, içki içme haddi bunun birer örneğidir. İler­
deki bâblarda geldikçe bu nevî hadlar hakkmda genel bilgi verile-
coktir
j * ç v v ı*. ( 0
1 — ÜÇ (SUÇ) DIŞINDAKİ (HUYLARDAN
DOLAYI) HİÇ BİR MÜSLÜMANIN KANKNI
AKITMAK) HELÂL OLMAZ, BÂBI

i & (s~^> o * € « LJi • sju* û juh [Z / fa — t o r r

•'*3 .y i : * # j& S 3LŞ-Jİ ı « 2 . 6

4 0 * 5 * *-^ J î ^ 1 j j A ^ l y ü J 4 ‘J : JİÜ ^ i i î l j / J ' jc

Cr** ti j ' : ti i ^1 ^ Jj_^V»t)


a**) 0 -j jl . jjû j i l i ' 0 j | . 1 * .^ *

• cui-l Âıi Vj < CLLİ L.i* V5 < j Vj <?1*L j


126 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2533) Ebû Ümâme (Es’ad) bin Sehl bin Huneyf (Radıyallâhü anh)’-
den; Şöyle demiştir :

(Halîfe) Osman bin A ffân (Radıyallâhü anh) (fitneciler yüzün­


den evine kapandığı günlerde) bir ara onlara yukardan baktı ve on­
lann (kendisini) öldürmekten sözetmekte olduklarım işitti. Sonra
(bize) şöyle söyledi:

Onlar şüphesiz beni ölümle tehdîd ediyorlar. Niçin beni öldürü­


yorlar? Halbuki ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’den:

« (Şu) üç (suç) dan başka (suçlar) dan dolayı hiçbir müslümanm


kam (m akıtmak) helâl olm az: Sahih bir nikâh ile cinsel ilişkide bu­
lunmuş olduğu halde zinâ edip recmedilen adam, haksız olarak bir
insanı katleden adam ve müslüman olduktan sonra dinden çıkan
adam (öldürülürler.)» buyururken işittim. Allah’a yemin ederim ki,
ben ne câhiliyet devrinde ne de İslâmiyet döneminde zinâ ettim. Müs­
lüman hiç bir kimseyi de öldürmedim ve müslüman olduğum an­
dan bu ana kadar dinden çıkmadım.”

T E R C E M E S İ

2534) "... Abdullah bin Mes’ûd ( Radıyallâhü ankyden rivâyet edildiği­


ne göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’m Resûlü ol­


duğuma şehâdet eden hiç bir müslüman kişinin kam (m akıtmak)
helâl olmaz. Ancak (şu) üç kişiden birisinin kam helâl olur-. Mak­
tulün hayatına karşılık (öldürülecek) kâtil, zinâ eden seyyib (yâni
sahih bir nikâh ile cinsel ilişkide bulunmuş kişi) ve tslâm cemaâtın-
dan ayrılıp dinini terkeden kimse.»”
B âb: 1 KİTÂBÜ-L’HUDÛD m

t Z A H I
E b û Ü m â m e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i z î ,
N e s â î , Ş â f i î , A h m e d ve D â r i m i de rivâyet etmiş­
lerdir. î b n - i M e s ’ û d (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini Kütüb-i
Sitte yazarlarının hepsi rivâyet etmişlerdir.
Bu iki hadîs, üç suçtan birisini işleyenin öldürülmesinin helâl
olduğunu ifâde eder. Bunlar bekâr değil iken zinâ eden, bile bile bir
kimseyi öldüren ve müslüman iken İslâmiyet’ten çıkan kişilerin işle­
dikleri zinâ, kâtil ve mürtedliktir.
Birinci hadîste geçen “ Muhsan” kelimesi ve ikinci hadîste ge­
çen “ Seyyib” kelimesi ile ayni mânâ kasdedilmiştir. Muhsan kelime­
sinin asıl mânâsı korunan, muhâfaza altına alman demektir. Sahih
bir nikâh ile evlenip cinsel ilişkide bulunan kişi kötü yola düşmek­
ten korunduğu için erkek ise “ Muhsan” , kadın ise “Muhsana” deni­
lir. Seyyib kelimesi de dul mânâsmadır. Fakat burada muhsan mâ­
nâsına kullanılmıştır. Şu halde sahih bir nikâhla evlenip kan koca
hayatı bir defa olsun yaşadıktan sonra aynlanlar da Muhsan sayılır.
Yâni bu durum da evli iken boşanma, veyâ ölüm gibi nedenlerle dul
kalan erkek veyâ kadın dul iken zinâ ederse Muhsan sayılır.
N e v e v î , î b n - i M e s ’ û d (Radıyallâhü anh) ’m hadîsi­
nin şerhinde: Bu hadis muhsan zâni’nin öldürülmesinin gerekliliğini
ispatlar. Bunun öldürülmesi ise taşa tutmak sûretiyle recmedilmesi-
dir. Bu hüküm hakkında icmâ vardır. Hadîs öldürülene karşılık ola­
rak kâtilin öldürülmesini hükme bağlar. Bundan maksad kısas hük­
münün tatbikidir. Zimmi’yi, yâni ehli kitab olup vatandaşlık hakkı
verilen bir gayrı müslimi öldüren müslüman olup cizye vermek sûre­
tiyle İslâm memleketinde ikâmetine izin verilen gayr-i müslim’i öl­
düren müslüman hakkında ve köleyi öldüren hür kimse hakkında
kısâs hükmünün uygulanacağım söyleyen E b û H a n î f e ’ nin
arkadaşları bu hadisi delîl göstermişlerdir. Fakat M â l i k , Şâ­
f i î , A h m e d ve e l - L e y s dâhil âlimlerin cumhûruna gö­
re zimmîyi öldüren müslüman hakkında kısas tatbik edilmez. Ke~
zâ köleyi öldüren hür kimse de kısas edilmez, der.
Her iki hadîs mürted olan kimsenin öldürülmesinin gerekliliğine
delâlet eder. Bununla ilgili hüküm bundan sonra gelen bâbtaki ha­
dislerin izahı bölümünde anlatılacaktır. N e v e v i bu hususta da
şöyle d e r :
"Hadîsin: «İslâm cemâatinden aynlıp dinini terkeden kimse»
ifâdesi İslâmiyet’ten çıkan her mürted kişiyi kaplar. Bu hüküm umu­
mîdir. Kişi herhangi bir şekilde İslâmiyet’ten çıkar ve tövbe edip İs­
lâmiyet’e dönüş yapmazsa öldürülmesi vâcibtir. Â lim ler: İslâm dev­
128 SÜNEN-İ İSN-İ MÂCE

letine isyan etmek, dinde yeri olmayan bir şeyi dine sokmak veyâ
başka şekilde İslâm câmiasından çıkan kişi de bu hükme tâbidir.
H â r i c i l e r de böyledir, demişler. Bu hadîslerin zâhirine göre
anılan üç zümre insandan başka hiç kimsenin öldürülmesi câiz de­
ğildir. Halbuki suikast’de bulunup saldıran kimseyi nefis müdâfaası
mâhiyetinde öldürmek câizdir. Bu ve buna benzer meseleler bu ge­
nel hükmün dışında tutulur, ö y le ise bu hadîslerdeki hüküm umumî
değildir. Bununla beraber şöyle de söylenebilir, öldürülmesi câiz ol­
mayan bir müslümana saldırıp onu katletmek isteyen kişi İslâm câ-
miasmdan çıkan gruba dâhildir. Y a da şöyle denilebilir. Bu hadîs­
lerden maksad, taammüden, yâni bile bile öldürülmesi câiz olanlar
bu üç zümredir. Bunların dışında kalan kimseler taammüden öldü­
rülemezler. Fakat suikast’de bulunup saldıran kişiyi öldürmek nefis
müdâfaası mâhiyetinde olduğu için taammüden öldürmek mâhiyeti­
ne girmez."
Osm ân bin A f f â n (Radıyallâhü anh) güzide sahâbî­
lerdendir. E b û B e k i r (Radıyallâhü anh) ve Ö m e r (Ra-
dıyallâhü anh) ’den sonra Ü m m e t - i M u h a m m e d i y e ’ nin
en faziletli simâsıdır. Üçüncü halife’dir. O’nun faziletine dâir ha­
dîsler 109 -113 nolu olarak geçti. Orada onun hâl tercemesi kısaca
anlatıldı.
Tuhfe yazan burdaki hadîsin şerhinde: M ı s ı r 1 1 ’ 1ar halîfe
Osmân (Radıyallâhü anh) ’ı muhasara altına aldılar. Bunun se­
bebi de halîfenin A b d u l l a h b i n S a ’ d b i n E b i S e r h ’ i
M ı s ı r vâlUiğine ataması idi. M ı s ı r l ı ’ l ar bu atamaya karşı
olduklan için böyle davrandılar. Atamaya karşı çıkarak O s m â n
(Radıyallâhü anh)’ı evinde muhâsara altına aldılar. Bu olay meş­
hurdur, der.
Halife O s m â n (Radıyallâhü anh) hicretin 35. yılı Z i 1 h i c -
c e ayının yedi veyâ sekizinci C u m a günü M e d î n e - i
M ü n e v v e r e ’ deki evinde şehîd edildi. O ’nun vefât târihi ve
günü hakkmda başka rivâyetler de vardır. O’nun haksız yere öldü­
rülmesi ve şehîd edilmesi bir ilâhî takdirdir. Zâten Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bir hadîsi onun şehîd edileceğine işâ-
ret ediyor. Allah onun mertebelerini yüceltsin ve bizi onun şefâatına
nâil eylesin. Şehîd edilmesi, nedenleri ve bu elîm olay hakkında ge­
niş bilgi vermeye gerek görülüyorum. Ancak şöyle söyliyeyim: Bu
elîm olay îslâm âleminde bugüne kadar kapanmayan derin bir ya­
ra açmıştır. Bunu ve benzerî olayları deşmek hiç kimseye fayda sağ­
lamaz. îslâm düşmanlan hâriç.
Bâb : 2 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 129

İlk hadîsin râvîsi E b û Ü m â m e E s ’ a d b i n S e h l


bin H u z e y f el-Ensârî (Radıyallâhü anh) sahâbîlerden
sayılır. E b û Ü m â m e künyesi ile tanmır. Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm)’i görmek şerefine nâil olmakla beraber O’ndan
hadîs rivâyet etmemiştir. (1)

6 » •** v 's ( T)
2 — (İSLÂM ) DİNİNDEN Ç IKAN KİMSE (N İN
HÜKMÜNÜN BEYÂNI) BÂBI

T E R C E M E S İ
2535) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivâyet edil­
diğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«H er kim (hak olan) dinini değiştirirse, onu hemen öldürünüz.»’’

T E R C E M E S İ
2536) "... Behz bin Hakîm’in dedesi (Muâviye bin Hayda) (Radtyallâhü
anhüm)'den rivâyet edildiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu, demiştir:
Müslüman olduktan sonra (Allah’a) ortak koşan bir müşrik kâ­
firlerden ayrılıp müslümanlar (câmiasm) a katılmadıkça Allah onun
hiç bir amelini kabul etmez.»”

İ Z A H I

İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini B u h â r i ,


Müslim, T i r mi z î ve E b û D â v û d da kısa ve uzun
metinler hâlinde rivâyet etmişlerdir.

(1) Tuhfetü’l-Ahvezî C. 3, Sah. 204

Sünen-i İbn-i M â c e — C . : 7 - F . : 9
130 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

Avnü’l-Mabûd yazan bu hadîsin şerhinde «el-Fetih’ten naklen


şu bilgiyi verir:
İslâmiyet’ten çıkan mürted erkek öldürüldüğü gibi mür­
ted kadın da katledilir, diyen âlimler bu hadisi delil göster­
mişlerdir. Fakat H a n e f î âlimler bu hadîsi mürted erkeklere
tahsis ederek, kadınlan öldürmeyi yasaklayan hadîsi delil göster­
mişlerdir. Mürted kadın da öldürülür diyen cumhur, kadınların öl­
dürülmesini yasaklayan hadîsi savaşa katılmayan ve henüz müslü-
manlığı kabul etmemiş olan kadınlara tahsis etmiştir. Cumhûrun
diğer bir delili de şu meâldeki hadistir: Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-sa­
lâtü ve’s-selâm) M u â z b i n C e b e l ’ i Y e m e n ’ e gön­
derirken kendisine:
«Hangi erkek İslâmiyet’ten irtidad ederse (çıkarsa) sen onu (İs­
lâm'a) dâvet et. Eğer dönüş yaparsa (Mesele yok). Şâyet dönüş
yapmazsa onun boynunu vur (kılıçla kes). Hangi kadın İslâmiyet’ten
çıkarsa onu (İslâm’a) çağır. Eğer dönerse (mesele yok.) Aksi halde
boynuna vur (kılıçla kes)», buyurdu. Bu, hadîsin sefıedi basendir.
Âlim ler arasmda ihtilâf konusu olan meseleye âit bir nass’dır. Oha
dönüş yapılmalıdır."
İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)’ın hadîsinde mürted olan
kişinin İslâmiyet’e dâvet edilmesi ve bu çağnya icâbet etmeyip kü­
fürde İsrar ettiği anlaşıldıktan sonra öldürülmesi hükmünün infazı
konusunda bir açıklama olmamakla beraber diğer bâzı hadisler bu­
na delâlet ettiği için cumhûr İstitâbe’yi yâni mürted kişiyi tevbeye
dâvet etmeyi gerekli görmüştür.
İbn-i B a t t â l : Mürted kişinin tevbe etmeye ve İslâmi­
yet’e dönüş yapmaya çağınhp çağınlmıyacağı konusunda ihtilâf
vardır. Cumhûra göre önce istitâbe edilir. Eğer dönüş yaparsa salı­
verilir. Aksi halde katledilir. E l - H a s a n , T â v û s ve Z â -
h i r i y y e mezhebi mensuplarına göre mürted kişiye böyle bir
çağn yapılmaksızın derhal öldürülmesi vâcibtir. t b n ü ’ l - K a s -
s a r , cumhûrun görüşünü teyid eder mâhiyette sükûtî icmâ bu­
lunduğunu söyler ve bu icmâ’m oluşması durumunu anlatır. Şu hal­
de hadisin «Hemen onu öldürün» emrinden maksad mürted kişinin
İslâm’a dönüş yapmaması hâlidir. Mürted kişinin bir defa veyâ üç
defa İslâm’a dâvet edileceği ve dâvet süresinin tâyini husûsunda da
ihtilâf vardır. Bu sürenin bir celse, bir gün, üç gün ve bir ay oldu­
ğu yolunda değişik görüşler vardır, der.
Hadîsteki “ Din”den maksad İslâm dinidir. Yâni İslâm dininden
çıkan kimse mürted sayılır ve öldürülmesi gerekir. Fakat bâtıl bir
.Bâb: 3 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 131

dini bırakıp müslüman olan kimse dinini değiştirdiği için katledil­


mez. Bâtıldan hakka dönüş yaptığı.için taltif edilir.
Bâtü bir dini bırakıp yine bâtıl başka bir dine giren, meselâ
hınstiyanlıktan yahûdîliğe geçen ve bunun aksine hareket eden kim­
se H a n e f i l e r ’ e göre katledilmez. Çünkü îslâm dışı dinlerin
tümü tek din durumundadır. Nitekim «Küfür tek bir millet yâni din­
dir» meâlinde hadîs vardır. Fakat bâzı Ş â f i î âlimler hadîsin
umumîliğini dikkate alarak bâtü bir dinden yine bâtıl bir dine ge­
çen kimse de katledilir, demişlerdir.
İkinci hadisin başkaca kimler tarafmdan rivâyet edildiğini tesbit
edelim. Bu hadîse göre mürted olan bir kimse tekrar müslümanlığa
dönmedikçe yaptığı amellerin hiç birisi Allah katında makbul de­
ğildir.
H a n e f î âlimlere göre mürted olan bir kimsenin mürted
olmadan önce işlemiş olduğu ibâdetlerin ve sâlih amellerin hepsinin
sevâbı gitmiş olur. Mürted kimse tekrar İslâmiyet’e dönüş yapınca
vaktine erdiği namazı edâ eder ve daha önce hac ibâdetini işlemiş olsa
bile yine ona hac farz olur. Evvelce yaptığı hac ibâdeti geçersizdir.
Ş â f i i l e r ’ e göre de mürted, İslâm’a dönüş yapmca yeni­
den hac ibâdetini îfa etmesi farzdır. Mürted olmadan önce yaptığı
hac geçerli değildir. (2)

ijA İl (r )
3 — HAD (CEZÂİLAHIN DOSDOĞRU YERİNE
GETİRİLMESİ (NİN ÖNEMİNE Â İT HADÎSLER) BÂBI

. £»>0^1 î J lij . »jrf-ı tç»» ı jU —jr j : -Cl *j)l j

T E R C E M E S İ

2537) •'... (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ) ’dan rivâyet edil­
diğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

(2) Son hadis râvisi Muâviye bin Hayda (R .A .)’ın hâl tercemesi 1920 nolu
hadis bölümünde geçti.
132 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

«Allah’ın (koyduğu) had (cezâ) Ianndan birisini dosdoğru infaz


etmek Allah Azze ve Celle’nin beldelerinde kırk gece (süreyle) ya­
ğan) yağmurdan daha hayırlıdır.»"
N o t : Z evâ id ’de şöyle d e n ilm iş tir : Bunun senedinde bulunan S aîd bin Si-
nân’ı İbn-i M u in ve başkası z a y ıf saym ışlardır. D ârekutni d e : O hadis uydurur,
dem iştir.

'\ j . O <S~*£ ti X * L? . t> / J f — t û fA

: D& i j ) c t < j J : 6 3 > $ V / j J.l ^ ( \ }. & i t i )

^ â? -£*■‘ ti >. "a>.»jj§§>^Dj- j


. " l " ". '. *
• d W1*40l A««) m

T E R C E M E S İ

2538) “ ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine göre;
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Y er yüzünde uygulanan (İlâhî) bir had (cezâ), yerdekiler için
kendilerine kırk gün yağmur verilmesinden daha hayırlıdır.»"

t j U 'S * p \ Lî . yF û C . J - Tû f ^

t j l jsîl V\ [ y » $|| y ' 3 y * j 1$ : t)k • y .' â * ‘

îxŞ. )JU<t j l j < dA>_yi V Aİ| V : 3^* [>*J • y * c 't '/ 9£ £ -*■*»

. « <J.ft aİî-İ ( İA-» j l V U 5-^® *v^V ‘


\ . * * 0 ' *
) ^e-U- yj jjju» u[l <*-» ^all _;•* dr. u *â>- t» ı ^ w aUy lu* . u«l.jjl 3
. (A- j î jrl *£}} • âj j

T E R C E M E S İ

2539) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'ûaxı rivâyet edil­


diğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim Kur’an’dan bir âyet’i inkâr ederse şüphesiz onun boynu­


nu vurmak (öldürmek) helâl olur. Kim d e : Allah’tan başka (hak)
ilâh yoktur, O birdir, ortağı yoktur. Şüphesiz Muhammed (Sallalla-
B âb: 3 KtTÂBÜ-L’HUDÛD 133

hü Aleyhi ve Sellem) de Allah’m kulu ve Resulüdür, derse artık


kimse ona dokunamaz. M eğer ki bir (suç işlemekle) bir had (cezây) a
uğrar da cezâsı infaz edile.»”
N o t : Z evâ id ’de şöyle d e n ilm iş tir : Bu, z a y ıf b ir sened’dır. Çünkü bunda
H a fs b in Ö m er el-A rab i el-Karh bulunur. İbn-i M uin, Ebû H âtim , N esâî, İbn-i A d î
ve D ârekutnl onu z a y ıf saym ışlar. îbn -i E b î H â tim ise onu sıkâ saym ıştır.

+ S ' •. fi • i ı * J* 4A *î «ûıUs» *4^1 ^ ^


« jrV <*
0
. j < £*■ - f i oa • 0^»- ö ) : '**'■’ ' ' ^

TERCEMESİ

2540) “ ... Ubâde bin es-Sâmıt (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine
göre; Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«(E y müslümanlar) Siz Allah’m had (cezâ)larmı (Akrabalıkta


veyâ güçlülükte ve güçsüzlükte size) yakın olan ve uzak olan herkes
hakkmda dosdoğru infaz ediniz. Sakın hiç bir kınayanın kınaması
sizi Allah (m hükmünü uygulamak) konusunda tutmasın (yâni ala-
koymasm.)»”
N o t : Z e v â id ’de şöyle d e n ilm iş tir : Bunun senedi İb n -i H ib b ân ’m şa rtı üze­
rin e sahihtir. Çünkü o bunun bü tü n râ v île rin i sık âlar arasm da anm ıştır.

Î Z A H I

Bu bâbta rivâyet olunan î b n - i Ö m e r (Radıyallâhü anh)’m


hadîsini T a b e r â n î de rivâyet etmiştir. E b û H ü r e y r e
(Radıyallâhü anhl’ın hadîsini A h m e d ve N e s â î de rivâ­
yet etmiştir, t b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh)’ın hadîsi ile
U b â d e (Radıyallâhü anh) ’ın hadîsi ise Zevâid türünden olup
başkaca kim tarafmdan rivâyet edildiğini tesbit edemedim.
Bu bâbtaki hadîslerin hepsi Allah’m emretmiş olduğu cezâlann
aynen tatbik edilmesinin önemini beyân etmektedir. İlk iki hadîs İlâ­
hî cezâlann tatbikinin kırk günlük yağmurdan hayırlı olduğunu bil­
dirmektedir. S i n d i bu hususta şöyle d e r :
134 SÜNEN-Î İBN-t MÂCE

“Bunun hikmeti hakkmda şöyle denilmiştir: Çünkü İlâhi cezala­


rın uygulanması, insanları günahlardan ve suç işlemekten alakor ve
yağmur için gök kapılarının açılmasına vesile olur. İlâhî cezâlann
uygulanmaması veyâ bunda gevşeklik göstermek ise insanların gü­
nahlara ve suçlara dalmasına sebebiyet verir. Bu ise kıtlık, kurak­
lık ve halkın helâk olmasına yol açar.
İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) ’m hadisi ise Kur’an-ı Ke-
rîm’in tek bir âyetini inkâr edenin öldürülmesinin helâl olduğunu
ifâde eder. Çünkü Kur’an-ı Kerîm’in tek bir âyetini inkâr eden kim­
se mürted olur. Yâni İslâmiyet’ten çıkmış olur. Mürted ile ilgili hü­
küm ise bundan önceki bâbta beyân edildi. Şu noktayı da belirteyim :
Kur’an’ın bir âyetini inkâr etmek sâdece bunun âyeti olduğunu in­
kâr etmekten ibâret değildir. Bunun âyet olduğunu, yâni Allah ta­
rafmdan indirildiğini inkâr eden kimse dinden çıktığı gibi herhan­
gi bir âyetin hükmünü tasvib etmeyen, meselâ falan âyetin hükmü
20. asnn uygarlığı ile bağdaşmaz veyâ şu âyetin hükmü uygulan­
mamalıdır, bunu uygulamayı uygun görmüyorum, diyen bir kimse
de mürted olur ve İslâmiyet'ten çıkmış olur.
Bu hadîs kelime-i Şehâdet getirip anlamım kalben tasdik eden
bir kimsenin öldürülmesinin haram olduğunu ifâde eder. Ancak böy-
lece müslümanlığı kabul eden bir kimse haddi gerektiren bir suç iş­
lerse o takdirde cezâsı uygulanır.
Son hadîsteki “Karîb = yakın” ve “Baid — uzak” kelimeleri iki
mânâya yorumlanmıştır. Bundaki yalanlık ve uzaklık akrabalık açı­
sından olabildiği gibi kuvvet ve nüfûz bakımından da olabilir. T ı y -
b i böyle demiştir. Yâni suç işleyen kişi sizin yakın akrabanız ol­
sun uzak akrabanız olsun onu İlâhi hükme uygun olarak cezâlan-
dırmakta bir ayırım yapmayın. Kezâ o kuvvetli ve nüfûzlu bir kişi
olsun zayıf ve nüfuzsuz kimse olsun fark etmez. Herkese ayni şekil­
de ilâhî cezâyı uygulayın. V e Allah’m hükümlerini uygularken baş­
kasının sizi ayıplaması, kınaması, yermesi gibi karşı hareketler de
sizi engellemesin. İlâhî cezâyı tereddüdsüz ve önemle tatbik ediniz.

4.1c V »l ( t )
4 — KENDİSİNE HAD (CEZÂ) VÂCİB
O LM AYAN LAR IN BÂBI

< V Ş T } u : V& ‘ xU- ö [ j f - j y . \ L A k — T® 1 \

ito *.ı t Jç jl> ' J’JcyiN Oac i jy f <J


Bâb : 4 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 135

T E R C E M E S İ

2541) "... Atiyye el-Kurazî (Radtyallâhü anh)’âtn\ Şöyle demiştir:

Kurayza (savaşı) günü (müslümanlarca esir edilen) bizler Re­


sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e arzedildik. (Durumumuz
kontrol edildi.) Sonra avret yerinde tüy biten erkek (esirler) öldü­
rüldü ve avret yerinde tüy bitmeyen oğlan (esirler) salıverildiler
(yâni öldürülmediler). Ben de avret yerinde tüy bitmeyenlerin için­
de idim. Bu nedenle salıverildim.”

T E R C E M E S İ

2542) Atiyye el-Kurazî (Radtyallâhü fl»A)’den rivâyet edildiğine gö­


re şöyle demiştir:
(Ey müslümanlar!) Bilmiş olun ki işte ben aranızdayım.”

. ^ j U lı < (jı 1

T E R C E M E S İ

2543) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü a»Mmâ)’dan; Şöyle de­


miştir :
136 SÜNEN-Î İBN-1 MÂCE

Uhud (savaşı) günü ben on dört yaşında iken Resülullah (Sal­


lallahü. Aleyhi ve Sellem )’e arz edildim (Yâni durumum O ’nun ta­
rafmdan gözden geçirildi). O, bana icazet vermedi. (Yâni yaşça er­
gin değilim, diye savaşa katılmama izin vermedi.) Hendek (savaşı)
günü de ben on beş yaşında iken O ’na arz edildim. Bu defa bana icâ-
zet verdi. (Yâni savaşa katılmama izin verdi.)
N âfi demiştir k i : Ben bir kere hilâfeti zamanında Ömer bin Ab-
dilaziz’e bu hadisi anlattım. Ömer bin Abdilaziz dedi k i: Bu on beş
yaş küçük ile büyük arasmda bir sınırdır (çocukluğun nihâyeti ve
erginliğin başlangıcıdır, dedi ve bütün illerdeki vâlüerine bir genelge
göndererek on beş yaşma varan askerlere maaş bağlamalarım em­
retti.) "

İ Z A H I
Atiyye el-Kurazi (Radıyallâhü anh) ’m hadisini T i r ­
mizi, Ebû D â v û d ve D â r i m î de rivâyet etmiştir.
Onun ikinci hadîsine T i r m i z i ve E b û D â v û d ’ un sü­
nelilerinde rastlayamadım. Bu hadise göre savaş esirlerinde erginlik
çağının tesbit ölçüsü avret yeri tüylerinin bitmesidir. B e n î K u -
r a y z a savaşından sonra yakalanan erkeklerden erginlik çağma
varanlar ile bu çağa varmamış olanlar böylece tesbit edildi. Erginlik
çağma varanlar savaştıkları için öldürüldüler. Bu çağa henüz var­
mamış olanlar ise öldürülmediler. Hadisin râvisi A t i y y e - e 1- K u ­
r a z î (Radıyallâhü anh) da tutsaklar içinde idi. Kendisi erginlik
çağma varmadığı için öldürülmedi. B e n î K u r a y z a sava­
şında yalnız savaşan yahûdîlerin katledildiğini ve savaşmayan kü­
çük yaştakilere dokunulmadığımn beyâm için olsa gerek ki bu râ­
vî ikinci hadîsinde müslümanlara hitâben: «İşte ben aranızdayım,»
der. Yâni ben bu savaştaki esirlerden idim. Erginlik çağma varma­
dığım için salıverildim ve hâlen yaşamaktayım. Kanımca onun sözü­
nün mânâsı budur.
Müslüman çocuklarının erginlik çağının alâmetleri bundan son­
ra izahı yapılacak î b n - i Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’m hadîsi
ile ilgili bilgi verilirken anlatılacaktır. Şunu belirtmekle yetineyim:
Müslüman çocuklarının erginlik belirtisi olarak yaş durumu, ihtilâm
ve aybaşı âdeti gibi ölçüler varken kâfir çocuklarının erginlik belir­
tisi olarak avret yeri tüylerinin bitimi esas alınmıştır. Bunun sebe­
bine gelince H â t t â b i şöyle d e r :
A vret yerinde tüylerin bitmesini müslüman çocuklarının ergin­
lik çağma varması için delil saymayıp kâfir çocuklarının erginlik
B&b: 4 KÎTÂBÜ-L’HUDÛD 137

çağına varması için delil ve alâmet sayan âlimlerin bu ayınmı yap­


maları şu nedene dayanıyor, kanısındayım:
Kâfirlerin çocuklarının yaşça ergin olmalarını tesbit etmek güç­
tür. Bunların yaşlarının tesbiti husûsunda kâfirlerin sözlerine itibar
edilemez. Çünkü onlann verdikleri bilgilere ve haberlere itibar edil­
mez ve bunlar öldürülmekten kurtulmak için kendilerini küçük gös­
terme gayretinden geri durmazlar. Fakat müslüman çocuklarının
yaş durumunu tesbit etmek mümkündür. Çünkü müslümanlann ver­
dikleri bilgilere ve haberlere itibar edilir. Bunların çocuklarının yaş­
lan yakınlarınca bilinir. Doğum târihleri mâlum olabilir. Bu ne­
denle kâfir çocuklan için etek kıllarının bitmesine itibar etme yo­
luna gidilmiştir.
T u r b ü ş t î de: K âfir çocuklan için avret yeri tüylerinin
bitmesi erginlik çağına varmalarının alâmeti sayılmıştır. Çünkü bu
ölçüye baş vurma zarûreti vardır. Kâfirler, erginlik çağma varmış
olmalarının kendileri için tehlikeli olduğunu bildikleri zaman ihti-
lâm olmakla veyâ yaşça erginlik çağma vardıklarım gayet tabii giz­
lerler ve doğru söylemezler, demiştir.
Şimdi î b n - i Ö m er (Radıyallâhü anh) ’m hadîsinin izahı­
na geçelim :
Bu hadisi B u h â r î , M ü s l i m , T i r m i z î , E b û D â ­
v û d , B e y h a k i , î b n - i H i b b a n ve î b n - i H u z e y -
m e de rivâyet etmişlerdir. Hadîs metninin bâzı kelimelerinde de­
ğişiklik var ise de mânâyı ve hükmü etkilemez. Bütün rivâyetlere
göre î b n - i Ö m e r (Radıyallâhü anh) U h u d savaşı vu­
kû bulduğunda on dört yaşmda idi. Savaşa katılmak için gözden
geçirilmiş ve savaşa katılmasına izin verilmemiştir. Ertesi yıl vukû
bulan H e n d e k savaşı için gene Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm). tarafmdan gözden geçirilmiş ve savaşa katılmasına izin
verilmiştir. Bu esnada on beş yaşmda idi. Şu halde on beş yaş, er­
ginlik çağının belirtisi sayılır. S u y u t i ’ nin naklen beyânına
göre B e y h a k î : Hükümdar H e n d e k savaşmdan bu yana
on beş yaşma bağlanmıştır. Daha önce ise mümeyyizlik çağma var­
mak hükümlerin tatbiki için yeterli görülürdü, demiştir. Mümeyyiz­
lik çağı çocuğun kendi kendine yemek yiyebilmesi, su . içebilmesi,
ayak yoluna gidip gelebilmesi çağıdır. Bu da yaklaşık olarak 7-8
yaşlarıdır, denilebilir.
Hadisin râvisi îbn-i Ö m e r (Radıyallâhü anh) bu hadî­
si halife Ö m e r b i n A b d i l a z î z ’ e anlatınca h a life : On
138 SÜNEN-Î İBN-Î MÂCE

beş yaşın küçüklük ve büyüklük sinindir, demiştir. Şu halde on beş


yaşma varan çocuk, büyük sayılır ve henüz bu yaşa varmamış ço­
cuk küçük sayılır.

Fethü’l-Vedûd yazan : Çocuk ihtilâm olmak gibi belirtilerle er­


ginlik çağma varmamış ise fıkıhçılann ekserisine göre on beş yaşı­
na varması erginlik alâmetidir, der.

H a t t â b î de: Çocuklar hakkmda had cezalarının uygulana­


bilmesi için gereken erginlik çağının sının konusunda âlimler ihti­
lâ f etmişlerdir: Ş â f i i ’ ye göre oğlan çocuğu ihtilâm olur veyâ
on beş yaşma vannca, ergin erkekler gibidir. Had cezâlan onlara
tatbik edilir. Kız çocuğu ise aybaşı âdeti görünce veyâ on beş ya­
şma vannca ergin kadınlar hükmündedir ve hakkmda had cezâlan
uygulanır. Avret yerinde tüy bitme işi ise erginlik çağına varma
belirtisi sayümaz. Bu belirti ancak kâfirler hakkmda uygulanır, de­
miştir.
Tuhfe yazarının beyânına göre Şerbü’s-Sünne’d e : İlim ehlinin
ekserisine göre hüküm şöyledir: Oğlan ve kız çocuğu on beş yaşım
doldurunca erginlik çağma varmış olur. Ş â f i î ve  h m e d
de böyle demişlerdir. Bunlar dokuz yaşım doldurup on beş yaşma
varmadan önce ihtilâm olurlarsa gene erginlik çağma varmış sayı­
lırlar. Kezâ kız çocuğu dokuz yaşmdan sonra aybaşı âdeti görünce
bülûğ çağma varmış olur. Dokuz yaşma varmadıkça ihtilâm jolmak
veyâ kızm hayız kam görmesi söz konusu değildir, der.
El-Hidâye’de d e : Erkek çocuğun erginlik çağma varması ihtilâm
veyâ cinsel ilişkide bulunduğu zaman menîsinin gelmesi veyâ kadı­
nı gebe bırakması ile gerçekleşir: Bunlar yok ise on sekiz yaşım dol­
durmakla bülûğ çağma varmış olur. Kız çocuğun erginliği ise ayba­
şı âdeti, ihtilâm olması veyâ gebe kalması ile oluşur. Bunlar olmaz­
sa on yedi yaşı doldurması ile ergin sayılır. Yukardaki hüküm E b û
H a n î f e ’ ye göredir. E b û Y û s u f ile M u h a m m e d ’ e
göre ise oğlan ve kız çocuğu on beş yaşmı doldurunca erginlik ça­
ğma varmış olurlar. Bu görüş E b û H a n î f e ’ den de rivâyet
edilmiştir. Ş â f i î ’ nin kavli de böyledir, denilmektedir.
H a n e f î ve Ş â f i î mezheblerine göre oğlan ve kız çocu­
ğun erginlik çağma varmaları alâmetleri yukarda anlatıldı. Hulâsa
bu iki mezhebe göre kız ve oğlan çocuklar on beş yaşım doldurunca
erginlik çağma varmış olurlar. Aynca dokuz yaşmdan sonra meni­
nin gelmesi de erginlik çağı sayılır. İhtilâm da böyledir. Kızların ay­
başı âdeti de bülûğ alâmetidir. Diğer iki mezhebe gelince:
B âb: 4 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 139

M â l i k i mezhebine göre ayrıca avret yerinde ufak tüy de­


ğil de kılların çıkması ve sesin kalınlaşması gibi alâmetler de var­
dır.
H a n b e 1 i mezhebine göre ise meninin gelmesi, traşı gerek­
tirecek kalınlıkta etek tüylerinin bitmesi, on beş yaşı doldurmak kız
ve oğlan çocuk için erginlik alâmetleridir. Bunlardan birisi yeterli-
dir. Kızlar için aynca aybaşı âdetini görmek veyâ gebe olmak da
bülûğ çağı alâmeti sayılır.
Hadîsler isimleri geçen savaşlara gelince U h u d savaşı hic­
retin 3. yılı U h u d dağı eteğinde vukû buldu. H e n d e k ve
B e n î K u r a y z a savaşları ise M e d î n e - i M ü n e v v e ­
r e ’ de ve civânnda hicretin 5. yılı vukû buldu. B e n î K u ­
r a y z a yahûdîleri müslümanlarla yaptıkları andlaşmaya aykın
olarak H e n d e k savaşmda M e k k e ’ li müşriklere yar­
dımda bulundukları için bu savaşm hemen akabinde B e n î K u ­
r a y z a yahûdîleri ile savaş emri Allah’tan geldi ve Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bu savaşa gitti. Savaş müslümanlann
zaferi ile sonuçlandıktan sonra bunlar hakkmda uygulanacak hü-
küıiı için tutsaklar Ensâr-i kirâm’dan S a ’ d b i n M u â z (Ra-
dıyallâhü anh) ’m karar vermesini istediler. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-
salâtü ve’s-selâm) de bu isteği kabul buyurarak H e n d e k sa­
vaşmda aldığı yaradan dolayı hasta yatan S a ’ d ’ a haber vere­
rek hüküm etmesini istedi. S a ’ d (Radıyallâhü anh) da bunlann
savaşan erkeklerini öldürmeye ve kadınlar ile çoluk çocuklan câri­
ye ve köle olarak müslümanlann yararına tahsisine karar verdi. Bun­
lar dörtyüz kişi idi. S a ’ d böyle karar verince Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm), S a ’ d ’ a hitâben:
, — «Sen Allah’m bunlar hakkındaki hükmü­
ne isâbet ettin, ona uygun hüküm verdin,» buyurdu.
T i r m i z i , S a ’ d (Radıyallâhü anh) ’m B e n î K u r a y -
z a yahûdîleri hakkmda verdiği hükümle ilgili C â b i r (Radıyal-
lâhü anh) ’m merfû hadisini Seyr kitâbınm 28. bâbmda rivâyet etmiş
ve hadîsin hasen - sahîh olduğunu beyân etmiştir. O hadîsi N e s â î
ve İ b n - i H i b b â n da rivâyet etmişlerdir.
îşte A t i y y e e l - K u r a z î bu savaşta esir edilenlerden
idi ve etek tüyleri bitmeyen küçük yaştakiler içinde sahverilenler-
den, yâni öldürülmeyenlerden idi. Kendisi bu durumu anlatır. Bu
zât müslüman olup sahâbilik şerefine erişen mutlu insanlardandır.
Hadîs rivâyetinde bulunmuştur. Râvîsi M ü c â h i d ve başka­
larıdır. Sünen sâhipleri onun hadislerini rivâyet etmişlerdir.
140 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

jkJI u )l (o)

5 — MÜSLÜMANICN A YB IN I) ÖRTMEK VE HAD


(CEZÂ)LARI ŞÜPHELERLE (Y Â N t SUÇ DELİLLERİNİN

s PJs u » - t•«
KİFAYETSİZLİĞİYLE) DEFETMEK BÂBI

.^ 'v y c- i: y ‘
.1 ö ^ »- V '5 î-i tu ' *_*— \JL.a / ..» ü )' J ı " ı ı)fc û*

TERCEMESİ
2544) “ ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'dtn rivâyet edildiğine göre;
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Settem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim bir müslüman (kardeşinin aybm )ı örterse Allah da onu(n


aybmı) dünyada ve âhirette örter.»”

\ tr c f-‘ i ^ 3 — Toio

ijJtlîi 1/iaV» ‘ ■x£'**d>.^

• {jf-3 Oü** c^Jj •w”l <>. j : jS\j )\ j

TERCEMESİ
2545) “ ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre;
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Had (cezây)ı defedebildiğiniz sürece (yâni suç sâbit olmadık­
ça) defediniz.»"
N o t : Z evâ id ’de şöyle d e n ilm iş tir : Bunun senedinde İb râ h im b in eL-Fadl
el-M ahzûm î bulunur. B u râ v îy i Ahm ed, İbn-i M uin, B uhâri v e başkaları z a y ıf say­

^’ sc 3
m ışlardır.

. •W-« *• ö& S İS

ti . # «- • #
3• * - t* n
ijj* * y # LH» |j|j| y . 'y * ‘ *Cf ^ L‘

• ;*^6. j \r*«S\

• A : *d ^ * * - * • t i 9" 41

j£ju î o Jtt « 31 if. üW ti?. «♦ ı_i • J


■ JU j j . CAsÜl j 0b»- CfJ * $ ' * J • <£>*! oH? • • *İ*;A^U
Bâb : 5 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 141

T E R C E M E S İ

2546) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)’dan rivâyet edil­


diğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Kim müslüman kardeşinin avreti (aybı)nı örterse Allah da kı­
yamet günün onun aybrnı örter. Kim müslüman kardeşinin avreti
(aybı)nı açığa vurursa Allah da onu aybından dolayı evinin içinde
bile rezil etmekle kusurunu meydana çıkarır.»”
N o t : Z evâ id ’de şöyle den ilm iştir : Bunun senedinde M u ham m ed b in Osm ân
b in S a fv â n el-Cümehi bulunur. Ebû H â tim bunun hadislerinin m ünker v e za y ıf
olduğunu söylem iştir. D ârekutnî de : B u r â v i ku vvetli d eğild ir, dem iştir. îbn-i
H ib b ân ise bunu sıkâ râ v ile r arasm da anm ıştır. S en edin kalan râ v île ri sık â (g ü ­
v e n ilir ) râvîlerd ir.

İ Z A H I

Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m ilk hadisini M ü s ­


l i m , E b û D â v û d , T i r m i z î ve N e s â î de rivâyet
etmişlerdir. Bu hadîs iki şekilde yorumlanır: Birincisi müslümanla-
n giydirmenin fazileti anlamıdır. Yâni kim bir müslümanm vücû­
dunu örter ve onu giydirirse Allah da kendisini kıyâmette giydirir.
Yâni kendisinin günahlarım bağışlar ve cezalandırmaz. (Hatırıma
şöyle bir şey de g eliyo r: Allah da kendisini cennet libası ile giydi­
rir. Fakat böyle yorumlayanı tesbit edemedim.)
İkinci yorum şekli ise şöyledir: Kim bir müslümanm gizli bir
kusurunu görür de bunu halka anlatmazsa ve böylece aybrnı örter­
se, Allah da onun aybrnı kıyâmet günü örter. Yâni günahını bağış­
lar.
E l - H â f ı z , el-Fetih’te bu son yorumu beyân ettikten sonra:
Bu hadîs, suçu ve kusuru gören müslümam kötülükle mücâdele et­
mekten alıkoymaz. Kişi kusur işleyen adamı bundan menetmeye ve
münkeri engellemeye memurdur. Kusurlu görülen şahıs uyanlara
ve nasihatlara kulak asmaz ve suça devam ederse, durumu gören
şahıs gerektiğinde onun aleyhinde şâhidlik etmek durumundadır.
Bu konuda da emirler vardır. Nasıl ki kişi işlediği kusuru gizleme-
lidir, bunu başkasına anlatmamahdır. Ama gider de hâkim huzû-
runda kendi suçunu ikrar ederse, böyle davranması kabul edilir. İş­
lenen bir günahın gören tarafmdan gizlenmesi ve açığa çıkarılma­
ması kanımca şu durumda olur: Olup biten ve tekerrür etmiyecek
bir kusur işlenmiş ise bunu dile getirip suçluyu teşhir etmek uygun
SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

değildir. Suçlara karşı çıkıp buna engel olmaya çalışmak ise şuç
işlenirken durumu görenlere âittir. Yâni bir kimse bir suçun işlen­
mekte olduğunu görünce buna engel olmaya çalışacak ve önlemek
isteyecektir. Şâyet müdâhalesi etkisiz kalırsa durumu hâkime inti­
kal ettirir ve şâhidlik eder. Suçu gören kişinin durumu hâkime şi­
kâyet etmesi yasak olan gıybetten sayılmaz ve buna bir müslümanın
aybını açığa çıkarmak, onu teşhir etmek, denmez). Bilâkis müslüma-
na düşen kutsal bir görevdir ve vâcib olan bir nasihat hizmetidir.
Hadîs, gıybet etmenin yasaklığına da işârettir. Çünkü bir müslüma-
mn şahsma münhasır gizli bir kusurunu açıklamak, ayıplan örtme­
ye ters düşer, demektedir.
Ebû Hü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m ikinci hadîsine gelin­
ce, bu hadîs suç sâbit olmadıkça had cezâsının uygulanmamasmı em­
reder. Yâni sanık hakkmda iddiâ edilen suç sübut bulmaz ve suçlu
olmaması ihtimâli var ise, hâkim şüphede kaldığı takdirde had ce-
zâsını uygulamamalıdır.
T i r m i z i de bu hadîsin bir benzerini  i ş e (Radıyallâhü
anhâ)’den merfu olarak rivâyet etmektedir. O hadîs şöyledir;

«Gücünüz yettikçe müslümanlardan hadlan (cezâlan) defedi­


niz. Eğer çıkar yolu varsa (Yâni suçu sâbit olmazsa) sanığı salıveri­
niz. Çünkü hâkim’in affetmekte hatâ etmesi cezalandırmakta hatâ
etmesinden iyidir.»
E 1- K a r i ’ bu hadîsteki hitâbın devlet yetkililerine âit oldu­
ğu görüşünü destekler. Yâni hâkim kendisine intikal eden ve had
cezâsını gerektiren dâvâda sanığa suçunu itiraf ettirme yoluna git­
memelidir. Hattâ varsa sanığın mâzeretlerini dikkate almalıdır ve
suçu sâbit olmadıkça cezâsının tatbikine acele etmemelidir. Fakat
suç sâbit olduktan sonra cezânın tatbiki husûsunda tereddüd veyâ
müsâmaha gösteremez. Cezâyı aynen ve zamanında uygulamak zo­
rundadır. Bu husus bundan iki bâb önce geçen hadislerde belirtil­
miştir. Tekrarlamaya gerek yoktur.
tbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) ’m hadiside E b û H ü ­
r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m ilk hadîsine benzer. O hadisle ilgi­
li izah bunun için de söz konusudur. Ancak bu hadîsin son kısmı
ikinci yorumu teyid eder. Yâni, müslümanı örtmekten maksad,
Bâb: 6 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 143

onun gizli hallerini ve şahsına âit kusurları halka anlatmakla onu


teşhir etmemelidir. Am a kendisi uyanlır, kötülüğüne engel olunma­
ya çalışılır ve buna rağmen kusurlarım devam ettiriyor ise bunu il­
gililere şikâyet etmek meşrûdur. Bunda bir günah yoktur ve gıybet
durumu da söz konusu değildir. Aleni suç işleyenle mücâdele etmek
kutsal görevdir. Halkı dolandıran, hırsızlık eden ve buna benzer fâ-
sıklığı açıkça yapan şer insanlara karşı müslümanlan ikaz etmek,
onlan korumak ve haberdar etmek de gıymet sayılmaz. Bilâkis gö­
rev sayıldığına dâir hadisler vardır.

(^)
6 — HAD (C E ZÂ )LA R (IN U YG U LANM AM ASI
YOLUN) DA ARACI OLMAK BÂBI

T E R C E M E S İ

2547) “ ... Âişe ( Radtyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir:


Beni Mahzûm kabilesinden hırsızlık eden (Fâtıma isimli) kadı­
nın durumu Kureyş (kabilesin) i cidden üzdü, ızdıraba soktu. Bunun
üzerine bunlar:
Bu kadın (m el kesme cezâsınm affı veyâ fidyeye çevirilmesi ko­
nusu) hakkında kim Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile
144 SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

konuşabilir, diyorlardı. (Kendi aralarında böylece görüştükten son­


ra) dediler k i : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in mahbûbu
(sevdiği) Üsâme bin Zeyd (bin el-Hârise) (Radıyallâhü anhümâ)’dan
başka kim bunu arz etmeye cesaret edebilir? (Sonra Kureyş, konu­
yu Üsâme ile görüşüp aracı olmasını istediler.) Üsâme de (kadının
affı veyâ cezâsının paraya çevirilmesi için) Resûl-i Ekrem (Sallalla­
hü Aleyhi ve Sellem) ile konuştu. Bunun üzerine Resûlullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) (Üsâme’ye) :
«Sen Allah’m (koyduğu) had (cezâ)lardan birisi (nin terkedil-
mesi) hakkmda mı aracı oluyorsun?» diyerek onu kınadı. Sonra
kalktı ve (halka) yüksek sesle hitâbede bulunarak:
«Ey insanlar! Sizden Öncekiler — İsrail oğu llan— şöyle davran­
dıktan için helâk oldular: Bunlar kuvvetli adam aralarında hırsız­
lık ettiği zaman onu bırakırlardı da zayıf adam aralarında hırsız­
lık ettiği zaman onun aleyhinde had (cezâ) uygularlardı. (Yâni elini
keserlerdi.) Allah’a and olsun ki eğer Muhemmed’in kızı Fâtıma çal­
mış olsaydı şüphesiz ben o (kızım Fâtıma) ’nın elini keserdim,» bu­
yurdu.
(Müellifin şeyhi) Muhammed bin Rumh dediki: Ben el-Leys bin
Sa’d’dan; Allah (Azze ve Celle) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ’in kızı Fâtıma’yı hırsızlık etmekten şüphesiz korumuştur, sö­
zünü söylerken işittim. Her müslüman da bunu söylemelidir.”

. if"
jr »aU—
Ij :aîljjl j
Bâb: 6 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 145

TERCEMESİ

2548) Mes’ûd bin el-Esved (Radtyallâhü anA)’den; Şöyle demiştir:


(Fâtıma isimli) kadın Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in
evinden o kadifeyi çaldığı zaman biz bunu büyük (bir olay olarak)
gördük. Bu, Kureyş (kabilesin) den bir kadın idi. (Kureyş kabilesine
bir leke olmasın düşüncesiyle) biz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ’in yanma gidip O’nunla konuştuk v e : Bu kadını kurtarmak
için biz kırk okka (altm veyâ gümüş) fidye veririz, dedik. Resûlul-
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«(Cezasını çekmekle) temizlenmesi onun için daha hayırlıdır,»


buyurdu. Sonra biz Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in sö­
zünün yumuşaklığım işitince (cesâretlendik ve) Üsâme'nin yanma
gidip (o n a ): Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ue sen konuş
(aracı ol) dedik. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu gö­
rünce bir hitabede bulunmak üzere ayağa kalktı ve (bize) :
«Allah’m câriyelerinden bir câriye üzerine vâcib olan Allah Az-
ze ve Celle’nin (koyduğu) cezâlardan birisi (nin terk edilmesi) hak-
kındaki bu İsrarınız nedir? Muhammed’in nefsi (cam, kudret) elin­
de olan (A llah la yemin ederim ki o kadının tenezzül ettiği şey (hır­
sızlığı a Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’ın kızı Fâtıma te­
nezzül etmiş olsaydı şüphesiz Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) onun elini keserdi,» buyurdu.”
N o t : Z evâ id ’de şöyle d e n ilm iş tir : Bunun senedinde M u h am m ed b in İsh â k
bulunur. B u r â v i ted lisçid ir (v e bunu an’ane ile riv â y e t etm iştir.)

İ Z A H I
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) ’nin hadisini Kütüb-i Sitte sahiple­
rinin hepsi rivâyet etmişlerdir. Hadis metni bâzı rivâyetlerde kısa­
cadır. Hırsızlık eden kadın’ın isminin F â t ı m a olduğu hadis
şerhlerinde belirtilmiştir. Kadın K u r e y ş ’ in B e n î M a h -
z û m isimli büyük bir kabilesinin eşrâfmdan idi. Kadının babası
e l - E s v e d b i n A b d i ’l - E s e d , B e d i r savaşında
Hamza (Radıyallâhü anh) tarafmdan öldürülen bir kâfir idi. Bâ­
zı rivâyetlerde kadmm M e k k e fethi günü (ganimet malmdan)
mücevherat çaldığı, diğer bir kısmı rivâyetlerde ise kullanılıp geri
verilmek üzere emâneten aldığı eşyalan geri vermeyip inkâr etme-

SUnen-i İbn -i M â c e — C . : 7 - F . : 10
146 SÜNEN-t İBN-Î MACE

yi alışkanlık hâline getirdiği belirtilmektedir. Burdaki rivâyette Re­


sûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in evinden kadife çalmıştı.
Hülâsa öyle anlaşılıyor ki kadm defalarca bu suçu işlemişti. İşlediği
suçun mâhiyeti hakkmda geniş bilgi için hadîs kitablanna ve şerh­
lerine baş vurmak uygun olur, kanısındayım. Kadm K u r e y ş ’ e
mensup olduğu için K u r e y ş , onun elinin kesilmesini kendile­
ri için bir leke saydıklarından dolayı, bağışlanması veyâ cezâyı fid­
yeye çevirme gayreti içine girdiler. Bu iş için de Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in sevdiği Ü s â m e b i n Z e y d
(Radıyallâhü anh) ’ı aracı koydular. Ü s â m e ’ nin hâl tercemesi
795 nolu hadîsin izâhı bölümünde verildi. Nihâyet Ü s â m e , ka­
dm hakkmda el kesme cezasının uygulanmaması için Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) nezdinde aracı ve şefâatçı olma cesâre-
tini gösterdi. Fakat Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’den
kınama cezâsmı aldı. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve’s-selâm) İlâ­
hî cezâlann uygulanmasının önemini belirtmek üzere yüksek sesle
bir hitâbede bulundu. Bu hitâbede İ s r a i l oğullarının helâk ol­
malarının n e d e n i n i n cezâ uygulamada adâletsizlik edip eşraftan ve
nüfûzlu kimseler suç işledikleri zaman cezasız bırakmalan, fakat nü-
fûzsuz ve zayıf in s a n l a r suç işledikleri zaman haklarında cezâ tat­
bik etmeleri olduğunu belirtti. Hadîs metninde î s r â î 1 oğullan-
nın hırsızlık suçunu işleyenler hakkmda ayrıcalık ettikleri belirtil­
miş ve diğer suç ve cezâlara değinilmemiş ise de I b n - i D a -
k î k ’ l î d : I s r â î l oğullan, helâk olmalarım gerektiren bir çok
suçlan vardı. Bu itibarla burada helâk olmalarına neden olarak yal­
nız hırsızlık edenler arasmda ayncalık yapmalan gösterilmiş ise de
bana öyle geliyor ki amaç onlarm bütün cezâlarda böyle ayncalık
etmelerini beyân buyurmaktır, der.
Resül-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) nezdinde, kızı F â -
t ı m a (Radıyallâhü anhâ)’m kıymeti çok olduğu için onu örnek
göstermiş ve.- O bile hırsızlık etmiş olsaydı şlini kestireceğini be­
yân buyurmuştur. Bu örnekten maksad İlâhî cezâlann her mükel­
lef hakkmda uygulanmasının önemini ve suçlular arasmda aynca-
lık edilmemesinin gerekliliğini belirtmektir. E l - L e y s b i n
S a ’ d ’ m dediği gibi H z . F â t ı m a ’ yı hırsızlık etmekten yü­
ce Allah korumuştur. Her müslüman bu hadîsi anarken e l - L e y s
b i n S a ’ d ’ m söylediği sözü söylemelidir. Hadîsin sonunda bu­
lunan : «H er müslüman bu sözü söylemelidir» ifâdesini râvî M u -
h a m m e d b i n R u h m ’ un sözü olarak terceme ettim. Bu
sözün e l - L e y s b i n S a ’ d ’ m sözünün devamı olması da
muhtemeldir.
B&b: 7 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 147

Hadîs, İlâhî cezâlann uygulanmaması için yetkililer nezdinde


aracı olmayı yasaklar. Fakat bir suçlunun dâvâsı henüz yetkili ma­
kama intikal etmemiş iken bunun alışkanlık hâline gelmediği ka­
naati hâsıl olursa, yetkili makamlara intikal ettirilmemesinin câiz-
liğine âit bâzı hadisler vardır. Bir had cezâsını gerektiren suç dâvâ-
sı hâkime intikal ettirildikten sonra suç sübût bulmuş ise hâkim
İlâhî cezâyı uygulamak mecburiyetindedir. Suçluyu bağışlaması ve­
yâ fidye karşılığı salıvermesi câiz değildir. Hadîs buna da işâret
eder.
Zevâid nevinden olan M e s ’ û d b i n e l - E s v e d (Radı-
yallâhü anhl’ın hadisinde sözü edilen kadın bir önceki hadiste söz
konusu edilen kadındır.

l'j» A»- (v )

7 — ZİN Â HADDİ (Y A N İ CEZÂSI) N İN BEYÂNI BÂBI

Bu bâbtaki hadislerin tercemesine geçmeden önce Zinâ kelime­


sinin Şer-i Şerifteki mânâsım açıklamayı uygun buldum. Çünkü
halk arasındaki kullanılış yeri ayndır. Şöyle ki; eyli bir erkeğin bir
kadınla veyâ evli bir kadının bir erkekle nikâhsız olarak cinsel iliş­
kide bulunmalarına zinâ denilir. Evli olmayan erkek ile kadmm bir­
leşmesine veyâ evli erkeğin genel ev kadım gibi kötü yoldaki bir ka­
dınla birleşmesine fuhuş denilir, zinâ denilmez. Halbuki yüce dîni-
■'mize göre bunlann hepsine Zinâ denilir. Bunun içindir ki fıkıh âlim­
leri Zinâ’yı şöyle târif etmişlerdir:
Z in â : Şer’î nikâh, mülkiyet ve benzerî olmaksızın erginlik çağı­
na varmış ve deli olmayan bir erkeğin şehvet duyulacak yaşa var­
mış bir kız-kadınla cinsel ilişkide bulunmasıdır. Bu târif zinâ ce-
aâsınm uygulanmasına esas olan târiftir. Çünkü gelecek bâbta ri­
vâyet edilen hadîslerde görüleceği üzere erkeğin erkekle veyâ hay­
vanla birleşmesi gibi gayrd meşrû bir çok fiiller de büyük günah-
lık açısından zinâ hükmündedir.

M es’ûd b in el-Esved ( R A . ) ’m H â l T ercem esi

İb n ü ’l-Acm â künyesi ile m eşhûr olan b u z â t B ey’atü’r-R ıdvân ’a katılan bah­


tiy a r sahâbîlerdendir. M u ’te savaşında şehlâ edildi. R â v is i k ız ı A işe’dir. İbn-i M â-
ceh b u zâ tm hadislerini rivâ yet etm iştir. (B abasının B e d ir’d e k â fir o la ra k öldü­
rüldüğünü yukarda b elirttim . (H ü lâ s a : 374)
SÜNEN-1 ÎBN-Î MÂCE

T E R C E M E S İ

2549) Ebû Hüreyre, Zeyd bîn Hâlid ve Şibl (Radtyallâhü atıküm)’-


den rivâyet edildiğine göre (bu üç sahâbi) şöyle demişlerdir:
Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in yanında idik.
(Bedevilerden) bir adam (hasmı ile birlikte) geldi ve Reşûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e t
(Y â Resülallah), Allah’a yemin ederek Allah’m kitâbı (yâni hük­
mü) ile aramızda hüküm etmeni diliyorum, (Benimle hasmın ara­
smda sulh yoluyla değil de Allah’m hükmü ile hüküm etmedikçe bu
dileğimde İsrar edeceğim), dedi. Hasmı daha dirâyetli ve edebli idi.
O da«
(Y â Resülallah) aramızda Allah’m kitâbı ile hükmet ve bana
izin ver ki (durumu) arzedeyim, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) de (buna hitâben) :
«Söyle», buyurdu. Bunun üzerine söz verilen hasım (yâni ikin­
ci kişi) :
B âb : 7 KİTABÜ-LHUDÛD 149

Benim oğlum bunun yamnda işçi (çoban) idi. V e bunun k a n a


ile zinâ etmiş. Bu nedenle ben (bu adama) yüz koyun ve bir hadim
(câriye) vererek oğlumu kurtardım. Sonra ben ilim ehlinden birkaç
adama sordum. (Henüz bekâr olan) oğluma yüz değnek had (ceza­
sı) ve bir yıl sürgün, bu adamın karısına da recim (taşlamak sure­
tiyle öldürülme cezâsı) nin gerektiği (bu âlimler tarafından) bana
haber verildi, dedi. Bundan sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem),:
«Hayatım (kudret) elinde olan (Allah) a yemin ederim ki, şüp­
hesiz ben, aranızda Allah’m kitâbı (yâni hükmü) ile hükmedeceğim:
Verdiğin yüz koyun ve hâdim (câriye) sana iâde olunur. Oğluna da
yüz değnek vurmak ve bir yıl sürgün gerekir» buyurdu. (Sonra sa­
hâbîlerden Üneys’e de) :
«Y â Üneys bu (bedevi) nin karışma git. Eğer (isnad edilen suçu)
itiraf ederse onu recmet», buyurdu.
(Râvî Hişâm demiştir k i: Sonra Üneys kadına gitti. Kadm da
(jtsnâd edilen suçu işlediğini) itiraf etti. Üneys de kadım recmetti,"

T E R C E M E S İ
2550) “ ... Ubâde bin es-Sâmıt (Radıyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine
göre; Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
« (Zinâ cezâsının hükmünü) benden alınız. Allah şüphesiz o (zi­
nâ eden) kadınlar için bir yol açtı. Bekâr (erkeğin) bekâr (kadm) la
(zinâ etmesi cezâsı) yüz değnek ve bir yıl sürgündür. Seyyib (sa­
hih nikâhla evlenip bir defa olsun eşiyle birleşen erkeğin) seyyib
(kadm) la (zinâ etmesi cezâsı) yüz değnek ve recim (taşa tutulmak
sûretiyle öldürülmesi) dir.»"

İ Z A H I
İlk hadis Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivâyet olunmuştur. Bu sa­
hih hadîs yukarda isimleri anılan üç sahâbî tarafmdan rivâyet edil-
ISO SÜNEN-1 İBN-1 MÂCE

miştir. B u h â r i , M ü s l i m ve E b û D â v û d ’ un riva­
yetlerinde bunlardan Ş i b 1 (Radıyallâhü anhl’ın ismi geçmiyor.
Bunun sebebi ise bu zâtm sahâbî olup olmadığı husûsundaki ihtilâf
olabilir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e mürâcaat eden
hasımlar, O ’nun Allah’m kitâbı ile hüküm buyurmasını istemişlerdir.
Bu istekten amaç O ’nun sulh yoluyla meseleyi hâl etmemesidir. Çün­
kü hâkim basımların rızâsıyla onlar arasmda sulh yapabilir. Hasım-
lar sulh yoluyla değil İlâhi hükümle haklarında karar verilmesini is­
temek üzere bu ifâdeyi kullanmışlardır. Başka bir amaç söz konusu
değildir. Zira, hasımlar da Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se­
lâm )'in İlâhî hükümden başka bir hüküm ve sisteme göre hüküm
vermeyeceğini biliyorlardı. Hadîste.- «Allah’m kitabı ile hüküm ver­
m e» ifâdesi kullanılmıştır. T ı y b i : Burada kitâb’tan maksad
Kur’an-ı Kerîm değil İlâhî hükümdür. Çünkü Kur’an’da zinâ edenin
recmedilmesine dâir bir hüküm yoktur. Kitâb’tan maksad Kur’an-ı
Kerîm olabilir. Bu takdirde hadiste amlan olay zinâ eden muhsan
yâni evlinin recmedilmesine âit âyetin lafzını neshedilmesinden ön­
ce olmuştur, der. ( T ı y b i ’ nin değindiği âyet ile ilgili gerekli bil­
gi 2553 noiu hadîsin izahı bölümünde verilecektir.)

Râvi, ikinci hasmın daha dirâyetli ve edebli olduğunu belirtmiş­


tir. Avnü’l-Mabûd yazan bu nokta hakkında: Ravinin hasımlan
olaydan önce tanıması muhtemeldir. Bunun için ikinci hasmın daha
bilgili olduğunu belirtmiştir. Râvinin maksadı ikinci hasmın bu olay­
la ilgili dînî hükümler konusunda daha bilgili olduğunu beyân et­
mek olabilir. Ya da ikinci hasmın huzur-i saadette daha edebli dav­
ranması ve konuşmak için Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se­
lâm) ’den izin istemesi nedeniyle râvi bunun daha dirâyetli ve edeb­
li olduğunu belirtmek istemiştir, diyerek İrşâdü’s-Sârî’den naklen
bilgi verir.

Hadiste geçen “ Hâdim” kelimesi köle ve câriye mânâlarında kul­


lanılır. Ancak burada câriye mânâsı kasdedilmiştir. Çünkü bâzı ri­
vâyetlerde câriye kelimesi kullanılmıştır.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) fidye olarak verilen


koyunlann ve câriyenin geri verilmesine hükmetmiştir. Bu hüküm
bâtıl ve fâsid akid ile alman malm geri verilmesinin gerekliliğine de­
lâlet eder. Nitekim bu olayda fâsid bir sulh yoluyla ödenen meblâ­
ğın geri verilmesi emredilmiştir.
Hadîsten çıkarılan diğer bir hüküm de bekâr iken zinâ eden kim­
senin cezâsınm yüz değnek dövülmesi ve bir yıl süreyle başka bir
Bâb: 7 KÎTÂBÜ-L’HUDÛD 151

memlekete sürülmesidir. M u h a m m e d b i n N a s r , K û -
f e âlimleri hâriç, sürgün hükmü üzerinde ittifak edildiğini savu­
nur.
Î b n ü ’ l - M ü n z i r : Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se­
lâm) bu olayda Allah’m kitâbı ile hükmedeceğine yemin ettikten son­
ra zinâ eden bekâr kişinin yüz değnek dövülmesine ve bir yıl sür­
gün cezâsına çarptırılmasına hükmetmiştir. Allah’m kitabının yegâ­
ne açıklayıcısı Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’dir. A l­
lah’m kitâbının yegâne açıklayıcısı ve tefsircisi Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm) ’dir. Ö m e r b i n e l - H a t t â b da be­
kâr zâniyi bir yıl sürgüne mahkûm edip minber üzerinde bu hük­
mü ilân etti ve dört halîfe’nin tatbikata böyle devam etti. Sahâbı-
lerden bu hükme karşı çıkan da olmadı. Bu itibarla sürgün hükmü
üzerine icmâ edilmiştir, der.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), sahâbîlerden


Ü n e y s ’ e : İlk hasmın karışma git. Eğer zinâ ettiğini itiraf eder­
se onu recmet, buyurdu, Bu fıkranın zahirine göre Ü n e y s ka­
dının zinâ edip etmediğim araştırmak üzere görevlendirilmiştir. Hal­
buki, zinâ haddmın tatbiki için suçun işlendiği yolunda araştırma
ve suçu meydana çıkarmaya çalışılmaz. Bilâkis zinâ ettiğini itiraf
eden kimseye bu itiraftan dönüş yapma telkinini yapmak müstahab-
tır. Bu itibarla anılan fıkradan maksadın şu olduğu âlimlerce beyân
edilmiş ve yorum yapılmıştır: İkinci hasım ilk hasmın karışma zinâ
isnad etmekle sanık durumuna düşmüştür. İsnad ettiği suç sübut
bulmazsa K âzif haddi olarak kendisine seksen değnek dövülmesi ge­
rekir. Ü n e y s durumu kadına bildirmek ve gereğini yapmak
üzere gönderilmiştir. Eğer kadın zinâ suçunu itiraf etmezse kendi­
sini zinâ ile itham eden tarafın K âzif haddine çarptırılmasını taleb
edebilir veyâ bağışlar. Şâyet zinâ suçunu itiraf ederse o zaman is-
nadda bulunan taraf Kâzif cezasından kurtulmuş olur ve itirafta
bulunan kadın recmedilir. Çünkü evlidir. K a s t a l â n î , ve N e ­
v e v i bu fıkradan maksadın bu olduğunu ve âlimlerin böyle yo­
rum yaptıklarım bildirirler. Hadis, zinâ eden evlinin recmedilmesi
hükmünü de beyân eder.

U b â d e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini M ü s l i m , E b û


D â v û d , T i r m i z i ve N e s â i de rivâyet etmişlerdir.

Bu hadîsin «Allah, şüphesiz o (zinâ eden) kadınlar için bir yol


açtı» cümlesinin aşağıda yazılı N i s â sûresinin 15. âyetine işâret
olduğu, N e v e v i tarafmdan beyân edilmiştir.
152 SÜNEN-t İBN-t MACE

(jl# | a a j j \ I j 4 * £ > I a ) I OüL> ^yJlj

*5L«- jjA HÛİ J*aÇ j l Cj>İI O j*»)! j l>ifw

•Kadınlarınızdan zinâ edenlere, bunu ispatlayacak aranızdan dört


şâhid getirin, şehâdet ederlerse o kadınlan, ölünceye veyâ Allah on­
lar için bir yol açıncaya kadar evlerde tutunuz.»
Eesûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve's-selâm), âyette sözü edilen yo­
lu bu hadiste beyân etmiştir. Bu da bekâr iken zinâ eden erkek ve­
yâ kadının yüz değnek dövülmesi ve bir yıl sürgün edilmesidir. Sa­
hih bir nikâh ile evlenip bir defa olsun cinsel ilişkide bulunduktan
sonraki hayatında zinâ eden erkek veyâ kadının recmedilmesidir.
Hadiste durumu böyle olana Seyyib denilmiştir. Seyyib kelimesinin
asü mânâsı dul demektir. Fakat burda bu mânâ kasdedilmemiştir.
Yukarda anlattığım mânâ kasdedilmiştir.
Yukarda yazdı âyet-i celîlenin mensuh olup olmadığı yolunda
ihtilâf vardır: Bir kavle göre âyet mensuh değildir. Bu hadîs bu
âyetin tefsir ve açıklamasıdır. Yâni âyet, zinâ eden kadınların ölün­
ceye veyâ Allah onlar için bir yol açıncaya kadar evlerde tutulma­
larım emreder. Sonra buyurulan hadîs açüan yolun ne olduğunu
açıklar. Diğer bir kavle göre bu âyetin, hükmü zinâ eden erkek ve ka­
dının yüz değnek dövülmelerini emreden N û r sûresinin 2. âyetiy­
le neshedilmiştir. Bir başka kavle göre bu âyet Seyyib iken zinâ eden­
ler N û r sûresindeki âyet ise bekâr iken zinâ edenler hakkında­
dır.
Bu hadise göre Seyyib iken zinâ eden erkek ve kadına önce yü­
zer değnek vurulur. Sonra recmedilirler. Bir grub âlim bu hadisin
zâhirini tutmuşlardır. A l î b i n E bî Tâlib, Hasan-ı
B a s r î , İ s h â k b i n R â h e v e y h , D â v û d ve Ş â f i î ’ -
nin bâzı arkadaşları böyle hükmedenlerdendir.
Âlimlerin cumhûru ile Seyyib iken zinâ edenlere ayrıca yüz değ­
nek vurmaya gerek yoktur. Onları recmetmek, yâni taşa tutmak sû-
retiyle öldürmek yeterdir. Cumhûrun delili ise 2554, 2555 ve 2558 no­
lu hadisler ve benzerî hadîslerdir. Çünkü bu gibi hadislerde Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in zinâ eden Seyyib’leri recmet-
tîrdiği bildirilmekte ve ayrıca bunlara yüzer değnek vurulduğundan
söz edilmemektedir.
Hadîs zinâ eden bekâr kişinin bir yıl sürgün edilmesinin vâcib-
liğine de delâlet eder. Bu hüküm erkeğe de kadına da şümullüdür.
B âb : 8 KİTÂBÜ-L’HUDÜD 153

Cumhûr’un görüşü de böyledir. Yâni kadm ile erkek arasında bir


fark yoktur. Bir yıl sürgün edilir.
M â l i k ve E v z â î ’ ye göre sürgün cezâsı erkeğe âittir.
Kadm sürgün cezâsma çarptırılmaz. A l î b i n E b î T â 1 i b ’ -
den de bu kavil rivâyet olunmuştur. Bu grubun gerekçesi şudur: Ka­
dm sürgün edilirse kötülüğe mâruz bırakılmış olur. Nitekim yanın­
da mahremi olmadıkça yolculuğa çıkması yasaklanmıştır.
Hadîste «Bekâr erkek, bekâr kadınla zinâ ederse, seyyib erkek
seyyib kadınla zinâ ederse...» hükmü umumidir. Yâni zinâ edenle­
rin bu cezâlara çarptırılması için iki tarafın bekâr veyâ iki tarafın
evlenmiş olması şart değildir. Bekâr kişi ister bekâr bir kimse ile
zinâ etsin ister evli bir kimse ile zinâ etsin onun cezâsı yüz değnek
ve sürgündür. Kezâ evli kişi ister bir bekârla zinâ etsin ister bir evli
ile zinâ etsin onun cezâsı recmedilmesidir.

* L/*' o* 'tA (a)


8 — KENDİ KARISININ” (MÜLKİYETİNDEKİ)
CÂRİYESİYLE CİNSEL İLİŞKİDE BULUNAN
ERKEK H AKKIND A GELEN HADİSLER BÂBI

T E R C E M E S İ
2551) “ ... (Küfe emîri Nûmân bin Beşîr’in kâtibi) Habîb bin Sâlim’den
rivâyet edildiğine göre:

Karısının câriyesi ile cinsel ilişkide bulunan bir adam Numân bin
Beşîr (Radıyallâhü anhümâ) ‘nin huzuruna getirildi. Numân bin Be-
şîr (Radıyallâhü anh) :
Ben bu olay hakkmda ancak Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem )’in hükmü ile hükmedeceğim, diyerek şunu söyledi :
Eğer kadm kendi câriyesini kocasma helâl etmiş ise, ben kocası­
na yüz değnek vurdururum. Şâyet kadm kocasma (anılan temas
için) izin vermemiş ise ben kocasını recmederim, dedi."
154 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2552) “ ... Seleme bin el-Muhabbık ( Radtyallâhü a«A)’den rivâyet edil­


diğine göre:
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e, kansmm câriyesiyle
cinsel ilişkide bulunan bir adamın dâvası arzedildi. Resülullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) adamı had (cezâsı) ile cezâlandırmadı.”

İ Z A H I

Habîb bin S âlim (Radıyallâhü anh) ’m hadisini T i r ­


mizi, Eb û D â v û d ve N e s â i de rivâyet etmişlerdir.
S e l e m e (Radıyallâhü anhl’ın hadîsini ise N e s â i de rivâ­
yet etmiştir. E b û D â v û d da bunun bir benzerini rivâyet et­
miştir.
Birinci hadisin zâhirine göre karışırım iziniyle onun câriyesi ile
cinsel ilişkide bulunan erkeğe yüz değnek vurulur. Şâyet karısının
izni olmaksızın bu işi yaparsa recmedilir. Bilindiği gibi yüz değnek
vurmak bekâr iken zinâ eden kişiye âit had cezâsıdır. Yüz değnek­
ten az olan dövme, tekdir ve takbih gibi cezâlara İslâm ıstılahında
Tazîr denilir. İ b n ü ’ l - A r a b î : N u m â n b i n B e ş i r
( K ü f e emîri iken) kansmm izniyle onun câriyesiyle cinsel iliş­
kide bulunan adama yüz değnek vurmak sûretiyle ona had cezâsı
verme görüşünde değildir. Onun maksadı adamı tazîr ve tedib et­
mektir. Ancak bu tazîr cezâsını yüz değnek vurmak sûretiyle yük­
seltmekle onun hakkmda şiddetli bir tedib uygulamıştır, der. S i n ­
d i , Î b n ü ’ l - A r a b i ’ nin bu sözünü neklettikten sonra: Çün­
kü evli iken zinâ suçunu işleyen kimsenin cezâsı yüz değnek vur­
mak değil, onu recmetmektir. Kansmm izniyle onun câriyesi ile cin­
sel ilişkide bulunan adama recmetme cezâsını vermeyip dövme ce-
zâsmı vermenin sebebi şu olabilir: Kadın kendi câriyesiyle cinsel
ilişkide bulunma iznini kocasına verince câriyesinin kadınlığından
yararlanma hakkını kocasma vermiş olur. Bu iş ise fâsid ve bâtü bir
B âb : 8 KtTÂBÜ-L’HÜDÛD 1SS

akid olmakla beraber bir nevi şüpheli cinsel ilişki sayılır. (Şüpheli
cinsel ilişkiye bir misâl olarak şunu gösterebiliriz: Bir adam karan­
lık bir odada yatan bir kadını kendi karısını zan ederek onunla Cin­
sel ilişkide bulunur. Sonra da yanıldığım anlar ve başka bir kadm
olduğu anlaşılır.) îşte böyle bir şüpheli temas sayıldığı için adama
Tazîr cezâsı verilmiş olur, der.

KARISININ İZNİYLE ONUN CÂRİYESİYLE CİNSEL


İLİŞKİDE BULUNAN A D A M H AK K IN D A U YG U LAN AC AK
CEZÂ KONUSUNDAKİ İLM Î GÖRÜŞLER

Avnü'l-Mabûd yazan bu konuda şöyle d e r :


“Âlim ler bu konuda ihtilâf etmişlerdir: T i r m i z î , A l î
b i n E b î T â l i b ve İ b n - i Ö m e r ’ in dâhil olduğu sa-
hâbîlerden bâzı zâtlara göre karısının izni olsun olmasın bu işi ya­
pan adam recmedilir. İ b n - i M e s ' û d ’ a göre adama had ce-
zâsı verilmez. Tazîr ve tedîb edilir. A h m e d ve İ s h â k ise
N u m â n b i n B e ş i r ’ den bu hadîste rivâyet edilen hükmü
benimsemişlerdir, der.
T i r m i z î . - Bu hadîs muztaribtir. B u h â r i ; K a t â d e ’ -
nin H a b î b ’ ten hadîs işitmediğini ve ancak H â 1 i d b i n
U r f u t a vâsıtasıyla ondan hadîs rivâyet ettiğini söyledi, der. H â -
l i d b i n U r f u t a ise mechûldür. B u h â r i : Ben bu ha­
dîsten sakınırım, dedi, diye bilgi vermektedir. H a t t â b î de bu
hadîs munkatidir. Âlimlerin uygulaması bu hadise göre değildir,
der.
S e l e m e bin e l - M u h a b b ı k (Radıyallâhü anh) ise
câriyesiyle cinsel ilişkide bulunan adama Resûl-i Ekrem
k a r ıs ın ı n
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in had cezâsı vermediğini rivâyet eder.
E b û D â v û d da bunun bir benzerini ayni râvîden rivâyet et­
miştir. Fethü’l-Vedûd’da beyân edildiğine göre B e y h a k i ken­
di süneninde: Tâbiîlerden sonra gelen fıkıhçılarm hepsi bu hadîsle
amel etmemek için ittifak etmiş olmaları bu hadîsin, had hakkında
gelen hadîslerle mensûh olduğuna delildir, dedikten sonra, bana ula­
şan habere göre bu hadîs hükmü had cezâlan konulmadan örvce
idi.
Numân bin Beşir (Radıyallâhü anh) ’m hâl terceme­
si 112 noiu hadis bölümünde geçti. S e l e m e b i n e l - M u h a b -
b ı k veyâ e l - M u h a b b a k (Radıyallâhü anh) E b û S i -
156 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

n â n e l - H ü z e l i e l - B a s r î ’ nin 12 hadisi vardır. Râvisi


oğlu S i n â n ile H a s a n - ı B a s r i ' d i r . E b û D â v û d ,
N e s â î ve İ b n - i M â c e h onun hadislerini rivâyet etmiş­
lerdir. (3)
(\)

9 — (ZİNÂ EDENİ) RECMETME BÂBI

TERCEMESİ
2553) (Abdullah)"bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)’daxı rivâyet edil­
diğine göre:
Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) (halife iken Medîne-i Mü-
nevvere’deki Mescid-i Nebevî’de bir Cumâ hutbesinde) şöyle demiş­
tir :
(Ey müslümanlar) Şüphesiz ben şundan korkanm : Halkın üze­
rinden uzun bir zaman geçer de nihayet bir adams Ben Allah’m ki-
tâbında (zinâ eden evliyi) recmetme (hükmünü) bulmuyorum, der
ve bu yüzden halk Allah’m farizalarından birisini terketmekle da­
lâlete giderler. Bilmiş olun ki (Zinâ eden) kişi muhsan (evlenmiş)
olup beyyine (dört erkek şâhid). veyâ gebelik, ya da itiraf olduğu
zaman şüphesiz recmetmek haktır. Şüphesiz ben recm âyetini oku­
dum. Âyet şudur .•
«Şeyh ve Şeyha (yâni muhsan erkek ve kadın) zina ettikleri za­
man onlan muhakkak recmediniz.»
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) recmetti ve O’ndan son­
ra da biz recmettik.’’

(3) Hülâsa: 149


B âb: 9 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 157

î Z A H I
Bu hadîs Kütüb-i Sitte’nin hepsinde rivâyet edilmiştir.
Ö m er bin e l-H a ttâ b (Radıyallâhü anh) ’m bu sözü
M e d î n e - i M ü n e v v e r e ’ de bir Cumâ hutbesinde irâd
ettiği hutbenin bir parçasıdır. B u h â r i bu hutbeyi ve bunu irâd
etmeğe neden olan olayı Hudûd kitâbmda rivâyet etmiştir.
N e v e v i bu hadîsin izahı ile ilgili olarak: Recm âyeti lafzı
neshedilip hükmü kalıcı olan âyetlerdendir. Bâzı âyetlerin ise hük­
mü neshedilmiş olup lafzı kalıadır. Yâni mushafta yazıbdır, oku­
nur. Fakat hükmü yürürlükte değildir. Lafzı ve hükmü neshedilmiş
olan âyetler de vardır. Lafzı neshedilmiş olan âyetler, cünübün oku­
ması ve abdestsizin ellemesi haramlığı gibi hususlarda Kur’an-ı Ke­
rim hükmünde değildir. Sahâbîlerin rea n âyetini mushaflarda yaz­
mamış olmaları, lafzı neshedilen âyetlerin mushafta yazılmaması-
nın gerekliliğine delâlet eder. Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’m min­
ber üzerinde Recm hükmünü ilân etmesi, orada bulunan sahâbîle­
rin ve diğer cemâatin bu ilâna karşı çıkmayıp susmaları Recm hük­
münün ispatına delildir, der.
ö m e r ’ in : “Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) recm
hükmünü uyguladı ve O'ndan sonra da biz uyguladık” sözü Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’sLsalâtü ve’s-selâm)’den sonra Recm hükmü üzerin­
de İcmâ oluştuğuna delildir.
N e v e v i : Ö m e r (Radıyallâhü anh)’m korktuğu husus
meydana geldi. Çünkü hâricîler recm hükmünü inkâr ettiler. Bu
da Ö m e r ’ i n kerâmetlerindendir. Ö m e r ’ in geleceğe âit bu
bilgiyi Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’den almış olması
da muhtemeldir, der.
Ö m e r bu hadîste: «Zinâ eden kişi Muhsan olduğu zaman»
der. Muhsan kelimesini bundan önceki bâblarda târif etmiştim. Tek­
rar hatırlatayım:
Muhsan: Aklı olup erginlik çağma varan ve hür bir kadınla ev­
lenip bir defa olsun onunla cinsel temasta bulunmuş kimsedir. Biz
bu dört şartı tercemede belirtemediğimiz için bâzen Muhsan kelime­
sini «Evli» diye terceme ediyoruz. TabU bu tam karşılığı değildir.
Çünkü evvelce evlenmiş olup sonra dul kalan kişi dul iken zinâ eder­
se gene M uhsan sayılır. Muhsan kadm da böyledir. Yâni akb olup
erginlik çağma varan hür bir kadm sahih bir nikâhla bir erkekle
evlenip bir defa olsun cinsel ilişkide bulundu mu artık o kadm Muh­
san sayılır.
158 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Öme r (Radıyallâhü anh) muhsan erkek veyâ kadm zinâ et­


tikleri takdirde bu suçlan sâbit olursa recmedilir, der ve suçun sü-
butu için delîl olarak şâhidler, gebelik ve itirafı gösterir. Şâhidlerin
dört erkek olması üzerinde ittifak ve icmâ vardır. Erkek şâhid sa­
yısı daha az olursa sanıklara had cezâsı verilmez. Zinâ suçunun sü-
bûtu için gebelik yeterli delil sayılır mı, sayılmaz mı? Bu hususta
ihtilâf vardır. Şöyle ki, ö m e r b i n e l - H a t t â b , M â l i k
ve arkadaşlan: Bilinen kocası bulunmayan bir kadm hâmile çıkar
ve isteği dışında ırzına tecâvüz edildiği bilinmezse ona had cezâsı
verilir. Ancak kadm memleketin yabancısı, olup kocalı olduğunu ve­
yâ bir. erkeğin câriyesi olduğunu iddiâ ederse had edilmez, demiş­
lerdir.
Cumhûr’a göre" kadmm sırf hâmile çıkması ile had cezâsı uygu­
lanmaz. Onun had cezâsma çarptırılması için ya itirafta bulunması
veyâ dört erkek şâhidin usûlüne göre şâhidlik etmeleri şarttır. Cum­
hûrun delili ise had cezâlarmm şüphelerle defedilmesine dâir gelen
hadîslerdir.
Ş e v k â n î : Bu söz Ö m e r (Radıyallâhü anh)’a âittir.
Canların helâk olmasma yol açan had cezâlan gibi önemli olaylar
için bir sahâbînin sözü yeterli değildir. Ö m e r ’ i n bu sözü, sa-
hâbîlerden bir cemâatin huzûrunda söylemiş olması ve bu söze kar­
şı çıkılmamış olması durumu icmâ’m oluşmasını gerektirmez. Çün­
kü bu kitabın bir çok yerinde belirttiğim gibi ictihâd meselelerinde
o ictihâda muhâlif kalanların karşı çıkması şart değildir, der.
Üçüncü delil olan itirafa gelince, bu, kişinin zinâ ettiğini itiraf
etmesi ve bundan dönüş yapmaması demektir. Muhsan iken zinâ et­
tiğini itiraf eden kişinin recm edilmesinin gerekliliği üzerinde icmâ
edilmiştir. Kişinin bu itirafı dört defa tekrarlanmasının gerekliliği hu­
sûsunda da ihtilâf vardır. Yâni bâzı âlimlere göre bir kez itiraf ye-
terlidir. Bunu dört defa tekrarlaması şart değildir.
Lafzı neshedilmiş olmakla beraber hükmü bâki ve kalıcı olan
recm âyetinin mânâsı şöyledir: «Şeyh ve şeyha (Yâni muhsan er­
kek ve kadm) zinâ ettikleri zaman onlan muhakkak recmediniz.»
Bâb : 9 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 159

T E R C E M E S İ

2554) Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine göre;


Mâiz bin Mâlik (el-Eslemî). Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’\n yanı­
na gelerek:
(Y â Resülallah) ben şüphesiz zinâ ettim, dedi. Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ondan yüz çevirdi. (Yâni söylediği söz
üzerinde durmadı.) Sonra M âiz (gene) : Şüphesiz ben zinâ ettim, de­
d i Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (gene) ondan yüz
çevirdi Daha sonra M âiz (tekrar) : Ben şüphesiz zinâ ettim, dedi
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (tekrar) ondan yüz çe­
virdi. Sonra M â iz: Ben zinâ ettim, dedi. Peygamber (Sallallahü A ley­
hi ve Sellem) (gene) ondan yiiz çevirdi. Nihâyet M âiz dört defa ik­
rar edince Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun recme-
dilmesini emretti. Sonra Mâiz (götürülüp) taşlanınca, (dayanama­
yıp) geri kaçtı. Elinde bir deve çene kemiği bulunan bir adam (Ab­
dullah bin Üneys) ona yetişip vurdu ve yere yığdı. (Böylece öldürül­
dü.) Taşlann kendisine verdiği ızdıraba dayanamayıp kaçışı sonra­
dan Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e anlatılınca bu­
yurdular k i:
«Niçin onun peşini bırakmadınız» (belki itirafından dönüş ya­
pardı. Allah da onun tevbesini kabul ederdi.»« ’’

İ Z A H I

Bu hadisi T i r m i z i de rivâyet etmiştir. M â i z ’ in rec-


mine dâir hadisi Kütüb-i Sitte sahipleri müteaddid sahâbilerden, de­
ğişik senedlerle ve benzer cümlelerle rivâyet etmişlerdir. Bu hadis
de evlenmiş iken, yâni Muhsan iken zinâ eden kimsenin recmedilme-
sinin gerekliliğine delâlet eder. M â i z zinâ ettiğini itiraf edip bu
itirafı dört defa tekrarlamış ve bundan sonra recmedilmesi emredil­
miştir. İtirafın dört defa tekrarlanmasını şart koşanlar bu hadîsi de­
lil göstermişlerdir. M â i z ’ in taşlanınca kaçtığım duyan Resûl-i
160 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’i n : «Niçin onu bırakmadınız» em­


rini delil gösteren âlimler: Zinâ ettiğini ikrar eden ve bu ikrarına
dayanılarak had edilen suçlu kaçtığı zaman peşi bırakılır. Suçlu yap­
tığı ikrardan dönüş yaptığım söylerse salıverilir. Aksi takdirde tâ-
kip edilip recmedilir. Ş â f i î ve A h m e d ’ in kavli budur.
M â 1 i k ’ in meşhur kavline göre suçlu kaçınca peşi bırakılmaz
ve recmedilir. Başka görüşler de vardır.
Mâl i k ve Ş â f i i ’ ye göre suçlunun zinâ ettiğini bir defa
ikrar etmesi yeterlidir. Bunu dört defa tekrarlaması şart değildir.
Yâni bir defa itiraf etmesi onun suçluluğunu ispatlamış olur.
‘ E b û H a n i f e, A h m e d ve İ s h â k ise bu ve ben­
zeri hadîsleri delil göstererek ikrarın dört defa tekrarlanması şart­
tır, demişlerdir. Hattâ H a n e f î âlimlere göre ikrarın dört ay­
rı meclislerde tekrarlanması şarttır. Hadîsten çıkarılan hükümler
hakkında geniş bilgi almak isteyenler B u h â r î ’ nin el-Fetıh
şerhine başvurabilirler.

T E R C E M E S İ

2555) “ ... İmrân bin Husayn (RadtyaUâhü a«A)’den rivâyet edildiğine


göre:
Bir kadm Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in huzûruna
gelerek zinâ ettiğini itiraf etti. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) kadının üstündeki elbisenin onun üzerinde sıkıca bağlanma­
sını emretti. Sonra kadım recmettirdi. Daha sonra kadının cenâzesi
üzerine namaz kıldı."

İ Z A H I
Bu hadisi M ü s l i m , T i r m i z i , E b û D â v û d ve
N e s â i de rivâyet etmişlerdir. Bâzı rivâyetlerde kadının ğ â m i -
d i y y e kabilesinden olduğu, diğer bâzı rivâyetlerde C ü h e y n e
Bftb: İd KİTÂBÜ-L’HUDÛD 161

kabilesinden olduğu belirtilmektedir. N e v e v i * nin beyânuıa


göre G â m i d i y y e kabilesi C ü h e y n e kabilesinin bir ko­
ludur.
Kadının üstündeki elbisenin sıkıca bağlanması sebebi ile ilgili
olarak en-Neyl yazan : Bundan maksad kadmm çıplak vücûdunun
recm esnâsmda açılmamasıdır. Bunun içindir ki Cumhur’a göre ka­
dm oturtularak recmedilir. Erkek ise ayakta dikilerek recmedilir.
N e v e v i , kadmm oturtularak recmedilmesi husûsunda âlimlerin
ittifak hâlinde olduğunu söylemiştir. Fakat hadislerde buna delâlet
edecek bir cümle yoktur. Şüphesiz örtünme açısından kadmm otur­
tulması en uygun okundu, der.
Bâzı rivâyetlerde kadmm hâmile iken zinâ itirafında bulundu­
ğu ve doğumunu yapıncaya kadar recm cezâsınm ertelendiği belir­
tilmektedir. Hattâ bâzı rivâyetlerde kadm doğumunu yaptıktan son­
ra cezâsınm uygulanması için vâki mürâcatı üzerine Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), çocuğu yemek yiyebilecek yaşa gelin­
ceye kadar kadmm cezasını tekrar ertelemiştir, deniliyor.
Buradaki rivâyette kadmm gebeliği belirtilmemekte ise de diğer
rivâyetlerde bu durum belirtilmiştir. Hadis, Muhsan iken zinâ ede­
nin cezâsınm recm olduğuna delildir.

( ' *)
10 — (ZİN Â EDEN) YAHÛDÎ ERKEK VE
K AD IN I RECMETME BÂBI

T E R C E M E S İ
2556) “ ... (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâyâa.n\ Şöyle de­
miştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (zinâ eden) bir ya-
hûdî erkek ile bir yahûdî kadım recmettirdi. Ben onlan recin eden­
lerdenim. (And olsun İd) ben, recmediien erkeğin (atılan) taşlara
karşı kendini recmediien kadına siper ettiğfaıi gördüm.”

Sünen-i İbn -i M â ce — C . : 7 - F . : 11
162 SÜNEN-t ÎBN-Î MÂCE

T E R C E M E S İ

2557) ... Câbir bin Semûre ( Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:


Gerçekten Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (zinâ eden)
bir yahûdi erkeği ve bir yahûdî kadını recmettirdi.”

T E R C E M E S İ
2558) *... Berâ’ bin Âzib ( Radıyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), yüzü kömür ile karar­
tılmış ve değnekle dövülmüş bir yahûdî erkeğin yanından geçti. Son­
ra yahûdileri çağırtıp (onlara)
-Siz kitâbınız (Tevrât)da zinâ edenin cezasını böyle (mi) bulu­
yorsunuz?» buyurdu. Yahûdîler:
Evet, diye cevab verdiler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-
salâtü ve’s-selâm) onlann âlimlerinden (Abdullah bin Surya isimli)
bir adamı çağırtıp (ona) :
B&b: 10 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 163

«Mûsâ’ya Tevrat indiren Allah’a yemin ettirerek sana soruyorum.


Siz (Tevrat’ta) zinâ edenin cezasını böyle mi buluyorsunuz?» buyur­
du. Adam*
Eğer bana böyle yemin ettirmen olmasaydı ben (gerçeği) sana
bildirmezdim, biz kitâbımız (Tevrat) da, zinâ edenin cezasını recmet-
mek olarak buluyoruz. Lâkin eşrafımız arasmda recim cezâsı çoğal­
dı. Bunun özerine artık eşraftan olan kimseyi (zinâ suçuyla) yaka­
ladığımız zaman onu bırakıyorduk ve zayıf kimseyi (zinâ suçundan)
yakaladığımız zaman onun hakkmda recim cezasını uyguluyorduk.
Sonra biz Gelin eşraftan olana ve olmayana tatbik edeceğimiz bir
cezâ şekli üzerinde ittifak edelim, dedik. Sonra recim cezâsı yerine
yüzü kömürle karartma ve değnekle dövme cezâsı üzerine ittifak
ettik, d edi Bundan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) .-
»Allahım. Yahûdîler senin emrini öldürdükleri (uygulamadık­
ları) zamanda, senin emrini ilk ihyâ eden (uygulayan) benim,» bu­
yurdu ve zâni yahûdînin recmedilmesine hükmetti de bu hüküm in­
fa z edildL”

tZ A H I

İbn-i Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’m hadisini B u h â r i ,


M ü s l i m , T i r m i z i ve E b û D â v û d da rivâyet etmiş­
lerdir. C â b i r (Radıyallâhü anh) ’m hadisini T i r m i z i de
rivâyet etmiştir. B e r â (Radıyallâhü anhl’m hadîsini M ü s ­
l i m , E b û D â v û d ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir.
Zinâ eden kadının isminin B ü s r e olduğu el-Fetih'te beyân
edilmiştir. Fakat bu kadında zinâ eden erkeğin ismi hakkmda bir
bilgi edinemedim. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) tara­
fmdan çağırtılan yahûdi âlimin A b d u l l a h bin S u r y a
olduğu hadis şerhlerinde belirtilmiştir. Zinâ eden kimsenin cezâsı-
nın T e v r â t ’ a göre ne olduğu yolunda Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-
salâtü ve’s-selâm) tarafmdan yahûdi âlime soru sorulması ile ilgili
olarak N e v e v i şöyle d e r :
“Â lim le r: Bu soru ne yahûdileri taklid etmek içindir, ne de T e v -
r â t ’ taki hükmü onlardan öğrenmek içindir. Bu soru yahûdilerin
zinâ suçunu işleyenlere uyguladıkları cezânın T e v r a t ’ a ters
düştüğünü onlara itiraf ettirmektir. Zinâ eden kimsenin recmedilme­
sine dâir T e v r â t âyetinin o günkü M e d i n e ve çevresi
yahûdilerinin ellerinde bulunan T e v r â t nüshalarında mevcut
164 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

olduğu ve tahrif edilmediği, vahiy yoluyla Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-


salâtü ve’s-selâm) ’e bildirilmiş olabilir. Yahûdîlerden müslüman olan
bilginlerin bu durumu, yâni zinâ cezâsma dâir âyetin elde mevcut
T e v r â t nüshalarında bulunduğunu Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-sa­
lâtü ve’s-selâm) ’e arz etmiş olmaları ihtimali de vardır, demişlerdir.”
Avnü’l-Mabûd yazan da bu hadislerin şerhinde özetle şöyle d e r :
‘‘ T a b e r â n î ve başkasının rivâyet ettikleri E b û H ü r e y -
r e (Radıyallâhü anh) ’m bir hadisine göre T e v r â t ’ taki recim
âyeti meâlen şöyledir: Muhsan ve muhsana — yâni evlenmiş erkek
ve evlenmiş kadm — zinâ ettikleri ve bu suçlan şâhidlerle ispatlan­
dığı zaman recmedilirler. Kadm gebe olursa, doğum yapıncaya ka­
dar cezâsı ertelenir.”
İslâm şeriâtma göre de hüküm böyledir. Yâni muhsan olmayıp
bekâr olan erkek veyâ kadm zinâ ettiği zaman recmedilmez. Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) zinâ ettikleri sâbit olan yahûdî
erkek ve kadını recmettirdiğine göre bunlar muhsan idi.
Hadîsler, muhsan iken zinâ eden kişinin recmedilmesi için müs­
lüman olmasının şart olmadığına delâlet ederler. Ş â f i î ve A h ­
m e d ’ in kavli de böyledir. ( H a n e f i l e r ’ den E b û Y û s u f
da böyle hükmetmiştir.)
M â l i k î l e r ve H a n e f î l e r ’ in çoğu ise recim cezâsının
uygulanması için suçlunun müslüman olması şarttır. Bu iki mezheb
âlimlerine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) sözü edi­
len yahûdîleri T e v r â t hükmü gereğince recmettirmiştir. İs­
lâm’ın hükmünü uygulamış değildir. Bu âlimler bu hadîslere böyle
cevab veriyorlar. Fakat bu cevab tatmin edici değildir. Çünkü kâfir­
ler arasmda Kur’an ile hükmedilmesi; J^*| iç ^£>1 j l j
âyetinde emredilmiştir.

11 — SÜBÛT BULM AM AKLA BERABER ZİNAKÂRLIĞI


ŞUYU BULAN KİMSE (H AKKIND A GELEN
HADÎSLER) BÂBI
Bâb : 11 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 165

. O UT«Jl»j i »sh-l: jîljj)! j

T E R C E M E S İ
2S59) "... (Abdullah) bin Abbâs ( Radtyallâhü anhümâ) ’dan rivâyet edil­
diğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«(Zinâ suçundan dolayı) herhangi hir kimseyi şâhidsiz (ve iti­
raf sız) recmetmiş olsaydım falan kadını recmedecektim. Çünkü ko­
n u c a tarzından, vaziyetinden ve yanma girenlerden dolayı cidden
kendisinden şüphe meydana gelmiştir.»
Not: Bunun senedinin sahih ve râvilerinin sıkâ olduğu, Zevâid’de belirtil­
miştir.

T E R C E M E S İ
2560) “ ... el-Kâsım bin Muhammed (bin Ebibekr-i Sıddık) (Radtyallâ­
hü anhüm)’den; Şöyle demiştir:
(Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) liân işlemi üşü­
lünce lânetleşen k an -k oca kıssasını anlattı. Bunun üzerine (Abdul­
lah) bin Şeddâd (bin el-Hâd), İbn-i Abbâs’a :
Hakkmda, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’i n : « (Zinâ
suçundan dolayı) her hangi bir kimseyi şâhidsiz (ve itirafsız) rec­
metmiş olsaydım bu kadını recmedecektim» buyurduğu kadm o (an­
lattığın kadın mı) dır? diye sordu. İbn-i Abbâs:
(H ayır). Rivâyet ettiğin hadîste sözü edilen kadm, (kötülük be­
lirtilerini) açığa vuran bir kadındır.”
N o t: Bu hadis Buhâri, Müslim ve başka hadis kitablannda da vardır.
166 SÜNEN-1 İBN-1 MÂCE

İ Z A H I
İlk hadîs Zevâid türûndendir. İkinci hadis, notta belirtildiği gibi
B u h â r i ve M ü s l i m ' d e de rivâyet olunmuştur.
Bu bâbın başlığında geçen “Fâhişe" çok çirkin günah, hayâsız­
lık ve zinâ mânâlarına gelir. Burada zinâ mânâsı kasdedilmiştir. İz ­
hâr kelimesi ise bir şeyi açığa vurmak mânâsmadır. Âlim ler bura­
daki «fuhuşun izhârı» ifâdesini şâhidler veyâ suçlunun itirafı yo­
luyla sübût bulmamakla beraber zinâ suçunu işleme belirti ve alâ­
metlerinin meydana çıkması, şuyu bulması, mânâsına yorumlamış­
lardır. Bu yorum dikkate alınarak başlığın tercemesi yapıldı.
İkinci hadiste sözü edilen Liân işlemi Sünen’imizin Talâk kitâ-
bının 27. babında etraflıca anlatılmış ve lânetleşen kan - koca kıssa­
sı da orada rivâyet edilen 2066 ve 2067 noiu hadislerde anlatılmıştır.
2067 noiu hadîsin râvisi yine İ b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh) ’-
dır. İ b n - i A b b â s söz konusu olayı orada anlatmıştır. Ola­
yın mâhiyetini öğrenmek isteyen ve Liân işlemi hakkında gerekli bil­
gi edinmeyi arzulayanlar oraya mürâcaat edebilirler. Orada belirtil­
diği gibi H i l â l bin Ü m e y y e (Radıyallâhü anh), karısı
H a v l e b i n t - i  s i m ’ m Ş e r i k b i n S e m h â isimli
bir erkekle zinâ ettiğini iddiâ etmiş ve bunun üzerine H i l â l ile
kansı arasmda Liân işlemi tatbik edilmiştir. Hâmile kalan kadm zi­
nâ ettiği iddiâ edilen Ş e r i k ’ e benzeyen bir çocuk doğurmuştur.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm); «Eğer A l­
lah’m Kitâb’mın (Liân) hükmü inl|§k edilmemiş olsaydı benimle bu
kadm için bir durum (yâni kadmSrecmetme işi) olacaktı.» buyur­
muştur.
İ b n - i Ş e d d â d bu kıssayı t b n - i A b b â s ’ tan din­
ledikten sonra rivâyet ettiği burdaki hadisin, yâni 2560 noiu hadi­
sin de sözü edilen H a v l e hakkında buyurulduğunu zan etmiş ve
durumu î b n - i A b b â s ’ a sormuştur. I b n - i A b b â s ise
t b n - i Ş e d d â d ’ ın rivâyet ettiği bu hadisin sözü edilen H a v -
1 e hakkmda olmayıp fuhuşçuluğu sâbit olmamakla beraber şuyu
bulan bir kadm hakkmda buyurulduğunu açıklamıştır.
Soru sâhibi A b d u l l a h b i n Ş e d d â d b i n e l - H â d ’ın,
t b n - i A b b â s ’ m teyzesi oğlu olduğu, el-Fetih’te beyân edil­
miştir.
Bu bâbta rivâyet edilen hadîslerde sözü edilen kadmm ismi hak­
kmda bir bilgi edinilemediği, e l - H â f ı z tarafmdan ifâde edil­
miştir.
Bâb: 12 KÎTÂBÜ-L’H U D Û D 167

El-Fetih’te belirtildiği gibi bu hadislerden çıkan hüküm şudur;


Bir kimse zinâ suçuyla itham edilse bile usûlüne uygun bir şekilde
şehâdet edecek dört şâhidin ifâdesiyle veyâ sanığın itirafıyla suçu
sâbit olmadıkça had cezâsı verilemez.

df ( ' T)
12 — LÛT K A V M İN İ (LİV Â T A ) İŞİNİ İŞLEYEN (İN
HÜKMÜNÜ BEYÂN EDEN HADÎSLER) BÂBI

L û t (Aleyhisselâm) bir peygamberdir. Onun kavmi livâta fii­


line düşkündü. Bilindiği gibi erkeğin erkekle cinsel ilişkide bulun­
masına livâta denilir. Erkeğin kadınla bu nevî cinsel ilişkide bulun­
masına da livâta denilir. L û t Peygamber’in kavmi arasmda bu
çirkin fiil çok yaygın olduğu ve insanlık tarihinde ilk olarak bu ka­
vim tarafmdan işlendiği için bu çok kötü fiile “ Lût kavminin ameli”
ismi de verilmiştir. Bu bâbta rivâyet edilen hadîsler bu çirkin fiili iş­
leyen tarafların müstehak oldukları cezânın mâhiyeti bildirilmekte­
dir. Sözü edilen cezâ konusuna dâir ilim ehlinin görüşleri hadîslerin
izahı bölümünde verilecektir. Şunu da ifâde edeyim ki, hadîslerin
tercemesi veyâ izahı bölümünde “Livâta” veyâ “Lût kavminin ameli”
ifâdesini kullanırken erkeğin erkekle cinsel ilişkisi ve erkeğin kadın­
la bu tür cinsel ilişkisi anlamım kasdediyorum. Çünkü erkeğin erkek­
le cinsel ilişkide bulunması yasak olduğu gibi erkeğin kadmla bu
tür, yâni dübür yoluyla cinsel ilişkide bulunması kesinlikle haram­
dır. Bir erkek kendi helâlı olan karısıyla da böyle bir cinsel ilişkide
bulunamaz. Bulunduğu takdirde çok çirkin ve büyük bir günah işle­
miş olur.

j İU ı_- :yi i rtUOP İh s p 13


i. -» .»'*•? ı<> .. - ^ > , . .' * •
, osl J o i - l o - U D® û* ‘ İ J * vi.' O*
# ' ‘ » — * <■''*<' ^ ' *
. « £ * / -*>-3 <>* »

T E R C E M E S İ

2561) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivâyet edil­


diğine göre; Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Kimin Lût kavminin amelini işlediğini bilirseniz, bu (çirkin) fii­
li işleyeni de kendisi ile bu fiil işleneni de öldürünüz.»”
168 SÜMEN-t İBN-İ MÂCE

c? **' ■£* uL-**' * tr*£ — Tö*Vf

fj* îP Îp 4 c$J' (i £H îr 1'O* ‘ ~*J.J* t i' â* ‘ V.' ‘ J:r- 'c f Z * ^


. « Cjr i*>*\>' . 3^-V'j 'j * j' s»31» . J»Jİ

T E R C E M E S İ

2562) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivâyet edildiğine güre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml Lût kavminin (çirkin)


amelini işleyen kimse hakkmda s
«Üsttekini ve alttakini recmediniz. Her ikisini de recmediniz» bu­
yurmuştur.”

' a ı?. Ş */ji' t-.lv;j- 3 '> j‘ - t »ir


^JÎî ! 3^ i ^ «If JlV 0 * * jf * * & ‘-f i*' f't* ‘ A;* Ü'

• t i» / ^y ^ tf Ciy-l o [ » ^*§| <*' î)j~>

T E R C E M E S İ

2563) «... Câbir bin Abdillah (RadtyaUâhü anhümâ)’ûm rivâyet edildi­


ğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

« Ü m m e t i m için en çok korktuğum şeyderden birisi) Lût kavmi-


nin ameli (ni işlemesi) dir.»”

İ Z A H I

İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)’m hadîsini E b û D â ­


v û d , T i r m i z i , N e s â i , A h m e d , H â k i m ve B e y -
h a k i de rivâyet etmişlerdir. E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü
anh) ’m hadisini T i r m i z i tâlikan rivâyet etmiştir. H â k i m
de bunu rivâyette bulunmuştur. C â b i r (Radıyallâhü anhl’ın
hadisi T i r m i z i tarafmdan da rivâyet edilmiştir.
İlk iki hadisin zâhirine göre erkek erkekle veyâ kadınla livâta
denilen çirkin cinsel ilişkide bulunduğu takdirde iki tarafın da kat­
ledilmesi gerekir.
Bâb: 13 k İ t A b ü -l h u d û d 169

Tuhfe ve Avnü’l-Mabûd yazarlarının naklen beyânlarına göre


Şerhü’s-Sünne’de konu hakkında şu bilgi verilm iştir:
“Livâta suçunu işleyen homoseksüelin had cezâsınm tâyin ve
tesbiti husûsunda ihtilâf vardır. Şöyle k i :
1. E b û Y û s u f , M u h a m m e d ve en kuvvetti kavlin­
de Ş â f i i : Livâta suçunu işleyen failin cezâsı zinâ edenin cezâ-
sıdır. Yâni fâil bekâr ise yüz değnekle dövülür. Muhsan, yâni evlenip
eşiyle bir defa olsun cinsel ilişkide bulunmuş olduktan sonraki haya­
tında livâta suçunu işlemiş ise recmedilir. Kendisiyle bu çirkin iş
yapılan taraf erkek olsun kadm olsun yüz değnekle dövülür ve Ş â -
f i î ’ ye göre aynca bir yıllık süreyle sürgüne tâbi tutulur.
2. M â l i k , A h m e d ve Ş â f i î ' nin diğer bir kavline
göre bu işi işleyen taraflar bekâr olsun veyâ olmasın recmeditirler.
Ş â f i i ’ nin üçüncü bir kavime göre taraflar ilk hadisin zâhiri ge­
reğince katledilirler."
H a n e f i l e r ’ i n bir diğer kavline göre bu suçu işleyenler
hâkimin takdir edeceği bir şekilde tazir ve teşhir ile hapis cezâsma
çarptırılır. Suçun tekerrürü hâlinde tazîr cezâsı olarak kılıçla öldü­
rülür.
Ebû B e k ir - i S ı d d i k , A l i bi n E b i T â l i b (Ra-
dıyallâhü anhümâ) gibi büyük zâtların dâhil olduğu sahâbilerden
bir cemâata göre bu suçu işleyen taraflar kılıçla katledilirler.
Âlimlerin görüşleri ve bu çirkin suçun zararları hakkmda gerek­
li bilgi, A b d u r r a h m a n e l - C e z e r î ’ nin dört mezhebin
fıkhına, âit eserinin Hudûd kitâbmda verilmiştir. Oraya mürâcaat edi­
lebilir.

jî1o**fj* ^ j 1<y 0r)


13 — MAHREMİ CYÂNÎ KENDİSİYLE EVLENMESİ H ARAM
K ILIN A N Y A K IN AKRABASI) O LAN BİR K AD IN LA ZİN Â
EDEN VE BİR H A Y V A N L A CİNSEL İLİŞKİDE BULUNAN
KİMSE (H AK K IN D A GELEN HADİS) BÂBI

| ^ J * ı ^
«SI3j~ 3 3^ :3Î* ‘ <-5-*^ d Y fc C f ‘ 3:5^1
*T + * ** **

.t «ijbli *ö*'y- •-Asû{j* y**^


170 SÜNEN-İ İBN-Î MÂCE

T E R C E M E S İ

2564) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) ’dan rivâyet edil­
diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Mahremi olan kadınla zinâ edeni katlediniz. Bir hayvanla cinsel


ilişkide bulunan kimseyi de katlediniz ve o hayvanı da öldürünüz.»’*

İ Z A H I

Bu hadîsin hayvanla cinsel ilişkide bulunmaya âit fıkrası E b û


D â v û d , T i r m i z i - ve N e s â î ’ de de rivâyet edilmiştir.
Mahremiyle cinsel ilişkide bulunmaya âit fıkrayı da T i r m i z î
“Başkasına Y â Muhannes! diyen kimse hakkmda gelen hadîsler” bâ-
bında rivâyet etmiştir.
Mahrem kelimesinin açıklamasını yukarda yaptım. Mahrem ka­
dm, nikâhlanması haram olan ana, teyze, hala, kaymana, üvey ana,
kız ve kardeş gibi yakın akraba durumundaki kadm anlamında kul­
lanılır. Bu durumdaki kadınlarla zinâ etmek en çirkin ve en büyük
zinâlardandır. Zinâ cezâlan bu kötü harekette bulunanlar hakkm­
da da aynen uygulanır. Yâni bu pis fnli işleyen kişi bekâr ise yüz
değnekle dövülür. Bekâr değilse recmedilir. Bu cezâ umumîdir. Şâ­
yet bu şeni fiili işleyen kişi, bunun haramlığma inanmayarak böy­
le bir harekette bulunmuş ise mürted, yâni dinden çıkmış sayılır ve
kâfir sayıldığı için katledilir. Yâni onun katledilmesi diğer zânilerin
katledilmesinden farklıdır. Şöyle ki, bekâr olmayan zâni bir Îslâmi
cezâ olarak recmedilir. Fakat müslüman olduğu için teçhiz ve tekfin
ile cenâze namazı gibi dinî görevler ona karşı îfa edilir. Bu cezâ in-
aşallah onun suçuna kefâret olur ve Allah’m mağfiretine kavuşur.
Mahremi olan bir kadınla zinâ edip bunu mübah sayan kişi ise İs­
lâmiyet’ten çıkmış sayıldığı için öldürülür ve kâfirlerin mezarlığına
gömülür. Yıkama ve kefenleme ile cenâze namazı gibi görevler
onun için yapılmaz. Hadîsin ilk fıkrası böyle yorumlanır.
E b û D â v û d ' u n Sünen’inde, mahremiyle zinâ eden kişi
için özel bir bâb aynlmış ve orada B e r â b i n  z i b (Ra-
dıyallâhü anh)’den iki senedle bir hadîs rivâyet edilmiştir. Orada
beyân edildiğine göre üvey anasıyla evlenen bir adamın başının ke­
silmesi ve malma el konulması için Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) bu sahâbînin amcasını görevlendirmiştir. Ancak bu bâb-
taki hadîsin sıhhati tartışma konusu olmuştur. Avnü’I-Mabûd’da be­
Bâb: 13 KÎTÂBÜ-L’HUDÛD 171

yân edildiği gibi Câhiliyet devrinde ölen kimsenin kansı da tereke­


si gibi miras olarak evlâdına intikal ediyordu. Bu yüzden mirasçı
durumunda olan evlâd, üvey anasıyla evlenirdi ve bunu meşrû bir
hak olarak telâkki ediyordu. İslâmiyet bu kötü alışkanlığı yasakladı
ve babanın kanlarıyla evlenmeyi evlâda haram kıldı.

âyeti bu hükmü getirdi. Bundan sonra her­

hangi bir kimse câhiliyet devrinin bu kötü âdetine uyarak, bile bile
bu harekette bulunursa ve bunun helâl olduğuna inanırsa mürted
olmuş olur. Bu yüzden de öldürülmesi gerekir.
Bu hadisin ikinci fıkrasına gelince, bunun zâhirine göre bir hay­
vanla cinsel ilişkide bulunan kimsenin ve o hayvanm öldürülmesi
gereklidir. E b û D â v û d ile T i r m i z î ’ ni n rivâyetlerin­
de hayvanm öldürülmesi hikmeti hadîsin râvisi olan İ b n - i A b -
b â s ' a sorulduğunda î b n - i A b b â s şöyle cevâp verm iştir:
“ Ben bunun hikmeti hakkmda Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ’den bir şey işitmedim. Zannımca Resûllullah (Sallallahü A ley­
hi ve Sellem ), böyle çirkin fiile mâruz bırakılan hayvanın etinin ye­
nilmesini ve bundan yararlanılmayı hoş görmemiştir.”
E b û D â v û d ile T i r m i z î ve N e s â i ’ nin rivâyet
ettikleri başka bir hadiste «İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) :
i * * s^ s ^ ^ / (^ _
Jt> ÂİşfÜl jjk i (jJJI Hayvanla cinsel ilişkide bulunan kim­

seye had lâzım değildir.» demiştir. E b û D â v û d ile T i r m i z i ,


İ b n - i A b b â s ’ m bu mevkuf hadîsinin bundan önce rivâyet
edilen merfû hadisinden daha sıhhatli olduğunu söylemişlerdir. Bun­
dan dolayıdır ki fıkıhçılann ekserisi: Hayvanla cinsel ilişkide bulu­
nan kimseye had lâzım gelmez. Onun tazîr edilmesi gereklidir, de­
mişlerdir. Yâni hayvanla bu .çirkin fiili işleyen kimse teşhir, terzil
edilir, kırka yakın sopayla dövülebilir, hapsedilebilir ve benzeri şe­
killerde tahkir edilir. Fakat öldürülmez veyâ yüz değnekle had edil­
mez. Bu çirkin fiile mâruz bıraküan hayvan da fıkıhçüann ekserisi­
ne göre öldürülmez.

Tuhfe’de naklen beyân edildiğine göre E b û H a n î f e , M â ­


l i k , A h m e d ve en zâhir kavlinde Ş â f i i , hayvanla cinsel
ilişkide bulunan kimsenin tazir ile cezâlandınlmasınm gerekliliğine
hükmedenlerdendir. 1s h â k ise, bile bile bu çirkin hareketi işle­
yenin katledilmesi görüşündedir.
172 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

H A Y V A N L A CİNSEL İLİŞKİDE BULUNAN KİMSENİN


CEZÂSI, H A Y V A N IN ÖLDÜRÜLMESİ VE ETİ YENEN
CİNSTEN OLDUĞU TAKDİRDE ETİNİN YENİLİP
YENİLMEMESİ H AK K IN D A DÖRT MEZKEB
ÂLİMLERİNİN GÖRÜŞLERİ

A b d u r r a h m a n e l - C e z e r i ’ nin el-Hudüd kitâbında


bu hususlarda naklettiği görüşleri özetleyerek buraya aktaralım :
A ) Hayvanla cinsel ilişkide bulunmak dört mezheb imamları­
nın ittifakıyla çirkin büyük günahlardandır. Bu çirkin günahı işle­
yenin cezasına gelince bu hususta görüş ayrılıkları vardır. Şöyle k i :
1. H a n e f i l e r : Bu fuhuşu işleyen kimsenin had edilmesi
husûsunda âyet veyâ sâbit hadis bulunmadığı için hâkim’in uygun
göreceği tazir cezâsı verilir. Verilmesi vâcib olan tazîr cezâsı ibret
verici, bu kötülüğü önleyici mâhiyette olacaktır. Kınama, teşhir, ter­
zil, hapis ve sopa ile dövmek gibi cezâlar verilir, demişlerdir.

2. M â l i k î l e r : Bu kötü M i işleyen kimsenin cezâsı zinâ ce-


zâsı gibidir. Bekâr ise yüz değnek vurulur. Muhsan ise recmedilir,
demişlerdir.
3. Ş â f i i l e r ’ den yukardaki iki görüş de rivâyet edilmek­
tedir. (Birinci görüş Ş â f i î ’ nin en kuvvetli kavlidir.) Üçüncü
görüşe göre bu işi işleyen kimse bekâr olsun, muhsan olsun öldürü­
lür.
4. H a n b e l î l e r ’ in en kuvvetli kavillerine göre tazîr ce-
zâsı verilir. Yâni H a n e f i l e r gibi hükmetmişlerdir. İkinci gö­
rüşleri ise M â l i k i l e r ’ in görüşleri gibidir.

B) Bu çirkin fiile mâruz bırakılan hayvana âit hüküm is e :
1. Ha n e f i l e r : Sözü edilen hayvan bu fiili işleyenin malı
ise öldürülmelidir. Başkasının malı ise boğazlanması vâcib değildir,
demişlerdir.
( H a n e f î fıkıh kitablanndan Gurar, Durar ve hâşiyesinde bu
hususta verilen bilginin Özeti şudur: Bu kötü M e mâruz kalan hay­
van, eti yenmeyen neviden ise boğazlanır. Sonra yakılır. Boğazla­
ma ve yakma işleri vâcib değildir. Boğazlanan hayvan başkasına âit
ise, bu kötü fiüi işleyen suçlu, hayvanın değerini sâhibine ödemek
zorundadır. Hayvan, eti yenen neviden ise boğazlanır. E b û H a -
n i f e ’ ye göre eti yenilebilir. E b û Y û s u f ’ a göre eti yakı­
lır. Hayvanı boğazlamanın hikmeti, bu fiili işleyen kişi hakkmdaki
dedikoduların ve kınamaların sona erdirilmesidir.)
B âb : 14 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 173

2. M â l i k i l e r ’ e göre sözü edilen hayvan, eti yenilen cins­


ten olsun yenilmeyen cinsten olsun öldürülmesi vâcib değildir. Çün­
kü bu hususta rivâyet edilen î b n - i A b b â s ’ m hadisi zayıf­
tır. Eti yenilen cinsten ise etini yemekte bir sakınca yoktur.
3. Ş â f i i l e r ’ i n bu hususta iki kavilleri vardır. Bir rivâ-
yete göre eti yenilen cinsten ise boğazlanır (ve eti yenilir.) Eti ye­
nilmeyen neviden ise öldürülmez. (Eti yenilen cinsten olduğu tak­
dirde boğazlanması vâcib değildir. Yâni öldürülmeyebilir.)
Bunlann ikinci rivâyetlerine göre eti yenilen cinsten olsun, ye­
nilmeyen cinsten olsun şuyu bulan kınama ve dedikoduları sona er­
dirmek için öldürülmeüdir.
4. H a n b e l î l e r ’ e göre eti yenilen ve yenilmeyen hayvan­
lar öldürülür. Bunu Öldürmek vâcibtir. Hayvan başkasının malı ise
bedeli bu fiili işleyene ödettirilir. Eti yenilen neviden olsa etini ye­
mek câiz değildir.
Daha geniş bilgi için fıkıh kitablarına baş vurulmalıdır.

»LV» ı_jl» ( i t )
14 — CÂRİYELERE (ZÎN Â SUÇUNDAN DOLAYI)
HAD CEZALARININ TATBİKÎ BÂBI

■ •0 J ü e e0 f r . ' h
* ■

T E R C E M E S İ

2565) “ ... Ebû Hüreyre, Zeyd bin Hâlid ve Şibl (Radtyallâhü anhüm)’-
den rivâyet edildiğine göre şöyle demişlerdir:
Biz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında idik.
Bir adam, O’na evlenmeden önce zinâ eden câriyenin (had edilip
edilmemesi) hükmünü sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
174 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

«(Zinâ ettiği sâbit ise) câriyeyi (elli değnekle) döv. Sonra (tek­
rar) zinâ ederse (gene elli değnekle) döv» buyurdu. Sonra Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ya) üçüncü defasında veyâ
dördüncüsünde:
«Câriye tekrar zinâ ederse artık (aybım beyân ederek) onu kıl­
dan (mâmul) bir ip (değeri) ile de olsa sat.» buyurdu."

j ; l •^ i j . •j î - j i S *y > t jr j î j

. vZA&M ıjU*- *

TERCEMESİ
2566) ‘‘... Âişe ( Radıyallâhü a»ââ)’dan rivâyet edildiğine göre; Resûlul-
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Câriye zinâ ettiği zaman onu (elli değnekle) dövünüz. Eğer (yi­
ne) zinâ ederse yine onu (elli değnekle) dövünüz. Sonra (tekrar)
zinâ ederse (yine) onu (elli değnekle) dövünüz. Sonra (yine) zinâ
ederse (tekrar) onu (elli değnekle) dövünüz. Sonra (aybım beyân
ederek) bükülmüş bir ipe de olsa satınız.»
Dafîr, (bükülmüş) ip anlamınadır."
Not : Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunıın senedinde Ammâr bin Ebi Ferve
bulunur. Buhâri ve başkasının dediği gibi bu râvl zayıftır. Fakat İbn-i Hibbân onu
sıkâ (güvenilir) zâtlar arasmda anmıştır.

İ Z A H I
İlk hadîsi B u h â r i , M ü s l i m , E b û D â v û d , T i r ­
m i z i ve N e s â i de rivâyet etmişlerdir. Müellifimiz bu hadisi
S ü f y â n b i n U y e y n e yoluyla E b û H ü r e y r e , Z e y d
B&b : 14 KİTABÜ-L'HüDÛD 175

b i n H â l i d ve Ş i b l ! den rivâyet etmiştir. E b û H ü r e y r e


ile Z e y d ’ in rivâyetlerine bir diyecek yoktur. Fakat Ş i b 1’ in
sahâbi olmadığı T i r m i z î ve İ b n - i M u i n tarafmdan
ifâde edilmiştir. Bu nedenledir ki diğerleri bu hadîsi E b û H ü ­
r e y r e ve Z e y d ’ den rivâyet etmişlerdir. T i r m i z î , Hu-
dûd kitabının “Bekâr olmayan zâninin recmedilmesf’ne âit 8. babın­
da bu hadîsi rivâyet ederek özetle şöyle der: S ü f y â n bi n
U y e y n e bu hadîsi E b û H ü r e y r e , Z e y d b i n H â ­
l i d ve Ş i b l ’ den rivâyet etmiştir. M â l i k b i n E n e s ,
M a m e r ve başkaları ise bu hadîsi E b û H ü r e y r e ve
Z e y d b i n H â l i d ' den rivâyet etmişlerdir. S ü f y â n b i n
U y e y n e burada yanılmıştır. Bir hadîsin senedini diğer bir ha­
dîsin senedine dâhil etmiştir. Bu senedlerin doğru şekli şöyledir: Bi­
risinde Z ü h r î , U b e y d u l l a h aracılığıyla E b û H ü r e y ­
r e ve Z e y d ’ den merfû olarak rivâyette bulunmuştur. Diğe­
rinde Z ü h r î , U b e y d u l l a h ’ tan U b e y d u l l a h da
Ş i b l b i n H â l i d aracılığıyla A b d u l l a h b i n M â l i k
e 1- E v s î ’ den merfû olarak rivâyette bulunmuştur. Her iki se-
nedle rivâyet edilen hadîs metni aynidir .Hadîs âlimlerince sahih olan
senedler böyledir. Ş i b l b i n H â l i d , Peygamber (Aleyhi’s-
salâtü ve’s-selâm) ’e ulaşmamıştır. Ş i b l , A b d u l l a h b i n
M â l i k e l - E v s i aracılığıyla Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm) ’den rivâyette bulunmuştur. S ü f y â n ’ dan rivâyet edildi­
ğine göre Ş i b l denilen zâtın Ş i b l b i n H â m i d olduğu­
nu söylemiştir. Bu da hatâdır. Doğrusu Ş i b l b i n H â l i d ’ dir.
Bir kavle göre Ş i b l b i n H u l e y d ’ dir.
Hadîsin mânâsına ve ihtivâ ettiği hükme gelince, zinâ eden câ-
riyenin cezâsının celd, yâni kamçılamak ve dövmek olduğu, bu ve
bundan sonra gelen hadîslerde belirtiliyor. Soru sâhibi henüz evlen­
memiş durumda olan câriye’nin zinâ etmesi hâlindeki cezânın mâ­
hiyetini soruyor. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ise ver­
diği cevapta câriyenin bekâr ve evlenmiş durumunu söz konusu et­
meden celd edilmesini, kamçılanmasını emrediyor. E l - H â f ı z
bu inceliği belirtmektedir. Zâten Muhsan, yâni evlenmiş durumdaki
câriyenin zinâ etmesi hâlinde verilecek cezânın elli değnek dövmek
olduğu N i s â sûresinin 25. âyetindeki;
Cj * c » l — < aa*il L v i . rtt ju l jli I lili

«Câriyeler evlendirildiğinde zinâ edecek olurlarsa onlara hür (be­


176 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

kâr) kadınlara edilen azabın yansı edilir» bildirilmiştir. Şu halde câ­


riye bekâr olsun, evli veyâ dul olsun zinâ ettiğinde verilecek cezâ
elli sopa atmaktır. Bu suç defalarca tekerrür ederse her defa ayni
cezâ tekrar edilir.
Evli veyâ dul olan hür kadın zinâ ettiği takdirde bunun cezâsı-
nın recrnetmek olduğu bilinmektedir. A yn i durumdaki câriyeye öl­
dürme cszâsmm yansım vermek mümkün olmadığı için yukardaki
âyetten maksadın bekâr olan hür kadına verilecek cezâsımn yansı
olduğu anlaşılır.
Bekâr olsun veyâ olmasın câriyeye verilecek cezanın elli değnek
dövmek olduğu husûsunda E b û H a n î f e , M â l i k , Ş â f i î
ve âlimlerin cumhûru ittifak hâlindedir. Köle de câriye gibidir.

İbn-i Abbâs, Tâvûs, Atâ, İbn-i C ü r e y c


ve E b û U b e y d ’ in dâhil olduğu seleften bir gruba göre evli
olmayan köle ve câriyeye had cezâsı verilmez.

K a s t a l â n i bu hadisin şerhinde özetle şöyle d e r:


“Hadisteki emir câriye sâhibinedir. Şu halde köle ve câriye sâ­
hibi şâhidleri dinler ve bunların suçu sâbit olduğunda bizzât cezâyı
tatbik eder. Devlet yetkilisinin kararma gerek yoktur. M â l i k ,
Ş â f i i A h m e d ve Cumhur’un görüşü böyledir. Fakat E b û
H a n i f e ve bir cemâata göre bu yetki devlet adamına mahsus­
tur.

Üç veyâ dört defa zinâ edince artık o câriye veyâ köleyi satma
emri müstahablık içindir. Yâni efendisi onu satmak mecbûriyetinde
değildir. Satarsa onun bu aybrnı ve kusurunu söylemek zorundadır.
Aksi halde müşteri bu kusuru öğrenince satışı bozabilir. B u h â r î ,
K â d ı Ş ü r e y h (Radıyallâhü anh) ’m bu konuda verdiği kararı
nakleder. Yâni câriye veyâ kölenin zinâkârlığı satışı iptal ettirebilen
kusur ve ayıplardan sayılır.

E 1-H â f ı z şöyle der: Her mü’min kendi nefsi için arzula­


madığı bir şeyi hiç bir mü’min kardeşi için de arzulamamak durum­
da iken kişinin zinâkâr kölesini veyâ câriyesini satması emri nasıl
izah edilir? diye insanın hatırına bir soru gelebilir. Bu soruya şöyle
cevap v e rilir: Köle ve câriyenin satılmasına sebep olan bu kötü hal­
lerinin müşterinin yamnda devam edeceği mâlum değildir. Bu kötü
hâli bırakmalan muhtemeldir. Çünkü köle ve câriye zinâ suçunu iş­
lemelerinin satılmalarına sebep olduğunu bilirler ise sâhip değiştir­
menin, muhit ve memleket değiştirmenin güçlülüğünü düşünebilir ve
B âb: 15 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 177

bu işten vazgeçebilirler. Çünkü alışılmış bîr muhiti terk etmek ko­


lay değildir.
Sonra yer değiştirmek, muhit değiştirmek bâzen kötü huylan de­
ğiştirmeye vesile olur.
İkinci hadis Zevâid türündendir. Bunun m etn inin ihtiva ettiği
mânâ bir öncekinin benzendir. Aynca izah edilecek bir yönünü gör­
müyorum.

b ijtfl JL» y l (\ «)

15 — KÂZİF (İFFETLİ BİR M ÜSLÜM ANA ZİN Â İSNAD


ETME) HADDİ (CEZÂSI) BEYÂNI BÂBI

i 6 &jlj\ 3>*. & 3 jÖuSfc-mv


ğ|iı 'Jjis fi ,^ 'ii Sİ ü:LJt ■;<P. J.iS i &
\ * * * ~ *

T E R C E M E S İ

2S67) “ ... Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dan:

(İtham edildiğim suçtan) berâatime (mâsumiyetime) dâir âyet­


ler inince Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minber üzerin­
de ayağa kalkarak masumiyetimi anlattı ve (inen) Kur’ân (âyet­
lerin)! okudu. Minberden inince (beni itham eden) iki erkeğin ve
bir kadının haddedilmelerini (cezâlandınlmalanm) emretti. Bunlar
(kâzif) haddi olarak dövüldüler.”

3 / • fÜjâj ) Sri lî •p.0.1 Sr İŞUth- T»>


$§& cf ‘ if * o* « <> Sj'S t j \
^^ V ^ " * ✓ <0 * * + * J

Iî>/ Â «J*y
+ * &S" 'Hj *v * 3feIH»
* • } /,• u
. < 4>y u *j4>-u

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 - F .: 12


178 SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ
2568) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)’A&n rivâyet edil­
diğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Bir adam bir adama yâ muhannes dediği zaman o (diyen) ada­


mı yirmi (kırbaçla) dövünüz. Ve bir adam bir adama yâ lûtî (livâ-
tacı) dediği zaman o (diyen) adamı yirmi (kırbaçla) dövünüz.»”

İ Z A H I

Âi şe (Radıyallâhü anhâ) ’nın hadîsini T i r m i z î . Ebû


D â v û d ve N e s â î de rivâyet etmişlerdir. İ b n - i A b b â s
(Radıyallâhü anh)’ın hadîsini T i r m i z î ve B e y h a k î de
rivâyet etmişlerdir. T i r m i z î ’ nin rivâyet ettiği hadîsin meâli
şöyledir:
«Bir adam bir adama yâ yahûdî dediği zaman o (diyen) adamı
yirmi (kırbaçla) dövünüz. V e bir adam bir adama yâ muhannes de­
diği zaman o (diyen) adamı yirm i (kırbaçla) dövünüz. Kim bir mah­
remiyle (yâni kendisiyle evlenmesi haram olan yakın akrabası du­
rumundaki bir kadmla) cinsel ilişkide bulunursa onu katlediniz.»
Kazif ve bunuiı cezâsı olan Hadd-i kazif hakkında genel bilgi
verdikten sonra yukardaki hadîslerin mânâsıyla ilgili gerekli bilgi
verelim.
K a z if: Bu kelimenin sözlük anlamı bir şeyi atmaktır. Fıkıhçılar
ile hadîsçilerin ıstılahında ise iffetli bir müslümam açık veyâ kapa­
lı bir ifâde ile zinâyla itham etmektir. Meselâ bir adam iffetli bir
müslümana: Sen zânisin, derse onu açıkça zinâ ile itham etmiş olur.
Kezâ, meselâ bir adam A h m e d oğlu A 1 i ’ ye sen V e l î ’ nin
oğlusun, derse A l i ’ nin anasını kapalı ve dolaylı yolla zinâyla
itham etmiş olur. Bu nevi ithama Kazif ismi verilmiştir. Çünkü bu
ithamı yapan kişi neye ve kime isâbet edeceğini düşünmeden, ne
gibi tahribata sebebiyet vereceğini hesâba katmadan elindeki taşı
uluorta fırlatan kimse gibi zinâ isnâdı sözünü ağzından fırlatıp at­
mış olur. Ve bu sözden dolayı iffetli bir müslümanın ve yakınları
ile çevresinin şeref, haysiyet, nâmus ve iffetiyle oynamış olur. İtham
altında tutulan müslüman ve onun yakınlan büyük ızdırablar altın­
da inim inim inlerken, ithamda bulunan kişi bu ızdırablardan gâfil,
onlann duyduğu acıyı duymaz, hattâ belki bu isnaddan dolayı se­
vinç duyar.
Bâb : 15 KİTÂBÜ-L’H U D Û D 179

K âzif suçuna Firye de denilir. Firyenin sözlük anlamı ise iftira


ve yalandan ibaret sözdür.
İffetli bir kadın veyâ erkeğe zinâ suçunu isnad edene de Kâazif
(kâzfedici) denilir. Adam bu çirkin iddiâsım, sanığı zinâ hâlinde ve
uygunsuz vaziyette gözleriyle bizzat gördüklerini usûlü dâiresinde
ifâde edecek dört erkek şâhid ile ispatlamadığı takdirde müfteri du­
rumuna düşer ve cezâ olarak seksen değnek dövülür. Bu cezâya Kâ­
zif haddi denilir. K âzif suçunu işleyip ispatlayamayanlann bu cezâ­
ya çarpılacağı N û r sûresinin 4’üncü âyetinde buyurulmuştur. Bu
ve bunu tâkip eden 5 âyet şöyledir:

Oylfj İ* jj L lyL |«J o U «4a» l l

jju ^JJİ VI j*A I V j

ı**>j

«İffetli hür kadınlara (zinâ çirkefini) atıp bunu (ispatlayıcı)


dört şâhid getiremeyenlere seksen değnek vurunuz. Ve bunların şâ-
hidliğini ilelebed kabul etmeyiniz. Bunlar şüphesiz fâsıklardır. An­
cak bu iftiradan sonra tevbe edip durumlarım İslah edenler müstes-
nâdır. (yâni fâşıklıktan kurtulabilirler.) Çünkü Allah şüphesiz ga­
furdur, rahimdir.»
Kişinin kendi karışım zinâ ile itham etmesi ve bu isnadım dört
görgü şâhidin usûlü dâiresindeki ifâdeleriyle ispatlayamaması hâ­
linde eşler arasmda Liân işlemine baş vurulur. Liân’ın târifi, hük­
mü ve bununla ilgili gerekli bilgi 10. Talâk kitâbımn 27. bâbında
geçti. Oraya mürâcaat edilebilir. Orada beyân edildiği gibi önce
koca liân yemininde bulunma durumundadır. Şâyet kendisi bu ye­
minden imtina ederse kendisine K âzif haddi uygulanır. Eğer bu ye­
mini yaparsa K âzif cezâsmdan kurtulur. Bu kere karışma liân ye­
mini teklif edilir. Kadın da liân yemininde bulunursa boşanmaları
yoluna gidilir. Şâyet kadın yeminden imtina ederse recmedilir.
Yukarda anılan cezâyı gerektiren K âzif nasıl oluşur?
K âzif sözleri üç kısımda mütalâa ed ilir: Zinâ isnadım apaçık ifâ­
de eden “ Sen zânisin” , “ senin arkan zinâ etti” gibi söz. Bu nevi kâ­
zif sözüne “ Sarih kâzif” denilir. İkinci nevi ise “ Sen fâcire bir ka­
dınsın” gibi zinâ anlamına ve başka anlamlara yorumlanabilen söz­
lerdir. Bu nevî sözlere “ Kinâye kâzif” denilir. Sarih kâzif sözleri ke-
180 SÜNEN-1 ÎBN-İ MÂCE

sinlikle K âzif suçunu oluşturur. Fakat Kinaye kâzif sözü, kâzif an­
lamını ifâde ettiği gibi başka mânâyı da ifâde edebilir. Bu nevî söz­
leri söyleyen kişi, ben bununla zinâ isnadım kasdettim, der ise kâ­
zif suçunu işlemiş olur. Şâyet, ben bununla zinâ isnadı mânâsım
kasdetmedim, der ve hakkmda bu söz söylenen şahıs da kendisini
doğrularsa kâzif suçu işlenmiş sayılmaz. Eğer hakkmda bu söz söy­
lenen şahıs kendisini yalanlayıp, hayır bu adam bana zinâ isnad et­
meyi kasdetti, der ise bu sözü söyleyen adama yemin teklifi edilir.
Adam zinâ isnadı niyetiyle söylemediğine yemin ederse had cezâ-
sından kurtulmuş olur. Fakat müslüman kardeşi hakkmda uygun­
suz sözler kullandığı için Devlet yetkilisinin uygun göreceği tahkir,
teşhir, hapis gibi bir tâzir cezâsına çarptırılır.
Sarih ve kinaye kâzif sözlerine âit yukarda anlatılan hüküm
husûsunda mezhep imamları ittifak halindedir.
K âzif sözlerinin üçüncü nevî ise “Aslım soruştur” , Ey meşrû do­
ğumlu insan” gibi sözlerdir. Buna Tariz yollu kâzif nevî denilir.
H a n e f i l e r ’ e ve Ş â f i î l e r ’ in bir görüşüne göre Tariz
sözleri ile kâzif maksadı güdülmüş olsa bile kâzif cezâsmı gerektir­
mez. Ş â f i i l e r ’ in diğer bir kavli üe H a n b e l î l e r ’ in bir
kavline göre bununla zinâ isnadı kasdedildiği zaman kâzif suçu iş­
lenmiş sayılır.
M â l i k î l e r ' e göre bu nevi sözlerle zinâ isnadı niyeti ol­
sun veyâ olmasın kâzif suçu işlenmiş olur.

KİMLERİN KİM tER H ARKIND AKİ KAZİF SÖZLERİ


KAZİF CEZASINI GEREKTİRİR

Dört mezheb imamlarına göre hür, reşîd (akıllı, b â liğ ), bir müs­
lüman bir baskı altında olmaksızın hür, reşîd ve iffetli bir müslü­
man erkeği zinâ ile itham ettiği zaman bu isnadım dört erkek ve
âdil şâhid ile ispatlamak durumundadır. İspatlıyamadığı takdirde
kazif cezâsma çarptırılır. Kezâ yukarda vasıflan yazılı kişi reşide,
iffetli ve hür bir kadım zinâ ile itham ettiği zaman yukarda belir­
tildiği gibi isnadım şâhidlerle ispatlıyamazsa kazif cezâsma çarptı­
rılır. Daha önce zinâ suçundan dolayı cezâya çarptırılmış, sâbıkalı
bir erkeğe veyâ kadına zinâ isnâd eden kimse kazif suçunu işlemiş
olmaz. Çünkü itham ettiği kişide bu suç mevcuttur.
Bâb: 15 KÎTÂBÜ-L’HUDÛD 181

H AN G İ SUÇ İSNÂDI KAZİF CEZÂSINI GEREKTİRİR

Yukarda durumu anlatılan bir müslüman diğer bir müslümanı


zinâ veyâ livâta ile itham ederse kazif suçunu işlemiş olur. Kezâ,
hür ve müslüman bir kadından doğma bir kim seye: Senin nesebin
sahih değildir, diyen kişi kazif suçunu işlemiş olur. Bu hususta mez­
heb imamlan ittifak hâlindedir. Fakat bir kimse bir kimseyi baş­
ka bir günah ile itham ederse kazif suçu işlemiş olmaz ve ona kâzif
cezâsı uygulanmaz. A b d u r r a h m a n e l - C e z e r i ’ nin
“Dört Mezheb’in Fıkhı” adlı kitabının Cezalar bölümünde yukarda-
ki bilgiler verilmektedir. Bu arada şu bilgi de veriliyor:
Bir kimse bir müslümana: “Ey fâsık, yâ habis, yâ muhannes, yâ
fâcir, yâ namazsız" sözlerinden birisini söylemekle onu bu suçlar­
dan birisiyle itham ederse, bu suçlar zinadan başka suçlar olduğu
için itham a kişi kazif suçunu işlemiş olmaz. Yâni kazif cezâsıyla
cezâlandınlmaz. Hâkimin uygun göreceği bir tazîr cezâsıyla cezâ-
landınlır. Tazîr cezâsı hapis, dövme, teşhir, kınama gibi önleyici ve
İslah edici bir cezâ olur.
K azif cezâsı olan seksen değnek, itham edilen tarafın talebine
binaen uygulanır. Çünkü onun şeref ve haysiyetiyle oynanmıştır.
Şâyet zinâ ile itham edilen kimse, itham edeni bağışlarsa, ithamcı
taraf kazif cezasından kurtulmuş olur. Bu hususta da imamlar itti­
fak hâlindedir.
K azif ile ilgili hükümler husûsunda geniş bilgi almak için fıkıh
kitablanna mürâcaat edilmelidir.

HADİSLERİN M Â N Â S I İLE İLGİLİ İZAHI VERELİM

İlk hadîste  i ş e (Radıyallâhü anhâ) : Münâfıklar tarafm­


dan kendisine yapılan iftirâ ve asılsız itham olayına işâretle bu de­
dikoduya katılan müslüman iki erkek ile bir kadının kazif cezâsma
çarptırıldığını ifâde eder.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ)’ya münafıklarca yapılan iftira ve


itham meselesi hakkındaki geniş bilgi B u h â r i ' nin Şehâdet,
Meğâzî, Tefsir, Cihâd, İtisâm ve Tevhid bölümlerinde, M ü s 1 i m’in
Tevbe bölümünde ve N e s â î ’ nin Tefsir bölümünde yine Aıiamız
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) ’ya yakıştırılmak istenen suçun tamamen
asılsız olup o mübârek hâtûnun iffeti, nezaheti ve mâsumiyeti N ü r
sûresinin l l ’nci âyetinden 20’nci âyetine kadar olan 10 âyet ile tescil
182 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

ve tevsik edilmiş olup konu hakkında geniş bilgi bu âyetlere âit


tefsir kitablannda da mevcuttur. Biz burada söz konusu mesele
hakkında özlü bilgi vermekle yetinelim.
N û r sûresinin onbirinci âyetinden yirminci âyetine kadar olan
âyetlerin iniş sebebi özetle şöyledir .-

Resûl-i Ekrem {Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bir yolculuğa çıktı­


ğı zaman muhterem zevceleri arasmda kur’a çeker ve kur’a han­
gisine isâbet ederse onu alıp beraberinde götürürdü. Hicretin altın­
cı yılı “Benî Müstalık” savaşında  i ş e anamızı beraberlerinde
götürmüşlerdi. Savaştan sonra M e d î n e - i M ü n e v v e r e ’ ye
dönüşte Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ve beraberinde­
ki kuvvetler bir sahâda akşamlamışlardı. Konaklanan yerde bir kaç
saat kalındıktan sonra yola devam emri verilmişti. Bu esnâda  i ş e
(Radıyallâhü anhâ) d e fi hâcet için kâfileden uzakça bir yere çekil­
mişti. Ve boynundan düştüğünün farkına vardığı gerdanlığım ara­
maya koyulmuştur. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) şütûf ve mahmil
denilen etrafı ve üstü örtülü ve deveye yüklenen sandık gibi olan
hevdecte yolculuk ediyordu. Konaklandığı zaman hevdec görevliler­
ce devenin sırtmdan indirilir. Yola çıkılacağı zaman tekrar devenin
sırtına çıkanlıp bağlanırdı. Â i ş e gencecik zayıf bir hâtundu.
Vücûdu çok hafif olduğu için görevliler o konak yerinde hevdeci de­
veye yüklerken  i ş e (Radıyallâhü anhâl’nın hevdecte olmadı­
ğım farkedemediler. Kâfile yola devam etti. Â i ş e , kâfilenin ol­
duğu yere dönünce kâfilenin gitmiş olduğunu gördü. Kendisini mü-
hakkak arayıp bulacaklar ümidiyle orada beklemeyi uygun buldu
ve bekledi. Burada beklerken bir ara uykuya daldı. Böyle seferler­
de bir âdet var idi. Görevlendirilen bir kişi kâfile konakladığı yer­
den hareket ettikten sonra konaklama yerini kontrol eder, oralan
dolaşır, bir şey unutulup unutulmadığını araştırır. Bu seferde bu iş
için S a f v â n b i n e l - M u t t a l e s - S e l e m î görevlen­
dirilmişti. Bu zât kâfilenin konakladığı yeri dolaşırken  i ş e (Ra-
dıyallâhü anhâ) anamıza rastlar ve devesini onun emrine verir.
 i ş e anamız onun devesine biner. S a f v â n da devesinin
başını çekerek nihâyet ikinci bir konaklama yerinde kâfileye ula­
şılır. İşte  i ş e (Radıyallâhü anhâ) anamızın ve S a f v â n
(Radıyallâhü anh)’ın sonradan gelip kâfileye yetişmelerini gören
münâfıklarm başkam A b d u l l a h b i n Ü b e y denilen he­
rif bu nezih ve pâk iki mübârek şahsiyet hakkında iftira etmeye
başladı ve onun gibi dış görünüşte müslüman olmakla beraber kal­
ben kâfir olan münâfıklan grubu bu çirkin iftirayı dillerine dola­
Bâb : 15 KÎTÂBÜ-L’HUDÛD 183

yıp dedikodülara başladılar. Bu hâinlerin hunharca iftiraları ve düş­


manca dedikoduları bâzı sâf müslümanlan da yanılttı, bunların da
dedikodu etmeleri görüldü. Müslümanlardan bu çirkin dedikoduya
kapılan iki erkeğin H a s s â n b i n S â b i t ile M i s t a h
b i n Ü s â s e ve kadının H a m n e b i n t - i C a h ş olduğu
rivâyet edilmiştir. Halbuki  i ş e (Radıyallâhü anhâ) anamızın
yüce fıtratı, nezâhat ve paklığı apaçık idi; S a f v â n (Radıyal-
lâhü anh) da sahâbîlerin en hayırlılarından idi. Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in bütün savaşlarında bulunma şerefine nâil
olmuştu. Â i ş e . anamız münâfıklarm bu çirkin dedikodularım
duymadı. Bu seferden dönülünce, hastalandı ve hastalığı bir ay ka­
dar sürdü. Bu sürece Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in
üzgünlüğünü seziyor, fakat nedenini bilemiyordu. Bir ay sonra sıh-
hata kavuşan  i ş e anamız bu kere münâfıklann çirkef zınltı-
lannı duyunca üzüntüsünden tekrar hastalanıp yataklık oldu, iffet
ve paklığının ilahi bir tezkiye ile meydana çıkması için Cenâb-ı A l­
lah’a niyazda bulundu. Bu çirkin ve düşmanca dedikoduların şuyu
bulması üzerine Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) M e s -
c i d - i N e b e v i ’ de bir hutbe irad ederek meâlen şöyle bu­
yurdu :

«Ey müslümanlar! Benim ehlim (eşim) hakkmda bana eziyet


eden bir herif hakkmda kim bana yardımcı olur? Vallahi ben ehlim
hakkında hayırdan başka bir şey bilmiş değilim. Bu müfteriler bir
adamın da ismini ortaya koydular. Bu zât hakkmda da ben hayır­
dan başka bir şey bilmiyorum,» buyurdu. Â i ş e anamız is e : «A l­
lah benim mâsum olduğumu bilir, ben bir şey demem, ben bir sâlih
kul olan Yûsuf Peygamber’in babası Yâkûp Peygamber gibi;

ıjjLaJla Jc. «ilj jj- a i = «Şimdi benim işim güzel­

ce sabretmektir. Söylediklerinize karşı sığmağım da Allah’tır.» derdi.


Nihâyet Resül-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’e N û r sû­
resinin l l ’inci âyeti ve bunu tâkip eden âyetler indi. Böylece  i ş e
(Radıyallâhü anhâ) anamızın mâsumiyeti ve söylenen dedikoduların
tamamen iftira olduğu Allah tarafmdan bildirildi. Bu İlâhî vahiden
dolayı son derece sevinen Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm),
ıztırap içinde bulunan hakîki mü’minleri, özellikle  i ş e anamı­
zı ve onun babasıyla anasını müjdeledi, gönüllerindeki ıztıraba son
vermiş oldu. Â i ş e anamız, mâsumiyetinin Kur’an âyetleri ile
tescil edildiğini öğrenince: «Ben kimseye değil ancak Allah’a ham-
dederim,» dedi.
184 SÜNEN-1 ÎBN-1 MÂCE

 i ş e anamızın masumiyetini tescil eden N û r sûresinin


10 - 20’nci âyetlerin tefsirlerine bakıldığı zaman bu olay hakkında
daha ayrmtüi bilgi edinmek mümkün olduğu için bu âyetlerin meâl
ve tefsirlerini buraya geçirmeye lüzum görmüyorum.
 i ş e (Radıyallâhü anhâi’nın hadisinde belirtildiği gibi bu
âyetler inince Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) minbere
çıkarak ayakta bu âyetleri okuyor. Sonra münafıkların yaptıkları
iftirayı diline dolayarak o mübârek ye pâk anamızı itham eden müs­
lüman iki erkek ile bir kadmm kazif cezâsma çarptırılmasını emre­
diyor. Müellifimizin rivâyetinde bu üç kişinin ismi belirtilmiyor. E b û
D â v û d ’ un bir rivâyetinde bu şahısların H a s s â n b i n S â ­
b i t , M i s t a h b i n Ü s â s e ve H a m n e b i n t - i C a h ş
olduğu ifâde edilmiştir. H a s s â n , Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-şalâtü
veVSelftm ) ’in şâiri idi. Ö’nu şiirlerinde lâyıkıyla medhu senâ ettiği
için ona bu lâkab verilmişti. Sahâbilerin Ensar kısmındandır. Am afe^
meselede maalesef hatâya düşüp cezâlanmayı hak fettı H a m n e
ise Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in zevcelerinden Z e y -
n e b b i n t - i C a h ş ’ m kız kardeşidir. M i s t a h da E b û
Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhü anh) ’m yakın akrabasıdır.
îb n -i A b b â s (Radıyallâhü anh)’m hadîsinin T i r m i z î
tarafmdan da rivâyet edildiğini yukarda belirttim. T i r m i z î bu
hadîsin senedinde bulunan râvî Î b r â h î m b i n î s m â l l
b i n E b î H a b i b e ’ nin zayıf olduğunu belirtmiştir. Bu itibar­
la bu hadîs zayıf sayılır. Bu hadîse göre bir adam bir adam a: «Y â
muhannes» veyâ «Y â Lûtî (livâtacı)» derse ona yirmi sopa atılır.
Muhannes kelimesinin açıklaması husûsunda S i n d i ' nin beyâ­
nına göre el-Mecma’da şu bilgi verilm iştir: “Muhannes: Kendisiyle
livâta edilen kimsedir. Muhannis ise yaratılışı itibarıyla durumu, ha­
reketleri ve sesi kadınlannkine benzeyen erkektir. Bir kavle göre
muhannes ve muhannis durumunu, hareketlerini ve sesini kasıtlı
olarak kadınlannkine benzeten erkektir. Bu benzetiş kasıtlı olunca
lâneti mûcibtir. Böylelerine lânet olsun meâlinde hadîs vârid olmuş­
tur. (Sönenimizde Nikâh kitâbmm 22’nci bâbında geçen 1902-1904
noiu hadîsler muhannesler hakkındadır.) Sözü edilen benzeme bâ­
zen yaratılışta bulunur.”
Lutî ise livâtacı (fail homoseksüel) anlamını ifâde eder. Kendisi
ile livâta işi yapılan yâni kullanılan şahıs mânâsına gelir.
Kazif hükümlerini yukarda beyân ederken: Bir kimsenin iffet­
li bir müslümam: «Ey zâni» veyâ «Ey livâtacı» gibi sözlerle zinâ ile
itham ettiği takdirde dört mezheb imamının ittifakıyla kazif suçu­
Bâb : 16 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 185

nu işlemiş sayılır, diye bilgi vermiştim. Kazif suçunu işleyen kimse


bu isnadı ispatlamadığı takdirde kazif cezâsı olan seksen değnek dö­
vülmesi gerekir. Ama kişi zinadan başka bir günahla birisini itham
eder, yâni uygunsuz bir söz sarf ederse o takdirde devlet yetkilisi­
nin uygun göreceği bir tazir cezâsı Ue cezâlandınlır. Muhannes ke­
limesi değişik mânâlara, yâni zinâdan başka mânâlara da yorum­
lanabildiği için bu kelime tazir cezâsmı gerektirebilir, ki bu durum
yukarda etraflıca anlatılmıştır. Fakat “Lûtı = livâtacı” sözü zinâdan
başka bir mânâya yorumlanamaz ve cezâsı ancak seksen değnek­
tir.
ü l ( _ î« (i"t)

16 — SARHOŞUN HADDİ (CEZÂSI) BÂBI

TERCEMESİ

2569) “ ... Ali bin Ebî Tâlib ( Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir :

Hadd (cezâsı) m infâz ettiğim (ve bu cezâdan dolayı ölen) Mç


kimsenin diyetini (hayat pahasını) vermiş değilim. Ancak şarap içen
(ve ona uyguladığım haddan dolayı ölen) kimsenin diyetini öderim.
Çünkü Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şarap içen hakkm­
da (sayısı sınırlı) bir had koymamıştır. O (şarap içene belirli bir sayı
ile vurduğumuz) had bizim kendimizin (ictihadla) koyduğumuz bir
cezâdır."

TERCEMESİ
2570) ” ... Enes bin Mâlik (RadtyaUâhü a »A )’den; Şöyle demiştir:
186 SÜNEN-î ÎBN -t MÂCE

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şarap içme (cezasın) da


(suçluyu) ayakkabılarla ve yapraklarından soyulmuş hurma dalla­
rıyla (kırk darbe) vurmayı emrederdi.”

TERCEMESİ

2571) Hudayn bin el-Münzir er-Rakkaşî ( Radıyallâhü anh)'den


Şöyle demiştir :

El-Velîd bin Ukbe, (halife) Osman (bin Affân) (Radıyallâhü


anh)’ın huzûruna getirilerek, (şarab içtiğine dâir) şâhidler onun
aleyhinde ifâde verince, Osman, Ali (bin Ebî Tâlib) (Radıyallâhü
anh)’a: Amcan oğlunu (yâni el-Velid’i) al da onun hakkmda (şarab
içme) cezâsuu infaz et, dedi. Ali de onu dövdürdü ve dedi k i: (Şarab
içene) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kırk dayak attı, Ebû
Bekir kırk dayak attı ve Ömer seksen dayak attı. Kırk dayak da
seksen dayak da sünnet (yâni uygulanması meşrû cezâ)dır.”

İ Z A H I

Bu bâbm ilk hadisini- B u h â r i , M ü s l i m , E b û D â ­


v û d ve N e s â î de rivâyet etmişlerdir. İkinci hadîs ise Kütüb-i
Sitte’nin hepsinde rivâyet edilmiştir. H u d a y n b i n e l - M ü n -
z i r ’ in hadîsi M ü s l i m ve E b û D â v û d tarafmdan da
rivâyet edilmiştir. Bu hadîslerin üçü de sahihtir.
Bu bâbm son hadisinde A l i (Radıyallâhü anh) Resûl-i Ek­
rem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in şarab içene kırk dayak attırdı­
ğını ifâde eder. E n e s (Radıyallâhü anh) ’m M ü s l i m ’ deki
Bâb : 16 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 187

bir rivayetinde; kelimesi ziyâdesi vardır. Yâni bu rivâyete


göre de Resûl-i Ekrem şarab içene ayakkabılarla ve yaprakların­
dan soyulmuş hurma dallarıyla kırk dayak atılmasını emrederdi.
Ebû Dâ vûd'un K a t â d e (Radıyallâhü anh) ’den olan bir
rivâyeti de M ü s 1 i m ’ in bu rivâyeti gibidir. Hülâsa şarab içe­
ne Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in kırk dayak attırdı­
ğı sâbittir. Durum bu olunca A l i (Radıyallâhü anh)’m ilk hadî­
si değişik şekillerde yorumlanmıştır. Şöyle k i :
A l i ’ nin ilk hadisinin zâhirine göre Resûl-i Ekrem, şarab içe­
ne atılacak dayak sayısmı tâyin ve tesbit etmemiş, ona atılan da­
yak sayısı sahâbîlerce tesbit edilmiştir. Oysa sahîh hadîsler, Resûl-i
Ekrem’in ona kırk dayak attırdığına delâlet ederler.
Avnü'l-Mabûd yazan bu husûs hakkmda özetle aşağıdaki bilgi­
yi verir:
A li (Radıyallâhü anh)’nin bu iki hadîsi (yâni 2569 ve 2571
nolu hadîsler) arasmda görülen ihtilâf nasıl giderilir denilecek olur­
sa buna şöyle cevap verilir .-
E l - H â f ı z bu iki hadîs arasmda zâhiren görülen ihtilâfm
esasta bulunmadığını şöyle ifâde eder: A 1 î ’ nin ilk hadîsinin
mânâsı şöyledir: “ Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) şarab
içene kırk dayaktan fazla olan darbe sayısı hakkmda belirli bir ra­
kam koymamıştır. Şarab içene uyguladığımız seksen değnek bizim
koyduğumuz bir uygulamadır.”

A l i (Radıyallâhü anh) bu hadîste «Seksen değnek bizim koy­


duğumuz bir uygulamadır» derken Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’m
hilâfeti devrinde halîfeye beyân ettiği kendi görüşüne işâret etmek­
tedir.
( E 1 - H â f ı z , A l i ’ nin kendi görüşü, derken el-Muvatta’-
da ve başka kitablarda A l i ’ den ve M ü s l i m ile E1 b û
D â v û d ’ un A b d u r r a h m a n b i n A v f ’ tan nakledilen
şu görüşü kasdediyor: E n e s b i n M â l i k ’ ten rivâyet edi­
len bir hadîste E n e s şöyle d e r :
“Şarab içene Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve Ebû
Bekir (Radıyallâhü anh) kırk dayak attırdılar. Ömer (Radıyallâhü
anh) halîfe olunca şarab içenlerin sayısı çoğaldı. Bunun üzerine
Ömer (Radıyallâhü anh) sahâbîleri topladı ve şarab içene atılacak
dayak sayısının tesbiti hakkmda onlann görtişlerini sordu. Abdur-
188 SÜNEN-İ İBN-1 MÂCE

rahman bin A v f (Radıyallâhü anh) ve bir rivâyete güre A li bin Ebi


Tâlib (Radıyallâhü anh) şarab içene kırk dayak atılmasını teklif et­
tiler. Bundan sonra Ömer (Radıyallâhü anh), şarab içenlere seksen
dayak atılmasını emretti."

Yukarıya meâlini aldığım E n e s ’ in hadîsi şarab içene


Û m e r ’ in halifeliği döneminde seksen dayak atıldığına delâlet
eder. A l i ’ ni n 2571 numaralı hadisi de buna delâlet eder. Şu hal­
de ö m e r ’ in hilâfeti döneminde şarab içene seksen dayak atıl­
ması husûsunda sahâbîlerin icmâı oluşmuştur.)
A li (Radıyallâhü anh) ’nin ilk hadisi böyle yorumlanınca ha­
disin tamamının meâli şuna dönüşmüş o lu r:
«Cezasını infâz ettiğim ve bu cezânın infâzı dolayısıyla ölen hiç
bir suçlunun hayat p a h a s ın ı ödemem. Ancak şarab içene uyguladı­
ğım kırk dayaktan fazla olan dövmeden dolayı suçlu ölecek (dur­
sa onun diyetini, yâni hayat pahasını öderim. Çünkü Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ona kırk dayaktan fazla olan dövme için
belirli bir sayı koymamıştır. Ona seksen dayak atma işi bizim ken­
dimizin bir uygulamasıdır.»

B e y h a k î ve î b n - i H a z m da bu yorumu kesinlikle
hükmetmişlerdir. ( E l - H â f ı z ’ dan naklen alman bilgi buraya
kadardır.)
Avnü’l-Mabûd yazan daha sonra e 1- M ü n z i r i ’ den nak­
len şu bilgiyi v e r ir :
Vâcib olan bir dövme cezasının infazından dolayı ölen bir suç­
lunun diyeti, yâni hayat pahası ne infaza karar veren şer’î hâkim’e
ne de devlet hazînesine düşer. Yâni hâkim böyle bir diyeti verme­
yeceği gibi devlet hazînesinden de böyle bir ödeme yapılmaz. Bâzı
ilim ehlinin beyânına göre bu hususta âlimler ittifak hâlindedir.
Suçluya verilen tazir cezâsı onun ölümüne sebebiyet verdiği tak­
dirde bir ödeme yapılıp yapılmıyacağı husûsunda ise âlimler arasm­
da ihtilâf vardır. Âlimlerin cumhûrüna göre bu meselede de ne hâ­
kime ne de devlet hazînesine herhangi bir diyet borcu tahakkuk et­
mez. Fakat Ş â f i i ’ ye göre maktulun diyeti, hâkim’in yakınla­
rınca ödenir. Hâkim de kâtil kefâretini öder. Bir kavle göre diyet,
devlet hazînesinden ödenir.
Hâkim, şarab içene kırk dayak attırdığında suçlu ölüme hâki­
min bir tazminat ödemesi söz konusu değildir. Hâkim ona seksen
dayak attırdığında suçlu ölürse hâkim diyetin yansım ödemek du-
Bâb: 16 KtTÂBÜ-L’HUDÛD

rumundadır. ( E l - M ü n z i r i ’ den naklen alman bilgi burada


bitti.)
N e v e v i de M ü s l i m ’ in şerhinde e l - M ü n z i r î ’ -
nin yukarda verdiği beyânm bir benzerini vermektedir. Tazminat
ve diyet husûsundaki hüküm özetle şudur:
Şer’î bir dövme cezâsınm infazı dolayısıyla suçlunun ölümü hâ­
linde ne hükmü veren şer’î hâkim, ne hükmü yerine getiren dövü-
cüler, ne de devlet hâzinesi bir diyet veyâ tazminat ödemez. Hâ­
kim veyâ cellâdlarm bir kefâret ödemeleri de söz konusu değildir.
Bu hükümler husûsunda âlimler ittifak hâlindedir. Verilen bir ta-
zîr cezâsmdan dolayı ölen suçlu için diyet verme meselesine gelin­
ce, cumhûr’a göre ne hâkim, ne hükmü yerine getiren cellâd (dö-
vücû) bir tazminat veyâ diyet öder. Hâzineden de bir şey ödenmez.
Ş â f i î ’ ye göre hâkinim yakınlan tazîr cezâsmdan dolayı ölen
suçlunun diyetini öderler. H â k i m ’ in kendi malından da kâtil
kefâreti ödenir, ödemenin nereden tahsil edileceği husûsunda Ş â ­
f i î ’ den başka kaviller de rivâyet edilmiştir.
2570 noiu E n e s (Radıyallâhü anh) ’m hadisine göre şarab
içene atılacak dayak ayakkabılarla ve yapraklarından soyulmuş hur­
ma daüanyla olabilir. Yâni mutlaka değnekle, kamçıyla veyâ sopa ile
olması şart değildir.
N e v e v i bu hususta da şu bilgiyi verir:
“Şarab içene ayakkabılarla, yapraklarından soyulmuş hurma
dallarıyla ve elbise kenarlarıyla dövmek sûretiyle had edilmesinin
câizliği üzerinde âlimler ittifak etmişlerdir. Bu suçluyu kamçıyla
dövmenin câizliği husûsunda ise ihtilâf vardır. Arkadaşlarımızın en
sahih kavime göre kamçıyla da olabilir' Kamçıyla dövüldüğü takdir- •
de kamçının mûtedil boy ve büyüklükte olması ve mûtedil bir vu­
ruşla olması gereklidir. Cellâd döverken elini başının yukarısına
kadar kaldırmamak, kolunu mûtedil bir şekilde kaldırmalıdır."
E n e s'in burdaki hadîsinde şarab içene atılan dayak sayı­
sı belirtilmemiş ise de yukarda beyân ettiğim gibi onun M ü s ­
l i m ’ deki rivâyetinde «kırk dayak» kaydı mevcuttur. Şarab içene
seksen dayak atılır, diyen âlimler bu hadîse şöyle cevab verirler:
Bu hadîs, Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’m ekseriyetle
kırk dayak attığını ifâde eder. Fakat bundan fazla atmadığım ifâde
etmez, derler.
A li (Radıyallâhü anhl’ın 2571 noiu hadîsi M ü s l i m ve
E b û D â v û d tarafmdan daha uzun bir metin hâlinde rivâyet
190 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

edilmiştir. Oralardaki rivayetlerde: «El-Velîd bin Ukbe’nin şarab iç­


tiğine şehâdet edenlerden Humrân (bin Ebân) onu şarab içerken
gördüğünü, diğer bir şâhid de onu şarab kusarken gördüğünü ifâde
edince halîfe Osman: O, şarab içmeden şarab kusmaz, demiş ve ce­
zasının verilmesini A li (Radıyallâhü anh)’a teklif etmiştir. (Bu tek­
lif halîfenin A li’ye bir ikramı mâhiyetini taşır.) A li bu teklifi kabul
ederek suçluyu dövmek için oğlu el-Hasan bin A li’y i görevlendir­
miş, el-Hasan bundan imtina edince A li bu kere Abdullah bin Câ-
fer-i (Tayyâr’ı) görevlendirmiştir. Abdullah eline kamçı alarak suç­
luyu dövmeye başlamış, A li de kamçılan saymıştır. Nihâyet kamçı
sayısı kırkı bulunca Ali, Abdullah’a : “Yeter. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kırk dayak attı, Ebû Bekir kırk dayak attı, Ömer
de seksen dayak attı. Kırk dayak da seksen dayak da sünnettir (yâ­
ni uygulanması meşrûdur). Bu bence daha sevimlidir. (Yâni bence
kırk dayak seksen dayaktan daha sevimlidir) demiştir.» meâlinde
bilgi vardır.
Hülâsa görüldüğü gibi şarab içen kimseye verilecek dövme ce-
zâsı kırk dayaktır. Bâzı rivâyetlerde Ö m e r (Radıyallâhü anh)
zamanında dayak sayısının seksene çıktığına delâlet ederler. Ö m e r
(Radıyallâhü anh) zamanında uygulanan ve sahâbîlerce de tasvib
edilen seksen dayak atma da meşrûdur. Nitekim A l î (Radıyal-
lâhü anh) da bunun meşrûluğunu ifâde eder. Zâten dört halifece
uygun görülecek hükümlerin meşrûluğu “ Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-
salâtü ve’s-selâm) ’in : «Benim sünnetime (yoluma) ve benden son­
ra Hulefa-i Râşidîn’imin sünnetine (yollarına) sanlın» meâlindeki sa­
hîh hadîsi dört halîfece uygulanacak yolun meşrûluğunu tesbit et­
miştir. Halîfe Ö m e r zamanında sahâbîlerin ittifakıyla şarab iç­
me haddi ve, cezâsı seksen dayağa çıkanlmıştır. A l i (Radıyallâ-
hü anh) da bunlardan birisidir. Hattâ bu cezânın seksen dayağa çı-
kanlmasmı teklif edenlerdendir. Buna rağmen bu devirden sonra
başlayan O s m a n (Radıyallâhü anh) ’m hilâfeti döneminde A l i
(Radıyallâhü anh) e 1- V e 1 î d ’ e kırk dayak atmıştır. A l i ’ nin
bu uygulamasına ne halîfe O s m a n (Radıyallâhü anh) ne de
orada bulunan sahâbîlerden onun oğlu H a ş a n (Radıyallâhü
anh) ve A b d u l l a h bin C â f e r (Radıyallâhü anh) gibi
zâtlar itirazda bulunmamışlardır.
N e v e v i bu bâbta rivâyet edilen hadislerin açıklaması bö­
lümünde şu bilgiyi verm ektedir:
Şarab içmenin haramlığı, bunu az veyâ çok içenin had cezâsı-
na çarptırılmasının vâcibliği ve şarab içenin bu suçu defalarca tekrar­
ınmış olsa bile katledilmiyecegi husûsunda m üslüm anlar icma et­
B âb : 16 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 191

mişlerdir. T i r m i z i ve çok sayıda âlimler bu içmâm bulundu­


ğunu ifâde etmektedirler.
K â d ı I y â z şarab içme suçundan dolayı dört defa had ce-
zâsına çarptırıldıktan sonra bu suçu tekrar işleyenin öldürülmesinin
gerekliliğini bir cemâattan naklederek bunların elinde bir hadisin
(Bu hadîsler 2572 - 2573 noliıdur) bulunduğunu ifâde ediyor ise de
bu görüş bâtıldır, sahâbîlerin ve bunlardan sonra gelenlerin yukar­
da anlatılan icmâma muhâliftir.
Şarab içene kaç dayak atılacağı hususundaki ihtilâfa gelince:
1. Selefin cumhûru ile içlerinde E b û H a n î f e , M â l i k ,
E v z â i , S e v r î , A h m e d ve I s h â k ’ m dâhil bulundu­
ğu fıkıhçılann büyük çoğunluğuna göre şarab içenin haddi seksen
dayaktır. K â d ı I y â z cumhûrun bu görüşte olduğunu naklet-
miştir. Bunların delili Ö m e r (Radıyallâhü anh) devrinde olu­
şan sahâbîlerin icmâıdır. Bunlar.- Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm)’in şarab içene kırk dayak attırması tahdid için değildir.
Bunun içindir ki, bâzı rivâyetlerde «kırk dayak kadar» ifâdesi kul­
lanılmıştır, derler.
2. Ş â f i i , E b û S e v r , D â v û d - i Z a h i r i ve di­
ğer bâzı âlim ler: Şarab içen kimsenin haddi kırk dayaktır, demiş­
lerdir. Ş â f i i : Hâkim dayak sayısını seksene çıkarabilir, kırk­
tan yukarısı tazir mahiyetindedir. Çünkü sarhoş kimse namaz kıl­
mamak, başkalarına eziyet etmek, cinâyet işlemek, başkasının şeref
ve haysiyetiyle oynamak gibi suçlan işleme zeminini hazırlamış olur,
demiştir.
Şarab içen kimse sarhoş olsun veyâ olmasın mutlaka had cezâ-
sına müstehak olduğu noktasında âlimler ittifak hâlindedir. ( N e -
v e v i ’ den naklen verilen bilgi burada bitti.)

ÖNEMLİ BİR NOKTA

Bu bâbta rivâyet edilen hadislerin tercemesinde ve izahında şa­


rab kelimesini kullandım. Başka içkilerin bu hükmün dışında kal­
dığı sanılmasın. Şarab kelimesini kullanmamm sebebi “Hamr” ke­
limesinin Arap dilinde şarab anlamında kullanılmasıdır. Şer-i Şe­
r ifte ise sarhoşluk verebilen bütün içkilere “Hamr" denilir. Çünkü
* * X* ^ *
bir hadîs-i şerifte? <J5 = «Sarhoşluk veren her şey hamr’-
dır.» buyurulmuştur. Bu meâlde başka başka hadîsler de vardır. Bu-
192 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

nun içindir ki dört mezheb âlimleri sarhoşluk veren her içkinin şa­
rab hükmünde olduğu noktası üzerinde ittifak etmişlerdir.
A zı veyâ çoğu sarhoşluk veren her içkinin haramlığı ve zarar­
ları hakkında gerekli bilgi “Eşribe Kitabı” bölümünde rivâyet .edi­
len hadislerin izahı bölümünde verilecektir.

\t j * ^ ‘tO-2 ö * (w)
17 — DEFALARCA ŞARAB İÇEN KİMSE (H AKKIND A
GELEN HADÎSLER) BÂBI

T E R C E M E S İ
2S72) “ ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü an A)’den rivâyet edildiğine göre;
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kişi sarhoş olduğu zaman ona dayak atınız. Eğer tekrar sar­
hoş olursa (gene) ona dayak atınız. Sonra tekrar sarhoş olursa (tek­
rar) dayağa çekiniz» Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
dördüncü defasında buyurdu ki > «Sonra sarhoşluğa dönüş yaparsa
boynunu vurunuz (öldürünüz).*”

H u dayn bin el-M m udr (R .A .)’in H â l T ercem esi

H u dayn b in el-M ü n zir er-R ak k aşi E bû S âsân el-B asri, O sm ân ( R A . ) v e A li


(R .A .)’den h ad is rivâ yetin d e bulunm uş v e S ıffîn ola y ın d a A li (R .A .)’n in ta ra fta n
o la ra k bulunm uştur. K en d isin d en de H asan-ı B a srî v e b a şk a la n riv â y e t etm işler­
d ir. E l-îc ll onun sık â olduğunu söylem iştir. B ir riv â y e te g ö re h ic re tin 99. y ılı ve­
fâ t etm iştir. M ü slim , E bû D âvûd, İb n -i M âceh ve N es â i onun h a d îslerin i riv â y e t
e tm işlerd ir. (H u lâ s a : 98)
B âb: 17 KtTÂBÜ-L’HDDÛD 193

T E R C E M E S İ

2573) Muâviye bin Ebî Süfyân (Radtyallâhü anhümâyûm rivâyet


edildiğine göre Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Kişiler şarab içtikleri zaman onlara dayak atınız. Sonra (şa­
rab) içtikleri zaman (tekrar) onlara dayak atınız. Sonra (şarab)
içtiklerinde (gene) onlara dayak atiniz. Bundan sonra (şarab) iç­
tikleri zaman artık onlan öldürünüz.»’’

İ Z A H I
Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadisini E b û D â ­
v û d , N e s â i , H â k i m ve İ b n - i H i b b â n da rivâ­
yet etmişlerdir. M u â v i y e (Radıyallâhü anh) ’m hadisini E b û
D â v û d , T i r m i z î ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir. Bu
iki hadisin zâhirine göre üç ayrı defada içki içip beher defasmda
had cezâsı olan dövme cezasına çarptırıldığına rağmen dördüncü
kez içen kimsenin öldürülmesi gerekir.
T i r m i z i , Kitabü’l-İlel’d e : Tüm müslümanlar bu hadisin
mensuhluğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Bir kavle göre öldürülme­
den maksad şiddetle dövmektir, der. S ü y û t i ise bu hadisle
amel edilmesinin gerekliliğini savunarak T i r m i z i ’ nin hâşi-
yesinde uzunca bilgi vermiştir.
Ibn-i H i b b â n ise bu hadislerdeki öldürme emrinin, iç­
ki içip bunun haramlığını kabul etmeyen ve helâl olduğuna inanan
kimselere âit olduğu yolunda yorum yapmıştır.
N e v e v l de M ü s l i m ’ in şerhinde: K â d ı I y â z ,
bir grubun bu hadise dayanarak böyle yapan yâni üç defa içki içip
beher defadan dolayı dövme cezasına çarpıldığı halde dördüncü kez
içki içen kimsenin katledilmesinin gerekliliğine hükmettiklerini nak­
lediyor ise de bu görüş bâtıldır. Sahâbîlerin ve onlardan sonra ge­
lenlerin icmâına aykırıdır. Bu hadis mensûhtur. Bâzı âlim ler: Mev­
cut icmâ bu hadisin mensuhluğuna debidir, demişlerdir. Bâzılan d a :
Bu hadis şu meâldeki hadisle mensuhtur, demişlerdir: «Müslüman
hiç bir kimsenin kam helâl değildir. Ancak şu üç kişinin kam he-
lâldır: Haksız yere bir müslümanı bUe bile öldüren kâtil, bekâr ol­
mayan zâni ve İslâm dininden dönüş yapan mürted» diye bilgi ve­
rir.

Sünen-i îb n -i M â c e — C .: 7 - F . : 13
194 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

Hülâsa burada olduğu gibi bâzı hadislerde Resûl-i Ekrem (Aley­


hi’s-salâtü ve’s-selâm)’in, dördüncü kez içki içen kimsenin katledil­
mesini emretmiş ise de gerek Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm) ve gerekse O’ndan sonraki devirde şer’î hükümleri uygula­
yan sahâbilerden hiç kimse içki içeni öldürtmemiştir. Hattâ T i r -
m i z î ' nin rivâyet ettiği bir hadîste «Kubeysa bin Züeyb (Radı-
yallâhü anh) yukardaki hadîs metninin bir benzerini rivâyet ettik­
ten sonra şöyle der: Bir adam içki içti. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-sa­
lâtü ve’s-selâm) ’e getirildi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)
onu dövdürdü. Adam sonra tekrar içki içti. Tekrar Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e getirildi. Yine Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-
salâtü ve’s-selâm) onu dövdürdü. Adam üçüncü kez tekrar içki iç­
tiğinden dolayı huzûra getirildi ve tekrar dövdürdü. Adam dördün­
cü içki içtiğinden dolayı huzûra getirildi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-
salâtü ve’s-selâm) gene onu dövdürdü. Böylece (içki içmekten do­
layı) öldürme cezâsı insanların üzerinden kaldırılmış oldu. Artık bu
uygulama bir ruhsat oldu.»
Daha geniş bilgi için hadîs ve fıkıh kitablanna baş vurulabilir.

Aİ-I <±* j v ' î ( NA)


18 — KENDİSİNE HAD CEZÂSI VÂCİB OLAN
YAŞLI VE HASTA KİMSE (YE Â İT HÜKÜMLER) BÂBI
Bâb : 18 KtTÂBÜ-L’HÜDÛD

T E R C E M E S İ

2574) Saîd bin Sa’d bin Ubâde (Radtyallâhü anhümâ)’dan; Şöyle de­
miştir :
Evlerimiz arasmda vücût yapısı noksan ve zayıf bir adam vardı.
(Bir defa) binanın câriyelerinden birisiyle kötü vaziyette aniden
yakalandı. Bunun üzerine (babam) Sa’d bin Ubâde onun durumu­
nu Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e arz etti. Resûl-i Ek­
rem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Ona yüz sopa atınız.» buyurdu. Sahâbiler:
— Ey Allah’m nebisi adam bu dayağa dayanamıyacak derece­
de çok zayıflar, ona yüz sopa atmış olsaydık ölecekti, dediler. Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve S ellem ):
— «O halde onun için yüz salkındı bir hurma dalım alınız ve
onu (o dal ile) bir defa dövünüz.» buyurdu.
Bu hadisin benzeri Ebû Ümâme bin Sehl tarafmdan doğrudan
doğruya (yâni Saîd bin Sa’d’m aracılığı olmaksızın) Sa'd bin Ubâde’-
den merfû olarak ve kısmen değişik bir sened ile de müellifimize in­
tikal etmiştir.”
N o t : Z evâ id ’d e şö yle d en ilm iştir : B u sen edin k u vvet durum u r fiv l M uham -
m ed b in İsh a k ’m h âlin e b a ğ lıd ır. B u r â v î te d lis ç id ir ve bunu an’an eyle riv â y e t e t­
m iştir.

İ Z A H I
Bu hadîs Zevâid türündendir. E b û D â v û d da bunun bir
benzerini gene E b û Ü m â m e b i n S e h l b i n H u n e y f
(Radıyallâhü anh) aracılığıyla bir sahâbîden ve merfû olarak rivâ­
yet etmiştir. Ordaki senedde E b û Ü m â m e sahâbînin ismini
açıklamayıp sâdece Ensâr’dan olduğunu belirtmekle yetinmiştir. Bi­
lindiği gibi sahâbînin isminin verilmemesi hadis senedinin kuvveti­
ni haleldar etmez.
Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:
İşkâl: Üzerinde küçük dalcıklar bulunan büyük hurma dalıdır.
'Şimrâh: Büyük hurma dalı üzerinde bulunan küçük dalcıklar­
dır. T ı y b î bu iki kelimeyi böyle açıklamıştır. En-Nihâye’de de
böyle açıklama yapılmakla beraber Şimrâh: Üzerinde hurma bulu­
nan dalcıklar, denilmiştir. Yâni Şimrâh, hurmaları alınmış salkım
çubuğudur.
196 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

Sevt s Kamçı, sopa, cop gibi dövme işinde kullanılan şeye denilir.
Avnü’l-Mabûd yazarı buna benzer hadîsin şerhinde özetle şu
bilgiyi v e r ir :
“Had cezâsma dayanamıyacak durumdaki hasta suçluya, üzerin­
de yüz dalcık bulunan bir hurma dalı veyâ benzeriyle bir defa döv­
mekle cezâsınm infazının câizliği bu hadîsten anlaşılır. Bütün dal­
cıkların suçluya değmesi şarttır. Bir kavle göre anılan dalı vurmak
yeterlidir. Yâni her dalcığın mutlaka suçlunun vücûduna değmesi
şan değildir. Hastalar hakkmdaki bu uygulama şer’an câiz olan hi­
lelerdendir.
H a n e f i fıkıhçılardan Î b n ü ’ l - H ü m â m : Cezâsı rec-
metmek olan yâni bekâr olmayan bir hasta zinâ ettiği zaman ce-
zâsı infâz edilir. Çünkü öldürülmesi gereklidir. Bu sebeple hastalık
hâli bu cezanın infazına mâni değildir. Şâyet zinâ eden hastanın ce-
zâsı yüz dayak atmak ise, yâni bekâr ise, iyileşinceye kadar cezâsı er­
telenir. Çünkü hastalık hâlinde dayak cezâsınm infâzı onun ölümü­
ne sebebiyet verebilir. Eğer .iyileşmesi umulmayan bir hastalığa tu­
tulmuş veyâ noksan yapılı, zayıf bünyeli ise bize ve Ş â f i i ’ ye
göre yüz dalcıklı bir hurma dalı ile bir defa dövülür ve her dalcı­
ğın suçlunun vücûduna değmesi vâciptir. Bunun içindir ki daim yay­
gın olmasının gerekliliği söylenmiştir, der.
S a ’d b i n U b â d e (Radıyallâhü anh) ’m hâl tercemesi
2132 sayılı hadîsin izahı bölümünde geçmiştir. Oğlu S a i d (Ra-
dıyallâhü anh) da sahâbidir. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se­
lâm) ’dan hadis rivâyetinde bulunduğu gibi babasmdan da rivâyette
bulunmuştur. Râvisi ise oğlu Ş ü r a h b î l ’ dir.A l i (Radıyal-
lâhü anh)’m hilâfeti döneminde Y e m e n vâliliğinde bulunmuş­
tur. N e s â î ve İ b n - i M â c e h onun hadîslerini rivâyet
etmişlerdir. (4)
(\\)
19 — BİZ (M Ü ’MİNLER) E SİLÂH ÇEKEN
(H AKKIN D A GELEN HADÎSLER) BÂBI
t pjC- f j \ û j Cjf Cj

*^0 * jN / î* ü » j Lj * <J.' J * «irf' 4 Sür* 6 *


* * *

** ^
I < ( fX A "îf "'»f ^ <»^ I I # I |^ ^ |6l ^
* & c r " : * j lj * J 1J^ - r ^ }c/-
. * * * * * ***
(4) Hulâsa: 138
Bâb : 19 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 197

• £ ^ ^ •<

. t xU L!ic

T E R C E M E S İ

2575) "... Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre;


Peygamber ( Sallallahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurmuştur:

«Kim biz (mü’minler) e silâh çekerse artık o bizden değildir.»’*

•*J. ^ d* ü &*4* —Y®V\


* i } Cf 1 C f*^ £ + i * Ii J ^ V V J - j t

.«tL ^ ^ Â L ıı t i i l 3^ -5 3 6 : 3 6

T E R C E M E S İ

2576) “ ... (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)’daxı rivâyet edil­


diğine göre; Resülullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim biz (mü’m inler)e silâh çekerse artık o bizden değildir.»”

4*1 x S j tr 3 ü. k £ û r — X ûVV

: 3& • <s*J* ıS ) Ct* ‘ (J^ O* * Jt a * '• â'

•* ^ j ö L j t \Şs- jçS, *y » ^|| «SI 3 j i j

TE R CE M E S 1

2577) “ ... Ebû Mûsa el-Eş’arî (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine


göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim biz (mü’minler)e silâh çekerse artık o bizden değildir."

İ Z A H I
Bu bâbta rivâyet edilen hadîsler B u h â r i ve M ü s l i m
tarafmdan da rivâyet edilmiştir. E b û M û s a (Radıyallâhü
anh) ’m hadîsini T i r m i z i de rivâyet etmiştir. İ b n - i Ö m e r
(Radıyallâhü anh) ’m hadisini N e s â i de rivâyet etmiştir.
198 SÜNEN-Î İBN-t MÂCE

Bu hadislerin zâhirine göre müslümanlarla savaşmak veyâ müs-


lümanlan öldürmek amacıyla silâh çeken bir kimse müslümanlıktan
çıkmış olur. Halbuki İslâm'ın esaslarına kesinlikle inanan, helâh he­
lâl ve haramı haram kabul eden bir mü’min kâtil, zinâ, isyân ve di­
ğer büyük günahları işlemekle İslâmiyet’ten çıkmaz. N e v e v i
bu hadîslerin şerhi bölümünde: “Ehl-i Sünnet mezhebince ve fıkıh-
çılarca kabul edilen genel kâideye göre haksız yere, yâni savaşmayı
meşrû kılan şer’î bir neden yok iken, tevil etmeden ve savaşmayı
mübah saymaksızm müslümanlara silâh çekip (silâhlı çatışmaya
giren) bir kimse bu hareketinden dolayı âsi ve günahkâr olmakla
beraber kâfir sayılmaz. Eğer giriştiği savaşmayı mübah telâkki eder­
se o takdirde kâfir olur ve İslâmiyet’ten çıkar. Durum bu olunca bu
hadîs zâhirine göre olmayıp başka mânâya yorumlanır. Yorum şek­
line gelince:
Bir kavle göre mânâ şöyledir -. Bir tevil yoluna gitmeden savaş­
mayı mübah telâkki eden kimse kâfir olur ve müslümanlıktan çıkar.

Diğer bir kavle göre mânâsı; “Böyle yapan kimse bizim yolu­
muz ve olgun prensibimiz üzerinde değildir.”
S ü f y â n b i n U y e y n e bu son yorumdan hoşlanmaya­
rak : Bu, hatâh bir yorumdur. Bilâkis daha etkin ve önleyici olması
açısından tevil edilmemesi uygundur, demiştir” diye bilgi verir.

j ( T*)
20 — (M ÜSLÜM ANLARLA) S AV AŞAN VE YER YÜZÜNDE
BOZGUNCULUK Ç IK AR M AYA ÇALIŞANLAR
(H AKKIND A GELEN HADÎSLER) BÂBI

id fS * . J & r j t e ı* ~ T OVA

ys / fi. ^1» 3 ^ . J Jp 3\

l/lj j• ey \'ı ^ ‘^ <4


'j&ki . fJ L • J Ü j Z-j .O Jİ \ y \ z jj. «al J
ı * ' -s 1-1 • * \ ' f \* -
fr J J fr - fr"*?!'-)

T E R C E M E S İ
ı v
2578) “ ... Enes bin Mâlik (Radtydlâhü anh)'den; Şöyle demiştir;
Bâb: 20 KİTÂBÜ-L’HUDÜD 199

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken Ureyne


(kabilesin) den bâzı kimseler Medîne-i Münevvere’ye geldiler. Son­
ra Medine (nin su ve havası onlara dokunduğu için bu şehir) de kal­
mak istemediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onlara:
«Bize âit bir deve sürüsünün bulunduğu (Gâbe denilen) yere
gidip develerin sütlerinden ve idrarlarından içiniz», buyurdu. On­
lar da (böyle) yaptılar. (Bu vahşiler sıhhat bulunca) İslâmiyet’ten
. (küfre) döndüler ve Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in
(Yesâr isimli) çobanım öldürüp develerini de önlerine katıp götür­
düler. (Bundan haberdar olunca) Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) onlan yakalamak için (bir fırka) gönderdi. Onlar yakala­
nıp huzûra getirildi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) on-
lanm ellerini ve ayaklarım kestirdi, ateşte kızdırılmış çivilerle göz­
lerim sürmeletti ve ölünceye kadar onlan Harre (denilen yer) de bı­
raktırdı."

TERCEMESİ

2579) "... Âişe (Radtyallâhü anhâyd&n; Şöyle demiştir:

Bir güruh insan Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sa­


ğım develerine baskın yapıp kaçırdılar. Sonra Peygamber (Sallalla­
hü Aleyhi ve Sellem) (yakalattığı bu vahşi) topluluğun ellerini ve
ayaklarım kestirdi ve gözlerini oydurdu."

İ Z A H I

İlk hadîs, B u h â r î , M ü s l i m , E b û D â v û d , T i l ­
mi z i ve N e s âî tarafmdan da rivâyet edilmiştir. İkinci hadis ise
N e s â i tarafından da rivâyet edilmiştir.
Hadislerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:
İctivâ: Ceviy kökündendir. Ceviy, göğüs hastalığı, mide hasta­
lığı ve benzerî iç hastalıklara tutulma mânâsma gelir. İctivâ ise
200 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

böyle bir hastalıktan dolayı yemekten, içmekten kesilmek ve bir ye­


ri beğenmemek gibi mânâlara gelir. Burada M e d î n e - i M ü ­
n e v v e r e ’ nin suyuna ve havasına alışamamak, olumsuz yön­
den etkilenmek ve hoşlanmamak demektir.
Zevd t Sayısı üçten dokuza kadar olan deve sürüsüdür.
Semere, mâzi fiilidir. Bu kelime Seminere, şeklinde de okuna­
bilir. Her iki fiilin mânâsı «Çiviledi» demektir. Burada ateşte kızdırıl­
mış çivi ile gözleri sürmelemek, dağlamak mânâsı kasdedilmiştir.
Harre s M e d i n e - i M ü n e v v e r e şehrinin dışında ka-
rataşlı bir arâzi ismidir. Y e z î d b i n M u â v i y e zamanın­
da vukû bulan H a r r e olayı bu yerde vukû bulduğu için buna
«Harre olayı» ismi verilmiştir.
İkinci hadîste geçen Semele de mâzi fiilidir. Oydu, demektir.

Likah t Sağım develeridir.


Hadiste sözü edilen vahşî mürtedler tarafmdan kaçırılan deve­
ler bâzı rivâyetlere göre hazine malı olan develerdir. Bâzı rivâyet­
lerde bunun zekât develeri olduğu belirtilmektedir. Bâzı rivâyetle­
re göre ise bu develer Besûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve’s-selâm)’in
develeridir. Bâzı âlim ler: Bu rivâyetler arasmda ihtilâf yoktur. Çün­
kü develerin bir kısmının Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve’s-se­
lâ m )’in ,bir kısmının da zekât develeri olması mümkündür, derler.
Hadislerde sözü edilen mürted vahşîler hakkında E b û K 1 1 â -
b e şu bilgiyi de v e r ir : “ Bu hunhar adamlar, develer çalan, çoba­
nı öldüren, müslümanlıktan küfre dönen ve Allah'ın Resûlüne sa­
vaş açan bir topluluktur,”
N e v e v i bu hadisin, yâni 2578 noiu hadîsin izahı bölümün­
de özetle şöyle d e r :
“Bu hadîs, Müslümanlarla savaşanların cezâsı hakkında bir esas
teşkil eder. Bu hadis M â i d e sûresinin aşağıda yazılı 33. âyeti­
ne ite uygun durumdadır.

IjJLsL jl liL i j «İl öi-illjb> 1^1

ı*A düi I ö* ->l ö * ı*4Wjl> (►e-^1 ç l t â lr ^ i Jİ


I ı —>İİp 5>^l ( j |*4j UuJI £
B âb: 20 KÎTÂBÜ-L’HUDÛD 201

«Allah ile ve Resûlü ile savaşanlann ve yer yüzünde bozguncu­


luk edenlerin cezâsı şüphesiz ancak öldürülmeleri veyâ asılmaları
ya da ellerinin ve ayaklanmn çaprazca kesilmesi ve yerden sürül­
meleridir. Bu, onlar için dünyada bir zillettir, onlar için âhirette de
çok büyük bir azab vardır.»
Âlimler bu âyetten kasdedilen mânâ husûsunda ihtilâf etmişler­
dir. Şöyle k i:
1. M â l i k : Âyette sıralanan cezâlar husûsunda hâkim ve
devlet yetkilisi serbesttir. Müslümanlarla savaşan suçlu kimseyi öl­
dürmemiş ise hüküm vermeye yetkili zât, âyette sıralanan cezâlar-
dan uygun gördüğünü tatbik eder. Fakat suçlu, bir kimseyi öldür­
müş ise onun cezâsı mutlaka ölümdür, demiştir.
2. E b û H a n î f e ve M â l i k î l e r ’ den E b û M ı s a b ;
Savaşan suçlular, adam öldürmüş olsalar bile devlet yetkilisi âyette
sıralanan cezâlardan uygun gördüğünü uygular. Yâni öldürmeden
başka cezâlar da verebilir, demişlerdir.
3. Ş â f i i is e : Âyette sıralanan cezâlar muhayyerlik için ol­
mayıp suçluların işledikleri suçlara taksim içindir. Şöyle ki, suçlular
adam öldürme suçunu işlemişler ve kimsenin malma tecâvüz etme­
mişler ise bunlara verilecek cezâ ölüm cezâsıdır. Şâyet suçlular kâ­
til suçunu işledikleri gibi müslümanlann malına da tecâvüz etmiş­
ler ise öldürülüp asılacaklardır. Eğer suçlular müslümanlann mal­
larım alıp kimseyi öldürmemişler ise elleri ve ayaklan çaprazca ke­
silir. Şâyet suçlular yollan tehlikeli hâle getirmekle beraber kimse­
nin malim almamış ve kimseyi öldürmemişler ise tazir cezâsına
çarptırılmak üzere yakalanırlar. Bizce âyette geçen sürgünden mak­
sad bunlan yakalatıp tazir etmektir. (Bilindiği gibi tazir cezâsı, suç­
luyu dövmek, teşhir etmek, tahkir etmek ve hapsetmek gibi yollar­
la gerçekleşir.) Bizim arkadaşlarımız : Yukarda aldatılan suçların
zararlan değişiktir, bu nedenle cezâlar da değişik olmalıdır. Bu iti­
barla âyette sıralanan cezâlar suç nevilerine tevzi mâhiyetini taşır,
demiştir.
N e v e v i sözlerine devamla şöyle d e r :
Müslümanlarla savaşmak için çalışanlara âit yukardaki hüküm­
ler bu savaşı sahrâda, yâni meskûn sahâ dışındaki yerlerde sürdü­
renler hakkındadır. Bu hükümlerin şehirlerde benzeri suçlan işle­
yenler hakkında da uygulanıp uygulanmıyacağı husûsuna gelince bu
husûsta ihtilâf vardır. E b û H a n i f e ’ ye göre bu hükümler
uygulanmaz. M â l i k ve Ş â f i i ' ye göre aynen uygulanır.
202 SÜNEN-t İBN-1 MÂCE

K â d ı l y â z . - Bu hadîsin mânâsı husûsunda âlimler ihti­


lâf etmişlerdir: Selef âlimlerinden bir kısmi: Bu hadîsin hükmü,
hadlar (cezâlar) hakkındaki hükümlere âit âyetlerin ve Muhârebe
âyeti, yâni yukanya alman M â i d e sûresinin 33. âyetinin inişin­
den önce ve suçluların uzuvlarının tahribinin yasaklanmasına âit
hadîslerin buyurulmasından evvelki zamana âitti, demişlerdir. Di­
ğer bir kısım âlimler ise : Hayır bu hadîsin hükmü neshedilmemiş
olup yürürlüktedir ve Muhârebe âyeti de bu hadiste sözü edilen vah­
şîler hakkmda nâzil olmuştur, derler.

RESUL-İ EKREM (ALEYHİ’S-SALÂTÜ VE’S-SELÂM)


CÂNİLERE NEDEN BÜ AĞIR CEZÂYI VERDİ

N e v e v i sözlerine devamla şöyle d e r :


Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’sselâm)’ın bu cânilere anılan
ağır cezâyı vermesinin sebebi, bunların Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-sa­
lâtü ve’s-selâm)’in çobanlarına benzer işkenceleri yapmış olmaları­
dır. Bunlar bu fiilleri işledikleri için onlara bir misilleme olarak, İlâ­
hî vahye dayanılarak anılan cezâlar verildi. Nitekim bunların bu
fiilleri işledikleri, M ü s 1 i m ’ in bâzı rivâyetlerinde belirtildiği
gibi T i r m i z î , î b n - i î s h â k , M û s â b in U k b e
ve siyer bilginleri tarafından ifâde ve rivâyet edilmektedir.

DEVELERİN İDRARINI İÇME EMRİNE GELİNCE

N e v e v i bu hususta da şöyle der .-


M â l i k ’ in arkadaşları ve A h m e d bu hadisi delil gös­
tererek : Eti yenen hayvanların idrarı ve tersi temizdir, necis değil­
dir, demişlerdir. Bunun necis olduğuna hükmeden âlimler ve bizim
arkadaşlarımız onlara cevâben: Anılan kişiler develerin idrarım te­
davi için içmişlerdir. Şarab ve sarhoşluk veren diğer maddeler hâ­
riç .diğer necis maddelerle tedavî olmak câizdir.
Hadîsin bâzı rivâyetlerinde belirtildiği gibi develer zekât malı
iseler bunların sütlerini içmek için bu heriflere Resûl-i Ekrem (Aley­
hi's-salâtü ve's-selâm) nasıl izin verdi? şeklinde bir soru hatıra ge­
lebilir. Bunun cevabı şöyledir: Zekât develerinin sütleri fakir müs-
lümanlara verilir. Bu adamlar da oraya gönderildiklerinde muhtaç
müslümanlardan idi. ( N e v e v I ’ nin sözü bitti.)
B âb: 21 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 203

Yukardaki soruya şöyle de cevap verilebilir: Bâzı rivâyetlerde


belirtildiği gibi sözü edilen develer Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm)’in idi. Yâni develerin bir kısmı zekât malı, diğer bir kıs­
mı Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in idi. O,, kendi malı
olan develerin sütünü onlara vermiş olabilir.

x :t * Jf* ^ J-;* Cj* vt^. ( x ' )


21 — MALKNI KORUMA) UĞRUNDA ÖLDÜRÜLEN
KİMSE ŞEHİDDİR, BÂBI

«S\ -ûft t jl jL u - VS . — yo A ♦

ö/> ^ 3 » Jl» £ | | ‘ J-’: * J 6* ‘ j® 4>'

TERCEMESİ

2580) “ ... Saîd bin Zeyd bin Amr bin Nüfeyl (Radtyallâhü anh) ’den ri­
vâyet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Malı (m koruma) uğrunda öldürülen kimse şehiddir» buyurmuş­


tur.”

!#/>h jf c - 3 -V j UJ 3 * -> / 3 Û J & v » a >

, .)£ X , J İ J '* * :^ 1 3*

jUJİ Î jy <■*, ■ * ! J : b jl J

TERCEMESİ
2581) “ ... (Abdullah) bin Ömer (RadtyaUâhü anhümâ)’dan rivâyet edil­
diğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim ki malının yanma gidilip (gasbedilmesi için) kendisiyle
savaşılır, kendisi de (malını korumak için) savaşır ve öldürülürse o
kimse şehiddir.»”
N o t : Z evâ id ’d e şöyle d e n ilm iş tir: Bunun senedinde bulunan Y e z îd b in S i-
nân et-T em lm l E bû R e h â v l’n in z a y ıflığ ı A h m ed v e başkası ta ra fm d an ifâ d e e d il­
m iştir.
204 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

• i U«Xl Jjt 4î»-jJ < er”"*" • ^ 3 ^ >_J

T E R C E M E S İ

2582) ” ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre;


Resülullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir;

«Kimin malı zulüm yoluyla (elinden.) alınmak istenip de (bu


uğurda) öldürülürse o kimse şehiddir.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bu, hasen bir seneddir. Çiinkü derecesi
hafız ve itkanlı râvilerin derecesinden aşağıdır.

İ Z A H I
Bu babın ilk hadisi diğer sünen sâhibleri, A h m e d , İ b n - i
H i b b & n ve H â k i m tarafmdan da rivâyet edilmiştir. A yrı­
ca B u h â r i , M ü s l i m , E b û D â v û d , T i r m i z î ve
N e s â i ayni metni ve merfû olarak A b d u l l a h b i n A m r
bin el-Âs (Radıyallâhü anhüm)’den rivâyet etmişlerdir. Di­
ğer iki hadîs Zevâid türündendir. Bununla beraber ikinci hadîsin bir
benzerini E b û D â v û d ve T i r m i z î yine A b d u l l a h
bin A m r (Radıyallâhü anh)’den merfû olarak rivâyet etmiş­
lerdir.
N e v e v i bu hadîsin şerhinde şu bilgiyi v e r ir :
‘‘Bu hadîs, haksız yere az veyâ-çok malı gasbetmek veyâ çal­
mak isteyen kimseyi öldürmenin câizliğine delâlet eder. Cumhûrun
görüşü budur. Böyle bir adamı öldürmenin vâeib olduğunu söyle­
yenler ise cumhûrdan kopmuştur. M â l i k i l e r ’ in bâzısı: Ada­
mın haksız yere almak istediği mal az bir şey ise onu öldürmek câiz
değildir, demişlerdir.”
K u r t u b i : Bu ihtilâfın sebebi bizce şudur: Böyle bir adamı
öldürmeye izin verilmesinin sebebi münkeri değiştirmek, yâni önle­
mek ise; malın azlığı veyâ çokluğu fark etmez. Şâyet sebep malı
korumak ve zararım defetmek ise az mal ile çok mal arasmda bir
faiklılık olabilir, demiştir.
B&b: 21 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 205

İ b n ü ’ l - M ü n z i r ' i n anlattığına göre Ş â f i î : Malına


veyâ canına ya da nâmusuna kasdedilen kimse serbesttir. Dilerse
saldırmak isteyenle konuşur veyâ ona karşı çevreden imdâd talep
eder. Şâyet bu yollarla saldırıyı defedebilir veyâ saldırgan bu işten
vazgeçerse tecâvüze uğranma tehlikesini atlatan kişi, artık saldır­
mak isteyeni öldüremez. Eğer konuşma veyâ imdâd yoluyla saldır­
ganı defetmeyi gerçekleştiremezse saldırganı öldürmek sûretiyle de
olsa malım, canım ve namusunu korur ve kendisine hiç bir şey lâ­
zım gelmez. Lâkin adam, saldırganı öldürmeyi kasdetmemeli ve mü­
dâfaa niyetini taşımalıdır, demiştir. Î b n ü ’ l - M ü n z i r , Ş â -
f i i ’ nin yukardaki sözlerini naklettikten sonra: Alimlerin karar
kaldıkları görüş şudur ki, haksız yere malına veyâ canına ya da nâ­
musuna kasdedilen kimse her hâl ve durumda kendini savunup sal­
dırganı defetme yetkisine sâhiptir. Yâni saldırganla görüşme veyâ
imdâd isteme yoluna baş vurma zorunluğu söz konusu değildir. An­
cak Ş â f i î ’ den hadîs hıfzeden âlimler devlet başkamın bu hük­
mün dışında tutmak üzerinde ittifak etmiş gibidirler. Çünkü devlet
başkanına karşı gelmemek, isyân etmemek ve onun zulümüne sab­
retmek yolunda hadîsler vardır.
M ü s l i m ' i n E b u H ü r e y r e ’ den rivâyet ettiği mer­
fû bir hadîs de meâlen şöyledir •

“ Bir adam Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e gelerek:


(Y â Resûlallah) bir adam gelip benim malum (haksız yere) al­
mak isterse benim ne yapmanın gerektiğini bana bildirir misin? di­
ye sordu. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) :
« (Malını) ona verme.» buyurdu. A d a m :
Adam benimle savaşırsa ne edeceğim? diye sordu. Resûl-i Ek­
rem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) :
«Onunla savaş,» buyurdu. A d a m :
Peki adam beni öldürürse ne olacak? dedi. Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm) :
«Sen şehid olursun,» buyurdu. Adam :
Y â ben onu öldürürsem? diye hükmünü sordu. Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) :
«O cehennemlik olur,» buyurdu."
(Yukardaki bilgi el-Fetih’ten alındı.)
Bu bâbta rivâyet olunan hadislerden alınan sonuç şudur: Bir
müslüman malım koruma uğrunda öldürülürse şehid sayılır. Yâni
âhirette şehid sevâbmı kazanır. Fakat dünya hükümleri bakımın­
206 SÜNEN-1 İBN-t MÂCE

dan şehîd sayılmaz. Şehîdlerin kısımları hakkında özlü bilgi verelim.


Şöyle k i :
Şehîd üç kısma a y n lır:
1. Kâfirlerle savaş edilirken savaş nedenlerinden birisiyle öl­
dürülen müslüman. Bu tür şehîd âhiret sevâbı bakımından şehîdlik
mertebesine kavuştuğu gibi dünya hükümleri bakımından da şe-
hîddir. Dünya hükümlerinden maksad onun cenâzesinin yıkanma­
ması ve üzerinde cenâze namazının kıhnmamasıdır. Hanefîlere göre
namazı kılınır.
2. Sevab bakımından şehîd sayılıp dünya hükümleri bakıcın­
dan şehîd sayılmayanlardır. Bunlar da depremde ölen, vebâ hasta­
lığından ölen, malım koruma uğrunda ölen gibi şehîd olduklarına
dâir sahih hadîs bulunan müslümanlardır. Böylelerinin cenâzeleri
yıkanır ve cenâze namazları kılınır. Bunların sevâbının birinci mad­
dedeki şehidin sevâbı kadar olması gerekmez.
3. Kâfirlerle yapüan savaşta ve savaş nedenlerinden birisiyle
öldürülen, fakat ganimet malında hiyânet etmek gibi bir suç işle­
diğinden şehîd sayılmayacağına dâir sahih hadîs bulunan müslü-
manlar. İşte bu gibi kimseler dünya hükümleri bakmandan şehîd
sayılıp birinci maddede yazılı kimseler gibidir. Fakat âhiret sevâbı ba­
kımından birinci maddede yazılı şehîdler gibi olamazlar.
Şu noktayı da belirtelim. Malı hırsızdan, soyguncudan ve haksız
yere götürmek isteyenden korumak ve buna engel olmak vâcib de­
ğil, câizdir. Yâni mal sâhibi meselâ malım korumayıp da soyguncu­
ya teslim ederse günâh işlemiş olmaz.
v j j L J I Ji » - «_-»!» ( y y )

22 — HIRSIZIN HADDİ (CEZÂSI) BÂBI

Bu bâbtaki hadîslerin tercemesine geçmeden önce hırsızlık su­


çunu işleyen erkek ve kadına verilen cezâya âit M â i d e sûresi­
nin 38. âyetini ve tercemesini okuyuculara hatırlatmak üzere bura­
ya almayı uygun buldum.

«V e erkek hırsızın ve kadın hırsızın, işledikleri fiilden dolayı A l­


lah tarafmdan İbret verici bir cezâ olarak ellerini kesiniz.»
B âb: 22 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 207

Bu âyetin hükümleri ve izahı için tefsir kitablanna mürâcaat


edilmesi tavsiye olunur.

W* *
^ ** /• ✓
^ -^ r ti.'
^
& y ' — Y® Af

'/
W
usıl/vj*/Ş.S*jlİJi 'i /i. ^ İI a 3<İ=34İÎZİ Ji ^
_/
J ■" J» t •' ?! - -
. « *JL^ 3

T E R C E M E S İ

2583) "... Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü anA)’den rivâyet edildiğine göre;


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Allah hırsıza lânet etsin. O yumurta çalar da eli kesilir, bir ip


çalar de eli kesilir.»”

iğXjjc< < < jf—•t/^ •Sîr' ^ —TûAl


. ÂTİ* j £ğ| ^ £ İ»»: 3^» • û' ^

T E R C E M E S İ
2584) "... (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü a»A »m â)’dan: Şöyle de­
miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üç dirhem değerinde­


ki bir kalkan (m çalınması olayın) da hırsızın elini kestirdi.”

.«İJu C u ,C 3 t İVj İ d i ^ p u V » ^ jtl £) ,1 ") 3 b ; ç j U O İlc *tc

T E R C E M E S İ
2585) ‘\.. Âişe (Radtyallâhü a«A â)’dan rivâyet edildiğine göre: Resûlul­
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Hırsızın eli ancak dinânn dörtte biri ve daha fazla (değerdeki


malı çalması olayın) da kesilir.»”

U; . I J Z j MS . ^ y j d S j f l A j \ MS ü x j - T«AA
208 SÜNEN-1 tBN-1 MÂCE

j »irfji-l J-Aî . udj j f - - ı-i—i j* j < ^>1öU-l j : jîIjJI j


. ç^c. 4İİ ı f j j J*t- jfl 3 îjy * jl> w<^*- J * \?J?-3

T E R C E M E S İ
2586) ‘ ... Âmir bin Sa’d’m babası (Sa’d bin Ebi Vakkas (Radtyallâhü
anhümâyâaa rivâyet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur:

«(Ü ç dirhemlik) kalkan değeri (nin çalınması olayı) nda hırsızın


eli kesilir.»”
Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Ebû Vftkıd bulunur. Bu râvî
zayıftır. Bunun zayıflığını belirten, bir kişi değildir. Bu hadisin aslı Buhârî, Müs­
lim ve diğer hadîs kitablannda Âişe, Ebû Hüreyre ve İbn-i Ömer (R .A .)’ım hadisi
olarak rivâyet edilmiştir.

İ Z A H I
Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadisi B u h â r i ,
M ü s l i m ve N e s â î tarafmdan, İ b n - i ö m e r (Radı-
yallâhü anh)’m hadisi ve  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ’nm hadîsi
Kütüb-i Sitte’nin hepsinde rivâyet olunmuştur. S a ’ d b i n E b i
Vakkas (Radıyalâhü anh) ’m hadisi ise Zevâid türündendir.
Birinci hadisin zâhirine göre bir yumurta veyâ. bir ipin çalınma­
sı hırsızın elinin kestirilmesini gerektirir.
İkinci hadis ise üç dirhem değerindeki bir kalkanı çalan hırsı­
zın elinin Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in emriyle kes-
tirildiğini ifâde eder.
Üçüncü hadis ise hırsızın eli ancak bir dinânn dörtte biri ve­
yâ bu değerdeki bir mah, ya da daha fazla kıymetteki bir malı çal­
ması hâlinde kestirileceğini ve daha az bir mah çalması hâlinde eli­
nin kestirilemiyeceğini ifâde eder. İkinci hadis île üçüncü hadis ay­
ni mânâyı ifâde eder. Çünkü bu hadislerin şerhlerinde belirtildiği
gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) devrinde bir dinâr
on iki dirheme tekâbül ediyordu. Dinâr altm para birimidir. Dirhem
ise gümüş para birimidir. Dinâr ve dirhem belirli ağırlıktaki altm ve
gümüş parçalan hakkında da kullanılır. Bu hususta geniş bilgi için
Zekât kitâbına mürâcaat edilebilir. Orada geniş bilgi verilmiştir.
Dördüncü hadiste kalkanın değeri belirtilmemiş ise de diğer ha­
dislerde bunun değeri üç dirhem olarak belirtilmiştir.
Bâb : 22 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 209

Ç A LIN A N M AL NE DEĞERDE OLURSA


HIRSIZIN ELİ KESİLİR

Âlim lerin bu husustaki görüşlerini beyan etmeden önce şu du­


rumu belirtmekte fayda va rd ır:
Yukarda yazdı âyet, hırsızın elinin kestirilmesini emreder. Bu
itibarla bu cezâ Kur’ân-ı Kerîm in nassıyla sabittir. Ancak andan
âyette çalınacak malın değeri belirtilmemiştir. Bu itibarla e 1- H a -
s a n , Z â h i r i y y e mezhebi mensuplan ve H â r i c i l e r :
Andan âyette çalınan malın değeri belirtilmediği için malın azlığı
ve çokluğu söz konusu değildir. Malın değeri çok az bile olsa hırsı­
zın eli kesilir, demişlerdir.
Cumhûr ise bu bâbta rivâyet olunan hadîsleri ve benzerî hadîs­
leri delil göstererek hırsızın elinin kestirilebilmesi için çalınan malın
hadîslerde belirtden değerden az olmamasını şart koşmuştur. Cum­
hur-. Âyet-i Kerîme, mutlaktır. Çalınan malın değerini belirtmemiş­
tir. Hadisler ise bu âyeti açıklayıcıdır ve çalman malın en az değeri­
ni beyân eder, demiştir. Hak olan, cumhurun sözüdür.

Cumhûr da hırsızın elinin kestirilmesini gerektiren malın asga­


ri değerinin tesbiti husûsunda ihtilâf etmiştir. Şöyle k i :
N e v e v i âlimlerin görüşlerini özetle şöyle beyân ed er:
1. E b û H a n î f e ve arkadaşlarına göre çalıntı malm as­
garî değeri on dirhem gümüş olmadıkça hırsızın eli kestirilemez.

2. Â i ş e , Ö m e r b i n A b d i l a z i z , . E v z â i , e l -
Leys, Ebû Sevr, İ s h â k , Ş â f i i ve bir çok âlim,
hattâ âlimlerin ekserisi -. Hırsızın elinin kestirilmesi için çaldığı ma­
lm değerinin en az altm olan dinânn dörtte biri kadar olması şart­
tır. Artık dinânn dörtte birinin değeri ister üç dirhem gümüşe denk
gelsin ister bundan fazla veyâ noksan olsun netice değişmez. Çalı­
nan malm değeri altm dinânn dörtte birinden az ise hırsızın eli kes­
tirilemez, demişlerdir.

3. M â l i k , A h m e d ve bir rivâyetinde î s h â k : Altm


dinânn dörtte biri veyâ üç dirhem gümüş veyâ bunlardan birisinin
değeri kadar mal çalmak, hırsızın elinin kestirilmesini gerektirir. Anı­
lan meblâğlardan az bir malı çalmak ise hırsızın elinin kestirilme­
sini gerektirmez, demişlerdir.

Sünen-i îbn-i Mâce — C .: 7 - F .: 14


210 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

4. S ü le y m a n bin Yesâr, îbn-i Şebrem e,


î b n - i E b i L e y l â ve e 1- H a s a n ’ a göre el kestirme­
yi gerektiren meblâğ beş dirhem gümüştür. Bundan az değerli ma­
lm çalınması hırsızın elinin kestirilmesini gerektirmez. Ö m e r
bin e l - H a t t â b (Radıyallâhü anh) ’den de bu görüş nakle­
dilmiştir.

N e v e v i bu arada başka görüşleri de naklettikten sonra ikin­


ci görüşü destekler ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in
10 dirhem çalan hırsızın elini kestirdiğine, kezâ beş dirhemi çalanın
elini kestirdiğine dâir rivâyetlerin zayıflığını beyân eder v e : Bu rivâ-
yetler zayıf olmasa bile sahih ve apaçık olan diğer hadîslere mu-
hâliftir. Ayni zamanda bu olaylarda çalman malm on dirhem veyâ
beş dirhem değerinde olması, bu meblâğm şart olduğunu ifâde et­
mez, demiştir.” ( N e v e v i ’ nin sözü bitti.)

E l - H â f ı z , el-Fetih’te konu hakkmda 20 kadar görüşün bu­


lunduğunu beyânla hepsinin dayanaklarını açıklar.

Hülâsa en kuvvetli görüş iki tanedir: Birisi I r a k âlimlerinin


birinci maddede geçen görüşüdür. Diğeri de H i c â z âlimlerinin
ikinci maddede geçen görüşüdür. Hadîsçiler ikinci görüşü daha kuv­
vetli buluyorlar. Geniş bilgi için hadîs şerhlerine mürâcaat edilebi­
lir.

BU BÂBIN İLK HADİSİNİN M Â N Â S IYLA


İLGİLİ BİR K AÇ SÖZ

Yukarda tercemesi verilen ilk hadîsten kasdedilen mânâ hakkm­


da değişik görüşler vardır.- N e v e v i bu görüşleri beyân eder­
ken özetle şöyle d e r :
Bir cemâata göre bu hadîste geçen “Beyda” kelimesi ile yumur­
ta değil, miğfer mânâsı ve “Habl” kelimesiyle ip değil, vapur halatı
mânâsı kasdedilmiştir. Anılan kelimelerle bu mânâlar kasdedilince
m iğfer ve vapur halatının değerinin üç dirhem gümüşten veyâ bir
dinar altının dörtte birinden fazla olduğu açıktır ve bunu çalan hır­
sızın elinin kestirilmesi sebebi anlaşılmış olur. Eğer bu kelimelerle
yumurta ve ip mânâları kasdedilmiş olsaydı değeri üç dirhem gü­
müş ve dinarın dörtte birinden çok düşük olan bu malların çalın­
ması hâlinde hırsızın elinin kesilmesi hükmü, diğer hadislerin hük­
müne ters düşerdi.
B&b: 22 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 211

N e v e v i bu görüşü beyân ettikten sonra şöyle d e r : Muhak­


kik âlimler bu cemâatin tevilini reddederek zayıf bir yorum olduğu­
nu beyân etmişlerdir. Muhakkikler: Miğferin ve vapur halatının ap­
açık kıymetleri vardır. Hırsız lanetlenirken ve basit bir şeyi çalma­
sı yüzünden elinin kestirilmesine sebebiyet verdiği ifâde edilirken,
bu yüzden kınanırken m iğfer ve vapur halatım anmanın anlamı ne
olur? Değerli bir mal için elini tehlikeye atan yerilmez, bilâkis de­
ğersiz bir mal için elini tehlikeye atan kimse yerilir. Elini tehlikeye
düşüren hırsız lânetlenip yerilirken basit ve cüzî bir mal uğruna bu
harekette bulunduğunu ifâde etmek daha uygundur. Bu itibarla doğ­
rusu şudur: Hadîsten kasdedilen mânâ, bir yumurta ve bir ip gibi de­
ğeri düşük olan dinarın dörtte biri için kişi çok kıymetli olan elini
tehlikeye atar mı?
Hadîsten kasdedilen mânâ şu olabilir: Hırsızlığa başlayan kişi
yumurta çaldığında eli kesilmeyince cesâretlenir ve daha kıymetli
m allan çalmaya başlar. Sonra da değerli mal çaldığı için eli kesilir.
Şu halde yumurta hırsızlığı onun hırsızlığı ilerletmesine ve elinin
kestirilmesine sebebiyet vermiş olur.
Bâzılan da şöyle demişlerdir.- Bu hadîs, hırsızın elinin kestiril­
mesine âit M â i d e sûresinin 38. âyeti indiğinde buyurulmuştur.
Çünkü inen âyette elin kestirilmesini gerektiren malın değeri beyân
edilmemişti. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) âyetin zâhi-
rine göre bu hadîsi buyurmuş, sonra çalman malın değeri tâyin ve
tesbit edilmiştir.
Bu hadîs belirli bir kimseyi dile getirmeden günah işleyenleri
lânetlemenin câizliğine delâlet eder. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de:
«Bilmiş olun ki Allah’m lâneti zâlimlerin üzerinedir.» buyurulmuştur.
Fakat belirli bir günahkâra meselâ “falan hırsıza lânet olsun” şeklin­
de lânet etmek câiz değildir.
Kişi ilk kez hırsızlık ettiği zaman sağ eli bilekten kesilir. Tek­
rar hırsızlık edince bu kere sol ayağı bilekten kesilir. Tekrar hırsız­
lık ederse M â l i k , Ş â f i î , A h m e d , Z ü h r î , E b û
S e v r , M e d i n e - i M ü n e v v e r e âlimleri ve başka âlim­
ler: Kişinin sol eli bilekten kesilir. Tekrar hırsızlık suçunu işlerse
sağ ayağı bilekten kesilir ve bundan sonra her hırsızlık suçunu iş­
leyişinde tazîr cezâsma çarptırılır, demişlerdir. E b û H a n î f e ’ -
ye göre üçüncü kez hırsızlık edince zindana atılmak gibi tazîr cezâ-
sı verilir.
Hırsızlık cezâsınm hükümleri hakkmda daha geniş bilgi için fı­
kıh kitâblanna mürâcaat edilmelidir. Biz bu kadarlık bilgi ile yeti­
nelim.
212 SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

2586 nolu hadîs râvîsi S a ’ d b i n E b î V a k k a s (Ra-


dıyallâhü anh) ’in hâl tercemesi 129 -132 nolu hadîsler bölümünde ve
oğlu A m i r (Radıyallâhü anhî’ın hâl tercemesi de 1556 nolu ha­
dîsin dip notunda anlatılmıştır.

ju ll j jJ İ j Jl-î k jl (r r )

23 — HIRSIZIN ELİNİ (KESTİKTEN SONRA)


BOYNUNA TAK M AK BÂBI

T E R C E M E S İ

2S87) (Abdurrahman) bin Muhayrîz’den Şöyle demiştir:


Hırsızın eUni (kestirdikten sonra) boynuna takmanın hükmünü
Fadâla bin Ubeyd (el-Ensâri) (Radıyallâhü anh) ’a sordum. Fadâla:
Sünnettir, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (hırsızlık
eden) bir adamın elini kestirdi sonra adamın boynuna taktırdı, diye
cevap verdi.”

İ Z A H I

Bu hadîsi T i r m i z i , E b û D â v û d ve N e s â i de
rivâyet etmişlerdir. T i r m i z i bu hadîsin hasen - garîb olduğu­
nu söylemiş, E b û D â v û d ise bir şey söylememiştir. N e s â i
ise bunu rivâyet ettikten sonra râvî H a c c â c ’ m zayıflığım be­
lirtmiştir. E l - H â f ı z da H a c c â c ve râvîsinin tedlisçi ol­
duklarını belirtmiştir.
Hırsızın kesilen elini boynuna taktırmak ve teşhir etmek bir ib­
ret olması içindir. H a n e f î âlimlerden Î b n ü ’ l - H ü m â m
bu konuda şöyle dem iştir:
“Hırsızın elini kestirildikten sonra boynuna takmanın sünnet ol­
duğuna Ş â f i î ve A h m e d ’ in hükmettikleri naklolunmuş-
Bâb: 23-24 KÎTÂBÜ-I/HUDÛD 213

tur. Bunların delili ise Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in


bunu emretmesidir. Bizce ise bunu yapıp yapmamak devlet yetkili­
sinin takdirine âittir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salütü ve’s-selâm)’in,
elini kestirdiği her hırsız hakkında bu hükmü uyguladığı sâbit de­
ğildir ki, sünnet olsun.”
En-Neyl yazan d a : Bu hadîs, hırsızın elini kestirdikten sonra onun
boynuna takmanın meşrûluğuna delâlet eder. Hırsızlığı önlemek için
bundan daha iyi ibret verici bir şey yapılamaz. Bir taraftan hırsız,
boynuna takılı kesik eline bakıp kendisini bu hâle sokan suçu ve uğ­
radığı ağır cezâyı düşünüp durur (Bir daha böyle bir şeye yanaşa-
maz.) Diğer taraftan hırsızı bu vaziyette gören herkes hırsızlıktan
nefretle kaçınır ve hırsızlık etmeye niyetli olan kimseleri de vazge-
çirebilir, demiştir.
Fadâla (Radıyallâhü anh) ’m hâl tercemesi 1675 noiu hadîsin
izahı bölümünde verildi.

<3j L l I v_X ( r t )

24 — SUÇUNU İTİRAF EDEN HIRSIZCIN HÜKMÜNÜ


BEYÂN EDEN HADÎS) BÂBI

T E R C E M E S İ

2588) Sa’lebe el-Ensârî (RadtyaUâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

Am r bin Semûre bin Habıb bin Abd-i Şems (Radıyallâhü anh),


Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’m yanma gelerek:
214 SÜNEN-t İBN-Î MÂCE

Y â Resûlallah! Falannı oğullarına âit bir deveyi çaldım. (Cezâ-


ım vermekle) beni (günahtan) temizle, dedi. Bunun üzerine Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Am r’ın dediği) kabileye adam
göndererek soruşturdu. Adam lar: Gerçekten bir devemizi bulama­
dık, dediler. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem )’in emriyle A m r’ın eli kesildi.
Sa’lebe demiştir k i: A m r’ın eli (kesilip) yere düştüğü zaman
ben ona bakıyordum, kendisi şöyle söylüyordu: (Ey hırsızlık eden
el) Beni senden temizleyen Allah'a hamd olsun. Sen cesedimi cehen­
nem ateşine sokmak istedin."

İ Z A H I

Bu hadîsin Zevâid türünden olduğuna dâir kayıt bulunmamak­


la beraber diğer sünenlerde ve B u h â r i ile M ü s 1 i m ' de bu­
lamadım. Zâten Hulâsa’dan anlaşıldığına göre S a ’ l e b e e 1-
E n s â r i (Radıyallâhü anh) ’m hadîslerini yalnız müellifimiz rivâ­
yet etmiştir. Bu durumda kanımca bu hadîs Zevâid türündendir.

Hadis, hırsızlık ettiğini itiraf eden suçlunun itirafına dayanıla­


rak had cezâsının uygulanmasının meşrûluğuna delâlet eder. H a ­
n e f i , Ş â f i î ve M â l i k i mezheblerine mensup âlimlerin
görüşleri de bu merkezdedir. Bunlara göre suçlunun bir kez itiraf­
ta bulunması yeterlidir. Fakat H a n b e 1 i mezhebine mensup
âlimler ile H a n e f î l e r ’ den E b û Y û s u f ’ a göre suçlu­
nun itirafı iki defa tekrarlanması gereklidir.
Hadîs A m r b i n S e m û r e (Radıyallâhü anhl’ın imân
ve takvâ derecesini de belirtir.

JjA V 1! (* • )
25 — HIRSIZLIK EDEN KÖ LE(NÎN HÜKM ÜNÜN
BEYÂNI) BÂBI

> y . j j ^ j \ 12 . ÇŞ. s p . U » - T«A*ı

S ' I . û ) » j S | â t H U-'ıIlfc

• * «.r*. JrJ
Salebe bin Amr el-Buhârî el-Ensârl (R .A.) Bedir savaşına katılan büyük
sahâbîlerdendir. Râvisi oğlu Abdurrahman'dır. tbn-i Mâceh onun hadislerini ri­
vâyet etmiştir. (H ülâsa: 57)
Bâb : 25 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 215

T E R C E M E S İ

2589) Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine göre;


Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Köle hırsiTİık ettiği zaman onu neşş (yirmi dirhem, yâni yan
fiyatla) da olsa satınız.»’’

. ) »ji*»- *3İ4«A' (3 • tj

T E R C E M E S İ

2590) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (RadtyaUâhü anhümâ) ’dan; Şöyle de­
miştir:

Ganimet malının humus (beşte bir) hissesinden olan kölelerden


biri, humus malmdan bir şey çaldı. Durum Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem )’e arz edildi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) onun elini kestirmedi v e :
«A llah A z » ve Celle’nin mahdtr, bazısı bazısını çalmıştır,» bu­
yurdu.”
N o t: Bunun senedinde bulunan Cütoâre’nin zayıflığı Zevâid'de belirtilmiştir.

İZ AH I

E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anhJ’ın hadîsi E b û D â­


v û d ve N e s â i tarafından da rivâyet edilmiştir.
g u t - g e ç e n “Neşş” kelimesi yanm okka, yâni yirmi dir­
hem mânâsmadır. Burada kasdedilen mânâ ise düşük, ucuz ve ya­
rı fiat, demektir. Yâni hırsızlık eden köleyi çok düşük bir fiatla d a '
olsa onun bu durumunu ve kusurunu müşteriye açıklamak şartıy­
la satınız. Müslüman, kendi nefsi için arzulamadığı bir şeyi hiç bir
müslüman için de arzulamamalıdır. Bu prensip karşısında böyle bir
216 SÜNEN-1 İBN-Î MACE

köleyi başkasına satma emrinin hikmetine gelince, insan yer ve çev­


re değiştirmekle, ahlâkım değiştirebilir. Diğer taraftan hırsızlık et­
tiği için el değiştiren ve alışkın olduğu çevreyi değiştiren köle, hoş­
lanmadığı bu tasarrufu düşünerek gittiği yeni efendisi ve çevresi
yanında nefsini islâh edebilir. Çünkü aksine hareket ettiği takdirde
gene arzulamadığı tasarrufa tabi tutulacağına kanaat etmiş olur.
Sonra ilk efendisi onu islâh edememiş olabilir. Yeni efendisinin onu
islâh etmesi umulur. Bu gibi nedenler ve hikmetler ile kusurunu açık­
lamak kaydiyle kölenin satılması tavsiye olunmuştur.
Bu hadiste hırsızlık eden kölenin elinin kesilmesi meselesine de-
ğinilmemiştir. Hırsızın elinin kesilmesine dâir âyet ve hadisler umu­
midir. Köleler için istisnâi bir emir ve hüküm yoktur. Bu itibarla
köle hırsızlık ettiği takdirde onun da eli kesilir.
Avnü’l-Mabûd yazan bu hadisin şerhi bölümünde Şerhü's-Sün-
ne’den naklen şu bilgiyi v e r ir ;
“Â lim ler: Köle hırsızlık ettiği zaman eli kesilir. Efendisinin ya­
nında duran köle ile efendisinden kaçıp firar eden köle arasmda bu
hususta bir fark yoktur, demişlerdir. î b n - i Ö m e r ’ den rivâ­
yet edildiğine göre bir kölesi firarda iken hırsızlık etmişti. Bunun
üzerine î b n - i Ö m e r köleyi S a î d b i n e l - Â s ' a gön­
derip elini kestirmesini istemişti. Fakat S a i d b i n e 1- Â s kö­
lenin elini kesmekten imtinâ ederek: Köle fira r iken hırsızlık ettiğin­
de eh kesilmez, deyince A b d u l l a h b i n Ö m e r (Rachyal-
lâhü an h ), S a i d ’ e :
Sen bu hükmü hangi kitabta buldun, demiş ve kölenin elinin ke­
silmesini emretmiş ve bu emir infaz edilmiştir. Ö m e r b i n A b -
d i 1 a z i z ’ in de hırsızlık eden kölenin elini kestirdiği rivâyet olun­
muştur. M â l i k , Ş â f i î ve tüm ilim ehlinin kavli budur."
İkinci hadîs, yukarda da işâret edildiği gibi Zevâid türünden-
dir. Hadisin senedinin zayıflığı da yukarda belirtildi. Cumhûrun gö­
rüşü şudur: Hazerde olsun, seferde olsun hırsızlık eden kişi hür ol­
sun köle olsun suçu sâbit olunca eh kesilir. Ancak bu hadîste bir
özellik vardır. O da şudur: Ganimet maknm Humus denilen beşte
bir hissesi Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in emir ve ta-
sarrufundadır. Köle humus hissesinden çaldığı mal ile birlikte hu­
musa dâhildir. Yâni çaldığına rağmen gene Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-
salâtü ve’s-selâm)’in emrinde ve tasarrufu altında bulunduğu için
muhtemelen bu yüzden kölenin eh kestirilmemiştir. Bir de şu va rd ır:
Ganimet malından almak, şahısların malım çalmaktan farklı olabi-
B âb: 26 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 217

lir. Nitekim K â d ı I y â z : Ganimet malmdan alman mal için alı­


cının elinin kestirilmesi muhtemelen yasak kılınmıştır, der. Allah
daha iyi bilir.

GANİMET M ALIND AN BÎR ŞEY ÇALM AN IN HÜKMÜ

Ganimet malmdan ve hâzineden mal çalmak âlimlerin ittifâkıy-


la haramdır. Ancak bu suçu işleyen kimsenin elinin kesilip kesilmi-
yeceği husûsunda ihtilâf vardır. Şöyle ki :
1. H a n e f i l e r ’ e göre ganimet malmdan bir şey çalan kim­
senin eli kesilmez. Çünkü kendisinin de bunda bir istihkakı vardır.
2. Ş â f i i l e r ’ e göre ganimet malı henüz taksim edilmemiş
iken bundan bir şey çalan kimsenin eli kesilmez. Çünkü kendisi­
nin de bir istihkakı vardır. Taksimden sonra bu suçu işlerse bakı­
lır. Eğer kendisinin dâhil olmadığı bir gruba âit maldan çalmış ise
eli kesilir. Fakat kendisinin veyâ usûl ve furuundan bir kimsenin dâ­
hil bulunduğu bir gruba âit maldan çalmış ise eli kesilmez. Hülâ­
sa hakkının bulunduğu bir maldan çalmış ise eli kesilmez. Aksi tak­
dirde eli kesilir.
3. M â 1 i k i 1 e r ' e göre kişi ganimet malmdan hakkından
fazla olarak hırsızın elinin kestirilmesi için şer’an tâyin edilen meb­
lâğ kadar mal çalmış ise eli kesilir. Bir kavle göre mutlaka eli kesi­
lir.
4. H a n b e l i l e r ' e göre bu mal umûma âit olduğu ve hır­
sız da umumdan bir kişi olduğu için eli kesilmez.
Geniş ve ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablanna baş vurulmalıdır.

j t jÜ -l (r\)
26 — H Â İN (EMÂNET EDİLEN M ALA H İYÂNET EDEN),
MÜNTEHİB (M ALI GASBEDEN) VE MUHTELİS (EL
ÇABUKLUĞUYLA VE HİS ETTİRMEDEN M ALI AŞIRAN)
KİMSELER (İN ELLERİNİN KESİLİP KESİLMİYECEĞİNE
DÂİR GELEN HADÎSLER) BÂBI

‘ d ) i * ‘ jğ C f : d ) C f * İ.' ^ 2
V t 2-1
218 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2591) Câbir bin Abdillah ( Radtyallâhü anhümâ) ’dan rivâyet edildi­


ğine göre; Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«N e hâin (kendisine mal emânet edilen) in, ne müntehib (malı


gasbedenlin ne de muhtelis (el çabukluğuyla, his ettirmeden mal
aşıran)m eli kesilir.» (Yâni hiçbirisinin eli kesilmez.)”

İ ' * ' "l •

ü ti, c f ’ iy^ t ? t i } Cf ‘ y , '(/’ ‘ ti}

• t Jp ^ J t î j >~j : cJ^* • ^û *

• ü}&i* J^j •

T E R C E M E S İ

2592) Abdurrahman bin A vf ( Radtyallâhü ank)’den; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’den işittim, bu­


yurdu kİ :
«Muhtelis (el çabukluğuyla, hissettirmeden mal aşıran) kimse­
ye el kesme (cezâsı) yoktur.»”
N o t: Bunun râvilerinin sıkâ oldukları, Zevâid’de belirtilmiştir.

İ Z A H I

İlk hadis E b û D â v û d , T i r m i z î ve N e s â î ta­


rafmdan da rivâyet edilmiştir. İkinci hadîs Zevâid türündendir.
Bu hadîslerde geçen üç kelimeyi tercemede ve bâbm başlığında
parantez içi ifâde ile açıkladım. Bu kelimelerin açıklaması husûsun­
da bir kaç söz söylemeyi uygun buldum. Şöyle k i:
Hâin kelimesi hiyânet masdarından alınmadır, hiyânet eden de­
mektir. Burada kasdedilen mânâ hakkmda el-Mirkat’t a : Hiyânet şu­
dur : Bir kimse emin ve güvenilir bilinerek kendisine bir mal emânet
bırakılır veyâ geçici olarak yararlanıp geri verilmek üzere kendisi­
ne bir mal teslim edilir. Malı teslim alan bu kimse bilâhare mah in­
B âb : 26 KİTABÜ-L’HUDÛD 219

kâr eder veyâ zâyi olduğunu iddiâ eder veyâ malın kendisine âit
olduğunu söyler. İşte güvenilip mal teslim edilen şahsm bu hare­
ketine hiyânet denilir ve kendisine de Hâin denilir, diye bilgi veril­
miştir.
Müntehib kelimesi de intihâb kökünden alınmadır, bir mah gabs-
eden demektir. İntihâb ve Nehb masdarlan, bir malı alenen ve zor­
la almaktır. Gasbetmek ve yağmalamak sûretiyle mal almaya İnti­
hâb dendir.
Muhtelis kelimesi ihtilâs masdanndan alınmadır, bir mah el ça­
bukluğu yapmak sûretiyle ve his ettirmeden aşıran demektir. .
Yukarda açıklanan bu suçlar hırsızlık suçundan hafif suçlar
değildir. Ama bu bâbta rivâyet edilen hadîsler, bu suçlan işleyen
suçluların ellerinin kestirilemiyeceğine delâlet eder.
Avnü’l-Mabûd yazan ilk hadîsin açıklaması bölümünde şu bil­
giyi v e r ir :
“Bu hadis bu suçlan işleyenlerin ellerinin kestirilmeyeceğine de­
lildir. H a n e f î âlimlerden İ b n ü ’ l - H ü m â m , el-Hidâye’-
nin şerhinde: Bizim mezhebimize göre bu üç nevî suçluların elleri
kestirilemez. Diğer üç mezheb imamlarının görüşleri de böyledir. Sa-
hâbîlerden Ö m e r (Radıyallâhüanh), İ b n - i M e s ’ û d (Ra-
dıyallâhü anh) ve  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ’mn mezhebi de böy­
ledir. Bu hüküm üzerinde âlimlerin icmâ’ının bulunduğunu nakleden
ilim adamları da vardır. Lâkin âriye (yâni geçici olarak yararlanıp
geri verilmek üzere verilen mah) inkâr eden hâin’in elinin kestiri-
leceği yolunda A h m e d b i n H a n b e l ’ den bir rivâyet ve
t s h £ k b i n R â h e v e y h ’ ten bir nakil vardır, der.
N e v e v i de: K â d ı I y â z şöyle d e r : Allah Teâlâ hırsı­
zın elini kesmeyi vâcip kılmıştır ve el kesme cezâsını başka suçlar
için meşrû kılmamıştır. Meselâ ihtilâs, gasb ve intihâb suçlan için
el kesmeyi emretmemiştir. Bunun hikmeti şudur -. Bu suçlar hırsız­
lık suçuna nisbeten az işlenir. Bir de bu suçlar sûretiyle malı giden
mağdur taraf yetkili makamlara baş vurmak ve bu suçları şâhidlerle
ispatlamakla malının iâdesini ve hakkının tahsilini talep edebilir.
Fakat hırsızlık böyle değildir. Bu nedenle hırsızlık suçuna daha önem
verilmemiş ve önlenmesi için ağır müeyyidelere bağlanmıştır, diye
bilgi verir.
Bu konu hakkmda da bu kadarhk bilgi ile yetinelim. Geniş bil­
giyi fıkıhçılara bırakalım.
220 SÜNEN-t tBN-t MÂCE

j S 'Vj j. (j V <—
»l» ( y y )
27 — AĞ AC I ÜZERİNDEKİ MEYVE VE HURMA.
GÖBEĞİ (N İN ÇALINM ASI HÂLİİNDE HIRSIZIN
ELİ KESİLMEZ, BÂBI

TERCEMESİ

2593) "... R âfi bin Hadîc (RadtyaUâhü a » A )’den rivâyet edildiğine göre;
Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, dem iştir:

«Ne ağacı üzerindeki meyveyi ne de keser (denilen hurma gö­


beğini çalması hâlin) de hırsızın elini kesmek yoktur.»”

■ y ıj i jLuh*» (j^ 4İİ Jup j • JİI j

TERCEMESİ
2594) Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü anh)’den rivâyet edildiğine göre;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Ne ağacı üzerindeki meyveyi ne de keser (denilen hurma gö­


beğini çalması hâlin) de hırsızın elini kesmek yoktur.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Abdullah bin
Said el-Makbürî zayıftır.

İ Z A H I

R â f i (Radıyallâhü anh) ’m hadisini dört sünen sâhipleri, Ş â -


f i i , A h m e d , H â k i m , B e y h a k î ve İ b n - i H i b ­
b â n rivâyet etmişlerdir. E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü
anh) ’ın hadisi Zevâid türündendir. İki hadîs metni aynidir.
Bâb: 27 KİTABÜ-L'HUDÛD 221

Hadîste geçen “ Semer" kelimesini «ağacı üzerindeki meyve» di­


ye terceme ettim. Âlim ler bu kelimeyi ağacı üzerinde olup henüz ke­
silip toplanmamış meyve olarak tarif etmişlerdir. H a t t â b î bu
kelimenin açıklamasıyla ilgili olarak şu bilgiyi verir:
“Ş â f i î : Semer, ağacı üzerinde olup henüz kesilip toplan­
mamış olan yaş hurmadır, demiştir. E l - K a r î de: Semer, Arap
dilinde ekşeriyetle ağacı üzerindeki yaş hurma anlamında kullanı­
lır. Bununla beraber bu kelime bütün meyveler için de kullanılır, de­
miştir. En-Nihâye’de is e : Hurma henüz ağacından kesilmemiş iken
ona semer denilir. Kesilince ona rutab denilir ve kurutulup kaldırı­
lınca ona temr denilir, demiştir.
Semer kelimesinden maksad, ağacı üzerindeki meyve olmuş olur.
Bir kavle göre bundan maksad çabuk bozulup çürümeye mahkûm
olan meyvedir. îster ağacı üzerinde bulunsun ister kesilip harman­
da veyâ başka yerde muhâfaza edilmek üzere toplanmış olsun fark
etmez.
“ Keser” kelimesini hurma göbeği terceme ettim. Buna Şahmü’n-
Nahl ve Cümmâr da denilir. Hurma ağacının başında çıkar sığır dili
gibidir. Süt tadını verir ve lezzetlidir. Arablar bunu yerler. Keser bir
kavle göre hurma koruğu ve hurma çiçeği anlamında kullanılır .ve bu­
rada bu mânâ kasdedilmiştir. Çünkü bu da yenilir.
Avnü’l-Mabûd yazan bu ilk hadîsin izahı bölümünde özetle şu
bilgiyi verir:
“Şerhü’s-Şünne’de şöyle denilmiştir: E b û H a n i f e b u
hadisin zâhiriyle amel ederek: Ağacı üzerinde olsun kesilip toplan­
mış olsun yaş meyve hırsızlığından dolayı kimsenin eli kesilmez, de­
miş ve etleri, sütleri ve meşrûbatı da yaş meyvelere kıyaslamıştır.
Fakat diğer âlimler bütün bu maddeler, muhâfaza edilecekleri yer­
lerde iken çalınırsa hırsızın elinin kesilmesinin vâcibliğine hükmet­
mişlerdir. (Her malın muhâfaza yerinden neyin kasdedildiği fıkıh
kitablannda uzunca anlatümıştır. Bu nokta için fıkıh kitablarma
baş vurmak gerekir.) Ş â f i î ve M â l i k ' i n kavli de böyle-
dir. Ş â f i î bu hadisi ağaçlan üzerindeki ve muhafazalı olmayan
meyveler hakkında yorumlamış ve: M e d i n e - i M ü n e v v e r e
hurma bahçelerinin ekserisinin etrafında duvar yoktur, der. Bu ha­
dîsin böyle yorumlanmasının delili ise A m r b i n Ş u a y b ’ in
(2596 noiu) hadîsidir. Bu hadis, muhâfaza altına alman meyveleri
çalmanın el kestirmeyi gerektirdiğine delâlet eder.”
222 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

AĞ AC I ÜZERİNDE İKEN M EYVEYİ ÇALM A SUÇU


EL KESTİRMEYİ GEREKTİREBİLİR Mİ?
Yukarda da sorunun cevap verilmiş olmakla beraber dört mez­
hebin bu husustaki görüşlerini özlü olarak aktarayım :
1. H a n e f î ve Ş â f i î mezhebine göre ağacı üzerinde
iken meyveleri, cümmar denilen hurma göbeğini ve biçilmemiş zi­
râi mahsûlü sâhibinin izni olmaksızın yemek, el kestirmeyi gerek­
tirmez. Böyle bir hırsızlık eden kişi, yediği mikdann değerini mal
sâhibine ödemekle mükelleftir. Ş â f i î mezhebine göre şu da var­
dır : Meyveler ağaçlarmdan kesilip toplanmış ve harman yeri, depo,
ev gibi bir yerde muhâfaza altına alınmış ise bu haldeki hırsızlık el
kestirmeyi gerektirir. H a n e f î mezhebine göre ise yaş meyve­
lerin muhâfaza altına alınma veyâ almmaması neticeyi değiştir­
mez.
- 2. H a n b e l î mezhebine göre ağacı üzerindeki meyveyi ça­
lıp yiyen kimsenin eli kesilmez. Fakat yediği meyvenin bedelinin iki
katını sâhibine ödemek zorundadır.
3. M â l i k i mezhebine göre ağacı üzerindeki meyveler mu­
hâfaza altına alınmış ise bundan çalıp yiyen kimsenin eli kesilir ve
yediği meyvenin bedelini mal sâhibine öder.

â-4 â * ( TA)
28 — (BİR M ALI) M UHÂFAZA EDİLDİĞİ YERDEN
ÇALAN KİMSE (N İN HÜKM ÜNÜN BEYÂNI) BÂBI

Bu bâbtaki hadislerin tercemesine geçmeden önce bâbm başlı­


ğında bulunan “Hirz” kelimesini açıklayalım. Çünkü bir hırsızlığın
el kestirmeyi gerektirip gerektirmemesi husûsunda malm çalındığı
yerin önemi büyüktür. Bir malı evin içinden çalmak ile sokaktan
çalmak arasmda her halde bir farklılık vardır. İşte bunun için
“Hırz”m ne demek olduğunu bilmekte yarar vardır. Bâbm başlığı­
nın tercemesini verirken bu kelimenin karşılığı olarak «Malm mu­
hâfaza edildiği yer» ifâdesini kullandım.
Hırz s Bir malm emsâlinin konulduğu, muhâfaza edildiği ve örf,
âdete göre bırakıldığı yer, diye târif edebiliriz. Çünkü örf ve âdette
her malm konulduğu bir yer vardır. İşte o yer o malm Hırz’ıdır. O
mal yerden çalınırsa Hırz’mdan çalınmış olur ve çalanın elinin ke­
silmesi hükmü verilebilir. Meselâ evler, dükkânlar, ağıllar, trenler,
otobüsler, vapurlar gibi yerler buralara konulan mallar için Hırz sa­
Bâb : 28 KİTÂBÜ-L'HÜDÛD 223

yılır. Çobanlar güttükleri hayvan sürüleri için bir Hıra sayılır. Bek­
çisi veyâ sâhibi bulunan meydandaki mallar için bekleyen mal sâ­
hibi veyâ bekçi bir Hıra sayılır. Akıllı, ergin bir kimse bir malı-
Hıra’mdan gizlice götürürse hırsızlık etmiş olur. O mal nisab ise
yâni H a n e f i mezhebine göre on dirhem gümüş veyâ bunun
değerinde ise, diğer mezheblere göre altın bir dinarın dörtte biri
veyâ üç dirhem gümüş veyâ bunların değerinde ise hırsızın eli ke­
silir. Daha ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablarına baş vurmak gerekir.

i t S ‘ cr* l • V r ' ü. 1£ -3^1 J'. ^L A i* — 1 6 ^0


î** 1- • l/ 1 ^S ^fi •"f, / ?• ' ^ ı- *<*• • İ |
J J AşbLJi \-Aj \£e ( tj*

tâı 3 A S t. 3 '6 .'/ ü ; y & Â * S'-îi • S 'Â l 4 '


** V ** V o»
^ f # * ( - ^ 9.IU « . I. t « / l| ^ i ^ |^> .%»<<• |T
•* \ t# * ^ ^ ^ ^ j

T E R C E M E S İ
2595) “ ... Safvân (bin Ümeyye) (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiği­
ne göre bir kere:

Kendisi Mescid-i Nebevî’de ridâsını (abasını) başına yastık edip


uyumuş ve ridâsı başının altından alınmış. Sonra Safvân hırsızım
yakalayıp Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e götürmüş.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de (suçu sübut bulan) hır­
sızın elinin kesilmesini emretmiştir. Bunun üzerine S afvân :
Y â Resûlallah! Ben bunu (yâni elinin kesilmesini) istemedim.
Ridâm ona sadaka olsun, deyince Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Safvân’a :
«Adamı bana getirmeden önce (bu işi) yapmalıydın» buyurdu
(ve hırsızın elini kestirdi)."

< 0 ** * ^ * 0
224 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

TERCEMESİ
2596) Amr bin Şuayb’ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As ( Radt­
yallâhü anhüm)’âta rivâyet edildiğine göre :
Müzeyne’den bir adam meyveler (i çalmanın) hükmünü Peygam­
ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«(Ağacı üzerinde ve) kapçıkları içinde iken alınıp götürülen
(çalınan) meyvelerin değeri ve bununla beraber bir katı (hırsıza
ödettirilir.) Harmandan olan meyve kalkan bahâsına ulaşınca bu
değerdeki meyveyi çalmak (olayın) da hırsızın elini kesmek (cezâsı)
vardır. Kişi (fakir ve muhtaç olduğu halde) meyveden yiyer ve (bun­
dan bir şey) alıp götürmezse ona bir şey lâzım gelmez,» buyurdu.
Adam:
Harise (yâni meradan çalınan) koyun (hakkında ne buyurur­
sun) Yâ Resûlallah? diye sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Koyunun bahası, bununla beraber bahasının bir katı ve cezâ
(yâni tazır cezâsı) var. Ağılda olan (koyunu çalmak) ta da hırsısın
aldığı koyunun değeri kalkanın baham kadar olunca el kesme ceza­
sı vardır.» buyurdu.”

İ Z A H I
S a f v â n (Radıyallâhü anh) ’m hadisini E b û D â v û d
ve N e s â î de rivâyet etmişlerdir. Bu hadiste geçen “Ridâ” bel­
den yukan giyilen elbise mânâsmadır. N e s â i ’ nin bâzı rivâyet-
lerinde bu kelime yerine «Bürd = Aba» kelimesi geçtiği için terce-
mede Ridâ kelimesini aba mânâsına terceme ettim. Uyurken kişinin
başının altına koyduğu eşya buradan çalındığı takdirde Hırz’mdan,
yâni eşyanın muhâfaza edildiği yerden çalma hükmü uygulanır. Şu
halde böyle bir hırsızlık edenin eli kesilir. Hadîs buna delâlet eder.
Hadîsten çıkarılan diğer bir hüküm ise: Hırsızlık olayı devlet yet­
kilisine intikal ettirildikten sonra mal sâhibinin dâvâdan vaz geç­
mesi veyâ malım hırsıza bağışlaması bir değer taşımaz. El kesme
cezâsmı durdurmaz. Burdaki rivâyette hırsızın elinin kestirüdiği ifâ­
de edilmiyor ise de N e s â î ’ nin rivâyetinde bu ziyâde bulundu­
ğu için buraya ilâve ettim. Ama mal sâhibi devlet yetkilisine olayı
B&b: 28 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 225

intikal ettirmeden hırsızı bağışlar ve malım kendisine helâl ederse,


bu câizdir.
A m r b i n Ş u a y b (Radıyallâhü anhl’ın hadîsini E b û
D â v û d , T i r m i z i ve N e s â i de rivâyet etmişlerdir. Me­
radan çalınan koyunla ilgili soru ve cevap kısmı N e s â i tarafm­
dan rivâyet edilmiştir. Fakat E b û D â v û d ile T i r m i z i ’ -
nin rivayetlerinde bu fıkra yoktur.
Hadiste geçen bâzı kelimeleri açıkhyalım:
Sim âr: Semere’nin çoğuludur, meyveler mânâsmadır.
Ekmâm: Kemm’in çoğuludur, tomurcuklar ve ağaç çiçekleri
ile meyvelerin kapçıklarıdır.
Cerîn s Hurma harmanıdır. Hurmalar burada kurutulur.
M icenn: Kalkan demektir. Hırsızm elinin kesilmesi için çalman
malm değerinin tesbiti bakımından kabul edilen bir değer ölçüsü­
dür ki, buna Nisâb denilir. H a n e f î âlimler 10 dirhem gümüş
değerindeki kalkanı Nisâb kabul etmişlerdir. Ş â f i î ve diğer
âlimler ise bir altm dinânn dörtte bir değerindeki kalkanı Nisâb
kabul etmişlerdir. Bâzılan 3 dirhem, diğer bir kısım âlimler 5 dir­
hem değerindeki kalkanı Nisâb saymışlardır. Bu konuda geniş bil­
gi bu kitâbın 22. bâbmda geçti. 2583 - 2586 nolu hadîsler bölümüne
bakılabilir.
H arise: Merada çalman koyun anlamına gelir. En-Nihâye’de bu
kelime böyle açıklandıktan sonra İhtirâs da bir şeyi meradan almak­
tır, denilir. S i n d i ise H a ils e : Ağılma varmadan önce geceleyen
koyundur, der.
N ekâii İbret verici cezâ anlammadır. Burada tazir cezâsı mâ­
nâsı kasdedilmiştir. Tazir hakkmda gerekli bilgi bu kitâbın 32. ba­
bında gelen 2601, 2602 nolu hadîsler bölümünde verilecektir.
Mürâh: Koyun sürüsünün geceledikleri yerdir ki buna ağıl de­
nilir.

BU HADÎSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER

1. Ağaçlan üzerindeki meyveleri, sâhibinin izni olmaksızın gö­


türen bar kimse, götürdüğü meyvenin bedelini meyve sâhibine öde-

Sünen-i îbn-i Mâce — C .: 7 - F .: 15


226 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

yeceği gibi bu bedelin bir katını da cezâ olarak ona ödeyecektir. Fa­
kat E b û D â v û d ’ un bir rivâyetinde meyvenin bedeli öde­
nir, denilir. «Bedelden ayn olarak bir katı da ödenir» hükmü ile il­
gili olarak S i n d i : Bir kavle göre bu, malî bir cezâ mâhiyetin-
dedir. Fakat âlimlerin çoğuna göre mâlî cezâ şeklindeki tazîr hük­
mü nesholunmuştur, der. Bâzı rivâyetlerde ağacı üzerindeki mey­
veyi alıp götüren suçlunun tazîr olarak dövüleceği de hükme bağ­
lanıyor.
2. Harman yerinden çalman hurma kalkan bahası kadar ve­
yâ daha fazla ise hırsızın eli kesilir.
3. Ağacı üzerindeki meyveleri yiyen, fakat bundan hiç bir şey
alıp beraberinde götürmeyen kimseye bir vebâl yoktur. T i r m i-
z i ’ nin rivâyetinde bu fıkrada «ihtiyacı olan» kaydı mevcuttur. Y â ­
ni sözü edilen meyveyi yiyen kimse fakir ve buna şiddetli ihtiyaç
duyarsa bu işi yaptığından dolayı vebâl altına girmez. Cumhûra
göre böyle fakir bir kimse başkasının bahçesine girip ağaçlardaki
meyvelerden yiyerse, yediği meyvenin bahasını mal sâhibine öde­
mekle mükelleftir. E b û H a n î f e , M â l i k ve Ş â f i î ’ -
nin görüşü de böyledir. Bâzı selef âlimlerine göre fakru zarûretin-
den dolayı bunu yapan kimse yediği meyvenin bahasını mal sâhi­
bine ödemekle mükellef değildir. A h m e d bin H a n b e l ’e
göre etrafı duvarla çevrili olmayan bahçenin ağaçlan üzerindeki
meyveden yiyen kimse fakir ve mecbur olsun veyâ olmasın yediği
meyvenin bahasını ödemekle mükellef değildir. Bu husûsta daha
geniş bilgi için 2298 - 2303 noiu hadîslerin izahı bölümüne mürâcaat
edilmelidir.
4. Sürüden geri kalıp merada bulunan bir koyunu alıp götüren
hırsız bunun bedelini ve cezâ olarak ikinci bir bedelini koyun sâhi­
bine ödemekle mükelleftir. Aynca bu suçu işlediği için tazîr cezâsı
olarak dövülür. Ancak mâlî cezâ olarak koyunun bahasının ikinci
katını ödemesi hükmü âlimlerin ekserisince mensuhtur. Yukarda
bunun bir benzeri geçti.
5. Ağıl gibi koyunların geceledikleri yerden bir koyun çalan
kimsenin çaldığı hayvanın değeri bir kalkan bahası kadar veyâ da­
ha fazla ise hırsızın eli kesilir.
îlk hadîs râvîsi S a f v â n b i n Ü m e y y e b i n H a l e f
(Radıyallâhü anhüm) M e k k e fethi esnasında müslüman olan­
lardandır. M ü e l l e f e - i K u l û b , yâni müslümanlığa gön­
lü henüz iyice yatışmamış olanlardandı. M ü s l i m onun bir
B âb: 29 KİTÂBÜ-L’HÜDÛD 227

hadîsini rivâyet etmiştir. Sünen sâhipleri de onun hadîslerini rivâ­


yet etmişlerdir. Râvileri oğlu Ü m e y y e , T â v û s ve A t â’-
dır. H u n e y n savaşı için Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm )’e çok sayıda silâh emâneten vermiştir. Hicretin 41. yılı vefât
etmiştir. (5)
Meradan çalman koyun ile merada, dağda rastlanan ve sâhibi
bilinmeyen, kurt’a yem olması beklenen koyun arasmda şer’î hüküm
bakımından farklılık vardır. Çünkü lukâta durumundaki koyunu iyi
niyetle, yâni sâhibini buldurmaya çalışmak, durumu ilân etmek ve
sâhibi bulunduğu takdirde koyunu ona teslim etmek, bulunmadığı
takdirde değerini takdir edip sonra koyunu yemek üzere alıp gö­
türmek câizdir. Bu hususta gerekli bilgi 2503-2504 nolu hadisler
bölümünde verilmiştir. Oraya mürâcaat edilebilir.

(3>L)l (jrûlr

29 — HIRSIZA TELKİNDE BULUNMAK BÂBI

.
.*1 '
t^vı j * « AJlc

TERCEMESİ

2597) “ ... Ebû Ümeyye (6) (Radtyallâhü a n i)’den rivâyet edildiğine


göre:

Bir hırsız Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in huzûruna


getirildi. Hırsız suçunu sıhhatli bir şekilde itiraf etti. Fakat çalman
(5) Hülâsa: 174
(6) Bu zât Ensâr’dan ve Beni Mahzûm kabilesindendir. Sahâbîdir. Râvisi
Ebü’l-Münzir Mevlâ Ebi Zer’dir. Ebû Dâvûd, Nesâi ve İbn-i Mâceh onun hadis­
lerini rivâyet etmişlerdir. (Hülâsa : 443)
228 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

eşya onun beraberinde, yanında bulunmamıştı. Bunun üzerine Re-


sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (kendisine hitaben) :
«Senin çaldığını zannetmiyorum», buyurdu. Hırsız;
— Bilâkis (ben çaldım), dedi. Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (tekrar) :
«Senin çaldığım sanmıyorum,» buyurdu. Hırsız:
— Bilâkis (ben çaldım), dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) ’in emriyle onun eli kesildi. Sonra Peygam­
ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (hırsıza) :

De k i: 4İ)| «»[/ «• ‘ ■I = «Ben Allah’tan mağiret dilerim ve


Ona dönüş yaparım» buyurdu. Hırsız: *1İI dedi.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de iki kez:
«Allahım onun tevbesini kabul eyle» diye duâ etti.”

t Z A H I

Bu hadîsi E b û D â v û d ve N e s â i de rivâyet etmiştir;


Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in hırsıza hitâben: «Se­
nin çaldığını sanmıyorum» buyruğuyla hırsızın suçunu itiraftan dö­
nüş yapması için telkinde bulunmayı kasdettiği, Fethü’l-Vedûd’da
nakledilmiştir.
Ş e v k â n î d e : Bu hadîs, had cezasını defedici ifâdeler için
telkinde bulunmanın müstehablığına, had cezâsma çarptırılan suç­
luya Allah’tan mağfiret dilemesi için emir ve tavsiyede bulunmanm
meşrûluğuna ve suçlu istiğfarda bulunduktan sonra tevbesinin ka­
bul olunması için kendisine duâ etmenin müstehablığına delâlet eder,
demiştir.
Had cezâlannın işlenen suça kefâret olup o günahın bağışlan­
mış olduğuna dâir sahih hadîsler mevcuttur. Hırsızın eli kesildik­
ten sonra hırsızlık günahı bağışlanmış olur. Durum böyle iken Re­
sûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in hırsıza «Allah’tan mağ­
firet dile ve tevbe et» meâlindeki emrin hikmeti nedir, diye hatıra
bir soru gelebilir. S i n d i bu husus için şöyle d e r :
Emredilen istiğfar ve tevbe hırsızın diğer günahları içindir. Bir
daha böyle bir suç işlememesi için tevbe etmesi emredilmiş ola­
bilir.
Bâb : 30 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 229

• (r*)

30 — (SUÇ İŞLEMEYE) ZORLANAN (KİMSE


H AKKIN D A GELEN HADÎS) BÂBI

T E R C E M E S İ

2598) Vâil (bin Hucr el-Hadramî) (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle de­


miştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken bir ka­


dın (zinaya) zorlandı. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
had cezasını kadından defetti ve kadında zinâ eden adama had (rec­
metme) cezasını verdi. Râvî, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) ’in kadına bir mehir (hakkım) kıldığım anlatmadı.”

İ Z A H I

Bu hadisi T i r m i z i , E b û D â v û d ve N e s â i de
rivâyet etmişlerdir. T i r m i z i bu hadîsi iki senedle rivâyet et­
miştir. Bunlardan birisinde, burada olduğu gibi V â i l (Radıyal-
Iâhü anh) ’m râvisi, oğlu A b d ü l c e b b â r ’ dır. Diğerinde ise
V â i 1 ’ in râvisi diğer oğlu A l k a r n a ’ dır. T i r m i z i , A l ­
k a r n a ’ nin yaşça A b d ü l c e b b â r ’ dan büyük olduğunu,
babasından hadîs işittiğini, fakat A b d ü l c e b b â r ’ m, baba­
sından hadîs işitmediğini, bu itibarla ilk senedin muttasıl olmadığı­
nı ve A l k a r n a ’ nin hadîsinin hasen - garîb - sahih olduğunu be­
yân etmiştir.

HADİSİN FIKIH YÖ N Ü

1. Bir erkek zorla bir kadının ırzına geçerse kadma had cezâ-
sı gerekmez. Çünkü irâdesi dışında olmuştur. Bu hükümde icmâ
vardır.
230 SÜNEN-Î İBN-Î MACE

2. Bir kadmm ırzına geçen zâni had edilir. Bu hadiste sözü edi­
len erkek muhsan olduğu, yâni bekâr olmadığı için recmedilmek sû­
retiyle öldürülmüştür. Bu durum burdaki rivâyette belirtilmemiş ise
de E b û D â v û d ve T i r m i z î ’ nin rivâyetlerinde açık­
lanmıştır. Zâni bekâr ise yüz değnek dövülür ve bâzı âlimlere gö­
re bir yıl süreyle başka memlekette ikâmete mecbur edilir. Bu hu­
susta ayrıntılı bilgi zinâ bahsinde geçti.
3. Zorla kendisiyle zinâ edilen kadın için zâni adamdan me-
hir ismi verilen bir meblâğ m alın. tahsil edilip edilmeyeceği mese­
lesine gelince, râvî Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in kadı-
dına mehir verilmesine hükmettiğini anlatmamıştır. Yâni râvi bu
hususta bir şey nakletmemiştir.

Tuhfe yazan bu fıkrayla ilgili olarak şöyle der:


E l - M a z h a r ve Î b n ü ’ l - M e l i . k : Râvînin bunu an­
latmaması, kadm için mehir verilmesinin vâcip olmadığına delâlet
etmez. Çünkü, kadına mehir verilmesinin vâcipliğine Peygamber
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in hükmettiği başka hadislerle sâbittir,
demişlerdir.
H a n e f i âlimlere göre had cezâsı ile mehir ödeme işi bir­
leşmez. Yâni had cezâsı verilen meselelerde mehir ödenmez. Mehir
ödenen yerde had cezâsı verilmez. İ b n ü ’ l - H ü m â m , Fethü’l-
Kadîr şerhinde böyle der. Şu halde hadîste anlatılan olayda mütecâ-
vize had cezâsı verildiği için aynca kadına mehir ödemesi hükmü
verilmez.
Ş â f i î âlimlere göre ise zâni adam, ırzına geçtiği kadına
mehr-i misli ödemekle de mükelleftir. Hem bu meblâğı kadına öde­
yecek hem de had cezâsım çekecektir.
V â i l bin Huc r (Radıyallâhü anh) ’m hâl tercemesi 059
noiu hadîs bölümünde geçti.
A*.Lil j a jA İl fcj* ( n )
31 — HAD CEZÂLARI MESCİDLERDE İNFÂZ
ETMENİN YAŞARLIĞ I BÂBI
Bâb : 31 32 KÎTÂBÜ-L’HUDÛD 231

TERCEMESİ

2599) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivâyet edil­


diğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Had cezalan mescidlerde infaz edilmez.»”

i Cf ‘ ü ^ W1 ^ j İJ —T V *

Uİ * «A j I ^ £_r* Ali

. ^ C J l (_i Jlajl
^ ^ i"
• V^Jİ ^Jx« 05^ o; J »—
<;««* }*} < *■£) •*^«*1 ıj • l)

TERCEMESİ
2600) “ ... Amr bin Şuayb’m dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra­
dtyallâhü anhüm)'den rivâyet edildiğine göre :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) had cezasını mescid­
lerde infaz etmeyi yasaklamıştır.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan İbn-i Lehîa
zayıf ve tedlisçidir. Muhammed bin Aclân da tedlisçidir.

İZAHI
İ b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i z i ,
A h m e d ve H â k i m de rivâyet etmişlerdir. A m r (Radı-
yallâhü anh) ’m hadîsi ise Zevâid türündendir.
Had cezâlannm mescidlerde infâz edilmesinin yasaklanması
mescidlerin kanlarla kirletilmemesi ve mescidlerde gürültülere mey­
dan verilmemesidir. Mescidler ibâdet içindir. Bu nedenledir ki, mes­
cidlerde alış veriş etmek, kayıp ilânım yapmak gibi şeyler de ya-
“ * * "■ (r r )

32— TAZİR (TEDİB) BÂBI

Bu bâbtaki hadîslerin terceme ve izahına geçmeden önce Tazîr


kelimesinin kavramı üzerinde biraz duralım:
Tazîr s Arap dilinde reddetmek, engellemek, mânî olmak mânâ­
sma gelir. Şer-i Şerîfte ise had veyâ kefâret cezâsmı gerektirme­
232 SÜNEN-t ÎBN-İ MACE

yen bir günah işleyeni tedîb etmek anlamına gelir. Tazîr cezâsı, kı­
nama, teşhir, dövme ve hapsetme gibi yollarla gerçekleşir. Tazîr
cezâsı had cezâsmdan farklıdır. Şöyle ki, had cezâsı herkes hakkm­
da aynen uygulanır. Tazîr cezâsı ise suçlunun sosyal ve özel duru­
mu dikkate almarak takdir ve tâyin edilir. Çünkü bu cezâdan amaç,
suçlunun tekrar o suçu işlememesini sağlamaktır, ibret verici ders
vermektir, ö y le adam var ki, işlediği bir suçtan ve günahtan do­
layı sadece kınanması veyâ teşhir edilmesi onun için yeterli bir ders
olur. Buna karşm öyle adam varki değil teşhir edilmesi, yüzüne kö­
mür sürülüp, merkebe ters bindirilerek çarşı ve pazarda dolaştırıl­
ması bile ibret dersi alması açısmdan yeterli olmaz. Taziri, had ce­
zasından ayırd eden diğer bir özellik de tazîr meselesinde suçluyu
bağışlamak. Yâni dâva bâkim’e intikal ettikten sonra suçlunun ba­
ğışlanması mümkündür. Fakat bilindiği gibi had cezâsının kaldırıl­
ması için aracı olmak veyâ suçluyu bağışlamak mümkün değildir.
Hâkim, kendisine intikal eden had dâvasında cezâyı aynen uygu­
lamak zorundadır. Tazir cezâsı dayak atma yoluyla yapılırsa en çok
kaç dayak atılabileceği husûsunda ihtilâf vardır. Âlimlerin bu hu­
sustaki görüşleri bu bâbtaki hadîslerin izahı bölümünde verilecek­
tir.

T E R C E M E S İ

2601) “ ... Ebû Bürde bin Nîyâr (Radtyallâhü a «A )’den rivâyet edildiği­
ne göre; Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururdu:

«Allah’m (koyduğu) had cezalarından başka hiç bir cezada, kim­


seye on değnekten fazla vurulamaz.»”
B âb : 32 KtTÂBÜ-L’HUDÛD 233

• ^ ıi*â^ 'S3i * İJf <J®4 _a*5 <J oU-l j ■ j


. Jk»lj j i - JS IjT j • * j • JSj

T E R C E M E S İ

2602) “ ... Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine göre;
Resülullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

♦On kamçıdan fazla tezlr cezâsı vermeyiniz.»”


N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Abbâd bin Kesir bu­
lunur. Ahmed bin Hanbel: Bu râvi, işitmediği yalan hadisler rivâyet etmiştir, der.
Buhârî d e : Âlimler bu râviyi terketmişler, demiştir. Bunlardan başka zâtlar da
bu râvi hnifirındn böyle konuşmuşlardır.

İ Z A H I

Ebû B ü r d e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini B u h â r î ,


M ü s lim , Ebû D â v û d ve T i r m i z î de rivâyet et­
mişlerdir. E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsi ise Ze­
vâid türündendir.

E b û B ü r d e ’ nin hadisinde geçen «Allah'ın (koyduğu) had


cezâlan» ifâdesinden maksad Şâri-i Hakîm’in koymuş olduğu belir­
li cezâlardır. Bu cezâlar zinâ, hırsızlık, içki içmek, müslümanlar-
la savaşmak, iffetli bir müslümam zinâ ile itham etmek, adam öl­
dürmek veyâ bir uzvunu kesmek ve mürted olmak suçlandır. Bu
saydığım suçlardan son ikisine verilen cezâya had isminin verilip
verilemeyeceği husûsunda ihtilâf vardır. Yukarda saydığım suçla­
ra verilecek cezâlar tâyin ve tesbit edilmiştir. Bu suçların dışında
kalan suçlara verilen cezâya Tasar ismi verilir. Bu hadîsin zâhirine
göre yukarda sayılanların dışında kalan suçlara dövme cezâsı ve­
rilirken ancak on değnek vurulabilir. Bundan fazla vurulamaz. Bu
hadîsin delâlet ettiği anlam husûsunda âlimler ihtilâf etmişlerdir.
Avnü’l-Mabûd yazarının el-Fetih’ten naklen verdiği bilgiye göre söz
konusu ihtilâf şöyledir:
1. A h m e d b i n H a n b e l meşhur kavlinde ve Ş â f i î -
1 e r ’ in bâzısı bu hadîsin zâhiri ile amel ederek: Tazîr cezâsı 10
değneği geçemez, demişlerdir.
2. Ş â f i î , M â l i k ve E b û H a n î f e ’ nin iki arka­
daşı : Tazîr cezâsı 10 değneği geçebilir, demişlerdir. Bunlar da muh­
234 SÜNEN-t ÎBN-İ MÂCE

telif ve farklı görüşler beyân etmişlerdir. Ş â f i i ' ye göre tazîr


dayağı, had için tâyin ve tesbit edilmiş sayıya ulaşamaz. Bilindiği
gibi hür kimsenin asgari haddi içki için atılan kırk dayak ve kö­
leye atılan yirmi dayaktır. Diğerlerine göre, tazir için atılacak da­
yak sayısının tesbit ve tâyini devlet yetkilisinin takdirine bağlıdır.
Bu grubun yukardaki hadîse karşı verdikleri cevap ise şöyledir:
Sahâbîlerin tazîr cezâsmı uygularken bu hadîsin hükmüne bağ­
lı kalmamaları, yâni 10 sopadan fazla dayak atmalan bu hadîsin
mensuhluğu için bir delildir. Nitekim O s m â n b i n A f v â n
(Radıyallâhü anh) ’m 30 dayak ve Ö m e r b i n e l - H a t t â b
(Radıyallâhü ânhl’ın had sayısından veyâ yüzden fazla dayak at­
malan ve diğer sahâbîlerin bu uygulamaya karşı çıkmamaları rivâ­
yet olunmuştur. Bu grubun başka cevapları da vardır.
En-Neyl’de beyân edildiğine göre B e y h a k î : Tazîr daya­
ğı sayısı hakkında sahâbîlerden muhtelif eserler rivâyet olunmuş­
tur. Bu hususta en iyi şey, Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se­
lâm )’-den rivâyet edildiği sâbit olan hadîs, yâni E b û B ü r d e
(Radıyallâhü anhl’ın yukardaki hadîsi ile amel etmektir, demiştir.
E l - H â f ı z daha sonra: B e y h a k î ’ nin sahâbîlerden
naklettiği bilgiden anlaşılıyor ki tazîr dayağı sayısı husûsunda sa-
hâbîler belirli bir şey üzerinde ittifak etmemişlerdir. Durum bu olun­
ca sâbit hadîsin mensuhluğu nasıl iddiâ edilir ve mesnedsiz olarak
başka görüşlere nasıl gidilir, demiştir. (Avnü’l-Mabûd’dan yapılan
nakil bitti.)
N e v e v i de yukardaki iki görüşü beyân ederken başka gö­
rüşleri de nakletmektedir. N e v e v i ’ nin beyânına göre E b û
H a n i f e : Tazir dayağı kırka ulaştınlamaz, demiştir. Daha geniş
bilgi için hadis şerhlerine veyâ fıkıh kitablarına mürâcaat edilme­
lidir.

E M Bürde (R .A .)’m Hâl Tercemesi


Ebû Bürde el-Belev! Hâni bin Niyâr bin Amr bin Ubeyd, Bedir ve diğer sa­
vaşlara katılmış sahâbîlerdendir. 20 adet hadisi vardır. Buhâri ve Müslim onun
bir hadisini — bu hadisini— müttefikan rivâyet etmişlerdir. Râvîleri kız karde­
şinin oğlu Berâ ve Câbir bin Abdillah’tır. Hicretin 41. yılı vefât ettiği rivâyet olun­
muştur. Kütüb-i Sitte’nin hepsinde onun hadisleri bulunur.
Bâb : 33 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 235

i jUjT"U-l k jl (r r )

33 — HAD (CEZÂSI İŞLENEN SUÇA) KEFÂRETTİR, BÂBI

,,ûdı iy i J Zy> *
v * -J-î' 3e* - n •r
^ ât 3 ^ 3 3 & : 3& i ç X ü l i S i ? 'c f - ; ^ V I j j ^ .l> ; j i ^

. « y y " y i ( V j j • V 3U İ** j^ î ( ■

T E R C E M E S İ
2603) “ ... Ubâde bin Sâmıt (Radtyallâhü anh)1den rivâyet edildiğine gö­
re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Sizden herhangi birisinin (işlediği suçtan dolayı) başına had


gelmekle cezâsun dünyada çekerse o cezâ onun (günahının) kefa­
retidir. Şâyet (işlediği suçun) cezâsmı dünyada çekmezse artık (âhi-
rette) onun işi Allah’a kalır.»” ^
'JA * •yl 3 ^ e •3Ö âı yi- 3 j/> U& - TV t

ât3ji.;İ)İS:3Ü! ‘ bŞi Jİ£?‘ö““l<J.lü*‘ ö 4 J.l^j


• ■t" ^ j *.ç # ^ ^ r #^ıı • •
.•JUfrJp JJt*| 4Wİ i < 1^3 b Jll (J

.«İÜ I ^1^ j L J i L‘ jİ1<JUs w o İ £ « j


' ’ T E R C E M E S İ * ' ’ *

2604) “ ... A li (bin Ebî Tâlib) (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine


göre; Resûlullah (Sallattahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim dünyada (küfürden başka) bir günah işler de (had veyâ


tazîr) cezâsı infaz edilirse Allah, kuluna azâbını çiftleştirmekten
çok daha âdildir. (Yâni âhirette ikinci kez tazib etmez.) Ve kim dün­
yada bir günah işler de Allah onun o günahını (insanların gözlerin­
den) örterse Allah bağışladığı bir şey (den dolayı cezâlandırmay) a
dönüş yapmaktan pak, çok kerem ve afıv sâhibidir.»”

İ Z A H I
Ubâde (Radıyallâhü anh) ’m hadisini B u h â r i , M ü s ­
l i m ve T i r m i z i de rivâyet etmişlerdir. B u h â r i ve
236 SÜNEN-Î ÎBN-t MÂCE

M ü s l i m ’ deki hadîs metni uzundur. Müellifimiz bunun son kıs­


mını rivâyet etmiştir. Metnin tamamının meâli şöyledir:
«(E y sahâbîlerim) Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmamak, hırsız­
lık etmemek, zinâ etmemek, evlâdınızı öldürmemek, kendiliğinizden
uyduracağınız hiç bir yalanla (kimseye) iftira etmemek ve mâruf
(dini em irle isyan etmemek için bana âhidde bulununuz. Sizden
ahdine vefâ (ve sadâkat) gösterenin mükâfatı Allah’a âittir. Bu de­
diğim günahlardan (küfrün dışında kalan) bir günah işleyip de dün­
yada (had veyâ tazîr) cezasına çarptırılırsa bu cezâ ona kefarettir.
Bunlardan birini yapıp da işlediği fiili Allah (insanlardan) örterse
işi Allah’a k a lır: Allah dilerse onu bağışlar, dilerse tâzib eder.»
Bu hadiste geçen «Had» kelimesi dünyaca verilen cezâ mânâsı­
na kullamlmış olabilir. Bu kelimenin had cezâsını gerektiren suç
mânâsma yorumlanması da mümkündür. Ehlinin mâlumu olduğu
üzere bu takdirde had kelimesi, mecâzen sebebi anlamında kullanıl­
mış olur. Buna göre hadîsin baş kısmının tercemesi şöyle o lu r: «Kim
(had cezâsını gerektiren) bir günah işler de bunun cezâsı dünyada
verilirse...»

HADÎSTEN ÇIKARILAN HÜKÜM ŞUDUR:


Had cezâlan, bu cezâya sebep olan günahın bağışlanmasına ve­
sile olup buna kefarettir. Yâni müslüman kimse o suçtan dolayı
âhirette ayrıca azab görmez. Mürted olan kimseye verilen ölüm ce-
zâsma had ismi verilmez, diyen âlimlere göre mürtedlik günahım
işleyen kimse bu hükmün şümûlüne girmez. Fakat mürted kişiye
verilen ölüm cezâsına da had denilir, diyenlere göre mürted de zâ-
hiren bu hükme girer. Halbuki mürted kâfir olarak öldüğü için ken­
disine verilen ölüm cezâsı onun mürtedlik günahına kefâret olmaz
ve o ebedi olarak cehennemliktir. Bu itibarla mürted bu hükümden
müstesnadır, denilir. Bu hükmün hususileştirilmesinin delili ise;
" •| 1» *2ıI S |
j ! jâÂJi 41)1 j l = «Şüphesiz Allah kendisine ortak koşul­
ma günahım bağışlamaz...» âyetidir.
N e v e v i ’ nin beyânına göre K â d ı I y â z : Âlimlerin ek­
serisi bu hadisi delil göstererek hadlann günahlara kefâret olduğu­
nu söylemişler, der.
El-Fetih yazan da bu hadîsin şerhinde uzun izahlar ve geniş
bilgiler verdikten sonra bu hadîsteki bağışlamanın Allah hakkıyla
ilgili olması ve kul hakkının suçlunun boynunda kalması yolunda
Bâb : 34 KİTÂBÜ-L’H U D Û D 237

yorum yapmaya taraftar çıkmaktadır. Buna misal olarak da şöyle


der: Hırsızın eli kesilince Allah hakkı bağışlanmış olur. Am a mah
çalman tarafın hakkı kalır. Eğer hırsız bu cezâ ile beraber çaldığı
mah da sahibine verirse o zaman kul hakkı da ödenmiş olur.
Hadisten çıkarılan diğer bir hüküm ise haddi gerektiren bir suç
işleyip had cezâsı verilmeyen müslümanm işinin AJlah’â kalması­
dır. Yâni Allah’a ortak koşmaktan başka bir günah işleyip had ve­
yâ tazîr cezâsı çekmeden ölen bir müslüman Allah’m dilemesine gö­
re muâmele görecektir. Allah dilerse onu bağışlar, dilerse onu ta-
zîb eder. E h l - i S ü n n e t mezhebi de böyledir. H â r i c i
mezhebine göre mü’min kimse şirkten başka günahla da kâfir olur.
M u t e z i l e mezhebine göre bu kişi kâfir olmaz. Ama ebedî ola­
rak cehennemde kalır.
A 1 i (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i z î ve H â ­
k i m de rivâyet etmişlerdir. Bu hadîs de had cezâsınm günaha
kefâret olduğuna delâlet eder. Had cezâsmı çekmeden ölen kimse­
ye gelince, Allah Teâlâ dünyada onun günahım halkm gözlerinden
saklamış, suçu gizli kaldığı ve kendisi de itiraf etmediği için had ce­
zâsma çarptırılmamış olduğu gibi âhirette de Allah’m onun günahı­
nı bağışlaması umulur. Yâni dünyada günahının gizli kalması, âhi­
rette bağışlanmasının bir alâmetidir.
A b d u r r a h m a n e l - C e z e r î de el-Fıkıh A la’l-Mezâhib
el-Erbaa adh kitâbının Hudûd bölümünde beyân ettiğine göre had
cezâlan hem suçlular için günahlara kefâret olur, hem de toplumu
bozgunculuktan ve kötülüklerden temizletir, korur. Selef âlimleri­
nin cumhûru ve dört mezheb imâmlarının görüşü budur.
<rl^i ^ j* . j|

34 — AD AM KARISININ Y A N IN D A ( Y A B A N C I )
BİR ERKEK BULUR, BÂBI
238 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2605) Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre:


Sa’d bin Ubâde (bin Deylem) el-Ensârî ( RadtyaUâhü anh) (7) :
Y â Resûlallah! Adam karısının yanında (yabanca) bir erkek bu­
lur, onu öldürebilir mi? diye sordu. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Hayır» (öldüremez),» buyurdu. Sa’d s
Sana Hak dini ikrâm eden Allah'a and olsun ki (adam kıskanç­
lığı dolayısıyla) bilâkis öldürür, dedi. Bunun üzerine Resülullah (Sal­
lallahü Aleyhive Sellem) (orada bulunanlara hitâben) :
«Büyüğünüz (olan Sa’d) m söylediği sözü işitiniz,» buyuldu.”

İ Z A H I

Bu hadisi M ü s l i m ve E b û D â v û d da rivâyet et­


mişlerdir. M ü s 1 i m ’ in bir rivâyetinde Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-
salâtü ve’s-selâm) ’in şu buyruğu da va rd ır:
L f* *4? ÜÎJ j j I a) 4jj = «Sa’d gerçekten kıskançtır.
Ben ondan daha kıskancım. Allah da benden fazla kıskançtır (Yâ­
ni kullarım hayâsızlıktan ve kötülükden menedicidir).»
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) «Adam, karısının ya­
nında bulduğu yabancı erkeği öldüremez», buyurunca S a ’ d (Ra-
dıyallâhü anh) «Bilâkis öldürür» derken bu sözle Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in beyân buyurduğu hükme karşı çık­
mağı kasdetmemiştir. S a ’ d ’ ın maksadı, karısının yanında ya­
bancı bir erkeği bulan .kimsenin hâlini arz etmek ve bu va­
ziyetle karşılaşan kimsenin kendine hâkim olamayıp derhal o erkeği
öldüreceğini bildirmektedir.
S a ’ d böyle deyince Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)
orada bulunanların dikkatini S a ’ d ’ ın kıskançlığına çekmek üze­
re : «Büyüğünüzün söylediği sözü işitiniz» buyurmuştur. M ü s ­
l i m ’ deki bir rivayete göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtû ve’s-
selâm) daha sonra: «Sa'd gerçekten kıskançtır. Ben ondan fazla kıs­

(7) Ensâr-ı Kirâm'm Hazreç kabilesinin reisi bulunan bu zâtın hâl terce-
mesi 2132 nolu hadis bölümünde geçti.
Bâb : 34 KİTÂBÜ-L’H U D Û D 239

kancım. Allah da benden ziyâde kıskançtır,» buyurmuştur. E 1- K a -


r î ’ nin dediği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in
bu buyruğu S a ’ d ’ ın kıskançlık nedeniyle bu sözü söylemekte
mazur sayıldığını ifâde eder.
N e v e v i : Bir erkeği öldürüp de karısıyla zinâ hâlinde yaka­
ladığı için öldürdüğünü iddiâ eden adamm hükmü hakkında âlim­
ler ihtilâf etmişlerdir: Cumhûra göre adamın iddiâsı kabul olunmaz.
Adam bu iddiâsını şâhidlerle veyâ maktûlün mirasçılarının itirafla­
rıyla isbatlamazsa kısâs olarak öldürülmesi gereklidir. Şâhidlerin
fâsık olmayan dört erkek olması ve zinâ fiilini bizzat gördüklerini
usûlü dâiresinde beyân etmeleri gereklidir, öldürülen erkeğin de be­
kâr olmaması şarttır.
Kâtilin Allah katındaki durumuna gelince, eğer iddiâsında doğ­
ru ise bir mes’uliyeti yoktur. Bâzı arkadaşlarımıza göre devlet yet­
kilisinin emri olmadıkça muhsan iken zinâ eden kişiyi öldüren kâ­
tilin kısâs olarak öldürülmesi gereklidir. Fakat doğru olan görüş bi­
rincisidir. Üçüncü bir görüş olarak bâzı selef âlimleri şöyle demiş­
lerdir: Karısıyla zinâ ettiği için öldürdüğünü iddiâ eden kâtilin id-
diâsı kabul olunur, diye bilgi vermiştir.
Cumhûrun görüşüne mesned olan bu ve benzerî hadislerdeki
hükmün ihtivâ ettiği hikmet hakkında gerekli bilgi bundan sonra
gelen hadisin izahı bölümünde verilecektir.

. li j .
240 SÜNEN-t İBN-t MÂCE

ij . jJi) 4iıj^- j : ^5jlâcJI JS < o ü îj% Cx, ».>'*—


[ (_j : -ı» <3

• ^)<j£y> dU«Vl J t j (3İ<j • <—>lîî)l (3 û^»-

T E R C E M E S İ

2606) “ ... Seleme bin el-Muhabbık {i)(Radtyallâhü a»A)’den; Şöyle de­


miştir :

Had cezalan âyeti inince kıskanç bir adam olan Ebû Sâbit Sa’d
bin Ubâde’y e :
Söyle bakalım, sen kamun beraberinde (yabana) bir erkek bul­
muş olursan ne yapmış olursun? diye soruldu. Sa’d :
Ben kanmı ve erkeği kılıçla vurup tepelemiş olurum. Ben gidip
dört erkek şâhidi getirinceye kadar bekler (m iy)im? O zamana ka­
dar adam işini bitirip gider. V e y â : Ben (kanm ile falan erkeği zinâ
hâlinde) şöyle böyle gördüm, diyeceğim. Siz de kazif cezâsı olarak
beni (seksen değnek) döveceksiniz ve ebedi olarak hiç bir şâhidli-
ğimi kabul etmiyeceksiniz. (Yâni bunu yapmam, ikisini de derhal
öldürürüm.) diye cevap verdi.
Râvî demiştir k i: Bu konuşma, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem )’e anlatıldı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
«Şâhid olarak kılıç kâfidir» buyurdu. Daha sonra:
«Hayır. Sarhoşun ve kıskancın bu işte biribirini takip etmelerin­
den korkanm,» buyurdu.
Ebû Abdillah, yâni İbn-i Mâcete dedi k i : Ben Ebû Zur’a'yi şöyle
söylerken işittim: Bu, A li bin Muhammed et-Tanâfisî’nin hadisidir.
Ben bu hadisi kendisinden dinlemeyi kaçırdım.’*
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Kabîsa bin Hureys bin
Kabisa bulunur. Buhâri: Bu râvinin hadisi üzerinde düşünmek gerekir, demiştir,
tbn-i Hibbân ise onu sıkâlar arasında anmıştır. Senedin kalan râvîleri sıkâ zât
lardır.

İ Z A H I
Bu hadîs Zevâid türündendir. Hadiste sözü edilen âyet N û r
sûresinin dördüncü âyetidir. Bu âyet-i kerime hür kadmlara zinâ
isnad edenler hakkındadır ve meâlen şöyledir:

(8) Bu zâtın hâl tercemesi 2552 nolu hadis bölümünde verildi.


Bâb: 34 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 241

«Hür kadınlara zinâ isnad edip de sonra dört şâhid getireme­


yenlere seksen değnek vurun ve ebediyyen onların şâhidliğini kabul
etmeyin, tşte onlar fâsıklann ta kendileridir.»

Hür ve iffetli kadmlara zinâ isnad edenler bu isnadlarmı dört


erkek ve âdil şâhidle ispatlamak zorundadır. Şâhidler zinâ ile itham
edilen kadın ile zâni erkeği uygunsuz vaziyette, zinâ fiilini işlerken
usûlü dâiresinde ifâde vermezlerse ve sanıklar bu suçu itiraf et­
mezlerse bunlara zinâ isnad eden kişiye Kazif cezâsı olarak seksen
değnek vurulur ve şâhidliği de kabul edilmez. Bu konu ile ilgili ay­
rıntılı bilgi bu kitâbın 15. bâbmda geçen 2567 - 2568 nolu hadîslerin
izahı, bölümünde verildi. Oraya mürâcaat edilebilir. Bir erkek karı­
sını zinâ ile itham edip de şâhidlerle ispat edemezse ya seksen değ­
nekle had edilir. Y a da Liân yemininde bulunur. Liân yeminin usû­
lü ve bununla ilgili bilgi de Talâk kitâbının 27. bâbında geçen 2066 -
2071 nolu hadîsler bölümünde geçti.

S a ’d bin U b â d e (Radıyallâhü anh) zinâ hâlindeki ka­


dın ile erkeğin durumunu tesbit etmek için dört erkek şâhidi geti­
rip bulundurmanın zorluğunu ve şâhidleri gösteremediği takdirde
Kazif cezasına çarptırılmanın kaçınılmazlığını ifâde etmek istemiş
ve bu durumda kan ile zâni erkeği öldürme yoluna gideceğini söy­
lemiştir. Onun bu sözleri Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se­
lâ m )’e arz edilince Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) : «Şâ­
hid olarak kılıç kâfidir» buyurmuştur. Yâni kadm ile yabancı erke­
ğin beraber iken birlikte kılıçla öldürülmeleri ve bu vaziyette tepe­
lenmiş oknalan onların bu şenî fiili işlediklerinin belirtisidir. Son­
ra bu hükmün kötüye kullanılabileceği endişesini beyân buyurarak
kıskancı da sarhoşu da kâtil olayım peşpeşe işliyeceklerinden korkul­
duğunu bildirmiştir. Hülâsa kötüye kullanılacağı endişesiyle bu hük­
mü kabul buyurmamış ve kişilere bu yetkiyi vermemiştir. Y â n i er­
keğin bu vaziyette gördüğü kansım ve yanında bulunan erkeği öldür­
mesi uygun değildir.

Konu hakkmdaki cumhurun görüşünü bundan önceki hadisin


izahı bölümünde beyân etmiştim. A b d u r r a h m a n e l - C e z e -
r î de Fıkıh kitâbında özetle şöyle d e r :
"Karısının yanında yabancı bir erkek görüp zinâ ettiklerine ina­
narak o erkeği öldüren adamın kısas yoluyla öldürülüp öldürülme­
yeceği husûsunda âlimler ihtilâf etmişlerdir

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 -F .: 16


242 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Cumhûra göre zinâ isnadı yapılan erkek bu fiili işlediğini itiraf


eder veyâ karının kocası zinâ suçunu dört şâhidle ispat ederse ve zi­
nâ eden adam muhsan, yâni şer’î bir nikâh ile bir kadmla bir defa
olsun cinsel ilişkide bulunmuş bir kimse ise onu öldürdüğünden do­
layı kadının kocası kısas olarak öldürülmez. Aksi takdirde öldürü­
lür. Yâni kadının kocası zinâ olayını dört şâhidle ispat edemezse ve
zâni şahıs da bu suçu itiraf etmemiş ise veyâ zinâ suçu sâbit ol­
makla beraber zâni adam bekâr ise kadının kocası onu öldüremez.
öldürürse kendisi de öldürülür. Ş â r i - i H a k î m ’ in bu hük­
mü koymasının sebebi şudur: Adamm öldürmek istediği kişiyi bir
iş bahânesiyle evine alması ve sonra karısıyla zinâ ettiği iddiâsıy-
la onu evinde öldürmesi mümkündür. Kezâ karısını öldürmek iste­
yen bir kimse onu öldürüp, sonra bir adamla zinâ hâlinde gördüğü
için öldürdüğünü iddiâ etmesi mümkündür. İşte bu gibi kötülükleri
önlemek ve canlan korumak için İslâmiyet böyle bir gerekçe ile öl­
dürmeye izin vermemiştir. Ancak zinâ suçunu anlatılan şekilde is­
patlayan kimse kansını veyâ onunla zinâ eden erkeği öldürürse bir
şey lâzım gelmez.
Bâzı selef âlimlere göre öldürülen adam zinâkârlıkla meşhur ol­
duğu için veyâ kadmm geçmişte bâzı kötü halleri bulunduğundan
dolayı kadmm kocasının zinâ iddiâsmda doğruluğunu kanıtlayın bâ­
zı belirtiler varsa veyâ dürüst bir tabibin muâyenesiyle sanıkların zi­
nâ ettikleri meydana çıkarsa bunlan katleden kadmm kocası öldü­
rülmez.
H a n b e l i l e r ’ e ve M â l i k î l e r ’ e göre iki şâhid mak-
tülün zinâ suçundan dolayı kadmm kocası tarafmdan öldürüldüğü­
nü ifâde ederlerse ve maktul bekâr değilse bu kâtil suçundan dola­
yı kadmm kocası öldürülmez.
Konu hakkında daha geniş bilgi için fıkıh kitablanna baş vurul­
malıdır.

• - H <y *1/*' ’ç j j' <y ( ro)


35 — BABASININ ÖLÜMÜNDEN SONRA KARISIYLA
EVLENEN KİMSE (H AKKIND A GELEN HADÎSLER) BÂBI
Bâb: 35 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 243

• '4 A s * A »j ( j j f ü t*J 4 < < îı.A İ- fj t* ^ J L a e l* * ) J l i j

•*'^ Û? ^ P T j J ' " J*-J J| ^§| <*' cJ_>~J <i5«J îtJ^Î ?A / J 1 cj-S»
*'**’ ’^ ^ ^ «#> **

. <a-c y ’-» lI M
J| ,J- ^1*
"i'

T E R C E M E S İ
2607) "... el-Berâ bin Âzib ( Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir:

Dayım (râvl Hüşeym kendi rivayetinde onun isminin el-Hâris


bin A m r olduğunu belirtmiştir.) bana uğradı. (Bu seferinde) ona
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir sancak tahsis etmiş
idi. Ben dayım a: Nereye gitmek istiyorsun? diye (yolculuğunun ne­
denini) sordum. Dayım şöyle d ed i: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) beni babasın (ın ölümün) den sonra onun kazısıyla (yâni
üvey anasıyla) evlenen bir adama gönderdi ve onun boynunu (kı­
lıçla) vurmamı emretti."

• J L .İ l- . • j l ' I < £ i ı y S '. c p j m ' j ’& U k - V K - K

. oh*»^ î «ı»l.î »3

T E R C E M E S İ
2608) "... Kurre( bin Eyâs bin Hilâl) (Radtyallâhü anA)’den; Şöyle de­
miştir :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni, babasının (ölü­
münden sonra) karısıyla evlenen bir adamın boynunu vurmak ve
malmı müsadere etmek üzere ona gönderdi.”
N o t: Bunun senedinin sahih olduğu, Zevâid’de belirtilmiştir,

İ Z A H I
B e r â (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i z î , E b û D â ­
v û d , N e s â î ve D â r i m î de rivâyet etmişlerdir. T i r m i -
z î bu hadîsin hasen - garîb olduğunu söylemiştir.
244 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Babasının karısıyla, yâni üvey anasıyla evlenen adamın boynu­


nu vurmak üzere Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) tarafm­
dan görevlendirilen ve B e r â ’ m dayısı olduğu belirtilen zâtın
ismi râvî H ü ş e y m ’ e göre e l - H â r i s b i n A m r ’ dır.
T i r m i z i ise bu zâtın E b û B ü r d e b i n N i y â r ol­
duğunu belritmiştir. E b û B ü r d e (Radıyallâhü anh) ’m hâl ter­
cemesi 2601 nolu hadîs bölümünde geçti. E b û D â v û d ’ un ri-
vâyetinde ise B e r â : «Amcama rastladım...» demiştir. Yâni bu
rivâyetine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) tarafm­
dan görevlendirilen zât B e r â ’ m amcasıdır. Hülâsa’da ise e l -
H â r i s b i n A m r ’ m B e r a ’ ın amcası ve dayısı olduğu yolunda
rivayetlerin bulunduğunu belirtir. Bu ihtilâflara rağmen Ş e v k â n î :
Bu hadisin çok senedleri vardır. Bu senedlerin bir kısmının râvileri
sahih hadislerin râvileridir, demiştir. Bir de şu noktayı belirtmek is­
terim : Sahâbî’nin isminin belirtilmemiş olması bir hadisin sıhhati­
ne helâl getirmez.
Câhiliyet devrindeki insanlar ölen babalarının mallarına miras­
çı oldukları gibi onların kanlarım yâni kendi üvey analarım nikâh-
lamayı da meşrû bir hak kabul ederlerdi. Bunu da bir nevî miras te­
lâkki ederlerdi. Câhiliyet devri insanları, babalarının ölümünden
sonra onun karısıyla evlenmeyi miras gibi meşrû bir hak telâkki et­
tikleri için Cenâb-ı Hak bunu özel bir hükümle yasaklayarak:
...cLJI ja pOU La lyatSLu — «Babalarınızın evlendikleri

kadınlarla evlenmeyin» (9) buyurmuştur.


Câhiliyetin bu kötü âdetine uyan bir kimse bunun helâl ve meş­
rû olduğuna inanırsa mürted olur, İslâmiyet’ten çıkmış olur. Mür­
ted k im senin öldürülmesi gereklidir. Hadîsin zahirini tutan âlim ler:
Sözü edilen kişi bu evliliğin helâlliğim iddiâ ettiği için mürted olmuş
ve bu nedenle öldürülmesi yolunda Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) tâlimat vermiştir, derler.

En-Neyl yazan : Şer-i Şerif’in bu mesele gibi kat’i bir hükmüne


muhâlefet eden bir kimsenin öldürülmesi için devlet adamının emir
vermesinin câizliği hükmü bu hadisten çıkardır. Ancak adamın bu
mesele hakkındaki şer’i hükmü bilmesi ve bu hükmü tasvip etme­
mesi şarttır. Kezâ, şer’i olduğu kesinlikle bilinen bir hükmü bile bi­
le inkâr eden ve böylece mürted olan bir kimse öldürülünce malı da

(9) N isâ: 22
B âb: 36 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 245

müsadere edilip devlete teslim edilir. Bu hüküm de hadisten çıkarılır,


demiştir.
Babasının karısıyla evlenen bir kimse bu evliliğin haramlığını ka­
bul etmekle beraber bu suçu işlerse mürted olmaz. Fakat zinâ su­
çundan dolayı cezâlandınlır ve kadınla ilişiği derhal kesilir. Zinâ
cezâsı ayni şekilde kadm hakkmda da uygulanır. Şâyet cezâlan rec-
medilmek ise bunlar öldürülürler. Fakat kâfir sayılmazlar. Yâni had
cezâsı ile öldürülmüş olurlar. Müslümanlar hakkmda uygulanan teç­
hiz ve tekfin işlemi bunlar hakkmda da uygulanır. Am a bilindiği gi­
bi mürted kişi öldürülünce, kâfir sayılır ve kâfir cenazesinin hük­
müne tâbi tutulur.

j f d f j' ^ j p <J[ Cr* (n )

36 — BABASINDAN BAŞKASINA NESEB İDDİA EDEN


(Y Â N İ BABAM BUDUR, DİYEN) KİŞİ VE KENDİSİNİ
 ZA D LA YA N LA R D A N BAŞKASININ ÂZADLISI OLDUĞUNU
SÖYLEYEN KİMSE (H AK K IN D A GELEN HADÎSLER) BÂBI

. 1»jJt (Jp aVı^Vl

TERCEMESİ

2609) "... (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)’dan rivâyet edil­


diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim babasından başkasına intisap eder (yâni onun evlâdı oldu­
ğunu iddiâ eder.) ise veyâ kendisini âzadlayan kimselerden başka­
sının âzadlısı olduğunu söylerse Allah’m, meleklerin ve bütün in­
sanların laneti onun üzerine olsun (veyâ onun üzerindedir.)»»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedinde İbn-i Ebi Dayf bu*
lunur. Bu râvinin sıkâlığı veyâ zayıflığı konusunda kimsenin bir sözüne rastla­
madım. Senedin kalan râvîleri Müslim’in şartı üzerinedir.
246 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ
2610) “... Ebû Osmân (Abdurrahman bin Müll) en-Nehdî (Radtyallâhü
anh)’den; Şöyle demiştir:
Ben Sa’d (bin Ebi Vakkas) ve Ebû Bekre (Nüfey’ bin el-Hars,
bin Kelede) (Radıyallâhü anhümâ) 'dan (ayn ayn) işittim. Her biri
şöyle dedi: Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«H er kim babasından başkasına — babası olmadığını bile bile —
neseb iddiâ ederse (yâni onun evlâdı olduğunu iddiâ ederse) o kim­
seye cennet haramdır (yasaktır)

c-i«‘ û’J 4-i jim». o. •nCS'l »>U<J : jlÎ İ j}\ j


(M* j * JVj (j (İri • > s . ^al-i ^ J6j . <

T E R C E M E S İ
2611) “... Abdullah bin Amr (bin ei-Âs) (Radtyallâhü anhümâ) ’dan ri­
vâyet edildiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir:
«Kim babasmdan başkasına neseb iddiâ ederse o kimse cennet
kokusunu almayacaktır. Halbuki cennet kokusu beşyüz senelik me­
safede şüphesiz bulunur.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahihtir, çünkü Muham­
med bin Sabbâh isimli râvî Ebû Câfer el-Cürcânî efc-Tâcir’dir. Onun hakkmda
îbn-i M uin: Onun rivâyetinde bir beis yoktur, demiş ve Ebû Hâtim d e : Onun
rivâyeti işe yarar, demiştir. Senedin kalan râvileri meşhur zâtlar olduğu için du­
rumlarım soruşturmaya gerek yoktur.
B&b: 36 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 247

İ Z AH I
Zevâid türünden olan î b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh) ’ın
hadisinin bir benzerini T i r m i z î , A l i b i n E b i T â l i b
(Radıyallâhü anhümâ) ’den merfû olarak rivâyet etmiştir. îki hadî­
sin metinleri arasmda bir farklılık yoktur.
E b û O s m â n e n - N e h d i ' n i n hadisini B u h â r i ve
M ü s l i m de rivâyet etmişlerdir. Bu hadisi iki sahâbi Eesûl-i Ek­
rem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’den işitmişlerdir.
A b d u l l a h bin A m r (Radıyallâhü anh)’ın hadisi de
Zevâid türündendir.
Bu üç hadis, kişinin babasmdan başka bir kimseye bile bile ne-
seb iddiâ etmesinin, yâni babamdır, demesinin haramlığını ve/bü­
yük vebal olduğunu ifâde ederler. Bunun haramlığının sebebi: açık­
tır. Böyle bir iddiâda bulunan kimse kendi öz babasına karşı nan­
körlük ve isyan etmiş olur. Diğer taraftan yabancı bir adamın ev­
lâdı olduğunu iddiâ etmekle onun mirasına konmak ister ve o kim­
senin asü mirasçılarının miras hakkından mahrum bırakılmasına ve­
yâ hisse nisbetlerinin düşürülmesine sebebiyet vermiş olur.
El-Fetih yazarının beyânına göre İ b n - i Battâl bu hadis
ile ilgili olarak özetle şöyle demiştir:
Bu hadisten maksad, bir kimsenin bile bile ve kendi arzusuyla
öz babasına intisab etmekten dönüş yapıp başka bir kimseye inti­
sab etmesi ve babamdır, diye kendini ona evlâd etmesidir. Câhili­
yet devrinde bu şekilde evlâd edinme âdeti vardı ve bu usulle evlâd
edinme işi yadırganmazdı. Kişi başkasının çocuğunu alıp kendisine
evlâd edinirdi ve artık o çocuk onun evlâdı imiş gibi falanın evlâdı
diye çağırılırdı. Nihâyet; ^ jfo l = «Evlâtlık­
ları babalarına nisbet ediniz, bu, Allah katında en doğru olanıdır.
Eğer babalarının kim olduğunu bilmezseniz, bu takdirde onlan din
kardeşleriniz ve dostlarınız olarak kabul ediniz.» ( A h z â b : 5)
âyeti ve; L»j = «V e Allah, evlâtlıklarınızı oğul­
larınız kılmamıştır.» ( A h z â b : 4) âyeti inince artık herkes ha­
kiki babasına nisbet edildi ve babalıklara nisbet işine son verildi,
( î b n - i B a t t â l ’ m sözü bitti.)
îlk hadis âzadlanan kölenin, kendisini âzadlayan efendisini bir
tarafa iterek başka bir kimsenin âzadlısı olduğunu iddiâ etmesinin
248 SÜNEN-İ ÎBN-İ MÂCE

de haramlığını ifâde eder. Meselâ âzadlanan bir köle efendisinden


başka bir kim seye: Sen benim mevlâmsm, mevlâlık hakkı sanadır,
derse bu söz ve iddiâ haramdır. Sebebi de şudur: Âzadlanan köle,
mirasçısız öldüğü zaman onun malı, kendisini âzadlayan kişiye ka­
lır. Buna benzer bir takım hak ve hukuk bulunur. Âzadlanan köle
kendisini âzadlayandan başkasının âzadlısı olduğunu iddiâ ederse
asıl efendisine karşı nankörlük etmiş olur, onun mîrasçılık gibi bir
takım haklarım inkâr etmiş olur. Bu nedenle İslâmiyet böyle bir nan­
körlüğü yasaklamıştır.
İlk hadiste böyle yapanlara lânet ediliyor. Allah'ın lâneti, O nun
bir kimseyi rahmetinden uzaklaştırması ve kovması, demektir. M e­
leklerin ve insanların lanetinden maksad ise, bunların bir kimsenin
İlâhi rahmetten uzaklaştırılması için duâ etmeleridir.
K â d ı l y â z : Burdaki lânet, kâfire olan lânetten farklıdır.
Çünkü burdaki lânetten maksad bu suçu işleyen kimsenin müsta
hak olduğu cezâ ve azâbı görmesidir, ebedi olarak ilâhi rahmetten
mahrum kalması anlamında değildir. Fakat kâfire yapılan lânet ise
ebedi olarak rahmetten mahrum kalması mânâsına kullanılır, de­
miştir.
İkinci hadîste babasından başkasına intisab edene cennetin ha­
ram yâni yasak olduğu bildirilmektedir. Bu fıkra iki şekilde yorum­
lanır : Birincisi; Bu günâhı işleyen kişi bunun helâl olduğuna itikad
ederek yaparsa İslâmiyet’ten çıkmış olur, mürted olur. Böylece küf­
re gittiği için ebedî olarak cehennemliktir ve hiç cennete giremiye-
cektir. İkinci yorum : Bunun haramlığını kabul ettiğine rağmen iş­
lerse cennete ilk girenlerle beraber girmiyecek ve bu suçun cezâsmı
çektikten sonra cennete girebilecektir. Şâyet tevbe eder ve Allah da
onu bağışlarsa cezâlandırılmadan cennete girmesi mümkündür.
Üçüncü hadiste ise bu suçu işleyenin cennetin kokusunu alma­
yacağı bildirilmektedir. Bu da ikinci hadîs gibi yorumlanır. Üçüncü
bir yorum da şudur: Bu suçu işleyen kimse mü’min olarak ölüp ba­
ğışlansa bile, cennet kokusunu almak nimetinden mahrum bırakıl­
masıdır.
İkinci hadîste isimleri geçen S a ’ d b i n E b i V a k k â s
(Radıyallâhü anh) ’m hâl tercemesi 129 - 132 noiu ve E b û B e k -
r e N ü f e y (Radıyallâhü anh)’ın hâl tercemesi 233 noiu hadîs­
lerde geçmiştir. Bunların râvisi olan E b û O s m a n e n - N e h -
d i ise tabiîlerdendir. 60 defa hac yaptığı ve 130 yaşı geçkin iken
vefât ettiği rivâyet olunmuştur. Büyük bir şahsiyettir.
Bâb : 37 KÎTÂBÜ-L’HUDÛD 249

ü* v V M
37 — BÎR ADAMI KABİLESİNDEN NEFİY EDEN
(YÂNİ ONLARDAN DEĞİLDİR DİYEN) KİMSE
(HAKKINDA GELEN HADÎS) BÂBI

t.a* aı »• f - î" «' D* ^! ı , a, M


• • «." - *-

fetŞ! . üÇX 3 ü £*Jb» J £ . J jli- U? . S j £

« *Jİ5^JÛj j <Jil 3 j £>j C»ut : Dlî i 0^5-<> vi^î-Vl J^e < ^

‘ c ü i -B
f ö H j Y J L * j

•«y « i p v i *^ > » v ♦

‘ goC»*
>
# ^ 3 J* 0c£3.~ J : uA» 3 * i - i y t
0
i 3^»
. jjr i & £ v‘ l *■Î L T J > !)\ ^

.(JLj JIj j«»» jrl * » j «<mÜ* jr J-İ6 jV • O l» ^İL-j ■*^“ 1^ j


• ^ —« 1»y j Jp JUj j l » jr l

TERCEMESİ

2612) ‘\.. El-Eş’as bin Kays ( Radıyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir:


Ben kendi elçileri içinde Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem)’in yanma vardım. Elçiler beni kendilerinden üstün görürlerdi.
Ben;
Yâ Resûlallah! Siz bizden değil misiniz? dedim. Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biz en-Nadır bin Kinâne oğullarıyız. Biz anamızı iffetsizlikle it­
ham etmeyiz ve babalarımıza nisbetimizi red etmeyiz (veyâ biz ba­
balarımızın sülâlesine intisab etmeyi bırakıp analarımızın sülâlesine
intisab etmeyiz), buyurdu.»
250 SÜNEN-t İBN-1 MÂCE

Râvî demiştir k i : Bundan sonra el-Eş’as bin Kays şöyle derdit


Kureyş kabilesinden her hangi bir adamın en-Nadr bin Kinâne
(sülâlesin) den olmadığım iddiâ eden kim bana getirilirse onu (kazif
cezâsı olarak) had ederim (seksen değnek döverim)
N o t: Zevâld'de şöyle denilmiştir: Bu, sahih bir seneddir, râvîleri sıkâ zât­
lardır. Çünkü Akil bin Talhâ’yı îbn-i Muin ve Nesâi sıkâ saymışlardır. İbn-i Hib-
bân da onu sıkâl&r arasında anmıştır. Senedin kalan râvîleri de Müslim’in şartı
üzerinedir.

İ Z A H I
Zevâid türünden olan bu saiıih hadîs bir kimsenin mensûp oldu­
ğu sülâleden doğma olmadığım iddiâ etmenin haramlığına ve bu id-
diânın o sülâleden her hangi bir kimseyi iffetsizlikle itham anlamı­
nı taşıdığına delâlet eder. Bilindiği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-sa­
lâtü ve’s-selâm)’in nesebi 21. babasma kadar mâlumdur ve buna
dâir sahîh hadis vardır. O’nun babalarının isimleri sırayla şöyledir:
A b d u l l a h b i n A b d i 1 m u 11 a 1 i b b i n H â ş i m b i n
Abd-i M e n â f bin Kusay bin K i l â b bin Mur-
re bin K a ’b bi n L ü e y bi n Ğ â l i b b i n F e h r
b i n M â l i k b i n e n - N a d r b i n K i n â n e b i n Hu-
z e y me bin M ü d r ik e bin l l y â s bin M u d a r bi n
N i z â r b i n M a ’ d b i n A d n â n , Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-
salâtü ve’s-selâm) ’in anası ise  m i n e bint-i V e h e b bin
Abd-i M e n â f bin Z ü h r e b i n K i l â b , Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in ana tarafından dördüncü babası olan
K i l â b , onun baba tarafından altıncı babası olan K i l â b ’ dır.
Bu zât-ı muhterem de O ’nun baba ve anasının sülâleleri birleşir.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in mensup olduğu ka­


bilenin ismi K u r e y ş ’ dir. Bu kabilenin e n - N a d r b i n
K i n â n e ’ nin sülâlesinden olduğu bu hadîsle sâbit olduğu için
hadîsin râvisi e l - E ş ’ a s b i n K a y s hadîsin sonunda ge­
çen sözü kullanmıştır. Çünkü K u r e y ş kabilesine mensup in­
sanların hepsinin e n - N a d r b i n K i n â n e ’ ni n sülâlesin­
den olduğu bu hadisle sâbit iken bir K u r e y ş î ’ y e : Sen e n -
N a d r b i n K i n â n e ’ nin sülâlesinden değilsin, demek onun
gayr-i meşrû bir evlâd olduğunu iddia etmek mâhiyetini taşır. Bu ise
seksen değnek, kazif haddim gerektiren bir suçtur.
Hadiste Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e âit sözler
iki şekilde yorumlanabildiği için bu durumu parantez içi ifâdeyi ilâ­
ve etmek sûretiyle belirtmeye çalıştım. Birinci yorumda Resûl-i Ek­
Bâb: 38 KİTÂBÜ-L’HUDÛD 251

rem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) K u r e y ş kabilesinin gerek ba­


ba ve gerekse ana tarafmdan asil ve iffetli bir kabile olduğunu ifâ­
de etmiş olur. İkinci yoruma göre ise Eesûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) K u r e y ş kabilesinin sülâlesinde baba tarafı esas
tutularak ona intisab edildiklerini ve ana tarafına âit sülâleye inti­
sab usûlünü uygulamadıklarım belirtmiş olur. Peygamber (Aleyhi’s-
salât üve’s-selâm) ’in dedesi A b d u l m ü t t a l i b ' i n anası M e -
d î n e - i M ü n e v v e r e ’ nin B e n î N e c c â r kabilesinden
olduğu için e 1- E ş ’ a s (Radıyallâhü anh) bunu dikkate alarak
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in onlardan olduğunu
söylemek istemiş olabilir. Çünkü milâdî 7. asırda M e d i n e - i
M ü n e v v e r e doğusunda kalan büyük bir bölgeye Kende is­
mi veriliyordu. Bu bölgenin isminin Kinde olması da muhtemeldir.
Kinde ismi Y e m e n tarafında kalan bir bölgeye ve bu bölgede
oturan büyük bir kabileye verilmiştir. Üsdü’l-Ğâbe’den anladığıma
göre E ş ’ a s (Radıyallâhü anh) Y e m e n tarafındaki K i n -
d e kabîlesindendir.
E l - E ş ’as (Radıyallâhü anh) ’m hâl tercemesi 1986 noiu ha­
dis bölümünde geçti.
(fa)
38 — MUHANNESLER ( = KADINLAŞAN ERKEKLER) BÂBI

Muhannes ve Muhannis.- Huylan, konuşması ve hareketleri ba­


kımından kadınlara benzeyen erkeğe denilir. Bu benzeyiş bâzen ya­
ratılıştan, bâzen de sun’îdir. Bu benzeyiş yaratılıştan olursa dînen
bir sorumluluk teşkil etmez. Fakat sun’i ve kasıtlı olursa yasaktır
ve böylesine lânet olsun meâlinde hadîsler vardır. 1902-1904 noiu
hadisler böyleleri hakkındadır. Gerekli bilgi orada verildi. Tekrar et­
meye gerek yoktur.
252 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

-ûıitej'
. j > '-t c iis C : «jj j. k t 3ı ^ c
<İİî ^iEj 14.iıJlL-j <t£y .o’Cijîı ijû2 k yk jî Üİ'jîj
,i û \ ^ di^Tj<'&dd; iiü-j.Ç.j Ç->aS'>.idi üa2 i£

. « o ju î» jiı j ü a
«*• ''
l ; v d d i. c i - V

/iıvısîi;
•yji <vy jji) cX> .«C^lı*Vj!»»$m^jı3 O<(ijCii
« .£ * 4 ^üı a- # 4 v Oy ££ Ç2 m4 CTçtsfl jfe >
.« ^ iT ü r

. v_>âd)l jK’jt i r , jiTljlkslI ij JS<,5_r*J1 <> o liJ j :oîljjl j


w »jij •w»aXi :jlt^JS <OUIC
r, . #j * . JS IÂ5"j <<İA»-^Ulilj :jsrlJSj
• •JI6 Jt l« İİA

TERCEMESİ
2613) “ ... Safvân bin Ümeyye (bin H alef) (Radtyallâhü anh)’âen: Şöy­
le dem iştir:

(Bir kere) biz Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in ya­


nında idik. (Bu arada) A m r bin Mürre geldi v e :
Y â Resûlallah! Allah şüphesiz benim kaderimde musibet yaz­
mıştır. Çünkü ben elimle tef çalmaktan başka hiç bir yolla nzıklan-
mamı sanmıyorum. Bu nedenle hayâsızlık durumu olmaksızın şarkı­
cılık etmem için bana izin ver, dedi. Bunun üzerine Resülullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) (ona) :
«Sana izin vermem, (sana) ikrâm yok ve hoşnutluk da yoktur.
Yalan söyledin, ey Allah’m düşmanı Allah şüphesiz sana helâl ve
güzel nzık edilme imkânım vermiştir. Ama sen Allah Azze ve Celle’-
nin sana helâl kıldığı, nzık yerine Allah’m sana haram kıldığı nzkı ter­
cih ettin. Eğer bu yasaklama hükmünü daha önce sana iletmiş ol­
B âb : 38 KİTABÜ-L’HUDÛD 293

saydım şimdi sana (hak ettiğin) cezayı verirdim . Kalk benim yanım­
dan ve Allah’a tevbe et. Bilmiş ol ki. bu yasağı duyduktan sonra (bu
işi) yaparsan seni fenâ b ir şekilde dövdüreceğim, ibret olarak senin
başını (usturayla) traş ettireceğim, seni aile ferdlerinden uzaklaş­
tırıp sürgün edeceğim ve senin (yağm aladığın malını) ganimet ola­
rak Medine gençlerine helâl kılacağım » buyurdu.
R âvî demiştir k i: Resûl-i Ekrem (Sallallahü A leyhi ve Sellem )in
bu buyruğundan sonra A m r (bin M ürre) öyle kötü ve rezîl bir du­
rumda kalktı k i bunun derecesini ancak A llah bilir. A m r defolup
gidince Peygam ber (Sallallahü A leyhi ve Sellem ) şöyle buyurdu:
«Bunlar âsilerdir. Bunlardan kim tevbe etmeden ölürse A llah
A zze ve Celle onu kıyâmet günü dünyada olduğu gibi muhannes,
çıplak ve insanlara karşı bir ince yaprakla olsun örtünmez vaziyet­
te haşredecektir, ayağa kalktıkça yere yıkılacaktır.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Bişr bin Nümeyr el-Bas-
ri bulunur. Yahyâ el-Kattân onun hakkında: O, yalancılığın temellerinden biriy­
di, demiştir. Ahmed d e : Halk onun hadislerini terketmiş, demiştir. Ahmed’den
başkası da böyle demiştir. Râvî Yahyâ bin el-Alâ hakkında da Ahmed: O, hadîs
uydurur, demiştir. Başkaları da Ahmed’in dediğine yakın sözler söylemişlerdir.

T E R C E M E S İ

2614) "... (Peygamberin zevcelerinden) Ümmü Seleme (Rqdtyallâhü an-


Aâ)’dan rivâyet edildiğine göre :
(T â if’in muhasarası esnasında) Peygam ber (Sallallahü A leyhi ve
Sellem) onun yanma girdi. O esnada — Ümmü Seleme’nin kardeşi
Abdullah bin Ebî Ümeyye ve kölesi muhannes orda idiler. — Muhan-
nes’in Abdullah bin Ebî Üm eyye’ye şöyle söylediğini iş itti
E ğer A llah yann T âif’in fethini nasîb etse sana öyle (genç) bir
kadm göstereceğim (yâni senin için yakalıyacağım ) ki dört büklüm­
le karşılar ve sekiz büklümle arkaya döner.
254 SÜNEN-İ ÎBN-Î MACE

Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve S ellem ):


«(E y mü’minler) bu (muhannes) herifleri evlerinizden çıkarı­
nız,» buyurdu.”

İ Z A H I

S a f v â n (Radıyallâhü anh)’ın hadisi Zevâid türündendir.


Ümmü S e le me (Radıyallâhü anh) 'm hadisini B u h â r i ,
M ü s l i m ve başkaları da rivâyet etmişlerdir. Müellifimiz bu ha­
dîsi Nikâh kitâbının 22. bâbmda da rivâyet etmiştir. 1902 nolu ola­
rak geçen o hadisin gerekli izahı yapıldığı için burda ayrıca izaha
gerek yoktur. İki hadis metni arasında bulunan fark sadece şudur .-
Ordaki metinde meâlen: «Bu muhannesi evlerinizden...» buyurulu­
yor. Burdaki metinde ise meâlen: «Bu muhannesleri evlerinizden...»
buyurulmuştur.
S a f v â n (Radıyallâhü anh) ’ın hadisine gelince, bunun sene­
dinin zayıflığı notta belirtildi. Bundan çıkarılan başlıca hükümler
şunlardır:
1. Erkeğin hareketlerini, huylarım, konuşmalarım ve sesini ka­
sıtlı olarak kadınlannkine benzetmesi haramdır. Böylesine muhan­
nes denilir.
2. Kişinin tef çalıf şarkıcılık etmekle geçimini sağlaması yasak­
tır ve böyle bir nzık haram bir kazanç saydır.
3. Allah Teâlâ herkese helâl nzık kapışım açmıştır. Haram yol­
dan nzık teminine çalışan kişi kendi arzusuyla bu tercihi yaptığı
için mes’uldür.
4. Dini yasaklardan haberdar olmasına rağmen buna saygı gös-
termeyip aykın hareketlerde bulunan kimse mâzur sayılmaz ve ge­
rekli had veyâ tâzîr cezâsma çarptırılır.
V
5. Muhanneslik yapanlar tazir cezasıyla cezalandırılır. Bu cezâ
dövme, sürgün, saçın ustura ve benzeri malzemeyle traş edilmesi,
mâlî cezâya çarptınlması gibi şekillerle olabilir.
6. Muhanneslik edenler tevbe etmeden ölürlerse kıyâmet günü
teşhir edilip rezil olacaklan gibi elim azâba mâruz kalırlar.
S a f v â n (Radıyallâhü anh) ’m hâl tercemesi 2595 nolu hadîs
bölümünde verildi.
c 4 > ) ) < w A ıT -

21 — DİYETLER (T A ZM İN A TLA R ) KİTÂBI

Diyât s Diyet’in çoğuludur. Diyet, bir insanı öldürmek veyâ vü­


cûdunun bir uzvunu yararsız hâle getirmek, ya da yaralamak kar­
şılığında ödenen tazminattır. Hangi hallerde ne gibi tazminat öde­
neceğine dâir bilgiler bu kitâbın ilgili bâblannda rivâyet olunan ha­
dislerde ve bunların izahında beyân edilecektir. En büyük diyet
adam öldürme olayında gerektiği için müellifimiz bu kitâbın birinci
bâbında zulmen insan öldürme günâhının büyüklüğüne dâir hadis­
leri rivâyet etmiş, bunu tâkip eden ikinci bâbta bir mü’mini kasden öl­
düren kimsenin tevbesinin kabul olunup olunmayacağına dâir ha­
dîsleri rivâyet etmiştir. Daha sonra gelen bâblarda diyetlere âit ha­
dîsleri zikretmiştir.
ÜI» jJıS ( j iijiid i iw»lı (\)

1 — BİR MÜSLÜMANI ZULMEN ÖLDÜRMENİN


AĞIR VEBÂL OLDUĞUNU BEYÂN EDEN HADİSLER BÂBI

T E R C E M E S İ
2615) "... Abdullah (bin Mes’ûd) (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildi­
ğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
356 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

«Kıyâm et günü insanlar arasında verilen ilk hüküm kan dâva­


ları hakkındadır.»”

i#! \2. û' m •' t/ — Y *\ ^

« U k ^ i; O jr - j' Ok : cJk i « i i - J İ c <£ / s ~ * 6 * *

■« y- ^ 3SÎ'*•v ■£'» JjV' fiTprt£ î? V|


T E R C E M E S İ
2616) "... Abdullah (bin Mes’ûd) (RadtyaUâhü a«A)’dan rivâyet edildi­
ğine göre; Resülullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Zulüm ile öldürülen her insanın karninin günahı)ndan bir pay
Adem (Peygam ber)’in ilk oğlu (K âbil hesabı) na olur. Çünkü adam
öldürme çığırım ilk açan odur. (Kardeşi Hâbil'i öldürdü).»”

< S* a .‘Ji-rjı *>ivı -J


» • ^ 0 > * -n w
Jâl 0 j i » j O k : 0 k - y [> * ‘ J f J j t i . ' ’û * ‘ ü * ‘ ^ 3 ^ '

. « »U jJ I ( j « o l l i l l f j<_ < ^.Idl OjıT O j' *

T E R C E M E S İ
2617) "... Abdullah (bin Mes’ûd) (Radtyallâhü anh)’den rivâyet edildi­
ğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kıyâm et günü insanlar arasmda verilen ilk hüküm kan dâvâ-
lan hakkındadır.*”

5 > # 3 .E ît*-n \ A
'İl j 34:3i d S & &a 'j' .V o*
. ■c tı ı fiy - ‘ ^ -^ --ı ^
: J J Jkü . j«W «>. <uî* ^ "»p jM t 3îW j r a -*- jl^ j[. £ »IsJ : jl j

. ÂU»jA K s . A iljj j [
T E R C E M E S İ
2618) "... Ukbe bin Âmir el-Cühenî (Radtyallâhü anh)’den rivâyeti edil­
diğine göre: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Bâb: 1 KİTA b Ü-D’DİYET 257

«K im Allah’a ortak koşmayarak ve haram bir kana bulaşmamış


olarak O ’na kavuşursa (Yâni bu durumda ölürse) cennete girecek­
tir.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Râvî Abdurrahman bin Âiz el-Ezdî, Uk­
be bin Amir (R .A .)’den hadis işitmiş ise bu hadisin senedi sahihtir. Çünkü Ab-
durrahman’m Ukbe’den olan rivâyetinin mürsel olduğu söylenmiştir.

İ Z A H I

M üellifim izin A b d u l l a h b i n M e s ’ û d (Radıyallâhü


anh)’den rivâyet ettiği ilk ve üçüncü hadis metni aynidir, senedleri
muhteliftir. Bu hadis Kütüb-i Sitte’nin hepsinde rivâyet olunmuştur.
Bu hadis adam öldürmenin ağır günah olduğunu ifâde eder.
Çünkü kıyâmet günü ilk hükme bağlanacak suçun adam öldürme
suçu olduğu ifâde edilmektedir. E b û H ü r e y r e (Radıyallâ-
hü anh)’den gelen bir hadiste ise kıyâmet günü kulun ilk görüle­
cek hesabının namaza âit olacağı bildirilmektedir. îk i hadis arasın­
da çelişki yoktur. Çünkü adam öldürme suçu kul hakkına âittir. Na­
maz kılmama suçu ise A llah hakkıdır. Şu halde kul haklan arasın­
da en büyük günah insanın canına kıymaktır. Allah haklarının en
önemlisi de beş vakit namazdır.
Bu bâbm ikinci hadisini Buhâri ve Müs l i m de rivâ­
yet etmişlerdir.
Bu hadis, yer yüzünde işlenen bütün cinâyetlerin günahında
Âdem (Aleyhisselâm) ’m ilk oğlunun bir payının bulunduğunu ifâ­
de eder. Â d e m (Aleyhisselâm)’m oğlunun kendi kardeşini çe­
kemeyerek öldürmesi olayı M â i d e sûresinin 27 ilâ 31’inci âyet­
lerinde beyân buyurulmaktadır. Bâzı rivâyetlere göre  d e m
Peygamber’in kâtil olan oğlunun ismi K â b i 1 ve maktul olan
oğlunun ismi de H â b i 1’ dir. Bu âyetlerin meâli şöyledir:
“ Y â Muhammedi Kureyş müşriklerine Âdem ’in iki oğlunun ola­
yım iyice an lat: İkisi birer kurban sunmuşlardı. Birinin (H âbil'in)
kurbanı kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kurbanı kabul olun­
mayan (K âb il), “And olsun seni öldüreceğim " deyince, d iğeri:
“A llah ancak takvâ sâhibi olanların kurbanını kabul eder. Eğer
beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni Öldürmek için eli­
m i uzatıcı değilim . Çünkü ben, âlem lerin Rabbi olan A llah’tan kor-

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 -F .: 17


258 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

l
karım. Ben, hem benim (kan) günahımla hem de senin (geçm işteki)
günahınla dönüp cehennemliklerden olmam isterim. Zâlim lerin ce-
zâsı budur, demişti. Bunun üzerine (K a b il), kardeşini öldürmek hu­
sûsunda nefsine uydu ve onu öldürerek hüsrana uğrayanlardan ol­
du. Sonra Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl göm eceğini ona göstermek
üzere yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Kabil karganın bu hareke­
tini görünce) .-
Bana yazıklar olsun kardeşimin ölüsünü gömmek için şu karga
kadar olmaktan âciz kaldım, dedi ve ettiğine pişman olanlardan
oldu."
Yukarda mealleri bulunan âyetlerin izahı için tefsir kitablanna
mürâcaat edilmelidir.
Yeryüzünde işlenen ilk cinâyet K â b i 1’ in kendi kardeşini
öldürmesi cinâyetidir. K a b i l , yeryüzünde cinâyet işleme çığın
açtığı için kıyamete kadar işlenen cinayetlerin günahında onun bir
payı vardır. Hadis bunu ifâde eder. Bu hadîs, yüce İslâmiyet’in ge­
nel kâidelerinden birisini teşkil eder. İyi bir çığır açan bir kimse, o
çığırda yürüyen insanların elde ettikleri sevapların bir mislini ka­
zandığı gibi kötü bir çığır açan da o çığırda giden insanların işle­
dikleri günahların bir misli o kimseye âittir. Bu konuda vârid olan
hadislerin bir kısmı Sünenimizin Mukaddime’sinin 14. bâbında geç­
miştir. 203 - 208 noiu hadîslere bakılabilir.
Zevâid türünden olan U k b e (Radıyallâhü anh)’m hadisin­
de ise haram kana bulaşmak, yâni haksız yere insan öldürme ola­
yına bulaşmak suçu, Allah’a ortak koşma suçuyla birlikte anılarak
bu iki suçu işlemeden ölen bir mü’min’in cennetlik olduğu müjdelen-
mektedir.
Bundan sonra gelen hadîsler de adam öldürmenin nasıl ağır gü­
nah olduğunu ifâde ederler.
Ukbe bin Âmir (Radıyallâhü anh)‘m hâl tercemesi
558 noiu hadîs bölümünde geçti. İ b n - i M e s ’ û d (Radıyallâ-
hü anh) 'ın hâl tercemesi ise 137 - 139 noiu hadislerde geçmiştir.
B&b: 1 KİTÂBÜ-D’DİYET 259

<s!»i.aİ-I_} .A^aJoı ıiJ lj* «^yJl J u l j l l j - j j j .tjyiy» 4)1» jj »aU-J ' j.M jjlj
• l i ı l u i i ı*H jr f - 4 » j JI / i İ>l j j j j

T E R C E M E S İ

2619) “ ... el-Berâ bin Âzib (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine gö­
re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Şüphesiz dünyanın' yok olması A llah kaboıda, haksız yere bir
mü’m ini öldürmekten daha ehvendir.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih ve râvîleri sıkâ zât­
lardır. Râvi el-Velid, hu hadisi Mervân’dan işittiğini belirttiği için tedlls etme şüp­
hesi gitmiştir. Müellifimizden başkası da bu hadisi el-Berâ (R-A.)’den başka sahâ-
blden rivâyet etmiştir.

İ Z A H I

Zevâid türünden olan bu hadîsi B e y h a k i de rivâyet et­


miştir. A ynca T i r m i z î bu hadîsin benzerini A b d u l l a h
b i n A m r b i n e l - Â s (Radıyallâhü anhüm â)’den merfû
ve m evkûf olarak yivâyet etmiş ve m evkûf olan rivâyetin merfû ri-
vâyetten daha sahih olduğunu söylemiştir. T i r m i z i ’ nin rivâ­
yet ettiği hadîs metni şöyledir:
UÎjJI JIj ^İ = «Şüphesiz dünyanm
yok olması Allah katında müslüman bir adamı öldürmekten daha
ehvendir.»
S i n d î bu hadisin mânâsıyla ilgili olarak özetle şöyle d e r:
“Bu hadîs, bir müslümanı öldürmenin çok büyük ve ağır bir suç
olduğuna delâlet eder. Şöyle k i: İnsanların nazarında dünya, yâni
yer küresi büyük ve önemli bir varlıktır. Y er küresinin yıkılıp git­
mesi de insanların gözünde çok büyük bir musibettir. Bu itibarla
“ Dünyanm yok olması müslümanı öldürmekten daha ehven ve ba­
sittir” denilince müslümanı öldürmenin anlatılamıyacak derecede
tehlikeli, korkunç, çirkin ve çok büyük bir âfet olduğu belirtilm iş
olur.
Bâzüanna göre bu hadîsteki mü’minden maksad Allah Teâlâ’yı
feerçek anlamıyla tanıyan, sıfatların mâhiyetine vâkıf olan kâmil
mü’mindir. Çünkü yer küresinin yaratılış hikmeti böyle mü’minle-
rin yaşaması, Allah’m azametini düşünmesi, yerde, gökte bulunan
varlıklarda tefekkür edip imânla ilâhı sırlara kavuşmasıdır. Şu hal­
de yer küresi ve dünya, kâm il mü’m inler için yaratılmıştır. Allah
260 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

katında asıl bir yaratık değildir. Asıl yaratık kâmil mü’mindir. Du­
rum bu olunca dünyanın yıkılıp yok olması, kâmil mü’min’in öldü­
rülmesinden daha hafiftir.

. y * ( AÂutaal j İyili < i t j j j î İJ M j j JUİJj\ j

TERCEMESİ

2620) Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü û»A)’den rivâyet edildiğine göre;


Resûllulah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim bir mü’min’i öldürmeye yanm kelime ile (olsun) yardım


ederse alnrnda “ Allah’m rahmetinden ümitsizdir.” ibâresi yazılı ol­
duğu halde o kimse Allah Azze ve Celle'nin huzuruna çıkacaktır.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Yezid bin Ebi
Ziyâd’m zayıflığı hakkında çok söylemişlerdir. Hattâ bu, mevzû bir hadise benzer,
denilmiştir.

İZ A H İ

Zevâid türünden olan bu hadîsin mislini B e y h a k î , î b n - i


Öme r (Radıyallâhü anh)’den rivâyet etmiştir. Bu hadîs, bir m ü ­
mini öldürmeye en ufak bir işâretle olsun yardım etmenin büyük
günah olduğuna işârettir. Cinâyete bir işâret ile veyâ yanm sözle
değil de bir takım tahrik ve teşvikle veyâ maddî yardımla karışan
ve maktûlün kanma bulaşan kimselerin hâli ne olacak?
Bu hadîs sahih ise kâtil suçuna yax*dım eden kimsenin alnrnda
yazılacak «Allah’m rahmetinden ümitsizdir» ibâresinin mânâsı şöy-
le d ir.- “Bu adam Allah’m rahmetinden ümitsiz olmaya müstehaktır.”
Bu ibâreyi böyle yorumlamanın sebebi ise şudur: Zerre mikdan îman
ile ölen bir kimse günahlarının cezasını çekse bile netice itibariyle
cennetliktir ve Allah'ın rahmetine kavuşacaktır. Allah’m rahmeti
olmadıkça hiç kimse kurtulamaz. Şu halde bir mü’mini öldürmekte
Bâb : 2 KÎTÂBÜ-D’DİYET 261

dahli ve yardımı bulunan kimse zerre mikdan imanlı ise Allah’m


rahmetinden ümitsiz olmaz. Fakat ümitsiz olmaya müstehak olabi­
lir. Hadis, mü’mini öldürmeye yardım etmeyi mübah telâkki eden
ve bunun haramlığını kabul etmeyenler hakkında olabilir. Bu itikad-
da bulunan kimse mü’min sayılmaz ve hâliyle Allah’m rahmetinden
ümitvâr olması söz konusu değildir.

W
2 — BÎR M Ü’M İN İ (KASDEN VE BÎLE BÎLE) ÖLDÜREN
KİMSE ÎÇİN TEVBE (KABULÜ) V A R MI? BÂBI

T E R C E M E S İ

2621) “ ... Sâlim bin Ebi’l-Ca’d (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir:

Bir mü’mini kasden (ve bile bile) öldürüp, sonra tevbe ederek
îman eden, iyi amel işleyen, sonra hidâyet yolu üzerinde duran kim­
senin hükmü (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) 'ya sorul­
muştur. İbn-i Abbâs (buna cevâben) :
Ona yazıklar olsun, nerde onun için hidâyet? Ben sizin Peygam­
beriniz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’d en :
«Kıyâmet günü kâtil, maktul onu yakalayıp kafasmdan tuttu­
ğu halde (Allah’m huzûruna) gelir ve m aktûl: (Y â) Rabbi buna
sor, niçin beni öldürdü, diyecektir,» hadisini işittim.
C * '"*■ i
Allah’a yemin ederim Allah Azze ve Celle Peygamber (Sallalla­
hü Aleyhi ve Sellem) ’inize (kâtilin ebedi; çehennemlik olduğuna
dâir) âyeti indirdi ve bu âyeti indirdikten sonra (hükmünü) neshet-
medi, demiştir.”
■- “ W * '
262 SÜNEN-1 İBN-t MÂCE

İ Z A H I

E 1 - M ü n z i r i ’ nin beyânına göre T i r m i z i ve el-Ev-


sât’ında T a b e r â n i de bunun benzerini rivâyet etmişlerdir.
Bu hadisin zahirine göre kasden ve taammüden bir müslümam öl­
düren kimsenin tevbesi kabül olunmaz. İ b n - i A b b â s (Ra-
dıyallâhü anh) bu ictihadda idi. t b n - i Ö m e r (Radıyallâhü
anh)’m da bu görüşte olduğu rivâyet olunmuştur, t b n - i A b -
b â s ’ m hadiste işâret ettiği ve kendi görüşüne mesned saydığı
âyet N i s â sûresinin 93. âyetidir, meâli şöyledir:

«Kim bir mü’mini kasden öldürürse cezâsı, içinde ebedi kala­


cağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, lânetlemiş ve büyük azab
hazırlamıştır.»

Âlimlerin cumhûruna göre ise bir mü’mini kasden öldüren kim­


senin tevbesi sahihtir. Yâni tevbe kapısı ona kapalı değildir. Âlim ­
lerin hepsi bu hükümde ittifak hâlindedir. N e v e v î bu hususta
icmâ bulunduğunu kaydeder ve yalnız î b n - i A b b â s ’ m mu-
hâlif kaldığım ifâde eder. î b n - i A b b â s ’ m mesnedi olup yu­
karda meâli yazıh N i s â süresinin 93. âyeti âlimlerce çeşitli şe­
killerde yorumlanmıştır: N e v e v i : Bu âyetin isâbetli mânâsı
şöyledir: Bir mü’mini kasden öldüren kimsenin cezâsı cehennem­
dir, bu cezâ ile cezalandırılır veyâ başka cezâ ile cezalandırılır, ya
da hiç cezâlandınlmaz da Allah tarafından bağışlanır. Eğer bir mü’­
mini kasden ve katli şer’an helâl olmadığı halde bunun helâl oldu­
ğunu iddiâ ederek ve herhangi bir tevil yoluna da girmeden öldü­
rürse kâtil, şüphesiz mürted ve kâfir olur ve ebedi olarak cehen­
nemde kalır. Bu hüküm üzerine âlimler icmâ etmişlerdir. Şâyet kâ­
til mü’mini öldürmenin haramlığını kabul edip bunun helâlliğim id­
diâ etmeksizin öldürürse, fâsık ve âsi olur, büyük bir günah işle­
miş sayılır. Cezâsı da cehennemde ebedi kalmaktır. Am a imanla ölen
hiç bir kimsenin cehennemde ebedi olarak kalmayacağı ve Allah’m
ikrâmıyla netice itibariyle cennetlik olacağı bildirilmiştir. Bu genel
emre göre durumu anlatılan kâtil de ebedi olarak cehennemde kal-
mıyacaktır. Bu kâtil, Allah tarafından bağışlanırsa hiç cehenneme
girmez. Bu olabilir. Diğer günahkâr mü’minler gibi günahına karşı­
lık cehennemde azab görmesi de muhtemeldir. Azâbı bitince diğer
mü’minler gibi cennete girer ve ebedi olarak cehennemde kalmaz.
Bu âyetin doğru mânâsı budur. Mü’mini kasden öldüren kâtilin be­
lirli bir cezâya müstahak olması, onun behemehal bu cezâya çarp­
tırılmasını gerektirmez. Bu âyette, kâtilin ebedi olarak cehennemde
B âb: 2 KİTÂBÜ-D’DİYET 263

kalacağı bildirilmiyor. Âyetin verdiği haber onun ebedi olarak ce­


hennemde kalmaya müstahak olduğudur.
Bu âyet başka şekillerde de yorumlanmıştır: Bir kavle göre bu
âyet, bir mü’mini kasden öldürmenin helâl olduğuna inanarak öl­
düren kâtil hakkındadır. Diğer bir kavle göre bu âyet belirli bir ki­
şi hakkmda nâzil olmuştur. Bir başka kavle göre âyette geçen Hulûd
sözcüğü ebedî ve devamlı kalmak mânâsına olmayıp uzun süre kal­
mak anlamınadır. Dördüncü bir kavle göre âyetin mânâsı şöyledir:
Durumu anlatüan kâtil cezâlandmlırsa cezâsı budur. Fakat bu ka­
villerin hepsi âyetteki kelimelerin hakîki mânâlarına aykırı olduğu
için ya zayıftır, ya da fâsiddir. Doğrusu yukarda verdiğim mânâdır,
diye bilgi verir.
Sâlim bin E b i ’l-Ca’d R â f i el-Eşcaî el-Kû-
f 1, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) ’dan ve bir cemâattan mürsel ola­
rak hadîs rivâyetinde bulunmuştur. Kendisinden de A m r b i n
M ü r r e , K a t â d e , e l - H a k e m b i n U t e y b e ve bir
cemâat rivâyet etmiştir. E b û N u a y m ’ in dediğine göre hic­
retin doksan yedinci yılı vefât etmiştir. Diğer bir kavle doksan se­
kizinci yılı vefât etmiştir. Onun hicretin 100. yılı vefât ettiği de ri­
vâyet olunmuştur. Bu râvî hakkmda bu bilgiyi veren Hülâsa yazan
A b d u l l a h b i n A b b â s (Radıyallâhü anh) ’m hicretin
68. yılı vefât ettiğini yine E b û N u a y m ’ den naklen beyân
etmektedir. Bu bilgilere göre S â l i m b i n E b i ’ l - C a ’ d ’ ın
îbn-i A bbâs (Radıyallâhü anh) ’den olan rivâyeti mürsel ola­
bilir. Çünkü üçüncü tabakadan olan bu râvî’nin çok mürsel rivâ­
yetlerde bulunduğu ifâde edilmektedir. Bâzı hadîsleri de K ü r e y b
vâsıtasıyla î b n - i A b b â s ’ dan rivâyet etmiştir.
264 SÜNEN-Î ÎBN-t MÂCE

T E R C E M E S İ

2622) “ ... Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü awA)’den; Şöyle demiştir:


(Ey mü’minler) dikkat ediniz Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem )’in (mübarek) ağzından işittiğim (şu) şeyi size haber vere­
ceğim hadisi kulaklarım işitti ve kalbim hıfzetti t
«(İsrail oğullarından) bir adam doksan dokuz insan öldürdük­
ten sonra tevbe etmek istedi. Y e r yüzünün en bilgin adamım soruş­
turdu. Bunun üzerine kendisine (râhip) bir kimse gösterildi. O da
kalkıp ona gitti v e :
— Ben doksan dokuz insan öldürdüm. Acaba benim için tevbe-
(den yararlanma ihtimâli) var mı? diye sordu. (Râhib) adam s
— Doksan dokuz insanim katlin)den sonra (mi? Yâni yarar­
lanman ihtimâli yoktur), diye cevâb verdi. Râvi demiştir ki, kâtil
B âb: 2 KİTÂBÜ-D’DÎYET 265

(bu olumsuz cevab üzerine) kılıcını kınından çekip râhibi (de) öl­
dürdü ve böylece öldürdüğü insan sayısını bununla yüze çıkardı.
Semra (yine) tevbe etme arzusu belirdi. Bunun üzerine yer yüzü­
nün en bilgin adamım soruşturdu. Kendisine bir (âlim) adam gös­
terildi. (Bu kere) ona giderek:
Ben yüz insan öldürdüm, acaba benim için tevbe (den istifâde et­
mem ihtimâli) va r mı? diye sordu. Adam :
Yazıklar olsun sana! Kim senin ile tevbe araşma girebilir (töv­
beden yararlanamazsın diyebilir)? Oturduğun (Kefre isimli) kötü
köyden çıkıp iyi olan falan köye (Nasra köyüne) git ve orada Rab-
bine ibâdet et, dedi. Bunun üzerine (tevbekâr) kâtil, tavsiye edilen
iyi köye gitmek üzere yola çıktı ve yolda eceli geldi. Rahmet melek­
leri ile azab melekleri onun hakkında münâkaşa etmeye başladılar:
Şeytân t Bu adama ben herkesten fazla yakınım, çünkü hiç bir an
bana isyan etmedi (dâima bana uydu) dedi. Rahmet melekleri d e :
Bu adam tevbe ederek yola çıktı, dediler.»
(Râvî) Hammâm demiştir k i : Humeyd et-Tavîl, Bekr bin Abdil­
lah aracılığıyla Ebû Râfi (Radıyallâhü anh) ’den bana rivâyet ettiği­
ne göre Ebû Râfi’ şöyle dem iştir: (Rahmet melekleri ile azab melek­
lerinin ihtilâfa düşmeleri üzerine) Allah Azze ve Celle (ihtilâfın hal­
li için) bir melek gönderdi. Melekler ihtilâfın halli için buna baş vu­
rup döndüler. Hakem olan melek: Bakınız. İki köy (yâni ölünün çık­
tığı kötü köy ile gitmek istediği iyi köy) den hangisi ölünün bulun­
duğu yere daha yakın ise ölüyü o köy halkının hükmüne tabi tutu­
nuz, diye hüküm verdi.
(Râvî) Katâde demiştir k i: El-Hasan (el-Basrî) bize şu hadisi
rivâyet e tti: Bu adama (yolun yarısında) ölüm erişince, adam ken­
dini (iyi köye doğru) itti ve böylece iyi köye yaklaştı ve kötü köyü
kendisinden uzaklaştırdı. Melekler de kendisini iyi köy halkının hük­
müne tabi tuttular (yâni iyi insanlardan saydılar).
Müellifimiz demiştir k i : Ebü’l-Abbâs bin Abdillah bin İsmâîl el-
Bağdâdî (de) A ffân aracılığıyla Hammâm’dan naklen bu hadisin
benzerini bize rivâyet e tti”

İ Z A H I
Bu hadîsi B u h â r i ve M ü s l i m de rivâyet etmişlerdir.
Hadîs metni bâzı rivâyetlerde kısadır ve bâzı kelimeler değişiktir.
E 1- H â f ı z , el-Fetih’te şöyle d e r :
SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

“Bu hadiste sözii edilen kâtilin ve diğer adamlann isimleri hak­


kında bir bilgi edinemedim. Hadiste kâtilin bir râhib’e baş vurdu­
ğu belirtildiği için olayın î s â (Aleyhisselâm)’dan sonra vukû
bulduğu anlaşılıyor. Çünkü ruhbânlığm, î s â ’ ya tâbi toplum ta­
rafından îcad edildiği Kur’an-ı Kerim’de bildirilmiştir.

HADÎSTEN ŞU HÜKÜMLER ÇIKARILIR


1. Müslümanı öldürmek suçu dâhil bütün büyük günahlardan
tevbe etmek meşrûdur. Allah Teâlâ kâtil adamı bağışladığı zaman
maktûlü ve diğer hak sâhiplerini kendi hâzinesinden râzı eder. Ha­
dîs böyle yorumlanır.
2. İnsanların işlerine bakmakla görevli meleklerin insanlar hak-
kındaki ictihadlan değişik olabilir. Şöyle ki, meleklerin bir kısmı bir
insanın âsilerden sayılması görüşünde iken diğer bir kısmı o insa­
nın Allah’a itaat edenlerden sayılması kanâatına varabilirler. Bu
yüzden de melekler arasmda bir ihtilâf çıkabilir. Allah yine bir me­
lek vâsıtasıyla bu ihtilâfı giderir.
3. İnsanın günah işlemesine çeşitli nedenlerle sebep olan çev­
reyi ve muhiti değiştirmek ve iyiliklerin hâkim olduğu muhite geç­
mek uygundur.
4. Hadis, âlim adamın âlim olmayıp ibâdete düşkün adamdan
üstün olduğunu ifâde eder. Çünkü kâtilin ilk baş vurduğu râhib
âlim olmadığı için tevbe etmenin bir yarar sağlıyanuyacağını söyle­
di. ikinci adam ise âlim olduğu için kâtile, kimsenin onun tevbe et­
mesine engel olamıyacağını ve tevbe etmenin yararlı olduğunu ifâ­
de etti.
K a d ı I y â z : Hadis, tevbenin diğer günâhlar için yararlı
olduğu gibi kâtil günahına da yararlı olduğuna delâlet eder. Bu ha­
dîs bizden önceki ümmetlerin şeriatım beyân etmekte ve bu kabil
delillere dayanmanın câizliği ihtilâf konusu ise de bu hüküm ihti­
lâf konusu meselelerin dışmda kalır. Çünkü bu hüküm hakkmda şe­
riatımızda da deliller mevcuttur. Bizim şeriatımızda da delil bulu­
nunca artık ihtilâfa mahal kalmaz. Dînimizdeki delillerden birisi;

«Şüphesiz, Allah zâtma ortak koşma günahını bağışlamaz ve


bundan başka günahtan dilediği kimseler için bağışlar.» âyetidir, de­
miştir,”
Bâb: 3 KÎTABÜ-DTDÎYET 267

û » j L t l j»» J r * ^ (r)
3 — BİR Y A K IN I ÖLDÜRÜLEN (MİRASÇI
DURUMUNDAKİ) KİMSE ÜÇ ŞEYDEN BİRİSİNİ
SEÇMEKTE SERBESTTİR, BÂBI

T E R C E M E S İ

2623) Ebû Şürayh el-Huzâî (Radtyallâhü anh)'âea rivâyet edildiği­


ne göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
« Y akınının öldürülmesi veyâ bir uzvunun kesilmesi musibeti ba­
şına gelen (mirasçı durumundaki) kimse (şu) üç şeyden birisini seç­
mekte serbesttir. Eğer dördüncü bir şey isterse mâni olunuz. (Üç
şey) : Kâtili öldürmesi veya onu afıv etmesi ya da diyet (tazminat)
alması (dır.) Kim bunlardan birisini yaptıktan sonra (diğer bir şeye)
dönüş ederse şüphesiz o kimseye, içinde ebedi olarak kalacağı ve
ibka edileceği cehennem ateşi vardır.»”

T E R C E M E S İ
2624) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'Atn rivâyet edildiğine göre:
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
268 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

«Bir yakını öldürülen (mirasçı durumundaki) kimse, kâtili öl­


dürmek veyâ fidye (tazminat) almaktan uygun gördüğünü seçmeye
yetkilidir.»"

İ Z A H I
Ebû Ş u r a y h (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini E b û D â ­
v û d ve D â r i m i de rivâyet etmişlerdir. T i r m i z î de bu­
nun bir benzerini yine E b û Ş u r a y h ’ tan rivâyet etmiştir. Bu
hadîste geçen Habl, yara olarak mânâlandınlmıştır. Bu kelimenin bu
mânâya olduğuna dâir olup hadis metni arasmda görülen cümlenin
kime âit olduğuna dâir bir kayda rastlamadım. Bu cümle E b û
D â v û d ’ un rivâyetinde yoktur. E l - K a r î de bu kelimeyi böy­
le açıklamıştır. En-Nihâye’de ise bu kelime bir organın bozulması,
yâni yararlı halden çıkması mânâsına açıklanmıştır. S i n d i de
böyle açıklamıştır. Bir organın yararlı halden çıkması o uzvun sa­
kat kalması veyâ kesilmesi sûretiyle olabilir. Böyle bir zarara uğra-
tüan kimseye verilecek tazminat veyâ suçluya uygulanacak kısas
konusu ilerdeki bâblarda izah edilecektir.
Hadîs, maktûlün mirasçısı kâtili öldürmek veyâ onu afıv etmek
ya da tazminat almak husûsunda muhayyer olduğuna delâlet eder.
Kezâ, maktûlün velîsinin bu üç şeyden ayn dördüncü bir şey iste­
yemeyeceğini ve istediği takdirde ona engel olunmasını ifâde ve em­
reder.
Hadîsin son fırkasından kasdedilen mânâ da şudur : Maktûlün
velisi, kâtüi afıv ettikten veyâ tazminat aldıktan sonra onu öldür­
meye dönüş yaparsa veyâ tazminatsız olarak kâtili afıv ettikten son­
ra tazminat istemeye dönüş yaparsa cehennem ateşine müstahak
olur. E b û D â v û d ’ un rivâyetinde ise «Böyle davranan için
ebedî cehennem ateşi vardır» buyurulmuştur. daha önce defalarca
anlattığım gibi zerre mikdan imam olan kimsenin ebedî olarak ce­
hennemde kalmıyacağı ve netice itibariyle cennetlik olacağı Kur’an-ı
Kerîm âyetleriyle ve hadîsi şeriflerle sâbittir. Bu itibarla bu hadis,
benzerî hadîsler gibi tevil edilir. Bu tevillerden birisi, böyle davran­
mayı mübah telâkki eden, yâni meselâ kâtili öldürmekten vaz ge­
çip tazminat aldıktan sonra onu öldürmeye dönüş yapıp bu dönüşü
helâl sayan maktûlün velîsi hakkındadır. Bu velî haram olan bir
şeyi helâl telâkki ettiği için küfre gitmiş olur ve bu yüzden ebedi
olarak cehennemde kalır. Diğer bir yorum, ebedî olarak cehennem­
de kalmaktan maksad uzun süre kalmaktır, sonsuzluğa dek kalmak
değildir.
Bâb : 4 KtTÂBÜ-D’DİYET 269

Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadisi ise Kütüb-i Sit-


te’nin hepsinde rivâyet olunmuştur. Bu iki hadîs, kâtili öldürmek
veyâ diyet almak husûsunda maktûlün velîlerinin serbest oldukla­
rına delâlet ederler. Kısasjle diyetten birisini tercih etme yetkisinin
maktûlün velîlerine âit olduğu görüşü cumhûr tarafmdan da kuv­
vetli görülen görüştür. Fakat, E b û H a n î f e , M â l i k ve S e v -
r î ’ ye göre kısas veyâ diyet husûsundaki tercih hakkı kâtile âittir.

Maktûlün velîleri kasden mü’mini öldüren kimseyi öldürmekten


vazgeçip diyet istedikleri ve bunu almayı kâtili öldürmeye tercih et­
tikleri takdirde ödenecek diyet miktan ile ilgili gerekli bilgi bundan
sonra gelen bâbtaki hadîslerin izahı bölümünde verilecektir.

I ( \ xf -£j* (t)

4 — KÂTİL KASDEN ÖLDÜRÜLÜR DE M AKTÛLÜN


M İRASÇILARI DİYETE RÂZI OLURLAR, BÂBI

Ebû Şurayh (R .A .)’ın H â l Tercem esi

İ l k hadis râ v is i Ebû Şurayh el-H uzâi’nin ism i H u veylid b in A m r ’dır. Onun


ism inin KaTa b in A m r, Abdurrahm an b in A m r ve H â n i olduğuna d â ir rivâyetler,
hattâ başka riv â y e tle r de vardır. El-M ünzirl’nin beyânına göre en m eşhur olan
riv â y e t ilk olanıdır. H ü lâsa y a z a n da bu zât hakkında şu b ilg iy i v e rir :
İs m i H u vey lid b in A m r olan bu sahabi, M ek k e fe tih günü m üslüm an olmuş­
tur. Y ir m i adet h adisi vard ır. B uhâri ile M ü slim onun ik i hadisini ittifa k la riv â ­
y e t etm işlerdir. A y n a y n d a b ire r hadisini alm ışlardır. R â v ile r i ise Ebû Said
el-M akbü rî N â fi b in C übeyr v e b ir cem aattır. İbn-i S a’d ’m beyânına göre hicretin
68. y ılı M edine-i M ü n evvere’d e v e fâ t etm iştir. Kütüb-i S itte’nin hepsinde onun ri-
v â y eti vard ır. (H ü lâ s a : 452)
İ 270 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

fğ jğ f 'jt e .£»>/} VI t j <3 ^ '•**

. aoM l j Ü i c l ı l i j lj>|j < C*ji-. ( j j j l j r - *|X-J *

T E R C E M E S İ
2625) "... Zeyd bin (Sa’d bin) Dumayra (RadtyaUâhü anhütn)’den;
Şöyle demiştir:
Babam (Sa’d) ve amcam bana (şu) hadisi anlattılar. — İkisi de
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in beraberinde Huneyn sa­
vaşma katılmışlar id i.— İkisi dediler k i: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem^ bize öğle namazım kıldırdı. Sonra bir ağacın al­
tında oturdu. Hındıf kabilesi başkanı el-Akra’ bin Hâbis O’nun hu-
züruna çıkarak (kâtil durumundaki) Muhallim bin Cessâme’nin ka­
nun (yâni öldürülmemesini) savunmaya başladı. Uyeyne bin Hısn
da ayağa kalkarak (maktul) Âm ir bin el-Edbat’m kanrnı (yâni kâ­
tili olan Muhallim’in öldürülmesini) taleb etmeye başladı. (Maktûl)
Âm ir el-Eşca’ kabilesinden idi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) maktûlün adamlarına»
«Diyeti ( = kan bahasını) kabul ediyor (mu) sunuz?» buyurdu.
Adamlar (bundan) imtina ettiler (ve kâtili öldürmek istediler.) Son­
ra Beni Leys kabilesinden Mükeytil denilen bir adam ayağa kalka­
rak :
Y â Resûlallah Allah'a yemin ederim ki, ben İslâmiyet’in ilk gün­
lerinde öldürülen bu maktûl (un kan durumun) u ancak (şöyle olan)
bir koyun sürüsü (nün hâli) ne benzetirim: Sürü su içmeye gelir de
(baş kısmı! taşlanıp kovalanır, taşlanmayam da (korkup) kaçar,
(yâni ibret için kâtil öldürülmelidir), dedi. Sonra Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) (maktûlün velilerine) :
«Size elli (deve) bu yolculuğumuzda (peşin), elli (deve) de (Me­
dîne-i Münevvere’ye) döndüğümüz zaman (diyet olarak verilsin)»
buyurdu. Onlar da diyeti kabul ettiler.”

İ Z A H I
Bu hadisi E b û D â v û d daha uzun bir metin hâlinde ri­
vâyet etmiştir. Hadîs, H u n e y n savaşı günü buyurulduğu İ b n - i
t s h â k ’ m el-Mağazâ’deki rivâyetinde belirtilmiştir. H u n e y n ,
M e k k e ile T â i f arasında ve M e k k e ’ ye üç mil mesâ-
fede bir derenin ismidir. Bu savaşın hicretin 8. yüı Ş e v v â 1 ayı­
nın 5’inci günü vukû bulmuştur.
Bâb : 4 KİTÂBÜ-D’DİYET 271

Hadîste isimleri geçenler hakkmda özlü bilgi verelim:


Kâtil olan M u h a l l i m b i n C e s s â m e e 1- L e y s i ,
H i n d i f kabîlesindendir. Bu kabilenin isminin H i n d e f oldu­
ğu da söylenmiştir. E l - A k r a ' b i n H â b i s (Radıyallâhü
anh) da bu kabilenin başkamdir. Onun hâl tercemesi 2475 nolu ha­
dis bölümünde geçti. M u h a l l i m , onun kabilesinden olduğu
için e l - A k r a müdafaada bulunmuştur. M u h a l l i m tara­
fından öldürülen  m i r b i n e l - E d b a t ’ m mensup olduğu
E ş c a ’ kabilesi ise Ğ a t f â n isimli büyük bir kabilenin bir ko­
ludur. Â m i r ’ in kâtili olan M u h a 1 1 i m ’ in öldürülmesini
isteyen ve bunda isrâr eden U y e y n e b i n H ı s n (Radıyal-
lâhü anh) da G a t f â n kabîlesindendir.
B e n î L e y s kabilesine mensup. M ü k e y t i 1 isimli zâtm
bu olayla koyun sürüsü arasmda yaptığı benzetmeden kasdettiği
mânâ şudur:
İslâmiyet’in ilk günlerinde çıkan kasden öldürme olayında kâ-
tile verilecek cezâ ibret verici olmalıdır. Bunun için kâtil öldürülme-
lidir ki herkes adam öldürmekten sakınsın. Nasıl ki sulanmaya ge­
len koyun sürüsünün başı taşlandığı zaman arkası da korkudan ka­
çar.
Maktûlün yakınlan önce tazminata râzı olmayıp kâtilin öldürül­
mesinde İsrar etmişler. Sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se­
lâm) onlara ellisi peşin ve ellisi de M e d i n e ’ ye dönüşte veril­
mek üzere yüz deveyi tazminat olarak ödemeyi teklif edince kabul
etmişlerdir.

HADÎSTEN ÇIKAN HÜKÜMLER s


1. Kasden öldürülen mü’min maktûlün mirasçıları kâtili öldür­
mekten vaz geçip diyet, yâni tazminat almalan câizdir.

2. Kâtili öldürmek veyâ diyet almak husûsundaki muhayyerlik


hakkı maktûlün velîlerine ve mîrasçılanna âittir, kâtile âit değildir.
Cumhûrun görüşü de böyledir. Fakat E b û H a n î f e , Mâlik
ve S e v r i : Bu konudaki muhayyerlik hakkı kâtile âittir, demiş­
lerdir.

3. Bir mü’mini kasden öldürmenin diyeti yüz adet devedir.

HADÎSİN RÂVÎLERİ
Müellifimizin rivâyetinde bu hadisi Z e y d , babası S a ’ d
ile amcasından, bunlar da Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve's-se-
272 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

lâm) ’den rivâyet etmişlerdir. D u m e y r e (Radıyallâhü anh) ise


Z e y d ’ in baba babasıdır. Z e y d ’ in amcasının ismi hakkında
bir bilgi edinemedim. Rt-Takrib’d e : Z e y d ’ e Z i y â d da denil­
mektedir. S a ’ d, onun babasıdır, D u m a y r e ise onun baba
babasıdır. Bu durumda Z e y d b i n S a ’ d b i n D u m a y r a ,
denilir. Bir de Z e y d b i n D u m a y r a b i n S a ’ d denil­
mektedir. Yâni Z e y d ’ in -babası D u m a y r a ’ dır, D u m a y -
r a ’ nin babası da S a ’ d ’ dır, diye bilgi verilmiştir.
E b û D â v û d ’ un rivâyetinde ise Z i y â d b i n D u ­
m a y r a e d - D u m a r i ve Z i y â d b i n S a ’ d b i n D u ­
m a y r a e s - S ü l e m î , şeklinde iki tür rivâyet vardır. Kezâ,
E b û D â v û d ’ un rivâyetine göre bu hadîsi Z e y d , kendi
babasmdan ve dedesinden rivâyet etmiş ve babası ile dedesinin H u -
n e y n savaşma katıldıklarını ifâde etmiştir. Bu rivâyete göre hadî­
sin ilk râvîleri D u m a y r a ile oğlu S a ’ d ’ dır.
Bu zâtlar hakkmdâ Hülâsa’da verilen bilgiyi aktarmakla yetine­
lim. Çünkü sahâbî olan râvînin isminin meçhul olması bile hadisin
sıhhatini haleldar etmez.
D u m a y r a e d - D u m a r î veyâ e s - S ü l e m i (Radı-
yallâhü anh) H u n e y n savaşma katılan sahâbîlerdendir. Kavi­
si, oğlu S a ’ d (Radıyallâhü anh) ’dır. Torunu Z i y â d b i n
S a ’ d ’ m da kendisinden rivâyette bulunduğu söylenmiştir. E b û
D â v û d ile î b n - i M â c e h onun hadislerini rivâyet etmiş­
lerdir. ( l )
S a ’d bin D u m a y r a (Radıyallâhü anh) da H u n e y n
savaşma katılan sahâbîlerdendir. Hadîsini, oğlu Z i y â d rivâyet
etmiştir. E b û D â v û d onun hadîsini almıştır. (2)
Ziyâd bin S a’d bin D u m a y r a es-Sülemi,
babasmdan rivâyette bulunmuştur. Râvisi, M u h a m m e d b i n
C a ’ f e r b i n e z - Z ü b e y r ’ dir. el-Mizân’da beyân edildiği­
ne göre tam tanınmamaktadır. E b û D â v û d ile î b n - i M â ­
c e h onun rivâyetlerini almışlardır. (3)

(1 ) H ü lâ s a : 178
(2 ) H ü lâ s a : 134
(3 ) H ü lâ s a : 128
Bâb : KİTÂBÜ-D’DİYET 273

T ERCEMES İ

2626) "... Amr bin Şuayb’m dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (R a ­
dtyallâhü anhüm) ’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kim (bir mü’mini) kasden öldürürse o kimse maktûlün velile­


rine teslim edilir. Maktûlün velileri dilerlerse onu öldürürler, diler­
lerse diyet (kan bahası) alırlar. Bu da otuz (adedi hıkka (dört yaşı­
na giren dişi deve), otuz aded cezaa (beş yaşmajpjasan dişi deve) ve
kırk aded halıfa (hâmile deve)dir. Bu diyet, kasden öldürme tazmina­
tıdır. Maktûlün velileri ile ne (meblâğ) üzerine sulh yapılırsa bu (meb­
lâğ) onlarm hakkıdır. Bu da diyetin ağırlaştırılmış olanıdır.”

İ Z A H I
T ir m i z î ve E b û D â v û d da bu hadîsi rivâyet etmiş­
lerdir. T i r m i z i bu hadîsin hasen - garib olduğunu söylemiştir.
Bu hadîs de bir mü’mini kasten öldüren kimsenin maktûlün velîle­
rine teslim edileceğine, maktûlün velîlerinin kâtili öldürmek veyâ
kan bahasını almak husûsunda muhayyer kılındıklarına ve bir mü’­
mini kasden öldürme diyetinin belirli yaşlardaki yüz deve olduğuna
delâlet eder. Terceme esnâsmda belirttiğim gibi bu diyet, dört yaşın­
da 30 ve beş yaşmda 30 dişi deve ile 40 tane hâmile devedir. Mak­
tûlün velîleri bundan fazla bir meblâğ üzerine sulh olurlarsa bu
meblâğ onlara verilir. Anılan diyet, ağır diyettir.
Hadiste geçen Akl, diyet mânâsmadır. Hıkka, Cezaa ve Halıfa
kelimelerinin anlamlarım tercemede parantez içi ifâde ile belirttim.

DİYET AÇISINDAN ÖLDÜRME ÇEŞİTLERİ

Diyet yönünden öldürme çeşitleri üçtür: Amden, yâni kasden


öldürme, Şibh-i Amd, yâni kasden olana benzer öldürme ve hatâen
yâni kasden olmadığı kasden olana benzemeyen öldürme, öldürme

Sünen-i İbn -i M â c e — C . : 7 - P . : 18
274 SÜNEN-İ İBN-İ MACE

çeşitlerinin üç olduğu görüşü H a n e f î l e r ' i n , Ş â f i î l e r ’ in,


H a n b e l i l e r ’ in, ve E v z a i - , S e v r î , î s h â k , E b û
S e v r gibi âlimlerin mezhebidir. Sahâbîlerin cumhûru ile tabiîle­
rin cumhûru ve bunlardan sonra gelenlerin görüşü de bu merkezde­
dir. Bunlara göre kasden öldürme suçunda verilen cezâ Kur’an âye­
tiyle sâbit olduğu üzere kısâsür. Maktûlün velîleri kısastan vaz ge­
çip diyete râzi olsalar, üzerine ittifak edilecek, barış yapılacak meb­
lâğ onlara verilir. Hatâ olan öldürme olayında ise yine Kur’an âye­
tiyle sâbit olduğu üzere maktûlün velîlerine diyet verilir. Bu diyet
mikdan bundan sonra gelecek 6. bâbta anlatılacaktır. Şibh-i Amd,
yâni kasden olana benzeyen öldürme olayında ise Diyet-i Muğallaza,
yâni ağırlaştırılmış diyet verilir. Bununla ilgili gerekli bilgi de bun­
dan sonra gelecek 5. bâbta anlatılacaktır.

KASDEN ÖLDÜRME VE BUNA BENZEYEN


ÖLDÜRME NASILD IR?
H a n e f î mezhebine âit Fıkıh kitablanndan el-Hidâye’de şöy­
le denilmektedir:
‘‘Kasden öldürme, silâhla veyâ bilenmiş sopa gibi silâha benze­
yen bir cisimle olan öldürmedir. Silâh veyâ benzerî olmayan bir
cisimle olan öldürmeye E b û H a n î f e Şibh-i Amd, yâni kas­
den olana benzeyen öldürme demiştir. E b û Y û s u f , M u h a m ­
m e d ve Ş â f i î is e : Kâtil büyük bir taş veyâ büyük bir ağaç
vurmak sûretiyle öldürürse, bu öldürme kasden öldürme sayılır. Ge­
nellikle öldürücü olmayan bir cisimle dövmek niyetiyle vururken öl­
dürürse bu öldürme Şibh-i Amd, yâni kasden olana benzeyen öldür­
me çeşitidir, demişlerdir.

KASDEN ÖLDÜRME DİYETİ NEDİR, BAŞKA BİR MEBLÂĞ


ÜZERİNE BARIŞ VE KÂTİLİ BAĞIŞLAM A CÂİZ M İ ?
Bu hadîsi şerife göre kasden öldürülen bir mü’minin diyeti yüz
devedir. Develerin yaş durumu terceme ve izahta belirtildi. Tekrara
gerek yoktur. Bu diyeti kâtil peşin olarak ödemek durumundadır.
Bu diyetin Muğallaza, yâni ağırlaştırılmış diyet olması şu yönlerden­
dir : Develerin 30 adedi 4 yaşında, 30 adedi 5 yaşında ve 40 adedinin
hâmile olması, diyetin kâtilin yakınlarından değil de doğrudan doğ­
ruya kâtilden tahsili ve bunun defaten peşin olması gereklidir.
M â l i k i , Ş â f i î ve H a n b e l î mezheblerinin görüşü
budur. H a n e f î l e r ’ e gelince bunlara göre kasden öldürme di­
B âb: 5 KİTÂBÜ-D’DİYET 27$

yeti yine 100 devedir. Am a bunların yaşlan farklıdır. Şöyle ki, 2'nci,
3’üncü, dördüncü ve 5’inci yaşlara basmış dişi develerden 25’er aded
olacaktır. Bu diyet, kâtilin baba tarafmdan mirasçısı durumunda bu­
lunan erkekler tarafmdan üç yıl içinde taksitle ödenir. Bu diyet
6. bâbta gelecek olan hatâen öldürme nevindeki diyete göre ağırdır.
Bu nedenle bu diyete de Muğallaza, yâni ağırlaştmlmış diyet denilir.
Bir m üm ini kasden öldüren kâtil ile maktûlün mirasçıları bir
kan bahası üzerine banştıklan zaman anlaştıklan mal diyet mikda-
nndan az olsun çok olsun, bu sulh câizdir. Biçilen kan bahası ne
ise, yâni diyet miktarından az veyâ çok ya da tam diyet kadan ise
bunun ödenmesi vâcib olur ve kâtil kısas yoluyla öldürülmekten kur­
tulmuş olur. Bu hüküm husûsunda imamlar ittifak hâlindedir. Ha­
disin son kısmındaki fıkra kanımca bu husûsa âittir. Şu halde mak­
tûlün velileri ne gibi bir mal ve meblâğ üzerine sulh olurlarsa bu
mikdar diyetten fazla da olsa onlann hakkıdır. Diyetten fazla olur­
sa şiddetlendirilmiş bir diyet olmuştur, denilebilir.

AİJL* JUJI A» d (o)

5 — ŞİBH-İ AM D (Y Â N Î KASITLI GÎBl O LAN ÖLDÜRME)


DİYETİ, M UĞALLAZA (Y Â N Î AĞIRLAŞTIRMIŞ) TIR, BÂBI

Bu bâbta rivâyet olunan hadislerin tercemesine geçmeden önce


şu husûsu belirtmekte fayda görüyorum :
Bundan önceki bâbm hadîslerinin izahım yaparken diyet duru­
mu bakmandan öldürme çeşitlerinin üç olduğunu ve bunlara Amden
öldürme yâni kasden öldürme, Şibh-i Amd öldürme, yâni kasden ola­
na benzeyen öldürme, Hatâen öldürme, yâni kasıd olmadığı gibi bu­
na benzer sayılan çeşitin dışında kalan, öldürme isimlerinin verildi­
ğini belirtmiştim. Aynca bu çeşitlerin âlimlerce yapılan târiflerine de
işâret etmiştim.
Bu üç çeşidin özlü târifini tekrarlayayım : Amden öldürme, silâh­
la olan veyâ bilenmiş sopa gibi silâh hükmünde görülen bir cisimle
işlenen kâtil olayıdır. E b û H a n î f e böyle târif etmiştir. E b û
Y û s u f , M u h a m m e d ve Ş â f i î ise: Büyük taş veyâ bü­
yük bir ağaç parçası vurmak sûretiyle olan öldürme olayı da Amden
öldürme türüne girer, demişlerdir.
Şibh-i amd öldürme ise bu üç imama göre, genellikle öldürücü
olmayan bir cisimle dövmek isterken bu dövmeden meydana gelen
öldürme olayıdır. E b û H a n i f e ise: Silâh ve bunun hükmün­
276 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

de görülen cisimler dışında kalan bir cisimle olan öldürme olayıdır,


demiştir.
Bu nevi öldürme Âmden öldürme ile hatâen öldürme arasında
kalan üçüncü bir nevi sayılır. M â l i k bu nevî kabul etmiyor.
Amden öldürme ile hatâen Öldürme dışında bir öldürme çeşidi yok­
tur, diyor.
Bu üçüncü nevî öldürmenin varlığına hükmeden âlimler buna
şu ismi de verirler: Şibh-i amd olan hatâen öldürme (yâni kasden
öldürmeye benzeyen ve fakat hatâen olan öldürme).
Hatâmı öldürme nevî ile ilgili bilgi bundan sonra gelen bâbta
verilecektir. Amden öldürme diyeti hakkındaki bilgi ise bundan ön­
ceki bâbta verilmiştir. Şimdi burada bu iki nevin bir nevi karışımı
gibi olan Şibh-i amd öldürmenin diyetini beyân eden hadîsleri terce­
me edelim.

. ,uh Jf -JİAj 3 »l£a.şj. 3 İU i e ■3^. 3 ^


. ğ ^ :s - .,r‘)l 3 ,V ‘ *■->,■3
T E R C E M E S İ

2627) “ ... Abdullah bin Amr (bin el-Âs) (Radtyallâhü, anhümâ) ’dan ri­
vâyet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur­
muştur :
«Kasden öldürmeye benzeyen hatâen (yanlışlıkla) öldürme ola­
yının maktülü, kamçı ve sopa ile öldürülen kimsedir. (Bunun diyeti),
kırk tanesi hâmile olan yüz devedir.»
Müellifimiz bu hadîsin bir mislini ikinci bir senedle de Abdullah
bin Am r’den merfû olarak rivâyet etmiştir."'
Bâb : S k I t A b ü -d ’d I y e t 277

T E R C E M E S İ

2628) (Abdullah) bin Ömer (RadtyaUâhü anhümâ)’dan; Şöyle de­


miştir :
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke fetih günü Ka­
be merdiveni üzerinde ayağa kalkarak Allah’a hamd ve senâ ettik­
ten sonra şöyle buyurdu:
«Hamd (Mekke’nin fethine dâir) va’dini yerine getiren, kuluna
— Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e — yardım eden ve
düşman topluluklarım yenilgiye yalnızca uğratan Allah’a mahsus­
tur. Bilmiş olunuz k i: (Kasden işlenene benzeyen) hatâen öldürme
olayı maktûlü, kamçı ve sopa ile öldürülen kimsedir. Bunun diyeti
yüz devedir. Develerin kırk tanesi karınlarında yavrulan bulunan
halifa (hâmile) develerdir. Bilmiş olunuz k i: Câhiliyet devrinde if­
tihar vesilesi edilen her şey ve bütün kan dâvâlan şu iki ayağımın
altındadır, (yâni bâtıldır, düşmüştür). Ancak olagelen K â’be sidâne-
si (hizmet ve bakımı) ve hacı sıkayesi (sulaması) bu hükmün dışın­
dadır. Bilmiş olunuz k i : Bu iki işi evvelce olduğu gibi ellerinde bu­
lunanlara vermeyi onaylıyorum.»'*

İ Z A H I

Bu bâbta rivâyet olunan iki hadîsi E b û D â v û d ve N e ­


s â i de rivâyet etmiştir. Râvî e l - K â s ı m b i n R e b î a bu
hadîsi bir rivayetinde î b n - i A m r (Radıyallâhü anh) ’den, di­
ğer bir rivâyetinde U k b e b i n E v s aracılığıyla bu sahâbî-
278 SÜNEN-İ İBN-İ MACE

den, bir başka rivâyette de bu hadisi İ b n - i Ö m e r (Radıyal-


lâhü an h )’den rivâyet etmektedir. Müellifimiz ve E b û D â v û d
bu üç rivâyeti de almışlardır. D â r e k u t n î de bu hadisi rivâ­
yet ederek râvîlerin söz konusu ihtilâflarım nakletmiştir. E l - M ü n -
z i r î ’ nin dediği gibi e l - K a s ı m ’ m bu hadîsi hem t b n - i
Ö m e r ’ den hem de İ b n - i A m r ’ den işitmiş olması muhte­
meldir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in bu hadisi M e k -
k e ’ nin fethedildiği günü buyurduğu belirtilmektedir. M e k k e ,
hicretin 8. yık R a m a z a n ayında fethedildi. Hadiste geçen
"Ahzâb” kelimesi “Hizb”in çoğuludur, hizibler, topluluklar anlamın­
dadır. Burda, H e n d e k savaşma katılan düşman kuvvetleri kas-
dedilmiş olabilir. Bu kelime ile genel anlamda düşman kuvvetleri
mânâsının kasdedilmiş olması da muhtemeldir.
Me'söre s Geçmişlerin övgüye lâyık meziyetleri ve iyi işleri mâ-
nâsınadır. Burda câhiliyet devri insanlarının iftihar edip iyi iş ola­
rak telâkki ettikleri şeylerdir. İslâmiyet câhiliyet devri insanlarının
bu tür işlerinin iftihar vesilesi edilmesini iptal etmiştir. Kezâ kan
gütme dâvâlannı da yasaklamıştır. Câhiliyet devri insanlarının if­
tihar ve övgüye lâyık saydıkları şeylerden iki tanesi bu hükmün
dışında tutulmuştur. Bunlar K a ’ b e Sidâne’si ve hacı Sikaye’si-
dir. Sidâne, K a ’ b e ’ nin bakım ve hizmetidir. Buna Hicâbe de
denilir. Sikaye ise hacılara su sunmak hizmetidir. Bu iki görev câ­
hiliyet devrinde de övgüye lâyık en şerefli hizmet sayılırdı. H a t -
t â b i : Câhiliyet devrinde Hicâbe, yâni K a ' b e bekçiliği ve hiz­
meti A b d ü ’ d - D â r oğullarının elinde idi. Sikaye, yâni hara­
lara su sunmak hizmeti de H â ş i m oğullarının elinde idi. Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) M e k k e fetih günü buyur­
duğu bu hadisle bu iki şerefli hizmetin bu iki âilede kalmasını uy­
gun bulmuştur. Bu emirden sonra artık K a ’ b e hizmetine Ş e y -
b e oğullan ve haralan sulama işine de A b b â s oğullan bakma­
ya devam etmişlerdir, der.

HADÎSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER

1. öldürme çeşitlerinden birisi de Şibh-i amd, yâni taammüden


ve kasden öldürmeye benzeyen bir öldürme nevidir. Yukarda da işâ-
ret ettiğim gibi M â l i k , bu nevi öldürme çeşitinin Kur’an-ı Ke-
rîm’de bulunmadığım, bu nedenle öldürmenin taammüden ve hatâen
olmak üzere iki türden ibâret olduğunu söylemiştir.
B âb : 5 KÎTÂBÜ-D’DİYET 279

2. Kamçı ve sopa ile meydâna gelen öldürme olayı Şibh-i amd


nevindendir. Bu hükümle ilgili ilmi görüşlerin özetleri şunlardır:
a) H a n e f i l e r ’ e göre, silâh ve onun hükmünde olan ci­
simler dışında kalan bir şeyle döverken ve öldürme niyeti değil de
dövme niyeti taşırken meydana gelen öldürme olayıdır. Vurulan ci­
sim, ister ekseriyetle tehlike arz eden büyük taş ve büyük sopa gibi
bir şey olsun, ister ekseriyetle tehlike arz etmeyen küçük taş ve
küçücük sopa gibi bir şey olsun fark etmez.
b) Ş â f i î l e r , H a n b e l î l e r ve H a n e f i l e r ’ den
E b û Y û s u f ile M u h a m m e d ’ e göre ekseriyetle tehlike
arz etmeyen küçük taş gibi bir cisimle dövmek isterken ve ard arda
darbeler olmaksızın meydana gelen öldürmedir. Am a derbeler ard
arda olursa, bu şekilde meydana gelen öldürme teâmmüden ve kas­
den öldürme nevine girer. Zayıf bir kavle göre yine Şibh-i amd sa-
yılır.
c) Bu nevî öldürme kısmının varlığım kabul etmeyen M â 1 i -
k i l e r is e : Küçük taş ve küçük sopa ile meydana gelen öldürme
teâmmüden olan öldürme nevine girer, demişlerdir.
3. Şibh-i amd, yâni kasden olan öldürmeye benzeyen öldürme
diyeti Muğallaza, yâni ağırlaştınlmış diyettir. Çünkü ödenen 100 de­
venin 40 adedinin hâmile olması şartı koşulmuştur.

ÂLİMLERİN BU DİYET DEVELERİ YAŞLARI


H AR K IN D AK İ GÖRÜŞLERİ
A ) A t â , Ş â f i î ve M u h a m m e d b i n e l - H a s a n
bu hadîsin zâhirini tutarak: Bu diyet, kırk aded hâmile, dört ya­
şma ve beş yaşma basmış otuzar aded dişi olmak üzere yüz deve­
dir, demişlerdir. Muğallaza, yâni ağırlaştırılmış olan bu diyet kâti­
lin baba tarafmdan olan mirasçıları tarafmdan üç yıl içinde taksitle
ödenecektir.
B) E b û H a n î f e , E b û Y û s u f , A h m e d ve İ s -
h â k ’ a göre bu diyet, iki, üç, dört ve beş yaşlarına basmış dişi
develerden yirmi beşer adettir. Bu diyet kâtilin baba tarafmdan olan
erkek mîrasçüannea üç yıl içinde taksitle ödenir.
C) M â 1 i k i 1 e r ise bu nevî öldürmeyi teâmmüden öldürme
sayarlar v e : Bunun diyeti teâmmüden öldürme diyetidir, derler ki,
A grubunun yukarda beyân edilen görüşlerinde anlatılan yaşlarda­
ki develerdir.
280 SÜNEN-t İBN-t MÂCE

6 — (BİR M Ü ’M İNÎ) HATÂEN (YANLIŞLIKLA)


ÖLDÜRME DİYETİ, BÂBI (4)

' j > ûm p 3 23 Uf. y ı; S stf e . & s 23 üfe - r w


^ w *»v' * ' " " * " ’ *
3'<>®« 3 * ‘
T E R C E M E S İ
2629) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dzn rivâyet edil­
diğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), öldürme diyetini on
iki bin (dirhem gümüş) kıldı.”

tül , w > jjiü 3(3^1 I i » - r v r - '

* • „» 0 0

‘p 3 »« ^j*3® ‘ 3 3®* 3 3 ®*x~\y3 -ui


3 yi* j cJ. yi*
3 3 - o_ji<ıLl i ^»3fe^ «*' ^ 3ı
33 3 3

<î V * # ^ •‘ cjT ‘ "Aî r ^

IzSi-»si.j.yı j* V\>*ı5•**
* jfj 0 0 ^>
/Jı3?Üa*ji«Â< ıs^ J*ı 5

if lyij Aİ». ’J6£jCy\j£jç .U^* ^u*" ^ £> 3

O*U*i3jjHû* jl •j3_; ^ <İ| a4*L jVl <jrv £ «Âlt}j~j »!1

3 *ı» jâi ^ <ypı ıj «te* ^ ji i ^j||«âi t?A*i -^ j* ı


* * ' * *
. ;L. jîı t*ı.di jai je <AıHj )^ ji^ *J• 4 3

T E R C E M E S İ
2630) “ ... Amr bin Şuayb’m dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra­
dtyallâhü anhüm)’den rivâyet edildiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :

(4 ) Hatâen öldürmeye misal olarak: Bir ava ateş ederken yanlışlıkla bir
insanı öldürmek, yüksekçe bir yerden düşerken bir adama çarpıp öldürmek, av
sanarak ateş etmekle insan öldürmek.
B âb: 8 KÎTÂBÜ-D’DÎYET 281

Kim h a tlın ( = yanlışlıkla) öldürülürse onun develerden di­


yeti otuz bint-i Madhâd (iki yaşına giren dişi d eve), otuz bint-i Lebûn
(üç yaşma giren dişi d eve), otuz hıkka (dört yaşma basan dişi deve)
ve on ibn-i Lebûn (üç yaşma giren erkek deve) dir, buyurmuştur.
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), köylülerin ödeyeceği
bu diyet için dört yüz dinâr (altın) veyâ buna denk gümüş kıymet
takdir ederdi. Deve sâhiplerinin ödeyeceği bu diyet için de kıymet
takdir ederdi. Develer pahalanınca, (deve sâhiplerinin ödeyeceği)
diyetin bedelini de artırırdı ve develerin fiatı düşünce diyetin bede­
lini de eksiltirdi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem ), (deve
sâhiplerinin ödeyeceği bu nevi diyetin "kıymetini) zamanın (râyiç)
durumuna göre ayarlardı. Böylece bu nevi diyetin kıymeti Resûlul-
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta olduğu dönemde, dört
yüz dinâr (altın) ile sekiz yüz dinâr (altın) arasmdaki meblâğlara
veyâ bunun (yâni sekiz yüz dinarın) gümüşten dengi olan sekiz bin
dirheme ulaştı.
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sığır sürüsü sâhipleri
tarafmdan diyeti sığırdan ödenecek maktûlün diyetinin iki yüz sığır
olduğuna ve koyun sürüsü sâhipleri tarafmdan diyeti koyundan öde­
necek maktûlün diyetinin iki bin koyun olduğuna hükmetti."

T E R C E M E S İ

2631) "... Abdullah bin Mes’ûd (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiği­
ne göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Hatâen (yanlışlıkla) öldürme diyetinde yirmi hıkka (beş yaşı­


na giren dişi deve), yirmi cezaa (dört yaşma giren dişi deve), yirmi
bint-i mahad (iki yaşma giren dişi deve), yirm i bint-i Lebûn (üç ya­
şma giren dişi deve) ve yirmi ibn-i mahâd (iki yaşma giren erkek
deve lâzım) dır.*”
282 SÜNEN-t İBN-t MÂCE

j>'y .pis ü eJ L 3iûi'l-;xu-33-üı - nn


:#. ûî^ £ı'£»32.g§|*^1p:,pAŞ31pî,c 3:, A» 6}
. î i . j 3 fcjıit t j ü . ( A * * 3 ? ^ j - j j ^ j i v j 1A ** ^V

T E R C E M E S İ

2632) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)’A&n; Şöyle de­


miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öldürme diyetini on iki


bin (dirhem gümüş) kıldı, İbn-i Abbâs dedi k i A l l a h Teâlâ’n ın :
*Las t j» 4»l |«JkUc-l yİ U> = «Allah Ve Resûlü
bol nimetinden onlan zenginleştirdi de öç almaya kalktılar,» (5)
buyruğu, bunun hakkındadır. İbn-i Abbâs dedi k i : Âyette sözü edi­
lenler diyet almakla (zenginleştiler.)"

İ Z A H I

îbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) ’m ilk hadîsini E b û


D â v û d , T i r m i z i , N e s â i , B e y h a k î ve D â r e -
k u t n i de rivâyet etmişlerdir. O’nun diğer hadîsini, yâni bu bâ­
bm son hadîsini N e s â î de rivâyet etmiştir.
A m r b i n Ş u a y b ’ in dedesinin hadîsini Ebû Dâvûd
ve N e s â î de rivâyet etmişlerdir.
İ b n - i M e s ’ û d (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini E b û D â ­
v û d , T i r m i z î , Ş â f i î , A h m e d ve N e s â î de ri­
vâyet etmişlerdir.
îbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) ’m hadîslerine göre di­
yet, gümüşten ödendiğinde on iki bin dirhemdir. A m r b i n
Ş u a y b ’ in dedesinin hadîsine göre ise köylüler diyeti altın veyâ
gümüşten ödediklerinde, dört yüz dinâr altm veyâ bunun değerin­
deki gümüşü öderler. Bir dinâr on dirhem kabul edildiğine göre
dörtyüz dinâr altm dört bin dirheme tekabül eder. Bu, meblâğ köy­
lülerden alman diyet miktarıdır. Köylülerden bu kadar diyet aldı­
ran Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) deve sahiplerinden

(5) Tevbe: 74
B&b: 6 KİTÂBÜ-D’DlYET 283

bu meblâğı almayıp ödenmesi gerekli develerin günün râyıcına gö­


re olan değerinin tutan ne ise onu tahsil ettirdiği bu hadîste belir­
tilmekte ve bu tutann o dönemde dört yüz dinâr ile sekiz yüz di­
nâr arasmda oynadığı ifâde edilmektedir. Aynca sekiz yüz dinânn
sekiz bin dirhem gümüşe tekâbül ettiği bildirilmektedir.
A m r b i n Ş u a y b * in dedesinin hadisinden çıkarılan di­
ğer bir hüküm de sığır sâhiplerinden iki yüz sığır ve koyun sâhip-
lerinden iki bin koyun diyet olarak alındığı ifâde edilmektedir.
Şu noktayı da belirteyim : Altın, gümüş, sığır ve koyundan öde­
nen mezkûr meblâğlan hatâen, yâni yanlışlıkla öldürme diyeti ola­
rak alındığı anlaşılıyor.. Altın, gümüş, sığır ve koyundan da diyetin
ödenmesinin câizliğine hükmeden âlimlerin bir kısmi : Bu mallar­
dan ödenecek meblâğlar Hatâen olan öldürme diyeti olabildiği gibi
Şibh-i amd, yâni teâmmüden öldürmeye benzeyen öldürme diyeti de
olabilir, demişlerdir.
Hatâen, yâni yanlışlıkla öldürme diyeti deve olarak ödendiğinde:
A m r b i n Ş u a y b * i n dedesinin hadîsine göre bu diyet,
iki, üç ve dört yaşlarına basmış otuzar aded dişi deve ve üç yaşma
basmış on tane erkek devedir. H a t t â b i , el-Maâlim’d e : Fıkıh-
çılardan bu hadis ile hükmeden hiç kimseyi bilmiyorum, demiştir.
Yâni hatâen öldürme diyetinin bu hadiste yaş, cinsiyet ve sayısı be­
lirtilen develer olduğuna hükmeden fıkıhçı yoktur. Fıkıhçüann bu
husustaki görüşleri ve delilleri aşağıda beyân edilecektir.
î b n - i M e s ’ û d (Radıyallâhü anh) 'm hadîsine göre hatâen
öldürme diyeti, iki, üç dört ve beş yaşlanna basmış yirmişer aded dişi
deve ve iki yaşma basmış yirmi adet erkek devedir.
2630 nolu hadîste geçen; cümlesi sünenimi-
zin elde mevcut iki nüshasmda böyledir. Cümle bu olunca şöyle ter­
ceme etmek gerekir kanısındayım -.
“ V e Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), hatâen — yan­
lışlıkla— öldürme diyetine develerin zamanlarına göre (yâni deve­
lerin değişik zamanlardaki fiatlanna göre) kıymet takdir ederdi."
Sünenimizin bir nüshasmda bu cümle yerine; JÂI
cümlesi bulunur. N e s â i ’ nin rivâyetindeki cümie de böyledir.
Cümle böyle olunca mânâsı ğâyet açıktır ve meâlen şöyledir: «Ve
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) hatâen öldürme diyetini
(ödemek durumundaki) deve sâhipleri üzerine (şöyle) kıymet tak­
dir ederdi.»
284 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Bu cümle E bû D â v û d ’ un süneninde;
ûlp*l U r^ k j: — «V e Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se­
lâm) hatâen öldürme diyetine, develerin fiatlanna göre kıymet tak­
dir ederdi,» şeklindedir. Bu ibârenin anlamı da gâyet açıktır. Arap-
* I’
ça yazıyı bilenlerin mâlumu olduğu üzere; û“ )l = «ezmân» kelime-

si ile; ölr>'l = «esman» kelimesinin yazılışı arasında bir yakınlık


vardır. Esman kelimesi mânâ bakımmdan daha uygun olduğu için
sünenimizdeki Ezmân kelimesi bir matbaa hatâsı olabilir. Allah en
iyi bilendir.

DÖRT MEZHEB ÂLİMLERİNİN HATÂEN


ÖLDÜRME DİYETİNE DÂİR GÖRÜŞLERİ
1. H a n e f î l e r ile H a n b e l î l e r ’ e göre hatâen, yâ­
ni yanlışlıkla öldürme diyeti yüz devedir. Develerin yaş ve cinsiye­
ti şöyledir: İki, üç, dört ve beş yaşlarına basmış yirmişer adet dişi
ve iki yaşma basmış yirmi adet erkek devedir. Delilleri ise 2631
nolu î b n - i M e s ’ û d (Radıyallâhü anh) ’m hadîsidir. î b n - i
M e s ’ û d ’ un görüşü de böyledir.
2. Ş â f i î l e r ile M â l i k î l e r ’ e göre bu diyet birinci
grubun belirttiği develerdir. Şu farkla ki, ödenecek yirmi erkek de­
venin iki yaş değil de üç yaşma girmiş olması gereklidir. E 1- L e y s
b i n S a ’ d ’ m görüşü de budur. S i n d i , N e s â i ’ nin hâ-
şiyesinde Şerhü’s-Siinne’den naklen şu bilgiyi v e r ir : Ş â f i î ’ nin
iki yaşındaki erkek deve yerine üç yaşındaki erkek devenin öden­
mesine hükmetmesinin sebebi şudur.- î b n - i M e s ’ û d ’ un bu
hadîsinin râvilerinden H ı ş f b i n M â l i k meçhuldür. Bun­
dan başka hadîsi yoktur. H a y b e r maktulleri için Resûl-i Ek­
rem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in zekât develerinden diyet ödedi­
ği rivâyet olunmuştur. Zekât olarak ödenen deve yaşlan içinde iki
yaşına basmış erkek deve yoktur, iki yaşma girmiş dişi deve bulun­
madığı zaman, onun yerine üç yaşma basmış erkek devenin zekât
olarak ödenmesi câizdir.
İ b n - i M e s ’ û d ’ un bu hadîsine âit senedde H a c c â c
b i n E r t â t isminde zayıf râvî de mevcuttur.
Dört mezheb âlimlerinin görüşüne göre hatâen öldürme diye­
ti kâtilin yalanları tarafmdan ödenir ve bu diyet hafif bir diyettir.
Bâb : *7 KİTÂBÜ-D’DÎYET 285

DİYET DEVEDEN BAŞKA MALLARDAN DA ÖDENİR Mİ?


Bu bâbta rivâyet olunan I b n - i A b b â s (Radıyallâhü
anh) ’m iki hadîsi ile A m r b i n Ş u a y b ’ in dedesinin hadî­
sine göre diyet altın, gümüş, sığır ve koyundan da ödenebilir. Dört
mezheb âlimlerinin bu husustaki görüşlerine gelince:
1. H a n e f i l e r ile H a n b e l i l e r ’ e göre diyet deve­
den ödendiği gibi altm ve gümüşten de ödenebilir. Altın ve gümüş­
ten ödenebilmesi için develerin bulunamaması şartı yoktur. Diyet
bü üç nevî maldan başka şeylerden ödenemez. Diyet altından öden­
diğinde bin dinâr ödenir. Bir dinâr bir miskal demektir. Diyet gü­
müşten ödenecek olursa on bin dirhem ödenir. Dinâr, miskal ve dir-
hem’in kaç grama tekabül ettiğini öğrenmek için sünenimizin zekât
bölümüne baş vurabilir.
H a n e f i l e r ’ den E b û Y û s u f ile M u h a m m e d ’ e
göre diyet sığır, koyun ve elbiseden de ödenebilir. Diyet, sığırdan
iki yüz adet, koyundan bin aded ve elbiseden iki yüz takımdır.
2. Ş â f i î ’ ye göre diyet, ancak develerden ödenir. Tarafla­
rın rızâsı olursa bunun değeri ödenebilir. Şâyet deve yok ise mû-
temed kavline göre develerin değeri ödenir. Ş â f i î ’ nin kadîm
(eski) kavline göre develer bulunmazsa bunun yerine on iki bin dir­
hem gümüş veyâ bin dinâr altm ödenir. Fakat mûtemed kavli cedîd
(yeni) olan birinci kavlidir. Diyet, sığır, koyun ve elbise gibi mallar­
dan ödenmez.
3. M â l i k î l e r ’ e göre diyet on iki bin dirhem gümüş veyâ
bin dinâr altm ödenebilir. Bu kavil, A h m e d , İ s h â k , H a -
s a n - ı B a s r i ve U r v e b i n Z ü b e y r ’ den de rivâyet
olunmuştur. M â l i k i mezhebine göre diyet sığır, koyun ve el­
bise gibi mallardan ödenemez.
Diyetlerle ilgili geniş bilgi için fıkıh kitablanna baş vurulmalıdır.
Biz bu kadarlık bilgi ile yetinelim.
JV 1I o * » j » |L cA * Â liU I J a i jJI (v )

7 — DİYET, ÂKİLE (KÂTİLİN Y A K IN LA R I) ÜZERİNE


(VÂCİB) DİR. EĞER ÂKİLE YO K İSE DİYET
BEYTÜ’L-MAL (DEVLET HAZÎNESİ) İÇİNDE (N
ÖDENMESİ LÂZIM) DIR, BÂBI

 k ile :  kil’in çoğuludur. Âkil, diyeti ödeyehe denilir. A k l da


diyet mânâsmadır. Diyet kelimesini daha önce açıklamıştım. Tek­
286 8ÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

rar söyleyeyim: Diyet ise kan bahası olarak ödenen tazminata deni­
lir. Akl kelimesinin lügat mânâsı deveyi bağlamaktır. Diyet deve­
lerini ödeyenler bu develeri maktûlün mirasçılarının evleri önüne
getirip bağladıkları için diyete Akl denilmiş ve bunu ödeyene Âkil
denilmiştir, ödeyenler birden fazla kişiler olduğu için de bunlara
çoğul mânâsım ifâde eden Âkile ismi verilmiştir. Diyetin aslı deve­
lerden ödenir. Şâyet develerin değeri olan altm veyâ gümüş olarak
ödenirse buna da Akl denilmiştir, ödeyenlere de Âkile denilmiştir.
Âkile kâtilin baba tarafmdan olan yakınlarıdır. Ayrıntılı bilgi bu
bâbtaki hadislerin izahı esnasında verilecektir. Hadîsleri terceme
ederken diyeti ödeyenleri Âkile ismi ile ifâde edeceğim.

,'^rj.ı y ,J y .Jk-.y T j»• & S £ L » -n rr


# f ı $ Y'A j# tPû .34! â İ>y < 6 ‘c?
T E R C E M E S İ

2633) “ ... El-Muğîre bin Şu’be (6) (Radtyallâhü a »A )’den; Şöyle de­
miştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) diyetin (kâtilin) âkile-


si tarafmdan ödenmesine hükmetti."

y y ;-;yy ö j # y S îff * • S Lj# t** - n n


> i'jtzi
<
ı ^ ^
jjj\j*
0
j £î y «* * tj'y ıS iiijiJ *

t ı >jij ^ « j j 'j V y j fc' » £§| «M 3 j~ > 3fe

.«^ s .4 i / j v y

T E R C E M E S İ

2634) “ ... El-Mıkdâm eş-Şâmî (bin Madîkerib) (7) (Radtyallâhü anh)’-


den rivâyet edildiğine göre: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle bu­
yurdu, demiştir:
«Mirasçısı olamayan (müslüman) m mirasçısı benim. (Yâni ma­
lım beytü’l-mala korum). Onun diyetini öderim ve ona mirasçı olu-

(6) Bu sahâbl’nin M İ tercemesi 41 nolu hadis bölümünde geçti.


(7) Bu saMbi’nin hâl tercemesi 442 nolu hadis bölümünde geçti.
Bâb : 7 KİTÂBÜ-DDİYET 287

rum. Dayı, mirasçısı olmayan (yeğenin) in mirasçısıdır. Onun yerine


diyet öder ve onun mirasım alır.»”

İ Z A H I
E l - M ü ğ î r e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini M ü s l i m ,
T i r m i z î , Ebû D â v û d ve N e s â î de rivâyet etmiş­
lerdir. El-Mikdâm (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini E b û D â ­
vû d ve N e s â î de rivâyet etmişlerdir.
Bu hadîsler, diyetin kâtilin âkilesi tarafmdan ödenmesinin ge­
rektiğine delâlet ederler.
Âkile kelimesinin mânâsı hakkmda yukarda özlü bilgi vermiş­
tim. Âlim ler bu kelime ile kasdedilen mânâ hakkmda biraz farklı
görüş beyân ettikleri için bu konuya özlü olarak değinmek isterim.
Şöyle k i:
1. H a n e f î l e r ’ e göre hatâen, yâni yanlışlıkla öldürme ve
teammüden olmamakla beraber buna benzeyen ve Şibh-i amd ismi
verilen öldürme olayı dolayısıyla maktûlün mirasçılarına ödenecek
diyet, kâtilin âkilesi tarafmdan verilir. Bu diyeti verenlere Âkile de­
nilir. Kâtil, ismi divân denilen ve devlet tarafmdan tutulan büyük
defterlerde yazılı askerlerden ise onun âkilesi bu defterlere isimleri
yazılı olanlardır. Bunlar onun diyetini üç yıl içinde öderler. Divân’-
da isimleri yazılı bulunan kadınlar ve çocuklar âkile dışmda tutu­
lurlar. Divânda yazdı erkeklerin kâtilin akrabaları olması şartı aran­
maz. Şâyet kâtil, divânda yazdı değil ise âküesi onun kabilesidir. Di-
vân’da ismi yasalı olmadığı gibi kabilesi ve yakınlan da yok ise âki­
lesi, beytü’l-maldır. Yâni diyeti devlet hazînesinden ödenir. Kâtüin
babası ve oğullan gibi usûl ve furuunun âkileden saydıp sayılma­
yacağı husûsunda ihtilâf vardır.
2. Ş â f i i ve H a n b e l î âlimlere göre de hatâen ve şibh-i
amd olan, yâni teammüden olmayan cinâyetlerde ödenmesi gerekli
diyet, kâtilin âkilesi tarafmdan ödenir. Kâtilin âkilesi, baba tarafm­
dan olup erginlik çağma varmış ve aklı olan erkek yakınlandır. Kâ-
tilin usûl ve furuu, yâni babası, baba babası... oğullan, oğullannm
oğulları..., kadınlar ve küçük yaştaki akrabalar âkileden sayılmaz­
lar. Kâtilin bu nevi yakınlan yok ise ve âzadlanmış köle durumunda
ise âküesi onu âzadlayan kimsedir. Şâyet böyle bir durum da yok
ise âkilesi Beytü’l-Maldır. Yâni diyeti devlet hazînesinden ödenir. Bu
da yok ise diyet kâtilin kendisinden tahsil edilir. Bu diyet üç yıl için­
de taksitle ödenir.
288 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

3. M â l i k i l e r ’ e göre kâtil divân denilen defterde yazılı


askerlerden ise âkilesi, divânda yazılı olan kimselerdir. Divân yok,
veyâ kâtil yazılı değil ya da yazılı olanların sayısı yediyüzden az ise
diyetiıi eksik kalam veyâ tamamı kâtilin asaba ismi verilen yakın­
lan tarafmdan ödenir. Asaba, yâni kâtilin oğullan, torunlan, erkek
kardeşleri, erkek yeğenleri, babası, baba babası gibi mîrasçılan ni­
kâhtaki sıraya göre diyeti ödemekle mükelleftir. îlk sıradakiler di­
yeti ödeyemezlerse, bunlardan sonraki sıralarda olanlar da bu yar­
dıma katılırlar. Şâyet kâtilin mîrasçılan yok ise ve âzadlanmış du­
rumda ise âkilesi onu âzadlayan kimsedir. Böyle bir durum da yok
ise âkilesi Beytü’l-Maldir. Yâni diyeti devlet hazînesinden ödenir.
Diyet üç yıl içinde taksitle ödenir.
Daha geniş bilgi için fıkıh kitablaruıa baş vurmayı tavsiye ede­
rim.
M i k d â m (Radıyallâhü anh) ’m hadîsine göre dayı, mirasçı­
dır ve yeğeninin diyetini öder.
Ferâiz kitâbmda beyân edileceği üzere, kişinin yakınlarından bir
kısmının miras hissesi tâyin ve tesbit edilmiştir. Bir kısım yakınlar
ise belirli hisseleri bulunan kimseler bu hisseleri aldıktan sonra ka­
lan malı alırlar. Şâyet belirli hisse sâhibi durumunda mirasçı yok ise
malın tamâmım alırlar. Bu nevî mirasçılara Asaba ismi verilir. Be­
lirli hissesi bulunanlara da “Ashab-ı furûd = Belirli pay sâhipleri"
ismi verilmiştir. Bu iki grubun dışında kalan yakınlara Zevi’l-Arhâm
denilir. Dayılar, teyzeler, hâlalar, kızların çocukları Zevi’l-Arhâm ne-
vmdendir. Mirasçılardan ashab-ı furuz ve asaba ismi verilen ya­
lanlar bulunmadığı takdirde Zevi’l-arhâm ismi verilen yakınların mi­
rasçı olup olmadığı meselesi ihtilâfhdır. Sahâbîlerin çoğu ile tâbii-
lerin bir kısmına göre bu nevî yakınlar mirasçı sayılırlar. Z e y d
b i n S â b i t (Radıyallâhü anh) ile tabiîlerin bir kısmına göre
bunlar mirasçı değildir. îlk iki grubtan mirasçı yok ise ölünün ma­
lı devlet hazînesine kalır.
M i k d â m (Radıyallâhü anh) ’m bu hadisi Zevi’l-Arhâm olan
yakınların mirasçı olduğunu söyleyen âlimler için bir delildir. H a ­
n e f i âlimler de bu görüştedirler. Fakat Ş â f i î ve M â l i k
bu görüşte olmayıp Z e y d b i n S â b i t (Radıyallâhü anh) ’m
görüşünü tutmuşlardır.
Diyetin kâtilin yakınlan tarafmdan ödenmesi hükmünde gerek
kâtilin bu nevî suçlan tekrarlamasının önlenmesi, gerekse maktûlün
yakınlarının menfaatlannın korunması açısından büyük hikmetleri
vardır. Başka faydalan da bulunan bu hükümün yararlan fıkıh ve
hadislerin şerh kitablannda anlatılmıştır.
B âb: 8 KÎTÂBÜ -DT)ÎYET 289

Âi_a)I jl ajiJl (jvj J^lll (Jru (a)

8 — M AKTÛLÜN VELÎSİ İLE KISÂS V E Y Â DİYET


A R A S IN A GİREN (Y Â N İ O N A M Â N İ O LAN) KİMSE
(H AKKIND A GELEN HADİS) BÂBI

T E R C E M E S İ

2635) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan rivâyet edil­


diğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Kim nasıl olduğu belirsiz bir karışıklık içinde veyâ yakınlarını


savunma esnasında bir taş veyâ bir kamçı ya da bir sopa ile (öldürme
kasdı olmaksızın) öldürürse o kimse üzerine hatâen (yanlışlıkla) öl­
dürme diyeti (vâcib) dir. Kim (bu ortamda) kasden öldürürse bu
(öldürme) kısasla sebebidir. Kim de kâtil ile kısas arasına girer (yâ­
ni kâtilin öldürülmesine engel olur) ise, Allah’m, meleklerin ve bü­
tün insanların laneti o kimse üzerine olsun (veyâ üzerinedir). O
kimseden ne tevbe kabul olunur, ne de fidye (veyâ o kimsenin ne
nâfile ibâdeti ne de farz ibâdeti kabul olunur.»)”

İ Z A H I
Bu hadîsi E b û D â v û d ve N e s â i de rivâyet etmiş­
lerdir. Bu hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:
. İmmiyyet: Neden ve nasıl olduğu belirsiz şeye denilir. Bü keli­
me Am ıy kökünden alınmadır. Amıy, âmâlık, körlük ve delâlet de­
mektir. Nasıl ve niçin olduğu anlaşılmayan bir şey için kullanılan
“Muamma” kelimesi de kökten alınmadır. S u y û t i ve N e -
*■
Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 -F .: 19
SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

v e v i bu kelim eyi böyle açıklamışlar ve buna örnek olarak kabi­


lelerin asabiyet nedeniyle dövüşmelerini göstermişlerdir.
Hadiste geçen “Asabiyyet” kelimesi de kişinin yakınlarım koru­
ması ve savunması anlamına yorumlanmıştır.
Hadisten kasdedilen mânâ şu olsa gerek s
İk i grup arasmda çıkan ve meşrû bir nedene dayanmayan bir
dövüşme ve karışıklık içinde bir adam öldürme kasdı yok iken vur­
duğu bir taş veyâ bir kamçı ya da bir sopa ile bir müslümam öl­
dürürse, bu suçtan dolayı kâtilin kısas olarak öldürülmesi söz ko­
nusu değildir. Bu suçtan dolayı hatâen öldürme diyeti gerekir. Bur­
daki hatâen öldürme diyetinden maksad “ Şibh-i amd” yâni team-
müden öldürmeye benzeyen öldürme nevine âit diyettir. Çünkü 2627
ve 2628 noiu hadislerde kamçı ve sopa ile öldürülen kimsenin Şibh-i
amd maktûlü olduğu belirtildi.
Bir karışıklık ve arbede içinde bile olsa bir mü’mini kasden ve
teammüden öldüren kimse ise kısâs cezâsma müstehak olmuş olur.
Hadis bu durumu da belirttikten sonra kâtilin kısas olarak öldürül­
mesini engelleyenin vahim ve çok tehlikeli durumunu belirtir. Bu
fıkradan maksad ise, maktûlün velileri kâtilin kısas edilmesinden
vaz geçm edikleri ve kâtili bağışlamadıkları veyâ diyet alm ayı ka­
bullenmedikleri halde kâtili koruyup A llah ’ın kısas hükmüne mâni
olmanın ağır ve büyük günah olduğunu ifâde etmektir. Am a bir kim ­
se kâtilin bağışlanması için maktûlün velilerinden ricâda bulunur,
aralarında sulh yapmaya çalışır ise bunda bir sakmca yoktur. Ha­
dis bunu yasaklamaz.
K âtilin diyet vermesine maktûlün velileri n zâ gösterdikleri hal­
de bunu engellemek de ayni hükme tâbidir, yasaktır. Hadisin;
*£>j 3^- cümlesini kısas ve diyete şümullü olacak bir şe­
kilde açıklamak da mümkündür ve muhtemelen m üellifim iz bu mâ­
nâyı tercih etmiştir. Bâbın başlığı bunun belirtisi sayılabilir. Bu tak­
dirde bu cümle şöyle terceme e d ilir:
“Kim kâtil ise kısas veyâ diyet araşma girerse..." Yâni kâtilin
kısas olarak öldürülmesine veyâ diyetin tahsiline mâni ve engel
olursa...
Hadiste geçen “ Sarf” kelimesi tevbe mânâsına yorumlandığı gi­
bi nâfile ibâdet mânâsına da yorumlanmıştır.
“ A d i” kelimesi de fidye mânâsına yorumlandığı gibi fa rz ibâdet
mânâsına da yorumlanmıştır.
B âb: 0 KİTÂBÜ-D’DtYBT 291

Kâtilin öldürülmesine veyâ diyetin ödenmesine mâni olan, zor kul­


lanarak veyâ bozgunculuk ederek bu işe engel olan kimsenin lânet-
lenmesinden maksad Allah’m rahmetinden uzak kılınmasıdır. Bu
günahı işleyenin tevbesinin, ibâdetlerinin ve fidyelerinin kabul olun­
mamasından maksad da korkutma ve tehdiddir. Bunun benzerleri
sünenimizde defalarca geçti, örn ek olarak 2609 - 2611 nolu hadisle­
re mürâcaat edilebilir.
Diyetin mâhiyeti için 2627, 2628 nolu hadislerin terceme ve izah­
larına mürâcaat edilmelidir.

(\)
9 — H AK K IN D A KISAS (MİSİLLEME) O LM A YA N
(YA B A LA M A LA R ) BÂBI

• 'i

at. : J\ij < >j\» 41*# < ûlf> it. f * * «aVuol j : 4*1 j
. I 4-i» j »,^1 4 İ4* <£y

T E R C E M E S İ

2636) “ ... Câriye (bin Zafar) (8) (Radtyallâhü o »â )’den:


Bir adam başka bir adamın alt koluna kılıç vurup mafsal olma­
yan bir yerden kesip kopardı. Kolu koparılan adam Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) ’e mürâcaatla, kolunu kesenden hakkım al­
maşım istedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kolu kesile­
ne diyet ödemeyi emretti. Adam <

(8 ) Câriye bin Zafar el-Hanafi el-Kûfî, sahâbidir. Râvisi oğlu Nimrân’dır.


tbn-i Mâceh onun hadisini rivâyet etmiştir. (H ülâsa: 60)
292 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

— Yâ Resûlallah ben kısas istiyorum (yâni kolumu kesen haş­


inimin kolunun kesilmesini istiyorum), dedi. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (adama) :
«Diyeti al. Allah diyeti sana mübarek eylesin,» buyurdu ve onun
için hasmmın kısas edilmesine hükmetmedi.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Dehsem bin Kurrân
el-Yemânî bulunur. Ebû Dâvûd onu zayıf saymıştır. Zevâid yazan: Müellif (İbn-i
Mâcehi’in yatımda Câriye’nin bundan başka hadisi yoktur. Kütüb-i Sitte*nin di­
ğerlerinde ise onun hiç bir hadisi yoktur, demiştir.

,_ıc j i;jü '££.0 i, A , a. j : ’f?\ \&» - n rv


İt 3A 3ÜS i^.u.51V ÖJÇA£ < Ş\£ isjü v ı ŞUS}
. « jU İİl Y İ Ü l t l Y i j jji V • ğ $
kJAâklj • A i J’j 1ö J u w öl ö.J^-iJ j ! altJjl j
t *
TERCEMESİ

2637) “ ... El-Abbâs bin Abdilmuttalib (Radtyallâhü anA)’den rivâyet


edildiğine göre; Resülullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, de­
miştir :

«N e me’mûne (beyin zarına ulaşan yara) da, ne câife (bedenin


iç kısmına ulaşan yara) da ne de münakkıla (kemiği kınp yerinden
kaydıran yara) da kısas (yâni misilleme) vardır. (Yâni başkasını böy­
le yaralayan kimseye cezâ olarak misilleme yapılm az.)»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Rişdîn bin Sa’d el-Mısrî
Ebü’l-Haccâc el-Mehrl bulunur. Bir cemaat onu zayıf saymıştır. Ahmed’in onun
baklandaki sözleri değişiktir. Çünkü bir defasında onun zayıf olduğunu söylemiş,
başka bir kere : Onun hadisinin işe yarar durumda olduğunu umarım, demiştir.

İZAHI

Bu bâbm iki hadisi de Zevâid türündendir.


Bu kitâbm 3. bâbında rivâyet olunan 2623 ve 2624 noiu hadis­
lerin terceme ve izahında belirtildiği gibi bir mü’mini kasden öldüren
kimsenin kısâs olarak, yâni misilleme olarak öldürülmesi gerekir.
Ancak maktûlün velileri kâtili bağışlayabilirler veyâ maktûlü diyet
Bâb : 9 KİTÂBÜ-D’D İ Y B T 293

karşılığı serbest bırakabilirler. Keza bir mü’minin el, göz ve diş gibi
organlarım yok eden, kesen, koparan kimse de bir cinâyet işlemiş
olur ve misilleme olmak üzere bu organının kesilmesi, koparılması
meşrû kılınmıştır. Ancak bu cezâmn uygulanabilmesi için fıkıh ki-
tablannda belirtilen bâzı şartlann gerçekleşmesi aranır. Bu nevî zu-
lüme uğrayan kimse dilerse hasmını diyet karşılığı veyâ karşılıksız
bağışlayabilir.
Gerek bir organı kesmek ve gerekse yaralamak suçlarının câzâ-
sı bâzen kısâs, yâni misilleme olmaz da tazminat olur. Çünkü her
yaralama veyâ organ kesmeye karşılık v e r e c e k kısâs cezâsının su­
ça tıpa tıp uyması güç olabilir, örneğin bu bâbm hadîslerinde sözü
edilen ve M e’mûme ismi verilen kafa yarası. Böyle yaralamada kafa
kırılarak yara beyin zarına ulaşmıştır. Bu suçu işleyene misilleme
yapmak onun kafasını ayni şekil ve ölçüler içinde yaralamaktır. Bu­
nun güçlüğü apaçıktır. İşte bu gibi yaralamalarda kısâs cezâsı yok­
tur. Ancak diyet ve hükümet ismi verilen tazminat cezâsı uygulanır.
Hangi durumda kısas ve hangi durumda diyet veyâ hükümet deni­
len tazminat cezâsı verileceği hadîslerde ve fıkıh kitablannda an­
latılmıştır. Biz bunlardan sadece sünenimizde rivâyet olunan hadîs­
lerde beyân edilen yaralamalar ve organ kesmelerle ilgili hüküm­
leri açıklamakla yetineceğiz. Çünkü bütün yaralamalarla ilgili bil­
gi çok uzun sürer.
Bu bâbm ilk hadîsinde geçen Saîd, insan kolunun parmak uçla­
rından dirseğe kadar olan kısmına denilir. Hadîste sözü edilen ada­
mın kolu bilek ile dirsek arasmda kalan bir yerinden kılıçla kesil­
diği için kendisi hasmınm kolunun da ayni şekilde kesilmesini ve
böyleçe kısâs hükmünün uygulanmasını istemiş. Fakat Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bu isteği kabul etmeyerek diyet öden­
mesine hükmetmiştir. S i n d î ’ nin dediği gibi Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in burda kısâs hükmünü uygulamama­
sının sebebi hakkmda şöyle denilmiştir: Kemik mafsaldan başka bir
yerinden kesildiği zaman buna karşılık, kısâs olarak hasmm kemi­
ğini ayni ölçüde kesmek mümkün değildir.

ELİN DİYETİ NEDİR?


Hadîste, kolu bileğinin yukarısından kesilen adama diyet veril­
diği bildirilmektedir. Fakat diyetin ne olduğu belirtilmemiştir. Dört
mezheb âlimleri bir müslümamn elini bilek mafsalmdan kasden ve
teâmmüden kesen câni’nin elinin kısâs, misilleme olarak kesilmesi
üzerine ittifak etmişlerdir. Bunların delili ise M â i d e sûresinin
294 8ÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

45. Ayetindeki;] = “V e yaralara kısftsa hükmettik”


emridir. Bu İlâhi hüküm, misilleme cezâsım ifâde eder. Bu itibarla
misillenme mümkün olduğu zaman kısâs hükmü uygulanır. Misille­
meye riâyet edilmesi mümkün olmadığı yaralar için kısâs durumu
yoktur. Eli bilek mafsalından kesmek mümkün olduğu için kısâs hük­
mü burda uygulanır. Ayak, diş ve parmak gibi uzuvlar da böyledir.
Fakat mağdur edilen kişi, hasımın diyet karşılığında veyâ diyetsiz
bağışlayabilir. Bir elin diyeti tam diyetin yansıdır. Yâni elli devedir.
Bir ayağın diyeti de elli devedir.
Hadîste sözü edilen olayda olduğu gibi şâyet kişinin eli bilek
mafsalından değil de daha yukardan ve mafsalsız yerden kemiği kes­
mek sûretiyle kopanlırsa, bu olayda kısâs tatbiki mümkün olmadı­
ğı için H a n e f i , Ş â f i i ve M â l i k i mezheblerine göre
bilekten parmaklara kadar olan kısım için kolu kesilenin kabulü hâ­
linde tam diyetin yansı olan elli deve diyet ödenir. Bilekten yukan
olan kısım için hükümet denilen tazminat ödenir. Hükümet şu de­
mektir : Diyetin tamamı veyâ belirli bir payının ödenmesine dâir bir
hüküm bulunmayan yaralar için şu ölçüye göre bir tazminat takdir
edilir. Yaralanan kişi köle olmuş olsaydı yaralanmamış iken kaç li­
ra değerinde idi ve yaralanmış iken kaç lira kıymetindedir. Meselâ
bu yara yok iken 100 dinâr ve yaralandıktan sonra 90 dinâr kıymet
takdir edilirse bu yara onun değerini onda bir oranmda düşürmüş­
tür. Şu halde bu yaranın tazminatı tam diyet olan 100 devenin onda
biri olan 10 devedir, denilir. İşte bu on develik tazminata hükümet
denilir.
Kolu bileğinin yukarısında ve dirseğin aşağısında kesilen kim­
se, diyet ve hükümet denilen tazminatı kabul etmeyip hasmınm kı-
sâs edilmesinde İsrar ederse bu hadise göre bu istek reddedilecektir.
Fakat hadisin senedinin zayıflığım not kısmında belirttim. Yukarda
geçen M â i d e sûresinin 45. âyeti yaralar için kısâs hükmünü
koymuştur. Bu olayda câninin kolunu, mağdurun kolu gibi ve ta­
mamen tıpa tıp ona uygun bir şekilde kesmek mümkün değil ise de
bilekten kesmek mümkündür. Bu itibarla dört mezheb imâmınm bu
mesele hakkmda ittifakla vardıktan hüküm şöyledir:
Câninin kolu bilekten kesilir. Mağdûrun bilekten yukan kesilen
kısım için de câniden tazminat istenir. Şâyet bir kimse bir kimsenin
kolunu dirsek ile omuz mafsalı arasında kalan bir yerinden, yâni
pazının bir kısmım kesip kopanrsa, kısâs olarak câninin dirsek maf­
salından kolu kesilir. Çünkü pazı kemiğini, mağdûrunki gibi ve ta-
B âb: 10 KtTÂBÜ-DTJÎYET 295

mâmen ona uygun bir şekilde kesmek mümkün değildir. Mağdurun


dirsek mafsalından yukarı olan kısım karşılığında da caniden taz­
minat istenir. Mağdur kişi, dilerse câniyi bağışlar veyâ kolunun ke-
silmeyip diyet ve tazminatın ödenmesini taleb edebilir.
İkinci hadiste geçen üç nevî yara ismi geçmektedir. Bunların
isimlerini ve Türkçe karşılığım tercemeye geçirdim. Bunları kısaca
belirtmekte fayda görüyorum :
Me’m ûne: Beyin zanna ulaşan ve zan delmeyen kafa tası yara­
sıdır. Bu yaraya Âmme ismi de verilir. Bir müslümam böyle yarala­
yan kimseye misilleme cezâsı tatbik edilmez. Çünkü daha önce de
belirttiğim gibi bunda misilleme tatbiki mümkün değildir. Bu ne­
denle dört mezheb âlimlerine göre bu yaralama olayında verilecek
cezâ tam diyetin üçte biridir. Tam diyet yukarda da söylediğim gibi
ıoo devedir.
Münakkile: Kemiği kırdıktan sonra yerinden oynatan veyâ ke­
mik zarım gideren yaradır. Bu yara kafa tasında veyâ yüz nahiye­
sinde olabilir. Vücûdun başka tarafında olursa ona bu isim veril­
mez. Münâkkile denilen yaralamada da kısas ve misilleme yoktur.
Bu yaranın diyeti ise 15 devedir. Bu hususta icmâ bulunduğu rivâyet
olunmuştur.
C â ife : Bedenin iç kısmına veyâ beyinin iç kısmına kadar derin
olan yaradır. Şu halde etek yerinden boğaza kadar ve kafa tası bö­
lümlerinde meydana gelen ve vücûdun iç kısmına nüfuz eden yara
bu neviden sayılır. Mide, barsaklar, ciğerler, göğüs boşluğu gibi or­
ganlara ve vücûdun iç kısımlarına ulaşan yaraların hepsine Câife
ismi verilir. Bunun da kısâsı yoktur. Diyeti ise tam diyetin üçte bi­
ridir. Bu hususta da âlimler müttefiktir.
Âlimlerin bu meseleler hakkmda dayandıkları hadisler, burda
rivâyet olunmamış ise de başka kitablarda rivâyet olunmuş olup fı­
kıh kitablannda da anılmaktadırlar. Gerek bu hususlarda ve gerek­
se benzer meselelerle ilgili geniş bilgi için fıkıh kitablanna baş vu­
rulmalıdır.
i »t ( i •)

10 — (BAŞKASINI) Y A R A L A Y A N KİŞÎ
KISAS (MİSİLLEME) OLMASI CEZÂSI YERİNE
FİDYE (TAZM İN AT) VERİR, BÂBI
296 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

•<UjSy A ^ •*%>' % *■ 3 jîi' L » - nrA


ai f." t * ' * • •' M ' " J ılli - t 't ' M ,*'»!*• ' '
. vJUa* tX ^ i’ j Oi • <—J\© ( *Jj P

lJiVO/-j£ .S^SÎl:1J L ö f r l i .iL li ^üf>-j>.\

.. ıiij »afö.ly-v. ^ «ıisj ur ^a» d£


.'p:\jbts •’f'Z’ j. '(&) o-ûı £ UfCJl »^ tsf"2İS•'>5
İ p i H / 5 . r p Û A i J *_»' ü ö iı .v A ‘j [ . 3tâ g| *J ıı
1.J" . * * V

. ji •j ^f. » •V : tjlt* t î ^V®J^ • l-A-fj 1x5^

o-ÜI Jp'L^^Jİ» 3& 'f* «î » 3& • Jr*

. -fs : 1jfe « î -^r*\ • 3b j? & i^ h :U* 4

•V? UV.S5&*3 A i^ .s :^S 13b


T E R C E M E S Î

2638) “ ... Âişe (Radtyallâhü a«Aâ)’dan; Şöyle demiştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Cehm bin Huzey-


fe (9) (Radıyallâhü anh)’ı zekât tahsildarı olarak (taşraya) gön­
derdi. Bir adam zekâtı hakkında Ebû Cehm ile münâkaşa ediyor. Bu­
nun üzerine Ebû Cehm onu dövüp başım kırıyor. Sonra adamın ya­
lanlan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e gelerek:
— Y â Resûlallah! Kısâs (yâni misilleme istiyoruz), dediler. Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (onlara) :
— «Size şu kadar (mal verilsin), buyurdu. Adamlar râzı olma­
dılar. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— « (ödenecek tazminat mikdanm artırarak) size şu kadar (mal
verilsin)» buyurdu. Adamlar râzı oldular. Bunun üzerine Peygam­
ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adam lara):

(9) Bu sahâbi’nin hâl tercemesi 1869 noiu hadis bölümünde geçti.


B âb : 10 KlTÂBÜ-DTDtYET 297

— «Ben (öğleden sonra) halka hitabede bulunacağım ve sizin


razı olduğunuzu onlara bildireceğim,» buyurdu. A dam lar: Evet, de­
diler. Buna binâen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ce-
mâata) bir konuşma yaptı ve (bu arada) :
«Şu Leysîler kısâs talebinde bulunmak üzere bana baş vurdu­
lar. Ben onlara (kısâs yerine) şu kadar (tazminat) teklif ettim,» bu­
yurdu. (Sonra onlara dönüp) : Bâzı oldunuz mu? dedi. Adamlar -.
Hayır, dediler. Bunun üzerine mühâcirler ontan menetmek iste­
diler. Fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mühâcirlerin
vazgeçmelerini emretti. Mühâcirler de vazgeçtiler. Sonra Eesûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlan çağırdı ve kendilerine
verilecek mal miktarını artırdı. Sonra (onlara) :
— «Bâzı oldunuz mu?» buyurdu. Adam lar: Evet, deyince, Ee­
sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Ben halka konuşma yapacağım ve sizin râzı okluğunuzu on­
lara haber vereceğim,» buyurdu. Adam lar:
— Peki, dediler. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
halka konuşma yaptı. Sonra (adamlara) :
— «Bâzı oldunuz mu?» buyurdu. Adamlar d a :
•— Evet, dediler.
İbn-i Mâceh dedi k i : Ben, Muhammed bin Yahyâ’dan şu sözleri
işittim: Bu hadisi yalnız Ma'mer rivâyet etti. Kendisinden başka
kimselerin bunu rivâyet ettiklerini bilmiyorum.”

İ Z A H I
Bu hadîsi E b û D â v û d ve N e s â î de rivâyet etmiş­
lerdir. H a t t â b i , el-Mââlim’de şöyle dem iştir:

BU HADÎSTEN ÇIKABILAN FIKIH HÜKÜMLERİ ŞUNLABDIB :


1. V ali ve benzerî devlet adamlan şer’an akıtılması haram olan
bir kan akıttıklan zaman başkalan hakkmda vâcib olan kısâs bun­
lar hakkmda da vâcibtir.
2. Başından yaralanan kimse, hasmınm kısâs edilmesinde, yâ­
ni başının kırılması için İsrarda bulunursa, şer’an tâyin edilmiş bu­
lunan diyetten fazla mal vermek sûretiyle yaralıyı râzı etmek câiz­
dir.
298 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

3. Zekât konusunda mal sâhibinin beyânı mûteberdir. Zekât


memurunun onu dövmesi ve açıklanmayan malın meydana konul­
ması için zorlama yapması câiz değildir. Memurun böyle bir yetkisi
yoktur.
Ebû B e k i r (Badıyallâhü anh) ile Ö m e r (Radıyallâhü
anhl’ın kısâs hükmünü vâli gibi devlet adamları hakkmda. uygula­
dıkları rivâyet olunmuştur .Ş â f i î , A h m e d , ve İ s h â k da
bu görüştedirler.”
‘H ' V v ' ı ( " )
11 — C E N İN İN DİYETİ BÂBI

Cenin: Kadının rahminde bulunan haml’e denilir. Hamil, kadı­


nın kanunda gizli olduğu için ona Arap dilinde gizlenmiş şey mânâ­
sım ifâde eden Cenin ismi verilmiştir. Kadının rahminden diri ola­
rak çıkan cenine Veled ismi verilir. Şâyet ölü olarak çıkarsa ona Sıkt
ismi verilir. Türkçemizde Sıkt’ın karşılığı Düşük’tür. Sıkt a cenin de
denilir.

T E R C E M E S Î

2639) “ ... Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre;


Şöyle demiştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cenin (in tazminatı)


hakkmda bir ğurre ile hükmetti. Ğurre, köle veyâ câriyedir. A ley­
hinde (yâni ğurre ödemesine) hüküm verilen adam (kâfiyeli, seci’li
cümlelerle: Yâ Resûlallah) Henüz içmeyen, yemeyen, bağırmayan,
doğarken ses vermeyen cenin için diyet verecek miyiz. Halbuki bu­
nun misli hederdir (öcü alınmaz)? dedi. Bunun üzerine Resülullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
B âb: 11 KİTABÜ-D’DtYET 299

«Şüphesiz bu adam (kafiyeli cümleler sıralayarak) bir şâirin sö­


zü ile hükmediyor. Cenin (in diyeti) b ir ğu rred ir: Bir köle veyâ bir
Câriye» buyurdu.”

T E R C E M E S İ
2640) El-Misver bin Mahrama (Radtyallâhü a «A )’den; Şöyle de­
miştir :

Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh). kadının kanundan dar­


be yemekle ölü cenin düşürmesi (tazminatı) hakkmda sahâbîlere
danıştı. Bunun üzerine el-Müğîre bin Şu’be (Radıyallâhü anh) :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in bunun hakkm­
da bir ğurre (yâni) bir köle veyâ bir câriye (tazminat) ile hükmet­
tiğine şâhid oldum, dedi. Ömer (el-Müğire’ye) :
Seninle beraber (bu hükme) şâhidlik edecek bir sahâbi getir,
dedi. Sonra Muhammed bin Mesleme (Radıyallâhü anh) de el-Mü-
ğîre ile beraber (bu hükme) şâhid olduğunu söyledi."

T E R C E M E S İ
2641) Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine
göre:
300 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in bu mesele­


de, yâni cenin (in diyeti) hakkmdaki hükmünü sahâbilere sordu. Bu­
nun üzerine Hami bin Mâlik bin en-Nâbiğa ayağa kalkarak: Ben iki
karımın arasmda idim. Bunlardan birisi diğerini bir çadır direğiy­
le dövüp öldürdü ve ceninini (yâni kanundaki bebeğini) de öldür­
dü. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cenin (in tazminatı)
hakkmda ğurre olan bir kölenin ödenmesine ve öldürülen kadına
karşılık katile kadının öldürülmesine hükmetti.”

İ Z A H I
Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini B u h â ­
r i , E b û D â v û d ve T i r m i z i de rivâyet etmişlerdir.
E l - M i s v e r (Radıyallâhü anh)’m hadîsini M ü s l i m ve
E b û D â v û d da rivâyet etmişlerdir. Ö m e r (Radıyallâhü
anh) ’m hadîsi ise E b û D â v û d ve N e s â i tarafmdan da
rivâyet edilmiştir.
Hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:
Cenin: Bu bâbm baş kısmmda belirttiğim gibi kadının rahmin­
de bulunan bebeğe ve bebek şekline henüz dönüşmemiş olan ham­
le de denilir.
Ğ urre: Bu kelimenin asıl mânâsı atm ahundaki beyazlıktır. Son­
ra mülk edinilen insan, yâni köle ve câriye mânâsma kullanılmıştır.
Başka mânâlar da var ise de burada bu mânâ kasdedilmiştir. Ha­
dîslerde Ğurre kelimesinin arkasmda gelen köle ve câriye bunun
açıklaması mâhiyetindedir ve cenîn kâtilinin dilerse köle, dilerse câ­
riye verebileceği anlamım ifâde eder.
İmlâs: Bu kelimenin lügat mânâsı bir şeyi düşürmektir. Burda
kadının kanundan darbe yemesi sebebiyle doğum zamanından ön­
ce çocuk düşürmesi mânâsı kasdedilmiştir. B u h â r i , el-İtisâm
bölümünde bu kelim eyi: İm lâs: Kadının kanuna vurmakla cenîn
düşürmesidir, diye açıklamıştır. E b û D â v û d ’ un rivâyetin-
de de bir râvî bu kelim eyi: Yâni adam karısının kanıma vurdu, şek­
linde açıklamıştır.
Mistah s Çadır direğidir.

HADİSLERİN FIKIH YÖNÜ


1. Bir kimse, gebe bir kadının kanuna bir şey vurmak sûre-
tiyle veyâ başka bir şekilde kadının çocuk düşürmesine sebebiyet
Bâb : 11 KİTÂBÜ-D’DİYET 301

verirse ceninin diyeti olarak mirasçılarına bir köle veyâ bir câriye
verilmesi gereklidir. Kâtil veyâ yakınlan köle ve câriyeden birisini
seçmekte serbesttir. Hangisini arzu ederlerse onu verirler.

2. Bir kimse gebe bir kadım dövüp onu ve kanundaki bebeği


öldürdüğü takdirde bebek diyeti olarak mirasçılarına bir köle veyâ
bir câriye verilir. Kâtil kısâs olarak öldürülür.

Ömer (Radıyallâhü anh) ’m M ü ğ î r e (Radıyallâhü anh)


den ikinci bir şâhid istemesiyle ilgili olarak şöyle denilmiştir : ö m e r ,
bir şahsm hadîs rivâyetiyle yetinmiyordu, bir dînî mes’elenin halledil­
mesine esâs olacak bir hadîsin en az iki sahâbî tarafmdan rivâyet edil­
mesini araştınyordu. Diğer bir kavle göre, Ö m e r (Radıyallâhü
anh) ceninin diyetinin bir köle veyâ bir câriye olduğuna dâir hük­
mü M ü ğ î r e ’ den duyunca bu hüküm diyetler hakkındaki bil­
gilerine uymadığı için Ö m e r hükmün pekişmesi için başka şâ­
hid istemiştir. Yoksa sanıldığı gibi Ö m e r , bir sahâbînin rivâ-
yetini red etmek için böyle dememiştir.

ÂLİMLERİN CENİN DİYETİ H ARKIN D AKİ GÖRÜŞLERİ

1. H a n e f i mezhebine göre, bir kimse hür bir kadının


kamına bir şey vurursa bu yüzden kadm ölü bir cenîn düşürürse
bir ğurre vâcib olur. Eğer cenîn oğlan çocuğu ise bu ğurre bir er­
keğin diyetinin yirmide biri olan beş yüz dirhemdir. Şâyet cenîn kız
çocuğu ise ğurre, kadının diyetinin onda biri olan beş yüz dirhem­
dir. Şu halde ceninin oğlan veyâ kız olması diyet tutarını değiştir­
mez. Bu diyet kadım dövenin Âkilesi, yâni baba tarafmdan olan
akrabasından alınır ve ceninin mirasçılarına verilir. Bu diyetin öde­
me süresi bir yıldır. Şâyet cenîn canlı olarak doğduktan sonra, bu
darbenin tesiriyle ölürse tam diyetin ödenmesi gereklidir. Şâyet ce­
nîn ölü olarak düşer ve bunun arkasında kadın da bu darbenin te­
siriyle ölürse, cenîn için bir ğurre ve kadın için de bir diyet ödenir.
Vücûdunun bâzı organları belirmiş cenîn, vücûdu tamamlanmış ce­
nîn gibidir. Bir kadın bir ilâç almak veyâ bir şey yapmakla kasden
cenîni düşürürse, kadının yakınları (Âkilesi) bir köle veyâ câriyeyi
tazminat olarak ceninin vârislerine ödemekle mükelleftir. Ancak ka­
dın bu işi kocasının muvafakatıyla yapmış ise ğurre lâzım olmamak­
la beraber, bir canlıyı katletmişcesine haram ve günah işlemiş olur.
(Kürtaj ve çocuk düşürmek meselesi ayrı bir konudur. Bu hususta
biraz bilgi 1926 -1928 nolu hadîsler bölümünde geçti.)
302 SÜNEN-İ İBN-İ MAC®

2. Ş â f i î mezhebine göre, hâmile bir kadın, dövmek, tehdîd


etmek gibi bir nedenle ölü bir cenin düşürürse bir ğurer, yâni bir
köle veyâ bir câriye olaya sebep olanın Âkile’sinden, yâni baba tara­
fmdan gelen yakınlarından alınıp ceninin mirasçılarına verilir. Ce­
ninin dışarıya çıkması ister anasının hayatına rastlasm, ister ana­
sının ölümünü müteakip olsun hüküm aynidir. Şâyet hâmile ka­
dına yapılan darp gibi bir işlemden dolayı cenin diri olarak doğup
elemsiz bir süre yaşadıktan sonra ölürse bir tazminat lâzım gelmez.
Eğer cenin doğduğu zaman ölürse veyâ doğup elemi devam edip ne­
ticede kurtulamayarak ölürse tam bir diyöt ödenir. Cenin tam ol­
duğu takdirde hüküm budur. Şâyet yukarda anlatıldığı gibi düşürü­
len cenin bir et parçası şeklinde olup bilir kişiler bunun bâzı or­
ganlarının oluştuğunu meselâ el veyâ ayak gibi bir tarafının teşek­
kül ettiğini söylerler ise yine bir ğurre gerekir. Ğurre ismi verilen bu
diyet üç yıl süre içinde ödenir.
3. M â l i k i mezhebine göre cenin bir kan pıhtısı hâlinde bile
olsa anasına bir darp veyâ korkutma gibi yapüan bir işlemden do­
layı ölü olarak düşerse ve düştüğünde anası hayatta ise, anasırım
tam diyetinin onda biri değerinde bir ğurre ödenir. Ğurre denilen
tazminat olaya sebep olan şahıstan alınıp ceninin mirasçılarına fa-
râizdeki nisbetler dâhilinde ödenir. Şâyet cenin henüz düşmemiş iker.
anası ölürse ve sonra cenîn ölü olarak dışarı çıkarsa cenin için bir
diyet verilmez. Eğer cenin diri olarak dışarı çıktıktan sonra ölürse
ve velîleri yapüan tehdid ve darp gibi bir müdâhaleden dolayı öl­
düğüne yemin ederlerse cenin için bir diyet verilir.
Bu kadarlık bilgi ile yetinelim ve geniş bilgiyi fıkıh kitablanna
havâle edelim.
t-jl (\ r)

12 — DİYETE VÂRİS OLMAK BÂBI

İki Hâvinin Hâl Tercemesi


İkinci hadisin râvisi Misver bin Mahrama (R A .), Abdurrahman bin A vf
(R .A .)’m kız kardeşinin oğludur. 22 aded hadisi vardır. Buhâri ile Müslim onun
iki hadisini ittifakla, Buhâri dört hadisini ve Müslim bir hadisini münferiden ri­
vâyet etmişlerdir. Râvleri A li bin el-Hüseyn, Urve ve bir cemaattır. (H ülâsa: 377)
Bâb : 12 KİTABÜ-D’DİYIüT 303

• W Jj V ^ Ö* Ü.

TERCEMESİ

2642) “ ... Saîd bin el-Müseyyeb’den rivâyet edildiğine göre; Ömer (bin
el-Hattâb) (Radtyallâhü a n h ):

Diyet âkile'nin (yâni maktûlün baba tarafmdan olan yakınları­


nın) hakkıdır ve kadm (öldürülen) kocasının diyeti (kan bahası) n-
dan hiç bir şeye vâris olmaz, diyordu. Nihâyet ed-Dahhâk bin Süf-
yân (Radıyallâhü anh) :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in, Eşyem ed-Dıbâbî’-
nin kamanı kocasımn diyetine mirasçı kıldığını Ömer’e yazdı. (Bunun
üzerine Ömer görüşünden dönüş yaptı.) ”

TERCEMESİ
2643) “ ... Ubâde bin es-Sâmıt (Radıyallâhü cwA)’den rivâyet edildiğine
göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hami bin Mâlik el-Hü-


zell el-Lihyânî’yi kuması tarafmdan öldürülen karısına mirasçı kıldı.’’

İ Z A H I
Bu bâbm ilk hadisi E b û D â v û d , T i r m i z î , N e s â i ,
M â l i k ve A h m e d tarafından da rivâyet edilmiştir. İkinci
hadîsin başkaca kim tarafmdan rivâyet edildiğine dâir bilgi edine­
medim.
Hami Un Mâlik (R A .)’ın Hâl TOrcemesi
Hami bin Mâlik bin en-Nâbiğa el-Hüzelî Ebû Nadla el-Basri sahâbîdir. Râ­
visi İbn-i Abbâs (R .A .)’dır. Cenîn’in diyetine âit hadisini rivâyet etmiştir. Ebû
Dâvûd, Nesâi ve İbn-i Mâceh onun hadisini rivâyet etmişlerdir. (H ülâsa: 94)
304 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

tik hadîste geçen “Âkile” kelimesi ile ilgili bilgi 2633, 2634 noiu
hadîsler bölümünde verildi. Burada kısaca işaret ettiğim gibi kasde-
dilen mânâ maktûlün baba tarafmdan olan erkek, akıllı akrabala­
rıdır. Ö m e r (Radıyallâhü anh) ilk zamanlarında diyetin bunla­
rın hakkı olduğu ve maktûlün karısının bu diyette hakkı bulunma­
dığı görüşünde idi. Onun bu görüşte olmasının sebebi şu olabilir:
Kişi bir adamı kasıdsız olarak öldürdüğü zaman maktûlün kan ba­
hasını katilin Akilesi öder. Yâni kâtilin baba tarafmdan olan erkek
yakınları bu ceremeyi çekerler. Gerektiğinde diyet ödeme yükümlü­
lüğü yalnız bu grup akrabaya âid olduğuna göre buna karşılık ol­
mak üzere diyet alma durumu olunca da yalnız bu grup akrabalar
yararlansm. Diğer akrabalara diyetten bir şey verilmesin. Sonra
D a h h â k bin S ü f y â n (Radıyallâhü anh) Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in tatbikatını bildirince Ö m e r (Ra-
dıyallâhü anh) söylediği hükümden rücû ederek hadîsle amel etti.
Ö m e r Radıyallâhü an h )’in kendi görüşünden dönüş yaptığına
dâir cümle bizim sünenimizde yok ise de E b û D â v û d ' u n sü-
neninde bulunduğu için tercemede bu cümlenin karşılığım parantez
içine aldım.

T i r m i z î bu hadîsi rivâyet ettikten sonra bunun hasen - sa­


hih olduğunu ve ilim ehlinin uygulamasının bu hadîse göre olduğu­
nu söyler. Şerhü’s-Sünne’d e : Bu hadîs diyetin önce maktûl için vâ-
cib bir hak olduğuna ve sonra onun ölümü ile diğer mallan gibi mi­
rasçılarına intikal ettiğine delâlet eder. îlim ehlinin ekserisi böyle
hükmetmişlerdir. E 1-K a r i , el-Mirkat’ta beyân ettiğine göre
A l i b in E b i T â l i b (Radıyallâhü anh) ’den rivâyet edildi­
ğine göre kendisi, maktûlün ana bir kardeşlerini, maktûlün eşini ve
kadını maktûlün diyetine mirasçı kılmamıştır.
H a n e f î âlimler ile Ş â f i î ’ nin mûtemed kavline göre
maktûlün diyeti, diğer mallan gibi bütün mirasçılarının hakkıdır.
Farâiz hükümlerine göre mirasçılarına verilir. Kadm ile kocası da
birbirinin diyetine mirasçıdır. Ş â f i î mezhebinin diğer bir kav­
line göre diyet -maktulün baba tarafmdan olan erkek akrabasının
hakkıdır. Farâizdeki sıraya göre diyet alırlar. M â l i k de bu son
görüştedir.
Hadiste Ö m e r (Radıyallâhü anh)’a mektup yazdığı bildi­
rilen D a h h â k b i n S ü f y â n (Radıyallâhü anh) tanınmış
sahâbilerdendir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) tarafm­
dan zekât âmili olarak görevlendirilmişti. El-Mişkât’ta beyân edildi­
ğine göre bu zâtm, yüz atlıya bedel bir kahraman olduğu söylenmiş-
Bâb: 13 KİTÂBÜ-D’DİYET 303

Itir. Kendisi Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in nöbetini


tutardı. N e c d vâliliği yapan bu zâtın künyesi E b û S a ’ d ’ -
dır. Dört aded hadisi vardır. Sünen sâhipleri onun hadîslerini rivâ­
yet etmişlerdir. Râvileri S a i d b i n e l - M e s e y y e b ile
H a s a n - ı B a s r i ’ dir. (10)

Hadiste ismi geçen E ş y e m (Radıyallâhü anh)’in hatâen,


yâni yanlışlıkla öldürüldüğü M â 1 i k ’ in rivâyetinde î b n - i
Ş i h â b tarafmdan belirtilmiştir. Bu sahâbînin mensup olduğu Dı-
b â b , K û f e ’ de bir kalenin ismidir.

Ub âd e (Radıyallâhü anhl’ın hadîsinde ismi geçen H a m i


bin M â l i k (Radıyallâhü anh)’ın bir karısının diğer karısını
öldürdüğü 2641 nolu hadîste de belirtilmişti. Bu kadınlardan birisinin
isminin M ü 1 e y k e , diğerinin Ü m m ü G u t a y f olduğu
î b n - i A b b â s tarafmdan belirtilmiştir. Bu ilâve î b n - i A b -
b â s ’ ın E b û D â v û d ’ un ettiği rivâyette mevcuttur.

jifc Û I 4 * t-Â ( \ r )
13 — KÂFİRİN DİYETİ (K A N BAHASI) BÂBI

. j S %c* •& S f ü * L » - n a
JÂI J l (J** ii j Z-j Ûl • Cf- ‘ ‘
* * * *
. jCtiH j â j <t’ju lliîl J l*

jÎ jl <jr.ör Jl ûV . {f- •jy+A < »- «jUJ : oîljJI <j

T E R C E M E S İ

2644) “ ... Amr bin Şuayb’in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (R a ­
dtyallâhü anhümyûea rivâyet edildiğine göre :

(10) Hülâsa: 176

Sünen-i îbn-i Mâce — C .: 7 - P .: 20


306 SÜNEN-1 İBN-t M Â C E

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki kitâb (yâni Tevrat


ve İncil) ehlinin diyetinin müslümanlann diyetinin yansı olduğuna
hükmetmiştir. İki kitâb ehli, yahûdîler ve hristiyanlardır.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bu hadîsin senedi hasendir, çünkü sa­
hih senedin derecesinden noksandır. Sebebi de şudur : Râvi Abdurrahman bin
Ayyâş’ı zayıf sayam da sıkâ sayam da görmedim. Amr bin Şuayb’in dedesi, hak­
kında da ihtilâf vardır

İ Z A H I

Zevâid sâhibi bu hadîsi Zevâid türünden saymıştır. N e s â î


de bu hadîsin benzerini yine A m r b i n Ş u a y b ’ in dedesin­
den ve merfû olarak rivâyet etmiştir.
Bu hadîse göre bir hristiyan veyâ bir yahûdînin kan bahası ve­
yâ bir organın diyeti bir müslümanm kan bahasının yansı kadardır.
Bir müslümanm kan bahasınm ne kadar olduğu bu kitâbın 4, 5 ve 6.
bâblarında beyân edilmiştir.
Vücûd organlannm diyetine dâir bilgiler de bunun akabinde ge­
len bâblarda beyân edilmektedir.

ÂLİMLERİN KÂFİRİN DİYETİ H ARKIN D AKİ GÖRÜŞLERİ

1. H a n e f i l e r ’ e göre, zimmilerin, yâni mal can ve din


teminatı verilen gayri müslimlerin diyeti müslümanlarm diyeti ka­
dardır. E b û B e k i r (Radıyallâhü anh) ve Ö m e r (Radıyal-
lâhü anh) de böyle hükmetmişlerdir. Bu diyet ister kasden öldür­
me diyeti olsun ister hatâen, yanlışlıkla öldürme diyeti olsun fark
etmez.
2. Ş â f i i 1e r ’ e göre yahûdî, hristiyan, anlaşmalı gayri müs-
limler ve güvenlik verilen yabancı gayri müslimlerin diyetleri müslü­
manlann diyetlerinin üçte biri kadardır. O s m â n (Radıyallâhü
anh) ve A m r (Radıyallâhü anh) da böyle hükmetmişlerdir.
3. M â l i k î l e r ’ e göre yahûdî ve hristiyanlann diyetleri
müslümanlann diyetlerinin yansı kadardır. Kasden öldürme ile yan­
lışlıkla öldürme diyetleri bu hükme tabidir. Müslümanm diyetinin
yarısı altı bin dirhem gümüş veyâ beş yüz dinâr altındır. Andlaş-
malı müşriklerin diyeti ise müslümanm diyetinin onbeşte biri ka­
dardır.
B âb: 14 KİTÂBÜ-DTtfYET 307

4. H a n b e l i l e r ’ e göre hristiyan veyâ yahûdî kimseye gü­


venlik verilmiş iken bir müslüman onu kasden öldürürse onun di­
yeti bir müslümanm diyeti kadardır. Şâyet yanlışlıkla öldürürse
onun diyeti müslümanm diyetinin yansı kadardır.
Notta A m r b i n Ş u a y b ’ in dedesi hakkında ihtilâf bu­
lunduğu ifâde edildi. Bu ihtilâf şudur: A m r b i n Ş u a y b
b i n M u h a m m e d b i n A b d i l l a h , Ş u a y b ’ in oğ­
ludur. Ş u a y b da M u h a m m e d ’ in oğludur. M u h a m ­
m e d de A b d u l l a h ’ ın oğludur. Şu halde A m r ’ m de­
desi M u h a m m e d ’ dir. A b d u 11 a h ise A m r ’ m ikinci
dedesidir. Bir senedde:
«A m r bin Şuayb, babasından rivâyet etmiş, babası da dedesinden
rivâyet etmiştir» ifâdesi kullanılınca Ş u a y b ’ in M u h a m ­
m e d ’ den mi yoksa A b d u l l a h ’ dan mı hadis işittiği kasde-
diliyor? Ş u a y b , A b d u l l a h ’ dan hadîs işitmiş mi? İşte bu
noktadan dolayı böyle bir sened sahih mi, hasen mi? diye ihtilâf
olmuştur. B u h â r î : Ş u a y b , A b d u l l a h ’ dan hadîs işit­
miş, demiştir. E l - H â f ı z E b û B e k i r b i n Z i y â d da
böyle demiştir. Fakat E b û D â v û d , böyle bir sened hüccet,
yâni delil sayılmaz, demiştir. Kuvvetli olan görüş bunun sahih ol­
masıdır ve böyle bir senedden maksad Ş u a y b ’ in A b d u l ­
l a h ’ dan rivâyet etmesidir. Bu itibarla bu durumu parantez içi
ifâde ile belirtmek isterim. Allah daha iyi bilir.
*1»j V ( i t )
14 — KÂTİL (M AKTUL’A ) VÂRİS OLMAZ, BÂBI

T E R C E M E S İ
2645) “ ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü atık) ’den rivâyet edildiğine göre;
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kâtil (öldürdüğü yakınının malına) vâris olmaz» buyurmuştur.”
308 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

‘ W-x*c#î âî *•5':3H' ^ tlrc« •x;—c/<J-4 ^Vı


(jjJ [jlj < ‘UÂi-JnT^'* J « 42» ûy*^* ' ö* -j^-k < *1-;^

. « ıX^*i (_r^* tJJ*îf ^ t)j-*j o»*- ?J j>-\Oiî3^* •ÂiU-


. oUJ rafljj» j

T E R C E M E S İ

2646) “ ... Amr bin Şuayb’den rivâyet edildiğine gö re:

Müdlic oğullarından Ebû Katâde denilen bir adam oğlunu öldür­


dü. Ömer (Radıyallâhü anh) kendisinden otuz hıkka (beş yaşma
basmış dişi deve), otuz cezaa (dört yaşma basmış dişi deve) ve kırk
hakfa (hâmile deve) olmak üzere yüz deve aldı. Sonra:
Maktûlün erkek kardeşi nerdedir? Ben Resülullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ’den işittim buyurdu ki s
«Kâtil’e (maktûlün malına) vâris olma hakkı yoktur,» dedi."
N o t: Bu hadisin senedinin hasen olduğu Zevâid’de belirtilmiştir.

İ Z A H I

E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadisini T i r m i z î


de rivâyet etmiştir. N e s â î de büyük süneninde rivâyet et­
miştir. T i r m i z î bu hadîsi rivâyet ettikten sonra: Bu hadis sa­
hih değildir. Ancak bu senedle bilinmektedir. Senedin râvîlerinden
î s h â k b i n A b d i l l a h b i n E b i F e r v e ’ yi bâzı ilim
adamları terketmişlerdir. A h m e d b i n H a n b e l d e onu
terkedenlerdendir. Âlimlerin uygulaması ise bu hadîse göredir, is­
ter kasden, ister yanlışlıkla olsun bir kimse bir yakınını öldürürse,
öldürdüğü kişinin mirasçısı olamaz. Bâzı âlimler: Yanlışlıkla öldüren
kâtil maktûlün malma mirasçı olur, demişlerdir. M â l i k de böy­
le söyleyenlerdendir, diye bilgi vermiştir.
Tuhfe yazarı da Ş e v k â n î ’ den naklen bu hususla ilgili ge­
nişçe bilgi vermektedir. Kasden veyâ yanlışlıkla bir yakınım öldüren
kimse ona vâris olamaz, diyen âlimlerin delillerini beyân eden Ş e v ­
k â n î de bu görüşün kuvvetli olduğunu söyler. Orda verilen bilgiye
göre:
Bâb : 14 KÎTÂBÜ-D’DÎYET 309

1. E b û H a n î f e , arkadaşları ve Ş â f i î ile, ilim ehli­


nin ekserisi: Kâtil, öldürdüğü kimsenin mirasçısı olamaz, öldürme
işi kasden olsun, yanlışlıkla olsun fark etmez. Kâtil, maktûlün malı­
na mirasçı olmadığı gibi onun diyetine, kan bahasma da mirasçı ol­
maz, demişlerdir.
1

2. M â l i k , N a h a î ve H â d e v i l e r : Y anlışlıkla öldü­
ren kişi, maktûlün malına mirasçı olur. Fakat diyetine mirasçı olmaz,
demişlerdir.

Öme r {Radıyallâhü anh), A l i (Radıyallâhü anh), Ş ü -


r e y- h (Radıyallâhü anh) ve diğer İslâm kadılarının da kâtilin mi­
rasçı olamayacağına hükmettikleri rivâyet olunmuştur.

A m r b in Ş u a y b (Radıyallâhü anh) ’m hadîsi ise Zevâid


türündendir. Bundan çıkan hüküm de şöyledir:

1. Baba, öldürdüğü oğlunun malına ve diyetine mirasçı olmaz.


2. Baba oğlunu öldürdüğü takdirde, kısas olarak öldürülmez.
Diyet vermekle mükelleftir. Bu diyet kâtilden sonra gelen ve mak­
tûlün baba tarafından olan yakınlarına verilir.

EVLÂDINI ÖLDÜREN BABA KISAS, MİSİLLEME


O LARAK ÖLDÜRÜLÜR M Ü ?

1. H a n e f î l e r , Ş â f i î l e r ve H a n b e l î l e r : Adam,
oğlunu öldürdüğü gerekçesiyle kısas edilmez. Çünkü Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem : «Baba, veledini (çocuğunu) öldürdüğü ge­
rekçesiyle kısas edilmez» buyurmuştur. Bu, meşhûr bir hadistir. İs­
lâm ümmeti bu hadisle amel etmiştir. Şu halde bu hadîs kısas âye­
tinin hükmünü hususileştirmiş olur. Ö m e r (Radıyallâhü anh)
da oğlunu öldüren kimse aleyhinde diyetle hükmetmiş ve hiç bir
sahâbi bu hükme karşı çıkmamıştır, derler.

2. M â 1 i k i 1 e r ise: Baba oğlunu öldürdüğü için kısas edil­


mez. Ancak oğlunu yere yatırıp boğazlarsa veyâ aç ve susuz olarak
bir yere hapsedip ölümüne sebebiyet verirse, o zaman kısas edilir.
Yâni öldürülür. Şâyet baba öldürme kasdı olmaksızın oğluna büyük
bir taş atsa veyâ sopa ile dövse ve oğlu bu darbelerden ölse, baba
kısas edilmez. Hülâsa baba öldürme kasdmı taşıyor idi ise teammü-
den öldürdüğünde kısas edilir. Öldürme kasdı yok ise kısas edilmez,
demişlerdir.
310 SÜNEN-İ İBN-İ MACE

LaJ^ i lf âw»e J t J»6 . (\o)

15 — K AD IN IN (CÎNÂYET İŞLEMESİNDEN DOLAYI


ÖDENECEK) DİYETİ ONUN ASABASI (BABA)
TARAFIN D AN OLAN ERKEK Y A K IN LA R I) ÜZERİNDEDİR
VE KAD IN IN MİRASI EVLÂDINADIR, BÂBI

I ^ Jlî ^ f.? *-,? i •— V (*^1 * 1 1 » A*» MU / » i


xs.^ (jr Jurf ut. jjy * **1^ »Lj»l • L/îa* —T11V
'tu, * ' • - f•' •-*. .* •'•' t .* .* ' r v » • -
‘ û* ‘ cT C/ J U A - û*

. ı^r j j ^ v j. Ç * 'y J . V j . y s ' ^ İÜ


*
—' - -• M» .^ ^ r -*• - /•
.t jjk&f • V* J->Mif ^-*** CÂjS J
T E R C E M E S İ

2647) “ ... Amr bin Şuayb’in dedesi (Abdullah bin Amre bin el-Âs) (R a-
dtyallâhü anhütn)’den; Şöyle demiştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Kadının mevcud asa-


bası (yâni baba tarafmdan erkek, aküh akrabası) nin onun (cinâ-
yet işlemesi hâlinde ödenmesi gerekli) diyetini vermelerine ve bun­
ların, kadının vereselerinden (belirli hisse sâhiplerinden) artan mal
dışında onun hiç bir malına mirasçı olmamalarına hükmetti. (A y­
rıca şuna da hükmetti ■,) Kadın öldürülürse diyeti (kan bahası), onun
mirasçıları arasındadır (Farâiz hükümlerine göre aralarında taksim
ed ilir). Bu itibarla kâtilini onlar öldürür."

,/ u S j j r J t & a . j d S ' & e .£ * .S 2 il2 fr - n U

. 3r.ûîı iteli £ V 'jjı £ § ^ ' 3 * - > ' & ■ 3 ü s j f t S * * o*

.«U y , f e ■v » 3& ■ü f e >> 3 / -j t. = ^


T E R C E M E S İ

2648) Câbir (bin Abdillah) ( Radtyallâhü anhümâ) ’dan; Şöyle de­


miştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) diyeti, kâtile kadının


âkilesi (baba tarafından erkek ve akıllı yakınlan) üzerine yükledi.
Bâb : 15 KlTÂBÜ-DT)ÎYET 311

Bunun üzerine öldürülmüş olan kadının âkilesi (baba tarafın­


dan olan erkek ve akıllı yakınlan) ;
Y â ResûlaUah! öldürülen kaduun mirası bizedir, dediler. Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hayır. Mirası kocasına ve çocuklannadır» buyurdu.

İ Z A H I

Bu bâbm ilk hadisini E b û D â v û d ve N e s â i de ri­


vâyet etmişlerdir. C â b i r (Radıyallâhü anhl’ın hadîsi ise yine
E b û D â v û d tarafından da rivâyet edilmiştir.
Bu hadislerde geçen Asaba kelimesini biraz daha açıklayalım:
Farâiz kitâbında görüleceği üzere mirasçılar asaba ve Zevi’l-
Furûd, diye iki kısma aynlır. Kur’ân-ı Kerim’de belirli bir payı takdir
ve tâyin edilmiş bulunan mirasçılara Zevi’I-Furûd denilir. Böyle be­
lirli bir payı olmayıp da paylardan artanı alan ve Zevi’l-Furûd’dan
kimse bulunmadığı takdirde ölünün terekesinin tamammı alan mi­
rasçılara da Asaba denilir.

Akile kelimesi bu bâblarda sık sık geçmektedir. Bu kelime ile il­


gili geniş bilgi bu kitâbın 7. bâbında verilmiştir. Orada beyân edil­
diği gibi âlimler kişinin usûl ve furûunu, yâni babasını, baba baba­
sını, oğullarım ve torunlarını Âkilesi kavramının dışında tutmuş­
lardır. Burdaki iki hadis de kişinin babası ile dedesi, evlâdı ve eşi­
nin Âkile'den sayılmıyacağma delâlet ederler.

HADİSLERDEN ÇIKAN HÜKÜMLER

1. Kadm bir cinâyet işlediği takdirde ödenmesi gerekli diyet


kadınm baba tarafından olan erkek yakınlarına ödettirilir.

2. Asaba durumundaki yakınlar, belirli hisseleri bulunan miras­


çılardan artan mala mirasçı olup bunun dışında mirasçılık hakları
yoktur .

3. Kadm öldürüldüğü zaman onun kan bahâsı mirasçıları ara­


sında taksim edilir. Eğer kâtili kasden öldürdüğü için kısas cezâsı
verilecekse bu cezâyı uygulama yetkisi, öldürülen kadının mirasçı­
larına âittir.
312 SÜNEN-Î İBN-1 MÂCE

4. Kadın öldürüldüğü zaman mirası, kocasına ve çocuklanna-


dır, âkilesine değildir. Yâni baba tarafmdan olan erkek yakınlarına
değildir. Bu husus, geniş izahat ister. Bju itibarla bunu Farâiz kitâ-
bına havale edelim.
5. Belirli hissesi bulunan mirasçılar ve evlâd, kişinin  kilesi’n-
den sayılmaz.
H a t t â b i ilk hadisin şerhinde özetle şu bilgiyi v e r ir :
Yâni asaba durumundaki akrabalar, kâtil erkeğin diyetini üst­
lendikleri gibi kâtile kadının diyetini de yüklenirler. Diyet ödemeyi
gerektiren cinâyetler ister bir erkek tarafmdan ister bir kadın ta­
rafmdan işlensin, bundan dolayı ödenecek diyet bunların asabasma
yüklenir. Cinâyet işleyenin erkek veyâ kadın olması diyetin yüklene­
ceği akrabalarda bir değişiklik yaptırmaz. Bu hadis, baba ve baba
babanın  kile ismi verilen gruptan sayılmayacağına delildir. Çün­
kü bunlara altıda bir miras hissesi tâyin edilmiştir. Akıla, amca ve
bunun oğullan gibi asabalardır. Hadisin; = «öldü ­
rülen kadmm diyeti vârisleri arasmda taksim edilir» cümlesinden
maksad şudur: Öldürülen kadının kan bahası, onun diğer mallan
gibidir. Kocası dâhil bütün mîrasçılan buna vâris olurlar. Nitekim
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) E ş y e m e d - D ı b â -
b i ’ nin karışım onun diyetine mirasçı kıldı, (2642 noiu hadîse bak)
demiştir.
Hadisin bu cümlesinden çıkan hüküm şudur: Öldürülen kadmm
diyetine bütün mîrasçılan vâris olur. Mirastan belirli payı olanlar
hisselerini alırlar. Artan malı asaba ismi verilen vârisler alır. Şâyet
belirli payı olan mirasçılardan kimse yok ise diyetin tamamım asa­
ba denilen mirasçılar alır.
<>-JI < İu #U2H<r  ( n )

16 — DİŞ H AKKIN D A KISAS (MİSİLLEME) BÂBI


Bâb : 16 KİTÂBÜ-D’DİYET 313

T E RCE M E S t

2649) “ ... Enes (bin Mâlik) (RadtyaUâhü anh)’den-, Şöyle•demiştir :


Enes’in (yâni kendisinin) halası er-Rubeyyi’ (Radıyallâhü anhâ)
(bir kere) bir câriyenin ön dişini kırdı. Rubeyyi’in yakınlan (karşı
taraftan) afıv dilediler. Fakat câriyenin adamlan (afıv etmekten)
imtina ettiler. Bunun üzerine Rubeyyi’in. yakınlan dişin tazminatım
ödemeyi onlara teklif ettiler. Onlar bunu da kabul etmeyerek Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e vardılar. Resûl-i Ekrem (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) de kısâsm uygulanmasını emretti. (Rubey-
yi’in kardeşi) Enes bin en-Nadr (Radıyallâhü anh) :
Y â Resûlallah er-Rubeyyi’in ön dişi (misilleme olarak) kırılacak
(mı?) Seni hak (din) ile gönderen Allah’a yemin ederim (ve A l­
lah’m yardımım umarak derim) ki er-Rubeyyi’in dişi kınlmıyacaktır,
dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) d e :
«Y â Enes (bin en-Nadr) Allah’ın farz kıldığı hüküm kısastır,»
buyurdu.
Rfivî demiştir k i : (Enes’in umutlu yemininden) sonra câriyenin
adamlan (diyete) râzı oldular ve (er-Rubeyyi’i kısas cezâsmdan)
afıv ettiler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Şüphesiz, Allah’ın kullarından öyle kişi vardır ki, Allah’a ye­
min etse Allah onun yeminini yerine getirir» buyurdu.”

İ Z A H I

Bu hadisi B u h â r i , E b û D â v û d ve N e s â î de ri­
vâyet etmişlerdir. E r - R u b e y y i (Radıyallâhü anhâ), E n e s
b i n M â l i k (Radıyallâhü anh)’m halası ve E n e s b i n
e n -N a d r (Radıyallâhü anh) ’m kız kardeşidir.
Seniyye: Dört ön dişten birisi anlamındadır. Çoğulu Senâyâ’dır.
Hadîste geçen «Kitâbullah» ifâdesi «Allah’ın hükmü» veyâ «A l­
lah’m farzı» mânâsma yorumlanmıştır. Bu ifâde ile kısas âyetinin
kasdedilmiş olması muhtemeldir. Hangi şekilde yorumlanırsa yo­
rumlansın cümleden kasdedilen mânâ şudur;
314 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

«Câriyenin adamları diyete razı olmayınca ve er-Rubeyyi’i ba­


ğışlamayınca Allah’m koyduğu hüküm, er-Rubeyyi’in dişinin kısas
olarak kesilmesidir.»
E n e s : «Er-Rubeyyi’in dişi kesilmez» sözü ile Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in beyân buyurduğu hükme karşı gel­
meyi veyâ tasvib etmemeyi kasdetmiş değildir. E n e s ’ in mak­
sadı Allah Teâlâ’mn câriyenin adamlarım yumuşatmasını, kısâstan
vaz geçirip diyete râzı etmesini ummak ve Allah’m yardım edece­
ğini beklemektir. Bunun içindir ki, önce diyete kesinlikle karşı çıkan
câriyenin adamları E n e s ’ in yemininden sonra birden değişip
diyete rızâ gösterince Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm),
E n e s ’ in umduğu ilâh! yardımın ulaştığını işâret etmek üzere buy­
ruğunu ifâde etmiştir. ^
jL-V\ ('v)
17 — DİŞLERİN DİYETİ BÂBI

,c/i\
' ^
i ; S -Cji % b
^ »■"I*
fÇS' i-* S*îrO* - n» •
û tû y u Ufe jfğ | & Uj Z-j 6) c f * û* *

. C J • ‘A j -*

T E R C E M E S İ
2650) "... (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivâyet edil­
diğine göre: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Dişler (diyet mikdan bakımından) eşittir. Seniyye (denilen ön)


diş ve dırs (denilen diğer dişler) eşittir.»”

• *C & r *4 *C r ^ 4 ^ *«" I ü* — W >

• â * ‘ c A * <>' â * < -»İj- U î. J>.l U:


V < # * * + O» # ^ ^

»j U—I : oTljjlI j

T E R C E M E S İ
2651) "... (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) ’dan rivâyet edil­
diğine göre :
Bâb : 17-18 KtTÂBÜ-D’DlYET 315

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dişin diyetinin beş de­


ve olduğuna hükmetti.”
N o t: Bu hadisin senedinin sahih olduğu, Zevâid’de belirtilmiştir.

İ Z A H I

İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) ’ın ilk hadîsi T i r m i z i


ve E b û D â v û d tarafmdan da rivâyet edilmiştir. Onun ikin­
ci hadisi Zevâid türündendir. E b û D â v û d ve N e s â î bu­
nun bir benzerini A m r b i n Ş u a y b ’ in dedesinden merfû
olarak rivâyet etmişlerdir.
Seniyye, ön diş mânâsmadır. öndeki dört dişin her birine bu
isim verilmiştir. Bunların ikisi yukarda, diğer ikisi de aşağıda olur.
Seniyye’nin çoğulu Senâyâ’dır. öndeki dört dişe senâyâ ismi veril­
miştir. Bunların dışında kalan dişlere de dırs denilir. Dırs’m çoğulu
da Adrâs’tır. İlk hadîsten çıkarılan hüküm şudur: Diyet mikdan ba­
kımından ön dişler ile diğer dişler arasında fark yoktur. İkinci ha­
dîste ise bir dişin diyetinin beş deve olduğu bildirilmektedir.
Bir dişin diyetinin beş deve olduğu husûsunda fıkıhçılar ittifak
hâlindedir. Bir kimse bir kimsenin dişini kasden kırar veyâ kökünden
çıkarırsa bunun cezâsı kısâstır. Yân karşı tarafın dişi kesilir veyâ
kökünden çekilir. Ancak dişi kırılan veyâ çekilen taraf kısâs yeri­
ne diyete râzı olursa kısâs yapılmaz ve diyet olarak beş deve öde­
nir. Kezâ hatâen, yâni yanlışlıkla diş kesilir, kırılır veyâ kökünden
çıkarılırsa, bunun cezâsı beş deve diyettir. Hür ve müslüman kadı­
nın dişinin diyeti ise hür ve müslüman erkeğin diş diyetinin yarı­
sıdır. Yâni iki buçuk devedir. Zimmi, yâni hristiyan ve yahûdînin
diş diyeti ise bir deve ve bir devenin üçte ikisidir. Mecûsî, yâni ateş-
perest’in diş diyeti ise bir devenin üçte biridir.
U y t < 0 ^ 1 ( ia )
18 — PARM AKLARIN DİYETİNİN BÂBI
316 SÜNEN-İ İBN-İ M Â C E

T E R C E M E S İ
2652) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhütnâ)’dan rivâyet edil­
diğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Şu ve şu» yâni küçük


parmak, yüzük parmağı ve baş parmak (diyet mikdan bakımından)
«eşittir» buyurmuştur.”

$ y liu e -

++ *
. oU~lt :jII j j l j
T E R C E M E S İ
2653) Amr bin Şuayb’in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (R a ­
dtyallâhü anhütn)'den rivâyet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Parmakların hepsi (diyet mikdan bakmandan) eşittir. Bunlar­
da onar deve (diyeti) vardır.»”
N o t: Bunun senedinin hasen olduğu, Zevâid’de bildirilmiştir.

ju J . vs . J j£ 3 vs . 3 *Ç j l i f a — X! « (

J-s 4 * Ö û?• âşjt s JŞŞ,'y.îr/j. J S)


. . i\ y . k ’2 * *
T E R C E M E S İ
2654) "... Ebû Mûsa el-Eş’arî (Radıyallâhü anh)'âen rivâyet edildiğine
göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Parmaklar (diyet mikdan bakmandan) eşittir» buyurmuştur.”

İ Z A H I
İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini M ü s l i m ' ­
den başka Kütüb-i Sitte sâhiplerinin hepsi rivâyet etmişlerdir. A m r
b in Ş u a y b ’ i n hadîsini Zevâid yazan Zevâid türünden say­
mıştır. Halbuki E b û D â v û d ve N e s â î de bunu rivâyet
Bâb: 19 'KİTÂBÜ-D’DİYET 317

etmişlerdir. Ancak E b û D â v û d ’ un rivayetinde ilk cümle yok­


tur. Oradaki rivâyette A m r b i n Ş u a y b ’ in dedesi meâlen
şöyle demiştir:
“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sırtını Kabe’ye daya­
narak okuduğu hutbede «Parmaklarda onar (deve diyet) vardır.»
buyurdu.”
E b û M û s â (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini Ebû Dâvûd
ve N e s â i de rivâyet etmişlerdir.
Bu bâbta rivâyet olunan hadislerden çıkarılan hüküm şudur:
El parmağı olsun ayak parmağı olsun, küçük parmak olsun bü­
yük parmak olsun her parmağm diyeti on devedir. Fıkıhçılar bu hü­
kümde ittifak hâlindedir.
A b d u r r a h m â n e l - C e z e r î , dört mezhebin fıkhına âit
kitâbının Hudûd bölümünde parmakların diyeti ile ilgili olarak özet­
le şu bilgiyi v e r ir :
“ Ellerin ve ayakların parmaklarından birisini yanlışlıkla kesen
kimsenin tam diyetin onda birisini vermesi gereklidir. Bu hususta
el parmaklan ile ayak parmaklan arasmda bir fark olmadığı gibi
büyük parmak ile küçük parmak arasmda da bir fark yoktur. Kezâ,
erkek ile kadın, müslüman ile kâfir, çocuk ile yetişkin insan ara­
smda bir fark yoktur. Yâni her hangi bir insanın her hangi bir par­
mağım yanlışlıkla kesen kimse on deve diyet vermek durumundadır.
Bu hususlarda fıkıhçılar arasmda bir fark yoktur. Tam diyetin yüz
deve olduğu mâlumdur. Bir parmağm diyeti de on devedir.”
Şu noktayı da belirteyim : Parmakların diyeti yanlışlıkla kesilen
parmakla ilgilidir. Çünkü kasden kesilecek olursa onun cezâsı kısâs
hükmünün uygulanmasıdır. Yâni bir müslümamn parmağını maf­
saldan kasden kesen kimsenin cezâsı onun parmağım ayni şekilde
kesmektir. Ancak parmağı kesilen kişi kısâstan vazgeçip diyeti ka­
bul ederse o takdirde diyet verilir.
»-»l (\a)
19 — MUDIHA (Y Â N İ KEMİĞE V A R A N BAŞ VE
YÜZDEKİ Y A R A N IN DİYETİ) BÂBI

• '< > > j ‘ 3 V - e • ’j & « . j l b s V t fc - r v »

j • ufc £§| y ' ö* ‘ ' o* ‘ * J * * o®

• * t r*
SÜNEN-t İBN-t M Â C E

T E R C E M E S İ

2655) *\.. Amr bin Şuayb’in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (R a ­
dtyallâhü anhüm) ’den rivâyet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Mevâdıh (kemiğe dayanan baş ve yüzdeki yaralar) da beşer de­


ve (diyet) vardır.»”

İ Z A H I

Bu hadîsi E b û Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî de ri­


vâyet etmişlerdir.
• Mevâdıh, mûdıha’nm çoğuludur. Mûdıha s Eti kemikten aymp ke­
miği vazıh ve açık hâle sokan yara mânâsmadır. Hadîs böyle bir yara­
nın diyetinin beş deve olduğunu bildirir. Sözü edilen yaranın başta
veyâ yüzde olmasına dâir bir kayıt hadîste bulunmamakla beraber
âlimler bu şekilde yorum layarak: Başta veyâ yüzde kemiğe daya­
nan yaranın diyeti beş devedir. Hadîsten maksad budur. Vücûdun
başka tarafında kemiğe dayanan yaranın diyeti beş deve değil, hü­
kümet ismi verilen tazminattır, demişlerdir. Başta ve yüzde kasden
böyle bir yara meydana getirmenin cezâsı kısâstır. Yâni yaralaya­
nın başı veyâ yüzü ayni şekilde yaralanır. Ancak yaralı taraf, yara­
layanı bir tazminat karşılığı veyâ karşılıksız bağışlayabilir.
Mûdıha ismi verilen yara bir yanlışlık eseri ise bunun diyetinin
tam diyetin yirmide biri olan beş deve olduğu husûsunda âlimler
ittifak halindedir. Delîl bu hadîs ile benzerî hadîslerdir.
Bu diyet hür ve müslüman erkeğe âittir. Hür ve müslüman kadı­
nın diyeti ise bunun yarısıdır. Yâni iki buçuk devedir. Çünkü kadı­
nın tam diyeti elli devedir.
Geniş bilgiyi fıkıh kitablanna havale edip bu kadarlık bilgi ile
yetiniyorum.
•I UT j Xs j c jl (r •)

20 — BİR KİMSE BİR AD AM I (N ELİNİ) ISIRIR, A D A M DA


ELİNİ (ONUN AĞZINDAN HIZLA) ÇEKER VE (BU YÜZDEN)
ISIRIR ÖN DİŞLERİ DÜŞER. BÂBI

• -»
âc ‘
Bâb : 20 KİTÂBÜ-D’DİYET 319

î yk 4 'J* t & / £ S y 'j£ > [/■ t »& * y « j\

*j~\ ^ V r ^ * ^ ‘ •î ■ £* W > *

r > • ^ ir? • ? ^ o 3*** 4 • âî.jW^. £ #

5 £ , | | â ı ' j j i S 3 ta . ^ , r ' j s ^ J L ; g | j ı 3 .% '

ÇüSÎr<3&«W3i v 13İI13-iL; j#t; y


I
.^jUI>^j.&S'
^
£ûŞ yİ
#
jj
-»I *
• * > a J-J
TERCEMESİ
2656) "... Ümeyye oğullan Y a ’lâ ve Seleme (Radtyallâhü anhümâ)’dan
rivâyet edildiğine göre şöyle dem işlerdir:

Biz Tebûk savaşında Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)


ile beraber yola çıktık. Bizim beraberimizde bir arkadaşımız da var­
dı. Biz yolda iken arkadaşımız ile diğer bir adam döğüştüler. Ya’lâ
demiştir k i: Adam, (döğüştüğü) arkadaşının elini ısırdı. Arkadaşı
da elini onun ağzından (hızla) çekti ve adamın ön dişini düşürdü.
Adam, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in yanma vararak
(düşürülen) ön dişinin diyetini istedi. Bunun üzerine Resülullah (Sal-
lallâhü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz (din) kardeşine yönelerek erkek devenin ısırması gibi
onu ısırır, sonra gelip (düşen dişine) diyet ister. Düşürülen dişe di­
yet yoktur,» buyurdu. Ya’lâ demiştir k i: Resülullah (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) (dâvâyı red ederek) dişin diyetinin bâtıl olduğuna hük­
metti.”

â'&Jû
7 . ^ -- ,
ü
+ •* • * ,vî
- n«v
• J f o " ^ O * 4 C f4

itr-'frt » 3h . n *J£\ '£}.


4 iz^*y<ıs £$
. « y jîı
TERCEMESİ
2657) "... İmrân bin Husayn (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine
göre:
320 SÜNEN-t tBN-İ MÂCE

Bir adam (başka) bir adamm kolunu ısırdı. Işınlan adam da ko­
lunu (hızla) çekti de ısıranın ön dişi düştü. Dâvâ Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem )’e intikal ettirildi. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) dişin diyetinin bâtıl olduğuna hükmetti ves
«Biriniz erkek devenin dişleriyle sert yem yediği gibi (din kar­
deşinin kolunu) çatır çatır yiyer (ısınr), (ısıranın düşen dişinin di­
yeti yoktur), buyurdu."

İ Z A H I
Bu bâbın ilk hadîsini B u h â r î , M ü s l i m , E b û D â ­
v û d ve N e s â î de benzer cümlelerle rivâyet etmişlerdir. İkin­
ci hadîs ise B u h â r î ve M ü s l i m tarafmdan da rivâyet edil­
miştir.

Hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım*


Seniyye * ö n diş demektir.
Idâd: Isırmaktır.
Kadm* Dişlerin kenarlarıyla yemek mânâsmadır.
Fahl * Erkek hayvan mânâsmadır. Burada erkek ve kuvvetli de­
ve mânâsı kasdedilmiştir.
A kl s Diyet ve tazminat mânâsmadır.
Z irâ : Kolun dirsekten parmak uçlarına kadar olan kısmına de­
nilir.
Y e d : El mânâsına geldiği gibi, kol mânâsma da gelir.
İki hadîste anlatilan olayın bir olay olması muhtemeldir. M ü s ­
l i m ’ in rivâyeti bunu teyid eder.
Y a ’ 1 â (Radıyallâhü anh) ’m beraberindeki arkadaşının onun
hizmetçisi olduğu bâzı rivâyetlerde belirtilmiştir. Diğer bâzı rivâyet­
lerde de Y a ’ l â (Radıyallâhü anh) ile bir adamm döğüştükleri
ve birisinin diğerinin elini ısırdığı belirtilmektedir. Bu itibarla bâzı
rivâyetlere dayanarak bir kısım âlimler Y a ’ 1 a ile hizmetçisinin
döğüştüklerini, Y a ’ 1â ’ nin hizmetçisinin elini ısırdığım ve Y a ’ -
1 a ’ nin dişinin düşürüldüğünü ifâde etmektedir. Başka görüşler
de var ise de bunları anlatmaya gerek görmüyorum.
Avnü’l-Mabûd yazan Y a ’ l a (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinin
şerhinde özetle şöyle d e r :
“Bu hadîs, zaran defetmek amacıyla kişinin kendini savunurken
karşı tarafın uğradığı zarann tanzim ettirilemeyeceğine delâlet eder.
B âb : 21 KİTÂBÜ-D’DİYET 321

Cumhûrun görüşü böyledir. Cumhûra göre adamm elini ısıran ta­


raf saldırgan durumundadır. M â l i k , Tazmin ettirme görüşünde
ise de bu sahih hadîs onun görüşünü reddeder.”

V (t))

21 — HİÇ BİR MÜSLÜMAN HER HANGİ BİR KÂFİR (İ


ÖLDÜRMESİ) KARŞILIĞI OLARAK (YÂNİ KISÂS
OLARAK) ÖLDÜRÜLMEZ, BÂBI

TERCEMESİ

2658) Ebû Cühayfe (Veheb bin Abdillah es-Suvâî) (11) (Radtyallâ-


hü anh)’den; Şöyle demiştir:

Ben Ali bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh) ’a :


(Allah’m kitâbmdan başka) halkın yanında bulunmayıp yalnız
sizin yakınınızda (yazılı olarak ve vahya âit) bir bilgi var nudır? di­
ye sordum. Ali:

Yalâ bin Ümeyye ( R.A. )’m Hâl Tercemesi


Birinci hadisin râvisi Ya’lâ bin Ümeyye (R.A.)’m hâl tercemesi 1065 noiu
hadis bölümünde geçmiştir. Diğer râvi Seleme bin Ümeyye (R.A.) ise Ya'lâ’mn
kardeşidir. Kûfe’ye yerleşen sahâbîlerdendir. Buhâri ile Müslim onun bir hadisi­
ni rivâyet etmişlerdir. Râvisi de kardeşi Ya’lâ’nın oğlu Safvân'dır. İbn-i İshâk
böyle demiştir. Fakat hıfzedilen rivâyet şekli Safvân’ın kendi babası olan Ya’lâ
hin Ümeyye’den rivayetidir. (Hülâsa : 147)
(11) Bu sahabînin hâl tercemesi 207 noiu hadis bölümünde geçti.
«*
Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 -F ,: 21
322 SÜNEN-İ İBN-1 MÂCE

Hayır! Vallahi halkın yanında bulunandan başka bir şey bizim


yanımızda yoktur. Ancak (bizde) Allah’m kişiye Kur’an hükümleri­
ni anlam ak kabiliyeti vermesi ve şu sahifede (yazılı) olan hüküm­
ler vardır. Şu sahifede Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ta­
rafından buyurulan diyetlerin hükümleri ve hiç bir müslümanın her­
hangi bir kâfir (i öldürmesinle karşılık öldürülmemesi hükmü var­
dır, dedi."

T E R C E M E S İ

2659) Amr bin Şuayb’in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-
dıyaliâhü anhüm)'den rivâyet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sdlem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Hiç bir müslüman herhangi bir kâfir (i öldürmesinle karşılık
öldürülmez.»’ ’

•* * * * • Kİ'

T E R C E M E S İ

2660) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivâyet edil-


diğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Hiç bir mü’min herhangi bir kâfir (i öldürmesinle karşılık öl­


dürülmez ve ahid (güvence) sâhibi (kâfir) ahdi (süresi) içinde öl­
dürülmez.»"

tZ A H I
Ebû C ü h a y f e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini B u h â r i ,
T i r m i z î , N e s â î ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir.
A m r b i n Ş u a y b ’ in dedesinin hadîsini T i r m i z î , E b û
B âb: 21 KİTÂBÜ-D’DİYET 323

D â v û d ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir. î b n - i A b ­
bâs (Radıyallâhü anh)’m hadîsinin başkaca kim tarafmdan rivâ­
yet edildiğini tesbit edemedim.
İlk hadîste E b û C ü h a y f e (Radıyallâhü anh), A l i
(Radıyallâhü anh)’a soru tevcih ederken «Sizin yanınızda» diye hi­
tap etmekle çoğul zamirini kullanmıştır. Çoğul zamirini saygı mak­
sadıyla kullandığı muhtemel olduğu gibi bununla Ehl-i Beyti kasdet-
miş olması ihtimali de vardır. Yâni sahâbîlerin bilmediği ve yalnız
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in Ehl-i Beyti olan A l i
(Radıyallâhü anh) ile F a t m a ve çocuklarının bildiği vahya da­
yalı yazdı bir bilginin bulunup bulunmadığı sorulmuş olur. H z .
A l i , E h l - i B e y t ’ in reisi olduğu için bu soru kendisine yö­
neltilmiştir.
Ebû C ü h a y f e (Radıyallâhü anh) ’m bu soruyu sorması­
nın sebebine gelince, Tuhfe yazarı bu hususta şöyle d e r:
“ Ş î î 1 e r ’ den bir cem aat: Ehl-i Beyt’in ve özellikle A l i ’ -
nin yanında vahye dayah bâzı bilgiler vardır ki Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bu bilgileri birer sır olarak onlara vermiş
ve onlardan başkası bu bilgilerden haberdar olmamıştır, diye iddiâ-
da bulunuyorlardı. Bu iddiâda gerçek payının bulunup bulunmadı­
ğım öğrenmek için K a y s b i n U b â d e ve e l - E ş t e r
e n - N a h a î ’ ni n de H z . A 1 i ’ ye bu soruyu sorduklarım ve
burdaki cevâbm benzerini aldıklarım N e s â î ve E b û D â ­
v û d rivâyet etmişlerdir.”
H z. A l i (Radıyallâhü anh), verdiği cevapta bu iddiâyı red­
deder ve şunu demek ister: Herkesin yanında yazılı olarak bulu­
nan Kur’an-ı Kerim’den başka bizim yanımızda gizli bir şey yoktur.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) irşâd ve tebliğ hizmetini
umuma açık olarak yapmıştır. Sahâbîler arasmda ilmi açıdan bulu­
nan farklılık Kur’an-ı Kerîm’den hükümler çıkarma istidad ve kabi­
liyet derecesinin değişikliğinden ibârettir. Kur’an-ı Kerîm’in âyetleri­
ni mütalâa ve mânâlarını düşünme kudreti verilen kişilere ilimlerin
kapılan açılır ve Allah’m yardım ve lütfü ile başkalarının elde ede­
mediği bilgileri edinirler. A l i (Radıyallâhü anh), yanmdaki sa-
hifeye işâretle bundaki bilgilerin başka sahâbîlerin yanmda bulun­
mayabildiğim belirtmek ister. Yanmdaki sahifede diyetlere âit hü­
kümlerin ve bir kâfiri öldüren müslüman hakkında kısâs hükmü­
nün uygulanmayacağı emrinin bulunduğunu beyân eder.
Hadîsin: «Bir kâfiri öldüren müslüman hakkında kısâs hükmü­
nün uygulanmamasına» âit cümlenin izahı bölümünde K â d ı I y â z
324 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

özetle: Bu hüküm umûmidir. K âfir kişi, harbi yâni mal ve can em­
niyeti verilmemiş ve düşman görülen gayri müslim olsun, ister zim-
mi yâni mal ve can emniyeti verilmiş elçi ve vatandaşlık hakkı ta­
nınmış gayri müslim olsun bunu öldüren bir mü’min hakkmda kı-
sâs hükmü uygulanmaz. Ö m e r , O s m â n , A l i ve Z e y d
bin S â b i t (Allah cümlesinden râzı olsun) böyle hükmetmiş­
lerdir. A t â , î k r i m e , e l - H a s a n , Ö m e r b i n A b -
dilaziz, Sevrî, Evzâî, Mâlik, Şâfiî, A h m e d
ve I s h â k da böyle demişlerdir.
N a h a î , Ş a b i ve E b û H a n î f e ’ nin arkadaşları ise .-
Bir mü’min zimmî (Cizye vergisini ödemek karşılığı vatandaşlık
hakkı verilen) olan bir gayri müslimi kasden öldürürse kısâs hük­
mü uygulanır. Bu mesele hadîsin umumi hükmünün dışında tutu­
lur, demişler ve dayanakları olan bir hadîsi delil göstermişlerdir. An­
cak bunlarm gösterdikleri delil münkati bir hadîstir, diye bilgi
vermiştir. K â d ı I y â z ' m sözü burada bitti.
H a t t â b i ve Avnü’l-Mabûd yazarının konuya ilişkin ver­
dikleri bilgiyi aktarmadan önce kâfirlerin nevileri olan Zimmi, Har­
bi ve Müstemen ile Zû Ahd hakkmda kısa bilgi verip izahta bu te­
rimleri kullanmayı uygun buldum.
Zimmî: Cizye ismi verilen vergiyi ödemeyi kabullenen ve İslâm
memleketinde oturup yerleşmesine izin verilen gayri müslimlere de­
nilir. Başka bir deyimle vatandaşlık hakkı verilen gayri müslimler-
dir, denilebilir. Bugün memleketimizde oturan hristiyanlar gibi.
Müstemen: Mal ve can emniyeti verilen ve vatandaş olamayan
yabancı gayri müslimlere denilir. Elçiler bu neviden sayılır.

Zû Ahd = Ahid sâhibi: ise müslümanlarla kendileri arasmda


andlaşma yapılan ve aridlaşmaya aykırı harekette bulunmayan ya­
bancı gayri müslimlerdir.

Harbî s Yukarda saydığımızın dışında kalan gayri müslimlere de­


nilir. Bunlara bu ismin verilmesinin sebebi ise müslümanlar ya bun­
larla savaş hâlindedir veyâ savaşmak için hazırlanmaktadır.

Bu bâbta geçen hadislerde m eâlen:


“Hiç bir mü’min hiç bir kâfiri öldürmesi sebebiyle (kısâs olarak)
öldürülmez” buyurulmuştur.
H a 11 â b i : Bu cümle apaçık delâlet ediyor ki, müslüman ki­
şi hiç bir kâfire bedel olarak öldürülmez. Müslümanın öldürdüğü
Bâb : 21 KİTÂBÜ-D’DÎYET 325

kâfir zimmî olsun müstemen olsun başka neviden olsun fark etmez,
demiştir.
Avnü’l-Mabûd yazan da özetle şu bilgiyi v e r ir :
"Bu hadis, bir kâfiri öldürdüğü için bir müslümanm kısâs edil­
meyeceğine delildir. Öldürülen kâfir harbî ise bu hüküm hakkında
ittifak ve icmâ vardır, öldürülen kâfir şâyet zimmî ise cumhura
göre hüküm aynıdır. Fakat, E b û H a n î f e , onun arkadaşla-
n, N a h a î ve Ş a ’ b i ’ ye göre öldürülen kâfir zimmî ise onu
öldüren müslüman hakkında kısâs hükmü uygulanır."
İbn-i A b b â s (Badıyallâhü anh) ’m hadisinin son cümle­
si A l i (Radıyallâhü anh) ’m hadîsinin bâzı rivayetlerinde de mev­
cuttur.
Müslüman kişi, zimmi dâhil her hangi bir kâfiri öldürdüğü za­
man onun hakkında kısâs hükmü uygulanmaz diyen âlimler İ b n - i
A b b â s ’ m hadîsini ve onun hadisinin benzeri olan A l i ’ nin
hadisinin son kısmım tercemede beyân ettiğim şekilde açıklamış­
lardır. Onlara göre hadîsten kasdedilen mânâ şudur: Hiç bir mü’­
min her hangi bir kâfiri öldürdüğünden dolayı kısâs olarak öldü­
rülmez ve ahid sâhibi, yâni güvence verilen bir gayri müslim öldü­
rülmez. Y âiıi böylesine can ve mal emniyeti verildiği için, hiyânet et­
medikçe veyâ güven süresi bitmedikçe dokunulmamalıdır, öldürül­
mesi haramdır.
Zimmî kâfiri öldüren mü’min kısâs edilir, diyen E bû H a­
n î f e , onun arkadaşları, N a h a î ve Ş a ’ b ı ise bu hadîsi
şöyle yorumlamışlardır:
Hadîsteki kâfirden maksad harbî olan kâfirdir ve hadîsin mâ­
nâsı şöyledir: “Bir mü’min harbi olan bir kâfiri öldürdüğünden do­
layı kısâs edilmez ve ahid sâhibi (yâni güvence verilen - andlaşma
yapan) kâfir ahdi (süresesi) içinde (veyâ ahdine sadakat gösterdiği
sürece), harbî olan bir kâfiri öldürdüğünden dolayı kısâs olarak öl­
dürülmez.”
Bunlara göre hadîsten çıkan hükümler şunlardır:
1. Bir mü’min harbî bir kâfiri öldürdüğünden dolayı kısâs edil­
mez.
2. Zimmî veya müstemen bir kâfir, harbî bir kâfiri öldürdüğün­
den dolayı kısâs edilmez.
3. Hadisteki kâfir harbî kâfir anlamına yorumlandığından do­
layı bir mü’min harbi olmayan bir kâfiri (meselâ bir zimmi’yi veyâ
bir müstemeni) öldürdüğünden dolayı kısâs edilir.
326 SÜNEN-Î İBN-t MÂCE

Birinci grubtaki âlimlere göre hadîsteki kâfir umûmî mânâda


kullanılmıştır. O kâfir ister harbî olsun ister zimmî veyâ müstemen
olsun öldürüldüğü zaman onu öldüren mü’min kısâs edilmez. Ahid
sahibinden maksad ise zimmî ve müstemen gibi can ve mal emni­
yeti verilen kâfirlerdir. Hadîs böyle güvence verilmiş bir kâfiri öl­
dürmenin yasaklığını ifâde eder.

*aJJ». J ü tJ 3 > . V (rr)


22 — BABA, OĞLUNU ÖLDÜRMESÎ SEBEBİYLE
KISÂS EDİLMEZ, BÂBI '

T E R C E M E S İ

266 1 ) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhütnâ)’dan rivâyet edildiği­


ne göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Baba, oğlunu öldürmesi sebebiyle kısâs edilmez.»”

T E R C E M E S İ

2662 ) “ ... Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâhü a n h )’den; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’i şöyle buyurur­


ken işittim:

«Baba oğlunu öldürmesi sebebiyle kısâs edilmez.»”

İ Z A H I
îbn-i Abbâ s (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i z î ,
A h m e d ve H â k i m de rivâyet etmişlerdir. Ö m e r (Ra-
dıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i z î de rivâyet etmiştir. Bu iki
hadîsten çıkarılan hüküm şudur: Bir baba oğlunu kasden öldür­
B âb: 22-23 KİTABÜ-D’DİYET 327

müş olsa bile onun hakkında kısâs hükmü uygulanmaz. Şu halde


baba, kısasa âit hükümlerin dışında tutulmuştur. B e y h a k î bu
hadîslerin senedlerinin zayıf olduğunu söylemiştir. T i r m i z î
de ilk hadîsin senedinde bulunan râvî î s m â i l bin M ü s ­
l i m ’ in hâfızası aleyhinde bâzı âlimlerin konuştuklarım beyân et­
miştir. Ş â f i î d e : Babanın evlâdım öldürmesinden dolayı kısâs
edilmeyeceği hükmünü müteaddid âlimlerden işittim. Ben de bunun­
la hükmediyorum, demiştir.

ÂLİMLERİN BU MESELEYE Â İT GÖRÜŞLERİ


1. H a n e f î l e r , Ş â f i î l e r ve H a n b e l î l e r : Bu
hadîsle hükmederek adam, oğlunu öldürmesi gerekçesiyle kısâs edil­
mez. Bu hadîs meşhurdur. Ümmet-i İslâmiyye bunu kabullenmiştir.
Bu itibarla öldürme olaylarında kısâsm vâcibliğine dâir âyetin hük­
münden bu meselenin istisna edilmesi ve böylece bu hadîs sözü edilen
âyetin hükmünü husûsîleştirmeye elverişlidir. Ayrıca Ö m e r (Ra-
dıyallâhü anh) oğlunu öldüren baba aleyhinde diyet cezâsmı vermiş
ve hiç bir sahâbî onun babayı öldürtmeyip diyet ödeme cezâsına çarp­
tırması kararma itiraz etmemiştir, derler. Ö m e r (Radıyallâhü
anh) ’m bu kararma dâir hadîs 2646 numarada geçti. Kezâ baba, ev­
lâdının hayatına vesîle olmuş iken evlâdın onun hayatının sona erdi­
rilmesine sebep olması uygun olmaz.
2. M â l i k î l e r ’ e göre baba evlâdım kasden öldürdüğü tak­
dirde hakkında kısâs hükmü uygulanır. Çünkü kısâs hükmü umû­
mîdir. Kısâs âyetinin umûmî olan hükmü ahâd hadîsiyle husûsîleş-
tirilmez. ,
î A-Jt (rr)

23 — HÜR KİMSE, KÖLE (Y İ ÖLDÜRMESİ) SEBEBİYLE


(KISÂS OLARAK) ÖLDÜRÜLÜR MÜ, BÂBI ?

< Sâö t K & <jJ ^ m r

. i l i î İX Ş » m i 3 / .S t i : t i i J j L
* 0 *• + *
.« J

T E R C E M E S İ
2663) “ ... Semüre bin Cündeb ( Radtyallâhü a «A )’den rivâyet edildiğine
göre; Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
328 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

«Kim kölesini öldürürse biz (de) o kimseyi öldürürüz ve kim kö­


lesinin burnunu keserse biz (d e) o kimsenin burnunu keseriz.»’*

3 ’â M t' Sı U. ya L» - mı
• * _ >.*• < f•' ,* î>« « ' .• * • I•- '**1 f • İl « - •(
t/ j* i8’ d }

m. S / .* ** J I - . ^ «f ıjl * .ıf . * ı* * ^ f ı « • ı ^
• 4 İ l . \.Wb* ^ » X f . J » - j (Jr» : *JV» İ #Aa» <Aj l 1 ü J j *
*+ 0* +*
•SaUlıS:<^.u'j .îi-iû-j . eu^ji3jl3
J-U â. J-ftIrlj . ı i j j i j l jr Jât juft jr j U J oUJ j : jkfl} j\ J

T E R C E M E S İ

2664) '... Amr bin Şuayb’in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (R a ­
dtyallâhü anhüm)’den; Şöyle demiştir:

Bir adam kölesini kasden ve teammüden öldürdü. Bunun üzeri­


ne Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (de) o adama yüz sopa
attırdı, onu bir yıl süreyle sürgün etti ve müslümaıtlarm (hisseleri­
nin) içinden onun hissesini sildi.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde İshâk bin Abdillah bin
Ebi Ferve bulunur. Bu râvî zayıftır. Senedde tsmâîl bin Ayyâş da vardır.

İ Z A H I

Semüre (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i z i , E b û


D â v û d , N e s â i ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir. İkinci
hadîs Zevâid türündendir.
Birinci hadîste geçen Ced’ı kelimesini açıklayalım:
En-Nihâye’d e : Ced’ı burunu, kulağı ve dudağı kesmek mânâla­
rına gelir. Genellikle burun kesme mânâsında kullanılır. Bir yerde
kayıtsız kullanıldığı zaman ekseriyetle burun kesme mânâsma ah-
mr. Falan kişi Ecda’dır veyâ Mecdû’dur, denildiği zaman burunu
kesiktir denildiği anlaşılır.
Birinci hadîsin zâhirine göre bir kimse kölesini kasden öldürür­
se o kimse hakkında kısâs hükmü uygulanır. Kezâ bir kimse köle­
sinin burnunu veyâ kulağını ya da dudağım keserse, misilleme
olarak o kimsenin o tarafı kesilir.
Bâb : 24 KÎTÂBÜ-D’DİYET 329

T i r m i z î bu hadîsin rivâyetini tâkiben: Tâbiilerden î b -


r â h î m N a h a î gibi bâzı âlimler bu hadîsin zâhiriyle hükmet­
mişlerdir. H a s a n - ı B a s r î ve A t â b i n R a b â h gibi
bâzı âlimler is e : Hür kimse bir köleyi öldürür veyâ bir tarafım ke­
serse o hür kimse hakkında kısâs ve misilleme hükmü uygulanmaz,
demişlerdir. A h m e d ve î s h â k ’ ın kavli de böyledir. Di­
ğer bir kısım âlimler de: Hür kişi kendi kölesini öldürdüğünde o
kişi hakkında kısâs hükmü uygulanmaz. Fakat başkasının kölesini
öldüren hür kimse kısâs olarak öldürülür, demişlerdir. S ü f y â n - ı
S e v r î böyle demiştir, diye bilgi verir.
E l - K a r i ’ de H a t t â b î ’ nin şöyle dediğini nakletmek­
tedir :
“ Bu hadîs köle sâhiplerini tehdîd mâhiyetinde olup, kölelerin
öldürülmemesi ve burun, kulak, dudak kesme gibi işkencelerin ya­
pılmamasını istemiştir. Bâzılarma göre bu hadîs eskiden köle olup
sonradan hürriyetine kavuşmuş bir kimse hakkında buyurulmuştur.
Bu tevile göre adam, eskiden kölesi olup sonra hürriyetine kavuşan
bir adamı öldürmüştür. Bu takdirde hür bir kimseyi öldürmüş olur.
Cezâsı da kısâstır. Bir kısım âlimler d e : Bu hadîs, B a k a r a sû-
resinin 178. âyetinde geçen; JÛ*1U JJ-lı ^ 1 «Hür kimse, hür kim­
se (yi öldürmek) ile ve köle kimse köle (yi öldürmek) ile kısâs edilir...»
emriyle neshedilmiştir, demiştir.”
E b û H a n î f e ’ nin arkadaşlarına göre hür kimse kendi
kölesini öldürürse, kısâs edilmez. Fakat başkasının kölesini öldürür­
se kısâs edilir.
M â 1 i k ve Ş â f i î ’ ye göre hür kimse ne kendi kölesini
ne de başkasının kölesini öldürmekle kısâs cezâsma çarptırılmaz.
Şerhü’s-Sünne’d e : Bütün âlimler hür kimsenin bir tarafı, kö­
lenin bir tarafım kesmesi gerekçesiyle misilleme cezâsma çarptırıl­
maz, demişlerdir. Âlimlerin bu ittifakı, bu hadîsin ya tehdîd mânâ­
sına yorumlanılmasına ya da mensuh olduğuna delâlet eder, denil­
miştir.
J3 £4 abl v_Aj (ti)
24 — KÂTİL (M AKTÛLÜ) NE ŞEKİLDE ÖLDÜRMÜŞ İSE
A Y N İ ŞEKİLDE KISÂS EDİLİR, BÂBI
330 SÜNEN-Î İBN-I MÂCE

• J*>- CjV <~\j


T E R C E M E S İ

2665) “ ... Enes bin Mâlik (R a d ıy a llâ h ü a n i)’den rivâyet edildiğine göre:

Yahûdî bir adam (Ensâr’dan) bir kadının başını iki taş arasm­
da ezerek onu öldürmüştü. Bunun, üzerine Resülullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) yahûdînin başını iki taş arasmda ezdirdi (yâni bu
şekilde kısâs edilmesini emretti.) ”

T E R C E M E S İ

2666) Enes bin Mâlik ( R a d ty a llâ h ü a n h )'den rivâyet edildiğine göre:

Yahûdî bir adam (Ensârdari) genç bir kadını üzerindeki gümüş


ziynet eşyasma temaen (başım iki taş arasmda ezmek sûretiyle) öl­
dürdü. (Kadın henüz can vermemiş iken Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem )’in huzûruna getirildi.) Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem ), kadına:
— «Falan kişi mi seni öldürdü?» diye sordu. K adın:
— Hayır, diye başıyla işaret etti. Resûl-i Ekrem (Sallallahü A ley­
hi ve Sellem) (başka adamm ismini söyleyerek: «Falan adam mı se­
ni öldürdü,» diye) ikinci kez sordu. Kadın:
(Yine) hayır, diye başıyla işâret etti. Sonra Resûl-i Ekrem (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) (bir başka adamm ismini söyleyerek: «Fa­
lan adam mı seni öldürdü,» diye) üçüncü defa kadına soru sordu.
Kadm .-
Bâb : 24 KİTABÜ-D’DİYET 331

Evet, diye başıyla işâret etti. (Kadının işaret ettiği yahûdî adam
yakalanarak huzura getirildi. Adam suçunu itiraf etti.) Bunun üze­
rine Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in emriyle katillin ba­
şı) iki taş arasmda (ezilerek) öldürüldü,”

İ Z A H I

Müellifimizin iki senedle rivâyet ettiği ve metinleri birbirine ben­


zeyen, ayni olayı anlatan E n e s (Radıyallâhü anh) ’m hadisi Kü-
tüb-i Sitte’nin hepsinde rivâyet olunmuştur. Kadın henüz can ver­
memiş iken kâtilin kim olduğu yolunda kendisine soru soran zâtın
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) olduğu, E b û D â v û d
ile T i r m i z î ’nin rivâyetlerinden anlaşıldığı için bu durumu
açıkladım. Kâtilin suçunu itiraf ettiği B u h â r i , M ü s l i m ,
E b û D â v û d ve T i r m i z i ’ nin rivâyetinde belirtilmiştir.
T i r m i z i bu hadîsin sahih olduğunu ifâde etmiştir.
îkinci hadîste geçen “Evdâh” kelimesi “Vadah"ın çoğuludur. En-
Nihâye yazan bu kelimenin gümüşten imal edilen ziynet ve hüliyat
mânâsma geldiğini ifâde eder.
Birinci hadîste geçen “Radh” taşla kınp ezmek mânâsmadır.

HADÎSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER

T i r m i z i bu hadisi rivâyet ettikten sonra: “İlim ehlinin bâ-


zısı bu hadisle hükmetmiştir. (Yâni kâtili, maktûlü öldürdüğü şekil­
de kısâs etmenin câizliğine hükmetmişlerdir.) A h m e d ve î s -
h â k ’ m kavli böyledir. İlim ehlinin bâzısı ise kısâsm ancak kılıç­
la yapılabildiğine hükmetmişlerdir, der.
Avnü’I-Mabûd yazan da bu hadîsin şerhinde özetle şu bilgiyi
vermiştir -.
“Bu hadîsten çıkarılan hükümlerin bir kısmı şunlardır:
1. Bir erkek bir kadım kasden öldürürse o erkek kısâs olarak
öldürülür. Sözüne itimad edilen âlimler bu hususta ittifak hâlinde-
dir.
2. Cinâyet işleyen kişi ne şekilde ve nasıl cinâyet işlemiş ise
ayni şekilde kısâs edilir. Eğer cânî kılıçla öldürmüş ise kendisi de
kılıçla kısâs edilir. Şâyet cinâyeti taşla veyâ sopayla veyâ benzeri
332 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

bir şeyle işlemiş ise kendisi de o şeyle öldürülür. Çünkü bu hadîste


belirtildiği gibi yahûdî, kadım taşla öldürdüğü için kendisi de taşla
öldürülmüştür.
3. Kısâs cezâsını gerektiren kâtil cinâyetinin kılıç, kama ve bı­
çak gibi keskin bir âletle işlenmiş olması şart değildir. Kâtil, cinâ-
yeti taş, ağaç ve benzerî ağır bir cisimle işlemiş ise yine kısâs cezâ­
sma çarptırılır. Nitekim bu olayda yahûdî, kadım taşla öldürmüş­
tür. M â l i k , Ş â f i î , A h m e d ve cumhûrun mezhebi bu­
dur. Fakat E b û H a n î f e ’ ye göre kâtilin kısâs cezâsma çarp-
tınlabilmesi için cinâyeti keskin bir âletle işlemiş olması şarttır. Bu
âlet keskin bir demir veyâ keskin bir ağaç ya da keskin bir taş ola­
bilir. Yâhut cinâyetin yüksek yerden bırakmak ve ateşe atmak gibi
insanları öldürmek için kullanıldığı bilinen bir yolla işlenmiş olması
gereklidir.”

t-i-J lj V ( yo)

25 — KISÂS (CEZÂSI) YA LN IZ KILIÇLA İNFAZ


EDİLİR, BÂBI

• >1jS ~ /!►oVu>l j ijfljjl j

T E R C E ME S İ

. 2667) "... Numân bin Beşîr (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine
göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Kısâs (cezâsı) ancak kılıçla yerine getirilir.»”


N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Câbir el-Ca’fi bulunur.
Bu râvî kezzâb (çok yalan sözlü )d(ir.

. ^J-l i l f ' j . jij( yJju j * j 1 5İU«i a AAr» »İİİm


.1j : j
B âb: 25-26 KÎTÂBÜ-D’DİYET 333

T E R C E M E S İ

2668) Ebû Bekre (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine göre;


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
ı
«Kılıçtan başka bir şeyle kısâs (cezasının) infazı yoktur.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Mübârek bin
el-Füdâla tedlisçidir ve bu hadisi an’ane ile rivâyet etmiştir. Râvî el-Hasan da
böyledir.

İ Z A K i

Bu babın iki hadîsi de Zevâid türündendir. Tuhfe''de bildirildiği­


ne göre N u m â n b i n B e ş î r (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini
B e z z â r , T a h â v î , T a b e r â n î ve B e y h a k î de değişik
metinlerle rivâyet etmişlerdir. E b û B e k r e (Radıyallâhü anh) ’m
hadîsini B e z z â r ve B e y h a k i de rivâyet etmişlerdir. D â -
r e k u t n î ile B e y h a k î bunun bir mislini E b û H ü r e y -
r e (Radıyallâhü anhl’den de rivâyet etmişlerdir. Kezâ bunun bir
benzerini B e y h a k i ve T a b a r â n î , î b n - i M e s ’ û d
(Radıyallâhü anh) ’den rivâyet etmişlerdir. Fakat Ş e v k â n i bu
hadislerin hepsinin senedlerinde ya zayıf ya da terk edilmiş râvüe-
rin bulunduğunu ifâde etmiştir.
Ş e v k â n i : K ü f e âlimleri ki E b û H a n i f e ve ar­
kadaşları da bunlardandır, böyle hükmederek demişler ki; kısâs hük­
mü ancak kılıçla infaz edilir. Kâtil, maktûlün başka şekillerde ve
başka cisimlerle öldürmüş olsa bile yine kılıçla öldürülür, diye bil­
gi vermiştir. Bu grubun delillerinin bir kısmı daha vardır ki bun­
ları anlatmak uzun zaman alır. Bunlara muttali olmak isteyenler
hadis kitablannm şerhlerine başvurabilirler.
N u m â n bin B e ş i r (Radıyallâhü anhl’m hâl terceme­
si 112 nolu, E b û B e k r e (Radıyallâhü an h l’m hâl tercemesi
de 233 nolu hadisler bölümünde geçmiştir.
ü»-1 «X»- \ V
26 — HİÇ KİMSE HİÇ BİR KİMSENİN GÜNAHINDAN
DOLAYI M UAHAZA EDİLMEZ, BÂBI
334 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

v> i *ij (j&.v •a^İîjevjjÇ^14.vvı» ^ 4

T E R C E M E S İ

2669) “ ... Amr bin el-Ahvas (12) (Radıyallâhü a »A )’den; Şöyle demiştir:

Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’i Vedâ haccmda


şöyle buyururken işittim :
«Bilmiş olunuz ki her cânî ancak şahsının işlediği günahtan so­
rumludur. Hiç bir baba oğlunun günahından sorumlu tutulamaz ve
hiç bir oğul babasının günahından sorumlu tutulamaz.»”

J j j j şyyj. p s *»pc.zz 3} 'â£: }\ w » - n v •


, Iz / y j» D : 3fc i j / ü ' j» > ^ • J ü 3 y ? «f
. <jjj vvl. j»j)^4vvl»3^»' <«Sio't 1>.C<#►:
. CAit JUjj o t » l sJiljjl j
T E R C E M E S İ
2670) “ ... Târik el-Mühâribî (13) (RadtyaUâhü arık)’den Şöyle demiştir:

Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’i koltuk altlan be-


yazhğını gördüğüm derecede ellerini havaya kaldırarak şöyle buyu­
rurken gördüm :
«Bilmiş olunuz ki biç bir anne oğlunun günahından sorumlu tu­
tulamaz. Bilmiş olunuz ki hiç bir anne oğlunun günahından sorumlu
tutulamaz.»”
Not : Bunun senedinin sahih ve râvîlerinin sıkâ oldukları, Zevâid’de bildi­
rilmiştir.

,•> 3} d -£ü b . y S /> ' t** - n v ı

(12) Bu sahâbinin hâl tercemesi 1851 nolu hadîs bölümünde geçmiştir.


(13) Bu sahâbinin hâl tercemesi 1021 nolu hadîs bölümünde geçti.
Bâb: 26 KİTÂBÜ-D’DİYET 335

i* i£y~ • yJju ıjl^ J Vt • kjtt t,}


. <-J"l A
Jt(j ily.j)j .Â*.l»jrlju»
T E B C E M E S İ

2671) “ ... El-Haşhâş el-Anberî (Radtyallâhü ank)’den; Şöyle demiştir:

Beraberimde oğlum bulunduğu halde ben Peygamber (Sallalla­


hü Aleyhi ve Sellem) ’in yanma vardım. Peygamber (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) :

«Sen oğlunun günahından sorumlu tutulamazsın, o da senin gü­


nahından sorumlu tutulamaz,» buyurdu. ‘
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedindeki râvîlerin hepsi sıkâ
zâtlardır. Fakat Hüşeym tedlisçi idi. El-Haşhâş’ın bundan başka hadisi yoktur.
Kütüb-i Sitte’nin kalanlarında onun hadisi yoktur.

. 3 ,>'•« 0 â & 6 > .4 S . ü \ & - n v r

4, V : jL jJ I Jfey O lüll j jL *. jrl < «at .i-..» jr o U J : â»lj j l j

. jjiu iM I j A Jp ah-Vt J u j JV3 • ‘ f'p * s ) j

T E B C E M E S t

2672) "... Üsâme bin Şerîk (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine gö­
re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Hiç bir şahıs, başka bir şahsın günahından sorumlu tutulamaz.»”


N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahihtir. Râvî Muhammed
bin Abdillah’ı İbn-i Hibbân sıkâ (güvenilir) zâtlar arasmda anmıştır. Nesâî de
onun rivâyetinde bir beis olmadığım söylemiştir. Ebü’l-Avvâm el-Kattân’ın adı
İmrân bin Dâvûd’dur. Cumhûr onun sıkâ olduğunu söylemiştir. Senedin kalan
râvîleri de Buhâri ile Müslim’in şartlan üzerinedirler.

İ Z A H I
Bu bâbm ilk hadisini T i r m i z î de rivâyet etmiştir. Diğer
hadîsler Zevâid türündendir. E b û D â v û d 2671 nolu e 1-
H a ş h â ş (Radıyallâhü anhl’ın hadîsinin bir benzerini E b û
R i m s e (Radıyallâhü anhl’den merfû olarak rivâyet etmiştir.
336 SÜNEN-1 ÎBN-1 MÂCE

Hadîslerde geçen ve cinayet masdanndan yapılan fiiller cinayet


işleme mânâsına değil de işlenen cinâyetin müâhaza edilme ve so­
rumlu tutulma mânâsına yorumlanmıştır. El-Mirkat’ta böyle açık­
lama yapılmıştır.
S i n d i de ilk hadîsin açıklaması bölümünde: Yâni baba ve
oğulun her birisinin işlediği cinâyet kendi şahsım ilgilendirir, biri­
sinin işlediği suçtan dolayı diğeri sorumlu tutulamaz ve müahaza edi­
lemez. Hadîslerden kasdedilen mânâ şu olsa gerek : Günah ve kı-
sâs konusunda herkes kendi şahsından sorumludur. Kimsenin işle­
diği günah başkasına yüklenemez ve kimsenin müstehak olduğu kı-
sâs cezâsı başkasına yükletilemez. Baba ile oğul bile birbirlerinin
günahından dolayı müahaza edilemez ve bunlardan birisinin müs­
tehak olduğu kısâs cezâsı diğerine tatbik edilemez. Ama diyetler böy­
le değildir. Kişinin işlediği cinâyetin diyeti bâzen yakınlarından taz­
min ettirilir, demiştir.
En-Nihâye’de de şu bilgi verilm iştir: Cinâyetten maksad dünya­
da ve âhirette azâb veyâ kısâsı gerektiren suç ve günahlardır. Y â ­
ni kişi, yakınlarının veyâ uzaklarının işlediği günah ve suçlardan
müâhaza edilmez ve sorumlu tutulmaz. Birisi bir suç veyâ günah iş­
lerse diğeri bundan mes’ul değildir.
E b û D â v û d ’ un E b û R i m s e (Radıyallâhü anh) ’den
rivâyet ettiği hadîsin sonunda; Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se-
* * * 4 + t > -'
lâm) buyurduğu hadisi teyiden; j j j *jjl> j j * X )
«V e günah yüklü hiç kimse başkasının günahını yüklenmez» âyeti­
ni okumuştur. ( E n ’ â m 164, İ s r â 15 ve F â t ı r 18)

jU -l vJ. (tv)

27 — CÜBÂR (Y Â N I KİMSEYE ÖDETTÎRÎLEMEYEN


ZARAR) BÂBI

Bu bâbtaki hadîslerde geçen Cübâr kelimesinin mânâsım yu­


karda verdiğim gibi burda da biraz daha açıklayayım :
Cübâr: Heder, boşa giden ve karşılığında kimseden diyet veyâ
tazminat alınmayan zarar mânâsmadır. “Bu cinâyet cübârdır” de-

Ü sâm e bin Ş erik (R . A . )’m H â l Tercem esi

Ü sâm e b in Ş erik es-Su’lebî sahâbilerdendir. Sekiz aded hadisi vardır. H â v ile ri


ise Ziyftd bin İlâ k a ve  li bin el-Akm ar’dır. Sünen sahipleri onun hadislerini rivâ ­
y e t etm işlerdir, (H ü lâ s a : 26)
B âb: 27 KİTÂBÜ-D’DİYET 337

nildiği zaman o cinâyetin zaran kimseye ödettirilemez, anlamı kas-


dedilir. Bu bâbta geçen hadislerde sahipli ve yırtıcı olmayan hay­
vanların verdikleri zararların, maden ocaklarında ve kuyularda uğ­
ranılan can zayiatının veyâ başka zararlarm ilgililerden tazmin et­
tirilemeyeceği bildirilmektedir. Bu hadîsleri terceme ederken “Cü­
bâr” kelimesi karşılığı olarak “Heder” kelimesini kullanacağım. Bu­
nunla yukarda anlattığım mânâyı kasdetmiş oluyorum.

T E R C E M E S İ

2673) “ ... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre;


Resülullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Acm â (yâni yırtıcı olmayan dört ayaklı hayvanın verdiği za­
rar) hederdir, maden ocağı (nda uğranılan zarar) hederdir. Kuyu (da
uğranılan zarar) hederdir. (Yâni bu zararlar kimseye ödettirile­
m ez.)»”

Jfej . «yİ : 3jb J6j • cÇ*» ***** < <İl jr j i ! f j


. g : -il drl Jttj < 0*0 â* >* :

T E R C E M E S İ

2674) “ ... Amr bin Avf (el-Müzenî) ( Radıyallâhü anh)'den; Şöyle de­
miştir :
Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’den şöyle buyu­
rurken işittim:

Sünen-i İbn-i Mâee — C.: 7- P .: 22


338 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

«Acmâ (yâni dilsiz behîme) nin verdiği zarar hederdir. Maden


ocağı(nda uğranılan zarar) da hederdir.»”
N o t: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Kesir bin Ab-
dillah’ı Ahmed ve İbn-i Muin zayıf saymışlardır. Ebû Dâvûd d a : O kezzâbtır, de­
miştir. İmâm Şâfii d e : O, yalan sözlülüğün temellerinden biridir, demiştir. İbn-i
Abdillah d a : Onun zayıflığı Üzerinde icmâ vardır, demiştir.

.* . öL* jaj ^ «11 öl • C*lî» oU—I ;

T E R C E ME S İ

267S) “ ... Ubâde bin es-Sâmıt ( Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), maden ocağı (nda uğ­


ranılan zarann) hederliğine, kuyu (da uğranılan zararın) hederliği-
ne ve acmâ (yâni dilsiz behîme) nin verdiği zarann hederliğine hük­
metti.

Acmâ: Düve, sığır ve koyun - keçi ve başka behîme mânâsmadır.


Cübâr da: (Kimseye) ödettirilemeyen heder mânâsmadır.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir. Bunun senedindeki râvîler sıkâ zâtlardır.
Ancak Tirmizî ve başkası İshâk bin Yahyâ’mn Ubâde (R.A.)’ya yetişmediğini söy­
lemişlerdir.

T E R C E ME S İ

2676) “ ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyâen rivâyet edildiğine göre;


Resülullah ( Sallallahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Ateştin yaptığı zarar) hederdir. Kuyu (zaran) da hederdir.»”


B âb: 27 KİTÂBÜ-D’DİYET 339

İ Z A H I

Bu babın ilk hadîsi Kütüb-i Sitte’nin hepsinde rivâyet olunmuş­


tur. A m r (Radıyallâhü anh) ile U b â d e (Radıyallâhü anh) ’m
hadisleri Zevâid türündendir. E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü
anh) ’m son hadîsi E b û D â v û d ile N e s â i tarafından da
rivâyet edilmiştir.
Hadîslerde geçen Cübâr kelimesinin açıklamasını bâbm girişin­
de yaptım.
Acm â: Behîme demektir. Hayvanın dili olmadığı için ona bu
isim verilmiştir. Behîme ve çoğulu olan Behâim dilimizde de kulla­
nılmaktadır. Yırtıcı olmayan ve mülk edinilen deve, sığır, koyun, ke­
çi, katır, merkeb, at ve benzeri hayvanlar demektir. Ü b â d e ’ nin
hadîsinin sonunda Acmâ ve Cübâr kelimelerinin açıklamasına âit
cümlelerin râvî M û s â b i n U k b e ’ ye âit olduğu görüşü
e l - H â f ı z tarafmdan ifâde edilmektedir. Bunun müellifimize
âid olması da muhtemeldir.

E b û D â v û d ise Acmâ s Salıverilen, beraberinde kimse bu­


lunmayan ve gündüz zarar veren behimedir, demiştir.

T i r m i z î de E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m ilk


hadîsini nvâyet ettikten sonra: Bâzı âlimler demişler ki; Acmâ, ba­
ğım koparıp sâhibinden habersiz giden hayvandır, böyle bir hayvan
gidip bir zarar verirse, sâhibi bu zararı ödemekle mükellef değildir.
Madenle ilgili cümlenin mânâsı da şudur: Bir adam bir maden oca­
ğı kazmıştır. Bir adam gidip bu kazılan ocağa düşerse ocak sâhibi
bundan dolayı bir tazminat ödemek durumunda değildir. Kuyu da
böyledir. Bir adam sebîl için bir kuyu kazmış iken başkası o kuyu­
ya düşerse kuyu sâhibi bir şey ödemekle mükellef tutulmaz, diye
bilgi vermiştir.

Hayvanların yaptıkları zararlar konusu 2332 nolu hadîs bölü­


münde işlenmiştir. N e v e v î bu hususta özetle şöyle d e r:
. “Hayvanların gündüz verdikleri zararların sâhiplerinden tazmin
ettirilmemesi husûsunda âlimler icmâ etmişlerdir. Ancak hayvanlar
gündüz zarar verirken başında bir kimse var ise çumhûra göre bu
zarar tazmin ettirilir. Şâyet hayvan geceleyin zarar verirse M â -
1 i k ’ e göre hayvan sâhibi bu zaran ödemekle mükelleftir. Ş â f i i
ve arkadaşlarına göre hayvan sâhibinin bir kusuru veyâ ihmâli var
ise ona ödettirilir. Aksi takdirde ödettirilmez.
340 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

H a n e f î âlimlere göre gündüz ve gecenin bir farkı yoktur.


Önemli olan husus hayvanın beraberinde sâhibinin bulunup bulun­
mamasıdır. Şâyet sâhibi beraberinde iken hayvan zarar verirse, sâ­
hibi zararı ödemekle mükelleftir. Aksi halde mükellef değildir.

Maden ocaklan ve kuyu meselesi hakkmda ise Avnül-Mabûd ya­


zan özetle şöyle der .-
“ Yâni bir adam kendi mülkünde veyâ sâhipsiz, mevât bir arazi­
de bir maden ocağım açar. Bir kimse oradan geçerken ocağa düşüp
ölürse veyâ maden ocağı sâhibinin ücretle tuttuğu işçiler ocakta
çalışırken ocak çöküp işçiler ölürse maden sâhibi bir diyet ve taz­
minat ödemekle mükellef değildir. Kuyu da böyledir. Bir adam ken­
di mülkünde veyâ mevât, yâni sâhipsiz bir arâzide bir kuyu kazar.
Sonra bir insan veyâ başka bir şey kuyuya düşüp telef olursa ku­
yu sâhibine bir şey lâzım gelmez. Kezâ kuyu kazmak için tuttuğu iş­
çi kuyuya düşüp ölürse kuyu sâhibi bir tazminat veyâ diyet ödemek­
le mükellef değildir.

E 1- H â f ı z ’ m el-Fetih’te beyân ettiğine göre E b û U b e y d :


Bir kimse müslümanlann yolu üzerinde veyâ başkasının arâzisinde
izinsiz bir kuyu kazar da bir insanın telef olmasına sebebiyet verir­
se, ölenin diyeti kuyu kazanın yakınlarından tahsil edilir, kefâreti
de kuyu kazan öder. Şâyet insandan başka bir mal telef olursa bu­
nun zararım kuyu kazan kişi çeker. Diğer kazılar da kuyu gibidir, de­
miştir.

î b n - i B a t t â l da.- H a n e f î l e r kuyu zaran konu­


sunda cumhûra muhalefet ederek: Kuyu kazan kimse mutlaka za­
rarlardan sorumlu tutulur, demişlerdir. Bunlar kuyuyu sâhipli hay­
vana kıyaslamalardır. Nassa karşı kıyâs geçersizdir, demiştir.

Bu konular hakkmda ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablanna baş­


vurmak gereklidir.

Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m son hadisiyle ilgili


olarak Avnü’l-Mabûd yazan özetle şu bilgiyi v e r ir :

"Hadisin «Ateşin yerdiği zarar hederdir» cümlesiyle ilgili ola­


rak H a t t â b i : Bu hadisten kasdedilen mânâ şudur: Kişi ken­
di mülkünde kendi ihtiyacı için ateş yakar. Sonra kendisinin irâde­
si dışında rüzgâr ateşi yayıp başkasının malına veyâ eşyasına zarar
verir. İşte böyle bir durumda ateş sâhibine bir şey lâzım gelmez, di­
ye bilgi vermiştir.”
Bâb: 28 KÎTÂBÜ-D’DİYET 341

28 — KASÂMET (DENİLEN YEMİNLER) BÂBI

Kasâmet: Ekseme fiilinin masdandır. Ekseme: Yemin etti, de­


mektir. Yeminlere genellikle kasem ismi verilirken katili meçhul
maktul ile ilgili edilen yeminlere Kasâmet ismi verilmiştir.

Kasâmet: Maktûlün velileri kâtil zanlılarından kan bahasmı


talep ettikleri zaman kendilerine veyâ kâtil zanlılarına'* taksim edi­
len yeminlere denilir. î m â m ü ’ l - H a T r e m e y n ’ in anlattığı­
na göre fıkıhçılar: Kasâmet, yeminlerin ismidir, demişlerdir. Lü­
gat âlimlerine göre ise Kasâmet, yemin edenlere verilen bir isimdir.

N e v e v i ’ nin naklen beyânına göre K â d ı I y â z : Ka­


sâmet hadîsi Şerîât’ın temellerinden biri ve Dîn’in hükümlerine âid
bir kâidedir. Sahâbîlerin, Tabiîlerin ve onlardan sonra gelen âlim­
lerin hepsi Kasâmetle hükmetme keyfiyetinde ihtilâf etmekle berâ-
ber bununla amel etmişlerdir.

Bir cemaatin kasâmetle hükmetmedikleri de rivâyet olunmuştur.


Kasâmetle amel edilir, diyen âlimler öldürme olayı kasden işlen­
diğinde kasâmet işlemi neticesinde kâtil zanlısının kısâs olarak öl­
dürülüp öldürülmeyeceği husûsunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki :

Âlimlerden bir cemâata göre kısâs vâcib olur. M â l i k , A h ­


m e d , t s h â k ve kadîm kavlinde Ş â f i î böyle hükmetmiş­
lerdir.

Küfe âlimleri ve en sahîh kavlinde Ş â f i î : Kısâs vâcib


olmaz, diyet, yâni kan bahasının ödenmesi vâcib olur, demişlerdir.

Kasâmet işleminde hangi tarafın yemin edeceği husûsunda da


ihtilâf vardır. Şöyle k i:

Mâlik, Ş â f i i ve cumhûra göre maktûlün mirasçıları ye­


min ederler ve yeminleri sonucunda haklan gerçekleşmiş olur. Bu
da yukarda anlatıldığı gibi bâzılanna göre kâtil zanlısının kısâs edil­
mesidir. Bir kısmına göre ise kan bahasının ödenmesidir.

E b û H a n î f e ’ nin arkadaşlarına göre ise cinâyetin işlen­


diği şehir veyâ kasaba ve köy halkından maktûlün velîlerinin seç­
tikleri kimselerden elli kişi “Allah’a yemin ederiz ki biz bunu öldür­
medik ve kâtilinin kim olduğunu bilmiyoruz” diye yemin ederler. Bu
yeminlerden sonra yemin edenlerle beraber o yer sâkinlerine ve akı-
342 SÜNEN-Î ÎBN-t MÂCE

lalarına (yakınlarına) diyet ödeme cezâsma hükmedilir. Bunlardan


alman diyet maktûlün mîrasçüanna teslim edilir, demiştir. ( K â d ı
I y â z ’ m sözü bitti.)

. JVâ İbü ."JZ• > ■- t- • '1 -


S• -
- nvv
• jt <«-iti»- 3 Jr-3 3**^ jû®«> 4»! J
Tl ıf- *'•'* ı •' «,"•'*? . »e • İl'’ • ' f A «î
J1V> 3 ‘ Jr-1/ •’-** û*, •j û* *»
3 * j * j j S j j j l j 3ı? J i j £ . 3 4^1 jl w jJ» • ^ âî

ıiy jÇî^! j i j * j4*ı Y • «î|î d ? fd * < & “


İl M t * -.»•■?, “• C** .fl ' ^ A / " 4 l i » - '• ' V '• * » » ■ * • ■ '-
,*#! J J U l ü» jA j ( İ^ Jj 4-a-^ w *A» . (j1 £»*j N J
— «- r • 0 •^

= a s -. fc 4 2 ^ > * y . t f t i ' & 2 r . p i « s r s r » ^

i ı 3 j- S y â ö ' * iy is i M ifa ı& i 13A >

t Ş s i ı 3 j i S 3 & . :Û 3 u' ti l 3- A j : 10 J .ii ij

^ fc.îlı*~i ı J& V : I} &<I ^^«*-1,* jjİmZ_j3 j_,îl»< # jA j

•pöl İ T İ . ^ il 3 ^ i 'î j i 4 İ Î ı ^ Ş : ıj t . ?\ £

; ]ijjı y i i l i l ! J i . üt- 3 i u ^ i ı 3 ji.3

. ıl> ' U- £ . J û ^ 'j - J & : fa 'M

T E R C E M E S İ

2677) “ ... Sehl bin Ebî Hasme ( Radıyallâhü anh) ’m kendi kavminin ile­
ri gelen adamlarından rivâyetine göre :

Abdullah bin Sehl (bin Zeyd) ve Muhayyısa (bin Mes’ûd


bin Zeyd) (Radıyallâhü anhümâ) başlarma gelen fakirlikten
B âb: 28 KİTÂBÜ-D’DÎYET 343

dolayı (bîr hurma mevsiminde hurması bol olan) Hayber’e (dostlan


yanında hurma toplamaya) gittiler. (V e Hayber’e vardıklarında ken­
di işlerine bakmak üzere birbirinden ayrıldılar. Bir süre) sonra Mu-
hayyıs’a gelinip, Abdullah bin Sehl’in öldürülüp bir kuyuya veyâ
bir pmara atılmış olduğu haberi verildi. Bunun üzerine Muhayyısa
Hayber yahûdilerine giderek:
— Allah’a yemin ederim ki onu siz öldürdünüz, deyince yahû­
dîler t
— Allah’a and olsun ki onu biz öldürmedik, dediler. Sonra Mu-
hayyısa ordan (Medine’ye) dönüp kavnUnin yanma vanyor ve du­
rumu onlara anlatıyor. Daha sonra kendisi, ağabeyisi Muhayyısa ve
Abdurrahmân bin Sehl kalkıp (Peygamber) (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem’e) gittiler, (önce) Muhayyısa söze başladı, (maktûl ile be­
raber) Hayber’de olan kendisi idi. Fakat Resülullah (Sallallahü A ley­
hi ve Sellem) Muhayyısa’ya yaşça büyüklüğü kasdederek:
«İlk sözü büyüğe bırak, ilk sözü büyüğe bırak», uyarısında bu­
lundu. Bunun üzerine (Muhayyısa sustu ve ağabeyisi) Huvayyısa
olayı anlattı. Ondan sonra da Muhayyısa konuştu. Neticede Resûlul-
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara:
«Hayber yahûdileri ya (öldürülen) arkadaşınızın diyetini (kan
bahasını) öderler, veyâ onlara (karşı Allah ve Resûlü tarafmdan)
bir savaş ilân edilir,» buyurdu. Sonra Resülullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) bu konu hakkmda (Hayber yahûdilerine) yazı yazdırdı.
(Bu yazıya cevâben) on lar:
Allah’a yemin ederiz ki onu katiyyen biz öldürmedik, diye yazı
gönderdiler. Bu cevab üzerine Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem), Huvayyısa, Muhayyısa ve Abdurrahmân’a :

«Bu cinâyetin Hayber yahûdileri tarafından işlendiğine yemin


eder (mi) siniz ve (bu takdirde) arkadaşınızın kan bedeline müsta­
hak olursunuz?» buyurdu. Bunlar:
Hayır, (yananda) bulunmadığımız ve görmediğimiz bir cinâyet
hakkınd a nasıl yemin ederiz? dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü A ley­
hi ve Sellem) :
«Şu halde yahûdîler (bu cinâyetten habersiz olduklarına dâir)
size yemin ederler,» buyurdu. Bunlar:
Onlar müslüman değiller, (nasıl onlann yeminlerine itibar ede­
riz) , dediler. Bunun üzerine Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
344 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

maktûlün diyetini kendi yanından verdi. Resûlullah (Sallallahü Aley­


hi ve Sellem) maktûlün yakınlarına yüz adet dişi deve gönderip ta
evin içinde onlara teslim ettirdi.
Râvi Sehl (bin Ebî Hasme) demiştir ki: O sürüden kırmızı bir
dişi deve bana tekme attı.''

. ijJxıt ı îlbjl l (_î î j

T E R C E ME S İ

2678) Amr bin Şuayb’in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-
dıyallâhü anhüm)’den; Şöyle demiştir :
Mes’ûd’un oğullan Huvayyısa ve Muhayyısa ile Sehl’in oğullan
Abdullah ve Abdurrahmân (Radıyallâhü anhüm), Hayber’de yiyecek
temini maksadıyla, (Medîne-i Münevvere’den) çıkıp gittiler. (Hay­
ber’de) Abdullah’a zulüm edilip öldürüldü. Sonra durum Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e anlatıldı. Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (maktûlün arkadaşlarına):
— «(Abdullah'ın Hayber yahûdîleri tarafından öldürüldüğüne)
yemin edersiniz ve (kan bedeline) müstahak olursunuz»? buyurdu.
Onlar:
— Yâ Resûlallah yanında bulunmadığımız bir cinâyet hakkmda
nasıl yemin ederiz? dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) :
— «Şu halde yahûdîler (yemin etmekle) isnad ettiğiniz suçtan
beraet ederler,» buyurdu. Onlar;
B âb: 28 KİTÂBÜ-D’DİYET 345

— Y â Resûlallah! Yahûdîler yemin etmekle beraet edebilince bi­


zi öldürürler, dediler. Râvi demiştir k i : Bunun sonucunda Resülullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) maktûlün diyetini kendi yanından
verdi.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Haccâc bin Brtât var­
dır, O tedlîsçidir (ve an’ane ile rivâyet etmiştir.)

İ Z A H I
Bu bâbm ilk hadîsini B u h â r i , M ü s l i m , E b û D â ^
v û d ve N e s â i de rivâyet etmişlerdir, ikinci hadîs ise Zevâid
türündendir.
Buradaki rivâyete göre ilk hadîsin râvîsi S e h l b i n E b i
H a s m e (Radıyallâhü anh) hadîsi kendi kavminin ileri gelen
adamlarından rivâyet etmiştir. B u h a r î ’ nin rivâyetinde ise
S e h l resen olayı nâkletmiştir. E b û D â v û d ’ un rivâyetine
göre ise S e h l ve onun kavminin ileri gelen adamlan bu hadîsi
E b û L e y l â ’ ya rivâyet etmişlerdir.

Hadîste isimleri geçen zâtlara gelince H a y b e r ’ de öldürü­


len A b l u l l a h b i n S e h l ile A b d u r r a h m â n b i n
S e h l kardeştirler. H ü v a y y ı s a b i n M e s ’ û d ile M u -
h a y y ı s a b i n M e s ’ û d da kardeştirler. A b d u l l a h ile
A b d u r r a h m â n ’ ın babalan S e h l , M e s ’ û d ’ un kar­
deşidir. Durum bu olunca bunların evlâdı da amca çocuklandır.
H u v a y y ı s a , M u h a y y ı s a ’ dan, bu da A b d u r r a h -
m a n ’ dan yaşça büyüktü. İlk hadîste geçen “Fakir” derin olma­
yan ve ağzı geniş kuyu mânâsmadır. “Ayn” da pmar demektir.
H a y b e r ’ de katledilen A b d u l l a h ' ı n cesedinin kuyu ve­
yâ pınara atıldığı yolundaki tereddüd râvîye âittir.

Cinâyet olayı Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e arz


edileceği zaman M u h a y y ı s a söze başhyor. Sebebi ise cinâ­
yet olayı esnasında kendisinin H a y b e r ’ de olmasıydı. Fakat
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini îkaz ederek
ilk sözü yaşça büyük olan ağabeyisi H u v a y y ı s a ’ ya bırak­
masını işâret buyuruyor. Bu buyruk bir edeb dersi mâhiyetindedir.
önce H u v a y y ı s a , sonra M u h a y y ı s a olayı anlatıyor­
lar.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in «Yahûdîler ya mak­
tûlün diyetini öderler ya da onlara karşı savaş ilân edilir» emrinden
346 SÜNEN-İ İBN-1 MACE

maksad, cinayetin onlarca işlendiği sabit olması hâlinde onlar bu


iki işten birisini yapmak durumunda kalırlar.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ile H a y b e r ya­
hûdîleri arasında yapılan yazışma neticesinde yahûdîler suçu kabul
etmeyince, Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) dâvâcılara ye­
min teklif etmiş ve yemin ettikleri takdirde maktûlün kan bedelini
almaya hak kazanacaklarım beyân buyurmuştur. Bu hak kısâs mı,
diyet mi? Bu husûstaki ihtilâf yukarda anlatılmıştı. Bilindiği gibi bü­
tün dâvalarda yemin dâvâüya âittir. Dâvâca da şâhid getirmekle mü­
kelleftir. Bu husûsta Kasâmet meselesi diğer dâvâlann dışında tutul­
muştur.
Dâvâcılar yemin etmedikleri gibi dâvâlıların müslüman olmayış­
ları nedeniyle yeminlerine itibar edemeyeceklerini söyleyince Pey­
gamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) maktûlün diyetini kendi yanın­
dan ödemiştir. Bunun sebebi hakkmda Avnü’l-Mabûd y a z a n : Pey­
gamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), nizaa son vermek ve tarafların
arasım bulmak için ödemede bulunmuştur. Çünkü maktûlün tarafı
yemin etmek veyâ dâvâlıya yemin ettirmekten başka bir hakka sâ-
hip değildir. Burda ise iki teklife de râzı olmadılar. Gönülleri de kı­
rıktı. Bunun için gönüllerini tâmir etmek ve nizaı kesmek isteyen
Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), diyeti yanından ödemiştir,
der.
Dâvâcılar maktûlün kâtil zanlılan tarafından öldürüldüğüne
dâir yemin etmekten imtinâ edince, kâtil zanlılan maktûlü öldürme­
diklerine yemin etmek sûretiyle yapılan isnaddan berâet ederler. Bu
hüküm bu hadîsten anlaşıldığı gibi ikinci hadisten daha açık bir şe­
kilde çıkarılır. Kasâmet meselesinde hangi tarafın yemin etmesi­
nin gerektiğine dâir bilgi yukarda, bâbm girişinde verildi.
S e h l bi n Ebî H a s m e (Radıyallâhü anh), hadîsin
sonunda, diyet olarak ödenen develerden birisinin kendisine tekme
attığım söylemekle bu hadîsi çok iyi bir şekilde hatırında tuttuğunu
belirtmek istemiştir.
İkinci hadîste geçen; ^ ıi cümlesindeki fiil îbrâ veyâ Teb-
rie masdanndan türeme olabilir ve «Tübriuküm» veyâ «Tüberriu-
küm» şeklinde okunabilir. Cümlenin mânâsı bakımından bu iki oku­
nuş arasında bir farklılık yoktur. Cümle iki şekilde mânâlandınla-
b ilir:
Birincisi tercemede belirttiğim gibi şöyledir: «Şu halde yahûdî­
ler (yemin etmekle) isnâd ettiğiniz suçtan berâet ederler.»
B âb: 29 KÎTÂBÜ-D’DtYET 347

ikinci m ân â: «Şu halde yahûdîler (yemin etmekle) sizi yemin et­


mekten kurtarırlar (ve böylece dâvâ kapanmış olur.)»
Şöyle bir soru hatıra gelebilir:
A b d u r r a h m a n bin Sehl (Radıyallâhü anh), mak-
tûl A b d u l l a h ' ı n kardeşi olduğu halde neden amca oğullan
H u v a y y ı s a ile M u h a y y ı s a olayı anlatmışlar ve Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) onlan dinlemiş de asıl dâvâ sâ­
hibi durumunda olan A b d u r r a h m a n ’ ı konuşturmamış-
tır?

Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) yaş sırasına göre ön­


ce H u v a y y ı s a ’ yı, ondan sonra da M u h a y y ı s a ’ yı din­
lemiş ve T i r m i z i ’ nin rivâyetinde belirtildiği gibi A b d u r -
r a h m a n ’ ı da dinlemiştir. A b d u r r a h m a n ’ m yaşça iki­
sinden de genç olduğunu yukarda belirtmiştim.

Kasâmet ismi verilen yemin tarzı ve hükümleri fıkıh kitablann-


da genişçe izah edilmektedir.
ti
J” J 2* O* ( r' )
29 — KİM KÖLESİNİN BİR ORGANINI KESMEK
SÛRETİYLE İŞKENCE EDERSE O KÖLE HÜRDÜR, BÂBI

•öÂ >— >-*»»» tj • ü

Sehl bin Ebî Hasme (R.A.)’xn Hâl Tercemesi

İlk hadîs râvîsi Sehl’in babası Ebû Hasme’nin ismi Âmir bin Sâide’dir. Bir
kavle göre ismi Abdullah bin Sâide bin Âmir’dir. Sehl Ensâr’m Hars kabilesinden
yaşça küçük sahâbîlerdendir. 25 aded hadisi vardır. Buhâri ile Müslim onun üç
hadisini ittifakla rivâyet etmişlerdir. Râvileri SâUh bin Havvât, Urve bin Zübeyr
ve Zühri’dir. Bir kavle göre mürsel hadisler rivâyet etmiştir. Ebû fiCâtim: O nd-
vân biatmda bulunan sahâbîlerdendir, demiştir. Hâfız Zehebi: Zannımca o, Muâ­
viye (R.A.)’m halifeliği döneminde vefât etmiştir, der. Kütüb-i Sitte’nin hepsinde
onun hadisleri vardır. (Hülâsa : 157)
348 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2679) "... Zinbâ (Ebû Ravh) (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine


göre:

Kendisi bir kölesinin yumurtalarını Çekip çıkarmış (veyâ erkek­


lik organım kesmiş) olarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem )’in huzûruna vardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bu işkenceye karşı köleyi azadladı (azadlığma hükmetti).”
N o t: Râvî İshâk bin Ebi Ferve’nin zayıflığı nedeniyle bu senedin zayıflığı,
Zevâid’de belirtilmiştir.

T E R C E M E S İ

2680) Amr bin Şuayb’in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (R a-
dıyaUâhü anhüm) ’den rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir:

(Köle) bir adam imdâd, diye bağırarak Peygamber (Sallallahü


Aleyhi ve Sellem) ’in yanma geldi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Bellem) ona:
«Neyin var?» buyurdu. K ö le :
Efendim beni bir câriyesini öptüğüm esnada gördü, bu nedenle
benim erkeklik organımı kesti, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) (sahâbîlere) :
«O herifi bana getiriniz,» buyurdu. Adam arandı. Fakat buluna­
madı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (kö­
leye) :
«Git. Sen hürsün,» buyurdu.
Bâb: 29 KİTÂBÜ-D’DİYET 349

(Râvî) demiştir k i : K ö le :
Y â Resûlallah! Efendim beni köleleştirmek isterse bana yardım­
cı olmanın kimin üzerine (vâcib) olduğunu söyler misin? diye sordu.
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) d e :
«Her mü’min veyâ her müslüman üzerine (vâcib) dir,» buyurdu.”

İ Z A H I

İlk hadis Zevâid türündendir. İkinci hadîsi E b û D â v û d


da rivâyet etmiştir. E b û D â v û d , kölenin isminin R a v h
bin D in ar (Radıyallâhü anh) olduğunu ve onun erkeklik or­
ganım kesen efendisinin isminin Z i n b â E b û R a v h (Radı-
yallâhü anh) olduğunu söylemiştir. İlk hadîste kölesinin yumurtala­
rım çıkardığı veyâ erkeklik organım kestiği bildirilen zâtın Z i n -
b â olduğu bildirildiğine göre iki hadîsin ayni olaya ve sonucuna
âid olduğu ihtimali kuvvetlidir. Birinci hadîste geçen «Hasâ» fiili yu­
murtaları çıkarmak mânâsma geldiği gibi erkeklik organım kesmek
mânâsma da geldiğinden bu duruma ilk hadîsin tercemesinde paran­
tez içi ifâde ile işâret ettim.
S i n d i : Halkm, kölelerine böyle işkence etmelerini önlemek
için Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in anılan kölenin âzad-
lığına hükmetmiş olması kuvvetle muhtemeldir, demiştir.
Avnü’l-Mabûd yazan d a : Sahih olanı şudur ki, kim kölesine böy­
le şeni işkence yaparsa o kimsenin isteği dışında kölesinin âzadlan-
masına hükmedilir ve köle hürriyetine kavuşmuş olur, demiştir.
Sözü edilen köleye yardım etmenin her mü'mince veyâ her müs-
lümana düşen görev olduğuna dâir cümledeki «mü’min veyâ müslim»
. ifâdesindeki tereddüd râvîye âittir.
Hür bir kimse bir köleyi öldürür veyâ bir organım keserse, bu­
na karşılık o hür kimse hakkmda kısâs ve misilleme yapılıp yapıl­
mayacağına dâir bilgiler 2663 - 2664 nolu hadisler bölümünde geç­
miştir. Oraya bakılabilir.
tik hadîsin râvisi Z i n b â (Radıyallâhü anh) b i n R a v h
b i n S e l â m e e l - C ü z â m i ’ ni n künyesi E b û R a v h ’ -
dır. F i l i s t i n ’ e giderdi. E b û N u a y m onun sahâbî ol­
duğunu söylemiştir. (14)

(14) Üsdü’l-Ğabe C. 2, Sah. 189 ve 206


350 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

yv^jAİ i *J*İ v_»l ( f •)

30 — ÖLDÜRME TARZI YÖNÜNDEN EN İFFETLİ


(MERHAMETLİ) İN SAN LAR İMANLILARDIR, BÂBI

T E R C E M E S İ

2681) “ ... Abdullah (bin Mes’ûd) (Radtyallâhü atık)'den rivâyet edildi­


ğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Ehl-i iman, öldürme tarzı yönünden insanların en iffetli (mer­


hametli) lerindendir.»"

T E R C E M E S İ

2682) Abdullah (bin Mes’ûd) (Radtyallâhü atık)'den rivâyet edildi­


ğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Öldürme tarzı yönünden insanların en iffetlisi (merhametlisi)


îman ehlidir.»”

İ Z A H I

Müellifimizin kısmen değişik iki senedle rivâyet ettiği î b n - i


M e s ’ û d (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini E b û D â v û d da ri­
vâyet etmiştir. Ordaki hadîs metni hurdaki metnin aynisidir.
Hadîste geçen iffetten maksad helâl olmayan ve iyi karşılanma­
yan durum ve davranışlardan sakınmaktır. Yâni mü’minler kısâs,
had veyâ başka nedenlerle öldürülmesi gerekli veyâ câiz olan bir
B âb: 30-31 KÎTÂBÜ-D’DtYET 381

kimseyi öldürecekleri zaman organlarım kesmek, yavaş yavaş ta-


zîb etmek gibi işkenceler yapmak sûretiyle değil en rahat bir şekil­
de öldürürler. Çünkü Allah Teâlâ, bütün yaratıklara karşı merha­
met ve acıma duygusunu mü’minlerin kalblerine yerleştirmiştir.
İmansızlarda ise bu derece merhamet ve acıma duygusu yoktur.
M e k k e müşriklerinin müslümanlann bir kısmım işkence ve ta-
zîble hunharca öldürmeleri bunun canlı bir örneğidir.

31 — MÜSLÜM ANLARIN K A N LA R I (KISÂS VE DİYET


HUSÛSUNDA) EŞİTTİR, BÂBI

« o 'y 5li- 3 e .‘j ui)i $yı i?3 ü - ru f


kûzr5JÇİ\, gş 3İ11^ yÇ 3'pî 3; y İ 3;
• * 1" *.f 'î" * «J1.. • * f.* Î • »* t • * I' • - '['• ,

•« M

T E R C E M E S İ

2683) "... (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)’dan rivâyet edil­


diğine göre; Peygamber ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Müslümanlann kanlan (kısâs ve diyet husûsunda) eşittir. Ve
onlar, başkalarına (yâni düşmanlarına) karşı tek el (gibi olmalı) dır.
Onlann (kâfirlere verebilecekleri mal, can ve nâmus) teminatım
(mertebece) en düşük olanı akdedebilir (verebilir). Ve (savaşta alı­
nan ganimet düşman saflarına en yakm olanlar tarafmdan) en uzak
olana iâde edilir (yâni hissesi verilir).*”

^ j\ t .î*>ih ^ 3 'ry ; . i - m
3 J~J '$ & : life • â 1C r ^ C f ‘ ti.' £ û?

. . « 1»f c r 3 . Jf »,

T E R C E M E S İ
2684) “ ... Ma’kıl bin Yesâr (İS) (Radıyallâhü anh)’den rivâyet edildi­
ğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

(15) Bu sahâbî’nin hâl tercemesi 1448 noiu hadis bölümünde geçti.


352 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

«Müslümanlar başkalarına (düşmanlarına) karşı tek el (gibi ol­


malı) dır ve kanlan (kısâs ve diyet husûsunda) eşittir.»"

. ü ç?y£ y 3 f<-1-•P 3 ı^> - ru«

Yj_y t jp ^ L S • j ’ş 'P UteCs . îy jf

T E R C E M E S İ

2685) Amr bin Şuayb’ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radtyal­
lâhü anhüm)’den rivâyet edildiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem ) şöyle buyurdu, demiştir:

«Müslümanlann (birlik ve beraberlik) eli onlardan olmayanlara


(düşmanlarına) karşı (olmalı) dır. Müslümanlann kanlan (kısâs ve
diyet husûsunda) ve mallan eşittir. Müslümanlann (mertebece) en
düşüğü hepsinin adma (kâfire mal, can ve namus) teminatı verebi­
lir ve (savaşta) müslümanlann en uzak olanlan (yâni düşmana en
yakın olanlan ele geçirdikleri ganimeti düşmana uzak olan) müslü-
manlara iâde eder (yâni hisselerini ve rir).»”

İ Z A H I
Bu bâbm ilk hadîsi ile ikinci hadîsi Kütüb-i Sitte’nin kalanların­
da göremedim, ilk hadîsin mislini E b û D â v û d ile N e s â î
(Radıyallâhü anh)’den merfû olarak rivâyet etmişlerdir. Son hadis
ise E b û D â v û d ve T i r m i z i tarafmdan da rivâyet edil­
miştir. T i r m i z i bunu ta’likan, yâni senedini anmadan rivâyet
etmiştir.
Müslümanlann kanlarının eşitliğine dâir olup üç hadîste de ge­
çen cümlenin açıklaması ile ilgili olarak Avnü’l-Mabûd yazan, Şer-
hü’s-Sünne’den naklen şöyle d e r :
Müslümanlann kanlarının eşitliğinden maksad şudur: Müslü­
manlann kanlan kısâs yönünden eşittir. Yâni öldürülen müslüman
Bâb : 32 KÎTÂBÜ-D’DÎYET 353

eşraftan veyâ âlimlerden olsa ve kâtil de eşraftan olmasa veyâ câ­


hil olsa bile yapılacak iş yalnız kâtili öldürmektir, Kâtilden başka­
sını öldürmek söz konusu değildir. Câhiliyet devrinde durum böyle
değildi. Eşraftan birisi öldürüldüğü zaman buna karşılık yalmz eş­
raftan olamayan kâtili öldürmekle yetinilmiyordu, kâtil ile beraber
onun kabilesinden bir kaç kişi öldürülüyordu. İslâmiyet bu kötü âde­
ti kaldırdı. Eşrâftan olan ile olmayan, büyük ile küçük, âlim ile câ­
hil ve erkek ile kadm kısâs bakımından eşit kılındı. Kısâs bakımın­
dan hiç bir ayrıcalık bırakılmadı. Yukardaki cümle bunu belirtiyor.
Yine hadislerin «Müslümanlar başkalarına karşı tek el (hükmün­
de) dir.» cümlesinin mânâsı ile ilgili olarak E b û U b e y d : Yâ­
ni müslümanlar birbirlerini düşmanlarına ezdirmemelidir., Hepsi bir­
lik ve beraberlik içinde yardımlaşma ve dayanışma içinde olmalıdır,
demiştir.
Hadîslerin «Müslümanlann (kâfirlere verecekleri) teminatı (mer­
tebece) en düşük olanı akdedebilir» cümlesinin mânâsı şudur -. Müs-
lümanlardan herhangi bir kimse, hattâ bir köle veyâ bir kadm bir
veyâ birden fazla kâfire teminat verirse, yâni malı, cam ve namu­
sunun garanti altında olduğunu söylerse bu teminat geçerlidir, di­
ğer müslümanlar buna uymak zorundadır. Kâfire böyle bir teminat
vermek için müslümanm eşraftan veyâ devlet yetkilisi ve etiketlisi
olması şarta yoktur.
Hadislerin « (Ganimet malı) en uzak olana iâde edilir» cümlesin­
den kasdedilen mânâyı tercemede parantez içi ilâvelerle açıklamak
istedim. Yâni savaşa katılanlann zayıfları ile kuvvetlileri, düşma­
na en yakm saflarda çarpışanlar ile geri saflarda ve düşmana uzak
olanları ganimetten hisse almak bakımından eşittirler. Küfür diyân-
na giren gâzilerin hepsinin ganimet malına istihkakları vardır.
IjiaL. J3 ja ^*1 (rr)
32 — BÎR MUÂHED (KENDİSİNE TEMİNAT VERİLEN
ZÎMMİY) İ ÖLDÜREN KİMSE (HAKKINDA GELEN
HADÎSLER) BÂBI

Sünen-i fcrn-i Mâce — C .: 7-P . : 23


354 8ÜNEN-İ İBN-t MÂCE

T E R C E ME S İ

2686) Abdullah bin Amr (bin el-Âs) (RadtyaUâhü anhümâ)'dan ri­


vâyet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu,
demiştir:
«(Müslümanlardan) kim bir muâhed (yâni zimmiy) i (haksız ye­
re) öldürürse o kimse Cennet kokusu kokamaz. Halbuki Cennet ko­
kusu kırk yıllık mesafede bulunur.»”

T E R C E M E S İ
2687) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre;
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«(Müslümanlardan) kim, Allah’m teminatına ve Resûlünün te­


minatına (yâni dinen geçerli sayılan teminata) sahip olan bir muâ­
hed (yâni zimmi’yH (haksız yere) öldürürse, o kimse Cennet koku­
su kokamaz. Halbuki Cennet kokusu yetmiş yıllık mesafede bulu­
nur.»’’

İ Z A H I
İlk hadîsi B u h â r i de ve son hadîsi Ti r mi z î de ri­
vâyet etmişlerdir.

Muâhed ve Muâhid zimmî mânâsmadır. Zimmî, bilindiği gibi


cizye ismi verilen vergiyi devlete vermek üzere kendisine vatandaş­
lık hakkı, yâni can, mal ve nâmus teminatı verilen gayri müslim­
lere verilen bir isimdir.

Tuhfe’de beyân edildiğine göre el-Mecma’de: Zimmet ve zimâm;


ahid, teminat, garanti, dokunmazlık ve hak mânâsmadır. İslâm mem­
leketlerinde oturan gayri müslimlere zimmîler isminin verilmesinin
sebebi bunların müslümanlann teminatı ve taahhüdü altında bulun-
malandır, denilmiştir.

Birinci hadîste Cennet kokusunun kırk yıllık, ikinci hadiste yet­


miş yıllık mesâfede duyulduğu bildirilmektedir. Cennet kokusunun
B âb: 33 KİTÂBÜ-D’DİYET 355

yüz yıllık ve bin yıllık mesâfeden duyulduğuna dâir rivayetler de


vardır. S u y û t î bu rivâyetleri belirttikten sonra: Bu rivayet­
lerin birleştirilmesi şöyle olur: Bu durum, müslümanlann mertebe­
lerine ve amellerinin çokluğu veyâ azlığına göredir. Allah’m diledi­
ğ i kimseler bu kokuyu daha uzak mesâfeden veyâ nisbeten yakm
mesâfeden duyarlar, demiştir. E 1- K â r i bunu naklettikten son­
ra : Bu rivâyetlerden maksad Cennet kokusunun uzak mesâfelerden
duyulabildiğini bildirmek olabilir. El-Fetih’te bu hususta daha geniş
bilgi vardır.
Bir zimmî’yi haksız yere katleden müslümanın Cennet kokusu­
nu kokmaması meselesine gelince bunun benzeri daha önce defalar­
ca geçti. Oralarda açıkladığım gibi bundan maksad, bu suçu işleyen
kimselerin, ilk zamanlarda Cennete girecek müslümanlarla birlikte
girmeye hak kazanmamış olmasıdır. Böyle bir hakkı bulunmamakla
beraber Allah Teâlâ dilerse onu bağışlar. Dilemezse bu suça karşı
cezâsını çektikten sonra Cennete girer. Çünkü müteaddid kesin nass-
lar, zerre mikdan imam bulunan kimselerin sonuç itibariyle cen­
netlik olduklarına delâlet eder.
Cümlenin mânâsı şöyle de olabilir: Bu suçu işleyen müslüman
Cennete girse de onun kokusunu duymaktan mahrum kılınır.

45* -Lo J * ü* (rr)

33 — BİR A D A M A CAN TEM İNATI VERİP SONRA ONU


ÖLDÜREN KİMSE (H AKKIND A GELEN HADÎSLER) BÂBI

. «üu> j j L J I a». t alxî- o ; Â d ijö M . CM « l U j j : o îljji j

. ^ JUj j l j . CM.il j j U - â .'

T E R C E M E S İ
2688) "... Rifâa bin Şeddâd el-Fityânî’den; Şöyle demiştir:
356 SÜNEN-Î İBN-l MÂCE

A m r bin el-Hamık el-Huzâî (Radıyallâhü anh)’den işittiğim bir


kelime (hadis) olmasaydı, ben el-Muhtâr’m başı ile cesedi (ni birbi­
rinden ayırıp) arasmda yürüyecektim. Ben Am r bin el-Hamık'tan
şöyle söylerken işittim. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu­
yurdu k i :
«Kim bir adama can teminatını verip sonra onu öldürürse şüp­
hesiz o kimse kıyâmet günü bir gadir (zulüm) sancağım taşıyacak­
tır.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun isnadı sahih ve râvileri sıkâ
(güvenilir) zâtlardır. Çünkü râvî Rıfâa bin Şeddâd’ın hadisini Nesâi kendi söne­
ninde rivâyet etmiş ve sıkâ olduğunu söylemiştir. İbn-i Hibbân da onu sıkâ râvi-
ler arasmda anmıştır. Senedin kalan râvileri .Müslim’in şartı üzerinedir.

. a&J. a) & J!\t-.-çT} ıs •


.k ü ı ’£ } 'p : 3 t» • :$ ! i»*

6İL İ. ot t p P f - 'Â ü * y ' j ^ ö t ö r ' ü

' '. < J j S a iı 3ut H

T E R C E M E S İ

2689) “ ... Rıfâa bin Şeddâd ( R a d ty a llâ h ü anA )’den; Şöyle demiştir:

Ben Muhtâr’m yanma kendisinin sarayında girdim. Kendisi: Ceb­


rail (Aleyhisselâm) bu saatta benim yanımdan kalktı, dedi. Süleyman
bin Sureci (Radıyallâhü anh) ’m Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) ’den bana rivâyet e ttiğ i:
«Adam kam husûsunda sana güvendiği zaman sen onu öldürme»
hadisinden başka hiç bir şey beni Muhtâr’m boynuna (bu iftirasın­
dan dolayı kılıç) vurmakdan alakoymadı. İşte beni onun boynunu
(kılıçla) vurmaktan meneden şey bu hadistir."

İ Z A H I

İlk hadîs Zevâid türündendir. Zevâid sâhibi ikinci hadîsi Zevâid


türünden saymadığı ve R i f â a ’ mn hadîsleri N e s â i tarafm­
dan da rivâyet edildiği için bu hadisin N e s â i tarafmdan da ri-
Bâb : 33 KİTÂBÜ-D’DÎYET 357

vâyet edilmiş olması muhtemeldir. Fakat ben N e s â î ’ nin sü-


neninde bu hadîse rastlamadım. Gözümden kaçmış olabilir.

Hadîs, bir kimseye can güvenliği veren müslümanm bu güven­


ceye sadakat göstermesinin gerekliliğine ve aksine hareket etmesi­
nin bir zulüm ve haksızlık sayıldığına delâlet eder. Çünkü verdiği te-,
minata aykırı hareket etmekle emânete hiyânet etmiş sayılır. Emâ­
nete hiyânet etmenin haramlığı müteaddid âyetler ve hadîslerle ha­
ram kılınmıştır.

Son hadîste sözü edilen Muhtâr ile kimin kasdedildiğine dâir bir
kayda rastlamadım. Bununla M u h t â r - i S a k a f î ’ nin kas-
dedilmiş olması muhtemeldir. M u h t â r - i S a k a f î , H i c -
ret-i N e b e v i y y e esnasmda doğmuş, fakat Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’i görme şerefine erişemediği gibi hadîs
rivâyetinde de bulunmamıştır. H i c â z ’ da hilâfetini ilân eden
A b d u l l a h bin Z ü b e y r (Radıyallâhü anh) 'm taraftan
iken hicretin 64. yılı O’ndan aynlarak I r â k ’ a geldi ve K ü f e ’ -
de Ş î î 1 e r ’ le iş birliği yaparak K e r b e 1 â olayının intika­
mını almak üzere Ehl-i Beyt’ten (yâni Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâ­
tü ve’s-selâm) ’in torunlarından) M e h d î M u h a m m e d b i n
e l - H a n e f i y y e tarafmdan görevlendirildiğini iddiâ etti. El al­
tından yaptığı faaliyetler neticesinde 12 bin kadar taraftar topladı
ve hicretin 65. yılı K ü f e ’ y i eline geçirdi. K e r b e 1 â olayın­
da bulunan veyâ olayı tertipleyen bir çok kimseyi öldürten M u h -
t â r bir buçuk yıl K û f e ’ de hükümdarlık ettikten sonra hic­
retin 67. yık M u s ’ a b b i n Z ü b e y r ’ in gönderdiği askerî
kuvvet tarafmdan katledildi.

Üç Zâtm Hâl Tercemesi


Birinci hadisin râvisi Amr bin el-Hamık bin Habîb bin Amr el-Huzâl (R.A.)
Hudeybiye andlaşmasmdan sonra Mekke’den Medine-i Miinevvere’ye hicret etmek
şerefine erişen sahâbüerdendir. Hz. Osman (R.A.)’m şehîd edilmesi olayında 0*nun
evine girenlerdendir. Daha sonra Hz. Ali’ye taraftar çıkıp O’nunla birlikte Cemel,
Sıffîn ve Nehrevân olaylarına katılmıştır. Râvileri Ciibeyr bin Nüfeyr ve Rifâa bin
Şeddâd’dır. Hicretin 51. yılı Abdurrahman bin Osmân es-Sakafi tarafmdan öldü­
rülerek başı Muâviye’ye gönderilmiştir. İslâm tarihinde hediye edilen ilk baş bu
zâtm başıdır. Nesâî ve İbn-i Mâceh onun hadîslerini rivâyet etmişlerdir. (Hülâ­
sa: 288)
Yine birinci hadîsin senedinde ismi geçen Rifâa bin Şeddâd el-Fityânî’nin
bağlı bulunduğu Fityân, Büceyle’nin bir koludur. Bu zâtın künyesi Ebû Âsim
el-Kûû’dir. (Siinenimizin elde mevcûd nüshalarında el-Kıtbâni, diye yazılı ise de
Hülâsa’da bu kelime el-Fityânî diye beyân edildiği için bu beyânı esas tuttum.)
(Devamı 358.ci Sahifede)
358 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

( v t)

34 — (BİR M ÜSLÜM AN! TEAMMÜDEN, KASDEN)


ÖLDÜREN KİŞİYİ BAĞIŞLAMAK (KISÂS OLARAK
ÖLDÜRMEKTEN VAZGEÇMEK) BÂBI

TERCEMESİ
2690) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken bir adam


(bir müslüman kişiyi) öldürmüştü. Dâvâ Peygamber (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem)’e arzedildi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
de kâtili (kısâs edilmek üzere) maktûlün velisine teslim etti. Bunun
üzerine kâtil;
Yâ Resûlallah Allah’a yemin ederim ki ben maktûlü kasden öl­
dürmedim, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) , maktûlün velîsine;

Hâl Tercemesi .................................................. (Baştarafı 357.Cİ Sahifede)


Bu zât, Amr bin el-Hamık’dan hadîs rivâyetinde bulunmuştur. Râvîleri ise Abdü’l-
Melik bin Umeyr ve Beyân bin Bişr’dir. Nesâi onun sıkâ olduğunu söylemiştir.
Hicretin altmış küsur yılında vefât etmiştir. (Hülâsa : 118)
İkinci hadîsin râvisi Süleymân bin Sured el-Huzâi Ebû Mutarrif el-Kûfî
(R.A.), sahâbîdir. 15 aded hadîsi vardır. Buhâri ile Müslim onun bir hadisini it­
tifakla rivâyet etmişlerdir. Buhâri ayrıca bir hadisini rivâyet etmiştir. Râvîleri
ise Yahyâ bin Ya’mur ve Adî bin Sâbit’tir. İbn-i Abdi’l-Berr: O, Ali (R.A.) ile
beraber Sıffîn olayına katılmış, sonra da Hz. Hüseyin (R.A.)’m intikamım almak
için uğraşmış ve hicretin 65. yılı el-Cezîre’nin Aynü’l-Verd denilen yerinde öldürül­
müştür. Bu zât, âlim, sâlih ve kavminin eşrafından idi. Kütüb-i Sitte sâhipleri
onun hadîslerini rivâyet etmişlerdir. (Hülâsa: 152)
Bâb: 34 KİTÂBÜ-D’DİYET 359

«Bilmiş olki, kâtil eğer gerçekten doğru sözlü olup sonra sen onu
öldürür isen Cehennem ateşine girersin,» buyurdu.
Ebû Hüreyre dedi ki: Bu buyruk üzerine maktûlün velisi kâtili
serbest bıraktı. Ebû Hüreyre dedi k i: Kâtilin elleri bir enli ve uzun
kayışla arkasından bağlı idi. Kâtil, kayışım çekerek, yederek çıkıp
gitti. Bu nedenle kendisine Ze’n-Nis’a (= kayış sâhibi) ismi verildi”

T E R C E M E S İ
2691) Enes bin Mâlik ( R a d ty a llâ h ü a n h )'den rivâyet edildiğine göre :

Bir adam, velîsinin katilini Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­


lem)’e getirdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) :
« (Kâtili) bağışla,» buyurdu. Adam bağışlamaktan imtina etti. Bu­
nun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Diyetini (kan bahasını) al,» buyurdu. Adam (bundan da) im­
tina etti. (Bu kere) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Git kâtili öldür, şüphesiz sen (onu öldürür isen) onun mislisin,»
buyurdu. Enes dedi ki: Sonra adama arkadan yetişildi ve kendisine
denildi ki, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kâtili öldür. Şüphesiz sen (onu öldürürsen) onun mislisin,» bu­
yurdu. Adam bunun üzerine kâtüe yol verdi.
360 SÜNEN-Î ÎBN-Î MÂCE

Enes (Radıyallâhü anh) dedi ki: Kâtil, (bağlı bulunduğu ve son


anda çözülen) kayışını yederek, ev halkının yanma doğru gider va­
ziyette görüldü. Enes (Radıyallâhü anh) dedi ki-, maktûlün velîsi ga­
liba kâtili bağlamıştı.
(Müellifin şeyhi) Ebû Umeyr dedi ki: İbn-i Şevzeb, Abdurrah­
man bin el-Kâsun’m şöyle söylediğini rivâyet etti: Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem)’den sonra (yâni O’ndan başka) hiç kim­
se (maktûlün velîsine) : «Kâtili öldür, şüphesiz sen de (onu öldürür­
sen) onun mislisin» diyemez.
İbn-i Mâceh dedi k i: Bu, Remillerin hadisidir. Yalnız onlann ya­
nında bulunur, (onlardan başka hiç kimsenin yanında bulunmaz.)”

İ Z A H I

E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i ­


zî , E b û D â v û d ve N e s â î de rivâyet etmiştir. E n e s
(Radıyallâhü anh) ’m hadîsini N e s â î de rivâyet etmiştir.
M ü s l i m , E b û D â v û d ve N e s â î bu hadîslerin bir
benzerini de Vâil b i n H ü c r (Radıyallâhü anh)’den rivâyet
etmişlerdir.
Hadîslerde geçen “Nis’a” deve ve benzeri hayvanların yuların­
da kullanılan bir nevî kayış mânâsmadır.
Hadislerde söz konusu cinâyet zâhiren kasden işlendiği için Pey­
gamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) kâtili maktûlün velîsine kısâs
için teslim etmiştir. Kâtil kasden öldürmediğine yemin edince, Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) maktûlün velisini uyarmıştır.
Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in «Eğer kâtil doğru söylü­
yor ise» emri, şu hükmü ifâde eder: Zâhirine göre kasden işlenmiş
bir cinâyetin kasden olmadığına dâir kâtilin yaptığı savunma mû-
teber değildir. Ama maktûlün velîsine uygun ve ihtiyatlı olanı o kâ­
tili Öldürmekten vazgeçmesidir. Çünkü kâtil bu savunmasında sa­
mîmi ve doğru sözlü ise maktûlün velîsi onu öldürmekle günaha gir­
miş olur.
İkinci hadîste sözü edilen cinâyet olayında Peygamber (Aleyhi’s-
salâtü ve’s-selâm) kâtilin bağışlanmasını, sonra diyetin alınmasını
maktûlün velîsine teklif etmiş ise de velî bu iki teklife rızâ göster­
meyince kâtil, kısâs edilmek üzere kendisine teslim edilmiş ve bu ara­
da Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) :
B âb : 34 KİTÂBÜ-D’DİYET 361

«Kâtili öldür sen de (kâtili öldürürsen) onun mislisin» buyur­


muştur. Parantez içi ifâde diğer rivayetlerden yararlanılarak ilâve
edilmiştir. Bu cümle ile ilgili olarak şöyle bir soru hatıra g e lir :
Bir müslümanı kasden öldürmek büyük bir günahtır. Bu cinâ-
yeti işleyen kişiyi öldürmek ve kısâs hükmünü tatbik etmek meşrû-
dur. Maktûlün velîsi bunu öldürmekle günah işlemiş olmaz. Halbu­
ki bu hadiste Resul-i Ekrem maktûlün velîsine: «Sen kâtili öldürür­
sen sen de onun misli olursun» buyurmuştur. Bu nasıl olur?
Buna cevâben S i n d i : Yâni adam öldürme bakımından ikisi
aynidir, ikisi de adam öldürmüş olur. Am a birisi haksız ve zulüm
olarak cinâyet işlemiş olur. Diğeri ise haklı olarak öldürmüş olur.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) arayı bulmak ve bağışla­
maya teşvik için bu ayırımı yapmadan bu buyruğu söylemiştir. Bu
gibi hallerde tarizde bulunmak câizdir. Kasdedilen mânâ şu olabilir:
Kâtil, maktûlü kasden öldürmediğine yemin ediyor. Eğer bu sözünde
doğru ise kâtili öldürmek câiz değildir. Yâni mânevi yönden mes’û-
liyetli bir iştir, demiştir.
N e v e v i de bu cümlenin yorumu hakkmda: Sıhhatli yorum .
şudur: Sen kâtili öldürürsen, bir tarafın diğer tarafa bir üstünlüğü
ve bir ikram ile iyiliği yoktur. Çünkü maktûlün velisi kâtili öldürt­
mekle hakkım tam olarak almış olur. Fakat kâtili bağışlarsa, üstün­
lük, minnet, iyilik, bol sevab ve dünyada bol takdir kazanmış olur.
Bir kavle göre bundan maksad şudur: Kâtili öldürmekle maktûlün
velîsi de adam öldürmüş olur. Fakat birinci cinâyet haram olan bir
cinâyettir. İkincisi ise helâl olan bir cinâyettir. Bununla beraber iki­
si de öfkeye uymak, nefsi arzûyu gerçekleştirmek husûsunda eşit­
tir. özellikle Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), kâtili bağış­
lamayı talep ettiğine rağmen maktûlün velîsi bu taleb’e rızâ gös-
termeyip kâtili öldürme yolunu tercih ederse ne değeri kalmış olur,
diye, bilgi vermiştir.

BU İK İ HADÎSTEN Ç IKARILAN HÜKÜMLER


1. Maktûlüh velisi kasden cinâyet işleyen kâtili, öldürmek, kan
bahasını almak ve kâtili bağışlamak husûsunda muhayyerdir.
2. Devlet yetkilisi, kısâsı gerekli kâtili bağışlamak için maktû­
lün velisinden ricâda bulunabilir.
3. Kısâs edilmesi gerekli kâtilin kaçması endişesi bulunduğu
takdirde onu bağlamak câizdir.
4. Bağlı olan sanığın bu durumda, yâni bağlı olduğu halde ifâ­
de vermesi câizdir.
SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

5. Kâtil bağışlandığı zaman, tazîr ismi verilen cezaya çarptırıl­


ması şart değildir. Yâni bağışlanan kâtilin, teşhir, tahkir, dayağa
çekmek gibi cezâlarla cezâlandıniması mecbûriyeti yoktur. H a t -
t â b i ' nin anlattığına göre M â l i k b i n E n e s : Bağışla­
nan kâtil yüz değnekle dövülür ve bir yıl süre ile hapsedilir, demiş­
tir.
Son hadîsi Müellifimize üç zât rivâyet etmiştir. Bunlar Remli
oldukları için Müellifimiz, bu hadisin yalnız Remillerin yanında bu­
lunduğunu ifâde etmiştir.
A b d u r r a h m â n b i n e l - K â s ı m ’ ın hadîsin sonun­
da rivâyet olunan sözünün mânâsı şudur: Kasden bir müslümanı
öldürdüğü sâbit olan bir kâtili, kısâs ofarak öldüren maktûlün velîsi
hakkmda: “Kâtili öldürürsen şen de onun gibi olursun” demeye kim­
senin hakkı ve yetkisi yoktur. Bu sözü ancak Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-
salâtû ve’s-selâm) buyurmuştur. Başkası böyle söyleyemez.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bu sözünün yoru­
mu yukarda beyân edildi. Başkası bü sözü söyleyip maktûlün velîsi­
ni kâtile benzetemez. Çünkü kâtilin cinâyeti gayri meşrûdur, haram­
dır. Maktûlün velîsinin yaptığı iş ise meşrûdur ve bir hakkı kullan­
maktan ibarettir.

j ^ÂaJt *_>ll (r#)

35 — KISÂS (D ÂV ASIN ) D A BAĞIŞLAMA BÂBI

T E R C E M E S İ

2692) “ ... Enes bin Mâlik (R a d ty a llâ h ü a«A/den rivâyet edildiğine göre
şöyle demiştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi v e Sellem )’e arzedilen kısasla il­


gili her dâvâda O, bağışlamayı emir (yâni teşvik) ederdi.”
Bâb: 35 KİTÂBÜ-D’DÎYET 363

<_ £ » j . î y Ş p J . v 'ç g i b - p S £ - rw r

*
Z ' . " >•- -- — A . * fı - '
C ^ 4 Aic ia>- j\ < «A» A«âj 4 i »X ^

. J i »U jJ «
V '

T E R C E M E S İ

2693) "... Ebü’d-Derdâ (Radtyallâhü anh)'âen-, Şöyle demiştir:

Ben Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den işittim, buyur­


dular k i:
«Vücûdundan bir şey (yâni yaralanma veyâ bir tarafının kesil­
mesi) ile başına bir musibet gelip de bunu sadaka eden (yâni has-
mını bağışlayıp misillemeden vazgeçen) hiç bir (müslüman) adam
yoktur ki, bu (bağışlaması) ndan dolayı Allah onu bir derece yükselt­
mesin veyâ bundan dolayı onun bir günahım bağışlamasın.»
(Ebü’d-Derdâ demiştir ki) : Bu hadisi iki kulağım işitti ve kalbim
iyice hıfzetti.”

İ Z A H I

E n e s (Radıyallâhü anhl’ın hadîsini - E b û D â v û d ve


N e s â î de rivâyet etmişlerdir. Bu hadîs kısâs, yâni gerek kâtili
öldürme dâvâsmda ve gerekse bir müslümanm bir organını kestiği
için kendisinin de o organının kesilmesi gereken cânî ile ilgili dâ-
vâda bağışlama girişimlerinin meşrûluğuna delâlet eder. En-Neyl
yazan: A fıv ve bağışlamaya teşvik işi sahîh hadîsler ve Kur’an-ı Ke-
rîm’in âyetleriyle sâbittir. Genel olarak bağışlamanın meşrûiyeti ko­
nusunda ihtilâf yoktur. Bulunan ihtilâf şudur: Zulüme uğrayanların
zâlimleri bağışlaması mı, bağışlamayı bırakması mı evlâdır?
Ebü’d-Derdâ (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i z î
de rivâyet etmiştir. T i r m i z î bunu rivâyet ettikten sonra: Bu,
garîb bir hadîstir. Râvî E b ü ’ s - S e f e r ’ in E b ü ’ d - D e r d â
(Radıyallâhü anh)’den hadîs işittiğini bilmiyorum. E b ü ’ s - S e -
f e r ’ in ismi S a î d b i n A h m e d , bir kavle göre bin Y u h -
m i d ’ dir, der.
364 SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

Hadîs, yaralanan veyâ vücûdunun bir tarafı kesilen müslümamn


câniyi, yâni kendisine bu zararı veren müslümanı bağışlamasının ve
misillemeden vazgeçmesinin sevâbmı bildirmekle bağışlamayı teşvik
eder. Hadîsteki tasadduk, sadaka etmek, bağışlamak mânâsmadır.

(rv)
36 — KISÂS O LARAK ÖLDÜRÜLMESİ GEREKLİ
HÂMİLE KAD IN (H AKKIND A GELEN HADÎS) BÂBI

Ait tSjlJl diliS"3. i tir. jV»j dr. â.l oUJ j : j j* J


.AmJL^* â\JU£

TERCEMESİ

2694) "... Muâz bin Cebel, Ebû Ubeyde bin el-Cerrâh, Ubâde bin es-Sâ-
mıt ve Şeddâd bin Evs ( Radtyallâhü anhüm)’den rivâyet edildiğine göre; Re­
sûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Kadm teammüden (bir kimseyi) öldürdüğü zaman, hâmile olur­


sa, hamlini bırakıp bebeğini bir bakıcıya teslim edinceye kadar öl­
dürülmez ve hâmile kadm zinâ ederse, doğum yapıp bebeğini bir ba­
klaya teslim edinceye kadar recmedilmez.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bu hadisin senedinde İbn-i Enlim bulu­
nur. Bunun adı Abdurrahmân bin Ziyâd bin En’üm olup zayıftır. Kendisinden
rivâyet eden Abdullah bin Lehia da böyledir.

Î Z A H I
Zevâid türünden olan bu hadîs; bir kimseyi öldürdüğü için kı-
sâs olarak öldürülmesi gereken veyâ bekâr olmadığı halde zinâ et­
tiği için recmedilmesi gereken kadm hâmile olduğu takdirde bu ce-
Bâb : 36 KİTÂBÜ-D’DİYET 365

zâlann derhal infaz edilemeyip, kadınm doğum yapması ve doğa­


cak bebeği besleyip bakacak bir kimseye teslim edinceye kadar erte­
leneceğine delâlet eder.
Bu hükümler husûsunda âlimler ittifak hâlindedir. Çünkü hâmi­
le kadm kısâs veyâ had olarak öldürüldüğü takdirde karnındaki ce­
nin de öldürülmüş olur. Ceninin bir günahı söz konusu olmadığı
için cezâ infâzı ertelenir.
Konu hakkmda ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablanna mürâcaat
edilmelidir.
Bu hadîsi rivâyet eden dört sahâbinin hâl tercemeleri daha ön­
ce beyân edilmiştir.
22 — VASİYYETLER KİTÂBI
Vasâya, vasiyyet’in çoğuludur. Vasiyyet, bir şeyi tavsiye etmek,
ısmarlamak ve tavsiye edilen şey mânâlarına gelir.
Fıkıh ıstılahında ise vasiyyet, bir malın veyâ bir intifa hakkım te­
berru sûretiyle ölümden sonraya bağlamak üzere başkasına temlik et­
mektir. Meselâ kişi sağlığında: Ben öldüğüm zaman şu malın falan
kişi veyâ kuruluşa olsun, veyâ şu akannun geliri bu hayır yoluna
tahsis edilsin, der. îşte bu gibi temliklere vasiyyet denilir.
Müslümamn, sağlığında vasiyyet etmesinin hükmü ve önemi bu
kitâbın 2. bâbmda rivâyet olunan hadîslerin izahı bölümünde anlatı­
lacaktır. ,
4İI ^ 0 4»l ^ j l J a ı_jl; (\)

I — RESÜLULLAH (SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM)


V A S İYYE T ETTİ Mİ? BÂBI
368 SÜNEN-I İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2695) Âişe (R a d ty a llâ h ü a n h â ) ’dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefât ettiği zaman ne


bir dinâr (altın), ne bir dirhem (gümüş), ne bir koyun - keçi, ne de
bir deve bırakmadı ve (mâli) bir şey vasiyyet etmedi.”

İZAHI

Bu hadîsi M ü s l i m , Ebû D â v û d ve N e s â i de
rivâyet etmişlerdir.
Hattâbî, Âişe (Radıyallâhü anhâ) ’n ı n « y e bir şey va­
siyyet etmedi» sözünden maksadı Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve’s-
selâm )’in mâlî bir vasiyyette bulunmadığım ifâde etmektir. Çün­
kü, insan miras olarak geriye bıraktığı malda vasiyyet edebilir. Ge­
riye mal bırakmadığı takdirde neyi vasiyyet edecektir. Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) mirasçılarına kalacak bir mal bırakma­
dı ki bunda vasiyyet etsin. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)
mâlî olmayan bâzı vasiyyetlerde bulunmuştur. Meselâ, yahûdflerin
A r a b i s t a n Y a r ı m a d a s ı ' n d a n çıkarılmasını, misâfirlere
ikramda bulunulmasını, namazlara dikkat edilmesini, köle ve câriye-
lere iyi bakılmasını ve malın zekâtma riâyet edilmesini tavsiye bu­
yurduğuna dâir hadîsler mevcuttur, demiştir.
M ü s 1 i m ’ in şerhinde N e v e v î de: Â i ş e (Radıyal-
lâhü anhâ) Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in mâlî vasiy­
yette bulunmadığım ve Ş i i 1 e r ’ in iddiâ ettiği gibi A l i (Ra-
dıyallâhü anh) ’m hilâfetine dâir bir vasiyyette bulunmadığım ifâde
etmek istemiştir, der.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve’s-selâm)’in H a y b e r ve
F e d e k ’ te bulunan arâzisine gelince O, bu arâziyi hayatmda
müslümanlara vakfederek gelirini onlara tahsis buyurmuştu.
Bâb : 1 KİTÂBÜ-L’V A S Â Y A 369

TERCEMESİ

2696) Talha bin Musarrif’tan rivâyet edildiğine göre kendisi şöyle


demiştir:

7Ben Abdullah bin Ebi Evfâ (Radıyallâhü anhümâ) ’ya :


Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir şey vasiyyet etti mi?
diye sordum. Abdullah:
Hayır, (etmedi) dedi. Ben:
Öyle ise O, müslümanlara nasıl vasiyyet etmelerini emretti? de­
dim. Abdullah:
O, Allah’m Kitâb’ı ile (amel edilmesini) vasiyyet etti, dedi.
Mâlik dedi k i: Talha bin Musarrif, el-Hüzeyl bin Şürahbil’in şöy­
le dediğini söyledi: Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), Resülullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) ’in vasisi (yâni Şîîler’in iddiâ ettiği gibi) hi­
lâfeti verdiği Ali (Radıyallâhü anh) başmda halife olmaya (mı) kal­
kıştı? Ebû Bekir, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den (her­
hangi bir sahâbı’nin halifeliği yolunda) bir ahdini bulup da kendini
onun hükmü altına almayı çok arzû etti.”

İ Z A H I

T a l h a b i n M u s a r r i f ’ in A b d u l l a h b i n E b i
E v f a (Radıyallâhü anh) ’den rivâyet ettiği kısım Kütüb-i Sıtte’nin
hepsinde rivâyet olunmuştur. Fakat onun e l - H ü z e y l ’ den ri­
vâyet ettiği eser kısmına başka kitablarda rastlamadım.
T a l h a b i n M u s a r r i f , Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) ’in bir şey vasiyyet edip etmediğini sorunca A b d u l ­
l a h b i n E b i E v f â (Radıyallâhü anh) bu sorunun özel bir
vasiyyete âit olduğunu sandığı için, hayır diye cevap vermiş olma-

Stinen-i îbn-i Mâce — C .: 7 - F . : 24


SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

sı kuvvetle muhtemeldir. A b d u l l a h , Eesûl-i Ekrçm (Aleyhi’s-


salâtü ve’s-selâm)’in hiç bir tavsiyede bulunmadığım söylemek iste­
memiştir. Nitekim ikinci soruya verdiği cevapta müslümanlarm Kur’-
an-ı Kerîm’e sanlmalarmı tavsiye buyurduğunu söylemiştir. B u -
h â r i ’ nin şerhinde A y n î : İlk sorunun cevabmda İ b n - i
E b î E v f â , Ş î î l e r ’ in hilâfetle ilgili iddiâ ettikleri vasiyyet
durumunun asılsız olduğunu söylemek istediği mümkündür, demiş­
tir.
Sünenimizde hadîsin sonunda T a 1 h a ’ nin el H u z e y l ’-
den naklettiği eser de bu ihtimali kuvvetlendirir.
Bilindiği gibi Ş î i 1 e r , Eesûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm )’in H z . A 1 i ’ ye bâzı sırları ve dînî emirleri özel olarak
öğrettiğini ve başka sahâbîlerin bunlardan haberdar edilmediğini id­
diâ etmişlerdi. Yine onlann iddiâlarına göre Eesûl-i Ekrem (Aleyhi’s-
salâtü ve’s-selâm) A l i ’ yi vasi tâyin etmişti. Ş î î l e r ’ i n bu
dedikodusu o devirde yaygın olduğu için î b n - i E b î E v f â
ilk sorudan bu meseleyi anlamış olabilir.
Ş i i l e r ’ i n bu iddiâsı tutarsızdır. Hiç bir dayanağı yoktur.
Onlann ileri sürdükleri hadîsler mevzudur. Bir çok sahîh hadîsler
bu iddianın asılsız olduğunu ispatlamıştır. 1626 ve 2658 nolu hadîs­
ler de bu iddiâyı reddeden delillerdendir.
I b n - i E b î E v f â ’ nin, ilk sorunun mâlî vasiyyete âit oldu­
ğunu zan etmiş olması ihtimâli de vardır. Bu nedenle, hayır diye ce­
vaplamıştır.
T a 1 h a ’ nin ikinci sorusuna gelince bundan maksadı şudur:
Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) vasiyyette bulunmadığına
göre bunu müslümanlara emretmesinin hikmeti nedir?
İbn-i Ebî E v f â bu soruya karşı, Eesûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in Kur’ân-ı Kerîm’i tavsiye ettiğini yâni Kur’-
ân-ı Kerîm ’e sarılmayı, O’nunla amel edilmesini tavsiye buyurduğu­
nu açıklamıştır.
N e v e v î de özetle şöyle d e r :
“îbn-i Ebî E v f â (Eadıyallâhü anh) Peygamber (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm)’in, malının üçte birisiyle vasiyyet etmediğini
kasdetmiş olabilir. Çünkü O, geriye mal bırakmamıştı. Arâzisini ha­
yatında sebil etmişti. Silâh, katır ve benzeri eşyasının da vârisleri­
ne âit olmayıp hepsinin sadaka olduğunu hadîsleriyle beyân buyur­
muştu. Bu nedenle vasiyyet edilecek mal yoktu. î b n - i E b î E v -
Bâb: 1 KİTÂBÜ-L’VASÂYA 371

f â ’ nin ilk cevapla A l i (Radıyallâhü anh) ’a halifeliği ile ilgili


bir vasiyyetin bulunmadığını beyân etmek istemiş olması da muhte­
meldir."
Müslümanlann Allah'ın kitâbına sanlmalan vasiyyeti en önem­
li olanı olduğu için I b n - i E b i E v f â bunu açıklamakla ye­
tinmiştir. Çünkü yukarda açıkladığım gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-
salâtü ve’s-selâm)’in başka vasiyyetleri de vardır.
E l - H ü z e y l b i n Ş ü r a h b î l ’ in eserinde geçen “Hızâm”
devenin burnuna takılan halka demektir. Devenin burnuna bir hal­
ka takılıp buna yular bağlanınca artık istenen yöne götürülür ve de­
ve yuları çekenin enirine kesinlikle uyar. Bu cümle mecâzî mânâda
Ebû B e k i r (Radıyallâhü anh) hakkmda kullanılmıştır. Yâni
eğer Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) hilâfet için A 1 i
(Radıyallâhü anh) veyâ başka bir sahâbıyi tavsiyede bulunmuş ol­
saydı, E b û B e k i r burnuna Hızâm denilen halka takılan deve
gibi o zâta tâbi olacaktı ve böyle bir şeyin olmasım cânu gönülden
isterdi. Ş i i 1 e r ’ in iddiâ ettiği gibi A 1 i ’ ye böyle bir vasilik
verilmiş iken E b û B e k i r ’ in hilâfeti kabullenmesi mümkün
değildi. Çünkü o takdirde maazallah E b û B e k i r , Resûl-i Ek­
rem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in emrine karşı gelmiş olmaz mı idi.
Hâşa ve kellâ. Böyle bir davranış, değil E b û B e k i r , hiç bir
sahâbîden meydana gelmez. Allah bizleri onların komşuluğuna ka­
vuştursun.
îbn-i Ebî E v f â (Radıyallâhü anh) ’m hâl tercemesi 416
nolu hadîs bölümünde geçmiştir.

Talha bin Musarrif ( R.A.) bin Amr’ın Hâl Tercemesi


Talha bin Musarrif (R.A.) bin Amr bin K ab el-Yâmî Ebû Muhammed el-Kû-
fî âlimlerdendir. İbn-i Evfâ, Enes, Saîd bin Cübeyr ve başka zâtlardan rivâyette
bulunmuştur. Râvileri ise oğlu Muhammed, Ebû İshâk, Zübeyd bin el-Hars, el-
A’meş, Mâlik bin Miğvel, Şube ve bir çok zâtlardır. Sıkâ bir zâttır. Hicretin 112.
yılı vefât etmiştir. (Hülâsa : 180)
372 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2697) “ ... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir:


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in vefât edeceği son an­
larında rûhu boğazına geldiğindeki (ahkâmla ilgili) tüm vasiyyeti:
«Namaza (devam ediniz) ve sağ ellerinizin mâlik olduğu şeylere
(yâni mallarınızın haklarına ve köleler ile câriyelerînizin haklarına
riâyet ediniz)» emri idi."
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedi hasendir. Çünkü Ahmed
bin el-Mıkdâm Ehl-i Zabtın (yâni işittiği hadisleri iyice belleyenlerin) derecesine
erişmemişti. Senedin kalan râvileri Buhâri ile Müslim’in şartlan üzerinedir.

T E R C E M E S Î

2698) A lî bin Ebî Tâlib (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in (vefâtı sıralarında­


ki) son sözü *.
«Namaza (devam ediniz) ve sağ ellerinizin mâlik olduğu şeylere
dikkat ediniz),» emri idi.”

I Z A H I

Enes (Radıyallâhü anh) ’m hadîsi Zevâid türündendir. Tuhfe’-


nin beyânına göre A l i (Radıyallâhü anh)’ın hadîsini N e s â î
de rivâyet etmiştir.
Bu iki hadîste belirtildiği gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm) son nefeslerini verirken beş vakit namaza devam edilmesini
ve müslümanlann mâlik olduğu şeylerin hak ve hukûkuna riâyet
etmelerini tavsiye buyurmuştur.
M allar el ile kazanıldığı ve alış verişlerde genellikle sağ el kul­
lanıldığı için «sağ ellerinizin mâlik olduğu» tâbiri kullanılmıştır.
Müslümanlann mâlik olduğu şeylerden maksad ise zekâta tâbi mal­
Bâb : 2 KtTÂBÜ-L’VASÂYA 373

lar ile köle ve câriyelerdir. Yâni mallarınızın zekâtım hakkıyle ve­


riniz ve köle ile câriyelerinize iyi muâmele ediniz. Onlann hakları­
na riâyet ediniz. Bu iki emir ahkâmla ilgilidir. Demek ki, ahkâmla
ilgili olarak Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in son tavsiye­
si bu iki meseleye âittir. Tercemede parantez içi ilâve ile ahkâm kay­
dım koymanın sebebi şudur: Diğer bâzı hadislerde rivâyet edildiği
gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in son nefeslerini ve­
rirken buyurduğu son söz «Allahım bana mağfiret eyle ve beni Re-
fik-i A ’lâ’ya eriştir.*
«R efik'i A ’lâ» ile kasdedilen mânâ hakkmda müteaddid yorumlar
bulunur. Bu husus 1619 nolu hadîste geçti. Oraya bakılabilir.

(J1 (T)
2 — V ASİYYE T ETMEYE TEŞVİK BÂBI

T E R C E M E S İ
2699) “ ... (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)’dan rivâyet-edil­
diğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Vasiyyet edeceği bir şeyi bulunup da vasiyyeti, yanında yazıh
bulunmadıkça iki gece yatmak müsiûman bir kişinin hakkı (ona ya-
* kışır şey) değildir.»”

. >Juw t ü!;î dt. * i 'jm • â * " '! » j : J

T E R C E M E S İ
2700) “ ... Enes bin Mâlik (RadtyaUâhü anh)'den rivâyet edildiğine gö­
re; Resülullah (Sattattahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Mahrûm kişi, vasiyyet etmekten mahrûm olan kimsedir.»”
N ot : Zevâid’de şöyle denilmiştir: Btmun senedinde Yezîd bin Ebân er-Rak-
kaşi bulunur, bu râvi zayıftır.
374 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

. < <-»y û. J » j ; . ^-Ia * < «i »jbJ J : a Ij JI j

T E R C E M E S İ

2701) “ ... Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü atıhümâ)’dan rivâyet edil­


diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

« (Müslümanlardan) kim vasiyyet üzerine (yâni vasiyyet etmiş


olarak) ölürse, o kimse (yakışır) bir yol ve sünnet(e riâyet) üzerine
ölmüş olur, takva ve şehâdet üzerine ölmüş olur ve bağışlanmış ola­
rak ölmüş olur.*”
N o t : Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Bakiyye vardır ki bu
zât tedlîsçidir. Şeyhi Yezid bin Avf hakkında konuşan kimseyi görmedim.

. « \ . y ___ * o * * j j V I

T E R C E M E S İ

2702) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)’dan rivâyet edil­


diğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Vasiyyet edeceği bir şeyi bulunup da vasiyyeti yanında yazılı


bulunmadıkça iki gece yatmak müslüman bir kişinin hakkı (ona ya­
kışır şey) değildir.»”

tZ A H I

Müellifimizin kısmen değişik iki senedle rivâyet ettiği t b n - i


Ömer (Radıyalâhü anh) 'm hadîsini Kütüb-i Sitte yazarlarının hep­
si, M â l i k ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir. E n e s (Ra-
dıyallâhü anh) ile C â b i r (Radıyallâhü anh) ’m hadisleri ise Ze-
Bâb: 2 KİTÂBÜ-L’VASÂYA 375

vâid türündendir. Bu bâbtaki hadîslerin hepsi vasiyyet etmeyi teş­


vik etmektedir.
îbn-i Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’m hadîsinde geçen hak
kelimesi yakışır ve lâyık olan mânâsına yorumlanmıştır. Cumhûr bu
kelimeyi böyle yorumlamıştır. El-Münâvî: Hadîsten kasdedilen mâ­
nâ şudur: Bir müslümanm vasiyyet etmek istediği bir malı, veyâ
borcu, ya da başkasına âit olup yanında emânet edilen bir şey var
ise bu durumları açıklayıcı yazılı vasiyyeti yanında bulundurması
îEuyata uygun olanıdır, demiştir.
Burdaki rivâyette iki gece kaydı var ise de bu kayıd tahdîd için
değildir. Bâzı rivâyetlerde bunun yerine bir gece, kaydı vardır. Bir
kısım rivâyetlerde ise üç gece 'kaydı mevcuttur. Rivâyetlerin deği­
şikliği bu sürenin tahdîd için olmadığına delâlet eder. Yâni az bir
zaman olsa bile, o sürenin vasiyyetsiz geçirilmesi uygun değildir.
Çünkü insan ne zaman öleceğini bilemez.
Avnü’l-Mabûd yazarının naklen beyânına göre Î b n ü ’l-Me-
1 i k bu hadîsin şerhinde özetle şöyle dem iştir:
“Bâzı ilim adamları bu hadîsin, yâni İ b n - i Ö m e r ’ in ha­
dîsinin zâhirini tutarak: Vasiyyet etmek vâciptir, demiştir. Cumhu­
ra göre ise vasiyyet etmek müstahabtır. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm) vasiyyet etmeyi müslüman için bir hak kıl­
mış, onun aleyhine kılmamıştır. Eğer vasiyyet etmek vâcip olsaydı
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) vasiyyet işini müslüma­
nm lehinde değil, aleyhinde kılacaktı. Hadîsin ifâde tarzı ise vasiy-
yetin müslümanm aleyhinde olduğuna yorumlanmaya müsâid değil­
dir. Bâzı âlim ler: Müstahab olan vasiyyet, teberru olan işlerle ilgili
vasiyyettir. Borç ödeme ve emânetleri sahiplerine iâde etmekle il­
gili vasiyyet ise vâcibtir, demişlerdir.”
H a n e f î âlimler vasiyyet etmenin müstehablığına hükmeden­
lerdendir. Buna delîl olarak da bu hadîsin râvîsi olan î b n - i Ö m e r
(Radıyallâhü anh)’ın vasiyyet etmediğine dâir bir rivâyetin bulun­
masını göstermişlerdir.
N e v e v i de î b n - i Ö m e r ’ in hadîsinin şerhinde özetle
şöyle d e r :
“Vasiyyetle emrolunduğu husûsunda tüm müslümanlar ittifak
hâlindedir. Bizim mezhebimiz ve cumhûrun mezhebi, vasiyyet etme­
nin mendûbluğudur, vâcibliği değildir. Z â h i r i y y e mezhebi
mensuplan bunun vâcibliğini söyleyerek bu hadisi delîl göstermiş­
ler ise de bu hadîs onlann delili sayılamaz. Çünkü hadîste vasiyye-
376- SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

tin vâcibiiğine dâir bir hüküm yoktur. Lâkin bir müslümamn borcu,
başkasına âit emânet gibi bir hak var ise bunu vasiyyet etmesi lâ­
zımdır. Ş â f i î : Bu hadîsin mânâsı, müslümamn ihtiyatlı davran­
ması bakımından en uygun olanı vasiyyetnâmesinin yazılı olarak ya­
nında bulundurulmasıdır. Bu itibarla müslüman kişinin, vasiyyetini
bir an önce yapması, yazdırması, bunu şâhidle tevsik etmesi ve ih­
tiyaç duyduğu şeyleri vasiyyetnâmesine geçirmesi müstehabtır. Son­
ra vasiyyetnâmesine ilâve etmek istediği bir durum olursa bunu da
eklemelidir, demiştir.
Hadîste vasiyyetin yazılı olması istenmiştir. Bununla beraber şâ-
hidlendirilmesi gereklidir. Şâhidlendirilmiş olması kaydı da düşünü­
lür. Böyle yorum yapılmalıdır. Şâhidsiz olarak yazılması kasdedilme-
miştir. Hattâ şâhidlendirilmemiş yazılı vasiyyet ile amel edilmez ve
bir yarar sağlamaz. Bizim mezhebimiz ve cumhûrun mezhebi budur.
M u h a m m e d b i n N a s r hadîsin zâhirini tutarak, şâhid­
lendirilmemiş yazılı vasiyyetlerin mûteber olduğunu söylemiştir.”
A h m e d b i n H a n b e l de bu görüştedir.
K u r t u b i d e : Bu hadîste vasiyyetin yazılı olmasmdan söz
edilmesi, bir tevsik ve teyid içindir. Vasiyyette esas olanı şâhidle
tevsik etmektir. Şâhidle tevsik edilen bir vasiyyet, yazılı olsun ve­
yâ olmasın muteberdir. Bu hususta âlimler ittifak hâlindedir, de­
miştir.
2700 nolu hadîsten kasdedilen mânâ ise şudur: Vasiyyet etmeden
ölen bir müslüman vasiyyet amelinin sevâbından mahrum kalmakla
hayırlı amelin kemâlinden mahrum kalmış olur. Çünkü vasiyyet
dünyadaki amellerin sonuncusu durumundadır. Vasiyyet meşrû kı­
lınmış ki müslüman kimse âhirette bundan yararlansın. Bundan
mahrum kalan kimse büyük bir hayırdan mahrum kalmış olur.

J\ ( j «— ( r)

3 — VASİYYETTE ZULÜM ETMEK BÂBI

. Juj «3İİ*»[ j ! j
Bâb : 3 k î t A b ü -l ’v a s â y a 377

T E R C E M E S İ
2703) Enes bin Mâlik ( Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine gö­
re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim vârisinin mîrasçılığı (hakkı) ndan kaçarsa Allah kıyamet


günü o kimsenin Cennetten mîrasçılığmı keser.»”
N o t: Zevâid’de bunun senedinde Zeyd el-Ammi’nin bulunduğu bildirilmiştir.

p 'jz. ( 1 3 1 . / f 2 jijy ıiş ıs,>jyı 2^1 -rv •t


3 # 1k> M 3& «3& Û 2 2 İ j 1 'cf <*> # 3 1

.4?*>. '4 j d aC j-ibîu'.5i 2^ ji't jil jr. jsa


‘ 3ti 4j •
. ci h y '4 1 &

. ( ity * “Lj'Â* _ (J| _ *ül dlfcT ) j j lyıG^İ : *J . j * J>\

T E R C E M E S İ
2704) “ ... Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre;
Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Şüphesiz adam yetmiş yıl hayır ehlinin amelini (ibâdetini) iş­
ler. Sonra (ölümüne yakın) vasiyyet ettiği zaman vasiyyetinde zu­
lüm eder, böylece ameli şerle kapanır ve bu yüzden (Cehennemde­
ki) ateşe girer (girmeye müstehak olu r). Şüphesiz (başka bir) adam
yetmiş yıl şer ehlinin amelini işler. Sonra (ölümü yaklaşınca) vasiy-
yetini adaletli eder, böylece ameli, hayırla kapanır ve bu nedenle Cen­
nete girer.»
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) (bu hadîsi teyid etmek üzere)
* t * i \ * * * ' lî
şöyle demiştir: isterseniz; cAf* £ 9* <J! - 411 ajO*. <iUJ âyetlerini
okuyunuz.”
İ Z A H I
E n e s (Radıyallâhü anh)’m hadîsi Zevâid türündendir. Bu
hadîste, vârislerinden mal kaçıran, yâni ölümü hâlinde mîrasçıları-

(1) B u sahâbînin hâl tercemesi 6. hadîs bölümünde geçti.


378 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

na mal kalmasın az mal kalsm, diye malının üçten fazlasmı


vasiyyet etmek, malıhın tamamım veyâ çoğunu bir mirasçısına hibe
etmek gibi davranışlarda bulunan bir kimsenin Cennetten mahrum
edilmeye müstehak olduğu bildirilmektedir. Böyle yapan kimse Cen-
net’e mirasçı olma hakkından mahrum edilmeye müstehak olmakla
beraber bağışlanırsa Cennet’e girer. Bağışlanmazsa cezâsmı çektik­
ten sonra Allah’m lütfü ile Cennet'e girer.
Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i z î
ve E b û D â v û d da rivâyet etmişlerdir. Bu hadîste geçen «Va-
siyyette zulüm etmek» ifâdesiyle mirasçılara zarar vermek mânâsı
kasdedilmiştir. Nitekim E b û D â v û d ile T i r m i z î ’ nin
ı /î| . i#.» >«
rivâyetlerinde bu cümle yerine; j = «Altmış yıl
Allah’a itaat eden erkek veyâ kadın ölecekleri zaman vasiyyette (mi­
rasçılarına) zarar verirler...» cümlesi kullanılmıştır. Mirasçılara za­
rar vermek, vasiyyet yüzünden mirasçıları miras hakkından mahrum
etmek veyâ malın üçte birinden fazla mikdarda vasiyyette bulun­
mak sûretiyle mirasçüann alacakları meşrû miktarı azaltmakla olur.
Erkek ve kadının vasiyyetten dolayı mirasçıları zarara uğratmak
ile ilgili olarak Tuhfe yazan özetle şöyle d e r :
“ Yâni altmış yıl Allah’a itâat eden erkek veyâ kadın, mirasçısı
olmayan yabancı kimselere malının üçten birisinden fazlasmı vasiy­
yet etmek veyâ mirasçılarının bir kısmı mirastan mahrum kalsm di­
ye malının tamamım diğer mîrasçısma hibe etmek sûretiyle, m iras-.
çılarmm tamamına veyâ bir kısmına zarar verir. Bu ise Allah’m koy­
muş olduğu miras hükmünden kaçmak sayıldığından yasaklanmış­
tır. t b n ü ’ l - M e l i k bu cümleyi böyle açıklamıştır. Bâzılan da
bu cümleyi şöyle yorumlamışlardır: Yâni kişi, vasiyyete liyakath ol­
mayana mal verilmesini vasiyyet eder veyâ doğru olarak yaptığı hak
bir vasiyyetten cayarak uygulanmaması için ikinci bir vasiyyette
bulunur ya da vasiyyetinin bir kısmım nakzeder, yâni iptal eder, de­
miştir.
Böyle davranan erkek veyâ kadının cehennemlik olduğuna dâir
cümlenin mânâsı da şöyledir: Yâni bu kimseler azâba müstehak
olurlar. Lâkin azap edilip edilmemesi Allah’m dilemesine kalmıştır.”
Müellifimizin rivâyetinde «yetmiş yıl» kaydı mevcuddur. E b ü
D â v û d ile T i r m i z î ’ nin rivâyetlerinde bunun yerine «A lt­
mış kaydı» bulunur. Bu sayılardan tahdîd değil, uzun süre mânâsı
kasdedilmiştir.
Bâb: 3 KİTÂBÜ-L’VASÂYA 379

Gerek iyi amellerde ve gerekse kötü amellerde ömrün son za­


manlan önemlidir. Hayatı boyunca kötülükler işleyen kimse, ömrü­
nün sonlarında bunlardan pişmanlık duyarak hayırlı işlere yönelirse
inşâallah âkıbeti iyi olur. Aksine hareket de aksi sonuç verir. Bu
konuda başka hadîsler de vardır.
Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m rivâyet ettiği bu h a -.
dîsi teyid etmek üzere okuduğu âyetler N i s a sûresinin 13 ve 14.
âyetleridir. Bu âyetlerden önceki âyetlerde miras ve vasiyyetten bah­
sedilmektedir. Miras ve vasiyyette ilgili hükümler beyân buyurulduk­
tan sonra bu iki âyet’te meâlen şöyle buyurulur:
«İşte bunlar Allah’m kanunlandır. Kim Allah’a ve Peygamberine
itaat ederse Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır.
Orada ebedî kalacaklardır. Büyük kurtuluş da budur.» (13)
«Kim Allah’a ve Resûlüne isyan eder, yasalarını aşarsa Allah onu
da içinde ebedi kalacağı bir ateşe sokacaktır. Zillet verici azab da
onadır.» (14)
Tirmizi ile E b û D â v û d ’ un rivâyetterine göre E b û
H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) bu sûrenin 12. âyetinin sonunda
bulunan; J f- W: O* = (mirasçılara) zarar
verme kasdı olmaksızın yapılmış olan vasiyyetten veyâ borçtan son­
ra...» parçasından 13. âyetinin bitimine kadar okumuştur.
Bu sûrenin 12. âyetinde bâzı mirasçıların hisse mikdarlan belir­
tilmekte ve bu hisse sâhiplerinin hisselerinin, mûrisin, yâni ölen ki­
şinin vasiyyeti ile borcu terekeden çıkarıldıktan sonra hesaplanaca­
ğım hükme bağlamaktadır. E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü
anh) ’m okuduğu parçanın meâli ve 13. âyetin mânâsı yukarda beyân
edildi.
380 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2705) Kurre (bin Eyâs) (1) (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiği­
ne göre; Resülullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim ki ölümü yaklaşır da vasiyyet eder ve vasiyyeti Allah’m Ki­


tabı (ndaki esâslar) üzerine olursa o vasiyyet o kimsenin hayatta iken
ödemediği zekâtına keffâret olur.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Bakiyye bin el-Velid
bulunur. Bu râvî tedlîsçi olup bu hadisi an’ane ile rivâyet etmiştir. Onun şeyhi
Ebû Halbes de meçhûl râvîlerdendir.

İ Z A H I

Zevâid türünden olan bu hadîsin senedinin durumu notta belir­


tildi. Allah’m kitâbma uygun vasiyyette bulunmanın önemini bun­
dan önceki bâbta rivâyet olunan hadîsler beyân etmişti. Meşrû va-
siyyetin mü’min kimse için bir ecir ve sevap taşıdığı da muhakkak­
tır. Sevablann günahlara keffâret veyâ azâbm hafîfletilmesine ve­
sile olduğu da sâbittir. Ancak zekâtta kul hakkı da bulunduğu cihet­
le mükellefin boynunda ve zimmetinde kalan bir borçtur. Mutlaka
ödenmesi gereklidir. N âfile sadakalar ve bağışlar, zekâta müstehak
kimselere verilse bile zekât borcu ödenmiş sayılmaz. Vasiyyet de böy-
ledir. Eğer bu hadîs sahih ise şöyle yorumlanmalıdır -. Bir müslüman
zimmetindeki zekâtı ölümüne yakın zamana kadar ödememiş de ölü­
müne yakın günlerde zekât borcunun ödenmesini vasiyyet etmişse,
vasiyyetine binâen ödenen zekât borcu, onun zamanmda vermediği
zekât için bir keffârettir. Yâni inşâallah günahının bağışlanması
umulur. Allah gerçeği bilendir.

ojiı ı_j i)L,yt (0


4 — H A Y A T T A ( Î Y İ Y O L L A R D A ) M A L H A R C A M A Y IP Ö L Ü M
Y A K L A Ş IN C A S A V U R G A N L IK E T M E N İN Y A S A K L IĞ I B Â B I

(1) B u sahâbinin hâl tercemesi 6. hadis bölümünde geçti.


Bâb : 4 KİTÂBÜ-L’VASÂYA 381

T E R C E M E S İ

2706) Ebû Hüreyre ( Radıyallâhü anh)'âtn rivâyet edildiğine göre :

Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in yanma ge­


lerek:

— Y â Resûlallah iyi davranmam husûsunda üzerimde en çok


hakkı bulunan insanın kim olduğunu bana haber ver, dedi. Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Evet. Babana and olsun ki (bu husus) muhakkak sana haber
verilecektir. (En çok hakkı olan insan) annendir,» buyurdu. Adam :
(Annemden) sonra (üzerimde en çok hakkı olan kişi) kimdir?
diye sordu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Sonra (yine) annendir,» buyurdu. Adam :
— (Annemden) sonra kim? diye sordu. Resûl-i Ekrem (Sallalla­
hü Aleyhi ve Sellem) :

— «Sonra (yine) annen,» buyurdu. A d a m :


— (Annemden) sonra kim? diye sordu. Resûl-i Ekrem (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Sonra baban», buyurdu. Adam (bu kere) :
— Malımdan bana haber ver Y â Resûlallah! Ondan nasıl sada­
ka vereyim, (en faziletli sadaka nasıl olur)? diye sordu. Resûl-i Ek­
rem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Peki, Allah’a yemin ederim sen muhakkak (bundan) haberdar
edileceksin. (En faziletli tasadduk), sen sıhhatli, (dünyalığa) ihtiras­
lı, yaşamaya ümidli ve fakirlikten korkarken sadaka vermendir. Sa­
lon (sadaka vermeyi) geciktirme. Nihâyet rûhun (gırtlağa işâretle)
şuraya gelince makin falana ve malım fulana (olsun) dersin. Halbu­
ki sen hoşlanmasan bile malın (ölümün dolayısıyla) onlaradır.»’’
382 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

İ Z A H I
Bu hadîsi T i r m i z i ’ den başka Kütûb-i Sitte sahiplerinin
hepsi rivâyet etmişlerdir. Ancak bâzı rivâyetlerde yalnız sadaka ile
ilgili kısım bulunur. Diğer kısım yoktur.
Hadîste geçen «Sohbet» kelimesi, arkadaşlık, muâşeret, yaşama,
geçinme gibi mânâlara geldiğinden, geniş anlamlı olarak davranma
şeklinde terceme etmeyi uygun buldum.
Hadîste geçen «Şahîh» kelimesi ihtirasla, cimri şeklinde açıklan­
dığı gibi cimri mânâsından geniş bir anlam verenler de vardır. Bu
itibarla bu kelimeyi ihtiraslı mânâsma terceme ettim.
i

N e v e v i bu hadîsin açıklaması bölümünde özetle şu bilgiyi


v e r ir :
Hadîsten kasdedilen mânâ şudur:
“İhtiras ve dünyalığı sevmek, insana sıhhatli iken galebe çalar.
Bu nedenle insan sıhhatli iken cömertçe davranıp sadaka verirse,
daha ihlâslı, samîmi ve ecri daha büyük olur. Fakat hayattan ümi­
dini kesip ölümünün yaklaştığını sezen ve malmm vârislerine kala­
cağını anlayan kimsenin bu sıralarda verdiği sadaka böyle değildir.
Çünkü bu esnadaki sadaka, sıhhat, ihtiras, yaşama ümidi ve fakir­
leşme endişesi duyulduğu durumdaki sadakaya nazaran noksandır.
Rûhun gırtlağa geldiği zamandan maksad bu hâlin yaklaştığı
zamandır. Çünkü ruh gırtlağa gerçekten geldikten sonra edilen va­
siyyet, verilen sadaka ve yapılan tasarrufların hiç birisi geçerli sayıl­
maz. Bu husûsta fıkıhçılar ittifak hâlindedir.
Akla şöyle bir soru gelebilir:
Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) soru sâhibinin babasına
yemin etmiştir. Halbuki, Allah’tan başkası ile yemin etmenin yasak-
hğı bilinmektedir. Babalar adına yemin etmenin yasakhğı da sahîh
hadîslerle sâbittir.
Bu soruya şöyle cevap v e rilir: Yasak olan şey, Allah’tan başka
bir şeye bile bile ve teammüden yemin etmektir. Hadîste geçen söz
ise kasıd olmaksızın dile gelen bir kelimedir. Bu ne yemin sayılır, ne
de yasakların şümûlüne girer.”
Hadîsin son kısmında geçen :
«Rûhun gırtlağa gelince malım falanadır, malım fulanadır, der­
sin. Halbuki sen hoşlanmasan bile malın (ölümün dolayısıyla) onla-
radır.» cümlelerinde bulunan falan ve fulan kelimeleri ile mirasçı­
Bâb: 4 KİTÂBÜ-L’VASÂYA 383

lar mı, yoksa kendilerine mal v a s iy e t edilen kimseler mi kasdedil-


diği yolunda değişik yorumlar yapılmıştır.
S i n d i , bu kelimelerle mirasçıların kasdedildiği görüşündedir.
Yâni ölüm döşeğindeki bu lâflar bir anlam taşımaz. Çünkü adamm
malı ölümü ile mirasçılarına kendiliğinden intikal etmiş olur. Adam
bu durumdan hoşlanmasa da netice budur. r)jT
Bâzı rivâyetlerde bu cümleler yerine;
' * „ >t »' * t * " \- I > •> >
6üUl jlS" jlîj IJS \j£ p!>Uİ cJU = «...Falana şu kadar mal,
fulana da bu kadar mal (olsun) dersin. Halbuki o mal filâna olmuş­
tur.» cümleleri bulunur.
Bâzdan bu cümlelerde geçen falan, fulan ve filân kelimeleri ile
mîrasçdann kasdedildiğini söylemişlerdir. Bir kısım âlimler is e : ilk
iki kelime ile kendüerine mal vasiyyet edilen kişiler ve son kelime ile
mîrasçüar kasdedilmiştir, derler.
Yâni sen ölüm döşeğine girdikten sonra malım şuna buna va­
siyyet ediyorsun. Halbuki vasiyyet ettiğin mal sen terekenin üçte
birinden fazla olduğu takdirde mirasçıların dilerlerse bu vasiyyeti
iptal ederler. Böylece bu vasiyyet geçersiz sayılır.
Âlim ler bu cümleleri başka şekillerde de yorumlamışlardır, iste­
yenler hadîs kitablannın şerhlerine bakabilirler.

HADÎSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER

1. Annenin hakkı herkesin hakkından fazladır. Herkesten faz­


la anne ile iyi geçinmek, iyi davranmak gereklidir. Bu hak çok önem­
li olduğu için üç defa tekrarlanmıştır.
2. Anneden sonra babanın hakkı diğer insanların haklarından
fazladır.
3. En faziletli sadaka, sağlık, ihtiras, yaşama ümidi ve fakir­
leşme endişesi varken verilen sadakadır. Sadaka ve hayır işleri ge­
ciktirilmemelidir.
4. Kişinin ölümü ile malı mirasçılarına kalır. Kişi ölüm döşeğin­
de mirasçılarım malından mahrum etme yetkisine sâhip değildir.
384 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

/■ ' 9 *

T E R C E M E S İ ~

*2707) "... Büsr bin Cahhâş el-Kureşî ( Radtyallâhü a n h )'den; Şöyle de­
miştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir kere) eline (ha­
fifçe) tükürdü. Sonra şehâdet parmağım (tükürük damlası üzerine)
bırakıp şöyle buyurdu :
«Allah (Azze ve Celle) buyuruyor k i: (Ey) Âdem oğlu seni şu­
nun misli olan (bir damla meni) den yarattığım halde beni nasıl âciz
(zan) edersin (de malından sadaka ödemezsin) ? Sonra rûhun şura­
ya (ve Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) boğazma işâret
etti) ulaştığı zaman sen: Sadaka veririm, dersin. Halbuki sadaka
verme zamanı nerede? (Yâni bu fırsatı kaçırdın).»”
N o t: Bunun senedinin sahih olduğu, Z e v â id ’de bildirilm iştir.

İ Z A H I
Zevâid türünden olan bu hadîsi A h m e d de rivâyet etmiş­
tir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), muhâtablannın dik­
katini çekmek üzere tükürük damlasını örnek göstererek insanın böy­
le bir damlacık sudan yaratıldığım Allah’tan naklen beyân buyur­
muştur. Bu yüce kudrete sâhip olan Allah Teâlâ, kulun vereceği sa­
dakanın yerini fazlasıyla dolduracağını vaad buyurduğu halde muh­
teris kimseler fakirleşme endişesinden dolayı sağlığında sadaka ver­
mekten çekinirler. Bu davranış bir bakıma Allah Teâlâ’mn kula dün­
yalık vermekten âciz olduğu zannmı sezdirmektedir. Hadîsin kudsî
kısmı böyle bir zannın bâtü olduğuna işâret eder.
Rûhun boğaza gelmesi zamanından maksad tam o zaman ola­
bilir. Bu takdirde, hastanın bu esnada verdiği sadaka geçersizdir. Bu
Bâb: 5 KİTÂBÜ-L’VASÂYA 385

durum bundan önceki hadisin izahı bölümünde anlatıldı. Hadisin son


cümlesi de böyle yorumlanır. Yâni artık sadaka verme zamanı geç­
miştir, yapılan tasarruf geçersizdir.
Ruhim boğaza gelmesi zamanından maksad, bu zamanın yaklaş­
tığı vakit ise bu esnada verilen sadaka geçerli olmakla beraber pek
sevaplı olmadığı anlamı kasdedilttıiş olur. Bu durum da yukardaki
hadisin izahı bölümünde anlatıldı.
t_*lı (oj

5 — M ALIN ÜÇTE BİRİYLE V A S İY Y E T ETMEK BÂBI

T E R C E M E S İ
2708) "... Âmir’in babası Sa’d (bin Ebî Vakkas) (Radtyallâhü ankümâ)’-
dan; Şöyle demiştir:
Ben Mekke'nin fetih yılı (Mekke’de) ölüme yaklaştığım derece­
de hastalandım. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalığım
dolayısıyla bana uğradı. Ben d e :
Ey Allah’ın Resûlü şüphesiz benim çok malım var ve bir kızım­
dan başka mirasçım yoktur. Ben malımın üçte ikisini sadaka olarak
vasiyyet edebilir miyim? diye sordum. Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve S ellem ):

Büsr bin Cahhâş el-Kureşî (R.A.)’m H â l Tercemesi


B ü sr b in Cahhâş (E l-H â fız’m tesbitine göre bu kelim e «C ilıâ ş »â ır.) Şam 'lı
b ir sahâbîdir. B ir ham si va rd ır. R â v is i Cübeyr bin N ilfe y r ’dir, İbn-i M â ceh onun
hadisini riv â y e t etm iştir. (H ü lâ s a : 47)

Sünen-i İbn-i M â ce — O . : 7- F . : 25
386 SÜNEN-Î İBN-t MÂCE

«Hayır,» buyurdu. Ben *


Y a n a (vasiyyet olabilir m i)? dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (y in e ):
«Hayır,» buyurdu. Bens
Peki üçte biri (olabilir mi) diye sordum. Resûl-i Ekrem (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem) :
«Üçte bir (kâfidir), üçte bir de çoktur. (Çünkü) senin mirasçıla­
rını zengin bırakman, onlan halka ellerini açıp dilenecek derecede
fakir bırakmadan hayırlıdır,» buyurdu.”

İ Z A H I

Bu hadis Kütüb-i Sitte’nin hepsinde rivâyet olunmuştur. S a ’ d


(Radıyallâhü anh) ’m M e k k e ' d e hastalandığı bâzı rivâyetlerde
belirtildiği için bu durumu parantez içinde belirttim. S a ’ d (Ra-
dıyallâhü anh) hastalığının ağırlığından dolayı ölümünün yaklaştığı
kanısına varmıştı. Fakat Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve’s-selâm)
bir mu’cize olarak, B u h â r i ile M ü s l i m ’ deki rivâyette sa­
rahaten belirtildiği gibi meâlen «Ey Sa’d Allah’tan umarım k i seni
bu hastalıktan kaldıracak ve senin (fetihlerin) le bir çok müslüman­
lar faydalar sağlayacaklar ve bir çok müşrikler zararlanacaklardır.»
buyurmuştur. H z . S a ’ d (Radıyallâhü anh) bu hastalıktan kur­
tulup bundan sonra 45 veyâ 48 yıl yaşadığı ve bir çok fetihlerde bu­
lunduğu sâbittir.
S a ’ d (Radıyallâhü anh) bir kızından başka mirasçısının bulun­
madığım söylemiştir. Halbuki farâiz ilminde «Asaba» ismi verilen
mirasçıları vardı. Bu itibarla N e v e v i onun bu sözünü şöyle yo­
rumlar : Yâni “Mirastan belirli hissesi olan mirasçı yalnız bir kızım
var.” Diğer mirasçıları asaba durumunda idiler. Asaba belirli payı
olmayıp pay sâhiplerinden artan malı ve pak sâhibi durumunda hiç
mirasçı olmadığı zaman terekenin tamamına mirasçılardır. S a ’ d
bu cümleyle şunu kasdetmiş olabilir: “ Bir kızdan başka çocuğum ve
çok yakın mirasçım yoktur."
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) S a ’ d ’ m, malının
üçte birinden fazlasmı vasiyyet etmesini uygun bulmayıp üçte birisi­
ne izin verdikten sonra.- «Üçte bir de çoktur» buyurmuştur. Bu cüm­
le de değişik şekillerde yorumlanmıştır:
E l - H â f ı z : Bu cümlenin malın üçte biriyle vasiyyet etme­
nin câizliğini ve fakat vasiyyet edilecek meblâğın bundan az tutul­
Bâb: S KİTÂBÜ-L’VASÂYA 387

masının daha iyi olduğunu açıklamak amacıyla buyurulmuş olması


muhtemeldir. Cümleden ilk anda anlaşılan mânâ da budur. Cümle­
den kasdedilen mânâ şu olabilir: Malın üçte birini vasiyyet etmek en
mükemmel olanıdır, sevâbı çoktur. Üçüncü bir ihtim al: Malın üçte
biri çoktur, az değildir. Ş â f i i son ihtimâlin daha uygun oldu­
ğunu söylemiştir. İ b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh) ise ilk
yorumu benimsemiştir, der.
-I » • ^ ^ ^ î-f'
Hadîste geçen S a ’ d (Radıyallâhü anh) ’ınj J u jûûoîUÎ
sözünü «Ben malınım üçte ikisini sadaka olarak vasiyyet edebilir mi­
yim?» diye terceme ettim. N e v e v i : Bu cümle iki mânâya muh­
temeldir: Birisi, sadaka edilmek üzere vasiyyet etmektir. (Yâni ben
öldüğüm zaman malınım üçte ikisi sadaka olarak dağıtılmak üzere
vasiyyette bulunabilir miyim?). Diğer mânâ: Malımın üçte ikisini
ölmeden önce ve bu hastalık esnâsmda hemen sadaka olarak dağı­
tabilir miyim? Bu iki mânâdan hangisi kasdedilirse edilsin, netice
değişmez. Tüm âlimlere göre ölüm döşeğinde kişi malının üçte birin­
den fazla mikdarda ne sadaka edebilir, ne de vasiyyet edebilir. An­
cak mirasçılarının nzâsı varsa bu takdirde sadaka etmesi de vasiy­
yet etmesi de câizdir, diye bilgi vermiştir. .. ,
B u h â r î ’ nin rivâyetinde bu cümle yerine;!
«Ben malınım tamamım vasiyyet edeyim (m i)?» tâbiri bulunduğu
için yukardaki cümleyi buna uygun bir şekilde terceme etmeyi ter­
cih ettim. '

HADÎSTEN Ç IKARILAN HÜKÜMLER

1. Hastayı ziyâret etmek, devlet başkam dâhil herkese müste-


habtır.
2. Tedâvi, takvâ sâhiplerinin duâsmı almak, vasiyyet etmek ve
fetvâ almak gibi meşrû bir amaçla hastalığın ağırlığım ve şiddetini
dile getirmek hasta içüı câizdir. Ama öfkelenmek gibi yersiz mak-
sadla hastalığın ağırlığım anlatmak mekruhtur ve hastalıktan dola­
yı beklenen sevâbı azaltır.
3. Meşrû yollarla mal biriktirmek ve zenginleşmek câizdir.
4. Kişi, yakınlarına, hısım ve akrabalarına ikramda bulunmalı
ve mirasçılarına şefkat etmelidir. Yalanlara yardım etmek, yabancı­
lara yardım etmekten üstündür.
388 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

5. Bâzı âlimler bu hadîsin, zenginliğin fakirlikten daha iyi ol­


duğuna delâlet ettiğini söylemişlerdir.

6. Kişi, vasiyyet edeceği mal miktarı ile mirasçılarına bırakaca­


ğı mal mikdanm adâletli bir şekilde ayarlamalıdır. Malın üçte bi­
rinden fazla mikdarda vasiyyette bulunmamalıdır.
N e v e v i bu madde ile ilgili olarak özetle şöyle d e r:
“Bizim arkadaşlarımız ve başka âlim ler: Mirasçıları zengin olan
kimselerin mallarının üçte birisini teberru olarak vasiyyet etmeleri
müstehabtır. Mirasçıları fakir olanların ise vasiyyet edecekleri meb­
lâğm, malın üçte birinden az olması müstehabtır, demişlerdir.
Bu yüzyıllardaki âlimler, mirasçısı bulunan kimsenin, malının
üçte birinden fazla meblâğda ettiği vasiyyetin infaz edilmemesi ve
ancak mirasçılarının rızâsıyla infaz edilebilmesi husûsunda ittifak
etmişlerdir. Kezâ mirasçıların hepsinin rızâsı bulunduğu takdirde
kişi malının tamamını vasiyyet edebilir. Bu husüsta da âlimlerin ic-
mâı vardır.

Hiç vârisi olmayan kimseye gelince, bizim mezhebimiz ve cum-


hûra göre onun malının üçte birinden fazla mikdar için edeceği va­
siyyet geçerli değildir. Fakat E b û H a n î f e , onun arkadaşları,
î s h â k , bir rivâyete göre A h m e d bunu câiz görmüşlerdir.
A l i b i n E b i T â l i b (Radıyallâhü anh) ile î b n - i M e s ' û d
(Radıyallâhü anh) ’m da bu görüşte oldukları rivâyet olunmuştur.”
H a n e f î fıkıh kitablanndan el-Mültekâ d a : Mirasçılar zen­
gin veyâ alacakları hisselerle zenginleşecek durumda ise malın üçte
birinden düşük meblâğı vasiyyet etmek müstehabtır. Aksi takdirde,
yâni mirasçılar bu durumda değiller ise vasiyyet etmemek daha se­
vimlidir. Malm üçte birinden fazla mikdarda vasiyyette bulunmak
ise sahih değildir. Mirasçılar râzı olmasalar bile malın üçte birini
(mirasçı olmayanlara) vasiyyet etmek sahihtir, diye bilgi verilmek­
tedir.
Ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablanna başvurmak gerekir.

^ & t ^

ı j Z J - j 'J » t'd f*- İJ L İ* j J

, « y û l / t lâjVfCfjAcSL
. ıl»fj j ı » Uw> tı / O, o U —l j ! jl j
B âb: 5 KİTÂBÜ-L'VASÂYA 389

T ER C E M E S İ

2709) “ ... Ebû Hüreyre ( Radtyallâhü a»A)’den rivâyet edildiğine göre;


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Şüphesiz, Allah (hayır) amellerinizi artırmak için mallannızın
üçte birin! vefâtmız zamanında size tasadduk etti (sadaka - vasiyyet
etme yetkisini verdi.)»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Talha bin Amr el-Had-
rami bulunur. Bu râvlyi zayıf sayanlar bir kişi değildir.

.,jJ . yj Mt { ı # * . Ö: Jf û; £ U Ji iJ li. o lıJ j : o îljjl J


»jT y ] Jty . OL**»- ö,
i * J l » j jtj : tSajMlJSj •ı-il^.3 1OİJÜ.j o^»-tfj
T E R C E ME S İ

2710) "... (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü aahümâ)’dan rivâyet edil­


diğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«(Allah Teâlâ buyurdu ki) Ey Âdem oğlu hiç birisi senin (hak­
kın) olmayan (ve merhametimle sana verdiğim) iki şey var: Seni
(günahlardan) temizlemek ve arındırmak için, gırtlağını tuttuğum
(canım alacağım) zaman malından sana bir pay (vasiyyet için) ver­
dim ve ecel (ömürlünün bitiminden sonra kullanmm senin üzerine
(kıldıkları) cenaze namaza.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedi aleyhinde söz söylenir. Çün­
kü râvilerinden Sâlih bin Muhammed bin Yahyâ hakkında ne tenkid ne de baş­
ka şekilde herhangi bir kimsenin sözünü görmedim. Râvî Mübârek bin Hassân’ı
İbn-i Muin sıkâ saymıştır. Fakat Nesâî, onun kuvvetli olmadığım, Ebû Dâvûd da
onun hadisinin münker olduğunu söylemişlerdir. İbn-i .Sibbân da onu sıkâlar ara­
sında anmış v e : Bâzen hatâya düşer ve muhâlefef eder, demiştir. El-Ezdl de
onun hadisinin terkedildiğini söylemiştir. Senedin kş)an râvileri Buhâri He Müs­
lim’in şartlan üzerinedir.
390 SÜNEN-Î İBN-t MÂCE

İ Z A H I

Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsi Zevâid türün­


den olup D â r e k u t n î ve B e y h a k î tarafmdan da rivâ­
yet edilmiştir. Bu hadîsten kasdedilen mânâ şudur: Hayır amelleri­
nizin çoğalması için öleceğiniz zaman mirasçılarınız râzı olmasalar
bile malınızın üçte birinde tasarruf etme yetkisine sâhipsiniz. Allah
size bu yetkiyi ihsan etmiştir. Sadaka ve vasiyyette hayırlarınızı böy-
lece fazlalaştırmış olabilirsiniz.
İbn-i Ö m e r (Radıyallâhü anh) 'm hadîsi de Zevâid tû-
ründendir. Bu hadîs kudsl hadîslerdendir. Çünkü hadîsin ifâde tar­
zı Allah Teâlâ’nm kuluna hitab etmesi şeklindedir. Bu hadîsten kas­
dedilen mânâ da şudur:

Mal, dünya hayatı içindir, ölüm gelince malın başkalarına kal­


ması ve vârislere intikal etmesi tâbiidir. Buna rağmen Allah Teâlâ,
kuluna ölüm zamanında malının üçte birinde tasarruf yetkisi ver­
miştir. Bu yetki Allah’m rahmetinin mahsûlüdür ve kulun günah­
lardan paklanması içindir. Cenâze namazı da böyledir. Cenâze nama­
zı bir ibâdet olduğu için sevâbı küanlara âittir. Ölünün bundan ya­
rarlanmaması normaldir. Çünkü herkes ancak sa’i ve gayretinin mah­
sûlünü alır. Nitekim Allah Teâlâ N e c m sûresinin 39. âyetinde;
t**—“ (_r*^ ö1> «ve şüphesiz, insana çalışmasının kar­

şılığından başka bir şey yoktur.» buyurmuştur. Bununla beraber Al­


lah bir lütuf ve ikrâm olmak üzere kulunu, üzerinde kılman cenâ­
ze namazından yararlandırır ve mü’minlerin namazda ettikleri duâ-
lardan onu istifâde ettirir. Sanki onun bir çalışması imiş gibi amel­
lerine ilâve eder. Hadîste geçen Kâzam gırtlak mânâsmadır.

T E R C E M E S İ

2711) "... (Abdullah) bin Abbâs ( RadtyaUâkü anhümâydan; Şöyle de­


miştir ;
Bâb : 6 KİTÂBÜ-L'VASÂYA 391

Halkın (vasiyyetlerini) mallarının üçte birinden dörtte birine in­


dirmelerini arzularım. Çünkü Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) :
«Sülüs (yâni malın üçte biri vasiyyet için) büyüktür veyâ çok­
tur,» buyurdu.”
/
İ Z A H I

Bu hadîsi B u h â r î , M ü s l i m ve N e s â î de rivâyet
etmişlerdir. N e v e v i bu hadîsin şerhinde: Bu hadis vasiyyet edi­
lecek meblâğın malın üçte birinden az olmasının müstehablığına de­
lâlet eder. Cumhûrun görüşü de mirasçılar zengin olsun fakir olsun
vasiyyetin böyle olmasının müstehablığı istikametindedir. Fakat bi­
zim mezhebimiz (Ş â f i i mezhebi) şudur: Mirasçılar zengin ise
malın üçte birini vasiyyet etmek müstehabtır, fakir iseler vasiyyet
edilecek meblâğın üçte birden eksik olması müstehabtır. E b û B e ­
k ir (Radıyallâhü anh) ’m ve A l i (Radıyallâhü anh) ’m malları­
nın beşte birini, İ b n - i Ö m e r (Radıyallâhü anh) ile 1 s h â k’m
mallarının dörtte birini vasiyyet ettikleri rivâyet olunmuştur. Malın
altıda bir, onda bir gibi oranlarda vasiyyetinin daha uygun olduğu­
nu söyleyenler de vardır.
A li (Radıyallâhü anh), İ b n - i A b b â s (Radıyallâhü
anh), Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve başkalarından rivâyet edil­
diğine göre mirasçıları olup da malı az olan kimsenin vasiyyet et­
mesinin müstehab olduğunu söylemişlerdir.
Yukarda da belirttiğim gibi H a n efi mezhebinin görüşü bu
hadise uygundur.
Malın üçte birinin çokluğu ile kasdedilen mânâ hakkında gerek­
li bilgi 2708 noiu hadîsin izahı bölümünde anlatıldığı için tekrarla­
maya gerek kalmadı. Üçte birinin büyüklüğü de benzer mânâyı ifâ­
de eder. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in «Sülüs büyük­
tür veyâ çoktur» buyruğundaki tereddüd râvîye âittir. Yâni ya büyük
kelimesi veyâ çok kelimesi kullanılmıştır.
ıl» jlj! j V ı— (*\)

6 — HİÇ BÎR M İRASÇIYA V A SİYYE T YOKTUR, BÂBI


392 stftnm-t îBN-i m Ac e

. £ 2 ö l . »3 S| 3 . ö L ç jş s ij ^ m y 151 i 6± f 6)

• öf 5 l » I)k i ti" * ^ 4 ÜİJ

* *“ d ^ <i| l/ 3' lT*J • * *2**5 ^ o O l ij* £ ^

525 < 0 2 . o ç : £ j ? jt

. ( l i > V ' / J " ! 3& i î ) « t ) j i V i

TEBCEMESt

2712) "... Amr biri Hârice (Radıyallâhü anh)’den rivâyet edildiğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Kasvâ isimli binek)


devesi üzerinde hutbe irâd buyurdu. (Bu esnâda) binek devesi geviş
getiriyordu ve ağzının köpüğü benim iki omuzumun arasında akıyor­
du. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (hutbesinde) bu­
yurdu ki:
«Allah, şüphesiz her mirasçıya mirastan olan nasibini taksim
(ve tâyin) buyurdu. Artık hiç bir mirasçıya vasiyyet câiz değildir.
Çocuk döşek (sahibin) e aittir. Zinâ eden (erkeğ)e de mahrumiyet
vardır. Kim babasından başka bir kimsenin oğlu olduğunu iddiâ eder
veyâ kendisini âzadiayanlardan başkasının âzadlısı olduğunu söyler­
se Allah’m, meleklerin ve bütün insanların lârieti o kimsenin üzerine
olsun (veyâ onun üzerindedir.) O kimseden ne tevbe ne de fidye (râ-
vi dedi k i: veyâ Peygamber! ne fidye ne de tevbe buyurdu) kabul
olunur.”

jp S te ? a . 3 a # e .P S fû-fc* - TV\r
i <gLi- ı j û y C $§İJ®' 3J - O : cly C ^ ^ 1U

.« C
0 +
j
*
% . < 3 * - tsi
*
^ ^
TERCEMESİ
2713) "... Ebû Ümâme el-Bâhilî (Radıyallâhü anh ) ’den; Şöyle demiştir:
Bâb : 6 KÎTÂBÜ-L’V A S Â Y A ' 393

Ben Vedâ Haccı yılı Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’i


hutbesinde şöyle buyururken işittim:
«Allah her hak sâhibine (mirastan) hakkım şüphesiz vermiştir.
Artık mirasçıya vasiyyet yoktur.»"

T E R C E M E S İ
2714) “ ... Enes bin Mâlik (RadtyaUâhü attk)'den; Şöyle demiştir:

(Peygamber Vedâ Haccı yılı hutbe irâd ederken) ben Resülullah


(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in (kasvâ isimli) devesinin (boynunun)
altında idim. Devesinin ağzının köpüğü benim üstüme (dökülüp) akı­
yordu. (Hutbesinde) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den
şu buyruğu işittim t
«Allah şüphesiz her hak sâhibine (mirastan) hakkını vermiştir.
Bilmiş olunuz ki hiç bir vârise vasiyyet yoktur.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahihtir. Râvî Muhammed
bin Şuayb’i Rahim ve Ebû Dâvûd sıkâ saymışlardır. Senedin kalan râvileri Bu-
hârl’nin şartı üzerinedir.

İ Z A H I
A m r b in H â r i c e (Radıyallâhü anh) ’m hadisini T i r-
m i z î , A h m e d , N e s â i , D â r e k u t n i ve B e y h a k î
de rivâyet etmişlerdir.
Bu hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım s
Cine s Geviştir. Kası: Geviş getirmek, ağza getirilen gevişi yut­
mak, şiddetli çiğnemek ve dişleri sıkmak mânâlarına gelir. Terce-
mede birinci mânâyı seçtim. Diğer mânâları düşünmek de mümkün­
dür.
Lüğâm> Salya ve bundan meydana gelen köpük mânâlarında
kullanılır. Bir kavle göre yalnız salya köpüğü mânâsım ifâde eder.
394 SÜNEN-İ İBN-İ MACE

Âhir: Zânî demektir. Hacr: Mahrumiyettir.


Mevâlî: Mevlâ’nın çoğuludur. Mevlâ, efendi, köle, âzadlı köle,
köleyi âzadlayan gibi mânâlara gelir. Burada köle veyâ câriyeyi âzad­
layan kimse mânâsında kullanılmıştır.

Sarf: Bu ve benzerî hadislerde kullanıldığı zaman tevbe veyâ


nâfile ibâdet mânâsına yorumlanır.

Adi: Fidye veyâ farz ibâdet mânâsına kullanılmıştır. Bu kelime


de Sarf kelimesi gibi başka mânâlara da gelebilir. Fakat burada yu-
kardaki iki mânâdan birisi kasdedilmiştir.

Bu hadîste geçen bâzı cümleler bundan önce gelen hadîslerde


bulunduğu ve o yerlerde gerekli izah yapıldığı için burda tekrar
izaha gerek yoktur. Şöyle k i:

1. «Çocuk döşek (sâhibin)e âittir. Zinâ eden (erkeğ)e de mah­


rumiyet vardır» parçası 2006 ve 2007 numaralı hadîslerin metninin ay­
nisidir.
2. «Kim babasından başka bir kimsenin oğlu olduğunu iddiâ
eder veyâ kendisini âzadlayanlardan başkasının âzadlısı olduğunu
söylerse Allah’m, meleklerin ve bütün insanların laneti o kimsenin
üzerine olsun» parçası 2609 noiu hadis metni gibidir.

3.«... Ne sarf (yâni tevbe veyâ nâfile ibâdet) ne de adi (yâni


fidye veyâ farz ibâdet) kabul olunur» ifâdesinin bir benzeri 2635 no-
lu hadîste geçmiştir. Oradaki hadîs cinâyet ve diyet konusuna âid
olup buradaki konu ile ilişiği yoktur. Sadece ifâde benzerliği bulun­
duğu ve orada gerekli açıklama yapıldığı için bu durumu hatırlat­
makla yetiniyorum.

Yukarıdaki ifâdelerin izahım görmek isteyenler numaralarım


verdiğim hadislerin izahı bölümüne başvurabilirler.
Bu hadîsin yukarıda anlatılan cümleleri dışında kalan ve bunu
tâkip eden hadîslerde de bulunan ve mirasçılara yasiyyetin sahih
olmadığı hükmünü bildiren cümle ile ilgili açıklamaya geçelim. Bu
açıklamaya geçmeden önce şu noktayı da belirteyim:

Bu hadîsten sonra gelen E b û Ümâme (Radıyallâhü


anh) ’m hadîsini T i r m i z î , E b û D â v û d ve A h m e d
de rivâyet etmişlerdir. E n e s (Radıyallâhü anh)’m hadîsi ise Ze­
vâid türündendir.

Birinci hadîste «Allah her mirasçıya mirastan olan nasibini tak­


sim etmiştir. Artık mirasçıya vasiyyet câiz değildir» buyuruluyor.
Bâb: 6 KİTÂBÜ-L’VASÂYA 395

Bu hadîsi tâkibeden iki hadis de bu mealdedir.


Miras âyetleri inmeden önce mah bulunan kimselerin ölecekle­
ri zaman babalarına, annelerine ve en yakın akrabalarına vasiyyet
etmeleri B a k a r a sûresinin 180. âyeti ile farz kılınmıştı. Âyetin
meâli şöyledir:
«Birinize ölüm (sebepleri) geldiği zaman, eğer (geriye) mal bı­
rakacaksa, anneye, babaya ve yakınlara uygun tarzda vasiyyet et­
mesi size farz, Allah'a isyân etmekten sakınanlara borç kılındı.»
Sonra miras hükümlerine âit N i s â sûresinin 11 ve 12. âyet­
leri nâzil olunca yukarda meâli yazılı B a k a r a sûresinin 180. âye­
tinin hükmü neshedilmiş oldu.
Ebû Ü m â m e (Radıyallâhü anh) ile E n e s (Radıyallâ-
hü anh)’m rivâyet ettikleri hadislerin mânâsı şudur: “Allah her
mirasçıya tâyin ettiği miras payım beyân buyurmuştur. Artık hiç
bir mirasçıya vasiyyet yoktur.”
Ha t tâbi, Ebû Ü m â m e ’ nin hadîsinin açıklaması bö­
lümünde şöyle d e r:
“Bu hadîs miraslara âit âyetlere işârettir. Miras âyetleri inme­
den önce en yakm akrabalara vasiyyet etmek B a k a r a sûre­
sinin 180. âyetiyle vâcib kılınmıştı. Sonra bu âyetin hükmü miras
âyetiyle neshedildi.
Âlimlerin ekserisine göre mirasçılara vasiyyet hükmünün ipta­
linin sebebi diğer mirasçıların haklarının korunmasıdır. Sebep bu
olunca diğer mirasçılar kabul ettikleri takdirde herhangi bir miras­
çıya edilen vasiyyet geçerli sayılır. Nasıl ki malın üçte birden fazla
bir miktar mirasçı olmayan kimselere vasiyyet edildiğinde bunun
geçerliliği mirasçıların kabûlüne bağlıdır. Mirasçılar kabul etmezse,
malın üçte birinden fazla olan vasiyyet geçersiz sayılır ve kabul eder­
lerse mûteber sayılır.
Bazıları: Mirasçılara yapılan vasiyyet, diğer mîrasçılarca kabul
edilse bile geçersizdir. Çünkü şer’i bir hüküm konulduğundan dola­
yı bu hükmün hukuku esas tutulmalıdır. Eğer biz bu hükme rağmen
mirasçıya vasiyyeti câiz sayarsak mensûh bir hükmü işletmiş olu­
ruz. Bu ise câiz değildir.”
H a 11 â b i ' nin naklettiği son görüş Z â h i r i y y e mezhe­
binin görüşüdür. Âlimlerin cumhûruna göre tüm mirasçıların kabû-
lü hâlinde herhangi bir mirasçıya yapılan vasiyyet geçerli sayılır. Ak­
si takdirde geçersizdir.
Mg
390 sttorm-t îb n -î m Ace

• J t JJ «.»it (V)

7 — (ÖLÜYE Â ÎT ) BORÇ V ASİYYE T (ÎN ) DEN


ÖNCE (ÖDENMELİ) DİR, BÂBI

T E R C E M E S İ

2713) Alt (bin Ebi Tâlib) (Radtyallâhü a»A)’den; Şöyle demiştir:


Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), vasiyyet (in infazın) -
dan önce (ölüye âit) borcun ödenmesine hükmetti Siz;
•' •• < * _S - •
r W: is^jl â t — «Edilen vasiyyetten veyâ borçtan arta­
kalanının...» âyetini de okuyorsunuz. V e Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâ­
tü ve’s-selâm) ana baba bir erkek kardeşlerin birbirlerine mirasçı ol-
duklanna, fakat (bunların beraberinde bulunan) yalnız baba bir er­
kek kardeşlerinin mirasçı olmadıklarına da hükmetti."

tZABI

Bu hadisi T i r m i z î ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir.


A l i (Radıyallâhü mıh) şunu demek istemiştir: N i s â sûresinin
12. âyetinde bâzı mirasçıların paylan tâyin edilirken ölünün ettiği
vasiyyet veyâ borcundan arta kalan maldan miras paylarının, sâ-
hiplerine verileceği bildirilmektedir. Bu âyette vasiyyet kelimesi borç
kelimesinden önce anılmıştır. Okuyuştaki öncelikten hüküm ve öde­
me açısından bir öncelik anlaşılmamalıdır. Âyet-i Celile’de vasiyyet,
borçtan önce amlıyor ise de hüküm bunun aksinedir, önce ölünün
borçlan tasfiye edilir. Ondan sonra vasiyyeti yerine getirilir. Daha
sonra da kalan mal mirasçılar arasmda taksim edilir.
A li (Radıyallâhü an h )’m sahâbilere hitaben “ Siz «...edilen
vasiyyetten veyâ borçtan artakalanının..." mealindeki âyeti okuyor­
sunuz» sözünün anlamı ile ilgili olarak T ı y b i : Bu söz bir hük­
mü beyân etmekle beraber bir soru anlamım taşıyor. Kasdedilen mâ­
nâ şöyledir: Siz bu âyeti okuyorsunuz. Acaba bunun mânâsım da
biliyor musunuz? Çünkü vasiyyet okuyuşta borçtan evveldir. Fakat
Bâb: 1 k İ t A b ü -l ’Va s A y a m

hüküm de borçtan sonradır. Âyette erkek kardeşler de mutlaktır. Y â ­


ni bunların; ayni baba ve ayni anadan olma kaydı yoktur. Bu kay­
dın olmayışı ana baba bir erkek kardeşler ile yalnız baba bir kar­
deşlerin eşit oldukları zannını veriyor. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’ss-salâ-
tü ve’s-selâm) ana baba bir erkek kardeşler ile yalnız baba bir er­
kek kardeşler arasmda fark bulunduğuna hükmetmiştir, diye bilgi
vermiştir.

Borcun vasiyyetten önce ödenmesi gerektiği halde anılan âyet­


te neden vasiyyet kelimesi borç kelimesinden önce geçmektedir? di­
ye bir soru hatıra gelebilir. Âlim ler bu hususta müteaddid sebepler
beyân etmişlerdir. Tuhfe yazan, e 1-H â f ı z ’ dan naklen özetle
şöyle der:
"Âyet-i Kerîme’de vasiyyetin borçtan önce anılmasının sebebi şu
olabilir: Vasiyyet edilen mal, karşılıksız ödenir. Borç ise bir şeye
karşılık olarak ödenir. Bu itibarla vasiyyet edilen malı çıkarmak
borcu ödemekten daha zordur. Mirasçılarda bu duygu olabilir. Bir
de şu va rd ır: Mirasçılar borcu ödemekte pek kusur etmezler. Fakat
vasiyyeti çıkarmakta ihmalkâr davranabilirler. Böyle ihmal ve ku­
sur edilmesin diye vasiyyet borçtan önce anılmış denilebilir. Kezâ,
vasiyyet çoğu zaman fakirlere ve yoksullara âit olur. Borç ise bir
alacaklının sâbit hakkıdır. Alacaklı kimse kuvvetle hakkmı talep ede­
bilir ve söz söyleme yetkisine sahiptir. Uğraşıp alacağım tahsil eder.
Fakat fakir ve fukara kendilerine vasiyyet edilen meblâğı nasıl ve
kimlerden tahsil edecekler ve hangi fakirler bu hakkı arayacaklar­
dır? Bir başka sebep şudur: Borç tahakkuk etmiş bir haktır. Vasiy­
yet ise kişinin kendi arzusuyla üstlendiği bir hizmettir. Kişi bunu
üstlenmeyebilir. Kimse niçin vasiyyet etmedin diye zorlayamaz. Ta­
mamen ihtiyari bir iş olduğundan ihmal edilmemesi ve teşvik edil­
mesi için önce anılmıştır, demek mümkündür.”

Borcun vasiyyetten Önce ödenmesinin gerekliliği husûsunda ilim


ehli ittifak hâlindedir. Bâzı rivâyetlere göre E b û S e v r âye­
tin zâhirindeki tarza bakarak vasiyyetin borçtan önce ödenmesinin
gerekliliği görüşünü beyân etmiştir. ?

Hadiste geçen «A ’yan-ı BeniT-Ümm» ana baba bir erkek kardeş­


ler mânâsında kullanılan bir ifâdedir. «Benü’l-Allat» ise yalnız baba
bir erkek kardeşler demektir. Mirasçıların bir kısmını beyân eden
N i s â sûresinin 12. âyetinde erkek kardeşlerin miras durumları
beyân edilmektedir. Ancak bunların ayni baba ve anneden olmaları
veyâ yalnız babalan, ya da yalnız annelerinin ayni olmalarının şart
SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

olup olmadığı beyân edilmemiştir. İşte A li (Radıyallâhü anh) bu ha­


dîsle Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in bu konuda verdiği
hükmü rivâyet etmiştir. Hadîsten kasdedilen mânâ şudur: Bir adam
öldüğünde hem ana baba bir erkek kardeşleri hem de yalnız baba
bir erkek kardeşleri var ise o kimseye ana baba bir erkek kardeşler
mirasçı olur. Fakat yalnız baba bir erkek kardeşleri mirasçı olmaz.
Miras konulan bu kitaptan sonra gelen kitapta geçecektir. Y eri gel­
diğinde daha geniş bilgi verilir.

î Ai* J* O*A ü* W
8 — V A S İYYE T ETMEMİŞ HALDE ÖLEN KİMSE
YERİNE SAD AK A VERİLİR Mİ? BÂBI

TER C E ME S İ

2716) “ ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir:

Bir adam Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e : Babam öl­


dü. Mal da bırakmıştır. Ve vasiyyet etmemiştir. Onun yerine benim
sadaka vermem günahlarına keffâret olur mu? diye sordu. Resûl-i
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Evet,» buyurdu.”

* 9
T E R C E M E S İ

2717) “ ... Âişe (Radtyallâhü ankâ)’dan; Şöyle demiştir:


Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e gelerek ı
(Y â Resûlallah!) Annem âniden Öldü. Vasiyyet de etmemişti.
Bâb: 8 KİTABÜ-L’VASAYA

Zanmmca annem konuşabilseydi sadaka (verilmesini vasiyyet) eder­


di. Şimdi ben onun adma sadaka verirsem ona da bana da sevap olur
mu? diye sordu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem :
«Evet (olur),» buyurdu."

İ Z A H I

Ebû H ü re y re (Radıyallâhü anh) ’m hadisini M ü s l i m


ve N e s â i de rivâyet etmişlerdir. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)
nin hadîsini B u h â r i , M ü s l i m , E b û D â v û d ve N e ­
s i ! de rivâyet etmişlerdir.
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) ’nın hadîsinde sözü edilen soru sâ-
hibî sahâbilerden S a ’ d b i n U b â d e (Radıyallâhü anh) ’dır.
U b â d e , annesinin hayrata düşkünlüğünü veyâ vasiyyet etme
arzusunu bildiği için aniden ölen annesinin vasiyyet etme fırsatım
bulamadığım söylemek istemiştir.

BU ÎK İ HADİSTEN ŞU HÜKÜMLER ÇIKAR

1. Müslüman ölü için sadaka vermek meşrû ve müstehabtır.


2. Müslüman ölü, kendisi için verilen sadakalardan yararlanır.
Günahları varsa sadaka buna keffâret olur. Günahları yok ise sada­
ka mertebesinin yükselmesine vesile olur.
3. ölüsü için sadaka veren kimse de yararlanır. Kendisi için de
ayrıca sevap vardır.
4. ö lü adma sadaka vermek için vasiyyet etmiş olması şartı
aranmaz. Yalanlan diledikleri mikdarda sadaka çıkarabilirler.
Nevevİ, Âişe (Radıyallâhü anhâ) ’nın hadisinin şerhi bö­
lümünde özetle şöyle d e r :
Bu hadîsten çıkanlan (yukarda yazıh) hükümler husûsunda
müslümanlar ittifak hâlindedir. Kezâ, mirasçıların ölü adına nâfile
sadaka çıkarmalarının vâcib olmadığı, ancak müstehab olduğu hu­
sûsunda da müslümanlann icmâı vardır. Ölünün zimmetinde kalan
mâli haklara gelince bu hakların ölünün bıraktığı mallardan öden­
mesi gereklidir. Şâyet borçlu ölen kimsenin malı yok ise mîrasçıla-
n bu borçlan ödemek mecbûriyetinde olmamakla beraber ödemele­
400 8ÜNZN-İ İBN-Î MACE

ri müstehabtır. M âli hakların ödenmesi ile ilgili bu hükümler için


ölünün vasiyyet etmiş olması şartı aranmaz.”
Tuhfe yazan da T i r m i z î ’ ni n İ b n - i A b b â s (Radı-
yallâhü anh)’den rivâyet ve  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ’nın bura­
daki hadîsine benzeyen ve yine S a ’ d b i n U b â d e (Radı-
yallâhü anh)’m sorusuna âit hadîsin izahı bölümünde geniş bilgi
vermiştir. Bunun özeti şöyledir:
“ölünün, kendisi için verilen sadaka ve edilen duâlardan yarar­
lanması husûsunda icmâ vardır. Bu hususta E h l - i S ü n n e t
v e ’ l - C e m â a t âlimleri arasmda bir ihtilâf yoktur. Oruç, na­
maz ve Kur’an okumak gibi bedenî ibâdetlere gelince bunlar ölü ye­
rine ifa edildiği takdirde ölünün yararlanıp yararlanmaması husû­
sunda ihtilâf vardır. E 1- K a r i , Fıkh-ı Ekber’in şerhinde: E b û
H a n î f e , A h m e d ve selefin cumhûruna göre ölü bu nevi be­
denî ibâdetlerden de yararlanır. M â l i k ve Ş â f i î ’ nin meş-
hûr kavillerine göre bu nevi ibâdetlerin sevâbı ölüye ulaşmaz, de­
miştir. El-Mirkat’ta da e l - K a r i , S ü y û t î ’ nin şöyle dedi­
ğini nakleder: “Okunan Kur’an-ı Kerim’in sevâbınm ölüye ulaşıp
ulaşmaması husûsunda ihtilâf vardır. Selefin cumhuru ile üç mez­
hep imamının görüşlerine göre ulaşır. Bizim imamımız Ş â f i î ’ ye
göre ise ulaşmaz. Şâfiî; ^ j f j ' — «insana an­
cak çalışm asının karşılığı vardır» mealindeki âyete dayanarak bu gö­
rüşü benimsemiştir. îlk görüş sâhipleri bir kaç yönden cevap ver­
mekle bu âyetin bu meseleye delîl olmadığım beyân etmişlerdir.
(Tuhfe yazarı S u y û t i ’ nin beyân ettiği cevaplan maddeler hâ­
linde anmış ise de uzun süreceği endişesiyle buraya geçirmiyorum.)
Ş e v k â n î de en-Neyl’d e : hak olanı şudur ki yukardaki âye­
tin hükmü umûmi değildir. Çünkü evlâdın ölüsü için sadaka verme­
si, hac etmesi, köle âzadlaması, oruç tutması gibi hususlarda rivâ­
yet olunan hadîsler vardır, diyerek bu hadisleri nakletmiştir.

9 — ALLAH ’IN; 'jS’Û i C ji» Crv «...ve (yetimin


velîlerinden) kim fakir ise (yetimin malından) mâruf veçhiyle
yesin- KAVLİN İN (beyânı) BÂBI
Bâb : 9 K İT Â B Ü -L ’V A S Â Y A 401

. V : Dfe* j j î f d ' J • •«^'0* ‘ ‘ û'J

jrt:^ V j » - * û£ J - ^ * •t)£ tij • ti

. « j<)tc dlûC V j » t)^> ^-»*»İ3 . « VU

T E R C E M E S İ
2718) " . . . A m r bin Ş u a y b 'i n dedesi ( A b d u l l a h bin A m r bin e l - A s ) (R a -
dtyaUâhü a n h i i m â ) ' d e n ; Şöyle d e m iş t i r :

Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e gelerek:


(Geçimime vesile olacak) hiç bir şey bulamıyorum ve malım (da)
yoktur. Malı bulunan bir yetimim vardır, dedi.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) :
«İsraf etmeyerek ve bir sermaye edinmeyerek yetiminin malm­
dan ye,» buyurdu. Am r’in dedesi dedi ki s ve Resûl-i Ekrem (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem )’in şunu da buyurduğunu zannediyorum:
«V e sen malını yetiminin malıyla koruma.»”

İ Z A H I

Bu hadisi E b û D â v û d ve N e s â i de rivâyet etmiş­


lerdir. Avnü’l-Mabûd yazarının beyânına göre H a t t â b i bu ha­
dîsin şerhinde şöyle dem iştir:
! Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in velîye yetiminin
malından yemesine izin vermesi şu mânâyadır: Veli, yetiminin ma­
lını koruyup işletmekle ve yetimin çeşitli iş ve hizmetleriyle meşgul
olduğu için bu çalışmaya karşılık ve ücret olarak mâkul bir ölçü için­
de ihtiyacını giderme yetkisi verilmiştir. Âlimler, yetimin malından
yemek husûsunda ihtilâf etmişlerdir: i b n - i A b b â s (Radı-
yallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine göre kendisi: “ Vasi, yetime ve
malına baktığı zaman malmdan yiyebilir, demiştir. A h m e d b i n
H a n b e l ’ in görüşü de böyledir. E l - H a s a n ile N a h a î
is e : Vasi onun malından yiyebilir ve sonra da ödemeye mecbur de­
ğildir, demişlerdir. U b e y d e e s - S e 1 m â n i , S a i d b i n
Cübeyr, M ü c â h i d ve E v z â î de: Vasi yiyebilir. Fa­
kat yetim erginlik çağına vardıktan sonra vasi, yediği mikdan ona
ödemekle mükelleftir, demişlerdir.

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 - P . : 26


402 SÜNEN-İ İBN-1 MÂCE

HADÎSTEN Ç IKARILAN HÜKÜMLER

1. Velî fakir olduğu takdirde bakıp hizmet ettiği yetiminin ma­


lından uygun bir şekilde yiyebilir. Bu çevâzın velînin gördüğü hiz­
met karşılığı olduğunu yukarda açıklamıştık.
2. Velî, yetiminin malmda israf edemez. îsraf, uygun yerde ih­
tiyaç duyulan fazla mikdarda harcama yapmaktır. Şu halde velî fa ­
kir ise ancak zarûrî nafakasının karşılığını yetiminin malmdan ala­
bilir. Lüks bir harcama yapamaz.
3. Velî, yetiminin malmdan kendine mal edinemez, kendine bir
sermaye biriktiremez.
4. Velî kendi malını, yetiminin malı ile koruyamaz. Yâni kendi
malı var iken bunu harcamayıp yetimin malı ile geçinemez.
Müellifimiz bu bâbm başlığında N i s â sûresinin 8. âyetinden
bir parçayı ânmıştır. Bundan amacı burada rivâyet ettiği hadîsi âyet­
le teyid ve takviye etmektir. Çünkü yukarda, yâni bâbm başlığında
anılan Nazm-i İlâhî fakir velînin, yetiminin malmdan Mâruf veçhiy-
le yiyebileceğini bildirmektedir. Bu âyetin tamammm meâli şöyle-
d ir :
«Yetim leri evlenme çağma gelinceye kadar deneyiniz. Sonra on­
larda rüşd (olgunlaşma) görürseniz, mallarım kendilerine hemen
teslim ediniz. Onlar büyüyecekler diye mallarım israfla acele yeme­
yiniz. Kim zengin ise (baktığı yetimin malmdan yemekten) kaçınsın.
Kim fakir ise (baktığı yetimin malından) mâruf veçhiyle yesin. Mal­
larım kendilerine teslim edeceğiniz zaman, onlara karşı şâhid bulun­
durunuz. Hesap görmeye Allah yeterdir.” (N is â : 8)
Tefsirlerde beyân edildiğine göre yukarıya meâlini geçirdiğim
âyetin iniş sebebi şudur: Sahâbîlerden R i f â a (Radıyalâhü anh)
vefât edip geriye küçük yaşta S â b i t isimli bir oğlan çocuk bı­
rakıyor. S â b i t ’ in amcası Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) ’e gelerek: Benim kardeşimin oğlu yetimdir, benim idârem ve
bakımım altındadır. Onun malmdan bana helâl olan nedir ve ne za­
man malını kendisine teslim edeceğim? diye sorunca bu âyet inmiş­
tir.
Âyet-i Kerîme’nin hepsinin izahı uzun sürer. Bu itibarla sadece
yetimlere bakan velî ve vasî ile ilgili bölümüne dâir biraz bilgi ver­
mekle yetineceğim. Geniş bilgi için tefsir kitaplarına bakmak müm­
kündür.
Bâb : 9 KÎTÂBÜ-L’V A S Â Y A 403

Âyet-i Kerîme’de yetimleri idare ve bakımları altma alan velî


ve vasinin durumlarına temas edilerek zengin ve fakir olmak üzere
iki kısma ayrılıyor. Zengin olan velî ve vasinin yetimin malmdan
bir şey yemekten kaçmması ve fakir velî ile vasinin yetimin malını
mâruf veçhiyle yiyebileceğini beyân buyuruyor. Fakir olan velî ve
vasinin yiyebileceği miktar belirli ve sınırlıdır. Bu sınır «Marûf» ke­
limesiyle bildirilmiştir. Âyette geçen «Marûf» kelimesiyle neyin kas-
dedildiği husûsunda ve buna bağlı olarak âyetten çıkarılan hüküm
konusunda âlimler değişik yorumlar yapmışlardır. Bu nokta için öz­
lü bilgi vermekle yetinelim. E l - H â z ı n tefsirinde özetle şöyle
denilir:
“Âlimler bu âyetin hükmü husûsunda ihtilâf etmişlerdir:
Ö m e r , I b n - i A b b â s , I b n - i C ü b e y r , E b ü ’ l-
Âl i ye, Ub e y de es- Sel mânî , Ebû V â i l , M ü c â ­
h i d ve M u k a t i l ’ e göre fakir velî veyâ vasi zarurî ihtiyaç
duyduğu miktarı ödünç olarak yetimin malmdan alır. Ödünç aldığı
miktan sonradan ve ödeme gücüne kavuşunca ödemesinin gerekli
olup olmadığı yolunda bunlar arasmda ihtilâf vardır. M ü c â h i d ,
S a i d b i n C ü b e y r : Velî ya da vasi yetimin malmdan ken­
di ihtiyacına harcadığı miktar bir ödünç mâhiyetinde olduğu için
ödeme imkânım bulunca ödemesi gereklidir, âyette geçen «Marûf»
kelimesi ödünç mânâsmadır, demişlerdir. Ö m e r (Radıyallâhü
anh) ’m kavli de bu merkezdedir. Diğer arkadaşları ise; Sonradan
ödenmesi gerekmez. Velî veyâ vasî’nin yediği miktar, onun bir üc­
reti mâhiyetindedir,demişlerdir. E l - H a s a n , Ş a ’ bî N a h a î
ve K a t â d e böyle hükmedenlerdendir. Ş a ’ b î : Velî veyâ
vasî çok muztar durumda kalmadıkça yetimin malından hiç bir şey
yiyemez. Ama açlıktan murdar hayvan etini yemeye mecbur kala­
cağı derecede bir zarûret doğarsa o zaman yetimin malmdan tehli­
keyi giderecek mikdarda yiyebilir, demiştir.
Âyette geçen «Marûf bir veçihle yemek» ifâdesinin yorumlanma­
sı meselesine gelince âlimler bu hususta özetle şu görüşleri ve yo­
rumlan beyân etmişlerdir:
A t â ve I k r i m e ’ ye göre, açlığı giderecek ve avret yer­
lerini örtecek kadar yiyebilir. E l - H a s a n da: Yetimin hurma­
lığındaki hurmalardan yiyebilir, sağım hayvanların sütünden içebi­
lir. Fakat yetimin altınından gümüşünden hiçbir şey alamaz. Bir
şey ahrsa derhal iâde etmesi gereklidir. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)
ve ilim ehlinden bir cemâata göre «Marûf»’tan maksad, velî veyâ va­
sinin gördüğü hizmet, bakım ve çalışması nisbetinde bir ücret ola­
bilir.”
u o J l y ) l v r #bS, - T r

23 — FERÂİZ KİTÂBI

Ferâiz kelimesi Ferîza’nm çoğuludur, Farz masdanndan alınma­


dır. Farz masdan, bir şeyi takdir ve tâyin etmek, kesmek mânâları-
nadır. Bâzı mirasçıların alacakları hisseler Kur’an-ı Kerîm âyetleri
ve sahih hadîslerle tâyin, tesbit, takdir edildiği ve kesip belirlendiği
için bu payların her birisine Ferîza ismi verilmiştir. Mirasçılardan be­
lirli payı olmayanlara da Asaba ismi verilmiştir. Asaba adı verilen
mirasçılar arasmda bir sıralama vardır. Bunlar, belirli payları bulu­
nan mirasçılarla beraber oldukları zaman belirli payları bulunan mi­
rasçılar paylarını aldıktan sonra artakalan mal varsa bunu belirli
ölçüler dâhilinde kendi aralarında bölüşürler. Pay sâhiplerinden kim­
se bulunmadığı takdirde yine bâzı ölçüler içinde malın tamamını
kendi aralarında taksim ederler. Vasiyyet kitâbında belirtildiği gibi
gerek pay sâhipleri ve gerekse asabalar, mûrisin, yâni ölünün borcu
ve üçte bire kadar olan vasiyyeti hesaplandıktan sonra artan mala
mîrasçılık hakkına hâizdirler.
Miras hükümlerini konu edinen ilme Ferâiz ilmi denilir. Bu ilmi
bilen âlimlere de Ferazi, Fâriz ve Feriz denilir.

1 — FERÂİZ (İLMİNİ) ÖĞRETMEYE TEŞVİK BÂBI

.j&Jı J j > ’3 c- i/jh ^ S L » - TV\*ı


406 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE.

t t iu , * -jf c.p a r , t p’ â

* (•

jjli.jl«> «ili *1 • j <il_)jûuJI jJ ^ li-l 4>-<i/l»! -lîljjl j


^VsfcS»^|l 3^t. ^ Ö1
.! J1*J • f ^ 3^3 tjb<*$.J iSj^Sa^3 c!J" tT.l 4i»4# 3 ^ ^ j^O}
. jC i» i *ı5j\seJ' J6 f ( <!•>**’-} • <1*jA-1 : Ü'l JV^ 4*

T E R C E M E S İ

2719) “ ... Ebû Hüreyre ( RadtyaUâhü anh) ’den rivâyet edildiğine göre;
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir : ^

«Y â Ebâ Hüreyre, Ferâiz (ilmin) i öğreniniz ve öğretiniz. Çünkü


ilmin yansıdır ve bu ilim unutulur. Ümmetimden çekilip çıkanlacak
ilk şey bu ilimdir.»”
N o t: Zevâid yazan şöyle der : Bu hadisi Hâkim de el-Mûstedrek’te rivâyet
ederek isnadının sahih olduğunu söylemiştir. Fakat söylediği söze itiraz vâkidir.
Çünkü senedde itiraz vâkidir. Çünkü senedde ismi geçen Hafs bin Ömer’in za­
yıflığını îbn-i Muin, Buhâri, Nesâi ve Ebû Hâtim söylemişlerdir. İbn-i Hibbân da :
Hiç bir durumda onun rivâyetini delil göstermek câiz değildir, demiştir. İbn-i Adi
d e : Onun hadisi azdır ve Buhâri’nin dediği gibi münkerdir, demiştir.

İ Z A H I

Zevâid türünden olan bu hadîsi H â k i m ve D â r e k u t n i


de rivâyet etmişlerdir. Bu hadisin senedi zayıf ise de bu konuda baş­
ka hadîsler de mevcuttur. E l - H â f ı z ’ m el-Fetih’te beyân etti­
ğine göre A h m e d , T i r m i z i ve N e s â i ’ nin rivâyet et­
tikleri ve H â k i m ’ in de sahih olduğunu söylediği bir hadîste
« A b d u l l a h b i n M e s ’ û d (Radıyallâhü anh), Resülullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
*' * ' î tl 4 l ' * I Vt"- ' •*• I I' * ' ' »I* .{ı i *
Öİ5 J j* ' C5İ- [)***•

U ir İ ûll*VI liAaç

«Ferâiz (ilmin) i öğreniniz ve halka öğretiniz. Çünkü ben ölmüş


olacağım ilim de ölmüş olacaktır. Öyle ki iki kişi miras paylan hu­
sûsunda ihtilâfa düşecekler de aralarındaki ihtilâfı (bilip) çözecek
kimseyi bulamayacaklardır.»”
B&b: 1 KÎTÂBÜ-L’F E R Â İ Z 407

Tuhfe yazan bu konuda rivâyet olunan başka hadîsleride nak­


letmekte ise de buraya aktarmaya gerek görmüyorum.
Hadîsimizin izahına gelince, bu hadîsteki Ferâiz kelimesiyle fe­
râiz ilminin kasdedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Meşhûr olan
da budur. Müellifimiz bu görüşte olduğu için bu hadisi bu bâbta ri­
vâyet etmiş, denilebilir. Ferâiz ilminin, dînî ilimlerin yansı olduğu
bildirilmektedir. Bu cümlenin yorumlan hakkmda S i n d i şu bil­
giyi v e r ir :
“Ferâiz’in ilmin yansı olduğunun anlamı şudur: İnsanlar için
hayat ve ölüm halleri vardır. Ferâiz ilmi insanın ölüm hâline âittir.
Diğer ilimler onun hayat hâline âittir. Şu halde ilim iki kısma aynl-
mış olur. Hadîsteki «Yansı» tâbirinden maksad «Bir kısmı»dır. S i b -
k î d e : Bir kavle göre ferâiz ilminin önemi belirtilmek üzere ilmin
yansı kılınmıştır. Bâzılanna göre bunun mânâsı şöyledir: Ferâiz il­
minin teferruatı ve meseleleri etraflıca ve detaylı bir şekilde izah,
edilirse fıkıh ilminin diğer bölümlerinin tümü kadar olur. Başka bir
kavle göre bu hadîs, mânâsı idrak edilemeyen müteşâbih nevinden-
dir. Nasıl ki 1 h 1â s sûresinin Kur’an-ı Kerîm’in üçte biri ve K â -
f i r û n sûresinin Kur’ân-ı Kerîm’in dörtte biri olduğuna dâir ha­
dîslerin müteşâbih, yâni mânâsı insanlarca idrâk edilmeyen neviden
olduğu söylenmiştir.”
İ b n - i U y e y n e ’ ye bu cümlenin mânâsı sorulduğunda:
Ferâiz ilminin hükümleri her insanın ölümü hâlinde uygulandığı
için, bunun ilmin yansı olduğu buyurulmuş, diye cevap vermiştir.
Hadîsin «Bu ilim unutulur» cümlesi ile ilgili olarak S i n d i :
Çünkü halk buna önem vermiyor, demiştir. Kanımca bu cümle şöy­
le de yorumlanabilir. Çünkü bu ilim bir takım kâideler ve hesap­
lar ihtivâ eder. Devamlı okunup işlenmezse çabuk unutulur, hatır­
da pek tutulamaz. Bu ilimle iştigal edenler bu duruma vâkıftırlar.
Hadîsin «Ümmetimden çekilip çıkanlacak ilk şey bu ilimdir» cüm­
lesinin izahı bölümünde de S i n d i ; Yâni bu ilmi bilenler ölür.
Başkalan da önemsemez ve böylece kalkmış, müslümanlardan alın­
mış olur. Yoksa bu ilmin, bilginlerin göğüslerinden çekilip çıkarıl­
ması, onlara unutturulması mânâsı kasdedilmemiştir, der.
Hadîsin bu haberi asrımızda hemen hemen gerçekleşmek üzere­
dir. Çünkü gerçekten memleketimizde bu ilmi bilenlerin sayısı çok
azalmıştır. Bilenler de ölürlerse onlardan sonra gelecek nesilde bu­
nu öğrenecek kimse çıkar ma, diye şüpheler duyulmakta ve endişe
edilmektedir.
408 SÜNEN-İ İBN-İ M Â C E

*
'r'\ ( T)

2 — E V L Â D IN (M İR A S ) H İSSELE R İ B ÂB I

Bu b âbtaki h adîslerin tercem e ve izah ına geçm eden önce şu nok­


ta yı b elirtm ekte fa y d a görü yorum .

Sulb kelim esi zü rriy y et ve nesil m ân âları gib i başka m ânâlara


da gelir. K işin in erkek ve kız çocukları ile bunların ilân ih âye toru n­
larına da sulb denilir. Ö len erkek v eyâ kadının oğlan çocukları ile
bunların erkek evlâ t ve toru n lan b elirli hissesi olan m irasçılardan
olm ayıp asaba kısm m dandır. A saban m mânâsını yu karda açıklam ış­
tım. Ö len erkek v e y â kadının kızları, erkek evlâ tların ın k ızları ise be­
lirli hisseleri olan m irasçılardandır. Bu bâbta kızların ve erk ek e v lâ ­
dın k ızlarının hisseleri b ildirilm ektedir. Bâbm başlığında Sulb k eli­
mesini özlü olarak e vlâ t d iye tercem e ettim . Fakat bundan m aksad
k ızlar v e erkek evlâdın k ızlan dır.

T E R C E M E S İ

2720) "... Câbir bin Abdillah ( Radıyallâhü an/tiimâ)\\ım : .Şöyle demiştir:

(E nsâr’m H azreç kabilesin den ) S a ’d bin er-R abî (R ad ıyallâh ü


a n h )’m k an sı (kocası) S a’d’ın ik i kızım P ey g a m b er .(Sallallahü A le y ­
hi ve S e lle m )’in yan m a g e tire re k :

Y â R esûlallah! Bunlar S a ’d ’ın kızlarıdır. S a’d, seninle b era b er


k atıld ığı Uhud (savaşı) günü şehîd edildi. Bu kızların amcası, S a’d ’m
b ırak tığı m alın hepsini aldı (yâ n i k ızlara hiç b ir şey b ıra k m a d ı).
' Bâb: 2 K İT Â B Ü -L ’F E R Â İZ 409

Şüphesiz kadın (genellikle) ancak malına tamaen nikahlanır (Y â­


ni malı olmayan kadınlara pek rağbet edilm ez). Resûlullah (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem) (bu müracaata cevap vermeyip) sustu. Ni-
hâyet mîras’a âit;... j ^ r^ y . âyeti indirildi. Bunun üzeri­
ne Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sa’d bin er-Rabi’in er­
kek kardeşini çağırttı v e :
«Sa’d’m malının üçte ikisini onun iki kızma ver. Karısına da se­
kizde bilini ver. Sen de kalanı al,» buyurdu.

İ Z A H I

Bu hadîsi T i r m i z i , E b û D â v û d ve A h m e d de
rivâyet etmişlerdir. S a ’ d b i n e r - R a b î (Radıyallâhü anh)
E n s â r - i K i r â m ’ ın H a z r e ç kabilesinden idi. Peygamber
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) Mühâcir olan sahâbiler ile Ensâr olan
sahâbiler arasında kardeşlik akdini yaptığı esnada S a ’ d ile A b -
d u r r a h ma n bin A v f (Radıyallâhü anh) ’ı kardeş etmişti.
S a ’ d, U h u d savaşında şehid olunca kardeşi Câhiliyet devri
âdetince kadınların mirastan mahrum olduklarını sanarak onun ma­
lının tamamını almıştı. S a ’ d ’ m karısına ve kızlarına bir şey ver­
memişti. Bunun üzerine S a ’ d ’ m karısı durumu Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e arz ediyor ve bu olayı tâkiben hadîste
işâret edilen miras âyeti nâzil oluyor. Bu âyet, N i s â sûresinin
11 ve 12. âyetleridir. Meâli şöyledir :
«Allah, size evlâdınız hakkında erkeğe iki dişi’nin hissesi kadar
emrediyor. Eğer dişi olan evîâd, ikiden fazla ise ölünün bıraktığı ma­
lın üçte ikisi onlaradır. Şayet bir tek dişi ise malın yansı onadır. Ölü­
nün çocuğu var ise ölünün babasıyla annesinin her biri için altıda
bir hisse vardır. Şâyet ölünün çocuğu yoksa ve kendisine yalnız ba­
bası ile annesi vâris ise annesine üçte bir düşer. Eğer ölünün kardeş­
leri de var ise annesine altına biri verilir. Bu hisseler, ölünün ettiği
vâsiyyetten ve borcundan ardakalana âittir. Babalarınız ve oğulları­
nızdan hangisinin menfaatça size daha yakın olduğunu siz bilmez­
siniz. Bütün bunlar Allah tarafından birer ferîzadır. Allah şüphesiz
âlimdir, hakimdir. (11)
«Kanlarınızın çocuğu yoksa terekelerinin yarısı sizedir. Eğer on­
lann çocuğu var ise terekelerinin dörtte biri sizedir. Onlann yapmış
olduklan vâsiyyetten veyâ borçtan sonra. Eğer çocuğunuz yoksa ka-
410 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

nlanmza terekenizin dörtte biri vardır. Şâyet çocuğunuz var ise ka­
nlarınıza terekenizin sekizde biri vardır. Yapmış olduğunuz vasiy­
yetten veyâ borçtan sonra. Eğer bir erkek veyâ bir kadın kelâle (usûl
ve furuun dışında kalan) vârisler bırakırsa ve o (ölü) nün (yalnız
ana bir) tek erkek kardeşi veyâ tek kız kardeşi bulunuyor ise on­
lardan her birine altıda bir hisse vardır. Eğer kardeşler birden faz­
la iseler terekenin üçte birinde ortaklardır. (Mirasçılara) zarar ver­
mek kasdı olmaksızın edilen vasiyyetten veyâ borçtan artakalan.
(Böyle taksim edilir.) Bütün bunlar Allah tarafmdan bir ferîzadır.
Allah alîm ve halimdir.» (12)
İzahım yapmakta olduğumuz hadiste indirildiği haber verilen
miras âyeti yukarıya meâli ahnan N i s â sûresinin 11 ve 12. âyet­
leridir. Bu âyetlerin izahı için geniş tefsirlere mürâcaat edilebilir.
Hadiste sözü edilen ölüm vukûatı dolayısıyla kalan mirasçılara
verilecek hisseler bu âyetlerde beyân buyurulduğu için Resûl-i Ek­
rem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) buna göre tereke taksimini emret­
miştir. Hatırlatmak için meseleyi tekrar gözden geçirelim .-
S a ’ d (Radıyallâhü anh) öldüğü zaman geriye mirasçı olarak
iki kız çocuğunu, karısını ve bir erkek kardeşini bırakmıştır. Bun­
lardan kızlarına üçte iki, karışma sekizde bir hisse verildikten son­
ra kalam asaba olan erkek kardeşine düşer. Meseleleri 24’ten çözü­
lür. 24 hisseden 16 hisse kızlara, 3 hisse kadına verilir. Geri kalan 5
hisse tutarındaki mal S a ’ d ’ m erkek kardeşine düşer. Yâni
erkek kardeş için belirli bir hisse yoktur. Belirli hisse sâhipleri his­
selerini aldıktan sonra yerde kalan ne ise erkek kardeşe o verilir.

, ı v '& k . c/ ı« . p . tvrv

. : v& .fijyV cili <6} ııZ\£

JsCij. ^ H : ^ 30. * \
.oşSh jvı <5vj A '6^ k
. j , 1*3

-> /
Bâb : 2 KITÂBÜ-L’F E R Â İ Z 411

TERCEMESİ

2721) el-Hüzeyl bin Şürahbil (1) (Radıyallâhü anh)’den; Şöyle de­


miştir :

Bir adam (Küfe vâlisi) Ebû Mûsâ el-Eş’arî ile (Küfe kadısı) Sel-
mân bin Rebia el-Bâhilî (Radıyallâhü anhümâ) ’nm yanlarına gele­
rek, ölen kimsenin bir kızma, bir oğlunun kızma ve ana baba bir
tek kız kardeşine âit miras hisselerini sordu. Ebû Mûsâ ile Selmân:
Ölünün kızına terekenin yana vardır. Kalan (yansı) da ölünün
kız kardeşinedir. (Böylece ölünün oğlunun kızına bir şey yoktur),
dediler. (Ebû Mûsâ, soru sâhibine:) Sen (Abdullah) bin Mes’ûd’a da
git (Ona da sor) O da (kanaatımca) bizim fetvâmıza uygun cevap
verecektir, dedi. Bunun üzerine adam Abdullah bin Mes’ûd (Radı-
yâllâhü anh) ’a giderek meseleyi ona sordu ve Ebû Mûsâ ile Selmân’ın
söyledikleri sözleri ona anlattı. Abdullah: Ben onlarm verdikleri fet-
vâya uygun cevap verdiğim zaman delâlete gitmiş olurum ve hidâ­
yet üzerinde onlardan olmam. Ve lâkin ben Resûlullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ’in hükmü ile hükmedeceğim. (O da şudur:) Ölü­
nün kızma terekenin yansı var. Ölünün- oğlunun kızana, terekenin
üçte ikisini tamamlamak üzere altıda bir var. Kalan (üçte bir) de
ölünün kızkardeşinedir."

İ Z A H I
B u h â r i , sünen sâhipleri, T a h â v î ve D â r i m i de
bu hadîsi rivâyet etmişlerdir. E b û M û s â (Radıyallâhü anh)
halîfe O s m â n (Radıyallâhü anh) devrinde K ü f e vâlisi iken
bu soru kendisine ve o zamanın K ü f e kadısı S e l m â n (Ra-
dıyallâhü anh) ’a sorulmuştu. A b d u l l a h İ b n - i M e s ’ û d
(Radıyallâhü anhümâ) ise E b û M û s â ’ nm selefi sayılır. Çün­
kü Ö m e r (Radıyallâhü anh) halîfe iken İ b n - i M e s ’ û d ’ u
K ü f e vâliliğine tâyin etmişti. O s m â n (Radıyallâhü anh) ha­
lîfe olduktan sonra İ b n - i M e s ’ û d ’ u bu görevden alıp yeri­
ne E b û M û s â ’ yı atamıştı. E b û M û s â ile S e l m â n
sorulan soruya kendi ictihadlanna göre cevap vermekle beraber te-
yid için soru sâhibini İ b n - i M e s ’ û d ’ a göndermişlerdi. On­
lann verdikleri cevaba göre terekenin yansı ölünün kızma, diğer
yansı da ölünün kız kardeşine verilir. Ölünün oğlunun kızı ise mah-

(1) El-Ezdî el-Kûfî, kardeşi Erkam ve İbn-i Mes’ûd’un râvisidir. Kendisinden


de ŞaİDİ ve Talha bin Musarnf rivâyet etmiştir. Sıkâ’dır. Buhârî ve sünen sâhip-
leri onun rivâyetlerini almışlardır. (Hülâsa : 414)
412 SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

rumdur. Soruya verilen cevab ve İ b n - i M e s ’ û d ’ un da bu


cevâbı teyid edeceği haberi alınca î b n - i M e s ’ û d verilen ce­
vâbın yanlış olduğunu, bunu teyid etmenin kendisi için bir delâlet
sayıldığını ve doğru yol üzerinde bulunanların dışına çıkmasına sebe­
biyet vereceğini bildirdikten sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm)’in ayni mesele hakkmda verdiği hükmü bildirerek ayni­
siyle hükmettiğini ifâde etmiştir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm) 'den rivâyet ettiği hüküm şudur: ölünün kızma terekenin ya­
nsı, ölünün oğlunun kızma terekenin altıda biri verilir. Bu iki kızın
aldıkları hisselerin toplamı dört bölü altıdır. Başka bir deyimle te­
rekenin tamamının üçte ikisidir. Kız çocukların hepsinin alacaklan
miras hissesinin âzamisi terekenin üçte ikisidir, ölünün tek kızı bu­
lunduğu için hissesi terekenin yansıdır. Üçte ikiyi tamamlamak için
altına bir hisseye ihtiyaç vardır. Bu nedenle ölünün oğlunun kızma
altıda bir hisse verilmiştir. Bu hisse için «Tekmiletü’s-Sülüseyn =
İki sülüsü tamamlamak» tâbiri kullanılır. Ölünün kız kardeşleri, ölü­
nün kızlanyla beraber oldukları zaman asaba sayılırlar. Kızlar, var­
sa diğer pay sâhipleri kendi paylannı aldıktan sonra artakalan mal
bunlara verilir. Bu meselede de böyle olmuştur.
Kızkardeşlerin, kızlarla beraber oldukları zaman asaba sayüa-
caklarma delâlet eden delillerden birisi bu hadîstir. Bütün sahâbi­
ler, tâbiîler ve tüm fıkıhçılar bu hadîse uygun hükmederek: Ölü­
nün kızlarıyla beraber bulunan kız kardeşler asabadır, demişlerdir.
Yalnız İ b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh) bu hükme muhâlif
kalarak: Bir kimse öldüğü zaman geriye bir kız çocuğu ve baba
ana bir kız kardeş bıraktığı takdirde terekenin yarısı kızmadır. Fakat
kız kardeşe bir şey yoktur, demiştir.
İ bn- i M e s ’ûd (Radıyallâhü anh) yukarda rivâyet olu­
nan hükmü açıklayınca ve durum K ü f e vâlisi E b û M û s â ’ -
ya ulaşınca B u h â r i ’ nin rivâyetinde belirtildiği gibi « E b û
Mûsâ (Radıyallâhü anh) :
Bu âlim aranızda bulunduğu müddetçe bana soru sormayınız»
demekle İ b n - i M e s ’ û d ’ un yüce ilmini takdir etmiştir.

HADİSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER


1. Bir kimse öldüğünde oğlan evlâdı olmayıp yalnız bir kızı var­
sa o kızın miras hakkı terekenin yansıdır.
2. Bir kimse ölüp de evlâdından yalnız bir kız, ve oğlunun bir
kızı var ise kızma terekenin yarısı ve oğlunun kızına terekenin al­
tıda biri verilir.
Bâb : 3 KİTÂBÜ-L’V A S Â Y A 413

3. Bir kimse öldüğünde geriye kız evlâd veyâ oğlunun kız ev­
lâdından bir veyâ daha çok sayıda mirasçı bırakır ve bunlarm yanın­
da ölünün baba ve ana bir veyâ baba bir kız kardeşleri varsa, bun­
lar kızlarla asaba durumuna düşmüş olurlar. Belirli pay sâhipleri
paylarını aldıktan sonra artakalan mal var ise bunlara verilir.
4. Müctehid âlim, içtihad ederek bir fetvâ verdiğinde, tereddüdü
olmasa bile görüşünü teyîd bakımından soru sâhibini emsâli olan
veyâ daha üstün olduğu kanaatini taşıdığı zâtlara göndermelidir.
Fetvâ veyâ hüküm veren âlim devlet yetkilisi olup, diğerinde resmi
yetki olmasa bile hüküm budur.
5. Bir âlim müctehid ve devlet yetkilisi olarak hatâh fetvâ ve­
yâ ictihadda bulunduğunun farkına varan ilim ehli susmayıp ger­
çeği apaçık bir şekilde açıklamalıdır. Hatâh hüküm veyâ fetvâ ve­
ren zâtın makam ve etiketi ne olursa olsun sonuç değişmez.
6. Müctehid dâhil, bir âlim yanlış fetvâ veyâ hüküm verdiği­
nin farkma vardığı zaman bundan rücû edip hak olana uymak du­
rumundadır. (Bu son hüküm B u h â r i ’ deki rivâyetten alınma­
dır.)
Bu hadîste isimleri geçen î b n - i M e s ’ û d ’ un hâl terce­
mesi 137 -139, E b û M û s â ’ nınki 88 ve S e 1m â n ’ mki 2506
nolu hadîslerin izahı bölümlerinde geçmiştir. Allah cümlesinden râ-
zı olsun.

r)
3 — CED (B A B A N IN B A B A 3 IN 1 IN MİRAS
HİSSELERİ BÂBI

T E R C E M E S İ

2722) “ ... M a’kil bin Yesâr el-Müzenî ( Radıyallâhü anh)'den; Şöyle de­
miştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim ki (miras­
çılar) içinde bir ced (baba babasın) m bulunduğu bir ferâiz mese-
414 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

lesi O’na arz edilmiş ve O, cedd’e üçte bir veyâ altıda bir hisse ver­
miştir (buna hükmetmiştir) .*’

T E R C E M E S İ

2723) “ ... M a’kil bin Yesâr ( R a d ty a llâ h ü anâj’den; Şöyle demiştir:


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bizde olan bir cedd(m
mirası) haikkında altıda bir hisse ile hükmetti.”

İ Z A H I

Müellifimizin iki senedle rivâyet ettiği M a ’ k i l (Radıyallâ-


hü anh) ’m hadisinin ikinci metninin bir benzerini E b û D â v û d
ve N e s â î rivâyet etmişlerdir. S i n d i , M a ’ k i l (Radıyal-
lâhü anh) ’m ilk hadîsi ile ilgili olarak: Bu hadîsten bu hüküm an­
laşılamaz. Çünkü dedeye üçte bir veyâ altıda bir verildiği husûsun­
da tereddüd vardır. Kezâ, dede hangi mirasçılarla beraber iken anı­
lan hissenin verildiği de açıklanmamıştır, der.
M a ’ k i 1’ in ikinci hadîsinde de cedd’e hangi mirasçılarla be­
raber iken altıda bir hisse verildiği açıklanmamıştır.
T i r m i z i , E b û D â v û d ve N e s â î ’ nin İ m r â n
bin Husayn (Radıyallâhü anh) ’den rivâyet ettikleri bir hadî­
se göre Resûl-i Ekrem bir baba babaya altıda bir hisse verdikten
sonra asabelik nedeniyle de ikinci bir altıda bir hisse vermiştir. E 1-
K a r i : I m r â n ’ m rivâyet ettiği hadîste konu edilen miras me­
selesinde baba babanın beraberinde ölünün iki kızının bulunduğu
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ile sahâbîlerce biliniyor­
du, demiştir.
T ı y b i de: î m r â n ’ m hadîsinde sözü edilen miras me­
selesi şöyle i d i : ölünün iki kızı ve dedesi, yâni baba babası vardı.
Kızlara terekenin üçte ikisi verilir. Geriye terekenin üçte biri kalır.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) dedeye altıda bir hisse
farz, yâni tâyin ve takdir edilmiş belirli pay olarak vermiştir. Son­
ra geri kalan altıda bir nisbetindeki malı da dedeye vermiş ve bu­
nun asabelik nedeniyle olduğunu beyân buyurmuştur ki, dede, ken­
disinin belirli hissesinin üçte bir olmadığın bilsin, diye demiştir.
Bâb : 4 KİTÂBÜ-L’FERÂİZ 415

Ced, yâni dede sahih ve fâsid diye ikiye ayrılır. Fâsid ced için
belirli bir pay olmadığı gibi asabelik hakkı da yoktur. Yâni belirli
paylan bulunan mirasçılar kendilerine âit hisseleri aldıktan sonra
yerde kalan malı alma hakkına sâhip olup asabe ismi verilen miras­
çılardan da değildir. Fâsid dede kendisi ile ölü arasmda bir veyâ bir­
den fazla kadın bulunan dedeye denilir. Meselâ ölünün annesinin ba­
bası gibi. Görüldüğü gibi bu dede ile ölü arasmda bir kadın bulu­
nur.

Sahih ced ise kendisi ile ölü arasmda kadın bulunmayan dedeye
denilir, ölünün babasmın babası ve bunun babası gibi.

Sahih cedd’in miras durumu hakkmda sahâbîler arasmda uzun


ihtilâf vardır. E l - H â f ı z , el-Fetih ve et-Telhîs’te, Ş e v k â n i
de en-Neyl’de bu ihtilâfı anlatmışlardır. Oralara bakılabilir.

Şu kadarını söylemekle yetineceğim: Sahih çed, bâzı istisnalar


dışında kendisi ile ölü arasmdaki erkekler sağ değil ise baba gibi
miras alır, örneğin baba babası ölünün oğlan evlâdı ile beraber olup,
ölünün babası yok ise ölünün baba babasına altıda bir hisse verilir.
Bu meselede ölünün oğlan evlâdı olmayıp kızlan var ise ölünün ba­
ba babasma altıda bir hisse verilir. Aynca kızlar ve varsâ diğer pay
sâhipleri paylarım aldıktan sonra artan malı da baba babası asa­
belik sıfatıyla alır. Şâyet ölünün babası ve ölünün ne oğlan ne de kız
çocuklan ve ölünün oğlan evlâdının çocuklan yok ise ölünün baba
babası asabe sıfatıyla mirasçı olur. Bu takdirde ölünün belirli pay sâ­
hibi mirasçıları var ise bunlar paylarını aldıktan sonra artakalan
mal ölünün baba babasma verilir. Belirli pay sâhiplerinden kimse yok
ise ölünün bütün malı baba babaya verilir.

»jJL-t jm <_tl> ( t )
4 — CEDDE (Y Â N İ BABA ANNE VE ANNE ANNE) NİN
M İRASI BÂBI

Cedde s Nene ve büyük anne mânâsmadır. Miras bakımından ne­


neler sahih ve fâsid, diye iki kısma aynlır. Mirastan belirli payı bu­
lunan neneye sahih nene ismi verilir. Mirastan belirli payı olma­
yan neneye de fâsid nene denilir. Ced, yâni büyük babalar da fâsid
ve sahih diye iki kısma aynlır. Kendisi ile ölü arasına bir veyâ bir­
den fazla kadın giren dedeler fâsid dede sayılır ve mirasçı olamaz.
Ölünün annesinin babası gibi. Çünkü bu dede ile ölü arasına bir
kadın girmiştir. Kendisi ile ölü arasına kadın girmeyen dedeler ise
416 SÜNEN-İ İBN-İ M Â C E

sahîh dede sayılır ve bu nevî dedeler mirasçı olurlar. Ölünün baba­


sının babası gibi.
Sahîh nene, kendisi ile ölü arasına fâsid dede girmeyen neneler­
dir. Babanın annesi ve annenin annesi gibi. Kezâ babanın babasının
annesi ve annenin annesinin annesi de sahîh nenelerdendir.
Fâsid nene, kendisi ile ölü araşma fâsid dede giren nenelerdir.
Ölünün annesinin babasının annesi gibi.
Fâsid nene mirasçı değildir. Sahîh nene bâzen altıda bir hisse ala­
bilir. Bu bâbta rivâyet edilen hadîslerde mirasçı olduğu bildirilen ne­
ne sahih olan nenedir, ölünün babasının annesi ve ölünün annesi­
nin annesi gibi.
B âb: 4 KİTÂBÜ-L’FERÂİZ 417

T E R C E M E S t

2724) "... Kabîsa bin Züeyb ( Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir:


(Sahih) cedde (Yâni ölünün anne annesi) Ebû Bekir es-Sıddik
(Radıyallâhü anh)'a müracaat ederek mirasçılık hakkını sormuş, Ebû
Bekir de kendisine:
Allah’m kitâbında senin (mirasçılık haklan) için bir şey yoktur.
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in sünnetinde (hadîsinde)
senin (mirasçılık hakkın) için bir şeyin bulunduğunu da bilmiyorum.
Bu itibarla ben (durumu) sahâbilere soruncaya kadar sen git, diye
cevap vermiş ve sonra (durumu) sahâbilere sormuştur. (Soruştur­
ma neticesinde) el-Müğîre bin Şu’be (Radıyallâhü anh) : Resülullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona (yâni sahih neneye) altıda bir his­
se verirken ben O’nun huzûrunda bulundum, demiş. Bunun üzerine
Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) el-Müğire’y e : Senin beraberinde baş­
ka şâhid var mı? diye sorunca Muhammed bin Mesleme el-Ensâri
(Radıyallâhü anh) ayağa kalkarak, el-Müğîre bin Şu’be’nin dediği­
nin mislini söylemiş. Sonra Ebû Bekir o neneye altıda bir miras his­
sesinin verilmesine hükmetmiştir.
Daha sonra baba tarafmdan olan diğer nene (yâni ölünün baba
annesi) Ömer (Radıyallâhü anh) ’a başvurarak mirasçılık hakkını
sormuştur. Ömer de kendisine:
Allah’m kitâbında senin (mirasçılık hakkın) için bir şey yoktur.
(Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve Ebû Bekir (Radıyal-
lâhü anh) devirlerinde) neneye altıda bir miras hissesine dâir ve­
rilen hüküm ancak senden başkası (yâni diğer nene) için idi. Ben
miras paylarına bir şey ilâve edici de değilim. Ve lâkin (sahih) ne­
nenin miras hissesi o südüstür (altıda bir nisbetindeki paydır). A r­
tık bu hissede ikiniz içtima ederseniz bu hisse ikiniz arasındadır (eşit
bölüşürsünüz) .İkinizden hangisi tek başına bu hisseye mirasçı olur­
sa (yâni diğeriniz yok ise) bu hisse onadır, demiştir.”

. « J ‘ »jVi—i S

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 -F .: 27


418 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2 7 2 5 ) " . . . (Abdullah) bin Abbâs (R a d ty a llâ h ü a n h ü m â ) ’d a n ; Şöyle de­


miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (sahih) neneyi altıda


bir hisseye mirasçı kıldı.”
N ot: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bu hadisin senedinde Leys bin Selim
vardır. Bu râvi zayıf ve tedllsçidir.

İ Z A H I

K a b î s a (Radıyallâhü anh) ’m hadisini Sünen sahipleri, M â ­


lik, A h m ed , İ b n - i H i b b â n ve H â k i m de rivâyet
etmişlerdir.
Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’a mürâcaat eden nenenin babaanne ol­
duğu müellifimizin rivâyetinde belirtildiği için E b û B e k i r (Ra-
dıyallâhü an h )’a mürâcaat eden nenenin anne anne olduğu anlaşı­
lır. E 1- K a r î de bu görüştedir. Nenelerden birisinin baba tara­
fından, diğerinin de anne tarafından olduğu diğer rivâyetlerden de
anlaşılmaktadır. N e s â i ’ nin rivâyetine göre E b û B e k i r
(Radıyallâhü anh)'a mürâcaat eden nene, baba annedir.
Baba anne ile anne anneden hangisinin E b û B e k i r ’ e ve
hangisinin Ö m e r ’ e mürâcaat etmiş olması neticeyi değiştirmez.
Hüküm aynidir. Yâni sahîh nenenin miras hissesi altıda birdir. Sa­
hîh nene bir veyâ birden fazla olsa hüküm aynidir, örneğin ölünün
baba annesi ile anne annesi sağ iseler bunların ikisine verilecek mi­
ras hakkı altıda bir oranındaki hissedir. İkisi bu hisseyi eşit olarak
kendi aralarında taksim ederler. Şâyet bunlardan yalnız bir tanesi
bulunursa altıda bir hissenin tamamı kendisine verilir.
ölünün annesi sağ ise anne annesi ve baba annesi için miras
hakkı yoktur. Çünkü ölünün annesi bunlan mirasçılık hakkından dü­
şürür, mahrum eder. Şu halde ölünün annesi bütün neneleri miras­
tan mahrum bırakır. Kezâ ölünün babası hayatta ise ölünün baba
annesi mirastan mahrum kalır. Çünkü baba, kendisinin vâsıtasıyla
ölüye ulaşan yakınlarını mahrum bırakır.
Ölünün annesi yok iken anne annesi ölünün babasıyla beraber
mirasçı olur. Yâni ölünün babası, ölünün anne annesini mirastan
mahrum edemez.
B âb : 5 KİTÂBÜ-L’FERÂİZ 419

Daha geniş bilgi için fıkıh kitablanna mürâcaat edilmelidir.


Ömer (Radıyallâhü anh) ’m verdiği hükümle ilgili olarak Tuh­
fe y a z a n : Ö m e r bu hükmü sahâbîlerden bir cemâatm huzûrun-
da vermiş ve kimse karşı çıkmamıştır. Bu itibarla bu hüküm hakkm­
da icmâ oluşmuştur, der.
E l - H â f ı z , et-Telhis’t e : Bu hadisin isnadı sahihtir, râvîleri
de sıkâ zâtlardır. Ancak sûreten mürseldir. Çünkü K a b i s a ’ nin
Ebû B e k i r (Radıyallâhü anh) ’den hadîs işitmesi sâbit değildir,
olayda hazır bulunması da mümkün değildir. K a b î s a ’ nin do­
ğum târihinde ihtilâf vardır. Sıhhatli olan rivâyet onun M e k k e ’ ­
nin fethedildiği yılda doğmuş olmasıdır. Bu itibarla onun söz konu­
su olayda hazır bulunması ihtimâli uzaktır, diye bilgi verir.
Sahih neneye altıda bir miras hissesinin verildiğine dâir başka
hadisler de vardır.
Bu hadîs, E b û B e k i r (Radıyallâhü anh) ’m iki sahâbi ta­
rafından rivâyet olunan hadîsle amel ettiğine delâlet eder. Ö m e r
(Radıyallâhü anh) ’m da iki sahâbi tarafmdan rivâyet olunan hadîs­
le amel ettiğine dâir sahîh rivâyetler mevcuttur. Bu durum, bu iki
halîfe’nîn hadîs rivâyetinde gösterdikleri hassasiyeti göstermektedir.
Yoksa tek bir sahâbînin rivâyetine inanmamaları veyâ herhangi bir
sahâbînin hâşâ gerçek dışı hadîs rivâyetinde bulunma ihtimâlinden
dolayı değildir.
Bu hadîste ismi geçen e l - M û ğ î r e b i n Ş u ’ b e (Radı-
yallâhü anh) ’m hâl tercemesi 41. ve M u h a m m e d b i n M e s ­
leme (Radıyallâhü anh) ’ınki 1864. hadîs bölümlerinde geçti.
(o )

5 — KELÂLE BÂBI

Kelâle s Arab dilinde, yorulup kuvvetten düşmek, etraftan kuşa­


tılmak gibi mânâlara gelir. Din ıstılahındaki mânâsma gelince, bu

Kabtsa bin Züeyb (R.A.) bin Halha’ın Hâl Tercemesi


Kabisa bin Züeyb (R.A.) bin Halha el-Huzâi Ebû İshâk veyâ Ebû Said el-Me-
denî, Şam’a yerleşen sahâbîlerin evlâdındandır. Resûl-i Ekrem’i görme şerefine
ermiştir. Doğduğu zaman kendisine duâ etsin diye Resûl-i Ekrem (S.A.V.)’e götü­
rüldüğü rivâyet olunmuştur. Mekke’nin fethedildiği yü doğmuştur. Ebû Bekir,
Ömer, EbÜ’d-Derdâ, Ebû Hüreyre ve başkalarından rivâyetlerî vardır. Kendisinden
de Zühri, Mekhûl, Racâ bin Hayât, Ebû Kılâbe ve başka zâtlar rivâyet etmişler­
dir. Sika bir zât ve büyük bir âlimdir. Hicretin 86. yılı vefât ettiği rivâyet olun­
muştur. Kütüb-i Sitte sahipleri onun rivâyetlerini almışlardır. (Hülâsa : 314, Tuhfe
C. 3, Sah. 181 ve Tezkire C. 1, Sah. 60)
420 SÜNEN-1 ÎBN-I MACE

husûsta ihtilâf va rd ır: E b û B e k i r , Ö m e r , A l i , î b n - i


M e s ’ û d , Z e y d b i n S â b i t ve î b n - i A b b â s (Ra-
dıyallâhü anh)’a göre kelâle baba ve çocuk bırakmadan ölen kim­
se (temektir. K a s t a l â n i ’ nin beyânına göre lügat âlimlerinin
cümhûru da böyle demişlerdir. Bâzılanna göre kelâle, ölünün baba
ve evlâd dışında bıraktığı mirasçılara verilen isimdir. Bu görüş E b û
B e k i r (Radıyallâhü anh)’den de rivâyet olunmuştur. Miras bı­
rakılan mala verilen bir isim olduğunu söyleyenler de vardır. N e -
v e v i ’ nin beyânına göre ilk görüş hakkında icmâ bulunduğunu
söyleyenler de vardır.
K â d ı I y â z : Mirasçılar arasmda ölünün kızı bulunduğu
zaman cümhûra göre bunlara kelâle denilir. Çünkü kardeşler ve
mirastan belirli payı bulunmayıp asabe ismi verilen diğer mirasçılar
ölünün kızıyla beraber mirasçılık hakkına sâhiptirler, demiştir. K a ­
d ı I y â z ’ ın bu beyânına göre Kelâle şöyle târif e d ilir: Ölünün
babası ve erkek evlâdı dışında geri bıraktığı mirasçılara kelâle de­
nilir. Meselâ kişi öldüğü zaman babası ve erkek evlâdı yok, fakat
kızı, kız kardeşleri, oğlan kardeşleri veyâ amcası gibi mirasçıları
vardır.
Hülâsa, K elâle: Vâris olacak baba ve evlâd bırakmadan ve bun­
lardan başka mirasçı bırakan ölüye denilebildiği gibi ölünün bu ne­
vî mirasçılarına da denilebilir. Bu kelime bu iki mâriâya da yorum­
lanabilir. Bu bâbm son hadisinde bahsi geçen N i s â sûresinin 12
ve 176. âyetlerinde bulunan Kelâle kelimesi bu iki mânâya uygun bir
biçimde açıklanmıştır.

**
. T E R C E M E S İ
2726) M a’dân bin Ebî Talha el-Ya’mürî ( Radtyallâhü anhüm)’den:
Şöyle demiştir:
B&b : 5 KİTÂBÜ-L’FERÂtZ

Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) Cuma günü hutbe oku­


mak üzere ayağa kalktı veyâ Cuma günü onlara hutbe okudu. Allah’a
hamd ve senâ ettikten sonra şöyle d edi:
Allah’a yemin ederim ki ben şüphesiz kelâle işinden daha önem­
li hiç bir şeyi kendimden sonraya bırakmıyorum. (Yâni arkama bı­
rakacağım en önemli mesele kelâle meselesidir). Ben (Kelâle mese­
lesini) Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e şüphesiz sordum.
Bana karşı bu meselede sert davrandığı kadar hiç bir meselede böy­
le sert davranmadı. Hattâ (bu meseleyi sorduğum zaman) benim ya­
nıma veyâ göğsüme mübarek parmağıyla dürttü. Sonra t
«Y â Ömer! Nisa süresinin sonunda inen yaz mevsimi âyeti (176.
âyet) sana kâfidir.» buyurdu.’’

.jL L ıs .-^ U ftV İı

J jS o ' j V 3 3 ^ ^ 6 ‘ * ‘j a 3 * * * £ t i j j * v

. çİoOa Vl <Ola» »ili—I Jt-j : j


T E R C E M E S İ
2727) "... Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâhü anh)1den; Şöyle demiştir :

Üç mesele vardır ki Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) on­


ları (açıklamış olsaydı O ’nun) açıklaması bana dünyadan ve dünya­
daki bütün şeylerden daha sevimli (olacak) ta: Kelâle, fâ iz ve hilâ­
fet.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedindeki râviler sika (gü­
venilir) zâtlardır. Fakat sened munkatidir kopuktur).

: *j?Ç i m * ■% V1 ■£ £ ^
jiX j , v T c j 'S ı J 'J u y ' 'J ? ! £ * ' 1& < b ~ > i.
422 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2728) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)’dan; Şöyle demiştir:


Ben (bir ara) hastalandım. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem} ve Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) birlikte yaya olarak beni has­
talığım nedeniyle ziyarete gelmişler. Ben bu esnada baygın imişim.
Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abdest al­
mış sonra abdest suyundan bir mikdannı benim üzerime serpmiş.
(Ben hemen ayıldım) ve s
Y â Resûlallah! Nasıl yapayım? Malım hakkmda nasıl hükmede­
yim? dedim. Nihâyet Nisa sûresinin sonundaki miras âyeti indi. (Ke-
lâle mirasına dâir Nisâ sûresinin); ...Ü ^ âyeti
ve? j J» âyeti (oku).»

İ Z A H I

Ömer (Radıyallâhü anh) ’m ilk hadîsini M ü s l i m de ri­


vâyet etmiştir. E b û D â v û d ile T i r m i z i de bunun birer
benzerini rivâyet etmişlerdir.
Bu hadîste işâret olunan N i s â sûresinin sonundaki âyetten
maksad kelâle mirasım açıklayan bu sûrenin 176. âyetidir. Bu âyet
yaz mevsiminde indiği için “Sayf = yaz mevsimi” âyeti ismi veril­
miştir. Ö m e r (Radıyallâhü anh) kelâle meselesini sorduğu za­
man Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in ona karşı sert dav­
ranıp mübârek parmağıyla onun göğsünü veyâ yanını dürtmesi ile
ilgili olarak N e v e v i : Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in
Ö m e r ’e karşı sert davranması sebebi kanımca şudur: Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), Ö m e r ’ in ve diğer yetkili­
lerin âyetlerden hüküm çıkarmayı bırakıp sırf âyetlerin apaçık hük­
müyle yetinme yolunu tutmalarından endişe duyduğu için böyle dav­
ranmıştır. Çünkü âyetlerin apaçık hükümleri, karşılaşılacak mese­
lelerin ancak az bir kısmını belirtir. Eğer yetkili müctehid âlimler bu
âyetlerden şer’ı hükümleri çıkarma işini ihmal etseydiler meselelerin
çoğunda veyâ bir kısmında hüküm verme yolu tıkanırdı. Bu nedenle
Ö m e r gibi zâtların âyetlerden hükümler çıkarmaları matlûb olan
önemli vâciblerdendi, demiştir.
M ü s l i m ’ in bir rivâyetinde; Ömer (Radıyallâhü anh) : “ ve
eğer ben yaşıyacak olursam kelâle meselesi hakkmda öyle bir hüküm
Bâb: 5 KİTÂBÜ-L’FERÂIZ 423

vereceğim ki Kur’an okuyan ve okuyamayan herkes bu hükümle


amel edecektir” demiştir
N e v e v î , Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’m bu eseri ile ilgili
olarak d a : ö m e r ’ in o anda hüküm beyân etmeyip tehir etme­
sinin sebebi, vereceği hükmün mâhiyeti hakkmda henüz kesin ka­
rar vermemiş olmasıdır. Ö m e r gerekli inceleme ve araştırma
yapıp ictihâdmı ikmâl ettikten sonra varacağı sonuca göre hüküm
vermeyi ve bunu müslümanlara açıklamayı düşünmüştür. Bu ne­
denle o anda bir açıklama yapmamıştır, der.
Ömer (Radıyallâhü anh) ’m ikinci hadisi ise Zevâid türünden-
dir. Kelâle, fâiz ve hilâfet meseleleri hakkmdaki kıyâs ve ictihâda
yer bırakmıyacak bir açıklamama Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) tarafmdan yapılması temennisinde bulunan Ö m e r
(Radıyallâhü anh) bu temenniye olan iştiyakım ifâde etmek üzere
eğer Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bu üç mesele hak­
kında açıklamada bulunmuş olsaydı bu açıklamanın dünyadan ve dün­
yadaki bütün şeylerden daha kıymetli olduğunu, fazla sevindirici ol­
duğunu söylemiştir.
Dînî ilimlerle meşgul olanlar, karşılaştıkları bir Umı meseleyi
çözmenin değerini takdir ederler ve bundan duydukları mânevi zevk
ve lezzetin dünya nimetlerinin tümünden üstün olduğunu bilirler.
Kelâle ve fâiz ile ilgili bâzı meseleler hakkmda ictihadlarla hüküm­
ler verilmiştir. Ö m e r bu iki konu ile ilgili ayrıntılı bilgilerin hep­
sinin Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) tarafmdan beyân
buyurulmasını ve ictihâda mahal kalmamasını temenni etmiştir. Hi­
lâfet meselesi ve bu konudaki ictihadlann sonuçlan îslâm târihini
tetkik edenlerce bilinmektedir. Bu konuda bir şey söylemeye gerek
görmüyorum.
Câbir (Radıyallâhü anh) ’m hadisi Kütüb-i Sitte’nin hepsinde
rivâyet edilmiştir.
H a 11 â b i : Kelâle mirasına dâir N i s â sûresinin sonun­
daki (176 nolu) âyet indiği zaman C â b i r (Radıyallâhü anh)’ın
ne babası ne de çocuğu vardı. C â b i r ’ in babası A b d u l l a h
bin H â r â m (Radıyallâhü anh) ’m U h u d savaşmda şehîd
edildiği ve kelâle âyetinin, yâni yukarda nomarası verilen âyetin
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’m ömrünün sonunda indi­
ği rivâyet edilmiştir, der.
Câbir (Radıyallâhü anh) ’m o esnada dokuz aded kız karde­
şinin.bulunduğu, bâzı rivâyetlerde belirtilmiştir. Bâzı rivâyetlerde de
424 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

C â b i r malım nasıl vasiyyet edeceğini sorduğu zam an: Benim ke-


lâlem vardır, demiştir. Kelâle kelimesinin usûl ve furû dışında kalan
mirasçılar anlamına geldiğini yukarda anlatmıştım.
Bu hadiste N i s â sûresinin 12. âyetinden kelâle mirasına âit
parça ile ayni sûrenin sonundaki 176. âyet anılmakta ve bu son âye­
tin. C â b i r ’ in hastalığı esnasında Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm)’e sorduğu soru üzerine indiği belirtilmektedir. Bu iki
âyette de kelâle mirasından söz edilmektedir. N i s â sûresinin
başlarında geçen 12. âyet kış mevsiminde indiği için buna kış mâ­
nâsını ifâde eden Şitâ ismi verilerek “Ayetü’s-Şitâ” denilmiştir. Sü­
renin sonundaki 176. âyet diğer âyetten sonra ve yaz mevsiminde
indiği için bu anlama atfen “Ayetü’s-Sayf” ismi verilmiştir. Kelâle
miras hükümleri 176. âyette daha açık bir biçimde anlatıldığı için bu
bâbın ilk hadisinde Resül-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve ’s-selâm),
ö m e r ’ e : «(K elâle mirası husûsunda) Nisâ sûresinin sonunda
inen Sayf âyeti sana yeter,» buyurmuştur.
Bu âyetin meali şöyledir:
«Senden ffetvâ istiyorlar. De ki Allah kelâle — Babası ve çocuğu
olmayan kim se— hakkında size (şöyle) fetvâ veriyor:
Bir kimse çocuğu bulunmaksızın ölüp de kendisinin bir km kar­
deşi bulunursa terekesinin yansı bu kız kardeşinedir. Bu kız karde­
şin çocuğu bulunmazsa o kimse bu kız kardeşine mirasçı olur. Eğer
kız kardeşler iki tane iseler (ölen) o kimsenin terekesinin üçte ikisi
bunlaradır. Şâyet onlar erkek ve kız kardeşler olursa, erkeğe iki kız
hissesi kadar vardır. Allah, delâlete düşmeyesiniz diye beyân buyu­
ruyor ve Allah her şeyi bilendir.» (176)
Bu âyette geçen kardeşten maksad ana baba bir kardeş veyâ baba
bir^ve ana ayrı kardeştir.
Âyetten çıkanlan miras hükümleri özetle şöyledir:
Çocuğu ve babası bulunmaksızın ölen bir kimsenin ana baba bir
kız kardeşi veyâ yalnız baba bir kız kardeşi varsa terekesinin yansı
o tek kız kardeşinin hissesidir.
Bu meselede ölen kişi kız olup hayatta olan kardeş erkek ise bu
da ölen kız kardeşinin malına mirasçıdır.
ölen kişinin hayatta olan ana baba bir kız kardeşleri veyâ yal­
nız baba bir kız kardeşleri iki aded iseler bunlara terekenin üçte iki­
si verilir.
Aynı durumdaki kardeşler erkek ve kız kanşımı ise beher erke­
ğe iki kızın hissesi kadar verilir.
Bâb : 5 KÎTÂBÜ-L’FERÂÎZ 425

Yukarda meâli yazılı âyetten çıkarılan miras bükümlerinin ay­


rıntıları için tefsir veyâ fıkıh kitablanna baş vurulmalıdır.
Kelâle mirasına âit hükümlerin bir kısmının beyân edildiği N i -
s â sûresinin 12. âyetinde kan ile kocanın birbirlerine mirasçı olan
durumlan açıklandıktan sonra kelâle mirasıyla ilgili olarak meâlen
şöyle buyuruluyor:
«... ve eğer bir erkeğin veyâ bir kadının kelâle yönünden mira­
sına konuluyor ve onun (yalnız ana bir) tek erkek kardeşi veyâ tek
kız kardeşi bulunuyorsa onlardan her birine de altıda bir hisse var­
dır. Eğer bundan (yâni birden) fazla iseler, üçte bir (oranındaki his­
selde ortaktırlar. (Mirasçılara) zarar vermek kasdı olmaksızın ya­
pılmış olan vasiyyetten veyâ borçtan sonra. Bütün bunlar Allah'tan
bir öğüttür. Allah alim ve halim'dir.» (12)
Bu âyetteki kardeşten maksad baba ayn olup ölünün anasın­
dan doğma olan kardeştir. 176. âyetteki kardeşten maksad ise ana
ve baba bir olan veyâ yalmz baba bir olan kardeştir. Geniş bilgi için
tefsir kitablanna baş vurulabilir.
Kelâle mirasına dâir, yukarda meâlleri yazılı iki âyetten çıkan-
lan hükümlerin özetleri şöyledir, denilebilir:
1. Babası ve çocukları olmaksızın ölen bir kimsenin yalmz ana
bir, erkek veyâ kız tek bir kardeşi varsa bu kardeşe altıda bir hisse
verilir.
2. Babası ve çocuklan olmaksızın ölen kimsenin yalnız ana bir
kardeş sayısı birden fazla ise bunların tümüne terekenin üçte biri ve­
rilir.
3. Babası ve çocuklan olmaksızın ölen kişinin ana baba bir ve­
yâ yalmz baba bir, tek kız kardeşi varsa ona terekenin yansı ve­
rilir.
4. Üçüncü maddede yazılı meselede kız kardeş sayısı iki veyâ
daha fazla ise bunlara terekenin üçte ikisi verilir.

5. Babası ve çocuklan olmaksızın ölen kimse kadın ise ve ana


baba bir. veyâ yalnız baba bir, tek bir erkek kardeşi varsa bu da
öler. kız kardeşinin malına mirasçıdır. (Belirli payı bulunan miras­
çılar paylannı aldıktan sonra artakalanı alır ve bu nevi mirasçılar
yoksa terekenin tamamım alır.
6. Babası ve çocuklan olmaksızın ölen kimsenin ana baba bir
kardeşleri erkek ve kız olmak üzere kanşık iseler beher erkeğe iki kı­
zın hisseleri kadar verilir.
426 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

7. Son maddede anlatılan meseledeki kardeşlerin hepsi yalnız


baba bir kardeşler iseler hüküm aynidir.

BU HADİSTEN ÇIKARILAN DİĞER HÜKÜMLER


1. Hastayı ziyaret etmek sünnettir. Ziyarete yaya olarak git­
mek müstahabtır.
2. Ermiş zâtların ve takva sahiplerinin yedikleri yemek artığı,
içtikleri su ve meşrubat artığı ve abdest aldıkları su artığı mübârek-
tir.
3. Hastalık hâlinde edilen vasiyyet geçerlidir. Ancak vasiyyet
ederken hastanın ayık, aklının başında olması ve şuurunun yerinde
olması şarttır.
4. Müslüman kişi, bilmediği hususları öğrenmek için dini ilim­
lerle mücehhez zâtlara mürâcaat etmelidir.
5. Kendisine soru sorulan dîn âlimi cevabı bilmediği takdirde
ictihâd etme güç ve şartlarına sahip olsa bile ictihâd etmek sûretiy-
le kesin bir sonuca varmadıkça cevap vermekte acele edemez. N i­
tekim C â b i r bu soruyu Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se­
lâm )’e arz ettikten sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)
derhal cevap vermemiştir. Cümhûr bu durumdaki hadîsleri şöyle yo­
rumlar: Soru sorulduğu zaman Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm)’e ictihâd yoluyla bir hüküm zuhur etmeyince, vahiy gelmesi
ümidiyle soruyu cevapsız bırakmıştır.

c*-y<>> ^ w
6 — MÜSLÜMANLARIN MÜSLÜMAN O LM AYAN LAR A
MİRASÇI OLM ALARI (HÜKM ÜNÜN BEYÂNI) BÂBI

SŞ s İÜ İ L-: v iî. £ p ı 3 fcfc p S f p Mfr - w V


’3>.} j 6 a l i ö î <' t â 9 >'ş V ‘ ^ 9 ¥ ^ ‘ ?
' 7 . ’ğ i i y S 3 v î . 'j . O 'p i . 1 v i *

T E R C E M E S İ
2729) Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhü anhümâ), Peygamber (Sallat-
lahü Aleyhi ve SeUem)'den rivâyet ettiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) efendimiz :
«Müslüman, kâfire mirasçı olamaz ve kâfir de müslümana vâris
olamaz» buyurmuştur."
Bâb : 6 KİTÂBÜ-L'FERÂİZ 427

^ y_ fc tİt • 2 l? • r 'r ^ 2 S İ * ! W iîr — T V f •


**. * 0* • L»» ^* / *

■’XÜ Ö i'y ‘J ij »3& s «Ü.* iljli j 3 j r ! 1 Al D jts î : 3 i *1 s Zj «>l


, * ^ 0 **

• «? j î r f j #

u ^ v . v & i ^ «ı» j. y
> . w j ^ j j a ı i^j\L
l ı < ı> jj o ^ j

.y / İM * C*^

. #£îl i l Vî0A' ‘ 4* cpr‘ 2? ‘ *S*^


V ^ îı > ;IÖ IV J £ lft i j:v» g | i» 3 : fc d ifc

T E R C E M E S İ

2730) “... ÜsâmebinZeyd (R


adtyallâhüanhüm
â)'danrivâyet edildiğine
görekendisi:
Yâ Resûlallah! Mekke’deki evine mi ineceksin? diye sormuş. Re­
sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«A k il (Mekke’de) bize evden, meskenden bir şey mi bıraktı?»
diye cevab. vermiştir. Akil ve (kardeşi) Tâlib, (babalan) Ebû Tâlib’e
vâris olmuşlardı. (Ebû Tâlib’in diğer oğullan) Ca’fer ve A li (Radı-
yallâhü anhümâ) hiç bir şeye mirasçı olmamışlardı. Çünkü (Ebû
Tâlib öldüğünde) bunlar müslüman idiler. Akıl ile Tâlib ise kâfir
idiler.
Ömer (Radıyallâhü anh) bunun için diyordu k i ; Mü’min, kâfire
mirasçı olamaz.
Üsâme (Radıyallâhü anh) da şöyle dem iştir: Resülullah (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki s
«Müslüman, kâfire mirasçı olamaz. Kâfir de müslümana mirasçı
olamaz.»”

fctîı. J \ ^ jg —
428 SÜNEN-1 İBN-t MACE

t ) J ~ J ü l l- i Ü 3 j* ( f * J *-1 ü )

.<'&yibffL'Sw
+ A-

T E R C E M E S İ

2731) “'... Amr bin Şuayb’m dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (R a ­
dtyallâhü anhütn) ’den rivâyet edildiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur:

«İki milletin insanlan birikirine mirasçı olamazlar.»"

İ Z A H I

Üsâme (Radıyallâhü anh) ’m ilk hadîsi Kötüb-i Sitte’nin hep­


sinde rivâyet edilmiştir. İkinci hadisi T i r m i z î dışında kalsm
mezkûr kitab sahipleri tarafmdan rivâyet olunmuştur.
A m r ’ m hadîsini E b û D â v û d ve N e s â î de rivâ­
yet etmişlerdir.
Ü s â m e ' nin ikinci hadîsinde geçen “ Ribâ” birkaç odalı dâi­
re veyâ birkaç evi muhtevi mesken mânâsmadır. “ Dür” kelimesi de
“Dâr”m çoğuludur. Dâr da ev ve binâ mânâsmadır.

K i r m â n i 1nin dediğine göre bâzı ilim e h li: Resûl-i Ekrem


(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bu hadîste sözünü ettiği ev Peygam­
ber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in dedelerinden A b d - i M e -
n â f ’ m oğlu H â ş i m ’ in idi. H â ş i m vefât edince ev, oğ­
lu A b d ü 1 m u 11 a 1 i b ’ e kaldı. A b d ü l m u t t a l i b de
evi çocukları arasmda taksim etti ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) de babası A b d u 1 1-a h ’ m hissesini aldı. Resûl-i
Ekrem. (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bu evde dünyâya geldiği ri­
vâyet olunmuş, demiştir.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’i n : «A kil bize evden,


barktan bir şey mi bıraktı?» buyruğuyla ilgili olarak H a t t â b i :
E b û T â 1 i b vefât ettiği zaman oğlu A k i l henüz müslü­
man olmadığı için ona mirasçı oldu. A 1 i (Radıyallâhü anh) ile
C a ’ f e r (Radıyallâhü anh) o târihten önce müslüman oldukları
için mirasçı olmadılar. A k î 1 böylece mâlik olduğu dedesi A b -
d u 1 m u t t a 1 i b ’ in evini sattı. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) bunu ifâde etmek istemiştir, diye bilgi verir.
Bâb : 6 KİTÂBÜ-L’FERA i Z 429

Şu ihtimal de va rd ır: Hicretten sonra E b û S ü f y â n ,


muhacirlerin bıraktıkları evlerde tasarruf ettiği gibi A k ı l de Re­
sûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in M e k k e ’ deki evin­
de tasarruf etmişti. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bunu
anlatmak istemiştir.
E b û T â l i b ’ in oğullan A k i 1 ile T â l i b onun ma­
lına mirasçı olmuşlardı. T â l i b ’ in B e d i r savaşında öldürül­
mesi neticesinde A k i l onun hissesinede mirasçı olmakla E b û
T â 1 i b ’ in bütün malını almış oldu. A k i l , H u d e y b i y e
olayından önce müslüman oldu. M e-k k e ’ nin fethinden sonra
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), müslüman olan K u -
r e y ş müşriklerinin câhiliyet devrine âit muâmelelerini ve tasar­
ruflarım, gönülleri İslâmiyet’e yatışsın diye geçerli saymıştı. Bu ne­
denle A k i l ’ in A b d u l m ü t t a l i b ’ den ve E b û T â ­
l i b ’ ten kalma mallarında yapmış olduğu tasarruflar geçerli sa­
yılmıştı.

ÜSÂME (RADIYALLÂHÜ A N H ) ’IN HADİSLERİNDEN


ÇIKARILAN HÜKÜMLER

1. Müslüman kimse, kâfir olan yakınlarına mirasçı olamaz.


2. K âfir kimse, müslüman olan yakınlarına mirasçı olamaz.
N e v e v i bu hadisin şerhinde şöyle d e r :
“Kâfirin müslüman yakınına mirasçı olamıyacağı husûsunda
müslümanlann icmâı vardır. Fakat müslümanın kâfir akrabasına
mirasçı olup olamıyacağı husûsunda ihtilâf vard ır:
Sahâbîlerin, tâbiilerin ve bunlardan sonra gelenlerin cümhûru-
na göre müslüman kimse kâfir bir kimseye mirasçı olamaz.

Muâz bin Ce be l , M u â v i y e , S a i d b i n e 1- M ü -
seyyeb ve M e s r û k ile diğer bâzı zâtlara göre müslüman,

kâfire mirasçı olur. Bunların delili; aile- = «İslâmi­

yet üste çıkar ve üstüne çıkılmaz» hadisidir. Cümhûrun delili ise bu


bâbtaki sahih ve hükmü apaçık olan hadistir. Diğer grubun delili
gösterdikleri hadiste miras konusuna değinilmemiş olup kasdedilen
mânâ İslâmiyet'in diğer dinlere üstünlüğü ve faziletidir. Bu itibarla
hükmü apaçık olan bir nass bırakılıp başka şeyle amel edilemez.
430 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

M ürted: Müslüman İken dinden çıkıp kâfir olan kişiye denilir.


Mürted kişi ile yakım olan müslüman kimse arasmda mirasçılık du­
rumu meselesine gelince, mürted kimsenin müslüman kimseye mi­
rasçı olamıyacağı husûsunda icmâ vardır. Fakat müslüman kimse­
nin mürted olan akrabasına mirasçı olup olmaması husûsunda yine
ihtilâf vardır. Şöyle k i :
M â l i k , Ş â f i î , R e b i a , I b n - i E b î L e y l â ve
başka bâzı ilim ehline göre müslüman kimse mürted kimseye miras­
çı olamaz.
E b û H a n i f e ’ ye göre mürted kişinin, müslüman iken elde
etmiş olduğu mal, onun müslüman mîrasçılanûa âittir. Onun mürted-
lik hâlinde elde etmiş olduğu mal ise devlet hazînesine âittir.

A M R ’IN HADÎSİNDEN ÇIKARILAN HÜKÜM


Bu hadîs iki ayn milletin insanlarının biribirlerine mirasçı ola-
mıyacaklanna delâlet eder. Hadisin zâhirine göre iki milletten birisi
kâfir, diğeri müslüman veyâ ikisi de kâfir milletler olabilir. Fakat
cumhûr: Hadisteki iki milletten maksad müslüman millet ile müs­
lüman olmayan millet mânâsı kasdedilmiştir, der. Yâni tüm müslü-
manlar bir millet sayılır. Müslüman olmayan bütün milletler de tek
bir millet sayılır. Hadîs böyle yorumlanınca Ü s â m e ’ nin hadîsi
gibi olur.
Kâfir milletlerin biribirine mirasçı olmalanna gelince, m eselâ:
Yahûdînin Hristiyana, Hristiyanm Yahûdiye, Mecûsinin* bunlara ve
bunların mecûsilere mirasçı olmaları husûsunda ihtilâf va rd ır: E b û
H a n i f e , Ş â f i î ve diğer bâzı ilim ehline göre kâfir milletler
biribirine mirasçı olurlar.
M â l i k ve E v z â i ’ ye göre ise kâfir milletler biribirine
mirasçı olmazlar. Meselâ bir Yahûdî bir Hristiyana veyâ bir Hris-
tiyan bir Yahûdiye mirasçı olamaz. Diğer milletler de böyledir. Ş â -
f i i ’ ye göre şu da va rd ır:
Bir zimmi, yâni İslâm ülkesinde vatandaşlık hakkı verilen Ya­
hûdî veyâ Hristiyan kimse, harbî, yâni küfür ülkesinde oturan bir
gayri müslüme mirasçı olamaz. Harbî kimse de zimmi mirasçı ola­
maz. Ş â f i î mezhebine göre, biribiriyle savaş hâlinde bulunan
iki kâfir ülke vatandaşı olan gayri müslimler de biribirine mirasçı
olamazlar.
İlk iki hadisin râvisi Ü s â m e (Radıyallâhü anh) ’m hâl ter­
cemesi 795 nolu hadîs bölüm ünde geçmiştir.
B âb: 7 KİTÂBÜ-L’FERAlZ 431

* V ( v )

7 — VELÂ (KÖLE V E Y Â CÂRÎYEYİ AZAD LAM AD AN


DOĞAN H A K ) SEBEBİYLE (A ZA D LA N A N KİMSEYE)
MİRASÇI OLM A BÂBI

V elâ s Yukarda parantez içinde ifâde ettiğim gibi bir köleyi ve­
yâ bir câriyeyi âzadlamaktan doğan özel hak mânâsına kullanılmış­
tır. Velâ, başka mânâlara da gelmekte ise de burada bu mânâ kas-
dedilmiştir. Bu özel hak âzadlayan kişinin ve bâzı yakınlarının âzad-
lanan kimseye bâzı durumlarda mirasçı olmaktır. $öyle k i :
Âzadlanan köle veyâ câriye öldüğü zaman asabe ismi verilen
mirasçı yakınları bulunmadığı takdirde belirli miras pay sâhibi du­
rumundaki mirasçıları varsa bunlara verilen paylardan arta kalan
malı onu âzadlayan erkek veyâ kadına verilir. Şâyet âzadlanan kişi­
nin belirli pay sâhibi durumundaki mirasçıları da yok ise onun ma­
lının tamamı, âzadlayan kimseye verilir. Eğer âzadlayan kişi hayat­
ta değiise ona verilecek mal onun erkek asabelerine verilir. Bunu
bir örnekle açıklayalım:
Âzadlanan köle öldüğü zaman oğlu ve kansı varsa, sekizde bir
hisseye sâhip olan karısına malın sekizde biri verilir. Oğlu da asabe
olduğu için artakalan mah alır ve onu âzadlayan kişiye bir şey ve­
rilmez. Şâyet âzadlanan kölenin yalnız kansı var ve başka hiç bir
mirasçısı yok ise kanya sekizde bir hisse verilir. Artakalan mal onu
âzadlayan erkek veyâ kadına verilir. Şâyet âzadlayan kişi de ha­
yatta değil de bir oğlu ile bir kızı varsa, âzadlanan kölenin kansına
verilen sekizde bir oranındaki hisseden artakalan malın tamamı,
âzadlayan kişinin oğluna verilir ve âzadlayanm kızma bir şey ve­
rilmez.
Âzadlanan köle öldüğü zaman kansı da yok ise, yâni hiç bir mi­
rasçısı yok ise, malının tamamı onu âzadlayana verilir. Âzadlayan
da hayatta değilse, âzadlayanm erkek asabesi durumundaki oğluna
verilir.

J > ' a x X -\ £ il- r Ç j. S P . - TV fT


** * <• • •‘7 > r - - * '■ıf.. * Ç• ,• i
t d Xl^ ‘ <-A>j r u j : J » • ıo 1 t < j'
' v •* ' # • • ■ w ». *

* V* J J * * (• t * ' ^ ^ * « X -3 f *

-tA
^ j * 3fÜ * t i Jl ^ * 1 ++ ** ip >
432 j SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE
I*, 0 f~.■ ——d»
*. V ^ * * 3 5 7 ^ 7 ^ 5

& * ' J A * : > ' 3S - > '4 V ^ . V 3 j

* ö „ İ 3 , 3& « 3 i ı y i j ' j j \ y j . î u ', 3 ^ ;

«1
ytC i%B.aâ # 4 E y. ş_fb, 4 ı^ıE.£ a ,ıüiı
ı£>l c^T~Ej . < â d ili V .1 0 1 U j. j l l£ jV . - .*: j^ ; j t â . ^
..öl üiJ yCiî ii. lîi g jLcfıJ i l - t5î

T E B C E M E S t " '
2732) "... Amr bin Şuayb’ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (R a -
dıyallâhü ankiim)’den; Şöyle demiştir:

Riyâb bin Huzeyfe bin Said bin Sehm, Ma’mer’in kızı Üntmii
V âil el-Cümehiyye ile evlendi ve ondan üç erkek çocuğu oldu. Son­
ra çocukların annesi öldü. Oğlan çocuklar, annelerinin bir evine ve
annelerinin âzadlılannın velâ hakkına mirasçı oldular. Daha sonra
Am r bin el-Âs (Radıyallâhü anh) bu çocuklan Şam’a götürdü. Ço­
cuklar Amvâs vebâsmda öldüler. Onlarm asabesi durumundaki Am r
(bin el-Âs) onlara mirasçı oldu. Sonra Ma’mer’hı oğullan gelip (ha­
life) Ömer (bin el-Hattâb) (Radıyallâhü anh) ’a mürâcaat ederek kız-
kardeşlerinin velâ hakkı konusunda Am r’a dâvâcı oldular. Bunun
üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittiğim ha­
disle aranızda hükmedeceğim. Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ’den şöyle buyururken işittim, d edi:
«Veled (çocuk) ve vâlid (baba veyâ annen) in elde ettikleri mi­
ras hakkı, o (çocuğun veyâ babası ile annesi) nin olan asabesinindir.»
Abdullah dedi k i: Ömer (Radıyallâhü anh), (bu hadise dayana­
rak) Ümmü vâil’in velâ hakkının bize âit olduğuna hükmetti ve bi­
zim için bu hükme dâir bir yazı verdi. Bu yazıda Abdutrahman bin
Avf, Zeyd bin Sâbit ve diğer bir zâtın şâhidliği de vardı. Nihâyet
Bâb : 7 KÎTÂBÜ-L’F E R Â İ Z 433

Abdülmelik bin Mervân halife olduğu süre içinde Ümmü V âil’in bir
âzadlısı vefât etti ve iki bin dinâr mâras bıraktı da (Ömer tarafın­
dan verilen) bu hükmün değiştirildiği haberi bana ulaştı. Ma’mer'in
oğullan, yâni Ümmü V âil’in erkek kardeşleri bu kere (velâ hakkı
için) Hişâm bin İsmâil'e mürâcaatla (bize) dâvâcı oldular. Hişâm
da bizi (halîfe) Abdülmelik'e havâle etti. Biz de Ömer (Radıyallâhü
anh) ’m yazılı hükmünü Abdülmelik'e götürdük. Abdülmelik :
Ben gerçekten bu hükmün şüphe götürmez hüküm nevinden ol­
duğu görüşünde idim. Medine-i Münevvere halkının durumunun bu
hükümde tereddüd edebilecek dereceye ulaştığını sanmıyordum, dedi.
Sonra Abdülmelik (de) Ümmü Vâil'in velâ hakkının bize âit ol­
duğuna hükmetti. Biz bu ana kadar bu hakkımıza devam edegel-
dik.”

İ Z A H I

Bu hadisi Ebû D â v û d ve N e s â i de rivâyet etmiş­


lerdir.
A m v â s ve I m v â s , F i l i s t i n ’ de bir şehrin ismidir.
H z. Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’m hilâfeti döneminde ve Hicretin
19. yılında bu bölgede görülen vebâ hastalığında yirmi beş bin in­
sanın öldüğü rivâyet olunmuştur. E b û U b e y d e (Radıyallâ-
hü anh) ile M u â z bin Ge b e l (Radıyallâhü anh) da bu
salgm hastalıkta vefât edenlerdendir.
Hadiste sözü edilen Ü m m ü V â i 1’ in üç oğlu da bu has­
talıktan vefât edince çocukların asabe ismi verilen yakınlarından
A m r b in e l - Â s (Radıyallâhü anh) miraslarını almıştır. Ü m -
m ü V â i 1 ’ den kalma meskenlere mirasçı olduğu gibi Ü m m ü
V â i 1’ in âzadlı köle - câriyelerin velâ yoluyla olan miras hakkına
da sâhip olmuştur. Ü m m ü V â i 1’ in erkek kardeşleri, Ü m ­
m ü V â i 1’ in velâ hakkını dâva etmişler ise de halîfe Ö m e r
(Radıyallâhü anh) Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in bir ha­
dîsini delil göstererek söz konusu velâ hakkının kendilerine âit ol­
madığını ve bu hakkın, Ü m m ü V â i l ’ in ölümü dolayısıyla
oğullarına ve oğullarının ölümüyle bunların asabe durumundaki
A m r b in e l - Â s (Radıyallâhü anh) ’a intikal ettiğine hükmet­
miştir. A m r b i n e l - Â s ’ m Ölümüyle de bu hak onun asa-
belerine intikal eder.

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 - F . : 28


434 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Ömer (Radıyallâhü anh) ’m rivâyet ettiği Resûl-i Ekrem (Aley­


hi’s-salâtü Ve’s-selâm) ’in hadîsinin mânâsı şudur:
Bir oğlan veyâ kız çocuk, babasından veyâ annesinden miras
yoluyla bir mal veyâ bir hak elde ederse, o çocuğun ölümü hâlinde
bu mal veyâ hak onun asabesine âittir. Yâni çocuğun belirli pay
sâhibi olan mirasçıları yok ise bu mal ve hakkın tamamı asabeye
âittir. Hadiste sözü edilen meselede Ü m m ü V â i l ’ in oğlan
çocukları ölünce annelerinden kendilerine intikal etmiş olan mal ve
velâ hakkının bu çocukların asabe durumundaki A m r b i n e l -
 s (Radıyallâhü anh) ’a intikal etmesi gerekir, ö le n çocukların da­
yıları olan Ü m m ü V â i l ’ in kardeşlerine intikal etmez.
Kezâ bir baba veyâ bir anne, çocuklarının ölümü dolayısıyla
bir mal veyâ bir hak elde ederlerse bu baba veyâ annenin ölümüy­
le bu mal veyâ hak onun asabelerine intikal eder. Tabii belirli pay
sâhibi durumundaki mirasçıları yok ise. Şâyet bu nevî mirasçüan
var ise ferâiz’de belirtildiği ölçülere göre bunlar hisselerini aldık­
tan sonra artakalan mal asabelere verilir.
Şu noktayı tekrar hatırlatalım: Velâ hakkı yalnız erkek asabe­
lere intikal eder. Kadın asabelere intikal etmez. Meselâ: Bir köle­
yi âzadlayan kimse öldüğü zaman bir oğlu ile bir kızı varsa, ma­
lının üçte ikisi oğluna, üçte biri de kızına verilir. Fakat velâ hak­
kı oğluna mahsustur. Yâni âzadlanan köle mirasçısız öldüğü zaman
efendisinin oğlu ona mirasçı olur fakat efendisinin kızı mirasçı ol­
maz.
A b d ü l m e l i k b i n M e r v â n , E m e v l halîfelerin­
den olup hilâfeti Hicrî 65 - 86 yıllan arasmda 21 yıl sürmüştür. Ü m ­
m ü V â i 1’ in bir âzadlısı onun döneminde vefât edince geriye
bıraktığı iki bin dinara Ü m m ü V â i 1’ in erkek kardeşleri kon­
mak istemiş ve böylece Ö m e r (Radıyallâhü anh) tarafmdan
verilmiş olan hüküm değiştirilmek istenmiş ve Ü m m ü V â i l ' i n
kardeşleri bu maksadla H i ş â m b i n Î s m â î l ’ e başvur­
muşlardır. E b û D â v û d ’ un rivâyetinde “Hişâm bin İsmail
veyâ İsmâîl bin Hişâm" şeklinde geçmektedir. Bu zâtm neci olduğu
husûsunda bir bilgi edinemedim. Ancak bu zâtm dâvâcalan ve dâ­
vâlıları halife A b d ü l m e l i k ’ e gönderdiği belirtildiğine göre
bu zâtm M e d i n e Vâlisi ihtimâli hatıra gelir. Çünkü dâvânın
M e d i n e - i M ü n e v v e r e ’ den halîfe A b d ü l m e l i k ’ e
gönderildiği, A b d ü l m e l i k ’ in sözünden anlaşılmaktadır. Gön­
derenin de bu zât olduğu, A b d u l l a h ’ ın sözünde belirtilmek­
tedir.
Bâb: 7 KİTÂBÜ-L’FERÂİZ 435

HADİSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER

1. Âzadlısı bulunan bir kadın öldüğü zaman erkek çocuklan ve


erkek kardeşleri varsa, onun malı erkek çocuklarına intikal ettiği
gibi, velâ hakkı da çocuklarına intikal eder.
2. Annesinden velâ hakkı kendisine intikal eden çocuk öldüğü
zaman bu hak çocuğun asabesine intikal eder, annesinin kardeşle­
rine intikal etmez.
3? Yetkili ilim adamı ve şer’i hâkim bir hüküm verdiği zaman
bunu yazdırması ve şâhidle tevsik etmesi meşrûdur.

•« d * ' 'üt >


T E R C E M E S İ

2733) “ ... Âişe ( R a d ty a llâ h ü a n h â )’ dan; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in bir âzadlı kölesi bir


hurma ağacından düşüp vefât etti. Geriye bir mikdar mal bıraktı. Ne
çocuğu ne de başkaca yakmı vardı. Bunun üzerine Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onun mirasım, köylülerinden bir adama veriniz» buyurdu.”

İ Z A H I

Bu hadîsi diğer sünen sâhipleri de rivâyet etmişlerdir. Âzadlı


köle ve câriye öldüğü zaman soyundan asebesi ve belirli hisse sâ-
hipleri yok ise malının efendisine miras olarak kaldığını, bâbm gi­
rişinde beyân etmiştim. Bu hadîste sözü edilen âzadlı kölenin so­
yundan mirasçısı olmadığına göre malının, efendisi olan Resûl-i Ek­
rem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e intikal etmesi gerekli idi. Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in onun malını köylülerinden bi­
risine verilmesini emretmesi ile ilgili olarak K â d ı I y â z : Re­
sûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bu malı sadaka olarak ver-
436 SÜNEN-İ İBN-İ M Â C E

iniş olabilir .Ya da peygamberlerin mallan mirasçılarına değil, hazîne­


ye intikal ettiği gibi onlar kimsenin malına da mirasçı olmadıkları
için böyle emretmiş olabilir. Bu durumda bu nevî mallar hazîneye
intikal eder. Hazîneye intikal eden mallar ise müslümanlann yarar-
lannda ve ihtiyaçları yolunda kullanıldığı .için Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm) gördüğü yarar icabı bu malın âzadlı kölesi­
nin köylülerinden birisine verilmesini uygun görmüştür, der.
En-Neyl yazan d a : Bu hadîs, bilinen mirasçısı bulunmayan bir
kimsenin mîras olarak geriye bıraktığı malının o yerdeki insanlar­
dan birisine verilmesinin câizliğine delâlet eder, demiştir.

pt £ . » 3 ^ Lf S i p tf • j) S ÜSr- rvrt
d
^^
* . »C İ J >
0 -•
& S •
•'I -
’j Ş ^
-
i
^
# <*'

«Ijt* : cJ l» ( «-»V ‘ i ' l/' c P- 1[ / j <(J-J (J i ‘ ^ )

. C ilt li («İjûJûJj) ^ 3 * ^ " j ^ |*-2» i/ 3

T E R C E M E S İ
2734) “ ... (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in amcası) Hamza
(Radtyallâhü anh)’m kızı (ki Muhammed bin Ebi Leylâ ’nın dediğine göre; A b­
dullah bin Şeddâd’ın ana bir kız kardeşidir) (Radtyallâhü anhâ)’dan; Şöyle
demiştir :

Benim bir âzadh kölem vefât etti ve geriye bir kız bıraktı. Bunun
üzerine Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun malım benim
ile kızı arasında taksim etti. Malının yansım bana, yansım da onun
kızına hükmetti.”

İ Z A H I

Âzadlı köle, soyundan mirasçı olarak bir kız bıraktığı için kı­
zın hakkı malın yansıdır. Soyundan asabe durumunda mirasçısı bu­
lunmadığı için yukarda açıkladığım hükümler gereğince artakalan
mal, âzadlayana asabe sıfatıyla âittir. H z . H a m z a (Radıyal-
lâhü anhi’m kızının ismi, MiftâhüT-Hâce’de beyân edildiğine göre
S e 1 m â ’ dır. Yine orada beyân edildiğine göre A h m e d bu
hadîsi K a t â d e aracılığıyla H a m z a ’ nm kızı S e 1 m â ’ -
dan rivâyet etmiştir. Bu hadise diğer sünenlerde rastlayamadım.
N e s â i ’ de rivâyet edilmiş olabilir.
Bâb : 8 KİTABÜ-L'FERÂİZ 437

HADİSTEN Ç IKARILAN HÜKÜM

Bir âzadlı köle veyâ câriye öldüğü zaman yalnız bir kızı, bir de
kendisini âzadlayan kimse varsa, malının yansı hisse olarak kızma
verilir. Geri kalan da efendisine verilir.
H z . H a m z a (Radıyallâhü anhl’m kızı sahâbîlerdendir, Râ­
visi, ana bir kardeşi A b d u l l a h b i n Ş e d d â d ’ dır.

( a)

8 — K ÂTİLİN (ÖLDÜRDÜĞÜ Y A K IN IN A ) MİRASÇI


OLMASI BÂBI

, j j 6 5 ^ & f . 2 Z & v t il -( £ 3 j Ö \J& - w *

i ' Jr->'cf “j.j*j.1es- 3 cşty** 3 £*■3» 3' o»

T E R C E M E S İ

2735) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre:


Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Katil (öldürdüğü kimseye) mirasçı olamaz,» buyurmuştur.”


ı f ** '.r ı *• » t , * 11' t , it m ___ _
ü ' ■*& L : V» 1 j t/ ~ YY*T\
^ ,r ,• Lı
. a a Cf’
+ ~ + •- w •* • ;rt
•^ -* * *+İ • * V
â e * J .’ CÇ* : w ':— 4/ û* j * ye. < ,jr

i j ‘ a 'jJ ı »aCâ . ı s t ı y ;_ . ^ âı 3 ^ M ■* > ' J â ı ^ ^

3^ .£ »-Ç 3'A”’ * ^ . UjıC j j* 3 f c j j }C> 'û :

ı \Lxt x . f c î 3 5 . fc . ^ 3 o . j - b i <u V t ^ C \ *^ \

• * A % ’â ^ bi
1Juf : i/s* J6j . g jl * y 4İ>jl» : jjel JS . y » j < ju > «>. »aLJ j : j
438 SÜNEN-Î ÎBN-Î MACE

: <11ju» _j<1^ lil J ij . iîjuJl Jf çU)J C : J6j . £«*>

T E R C E M E S Î
2736) “ ... Abdullah bin Amr (bin el-Âs) (Radtyallâhü anhüm&Ydan;
Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke’nin fetih günü
ayağa kalkarak şöyle buyurdu:
«Kadm, kocasının diyeti (kan bahası) ndan ve malından miras
ahr ve erkek de kansmm diyetinden ve malından miras alır. Bunlar­
dan birisi arkadaşım (yâni eşini) öldürmedikçe, (hüküm budur.)
K an ve kocadan birisi Arkadaşım (eşini) kasden öldürdüğü zaman,
diyetinden ve malından hiç bir şeye vâris olamaz. Eğer bunlardan
birisi arkadaşım yanlışlıkla öldürürse onun malından miras ahr. Fa­
kat diyetinden miras alamaz.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Muhammed
bin Said, asılarak öldürülen Saîd’dir. Abmed: Onun hadisleri mevzûdur, demiştir
ve bir defasında d a : O, kasden ve bile bile hadis uydururdu, demiştir. Ebû Ahmed
el-Hâkim de : O, hadis uydururdu ve zındıklık suçundan dolayı asıldı, demiştir.
El-Hâkim Ebû Abdillah d a : O'nun rivayetinin düşüklüğünde ihtilâf yoktur, de­
miştir.

İ Z A H I
Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anhl’ın hadisi Diyet kitabı­
nın 14. bâbmda 2645 nolu olarak geçti ve gerekli bilgi orada verildi.
Kâtil kişinin, öldürdüğü yakınma mirasçı olmayacağı yolundaki İl­
mî görüşler de orada beyân edildi. Yine orada izah edildiği gibi kâ­
til, öldürdüğü yakınının diyetinden de bir şey alamaz. Öldürme kas­
den olsun, yanlışlıkla olsun fark etmez. Ancak M â l i k ve bâ­
zı ilim ehline göre cinâyet yanlışlıkla işlenmiş ise kâtil maktûlün
malına mirasçı olur, fakat diyetine mirasçı olamaz.
A b d u l l a h bin A m r (Radıyallâhü anh) ’m hadisi Ze-
vâid türündendir. Notta belirtildiği gibi senedi zayıftır.

BU HADÎSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER ŞUNLARDIR


1. K an ile koca biribirlerinin malına ve diyetine mirasçı olma
hakkına sâhiplerdir. Ancak bu hüküm bunlardan birisinin diğerini
öldürmemesi şartına bağlıdır.
2. Kadm, kocasmı veyâ erkek kansım kasden ve teammüden
öldürürse öldüren taraf öldürülen tarafın ne malma ne de diyetine
mirasçı olamaz.
Bâb: 9 KİTABÜ-I/FERÂİZ 439

3. Kadın kocasını veyâ erkek karısını yanlışlıkla öldürürse, öl­


düren taraf öldürülen tarafın malına mirasçı olur. Fâkat diyetine mi­
rasçı olamaz.
Yukardaki 1 ve 2. maddelerde beyân edilen hükümler fıkıhçıla-
nn cumhûrunun görüşüne uygundur. 3. maddedeki görüş ise M â ­
l i k ve N a h a î ile H â d e v î l e r ’ in görüşüne uygundur.
Fıkıhçılann cumhûrunun görüşüne uygun değildir. Çünkü ilim ehli­
nin ekserisine göre yanlışlıkla öldürmek ile kasden öldürmek ara­
sında, miras hususunda bir fark yoktur. Kâtil, maktûlün malına ve
diyetine hiç bir sûretle, yâni cinâyet yanlışlıkla da işlenmişse mi­
rasçı olamaz.
Yukarda belirttiğim gibi bu konu 2645 ve 2646 nolu hadîslerin
izahı bölümünde izah edilmiştir.

*J i ( ' )

9 — ZEVİ’L-ARHÂM (DENİLEN AKRABALARIN


MÎRASÇILIK) BÂBI

Arhâm : Rahm’in çoğuludur. Rahm, akrabalık mânâsmadır. Z e v î:


Zû’nun çoğuludur. Zû, sâhip mânâsmadır. Şu halde Zevi’l-Arhâm :
Akrabalık sahipleri, yâni akrabalar mânâsmadır. Konusu miras bı­
rakılan malların vârisler arasmda taksimi olan Ferâiz ilminde bu
sözcük, belirli hisse sâhipleri ve asabe ismi verilen mirasçılar dışın­
da kalan akrabalar mânâsım ifâde eder, ölünün kızlarının çocuk­
ları, ölünün hala ve teyzeleri ile dayıları ve bunların çocukları Ze-
vi’l-Erhâm ismi verilen akrabalardandır.
Zevi'l-Arhâm ismi verilen akrabaların mirasçı olup olmayacak­
ları husûsunda ihtilâf vardır. Yâni ölünün belirli hisse sâhibi duru­
mundaki mirasçıları ve asabe ismi verilen mirasçıları bulunmadığı
takdirde malı Zevi’l-Arhâm adı verilen akrabalarına mı, devlet ha­
zînesine mi verilecek?
Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir s
1. Ö m e r , A l i , I b n - i M e s ’ ûd, E b û U b e y d e
b i n Ö l - C e r r â h , M u â z b i n e l - C e b e l , E b ü ’ d-
D e r d â ’nındâhil bulunduğu sahâbîlerin ekserisine göre ölünün yu­
karda anlatılan iki nevî mirasçısı bulunmadığı takdirde Zevi’l-Ar­
hâm denilen akrabaları mirasçı olurlar. Tâbiîlerden A l k a r n a ,
. Nahai, Şüreyh, el-Hasan, Ibn-i Şîrîn, Atâ,
440 SÜNEN-İ İBN-İ M Â C E

M ü c â h i d de bu sahâbilere uymuşlardır. E b û H a n i f e,
Ebû Y û s u f , M u h a m m e d , Z ü f e r ve bunlara tabi
âlimler de böyle hükmetmişlerdir.
Sahâbîlerden Z e y d b i n S â b i t is e .- Zevi’l-Arhâm için
mîrasçılık hakkı yoktur. Ölünün belirli hisse sâhibi durumundaki
yakınlan ile asabe nevinden olan mîrasçılan bulunmadığı takdirde
malı devlet hâzinesine bırakılır, demiştir. Tâbiîlerden S a î d b i n
e l - M ü s e y y e b ile S a î d b i n C ü b e y r de böyle de­
mişlerdir. M â l i k ve Ş â f i i ’ nin de böyle hükmettikleri ri­
vâyet olunmuştur. Allah cümlesinden râzı olsun.
Zevi’l-Arhâm ismi verilen yakınların başlıcaları şunlardır:
1. ölünün kızlarının evlâd ve torunları...
2. ölünün oğlunun kızlarının evlâdı ve torunları...
3. Ölünün fâsid dedeleri. Yâni ölü ile kendisi arasında bir ka­
dın bulunan dedeler. Meselâ ölünün annesinin babası, ölünün baba­
sının annesinin babası gibi...
4. Fâsid neneler. Bunlar da fâsid bir dede aracılığıyla ölüye
ulaşan büyük annelerdir. Meselâ ölünün annesinin babasının annesi

5. Ölünün kızkardeşlerinin evlâd ve torunları...


6. Ölünün erkek kardeşlerinin kızlan ve bu kızlann evlâd ve
torunlan...
7. Halalar ve evlâdı ile torunlan
8. Dayılar ve evlâdı ile torunlan...
9. Teyzeler ve evlâdı ile torunlan...
Daha geniş bilgi için farâiz kitablanna baş vurulmalıdır.

.İLİL a:Vto f i S 3 'p . i.' - rvrv


- •- *--1 ,, f • » f, • ' İl ** • -
*& —>■ Cj /jc t ı j ) y ' ; (J ' ü ıj* - & *"■* ö 1 jj/*" s û*
-P* - • -[*• * - ,* - • , ' ■' -

« /rfj *31 • *»A»»** Ct lif** Cj j l 1 ‘'.c t Cj O'

*t f iy : * y i J iî ^

« ti/ j'j v y * û j 'j


Bâb : 9 KİTÂBÜ-L’F E R Â İ Z 441

T E R C E M E S İ

2737) "... Ebû Ümâme (E s’ad) bin Sehl bin Huneyf (2) ( Radıyallâhü
anh)'den rivâyet edildiğine göre :

Bir adam (başka) bir adama bir ok atarak öldürdü. Öldürülen


adamın bir dayıdan başka mirasçısı da yoktu. Ebû Ubeyde bin el-Cer-
râh (Radıyallâhü anh) bu adamın miras işini (halife) Ömer (Radı-
yallâhü anh)’a yazıh olarak sordu. Ömer (Radıyallâhü anh), Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur, diye Ebû
Uheyde’ye yazdı cevab v e rd i:
«Allah ve Resülû, hiç bir mirasçısı bulunmayan (müslüman) m
mirasçısıdır. Dayı da hiç mirasçısı bulunmayan (yeğenin) in miras­
çısıdır.»”

T E R C E M E S İ

2738) "... Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sahâbîlerinden olup


Şâm halkından olan Mıkdâm Ebû Kerîme (bin Madîkerîb) (3) (Radtyallâhü
anh)'âen rivâyet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdu, demiştir :

«Kim (ölüp de) bir mal bırakırsa o mal onun mirasçılannadir.


Ve kim (ölüp de) bir ağırlık (yâni yardıma muhtaç çoluk çocuk ve
borç) bırakırsa o ağırlık (işini yüklenmek) bize aittir, (v e y â : O ağnv

(2) Bu sahâbinin hâl tercemesi 2533 nolu hadiste geçti.


(3) Bu zâtın hâl tercemesi 442 nohı hadis bölümünde geçti.
442 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

lxk Allah’a ve Resûlüne aittir, buyurmuştur). V e ben hiç bir miras­


çısı bulunmayanın mirasçısıyım. Onun yerine diyet veririm ve onun
mirasını alırım. Dayı da hiç bir mirasçısı bulunmayanın mirasçısıdır.
Onun yerine diyet öder ve ona mirasçı olur.»”

İ Z A H I

E b û Ü m â m e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i z i


ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir. Bu hadiste geçen «Hiç bir
mevlâsı bulunmayan (mûslüma)nm mevlâsı Allah ve Resûlüdür.»
meâlindeki cümleden kasdedilen mânâ tercemede gösterdiğim gibi
«Hiç bir m irasçı» bulunmayan, ( müslüman) nin mirasçısı Allah ve
Resûlüdür.» E l - K a r i bu cümleyi böyle yorumlamıştır. Allah ve
Resûlünün mîrasçılığından maksad ise o kimsenin malının devlet
hazînesine intikal ettirilmesi veyâ müslümanlann ihtiyaçlarına har­
canmasıdır. Hadîsin ikinci cümlesine göre belirli hisse sâhibi duru­
mundaki mirasçılardan ve asabe ismi verilen, yâni belirli hisse sâ-
hiplerinden artakalam alan ve bunlar yok iken malın tamamım alan
mirasçılardan kimse bulunmadığı takdirde ölünün dayısı mirasçı olur,
ölünün dayısı ise yukarda anlattığım gibi “Zevi’l-Arhâm” ismi ve­
rilen akraba nevilidendir. Bu nevî akrabaların mirasçı olup olma­
dıkları konusundaki görüşleri yukarda anlatmıştım. Gerek bu ve ge­
rekse bundan sonra gelen hadîs Zevi’l-Arhâm denilen akrabaların
mirasçı olduklarına hükmeden âlimler için delildir. T i r m i z i
bunun, yâni E b û Ü m â m e ’ nin hadîsinin hasen olduğunu
söylemiştir.
El - Mı kdâm (Radıyallâhü anh) ’m hadisini E b û D â ­
v û d , N e s â î , A h m e d , H â k i m ve İ b n - i H i b b â n
da rivâyet etmişlerdir. Bu hadîste geçen “ Keli" sâhibine ağır gelen
yük mânâsmadır. Burada kasdedilen mânâ ölen kişinin geriye bırak­
tığı fakir çoluk çocuk ve ödeyemediği borcudur. Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm)’in «...B u yükü yüklenmek bize veyâ Allah’a
ve Resûlüne âittir» meâlindeki buyruğundan maksad o kimsenin ge­
riye bıraktığı fakir âileye bakıp ihtiyaçlarını gidermenin ve onun
borcunu ödemenin Zâti Nebevilerine âit olduğunu belirtmektir.
Diyetler bölümünde etraflıca anlatıldığı gibi cinâyet işleyen kim­
selerin akrabaları bâzı durumlarda cinâyetin diyetini öderler. İslâ­
miyet bâzı durumlarda bu diyeti caninin akrabalarına yüklemiştir.
Bu hadîsten mirasçısı bulunmayan müslümanın mirasçısının ve di­
Bâb: 10 KİTÂBÜ-L’F E R Â İ Z 443

yetini verenin Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) olduğu bil­


dirilmektedir.
H ad isin son kısm ında d a m irasçı bulun m adığı takd ird e dayının,
yeğen in e m irasçı olduğu v e y e ğ e n i b ir cin âyet işled iği za m a n k en di­
sinin d iyeti ödem ekle yü kü m lü oldu ğu b ildirilm ek tedir. Bu hadîsin
ilk kısm ının b ire r b en zeri 45, 2415-2416 n u m aralard a geçm iştir.

( '* )
10 — ASABE (İSMİ VERİLEN KİMSELERİN)
MÎRASÇILIĞI BÂBI

Asabe s Belirli hissesi bulunmayan mirasçılara verilen bir isim­


dir. Mirasçıların bir kısmının mirastan alacakları haklar Kur'an
âyetlerinde belirli hisselerle tâyin ve tesbit edilmiştir. Anne, nene,
bâzı durumlarda baba, bâzen kız çocuğu, yalmz arnıe bir kardeşler
gibi. Yukarda da açıkladığım gibi bu nevî mirasçılara Zevi’I-Furûd
denildiği gibi Ashâb-ı Furûd da denilir. Yâni belirli hisse sâhipleri.
Asabe ismi verilen mirasçılar ise, ölünün erkek evlâdı, bunların
erkek çocuklan ana baba bir veyâ yalnız baba bir, erkek kardeş­
ler, erkek kardeşlerle beraber bulunan bunlann kız kardeşleri, bâzı
durumlarda baba ve bunun babası gibi.

T E R C E M E S İ

2739) "... A lî bin Ebî Tâlib (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ana baba bir kardeş­


lerin biribirlerine mirasçı olduklanna, (bunlarla beraber bulunan)
yalmz baba bir kardeşlerinin (bunlara) mirasçı olmadıklarına hük­
metti. Adam, baba ve anne bir kardeşine mirasçı olur. Fakat o kar­
deşin (yalnız) baba bir kardeşleri mirasçı olmazlar.”
444 SÜNEN-İ İBN-İ M Â C E

T E R C E M E S İ

2740) "... (Abdullah) bin Abbâs ( Radtyallâhü anhümâ)’Aan rivâyet edil­


diğine göre: Resülullah (Sallallahü Aleyhive Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

« (ölenin) malını belirli hisse sahipleri arasmda taksim ediniz.


Hisselerden artakalanı (ölüye) en yakın erkeğe veriniz.»”

İ Z A H I

Alî (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini Tirmizî ve. Hâkim


de rivâyet etmişlerdir.
Hadîste geçen “ Âyânu Beni’l-Ümm” ana ve baba bir kardeşler
mânâsmadır. Bunlara “ Benü’l-Âyân” da denilir. Yine hadiste geçen
“ BenüT-Allât” ise yalnız baba bir kardeşler mânâsmadır.
Yukardaki terimler erkek ve kız kardeşlerin hepsi hakkında kul­
lanılır. Bu hadîsten kasdedilen mânâ şudur:
Bir kimse öldüğü zaman ana baba bir kardeşleri ve yalnız baba
bir kardeşleri varsa, ana baba bir kardeşleri mirasçı olurlar. Fakat
yalnız baba bir kardeşleri mirasçı olmazlar. Bu iki grup kardeşler
asabe ismi verilen mîrasçüardan olmakla beraber birinci grubun,
yâni ana baba bir kardeşlerin akrabalığı, ikinci grubun, yâni yalnız
baba bir kardeşlerin akrabalığından daha kuvvetli olduğu için birin­
ci grup ikinci grubu mîrasçılık hakkından düşürür.

Şâyet bir kimsenin ana baba bir kardeşleri yok da yalnız baba
bir kardeşleri varsa bunlar da asabe sayılır ve mirasçı olabilirler.

Erkek kardeşler bizâtihi asabedir. Berâberlerinde bulunan kız


kardeşlerini de asabe durumuna geçirirler.

İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)’m hadîsini B u h â r i ,


M ü s l i m , T i r m i z î ve E b û D â v û d da rivâyet etmiş­
lerdir.
Ferâiz: Ferîza’nm çoğuludur, Kur’an-ı Kerim ’de tâyin ve takdir
edilmiş olan mîras hisseleridir. Bu hisseler 1/2, 1/3, 2/3, 1/4, 1/6 ve 1/8
Bâb : 10 KİTÂBÜ-L’F E R Â İ Z 445

oranındaki paylardır. Kur’an-ı Kerim bu hisselerin hangi mirasçılara


âit olduğunu beyân buyurmuştur. Ayrıca bu hususta hadîsler de var­
dır.
Bir kimse öldüğü zaman ferâiz, yâni belirli hisselere sâhip mi­
rasçılardan kimseler varsa önce onlann hisseleri verilir. Bundan ar­
takalan varsa ölüye en yakın erkek kişilere verilir.
Belirli hisse sâhiplerinin hisseleri ödendikten sonra artakalan
malın ölüye en yakın er kişiye verilmesine dâir cümleden kasdedilen
mânâ şudur :
Ö len in ya k m la n n d a n asabe sayılan er k işiler arasında ölüye en
yakm olan m irasçı olur. D iğ e rle ri olm az. Ş âyet yakın lık derecesi eşit
olan e r k işiler çok iseler hepsi m irasçılıkta ortak olurlar. M eselâ ölen
kişinin karısı, annesi, ik i oğlu v e ik i kardeşi bulunursa, bunlardan
1/8 nisbetinde hisse sâhibi olan karısına v e 1/6 nisbetinde hisse sâ­
hibi olan annesine hisseleri ödenir. Y â n i ölünün m a lı 24 hisse iti­
b ar ed ilerek bunun 1/8’i olan 3 hisse karıya, 1/6’sı olan 4 hisse ölü­
nün annesine v erilir. G e riy e 17 hisse kalır, ö lü n ü n o ğ u lla n ve k a r­
deşleri asabe sayılır. Ölünün oğu llan , ölünün k ard eşlerin e nisbeten
ölü ye dah a ya k ın sayılır. Çünkü o ğ u lla n doğrudan ölü ye ulaşır. Fa­
k at k ard eşleri ölünün babası a ra c ılığıyla kendisine ulaşır. Şu halde
a rta k a la n 17 hisse ölünün oğu lların a v e rilir v e ölünün kard eşleri
m irasçılıktan düşmüş sayılırlar.

Ölünün asabe sayılan er kişilerin beraberlerinde ayni derecede­


ki kadın kişiler de varsa N i s â sûresindeki miras âyetlerinde be­
lirtildiği gibi kadm kişiler er kişilerle beraber mirasçı olurlar. Er
kişilere iki kadm kişinin hisseleri kadar verilir. Meselâ ölünün oğlu
ve kızı varsa oğluna iki hisse, kızma da bir hisse verilir. Kezâ ölen
kimsenin ana baba bir erkek kardeşleri ve ana baba bir kız kar­
deşleri varsa kız kardeşler erkek kardeşlerle beraber mirasçı olur­
lar ve erkek kardeşlerin her birisine iki kız kardeşin hisseleri kadar
verilir.
ö lü n ü n e r kişi ak ra b a ların m yakın lık sırası gen ellik le şöyled ir :
ö lü n ü n oğu lla n , o ğu lla n n m oğu lla n , ölünün babası, babasım n
babası, ölünün an a b aba b ir erkek kardeşleri, bunların oğulları, ölü­
nün b ab a b ir erk ek kardeşleri, bunların oğu lla n , ölünün amcası,
am casının o ğu lla n ...
Konu hakkmda geniş bilgi ve bâzı noktalardaki ihtilâfları öğren­
mek isteyenler fıkıh kitablanna başvurmalıdır. Biz bu özlü bilgi ile
yetinmek durumundayız.
446 SÜNEN-1 İBN-1 M Â C E

4İ â-4 (" )

11 — HİÇ BİR MİRASÇISI BULUNM AYAN


(ÖLÜNÜN M ALIN IN KİME VERİLECEĞİNE
DÂİR GELEN HADÎS) BÂBI

<,jÜo* +O• „ ’cf * ü• ^ •İS“JAü• —TVi N


Ü tfi •m > j ^ V ^ :3ü i u - Ç .5 '1
Cf &
• _4.J| <t Ija..* (_y*^ /AİA AaIcI j A ( ıXs- VJ

T E R C E M E S İ

2741) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)’d a n ; Şöyle de­


miştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken bir adam


öldü ve geriye hiç bir mirasçı bırakmadı. Fakat âzadlamış olduğu bir
köle vardı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
adamın mirasmı o âzadlanmış köleye verdi.”

İ Z A H I

Bu hadisi T i r m i z i , E b û D â v û d ve N e s â i de
rivâyet etmişlerdir. T i r m i z i bu hadîsin hasen olduğunu söy­
lemiştir. E l - K a r i : Mirasçısız ölen bu adamın malı devlet ha­
zînesine âitti. Bir teberrû mâhiyetinde olmak üzere âzadlı köleye
verilmiştir. Nasıl ki  i ş e (Radıyallâhü anh) ’m rivâyet ettiği (2733
nolu) hadiste mirasçısız ölen bir âzadlı kölenin malının, köylülerinden
bir (muhtaç) kimseye verilmesi emredilmişti. E l - M a z h a r ’ ın
beyânına göre Ş ü r e y h ve T â v û s demişler k i : Âzadlayan
kimse, âzadlığı köle veyâ câriyenin malına mirasçı olabildiği gibi,
âzadlanan köle veyâ câriye de âzadlayanın malına mirasçı olabilir,
diye bilgi vermiştir.
Devlet hazînesi İslâmî prensiplere göre bozuk bir düzen içinde
olursa, mirasçısız ölen kimsenin malı, müslümanlann genel yararlan
yolunda harcanır. Tuhfe yazan bu görüşü beyân etmiştir.
Bâb: 11-12 KİTÂBÜ-L’FERÂİZ 447

tiok* îljlİ (—*1 (\ t )

12 — KAD IN ÜÇ (ÇEŞİT) M İRAS TOPLAR, BÂBI

T E R C E M E S İ

2742) "... Vâsile bin el-Eska’ (4) (Radtyallâhü anA )’den rivâyet edildi­
ğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurmuştur:

«Kadın (şu) üç (çeşit) mirası toplar (alır) : Âzadlısı, yolda (terk


edilmiş olarak) bulup yetiştirdiği bebek ve üzerine, kocasıyla liânlaş-
tığı çocuğu (onun m irasları).»
Muhammed bin Yezid dedi k i : Bu hadisi Hişâm’dan başkası rivâ­
yet etmemiştir.”

İ Z A H I
Bu hadisi T i r m i z i , E b û D â v û d ve N e s â î de
rivâyet etmişlerdir. T i r m i z i bu hadîsin hasen - garîb olduğunu
söylemiştir.
Bu hadîs kadının soy ve sihri akrabalık sebeplerinden başka yol­
larla olan mirasçılığını beyân eder. Bu yollardan:
Birincisi, köle veyâ câriyeyi âzadlaması sebebiyle olan mirasçı-
lığıdır. Yân i kadm bunlan âzadladıktan sonra bunlar mirasçı bırak­
madan öldükleri zaman kadm bunların malına mirasçı olur.
İkincisi, kadının yolda bulup yetiştirdiği ve kimin çocuğu oldu­
ğu bilinmeyen bebeğe mirasçı olmasıdır. Bu bebeğe Lakît ismi veri­
lir.
H a t t â b i : Lakît bebek, fıkıhçılarm hepsinin kavillerine gö­
re hür sayılır. Bu durumda hiç kimse ona mevlâlık yoluyla, yâni âzad-

(4) B u zâtın hâl tercemesi 530. hadîs bölümünde geçti.


448 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

lı köleye mirasçı olma yoluyla bu bebeğe mirasçı olamaz. Mirasçılık


ya soy ya da mevlâlık yoluyla elde edilebilir. Başka bir yolla miras­
çı olabilmek mümkün değildir. Yola terkedilmiş bebek ile onu bulup
yetiştiren kimse arasında ne soy birliği ne de mevlâlık yakınlığı yok­
tur. Fakat İ s h â k b i n R â h e v e y h : Lakît bebeğin mev-
lâlık hakkı, onu bulup yetiştiren kimseye âittir, diyerek bu hadîsi
delil göstermiştir. Ama, bu hadîs, nakil ehli olan âlimlerce sâbit sa­
yılmamıştır. S â b i t olmayınca bununla hükmetmek gerekli de­
ğildir. Bu itibarla tüm âlimlerin görüşü tercih edilir, demiştir.
Tuhfe yazan yukardaki nakli yaptıktan sonra e 1 - K â d ı ' nm
şöyle dediğini nakleder:
“Bebeği yolda bulup yetiştiren kadının ona mirasçı olmasından
maksad şudur: Mirasçısız ölen kimsenin malı devlet hazînesine ve­
rilir ve muhtaç durumdaki müslümanlara dağıtır, onların ihtiyaçla­
rına harcanır. Lakît bebek sonradan öldüğünde mirasçısı bulunma­
dığına göre muhtaç müslümanlara verilecek malı öncelikle onu ye­
tiştirip büyüten kimseye verilmelidir. Maksad budur. Yoksa sanıldı­
ğı gibi, âzadlayan kişi, âzadladığı kimseye mirasçı olduğu gibi be­
beği yolda bulan kimsenin de bebeğe bir nevî âzadlama yoluyla mi­
rasçı olduğu hükmü kasdedilmemiştir.”
Üçüncüsü kadın ile kocasının, üzerinde lânetleştikleri çocuğa ka­
dının mirasçı olmasıdır. Lânetleşme meselesi şöyle o lu r:
Erkek karışım zinâ ile itham ederek doğan çocuğun kendisin­
den olmadığmı iddiâ ettiği ve karısının bu iddiâyı reddettiği zaman
şer’î hâkim bunlar arasmda liân işlemini uygular. Bu konu süneni-
mizin Liân bâbmda etraflıca anlatılmıştır. (2066 - 2071 noiu hadîslere
bak) Aralarında liân işlemi uygulanan eşlerden kadm, ilgili çocu­
ğuna anne sıfatıyla mirasçı olur. Fakat çocuğun kendisinden olma­
dığını iddiâ etmiş olan kadının kocası bu çocuğa mirasçı olamaz.‘Ço­
cuk da annesine mirasçı olur. Fakat kadının kocasına, yâni muhte­
mel babasına mirasçı olamaz. Bu hususlarda fıkıhçılar ittifak hâlin-
dedir.
Müellifimizin şeyhlerinden M u h a m m e d bin Ye z î d,
bu hadîsi yalnız H i ş â m ’ m rivâyet ettiğini, ondan başka kim­
senin rivâyet etmediğini söylemiştir. Fakat E b û D â v û d bu
hadîsi İ b r â h î m b i n M û s â e r - R â z î aracılığıyla ve
T i r m i z î de H â r û n E b û M û s â e l - M ü s t e m l î
B âb: 13 KİTÂBÜ-L’FERÂÎZ 449

e l - B a ğ d â d î vâsıtasıyla M u h a m m e d b i n H a r b ’ ten
rivâyet etmişlerdir. Bu duruma göre H i ş â m ’ dan başka iki zât
da ayni hadisi M u h a m m e d b i n H a r b ’ ten rivâyet etmiş
olur. Şu halde bu iki zâtm rivâyeti M u h a m m e d b i n Y e-
z i d ’ e intikal etmemiştir.

4 ı J£ W (w ) -
13 — ÇOCUĞUNUN KENDİSİNDEN OLMADIĞINI
İDDİÂ EDENİN BÂBI

. «JuilO 'tj *^11' « İt. J fi t t ^ *^-“1 '•* * : j


T E R C E M E S İ
2743) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü on A ) ’den; Şöyle demiştir:

liâ n âyeti (Nûr sûresinin 6-9. âyetleri) indiği zaman Resûlul-


lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :
•Hangi kadın (doğurduğu gayri meşru çocuğun kocasından ol­
duğunu ve meşrûluğunu iddiâ etmek sûretiyle) bir aileden olmayan
bir kişiyi onlara Uhâk eder (katar) sa o kadının Allah (m dini veyâ
rahmeti) ile ilgisi yoktur ve Allah onu cennetine sokmayacaktır.
Hangi erkek de çocuğunu tanıdığı (yâni kendisinden olduğunu bil­
diği) halde inkâr eder (yâni kendisinden olmadığım iddiâ eder) ise
Allah kıyâmet günü onu (rahmetinden veyâ cemâlini görmekten)
mahram edecek ve şâhidler (yâni mahşerdekiler) in huzûrunda rezil
edecektir.»”
N o t : Z evâ id ’de şöyle d en ilm iştir : Bu hadisin senedi za y ıftır. Çünkü sened-
de Y a h y â h in H a rb bulunur. Zehebi, el-K âşif’te b u râvln in m eçhul olduğunu söy-
e —-— » - . i - i — . . .

Sünen-i İbn -i M â ce — C . : 7 - > . : 29


450 SÜNEN İ İBN-İ MACE

İ Z A H I

Zevâid sâhibi bu hadîsi Zevâid türünden saymış ise de E b û


Dâ v ûd, Ne s â î , Ahme d ve î b n - i H i b b â n da
bunu rivâyet etmişlerdir. E l - M ü n z i r i de bu hadîsin E b û
Dâ v ûd ve N e s â î tarafından da rivâyet edildiğini beyân et­
miştir. E b û D â v û d ’ un senedi değişiktir ve o senedde Y a h ­
ya bi n Ha r b yoktur. Câmiü’s-Sağîr sâhibi bu hadîsin sene­
dinin sahih olduğunu söylemiştir.

Hadiste işaret edilen Liân âyeti, N û r sûresinin 6 ilâ 9. âyetle­


ridir. Bu âyetlerle ilgili bilgi sünenimizin Liân bâbmda rivâyet olu­
nan 2066-2071 nolu hadîsler bölümünde geçmiştir. Burada tekrar­
lamaya gerek görmüyorum. Şu kadarım söylemekle yetineceğim :
Bir erkek karısını zinâ ile itham edip bunu dört şâhidle isbatla-
yamadığı ve karısı da bu iddiâyı red ettiği zaman şer’i hâkim hu-
zûrunda bu eşler lânetleşirler. İşte bu lânetleşme yeminine liân iş­
lemi denilir.

Bir kadın evli iken zinâdan olma çocuğunun kocasından ve meş-


rü olduğunu iddiâ etmekle bu yabancı çocuğu, kocasının âilesine kat­
mış olur. Kadının bu iddiâda bulunmakla büyük bir azâba müsta­
hak olduğu belirtilmektedir. Böyle bir kadının Allah’ın rahmetinden
ve dininden mûteber bir hisse almaya müstahak olmadığı ve Cen­
nete girmeye hak kazanmadığı ifâde edilmek istenmiştir. Bu hadis­
teki cümlelerin benzerleri daha önce de geçmişti. Oralarda defalar­
ca gerekli yorum yapılmıştı. Hülâsa bu cümleler tehdid mâhiyetin-
dedir. Korkutmak anlamını ifâde eder. Bu suçu işleyen kadm, kâfir
ise, bilindiği gibi din ve İlâhi rahmetle ilgisi olmadığı gibi cennete
girmesi de ebedi olarak yasaktır. Devamlı olarak cehennemde kala­
caktır. Fakat müslüman ise, işlediği suçun cezâsını çektikten son­
ra cennete girecektir. Demek ki, bu kadın cennete ilk girenlerle be­
raber girme hakkına sâhip değildir ve dinden, rahmetten mûteber
ve önemli bir hisse almaya da liyakatli değildir. Ama Allah Teâlâ
dilerse onu mağfiret eder ve hak sahiplerini kendi hazînesinden mem­
nun eder.

Erkek de kendisinden olduğunu bildiği çocuğunun kendisinden


olmadığını iddiâ etmek sûretiyle büyük bir günah işlemiş olur. Bu
suçu işleyen erkekle ilgili hadîsteki cümleler de ayni şekilde tehdid
mâhiyetindedir. Yukardaki yoruma benzer bir biçimde yorumlanır.
B â b : 14 KİTÂBÜ-L’PERÂİZ 451

< j i S İL 5 iıs .i»j^ S


# •, • ” ' '' ' •
« r au». i , * - ■' î •' .* •'•' ' ,* l •»
Jte S|ffi ül İ *A>- t Aji|l yr ^ ( X|W>^ C? - ,je

. t «3i JİJ < •AaJj- j\ « ^ w ‘—İ t£ *


o #* ^ <
fc>U*»tj.v>l^l»Vl j *5 jll 'u***? u'j'5 j Ij* î .*»I,yjjl j
, ,j(Li)l «jrl <—»Ijl j £j a

TERCEME S İ

2744) "... Amr bin Şuayb’in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (R a ­
dtyallâhü anhüm) ’den rivâyet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Kişinin, bilmediği bir nesebi iddiâ etmesi veyâ iç yüzü mechûl


olsa bile bir nesebi reddetmesi (soy nimetine) bir nankörlüktür.»”
N o t : Z e v â id ’de şöyle d en ilm iştir : B u hadis sünenin bazı nüshalarında bu­
lunur, bâzısm da bulunmaz. E l-M ıizzi de el-A trâ f’ta bu hadisi zikretm em iştir. Bunun
senedi sahihtir. Bu hadisin İb n ü ’l-K attân’ın ilâvelerin den olduğunu sanınm .

İ ZAHI

Bu hadis Zevâid türündendir. İnsanın soyu, sopu da bir nimettir.


Bu nimeti tepmemek gerekir. Bu itibarla bir kimsenin kendisinden ol­
ması mümkün bir çocuğun kendisinden olmadığını iddiâ etmesi câiz
değildir. Ancak fıkıh kitablannda koşulan şartlar tahakkuk ettiği
takdirde böyle bir iddiâda bulunulur. Aksi halde bu nevi iddiâlar
soy nimetine nankörlük sayılır. Kişinin babasına intisabını reddetme­
si ve: Babam sen değilsin, ben falanın oğluyum, ondanım demesi de
bir soy nimetini inkârdır, câiz değildir.
jb J \ *\e *\ { j <
— A* (it)

14 — Ç O C U Ğ U N (K E N D İS İN E A İT O L D U Ğ U N U )
İDDİÂ ETMEK BÂBL „

u .1 3
452 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E ME S İ

2745) Amr bin Şuayb’in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radtyal­
lâhü anhümyâta rivâyet edildiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem ) şöyle buyurmuştur:

«Kim bir câriye veyâ hür kadınla zinâ ederse, ondan olma ço­
cuk, zinâ çocuğudur. Çocuk (o kimseye) mirasçı olamaz ve kendisine
mirasçı olunamaz.»”

• 'iS jİM » f 'j t {i • ö}> j '■ * * * • â - * - : ^

T E R C E M E S İ

2746) Amr bin Şuayb’in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (R a­
dtyallâhü anhüm)’ûm rivâyet edildiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Nisbet edildiği babasının ölümünden sonra ilhâk edilmesi iste­


nen çocuk, babası olduğu söylenen adamın ölümünden sonra miras­
çılarının ilhak iddiâsmda bulundukları kimsedir.»
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bu konuda) şöyle
hükmetti:
B âb: 14 KİTÂBÜ-L’FERÂIZ 453

«^dâmm cinsel iUşkide bulunduğu zaman mâliki bulunduğu bir


câriyeden doğma kimse, onun adamın çocuğu olduğunu iddift eden
(mirasçılarla katılmış olur. Fakat ilhâk iddiasından önce (adamın
mirasçıları arasında) taksim edilmiş olan miras malmdan o k i m s e y e
bir şey yoktur. Henüz taksim edilmemiş mirastan yetiştiği mikdar-
dan hissesi kendisinedir. Nisbet edildiği babası (hayatta iken) öhu
inkâr etmiş (yâni çocuğu olmadığım söylemiş) olduğu zaman, artık
(mirasçılar ilhak iddiâsmda bulunsa bile) o kimse mirasçılara katıl­
maz (ve adamın çocuğu sayılamaz). Eğer çocuk, adamın (cinsel iliş­
kide bulunduğu zaman) mâlik olmadığı bir câriyeden veyâ zinâ etti­
ği hür bir kadmdan olsa, (adamın mirasçıları ilhak iddiâsmda bulun­
sa bile) çocuk adamm evlâdından sayılamaz ve çocuğa mirasçı olu­
namaz. Kendisine nisbet edilen adam, çocuğun kendisinden olduğu­
nu iddiâ etse bile hüküm böyledir. Çünkü o, bir zinâ çocuğudur, hür
veyâ câriye olan annesinin mirasçılarına katılır.»

(Râvî) Muhammed bin Râşid demiştir ki: Hadîsteki “İlhaktan


önce taksim edilen miras" sözü ile İslâm’dan önce, câhiliyet devrin­
de mirasçılar arasında taksim edilmiş olan mal kasdedilmiştir.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedi basendir. Bu hadis sünenin
bâzı nüshalarında bulunur, bâzılannda bulunmaz ve el-Müzzi bu hadisi anmamıştır.

İ Z A H I

Zevâid yazan bu hadîsi Zevâid türünden saymış ise de bu ha­


dîsi E b û D â v û d da rivâyet etmiştir. Hadîsin mânâsının iza­
hına geçmeden önce câhiliyet devrinin kötü bir âdetini anlatmak is­
terim. Çünkü bu âdet bilindikten sonra hadîsin mânâsının anlaşıl­
ması daha kolay olur.

Câhiliyet devri adamları, mülkiyetleri altındaki câriyeleri fuhuş­


ta çalıştırırlardı. Ayni zamanda kendileri de bu câriyeleıie cinsel iliş­
kide bulunurlardı. Bu nedenle doğan çocuğun, câriyenin sâhibinden
mi, yoksa zinâ edenlerden mi olduğu, çoğu zaman bilinmezdi. Ba­
zen de câriye sâhibi ile câriye ile zinâ eden adam arasında çocuk ko­
nusunda ihtilâf doğardı. Câriye sâhibi çocuğun kendisinden olduğu­
nu iddiâ ederken, zinâkâr adam da çocuğun kendisinden olduğunu
iddiâ ederdi. İslâmiyet gelince Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se­
lâm) çocuğun câriyenin sahibine âit olduğuna ve zinâkâr kişinin ço­
cuktan mahrûmiyetme hükmetti
454 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

H a t t â b î bu hadisin şerhinde özetle şu bilgiyi v e rir:


Bu hadîste beyân buyurulan hükümler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-
salâtü ve’s-selâm)’m İslâmiyet’in ilk zamanlarında ve Şer-i Şerifin
kuruluşunun başlangıcında koymuş olduğu hükümlerdir. Hadisle ko­
nulan hükümler şunlardır .-
Bir adam ölüp de ölümünden sonra mirasçıları bir çocuğun on­
dan olduğunu iddiâ ettikleri zaman duruma bakılır. Eğer adam ha­
yatta iken çocuğun kendisinden olduğunu inkâr etmiş ise, ölümün­
den sonra mirasçılarının bu iddiâsı kabul olunmaz ve çocuk, babası
olduğu söylenen adama mirasçı olamaz.
Şâyet adam hayatta iken çocuğun kendisinden olduğunu inkâr
ve red etmemiş ise ve çocuğun annesi de bu adamın câriyesi ise, mi­
rasçıların ilhâk, yâni çocuğun adamdan olduğu dâvâsı kabul olunur
ve dâvânm kabulü târihine kadar taksim edilmemiş bulunan adamın
malına mirasçı olur. Fakat dâvânm kabulünden önce taksim edilmiş
olan miras malından hisse taleb edemez.
Şâyet çocuk, adamın câriyesinden değil de başkasmm câriyesin-
den doğma ise, yâni adamın başkasına âit câriye ile gayri meşrû cin­
sel ilişkide bulunması neticesinde kendisinden olma bir çocuk ise
veyâ adamın hür bir kadınla zinâ etmesi dolayısıyla doğan zinâ ço­
cuğu ise, adam çocuğun kendisinden olduğunu söylemiş olsa bile ço­
cuk adamın çocuğu sayılamaz, ilhâk dâvâsı kabul edilemez ve çocuk
adama mirasçı olamaz. Çünkü gayri meşrû birleşme yoluyla neseb
oluşamaz.
N e v e v i: de : Hadîsin mânâsı şöyledir: Adamın nikâhlı bir
karısı veyâ mülkiyeti altında olup cinsel ilişkide bulunduğu bir câ­
riyesi olduğu zaman, bakılır. Adam nikâhlı karısı veyâ câriyesiyle
cinsel ilişkide bulunduktan sonra gebelik süresinin en az sûresi ge­
çer ve daha sonra bir çocuk doğarsa, çocuk adama ilhâk edilir, yâ-
N
ni onun çocuğu sayılır ve çocuk ile adam arasında mirasçılık ve di­
ğer ilgili hükümler uygulanır. Çocuk adama benzesin veyâ benzeme­
sin hüküm budur, demiştir.
Hadisten çıkarılan diğer bir hüküm de, zinâ çocuğunun annesine
ve annesinin yakınlarına akrabalığının geçerliliğidir. Annesi câriye
olsun, hür olsun fark etmez. Zinâ çucuğu hür annesine, annesi de ken­
disine mirasçı olur.
Bâb: 15 KÎTÂBÜ-L'FERÂİZ 455

C. A (No)

15 — VELÂ (Y Â N İ AZADLA'YANIN A ZA D LA N A N A
MİRASÇI OLMA H AKKI) NİN SATILM ASININ VE
HİBE EDİLMESİNİN YASAK LAN M ASI BÂBI

T E R C E M E S İ
2747) "... (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhütnâ)'dan; Şöyle de­
miştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), velâ (yâni âzadlaya-


nın, âzadlanana mirasçı olma hakkı) nm satılmasını ve hibe edilme­
sini yasaklamışta.”

T E R C E M E S İ
2748) “ ... (Abdullah) bin Ömer ( Radıyallâhü anhümâ) dan: Şöyle de­
miştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) velâ’nm satılmasını ve


hibe edilmesini yasaklamıştır.”

İ Z A H I
Müellifimizin iki senedle rivâyet ettiği bu hadîs Kütüb-i Sitte’-
nin hepsinde rivâyet edilmiştir. Velâ’nm Türkçe karşılığını terceme-
de ve bâbm başlığında parantez içi ifâde ile açıkladım. Bilindiği gi­
bi âzadlanan köle ve câriye öldükleri zaman soy ve sihri akraba­
larından mirasçüan bulundukları zaman mirasçı olurlar. O köleyi
veyâ câriyeyi âzadlayan kimse veyâ onun mirasçıları bu köle ve câ-
riyenin malma mirasçı olamazlar. Fakat âzadlanmış köle ve câriye
öldükleri zaman hiç mirasçıları yok ise onları âzadlayan kişi miras-
456 SÜNEN-Î tBN-î MÂCE

çx olur. Âzadlayan erkek veyâ kadm ölmüş ise, onun asabe ismi ve­
rilen erkek akrabaları onlara mirasçı olur. İşte âzadlayan kişinin, o
ölmüş ise asabe sayılan erkek akrabalarının âzadlanmış kişiye mi­
rasçı olma hakkına “ Velâ” ve “ Mevlâlık” ismi verilir. Hadîs, bu hak­
lan satış veyâ hibe yoluyla başkasına devredilemeyeceği hükmünü
beyân eder.
H a t t â b î : î b n ü ’ 1- A ’ r â b i ’ nin M u h a m m e d b i n
Z i y â d ’ dan naklen beyânına göre Arablar velâ hakkrnı parayla
satarlardı. Bu durum onlar arasında yaygın idi. Semra Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bu işi yasakladı, diye'bilgi verdikten son­
ra H a t t â b i : Bu hüküm hakkmda âlimler icmâ etmiş gibidir,
der.
(n )

16 — M İRASLARIN TAKSİM NEVİLERİ BÂBI

. ^[1 u»«ıl ui<w» • «lîljjM j

T E R C E ME S İ

2749) "... Abdullah bin Ömer ( Radtyallâhü anhürnâ) ’dan rivâyet edildi­
ğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Câhiliyet devrinde taksim edilmiş olan miras malı, câhiliyet dev­


rindeki tşksim şekli üzerinde (geçerli) dir. İslâmiyet’in yetiştiği mi­
ras malı da İslâmiyet’in taksim şekli üzerinde (geçerli) dir.»”
Not : Zevâid’de şöyle denilmiştir: Râvi İbn-i Lehîa’nın zayıflığı nedeniyle
bu sened zayıftır.

İ Z A H I

Zevâid yazan bu hadîsi Zevâid türünden saymış ise de bunu


E b jû D â v û d da rivâyet etmiştir. Ancak şu noktadan Zevâid
türünden sayılabilir: Buradaki hadîs İ b n - i Ö m e r (Radıyal-
lâhü anh) tarafmdan rivâyet edilmiştir. E b û D â v û d ’ un sü-
Bâb : 16 KİTÂBÜ-Iı’FERÂÎZ 457

ineninde ise müellifimiz de l , b n - i A b b â s (Radıyallâhü anhü-


mâ) ’mn hadîsini 2485 numarada rivâyet etmiştir, î b n - i A b b â s ’m
(hadîsindeki sened değişiktir ve notta zayıflığı belirtilen râvî İ b n - i
£ e l ı î, a ı şenedde yoktur.
H a 11 â b i bu hadîsin, yâni İ b n - i A b b â s ’ m E b û .
D â v û d tarafından olan rivâyetinih açıklaması bölümünde özetle
şöyle der:
Bu hadîs, câhiliyet devrinde olmuş bulunan nikâhlar ve malî
konularla ilgili hükümlerin geçerli sayıldığına, câhiliyet devrinde bu
hükümlerle amel eden kimseler sonra müslüman olunca evvelce iş­
lemiş oldukları bu nevî hükümlerinin red edümiyeceğine, fakat müs-
lümanlığı kabul edenlerin İslâmiyet’e girdikten sonra bu nevî hü­
kümleri uyguladıkları takdirde bunların geçersiz sayılacağına ve İs­
lâmî hükümlere uydurulmasının gerekliliğine delâlet eder.

BU HADÎSTEN ÇIKARILAN MÎRAS HÜKMÜ ŞUDUR

Bir miras malı câhiliyet devrine göre henüz taksim edilmemiş


iken mirasçıların tamamı veyâ bir kısmı müslüman olurlarsa artık
taksimat İslâmî hükümlere göre yapılır. Fakat mirasçılar müslüman
olmadan önce mal câhiliyet devri usûlüne göre taksim edilmiş ise ar­
tık o taksimat geçerli sayılır.
İ b n ü ’ l - K a y y i m bu konu hakkında şu bilgiyi v e r ir :
Bir kâfir ölür ve malı henüz taksim edilmemiş iken mirasçüa-
nndan biri müslüman olur ise: Ö m e r b i n e l - H a t t â b ,
O s m a n , İ b n - i M e s ’ û d ve e l - H a ş a n b i n A l i
(Radıyallâhü anh) ’a göre müslüman olan mirasçı İslâm’a göre his­
sesini alır. C â b i r b i n Z e y d , e l - H a s a n , M e k h û l ,
Katâde, Humeyd, lyâs bin Muâviye, İshâk
bin Râheveyh ve bir rivâyete göre A hm ed b in Han-
b e 1 de böyle demişlerdir. A h m e d ’ in arkadaşlarının ekserisi
de bu görüştedir. Fakat fıkıhçılann büyük ekseriyeti ve diğer üç mez-
heb im am ları: Müslüman olan kişi mirasçı olamaz. Mal taksim edil­
dikten sonra müslüman olduğu takdirde mirasçı olmadığı gibi, mal
taksiminden önce de müslüman olduğunda yine mirasçı olamaz, de­
mişlerdir. Çünkü mirasçı ile ölen yakım arasmda din ayrılığı vardır.
Din ayrılığı ise mirasçılığa mânidir.
458 SÜNEN-1 ÎBN-Î M Â C E

J r-' (w )
17 — BEBEK (DOĞDUĞUNDA) İSTİHLAL EDİNCE
(BAĞIRINCA) MİRASÇI OLUR. BÂBI

*j f '(? i'!>" * •/*. S t i'J '« •> ' S fCi* - tv* ‘


/ v

T E R C E M E S İ
2750) "... Câbir (bin Abdillah) (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivâyet edil­
diğine göre; Resülullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Bebek (doğduğunda) istihlâl edince (bağırınca veyâ hayat be­


lirtisi gösterince) cenâze namazı kılınır ve mirasçı olur.»"

öui
*
l- . ı-j. s• >
Jüyı s* yat l » - tv« \
«Si a Iİ Jf j C <cJxL3'l y ‘ A - T J CjP1
. AÎ. .

. « \ IjC J î. J. v » £§| s

.^ il c -ç -j 3 K y ‘ :$

T E R C E M E S İ
2751) "... Câbir bin Abdillah ve el-Misver bin Mahrama (5) (Radtyal­
lâhü anfıüm)’den rivâyet edildiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) şöyle buyurdu, demiştir ;
«Bebek (doğduğunda) bağırarak istihlâl etmedikçe (ses çıkar­
madıkça) mirasçı olmaz.»
(Râvi) demiştir k i : Bebeğin istihlâl'ı, ağlaması, bağırması veyâ
aksırmasıdır.”

İ Z A H I
\

ilk hadis, sönenimizin 1508 numarasında geçmiştir. Orada da


belirtildiği gibi bunu T i r m i z i ve N e s â i de rivâyet etmiş­
lerdir. Bu hadiste beyân edilen bebeğin cenâze namazı ile ilgili bilgi

(5) Bu zâtın hâl tercemesi 2640. hadis bölümünde geçti.


Bâb ; 17-18 KÎTÂBÜ-L’FERÂİZ 459

ve âlimlerin bu husustaki görüşleri orada izah edilmiştir. Tekrarla­


maya gerek yoktur.
tkinci hadîsi e 1- M i s v e r (Radıyallâhü anh) ’den, müellifi­
mizden başka kim tarafından rivâyet edildiğine dâir bilgi edineme­
dim.
Bebeğin istihlâl’ı, doğduğu zaman ses çıkarması, aksırması, ağ­
laması mânâlarına yorumlandığı gibi hayat belirtisini göstermesi mâ­
nâsına da yorumlanmıştır. îstihlâl’ı hayat belirtisi mânâsına yorum
layan âlimlere göre bebek doğduğunda ağlama, bağırma, aksırma,
nefes alıp verme veyâ hareket etmek gibi her hangi bir hayat belir­
tisini gösterdiği zaman, mirasçılık hakkmı kazanmış olur ve kendi­
sine mirasçı olunur. îstihlâl’ı böylece geniş mânâya yorumlayan âlim­
ler arasında S e v r i , E v z â î , E b û H a n i f e ’ nin arka­
daşları ve Ş â f i i de bulunur.
Bir kısım âlimler ise istihlâl’ı bağırma mânâsına yorumlamışlar­
dır. Bunlara göre bebeğin mirasçı olabilmesi ve kendisine mirasçı olu­
nabilmesi için doğduğu zaman bağırması şarttır. Sâdece hayat belir­
tisinin bulunması yeterli değildir. İ b n - i A b b â s , C â b i r
b i n A b d i l l a h , Ş ü r e y h , N a h a i , M â l i k ve M e ­
d î n e - i M ü n e v v e r e halkı bu görüşte olanlardandır. Z ü h -
r î : Ben aksırmayı istihlâl sayma görüşündeyim, demiştir.
Şerhü’s-Sünne y a z a n : Bir insan ölüp de mirasçısı anne karam­
daki bir bebek ise, bebeğin mirası durdurulur. Eğer diri olarak do­
ğarsa mirasını alır. Şâyet ölü olarak doğarsa, mirasçılık hakkı yok­
tur. Ona düşünülen hisse, diğer mirasçılara verilir, demiştir.
Bebeğin mirasçılık ve kendisine mirasçı olma durumu hakkmda
geniş bilgi fıkıh kitablarında anlatılmıştır. İsteyenler oralara mürâ­
caat edebilirler.

J ’r J ' ı5 \ J * ^*4 J » r 0 A)

18 — (KÂFİR) ADAM (MÜSLÜMAN) AD AM IN


ELLERİ ÜZERİNE MÜSLÜMAN OLUR, BÂBI

•'S* 9. & ü* e Ü ~ TV‘ T


S £ jı £ ! 3aa A Â ^ •• 2 k : ^ ^

■ > j-; 3i ^
SÜNEN-Î İBN-İ MACE

T E R C E M E S Î

27S2) “ ... Temîm ed-Dârî (6) (Radtyallâhü atıhyd&n; Şöyle demiştir:


Ben (bir defa) : Y& Resûlallah! (Müslüman) adamın elleri üze­
rine müslümanlığı kabul eden Ehl-i Kitâb’tan olan adam hakkmdaki
sünnet ( = şer’î hüküm) nedir? diye sordum. Resûl-i Ekrem (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki s
«(Müslüman) adam, müslümanhğı kabul edene, hayatında ve
ölümünde herkesten evlâ (fazla yakıhldır.»”

İ Z A H I

Bu hadîsi T i r m i z î , E b û D â v û d , N e s â î , A h ­
in e d ve D â r i m î de rivâyet etmişlerdir. Müellifimizin rivâye­
tinde E h l - i K i t â b , yâni Hristiyan veyâ Yahudi iken müs-
lümanlığı kabûl edenin durumu sorulmuştur. Bâzı rivâyetlerde «Müş­
riklerden bir kimse müslüm anlığı kabûl edince...» tâbiri kullanılmış­
tır. Diğer bir kısım rivâyetlerde de «Bir adam müslümanlığı kabul...»
ifâdesi bulunuyor. Bu değişik rivâyetlerden çıkan sonuç şudur: Ha­
dîste buyurulan hüküm umumîdir. Yâni müslümanlığı kabul edecek
kimse ister E h l - i K i t a b ’ tan olsun, ister diğer kâfirlerden
olsun hüküm aynidir.
Bâzı âlimler bu hadisi şöyle yorumlamışlardır:
Bir kâfirin müslümanhğına vesile olan mü’min ona herkesten
fazla yalandır. Yâni mü’min, müslümanlığı kabul edene hayatı bo­
yunca iyilik etfnelidir ye mühtedî öldüğü zaman o mü’min ona miras­
çı olur. Bir kavle göre hadîsin zâhir mânâsı budur.
Cumhûra göre bu hadîs «Velâ hakkı ancak âzadlamakla oluşur»
meâlindeki hadîsle mensuhtur. Yâni kişi, ancak âzadladığı kişiye
mirasçı olabilir. Kişi, İslâmiyet’i kabul etmesine vesiyle olduğu kim­
seye mirasçı olamaz.
Bir kavle göre hadîsten kasdedilen mânâ şudur: Kişi, hidâyeti­
ne vesiyle olduğu kimseye, hayatı boyunca yardımcı olmalı, iyilik et­
melidir. Mühtedi kişi öldüğü zaman da, hidâyetine vesiyle olan mü’­
min onun cenâze namazım kıldırmak husûsunda öncelik hakkına sâ-
hiptir.

(6) Bu sahâbinin hâl tercemesi 760. hadis bölümünde geçmiştir.


B âb : 18 KİTÂBÜ-L’FERÂİZ 461

H a t t â b i bu hadîsin izahı bölümünde şu bilgiyi v e r ir :


“Müslüman kimse, elleri üzerine müslümanlığı kabul eden kâfi­
re mirasçıdır, diyen âlimler bu hadîsi delîl göstermişlerdir. Re’y eh­
li bu görüştedirler. Ancak buna şu şartı eklemişlerdir: Sözü edilen
müslüman ile hidâyetine vesile olduğu kişi arasında Muvâlat akdi­
nin yapılmış olması gerekil*. (Muvâlât akdi şöyle o lu r: Mühtedi kişi,
hidâyetine vesile olan mü’min’e : Ben bir cinâyet işlediğim zaman
benim diyetimi sen öde ve ben öldüğüm zaman mirasçım sen ol, der.
Mü’min de bu sözleşmeyi kabul eder.) Şâyet taraflar arasında bu akid
yapılmamış ise, mü’min kişi, hidâyetine vesile olduğu kimseye mi­
rasçı olamaz.
î s h â k b i n R â h e v e y h de Re’y ehli gibi hükmetmiştir.
Fakat taraflar arasmda Muvâlât akdinin yapılması şartım koşmamış­
lar.
Hadiste bu grubun görüşüne delü olacak bir açıklık yoktur. Çün­
kü hadiste mirasçılık ifâdesi yoktur. «Herkesten fazla yakınlık ve ev­
lâ olmak» ifâdesi mirasçılık mânâsma yorumlanabildiği gibi iyilik et­
mek, yardımcı olmak ve yalanlık göstermek gibi mânâlara da yorum­
lanabilir. Diğer taraftan bu hadîs mirasçılık mânâsma yorumlandığı
x i " %' ^
takdirde; «V elâ (mirasçı olma hakkı) âzadlayana

âittir» hadîsine ters düşer.


Fıkıhçılarm ekserisine göre mü’min, hidâyetine yeşile olduğu kâ-
fir’e mirasçı olmaz.

A h m e d b i n H a n b e l bu hadîsi zayıf saymıştır. A b -


d ü l a z i z d e : Bu hadîsin râvileri hıfız ve itkân ehli değildir, de­
miştir.”
H a n e f î âlimlerinden E b ü ’ l - B e r e k â t e n - N e s e f î
d e : Mûvâlât akdi meşrûdur (Muvâlât’m ne demek olduğunu yukar­
da parantez içi ifâde ile anlattım. Şöyle de târif edilebilir: îki müs­
lüman arasmda şöyle bir sözleşme yapmaktır: Önce hangimiz bir
suç işlerse gerekli diyet karşı taraftan ödenecek ve hangimiz ölürse
diğeri ınirasçı olacaktır. Muvâlât yoluyla mirasçı olabilmek için di­
ğer mirasçılardan kimsenin bulunmaması gerekir.) Muvâlât yoluy­
la mirasçı olmak sâbittir. Tüm sahâbîler bu görüştedir. H a n e f i -
1 e r ’ in görüşü de budur. Bu hadîsin yorumu da şöyledir:
Bir erkek veyâ bir kadın müslümanlığı kabul «d er ve hiç bir
mirasçısı yoktur. Âzadlanmış durumu da yoktur. Müslümanlığı ka­
462 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

bul eden kişi, başka bir müslümana: Cinayet işlediğim zaman diye­
timi ödemen ve öldüğüm zaman mirasçım olman üzere seninle mu-
vâlât akdini yaptım, der. Karşı taraf da bunu kabul ederse bu akid
kesinleşmiş olur. Müslüman adam, mühtediye mirasçı olma hakkını
kazanmış olur.
E I - M a z h â r da: Bir müslümanın elleri üzerine bir kâfirin
müslüman olması, müslümanm mühtediye mirasçı olması hakkını
kazandırmaz. E b û H a n î f e , Ş a f i î , M â l i k ve S e v r i
böyle demişlerdir. Ö m e r b i n A b d i l a z i z , S a î d b i n
e l - M ü s e y y e b ve A m r b i n e l - L e y s ’ e göre miras-
çılık hakkını kazandırır. Yâni velâ hakkı doğar. Bu grup, bu hadîsi
delil göstermiştir, der.

Hadîsin sıhhati konusundaki ihtilâfa dâir gerekli bilgi için Av-


nü’l-Mabûd’a veyâ Tuhfe’ye bakılabilir. E 1- H â f ı z , el-Fetih’te
ve A y n i i el-Ümde’de daha geniş bilgi vermişlerdir.
< > 1 * 4 - 'L - A i T - U

24 — CİHÂD KİTÂBI
Cihâd: Arab dilinde güçlük mânâsına gelen Cehd kelimesinden
alınmadır. Şeriat ıstılahında ise, Allah âdını yüceltmek için kâfirler­
le savaşmak mânasına gelir. Allah yolunda cihâd, nefisle mücâdele
mânâsına da gelir. Bu Kitâbda Allah yolunda savaşma ile ilgili ha­
dîsler rivâyet edilmiştir. Allah’m adını yüceltmek maksadıyla kâfir­
lerle savaşmak veyâ buna hazırlanmak farz-ı kifâye’dir. Fakat din
düşmanı olan kâfirler İslâm ülkesine girdikleri zaman onlarla sa­
vaşmak farzı ayn olur. Biz bu kadarlık bilgi ile yetinelim. Kimlere
farz olduğu, kimlerin bundan muaf tutulduğu husûsu ve benzeri me­
seleler fıkıh kitablannda etraflıca anlatılmaktadır.

<İ cP*» ^ ( ')


İ — ALLAH YOLUNDA CİHÂD ETMENİN FAZİLETİ BÂBI
464 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

'. A r i, . * . • -T, . ' • '* * * « '. 1 i "


t û)' d <31C j » y !• »Ju -W t j . <£JU) JjÂİftM.

T E R C E ME S İ

2753) “ ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)’den rivâyet edildiğine göre;


Resülullah (Saüaüahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Allah, kendi yolunda (cihâd’a) çıkan (müslüman) kimseye «Be­
nim yolumda cihâd, bana imân ve peygamberlerimi tasdikten başka
bir neden onu (evinden) çıkarmıyor» diye (büyük ikrâm ve çok se-
vâb) hazırlamıştır. (Allah) “O kimseyi cennete dâhil etmek veyâ el­
ide ettiği sevâb veyâ ganimete nail olarak, çıktığı evine (selâmetle)
geri getirmek benim kefaletim altındadır» (diye taahhüdde bulun­
du.)» Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (sözüne de­
vamla) :

«Nefsim (kudret) elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki müs­


lümanlara güçlük çıkarmam (endişesi) olmasaydı, Allah yolunda
(cihâda) çıkan hiç bir seriyye (yâni savaş müfrezesine katılmak) dan
katiyen geri kalmazdım. Ye lâkin ben bir bolluk bulamıyorum ki on­
ları (binit hayvanlarına) bindireyim. Onlar da bir bolluk bulamıyor­
lar ki (binici olarak) beni tâkib edebilsinler. Ben (savaşa gittik) den
sonra (savaştan) geri kalmalarına da gönülleri râzı olmaz. Muham­
med’in nefsi (kudret) elinde ulan (Allah) a yemin ederim ki Allah
yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra (dirilerek) savaşıp katlölunmayı,
sonra (tekrar dirilerek) savaşıp öldürülmeyi arzularım» buyurdu.”

* <s *j * ^ d ) y. I — TV® i

üaÇiİIs d l Cfc û *1 Cj* £


* V < ^ »» * 0 * '

^*»1 *31 İ î J t ' * < A j k JaÜ. ,


* * * ' +
J . (J* \3i\ - < *~ f

. ^ jıij SJf\ Um ( ,_jjJI Ju«*« (j, j !JÎİJj

T E R C E ME S İ

2754) “ ... Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anA)’den rivâyet edildiğine gö­
re; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
B âb : 1 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 465

«Allah yolunda cihâd eden (müslüman) kimse, Allah’m (şu) ga­


rantisi a lto d a d ır: Allah ya onu mağfiretine ve rahmetine katar ve­
yâ onu sevâb ve ganimetle (evine selâmetle) geri döndürür. Allah
yolunda cihâd eden (müslüman) kimse, (evine) dönünceye kadar
durumu, (bu sürece) gevşeklik etmeksizin (gündüzleri) oruçlu ve
(geceleyin) ibâdete devamlı kimsenin dununu gibidir.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Atiyye bin Said el-Avfî
bulunur. Bu râvîyi Ahmed, Ebû Hâtim ve başkaları zayıf saymışlardır.

İ Z A H I
Ebû H ü f e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini B u h â r i ,
M ü s l i m , N e s â î ve M â l i k de rivâyet etmişlerdir. Bu
hadîsin bâzı cümleleri kudsî hadîs şeklinde ifâde edilmiştir. Bu ne­
denle bâzı ifâdeleri parantez içinde ilâve etmek durumu oldu.
Mücâhidin cennete girmesinin Allah’m kefâleti altında olmasın­
dan maksad, Allah’m ikram ve ihsanı ile cennete kavuşturulması­
dır. Mücâhidin selâmetle ve bol ecirle veyâ bol ecirle beraber gani­
metle evine döndürülmesi ile ilgili cümleden maksad da onun hem
maddî hem de mânevi veyâ yalnız manevî mükâfatla evine dönme­
sidir.

Mücâhidin bu mutluluğa erişebilmesi için, cihâdım, nâm ve şöh­


ret gibi dünyevî maksadlarla değil, sırf Allah rızâsı için ve ihlâslı
yapması gereklidir. Hadîs bu duruma da işâret etmektedir.
İhlâslı mücâhid’in şehid edilmesi hâlinde cennetlik olduğuna dâir
cümle ile ilgili olarak K â d ı I y â z : Bu cümleden maksad sa­
vaş şehidinin ölür ölmez derhal cennete dâhil edilmesi olabilir. N i­
tekim Allah Teâlâ şehîdlerle ilgili bir âyette; ]- r j
«Onlar Rableri yanmda dirilerdir, nzıklanırlar...» buyurmuştur. Anı-
lan cümle ile şu mânâ kasdedilmîş olabilir: Mücâhid, hesaba çekil­
meden, azab edilmeden ve hiç bir günahtan dolayı müâhaza görme­
den, Allah’a çok yakın kullarla beraber öncelikle cennete girer. Çün­
kü sahîh bir hadîsle sâbit olduğu gibi şehîdlik, günahlara kefâret
olur.
Hadîste geçen “ Seriyye” savaş müfrezesi demektir. N e v e v î :
Seriyye, askerî müfrezedir. Bâzen ordudan ayrılarak düşmana sal­
dırıp tekrar orduya katılır. İ b r â h î m e l - H a r b i demiş k i :

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 -F .: 30


466 SÜNEN-İ İBN-İ MACE

Seriyye, yaklaşık dörtyüz kişilik müfrezedir. Bu müfreze genel­


likle gece yürüyüş yaptığı için ona seriyye ismi verilmiştir, diye bilgi
verir.
Hadîsin son kısmında Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm),
savaşa giden her askeri müfrezeye katılma iştiyakım beyân buyura­
rak, ancak müslümanlara olein şefkat ve merhameti dolayısıyla bâzı
küçük savaşlara katılmadığım belirtmektedir. Şöyle ki, Resûl-i Ekrem
(Aleyhi's-salâtü ve’s-selâm) herhangi bir savaşa katıldığı zaman tüm
müslümanlar refakat etmek ister ve geri kalmaya gönülleri râzı ol­
maz. Tüm müslümanlann savaş araç ve gereçlerini, özellikle binit
hayvanlarım sağlamaya ne Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se-
lâm) ’in ne de müslümanlann o günlerdeki güçleri yetmiyordu. Sa­
vaşa gidecek olanların bir kısmının yaya olarak, süvârileri tâkip et­
mesi güçlüğü açıktır. Binit hayvam temin edemiyenleri savaşa götür­
memek, gidemeyenleri derin üzüntüye sevk eder. İşte bu güç duru­
mu dikkate alan Resûl-î Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bâzı sa­
vaşlara bizzat katılmamayı uygun bulmuştur.
Hadisin en son fıkrası da gâziliğin ve şehîdliğin faziletini, şehîd-
liği temenni etmenin ve güç yetmez hayırlı işleri dilemenin meşru­
luğunu belirtir.
Cihâdın farz-ı ayn olmayıp farz-ı kifâye olduğu hükmü de bu
hadîsten çıkarılır.
E b û S a î d (Radıyallâhü anh) ’m hadisi ise Zevâid türün-
dendir. Bu hadis de cihâdın üstün faziletini beyân eder.
Mûeâhid, şehîd edildiği takdirde İlâhî mağfiret ve rahmete, edil­
mediği takdirde, sevab ve ganimete kavuşma garantisine sâhiptir.
Aynca cihâd süresi boyunca, gündüzleri oruçla ve geceleri ibâdetle
ihyâ etmişçesine sevap kazanır.

ıH j > ( r)
2 — ALLAH (AZZE VE CELLE) YOLUNDA SABAHLEYİN
V E Y Â AKŞAM LEYİN (CİHÂD İÇİN) YÜRÜYÜŞ Y A P M A
(FAZİLETİNİN BEYÂNI) BÂBI

‘jfi UlI A a:VÛ- il İl i ü ijj 3/ ? y] t » - rv» •


" ip i. U İ I 3A ) Lİ.İ y ‘ J t f v ‘^ # !
., u U ' j Ç i l i . İl Jl-
Bâb: 2 KİTABÜ-LCİHAd 467

T E R C E M E S İ

27S5) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)’dtn rivâyet edildiğine göre:


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Sabahleyin veyâ akşamleyin herhangi bir vakitte Allah yolunda


(cihâd için) bir kere yürüyüş, dünyadan ve dünyadaki şeylerin hep­
sinden hayırlıdır.»”

TE R C E ME S İ

2756) “ ... Sehl bin Sa’d es-Sâidî (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivâyet edil-
diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Sabahleyin veyâ akşamleyin herhangi bir vakitte Allah yolunda


(cihâd için) bir kere yürüyüş, dünyadan ve dünyadaki şeylerin hep­
sinden hayırlıdır.»”

T E RCE ME S t

2757) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü a « â )’den rivâyet edildiğine gö­
re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Sabahleyin veyâ akşamleyin herhangi bir vakitte Allah yolunda


(cihâd için) bir kere yürüyüş, şüphesiz dünyadan ve dünyadaki şey­
lerin hepsinden hayırlıdır.»”

İ Z A H I
Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadisini B u h â r i ,
M ü s l i m ve T i r m i z i , S e h l (Radıyallâhü anh) ’m hadisini
468 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

bunlar ile N e s â i ve E n e s (Radıyallâhü anhûmft) ’nmkini


yine bunlar ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir.
Hadîste geçen “ Ğadve” ve “ Ravha” kelimelerinin anlamlarıyla
ilgili olarak e l - H â f ı z , el-Fetih’te: “Ğadve, Ğuduv”dan alın-
madır. Guduv, gündüzün başlangıcmdan ortasma kadar olan sürenin
herhangi bir zamanında çıkmaktır. Ravha da Ravâh’tan alınmadır.
Ravâh, gündüzün ortasından gün batmcaya kadar olan sürenin her­
hangi bir zamanında çıkmaktır, der. Bu çıkışlar AJlah yolunda savaş­
mak amacıyla olduğu için yürüyüş sözcüğü ile terceme ettim. Çünkü
bilindiği gibi askerî harekât için çevremizde, yürüyüş kelimesi kul­
lanılmaktadır.
Böyle bir yürüyüşün dünyadan ve dünyadaki bütün şeylerden ha­
yırlı olması ile kasdedilen mânâ ile ilgili olarak da e l - H â f ı z ,
İ b n - i D a k î k i ’ l - Î y d ’ den naklen şu bilgiyi v e r ir :
Bilindiği gibi bütün dünya ve içindekiler, cennetteki nimetlerin
bir zerresine bile denk değildir. Fakat cennet nimetleri dünyada gö­
rülemiyor. Dünya nimetleri ise görülüyor. Görülemeyen cennet ni­
metleri ile görülebilen dünya nimetleri arasnıda bir mukayese ya-
püdığı takdirde cennet nimetlerinin değeri daha iyi anlaşılır. İşte bu
nedenle hadiste bu mukayese yapılmıştır. Kasdedilen mânâ şöyle
o lu r: Allah yolunda savaşmak için gündüzün herhangi bir zamanın­
da yapılan bir yürüyüş karşılığında verilecek cennet nimeti, dünya­
dan ve dünyadaki bütün nimetlerden üstündür.
Hadîsteki cümle ile şu mânâ da kasdedilmiş olabilir: Anılan bir
yürüyüş üe elde edilen sevab, bütün dünyayı, içindeki bütün varlık­
larla beraber Allah yolunda harcamakdan kazanılacak sevabtan da­
ha fazladır.
El-Hâfız, daha sonra ikinci yorumu teyîd eden mürsel bir
hadîsi nakleder.

3 — BİR G ÂZİYİ (S A V A Ş A GİDECEK MÜSLÜM ANI)


TECHİZATLANDIRANIN (SEVABININ BEYÂNI) BÂBI
Bâb: 3 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 469

M İ . 4i* 4tl S-tlU^İ j f j* £*" *Uİ â;C. j f JTj[ ( »iU ~ [ . Jal ) j \ j

T E R C E ME S İ

2758) “ ... Ömer bin el-Hattâb (RadtyaUâhü atık)’den; Şöyle demiştir:


Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururken
işittim:
«Kim Allah yolunda savaşan bir gaziyi mükemmel bir biçimde
techizatlandınrsa, o gâzî ölünceye veyâ (savaştan) dönünceye kadar
(kazandığı) sevâbın bir misli onu techizatlandıran kimseye olur.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Eğer Osmân bin Abdillah, Ömer bin el-
Hattâb (R.A.)’den hadis işitmiş ise sened sahihtir. Çünkü el-Tehzîb’te müellif,
bunun Ö m e r ’d e n olan rivâyetinin mürsel olduğunu söylemiştir.

T E R CE ME S İ

2759) Zeyd bin Hâlid el-Cühenî (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edil­


diğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim, Allah yolunda savaşan bir gâziyi teczihatlandınrsa, o gâ-
zînin sevâbmdan hiç bir şey eksiltmeksizin sevâbnun bir misli o kim­
seye olur.»"

İ Z A H I

Zevâid türünden olan Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini


îbn-i H i b b â n da rivâyet etmiştir. Z e y d (Radıyallâhü
anh) ’m hadîsinin birer benzerini, B u h â r i , M ü s l i m , T i r ­
m i z i ve N e s â î de rivâyet etmişlerdir.

Gâzînin techizatlandınlması, onun binek hayvanım ve savaş için


gerekli araç ve gereçleri ile diğer ihtiyaçlarım temin etmek, demektir.
470 SÜNEN-t İBN-İ MACE

Birinci hadîste geçen istiklâl masdanndan alınma fiilin mânâsı


gâzînin savaş araç ve gereçlerinden hiç bir şeye muhtaç olmayacak
biçimde savaşabilir duruma gelmesidir.
Her iki hadis de bir gâziyi savaşa hazırlamanın sevâbmm yüce­
liğine delâlet eder. Asr-ı Saâdette müslümanlardan fakir olanlar, Re­
sûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ve zengin olan sahâbiler ta­
rafından techizatlandırılırdı. Techizatlandınlamayanlar savaşa katı-
lamıyorlardı. Bu gibi sahâbiler bâzen M e d î n e - i M ü n e v v e ­
r e ’ de kalıp savaşa giden müslümanlann işlerine ve hizmetlerine
bakarlardı. ^
*1)1 ” (3 (3*4$ v-jlı ( t )

4 — ALLAH TEÂLÂ YOLUNDA M AL H ARCAM ANIN


FAZİLETİ (N İN B E Y Â N I) BÂBI

• 9 i*1' l İ *>. ^<*1 J f

T E R C E M E S İ

2760) “ ... Sevbân ( Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre; Re­


sûlullah (Sallallahü Aleyhi î t Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Adamın harcadığı dinarın en faziletlisi (sevabça en üstün ola­


nı), onun çoluk çocuğuna harcadığı dinâr, Allah yolunda bir at için
harcadığı dinâr ve adamın Allah yolunda (savaşan) arkadaşlarına
harcadığı dinardır.»”

**
Bâb : f i ' k î t A b ü -L’c îh â d 471

« • . •* i,, . »- • V l ' ' • "■ '• /*' '• -»T"


<dB> j Jâ» l j i *Dİ J a - j Ijft J X j^ 4 »

•( * ^ CTt! £ _ ic lû *l **s\ji) 4». V i *Â A ^ j A « jJ l jİîL * * — 4Ü

. jue. ^>1 Jtt Ij5”j . < _ » J6 • «4İ oU-l j : jMyjlI

T E R C E M E S İ

2761) "... A li bin Ebi Tâlib, Ebü’d-Derdâ, Ebû Hüreyre, Ebû Ümâme
el-Bâhilî, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Amr, Câbir bin Abdillah ve İmrân
bin el-Husayn (Radtyallâhü anhütn)'den rivâyet edildiğine göre bu zâtların hepsi
Resülullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den :

-Kim evinde oturup (yâni savaşa katılmayıp) da Allah yolun (da


savaşanlarla bir nafaka (mâlî yardım) gönderirse ona beher dirhem
karşılığında yediyüz dirhem (sevâbı) vardır. Kim de Allah yolunda
bizzat savaşır ve bu uğurda mal harcarsa ona beher dirhem karşı­
lığında yediyüz bin dirhem (sevâbı) vardır» buyurduğunu sonra;
[ j i L âp-Iİoş 4»Ij = (“ ... V e Allah dilediğine kat kat (sevâb) ve­
rir...) âyetini okuduğunu rivâyet etmişlerdir.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Halil bin Abdillâh bu­
lunur. Zehebi: O, tanınmıyor, demiştir. İbn-i Abdilhâdl de böyle demiştir.

İ Z A H I

S e v b â n (Radıyallâhü anh) ’ın hadîsini M ü s l i m , T i r -


m i z i , N e s â î ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir. İ b n ü ’ 1 -
M e l i k bu hadisin şerhinde: Yâni bu üç yere yapılan harcama,
diğer hayırlı işlere yapılan harcamalardan faziletçe üstündür. Hadis­
te anılan üç yer arasmda da fazilet açısından bir sıralama vardır.
Bu da hadisteki sıra durumudur, demiştir. Yâni en faziletli dinâr
adamm çoluk çocuğuna harcadığı dinârdır. Bundan sonra en faziletli
dinâr, adamm savaş ve benzeri hayırlı yollar için hazırladığı binit
hayvanı uğruna harcadığı dinârdır. Üçüncüsü; adamm, Allah yolun­
da savaşan arkadaşlan için harcadığı paradır.
Bazıları: Hadiste bir sıralama durumu yoktur. Anılan üç şey sa­
yılmış, fakat birisinin diğerinden sonra olduğuna dâir bir kayıd yok­
tur. Ancak şöyle söylenebilir: Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve's-se-
lâm) ’in anılan üç şeyi sırayla sayması hikmetsiz değildir, demişler­
dir.
472 SÜNEN-t ÎBN-Î MACE

Sekiz sahâbî (Radıyallâhü anhüml’den rivâyet edilen ikinci ha­


dis ise Zeyâid türündendir. Bu hadîs de savaşa katılmayıp, savaşan­
lara maddi yardımda bulunan müslümamn harcadığı meblâğm ye-
diyüz kat ve savaşa katılıp da bu uğurda mâli harcamada bulunan
müslümamn harcadığı meblâğm yediyüz bin kat artırılarak, yâni bu
kadar harcama yapmışcasma sevâb kazandığına delâlet eder. Re­
sûl-i Ekrem (Âİeyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bu hadîsi buyurduktan
sonra okuduğu âyet, B a k a r a sûresinin 261. âyetinin bir bölü­
müdür ve Allah yolunda harcanan malın sevâbınm kat kat arttırıl­
masının Allah’m dilemesine bağh bulunduğuna delâlet eder. Resûl-i
Ekrem bu âyeti, hadîste haber verdiği üstün fazileti teyid için oku­
muştur. Bu âyetin tamamının meâli şöyledir:
«Mallarım Allah yolunda harcayanların durumu, (ekilen) öyle
bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve beher başak­
ta yüz tane bulunmuş olur. Allah Teâlâ dilediğine kat kat artırır.
Allah vâsi’ (lûtfu genişidir, (her şeyi) bilendir.» (261).
Yukanya meâlini aldığım âyetin izâhı için tefsir kitablarma baş­
vurmayı tavsiye etmekle yetineyim.
i ) J ( j İâJUzH ı_ıl> (o}

S — CİHÂDI BIRAKM AK H ARKIND AKİ TEHDİD BÂBI

İsj yjik G e s jü ift t? .p - m v

İ-M i jl P . j ' J 'i ’j ’< y 8 e r 5' C f ‘ ( Cf

T E R C E ME S İ

2762) "... Ebû Ümâme (Radtyallâhü anh)’den rivâyet edildiğine göre;


Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Kim savaşmaz, veyâ bir gâziyi techizatlandırmaz, ya da savaşa


giden bir askerin çoluk çocuğuna nâmusluca bakıp (işlerini gör­
mekle) yerini tutmaz ise Allah sübhâne kıyamet gününden önce
onun basma ansızın bir felâket getirir.»’’

4 $ )> A d e ü i » ) ğ '3 j j l « - i j S » t » 3 fû * U & - m r


Bâb: 5 KİTÂBÜ-L’CÎHÂD 473

" J V J 0 J

. « \J? A.İ J «Âl ”"i) ( «Âl JjA*. (J ^ 8

T E B C E M E S t

2763) “ ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine göre;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim Allah yolunda (cihâdla ilgili) bir eseri (ameli) bulunma­


dığı halde Allah’a kavuşur (yâni ölür) se, o kimse (kıyâmet günü)
bir eksiği olduğu halde Allah’m huzûruna çıkar.»’’

İ Z A H I
Ebû Ü m â m e (Radıyallâhü anh) ’m hadisini E b û D â ­
vûd, E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anhl’ın hadisini ise
T i r m i z i ve H â k i m de rivâyet etmişlerdir.
Birinci hadîste geçen “Karia” beklenmedik belâ, âfet ve musibet
mânâsına gelir. Bu hadîse göre, savaşa gitmek, savaşa gideni techi-
zatlandırmak ve savaşa giden bir müslümanın geride bıraktığı ço­
luk çocuğuna nâmuşluca bakıp işlerini görmek, diye sayılan üç şey­
den hiç birisini yapmayan bir kimse, hayatta iken büyük ve ânî bir
belâya uğrar. S i n d i bu hadisin izâhı bölümünde: I b n ü ’ l -
M ü b â r e k ’ ten rivâyet edildiği gibi bu durumun Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in dönemine mahsus olduğu umulur, de­
miştir.

İkinci hadîste geçen “ Eser” den maksad, alâmettir. Sülme de nok­


sanlık ve eksiklik demektir. E 1- K â r i , el-Mirkat’t a : Hadîsteki
eser’den maksad alâmettir. Yâni yaralanma, yürüyüş nedeniyle toz­
lanma, bedenin yorulması, mâlî yardımda bulunma, savaş araç ve
gereçlerini temin etme, savaşa hazırlanma gibi savaş alâmetlerin­
den hiç biri olmaksızın ölen kimse, şehîdlik ve cihâd etme mutlulu­
ğuna eren kimselere nazaran eksikliği bulunduğu halde Kıyâmet gü­
nü gelir. Bu hadisin, cihâda gitmesi farz olan kimseler hakkmda ol­
ması muhtemeldir. Yâni savaşa gitmesi farz olan bir kimse bunun
hazırlığına güişmeyip görevini ihmal eder ve bu durumda ölürse kı-
yâmet günü eksikli olarak Allah’m huzûruna çıkar, demiştir.
T ı y b î d e : Bu hadîs düşmanla savaşmaya, nefisle ve şeytan­
la mücâdeleye şümullüdür. Cihâd eseri de buna göre değişik olur, de­
miştir.
474 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

(t)
6 — MÂZERET KENDÎSÎNİ CİHÂDDAN a l a k o y a n
KİMSE (H AKKIND A GELEN HADÎSLER) BÂBI

6J\cf &ts£ üj S.»* •£4 S ü Ut» - m ı


£ j J i Ö\» 3 6 . o j J & f ö ı ; ' />& | | i s 3 '£ > ü : d6

!<j9İ3 ı *.ıj)k«<j ' lyfc*”v[ y&s Vj <ji*—


» 1
. « jJuîl . O J L jl » OU î o A ’|jkj

T E R C E M E S İ

2764) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü a »A )’den; Şöyle demiştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Tebûk savaşından dö­


nüp Medîne-1 Münevvere'ye yaklaşınca (sahâbîlere) :
— «Şüphesiz, Medine’de öyle bir (erkek) cemaati var ki, yürü­
düğünüz yol boyunca ve geçtiğiniz her derede sîzlerle (sevâb bakı­
mından) beraber idiler» buyurdu. Sahâbiler:
— Y â Resûlallah! Onlar Medine'de oldukları halde (mi?) diye
sordular. Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
• (Evet). Onlar Medine’de oldukları halde. (Hastalık ve güçsüz­
lük gibi meşrû) mazeret, onlan (savaşa katılmaktan) alakoydu» bu­
yurdu.”

■ j î & . ş k f > v . ö t - s îs-1 - m *

•;-5tİ.v5
r Âir/p*
r İ .v'ç,«'£.4' 4. m >3^: 3*=a(si"A 3£
.. J ü l •JrVI d V I <Û>
.(S «£T. 34 Sıâl .v il 3İ»
T E R C E M E S İ

2765) "... Câbir (bin Abdillah) (Radıyallâhü ankümâyâan rivâyet edil­


diğine göre: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
Bâb : 6 KÎTÂBÜ-L’C Î H Â D 475

«Medine'de bir takım erkekler var ki, geçtiğiniz her derede ve


yürüyüş yaptığınız her yolda şüphesiz onlar (bu savaşa âit) sevâbta
siziere ortak oldular. (Çünkü hastalık ve güçsüzlük gibi meşrû) ma­
zeret, onlan (savaşa katılmaktan) alıkoydu.»
(Müellifimiz) Ebû Abdillah bin Mâcete dedi k i : (Hadîs’in metni
ya böyledir) veyâ Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in
buyurduğu gibidir. Ben bu hadîsin metnini aynen yazdım."

İ Z A H I

Enes (Badıyallâhü anh)’ın hadisini E b û D â v û d da


az bir değişiklikle rivâyet etmiştir. Ordaki rivâyete göre meşrû mâ-
zeretleri nedeniyle savaşa katılamayıp M e d î n e - i M ü n e v v e ­
r e ' de kalanlar, savaş seferine katılan sahâbîlerin harcadıkları ma­
lın sevâbını da kazanmışlardır.
Câbir (Radıyallâhü anh) ’ın hadisini M ü s l i m ve İ b n - i
H i b b â n da rivâyet etmişlerdir. B u h â r i de ta’likan naklet-
miştir.
Müellifimiz bu hadisi rivâyet ettikten sonra, bunu şeyh’inden ri­
vâyet ettiği şekilde yazdığını belirtmekle beraber bir ihtiyat olmak
üz.ere «Veyâ Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's selâm)’in buyurduğu
gibidir.» sözünü söylemiştir. Bu sözü söylemek bir çok âlimlerce pren­
sip hâline getirilmiştir. Bundan amaç, mânevi mes’uliyetten kurtul­
maktır. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bir hadi
sini rivâyet ederken en ufak bir hatâya düşmemek gerekir. Bu nok­
tayla ilgili bilgiler Sönenimizin başlangıç kısmında verilmiştir.
T e b û k savaşma katılamadıkları halde bu sefere katılan mü-
câhidler gibi sevâba eriştikleri bildirilen M e d î n e - i M ü n e v ­
v e r e ’ deki erkek sahâbilerin mâzeretlerinin hastalık olduğu,
M ü s 1 i m ’ in bir rivâyetinde belirtilmiştir. Fakat hadis şârihleri
bu mâzeretin yanında mâli veyâ bedeni güçsüzlük mâzeretinin de
bulunduğunu diğer bazı rivâyetlerden yararlanarak nakletmişler-
dir.
N e v e v i , C â b i r ’ in hadisinin şerhinde : Bu hadis, hayır
işlerine niyet etmenin faziletine ve savaşa ya da başka ibâdete ka­
tılma kararında olmakla beraber meydana gelen bir meşrû mâzeret
nedeniyle katılamayan kimsenin katılmışcasına sevâb kazandığına
delâlet eder, demiştir.
476 SÜNEN-1 İBN-İ MACE

M e d î n e - i M ü n e v v e r e ’ de kalan özürlü sahâbîlerin,


mücâhidlerin sevâbına ortak olmalarının mânâsı, mücâhidlerin sevâ-
bmdan hiç bir şey eksilmeden bunun bir mislinin onlara ihsân edil­
mesidir. ,
(y)
7 — ALLAH YOLUNDA RIBAT (SINIR VE
ÖNEMLİ MEVKİLERDE DÜŞM ANA KARŞI
BEKLEME) FAZİLETİ (N ÎN BEYÂNI) BÂBI

o *5 S > j» * •p 3. (p - vn\
«yjiÜ&S ■j&'J*- . 3& x
y Jji-Sbi &>■’c p il tyiıÇK!DÜ5
M '£ yjı vı
. s l,; ü j ı , . L j t ‘ Uû> Jii 3 ^ ~ j lu ij

T E R C E M E S İ
2766) “ ... Abdullah bin ez-Zübeyr ( Radtyallâhü ankümâ)’dan; Şöyle de­
miştir :

Osman bin Affân (Radıyallâhü anh), cemaata bir hitâbede bu­


lundu ve (bu arada) şöyle söyledi:
Ey insanlar! Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den
şüphesiz bir hadîs işittim. Sîzlere ve arkadaşlığınıza olan tutkunlu­
ğumdan başka hiç bir şey bunu size rivâyet etmeme mâni olmadı
(Yâni benden ayrılarak serhadde nöbet tutmaya gideceğiniz endişe­
siyle şimdiye kadar size rivâyet etmedim). Artık dileyen kimse ken­
disine (nbâtı) seçsin veyâ bıraksın. Ben Resûlullah (Sallallahü A ley­
hi ve Sellem) ’i şöyle buyururken işittim :
«Kim Allah Sübhâneh yolunda bir gece nbât (yâni serhadde ve
önemli yerlerde düşmana karşı bekleme) de bulunursa, o bekleyişi
bir günün (nâfile) orucu ve gecesinin ibâdeti gibi olur.*”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Abdurrahman bin Zeyd
bin Eşlem vardır. Ahmed, İbn-i Muin ve başkaları bu râviyi zayıf saymışlardır.
Bâb : 7 KÎTÂBÜ-L’CİHÂD 477

İ Z A H I
Bu bâbta rivâyet edilen hadislerde ve bu bâbm. başlığında geçen .
“ Ribât” kelimesinin mânâsım özlü olarak yukarda belirttim.
K a s t a l â n î bu kelime ile ilgili olarak şu bilgiyi v e r ir :
“ Ribât” , düşman sınırlarına yakın önemli yerlerde müslümânla-
nn ikâmet edip sınırları korumaları ve düşmanlan gözetlemeleridir.
Ribât’ın asıl mânâsı cihâd üzerinde durmaktır. Bir kavle göre Ribât,
devamlılık ve ayrılmamak mânâsmadır. Diğer bir kavle göre Ribât,
eşyayı bağlamakta kullanılan bağ mânâsmadır. Serhadde düşmana
karşı bekleyen kimse kendisini bu işe bağladığı veyâ savaş atım bağ­
ladığı ve her an savaşa hazır vaziyette durduğu için bu bağlılığına
Ribât ismi verilmiştir.”
Zevâid yazan bu hadîsi Zevâid türünden saymışür. Am a T i r ­
m i z i bunun bir benzerini O s m â n b i n A f f â n (Radı-
yallâhü anh) ’m mevlâsı E b û S â 1 i h aracılığıyla O s m â n
(Radıyallâhü anh)’den rivâyet etmiştir. Ordaki rivâyete göre; O s-
m â n (Radıyallâhü anh) minber üzerinde cemaâta hitaben:
Benim etrafımda dağılırsınız (yâni serhadde gidip nöbet tutarsı­
nız) endişesiyle, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’den işit­
tiğim bir hadisi şüphesiz sizden gizledim. Sonra kişi arzu ettiğini
kendine seçsin diye bu hadisi size anlatmayı uygun buldum. Ben
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’i şöyle buyururken işittim :
«A llah yolunda bir gün nbât, başka yerlerdeki bin günden ha­
yırlıdır.»
Tuhfe yazan da bu hadîsin şerhinde: Bu hadîsi, A h m e d ,
N e s â î ve I b n - i M â c e h de rivâyet etmiştir, der. Şu du­
rumda bu hadîs Zevâid türünden sayılmayabilir. Ancak yukarda işâ-
ret ettiğim gibi rivâyetlerdeki kelime farklılığı ve biraz da mânâ
değişikliği vardır. Bununla beraber hasen - garîb olan T i r m i z î ’ -
nin hadîsi hurdaki hadîsi teyid ve takviye etmiş olur.
Hadîste geçen “Dmn” kelimesinin asü mânâsı cimriliktir. Sahâ-
bet de refakat ve arkadaşlıktır. O s m â n (Radıyallâhü anh), et­
rafındaki sahâbilerin ve diğer cemâatin kendisinden ayrılıp, serhad
şehirlerine nbâtm yüce sevâbmı elde etmek amacıyla gitmelerinden
endişe duyduğu için bu hadîsi bir süre rivâyet etmediğini belirtmek
istemiştir. Daha sonra hadîsi rivâyet etmiştir.
Bir farz namazı edâ ettikten sonra diğer farz namazı beklemek
de Ribât'm bir çeşitidir. Buna dâir hadîsler vardır. Ancak bunun ci-
«8 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

hâd için olan ribât’a benzetildiği ve asıl ribât’m cihâd için serhadde
olan ribât ve bekleme olduğu âlimlerce beyân edilmiştir.
M ü s 1 i m ’ in rivâyet ettiği bir hadiste bir günlük ribât’m bir
aylık (nâfile) oruçtan ve B u h â r i ’ nin rivâyet ettiği başka bir
hadiste bir günlük ribât’ın dünyadan ve dünyadaki bütün şeylerden
hayırlı olduğu rivâyet edilmiştir.

) . OlîîJI j OU*- •f ' i < ü; jf x *a . : •lîljjl' ıj


. )ej J J* ili-M-Vl JUj Aİ

T E R C E M E S İ

2767) “ ... Ebû Hüreyre (RadtyaUâhü anh) ’den rivâyet edildiğine göre;
Resülullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Kim, Allah yolunda ribât (yâni serhadde veyâ önemli bir yer­
de düşmana karşı beklemek) te iken ölürse, dünyada işlemiş olduğu
iyi amelinin sevâbı (ölümünden sonra da) üzerine akıtılır (yâni ame­
line devam ediyormuş gibi sevâbı devam ettirilir), nzkı da ona akı­
tılır (yâni ölümünden sonra da rızıklanır), imtihân ediciler (kabir
meleklerin) den emin olur ve Allah onu kıyâmet günü korkudan emin
olarak diriltir,»"
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahihtir. Râvİ Mabed bin
Abdillah bin Hişâm'ı İbn-i Hibbân sika (güvenilir) râviler arasmda anmıştır. Râ-
vt Yûnus bin Abdi’l-A’lâ’nm rivayetini Müslim almıştır. Senedin kalan râvileri
Buhâri’nin şartı üzerinedir.

t Z A H I

Zevâid türünden olan bu hadisi T a b a r â n î ’ de el-Evsat’ın-


da rivâyet etmiştir.
Hadiste geçen; ûUâJI kelimesi “ el-Füttân” diye okunabilir. Bu
Bâb: 7 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 479

takdirde “ Fâtin’’in çoğuludur. Fâtin imtihân eden, kişiyi fitneye so


kan gibi mânâlara gelir. Burada, kabirde ölüyü sorguya çeken me­
lekler kasdedilmiştir. Şu halde kâfirlerin saldırılarını engellemek ve
İslâm ülkesini düşmandan korumak amacıyla serhadde veyâ önem­
li başka yerlerde bekleyen bir mü’min bu durumda iken ölürse, ka­
bir meleklerinin sorgularından emin olur.
Bu kelime “ el-Fettân” şeklinde de okunabilir. Bu takdirde "Fâ-
tin” in mübâlağası olur, yâni çok fitneci mânâsım ifâde eder. S i n -
d i ’ ye göre bu takdirde bundan kasdedilen mânâ inşam kabir fit­
nesine sokan şeytân ve benzerleridir. Şu halde, ribâtta iken ölen bir
mü’min, kabir fitnesine sebebiyet veren şeytân ve askerlerinin şer­
rinden emin olarak ölür, mânâsı kasdedilmiştir.
Bu kelime hangi şekilde okunursa okunsun, bundan maksad in­
şam kabir azabına sokan şeytânlar, askerleri, şer insanlar ve kabir
sorgu melekleri ile azâb melekleri olabilir. Böylece umumi bir mâ­
nâ ile yorumlayanlar olmuştur. Hülâsa bu cümleden, ribât hâlinde
iken ölen bir mü'minin kabir azâbından emin olduğu sonucu çıkar.
Bu cümlenin zâhirine göre sözü edilen mü’min kabir sorgusundan
da emin kılınır. Bâzı âlimler is e : Savaş hâlinde kâfirler tarafından
şehîd edilenler kabir sorgusundan emindirler. Bunların dışında ka­
lan mükellefler kabir sorgusuna tâbidir. Ancak bâzı mü’minler sor­
guya tabi olmakla beraber azâbtan muaftırlar. Mürâbıtlar, yâni ri­
bât hâlinde olanlar da bu durumda iken ölürlerse kabir sorgusuna
tabi olmakla beraber kabir azâbından, eziyet ve işkenceden emindir­
ler, demişlerdir.
Hadiste geçen “ Fezâ’ ” kelimesini korku mânâsma terceme et­
tim. Bundan maksad “ Fezâ-i ekber" olabilir. Nitekim bâzı rivayetler­
de bu tâbir kullanılmıştır. “Fezâ-i ekber = En büyük korku", kıyâ-
met günü yapılacak hayır ve günah hesapları neticesinde kişiyi ce­
henneme sevketmek mânâsına yorumlanmıştır.
Ribât hâlinde iken ölen bir mü’minin kıyâmet korkusundan ve­
yâ cehenneme sevk edilme korkusundan emin olarak dirileceği müj­
desi verilmiştir.
Hadiste verilen diğer müjdeler ise, ribât hâlinde iken ölen bir
mü’minin hayatta iken işlemiş olduğu ibâdetler, hayırlar ve tüm iyi
amel ne ise ölümünden sonra da kıyâmete kadar bunları işliyormuş
gibi sevâbınm kesintisiz devam etmesidir. N e v e v i ’ nin dediği
gibi bu fazilet başka kimseye verilmemiştir. Yararlı ilim, sadaka-i
câriye, yâni devamlı yarar sağlayıcı köprü, çeşme, mescid gibi hay-
480 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

rat bırakan v© takvâ sâhibi evlâd yetiştiren mü’minlerin defterinin


kapanmayacağı ve ölümlerinden sonra da kendileri için sevâb yazı­
lacağı husûsunda sahih hadîs mevcuttur. Am a o hadiste sözü edilen­
lerin dünyada iken işlemiş oldukları eserler ölümlerinden sonra da
durduğu için bu nevî ameller henüz kesilmiş sayılmazlar. Bu neden­
le sâhipleri yararlanır. Fakat ribât hâlinde iken ölen bir mü’min’in
geriye bıraktığı bir eser olmasa bile ve amelleri sona ermiş olması­
na rağmen, sona ermemiş gibi sevâb işi devam eder. Meselâ, hayat­
ta iken namaz kılmış, oruç tutmuş, zikir ve teşbihlerde bulunmuş­
tur. ölüm le bu nevî ameller sona ermiş olur. Yâni geriye bırakılan
ilim, sadaka ve evlâd gibi devam etmez. Fakat devam etmişçesine
sevâbı devam ettirilir.
Bir diğer müjde de ribât hâlinde iken ölen mü’minin şehîd gibi
ölümünden sonra da Allah tarafmdan cennet nimetleri ile nzıklap-
masıdır. Savaş şehîcüerinin ölü olmayıp Allah katında diri oldukla­
rı -:•* • " v « T *ı'
n ve nzıklandıklan; pcj {D âyetiyle sâbittir. Ri­
bât hâlinde ölen mü’min de şehîd gibi Allah tarafmdan n zık l anıy o r
ve hayatı devam ediyor. Allah bizleri bunlardan eylesin.
Bu hadisin birer benzerini M ü s l i m , S e l m â n (Radı-
yallâhü anh) ’den ve başka hadisçiler de başka sahâbîlerden rivâyet
etmişlerdir. Bu rivâyetler d© hadisin sıhhatini teyid etmektedir.

- ’J l- .‘J ; j \ ' £ £ , î s i â î i .s â S

'fa : f a i ı j Z ' S

jU ja i Ç J * ^ «i / * . H J * IH ^

tİ\ J j i I j Ar W !* *

\'jŞ\ *C & ı &

<O C . jj ^ ‘^ ^ •'->')

i &;> *c$da 'i *j£ r3.p 'JRtş. lSSj


. « yüaı y i, Ji

(1) Âl-i îm rân: 169


B&b : 7 KİTÂBÜ-L'CİHÂD «81

JjnCaJ . İJ' y f ) • ,-JUa»» y*J i ij' sf" < j . ı_jua«* iU^-| İJA t JbljjJI J

• «*~» AİJ kiili £•j . k^S""”tf, -^J^i f

T E R C E M E S İ

2768) “ ... Übey bin K â’b (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre:
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Müslümanların avreti (yâni düşmanların sızmasından korkulan


tehlikeli mevzi veyâ serhaddilnin arkasında, Ramazan ayı dışında
sırf Allah nzâsı ve sevâbı için Allah yolunda bir günlük ribât, ecir yö­
nünden şüphesiz yüz yılın olucundan ve gecesini tâatla ihyâ etmekden
daha muazzamdır. Müslümanlann avreti arkasmda, Ramazan ayın­
da sevâbı Allah’tan bekleyerek, Allah yolunda bir günlük ribât, A l­
lah katında ve sevâb açısından (Zannımca buyurdu ki) bin yıhn ibâ­
detinden, orucundan ve gecelerini taatla ihyâ etmekten şüphesiz da­
ha üstün ve daha muazzamdır. Eğer Allah o kimseyi selâmetle çoluk
çocuğuna geri getirirse, bin yıhn günahı onun aleyhinde yazılmaya­
cak, ona hayratı yazılacaktır ve ribât sevâbı kıyâmete kadar onun
için akıtılacaktır (yâni kıyâmete kadar bu yerde nöbet beklemiş gi­
bi sevâba nâil olacaktır.)»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bu, zayıf bir seneddir. Çünkü senedde
Muhammed bin Ya'la bulunuyor. Bu râvî zayıftır. Râvî Ömer bin Subayh da boy.
ledir. Mekhûl de Übey bin K âb ’a ulaşmamıştır. Bununla beraber tedlisçidir ve
bu hadisi an'ane ile rivâyet etmiştir.

İ Z A H I

S ü y û t i de: E l - H â f ı z Z e k i y ü ’ d - D i n e l - M ü n -
z i r i , et-Terğıb'te şöyle demiştir, d e r : Uydurma alâmetleri bu ha­
dîs üzerinde parlamaktadır. Ö m e r b i n S u b a y h ’ m riva­
yeti de hiç bir zaman delil olamaz. E l - H â f ı z , î m â d ü ' d -
D i n bin K e s i r de Câmiü’l-Mesânîd’de şöyle dem iştir: Bu
hadiste bulunan ölçüsüzlük ve İslâm’ın genel hükümlerine aykırı­
lık sebebiyle en yakışır şey, bunun mevzû (uydurulmuş) olmasıdır.
Diğer bir sebep de bu hadisin, hadis uydurmakla tanman ve kezzâb-
lardan biri olan Ö m e r b i n S u b a y h ’ ın rivâyetinden ol­
masıdır.

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 - F .: Sİ


482 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

^ ıi J -1» ‘7 ^ ( A)
8 — ALLAH YOLUNDA NÖBET BEKLEMENİN VE
TEKBİR GETİRMENİN FAZİLETİ BÂBI

* *w
-lC ^
^
.££s j Xİt-liiw-.r £ j\ S ü *
- tV V

3A j =a6 s> ' j s i v ; , > > i ı & 4 > ' ^ < 'û *ij 4 1

• ukM ( vl»Jll jJİj jıi ijıllj (jr ıjf o . ,_««»> »iU—[ j

T E R C E ME S İ

2769) “ ... Ukbe bin Âmir el-Cühenî (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edil­
diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiş­
tir:

«Allah, askerlerin nöbetini tutan kimseye rahmet eylesin (veyâ


e y le m iş tir ).»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. Çünkü râvilerin-
den Sâlih bin Muhammed bin Zâide Ebû Vâkıd el-Leys zayıftır.

t i v -4 **^ t i (s^£ ~ YYV •

3 j — j C* * « * : t) t i 0 ^ \ ‘ Ji . f j \ £ j cfi

: jcl. L iîl t ^4İÂIJ < < X »j J*-j /»Ç* ^ ‘^ ^ f V a ‘~/p~ *

• £ . j f ö ' f j Ş y j ■ £ y . ' j } 7J s / * Ö J t

^6 lSjj : ^Û-l «il JSj t V c5jlasJ' Jtt <JiyU'jJjy. ^ - : •*»W l j


. ci/JV 4îı>Wİ: ^-U y\ J5j . jf~ I*» tf'S s ı : y}' • **y*y

T E R C E M E S İ

2770) “ ... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’i şöyle buyurur­


ken işittim:
Bâb : 8 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 483

«Allah yolunda bir gece nöbet tutmak, adamın kendi çoluk çocu­
ğu içinde (yâni ikâmet ettiği yerde) bin yıl (nâfile) oruç tutmasın­
dan ve gece ibâdetinden (sevabça) üstündür. (Anılan) yıl üçyüz alt­
mış gündür. Gün de bin yıl gibidir.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Buhâri ve Ebû Abdillah el-Hâkim : Râvî
Saîd bin Hâlid bin Ebi’t-Tavil, Enes (R-A.)'den bir takım mevzû hadisler rivâyet
etmiş, demişlerdir. Ebû Naîm d e : O, Enes’den bir takım münker hadisler rivâyet
etmiş, demiştir. Ebû Hâtim d e : O’nun Enes’den rivâyet ettiği hadîsler tanınmaz,
demiştir.

T E R C E M E S İ

2771) “ ... Ebû Hüreyre ( R a d ty a llâ h ü a n h ) ’d e n rivâyet edildiğine göre:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (yolculuğa çıkmak iste­


diğini söyleyen) bir adama s
«Sana, Allah’tan korkmayı ve her yüksek yerde tekbir getirmeyi
tavsiye ederim» buyurdu.”

İ Z A H I

U k b e (Radıyallâhü anh)’m hadisini H â k i m de rivâyet


etmiştir. Bu hadîste geçen “Hares” , hâris’in çoğuludur. Hâris, nöbet­
çi ve bekçi mânâsma gelir. Askerler, vatan ve müslümanlann bekçi­
liğini yaptıkları için onlara hâris denilebilir. Burada askerler kasde­
dilmiştir. Hadis askerlerin nöbetini bekleyenlerin Allah’m rahmetine
kavuştuklannı müjdeler. Hadîs, bir duâ mâhiyetinde olabilir. Yâni
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bunlara rahmet duâsmda
bulunmuştur.
Bâzı âlimlere göre düşmana karşı gözetleme görevini yapanlar
bu hadîsin şümûlüne girer. Çünkü bunlar da serhaddeki veyâ cep­
hedeki asker için nöbet tutma durumundadır.

Zevâid yazan bu hadîsin senedinin zayıf olduğunu söylemiştir.


Fakat Câmiü's-Sağîr şerhinde bunun sahih bir hadis olduğu ifâde
484 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

edilmektedir. H â k i m ’ in rivâyetindeki senedin sahih olması ih­


timâli hatıra gelir.
Enes (Eadıyallâhü anh) ’den rivâyet edilen hadisin zayıf ol­
duğu, notta belirtilmiştir. Câmiü’s-Sağîr şerhinde bu hadîsin münker
olduğu teyid edilmiştir. Z e h e b i de el-Mizân’d a : Bu hadîsin ifâ­
desi hayret vericidir. Eğer bu ifâde sahih olsaydı, bir gecelik nöbet,
üçyüz altmış milyon yıllık nâfile oruç ve gece namazından üstün
olurdu, demiştir.
Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini Kütüb-i Sit-
te'nin kalanlarında göremedim. Câmiü’s-Sağir şerh ve hâşiyelerinde
belirtildiğine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bu tav­
siyeyi, yolculuğa çıkmak isteyen ve yolculuğuyla ilgili tavsiye tale­
binde bulunan bir adama yapmıştır.
Hadiste geçen “Takva” kelimesini korkmak ile terceme ettim. Tak­
va, korkmak, sakmmak mânâsma gelir. Takvâ din ıstılâhında çeşitli
mânâlara gelir. Burada kasdedilen mânâ, Allah’ın emirlerine uymak
ve O’nun yasaklarından kaçınmak sûretiyle O’ndan korkmak, azâ-
bından sakınmaktır. E l - A l k a m i : Takvâ, Allah’m farz, vâcib
veyâ sünnet kıldığı şeyleri ihmâl etmekten sakmmak olduğu gibi
O’nun haram veyâ mekruh kıldığı şeylerden kaçınmak da olabilir.
Şu halde takvâya sarılmak için yapılan uyan hem emrolunan şeyle­
ri ihmal etmekten, hem de yasaklanan şeyleri işlemekten sakınmayı
ihtivâ eder, demiştir.
Hadiste, her yüksek yerde tekbir alınması tavsiye edilmiştir. Ha­
dîste geçen “Şeref” yüksek yer mânâsmadır. Yine e l - A l k a r n i :
Yolculuk esnâsmda yüksek yerlere çıkıldıkça tekbir getirmek müs-
tehabtır. Çünkü tekbir şeytân’ı yolcudan uzaklaştınr ve yolculuk ha­
raretini, sıkıntısını giderir, demiştir. S i n d i de yüksek yere çı­
kıldıkça tekbir getirmenin hikmeti ile ilgili olarak: Çünkü yaratığın
irtifâı, yaratıcının irtifâmı, yâni yüceliğini ve azametini hatırlatır, de­
miştir.
Bu hadisin benzerini B u h â r i , M ü s l i m , E b û D â v û d
ve N e s â i , A b d u l l a h b i n Ö m e r (Radıyallâhü anh) *-
den rivâyet etmişlerdir, O rivâyete göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-sa­
lâtü ve’s-selâm) bir savaş veyâ hac, ya da ömre yolculuğundan dön­
düğü zaman yolculuk esnasmda vardığı her yüksek yerde üç kez
tekbir getirir ve sonra belirli bir zikir ederdi. Rivâyetler, O’nun oku­
duğu zikri de beyân etmişlerdir, öğrenm ek isteyenler andan kitab-
lara başvurabilirler.
Bâb : 9 KİTÂBÜ-L'CtHÂD

9 — NEFİR (KÂFİRLERLE S A V A Ş M A Y A G lD E N ’
TOPLULUK) İÇİNDE (CİHADA) ÇIKMAK BÂBI

T E R C E M E S İ
2772) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine göre:
(bir kere) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellent)'den söz edildiğinde kendisi
şöyle demiştir:

«O, insanların en güzeli idi, insanburm en cömerdi idi ve insan­


ların en cesûrü idi. Bir gece Medlne-i Münevvere halkı bir düşman
baskını korkusuyla sesin geldiği tarafa doğru gittiler. Resülullah (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Talha’mn çıplak, eğersiz bir atı üs­
tünde, boynunda kılıç bulunduğu vaziyette vb herkesten önce sesin
olduğu yere varmış olarak (geri dönüp geldiğinde) .onlara (yâni se­
sin olduğu yere gitmekte olan Medînelilere) rastladı ve onlan geri
çevirip:
«Ey insanlar korkutulmayacaksınız,» buyuruyordu. Sonra at
için d e :
«Biz onu bir derya (gibi akıcı) bulduk» veyâ «o, bir derya (gibi
akıcı) dır» buyurdu.
(Râvîlerden) Hammâd demiştir k i: Sâbit veyâ başkası bana bu
hadîsi rivâyet ederek dedi k i : O, Ebû Talha’mn bir atı idi. A ğır gı-
486 SÜNEN-1 İBN-İ MACE

dişli olduğu söyleniyordu. Fakat o günden sonra önüne hiç geçil­


medi.”

6 S irfM fr-T V Y r

o* t i ' ö® Jc‘ ti 1
" ■-SLj*' llJ ..lû jl <j\ û '

. . I/ > IÎ V ’j ö y \'i[

• wİ2Î tjU t j j

T E B C E ME S t

2773) "... tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) ’dan rivâyet edildiğine gö­
re ; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

<(Kâfirlerle) cihâda çıkmanız (devlet yetkililerince) istendiği za­


man cihâda çıkınız.”
N o t: Bunun senedinin sahih ve râvilerinin sıkâ (güvenilir) zâtlar olduğu,
Zevâid’de belirtilmiştir.

&y ıS Ş s İ U İ * , r:%ü fr S - TVYl

ot t G .3 * j.* o * * cf- ‘ 3' *ö *^ '

. « ju* j ‘ j ‘^ ^

T E R C E ME S İ

2774) “ ... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre;


Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Allah yolundaki bir toz ve cehennem dumanı müslüman bir ku­


lun içinde toplanmaz.»"

< £ \ \ m • t £ ^ — Â)t { J \ j Ü Ü — T V V ®

t*Si Jjt—t i J LT*® ^ t i 3^ : 3^ O*** ^Û* ‘ (/■

. « o ü f t 'r *i. ı s d ı - 1 j ü t ^ v c t t: j V ofc"


B âb: 9 KÎTÂBÜ-L’CÎHÂD 487

T E R C E M E S İ

2775) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine gö­
re Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim öğle Ue akşam arasmdaki zaman içinde Allah yolunda (ci­


had için) bir yürüyüş yaparsa, (o yürüyüş dolayısıyla) kendisine ko­
nan tozun misli kıyamet günü ona misk olur.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bu, hasen bir seneddir. Râvileri hakkında
ihtilâf vardır.

İ Z A H I

Bu bâbm ilk hadîsi Kütüb-i Sitte’nin hepsinde rivâyet edilmiştir.


Enes (Radıyallâhü anh) bu hadîste Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâ­
tü ve’s-selâm)’in bâzı üstün meziyyetlerini dile getirmiştir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in insanların en gü­
zeli olmasından maksad sâdece maddî ve şekil yönünden olan gü­
zellik değildir, her yönden olan güzelliktir. Yâni yaratılışı, huyu,
sûreti, sîreti, soyu, beşerî münâsebeti, arkadaşlığı ve diğer yönleri
bakımından insanların en güzeli idi. Cömertliği ve cesâreti ile ilgili
cümleyi de ayni şekilde yorumlamak gerekir,
Enes O ’nun üstün cesâretine dâir bir örneği açıklamıştır. Şöy­
le k i :
M e d î n e - i M ü n e v v e r e ’ ye düşmanın baskın düzenle­
diği haberi geceleyin yayınlanınca Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) E b û T a 1 h a ’ mn çıplak bir atma binerek düşman
sesi sanılan semte hızla ve herkesten önce koşturup vanyor. Yâni
zaman kaybı endişesiyle ata eğer bile koymaya fırsat bırakmıyor.
Şonra düşman baskmı haberinin asılsız olduğunu anlayıp oradan dö­
nüşünde M e d î n e - i M ü n e v v e r e halkının o semte doğru
gitmekte olduklarını görüyor ve onlan geri çevirip, korkulacak bir
şeyin bulunmadığını bildiriyor.
Hadîste geçen “ Bahr” kelimesi deniz, derya ve su mânâlarına ge­
lir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), E b û T a l h a ’ nin
atını deryaya, suya benzetiyor. Yâni bu at su gibi aktı ve çok hızlı
koştu, demek istiyor. A ğır yürüyüşlü olduğu söylenen bu atm böyle
hızlı koşması Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bir mûci-
zesîdir.
488 SÜNEN-t İBN-t MÂCE

HADİSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER


1. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in insanların en
güzeli, en cömerdi ve en cesâretlisi olduğu belirtilmiştir.
2. Başkasına âit atı emâneten ve eğreti olarak almak meşrûdur.
3. Hayırlı bir iş için eğreti istenen atı ve benzerini vermek müs-
tehabtır.
4. Bir İslâm beldesine düşman baskını olduğunda buna karşı koy­
mak için cihâda çıkmak gereklidir. Devlet adamları da bu hizmete
bizzat katılabilirler.
5. Cihâda giden müslüman silâhlanarak gitmelidir.
6. Hadîs Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in üstün te-
vâzuunu (gönül alçaklığımın bir örneğini verir. Çünkü eğersiz bir
ata binerek gitmiştir.
î b n-i Abb âs (Radıyallâhü anh) ’m hadisi Zevâid türünden-
dir. Bu hadîs, devlet yetkilileri tarafmdan kâfirlerle cihâda çıkmaya
çağırılan müslümanlann cihâda çıkmalarının farz-ı ayn olduğuna de­
lâlet eder.
Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh)'m hadisini N e s â î
de rivâyet etmiştir. Aynca T i r m i z î , H â k i m ve B e y h a k i
de birer benzerini rivâyet etmişlerdir.
Enes (Radıyallâhü anhl’m son hadîsi ise Zevâid türümdendir.
Bu iki hadîs de Allah yolunda savaşa gitmenin faziletini bildirmekte-
dirler. .
V • v ’)
10 — DENİZ SAVAŞI FAZİLETİ (N İN BEYÂNI) BÂBI

6. t t i î .# z s u t » - m

I jlaJu ^ el* Ü (j-)! < jl* * ’ ü Üt £»£■ j *

: c iÜ • jr . , J a : c ife i^\

< jâ \ û * > 3 j T l $ t: ı > i

.fc ât 3t*.j^L. J s i. i ! 'jı ;'J b , ;> v ‘ı &

-Ig k « S . J j 5 t -W
.y cJUf S jL 'S *
Bâb: 10 KİTÂBÜ-L'CİHÂD

T E R C E M E S İ

2776) Enes bin Mâlik’in teyzesi Ümmü Harâm bint-i Milhân ( Ra-
dıyaüâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün benim yakınım­


da uyudu. Sonra gülümsiyerek uyandı. B en:

Y â Resûlallah! Seni ne güldürdü? diye sordum. Resûl-i Ekrem


(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :.

«Rü’yâmda bana ümmetimden bir grup şu deniz üstünde padi­


şahların tahtlarına kuruldukları gibi vapurlara binerek (Allah yo­
lunda savaşa) gittikleri durumda bana gösterildi (de ona güldüm)»
buyurdu. Ümmü H arâm :

(Y â Resûlallah!) Benim de o deniz gazilerinden olmaklığım için


Allah’a duâ et, diye ricâda bulundu. Enes demiştir k i ;

Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun için duâ etti.


Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tekrar uyudu.
Bir süre sonra yine gülümsiyerek uyandı. Ümmü Harâm da (ilk)
sözünün mislini söyledi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
de birinci cevâbının mislini ona söyledi. Ümmü Harâm d a :

(Yâ Resûlallah!) Beni o gazilerden eylemesi için Allah’a duâ et, de­
di. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ona) :
«Sen birincilerdensin» buyurdu.

Enes demiştir k i : Hakikaten Ümmü Harâm, kocası Ubâde bin es-


Sâmıt ile beraber Muâviye bin Ebi Süfyân’m kumandasında (ve Şâm
vâliliği zamanında) müslümanlann düzenledikleri ilk deniz savaşı­
na katıldılar. Müslümanlar savaşlanndan (zaferle) dönüp (deniz­
den) Şâm (toprakların) a çıkınca Ümmü Harâm binsin diye kendisi­
ne bir hayvan (katır) yaklaştırıldı. (Ümmü Harâm bineceği esnada)
hayvan onu (yere) düşürdü ve o böylece şehîd oldu.”
490 SÜNEN-İ İBN-Î MÂCE

İ Z A H I

Bu hadîsi Kütüb-i Sitte sâhiplerinin hepsi ve A h m e d de ri­


vâyet etmişlerdir.

Ümmü Harâm (Radıyallâhü anh), E n e s b i n M â ­


l i k (Radıyallâhü anh)’ın annesi Ü m m ü S ü l e y m (Radı-
yallâhü anhâ) ’mn ana baba bir kız kardeşidir. N e v e v i bu hadi­
sin şerhinde özetle şu bilgiyi v e r ir :
Âlimler, Ü m m ü H a r â m ’ m Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-sa­
lâtü ve’s-selâm) ’e mahrem olduğu husûsunda ittifak etmişlerdir (Mah­
rem, nâmahrem’in karşıtıdır, nikâhlanması ebedi olarak haram olan
mânâsmadır. Adamm, anası, teyzesi, halası gibi.) Fakat, Ü m m ü
H a r â m ’ m O ’na mahrem olması yönü husûsunda ihtilâf vardır.
İ b n - i A b d i ’ l - B e r ve başkaları: Ü m m ü H a r â m O’nun
süt teyzelerinden idi, demişlerdir. Diğer bir kısım âlim ler: Ü m m ü
H a r â m , O’nun babasının veyâ baba babasının teyzesi idi. Çün­
kü Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in dedesi A b d ü l m u t -
t a 1 i b ’ in anası, Ensâr-i Kirâm’dan olan B e n î N e c c â r ka­
bilesinden idi, demişlerdir.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in, ümmetinin kendi­


sinden sonra da devamını ve deniz aşırı ülkelere bile cihâda gitme­
lerini rü’yada görmekle istikbâle âit bu gelişme nedeniyle sevinmiş
ve gülümseyerek uyanmıştır.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) deniz savaşma katıla­


cak müslümanlan tahtlarına kurulmuş padişahlara benzetmiştir. Bâ-
zılan bu benzetişin deniz gâzîlerinin cennetteki durumlarına âit ol­
duğunu söylemişler ise de en sıhhatlisi, bunun dünyadaki vasıflan ol­
masıdır. Yâni müslümanlar, maddî imkânlannm genişlemesi, işleri­
nin düzene girmesi ve şayılanmn çoğalması sebebiyle padişahların
bindikleri muhteşem vapurlara binecekleri bildiriliyor.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ikinci kez gördüğü rü’-


yayı Ü m m ü H a r â m ’ a anlattığı zaman Ü m m ü H a r â m
yine duâ talebinde bulununca Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm) : «Sen birincilerdensin» buyurmuştur. Bu cevab, ikinci rü’ya-
nrn birinci rü’yadan ayrı olduğuna delâlet eder. Yâni ikinci rü’ya­
da Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e gösterilen müslü­
manlar, birinci rü’yada gösterilen müslümanlardan başka bir gâzî-
ler cemaatidir.
Bâb: 10 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 491

RESÛL-İ EKREM CALEYHİ’S-SALÂTÜ VE’S-SELÂM)’İN


BU HADÎSTEN Ç IK AN MÛCİZELERİ

N e y e v i bu hususta da özetle şöyle d e r :


Bu hadîs, şu mûcizeleri ihtiva ed er: Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-sa­
lâtü ve’s-selâm) ümmetinin kendisinin vefâtından sonra da varlığı­
nı muhâfaza edip güçleneceğini, muhteşem ve kuvvetli olacağını, sa­
yıca çoğalacağını, savaşacaklarını, deniz aşın ülkelere savaş için gi­
deceklerini, Ü m m ü H a r â m ’ m o zamana kadar yaşıyaca-
ğım ve deniz ğâzileri içinde yer alacağını haber vermiş ve Allah’a
şükür bunların hepsi aynen gerçekleşmiştir.
Âlimler, Ü m m ü H a r â m ’ m vefât ettiği deniz savaşının
ne zaman vukû bulduğu husûsunda ihtilâf etmişlerdir. Bu husus­
ta K â T d ı I y â z : Siyer ve İslâm târihçilerinin ekserisi demişler
k i: Bu savaş H z . O s m â n (Radıyallâhü anh) ’m halifeliği dö­
neminde vukû bulmuş, Ü m m ü H a r â m ile kocası U b â -
d e b i n e s - S â m i t bu savaşta vapura binerek K ı b r ı s ’ a
gitmişler, Ü m m ü H a r â m , K ı b r ı s ’ ta binek hayvaran­
dan düşüp orada vefât etmiş ve orada toprağa verilmiştir, der.”
( N e v e v i ’ den yapılan nakil bitti.)

V â k ı d i ve diğer bir çok siyer yazarlarının dediklerine göre


bu deniz savaşı H. 28. yılı vukû bulmuştur.

Müellifimizin rivâyetine göre savaştan dönülüp denizden S û -


r i y e topraklanna çıkılınca Ü m m ü Ha r â m, binek hay­
vanına bindiği zaman yere düşüp vefât etmiştir. Bâzı rivâyetlere
göre denizden K ı b r ı s ’ a çıkıldığında Ü m m ü H a r â m
hayvana bindiği sırada yere düşüp vefât etmiştir. H i ş â m b i n
A m m â r , Ü m m ü H a r â m ’ m kabrinin K ı b r ı s sâhi-
linde olduğunu ve ziyâret ettiğini yazar. B u h â r i şârihlerinden
Aynî de : Bu hâtunun kabri K ı b r ı s ’ tadır. Halk tarafmdan
hürmet edilir ve kuraklık olduğu zaman yağmur duâsına çıkıldığın­
da onun rûhunun da duâcı olması taleb edilir. Bu kabir ermiş bir
hâtûn kabri olarak anılır, demiştir.

N e v e v i : Bâzı ilim adamları bu hadisi delil göstererek: A l­


lah yolunda savaşmak ve bu yolda ölmek, yâni düşman tarafmdan
şehid edilmeyip başka nedenle ölmek sevab bakımından eşittir. Çün­
kü Ü m m ü H a r â m öldürülmeyip ölmüştür, derler. Lâkin hadîs
bunu ifâde etmez. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s7selâm)
Ü m m ü H a r â m ’ a ve o savaşa gidenlere: Onlar şehidler-
492 SÜNEN-Î tBN-İ MÂCE

dir, dememiş «onlar Allah yolunda gazilerdir» buyurmuştur. Fakat


M ü s l i m ’ in E b û H ü r e y r e ’ den rivâyet ettiği bir hadis­
te m eâlen:

«Allah yolunda öldürülen kimse şehid'dir, Allah yolunda ölen


kimse de şehid’dir» buyurulmuştur, diye bilgi verir.
Eesûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e ikinci rü’yasmda
gösterilen gazilerin İstanbul fethi için hicretin 52. yılı düzenlenen
savaş seferine katılanlar olduğu, hadîs şârihleri tarafından beyân
edilmektedir. Çünkü yine Ü m m ü H a r â m ’ dan yapılan bâ­
zı rivâyetlerde, Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) Ü m m ü
H a r â m ’ ın ilk deniz savaşına katılan gâzilerden olduğunu be­
yân buyurduktan sonra: «Ümmetimden Kayser’in (Doğu Roma îm-
paratorluğu’nun merkezi olan İstanbul) şehrinin savaşma giden ilk
muhâribler mağfirete erdirilmişlerdir» buyurmuş ve Ümmü Harâm :
Y â Resûlallahl Ben onlarm içinde (mi) yim? diye sorunca «Hayır.»
cevâbını almıştır.

Jl j ^ *
•. « 4» *ttl J - y » t i « j

. ( vJu^» ^ â, j : ıİ

T E R C E M E S İ

2777) “ ... Ebü’d-Derdâ ( Radıyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre:


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir.

Ümmü Harâm (R.A.)’ın Hâl Tercemesi


Ümmü Harâm bint-i Milhân, Ensâr-i Kirâm’m Beni Neccâr kabilesindendir.
Bîr kaç hadisi vardır. Buhâri ile Müslim onun bir hadîsini -—ki bu hadistir—
ittifakla rivâyet etmişlerdir. Râvîleri kız kardeşinin oğlu Enes bin Mâlik ve Ya’lâ
bin Şeddâd’dır. Peygamber zaman zaman onun ziyâretine gider ve öğle istirahatını
onun yanında geçirirdi. Hicretin yirmi yedinci yılı yapılan deniz savaşından dönü­
şünde vefât etmiştir. Mezân Kıbrıs’tadır. Kütüb-i Sitte yazarlarından Tirmizî’nin
dışındakilerin hepsi onun hadislerini rivâyet etmişlerdir. (Hülâsa : 497)
Bâb : 10 KİTÂBÜ-L’C İ H Â D 493

«Bir deniz savaşı (sevab bakımından) on kara savaşının mislidir.


Ve deniz (savaşın) da başı dönen (gâzi), yüce Allah yolanda (savaş­
ta) kam içinde kıvranan kimse gibidir.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Muâviye bin Yahya bu­
lunur ve bu râvî zayıftır.

T E R C E M E S İ

2778) i‘ ... E b i Ümâme (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’i şöyle buyurur­


ken işittim :
«Deniz (savaşı) şehidi (sevab bakımından) iki kara (savaşı) şe­
hidinin mislidir. Ve deniz (savaşın)da başı döneiı (g â z i), kara (sa­
vaşın) da kanı içinde kıvranan kimse gibidir. Denizin iki dalgası ara­
smdaki m esâfe(yi kateden g â zi) de Allah’a ibâdet (yolun) da dün­
yayı (bir baştan bir başa) kateden kimse gibidir. Şüphesiz Allah
(Azze ve C elle), ruhlan almak görevini ölüm meleğine — AzrâiFe —
vermiştir. Ancak deniz şehidini bu hükmün dışında tutmuştur. Çün­
kü deniz şehidlerinin ruhlarını bizzat Allah ahr. Ve Allah, kara şe­
hidinin bütün günahlarım bağışlar, yalnız borç (unu ödememe) gü­
nahını bağışlamaz. Deniz şehidinin de tüm günahlarım ve bore (unu
ödememe) günahını bağışlar.»”

İ Z A H I

E b û ’d-Derdâ (Radıyallâhü anh) ’m hadîsi Zevâid (ürün­


dendir. E b û Ü m â m e (Radıyallâhü anhl'ın hadîsi Zevâid tü­
494 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

ründen sayılmamış ise de Kütüb-i Sitte’rün diğerlerinde göremedim.


Ancak S i n d i ’ nin S u y û t i ’ den naklen verdiği bir ifâde bu
hadîsin T i r m i z i tarafmdan da rivâyet edildiğine işâret eder.
Mâid ve Sâdir denizde başı dönen anlamım ifâde eder. Bilindiği
gibi deniz bâzı kimseleri tutar. Böylelerinde baş dönmesi, bulantı ve
kusma görülebilir. Her iki hadis deniz savaşma katılan müslümamn
geçirdiği baş dönme sıkıntısının savaşta yaralanıp kan içinde kıv­
ranmaya benzediğine delâlet eder. Yâni baş dönme sıkıntısı da gâ-
ziler için büyük sevablara vesile olur.

Yine her iki hadîs, deniz şehidinin sevâbının kara şehidinin se-
vâbından fazla olduğuna delâlet eder. Deniz savaşının üstün fazi­
letine dâir diğer hususlar tercemeden rahatlıkla anlaşıldığı için ay­
rıntılarına girmeye gerek görmüyorum. Ancak şu noktayı belirtmek­
le yetineceğim :
Son hadis kara şehidinin kullara âit borcunu ödememesi güna­
hının bağışlanmadığına, fakat deniz şehidinin bu tür günahı dâhil
tüm günahlarının bağışlandığına delâlet eder. S i n d i ’ nin de­
diği gibi açık olan hüküm şudur ki, kişi kul borcunu ödemeye güçlü
olup durumu buna müsâid olduğuna rağmen borcunu ödememesi
günahtır. Hadîsten bu -mânanın kasdedildiği umulur.

S i n d i ’ nin beyânına göre; S u y û t î , T i r m i z i ’ nin


hâşiyesinde bâzı ilim adamlarından şunu nakletmektedir:
Bu hadîs, yâni E b û Ü m â m e ’ nin hadîsi kul haklarının
bağışlanmayacağına dikkatları çekmektedir. Çünkü kul haklan çe­
kişme ve sıkıştırma konusudur. İlgili hak sâhipleri dâvâcı durumun­
dadır. Bu hadisin günah sayılan borçlar mânâsma yorumlanması
mümkündür. Bu nevî borçlar, gayri meşrû yollarla zimmete geçiril­
miş borçlardır. Meselâ dolandıncılık, hırsızlık, gasp gibi yollarla te­
câvüz edilen kul hakkı bu nevî borçlardandır. Kezâ ödememek niyet
ve karanyla alınan borçlar da böyledir. Fakat meşrû yollarla alman
borçlar ise bu yoruma göre söz konusu edilmemiş olur. Artık bu ne­
vî borcu bulunan kara şehidi veyâ diğer müslümanlann bundan do­
layı muâhaza edilip edilmiyeceği belirtilmemiş, olur. Allah dilerse ala-
cakîıîann alacaklannı kendi hâzinesinden ödemek sûretiyle borçlu­
ları kurtanr.

Borçlu olarak ölen kimsenin durumu hakkındaki gerekli bilgi


2412-2416 nolu hadîsler bölümünde verilmiştir. Geniş bilgi için ora­
ya bakılabilir.
Bâb : 11 KİTÂBÜ-L’C İ H Â D 495

Deniz şehidinin kullara olan borcunun da bağışlandığına dâir


bu hadîs, alacaklı durumundaki kimselerin haklannm zâyi edileceği
mânâsım taşımaz. Böyle bir şey hatıra da gelmemelidir. Çünkü A l­
lah hiç bir kuluna zulüm etmez. Şu halde Allah Teâlâ deniz şehidi­
nin kullara olan borcunu bağışlayınca alacaklılara kendi hazînesin­
den haklarını öder ve böylece şehidi de borçlu durumundan kur­
tarır.

<")
I I — DEYLEM (BÖLGESİNİN FETHEDİLECEĞİN)İ
BİLDİRMEK VE K A ZV İN ’İN FAZİLETİ (N İN BEYÂNI) BÂBI

a * x; 3 İS» E -ü j, . Vfi S} t-. S“


■& - TW*ı
*^ t) ^ ^ ^ * j j j * => ■*•..> ^

f t â t 3J İ ) 36 =36 üj^ ‘< s * ‘J Ş

.$ f \ -ü : a * ji s ı > * • f-i v'ı ı}5» * S . j ') *


. « ilu iiiît j ^ .iıı [£ • i û '

: jc V JSj . \Âj^3 ,j^3 ^ . tri*


J' j 1 ti : ^

i • *’ Uj j : ^ jıt ^ıl J 63 . 6 jJ-=> y * C& : J»**' 1

• J-. =J"V^ V

T E R C E M E S İ

2779) “ ... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)’den rivâyet edildiğine göre;


Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Eğer dünya (nin ömrün) den yalnız bir gün (bile) kalsa, benim
ehl-i beytim’den bir adam Deylem dağına ve Kostantiniyye’ye (İstan­
bul’) a mâlik oluncaya (yâni fethedinceye) kadar Allah (Azze ve Cel­
ale) o günü uzatacaktır.»”

N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Kays bin er-Rabî bulu­


nur. Bu râvîyi Ahmed, İbnü’l-Medenî ve başkaları zayıf görmüşlerdir. Ebû Hâtim
d e : O, kuvvetli olmamakla beraber dürüsttür, demiştir. El-lclî de : O, hadisle
tartman, rivâyetinde çok doğrudur, demiştir. İbn-i Adî d e : Onun rivâyetleri doğ­
rudur ve hakkında söylenen söz, rivayetlerinde bir beisin olmamasıdır, demiştir.
496 BÜNEN-İ İBN-Î MÂCE

• ı<i» ».sU~| IjkA : jJI Jj

T E R C E M E S İ

2780) "... Enes bin Mâlik ( Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine gö­
re; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Dünyanın etrafını fethetmek siz (müslümanlara) nasib kılına­


cak ve Kazvln denilenbelde siz (müslümanlar)a fethedilecektir. Kim
o beldede kırk gün veyâ kırk gece nbât eder (yâni düşmana karşı
bekler) ise o kinişe için cennet’te, üstünde yeşil bir zeberced taşı bu­
lunan altından mâmul bir sütun üzerine kurulu ve kırmızı yâkut
taşlarından Çapılan bir kubbe (köşk) vardır. O kubbenin altından
mâmul yetmiş bin kapı kanadı bulunur. Beher kapı kanadının ba­
şında Hurü’l-İyn denilen bir zevce vardır.»”
N o t: Zevâid’de bu hadisin senedinin zayıf râviler zincirinden ibâret olduğu
belirtilmiştir. Buna âit gerekli bilgi izâh bölümünde verilecektir.

İ Z A H I

Bu bâbm iki hadîsi de Zevâid türündendir. Birincisinin senedi


hasendir. İkinci hadis ise mevzu hadîslerden sayıldığı e 1- C e v z i
tarafından ifâde edilmiştir. Bunun senedi ile ilgili bilgi sonradan ve­
rilmek üzere diğer hususlara geçelim.

Birinci hadiste sözü edilen zâtın beklenen Mehdi olması muh­


temeldir. S i n d i böyle yorum yapıldığım ifâde etmektedir. Bu­
nunla beraber Resül-i Ekrem (Âleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)'in bir mü-
cize olarak beyân buyurduğu fetihler bilindiği gibi gerçekleşmiştir.
Şöyle k i :
B âb : 11 KİTÂBÜ-L’CÎHÂD 497

Deylem; I r â n ’ ın C e y l â n eyâletinde bir şehir ismi ol­


duğu gibi bu bölgenin dağlık kesimine de denilir. Aynca ekseriyeti
bu bölgede yaşayan bir insan topluluğuna da Deylem ismi verilmiş­
tir. İkinci hadiste sözü edilen Kazvfn de Deylem şehrine komşu bir
ilin ismidir. Deylem ve Kazvin bölgesi hicretin 22. yılı H z . Ö m e r
(Radıyallâhü anh) ’m halifeliği döneminde B e r â bin  z i b
(Radıyallâhü anhl’ın kumandasındaki askeri bir kuvvet tarafmdan
fethedilmiştir.
Kostantiniyye ise tercemede belirttiğim gibi İ s t a n b u l ’ un
eski ismidir. Hicretin 52. yılı H z . M u â v i y e (Radıyallâhü
anh) ’ın hilâfeti döneminden itibaren müslümanlar defalarca bu bel­
deyi muhâsara altına ahp fethedilmesine çalışmışlar ise de nihâyet
bu şeref O s m a n 1 ı padişahlarından F â t i h S u l t a n
M e h m e d ’ e ve şerefli ordusuna M. 1453 yılında nasib olmuş­
tur.
İkinci hadîsin senedi ile ilgili olarak Zevâid yazan özetle şu bil­
giyi vermiştir:
Bu hadisin senedinde bulunan Y e z i d bin Ebân e r-
R a k k a ş ı , R e b ı b i n S a b î h ve D â v û d b i n e 1-
M u h a b b e r zayıf olduklan için bu sened zayıf râvîler zincirini
teşkil eder. I b n ü ’ l - C e v z i b u hadîsi mevzû hadisler arasın­
da anmış v e : Bu hadîs şüphesiz mevzudur. Y e z i d b i n E b â n’-
dan başkasının bu hadîsi uydurduğunu sanmıyorum. İ b n - i M â -
c e h ' in, bilgisine rağmen bu hadîsi kendi sünenine alıp hakkm­
da bir şey söylememesine hayret ediyorum, demiştir. S u y û t i de
I b n ü ’ l - C e v z i ’ den naklen: Bu hadîs mevzudur. Çünkü râvi
D â v û d çok hadis uydurmuştur ve burda da kendisi itham altın­
dadır. Râvî R e b i de zayıftır. Y e z i d ise terkedilmiş bir kim­
sedir. S u y û t i daha sonra şöyle d e r : R â f i i bu hadîsi ken­
di târihinde zikrederek: Bu hadis, meşhûrdur, bir cemâat tarafın­
dan D â v û d ’ dan rivâyet edilmiştir. I b n - i M â c e h de
bunu kendi süneninde rivâyet etmiştir. Hadîs hafızları İ b n - i
M â c e h ’ in sünenini B u h â r i ve M ü s l i m ’ in sahihayn
ismi verilen kitablan ve E b û D â v û d ile N e s â i ’ nin sü-
nenleriyle beraber ve denk kabul ederler. Ayni zamanda I b n . - i
M â e e h ’ in sünenindeki hadisleri delil sayarlar. Ancak şu var ki
A h m e d v e başkasının D â v û d ' u zayıf saydıkları anlatılmak­
tadır.

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 -F .: 32


498 SÜNEN-İ İBN-İ. MÂCE

^y) ( NT)
12 — BABA VE A N A S I H A Y A T T A OLDUĞU HALDE
SAV AŞA GİDEN A D A M (H AKKIND A GELEN
HADÎSLER) BÂBI

jp J l% K .Z ,1 & ıs S ’£ İ ' > J Z £ d ü » - V m

‘ ı> .ü ll J .i 4 4
^ X ^ o"
I İı 3/0 ( : ila 0 i l 3A > İ Ş İ ! Dfe İ i i l ı ı ö ç 6 V JÜ

1a c J »3 6 . : > V I Sûıj <İ l £■i İ Î İ . uS.1 <5 C îtjLı i l " , ' i l i ' j j

: i , \ s , > v ı ^ - l t ı ^ ' Ş ‘ J?• û ‘> . 3fe•' ? "c m « î Ü ‘ v - '

. ; > v ’ |/ J J , İ l i l i j S Î . a s s y .1i l ' j i l i ' J i ı İ l 3j i l (

« £ £ Ç jj . 361j » D jis ( . •j : İ Ü « t a ı i l v - 112c 3» a&


illl^ Ş l İU - S \ * i- Iiijlc - .flil
^ y «•»
1j l j î : c iÜ t ^ U l^ IV
I

ı i i 3 j ! 3 ( . ‘â : i i i « ! Ü İ v - i ı i C j . D û . ; > v ’ıs û ij j ı ^5
. « & 1 * X Î & / f3il I& Ü J .3 &

ü j ^ î - l . "â i İ l- . js» 3 | i u .iî .a ıs jıiijü s ij^ u »

V*jU5 1ÂmİU^iI t^JLull


#
I tİ
** ^ r ^
<j 4lt JLa tr 4mU-^I
^ ^ * *
’J İ î* Ç i l i^ ç b ı S K i l

< J^JLJ! ci u*^?c <j[ ^'^~A •’ <1/^ jÛc- I <3^*

T E R C E M E S İ
2781) "... Muâviye bin Câhime es-Selemî (R adtyallâhü anhütnâ) ’dan;
Şöyle demiştir:
Bâb : 12 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 499

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in yanma gele­


rek :
— Y â Resûlallah! Allah hzâsrnı ve âhiret mutluluğunu dileye­
rek seninle beraber cihâda cidden niyetlenmişimdir. (Yâni cihâda
çıkmama müsaade et) dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
— «Bağışlanasın. Annen hayatta mıdır?» buyurdu. Ben:
— Evet, dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Geriye dön de annene itaat, iyilik et» buyurdu. Sonra ben
Resûl-i. Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e diğer taraftan gide­
rek:
— Y â Resûlallah! Ben Allah’m rızâsını ve âhiret mutluluğunu
dileyerek seninle beraber cihâd etmeye cidden niyetlenmişimdir,
(yâni cihâd’a çıkmama müsade et) dedim. Resûl-i Ekrem (Sallalla­
hü. Aleyhi ve Sellem) :
— «Bağışlanasın. Annen hayatta mı?» diye sordu. B en:
— Evet, Y â Resûlallah, dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve S ellem ):
— «O halde sen annenin yanma geri dön ve ona itaat et» buyur­
du. Sonra ben Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in önüne
çıkıp:
— Y â Resûlallah! Ben Allah’m nzâsmı ve âhiret mutluluğunu
dileyerek seninle beraber savaşa çıkmaya gerçekten niyetlendi idim,
demiş. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Vah sana, vah sana. Annen hayatta mı? diye sordu. Ben:
— Evet. Y â Resûlallah, dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
— «Allah seni yarhğâsm. Sen annenin ayağına sanl. Çünkü cen­
net oradadır» buyurdu.
... Muâviye bin Câhime es-Selemı (Radıyallâhü anhümâ) ’dan
yapılan (diğer bir) rivâyete göre Câhime, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem )’in yanma gitmiş ve bunun mislini anlatmıştır.
Ebû Abdillah İbn-i Mâcete dedi k i : Bu Câhime, Huneyn (savaşı)
günü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’i ayıplayan Abbâs
bin Mirdâs es-Selemî'nin oğlu olan Câhime’dir.”
500 SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

I it 3 > # . * D ö ^ ii 3 ’j ‘ : 3& i J > â i t . £ ^ , Js&


t s '^ j j l j <c *y * t jI a M j t »* £ & • t 1
«r ” * ^ r" * * *

. « ü £ s û ! t r t p Ç L I f < L ^ 'l ^ 6 » a 6 •j L Ç 3

T E R C E ME S İ
2782) “ ... Abdullah bin Amr (bin el-Âs) ( Radtyallâhü anhümâ) ’dan ri­
vâyet edildiğine göre bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’ın ya­
nına gelerek:
— Y â Resûlallah! Ben Allah'ın rızâsını ve âhiret mutluluğunu di­
leyerek seninle cihâda gitmek niyetiyle geldim. Ve (and olsun ki)
Babam ve annem (gelişim nedeniyle) ağlamakta oldukları halde ben
geldim, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «O halde sen onlann yanma geri git de onlan ağlattığın gibi
güldür» buyurdu."

tZ A H I
Bu bâbm ilk hadisini N e s â î , A h m e d ve B e y h a k i
de rivâyet etmişlerdir. Onlann rivâyetlerine göre savaşa gitmek üze­
re Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e mürâcaat eden zât Câ-
hime (Radıyallâhü anhâ)’dır. Müellifimiz ise bu hadîsi iki senedle
rivâyet etmiştir. îkinci rivâyet onlann rivâyetlerine uygundur.
Müellifimizin birinci rivâyetinin zâhirine göre Peygamber (A ley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm) ’e cihad için mürâcaat eden zât C â h i -
m e ’ nin oğlu M u â v i y e (Radıyallâhü anh) ’dır. î b n - i A b ­
d i ’ 1- B e r r ’ de cihâd için izin isteyen zâtın M u â v i y e b i n
C â h i m e olduğuna dâir bir rivâyeti tahriç etmiştir.
Resûl-i Ekrem {Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in müracaatçıya: «Sen
annenin ayağına sanl. Çünkü cennet ordadır» mealindeki cümlesi
yerine N e s â î ’ nin rivâyetinde; <U4-’ üj»
«O halde sen annene sanl (ondan ayrılma) çünkü cennet şüphesiz
onun ayaklan altındadır.» cümlesi bulunur. Yâni cennetten nasibin
ancak annenin nzâsını kazanman hâlinde sana ulaşır. Sanki o na-
sib, annenin emrindedir ve anne onun üstünde oturmuştur. Artık
ancak anne tarafından sana ulaştırılır. Çünkü bir şey bir kimsenin
ayağı altında olunca, artık başkasına ulaşması ancak onun müsaa­
desi ve izniyle olabilir. S i n d i bü cümleyi böyle yorumlamıştır.
Cümleden maksad, anneye karşı mütevâzi davranmanın cenne­
te girmeye vesile olduğu anlamı olabilir.
Bâb : 12 KİTÂBÜ-L’CÎHÂD 501

A b d u l l a h b in A m r (Radıyallâhü aühl’ın hadîsini


E b û D â v û d ve î b n - i H i b b â n da rivâyet etmişlerdir.
H a t t â b i bu hadîsin şerhinde: "Kişinin çıkmak istediği cihâd
kendisi için farz olmayıp nâfile ise baba ve annesinin izni olmadık­
ça cihâda çıkması câiz değildi. Fakat cihâd kişiye farz-ı ayn olmuş
ise, (meselâ kâfirlerle dövüşmek için, devlet tarafından savaşa çağı­
rılmış ise), böyle bir cihâda katılmak için baba ve annenin müsaa­
desine gerek yoktur. Yukarda anlatılan hüküm müslüman baba ve
anneye mahsustur. Eğer baba ve anne gayri müslim iseler müslü­
man evlâd bunlardan izin almadan nâfile veyâ farz cihâda katılır,
diye bilgi vermiştir.
El-Fetih yazan A b d u l l a h ’ ın hadisini açıklarken: Bu
hadîste sözü edilen sahâbî’nin C â h i m e b i n A b b â s ol­
ması muhtemeldir, demiş ve bu bâbm ilk hadisini delil göstermiştir.
El-Fetih yazan daha sonra: Cumhüra göre müslüman baba veyâ an­
ne evlâdım cihâda gitmekten men ettikleri zaman evlâdın cihâda
gitmesi haramdır. Çünkü baba ve anneye itâat etmek farz-ı ayndır.
Cihâda gitmek ise farz-ı kifâyedir. Şâyet cihâda gitmek evlâd üze­
rine farz-ı ayn durumuna gelirse artık, onun babasından veyâ anne­
sinden izin alması söz konusu değildir, diyerek buna dâir delilleri
beyân etmiştir.

İlk hadîs râvileri hakkmda özlü bilgi:


M u â v i y e bin Câhime es-Selemi (Radıyallâhü
anhümâ) sahâbîdir. Râvisi î k r i m e ’ dir. Hadislerini N e s â i
ve İ b n - i M â c e h rivâyet etmişlerdir. Bâzı rivâyetlere göre ci­
had için izin isteyen zât kendisidir.

Câhime (Radıyallâhü anh) b i n A b b â s b i n M i r -


d â s e s - S e l e m î ise, yukarda durumu anlatılan M u â v i y e
b i n C â h i m e ’ nin babasıdır. Bâzı rivâyetlere göre cihâda çık­
mak’ için müsaade isteyen zât budur.

f i u n e y n savaşında Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’i


ayıpladığı müellifimiz tarafından bildirilen kişi ise C â h i m e
(Radıyallâhü anh) ’m babası A b b â s b i n M i r d â s e s - S e -
1 e m i ’ dir. Ayıplama mes’elesi şöyledir: H u n e y n savaşın­
dan elde edilen ganimet malının bir kısmı, gönülleri İslâmiyet’e yatış­
sın diye yeni müslümanlara verilince bâzı kimseler dedikodu ettiler
ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bu takdiri aleyhin­
de konuştular. El-Mudmarât'ta gönülleri henüz İslâmiyet’e yatışma­
mış olup H u n e y n savaşı ganimetinden kendilerine büyükçe
502 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

hisse verilen insanların üç sınıf olduğu belirtilerek şöyle denilmiştir:


Bunlardan bir kısmı müslümanlığı kabul etmekle beraber gönülleri
henüz İslâm’a yatışmamıştı. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se­
lâm) gönüllerini tatmin ve İslâmiyet!e yatıştırmak istedi. İkinci sınıf
ise müslümanlığı kabul etsinler ve dolayısıyla kendilerine bağlı kabi­
leler de İslâmiyet’e erişsinler diye taltif edildiler. Üçüncü bir kısım
vardı ki, şerleri defedilsin diye kendilerine bir şeyler verildi. A b ­
b â s b in M i r d â s , yâni C â h i m e ’ nin babası da bu
nevidendir.
J b tfljlJ l (\r)

13 — CİHÂDDA NİYET BÂBI

‘J z f r c f ‘l J '. ' *jP o — T V A f


* * * 0 * *
y & j I *..*■ i JrU/ je. $|| J p l J î l : i J - j i J İ JC

.«û)l Jf* KtkS' j «0)1J ( j C f t İ .ft_ j

TERCEMESİ
2783) “ ... Ebû Mûsa (el-Eş’arî) (Radıyallâhü anh) ’den rivâyet edildi­
ğine göre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e, kahramanlık için sa­
vaşan adam, hamiyyet (yâni taassub ve yakınlarım desteklemek)
niyetiyle savaşan adam ve gösteriş amacıyla savaşan adamm duru­
mu (hakkında ne buyurulur? diye) soruldu. Bunun üzerine Resûlul-
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kim yalmz tevhîd kelimesinin izzeti, yücelmesi için cihâd eder­
se ancak o kimsenin cihâdı Allah yolundadır» buyurdu."

f ü j e/ (jj— *• ıj 1 û 1 j*.' YVA£

î•- ? .« '« iıi bı .* 1' • <*. 'J • 1 ,*ı


JD J İ J 1 J Iü (j * J ' Cj* ‘ (jr <■*'

{j* ^ j ^*. z*4 JÂV

UJU-: C» VI » otî» C*ü-î* • k 1j <^ ••CÂÜ


Bâb : 13 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 503

T E R C E M E S I

2784) Acemlerden bir âzadlı olan Ebû Ukbe ( Radtyallâhü a n i)’den;


Şöyle demiştir:

Ben Uhud (savaşı) günii Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­


lem) ’in beraberinde savaşa katddım. (Savaşta) müşriklerden bir ada­
mı vurdum ve :Bu darbeyi benden al, ben fârisi gencim, dedim. Sonra
bu olay Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e ulaştı. Bunun üze­
rine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana:
«Niçin sen : Bu darbeyi benden al, ben ensâri gencim, demedin»
buyurdu."

T E R C E M E S İ

2785) “ ... Abdullah bin Amr (bin el-Âs) (Radtyallâhü anhümâ)’daa;


Şöyle demiştir:

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )'i şöyle buyurur­


ken işittim :

Allah yolunda savaşıp da ganimetle (ve sağlıkla) dönen her gâzî


grubu (âhiret) ecrinin üçte ikisini dünyada almış oluriar. Eğer hiç
ganimet elde edemezlerse (âhiret) ecirleri tam olur."

İ Z A H I
E b û M û s â (Radıyallâhü anh) ’m hadisi Kütüb-i Sitte’nin
hepsinde rivâyet olunmuştur. Bu hadîste geçen “ Hamiyyet” kelimesi­
nin m ânâsı: Aşireti, kabilesi ve yakınlan için gayretkeş ve mutaas­
sıp olmaktır. Hamiyyet için savaşmaktan maksad, aşireti ve yakmlan
hakkmda duyduğu gayret ve taassup için bunlar uğrunda savaşmak­
tır.
504 SÜNEN-t tBN-İ MÂCE

Bu hadîste işaret edildiği gibi bir adam Peygamber (Aleyhi’s-sa­


lâtü ve’s-selâm) ’a bâzı kimseler kahramanlıkla övülsün diye savaşır­
lar. Bir kısım kimseler de yakınlan uğrunda ve onlar için savaşırlar.
Diğer bir kısım adamlar da riyakârlık ve gösteriş için savaşırlar. Bun­
ların hangisinin savaşı Allah yolunda savaş sayılır? diye sormuştur.
T i r m i z i ’ nin rivâyetinde; ^ j c£İİ = «Bunların han­
gisi Allah yolundadır?» ilâvesi vardır.
Resûl-i Ekrem ise verdiği cevapta ancak tevhid kelimesinin yü­
ce olması için savaşanların cihâdının Allah yolunda olduğuhu bildir­
miştir. Yâni diğer amaçlarla yapılan cihâd Allah yolundaki savaş­
lardan sayılmaz.
Hamiyyet ve gayretkeşlik bâzen din için olur. Şâyet din için
olursa yine tevhid kelimesinin yücelmesi için olmuş olur.
Ebû Uk b e (Radıyallâhü anh) ’m hadisini E b û D â v û d
da rivâyet etmiştir. Fâris, ana dili Farsça olan milletin ismidir. Bun­
lara Acem de denilir. Bu millet toplu olarak 1 r â n ’ da bulunur.
E b û U k b e aslen İ r â n ’ lı olup H â ş i m b i n A b d - i
M e n â f oğullarının âzadlısı idi. E l - M ü n z i r i bu zâtın
B a s r a ' lı olduğunu söylemiştir. Ana dili Farsça olanlardan
I r â k ’ ta ikâmet edenler de bulunduğu için bu zâtın ilk zaman­
larda B a s r a ’ da ikamet etmiş olduğu anlaşılıyor. E b û D â -
v û d ’ un rivâyetinde bu zâtın Fâris halkından olduğu belirtilmiş­
tir. Müellifimizin rivâyetinin zahirine göre bu zât Fâris halkının
âzadlısı idi. Fakat gerek E b û D â v û d ’ un rivâyeti ve gerekse
el-Hülâsa ile Avnü’l-Mabûd’da verilen bilgi bu zâtın H â ş i m oğul­
larının âzadlısı olduğuna ve kendisinin aslen Fâris halkından oldu­
ğuna delâlet eder. Bu nedenle müellifimizin rivâyetindeki ifâdeyi
bunlara uygun terceme ettim. Zâten müellifimizin rivâyetindeki ifâ­
de böyle terceme edilmeye de müsâiddir. Acemler savaşırken düş­
manlarına darbe indirdikleri zaman kahramanlıklarını açıklamak
maksadıyla isimlerini ve mensubu bulundukları soyu dile getirirler­
di. Bu onlann bir âdeti hâlinde idi. Bu nedenle E b û U k b e alış­
tığı âdet uyannca fârisli bir genç olduğunu belirterek U h u d sa­
vaşında düşmana darbe indirmiştir. Bir kavmin âzadlısı hangi soy­
dan olursa olsun o kavme mensup olduğu için Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm) kendisine, ensâri genç olarak kendisini ta­
nıtmasının uygunluğunu beyân buyurmuştur.
E 1- K â r i bu hadîsin açıklaması bölümünde : Yâni Ey E b û
Ukbe! Sen düşmana darbe indirdiğinde öğündüğün zaman yan-
Bâb: 14 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 505

lanna hicret ettiğin ve bana yardımcı olan Ensâr’a mensub olduğu­


nu söyle. İ r a n ’ lılar o dönemde kâfir oldukları için Resûl-i Ek­
rem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), E b û U k b e ’ nin kendisini
t r â n 1 1 ’ lara mensub etmesini hoş karşılamamış ve onun kendi­
sini Ensâr-i Kirâm’a mensub etmesini emretmiştir. Çünkü Ensâr’a
intisab etmek, müslümanlara intisab etmek demektir, der.
t
El-Hülâsa’nın 455. sahîfesinde E b û U k b e (Radıyallâhü
anh) hakkmda şu bilgi verilm iştir: E b û U k b e e l - F â r i s î ,
H â ş i m oğullarının âzadlısı olup sahâbi’dir. Adının R e ş i d ol­
duğu söylenmiştir. Râvisi, oğlu A b d u r r a h m a n bin Ebi
U k b e ’ dir. E b û D â v û d ve İ b n - i M â c e h onun hadîs­
lerini rivâyet etmişlerdir.
Bu bâbın son hadisini M ü s l i m * E b û D â v û d , T i r ­
m i z i , N e s â î ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir. Bu hadîs
muhtelif şekillerde yorumlanmıştır. N e v e v i : Hadisin yegâne
doğru mânâsı şöyledir ve başka türlü yorumlanması yanlıştır: Ga­
ziler sağ, sâlim evlerine döndükleri veyâ ganimetle döndükleri zaman
ecirleri selâmetle dönmeyen veyâ selâmetle dönüp de ganimet elde
edemeyen gâzîlerin sevâbmdan az olur. Ganimet savaş sevâbının bir
parçasının karşılığıdır. Bu itibarla gâziler ganimetle döndükleri za­
man savaştan dolayı müstehak oldukları sevâbın üçte ikisini dünya­
da almış olurlar. Ganimet de sevâbın bir parçasıdır, demiştir.
Şu halde ganimet, sevâbm üçte birisine ve selâmetle dönmek de
sevâbın üçte birisine tekâbül eder. Böylece sevâbın üçte ikisi dünya­
da alınmış olur.
«dİ jJ-y» >_»Vı (\ t )
14 — ALLAH YOLUNDA SAVAŞ İÇİN
AT BAĞLAYIP HAZIRLAMAK BÂBI

« C û l l r£

T E R C E M E S İ
2786) Urve el-Bârıkî (2) ( Radtyallâhü anA)'den rivâyet edildiğine
göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

(2) Bu sahâbi’nin hâl tercemesi 2305. hadis bölümünde geçti.


506 SÜNEN-İ İBN-İ MACE

«Hayır, atın alnına dökülen saçlarında kıyâmet gününe kadar dü­


ğümlüdür. (Hayır, kıyamette sevab ve dünyada ganim ettir.)»”

T E R C E M E S İ

2787) “ ... Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)’dan rivâyet edildi­


ğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Atın ahuna dökülen saçlarında kıyâmet gününe kadar hayır dü­


ğümlüdür.»"

İ Z A H I

Urve (Radıyallâhüanh)’m hadîsini B u h â r i , M ü s l i m ,


T i r m i z î , N e s â î , A h m e d ve T a h â v i de rivâyet et­
mişlerdir.
A b d u l l a h (Radıyallâhü anhl’ın hadîsini B u h â r î ,
M ü s l i m , N e s â î ve M â l i k de rivâyet etmişlerdir. Ha­
dislerde anılan haynn ganimet ve sevab olduğu, bâzı rivâyetlerin
hadîs metninde bulunduğu için bunu parantez içinde belirttim. Hay­
rın ganimet ve sevab olduğu belirtilen rivâyetler, attan maksadın
Allah yolunda savaş için hazırlanan at olduğuna delâlet eder. Bu bâ-
bm üçüncü hadîsi de buna delâlet eder.
Hadîslerde geçen “ Nevâsî” kelimesi “Nâsiye”nin çoğuludur. Nâ-
siye, başm ön kısmı ye kâkül mânâsına gelir. Burada atm alruna sar­
kan saçların kasdedildiği, H a t t â b i ve başkaları tarafından
ifâde edilmiştir.
Savaş için hazırlanan at, sâhibinin dünyada ganimet, âhirette
de sevab kazanmasma vesile olduğu için sanki hayır, atm alnına dö­
külen saçlarma bağlıdır. Yüz ve alın en şerefli uzuv olup haynn bu
uzva bağlanması ancak kâkülde düğümlenmesi yoluyla tasvir edil­
mesi uygun olduğundan bu ifâde tarzı seçilmiştir, denilebilir.
Savaş atının hayrının kıyâmet gününe kadar devam etmesi, İs­
lâmiyet’in ve İslâmiyet uğrundaki cihâdın kıyâmetin kopmasma ya­
kın günlere kadar devam edeceğine delâlet eder. N e v e v i bu
durumu belirtmektedir.
Bâb : 14 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 507

T E R C E M E S İ

2788) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre;


Resülullah ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Atın alnına dökülen saçlarında kıyâmet gününe kadar hayır var­


dır veyâ düğümlüdür (Râvî Süheyl: Bunda ben tereddüd ediyorum,
demiştir.) At, (sâhiplerinin durumlarına göre) üç nevidir: Şöyle ki,
at bâzı kimseler için sırf sevabtır, bâzı kimseler için de (fakirliğe
karşı) bir perdedir. Bâzılannm da boynunda bir vebaldir. At, kendi-
5 i için sırf sevab olan kişi, o kimsedir ki, atı Allah yolunda (cihad
için) edinir ve (savaşa) hazırlar. Artık at kamına dâhil ettiği her
(yiyecek ve içecek) şeye karşılık sâhibi için bir sevab yazdır. Sâhibi
onu bol otlu geniş bir sahâda otlatırsa, atın yediği her şeye karşılık
onun için bir ecir yazılır. Ve sâhibi onu akar bir nehirden suvarırsa,
atın kanuna dâhil ettiği beher su damlasma karşılık onun için bir
ecir olur. (Hattâ, atın idrarlarında ve gübrelerinde olan sevabı da
508 SÜNEN-İ İBN-1 MÂCE

anlattı.) V e eğer at şahlanarak (ön ayaklarını kaldırıp) neş’e ile bir


veyâ iki tur koşsa, attığı beher adım karşılığında sâhibi içiiı bir ecir
yazdır. A t kendisi için (fakirliğe karşı) bir perde olan kişi, o adam­
dır ki, (geçimini sağlamakla) şerefini, iffetini korumak ve güzel nzık
yemek maksadıyla at edinir ve atlann sırtlarına ve karınlarına âit
hakkını onlann darlık ve genişlik (zamanların) da unutmaz. A t ken­
disinin boynunda bir vebâl (dan- kimseye gelince, bu da o kimsedir
ki, böbürlenmek, taşkınlık etmek, kibirlenmek ve halka karşı riyâ-
kârlık için, at edinir. İşte, boynunda atm vebâl olduğu adam böyle
olan kimsedir.»"

İ Z A H I

Bu hadisi B u h â r i , M ü s l i m , T i r m i z i , N e s â i
ve B e y h a k i de rivâyet etmişlerdir. Bu hadisin metni bâzı rivâ-
yetlerde kısa, bâzılannda uzundur. M ü s 1 i m ’ in rivâyet ettiği
metin, müellifimizin rivâyet ettiği metin gibi uzundur. Müellifimizin
rivâyetihde geçen bâzı kelimelerin mânâlarını açıklayalım:
M erc: Otu bol geniş arâziye denilir.
E bvâl: Bevl’in çoğuludur. Bevl, idrâr demektir.
Ervâs: Revs’in çoğuludur. Revs, gübre demektir.
Ş eref: Arâzinin yüksekçe yerine denildiği gibi at koşusunun bir
turuna veyâ son merhaleye de denilir. Bir kavle göre atm bir mil me­
safe mikdan sıçrayarak seğirtmesine denilir ve burada bu mânâ kas-
dedilmiştir. Biz bu kelimeyi bir tur mânâsına terceme ettik. Diğer
şekillerde terceme edilmesi de mümkündür.
İstinân s Atın, binicisiz ve yüksüz olarak, ön ayaklarım yerden
kaldırıp atmak sûretiyle neş’e ile koşmasıdır.

Atlann sırtlanmn hakkından maksad, onlann güçlerinin dışın­


da yük yükletilmemesidir. Atlann kannlannın hakkı ise onlara iyi
bakmak ve yemleri ile suvarma işlerini ihmal etmemektir.
Eşer: Böbürlenmek, kendini beğenmek, azmak, taşkınlık göster­
mek gibi mânâlara gelir.
Batar: Şımarmak, hakkı kabul etmemek, azmak, beğenmemek
ve böbürlenmek mânâlarına gelir.
Bezah: Eşer ve batar mânâlanm ifâde eder. Görüldüğü gibi bu
üç kelimenin mânâları birbirine yakındır.
B âb : 14 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 509

R iy â : Gösteriş mânâsmadır. Yâni zahiren Allah için görünüp, iç­


te dünya ile ilgili bâzı amaçlan gütmektir.
Tekerrüm s Şeref ve izzeti korumak, iffetli olmak gibi mânâlara
gelir. Burada geçimini sağlamak ve kimseye muhtaç olmamak niye­
tiyle ve şerefini korumak maksadıyla at edinmek mânâsı ifâde edil­
mek istenmiştir. Nitekim bâzı rivâyetlerde; “ Taâffüf = İffetini koru­
mak” ifâdesi bulunur.

Tecemmül: Ziynetlenmek, güzel nzık yemek gibi mânâlara gelir.


Burada son mânâ kasdedilmiş olabilir. A llah ’m nimetlerinden yarar­
lanmak ve nimetlerin eserlerinin kulun üstünde görülmesi dinen meş­
ru olduğu cihetle bir kibir ve gurur olmaksızın at ziynetiyle ziynet-
lenmekte bir beis olmadığı cihetle Tecemmül kelimesi belirttiğim sı­
nırlar dâhilinde ziynetlenme mânâsma da yorumlanabilir.
Hadis, Allah yolunda savaşmak için at edinmenin faziletini be­
yân eder. Hadiste atın bol otlu geniş arâzide yediği her şey ve akar
nehirden içtiği her damla su karşılığında sâhibi için âhirette ecir
ve sevab bulunduğunu ifâde etmektedir. Yâni atm yiyeceğini ve içe­
ceğini rahatlıkla bulduğu ortamda sâhibi için bu kadar sevâb var­
ken müsâid olmayan ortamlarda gazâ atma yedirilen yem ve içiri­
len su karşılığında sâhibine verilecek sevâb miktan çok daha fazla
ve üstün olacaktır.
Geçim ve kazanç için edinilen atm ise sâhibinin fakirliğine bir
perde ve engel olduğu ifâde edilmiştir. Kibir, gurur, bencillik, böbür­
lenme, taşkınlık göstermek, hakka karşı baş kaldırmak, azmak gibi
kötü amaçlarla edinilen at ise sâhibinin boynunda bir vebâl olur.
E l - H â f ı z : A t ırkının sahiplerinin durumlarına göre üç kıs­
ma ayrılması yönü şudur: Kişi ya binmek veyâ ticâret maksadıyla
at edinir. Bu iki maksaddan hangisi olursa olsun bunun beraberinde
Allah’a itâat etmek var ise birinci nevi at kısmı olur. Şâyet bunun
beraberinde günah işleme işi varsa üçüncü nevî at kısmı olur. Eğer
bunun beraberinde ne itâat ne de günah işleme yok ise atm ikinci
kısmı olur, demiştir.

- i '- - . * ; . \ \ i . , U '. ,
510 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ
2789) Ebû Katâde el-Ensârî (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildi­
ğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle ^buyurmuştur:

«Atın en hayırlısı, yağız, alnında ufacık beyaz nişan bulunan,


ayaklarında beyazlık olan, burnu ve üst dudağı beyaz ve sağ ön aya­
ğı mutlak (nişansız) attır. Eğer yağız olmazsa, bu alâmetli doru at
(da hayırlıdır.)*”

İ Z A H I
Bu hadisi, T i r m i z i , H â k i m , İ b n - i H i b b â n ,
A h m e d ve D â r i m i de rivâyet etmişlerdir. Bu hadiste ge­
çen ve atın renklerine âit bâzı kelimeleri açıklayalım:
Edhem: Siyah demektir. Buna yağız at denilir.
A k ra h : Alnında ufacık bir beyaz nişan bulunan attır. Bu nişan
bir dirhem küçüklüğünde bile olabilir. Tuhfe yazarının beyânına gö­
re bu nişan atm yüzünün herhangi bir yerinde olabilir.
Muhaccel: îki veyâ üç ya da dört ayağında bilek kemiklerinin
yukarısına kadar uzanan ve diz kapaklarım geçmeyen az veyâ çok
miktarda beyazlık bulunan ata denilir. Bu beyazlığa da Tahcîl de­
nilir.
Ersem: Burnu ve üst dudağı beyaz olan attır. Bâzılanna göre
yalnız üst dudağı beyaz olan, diğer bir kavle göre yalnız burnu be­
yaz olan ata denilir.
T u lk : Mutlak mânâsma kullanılmıştır. Atm falan ayağı Tulk’tur,
denilince o ayağın renginin atın vücûdunun ekserisinin rengine uy­
gunluğu kasdedilir.
Küm eyt: Doru mânâsmadır.
Ş iyet: Bu kelimenin asıl mânâsı, atm vücûdunun çoğundaki ren­
ge muhâlif olan her hangi bir renge denilir. Burda ise alâmet mânâ­
sında kullanılmıştır.

Bu hadîs en hayırlı atm, hadîste anlatılan alâmetleri taşıyan ya­


ğız at olduğuna ve bundan sonra da ayni alâmetleri taşıyan doru at
olduğuna delâlet eder.

T i r m i z i ’ nin rivâyetine göre hayırlı at edhem, akrah ve er­


sem olan, sonra edhem, akrah, muhaccel ve bir ayağı tulk olan at­
tır. Eğer at edhem değil ise bu alâmetleri taşıyan kümeyt at hayırlı
attır.
Bâb: 14 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 511

T E R C E M E S İ

2790) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), atm şikâl (yâni aya­


ğındaki çapraz şekilden hoşlanmazdı.”

İ Z A H I

Bu hadîsi M ü s l i m ve sünen sahiplerinin hepsi rivâyet et­


mişlerdir. M ü s l i m ile E b û D â v û d ’ un rivâyetlerinde
Şikâl’ın tefsiri tercemede parantez içine aldığım şekilde geçmektedir.
Yâni atm sağ ön ile sol arka ayaklarında veyâ sol ön ile sağ arka
ayaklarında bulunan beyazlığa Şikâl denilir.
Avnü’l-Mabûd yazan e 1- K a r i : Hadîste geçen Şikâl tefsi­
rinin Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in spzünden olmayıp
râvîye âit olması açık olan ihtimaldir. Çünkü bu açıklama Peygam­
ber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in sözünden olmuş olsaydı Şikâl ke­
limesinin mânâsmı beyân eden bir nass olurdu ve artık bu kelimenin
tefsiri husûsunda ihtilâf olmazdı, demiştir, der.
H a t t â b î d e: Şikâl bâzı rivâyetlerde böyle açıklanmıştır. Bu
kelime, atm bir ön ayağı ile bir arka ayağının tahcilli, yâni diz ka­
pağından aşağı kısmında beyazlık bulunması ve diğer arka ayağm
mutlak olması şeklinde de yorumlanmıştır, der.
N e v e v i şikâl kelimesinin tefsiri husûsunda gelen başka ka-
villeride nakletmiştir. Oraya bakılabilir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in atm şikâlından hoş­
lanmaması sebebi hakkmda bâzı görüşler beyân edilmiş ise de en
uygun olanı bunu O’nun bilgi ve takdirine bırakmaktır. Bâzılan şöy­
le derler: Belki Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bu nevî
atlan denemiş ve verimli olmadıklarım görmüş olduğu için hoşlan-
mamıştır.
512 SÜNEN-İ İBN-İ MACE

iJ^jUl ç j j û A * ! L* X^s O i s ^ \z2u — T V M

e * »* ' : J i i cÇjljH ^■-c £ c ‘ ••**■ ^ ‘ 5ri I û* ‘ Â^ic <jr A«j£ *^e

J$CT »»Aİ> <âlc ^İ\c «4JSİ 3:^** <3 jl <y»» t ) jÜŞ^ *İI 3j-**j
.........

• *'“>. • ö j}4 * - f i • V * *3^3 ■* '■ »•>^-1 j «A»ljjli j

T E B C E M E S t

2791) “ ... Temîm ed-Dârî (1) ( Radtyallâhü anh)'dm rivâyet edildiğine


göre kendisi; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dm şöyle buyururken
işittim, demiştir:
«Kim Allah yolunda (savaşmak için) bir at (edinip) bağlar, son­
ra-onu kendi eliyle yemlerse, beher yem tanesine karşılık o kimse
için bir hasene (sevab) olur.»”
N o t : Z e v â id ’d e ş ö y le d e n ilm iş tir: Bunun senedinde M uham m ed, b ab ası U k­
b e v e d ed esi bulunur. B u n lar m eçhûl k im selerd ir. M uham m ed’in dedesin in ism i de
b e lirtilm em iştir.

j Aı ^ _»lı (\®)

15 — ALLAH SÜBHÂNEHU VE TEÂLÂ YOLUNDA


SAVAŞM A (N İN FAZİLETİNİN BEYÂNI) BÂBI

i u i . t? . a J : 3 i uî . İ İ 3 i ı - l ' i u . ;> T 3 > . - tv ^ t


** • 0 • * • +

c l * y J I <• I i J:>- <J il*-* i*» • c7

. s ü ı *& < <»îî j ı y < j*-S 3? ‘ ->e J D ^


* • ^ ^ ^

T E B C E M E S t

2792) *•'... Muâz bin Cebel (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine gö­
re; kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dm şu hadîsi işitmiştir:

«Müslüman bir adam Allah Azze ve Celle yolunda bir dişi de­
venin iki sağımı arasındaki süre kadar savaşırsa o kimse için cen­
net (e Allah’m ikrâmıyla girmesi) vâcib olur.»”
Bâb: 15 KİTÂBÜ-L'CİHÂD 513

İ Z A H I

Bu hadisi T i r m i z i , E h û . D â v û d ve N e s â i de
rivâyet etmişlerdir. Hadiste geçen “Fuvâk” hayvanın iki sağımı ara­
sındaki müddet mânâsına yorumlanmıştır. Bu kelime “Fevâk” ola­
rak da okunabilir. S i n d i bu kelimeyi böyle açıkladıktan sonra :
Çünkü sağım devesi sağılır. Sonra sağıma ara verilerek yavrusu sa­
lıverilir. Deve yavrusuna süt vermeye başlar. Biraz sonra tekrar süt
sağdır, işte bu iki sağım arasmdaki süreye Fuvâk denilir. Bir kavle
göre Fuvâk: Sabah sağımı ile akşam sağımı arasmdaki süredir. Bir
başka kavle göre süt sağılırken bir kab dolunca bunu kaldınp di­
ğer bir kaba sağılıncaya kadar geçen zamana Fuvâk denilir. Diğer
bir kavle göre ard arda sağılan iki hayvanın sağum arasmdaki sü­
reye Fuvâk denilir, demiştir.
Hülâsa bu kelime hangi şekilde yorumlanırsa yorumlansın, en
kısa bir sürece Allah yolunda ve ihlâslı olarak savaşan bir müslü­
man bu hizmetinden dolayı Allah’m lütfü ile cennete girmeye müs-
tehak olur. Onun cennete girmesinin vâcibliğinden maksad Allah’m
lütfü ile cennete girmeye lâyık olmasıdır. Çünkü Allah, hiç kimse­
yi cennete dâhil etmeye mecbur değildir. Bütün tasarrufları onun
irâdesi ve dilemesiyledir.

T E R C E M E S İ

2793) “ ... Enes bin M âlik (Radtyallâhü anh) ’den; Şöyle demiştir:

Ben bir savaşta hazar bulundum. Abdullah bin Revâha (Radıyal-


lâhü anh) (kâfirlerle savaşırken) şöyle d edi:

Sünen-i İbn-i Mâee — C .: 7 -F .: 33


514 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Y â nefsim! Seni uyarıyorum. Ben, seni cennetle girmeye sebep


olan savaş) tan hoşlanmaz olarak görüyorum. Allah’a yemin ederim
ki, sen ya itaatkâr (uysal) olarak (savaşmak sûretiyle) muhakkak
cennete gireceksin ya da şüphesiz buna zorlanacaksın.”
Not: Zevâıd’de şöyle denilmiştir : Bunun senedi hasendir. Çünkü râvl Dey-
lem bin Gazvân hakkında ihtilâf vardır.

İ Z A H I

Bu hadîs Zevâid türündendir. A b d u l l a h b i n R e v â h a


(Radıyallâhü anh) E n s â r - ı K i r â m ’ m H a z r e ç kabi­
lesinden ve A k a b e biatmda bulunan meşhûr sahâbîlerdendir.
Kısa bir hâl tercemesi 1820 noiu hadîsin izahı bölümünde geçti. Bu
zât, bir taraftan kılınciyle, diğer taraftan kalemiyle İslâm’a hizmet
eden ve şâir tabiatlı bir şahsiyet idi. H i c r e t - i N e b e v i y y e
esnâsmda şâir H a s s â n b i n S â b i t (Radıyallâhü anh) ile
beraber Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in M e d i n e - i
M ü n e v v e r e ' y e teşrifine dâir kasideler söylemiştir. Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e en yakın sahâbîler arasında yer
alan bu zât, B e d i r , U h u d , H e n d e k , H u d e y b i y e
ve H a y b e r savaşına katılmıştı. Savaşlarda şiir ve kasidelerinin
şu mısraını devamlı tekrarladığı rivâyet olunmuştur:
" •*x *■'*f * f *
«jfy* Y! = “Ey nefsim eğer sen katledilmezsen (şehîd
edilmezsen) öleceksin."
Katıldığı bütün savaşlarda kahramanca savaşan İ b n - i R e ­
v â h a , nihâyet hicretin sekizinci yılı katıldığı M û t e sava­
şında şehîd edildi. İ b n - i R e v â h a ’ nin bu sefere çıktığı an­
dan şehîd edildiği ana kadar irticâlen söylemiş olduğu bütün şiirleri
S i y r e t - i İ b n - i H i ş â m ’ da bulunur. Bu şiirlerinin hep­
sinde onun şehîd olmak için can attığı görülmektedir.
Yukardaki mısrû bir şiirinin birinci mısrâıdır. İkinci mısrâı da
şöyledir: Ja Oyıl |»Lr- Ijj» = “ işte bu, ölüm ecelidir. Sen bu­
na mâruzsun.”
İzahını yaptığım bu hadîste E n e s (Radıyallâhü anh) ’m ri­
vâyet ettiği şiirin İ b n - i R e v â h a tarafından M û t e sa­
vaşında söylendiği bâzı siyer kitablanndan anlaşılmaktadır. Ama ay­
ni şiiri başka savaşlarda da söylemiş olması muhtemeldir.
B â b : 15 K İT Â B Ü -L ’C ÎH Â D 515

M û t e savaşına katılan İslâm ordusu üç bin kişilikti. Ş a m


dolaylarında vukû bulan bu savaşta düşman ordusu iki yüz bin ki­
şilikti. İslâm ordusu yola çıktığında Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) ordu kumandanlığına Z e y d b i n H â r i s e ’ yi
tâyin etmiş ve şâyet Z e y d şehîd olursa C a ’f e r b i n E b i
T â 1 i b ' in kumandan olması, bunun da şehid olması hâlinde
A b d u l l a h b i n R e v â h a ’ nm kumandanlığa geçmesi em­
rini vermişti. İslâm ordusu hareket edip nihâyet M û t e ’ ye var­
dığı zaman iki yüz bin kişilik bir Rum ordusuyla karşılaştı. Üç bin
kişilik bir kuvvetin iki yüz bin kişilik bir kuvvetle savaşması cid­
den büyük bir mesele olduğuna rağmen parolası ya şehâdet veyâ
gâzilik olan ve birer arslan gibi olan sahâbîler, yılmadan ve kork­
madan büyük bir cesâretle savaşa başladılar. Hakikaten bu üç ku­
mandan da sırayla şehîd edildi ve nihâyet İslâm sancağına toz kon­
durmama azim ve kararında bulunan kahraman sahâbîlerden H â -
l i d b i n e l - V e l î d (Radıyallâhü anh) sancağı alarak savaşa
devam edildi ve zafer İslâm ordusuna ve H â l i d (Radıyallâhü
anh) ’a nasib oldu.
Ş a m ’ m mülhakatından olan B e 1 k a bölgesinde cereyan
eden M û t e savaşının vukû bulduğu gün M e d i n e - i M ü ­
n e v v e r e ’ nin M e s c i d - i N e b e v i ’ sinde sahâbîleri ile
sohbet eden Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e M û t e
savaşı bir sinema filimi gibi Allah tarafından arz edildi ve artık
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) savaş meydanına hâkim
ve pek yakın bir tepeden savaşı tâkib eder gibi durumu görmeye
başladı. İşte bu arada Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), ya­
nındaki sahâbîlerine; «Zeyd (bin el-Hârise) sancağı aldı, sonra şehîd
oldu» buyurdu ve şehâdet getirip, şehide salât ve selâmdan sonra:
«Siz de Zeyd için istiğfâr ediniz, Zeyd cennet’e girdi. Orada mut­
ludur. Şimdi sancağı Ca’fer bin Ebî Tâlib aldı» buyurdu. Biraz sonra
buna da şehâdet, salât ve duâ edip: «Siz de istiğfar ediniz» buyur­
duktan sonra: «İşte Ca’fer de cennet’e girdi, istediği tarafa iki ka-
nadla uçuyor. Bu defa sancağı Abdullah.bin Revâha aldı, o da şehîd
oldu» buyurdu. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bunu söy­
lerken mübârek gözlerinden yaş akıyordu. A b d u l l a h hakkın­
da da şehâdete, salât ve duâdan sonra :
«Siz de onun için istiğfar ediniz, bu da cennet’e dâhil oldu» bu­
yurdu. Resûl-i Ekrem sözlerine devamla :
«Bundan sonra sancağı emirsiz olarak Hâlid bin el-Velîd aldı.
Ona fetih ve zafer nasib kılındı» buyurdu.
516 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Bu üç kumandanın savaş esnasmda şehîd düştüğünü ve H â 1 i d


b in e l - V e l î d ' i n eliyle zafer kazanıldığını savaşın cereyan
ettiği gün Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in M e d î n e - i
M ü n e v v e r e ’ de ashâbına haber verdiğine dâir E n e s b i n
M â l i k (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini B u h â r î rivâyet et­
miştir. Bu, Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bir mûcizesi-
dir.

ıj\^ i <jr && ıjuıitl t

T E R C E M E S İ

2794) “ ... Amr bin Abese (3) ( Radıyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir:

Ben (bir kere) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in ya­


nma vararak:
— Y â Resûlallah! Cihâdın hangisi efdal (üstün) dür? diye sor­
dum. Buyurdular k i :
— «Kam dökülen ve iyi cins atı yaralanan mücâhid (in cihâdı en
üstün cihaddır).»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Râvî Muhammed bin Zekvân zayıf ol­
duğu için bunun senedi zayıftır.

İ Z A H I

Bu hadîs Zevâid türündendir. Cevâd s İyi cins at demektir. Ha­


dîsten kasdedilen mânâ şudur: Canun ve malım Allah yolunda sa­
vaşmakla fedâ edinceye kadar çarpışan müslümanm cihâdı sevab
bakımından en üstün olan cihaddır. Allah böyle cihâdı bizlere de na-
sîb eylesin.

(3 ) Bu zâtm hâl tercemesi 283. hadis bölümünde geçti.


Bâb: 15 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 517

T E R C E ME S İ

2795) Ebû Hüreyre (RadtyaUâhü atık)’Asa. rivâyet edildiğine göre


Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Allah yolunda yaralanan her yarah —Allah kendi (nzâsı) uğ­


runda yaralanan kişiyi herkesten ziyâde bilendir ya — kıyamet gü­
nünde, yarası yaralandığı günkü vaziyette (kan fışkırıyor gibi gö­
rünüyor halde) gelir: Rengi kan rengi, fakat kokusu misk kokusu.»”
N o t: Bunun senedinin sahih olduğu, Zevâid’de bildirilmiştir.

TE R C EMES İ

2796) "... Abdullah bin Ebi Evfâ (RadtyaUâhü anhümâ)'dan; Şöyle de­
miştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Hendek savaşı günü)


Ahzâb (yâni düşmanlar) aleyhine duâ ederek şöyle buyurdu:
«Ey Kur’an’ı gönderen, düşmanlarla hesâbı hızlı olan Allah! (Me­
dine önünde toplanan) Ahzâbı (yâni şu Arap kabilelerini) sen dağıt.
Allahım! Onlann topluluklarım sen hezimete uğrat ve irâdelerini sen
sars (ki yerlerinde tutunamasmlar).»”
518 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

İ Z A H I

Bu hadîsi B u h â r i , Müslim, Tirmizi ve Nesâi


de rivâyet etmişlerdir.
Ahzâb'. Hizb’in çoğuludur. Bu savaşa M e k k e müşrikleri,
Ğ a t f â n müşrikleri, yahûdîler ve onların yandaşı durumundaki
kâfir kabileler müslümanlarla savaşmak üzere toplandıkları için bu
savaşa Ahzâb ismi verilmiştir. Bu savaşa Hendek savaşı da denilir.
Çünkü bu savaştan önce S e l m â n - i F â r i s i (Radıyallâhü
anh) ’m işâreti ve tavsiyesi üzerine Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) ’in emri ile M e d i n e -:i M ü n e v v e r e şehri et­
rafında hendek kazıldı ki şehrin savunması kolaylaşsın. Bu savaşın
vukû bulduğu târih hususunda ihtilâf vardır. B u h â r i ’ nin ter­
cih ettiği kavle göre savaş hicretin 4. yılı Ş e v v â 1 ayında vu­
kû bulmuştur. Bir kavle göre hicretin 5. yılı vukû bulmuştur. Bu
savaşta müslüman ordusu 3 bin kişilikti. Düşman kuvveti ise 12
bin kişilikti. Müslümanlar bu savaşta M e d î n e - i M ü n e v v e -
r e şehrinin dışına çıkmayıp şehri savunma taktiğini kullanmayı
tercih ettiler. Müşrik kuvvetleri şehri muhâsara ettiler. Resûl-i Ek­
rem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bu duâsı kabul olundu ve şark­
tan kopan bir fırtına bir gecede düşman kuvvetlerini alt üst etti.
Gönüllerine bir ümitsizlik yerleşti ve paniğe kapılarak bir başıboş­
luk içinde M e k k e yolunu tuttular. Böylece düşman ordusu bir
hezimet ve hüsran içinde dağılıp gitti.

T E R C E M E S İ

2797) “ ... Sehl bin Huneyf (bin vâhib) (4) (Radıyallâhü anh)'den rivâ­
yet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuş­
tur:

(4) Bu sahâbînin hâl tercemesi 506. hadîsin izahı bölümünde geçti.


Bâb: 16 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 519

«Kim şehîd olarak ölmeyi Allah’tan içtenlikle dilerse, yatağı üze­


rinde (yâni şehîd olmaksızın) bile ölse Allah onu şehidlerin makam­
larına ulaştırır.»”

İ Z A H I

Bu hadîsi M ü s l i m , T i r m i z î , E b û D â v û d , N e ­
s â î ve H â k i m de rivâyet etmişlerdir. Hadîs, şehîd olmayı
samimiyetle dileyen bir müslümanm şehîd olmayıp başka bir şekilde
ölmesi hâlinde de şehîdlik mertebesine eriştiğine delâlet eder. Yâ­
ni böyle bir kimse şehîdler hükmündedir ve onlar gibi sevab kazan­
mış olur. E l - M ü n â v î : Çünkü şehîd de bu kimse de hayra niy-
yetlenmiş ve gücü dâhilindeki işi yapmıştır. Bu nedenle sevâbın as­
lında eşittirler, demiştir.

v j l (v t )

16 — ALLAH YOLUNDA (SAVAŞIP) ŞEHÎD OLM ANIN


FAZÎLETİ BÂBI

j* tj'j» S}£ ıfj* d.' ti} uî 'Çl ü J* —VVAA


^
S : 1$ «■
c**" ^
1 ti ' £
‘ 0+ ^
t i ^J t * û* * «
j (J£ ' i*c*'

. çS '(j* « - i » ’ V » L)l<ii -u*

««]£ sÂ*-l j j . ç } j %j Lr t f

• j î j] J^U u—Uİ i oliw| Ij* :

TE R C E M E S İ
2798) "... Ebû Hüreyre ( Radıycdlâhü anh)'den rivâyet edildiğine göre:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in huzûrunda şehîd-
lerden söz edildi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu, dem iştir:
«Yeryüzü şehidin kanından kurumadan önce (hûrîlerden) iki
kansı bitkisiz, geniş bir arâzide (emzikli) yavrularım gaybeden (son­
ra âniden bulan) iki süt anne gibi ve her birinin elinde dünyadan ve
520 SÜNEN-İ İBN-İ MACE

dünyadaki bütün şeylerden hayırlı birer kat cennet elbisesi bulun­


duğu halde hızla ona koşuşurlar.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bu hadîsin senedi zayıftır. Çünkü râvî
Hilâl bin Ebi Zeyneb zayıftır.

T E R C E M E S İ

2799) “ ... El-Mıkdâm bin Madîkerib (5) ( Radtyallâhü anh) ’den rivâ­
yet edildiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuş­
tur :

«Allah katında, şehîd için altı haslet vard ır: Dökülen ilk kam ile
beraber günahları bağışlanır, cennetteki mevkii kendisine gösterilir,
kabir azâbmdan korunur, en büyük korkudan emin olur, îman hül­
lesi (elbisesi) kendisine giydirilir, Hurü’l-îyn ile evlendirilir ve ak­
rabalarından yetmiş (müslüman) insan hakkmda şefaat etmesi ka­
bul olunur.»”

İ Z A H I

Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsi Zevâid türün-


dendir. Bu hadîste geçen “Zı’r” süt anne mânâsmadır. FaslI, deve
yavrusu demektir. Berâh da bitkisiz geniş arâzi mânâsmadır. Bu ha­
dîs, Allah yolunda şehîd olan kimsenin Allah katmdaki üstün değe­
rini ve can vermekle cennet nimetlerine kavuştuğunu bildirir.
M i k d â m (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i z î de
rivâyet etmiştir. Bu hadîs de Allah yolunda şehîd olan kimsenin A l­
lah katmdaki altı meziyyetini bildirir. Yâni bu ıneziyyetlerin tümü
ancak şehîd için vardır, başkası için bunların hepsi yoktur.

(5) Bu sahâbirdn hâl tercemesi 442. hadis bölümünde geçti.


Bâb: 16 KİTÂBÜ-L’CÎHÂD 521

Bu hadiste geçen “Düf’a” döküntü, akıntı mânâsmadır. Bu keli­


me “D era” şeklinde de okunabilir. Yâni bir defa demektir. Burada
kasdedilen mânâ şehidin dökülen ilk kan damlasıyla g ünahlarının
bağışlanmasıdır.
£ 1- K a r i : Şehidin günahlarının bağışlanmasıyla cennetteki
makamının kendisine gösterilmesi birleştirilerek tek haslet sayılma­
lıdır ki hasletlerin sayısı altıyı geçmesin ve şehidin kabir azâbından
korunması hasleti, bir önceki hasletin tekrarlanması mâhiyetinde ol­
masın, demiştir.
En büyük korku diye terceme ettiğim “Feza-i ekber” hakkmda
da e 1- K 'a r i : bu ifâdede; V == «En büyük kor­
ku onlan üzmeyecektir...» (I) âyetine işâret vardır. Fezâ-i Ekber’in
açıklanması hakkmda değişik rivâyetler va rd ır: Bir kavle göre bun­
dan maksad, cehennem azâbıdır. Diğer bir kavle göre ateşe arz
edilmektedir. Bir başka kavle göre cehennemlik olanların cehenne­
me girmelerinden kurtuluş olmadığına kesinlikle inandıkları zama­
na denilir. Bununla, S û r ’ un son üflenmesi kasdedilmiştir di­
yenler de vardır, der ve bu arada başka rivâyetleri de nakleder.
Şehide ikrâm edilen hasletlerden birisi de Hurü’l-îyn denilen cen­
net kızlarıyla evlendirilmesidir. T i r m i z i ’ nin rivâyetinde şe­
hide H û r ü ’ l - î y n ’ den 72 kız ihsân edileceği bildirilmiştir.
H ü r: Havrâ’nm çoğuludur. Havrâ, gözünün beyaz kısmı bembe­
yaz ve siyah kısmı da simsiyah olan kızdır. îyn de Aynâ’nm çoğulu­
dur. Aynâ, geniş gözlü kız mânâsmadır.

<s“j * — TA* *

4i>l JU» Ü : 3j*C^ (j j\». . Jilj - (j


3 o»f* . <_£jI,aİV^
4 » i 3 &t T ı v î ı Â
j C i » j j | & 3 3 6 « x L \ </J » S ) 'J ü)
'£ \ .jiL*. vı y T £»36 .’j f «s
. l*ctLi 3^^ t : 3fe• 1"j? ^fc" 1 \ • 3fo •U.U5""
• j ' j j [>■* ! : ^ p r O 02 ö r * A’ l :

« iriJ.\ ûıl ıj îjtaı Vj) ifV 1 3^3 j* ^ 3 jli


i ^ -> —•
.(U s V Y I
522 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2800) Câbir bin Abdillah ( Radıyallâhü anhümâ)’dan; Şöyle demiştir:

(Babam) Abdullah bin Amr bin Harâm (Radıyallâhü anh), Uhud


(savaşı) günü şehîd edilince Resülullah (Sallallâhü Aleyhi ve Sel­
lem) (ban a):
— «Yâ Çâbir! Allah Azze ve Celle’nin babana söylediği sözü sa­
na haber vermiyeyim mi?» diye sordu. Ben s
— Evet, (bildir) dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) buyurdu k i:
— «Allah, hicâb (perde) ardından olmaksızın (şehîdlerden) hiç
kimse ile katiyen konuşmamıştır. Ve (lâkin) babanla perdesiz ve
doğrudan doğruya (elçisiz olarak) konuştu ve ona s
— Ey (sevgili) kulum! Benden ikrâm iste, sana vereyim, buyur­
du. Baban (da) :
— Yâ Rabbim! (Arzum şudur:) Beni diriltirsin (dünyaya geri
gönderirsin), ben de ikinci defa şenin uğrunda şehîd edilirim, dedi.
Allah (da) :
— İnsanların dünya’ya hiç dönmeyecekleri hükmü şüphesiz be­
nim tarafımdan önceden verilmiştir, buyurdu. Baban:
Yâ Rabbî! O halde (bizim durumumuzu) arkamda kalanlara ulaş­
tır (bildir), dedi. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle) :
LijJ -uıl J jjL j Ijki ^JİJI % âyetini (n tamamım) in­
dirdi.»”

İ Z A H I

Bu hadisi T i r m i z i , H â k i m ve A h m e d de rivâyet
etmişlerdir. Bu hadîs, sünenimizin Mukaddime bölümünde 190 nu­
marada da geçti. Hadîs ile ilgili gerekli bilgi orada verildi. Hadîste
anılan âyet  1- i İ m r â n sûresinin 169. âyetidir. Şunu da be­
lirteyim : Hadîsin zâhirine göre bu olay üzerine 169. âyet inmiştir.
Fakat bunu tâkib eden 170 -171. âyetler de şehîdlerin faziletine dâir­
dir ve Tefsîr-i Kebîr’de verilen bilgiye göre 169, 170 ve 171. âyetle­
rin tamamı B e d i r ve U h u d savaşlarında şehîd düşmüş olan
muhterem zâtlar hakkında indirilmiştir. Bu itibarla mezkûr üç âye­
Bâb: 16 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 523

tin mealini sunmayı uygun buluyorum. Zaten 170 ve 171. âyetler mâ­
nâ bakımından 169. âyetin devamı durumunda olduğu için hadîs bu
âyetlerin tamamının bu olay hakkında indirildiğini bildirir şekilde
yorumlanabilir.
«V e Allah uğrunda öldürülmüş olanları ölmüşler sanma, bilâkis
Rab’leri katında dirilerdir, (cennet nimetlerinden) nzıklanırlar. (169)
Onlar kendilerine Allah’m fazlından verdiği şeylerle sevinçlidir­
ler. Onlar arkalarından vanp kendilerine yetişmemiş olan (müslü­
man) lara bir korku olmadığı ve üzülmeyecekleri ile de müjdelenmiş
bulunurlar. (170)
Ve onlar Allah’m bir nimetiyle, bir ikramıyla ve mü'minlerin
mükâfatım Allah’m şüphesiz zâyi etmeyeceği ile de müjdelenip se­
vinçli bir durumda bulunurlar.» (171)
C â b i r (Radıyallâhü anh) ’ın hâl tercemesi 190. hadîs bölü­
münde geçti.

*•
ur.
+
\ur. xU
^
J - YA* >
iri j ) J j i J ‘p i ^ (j*
' ^ ^ ^ ^ *
ç y L ) J.O .İ- jnP-ijji » c)L» ‘ Liîû :

. Lû.» . Âîİui Jolr» <sjl" ^ \r \ <j


t dütlfi LL j I j :\f\i ■ L j jl- : cJj"lz* •
: i j k * ıj L l i î m 3/ ' İ ; v ^ ‘ fii î % $ j ih j i

jtû v slJrij >*fü\ düti


' " "" » *
..ı/ y .a iV l

T E R C E M E S İ
2801) "... Mesrûk (Radıyallâhü anlı)'den rivâyet edildiğine güre Allah’ın;

ö y j j i (*ttj •**?■ »L^-i cLî** y S LL4 V*

âyetinin mânâsı hakkında (sorulan bir soru üzerine) Abdullah (bin Mes’ûd)
(Radtyallâhü anh) şöyle demiştir:
SÜNEN-İ İBN-t MACE

Bilmiş olunuz ki şüphesiz biz bunu Resûlullah (Sallallahü Aley­


hi ve Sellem )’e sorduk. Bunun üzerine (Resûl-i Ekrem) (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) buyurdu k i :
«Şehîdlerin ruhlan yeşil kuşlar gibidir, hangi cennette dilerler­
se orada nzıklanırlar. Sonra Arş’a asıh kandillere dönerler. Onlar bu
durumda iken senin Rabb’in ansızın onlara bir bakışla bakar ve on­
lara:
— (Başkaca) dilediğinizi benden isteyiniz, buyurur. Onlar:
— Ey Rabb’umz! Hangi cennette istersek orada nzıklandığımız
halde senden ne isteyeceğiz? diye (hiç bir ihtiyaçlarının olmadığım
beyânla) cevab verirler. (Allah dileklerini üç kez sorar) Onlar (bir
şey) istemedikçe bırakılmayacaklarım (yâni mutlaka bir dilekte bu­
lunmalarının istendiğini) görünce:
— (Ey Rabb’ımız!) Senin yolunda (bir kez daha) şehîd edilme­
miz için senden ruhlarımızı cesedlerimize iâde edip dünyaya gönde­
rilmemizi istiyoruz derler. Allah onlann bundan başka hiç bir şey
istemediklerini görünce, onlara artık bir şey sorulmaz.»’’

İ Z A H I

Bu hadisi Müslim, T irm iz î ve Nesâî de rivâyet


etmişlerdir.

Hadîste anılan  1- i İ m r â n sûresinin 169 -171. âyetleri­


nin mânâsının A b d u l l a h b i n M e s ’ûd (Radıyallâhü
anh) ’a sorulduğu ve kendisinin: “ Biz bunu sorduk da bize şöyle ha­
ber verildi” şeklindeki ifâde tarzı T i r m i z î ’ nin rivâyetinde
mevcuttur.
N e v e v i şöyle d e r: Bu hadîs merfûdur. Çünkü İ b n - i
M e s ’ û d : “ Biz bunu sorduk da şöyle söyledi” demektedir. Yâni
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, der. K a d ı
I y â z d a : Kendisine soru sorulan ve cevab veren zât Resûl-i Ek­
rem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’dir = “ Dedi” zamiri Resûl-i Ek­
rem (Aleyhi’s-salâtü v e ’s-selâm)’e râcidir. Durum da bunu gösterir.
Çünkü sahâbi’nin durumu, sorusunu Peygamber ( Aleyhi’s-salâlü
ve’ s-selâmYe sorması ve aydınlatıcı bilgiyi O’ndan alması, açık ola­
nıdır. özellikle Müteşâbih bir âyetin yorumu ve âhiret hayatına dâir
bir bilgi ancak Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e sorulur.
Bâb: 16 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 525

Çünkü âhiret hayâtına dâir bilgi gayba âittir, ancak vahiy yoluyla
öğrenilebilir. Bu durum açık olduğu için î b n - i M e s ’ û d bunu
rivâyet ederken Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm),’m ismi­
ni belirtmeye gerek görmemiştir, der.
Şehîdlerin ruhları, müellifimizin rivâyetinde kuşlara benzetil­
miştir. S i n d i : Bu hadîsin zâhirine göre şehîdlerin ruhları kuş­
lar şekline girer. Bir kavle göre şehîdlerin ruhları hızlı uçuş bakı­
mından kuşlara benzetilmiştir. Bu bakımdan olmazsa insan şekli kuş
şeklinden daha güzeldir, der.
M ü s 1 i m ’ in rivâyetinde «Şehîdlerin ruhları yeşil bir takım
kuşkum içindedir» şeklinde buyurulmuştur. T i r m i z î ’ nin ri­
vâyetinde ise «Şehîdlerin ruhları yeşil bir takım kuşlardadır» şek­
linde ifâde edilmiştir. Bu cümle diğer bâzı rivâyetlerde bunlara ben­
zer başka şekildedir.

K â d ı I y â z : Rivâyetierin ekserisine göre şehîdlerin ruh­


ları kuşlar şeklindedir. Bu ruhların Arş’a asılı kandillere döndükle­
rine dâir cümlede bu rivâyetlere daha uygundur, der. Çünkü kan­
diller kuşların yuvalarım andırır.

T i r m i z i ’ nin şerhinde e l - A h v e z î de: Yâni şehîdle­


rin ruhlan cesedlerinden ayrıldıktan sonra kuşlar sûretinde yaratı­
lan-heykellere girerler ve bu heykeller onlann cesedleri yerine ge­
çer. Allah'ın «Onlar bilâkis Rab’lan katinda dirilerdir, rmklanırlar»
âyetinde buna işâret var. Artık bu ruhlar, kuşlar şekline dönüştük­
ten sonra arzuladıkları nzıklara kavuşup nîmetlenirler, demiştir.

N e v e v î bu hadîsin şerhinde uzun izahatta bulunmuştur. Ben


bunun bir kısmım özetleyerek buraya aktarmakla yetinmeyi uygun
buluyorum: '
"Ceımet’in yaratıkmış olup hâlen mevcûd olduğu bu hadîste be
yân buyurulmuştur. E h l - i S ü n n e t mezhebi de budur. İçin­
den  d e m (Aleyhisselâm)’ın çıkarıldığı cennet de budur. Mü’-
minlerin âhirette nîmetlendirileceği cennet de budur. E h l - i S ü n ­
n e t mezheblerinin icmâ ettikleri hüküm budur. M û t e z i l e
mezhebi ile bidatçılardan bir grub ve başkaca bâzı kimselerin görü­
şüne göre ise Cennet hâlen mevcud değildir ve ancak kıyâmet kop­
tuktan sonra yaratılacaktır. Bunlara göre içinden  d e m (Aley­
hisselâm) ’m çıkarıldığı cennet başka bir cennettir. Kur’an-ı Kerim ’in
ve Sünnet’in zâhir ve açık hükümleri ise E h l - i S ü n n e t mez­
hebine delâlet eder.
SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Bu hadîs, ölülerin kıyamet kopmadan önce de mükâfat veyâ ce-


zâ gördüklerini de ispatlar.
K â d ı I y â z : Bu hadîs, ruhların kalıcı olup yokluğa gitme­
diğine, iyi ruhların nîmetlendirildiğine ve kötü ruhların azablandı-
rıldığma delâlet eder. Kur’an-ı Kerîm ve hadisler de bu durumu bil­
dirirler. E h l - i S ü n n e t ’ in mezhebi budur. Bidatçılardan
bir grub ise buna muhâlefet ederek ruhlann yokluğa gittiği görü­
şündedirler. Şehîdlerin dışında kalanlara gelince, bunların cennet ve­
yâ cehennemdeki yerleri her gün sabah ve akşam kendilerine gös­
terilir. İ b n - i Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’m bir hadisi buna de­
lâlet ettiği gibi F i r ’ a v n ' ı n yakınları hakkmda inen;
iLipJ Ijup r4;fc jlill = «Onlar sabah, akşam ateşe arz edilir­
ler» (6) âyeti de buna delildir, demiştir.
K â d ı I y â z daha sonra : Âlimler rûhun mâhiyeti konusun­
da sayılmayacak kadar değişik görüşler beyân etmişlerdir: Kelâm-
cılar ile meânî ehli ve batini âlimlerden çok kimse demiş ki, rûhun
mâhiyeti bilinemez ve vasıflandırılamaz. İnsanların bilemiyeceği bir
sırdır. Bunlar; O t J =. «(E y Mu­
hammedi sana rûhun ne olduğunu da soruyorlar, de ki s Rûh, Rabb’ı-
mın emrindendir.» (7) âyetini delil gösterirler. Felsefeciler ise rûh’un
varlığını inkâr etmişlerdir. Tabiblerin cumhuruna göre ise rûh, akı­
cı ve latif bir buhardır. Üstâdlarımızdan çok zâtlar, rûhun hayattan
ibâret olduğunu söylemişlerdir. Diğer bir gruba göre ruh, canlının
bedeninin her tarafına yaygın latif cisimciklerdir. Bu cisimciklerin
cesedden ayrılmasıyla ölüm vukû bulur. Allah bu âdeti uygulamak­
tadır. Diğer bir kavle göre rûh, bir cisimdir. Onun içindir ki, çık­
mak, alınmak ve boğaza gelmek gibi vasıflarla vasıflanıyor. Bâzı mü-
tekaddim (öncü) imamlarımıza göre de ruh, insan sûretinde olup
latif bir cisimdir. İnsan cesedinin içinde yerleşmiş durumdadır.
Rûh’un kandan ibâret olduğunu söyleyenler de vardır, demiştir.
Nevevî, K â d ı I y â z ’ m yukardaki sözlerini naklettik­
ten sonra: Bizim arkadaşlarımız yanında en sahih olan görüş şudur:
Rûh, latif (yâni incecik, şeffâf) cisimler olup bedenin içine yayılmış
durumdadır. Bu cisimler bedenden ayrılınca ölüm meydana gelir,
der.

(6) Mümin; 46
(7) is r â : 85
Bâb : 16 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 627

N e v e v i daha sonra K â d ı I y â z ’ ı n : Tenasüh itika­


dında olan mülhidler, inkarcılar, sözde bu hadîsi ve benzeri hadîs­
leri kendilerine delil göstermeye kalkışırlar. Onlara göre ruhlar bir
canlının bedeninden diğer bir canimin bedenine geçerler. îyi, güzel
ve mutlu bedenlerde nîmetlendirilip mükâfatlanırlar ve kötü, çirkin,
mutsuz bedenlerde de tazîb edilirler. Bu görüşte olan inkarcılara
göre Allah’m bildirdiği sevab ve ceza bundan ibarettir. Bu görüş
apaçık bir sapıklıktır. Çünkü insanların öldükten sonra dirilmesi,
haşir, neşir, cennet, cehennem ve ateş gibi hususlar hakkmda âyet­
ler ve hadîsler vardır (ve bunlara îman etmek, îman’ın temel şart­
larından biridir, diye bilgi verdiğini söyler.” J N e v e v i ’ den alı­
nan bilgi b itti).
Allah’m şehîdlerin ruhlarına: Dilediğinizi benden isteyin, şeklin­
deki hitâbı onlara, olan ikram derecesinin yüceliğini ifâde eder. Çün­
kü Allah onlara insanın hatırına gelemeyecek nimetleri bile ikrâm
ve ihsân buyurur. Buna rağmen başkaca bir isteklerinin bulunup bu­
lunmadığını İsrarla sorar. Fakat şehîdlerin ruhları isteyecekleri hiç
bir Şeyi bulamayınca ve Allah’ın kendilerinin mutlaka bir şey iste­
melerini taleb ettiğini görünce, dünyaya geri gönderilmelerini ve
böylece tekrar Allah yolunda savaşıp şehîd edilme isteğinde bulu­
nurlar.

. ( 'k* JkII £jA

T E R C E M E S İ
2802) !l... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)\\tn rivâyet edildiğine göre;
Resûlullah ( Sallallahü Aleyhi vc Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Şehîd, öldürülme (acısın) dan, ancak sizden birisinin çimdik­


lenmeden bulduğu acı gibi bir şey bulur.»”

İ Z A H I
Bu hadisi T i r m i z î , N e s â i ve İ b n - i H i b b â n
da rivâyet etmişlerdir. T i r m i z î , hadîsin hasen - sahih olduğu­
52S SÜNEN-I İBN-İ MÂCE

nu söylemiştir. Hadîsten kasdedilen mânâ şöyledir: Allah Teâlâ şe­


hidi korur. Bu nedenle şehid, öldürülmeden dolayı acı ve ızdırab duy­
maz. Onun duyduğu bütün acı ancak bir çimdiklenme dolayısıyla
duyulan bir acı gibidir. Hadis, Allah’m mücâhidlere olan ikrâmmı ve
yardımım ifâde eder.

<Ç» ^ j U fc-ıl; (W )
17 — (SEVAB BAKIM IND AN) ŞEHÎDLİK (HÜKMÜNDE)
OLMASI UM ULAN (ÖLÜM ÇEŞİTLERİ) BÂBI

. d* \ıı<-* )

T E R C E M E S İ

2803) “ ... Câbir bin Atik (bin Kays) (Radtyallâhü a»A)’den rivâyet
edildiğine göre:
Kendisi (bir ara) hastalandı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) de kendisini hastalığı dolayısıyla ziyaret etti. Bu esnâda ken­
disinin âile ferdlerinden b ir i:
— Biz onun vefâtmm Allah yolunda şehid edilmek suretiyle ol­
masını cidden umuyorduk, dedi. Bu söz üzerine Resûlullah (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem) :

— «O zaman (yâni sandığınız gibi şehîdlik ancak cihadda öldü­


rülmekten ibâret olunca) ümmetimin şehidleri şüphesiz azdır. Allah
yolunda öldürülmek şehidliktir. Vebâ hastalığıyla ölen şehlddir, cü-
mu ile (yâni hâmile iken) ölen kadın şehîddir ve suda boğulan, ateş­
te yanarak ölen ve mecnûb (yâni zâtü’l-cenb hastalığıyla) ölen kim­
seler de şehîddirler,» buyurdu.”
B âb : 17 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 529

,&S\3 ü 3 £* U*> —YA* 1


J j ) / ü £s 3^ <• 1 Lr*'â* ‘ C f ‘ id tisf- ^

# -^ 'k - 4 ^ ' :S$

T ER C EME S İ

2804) “ ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivâyet edildiğine göre;


Peygamber ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (sahâbılerine) :
. . O

— «Şehîd hakkında siz kendi aranızda ne dersiniz?» diye sordu.


Onlar:

— (Şehidlik) Allah yolunda öldürülmektir, dediler. Peygamber


(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «O zaman benim ümmetimin şehîdleri cidden azdır. Kim Al­


lah yolunda (cihadda) katledilirse, o kimse şehiddir. Kim Allah yo­
lunda ölürse o kimse şehiddir. Karrn hastalığıyla ölen kimse şehîd-
dir ve veba hastalığıyla ölen kimse şehiddir,» buyurdu.

Süheyl dedi k i: Ubeydullah bin Mıksem, Ebû Salih’ten bana ri­


vâyet etti ve rivâyetinde: “Suda boğulan da şehiddir” ilâvesinde bu­
lundu."

İ Z A H I
C â b i r (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini E b û D â v û d ,
Nes âi , Mâl i kve î b n - i H i b b â n da rivâyet etmiş­
lerdir. Ancak E b û D â v û d ’ un rivâyetinde A b d u l l a h
bi n S â b i t (Radıyallâhü anhl’ın hastalığı esnâsmda ziyareti­
ne giden Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in bu arada bu
hadisi buyurduğu ifâde edilmektedir. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) ’in bu hadisi hem C â b i r ’ in hem de A b d u l l a h ’ ın
hastalığı esnâsmda iki ayn zamanda buyurmuş olması mümkündür.
E b û D â v û d ’ un rivâyetinde kann hastalığıyla veyâ enkaz al-

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 -F .: 34


530 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

tında kalmak suretiyle ölenlerin de şehîd hükmünde olduğu beyân


buyurulmuştur.
Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayayım:
Mat’ü n : Tâûn, yâni vebâ hastalığıyla ölen demektir.
Cümû: Mecmû, yâni toplam demektir. Bu kelimenin kullanıldı­
ğı cümleden kasdedilen mânâ karnında cenin bulunduğu halde ölen
kadının da şehîd hükmünde olmasıdır. Bir kavle göre ise karnmda
cenin bulunduğu veyâ bâkire olduğu halde ölen kadının şehîd hük­
münde olmasıdır. Şu halde Cümû kelimesi ile kadının beraberinde­
ki bekârlık veyâ hâmilelik hâli kasdedilmiştir. Kadının bekârlığı ve­
yâ karnındaki cenin henüz kendisinden ayrılmamış olduğu için bu
durum, toplam mânâsını ifâde eden Cümû kelimesiyle belirtilmiştir.
Ğ arik : Suda boğulan demektir.
Harik: Ateşte yanarak ölen demektir.
M ecnûb: Zatü’l-Cenb denilen hastalıkta ölen demektir.
Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’ın hadîsini M ü s l i m
de rivâyet etmiştir. Bu hadîste Mebtûn yâni karın hastalığıyla veyâ
savaşa katılmış iken düşman tarafmdan öldürülmeyip başka bir ne­
denle ölen kimsenin de şehîd hükmünde olduğu beyân buyurulmuş­
tur. Karın hastalığı, ishâl, istiska ve benzeri hastalıklarla yorumlan­
mıştır.
N e s â i ve A h m e d ’ in rivâyet ettikleri bâzı hadîsler­
de doğum hastalığıyla ölen kadının da şehîd hükmünde olduğu be­
lirtilmiştir.
Yukarda sayılanların dışında kalan bâzı ölüm vukûatının da şe-
hidlik hükmünde olduğuna dâir rivâyetler vardır. Biz bu kadarını
belirtmekle yetinelim.
Ne v e v î , Ebû H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’m hadî­
sinin izahı bölümünde özetle şöyle der :
“Allah yolunda öldürülenin dışında kalan ve hadiste şehîd oldu­
ğu bildirilen kimselerin şehidliğinden maksad bunların şehîdlik se-
vâbma kavuşmalarıdır. Ama dünyada bunlar hakkında şehîd işle­
mi görülmez. Yâni bunların cenâzeleri yıkatılır ve cenâze namazla­
rı kılınır. Teçhiz ve tekfin gibi cenâze işleri bakımından diğer müs-
lümanlar hükmündedir. Âlimler böyle demişlerdir.
Şehîdler üç kısma ayrılır:
1. Dünya ve âhiret bakımından şehîd sayılanlar. Bunlar kâfir­
lerle yapılan savaş esnasında öldürülen kimselerdir.
Bâb : 18 KİTÂBÜ-L’C İ H A D 531

2. Âhiret bakımından şehid olmakla beraber dünya hükümleri


bakımından şehid sayılamayanlardır. Bunlar burada sayılan kimse­
lerdir, —
3. Dünya hükümleri bakımından şehid sayılmakla beraber âhi-
rette şehid hükmünde olmayanlardır. Bunlar ise savaştan kaçarken
öldürülen veyâ ganimet malında hiyânet eden gazidir."

18 SİLAH BABI

.J \ s S ıc ;ü : v u . ‘ P>'*•S ı« *.•
f ^ i » - u ••
« ^ lîı y j o \ l- d S f Ü J \ & * lı s J * y

. jİ-J ' (jfj


*

T E R C E M E S İ

2805) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den rivâyet edildiğine ^üre:


Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fetih günü, başında
m iğfer olduğu halde Mekke’ye girdi."

,* L .Î j ,S IS 3 î i k i i - ■ //-S
, Âi-t , J^-t ‘ ^ ^ w*L.lt o c

. L î S 'j ü * -tr

T E R C E M E S İ

2806) "... Sâib bin Yezid ( Radtyallâhü anhümâ)'dan :


İnşâallah Teâlâ, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud
(savaşı) günü iki zırh (elbise) almış, bana öyle geliyor ki bunları
üst üste giymiştir."
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bu hadisin isnadı Buhâri’nin şartı üze­
rine sahihtir.
532 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

İ Z A H I

Enes (Radıyallâhü anh) ’ın hadîsi Kütüb-i Sitte’nin hepsinde


rivâyet edilmiştir. S i n d i bu hadisin şerhinde: Diğer bir rivaye­
te göre :
“Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), fetih günü başında
siyah bir sank olduğu halde Mekke’ye girmiştir.” Bu iki hadîs ara7
sında bir çelişki yoktur. Çünkü miğferin sank altında veyâ üstünde
olmuş olması veyâ M e k k e ’ ye girdiğinde başında m iğfer bu­
lunup, sonra m iğferi çıkanp siyah sank giymiş olması muhtemeldir,
demiştir.
S â i b (Radıyallâhü anh) ’m hadisinin bir benzerini E b û
D â v û d rivâyet etmiştir. E b û D â v û d ’ un rivâyetine gö­
re S â i b bu hadîsi, ismini açıkladığı bir başka sahâbîden rivâ­
yet etmiştir. Bu hadiste geçen “Zâhere” fiili “ Müzâharat" masdarın-
dan alınmadır. Müzâharatın asü mânâsı yardımlaşma ve dayanış­
madır. Burada ise iki zırhlı elbisenin üst üste giyilmesi anlamı kas-
dedilmiştir. Çünkü üst üste giyilen iki zırhlı elbise, sanki biribiriyle
yardımlaşır ve aralarında bir dayanışma vardır.
E l - K a r î , bu hadîsle ilgili olarak: Bu hadîs, savaş araç ve
gereçleri konusunda azami tedbir almanın câizliğine ve meşruluğu­
na işâret eder ve bu gibi tedbirleri almanın mukadderata tevekkül
etmeye ve kadere teslim olmaya ters düşmediğine delâlet eder, de-
miştir. Zâten Allah Teâlâ;îyi [j* U jjL IjJtf-lj âyetinde kâfirle­

re karşı gücümüzün yettiği kuvveti hazırlamamızı emreder. Âyette


geçen kuvvet kelimesini Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem ):
I syiil ö! VI = «Bilmiş olunuz ki kuvvet, ok atmaktır»

demekle kuvveti ok atmakla tefsir etmiş ise de, Tuhfe yazarının de­
diği gibi bu tefsir, kuvvetin o gün için en önemli olan nevini belirt­
mek mâhiyetindedir. Düşmanla savaşmak için günün şartlarının ge­
rektirdiği her nevî araç ve gereçler kuvvet kelimesinin kapsamı için­
dedir. Zırh, miğfer ve benzeri şeyler de bu kelimenin şümûlüne dâ­
hildir.
S â i b (Radıyallâhü an h ), sahâbî oğlu sahâbîdir. Hâl terceme­
si 29. hadîs bölümünde geçmiştir. Bu sahâbi yedi yaşmda iken baba­
sıyla beraber vedâ haccmda bulunmuştur. Bu itibarla bu zât U h u d
savaşı vukû bulduğunda henüz doğmamıştı veyâ yeni doğmuştu. Bu
Bâb: 18 KİTÂBÜ-L’CÎHÂD 533

nedenle Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in U h u d sa­


vaşında iki zırhlı elbiseyi üst üste giymiş olmasmı başka sahâbîden
duymuştur. E b û D â v û d ’ un rivâyeti de bu yoldadır. Müelli-
\ fimizin rivâyetinde bulunan “ İnşâllah teâlâ" ifâdesi bu maksadla ve
ihtiyat amacıyla kullanılmış olabilir. Çünkü S â i b (Radıyallâhü
anh) U h u d savaşına katılıp bu durumu görmüş değildir.

T E R C E M E S İ

2807) “ ... Süleytnân bin Habîb (RadtyaUâhü a «A )’den; Şöyle demiştir:

Biz (bir gün Humus’ta) Ebû Ümâme (Radıyallâhü anh) ’m yanı­


na girdik. Kendisi, kılıçlarımızda gümüşten bir parça süs görünce
kızdı v e :
(And olsun ki) kılıçlarının süsü altından ve gümüşten olmayıp
kalay, demir ve sınm olan bir cemâat (ki Peygamber (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm)’in sahâbîleridir) bir çok fetihleri başardılar, dedi.
Ebü’l-Hasan el-Kattân dedi ki*. El-Alâbî, (bir nevî) sinirdir.”

İ Z A H I

Bu hadîsi B u h â r i de rivâyet etmiştir. Hadîsin râvisi S ü -


l e y m â n b i n e l - H a b î b e l M u h â r i b i , halîfe Ö m e r
bin A b d i l a z î z zamanında Ş a m kadısı idi. Hicretin L20.
yılı veyâ daha sonra vefât etmiştir. E l - H â f ı z ’ ın beyân etti­
ğine göre S ü l e y m â n ’ ın E b û Ü m â m e ile mülâkatı
H u m u s ’ ta vukû bulmuş ve bu hadîs o mülâkat esnâsmda rivâ­
yet olunmuştur.
534 SÜNEN-İ İBN-İ M A C E

H adiste geçen bâzı k elim eleri açık la ya yım j


A n ü k : B eyaz kalaydır. B ir k a vle g ö re siyah kalaydır. D iğer b ir
kavle göre katkısız kalaydır.

H a d ıd : D em irdir.

A l â b î : İlbâ'ın çoğuludur. İlb â s D evenin boynunda bulunan san


renkli bir sinirdir. D evenin boynunda iki tane sarı ren k li sinir bulu­
nur. Bu sinir taze ve yaş iken kılıçların kab zaların a ve k ın la n n a sa­
rılır. K ezâ çatlayan m ızrak lara sarılır. Sonra kuru yunca sâbitleşir.
Bu b ir süs olduğu g ib i sarıldığı kılıç kabzasını, kınını ve m ızrakı k u v­
vetlen dirir. E b ü ' I - H a s a n el -K a t t a n da A la b ı'y i bu şe­
kilde açıklam ıştır.

E 1 -H a f ı z ' ın beyânına gö re E v z â i bu k elim eyi tabak­


lanm am ış deri, d iye yorum lam ıştır. H a t t â b i ise bunu devenin,
boynundaki san sinir, d iye yorum lam ıştır. D â v û d i ise bunu
kalayın b ir nevi olarak yorum lam ıştır.

E 1- H â f ı z bu hadisten çıkarılan hüküm ler konusunda özet­


le şu b ilg iy i v e r i r :

"Bu hadis, kılıç ve d iğ e r savaş âletlerin in altın ve güm üşten baş­


ka şeylerle süslenm esinin daha iyi oldu ğuna d elâ let eder. S ilâh la­
rın altın ve güm üşle süslenmesinin m übah oldu ğuna hükm eden â lim ­
ler bu hadise cevab en d em işler k i : K ılıçların altın ve güm üşle süslen­
mesi düşm anları korkutm ak için meşru kılınm ıştır. Ashâb-i kirâm
iman bakım ından çok k u vvetli, k ah ram an ve cesur olduklarından
dolayı düşm anlarını korkutm ak için kılıçlarını altın ve güm üşle süs­
lem eye ihtiyaç duym u yorlardı.

H a n e f i â lim ler savaş silâhlarının altın ve güm üşle kap lan ­


masında ve süslenmesinde sakınca görm em işlerdir. A n cak kılıç k ab ­
zasının elle tutulan kısmına altın v e y â güm üş p arçaların ın takılm a­
sını sakıncalı görm ü şlerdir. Daha ayrın tılı b ilgi için fık ıh k itab larm a
baş vurulm alıdır.

Ş â f i i 1e r de savaş silâhlarının güm üşle kaplanm asında ve


süslenmesinde b ir sakınca görm em işlerdir.

M â 1 i k î 1 e r ise k ılıcın altın ve güm üşle süslenm esinin eâiz


olduğuna fak at d iğ e r silâhların altın veyâ güm üşle süslenmesinin
haram olduğuna hükm etm işlerdir.
Bâb : 18 KİTÂBÜ-L’CÎHÂD 535

T E R C E M E S İ

2808) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)\\wı rivâyet edildiği­


ne göre :

Resülullah (S allallah ü A le y h i ve S ellem ) Zü’l-Fakar (isim li) kı-


lıcm ı B edir (savaşı) günü gan im et hissesinden fa z la olara k alm ış­
tır.”

İ Z A H I

Bu hadîsi T i r m i z î ve A h m e d de riv â y e t etm işler­


dir. H adîste geçen T e n e ffe le f iili N e fe l kökünden türem edir. N e fe l,
ga n im et m anasınadır. T en effü l ise gan im et m alından hisse dışında
b ir şey alm ak m ânâsına yorum lanm ıştır. S i n d i ve T u h fe y a z a n :

Resûl-i Ekrem (A le y h i’s-salâtü v e ’s-selâm ), Zü ’l-Fakar isim li


kılıcı B e d i r gan im etin d en kendisine âit hisseden fa z la olarak
alm ıştır, d iye yoru m yapm ışlar ve hadîsi bu şekilde m ânâlandırm ış-
lardır. Ş e v k â n i ise Resûl-i Ekrem (A le y h i’s-salâtü v e ’s-se­
lâ m )’in ga n im et m alından ald ığı şeyin gan im etin tüm ünden mi, sarf
yeri Resûl-i Ekrem (A le y h i’s-salâtü v e ’s -selâ m )’e âit humus (beşte
b ir) hissesinden mi, yoksa humusun humusundan mı v e y â humus­
tan a y n m ı olduğu husûsunda â lim le r arasında ih tilâ f bulunduğunu
söylem iştir. T i r m i z î ’ nin beyân ına gö re M â l i k : Resûl-i
E krem (A le y h i’s-salâtü v e ’s-selâ m )’in bâzı savaşlarda T en e ffü l et­
tiğine d âir riv â y e tle r bana ulaşmıştır. Bu ten effül, yâni hisseden fa z ­
la olarak b ir şeyi alm ak meselesi O 'nun ictihâdına dayanır. D evlet
başkanı bunu ga n im et m alının taksim inden önce v eyâ sonra ictihad
yo lu y la yapabilir, dem iştir.

Zü’l-Fakar denilen kılıç k â firlerd en  s b in M ü n e b -


b i h ’ in idi. İ b n - i H i ş â m ’ ı n nakline g ö re bu k âfir, B e -
d i r savaşında A l i b in E b i T â l i b (R ad ıyallâh ü anh)
tarafın dan öldürüldü. Bu kılıç Resûl-i Ekrem (A le y h i’s-salâtü v e ’s-
s e lâ m )’e intikal etti. Daha sonra A 1 i (R ad ıyallâh ü a n h ) ) ’e in ti­
kal etti.
536 SÜNEN-Î İBN-İ MACE

2809) “ ... Ali bin Ebi Tâlib (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

El-Müğîre bin Şu’be (8) (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallal­


lahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber savaşa gittiği zaman beraberinde
bir mızrak taşıyordu ve savaştan döndüğü zaman başkası onun için
taşısın (üye mızrakını yere atıyordu. Sonra A li (bin Ebi Tâlib bir
gün) kendisine dedi k i :
Ben bu durumu Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e mu­
hakkak anlatacağım. (Sonra A li anlatınca) Resûl-i Ekrem:
«(E y Müğîre öyle) yapma. Çünkü sen (öyle) yaparsan yere attı­
ğın mızrak, yitik mal olarak kaldırılmaz» buyurdu.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Ebü’l-Halîl bulunur. Bu
adam, Abdullah bin Ebi’l-Halîl’dir. tbn-i Hibbân onu sika ( güvenilir )ler arasında
anmıştır. Buhâri de : Onun rivâyeti başka râvîleree teyid edilmemiştir, der. Se-
neddeki râvîlerden Ebû îshâk ise tedlisçidir ve ömrünün sonlarmda hâfızası ze­
delenmiştir.

İ Z A H I
Zevâid türünden olan bu hadîsten çıkarılan hüküm şudur:
Bir kimse bir malını bile bile yere atar ve başkası bu durumu
görüp de o malı yerden kaldırırsa, sâhibine iade etmekle mükellef
değildir. Çünkü o mal terkedilmiş sayılır. Yitik mal hükmünde de­
ğildir. Bilindiği gibi yitik bir malı bulan kimse, mal sahibini araştı­
rıp iâde etmekle mükelleftir. Bu nevî mala Dalle ve Lukata ismi ve­
rilir. Ama sâhibi tarafından bilerek atılan mal terkedilmiş sayılır.
Kim onu kaldırıp götürürse kendisi için helâl sayılır.

(8) Bu sahâbî’nin hâl tercemesi 41. hadis bölümünde geçti.


Bâb : 18 KİTÂBÜ-L'CÎh AD 537

i a ' i; ^ S> İ 2 .!>' J 3-fci S & ' L » - ta\ •

î“ * j J - J > î c J & ı î f * î ) » ö * < A i ' j j l i » ı> J * '; 4 » ö * ‘

^ l U j . Ç*î* î * â a C » » as <^ıl>. <1»

t i W -. ■*(../. W i*" • ^ *^ -f.

• « j
^ ^ "
vjL>. cj) >) • »j*6> ûW* y^f < ü t jr ^1 A;» fc»U»[ j : jT^JI j
villi j att U u O tOUdl j

T E R C E M E S İ

2810) “ ... Ali (bin Ebî Tâlib) (Radtyallâhü an id en ; Şöyle demiştir:


(Bir gün) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’iıı elinde bir
arabî yay vardı. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bu
arada) bir adamın elinde fârisi bir yay gördü ve adama t
«Şu (elindeki yay) nedir? Onu atıver», buyurdu ve (mübarek
elindeki yaya işâretle) «Sizler bunu, bunun benzerlerini ve mızrak­
lar edininiz. Çünkü Allah şüphesiz bunlarla sizler için dini geliştirir
ve sizleri beldelerde yerleştirir.»”
Not: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Abdullah bin Bişr el-Ci-
yftnl bulunur. Onu Yahyâ bin el-Kattân ve başkası zayıf saymışlardır. îbn-i Hibbân
da onu sika ( güvenilir )ler arasmda anmış fakat iyi etmemiştir.

İ Z A H I

Bu hadis Zevâid türündendir. S i n d i , arabi yay ve fârisi yay


ile ilgili olarak şu bilgiyi verir. Arabi yay okların atılmasında kul­
lanılan yay demektir. Fârisî yay ise küçük taşlan ve benzeri şeyleri
atmakta kullanılan yay demektir.

Hadîsten kasdedilen mânâ şudur:


Düşmanlan mağlûb etmek için savaşmaya elverişli silâhlarla ci-
hazlanmak gerekir. Zafer kazanmaya müsâid olmayan basit araç ve
gereçlerle meşgul olunmam&kdır.
538 SÜNEN-1 lBN-1 MÂCE

^ tİ <J (")
19 — ALLAH YOLUNDA OK ATM AK BÂBI

T E R C E M E S İ
2811) "... Ukbe bin Amir el-Cühenî ( Radıyallâhü anh)'Aen rivâyet edil­
diğine göre; Peygamber ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Allah, bir oktun kâfirlere atılması) sebebiyle üç (müslüman)


kişiyi şüphesiz cennete dâhil edecektir:
Onu sevab niyetiyle yapan san'atkânnı, atıcısını ve atıcısına yar­
dımcı olanı.» Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle de bu­
yurmuştur :
«Ok atınız ve bininiz. Ok atıcılığınız biniciliğinizden bana daha
sevimlidir. Müslüman adamın eğlendiği her eğlence bâtıldır (sevab-
sızdır), ancak yayı ile ok atması, atını eğitmesi ve zevcesiyle oynaş­
ması bu hükmün dışındadır. Çünkü bunlar hak (sevablı eğlence­
ler) dendir.»"
İ Z A H I
Bu hadisi E b û D â v û d , N e s â î , H â k i m ve B e y -
h a k i de rivâyet etmişlerdir. Hadîs, kâfirlere atılan bir ok sebebiy­
le üç müslümamn cennete girmeye müstehak olduğunu beyân eder.
Bunlardan ■
.
1. Sevab kazanmak niyetiyle oku imâl eden san’atkârdır.
2. Sevab kazanmak niyetiyle oku kâfirlere atan mücâhiddir.
3. Sevab kazanmak niyetiyle ok atıcısının yanında veyâ arka­
sında durup ona ok veren ve böylece yardımda bulunan mücâhiddir.
Bâb : 19 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 539

Yardımcı olan mücâhid, ya atılan oklan geri getirip atıcıya verir


veyâ orada bulunan okları peyderpey verir.
Hadisin; cümleleri değişik şekillerde yorumlanmıştır.
Tuhfe yazarı bu yorumları şöylece anlatır:
Yâni, siz müslümanlar, sâdece yaya olarak ok atmakla yetinme­
yin, bunun yanında binici olarak da ok atmayı ihmal etmeyiniz.
Bu cümlelerin mânâsı şöyle de olabilir: Atıcılık ve binicilik fa­
ziletini biliniz ve hem ok atıcılığı hem de ata biniciliği iyice öğre­
niniz, kendinizi alıştırınız.
T ı y b i de : Bu iki cümle ile kasdedilen mânâ ayrı şeylerdir.
Çünkü ikinci cümlenin birinci cümleye atıf edilmesi mânâlarının de­
ğişik olmasını gerektirir. Şu halde ok atıcısı yaya olur. Binici de mız­
rak atıcısıdır. Bu iki cümlenin mânâsı böyle olunca bunları tâkib eden;
öl iJl ' cüml esi ni n mânâsı da şöyle olur ; «Ok
atmakla savaşmak, mızrakla savaşmaktan bana daha sevimlidir»
demiştir.
E l - K a r i ise bu son cüm lenin en açık m ânâsı şöyledir, d e r :
Ok atıcılığı ö ğren ip buna alışmak, at eğitip atıcılığa alışm aktan ef-
daldir. Çünkü b in icilik k ib ir ve gu ru ra sebep olabilir. Ok atıcılığın ­
da ise b öyle b ir endişe yoktur. D iğer ta ra fta ok atıcılığın da gen el bir
y a ra r vardır. Bunun için d ir ki E n f â l süresinin 60. âyetinde ok
atıcılığı at edinm eden önce geçm ektedir. K a ld ı ki, hadîs m ızrak a d e­
lâlet etm iyor.
Hadisin son kısmında ise ok atıcılığı, binicilik ve at eğitimi ile
adamın eşiyle oynaşmasının meşrû ve sevablı eğlenceler olduğu, di­
ğer eğlencelerin bâtıl ve sevabsız olduğu bildirilmiştir.
Tuhfe yazannın beyânına göre e l - K a r î : Yayaların ve at­
lıların koşusu, zihnin dinlenmesi ve bedenin kuvvetlenmesi için id­
man ve yürüyüş yapmak gibi mübah fiil, hareket ye bilgiler için ça­
lışmak da bu hadiste meşrûluğu bildirilen eğlenceler hükmündedir,
demiştir.

. 3 İt ju ti: . £ y i & Lf . # V » ji? 3 3 -U — TANV

ij ı^ î j â \ ij c - ı £ j ö Jî**t

ı ^1) *y* 9 4>t 3 : 3^ • 'if

r \ >>*' 'f \ '


.« j ( lk»-l j l _*_< \«
SÜNEN-t ÎBN-t MACE

T E R C E M E S İ

2812) Amr bin Abese (9) ( Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:


Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’den şöyle buyurur­
ken işittim :
«Kim (Allah yolunda savaşırken) düşmana bir ok atar da oku
düşmana ulaşırsa (hedefe) isabet etsin veyâ etmesin o ok (un seva­
bı) bir köle(yi âzadlama) sevâbına eşittir.»”

T E R C E M E S İ

2813) Ukbe bin Âmir el-Cühenî (Radtyallâhü anhyâea Şöyle de­


miştir:
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
i »t i ^
b* Cti L» Ijüf = «Siz de düşmanlarınıza karşı gücünü­
zün yettiği kuvveti hazırlayınız» âyetini minber üzerinde okurken üç
kez s
«İyi biliniz ki (bu devirde) kuvvet de ok atmaktır» buyurdu. Bu­
nu kulağımla işittim.”

İ Z A H I

A m r (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i z î de rivâ­


yet etmiş ve bunun hasen - sahih olduğunu söylemiştir. Tuhfe’de be­
yân edildiğine göre bu hadîsi E b û D â v û d ve H â k i m de
rivâyet etmişlerdir. H â k i m bu hadîsin senedinin B u h â r î
ile M ü s 1 i m ’ in şartlan üzerine sahih olduğunu belirtmiştir.

(9) Bu sahâbînin hâl tercemesi 283. hadis bölümünde geçti.


B âb : 19 KİTÂBÜ-L’CİHÂO 541

Hadîs, Allah yolunda düşmana atılan bir oktan hâsıl olan sevabın bir
köle veyâ câriyeyi âzadlama sevâbma eşit olduğunu beyân eder.
Ukbe (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini M ü slim ve Ebû
D â v û d da rivâyet etmişlerdir.
Bu hadîste amlan âyet-i kerime E n f â 1 sûresinin 60. âyeti­
dir. Âyetin tamamının meâli şöyledir:
"(E y mü’minler!) Siz de düşmanlarınıza karşı gücünüzün yetti­
ği kuvveti ve bağlamp beslenen atlan hazırlayınız. Onunla hem A l­
lah’m düşmanlarım hem de kendi düşmanlarınızı korkutursunuz. On­
lardan başka sizin bilmediğiniz ve Allah’m bildiği diğer düşmanlan
da korkutursunuz. Allah yolunda harcadığınızın sevâbı tam olarak
size ödenir ve siz hiç aldatılmazsınız.”
Bu âyette geçen kuvvet, bu hadîste ok atmak diye açıklanmıştır.
Hadîs ok atıcılığının önemini beyân eder. Asr-ı Saâdette savaşlar­
da en önemli silâh ok olduğu için ok atıcılığına büyük teşvik yapıl­
mıştır. Bilindiği gibi zaman geçtikçe ve savaş vâsıtalan ile silâhlan
tekâmül ettikçe müslümanlann da din, vatan ve istiklâllerini koru­
mak ve gerektiğinde Allah düşmanlanyla başarılı bir savaş vermek
için en mütekâmil silâhlarla ve savaş araç ve gereçleriyle mücehhez
plmalan dinî bir zarûrettir.

0 * W*" " J

„ - / Ü ^ ^ . |i^ i , - » » J - ^ ^ M *" i

.«j C J jA U y ^ J A ^ ^ •
T E R C E M E S İ

2814) “ ... Ukbe bin Âmir el-Cühenî ( Radtyallâhü anh)’den; Şöyle de­
miştir :

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’den işittim, şöyle


buyurdu:
«Kim ok atıcılığı öğrenip de sonra terkederse bana isyân etmiş
olur.»”
İ Z A H I
Bu hadîsi M ü s l i m , Ebû D â v û d ve N e s â î de
rivâyet etmişlerdir. Ok atıcılığı öğrenip de sonra bırakıp unutan
542 SÜNEN-İ İBN-İ M Â C E

kimsenin günahkâr sayılması tehdid mahiyetindedir. E b û D â -


v û d ’ un rivâyetinde«Ok atıcılığından yüz çevirmek niyetiyle» ilâ­
vesi mevcuttur. Bu ilâve dikkate alınırsa günahkârlık anlamı daha
açık olur. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ok atı­
cılığı öğrenmeyi emretmiş ve bir ibâdet saymıştır. Bir ibâdetten yüz
çevirmek elbet günah sayılır. Bu kayıt mülâhaza edilmese bile de­
vam edilen nâfile bir ibâdeti sebebsiz yere bırakmak mekruhtur.
Günahkârlıktan mekruhluk mânâsı kasdedilmiştir, diye yorum ya­
panlar vardır. Nitekim N e v e v i , M ü s l i m ’ in şerhinde bu
hadîsi açıklarken: Bu hadîs, şiddetli bir tehdîddir. Ok atıcılığı, bilip
de özürsüz bırakıp unutmak şiddetle mekruhtur, der.

• 3y j . M ^ ü* ‘ £ Â 3 'c f

■4 y\ ci; Ç o ®

T E R C E M E S İ
2815) •... (Abdullah) bin Abbâs ( Radtyallâhü anhümâ)' dan: Şöyle de­
miştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir kere Eşlem kabi­
lesinden) ok atan bir cemâatin yanına uğradı d a :
«Ey İsmâîl oğullan ok atmaya devam ediniz. Çünkü babanız (İs-
mâil Peygamber) de (mehâretli) bir ok atıcı idi» buyurdu.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir. Bu hadisin senedi sahihtir. Buhâri bu ha­
disi Seleme bin el-Ekva (R.A.)’den rivâyet etmiştir.

İ Z A H I
Bu hadisi B u h â r i , İ b n - i H i b b â n ve T a b a r â n î
de S e l e m e b i n e l - E k v a (Radıyallâhü anh) ’den rivâyet
etmişlerdir. Ok atanlann B e n i E ş l e m isimli meşhûr kabi­
leden olduğu ve ok atma müsabakasını yaparken Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in onların yanına vardığı B u h â r i ’ nin ri­
vâyetinde belirtilmiştir. Hattâ B u h â r i ’ nin rivâyetinde Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in de onlann müsabakasma ka­
tıldığı belirtilmektedir.
B â b : 20 K İT Â B Ü -L ’C İH Â D 543

İ b n - i S a ’ d ’ ın A l i b i n R e b â h ’ tan rivayetine gö­


re Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) Arablann tümünü İ s -
m â i 1 (Aleyhisselâm)’m evlâdından saymıştır. Bu nedenledir ki
E ş l e m oğullarına Ey İ s m a i l oğullan, diye hitab buyurmuş­
tur.
E 1-H â f ı z bu hadîsin şerhinde özetle şöyle der:

HADÎSTEN ŞU HÜKÜMLER ÇIKAR


1. Dedeye baba denilebilir.
2. Meşru bir san’atta mehâretli olan bir kimsenin faziletini di­
le getirmekle onu övmek meşrûdur.
3. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in güzel huylulu-
ğu ve savaş işlerine âit bilgisi ifâde ediliyor.
4. Baba ve dedelerin güzel hasletlerine uymaya ve onunla amel
edilmeye dâvet ediliyor.
(T.)

20 — BÜYÜK B AYRAKLAR VE KÜÇÜK BAYRAKLAR BÂBI

Bu bâbtaki hadîslerin tercemesine geçmeden önce bâbm başlığın­


da geçen Râyât ve Elviye kelimelerini açıklıyayım:
Râyât s Râyet’in çoğuludur. Elviye de Livâ’nm çoğuludur. Bir
kavle göre râye ve livâ bayrak demektir. Diğer bir kavle göre râye,
büyük bayraktır, livâ ise küçük bayraktır. Bu bâbm 3. hadisi râye
ile livâ arasında bir fark olduğuna delâlet eder. Müellifimizin de bâ-
bın başlığında her iki kelimeyi kullanması kendisinin de bu görüşte
olduğuna bir işâret sayılabilir. Râye’yi, bayrak ve livâ’yı, sancak diye
terceme etmek de mümkündür. Miftâhü’l-Hâce yazarı bu kavilleri
ve başka kavilleri rivâyet etmektedir. Biz bu bâbtaki hadîsleri ter­
ceme ederken râye’yi bayrak ve livâ’yı sancak şeklinde terceme ede­
ceğiz.
544 SÜNEN-İ İBN-İ M ÂOI

T E R C E ME S İ

2816) "... El-Hâris bin Hassan ( Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

Ben Medine-i Münevvere’ye geldim. Peygamber (Sallallahü Aley­


hi ve Sellem) ’i minber üzerinde ayakta iken gördüm. Bilâl da O’nun
önünde ayakta idi, bir kılıç kuşanmıştı. Bir de siyah bir bayrak gör­
düm ve bu (bayraklı adam) kimdir? diye sordum. Dediler ki> Bu,
Amr bin el-Âs’dır, bir savaştan geldi.”

T E R C E M E S İ

2817) Câbir bin Abdillah ( Radtyallâhü anhümâ)’dan rivâyet edildi­


ğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fetih günü beyaz san­


caklı olarak Mekke’ye girdi.”

T E R C E M E S İ

2818) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhütnâ)'dan rivâyet edil­


diğine göre:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in bayrağı siyah ve san­


cağı beyaz idi.”

İ Z A H I

H â r i s (Radıyallâhü anh)’m hadîsinin müellifimizden baş­


ka kim tarafmdan rivâyet edildiğini tesbit edemedim. Bu duruma
B&b: 21 KİTÂBÜ'L’CİHÂD 545

bakılmalıdır. C â b i r (Radıyallâhü anh) ’ın hadîsini T i r m i -


z l , E b û D â v û d ve N e s â î de rivâyet etmişlerdir. İ b n - i
Abbâs (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini T i r m i z î ve H â k i m
de rivâyet etmişlerdir. E b û D â v û d ’ un rivâyet ettiği bir baş­
ka hadîste Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bayrağının
san renkli olduğu bildirilmiştir. Tuhfe yazan T i r m i z î ’ nin şer­
hinde bu rivâyetleri anlattıktan sonra: Rivâyetler arasında bir ihti­
lâ f söz konusu değildir. Çünkü değişik zamanlarda değişik renkli
bayrak kullanılmış olabilir, demiştir.
İlk hadîsin râvisi e l - H â r i s b i n H a s s â n (Radıyallâ-
hü anh) e l - B e k r i E b û K e l d e sahâbîdir. K û f e ’ ye
yerleşmiştir. Yedi aded hadîsi vardır. T i r m i z î , N e s â î ve
İbn-i M â c e h onun hadîslerini rivâyet etmişlerdir. Râvîleri
E y â d b i n L a k i t ve A s ı m b i n B e h d e l e ’ dir. (10)

J u-a) (r\)
21 — SAV AŞTA İPEK VE DİBÂC (DENİLEN
İPEKLİ KUM AŞ) GİYMEK BÂBI

T E R C E M E S İ

2819) "... Ebû Bekr-i Sıddîk’ın kızı Esmâ (Radtyallâhü anhümâ) ’dan ri­
vâyet edildiğine göre:
Kendisi yenlerinde ve yakasında bulunan düğmeleri dîbâc (de­
nilen ipek kumaş) tan mâmul bir cübbeyi çıkardı ve •.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) düşmanla savaştığı za­
man bunu giyerdi, dedi.”

(10) Hülâsa: 67

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 - F .: 35


546 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2820) Ömer (bin el-Hattâb) ( Radıyallâhü anh)’dta rivâyet edildi­


ğine göre:
Kendisi, dört parmak mikdan hâriç, ipek ve dibâc (denilen ipek
kumaş) tan menederdi ve s
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizi bundan meneder­
di, d ed i”

İ Z A H I

E s m a (Radıyallâhü anhâ) ’nin hadîsinin bir benzeri 3594. numa­


rada gelecektir. Oradaki hadîsi M ü s l i m , E b û D â v û d ve
N e s âTî de rivâyet etmiştir. O hadîs metni uzuncadır ve oradaki
metinde Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in bir cübbesinin
yenlerine, yakasına ve yakanın kenarlarına dibâc denilen ipekli ku­
maşın geçirilmiş vaziyette olduğu belirtilmekte ve E s m â ’ nin bu
cübbeyi hâtıra olarak yaninda sakladığı anlaşılmaktadır.
Harîr s İpek demektir. D ibâc» Argacı ve erişi ipek olan bir nevi
kumaştır. Dilimizde buna Dîbâ ve atlas denilir.
Müzerrer t Düğmeleri takılı elbiseye denildiği gibi vücut üzeri­
ne sımsıkı bağlanıp yaka kenarlan birleştirilmiş elbiseye de denilir.
Bu kelime Zerr masdanndan alınmadır. Zerr ise elbiseyi düğümle­
mek, sımsıkı birleştirip kapamak gibi mânâlara gelir. Zirr ise, yaka­
ya ve yenlere takılan düğmeye denilir. Hadîste sözü edilen cübbem
mnl yakasındaki ve yenlerindeki düğmelerin dibâc denilen ipek ku­
maştan mâmul olduğu mânâsı kasdedilmiş olabilir. Tercemede bu
mânâyı tercih ettim. Çünkü cümlenin açık mânâsı bu olsa gerek.
İkinci bir ihtimal cübbenin yenlerinin ve yakasının dibâc denilen ipek
kumaş ile süslü olmasıdır. Allah daha iyi bilir.
B âb: 22 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 547

İlerde gelecek olan 3594. hadis son ihtimâli teyid eder.


Ö m e r (R ad ıyallâ h ü a n h )’m hadîsi Libâs kitâbın da 3593. nu­
m a rad a d a aynen gelecektir. Bu hadise g ö re bir, iki, üç v e y â dört p ar­
m ak evin d e ipek bulunan b ir elbiseyi giym ek caizdir. Fakat bu m ik ­
tard an fa z la ipek bulunan b ir elbiseyi giym ek caiz değildir.

İpek ile keten, veyâ pamuk ya da yün karışımı olan elbiseyi giy­
mek konusundaki hükümleri İnşâallah Libâs kitâbında yeri gelince
anlatacağım. Burada e l - H â f ı z ’ ı n sırf ipekten mâmul elbi­
seyi giymek konusunda verdiği özlü bilgi ile yetineceğim :
B u h â r i ’ nin “ Savaşta ipek (giymek) ” başlığı altında rivâyet
ettiği hadis ve sünenimizin 3592 nolu E n e s (Radıyallâhü anh) ’m
hadisi ile benzeri hadîsin izahı bölümünde e l - H â f ı z şöyle d e r :
T a b e r i , kaşıntı mâzereti hâlinde ipek elbise giymeye verilen
ruhsatı dikkate alarak: Savaşta da ipek elbise giymek câizdir, demiş­
tir.
E b û H a n i f e ile M â l i k : îpek elbise giymek mutlaka
haramdır. Ne savaşta ne de kaşmtı gibi bir mâzeret dolayısıyla câiz
olmaz, demişlerdir.
Ebû Yûsuf ile Ş â f i i ’ ye göre zarûret hâlinde giymek
câizdir.
I b n - i H a b i b ' i n anlattığına göre M â 1 i k i 1 e r ’ den
I b n - i M â c i ş û n : îpek elbiseyi savaşta giymek müstehabtır,
demiştir.
E l - M ü h e l l e b ise: Savaşta ipek giymek düşmam korkut­
mak içindir. Bu ruhsat savaşta düşmana hiyle etmek ruhsatı gibidir,
demiştir.
Tabii bu ihtilâf sırf ipekten mâmul elbise hakkmdadır. İpek ile
başka ürünlerden yapılan elbise hakkındaki hüküm yukarıda işâret
ettiğim gibi Libâs kitâbmda beyân edilecektir.
£ A
j I** t)

22 — SAVAŞTA SARIKLAR GİYMEK BÂBI


548 SÜNEN-İ İBN-İ MACE

t e r c e m e s i

2821) “ ... Amr bin Hureys ( Radtyallâhü anA )’den; Şöyle demiştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (mübarek) başında bir


siyah sarık olduğu, sangın iki tarafım (ucunu) omuzlan arasmda
sarkıttığı vaziyette sanki (hâlâ) gözlerimin önündedir."

i. u _ s iıi'L - c - ta tt
i ' v-r -
. j ol t
* v *■»*
T E R C E M E S İ
2822) Câbir (bin Abdillah) (Radtyallâhü anhümâ)’âan rivâyet edil­
diğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (mübârek) başında


siyah sank olduğu halde (fetih günü) Mekke’ye girdi."

İZAHI

Amr (Radıyallâhü anh) ’m hadisini M ü s l i m , T i r mi -


z i, E b û D â v û d ve N e s â î de rivâyet etmişlerdir.
En-Neyl’de belirtildiği gibi bâzı rivâyetlere göre Resûl-i Ekrem (Aley-
hi's-salâtü ve’s-selâm) sangının bir ucunu omuzlan arasmda sarkıt-
mıştır. Burada olduğu gibi bâzı rivâyetlerde ise sangın iki ucunu sar-
kıtmıştır. Avnü’l-Mabûd yazarının dediği gibi bu hadis sangın ucu­
nu omuzların arasında sarkıtmanın müstahab olduğuna delâlet eder.
Hadis siyah sank giymenin müstehab olduğuna da delâlet eder.
E b û D â v û d ’ un rivâyetine göre A m r (Radıyallâhü
anh), Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’i minber üzerinde
iken siyah sankh ve sanğın uçlarını omuzlan arasmda sarkıtmış
olarak görmüştür. Bu ilâve ise hutbe okurken bu şekilde sarıklı ol­
manın müstehablığına delâlet eder.
C â b i r (Radıyallâhü anh) ’m hadîsini M ü s l i m , Ebû
D â v û d ve N e s â î de rivâyet etmişlerdir. Bu hadîs ise sa­
vaşta siyah sank giymenin müstehablığına delâlet eder. 2805 noiu
hadiste E n e s b i n M â l i k (Radıyallâhü anh) Resûl-i Ek­
rem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in, başında m iğfer bulunduğu halde
fetih günü M e k k e ’ ye girdiğini belirtmiştir. O hadisin izahı
bölümünde belirttiğim gibi bu iki hadîs arasmda ihtilâf ve çelişki
yoktur. Çünkü m iğfer ile sarıktan birisinin altta diğerinin üstte gi­
yilmiş olması mümkündür.
B âb: 23 KİTÂBÜ-L'CİHÂD 549

( Tr)

23 — SAVAŞTA ALIM SATIM BÂBI

• i j l j it, < Jjül « j ji. it, »>U—[: - ı * l j

TE R C E M E S İ

2823) "... Hârice bin Zeyd (bin Sâbit) (Radtyallâhü anhümâ)’dan; Şöy­
le demiştir:

Ben bir adamı, “Kişi savaşa gider de savaş (seferi esnaslmda


alım satım eder ve ticâret yapar (Bunun hükmü nedir)?” sorusunu
babama sorarken gördüm. Bu soru üzerine babam adama dedi k i :
Biz Tebûk (savaşm) da Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem) ’in beraberinde idik, (mal) satın ahr ve (mal) satardık ve Re-
sul-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizi görüyordu da bizi
(bu işten) menetmiyordu.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Hâvilerden Ali bin Urve el-Bânki ile
Sûneyd bin Dâvûd zayıf oldukları için bu hadisin senedi zayıftır.

î Z A H I

Bu hadîs Zevâid türündendir. Z e y d (Radıyallâhü anh) ’a soru


soran adamın maksadı şudur: Allah yolunda savaşmaya giden bir
müslüman savaş seferinde ticâret maksadıyla bir mal satar veyâ sa­
tın alırsa bu durum onun savaşa çıkma sevâbını giderir mi, gider­
mez mi? Z e y d (Radıyallâhü anhl’m cevâbından çıkan sonuç,
Allah nzâsı için savaşa giden bir müslümanm bu sefer esnasmda ti-
cârî maksadla bir alış verişte bulunmasının câiz olmasıdır. Ancak ti­
550 SÜNEN-1 ÎBN-t MACE

câretle meşgûliyetin cihad hizmetini gölgelememesi gerekir. Aksi


halde asıl hizmet olan savaşma faaliyeti baltalanacağından bu gibi
meşgûliyetler meşru sayılmaz. Fakat notta belirtildiği gibi hadisin
senedi zayıftır, (i)

j ( tt)

24 — (ALLAH YOLUNDA) CİHÂDA GİDENLERİ


UĞURLAM AK VE ONLARLA VEDÂLAŞM AK BÂBI

. Iaj « ali» j; C'V> ***?*) <-0 j : O


T E R C E M E S İ

2824) “ ... Muâz bin Enes (el-Cühenî) (Radtyallâhü anh)'den rivâyet


edildiğine göre; Resûlullah ( S a l l a l l a h ü A l e y h i v e S e l l e m ) şöyle buyurmuştur:
«(A n d olsun ki) Allah yolunda cihâda giden birisini uğurlayıp
da sabahtan öğleye veyâ öğleden akşama kadar olan zamandan bir
sürece onun eşyasına nezâret etmem bana dünyadan ve dünyadaki
bütün şeylerden daha sevimlidir.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde İbn-i Lehla ve onun
şeyhi Zebbân bin Fâid vardır. Bunların ikisi de zayıftır.

i l ) Zeyd bin Sâbit bin Dahhâk bin Zeyd bin Levzân bin Amr Ensâr-i Klrâm'm
Hazreç kabilesinin Benî Neccâr kolundan olup meşhur sahâbilerdendir. Vahiy k&-
tibliği şerefine eren bu zât Rıdvân biatında bulunan bahtiyarlardandır. Resûl-1
Ekrem (S.A.V.)’in huzûrunda Kur’an-ı Kerim okumuştur. Ebû Bekr-i Sıddlk
(R.A.)'ın hilâfeti döneminde Kur'ar-ı Kerîm’i bir arada toplamıştır. Yermûk sa-
vaşmdan elde edilen ganimet malımn taksim işi kendisine tevdi edilmiştir. Dok­
san iki hadîsi vardır. Buhâri ile Müslim onun beş hadisini birlikte rivâyet et­
mişlerdir. Ayrıca Buhâri onun dört hadîsini, Müslim de bir hadisini rivâyet et­
mişlerdir. Râvîlerinin başında gelenler İbn-i Ömer, Enes bin Mâlik, Süleymân bin
Yesâr ve oğlu Hârice’dir. Hicretin 45 veyâ 48 ya da 51. yılı vefât etmiştir. Kütüb-i
Sitte’nin hepsinde onun hadisleri rivâyet olunmuştur. (Hülâsa: 127)
Hârice (R.A.) ise Zeyd (R.A.)’ın oğludur. Medine-i Miinevvere’nin meşhûr
yedi fıkıhçılanndandır. Sıkâ olan bu zât, babasından ve Üsâme bin Zeyd He Üm-
mü’l-Alâ’dan rivâyette bulunmuştur. Kendisinden de Zührİ ve Ebû Zinâd rivâyet
etmişlerdir. Hicretin 100. yılında veyâ bundan bir yıl önce vefât etmiştir. (Hü­
lâsa : 99)
B âb: 24 KİTÂBÜ-L'CİHÂD 551

'frbÇf vfS l ı s . fi3 3 f £»Uf c - TAT»


'Jta^ al 3^; ^ 3 :$ İ ‘ Ö'>JJ j J r/ * ’c f ‘ j t y 4>'

. « ^ üP^ ^ *iU ij£ L > \ *

. <*-1J;l »iWI j : jflj jl j

T E R C E M E S İ

2825) “ ... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir kere) beni uğur­


ladı da bana şöyle buyurdu:

«Seni, kendisine emânet edilen şeyler zâyi olmayan Allah’a emâ­


net ediyorum.»”
N o t: Bunun senedinde İbn-i Lehla’mn bulunduğu, Zevâid’de bildirilmiştir.

B e .A j;> 3 > Ş U A > - T AT A

y».ılıı3ji' t'ji-i' 3.ÜÎ j»13^-j & t'ya'Sf f j»


, « . ,.•< I—'t'¥ _ ", l" al, >l • f
' . « dİ-/ 4 »İ£ ^ u .| >

T E R C E M E S İ

2826) “ ... (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâyd&n; Şöyle de­


miştir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seriyye (küçük askeri


müfreze) leri (savaşa) uğurladığı zaman giden (asker) e şöyle bu­
yururdu :

«Senin dinini, emânetini (yâni geride bıraktığın şeyleri) ve ame­


linin sonuncularım Allah’a emânet ediyorum.»”

İZAHI
ı

Bu bâbm ilk iki hadîsi Zevâid türündendir. Birinci hadis, Allah


yolunda cihâda giden bir müslümanm malına yarım günden az bir
süre bile nezâret etmenin sevâbmın dünyadan ve dünyadaki şeyle­
rin hepsinin sevâbından üstün olduğuna veyâ dünyadaki bütün nî-
552 8ÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

metlerden üstün olduğuna delâlet eder. Bunun dünyadan ve dün­


yadaki bütün şeylerden daha sevimli ve daha hayırlı olması ile kas-
dedilen mânâ hakkında geniş bilgi almak isteyenler 2755 - 2757 noiu
hadislerin izahı bölümüne bakmalıdır. Çünkü orada da buna benzer
ifâde kullanılmıştır.
İkinci hadîs uğurlanan bir kimseye duâ etme şeklini bildirir.
Uğurlanan müslümam Allah’a emânet etmenin mânâsı, onun Allah
tarafmdan muhafaza edilmesini dilemektir.
Üçüncü hadîsin benzerini E b û D â v û d ve N e s â î de
rivâyet etmişlerdir. Bu da uğurlanan mücâhidler için edilen duâ şek­
lini bildirir. Bu hadîste; cihâda gidenin dininin, geride bıraktığı ço­
luk çocuk ve mal gibi her türlü şeylerinin ve ömrünün sonlarına
doğru işleyeceği amellerin Allah tarafmdan himâye ve muhâfaza
edilmesi için duâ edilmektedir.

BU ÜÇ HADÎSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER

1. Allah yolunda cihâda giden müslümam uğurlamak ve onun


eşyasma bakmak çok sevabtır. Mücâhidlere yapılan her türlü yardım
da böyledir.
2. Mücâhidleri uğurlarken hadîslerde beyân buyurulduğu şe­
kilde onlar için duâ etmek müstehabtır.
( to)

İ25 — SERİYYE (SAVAŞA GİDEN ASKERÎ


MÜFREZE) LER BÂBI

. ; l}j*İ o ^
Bâb : 25 KİTÂBÜ-L’CÎHÂD 553

T E R C E ME S İ

2827) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Eksem bin el-Cevn el-


Huzâî (Radıyallâhü anh)’a şöyle buyurmuştur:

■Yâ Eksem! Kavminden başka kavimlerle beraber (kâfirlerle)


savaş ki huyun güzelleşsin ve arkadaşların yanında kıymetli olasın.
Yâ Eksem! (Yolculukta) arkadaşların en hayırlısı dört (kişi)dir, se-
riyye (askerî müfreze) lerin en hayırlısı dört yüz (kişilik) tir ve ceyş
(büyük askeri birlik) lerin en hayırlısı dört bin (kişilik) tir. On iki bin
(kişilik askeri kuvvet) azlık nedeniyle mağlûp edilemiyecektir.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir : Bunun Senedinde Abdülmelik bin Muham-
med es-San’ânî ve Ebû Seleme el-Amilî bulunur. Bunlar zayıftır. Suyûtî de, İbn-i
Ebi Hâtim’in şöyle dediğini nakletmiştir: Babamdan şunu işittim: El-Âmill, ter­
kedilmiş, hadîsi de bâtıldır.

İ Z A H I

Zevâid türünden olan bu hadîsin izahı ile ilgili olarak Sindi


şu bilgiyi verir:

Kişinin kendi kavmiyle beraber değil de başka kavimlerle bera­


ber savaş yolculuğu yaptığı zaman huyunun güzelleşmesinin sebebi
şudur: İnsanın kendi kavmi inşam gözetir, korur ve riâyet eder. Na­
zmı da çeker. Fakat başka kavimler böyle değildir. Bilâkis başka
kavimlere katılan yabancı kişi katıldığı kavimle iyi geçinmek için
onlann gönüllerine riâyet eder ve dolayısıyla huyunu güzelleştirir.

Kezâ insan kendi kabilesi ve çevresi içinde pek takdir edilmez.


Fakat yabancı bir çevre ve kabile araşma girdiği zaman daha iyi
takdir ve saygınlık kazanabilir.

Hadisin; düUij Ji- p&y = «Ve arkadaşların yamnda kıymetli

olasın» cümlesindeki fiil kerem kökünden türeme muzari fiili olarak


zabtedildiği gibi tekerrüm masdanndan muhâtab emri şeklinde de

zabtedilmiştir. Bu takdirde; liiiUij şeklinde okunur ve meâ-

li «Ve arkadaşlarına ikram ve iyilik et» olur.


Hadisin bundan sonraki bölümünün bir benzerini T i r m i z i
ve E b û D â v û d , Ibn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) 'den
rivâyet etmişlerdir.
594 8ÜNEN-1 İBN-İ MAC®

Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım t


Serâya s Seriyye’nin çoğuludur. Seriyye, askerî birlikten bir kıt’a-
dır, düşmana âni baskın yapıp geri döner, birliğine iltihak eder.
N e v e v i seriyye’yi böyle açıklamıştır.
Avnü'l-Mabûd yazarının beyânına göre İ b n - i R e s l â n
şöyle dem iştir:
İ b r a h i m e l - H a r b i : Seriyye dört yüz civanndaki su-
vâri müfrezedir. Buna seriyye denilmesinin sebebi ise geceleyin sey­
retmesidir, demiştir.
İ b n - i E s i r ise bu görüşü zayıf sayarak: Seriyye düşman­
la savaşmaya gönderilen ve azamî dört yüz kişilik olan askerî müf­
rezedir. Buna seriyye ismi verilmesinin sebebi ise bu birliğin seçkin
askerlerden teşkil ettirilmesidir, demiştir.
I b n - i R e s l â n : Seriyye’nin dört yüz kişilik kuvvete de­
nilmesi sebebinin şu olması kuvvetle umulur: Seriyyelerin en ha­
yırlısı olan B e d i r mücâhidlerinin üç yüz on küsûrdan ibâret
olmasıdır. Bu durumda seriyyelerin en hayırlısı üç yüzden dört yüze
ve dört yüzden beş yüze kadar olan müfrezedir, demiştir.
Rüfeka: Refik’in çoğuludur, yol arkadaşları mânâsında kullanıl­
mıştır. Hadîs, yol arkadaşlarının en hayırlı sayısının dört olduğunu
bildirmiştir.
Avnü’l-Mabûd yazan G a z â 1 i ’ nin bu konuda şöyle dedi­
ğini nakleder:
Yolcu kimse kendisini koruyacak bir arkadaşa muhtaçtır. Ay-
nca sağda solda görülecek işler için ikinci bir arkadaşa ihtiyaç du­
yar. Yolculuk edenler üç kişi oldukları takdirde işleri görmeye bir
kişi gidecek olursa o kişi arkadaşsız ve yapayalnız kalmış olur. Do­
layısıyla sıkılır. Eğer bunlardan ikisi işleri görmeye gidecek olursa
eşyalar başında bekleyen yolcu yalnız ve arkadaşsız kalmış olur ve
bu kere kendisi sıkıntıya düşebilir. Şu duruma göre yolculukta en
az dört arkadaş olmalıdır. Beşinci arkadaş ise ihtiyaç fazlası ve ih­
tiyat için olur.
Hadîs, yolculuğa çıkan kimsenin dört kişiyle yol arkadaşlığı et­
mesinin hayırlı olduğunu ifâde eder.
Hadis on iki bin kişilik askerî kuvvetin azlık sebebiyle mağlûb
edilemeyeceğini bildirir. Bundan maksad şudur: On iki bin kişilik
bir askeri kuvvet mağlûb edilirse yenilgiye uğraması sebebi kuvve­
B fib: 29 KİTÂBÜ-L’Cİh Ad 855

tin azlığı değildir, başka şeylerdir. Meselâ, sayı çokluğuyla mağrur


olmak ve Allah'tan yardım dilemeyi unutmak yenilgiye uğramaya
sebeb olabilir. Nitekim H u n e y n savaşında İslâm ordusu yak­
laşık olarak on iki bin kişilikti. Müslümanlar kuvvetlerinin çoklu­
ğuyla mağrûr oldular, çokluklarına güvendiler v e : Bugün yenilmi-
yeceğiz, dediler. Fakat bu nedenle mağlûb oldular.
Âlim ler bu hadîsi delil göstererek: Islâm ordusu on iki bin kişilik
olduğu zaman düşman kuvveti onlarm iki katından fazla olsa bile
savaş cephesinden geri çekilmeleri haramdır, demişlerdir. K u r -
t u b i : Cumhûr’un görüşü böyledir, demiştir.

T E R C E M E S İ

2828) “... Berâ bin Azib (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:


Biz (sahâbîler) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in Bedir
günü (savaşa katılan) arkadaşlarının Tâlût ile beraber nehri geçen
arkadaşlarının sayısı gibi üç yüz on küsur olduğunu anlatırdık. Tâ­
lût ile berâber (nehri) yalnız mü’min olan geçti."

İ Z A H I

Bu hadisi B u h â r i de rivâyet etmiştir. Hadiste geçen “Bıdı"


üçten dokuza kadar olan sayılar için kullanılır. Hadîs şârihleri bu
kelimeyi üç sayısı anlamında yorumlamışlardır. Yâni B e d i r sa­
vaşma katılan sahâbilerin 313 zât olduğunu ifâde etmişlerdir.
Hadiste beyân edildiği gibi B e d i r savaşındaki müslümanlar
bu kadar iken düşman ordusu bunların üç dört katı idi. İki ordu ara­
sında maddi güç bakımından muazzam fark bulunduğuna rağmen
Allah’m yardımıyla İslâm mücâhidleri düşmanlarını bir kaç saat için­
de büyük yenilgiye uğratıp dillere destân olan zaferle ve bol gani­
metle M e d l n e - i M ü n e v v e r e ’ ye döndüler. B e d i r
556 SÜNEN-İ İBN-İ MACE

savaşı nedenleri, safhaları ve sonuçlan husûsunda geniş bilgi için


siyer kitablanna müracaat edilmelidir.

Hadîste sözü edilen T â l û t , î b r â h i m (Aleyhisselâm) ’m


neslindendir. Onun C â 1 û t ile ilgili kıssası bir ibret dersi mâ-
hiyyetinde B a k a r a sûresinin 246 - 251. âyetlerinde beyân buyu-
rulmuştur. Bu kıssa hakkmda geniş bilgi almak isteyenler bu âyet­
lerin tefsirlerine mürâcaat edebilirler. Kıssânm özeti şöyledir:

î s r â î 1 oğullan peygamberleri olan Ş e m u i l ' e baş vu­


rarak A m â 1 i k a ’ nin yaptıklan zulümden şikâyet ederler ve
onlarla savaşabilecek bir kumandan tâyinini isterler. Peygamberleri
Ş e m u i 1 de İlâhî vahiy sonucunda T â l û t isimli bir zâtı
î s r â î 1 oğullarına melîk tâyin eder. T â 1 û t ' un etrafmda sek­
sen bin kişilik I s r â i 1’ li mücâhid toplanır. O sıralarda A m â -
l i k a ’ nm başında ise C â 1 û t isimli bir kumandan ve melîk
vardı. Ş e m u i 1 peygamber, î s r â i 1’ lilerin dönekliğini bildi­
ği için T â l û t ’ a: Sen bunlan şöyle bir imtihana tâbi tu t: Kim
şu F i l i s t i n nehrinden su içerse o kimse benim dînimden de­
ğildir. Ancak bir avuç su içmek müstesna. Sonra mücâhidlerin
hepsi bu emri dinlemeyip nehirden su içerler. Sâdece içlerinde D â ­
v û d Peygamber’in de dâhil bulunduğu 313 kişi emre itâat eder.
Bu sayı B e d i r mücâhidlerinin sayısı kadardır. F i l i s t i n
nehrini geçen bir avuçluk mücâhid C â 1 û t ’ la savaşa tutuşur
ve D â v û d (Aleyhisselâm) C â 1 û t ’ u öldürür. Bir süre son­
ra Ş e m u i 1 (Aleyhisselâm) da vefât eder ve T â l û t kırk yıl
süreyle adâletle hükümdarlık eder.

. v j & i i 3 'A ) B üj 3 X : d w * - ta ta

ı j l' t \O »*- : üû • V 1* £ O* ‘

'. - j Z c s k i ^
T E B C E M E S t

2829) “ ... Peygamber ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sahâbîsi Ebü’l-


Verd (Harb el-Mâzinî) (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir :

(Düşmana) rastlarsa kaçar ve (savaşsız olarak) ganimet elde


ederse elde ettiği ganimette hiyânet eder durumdaki seriyye (askerî
müfreze) den uzak durunuz (Yâni böyle bir seriyyeye katılmayınız).”
Bâb : 26 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 557

İ Z A H I

Bu hadisin Zevâid türünden olduğuna dâir bir kayıt yoktur. Fa­


kat bunu diğer Kütüb-i Sitte’de bulamadım. Zâten Hülâsa’dan an-
laşıldığına göre sahâbîlerden olan E b ü ’ l - V e r d (Radıyallâhü
anh) ’m hadisini yalnız müellifimiz rivâyet etmiştir. Bu bilgiye göre
bu hadîs kalan Kütüb-i Sitte’de yoktur. Bu itibarla herhalde bu ha­
dîs Zevâid türündendir. Hülâsa yazan bu sahâbi’nin isminin H a r b
olduğunu, bir hadisinin bulunduğunu ve râvisinin L e h î a b i n
U k b e olduğunu beyân etmiştir.
Düşmanla karşılaşınca geri kaçmak ve ganimet malında hiyânet
etmek haramdır. Bu karakterde olduğu önceden bilmen bir müfre­
zede görev almanm doğru olmadığı ifâde edilmiştir.

< j f / tii j j a » (xa)

26 — MÜŞRİKLERİN TENCERELERİNDE (VE DİĞER


KABLARINDA) YEMEK YEME BÂBI

T E R C E M E S İ
2830) *'... Hülb (et-Tâî) ( Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir :

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e hıristiyanlann


yemeğini (yemenin hükmünü) sordum. ResûM Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) buyurdu k i :
«Her hangi bir yemekten dolayı sakın kalbine şüphe girmesin
(Aksi takdirde) yemek husûsunda Hristiyanlara benzersin.»"

İ Z A H I

Bu hadisi T i r m i z î ve E b û D â v û d da rivâyet et­


mişlerdir. İhtilac’m mânâsı hareket ve depreşmektir. Tahallüc de
böyledir. T i r m i z i ’ nin rivâyetinde; gelmiştir. Bu iki
5M SÜNZN-İ İBN-İ MÂOS

rivâyete göre kasdedilen mânâ şudur: “Şüphe senin kalbinde hare­


ket etmesin, dolaşmasın.” Yâni yemek hususunda şüphe ve tered­
düdün olmasın. Bir rivâyette Taam kelimesi yerine “ Şey’ün" kelimesi
bulunur. Mânâ aynidir. Tuhfe yazarının beyânına göre T u r b ü ş -
' ^ S 1
t i : Bir rivâyette; gelmiştir. Bunun mânâsı “ Senin kalbi­
ne bir şey girmesin. Çünkü yemek temizdir." T i r m i z i ’ nin ri-
vâyetindeki; cümlesinin mânâsı ise “Şüphe senin kalbin­
de hareket etmesin, dolaşmasın” demektir, demiştir.
Hadisin; faalli cümlesinin mânâsı hakkmda Tuhfe
yazan şunlan söyler: Yâni yemek husûsunda şüpheye düşmekle
sen Hristiyanlara benzemiş olursun. Çünkü bir yemeğin haram ve­
yâ mekruhluğu husûsunda birisinin kalbine bir şüphenin gelmesiy­
le Hristiyanlar o yemekten imtinâ ederler. Hadîsin bu cümlesi birin­
ci cümledeki nehyin sebebini teşkü eder. Hadîsin mânâsı da şöyle
o lu r: Sen onların yemekleri hakkmda şüpheye düşme. Çünkü şüp­
heye düşersen bu noktada Hristiyanlara benzemiş olursun. Zira ye­
meklerden şüphelenmek onların huyu ve âdetidir. T ı y b i d e : Ha­
disin ikinci cümlesi mukadder bir şartın cevâbıdır ve şart ile cevâbı
hadisin birinci cümlesinin gerekçesi mâhiyetindedir. Hadîsin meâli
şöyledir: Hristiyanlann yemeği husûsunda senin kalbine bir şüphe
girmesin. Çünkü sen, müsamaha ve kolaylık üzerine kurulan İslâm
dinine mensubsun. Bu hususta kendine sıkıntı verirsen bu noktada
râhiblere benzemiş olursun. Zira bu noktada nefse sıkıntı vermek
ruhbanlığın yolu ve âdetidir, demiştir.
Hadisin râvisi H ü 1 b (Radıyallâhü anh) e t - T â i sahâbî­
dir. Bazıları: H ü 1 b bu zâtın lâkabıdır ve ismi Y e z i d bin
C e r v e l ’ dir, demişlerdir. Hadisini T i r m i z i , E b û D â v û d
ve İ b n - i M â c e h rivâyet etmişlerdir. Râvisi de oğlu K a b i -
s a ’ dır. (11)
Hadis, müslüman olmayanların yemeklerinin müslümanlara he­
lâl olduğuna delâlet eder. Cumhûrun görüşü de böyledir.

. jt L S j J s # J } yS e . & S - TAT \
* * • ,- ^ *

C*v \: £ i) jCJk) Ij* <jr » j V <j?

(11) H ûl& u: 414


Bâb: 26 KİTÂBÜ-L'CtHÂD 659

a t * (r_i ^ 'o S jâ s ’j , x i ı î ; 'c X û â t 0 İ ı

İAJ * L >-> > ( } \ i î İA) \^ a x& «1<J} jl» :O İİ 8 [ f t i V >

TERCEMESİ

2831) "... Ebû Sa’lebe el-Hüşenî ( Radtyallâhü saâj’den; Şöyle demiştir:


Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma gelerek s
Y â Resûlallah! Müşriklerin tencerelerinde yemek pişiriyoruz, di­
yerek bunun hükmünü sordum. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
■Onlann tencerelerinde pişirmeyiniz,» buyurdu. Ben:
Eğer onlann tencerelerine muhtaç olup da başka kab bulamaz­
sak? diye sordum. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve S ellem ):
«O takdirde onlann tencerelerini güzelce yıkayınız. Sonra yeme­
ğinizi pişirip yiyiniz,» buyurdu.”

İZAHI

Bu hadisi B u h â r î , M ü s l i m , T i r m i z î ve E b û
D â v û d da rivâyet etmişlerdir. Hadîsteki “Kudûr” kelimesi Kıdr’ın
çoğuludur. Kıdr, tencere, kazan ve çömlek mânâlarına gelir. Burada
kablar mânâsı kasdedilmiştir. Nitekim bâzı rivâyetlerde bu kelime
yerine Aniye kelimesi bulunur. Aniye kelimesi ise İnâ kelimesinin
çoğuludur, kablar mânâsınadır. Müellifimizin rivâyetinde olduğu gi­
bi diğer bâzı rivâyetlerde müşrikler tâbiri kullanümıştır. B u h â r î
ve M ü s 1 i m ’ in rivâyetinde ise E h l - i K i t â b tâbiri kul­
lanılmıştır.
E b û D â v û d ’ un rivâyetindeki soru şekli şöyledir:
"Biz E h l - i K i t â b ’ a komşuyuz. Onlar tencerelerinde do­
muz etini pişirirler ve kablannda şarab içerler.”
Hadîste verilen ayrıntılı cevâba göre başka kab varken E h l - i
K i t â b ’ m kablannı kullanmak mekruhtur. Halbuki fıkıhçılara
göre, başka kab bulunsun veyâ bulunmasın onlann kablannı yıka­
dıktan sonra kullanmakta bir mekruhluk yoktur. N e v e v i bu
hususla ilgili olarak özetle şöyle d e r :
560 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Bu hadis fıkıhçılann beyân ettikleri hükme muhâliftir, denile­


bilir. Çünkü fıkıhçılar: Müşriklerin kablan yıkandığı zaman kulla*
nılabilir ve kullanılmasında bir mekruhluk yoktur. Başka kab bulun­
sa da bulunmasa da hüküm budur, demişlerdir. Bu hadîse göre baş­
ka kab varken müşriklerin kablannı kullanmak mekruhtur ve bu
takdirde onlann kablannı yıkamak mekruhluğu gideremez. Ancak
başka kab bulunmazsa onlann kablan yıkandığı zaman kullanıla­
bilir.
Hadis ile fıkıhçılarm görüşleri arasında görülen ihtilâfa cevâ-
ben şöyle denilir: Müşriklerin kablannda yemek yeme yasağı onla­
nn domuz etini pişirdikleri ve şarab içtikleri kablara âittir. Nitekim
E b û D a v u d ’ un rivayetinde bu duruma değinilmiştir. Domuz
etinin pişirildiği ve şarabın içildiği kablarda yemek yemenin veyâ
pişirilmesinin yasaklanması sebebine gelince bu kablar yıkandıktan
sonra da müslümana tiksinti ve nefret verir. Çünkü bu nevi kablar
devamlı sûrette domuz eti ve şarap gibi necis ve pis şeylerde kul­
lanılmış durumdadır. Bu nedenle böyle kablann yıkatılsa bile yemek
işinde kullanılması mekruh sayılmıştır. Nasıl ki, hacamet işinde kul­
lanılan bir kabı yemek işinde kullanmak mekruhtur.
Fıkıhçılann maksadı ise kâfirlerin necis işlerde kullanmadıkları­
dır. Bu nevi kablan yıkamadan yemek işlerinde kullanmak mekruh­
tur. Güzelce yıkandıktan sonra mekruhluk kalmaz. Çünkü paklan­
mış olur ve tiksinti verecek durum da yoktur. Fıkıhçılar, kâfirlerin
domuz eti ve şarap gibi necis ve pis işlerde kullandıklan kablann
yıkatılması hâlinde müslümanlann bunlan yemek işlerinde kullan­
malarının mekruh olmadığım kasdetmemişlerdir.

u f'y A İ (tv)

27 — MÜŞRİKLERDEN YARD IM İSTEMEK BÂBI

• ' * f ' *' *• » ı * • - . - •


• j j <â*.J ö ü»- Jul

T ER C E ME S t

2832) "... Âişe (RadtyallâJtü anhâ) ’dan rivâyet edildiğine göre Resûlul-
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Bâb : 27 KİTÂBÜ-L’CİHÂB 561

«Biz hiç bir müşrikten şüphesiz yardım istemeyiz» buyurdu.


(Hâvi) A li kendi rivayetinde dedi k i: (Bâvî) Abdullah’ın babası
Yezîd veyâ Zeyd’dir."

İ Z A H I

Bu hadîsi M ü s l i m , T i r m i z î , E b û D â v û d , N e -
s â i ve A h m e d de rivayet etmişlerdir. M ü s l i m ’ deki ri-
vâyet uzuncadır ve meâli şöyledir:
“Âişe (Radıyallâhü anhâl’dan rivayet edildiğine süre Peygam­
ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Bedir tarafına çıktığı zaman CMe-
dîne-i Münevvere’ye yaklaşık dört mil mesafedeki) Haıretü’l-Vebre
(denilen semte) vardığı zaman cesûr ve kahraman olduğu anlatılan
bir adam arkadan gelip Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’e
yetişti. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkadaşları o
adamı görünce sevindiler. Adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
jBellem) ’e yetişince O’n a :
Sana tabi olmak (yâni seninle beraber düşmanlarınla savaşmak)
ve seninle beraber ganimet kazanmak için geldim, dedi. Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem ), adam a:
«Sen Allah’a ve Resûlüne inanıyor (mu)sun?» buyurdu. Adam :
Hayır, dedi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Öyle ise geri dön. Çünkü ben hiç bir müşrikten yardım isteme­
yeceğim, dedi. Âişe demiştir k i :
Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geçti. Nihayet
biz eş-Şecere’de iken adam (tekrar) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) ’e yetişti ve O’na ilk defa söylediği gibi teklifte bulun­
du. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de ilk defa söylediği
gibi ona:
O halde geri dön. Çünkü ben bir müşrikten yardım istemeyece­
ğim, buyurdu. Râvî demiştir k i :
Sonra adam geri döndü. Daha sonra el-Beydâ’da (yine gelip)
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’e ulaştı. Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem) ilk defa buyurduğu gibi (tekrar) adam a:
Sen Allah'a ve Resûlüne inanıyor (mu)sun, diye sordu. Adam :
Evet, diye cevab verdi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) adama:

Sünen-i İbn-i Mâce — C. : 7 - F. : 36


562 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

O halde yürü (yâni bize katıl), buyurdu.”


Bu hadîs müslümanlann savaş için müşriklerden yardım isteme­
lerinin mekruhluğuna delâlet eder.

Nevevi , M ü s l i m ’ in şerhinde şu bilgiyi verir:


‘‘Diğer hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in S a f -
v â n b i n Ü m e y y e ’ den müslüman olmadan önce yardım is­
tediği rivâyet olunmuştur. Âlimlerden bir cemâat birinci hadisi her
durumda tutmuşlardır. Yâni durum ne olursa olsun müşriklerden yar­
dım istenmez. Ş â f i i ve başka âlimler: Eğer kâfir kişinin görüş­
leri müslümanlarca beğenilir ve onun yardımına ihtiyaç duyulursa
ondan yardım istenir. Aksi takdirde ondan yardım istemek mekruh­
tur, demişlerdir. Bu âlimler bu iki hadîsi anılan iki duruma yorum­
lamışlardır. Kâfir kişi verilen izin sonucunda müslümanlarla be­
raber savaşa katılırsa, ona müslüman mücâhidler gibi ganimet his­
sesi verilmez. Fakat ganimetten uygun görülecek bir mikdar veri­
lir. E b û H a n î f e . Ş â f i i , M â l i k ve cumhûrun görüşü
böyledir. Z ü h r i ve E v z â i ’ ye göre kâfire de müslüman
mücâhid gibi ganimet hissesi verilir."

(ta)
28 — SAVAŞTA HİLE ETMEK BÂBI

& 3 £ rU t* -.tATT ;-
. a <s-'IX » 3 ^ £§§> ü j*

T E R C E M ESî

2833) “ ... Âige (Radtyallâhü anhâ)’dan rivâyet edildiğine göre; Peygam­


ber ( Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Harb hiledir,» buyurmuştur."

j i y P. * P i k # t>p. - un
* * * ** „ / ,

. , « a J- Ç 'J rı • D& ü l ^ i l *P â - ‘ ‘ V '- j &

T ER C E M E S İ
2834) “ ... (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)’dan rivâyet edil­
diğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Harb hiledir.» buyurmuştur.
Bâb : 28 KİTÂBÜ-L’C İ H A D 563

İ Z A H I
B u h â r i ile M ü s l i m ayni hadîs metnini C â b i r (Ra-
dıyallâhü anh) ile E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) ’den ay­
rı ayrı senedlerle rivâyet etmişlerdir. T i r m i z i “Savaşta yalan
söylemek ve hile etmek hakkında gelen hadisler” başlığı ile açtığı
bâbta C â b i r (Radıyallâhü anhl’m hadîsini rivâyet ettikten son­
ra A l i , Z e y d b i n S â b i t , Â i ş e , î b n - i A b b â s ,
Ebû H u r e y r e , E s mâ b i n t - i Y e z î d , K a ’ b b i n
M â l i k ve E n e s b i n M â l i k (Radıyallâhü anhüm) ’den
de bu hadisin rivâyet edildiğine beyân eder ve bunun sahîh - hasen
olduğunu söyler.
Bu hadisi müellifimizden başka kimin İ b n - i A b b â s ve
 i ş e ’ den rivâyet ettiğine dâir bir bilgi edinemedim.
Hadîste geçen; Ic-jS- kelimesinin okunuşu hakkında üç şekil bu­
lunduğu N e v e v i tarafından şöylece ifâde edilmiştir .• Bu keli­
menin okunuşu hakkında üç meşhur lügat va rd ır: Âlimler en fasih
lügatin "Had’a” olduğu noktasmda ittifak etmişlerdir. S a ' l e b ve
başkası, Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in lügat ve okuyu­
şunun böyle olduğunu söylemişlerdir. İkinci lügat “Hud’a” dır. Üçün-
cüsü ise “Huda” dır. Âlimler, savaşta kâfirlere mümkün olan her çe­
şit hile ve aldatmanm câizliği hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak
yapılacak hile ile düşmana verilmiş bulunan güvence veyâ sözleş­
me, andlaşmayı bozma durumu var ise câiz değildir. Yalan söyleme­
nin üç şeyde câiz olduğuna dâir sahîh hadîs vardır. Bu üç şeyden
birisi de savaştır.
Üç şekilde okunduğunu yukarda belirttiğim bu kelimenin üç
okunuşunun da ayni mânâyı ifâde ettiğini söyleyenler olduğu gibi
değişik şekilde mânâlandıranlar olmuşlardır. K â d ı I y â z gibi
bâzı âlimler özetle şöyle yorum yapmışlardır :
Had’a şeklinde okunduğu zaman mânâ şöyle o lu r: “Savaş bir
kez aldatmaktır.” Yâni savaşta düşman, düşmanını bir defa aldatır
ve İkincisine ihtiyaç kalmaz. Çünkü birinci hile ile işini bitirmiş
olur.
Hud'a şeklinde okunduğu zaman mânâ şöyle o lu r: "Savaşın en
önemli taktiği hile ve aldatmadır. Başka bir deyimle hile ve aldatma
savaşm en büyük bölümünü teşkil eder.
Huda şeklinde okunduğu zaman mânâ şöyledir: Savaş aldatıcı­
dır, savaşçıları sürprizlerle karşılaştırabilir. Daha geniş bilgi için
T i r m i z i ’ nin şerhi Tuhfe’ye başvurulabilir.
564 SÜNEN-t İBN-İ MÂCE

Savaşta yapılacak hile, aldatma ve oyunlar müslümanlar tara­


fından kullanıldığına göre Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)
bu hadîsle mücâhidleri bu nevî taktik ve manevraları kullanmaya
teşvik buyurmuş olur. Diğer tarafta Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü
ve’s-selâm) mücâhidleri uyararak, düşmanlarının kurabilecekleri tu­
zaklara düşmemeleri için dikkatlerini çekmiş oluyor.

it ( tv)

29 — HASMI İLE DÖVÜŞMEK ÜZERE SAVAŞÇININ


MUHÂREBE M EYD AN IN A ÇIKMASI VE SAVAŞÇININ
BERABERİNDE BULUNAN EŞYA (N IN HÜKMÜNE
DÂİR HADÎSLER) BÂBI

T E R C E M E S I

2835) "... Ebû Zerr(-i G ifârî) (Radtyattâhü anh)'den rivâyet edildiğine


göre :

Kendisi yemin ederek şöyle demiştir: p ç.j J

âyeti Bedir (savaşı) günü şu altı kişilik topluluk hakkında in d i: Bun­


lar Hamza bin Abdilmuttalib, A li bin Ebî Tâlib, Ubeyde bin el-Hâris
(Radıyallâhü anhüm) ile (hasımlan olan) Utbe bin Rebîa, Şeybe bin
Bâb : 29 KİTÂBÜ-L’CÎHÂD 565

Hebia ve el-Velid bin Utbe’dir. Bunlar Bedir (savaşı) gönü din uğ­
runda cedelleştiler.”

İ Z A H I

Bu hadisi B u h â r î ve M ü s l i m de rivayet etmişlerdir.


Hadiste isimleri geçen üç sahâbi ile onlarla döğüşen üç kâfir K u -
r e y ş kabîlesindendir. H a m z a (Radıyallâhü anh) ile A l i
(Radıyallâfıü anh) H â ş i m ’ in oğullanndandır. U b e y d e
(Radıyallâhü anh) da M u t t a l i b ’ in oğullanndandır. Müşrik
olan hasımlan ise A b d - i Ş e m s b i n A b d - i M e n â f ’ m
oğullanndandır.
E bû D â v û d “Mübâreze” bâbmda A 1 i (Radıyallâhü
an h )’den rivayet ettiği bir hadiste B e d i r savaşmda bunların
döğüşmeleri ile ilgili olarak şu bilgi verilmiştir: Hadisin meali şöy-
le d ir:
/
“A li (Radıyallâhü anhJ’den rivayet edildiğine göre (Bedir sa­
vaşı günü) Utbe bin Rebia (kâfirlerin saffmdan çıkarak) ile ıi gel­
di. Arkasında oğlu (Velid) ve kardeşi (Şeybe) geldi. Sonra Utbe
(meydan okuyarak) : '
Kim (bizimle) cenkleşmeye çıkacak? diye bağırdı. Bunıin üze­
rine Ensâr-i Kirâm’dan üç genç (onlarla cenkleşmek üzere/) mey­
dana fırladılar. U tb e:

Siz kimsiniz? diye sordu. Gençler kimler olduklarım ona ^ildirdi-


ier. U tb e:

Sizle görülecek bir işimiz yok. Biz amca oğullarımızı istiyoruz


(yâni Kureyş’ten olan emsâlimiz meydana çıksm), dedi. Bunun ü z e ­
rine Peygamber (Salljallahü Aleyhi ve Sellem) :
Kalk Y â Hamza, kalk yâ Alî, kalk yâ Ubeyde bin el-Hâris (bin
el-Muttalib), buyurdu. Bunun üzerine Hamza, Utbe’ye doğru gitti,
ben de Şeybe’ye yöneldim. (İkimiz hasımlanmızı öldürdük) Ubeyde
ile Velîd biri birine birer darbe indirip ikisi de biribirini yaraladılar.
Sonra biz, Velîd’e yönelip onu da öldürdük ve (yaralanan) Ubeyde’-
yi taşıdık.”

Avnü’l-Mabûd yazan bu hadîsin şerhinde özetle şu bilgiyi v e r ir :


“Şerhü’s-Sünne’d e : Bu hadîs, kâfirlerle yapılan savaşta mü­
bâreze, yâni hasmı ile döğüşmek üzere mücâhidin meydana çıkıp
566 SÜNEN-İ İBN-İ MACE

döğüşmesinin câizliğine delâlet eder. Mübâreze, kumandanın izniy­


le olduğu zaman bunun câizliği husûsunda ihtilâf yoktur. Fakat ku­
mandanın izniyle olmadığı zaman bunun câizliği husûsunda ihtilâf
vard ır: Bir cemaâta göre yine câizdir. M â l i k ile Ş â f i i de
bu görüştedir, diye bilgi verilmiştir.
H a 11 â b i de özetle şöyle d e r : Hadis, kumandanın izni ol­
sun veyâ olmasın mübârezenin câizliğine delâlet eder. Çünkü H a m -
z a (Radıyallâhü anh) ile A 1 i (Radıyallâhü anhl’ın mübâreze-
ye çıkmaları Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in izniyle idi.
Ensâri gençlerin mübârezesi, yâni meydana çıkmalan Peygamber
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in izniyle değildi. Buna rağmen Peygam­
ber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), o gençlerin çıkmalarına itiraz et­
medi.
Hadiste anılan âyet H ac sûresinin 19. âyetidir. Bu âyetin me­
ali şöyledir:
"Bu iki zümre (mü’min, kâfir) iki hasımdır ki, kendi Rableri hak­
kında cedelleştiler. O küfreden zümre için ateşten elbise biçilmiştir.
Başlarına da kaynar su dökülecektir."
Bu hadîse göre anılan âyet, B e d i r savaşında döğüşen ve
isimleri hadîste anılan üç sahâbi ile üç hasımları hakkında nâzii ol­
muştur. Âyetin iniş sebebi hakkında başka rivâyetler de vardır. Tef­
sir kitablarında geniş bilgi mevcuttur.
Bir noktayı belirteyim -. Hadîste bu âyetin devamı gibi görülen-,
o! = “Şüphesiz, Allah istediğini yapar" nazm-i ce-
lili ayni sûrenin 14. âyetinin sonudur. Bunun 19. âyet ile beraber
anılmasının hikmetini ve sebebini bilemedim. Ancak şu ihtimal ha­
tıra g e lir : Bilindiği gibi âyetlerin iniş sırası Mushaf’daki sıraya göre
değildir. Bu itibarla 14. âyet 19. âyetle beraber ve ayni sebeple in­
miş olabilir. Bu durum incelenmelidir. Allah en iyi bilendir.
B âb: 29 KÎTÂBÜ-I/CÎHÂD 667

T E R C E M E S İ

2836) “ -... Sekme bin el-Ekva (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle.demiştir :

Ben (bir kere kâfir) bir adamla savaşıp onu öldürdüm. Bunun
üzerine Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun selebini (be­
raberindeki eşyasını) bana verdi.”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvileri sıkâ
(güvenilir) zâtlardır.

T E R C E M E S İ
2837) “ ... Ebö Katâde ( Radtyallâhü anh)’den rivâyet edildiğine göre :

Kendisinin Huneyn (savaşı) günü öldürdüğü (kâfir) bir maktu­


lün selebini (yâni beraberindeki eşyayı) Resülullah (Sallallahü Aley­
hi ve Sellem) kendisine vermiştir.”

: Jlloill jr| Jlîj. OUîll j 0^*" <-( clfb* ıj • >*»1 »j

• J •J ^
T E R C E M E S İ
2838) Semüre bin Cündüb ( Radtyallâhü anh) ’den rivâyet edildiğine
göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim (bir kâfiri) öldürürse seleb (yâni o kâfirin beraberindeki
eşya) o kimseyedir.»”
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Süleyman bin Semüre
bin Gündüb bulunur. İbn-i Hibbân onu sıkâ (güvenilir) zâtlar arasında anmıştır.
İbnü’l-Kattân d a : Onun hâli mechûldur, demiştir. Senedin kalan râvileri güvenilir
zâtlardır.
568 SÜNEN-İ ÎBN-İ MÂCE

İ Z A H I

S e l e me (Radıyallâhü anh) ile S e m ü r e (Radıyallâhü


anhl’ın hadîsleri Zevâid türündendir. E b û K a t â d e (Radı-
yallâhü anh) ’m hadîsi ise B u h â r î , M ü s l i m ve T i r m i z i
tarafından da rivâyet edilmiştir.
Seleb: Savaşan kimsenin beraberinde bulunan giyecek, silâh ve
diğer eşyalardır. Cumhûr böyle târif etmiştir. A h m e d 'e göre
savaşan kişinin beraberinde bulunan hayvanı selebten sayılmaz.
Ş â f i i ’ ye göre ise seleb silâhtan ibarettir. Yâni savaşçının be­
raberinde bulunan diğer eşya selebe dâhil değildir.
Bu hadislere göre savaşta müslüman mücâhidin öldürdüğü düş­
man üzerinde ve beraberinde bulunan eşya ganimet malına dâhil
edilmeyip öldüren mücâhide verilir.
T i r m i z i , Ebû K a t â d e (Radıyallâhü anh) ’m hadi­
sini rivâyet ettikten sonra: Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in
ashâbından ve başkalarından teşekkül eden âlimlerden bir grub bu
hadîsle amel etmişlerdir. E v z â î , Ş â f i i • ve A h m e d ' i n
fetvaları da böyledir. İlim adamlarından bâzıları d a : Devlet başkanı
seleb’den beşte bir hisseyi çıkarabilir, yâni dilerse seleb’in beşte dör­
dünü kâtil mücâhide verir ve kalan beşte birini uygun gördüğü yol­
da harcayabilir, demiştir. S e v r i de der k i .- N efel .• Devlet başka-
nının: Kim (savaşta düşmanların malından) ne elde ederse o mal, o
kimseyedir ve kim bir kâfiri öldürürse onun selebi, yâni beraberindeki
mal o kimseyedir, demesidir. Bu hüküm câizdir ve bu nevi maldan hu­
mus, yâni beşte bir hisse, çıkarılmaz. 1 s h â k ;da şöyle demiştir,:
Seleb, kâtilin hakkıdır. Ancak büyük bir meblâğ tutarsa devlet baş­
kanı onun beşte birini alakoyabilir. Nitekim Ö m e r b i n e 1-
H a t t a b (Radıyallâhü anh) öyle yapmıştır, diye bilgi verir. .
• Tuhfe yazarının beyânına göre H a n e f i l-e r ile M â 1 i-
k i l e r : Kâfiri öldüren mücâhid, selebi alma hakkına sâhip değil­
dir. Ancak devlet başkanı selebin öldürene âit olduğunu söylemişse
o zaman seleb kâtilin hakkı olur, demişlerdir.
Tuhfe yazarı bu arada şöyle d e r : Cumhûra göre kâtil mücâhid,
seleb’i alma hakkına sâhibtir. Mücâhidlerin başında bulunan kuman­
dan selebin kâtile âit olduğunu önceden söylemiş olsun veyâ olma­
sın netice değişmez. Cumhûr, bu görüşünde E b û K a t â d e (Ra-
dıyallâhü anhl’ın hadîsine dayanır. Açık olan hüküm de budur.
Bât) : 30 KİTÂBÜ-L'CİHÂD 569

j »L»iM o L*)Ij t_»l» (r •)


30 — (KÂFİR DÜŞM ANLARA) SALDIRMAK, GECELEYİN
BASKIN Y A P M A K VE (BU A R A D A ) KAD INLARI VE
ÇOCUKLARI ÖLDÜRMEK BÂBI

T E R C E M ESİ

2839) Es-Sa’b bin Cessâme (Radtyallâhü anh)’den; Şöyle demiştir:


(Bir kere) Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ’e müşrik
(muhârib) lerden âile sahibi olanlara (İslâm mücâhidieri tarafından)
geceleyin baskın düzenleniyor ve (bu arada ayırd edilemeyerek) on­
ların kadmlan ve erginlik çağına varmamış çocukları da isabet alı­
yor (yaralanıyor, öldürülüyor), diye soru soruldu. Peygamber (Sal-
lallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onlar da müşrikler (toplumun) dandır» buyurdu."

İ Z A H I

Bu hadîsi Kütüb-i Sitte sâhiplerinin hepsi rivayet etmişlerdir.


Soru sahibinin râvî e s - S a ’ b (Radıyallâhü anh) olduğu, E b û
D â v û d ile t b n - i H i b b â n ’ ın rivayetlerinde belirtilmiş­
tir.
K a s t a l â n i : Peygamberin maksadı müşriklerin kadınla­
rını ve çocuklarını bile bile öldürmenin mübahlığı değildir. Maksad,
müşriklerin erkeklerini öldürebilmek için kadınlarım ve çocuklarmı
öldürmek zarûreti olduğu zaman bunların öldürülmesinin câizliğidir.
Müşriklerin kadınlarım ve çocuklarını öldürmeden erkeklerini öldür­
mek mümkün ise kadınlarını ve çocuklarını öldürmek câiz değildir.
Çünkü diğer bâzı hadîsler, müşriklerin kadınlarını ve çocuklarını
öldürmeyi yasaklamıştır, der.
K a s t a l â n i ’ nin işâret ettiği hadislerden ikisi bu bâbm 2841
ve 2842 nolu hadîsleridir.
570 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

H a t t â b i de şöyle der ^Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-se-


lâm) ’in : “ Müşriklerin kadınlan ve çocuklan onların câmiasındandır”
hadisinden maksadı, kadın ve çocukların dinî hükümler konusunda
âile reisine tâbi olmasıdır. Yoksa Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm), müşriklerin çoluk çocuklarını kasden öldürmeyi mübah kıl­
mış değildir. Bunun mübahlığı ancak ayırd etmenin mümkün olma­
dığı durumlara ve zamanlara aittir. Meselâ, müşrikler çoluk çöcuk-
lanyla birlikte bir vapurda veyâ bir kale’de iken ve müşrikler ile
müslümanlar arasında savaş devam ederken bu gibi durumlarda va­
puru batırmak ve kale’yi yıkmak mübahtır.
Müslümanlarla savaşan müşriklerin kadınlarını ve çocuklarım
öldürme konusuna âit ilim ehlinin görüşlerini bu bâbın son hadisi­
nin izahı bölümünde inşâallah vereceğim.

T E R C E M ESİ

2840) '•... Seleme bin el-Ekva’ (Radtyallâhü anh) ’den; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hayatta iken biz Ebû


Bekir (Radıyallâhü anh)’m kumandasında Hevâzin savaşma gittik
ve Benî Fezâre kabilesine âit bir suya vanp gecenin sonunda konak­
ladık. Nihâyet fecir zamanı olunca onlara yaygın bir baskın yaptık.
Sonra biz başka bir su sâhibi olan ailelerin olduğu yere vardık. Bun­
lara da geceleyin baskm yapıp dokuz veyâ yedi aşiret olan bunlan
da öldürdük.”

Bir Hâl Tercemesi


Es-SaT) bin Cessâme (R .A .) el-Leysl el-Hicâzl, sahâbidir. Hadisleri vardır.
Buhâri ile Müslim onun iki hadisini müştereken rivâyet etmişlerdir. Buhârİ, ay­
rıca onun bir hadisini rivâyet etmiştir. Hâvisi İbn-i Abbâs (B .A.)’dır. Başka râ-
visi yoktur. Kütüb-i Sitte sâhipleri onun hadislerini rivâyet etmişlerdir. (Hü­
lâsa : 173)
Bâb : 30 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 571

^ o* dMl * ut 'j f <j j L i t u? • ^ c?-^. L < ^ — TAİN

"ü î V.’j
* C i) i . j ı. j o ) ' ,y û j t i < 1 ; V* ' j^ u r*' j ' • û ' ^
** O» O" /’ V * *

T E R C E M E S t

2841) "... (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivâyet edil­


diğine gö re: *

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Mekke’nin fetih se­


ferinde) yolda öldürülmüş bir kadın cesedini buldu. Bunun üzerine
kadınlan ve erginlik çağma varmamış çocuklan öldürmeyi yasak­
ladı."

T E R C E M E S Î

2842) "... Hanzala el-Kâtib (Radıyallâhü ûwÂ)’den; Şöyle demiştir:


Biz (bir kere) Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ’in bera­
berinde bir savaşa gittik. Sonra başında halkın toplandığı öldürülmüş
bir kadın cesedine uğradık. Halk Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) için dağıldı. Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
572 SÜNEN-İ tBN-İ MÂCE

«Bu kadın savaşanlar içinde savaşmış değildi», buyurdu. Sonra


bir adam a:
«Hâlid bin el-Velîd’e git ve ona de k i : Resülullah (Sallallahü A ley­
hi ve Sellem) sana emrederek diyor k i :

Sakın hiç bir kadım ve (savaştan başka iş için) kiralanan hiç


bir adamı öldürme.»
... Rebâh bin er-Rebî (Radıyallâhü anh) de Peygamber (Sallal­
lahü Aleyhi ve Sellem) ’den bunun mislini rivâyet etmiştir.

Ebû Bekir bin Şeybe dedi k i : Sevr! kendi rivâyetinde yanılıyor.”

İ Z A H I

S e l e m e (Radıyallâhü anh) ’m hadisini E b û D â v û d


ve N e s â î de rivâyet etmişlerdir. E b û D a v u d ' u n riva­
yetinde :

“Seleme (Radıyallâhü anh) : O gece müşriklerden yedi aşiret


halkım ben kendi elimle öldürdüm” , demiştir.
Bu hadîs de savaş hâlinde müşriklerin evlerine gece baskım dü­
zenlemenin ve baskın esnâsmda kadmian ve çocukları ayırd etmek
mümkün olmadığı takdirde ev halkmdan erkekleri öldürürken bu me-
yanda kadmian ve çocuklan da öldürmenin câizliğine delâlet eder.
2839. hadîsin izahında bu durum belirtilmişti.
İbn-i Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’m hadisini B u h â r i ,
T i r m i z i , E b û D â v û d ve N e s â i de rivâyet etmişler­
dir. Bu hadîs savaşta kadmian ve çocuklan bile bile öldürmenin ya-
saklığma delâlet eder. Avnü’l-Mabûd yazan bu hadîsin şerhinde: Bu
hadîs, savaşta kadmian ve çocuklan öldürmenin câiz olmadığına de­
lildir. M â l i k ve E v z â i de böyle hükmetmişlerdir. Bu iki
âlimin görüşüne göre bunlar hiç bir durumda öldürülemezler. Ş â -
f i î ve K ü f e âlimlerine göre ise kadın, savaşa katıldığı zaman
öldürülmesi câizdir, der.

Bu bâbın son hadîsini E b û D â v û d ve N e s â i de ri­


vâyet etmişlerdir. Müellifimiz bu hadîsi iki senedle rivâyet etmiş­
tir. Birinci senede göre Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ile be­
raber savaşa katılıp hadîsi rivâyet eden sahâbi H a n z a 1 a e 1-
K â t i b (Radıyallâhü anh)’dır. İkinci senede göre savaşa katı­
Bâb : 31 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 573

lıp hadîsi rivâyet eden sahâbî R e b â h b i n e r - R e b i (Ra-


dıyallâhü anh) ’dır. Müellifimizin şeyhi E b û B e k i r b i n E b î
Ş e y b e demiş k i : Birinci senedde S ü f y â n - i S e v r î ya­
nılmıştır. Yâni savaşa katılıp olayı anlatan zât H a n z a 1 a değil,
R e b â h ’ tır. E b û D â v û d da bu hadisi R e b â h bin
e r - R e b î (Radıyallâhü anh) ’den rivâyet etmiştir.

H a t t â b i bu hadîsin izahında: Bu hadîs, kadının savaştığı


zaman öldürülmesinin câizliğine delâlet eder. Çünkü görüldüğü gibi
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu kadının öldürülmesinin
haramlığma gerekçe olarak kadının savaşmamasım göstermiştir. Şu
halde kadm savaşa katıldığı zaman öldürülmesi câizdir. Hadîsten bu
netice çıkarılır.
A s if: Kiralanan ve tâbi olan demektir, der.
S i n d i : d e : Hadîste öldürülmesi yasaklanan kiralık adamdan
maksad çobanlık gibi hizmetler için kiralanan kimse olsa gerek. Sa­
vaşmak üzere kiralanan kimse kasdedilmiş değildir, der.
Zürriyyet İnsan nesli demektir. Burada kadınlar mânâsında kul­
lanılmıştır. Çünkü hadîs, öldürülen kadın hakkındadır.
jjJ ' (n )
31 — (SAVAŞTA) DÜŞMAN ÜLKESİNDE (BİNALARI,
AĞAÇLARI VE ZİRAATLARI) Y A K TIR M A K BÂBI

H â l T ercem eleri

Seleme (R.A.)’m hâl tercemesi 688. hadis bölümünde geçmiştir.


Hanzala el-Kâtib (R.A.) bin er-Rebî bin Sayfî et-Temîmî el-Üseyyidî Ebü
Rebi el-Kûfî sahâbîdir. Sekiz hadisi vardır. Müslim onun bir hadîsini rivâyet
etmiştir. Tirmizî, Nesâi ve İbn-i Mâceh de onun hadislerini rivâyet etmişler. Râ­
vileri Yezîd bin eş-Şihhîr ve Ebû Osmân en-Nehdi’dir. Bu sahâbî Hâlid bin el-Ve-
lid (R.A.) ile berabtrlrâk fetihlerine katılmıştır. İbnü’I-Berkî, onun vahiy kâtib-
liği ettiğini söylemiştir. Ali (R.A.)’den sonra vefât ettiği söylenmiştir. (Hülâsa : 90
Rebâh bin er-R.bî (R.A.) el-Üseyyidî Ebû Hanzala sahâbîdir. Bunun adının
Reyyâh veyâ Riyâh olduğu da söylenmiştir. Ebû Dâvûd, Nesâi ve îbn-i Mâceh
onun bir hadîsini rivâyet etmişlerdir. İki tane hadîsi vardır. Râvîsi el-Mürakka
bin Sayfi’dir. (Hülâsa : 114)
Rebâh ile Hanzala isimli bu iki sahâbî, kardeştir.
574 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2843) "... Üsâme bin Zeyd (Radtyallâhü ankümâ)’dan; Şöyle demiştir:


Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni (bir askerî kuvvet
başında). Übnâ denilen bir köye göndererek s
«Sabah (m erken saatlerinde aniden) Übnâ köyüne var (baskın
yap). Sonra (evlerini, ekinlerini ve ağaçlarını) yaktır,» buyurdu."

İ Z A H I

Bu hadîsi E b û D â v û d da rivâyet etmiştir. Übnâ, A s -


k a l â n ile R e m l e arasında bir yerin ismidir. E 1- K a r i
böyle demiştir. Bu yer F i l i s t i n bölgesindedir. E b û D â -
. v û d ’ un rivâyetinde “ Übnâ’ya sabahleyin baskın yap” buyurul-
muştur. Yâni onlar gafil ve hazırlıksız iken baskın yap.
Hadîste verilen yaktırma emriyle Ü b n â halkının yakılması
kasdedilmemiş, onların evleri, ekinleri ve ağaçlarının yakılması kas-
dedilmiştir. Çünkü insanların yakılmasının yasaklığı B u h â r i ,
T i r m i z i , Ebû D â v û d ve N e s â i ’ nin H a m z a
e 1- E s 1 e m i (Radıyallâhü anh) ’den rivâyet ettikleri bir hadiste
bildirilmiştir. Düşman ülkesini yıkıp yakmak ise cumhûra göre câiz-
dir. Bu husûsa âit geniş bilgi bundan sonra gelen hadislerin izahı
bölümünde verilecektir.

TE R C E M E S İ

2844) "... (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhütnâ) ’dan rivâyet edil­
diğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (muhasara esnâsında)
Benî Nadlr’in yaş hurma ağaçlarım (savaş gereği olarak) yaktırdı ve
kestirdi. Bu mıntıka, (Benî Nadir’in hurmalığı olan) Büveyre (deni­
len mevki) dir. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle);
Bâb : 31 KİTÂBÜ-L'CİHÂD 575

*1" ^ l| 1 • • >» j ı1
...Afcjli U j* a y j l j a pM2* l» —“ (İnkârcı kitâb ehlinin yurtla-

nnda) herhangi hurma ağacını kestinizse veyâ kökleri üzerinde di­


kili bıraktınızsa (bu hareketiniz) Allah'ın izniyledir ve fâsıklan pe­
rişan etmek içindir." âyetini indirdi.”

. (ZJı [i
O ,a
ka& &0,*L'S.
». u a •, •- 3• -W»-TAt«
; « ı •{û j • M ^ ^ !> ' # ?

o ’. j - ^ ey! y ^ -

T E R C E M E S İ

2845) “... (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)’dan; Şöyle de­


miştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (muhasara esnasında)
Benî Nâdir’in yaş hurma ağaçlarım (savaş gereği olarak) yaktırdı ve
kestirdi. Onlann (durumunu dile getiren Resûlullah (Sallallahü A ley­
hi ve Sellem )’in şâiri Hassan bin Sabit (Radıyallâhü anh);

3 i Jı t ö r " (Beni Nadîr yahûdî_


“* *^ ^ *
lerinin hurmalığı o la n ) el-Buveyre (mevkiin)deki yaygm olan yan­
gın (mü’min olan) Kureyş eşrafına kolayca gerçekleşti" şiirini bu
olay hakkında söyledi.”

İ Z A H I
İbn-i Ö m e r (Radıyallâhü anh) ’m ilk hadisi Kütüb-i Sitte’-
nin hepsinde rivâyet edilmiştir. İkinci hadîs B u h â r ı ve M ü s ­
l i m ’ de de rivâyet olunmuştur.
İkinci hadîsteki şiirin Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve's-se-
lâm) ’in şâiri H a s s â n bin Sâbi t (Radıyallâhü anh) ta­
rafından söylendiği B u h â r î ve M ü s l i m ’ in rivâyetinde
belirtilmiştir. Bu itibarla İ b n - i Ö m e r (Radıyallâhü anhl’ın
müellifimizin rivâyetindeki “ Onlann şâiri” ifâdesini B u h â r î
ile' M ü s 1 i m ' in rivâyetlerine uygun olarak terceme etmeye ça­
lıştım. H a s s â n b i n S â b i t (Radıyallâhü an h )’a “Onlann
şâiri” demekten maksad onlar hakkında şiir yazan olmasmdandır.
Yoksa sanıldığı gibi B e n i N a d i r yahûdîlerinden olan şâir
mânâsı kasdedilmemiştir.
576 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

BENİ NADİR YAHÛDÎLERİ H AKKIN D A ÖZLÜ BİLGİ

M e d î n e - i M ü n e v v e r e ’ de üç kısım yahûdîler va rd ı:
B e n i N a d i r , B e n î K u r a y z a ve B e n î K a y n u k a .
Bunların bazısı M e d î n e - i M ü n e v v e r e içinde, bir kısmı
da civânnda ikâmet ediyordu. B e n i N a d i r ile B e n î K u ­
r a y z a yahûdîlerinin müstahkem yurtları M e d î n e - i M ü ­
n e v v e r e ’ ye yaklaşık 10 kilometre mesafede idi. Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hicret buyurduğu zaman bunlarla ay­
rı ayn andlaşma akdetmişti. Andlaşmada yahûdîlere can ve mal em­
niyeti verilmişti. Buna karşılık gerektiğinde yahûdîler maddî yardım­
da bulunmayı taahhüt etmişlerdi. Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm), Â m i r oğullarından iki kişinin diyetini, yâni kan baha­
sını ödemek için B e n î N a d i r ’ den yardım istemek için bun­
ların yurtlarına gitmişti. Beraberinde bir kaç sahâbî vardı. Peygam­
ber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) bunlardan yardım isteyince başlan­
gıçta yahûdîler yardım etmeyi kabullendiler ve görüşme esnâsmda
yahûdîler birer birer Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in ya­
nından ayrılmaya başladılar. Daha sonra Peygamber (Aleyhi’s-salâ­
tü ve’s-selâm) hakkında bir suikasd düzenlemeye başladılar. Bir du­
varın dibinde oturan Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in
üzerine damdan bir taş atıp öldürmeyi plânladılar. Ama C e b r â i l
(Aleyhisselâm) onlarm plânını derhal Resûl-i .Ekrem (Aleyhi’s-salâ­
tü ve’s-selâm) ’e bildirince Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm),
beraberindeki sahâbîleriyle hemen orayı terkedip M e d i n e - i
M ü n e v v e r e ’ ye sâlimen döndüler.
İ b n - i S a ’ d ’ m rivâyetine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-sa­
lâtü ve’s-selâm) bunların menfûr suikasdlerini sahâbilerine bildirdi
ve B e n i N a d i r ’ e on gün mehil vererek bu süre içinde böl­
geyi terketmelerini, aksi takdirde öldürüleceklerine M u h a m -
m e d b in M e s l e m e aracılığıyla ilgililere tebligatta bulun­
du. B e n i N a d i r yahûdîleri ilk günlerde göç etmeye hazır­
landılar ise de M e d i n e ’ deki münâfıklann destekleme vaadine
kapılarak gitmemeye karar verdiler. Sonra bu karan Peygamber
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’e duyurarak: Biz yurdumuzu terketme-
yeceğiz. Elinden ne gelirse yap. Biz buna karşı koymaya hazınz, di­
yerek üstelik meydan okudular. Bunun üzerine Peygamber (Aleyhi’s-
salâtü \e’s-selâm), yahûdîlere karşı savaş ilân ederek B e n î N a ­
d i r üzerine yürüdü. Onlarm yurtları on beş veyâ yirmi beş gün
muhasara altında tutuldu. Ne M e d i n e ’ deki münâfıklar, ne de
Benî K u r a y z a yahûdîlerin onlarm yardımına geldi. İşte bu
Bâb: 31 KÎTÂBÜ-L’CÎHÂD 577

muhasara esnâsmda düşmanın siper etmesi kuvvetle muhtemel olan


hurma bahçelerinin yakılması ve ağaçlarının kesilmesi savaş gereği
olarak emredildi. Ağaçlar yakılıp kesilince yahûdîler:
Ey M u h a m m e d i Sen halkı fesattan menettiğini iddia edi­
yorsun. Ama kendin yaş hurma ağaçlarım yaktırıp kestiriyorsun, di­
ye bağırıp çağırdılar. Onların çıkardıkları feryad üzerine bâzı müs-
lümanlann kalblerine de şüphe ve tereddüd girmişti. Yahûdîleri ce-
vablamak ve müslümanlann kalbine gelen şüpheyi gidermek üzere
birinci hadiste anılan âyet indirildi. Âyetin tamamının meâli şöyle-
d ir :
“Herhangi hurma ağacını kestinizse veya kökleri üzerine dikili
bıraktımzsa (bu hareketiniz) hep Allah’ın izniyledir ve fasıklan pe­
rişan etmek içindir.” (H aşr: 5)

Bu âyet-i kerîme hakkuıda geniş bilgi edinmek için tefsir kitab-


lanna mürâcaat edilmelidir.

Dehşet verici muhasaranın devam etmesi karşısında dayanama­


yan yahûdîler Eesûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’den bölgeyi
terk etmek için güvence istediler. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm) de onlara güvence verdi. Bunun üzerine muhasaraya son ve­
rildi ve yahûdîler beraberlerinde götürebildikleri eşyalarla bölgeyi
terkettiler. Bir kısmı Ş a m ’ a, bir kısmı da F i l i s t i n ' e gidip
yerleştiler.

HADİSTEN ÇIKARILAN HÜKÜM

N e v e v i bu hadisin izahı bölümünde özetle şöyle d e r :


"Bu hadîs, savaş esnâsmda kâfir düşmanların yaş ağaçlarım kes­
menin ve yakmanın câizliğine delâlet eder. E 1-K â s ı m oğlu
A b d u r rahman, N â f i M e v l â İbn-i Ömer, M â ­
l i k , S e v r i , E b û H a n i f e , Ş â f i i , A h m e d , 1s h â k
ve Çumhûr bu hadîsle amel etmişlerdir. E b û B e k r - i S i d ­
d i k, e l - L e y s b i n S a ’ d, E b û S e v r ve E v z â i
ise bunun câiz olmadığım söylemişlerdir.’’

Avnü’l-Mabûd yazarı da Sübülü’s-Selâm’dan naklen şu bilgiyi


v e rir:

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 -F .: 37


578 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

“Cumhûr, savaşta düşmanın yurdunu yakıp yıkmanın câizliğine


hükmetmiştir. E v z â î ile E b û S e v r ise bunun yasaklığma
hükmederek, E b û B e k r - i S ı d d î k (Radıyallâhü anh) ’m
kendi askerlerine böyle bir şey yapmamalşnm tavsiye etmesini delil
göstermişlerdir. Ancak cumhûr onlara şöyle cevab verm iştir: E b û
B e k i r (Radıyallâhü anh) asker gönderdiği ülkenin müslüman-
ların eline geçeceğini bildiği ve bu inançta olduğu için anılan tavsi­
yede bulunmuştu.”

(S j L y i *1 ji v_»l* ( r r )

32 — ESİRLERİ FİDYE KARŞILIĞINDA


KURTARMAK BÂBI

T E R C E M E S İ
2846) “ ... Seleme bin el-Ekva (Radtyallâhü a «A )’den; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken biz Ebû


Bekir (Radıyallâhü anh)'m beraberinde (yâni emrinde) Hevâzin
(kabilesi) savaşma gittik. (Kumandanımız) Ebû Bekir Benî Fezâre
(kabilesin) den olup Arablann en güzellerinden bir genç kızı bana
ganimet payımdan ayn olarak verdi. Kızın üstünde eski bir kürk var­
dı. Ben Medlne-i Münevvere’ye gelinceye kadar kızın elbisesini aç­
madım (yâni ona hiç yaklaşmadım). Sonra Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) çarşıda bana rastladı ve yemin ederek:
O kızı bana hibe et, buyurdu. Ben de k m O’na hibe ettim. Pey­
gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o k m göndererek? Mekke’de
esîr tutulan müslümanlan serbest bıraktırmak için onu fidye olarak
v e rd i”
B âb : 32 KtTÂBÜ-L’CİHÂD 579

! Z A H I

Bu hadisi M ü s l i m ve E b û D â v û d da rivâyet et­


mişlerdir. Hadîste geçen “Kışı” eski kürk mânâsma yorumlandığı gi­
bi deriden mamul elbise mânâsma da yorumlanmıştır. S e l e m e
(Radıyallâhü anh) “ Ben Medine’ye gelinceye kadar kızın elbisesini
açmadım” sözü ile ona cinsel ilişkide bulunmadığım kasdetmiştir.
S e l e m e ’ nin M e d î n e - i M ü n e v v e r e ’ ye vardıktan son­
ra kızı Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e hibe edinceye ka­
dar da kıza yaklaşmadığı M ü s l i m ile E b û D â v û d ’ un
rivâyetindebelirtilm iştir.Yine M ü s l i m ile E b û D â v û d ’ un
rivâyetlerinde bu kızın, annesiyle beraber esir edildikleri ifâde edil­
miştir. O iki rivâyete göre eski kürk veyâ deriden mâmul elbise kı­
zın annesinin üstünde idi. Rivâyetler arasmda zâhiren görülen ihti­
lâfı bertaraf etmek için bu elbise veyâ eski kürkün hem annenin
hem de kızın üstünde olması mümkündür, denilebilir.

HADİSTEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER

1. Kumandan mücâhidlerden herhangi birisine ganimet hisse­


sinden ayn olarak ganimet malmdan bir mikdar verebilir. Buna Ten-
fîl denilir. M ü s l i m ile E b û D â v û d ’ un rivâyetlerine
göre S e l e m e bu ki7.ın dâhil olduğu bir topluluğu kendi eliyle
esir etmişti. Böyle bir başarı gösteren mücâhide kumandan takdir
ettiği bir mikdar ganimet malım hisseden ayn olarak verebilir. Ten-
fîl yoluyla verilen meblâğın o mücâhidin ganimet hissesine mahsub
edilmesi görüşünde olan ilim ehli bu hadîsi de bu yolda yorumlar­
lar.

2. Hadiste geçen; <ui = “ Baban Allah içindir” sözünün ye­


min hükmünde olduğu E b ü ’ l - B a k a tarafından ifâde edildi­
ğinden tercemede bu yorumu dikkate aldım. Yeminlerle ilgili geniş
bilgi sönenimizin 11. kitâbmdan geçen hadîsler bölümünde verilmiş­
tir. Şunu söyleyeyim: Hadîs böyle söz söylemenin câizliğine delil­
dir.

3. Müslümanlardan esir edilenleri fidye karşılığı kurtarmak


meşrûdur.

4. Esir edilen müslüman erkeklerin esir tutulan kâfir kadınlar­


la mübâdelesi meşrûdur.
580 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

5. Düşmandan esir edilen kadın ile yetişkin kızım birbirinden


ayırmak câizdir. (Bu hüküm M ü s l i m ile E b û D â v û d ’ un
rivâyetinden çıkarılır.) N e v e v î , bu husûsta âlimler arasmda
ihtilâf olmadığım beyâtı etmiştir.
6. Müslümanlardan esir tutulanları esâretten kurtarmak veyâ
müslümanlann genel yararlarım gerçekleştirmek için Devlet başka­
nı, mücâhidlerden fedakârlık ve elde etmiş oldukları ganimet ma­
lından bir mikdanm hibe mâhiyetinde isteyebilir. Bu istek, yem müs-
lüman olmuş mühtedîleri İslâmiyet’e ısındırmak gâyesiyle bunlara
verilmek için de olabilir. H u n e y n ganimet malında bu uygu­
lama olmuştu.
4.1* 1* w\» ( r r )
33 — (SAVAŞÇI) DÜŞMAN, (BÎR M ÜSLÜM ANA ÂİT)
M ALI ELDE EDER SONRA MÜSLÜMANLAR DÜŞMANI
MAĞLÛB EDER (VE BÖYLECE GANİMET M EYÂNIND A
M ÜSLÜM ANLARÎN ELİNE GEÇEN O M ALIN
HÜKMÜNE DÂİR HADÎS) BÂBI

T E R C E M E S İ
2847) “ ... (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü ankümâ) ’dan rivâyet edil­
diğine göre:

Kendisinin bir atı (düşman tarafma) gitmiş ve (savaşçı) düş­


man atı yakalamıştı. Sonra müslümanlar düşmanı mağlûb etmiş (ve
at da ganimet meyâmnda geri getirilmiş) ti. Bunun üzerine Resûlul­
lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in zamanında atı kendisine iâde
edilmiştir.
İbn-i Ö m er: Ve kendisinin bir kölesi kaçarak Rumlara iltihak et­
miş ve sonra müslümanlar Rumian mağlûb edince Hâüd bin el-Ve-
Bâb : 33-34 KÎTÂBÜ-L’CÎHÂD 581

lid (Radıyallâhü anh) köleyi kendisine iâde etmiş. Bu (olay) Resû-


lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )’in vefâtmdan sonra olmuş, de­
miştir.”

İ Z A H I

Bu hadisi B u h â r î de rivâyet etmiştir. Ebû D â v û d


da bunun bir benzerini rivâyet etmiştir.
Avnü'l-Mabüd yazan bu hadisin şerhinde özetle şu bilgiyi ve­
rir :
“Bu hadis, savaşan kâfirlerin elde ettikleri müslümanlann mal­
larına mâlik sayılamıyacağmı ve mücâhidlerimiz bu malı geri al­
dıkları zaman ganimet mah taksim edilmeden önce veyâ sonra mal
sâhibinin bunu alma hakkına sâhip olduğunu söyleyen Ş â f i i ve
bir grub âlim için bir delildir. M â l i k , A h m e d ve diğer
bâzı âlimlere göre mal sâhibi, malını ganimetin taksiminden önce
alabilir. Fakat taksim işi bittikten sonra alamaz. Ancak kıymetini
vermek süreliyle alabilir. E b û H a n i f e de bu görüştedir. Şu
farkla ki, kaçan köle bu hükmün dışındadır. E b û H a n i f e ’ ye
göre kaçan köleyi ganimetin taksiminden önce de sonra da sâhibi
alma hakkına hâizdir. K a s t a l â n i böyle demiştir.”

J j U l w t ( n )

34 — G Ü L U L (Y A N İ GANİMET M ALINI ÇALM AK) B A B I

.^ s t i U fr - TM A

H j ' :$ i J } y I j \y i y t tJl

« di)S^»Ui t Jf IjC» d ^ıii JUi .


. « 4#i V tJU dü*ıS\j LJ* . J
1 J . .

. (5j f Ü U < jy y C j İ>U t İjkmmZİÜ : Jbjjii

T E R C E M E S İ

2848) i-... Zeyd bin Hâlid el-Cühenî (Radıyallâhü anh) ’den rivâyet edil­
diğine göre:
582 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

Hayber (savaşın) da Eşca’ (kabilesin) den bir adam öldü. Peygam­


ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (mücâhidlere) :

Arkadaşınmn cenaze namazım siz kılınız (yâni ben kılmayaca­


ğım) -buyurdu. (Adamın hâlini bilmedikleri için) sahâbîler bu duru­
ma şaştılar ve (üzüntüden) yüzleri değişti. Sonra Peygamber (Sal­
lallahü Aleyhi ve Sellem), sahâbîlerinin vaziyetlerini görünce:

«Sizin arkadaşınız, Allah yolunda ganimet malmdan çalmıştır»


buyurdu.

(Hadisin râvîsi) Zeyd demiştir k i: Bunun üzerine sahâbîler ada­


mın eşyasında arama yaptılar. Yahûdîlerin boncuklarından iki dir­
hem (bile) etmeyen boncuklar buldular.”

j &jc o ti jJ* j » t i jüi. ur j\*Jti


’& j Jİ ? j p & : 3& * j j * t i & Ş * ö * ‘ cJ*
• > « ' • j **
tljT"ele IJjkü cjU! j j 3& . ola İjT'jr
X f * % * + X ** af
• y i » JJ 4 îfUc. j l

T E R C E M E S İ

2849) "... Abdullah bin Amr (bin el-Âs) (Radıyallâhü anhütnâydzn;


Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in (yol) ağırlığı (eşya­


sı) üzerinde bekçilik eden, Kerkere isimli bir adam vardı. Bu adam
(bir gün) öldü. Ölümünden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :

Bu adam cehennemdedir, buyurdu. Sahâbîler (bunun sebebini


öğrenmek için) gidip baktılar ve adamın üstünde ganimet malmdan
çaldığı bir elbise veyâ bir abâ buldular.”
B âb : 34 KİTÂBÜ-L’CtHÂD 583

.İ d J ı s i d â \£\ ‘ j Z f r o t & 4 1 ( $ - » # ? £ ? -l2* 3* 1

. . v ûi ı f - ; . . < ! * * £ • 4 i ü *î « i # ^

J3 : Jfc . om* CtJ f ^ V <■*. \f*1* « » M j ’ j


. CAiî ab~)ll JWj J l j . CAid> j o u jrl ./ "iy . * U -W : J4y J;* ‘

T E R C E M E S İ

28SO) “ ... Ubâde bin es-Sâmit (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Huneyn (savaşı) gü­


nü ganimet malından bir devenin yanında bize namaz kıldırdı. Na­
mazdan sonra deveden bir tüy alıp mübarek iki parmağı araşma
koydu. Sonra (cemaate hitâben) :
«Ey insanlar! Şüphesiz bu (tüy taneciği bile) sizin ganîmetleri-
nizdendir. (Artık) ipliği, iğneyi, bundan değerli olanı ve bundan de­
ğerce düşük olanı ödeyiniz (yâni bana teslim ediniz). Çünkü gani­
met malından bir şey çalmak kıyamet günü sâhibine şüphesiz bir
utançtır, bir ayıptır ve bir ateştir», buyurdu."
%■
N o t: Zevâid’de şöyle denilmiştir: .Bu hadisin senedinde îsâ bin Sinân bu­
lunur. îbn-i Muin onun hakkında muhtelif sözler söylemiş v e : Onun hadisi gev­
şektir, kuvvetli değildir. Bir kavle göre zayıftır ve diğer bir kavle göre riâ y etin ­
de bir beis yoldur, demiştir. İbn-i Hibbân ise onu sıkâ (güvenilir) râviler arasın­
da anmıştır. Senedin kalan râvîleri sıkâ zâtlardır. ^

İ Z A H I

Z e y d (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini E b û D â v û d , N e -


s â i , M â l i k ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir./ A b d u 1-
1 a h (Radıyallâhü anh)’ın hadîsini B u h â r i üe A h m e d
de rivâyet etmişlerdir. Bu hadîste Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm)’in eşyası başmda bekçilik ettiği beyân edilen adamın ismi­
nin “Kerkere” , “Kirkire” ve “ Kerkire” şeklinde okunduğuna dâir ri-
vâyetler mevcuttur. Bu adamın cehennemde olduğuna dâir cümlenin
mânâsıyla ilgili olarak el-Fetih’te: Yâni bu adam ganimet malmda
hiyânet ettiği için tâzib edilir veyâ Allah kendisini bağışlamazsa ce­
hennemliktir, diye yorum yapılmıştır.
584 SÜNEN-t tBN-î MACE

Bu iki hadis, ganimet malmdan az veyâ çok herhangi bir şeyi


çalmanın haramlığma delâlet eder. N e v e v i ganimet malında
hiyânet etmenin büyük günahlardan sayıldığına dâir icmâ bulundu­
ğunu söylemiştir.
U b â d e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsi ise Zevâid nevindendir.
Bu da ganimet malmdan az veyâ çok herhangi bir şeyi çalmanın ha-
ramlığına delâlet eder. Bu hadîste geçen “Şenâr” ayıp ve âr mânâsı-
nadır. Â r ve ayıp ise dilimizde kullanılan kelimelerdir. Noksanlık,
eksiklik, utanç ve kusur anlamlarını ifâde ederler.

(r »)

35 — N İFE L (Y Â N Î MÜCÂHİD’E GANİMETTEKİ


PA YIN D A N FAZLA OLARAK VERİLEN M AL) BÂBI

Bu bâbtaki hadislerin tercemesine geçmeden önce “Nefel” keli­


mesi hakkmda özlü bilgi verelim :
H a 11 â b i : Nefel, taksimatla kişiye düşen hisseden fazla ola­
rak verilen maldır. Farzdan başka işlenen fazla ibâdete verilen Nâ-
file ismi bu kökten türemedir, demiştir.
Kamûs’ta d a : Nefel, ganimet malı ve bir şeyi hibe etmek, hibe
edilen mal mânâsınaekr. Bunun çoğulu Enfâl ve Nffâl’dır, denilmiş­
tir.
En-nihâye’de is e : Nefel, ganimet malıdır. Çoğulu Enfâl’dır. N efl
ve N efel fazlalıktır. Kumandan elde edilen ganimet malının tama­
mını taksim etmeden önce hiç bir mücâhid’e, hissesinden fazla ola­
rak bir şey veremez. Taksimat işi bittikten sonra ganimetten ayrı­
lan beşte bir hisseden dilerse bâzı mücâhidlere birşey verebilir. Ga­
nimet malmm taksiminden önce kimseye böyle bir şey veremez, de­
nilmiştir.
Nefel ismi verilen mükâfatm ganimetin tümünden mi, yoksa han­
gi kısmından verileceğine dâir bilgiler bu bâbtaki hadîslerin izahı
bölümünde verilecektir.
Bu hadîslerde geçen “Nefel” kelimesi mücâhid’e hissesinden faz­
la olarak verilen ganimet malı anlamında kullanılmıştır.
Bâb : 35 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 585

T E R C E M E S İ

2851) "... Habîb bin Mesleme ( R a d ty a llâ h ü a n h ) ’den rivâyet edildiğine


göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ganimetten) beşte bir


hisse (yi çıkardık) dan sonra (kalanın) üçte birini nefel olarak mü-
câhidlere verdi.”

T E R C E M E S İ

2852) "... Ubâde bin es-Sâmit (R a d ty a llâ h ü a n h )'den rivâyet edildiği­


ne göre :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) savaş seferinin başlan­


gıcında (bir müfrezenin kazandığı ganimetin) dörtte birini ve savaş
dönüşünde (bir müfrezenin kazandığı ganimetin) üçte birini nefel
olarak (o müfrezeye) verdi.”

İ Z A H I

H a b i b (Radıyallâhü anh) ’m hadisini E b û D â v û d ve


A h m e d de rivâyet etmişlerdir. U b â d e (Radıyallâhü anh) ’m
hadîsini T i r m i z i ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir.

U b â d e ’ nin hadîsinde bulunan “Bed’e" ve “ Rae’a” kelimeleri


ile hadîsin izahı hakkında H a t t â b i şu bilgiyi v e r ir :
Bed’e : Savaş seferinin başlangıcı demektir. Ordu savaş seferine
çıktığı zaman bir askerî müfreze (kumandanın emriyle) ordudan ay­
rılarak bir düşman kuvvetine saldırıp ganimet elde ettiği zaman, bu­
nun dörtte biri o müfrezeye olurdu ve kalan dörtte üçünde diğer as­
586 SÜNEN-1 İBN-İ MÂCE

kerler de onlara ortak olurdu. Savaştan dönüldüğü zaman bir aske­


rî müfreze (kumandanın izniyle) tekrar geriye gider düşmana sal­
dırır ve ganimet malım elde ederse, bu kere kazandıkları ganimetin
üçte biri o müfrezeye olurdu ve kalan üçte ikisinde diğer askerler de
onlara ortak kılınırdı. Savaş dönüşü tekrar geriye gidip tekrar sava­
şan müfrezeye hisselerinden ayrı olarak daha fazla mükâfat verilme­
sinin sebebi ise savaştan sonra tekrar düşmanla savaşmaya gitmekte
zorluğun bulunmasıdır. Çünkü düşman başlangıçta gâfil avlanabilir.
Fakat savaş bitiminde derlenip toplanır ve dikkatli olur.
H a b i b (Radıyallâhü anh) ’m hadîsine göre böyle bir müfre­
ze düşmana hücum ederse elde ettiği ganimet malından, önce hu­
mus yâni beşte bir hisse çıkarılır. Sonra kalanın üçte biri o müf­
rezeye hisselerinden ayn olarak verilirdi. Humus olarak önceden
ayırd edilen meblâğ Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in
emrine tahsis edilirdi,
H a b i b ’ in hadîsi ile U b â d e ’ nin hadisi arasında bir ih­
tilâf yoktur. Nitekim E b û D â v û d ’ un bir rivâyetiüde H a -
b i b , Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in mücâhidlere
savaş dönüşünde elde ettikleri ganimetin üçte birini nefel olarak ver­
diğini ifâde etmekle U b â d e ’ nin hadîsinin bir benzerini rivâ­
yet etmiş olur. Ancak bu nevî ganimet malından, önce humus his­
sesinin çıkarıldığına dâir H a b i b ’ in hadîsinde bulunan kayıt,
U b â d e ’ nin hadîsinde yoktur.

BU İKİ HADÎSTEN ÇIKARILAN ÖZET ŞUDUR s

Gerek savaş seferinin başlangıcında ve gerekse savaş dönüşü


esnâsında bir askerî müfreze düşmanla savaşıp ganimet malım el­
de ettiği zaman bunun beştebir nisbetindeki hisse diğer ganimetler­
de olduğu gibi Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in emrine
tahsis edilirdi. Bu hisse çıkarıldıktan sonra müfreze savaş seferinin
başlangıcında bunu elde ettiği takdirde dörtte biri ve savaş dönüşü
elde ettiği takdirde üçte biri nefel olarak, yâni tüm ganimet malın­
daki belirli hisselerinden ayn olarak verilirdi. Yerde kalan mikdar
ise bütün askerler arasında ve diğer ganimet malı meyânında tak­
sim edilirdi.

N efel denilen ikrâmıri ganimetin aslından mı, yoksa belirli bir


hissesinden mi verildiğine dâir İlmî görüşler:
B âb: 35 KÎTÂBÜ-L’CÎHÂD 587

N e v e v î , M ü s l i m ’ in şerhinde şöyle d e r :
“Nefel, yâni mücâhidlerin bir kısmına hisselerinden fazla olarak
ganimetten bir şeyin verilmesinin meşrûluğu husûsunda âlimlerin ic-
mâ’ı vardır. Ancak hisse dışı verilen nefel’in nereden verileceği nok­
tasında ihtilâf va rd ır: Bir kavle göre bu meblâğ ganimet malının tü­
münden ve taksimattan önce verilir. İkinci kavle göre ganimetten
humus, yâni beştebir nisbetindeki hisse çıkarıldıktan sonra ğâzîle-
re verilmek üzere kalan meblâğdan ödenir. Üçüncü kavle göre ga­
nimetten çıkarılan beştebir nisbetindeki hissenin beşte birinden öde­
nir. Yâni devlet başkanının emrine tahsis edilen meblâğdan ödenir.
Ş â f i i ’ den bu üç görüş de nakledilmiştir. Bu üç görüşün her biri­
si birer cemaâtten nakledilmiştir. Bizce en sıhhatli görüş sonuncu
görüştür. Yâni nefel, devlet başkanının emrine verilen ganimetin
beşte birinin beşte birinden ödenmesi görüşüdür. E b û H a n î f e ,
M â l i k , Î b n ü ’ l - M ü s e y y e b ve diğer bir grub âlim de
bu görüşü benimsemiştir. Ganimetin tümünden verilir, diyenler ara­
sında H a s a n - i B a s r î , E v z â î , A h m e d , E b û S e v r
ve başkaları bulunur. Hisse dışı verilen nefel, ancak üstün başarı ve
güzel yararlar sağlayan mücâhidlere verilir.”
Ganimet malının tümü hakkında şunu da belirteyim : Düşmanla
yapılan savaş neticesinde elde edilen ganimet malının humus, yâni
beşte biri Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in emrine veri­
lirdi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) de bunu beş paya
bölerdi. Bir hisse zâtının emrine tahsis edilirdi. İkinci hisse O ’nun
yakınlarına verilirdi. Üçüncü hisse yetimlere âitti. Dördüncü hisse
fakirlere idi. Beşinci hisse de yolda kalmışlara tahsis edilirdi. Re­
sûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in vefâtmdan sonra zâtına
ve yakınlarına âit hisseler de diğer, üç sınıfa verilmeye başlanmıştır.
E n f â 1 sûresinin 41. âyeti bu konu hakkındadır.

Hattâbî, Habıb (Radıyallâhü anh)’m hadîsinin şerhin­


de şu bilgiyi de v e r ir :
Bu hadîs, humus hissesi çıkarıldıktan sonra kalan meblâğ üçte
bir oranmda nefel verildiğine delâlet eder. Bâzı mücâhidlere hisse­
leri dışında nefel olarak verilecek mikdar hakkmda âlimler ihtilâf
etmişlerdir: M e k h û l ve E v z â i bu meblâğ üçtebir oranın­
dan fazla olamaz, demişlerdir. Ş â f i i is e : Nefel olarak verile­
cek mikdar hakkmda bir tahdîd ve sınırlama yoktur. Bunun takdiri
devlet başkanının ictihad ve görüşüne âittir, demiştir.
588 SÜHEN4 İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ
2853) “ ... Amr bin Şuayb’in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (R a-
dtyaUâkü anhüm)’den; Şöyle demiştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )'(in vefatın)dan sonra


nefel (yâni mücâhid’e hissesinden fazla bir şey vermek) yoktur. (Mü-
câhid) müslümanlann kuvvetlileri (kazandıkları ganimetleri) zayıf­
larına (da hisseleri nisbetinde) verirler.
(Râvî) Recâ demiş ki : Ben Süleyman bin Mûsâ’yı Am r bin Şu-
ayb’a şöyle söylerken işittim : Bana Mekhûl, Habîb bin Mesleme (Ra-
dıyallâhü anh) 'den rivayetle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­
lem )'in savaş seferi başlangıcında dörtte bir ve savaş dönüşünde
üçte bir nisbetinde nefel (yâni bâzı mücâhidlere hisselerinden fazla
olarak) verdiğini söyledi. Bunun üzerine Am r bin Şuayb (Süleymân
bin Mûsâ’ya) : Ben sana babam aracılığıyla dedemden hadis rivâyet
ediyorum. Sen (hâlâ) da bana Mekhûl'den hadis rivâyet ediyorsun?
dedi.”
N o t: Bu hadisin senedinin hasen olduğu Zevâid’de belirtilmiştir.

Habîb tun Mesleme (R .A .)’ın Hâl Tercemesi


Habib bin Mesleme el-Fehri el-Mekki Ebû Abdirrahman’m sahâbî olduğu,
Şâm halkı, Mıs’ab ez-Zübeyri ve en-Necâdi tarafından ifâde edilmiştir. Râvileri
Dahhâk ve el-Fehri ve Zeyd bin Câriye’dir. Rumlarla çok savaştığı için kendisine
Rûm Habib’i denilmiştir. İbn-i Sa’d : O, Ermenistân vâlisi iken orada vefât et­
miş, demiştir. H. 41 veyâ 42. yılı vefât etmiştir. Ebû Dâvûd ile İbn-i Mâceh onun
rivâyetlerini almışlardır. (Hülâsa: 71)
Bâb : 35 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 589

İ Z A H I

Bu hadîs Zevâid nevindendir. A m r b i n Ş u a y b ’ ın de­


desi A b d u l l a h bin Amr bin el-Âs (Radıyallâhü
anhüm) ’dır. A m r ’ ın buradaki rivayetine göre nefel, yâni her­
hangi bir mücâhid’e hissesinden fazla olarak bir şey vermek Resûl-i
Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e mahsustur. O’ndan başka hiç­
bir kumandan veyâ devlet başkam böyle bir yetkiye sâhip değildir.
Hadîsteki “Müslümanların kuvvetlileri...” cümlesinden kasdedilen
mânâ şudur: Askerler kumandanla beraber düşmanla savaşa çıktık­
ları ve askerlerin kuvvetlileri muhârebe ettikleri zaman elde ettik­
leri ganimet kuvvetliler ile zayıflar arasmda taksim edilir ve savaşa
çıkanların hepsi ganimette ortak olurlar.
A m r b in Ş u a y b , dedesinden bu meâldeki hükmü ri­
vâyet edince S ü l e y m â n b i n M û s â da Peygamber (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm)’in mücâhidlere nefel olarak dağıttığı mikda-
nn oranım beyân eden H a b î b b i n M e s 1 e m e ’ nin hadî­
sini M e k h û 1’ den rivâyet etmiş. Fakat, A m r ; Ben sana ba­
bam aracılığıyla dedemden hadîs rivâyet ediyorum. Sen (hâlâ) ba­
na, M e k h û 1 ’ den rivâyette bulunuyorsun? demekle S ü l e y -
m â n ’ m rivâyetine karşı çıkmıştır.
S i n d î : A m r ’ m, kendisinin rivâyet ettiği hüküm ile S ü -
1 e y m â n ’ m rivâyet ettiği hüküm ve hadîsler arasmda bir muhâ-
lefet ve çelişki bulunduğunu sandığı için bu çıkışı yaptığı kanaatmda-
yım. Böyle bir zan yoksa çıkış yapmaması gerekirdi. Çünkü iki ha­
dîs ve ihtivâ ettikleri hükümler arasmda bir çelişki yoktur. Bana
öyle geliyor ki, A m r bir çelişki olduğu zannıyla böyle çıkışmıştır,
der.
Çelişki olmaması şu nedenledir: A m r , nefel işinin Peygam­
ber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’e mahsûs olduğunu ve başkasının
böyle bir şeye yetkili olmadığım rivâyet edince, S ü l e y m â n
b i n M û s â da Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in bâzı
mücâhidlere verdiği nefel’in oranım beyân eden hadisi rivâyet et­
miştir.

Nefel hakkındaki ilmi görüşleri bundan önceki hadîslerin izahı


esnasmda verdim. Oradaki bilgiye sadece şunu ilâve edeyim : A m r
b i n Ş u a y b ’ e göre Nefel işi Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm) ’e mahsustur. Başkası böyle bir şeye yetkili değildir.
590 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

36 — GANİMET M ALLARINI (GÂZİLER ARASIND A)


TAKSİM ETMEK BÂBI

. J İ İ &, > ' V J Z j \tf •xi'3 ‘J * t » - tAoi


, ü V / J ü : x V-\ W « 55. # «/ ^ i > ' d» û î

T E R C E M E S İ
2854) "... (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydaa rivâyet edil­
diğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber (savaşı) günü


(ganimet malından) suvârî’ye üç sehim verd i: A t için iki sehim ve
adam için bir sehim (tâyin etti.) ”

İ Z A H I
Bu hadisi B u h â r i , M ü s l i m , E b û D â v û d ve
T i r m i z i de rivâyet etmişlerdir. Bu hadise göre suvârî gâzi’ye
ganimet malından üç sehim verilir, yâni suvâri yaya gâzi’nin aldığı
paym üç katım a lır : Bunlardan bir sehim adam içindir. Diğer iki se­
him binit hayvanı içindir.
Avnü’l-Mabûd yazan bu hadîsin şerhinde özetle şu bilgiyi v e r ir :
Cumhûr’a göre yaya gâzi’ye bir pay ve suvârî gâzi’ye üç pay
verilir. Paylardan birisi adam için verilir. Diğer iki pay ise biniti se­
bebiyle verilir. E b û H a n î f e ’ ye göre ise suvâri’ye ancak iki
pay verilir: Birisi kendisi için, diğeri de biniti içindir. A 1 i ve
E b û M û s â ’ dan bu görüş rivâyet edilmiştir. Başkaca kimse bu
görüşü benimsememiştir.

t iJ ll ça »LjJIja-*»)! c jI (rv )

37 — KÖLELER VE KADINLAR, M ÜSLÜMANLARIN


REFAKATİNDE SAV AŞTA HAZIR BULUNURLAR, BÂBI

Ü & y . f . z fti* a • X ■P - 3 ‘j « - va« •


Bâb : 36-37 KİTABÜ-L’CİHÂD 591

^ İ^ V V £-/j> t)^) (jJclj* * £ **s * : t)^ •

• î*c^' 'ü i <i ' ^ L ^' J * } f . ‘c$VV*£* CÛj® : !)& (

. "Vâjir c - ıjT j . Ul~ ı gkuft *£j* < j

T E R C E ME S İ

2855) “ ... Âbi’l-Lahm’ın âzadlı kölesi Umeyr (RadtyaUâhü anhümâ)’dan;


Şöyle demiştir:
Ben köle iken efendimle beraber Hayber savaşma katıldım. Fa­
kat ganimetten benim için sehim verilmedi de bana eşyanın en âdi­
lerinden bir kılıç verildi. Ben o kılıcı kuşandığım zaman (boyumun
kısalığından veyâ yaşımın küçüklüğünden) kılıcı yerde sürüklüyor-
dum. (Râvî Veki demiş k i: Umeyr’in efendisi et yemez —olduğu için
ona Âbi’l-Lahm künyesi verilmiş — idi.) ”

İ Z A H I

Bu hadisi T i r m i z î ve E b û D â v û d da rivâyet et­


mişlerdir. Hadîste geçen “Hursiyy” eskimiş ev eşyası, eski kab kacak
mânâsmadır. Bu gibi eşya ganimet malının en âdisi saydır. Bu ha­
dîs, savaşa katdan köle için hür gâzüer gibi sehim verilmeyeceğine,
ancak sehimden az bir şey verümesinin meşruluğuna delâlet eder.
E b û H a n i f e , Ş â f i î ve âlimlerin cumhuru bu görüştedir.
M â 1 i k ’ e göre köleye sehim verilmeyeceği gibi başka bir şey de
verümeyecek. E l - H a s a n , î b n - i Ş î r î n , N a h a î ve
e 1- H a k e m i s e K ö l e düşmanla çarpıştığı takdirde hür mücâ-
hidler gibi kendisi için de normal sehim verilecek, demişlerdir. Âlim ­
lerin bu görüşlerini N e v e v i ’ den naklen verdim.
U m e y r (Radıyallâhü anh) ’m kuşandığı kılıcı yerde sürükle­
mesinin sebebi; ya kendisinin yaşça küçük olması veyâ kısa boylu
olması idi. Bu iki ihtimal Avnü’l-Mabûd yazarı tarafından belirtil­
mektedir. Tercemede bu durumu parantez içinde belirttim.
U m e y r (Radıyallâhü anh) ’m h âl tercemesi 2297. hadîs bölü­
münde geçti.
592 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

T E R C E M E S İ

2856) “ ... Ümmü Atiyye el-Ensâriyye (12) (Radıyallâhü anAâJ’dan; Şöy­


le demiştir:

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in beraberinde ye­


di savaşa gittim. Ben onlann eşyalan başında bekler, yemeklerini
yapar, yaralılan tedavi eder ve hastalara bakardım.”

İ Z A H I

Bu hadîsi M ü s l i m ve A h m e d de rivâyet etmişlerdir.


N e v e v i ’ nin İ b n - i S a ’ d ve başkalarından naklen beyân
ettiğine göre Peygamber (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) 27 savaşa ka­
tılmış ve 56 seriyye düzenlemiştir. Yâni mücâhidleri savaşa gönder­
mekle beraber kendisi bu seferlere katılmamıştır. Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’in kâfirlerle bizzat çarpıştığı savaş sa­
yısı ise siyar ehlinin anlattığına göre dokuz olup şunlardır •. B e ­
dir, Uhûd, M ü r e y s î , H e n d e k , K u r a y z a , Ha y -
b e r , M e k k e fethi, H u n e y n ve T â i f . Bir kavle göre
M e k k e sulh yoluyla fethedilmiştir.
Ümmü At i y y e (Radıyallâhü anh) bu savaşların yedisin­
de bulunmuş ve hadîste saydığı hizmetleri görmüştür.
Hadîs, kadınların savaş seferlerine katılması, mücâhidlerin eş­
yalarına nezâret etmeleri, yemeklerini hazırlamaları, yaralıları te-
dâvi etmeleri, hastalara bakmaları ve benzeri hizmetleri görmeleri­
nin meşrûlüğuna delâlet eder.
N e v e v i : Kadınların yaralıları tedâvi etmeleriyle ilgili bu
hüküm, kadınların mahremleri durumundaki erkekler ve eşleri hak­

(12) Bu sahâbiye hatunun hâl tercemesi 647. hadis bölümünde geçti.


B âb: 38 KÎTÂBÜ-L’CİHÂD 593

kındadır. Yâni kadın babası, dayısı, amcası, yeğeni ve kardeşi gibi


evlenmesi ebedi olarak haram olan erkekleri tedavi eder. Kocasını
tedâvi eder. Başka mücâhidleri tedavi edebilmesine gelince; zarû-
ret olmadıkça, yaralının vücûduna el sürmemek şartıyla olabilir, de­
miştir.

SAVAŞA GİDEN KADIN İÇİN GANİMETTEN


SEHİM VERİLİR Mİ ?

N e v e v î bu hususta da-. E b û H a n î f e , S e v r ı ,
e l - L e y s , Ş a f i î ve âlimlerin cumhûruna göre kadın, mücâ-
hidler gibi ganimetten sehim alamaz. Fakat kendisine sehim meb­
lâğından düşük bir mikdar mal verilebilir. E v z â i ’ ye göre ka­
dın bizzat çarpışmaya katılır veyâ yaralanan mücâhidleri tedâvi hiz­
metini görürse mücâhidler gibi sehim alır. M â 1 i k ' e göre ise
kadın hiç bir sûretle ne sehim ne de bundan düşük bir meblâğ alır.
M ü s l i m ’ in İ b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh)'den rivâyet
ettiği sahih ve apaçık olan bu bâbtaki hadisi son iki görüşü redde­
der, demiştir.

f UV» t—ılı ( ta )

38 — DEVLET BAŞKANININ (S A V A Ş A GİDEN


MÜCÂHİDLERE) TAVSİYESİ, BÂBI

c Jl S İ Ü . ÜC\ j'\ L-. & h fu ü ISAir - TA»V


i J IÜ j l CJ *p\ A-aC <J# J$\ J, \(Jj jS- . j I.U4JI ‘-»J4j j j \

IjlrU . J -y . (J j « ûil Jl»lı l » 31*» • 3*. y " <S 0 : 3λ

. « l jJ j ljlzsr V } <Ijj-G î V } <l V j .a j Aj ^

. j —*’ : Jıfljjl J

T E R C E M E S İ

2857) “ ... Safvân bin Assâl (13) (RadtyaUâhüanh)'ûtn; Şöyle demiştir:


(13) Bu sahâblnin hâl tercemesi 391. hadîs bölümünde geçti.

SÜnen-i İbn-i Mâce — C .: 7 - P .: 38


594 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizi bir seriyye (askeri


müfreze)de savaşa gönderdi ve (gönderirken) şöyle buyurdu:
Allah’ın isminden yardım dileyerek ve Allah yolunda (cihâd et­
mek üzere) yürüyünüz. Allah’ı inkâr edenlerle savaşınız. Fakat düş­
manın vücûdundan parça kesmeyiniz, (varsa) ahdinizi bozmayınız,
ganimet malında hiyânet etmeyiniz ve çocukları öldürmeyiniz.”
N o t: Bunun senetlinin hasen olduğu, Zevâid’de bildirilmiştir.
B âb: 38 KİTÂBÜ-L’Cİh A d 595

^ ^ ^ ^ | ^ İ , f ^ ı ^ ı ^ ı İ i ^ « Td? , « i » tf •

l «Ât id i» ^ y j J i ' j\ V ^a>- û jr f t ü| j • ^ 3 41)1 <-0

I a-J* v <il*U . liüdi» jp . *«' jp j^îj« *

* j t y s c i ^ - :I)Ö « i p - 3 j r f c ♦ ^ ^ #

. d öi ^ ‘ û* ‘ £0
T E R C E M E S İ

2858) “ ... Büreyde (bin el-Hıısayb) (Radtyallâhü a «Â )’den; Şöyle de­


miştir:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir seriyye (askerî müf­


reze) başına bir adamı kumandan olarak tâyin ettiği zaman adama
kendi nefsi hakkında Allah’tan sakınmayı ve beraberindeki müslü-
manlar hakkında hayn (yâni iyi davranmayı) tavsiye buyurduktan
sonra şöyle buyururdu:
(Ey mücâhidler) Allah'ın isminden yardım dileyerek, Allah yo­
lunda cihâd ediniz. Allah’ı inkâr edenlerle muhârebe ediniz. Savaşı­
nız. Fakat (varsa) ahdinizi bozmayınız, ganimet malında hiyânet et­
meyiniz, düşmanın vücûdundan parça, organ kesmeyiniz ve çocuk­
lan öldürmeyiniz.
(Ey kumandan!) Müşriklerden olan düşmanlarına vardığın za­
man onları şu üç hasletten (seçenekten) birisini seçmeye dâvet et.
Bunlardan hangisine icâbet ederlerse sen onlardan kabul et ve on­
lardan vazgeç. (O üç haslet şunlardır: (Birincisi) Sen onlan İslâmi­
yet’e çağır. Eğer müslüman olmaya icâbet ederlerse (bunu) onlar­
dan kabul et ve onlara dokunma. Sonra onlan kendi yurtlarından
Muhâcirlerin yurduna (yâni Medîne-i Münevvere’ye) göç etmeye ça­
ğır ve onlara şu durumu b ild ir: Eğer bunu yaparlarsa (yâni Medîne-i
Münevvere’ye yerleşirlerse) muhâcirler için olan (sevab ve ganimet
malı gibi) şeyler onlar için de vardır ve (buna karşılık) muhâcirler
üzerindeki (savaşa gitmek gibi) yükümlülük onlann üstünde de var­
dır. Şâyet (Medîne-i Münevvere’ye yerleşmekten) imtinâ ederlerse
onlara şu durumu b ild ir: (Bu takdirde) onlar müslümanlann bede­
vileri gibi, olurlar, mü’minlere uygulanan (namaz, zekât, kısâs ve di­
yet gibi) Allah’m hükmü onlara da tatbik edilir ve müslümanlarla
beraber cihâd etmeleri hâli dışında onlara fey’ (kâfirlerden savaş­
598 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE

sız alınan mal) ve ganimet (kâfirlerden savaşla alman mal) da hiç


bir şey (hak) olmaz. Eğer onlar möslümanlık dinine girmekten im­
tina ederlerse (ikinci haslet olarak) cizye vermeyi onlardan iste. Şa­
yet (cizye denilen vergi ödeme işini) yaparlarsa, onlardan kabul et
ve onlardan vazgeç (yâni savaşma). Eğer onlar (bundan da) imtina
ederlerse (üçüncü haslet olarak muharebe için) onlar aleyhine A l­
lah'tan yardım dile ve onlarla savaş. Sen bir kaleyi muhasara eder
ve kale’dekiler senden kendileri için Allah ahdini ve Peygamberi­
nin ahdini isterler ise sakın onlara Allah’ın ahdini ve Peygamberinin
ahdini verme. V e lâkin onlara kendi ahdini, babanın ahdini ve ar­
kadaşlarının ahdini ver. Çünkü şüphesiz sîzlerin kendi ahdinizi ve
babalarınızın ahdini bozmanız Allah’ın ahdini ve Resulünün ahdini
bozmanızdan sizin için ehvendir. Eğer sen bir kale'yi muhasara eder
de kale’dekiler Allah’m hükmüne uymayı (yâni ilâhi hükmün ken­
dileri hakkında tatbik edilmesini) senden isterlerse, sakın onlara
Allah’m hükmünü uygulamayı kabullenme ve lâkin onlara kendi
hükmünü uygula. (Yâni kendi ictihâdma göre onlar hakkmda hü­
küm v e r ). Çünkü sen onlar hakkmda (vereceğin hükümde) Allah’m
hükmüne isâbet edip etmiyeceğini şüphesiz bilemezsin.
(Râvî) Alkarna demiştir k i : Ben bu hadisi Mukatil bin Hayyân'a
naklettim. Bunun üzerine Mukatil dedi k i : Müslim bin Heysam bana
bunun mislini en-Numan bin Mukarrin (Radıyallâhü anh) aracılığıy­
la Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivâyet etti."

İ Z A H I

S a f v â n (Radıyallâhü anh)’m hadîsi Zevâid türündendir.


B ü r e y d e (Radıyallâhü anh) ’m hadîsi M ü s l i m , T i r m i z i ,
N e s â î ve E b û D â v û d tarafından da rivâyet edilmiştir.
Her iki hadîste geçen; i j t i i = “ Temsülû” fiili; = “Tümes-
silû” şeklinde de rivâyet edilmiştir. Bu iki okunuş arasmda mânâ Ra­
kımından bir fark yoktur. Bu iki fiilin kökü olan “ Müsle” bir canlı­
nın bir tarafını kesmek suretiyle tazîb ve işkence yapmak, maktûlün
burun, kulak, tenâsül uzvu gibi bir tarafım kesmekle cesedini boz­
mak mânâsına gelir. Her iki hadiste düşmanm bu şekilde tazibi, ce­
sedinin tahribi, onlara verilen ahdi bozmak, ganimet malım çalmak
ve savaşamayacak yaştaki küçük çocukları öldürmek fiilleri yasak
kılmıyor.
B âb: 38 KÎTÂBÜ-L’CİHÂD 597

H a 11 â b î “Müsle" sözcüğü ile ilgili olarak özetle şöyle d e r :


‘‘Müsle, bir kimseyi öldürmeden önce veyâ sonra âzâlanm kes­
mek ve cesedini bozmak suretiyle tazîb etmektir. Adamın burnunu
veyâ kulağım kesmek, gözünü çıkarmak ve buna benzer bir orga­
nım veyâ herhangi bir tarafım kesmek Müsle’dir. Hadîsler kâfiri öl­
dürmeden önce veyâ sonra böyle tazib etmeyi yasaklamıştır. Ancak
bir müslümanı bu şekilde tazib eden kâfire misilleme yapılır ve bu­
nu yapmak câizdir, yasağın dışında kalır. Çünkü Peygamber (Aley­
hi’s-salâtü ve’ş-selâm)’in çobanlarına bu nevi tazîbi yapan mürted-
lere ayni cezâ verildi. Kezâ müslüman kâtil, bir müslümanı öldürme­
den önce böyle tazib etmiş ise yâni meselâ elini bilekten kestikten
sonra öldürmüş ise kâtüe aynî şekilde misilleme yapılır.”
Seriyye s Daha önce de defâlarca belirttiğim gibi yaklaşık dört-
yüz kişilik süvâri müfreze veyâ ordudan aynlıp düşmana baskın yap­
tıktan sonra orduya iltihak eden askerî müfreze anlamlarına gelir.
Burada birinci mânâ kasdedilmiştir.
Her iki hadîs düşmana müsle yapmayı, ahdi bozmayı, ganimet
malım çalmayı ve savaşmayan çocukları öldürmeyi yasaklar. N e -
v e v î , ahdi bozmak, ganimet malım çalmak, savaşmayan çocukla­
rı öldürmek fiillerinin haramlığı ve gereksiz yere müsle yapmanın
mekruhluğu hususunda icmâ bulunduğunu nakleder.
Büreyde (Radıyallâhü anh)’m hadîsi, devlet başkanının ku­
mandanlara ve mâiyetindeki mücâhidlere takvâ üzerinde olmalan,
kumandanın mücâhidlere iyi davranması için tavsiyede bulunması­
nın müstehablığma delâlet eder. Kezâ Reisin mücâhidlerin savaşta
ihtiyaç duyacakları şeyleri, kendilerine vâcib helâl, haram, mekruh
ve müstehab olan şeyleri öğretmesinin müstehablığma da delâlet
eder.
Bu hadîse göre İslâm ordusu savaşa gittiği zaman düşmanı ön­
ce müslüman olmaya dâvet eder. Düşman bunu kabul etmezse ciz­
ye ismi verilen vergiyi ödemeye dâvet eder. Şâyet düşman bunu da
kabul etmezse o zaman İslâm ordusu muhârebe gereği habersiz bas­
kın düzenlemek dâhil her taktiği kullanabilir.
Düşmanı baskınla tehdîd etmeden ansızın hücum ve saldırıda bu­
lunmanın câiz olup olmadığı yolunda üç görüş va rd ır: En sahîh olan
görüşe göre İslâm dîninden haberdar olan düşmanı önce müslüman
olmaya dâvet etmek müstehabtır. Dinimizden habersiz ise hücum­
dan önce İslâm’a dâvet etmek vâcibtir. N â f i M e v l â İ b n - i
Ömer, Hasan-i Basrî, Sevrî, el-Leys, Şafii,
598 SÜNEN-İ İBN-İ MÂCE
* _

E b û S e v r , Î b n ü ’ l - M ü n z i r ve Cumhûr böyle hükmet­


mişler. Î b n ü ’ l - M ü n z i r r İlim ehlinin ekserisinin kavli bu-
dur, demiştir. N e v e v i : Sahih hadîsler bu görüş ve hükmü te’-
yid eder, demiştir. N e v e v i “ Cihâd” kitabının başmda bu konu-
da geniş bilgi vermiş ve diğer iki görüşü de zikretmiştir. Diğer iki
görüşü zayıf sayıldığı için buraya aktarmaya gerek görmüyorum.
B ü r e y d e (Radıyallâhü anh) de bu hadîste Resûl-i Ekrem
(Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in bir askerî müfrezeyi savaşa gönder­
diği zaman kumandana verdiği tâlimatta düşmanı önce müslüman
olmaya dâvet etmeyi emrettiğini rivâyet eder.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)'in savaşa gönderdiği
kumandanlara verdiği tâlimatta düşmana gösterilen üç seçenekle il­
gili paragrafların özlü izahına geçelim:
1. Düşmanı müslüman olmaya dâvet etmektir. Düşman bunu
kabul ettiği takdirde mesele kalmamış olur. Artık onlann can ve
mal emniyeti garanti altodadır. Onlar yurtlarından M e d i n e - i
M ü n e v v e r e ’ ye gidip yerleşmek veyâ yurtlarında ikâmet et­
meye devam etmek husûsunda serbest bırakılmakla berâber bu iki
şıktan hangisini tercih ederlerse yararlan ve yükümlükleri bildirilir:
Şöyle k i :
Onlar müslümanlığı kabul edince M e d î n e - i M ü n e v v e ­
r e ' ye yerleşmeye dâvet edilir. Bu dâvet ve çağn müstehabtır. Eğer
bu çağrıya uyarlarsa kendilerinden önce M e d i n e ’ ye hicret et­
miş olan muhâcirler gibi ganimet malından fey’ yâni muhârebe ya-
pümaksızm fethedilen yerlerden alman maldan ve diğer maddi ve
mânevi kazançlardan istifâde edecekler. Diğer taraftan muhâcirlerin
yükümlü oldukları görevler onlara da yüklenir. Bu görev gerektiğin­
de savaşa katılmak, düşmana baskın düzenlemektir. H a t t â b i
bu görevin cihâd olduğunu belirterek : Yâni savaşa çağırıldıkları tak­
dirde geri kalmamaz. Muhâcirler savaşa katılmak mecbûriyetinde
idiler. Fakat bedevi Arablar savaşa çağırıldıkları zaman buna icâbet
etmek mecbûriyetinde değillerdi. Dâvete icâbet edenler gidip sava­
şır ve düşmandan alman mallardan kendisine düşen hisseyi alırlar­
dı. Savaşa gitmeyen bedevi ganimet ve fe y ’den bir şey alamazdı. Bu­
na karşılık, savaşa katılmadığı için de kmanmaz, günahkâr sayılmaz­
dı. Ancak mücâhidlerin sayısının savaş için yeterli olması şarttır. A k­
si takdirde bedeviler çağırıldıkları savaşa katılmak mecbûriyetinde-
dir, der.
Bâto: 38 KİTÂBÜ-L’CİHÂD 599

Bu paragrafta geçen “Darü’l-Hicre” sözü ile M e d i n e - i M ü ­


n e v v e r e kasdedilmiştir. Avnü’l-Mabûd yazarının beyânına göre
M e k k e fethinden önceki dönemde M e d i n e - i M ü n e v v e ­
r e ’ ye hicret etmenin İslâm'ın rükünlerinden öldüğünü söyleyenler
vardır. Yine ayni müellifin beyânına göre H a 11 â b i muhâcirler
hakkında özetle şu bilgiyi verm iştir:
"Muhâcirler, Allah yolunda ve İslâmiyet uğrunda vatanlarım
terkedip M e d i n e - i M ü n e v v e r e ' y e göçeden ve muhtelif
kabileler ve kavimlerden oluşan bir topluluktu. Muhâcirlerin ekse­
risinin geçimini sağlayacak bir gelirleri yoktu. M e d î n e - i M ü ­
n e v v e r e ’ de bunların ekserisinin ne zirâatı ne de hayvanı var­
dı. Resûlullah (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) hayatta iken ganimetten
bunları yararlandınrdı. Bedevi Arablar, yâni köylerde ikâmet eden
Arablara gelince-, bunlardan savaşa katılanlar ganimetten hisseleri­
ni alıp evlerine dönerlerdi. Katılmayanlara ganimetten bir şey
yoktu.’’
Düşman müslüman olmayı kabul etmekle beraber M e d i n e - i
M ü n e v v e r e ’ ye yerleşmeyi kabul etmeyip yurdunda kalma­
yı tercih ettiği takdirde kendilerine şu durum bildirilecek: Onlar
diğer bedevi müslümanlar gibi namaz, zekât, oruç ve hac gibi ibâ­
detlerle mükelleftir. Suç işlemeleri hâlinde ise İslâm dinine göre ce­
zalandırılırlar. Ganimet ve benzeri gelirlerden yararlanmaları ise
onlann savaşa katılmalannk bağlıdır. Cihâda katdanlan bundan ya­
rarlanır, katılmayanı yararlanmaz.
2. Düşmanın müslüman olmayı kabul etmediği takdirde Cizye
denilen vergiyi ödemeye dâvet edilmesidir. Düşman bu teklifi kabul
ettiği takdirde savaş açılmayacak ve alman cizye her yıl düzenli bir
şekilde tahsil edilecektir.
N e v e v i bu nokta ile ilgili olarak özetle şu bilgiyi v e r ir :
“Cizyenin her çeşit kâfirden alınmasının câizliğine hükmeden
M â l i k , E v z â î ve onlann görüşünde olanlar bu hadîsi de
delil göstermişlerdir. Bu gruba göre kâfirler Arab olsun, başka mil­
letlerden olsun, Hristiyan ve Yahûdi gibi Ehl-i kitâb olsun, Mecûsî
olsun başka çeşit kâfirlerden olsun hepsi bu hükme tâbidir. E b û H a -
n i f e ’ ye göre cizye bütün kâfirlerden alınır. Ancak Arablann müş­
riklerinden ve mecûsîlerinden alınmaz. Ş â f i i ’ ye göre ise cizye
yalnız ehli kitab ve mecûsîlerden alımr. Bunlar Arab olsun, başka
milletten olsun fark etmez. Diğer kâfirlerden alınamaz.
SÜNEN-Î İBN-İ MÂCE

A LIN A C A K CİZYE M İKTARI H ARKIN D AKİ GÖRÜŞLER

N e v e v i sözüne devamla bu husus hakkında da şöyle d e r:


Alim ler cizye mikdan hakkmda ihtilâf etmişler:
1.Ebû H a n î f e , K ü f e ’ nin diğer âlimleri ve A h -
m e d ’ e göre cizye zengin için kırk sekiz, orta halli için yirmidört
ve fakir için oniki dirhemdir.
2. Ş â f i i 1ye göre cizyenin en azı yılda bir dinâr altındır.
En çoğu ise anlaşmaya bağlıdır. Cizyenin en azı olan bir dinâr husû-
sunda zengin kâfir ile fakir kâfir arasında bir fark yoktur.
3. M â 1 i k 'e göre altmı bulunan kâfir dört dinâr altın ve
gümüşü bulunan kâfir kırk dirhem gümüş cizye verecek." ( N e v e -
v i ' nin sözü bitti.)
3. Düşman müslüman olmayı kabul etmediği gibi cizye ödeme
işini de kabullenmediği takdirde savaş açmaktır.
Hadîsin bundan sonraki kısmı bir kale’yî muhasara etmek hâ­
linde düşmanın ahid ve mîsâk istemesiyle ilgilidir. Bu parağrafta ge­
çen Zimmet ahid ve mîsâk mânâsmadır. Bu parağrafta düşman A l­
lah ve Resûl (Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm)’m ahdini istediği takdirde
bunun kabul edilmemesi, fakat kumandanın kendi şahsı, babası ve
askerleri adına ahid vermesi tâlimatı verilmekte ve gerekçesi açık-
lanmaktadır: Gerekçenin özeti şudur: Allah ve Resûlü adına veri­
len teminatı ve ahdi bozmak ağırdır. Kumandan ve asker adına veri­
len ahdî bozmak nisbeten ehvendir. Bu paragraftaki yasak tenzihen
mekruhluk mânâsmadır. Yasağın hikmeti ise şudur: Kumandan düş­
mana Allah ve Resûlü’nün ahdini verir. Sonra bu ahdin önemini ve
hakkım kavrayamayan bâzı askerler ahde aykın davranabilir.
Hadisin son kısmında da muhasara altına alman düşman kendi­
leri hakkmda Allah'ın hükmünün uygulanmasını kumandandan iste­
dikleri takdirde bunun kabul edilmemesi ve fakat kumandanın hük­
münün uygulanması tâlimatı verilmekte ve bu tâlimatm gerekçesi
beyân edilmektedir. Gerekçe şudur.- Kumandan düşman hakkmda bir
hüküm verdiği zaman bunun Allah’m hükmüne uygunluğunu kesin
olarak bilemez. Şu halde Allah’m hükmüdür, diye düşman hakkm­
da uygulanacak hüküm de bir yanılma vukû bulursa bir isâbetsizlik
ve hatâ işlenebilir. N e v e v î : Bu paragraftaki yasak, tenzîhen
mekruhluk ve ihtiyat içindir, der. Çünkü ehil ve liyakatli bir müc-
tehid dînî bir konuda olanca gücüyle ictihad ettiği takdirde onun
vardığı hüküm Allah katandaki hükme uygun düşmese bile mücte-
KİTÂBÜ-L’CİHÂD 601

hid vebâl altına girmiş olmaz. Bilâkis ictihâdmdan dolayı sevâb ka­
zanmış olur.

N e v e v i : Bu hadîs her müctehidin, yaptığı ictihadda mut­


laka isâbetli karar verdiği söylenemez, diyen âlimler için bir delil­
dir. Yâni bir konu hakkmda muhtelif ictihadlar yapıldığı zaman
bunlardan birisi Allah katındaki hükme uygun olur ve diğerleri uy­
gun olmaz, diyen âlimler için bu hadis bir delil sayılır. Bütün icti­
hadlar isâbetli ve Allah katındaki hükme uygundur, diyen âlimler
ise bu hadise şöyle cevab verirler : Yâni, Ey kumandan! Sen düş­
man hakkmda bir hüküm verdiğin zaman senin bu hükümde yanıl­
dığına dâir bana Allah tarafmdan bir vahyin gelmesi mümkün ve
muhtemeldir. Bu itibarla onlar hakkmda hüküm verirken kendi hük­
münü var, Allah adına hüküm verme. Bu durum Resûl-i Ekrem (Aley­
hi’s-salâtü ve’s-selâm) ’in dönemine mahsustur. O’nun vefâtından son­
ra böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü müctehidin verdiği
hükümde yanıldığına dâir bir vahyin gelmesi söz konusu değildir.
Bu nedenle har müctehid yaptığı ictihadda isâbetli karar vermiş sa­
yılır.

HSI Tercemesi
Büreyde bin el-Husayb (R .A .)’m hâl tercemesi 149. hadîs bölümünde geçti.
Hadisin ikinci senedindeki râvi Numân bin Mukarrin (R .A .)’m hâl tercemesi hak­
kmda Hülâsa sâhibi 403. sahifede şu bilgiyi v e rir:
Numân bin el-Mukarrin el-Müzenî (R .A .) sahâbîdir. Râvileri oğlu Muâviye
ve M akıl bin Yesâr’dır. Mus’ab (R .A .)’ın dediğine göre bu zât yedi kardeşiyle be­
raber hicret etmiştir. Asbahân fethinde bulunmuş ve Nehâvend olayında hicretin
yirmi birinci yılı şehid edilmiştir. Kütüb-i Sitte sâhibleri onun hadîslerini rivâyet
etmişlerdir.
YEDİNCİ CİLD BURADA SONA ERDİ. SEKİZİNCİ

CİLD — İM AM (DEVLET BAŞKANIN)’A İTAAT BÂBI —

İLE BAŞLAYACAKTIR.
KİTÂBIN SAHİFELERtNE GÖRE MEVZULARIN
MÜCMEL FİHRİSTİ

15 H um » ağaçlarını telkih (döllendirme) bâln ................................ 5


2470— No.lu Talhâ b. Ubeydillah (R .A .) hadisi ... .............. 5
2471— No.lu Âişe (R .A .) hadisi ................... ........ ........ 6
İZ A H I ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 7
Hadisten çıkarılan hükümler ... ............................... 8
16 Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar, bâbı ...................................... 9
2472— Noiu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadisi .................... 9
2473— NO.İU Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi ................................ 10
2474— N oiu Âişe (R A ,) hadisi ............................................ 10
İ Z A H I.......................................................................... 11
17 Nehirlerin ve pınarların iktâı (devlet büyüğünce bir kimseye veril­
mesi) bâbı ................................................ ............ . .............. 13
2475— No.Iu Ebyâd b. Hammâl (R .A .) hadisi .......................... 14
İZ A H I ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... .i. ... 15
18 Sn satmaktan nebiy bâbı .............................................................. 18
2476— No.lu lyâs b. Abd el-Müzenî (R .A .) hadîsi .................... 19
2477— No.lu Câbir b. Abdillah (R .A .) hadîsi ... .................... 19
İZ A H I .......................................................................... 19
19 (İhtiyaçtan) artan suyu (başkasının hayvanlarından)esirgemek yü­
zünden (bunların) meradan (yararlanmalarına) engel olmanın ya-
saklığı bâbı ............................... .................... 21
2478— No.lu Ebû Hüreyre (R A .) hadîsi ........ 21
2479— N ohı Âişe (R .A .) hadisi ........ ........ 21
lyâs b. Abd (R .A .)’m Hâl Tercemesi ... 21
İZ A H I ........ ...................................... 22
Kişinin kendi arâzisindeki kuyu suyuna âit hüküm 23
20 Derelerde (akan sulardan) şlrb (yâni ziraat! sulamak için sudan ya­
rarlanma nöbeti) ve snyn (ekinde-bahçede) tutma miktarı bâbı 25
2480— No.lu Abdullah b. Zübeyr (R .A .) hadisi 25
İ Z A H I ................................ ... 26
Hadîsten çıkarılan hükümler .............. 27
2481— No.lu Salebe b. Ebi Mâlik (R .A.) hadisi 29
2482— No.lu Amr b. Şuayb (R .A .) hadisi ... 30
2483— No.lu Ubâde b. es-Sâmit (R .A.) hadisi 30
İ Z A H I .................................................. 30
Müslümanların ortak olduktan sular 31
21 Sn taksimi bâbı .................................................. 33
2484— No.lu Kesir Abdillah b. Amr (R .A .) hadisi 33
604 FİHRİST

B&b No. Hadis No. Hadisin Râvisi Sahife No.

2485— NoJu Abdullah b. Abbâs (R A .) hadisi .................... 34


İ Z A H I ......................................................................... 34
22 (Sahihsiz arâzide kazılan) kuyunun harîmi bâbı ........................... 36
2486— No.lu Abdullah b. Mugaffel (R A .) hadisi .................... 37
2487— NoJu Ebû Saîd-i Hudrî (R A .) hadisi .......................... 37
İ Z A H I................... 37
23 Ağaçların harîmi(nin beyânı) bâbı ............................................. 39
2488— NoJu Ubâde b. es-Sâmit (R .A .) hadisi .......................... 39
2489— NoJu Abdullah b. Ömer (R A .) hadisi .......................... 40
İZ A H I ... ...................................................... 40
24 Bir taşınmaz malı satıp da bedelini o malın misline (yâni bir taşm-
mazmala) koymayan (yâni satın alınmasında kullanmayan kimsenin
durumunun beyânı) bâbı ............................................................ 41
2490— NoJu Said b. Hureys (R A .) hadisi ................................ 41
2491— NoJu Huzeyfe b. el-Yemân (R .A .) hadîsi ... .............. 42
İZ A H I .......................................................................... 42
17 ŞÜF’A K İTÂ B I (KİTÂBÜ-Ş’ŞUFA) .......................... 45
Şuf'a hakkı hangi mallarda ve kimler için yar? .............. 45
Hanefi mezhebinde şuf'a hakkını doğuran nedenler ........ 47
Bir kimse akar ortağının izniyle kendi hissesini başka bir
kimseye sattıktan sonra o ortak şufa hakkı ile o hisseyi
alabilir mi? ........ 48
1 Kim ribâ’ (ev, arsa, tarla, bahçe) satarsa (satmadan önce) ortağına
bildirsin, bâbı ................................................................................ 48
2492— NoJu Câbir b. Abdillah (R .A .) hadisi .......................... 48
2493— NoJu Abdullah b. Abbâs (R .A .) h a d isi.......................... 49
İ Z A H I.......................................................................... 49
2 Komşuluk sebebiyle olan şuf’a bâbı ......... 51
2494— NoJu Câbir b. Abdillah (R A .) hadîsi .......................... 51
2495— NoJu Ebû Râfi (R .A .) hadîsi .......................... 51
2496— NoJu Şerîd b. Süveyd (R .A.) hadîsi .......................... 52
İZ A H I ............................................ 52
3 (Ortak akar taksim edilip) sınırlar tâyin edilince artık şufa (hakkı)
olmaz, bâbı .................................................................... 54
2497— NoJu Ebû Hiireyre (R .A .) hadisi ... .......................... 55
İZ A H I ... .................................................................... 55
2498— NoJu Ebû Râfi (R .A .) hadîsi ...................................... 56
2499— NoJu Câbir b. Abdillah (R A .) hadîsi .............. 56
İZ A H I ........ 57
4 Şufa hakkım taleb etme bâbı ......................................................... 59
2500— NoJu Abdullah b. Ömer (R .A .) hadisi .......................... 59
2501— NoJu Abdullah b. Ömer (R A .) hadisi .......................... 59
İZA H I .................... 60
İS LUKATA K İTÂ B I (KİTÂBÜ-L’LUKATA) ... ................................. 61
1 Develer, sığırlar ve koyunlar ile keçiler dâllesi (yitiği)bâbı ........... 62
2502— NoJu Abdullah b. eş-Şihhîr (R .A .) hadîsi .................... 62
İ Z A H I.......................................................................... 62
2503— NoJu El-Münzir b. Cerîr (R A .) hadisi .......................... 63
İ Z A H I.............. 64
FİHRİST 605

Bâb No. Hadîs Ne. Hadîsin Râvisi Sabite No.

2504— No.lu Zeyd b. Hâlid (R A .) hadisi 66


İZ A H I ........................................... 67
Hadîsten çıkarılan hükümler ....... 68
Yitik sığınn hükmü ................... 69
2 Lnkata b&bı ................................................. 71
2505— No.lu İyâd b. Himâr (R .A .) hadisi .. 71
İ Z A H I...................... ..... . ... .. 71
Hadîsin fıkıh yönü ................... 72
2506— No.lu Süveyd b. Gafele (R .A .) hadisi 74
2507— No.lu Zeyd b. Hâlid (R .A .) hadîsi 75
İ Z A H I ................................ ... 75
İki hadisin fıkıh yönü ve âlimlerin konuya ilişkin görüşleri 76
3 Farenin (deliklerden) çıkardığı malı alıp götürmenin hükmüne âit
bâb ........ ............................................ 80
2508— No.lu El-Mikdad b. Amr (R .A .) hadisi 81
İZA H I ............................................ 82
4 Bir rikaz’a (defineye) rastlayan kimseye âit bâb 83
2509— No.lu Ebû Hüreyre (R .A.) hadîsi ... 83
2510— No.lu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadisi 83
Mikdâd (R .A .)’m hâl tercemesi 83
İ Z A H I............................................ 84
Rikâz'm humusu kimlere verilir? ... 85
Maden ve rikâz’m târifi ve hükümlerine âit dört mezhebin
görüşleri ................................ 85
2511— No.lu Ebû Hüreyre (R .A.) hadîsi 89
İ Z A H I ..................................... 90
19 IT IK (yâni köle ve câriyeyi âzadlama) K İTÂ B I (K İTÂB Ü -LTH K ) 93
1 Müdebber (âzadlaması sâhibinin ölümüne bağlanan köle) bâbı 93
2512— No.lu Câbir b. Abdillah (R .A .) hadisi 94
2513— No.lu Câbir b. Abdillah (R .A .) hadîsi 94
İZ A H I ... .................................... 94
Hadîslerin fıkıh yönü .................... 95
2514— No.lu Abdullah b. Ömer (R A .) hadîsi 96
İZ A H I ............................................ 97
2 Ümmehâtü’l-Evlâd (yâni sâhîbinden çocuğu olan) câriyeler bâbı 97
2515— No.lu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadisi 98
2516— No.lu Abdullah b. Abbâs (R A .) hadîsi 98
İ Z A H I .......................... ......... 99
2517— No.lu Câbir b. Abdillah (R .A .) hadîsi 100
İZ A H I ...................................... 101
3 Mükâteb köle bâbı ................................ 102
2518— No.lu Ebû Hüreyre (R A .) 103
İ Z A H I ...................................... 103
2519— No.lu Amr b. Şuayb (R .A .) hadisi 103
İ Z A H I ...................................... 104
2520— No.lu Ümmü Seleme (R .A .) hadîsi 105
İZ A H I ...................................... 105
2521— NoJu Âişe (R .A .) hadisi ........ 107
İZ A H I .................... .............. 108
606 FİHRİST

Bâb No. Hadîs No. Hadîsin Râvisi SahifeNo.

4 (Köle ve câriye) âzadlama (faziletinin beyânı) bâbı ..................... 110


2522— N oiu Kab b. Mürre (R A .) hadisi ................................ 110
İZ A H I.......................................................................... 110
2523— Noiu Ebû Zer (R .A .) hadisi .............. 111
İ Z A H I.......................................................................... 111
Kab b. Mürre (R A .) hâl tercemesi .......................... 111
5 Kim tnalıreml olan bir yakınma mâlik olursa o yakın (köle-câriye)
hürdür, bâbı ... ... 112
2524— N oiu Semûre b. Cündüb (R .A .) hadisi .................... 112
2525— Noiu Abdullah b. Ömer (R .A.) hadisi .......................... 112
İ Z A H I.......................................................................... 112
6 Bir köleyi âzadlayıp bir hizmette bulanmasını şart koşanın bâbı ... 114
2526— Noiu Sefine Ebû Abdirrahmân (R .A.) hadisi .............. 114
İZ A H I .......................................
7 Bir kölede bulanım hissesini âzadlayan kimseye âit gelen hadîsler
lı^iu ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 115
2527— Noiu Ebû Hüreyre (R A .) hadisi ........ 115
2528— Noiu Abdullah b. Ömer (R A .) hadîsi .......................... 116
İ Z A H I .......................................... ...
8 Kölenin malı varken onu âzadlayamn bâln ................................. 118
2529— Noiu Abdullah b. Ömer (R A .) hadisi ....... 118
İZ A H I .......................................................................... 119
2530— N oiu İbn-i Mes'ûd (R .A .) hadîsi ................................ 120
İ Z A H I.......................................................................... 121
9 Zinâ çocuğu (köle-câriye) âzadlama b â b ı................................ 121
2531— Noiu Meymûne bint-i Sa’d (R A .) hadîsi .................... 122
İZ A H I ........................................................................ 122
10 Bir erkeği ve karısını âzadlamak isteyen kişi önce erkeği âzadlasın,
bâbı ........ 123
2532— Noiu Âişe (R .A .) hadîsi ............................................ 123
İ Z A H I .......................................................................... 124
20HAD (CEZÂ)LAR K İTÂ B I (KİTÂBÜ-L’HUDÛD) ...................... 125
1 Üç (suç) dışındaki (huylardan dolayı) hiç bir müslümamn (kam(m
akıtmak) helâl olmaz, bâbı .................... 125
2533— N oiu Ebû Ümâme (R .A.) hadisi.................. 126
2534— N oiu Abdullah b. Mes’ûd (R .A.) hadisi ..................... 126
İZ A H I ......................................................................... 127
2 (İslâm ) dîninden çıkan kimse(nin hükmünün beyânı) bâbı .......... 129
2535— Noiu Abdullah b. Abbâs (R ..A) hadisi ..................... 129
2535— Noiu Behz b. Hakim (R .A .) hadisi ........ 129
İZ A H I ................................................:........................ 129
3 Had (cezâ)lann dosdoğru yerine getirilmesinin önemine âit hadîsler
bâbı ........................................................................................... 131
2537— Noiu Abdullah b. Ömer (R .A .) hadisi .......................... 131
2538— Noiu Ebû Hüreyre (R .A .) hadisi .................... ... 132
2539— Noiu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadisi s 132
2540— Noiu Ubâde b. Es-Sâmit (R .A .) hadîsi .................... 133
İ Z A H I ......................................................................... 133
4 Kendisine had (cezâ) vâcib olmayanların bâbı ........................... 134
FİHRİST 607

Bâb No. Hadis No. Hadisin Râvisi Sahile No.

2541— No.lU Atiyye el-Kurazî (R .A .) hadîsi .......................... 135


2542— No.lu Atiyye el-Kurazî (R .A .) hadisi .......................... 135
2543— N olu Abdullah b. Ömer (R .A .) hadîsi .......................... 135
İZ A H I ... ... .............. 136
5 MüsüümamCn aybını) örtmek ve had (cezâ)lan şüphelerle (yâni suç
delillerinin kifayetsizliğiyle) defetmek b â b ı...................................... 140
2544— No.lu Ebû Hüreyre (R A .) hadisi ... ................ ... ... 140
2545— NcUu Ebû Hüreyre (R .A .) hadisi ............................... 140
2546— Noiu. İbn-i Abbâs (R .A .) hadîsi ................................ 141
İZ A H I ... ..: ............. 141
6 Had (cezâ)lar(m uygulanması yolun )da aracı olmak bâbı ............... 143
2547— NO.İU Aişe (R .A .) hadîsi ............................................ 143
2548— No.lu Mes’ûd b. el-Esved (R .A .) hadîsi ... ... ........ 145
7 Mnft haddi (yâni cezâsı)nın beyânı bâbı ...................................... 147
Mes’ûd b. el-Esved (R .A .)’ın hâl tercemesi .................... 147
2549— N ohı Zeyd b. Hâlid ve Şibl (R .A .) hadîsi .............. 148
2550— No.lu Ubâde b. es-Sâmit (R .A .) hadisi ........ 149
İZ A H I ................... 149
8 Kendi karısının (mülkiyetindeki) câriyesiylecinsel ilişkide bulunan
erkek hakkmda gelen hadisler bâbı ... 153
2551— No.lu Habîb b. Sâlim (R .A.) hadîsi .................... ... 153
2552— No.lu Seleme b. el-Muhabbık (R .A .) hadisi .............. 154
İ Z A H I ........................ 154
Karısının izniyle onun câriyesiyle cinsel ilişkide bulunan
adam hakkmda uygulanacak cezâ konusundaki ilmi gö­
rüşler ... ... .................................................. 155
9 (Zinâ edeni) Recmetme bâbı ......................................................... 156
2553— No.iu Abdullah b. Abbâs (R .A.) hadîsi .................... 156
İZ A H I ........ 157
2554— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi ................................ 159
İZ A H I .................................... 159
2555— N q.1u İmran b. Husayn (R .A .) hadîsi .......................... 160
İZ A H I ......................... ... ...................................... 160
10 (Zinâ eden) yahfidî erkek ve kadım recmetme bâbı ..................... 161
2556— No.lu Abdullah b. Ömer (R .A.) hadîsi .............. 161
2557— No.lu Câbir b. Semüre (R .A .) hadîsi ...'*.................... 162
2558— No.lu Berâ b. Azib (R .A.) hadîsi ................................ 162
İ Z A H I............. 163
11 Sübût bulmakla beraber zinakârhğı şuyu bulan kimse (hakkında ge­
len hadîsler) bâbı .......................................................................... 164
2559— No.lu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadîsi .......................... 165
2560— No.lu Kâsım b. Muhammed (R.A-) hadîsi .................... 165
İZ A H I ... ... ....... 166
12 Lût kavmini (Livâta) işini işleyenin hükmünü beyân eden hadisler
bâbı ................................ 167
2561— No.lu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadîsi .................... 167
2562— No.lu Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi ........ 168
2563— No.lu Câbir b. Abdillah (R .A .) hadîsi .......................... 168
İZ A H I .......................................................................... 168
608 FİHRİST

R&b No. Hadîs No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

13 M a h rem i (y â n i k en d isiyle evlen m esi haram k ılm an ya k ın a k ra b a sı)


ola n b ir k a d ın la zin â eden v e b ir h ayvan la cin sel iliş k id e bulunan kim ­
se (h ak k m d a gelen h a d is ) b â b ı ..................................................... 169
2564— N oJ u A b d u llah b. A b b â s ( R A . ) h a d isi... .................. 170
... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 170
H a yva n la cin sel iliş k id e bulunan k im senin cezâsı, hayvar
n ın öld ü rü lm esi v e e ti yenen cin sten old u ğu ta k d ird e e ti­
n in y e n ilip yen ilm em esi hakkm da d ö rt m ezh eb ... 172
14 C â riy e lerle (z in â suçundan d o la y ı) h ad ceza la rın ın ta tb ik i b â b ı 173
2565— N oJu E bû H ü reyre ( R A . ) h a d îsi ............................... 173
2566— N oJ u  iş e ( R A . ) h a d isi ............................... . ... ... 174
İZ Â H 1 ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 174
15 K â z if. (iffe t li b ir m üslüm ana zin â isn âd e tm e ) h a d d i (c e z â s ı) b eyâ n ı

177
2567— NoJu Âişe (R A .) hadîsi ................................ 177
2568— No.lu Abdullah b. Abbâs (R A .) hadîsi ........ 178
Î Z A H I............................................................. 178
Kimlerin kimler hakkmdaki kâzif sözleri, kâzif
gerektirir ....................................................... 180
Hangi suç isnâdı kâzif cezâsım gerektirir ........ 181
Hadîslerin mânâsı ile ilgili izahı ....... . ........ 181
16 Sarhoşun haddi (cezâsı) bâbı ...................................... 185
2569— No.lu A li b. Ebi Tâlib (R .A .) hadîsi .............. 185
2570— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) hadîsi .............. 185
2571— No.lu Hudayn b. El-Münzîr (R .A .) hadîsi ........ 186
ÎZ A H I ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 186
17 Defalarca şarab içen kimse (hakkmda gelen hadisler) bftbı 192
2572— NoJu Ebû Hüreyre (R A .) hadîsi .............. ... 192
Hudayn b. el-Münzir (R A .) hâl tercemesi ... 192
2573— No.lu Muâviye b. Ebl Süfyân (R A .) hadîsi 193
ÎZ A H I ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 193
18 Kendisine had cezâsı vâcib olan yaşlı ve hasta..kimse(ye âit hü­
kümler) bâbı . 194
2574— No.lu Said b. Sa’d b. Ubâde (R A .) hadîsi 195
Î Z A H I .................................................. 195
19 Biz mü’minlere silâh çeken (hakkında gelen hadîsler) bâbı 196
2575— No.lu Ebû Hüreyre (R A .) hadîsi ........ 197
2576— NoJu Abdullah b. Ömer (R .A .) hadîsi ... 197
2577— No.lu Ebû Mûsa el-Eş’ârî (R .A .) hadîsi 197
Î Z A H I .................................................. 197
20 (Müslümanlarla) savaşan ve yer yüzünde bozgunculuk çıkarmaya
(hakkında gelen hadisler) bâbı ............. 198
2578— NoJu Enes b. Mâlik (R A .) hadîsi ... ....... 198
2579— NoJu Âişe (R A .) hadîsi ........................ 199
ÎZ A H I ... ... ... ... ... ... ... ... ... .. 199
Resûl-i Ekrem (S A .V .) cânilere neden bu ağır cezâyı
verdi ....................................................... 202
Develerin idrarını içmelerine gelince ....... 202
FİHRİST 609

Bâb No. Hadis No. Hadisin Hâvisi Sahife No.

21 Mabat korama uğrunda öldürülen kimse şehiddir bâbı 203


2580— N oiu Sald b. Zeyd (R .A .) hadisi ... 203
2581— Noiu Abdullah b. Ömer (R .A .) hadisi 203
2582— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi ... 204
İ Z A H I............................................ 204
22 Hırsınn haddi (cezâsı) bâbı .......................... 206
2583— NoJu Ebû Hüreyre (R .A.) hadisi ... 207
2584— NoJu Abdullah b. Ömer (R .A .) hadîsi 207
2585— NoJu Âişe (R .A .) hadisi .............. 207
2586— NoJu Amr b. Sa’d (R .A .) hadisi ... 208
Çalınan mal ne değerde olursa hırsızın eli kesilir 209
Bu bftbm ilk hadisinin mânâsıyla ilgili bir kaç 210
23 Hırsım» elini (kestikten sonra) boynuna takmak bâbı ........ 212
2587— NoJu Abdurrahman b. Muhayriz (R .A .) hadisi 212
İ Z A H I .......................... ................................ 212
24 Suçunu itiraf eden hırsızın hükmünü beyân eden hadîs bâbı 213
2588— NoJu Salebe el-Ensâri (R .A .) hadisi .............. 213
İ Z A H I.............................................................. 214
2S Bmmiıfc eden köle(nin hükmünün beyânı) bâbı .............. 214
2589— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadisi .............. ... 215
2590— No.lu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadisi 215
İ Z A H I .............................................................. 215
Ganimet malından bir şey çalmanın hükmü ... 217
26 Hâin (emânet edilen mala hiyânet eden) müntehib (malı gasbeden)
ve muhtelif (el çabukluğuyla ve his ettirmeden malı aşıran) kim­
selerin ellerinin kesilip kesilmiyeceğine dâir gelen hadisler) bâbı 217
2591— NoJu Câbir b. Abdillah (R .A .) hadîsi ... 218
2592— NoJu Abdurrahman b. A vf (R .A .) hadisi 218
27 Ağacı üzerindeki meyve ve hurma göbeği(nin çalınması hali)nde
hırsızın eli kesilmez, bâbı ........ .................... 220
2593— NoJu Râfi b. Hadîc (R .A.) hadisi ... 220
2594— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi ... 220
İZ A H I ............ ............ 220
Ağacı üzerinde iken meyveyi çalma suçu el kestirmeyi
gerektirebilir mi? .......................... 222
26 (B ir m alı) muhafaza edildiği yerden çalan kimsen(in hükmünün be­
yânı) bâbı ........ ........................................................ 222
2595— NoJu Safvân b. Ümeyye (R .A .) hadisi ........ 223
2596— No.lu Amr b. Şuayb (R .A .) hadisi .................... 224
İ Z A H I .............................................................. 224
Bu hadisten çıkarılan hükümler .................... 225
29 Hırsıza telkinde bulunmak bâbı ...................................... 227
2597— NoJu Ebû Ümeyye (R .A .) hadisi .................... 227
İZ A H I .............................................................. 227
30 (Suç işlemeye) zorlanan (kimse hakkmda gelen hadis) bâbı 229
2598— NoJu Vâü b. Hucr el-Hadrami (R .A .) hadisi ...

Sünen-i İbn-i Mâce — C .: 7 - F .: 39


610 FİHRİST

Bâb No. Hadis No. Hadisin Râvisi Sahife No.

İZ A H I ... ... .............................................................. 229


Hadisin fıkıh yönü ... ..................................... ... ... 229
31 Had cezalan mescidlerde infaz etmenin yasaklığı bâbı ............... 230
2599— No.lu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadîsi ......................... 231
2600— No.lu Amr b. Şuayb (R .A.) hadisi.................................. 231
İ Z A H I.......................................................................... 231
32 Tazir (Tedib) bâbı ..................................... 231
2601— No.lu Ebû Bürde b. Niyâr (R .A.) hadisi .................... 232
2602— No.lu Ebû Hüreyre (R .A .) hadisi ................................ 233
İZ A H I ... ... ....... 233
Ebû Bürde (R .A .)’m hâl tercemesi ........................ 234
33 Had (cezâsı işlenen suça) kefârettir, bâbı . Ç ........................... 235
2603— No.hı Ubâde b. Sâmit (R .A.) hadîsk .......................... 235
2604— No.lu A li b. Ebî Tâlib (R .A .) hadîsi ........ 235
İZA H I ........ 235
Hadisten çıkarılan hüküm şudur ................................ 236
34 Adam karısının yanında (yabancı) bir erkek bulur, bâbı ... 237
2605— No.lu Ebû Hüreyre (R .A.) hadisi ................................ 238
İZ A H I.............................................................. 238
2606— No.lu Seleme b. el-Muhabbık (R A .) hadisi .............. 240
İ Z A H I.......................................................................... 240
35 Babasınm ölümünden sonra karısıyla evlenen kimse (hakkmda ge­
len hadisler) bâbı .......................................................................... 242
2607— No.lu Berâ b. Âzib (R .A .) hadisi ............. 243
2608— No.lu Kurre b. Eyâs b. Hilâl (R .A .) hadisi ............. 243
İZA H I ........ 243
36 Bahasından başkasına neseb iddia eden kişi ve kendisini âzadlayan-
lardan başkasının âzadlısı olduğunu söyleyen kimse (hakkmda ge­
len hadîsler) bâbı .............................................................. 245
2609— No.lu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadisi ... .................. 245
2610— No.lu Ebû Osmân en-Nehdi (R .A .) hadisi ................. 246
2611— No.lu Abdullah b. Amr (R .A .) hadisi ...................... ... 246
İZA H I ................... 247
37 Bir adamı kabilesinden nefiy eden (yâni onlardan değildir diyen) kim.
se (hakkmda gelen hadis) bâbı .................................................. 249
2612— No.lu Eş’as b. Kays (R .A.) hadîsi................................... 249
İZ A H I ... 250
38 Muhannesler (kadınlaşan erkekler) bâbı ....................................... 251
2613— No.lu Safvân b. Ümeyye b. Halef (R .A .) hadisi ........ 252
2614— No.lu Ümmü Seleme (R .A .) hadisi.................................. 253
İZ A H I.......................................................................... 254
21 DİYETLER (TAZM İN ATLAR) K İTA B I ....................................... 255
1 Bir müslümanı zulmen öldürmenin ağır vebâl olduğunu beyân eden
hadisler bâbı ........................ 255
2615— No.lu Abdullah b. Mes’ûd (R .A.) hadisi ..................... 255
2616— No.lu Abdullah b. Mes’ûd (R ..A) hadisi ..................... 256
2617— No.lu Abdullah b. Mes’ûd (R .A .) hadîsi ..................... 256
FİHRİST 611

Bâb No. Hadis No. Hadisin Râvisi Sahile No.

2618— No.lu Ukbe b. Âmir el-Cühenî (R .A .) hadisi ... 256


İZ A H I ............................................ 257
2619— No.lu Berâ b. Azib (R .A .) hadîsi ................................ 259
İ Z A H I................... ... 259
2620— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi ................................ 260
İZ A H I ................................ ... ............ ........ ... 260
Bir mü’mini (kasden ve bile bile) öldürülen kimse için tevbe (kabulü)
var mı? bâln ................................................................................ 261
2621— NoJu Salim b. Ebi’l-Ca’d (R .A .) hadîsi .................... 261
İZA H I ... ................................................................... 262
2622— NoJu Ebû Said el-Hudrî (R .A .) hadîsi .................... 264
İZ A H I ........................................................ 265
Hadîsten şu hükümler çıkarılır ................................ 266
Bir yakını öldürülen (mirasçı durumundaki) kimse üç şeyden biri­
sini seçmekte serbesttir, bâbı ............................................ ... 267
2623— NoJu Ebû Şüreyh el-Hazarî (R .A .) hadîsi .................. 267
2624— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi .:.......... 267
İ Z A H I.......................................................................... 268
K âtil kasden öldürür de maktûlün mirasçıları diyete râzı olurlar,
bâln .............................................................. 269
Ebû Şureyh (R .A .)’m hâl tercemesi .......................... 269
2625— NoJu Zeyd b. Dumayra (R .A .) hadîsi ... .................. 270
İ Z A H I.......................................................................... 270
Hadisten çıkan hükümler ............................................ 271
Hadîsin râvileri ........................................................ 271
2626— NoJu Amr b. Şuayb (R .A .) hadîsi .............................. 273
İZ A H I ......................................................................... 273
Diyet açısından öldürme çeşitleri ................................ 273
Kasden öldürme ve buna benzeyen öldürme nasıldır ... 274
Kasden öldürme diyeti nedir, başka bir meblâğ üzerine
barış ve kâtili bağışlama câiz mi? ................................ 274
Şibh-i amd (yâni kasıtlı gibi olan öldürme) diyeti, muğallaza (yâni
ağırlaştırmışttır, bâbı ... .............................................................. 275
2627— NoJu Abdullah b. Amr (R .A .) hadîsi ......................... 276
2628— NoJu Abdullah b. Ömer (R .A.) hadîsi ......................... 277
İZ A H I ................................................. 277
Hadîsten çıkarılan hükümler ...................................... 278
Alimlerin bu diyet develeri yaşlan hakkındaki görüşleri 279
(B ir mü’mini) hatâen (yanlışlıkla) öldürme diyeti, bâbı ........ 280
2629— NoJu Abdullah b. Abbâs (R .A.) hadisi .......................... 280
2630— NoJu Amr b. Şuayb (R .A.) hadîsi ............................... 280
2631— NoJu Abdullah b. Mes’ûd (R .A.) h a d îs i.................... 281
2632— NoJu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadisi .................... 282
İ Z A H I.......................................................................... 282
Dört mezheb âlimlerinin hatâen öldürme diyetine dâir
görüşleri .................................................................... 284
Diyet, âkile (kâtilin yakınlan) üzerine (vâcib)’dir, eğer âkile yok ise
612 FİHRİST

Bâb No. Hadîs No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

diyet beytü’l-mâl (devlet hazînesi) isinden (ödenmesi lâzım)dır, bâbı 285


2633— No.lu El-Muğire b. Şu*be (R .A .) hadisi .................... 286
2634— NoJu El-Mikdâm eş-Şâmî (R .A .) hadisi .................... 286
İ Z A H I ................................ 287
8 Maktûliin velîsi ile kısas veyâ diyet arasına giren (yâni ona mâni
olan) kimse (hakkmda gelen hadis) bâln ...................................... 289
2635— NoJu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadisi .................... 289
İZA H I ................................... 289
9 Hakkında kısas (misilleme) olmayan (yaralamalar) bâbı .............. 291
2636— NoJu Câriye b. Zafar (R .A .) hadisi ..................... 291
2637— NoJu Abbâs b. Abdulmuttalib (R .A .) hadisi ............... 292
İ Z A H I............................... 292
Elin diyeti nedir? ........................................................ 293
10 (Başkasını) yaralayan kişi kısas (misilleme) olması cezâsı yerine
fidye (tazminat) verir, bâbı ........................................................ 295
2638— NoJu Âişe (R .A .) hadisi ............................................ 296
İZ A H I .......................... 297
Bu hadisten çıkarılan fıkıh hükümleri .......................... 297

11 Cenini diyeti bâbı .......................................................................... 298


2639— NoJu Ebû Hüreyre (R .A.) hadisi ................................ 298
2640— NoJu El-Misver b. Mahrama (R .A .) hadisi .............. 299
2641— NoJu Ömer b. el-Hattâb (R .A .) hadisi....... ..................... 299
İZ A H I ... 300
Hadislerin fıkıh yönü ................................ 300
Alimlerin cenin diyeti hakkındaki görüşleri ........ 301
12 Diyete vâris olmak bâbı ....................................... ..'.................. 302
2642— NoJu Said b. el-Müseyyeb (R .A .) hadisi .................... 303
2643— NoJu Ubâde b. Sâmit (R A .) hadîsi ... ... 303
İZ A H I.......................................................................... 303
13 Kâfirin diyeti (kan bahası) bâbı ................................................... 305
2644— NoJu Amr b. Şuayb (R A..) hadisi ................................ 305
İZ A H I ......................................................................... 306
Âlimlerin kâfirin diyeti hakkındaki görüşler .............. 306
14 KâtU (maktul’a) vâris olmaz, bâbı ............................................. 307
2645— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) h a d isi................................ 307
2646— NoJu Amr b. Şuayb (R .A.) h ad isi.................................. ' 308
İ Z A H I............................................................ 308
Evlâdı öldüren baba kısas misilleme olarak öldürülür mü? 309
15 Kaditlin (cinâyet işlemesinden dolayı ödenecek) diyeti onun asabası
(baba tarafından olan erkek yakınlan) üzerindedir ve kadının mi­
rası evlâdmadır, bâbı .................................................................... 310
2647— No Ju Amr b. Şuayb (R .A .) hadisi .............................. 310
2648— NoJu Câbir b. Abdillah (R .A .) hadisi .......................... 310
İ Z A H I............................................................. ;.. ... 311
Hadisten çıkanlan hükümler ...................................... 311
16 Diş hakkında kısas (misilleme) bâbı .............................................. 312
2649— NoJu Enes b. Mâlik (R A .) hadisi .......................... 313
FİHRİST 613

Bâb No. Hadîs No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

İZ A H I ........ 313
17 Dişlerin diyeti bâbı ... 314
2650— No.lu Abdullah Abbâs (R .A .) hadisi 314
2651— No.lu Abdullah Abbâs (R .A.) hadisi 314
İZ A H I ........ 315
18 Parmakların diyetinin bâbı ................................ 315
2652— NoJu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadisi 316
2653— NoJu Amr b. Şuayb (R A .) hadisi 316
2654— NoJu Ebû Mûsa el-Eş’arî (R .A .) hadisi 316
İ Z A H I................................ .............. 316
19 Mudha (yâni kemiğe varan baş ve yüzdeki yaranın diyeti) bâbı 317
2655— NoJu Amr b. Şuayb (R .A.) hadisi ... .............. 318
İ Z A H I .................................................................... 318
20 Bir kimse bir adam(m elini) ısırır, adam da elini (onun ağzından
hızla) çeker ve (bu yüzden) ısırır ön dişleri düşer, bâbı 318
2656— NoJu Ya’la ve Seleme (R .A .) hadisi ........ 319
2657— NoJu İmran Husayn (R .A.) hadisi ........ 319
İZA H I .............. , ......... .......................... 320
21 Hiç bir müslüman herhangi bir kâfiri öldürmesi karşılığı olarak (yâ­
ni kısas olarak öldürülmez) bâbı .......................... 321
2658— NoJu Ebû Cuhayfe (R .A.) hadisi 321
Ya’la b, Ümeyye (R .A .) h ad isi.............. 321
2659— NoJu Amr b. Şuayb (R .A .) hadisi 322
2660— NoJu Abdullah b. Abbas (R .A .) hadisi 322
İZ A H I.......................... .................... 322
22 Baba oğlunu öldürmesi sebebiyle kısas edilmez bâbı 326
2661— NoJu Abdullah b. Abbâs (R .A.) hadisi 326
2662— NoJu Ömer b. el-Hattâb (R .A .) hadisi 326
İZA H I ... ............................................ 326
Âlimlerin bu meseleye âit görüşleri ... 327
23 Hür kimse, köleyi öldürmesi sebebiyle kısas olarak öldürülür m
bâbı ............................................................................... 327
2663— NoJu Semüre b. Ciindeb (R .A .) hadîsi .............. 327
2664— NoJu Amr b. Şuayb (R .A.) hadisi .................... 328
İ Z A H I............................................................. 328
24 Kâtil (maktûlü) ne şekilde öldürmüş ise ayni şekilde kısas edilı
bâbı .................... ............................................ 329
2665— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) h ad isi........ 330
2666— NoJu Enes b. Mâlik (R .A.) hadisi ........ 330
İZA H I ... ............................................ 331
Hadisten çıkarılan hükümler .............. 331
25 Kısas (cezâsı) yalnız kılıçla infâz edilir,bâbı ........ 332
2667— No.lu Numan b. Beşlr (R .A.) hadisi ... 332
2668— NoJu Ebû Bekre (R .A .) hadisi .............. 333
İZ A H I............................................ ... 333
26 Hiç kimse hiç bir kimsenin günahından dolayı muâhaza edilmez, bâbı 333
2669— NoJu Amr b. el-Ahvâs (R A .) hadîsi .......................... 334
614 FİHRİST

Bâb No. Hadîs No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

2670— No.lu Târik el-Muhârib (R .A.) hadîsi... 334


2671— No.lu Haşhaş el-Anberî (R .A .) hadîsi... 335
2672— No.luÜsâme b. Şerik (R .A .) hadîsi ... 335
İZA H I ....... . .................... .............. 335
27 Cübâr (yâni kimseye ödettirilemeyen)zarar bâbı ... 336
Üsâme b. Şerik (R A .)’m hâl tercemesi 336
2673— No.lu Ebû Hüreyre (R .A.) hadîsi ........ 337
2674— No.lu Amr b. A vf (R .A.) hadisi ........ 337
2675— Noiu Ubâde b. es-Sâmit (R .A .) hadîsi ... 338
2676— No.lu Ebû Hüreyre (R .A.) hadîsi ... ... 338
İZ A H I ... ............................................ 339

28 Kasâmet (denilen yeminler) bâbı.... ...... ... 341


2677— No.lu Sehl b. Ebî Hasme (R .A.) hadisi 342
2678— No.lu Amr b. Şuayb (R .A.) hadîsi ........ 344
İ Z A H I ................... . .......................... 345

29 Kim kölesinin bir organım kesmek sfiretiyle işkence ederse o köle


hürdür, bâbı .............. .......................... ....... 347
Sehl b. Hasme (R .A .)’mn hâl tercemesi 347
2679— No.lu Zinbâ (Ebû Ravh) (R .A .) hadîsi 348
2680— No.lu Amr b. Şuayb (R .A.) hadîsi ........ 348
İZA H I ................................................. 349

30 öldürme tarzı yönünden en iffetli insanlar imanlılardır, bâbı ........ 350


2681— No.lu Abdullah b. Mes’ûd (R .A.) hadîsi .................... 350
2682— NoJu Abdullah b. Mes’ûd (R .A.) hadîsi .................... 350
İZ A H I ......................................................................... 350
31 Müslümanların kanlan (kısas ve diyet hususunda) eşittir, bâbı ... 351
2683— No.lu Abdullah b. Abbâs (R.A.) hadîsi .................... 351
2684— No.lu Mâkıl b. Yesâr (R .A.) hadîsi .......................... 351
2685— NoJu Amr b. Şuayb (R .A.) hadîsi .......................... 352
İZA H I .............. ........................................................ 352
32 Bir muâhed (kendisine teminat verilen zimmiyVİ öldüren kimse
(hakkında gelen hadîsler) bâbı .................................................. 353
2686— No.lu Abdullah b. Amr (R .A.) hadisi .......................... 354
2687— No.lu Ebû Hüreyre (R .A.) hadîsi ................................ 354
İ Z A H I............................... ... ............................... 354
33 Bir adama can teminatı verip sonra onu öldüren kimse (hakkında
gelen hadîsler) bâbı ............................................................. ... 355
2688— No.lu Rifâa b. Şeddâd (R.A.) hadisi .......................... 355
2689— NoJu Rifâa b. Şeddâd (R .A .) hadisi .......................... 356
İZA H I ...................................... .................... ........ 356
34 (Bir mtislümanı teammüden, kasden) öldüren kişiyi bağışlamak (kı-
sâs olarak öldürmekten vazgeçmek) bâbı ............. 358
2690— No.lu Ebû Hüreyre (R.A.) hadisi ....... 358
2691— No.lu Enes b. Mâlik (R .A.) hadisi ....... 359
İ Z A H I........................................... .. 360
35 Kısas (dâvasın)da bağışlama bâbı ................. 362
2692— No.lu Enes b. Mâlik (R .A .) hadîsi .......
FİHRİST 615

Bâb Ne. Hadîs No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

NoJu Ebû Derdâ (R .A .) hadisi .......................... 362


İZ A H I .................... ... ........ ... ... 363
olarak öldürülmesi gerekli hâmile kadın (hakkında gelen ha-
dls) 364
2694—
NoJu Muâz b. Cebel (R .A .) hadisi ... 364
İ Z A H I............................................ 364
22 KİTÂBÜ-L’VASÂYA (VASİYYETLER K İT Â B I) 367
Resûlullah (S.A.V.) vasiyyet etti mi? 367
2695— NoJu Âişe (R .A .) hadisi ........................ 368
İZ A H I ... .................................................. 368
2696— No.lu Talhâ b. Musarrif (R .A .) hadisi ........ 369
İ Z A H I .................... ................................ 369
Talha b. Musarrif (R .A.) Amr’ın hâl tercemesi 371
2697— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) hadîsi .............. 372
2698— NoJu Ali b. Ebi Tâlib (R .A .) hadîsi ........ 372
İZ A H I ... .................................................. 373
Vasiyyet etmeye teşvik bâbı .................... ... 373
2699— NoJu Abdullah b. Ömer (R .A .) hadisi 373
2700— No-lu Enes b. Mâlik (R .A.) hadisi ... 373
2701— NoJu Câbir b. Abdillah (R .A .) hadîsi 374
2702— NoJu Abdullah b. Ömer (R .A .) hadîsi 374
İZ A H I............................................ 374
Vasiyyette zulüm etmek bâbı .................... 376
2703— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) hadîsi 377
2704— No-lu Ebû Hüreyre (R.A.) hadisi 377
İZ A H I............ ........................ 377
2705— No.lu Kurre b. Eyâs (R .A .) hadisi 380
İZ A H I ........ ... 380
Hayatta (iyi yollarda) mal harcamayıp yaklaşınca savurganlık et-
yasaklığı bâln ................................................. 380
2706— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadisi .............. 381
İZ A H I ........ .......................................... 382
Hadisten çıkarılan hükümler ... .............. 383
2707— NoJu Büsr b. Cahhâs el-Kuraşî (R .A.) hadisi 384
İZ A H I ...................................... .............. 384
Malın üçte biriyle vasiyyet etmek bâbı .............. 385
2708— NoJu Sa’d b. Ebi Vakkâs (R .A.) hadîsi 385
Büsr b. Cahhâş el-Kuraşi (R .A .) hadîsi 385
İZ A H I... ............ . .............. 386
Hadisten çıkarılan hükümler .............. 387
2709— NoJu Ebû Hüreyre (R .A.) hadîsi ....... , 389
2710— NoJu Abdullah b. Ömer (R .A.) hadîsi ... 389
İ Z A H I.................................................. 390
2711— NoJu Abdullah b. Abbâs (R .A.) hadîsi ... 390
İZ A H I ... ................. ....... .............. 391
Hiç bir mirasçıya vasiyyet yoktur, bâbı ... ........ 391
2712— NoJu Amr b. Hârice (R A .) hadîsi ... ... 392
616 FİHRİST

Bâb No. Hadîs No. Hadîste Râvisi Sabite No.

2713— No.lu Ebû Ümâme el-Bâhili (R .A.) hadisi .................... 392


2714— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) hadîsi .......................... 393
İZ A H I ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 393
m
I (Ölüye âit)borç vasiyyet(in)den önce (ödenmelidir,) bâbı ........ 396
2715— NoJu A li b. Ebî Tâlib (R .A .) hadisi .......................... 396
İ Z A H I................................ ...................................... 396
8 Vasiyyet etmemiş halde ölen kimse yerine sadaka verilir mi bâbı ... 398
2716— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadisi ................................ 398
2717— NoJu Âişe (R .A .) hadîsi ............................................ 398
İZ A H I ... .................................................................... 399
9 Yetimin velîlerinden kim fakir ise yetimin malından maruf veçhiyle
yesin kavlinin beyânı bâbı ........................................................ 400
2718— NoJu Amr Ö. Şuayb (R .A .) hadisi ....... . .................... 401
İZA H I .................... ... .................... .............. ... 401
Hadisten çıkarılan hükümler ... ............................... m

23 FERÂİZ K İTÂ B I ( KİTÂBÜ-L’FE R ÂİZ) ...................................... 405


l Ferâiz, ilmini öğretmeye teşvik bâbı ......................... . .............. 405
2719— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadisi ................................ 406
İZA H I ........................................... .......................... 406
2 Evlâdın miras hisseleri bâbı ....................................................... 408
2720— No.luL Câbir b. Abdillah (R .A .) h a d îsi.......................... 408
İZ A H I .......................... ............................................ 409
2721— NoJu Hüzeyl b. Şürahbil (R .A .) hadisi .................... 411
İZA H I .............. ........................................................ 411
Hadîsten çıkarılan hükümler ...................................... 412
3 Ced (babasının babasın Vın miras hisseleri bâbı .............. ....... . 413
2722— NoJu Mâkil b. Yesâr (R .A .) hadisi .......................... 413
2723— NoJu Mâkil b. Yesâr (R .A .) hadisi ................................ 414
İZA H I ...................................... ........ .................... 414
4 Cedde (yâni, baba anne ve anne anne)’nin mirası bâbı .............. 415
2724— NoJu Kabîsa b. Züeyb (R .A .) hadîsi .......................... 417
2725— No.lu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadîsi .......................... 418
İZ A H I . ...................................... .......................... 418
5 Kelâk bâbı ................................................................... '•....... 419
Kabisa b. Züeyb (R .A .)’m hâl tercemesi .................. . 419
2726— NoJu Mâdan b. Ebî Talha (R .A.) hadisi .................... 420
2727— Ömer b. Hattâb (R .A.) hadîsi ...................................... 421
2728— NoJu Câbir b. Abdillah (R .A.) hadisi .......................... 422
İ Z A H I................................................................... ... 422
Bu hadisten çıkarılan diğer hükümler ............. . ........ 426
e Müslümanların müslüman olmayanlara mirasçı olmaları (hükmünün
beyâm) bâbı ............................................ ... ........................ 426
2729— NoJu Üsâme b. Zeyd (R .A .) hadisi .......................... 426
2730— NoJu Üsâme b. Zeyd (R .A .) hadisi .......................... 427
2731— NoJu Amr b. Şuayb (R .A.) hadisi .............. ........ 427
İ Z A H I......................................................................... 427
Üsâme (R .A .)’m hadislerinden çıkarılan hükümler 429
Amr’ın hadisinden çıkarılan hüküm .......................... 429
7 Velâ (köle veyâ câriyeyi âzatlamadan doğan hak) sebebiyle (âzadla*
FİHRİST 617

Bâb No. Hadis No. Hadisin Râvisi Sahlfe No.

nan k im s e y e ) m ira sçı olm a b â b ı ....................................... 430


2732— N oJ u A m r b . el-Â s (R .A .) h a d isi ................. 432
İ Z A H I .................................................................... 433
H a d isten çık a rıla n h ü kü m ler ......................... 434
2733— N oJu  işe ( R A . ) h a d isi ......................... ... 435
İ Z A H I ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 435
2734— N o.lu M uham m ed b . E b i L e y lâ (R .A .) h a d isi 436
İZ A H I .......... ..................................................... 436
H a d isten çık a rıla n hüküm ................................ 436
K a tilin (öld ü rd ü ğü y a k ın m a ) m ira sçı olm a sı b&bt .......... 437
2735— N oJ u E bû H ü reyre (R .A .) h a d isi ................. 437
2736— N oJu A b d u llah b . A m r ( R A . ) h a d isi .......... 437
İ Z A H I .................................................................... 438
H a d isten çık a rıla n hü kü m ler ........................ 438
Z e v il, E rh âm b â b ı .................................................................... 439
2737— N oJu E bû Ü m âm e b. S eh l (R .A .) h a d isi ... 440
2738— N o.lu M ik d â m E bû K e rîm e (R .A .) h a d isi ... 441
İ Z A H I ........................ ....................................... 442
10 A sa b e (is m i v e r ile n ) k im s ele rin ) m îra s ç ılığ ı b â b ı .......... 443
2739— N oJu A li b . E b i T â lib (R .A .) h ad isi .......... 443
2740— N o.lu A b du llah b. A b b âs (R A .) h a d îsi ... 443
11 H iç b ir m ira sçısı bulunm ayan, ölünün m a lın ın k im e vereceğin e d â ir
gelen hadis, b â b ı ....................................... .......... 445
2741— N oJ u A b d u llah b . A b b â s (R .A .) h a d isi ... 446
İ Z A H I ............................................................ 446
12 K a d ın üç çeşit m ira s to p la r, b â b ı ................................ 446
2742— N oJ u V â s ile b . E sk â ( R A . ) h a d isi .......... 447
İ Z A H I ............................................................ 447
13 Çocuğunun ken disin den olm a d ığım id d ia edenin b â b ı 448
2743— N oJu Ebû H ü reyre ( R A . ) h a d isi .......... 449
İ Z A H I ............................................................ 449
2744— N o.lu A m r b. Şuayb (R .A .) h a d îsi .......... 450
İZ A H I ............................................................ 451
14 Ç ocuğun (k en d isin e â it old u ğu n u ) id d iâ etm ek b â b ı 451
2745— N oJu A m r b. Şuayb ( R A . ) h a d isi ... 451
2746— N oJu A m r. b. Şu ayb ( R A . ) h a d isi ... 452
İZ A H I ............................................................ 453
15 V e lâ , y â n i ftzadlanana m ira sçı olm a h akkın ın satılm asın ın v e h ibe
ed ilm esin in yasaklan m ası b â b ı ........................ 454
2747— N oJu A b d u llah b . Ö m er (R .A .) h ad îsi 454
2748— N oJu A b d u llah b. Ö m er (R .A .) h ad isi 455
İ Z A H I .............................................. 455
16 Mirasların taksim nevileri bâbı ............. 455
2749— No.lu Abdullah b. Ömer (R .A .) hadîsi 456
İZ A H I ...................................... 456
Hadîsten çıkarılan miras hükmü şudur .............. 456
17 Bebek (doğduğunda) istihsal edince (bağırınca) mirasçı olur, bâbı 457
2750— NoJu Câbir b. Abdillah (R A .) hadîsi .................... 457
618 FİHRİST

Bâb No. Hadîs No. Hadîsin Râvisi iSahife No.


2751— No.lu Câbir b. Abdillah (R A .) hadisi .................... 458
İ Z A H I .................... .............. .......................... ... 458
18 (K â fir) adam (müslüman) adamın elleri üzerine müslfiman olur, bâbı 459
2752— NoJu Temim ed-Dârİ (R A..) hadisi .................... ... 459
İZ A H I ........ ... ..; .................... .................... ... 459
24 KİTÂBÜ-L’C İH Â D .......................... ... ................................ ... 463
1 Allah yolunda cihad etmenin fazileti bâbı .......................... ... ... 463
2753— No.lu Ebû Hüreyre (R .A .) hadisi .......................... ••• 464
2754— NoJu Ebû Said-i Hudrî (R .A .) hadisi .................... ••• 464
İZ A H I .............. ... ........ ................................ ••• 465
2 Allah (Azze ve Celle) yolunda sabahleyin veyâ akşamleyin (cihad
için) yürüyüş yapma (faziletinin beyânı) bâbı .................... ... 466
2755— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadisi .......................... ... 467
2756— NoJu Sehl b. Sa’d (R .A .) hadisi .......................... ••• 467
2757— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) hadîsi .......................... 467
. İZ A H I ... ........................................................ ... ... 467
3 Bir gâziyi teçhizatlandırmanın sevâbınm beyânı bâbı .............. ... 468
2758— NoJu Ömer b. Hattâb (R .A .) hadisi .................... ... 469
2759— NoJu Zeyd b. Hâlid (R .A .) hadîsi .................... ... 469
İZ A H I .............................................................. ... 469
4 Allah Teâlâ yolunda mal harcamanın faziletinin beyânı bâbı ... ... 470
2760— NoJu Sevbân (R .A .) hadisi ................................ ... 470
2761— NoJu Ali b. Ebi Tâlib (R .A .) hadisi .................... ... 471
İZ A H I.................. ................................................. ... 471
5 Cihâdı bırakmak hakkındaki tehdid bâbı .......................... ... ... 472
2762-- NoJu Ebû Ümâme (R A .) hadisi .................... ... ... 472
2763— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi .......................... ... 473
.......İZ A H I ..................................................................... ... 473
6 Mazeret kendisini cihaddan alakoyan kimse (hakkmda gelen ha­
disler) bâbı ........ ........................................................ ... ... 474
2764— NoJu Enes b. Mâlik (R A .) hadîsi .......................... ••• 474
2765— NoJu Câbir b. Abdillah (R A .) hadîsi ........ ... ... ... 474
İZ A H I ... ................................ .......................... ... 475
7 Allah yolunda nbât (şuur ve önemli mevkilerde düşmana karşı bek­
leme) faziletinin beyânı bâbı .................... .......................... ... 476
2766— NoJu Abdullah b. ez-Zübeyr (R .A .) hadîsi .............. ... 476
İ Z A H I ................................................................... ... 477
2767— NoJu Ebû Hüreyre (R .A.) hadîsi .......................... ... 478
İZ A H I .............................................................. ... 478
2768— NoJu Übeyy b. Ka*b (R .A .) hadisi .................... ... 481
İZ A III ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 481
8 Allah yolunda nöbet beklemenin ve tekbir getirmenin fazileti bâbı ... 482
2769— NoJu Ukbe b. Âmir el-Cühenl (R .A .) hadisi ........ ... 482
2770— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) hadîsi .............. ... ... 482
2771— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadisi .............. ........ ... 483
İ Z A H I ................................................................... 483
9 Nefir (kâfirlerle savaşmaya giden topluluk) içinde (cihâda) çıkmak
FİHRİST 619

Bâb No. Hadis No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

2772— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) hadîsi ... .......................... 485


2773— NoJu İbn-i Abbâs (R .A .) hadisi ........ 486
2774— NoJu Ebû Hüreyre (R A .) hadîsi ................................ 486
2775— NoJu Enes b. Mâlik (R A .) hadisi ... .......................... 487
İZA H I .................................................. 487
Hadisten çıkarılan hükümler ...................................... 488
10 Deniz savaşı fazîleti(nin beyânı) bâbı ............................................ 488
2776— NoJu Enes b. Mâlik (R A .) hadisi .............................. 489
İ Z A H I.......................................................................... 490
Resûl-i Ekrem (S.A.V.)’in bu hadisten çıkan mu’cizeleri 491
2777— NoJu Ebû Derdâ (R .A .) hadîsi .............. ... 492
Ümmü Haram (R .A .)’ın hâl tercem esi.......................... 492
2778— NoJu Ebû Ümâme (R .A .) hadîsi ................................ 493
İ Z A H I.......................................................................... 493
11 Deylem (bölgesinin fethedileceğin)! bildirmek ve kazvinln fazîletin(in
beyânı) bâbı ............................................................................... 495
2779— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi.... ....... 495
2780— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) hadisi........................ 496
İZ A H I .................................................. 496
12 Baba ve anası hayatta olduğu halde savaşa giden adam (hakkında
•gelen hadîsler) bâbı .......................... 498
2781— NoJu Muâviye b. Câhime (R .A.) hadisi... ... ............... 498
2782— NoJu Abdullah b. Amr b.Âs (R .A.)hadisi ................. 500
İ Z A H I............................................ ... 500
13 CShadda niyet bâbı .................................................................... 502
2783— NoJu Ebû Mûsâ el-Eş’arî (R .A.) hadîsi .................... 502
2784— NoJu Ebû Ukbe (R .A.) hadîsi ... ... 503
2785— NoJu Abdullah b. Amr b. el-As (R .A .) hadîsi .............. 503
İZ A H I .............. 503
14 Allah yolunda savaş için at bağlayıp hazırlamak bâbı .................... 505
2786— NoJu Urve el-Bârikî (R .A .) hadîsi .................. 505
2787— NoJu Abdullah b. Ömer (R .A .) hadîsi .......................... 506
2788— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi ................................ 507
İZ A H I ............................................ 508
2789— NoJu Ebû Katâde el-Ensârî (R .A .) hadîsi 510
İZ A H I ........................... 510
2790— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi ................................ 511
İZ A H I .............................................................. 511
2791— NoJu Temîm ed-Dârî (R .A .) hadîsi .............. 512
15 Allah SUbhanehu ve Teâlâ yolunda savaşma(nm faziletinin beyânı)
bâbı .................................... 512
2792— No.lu Muâz b. Cebel (R .A .) hadîsi ................................ 592
İZ A H I ... ............................. 513
2793— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) hadîsi ................................ 513
İ Z A H I ................................ .................................. ... 514
2794— NoJu Amr b. Abese (R A .) hadisi ................................ 516
620 FİHRİST

Bâb No. Hadis No. Hadisin Râvisi Sahile No.

İZ A H I .......................................................................... 516
2795— No.lu Ebû Hüreyre (R A .) hadisi ............. 517
2796— NoJu Abdullah b. Ebî Evfâ (R A .) hadisi ................... 517
İZ A H I.......................................................................... 518
2797— NoJu Sehl b. Huneyf (R A .) hadisi .......................... 518
İZ A H I ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 519

16 Allah yolanda (savaşıp) şehit olmanın fazileti bâbı ... .............. 519
2798— NoJu Ebû Hüreyre (R A .) hadîsi ................................ 519
2799— NoJu El-Mikdâm b. Medikerîb (R .A .) hadîsi .............. 520
İ Z A H I............................................ ... ... 520
2800— NoJu Câbir b. Abdillah (R A .) hadîsi .......................... 522
İZ A H I .......... :....................... 522
2801— NoJu Mesrûk (R .A .) hadisi ...................................... 523
İ Z A H I.......................... 524
2802— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi .......................... 527
İ Z A H I............................................................................ 527
17 (Sevâb bakımından) şehitlik (hükmünde) olması umulan (ölüm çe­
şitleri) bâln ................................................................................ 528
2803— NoJu Câbir b. Atik (R .A .) hadisi ................................ 528
2804— NoJu Ebû Hüreyre (R .A .) hadîsi ................................ 529
İ Z A H I .......................................................................... 529
18 Silâh b â b ı..................................................................................... 531
2805— NoJu Enes b. Mâlik (R .A .) hadisi ................... 531
2806— NoJu Sâib b. Yezid (R A .) hadisi ... 531
İ Z A H I............................................................ 532
2807— NoJu Süleyman b. Habîb (R .A .) h a d isi............. 533
İZ A H I ... .................................................................... 533
2908— NoJu Abdullah b. Abbâs (R .A .) h a d is i.......................... 535
İZ A H I .......................................................................... 535
2809— NoJu Ali b. Ebi Tâlib (R .A .) hadîsi .......................... 536
İ Z A H I.................................................. 536
2810— NoJu A li b. Ebi Tâlib (R .A .) hadîsi .......................... 537
İ Z A H I.......................................................................... 537
19 Allah yolunda ok atmak bâbı ... 538
2811— NoJu Ukbe bin Amir (R .A .) hadîsi .......................... 538
İZ A H I ......................................................................... 538
2812— NoJu Amr b. Abese (R .A .) hadîsi ................................ 540
2813— NoJu TJkbe b. Âmir (R .A.) hadisi ................................ 540
İZ A H I ... .................................................................... 540
2814— NoJu Ukbe b. Amir (R A .) hadîsi .............. 541
İZ A H I ................................ 541
2815— NoJu Abdullah b. Abbâs (R .A .) hadisi .......................... 542
İ Z A H I.......................................................................... 542
Hadisten şu hükümler çıkar .................................... 543
20 Büyük bayraklar ve küçük bayraklar bâbı ................................ 543
2816— NoJu el-Harîs b. Hassan (R .A .) hadîsi .......................... 544
FİHRİST 621

Bâb No. Hadis No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

2817— NoJu Câbir b. Abdillah (R A .) hadisi ....... 544


2818— NoJu İbn-i Abbâs (R .A .) hadisi ................... 544
İZ A H I ... ... ... ... ... ... ... ...*•« ... ... ... ... 544
21 Savaşta qıek ve dîbaç (denilen ipekli kumaş) giymek bâbı ......... 545
2819— NoJu Esmâ (R .A .) hadisi ............. 545
2820— NoJu Ömer b. Hattab (R .A .) hadisi ......................... 546
İ Z A H I ...................................... 546
2 Z Savaşta sarıklar giymek bâbı ........................................................ 547
2821— NoJu Amr b. Hureys (R .A.) hadisi ................................ 548
2822— NoJu Câbir b. Abdillah (R A .) hadisi ......................... 548
İZ A H I .................................... 548
23 Savaşta alım satım bâbı .............................................................. 549
2823— NoJu Hârice b. Zeyd (R .A .) hadisi ................................ 549
İ Z A H I.......................................................................... 549
24 (Allah yolunda) cihâda gidenleri uğurlamak ve onlarla vedalaşmak
bâbı ...................................... 550
2824— NoJu Muâz b. Enes (R .A.) hadisi ................................ 550
2825— NoJu Ebû Hüreyre (R .A.) hadisi ... 551
2826— NoJu Abdullah b. Ömer (R .A .) hadisi .................... 551
İZ A H I.......................................................................... 551
Hadisten çıkarılan hükümler ...................................... 552

25 Seriyye (savaşa giden askerî müfreze)ler bâbı ................................. 552


2827— NoJu Enes b. Mâlik (R .A.) hadîsi .................... 553
İZ A H I.......................................................................... 553
2828— NoJu Berâ b. Âzib (R .A.) hadisi ................................ 555
İZ A H I ..................................... 555
2829— NoJu Ebül-Verd (R .A .) hadisi ...................................... 556
İ Z A H I .......................................................................... 557
26 Müşriklerin tencerelerinde (ve diğer kablannda)yemek yeme bâbı 557
2830— NoJu Hûlb (et-Tâî) (R.A*.) hadisi ................................ 557
İZ A H I.......................................................................... 557
2831— NoJu Ebû Salebe el-Hüşeni (R .A .) hadisi .................... 559
İZ A H I ......................................................... .;........... 559
27 Müşriklerden yardım istemek bâbı ............................................. 560
2832— NoJu Âişe (R A .) hadisi ............................................ 560
İ Z A H I ......................................................................... 561
28 Savaşta hile etmek bâbı ............................................................ 562
2833— NoJu Âişe (R A .) hadîsi .......................... 562
2834— NoJu İbn-i Abbâs (R A .) hadisi ................................ 562
İ Z A H I.......................................................................... 562
29 Hasmı ile dövüşmek üzere savaşçımn muharebe meydanına çık­
ması ve savaşçımun beriberinde bulunan eşyanün hükmüne dâir
hadisler) bâbı ......................................... 564
2835— NoJu Ebû Zerr-i Gifârî (R .A .) hadîsi............................. 564
622 FİHRİST

Bâb No. Hadis No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

İZ A H I ................... . 565
2836— NoJu Seleme b. Ekvâ (R .A .) hadîsi ... 567
2837— NoJu Ebû Katâde (R A .) hadisi ................................ 567
2838— NoJu Semûre b. Cündüb(R .A .)hadisi ... 567
İ Z A H I ............................................ 568
30 (K âfir düşmanlara) saldırmak, geceleyin baskın yapmak ve (bu ara­
da) kadınlan ve çocuklan öldürmek bâln ...................................... 569
2839— NoJu Es-Sa’b b. Cessâme (R .A .) hadisi .................... 569
İ Z A H I........................................ ............ ........ ... 569
2840— NoJu Seleme b. Ekvâ (R A .) hadisi .......................... 570
2841— NoJu İbn-i Ömer (R A .) hadisi ................................ 571
2842— NoJu Hanzala el-Kâtib (R A .) hadisi ......................... 571
İZ A H I ... ..................................... ... ... 571
31 (Savaşta) düşman ülkesinde (binâlan, ağaçlan veziraatlan) yaktır­
mak b â b ı 573
2843— NoJu Üsâme b. Zeyd (R A .) hadisi ................................ 574
İ Z A H I.......................................................................... 574
2844— NoJu İbn-i Ömer (R .A .) hadisi ................................ 574
2845— NoJu İbn-i Ömer (R A .) hadisi............................... ... 575
İZA H I ... ................................................................... 575
Beni Nâdir yahûdîleri ... ............................................ 576
Hadisten çıkanlan hüküm ............................................ 577
32 Esirleri fidye karşılığında kurtarmak bâbı ....................................... 578
2846— No.lu Seleme b. Ekvâ (R A .) hadîsi ........................... 578
İZ A H I ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 679
Hadîsten çıkarılan hükümler ...................................... 579
33 Düşman, malı elde eder sonra müslümanlar düşmanı mağlûb eder
bâbı ...................................... 580
2847— NoJu İbn-i Ömer (R A .) hadisi ................................ 580
İZ A H I ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 581
34 Gulûl b â b ı...................................................................................... 581
2848— NoJu Zeyd b. Hâlid (R A .) hadisi ................................ 581
2849— NoJu Abdullah b. Amr (R A .) hadisi .......................... 582
2850— NoJu Ubâde b. es-Sâmit (R .A .) hadisi .......................... 583
İZ A H I ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 583
35 Nefel b â b ı...................................................................................... 584
2851— NoJu Hâbib b. Mesleme (R A .) hadisi .......................... 585
-2852— NoJu Ubâde b. es-Sâmit (R .A .) hadisi .......................... 585
İ Z A H I.......................................................................... 585
Bu iki hadisten çıkarılan özet şudur :... .......................... 586
2853— NoJu Amr b. Şuayb (R .A .) hadisi ................................ 588
Hablb b. Mesleme (R .A .) hâl tercemesi .................... 588
İZ A H I .......................................................................... 589
36 Ganimet mallarım (gâziler arasmda) taksim etmekbâln ................ 590
2854— NoJu Abdullah b. Ömer (R .A.) hadisi............................. 590
İZ A H I ... ... .............................. 590
FİHRİST 623

Bâb No. Hadis No. Hadîsin Râvisi Sahife No.

37 Köleler ve kadınlar, mfislfimanlann refakatinde savaşta hazır bulu­


nurlar, bâbı .............................................................. 590
2855— No.lu Ebi’l-Lahm (R .A .) hadisi .................... 591
İZA H I ........................................................ 591
2856— NoJu Ümmü Atiyye el-Ensârîye (R .A .) hadisi 592
İ Z A H I....................................................... 592
Savaşa giden kadın için ganimetten sehim verilir mi? 593
38 Devlet başkanının (savaşa giden mücâhidlere) tavsiyesi, bâbı 593
2857— NoJu Safvân b. Assâl (R .A.) hadisi .............. 593
2858— NoJu Biireyde b. Husayb (R .A .) hadisi ........ 595
İZA H I .............. ............................................ 596
Alınacak cizye miktarı hakkmdaki görüşler ... 600

You might also like