You are on page 1of 86

M E V L Â N Z Â D E RIFAT BEY

Siyonistler OsmanlI'yı
Nasıl Yıktı?

K ü ltü r Yayınları
D erin Tarih K ültür Yayınları • 3
Derin Tarih Delgisinin 15. sayısının hediyesidir.
Haziran 2013

Mevlânzâde Rıfat
Siyonistler Osmanlı'yı Nasıl Yıktı?
Devlet-i Osmaniye ve Siyonistler
Türkiye’yi Y ikan Yahûdîler

Tasarım
Ferhat Acar

Baskt
Makromat Matbaası

iletişim
Yenidoğan Mah. Kızılay Sok. No: 39
Bayrampaşa - İstanbul
0212 612 29 30
www.derintarih.com
iletisim@derintarih.com

© Derin Tarih
Bütün yayın haklan saklıdır. Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa
alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.
İçindekiler

Sun u ş # 7
Mevlânzâde Rıfat Bey / Prof. Dr. Ali Birinci # 1 1

Osmanlıca m etin ve Latin harflerine çevirisi • 23

Sadeleştirilmiş m etin • 59

Risalenin orijinalinde yer alan Fransızca m etnin tıpkıbasımı • 79


Sunuş

iyasetçi, gazeteci ve yazar Mevlanzade Rifat her ba­

S kımdan ilginç biri. Mesela onun çıkardığı İnkılab-ı


Beşer gazetesinde Mustafa Kemal Paşanın da için­
de bulunduğu bazı komutanları “ordu komutanı denilen
âli sefiller, haydutbaşılar” diye suçladığını biliyoruz (Ta­
rih: 14 M art 1919’dur). Bunun üzerine Mustafa Kemal
Paşa da Harbiye N ezaretine alışılmadık derecede sert bir
üslupla Mevlanzade için “sefil iftiracı” gibi ifadeler kulla­
narak onun hakıknda gereken işlemlerin yapılmasını is­
ter. Lanetler. Açıkça cezalandırılması talebinde bulunur.
Lâkin Mevlanzade pek sıkı birisi çıkar ve karşı dava açar.
Bu bir hakaret davasıdır ve Mustafa Kemal Paşa İstanbul’da
çeşitli kombinezonların içindedir ve umudan vardır. Avu­
katına sorar. Davanın aleyhine sonuçlanacağı fikri ağırlık
kazanınca da davayı mümkün olduğu kadar sürüncemede
bırakarak kendisine vakit kazandırmasını ister.
Nihayet 30 N isanda irade-i seniyye çıkar ve Anado­
lu’ya tayin olunur. Ve Samsun’a doğru yola çıktığı tarihte
aleyhine sonuçlanması çok muhtemel bir hakaret davası­
nın yükü de binmiştir Bandırma vapuruna.
Gördüğünüz gibi kolay teslim olmayan, sert ve bir
paşaya karşı dahi dava açacak kadar da medeni cesarete
sahip, yürekli biridir Mevlanzade Rifat Bey.
Fakat bu olayın en şaşırtıcı tarafı, Mustafa Kemal Pa­
şanın gazete ismini yanlış hatırlamış olmasıdır. Yazının
H ukuk-i Beşer gazetesinde çıktığını zanneder. Oysa H u-
kuk-i Beşer İzmir’de Haşan Tahsin’in adıyla özdeşleşen
bir gazetedir ve Mevlanzade Rifat ile bir ilgisi bulunma­
maktadır. Ö te yandan Mevlanzade’nin gazetesinin ismi
de Inkılab-ı Beşerdir.
Anlaşılan Mustafa Kemal o kızgınlıkla her iki gaze­
tenin ismini karıştırmış ve Haşan Tahsin’in gazetesinin
ismini Mevlanzade’ninki zannetmiştir.
Ali Birinci üç özelliğinden bahsedebiliriz diyor Mev­
lanzade’nin. Kürtçü olması, İttihat ve Terakki aleyhtarlı­
ğı ile Yahudi aleyhtarlığıdır.
Elinizdeki kitapta son iki özelliğinin öne çıktığı görü­
lür. İttihatçıların Yahudiler ve Siyonistlerle işbirliği yapa­
rak Osmanlıyı batırdıkları, bir kar topunun güneşte hızla
erimesi gibi yok ettikleri tezi, üzerinde durulmaya değer.
Salt bir komplo teorisiyle açıklanamayacak kadar bilgi ve
tecrübe dolu satırlarla meseleyi tarihî ve aktüel bir b o ­
yutta değerlendirir.
Mevlanzade Rifat Bey’in Devlet-i Osmaniye ve Siyo-
nistler: Türkiye'yi Ytkan Yahûdîler, (Dobruca Juna M at­
baası, Köstence 1923) başlıklı risalesinin zamanlaması
da çok ilginçtir. Büyük Taarruz kazanılmış, Saltanat kal­
dırılmış, hilafet kolu kanadı kesik bir şekilde akibetini
beklemektedir. Mevlanzade bu gidişin sonucunu görmüş
ve Siyonist-Yahudilerin hedefinin Osmanlı D evletini sa­
dece siyasi organizasyon olarak yıkmakla kalmayıp aynı
zamanda onun elindeki Hilafetten gelen gücü de alacak­
larını öngörmüştür.
Aslında “Büyük O yun”, Osmanlı D evletinin bir daha
dinlemeyecek şekilde bertaraf edilmesi etrafında kur­
gulanmıştı. Bu asırlarca Avrupa ve dünya dengeleri için
tehdit oluşturan “yabancı” gücü tarihten silmeye, dirile-
bilme imkanlarını da tamamen ortadan kaldırmaya d ö ­
nük uzun vadeli bir stratejiydi ve uzun bir süredir “Türk
sorunu” olarak bilinen stratejinin doğal sonucuydu.
Üzerinden öyle bir silindir geçmeliydi ki, bir daha bu
topraklarda bir Osmanlı dirilemesin. Cumhuriyet döne­
mindeki Osmanlı aleyhtarlığının, Cihangirlik sevdasın­
dan vazgeçme tutkusunun bu iddiasızlaşan periferiye çe­
kilme rolüyle doğrudan bağlantısı olduğunu aklı başında
olan hangi insan inkâr edebilir?
Siyonistler Osmantiyt Nasıl Yıktıi başlıklı kitapçıktan
beni ilk haberdar eden, sevgili dostum Ömer Faruk Yıl­
maz olmuştu. Kahire’deki bir kütüphanede bulup foto­
kopisini güçlükle çektirdiği orijind Osmanlıca nüsha ile
Latin harflerine çevrilmiş halini takdim ettiğinde dos­
yanın içinde neler bulabileceğini sadece tahmin edebili­
yordum. Okuduğumda ise bazı sıkıntılı yerler olsa da, bir
gün yayınlayabileceğimi düşündüm.
Ancak araya başka konular girdi ve 3 sayıdır başla­
yan dergimizin yanında bir promosyon kitapçık verme
uygulamamız sayesinde bu metni bilimsel bir yayma d ö ­
nüştürme imkânını bulabildik. Böylece hem Osmanlıca
metnini, hem Mevlanzade tarafından beraber yayınlanan
Fransızca metnini, hem de Latin harflerine çevrilmiş ha­
lini aynı kitapta bulabileceksiniz. Buna bir de genel oku­
yucunun istifadesi için hazırlanmış bulunan sadeleştiril­
miş metni eklediğimizde kitapçık gerçekten de istifadeli
bir hal aldı.
M etni yayma hazırlarken Ömer Faruk Beyin takdim
ettiği fotokopinin pek uygun olmadığını fark ettik ve
iyi bir nüshası kimde olabilir diye düşünürken tabii ki
Mevlanzade Rifat Bey hakkında geniş bir ansiklopedi
maddesi kaleme almış bulunan Ali Birinci hoca geldi
aklımıza. Büyük bir nezaketle kendi nüshasını bizimle
paylaştı. Kendisinden temin ettiğimiz fotokopi nüshası
işimizi büyük Ölçüde kolaylaştırmış oldu. Prof. Birinci ye
teşekkür ederken okurlarımızın ‘Kim bu Mevlanzade?’
sorularına doyurucu bir cevap teşkil etmek üzere yazdığı
biyografiyi de kitapçığa dahil etme teklifiyle teşekkürle­
rimiz katmerlenmiş oldu.
Elinizde tuttuğunuz bu 96 sayfalık kitapçık böyle bir
ortak çabayla ortaya çıkmış oldu. Katkıda bulunan her­
kese teşekkürlerimizi sunuyorum.
Burada ileri sürülen düşüncelerin hepsine katılmadı­
ğımızı, bu yayını bilimsel bir gayeyle yaptığımızı ve ülke­
mizin artık bu tür fikir korkularını aşacak denli olgunla­
şan bir siyasal kültüre sahip olmaya başladığını yine de
söylemek ihtiyacını duyuyoruz.

ıo
Son olarak her ay Derin Tarih okurlarının kendilerini
ayrıcalıklı hissedecekleri bu kitap gibi değerli tarih ya­
yınlarıyla tanışacaklarını söyleyeyim. Zaman zaman bazı
sınırları zorlaşa da, artık Kant gibi Sapere Aude\ diyoruz.
Yani Bilmeye Cesaret Et, Düşünmeye Cesaret Et ya da
Aklını Kullanmaya Cesaret Et!
Cesaret ama cıvıtmayan bir cesaret önümüzdeki yeni
dönem in yükselen değeri olacak. Bu değerin altında kal­
mak istemiyorsanız hem Derin Tarih dergisini, hem de
verdiğimiz bu ekleri takip etmenizde fayda var.
Şimdi sizi Cumhuriyet döneminde benzerini pek az
tanıdığımız bir radikal muhalifin yazdığı metinle baş
başa bırakıyoruz. M etni ilk defa okuyacaksınız ve şaşıra­
caksınız muhtemelen. Ama Ernest Gellner’in dediği gibi
bilgi şaşırmakla başlar.
Buyurun şaşırmaya şimdi. Ve tabii ki düşünmeye...

Mustafa Armağan
Mevlânzâde Rıfat Bey
(İstanbul?, 1869? - Halep, 8 Eylül 1930) siyaset adamı, gazeteci ve yazar.

Prof. D r Ali Birinci

Meşrutiyet ve Mütareke devirlerinin en

n •
meçhul ve karışık, aynı zamanda en dikka-

te değer şahsiyetlerinden biri de hiç şüphesiz


Mevlânzâde Rıfat Bey’dir. Hemen ifade etmek gerekir ki,
bir gazeteci olmasına ve birçok yazı ve kitap neşretmesine
rağmen kendisine dair verdiği bilgiler çok m ahduttur ve
hayat hikâyesinin işaret taşları sayılabilecek çıkardığı ga­
zeteler vasıtasıyla kendisi hakkında bazı bilgilere ulaşmak
mümkün olmaktadır. Bilgilerin bir kısmı ise henüz riva­
yet seviyesini aşamamıştır.
Mevlânzâde Rıfat, ilk matbu kütüphane kataloglarını
tertip eden Abdurrahman Nâcim’in oğludur. Babasının
1867’d en itibaren İstanbul'da vazife gördüğü göz önüne
alınırsa doğum yeri İstanbul olmalıdır. 15 Haziran 1909
tarihli bir yazısında kırk yaşında olduğundan bahsettiği­
ne göre 1869 senesinde doğmuş olduğunu kabul etmek
gerekiyor. Bu esnada babası İstanbul’da kütüphaneler mü­
fettişliği vazifesinde bulunuyordu.
Mevlânzâde Rıfat’ın tahsili ve gençlik çağları hakkın­
da da hemen hemen hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Ken­
disi II. Meşrutiyet sonrasında yazdığı gibi, kitaplarında
da herhangi bir bilgi vermemiştir. Bu devresi hakkında
bilinen tek şey 1896 senesinde Kastamonu valisi Halit
Bey’in hususî kâtibi olarak yanında bulunduğudur. Bu,
belki de, Meşrutiyet öncesindeki son vazifesiydi. Jöntürk-
leri himaye eden ve Rusya’ya kaçacağından şüphelenilen
H alit Bey tevkif edilerek Kayseri’ye, kendisi de Yemene
sürülmüş görünüyor. Meşrutiyet öncesine dair yazdığı
on iki senedir bulunduğu sürgünden Meşrutiyet’in ilânı
üzerine kurtulduğu ve İstanbul’a döndüğüdür. Son sür­
gün yeri Yemen’in Sana şehriydi ve burada Kasidecizâde
Ziya Molla ve eski m aarif nâzırlarından Kemal Paşanın
oğlu Said Bey (Lastik Said) ile beraber bulunuyordu.
Sürgün sebebi Mehmed Reşad’a intisabıydı. Mevlânzâ-
de’nin gerçekten de yazılmamış cazip ve heyecanlı bir
roman olan hareketli hayatı İstanbul’a dönüşüyle başla­
dı. Döndüğü zaman İstanbul, kendi ifadesiyle, sekerat-ı
inkılâp içindeydi. Herkes gibi gittiği veya koştuğu ilk
yer yeni ve rakipsiz iktidar ve nüfuz kaynağı olan İttihat
ve Terakki merkeziydi. İlk teklifi ise kendisini “tam on
iki sene mahbesten mahpese, menfadan menfaya” sü­
rükleyen Sultan Abdülhamid’in haledilmesiydi. Sadece
bu teklifinin değil, kendisinin de pek kabul görmediği
anlaşılıyor. Bilinen ilk icraatı, İttihat ve Terakki dışında
kurulan ilk yarı siyasî cemiyet, Fedakâran-ı M illet Cemi­
yeti içinde yer almak oldu. Cemiyetin gazetesi Hukuk-ı
Umumîye nin mesul m üdürü olarak, bilindiği kadarıyla

14
bir daha hiç ayrılmadığı matbuat âlemine ilk adımını
atmış oluyordu (16 Eylül 1908). 1 Aralık 1908’den iti­
baren ise âdeta kendi ismiyle bütünleşen Serbesti gazete­
sini çıkarmaya başladı. Bu andan itibaren Osmanlı Ahrar
Fırkasını desteklemeye başladı ve tabiatıyla İttihat ve Te-
rakkî’nin en sert ve kararlı muhaliflerinden biri oldu. Bir
bakıma İttihat ve Terakki muhalifliği artık mesleği bir
başka ifade ile geçim vesilesi oldu.

31 M art Vakası (13 Nisan 1909) bu devirdeki firar­


ların ilk dalgasını getirmişti. Bir sene önce Yemenden
İstanbul’a dönen Mevlânzâde Rıfat yine yollara düşmek
zorunda kaldı (22 Nisan 1909). Mısır’a firar ediyordu
ve bu defaki yol arkadaşları Sinop mebusu Dr. Rıza Nur
ile Ahrar Fırkası kâtib-i umumisi Nureddin Ferruh (Al-
kend) idi. 31 M art Vak’ası öncesinde İttihat ve Terakki
muhalifi ve Ahrar Fırkası taraftarı ve destekçisi olan Mev­
lânzâde Rıfat’ın bu fırkanın kayıtlı bir mensubu olmadı­
ğına bu vesile ile dikkati çekmek gerekir. Kendisi de bu
hususu açıkça ifade etmektedir. Fırkanın bilhassa adem-i
merkeziyetçi görüşlerini benimsediği anlaşılıyor.

Mısır’da hastalanınca tabiplerin tavsiyesi üzerine,


Nureddin Ferruh’la birlikte Atina’ya, sonra Paris’e geçen
Mevlânzâde Rıfat, 31 M art Vak’ası’ndan önce Paris’e ge­
çen ve yurtdışı muhalefet hareketinin en güçlü temsilcisi
ve mâlî destekçisi olan Şerif Paşa ile 27 Temmuz 1909’da
imzaladığı protokol şartları çerçevesinde Serbestimi haf­
talık olarak Paris’te neşretmeye başladı. Serbesti Paris’te
12 sayı neşredildikten sonra Şerif Paşa ile anlaşamadığı
ve masra- fini karşılayamadığı için gazeteyi tatil ederek
Mısır’a geçti. Bu arada 31 M art V akasında rolü bulundu­
ğu suçlamasıyla Divan-ı Harb-i ö r f î tarafından on sene
sürgün (nefy) cezasına çarptırılmıştı. Paris’te görüştüğü
kişiler arasında Nureddin Ferruh’tan başka, Ahmet Fazlı
(Tung), N ihat Reşat (Belger), Reşit Sadi, Mekki Bey ve
Nâzım Paşanın ismini vermektedir. Paris’te bulunduğu
esnada Şerif Paşanın kurduğu Islahat-ı Esasiye Fırkası
(Aralık 1909) mensupları arasında yer almış bu arada hâlâ
hakkında tam ve açık bir bilgi bulunmayan Yapıcılar Ce­
miyeti işine de karışmıştı.

Paris’ten M ısır’a geçtikten sonra, anlattığına göre,


Serbesti gazetesini yedi nüsha burada da neşre muvaffak
oldu ve hıdivin yardımını gördü. Buradan da matbaa ve
gazetesinin kapatılması (Şubat 1910) üzerine neşriyat
yapabileceği kanaatiyle yine Paris’e döndü ve tekrar dört
nüsha çıkarabildiği Serbesti ile sadece ittihat ve Terak-
kî’yi değil, Şerif Paşanın çıkardığı Meşrutiyet gazetesini
de tenkit etti.

Hıdiv Abbas Hilm i Paşa’nın Paris’te de devam eden


yardımlarına Şeyhülislâmzade Ahmed M uhtar’ın (Ke-
vakibi, 1878-1943) da yardımları eklenmişti. H ıdiv’in
yardımları kesilince tekrar Paris’ten ayrılmak zorunda ka­
lan Mevlânzâde Rıfat yine Mısır’a dönmekten başka çare
bulamadı. Mısır’dan hıdiv tarafından niçin ve kimlerin
baskısı üzerine çıkarıldığı hakkında bir bilgi bulunma­
maktadır. Ancak buradan ayrılınca bu defa Paris yerine
Atina’ya geçti. Burada Rum asıllı Osmanlı vatandaşların­
dan bazılarının yardımıyla Faruk (1911, 3 sayı) ve Ceht
(1911, 11 sayı) gazetelerini çıkardı. Bu kişilerden sadece
Sada-yı M illet gazetesinin sahibi Sava Elagözoğiu’nun
ismini vermektedir. Yunan hükümetinin açıkça belirtme­
diği bir sebeple yaptığı baskılar üzerine İstanbul’a döne­
rek Polis M üdürlüğüne teslim oldu. Divan-ı Harb-i Örfî
kararı gereğince Bursa’da ikamete tâbi tutuldu. Ahmed
M uhtar Paşa Hükümeti zamanındaki af üzerine 29 Tem­
muz 1912’de Serbesti İstanbul’da ikinci devre neşriyatına
başlamış oldu. Mevlânzâde Rıfat eski minval üzere, dolu­
dizgin m uhalif neşriyatına başladıysa da çok geçmeden (1
Eylül 1912) gazetesi tâtil edildi.

Bâbıâlî Baskınından (23 Ocak 1913) sonra, tıpkı 31


M art V akasını (13 Nisan 1909) takiben olduğu gibi mu­
halefet bir kere daha yurtdışına çıkmak zorunda kalmıştı.
Ancak öyle anlaşılıyor ki, Mevlânzâde Rıfat siyasî neşri­
yat yapmama sözü vererek bu devrede İstanbul’da kaldı.
Mahmud Şevket Paşanın katli (11 Haziran 1913) ve ar­
kasından gelen idamlardan sonra böyle bir şeyin imkân­
sızlığını kendiliğinden anlamış olsa gerektir. Bu senenin
sonbaharında Kadınlar Dünyası m çıkaran Nuriye Ulviye
(Civelek, 1884-1964) ile evlendiği anlaşılıyor. Bundan
sonra Mütarekeye kadar bütün vaktini bu mecmuanın
idarehanesinde geçirmiş olmalıdır. Bir ara kendisi de eşi­
nin mecmuasına nazire olarak, ancak tek sayı görünen,
Erkekler Dünyası m (Ocak 1914) çıkardı.

Mütareke’den sonra siyaset güzergâhına ilk giren şa­


hıs yine Mevlânzâde Rıfat oldu ve bu devrede kurulan
ilk siyasî fırka ise yine kendisinin reisi olduğu Radikal
Avam Fırkası’dır (22. 10. 1928). Fırkanın neşir organı
ise Mevlânzâde Rıfat’ın 26 Ekim 1918’den itibaren çı­
karmaya başladığı înkılâb-ı Beşer gazetesiydi. Bu fırkanın
en temel hususiyeti Türk’ten gayrı unsurlara tanıdığı çok
geniş haklardı ve nizâmnâmesinde (m. 4) “Devlet-i Âli-
ye’nin tamamiyet-i mülkiyesini son derecede gözetlemek
ve bütün akşamının ittihadına halel gelmemek şartı ile
‘milliyet prensipleri’ dairesinde idaresini temin eylemek”
şeklinde ifadesini bulan temel görüşte milliyet kelimesiy­
le kastedilen ekalliyetler olmaktaydı.

Inkılab-ı Beşerde bu gerçek açıkça ifade edilmesine


rağmen, fırkanın bu neşir organı bilinmediği için dikkati
çekmemiştir. Kürdistan Teali Cem iyetine dahil olması da
bu gerçeğin bir başka delilidir. Diğer taraftan, Ingiliz Mu-
hipler Cemiyeti’nin de âzâları arasında bulunması dikkati
çekiyordu. İngilizlerin himayesinde bir Kürt devleti kuru­
labileceğine inananlardan biriydi.

Büyük Taarruzun ertesinde, Kasım sonlarında İs­


tanbul’u terk edenlerden biri de Mevlânzâde Rıfat oldu.
1923’te Köstence’de bir kitabı basıldığına göre bir müd­
det Romanya’da kaldığı anlaşılıyor. Buradan Yunanistan’a
geçtikten sonra San Remo’da bulunan Sultan Vahided-
dine yanaşan Mevlânzâde Rıfat bu sıralarda açıkça bir
Kürt ihtilâlcisi rolünü oynuyordu. Burada kabul görme­
yince tekrar Atina’ya dönmek zorunda kaldı. O nun bura­
dan ayrdıp son senelerini yaşadığı Halep e ne zaman geç­
tiği bilinmiyor. Son senelerini de bu şehirde iken, 1927’de
kurulan Hoybun’un faaliyetlerine, derecesi bilinmemekle
beraber, katıldığı anlaşılıyor. Bu şehirde yaşarken Refik
H alit’le beraber yediği bir öğle yemeğinden yolda yürür­
ken kalp sektesinden öldüğü (8 Eylül 1930) haberi gaze­
telere aksetti.

Eserleri
Mevlânzâde Rıfat’ın, Meşrutiyet öncesinde, herhangi
bir yazı hayatının bulunup bulunmadığı hakkında bilgi
yoktur. Ancak Meşrutiyet devrinin en sert ve ateşli ka­
lemlerinden biri olduğu muhakkaktır. Ziya Şakir, “hırs
ve şöhretin çılgın bir m edûbu ve Tıirk değil” derken bu
yönüne ve Kürtlüğüne işaret etmektedir. Habil Âdem’in
onun imzasını taşıyan yazıların ve kitapların gerçek yazarı
olduğu rivâyetinde bir gerçek payı bulunmadığı açıktır.
Yurtdışında çıkardığı gazeteler ve bastırdığı kitapları or­
tadadır. Çıkardığı gazeteler hakkında tatil ve men-i ithal
kararları polemikçiliğin bir delili olarak kabul edilebilir.
Serbesti, Faruk, Cebt, înkılâb-ı Beşer y t Hukuk-ı Umumiye
gazetelerinde bulunan yazılarının bir dökümünün yapıl­
ması bile başlı başına bir çalışmaya muhtaçtır.

Mevlânzâde Rıfat’ın basılan ilk eseri, görebildiğimiz


kadarıyla, Bilanço yahud Vatan Uğrunda Çektiklerim (62
s.) başlığını taşımaktadır. Üzerinde 27 Şevval sene 1328
(10 Kasım 1909) tarihi bulunmasına rağmen basıldığı yer
belirtilmemiştir. İkinci risalesi Talât Beye açık mektubu­
dur. Yemen Hakkında Dahiliye N â zın Talat Bey Efendiye
Açık Layiha (Kahire, 18 Kanunısani 1326, 16 s.) adını
taşıyan bu risalesinde son sürgün yeri Yemen ve isyanları
hakkındaki düşüncelerini ifade etmektedir. Kahire’de ya­
zılan bu risâlenin de baskı yeri belirtilmemiştir.

Mevlânzâde Rıfat’ın imzasını taşıyan kitaplar içinde


herhalde en mühimi 31 M art Vakası hakkında yazdığı
İnkılâb-ı Osmanîden Bir Yaprak yahud 31 M a rt 132S
Kıyamı isimli iki ciltlik eseridir. Formalar halinde baş­
arabildiği kitabın birinci forması üzerinde Kahire, 18
Rebiüssânî 1329 (18 Nisan 1911) tarihi bulunmaktadır
ve 1. kısmı 175 sayfadan ibaret olan kitabın bu kısmının
sadeleştirilmiş bir baskısı yapılmıştır: 31 M art-Bir İh ­
tilâlin Hikâyesi (sadeleştiren: Berire Ülgenci, İst., 1996,
194 s.). Kitabın ikinci kısmının sadece ilk 64 sayfası elde
bulunmaktadır. Mevlânzâde’nin kitaplarının 120 bin
forması M ısır’da müsadere edildiği için bu kitabın tam
bir nüshası Türkiye’deki kütüphanelerde bulunmamak­
tadır. Ancak bâzı şahıs kütüphânelerinde bulunması ih­
timal dahilindedir.

Mevlânzâde’nin İstanbul’da basılan ilk kitabı Hakk-ı


Vatan yahud Tarik-i Mücahedede H akikat Ketmedilemez
(Serbesti Matbaası, 1328, 109 s.), bir ifadesinden anla­
şıldığına göre Kâmil Paşa Hükümeti zamanında, yani
1912’de Kasım-Aralık aylarında basılmıştır. Hayatı ve ga­
zeteciliği hakkında en çok bilgiyi, Bilanço ile beraber bu
kitabı ihtiva etmektedir. Kitap sadeleştirilerek basılmıştır:
Mevlânzâde R ıfat’ın A nılan (İst. 1992,102 s.). Esasen bu
hâl tercümesi için de bu iki kitabı esas alınmıştır.
Mevlânzâde Rıfat’ın İttihat ve Terakki aleyhtarlığı ve
Kürtçülüğü yanında üçüncü temel hususiyeti de Yahudi
aleyhtarlığıydı. Osmanlı D evletini Yahudilerin yıktığı
inancına sahipti. Bu yoldaki düşüncelerini, bir müddet
bulunduğu Romanya’d a Köstence’de Fransızca ve Türk­
çe bastırdığı risalesinde ifade etmiştir: Devlet-i Osmaniye
ve Siyonistler- Türkiye’y i Yıkan Yahudiler (Dobruca, Juna
Matbaası, 1923, 16+14 s.).

Mevlânzâde Rıfat’ın bilinen son eseri Türkiye inkılâbı­


nın îçyüzü adıyla, Halep’te ölümünden bir sene önce,
1929’da bastırdığı iki fasıldan (el-Vahit Matbaası, I. fasıl
174 s.; II. fasıl 144 s.) ibaret kitabıdır. Bu kitabın sadeleş­
tirilmiş tam metni İstanbul’da (1993, 355 s.) basılmıştır.
Bilhassa İttihatçılara yönelttiği Ermeni katliamı suçlama­
sından dolayı Ermeniler tarafından büyük alâka gören bu
kitabın Ermenice baskısı (Beyrut, 1968, 328 s.) yapılmış­
tır. Mevlânzâde, kısmen bastırabildiği Tarihçe isimli son
bir eserinden daha bahsetmekte ise de bu eseri bir tefri­
kadan ibaret olsa gerektir. Şahsiyeti ve siyasî görüşleri bir
yana, eserleri II. Meşrutiyet tarihinin belli başlı kaynakla­
rı arasında yer almış bulunmaktadır.

K itabiyat: Kendi eserlerinden başka Mevlânzâde Rı­


fat hakkında bilgi ihtiva eden diğer kaynaklar baskı ta­
rihlerine göre sıralanmıştır. BOA, BEO, Dahiliye Gelen
Evrak, Dosya nu. 75.3.24, sıra Nu. 1983,2590; Dahiliye
Giden Evrak, Dosya nu. 108.3.57, sıra nu. 1807, 1922;
Dosya nu. 271020, 271632. (Bu vesikalar Paris’te çıkan
Serbestinin men-i ithal kararlarıdır); H ukuk-ı Umumî­
ye, nr. 31, 3 Teşrinievvel 1324, s. 1; 34 (6 Teşrinievvel
1324) s. 1. (Gazetede, mesul m üdürü olan Mevlânzâde
Rıfat’ın vükelâ-yı devlete dokunacak sözlerinden dolayı
dâva açıldığı haberleri bulunmaktadır). Dâvâ mevzuu
yazı için “Şayan-ı Teessüf Bir M ülakat” nr. 30, 2 Teşri­
nievvel 1324, s. 1; Dâva için: 37 (Teşrinievvel 1324) s.l;
nr. 56, 28 Teşrinievvel 1324, s. 1; Serbestinin Paris nüs­
haları için neşredilmiş men-i ithal kararları: Takvim-i
Vekayi, nr.. 30, 31Temmuz 1325, s. 2; nr. 31, 11 Ağustos
1325, s. 1; nr. 450, 26 Kânunısâni 1325, s. 1; Posta ve
TelgrafMecmuası, nr. 103, Teşrinievvel 1325, s. 911; nr..
104, Teşrinisani 1325, s. 923, 928; Yeni Tanin, nr. 515-
46, 26 Kânunısâni 1325, s. 3; Atina’da çıkardığı C ektvz
Faruk gazetelerinin girişinin yasaklanması hakkında:
Bedahet, nr. 242-1, T l Kânunıevvel 1327, s. 3; İstan­
bul’daki Serbestinin hilâf-ı kanun neşredildiğinden tati­
li hakkında: Tanzimat, nr. 340, 20 Ağustos 1328, s, 4;
Şerif, Meşrutiyet Doğru Ben... ve Hayatım, Paris, 1912,
63 s.; M. Rıfat’ın ölüm haberi, Cumhuriyet, nr. 2296,27
Eylül 1930) s. 3; O. Ergin, M uallim M . Cevdet’in Haya­
tı, Eserleri ve Kütüphanesi, İst. 1937, s. 451; Ziya Şakir,
“Hür- riyet ve İtilaf...” Tan, nr. 900, 30 Ekim 1937, s.
9; T. M. Göztepe, Vahideddin Gurbet Cehenneminde,
İst. 1968, s. 158-166; S. Akşin, 31 M a rt Olayı, Ank.
1970; Ziya Demircioğlu, Kastamonu Valileri, Kastamo­
nu, 1973, s. 51-55; Abidin Nesimi, Yılların İçinden, İst.
1977, s. 110; R. Nur, H ayat ve Hatıratım, Frankfurt,
1981, c. I, s. 284; Tunaya, I-III; H . Duman, İstanbul
Kütüphaneleri Arap H arfli Süreli Yayınlar Katalogu, İst.
1986; Eski H arfli Türk Süreli Yayınlar Toplu Katalogu,
Ank. 1987; F. Tevetoğlu, M illî Mücadele Yıllarındaki
Kuruluşlar, Ank. 1988; A. Birinci, Hürriyet ve İtila f
Fırkası, İst. 1990; İ. Göldaş, Kürdistan Teali Cemiyeti,
İst. 1991; M. K. ö k e, Belgelerle Türk-İngiliz İlişkilerin­
den M usul ve Kürdistan Sorunu 1918-1926, Ank. 1992;
S. Çakır, Osmanh Kadın Hareketi, İst. 1994, s. 82-83;
A. Birinci, “Abdurrahman Nâcim”, Müteferrika, nr. 8-9
(Bahar-Yaz 1996), s. 109-116; K. Erdeha, Yüzellilikler
yahut M illî Mücadelenin Muhasebesi, İst. 1998; R. Ala-
kom (Ali Aydın), Hoybûn Örgütü ve Ağrı Ayaklanması,
İst. 1998.

[ Tarihin Gölgesinde: Meşâhir-i Meçhûleden Birkaç


Z a t, Dergâh Yayınları, İstanbul 2001, s. 381-386’dan ay­
nen alınmıştır.]
O sm anlıca m etin ve
Latin harflerine çevirisi
Devlet-i Osmâniye ve Siyonistler
Türkiye’yi Yıkan Yahûdîler

Birinci Risale

Muharriri: Mevlânzâde Rıf at


Başka lisânlara tercüme hakkı mahfuzdur
Fiatı elli ley

1923

Umûmî Ricâ:
İkinci risâlenin tab‘ını te’mîn için işbu risâle
bedelinin îsâli ricâ olunur.

Adres: Köstence’de Bulvarud otelinde


Mevlânzâde Rıf at Bey

D obrucaJuna Matbaası, Köstence


* . w

«»

£ ^ î- t *4^/

Ss ,S ^ +

¿ U*

• - ^ > ju u .^ 6 , . , :!t ^
• t 4/jf * ■• I
f .. . ^ » ~ ‘A Jt-i,tf¿i..|
^ ~ 4 „ •;* » . . ^ , ;u^ :

2 m )c T ^ i L mz J* 2 ^
^ M&A/Ct/’u) _ ^{ni/>(<^M^İ^

1,
Devlet-i Osm âniye ve Siyonistler
T ürkiye’yi Yıkan Yahûdîler

Osmanlı D evletinin idâre-i dâhiliye ve hâriciyesi­


ni asırlardan beri rahne-dâr eden karışıklıkların bazan
hâd ve m ühlik devreleri görülmüştür. Ez-cümle bu son
on dört senelik tahakküm-i askerî, devleti bütün bütün
inhidâma sürüklemiştir. T abiidir ki bu karışıklıkların
âmilleri ve bu yüzden m enfaat görenleri vardır. Acaba
bunlar kimlerdir?
İşte bir suâl ki buna kâfi ve şâfı cevâb verebilecek olur­
sam illeti aslından teşhis, tedavisi esbâbını teshil eylemiş
olurum.
Evet, Osmanlı D evletinin idâre-i dâhiliye ve hârici­
yesinde görünen karışıklıklar ba‘zan yıkıcı buhrânlara
müncer olmuştur. Fakat aynı zamanda makâm-ı mual-
lâ-yı hilâfet ve saltanatta bulunanların şehâmet ve şeca a-
ti, ehl-i tedbîrin kat‘î icrââtı bu buhrânları teskin ve izâle
etmiş, memleket ve devlet ehl-i fitne ve fesâd ellerinden
kurtarılmıştır.
Bu vekâyi‘in en mühimlerinden biri Sultân Mehmed-i
Evvel devrinde vâki‘ olan Şeyh Bedreddîn Simâvînin
kıyâmıdır. Zîrâ bu kıyâmın hedefi dîn-i Islâm’ı tağyire,
saltanat-ı Osmâniye yi imhâya ve Benî İsrâil hükümetini
ihyâya ma tû f idi. Bu kıyâmda ikâme edilmek

28
• * * *<-'
0 9
• ^

♦ * ! J •• 1 '*
^ -> 3
. ¿ U v * •»*-* Û**t %İ>jMÂkL^ b ^ •

/*jr /*'-»> í¿ )y * y rV* ¿ *

j a j t o t ¿ Jyú ú J U , b y

? \m£ ‘ ^rnfiA'* sVjJrjt j t ‘

> ti J j]*-~ S 1

« i 4*
j *s1*f fcij4'!!/^ ' *

W '* u i ¿ ^ i ¿
*® *?"” ^ J jj'x ^ jy * Tıı'fcJ— ^ iL » > iİ ı'ÎA ^
/ < *
* ,< ,£ ,¿ ¿ ' j s y j¿> t

• -■ ¿-¿•^,¿> jL -İj j£>! ¿ J s j J


V , » J > V '^ L İ İ _ - ; ^

<; •- ^ v ^ í r v J '- - ¿«j

“ '■*■'• r - * - Á ¿ >
t ? * l * ' • -’ \fj> • - l - » ' ¡¡w¿>u j - | ^ ı
istenilen dini ve idâri eşkâl yolunda sarf olunan azam î
gayretler ile bugün aynı maksad için sarf oluna gelmekte
olan mesâ‘î mukâyese ve muhakeme edilince b azı isim­
ler önünde biz-zarûre tevakkufa ve bu vakayı tam ik ve
tahlile lüzûm görülür.
Bu vakaya, Şeyh Bedreddîn Simâvî kıyamına sathî ba­
kılınca; ortada sâhib-i hurûc olarak bir şeyh görülür. Şey­
hin evsâfı hakkında dahi hâsıl olacak intiba şudur: Şeyh
kâdıasker imiş. Pâdişâhından hâtırı münkesir olmuş, hal­
kın hürmetini -ilm ü fazlı itibârıyla- kazanmış, ihdâs
eylediği rarika inâbet edenlerin adedi çoğalınca bunlara
istinâd ederek kıyâm etmiş.
Halbuki meseleye amîk bir nazarla bakınca görülür ki
şeyhi idâre edenler, hurûc ale’d-dîn ile hurûc ale’s-sultâna
sevk eyleyenler H otolak Kemâlî ve Avram Sosa nâmın­
daki Yahûdîlerdir. Bunlar şeyhin ibda eylediği tarikatı
tertîb, icrâ programını tanzim ve para kuvvetiyle dâhil-i
dâire-i tarikat eyledikleri rüesâya çeteler teşkil ettirerek
yüz binlerce erbâb-ı kıyâm ile Anadolu’nun vilâyât-ı gar-
biyesini ve Rumeli’yi birkaç sene al kanlar ve ateşler için­
de bırakıp emvâl-i nâsı yağma ve üzerlerine sevk olunan
kuvvetleri dahi iki def a perîşân eylemişler ise de nihayet
şeyhin ibda eylediği tarikatın âdî bir komünisdik oldu­
ğu, muhrik ve âmillerin

30
#i>¿* ¿ s* ú y J M Í - * 4

»J&'Jj* -+A* +4&* *** ~ S * : ' ,v i

Ä * ^ f ’ÍT'r*

¡ / t - '¿* v * * ■ » * ? " ' ¿ r "

«Á *léA¿U*S ¿JLT~ ■ ¿ S '*


4¿> C -jl ' v ^ ' > V U jf * ; é tr fJ S y i*
•*,. . . „ . ✓
Ú ' - ^ > > * ¿ U i4 ' v - V

4 ¿ > ú ^ *SA~S. ¿ j / * » ~ i \ ¿ » J íjC l* ~ i * f

4£* \ J jk J s sst*P r f¿-~0 JjJİA

f \ J ü L j y * g f j * &*
c U f^ ^ y • ..K ß j* £ ß # ^ » J l ^

s I f 1 ' * * ~ ¡ " S " i A * * *£ V 9


1J * ^ 1 rU í/

* Í ^ < f '* JJÜ J> ¿¡A, ' L, *>


^ t 't 'i T 'i 'j v * *¿s* s ú jí¿ ~
j? ? ~ > * ^ ' j & ’ a f*
i / ^ V - * t t l ^ y y < */> u ¿& í> Jp j Cj l , ,
dahi Yahûdî bulunduğu anlaşılmış, üzerlerine Şeh­
zade M urâd gönderilerek şeyhin ve sâikleri olan Yahû-
dîlerin cezâ-yı sezaları verilerek devlet ve memleket
kurtarılmıştır.
Ankara ve civarında senelerce tahakküm eden “Ahiler”
dahi Yahûdîler tarafından kurulmuş bir makineden baş­
ka bir şey olmadığını târîh tasrîh etmiyor mu?
Sultân Selîm-i Sânî devrinde Yasef Nasi’nin ve Ha-
rem-i H üm âyûnda N ûrbânû Halime ismini alan hem­
şiresi Rebeka’nın Yahûdîler hesabına çevirdikleri roller,
kazandıkları milyonlar ve arz-ı Filistin’de edindikleri
mülkler nald ü tafsil edilmiyor mu?
Sultân Selîm-i Sâlis vekâyi‘inde ve Sultân Mustafa’nın
o kanlı günlerinde ve Sultân M ahmûd zamânında yeni­
çerilerin o tuğyanı gününde ve müte akiben Sultân Me-
cîd devrinde gözdelerden Nâlân-dil vâsıtasıyla Yahûdî
Cilyon ile Salomon Baruh Barnatan’ın oynadıkları roller
okunup tedkîk edilince hayreder içinde kalınmıyor mu?
Sultân Abdülazîz ve Beşinci M urâd hanların devirle­
rini ve birbirini tak îb eden hallerin esrarını ve esbâb-ı
mûcibesini tahlile çalışanlar, bu vekâyi'de dahi Yahûdî
parmağını Nesim Zedler ile Mişon ve H aronaçi’nin ve
elde ettikleri Bezm-i Âlem Vâlide Sultân ile Viyana gü­
zeli denmekle şöhret kazanan Elis’in oynadıkları şeytan­
ca rollere

32
.

j ’j f ¿¡✓İ'An^ *M */ u ■» ' » A r " *-i^

¿ K W ,/* « jL > %» ^ o*-, %


j f > *^4>I

C s x P ç s * ¿i*» « r v**- V - #^ > * * K f^ ‘* A~

- * fh ¿ L & * y %
ó r~ * ■■^ ÿ y ^ y -

é
ti*4 y ‘.u t tjjîffM İB ı*■- i ^ L - 'İJ tL -

^ V jL İk -f» ' # jJ u v ^»^'IfejL -' i • J r ß j f


^%ssj » ô >*>y\,.. + tjjp j s j} o ^,s s s uu^» >
* « y• ,

+1&% 4*?** *-M9>>%/* * '


m +* ~
*&•* *mk£> ¿ S * s ÙJ*»-* d>ÁÍ> ¿Ir*J tin —
i f * " L-“ *i i r 1*4 ^ U i *
#' • /• * ** ‘ *
,,4'- ^ fc'* A* " *>r > ^ í/-*
* iy , V-»'«*• V w kt-
SMt* C j* <J-fr «
şüphesiz vâkıf olmuşlardır.
Sultân Abdülhamîd-i Sânı devrini yaşayanlar, Filistin
muhtâriyeti için, kurenâdan  rif Beyle Kitâbî Hasîb
Efendinin delâletleri ile 17 Eylül 1315 senesinde Çinili
Köşkü nde huzûr-ı hümâyûna kadar çıkarılıp açıktan açı­
ğa pâdişâha rüşvet teklifi cüretinde bulunan Yahûdîleri
adı ile şâm ile der-hâtır ederler. Ve aynı şahsiyetlerin, aynı
sultân ve halîfenin haTini tebliğe me’mûr olmasındaki
hükm ünü dahi ararlar.
İşte ta‘dâd ettiğimiz bu vekâyi'in esrâr-ı muharrikesine
bakınca hürriyet, adalet, musâvât nağme-i kâzibi ile Se­
lanik’te teşkil edilip memleketi yıkmağa, anâsır-ı Osmâ-
niye arasına birbirine saldıracak derecede fitne ve fesâd
ilkâsına me’mûr edilen “İctihâd ve Terakki” nâmındaki
komitenin Meşrûtiyet-i idâreye değil, Yahûdîlerin âmâli-
ne hâdim olduğuna şüphe kalır mı?
Yahûdîlerin gizli elleri tarafından tefrik ve tay în edi­
lip Ankara’ya meb‘ûs sıfatıyla gönderilen a‘zâ-yı nâfizeye
dikkat edelim; on dört seneden beri elde edilip gözde bu­
lunan eşhas değil midir?
İşte bunlar Siyon Yahudilerinin takîb etmekte olduk­
ları gâyeyi teshil için saltanat ve hilâfeti câmi‘ altı yüz
senelik Osmanlı İm paratorluğunu -asrın îcâbât-ı mede-
niyesine göre tadîl
• L s* u ^ ' j

^ ^ ^ iı ' l*Lİ. UJ '- ' J i ¿j l "

r*¿/ j y , u ^ - * ^ 1 ‘r r - > J **- ^ O '

r y \ß l* * A \*i\e Js*~* *V

J> C * ¿ L #Â-f *

‘C ^ .U ío ¿ \¿ ~ X J - J "Ù J— ^ ' ¿ J jÚ A * '

■ J , l > J> -> ¿/>

¿u»u » ^ í> > — ,+ i « ¿ ^ V O j ><—• - ¿ j u *

l*" y V V >t í ! •' fli**’>'l ✓ /(* ^ - ( ^ 1 j t-j> >


* '•/> ~
^ v i * y / ^ ú p Ut ' j< . ,*,!>!
? > ^ ' « /¿ ¿ ¿ ¡¿ S il j ^ f j j y *
* i * •• * • y / ** *
* 5 .» ^ r •,*> i, 4j l ¿ f i I

A > ùs 0 j J ^ r y -^ * * ^ İ 4 Î ^ ^

4*/Vr* « —&«■*cít-/^-jjrj^ ^/_ÿt— •s*'**? ’ ' J 1


^ r - v > J « ¿ ^ 4¡?JA¿^ ^ ¿ X - *^ ' J ^ j , l¿
^ _M '*;,:*
ve ıslâh mümkün iken- yıkıp yerine Büyük Millet
Meclisi Hükümeti unvanıyla şimdilik bir Şûrâ-yı Askerî1
kurduklarını görmüyor muyuz?

***

Görüyoruz. H arb-i Umûmî neticesi2 Osmanlı Devleti


mağlûb oldu. Enkazı üzerinde birçok küçük hükümetler
teşekkül etti. Siyon cem‘iyeti Yahûdileri dahi Benî İsrail
hükümetinin temelini attı. Arab diyarında, Filistin’de
bir Yahûdî ocağı kurdular. Bu ocağı Arabların ekseriyeti
arasında söndürmemek, muazzam bir devlet şekline so­
kabilmek için Avrupa’daki, Suriye’d eki Arab ekseriyeti­
nin imhâsına lüzum gördüler. Bu lüzûmu esasen Harb-i
U m ûm înin o kanlı senelerinde hissedip icrasına dahi
başlamışlardı. Suriye’de İttihâd ve Terakkî kumandanla­
rı tarafından Arablara reva görülen mezâlim, zannede­
rim ki henüz unutulmadı. Ve bunun bu gayeden, Yahû­
dî gayesinden doğmuş olduğu da artık anlaşıldı. Fakat
bu emr-i imhâ matlûb dereceyi bulamaksızın mütâreke
akd ve Filistin’de Yahûdî ocağı teessüs etmekle bu em­
rin ehemmiyeti arttı. Yahûdîler Arabların bu ekseriyeti
arasında istedikleri gibi yaşayıp inkişâf edemeyeceklerini
anladılar. Ve buna yegâne çâre olarak Anadolu’da

1 M ebus sıfatıyla (a'yîn olunan iki j'tiz o n iki zâttan y ü z seksen beşi askerdir.
2 K anâ'atim e göre H arb-i U m û m in in m uharrikleri Yahûdîlerdir.
-O -
- r jr *7 ^ ~ ¿ u > ¿yu>> *

%*•&*£ >*J> 1 1J J i -* a 'J ^ < cÍa* '-^ ’’

i / 'v 4

• • » •
«A*»* ¿r» ■> W / ^ tf>S¥»> * .J » A» É|t>

¿ J /j s

^ y f(J V - v ^

* />
V f'* '<*>-» r ú y
^ JkÁi « U > ^ M ^

d l^ í^ y f c p ^ - f ^ U>» a j ->YÍ * >"Jt* ^


y y \J y / ^ t

.. > «•»*
'. y Âr*,l »Mi» <*■»■Ji-4,-a (O
- j / ' j v y ^ * - ^• j <C“' - ^ u_á ççj
emirleri altında -m üstakil- bir Tîirk ordusu ihzarını
ve icâbında bu emr-i imhâda istihdamını düşündüler.
Bunu da cihâna hissettirmeksizin vücûda getirebilmek
çâresine tevessül eylediler. Avrupa’da düvel-i i’tilâfiye
nezdinde hafıyyen sarf-ı nüfuz edip İzmir hâdise-i ma‘lû-
meşini ibda ettirdiler. Buna karşı da zâhiren -mukâbele-i
meşrua renginde- emîn adamlarından Mustafa Kemâl
Paşayı Anadolu’ya Sultan Vahîdeddîn H azretlerini
bi’l-iğfal ümenâ [ve] vükelâsından bazılarını da bi’i-ıt-
mâ‘ -salâhiyet-i vâsi a ile- şevke muvaffak oldular. Ve işte
gördük. Bugün arzû ettikleri teşkilâtı ve istedikleri ordu­
yu vücûda getirdiler. Fi’l-vâlu Yunânîler mağlûb edilip
Anadolu’dan def* edildi. Fakat hilâfeti saltanattan tecrîd
manevrasıyla devleti inkırâza sürüklediler. Buna mükâfât
olarak düvel-i i’tilâfiye ile emirleri altında bulunan Mus­
tafa Kemâl Paşa teşkilâtı arasında doğrudan doğruya şöy­
le böyle muvakkat olsa da bir de anlaşma akd ettirdiler.
Şimdi Siyon Yahûdileri Suriye ve Ürdün havâlîsi asayi­
şini ihlâl etmekle ve Arab diyarına emirleri altında bulu­
nan Anadolu ordusunun hücûmuna fırsatlar hazırlamak­
la meşgûldürler.
Bu mütâlaam mübâlağaya hami edilmesin. Kudüs
ile Ankara arasında mekik dokumakta olan kuryeler ile
meb‘ûsların ahvâl
< / - > *Hp * * ¿ s . ' j f ï * ~ 9 * * & * 4*%* f
A jjju ;' • A A 1J - V '

<£*** « v V ü

• ' * * * H
i^û-1- J llj k h f e ^

ú l 'J Ú ^ L ¿ j U a ^ J L a j
• * * « « *
¿ S s \* • — ¿ t ^

*¿a^y"
~>Ú>yU • / /’% * ■ > # *

¿ y~ & & t ^ ^ t

rJyş*~ f+ ***~y/î » ¿ s §j * lî> *

* r ^
< * 0 ^ *-U i j U s ' À Ù J J>t>* UT? 1—'*
■ •İL * }/,* \j> J ¿ p j * ¿ P d ¿ ~ * J j> l*

- t ^ ’ • ¿ 'j} > iiU y « ¿ ^ , 7


ve alâkalarını bilenler, İslâm ve Arab unsuru arasına
ilkâ edilmekte olan fikrî cereyânlara ve bu uğurda sarf
edile gelmekte olan milyonlara vâkıf olanlar bu hakikati
teslîm ve kabûlde tereddüt göstermezler.
Esâsen Mustafa Kemal Paşa bu def a Ankara meclisinin
küşâdında îrâd eylediği nutukta bu keyfiyeti îmâ ederek:
“Kuvvetlerimizi dağıtmamak, vesâit-i mevcûdenin kısm-ı
a'zamını gayelerimizden en mühim olanlar üzerinde tek­
sif etmek teşkılât-ı askeriyemizin i‘tinâ-yı mahsûs ile tan­
zim ve i‘tilâsı en mühim esâslardandır. Bugün vâsıl oldu­
ğumuz sulhün ebedî bir sulh olacağına inanmak elbette
safdillik olur” demiyor mu? Fethi Bey dahi nutkunda bu
cihetleri daha kuvvetli bir lisân ile reyîd eylemiyor mu?
Muâhede-i sulhiyyenin müzâkeresinde Mersin meb‘û-
su Niyâzi Bey dahi: “M uahedenin Suriye hudûduna âit
mevâddı âmâl-i milliyemize muvâfık değildir. Ben böyle
bir muahedeyi kabulde m azurum ” Urfa m ebusu Yahyâ
Kemâl Bey de, Sûriye hudûdu dâhilinde kalan Turklerin
ıztırâbından ve bunların tahlîsi lüzûmundan hararetle
bahisler açmıyor mu? Hele İstanbul meb usu Hamdullah
Subhi Bey’in gözlerini kapayıp meclisin sakfına dikerek
coşkunca Suriye hükümetine hücûmları ve celseyi istima
etmekte bulunan Fransız mümessilinin teessüf ve teessürü
ifâdemizi takviye edecek mevâddan değil midir?
Ben bu husûsâtın daha müdellel tafsilâtını ikinci risâ-
leye terk ettim. Burada yalnız şunu açık olarak söyleyebi­
lirim ki senelerden beri devâm
• u ÿ j , -* ıg * f* ş ¿ y y
C v JlÎİÜ M -W U -<

•^r^^'KTVÚs íJÚJjÍ^I** #*£b» f */^V* <**


i1 > a ^ • '- j - A # « i0 u * 3 / ; ^

<ÍV * -U-iJb»1 ¿> j£j**yx> ¿Ú4>^ 4Í»-*A rto—..' ^ í3 j-


c-*¿P? í/ ^ ' A íC> ^¿va^'
A ¿ - ¿ L A f~ s \f¿ U * J ‘
tjkf* lA -‘ *¿«—*>-» ,^ Jy ßß t^ s * \A r ^ s - '
ft ** y * * ' . . , ’, / , * >_
, * ¿ ¡& J iA /t / t¿ 4 >

^ ^ ¿ V J*'Mj i a» y -^ lÄ # ^
eden karışıklıklar ve bu son senelerde şahidi olduğu­
muz fenalıklar Âl-i Osman’a ve âlem-i İslâm’a indirilmek
istenilen darbeler hep Siyon cem‘iyeti Yahudilerinin eseri
olup Benî İsrâîl hükümetini Yahûdî kanı dökmeden te sîs
ve tahkim edebilmek içindir.
Burada geçen senelerin b azı esrâr ve ahvâl-i umûmiye-
sini şöyle bir tasvir ve ifşâ edersem zannederim ki mese-
leyi bir derece daha tenvir etmiş olurum.
M alûm dur ki Sultân Abdülhamîd-i Sânî’nin h alin ­
den sonra Osmaniı hükümetinin idaresi tam manâsıyla
Siyon Yahûdî cem iyetinin İttihâd ve Terakki nâmında­
ki teşkilâtına tâbi* ümerâ ve rical eline geçti. 1325 senesi
Teşrîn-i Evvelinin hatırımda kalmayan bir gününde İt­
tihâd ve Terakki Selanik’te bütün meb uslarının iştirâkiy-
le muazzam kongresini akd eyledi. Bu umûmî içtim âin
hâricinde erkân ve rüesâdan mürekkeb bir heyet ayrıca
bir celse-i hafıyye tertîb edip Siyon Cemiyetiyle ona
merbût Şark Yahûdî Mason Locasının “Bademâ Türki­
ye nasıl idâre olunacaktır” sualine atîdeki d ört maddelik
karâr ile cevâb verdiler.
1- Bademâ Türkiye’de dînin nüfûz ve kuvvetini kır­
mak
2- Türkiye menâbi‘-i mâliye ve iktisâdiyesini kardaşlar
beyninde taksîm eylemek
3- Hilâfeti saltanattan tecrîd edip za‘fa uğratmak

42
" '^ V y « i/>
* ~ ‘*’j f J »c* * j k ß j ¿Q
**+

#^>ıWv*'
<íC £\j ¿1j >t i l —
^ U ¿ t -<¿ói>l¿* « ,U - ú ^ t

C ^ K ^ A■ r ^ tf * - * V<<« * # » » *U ■* / 1•* r\AJ¿**



¿-^Ír4^-V^ 9X)V>* * ( / / i Á 54 ~ -j * L¿1» 0*4^1*

^ ú f a í u t r f » 4i o ^ ' * c ^ v 1 ^ ¿ * i

^ -‘r r ^ í- *•* < «


-"•¿•
*
w j l J u ^ v iíS »

j ' t¡ C ; ^ y )> Ss* s¿\ jû tP ç jr*


tr^-> '/'* - £ ? ^ ju > !V 9s'j*ty ¿

* J»j>*r¿> *~ßf
• ' * . • ' /.< /„
' fjtjJ• tS 'j? * jjP lA t- j *->H«y
V
w *** — \
*C^W ^-Á*•«£. u i í * , * # ú ¿ ú —, c

- '1 3 w ^ (^ x > — <


4- İmkân hâsıl olunca Cumhuriyet ilân ve Âl-i O s­
man’ı ifnâ etmek.
Bu karârın dâhıl-i memlekette ahkâmının infazı ve hâ­
riçte propagandasının idaresi Siyon Cem iyeti me’mûr-
iarına havale edildi. Bunlar, her şeyden evvel Türk mat­
buatını dürlü dürlü vesâitle elde ettiler ve gayelerine şevke
başladılar. Bu cereyâna kapılmayan birkaç vatan-perver
gazeteci tabiatıyla muhâlefet m evkiinde kaldı. Fakat
takdir ve himaye bulamayarak esâslı bir muhâlefet dahi
te sîs edemedi. Ve hayli fırsatlar hebâ olup gitti. Siyon
Cem iyeti ise faaliyetinde devâm ve elde ettiği m atbuat
ile saf halkı ve orduyu iğfale ihtimâm ederek programı­
nı istediği gibi meşrûtiyet ve hâkimiyet-i milliye nikâbı
altında tatbik ve icrâya koyuldu. Osmanlı ordusundan
seciyeleri z a lf ve fakat hırsları şedîd bazı ümer[â] ve
zâbitânı, idâre-i mülkiyesinin şu‘abât-ı muhtelifesinden
ba‘zı m em ûrîn ve ricali, şehir ve kasabalarından bazı
cebâbire-i mütenefFızânı elde edip bir kısmını doğrudan
doğruya Şark Mason Lojisi’ne, bir kısmını da İttihâd ve
Terakkinin teşkîlât-ı zahiresine rabt ve mutemedlerini
hemân makâmât-ı âliyeye ve ordunun kumanda m evkii­
ne ıs ad edip devletin umûr-ı dâhiliye, hâriciye, mâliye,
askeriye, bahriye ve mehâkimi ile zabıtasına hâkim oldu.
Herkese de devlet ekmeğinin ancak bu ocağa, İttihâd ve
Terakki ocağına intisâbla tedârik edilebileceği kanâatini
verdi. Esasen Osmanlıların seciyesi hükümet seciyesi

44
* * •»
•A-»-* ^v'f - L ; i-**» >> >j¿*j ijt & SJ* J j f

* * sJ& s ffis * * i» /mü r l ’j * y *¿*,> y¿ '>- Á*— ^ / , ú <


|" ^ • I* * * • » ' _/* *

J¿i tC tlftífr í*
• t » /* , m, •
+%¿*¿+u «¿¿¿Sf V ^ c - v —i
# 0 9

¿ > i e $ ¿ t U í j h 'í / j r ''t j >j»^ j j oi¿> W w .<s ¿j

IV ú i ^ |/ ¿

• J t e s j /r ~ J b yyl*j UtZ-
* 2 ’^ ’ 6 -^ ^ l f l j l jj* *&*+* ay LA,\r&¿*

***** V u y J i ^ / ' j ✓ 4--UUÍ*y JJ¿r**/>


r ^ f '< v ¿ > ' ¿ ü Ú ' *4Á U ^ I¿ ¿ ^

*j *-X j& • A 'j fíf j


- ^ A ^ d L ^ A, \S ¿ t ¿i+ ** ¿ ¿ s A * ' ¿U >* j
* * < * & & jf*
olduğundan bu ocak az bir zamân içinde tevessü edip
tahakkümünü arttırdı. Esâsen tehdidini îkâ\ evâmiri-
ni infaz ettirebilmek için de kanlıdan katilden ayrıca
bir de “fedaî” şubesi olup birkaç şahsı da öldürtüp te­
dhiş kudreti gösterdi. Ve nihayet Turân nefhasıyla ve bir
arz-ı m evûd hayâliyle anâsır-ı Osmaniye arasına fitne ve
nifâk ilkâ edip Arnavud kıyâmına, Arab ısyâmna, Kürd
iğbirarına ba is oldu ve birçok masûm kanları döktürdü,
Ahâlî-i mutî‘ayı, hâssaten ahâlî-i gayr-ı müslimeyi ko­
yun gibi sürülerle evlerinden kaldırıp öteye beriye sürüp
yollarda imhâ ve mallarını yağmâ ettirdi. Hele Harb-i
Umûmî senelerinde ne uzü billâh öyle bir here ü merc,
öyle bir kıyâmet koptu ki yer yer yangınlar, darbeler,
taaffün etmiş emvât, yetîm kalmış yavrular, ağlayanlar,
hastalar, açlar ve hiçbir zamân Türkiye ye fenâ olmak is­
tememiş olan anâsırın felâketi...
Halbuki Osmanlı milletini teşkil eden heyet yal­
nız Türk’ten ibaret değildir. H attâ Anadolu Türk’ünün
ham urunda başka anâsırın mâyeleri vardır. Bunu kim­
se düşünmedi. Osmanlı Türk’ünün seciyesi aranmadı.
Düşünüp arayanlara dahi söz söyletilmedi. Yalnız Türk
hamâset ve necâbetini okşayan ve diğer anâsırı dilgır
eden makalelerle gazeteler sütunlar doldurdu, destânlar,
marşlar, şarkılar okunup çalınmağa başlandı. Ve’l-hâsıl
umûr-ı devlet Siyon Cem iyetine merbût İttihâd ve Te­
rakki ricali eline bu sürerle geçince birkaç
ä> / V>•' ** ^•» ** f• >U* ) j*»
^ y V ' sl¿< * / —j>v t - L - •
# • •

*1^^' à '*> * ry &~


A J I »✓ *

♦M »*fcrft ^ w * ^ y
>• jt#* lk * ¿ ' j^ ^ tP ». **w í, </>a^**
v ^ / ,1 4 ) J j,* ~ - i~*

tr*^ ¿JUU j & t r jjU j

¿'*S*~J> As* 'J , ^ * ¿.ß-r, ^ j l '


'Jr>
‘•¡& ¿¡fa ú j^ ^ u^ '^ y ¿v u¿> 1^ ✓ ¿ p * 'J ¿->

^ «*-^ tf" , ÿ fc íw > t1


*& ¿ I Á 4 'é J f
&S>

*> *#v.k^1 J ^ J ^ - ' S 's i *


ay içinde yağma ile, sirkat ile, ihtikâr ile, taktîl ve tehcir
ile zengin olmak milyoner olmak imkânı da bulununca
iş bütün bütün çığırından mecrasından çıktı. Bir şekavet
devridir başladı.
Esasen asker sınıfı, siyâsî ve idâri umur ile iştigâl et­
tirilemez. Asker, halkın ihtiyâcâtını, zamanın îcâbâtını
görüp takdir edemez. Böyle şeyler orduda yoktur ve ola­
maz. O rduda ancak kumandanın fikri hâkim, emri na­
fizdir. Kumandan dahi bu fikir ve emri devletten alacağı
talîm ât dâiresine hasra mecburdur. Ve’l-hâsıl asker tay-
yâre gibi, tahtelbahir gibi devletin bir âlet-i m üdâfaa ve
tahribidir. İktizâ edince istim âl olunur.
Fakat esefle gördük. Bu son senelerde makâm-ı mual-
lâ-yı hilâfet ve saltanata Mehmed Reşâd Hân-ı Hâmis
merhûm gibi suûd edenlerin ifrât-ı hilmine munzam
aczi ve ümenâsının ihânet-kâr irtikâbları yüzünden
mehâmm-ı umûr-ı devlet bütün bütün Yahûdîlere âlet
olan İttihâd ve Terakki ümerâ ve ricali eline geçti. Bu
teşkilâtın hâricinde kalan ricâl ve me’mûrîn dahi maaş
derdiyle bunlara râm oldu. Hele asker sınıfı, hâh-nâ-hâh
orduda hâkim olan kumandanın emir ve nüfûzu altında
kaldı. Ve nihâyet Yahûdîlerin bu manevrasını hiç fark et­
meden asker, meslek, sanat ve teşkilâtı itibariyle kendi
evini kendi eliyle yıkmağa gitti, ocağını kendi eliyle sön­
dürmeğe koyuldu. Ve bu sûretle koca Osmanlı ülkesi şu
beş on sene içinde

48
- v \ -

/V>^r-^» <U¿VÍ^ fijá y ¿ '4 ¿ S s jA ? 'A A j*


1 »* ■ “ <• » _
* V
*« '« •/» w U - ✓ • *IU**7
»
' j w «< C v ^ 1* tr ~ \ r ' v -^ -'
X .. . ............................... / •
* VUr* «'»M*’' 4/- u U > '/ - *
/• ‘ • m * ** r *

¿ s ' s ß j i f ’» y s - * > '¿ 1 * * * 'f


C ¿ 'J '; \¿ > 'X ^ - y x P s . SiM *

‘ s P S jl/r & J M S *
4—J C9>U*

ù j C-u * f i « J n -- ji-
& J iy %
^ t,J ,j'jS>it/,\d ¿ t +[¿,\S>*¿jL~'L»'s

¿ s s* \s * ~ * y s ¿ > u¿ssts*t¿ r~ > ¿r


A¿v*» /rs*j4jj< J\p-/' j ÿ b »-¿a- i á ^ a j a - C j y

J? ¿ÍA y> ir ^
¿ tt^ V u c ó « 'J ajl* tX * * ¿ .'x> J> * 2 ^ 1 > u
// , , í /, • .**•,. s f y|
I 4/>I^ * * * * ? . &** 6 > ¿ > t f f * tf¿ > '

^ í • « v ,/>
kar copu gibi eriyip gitti. O tuz milyon nüfûstan mü*
rekkeb ve âlem-i İslâm’ın -m akarr-ı hilâfet olmak itib â ­
rıyla- istinâd-gâhı olan bu koca imparatorluk yıkılıverdi.
Kilikya’nın kapıları mesâbesinde olan Toros dağlarından
Van gölüne kadar uzanan hattın cenûbunda kâin bütün
vilâyetler M ondros M ütârekesinin imzâ olunduğu gün­
den i'tibâren elden çıktı. Hele hilâfetin saltanattan tecridi
Osmanlı D evletinin temelini esâsından yıktı. Ve câmi a-i
İslâmiye arasına fitne ve tefrika sokarak za fa düşürdü.
İşte İttihâd ve Terakki ve Mustafa Kemâl Paşa ve yârâ-
nının faaliyeti... Hakikatte Siyon Yahûdileri hesabına
bir borsa oyunundan ibârettir.

***

Görüyoruz, Avrupa diplomatları bu aralık işler becer­


mek ve birbirini aldatmak ile meşguldürler. İngiltere ve
Fransa rekâbet ve ihtilâfâtı dahi hâd bir şekil ve renk al-
mağia mühim meselelerin hallini te’hîr erdirmekte ve bu
sûretle beşeriyet-i muztaribe râhat yüzü görememektedir.
Zâhir-i hâl böyle olmakla berâber Avrupa diploma­
sisi nihâyet Türk arazîsinin son aksâmı ile şimalî Kür-
distân’ın hudûdunu ta‘yîn ve tefrika, idaresi teşekkülünü
tesbîte muztar kalacaktır. Bilhâssa İngiltere Türkiye’yi
şekl-i hâzırı ile bırakamayacaktır. Esâsen bugün Türk
meselesi bir Yahûdî ve Rus meselesi şekline girmiştir.
Mustafa Kemâl Paşanın

50
• * • #
x fX j* * # * ' * ^ r* ú jJ ¿ *> ¿ K \jj/.
m + • • * ^— ^

\ £ * t * ¿ ¿ '<
j ú j y l i w ¿ L 'X ’C*., tr& sJ’j* -
•^ * #
'*^**U--V-¿» ÿ ^ d S C jjjJ * C* 4 # > ^ V ^J*L-
•* ' w «

* ¿J¿>* '¿ j î-* ş 4, i m


t* )\r \ İ mS İ*A j
• *• * wC t j v ^ İ £ / rt ß m - ¿V *

*— * 'r ^ y , s ( j ? „+c*.*AA

j>
-
~A¿í t 'i s?
^ \ ßjrßX '
■ -
İityÂi&J**** i¡*x *— i>^?kb* * ^ K
1^ t tjjj» ^ -* ;jlS «t*H ¿}*s* ¿r^'" s J t> j* J
y «*
' *^j ^ .A ^ u ^ y (¿jy fStv+ps * • _ , & & > A ' ^ * y a
t ‘ ‘ *

«'**’ '* ^ ’ ' ■ *

j¿ -4 Íu C P
A ^ ^ /*. y, j *"
''•,^ ¡ r , A*-* y - y X > t<f>_#v / ,
Anadolu’da tecebbür ve tahakkümü ve hilâfetin sal­
tanattan tecridi komedyası yüzünden âlem-i Islâm’da
husûlü tabî'î olacak fitne ve fesâd Rusların ve Avrupa’da
hâkim-i mutlak olmak sevdâsında bulunanların siyâseti­
ne gâyet müsâ‘id zeminler ihzâr eylemiştir. Acaba Rus-
lar şimdilik İstanbul’u başkasına bırakarak Anadolu’nun
muayyen bir mıntıkasını, Türk ekseriyeti ile muhât yer­
lerini zabt ve Akdeniz havasını meselâ Marmaris limanı
gibi bir mahrecden teneffüs etmekle iktifâ edemezler mi ?
Bu husûs hakkında İngiltere ve Rusya bir itilâ f akd ey­
leyemezler mi? Fransa’nın muhâlefeti hâlinde bu i’tilâfa
Almanlar dahi sokulacak olursa, zannederim ki dünyânın
rengi değişir. Ben bugünkü ridâ-yı muzlimin arkasından
siyâset-i umûmiyenin bu merhalelere doğru gitmekte ol­
duğunu görüyor ve daha birçok sahnelere, mâcerâlara,
fâci‘alara şâhit olacağımızı tahm in eyliyorum.
Ben bu bahsi bu risalede bu kadar da açmak istemez­
dim. Zîrâ bu bahsin şimdilik fazlaca teşrihe tahammülü
yoktur. Fakat ne yapalım ki benim de kusûrlarımdan biri
başkalarının yarın söylemeğe cür et edecekleri sözleri bir
gün evvel söylemektir.

***

Dâhili ve haricî hâl bu merkezde iken tefriki ve birbi­


rinden tecridi şer‘an ve siyâseten câiz olmayan hilâfet ve
saltanatı i adeten Âl-i Osman’da ibkâ ve îcâbât-ı asriye ve
medeniye dâiresinde tecdıd ve ihyâ eylemek ve Siyon

52
/ <* - .
Uf * Í^ Ij i U s ^ L ^ ^ U

¿ K > S * ¿ ¿ ¿ C- 1

Á fíu r Z i* * ' J î j J ttP jr J ş S > lS ¿ lj'¿ S >

***+ „& *S ?t , J
? ifJJsA * ' -Á ^ faíjU f ✓

•^ ■ í «—=v > » ^ y v j »» (/.< > i í í j , ¿O .'. ^

í'í * >1 J» * "

<<**x
4¡t& » j¿ f j ^ u ; J e ¿ . ; ^ > ^ ¿ i J « ;- ^ '

/ 4 í ¿ í sJJr-lí'fi¿> í ^ ¿ i f A a ^ -v., l ¿K._J,hZ-> <tts .

— -•*'-~s'-'-*ifí^>
. •., ■y^’, Vy ' J La^lÁ * ^ ' j
* #^ r 4 « #á ## , A
tfjU '
'*ir ^ '^ V *’-> - t - í ^ ¿t
Yahûdîleri ile onlara m erbut teşkilâtın muhâcemâtın-
dan kurtarmak ne gibi tedâbîr ittihâzına m enûttur? Bu
cihetleri teemmül dîn ve devleti sevenlere farizadır. Bu
husus hakkında benim mütâlaam îcâb-ı hâl kısa, kat‘î ve
alâkadârları îkâza münhasır kalacaktır. Binâen aleyh her­
kes mevki'ine göre hissesine isâbet edeni anlayıp alsın ve
icâba baksın.
Gördük» gayr-ı şuurî hareketlerin neticesi elîm ve
fecî' oldu. Sultân Mehmed Vahîdüddîn Hazretleri iş
adamlarını bulup intihâb edemedi. Dâmâd Ferîd Paşa
gibi memleketin ve ahvâlin câhili olan zevâta emniyet
ve i‘timâd etti. Şekl-i hüküm et itibârıyla biraz şahsî ih-
tirâsâta ve arzû-yı mutlakıyete saptı. Azîm fırsatlar, dâ-
hiiî ve hârici muzâheretler idâre edilemeyerek hebâ olup
gitti. Ve bugünkü vaziyete düştük. Ve bu yüzden birçok
zevât iğtirâba muztar kaldı. Bugün yalnız Yunanistan’da
on-on beş bin dîn ve devlete sâdık Çerkeş olmak üzere
yüz küsûr bin Osmanlı mültecisi var. Mısır’da, Sûriye’de,
Hicaz’da, Irak ta ve Avrupa’nın m uhtelif şehir ve kasaba­
larında dahi bu mikdârın muzaafı vatandaşlarımız var.
Bunları kimler düşünecek? Musâlaha ahkâmına tevfikan
Makedonya’d an dört yüz bin İslâm ihrâc edilecek. Malı
ve mülkü alınıp Türkiye’ye eli boş olarak sevk olunacak.
Bunlara kim bakacak? Bizde muhâcirleıin uğradıkları
felâketlere şâhid olmayan var mıdır? Bunlara mukâbil
dahi Türkiye’den gayr-ı Müslim erbâb-ı

54
.. —

• Á s i-'Ü tJ * *•-> y ^ * r J İS * * V * * * 'C*'~


0 « k > V ÎL ^ JL ^ ü r'. ç ,^ fd ts ^ •JSş/tj/AP-y •

- ^-£ * V fc* í* U * ' ^ Í^ J U y


» *■» f l í / w j^ r**'/M^ıÂ* i w U f ,,1 « ^

M İ* ---- ¿ J J ¿ j ^ j í

• » t * ' « " . *
• ijC t

•L U fc#U > ^V / M İ ^ A ^ ¿ í r

‘ ¿ fijjjí* * *A~U»

«*-¡t*V>* #J. Lİ-> ¿vv • LfJ\?Jl(!£s t^,tj j

W *
• - ¿ ' ¿ ¿ Í 3 ' ¿<¿*>Ce*¿ I \J u y ¿ s
4 I ^ V ' •« / » . ^
L r/*Jl/ j>/ ^ ¿ ¿ s İ
r^>V- *¿í**;

* i& -ij» j* » '-d ltj? v » > s . ? * ? ■ > ':£ /''* ■


s J y J í¿ >
ticâret ve sanayi' gidecek. Gidecek ama bunların yerle­
rini kim tutacak? Hânedân-ı Al-i Osman -k ad ın erkek-
tehlikeye ma‘rûz, bunları kim muhâfaza edecek? Acaba
muhalefet arasında bu cihetlere cevâb verebilecek salâhi-
yet-i tâmmeyi hâiz esaslı bir teşkilât var mıdır?
Saltanat ve hilâfeti câmi‘ hükûmet-i Osmaniye’nin
elan hükümdâr-ı meşru u olduğu ve hilâfetin saltanattan
tecridi teklifine karşı meydân-ı mücâhedeye atıldığını
Mekke’de neşr buyurdukları o beyânname ile ilân eden
ve şimdi Sen Remo’da m alûm zevât ile ihtiyâr-ı ikâmet
etmekte bulunan Sultân Mehmed Vahîdüddîn Hazretle­
ri bu ahvâl ve ehvâle karşı ümenâsıyla berâber ne düşüne­
bildiler ve ne gibi tedbîr aldılar?
Ben şöyle düşünürüm. Osmanlıların pâdişâhı ve İslâm-
ların halîfesi -bugün her kim ise- bizzât veyâ hânedânın-
dan elyak olan bir şehzâdeyi meydâna atmalı. Cins ve mez­
hep tefrik etmeksizin hârıcde ve dâhilde muntazır-ı necât
Osmanlıları ve mes elenin bir Yahûdî manevrası olduğuna
henüz muttali' olamamış Anadolu ordusunda mühim bir
yekûn teşkil eden milletine sâdık, dînine kavî ümerâ ve
zâbitânı bir noktaya cern ve Yahûdîlerin kuvvetine ve ha­
rekâtına karşı durabilecek bir teşkilâta rabt etmesi iktizâ-yı
hâldendir. Bu husûsta atâlet, meskenet, hisset gösterenle­
rin cümlesi mevkilerine göre mesul edilmelidirler. İnşâ­
nın büyüklüğü musibet gününde belli olur.

56
— Vö —
X' ¿ » '¿ ^¿ y ' ' V

* j* lg fş¿ S j^S s+ trÁ -L / —' J * C , V ->^ “ ■

*✓-* t* * 't* *¿>0/6

■ ¿ ¿ r ¿ * ¿ lr*sAA¡ft* ¿ ? jA p s «1-lt*—

* •<?*'*'*/ • - / o .-
*<vO 1 A '^ w ^ * öJJssS*

*(jk i ~ ¿+A*% £-xj j * 9 ,+ —■.


# H ^
*■?*•*r s 's ıL ^ ú»< .? j y * / c i/û < v -*iL»^ ^ /

* # # —
4 ^ î - * A ^ İ / > V •j» ^ ' {'■ * * < '-> ¿ 'j r ' ' v ;

t» J-l*)!- —#_/^ /j& fjtş —

*¿>,Ú /v>—V ' v T ^ * -j l ^ U '


jfy jS İ M J * 'iS-l'Jtï+ tSJS Y s ¿ \ a L -^ j>

< y y ~ * fJés' sj^JtfpS.* /v^{y A?*

<J e ^ «. ✓ jK > A 'tsJpt£< ‘te


A f -U j ’J '-'s * fcl—* ' •.-¿C * t ¿JÚ& c+JJAPS'
*<t!?l¿; A-^ly dS* U-»* • ^ C ^ - Î T 1
Ta‘bîr-i diğerle: Musibet gününün büyüklüğü inşânın
büyüklüğünü gösterir. Ç ok vâki'dir, yüz binlerce ordu­
ların göremediği işleri tek bir adamın azim ve tedbîri
görmüştür.
Tafsili mahremiyetine, dâiresine âid teşkilât ile sûret-i
icrayı bir tarafa bırakarak kuvvetle ümîd ederim ki Haz-
ret-i Pâdişâh Sultan Mehmed Vahîdüddîn Hazretleri
veya hânedân-ı Al-i Osmân’dan azimkar bir şehzade, hat­
tâ bir kadın bir sultan, Allah’ına güvenip tevekkül ederek
felâketin bu azîm vahâmederine karşı meydâna atılır. Bu
âlî daveti kabul ederek esaslı bir teşkilâtta baş olarak gö­
rünür. Ve bütün bütün yıkılmak üzere bulunan binâ-yı
saltanat ve hilâfeti yeniden tesîs ve ihyâya muvaffak olur.
Son söz:
Bu îcâbı idrâk ile icâbet etmeyen alâkadârlara veyl...
Al-i Osman’a veyl... Devlet ve millete veyl.
Temme

Mevlânzâde R ıf at
Fîâtı: Elli ley
Umûmî ricâ: İkinci risâlenin tab‘ını te’mîn için işbu
risale bedelinin tarafıma îsâli ricâ olunur.
Adres: Köstence’de Bulvarud otelinde Mevlan-zâde
R ıf at Bey.

58
. ¿ * ~ S ¿ r*

A* -¿v*
y '« Ú J; ^ -i> <

^ Ü * J ' t* * ' i/Á ^ >

¿ V > ¿ - - * ü * -„

* - A - » » 'L 'r f j u
V " „ V- '*

/ ' / • ' ' ■'•I , J J i. , ,


r t*P , ^ 4í^ - ' l t* * * * * <—*äX—*#|L

¡ "• ^ -* V ^

^ - c í t r «,.y
- * " * , » <»
• • J ’J f i A ' S t i J s S •* ¿ rsr& á *
C ----- -~ ? .« ^ ^

tí^ jv » ¿ lJ» '.

*^¿-VU, -*W
w^ / : ^*T
< 4‘ « ^ £*«*e
Sadeleştirilm iş metin

Osmanlı Devleti ve Siyonistler:


Tıirkiyeyi Yıkan Yahudiler
smanlı D evletinin iç ve dış yönetim ini asır­

O lardan beri yaralayan karışıklıkların bazan


aşırı ve taham m ül edilmez devreleri görül­
müştür. Ö zetle bu son 14 yıllık askerî tahakküm, devle­
ti bütün bütün yıkıma sürüklemiştir. Tabiidir ki, bu ka­
rışıklıkları çıkaranlar ve bundan fayda görenleri vardır.
Acaba bunlar kimlerdir?
İşte bir soru ki, buna yeterli ve derman olabilecek ce­
vap verebilecek olursam hastalığı aslından teşhis etmiş
ve tedavi sebeplerini kolaylaştırmış olurum.
Evet, Osmanlı D evletinin iç ve dış yönetiminde
görünen karışıklıklar bazan yıkıcı buhranlara kadar
varmıştır. Fakat aynı zamanda yüce hilafet ve saltanat
m akam ında bulunanların cesaret ve kahramanlığı, yö­
neticilerin kesin icraatı bu buhranları yatıştırıp gider­
miş, memleket ve devlet fitne ve fesat ehlinin ellerinden
kurtarılmıştır.
Bu olayların en m ühim lerinden biri, Çelebi M eh­
met! devrinde meydana gelen Şeyh Bedreddin kıyamı­
dır. Zira bu kıyamın hedefi İslam dinini değiştirmeye,
Osmanlı saltanatını imhaya ve Benî İsrail hüküm etini
diriltmeye yönelikti. Bu kıyamda getirilmek
[2] istenilen dinî ve idarî yapı yolunda sarf olunan
azamî gayretlerle bugün aynı maksat için sarf olunagel-
mekte olan mesai mukayese ve muhakeme edilince bazı
isimler önünde zaruri olarak durmaya ve bu olayı derin­
leştirmeye ve tahlile lüzum görülür.
Bu olaya, Şeyh Bedreddin kıyamına yüzeyden bakı­
lınca ortada başkaldırmış olarak bir şeyh görülür. Şey­
hin vasıfları hakkında dahi hasıl olacak izlenim şudur:
Şeyh kâdıasker (kazasker) imiş. Padişahından hatırı
kırılmış, halkın saygısını -ilim ve fazilet itibariyle-
kazanmış, kurduğu tarikata girenlerin adedi çoğalınca
bunlara dayanarak ayaklanmış.
Halbuki meseleye derin bir nazarla bakınca görülür
ki, Şeyhi idare edenler, dine karşı ayaklananlar ile sulta­
na karşı ayaklanmaya sevk eyleyenler H otolak (Torlak)
Kemâlî ve Avram Sosa nam ındaki Yahudilerdir. Bunlar
Şeyhin kurduğu tarikatı tertip, icra program ını tanzim
ve para kuvvetiyle tarikat dairesine dahil eyledikleri re­
islere çeteler teşkil ettirerek yüz binlerce asi ile A nado­
lu’nun batı vilayetlerini ve Rumeli’yi birkaç sene al kan­
lar ve ateşler içinde bırakıp insanların mallarını yağma
ve üzerlerine sevk olunan kuvvetleri dahi iki defa peri­
şan eylemişler ise de, nihayet Şeyhin kurduğu tarikatın
adi bir kom ünistlik olduğu, tahrikçi ve yürütücülerinin
[3] dahi Yahudi bulunduğu anlaşılmış, üzerlerine
Şehzade M urad (II. M urad) gönderilerek Şeyhin ve
onları sevk eden Yahudilerin gerekli cezaları verilerek
devlet ve memleket kurtarılmıştır.
Ankara ve civarında senelerce hüküm süren “Ahi-
ler”in dahi Yahudiler tarafından kurulmuş bir makine­
den başka bir şey olmadığını tarih açıkça göstermiyor
mu?
Sultan II. Selim devrinde Yasef Nassi’nicı ve Harem-i
H üm âyûnda N ûrbânû Halime ismini alan kızkardeşi
R ebekanın Yahudiler hesabına çevirdikleri roller, ka­
zandıkları milyonlar ve Filistin topraklarında edindik­
leri mülkler kitaplarda ayrıntısıyla anlatılmıyor mu?
Sultan III. Selim olaylarında ve Sultan IV. M usta­
fa’nın o kanlı günlerinde ve Sultan II. M ahm ud za­
m anında yeniçerilerin o ayaklanması gününde ve mü­
teakiben Sultan Abdülmecid devrinde gözdelerden
Nâlân-dil vasıtasıyla Yahudi Cilyon ile Salomon Baruh
Barnatan’ın oynadıkları roller okunup incelenince hay­
retler içinde kalınmıyor mu?
Sultan Abdülaziz ve V. M urad H anların devirlerini
ve birbirini takip eden tahttan indirilm elerinin esrar ve
gerekçelerini tahlile çalışanlar, bu olaylarda dahi Yahu­
di parmağını Nesim Zedler ile M işon ve H aronaçi’nin
ve elde ettikleri Bezm-i Alem Valide Sultan ile “Viyana
Güzeli” denmekle şöhret kazanan Elis’in oynadıkları
şeytanca rollere
[4] şüphesiz vâkıf olmuşlardır.
Sultan II. A bdülham îd devrini yaşayanlar, Filistin’in
özerkliği için Padişahın yakınlarından  rif Bey’le Kati­
bi Hasîb Efendi’nin delaletleri ile 17 Eylül 1315 (29 Ey­
lül 1899) senesinde Ç inili K öşkünde huzûr-ı hümâyû­
na kadar çıkarılıp açıktan açığa Padişaha rüşvet teklifi
cüretinde bulunan Yahudileri adıyla sanıyla hatırlarlar.
Ve aynı şahsiyetlerin, aynı Sultan ve Halifenin tahttan
indirilmesini tebliğle görevlendirilmesindeki hükm ünü
dahi ararlar.
İşte saydığımız bu olayların harekete geçirici sırlarına
bakınca hürriyet, adalet, müsavat (eşitlik) yalancı nağ­
mesiyle Selanik’te kurulup memleketi yıkmaya, Osman-
lı unsurları arasına birbirine saldıracak derecede fitne
ve fesat sokulmasına mem ur edilen “İttihâd ve Terakki”
nâmındaki kom itenin M eşrûti yönetime değil, Yahudi-
lerin emellerine hizm et ettiğinde şüphe kalır mı?
Yahudilerin gizli elleri tarafından seçilen ve tayin
edilip Ankara’ya milletvekili sıfatıyla gönderilen n ü ­
fuzlu üyelere dikkat edelim; onlar 14 seneden beri elde
edilip gözde bulunan şahıslar değil midir?
İşte bunlar Siyon Yahudilerinin takip etmekte olduk­
ları gayeyi kolaylaştırmak için saltanat ve hilafeti bir­
leştiren 600 senelik Osm anlı İm paratorluğunu -asrın
medenî gereklerine göre değiştirmek

66
[5] ve ıslah etmek müm kün iken- yıkıp yerine Büyük
M illet Meclisi H üküm eti unvanıyla şimdilik bir Askerî
Şûra1 kurduklarını görmüyor muyuz?
Görüyoruz. Birinci Dünya Savaşı sonunda2 Osman-
lı Devleti mağlup oldu. Enkazı üzerinde birçok küçük
hüküm etler kuruldu. Siyon cemiyeti Yahudileri dahi
Benî İsrail hüküm etinin temelini attı. Arap diyarında,
Filistin’de bir Yahudi ocağı kurdular. Bu ocağı A rap­
ların çoğunluğu arasında söndürmemek, muazzam bir
devlet şekline sokabilmek için Avrupa’daki, Suriye’deki
Arap çoğunluğunun imhasına lüzum gördüler. Bu lüzu­
mu esasen Birinci Dünya Savaşının o kanlı senelerinde
hissedip icrasına dahi
başlamışlardı. Suriye’de İttihâd ve Terakki kum an­
danları tarafından Araplara reva görülen zulümler zan­
nederim ki henüz unutulmadı. Ve bunun bu gayeden,
Yahudi gayesinden doğmuş olduğu da artık anlaşıldı.
Fakat bu imha emri istenilen dereceyi bulamaksızın
M ondros Mütarekesi imzalandı ve Filistin’de Yahu­
di ocağı kurulmakla bu emrin önemi arttı. Yahudiler
Arapların bu çoğunluğu arasında istedikleri gibi yaşa­
yıp gelişemeyeceklerini anladılar. Ve buna yegâne çare
olarak Anadolu’da
[6] emirleri altında -bağım sız- bir Türk ordusu ha­
zırlanmasını ve gerektiğinde bu imha işinde istihda-
mını düşündüler. Bunu da dünyaya hissettirmeksizin
1 M ebus sıfatıyla tayin olunan 212 zattan 185’i askerdir.
2 K anaatim e göre Birinci D ünya Savaşı’nı çıkaranlar Yahûdîlerdir.
vücuda getirebilmek çaresine başvurdular. Avrupa’da
İtilaf devletleri nezdinde gizlice nüfuz sarf edip malum
İzmir hadisesini (Yunanların İzm ir’e asker çıkarmasını)
tertiplediler. Buna karşı da görünüşte -m eşru mukabe­
le renginde- em in adam larından M ustafa Kemal Paşayı
Anadolu’ya Sultan Vahdettin H azretleri’ni iğfal ederek
emin kişiler [ve] bakanlarından bazılarını da tamah
ettirerek -geniş yetkiyle- şevke muvaffak oldular. Ve
işte gördük. Bugün arzu ettikleri teşkilatı ve istedik­
leri orduyu vücuda getirdiler. Gerçekten de Yunanlı­
lar mağlup edilip A nadolu’dan kovuldu. Fakat hilafeti
saltanattan ayırma manevrasıyla devleti çöküntüye sü­
rüklediler. Buna ödül olarak İtilaf devletleri ile emirleri
altında bulunan M ustafa Kemal Paşa teşkilatı arasında
doğrudan doğruya şöyle böyle geçici olsa da bir de an­
laşma akd ettirdiler.
Şimdi Siyon Yahudileri Suriye ve Ü rdün çevresi asa­
yişini ihlâl etmekle ve Arap diyarına emirleri altında
bulunan Anadolu ordusunun hücum una fırsatlar hazır­
lamakla meşguldürler.
Bu düşüncem mübalağa şeklinde değerlendirilmesin.
Kudüs ile Ankara arasında mekik dokumakta olan kur­
yeler ile milletvekillerinin durumları
[7] ve ilgilerini bilenler, İslâm ve Arap unsuru arası­
na sokulmakta olan fikrî cereyanlara ve bu uğurda sarf
edilegelmekte olan milyonlara vakıf olanlar bu hakikati
teslim ve kabulde tereddüt göstermezler.

68
Esasen Mustafa Kemal Paşa bu defa Ankara meclisi­
nin açılışında verdiği nutukta bu keyfiyeti ima ederek
“Kuvvetlerimizi dağıtmamak, mevcut vasıtaların bü­
yük kısmını gayelerimizden en m ühim olanlar üzerin­
de yoğunlaştırmak askerî teşkilâtımızın özel itinasıyla
düzenlenip yükseltilmesi en m ühim esaslardandır. Bu­
gün ulaştığımız barışın ebedî bir barış olacağına inan­
mak elbette safdillik olur” demiyor mu? Fethi Bey dahi
nutkunda bu cihetleri daha kuvvetli bir dille teyid ey­
lemiyor mu? Barış Antlaşmasının müzakeresinde M er­
sin milletvekili Niyazi Bey dahi: “Antlaşmanın Suriye
sınırına ait maddeleri millî emellerimize uygun değil­
dir. Ben böyle bir antlaşmayı kabulde mazûrum”; Urfa
mebusu Yahya Kemâl (Beyatlı) Bey de Suriye sınırı da­
hilinde kalan Türklerin ıstırabından ve bunların kurtul­
ması gereğinden hararetle bahisler açmıyor mu? Hele
İstanbul mebusu H am dullah Subhi (Tanrıöver) Bey’in
gözlerini kapayıp meclisin tavanına dikerek coşkunca
Suriye hüküm etine hücumları ve oturum u işitmekte
bulunan Fransız temsilcisinin teessüf ve üzüntüsü ifa­
demizi destekleyecek maddelerden değil midir?
Ben bu hususların daha delillendirilmiş ayrıntılarını
(bundan sonra yayınlayacağım) ikinci risaleye bırak­
tım. Burada yalnız şunu açık olarak söyleyebilirim ki,
senelerden beri devam
[8] eden karışıklıklar ve bu son senelerde şahidi ol­
duğumuz fenalıklar Osmanlı hanedanına ve İslam âle­
mine indirilm ek isrenilen darbeler hep Siyon cemiyeti
Yahudilerinin eseri olup Beni İsrail hüküm etini Yahudi
kanı dökmeden kurm ak ve sağlamlaştırmak içindir.
Burada geçen senelerin bazı genel esrar ve ahvalini
şöyle bir tasvir ve ifşa edersem zannederim ki meseleyi
bir derece daha aydınlatmış olurum.
M alûmdur ki, Sultan II. A bdülham id’in tahttan in­
dirilmesinden sonra Osmanlı hüküm etinin idaresi tam
manasıyla Siyon Yahudi cemiyetinin İttihâd ve Terak-
kî nâmındaki teşkilâtına tâbi devlet adam larının eline
geçti. 1325 (1909) senesi E kinlinin hatırım da kalma­
yan bir gününde İttihâd ve Terakkî, Selanik’te bütün
mebuslarının katılımıyla muazzam kongresini yaptı.
Bu genel toplantının dışında ileri gelenler ve reislerden
oluşan bir heyet ayrıca bir gizli oturum tertip edip Si­
yon Cemiyetiyle ona bağlı D oğu Yahudi M ason Loca-
sı’mn “Bundan sonra Türkiye nasıl idare olunacaktır?”
sorusuna aşağıdaki 4 maddelik kararla cevap verdiler:
1- Bundan sonra Türkiye’de dinin nüfuz ve kuvvetini
kırmak,
2- Türkiye malî ve İktisadî kaynaklarını kardeşler ara­
sında bölüşmek,
3- Hilâfeti saltanattan ayırıp zaafa uğratmak,
[9] 4- İmkân bulunca Cum huriyet ilân edip Osmanlı
hanedanını ortadan kaldırmak.
Bu kararın ülke içinde hüküm lerinin yerine getiril­
mesi ve dışarıda propagandasının yönetilmesi Siyon

70
Cemiyeti memurlarına havale edildi. Bunlar, her şeyden
evvel Türk basınını türlü türiü vasıtalarla elde ettiler ve
gayelerine doğru yönlendirmeye başladılar. Bu cereyana
kapılmayan birkaç vatanperver gazeteci tabiatıyla mu­
halefet konum unda kaldı. Fakat takdir ve himaye bu­
lamayarak esaslı bir muhalefet dahi kuramadı. Ve hayli
fırsatlar heba olup gitti. Siyon Cemiyeti ise faaliyetinde
devam ve ele geçirdiği basınla saf halkı ve orduyu iğfale
özen göstererek program ını istediği gibi meşrûtiyet ve
millî hâkimiyet perdesi altında tatbik ve icraya koyuldu.
Osm anlı ordusundan karakterleri zayıf ve fakat hırsları
şiddetli bazı kom utan ve subayları, mülkî idarenin çe­
şitli şubelerinden bazı memurlar ve önde gelenleri, şe­
hir ve kasabalarından bazı nüfuzlu zorbaları elde edip
bir kısmını doğrudan doğruya D oğu Mason Locası’na,
bir kısmını da İttihâd ve Terakkî’nin görünür teşkilatı­
na bağladılar, güvendiklerini hemen yüksek makamlara
ve ordunun kom utan konum una yükseltip devletin içiş­
leri, dışişleri, maliye, askeriye, denizcilik ve mahkemeler
ile subaylarına hakim oldu. Herkese de devlet ekmeği­
nin ancak bu ocağa, İttihâd ve Terakki ocağına girerek
tedarik edilebileceği kanaatini verdi. Esasen Osmanlıla-
rın karakteri hüküm et karakteri
[10] olduğundan bu ocak az bir zaman içinde yayı­
lıp tahakküm ünü arttırdı. Esasen tehdidini yerine ge­
tirmek, emirlerini infaz ettirebilm ek için de kanlıdan,
katilden ayrıca bir de “fedai” şubesi olup birkaç şahsı
da öldürcüp tedhiş kudreti gösterdi. Ve nihayet Turan
nefhasıyla ve bir “arz-ı mev ud* (vaat edilmiş toprak)
hayaliyle Osmanlı unsurları arasına fitne ve nifak sokup
Arnavut ayaklanmasına, Arap isyanına, K ürt kırgınlığı­
na sebep oldu ve birçok masum kanları döktürdü. İta­
atkâr ahaliyi, özellikle gayrimüslim ahaliyi koyun gibi
sürülerle evlerinden kaldırıp öteye beriye sürüp yollar­
da imha ve mallarını yağma ettirdi. Hele Birinci Dünya
Savaşı yıllarında ne uzü billâh (Allah korusun) öyle bir
karışıklık, öyle bir kıyamet koptu ki, yer yer yangınlar,
darbeler, kokuşmuş ölüler, yetim kalmış yavrular, ağla­
yanlar, hastalar, açlar ve hiçbir zaman Türkiye’ye fena
olmak istememiş olan etnik unsurların felaketi...
Halbuki Osmanlı milletini teşkil eden heyet yalnız
Türk’ten ibaret değildir. H atta Anadolu Türk’ünün ha­
m urunda başka milletlerin mayalan vardır. Bunu kimse
düşünmedi. Osmanlı Türk’ünün karakteri aranmadı.
D üşünüp arayanlara dahi söz söyletilmedi. Yalnız Türk
hamaset ve asaletini okşayan ve diğer etnik unsurları
kırgınlığa sevk eden makalelerle gazeteler sütunlar dol­
durdu, destanlar, marşlar, şarkılar okunup çalınmaya
başlandı. Velhasıl devlet işleri Siyon Cemiyetine bağlı
İttihâd ve Terakki yöneticilerinin eline bu suretle geçin­
ce birkaç
[11] ay içinde yağmayla, hırsızlıkla, ihtikârla, öldür­
me ve sürgünle zengin olmak, milyoner olmak imkânı
da bulununca iş bütün bütün çığırından, mecrasından

72
çıktı. Bir eşkıyalık devridir başladı.
Esasen asker sınıfı, siyasî ve İdarî işlerle uğraştırılmaz.
Asker, halkın ihtiyaçlarını, zamanın gereklerini görüp
takdir edemez. Böyle şeyler orduda yoktur ve olamaz.
O rduda ancak kum andanın fikri hakimdir, emri geçer.
Kumandan dahi bu fikir ve emri devletten alacağı ta­
lim at dairesine hasretmeye mecburdur. Velhasıl asker
uçak gibi, denizaltı gibi devletin bir savunma ve tahrip
aletidir. Gerektiğinde kullanılır.
Fakat esefle gördük. Bu son senelerde yüce Hilafet
ve Saltanat makamına V. M ehmed Reşâd H ân merhûm
gibi yükselenlerin aşırı yumuşaklığına ilaveten aczi ve
güvendiklerinin ihânetkâr kötülükleri yüzünden devle­
tin önemli işleri bütün bütün Yahudilere alet olan İt­
tihâd ve Terakki kom utan ve yöneticilerinin eline geçti.
Bu teşkilatın dışında kalan yönetici ve memurlar dahi
maaş derdiyle bunlara ram oldu. Hele asker sınıfı, ister
istemez orduda hakim olan kum andanın emir ve nüfu­
zu altında kaldı. Ve nihayet Yahudilerin bu manevra­
sını hiç fark etmeden asker, meslek, sanat ve teşkilatı
itibariyle kendi evini kendi eliyle yıkmaya gitti, ocağını
kendi eliyle söndürmeğe koyuldu. Ve bu suretle koca
Osmanlı ülkesi şu 5-10 sene içinde
[12] kar topu gibi eriyip gitti. 30 milyon nüfustan
oluşan ve İslam âleminin -H ilafetin merkezi olmak iti­
bariyle- dayanağı olan bu koca im paratorluk yıkılıverdi.
K ilikyanın kapıları mesabesinde olan Toros dağların­
dan Van gölüne kadar uzanan hattın güneyinde bu­
lunan bütün vilayetler M ondros M ütarekesinin imza
olunduğu günden itibaren elden çıktı. Hele hilâfetin
saltanattan ayrılması Osmanlı D evletinin temelini esa­
sından yıktı. Ve İslam camiası arasına fitne ve tefrika
sokarak zaafa düşürdü.
İşte İttihâd ve Terakki ve M ustafa Kemal Paşa ve
yârânının faaliyeti... H akikatte Siyon Yahudileri hesa­
bına bir borsa oyunundan ibarettir.
Görüyoruz, Avrupa diplomatları bu aralık işler becer­
mek ve birbirini aldatmakla meşguldürler. İngiltere ve
Fransa rekabet ve ihtilafları dahi aşırı bir şekil ve renk al­
makla önemli meselelerin hallini erteletmekte ve bu su­
retle ıstırap çeken insanlık rahat yüzü görememektedir.
D urum dışarıdan böyle olmakla beraber Avrupa d ip ­
lomasisi nihayet Türk arazisinin son parçaları ile kuzey
Kürdistan ın sınırlarını belirleme ve ayırmaya, idaresi
teşekkülünü tespite mecbur kalacaktır. Özellikle İn­
giltere, Tıirkiyeyi mevcut şekliyle bırakamayacaktır.
Esasen bugün Türk meselesi bir Yahudi ve Rus meselesi
şekline girmiştir. M ustafa Kemal Paşa’nm
[13] Anadolu’da zorbalık ve tahakkümü ve hilafetin
saltanattan ayrılması komedyası yüzünden İslam âle­
minde ortaya çıkması tabiî olacak fitne ve fesat Rusla­
rın ve Avrupa’da m utlak hakim olm ak sevdasında bulu­
nanların siyasetine gayet müsait zeminler hazırlamıştır.
Acaba Ruslar şimdilik İstanbul’u başkasına bırakarak
A nadolu’nun muayyen bir bölgesini, Türk çoğunluğuy­
la çevrili yerlerini zapt ve Akdeniz havasını, mesela M ar­
maris limanı gibi bir çıkış noktasından teneffüs etmekle
yetinemezler mi? Bu husus hakkında İngiltere ve Rusya
bir uzlaşma anlaşması akd eyleyemezler mi? Fransa’nın
muhalefeti halinde bu uzlaşmaya Almanlar dahi soku­
lacak olursa zannederim ki dünyanın rengi değişir. Ben
bugünkü karanlık örtünün arkasından dünya siyaseti­
nin bu merhalelere doğru gitmekte olduğunu görüyor
ve daha birçok sahnelere, maceralara, facialara şahit
olacağımızı tahm in eyliyorum.
Ben bu bahsi bu risalede bu kadar da açmak istemez­
dim. Zira bu bahsin şimdilik fazlaca açılmaya taham ­
m ülü yoktur. Fakat ne yapalım ki, benim de kusurlarım­
dan biri, başkalarının yarın söylemeğe cüret edecekleri
sözleri bir gün önce söylemektir.
İç ve dış durum bu merkezdeyken ikiye bölünüp bir­
birinden ayrılması şeriat ve siyaset icabı caiz olmayan
hilâfet ve saltanatı asıl sahibine iade ederek Osmanlı
hanedanında kalması* ve çağın ve medeniyetin gerekle­
ri dairesinde yenileyip diriltm ek ve Sıyon
[14] Yahudileri ile onlara bağlı teşkilatın hücumla­
rından kurtarm ak ne gibi tedbirler alınmasına bağlıdır?
Bu cihetleri düşünmek din ve devleti sevenlere fariza­
dır. Bu husus hakkında benim değerlendirmem, durum
gereği kısa, kesin ve ilgilileri uyarmaya münhasır kala-
‘ Risalenin yazıldığı (arihte Saltanat kaldırılmış ama henüz Hilafet lağvediImemiftir(DT).
çaktır. Dolayısıyla herkes konum una göre hissesine isa­
bet edeni anlayıp alsın ve gereğine baksın.
G ördük, bilinçsiz hareketlerin sonucu acı ve feci
oldu. Sultan M ehm ed V ahdettin H azretleri iş yapacak
adamları bulup seçemedi. D am at Ferid Paşa gibi mem­
leketin ve ahvalin cahili olan kişilere güvendi. H ükü­
m et şekli itibariyle biraz şahsî ihtiraslara ve mutlakiyet
arzusuna saptı. Büyük fırsatlar, iç ve dış yardım lar ida­
re edilemeyerek heba olup gitti. Ve bugünkü vaziyete
düştük. Ve bu yüzden birçok kişiler gurbete çıkmak
zorunda kaldı. Bugün yalnız Yunanistan’da 10-15 bin
din ve devlete sadık Çerkeş olmak üzere 100 küsur bin
Osm anlı mültecisi var. M ısır’da, Suriye’de, H icaz’da,
Irak’ta ve Avrupa’nın çeşitli şehir ve kasabalarında
dahi bu m iktarın kat kat fazlası vatandaşlarımız var.
Bunları kimler düşünecek? Barış hüküm lerine uyarak
Makedonya’dan 400 bin M üslüman çıkarılacak. Malı
ve m ülkü elinden alınıp Türkiye’ye eli boş olarak sevk
olunacak. Bunlara kim bakacak? Bizde m uhacirlerin
uğradıkları felaketlere şahit olmayan var m ıdır? Bun­
lara karşılık dahi Türkiye’den gayri M üslim ticaret ve
zanaat erbabı
[ 15 ] gidecek. Gidecek ama bunların yerlerini kim
tutacak? Osmanoğlu hanedanı -k ad ın , erkek- tehlikeye
maruz durumda, bunları kim muhafaza edecek? Acaba
muhalefet arasında bu cihetlere cevap verebilecek tam
yetkiye sahip esaslı bir teşkilat var mıdır?
Saltanat ve hilâfeti birleştiren Osmanlı hüküm etinin
şu anda meşru hüküm darı olduğu ve hilafetin saltanat­
tan ayrılması teklifine karşı mücahede meydanına atıl­
dığını Mekke’de neşr buyurdukları o beyannâme** ile
ilân eden ve şimdi Sen Remo’da malûm kişilerle o tur­
makta bulunan Sultan M ehmed Vahdettin H azrederi
bu ahval ve korkulara karşı güvendiği kişilerle beraber
ne düşünebildiler ve ne gibi tedbir aldılar?
Ben şöyle düşünürüm:
Osmanlıların padişahı ve Müslümanların halifesi -b u ­
gün her kim ise- bizzat veya hanedanından en layık olan
bir şehzadeyi m eydana atmalı. Cins ve m ezhep ayırmak-
sızın dışarıda ve içeride kurtuluşu bekleyen O sm anlI­
ları ve meselenin bir Yahudi manevrası olduğunun he­
nüz farkına varamamış Anadolu ordusunda mühim bir
yekûn teşkil eden milletine sadık, dinine bağlı komutan
ve subayları bir noktaya toplayıp Yahudilerin kuvvetine
ve hareketlerine karşı durabilecek bir teşkilata bağlaması
gerekmektedir. Bu hususta atalet, miskinlik, cimrilik gös­
terenlerin tamamı konumlarına göre sorumlu tutulm a­
lıdırlar. İnsanın büyüklüğü musibet gününde belli olur.
[ l 6 j Bir başka deyişle: M usibet gününün büyüklüğü
insanın büyüklüğünü gösterir. Ç ok olmuştur, yüz bin­
lerce orduların göremediği işleri tek bir adamın azim ve
tedbiri görmüştür.

“ D erin Tarih dergisinin Mayıs 2013 tarihli 14. sayısına ek olarak verdiğimiz Sultan
V ahdettin'in Mekke beyannamesi kitapçığını “Ben H ain Değilim” ballığıyla yayınlamıştık(DT).
Ayrıntısı mahremiyetine, dairesine ait teşkilat ile icra
suretini bir tarafa bırakarak kuvvetle üm it ederim ki,
Sultan M ehmed Vahdettin Hazretleri veya Osmanlı ha­
nedanından azimli bir şehzade, hatta bir kadın bir “sul­
tan”, Allah’ına güvenip tevekkül ederek felaketin bu bü­
yük vehametlerine karşı meydana atılır. Bu yüce daveti
kabul ederek esaslı bir teşkilatta baş olarak görünür. Ve
bütün bütün yıkılmak üzere bulunan saltanat ve hilafet
binasını yeniden kurmayı ve diriltmeyi başarır.

Son söz:
Bu icabı idrak ile icabet etmeyen ilgililerin vay hali­
ne... Osmanlı hanedanının vay haline ... Devlet ve mil­
letin vay haline.
Bitti

Mevlânzâde R ıfat
Fiati: EJIi ley
Genel rica: İkinci risalenin basımını temin için işbu risale bedelinin tarafıma
gönderilmesi rica olunur.
Adres: Köstence’de Bulvarud otelinde Mevlânzâde R ıfa t Bey.
Risalenin orijinalinde yer alan
Fransızca metnin tıpkıbasımı
l’EHlil* ElL
E
SHUES
LES JUIFS QUI OKI RUIIE U TUIQBIE

1^E BROCHURE

AUTEUR
NIEVLAN ZADÉ R1FAAT BET
TRADUIT PAR...................

Prier« générale
«a août reraattrs la pris pair dods manre & mente du piDiler la uconiis Drecfiar*

A drcac: MEVLAJI ZAD É R1FAAT OEY H a ïti B a l t r a r d C o a « t* n tz « (.» « « m an ie )

CONSTANTZA
L'INSTITUT GRAPHIQUE DU JOURNAL DOBROGEA JUNÀ
19 2 3

PRIX 5 0 LEI
LE DROIT l>K TRADUCTION EST R tS fftV C
L’EMPIRE OïïQRIAfl ET LES SIUIISTES
LES JUIFS NI OITT NHf Lfl TURQUIE
— I —

On voit que les troubles qui, depuis des siècles désorganisent


les affaires intérieures et extérieures de l'Empire Ottomane,
présentent parfois ■des phases aussi aigües que .dangereuses.
Surtout la dictatureHnilitaire exercée depuis ces dernières quatorze
années emmena la ruine complète du pays. H est naturel que ces
troubles aient des fauteurs et qu'il y ait des personnes qui en
profitent. Qui sont ces fauteurs,, qui sont ceux qui en profitent?)
Voilà une question à laquelle si je parviens à donner une
réponse suffisante et satisfaisante, je fenais le diagnostique de
la maladie et faciliterais ainsi son traitement.
Oui, les troubles constatés dans les affaires intérieures et
extérieures de l'Empire avaient parfois dégénéré en crises ruineuses.
Cependant, dans ces temps de crise, grâce à la dignité et la:
bravoure des Souverains qui réunissaient dans leur personne
la qualité de Sultan et de lialif ainsi qu’à l'action énergique de
leurs sages conseillers, ces crises furent écartées et le pays et
r t t a t purent être sauvés des mains des révoltés.
Un des plus importants de ces évènementes fut la révolte
Groclr.mée par le Cheih Bedredin Sémavi, pendant le rèsrne du:
Sultan Melimed I. Car le but poursuivi par cette révolte était
I a reforme de l’islamisme, la ruine de l'Empire et le rétablisse­
ment du royaume d'Israël.
Quand on compare les grands efforts déployas pendant
ce“ .: révolte pour instituer les principes Administratifs et reli­
gieux qu'on avait en vu, avec les efforts qu'on déploie aujourd'
htii pour arriver au même bue on est obligé de s’arrêter devant
qi:,.îques noms et on sent le besoin d'approfondir et d’ana­
lyser les faits.
4

Si l'on examine extte révolte d'une manière suptrficielle m


n'y voit qu'un Chcïh' insurgé; quant à ses qualités, il sera*
Cazi Asker, le sultan l'aurait froissé, il se serait attiré — pom
son savoir et ses vertus — l'estime et le respect de la population
Lorsqu' il vit le nombre de ses sectateurs augmenter, *
proclama la révolte confiant en leur forçe.
Tandisque si l'on approfondit la question, oa voit qu’ e»
vérité ceux qui dirigeaient le Clieïh et le ^poussaient aux crimft*
de lèse-religion et de lèse-majesté, c’étaient les juifs nommée
h o u Tolak Kémali et Avram Soussa. Ce sont ces juifs gui avaient
inspiré au Cheïh la sécte créée par lui, qui avaient rédigé k
programme d'exécution et avaient, moyeinant argent, fait adopte*
la sècte à plusieurs chefs qui avaiient formé des bandes com­
posées des centaines de mille de bandits. Ces bandes, pendant
deux ou trois années, incendièrent ;t pillèrent les province*
d'Ouest de l'Anatolie et les provinces de la Turquie d’IIurope.
Elles avaient, à deux reprises, vaincu les années envoyées contre
elles par le Sultan.
Enfin ayant été connu que la sècte créée par le Cheïh n'étafc
qu'une simple organisation communiste et que les organisateur»
de cette sècte n'étaint autres que des Juifs, le Sultan envoya
contre les bandes formées par le Cheïh et ces juifs, ses accolyte»,
le Prince Impérial Mourad qui parvint à mettre en déroute
ces bandes, à punir les susnommés et sauver ainsi l'iimpire.
L'Histoire ne nous enseigne-t-elle pas que l'organisatiom
des „Ahiler" qui avait pendant des années exercé un pouvoir,
prépondérant à Angora et fses dépendances, n'était qu'une ma­
chination juive?
L'Histoire ne parle-t-elle -pas ¡m détail du rôle joué, pen­
dant le règne du Sultan Sélitn II, pour le compte des juifs,
par Yasssef Nassi et par sa soeur Rebea-a qui datis le Haren#
du Palais Impérial ava < pris le nom de Nour Banon Halimé,
ainsi que des millions qu'ils avaient gagnés et de^ grande«
propriétés qu'ils avaient acquisesen Palestine?.
Ne resle-t-on pas ébahi lorsqu'on lit dans l'Hisloire k«
rôles joués par les Juifs „Julion et Salomon Baruh Barnataa,
dans les incidentes du règne du Sultan Séünv III, tfan* ces
jours sanglante du règne du Sultan M ontait, dans fa séditio»

86
5

des Janissaires pendant le règne d u S u lta a Mahmoud et plu»


tard pendant le règne du Sultan Medgid par l'etremise de 1*
favorite Nalani D il? I! n'y à pas de doute gue ceux gu* étu­
dient les événements du règne des Sultans Aziz et Mourad et
cherchent à approfondir et analyser les secrets et les motifs d*
détrônement successif de ces Sultans, savent que dans ces évé­
nements aus&j il y a le; doigt juif et que Nessin: Zedler, Michorf
et Haronazzi avaient Joué des rôles diaboliques par l'entremiae
d e la Sultane — mère Bezmi Alem et de Madame Elise sur-
■ommé :,U beauté de Vienne" qu'ils surent gagner à leur cause.,
Les contemporains du règne du Sultan Abdul Hamid II Se
rappellent des noms et qualités des Juifs qui Vêtant introduite
auprès du Suitan dans le Palais de Tzitli Miosk le 17 Sej»-
tembre 1315 [1899} par le Chambellan Arif bey et nar le
bibliothécaire Hassib bev, avaient osé à proposer ouvertement a*
Sultan une gratification pour l'autonomie de la Palestine.! Ce»
contemporains cherchent la raison pour loquelle les mêmes per­
sonnes avaient été chargées à notifier au même Sultan so ^
détrônement.
Vu les mobiles secrets des événements exposés plus hauf,
reste-t-il de doute que le comité t,Union et Progrès” formé à
Salonique sous la fausse devise de liberté, justice, égalité fui
chargé de ruinefr le pajys, de jeter la discorde parmi les élement»
Ottomans au point de s'entretuer, de travailler pour la réali­
sation de l’idéal des juiifs et non pas pour le rétablissement
de la constitution ?
Faisons attention aux membres influents élus par les main®
secrètes des juifs et envoyés comme députés à Angora. Ne
sous-ils pas les mêmes personnes qui, depuis quatorze annés,
gagnées à la cause juive continuent à être en faveur?
Ne voyons^nous pas que ces personnes pour «arriver k t*
réalisation du but poursuivi par les Ju ifs de Sion, ruinèrent
un Empire de 6 siècles [bien qu'il fût possible de le reformer
et de l'améliorer conformément aux nécessités de la civili­
sation actuelle], et le remplacèrent, pour le moment par u*
Conseil militaire [!J sous le titre de Gouvernement de là Grande
Assembleé nationale ?
# • *
1) Pa mi les 217 personnes nommées ea qualité de député les lflf turf
des militaires.
6

Nous voyons, la conséquence de la guerre générale [1| fut


désastreuse pour l'Empire. Plusieurs petits Jr'tats furent fondé*
s?r ses ruines. La société Juive de Sion aussi jeta les fondements
du royaume d ’Israël. Elle bâtit son foyer en pays Arabe, en
Palestine. Les Juifs pour ne pas laisser ce foyer s’éteindre parmi
la majorité arabe et le transformer en un Etat puissant, ont vu
la nécessité d'exterminer en Palestine et en Syrie cette majorité.
Déjà pendant les années sanglantes de la guerre mondiale il*
sentirent cette nécessité et travaillèrent à la mettre en exécution.
Je crois qu'on n 'a pas encore oublié la persécution de*
Arabes de Syrie par les commandants appartenants à l'orgatiN
satten „Union et Progrès” et qu'on se rend compte maintenant
qûfi cette persécution avait pour but la réalisation de l'idéal juif.
Cependant l'arm istice'fut conclu avant que l’oeuvre d'en-
tcnsination fût arrivée au point désiré. L'établissement du Foyer
juif en Palestine vient d'augmenter l'importance de cette oeuvre.
Les juifs avaient compris qu' ils ne pourraient pas vivre et
se développer, comme ils le desiraient, parmi la majorité arabe.
IÎ9 pensèrent que l'unique moyen c’était de préparer en Anatoliç
âne armée turque „indépendante" et se trouvant sous leurs ordres,
pour l’employer, au besoii, à cette oeuvre d'extermination. Ils
prflcédèrent à la' mise en exécution de ce projet sans que \ t
monde en ait pris connaissance. En Europe ils employèrenf
seottement des influentes auprès des Puissances de 1' Entente
et fls firent créer l'incident connu de S/nyrne. 13s réussirent
& ôârç envoyer en Anatolie — avec Îles vastes pouvoirs — coiiîre
finddent créé et sous le couvert de défense légitime, Moustafai
R&oal Ifacha, homme de leur confiance en trompant le Sultan?
VaHd eddin et gagnant à leur cause quelques uns de ses con­
fid e n t et de ses Ministres. Nous avons vu: Aujourd’hui Î’
carjpttnsâtion ®t l'armée tant desirées se trouvent être créées.
En effet, les grecs furent battus et chassés de l'Anatolie.
Mais par la manoeuvre juive de séparation du Halifat et du
Suftanat, les juifs conduisirent J'Empire à la ruine. Comme
récompense, ils obtinrent la conclusion d'une soit-disanle en­
tente—bien que éphémère—entre les Puissance de Thnienti et

W D*après ma conviction ce sont les juifs qui ont provoqué cette querre

88
7

l'organisation de Moustafa Kémal Pacha se trouvant sous lettre


ordres.
Aujourd'hui les Sionistes sont occupés à préparer des pmah
sioni pour porter atteinte à ta tranquillité de la Syrie et de*
régions du Jourdain et apour faire attaquer tes pays Arabe à
l'armée d ’Anatolie qui se trouve à leur disposition.
p u on n'attribue pas cette opinion que j'émets à l'exagé­
ration. Ceux qui savent .qu'entre jerusalein et Angora des cour­
riers font la navette, ceux qui connaissent la personalitè et
les attaches des députés turcs, ceux qui ont pris connaissance
tles courants d ’opinions propagées parmi les Musulmans et les
Arabes et des millions dépensés pour arriver au but« n' heai-
tent pas à reconnaître la vérité de mes allégations.
D'ailleurs Mousstafa Kémal Pacha dans le discours qu' X
vient de. prononcer à l'accasion de l'ouverture de I1Assemblée
d'Angora fit allusion à ce projet. „11 ne faut pas, dit-iV
disperser nos forces, il est essentiel que la plus grande partie
de nos moyens soit concentrée à la poursuite de notre but le
plus important et à l'organisation et le rehaussement de notre
force armée. Il est puérile üe croire que la paix qui vieaÎ
ifêfre conclue sera éternelle".
Fetlii bey, président du Conseil des représentants, ne txm-
firme-t-il pas dans son discours avec plus de force ces point»?
Lors des débats sur le traité de paix. Niazi bey, député ,4e
Mersine, ne dit-il pas „les articles relatifs à la frontière de 1»
Syrie ne sont pas conformes à notre idéal national, je ne peux
approuver un pareil traité".
Yahya bey, député d ’Ourfa, ne parte-t-il pas des souffrance»
des turcs restés en Syrie et ne dit-il pas qu'il faut les délivrer?
Surfont Hamd ullah Soubhi bey, député de Constantinoplc fer­
mant ses yeux et se tournant vers le plafond altaqua avec vé­
hémence le Gouvernement de Syrie à tel point que le commissaire
de France, présent à la séance, exprima des regrets, foutes
ces circonstances ne sonw lks pas de nature à confirmer notre
allégation ?
Je laisse à une seconde brochure l'exposition plus détaillée
de ces points. Ici, jé p?ux dire ouvertement que les trouble®
qui se succèdent depuis «.les .•innées, le mal de ces dernière»
c
«enées dont nous somme» les témoins, les coqps qu'on verf
diriger contre la dynastie d’Osman et le monde Islamique soai
l'oeuvre des juifs appartenants à la Société de Sion et oui
jjcur but la formation et la consolidation du royaume d'IsraSl
« n e coûter aux juifs une goutte de sang.

J'estime que jé jetterais plus de lumière sur la question


Ai jè fais connaître et mcfis à jour les secrets et la siituation gé* *
•¿râle des années passées.
Il est connu qur après le détrônement du Sultan A bdrf
Hajtlid, le gouvernement Ottoman tomba dans les mains de*
kotnmes d'Etat et des commandants appartenants à l'organiJ
aation de ¡'„Union et Progrès” dépendant elle-même de
Société juive de Sion. En Octobre 1325 — je ne me souviens pa*
du jour — l'union et Progrès tint i Salonique son grand
congrès avec la participation de toutes ses succursales. En ilehor*
ée cette assemblée générale, un conseil composé des princi­
paux membres et des .présidents tint une séance sécrète au cour»
de laquelle elle étudia la queition suivante posée par la société
de Sion et par la loge maçonnique dépendant de cette Société:
«i l'avenir comment sera-t-elle gouvernée la Turquie?". Il fu t
répondu à cette question par une décision de quatre point*
à savoir :
1. A l'avenir briser en Turquie la force et l’influence d&
1k religion ;
2. Partager entre les frères les ressources financières et
économiques de la Turquie;
3. Séparer le Halifat et le Sultanat afin de reduL-e «
te n ie z à la faiblessej
4. Prodamer la république et exterminer la dynastie Otto­
mane dès qu'il serait possible.
l/ftxécution de cette décision à l'intérieur du pays ainsi
H » la propagande à faire en sa faveur à (étranger furenj
«onfiéef à des émissaires de la Société de Siort. Ces émissaire*
âvtnt fout, gagnèrent, par différents moyens, à leur cause la
presse torque et procéderènt à la diriger vers ce but.
Quelques journalistes paüiotes et dévoués ne se laissèrent

90
9

p«e prendre dans ce courant et il» firent natureUemerf é »


^opposition. Ces journalistes n ’ayant pus été appréciés <i
protégés, l'opposition ne put pas s’établir et plusieurs occasion*
forent perdues. Quant à la Société de Slon, elle continua 4i
batailler avec activité, elle trompa, par la presse gagnée k m
« u se , la masse inconsciente de te population et l'armée df
«ommença à appliquer son programme sous la masque de k
-constitution et la souveraineté du peuple.
Elle gagna à sa cause des généraux, des officiers turc» dfc
âüble caractère mais d'ambition illimitée, des hauts et petit*
fonctionnaires appartenants aux différentes branches de l'Admi-
«içtfation civile et quelques personnes influentes et violentes
■dans les villes e t les villages. D ie en introduisit une partie
directement à la loge juive d'Orient jet une autre à l'organisa*
• o n visible de l'„Union et Progrès" et elle fit nommer ceinr
« a qui avait confiance aux. plus "hauts.postes civils et militaires
te rendant ainsi maîtresse des affaires intérieures^ extérieures,
financières, militaires, navales, judiciaires et policières du oay*.
O le inspira à tout le monde la conviction gu’il n’ y avait do
Glace publique que pour ceux _gui étaient membres du coraCS
«Union et Progrès". D'ailleurs le caractère du turc Ottomsv
• a n t foncièrement étatiste ce fqyer ou r„Union et Progrès*
m developpa en peu de temps et augmenta son pouvoir,
fcép o n d éran t. 11 forma, pour faire exécuter ses menace« efi
te» o rd res, un corps de „Fédaï composé de criminels, il fil
f a e r quelques personnes et il montra au ^peuple son _pouvo«
ée terroriser. En somme sou» le couvert du refrain de Touranisme
«A 1e rêve d'une terre promise,, il sema la discorde parmi le*
dém ents Ottomans e t emmena ainsi la révolte des Albanais, le
«Evolution des Arabes et le froissement des Kurdes; il fit coule*
ainsi beaucoup de sang innocent. I! a fait chasser la .population
paisible su rto u t les chrétiens de Içurs maisons, 1k a fait diriges:
* trs l'in térieu r comme d es troupeaux; il les fit p érir en route
a l p iller leur fortune. Surtout pendant les années de la guerre
gfcnérale, Dieu!, quels moments de terreur, quel gâchis quelle
désorganisation ! des incendies par ci, par là, des ruiner de*
aadavres laissés sans sépulture et infectent l'air, des orpbetia%
4»ê pleurs, des malades, des affamés et pour comble les *MÉ-

h eu re des élém ents qui n 'o n t jam ais voulu d u mal à la TtKouie.
Cependant le peuple qui forme la nation Ottomane n'est
MB composé seulement des turcs. Même dans le sang du turc
4 ‘ÂAatftlfe. il .y à relui des autres éléments. Personne n ’a *?ris
en considération ce point. Personne ne voulut étudier Je ca­
nette. du turc Ottoman. Même ceux qui avaient émis une opi­
nion à ce sujet furent réduits au silence, les colonnes des jour­
naux étaient pleins d’articles inspirés vantant la noblesse et la
bravoure du turc provoquant ainsi le mécontentement des autres
éléments. Des chants, des marches furent composés et exécutés en
l'honneur des qualités du turc.
Enfin les affaires de l’Etat a;ant ainsi passé entre les main*
du C#mité „Union et Progrès”, orgnne de la Société de Sioit
et la possibilité d ’être riche, d ’être millionnaire iiu moyen de
massacre, d'émigration forcée, de pillage, de vol et de spécu­
lation ayant été trouvée, tout a rte desorganisé, une ère de
banditisme commença.
En. principe les militaires ne doivent pas s'occuper des
affaires politiques et administratives; car le militaire n’est pas
en état de saisir les besoins de la population et d ’apprécier les
nécessités du moment- O s sortes d ’occupations n ’existent pas et
ne doivent pas exister dans l'armée. Dans l’armée seule l'opi­
nion et les ordres du commandant font la loi. Celui-ci aussi est
tenu de confr -ner son opinion et ses ordres aux ^instruction*
qu'il aura reçu de la part du Gouvernement. Fn somme le mi­
litaire est un organe de défense et de destruction à l’instar des
aéroplanes et des sous-marins, il n'est employé qu’en ras de*
besoin.
Nous vîmes avec regret, pendant ces dernières années Jn
douceur de caractère jointe à ’’incapacité de ceux uni, comme
leu Sultan. Mehmed Réchad han, occupaient le trône du Halifat
<t du Sultanat ainsi 0, 11e les abus perfides de leurs confidents
donnèrent lieu à l'accaparement du gouvernement nar les affiliés
dn confité „Union et Progrès” organe des juifs. Les Hauts
et petits fonctionnaires qui resteront en dehors de cette organi­
sation* firent obligés, poussés par le besoin de se voir priver
de leurs appointements, se soumettre à yeux fermés à la volonté
do Comité. Surtont les militaires, bon {¿ré, mal gré, restèrent sou»

92
l'influence et tes ordres des commandants. A la tin les militaires
sans se rendre compte de h manoeuvré juive, vu leur eamerè,
profession et organisation, démolirent de leurs mains letirs propres
maisons et étouffèrent leur propre foyer. C'est ainsi que ce
vaste Fmpire Ottoman a, dans l'espace de *> ou 10 années, fondu:
comme une boule de n?ige, TEnipire de trente millions de
sùjcts, Î<î seul soutien ciè l'islamisme —à raison de sa qualité
de Halifat —fut tombe1 en ruine. Toutes Jes provinces situées au
.sud de la ligne depuis le Taurus, porte de la Cilirie, iusqu’a;
lac de Van furent perdues à partir du jour de la signature de
l'armistice de Mondros. Surtout la sêparaf.on du Halifat et du
Sultanat démolit les fondements de i’Kmpire et affaiblit ie inonde
islamique en jetant la discorde parmi les Musulmans.
Voilà l'activité de l’Union et Progrès ainsi que celle de
Moustafa Kémal Pacha et de ses accolvtes.
En vérité elle ne fut qu’un jeu de Bourse .pour le compte
de la Société juive de Sion.
• • *

Nous vovonsr les -diplomates de l'Europe sont aujourd'hui


•occupés à faire des combinaisons et tromper les uns les autres.
L'antagonisme et les différends entn l'Angleterre et la {‘rance
prennent une tournure de plus en plus aigu'e et la solution des
qmstions importantes est ajournée. Ainsi l’humanité souffrante
ne peui-clle pas obtenir sa tranquillité.
Tel est l’état de choses apparent; niais il n ’y à pas de
doute qu' à la tin la diplomatie européenne sera obligée .de
délimiter la frontère des territoires turc qui doivent définiti­
vement rester à la Turquie ainsi rjne celle du Kurdistan che
Nord et de régler la forme de leur gouvernement. L'Angleterre
surtout ne peut pas laisser la Turquie dans sa forme actuelfe.
D'ailleurs la question turque a pris aujourd'hui la forme d’une
question juive et russe. Hn Anatolie la dictature de Moustafa:
Kémal Pacha et la comédie de séparation du Halifat et du
Sultanat feront nécessairement naître des différends parmi le
inonde Musulman. Tout cela prépare un champs favorable à
la politique des Russes et de ceux quii désirent imposer ,,le«r
prépondérance” en Lurope.
12
Pour le moment U Russie laissant à d'autres Constantinople»
se contentera-t-elle de mettre la main sur une zône fixe ew
Anatolie entoureé d'une majorité turque et de respira l'air
de la Méditerranée par le port de Merméris par exemple^
E’Angleterre et la Russie ne peuvent-elles par s'entendre sur
ce sujèt ?
En cas où la France s’opposerait à cette entente et 'que l'Alle­
magne se mettrait de la partie, jè crois que fa face du monde
sera changée.
Quant à moi, jè vois que derrière ce rideau noir, la poli­
tique générale est dirigée vers ce point, et j'ai l’intuition qu*
non» serons témoins des scènes, des aventures et- des événe­
ments tragiques.
Dans cette brochure je ne voulais même pas effleurer ce
sujet;' car le moment ne souffre pas des plus amples explica­
tions sur cette question. Mais que faire, un de mes défanfl*
est de dire aujourd'hui ce que d'autres oseront dire demain.
• « •

Tel étant l'état de choses tant à l'intérieur que à extérieur,


quelles sont les mesures à prendre pour réinstaller la dynastie
d'Osman au Halîfat et au Sultanat qui religieusement et poli­
tiquement ne doivent pas être séparés, de rétablir l'Empire Otto*
man sur des bases nouvelles et conformes aux nécessités du siècle
et de sauver le pays des attaques de l'organisation dépendant
des juifs sionistes.
Méditer ces points est un devoir sacré pour ceux qui
aiment la religion et la patrie.
Quant à moi. mon opinion sur ces points est nécessairement!
concrète, catégorique et de nature à éveiller les intéressés. Que
chacun des intéressés, selon sa position, s'attache à en saisir
le sens, en prenne sa part et fasse le nécessaire. Nous avons vu
que le résultat des actions illogiques fut tragique. Sa Majesté
Impériale Mehmed Vahid eddin ne sut pas choisir ses conseiller».
Elle mit sa confiance en des personnes telles que Damad Férié
Pacfaa^ ignorant le pays et la situation. Elle adçpta en même
temps dans les affaires de l'E tat une ligne de conduite propre à
aesnrer ses intérêt« personnels et à installer l'absolutisme. Aussi
13

ne sut-Elle pas profiter des plusieurs occasions et des secours qui


poovaient. Lui venir tant de la part de ses sujets que de l'é­
tranger. A cause de cela nous sommes tombés dans (a position
Actuelle. Beaucoup de personnes se sont trouvées dans l'obligation
de s'expatrier.
Aujourd’hui rien qu' en Grèce il y à plus de cent mille
réfugiés v compris dix à quinze mille Cireassiens fidèles A la
religion et au trône. Il y en a le double en Syrie, a.u Hedja?
e« Mesopotamie et dans plusieurs villes de l'Europe. Qui pensera
à eux? Suivant le traité de paix quatre cent mille musulmans
devront être chassés de la Macédoine. Ils seront dirigés sur "la
Turquie après avoir été dépqsscdés de leurs fortunes mobilières et
est immobilières. Qui prendra soin de ces malheureux ('-migrants?.
Chez-nous y a-t-il une personne qui ne fût pas1 témoin des
malheurs subis par les émjgrés?
En échange, des commerçants et des industriels non musul­
mans doivent quitter la Turquie. Avec quoi allons-nous combler
le vide laissé par eux? Avec quoi allons-nous compenser les
pertes que le pays subira de ce chef?
Tous les membres de la famille Impériale, Princes et Prin­
cesses, se trouvent en danger. Parcmel moyen seront-ils „protégés ?
Y a-t-il une organisalion formée par l'opposition qui puisse
repondre avec autort'té à ces questions?
lin présence de cette situation, qu' a-t-EIIe pensé et quelles
mesures a-t-i:lle pu prendre Sa Majesté Impériale le Sultan et
Halif Mehmed Vahid ecîdin qui dans Ja proclamation pleine de
contradictions, .qu Elle a publiée, à la Mèque dit qu' Fille est
le Souverain légitime de l'Empire Ottoman réunissant la qualité
de tialifat et de Sultanat et qu' Elle est décidée d'entreprendre
la lutte contre la proposition de séparer le Halifat et le Sultanat
at qui se repose aujourd’hui à San Remo avec un entourage de
•waonnes connues?
Quant à moi jè pense ainsi:
Qui que ce soit aujourd'hui le Souverain des Ottomans et le
Halif des Musulmans, il doit entreprendre la lutte en personne ou
bien en charger un des Princes le plus digne, rassembler en un
point,, «ans distinction de race et de religion, tous les Ottomans
æ trouvant dans \ t pays et à Vètranger, altendant le salut, ainsi
14

que ceux des officier* supérieurs et subalternes nui seraient


fidüesV u trône et à Ja rriiaion et yui n'auraient nas encore
c e m t r f c que le problème nV>t qu'ui'e manoeuvre iuivè et former
«ne ©rfanisation capafcdt* à tenir têt.’ à la force et aux mèneéi
jiÎivw .' Tous ceu\.qul fercui preuve d'inactivité. de poltronnerie
et d'avarire doivent, chacun selon sa position, être ten is re*-
Consables.
La gramlenr d ’âme personne se voit dans les jours
de malheur ; en d ’autres termes la g m d e u r des jours *dc malheur
liait voir la grandeur d ’àine d'une personne.
Î1 y a plusieurs exemples ; ce que des armées composera
des plusieurs centaines de mille hommes n'ont pas pu taire,
a été fait par l’action sage et ferme d'une s>eule personne.
jLo laissant de côté le» détails de l’organisation" cl «vux
île ^t^aHion" qui doivent être tenus secrets, j'esperè fermement
qoe Sa Majesté Impériale le Sultan et Halif Mchmed Vahid
eddÿt VI ou un des Princes Impériaux énergique, ferine et de
velooté, ^même une Prrue*w, entreprendront 1« lutte ■•ontitnl
en Bleu et se résignant à Sa volonté. J ’esperè entore qu’un t4
ces Personnages voudra bien accepter cette invitation ouxerte,
qo’ll se mettra à la tête J ’une organisation solidement romlée
et q u ' 11 réussira à retz.blir le Sultanat et le ï lalif'tt qui sont
menacés d'écroulement.
Un dernier mot:
Malheur aux intéresses qui tout en se rendant compte de kl
•ëcefslté ne repondent pas à l'appel.
Malheur à la dynamite d ’Osman.
Malheur au ¿ouveru-.vient et à la nation.
Derin Tarih Kültür Yayınları 3

■D e r iıı ı

tarih
Tüm Bildikleriniz Tarih Olacak!

Derin Tarih dergisinin bir kültür hizmetidir.

Parayla satılam az

You might also like