You are on page 1of 315

1

ÂDEM A.S. Ve Hz. HAVVA ve PEYGAMBERLER TARiHiNDEN SEÇiLMiŞ KISSALAR

Yazan : Mehmed Faruk GÜRTUNCA

SflĞLflM YflYINEVİ

Prof. Kazım İsmail Gürkan Caddesi

Üretmen Han 29/16 Cağaloğlu-İST.

Tel: 527 52 79-513 67 70

edid lüman bal: "Peygambe güzel, açık kitap, en tj faydalanarJ hazırlarımı layarak, bu ru şekilde t

Her Hakkı Mahfuzdur

Kitabın adı : Âdem (A.S.) Ve Hz. Havva

Yazan : Mehmed Faruk Gürtunca

Naşir : Alaaddin Sağlam

— İstanbul

ÖNSÖZ

Yediden yetmişe kadar Müslüman anaların, Müslüman babalann ve onların Müslüman çocuklarının
topluca anlayacağı «Peygamberler Tarihi» konusunda güzel, açık bir dille yazılmış kitaplarımız çok
azdır. Fakat eski büyük bilginlerimiz konularını Kur' -ân-ı Kerim'aen aldıkları bu din bilgilerini
kütüphaneler dolusu yazmışlardır, işte biz, o büyük eserlerden faydalanarak bu kitabı hazırladık. Bu
kitapta, Hz. Âdem (A.S.)'dan başlayarak, bütün Peygamberlerin hayâtlarını en doğru şekilde bulacak
ve zevkle okuyacaksınız.

Yüce Allah'ın bu yolda bizi hayırlı başarıya erdirmesini dua ederiz. Çünkü Yüce Allah, Kur'ân-ı
Keıim'de :

«Bana dua ve niyaz edenlerin duâlarını kabul ederim ve onlara çok yakınımdır!..» buyurmuşlardır.

Yüce Allah, duamızı kabul etsin- Âmin.

SAĞLAM KİTABEYİ Alaaddin Sağlam

1
2

—3

Hz. ÂDEM

ve ..•-'• . . • '. . . .

Hz. HAVVA

Bütün yaratılan dünyaların Rabbi olan Yüce Allah (C.C.)'ın en sevgili kulu, Peygamberlerin sonuncusu
Muhammed Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:

«Allâhü Teâlâ Hazretlerinin yarattığının ilki benim Muhammed nûrumdur!» .

Ey Müslüman topluluğu! Yüce Allah (C.C.), o nurdan melekleri, bütün varlıkları yarattı. Yerin,
göklerin, 18.000 âlemin ve yedi katı üstünde cenneti kurdu. Ay, Güneş ve Yıldızlan yarattı. Engin
göklerle yer'e: «Habîbim Muhammed nuru sizde emanet kalsın!» diye buyurdu.

Ama o nuru ne yücelerdeki, ne onların altındaki varlıklar yüklenmekten çekindiler, korktular. O


zaman Yüce Allah (CC.), Meleklerine: «Ben topraktan insan yaratacağım!. Dünya yü -zünde halife
(vekil) bırakacağım!...» diye buyurdu.

O zaman Melekler: «Ya Rabbi, orada, o dünyada fesâd çıkarıp kanlar dökecek kimseyi mi
yaratacaksın? Oysa biz Sana hamd ile Seni öğer, Sana şükreder, Seni her noksandan uzak tutarız,»
dediler.

Yüce Allah (C.C.), onlara şöyle buyurdu: «Ben, sizin bilmediğinizi bilirim!.»

Melekler, Yüce Allah (C.C.)'dan bu cevâb gelince, sordukları soruya pişman oldular. Günâh
işlediklerini bilip anladılar.

-Yâ Rabbi! Biz Seni yüceliklerinle överiz. En yüce, en kutsal Sen'sin! Sen'in bize öğrettiklerinden
başka bilgimiz yoktur. Her şeyi, hakkı ile bilen, her şeyi hikmetle yapan Sen'sin!.» dediler.
Sorduklarına pişmanlık getirdiler.

«Ey yüce Allah'ımız, biz Sen'in emrine, buyruğuna her zaman baş eğeriz!» dediler. Tevbe ettiler. Al-
lâhü Teâlâ'mn kızgınlığından korktular. Her gün gökyüzünün ARŞ alanında dolaştılar, ağlayıp duada
bulundular, yine Hak Teâlâ'ya sığındılar. Yüce Rabb'ımız da onlara acıdı.-

«Ey meleklerim! Siz Benim bağışlamamı, yarlıga-mamı diler misiniz?» dedi. Onlar da:

«Dileriz Yâ Rabbi!» diye cevap verdiler. «Biz bilmediğimiz bir şeyi söyledik. Bizi bağışla Sen. Bize
kızgınlık, kırgınlık gösterme!»

O zaman, Hakk Teâlâ Hazretleri Âdem (A.S.) 'i yaratmayı murâd etti:

«Ben balçık çamurundan insan yaratacağım!» dedi. Sonra toprağa:

«Ben, senden insanları yaratacağım. Bir takımı Bana başeğecek, bir kısmı da isyancı olacaktır- Bana
ibadet edenleri Cennet'e, isyancı olanları Cehennem'e koyacağım!» diye buyurdu. Toprak yalvardı:

2
3

«Ey Yüce Allah'ım! Sana baş eğene söz yok. Ama, isyancıların Cehennem'e girmesinden korkanm!»
dedi. Sonra ağladı, ağladı. Yeryüzündeki ırmak ve pınarlar o gözyaşlarındandır.

6—

Yüce Allah (C.C.), Meleklerin en büyüğü Cebrail (A.S.)'e.- «Var git, YER'den biraz toprak al, getir!»
diye buyurdu. Yer, ağlayıp çığlık attı. Cebrail (A.S.)'e: «Ben Büyük Allah'ımızın Yüceliğine sığınırım.
Benden, bugün bir şey alma!» dedi. Cebrail (A-S.), ye-re acıdı; eli boş olarak geri döndü. Yüce Allah'a:

«Yâ Rabbim!» dedi. «Sen bilirsin ki, buyruğuna aykırı bir niyyetim yoktur. Tanrılık, lûtuflarına gü-*
vendim. Yer'in ağlayışlarına acıdım, bağışla beni ey Yüce Rabbim!» dedi.

Cenâb-ı Hakk, Büyük Meleklerden Mikâil (A.S.)'i çağırdı: «Yer'den biraz toprak al, getir!...»
buyurdu. Ama O da, toprağı getiremeden eli boş döndü.

Hakk Teâlâ (C.C.), Dört büyük Melek'ten Azrail (A-S.)'a buyurdu. O da Yer'e geldi. Bir avuç toprak
aldı. Bu toprağı Yer'in her yönünden topladı. Mekke ile Taif şehirleri arasında bir alana koydu.

Azrail (A.S.), Yer'den toprağı alırken, yine onda bir inilti duymuştu. Yüce Allah (C.C.):

«Ey toprak, gam yeme. Sen'den alınan o toprağı en güzel bir biçimde sana yollayacağım! Senden
kara toprak alırım, ay yüzlü, beyaz kişiler gönderirim sana!» diye buyurdu.

Bu toprak dünyanın her köşesinden derlenmişti. Türlü türlü renkleri vardı. Bu nedenle Âdemoğulları
çeşitli renk ve huyda yaratılmıştı.

Yüce Allah (C.C.), Azrail (A'SJ'e:

«Buyruğumu yerine getirdin. Seni ruhları almakla odevlendiriyorum.» diye buyurdu. Azrail (A.S.), bu
güç ödev için çok ağladı:

_7—

«Yâ Rabbi,» dedi, «Ademoğullarına bundan kötü

olur mu? içlerinde. Nebileri, yüceleri vardır. Cn-lar bana çok kızacaklardır!»

Hakk Teâlâ Hazretieri: «Ey Azrail! Ben, hastalıklar yaratırım. Onlar, ölümün hastalıktan geldiğini
sanırlar ve seni anmazlar!..» diye buyurdu.

Yüce Allah (C.C.), bundan sonra p toprağın üstüne bir bulut parçası yolladı. Kork gün yağmur
yağdırdı ve kırk sabah Mazret-i Âdem'in balçığını kudret eliyle hamurlaştırdı- Dört Büyük Melekten
israfil (A.S.), Allah (C.C.)'m kudret ırmağından birkaç damla su getirdi. Cebrail (A.S.), Allah (C.C.)'m
yüce lût-fundan hava ve Mikâîl (A.S.), ateş getirdi. O toprağın üstüne koyup döktüler.

Yüce Allah (C.C.), Âdem (A-S.)'in her organını Arz'ın bir yerinden yarattı. Hazret-i Âdem (A.S.)'m

Başı: Kâ'be toprağındandı. Gerdanı: Kudüs'teki Kutsal Ev toprağındandı. Göğsü: Dehnâ çölü
toprağındandı. Mübarek sırtı ve karnı: Hint ülkesi toprağıydı.

3
4

Elleri: Doğu, Ayakları: Batı topraklarındandı. Derisi, sinirleri, damar ve kemikleri dünyanın başka
başka yerlerindendi. Âdem (A.S.), bir güzellik ser-gisiydi.

Âdem (A.S-), kırk yıl yerde o hâlde kaldı. Hakk Teâlâ (C.C.) Meleklerine:

«Vann, Âdem'i akın akın ziyaret edin. O'na saygı gösterin ve önünde secde kılın, eğilin!» diye
buyurdu.

Melekler, Âdem (A.S.) 'in çok güzel yüzünden, çok güzel şeklinden şaşkına döndüler. Çünkü, o güne
Kadar böyle bir yaratık görmemişlerdi.

ŞEYTÂNIN ŞAŞKINLIĞI =

Bir gündü. Şeytân, kendi adamlariyle yeri gezerken yolu, Âdem (A.S.)'in henüz cansız kalıbının
bulunduğu yere uğradı. O'nun hâlini merak ettiler. Şeytân, parmağı ile Âdem (A-S.)'in kalıbına fiskeler
vurdu. Bir ses geldi. Şeytân : «içi boş bir şey bu! Sabredin, ben içine gireyim. Dolaşayım. Size de
haber vereyim.» dedi.

Şeytân, Âdem (A.S.)'in içine girdi. Dünyada ne gördü ise orada da vardı. Sonra şaşılacak bir mahzen
gördü. Ama kapısı kapalıydı, îçeri girmek istedi. Giremedi. Âdem (A.S-) 'in yüreğiydi burası. Onu kabul
etmedi. Şeytân, dışarı çıktı. Yanındakilere-.

«Ey Kavm! Eğer Allah, bunu bizden üstün kılarsa, ben isyancı olurum!» dedi. «Eğer beni, ona üstün
kılarsa onu yok ederim!»

Böylece Âdem (A.S.)'in kalıbı tamamlanınca ona ruh üfürülecek zaman geldi. Hakk Teâlâ (C.C.),
Cebrail (A.S.)'e: «Habîbimin nuruna sadef olan kıymetli İ/tciyi al, getir! Âdem'in iki kaşının ortasına
emânet kıl!» diye buyurdu.

ÂDEM (A.S.)'m KALIBINA RUH ÜFLENMESİ

Yüce Allah (CC.)'ın kudreti ile Âdem (A.S.)'in vücüd yapısı tamam olunca, Hakk Teâlâ (C.C.), Rûh'a:

«Şu yarattığım cesede gir!» diye buyurdu.

Ruh, Âdem (A.S.)'in kalıbına baktı. Hem de cesede baktı. Cesed karanlıktı, özür diledi, içeri
girmekten çekindi. Fakat, HazreM Muhammed (S.A.V.)'in mübarek nuru, Âdem (A.£U 'in alnında
parlıyordu O ışıkla, o cesede girdi. Cesed karanlık, ruh çok lâtif ve güzeldi.

Ruh, cesedin göz pınarcığından içeri girdi ve yıllarca o dimağın içinde kaldı. Ruh, orada nereye
uğradı ise, saksı gibi olan beden et ve kan olmaya başladı. Ve Hazret-i Âdem (A.S.) mübarek gözlerini
açınca, bakışları ARŞ'ı gördü. Orada:

«Allah'tan başka Allah yoktur. Muhammed O'nun Resulüdür!» kelimelerini okudu. Ruh kulağından,
dimağına gelince Âdem (A.S.) aksırdi:

«Âlemlerin Rabb'ına hamd olsun!» dedi. Vücûduna hareket geldi. Kımıldadı-Hayât buldu.

4
5

Âdem (A.S.), o zaman şekiller dünyasına baktı. Yeri çiçeklerle süslenmiş, gökkubbeyi türlü biçimde
renklenmiş olarak gördü. Bu yüce ustalığa ve bu yüce nakışlara baktı. Hakk Teâlâ'nın yüceliğine
şaşırdı, kaldı. Rabb'ına hamdetti.

Böylece ruh, Âdem (A.S.)'in cesedinde yerleşince, her an Yüce Allah'ı anar, vücûd kafesini
parçalayıp çıkmak ister, Hakk Teâlâ'ya yakın olmak dilerdi. Onu, kimi kere çocuklar gibi oyalarlar, kimi
kere kendisine Melekleri secde ettirirlerdi. Her vakit Yüce Al-lâh'dan selâm ve müjdeler gelirdi. Onu
kimi bağ ve bahçelerde gezdirdiler. Çünkü yaratmak da, emretmek de, Allâhü Teâlâ Hazretleri'ne
mahsûstur. Bütün Kâinât'in Rabbi olan Allah (C-C.) ne kadar yücedir ve Ruh kuşu Âdem (A.S.)"n
vücûdunda kaldı, artık ayrılmadı.

YÜCE ALLAH (C.C.), ÂDEM (A.S.)'E BÜTÜN İSİMLERİ ÖĞRETİYOR

Yüce Allah (C.C.), Adem (A.S.)'in vücûd yapısını yaratıp onu ruh ile şereflendirdikten sonra
Meleklerine:

— 10 —

«Biz, gerçekten ÂdemoğuUarım üstün kıldık!» diye buyurdu.

Böylece yeryüzünde vekillik ve halifelik tacını, keramet kaftanını Âdem (A.S.)'in şanına bağışladı.
O'na bütün isimleri öğretti- Bütün bilgileri bildirdi. Melekler, Âdem (A.S.)'in yüce bilgi sahibi
olduğunda birlik oldular.

Âdem (A.S.), her nereye yüzünü döndürüp baksa, alnında «MUHAMMED NURU», bir dolunay gibi,
parıl parıl parlar, dururdu. Yüz güzelliği de öyle bir derecedeydi ki, Melekler Hazret-i Âdem (A.S.)'e
şaşıp kalmışlardı ve şöyle demekteydiler:

«Yaratanların en güzeli olan Allah'ın kudreti ve sânı hakkiyle yücedir.»

Yüce Allah (C.C.), Meleklere ferman buyurdu. Âdem (A.S.)'m tahtım boyunlarına yüklendiler.
Göklerin çevresini gezdirdiler. Sonu orada en yüce bir n. akam olan ARŞ'la bir hizaya koydular-

Hakk Teâlâ (C.C.) Meleklere.- «Âdem'e secde ediniz!» diye emir buyurdu.

önce Cebrail (A.S.) secde kıldı. Sonra Mikâîl (A.S.), israfil (A.S.), Azrail (A.S.), Melekler secde kıldılar.
Geri kalan bütün Melekler de secde etti. Yüce-Allâh (C.C.), Cebrail (A.S.)'i buyruğunu Âdem'e
ulaştıracak Melek olarak seçti. Rızık evinin anahtarlarını Mikâîl (A.S.)'e verdi. Allah'ın kelâmı «KURAN»
ı israfil (A.S.)'in alnına yazdı. Azrail (A.S.)'i de sevgili kulları Allah'a ulaştırma işine koydu.

Azrail (A.S.) ruhları teslim alacaktı. Kalan Meleklere de temizlik fermanı armağan edildi. Şeytân ise,
Âdem (A.S-)'e secde etmekten çekindiği için süresiz olarak koğulmaya ve lanete uğradı. Melekler, Şey-
tân'ın yüzünü Meleklikten çıkıp dev şeklinde gördü-

— 11 —

ier, yeniden Adem (A.S.)'e secde ettiler. Şeytân, secdede bulunmayınca, Yüce Allah (C.C.):

5
6

«Ey lanetlenmiş olan!» dedi. «Niçin, Benim yeryüzündeki vekilime secde etmiyorsun?..»

Şeytân Aleyhillâne de: «Ben Adem'den daha hayırlıyım! Beni, Sen ateşten yarattın. Adem'i ise
topraktan! Ateş güzeldir, temizdir, aydınlık kaynağıdır. Karışık değildir. Toprağın öz cevherinden
üstündür!» dedi.

TOPRAKLA ATEŞİN TARTIŞMASI

Aldatıcı Şeytân, kendi üstünlüğünü meydana koymak için ateşin toprak üzerine olan üstünlüğünü
iddia ederek: «Ateş'te karışıklık yoktur, tertemizdir. Işığı toprakta yoktur!» dedi- Sonra toprak utanç
içinde kalsın diyerek ondaki noksanlıktan sayd

«Ateşte bulunan ışık engin gök kubbelerinde yoktur. Ateşte olan nur, Güneş'e üstündür. Ateş, ham
şeyleri pişirir. Eksiklikleri bütünler!» dedi.

Ö zaman, Yüce Allah (C.C.)'dan bir ses geldi: «Ey lanetlenmiş İblis! Boş lâflara baş vurma! Kendini
yüksek görenlerin sözleri makbul değildir. Yüce katımda onu taslıyanlar yer bulamaz... Alçak
gönüllülerin, kalbleri gurur nedir bilmeyenlerin şanı yüce, yeri yüksektir. Ateşin işi acı vermek,
toprağın işi sessizliktir. Acı çekenlerle sessizler bir olamaz. Ve ateş elbette yeri olmadığı için toprağa
muhtaçtır. Ama toprak ateşe muhtaç değildir.. En güzel mekân olan Cen net'in toprağı bile misktir.
Toprak tamir işinde kullanılır. Ateş, yakıcı, yıkıcıdır... Toprak, ateşe göre daha türlü ve sayısız biçimde
üstündür. Ey lanetlenmiş

— 12 —

İblis! Sus! Senin öz madden ateştir. Ben Allah'ının dünyaya vekil, halîfe gönderdiği Âdem'in aslı ise
topraktır.»

Ateşle toprak, tartışmaya başladılar. Ateş, toprağa dönerek şöyle dedi:

«Ey toprak! Benim yüzümde safa, içimde ışığım -vardır. Geceleri, kâinatı gündüze çeviririm. Ben
öyle bir bekçiyim ki, ne zaman çerâğ başında otursam karanlıkları ortadan kaldırırım. Bir yiğit erim ki,
dilimin kılıcını kaldırıversem karanlığın kara asker ordusunu, geceleri kül ederim, ortadan kaldırırım.»

Toprak da, ateşe şu cevâbı verdi:

«Ey ateş! Senin, her zaman işin yücelik bayrağını yukarı kaldırmaktır. Benim işim ise ululuk tacını
alçak gönüllü toprağa bırakmaktır- Senin ne kadar yücelik sebebin varsa söyle.»

Ateş de şu cevâbı verdi: «Ey toprak! Sabahın ve akşamın cevheri benim kendimdir. Nice yıllar
mihnet ocağında yandım, yakıldım.»

Toprak da ona dedi ki: «Ey ateş, çok uzundillilik ediyorsun. Kendi başınla oynuyorsun. Yücelik alçak
gönüllü olmaktadır. Ben bunun içindir ki azizim.»

«Ama ben geceleri gündüz ederim. «Ben de Yer'in üstünü çiçeklerle süslerim. Hem ben Allah'ın
YER'de vekili, halifesi olan Âdem'in hamuruyum.»

6
7

Böylece Şeytân, Âdem (A.S.)'e secde etmekten el-etek çekince, üstünden keramet giysileri çıkarıldı.
Lanet giysileri giydirildi. Cennet ni'metlerinden uzaklaş- " tırıldı, dünya yüzüne atıldı- Güzel bir Melek
yüzlü iken en çirkin biçime konuldu. Ve onu ilk lanetle taşlıyan büyük Melek Cebrail (A.S.) oldu.
Gökyüzünde oturan

— 13 —

Melekler de yedinci kat gökten dünya göğüne ininceye kadar Şeytân'a lanet ettiler. Onu denizlerin
dibine indirdiler. Başını sulann üstüne çıkardığı zaman yüzü kapkaraydı. Gözleri gök rengindeydi. O
kadar çirkin olmuştu ki, dünya yaratıkları onu görselerdi şaşkına dönerlerdi.

îşte Şeytân böylece Âhiret mutluluğundan uzak kaldı. Sâdece dünya işlerine burnunu sokup eğri
yollara saptı. Oysa Âdem (A.S.), sevgili, aziz oldu. Bütün Melekler O'nun hizmetine koştular. Âdem (A-
SJ'i Cennet'e götürdüler. Üstüne yetmiş türlü giysi giydirdiler. O, öyle yüce bir derecede güzellik ve
yücelik sahibi oldu ki, Kâinât'm gözü eşini görmüş değildi. Başında çok süslü bir taç vardı. Beline çok
süslü bir kemer yerleştirilmişti, ikisinin de üstüne:

«La tlâhe İllallah Muhammedün Resûlüllâh» Yani: (Allah'tan başka Allah yoktur. Muhammed, N
ALLÂH'ın Resûlü'dür.)

diye yazıyordu. Yetmişbin Melek sağında, yetmişbin Melek solunda, yetmişbin Melek önünde hizmete
durdular. Yoluna cevherler saçtılar. Onu öğdüler. Sonra Yüce Allah (C.C.)'dan: «Cennet süslensin!»
diye emir geldi. Cennet'in kapılan ardına kadar açıldı- Ağaçlar, ırmaklar sevinçle coşup türküler
söylediler... Cennet'-teki huriler, erkek çocuklar. Cennet bekçisi Rıdvan do-nanıp süslendiler. Yüce
Allah (C.C.) 'm yakın Melekleri Kâinât'ın en yüce katlarından gelip bir sesle coştular. Âdem (A.S.) 'i
görmeye geldiler. Sonra Yüce Allah (C.C.), O'na şöyle buyurdu:

«Ey Âdem! Seni Kudret elim ile yoğurdum; Kendi hâs ruhumdan* saaa ruh üfledfan. Sana her şeyin
adını öğrettim. Şimdi de seni Cennet'ime soktum. Sana

gereken vazife, andımla sendeki emânetime saygı gös-termendir!»

Âdem (A.S.) de: «Ey Yüce Allah'ım! Andını, fermanını bana bildir. Ben de saygımı eksik etmeyeyim!
Ona uyayım!» dedi.

Yüce Allah (C.C.), Cennet'teki bir ağacı göstererek:

«Bu ağaca yaklaşma! Sonra zâlimlerden olursun! Sana düşman olan birinin sözlerini işitip kanma. O
ağacın yemişinden yeme!» diye buyurdu.

Artık bütün Cennet ehlinin hepsi Âdem (A.S.J'e hizmette bulunmaya başladı. Ne zaman Hazret-i
Âdem (A.S.)'in mübarek yüzüne baksâlar, Allah (C.C.)'m o sevgili kulu Muhammed (S-A.V.)'e salâvat
getirirlerdi. Çünkü p «Muhammed Nuru», Âdem (A.S.)'in mübarek akımda parlar, dururdu.

Âdem Aleyhi's-selâm, Cennet'te ilk önce üzüm, incir, hurmadan yedi. Sonra Cennet yemeklerine ve
yemişlerine sevgi gösterdi. Bahçeleri, bağlan, Cennet köşklerini, güllükleri, fesleğenleri, bütün kokulu
bitkileri seyretti. Canı ne isterse onu hemen karşısında hazır bulurdu. Lâkin yaradılışı nedeniyle, kendi
cinsinden, kendi et ve kanından bir arkadaş, bir eş istedi. Onunla baş başa kalmak diliyordu.

7
8

Âdem (A.S.), bu düşünceye dalmışken derin bir uyku benliğini sardı. Sol yanının yukan iye
kemiğinden HAVVA Anamız yaratıldı. Havva Anamız da Âdem Babamız şeklindeydi. Yüzü, biçimi O'nun
gibiydi. Ama, Havva Anamız kadındı. Boyu ayni boydaydı. Güzellikte bir Aydı. Âdem'e benziyordu,
Onunla geziyordu!

— 15 —

Derisi de nazikti, Rengi temiz bir renkti! Sesi güzel mi güzel! ' Güzel yaratmış ezel!

Kapkaraydı gözleri, Çok tatlıydı sözleri! Dişleri avuçları, Tabanının uçlan, Adem gibi güzeldi, Elleri nazik
eldi! Saçı yediyüz bölük, Hepsi alnına dökük! Saçının herbir teli, Yakutlarla bezeli!

Âdem Babamız, yanındaki Havva Anamıza şaşkınlıkla baktı. Çünkü O'nun yaratılışından haberi
olmamıştı. Havva Anamıza:

«Kimsin sen?.» diye sordu. «Neye buraya geldin?.»

Havva Anamız da: «Ben; senin eşin, çiftin olmak için yaratıldım. Yüce Yaratan beni, sana arkadaşlık
ve gönlünü hoş etmek için yarattı. Beni sana çift olmak için gönderdi!» dedi.

Adem Babamız: «Ey Yüce Allah'ım. Bu kişi ne cins şeydir ki, onu bana arkadaş yolladın.» dedi.

Yüce Allah'ımız da: «Sen, Benim kulumsun! Seni Arz'dan, yer toprağından yarattım. Adını ÂDEM
koydum. Bu ise dişi yaratığındır. Onu diri, canlı kişiden yarattığım için adını HAVVA koydum!.-.» diye
buyurdu.

Âdem Babamız:

«Yâ Rabb, O'na kalbim çok eğildi. Sanki o ciğerimden bir damladır!» dedi.

Yüce Allah (C.C.):

«Ben, O'nu senin için yarattım yâ Âdem! Benden O'nun için bir şey iste!..» diye buyurdu. Âdem
Babamız da: «Yâ Rabbi, ne diliyeyim?» diye sordu.

Hakk Teâlâ Hazretleri de: «Ey Âdem! İbâdet ve iyi amel dile!. Dînin bûgile-rini O'na öğret!» diye
buyurdu. Sonra Meleklerine emirler verdi, cevher taşlarından yapılmış bir kürsü getirildi. Âdem
Babamız kürsüye geçip oturdu. Bütün Melekler geldi. Orada hazır bulundular.. Yüce Allah

(C.C.):

«Ey Âdem! Havva'yı Benden iste.» buyurdu. Adem Babamız da Havva Anamızı istedi. Yüce Allah da
O'nu Âdem Babamıza verdi. İkisini biribiri-ne eş etti. Evlendirdi. Hakk Teâlâ, önce Hazret-i Mu-
hammed (S.A.V.)'in mübarek adı ile başlayarak şöyle buyurdu:

«Ey Âdem! Benim Habîbim ve Nebim; Halîlim, Mu-hammed Mustafâ ki (S.A.V-) yaratılışın
başlangıcı .O'-nunla oldu. Bu alnındaki nur olmasaydı ne aydınlık, ne karanlık, ne Cennet, ne
Cehennem, ne Arş, ne Kür-sî, ne Yer, ne Gök'ler, ne Cin, ne İnsan olmazdı. Bu nedenle O'nun adını
önce andım!»

8
9

Böylece Âdem Babamızla Havva Anamızın nikahı kıyıldı. Melekler, Âdem Babamızla Havva Anamızın
üzerine Cennet'ten cevherler ve çiçekler serptiler. Yüce Allah (C.C.), o ikisini de Cennet'fe oturttu, ikisi
de türlü Cennet ni'metleriyle, türlü türlü, tadı hoş yiyeceklerle doydular. Yediler, içtiler. Ama Yüce
Allah C-C.), onları Cennet'e yerleştirirken bir ağacın yemişlerini onlara bildirerek:

16 —

— 17 —

F./2

«Sakın, bu ağaca yanaşmayın ve yemişlerinden yemeyin!» diye buyurmuştu.

Âdem Babamızla Havva Anamız, Cennet'te yaşamaya başladılar. O tembih edilen ağaca dokunmaktan
çekindiler. Ama, Cennet'te ne yana varıp gitseler o yasak ağaç yemişleriyle karşılarında birden ortaya
çıkıyordu...

ŞEYTÂNIN ÂDEM BABAMIZLA HAVVA ANAMIZI ALDATMALARI

Cennet durağı Âdem Babamızla Havva Anamıza evlenme yuvası olunca, Şeytân'ın Âdem Babamıza
kötülük isteği daha da arttı. Her ne türlü hile, Şeytanlık, tblislik varsa onlarla onlara kötülükte
bulunmayı diledi. Yüce Allah'ın bir ağaçtan yemiş yemeyi Âdem Babamıza yasaklamış olduğunu
biliyordu... Buna çok sevindi. Yer'den göğe uçarak Cennet'in yardımını diledi. Ama o'nu Cennete
girmeğe bırakmadılar. Şeytân da Cennet kapısında bekledi. Niyyeti Cennet'ten çıkacak bir yaratığa
hile yapmaktı. Tam 300 yıl bekledi. Hiçbir kimse Cennet'ten dışarı çıkmadı. En sonunda Tâvûs'un
oradan dışan çıktığını gördü. Şeytân ona yaklaştı.- «Sen kimsin ey tertemiz yaratık?» dedi.

Tavus da.- «Ben Tâvüs'um! Ya sen kimsin?» diye sordu.

O da: «Ben Yüce Allah'a yakın olan Meleklerden biri -yim. Dileğim Cennet'e girmektir... Hakk Teâlâ,
dostlarına ne ni'metler hazırlamıştır göreyim! Elinden bir çare gelir mi? Sana bu yardım karşılığında
bir şey öğreteyim ki ne yaşlanır, ne hasta olursun! Süresiz Cennet'te kalırsın!.» dedi.

Bunların hepsi Uçmak'ta, yani Cennet'te yaratıklara bağışlanmıştı. Ama Tavus:

«Gerçek mi söylersin?» diye sordu. Şeytân: «Yemin ederim ki doğrudur!» diye cevab verdi. Tavus,
bu şeytanlığa aldandı. Tamaha düştü:

«Benim buna gücüm yoktur. Ama Yılan adında bir erkek kardeşim vardır. Bu iş, onun elinden gelir!»
dedi: Tavus, Yılan'a'vardı. Ona:

«Ey kardeş! Sana müjdeler olsun! Allah'a yakm bir Melek bize üç kelime öğretecek! Süresiz bir
sağlığımız olacak. Cennet'te süresiz kalacağız. Bir de bizimle kardeş olacak.» dedi.

Yılan, hızla Cennet'ten dışarı fırladı. Şeytânın yanma geldi. O da Yılan'ı öyle aldattı ki onu kandırdı.
Yılan: «Ama, Cennet kapıcısı Rıdvan ile öteki bekçilerin arasından ben seni Cennet'e nasıl iletirim?»
dedi. Şeytan ona; «Ağzım aç!» dedi. O da ağzını açtı. Hemen onun ağzına girdi. Hemen onunla
Cennet'e girdi. Cennet bekçisi onun geldiğini duyunca Şeytân'ı oradan çıkarmak istediler. Yüce Allah

9
10

(C.C.) 'tan ferman geldi: «Onu içeri alınız!» diye buyurdu- «Benim bu L-Jte bir sırrım ve hikmetim
vardır.»

Sonra, Şeytân, Âdem ve Havva'nın yanına geldi. Ağlayarak karşılarına geçti. Fakat, Âdem Babamızla

Havva Anamız onun Şeytân olduğunu bilemediler. Ona:

«Neye ağlıyorsun?» dediler. O da: «Ey Meleklerin dizlerine kapanıp secde ettiği Adem! Ey Yer'in ve
Kâinât'ın seçkin kişisi. Ey güzellikte eşi olmayan! Seni bu yerden çıkaracaklardır. En sonunda sağlık
giysini sırtından çıkarıp ölüm kefenini giydireceklerdir. İkiniz bir arada iken ayrılık belâ sına
uğrayacaksınız!» dedi. Sonra çekilip gitti. Âdem Babamızın yüreğine korku düştü:

«Acaba ne çâre etsem? Ölümün şerbetini içme -sem de süresiz olarak Cennet'te kalsam!» diye
düşündü.

Uzun ömür dileğine düştü. Şeytân, yeniden Âdem Babamızın yanına geldi. O'na:

«Eğer benim sözüme inanırsan, sana bir ağaç göstereyim! Ondan bir yemiş ye!. O zaman hiçbir
zaman sana ölüm gelmez! Cennet'ten çıkmak olmaz.» dedi-

Âdem Babamıza bu yüzden teselli geldi, öte yanda Tavus kuşu ile Şeytân şöyle konuşmaya
başlamışlardı. Şeytân.- «Ey Tavus!. Cennet ağacı hangisidir. Bana göster!» Tavus, o ağacı gösterdi.

iblis, o ağacın altında oturdu. Şarkı söylemeğe başladı. Âdem'le Havva'ya:

«Rabbinizin bu ağacı size yasak etmesi, ikinizin de Melek ehlinden olmamanız ve Cennet'te süresiz
kalanlardan olmamanız içindir!» dedi.

Şeytân, bu anda Havva Anamızın karşısındaydı. Onun bu söylediklerini duyunca, Şeytân'a yaklaştı. O
da:

«Andım olsun ki, size yardımda bulunmayacağım!..» dedi. Yeminini yetmiş kere tekrarladı.. Bu
şeytanlığı Havva Anamızın gönlüne işledi. Şeytân:

«Her kim, bu ağacın yemişinden yerse; arkadaşına üstün gelir ve ondan daha güzel, daha kuvvetli
olur!» dedi.

Havva Anamız da o ağaca yanaştı. Yedi, başak aldı. Başaklardan birisini yedi. Birini sakladı. Beşini de
Âdem Babamıza götürdü. Lezzetini öğdü. O zaman buğday, şekerden tatlıydı ve kokusu miskten
güzeldi. Âdem Babamız onu yemekten çekindi ve:

— 20 —

«Ey Havva, niçin Hakk Teâlâ'nm yasakladığı şevi yaptın? Başımıza gelecekten korkmaz mısın?» dedi.
Havva Anamız: «Hakk Teâlâ'nın rahmeti sonsuzdur. Bağışlaması sayısızdır,» diye ceyâb verdi.

Âdem Babamız, Havva Anamızın bu sözüne al-danmadı. Havva Anamız, Cennet şerbetinden bir
kadeh şerbet verdi. Âdem Babamız onu içince de kendisinden geçti. Unutkanhk perdesi aklını, yüzünü
örttü.

10
11

Havva Anamız yemişten bir tane hazırlamıştı. Âdem (A.S.)'in ağzına koydu. Bu, O'na çok tatlı ve
lezzetli geldi. Henüz Âdem Babamızın midesine inmeden elbiseleri ayağından döküldü.

Elbiseler o zaman tırnak şeklinde ve rengindeydi. Hakk Teâlâ, o Cennet elbisesi hatırlansın ve ona
ağlansın diye yalnız parmak uçlarında bıraktı. Âdem Babamızın başındaki taç da kuş gibi havaya uçtu
ve Cebrail (A.S.) gelip bellerinden kemeri aldı-

O anda Âdem'le Havva birbirini çıplak gördüler. Çok utandılar. Ağaçtan ağaca sığınmak için
koşarlardı. Fakat o ağaç da kendilerinden kaçardı. Hünnap ağacının altına gelince Âdem Babamızın
sacı ona ilişti... Hakk Teâlâ'dan o zaman:

«Bizden mi kaçarsın yâ Âdem?» diye bir hitâb geldi.

Âdem Babamız: «Yalnız Sen'den utandığımdan kaçarım!» dedi. Sonra hünnap ağacına:

«Bırak beni, kaçayım!» dedi. Ağaç-

«Ey Âdem! Ben emredildim. Emire aykırı hareket edersem sana benzer, sen gibi olurum!» dedi.

— 21 —

Âdem Babamız hıçkırmaya başladı: •cEl'amân yâ Rabbî, el'amân!» dedi. Yüce Allah'ın da O'na sözleri
şöyle oldu; «Yâ Âdem neredesin sen?.»

Âdem CA.S.): «îlâhi! Burada çıplak ve esir kaldım... Ağaç dallarına yakalandım. Halimden hiç suâl
buyurmazsın!» diye cevâb verdi.

Yüce Allah (C.C.):

«Ey Âdem! Perişanlığının sebebi, isyanındır!.» diye buyurdu.

Âdem (A,S.) derin bir «Ah!..» çekti. Sonra da Allah (C.C.). Cebrail (A.S.)'a:

«Âdem'i Cennet'ten çıkar!» diye emir buyurdu-Cennet kapısına, çıkmak için gelindiği zaman:

«Ey Cebrail! Dur biraz! Âdem'i düşmanlariyle birlikte çıkar.» denildi.

Âdem Babamız ağaçlara dönerek:

«Belimi örtmek için bana yaprak verin!» dedi. Bütün ağaçlar yaprak sunmaktan çekindiler. Fakat
«1N-CÎR AĞACI» dört yaprak verdi. Hakk Teâlâ, încu-'e:

«Ona niçin yaprak verdijft?» buyurdu.

încir özür diliyerek : «O'nun isyanını görünce, O'nıa önceki saygılarım gözümde canlandı ve
gitmedi!» diye cevâb verdi- Hakk Teâlâ da:

«Bu görüşün sebebiyle sana bir nice keramet verdim. Bütün ağaçlar, ilk önce çiçek açarlar, sonra
yemiş verirler. Sen hemen çiçek açmanla yemişini, ver! Ama izinsiz yaprak sunduğun için, başm
burulmadan ve kesilmeden önce yemişin yenilmesin!» diye buyurdu.

11
12

YÜCE ALLAH (C.C.), HAVVA ANAMIZA HİTÂB EDİYOR

Bundan sonra Yüce Allah (C.C.), Havva Ana -miza:

«Yâ Havva! Neredesin?» diye hitâbda bulundu. Havva Anamız, üzüntülü bir sesle:

«Ey yüce Rabbim! Çıplağım! örtünecek bir şeyim yok» diye cevâb verdi. Yüce Yaratan da:

«Bu çıplaklık, bu suçu işlediğin için oldu. Sen, Âdem'i niçin bu belâya uğrattın? Onun halini
darmadağın ettin?» diye buyurdu.

Havva Anamız: «Ey Yüce Rabbim, hiçbir zaman Senin yaratıklarından birinin yalan yere Sen'in
mübarek adınla and içeceğim bilemezdim!» diye cevâb verdi.

Bundan sonra Cebrail (A.S.), Tâvûs'un alnındaki perçeminden tuttu. Onu Cennet'ten dışarı çıkardı. O
zamanlar 600 kanadı vardı. Melekler kanatlarını kopardılar ve o iki kanadiyle kaldı. Ayaklan günaha
yürüdüğü için çirkinleştirildi.

Sonra Yılan getirildi. Ayaklan deve ayags gibiydi. Dört ayağı vardı. Bütün vücudu yeşil zebercetten
nakışlı ve renkliydi. Derisi Güneş gibi parlardı. Dişleri, inci gibi düzgündü. Dili, misk gibiydi. Karnı kızıl
gül ve başı da kızıl yakuttandı. Onun da bütün güzellik ve endamı değiştirilip çirkinleştirildi. Ağzına
şeytân girdiği için dişlerinin dibinde öldürücü zehir toplandı. Yılanı da Cennet'ten koğdular. Ve ona
Allah tan şu hitâb geldi . "Bu günahlara sen sebep oldun. Sen de hor ve ve yüzükoyun yerde
sürünenlerden ol. Evin, ye-**"" ve yiyeceğin de toprak olsun!» Meleklere de şu hitâb geldi:

«Ey Melekler! Âdem'in saçını o ağacın dallarından kurtarın!»

Âdem Babamız, bu hitabı duyunca: «Bunda bir lütuf var!» diye umdu. «Elbette bir sebebi var ki,
Allâhü Teâlâ, kurtulmamı emretti!» dedi. Elini o ağaca vurup:

«Yâ ilâhî, bana olan o eski lütuflannı, bir kasdim olmadan işlediğim günâhtan dolayı, esirgeme, yok
kılma. Bu saadeti benden alma!» dedi.

Allâhü Teâlâ'nm Melekleri O'nu ağaç dallarından kurtarınca Allâhü Teâlâ:

«Götürün!» emrini buyurdu. O da bir ağaca tutunarak : «Yâ İlâhi,» dedi. «Beni, Cennet'ten
çıkarıyorsun! Ben ayrılığa dayanamam. Sen'siz bir yerde duramam. Benden oğul ve evlâdlar ve
Nebiler getir, üret.» Hakk Teâlâ, Meleklere emrini yeniledi:

«betin, götürün kulumu!» diye buyurdu. Âdem (A.S.), başka bir ağaca sarıldı:

«Ey Rabbim!» diye yalvardı. «Sen vaad ettin. Benden evlâd, zürriyet ve Nebi getirecektin. O
peygamberlerden îdris, Nuh hürmetine bana acı!» dedi ise de Yüce Allah (C.C.) :

«Kulumu götürün!» buyurdu. O da bir başka ağaca el atarak:

«Peygamber Halil şefaatine bana merhamet et Yâ Rabbî!» dedi.

12
13

Yeniden: «Kulumu götürün!» hitabı geldi. Böylece Âdem (A.S.), bütün peygamberlerin adını andı.
En sonunda Hazret-i Rahmetü'l Âlemin ve Seyyidü'l Mürselîn Mu-hammed Mustafâ (S.A.V.) hatırına
gelerek: «Yâ Rabbi, vaad buyurdun ki, "neslinden bir peygamber getireceğim. Her ne zaman bir suç
işlersen

onun şefaatli eteğine yapış, kurtulursun!" buyurmuş tun. Ne olur, o Nebi hürmetine bana acı!» dedi.
Hakk Teâlâ da o zaman :

«Âdem, Bana büyük bir şefaat edenin adını söyledi- Her ne dilerse vermem gerekti.» buyurdu.

Ve Yüce Allâh'dan bir nida geldi. Gerçeği bildirdi :

«Ey Âdem! Ben, seni yeryüzünde vekilim olarak orada yaşaman için yarattım!» diye buyurdu. Âdem
Babamız, işte o zaman, bu gerçeği anladı. Cennet'ten çıktı :

«Ey Yüce Yaradan'ım.» dedi. «Şiaıdi anladım ki tevbe edince tevbem kabul edilecektir ve yine Cen-
net'e gireceğim.»

Yüce Allah da : «Elbette tevbeler kabul olunur!» diye buyurdu.

Cebrail (A.S.), Âdem Babamızı Cennet'ten çıkardı. O da :

«Beni nereye götürüyorsun?» diye sordu. O da .-«Yaratıldığın yere!» diye cevâb verdi. «Beni oraya
ebedi mi koyacaksın, yoksa birkaç gün için mi?.»

«Bunu ben bilemem.» «Orada benimle birlikte kim olacaktır?» «Senin Cennet'teki ağaçtan
yemekliğine kılavuz olan, seninle birlikte olacaktır.»

Âdem (A.S.) bu sözler üzerine çok mahzun oldu. nı ayrıhk belâsı yetişmiyor muydu ki düşman la yan
yana olmak mihnetini yüklenecekti? Cebrail (A.S.) 'a döndü:

«Ey Cebrail!» «Gökyüzündekilere rezîl oldum. Bâ-halkma benİm günâhlmı duyurma!» dedi. «Senin
hâlin tâ Arş'tan Ferş'e kadar yayılmıştır,»

dedi. Adem (A.S.), bu sözden o kadar ağladı ki taş-iarın yüreği parçalandı. Sonra:

«Ey Cebrail! Biraz sabret. Meleklere veda edeyim. Bilmem ki tekrar buluşmak nasib olur mu? Ve
sonumuz nice olur, bu da belli değildir!» dedi.

Âdem (A-S.), yüzünü Allâhü Teâlâ'nın yakır Meleklerine çevirdi:

«Esselâmü Aleyküm ey Allah'ın Melekleri!» dedi. «işte beni, sizin aranızdan koğdular, çıkardılar.
Bana ne yapılacağını bilemiyorum! Lâkin, sizden bir muradım var. Bana bu yolda bilerek yaptığımı
sanmayın. Belki unutkanlıkla suç işledi, deyin. Çünkü kasdım yok, hatırlayamamam vardı.»

Bundan sonra Allâhü Teâlâ tarafından: «Hepiniz Cennet'ten inin!» fermanı geldi. O ânda Âdem,
Havva ile Şeytân, Yılan ve Tavus biribirinden ayrıldılar ve yeryüzüne indirildiler. Âdem (A.S.) Se-rendib
adasına bırakıldı. Orası bir dağ idi ki gökyüzüne çok yakın tepesi vardı, öyle ki, Âdem (A.S.), oradan
Meleklerin gökyüzündeki teşbihini, Allâhü Te-âlâ'ya olan niyazlarını işitebiliyordu. O da bu teşbihlere
ve zikirlere uyardı- Gamı, hüznü arttı.

13
14

Havva Anamız Cidde'ye, Tavus Yemen'e, Yılan İsfahan'a atıldı. Şeytân'ın nereye indirildiği hakkında
rivayetler vardır.

Kimileri : «Basra'ya atıldı...» Kimileri : «Mısu 'a atıldı!» derler. Kimileri de : «Belirli bir atılma yeri
yoktur!» demişlerdir.

Âdem (A.S.) evlâdlan ile iblis arasında, tâ Kıyâ-met'e kadar düşmanlık kuruldu.

Bundan sonra Cebrail (A.S.) gökyüzündeki yerine döndü. Âdem (A.S.) yeniden feryada ve ağlamaya
başladı .-

«Ey Cebrail! Beni mihnetin kucağına atıp gidersin Bilmem ki ne zaman bu mihnet ülkesine dönersin?»
dedi. Cebrail (A.S.):

«Biz Melekleriz. Verilen emirden dışan çıkamayız,» dedi ve veda etti. Gözden kayboldu.

Âdem (A.S.) 'in derdi, mihneti arttı. Kendisini toprağa atıp yerden yere vurdu, yuvarlandı. Yerden
eliyle toprak alıp başına saçıyordu. Ve :

«Yâ Rabbi! Beni Cebrail yalnız başına bıraktı ise de Sen beni yalnız bırakma!» diye yalvarıp yakardı.

Hz. ÂDEM İLE Hz. HAVVA'NIN CENNETTEN ÇIKARILIŞI

Âdem (A.S-)'in Cennet'ten çıkmasının sebebi şudur :

«iblis, ki ona lanetler olsun, Hazret-i Adem'in sebebiyle mel'ûn olunca, Allah'ın rahmetinden
ümidini kesti. Hakk Teâlâ, onu Cennet hazinedarlığından kovdu. Bu yer mülkünü ondan aldı, Âdem
(A.S.) 'e verdi. Cennet hazinedarlığını Rıdvan'a sundu, iblis Cennet'e . girmek için, dört yanı dolaşırdı.
Fakat giremezdi. Çünkü yeni Cennet muhafızı onun Cennet'e girmesine mâni olur bırakmazdı. Yılan ise
o zamanlar Cennet kapıcılanndandı. iblis ile onun arasında dostluk vardı. Allâhü Teâlâ Iblis'e lanet
edince, bütün Melekler, ve Cennet'in kapıcıları ondan yüz çevirmişlerdi. Ama Yılan oradan
uzaklaşmamıştı. Yine önceki gibi onunla dost kalmıştı, iblis her zaman Cennet kapısına gelir, Cilanla
konuşur, sohbet eder, Âdem (A.S.)'dan sorardı: «O yasaklandığı ağaçtan yedi mi?» derdi. Yılan-Henüz
yemedi!» diye cevâb verirdi.

(Rivayet edilmiştir ki, Iblîs yılanı aldatmıştı. Ona: «Bana yol ver, Cennet'e gireyim. Âdem'in yanına
varayım» dedi. Yılan:

«Melekler seni görürlerse hâlin nice olur?» Diye sordu. İblis ise:

«Ağzını aç, içine gireyim. O meleklerin yanından,

gözükmeden geçeyim!» dedi.)

Yine rivayet edilmiştir ki, yılan çok güzel yüzlüydü, dört ayağı vardı. İblis'i ağzına aldı. Cennet'e girdi.
Meleklerden hiçbiri Iblîs'i göremedi. Ve o tâ.. Âdem (A.S.)'ın yanına kadar geldi. Âdem ile Havva yan
yana duruyorlardı.

Hallerini sordu. Âdem (A.Ş.), Allah'a şükretti, teşbihte bulundu. Iblîs:

14
15

«Ben sizin, halinize acıyorum. Ve sanıyorum ki Hakk Teâlâ sizi Cennet'ten çıkardı!» dedi. Âdem
(A.S.):

«Nereden bildin?» diye sordu. Iblîs ise :

«Allah'ın Cennet'te yarattığı ağaca ebedîlik ağacı derler, her kim o ağaçtan yemiş yerse, Cennet'ten
hiç çıkmaz; ebedî olarak orada kalır!» dedi.

«"Rabbinizin size bu ağacı yasak etmesi ikinizin de Cennet'te ebedi olmamanız içindir!" dedi. Ve
sonra ikisine de "Ben herhalde iyiliğinizi isteyenim1' diyerek kasemde bulundu. Şeytan ikisini de
baştan çıkardı.» (A'raf sûresi, âyet: 20-21)

Hakk Teâlâ İblis'in bu sözüne, Kur'ân'da şöyle buyurur :

«Şeytan onlara vesvese verdi.» (A'raf sûresi, âyet: 20)

Âdem (A.S.) ile Havva, giyimlerinden çıplak kaldıklarını gördüler:

«Şeytan, Âdem'e vesvesede bulundu. "Ey Adem

— 28 —

sana ebedîlik ağacım, zevali olmayan devleti sağlık vereyim mi?" dedi.»

Hazret-i Âdem (A.S.):

«Allah'ın emrini bozup senin emrini tutamam!» dedi İblis, böylece, Âdem'den ümidini kesti.
Havva'nın yanma geldi. (Kadının tez aldanacağım düşündü.) Havva'ya da aynı sözü söyledi. Havva Ana
ne çâre ki aldandı. O ağaçtan bir tane yedi. Havva'ya hiç bir şey olmadı. Çünkü Allâhü Teâlâ'nın sözü
Adem (A.S.) üzerindeydi. Nitekim, Kur'ân'da şöyle buyurulur:

«Biz evvelce de Âdem'e emir verdik. Fakat o unut

tu. Ve biz ondan bir kasıt görmedik.» (Tâ-hâ sûresi,

âyet: 115) .

Ve şu âyette de şöyle buyuruluyor:

«Bu (Yani şeytân) sana ve zevcene düşmandır.» (Tâ-hâ sûresi, âyet: 117)

Âdem, bunu unutmuştu. Havva o ağaçtan yeyiııce ve kendisine bir zarar gelmeyince Âdem'e yemiş
vererek :

«Ben yedim bu yemişten, bir zararını görmedim! Sen de ye» dedi. Âdem (A.S.):

«Ben yemem!» dedi. Havva:

«İblis, Allah'ın azametine yemin ederek "Ben size muhabbet ediyorum." dedi.» Âdem (A.S.) da
Allâhü Teâlâ'nın yasağını unuttu. İblis'in sözünü öğüt sandı. Bir tane alarak ağzına attı, yedi. Yemiş,
Âdem (A.S.)' m boğazından aşağı indi. O anda gerek Hazret-i Âdem'in gerek Hazret-i Havva'nın
giydikleri elbiseleri, örtülen tenlerinden uçtu. Avret yerleri açıldı İkisi de birebirlerinden utandı. Bütün

15
16

vücutlarım kaplayan deri tırnak gibi parlarken, Hakk Teâlâ o deriyi onlardan (AS)' Yalmz tlrnak
uçlarında koydu (Sonraları Âdem

R-' -ter tırnagma »akışta hıçkıra hıçkıra ağlardı.) ınbırinden utanan Âdem'le Havva, bir incir ağa-

çından yaprak alarak, avret yerlerini kapadılar. Kur'-ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:

«İkisi de utanılacak edep yerlerini Cennet yaprak-lariyle örtmeğe başladılar.» (Tâ-hâ sûresi, âyet:
121)

ÂDEM CA.S.)'IN DÜNYÂ'YA İNİŞİ

Rivayete göre; Adem (A.S-)'ın Dünyâ'ya inişi Nisan ayından beş gün geçtikten sonra olmuştu.
Günlerden Cum'a günüydü ve öğle zamanıydı.

Dört günahkâr birlikte Dünyâ'ya inmiş ve ayrı ayn yerlere düşmüşlerdi. Âdem (A.S.) Serendib
adasına, Havva Anamız Cidde'ye indirilmişti. Cidde, Mekke'den yedi fersah uzaklıkta deniz kıyısında
bir yerdi. İblis, Basra şehri yakınlarında Eyle adındaki şehre; Yılan ise, İran'ın İsfahan şehrine
düşmüştü. Âdem (A.S.) 'in indiği dağ çok yüksekti. O dağ başında oturdu. İlk gök katındaki Meleklerin
teşbihlerini, Allâhü Teâlâ'ya hamd ve senalarını işitirdi. Kendi günâhı için de ağlar dururdu. Kırkgün
yemek yemedi. Fakat Allâhü Teâlâ, Âdem (A.S.)'in ölmesini dilemedi. Cen-net'te yiyip âsî olduğu
buğdayı bir kese içinde Cebrail (A.S.) ile O'na gönderdi. Cebrail (A.S.) O'na:

«Bu, senin çocuklarının yiyeceğidir!» dedi. «Bu buğdayı ek ve biç, doğ! Sen de ye!»

Adem (A.S.), buğdayı ekti. Hemen o günde buğday yetişip kemâle geldi. Âdem (A.S.) da o
buğdaydan yedi. Ve canı, ömrü kadar bakî kaldı. Cebrail (A.S.)'ın tarifi üzerine dağ eteğinde bir
değirmen kurdu. Ve Cebrail (A.S.) O'na :

«D buğdayı değirmende öğüt! Un yap!» dedi. O.da Cebrail (A.S.)'in tarifi üzere buğdayı öğüttü, un
yaptı. Cebrail (A.S. h

«Unu hamur yap!» dedi. O da unu hamur yaptı. Cebrail (A.S.):

«Şimdi bir yeri kaz, içerisinde ateş yak ve hamuru içerisine bırak pissin, sonra ye!» dedi- Âdem
(A.S.), söylenenleri yaptı.

Havva ise, acıktıkça denize elini uzatır, denizden bir balık çıkarır, Güneş'te kızmış bir taş üzerinde
kızartır yerdi.

Âdem (A.S.), o dağ başında yüz sene işlediği günâh için ağladı, gözyaşı döktü. O gözyaşlarıyla, Helî-le,
Belile ve Emlec gibi insanlara faydalı bitkiler sulandı (*).

Âdem (A.S.) yüz yıl ekin ekti ve yedi. Cebrail (A.S.), O'na yaban sığırlarından bir de öküz vermişti. O
yüce dağdan demir de çıkarmıştı. Cebrail (A.S.), demiri, topraktan nasıl çıkardığını, nasıl döğüldüğünü,
kullanılacak hâle nasıl getirileceğini de öğretti- Âdem (A.S.) ne zaman ekilip, ne zaman biçileceğim,
nasıl hamur yapılacağını ve nasıl pişirileceğini de, Cebrail (A.S.)'dan öğrenmişti.

Bundan^sonra Cebrail (A.S.), Hazret-i Âdem'e şöyle dedi:

16
17

«Bütün bu ayıplar, Cennet'in içinde Allah'a âsi olduğun içindir. Bundan sonra zahmet çekmeden ııi'-
ıaet yiyemezsin!»

Allâhü Teâlâ da şöyle buyurur:

-Şeytân, sizi Cennet'ten çıkanr ve zahmetlere sokar.» (Tâ-hâ sûresi, âyet: 117) Bu zahmet, bir nev'i
insana zulümdü.

Adem (A.S.) yüz yıl o dağ başında ağladı. Allâhü

(*> Bu otlar şimdi Hindistan'dan gelir. Hekimlikte ve boyamakta kullanıhr

Teâlâ, Âdem (A.S-)'e acıdı ve kendisine kelimeler öğretti. Cebrail (A.S.) geldi:

«Yâ Âdem!» dedi. «Hakk Teâlâ sana selâm ediyor ve diyor ki :»

«Ey Âdem! Ben, seni kendi elimle yarattım. Sana ruh verdim. Meleklerime, sana secde etsinler diye
emir verdim. Sen, niçin emrime karşı geldin?.»

Âdem (A.S.) da:

«Nasıl ağlamayayım, ki Allah'ın yakınandayken uzak düştüm. Ve Allâhü Teâlâ'nm emrine âsî
oldum!» diye cevâb verdi. Cebrail (A.S.):

«Üzülme yâ Âdem! Allah'a dua et- Allâhü Teâlâ da Gafur, Rahîm'dir, duanı kabul eder!» dedi.

Âdem (A.S.), duada, senada bulundu. Allâhü Teâlâ da O'nun tevbesini kabul etti. Âdem (A.S.)'a
sevincinden ağlamak geldi. Yüz ve yüz sene daha sevincinden ağladı. Bu tevbeden sonra
gözyaşlarmdan gül ve reyhan ve hoş kokulu bitkiler yetişti.

[Kimileri der ki:

Âdem (A.S.): «Beni kim yarattı?» diye sordu. Al lâhü Teâlâ :

«Ben yarattım!» diye buyurdu. Âdem (A.S-) yine:

«Bana kim can verdi?» diye sordu. Hakk Teâlâ:

«Ben verdim!» dedi. Âdem (A.S.):

«Yâ Rabbî!» dedi, «Ben günâh işlesem, sen bağış lamasan kini bağışlar? Halbuki sen: "Benim
rahmetim, gazabımdan ileridir." buyurmuştun.»]

[Yine şöyle denilmiştir:

Âdem (A.S.)'in duasını Allâhü Teâlâ kabul edince, Cebrail (A.S.) geldi, müjde verip:

«Allâhü Teâlâ tevbeni ve duanı kabul etti!» dedi Hazret-i Âdem (A.S-) da o müjdeye çok sevindi. (En
doğrusunu Allâhü Teâlâ bilir.)]

ADEM (A.SJ1N HACC'I VE BEYTfL MA'MÛBUN ŞEFAATİ

17
18

Hazret-i Âdem çok uzun boyluydu. Yürüdüğü za an sanki bulutlara erişecek sanılırdı. Cennet'in
hasreti O'nun içinden çıkmamıştı. Bu dünyaya ilgi ve muhabbet duymamıştı. Allâhü Teâlâ, O'nun o
uzun boyunu da kısalttı. Bu yüzden de çok üzüldü, durdu. Ön çeleri birinci gökkubbedeki Meleklerin
duâlannı ışı tirken, artık işitmez olmuştu. Allâhü Teâlâ'ya şöyle

yalvardı: «Yâ Rabbî! Beni bir günâh için Cennet'ten çıkardın ve onun ni'metlerinden mahrum ettin.
Beni bu kadar mihnete uğrattın. Bana asi adını verdin. Boyumu kısalttın- Artık Meleklerin seslerini
işitemez ol c'ıum Yâ Rabbî, kendi fazlınla bana rahmet et. Benim gönlüme bu dünyada da rahat ver.»

Allâhü Teâlâ da Âdem (A.S.) 'in duasını kabul etti Kızıl yakuttan bir ev yarattı ve onu yere indirdi
Böylece bu evin sebebiyle Âdem (A.S.)'in üzüntüsü giderilecekti. Önce bu evin adı «Beytü'l Dahha» idi
Hakk Teâlâ, bu evi dünyanın orta yerinde yapmıştı Şimdi «Kâbe-i Muazzama» oradadır. Hâcer-i
Esved'i Cennet'ten gönderdi. Onu, o evin bir rüknüne koydu lar. Hacer-i Esved, önceleri beyazdı, ay
gibi ışık ve rirdi. O ev, kızıl yakuttandı, Güneş gibi parlar, ay dınhk verirdi. O evle, o taş bir yere gelince
Ay ile Gü neş bir yere inmiş gibi olurdu. Hakk Teâlâ, Cebrail (A.S.)'i Âdem (A.S.)'a yolladı. O da, Âdem
(A.S.)'a gelerek:

«Yâ Âdem! Allâhü Teâlâ sana şöyle buyurdu : Bu evi tavaf et. Bu, Benim evimdir tâ ki senin gön n
üzüntüden kurtulsun. Melekler Arş'ı tavaf eder r, sen de bu evi tavaf et!"»

F./3

— 33 —

Sonra Cebrail (A.S.), Hacc usûllerini Âdem (A-S.)'a öğretti. Ve Arafat'a çıkmasını söyledi. Âdem (A.S.),
kendi üzüntüsünden Havva'yı hatırlayamazdı. Hz. Havva'nın Cidde'de gönlü daralmıştı. Kalktı,
dağlardan tarafa yürüdü gitti. Mekke'ye doğru yol aldı. Ne yöne gittiğini bilmiyordu. Gide gide Arafat
Dağı'-na geldi. Orada Âdem (A.S.)'ı gördü, Âdem (A.S.) da Hz. Havva'yı gördü. Biribirlerini tanıdılar.
Âdem (A.S.) ile Hz. Havva arasındaki ayrılıktan sonra o dağlarda marifet meydana geldi. Onun için bu
dağlara Arafat Dağları denildi.

Âdem (A.S.), Hacc'ı tamamlayınca Mekke'de kalamadı, Beytü'l Ma'mûr'u tavaf etti. Veda ederek, Hz.
Havva'yı yanına aldı. Yine Hindistan'a gitti Gökden indiği dağa geldi. Ertesi yıl, yine aynı mevsim
gelince Mekke'deki Mukaddes Ev'i görmeyi arzu etti. Hindistan'dan Mekke'ye geldi. Beytü'l Mâmûr'u
tavaf etti. Arafat'a çıktı. Hacc farizasını yerine getirdi. Yine Hindistan'a döndü. Kırk yıl bu hâl üzere
Hacc mevsiminde Hacc farizasını ifâ eder, geri dönerdi. Nereye ayağını bastıysa, bugün oralarda
şehirler kurulmuştur. Ayak basmadığı yerler çöl olarak kalmıştır. Ve adımları öyle genişti ki, bir adımı
bugünkü yürüyüşle üç günlük yoldu.

Beytü'l Mâmur, Hz. Nuh (A.S-) zamanına kadar kaldı. Tufan olunca, Hakk Teâlâ, o Ev'i dördüncü ^kat
göğe çıkardı ve bir dağa emretti. O dağ, onun yerinde durdu. Böylece Tüfân'ın azâb suları Beytü'l Mâ-
mûr'a erişmemiş oldu. O dağ da ibrahim (A.S.) vaktine kadar durdu. Hiç kimse, o yerin nerede
olduğunu bilemedi, tbrâhim (A.S.) devri gelince, Allâhü Teâlâ c dağı oradan kaldırdı, yine yerine iletti
ve o yeri ibrahim (A.S.)'a malûm etti, bildirdi- Sonra şöyle buyurdu :

18
19

«Kâ'be'yi burada ilk yerinde bina et!» ibrahim (A.S.) Kâ'be'yi taştan yaptı. Hakk Teâla Kur'ân-ı
Kerim'de şöyle buyurur :

«Hatırla o günü ki Biz İbrahim'e Kâ'be'nüı yerini bildirmiştik.» (Hacc sûresi, âyet : 26)

Bir kısım kimseler, Beytü'l Mâmur için: «O gökten inmemişti. Âdem (A.S.) onu Allâhü Te-âlâ'nın emri
ile bina etmişti!» derler. Kimileri de :

«Allâhü Teâlâ, Âdem'in tevbesini kabul ettiği ve uzun boyunu kısalttığı zaman Âdem'in gönlü üzüldü,
bu dünyada kararı kalmadı. Allâhü Teâlâ, O'na Cen-net'ten reyhan ve yemişler gönderdi. Hacerü'l
Esved'i yolladı. Bu, Cennet taşlarından bir ak taştı. Ay gibi parlardı- Allâhü Teâlâ, Âdem (A.S.) 'a, yine
Cennet'-ten hıyar, turunç ve nar yolladı. Âdem (A.S.) , Mersin ağacını Hindistan dağlarında dikti. Ağaç
büyüdü, Musa'nın asası o ağacın bir dalmdandır. Allâhü Teâlâ, Cennet yemişlerinden otuz yemiş daha
gönderdi. Âdem lA.S.) bu yemişlerin hepsini toprağa dikti. Bu otuz türlü yemişten on tanesi kabuklu
yemiş idi. Onu kabuksuzdu ve çekirdeği yenmezdi. Kabuksuz olanların. kabuğu yenilmezdi. Bunlar ise
ceviz, badem, fıstık, fındık, göknar, palamut, kestane, nar, Hindistan cevizi idi.

Kabuksuz olup çekirdeği yenmeyen yemişler ise şunlardı. Zerdali, şeftali, erik, hurma, iğde, zeytin,
kiraz, vişne, hünnap, muşmula-

Kabuğu ve çekirdeği yenenler de şunlardı : Elma, armut, üzüm, dut, incir, hıyar, karpuz ve kavun. 1 .
A(J«n (A.S.) bunların hepsini Hindistan'da top-u^ ^e böylece de dünyaya yayıldı. Allâhü ^1"*'11"1
hüraa&tüti Arşla beraber yarattı ve e ıçin adma ,HAREM» dedi.» «'vayetçilerden bâzıları da şöyle der

Âdem (A.S.), o evi taştan yaptı. Allâhü Teâîa, Âdem (A.S.)'a: «Mekke'ye var, orada taştan bir ev
yap!» diye buyurdu. Cebrail (A.S.)'i Âdem (A-S.)'e yolladı ve o evin yerini ona gösterdi. Adem (A.S.)
Hace-rü'l Esved'i yerine aldı. O evin taşını Hıra Dağı'ndan getirdi, temelini attı. Duvarların taşını ise
Tûr-ı Sina'nın taşlarından yaptı. Bu iki dağ, bütün dünyadaki dağların en faziletlileridir.

Hazret-i Âdem bu evi tamamlayınca Haeerü'l Esved'i o evin bir rüknüne yerleştirdi. O taş, Ay gibi ışık
verirdi. Ne zaman ki kâfirler ona pis ellerini sürdüler, o anda kapkara oldu. Cebrail (A.S.), Âdem
(A.S.)'e:

«Bu evi tavaf kıl.» buyurdu ve Hacc şartlarını öğretti. Âdem (A.S.), Hz. Havva'yı alarak, yine
Hindistan'a Serendip Dağı'na döndü. Yılda bir kere buraya gelir, Hacc farizasını yapar, yine Hindistan'a
dönerdi. Hz. Âdem (A.S.), ölünceye kadar Serendip'te kaldı Şimdi kabri Serendip'tedir.

Allâhü Teâlâ'nın, o dağdan Âdem (A.S.)'e verdiği şey demirdi. Cebrail (A.S.) gelerek demircilik
araçlarının nasıl yapıldığını Âdem (A.S.)'e öğretti. Demirden bir ocak da yaptırdı, ki bu ocak (Tandır) tâ
Nuh (A.S.)'a kadar vardı- Hz. Nuh'un tufanı o ocaktan başladı. Allâhü Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de :

«Ve Fârettennûr = Ocaktan su kaynayınca» diye buyurur.

Emiri'l Mü'mînîn Alî (Kerremallâhü vechehu) :

«Ve Fâzettennûr, sabah vaktidir!» der.

Daha sonra Cebrail (A.S.)j Hazret-i Âdem'e yeni şeyler öğretmeye devam etti. Bir koyun tuttu,
yününü kırktı. Hz. Havva da eğdi ve dokudu. Âdem (A.S.) kendisine gömlek; Hz. Havva'ya da bir
gömlek ve bir de başörtüsü yaptı- Hz. Havva'nın bütün vücûdunu örttü.

19
20

Dünyâ'da ilk yapı Kâ'be idi. Ondan önce ev yok-Âd m (A.S.) o eve Mekke, dedi. Arapça'da halkın
Coplandığı yer, demektir.

Âdem (A.S.) Kâ'be'yi yapıp, Hindistan a dönünce; da da bir ev yaptı. Allâhü Teâlâ'ya ibâdet etti. Allâhü
Teâlâ da bütün yer mülkünü O'na verdi. Yerde ne kadar canlı yaratık varsa, dört ayaklı olsun, kuş
olsun başka hayvanlardan olsun, höpsini Hazret-i Adem'e itaatkâr kıldı, O da kimisini boğazlar,
kimisini de kendisine hizmet ettirirdi.

IBLÎS'İN HAKK TEÂLÂ'YA YALVARIŞI

Âdem (A.S.) 'e Allâhü Teâlâ tarafından bir izaz ve ikram gösterilip, yeryüzü baştan başa O'nun
hükmü altına girince, Âdem (A.S.) sebebiyle İblis'e lanet etti. Meleklik suretinden çıkardı ve Meleklik
derecesinden indirip kendi rahmetinden mahrum eyledi. Ona Cehennemi vaadetti, adını değiştirdi.
Şeytân da -.

«Yâ Rabbî! Senin, Sana ibâdet edip de ecir vermediğin kimse yoktur. Ben ise, bunca yıl Sana ibâdet
ettim. En sonunda ise bana lanet ettin. Ve bu yer mülkünü sonunda elimden aldın, benim düşmanıma
verdin. Benim Sana bunca hizmetime bir mükâfat vermez misin?» dedi. Hakk Teâlâ da:

-Yâ mel'ûn! Dile, Benden ne dilersin?» buyurdu.

İblis : -Bana Kıyâmet'e kadar ömür ve mühlet ver.»

dedi. (Araf sûresi, âyet: 14). Böylece iblis, ilk sûr ile ncı sûr üflenmesi dışında kendisinden başka kim-

senin hayatta kalmasını istememiş oluyordu. Hakk Teâlâ:

«Yâ mel'ûn! İnsanlar ölünceye kadar sana mühlet yerdim.» buyurdu. İblis:

«Yâ Rabbi! Bana mademki o güne kadar ömür ver

mektesin, benim üzerime üstün kıldığın kimsenin oğul

larını ben de azdırır, boğazlarından sıkıca yakalanm!»

dedi. Nitekim, Hakk Teâlâ Hazretleri, îblis'ten hikâye

edip şöyle buyurur: '

«(İblis), "Şu benden üstün yaptığını gördün mü? Andolsun, eğer beni Kıyamet Günü'ne kadar
ertelersen, onun zürriyetini, pek azı hâriç, kökünden koparıp sürükleyeceğim," dedi.» (İsrâ sûresi;
âyet: 62).

Hakk Teâlâ da İblis'e şu cevâbı verdi:

«Sen, Allah'ın katında bilinen bir vakte kadar mühlet verilenlerdensin!» (Hicr sûresi; âyet: 37-38).
Yâni Allâhü Teâlâ (C.C.):

«O Bence bilinen günde bütün insanlar ölecektir. Sana o güne kadar ömür veriyorum!»
buyurmuştu. İblis, bu vâdeyi (zamanı) öğrenince:

20
21

«Yâ Rabbi! Beni yoldan çıkardın, kendine isyancı kıldın, azdırdın ben de Âdemoğullarmm çoğunu
azdırırım, yoldan çıkarırım!» dedi.

Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

«İblis: "Ey Rabbim! Beni azdırmana yemin ederim ki, muhakkak surette ben, yeryüzünde kullarına
dünyayı, süslüyeceğim. Elbette onların hepsini azdınp, Sana-asi edeceğim!" dedi-» (Hicr sûresi, âyet:
39).

Allâhü Teâlâ da şöyle buyurdu:

«Defol git! Onlardan sana kim uyarsa biliniz ki, Cehennem de sizin cezânızdır. Hem de tam bir
ceza!»

Ve yine Allâhü Teâiâ, İbikte:

«Onlardan her kim Peygamberlerine ve Kitâbla «rca sen onlara dokunamazsın!» buyurdu. İb rina
uyar»**,

lis ise;

«Yâ Rabbi! Onlara vesvese verip yapılmayacak kötü* şeyleri nazarlarında süsleyeceğim!- diye cevâb
verdi. Allâhü Teâlâ Hazretleri de:

«Yürü! Her ne kötülük edebilirsen et! Kimi ken-dine"uydurabUirsen uydur; Askerinden bütün
ataları,

yayanı onların üzerine saldırt. Ve onların mallarına, cvlâdlanna ortak ol. (Yâni her haram mal senindir)
Elinden ne gelirse onlara vaad et.» buyurdu. (İsrâ' sû resi, âyet: 64).

Yine şöyle buyurdu :

«Haram mallar senin olsun, ama zekâtı çıkmış helâl mallar benimdir. Haramdan olan (Zina ile olan)
çocuklar senin, helâldan olan benimdir. Ne elinden gelirse onlara vaad et. Ama İblis'in vaadleri
aldatmak ve yalandır.» Allâhü Teâlâ, bir âyetinde kullarına şöyle buyurmuştur:

«Şeytân, sizi fakir olacaksınız diye korkutur. Size cimriliği ve sadaka vermemeyi emreder. Günâh
işlemeye öncülük yapar. Allâhü Teâlâ ise kendi fazlını ve mağfiretini vaad eder.» (Bakara sûresi, âyet:
218)

Evet, Allâhü Teâlâ Hazretleri, günâh işleyip, sonra tevbe edenin günâhını bağışlar. Her kim ki İblis'in
vaadine uyar ve Allâhü Teâlâ'nın vaadinden el çekerse, o kimse İblis ile Cehennem'e lâyıktır.

Hak Teâlâ, kullarına yine şöyle buyurur:

«Artık dilediğinizi yapın. Allah yaptıklarınızı gö ren<ur.» (Fussilet sûresi; âyet: 40)

Hakk^r"-!8011611 işlemevm- Eter günâh işlerseniz, \in. -, yaptığınız günâhı görür. Size ceza verir. Y
me şöyle buyurur:

«Iblîs'in onlar hakkındaki zannı doğru çıktı. Mü'-— 39 —

21
22

m inlerden olan fırkadan başkaları, ona uydular.» fSebe' süresi, âyet: 20)

Evet, mü'minler onu yalanlayarak Allah'ın emrine uymuşlardı. Bu yolda Allâhü Teâlâ şöyle buyu.
rur:

«İblîs'in bu halk üzerine hiçbir tasallutu yoktur. Yalnız, Biz Âhiret'e inanan ile onun hakkında şekk
(şübhe) içinde kalanları ayırd edeceğiz. Senin Rabbin her şeyi korur.» (Sebe1 sûresi, âyet: 21)

Ben, bunları şu sebeple zikrettim: Hiç kimse endişe etmesin ki Allâhü Teâlâ, tblis'i yaratılanlara
musallat edip:

«Var, kullarımı kahren azdır» buyurmamıştır- Kimse bu inanışta olmamalıdır. Çünkü, bu gibi itikat,
Allah'ın birliğine inançta ziyan getirir.

İBLÎS'İN, YERYÜZÜNDE HAZRET-İ ÂDEM'E GELMESİ

Allâhü Teâlâ'mn lanet ettiği İblis, Hakk Teâlâ'ya dua edince, ona Kıyamete kadar ömür verildi.
Bundan sonra tblîs, Hz. Âdem'i ve Âdemoğullarını azdırmaya çalıştı. Hz. Âdem'in yanma geldi. O'nunla
dostluk kurdu. Dedi ki:

«Yâ Âdem! Hakk Teâlâ, senin yüzünden beni rahmetinden uzaklaştırdı. Bu mülkü benden aldı, sana
verdi. Şimdi ise ben, seninle dost olacağım. Senin hizmetinde bulunacağım.»

Ve böylece tblîs, Âdem (A.S.) ile Hindistan'da bir araya geldiler. Âdem (A.S.) kendi kendine:

«Madem ki bununla, bu dünyada beraber yaşıya-

cağım bari onunla dostça geçineyim!» dedi. Fakat, İb-lîs'in Hz. Âdem'i aldattığı şöyle meydana çıktı:

Hz. Âdem'in Hz. Havva'dan bir oğlu doğar, bir yıl yaşar, sonra da ölürdü. Nihayet Hz. Havva
dördüncü çocuğuna hâmile kaldı. İblis, Âdem (A.S.)'a-.

«Yâ Âdem! Ben, senin çocukların için çok üzülüyorum. Doğan çocuğun çabuk ölüyor!» dedi. Âdem

(A.S.):

«Hüküm Allah'ındır. Ölmek, sağ kalmak O'nun elindedir. Yalnız diri, bakî olan Allah'tır!» diye cevâb
verdi. İblis:

«Benim aklıma şu geliyor. Havva'nın karnında olan çocuk uğurlu olacak ve güzel yüzlü; eli-ayağı tam;
ölhrû uzunT ölâcaklîf !»^dedîrÂdem (A.S.) da :

«Allah'tan ümid ederim ki öyle bir çocuk olur!» diye cevâb verdi, tblîs:

«Eğer bu, benim dediğim gibi doğarsa; bana bağışlar mısın?» diye sordu. Hz. Âdem:

«Bağışlayayım!» diye cevâb verdi. İblis:

22
23

«Ama; O'nun adını, benim kulum olarak koymalısın.» dedi. Âdem (A.S.):

«öyle bir isim koyayım!» dedi- îblis'in adı «Ha -ris'»ti :

«O çocuğun adım Abd-i Haris), Hâris'in kulu koy!» dedi. Âdem (A.S.) ona:

«Peki, öyle olsun!» diye cevâb verdi. Az sonra Âdem (A.S.)'m bir oğlu doğdu. Çok güzel yüzlü,
dürüst endamlı bir çocuktu. İblis:

«Yâ Âdem! Falım doğru çıktı. Şimdi benimle olan andına vefa kıl. Bu oğlana (Abd-i Haris) ismini koy!
Öyle ki, benim de bu oğuldan nasibim olsun! Hem senin, hem de benim oğlum olsun!» dedi. Âdem
(A.S.) aa O'na Hâris'in kulu anlaımnda «Abd-i Haris» adını

— 40 —

verdi. Nitekim Allâhü Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle

«Sizi bir tek nefisten (Candan) yarattım Ve gönlü onunla rahat bulsun diye eşini de aynı kendisinden
yarattım. Vaktâ ki eşi (Âdem'den) hâmile kaldı. Eşi büyük yüklendi ki onunla gider, gelirdi. Fakat yükü
ağır-laşınca Âdem ve Havva her gün Allah'a: "Eğer bu çocuğun azası dürüst olursa. Sana
şükredenlerden oluruz!" diye dua ettiler.» (A'râf sûresi, âyet: 189)

Ve yine şöyle buyurulmuştur :

«Allâhü Teâlâ onlara yaratılışı güzel, iyi bir çocuk verince onlar, Allah'ın kendilerine bahşettiği çocuk
dolayısıyla Allah'a ortak kıldılar.» (A'râf sûresi, âyet : 190)

Çocuğun adı Abd-i Haris konulm,uştu. (*) iblis, Hz. Âdem'i belki aldatmıştı. Ama Âdem (A.S.)
çocuğunu kâfir kılmamıştı. Dostluk dolayısiyle böyle bir

isim verilmesi vaadinde bulunmuştu.

***

Hazret-i Âdem, yalnızca, Mürsel Peygamberdi. Kadri yüceydi. O, Allah'a bu isimi© İblis'i ortak
etmemişti- Fakat Hakk Teâlâ da Hz. Adem'in bu aldanışım beğenmedi. Bu işi, büyük bir günâh saydı.
Çünkü Peygamberlerin küçük günâhları bile büyük sayılır. Onların mertebeleri yüce, sânları büyüktür.
Kimi müfessirler derler ki :

Âdem (A.S.) ile Hz. Havva'nın çocukları ölünce, Âdem (A.S.) eşi Hz. Havva'ya :

«Yâ Havva! ÜzülmeF Henüz güçlü, kuvvetliyiz. Yine çocuklarımız olur!» dedi. Allâhü Teâlâ :

(*)-Bâzı müfessirlere göre; bunun aslı yoktur. Çünkü ter. doğan Jtnsan sâdece Allah'ın kuludur.

— 42 —

23
24

«Yâ Âdem! Çocuk olmasını yatıp kalkmaktan mı «lar"sanırsın?» buyurdu. O çocuk da öldü. Fakat Al-
mhü Teâlâ, Âdem (A-S.)'e bir oğul daha verdi. Onun idim da Şît koydu. Ve Hz. Âdem'den sonra, O pey-

ber oldu. Hakk Teâlâ Şît'i yeryüzüne vekil (Hafife) kıldı. Sonra Hak Teâlâ, Hz. Âdem'e çok evlâd verdi
hepsi uzun ömürlü oldular. Sayüan arttıkça arttı Her seferinde, Hz. Havva, ikiz çocuk doğururdu.
Çocuklardan birisi erkek, birisi ise kız olurdu ve böylece de nesli arttıkça artmıştı.

KABİL VE HÂBİL HİKÂYESİ

Rivayet edilir ki; Hazret-i Âdem'in çok çocuğu olmuştu. Her doğuşta ikiz çocuk dünyaya gelirdi. Biri
erkek, birisi kız olurdu. Ve bir kannda doğan kızı, ayn bir kannda doğan erkek çocuğa verirlerdi.

Bir gün Kabil ile aynı kannda bir kız çocuğu dünyaya geldi. Bu kız çocuğu çok güzeldi. Âdem (A.S.), bu
kızı Kabil'e vermek diledi. Fakat Kabil razı olmadı. Hazret-i Âdem:

«Varın kurban hediye edin.» dedi. * * *

[Hazret-i Âdem yılda bir gün seçmişti; ki o gün dua edilirdi, Allâhü Teâlâ'ya kurban sunulurdu. Hz.
Adem, o gün Allâhü Teâlâ'ya secde eder, niyazda bulunurdu. Sonra gökten ateş renginde kızü bir şey
inerdi. Kabul edilmeyen kurbanın yanından geçmezdi. Eğer kurbanın üzerine konarsa, kalktığı vakit o
kurbanda iz bulunmazdı. Halk.da, o kurbanın Allâhü Te-- âlâ tarafından kabul edildiğini anlardı. Allâhü
Teâlâ'-

— 43 —

nm kabul etmediği kurban önceki hâlinde ve oıaugu gibi kalırdı. O ateş, onu yakmazdı. O zaman, halk
arasında o kurban sahibinin yüzü kara olurdu. Çok utanırca halktan- Bu hâl tâ İsrâîloğulları zamanına
kadar sürmüştü. Sonra bu türlü hediye ortadan kalktı, Kurban'ın kabul edilip edilmediğini Kıyamet
Günü ne kadar kimse bilemez.]

***

Kabil, o kızkardeşiyle evlenmek isteyince Hâbil ile Kabil'e:

«Varın, kurban kesin! Allah hanginizinkini kabul ederse, bu kızı O'na vereyim!» dedi.

İki kardeş kurban kesmek için gittiler. Hâbil çobandı, koyun güttüğü için, sürüsünden en güzel bir
koyun seçip götürdü, kurban mihrabına koydu. Kabil de çiftçiydi. Bir kucak buğday aldı getirdi, ki
ondan daha aşağısı bulunamazdı, onu kurban yerine koydu. Âdem (A.S.), çocuklarının her birine bir
sanat öğretmişti. Kabil çiftçiydi ekin ekerdi.

Az sonra o ateş kuş şeklinde geldi. Hâbil'in kurbanını yaktı, Kabil'in buğday demetinin ise yanından
bile geçmedi. Kabil bunu görünce Hâbil'e:

«Ben, seni öldüreceğim!» dedi- Hâbil de:

«Hakk Teâlâ, hediyeyi O'na ibâdet edenlerden kabul eder! Eğer sen, bana el uzatırsan, benim de
sana el uzatacağımı sanma. Ben, Allâhü Teâlâ'dan korkarım!» dedi.

24
25

Böylece Hâbil, Kabil'den korkardı ve Kabil dâima Hâbil'in ardınca dolaşır ve öldürmek için fırsat
gözetirdi.

Günlerden bir gün: Hâbil, bir dağ başında uyuyordu. Kabil, yerden bir taş alıp getirdi. Hâbil'in başının
üstüne bıraktı. O'nu öldürdü. Yeryüzünde, ilk

— 44 —

• e kan döken kişi, Kabil olmuştu. Allâhü Teâlâ. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurur :

«Onlara. Âdem'in iki oğlunun hikâyesini de dosdoğru anlat. Hani onların ikisi de birer kurban sun
-muşlardı. Birisininki kabul olunmuş öbürününki ise kabul edilmemişti. Ötekisi, berikine: "Seni
öldüreceğim" demiş, beriki de "Allah, ancak doğruların, müt-tckîlerin kurbanlarını kabul eder!"
demişti.» (Mâide sûresi, âyet: 27)

«Sen, beni öldürmek için elini uzatsan, ben de seni öldürmek için elimi uzatacağımı sanma. Ben,
bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Ve dilerim ki sen, benim günâhımı da, kendi günâhını
da yüklenip Cehennem ateşinin ashabından olasın-» (Mâıde sûresi, âyet: 28)

«(Kabil) nefsine uydu ve nefsi o'na kardeşini öldürmeyi kolaylaştırdı. O da kardeşini öldürdü ve
hüsrana uğrayanlardan oldu. Sonra Allâhü Teâlâ yeri eşen bir kargayı, kardeşinin ölü cesedini nasıl
örteceğini öğretsin diye, o'na gönderdi. O da "ne yazık ki. bu karga gibi olmaktan âciz kaldım,
kardeşimin cesedini örtemedim!" dedi. Ve pişman oldu.» (Mâide sûresi, âyet: 30-31)

Âdemoğullarından her kim kan dökse, işlediği günâh kadarı da Kabil üzerine gider. Çünkü o özkar-
deşini öldürmüş, bütün insanların adam öldürmesine örnek olmuştu.

Kabil, Kabil'i öldürdüğünde çok korkmuştu. Ba -bası, Hz. Âdem'in göreceğinden korktu. Hâbil'i
sırtıma aldı, gezdirdi, dolaştırdı. Ne yapacağını bilemedi. Hakk Teâlâ, işte bu anda ona iki karga yolladı.
Kâ-bılın gözü önünde ikisi de birbirlerini tepeledi. Biri ötekini öldürdü. Karga gelip gagasiyle bir çukur
kaz-

45 —

di. Ölü kargayı oraya gömdü, üzerine toprak örttü. İşte bunu gören Kabil beceriksizliğine şaşmıştı:

«Ben insan olayım da bunca aklımla ve bilgimle bir karga kadar yokmuşum! Ben de, onun gibi
yapayım!» dedi. Kalktı bir çukur kazdı. Kardeşinin cesedini o çukura bıraktı. Üzerine toprak örttü. Bu
sırada Hazret-i Âdem Hacc'a gitmiş ve bütün çocuklarını Kabil'e ısmarlamıştı. Hacc'dan geri döndüğü
zaman Hâbil'i bulamadı. Onu, Kabil'in öldürdüğünü anladı. Kabil'e lanet etti. Şöyle dedi :

Bu anda bir şehircik hâli mi geldi Hâbil'e,

Yeryüzü üzüntüden çirkinieşmiş gibidir.

Tadı, rengi olan şey, değiştirdi yüzümü.

25
26

Güzelim görünüşler güldürmüyor yüzümü.

Yazık, yazık, bu demde oğlum, Hâbil'im nerde?

Mahşer gününe kadar yatar, durur şu yerde!

Yakın bir düşmanımız var ki erişmez, neden,

Ona kızıl bir ölüm, bize bir rahat beden?.

Âdem (A.S.), Kabil'in yüzünde katil izlerini gördü. Şeytân, O'nu kandırmıştı. Babası ile birlikte artık
yaşayamayacağını anlamıştı. Kızkardeşini yanına alarak Yemen illerine doğru gitti. Ve ölünceye kadar
orada kaldı.

HAZRET-İ ÂDEM'İN ZÜRRİYETİNİ GÖRMESİ

Âdem (A.S.) yılda bir kere Hindistan'dan Mekke -ye gelir, Hacc'eder, sonra yine Hindistan'a dönerdi.

Bir yıl, yine Hacc'a geldi. Arafat Dağı'na çıktı. Vakfe'ye durdu. Haec'm şartlarını yerine getirdi. Arafat
Dağı'mn ardında bir dere vardı. Oraya «Vadi-yi Nûmân» denilirdi. O dereye indi- O anda gözlerini uy-

ku tuttu ve orada biraz uyudu. Hak Teâlâ, Âdem (AS)'in zürriyetini, sulbünden (sırtından) gösterdi.
Onlan önüne dizdi.

Hazret-i Âdem'in bu dünyada yüzyirmi evlâdı oldu Hepsi de ikiz dünyaya geldi. Bu ikizlerden biri
erkek, biri kızdı. Ve uykuda Hakk Teâlâ, O'na sırtından birer birer çıkarıp sulbünden ne kadar oğul ve
oğullarından Kıyâmet'e kadar ne kadar çocuğun geleceğini gösterdi. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur
:

«Hani, Rabbin, Âdemoğullarmın sulbünden, zürri-yetlerini çıkararak onları biribirine şâhid tutmuş
ve 'Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?" demişti.» (A'râf sûresi, âyet: 172)

O Âdemoğullarmm da nasıl cevâb verdiği şöyle bildirilir:

«Onlar, "EVET, ŞEHÂDET ETTİK" demişlerdi. Kıyamet Günü'nde de biz bundan gafildik, bilmezdik
demeyin.» (A'râf sûresi, âyet: 172)

Hakk Teâlâ, Ademoğullarmı iki bölük etti. Bir bölüğü sağ yanında, bir bölüğü sol yanındaydı. Sağ
yanındaki bölük hakkında:

«Bu bölüğü Cennetlik kıldım!» diye buyurdu. Sol yanındaki bölük hakkında da :

«Bu bölüğü de Cehennemlik kıldım!» diye buyurdu.

Bir gün Hazret-î Muhammed (S.A.V.) ashabına dedi ki:

26
27

«Bir kimse ki Cennet ameli işlese, tâat ve ibâdetle vaktini geçirse, Cennetle onun arasında bir nalin
tasması kadar yer kalsa, en sonunda, o kimse bir günâh •ese, o bütün ibâdetleri bâtıl olur ve Hakk
Teâlâ onu ebedî Cehennemlik eder. (Bundan Allah saklasın), rna bir kimse o Jtadar günâh işlemiş olsa
ve Cehea-6 arası bir nalin tasması kadar kalsa, en sonun-

— 47

cia, o kişiden tâat ve ibâdet gelse, o kimsenin bütün günâhları bâtıl olur ve Hakk Teâlâ kişiyi Cennet
ehlinden kılar!» Hazret-i Ömer (B.A.) orada hazırdı:

«Yâ Besûlallah, amel etmekte fayda nedir?» diye sordu.

Hazret-i Peygamber (S.A.V.):

«Hakk Teâlâ'nm Cennet için yarattığından Cennet ehlinin ameli gelir. Cehennem için yarattığından
Cehennem ehlinin ameli gelir.» buyurdu.

ÂDEM (A.S.) VE ŞÎT (A.S.) 'İN PEYGAMBERLİKLERİ

Allâhü Teâlâ, Adem (A.S.) 'a on suhuf yolladı. Gökten Cebrail (A.S.) geldi, o on suhufu öğretti.
Noktalı, noktasız harfleri de öğretti. Adem (A.S.) yazı yazmayı da öğrendi. Ve o on sahîfenin hepsini
kendi eliy-!e yazdı. Oğullarına da öğretti.

Âdem (A.S.)'m tevbesi kabul edildikten sonra yüz-, yirmi sene geçti. Kabil, Habil'i öldürdükten sonra
da beş yıl geçti. Hakk Teâlâ (C.C.), işte bu zamanda Havva'ya bir erkek çocuk, Şlt (A.S.)'ı bahşetti. Bu
çocuk ikiz değil, tek (kardeşsiz) olarak doğdu. Cebrail (A.S.).-«Yâ Adem! Allâhü Teâlâ buyuruyor ki:
"Bu, Kabil'in öldürdüğünün karşılığıdır!"- dedi.

Şit (Veya Sis) İbrânice'dir ve «Allah'ın hediyesi» demektir. Şît (A.S.) büyüyünce, Hazret-i Adem O'nu
bütün oğullarından üstün tuttu. Kendisini veliahd yaptı. Yeryüzüne halife olarak bıraktı- Kürre-yi Arz'ı
O'na ısmarladı. Hazret-i Adem vefat edince, Allâhü Teâlâ Şît (A.S.)'a Peygamberlik verdi. Bütün
Ademoğuiia-nna O'nu gönderdi. Şît (A.S.)'in birçok çocuğu oldu.

— 48 —

ÂHpmoğullarınm bağı, yâni Âdem (A.S.) 'dan BÛtU°k babaları Şit (A.S.)'dadır. Çünkü Âdem (A,S)' -^ \
A Ç ) neslinden başka oğullan kalmamıştı.

î il

" **• ^ '

27
28

Ebû Zerr-i Gifâri Hazretleri, Peygamberimiz (S, y.) 'den şöyle sormuştu : «Hakk Teâlâ, yeryüzüne kaç
peygamber gönder-

di?-

Peygamberimiz (S.A.V.) Hazretleri şu cevâbı verdi:

«Yüzyirmidörtbin Peygamber geldi. Bunlardan üç-yüzonüçüne Cebrail (A.S-) vahiy getirdi. Onlarla
karşılıklı konuştu. Onlar mürsellerden oldular.»

Ebû Zerr-i Gifâri sordu :

«Yâ Resûlallâh! Hakk Teâlâ ne kadar Kitâb yolladı?»

Peygamber (S.A.V.):

«Yüzondört kitap (Suhuf) gönderdi. Onu Âdem (A.S.)'a, ellisi Şit (A.S.) 'a, otuzu Idrîs îA.SJ'a ve onu
ibrahim (A.S.) 'a, indi. Dört büyük Kitâb'dan da Tevrat, Hazret-i Musa'ya; Zebur Dâvûd f A.SJ 'a; İndi.
îsâ (A.S.) 'a, Kur'ân da Muhammed'e indi!» buyurdu.

ÂDEM (A.S.) 'İN VEFATI

Din Bil~

.S ) b m Düşmüştü. Birçoğu : .Adem

o yıl yaşadı!» derler.

yasayacatoıTTf1 gun onlarm dünyada ne kadar

bölük önünde mişt1' Hz- Âdem'in zürriyeti bölük

de onların iceS g6?1- Pe^amberler bölüğü geçerken

verisinde bir peygamberin ağladığını gör-

F./4

— 49 —

dü. Kendisinin dağ başında ağladığı gibi, ağlıyordu Q günü düşündü:

«Yâ Rabbi, bu kimdir?» diye sordu. Allâhü

«Bu, senin oğullarından bir peygamberdir. Adı vûd'dur! O da bir günâh işlese gerektir. Nitekim sen
de günâh işlemiştin. O da ağlasa gerektir. Nitekim sen de ağladın. Ve onun ömrü de altmış yıldır.»
buyurdu.

Âdem (A.S.), Davud'a şefkat ederek:

28
29

«Yâ Rabbî! Benim ömrümden kırk yıl buna ver. Onun ömrü yüzyıla tamamlansın!» dedi- Allâhü
Teâlâ, Âdem (A.S.)'m duasını kabul etti. Âdem (A.S.)'-a da .-

«Senin de ömrün bin sene olsun!» buyurdu. Sonra Âdem (A.S.Î Hindistan'a döndü. Dâima kendi
ömrünü sayardı. Ne kadar geçti, ne kadar kaldı, hesap ederdi- En sonunda dokuzyüzaltmış yıl
tamamlandı. Ölüm Meleği geldi. Âdem (A.S.)'ın canını alacaktı Âdem (Â.SJ :

«Ey Ölüm Meleği!» dedi. «Benim ömrümden daha kırk yıl var!»

Ölüm Meleği .-

«Ben yanünuyorum,» dedi, «Ama sen, ömründen kırk yıl oğlun Davud'a vermiştin.» Âdem (A.S.) •.

«Vermedimdi!» dedi. O zaman Allâhü Teâlâ Haz retieri:

«Ey Azrail! Bırak Âdem'in ömrü bin yılda tamam lansın!» buyurdu.

Böylece, Allâhü Teâlâ Hz. Âdem'e bin yü ömür verdi. Hz. Davud'a yüz yıl ömür bağışladı. Âdem (A-S-
vefat edince Allâhü Teâlâ, Hz. Şît'e verdiği kitaplar^ şöyle buyurdu:

«Ey Şît! Âdemoğullan bir şart ortaya köyüne» onlara şahit de tutmalarını söyle, sonra inkârda t>u

50 —

Adem, Benim ahtımı unuttu, iblis, O'nu

Yine şöyle haber verilmiştir ki:

Hazret-i Adem yirmi gün hasta yattıktan sonra Idü Hakk Teâlâ, Âdem (A.SJ 'a ölmezden bir gün önce
Cebrail (A.SJ'ı yolladı:

«Vasiyet et oğlun Şifi vasî ve halef kıl!» dedi. Âdem (A.SJ da Hz. Şît'i çağırdı. Şît (A.SJ'ı bütün
çocuklarından daha üstün tutar ve severdi. Şit (A.SJ,'m her şeye aklı yeterdi. Bu sebepten Hakk Teâlâ;
babasının halefi, yeryüzünün Melik'i, insanların Peygamberi olmasını istedi. Böylece, Âdemoğullanna,
vasiyet etmek Âdem (A.SJ'dan sünnet kaldı. Ve Şît (A.SJ'a ne söylemek gerekse söyledi, vasiyette
bulundu. Sonra Hazret-i Adem vefat etti. Hakk Teâlâ, Şît (A.S.)'a Ceb-râl' (A.SJ'ı yolladı:

«Âdem'i yıka ve kefene sar, toprağa göm! Tâ ki Ademoğullarına bu sünnet kalsın!» dedi. Cebrail
(A.SJ, Âdem (A.SJ;ı yıkadı. Şît (A.S.) da yıkamayı öğrendi. Hakk Teâlâ Cennet'ten kefen yolladı. Cebrail
(A.S-), Âdem (A.S.)'ı Cennet bezlerine sardı. Ve Sit (A.SJ'a:

«Atanın namazım kıl!» dedi. Şît (A.SJ :

«Sen kıl!» dedi. Cebrail:

v "Adem>in halefi sensin! Namazını sen kıl!» dedi. dne *f_ (A-s-)- otuzbir tekbirle namazı kıldı. Ama
onan dört tekbir kaldı. Yirmiyedi tekbîr Âdem (A.SJ1-}>'. fazileti içindi.

Sonra Cebrâl (A.SJ:

29
30

l'Utün-Âri ablr,kaz- Âdem'i toprağa göm!» dedi. Bu da,

Din £jm?eullanna sünnet oldu.

'anda fikir m eri Adem (A.SJ'm mezarının yeri hak-aynlığma düşmüşlerdi. Kimisi:

— 51

«Serendib'de, Âdem (A.S.)'m gökten indiği dağ dadır!» derler. Kimisi de :

«Mekke'de Ebû Kubeys Dağı'nm altındadır!» der ler. Ve yine rivayet edilir ki; «Hz. Âdem'den sonra
Hazret-i Havva bir yıl daha yaşadı. Sonra O da vefat etti. Şit (A.S.), Hz. Havva'yı, Âdem (A.S.)'in kab rine
koydu.»

Bir rivayet de budur:

«Nuh (A.S.) 'm zamanında Tufan olunca Hz. Nuh, Âdem (A.S.) ile Hz. Havva'nın kabrini açtı ve
cesedle rini aldı, gemiye götürdü. Gemiden çıkınca, ikisini de birlikte Beytü'l Mukaddes'de gömdü.
Şimdi kabirleri oradadır!»

ŞÎT ALEYHİ'S-SELÂM

Şit (A.S.) yeryüzünde halîfe oldu. Rivayet eder ler ki, Âdem (A.S.) vefat ettiği zaman oğul ve
torunlarının sayısı 40-000 kadar olmuştu. Şît (A.S.) hepsine padişah olmuştu. Mekke'de otururdu ve
ömrünü ora da geçirdi. Her yıl Kâ'be'de Hacc'da bulunurdu. Cihâ m donatır, Kâ'be'nin «Allah'ın Beyt'i»
olduğuna ina nır, îmân ederdi, ömrünün 657'nci yılına varınca bir oğlu dünyaya geldi. Ona «Anuş»
adını koydu. Onu kendi yerine vekil bıraktı.

«Yeryüzüne benden sonra halîfe sen ol!» dedi. Şi( (A.S.), 912 yıl yaşadı. Anuş, babasının halifesi ve
yer yüzünün meliki oldu. Anuş'un da çok evlâdı oldu. Am» bunların arasında bilgide, amelde üstün bir
evlâ»1 •vardı ki adı «Kaynan»dı. Anuş'un ömrü 950 yıla varu1 ca öldü. Kaynan'ı yerine vasî ve halîfe
kılmıştı- A»8 ne Anuş ve ne de Kaynan yeryüzünde melîklik ve W lîfelik ettiler, ikisi de Peygamber
olamadı.

n'ın da çok evlâdı oldu. Bunlardan birisinin .aMehlâil»di. Kaynan, yerine halef olarak O'nu ısml "Ve
o'nu kendisine vasî kıldı. Kaynan, 800 yıl kadar yaşadı. Sonra Ahiret Dünyâsına göçtü. Mehlâil, O'nun
yerine halife oldu. O'nun bir oğlu oldu. Admı ,YERD» koydu. Kimileri de O'na «YERED» derlerdi O iıa
926 yıl yaşadı. Sonra Q da dünyadan göçüp gitti. O£lu YERD'i vasî kılmış ve halifeliği O'na ısmarlamış-tı
Yerd, babasının yerine geçti- Birçok oğlu ve kızı dünyaya geldi. Oğullarından birisinin adı «UHNUH» idi
ki, Idris Peygamber'dir. Hakk Teâlâ, Kurân-ı Ke-rim'de O'nun kıssasını şöyle buyurur:

«Kitâbda İDRÎS i de an. Sâdıklardandı ve Allah'ın elçisiydi.» (Meryem sûresi, âyet: 56).

Uhnuh, İbrânice'dir. Arapçası İdrîs'tir. Şît (A.S.)'-den İdris (A.S.)'a kadar hiç bir Peygamber gelmedi.
Çok ders verir, öğütlerde bulunurdu.

ATEŞE TAPAN İLK İNSAN

30
31

Ateşe tapan ilk insan, Kabil'di. Kardeşi Kabil'i öl-üurmuştü. Çünkü ateş, Kabil'in kurbanını yakmıştı.
Kâbü de ateşe taptı.

O k2fbÜ' ldrîS (A'S-)>ın zamanına kadar yaşamıştı.

^ Kanar- rmi, ~.f,T, ...^ '

oğlu dünyaya geldi ki onlann hesabını, ü- Şam taraflannda evlâdlariyla bir-

'ânetl

ihtiyarladığı zaman, Allahü Teâlâ'nın

Kâbİ1'B dedi- *Ate§- Kabil'in kur-6ttİ? Ve seninkini niÇin kabul et-

cevâb verdi. Şeytân, 53 —

Kabil

«Çünkü Hâbil, ateşe tapardı. Sen tapmıyordun. Şimdi ateşe tap ki, ateş senden hoşnut kalsın. Hem
de bu yeryüzü melikliği .senin elinden çıkmıştır, ateş senden hoşnut olursa, yeryüzü melikliği yine
senin ve çocuklarının eline geçer!» dedi. Ve bundan sonra da Kabil ateşe tapmağa başladı, ateşe
secde etti. Bütün çocuklarına da şöyle emretti:

«Ateşe secde edin!»

îşte, ateşe ilk önce tapan böylece Kabil'in kardeşi Kabil olmuştu.

Arabistan'ın güneyinde Aden iline göçtü. Orada bir ateşlik yaptı. Kendisi de, oğullan da ateşe
taparak dünyadan göçüp gittiler- Oğullarından birisinin adı Tübal'dı. Gayet neşeli, eğlenceye
düşkündü, iblis, O'ria içkiyi öğretti. Üzümü, şarap yaparak içti. Bütün oğullarına da içirdi. Hepsi mest,
sarhoş oldular. Sonra îblis geldi. Çalgılar çaldı. Onlara da öğretti. Böylece Kabil çocuklarının hepsi
ateşe taptılar ve şarap içer oldular. Hattâ analarını, kızkardeşlerini ve kızlarından istedikleriyle
diledikleri zaman da yatıp kalkarlardı ve kendilerine eş yaparlardı. Âdemoğullarm-dan başka bir bölük
insan daha onların bu haberini alınca, yanlarına geldiler, işrete (içkiye) koyuldular. Onlarla birlikte
kaldılar- Ateşe tapar oldular. Şarap içip vakit geçirdiler. Zina da yapmaktaydılar.

Allâhü Teâlâ da, bu azgınlara îdris (A.S.)'ı Peygamber olarak yolladı.

İDRÎS ALEYHl'S-SELÂM

Allâhü Tealâ.Kâbü^oğu«Ba!îkavmin«fld«s (A-S.)'ı gönderince, O da, bu kavmi Dîne çağırdı:

— 54 ——

«Ateşe tapmayınız, şarap içmeyiniz, zina etmeyi-ı" dedi. Ve bunları, onlardan yasakladı. Fakat bu
kavimden îdrîs (A.S.) 'ı pek az kimse tasdik etti. Ate-tapmayı bırakmadılar. Fısk ve ficûr içinde birçok *
ne devam ettiler. Idrîs (A.S.)'a uymadılar- Idrîs (A S.)'m padişahlığı yoktu. Onlarla döğüşmezdi.

31
32

Lâkin Hakk'a, doğru yola çağırırdı onları. ŞU (A.S.)'a men suhuf onlara da okundu. O Kitâb'ın
hükümlerine uymalarını söylerdi.

Hakk Teâlâ, O'na da otuz suhuf yolladı. Bu âyetleri kendi eliyle yazdı. Adem (A.S.)'dan sonra eli ile
kalem tutan ve yazı yazan, îdris (A.SJ olmuştu. Dünyada ilk esvâb (Elbise) diken yine Idrîs CA.S.)'dı.
Gerek yazı yazmak, gerek terzilik sanatı O'ndan kaldı. O'nun zamanından önce halk, hayvanların post
ve derilerini giyerlerdi. Koyun yününü keçe gibi yapar sırtlarına giyinirlerdi.

îdris (A.S.) terziliği icâd edince, halk da hayvan postunu ve keçeyi sırtlarından attılar. Kaftan, gömlek
ve don giymeye başladılar- îdrîs CA.SJ'ın eli çok çabuktu. Herkese kaftan ve gömlek dikerdi. Bu kadar
iş arasında da Hakk Teâlâ'ya ibâdet ederdi.

Derler ki:

«îdris (A.S.) on yıl uykusunu tamam uyuyamadı. Geceleri, sabahlara kadar ibâdet ederdi. Suhuf
okurdu. Allâhü Teâlâ'ya o kadar çok ibâdette bulunurdu W, Melekler O'na âşık oldular. Hattâ Azrail
(A.S.), Hakk Teâlâ'dan îdris (A.S.)'ı ziyaret etmek diledi:

«O'nunla dostluk edeyim!» dedi. Hakk Teâlâ da Az-ÎY (A.S.)'a izin verdi. O da insan kılığına girerek,
"& {A.S.)'m yanına geldi O'nunla oturup konuştuktan sonra îdris (A.S.)'a, Azrail: etm - D Ö1Üm Mele^j
Azrail'im! Seni görüp, ziyaret

686 «eldim. Yeryüzünde Hakk Teâlâ'ya o kadar

— 55 —

ibâdet ettin ki, seni bu sebepten sevdim ve senim dost olmak ve kardeşlik istedim. Benden ne dileği,.
olursa, o dileğini yerine getiririm!» dedi. îdrîs (A.S.),

«Yâ Azrail! Madem ki benim hakkımda bu kerem kıldın, senden dileğim, benim canımı almandıri,
diye cevâb verdi. Azrail (A.S.) :

«Ben, senin canını almaya gelmedim. Senin onu rün sona ermiş değildir!» îdrîs (A.S.) :

«Ne olur, bu isteğimi yerine getir. Sen, benim c* nüm al! Eğer daha ömrüm varsa, Hakk Teâlâ yine
di. riltir!» dedi. ölüm Meleği Azrail (A.S.) da :

«Böyle bir iş yapmak, elimden gelmez, Hakk Teali

izin vermeyince!» dedi. ,

. îdrîs (A.S.) da ölümünü Hakk Teâlâ'dan istedi.

Yüce Yaradan her şeyi bilendir, tdris (A.S.)'ın bu di-

leğindeki muradı biliyordu. Zâten önceden de, böyle

takdir buyurmuştu. O'nun duasını kabul etti. Azrail

32
33

(A.S.)'a: İ-

«Kulum îdris'in dileği ne ise yerine getir!» bu yurdu.

Hakk Teâlâ Hazretlerinden böyle bir emir gelince^ Azrail (A.S.), îdrîs (A.S.)'ın ruhunu kabzetti id ris
(A.S.) o zamanlarda altmış yaşındaydı. Ruhu kab zedildiği saatte. îdris (A.S.), Allâhü Teâiâ'nın emn Ue
yine dirildi, öncpki hâli gibi, yine ibâdete başladı Azrail (A.SJ ise, her zaman O'nun katına ^elir, g>
derdi. Ve O'nunla dostluk kurardı. Bunun üzerine çc* zamanlar geçti. Birgün îdrîs (A.S.), Azrail (A.S>5
şöyle dedi:

«Ey kardeş! Senden bir dileğim var. Bunu k»bûl et.» ölüm Meleği Azrail (A.S.) da :

«Dileğini söyle. Elimden gelecek bir iş ise getireyim!» dedi. îdris (A.S.) .-

„ n<jen dileğim, bana Cehennem'i göstermendir!» i Azrail (A.S.) : «Sen Cehennem'i görmeğe takat
getiremezsin'»

dedi. O da:

«Niçin?» diye sordu. «Hakk Teâlâ beni öldürdü. Benden o fâni can gitti. Yerine baki can, ebedi can
seldi! Şimdi ben Cehennem'i görebilirim!» dedi.

Azrail (A.S.) :

«Hayır!» dedi. «Bu iş, Hakk Teâlâ'nın emri olmayınca olmaz!»

O anda îdris (A.S-), Cenâb-ı Hakk'dan izin diledi Ve Yücelerin Yücesinden:

«Yâ Azrail! îdris'e dilediği yeri göster!» diye emir geldi.

O da, îdris (A.S.) 'ı aldı. Cehennem'i göstermeğe götürdü. Ceheennm'in derecelerini ve tabakalarını
O'na birer birer seyrettirdi Allah'ın emrine âsi olanlara türlü türlü azâb edildiğini gösterdi, îdrîs (A.S.).
Ce-hennem'in yedi tabakasını da görünce Cehennem azâ-buıdan Allâhü Teâlâ ya sığındı. Sonra yine
makamına geldi.

Yine bir gündü.

Azrail (A.S.), îdrîs (A.S.)'m yanma gelmişti, îdris (A.S.) O'na: -

«Ey çok kıymetli dostum! Senden bir dileğim dana var. Kerem kıl, bu dileğimi de kabul et! Ey Azrail
«ardeş, bana Cenneti de göster, seyredeyim,» dedi. Azrail (A.S.) :

Teâlâ'nın izni olmadan olmaz!» dedi. O da Hakk Teâlâ'dan izin diledi. O zaman:

g) ve^,â-ıAZ,râîl> kuluma dileğini verdim. O'nu diledi-

ald, ' buyurdu< Azrail (A.S.) da, îdrîs (A.S.)'ı

33
34

ıet m kapısına götürdü, îçeri girmek istediler.

— 56 —

Fakat Cennet bekçisi olan Melek içeri girmelerine izin vermedi:

«Sen Âdemoğlusun. Âdemoğlu da ölmeyince Cennete giremez!» dedi. îdris (A.S.) :

«Bana ölüm şerbetini, önce tattırdılar ve benim fâni olan canımı aldılar. Ebedi can verdiler. Maksad
ölmekse, ben öldüm ve dirildim!» dedi- Azrail (A.S.) :

«Bu söylenenlere ben şehâdet ederim!» dedi. Cennet bekçisi olan Melek:

«Sözünüzü kabul ettik, Fakat Hak Teâlâ'dan izin olmayınca biz, kendisine destur veremeyiz!» dedi.
O anda Hakk Teâlâ Hazretlerinden izin geldi. Cennet'in kapılan açıldı, îdris (A.S.) içeri girdi. Azrail
(A.S.), O'na Cennet makamlarını gezdirdi. Nihayet, kapıya dönünce, îdris (A.S-), Cennet'ten çıkmak
istemedi. Tekrar içeri girdi. Cennet bekçisi Melek O'na yapıştı:

«Buradan mutlaka çıkman gerektir! Yâ îdris, bilirsin ki Ademoğlu ölmedikçe ve Kıyamet kopup
sorgu sorulup hesap vermedikçe ve Cehennem'! görmedikçe Cennet'e kimse giremez!» dedi. îdris
(A.S.) da:

«Yâ Ridvân (Melek)! Ben Hakk Teâlâ'nın Peygamberiyim. Suhuf ta benim makamımın Cennet
olacağını gördüm. Maksad ölmezse, ben öldüm. Cehennem'! gör-mekse orayı da gördüm. Simden
sonra nereye gitmem gerek?» dedi.

O zaman Hakk Teâlâ'dan şu hitâb geldi:

«Yâ Ridvân! Kulumu incitme. Nerede dilerse, orada kalsın. Ve gönlü ne dilerse, gönlü ne çekerse,
öyle ctsinJ» diye buyurdu. Melek, îdrîs (A.S.) 'dan elini çekti. Cennet'in içinde kaldı. Bugün hâlâ
Cennet'tedir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

«Ve refe'nâhû mekânen Aliyyâ.» Meali: «O'nu £ökte,yüce bir yere yükselttik.» (Meryem sûresi,
âyet:

İdris (A.S.) Cennet'te kalınca, «Müteveşlih» adın-ci»-a oğiu .babasının-fikrini iğrendi..ve-halkı Hakk Dî-
ni'ne çağırdı. O zamanlarda da halk çok az'ıtmışlar-dı. Çok kişiyi yıldızlara tapmaktan geri döndürdü.
900 yıl meliklik tahtında kaldı. Sonra öldü. O'nun bir oğlu vardı- Adına «Lâmek» derlerdi. Babasının
tah-tina oturdu. Lârçek'in de bir oğlu oldu. Adına «Nuh» çerlerdi. Lâmek, 700 yıl yaşadı, sonra bu
dünyadan göçtü. Hakk Teâlâ, Nuh'a Peygamberlik verdi. O da halkı dîne davete başladı. O zaman halk
çok azgın bir hâle gelmişti. Kimisi yıldızlara, kimileri ise putlara tapıyorlardı. Çünki İdris (A.S.) ile Nuh
(A.S.)'-m arasında tam binyediyüz yıl geçmişti ve bu kadar zaman içinde hiçbir peygamber
gönderilmemiş ve gelmemişti. Gelenler ise sâdece padişah olup kalmıştı. Nicesi dünyanın nice dört bir

34
35

tarafına hükmettiler ama, hepsi dünyaya hükmedemediler. Bunların arasında tüm dünyaya
hükmeden birisi vardı. O da Ke-yûmers'ti.

NUH ALEYHİ'S-SELÂM

Hakk Teâlâ, bu günahkâr kavmi Hakk Dîne ça-

H T NÛh (A'Srı Ederdi. Muğan kavmi için derle r: -Beyurd seli, ateşe tapardı.» Fakat KuV-

: *°nlar puta

(A.S.) şöyle demişti:

°Mlar' batta lsyân ettüer-

ve büyük. büyük günâhlar sûre&i,^ âyet: 21-22)

58 —

59 —

Ve Hazret-i Nuh, o kavmin taptıkları putlann ad larını şöyle bildirdi:

«Onlar birbirlerine: "Sakın ilâhlarınızı bırakma

yın. Ne Vedd'i, ne Süvâ'ı, Yegûs'u, ne de Ye'ûk'u,

Nesr'den vazgeçmeyin," dediler. Bir çok kimseyi doğ

ru yoldan çıkardılar, azdırdılar.» (Nuh sûresi, âyet:

23, 24) )

Bu âyet-i kerîme'deki isimler, o kavmin tapındığı putlann isimleridir. Cemşid,-bu putlarukendi


şeklinde yaptırmış, herbirini bir memlekete yollamıştı. Uzaklarda olanlar ve Cemşid'in kendisine secde
edemeyenler bu putları o'nun yerine koyup secde kılm.aktaydı-lar. Nuh (A.S.), 950 yıl yaşadı, Kur'ân-ı
Kerîm'de şöyle buyurulmuştur:

«Gerçekten, Biz, Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik. O, onların içinde 950 yıl yaşadı.»
(Ankebût sûresi, âyet: 14)

Nuh (A.S.) kavmini Dine davet etti. Nuh (A.S.)'-ın kavmi o kadar âsi idiler ki, bu 950 yıl içinde az kişi
yanına geldi. Ve bu imansızlık Nuh Tûfâm'na kadar sürdü. Ve Nuh (A.S.) bir gemiye bindi. Erkek ve

35
36

kadından hemen Nuh (A.S.)'a, îmân getiren seksen kişi bulunuyordu. Bunların kırkı erkek, kırkı
kadındı. Oysa Nuh (A.S.), gönderilen (Mürsel) Peygamberlerdendi. Bütün yeryüzü halkını Dine davet
için gönderilmişti. Bu kadar yıl içinde ne kadar insanın imâna geldiği, ihtiyarlayıp öldüğü, oğullan ve
onların oğullan da nice kere kocayıp öldüğü ve yerine oğullarının geldiği belliydi.

Şöyle rivayet edilmiştir: O zamanlarda bir kişinin bir oğlu doğsa ve büyüse^ babası o çocuğun
elinden tutar, Nuh (A.S.)'ın katına götürür:

«Oğlum, bu yalancı sihirbaz'dır, cadı'dır. Sakın bunun yanına gelme! Söylediği sözlere inanma. Ben
ölür

kalırsan, sen de benim gibi, oğluna buna inan-

ve sen sovıediği sözleri gerçek sanmamasını söy-nıamasım, *

ID öğütle!» derdi.

Nuh (A.S.), ne zaman halkı Allah (C.C.)'a davet O'na soğup sayarlardı. Fakat Nuh (A.S.), hepsi-

sabrederdi. Onların verdikleri eza ve cefâya dayanırdı.

Nuh (A.S.)'ın kendi kansı bile kâfirdi. Kocası Nuh (A.S.)'a inanmamıştı. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de
Yüce Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

«Allâhü Teâlâ Nuh'un karısını bir misâl yaptı» ıTahrim sûresi, âyet: 10)

Hazret-i Nuh'un dört oğlu oldu. Bunların isimleri şöyleydi: Harun, Sam, Yâf es, Kenan.

Bunlar da analarına uymuşlar, kâfir olmuşlardı. Ama Sam ve Yâfes sonra Hakk Dîn'e dönmüştüler.
Diğer ikisi ise bâtıl dinde kalmışlardı.

Nuh (A.S.) kavmini Hakk Dîn'e çağırırken yıllar geçmişti. Artık kendisinde sabır kalmamıştı. Takati
tükenmişti. Onların îmâna gelmiyeceklerini ve gittikçe küfre daldıklarını anladı, onların doğru yola
gelmediklerini görünce Allah (C.C-)'a yalvardı, onları yok etmesini tekrar diledi. Nitekim Hakk Teâlâ
Kur'-ân-ı Kerîm'inde şöyle buyurur : Nuh (A.S.) :

rt" !

26-28)C

"»adan*5

«Ey Rabbim! Kâfirleri helak eyle. Hiç birisini yeryüzünde bırakma. Eğer onları helak etmiyecek olursan.
Senin kullarını azdırırlar ve kendi evlâtlarım kâ-r ederler, fitne ve fücura alıştırırlar. Ey Rabbim! nı,
anamı, babamı mü'min olarak evine gireni, hü-" mana gelen erkek ve kadınları bağışla. Zâlimle-CCe
helâkini Çoğalt.» (Nuh sûresi; âyet :

ederdi- Fakat kâfirler, oğullarına dur

36
37

— 60 —

— 61 —

«Bu adama inanma, dediği sözlere aldanma!» derlerdi.

Allâhü Teâlâ da Nuh (A.S.) 'in duasını kabul etti

«Yâ Nuh! Mademki bu yolda dua ediyorsun, toprağa ağaç fidanları dik. Bu ağaçlar yetişip büyüdüğü
zaman muradın yerine gelecektir.» diye buyurdu.

Bu ağaçları toprağa dikti; tam kırk yılda büyüdü, kemâle erdi. Nuh (A.S.), kavmine kırk yıl sonra
Allâhü Teâlâ'nın azabının geleceğini anlattı. Nuh (A.S.), böyle çalışır dururdu, ama o kâfirler de inâd-
larım sürdürürlerdi. Nihayet kırk yıl tamam olmuştu. Diktiği ağaçlar büyüdü, yetişti. O zaman Hakk
Teâlâ :

«Yâ Nuh! Ben, senin bu âsi kavmini su ile yok edeceğim. Yer'le Gök arasım su ile dolduracağım.»
buyurdu.

O zaman Nuh (A.S.) :

«Yâ Rabbî! Bunlara azabın ne zaman erişecek?» diye sordu- Allâhü Teâlâ da:

«Evindeki ekmek fırınında ne zaman su kaynar-sa, sen bilki onlara azâb yaklaşmıştır.» buyurdu.
Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurur:

«Emrimiz geldi ve fırından su taşıp fışkırdı.» (Hûd sûresi, âyet -. 40)

O zamanlar Nuh (A.S.)'m evi Küfe (*) şehrin-deydi ve evinde bir de fırını vardı. Rivayete göre; bu fırın
Âdem (A.S.) zamanından kalmıştı, işte bu fm-mn içerisinden su kaynamaya başlamıştı. Nuh (A.S.):

«Ben de mi helak olacağım?» diye korktu. «Yâ Rabbi, beni ve îmâna gelmiş olanları kurtar!» diye
dua etti. Hakk Teâlâ da:

«Yâ Nuh! Seni ve îmân edenleri kurtarırım gön

'S&

/İ.*) Küfe; Irak'da Dicle-Fırat havzasında bir şehirdir

— 62 —

37
38

sen o sal ağaçlarını kes. Onlardan tan-lün diy buyurdu.

tP y>j-h f A S.) da o ağaçları kesti,, tahta yaptı. Hakk .UCebrâil (A.S.)'ı gönderdi. Ve gemi yapmanın

Tea, •' ıi trösterdi. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'da şöyle bu-u sulunu &

de O'na (Nuh'a) şöyle vahyettik ki: "Bizim özümüzün önünde ve emrimiz ile gemiyi yap. Sonra zâb
emrimiz gelince, fırından su kaynayıp fışkırınca, (o gemiye) her canlıdan birer çift erkek ve dişi, bir de
üzerlerine azâb vâcib olanlardan başka, kendi âUe halkım koy- Zulüm yapanlar için Bana duada
bulunma. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.» (Mü'mi-nûn sûresi, âyet: 27)

Nuh (A.S.), Cebrail (A.S.) 'm tarifi üzere gemiyi yaptı. Allâhü Teâlâ, O'na tahta kesmeyi ve mıhlamayı
öğretti. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur :

«Biz Nuh'u, levhalardan (tahtalardan) yapılmış ve sağlamlaştırılmış gemiye yükledik.» (Kamer sûresi,
âyet: 13).

Nuh (A.S.) çalışmış, gemiyi yapıp yüzecek vazi->ete getirmişti. Kâfir halk, gelip geçerken, Nuh (A.S-)'-
ın yaptığı işi seyrediyorlardı. Hem de :

«Yâ Nuh! Ne işler yapıyorsun? Bu zahmetin nedir?. diyorlardı. O da :

•Tufan olsa gerektir! Hakk Teâlâ sizi su ile yok

edecektir. Ben bu gemiyi Allâhü Teâlâ'ya itaatkâr olan

Kişiler binerek kurtulsun diye yapıyorum!» derdi. Kâ-

ırer ise O'nunla alay ederler, işi maskaralığa var-

ınriardı. Nitekim Hakk Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de şöv-

ıe buyurur • ' '

dişi il gemıyi yapıyordu. Yanından geçenler ken-Nûh a alay ediyorlardl. »§i maskaralığa
alıyorlardı. a onla"t = "Eğer benimle eğleniyorsanız, biz de

63

(zamanı gelince) sizin maskaralık ettiğiniz gibi, sizin le alay edeceğiz," diyordu.* (Hûd süresi, âyet: 38)

Ve onlar ise Nuh (A.S.)'a:

«Kocadı, ne dediğini bilmiyor!» derlerdi.

Nuh (A.S.) ise iki yıl çalışarak gemiyi tamamladı Geminin uzunluğu üçyüz kulaç, genişliği altı kulaç
yüksekliği de otuz kulaçtı. Gemi üç kattı. Alt katta dört ayaklı hayvanlar oturacaktı. Orta kat Âdemoğul
ları, üst kat ise kuşlar içindi. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyl? buyurulur:

«Her cinsten ikişer tane çift yükle.» (Hûd sûresi âyet: 40)

38
39

Nuh (A.S.) :

«Yâ Rabbî! Bunları ben nerede bulayım, bunların her birisi bir ıssız yerde ve havalardadır.» dedi.

Hakk Teâlâ emretti. Beytü'l Mâmûr'u yine eski ye rine, göğe çektiler. Beytü'l Mâmûr'un yerine bir
dağ .getirildi. Bu dağ azap denizi sularının Beytü'l Mâmûr'un yerini doldurmaması içindi. Sonra Allâhü
Teâlâ, Nuh (A-S.) 'a şöyle buyurdu: «Âdem peygamberin cesedini de gemiye al!»

O da, Âdem (A.S.)'m cesedini gemiye koydu, sonra kendisi ile birlikte olan Müslümanları gemiye
bindirdi. Hepsi kırk erkek, kırk kadındı. Böylece tamamı seksen kişiydi. Sonra da her cins hayvandan,
kuştan çifter çifter aldı. Kırk gün, gece ve gündüz durmadan yağmur yağdı. Yerlerden sular kaynadı.
Bütün dünya yüzünü sular kapladı.

Rivayetlere göre; su kırk kulaç dünya yüzeyinden yukarı çıktı. Nuh (A.S.)'ın gemisini sular sürükleyip
yüzdürmeğe başladı. Oğlu Kenan, O'nun karşısında duruyordu. Kur'ân-ı Kerîm, bu hâdise için şöyle
buyurur :

«Ey oğul! Gel, bizimle birlikte (Gemiye) bin.' (Oğ-

-Ben dağa sığınırım, o dağ beni sudan saklar!" de-(Müh) "Bugün Allah'ın, hışmından kimse kurtu-
Meğer ki Ailâhü Teâlâ esirgeye!" dedi. En so ikisinin arasına dalga girdi. Oğl» da boğulanlardan oldu.»
(Hûd sûresi, âyet 42-43)

Ve Nuh (A.S.), Hakk Teâlâ'ya şöyle yakardı: «Yâ Rabbi! Sen, benimle vaadte bulunmuştun. Oğlum
benim ev halkımdandı. Sen : "Ehlini yok etmem!" demiştin. Sen, hâkimler hâkimisin!» Hakk Teâlâ da:
«Ey Nuh! O oğul senin ev halkından değildir. Çünkü o kâfirdir, doğru iş işlemeyendir. Bilmediğin bir
şeyi benden dileme. Senin bilgisizlerden olmanı mene-derim! dedi. Nuh da s "Ey Rabbim, bilmediğimi
Senden dilemeyi arzu ederim!" dedi.» fHûd sûresi, âyet:

47)

Sonra Hakk Teâlâ şöyle buyurdu

«Ey yel! Gemiyi al. götür. Günbatı ile Gündoğu arasını gezdir-»

.. « V

Rivayet edilmiştir ki, Nuh (A.S.) gemiye hayvan ları koyarken herbirisine:

«Gir» diye işaret ederdi. Eşek içeri girerken Şeytân onun kuyruğuna yapıştı, gemiye binmesini
zorlaştırdı. Nuh* (A.S.), eşeğin gemiye girmemesine kızdı:

«Yâ mel'ûn içeri girsene!» dedi. Eşek de sıçradı gemiye girdi. İblis de eşekle birlikte, o zaman içeri
girdi. Dünyayı su basınca, Allah'ın 5âR*?t ettiği Şey-tan'ı, Nuh (A.S.3 gemide gördü

•Ey mel'ün dedi, «emaye kimin ıznıyıe g.»rdm?» Şeytân :

«Senin izninle!» dedi. Nuh IA-S.): «Yalan söylüyorsun! Ben, sana ne zaman gir! de-dln*?» iblis :

39
40

•Eşeğe : "Gemiye gir!" diye kızdığın zaman ben,

64

65 —-

F./5

onun kuyruğuna yapışmıştım: "Yâ mel'ûn, içeri gir! dedin. Benden başka Allah'ın kullarından
lanetlenmiş olmadığım bildiğim için, bu sözü bana söylüyorsun sandım ve ben de içeri girdim!» diye
cevâb verdi.

Bundan sonra Nuh (A.S.) gemiye girmişti. Göklerin kapılan açıldı. Yağmur boşandı, yerler yarılıp
sular fışkırdı. Bütün dünyâ suya boğuldu. Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Biz de, bardaktan boşanır gibi yağan bir yağmurla semânın kapılarını açtık. Arzı, kaynaklar, pınarlar
halinde coşturduk, iki su, belirli bir ölçü ile birleşti. Mukadder olan helak meydana geldi Biz Nuh'u
(tahta) levhalardan yapılmış ve sağlamlaştırılmış gemiye yükledik. Öyle bir gemi ki, gemi
koruyuculuğumuz altında akıp gidiyordu. Bunu, (Peygamberlik ni'meti) inkar edilen Nuh'a bir mükâfat
olarak yaptık.» (Kamer süresi, âyet: 11-14)

Gemi su üzerinde kaldı. Nuh (A.S.) şöyle dedi.

«Hareketin Allah adiyledir. Sükûnun da Allah'ın ««lirledir. Rabbim gerçekten Gafur ve Rahîm'dir.
(Hûd sûresi, âyet: 41).

Nuh (A.S.) 'in gemisi altı ay su üzerinde gitti. Rüzgâr gemiyi Doğu ve Batı arasında gezdirdi. Sonra
Mekke'ye götürdü. Mekke'yi tavaf edip, oradan Şam'a geldi. Alta ay dolunca geminin içindeki halk
batacaklarını sandılar. Nuh (A.S.) bu gidiş ve duruşlann Allah'ın kudretiyle olduğunu anladı, duada
bulundu. Bulutlar çeküdi. Yere emir verildi- Yer de sulan yuttu. Kalan sular ise bugünkü denizleri
oluşturdu. Yeryüzü sulardan açılınca gemi Cûdî Dağı'nın üzerinde karar tuttu, oturdu. Nitekim Kur'ân-ı
Kerîm'de şöyle bu vurulur .-

«Allah'ın emri olarak: "Ey arz, suyu yut ve & gök, yağmuru tut." dedi. Su çekildi. Emir yerine ge1'

66

Gemi Cûdî Dağı'nın üzerinde durdu. Ve zâlimier helak olsun denildi. (Hûd sûresi, âyet: 44)

40
41

Nuh (A.S.) gemiden dışarı çıktı. Bütün cihanı suy-

dolu gördü. Gemi içindekilerden başka yerde ne

fanlardan, ne de yürüyenlerden, ne de deprenenler-

den hiçbir kimse kalmamıştı. Nuh (A-S.) Allâhü Te-

âlâ'ya şükretti:

«Allah'a çok şükür ki bizi o zâlim ellerden kurtardı!» dedi. Ve şöyle dua etti:

«Yâ Rabbi! Beni bir mübarek yere indir. Sen indirenlerin en hayırlısısın!»

Nuh (A.S.), Receb ayının onuncu gününde gemiden çıktı. Halka:

«Bu gün oruç tutunuz,» dedi. Onlar da oruç tuttular. Din bilginlerinden şöyle nakledilmiştir:

Nuh (A.S.)'la gemiye giren canlılardan kedi, sıçan ve domuz üç misli artmıştı. Sebebi şuydu: insan ve
hayvan dışkısından (pisliğinden) geminin içi kokmuştu. Halk ise o kokudan bunaldı. Nuh (A.S.)'a
şikâyet ettiler .-

«Bize medet eyle, bu kokudan bıktık!» dediler- Nuh lA.S.) eliyle filin arkasını sıvadı. Allâhü Teâlâ'mn
emriyle filin ardından bir domuz çıktı. O pisliklerin hepini yedi. Halk da o kokudan kurtuldular. Sonra
domuzu sığadı. Sıçan çıktı. Müslümanların rızkını yedi. Elbiselerini kemirdi. Halk yine Nuh (A.S.) a
şikâyet ettiler. O da aslanın arkasını sığadı. Aslan aksırdı. Burnundan kedi çıktı- Sıçanları yedi.

Ondan önce dünyada domuz, kedi ve sıçan yaramamışlardı. Sonra Nûh (A-s-} gemiden çıktı. Kırk ûdî
Dağı'nın üstünde kaldı (*). Yer, sulan çek-

J Kimi rivayetlere göre; Hazret-i Nuh'un gemisi Ağrı ' nı" tepesine oturmuştur.

— 67 —

ti. Toprak fışkırttığı suları yine yuttu. Ama göktı inen sulan yutmadı. Çünkü onlar azâb suyu idi. { su,
denizleri meydana getirdi. Bundan dolayı tuzia, dur.

Sular çekilip azalınca Nuh (A.S.) dağ başından ye-re indi, kuzgunu yolladı:

«Var, dünyada kalan suyun derinliği ne kadardır? Anla! Hemen tezce geri dön, bana haber getir!»
dedi. Kuzgun giderken yolda bir leş gördü. Leşe tamah etti. Onu yemeğe çalıştı. Çok vakit geçirdi. Nuh
(A.S.) kuzgundan geç geldiği için incindi. Ona beddua etti:

«Allâhu Teâlâ seni yarattıklarının gözünde hor kılsın! Yediğin şeyler de her zaman murdar olsun!»
dedi. Sonra güvercin'e emretti. Güvercin süratle uçlu. O azâb suyunun derinliğini anlamak için
ayaklarını batırdı. Su ayağını yaktı. Ayakları kıpkızıl oldu. Tüyleri haşlandı ve döküldü. Güvercinin
ayağının kızıl renkli olması ve tüyünün azlığı o günden kalmadır. Güvercin hemen geri döndü, suyun
miktarını Nuh (A.S.)'a bildirdi. Nuh (A-S.) suyun güvercinin ayağının uzunluğu kadar kaldığını anladı ve
güvercine hayır dua diledi:

41
42

«Hakk Teâlâ, seni halkın gözünde şirin ve sevimli göstersin!» dedi.

Sonra Nuh (A.S.) yer yüzüne çıkıp yürüdü. O vakit Doğu îıe yatı arasında hiç bir yerde ev kalmamış ti,
hepsi-yok olriıuştu. Nuh (A.S.) Cûdî Dağı'nın çev resinde DİT köy kurdu. Orada gemideki seksen kişi
başlı başına birer ev yaptı. Gün geçtikçe köy büyüdü. Koskoca bir şehir oldu. Oranın adına Sûkul Se
mâl'm (Sekon çarşısı) derler.

— 68 —

fföre. Nuh (A-S.) Tûfân'dan sonra üç-

Bivayete gw - ye yine söyiendiğine göre Adem

yüz y* dahanSn Tûfân'a kadar ikibin yıl geçmişti.

ÎA.S.) zam Âdem (A.S.)'dan Tûfân'a kadar uçbın-

Kimileri de: «Aa^^ ^^^ Q gek kl.

flütün dünyadaki insanlar- *«un.

^^ Bütün ,

Yahudi olsun, Müslüman olsun, hepsi de, NUH TÛ-ikrar ederler. Hiç kimse onu inkâr etmez.

' e Nuh

FÂNI'm ikrar e<u»ı™. ,-„

Fakat Moğol taifesi ne Tûfân'ı bilirler, ne de Nuh (A S ) 'ı tanırlar : «Dünya böyle kuruldu, bu biçimde
gidiyor!» derler. Fakat Âdem (A.S.) zamanındaki Yezd-i Cürd bin Şehriyâr devri gelinceye kadar,
ki Hazret-i ömerü'l Hattâb zamanıdır, bu zaman içinde kim geldi ise, gökten Kitâb indi. ibrahim (A.S.)
'in suhufu, Musa (A-S.)'m Tevrat'ı, Dâvûd (A.S.)'ın Zebur'u, Isa (A.S.) 'in incil'i, Muhammed (S.A.V.) 'in
Fur-kân'ı (Kur'ân'f) içinde Nuh Tûfâm'nın haberi verilmiştir. Nuh kavmi helak olmuş ve Nuh (A.S.)
Bâbil şehri dolaylarında yaşamıştır ama; Nuh Tûfân'ı o memleketlerde mi oldu, yoksa bütün
dünya'ya mı yayıldığı hakkında fikir ayrılıkları vardır.

Hakk Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurur t «Pınarlar (kaynaklar) fışkırttık!» Bu âyet-i kerime'den
anlaşılan şudur ki, Tufan bütün dünyayı kaplamıştır. Çünkü «yerden pınarlar fışkırttık!» âyetinin
mânâsı, «Yer'i (Arz'ı) pınar yaptık, akıttık.», demektir. Bu hâle göre, Tufan suyu bütün yeryüzünü
tamamen kaplamıştır.

Yine bilinmelidir ki, bütün insanlar Nuh (A.S.)'in ÜÇ oğlundan çoğalmıştır ki, isimleri Sam, Ham ve
Yâfes'tir. Kenan, kâfir olduğu için Nuh IA.S.) ile ge-"«ye girmemiş, Tûfân'da boğulmuştu. O seksen kişi-
aen hepsi ölmüş, yalnız Hazret-i Nuh'un üç oğlu kal-mıştı.

-^ 69 —

42
43

Derler ki:

Arap ve Acemlerden ne kadar ak yüzlü kişi var sa, hem de ne kadar iyi huylu, güzel adam bulum,
yorsa, bilginler, din adamları, hâkimler, evliya ve Ne bîler ve bunlara benzer dünyada ne kadar kişi
varsa çoğu, Sam oğullarındandır.

Zenciler, Hindliler, Kara yüzlü kimseler, zâlimler hiç kimseye acıması olmayan katı gönüllüler varsa
onların da çoğu Ham oğullarındandır. Sebebi de şu-dur:

Bir gün Nuh (A.S.) yatıp uykuya dalmıştı. O sırada bir yel esmiş, Nuh CA.S-) 'in eteğini açmış ve av ret
yeri açık kalmıştı. O, bundan habersizdi.Hâm geldi. Geldiğinde babasını o hâlde görünce güldü, geçti,
gitti. Babasının açık yerini örtmedi. Onun arkasından Sam geldi. Babasını çıplak görünce hemen iler
ledi, O'nu örttü. Nuh (A.S.) uyandığında Şam'a:

«Ne oldu?» dedi. .

Sam da babasının hâlini haber verdi:

«Kardeşim de o hâlinizi gördü. Ama gülüp geçti!« dedi. Nuh (A.S.) oğlu Hâm'a beddua etti:

«Allâhü Teâlâ senin ve senden gelen zürriyetinin şeklini değiştirsin!» dedi- İşte siyah derililer o Ham
neslindendir. (Kara üzüm, kara incir, kara renkli ne varsa o taife ile nisbet edilir.)

Tatar, Çağatay, Sıklap, Ye'cuc ve Me'cuc'larla bunlara benzeyen halk da Yâfes'ten gelmişlerdir (*>•

(*) YÂFES: Nuh (A.S.)'m büyük oğludur. Iran-Hazer Denizinin kuzeyi ile batı-kuzeyine göç eden halk
ile Tür»' ler, birçok kavimlerle birlikte YÂFESOĞULLARI'ndan Sel' mistir.

70

HÛD ALEYHİ'S-SELÂM

n rda Ad ve Semûd adında, iki kabilenin be-

,° M kişi vardı. İkisi de Nuh (A.S.)'in oğlu Sâm'-y' ^Sindendi. Ad, îvez'in oğludur. İvez de Şam'ın l dur
Âd'm oğullarına «Adî»; Semûd oğullarına H! .Semûdî- denildi. Araplar'da her taife atalariyle
ılmaktaydi: Temîmoğullan, HâşimoğuUarı da atalara Temim ve Hâşim'den isim almışlardır- Âd'ın
nesline de «Âdoğulları» denmişti. Nitekim Hakk Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de:

.Ad kavmine de, kardeşleri HÛD'u gönderdik.» (Hûd sûresi, âyet: 50) buyurmuştur.

Hûd (A.S.) kardeşi Âd'a değil, kardeşioglu olan /doğullarına gönderilmişti.

Âd'm oğullan kalabalıktı. Semûdogullan da Hûd (A.S.)'m kardeşiydi. Nitekim yine Kur"ân-ı Kerîm'de
şöyle Duyurulmuştur:

«Semûd kavmine de kardeşleri SâMh'i Cgönder dik).» (A'râf sûresi: âyet: 72) Bunaan da murâd, Se-
nıûdoğuUandır, yalnız Semûd değildir. Yoksa, Hakk Teâlâ «kardeşi» der, «kardeşleri» demezdi.

43
44

Yine Kur'ân-ı Kerîm'de Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştur :

•Rabbinin, Ad kavmine, İrem şehri halkına ne yaptığını görmedin mi?» (Fecr sûresi, âyet: 6-7).

Bu Ad ve Semûd kavmi iki taifeydi. Birbirlerine (Vfr kTv^' lkİSİ ^ Hicaz topraklarında, Şam ile d» A ?
**** arasuada otururlardı. Kur'ân-ı Kerîm'de de-Ashâbi'l Hicr, diye anılmıştır:

halkı, gönderilen peygamberleri tekzip et-(Hicr sûresi, âyet: 80) halkı, gerçi Şam ikliminde otururlardı,

— 71 —

ama İranoğullarındandı. Hicaz taraflarını vatan edi mislerdi.

Rivayete göre de Ad ile Semûd kavmi arasında ikiyüz yıl gelmişti. Semûd, Ad'dan ikiyüz yıl sonra
gelmişti. Kur'ân-ı Kerim'de de önce Ad, sonra Semûd olayı beyân buyurulmuştur.

Ad kavmi peygamberi tekzib edip, inanmadılar Büyüklenip, kibirlendiler ve Allah'a âsî oldular.

«Ad kavmine gelince onlar yeryüzünde nahak yere kibirtenmişlerdi ve bizden daha güçlü kim
olabilir demişlerdi?» (Fussilet sûresi, âyet: 15)

Semûd kavmi de Peygamberlerine inanmadılar: «Yalan söylüyorsun!» dediler.

Rivayete göre; Hakk Sübhânehu ve Teâlâ, Se mûd kavminden gövdeli ve onlardan boylu ve güçlü
kimse yaratmamıştı. Kuvvette öyle güçlü idiler ki, sert bir yeri tepseler, ayakları dizlerine kadar yere
gömülürdü. Yeryüzünde olan yüksek binaların ve sağlam duvarların onlar tarafından yapıldığı
söylenirdi. Bir koca ve sağlam yapı nerede görülse: «Bu, Ad zamanından kalma yapıdır!» derlerdi.

Ad kavmi kuvveterine güvenip azınca. Hakk Süb-hânehu ve Teâlâ Hazretleri onlara Hûd (A S.)'ı
yolladı. Hûd Arapça'dır, ibrani dilinde «Abir»dir. (Nuh oghı Sam oğlu Erfahşüd oğlu Salih oğlu Âbir'dir.)

Hakk Teâlâ:

(*) irem: Cennet'e eş olarak yapılan meşhur yüksr sütunlar, bahçeler. Adin Şeddâd ve Şedîd adında
iki og lu vardı. Babalarının ölümünden sonra hükümdar oldu lar. Şeddâd. Cennet'e bir eş olarak
Arabistan'ın güneyi de A^«n şehrinde bu bahçeyi yaptırdı. Taşlan altm. ^ gümüştendi, Hûd (A.S.)'ın
ihtarına uymadı. Şehir bitin' görmeğe ilk gidişinde çıkan kasırga arasında mahvol cesedi kumlara
gömüldü.

— 72 —

Âd'a kardeşleri Hûd' u gönderdik!» buyurur.

Kardeşlik iki türlüdür. Birisi karabetle, diğeri de

âvetle Bunların kardeşliği ise karabetle idi.

Hûd (A.S.) geldi. Bunları Allâhü Teâlâ'ya davet ettl Ve onlara şöyle dedi:

44
45

«Ey kavmim, dedi, Allah'a tapın. Sizin O'ndan baş

ka tapacak ve ibâdet edeceğiniz yoktur.» (A'râf sû

resi, âyet: 73) -

Bunlar kendi kuvvetlerine aklanmışlardı :

«Bize azâb verebilecek bizden daha güçlü kim var?» demişlerdi- Hakk Teâlâ da:

«Bunlar bilmiyorlar mı ki onları yaratan Allah, kendilerinden daha güçlü ve kuvvetlidir?» (Fussilet
sûresi, âyet: 15) diye buyurdu.

Hûd kavmi 50.000 kişiden fazlaydı. Hûd (A.S.) onlara:

«Siz bir tepeye bir âbide mi yükseltip gelip gecemle alay ediyorsunuz? İçerisinde ebedî kalacakmış-
sınız gibi istihkâmh kaleler (köşkler) mi yapıyorsunuz? Bizi tutup zâlimler gibi yakalıyorsunuz. O hâlde
Allah'ın (azabından) korkun, sakının, bana itaat edin.» (Şuârâ sûresi, âyet: 128-131).

Hûd (A.S.), sonra, Allah'ın verdiği ni'metleri onlara bildirdi ve :

«Korkun o Yüce Allah'tan, ki size şu bildiğiniz nı metleri bol bol ihsan etti. Size davarlar verdi, oğul-
ar. bağlar, ırmaklar, pınarlar ihsan etti. O Allah'a ^arşı olan ibâdetinize dikkat edin! » dedi. T..,7U
nı'metler hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de Hakk Tealâ şöyle buyurur :

«lür "*rı?lart oğuUar duaya hayatının ziyneti, süsü -

'"(A1jeh.f su*-esi, âyet: 46).

ıs b ı Teâlâ> ~neden malları oğullardan önce ummnaktadlr Ni-metlerle mal edinilir. Ev-

— 73

lât ile mal toplanılmaz, yalnız feraha erilir. Malı ol-* mayan kimseye evlât vebaldir. Mah olmayan,
belki evlâd bile dilememelidir. Allâhü Teâlâ'nın malı önce buyurması, insanlarda malın evlâdtan da
sevgili tutulmasıdır.)

. ***

Hûd (A.S.), böylece elli yıl öğütlerde ve Allah'a davette bulundu. Ad kavmi de:

«Bize öğüt versen de, vermesen de birdir! Biz sana inanmıyoruz. Ey Hûd! Sen: "Bu ilâh diye ibâdet
ettiğimiz putlara ilâh değildir!" dersin. Ettiğin bu dâva deliliktir. Bir nişanın yok. Hüccetin nerede?
Yalnız senin bu sözlerinle putlarımızı bırakıp, seni tasdik etmeyiz. Sen divâne olmuşsun. Senin
kötüleyip hakaret ettiğin o putlarımız, seni divâne eylediler.» -dediler.

Hûd (A-S.) onları elli yıl Hakk yola davet eylediği hâlde onlar kendisinin peygamberliğini tasdik
etmediler. Allâhü Teâlâ'yı tasdik edenler de saklanır, kendilerini gizlerlerdi, açığa vurmazlardı. Böylece
Hûd (A.S.), onlardan ümidini kesmişti.

45
46

Hakk Teâlâ da, bu kavmin Hakk elçisi Hûd (A. Ş.)'ı tasdik etmemelerine karşı onlara azâb etmeyi
diledi. Pınarlarının suyunu kesti. Davarlan kırıldı Üç yıl yağmur yağmadı. Çok büyük bir kıtlık oldu.

Hakk Teâlâ'yı tanıyanlar, Şam'da ve Hicaz'da oturan kavimlerdi, ki her ne zaman yağmur1 yağmasa
Mekke'ye varıp kurban keserlerdi. Kâfirler bilirlerdi ki Mekke toprağı (Arz-Harem'i) dir. Bunlardan her
kişi Harem'e saygı gösterir, yüce bilirlerdi ki her ne dilekleri olursa olsun onu ancak Allâhü Teâlâ kabul
eder, başka birisi kabul etmezdi. Nitekim yağmur ya|-masa veya: düşman eline esir düşseler, ya da
zulüm Mekke'ye gelirlerdi ve orada kurbanlar ar

— 74 — .

edip dilekte bulunurlardı. Ve Allâhü Teâlâ da nı kabul ederdi. Din bilginleri derler ki: Bunların
hacetlerinin Hakk Teâlâ tarafından ka-hûl edilmesi, O'nun varlığına açık bir delildir: Zira Nuh (A.S.)
'dan sonra tâ Hûd (A.S.) 'a gelinceye kadar Hakk yolu gösterecek bir peygamber gelmemişti.

Hacetleri kabul olunanlar ve alâmetlerini gören kâfirler bilirlerdi ki onların bir Yaradan'ı, Bir Allah'ı
vardır. Duaları, dilekleri kabul eden O'dur. Her kim Allah'a ibâdet etmezse, Allâhü Teâlâ da onların
dileğini kabul etmez.

Ad kavmi, kıtlıktan âciz ve çaresiz kalınca : «Mekke'ye bir elçi gönderelim, gitsinler. Bizim için dua
etsinler, bize de gökten yağmur yağsın!» dediler. Büyüklerinden üç kişiyi gönderdiler. Birisi Ad oğlu
Lokman, diğeri Mersed bin Sa'd, üçüncüsü de Kıyl ibni Amr'dı. Lokman en büyükleriydi. Bu Lokman'ın
babasının babası Ad idi. Hûd (A-S.) 'ı da tasdik ederdi. Mersed de O'nu açıkça tasdik etmişti. Ama Kıyl,
kâfirdi. Hûd (A.S.)'a âsi idi. Adlılar onlarla birlikte çok çok davar ve koyun otlatırlardı. Ru üç kişiye :

«Varın, Mekke'de bunları kurban edin. Allah'tan yardım dileyin!» dediler. Mekke, bulundukları
yerden "Ç gün uzaklıktaydı. Hûd (A.S.) bunlara :

«Bana uyun, Hakk Teâlâ da size yağmur versin!» Cedl Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur :
tevbl kavm! KabNnizden yarlığamnak düeyin. O'na dırsm 'ör" W SİZe »^yû20110011 bol bol yağmur
yağsın ..TKlthktan kurtarsın), kuvvetinize kuvvet kat-*'"•' (Hûd sûresi, âyet: 52)

y^«ûd <A-S.) onlara:

döndürm '!Mekke'ye varan adamlarınızı da mahrum 7nesm! 'Günâhınızı bağıştasın!» dedi. Ad kav-

— 75 —

mi, Hûd (A.S.)'ın bu sözlerini işitmediler ve bu ü kişiyi Mekke'ye yolladılar. Onlar da Mekke'ye geljQ
ce, Ad kavminden olduklarını öğrendikleri kabileye geldiler. Kabîle halkı bu üç kişinin Ad kavminden
olduklarını ve Mekke'ye yağmur dilemeğe geldiklerini öğrenince, onlara bir ziyafet çektiler. Ve:

«Üç gün bize konuk olunuz. Sonra işinizi görürsünüz!» dediler. Üçüne de güzel güzel ziyafetler
çektiler; çengi ve câriye getirdiler; Şaraplar ikram,ettiler. Misafir gelenler de kendi vazifelerini
unuttular. Bir ay sohbette bulundular. Araplar arasında, bir yere iş için gönderilip de orada kendi işi ile
uğraşan, eğlenen kişiye «Ad elçisi gibi» derler. Bu eğlenceler tamamlanınca, ziyafet verenler onların

46
47

kendi kavimlerini ve vazifelerini unuttuğunu anladılar. Ve aynı kavimden oldukları için onlara bu hâli
hatırlatmayı ayıp saydılar. Onlara:

«Artık işinize gidin!» diyecek şarkıcı kadınlardan t irisine birkaç şiir öğrettiler. Ona:

«Sohbet sırasında bu şiiri oku!» dediler. O da Kıyl'e hitâb ederek aşağıdaki şiiri okudu:

Nedir ey Kıyl, nice bir zevk edersin? Dua et belki bin bir rahmet ola!

***

Unuttun halkını, mihnette koydun, Senin elinden onlar rahat ola!

***

Susuzluktan o kavmi kurtarırsın, Senin elinden onlar rahat ola!

v. Üç elçi, bu sözleri işitince, Ad kavminin susuzluk tan yanmışlikları, bunaldıkları hatırlarına geldi:

«Kendi kavmimizi unutmuşuz!» dediler. Hemen Kâ'be'ye varıp kurban kesmek istediler. Lokman
üe

— 76 —

Mersed

ki Hûd (A.S.) 'a gizli olarak inanmıştılar

bu

dinlerini açığa vurdular. Ve : Eeer Ad kavmi Hûd'a inanmış olsaydılar, onla-AÎlâh yağmur verirdi.
Kurban sunmak da, kesmek r* hiç gerekmezdi.» dediler. Kıyl, onların Hûd, (A.S.) 'a 06 ndıklannı ve Ad
halkı helak olsa da ikisinin de 1 am duymayacaklarını anladı. Onları yalnız bıraka -ak kendi başına
kurbanları kesmeğe gitti Fakat Lokman ile Mersed, ondan önce, Kabe'ye vardılar, Mersed Arapça bir
şiir okudu. Şu mânâdaydı :

Ey yüce pâdişâhım! Sen ey Yüce Allah'ım! Sen ne kadar yücesin, ne yücedir dergâhın. Şu kâfirlerden
gelen Kıyl'ı gör ki Rabbim sen, Şu yüce dergâhına geldi uzak yerlerden! Senden yağmur diliyor, kabul
etme Rabbimiz! Onu kutsal Kâ'ben'de Sen söyletme Rabbimiz!

Lokman da şu duada bulundu :

Ey Rabbim, Yaradanım îmân getirdim Sana, Sen 'den dileğim şudur s «Kıtlık ver Ad kavmine!»

Birden, gaibten, bir ses işittiler. Bu ilâhî ses : «Dileğinizi kabul ettim!» diyordu. İkisi, bir köşeye
gizlendiler. Kıyl kendilerini görmemeliydi. Az sonra O da geldi. Kurbanları kesti. Ve:

47
48

•Ey. göklerin ve yerlerin Rabbi! Sen bilirsin ki ana dileğim vardır. Ama dileğim bir hastam olduğu d ^
~na sağhk dilemek değüdir. Biz ki kıtlığa uğra-. Sürülerimiz kmldl- Dileğimiz, bize yağmur verendir. Bizi
bu kıtlık belâsından kurtar.» dedi. «emen, o anda, gökten üç bulut geldi : «n kıpkızıl renkteydi. «ri
bembeyazdı.

ses

kaPkaraydı. Ve, Gayb Âlemi'nden bir

dedi :

77

bulutun hangisini istersin ki senin kav mine vereyün?»

Kıyl, bu sözleri işitince:

«Ak bulutta iş yok- Ondan hiç bir şey olmaz. Kı-«Ak bulutta iş yok. Ondan hiç bir şey olmaz. Ki-
bulutlarda ise yağmur bol olur, onu dileyeyim!» dedi Sonra o ilâhî sese şu cevâbı verdi: «Ad kavmine
sen, kapkara bulutu gönder!» Fakat o kara bulutun içinde azâb vardı. Hakk Teâlâ Azâb Meleklerine:

«Kara bulutu Ad kavmine sürün götürün!» buyurdu. Kıyl de dilek tepesinden indi. Arkadaşlarının
yanma geldi. Onlara:

«Ad Kavmine kara bulutu gönderttim!» dedi. Sonra iki arkadaşının yanında durdu.

Kara bulut, Ad ülkesine gitti. Âdoğulları bulutun geldiğini görünce sevindiler:

«işte bulut geldi!» dediler Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Onlar (gelen azabı) vadilerine doğru ilerleyen bir bulut şeklinde görünce: "Bu bize yağmur getiren
bir bulut." dediler.» (Ahkâf sûresi, âyet: 24)

Hûd (A.S.) onlara şöyle dedi:

«Hayır, o sizin çarçabuk gelmesini istediğiniz şeydi. Acıklı azabı getiren şeydi.» (Ahkâf sûresi, âyet:
24)

Karabulut onlara erişti. Üzerlerinde durdu. Ondan kısırlaştıncı bir yel çıktı. Hakk Teâlâ da şöyle
buyurdu :

«Hani, Âd'ın üzerine kasıp kavuran (kısırlaştıncı' fırtınayı göndermiştik.» (Zâriyât sûresi, âyet: 41)

, [Akim; akamete uğratan, kısır, faydası olmaya" demektir. Oysa yelde çok fayda vardır. Ağaçlara su

Güzel kokular getirir. Ekin ve yemişleri hoş h-i akim denilir.] Ve Allâhü Teâlâ şöyle buyurur: Ad ise
uğultulu, yıkıcı bir kasırga ile mahvoldu-T," (El Hakka sûresi, âyet: 6)

48
49

Sarsar, büyük rüzgâr, fırtınadır. Âtıya da âmân rmeyen yeldir. Bu yelden hiç kimse kendisini
koruyamaz. İşte böyle bir kasırga ve yel Ad kavminin üzerinde durdu. Bütün sürülerini havaya kaldırdı.
Sonra yere vurdu. Parça parça etti. Nitekim Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu:

«Fırtına nereye uğradı ise orasını çürük kemiğe döndürmüştü.» (Zâriyât sûresi, âyet: 42)

îşte Ad kavmi öyle çürük bir kemiğe dönmüştü, ki parmak basılsa toz olacak bir şekle girmişlerdi, ilk
önce, bu karayeli gören Adlılar: «Hele bir sabredelim, belki, sonraları güzel bir yağmur yağar!»
dediler.

Bu olay için Hakk Teâlâ şöyle buyurur: «Allah, o fırtınayı üzerlerine yedi gece ve sekiz gün arka arkaya
musallat etti. Öyle bir hâle geldiler ki onları yurtlarında görseydin yere yağar! dediler. Hepsi de
evlerinden dışarı çıktı. Hûd (A.S.) onları görünce : "İşte artık bana inanmağa geliyorlar! Mutlaka
benden şefaat dilenecekler!" dedi. Adlılar Hûd (A.S.)'m yanına gelince, yine kendisini tasdik etme-
düer. Câhilce hareketlerde bulundular. O zaman esen kasırga bunları havaya kaldırdı- Sonra yere
çarptı, epsi de helak oldular. Vücûdlanyla her biri hurma ağacına döndü serilmiş hurma kökleri gibi
bulurdun.» (H£*kâ sûresi, âyet: 7)

^aduüar evlerine k^çış-tılar,- fakat Hakk Teâlâ'-ruzgarı onların da üzerlerine musallat oldu. Evle-

78

- 79 -

- vedi akbaba ölünce, o -da o saat öldü. Boy ta y a ömrü ka(Jar yaşanuş oıdu.

aK

***

rinin içinde onları duvardan duvara çarptı. Hepsj yok etti, öldürdü.

Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

«Vaktâ ki emrimiz geldi. Hûd ile ve O'nunla bir likteki insanlan, rahmetimizle, kurtardık, onları ağır
işkencelerden koruduk-» (Hûd sûresi, âyet: 59)

Kurtulanlar arasında ancak imân edenler vardı

Mekke'ye gelen Lokman ile Mersed Mekke'de bir dağ basındaydılar. Ad kavminin hâlleri onlara da
erişti. Kâfir arkadaşları Kıyl'e:

49
50

> «Gel, îmân getir! Tâ ki sen de kurtul!» dediler Fakat o:

«Ad kavmi helak olduktan sonra bana yaşamak gerekmez!» dedi. Bu sözünü tamamlamadan
Hakk. Teâlâ'nın emriyle bir yel esti, Onu da dağdan aşağı iırlattı. O da helak oldu.

Lokman, Mersed'le konuşurken:

«Allah'tan, dileğim şudur ki: Benim buğdayım yirmi çeki etsin ki, ölünceye kadar da buğday
ekmeği] yiyeyim.» dedi.

Lokman'm buğday dilemesinin sebebi, kendi memj leketinde daima arpa. ekmeği bulunmasıydı.

Sonra ikisi de Mekke'ye geldiler. Lokman:

«Yâ Rabb! Bana yedi akbaba ömrü kadar ömür ver!» dedi.

O anda gâibten bir ses duyuldu. O'na:

«Sen ne kadar sağ olsan da bir gün bu dünyadan göçersin!» dedi. O da:

«Doğru söylüyorsun! Bu kadar ömürden sonra ölsem revadır!» dedi. O ses:

«Dileğin kabul edildi!» diye O'na cevâb verdi. * * *

Rivayete göre; Lokman bir akbaba yavrusunu aldı, ona bakıp büyüttü. Ondan sonra akbaba öldü

ce

S)'dan sonra tâ Salih (A.S.) zamanına

IÛCLen yüz yıl içinde hiç bir peygamber gelmedi.

Nadar geç kadar hükümdar varsa kimisi ateşe,

0 ^^1 Güneş'e tapardı. O zaman Hakk Teâlâ Peygamberini Semûd kavmine gönderdi.

SALİH ALEYHİ'S-SELÂM

Allâhü Teâlâ, Salih Peygamberi Semûd kavmine gönderdi. Semûd da Ad gibi Nuh oğullarmdandı.
Semûd kavmi Hicaz taraflarında HİCR denilen yerde otururlardı. Kur'ân-ı Kerim onlar için şöyle buyu-

rur :

«Hicr halkı, elçileri (Peygamberleri) reddederek

yalanlamışlardı.» (Hicr sûresi, âyet: 81)

* **

[Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (S-A.V.) TEBÜK gazasında o Hacir denilen yere gelince: «Bu
roakam, kardeşim Salih Peygamberin makamıdır!» di-

50
51

ye buyurmu$tur.]

* **

Semûd kavmi, güçte Ad kavmi gibiydi. Taşlan delip ev yaparlardı. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur :
•Dağlardan oyarak evler yaparlardı.» (Şuârâ sû-

. âyet: 149)

Semud kavminin su içecek yalnız bir pınarları

° pmardan su içerlerdi. Ondan başka

sulan ı .

Teâlâ H ' Hepsi de Putlara tapmaktaydılar. Allâhü

414 KU 'â0"103"8 Sâlİh Peygamberi y°nadl- Hakk

— 80

— 81 —

F./6

«Biz, Semûd kavmine kardeşleri Salih'i gönde H diye buyurur, Salih (A.S.) onlara:

«Ey kavm! Allah'a ibâdet ediniz!» diye buyu «Sizin için Allah'tan başka ibâdet edecek başka Ali;
yoktur. Sizi O yaratıcı olan Allâhü Teâlâ yarattı < ze dünyada bu kadar ömür ve bu kadar mal ve k vet
verdi. Allâhü Teâlâ'yı tanımayıp da ağaçtan, t? tan elinizle yaptığınız putlara tapıyorsunuz? Siz ı lâhü
Teâlâ'mn azâb ve hışmından korkmaz misini Bu bâtıl inançtan vazgeçin. Sizin O Yüce Yaradaı ibâdet ve
tapmanız gerektir. Yoksa size O'ndan ç şiddetli ve elim azâb gelir.»

Kâfirler, O'na şöyle dediler:

-Ey Salih! Sen daha önce içimizde kendisinden büyük şeyler umulur bir adamdın. Ne diye bizi ata
larımızm taptıklarına tapmaktan vazgeçirmek istiyor san? dediler.- (Hûd sûresi, âyet: 62)

Ve sözlerini şöyle bitirdiler:

51
52

«Ey Salih! Senin Rabbinin hışmı ile mi bizi kor kutuyorsun? Var, elinden ne gelirse, söylediklerin ger
çek ise, işle. O Rabbinin azabını bize getir, görelim

Gerçekten. Salih (A.S.) küçükken onlann arasın da büyümüştü. Ama, hiç bir zaman, onların dedik:
rini yapmamış, putlarına tapmamış, onlara secde memişti. Kâfirler, Salih (A.S.)'m bu hâline karşı

«Küçüktür, aklı yetmez. Onun için puta tapir Büyüyünce uslanır, o zaman tapar!» derlerdi. Sı f A.S.)'ı
yermek istiyenler de aynı sözleri söylerle'

«Elbet putlarımıza büyüyünce secde edecekt derlerdi.

Salih (A.SJ büyüyüp erginieşince, onların um ğu gibi olmadı, hattâ Salih (A.S.) Semûd kavmim ta
tapmaktan menetti. Onlar da:

«Ey Salih, biz seni uslanır derdik. Gittikçe o<

Sen^r

uymayız! Biz tanrılarımızı bırak iş edersen et!» dediler. Salih (A.S.) on-

ara : le sözler söylemeyin! Bu söyledikleriniz yan-AÎlâhü Teâlâ'yı bir bilin. Puta tapmayın! Hakk beni
size peygamber gönderdi. Ben, sizi Hakka avet ederim! Ve Hak Dîni'ne çağırırım! Bana inanmanız
gerektir.» dedi.

O kâfirler, Salih (A.S.) 'm sözlerinden çok incin-

diler:

.Gelin, şunun peygamberliğinden bir nişan, bir alâmet istiyelim! Görelim ne cevâb verir!» dediler.

Birçok kimse kalkıp Salih (A.S.) 'm yanma gel-

diler :

«Yâ Salih! Sen iddia edersin ki benim Allah'ım herşeye kadir dersin. Bizi Allah'ına secdeye davet
edersin Sen O Allah'ından dile, şu dağdaki katı, sert taş ikiye yarılsın! İçinden ise güzel tüylü kıvırcık bir
dişi deve çıksın. Yanında da kendi gibi yavrusu olsun! ikisi de ot otlasın. Su içsin. Biz de sana inanalım!
Seni Hakk Peygamber bilelim, dileğini yerine getirelim!» dediler.

Salih (A.S.) :

«Bu dediğiniz şey AHâhü Teâlâ'ya kolaydır. Lâkin korkarım ki bu dileğiniz yerine geldikten sonra
sözünüzde durmazsınız. Belki o deveyi öldürürsünüz. O Allah'ın azabına daha beter, daha çok uğrar-

-- diye cevâb verdi. Semûd halkı:

•Deveyi öldürmeyiz!» dediler.

52
53

T*11 SâUh (A'SJ> Allâhü Teâlâ ve Tekaddes inleyıp me duâ etti- Hemen o saat, o dağ parçasının çası
yanld v fel görüldü> Gösterdikleri o kaya par-ü bir dev ^«den, istedikleri gibi, kızıl, kıvırcık eve
Çıktı. Yanında kendisine benzer bir de

— 82

yavru vardı. Hemen ikisi de otlamağa başladı s çeşmeye varıp su içtiler. Kâfirler bu mucizeyi görûı çok
şaşırdılar:

«Salih, acaba sihirbaz mı?» dediler. Semûd'hı rm kimisi inandı. Kimisi inanmadılar. Deve, pınar rında
ne kadar su varsa içti. Kâfirler:

«Susuz kaldık, şimdi ne edeceğiz!» dediler Sal

(A.S.):

«Kendiniz böyle istediniz! Suyu nöbetleşe içer niz. Su bir gün sizin olsun, bir gün de devenin! Lâk
deveyi öldürmeğe kalkışmayın. Deve ölür ölmez, si Allâhü Teâlâ'dan elim, şiddetli azâb gelir. Hepiniz h
lâk olursunuz!» dedi. Semûd halkı, bu sözden kor tular. Suyu nöbetleşe içmeğe başladılar.

Bir gün çeşme suyundan onlar içiyorlardı, bir gı de deve!..

Salih (A.S.), onlara:

«Biliyorum ben, siz en sonunda bu deveyi öldü mek istiyeceksiniz. Onun yüzünden de azaba uğr
yacaksınız!» dedi. Böylece otuz yıl geçti. Deveyi c dürmediler. Bir gün kâfirler, Salih (A.S.)'m yamr
gelip:

«Yâ Salih! Sen, bize bu deveyi öldüreceğimizi sö; ler dururdun, işte, bunca zaman oldu, öldürmedik l
te yalan söylediğin anlaşıldı!» dediler.

Salih (A.S.) :

«Fakat, bu deveyi öldürecek adam anasından doj manastır!» dedi! Semûd halkı da :

«O kimsenin sıfatı nasıl olacaktır?» diye sora1 lar. O da:

«Sarışın saçlı, kızıl gözlü birisi olacaktır!» cevâb verdi. Kâfirler:

«Bu yıl, dikkat edelim, bu sıfatta doğacak Ç1 lan ölrürelim! Salih'i yalancı çıkaralım!» dediter

53
54

on tane kadın buldular. Onlara: kadınları bize nerde varsa gösterin!» diye lCTr Onlar da gösterdiler.
Kadınlar oğlan do-6 câiih (AS)!ın dediği sıfatta ise hemen öl-

ncâ îDfcUüi «.-**.•»«*

ı di Böylece tam dokuz yıl dünyaya gelen ço-'n öldürdüler. O çocukların babalan Salih (A.S.) 'ı ,âten
sevmezlerdi. Çocukları öldürülünce daha çok evroemeye başladılar.

.Salih'i öldürelim!» dediler Nitekim Kurân-ı Ke-,-im'de şöyle zikredilmiştir:

«Şehirde dokuz kişi vardı ki yeryüzünde fesâd çıkarıp iyi işler işlemezlerdi.» (Nemi sûresi, âyet: 48)

tşler bu hâlde iken, şehrin ileri gelenlerinden tanınmış, yüce bir kişinin bir oğlu dünyaya geldi. O
ocuğu öldürmek istediler.

«Bu Salih'in söylediği sıfatta bir oğlan çocuğu -l ur!» dediler. O dokuz kişi:

•Salih'in söylediği sözlerin aslı yoktur. O bir büyücüdür! O, bizim çocuklarımızı yok etmek,
üretmemek istiyor! Yoksa deveyi kim öldürecekmiş!» dediler. O tanınmış, yüce kişiden yana oldular.
Doğan ço-ruğun öldürülmesine mâni oldular. O günden sonra «San çocuklar da öldürülmedi.

Aradan tam oniki yıl geçti. O çocuk büyüdü. Yı-^delikanh oldu. O dokuz kişi: «akınız şu Salih, bize neler
etti! Eğer bizim de ,?K™!Z sağ olsavdı, şimdi her biri böyle delikan-: olurdular!» dediler. O dokuz kişi
LS.)'ı öldürmeğe karar verdiler: dışan çıkar gibi yapalım. Gece basın-

a geri .

?lim! Eğe/b—' Sâlih>i yakalayıp yattığı yerde öldü-

erİ2!* dedile 1ZxTtUtan °lursa: Biz burada • degildüc!

r m Hakk Teâlâ Hazretleri şöyle

84

— 85 —

« (Bu dokuz kişi) Salih'i ve ailesini geceleyip K., lım ve öldürelim. Sonra velîsine : "Salih'in öld sinde
hazır bulunmadık. Bizler doğru söyleyen leriz", diyelim ve Allah adı ile and içelim,

54
55

zaklannı kurdular. Biz de onları farkında değilken h-lelerini akamete uğrattık.» (Nemi sûresi, âyet: 49
5.

Dokuz kişi böyle bir karara vannca, büyük b taşın arkasına gizlendiler. Salih (A.S.) 'ı öldürme?
geldikleri gece, Hakk Teâlâ Hazretleri o taşı bunlann üzerlerine yıktı. Hepsi de helak oldular. Nitekim
Kur' ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulmuştur :

«İşte bak! Onların kurdüklan tuzakların sonu m oldu? Biz onları da, kavimlerinin topluluklarını da he
lâk eyledik.» (Nemi sûresi, âyet: 51) .

Fakat bunlardan birisi yoldaydı. Ansızın bunla rın taş altında kalıp helak olduklarını görünce, şehre
geldi halka haber verdi. Şehir halkı oraya gelip olup biteni gözleriyle gördüler. Geri dönüp Salih (A.
S.)'a geldiler:

«Sen bizim oğullarımızı öldürttün. Bu yetmiyormuş gibi, bu sefer de babalarını öldürdün! Biz de
senin deveni öldüreceğiz!» dediler.

Toplandılar. Deveyi öldürmeğe geldiler- Fakat aralarında hiç kimse deveye kılıç vurmaya cesaret
edemedi. Ama, Salih (Â.S.) 'in deveyi öldüreceğini ön ceden haber verdiği o çocuk geldi. Deve
çeşmeder içiyordu. Bunlar uzakta durdular. O çocuk heı ilerleyip deveyi kılıçladı. Deve yere düştü.
Yavrus da öldürmek .istedi. Yavru kaçtı, dağa tırmandı. /•• sının çıktığı taşın yanına vardı. Salih (A.S.)
'a :

«Deve öldürüldü!» diye haber verildi- O dar:

«Ey kavm! Size azâb gelecek! Niçin böyle ettin dedi. SemûdÜular yaptıkîarma pişman t>ldıal»r

«Deveyi biz öldürmedik! Şu çocuk öldürdü'

86

zâb gelmemesi için şimdi ne yapalım?» dediler

c*k<

(A.S-) : ölümden uzaklık var. Bu, Allâhü Te-.Sıze uve. ^ gün sararacak; bir gün tazıllaşa-ıznı —
kararacaksınız. Ama dördüncü gün Allah'ın azabı gelecektir!» dedi. Gerçek-gün sarardılar, ikinci gün
kızülaştılar. cün karardılar. Kendilerine Allah'ın azabı-geleceğine inandılar. Ama bu azâb ne yolda ge-
kti? Bunu bilmiyorlardı. Dördüncü gün olunca ten bir ses geldi. Semûd kavminin hepsi birlikte k olup
gittiler. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyu-

rur :

«Zâlimleri, korkunç bir ses alıp götürdü. Hepsi^ nin oldukları yerde, korkudan canlan çıktı.» (Hûd
sûresi, âyet: 67)

Bunlardan bir kişi Mekke'de bulunuyordu. Adı ise Elûregal idi. O bile o anda orada öldü. Hakk Teâlâ
şöyle buyurur :

55
56

«Sanki yurtlarında hiç yokmuşlar gibi oldular. İyi bilin ki Semûd kavmi, Rablerini inkâr ettiler. İyi bi-
Hn ki Semûd, Allah'ın rahmetinden uzak kaldılar.» 'Hûd sûresi, âyet: 60)

Bundan sonra da Salih (A.S.) gözlerini dünyaya yumdu. Ve daha sonra da İbrahim (A.S.), Peygamber
olarak geldi.

OĞLU NEMRÛD

lllrdl Bab/V^1 Nemrud- Bâbtf diyarında yaşar-

•:ulüm edici' lfağdad yanlarındaydı. Ncmrûd, çok

Padişahtı. Pufa tapardı. Kendisinin

— 87

ise kendine has, putları vardı. Altından, gümüşten kızıl yakut ve incilerle ve türlü türlü cevahirle bu
putları süsletmişti. Nemrûd'un Âzer adında bir vez il vardı. Nemrûd'un hazîneleri ve definelerinin ç0ğu
onun elindeydi. Nemrûd onu çok hoş tutardı. Ve ken dişini çok severdi. Âzer. İbrahim (A.S.) 'm
babasıy^ Onikinci atada Nuh Peygambere bağlanırdı. Âzer'in İranca'da adı «Tarek» idi. Ve soy zinciri
şöyleydi;

l - Nuh (A.S), 2 - Oğlu Sam, 3 - Oğlu Erfahşûd, 4 - Oğlu Kolynan, 5.-. Oğlu Salih, 6 - Oğlu Aber, 7 - Oğ
lu Fâlek, 8 — Oğlu Argın, 9 - Oğlu Sarug, 10 - Oğly Nahr, il - Oğlu Târek, 12 - Oğlu Âzer, 13 - Oğlu îbrâ-
him.

Rivayet edilmiştir ki; dünyada dört padişah hükmetmiştir- Bunlardan ikisi Hakk Dini'ndeydi. Hakk
Dîninde olanlar Süleyman Peygamber, Zülkameyn'-di. ikisi de kafirdi ki birisi Nemrûd, birisi de Buh-
tun Nasr ML Kimfleri şöyle der:

«Nemrûd yedi iklime hükmeden değildi. Yalnız BAbü ülkesine padişah olmuştu.»

Nemrûd hükümdar olunca, tahtına oturup halka çok zulümler yaptı. Halkın beğenmeyeceği işler
yapmaya başladı. Bir gün memleketin ululan, (sayı-1» kişileri), yıldızlara bakanları, bilginleri toplanıp
Nemrûd'un yanına geldiler:

«Bu yü içinde, kitapların gösterdiğine göre hükmettiğin ülkenin içerisinde bir erkek çocuk dünyaya
gelecek. Senin dînini beğenmeyecek; bâtıl diyecek Putlarınızı kıracak ve senin saltanatını elinden
alacak, bütün mülkünü kendi avucunun içinde tutacaktır. Hem de sen, O'nun yüzünden helak olacak
sın!» dediler.

Nemrûd, bu sözleri işitince çok üzüldü. Hükmü

ı tındaki ülkelere adamlar gönderdi. Sıkıca emirler verdi ki, hangi kadın çocuk doğuracaksa bir deftere

•azılsın. Dikkat edilsin, eğer erkek doğurursa hemen öldürülsün, kız doğurursa dokunulmasın-

56
57

Böylece her hâmile kadın gözetildi. Eğer erkek çocuk doğurmuşsa, onun çocuğunu öldürdüler. Bu
hâl ibrahim (A.S.) 'in anasının gebeliğine kadar sür-rtü, gitti. Ve bir gece, ibrahim (A.S.) doğdu. Fakat
anası, oğlan çocuk doğurduğunu gizledi. Gelen adam-.

lara:

«Çocuğum öldüt» diye haber verdi.

Onlar da, o'nun oğlunu almaktan vaz geçtiler. İbrahim (A.S.)'ın anası, oğlunu, geceleyin aldı,
götürdü, bir mağaranın içinde sakladı. Doyuncaya kadar emzirdi. Sonra mağaranın ağzım büyük bir
taşla kapattı. Ne konu-komşu, ne Bâbil halkı bunu sezmesinler diye iki, üç gün oraya gitmedi. Üç
günden sonra:

«Varayım, oğlumu göreyim! Acaba sağ mı? Öldü mü bileyim!» dedi.

O mağaraya gelince, ibrahim (A.S.)'m sağ ve selâmette olduğunu gördü. Parmağım ağzına almış,
emiyordu. Hakk Teâlâ, O'nun rızkını parmağından vermişti. Oğlunu hemen yerden kaldırdı.
Doyuncaya kadar emzirdi. Yine mağaranın ağzını kapatarak, evine döndü. Ve bu hâl bir yıl böyle
devam etti Her zaman gizlice gelir; oğlunu emzirir, sonra yine geriye, evine dönerdi. Ve bu hâli
kimseye söylemez ve duyurmazdı. Hattâ kocası Âzer'e de söylemedi, belki Nemrûd'a gider haber verir
diye-

Âzer ise evinde put yapar, satardı. Bu putların Parası ile geçimini sağlardı. Kendi kendine-

«Kendi elemeğimle geçiniyorum. Bu, helâl bir paradır. Devlet parasına elim uzanmıyor!» derdi.

— 88 —

89

Öte yanda, İbrahim (A.S.), Allâhü Teâlâ'nın emir ve yardımı ile büyüyordu. Bir günde, bir aylık çocuk
kadar ve bir ayda, başka çocukların bir yılda büyüdüğü kadar büyümüştü. Böylece onbeş aylık ol-
rauştu. Sanki onbeş yaşında bir erkek çocuğu hâline

gelmişti.

Bir geceydi, ibrahim (A.S.)'ı annesi emzirmeğe gelmişti. Çünkü gündüzleri gelmekten çekiniyordu
ibrahim (A.S.)'ı kucakladı, emzirdi. Sonra mağaradan dışan çıkardı, oturttu, İbrahim (A.S.), başını göğe
kaldırdı. Yıldızlan gördü. Şaşırdı kaldı. Gönlünden:

57
58

«Acaba bu göğü, bu kadar büyüklükte kim yaratmıştır? Bunun sahibi kimdir?» diye düşündü- Sonra
ansızın büyük bir yıldıza gözü ilişti.

«İşte! Benim Rabbim, Rabbim budur!» diye mırıldandı.

* * *

[Bu sözden kasdedilen; «Acaba Rabb bu mu olsa gerek» demektir. Çünkü Hazret-i îbrahîm o büyük
yıldızın parlaklığını diğer yüdızlardan daha parlak görmüş ve:

«Bu yıldızlardan hepsinin tanrısı bu mudur?» diye düşünmüştü. Çünkü ibrahim (A-S.)'ın dileği,
kendisini yaratanı bilmekti.]

' . . • ***

Rivayet edilir ki, İbrahim (AS.)'m görüp de: «Tanrı budur!» dediği yıldız, «MÜŞTERt» (*.) yıldızıydı. Az
sonra o yıldız dolanıp kaybolunca: «Ben batan şeyi sevmem!» dedi. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle
buyurulmuştur:

«Gece bastığı zaman İbrahim, bir yıldız görmüş:

(*) Batı dünyası bu gezici yıldıza «Jüpiter» der. — 90 —

"Rabbim bu mu?" demiş, yıldız batıp kaybolunca da: "Ben batan şeyleri sevmem!" demişti.» (En'âm
sûresi, âyet-. 76)

Hazret-i İbrahim:

«Bu hâl üzere durmayıp, doğup sonra yine geri batan bir şey RABB olamaz!» dedi.

Biraz sonra Ay doğdu, îbrahîm (A.S.) onun evvelki yıldızlardan daha parlak olduğunu görünce:

«İşte Rabbim budur!» dedi. Fakat evvelki yıldızlar gibi batıp gidince;

«Rabbim, bu da değildir!» dedi. Hazret-i ibrahim'in anası, o gece evine gitmeyip îbrahîm ile birlikte
sabahlamıştı. Sabah olup da Güneş doğunca, Güneş'e baktı -.

«Bu, onlardan daha büyük- Parlaklığı onlardan çok- Olsa olsa RABB budur!» dedi. Ama, Güneş de
gitmişti. O zaman İbrahim '(A.S.) :

«Bunların hiç birisi tanrı olamaz. Bunlar benim RABBİM değildir! Bunları da yaratan Yüce bir
Tann .\art» dedi. Nitekim, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyu-

rulur:

«Ben, varlığımı gökleri ve yer'i yaratana çevirelim, ben müşriklerden değilim.» (En'âm süresi, âyet:

79)

Ve İbrahim (A.S.) :

58
59

«Ben o gökleri ve yeri Yaratan'a açıktan imân getirdim, O'na ortak koşamam!» dedi. Hemen o
dakikada Hazret-i İbrahim (A.S.)'m kalbinde Allah'ın Bir'liği ağacı büyüyüp dal saldı. Anasına:

«Yâ ana! Beni buradan çıkar. Rabbimi aranm!» dedi. Anası; O'nu aldı, evine getirdi. Bu gizli olayı ko-
Câ»sij.Âzer'e bildirdi. O'nu hasıl sakladığını, geceleri gidip nasıl beslediğin* anlattı. Âzef, îbrâhim
(A.S.)'-

in yüzüne şefkâtla baktı. Gönlüne evlâd sevgisi düştü. O'nu hoş tuttu. Nemrûd'a:

«Benim bir oğlum vardı. Çok zaman evvel gurbet ellerine gitmişti. Yine dolandı geldi!» dedi.

Âzer, altın, gümüş ve ağaçtan putlar yapıp sattığı için oğlu ibrahim'e bunlardan verir, çarşıda
pazarda sattırırdı. îbrâhim (A.S.) ise bu putlara çok kızar ve kızdığı için de boğazlarına ip takar, yerler-*
de,.yüzüstü sürürdü.'Ye-bu putlardan- heırkim satın almak isterse, o'na:

«Bu putların hiç kimseye bir faydası yoktur, ziyandır!» derdi. Kâfirler, O'na zahmet çektiğini
sanarak, acırlardı- Putları kırıp yerde sürüdüğü için de, babasının hatırını saydıklarından, şikâyette
bulun -mazlardı. Ne para isterse hemen vererek putlan elinden çabucak alırlardı. Kâfirlerin bir âdeti
vardı: Evlerinde ne yemek pişirseler, bir parçasını da putla-rma ayırırlardı. Götürür yemeği putların
önüne koyarlardı. Sonra o yemeği bekçiler yerdi. Ya da garib ve yoksullara verirlerdi. Her ne zaman
Âzer put-hâneden çıksa ibrahim (A.S.) içeri girerdi. O putların önüne konulan yemekleri görür, putlara
.-

«Haydi, yiyiniz, içiniz! Ama niye yemiyorsunuz?» der, putların yüzünü yiyeceklere sürer, sonra da
onları tekmelerdi. Sonra da yerlerde sürür, su kenarına götürür, yüzlerini suya basardı.

«Haydi içiniz! Niye içmiyorsunuz?» derdi. Onları tartaklardı, sopalardı. Kâfirler yanına üşüşüp,
putları ibrahim (A.S.)'m elinden kurtarırlardı- Ve:

«Yâ ibrahim! Bizim bu tanrılarımızı niçin dö-ğersin! Onlan niçin incitirsin? Eğlenceye alır, alay
edersin?» derlerdi. O da:

«Çünkü, bu güzel yemekler önlerinde duruyor da

- no

&£* ^—.

'vorlar! Suya götürürüm, su içmezler. Nasıl doğ !eyitn onları?» diye cevâb verirdi. Kâfirler: «Yâ
İbrahim, bunlar ne yemek yiyebilir, ne de u içebilir!» deyince, O da şu cevâbı verirdi:

«Yemek yemeğe ve su içmeğe gücü olmayanın, bir ij, yapmaya kudreti olmayanın tanrılığı mı olur?
Yoksa başka bir kimseye yardımı mı dokunur?» derdi.

Kâfirler, ibrahim (A.S.)'m bu sözlerine dayanamadılar. Babası Âzer'e söylediler. Âzer, oğluna çok

kızdı •.

59
60

«Yâ ibrahim! Niçin bizim tanrılarımıza saygısızlık edersin? Bir dahi böyle şeyler yapmayasm!» dedi.
ibrahim (A.S.) :

«Baba, gel Şeytan'a uyup da bu tahtadan, taştan yapma putlara tapma, öyle bir Rabb'e ibâdet et ki,
O senin putlarını, ve şu yerleri ve gökleri Yara-tan'dır. Ben Allah'ıma senin için istiğfar edeyim, senin
günâhını bağışlamasını dileyeyim. Bu kötü uydurma putları elinden at. Müslüman ol!» dedi. Nitekim
Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

«Sana selâm olsun (baba). Ben, senin için Bab-bimden yarlığanma (mağfiret) dileyeceğim. Rabbim
benim hakkımda lûtufkârdır!» (Meryem sûresi, â-

••.: 47)

Hazreı-i ibrahim (A.S.), kaç kere babasına böy-

e sözler söyledi ise de, babası kendi aklınca cevâb-

uar verirdi. Âzer, oğlu ibrahim (A.S.) 'm kendisine

a^nadlsım görünce ve O'na söz anlatamayacağını

aymca, hükümdar Nemrûd'un yanına geldi. Ona -.

yor P hükumdâr"n! Benim oğlum kadrimi bilmi-

sayg! animza kötü söz ye hakaret ediyor. Onlara

kaç V* Sevgi göstermiyor. Bunu hükümdarımız bir-

— 93 —

n taPmağa göndersin, oradaki ulu putlarımızı

görsün. Oradaki bekçiler o putlara nasıl kulluk edileceğini O'na öğretsinler. Eğer gönlü putlarımıza
yakınsa, inanıyorum ki artık uslanır. Bundan sonra da putlarımıza saygısızlık etmez.»

Nemrûd da, ibrahim (A.S.)'ı büyük bir putha-neye yolladı. Orası öyle bir puthâneydi ki; kızıl yakut ve
incilerle, altın ve gümüşlerle süslenmiş putlarla doluydu. Nemrûd, bu tapınakta hizmet eden
kimselere:

«Bu çocuğu alın. Puthâneye götürün. Benim o en büyük putuma secde ettirin. Sizinle birlikte kalsın!
O putlara kulluk etsin! Edeb, hizmet yolunu öğrensin!» dedi. İbrahim (A.S.)'ı hemen aldılar, puthâne-
ye götürdüler. O'na öğüt ve nasihatlarda bulundular; İçeriye girdiklerinde;

«En büyük puta secde et!» dediler, ibrahim (A.SJ, puthânenin kapısından içeri girince Hakk Teâlâ'ya
ellerini kaldırdı:

«Yâ Rabbi! Benim Yüce Yaradanım Sensin- Ve bütün bu yaratıkları Sen yarattın!» dedi. Büyük puttan
yüz çevirdi. Allâhü Teâlâ'ya secde etti. Sonra, tapınağın bir köşesine çekildi, sessizce durdu, oturdu.
Halk:

60
61

«Bu çocuk delidir!» dediler. İbrahim (A.SJ'a aldırış, kıymet vermediler. Birkaç gün sonra Bâbilli'le-rin
bayramı idi. Onlann âdetince bayram gelir gelmez küçük, büyük, kadın, erkek, zengin, fakir kim varsa
bayram yerine koşar, giderlerdi. Şehirde hiç kimse kalmazdı. O gün o putlara hizmet edenler de
bayram yerine gitmeğe hazırlandılar. İbrahim (A.

S.)'a:

«Sen de bizimle gel. Birlikte gidelim!» dediler

İbrahim (A.SJ :

«Bugün ben yıldıza baktım. Hoşluğum yoktur,

gidemem!» dedi. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle bu-

. vurulur: •

«(İbrahim) yıldızlara baktı da: "Hoş bir hâlim yoktur, hastayım!" dedi. Kavmi yüzlerini çevirip gitti.»
(Saffât sûresi, âyet: 88-90)

O zamanın halkı yıldızlara bakarak hüküm çıkarırlardı. Yıldızlara göz atarlar, takvimlere bakarlar,
yıldızın hükmü ne ise ona göre amelde bulunurlardı. Oysa ibrahim (A.S.) hasta değildi. Ve hastalığı da
yoktu. Yıldıza bakıp, hastayım demesinin sebebi, ötekilerin sözüne inanmadığı içindi. İbrahim
yıldızlara bakıp da söyledi, sansınlar diyeydi. Kimileri : «îbrâhîm, bu yalanı kendisini bayram yerine
götürmesinler diye söyledi!» derler.

Yine derler ki:

İbrahim (A.S.), üç yerde yalan söyledi. Birisi, Mısır Fir'avnu'nun karısı Sâre'yi elinden almak istediği
zamandı.

Fir'avn:

«Bu kadın neyindir?» diye sordu. O da:

«Kızkardeşimdir!» diye cevâb verdi.

İkincisi de, putları kendi eliyle ve balta ile kırdığı zaman •

«Bunları kim kırdı?» sorusuna;

«İşte bu ulu putlar kırdı!» demişti. Bir de bugün "Hastayım!» diyerek doğruyu söylememiş oluyordu.
Gerçi bu sözler yalandı. Fakat herbirisinde bir tür-lü mânâ ve iş vardı. Şimdi bile: «iş bitirmek için ya-
an söylemek, bugün de, caizdir!» derler.

Zaten İbrahim (A.S.)'m o sözleri gerçekte yalan fgıldi. «Hiç hâlim yok, hastayım!» demesinden• mu-•
J~ . kâfirlerin kötü işlerinden incinip, gönül hastası mu§tu. Karısı Sâre'ye; «Kardeşim!» demesi de ya-

— 95 — •

61
62

lan değildi. Dinde kardeşlik vardı. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

«Mü'minler (Dînde) kardeştirler.» (Hucûrât sûresi, âyet: 10)

*** ' •

Puthâne hizmetçileri bayram yerine giderken İbrahim <A.S.)'a:

«Sen bayram yerine gitmiyorsan, dışarı çık, ka- ?' pıyı sıkıca kapayalım!» dediler, ibrahim (A.S.) da
dışarı çıktı. Hizmetçiler de kapıyı kapadılar, bayram yerine gittiler. Hazret-i ibrahim; kâfirler gidince;
şöyle dedi:

«Allah'a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra mutlaka putlarınıza bir iş yapacağım.»
(Enbiyâ sûresi, âyet: 57)

Sonra şöyle mırıldandı:

«Siz, ne kadar kapıyı sağlamca bağlasanız da vallahi, ben siz gidince kapıyı açarım. Putlarınızı kırar,
param parça ederim!» Puthâne hizmetçilerinden birisi ibrahim (A.S.)'dan bu sözü işitmişti.

«Bu çocuk delidir! Ne söylediğini bilmiyor!» dedi, önem bile vermedi söylediği o söze. Bekçiler
gözden kaybolup gittikten sonra, puthânenin kapısını açarak içeri girdi- Elinde de bir balta vardı
Putlara güzelce bir baktı; önlerinde türlü türlü yemekler kon muştu. Zâten kâfirlerin âdeti buydu.
Bayram için ne yiyecek pişirirlerse, büyük put a ondan bir parça götürürlerdi. Her putun önüne o
yemeklerden biraz koyarlar, sonra da onları geri alırlardı:

«ilâhımızın nazarı ile bereketlenmiştir!» derlerdi. Sonra da evlerine götürüp saklarlardı, ibrahim
(A.S.) baltası elinde onlara:

«Niçin bu yiyecekleri yemiyorsunuz? Size oe oldu ki cevâb da vermiyorsunuz? Söyleseniz ya!

,, yiyemezsiniz. O hâlde bu halka nasıl ilâhlıK iniz?» dedi. Baltayı sağ elme aldı. Kimisinin aya-kesti
kimisini belinden ikiye ayırdı. Kiminin ba nı ikiye böldü. Kimisini yüzüstü yere yatırdı. O büvük
puta ise ilişmedi. Onu altın bir taht üzerinde niurtmuşlardı. Türlü türlü mücevheratla
süslemişlerdi İşte Hazret-i İbrahim (A.S.). o puta dokunma QJ Baltayı da onun boynuna astı. Sonra
dışarı çıktı. Kapıyı, bekçilerin kapadığı gibi kapad). Dışarda oturdu, bekledi.

Puthâne hizmetçileri, puthâneye geldikleri zaman putların o hâlini görünce, şaşırıp kaldılar. Feryada
başladılar. Hemen, o saatte, gidip Nemrûd'a haber

verdiler:

«Putlar kırılmış!» dediler. Nemrûd, hemen yerinden fırladı. Puthâneye geldi. O hâli görünce şaşmp
kaldı. Ve:

«Bu işi bizim ilâhlarımıza kim etti taç o zâlimler dendir.» (Enbiyâ sûresi, âyet: 59), dedi.

62
63

Nemrûd hizmetçilere kızdı:

«Bunu yapan kim ise onu bulun!* dedi. Hazret-i İbrahim'in,:

«Siz gidin. Ben de putlarınızı kırarım!» dediğini işiten bekçi, Nemrûd'a:

«İbrahim adlı bir gençten "putlarınızı ben kıra nm!" diye söylediğini işittik-» dedi. Nemrûd:

«O'nu bana getirin! Eğer bu sözü doğru ise, işitenler şâhidlik etsinler! Ben onıuı hakkından gelirim!»
dedi. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurul-m ustur:

«Öyle ise onu, insanların gözleri önüne getirin. Belki (o işi bu yaptı diye) şahitlik ederler.» (Enbiyâ
Suresi, âyet: 61)

— 96

97 -

F./7

Nemrûd, ne kadar kâfir ise de, iki kişi şahidi'], etmeyince hüküm vermezdi. Hem de:

«Bu genç vezirin oğludur. Suçlu çıkmayınca hük metmeyelim!» diye düşünmüştü. İbrahim CA.S.)'ı
ge tirdiler. Nemrûd sordu:

«Sen mi bu işi ilâhlarımıza işledin yâ İbrahim?» (Enbiyâ sûresi, âyet: 62)

İbrahim CA.S.) :

«Belki onların büyüğü bu işi işlemiştir. Kendisi ne sorun, eğer söyleyebilirse doğru söyler.» (Enbiyâ
sûresi, âyet 83 î dedi. Sonra :

«O inkâr edecek olursa, kırılan putlara sorun Kendilerine bu işi kimin ettiğini söylesinler!» dedi
Nemrûd:

«Sen, gerçekten bilirsin ki bunlar konuşmazlar!» (Enbiyâ sûresi, âyet: 65) dedi. İbrahim (A.S.) bu söz
leri işitince &unu bir senet saydı.

«Onun madem ki konuşmadığını biliyorsunuz, bu taştan, toprak ve ağaçtan düzmece, kimseye


fayda vermeyen, zararı dokunmayan şeylere niçin tanrı diye tapıyorsunuz?» diye sordu. O zaman
puttan kıranın İbrahim (A.S.) olduğu anlaşıldı. Nemrûd:

63
64

«Buna azâb ve işkence edin!» dedi.

***

Bundan sonra da İbrahim (A.S.J Peygamberliğini açığa vurdu. Halkı Hakk Dine çağırdı. Puta tap
maktan alakoydu Bâbilliler, İbrahim (A.S-)'a-.

«Bizi atamızın, anamızın taptığı dinden nehiy m' ediyorsun?» dediler. O da:

«Ana ve atalarımız da hatâ içindeydi. Çünkü oy le bir şeye tapıyorlardı ki, onlara ne faydası, ne de
ziyam vardı!* diye cevâb verdi. Bu delille onları sus türdü. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

hüccetlerimizi kavmine karşı İbrahim'e ver-* . dilediğimiz kimseyi derecelerle yüceltiriz.»

(En'âm sûresi, âyet: 83)

Ve yine Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştur :

«Kendisine karşı mücâdeleye karşı kavmine (İb-him) şöyle dedi: "Allah, beni doğru yola iletti. Siz
O'nun hakkında, benimle mücâdeleye mi giriyorsunuz?» (En'âm sûresi, âyet: 80)

Nemrûd, İbrahim (A.S.) 'a.-

«Senin Allah'ın ne yaparsa, ben de onu yaparım!» cedi. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur :

«Allah, kendisine mülk verdi diye (azıb) İbra -him ile Babbi hakkında mücâdele eden Nemrûd'u
görmedin mi?» (Bakara sûresi, âyet: 258)

İbrahim (A.S.) :

«Benim Allah'ım ölüyü, diri kılar! Diriyi de öl-

dürür!» dedi. Nemrûd :

«Ben de öldürür ve diriltirim!» dedi. Zindandan iki kişiyi getirtti. Birisini öldürttü :

«İşte, diriyi ölü kıldım!» dedi. Sonra ötekisinin el-

ierini çözdürdü :

«İşte, ölüyü de dirilttim!» dedi. Çünkü elleri bağ-lî iken ölü gibiydi. «Şimdi elini çözdürdüm,
salıverdin. Sanki ona hayat verdim!» dedi. Fakat bu İbrahim (A.S.) 'ı susturacak bir delil değildi.
İbrahim (A. S-5 Şöyle dedi:

«Allâhü Teâlâ Güneş'i doğudan getiriyor. Eğer gücün varsa, sen de Batıdan getir!» (Bakara sûresi,

et: 258)

k .„ .Nfernrud- DU suâle cevâbtan âciz kaldı, sustu. O ulurcü Nemrûd'un dili tutuldu saı&kt.

Dine hİm (A'S-) bundan sonr yine halkl Hakk

64
65

0. e âvet etmeye devam etti. Fakat hiç kimse îmân

1 Çünki Nemrûd'dan korkuyorlardı. Nemrûd :

.-,.. 99

t: 258)

«İbrahim'i kapalı bir yere tıkınız!» dedi. Üzene bekçiler koydu. Elini, ayağını sağlamca bağlattı Halktan
insaflı, merhametli kimseler, O'nun katına gelirler; O da onların îmâna gelmelerini isterdi. Ve babası
Âzer'e de, şöyle derdi:

-Ey baba! Niçin görmeyen, işitmeyen, hiç bir şeylere kadir olmayan âciz putlara taparsın? Onların
sana ne faydası olabilir ne de ziyanı! Gel sen Allah'ı «Bir» bil, puta tapmaktan vazgeç. Müslüman ol!»
Babası da şöyle cevâb verirdi .-

«Bu padişahın idaresinde kaldıkça, ben senin soy lediğin şeyleri yapmam. Sabret. Bu Nemrûd'un
hük mettiği topraklardan çıkalım, orada senin dediğin dîne gireyim.»

Hazret-i îbrâhîm de, O'nun vaadine erişmeyi bekleyip kendisi için dua ederdi. Yoksa kâfir hakkında
dua etmenin ne faydası olabilirdi? Hem, onlar için dua etmek yoktur. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyu
rur:

«Müşriklerin Cehennemlik oldukları mü'minlere belli olduktan sonra, onlar en yakın hısımlardan
bile olsalar, onlar için ne peygamberlerin, ne de mü'min olanların mağfiret dilemeleri yoktur.» (Tövbe
sûresi, âyet: 113)

Resûl-i Ekrem (S-A.V.), bu ftyat-i kerîme'yi oku üuğu zaman ömerü'l Hattâb (R.A.) şöyle .;ordu:

«Yâ Resûlallâh! ibrahim (A,S.) babası için niçin dua ve istiğfarda bulundu?» işte o zaman şu âyet-i
ke-rîme indi:

«İbrahim'in babası için mağfiret dilemesi, ancak, babasına önceden verdiği bir sözden ötürüydü.
Fakat kendisine, babasının Allah'a bir düşman olduğu belli edilince, ondan uzaklaştı. Vaz geçti.»
(Tevbe sûresi âyet: 114)

îbrâhîm (A.S.), o hapishane içinde bu hâl ile ya-

kaldı, sabretti. Birkaç gün sonra Âzer öldü. Nem--ûd da ibrahim (A.S.)'ı öldürmeye ve işkence etme-
ve niyetlendi. Ateşe atmayı diledi. Ve şu emri verdi:

«Bunu (İbrahim'i) yakın, ilâhlarımızın öcünü alm.» (Enbiyâ sûresi, âyet: 68)

65
66

Sonra Nemrûd'un bu emri gereğince bir yüce duvar yapıldı. Ateş yakılacak yeri çevirdiler. Nitekim
Hakk Teâlâ şöyle buyurur :

«Onlar: "İbrahim için bir bina yapın da O'nu ateşe atın" dediler.» (Saffât sûresi, âyet: 97)

Duvar çekilip tamamlanınca, Nemrûd emretti. O yere odunlar taşındı. Oraya odun götürmek için
odun yükletilen develer, bu odunları Hazret-i İbrahim'i yakmak için buraya getirdiklerini bildikleri için
sırt-larındaki yükü yere düşürürlerdi. Ateş yanacak yere götürmezlerdi. Bundan ötürü İbrahim (A.S.)
onlara hayır duada bulundu. Ama katır, gönülden İbrahim (A.S.)'ı yakmak için odun taşımıştı. İbrahim
(A.S.), katırlara lanet etti- Bu odunlar bir yıl boyu taşındı Bundan maksâd, îbrâhîm (A.S.)'in ateşe
atılacağının bütün illerde bilinmesi ve halkın orada hazır bulun-maşıydı. Gereken hizmetin halk
tarafından görül-*nesiydi ve odun taşıyarak bu hayır işte bulunmalarıydı. Beli bükülmüş ihtiyarlar,
hastalar, sürüne sürüne giderler; dağdan sırtlarında birer, ikişer odun getirirlerdi.

«Biz de o hayırda bulunalım, ilâhlarımıza yardım rn, onların düşmanını ateşte yakalım,» derlerdi. du
süretle tam bir yılda odunlar tamamlandı. O ka-]aar çok odun getirilmişti ki, duvar çekilen yer odun-
°lmuştu' Bir dağ görünümü kadar odun toplan-

mıştı.

e yanış yanı-

Sonra bu odunlar ateşe verildi. Öyl

100 —

101

yordu ki, yalınları gökyüzünü sarmış sanılırdı. Daha sonra İbrahim (A.S.)'ı zincirlerle .bağlı olduğu
hâlde ateşe atmak üzere ateşin yandığı yere getirdiler. Nemrûd halkı, O'nu görünce sevindiler.
İbrahim (A-S.)'ı sevenler ise gizli gizli ağlaşır, Allâhü Teâlâ'ya yalvarırlardı:

«Medet Senden yâ İlâhî!» derlferdi. İbrahim (A.S.)' in ateşe atılması vakti gelince, alevlerin
sıcaklığından ötürü kimse yanaşamıyordu. Ne kadar çalışıldı ise de İbrahim (A.S.)'ı ateşe atamadılar.
Aciz kaldılar. Şeytân, İbrahim (A.S.)'ın ateşe atılmasına çâre bulunmadığını görünce tezce, kendisini
ulu bir kimse kıyafetine koyarak, büyük bir vakar içinde Nem-rüd'un karşısına geçti. Nernrûd, o'nun
yabancı bir kişi olduğunu görünce tanıyamadı:

«Sen kimsin? Nerelisin?» diye sordu. İblis:

66
67

«Senin duâcılarındanım! İhtiyar bir kişiyim- İki-yüz yıl var ki sana taparım. Hem de uzak yerlerden
sana dua ederim!» diye cevâb verdi. Nemrûd:

«Şimdi ne yapmak için geldin?» diye sordu. Şeytân :

«İşittim ki şu büyücüyü ateşte yakmak için yakalamışsın. Sana, O'nu ateşe atmanın yolunu
göstermeye geldim.» diye cevâb verdi. Nemrûd:

«Söyle de şimdi öğrenelim!» dedi. Şeytân.

«Mancınıkla atılır!» diyerek, Nemrûd'a mananı ğın yapılmasını öğretti. Daha önceleri mancınığın ne
olduğunu kimse bilmiyordu. Mancınık yapılınca, Nemrûd emretti. Hazret-i İbrahim ((A.S.)'ı zincirlere
vurulmuş olarak getirdiler. Mancınığa koyarak atmak dilediklerinde, mancınık işlemedi. Bundan da
âciz kaldılar, yine Şeytân işe karıştı .-

«Bir erkekfer^ Itadın-iki kardeş, 4Mşi-, burada çiftleşmen' ki, bunu ateşe atabilesiniz!» dedi. Şey
tâ11

ise Meleklerin bunu yasaklayacağını biliyordu Nem rûd, İblîs'in dediği gibi biri kız, biri erkek iki kardeş
buldurttu. Bu iki kardeşi açıkta çiftleştirtti.

[Rivayet edilir ki; bugünkü Çingene milleti onların oğullarındandır.]

***

İbrahim (A.S.), sonra mancınık içine konuldu ve ateşe atıldı. Hazret-i İbrahim mancınıktan fırlatılınca,
havada ateşe doğru ilerlemeye başladı. Hakk Süb-hânehu ve Teâlâ Hazretleri Cebrail (A.SJ'a emretti:

«Yetiş, havada İbrahim'i tut! O'na : "Ben Cebrâ-îJ'im" de! "Benim yapabileceğim bir dileğin var
mıdır?" diye sor!» Cebrail (A.S.), o anda İbrahim (A, S.)'a yetişti:

«Yâ İbrahim! Ben'Cebrail'im! Allâhü Teâlâ'nın emriyle geldim sana. Benden ne dilersen dile?» dedi,
ibrahim (A-S.) :

«Benim dileğim Allâhü Teâlâ'yadır, sana değildir. Ben O'nun kuluyum! Ateş de O'nundısr! Nasıl
dilerse öyle olsun!» dedi.

[Rivayet ederler ki; Hazret-i İbrahim (A.S.) hacet dilemeyerek:

«Benim hacetim Allâhü Teâlâ'yadır,» dediği için hemen Hakk Teâlâ da O'na «O HALÎLlM» dedi. Ve
adı «HALÎLULLÂH» oldu.]

Allâhü Zül-Celâl Hazretleri, o zaman ateşe şöyle "uyurdu.-

«Ey ateş! İbrahim'in üzerine soğuk ol, selâmet ol.»

(En*>iyâ sûresi, âyet: 69)

ate ^,e.Hazret-i İbrahim CA.S.) ateşin ortasına inince açıldıc- yana çekildi- Ate§m ortasında bir
meydan 'endi 6l bir pmar Slktl- Çevresi çemenlerle yeşil-

67
68

°nra latif bir pınar belirdi- O da geldi, pınarın

~ 102

— 103

üzerinde oturdu. Ayağındaki zincir bağları çözüldü.

Allâhü Teâlâ'mn emri ile hepsi yerlere döküldü. Ateş

öyle büyüktü ki, çok uzaklardan yalınları (alevleri) i

gözükürdü. :\

Nemrüd yüce bir saray yaptırmıştı. O sarayın üzerine ağaçtan yüksek bir sedir yapılmasını emretti C
yüksek yere çıkmak ve yanan ateşin alevlerinin ne kadar yükseldiğini görmek arzusundaydı. Hem de:
ibrahim'in ateş içerisindeki hâlini görmek, acaba yanıp kavruldu mu? diye temaşa etmek istiyordu-,
Nem-rûd, ateşin içerisine baktığı zaman; ateş içerisinde o su başını, o bahçeyi ve yeşil çemenliği
gördü, ibrahim (A.S.) da sağ selâmet o pınarın üzerinde duruyordu. Nemrüd, bu hâl karşısında şaşırdı
kaldı-.

«Yâ ibrahim!» diye bağırdı, ibrahim (A.S.) da:

«Ey Allah'ın düşmanı! Ne diyorsun?» diye cevâb verdi. Nemrüd:

«Bu ateşi sana kim böyle tesirsiz eyledi?» diye sordu O da:

«Ateşi Yaratan!» diye cevâb verdi. Nemrüd -.

«Yâ ibrahim, senin o Yaradan'ın hakkı için ateş içinden dışarı çık. Seni göreyim!» dedi. ibrahim (A.S.)
kalktı. Ateşin içinde yürümeğe başladı. Nereye ayak bassa, o yerdeki ateş sönüyordu, lirası çimenlik
oluyordu. Bu suretle ibrahim (A.S.) dışarı çıktı, durdu. Nemrüd:

«Yâ ibrahim! Sana ne söylediysem haksızlık etmişim, meğer senin yüce bir Allah'ın varmış. Sime3
dileğim, senin Yaradan'ını misafir etmektir!» dedi. ibrahim. (A.S.İ :.-.•••

«Benim Yaradan'ımın misafirliğe ihtiyâcı yoktur! dedi- Nemrüd:

«Ben O'nu misafir etsem gerek!» dedi.

Binlerce et, binlerce deve, koyun, sığır ve kuşla-

— 104 —

68
69

n yâni sultanları misafir etmeye yarar şeyleri getirdiler Hepsini İbrahim (A.S.)'a karşı kurban ettiler.

Fakat Allâhü Teâlâ, hiç birisini kabul etmedi.

***

[O zamanlarda bir kimsenin kurbanının kabul edilip edilmemesinde de şöyle bir inanç vardı: Gökten
bir ateş inerdi. O kurbanı yakar, kül ederdi. Yan-nîası o kurbanın kabul edilmesine, yanmaması ise
kabul edilmemesine alâmet sayılırdı.] Nemrûd'un kurbanı toprak üstünde yanmayınca, kurbanının
kabul edilmediğinden çok utanç duydu. Bu utançla İbrahim (A.S.)'ın yüzüne bakamadı. Üç gün, üç
gece sarayına kapandı. Kapısını kapattı. Üç gün dışarı da çıkmadı. İçeriye kimsenin girmesine de izin
vermede Bu hâli görenlerden bir çoğu îmâna geldi. İbrahim (A.S.)'ı tasdik ettiler. Nemrüd, halkının
kendisinden yüz çevirdiğini ve Hazret-i İbrahim'in Dînine döndüğünü görünce sabrı ve karan kalmadı,
saraydan dışarı çıktı:

«İbrahim'in Rabbi ile savaşacağım! O'nu, okla vurup öldüreceğim! Yerin de, göğün de Rabbi Bir
olmak gerektir!» dedi. Vezirlerine.

«Bana büyük bir sandık yapın!» dedi. Sandık yapıldı. Sandığın iki kapısı vardı. Biri yere, ötekisi ise
göğe açılıyordu. Emretti. Sandığın dört köşesirie, dört mızrak dikildi. Mızrakların ucuna birer parça eti
sağlamca bağladılar. Sonra dört akbaba getirildi. Akbabaları da sandığın dört köşesine bağladılar
Nemrüd, bir veziri ile birlikte silâhlanıp, o sandığın içerisine girip, oturdular- Göğe doğru yükselip
gittiler. Yüce Yaradan'la hâşâ savaş edecekti. Akbabaları aç bıraktılar, yiyecek vermediler. Akbabalar,
o mızrakların uçlarındaki etleri görüp ona erişmek isteyerek uçtular. Göğe doğru sandığı uçurdular.
Tam bir gün, bir gece yükseldiler. Nemrüd, vezirine:

— 105 —

«Yer kapışım aç bakalım neler görünüyor?» dedi. Vezir, yere bakan kapıyı açtı, baktı, yer gözlerine
toz gibi göründü. Nemrûd'a, veziri:

«Ey hükümdarım! Yer, bir toz hâlinde gözüküyor! >• dedi. Nemrûd:

«Bir de göğe bakan kapıyı aç!» dedi. Vezir de 3'. ğe bakan kapıyı açtı.

«Ne gördün?»

«Yeri nasıl toz olmuş gördüysem, göğü de öyle toz clmuş gördüm.»

Sonra bir gün, bir gece daha gittiler. Nemrûd, yine vezirine:

«Kapıyı aç, bak! Neler görüyorsun?» dedi. Vezir, yer kapısını açtı, baktı. Yerleri bir duman şeklinde
gördü. Nemrûd:

«Neler gördün?» diye sordu- O da .-

«Yerleri duman gibi gördüm!» diye cevâb verdi.

69
70

«O hâlde göğe bakan kapıyı aç!»

Vezir, o kapıyı da açıp göklere baktı. Nemrûd:

«Neler görüyorsun?» diye sordu. Vezir:

«Gök de hemen hemen duman gibi gözüküyor! Başka bir şey gözükmüyor!» diye eevâb verdi. Bir
gün, bir gece daha uçtular. Nemrûd, vezirine:

«Yer kapısını aç, bak! Nice görünür?» dedi. Vezir, yine dünyaya baktı, hiç bir şey göremedi:

«Hiç bir şey göremiyorum!» diye cevâb verdi. O zaman Nemrûd yayını eline aldı. Üç ok alarak göğe

karşı fırlattı, attı.

***

Rivayet edildiğine göre; Hakk Teâlâ, Cebrail < S.)'a: «Nemrûd'un oklarını kana bulaştır. O oklîi
yine /kendisine ulaştır!» diye buyurdu. O da Hakk 1i

— 108

•r'nın buyruğunu yerine getirdi. Nemrûd'un okları-a kana buladı. Yine Nemrûd'un üstüne bıraktı-
Nem, oklarını kanlı görünce :

'«İşte İbrahim'in Yaradan'ım öldürdüm!» dedi. (Hâşâ) Sonra mızrakları, yere doğru çevirdiler.
Akbabalar etleri aşağıda görünce sandığı dünyaya doğru indirmeye başladılar. Birdenbire havada bir
gürültü koptu. Melekler:

«Acaba Rabbimizden bir rücû' emir mi geldi?» dediler. Böylece sandık yere indi. Nemrûd, göğe
gidip, gelene kadar hiç bîr ziyana uğramamıştı. Ama o gürültü koptuğu zaman o'nun sarayı ve
kâfirlerden nice kişinin evleri yıkılmış, çok insan ölmüştü. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle
buyurulmuştur:

«Evvelce de kâhinler hileler kurmuşlardı. Allah da yaptıkları binaları (Kudreti ile) temellerinden
götürdü, çoklan tepelerine çöktü. Azâb kendilerine umma dutları yerden geldi.» (Nahl sûresi, âyet:
26)

Nemrûd oklarının kana bulaştığına çok seviniyordu. İşin gerçeğini görünce, bütün hileleri bâtıl oldu.
Şaşırdı, kaldı. Ne yapacağını hiç 'bilemedi. En sonunda Hazret-i İbrahim'i çağırdı. O'na yalnızca,:

«Yâ İbrahim! Senin Rabbin, haktır. Ben de O'na imân getirdim! Ama neyleyeyim ki padişahlığımdan
ayrılamam. Bu dünya şöhretini bırakamam. Senin Rabbin, seni nerede olsa saklar. Sana bir ziyan
erişmez. Ne olur, kerem eyle, bu şehirden uzaklaş. Sana imân edenleri de al, yanında götür. Bizi kendi

70
71

hâlimize bırak. Bizi üzme, incitme. Siz nereye gitseniz Rabbiniz sizi korur. Rızkınızı eksik etmez!» dedi.
îb-râhim (A.S.) da Nemrûd'un bu dileğini kabul etti. Ve şehirden uzaklaştı.

— 107 —

İBRAHiM (A.S.)'İN BÂBİL'DEN HİCRETİ

' Allâhü Teâlâ'nın takdiri şöyle idi: İbrahim (A.S,) da diğer peygamberler gibi kendi öz vatanından
uzak düşecek\ ve gurbet mihnetleri çekecekti. Evini, barkını bırakıp Nemrûd'un şehrinden ayrılacaktı
Bu, alın-yazısıydı.

îbrahîm (A.S.)'ın bir kardeşi vardı. O'na «HARAN» derlerdi. O ölmüş, geride bir oğlan çocuğu
bırakmıştı, adına «LÛT» derlerdi. «LÛT» da ibrahim (A. S.) 'm dinindendi. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de
şöyle bu-yurulur:

«İbrahim'e LÛT imân etti.» (Ankebût sûresi, âyet: 26).

İbrahim (A.S.), Lût'a •.

«Ben Rabbime gidiyorum. O bana yolumu göste rir.» (Saffât sûresi, âyet: 29), dedi.

İbrahim (A.S.)'ın bir amcası vardı. İsmi Hârân'-dı. O'nun çok güzel bir kızı vardı. Adı Sâre idi. Servi
boylu, güzel endamlı bir kızdı. Öyle ki, o zamanlarda c'ndan daha güzel ve lâtif bir kadın yoktu.
İbrahim (A.S,)'a da îmân etmiş, Müslüman olmuştu. İbrahim (A.S.), o'nunla evlendi.

Sonra Hazret-i İbrahim karısı Sâre'yi, Lût'u ve Kendisine imân edenleri aldı. Bâbil şehrinden dışarı
çıktılar. İbrahim (£.S.)'ın yaranı gitmek için yol hazırlığına başladığı zaman, onların kadınları
kendilerine sarılıp gitmelerini engellemek istediler. Fakat, onlar kadın sözüne uymayıp, karılarından
ve çocuklarından ayrıldılar- İbrahim (A.S.)'ı seçip yolculuğa çıktılar.

108 —

İBRAHİM IA.S.) HARAN ŞEHRİNDE

İbrahim (A.S.), karısı Sâre ve kendisine îmân edenlerle birlikte Haran şehrine geldiler. Şehrin meliki
Bûviyl adında birisiydi. Rivayete göre; «Sâre bu melikin kızıdır» denilmiştir. Ama en doğrusu, Hazret-i
İbrahim, Sâre'yi Bâbil'den gelirken yanında getirmişti. [Sâre, İbrahim (A.S.)'m amcası Hârân'ın kızı idi.]
Haran meliki de Âzer'in kardeşi, yâni İbrahim (A.S.)'-ın amcasıydı.

Kafile birkaç gün Haran'da kaldıktan sonra Mı -sır'a hareket etti- Şam dolayları Hazret-i İbrahim'in
ana ve babasının memleketiydi. Filistin sınır boylarında beş tane şehir vardı, ki o zaman da bu şehirler
büyük şehirlerdi. Biribirlerine onar saat mesafedeydiler. Her şehirde yüzbin nüfus yaşardı. O şehirlere
Mü'tefikât denilirdi, ki bu «yalancılar» demektir. Hz. Lût'a inanmadıkları için onlara bu isim verilmişti.
Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

«Lût kavmi olan Mü'tefiklere peygamberleri mucizeler getirmişti.» (Tevbe sûresi, âyet: 70)

71
72

işte bu kavim, o beş parça şehrin halkı idi ve Lüt (A.S.)'ı yalanlamışlar, O'na inanmamışlardı. Bu
şehirlerin halkı, İbrahim Peygambere çok çok yalvardılar :

«Bizimle birlikte kal!» dediler. Fakat O, bunu Kabul etmedi:

«Ben Mısır'a gideceğim!» dedi.

Lût (A.S.) orada kaldı Çünkü kendi kavmi ıdi-

^r Zâten İbrahim (A.S.) da O'nun bu şehirde kal-

v asını istedi. Kendisi ise, Sâre ile Mısır'a geldi. Bir

L: ]. k°nakiadı. Mısır halkı Sâre Hâtun'u görüce,

ellltı karşısında şaşırıp kaldılar. Halatlarında

böyle güzel bir kadın görmemişlerdi. O garipler diyarında İbrahim (A.S.)'ı bilen, tanıyan yoktu.
Mısırlılar garip bir kişinin, yanında böyle güzel bir kadınla geldiğini görünce:

«Böyle bir güzeli hiç bir göz görmemiştir!» dediler. Ve o'nun güzelliğini dillere o kadar destan ettiler
ki Mısır Sultanı tamaha düştü. Sâre Hâtun'u tezce ele geçirmek diledi- Hemen birkaç kişi gönderip
İbrahim (A.SJ 'ı yanına getirtti:

«Sen kimsin? Nereden gelir, nereye gidersin?» diye sordu. İbrahim (A.S.) :

«Ben garip bir kişiyim. Bâbil ilinden gelirim. Senin adaletini işitip buraya geldim. Burada senin
adaletin altında sultan olmak istiyorum!» dedi Fir'avn sordu:

«Yanında getirdiğin bu kadın kimdir?» İbrahim (A.S.) :

«Kızkardeşimdir!» diye cevâb verdi. Böyle deme si yalan değildi. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
«Mü'minler, biribirlerinin kardeşleridirler.» (Hû cûrat sûresi, âyet: 10)

İbrahim (A.S-) da bu anlamda eşi Sâre Hâtûn için «Kardeşim!» demişti. Fir'avn:

«Var, o kızkardeşini buraya getir!» dedi. İbrahim l A.S.) gitti. Fir'avn birkaç adamını O'nunla birlikte
gönderdi. İbrahim (A.S.) Sâre'nin yanına dönünce o'na:

«Bu padişah sana göz koyup tamah etti. Seni, benim elimden almak arzusunda. Adamlarını da seni
götürmek için' gönderdi. Ben, senin için «Kardeşim dir» dedim. Sana sorarsa, sen de «Kardeşimdir,»
diye söyle!» dedi.

Fir'avn'ın adamları Sâre Hâtun'u alıp, getirince. Fir'avn o'nun boyunu, boşunu, yüzünün güzelliğini
gördü. Şaşırdı, kaldı- Yanındakilere işaretle :

«Dışarı çıkın!» dedi. Onlar da çıktılar. Fir'avn, Sâre Hâtun'a sordu:

72
73

«Bu adam senin neyindir?» Sâre Hâtûn:

«Kardeşimdir!» diye cevâb verdi. Fir'avn:

«O kardeşin ise, ben kardeşin değilim!» diyerek Sâre'ye elini uzattı. Sâre Hâtun'u kendisine
çekecekti. Sâre Hâtûn:

«Peygamberin haremine el uzatanın eli kurusun!» diye beddua etti. O anda Fir'avn'ın eli kurudu, felç
geldi. Kımıldamaya mecali kalmadı. Fir'avn :

«Sen sihirbazmışsın Elimi sihirle kuruttun!» dedi. Sâre de:

«Hayır! Ben sihirbaz değilim. Ben, Allâhü Teâlâ'-nın peygamberlerinden bir Resul Hâtûnuyum!» diye
cevâb verdi. Fir'avn:

«Dua et! Yine elim sağlamlaşsın!» dedi. Sâre, dua etti. Sultanın eli yine eski hâline geldi- Fakat yine
tamaha düştü. Yine Sâre Hâtun'u tutmak için elini uzattı. Allâhü Teâlâ'mn emriyle eli yine kurudu, O
yine:

«Senden vaz geçtim! Artık seni tutmam ve sana kötü nazarla bakmam! Dua et de elim iyi olsun!»
dedi.

Ve böyle üç deneme yaptı. Üçünde de eli kurudu, En sonunda gönlünün isteğinden vazgeçti,
yaptıkla -nna pişman oldu. Sâre yine dua etti. Eli sağlam vazıyete geldi. Hemen adamlarına :

«Çabuk gidin, bu hâtûnun kardeşini bana çağı-nnu diye emir verdi. Adamları koşup gittiler.

Fir'avn'ın adamları Sâre Hâtun'u alıp gittikleri

an. Hz. ibrahim'in sabır ve karan kalmamış, yü-

1l!

zünü toprağa kapamıştı. Yüce Yaradan'ma secde edip,

dua ediyordu:

«Yâ Rabbî! Senin düşmanların beni ateşe attılar. Hiç bir kimseden medet dilenmedim. Sabrettim. Ama
bu işe sabrım kalmadı. Senden yardım bekliyorum!» O anda Cebrail CA.S.) geldi. İbrahim (A.S.)'ın gö
zündeki perdeyi kaldırdı. Fir'avn ile tbrâhîm (A.S.)'m arasında hiç bir engel kalmadı. Fir'avn ile Sâre
Hâtûn arasında geçen olayları olduğu gibi gördü ve ko mıştuklarını işitti. Fakat bu hâli İbrahim
(A.S.)'dan başka hiç bir kimse görmezdi.

İşte bu sırada, Fir'avn'ın adamları geldiler, İbrahim (A-S.)'ı alıp Fir'avn'ın sarayına götürdüler. Sâ re
Hâtûn ise, sultanın yanından dışarı çıkmıştı. O'nu da getirdiler. Fir'avn, Sâre'ye lütuf ve ikramlarda
bulundu. İbrahim (A.S.)'a da iyi davrandı.

73
74

Şöyle rivayet edilir: Mısır sultanının o zaman dört yüz kızoğlan kız cariyesi vardı. Ve bunlar
biribirlerin den güzeldi. Sâre'ye o cariyeleri göstererek:

«Şunlann arasından iki tanesini sana bağışladım! Bak hangisini beğenirsen al!» dedi. Sâre Hâtûn
dört-yüz câriye arasından Hâcer adında birisini seçti, aldı Fir'avn'ın da gönlü hoş oldu. Hâcer, dörtyüz
cariyenin başı idi. Ve Sâre'yi görür görmez, O'na gönül bağlamış, sevmişti. Fir'avn onları izzet ve
ikramla saraydan

göndermişti.

Mısır'dan ayrılıp Filistin diyarında Lût (A.S-)'ın olduğu yere yakın Sebî denilen ıssız bir meşeliğe gel
diler. İbrahim (A.S.), Sâre ve Hâcer orayı beğendiler Orada konakladılar. Ne yazık ki orada su yoktu.
İbrahim (A.S.), bir yeri kazdı. Allâhü Teâlâ'nın fazlı üe tatlı bir su fışkırdı. İbrahim (A.S.), Allâhü
Teâlâ'ya şükürler etti. Ve oraya yerleştiler.

Birkaç gün geçtikten sonra kafilenin yiyeceği bit-

misti Acıktılar. Yakın bir yerde kimseler de yoktu. İbrahim (A.S.)'m eli kolu bağlı çaresiz kaldı. Omuzu-
na bir çuval atarak, şehre varıp yiyecek alıp getirmek istedi. Yolda giderken uykusu geldi. Çuvalı
başının altına yastık yaptı:

«Biraz uyuyayım! Sonra kalkıp gideyim!» deyip, yattı. Bir zaman uyudu. Uyandığı zaman akşam
olduğunu gördü. Yola devam edemedi. Konakladığı yerden Sâre ve Hâcer Hâtûnların yanlarına
dönmek

ifctedi.

«Bu gece, burada Sâre ve Hâcer'in yanlannda kalır, sabahleyin şehre giderim.» diye düşünüyordu.
Ama boş çuval ile dönmeye de utanıyordu. Çuvalın içerisine biraz kum doldurdu. Kendi kendisine :

«Geceleyin, ne getirdiğimi ne bilecekler. Birşey getirdiğimi sanırlar!» dedi Çuvalı kumla doldurdu.
Konakladıkları yere geldi. Çuvalı bir köşede bıraktı. Sabahleyin erkenden, onlardan habersiz şehre
gidip yiyecek getirmeyi düşünüyordu. Kendisi de bu sırada yattı, uykuya daldı. Sâre, Hâcer'e:

«Kalk, bak İbrahim ne getirmiştir?» dedi. Hâcer, yutağından kalkıp çuvalın yanına geldi. Daha sabah
olmamıştı, karanlıktı. Hâcer, çuvala elini sürdü. İçinde kum yerine, un buldu. Allâhü Teâlâ, fazlı ile o
kum un olmuştu. Hemen Hâcer, Sâre'ye koştu. İkisi birlikte unu hamur yaptılar. Ekmek pişirdiler.
Hâcer, İbrahim (A.S.)'in yanına geldi. O'nu uyandırdı.

«Kalk sıcacık ekmek pişirdik, ye!» dedi İbrahim (A.S.) uyandı. Sıcak ekmekleri gördü:

«Bu ekmekleri nereden buldunuz?» diye sordu. Onlar da :

"Sen getirdin ya!» dediler. İbrahim (A.S.) da bu-Allah'ın bir kudreti olduğunu anladı: a Rabbî! Sana
şükürler olsun!» dedi.

113

F./8

74
75

Sabah olduğu zaman çuvalın içerisindeki unu elemek istediler. Çuvalın içerisinden daha da
öğütülmemiş buğday çıktı, buğdayı ayrıca aldılar, ibrahim (A.S.), o buğdayı toprağa ekti- Ne kadar
malı, serveti varsa, o buğdayın bereketiyle oldu, ki aslı kumdur. Bu, ibrahim (A.S.)'ın'mûcizelerindendi.
Bu bereketin sonu gelmedi. Onun içindir ki bir kişiye dua edilse :

«Hakk Teâlâ malına, kesene Halil ibrahim bereketi versin!» derler.

İbrahim (A.S.), böylece koyun, keçit kuzu edindi, dört bir tarafa ekin ektiler. Bütün davarları, keçi ve
kuzular1 bir sudan içtikleri hâlde o su hiç eksilmezdi. Böylece birçok zaman geçti. Halk, dört yandan
toplanıp geldiler, ibrahim (A.S.)'a komşu oldular- Orada bir köy, topluluk hâline geldiler. Gün geçtikçe
çoğaldılar. Orası büyüyüp bir şehir hâline geldi.

Sonra ibrahim (A.S.) "ı halk incitti. Hattâ davarlarına bile su vermediler, ibrahim (A.S.) da onlarla
birlikte oturmayıp, oradan uzaklaştı. Oraya yakın bir yere gitti, yerleşti. Buraya «Kast» derlerdi. O
zaman Sebi'de kazdığı kuyunun suyu eksildi. Halk da o suyun bereketinin Hazret-i İbrahim'den
olduğunu anladılar- O'nu incittiklerine pişman oldular. Hepsi birlikte kalkıp ibrahim (A.S.)'m yanına
vardılar. Çok özür dilediler, yalvardılar, yakardılar, ibrahim (A.S.)'a

«Yine eski yerine gel!» dediler. Ne kadar yalvar-

dılarsa^geri dönmeğe razı olmadı. O zaman halk da:

«Madem ki geriye dönmeyeceksin. Bari bize dua

et, suyumuz eksilmesin!» dediler, ibrahim (A.S.) cn-

lara yedi keçi verdi .-

«Bu keçileri, o kuyuya götürün. Oradan su içsinler, Hakk Teâlâ, o kuyuya bereket verir!» dedi-
Keçileri götürdüler, o sudan içirdiler. Su, günden gü-ıe çoğaldı, arttı, durdu-

— 114 —

ibrahim (A.SJ, Kast'ta da bir kuyu kazdı. Birçok koyun, keçi sürüleri edindi; malları, davarları o kadar
arttı, ki oraları sürülerle doldu taştı, öyle ki oralarda İbrahim (A.S.)'in ekmeğini yemeyen hiç kim--e
kalmamıştı. Serveti öyle çoğalmıştı ki, yemekle bitecek gibi değildi. DörJ beş saat ilerideki yerlere
adamlar gönderir, oradaki kimseleri yemeğe çağırırdı. Onlar da gelir, misafir olurlardı.

Lût (A.S.) da oraya pek yakındı. Gelir, Hazret-i İbrahim (A.S.)'ı ziyaret ederdi Ama Lût (A.S.)'m kavmi
puta tapardı. Hepsi kâfirdi.

NEMRÛD'UN HELAK OLUŞU

75
76

Hz. İbrahim'i gurbet ellere gönderip Bâbilistan da yalnız kalan Nemrûd azıp, durmuştu.

Ama Hakk Teâlâ yine de ondan ni'met ve ihsanını eksik etmemişti. Ona bin yıllık ömür vermişti.
Nemrûd bu ihsanlardan gururlandı. Yanlış yola saptı.

«Ben İbrahim'in Rabbini bırakmam. Yine savaş ederim!» diye and içti.

Bunun üzerine Hakk Teâlâ, Nemrûd'a insan sekimde bir Melek yolladı. Melek, o'na öğüt verdi:

«Ey Nemrûd, böyle işler etme! Sen, Allah'ın zayıf *>ir kulusun! Allâhü Teâiâ sana bin yıl padişahlık
verdi. Bunun kadrini bilrnedin. Allah'a şükürler etmedin :

Un^ar vetmiyormuş gibi de düzmece b.ir şeyler ile S°ge çıkıp, seni Yaradan'a, sana rızıklar verip padi-
5 yapana savaş ilân ettin! Allah'ın peygamberini

sşe attın- Yurt ve soyundan ayırdın. O'nu perişan °yleınek istedin. Hakk Teâlâ bunlardan ötürü sana
yi-

--- \15 —

ne de ceza vermedi. Gel şimdi, bu ettiğin kötü işlere tevbe et. ibrahim'e saygılı ol, ibrahim'in dînine
gir. Yoksa, Allâhü Teâlâ yarattıklarının en zayıfının elin-ce öldürtür, helak eder!» dedi. Nemrûd:

«öyle sanıyorum ki sen, o büyücünün kavminden ve yakınmdansın. Bu memlekette, benden başka


bir padişah bilip, tanımıyorum. Gökteki padişahtan haberim yoktur. Eğer, gökte benden ulu bir
padişah varsa sen de, ibrahim de O'nun adamısınız. Vann, o padişahınıza söyleyin, ne kadar askeri
varsa toplasın getirsin. Ben de askerimi toplayayım. Bir savaş yapalım. O üstün gelirse, memleket
O'nun olsun! Ben üstün gelirsem, bu topraklar yine ilim ve memleketim-dir, bana kalsın!» dedi. Melek
de:

«Peki öyle yapın, görelim!» dedi. Nemrûd hemen mektuplar yazdı, adamlarına verip ülkesinin her
tarafına gönderdi.

«Çabuk ordularımı gönderin!» diye emretti- «Baştan başa da silâhlansınlar. Gök Tanrısı ile savaş
etsem gerek!» dedi.

Yüzbine yakın talimli, eğitilmiş asker Nemrûd'un önünde toplandı. Sonra Nemrûd, o Meleğe;

«Var şimdi, Gök tanrısına söyle, ben ordumu hazırladım. O da askerini getirsin! Savaşa tutuşalım!»
dedi. Melek:

«Ey zavallı! Sen gibi bîçâreye asker toplamak ne gerek!. Hakk Teâlâ yarattığı en küçük bir kuluna
emrederse, seni de, askerini de yok eder!» dedi. Yüzünü göğe döndürdü:

«Yâ Rabbî! Sen çok iyi bilirsin ki bu din düşmanı kâfir neler söylemektedir. Bunun hakkından
gelmenin vaktidir!» dedi.

Allâhü Teâlâ, yaratıklarının en zayıfı olan sivrisinek ordusuna emretti, akın akın geldiler. Nemrûd'-

76
77

— 116

un askerinin yüzlerine, gözlerine, başlarına üşüştüler. öyle ki ne anlatılır, ne de sayılırdı. Sivrisineğin


çokluğundan Nemrûd'un askeri biribirlerini göremezlerdi. Sivrisinekler ısırdığı zaman acısına
dayanamazlardı. Atlan ısırdıkları zaman, hayvanlar acısından sıçrayıp şaha kalkarlardı, öyle acı
duyarlardı ki üs-tündekini yere fırlatır, atarlardı. At bir yana, üzerindeki bir yana düşerdi. Böylece
Nemrûd'un o kalabalık askeri darmadağın oldu. Nemrûd ise yapayalnız kaldı. Kaçtı, sarayına girdi.
Kapılan iyice kapattı. O belâdan kurtuldum sandı. Fakat Allâhü Teâlâ sivrisineklerin en zayıfına
emretti, öyle ki bir gözü kör, bir ayağı topaldı. Baca deliğinden içeri girerek Nemrûd'un dizi
üzerine konmuştu. Nemrûd onu tutup öldürmek istedi. Sinek uçup Nemrûd'un yüzüne kondu.
Nemrûd onu yüzünden koğmak istedi. Sinek yine uçtu, Nemrûd'un burnunun içerisine girdi. Oradan
beynine kadar yürüdü. Azar azar beynini yemeğe, kemirmeğe başladı. Nemrûd iki eliyle başını
doğuyor, acısını bir parça dindirmek istiyordu. O sinek ona o kadar eza ve cefâ veriyordu, ki, ne
zaman. Nemrûd başını döğdürse sineğin kemirişi diniyordu. Nemrûd da o anlarda dinlenmiş oluyordu.
Eğer başını bir şeyle döğmeseler sineğin beynini yemesi yine başlıyordu. O zaman Nemrûd'un feryadı
göklere çıkıyordu. En sonunda, başını döğecek bir kişi gerekti. Bir tokmak yapıldı. Nemrûd'un
beylerinden veya yakınlarından helak olmayıp kurtulanlardan kim varsa nöbetleşerek Nemrûd'un
başını bununla doğuyorlardı. Nemrûd, yavaşça vurana darılır, hızlı vurana ise teşekkür ederdi.
Nemrûd, bu sinek belâsına düştüğü zaman tam bin yıl padişahlık sürmüştü. O geçen bin yıl içinde de c
ne hasta olmuş, ne de zahmetlere düşmüştü.

Rivayete göre Nemrûd, çok zaman sivrisineğin

• — 117 —

zahmetini çekmişti ve en sonunda ecel erişip, vâde geldi. Canı Cehennem'e ısmarlandı. Nemrüd
öldüğü zaman akrabasından Kantari adında biri o'nun yerine padişah oldu. O da ölünce taht
Ermenilere geçti. Er-meni^er Bâbil'de üçyüz yıl hüküm sürdüler. Sonra mülk, onların da elinden
giderek İranlı şahların eline geçti.

İSMAİL AlJEYHfS-SELÂM

Allâhü Teâlâ Hazretleri 'nin İbrahim (A.S.)'a Filistin'de verdiği ni'metler hadsiz, hesapsızdı. Gerçi mal
ve yiyeceği, giyeceği çoktu ama oğlu ve kızı olmamıştı. Hakk Teâlâ'nın kendisine Sâre'den bir oğul
vermesini diliyordu. Böyle bir evlâd nasib olmayınca; bir gün Sâre Hâtûn, İbrahim (A.S,) 'a :

«Yâ İbrahim! Madem ki Allâhü Teâlâ benden, sa-

na bir oğul vermedi, eğer dilersen, Hâcer'i sana ba-

gişlayım. Belki îîakk Teâlâ sana ondan bir oğul ih-

san eder. Gönlümüz eğlenir!» dedi. İbrahim (A.S.) da:

«Sen bilirsin!» dedi.

77
78

Bunun üzerine, Sâre Hâtûn Hâcer'i, İbrahim (A. S.) 'a bağışladı- Çok zaman geçmeden de İbrahim (A.
S.) 'm Hâcer'den nurtopu gibi güzel bir oğlu dünyaya geldi. Adını. «İSMÂÎL» koydu. İsmail, Arapça'dır,
İbranî dilinde Eşmûyil'dir.

Sâre Hâtûn, bu çocuğun doğduğunu görünce Hâcer'i kıskandı. Hâcer'i, İbrahim (A.S.) ile
evlendirdiğine pişman oldu. O kadar tasalandı ki, ne sabn ne de mecali kaldı. İbrahim (A.S.) ile
kavgaya tutuştu. Bir gün öfke arasında Hâcer'e •

«Yâ Hâcer, madem ki senin oğlun oldu. Bundan colayı benden üstün oldun, bunu senin yanına bı-

— 118 —

rakmam. Ya seni öldürürüm, ya da sakatlarım!» diye, yemin etti- Amma, birkaç gün sonra bu
yemininden ötürü pişmanlık duydu.

«Hatâ ettim, kötü bir and içtim. Eğer bu kadını öldürürsem, Allâhü Teâlâ katında günahkâr olurum.'
Bir yerini kesersem, Hâcer'in suçu ne? Ben o'nu İbrahim'e kendi elimle verdim. Hâcer'e zulmetmiş
olurum! Ona bir şey de yapmazsam, ya yeminimi nice edelim?.'» dedi. Bu düşünceler kalbini rahatsız
etmeye başladı. Ne yapacağını bilemedi. Sonunda :

«Madem ki and içtim, Hâcer'i öldürmek olmaz. Bari bir yerini keseyim, andım yerine gelir.' Fakat
görünen yerinden kessem onu gördükçe yine ben acınm. En iyisi onun mahrem uzvu arasından,
görünmeyen yerinden bir et keseyim. Hem Hâcer başka bir erkeğe varamaz, hem de İbrahim o'nunla
yatmaktan vaz geçer!» dedi. Ve bu işi yapmak, andını bu türlü yerine getirmek gönlünü sardı. Hâcer'i
uttu, mahrem uz -vundan bir parça et kesti. Ve :

«Hanımının hatır ve gönlünü üzen cariyenin cezası budur,'»^dedi.

Hâcer'den et parçası kesilince, Hakk Teâlâ da ibrahim (A.S.) 'a kendisini sünnet etmesini emir
buyurdu- İbrahim dini'nden olanlara da böyle sünnet olmayı emir buyurdu. İbrahim (A.S.) da kendi
kendisini sünnet etti. İşte o zamandan bu zamana gelinceye «adar Müslümanlar arasında da sünnet
olmak âdet °ldu. Daha önceleri sünnet olmak yoktu.

(A'SJ k* HÂCEBlN 'E GÖNDERİLMESİ

Q,

çn gerçi İsmail'e sabır göstereyim?

119 —

-Sabr &? **âtun kıskançlığını unutmak için gerçi : eyim! Hâcer ile İsmail'e sabır göstereim?»

ka

derdi ama sonunda kadınlık kıskançlığı üstün geldi. ibrahim (A.S.) ile kavga etmekten geri kalmadı. En
sonunda îbrâhîm (A.S.), Hakk Teâlâ'ya şikâyetçi oldu. Rabbi de O'na-. «Sabreyle! Yâ tbrâhîm! Kadınlar

78
79

sol iğe kemiğinden yaratılmıştır. Onlarla iyi geçin-mekten başka çâre yoktur. Sâre, ne derse onu yap.»
diye buyurdu. Sâre de:

«Yâ ibrahim! Ben artık bu cefâya dayanamam! Bu câriye ile çocuğunu benim yanımdan
uzaklaştırman gerek. Onlarla bir arada olamam. Hâcer'i de bu-r>un için sünnet etmiştim! Şimdi ise
elimden ve dilimden kötü bir şey çıkar diye korkuyorum. Belki Allâ-hü Teâlâ'ya karşı âsî olurum. Kısa
bir zamanda ikisini de gözümün önünden uzaklaştır!» dedi.

tbrâhîm (A.S.) şaşırdı kaldı, bu teklif karşısında na yapacağını bilemedi. Çaresiz kalarak yerinden kalktı,
ismail ve Hâcer'i aldı. Biraz yiyecek ve su gelindi. Bilinmeyen bir tarafa doğru onlarla birlikte gitmeğe
başladı. Ama, nereye gideceğini bilemiyordu Bir müddet yol aldıktan sonra, Cebrail (A.S.) geldi: «Yâ
ibrahim! Nereye gider ve bunları nereye götürürsün?» dedi. îbrâhîm (A.S.) :

«Sâre'nin elinden aldım. Nereye götüreceğimi bilemiyorum!» diye cevâb verdi. Cebrail (A.S.) :

«Bunları Hakk Teâlâ'nın Harem'ine, Beytü'l Marn ur'a götürmen görekî» dedi.

îbrâhîm (A.S.) Beytü'l Mâmur tarafına doğru yöneldi. Oraya vardığında, ıssız bir yer olduğunu,
konaklayacak hiç bir yer olmadığını gördü. Burası ise dağ arası bir yerdi- Her taraf taş 'Ve kumdu,
îbrâhîm

(A.S.) :

«Bu ıssız yerde, bunları nasıl bırakayım, nasıl ge-ı: döneyim?- diye düşündü. Acizlik içinde kaldı.
Fakat

— 120 —

tevekkül ehliydi. Gönlünü her zaman Allâhü Teâlâ vc Tekaddes Hazretlerine bağlamıştı. Yine Allah ıC.
C.)'a sığındı. Onlara.-

«Sizi Yüce Yaradan'a ısmarladım!» diyerek, getirdiği yemekleri onların yanına bıraktı, yürümeye
başladı. Hâcer, ibrahim (A.S.)'m eteklerine yapıştı:

«Sen bizi böyle kimsesiz, ıssız bir yerde nasıl bırakır gidersin?» diye sordu, ibrahim (A.S.) :

«Yâ Hâcer! Ben buraya Hakk Teâlâ Hazretlerinin emri ile geldim!» dedi.

Hâcer:

«Madem ki Hakk Teâlâ'nın emriyle geldin, var nereye gidersen git, biz Allah'tan gelen emre razıyız!»
dedi. ibrahim (A.S.) da onları, orada bırakıp Filistin'e Sâre'nin yanına döndü.

ZEMZEM SUYU

Hâcer ile oğlu ismail orada kaldılar. Burası şimdi Zemzem suyunun bulunduğu yerdir. Birkaç gün
içinde yanlarındaki yiyecekleri tükendi, sulan bitti. Ne yiyecekleri ne de içecek sulan kaldı. Hâcer, çok
susamıştı. ismail (A.S.)'ı orada bir yere sırtı üstü yatırdı Kendisi yürüyerek, Safa Dağı'nın üstüne çıktı.

79
80

Dört yanma bakarak su anyordu. Oradan Merve'ye indi aıa ile Merve arasında koşarcasına yürüyordu.
[Şim-mışür] ann °rada hlZh kosmalan ° günden kal-

r Üzerine a*111681 Hacer tarafından yatın-ise atlamaya başlamıştı. Ayağı ile Ky°rdu- AUâhû TeMâ'nia
emri ile vurdu-

S SU flŞklrdl- ° zaman Ismaîl {A'SJ iki . Hacer de oğlunun ağladığım işitmiş, su

— 121 —

bulamadığı için gönlünü hüzün kaplamıştı. Oğlunun yanına geldi. Fışkıran suyu görünce sevindi. Su
şarıl şarıl akıyordu. O suyun ziyan olmasından korktu. Toprak ve kum getirip çevresini çevirdi, suyun
boşa akıp

gitmesini önledi.

***

Bu su, Hâcer'in toprakla çevirdiği yerleri doldurdu- Havuz gibi dolup kaldı. Havadaki kuşlar bu suyu
görünce, üstünde toplandılar. Zâten kuşlar nerede bir su görseler orada toplanırlar.

Bir gündü. Cürhüm adında bir Arap kabilesi Mekke dolaylarında otururdu. Suları tükendi. Dört tarafa
su aramağa gittiler. Havada kuşlann dolaştığını gördüler. Birbirlerine:

«Şu kuşlar mutlaka bir su kenarına ineceklerdir. Gelin orasını görelim. Orada mutlaka su vardır!»
dediler. Oraya geldiklerinde su dolu havuzu gördüler. Şaşırıp kaldılar. Suyun yanında da Hâcer'le oğlu
ismail'i buldular.

«Ne hâtûn kişisin sen? Burada yapayalnız ne yapıyorsun? Bu çocukcağız senin neyindir? Bu su
nereden çıktı? Biz ise bu mıntıkanın adamlarıyız, kaç kere buralara gelip aradık, su diye birşey
bulamadık! Şimdi bu su nereden ve nasıl çıktı?» dediler. Hâcer :

«Ben Allah'ın âciz bir kuluyum- Bu çocuk da benim oğulcağızımdır. Bu suyu bize Hakk Teâlâ verdi!»
diyş cevâb verdi. Cürhümlüler de:

«Eğer bizi komşuluğa kabul edersen, evimizle birlikte buraya gelelim. Sana komşu olalım!» dediler.
Hâcer şöyle cevâb verdi:

«inşallah hayırlısı olur, gelin!» Cürhüm kabilesi de, bunun üzerine gelip oraya yerleştiler, ismail (A.
S.) ile Hâcer'e derin saygı ve sevgi gösterdiler.

Bu olayın üzerinden çok zaman geçmiş, ismail (A.S.) beş yaşına basmıştı, ibrahim (A.S.) gelip hâlâ oğlu
ismail ile karısı Hâcer'i görmemişti. Sâre Hâtûn ise Hâcer ve ismail'i ziyaret etmeyi aklından bile ge-
çirmemişti. Bir gün ibrahim (A.S.) ismail'in hâlini Cebrail (A.S.)'a sordu. Cebrail (A.S.) da:

80
81

«Vakitleri hoş geçmektedir. Allâhü Teâlâ onlara bir su verdi. Bir halk topluluğu da geldi. Onlara
komşu oldu. ikisini de saygıyla anıyorlar ve hoş tutuyorlar!» dedi. ibrahim (A.S.) da Sâre Hâtun'dan
izin istedi. O da:

«Yâ ibrahim, sana bir şartla izin veririm. Oraya var. Ama atından bile inmiyeceksin. Orada
oturmayacaksın!» dedi. Hz. ibrahim de, bu şarta razı oldu.

Hakk Teâlâ, o zaman bizim yâni Müslümanların Peygamberi olan Hazret-i Muhammed Mustafâ (S.
A.VJ'in «Burak» adındaki atını ibrahim (A.S.)'a verdi. O da, hemen ona bindi, göz açıp kapayıncaya
kadar oradan Mekke'ye vardı, ismail (A.S.)'ı ziyaret etti. Fakat, bindiği «Burak» tan inmedi. Döndü
hemen Sâre Hâtun'un yanına geldi. Bundan sonra Sâre Hâtûn, yılda bir kere ismail'i ziyaret etmek için
ibra -him (A S.)'a izin verdi.

En sonunda, Hakk Teâlâ Hazretleri ibrahim Pey-gamber'e Sâre'den Ishâk'ı verdi.

HZ. İBRAHİM'İN

HZ. İSMAİL'İ ZİYARETİ

İbrahim (A.S.)'in, yılda bir kere İsmail (A.S.)'ı ziyaretlerinden bir kaç yıl geçmişti. Ismâîl (A.S.)
büyümüş ve annesi Hâcer Hâtun'un vâdesi ermiş, bu

— 123 —

dünyaya gözlerini kapamıştı. İsmail (A.S.) yapayalnız kalmıştı. Cürhüm halkı:

; «Bu çocuk buradan giderse, bizim suyumuz kurur, çünkü bu su O'nun bereketiyle duruyor!»
dediler. İsmail (A,S.)'m oradan gitmemesi için bir çâre düşündüler:

«ismail'i everelim. Kabilemizden O'na bir kız verelim!» dediler. Cürhüm kabilesinin .bir kızı vardı. O
kızı îsmâîl (A.S.)'a nikahlayıp verdiler.

Bir yıldı. İbrahim (A.S.) yine oğlu Hz. İsmail'i görmeğe gelmişti. Cürhümlülerden, Hâcer'i sordu. Hâ-
cer'in öldüğünü söylediler.

«ismail'in evi nerede?» diye sordu. İsmail'in evini gösterdiler. O da geldi, kapıyı çaldı. Fakat İsmail
(A.S.) evde yoktu. Avlanmak, o kavmin âdetlerinden-di. ismail (A.S.)'ı da avlanmak için kıra
götürmüşlerdi, ibrahim (A.S.)'m kapıyı vurmasıyla İsmail (A. S.)'ın Cürhümlü karısı dış kapının ardına
geldi.

«Kimsin?» diye sordu. İbrahim (A.S.) :

«Bir Allah misafiri. Fakat attan inmemeğe yeminliyim. Sen kimsin?» Kadın:

«Ben İsmail'in karışıyım!» diye cevâb verdi.

«Hani, ismail nerede?»

81
82

«Ava gitti. Ancak akşama gelir.»

«Yiyecek bir şeyiniz var mı?»

«Böyle bir yerde yiyecek mi olur?.. Yiyeceğimiz

yok!»

Bu söz, ibrahim (A.S.)'a çok acı geldi. Dileği yiyecek değildi. Kadının ahlâk ve huyunu anlamak
istemişti. Ona:

«Ey hâtûn! Ben gidiyorum. İsmail döndüğünde, beni O'na anlat. Şeklimi, kıyafetimi bildir. Ve hem
cie O'na şöyle de : «Bir atlı geldi, Senin için : "Bu evi gökçek (Güzel) yapmışsın ama eşiği sana uygun
değildir.

— 124 — .

Sen bu eşiği kaldır, oraya iyi bir eşik oturtsun!" dedi dersin!»

Sonra İbrahim (A.S.) atını sürdü, gitti. Bir müddet sonra ismail (A.S.) avlanmaktan döndü. Karısı
kapıya gelen konuğun nişanelerini, söylediği sözleri İsmail (A.S.) 'a bildirdi. İsmail (A.S.) :

«Ey hâtûn! O gelen benim babamdır. Eşik dediği sensin. Senin huyunu, suyunu beğenmemiş, başka
eşik oturt dediği seni boşamamı istiyor, başka bir kadınla evlenmemi istiyor. Kimbilir O'na neler
söyledin ki hoşuna gitmedi!" dedi. Karısı, söylediği sözlere pişman olmuştu, ama İsmail (A.S.) onu
boşatmştı. Sonra başka bir kızla evlendi. Bu kız uzun boylu, tatlı dilli idi. Ertesi yıl İbrahim (A. S.), yine
Sâre Hâtûnun iznini alarak İsmail (A.S.) 'ı görmeğe geldi. Tesadüfe bakın ki, ismail (A.S.) yine
avlanmaya gitmişti. İbrahim (A.S.) kapıyı vurdu. Kadın hemen dışarı çıktı. Tatlı bir dille, İbrahim (A.S.)
'in atını tuttu :

«Aşağı inin!» diye ricada bulundu. İbrahim (A.S.) : «Hayır! Ben and içtim, attan inemem? Sen kimsin?»
diye sordu. Kadın da :

«İsmail'in karışıyım! O ava gitti. Şimdi gelir!» dedi. İbrahim (A.S.) bu kızın güzelliğini ve ahlâkını
beğendi. O'nu iyice tanımak için :

«Yiyeceğin var mı?» diye sordu Kadın : «Vardır!» diyerek içeri koştu. Biraz pişmiş et, hurma
ve süt getirdi ve:

.. , urmaan raz yedi

«Allâhü Teâlâ bu yemeğinize bereket versin!

i.

«Beni bağışla. Hazır ekmeğim yok!» dedi. ibrahim (A.S.) et, süt ve hurmadan biraz yedi .

(A'S-)>m kansı ibrahim (A.S.) 'a: em ki attan inmiyorsun, bir parça dinlenin,

ıoc _

82
83

İC-tıJ

dedi

îsmâîl gelsin! Hem de saçınız, sakalınız toz olmuş. Su ile yıkayayım!» dedi. îbrâhîm (A.S.) :

«iyi olur!» dedi. Kadın, büyük bir taş getirdi. Hz. ibrahim'e:

«Ayağını üzengiden çıkar. Bu taşın üzerine bas, diğer ayağın atında dursun! Yıkamayı
kolaylaştırsın!» dedi.

ibrahim (A.S.) yalınayaktı, ayağını üzengiden çıkardı. O taşın üzerine bastı. Taşın üzerine ayağınm izi
çıktı- Hâlâ o taşın üzerinde mübarek ayağının izi durur. Bu sebebten dolayı Hacılar orasına (İbrahim
Makamı) diyerek ziyaret ederler.

Kadın, îbrâhîm (A.S.)'ın saçını, sakalını yıkadıktan sonra gideceği zaman:

«ismail gelince, O'na benim şekil ve şemailimi bildir. Benden O'na selâm söyle. Evinin eşiğini
doğrultmuş olduğunu ve o eşiği iyice tutmasını söyle!» deyip, gitti. Az sonra îsmâîl (A.S.) geldiğinde,
kansı olayı anlattı. O da-.

«O îbrâhîm (A.S.)'dır. Benim babamdır. Seni beğenmiş, O'na saygı ve sevgi göstermişsin. Bana da
eşiğini iyi tutsun dediği sensin- Bana da gereken, sana saygı ve sevgidir!» dedi. îsmâîl (A.S.) kansına
çok muhabbet etti. Çok çocukları oldu. ömrünü bu eşi ile geçirdi.

LÛT ALEYHİ'S-SELÂM VE

İSHÂK ALEYHİ'S-SELÂM'IN DOĞUŞU

Rivayet edilmiştir ki-, ismail (A.S.) anası ile Mekke'de beş yaşlarındayken, Hazret-i îbrâhîm, karısı
Şart;'den, her zaman, bir oğulcuk beklerdi. Hâcer'i kıs-

— 326 —

kanmalar, tasalar *Sâre Ha tun'un gönlünden çıkınca Hak Teâlâ'nın inâyetiyle, îbrâhîm (A.S.)'a dileğini
verdi. Cebrail (A.S.) ve Mikâîl (A.S-) a:

«Varın, Lût kavmini helak eyleyin! Ve ibrahim'e de müjdeler verin, Sâre'den ona bir oğul verdim!
Adını da İshâk koysun. Ishâk'tan da bir oğul dünyaya gelecektir. Onun da adı Yâkûb olsun!» diye
buyurdu.

Hakk Teâlâ Hazretleri nitekim Kur'ân-ı Kerîm'-de şöyle buyuruyor:

«Biz de o'na İshâk'ı ve İshâk'tan sonra torunu Yâkûb'u müjdeledik.» (Hûd sûresi, âyet: 71).

Bu müjdeyi verdikten sonra Lût kavminin bulunduğu «Mütefikât» denilen şehirlere gittiler. Bu beş
şehrin isimleri şöyleydi: l —"Soma, 2 — Sodam, 3 — <îomure, 4 — Duma, 5 — Didam.

83
84

Bu beş şehir o kadar güzelleştirilmişlerdi ki, herbirinde yüzbini aşkın insan yaşardı. Bu şehirler Şam
ile, Hicaz arasındaydı. Mekke'den Şam'a giden bir kimsenin yolu Sodam'a uğrardı. Nitekim Hakk Teâlâ
şöyle buyurur:

«O şehirler işlek olan yollar üzerindedir.» (Hicr sûresi, âyet: 76)

Ve yine Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Bu (şehirlerde) mü'minler için ibret vardır.»

(Hicr sûresi, âyet: 77)

Lût (A.S.) işte o kavmin arasında yaşıyordu. Onlardan bir kız oldu. Orada kaldı. O kadından oğullan
Dünyaya geldi. Ama kansı kâfirdi. İmâna gelmemiş-•• Lût (A.S.) nice yıl o kavmin arasında yaşadı.
Onan puta tapmaktan alakoydu. Ve Hak Teâlâ Hazret-P ,ne.dâvet etti- Lût f A.S.) o kavmin doğru yola
gel-ÎA s"'1" istedikçe onların küfrü daha da artardı. Lût ^- • m sözü onlara hiç bir zaman tesirli
olmamıştı, sonunda kâfirler putlara tapmakla da kalmadı-

— 127 —

îar. Türlü türlü fesatlar çıkardılar. Kadınlarla evlenmeyi bırakıp, genç erkeklerle evlendiler. Bu küfrü ilk
yapan onlardı. Onlardan önce bu küfrü yapan yoktu. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur ;
«Ve Lût şöyle dedi: "Siz, sizden önce hiç bir kimsenin yapmadığı hayâsızlığı mı irtikâb ediyorsunuz?
Kadınları bırakıp hırs ve şehvetle erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Mutlaka, siz azgın ve günahkâr bir
kavimsiniz."» (A'râf sûresi, âyet: 80-81)

Gerçekten o kavim, küfrü son derece ileriye götürdüler ve açığa vurdular. Yol keserlerdi.
Meclislerde, toplantı yerlerinde birbirinden utanmadan edep yerlerini gösterirlerdi, utanmak ve haya
diye birşey kalmamıştı.

Lût kavminin fesatları sınırı aşınca, Hakk Teâlâ da onlara Lût peygamberi yolladı. Onlar Lût (A.S.)'a
inanmadılar. Sözlerini alaya aldılar. Hazret-i Lût:

«Gelin, bu küfürden vaz geçin, Allah'ın emrin -den dışarı çıkmayın. Allâhü Teâlâ'yı bilin. Müslüman
olun. Eğer doğru yola gelip, bu küfürden vaz geçmezseniz Hakk Teâlâ'dan size azâb gelir!» dedi. Lût
kavmi :

«Eğer sözlerin doğru ise, o dediğin azabı getir, görelim!» dediler. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle
bu-yurulur:

«Eğer doğru söyleyenlerdensen getir bize Allah'ın azabını» (Ankebût sûresi, âyet: 29).

Ve Lût (A.S.) onları Hakk Dîn ve doğru yola çağırdıkça ve «Size Allah'ın hışmı erişecek! * dedikçe,

onlar:

«Getir, Allah'ın hışmı dediğin o hışmı ve azabını

görelim!» derlerdi.

84
85

Lût (A.S.) o kaymin akrabalarındandı. ibrahim (A.S.) ile Bâbil şehrinden birlikte ayrılmışlardı,

- — 128 —

(A S-) bu beş şehre gelince kalmıştı, ibrahim (A.S.) ise Filistin şehirlerine uğrayarak Mısır'a gelmişti. Lût
ile oradaki kavim arasında hısımlık bağları vardı. Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«O vakit kardeşleri Lût kendilerine şöyle demişti: "Allah'tan korkmaz mısınız?"» (Şuâra sûresi, âyet:.
161)

Hz. Lût, kavmini Hakk Dîn'e davet ettikçe, onlar dinlemedöer. Hakk Teâlâ onlara soyda Lût (A.S.)'in
kardeşleri olduğunu bildirdi, ama dinde kardeş olduğunu bildirmedi.

Kavmi, Hz. Lût'u yalanladılar ve şöyle dediler: «Ey Lût! (Sözlerinden) vaz geçmezsen (aramızdan)
sürgüne gidenlerden olursun, (içimizden çıkarı

rız)» (Şuârâ sûresi, âyet: 167)

#**

Lût (A.S.)'in o kâfir kadından dört kızı olmuştu, ama kızlan Müslümandı. Dinleri, Lût dinindendi.
Kendisinin malı ve davan vardı- ibrahim Peygamber gibi r» da misâfirseverdi. Lût kavmi arasında ise,
zavallılara, misafirlere her türlü kötülüğü yaparlardı. Lût (A.S.), onlara nasihat ettikçe, onlar:

«Aramızdan çık! Yoksa her gelen misafiri rahat bırakmayız!» derlerdi. Lût (A.S.) onlardan bıktı,
usandı, âciz kaldı. Yalnızca sabrederdi. Arasıra İbrahim (A.S.)'m yanına gelir, kendi kavminden şikâyet
ederdi- ibrahim (A.S.) da O'na:

«Sabret, dayan! Zamanla insafa gelirler!» derdi. ut (A-S.), en sonunda dayanamadı, sabn tükendi:

«Yâ Rabbî! Beni bu zâlimlerin elinden kurtar! Ba-;a yardım et!» diye dua etti. Allâhü Teâlâ da Lût'un

terit kabûl etti Cebraîl ve Mikâîl'i yolladı. Kimi*

Par) k âfil>i de birlikte gönderdi!» derler. Üçü de

yüzlü genç erkek kılığına girdiler. Öyle ki on-

F./9

— 129

lan görenlerin, güzelliklerinden akıllan başlarından giderdi, önce tbrâhim (A.S.) 'in memleketine
uğrama-yT dilediler. O sırada ibrahim (A.S.) misafir bulup, yemek yedirey'm diye yol üzerine adamlar
göndermişti. Zâten bu O'nun âdetiydi. Evinde misafiri olmadan yemek yemezdi. Yol üzerinde misafir
aramaya gidenler o üç gence rastladılar. Onları alıp Hazret-i ibrahim'in yanına getirdiler. İbrahim (A.S.)
da bu genç misafirlerinin yüzlerine baktı, çok nurlu, çok güzel gençlerdi:

85
86

«Bizim bugünkü misafirlerimiz Meleklere benziyor!» dedi. Üç Melek de kendisini selâmladılar.


Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruimuştur:

«Elçilerimiz İbrahim'e müjdelerle geldiler. O'na-. "Selâm" dediler.» (Hûd sûresi, âyet: 69)

«Selâmün aleyke yâ ibrahim!» dediler, tbrâhim (A.S.) da onlara saygı gösterdi. Yemek yedirmek için
hazırlığa başladı. Kendisinin çok bakımlı, semiz bir buzağısı vardı. Anası otlamaya gitmişti, ibrahim (A.
S.) misafirleri için buzağıyı kesti, kızarttı. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyuruimuştur •

«İbrahim de "Selâm" dedi. Onlara semiz bir buzağı (pişirerek) ikram etmişti.» (Hûd sûresi, âyet: 69)

Kimileri: «ibrahim (A.S.) buzağıyı çömlekte pişirdi, yahni yaptı!» derler. Sonra bu yemeği misafir
lerinin önüne koydu. Onlar yemeğe el sürmediler. Çünkü onlar Melek'ti. Melekler ise, yemek
yemezlerdi. İbrahim (A.S.) :

«Niçin yemiyorsunuz?» diye sordu. Cebrail (A.S );

«Bizim âdet ve geleneğimize göre yemeğin bedelini vermeyince yemeyiz!» dedi. ibrahim (A.S ) :

«Güzel! Mademki öyledir, âdet ve geleneğiniz kar siliğim verin! Çünkü karşılığı da kolaydır!» dedi.
Ceb râii (A.S.) :

«O hâlde karşılığı nedir?» diye sordu. İbrahim (A.S.) :

«Karşılığı, bu yemeğe el sunarken «Bismillah» de-menizdir. doyduktan sonra.da «Elhamdülillah!»


deyiniz!. İşte yemeğin bedeli budur. Çünkü Allah'ın verdiği ni'mettir. Şükreylemek vâcibtir!» dedi
Bunun üzerine, Cebrail (A.S.), İsrafil (A.S.)'a:

«Hakk Teâlâ İbrahim'e öyle kolay kolay (Dostum, Halîlim!)* dememiş!» dedi

İbrahim (A-S.), misafirleri yesinler diye yemeğe el uzattı. Yemeğe başladı. Onlara da:

«Buyurun!» dedi. Onlar, el uzatarak yer gibi yaptılar, ama yemediler. İbrahim (A.S.) onların bu hâli-
n< görünce, onlardan korktu. Nitekim Hakk Teâlâ şöy-h; buyurur:

«(İbrahim) onların ellerinin yemeğe uzanmadığını görünce, hâllerinden hoşlanmadı, onlardan


yüreğine korku geldi.» (Hûd sûresi, âyet: 70)

Çünkü o zamanlar; bir kimse, birini öldürmek istese, onun yiyeceğinden, yemeğinden yemezdi.
İbrahim (A.S.)'m benzi sarardı, soldu. Sâre Hâtûn, O'nun değişen benzine baktı. Onlardan korktuğunu
anladı Gerçekten İbrahim (A.S.) da:

«Bunların bana kötü bir niyyetleri var galiba! Onun için yemek yemiyorlar!» diye düşünüyordu. Sars
Hâtûn gülümsedi, gönlünden:

«İbrahim'in bunca kulu, kölesi var, onlardan korkmuyor da bu üç kişiden mi korkacak? Bunun ne
mânası var?» dedi.

86
87

Melekler, İbrahim (A.SJ'm benzinden korktuğu-£u anladılar. Korkuyu, ondan çıkarmayı dilediler.
Kendilerini tanıttılar ve :

7r.. *fiiz' '^t-kavmine gönderildik.» (Hûd süresi, âyet 701 dediler. Sonra :

130

Kil

«Yâ ibrahim! Sana gelmemizin sebebi şudur. Al-lâhü Teâlâ sana bir oğul verdi. Sana onu müjdeleriz.
O çocuk doğunca adını «İshâk» koy. Ishâk'ın da bir oğlu olacaktır. Onuna da adı Yâkûb olsun-
Yâkûb'un nesli üresin!» dediler.

İbrahim (A.S.) 'a bu sözler çok acâyib geldi. Çûn kü Sâre Hatun o zamanlar yetmiş, kendisi ise seksen
yaşında idi. Sâre:

«Eyvah! Ben bu yaşta çocuk mu doğuracağım? Kocadım, kadınlıktan uzaklaştım! Kocam da


ihtiyarladı. Bu ne acâyib iştir?» dedi. Nitekim Hakk Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de, Sâre'nin dilinden şöyle
buyurur:

«(Sâre) ne acâib şey, dedi. Ben yaşlanıp, kocam da ihtiyarladığı hâlde doğuracak mıyım? Bu ne garip
bir şey!» (Hûd sûresi, âyet. 72)

Melekler ise şöyle dediler:

«Siz, Allah'ın işine mi şaşıp kaldınız? Ey ev sahipleri, Allah'ın bereketi ve rahmeti sizin üzeriniz
-dedir.» (Hûd sûresi, âyet: 73)

Sâre Hâtûn, ibrahim (A.S.)'m yüzüne baktı. Cebrail (A.S.) da:

«Seni hak ve gerçekle müjdeledik, onun için Allah'ın rahmetinden ümidini kesenlerden olma.»
dediler- (Hicr sûresi, âyet: 55)

ibrahim (A.S.) ile Sâre bu söze sevindiler. Lût kavminin halâkine de üzüntü duydular, ikisi de kaygıya
düştü. Üç melek:

87
88

«Onu ve ailesini mutlaka kurtarırız.» (Ankebût sûresi, âyet: 32) dediler ve ilâve ettiler:

«Ama -karısı kâfirdir, o'nu kurtaranlayız. O'na imân edenleri de o azâbtan kurtarırız!»

Az sonra, Melekler kendi suretlerine girerek oradan ayrıldılar. Lût (A.S.)'in bulunduğu şöhre geldi-

— 132 —

ier. Yine güzel erkek kılığına girmişlerdi. Orada Lût (A.S.)'m kızına rastladılar.

«Lût'un evi nerededir?» diye sordular- Kız:

«Ne için arıyorsunuz?» dedi. Melekler:

«Bizler misafiriz. Lût'un evine gideceğiz.» diye ce-vâb verdiler. Kız:

«Benim ardımdan geliniz!» dedi. Kız ilerledi. Melekler de ardınca yürüdüler. Şehir halkı onları
görünce bakıştılar. Lût (A.S.) 'm kızma :

«Bu gençler kimdir?. Nereye gidiyorlar?» diye sor dular. Kız:

«Lût'un misafiridirler. Bizim evimize gidiyorlar!» diye cevâb verdi. Şehir halkı bu haberi işitince
sevindiler ve birbirlerine:

«Müjdeler olsun! Ne güzel gençler.. Bu gece bunları alalım, şenlik edelim!» dediler, insan kılığındaki
bu melekler için kötü düşüncelere daldılar. Lût (A.S.)' m kızı önde yürüyüp babasının yanına gitti:

«Baba, bize üç misafir geliyor! öyle ki yeryüzünde onlardan daha güzel, onlardan daha sevgili k;mse
görülmüş değildir!» dedi. Kız bu sözünü henüz bitirmemişti ki üç genç içeri girip Lût (A.S.)'a selâm
verdiler. Lût (A.S.), onların yüzüne baktı. Onlara doğru yürüdü. Kendilerine saygı ve ikram gösterdi.
Ama çok hüzünlendi, kaygıya düştü. Kendi kendisine konuşarak :

«Bu gençler çok güzel kimseler. Lâkin zor bir duruma düşmüş oldum. Bu kavm, elbette bunları
elimizden alıp inciteceklerdir!» dedi. Hemen, onları evinin içerisinde gizledi.

Lût (A.S.)'m kansı dinsizdi. Evden çıktı, kavminin kâfirlerine:

«Lût o gençleri aldı, evinin içinde gizledi!» dedi.

, ' — 133 —

Bu haberi duyan kâfirler, toplanıp Lût (A.S.)'ın kapışma geldiler.

«Evindeki gençleri dışarı çıkar yâ Lût! Eğer olmaz dersen, seninle savaş yaparız. Çünkü biz, sana
evine misafir getirme demedik mi? Biz, getirdiğin misafirlere sataşırız demedik mi? Madem ki,
getirdin, elbette evden çıkarıp Dize teslim etmen gerek. Biz, onlara gönlümüze göre hareket ederiz!»
dediler. (Hicr sûresi; âyet: 70 meali).

88
89

Lût (A-S.J bu sözlerle çok üzüldü. Merak içinde kaldı, çâresizleşti. Onlara yalvardı, yakardı:

.«Gelin insaf eyleyin! Misafirleri incitmeyin?» dedi. Onlar, bu sözleri dinlemediler. Lût (A.S.)'ın
kapısını kırdılar, içeriye, avluya girdiler. Lût (A.S.), onlara:

«İşte kızlarım! Almak isterseniz alın! dedi.» (Hicr sûresi, âyet: 71). Ve ilâve etti:

«Ey kavm, dört kızım var ki hiç erkek görmemiştir. Kızoğlankızdırlar. Dördünü de nikahlayıp alınız.
Vereyim nasıl dilerseniz eğlenin. Allah'tan korkun- Benim misafirlerimi rahat bırakın. Beni rezîl
etmeyin!» Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Ey kavm! İşte kızlarını! Size vereyim. Onlar henüz pak, temizdirler. Allah'ın azabından sakının.»
iHüd sûresi, âyet: 78).

Lût kavmi:

«Şunlar gibi güzel erkek gençler varken senin kızların bizim ne işimize yarar? Bize o gençler gerektir.
Kızları ne edelim? Bizim istediğimizi vermen gerektir!» diyerek, Hz. Lût'a hücum ettiler. Lût (A.S.)
çaresiz kaldı, ve onlara şöyle dedi:

«Size yetecek gücüm olsaydı "Arkam veya yardımcım olsaydı" siz bana böyle mi edefcftirdimz?»
(Hûd sûresi, âyet: 80).

— 134 —

Lût (A.S.) bu sözü söyleyerek ağladı. Üç gencin üçü de bir arada dururlardı. Cebrail (A.S-), kapıdan
tarafa oturmuştu. O'nun ilerisinde İsrafil (A.S.), daha ileride de Mikâîl (A.S.) vardı. Bu sırada, Lût
kavminden üç kişi içeri girdiler. Cebrail (A.S.)'ı tutmak istediler. O'na doğru ellerini uzattılar ama
dokunmadan önce Cebrail (A.S.) onların yüzlerine üfürdü. Üçünün de gözleri kör oldu- Birşey göremez
oldular. Gözlerini tuta tuta dışarı çıktılar. Onlan gören halk dışarı kaçtılar. Feryâd ederek :

«Ey halk gördünüz mü? Bu Lût, bunca zamandır aramızda sihirbazlık yapardı. Kendisinin büyücülüğü
ile yetinmedi, şimdi-de üç büyücü genç erkeği getirdi. Bizim ulu kişilerimizin gözlerini kör ettirdi. Gelin
Lût'un evini, barkını başına yıkalım, kendisini de öldürelim!» dediler. Bu sözleri işiten Lût (A.S.) korktu:

«Bu gençler meğer cadı imiş!» dedi. Cebrail (A.S.), Lût'un korkusunu görünce aklı karışmasın
diyerek kendisini tanıttı.

-Ey Lût, korkma, kederlenme! Biz, senin Rabbi-rin habercileriyiz. Seni bu kavmin şerrinden,
kötülüklerinden kurtarmaya geldik. Onların eli hiç bir zaman sana dokunup, hiç bir kötülük
yapamayacaklardır. Korkma!»

Ve üç Melek Lût (A.S.)'a öğüt verdiler. Kur'ân-ı Azimüşşan'da şöyle buyurulur.-

«Sen, gecenin bir kısmı geçince aileni al, götür. Kendin de bunların arkalarından yürü. İçinizden
hiçbiriniz (arkasına) dönmesin. Size emrolunan yere gidin.» (Hicr sûresi^ âyet: 65)

Lût (A.S.)'a Melekler son öğüdü verdiler:

89
90

«Seher vakti oluncaya kadar bu beş şehrin sınırından çıkın!» Lût (A.S.). Cebrail (A.S.)'a-.

— 135 —

«Siz buraya ne iş için geldiniz?» diye sordu. O da:

«Senin kavmini helak ve yok etmeğe geldik.» diye cevâb verdi. Lût (A.S.) :

«Ya neden vakit geçiriyorsunuz? Bu kâfirleri hemen helak ediniz!» dedi- Cebrail (A.S.) şöyle dedi:

«Bunların vadeleri sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?» (Hûd sûresi, âyet: 81).

Lüt (A.S.) da hazırlandı. Kendisine imân edenleri yanına çağırttı. Durumu onlara bildirdi. Gece biraz
ilerleyince, Sadom şehrinden çıktılar. Nitekim Kur*ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

«Lût'un tarafında olanları biz seher vaktinde kurtardık.» (Kamer sûresi, âyet: 37)

Cebrail (A.S.) onların arasından ayrıldı. Mikâil (A.S.) ve İsrafil (A.S-) da ayrıldılar. Allâhü Teâlâ'-ntn
azabı gelmekteydi.

Kur'ân-ı Azimüşşân'da şöyle buyurulur:

«Celâlim hakkı için, bir sabah vakti, devamlı bir azab onları bastmverdi. Bu azâb, Cehennem'e atılış
lanna dek devam edecektir.» (Kamer sûresi, âyet: 38)

Ve Cebrail (A.S.) kanadını yere daldırdı. Beş şehrin hepsi birden yerden koptu, göklere çıktı.
Şehirlerin hepsi altüst oldu. Her şehirde yüzbin insan yaşardı. Kadın ve çocuktan başka hepsi de
Cehennem'in dibine gittiler. Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Onlara azâb emrimiz gelince, o memleketin altını üstüne getirdik ve üzerlerine, arka arkaya ateşte
pişirilmiş çamurdan taşlar yağdırdık!» (Hûd süresi, âyet: 82).

O kavimden çok kişi orada yoktu. Başka şehirlere iş. için gitmişlerdi. Fakat onların da herbirinin
başına gökten taşlar yağdı. Onları durdukları yerde yaktı. Hakk Teâlâ da, Kur'ân-ı Azîm'inde şöyle
buyurur :

— 136 —

«Onların üzerlerine Siccil taşlarını yağdırdık.»

(Hûd sûresi, âyet: 82)

* **

90
91

Güneş doğup parlayınca Lût (A.S.) ve adamları Filistin diyarına yöneldi, ibrahim (A.S.)'a doğru yol
aldılar. Lüt (A.S.)'m kâfir karısı zaman zaman arkasına bakıp, herhangi bir kimseyi görüp o'ndan
kavmine neler olduğunu öğrenmek istiyordu. O sırada gökten bir taş indi, ö'nu da öldürdü. Hakk Teâlâ
şöyle buyurur:

«Biriniz arkasına bakmasın. Yalnız karın müstesna! O da (çünkü) onların uğrayacağına uğrayacak.»
(Hûd sûresi, âyet: 81)-

Lüt (A.S.), o taşın indiğini ve karısının helak olduğunu görünce yola düştü, îbrâhîm (A.S.)'a erişin-
ceye kadar gitti. Bir günlük yol yürüyerek O*na vardı, ibrahim (A.S.), Ö'nu sağ selâmet görünce çok
sevindi, bağrına bastı. Ne kadar malı varsa, yansını

Lût (A.S.)'a verdi.

* *#

Lût (A.S.) ile gelen mü'minlerin sayısı ondört kişiydi. Ve O ölünceye kadar, îbrâhîm (A.S-) ile birlikte
oturup kaldı.

İSMAİL (A.S.)'IN KURBAN EDİLMESİ

ibrahim (A.S.), evlâd özleminden dolayı Hakk Te-âlâ'ya and içerek:

«Yâ Rabbi! Eğer bana bir oğul verirsen, o'nu Senin Uğruna kurban edeyim.» demişti. Allâhü Teâlâ da
O'-na ismail'i bağışladı. O büyüdüğü zaman Ishâk'ı bağışladı. Aradan bir kaç yıl geçtikten sonra,
İbrahim îA.S.), Allâhü Teâlâ'ya olan andını unuttu. Adağını

— 137 —

yerine getirmedi. Bir geceydi. Rüyasında kendisine •şöyle hitâb geldi;

«Ey îbrâhîm! Allâhü Teâlâ'ya ettiğin anda ve-i'â göster. Adağını yerine getir-»

ismail (A.S.)'ın kurban edilmesi emri, îbrâhîm (A.İS.)'a bildirilince, bu buyruk kendisine rüyada em-
rolunmuştu. Cebrail (A.S.)'ı konuşmak üzere O'na göndermemişti. Bunda iki mâna vardır. Hazret-i
İbrahim hem mürseldir, Cebrail (A.S.) ile yüz yüze gelir konuşurdu, hem de nebiler gibi rüyada emir
alırdı. Böylece onda üç haslet toplanmıştı.

Hakk Teâlâ Hazretleri, îsmaîl (A.S-)'m kurban edilmesini şu âyette buyurur:

«Her ikisi de boyun eğdiler. İbrahim, oğlunu alnı üzere yere koydu. Biz de O'na: "Ey İbrahim!" diye
nida ettik: "Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Biz iyilik edenleri mükâfatlandırırız. Hiç şüphe
yok ki, bu en büyük imtihandır. Biz, İsmail'in yerin© büyük bir kurban verdik.» (Saffât sûresi, âyet:
107)

Bu âyet-i kerîme, îbrâhîm (A.S.J 'm adağına sâdık kaldığını, oğlu ismail'i kurban etmeğe razı
olduğunu ve Hakk Teâlâ'nın, oğluna bedel bir koç gönderdiğini beyân eder.

İBRAHİM (A.S.J1N, İSMAİL (A.S.)'I KURBAN ETMEYE GÖTÜRMESİ

91
92

ibrahim (A.S-), o rüyayı gördüğünde oğlu ismail'e :

«Ey oğul! Rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm!» •CSalfât sûresi, âyet: 102), dedi. O'nu kurban
kesme yerine götürdü.

Gelen habere göre; îbrâhîm (A.S.), o rüyayı-görüsü»,-^ten: kendisine :ıaetânet vermişti. Ve yüce emre
boyun eğmeğe, oğlunu kurban etmeye vefa göstermişti. Oğlunun anasına:

«Bu çocuk büyüdü. O'nu benimle birlikte dağdan odun kesmeye gönder!» dedi. îbrâhim (A.S.),
keskin bir bıçak aldı. Oğlu îsmaîl ile birlikte yola çıktı. Gök-deki bütün Melekler, bu hâle ağlaştılar:

-Yâ Rabbî! îbrâhîm ne kadar büyük kulundur. O'nu, Sen'den ötürü ateşe attılar. Hiç kaygılanmadı-
Şimdi de: "Oğlunu kurban et!" emrine, yine koşa koşa gidiyor. Hiç kaygılanmıyor.»

îbrâhim (A.S.), oğlu îsmaîl ile dağa çıkmaya başladı. Dağa bir titreme geldi.

«Bu nasıl bir gündür, ki bir Peygamber, oğlunu benim üzerimde boğazlıyacak!» dedi. Dağ titreyince
İbrahim (A.S.) 'in oğlu korktu. Babasına:

«Ey baba! Bu dağ niçin böyle titriyor?» îbrâhîm (A.S.) -.

«Ey oğul! Allâhü Teâlâ herşeye kadirdir, her ne dilerse yapar!» diye cevâb verdi.

îblîs ise, Hz. ibrahim'in Allah'a eylediği nezre ve-l'â gösterip yerine getireceğine üzüldü- Ne
yapacağını, ne edeceğini bilemedi. İsmail'in annesi Hâcer'in yanına geldi:

«Yâ Hâcer! îbrâhîm, senin oğlunu nereye götürdü biliyor musun?» Hâcer:

«Babası ile birlikte dağa odun kesmeye gittiler!» dedi. Şeytân:

«Sana söylemedi, ibrahim, oğlunu boğazlamaya götürdü!* dedi. Hâcer:

«Sen îblîs'sin. Çünkü Hakk Teâlâ'nın Peygamberi oğlunu nasıl boğazlar? Sen Aanu nastl söylerdin?»
diye sordu. Şeytân:

— 139 —

138

«Oğlunu boğazlamasını ibrahim'e Allah emi etti U diye cevâb verdi. Hâcer Hâtûn:

«Eğer ibrahim'in ismail'i boğazlaması Allah em-riyse, ben de o emire baş eğdim!» dedi. Şeytân, Hâ-
cer'den umudunu kesti; ismail'in yanına geldi. O'nu aldatıp ibrahim'e âsî kılmak istedi. Çünkü
çocukların çabuk aklanacağına inanıyordu. O'nun arkasından yetişip:

«Ey oğul! Baban; -seai boğaaiayrp* öldürmek istiyor!» O da şöyle dedi:

92
93

«Sen Iblis'sin, Allah'ın Peygamberi oğlunu nasıl keser, öldürür?» Şeytân-.

«Doğru söylersin öldürmez ama, seni boğazlamasını O'na Allah buyurdu!» ismail:

«Eğer, babamın beni boğazlaması bir Allah em-riyse, ben o emre baş eğerim!»

ismail'den de ümidini kesen Şeytân, ibrahim (A. Ş.) 'in karşısına dikildi:

«Rüyanda sana iblis: "Oğlunu kurban et!" dediği için, oğlunu boğazlayıp öldürmeye gidiyorsun. Eğer
onu öldürürsen, Hakk Teâlâ'ya âsi olursun!» dedi. ibrahim (A.S-), o'nun Şeytân olduğunu anladı:

«Ey Allah'ın düşmanı! Hiç bana lâyık mıdır ki senin sözüne uyarak Yüce Allah'ın emrini yerine ge-
tirmeyeyim?»

iblis, ibrahim'den bu sözleri işitince ümidini kaybetti. Tekrar geri döndü, gitti, ibrahim (A.S.) da dağa
çıktı, durdu. Oğlu ismail'i önüne oturttu.

«Ey oğlum! Rüyamda seni boğazlamamı gördüm. Ne dersin? Allah'ın emrine itaat eder misin?»
(Saffât sûresi, âyet: 102), dedi.

ismail (A.S.) da şu cevâbı verdi:

«Ey baba! Ne emir buyuruldu ise işle. İnşallah,

— 140 —

•beni sabredicilerden bulacaksın.» (Saffât sûresi, âyet:

102).

ismail (A.S.) sonra:

«Ey baba! Ne olaydı, bu haberi bana evde söyle-yeydin. Anamla helâllaşıp evden çıkaydım!» dedi.
Bu sözün üzerine baba, oğul, ikisi birbirlerine sarılıp kucaklaştılar. Ağlaşıp gözyaşları döktüler. İbrahim
(A. S.)'a ismail'in kurban edilişi güç geldiği için ağlamış değildi. Belki İsmail'i esirgediğinden ağlardı.

İsmail (A.S.) sonra:

«Ey baba! Allah'ın hükmünü tez yerine getir! O emre uy! Vakit geçirme ki Allah'a âsi olmayalım!
Belki de annem bunu işitir, gelir. Beni, senin elinden alır. O duyup işitmeden çabuk Allah'ın emrini
yerine getir.» dedi.

İsmail (A.S.) böyle deyince, ibrahim (A.S.) da iki bileğini sığadı. ismail'in iki bileğini sıkıca bağladı.
Boğazlamaya hazırlandı. Sonra ismail (A.S.) 'ı sağ yanı üzerine yatırdı, ismail, Allâhü Teâlâ'ya cân-ü
gönülden teslim oldu. Boğazına bıçağın vurulmasını bekliyordu. İbrahim (A.S.)'in ise eli titriyordu.
Gözlerini yaş bürümüştü, gözyaşları İsmail'in yüzüne düştü. İsmail ise; gözlerini açtı, babasının yüzüne
baktı. O'nun kendisine olan şefkâtından kıyamadığını anladı. O'na:

93
94

«Ey baba! Beni boğazlamaya kıyamıyorsun! Yüzüme bir örtü ört ki yüzüme baktığında babalık
şefkati boğazlamana mâni olmasın. Hem de eve vardığında anneme söyle, bana âhiret hakkını helâl et
-sin!» dedi-

Hz. ibrahim, İsmail'i yüzü üstüne yatırdı. Bıçağını oğlunun ensesine koydu:

«Bismillah!» diyerek bıçağı kuvvetlice çaldı. Bıçağın ağzı ters döndü, kesmedi

— 141 —

. ismail (A.S.) :

«Baba, ne için yavaş davranıyorsun? Bıçak niçin kesmez?» diye sordu. Hz. İbrahim:

«Bilmiyorum ki ne oldu? Ne kadar uğraşsam bı çak kesmiyor. Allah'ın hikmetinden acâiblikler


görüyorum!» dedi. ismail (A.S.) :

«Bir daha bıçağı kuvvetlice çal. Belki keser!» de-tiı. Hz. îbrâhîm, bütün kuvvetiyle bıçağı çaldı. Bıçak,
Hakk Teâlâ'nın emriyle iki büklüm oldu. O vakit Hakk Teâlâ Hazretleri, Cebrail (A.S.) "ı gönderdi.
Cennet'-ten bir beyaz koç getirdi. Gözleri, ayakları ve boynuzu karaydı. Cebrail (A.S.) koçun
boynuzundan yapışıp, dağa indirdi, ibrahim (A.S.) 'm yakınında durdu. Hakk Teâlâ Hazretleri, şöyle
buyurdu:

«Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmüne (adağına) uydun.» (Saffât sûresi, âyet: 104, 105)

ibrahim (A.S.) bu sözü işitince Hakk Teâlâ'nın heybetinden titredi. Bıçak elinden yere düştü-
Cebrail (A.S.)'dan. «Allahü Ekber! Allahü Ekber!» sesini işitti. Başını kaldırdı. Cebrail (A.S.)'ı gördü. Ko
çun boynuzundan yapışmış, gökten yere indiriyordu.

«La ilahe illaUâhü v'allâhü Ekber!. (Allah'tan başka Allah yoktur!)» dedi. Oğlu ismail'e:

«Başını kaldır!» dedi. İsmail (A.S.) başını kaldırdı, Cebrail (A.S.) 'ı gördü- Koç elindeydi ve şöyle dedi:
«V'Allâhü Ekber ve lUlâhi'l hamd!»

***

[Şöyle rivayet edilmiştir: Kurban kesilirken getirilen -Tekbir», üç kişinin sözleridir. Birisi Cebrail
(A.S.)'m, diğeri İbrahim (A.S.)'m, öteki de kurban -edilecek olan İsmail (A.S.)'in sözleridir. Her kim bu
tekbîri çok getiricse, bu üç kişi o'ria Kıyamet Günü'h de AHâh-katında şefaatçi olur.]

Hakk Teâlâ, bu anda İbrahim (A.S.)'a şöyle buyurdu :

«Oğluna söyle, şu anda ne hacet diler ise kabûJ edeyim.»

ibrahim (A.S-) da oğluna, bu emri bildirdi. .İsmail (A.S.) da yüzünü gökyüzüne çevirip dilekte
bulundu. Ve:

94
95

«Yâ Rabbî! Huzuruna günâhlarla gelen bütün Müslümanları, îmânında kusuru yoksa, bağışla!» dedi.
Ve Cebrail (A.S.), o koçu Hz. İbrahim'e verdi. Kurban edecekti. Fakat koç elinden kaçtı, dağdan indi.
Minâ Dağı'na çıktı. Hakk Teâlâ, şimdi hacıların kurban kestiği ve Şeytân taşladıkları yer olan bu yerin
kurban yeri olmasını dilemişti. Koç orada durdu. İs-mâîl (A.S-), koçun arkasına düştü. İbrahim (A.S.)
oradan yedi taş aldı attı, ki hacılar ilk gün orada taş atarlar. Hz. İbrahim de yedi taş aldı, oraya attı. Koç
yine gitti, bir yerde durdu. İsmail (A.S.) gitti, koçu tuttu, ibrahim (A.S.)'a teslim etti. O da koçun
ayaklarını bağladı. Onu, Hz. İsmail'in yerine kurban etti. Şimdi o yerde hacılar kurbanlarını keserler-
Hakk Teâlâ bu koç hakkında: «Biz onu İsmail'in yerine büyük kurban verdik!» diye buyurması, bu
koçun çok iri olmasından değil, belki kurban edilmesi büyüklüğünden ötürüydü. O sünnet, Hz.
ibrahim'den kaldı. Kıyamete kadar da baki kalacaktır.

Hakk Teâlâ, İbrahim (A.S.)'ı teselli etti- Ve :

«Bu imtihan en büyük imtihandır!» diye buyurdu. Ve:

«Biz iyi iş yapanları böyle mükâfatlandırırız!» müjdesini verdi.

-oOo-

_- 142 —•

İBRAHİM (A.S.) İLE İSMAİL (A.S.)'IN KÂ'BE'Yİ BİNA ETMELERİ

Bundan sonra Hakk Teâlâ Hazretleri, İbrahim (A.S.)'a:

«Mekke'ye var. Oğlun İsmail ile elbirliği edip Kâ'-be'yi yapuı!» diye emreyledi.

Hakk Teâlâ'nın Hz. İbrahim (A.S.)'a Beyt-i Mü-kerrem'i göstermesinin sebebi şuydu : Hakk Teâlâ
Beytü'l Mâmûr'u, dünyaya gönderdiği zaman şimdi Mekke'de bulunduğu yere koymuştu. Âdem (A.S.)
yılda bir kere Serendib Dağı'ndan gelir, Beytü'l Mâmûr'u ziyaret ederdi. Burası Nuh (A.S.) zamanına
kadar orada kaldı. Nuh tufanı olunca, Beytü'l Mâ -roûr dördüncü kat göğe çekilmişti. Böylece yeri boş
kalmıştı. Allâhü Teâlâ, İbrahim (A.S-)'a o yerde bir bina yapmasını emreylemişti. İsmail (A.S.) da
büyüyüp yiğit bir delikanlı olmuştu. İbrahim (A.S.), her yıl gelir, Mekke'de İsmail (A.S.)'ı ziyaret eder,
sonra yine geri dönerdi.

İbrahim (A.S.) .- «Oğlun İsmail ile bir bina et!» diye, Hakk Teâlâ'nın emrini alınca, yine Mekke'ye
geldi. İsmail (A.S-)'ı bir dağ başında buldu. Avlanmak için ok yontuyordu. O'na:

«Ey oğul! Hakk Teâlâ'nın emri var. Buraya seninle el birliği edip bir ev kuralım.» dedi. İsmâîl (A.S.): '
«Allâhü -Teâlâ'nın emrine baş eğeriz!» dedi. İkisi Kâ'be'yi yapmağa niyyet ettiler. Ama İbrahim (A.S.)
temelini nasıl atacağını ve ne kadar sahada evin kurulacağını bilemiyordu. O zaman Allâhü Teâlâ, bir
bulut parçası yolladı. Şimdi Allah'ın Kâ'-be'si olan yerin genişliğince yağmur yağdırdı. O yağmurun
yağdığı yer kadar arazîye Kâ'betullâh bina edildi.

95
96

İbrahim (A.S.) ve İsmail (A.S.), o evin temelini bir adam boyu kadar yükselttiler. Dağa varıp taş kes
tiler, İbrahim (A.S.) ustalık, İsmail (A.S.) da O'na çıraklık yapar; taş alır, verirdi. Duvar biraz daha
yüV selince, İbrahim (A.S.)'in boyu duvara yetişmez oldu Ayağının altına büyücek bir taş koydu. Onun
üzerine çıkar duvara taş koyardı. O taşta, ayağının bastığı yerde iz kaldı- Oraya «Makâm-ı İbrahim»
derler

Hacılar bu Makâm-ı İbrahim'i de ziyaret ederler.

* **

[Kimilerine göre: O taştaki nişan, Hz. İsmail'in karısının İbrahim (A.S.)'m başını yıkadığı vakit, bir
ayağını üzengiden çıkartıp taş üstüne bastığı yerdir. Ve İbrahim (A.S.) kuvvetlice bastığı için ayağının
izi

c yerde nişan bırakmıştır.]

* **

Baba-oğul, ikisi birlikte duvarları yapıp damını tamamlayınca, o «Yüce Ev» de bitirilmiş oldu. İbra
hım (A.S.) da göklere el kaldırdı, Kur'ân-ı Kerim'de-ki şu âyetleri okudu :

«Hani, İbrahim ile İsmail kalenin duvarlarını yapıp kaldırdıkları zaman dua etmişlerdi: "Ey Rabbi miz,
yaptığımız duaları kabul eyle. Her şeyi işitici Sensin, (Niyyetleri) bilici Sensin."» (Bakara sûresi, âyet:
127-129)

Allâhü Teâlâ, İbrahim (A.S.)'m bu duaları öze-rine Cebrail (A.S.)'ı gönderdi. Hacc'ın menâsık ve şart
larını, nasıl tavaf edileceğini, Minâ'ya varılmasını, Arafat Dağı'na çıkılıp vakfeye durulmasını.
Cemrelere taş atılmasını ve İhrâm'dan çıkılmasını, bütün bun lan sırası ile Hz. İbrahim'e öğretti ve
gösterdi. İbrahim (A.S.) da Hacc'ını tamamladı. Oğlu İsmail'e:

«Yâ İsmâîl! Kıyamet Günü olunca bu makam-senin ve senin oğullarının makamı olsun!» dedi. Kâ'- .

144 —

— 145 —

F/10

be'yi O'na ısmarlayıp Sâre Hâtun'un bulunduğu yere doğru yola çıktı. Sonra Hirâ Dağı'nın üzerine çıktı.
Bâzan Şam yörelerine, bâzan da Mekke çevrelerine bakardı. Daha sonra Mekke vadisine baktı. Her

96
97

tara-fin dağ ve taş olduğunu gördü. Kupkuru çöldü. Akar suyu, yeşil ağacı yoktu. Ama Şam yöresinde
bağlan, bahçeleri, ekin tarlaları vardı.

Hz. İbrahim bu hâli görünce, ismail'e ve O'nun çocuklarına acıdı:

«Onlar bu dağ, taş arasında, bu kupkuru yerler de nasıl geçinecekler?» dedi- Ve içi yandı. Ellerini
göğe kaldırıp, yüzünü göğe döndürdü. Allâhü Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine dua etti ve şöyle dedi:

«Yâ Rabbî! Burasını emîn bir belde yap ve halkından Allah'a ve Ahiret Günü'ne kim inanırsa onları
her türlü taam ve yemişlerle nzıklandır.» (Bakara sûresi, âyet: 126)

Bu duadan sonra Hakk Teâlâ da, O'na şöyle bu

yurdu : ,

«Kâfir olan kimseleri bu dünyada az nzıklandı-rırım. Sonra o'nu, öteki dünyada, Âhiret'te Cehennem
azabına korum. O gidilecek ateş ne kötü bir yerdir.» f Bakara sûresi, âyet: 126)

O zaman tbrâhîm (A.S.) şöyle dua etti:

«Rabbim! Bu beldeyi güvenlikte kıl ve beni ve oğullarımı puta tapmaktan (Sanemlerden) ırak et.»
(İbrahim sûresi, âyet: 35)

Hz. İbrahim, kendinden sonra gelecek oğullarının puta tapmasından korkuyordu. Onun için
Yaradan' ma şöyle yalvardı .-

«Yâ Rabbî! Putlar çok kişiyi yoldan çıkartmıştır. Her kim benim oğullarımdan bana uyarsa, o
bendendir. Oğullarımdan her kim ki bana uymayıp âsî olup sonra tevbe ederse, muhakkak ki Sen çok
ba-

- 146 -

ğışlayıcı, çok merhamet edicisin.» (İbrahim sûresi, âyet: 36). Ve duasına şöyle devam etti:

«Ey Rabbim! Ben, zürriyetimden kimilerini, Senin mukaddes evinin yanında ekin bitmeyen, ot
bitmeyen bir vadiye bıraktım. Bunu, Sana namaz kılsınlar diye yaptım. Yâ Rabbî! İnsanlarını kalbini
onlara eğdir. Tâ ki başka şehirlerden yemiş ve ni'metleri onlara götürsünler ve cnlar da Sana
şükretsinler.»

(ibrahim sûresi, âyet: 37)

***

[Hakk Teâlâ, Hz. İbrahim'in dualarını kabûî etti : Şimdi bile Mekke'de ekin ve yemiş çok yetişmez,
başka şehirlerden gelir. Mısır ve Yemen'den ve diğer ülkelerden o derece yemiş gelir ki yetiştiği
ülkelerde biJe o kadar yemiş olmaz.] Hakk Teâlâ, İbrahim (A. S-1 'm dualarını kabul etti ve O'na şöyle
emir buyurdu .-

97
98

«Evimi tavaf edenler için, orada oturanlar için, rükü'a ve secde'ye varanlar için iyice temizle. Bütün
insanlara HACC'ı ilân et, bildir. Gerek yaya olarak, gerek, uzak yollardan, binek üstünde onun katına g-
elsinler.» (Hacc sûresi, 'âyet: 26, 27)

İbrahim (A.S.) bu emri alınca:

«Yâ Rabbî! Kimi çağırayım ki bu dağlık yerlerde adam yok, benim sesimi kim işitir?» dedi. O zaman
Cebrail (A.S.) O'na:

«Ey İbrahim! Sen halka seslen! Gelin, Allah'ın evini ziyaret edin, diye onları çağır. Hakk Teâlâ, onlara
bu davetini işittirir.» dedi.

Hakk Teâlâ'nın bu emri üzerine İbrahim (A.S-) :

«Ey insanlar! Allâhü Teâlâ sizin için bir ev yaptı ve sizi haccetmeğe davet etti. Allah'ın evini ziyaret
edin.» ded.

Ve o zaman Allâhü Teâlâ, Hz. İbrahim'in sesini

dünya halkına; uzak ve yakında olanlara, dünyaya geleceklere işittirdi. Ve Hacc'ı mukadder ettiği
kimseler, ibrahim (A.S.)'ın sesini duyunca;

«Lebbeyk, la şerike leke lebbeyk innel hamdü ve'l ni'mete leke ve'l mülki la şerike leke!» diye, cevâb
verdi. Allâhü Teâlâ'nın Haccı nasîb etmediği kimseler ise davet sesini duydular, fakat sustular, dilsiz
kesildiler.

Nice kimseler vardır ki, Kâ'be'ye gitmeğe hazırlanırlar, sonunda bir kolayını bulup gitmekten vaz
geçerlerdi, îşte onlar:

«Lebbeyk!» diye cevâb vermeyen taifedendir. Öyle ki, ne kadar ceht etseler, Hacc'a gitmek nasibleri
olmaz. Fakat bâzı kimseler de vardır ki gücü yetmez ama, bir yolunu bulurlar, Hacc farizasını yerine
getirirler, işte Bunlar Hz. ibrahim'e: «Lebbeyk!» diye cevâb verenlerdendir.

ibrahim (A.S.) dualarını bitirince Şam'a dcğru hareket etti ve Sâre Hâtûnun yanına geldi. O'nunla
yaşadı. Her yıl da, vakti gelince, Kâ'be'yi ve oğlu İsmail (A,S.)'i ziyaret eder, yine Şam'a dönerdi, Sâ-
ire'nin yanına gelirdi.

SÂRE HÂTUN'UN ÖLÜMÜ

Sâre Hâtûn, Ishâk (A.S.)'a hâmile kaldığı zaman yetmiş yaşındaydı. Bundan sonra altmış yıl daha
yaşadı. Bütün ömrü yüzotuz yıldı. [Sâre, ibrahim (A.S.)' m babası Azer'in erkek kardeşi Harun'un
kızıydı- Ki mileri ise «Haran Melikinin kızıydı» demişlerdir, ki o da Azer'in kardeşiydi.] Sâre'nin annesi
bir prensesti. Adı Havza bint Kûsî idi. Bâbil ülkelerinden biri

olan (Irak'ta) padişahtı. Irak'ta bulunan «Kûsî» ırmağını bu melik kazdırdığı için ırmağa da «Kûsi» adı
verilmişti. Nice yıllar geçince İbrahim (A.S.)'in oğlu İshâk büyümüştü. O da evlendi, bir oğlu dünyaya
geldi. Adı Yâkûb'du. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur :

98
99

«Biz, İbrahim'e İshâk ve Yâkûbı'u ikrar ettik.»

(En'âm sûresi, âyet: 84) ' ,

Ishâk'm da iki oğlu olmuştu: Biri İys, diğeri de Yâkûb'du. İkisi de bir karından, ikiz olarak doğmuştu.
Yâkûb, İys'in ayak ökçesine yapışıp birlikte doğmuştu. Yâkûb, Kur'ân-ı Kerîm'de çok anılmıştır. İys ise
hiç anılmanuştır. Yâkûb, Allah'ın Peygamberidir. Ve oğullarından nice Peygamberler gelmiştir, lyso-
ğullarmdan ise hiç bir peygamber gelmemiştir. Kendisi de peygamber değildir. Sâre Hâtûn hayatta
iken

İshâk'ın iki gözü de görmez olmuştu.

* ** .

[Kimileri ise: «îys'le Yâkûb, ibrahim'in oğludur, fakat Sâre öldükten sonra İbrahim (A.S.) başka bir
kadın aldı. Bunlar, o yeni hâtûndan oldu» derler. Fakat, gerçek olan budur ki İys de, Yâkûb da İshâk'ın

oğullandır.]

* **

Sâre Hâtûnun yaşı yüzotuz yıla eriştiği zaman hayata gözlerini yumdu. Hz. İbrahim'in oturduğu
Filistin'de Kenan illerinde gömdüler- Sâre'nin sağlığında iken Hz. İbrahim, hiç bu" kadınla
evlenmemişti. Sâre Hâtûn öldükten sonra Yaktur kızı Kontura adında bir kadınla evlendi. İbrahim
(A.S.) 'in o kadından altı oğlu oldu. Birincisi Bead, ikincisi Meran, üçüncüsü Medyen, dördüncüsü
Gysan, beşincisi Üstüvâ, altıncısı Şuh admdaydı. Sâre'den İshâk, Hâcer'den de İsmail (A.S.) dünyaya
gelmişti. Ve böylece sekiz öğ-

— 148 —

149

lu dünyaya geldi ve nesli türedi. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

«Hem İbrahim'e, hem İshâk'a bereketler verdik. Her ikisinin zürriyetlerinden mü'min olan da var,
nefsine açık açık zulmeden de var.» (Saff ât sûresi, âyet: 113)

İBRAHiM (A.S.) 'İN VEFATI

Hakk Sübhâne ye Teâlâ Hazretleri ibrahim (A. S.)'a-, dünya saadet ve devletini, âhiret sâadetini,
birçok oğul ve çok da ömür vermişti, ömrü sona yaklaşınca mübarek sakalına ak düştü, îbrâhîm (A.S.),
bu aklan görünce şaştı kaldı:

99
100

«Bu benim sakalımdaki beyazlık nedir yâ Rab-bl!» dedi. Sonra bir ses duydu. Bu ses, O'na:

«Bu vakar, izzet ve aklın kemâli ve sükûnudur!» dedi. Hz. İbrahim • .

«Yâ Rabbi! Benim hilmîmi, aklımı ve vakanmı artır!» diye dua etti.

Hakk Teâlâ Hazretleri din ve peygamberliğe ait işleri O'na vermişti. Ve O'na: «Halîlim» dedi. O'nun
belinden (neslinden) oğullar yarattı- Nice peygamberler gönderdi. Allah'ın evi olan Beytullâh'ı inşâ
etmek şerefine eriştirdi. Haccetmeyi O'na öğretti. Dünya ve âhiret işlerinden öğünecek ne varsa
hepsini İbrahim (A.S.) 'a verdi. On sünnet buyurdu. Dîn sünnetlerinden beşi başta idi:

1 — Mazmaza (Ağzı çalkalamak),

2 — İstinşâk (Burnu temizlemek),

3 — Bıyık kesmek,

4 — Misvak kullanmak,

5 — Sakal taramak.

150 —

(Büyük boy abdesti (gusl) gerekince; saçı uzun olan kimse, saçlarını ovalayıp ayırmalı ve temizle
-melidir. îbrâhîm (A.S.) ile bizim peygamberimizin saçları uzundu.)

On sünnetten beşi de vücuddaydı:

6 — Tırnak kesmek,

7 — Koltuk altı kıllarını gidermek,

8 — Kasık kıllarını kesmek,

9 — Sünnet olmak,

10 — Kazâ-ı hacet edince taharet etmek, temix -

lenmek.

***

Hakk Teâlâ Hazretleri bu on sünneti; İbrahim (A.S.)'a dînde pak (temiz) olmak için emir buyur
muş, O da yerine getirmiştir. Ve Hakk Teâlâ, O'na otuz haslet daha buyurdu ki, on tanesi Tevbe
sûresin-dedir:

«Tevbe edenler, Allah'a ibâdet edenler, hamde • etenler, oruç tutanlar, rükû ve secde yapanlar
(Nama* kılanlar), iyiliği emredip, kötülükten .alıkoyanlar ve Allah'ın şeriat hükümlerini koruyanlar
(Onları yerine getirenler var ya)! İşte böyle mü'minleri Cennet ile müjdele» (Tevbe sûresi, âyet: 112)

100
101

İbrahim (A.S.), bu on haslete vefa göstermiştir. Çünkü, kendisi tevbe edendi, hamdedendi; bir şehir
der, kötülüğü menederdi- Böylece Hakk Teâlâ'mn em-nu tutardı), rükû'a eğilir, secde ederdi. İyiliği
emre der, kötülüğü menederdi. Böylece Hakk Teâlâ'mn emrine uyanlardan ve îmân edenlerdendi.
Hakk Teâla da, O'na müjdeler vererek Ahzâb süresindeki öteki on hasleti şöyle buyurdu:

«Bütün Müslüman erkekler, bütün Müslüman k» dınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar
ibâdet»? devamlı erkekler ve ibâdete devamlı kadınlar, sadıfc

— 151 —

erkek ve sâdık kadınlar, sabreden erkekler, sabreden kadınlar, alçak gönüllü erkekler ve alçak gönül-lü
kadınlar, sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan
erkekler ve namuslarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok çok anan erkek ve kadınlar için Allahü Teâlâ
büyük bîr mükâfat hazırlamıştır.»

Ibrâhîm (A.S.) bu on hasleti de yerine getirdi. Ve -,tuz hasletten altısı da Mü'minûn sûresinded^ir, ki
Hakk Teâlâ şöyle emir buyurmaktadır:

«Gerçek ki mü'minler zafer kazanmışlardır. Onlar ki, namazlarında tavazûun ve korkunun


sahibidirler. Onlar ki, faydasız sözden ve faydasız işten uzaklaşırlar. Onlar ki namuslarını korurlar.
Onlar içi emânet ve âhiretlerine saygılıdırlar. Onlar ki namazlarını gereği gibi kılarlar.» (Mü'minûn
suresi, âyet: J-9).

Hakk Teâlâ, otuz hasletten dördünü de Meâriç sûresinde buyurdu:

«Namaz kılanlar (azâblardan) müstesnadır. O namaz kılanlar ki, namazlarını dâimi kılarlar. Onların
mallarında bilinen bir hak vardır. Onlar ki Hesâb Gü-tıü'nü tasdik ederler. Çünkü Rablerinin azabından
güvenç içindedirler. Onlar ki şehâdetlerinde dürüsttürler.» (Meâriç sûresi, âyet: 22 ilâ 27 ve 33)

***

Bu hasletlerin hepsi islâm'ın rükünlerindendir ve dinin edebleridir. Ve îbrâhîm (A.S.) bütün bu


hasletleri üzerinde topladı, hepsini yerine getirdi. Ve Hakk Teâlâ Hazretleri de kendisini Necm
sûresinin S7. âyetinde «Çok vefalı İbrahim» diye övdü. Ve Hakk Teâlâ bu hasletlerin hepsini îbrâhîm
(A.S.)'da topladı- Ve bu hasletlerin hepsim de bize verdi. Ve bizim şerîatimizde de buyurdu. Ve:

«Bu dini size verdim, atanız İbrahim'in dinidir.» diye buyurdu. Bu âyet-i kerime ile biz Müslümanlara
şu emri verdi:

«Allah yolunda hakkiyle ve O'nun için cihâdda bulunun. Allah, dinini muzaffer etmek için sizi seçti.
Dîn işlerinde bir güçlük ve darlık yüklemedi. Bu sizin atanız İbrahim'in dînidir. Size daha önce de bu
kitapta da Müslüman adını vermişti ki Peygamberler size şahit olsun. Siz de nâsa şahit olasınız. Artık
namazı dosdoğru kılın!. Zekâtı verin. Allah'a sıkıca sarılın. Sizin yârınız, yardımcınız O'dur. O, ne güzel
yâr, ne güzel yardımcıdır.» (Hacc sûresi, âyet: 78).

Ve, Allahü Teâlâ Hazretleri bizim Peygamberimiz (S-A.V.)'e şöyle buyurdu:

101
102

«Ey Muhammed, sana şöyle vahyettik : "Doğru yola yönel ve İbrahim dinine uy."» (Nahl süresi, âyet:
123)

Hakk Teâlâ, İbrahim (A.S.)'a gökten «suhuf» in-' dirdi.

* * *

Ebû Zerr-i Gifâri (R.A.) der ki:

«Bir gün Peygamber (S.A.V.)'e gelip "Hakk Teâlâ gökten kaç suhuf indirdi?" diye sordum. Resûlul-lâh
(S.A.V.) bana: "Yüzdört suhuf indirdi. On suhuf Âdem'e, Elli suhuf Şit'e, Otuz suhuf İdris'e, On suhuf
İbrahim'edir ki yüz suhuf eder. Tevrat'ı Musa'ya, Zebur'u Davud'a, İncil'i İsa'ya ve Kur'ân'ı da bana
indirdi!" diye buyurdu.» Nitekim Kur*ân-ı Kerim'de :

«Bu, (Âhiretin bekası) muhakkak ki önceki sahi felerde (Suhufta) da, İbrahim ile Musa'nın suhufla-
rında da vardır.» (A'lâ sûresi, âyet: 18. 19). diye bu-yurulur." dedi. Sonra ben, yeniden:

«Yâ Resülullâh, İbrahim (A.S.)'m suhufunda neler var?» diye sordum. O da •.

— 152 —

353

«Nasihatler ve mevizeler vardır!» dedi. O nasi-

bir .kaçı şöyledir:

«Ey benim kulum, sana padişahlık verdim. Halka havale kıldım. Sen, mazlumları, zâlimlerin elinden
kurtarasın ve mazlumları Bana duacı etmeyesin diye. Çünkü mazlumun duasını, hattâ kâfir de olsa
Ben geri çevirmem.»

Akıllı olan kimsenin vaktini dörde bölmesi gerektir. Birisi Hakk Teâlâ'ya münâcat saatidir. Murâd ve
sâadetini diler- ikincisi, Hakk Teâlâ'nın yüce ve acâib san'atını ve verdiği ni'metleri düşünür.
Üçüncüsü, kendi amellerinin hesabını eder. Dördüncüsü ibâdet etmeğe kuvvet, güç bulabilmesi için
helâl yemek ve içmek vaktidir. '

Hazret-i Muhammed (S.A.V.): «Yâ Ebû Zerr! îşte bunlar îbrâhîm (A.S.)'ın sa-hifelerinde vardır,
îbrâhîm (A.S.) da bunlara vefa gösterirdi, Hakk Teâlâ'nın emirlerini yerine getirirdi. Hakk Teâlâ şöyle
buyurur:

«İbrahim'in Rabbi, O'nu, birkaç kelime ile denedi. İbrahim onlara hakkı ile vefa ettiğinden (Hakk
Teâlâ) "seni insanlara (öncü) yapacağım," dedi.» (Bakara sûresi, âyet: 124)

102
103

***

İbrahim (A.S-) o zaman kendisi için şöyle dua

etti:

«Rabbim, bana akıl ve hikmet bağışla! Salih kullara ulaştır. Sonradan gelenler arasında adımı, şanımı
yükselt. Beni nâim (ni'metler) Cennet'ine girenlerden eyle.» (Şûârâ sûresi, âyet: 83-85).

Hz. ibrahim (A.S.)'a sena edenler, namazda «Et-• tehiyyâtü»den sonra şöyle dua ederler:

— 154 -—

«Allâhümme sallı a'lâ Muhammedin ve a'lâ âli Muhammed. Kemâ salleyte a'lâ İbrâhîme ve a'lâ âli
İbrâhime, inneke hamldün mecîd. (Ey Allah'ım! Sen, Muhammed <S.A.V.)'e ve Muhammed (S.A.V.)'in
âline, İbrahim (A.S.)'a ve O'nun âline salât ettiğin gibi salât eyle.)»

Hakk Teâlâ O'na, şöyle buyurdu :

«Biz dünyada O'na güzel bir anılış verdik (Her din sahibi O'nu sever ve iyilikle anar). Muhakkak ki O,
âhiret'te sâlihlerdendir (Allah'ın öz kullanndan-dır.).»

Bütün halk topluluklannda, her dînden olanlar Hz. ibrahim'i övmekten geri kalmazlar. Tasdik ve dua
ederler. Biz ise İbrahim (A.S.)'in dinindeniz, O'na uyanlardanız. Dünyaya gelen bütün Peygamberlere
bir insan topluluğu inanmıştır. Nitekim Musa (A.S.)'a Yahudiler, îsâ (A.S.)'a Hıristiyanlar
inanmaktadırlar. Yahudiler, îsâ (A.S.)'a inanmamışlardır. Muhammed Mustafâ (S.A.V.)'e ne,
Hıristiyanlar, ne de Yahudiler inanmışlardır. Ve onlar da:

«Bizim dinimiz îbrâhîm Dînidir!» dâvâsındadırlar. ibrahim (A.S.) da, onlardan bizardır. Nitekim Kur'-
ân-ı Kerim'de, Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Nasrânî idi. Dosdoğru, hâlis Müslümandı ve müşriklerden değildi.»
(Âl-i îmrân sûresi, âyet: 67)

Ve yine Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştur:

«İbrahim'e en yakın olanlar halkın O'na uyan-

lanyle Peygamberlerin O'na tâbi olanlarıdır! Mü'min-

ler İbrahim (A.S.)'in koruyucusu (Velİsidir) ve Hakk

Teâlâ mü'minlerin koruyucusudur.» Hakk Teâlâ:

«Vallâhü veliyyül mü'minin!» diye buyurmuştur

155

103
104

ÖLÜM MELEĞİNİN HAZBET-İ İBRAHİM'E GELMESİ

Ibrâhîm (A.S.), Sâre Hâtûndan sonra altmış yıl daha yaşadı. Ömrü ikiyüz yıla erişmişti. Sâre, yüz-otuz
yaşında öldüğü zaman, o yüzkırk yaşındaydı. Kendisi Sâre'den on yaş büyüktü. Yaşı ikiyüz yılı bulunca
Hakk Teâlâ, Azrail (A.S.)'a:

«Yâ Ölüm Meleği! Var, Halilim, dostum İbrahim'in ruhunu kabzeyle. Ama sakın incinmesin! Kendi
nzâsiyle al!» diye buyurdu.

Hz. ibrahim, sakalına ak düştüğü zaman Allâhü Teâlâ'ya:

«Bu nedir?» diye sormuştu. Hakk Teâlâ: «Vekar (alâmeti.) dir!» buyurmuştu. Hz. ibrahim: «Yâ Rabbi!
Bu vakan artır!» demiş, sonra sormuştu :.-'•-

«Bundan sonra ne olur?»- Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştu .-

«ölüm!» ibrahim (A.S.) :

«Yâ Rabbi! Beni öldürme! Tâ ki dünya ve âhiret-le ilgili işlerimi bitireyim. Beni öyle bir vakitte öldür
ki Sen'den ölümü ben isteyeyim!» demişti.

Hakk Teâlâ, Azrail (A.S.)'a bu sebeple:

«ibrahim'in canını rızâsiyle al!» diye buyurmuştu. Azrail (A.S.) da bu emire şaşmıştı:

«Bir kimse, kendi dileği ile ölüme nasıl razı olur? Herkes ölümünden incinir. Acaba ben O'na ne
edeyim ki ölüme razı olsun ve incinmesin!» demişti.

***

ihtiyarı görünce şaşırdı: «Bu ihtiyar kişi mutlaka benden birşeyler ummaktadır!» dedi. Çünkü böyle bir
insan ondan bir şey istemeye gelse, Hz. İbrahim sevinirdi. Böyle kimselere çok yardımda bulunurdu.
Hemen emretti, ihtiyarın önüne sofra kurdurttu, yemek getirtti ve O'na .-

«Ey ihtiyar! Buyuran yemekten yiyin. Sonra muradın ne ise onu da veririz!» dedi.

Azrail (A.S.), titreyerek yemekten bir lokma aidi. Eli titrediğinden lokmayı ağzına götüremiyordu.
Elindeki lokmayı bir iki kere düşürdü. Kimi zaman göğsüne dökerdi Sözün kısası, Azrail (A.S.), güçlükle
o lokmayı ağzına götürdü. Hz. İbrahim (A.S.), ihtiyarın hâline baktı. Şaşırdı, kaldı.

«Ey misafir! Kaç yaşındasın ki bu düşkün nâle geldin?» diye sordu. Azrail (A.S.) :

«İkiyüziki yaşındayım!» diyerek İbrahim (A.S.)'in yaşından iki yaş daha fazla söyledi :-

«Hakk Teâlâ Hazretleri benim ömrümü uzattı, bu hâle getirdi. Vaktiyle beni öldürmedi!» diye
sözlerini tamamladı. İbrahim (A.S.) :

«Ey ihtiyar! Bir kimse İkiyüziki yaşına ererse, senin gibi mi olur?» diye sordu. Sonra:

104
105

«Yâ Rabbî! Benim canımı al. İkiyüziki yıla ulaştırma!» dedi. Ve o anda Azrail (A.S.) karşısına dikildi,
İbrahim (A.S.)'m rızasıyla canım aldı-

İshâk (A.S.), İbrahim (A.S.)'ı yıkadı. Kefene sardı. Namazını kıldı. Filistin'in Kenan ilinde Sâre Hâ-
tun'un yanına gömdü.

Azrail (A.S.), zayıf bir ihtiyar kılığına girdi, öyle ki beli bükülmüş, saçı-sakalı ağarmış, burnu akıyor,
gözleri çapak tutmuştu. Eli ayağı titremekteydi- Yürüyerek ibrahim (A.Ş.) 'in yanına geldi, oturdu. O
da,

— 150 -^

İSMAİL (A-SJ'IN ÖLÜMÜ

İbrahim (A.S.)'m eceli erişince Hz. İshâk, O'nu yukarıda yazdığımız gibi Filistin'in Kenan ilinde* Sâ-

re Hâtun'un yanma gömmüştü. Sonra Mekke'ye, Kâ'-be'yi tavaf etmeğe ve İsmail (A.S.)'ı ziyarete
geldi. Hakk Teâlâ ikisine de peygamberlik verdi.

Hazret-i îshâk'ın Mekke ziyaretleri yılda bir kere oluyordu. Her gelişinde îsmâîl (A.S.)'ı görürdü. Hz.
İsmail, Cürhüm kabilesinden bir kadınla evlenmişti. O kadından oniki oğlu oldu. Mekke'nin öte
tarafında Mağrib sınırlarında, Hadramut yönlerinde, Mısır, Yemen bölgelerinde kâfirler çoğalmıştı.
Firavun halkı, Amalika denilen halk çok azdılar. Allah'ı unutup pu . \ ta tapmaya başladılar, Hakk Teâlâ,
İsmail (A.S.) j onlara Peygamber olarak yolladı, îsmâîl (A.S.), onların arasında elli yıl Peygamberlik etti.
Nice kişiler O'na inandılar. Müslüman oldular. Nicesi de inanma-yıp kâfir olmuşlardı. Hakk Teâlâ şöyle
buyurur,

«Kitâb'da İsmail'i de yâd et. O sözünde sâdık, Allah elçisi Peygamberdi. Kavmine namazı, zekâtı
emrederdi. Rabbi katında (beğenilmiş), İlâhî rızâyı kazanmıştı.» (Meryem sûresi, âyet: 54-55)

Elli yıl, insanları doğru yola davetten sonra Hz ismail'in ömrü sona erdi. Yüzotuz yıl ömür sürmüştü.
Sonunda yine Mekke'ye geldi. Sonra Şam'a gitti, atasının kabrini ziyaret etti. Hem de Hz. îshâk'ı gördü,
îshâk'ın İys ve Yâkûb adındaki iki oğlundan İys'e kızı Sabiha'yı verdi, îshâk (A.S.) 'ı da O'na vasi kıldı.
Mekke'ye dönünce de öldü. Çocukları O'nu annesi Kâcer'in yanına gömdüler. Sonunda O'nunda evlâdı
çoğaldı. Etrafa dağıldılar, gittiler. Yalnız iki oğlu Mekke'de kaldı. Birinin adı Sabit, ötekinin ise Kaydar'dı
Bunlardan da bir çok oğulları oldu. Şimdi Hicaz illerinde ve çöllerde ne kadar Arap varsa, hepsi İsmail
(A.S.)'m o iki oğlunun soyundan gelmedir.

İSHÂK (A.S.)'IN PEYGAMBERLİĞİ

105
106

Hz. İshâk, İsmail (A.S) 'm ölümünden sonra yüz-altmış yıl yaşadı. Hakk Teâlâ O'nu Şam ve Kenan
illerine Peygamber gönderdi. Fakat gözleri görmezdi. C sebeple uzak diyarlara gitmeğe emrolunmadı.
İshâk Peygamberin bir hâtûnu vardı. Adına «Faka» derlerdi. Kenan şehrindendi Babası Biysil'di. İlyâs
oğul-larmdandı.

İshâk (A.S.)'m-iki oğlu vardı. İkiz doğmuşlardı. İys, îsmâîl (A.S.)'in kızıyla evlendi, îys, avcı oldu. İşi
gücü dağlarda avlanmak, av etleri yemekti. Ama Yâkûb, koyun güderdi. Babası O'na: «Dayılarından
birinin kızını sana atayım!» derdi ama, o, istemezdi: «•Mademki babam İshâk sağdır, bana kız almak
gerekmez,» derdi. Ana-babasiyle birlikte otururdu.

Bir gün Hazret-i İshâk, oğlu İys'e :

«Yâ İys! Canım av eti istiyor. Var benim için avlanmaya git- Avladığını kızart, getir, yiyeyim! Hakk
Teâlâ'nın sana peygamberlik vermesi için dua edeyim!» dedi.

İys, hemen av silâhlarını alarak gitti. Anası, İs-bâk (A.S.)'tan bu sözü işitince, Hz. Yâkûb'a haber
verdi. Çünkü İshâk (A.S.), İys'i, Yâkûb'dan daha, çok seviyordu. Ama anası da Yâkûb (A.S.) 'ı
sevmekteydi. Oğlu Yâkûb'a :

«Baban, kardeşin İys'i ava yolladı. Avlanıp, etini kızartıp getirecek. Baban ise O'na Allâhü Teâlâ'nın
Peygamberlik vermesi için dua edecek! Sen hemen, eve git, bir semiz 'koyun boğazla, kızart, pişir,
getir. Babana ver yesin- O duayı senin için yapsın. Senin Peygamberliğini dilesin!» dedi. Yâkûb da,
hemen, tir koyun boğazlayıp kızarttı, getirdi. Anası aldı, îs(A.S.)'in önüne koydu ve:

159

«Oğlun kızartılmış et getirdi, elini uzat!» dedi. İshâk (A.S.)'in gözleri görmezdi. Eti İys'in getirdiğini
sanarak, elini uzatıp doyuncaya kadar yedi. Sonra el kaldırıp Hakk Teâlâ Hazretlerine şöyle dilekte
bulundu :

«Yâ Rabbî! Bu kızartılmış eti getiren, oğluma Peygamberlik ver!» İys de az sonra bir geyik kızartıp
getirmişti. Babasına.-

«Baba, işte dilediğin av etini getirdim!» diyerek, eti önüne koydu. İshâk (A.S.) :

«Ben kebabı yedim. Duayı da ettim. Nasib kardeşin Yâkûb'unmuş! O'nun için muradda bulundum
Sen gam yeme. Senin için de bir dua edeceğim!» dedi.

îys, Yâkûb'un yaptığı işe ve duanın kendisi için yapılmamasına çok üzüldü. Yâkûb'a kin bağladı ve
O'na düşman oldu. öyle ki : «Yâkûb'u öldürmem gerek!» dedi.

Yâkûb (A.S) korktu, öyle ki evden bile dışarı çıkamaz oldu. Anne ve babasının yanından ayrılmazdı,
îshâk (A.S.), İys hakkında da duada bulundu:

«Yâ Rabbî! İys'in neslini dünyada çoğalt. Onları hem de azız kıl, saygılı et!» dedi. Hakk Teâlâ, İshâk
(A.S.)'m duasını kabul etti. îys'in çocukları çoğaldı. Anadolu ve Batı illerine yayıldı. Şimdi dünyada

106
107

Filistin'den gayri yerlerde ne kadar Yahudi kavmi varsa îys oğullanndandır. İshâk (A.S.) da yüzaltmış yıl
ömür sürdü. Sonra vefat etti. İys, O'nu dedesi İbrahim (A.S.) ile Sâre Hâtun'un yanına gömdü.

YÂKÛB <A.S.)'A İYS'İN DÜŞMANLIĞI

İshâk (A.S.). Âhiret'e göç ettikten sonra İys'in Yâkûb'a olan kini ve düşmanlığı çok arttı:

160

«Yâkûb, gözüme görünmesin! O'nu nerede görür sem öldürürüm!» dedi. Yâkûb (A.S.) da îys'in
korkusundan rahat yaşayamazdı, açıkta dolaşamaz, gizlenirdi. Bu hâl üzre birkaç yıl geçti. Yâkûb'un
hâli güçleşti. En sonunda anası:

«Ey Yâkûb! Kardeşin îys, yaman, kötü kişidir. Sen, O'nunla basa çıkamazsın. Gel, Şam'a git. Şam'da
benim bir kardeşim var. Çok mal ve davan var. Zengindir. Adına Rivil oğlu Leyyân derler. Şam'a Kenan
illerinden gitmiştir. Senin davındır. Şimdi Şam'da oturuyor. Hem de baban yerindedir. Oraya var,
daymın kızını al, evlen! Yapacağın iş budur. O'nun yanına varmak, kızını almak ve İys'in korkusundan
kurtulmak.»

Yâkûb (A.S.), anacığının sözünü tuttu. O gece Kenan diyarından gitti. Şam'a vardı. Yolda O'nu
görenler :

«Nereye gidiyorsun?» deseler, Yâkûb (A.S.) da:

«Kardeşim İys'in elinden Allah'ıma gidiyorum!»

derdi. Bu sebepten Yâkûb'a İSBÂÎL denildi, îsrâ, gece

içinde yürümek, Allah'a gidici olmak demektir. «İL»

İbrânice'de Allah'a denilir.

Yâkûb (A-S.) Şam'da dayısı Leyyân-ın yanına geldi. Leyyân'ın iki kızı vardı. Büyüğüne Liyad der -lerdi.
Küçük kızın adı Râhîl'di. Gayet güzel bir kızdı. Yâkûb (A.S.), Râhil'i beğendi O'nu dayısından istedi.
O'na:

«Anam bana senin kızını almamı vasiyet etti. Râ-hil'in benim eşim olmasına izin ver!» dedi. Dayısı:

F./l l

«Ey Yâkûb! Benim bunca mal ve servetim vardır. Benim kızımı almak için de mal ve servet, gerektir.
Senin ise elinde hiç bir şeyin yoktu^ mı ben sana nasıl vereyim?» dedi. Yâkûb (A.5<

— 161

«Her ne kadar elimde bir şeyim yoksa da senin yanında kalayım. Kaç yıl istersen sana hizmet edip
koyunlarım güdeyim. Sana hizmetimi kızına nikâh akçesi olarak kabul et!» dedi. Leyyân:

107
108

«Kabul ediyorum, güzel söyledin! Hangi kızımı istersin?» dedi. Yâkûb (A.S.) -.

«Kahil'l isterim!» dedi. Dayısı:

«Hoş ola!» diye cevâb verdi.

Sonra Yâkûb (A.S.) yedi yıl dayısının koyunlarını otlatmayı kararlaştırdı. Yedi yıl geçince, Râhil O*-
nun kansı olacaktı. Ve yedi yıl tamam olunca, Yâkûb (A.S-), Râhîl'i dayısından istedi. O da Râhîl'in
yerine büyük kızı Liyad'ı verdi.

Ertesi yıl Yâkûb (A.S.), dayısının yanına çıkarak:

«Ey dayı! Biliyorsun ki ben, senden Râhîl'i helâl-hğa istemiştim. Sen ise büyük kızın Liyad'ı
göndermişsin.» dedi. Dayısı:

«Evet, öyledir. Ama, ey oğul, bil ki büyük kız evde dururken küçük kızı vermek âdet değildir. Ben
eğer sana küçük kızımı verirsem, halk beni ayıplar. Şimdi büyük kızımla rahat ve hoş bir hayat sür.
Eğer küçük kızımı da dilersen yedi yıl daha hizmetimde bulunursun, küçük kızımı da seninle"
everirim!» dedi.

O zamanlarda îbrâhim (A.S.) dîninde iki kızkar-ceşle bir erkeğin evlenmesi helâldi. Bu hâl, Musa (A-
S.) zamanına kadar sürdü. Sonra Tevrat'ta; iki kızkardeşle bir erkeğin evlenmesini, Hakk Teâlâ
yasakladı.

Yâkûb (A.S.), yedi yıl daha dayısına hizmet etti. Dayısının küçük kızı Râhil'i de aldı. O zaman O'na çok
mal ve sürü sürü koyun verdi. Ve Yâkûb (A.S.) 'in malı ondan da çok oldu. Yedi yıl daha dayısı ile
birlikte oturdu. Yâkûb (A.S.)'m ilk kansından altı oğlu dünyaya geldi. Bunlar: Rubil, Şem'un, Yahûzâ,
Ziya-

bun ve Yesâtahir idi. Böylece hayli zaman geçti. Râ-hîl çocuk doğurmamıştı- Râhil'in bir cariyesi vardı.
Adına Zülfe derlerdi. Râhil, o cariyeyi Yâkûb (A.S.) bağışladı. O kızdan Yâkûb (AS.) 'in iki oğlu dünyaya
geldi. Birisinin adı Darim, ötekinin ise Zürât idi. Büyük kızın bir cariyesi vardı. Adı Mahrâvi idi. O da bu
cariyesini Hazret-i Yâkûb'a bağışladı. Ondan da iki oğlu dünyaya geldi. Birisinin adı Haz, diğerinin adı
Enes idi. Böylece Yâkûb (A.S.)'m on oğlu olmuştu-Yâkûb (A.S.) ihtiyarlayıp da ömrü sona ereceği zarp
an Râhîl'den .bir oğlu dünyaya geldi ki adı Yûsuf idi. Böylece Yâkûb (A.S.)'in oğullarının sayısı onbir
olmuştu. Yûsuf, kardeşlerinin en küçüğü ve en güzeliydi. Yâkûb (A.S.) da O'nu çok severdi. Zâten, bir
bir babanın kaç oğlu olursa olsun, küçük oğlunu çok sever, O'na daha şefkatli olur.

Şam'da yıllarca oturan Hz. Yâkûb'un malı, davarı, köleleri çoğaldı- Sayısız derecede arttı. Yine
vatanına dönmek, Kenan diyarında anasını, kardeşini görmek istedi. Dayısından izin alarak yol
hazırlığını görüp, onbir oğlu ile iki karısı, ve cariyesini de yanına alarak, sürüleriyle birlikte Kenan
diyarının yolunu tuttu.

Fakat, Yûsuf (A.S.)'m anası olan Râhil'in babasının altından yapılmış bir putu vardı. Yakut, inci ve
kıymetli mücevheratla süslenmişti. Râhil, babasının o puta taptığım hiç istemezdi. Hem de o puttaki
inci ve yakutlara karşı bir sevgi duyuyordu. Ne de olsa kendisi bir kadındı. Çünkü kadınlar altın ve

108
109

inciye düşkün olurlar. Râhîl de o putu çalıp yanında götürmek istedi. Oğlu Yûsuf'a, dedesinin o putu
sakladığı yeri

haber -Amerdi:

-Oğlum-Yûsuf, -git o putu çal, bana getir!» dedi. Yûsuf (A.S.) da küçüktü, annesinin sözüne uydu.
Var

— 162 —

163

di, putu aldı, anasına getirdi Râhil, o putun altın elan kısımlarım attı, inci ve yakutunu ayırdı, sak
ladı.

***

[Bu sebepten; Yâkûb (A.S.)'m oğulları Mısır'a varıp, Mısır Sultanının altın kilesi Bünyâmin'in
yükünde çıkınca, kardeşleri şöyle dediler:

«Bu çocuk hırsızlık etti ise buna şaşılmaz. O'nun kardeşi de O'ndan önce hırsızlık yapmıştı.» (Yûsuf

sûresi, âyet: 78)]

.' . **«

Yâkûb (A.S.) Filistin'e böylece göçtü. Kardeşi İys'in yanına gitti. Ama İys'ten hâlâ korkuyordu : «Belki
önceki kini hâlâ gönlünde saklıdır!» derdi. İys ise, o yaptığı işe pişman olmuştu. Kardeşi Yâkûb'un
Şam'a gittiğine çok üzülmüştü. Yâkûb (A.S.)'a hasret çeker, O'nu çok özlerdi. Gece, gündüz ağlardı- Bu
hasreti nasıl dindireceğini bilmezdi, îys'in işi dâima avlanmak olduğu için her gün avlanırdı. Yâkûb,
Kenan ili sınırlarına gelince, İys, yine birkaç kişi ile ava çıkmış bulunuyordu. Yâkûb (A.S.)'m geldiği
ufukta göründü, îys de Şam yolundan bir büyük kalabalığın geldiğini ve yanlarında kadın, kız ve oğlan,
koyun, deve ve sığır sürülerini gördü. Şaşırdı:

«Acaba bu gelen kimdir? Nereye gidiyorlar?» dedi. Birkaç atlıyı o tarafa gönderdi:

«Varın, şu gelenleri görün, kimlerdir? Nereden gelir, nereye giderler? Bana haber getirin!» dedi. Hz.
Yâkûb da atlıları uzaktan görünce, kardeşi îys'in adamları olduğunu anladı: «Ava çıkmış olacaklar!»
dedi. İys'in korkusundan dolayı ortaya çıkıp kendisini tanıtmadı. Kâhya ve kollukçularma :

«Şu gelen atlılara bakın! Eğer size gelip : "Bu koyun ve davarlar kimin?" diye sorarlarsa siz : "İys'in

109
110

164

Şam'da bir kulu vardır, Yâkûb adında. Bunlar, onun--dur!" dersiniz.» dedi-

Az sonra atlılar geldi. Hz. Yâkûb'un kâfilesmdeki-ler öğrendiklerini İys'e bildirdiler. İys, Hz. Yâkûb'dan
haber geldiğini işitince ağladı:

«Allâhü Teâlâ, Yâkûb'un İys'in kulu olacağını bana göstermesin! Yâkûb, benim sevgili kardeşimdir,
bizim sâadetimizdir!» dedi. Sonra Yâkûb (A.S.)'in kafilesinin yanına geldi.

«Nerede benim o iki gözümün nuru, sevgili kardeşim Yâkûb! Bana O'nu gösterin! Yüzünü göreyim.»

dedi.

Hemen, İys'in bu arzusunu Yâkûb (A.S.)'a haber verdiler: «İys ağlıyor, seni bekliyor!» dediler. Hz.
Yâkûb sevindi. Kafilenin içinden çıktı, İys'in yanma geldi. Birbirlerine sarılıp ağlaştılar, gözyaşları
döktüler.' İys o kadar çok ağladı ki, gözlerinin kapaklan şişti. Yâkûb'un hâlini sordu. İkisi birlikte Kenan
iline vardılar.

Yâkûb (A.S.) orada karar kıldı. Hz. Yûsuf'un anası Râhîl'den bir oğlu daha dünyaya geldi. Adını Bün-
yamin koydular. Doğduğu zaman da anası Râhil öldü. Yûsuf ile Bünyamin anadan öksüz kaldılar. Hz.
Yâkûb'un ilk karısı Liyad, Yûsuf (A.S.)'in teyzesiy-di. Yûsuf ve Bünyamin'i aldı. İkisini de kendi öz ev-
lâdları gibi baktı.

Birkaç gün geçmişti ki Hakk Teâlâ Hazretleri Yâkûb (A.S.)'a Peygamberlik verdi. Kenan diyarının
Peygamberi oldu. Halkı O'na îmân ettiler, inandılar. Yâkûb (A.S.) Kenan ilinin en yüce kişisi oldu.
Kenân-lüar, Yûsuf (A.S.) 'ı sevdiler, hürmet gösterdiler. Günden güne de devlet ve izzeti arttı. Kardeşi
İys ise, Hz. Yâkûb'a Peygamberlik geldiğini, halkının çoğunun O'na îmân ettiğini ve kardeşinin çok yüce
bir mevki

— 165 —

sahibi olduğunu görünce, O'nu yeniden kıskandı. Gönlüne fesat doldu. Bir gün Yâkûb (A.S.) 'a :

«Kardeşim! Bunca zamandır ki ben bu ilde durdum, sen gurbete gitmiştin. Ben bu ülkenin büyüğü,
ileri geleniydim. Hamdolsun ki şimdi sen geldin. Hakk Teâlâ sana peygamberlik verdi. Seni aziz etti.
Bundan sonra izzetin ve devletin artsın, işte il, işte ülke! Sen otur, ben gurbete gideyim. Bu Kenan ilini
sana bırakayım!» dedi.

Hazret-i Yâkûb bu sözleri işitince ağladı:

«Ey kardeş! Ben bu kadar zaman, gurbetteki düzenimi dağıtarak seni arzuladım, ve seni görmeğe
geldim. Yoksa benden incindin mi, gurbete ben gideyim. Sen yerinde, ülkende otur!» dxli. îys de:

«Eğer bu böyle olursa, Allâhü Teâlâ razı olmaz. Bu toprağa, ülkeye seni peygamber yolladı. Senin
gitmen olmaz, ben giderim!» dedi. Hazret-i Yâkûb ne kadar ağladı ve İys'in yanından ayrılmasına mâni

110
111

olmak istedi ise de, îys'i kararından döndüremedi. îys inalını, davarını ve oğullarım ve kendi cemaatını
aldı, Kenan diyarından ayrıldı, dört bir tarafa yayıldı.

YÛSUF (A.S.)'İN KISSASI

Haberleri rivayet edenler, sırlan acıklıyanlar, bütün dîn bilginleri ve tefsirciler kendi zamanlarında şu
konu üzerinde söz birliği etmişler ve şöyle demişlerdir:

«Biz birçok hikâye kitapları gördük ve okuduk. Gelip geçen Peygamberlerin hâllerini ve yüce
padişahların başından geçenlere, ..çok garip hikâyelere, kıssalara tesadüf ettik. Ama Hazret-i Yûsuf
kıssasından daha lâtif, şirin hiçbir hikâye görmedik.»

Hakk Sübhâne ve Teâlâ Hazretleri âhir zaman Peygamberi Muhammed Mustafâ (S.A.V.)'e Kur'ân-ı
Kerim'inde şöyle buyurdu:

«Yâ Muhammed, sana o zamanlarda geçen kıssalardan en lâtifini hikâye edelim ki o da Yûsuf kıs-
sasıdır.» (Yûsuf sûresi, âyet: 3)

Din bilginleri şöyle dediler: Yûsuf sûresinin şu ilk âyetindeki «Elif, Lam, Mim»deki «Elif» Hakk Te-
âlâ'nm Yâkûb (A.S.)'a verdiği ni'metler âyetine işarettir «Lam» da Hazret-i Yûsuf'a kuyu içinde verdiği
lûtfa işarettir, ki; «Bak sana ne lûtuflar etsem gerek.» diye buyurdu. Bundan ötürü Yûsuf (A.S.) sabırlar
gösterir ve belâyı geçirmek, ondan kurtulmak O'na kolay gelirdi. Hakk Teâlâ'nm acımasına ve
esirgemesine işarettir ki bu yakınlıkları Yûsuf (A.S.) kardeşlerine göstermişti, nitekim kardeşlerinin
ettiği günâhları o da bağışlamıştı.

Yûsuf (A.S.) 'in hikâyesinin aslı şöyledir : Hazret-i Yâkûb, Kenan diyarına gelmişti. Kardeşi lys, o diyân
bırakmış, Rûm iline gitmişti. Hazret-i Yâkûb'un oğulları da oniki olmuştu. Oniki oğlu arasında Hz. Yûsuf
en küçüğü ve en güzeliydi. Hz. Yâkûb, Yûsuf (A.S.)'ı çok sevmekteydi. Çünkü O'nün annesi ölmüş,
küçük kardeşi Bünyâmin de memede kalmıştı. O'na teyzesi bakmaktaydı. Hz. Yâkûb'un Ilyâ adında bir
kızkarde-şi vardı, ki bütün çocuklarının en büyüğü idi. Hem de Hz. îshâk öldüğü zaman o, bu kızını vasi
kılmıştı. Bu kız Hz. Yâkûb, Kenan iline gelince, Yâkûb (A.S.)'ı ve O'nun çocuklarını gördü. Hz. Yûsuf'un
güzelliğine şaştı, kaldı. O'nun yüzünün güzelliğine sevgi duydu. Hz. Yâkûb'a:

«Ey kardeşim Yâkûb! Senin bunca çocukların var. Oğullarından birisini de bana ver, O'na ben
bakayım. Benimle olsun.» dedi. Hz. Yâkûb (A.S.) :

166 —

— 167 —

111
112

«Hangisini beğenirsen O'nu al!» dedi. Hâtûn da Hz. Yûsuf'u aldı. Evine götürdü. Orada yedirdi,
içirdi, terbiyesiyle uğraştı. Hz. Yûsuf'u, babası Hz. Yâkûb'un göreceği geldikçe, kızkardeşinin evine
gider, O'nu görürdü.

Hz- Yûsuf iki yaşma basınca, Yâkûb (A.S.)'ın O' na karşı sevgi ve hasreti arttı. Kızkardeşinin evine
gidip Hz. Yûsuf'u görmesine gönlü razı olmadı. Kız-

kardeşine:

«Ey İlyâ kardeşim! Yûsuf'un ayrılığına dayanamıyorum. Beni bağışla, Yûsuf'u bana gönder!» dedi.
Kızkardeşi, Yûsuf'u geri göndermeğe razı olmadı.

O'na:

«Yûsufu bana önceden verdin. Ben de senin kadar seviyorum O'nu. Ben de O'nsuz olamam.» dedi.

Hz. Yâkûb:

«Yûsuf u bana vermezsen olmaz. Ben Yûsuf süz yaşayamam!» dedi. Hadm, Hz. Yûsuf'u Hz Yâkûb'un
mutlaka almak istediğini anlayınca :

«Madem ki Yûsuf'u benden alacaksın, bir hafta daha benimle kalsın, sonra alırsın.» dedi. Hz. Yâkûb
da buna razı oldu. Hz. Yûsuf bir hafta daha halasının yanında kaldı. Ve bir hîle düşündü. Bir oyun
kurdu, îbrâhîm Dininden îsâ Dinine gelinceye kadar şeriatin hükmü şöyleydi: Bir kişi; bir kişinin
davarını çalsa; davarın sahibi o davarını hırsızın elinde bulsa, o hırsız davarın sahibinin kölesi, kulu
olur, hüküm giyerdi. Bu hükümden ancak ya davar sahibinin ölmesi veya kendisini azâd etmesi ile
kurtulurdu.

Hz. tshâk'ın vaktiyle bir kuşağı vardı. Bu kuşak O'na babası ibrahim (A.S-)'dan kalmıştı, îshâk (A.S.):
«Bu kuşak, atamın mübarek bir hâtırasıdır.» diyerek, saklar dururdu. Onu canından aziz sayardı. Hattâ
İs-hâk (A.S.)'m oğullan şöyle derlerdi:

168.

«Dedemiz İbrahim (A.S.)'m kurban eylemek iste eliği oğul, babamız İshâk'tı. İbrahim (A.S.) bunu
kurban etmek istediği zaman elini ve ayağını o kuşakla

bağlamıştı-»

Bundan ötürüdür ki İshâk oğullan o kuşağı çok severdi. Hz. İshâk öldüğü zaman en büyük kızı işte bu
hâtûndu. Ve kuşağı sandığına saklamıştı. Onu san -diktan çıkardı. Hz. Yûsuf'un beline kuşattı. Hz.
Yâkûb Yûsuf (A.S.)'ı almaya geldiği gün, O'nun yanına çok mahzun bir yüzle çıktı. Kendisini Yâkûb (A.
S.)'a çok üzüntülü gösterdi. Yâkûb (A.S.) da O'na: «Ey kardeşim, niçin bu kadar üzüntülüsün?» diye
sordu. Kızkardeşi de •.

«Nasıl üzüntülü olmayayım? Dedem İbrahim Peygamberin o aziz ve mübarek kuşağını sandığımdan
almışlar. Bugün aradım bulamadım. Ona üzülüyo -inim.» dedi. Hz. Yâkûb da mahzun oldu, üzüldü.

112
113

Evin içerisinde kim varsa, hepsini aradılar. Aranmayan yalnız Yûsuf (A.S.) kaldı. Yâkûb (A.S.) : «Yûsuf'u
da arayın!» dedi. Kadın : «Yûsuf küçüktür, ne bilsin?» dedi. O zaman Yâkûb (A.S.) :

«Mutlaka aramak gerek,» diye ısrar etti. En sonunda adamları gelip Yûsuf (A.S.)'ı da aradılar.
Kaybolan kuşağı Hz. Yûsuf'un belinde sarılı buldular. Buna Yâkûb (A.S.) utandı. Kızkardeşi, O'na:

«Dedemizin şerîatine uyar mısın?» diye sordu. O

da ;

«Elimden ne gelir?» dedi. Kadın da: «öyleyse Yûsuf benim kulumdur, kölemdir. Sana vermem. Ancak
iki yıldan sonra azâd ederim. Ondan sonra sen alırsın,» dedi. Hz. Yâkûb, buna gönlü istemeyerek razı
oldu. Bu hükme baş eğdi. Hz. Yûsuf'u kızkardeşinin evinde bıraktı, geri döndü. İki yıl ta-

— 1C9 — '

mamlanıncaya kadar sabretti. Tesadüftür ki iki yıl ta-:mam olunca, kızkardeşi de ölmüştü. Hz. Yûsuf da
kulluktan kurtulmuştu. Hz: Yâkûb da,.Yûsuf (A.S.)'ı alıp evine götürdü.

Hz. Yâkûb, Yûsuf (A.S.)'ı çok sever, bütün oğul larından üstün tutardı. Hiç yanından ayırmazdı. Fakat
kardeşleri babasının yanında Yûsuf'un daha çok kıymetli olduğunu görünce Yûsuf'u kıskandılar. Haset
ettiler. Bir akşam, Yûsuf (A.S.) bir rüya görmüş tu. Rüyada Ay ve Güneş'in gökten yere indiğini gör-öü.
îkisi de Yûsuf (A.S.)'m önünde baş eğdiler, secde ettiler. Yûsuf (A.S.), sabaha kadar durdu. Sabah olurı-
ca bu rüyayı babasına anlattı. Şöyle dedi:

«Ey baba, onbir yıldızla Ay'ın ve Güneş'in bana secde ettiğini gördüm.» (Yûsuf sûresi, âyet: 4)

Hz. Yâkûb rüya yormasını iyi bilirdi. Hz. Yûsuf'a.

«Ey oğul! Bu rüyanın yorumu şudur: Allâhü Teâlâ seni aziz kılacaktır. Sana devlet ve yücelik
verecektir. Kardeşlerin ise sana muhtaç olacaklar, el açacaklar.» dedi. Bundan sonra da oğluna şu
tenbihte bulundu :

«Ey oğlum, bu rüyanı sakın ola ki kardeşlerine söyleme. Sonra sana hilede bulunurlar. Şeytân sizin
büyük düşmanınızdır.» (Yûsuf sûresi, âyet: 5). Sonra şöyle devam etti:

«Hakk Teâlâ seni kardeşlerinin üzerine seçkin kılacak, senin hâlin onlarınkinden daha iyi olacak.
Hem de sana rüya tâbiri ilmini öğretecek. Ve senin üzerine ni'metini tamamlayacak. Nitekim senin
ataların ve dedelerinin üzerine de ni'metini tamam etmiştir.» (Yûsuf sûresi, âyet: 6)

Yûsuf (A.S.), gerçi gördüğü rüyayı başka bir kimseye söylemedi; ama o vakitte-birlikte olduğu
kimse-.lerden çıktı, bu haber. Kardeşleri, bunu işittiler, Hz

Yûsuf'un rüyasını babasının yorumladığını öğrendiler. Buna son derece üzüldüler, bir araya geldiler,
görüştüler. Hz. Yûsuf (A.S.)'ı hîle ile öldürüp ortadan kaldırmaya söz birliği ettiler. Ve şöyle dediler:

113
114

«Yûsuf babamızın yanında bizden daha sevgilidir. Biz on kişi oğlujTtz. Hiç birimize O'na gösterdiği
sevgiyi ve itibân göstermiyor. Yalnız Yûsuf'a gösteriyor. Babamız çok azgınlık içindedir.» (Yûsuf sûresi,
âyet: 8)

On kardeş bir araya geldiler. Şöyle bir tedbîr aldılar :

«Yûsuf'u öldürün. Ya da ırak bir yere götürün bırakın. O'nu, orada yırtıcı hayvanlar yesin. Babanız
yalnız size kalsın. Sonra (Allâhü Teâlâ'ya tevbe, istiğfar eder) iyi bir topluluk olursunuz!» (Yûsuf sûresi,
âyet: 9)

Daha sonra da; «Babamızın emrine itaatli olalım k» Allâhü Teâlâ günâhımızı bağışlasın, babamız da
bizden hoşnûd olsun!» dediler. Bu tedbîri düzenliyen-lerin en büyüğü, kardeşleri Yahûda idi. Hepsi de
o'nun sözünden çıkmazlardı. O şöyle dedi: «Yûsuf'u öldürmeyin. Çünkü adam öldürmek çok büyük
günâhtır-Ama O'nu götürün, yola yakın olan bir kuyuya bırakın. Oralardan geçen bu* kervan O'nu
kaybolmuş bir mal olarak alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın.» (Yûsuf sûresi, âyet: 10)

Evet, en büyük kardeşleri alan Yahûda, bu düşüncede idi, Yûsuf (A.S.) kuyuya atılırsa, orada ölür,
böylece ölümünü kimse bilmezdi. Veya yolculardan biri O'nu bulur, alır gider, bir memlekette satar,
bundan kimsenin haberi olmazdı. Böylece Yûsuf (A.S.)'-dan kurtulmuş olacaklardı.

— 170 —

171

Aziz okuyucular; Yûsuf (A.S.) 'in kıssasını okur -l-.en Yâkûb (A-S.)'ın oğullarına ileri geri kötü söz söy-
lemeyesiniz. Yûsuf (A.S.)'a yaptıkları kötülük için kötü sûizânda bulunmayasımz. Yûsuf (A.S.)'in
kardeşleri Peygamber oğullarıdır, kendilerinin peygamberlikleri hakkında ihtilâfa düşülmüştür. Yûsuf
(A.S.) hakkında onlar neler ettilerse, hepsi geçti, sonra onlar Yûsuf (A.S.)'la buluştular. Birbirleriyle
barıştılar. Babaları Yâkûp (A.S.) da onlardan hoşnûd' kaldı. Hakk Teâlâ suçlarını -bağışladı. Şimdi Hz.
Yûsuf, babası ve kardeşleri Cennet'te rahattırlar. Sakın sen onlpra gönülden buğz etme. Onlar
hakkında kötü inançlarda bulunma. Yanlışlıklar yaparak günahkâr olmayasın. Allah (C.C.)'ın velîlerini
inkâr edip Cehennem'e gir-meyesin. Onlar Yûsuf (A.S.)'a yaptıklarından önce, tedbîrden sonra tevbe
etmelerini ve babalarının onlardan hoşnûd olmalarını bile düşündüler. Bu işlerin Yûsuf (A.S-) 'in
başına gelmesi, Hakk Teâlâ'mn dilemesiyle olmuştur. Kardeşleri görünüşte bir surettir. Bundan
maksâd şudur : Bir belâ ve zahmet Yûsuf (A.S.)'in başına geldi. Ve O, bunlara sabretti. Bu sebeple
sabredenler mertebesine erdi. Hakk Teâlâ katında izzet, mertebe ve derecesi arttı. Bu zahmetlerin
O'nun başına gelmesinde türlü hikmetler vardır, ki Âdemoğlunun aklı ona yetmez. Sen bir işin
görünüşüne bakıp Enbiyâ hakkında kötü düşüncelerde bulun-

ır:«a. Aksi hâlde, Allâhü Teâlâ'ya karşı âsi olursun.

114
115

* ***

Şimdi asıl mevzuumuza gelelim:

Böylece Hz. Yûsuf'un ka~deşleri şöyle sözbirliği tttiler: Babalarından izin isteyecekler ve Hz. Yûsuf'u
koyun otlatmak için birlikte alıp gidecekler. Koyun güttükleri yere üç fersah mesafede bir kuyu vardı
Zaman zaman, o kuyunun bulunduğu yere giderler,

orada oyun oynarlar, akşam olunca eve dönerlerdi. Hz. Yâkûb (A.S.), Yûsuf (A.S.)'m onlarla gitmesine
hiç izin vermez, ve yanından ayırmazdı. Diğer oğullarının da sözlerine hiç inanmazdı. Yûsuf (A.S.)'a bir
ziyân erişir, ya da kaybolur veya kardeşleri ona bir tuzak, bir oyun, hîle yaparlar diye korkardı.

Yûsuf (A.S.) 'm kardeşleri, aralarında şöyle ko -ııuştular: Bir gün babalarından Yûsuf'u isteyecekler ve
O'nu yanlarında alıp gidecekler, kuyuya bırakacaklardı. Kardeşleri Yahûda'ya:

«Bunu babamıza sen söyle, sen izin iste. Babamız, senin sözüne daha çok inanır ve güvenir.»
dediler. Yâ-hûda da:

«Şimdi gelin benimle birlikte and için! Yûsuf'u öldürmeyeceğinize beni inandınn. Yalnız kuyuya
bırakacağınıza sözbirliği edin.» dedi.. On kardeşin onu da and içtiler. Hz. Yûsuf'u kuyuya bırakmaktan
başka bir şey yapmayacaklarına Yâhûda'yı inandırdılar. Oradan ayrılıp, babalarının yanına geldiler. Ve:

«Ey baba! Bugün kardeşimiz Yûsuf'a izin ver, O da bizimle birlikte kıra geziye gelsin, oynasın, içi
açılsın!» dediler. Yâkûb (A.S.) bunlara cevâb vermedi. Sonra on kardeşin hepsi birlikte Hz. Yûsuf'un
yanına geldiler:

«Ey Yûsuf! Biz, bugün geziye, kıra çıkıyoruz. Sen de bizimle birlikte gel. Koyunlara, kuzulara bak neş'-
fcu açılsın, gönlünü eğlendir- Hem de oyun oynaya -lım.» dediler. Yûsuf (A.S.) da:

«Benim de gönlüm ister, ama babam bırakmaz!» dedi. Onlar:

«Biz, babamıza çok yalvarırız, ricada bulunuruz. Belki seni bizimle göndermeye müsaade eder.
Bizimle gelmen için sen de babandan izin iste, yalvar!» dediler.

—. 172

173 —

Hz. Yûsuf babasının yanma geldi. Ne kadar yal -vanp yakardı ise de Yâkûb (A.S.) razı olmadı. Bütün
kardeşler gelip şöyle yalvardılar:

115
116

«Ey baba, sana ne oldu ki Yûsuf'u bize emânet etmiyorsun? Biz O'na hayır öğütleriz, dediler.»
(Yûsuf sûresi, âyet: 10, 11) Ve sözlerini şöyle sürdürdüler:

«O'nu bizimle birlikte yolla, O'nu gözetelim. Oyun oynayalım ve O'nu esirgeyelim, dediler-» (Yûsuf
sûresi, âyet: 12)

Hz. Yâkûb da :

«Sizin O'nu alıp gitmeniz beni hüzne boğar. Siz oynamaya başlar veya başka bir işle uğraşırsınız,
Yûsuf'u unutursunuz. O'nu kurt yer, diye göndermek istemem,» dedi.» (Yûsuf sûresi, âyet: 13). Yûsuf
(Â.S.)' in kardeşleri :

«Biz güçlü bir topluluğuz. Yûsuf'u kurda yedirir-sek, gerçekten biz o vakit ziyan edenlerden oluruz!
dediler.» (Yûsuf sûresi, âyet: 14)

Bu sözler üzerine, Hz. Yâkûb bir günlüğüne izin verdi. Sabah olduğu zaman Hz. Yâkûb, Yûsuf (A.S.)'a:

«Gel, şimdi seni bir kez öpeyim. Güzel, gerçek kokunu koklayayım- Belki seni bir kere daha göre-
mem. Çünkü bu dünya ayrılık evidir.» dedi. Hz. Yûsuf da O'nun yanına geldi. Babası, oğlunu doya doya
öptü, kucakladı. Sonra kardeşlerine emânet etti :

«O'nu size emânet ediyorum, Yûsuf'a iyi sâhib o.'unuz,» dedi. Onlar da :

«Sen hiç meraklanma! Biz, Onu gözümüzden bile sakınırız.» dediler.

Hakk Teâlâ bu hususta şöyle buyurur :

«En sonunda kardeşleri Yûsuf'u alıp götürünce, O'nu kuyunun - dibine 'bırakmayı
^jEâuw^aştu*dtla«V'' -(Yûsuf sûresi, âyet.- 15)

Evet, on kardeş Yûsuf (A.S.) 'la birlikte evlerinden

çıkıp gittiler. Koyunları ise bir fersahlık bir yerdeydi. Oradan daha ileri dokuz fersahlık yol yürüdüler.
Bey-ti'l Mukaddes'e (yâni Kudüs-i Şerife ve Mescid-i Ak-tâ'ya) giden yol üzerinde bir kuyu vardı- Bu
kuyu, bugün dahî durur. Yûsuf (A.S.)'ı, o kuyunun içerisine bıraktılar. Yûsuf (A.S.), o gün tam onyedi
yaşındaydı. Yûsuf Aleyhi's-selâm'ı kuyuya atmadan önce, gömleğini çıkardılar. Yûsuf (A.S.) da
kendisini kuyuya atacaklannı anladı. Onlara:

«Ey kardeşlerim! Beni tek başıma bu kuyuda yapayalnız bırakıyorsunuz. Ama ben orada çıplak ne
yapayım? Vücudumu ne ile örteyim?» dedi. Kardeşleri de:

«Ne olacak sanki çıplak olursan? Rüyanda gördüğün Ay, Yıldızlar ve Güneş sana secde etlilerdi.
Onlar gelirler, sana giyecek ve yiyecek getirirler, sen hiç korkma!» dediler. Sonra Yûsuf (A-S.)'m beline
bir ip bağladılar, kuyuya sarkıttılar. Kuyunun suyu çok boldu. Fakat ortasında bir kaya parçası vardı ki,
sudan bir parça yüksekteydi. Yûsuf (A.S.), o kayanın üstüne oturdu, belinden ipi çıkardı. Hakk Teâlâ,
Yûsuf <A.S.)'m gönlüne bir ilham vererek, O'na:

116
117

«Ey Yûsuf, korkma! Bu mihnetten yakın zamanla kurtulacaksın. Kardeşlerinin sana ettiklerini sonra
sen onlara haber verirsin. Onlar bilemezler.» buyurdu. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuş-
tur:

«Biz Yûsuf'a vahiyde bulunduk ve : "Bu belâdan tez kurtulacaksın, kardeşlerine de sana ettiklerini,
unlar farkında olmayarak, haber vereceksin."» (Yûsuf sûresi, âyet: 15) .Böylece, Hz, Yûsuf'un
gömleğini anP, kuyunun içine taraktılar- Sonra oradan ayrılıp, Boyunlarının yanına.geldiler. Bir koyun
boğazladılar: usuf (A.S.)'m gömleğini koyunun kanı ile buladılar.

— 174 —

175

Gece olunca, o gömleği ağlaya ağlaya Yâkûb (A.S.)'ın yanına gtttirip, önüne bıraktılar. Ve şeyle dediler:

«Ey bizim babamız! Senin katında günahkâr olduk. Yûsuf'u giysilerimizin yanında bırakmıştık.
Oynamaya gitmiştik. Çok uzaklara gitmiş olacağız ki, biz gelinceye kadar Yûsuf'u kurt yemiş. Biz ne
kadar doğruyu söylesek, sen inanmazsın. İşte kanlı gömleğini getirdik, gör!» (Yûsuf sûresi, âyet: 17)

Sonra-,

«Yûsuf (A.S.)'m gömleğinin üstünde yalan kanla getirdiler, Yâkûb'a gösterdiler.» «Yûsuf sûresi, âyet:

18)

Yâkûb (A.S.) da, kanlı gömleğe baktı. Kanlan gördü. Gömlek kanlıydı, ama hiç yırtılmamıştı. Her
zamanki gibi sağlam duruyordu. Gömlek böyle olunca, Yâkûb (A.S.)'m gönlüne şübhe düştü. Yûsuf
oğluna kardeşlerinden bir hile yapıldığına kanaat getirdi :

«O kurdun şefkat ve acıması benim Yûsuf'uma eızden fazlaymış ki O'nu yemiş, gömleğini bile
parçalamamış. Sizin söyledikleriniz yalandır. Yûsuf'uma ne ettinizse ettiniz, hele vann, gidin. Elimden
ne gelir?. Ben sabredeyim. Allah'a sığınayım. Allah'tan ne gelirse hoştur, güzeldir. Sabretmekten daha
güzel şey

yoktur!» dedi. Ve:

«Sabır güzel şeydir. Allâhü Teâlâ sabredici kullarını esirgeyicidir.» (Yûsuf sûresi, âyet: 18) diyerek
tenhâ bir eve girdi, ağladı, gözyaşlan döktü. Zâten sabr-ü cemîl şuna derler ki, onda bağırmak,
çağırmak, feryâd yoktur. Ne elden, ne dilden kötü şey, fena söz

gelmez.

117
118

Yâkûb (A.S.) hazin hazin ağladı. Gönlünü Allah'a bağladı. Yâhûda adındaki kardeşi ise Yûsuf'u bir
parça severdi, öteki kardeşlerine benzemezdi. Sabah olup

da tan yeri ağarınca, Yûsuf (A.S.)'ı görmeğe geldi. O'na yiyecek de getirmişti. Kuyunun başına
geldiğinde, şöyle seslendi:

«Ey Yûsuf, hâlin nicedir?» dedi. Kardeşi Yûsuf da-. «Sessiz sessiz oturuyorum!» diye cevâb verdi. Yatı
uda :

«Korkma, orada otur! Şu yiyeceği ai. Ben, kardeşlerinden seni buradan çıkarmaları için rica edeyim.
Gelsinler, seni bu kuyudan çıkarsınlar!» dedi. Ve elindeki yiyeceği bir iple aşağı sarkıttı. Hz. Yûsuf onu
al di. Yâhûda da oradan ayrılıp gitti. Hz. Yûsuf, kar deşlerinin geleceğini ümid ederdi. Kuyudan kendisi
ni çıkarmalarım beklerdi. Aradan üç gün geçti, arna hiç kimse gelmedi. Dördüncü gün olunca, Arap
kavminden bir kervan Mısır'a alış-verişe gitmekteydi. Gece olunca, o kuyunun yanına gelip kondular.
Aralarında Zaar oğlu Mâlik isminde biri vardı- Sabah olunca O'nu su getirmek için kuyuya gönderdiler.
Yanlarında azâd edilmiş Hintli bir köle vardı. O da Mâlik'-le birlikte kuyu başına gitti. Adına Büşrâ
derlerdi. Mâlik'in yükünü taşırdı. Kuyu başına geldikleri zaman-, Mâlik kovayı çekmek istedi-. Fakat
çekemedi. Çünkü kova aşağı inince Yûsuf (A.S.)» kovaya kuvvetlice sarılmıştı.

«Yâ Büşrâ! Gel kovayı birlikte çekelim,» dedi. Fakat ikisi birlikte kovaya asıldıkları hâlde yukarı
çekemediler, âciz kaldılar. En sonunda Mâlik kuyunun dibine baktı. Hz. Yûsuf'un yüzünün nurundan
kuyunun içini aydınlanmış gördü. Aynı zamanda bir oğlan çocuğun kovaya yapışıp durmakta olduğunu
gördü; «Yâ Büşrâ! Müjde, kovaya yapışmış bir oğlan ço-cuğu var- ipe yapışmış, kovayı kuvvetlice
çekelim.» dedi. Var güçleriyle ipi çektiler. Hz. Yüsufu kuyudan çıkardılar. Yûsuf (A.S.)'ın yüzüne
baktıkları za-

177

F./12

176

man gözleri kamaşıyordu. Şaşırıp kaldılar, kuyunun içine böyle ayın ondördü gibi güzel bir çocuğun
atılmasına.. Mâlik:

«Kimsin? Nasıl bir çocuksun? Seni bu kuyuya kim bıraktı?» diye sordu. O da:

«Ben Kenan ilinden bir kişinin oğluyum. Hiç bir Miçum yokken kardeşlerim beni getirip bu kuyunun
derinliklerine atıp, gittiler!» dedi. Mâlik:

118
119

«Kardeşlerin seni bu kuyuya ölsün diye bırakmışlardır. Seni bizim yanımızda görürlerse elimizden
alırlar, öldürürler. Ben, seni oğul edineyim. Hoşça tutarım- Ya da seni Mısır'da yüce bir kişiye satayım.
Kimin nesi olduğunu kimseye söyleme!» dedi. Mâlik bu sözleri söyleyince, Yûsuf (A.S.)'ın gönlü
rahatladı. Sonra Mâlik, azâdlı köle Büşrâ'ya:

«Eğer bu çocuğu kuyuda bulduk dersek, ya elimizden alırlar, ya da satarken alacağımız akçeyi bize
vermezler. Bundan ötürü biz şöyle diyelim: «Kuyunun çevresinde bir topluluk vardı. Bu çocuğu bize
onlar verdi. Mısır'da satmamızı söylediler. Alacağımız akçeyle onlara kumaş alacağız. Sana da
sorarlarsa, sen de böyle söyle. Mısır'a varıp sattığımız zaman, aldığımız akçeyi beraber taksim ederiz.»
,dedi. Böylece söz birliği ettiler. Hz. Yûsuf'u alarak arkadaşlarının yanına geldiler,

öte taraftan, Yûsuf (A.SJ'ın kardeşleri dördüncü gün olunca:

«Gelin, varalım, Yûsuf'un hâli nice oldu, görelim? Acaba öldü mü? Yoksa bir kervan rastlayıp aldı,
götürdü mü?» dediler. Kuyunun yanına geldiler:

«Yûsuf!» diye seslendiler. Fakat kuyudan hiç bir cevâb gelmedi. Kuyunun içine baktılar, kimseyi
göremediler. Orada konaklayan kervanı gördüler. Onlara .gelip sordular. Hz. Yûsuf'u da Zaar oğlu
Mâlik"-

in yanında otururken gördüler. Yûsuf da kardeşlerini gördü. Fakat hiç bir şey söylemedi. Sükût etti.
Büyük kardeşi Yâhûda:

«Bu çocuk senin neyindir? Nerede buldun O'nu?» diye Mâlik'e sordu. Mâlik:

«Kulumdur o!» diye cevâb verdi. Yâhûda :

«Bu erkek çocuğu bizimdir. Bizden kaçarak buraya gelmiştir.» dedi. Mâlik:

«Madem ki sizindir, bana satın ben alayım. Mısır'da satayım.» dedi. Kardeşlerinin hepsi Yûsuf (A. S)'ı
satmağa razı oldular, ve O'nu yirmi akçeye sattılar. Hattâ o zamanlar ölçek olan gümüşe bile sat-"
ınadılar. Oysa çeki ile yirmi dirhem gümüş âdet olan gümüşten dört akçe fazla olurdu Hem de
kıymette yirmidört akçeden eksik olan şeyi çekiye vurmazlar, adetle satarlardı. Hz. Yûsuf'u kardeşleri
az bir fiyata sattıklarından ötürü Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle bu-yurulmuştur:

«Kardeşleri O'nu değersiz bir fiyat olan bir kaç akçeye sattılar.» (Yûsuf sûresi, âyet: 20)

Ayet-i kerime'de geçen «Bahs» kelimesinin anlamı, «Haram şey» demektir. Yûsuf (A.S.)'m satış
akçesi de haramdı.

Halbuki, onlann paraya ihtiyâcı yoktu. Çok zengindiler. Maksâdlan Hz. Yûsuf'u oradan
uzaklaştırmak, uzak yerlere göndermekti. Bu sebebten dolayı kardeşleri O'nu fazla ücretle
satmamışlardı. Yalnız yirmi akçeyi aldılar, aralarında üleştiler, her birisine ikişer akçe düştü. Orada

119
120

kervan göçüp gidinceye kadar kaldılar, kervandakilerin Hz. Yûsuf'u alıp gittiklerini gördüler.
Gönüllerinde hiç bir endişeleri olma t'an evlerin* döndüler.

Hz. Yûsuf'un kul olmasının sebebi şuydu .- Bir gür.

178

179 —

Hz. Yûsuf, kölelerinden birine kızmış, o'nu doğmuştu. Babası Yâkûb (A.S.), bunu görünce, O'na :

«Bu kölenin günâhı yoktur. O'nu niçin doğdun?-diye çıkışmıştı. Ve O'nu korumaya kalkmayarak
şefâ-atta bulunmamıştı. Hakk Teâlâ'dan o zaman şu nida geldi:

«İzzetim ve Celâlim hakkı için Ben de Yûsuf'u kulluğa bırakacağım. Tâ ki O da kulların neler çek
ligini görsün, bilsin. Böylece öteki kimseler de köle Isrini hoş tutsunlar. Çünkü onlan gözeten
Allah'tır.»

Zaar oğlu Mâlik, Hz. Yûsuf'u kardeşlerinden satın aldıktan sonra yolda arkadaşlarına şöyle dedi:

«Sakın bu oğlana güç işler yaptırmayın, O'nu hoş tutun. Bu çocuk kimdir, O'nu ben bilmekteyim.»
dedi- Böylece Hz. Yûsuf'u bir deveye bindirdiler. Yolda giderken anacığının kabrine uğradı. Kervandan
geri kalıp kendisini deveden aşağı sarkıttı. Annesinin topraklarını kucakladı. Ve:

«Ey benim canım anacığım! Kardeşlerim beni köle diye sattılar. Bana zulümde bulundular. Bana
sevgi ve şefkatim göstermen için şimdi sağ olman gerekti. Şimdi ise gurbet illerine düştüm. Senin
ziyaretinden uzak kaldım. Hasret Kıyamete kaldı.» diyerek ağladı, figân etti. Kervan halkı O'nun bu
hâlini görmemişlerdi. Çünkü önde gidiyorlardı. Ama bir k*şü kervanın arkasında kalmıştı. Yûsuf (A.S.)'ı
gördü O'na:

«Niçin kervandan geri kaldın? Yoksa kaçmak mı istiyorsun?» diye sordu ve yüzüne bir yumruk indir
di. Yûsuf (A.S.) da derin bir «Ah!» çekti, ağladı. Sonra Yûsuf (A.S.) 'ı önüne kattı, kervana yetiştirdi.
Tam o sırada bir gök gürültüsü koptu. Şimşekler çaktı. Yeryüzü karardı, sanki Nuh'un tufanı yeniden
kop-

tu. Az kalsın kervan halkı helak olacaktı. Hepsi bir araya toplandılar, birbirlerine:

«Hanginiz bugün günâh işledi, doğru söyleyin? Bu günâhtan ötürü bu musibet, bu belâ başımıza
geldi,» dediler. Hemen Hz- Yûsuf'u döğen kişi ileriye çj-kıp:

120
121

«Şu İbranî köleye günâhı olmadığı hâlde bir tokat attım, bu başımıza gelenler ondandır,» dedi.
Kervan halkı da O'na:

«Tez git, O'nun gönlünü hoş et!» dediler. Birkaç kişi gelip Hz. Yûsuf'tan özür dilediler, gönlünü
aldılar. Bundan sonra üzerlerine gelen tufan kalktı. Her yer sessizliğe kavuştu. Zaar oğlu Mâlik de :

«Ben size daha evvel O'na saygı gösterin, diye söylemedim mi?» dedi. Ve bundan sonra da Hz.
Yûsuf'u hoş tuttular, O'na saygı gösterdiler.

Sonra o bölgeden kalkıp Mısır'a geldiler. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Hz. Yûsuf'u esir
pazarına ilettiler, satmak istediler. O zamanlar Mısır sultanı Velid oğlu Reyyân adında birisi idi. Bu
Sultanın bir hazînebaşısı vardı. O vakit Mısır'ın aziz ve ulu kişisi olduğu için O'na «Azîz-i Mısır»
derlerdi. Esas adı ise «Katfîr bin Amir» veya «Habib oğlu Âsaf» idi. Bu Azîz-i Mısır'a bir köle gerekti.
Esir pazarına gei-di. Hz. Yûsuf'u gördü, çok beğendi, yüz Mısır altınına satın aldı. Ve sevinçle evine
götürdü. Hazinebaşı'nın cinsî gücü çok zayıftı. Kadınlara yaklaşamazdı. Bundan ötürü de ne oğlu ve ne
de kızı olmuştu. Bir ka-nsı vardı ki, Mısır ülkesinde O'ndan daha güzeli yoktu. Güzelliği dillere
destandı. Bu güzel kadın, tanınmış, ulu bir kişinin kızıydı. Adına Zelihâ derlerdi. Kafi sına :

«Bu çocuğu hoşça tut, büyüdüğü vakit bize fay-

— 180 —

— 181 —

dalı olur, ya da O'nu evlâd ediniriz.» (Yûsuf sûresi, âyet: 21), dedi.

Fakat bu Hazîne Nâzın, Yûsuf (A-S.)'ın bir peygamber oğlu olduğunu bilmemişti. Nitekim Allâhü Te-
âlâ Kur'ân-ı Azim'inde şöyle buyurmuştur:

«Biz Yûsuf'u kuyudan çıkarttıktan sonra O'na Mısır ülkesinde öyle bir derece verdik ki, O'na rüya
yorumlamayı öğrettik.» (Yûsuf sûresi, âyet: 22)

Ve yine Cenabı Hakk şöyle buyurmuştur:

«Vaktâ ki Yûsuf tam kemâl çağına (onsekiz veya yirmibir yaşına) varınca kendisine hikmet ve ilim
verdik (ilimle amel, dinde de anlayış bahşettik). İşte Biz, güzel iş yapanlara böyle mükâfat veririz.»
(Yûsuf sûresi, âyet: 22)

Yûsuf (A.S.) kırk yaşına gelince kendisine Peygamberlik verildi. Rivayetlere göre; Hz. Yûsuf onye-cii
yıl Mısır'da kaldı. Altı yıl Mısır Azîzi'nin evinde, yedi yıl zindanda bulundu. Zindandan çıktığı zaman
tam otuz yaşındaydı. Kırk yıl tamam olunca Yûsuf (A.S.)'a Peygamberlik geldi.

121
122

ZELİHÂ İLE YÛSUF ALEYHİ'S-SELÂMIN KISSASI

Yûsuf (A.S-), Mısır azizinin evinde altı yıl kaldıktan sonra yirmiüç yaşına ermişti. Zelihâ, Yûsuf (A. S.)'ı
çok severdi. Arada sırada, bir de O'nun gözünden, kaşından, güzelliğinden lâtife babında söz ederdi.
Lâtife şeklinde hâlini bildirirdi. Hz. Yûsuf, Zelihâ'-iîin bu sözlerine kulak vermezdi. Bahaneyle o'nun
yanından uzaklaşırdı. En sonra .Zelih&ta&'-safaev:.tüfcen-c!i. Bu hâle dayanamaz duruma geldi. Hz.
Yûsufu

— 182 —

yanma çağırdı. Fakat Yûsuf (A.S-), o'nun bu çağrısına uymadı, Zelihâ'mn isteğini kabul etmedi.
Günlerden bir gün-, Yûsuf (A.S.) bir odanın içinde yalnız başına uyumaktaydı. Zelihâ, O'nun yattığı
odaya girdi. Kapıyı sıkıca kilitledi. Sonra Hz. Yûsuf'u uyandırdı. O'na:

«Ey Yûsuf! Ben kendimi senin için süsledim, kalk!» eledi. Yûsuf (A.S.) :

«Allah esirgesin! Ben o işi yapamam. Ben Allah' in ahdini bozamam. Senin erkeğin, benim efendim-
dir- Bana bunca iyiliklerde bulunmuştur. Ben o'na hıyanet ve kötülükte bulunamam!» dedi. Böylece
Yûsuf (A-S.) kendisini Hakk Teâlâ yolunda böyle bir zinadan, şeriatin kabul etmediği birleşmekten
korumuş oldu.

Yûsuf (A.S.), ne için Zelihâ'yı kocası ile korkutmak istemişti? Çünkü o vakit Zelihâ, Hakk Teâîâ
korkusunu bilmiyordu. O'nu, «Allah» adıyla nasıl korkutabilirdi. Ancak kocasından korkardı ve bundan
ötürü Hz. Yûsuf da, onu böyle korkuttu;

«Zelihâ gerçekten O'nu zinaya çağırmıştı. Hem de bu çağınya uyardı, eğer Hakk Teâlâ'mn < ilâhî
ihtarı nı) görmemiş olsaydı, olanlar olurdu.» l Yûsuf sûresi, âyet: 24)

Çünkü Yûsuf, o zamanlarda gücünün en üstünde, tam yiğitlik ve gençlik çağındaydı. Zelihâ ise
Mısır'ın en güzel kadınıydı. Bir odada yalnızca kalıp, yatağa çağırış da kadından olursa, elbette bu
teklifi kabul etmemek olmazdı. Ama Hz. Yûsuf bir Peygamber olduğundan, Şeytân O'nu kandıramadı-
Eğer Hakk reâlâ yönünden bir inayet yetişip bir alâmet görürt-meseydi hâl müşkül olurdu. Vaktâ ki
Yûsuf, bu alâ-r)eti Sordu, haram ve Allah'ın yasakladığı işten kaç-

— 183 —

t-. O zaman hemen Zelihâ'mn elinden kaçıp, odanın kapısına geldi.

Tam bu sırada idi ki bir alâmet görmüştü. Ba bası Yâkûb (A.S.J, duvar ardından Yûsuf (A.S.J a
işarette bulunuyordu :

«Ey Yûsuf, sakın ha!» diye parmağını ısırıyordu. Hz. Yûsuf da bunu görünce, odadan dışarı fırladı.

Bundan anlaşılan; Yûsuf (A.S-) 'in Zelihâ ile zina etmediği ve zina etmek niyyetinde de
bulunmadığıdır. Her kim Yûsuf (A.S-) için : «O zina etti, ya da zinaya niyyetiendi- dese, hatalı söz

122
123

söylemiş olur. Çünkü o bir Peygamberdir ve Peygamberler günâhtan beridirler. Hele o günâh böyle bir
günâh olursa.

Cenâb-ı Hakk bir âyetinde şöyle buyurmuştur:

«Biz Yusuf u zina etmekten ve günâh işlemekten sakladık. Benim hâlis ve makbul kullanımdandır.»
fYûsuf sûresi, âyet: 24)

Yûsuf (A.S J, babasından bu alâmeti görünce, Zelüıâ'nın elinden kaçıp kurtulmak için kapıya koştuğu
zaman Zelihâ da arkasından koştu. Kapıya, Yûsuf (A.S.) 'dan önce varıp, O'nu dışarıya çıkartmamak
istedi. Gömleğine yapıştı. Hz. Yûsuf çekindi, korktu, gömleği yırtıldı. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle
buyurulur:

«ikisi birlikte kapıya seğirttiler. Zelihâ, Yûsuf'tun arkasından gömleğine yapıştı. Gömleği yırtıldı.»
(Yûsuf sûresi, âyet: 25)

Yûsuf (A.SJ, dışarı çıkmak için kapıyı açtı. Ze îihâ da O'nun arkasından kapıya çıkınca, Azîz-i Mısır'ı
kapmın önünde buldular. Meğer, Zelihâ oradayken Azîz-i Mısır, gelip kapının önünde durmuştu.
Zelihâ'nın bir amcası oğlu vardı. Adına Yemlihâ derlerdi. Onunla oturur konuşmalar yaparlardı, îkisi
birlikte kapı önünde gönündüler. Azîz-i Mısır'ı görünce.

184

Hz. Yûsuf da Zelihâ da utandılar. Hz. Yûsuf bir şey-jer söylemek istedi- Dileği Zelihâ'mn kocası
karşısında rezil olmamasıydı. Ama Zelihâ, Yûsuf (A.S.)'dan daha önce söze başladı ve şöyle dedi:

«Senin ehl-i iyâline kasıdda bulunanın cezası nedir?» (Yûsuf sûresi, âyet: 25)

Zelihâ bunu sorunca, kocasının kızarak Hz. Yûsuf'u öldürmesinden veya O'na bir zarar vermesinden
korktu. Ve o cezayı kendisi söyleyerek şöyle dedi.

«Senin hanımına fenalık yapmak isteyenin cezası ancak zindana atılmak veya acıklı bir azâbdır.»
(Yûsuf süresi, âyet: 25)

Zelihâ, bu sözü söyleyince, Yûsuf CA.S.) 'a da doğ-luyu söylemekten başka çâre kalmadı. O da:

«Ben buna kasd ve tecâvüzde bulunmadım. Aksine o bana kasd eyledi.» (Yûsuf sûresi, âyet: 26).
dedi. Zelihâ:

«Yalan söylüyor! O bana kasdeyledi. Ben O'na tâbi olmadım. Kaçtım- O bana sarıldı. Kapıya gelmeye
bırakmadı!» dedi. Hz. Yûsuf.-

«Ben buna sarılmadım, yalan söylüyor. O bana sarıldı. Sırtında sâdece gömleği vardı, benim
döşeğime geldi. Ben de yataktan fırladım, kaçtım. Arkamdan yetişti. Eteğime yapıştı. Ve gömleğimi de
yırttı!» dedi.

Bu olaya şâhid, Zelihâ'mn amcası oğlu Yemli -ba'ydı. O şöyle dedi:

123
124

«Görelim, eğer Yûsuf un gömleği önünden yırtıl-mış ise kadın gerçek söylüyor, Yûsuf yalancıdır. Eğer
gömlek arka tarafdan yırtılmış ise kadın yalan söylüyor, Yûsuf doğru söylüyor.» dedi. (Yûsuf sûresi,
âyet: 27)

Mısır Azîz'i Yûsuf (A.S.) 'm gömleğine baktı, ar-— 185 —

kadân yırtılmış olduğunu gördü. Hz. Yûsuf'un sözü doğru çıkmıştı.

Mısır hazinedarı, Hz. Yûsuf'un gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, O'nun doğru
söylediğini anladı. Suç Zelihâ'nındır. Ama karısını halk arasında rezîl etmek istemedi. Hz. Yûsuf'a.-

«Ey Yûsuf! dedi. Bu sözünü kimseye söyleme sak h tut!» (Yûsuf sûresi, âyet: 29) Sonra da kansı
Zeü-- ha'ya, şöyle dedi:

«Suç senindir. Var günâhına istiğfar et. Allah'tan yarlığanmak dile.» (Yûsuf sûresi, âyet: 29)

***

Mısır Aziz'i, Hz. Yûsuf'un doğru söylediğini ve günâhın kansında olduğunu anlayınca Zelihâ'ya dedi
ki:

«Bu sizin hîlenizdir, oyununuzdur. Doğrusu kadınların hîle ve oyunları büyük şeydir!» dedi- (Yûsuf
sûresi, âyet: 28)

Bu hâdise şehir içinde yayıldı. Kadınlar arasında şöyle deniliyordu:

«Aziz'in kansı bir kölesini sevmiş. O'nu döşeğine çağırmış, adını sânını unutmuş. Kölenin sevgisi,
O'nun canına işlemiş. Bir köleye âşık olmak, kendisini böyle rezîl etmek, kınatmak ne arsızlıktır.
Gerçekten biz o'nu son derece azgın görmekteydik!»

Böylece Zelihâ'ya iftira ettiler, ayıpladılar. Bu ha ber şehrin dört yanına yayıldı. Herkes Zelihâ ile
Yûsuf (A.S.)'dan söz ediyordu. Fakat Zelihâ:

«Şehirdeki bir takım kadınların kendisini ayıpladıklarını ve dedikodu yaptıklarını işitti.» (Yûsuf sûresi,
âyet: 31)

Zelihâ kendisine dil uzatıldığını ve O'na sûîzân-...da «bulunulduğunu, duydu. O kadınlara adam
gönde-.yrap -evine çağırttı, misafir etti. Bunlar beş kadındı.

— 186 —

Sonra, Hz. Yûsuf'u da yıkadı, arttı- Üstüne bahada ağır kaftanlar giydirdi. Bu kadınların oturacağı
odanın yakınında gizledi.

«Sen burada dur! Ne zaman sana işaret verirsem,

gel bizim karşımızda dur!» dedi.

124
125

***

Zelihâ, kadınları bir odaya oturttu. Kendilerine en güzel yemekler sunuldu. Yemekler yenildikten
sonra meclise şarap getirildi. Kadınlar sohbete koyuldular. Zelihâ, kadınların elleı*\ne birer turunç,
birer de bıçak verdi. Sonra da: «Turunçlarınızı kesin!» dedi. Kadınlar turunçla anı kesmeğe başladılar.
Zelihâ üa Hz. Yûsuf'a işaret etti. Hz. Yûsuf, oturduğu yerden kalktı, kadınların oturduğu odaya geldi ve
onların karşısında durdu. Kadınların, Hz. Yûsuf'un yüzünün nurundan gözleri kamaştı, şaşınp kaldılar.
Gözlerini Yûsuf (A.S.)'dan ayıramadılar, ellerindeki turunçları unuttular: Turunçları kesiyoruz, diyerek
ellerini kesip doğradılar. Ellerinden kanlar akmaya başladı. Ellerinin acısını bile duymadılar. Nitekim
Kur'-ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

«Onlar Hazret-i Yûsuf u görünce şaşkınlığa düştüler ve turunç yerine ellerini kestiler.» (Yûsuf sûresi,
âyet: 31).

Kadınlar şöyle dediler:

«Hâşâ ki bu Âdemoğlu ola. Âdem'de bu kadar gü zel mi olur? Bu insan değil. Melektir!» (Yûsuf
sûresi, âyet: 31)

işte o zaman, Zelihâ, kadınlara:

«îşte bu, o kişidir ki onun aşkının yolunda beni kınardınız: "Utanmadan bir kölesini sevdi ve ken
dişini rezîl etti!" derdiniz. Evet ben, bunu gerçekten sevdim ve .kucağıma çağırdım. Fakat razı olmadı.
Bana uymadı!» dedi. Sonra şöyle devam etti:

— 187 —

«Eğer şimdiden sonra benim dediğimi yapmazsa, sözüme uymazsa ben, onu zindana attırırım. Hor
olanlardan olur.» (Yûsuf sûresi, âyet: 32)

Kadınlar da Hz. Yûsuf'a Zelihâ'nın sözünden çık maması için öğütte bulundular.-

«Zelihâ'nm sözünü dinle! Arzusunu yerine getir,' Bu, zindana girmekten daha iyidir.'» dediler.

Yûsuf (A.S.) bu sözü işitince Allâhü Teâlâ Hazretlerine dua etti ve şöyle yalvardı .-

«Yâ Babbi, bem bu kadınların şerrinden muhafaza eyle.' Bu kadınların davet ettiği şeyi yapmaktansa
benim zindana girmem daha iyidir.' Eğer bu kadın-iann kötülüğünü benden uzaklaştırmazsan ve
beni bunların hilesinden uzaklaştırmazsan, ben bunların hilesinden kurtulamam. Ve câhillerden
olurum!» (Yûsuf sûresi, âyet: 33)

Allâhü Teâlâ da Yûsuf (A.SJ 'm duasını kabul etti ve kadınların oyunundan O'nu korudu. Hakk Teâlâ
şöyle buyurdu .-

«Bunun üzerine Babbi duasını kabul etti. Ve ka dulların hilelerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü
Allah söylenenleri işitir, yapılan işleri bilir.» (Yûsuf sûresi, âyet: 34)

Bundan sonra Zelihâ, Hz. Yûsuf'u kendisine zor la davet edemezdi. Lâkin kendisini nezâketle O'na
gösterirdi. Ne zaman evde ikisi yalnız başlarına kalsalar, Zelihâ .-

125
126

«Ey Yûsuf! Ne güzel yüzün var!» derdi. Yûsuf (A.S.) da.-

«Bu yüz, bir gün toprak olacaktır!" diye cevâb verirdi.

Zelihâ, bazen de:

188

«Ey Yûsuf! Ne güzel gözlerin var!» derdi.' Yûsuf (A.S.) da:

«Bu gözlere öldüğüm zaman kurtlar üşüşecek, on-îann yemi olacak!» diye cevâb verirdi.

Hâsılı, Hz. Yûsuf onunla hiç ilgilenmezdi. İşte bu hâlde çok zaman geçti. Zelihâ. Hz. Yûsuf'un
kendisine baş eğmediğini, sözüne de uyacak gibi olmadığını görünce; O'nu bir iki ay zindana attırmak
istedi. Belki, zindanda .zahmet görünce, istediğine baş eğer diye düşündü.

«Bu Kenan'ii çocuk, benim hakkımda kötü sözler söylüyormuş, şehirde kendisine sorariarmış. Beni
halkın gözünde küçük düşürüp rezîl, rüsvây edermiş, ahlâksız bir kadın olduğumu söylermiş .-
"Zelihâ, beni yatağına davet etti. Ben ise, o'na uymadım!" dermiş. O'nu zindana atmak gerektir!
Böylece suçun O'nda olduğunu bilirler. Beni dillerinden bırakırlar. Ve bu benim sözümü unutup
ağızlarına almazlar!» dedi.

Mısır Azîz'i, Yemlihâ ile bu konuda konuştu : «Ben dilerim ki Yûsuf zindana atılsın, birkaç ay

orada kalsın, ve bu mes'ele kapansm. Halk da unut

sun artık!» dedi.

Bunun üzerine Yûsuf (A.S.)'ı zindana attılar. Zindanda geçen günlerde çok çok namaz kılar, orada
bulunan mahkûmlara öğüt verir, nasihat ederdi. Hasta olanlara ilâçlar yapardı. Rüya görenlerin
rüyalarını yorumlardı. Yûsuf (A.S.)'m tâbir ettiği rüya, yorduğu gibi çıkardı. Çünkü Hakk Teâlâ, Yûsuf
(A.SJ'a rüya tâbirini öğretmişti. Hz. Yûsuf rüya yorumlamasında o kadar şöhrete erdi ki, bütün rüya
görenler sabah olduğu zaman O'na gelir, rüyalarını tâbir ettirirlerdi. Bir kişi hasta olsa, Yûsuf (A.S.)
o'na hizmette bulunurdu. Zindandakilerden biri yoksul olsa, nafakası olmasa, Yûsuf (A.S.) o'na
yiyecek verirdi. Kendisinde olmasa bile başkalarından temin ederdi.

1QQ

~- J <j&

öyle ki, zindan halkı O'nun yüzünden rahata ka,vuş-muştu.

Meğer o zindanda sultanın adamlarından iki mahkûm varmış. Birisi sultan'ın şarap sunucusu, ötekisi
de aşçıbaşısı imiş. Bunlar sultanı kızdırmışlar, o da cnlan zindana attırmıştı.

işte bu iki kişi, zindanda, Hz. Yûsuf'un iyiliğini, lûtfunu ahlâkını ve rüyaları yorumlayıp doğru çıktığını
gördüler. Zindancıya:

126
127

«Bu delikanlı kimin nesidir? Ne günâh işlemiştir }•-: zindana atılmıştır?» diye sordular. Zindancı
da .-

«Bu genç, Mısır Azîz'inin kölesidir. O da sultanın hazinebaşıdır. O'nun kansiyle ilişki kurdu diye
zindana atıldı!» diye cevâb verdi.

Bu cevâb üzerine, Sultan'ın adanılan kendi aralarında şöyle konuştular .-

«Düzmece bir rüya söyleyelim. Bakalım bu genç söylediğimiz rüyanın düzmece olduğunu bilecek
mi? Ve nasıl yorumlayacak?» Çeşnicibaşı, şarap sunucu arkadaşına:

«önce sen söyle!» dedi. O da, Yûsuf (A.S.)'a:

«Ben rüyamda kendimi şarap sıkarken, yâni şarap yapmak için üzüm sıkarken gördüm.»

Çeşnicibaşı:

«Ben de düşümde başımın üzerinde bir sini ekmek gördüm. Havadan kuşlar gelip o ekmeği benim
başımdan yiyorlardı.» (Yûsuf sûresi, âyet: 36), dedi.

Sonra ikisi de Yûsuf f A.SJ'a:

«Bize bu rüyalarımızı yorumla! Biz seni iyi kişilerden sanmaktayız.» dediler,

Yûsuf (A-SJ, rüyalarının uydurma olduğunu anladı. Bu rüyayı görene ecelin yaklaşmış, ölüm
görünüyor demedi. Çünkü rüyasını tâbir etse, gönlü kırılacaktı :

— 190 —

«Buna zindanın derdi yetişir, bir de düş derdini işitmesin!» dedi. Bir süre hiç tınmadı, sesini çıkarmadı.
Çünkü usta rüya yorumcularının âdetleri böyleydi. Bir kişi ona ne zaman rüyasını söylese,- o rüyadan
ona zarar gelecekse, rüyayı tâbir -etmezlerdi. Başka sözlerle vakit geçirirlerdi. Meğer ki o kişiler puta
tapmakta imişler. Yûsuf (A.S.), onları Allah'a davet etti. Dedi ki .-

«Ey zindan arkadaşlarım, ağaçtan, tahtadan dizilmiş uydurma ilâhlara tapıyorsunuz. Allah diye
bunca putlara tapmaktansa BİR ve eşi, benzeri olmayan Kâinatın Yaratıcısı olan Allah'a tapmak daha
hayırlı değil midir? O Allah ki bütün istediğini kahredicidir.» ı Yûsuf sûresi, âyet: 39). Ve devamla
sordu :

«Kâinatın Yaratıcısı olan Allah'ı bırakıp da tapınış olduğunuz ilâhlar, sizin ve atalarınızın tapmış
oldukları birer taş ve tahtadan başka birşey değildir. Kakk Teâlâ onlara ibâdet etmek için hiç bir
hüküm indirmemiştir. İşte doğru ve gerçek hüküm Allah'ındır. O Allah ki kendisine tapılmasım, gayrıya
tapıl-mamasını buyurmuştur. İşte HAKK Dîn budur. Ama, halkın çoğu bunu bilmezler.» (Yûsuf sûresi,
âyet: 40)

Hz. Yûsuf sözlerini şöyle sürdürdü:

«insanlar bu Hakk Dîni bir tarafta bırakarak, putlara taparlar!»

127
128

Onlara daha çok şeyler söyledi. Umduğu şey, bunları başka şeylerle oyalamak ve rüya tâbirini
unutturmaktı. Fakat Yûsuf (A.S.) onları söze tuttukça, on ların da rüyalarının tâbirine ısrarları arttı.
Kurtuluş çâresi olmayınca; onlara :

«Ey zindan arkadaşlarım! dedi. Sizin biriniz sultanın şarap sunucusu olacaktır.» (Yûsuf süresi, âyet:
-*!).

Sonra şarap sunucuya:

— 191 —

«Seni sultan yanma alacak* Yirîe eski mertebe ne ulaşacaksın, Sultanın yakını olacaksın!» dedi.
Çeşnicibaşı için de şu yorumda bulundu .-«Başından kuşların ekmek yediği ise, asılacak, idam
edilecek, başını kuşlar delip içinde beynini yiyecektir.» (Yûsuf sûresi, âyet.- 41)-

Bu yorumlardan sonra, adamlar: «Biz sana yalan söyledik, rüya görmemiştik. Maksadımız seni
denemekti, anlamaktı!» dediler. Yûsuf (A.S.) da.-

«Anlamak istediğiniz şey öyle hükmolunmuştur. Elbette başınıza gelecektir.» (Yûsuf sûresi, âyet: 41)
deyip, sözlerini şöyle bitirdi .-

«îster hayır, ister şerr olsun ağzınızdan çıkan söz faldır, söylediğim gibi olacaktır!»

Yûsuf (A.S.), şarapsunucuya döndü, şöyle dedi: 'Ne zaman sultanın huzuruna varırsan ve yine
mertebene erişirsen beni sultanın yanında an!» (Yûsuf sûresi, ayet: 42). Ve sözlerine şu dileği ekledi .-

«Ona: "Zindan içinde bir genç vardır. Garibtir. Günâhı olmadığı hâlde O'nu hapsetmişlerdir!" de. Be-
iji huzuruna getirtsin, hâlimi sorsun!»

Fakat Şeytân, şarap sunucuya Hz. Yûsuf'u unutturdu. Sultana söylemeyi aklına getirmedi- Aradan
tam yedi yıl geçti.

Hazret-i Yûsuf, Halik'i Yaradan'ı unutup çâreyi, dermanı mahlûktan umdu ve bundan ötürü Hakk Te-
âlâ katında O'nun mertebesine, yüce derecesine noksanlık geldi, denilmesin. Unutturmayı Şeytân'a
yüklemesi Hz. Yûsuf'un kendi katında izzet ve azametine bir delil, bir işarettir. Bundan dolayı Hz.
Yûsuf'a bir zanda bulunulmasın. Bunu aslı şudur.- Her gam, her gussa ve her sevinç Allah'tan gelir.
Hakk Sübhâ nehû ve Teâlâ bir kulunu belâdan kurtarmak istese,

— 192 — -

çok kere, O'na bir şeyi zahirde sebep kılar. Gerçi, kurtuluşa sebeb olan hakikatte Allâhtır ki,
«Müsebbib-i esbâb», yâni sebebleri vücûda getiren, Yaratan'dır. Lâkin zahirde, bir sözü, ya da bir
kimsenin dileğini ve şefaatini sebeb kılar, vesile eyler. Veliler ve Nebiler, Hakk Teâlâ'nın dostlarından

128
129

ve kendisine yakın olan kullarındandır. Onlar gönüllerini Allah'a bağla mışlardır. Onlar, her şeyi
Yaratan'dan, Hâlik'ten bilirler. Yaratılan mahlûktan bilmezler. Ama Hz. Yûsuf'un hatırına şöyle bir
düşünce geldi.- Belki Hakk Teâlâ, şarap sunucunun sultanın önündeki sözünü kurtuluşuna sebeb
kılmıştır. Bundan ötürü o'na hâlini bildirerek : «Beni sultanın katında hatırla, an!» demişti.

Haberde geldiğine göre; Hz. Yûsuf, bu sözü söyleyince, Hakk Teâlâ, O'nu azarladı ve Cebrail (A.S.) "ı
O'na yolladı. Cebrail (A.S.), O'na:

«Ey Yûsuf! Hakk Teâlâ sana: "Seni kim yarattı?" diye soruyor!» dedi. Yûsuf (A.S.) .-

«Allah yarattı!..» diye cevâb verdi. Cebrail (A-S.) yine sordu .-

«Bu hayat ve güzelliği sana veren kimdir ki dünyaya senden güzel kimsenin gelmediğine bütün dünya
halkı inanmıştır?» Yûsuf (A.S.) şu cevâbı verdi: -Bana bu hayâtı ve güzelliği, beni yoktan yaratan Allâhü
Teâlâ verdi.» Cebrail (A.S.) yine şöyle sordu .-«Baban Yâkûb'un oniki oğlu vardı. Bu oğulların içerisinde
seni Yâkûb'a kim sevdirdi?» Hz. Yûsuf .-«Allâhü Teâlâ!» diye cevâb verdi. Cebrail (A.S.) : «Yâ senin
kardeşlerin seni öldürmeğe söz ve el birliği edince seni kuyuya bırakmalarını onların gönlüne kim
saldı?» Hz. Yûsuf:

«Allâhü Teâlâ!». Cebrâîl (A-S.) .

F./ıa

— 193 —

«Ya o helak olmandan seni kim korudu? Kim sakladı?» Hz. Yûsuf:

«Allâhü Teâlâ!» Cebrail (A.S.) :

«O kervanı kuyu önüne kim uğrattı ki onlar seni kuyudan çıkarıp Mısır'a getirdiler?» Yûsuf (A.S.)
yine:

«AUâhü Teâlâ!» diye cevâb verdi. Cebrail (A.S.) :

«Ya Mısır'a gelince seni Mısır Azîz'inin yanına kim verdi ki Mısır'da ondan daha ulu kişi yoktu ve seni
haris ve zelil olmuş bir kişinin eline bırakmadı.» Hz. Yûsuf:

«Allâhü Teâlâ!» diye cevâb verdi. O zaman Ceb-nıil (A.S.) :

«Madem ki, bunca şeylere sebeb olanın Allâhü Te-iâ olduğunu biliyorsun, seni o Allah bu zindandan
kurtarmağa sebeb olamaz mıydı ki, O'nu unuttun, başka birisinin sebeb olmasını diledin?»

Hazret-i Yûsuf, Cebrail (A.S-)'dan bu sözleri işitince Hakk Teâlâ'dan utandı. Ağlamaya başladı. Yûsuf
adının sabrediciler defterinden silinmesinden ve o yüce dereceden aşağı düşmesinden korktu. Yûsuf
(A.S.) o kadar ağladı, inledi ki gözlerinden yaşlar sel gibi aktı. Hakk Teâlâ, O'na acıdı, günâhlarını
bağışladı, tevbesini kabul etti. Cebrail (A.S.) yeniden gelerek O'nun gönlünü teselli etti.

Ama bu azarlama Hazret-i Yûsuf'a tazim ve izzet azandır. Bir ceza değildir. Evliya ve Nebiler hakkında
bunun gibi şeyler hatıra geldiğinden ötürü, sen, Yûsuf (A.S.) hakkında yanlış inançta bulunmamalısın!

129
130

***

Şimdi asıl maksada gelelim. Yûsuf (A.S.) dedi ki: «Ey Cebrail, Hakk Teâlâ beni niçin zindana attı?»
Cebrail (A.S.) :

— 194 —

«Sen kendini zindana lâyık gördün!» dedi. Hz. Yûsuf:

«Babamdan ne haber var?» diye sordu ve şu haberi aldı:

«Babanın ağlamaktan gözleri görmez oldu.» Yine sordu.-

«Hakk Teâlâ beni babamdan niçin ayırdı?» Cebrail (A.S.) da şu cevâbı verdi:

«Hakk Teâlâ, Yâkûb'un senden başkasını sevmesini istemedi. Senin için Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu:

«Şeytân, sultanın yanında O'na Yûsuf'u anmayı unutturdu. Yûsuf bu yüzden nice yıllar daha
zindanda kaldı.» (Yûsuf sûresi, âyet: 42)

Bu âyet-i kerime'deki «BÎD'A» kelimesi Arapça'da «beş yıl ile on yıl arasında» anlamına .gelir.
Tefsîrci-ler: «BİD'A'dan murâd, yedi yıldır,» demişlerdir. Vak-tâ ki şarap sunucu, Sultanın katında en
yakınlarından oldu, tam yedi yıl Yûsuf (A.S.)'ı hatırına bile getirmedi, O'nu anmadı.

MISIR MELİKİ'NİN RÜYA GÖRMESİ

VE BU RÜYAYI YÛSUF (A.S.)'İN YORUMLAMASI

Hakk Sübhânehû ve Teâlâ, Hz. Yûsuf'u belâdan kurtarmayı dilediği vakit; Mısır sultam yatağında
acâ^ ib bir rüya gördü. Kur'ân-ı Kerim'de bu rüya hakkında şöyle Duyurulur:

«Bir gün Mısır hükümdarı şöyle dedi: "Rüyamda gördüm ki yedi semiz ineği, yedi cılız inek yiyor ıre
yedi yeşil başağı da, diğer yedi kuru başak sarmalayıp onlara galip gelmiş. Ey ileri gelenler, eğer rüya
tâbiri yapabiliyorsamz, benim bu rüyamı hâllediniz.» (Yûsuf sûresi, âyet: 43).

— 195 —

Mısır hükümdarı bu rüyasını ülkesindeki bütün rüya tâbircilerine, müneccimlerine anlattı. Fakat,
hiçbirisi bu rüyayı yorumlayamadı.

«Onlar.- "Bu gördüklerin karma karışık rüyadır. P»iz böyle karışık rüyaları tâbir edemeyiz." dediler.»
(Yûsuf sûresi, âyet: 44)

Âyet-i kerîme'deki «Edgas Ahlâm», «itibarsızdır» demektir. «Biz böyle rüyanın tevilini bilmeyiz!»
dediler.

Mısır sultanı bu haberi işitince rahatı kaçıp; yemekten, içmekten kesildi, içine korku doldu- Fakat .-«O
zindanda yatan iki kişiden birisi kurtulmuştu, nice zaman geçtikten sonra Hazret-i Yûsuf'un söylediği

130
131

sözü hatırladı: "Ben size bu düşün tâbirini haber veririm. Bir kişi yorumlar bu rüyayı. Beni gönderin,
getireyim!" dedi.» (Yûsuf sûresi, âyet: 45) Bunun üzerine Sultan .-

«Var git! O'nu getir!» dedi. Sara b sunucu zindana geldi. Hz. Yûsuf'a :

«Ey gerçek sözdü Yûsuf! dedi. Şu rüyanın tâbirini bana söyle,* ki yedi halsiz inek, yedi semiz ineği
yemiştir. Sonra da yedi kuru buğday başağı, yedi yaş (taze) buğday başağını yer. Bu neye işarettir?
Bana bildir.» (Yûsuf sûresi, âyet: 46)

Genç adam sultanın gördüğü rüyayı böylece anlattı! Hz. Yûsuf da Hakk Teâlâ'dan gelecek inayetin
vakti geldiğini anladı. Bu rüyanın kendisinin zindandan kurtulmasına sebeb olacağını bildi. Hâline sabır
etti: «Beni buradan çıkarın. Sultanın huzuruna götürün, rüyasını tâbir edeyim!» demedi. Aksine
gösteriş yapmadan, rüyayı yorumladı Çünkü, daha önce .-«Sultanın yanma vardığında beni
hatırla!» dediğine pişman olmuştu. O'na şöyle dedi:

-. 196 —

«Yedi yıl birbiri ardınca ekin ekiniz. Ekinleriniz kemâle erince o vakit biçtiğiniz buğdayı çıkarmayınız.
Biçtiğiniz buğdaydan, biçtiğiniz kadannı doğunuz. Kalanını başağında ve kılçığında bırakınız, öyle
kalsın, dursun. Bundan sonra yedi zahmetli yıl gelecektir. Bu topluluğunuz o zahireyi yedi yıl içinde
yiyesiniz. Çünkü, sonraki yılların içinde kıtlık olacaktır, ekin olmayacaktır. O semiz sığır da, o ucuzluğa
işarettir ki ekinler olur, buğdaylar çoğalır. Ağaçlarda yemişler çok olur. O yeşermiş buğday başaklan o
ekinin bolluğuna işarettir.» (Yûsuf sûresi, âyet: 47, 48).

«O zayıf sığır da şuna işarettir ki sonra gelen yedi yıl kıtlık olacaktır. Toprakta buğday tanesi yetiş-
miyecek, ağaçlarda yemiş olmayacaktır. Bu önceki yıllarda topladığınız buğdaylar size o kıtlık yıllarında
lâzım olacaktır. Başağında duran buğday, başakta ne kadar durursa dursun yemeye ziyan olmaz. Ama
dö-ğülüp savrulan o buğday ondört sene kalmaz.» (Yûsuf (A.S.) sonra şöyle devam etti:

«Bu opdört yıldan sonra bir yıl gelecek ki o yılda yağmurlar çok yağacak, yemişler bol olacak.
Memlekette ucuzluk, rahatlık olacak, Bütün ülke halkı refah ve saadet içinde olacaklar.» (Yûsuf sûresi,
âyet .-49).

Hz. Yûsuf, o onbeş yılda ne olacağını kendiliğinden söylemişti. Çünkü kıtlık yılından so'nra ülkenin
ne olacağını bilmezlerdi. Yûsuf (A.S.) o vakitlerde olacak ucuzluklardan da haber verdi. Bunu
bildirmesinin sebebi (Mısırlıların) hatırlan hoş olup Allâhü Teâlâ'ya şükretmeleri içindi. Zâten
tâbircilerin âdeti ne zaman zahmetli, sıkıntılı bir şeyden haber verseler, ardından iyi bir söz de
söylerlerdi. Böylece çok ki-Şlnin gönlünü hoş tutarlardı. Yûsuf (A-S.) da bu son

—- 197 —-

yıllan, bundan ötürü haber verdi. Yoksa rüyada o yulara bir işaret yoktu.

131
132

Yûsuf (A.SJ şarap sunucuya bu rüyanın yorumunu söyleyip, buğdayı kıtlık yıllan için nasıl saklamak
gerektiğini bildirince, o kişi de sevinip sultanın yanına^ vardı. Yûsuf (A.SJ'dan duyduklarını haber
verm. Sultan bunu işitince çok beğendi ve:

••Varın o kişiyi benim huzuruma getirin! dedi» C Yusuf sûresi, âyet: 50).

Sultan, şarap sunucusunu yeniden zindanda bulunan Hz. Yûsuf'un yanına gönderdi. O'nu zindandan
çıkartıp yanına getirmesini istedi. Şarap sunucu da wz. Yûsuf a gelerek O'nu saraya davet etti. Hz
Yûsuf, Hakk Teâlâ'nın kendisini esirgediğini anladı Zin-oan belasından kurtuluş vaktinin geldiğini
anladı Ama acele etmedi, sabretti. Hz. Yûsuf un sabrına o zamanın halkı ye ondan sonra gelen
peygamberler Şaşıp kaldılar. Hattâ Abbas oğlu Abdullah (Allah ondan razı olsun) şöyle demiştir:

A vî-ÛSUf SOreSİ> Hazret-i Muhammed Mustafâ (S A.VJ m -üzerine indiği zaman, Müslümanlara bu
sûreyi hemen okuyuverdi. O âyet şudur:

. «İrcig ilâ Rabbİki» âyetine gelince Peygamberimiz Aleyhis-salâtü Vesselam şöyle buyurdu: '
"Allah rahmet eylesin. Karındaşım Yûsuf'a sultanın adamı geldiği zaman acele etmedi, sabır etti fcger
Onun yerinde Ben olsaydım. Sultandan elçi gel-aıgı zaman kapıya seğirdirdim!"

- Gerçekten, sultandan «Gel!» diye haber yetişince Yusuf zindandan çıkmadı, gönlünden şöyle
düşünceler geçti: Dedi ki:

-Gideceğim yer Mısır sultanının yanıdır. O ulu bir padişahtır. Beni ona iHm ve hikmetle doludur diye
anlatmıştır. Bundan ötürü beni çağırmıştır- Bu hâ-

198 —

limle onun katına varırsam elbette beni zindan defterine yazmışlardır, benim adımı o defterde görür
ve: Bu bir kadınla suç işlemiştir, bundan ötürü zindana atılmış!" der. Bunu işitenler de inanırlar,
"Gerçektir" derler Bundan kötü ne olabilir ki adım hâin ve ev yıkıcı olur. Benim de sultan nazarında ne
kadrim, ne de kıymetim, olur. Benim bu günâhtan uzak oldu -ğum, günahsız bulunduğum sultanın
yanında ortaya çıkıncaya kadar onun huzuna varamam!» dedi. O zaman saraydan gelen adama şöyle
dedi:

«Yürü var, efendine de ki, turunç yerine ellerini kesen o kadınlar ellerini niçin kesmişlerdir?. Ö
mecliste neler geçmiştir? Onu da sorsun. İşin gerçeğini öğrensin. Benim hakkımda ne yolda şahitlikte
bulunurlar ve benim günâhım nedir, neden ötürü zindana konuldum ve efendimin hâtûnu o kadınlara
neler söyledi, işitsin, ben ondan sonra huzura çıkarım.» (Yûsuf sûresi, âyet: 50)

Yûsuf (A.S.)'ın bu mes'ele kadınlardan sorulsun, demesinin sebebi; bu sim yalnız kadınların bilmesin-
dendi ve Zelihâ onların önünde ikrar etmiş ve:

«Ben bunu seviyorum, o benden kaçıyor, eğer bara başeğmezse onu zindana attırırım!» demişti. Ka
-dınlar da:

«Ey Yûsuf! Sana ne ziyanı var, bunun arzusunu kabul et!» demişlerdi. Yûsuf (A:S.) da:

132
133

«Bunun dediğini yapıp arzusunu yerine getirmek -tense zindana girmek daha hayırlıdır!» diye cevâb
vermişti, îşte bundan ötürüdür ki Yûsuf (A.S.) :

«Bu hâdise o kadınların yanında olmuştu. Onlar, bu olanları işitmişlerdi, onlardan sorun!» dedi.

Sarayın adamı geri döndü ve sultana Hz. Yûsuf un söylediklerini bildirdi. Sultan ise bu hâdiseye
şaşırdı. Onun sabnm ve tedbirini beğendi. Hemen adam

1QO

—— jityty ^^^

«ünderip, o beş kadını ve Zelihâ'yı birlikte çağırttı. On-îara dedi ki:

«Yûsuf'un nefsine yaklaşmak istediğiniz zaman ne hâlde idiniz?» (Yûsuf sûresi, âyet: 51),

«Yûsuf'u kendinize davet ettiğiniz zaman siz mi ö'na kasd ettiniz, yoksa O mu size kasd eyledi?» diye
sordu. Onlar da .-

«Allah esirgesin, biz hiç de Yûsuf'un fenalığını görmedik. Ve Azîz-i Mısır'ın bu hâtûnu Zelihâ bize:
'Ben Yûsuf'u sevdim. Kendisini diledim. O isteğime uymadı!" dedi diye cevâb verdi. Zelihâ da sultanın
önünde ikrarda bulunarak şöyle dedi: "Şimdi hak ortaya çıktı, Yûsuf u ben diledim. O beni reddetti. O
gerçekten doğrulardandır."» (Yûsuf sûresi, âyet: 51).

Evet, Zelihâ doğruyu söylemişti. Kendisi çok ça-hştı ise de Yûsuf (A.S.) o'na uymadı. Kendisine uy-
mayıp başeğmediği için zindana attırmıştı. Hz. Yûsuf doğru söylüyordu. Bu işte hiç bir günâhı yoktu.

Mısır sultanı yanında Hz. Yûsuf'un doğruluğu bel-1: olunca, O'na mes'elenin ne olduğunu söyledi.
Hz. Yûsuf (A.S.) da bunu işitip sevindi- Çünkü halkın içinde kendisinin doğruluğu ve dürüstlüğü
bilinmişti. Şöyle demişti:

«Kadınları konuşturmaktaki dileğim Aziz-i Mı -sır'a arkasından hainlik etmediğimi, vezir bilsin ki,
hakikaten ben ona hainlik yapmadım ve muhakkak ki, Allah, hâinlerin hilesini muvaffakiyete
ulaştırmaz.» (Yûsuf sûresi, âyet: 52)

O zaman Hz. Yûsuf a bir hâl geldi. Kendisini iyi kimselerden bildi. Nefsini denemek ve o hâli
kendisinden uzaklaştırmak için şöyle dedi:

«Ben nefsimi iyidir demiyorum- Kişinin nefsi kötü şeylere emirler buyurur. Bu şeyde benim doğru •
lıığum belirse ne var? İl'in bilmediği ne yaramaz is-

200 —

lerim vardır. Nefsin şerrinden kimse kurtulamaz. Meğer ki onlan Hakk Teâlâ esirgemiş ve nefsinin
belâsından saklamış olsun.» (Yûsuf sûresi, âyet: 53) Mısır sultanı o zaman şu emri verdi: «O genci
bana getirin. Ben O'nu kendi nefsim için ve kendi işlerim için hâs kişi eyliyeceğim. O'nun gibi akıllı ve
bilgili bir kişi bana gerektir.» (Yûsuf sûresi, âyet.- 54)

133
134

Sultan Hz. Yûsuf'u hemen Aziz-i Mısır'dan, satın aldı. Sonra azâd etti. Zelihâ, Aziz-i Mısır'ın nikâhı
altında iken Aziz-i Mısır öldü. Hz. Yûsuf da Zelihâ'yı nikahladı.

* **

Bir rivayete göre de; Sultan, Azîz-i Mısır'ı çağırdı. Bu olan bitenleri o'na bildirdi. Aziz-i Mısır da
Zelihâ'-yj boşadı Ve Sultan O'na.-

«Yûsuf'u bana ver!» dedi. Azîz-i Mısır:

«Ben kulun ölünce, o kimin olur? O, azâd olsun!» dedi.

Sekiz yıl sonra Yûsuf (A.S.) Zelihâ'yı nikahladı.

Vaktâ ki Yûsuf (A.S.) 'ı zindandan çıkardılar. Zindan haJkı ağlaştılar. Yûsuf, onlara veda etti. Onlar için
hayır dualarda bulundu. Ve duasında şöyle dedi:

«Yâ İlâhî! Sâlihlerin gönlünü bunlara şefkatli kıl. Bunlardan haber gizleme. Şundan ötürüdür ki
zindan halkı, şehirlerde olan haber ve havadisleri başka halktan daha çok bilirler.»

* * *v

Bundan sonra Yûsuf (A.S.Kı hamama götürdüler. Yıkandı. Zindan kokusu ve vücudunda olan kirler
git-tj- Daha sonra hil'atlar giydirdiler. Yûsuf (A.S.)'ı sultanın huzuruna getirdiler. Sultana selâm verdi.
Vs Ibranîce duada bulundu. Sultan da:

«Bu lisan ne lisanıdır?» diye sordu. Hz. Yûsuf da .

— 201 —

«Babamın ve dedemin dilidir!» diye cevâb verdi. <@ysa suttan yetmiş türlü lisan konuşurdu. Bu
dillerden hangisini söyledi ise Yûsuf (A.S.) o dilden cevâb verdi- Henüz küçükken O'nun, bunca dili
bilme si sultana acâib geldi. O, her ne söz söyledi ise sultan beğendi. Ve şöyle dedi:

«Bundan sonra sen benim malımın ve hazînelerimin üzerine emin ol!» (Yûsuf sûresi, âyet: 54)

Bu suretle Hz. Yûsuf, sultan katında saygılı, sözü makbul bir kimse olmuştu. Eğer ilk buyrukta
sultanın huzuruna gelmiş olsaydı, o'nun katında özür dilemek ve o suçlamaları üzerinden atmak
zorunda kalırdı. Yûsuf (A.S.) sabretti. Böylece de umduğu temizliği, paklığı ve doğruluğu sultan
tarafından bilinmiş oldu. Hiç özür dilemeğe hacet kalmadı. Sonra, sultan Hz. Yûsuf'a:

«Şimdi, bu gördüğüm rüya için ne dersin!..» dedi. Hazret-i Yûsuf da ona şu cevâbı verdi:

«Gördüğüm çâre şudur: Bu ucuzluk yıllan içinde çok çok buğday ektiresin. Bütün ambarlara sapıyla,
demetiyle doldurulsun. Halkın da ektiği buğdayın beşte birini satın alasın. Depo yapasın. Bu zahireler
iyi saklansın, ki gelecek kıtlık yıllan içinde kul: lanılabilsin. Böylece buğdayın sapı da davarlara ot,
saman ve yem olsun. Taneleri de Mısır halkına ve ülkende bulunanlara yeterli olsun. O vakit toplanan

134
135

bu hububat satılır. Anbarlannda o kadar mal toplanır ki senden önce gelen sultanların katında
görülmemiş hâl alır.»

O zaman Mısır sultanı:

«Söylediğin bu işler kimin elinden gelir? Bu söylediklerin nasıl saklanır?» diye sordu. Hz. Yûsuf:

«Beni bu işlerin üzerine memur koy. Mısır

sinin buğday hazinelerini ve anbarlarmı bana ısmarla. Ban emin olup doğrulukla anbarlan doldurayım.
. Ben onların nasıl korunacağını bilirim!» (Yûsuf sûresi, âyet: 55) dedi.

Böylece Mısır sultanı da Yûsuf (A.S-)'ın dediğini yaptı. Ne kadar anbarlan ve hazîneleri varsa Hz.
Yûsuf'a teslim etti. Ö da her yana adamlar gönderdi. Bol bol başaklı buğday, arpa, mısır ektirdi. Elde
ettiklerini anbarlara koyup sakladı.

***

Ama sen şunu iyi bil ki, Hz. Yûsuf'un sultana .-«Beni, .hazinelerinin üzerine emin kıl,» demesini
O'nun dünyaya haris olmasına yorma. Hem de O'nun Bey'liğe veya ululuğa heves ettiğini sanma.
O'nun bu sözlerinden muradı iki şeydi: Biri şudur: Sultan, O'-na ihsanda bulundu. O'nu o belâdan
kurtardı ve satın aldı. Sonra da kulluktan azâd kıldı. Sarayında aziz ve hürmetli eyledi. Yûsuf (A.S-) da
kulluk hakkını yerine getirmeyi diledi. Ve sultanın ihsanı karşısında sultanın yolunda faydalı olacak bir
hizmet görmek istedi. Bir hizmet de şuydu : Bu hizmet yüce, ulu bir hizmetti. Başka bir kişi hazîne
emini olsaydı, belki yoksul kimselere zulüm ve haksızlık eder diye ihtiyatlı davrandı. Hem, hububatı
onlar kendi bildikleri gibi saklarlarsa çürüyüp gitmesinden korktu. Sultanın malına ve hazînesine ziyan
gelir diyerek, oundan ötürü.- «Beni malına ve hazînene koruyucu koy!» dedi. Bunun üzerine de Mısır
sultanı, O'nu hazînelerinin ve anbarlannın üstüne Emîn kıldı, ilk yedi yılın içinde ne kadar hububat
elde edildiyse, Hz. Yûsuf'un dediği yolda saklandı. Ve Yûsuf (A.S.), anbarlara ken-di mührünü vurdu.

— 202

203

HZ. YÛSUF'UN, ZELİHÂ İLE EVLENMESİ

135
136

Haberde şöyle gelmiştir: Hazret-i Yûsuf zindandan çıktıktan sonra iki yıl geçince, Zelihâ'nm kocası ve
Hazret-i Yûsuf'un efendisi olan Azîz-i Mısır öldü. Sultanın bütün mal ve hesaplan Hz. Yûsuf tarafından
bilinmekteydi. Bundan ötürü sultan bütün hazînesini O'na ısmarlamıştı, emânet etmişti. Yûsuf (A.SJ
Mı-fcir sultanının hazinedarı olmuştu. Bu.-hâl üzerine birkaç gün geçtikten- sonra, Sultan O'na.-

«Ey Yûsuf! Şu doğruluğunu efendin hakkında göstermiştin, o'nun tuz ve ekmeğini yedim diye. Evine
ve ailesine hıyanet etmedin. Şimdi ise benim gönlü m Zelihâ ile evlenmeni diliyor.»

Hz. Yûsuf da sultanın bu sözünü kabul etti. Sultan, Zelihâ'yı Hz. Yûsuf'a verdi. Yûsuf'la Zelihâ bir-
araya geldikleri zaman Zelihâ'mn gönlüne şöyle bir kaygı düştü .-

«Ben Yûsufu sevdiğimden" ve O'na gönül verip yatağıma çağırdığımdan ötürü, Yûsuf öyle sanır ki
ben başka kimselere de öyle yaparım. Ve beni hâin bir kadın sanır.»

Zelihâ, bu düşüncede iken Hz. Yûsuf O'na elini uzattı. Zelihâ, Hz. Yûsuf'tan geri çekti kendisini.

«Ey Yûsuf! Bana izin verirsen sana bir sözüm var. Onu söyleyeyim.» Hazret-i Yûsuf da •. «Söyle yâ
Zelihâ!» dedi. O da: «Ey Yûsuf! Ben, seni sevdiğimden ve sana bu yolda bağlandığımdan ötürü beni
kötü ve hâin bir ka dm olarak tanıma! Senden başkasına da böyle yapacağımı sanma. Erkek senin gibi
olursa, dünyada senden güzel olmazsa ve kadın benim gibi olur ve gençliğin, güzelliğin çağında
bulunursa, koca eksik güç olur ve karısına erkekliğini göstermeye gücü ol-

204 —,

mazsa, bu hâller ile kadın senin gibi bir yiğide göıiül verse, O'nu mazur görmek gerek olduğu gibi,
yaptı ğını ayıplamamak da gerektir. Sen bil ki ey Yûsuf! Ben hiç bir zaman erkek istemedim. Ve senden
başka bir kişiye gönül vermedim. Ve kimse bana el uzatmış değildir. Ben ise Allâhü Teâlâ'nın mührü
ileyim. Anamdan nasıl doğdu isem öyle kız oğlan kızım!»

Yûsuf (A.S.) bu sözleri işitince sevindi, Zelihâ'-ya el uzattı- O'nu, gerçekten kız buldu. Tâ ömrü sona
erinceye kadar birlikte yaşadı.

[Hakk Teâlâ, bütün Peygamberlerin kadınlarını zinadan korumuş, saklamıştır. Kâfir bir kadın da olsa
zinaya meyletmemişlerdir. Ve hiç bir Peygamber de zevceleri gibi günâh işlememişlerdir. Hattâ
Peygamberlik gelmezden önce de puta secde etmemişlerdir. Nasıl ki İbrahim (A.S.) 'ı çocuk iken
babası zorlar, puta secde ettiremezdi.]

Yûsuf (A.SJ, Zelihâ ile uzun seneler yaşadı. Hz. Yûsuf'un, Zelihâ'dan iki oğlu oldu. Birisinin adı Efrâ-
yim, ötekisinin adı Menşâ idi. Yûsuf (A.S-), sultanın bütün malını ve hazînelerini avucu içine aldı. Daha
sonra sultan O'na Vezirlik de verdi. Bütün Mısır ülkesini Hz. Yûsuf'a emânet etti. Sultan, Yûsuf (A.S.)'a
danışmadan, O'nun buyruğu olmadan hiç bir iş yapmazdı. Mısır ülkesinde n& iş yapılacaksa, Yûsuf
(A.S.) o işi yapar, kimse manî olamazdı. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştur:

«Biz Mısır ülkesinde Hazret-i Yûsuf'a o kadar güç verdik ki, O ne dilerse onu yapardı, O ne dilerse, o
olurdu. Biz rahmetimizi kime dilersek O'na yetiştiririz. İyilerin, iyiliğini ve âhiret mükâfatını
kaybettirmeyiz.» (Yûsuf sûresi âyet: 56)

Şöyle de rivayet edilir.- Zelihâ günâhını itiraf et tiği zaman kocası o'nu boşamıştı. Çok kişi o'nunla

136
137

-— 205 —

evlenmek istemiş, fakat hepsini reddetmiş, evlenmemişti. O, Hazret-i Yûsuf'un aşkıyla kavrulup mest
olmuştu. Tam onsekiz yıl ağlamıştı. Her kim Yûsuf'tan bahsetse, adını söylese, onlara bahşişler
sunardı. Ve Hz. Yûsuf un resmini duvara çizdirmişti. Dâima o re-sime bakar:

«Ey Yûsuf!» diye ağlardı. O öyle bir hâle geldi ki gözleri görmez oldu. Beli büküldü. Malı da
kalmayarak yoksullaştı. Bütün dostları ondan yüz çevirdiler.

3ir gündü. Hz. Yûsuf gezintiye çıkmıştı. Geri dönerken Zelihâ'ya:

«îşte Yûsuf geliyor!» dediler- O da:

«Beni, O'nun yoluna götürün!» dedi. Onlar da Ze-îihâ'yı alıp Hz. Yûsuf'un yolu üzerine götürdüler.
H-/. Yûsuf O'na yaklaşınca, Zelihâ şöyle seslendi:

«Ey nefsine sabreden kişi. Kul iken saltan, sultan iken de kul olunurmuş!» Hz. Yusuf bu sözleri işitti:

«Şu söz söyleyeni sorun, kimdir? Kimin nesidir?» dedi. O'na:

«O, Zelihâ'dır!» dediler. Hz. Yûsuf da atının başını çekti:

«Ey Zelihâ! îyi misin? Hoş musun?» diye sordu. Zelihâ, Hz. Yûsuf un sesini işitti, mest olup aklı
başından gitti. Yere düştü. Az sonra aklı başına geldi. Yûsuf CA.S.) da:

«Zelihâ, sana ne oldu ki böyle oldun?» diye sordu. Zelihâ da:

«Senin aşkınla yanıp tutuştum, işte bu vaziyete geldim, yoksul düştüm!» diye cevâb verdi. Yûsuf (A.
S.) :

«Ya gözlerine ne oldu?» diye sordu. O da:

«Senin için Bağladığımdan kor -oldu! »dedi. Yûsaf (A.SJ :'._..••

«Ya belin neden büküldü?» dedi. Zelihâ;

206 —

«Senin aşkın ve hasretliğin belimi büktü.»

«Ya malını neyledin?»

«Senin uğrunda, aşkının yolunda dağıttım!»

O zaman Hazret-i Yûsuf .-

«Yâ Zelihâ! Senin bende hakkın çoktur. Dile benden ne dilersen, yerine getireyim!» dedi. Zelihâ da:

«Gözlerimi dilerim! Tâ ki senin güzelliğine bakayım!» dedi. Hz. Yûsuf:

137
138

«Yâ Zelihâ bunca zahmet içinde aşkı unutmadın mı?» diye sordu. Zelihâ da:

«Kamçını bana ver!» dedi. Yûsuf (A.S.) da kamçısını o'na verdi. Kadın bir kez:

«Ahhh!» çekti. Kamçı bu ahtan ateş gibi oldu. Sonra geri verdi. Yûsuf (A.S-) da eli yanmasın di -ye
kamçıyı yere attı. Zelihâ:

«Ey Yûsuf! Bunca yıldır ben bu ateşi, yüreğimde sakladım. Sen erliğinle niçin bir saat olsun
tutamadın?» diye sordu.

Yûsuf (A.S-) bu hâli görünce içi yandı, yüreği yaralandı, özü tutuştu. Emretti. Zelihâ'yı saraya
götürdüler, Cebrail (A.S.) geldi:

«Ey Yûsuf! Zelihâ'ya sor. Cenâb-ı Hakk'tan dileği

nedir?» dedi.

Hazret-i Yûsuf da sordu. O da:

«Senin helâlin, eşin olmak! işte dileğim bu!» dedi. Yûsuf (A.S.) dua etti. Hakk Teâlâ da duasını kabul
etti. Yüce Yaradan, Zelihâ ne dilemiş ise O'na ihsan etti, verdi. Yûsuf (A.S.) da Zelihâ'yı o güzellikte
görünce candan ve gönülden O'nu sevdi, aşık oldu. Ze-hhâ'ya el atmak istedi. Zelihâ kaçtı. Yûsuf (A.S.)
O'na yetişti. Gömleğinden yakaladı. Zelihâ'nm gömleği yırtıldı. Zelihâ şöyle sordu :

«Ey Yûsuf! Dost, dostun perdesini yırtar mı?»

Yûsuf (A.S.) işlediği bu işten utandı. Zelihâ da:

— 207 —-

«Ey Yûsuf! Utanma, beraber olduk! ödeştik!» dedi.

Yûsuf (A.S.) Zelihâ'yı nikahladı. Daha önceden Zelihâ Müslüman olmuştu. Yûsuf (A.S.) O'na din,
diyanet ve şeriatı öğretmişti. Böylece Zelihâ muradına erdi. Çok sevindi, ibâdetle vaktini geçirdi.

YÛSUF ALEYHİ'S-SELÂM'IN KARDEŞLERİNİN MISIR'A GELİŞLERİ

O yedi yıl bolluk ve kolaylık geçip tamamlanınca, ondan sonra kıtlık olmaya başladı. Birinci yıl hiç
yağmur yağmadı. Halk ektiği tahılı biçip, toplayamadı. Ellerindeki tohumlukları yediler- ikinci yıl da
öyle bir kıtlık oldu ki halk aç ve perişan oldular. Gökten bir damla yağmur yağmadı. Üçüncü yıl da
böyle geçti. Bütün ülke aç kaldı, illerde hiç buğday kalmadı. Yalnız Mısır ülkesinde buğday vardı.
Mısır'dan başka yerlerde buğday bulunmadığı öğrenilince, her ülkenin halkı Mısır'a akın akın gelmeye
başladı. Ne kadar mal ve kıymetli mücevheratları varsa verip buğday aldılar. Dördüncü yıl da böyle
devam etti, altın karşılığı buğday alıyorlardı- Hz. Yûsuf ise buğday karşılığı aldığı mallan hazineye
koydu. Beşinci yıl, ne kadar mülkleri, bağları varsa buğday karşılığı verdiler. Altıncı yılda da böyle kıtlık
oldu. Yûsuf (A.S.) buğdayın yetişmiyeceğini anlayınca bir kanun çıkardı .-

«Her kişi, kendisine yetecek kadar buğday ala çak, fazlasını almayacak!» dedi.

138
139

Yedinci yıl olmuş, buğday sona ermişti- Mısır haJ ki ağlayarak dışarı çıktılar. Kırk gün yetecek kadar
ellerinde buğdayları kalmıştı. Halk açlık tehlikesi kar

şısında Hz. Yûsuf'a koştular. Hz. Yûsuf da Hakk Te âlâ'ya yalvardı, niyazda bulundu. Cebrail (A.S.)
hemen gelip .-

«Hakk Teâlâ, "Ben O'nun cemâlini görmelerini bunlara kırk gün için ni'nıet kıldım!" diye buyuruyor!»
dedi.

Hz. Yûsuf'a böyle bir ilâhi ses, emir gelince, sahraya çıktı. Yüksek bir tahta oturdu. Bütün halkı ca
ğırdı. Halk toplandıktan sonra, Hz. Yûsuf yüzündeki örtüyü kaldırdı. Onlara:

«Yüzüme bakın!» dedi. Bütün halk, o yüzü gö rünce:

«Ne yücedir şekil verenlerin en güzeli olan Allah'ın sânı!» (Mü'minûn sûresi, âyet: 14) dediler.
Alkışladılar. Yûsuf (A.S.)'in güzelliğini görünce karınlan doydu. Kırk güne vannca, gözsüz bir çocuk
getirdiler :

«Yâ Aziz! Sen dua et, ki bu çocuğun gözü açılsın.» dediler.

Yûsuf (A.S.) el kaldırıp dua etti. Gözsüz çocuğun o anda gözleri açıldı. Yûsuf (A.S.) 'in yüzünü gördü,
karnı, doydu. Bu kıtlık, daha sonra Şam iline ve Filistin diyarına erişti, îbrâhîm (A-S.) ile Yâkûb (A S.)
orada bulunmuşlardı.

Kıtlık ve açlıktan Yâkûb (A.S.) 'in kavmi âciz kalmışlardı. Mısırdan başka hiç bir yerde yiyecek
bulunmadığını bilen Yâkûb (A.S.) oğullanna şöyle dedi:

«Mısır'a varın! Biraz yiyecek getirin. İşittim ki Mısır sultanının bir hazinedarı varmış. Hububat an
barları O'nun elindeymiş. Hem de İbrahim Dîni yolunday-nwş. Gidin Mısır'a, görün ne kişidir o! "Biz de
İbrâ-bîm çocuklarıyız," diye O'na kimliğinizi bildirin. Eğer aslınızın İbrahim Dîninden olduğunu bilirse,
sizi

— 208

— 209 —

F./14

139
140

esirger, korur. Size. halka sattığından daha ucuza verir buğdayı!»

* **

Kimileri de şöyle der : «Yâkûb (A.S ) on oğlundan yalnız Bünyâmin'i göndermedi. Onu yanında ala •
koydu.»

Kimileri de: «Üç oğlunu yolladı. Bünyâmin'i şundan ötürü göndermemişti: O'nu Hz. Yûsuf'un anası
doğurmuştu. Yûsuf'tan yadigârdı. O'nun için yanından hiç ayırmazdı.»

* **

Yâkûb (A.S.)'m çocukları Mısır'a gelince, doğruca Yûsuf (A S.)'m huzuruna çıktılar. Hz. Yûsuf onları
görünce hemen tanıdı. Ama onlar, O'nu tanımadılar- Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulmuştur:

«Yûsuf (A.S.)'m kardeşleri Hz. Yûsuf un katına çıktılar. Yûsuf onları tanıdı, onlar Yûsuf'u
tanımadılar.» (Yûsuf sûresi, âyet: 58)

Yûsuf (A.S.) onlara şöyle sordu :

«Siz ne kişilersiniz? Buraya ne iş için geldiniz?" Onlar da:

«Buğday almaya geldik!» dediler. Yûsuf (A.S.) kardeşlerine kendisini tanıtmamak istedi:

«Siz buğday alıcısına benzemiyorsunuz. Casuslara benziyorsunuz! Siz bu memleketin haberini başka
bir memlekete aktarmak için buraya geldiniz!» dedi. Çocuklar da .-

«Biz bey ve padişah nedir bilen, kavimden değiliz. Biz çöllerde yaşamaktayız. Kenan ilindeniz. On-bir
kardeşiz- İhtiyar bir babamız vardır. Kendisi Peygamberdir. Adına Yâkûb derler. Lâkabı da İsrail'dir.
Beldemizde kıtlık belirdi. Mısır'dan başka bir yerde buğdayın bulunmadığını ve senin de iyi bir insan
ol-

210

tiuğunu işittik. Babamız bizi, sana gönderdi. Bize buğday vermeni diliyor!» dediler.

Yûsuf (A.S.) kendi öz bir anneden olan kardeşi Bünyâmin'in halini sormak, O'nun sağ olup olmadığını
öğrenmek için, O'nlara:

«Madem ki siz onbir kardeşsiniz, niçin biriniz yanınızda yok? O niçin sizinle birlikte gelmedi?» diye
sordu.

Yâkûb'un oğullarının hepsi şu cevâbı verdiler:

«Öbür kardeşimiz bizden küçüktür. Babamız O'nu çok sevdiği için yanından ayırmaz. Nitekim büyük
oğlunu da çok severdi. Çünkü O'nunla avunması için yanında alakoydu. Bizimle birlikte göndermedi.»
Yûsuf (A-S.) :

«Madem ki babanız Peygamberdir; niçin küçük oğlunu, büyük oğullarından daha çok seviyor? Oysa
büyük oğlunu daha çok sevmesi gerekmez mi? Ya da eşit tutması daha münasip olmaz mı?» dedi.

140
141

Onlar da şöyle cevâb verdiler:

«Küçük kardeşimizin annesinden bir oğlu vardı, adı Yûsuftu. Babamız O'nu çok severdi. O oğlunu
tesadüf eseri, koyun otlatırken kurt yedi. O'nun derdinden babamız, sevgisini en küçük oğlunda
topladı. O'nu hiç yanından ayırmaz oldu. O'nu her zaman, öteki oğlunun yerine kor, sayar, yanından
hiç bir saat ayırmaz!» Hz. Yûsuf bunlan öğrenince:

«Madem ki babanız Peygamberdir, Mısır kavmimi dinine çağırmaya niçin gelmedi?» diye sordu. On
-lar da:

«Hakk Teâlâ O'nu Kenan diyânna Peygamber gönderdi! Kendisi de çok yaşlıdır. Gözleri de görmez
oldu. Yjisuf'un derdinden ötürü -kör oldu. Şimdi de bir ev yaptırdı. Adını Beyti'l Ahzân» koydu. Her
gün 0 eve girip : "Yûsuf!" diye ağlar!» dediler.

— 211 --

Hz. Yûsuf da yüz örtüsünün altında, bu anlatılanları duydukça, gönlü dert ile doldu, ağladı. Ve on
lara ağladığını bildirmedi, şu suâli sordu:

«Babanızın sizin gibi yiğit oğullan olunca, o küçük oğlu için niye bu kadar ağlar?» Hz. Yâkûb'un
oğulları da:

«Çünkü kardeşimiz son derecede güzeldi!» dedi -ler. Yûsuf (A.S.) :

«Sizden daha çok mu hüneri vardı?» diye sordu.

Onlar da: ' '

«O çok akıllı, zâhid bir kişiydi!» dediler. Yûsuf . (A.S.), kardeşlerinden kendisi hakkında iyi sözler işi
tince duygulandı. Kendi kendisine: «Bunlar bana kötülük etti amma ben onlara iyilik edeyim!» diye
düşündü. Ve onlara döndü:

«Ben size buğdayı bir şartla veririm. Bir dahaki sefere geldiğinizde o küçük kardeşinizi de yanınızda
getirmelisiniz. O'nu bir göreyim. O'nun ne gibi hünerleri var. Babanızın, O'nu niçin hepinizden çok
sevdiğini bilip anlayalım!» dedi. Hz. Yûsuf'un dileği, kendi öz kardeşini görmekti. Çünkü Yûsuf (A.S.)
O'n-dan ayrıldığı zaman o, onüç yaşındaydı. Kuyuya bırakıldığı zaman ise Yûsuf (A.S.) tam onyedi
yaşındaydı. Altı yıl Azîz-i Mısır'ın evinde kalmıştı. Yedi yıl da zindanda kalmıştı. Zindandan çıkıp sultana
hazinedar olduğu vakit de tam otuz yaşına ermişti.

Hz. Yûsuf, adamlarına emir verdi. Kardeşlerinin elinden akçelerini aldılar. Ve her birine birer yük
buğday verdiler. İstedikleri kadar fazla vermediler:

«Biz uzak yoldan geldik. Bu kadar buğday bize yetişmez!» dediler. Hz. Yûsuf da:

«Âdet bizde böyledir. Bize bu yolda emir verildi Her kişiye bir yükten fazla buğday vermiyoruz, ama
siz yine tekrar geldiğiniz vakit, eğer o kardeşinizi de

— 212 —

141
142

beraberinizde getirirseniz, size birer yük daha fazla buğday veririm!» dedi. Ve şöyle devam etti:

«Eğer kardeşinizi bana getirmezseniz biliniz ki size buğday vermem. Ve katıma da sizi getirtmem!
dedi.» (Yûsuf sûresi, âyet: 60)

On kardeş de şöyle dediler:

«Onu, biz babasından dileyelim ve getirelim, dediler.» C Yûsuf sûresi, âyet: 61)

Hz. Yûsuf şunu biliyordu: Ailesi şehirde oturmuyor, çölde yaşıyordu. Onların hazır akçe
bulamayacaklarından korktu. Belki bundan ötürü yeniden Mısır'a gelmeyeceklerini düşünerek, hemen
kölelerine ve saray hizmetkârlarına:

«Bunların çuvallarına buğday ölçtüğünüz zaman akçelerini de buğday çuvallarının içerisine birlikte
koyun. Akçeleri çuvallarının içine koyduğunuzu sakının; onlar bilip, anlamasınlar. Evlerine varıp da
çuvallarını açtıkları zaman bulsunlar akçeleri. Böyle hazır para ellerinde olunca, elbet, yine gelirler!»
dedi. Hizmetçiler de çuvallarını anbara götürdüler. Buğdayları doldurduktan sonra verdikleri buğday
akçelerini de çuvallarına yerleştirdiler. Onlara teslim ettiler. Ama bu hâli onlar hiç anlamadılar. Vaktâ
ki babalan Yâkûb (A.S.)'ın yanına döndüler. Ona, şöyle dediler .-

«Ey baba! Bundan sonra bize buğday verilmesi yasaklandı. Ancak kardeşimizi bizimle birlikte gön
-der. Yine varalım. Fazla buğday getirelim. Hem de O'nu iyi muhafaza edip saklayalım. Yûsuf gibi onu
kaybetmiyelim!» (Yûsuf sûresi, âyet: 63)

Hz. Yâkûb da şöyle dedi .-

«Ben kardeşinizi size emânet edemem. Bundan °nce Yûsuf'u da emânet etmiştim. O'na kötiüiik ey-

— 213 —

lediniz. Buna da zarar eriştireceğinizden korkarım.»

(Yûsuf sûresi, âyet: 64). Çocuklar şöyle dediler:

«Başka çâre yok ki! Elbette bizimle O'nu göndermek zorundasın- Yoksa bize buğday vermezler.
Çünkü bize •. "Eğer kardeşinizi birlikte getirmezseniz size buğday vermeyiz!" dediler.»

Yâkûb (A.S.) da, çocuklarına şöyle dedi: «Ben O'nu Allah'a ısmarladım. O Allah ki koruyanların en
hayırlısı, esirgeyenlerin en esirgeyicisidir.» (Yûsuf sûresi, âyet: 64)

Hz. Yâkûb'un oğullan o zaman : «Ey baba! Sultanın iyilik ve keremini gör ki akçelerimizi çuvalın
içerisine koyup bize iade etti. Onun bize ettiği iyiliği ve keremi, hiç bir padişah etmez. Madem ki
paramızı geri vermişler, biz yine oraya varalım!» dediler. Hz. Yâkûb da:

142
143

«O malı yine geri götürün. Belki yanılmış olabilirler. Ya da sizi sınamışlardır: Peygamber oğullan mı
acaba? Bir görelim, haramı helâli seçiyorlar mı c emiş olabilir!» dedi.

Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulmuştur: «Elbette ben Bünyâmin'i sizinle göndermem. Meğer ki beni
mandırasınız- Ve önümde O'nu yine bana getireceğine, Ö'na bir zarar vermiyeceğinize and içe-siniz.»
(Yûsuf sûresi, âyet: 66)

Onlar da yemin ederek babalanmn önünde and içtiler, böylece babalarını inandırdılar. Hâl böyle
olunca küçük Oğlu Bünyâmin'i onlarla göndermeye razı oldu. Onlara şöyle dedi:

«Ey oğullarım, Mısır'a vannca içeriye hepiniz bir kapıdan girmeyin. Her biriniz şehrin ayn ayn
kapısından içeri girin.» <Yûsuf sûresi, âyet: 67)

Yâkûb .(A-İEfci, çoeuMarmm hepsimtt-biF'-kapıdan girdiklerinde onlara göz değip nazar olmasından
kork-

muştu. Bundan ötürü böyle söylemişti. Sonra söyle düşünmüştü : «Eğer oğullarıma bir âfetin gelmesi
Hakk Teâla'nın takdirinde varsa, benim tedbîrim hiç bir fayda sağlamaz. Hem de peygamberin sânına
lâyık olan da şudur, ki her ne zaman onlara bir sevme, sayma arkalarından bir iftira gibi şeyler
meydana gelse, ya da bir kişi onlara ayıp bir söz söylese, onu ancak bir yolda üzerlerinden
uzaklastırabilirler!» Bundan ötürü de şu düşünceye vardı:

«Yine de Allah'ın takdir ettiği bir şeyi sizden esirgemem. Hüküm ancak Allah'ındır. Ben Allah'a
tevekkül ederim. Varın, sizi Allah'a ısmarladım.» (Yûsuf sûresi, âyet: 67)

ibrahim (A.S.)'m ammâmesi (sangı) Yâkûb (A. S.)'a kalmıştı, O'nu Yûsuf (A.S.)'a armağan olarak
yolladı. Böylece Yâkûb (A.S-)'ın çocukları oradan ayrılıp gittiler. Hz. Yûsuf'un çuvallarına koyduğu
akçeyi de yine O'na götürdüler. Hem de: «Yoksuldular ve yiyeceğe de çok muhtaçtılar, diyerek
kendilerine fazla buğday versin istediler.» Mısır'a girecek kapıya gelince babalan Yâkûb (A.S.)'in
öğüdüne uyup dağıldılar. Herbiri birer ikişer olarak ayn ayrı kapılardan girdiler.

«Yûsuf'un kardeşleri geldiler, en küçükleri olan Bünyâmin'i Hazret-i Yûsuf'un katına götürdüler.»
(Yûsuf sûresi, âyet: 69)

«işte o küçük kardeşimiz budur, getirdik!- dediler. Hz. ibrahim (A.S.)'in sarığını Yûsuf un önüne
koydular- Ve şöyle dediler:

-'«Babamız size selâmım bildirdi. Bu sangı da size armağan etti! Bu tülbend, babamıza, dedemiz olan
ibrahim (A.S.)'dan kalmıştır, bunu kabul etsinler.»

Yûsuf (A.S.) da sangı eline aldı, öptü. Gözleri-Re- yüzlerine sürdü. Sevindi, şad oldu. Peygamberliğin

214 —

143
144

215

kendisine geleceğini anladı. Çünkü o sarık kimin eline değdiyse, o kişi peygamber olmuştu.

Yûsuf (A.S.), şimdi kardeşi Bünyâmin'in hâlini ve hatırını sormak diledi. Ama öteki kardeşlerinin
bundan haberlerinin olmamasını istedi. Bir iş bahane ederek onların oradan ayrılmalarını istedi- Şöyle
olmuştu kardeşlerinin oradan ayrılması: Yûsuf (A. S.) konuk evleri yaptırmıştı. Hizmetçilere:

«Bunları o konuk evlerine kondurun Lakin ırak yoldan gelmişlerdir. Bir arada konuklatmayın. Çünkü
yerleri dardır, gönülleri de dar olmasın!» dedi. Her odaya ikişer ikişer konuk edildiler. Onlar Bünyâmin
ile beraber on bir kardeşti. Bünyâmin'den başkalarını ikişer ikişer kondurdular. Bünyâmin yalnız başı
na kaldı. O'na arkadaş bulunmayınca Yûsuf (A.S.).,

Bünyâmin'e:

«Gel. sen de benim odamda konuk ol. Bütün kardeşlerin ikişer ikişer konuk oldular. Sen de benim
konuğum ol!» dedi. Bünyâmin, Yûsuf (A-S.)'ı tanıyamadı. Kardeşlerinden ayrı olduğundan gönlü
üzüldü, hatırcığı perişan oldu. Yûsuf (A.S.) Bünyâmin'in kendisinden ürktüğünü yâni garipsediğini
anlayınca, odayı tenhâlaştırdı, odada bulunanlar dışarı çıktı. Yûsuf (A.S.) Bünyâmin'e kendisini tanıttı.
Ve O'na şöyle dedi:

«Ben senin kardeşin Yûsuf'um üzülme, onların bana ettiklerinden kaygı duyma.» (Yûsuf sûresi, âyet.

69) Sonra da:

«Allah'a şükürler olsun ki ben yaşıyorum, hayattayım. Bana hiç bir ziyan gelmedi!» dedi. Bünyâmin
ise, Mısır hazinedarının, kardeşi Yûsuf olduğunu anladı. Yüreği sevinçle doldu. Babası Yâkûb (A.S-)'m
hâlinden ve kendisinin O'ndan ayrıldığından ötürü çektiği mihnet ve acılardan haber verdi,
ağlamaktan

gözlerinin görmez olduğunu söyledi. Hazret-i Yûsuf da;

«Sakın beni kardeşlerine bildirme. Ben onları Kenan iline geri göndereyim. Seni ise, bir hile ile
burada alakoyayım!» dedi. Oysa ibrahim Peygamberin şe-riatinde şöyle hükmedilmişti: Bir kişinin, bir
eşyası çalmsa mal sahibi malını hırsızın elinde bulsa, iki yıl c malın sahibine kulluk ve kölelik eder,
hizmetinde bulunurdu. Bu yasa, tâ Musa (A.S.)'ın zamanına ka-~ dar da sürmüştü. Sonra Musa (A.S.)
'in zamanında ve O'nun şerîatinde bu hüküm ortadan kalkmıştı.

Kur'ân-ı Kerîm'inde Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Yûsuf, kardeşlerinin zahire yüklerini hazırlayınca kendi su bakracını da öz kardeşinin yükünün içine
koydular. Sonra bir münâdi (tellâl) arkalarından : "Ey kafile! Durun- Gerçekten siz hırsız kimselerde*
siniz.» (Yûsuf sûresi, âyet: 70)

144
145

Fakat bu söz gerçek değildi. Yûsuf (A.S.) bunların hırsız olmadığım bilmekteydi. Onları hırsızlıkla
suçlaması, kardeşi Bünyâmin'i yanında alakoyması içindi.

Yûsuf (A.S.)'m kıssasından zor kıssa vâki' olmamıştır. Çünkü onda türlü türlü hâller meydana geldi.
Bu hâllerde de O'na kusur bulmayasımz. Çünkü Hz. Yûsuf (A.S.), Allâhü Teâlâ'nın gönderdiği Resuldü,
Peygamberdi ve masumdu. Hakk Teâlâ, O'na Kur'ân-ı Kerim'de «Sıddîk» buyurdu:

Hz. Yûsuf'un adamlarının, Hz. Yâkûb'un çocuklarına :

«Siz uğru (hırsız) kişilersiniz!» demesi üzerine on--ter da geri dönerek;

«Ne kaybettiniz?» diye sordular. Mısırlılar da: «Melik'in su kabını kaybettik.. Onu getirene bir

— 216 —

217

deve yükü buğday verilecek. Ben de buna kefilim, dedi.» (Yûsuf sûresi, âyet: 72)

Yûsuf (A.S.) (ın kardeşleri ise şöyle dediler:

«Allah'a yemîn ederiz ki biz buraya fesad çıkartmaya gelmedik. Bunu siz de bilmektesiniz. Biz hırsız
da değiliz, dediler.» (Yûsuf sûresi, âyet: 73). Sonra da:

«Eğer biz hırsız olsaydık, sizin yüklerimizin içine koyduğunuz akçeleri size getirmezdik!»» dediler.
Mısırlılar da:

«Eğer siz yalancı çıkarsanız, o kişinin cezası ne olsun? dediler.» (Yûsuf sûresi, âyet: 74)

Hz. Yâkûb'un oğulları o zamanda kendi şeriatle-rinde hüküm ne ise hemen o hükmü kendilerine
hük-

nıeyliyerek:

«Melik'in bu gümüş su bardağı her kimin yükünde bulunursa, o kişiyi kabın karşılığı olarak tutuk-
layınız. Köleniz olsun ve size kulluk etsin- Bizim dinimizde böyle hükmolunurh dediler.

Mısır melikinin de yasası öyleydi ki, kim bir akçe çalsa iki akçe verirdi. Yâkûb (A.S.)'m şerîatindeyse
hırsız, mal sahibinin kölesi olurdu.

Yûsuf (A.S.)'in kardeşleri de hükmü kendi şeri-atlerinin doğrultusunda verdiler.

145
146

«önce kardeşlerin yüklerini aradılar. Bir şey bulamadılar. Sonra Bünyâmin'in torbasını aradılar.
Onda, aradıklarını buldular, çıkardılar.» (Yûsuf sûresi,

âyet: 76).

Hz. Yûsuf'un kardeşleri bu olaydan utandılar

Bünyâftnin'e kızarak:

«Nice belâlar ki sen ve senin kanndaşından gördük ve çektik. Şimdi de çekmekteyiz!» dediler.
Bünyâ-

min de:

«Ben de, kardeşim de sizin belânızdan kurtulmadık. Çünkü kardeşimi aldınız,,, kaybettiniz : "Kurt ye-

— 218 —

di!" dediniz. Beni de getirdiniz, hırsız diye bırakıp gidiyorsunuz!» .-dedi.- Kardeşleri:

«Ya bunu senin yükünün içine kim koydu?» dediler. Bünyâmin:

«Kimin koyduğunu ben ne bileyim? Belki önce sizin torbalarınıza akçe koyan kişi koydu.» dedi. Hakk
Teâlâ şöyle buyurmuştur:

«İşte Biz, Yûsufa böyle bir tedbîr öğrettik.» (Yûsuf sûresi, âyet-. 76).

Bu tedbîri düşünerek kardeşi Bünyâmin'i yanında, alakoydu. Ve bunlar Hazret-i Yûsuf'un gönlünün
hoş olması ve O'nu tasdik etmek içindi ve bunlar kendi şerîatleri yolundaydı. Bunu da kendileri itiraf
etmişti. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Mısır melikinin hükmü ve adeti gereğince Bün-yâmin'i alakoymadı, belki İbrahim (A.S-)'ın şeriatı
hükmüne göre alakoydu. Bunlar da Yûsuf'un gönlü hoş olmak için ve O'nu tasdik etmek için sözünde
durdular.» (Yûsuf sûresi, âyet: 76).

Hz. Yûsuf'un kardeşleri şöyle dediler •. «Eğer bu çocuk hırsızlık etti ise, onun bir kardeşi vardı, o da bir
hırsız idi.» (Yûsuf sûresi, âyet -. 77).

Sonra da -.

«Sen çok iyi edersin ey Aziz!» dediler. Bu sözdeki maksad ve meramları Yûsuf (A.S,)'m daha önceki
kıssada geçen îshâk (A.S.)'m kuşağı hikayesiydi.

-«Yûsuf bu şeyi gizledi. Bunları onlara açıklamadı. Kendi kendine : "Siz daha kötü iş işlediniz. Hakk
Teâlâ bunu daha iyi bilir," dedi!» (Yûsuf sûresi, âyet •. 77). Kardeşleri şöyle dediler :

«Ey Aziz! dediler. Sen bunu tutuklarsan, Hakk Üînde ve bizim dînimizde de bu böyledir, biz bu dîne -
muhalefet edemeyiz. Lâkin O'nun yaşlı bur babası vardır. Hem de bunun bir öz aynı karından kardeşi
var

146
147

— 210 —

di. O'nu kurt yedi. Babası bunsuz yaşayamaz, kürtün yediği kardeşinin sevgisini buna verdi. Gönlü
bunun-ladır. Bundan ötürü hangimizi dilersen o'nun yerine alakoy. Sana hizmet etsin. Bunu da bizimle
yolla.»

(Yûsuf sûresi, âyet: 78). Hazret-i Yûsuf da:

«Ben, bir başka kişiyi suçlunun yerine tutuklamaktan Allah'a sığınırım, dedi. Çünkü böyle
yaptığımızda zâlimlerden oluruz, dedi!» (Yûsuf sûresi, âyet 79), dedi.

Hz- Yûsuf,.su kabının kimin torbasında bulunduysa, O'nu tutuklayacağım söyleyince, Bünyâmin'in
kardeşleri yalvarma U© bu işin olmayacağım anladılar. Bünyâmin'i zorla almak istediler. Ama bunlann
yaşta büyük olan bir kardeşleri vardı, ismi Rubil idi. Ne zaman kızsa göğdesinin kolları kabarır,
elbisesinden dışarı fışkırırdı. Ne zaman bağırsa ve her kim o'nun sesini işitse, o sesin sertliğinden
korkar, can verirdi. Onun kızgınlığı yine de gitmezdi. Ancak Yâkûb oğullarından bir kişi elini O'nun
üstüne koymalıydı.

Rubil, Yûsuf (A.S.)'m huzuruna çıktı.

«Ey Mısır'ın Azizi! Kızgınlığım depreşti. Eğer haykıracak olursam, her kim benim sesimi duyarsa can
verir. Eğer kardeşimiz Bünyâmin'i bize vermiyecek olursan haykırırım, sen de, bütün Mısır halkı da
helak olur.» dedi.

Yûsuf (A-S.) bu sözün gerçeğini biliyordu. Rubil doğru söylemekteydi. Hem de vücudundaki krllarm
sırtından fışkırıp dışarı çıktığını gördü. Efrâyim'i yanma çağırdı, O'na yavaşça:

«Git, elini Rubil'in arkasına koyi Ama sakın senin elini arkasına koyduğunu duymasın!» dedi. Efrâ-
yim de O'nun dediğini yaptı. RubiTin kızgınlığı geçti. Yûsuf (A.S.) O'nun gazabının geçtiğini ve gücünün
kâr etmiyeceğini anlayınca O'na:

«Ben kardeşini salıvermiyorum. Elinden ne gelirse yap, ardına koyma!» dedi. Rubil, bütün gücünü
toplayıp bağırmak istedi ise de haykınp, bağıramadı. Bu işe şaştı kaldı. Kendi kendine:

«Bu evde Yâkûb soyundan bir kişi var. İbrahim soyundan biri benim sırtıma elini koymuş olmalı ki
benim kızgınlığım geçti!» dedi.

Sonra Hz. Yûsuf'un yanından dışarı çıktı. Olanı tofcftfti bütünüyle kardeşlerine anlattı. Kardeşleri ise
Bünyamin'den ümidsizliğe düştüler.

147
148

Yâkûb oğulları başbaşa verip konuştular .-

«Babamıza ne yüzle varalım? Olmazsa zor gösterip kardeşimizi geri alalım!» dediler. Yâhûda:

«Ben yalnız başıma Amalak'ı öldürdüm. Mısır halkı benim yanımda nedir?» dedi. Böylece herbiri bir
taraftan yürüdüler, saldırıya geçtiler. Bu hâl Yûsuf (A.S.)'a haber verildi. Kırk kişi ile ata bindi. Yâkûb
oğullarının yanına geldi. Bu arada da Mısır melikine de haber eriştirildi:

«Kenan ilinden gelen kişiler uğruluk (hırsızlık) etti. Bundan ötürü de savaşa giriştiler!» dediler. Melik:

«Yardım göndereyim!» dedi. Yûsuf (A-S.) :

«Ben onlara^yeterim, yardıma hacet yok!» dedi. Yûsuf (A.S.) onlara yetişmişti ki Rubil bir kez
haykırdı. Mısır halkından ikibin kişinin korkudan aklı başından gitti. Arkadan Şem'un da haykırdı. Ö
kavm, korkularından herbiri bir yere gizlendi. Sonra Yâ-hûda eline, bir kaya alarak kapıya vurdu. Kapıyı
par Çaladı. Yûsuf (A.S.) onlarla Mısır halkının başa çıkamayacaklarını anladı. O anda İbrahim (A.S.)'in
sa rığını çıkardı, onlara karşı salladı- Dua* etti. Hemen onların güçleri tükendi. Kaçmağa başladılar.
Sonra Yûsuf (A.S.) onları birer birer tuttu. Rubil, önce hay-

220 —

221

kırdığı vakit Mısır meliki kaçarak sarayına saklanmıştı. Melik'e haber verildi. Ve :

«Yûsuf o kişileri yakaladı!» denildi. Melik sevindi. Şad oldu. Yûsuf '(A.S.) da:

«Siz sanıyordunuz ki burada er kişi yoktur. İşte gördünüz ya, nice güçte er kişi var!» dedi. Onlar da :

«Bize, hiç bir kimse karşı duramazdı! Bize bu kaza Allah'tandır!» dediler. O zaman Yûsuf (A-S.)
adamlarına emir verdi. Yâkûb oğullarının yüklerini yeniden geri verdiler.

Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Vaktâ ki Yûsuf (A.S.)'m kardeşleri umutlarını kaybedince konuşup fısıldaşarak bir köşeye
çekildiler.» (Yûsuf sûresi, âyet: 80). «Nice tedbir kılalım? Babamızın yanına hangi yüzle varalım?»
dediler. Ve: «En büyükleri dedi ki: "bilmiyorsunuz ki babanıza ne andta bulundunuz? Siz, Bünyâmin
kardeşinizi sağ selâmet O'na götüreceğinize yemin etmiştiniz.» (Yûsuf sûresi: âyet: 80)

Ve sözlerini şöyle sürdürdü:

148
149

«Siz öyle demiş ve and içmiştiniz ki onu yine babamıza geri getirecektiniz! Meğer ki ecel ere!» Ve
yine şöyle dedi:

«Bundan önce Yûsuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babamdan bana izin
gelmeyince, ben buradan gitmem. Veyâhûd bana Allah tarafından ecel gelir. O hâkimlerin hayırlısıdır.
Varın, geri dönün, babamıza vann. Ve ona: "Oğlun Bünyâmin gerçekten hırsızlık yaptı. Biz ise sana onu
zararlı şeylerden koruruz, dedik. Ama biz hırsızlık edeceğini bilmedik- Eğer bize inanmazsan o kervana
sor ki bizimle birlikteydi. Ne keyfiyet Ue o tas o'na» yükünde bulunmuştu.. Biz, doğru olanı
seyl«yoruz!"» (Yûsuf suresi, âyet: 80-82).

— 222

Böylece Yahûda Mısır'da kaldı. Kardeşlerini geri yolladı. Çocuklar babalarının yanına varınca Yâkûb
(A.S.) onlan azarladı:

«Ne vakit siz Mısır'a varsanız, ya da benim yanımdan gitseniz, kardeşinizin biri eksik geliyor. Bu
sefer de .- "Bünyâmin hırsızlık etti, Yahûda onunla birlikte kaldı!" diyorsunuz.»

«Belki nefsiniz size bir iş işlemiş, bu işe sürüklemiştir. Artık ben güzelce sabredeyim. Umut edilir ki
Cenâb-ı Hakk beni bütün oğullanma kavuşturur. Gerçekte O her şeyi bilir, hüküm sahibi O'dur.»
(Yûsuf sûresi, âyet: 83>. Devamla şöyle dedi:

«Ve Hazret-i Yâkûb durmadan gece ve gündüz ağlardı. Yûsuf (A-S.) 'in ayrılığından o kadar ağladı ki
gözleri görmez oldu. Oğullan: 'Yûsuf'u ana ana yaşlandın ve zayıf düştün. En son O'nun hasretinden
kendini öldüreceksin!"» (Yûsuf sûresi, âyet: 85), dediler. O zaman Yâkûb (A.S.) oğullarına dedi ki:
«Ben derdimi size söylemiyorum. Allah'a açıyorum derdimi. Ben Allâhti Teâlâ'nın bildirmesi ile sizin
bilmediklerinizi bilirim.» (Yûsuf sûresi, âyet: 86). Çünkü Hz. Yâkûb, en sonunda Yûsuf (A.S.)'ı
göreceğini biliyordu. Çünkü Melekü'l-Mevt'i (ölüm Me-leği'ni) rüyasında görmüştü. O'na.- «Yûsuf'un
canını aldın mı?» diye sormuştu- O da: «Almadım!» diye cevâb vermişti. Hz. Yâkûb, böylece Hz.
Yûsuf'un sağ olduğunu bilmişti. Oğlu Yûsuf'u göreceğini umud edi: Yordu.

Hz. Yâkûb, çocuklarına, şöyle dedi:

«Ey benim oğullarım! Vann Yûsuf kardeşinizden

haber getirin! dedi. Allah'ın rahmetinden ümid kes-

»M»yinU (Yûsuf sûresi, âyet: 87).

. Çocuklar da Yûsuf ve Bünyâmin'den haber almak

çın yeniden Mısır'a yöneldiler. Yanlarına biraz ya*

— 223 —

149
150

pağı, biraz da yağ aldılar. Yûsuf (A.S.)'in ülkesine varıp, yanına çıktılar: O'na şöyle dediler:

«Ey Aziz-i Mısır! Bizi ve bizim ehl-i iyâlimizi aç lık yaktı, kavurdu, hâlimiz zorlaştı. Biz biraz birşey-ler
getirdik- Buna karşılık bize buğday ver. Sadaka et ki Allah ü Teâlâ sadaka verenlerin mükâfatını verir.»
(Yûsuf sûresi, âyet: 88).

Bu yalvarışlarından ötürü Yûsuf lA.S.), kardeşlerinin açlık canlarına tak dediğini ve hâllerinin ha-rab
olduğunu anladı. O zaman sabn tükendi, dayanamadı. Yâkûb oğullarına kendisini tanıttı. Ve şöyle
dedi:

«Siz bilir miydiniz ki Yûsuf'a ve kardeşine neler ettiniz? O günlerde siz câhillerdendiniz!» (Yûsuf sû
resi, âyet: 89). Yûsuf (A.S.) şöyle devam etti:

«O vakitte Yûsuf u Hakk Teâlâ'nın saklayacağını, koruyacağını bilmediniz. Bu ülkeye getirip O'na
sultanlık vereceğinden haberiniz yoktu.»

«Kardeşleri, Yûsuf a: "Sen Yûsuf musun?" dediler. O da: "Ben Yûsuf um! Bu Bünyâmin de
kardeşimdir!" dedi. "Hakk Teâlâ bize lûtufta bulundu. O Allah'tan ki her kim korkar, sabrederse Allah,
O'nun mükâfatını verir.» (Yûsuf sûresi, âyet: 90).

Yâkûb oğulları bu sözlerle Hz. Yûsuf'tan korktular, özür dilediler. Ve şöyle dediler:

«Allâhü Teâlâ seni bizim üzerimize seçip gönderdi. Ve biz yanlışlık yaptık.» (Yûsuf sûresi, âyet: 91)

Yûsuf (A.S.), onlann korktuklarım anladı. Onla ra güven vererek dedi ki -.

«Korkmayın, çekinmeyin. Bu gün sizin ettiğiniz1 ben anmıyorum. Sizden öç almağa niyyetim de yo^-
Allâhü Teâlâ sizi yarhğasın ki ö Allah esirgeyicilerin esirgeyicisidir.» (Yûsuf sûresi, âyet: 92).

— 224

Hazret-i Yûsuf, kardeşlerinin gönül rahatlığına kavuştuklarım görünce babası Yâkûb (A.S.)'dan ha
ber sordu. Onlar da:

«Bu sefer biz O'na vardığımız zaman Bünyâmin'i de götürmeyince, o kadar ağladı ki gözleri göremez
oldu-»

O zaman Yûsuf (A.S.) şöyle dedi:

«Benim bu gömleğimi babama iletin. Yüzüne sürün. Benim kokumu alsın. Gömleğimi yüzüne
sürsün, gözleri görsün. Sonra bütün topluluğunuzla birlikte bana geliniz.» (Yûsuf sûresi, âyet: 93).
Sonra:

«önden bir adam yollayalım ki bunu müjdelesin!» dedi:

150
151

Sarayda Beşir adında bir genç vardı. Hz. Yûsuf onu çok severdi. O'nu Kenan diyânna yolladı. Beşir
yola düştü. Gece gündüz gitti- Kenan'a gelince doğru Hz. Yâkûb'un evinin önüne geldi. Kapıda bir
kadını bekler buldu- O'na selâm verdi :

«Beni Yâkûb'la buluştur. O'na bir müjdem var, Yûsuf'tan haber getiriyorum?» dedi. Kadıncağız:

«Ya sen kimsin? Ne güzel, gökçek bir yüzün var, ne mübarek sözün var? Adnrne?» dedi. Genç
haberci de:

«Adım Beşir'dir (yâni müjdeci). Beni küçükken satmışlar.» dedi.

Kadın O'nun oğlu olduğunu anladı. O'na sarıldı, ağladı. Hakk Teâlâ'ya şükreyledi. Koşarak geldi,
Yâkûb (A.S-) 'a haber verdi. O da müjdeci gencin geldiğine ve oğlunun haberine çok sevindi, Allâhü
Teâlâ' ya sonsuz şükürde bulundu.

»**

Bu yanda Yûsuf (A.S.) kardeşlerine bol bol buğ-verdi. Hayvanlarına yüklediler. Hakk Teâlâ'nın

F./15

— 225 —

emriyle tâ Mısırdan Yûsuf (A.S.)'ın kokusu Kenan ilindeki Yâkûb (A.S,)'in beynine erişti. Mısır'la Kenan
diyarının arası yüzseksen fersahlık yoldu Hz Yâkûb, Yûsuf (A.S.)'m kokusunu duyunca şöyle dedi:

•Eğer bana: "Deli oldu, aklını kaybetti demezseniz, benim dimağuna Yûsuf'un kokusu geliyor!" dedi.
Adamlar d«: "Vallahi sen yine önceki muhabbetin içindesin!" dediler.» (Yûsuf sûresi, âyet: 94-95). Ve
sonra da:

«Yûsuf senden ayrılalı kırk-elli yıl oldu. Sen ise Yûsuf'u hâlâ unutamıyorsun, dilinden O'nun adını dü-
şürmüyorsun!* dediler.

Vaktâ ki oğullarının kervanı Kenan iline geldi. Y ahuda, Hz. Yûsuf'un gömleğini aldı. Kervan
halkından önce kuş gibi koşup gitti :

«O gün Yûsuf'un kanlı gömleğini babama ben iletmiştim, bugün de müjde gömleğini götüreyim!»
dedi :

« Yahüda müjdelerle geldi, Hazret-i Yûsuf'un gömleğini Yâkûb (A.SJ'ın yüzüne sürdü. Allah'ın fazb
ile Hazret-i Yâküb'un gözleri açıldı. Yâkûb (A.S.) oğul larına : "Ben size Allah katında vahy ile sizin
bileme yeceklerinizi bilirim, demedim mi?"» dedi. (Yûsuf sû resi, âyet.- 96i • Hz, Yâküb'un oğullan
da .-

«Ey baba! dediler. Bizim günâhımızı Hakk Teâlâ dan dile, günâhımızı bağışlasın!» (Yûsuf sûresi, âyet
97) . dediler HZL Yâkûb :

«Ben, sizin Allâhü Teâlâ'dan bağışlanmanız dilekte bulunacağım. Sizi bağışlasın. Hiç şübhe ki. O, çok
bağışlayıcı ve acıyıcıdır.» (Yûsuf süresi, âyet; 98), dedi. Sonra şöyle devam etti :

151
152

226

«Bu duayı hacet vakti olunca ederim. Şimdi vakti değildir!» Çünkü Hz. Yâküb'un âdeti geceleri ibâdet
e-tmok, seher vakti olunca da dua etmekti.

Vaktâ ki Hz. Yâkûb; kadınJan, oğulları ve torun-lariyle Mısır'a geldi, yanında bulunanlar yetmiş
kişiydi. Hepsi de topluca Yûsuf (A.S.)'m huzuruna çıktılar.

«Hz. Yûsuf babasının ve anasının elini öpüp, tahta çıkardı. Hepsi O'na saygı ve hürmet ederek
önünde eğildiler.» (Yûsuf sûresi, âyet: 100).

Her ne kadar Yûsuf (A.S.)'in annesi ölmüş ise de, O'nun kızkardeşi bu topluluktaydı. Yûsuf (A.S.)'in
teyzesi oluyordu. Allâhü Teâla teyzeye (Ana) dedi. Çünkü teyze, hemen hemen ana gibidir. Nitekim
Anıca da, baba gibidir

Hazret-i Yûsuf'un onbir kardeşi gelip, önünde yer öptüler. O vakit, Hz. Yûsuf babası Yâkûb (A.S.)'a
şöyle dedi .-

«Ey baba! Bundan önce gördüğüm rüyanın yorumudur ki Hakk Teâlâ onu gerçekleştirdi.» (Yûsuf
sûresi, âyet: 100).

Sonra Hazret-i Yâkûb (A.S.î şunu söyledi;

«Ey oğuH Kardeşlerin seni nasıl kaybettiler? Anlat.» Hz. Yûsuf anlattı:

«Ey baba! Nasıl kaybolduğumu bana sorma! Lâkin Hakk Teâlâ'nın benim hakkımda yaptığı iyilik ve
lûtuftan sor ki, Hakk Teâlâ beni neden bu rütbe ve dereceye getirdi!» Kardeşlerinin kendisine
çektirdiği Acılan babasına söylemek istemedi. Babasının kardeşlerinden incineceğini düşündü. Çünkü
onların suçla-nz2i o bağışlamıştı. Kendisine yaptıklarını kardeşleri-ne holâl etmişti. Yalnız kendisini
Mısır'da zindana

- 227 —

koyduklarını, uzun zaman zindanda kaldığını, sonunda Allah'ın yardımı yetişip sultanın kendisini
zindandan çıkanp hazînelerinin üzerine hazînebaşı kıldığını ve en sonunda bu mertebeye yetiştiğinden
haber verdi. Sonra devamla şöyle dedi .-

«Sonra Şeytân, kardeşlerimle benim arama fitne soktu- Rabbim dilediğine lûtfedicidir. Çünkü Allah
herşeyi bilici ve hikmet sahibidir.» (Yûsuf sûresi, âyet: 100).

Böylece Yûsuf (A.SJ, bütün kardeşlerinin cefâlarının İblîs'in ilgâsiyle olduğunu söyledi. Böylece
kardeşlerinin mahzun ve mahcûb olmalarını istemedi. Babasını bulmuş, dünyanın kaygı ve
sıkıntılarından kurtulmuştu, ama öteki dünyanın, âhiret'in tasası ile uğraşıp ölüm hâllerini düşünmeğe
başladı. Dileği, Hakk Teâlâ'nın rahmetine ulaşmasıydı. O zaman şöyle dedi:

152
153

«Ey Rabbim! Sen, bana bu cihanın mülkünü verdin. Rüya ilmini bahşettin. Ey yerlerin ve göklerin
yaratıcısı, ey iki cihanın sahibi, bu cihanda işimi rast getirdin, öteki cihanda da işimi rast getir ve
Müslüman olarak canımı al. Bu dünyadan beni Müslüman olarak çıkar. Beni iyilere kat.» (Yûsuf sûresi,
âyet: 101)-

Yûsuf (A.S.) .- '

«Beni dedelerim İbrahim, İsmail ve îshâk'ın top luluğuna kat!» diye duasını bitirmişti.

* * *

«Bu bereket size terazide ve ölçekte mal uğrula-Güneş ve onbir yıldızın kendisine secde ettiği rüyayı
görüp yorumladığı şeylerin doğru çıkması tamam oluncaya kadar aradan kırk yıl geçmişti. Kimileri de :
Yetmiş'yıl geçti, der.]

Hz. Yâkûb Mısır'a gelince, Hakk Teâlâ O'nun gözlerine yeniden nur verdi. Oğullan oniki kardeş olarak
önünde toplandı. Bundan sonra yedi yıl daha yaşadı. Sekizinci yıl Ahiret'e göçtü. Ve kendisi öldüğü
zaman-Hz. Yûsuf kırkyedi yaşındaydı. Yâkûb (A.SJ, Hz. Yûsuf'u kendisine vasi kıldı:

«Beni atalarımın yanına göm.'» dedi- Yûsuf (A.S.) da, Yâkûb (A.SJ'ı tabut ile Kenan diyarına iletti.
Orada gömdü. Sonra kardeşleri ile Mısır'a geldiler. Daha sonra Yûsuf (A.SJ yirmiüç yıl yaşadı. Allâhü
Teâlâ O'na peygamberlik verdi. O da Mısır sultanını Hakk Dine çağırdı. Sultan da Hz. Yûsuf'un sözünü
kabul

etti. Müslüman oldu.

***

Nice yıldan sonra Mısır sultanı öldü. O'nun akrabasından ve Amalika soyundan bir kişi Mısır'a sultan
oJdu. Onun adına Kaabüs derlerdi. Soy zinciri şöyleydi.- Nuh oğlu Sam oğlu Ezd oğlu Amr oğlu Ama-lâk
oğlu Gayr oğlu Maûye oğlu Mus'ab ve onun da oğlu Kaabüs.

İşte bu sultana Allâhü Teâlâ Yûsuf (A.SJ 'ı gönderdi. O'nu Hakk Dinine çağırdı. .O Fir'avn da îmâna
gelmedi. Kâfir olarak kaldı.

Hazret-i «Yûsuf, babası öldükten sonra yirmiüç yıl c'aha yaşadı. En sonunda Yûsuf (A.SJ da bu fânî
dün: yâdan yüz çevirdi. Sâadetle âhiret yurduna gitti, ömrü yüzyirmi yaşına ermişti. Kardeşlerinden
Yahûda Çok bilgin bir kişiydi, öteki kardeşlerinin büyüğüydü Yûsuf (A.SJ O'na vasiyette bulunup şöyle
demişti.

«Ölünce beni Mısır'da göm. Bizim atamızın oğullarından bir kişi gelecektir. Gönderilen
peygamberlerden olacaktır. Adı ise îmrân oğlu Musa'dır. O, İs-railoğuliannı Mısır'dan alıp çıkaracaktır.
Siz, oğuldan °gula vasiyet edin ki bu vasiyet Musa'ya erişmiş ol-

153
154

— 228 —

229

sun. Onlar Mısır'dan çıktıkları gün benim de tâbutumu birlikte alsınlar. Atalarım olan İbrahim, İshâk ve
Yâkûb'un yanına iletsinler ve orada gömsünler.»

Yahûda, bu vasiyeti kabul etti. Hz. Yûsuf'un cenazesini mermerden bir tâbuta koydu. Mısır'da N il
ırmağının ortasında bir adaya gömdü. O da vasiyette bulundu. Oğullarına, oğullan da oğullarına
vasiyette bulundular. Bu vasiyyet tâ Musa (A.S.)'a kadar erişti. Ve O da Mısır'dan çıktı. İsrail oğullarını
alıp gitti. Ve o vasiyyeti yerine getirmiş oldu. Kenan iline iletti. Baba ve dedesinin yanında gömdü. Ve
belki de Hakk (C.C.) Yâkûb (A.S.)'m bütün oğullarından hoşnûd oldu. Ve onlan Yûsuf, Yâkûb, İshâk ve
ibrahim Aleyhimü's-selâm ile birlikte bir arada andı. Hepsinin adları Bakara sûresinde ve Kur'ân-ı
Kerim'in nice yerlerinde zikredilmiştir -.

«Siz, İbrahim, İsmail, İshâk, Yâkûb ve torunların-danız. demek istiyorsunuz.» (Bakara sûresi, âyet:
140)

Ve bundan ötürüdür ki kimsenin aklından kötü bir kuşku geçmesin : Yûsuf (A.S.)'a kardeşleri. böyle
hakaretler etti diye kötü fikirlere düşülmesin, günâha girilmesin. Günâha girip de Hakk Teâlâ'dan ırak
düşülmesin. Çünkü Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Ey Muhammed! Bunlar gayb hakkında haberler dir ki, Biz sana O'nu vahyetmekteyiz.» (Hûd sûresi,
âyet: 49)

Ve yine Yûsuf sûresinde şöyle buy örülmüştür:

«Yâ Habibim! Bu kıssa sana vahiy ile bildirdiğimiz gaybe ait haberlerdir. Yoksa kardeşleri hile edip
Yûsuf'u kuyuya bıraktıkları zaman Sen onların ya nında değildin.» (Yûsuf sûresi, âyet: 103)

Ve yine Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştur:

«Andolsun ki, peygamberlerin kıssalarında ak»*'1 kimseler için büyük ibretler vardır. Bu, yalan ve
düz

— 230 —

me olan bir haber değildir. Önden selen iiâhi kitapları

iTevrât ve İncil'i) tasdik etti. Din hakkmda her şeyi açıkladı, îmân edenlere Kur ân bir hidâyet ve
rahmettir.» C Yûsuf sûresi, âyet m L

oOo

EYYÜB ALEYHİ'S-SELÂM

154
155

Hazret-i Eyyûb'un yurdu. Şam ilinin Saniye ilçesidir. G yer bugün de mevcuttur. Samla Bemge orta-
smdadır. Hakk Teâlâ O'nu Saniye topraklarına Peygamber gönderdi. Yedi yü oranın haikîm dine
çağırdı. Orada halktan ancak üç kişi Ona uydu. Hakk Teâlâ da Eyyûb Peygambere çok çok mal ihsan
etti. Sayısız sığır, koyun sürüleri verdi. Öyle ki o ülkede bütün köyler O'nun oldu Beşyüz çift sığır vardı,
ki o arazîlerde ekin ekerlerdi Her çift sığmn yanında bir eşek bulunuyordu, bu eşekler çift sürülecek
âletleri taşırlardı. Bin sürü de koyun vardı. Her sürüde bin koyun vardı, Ha*ret-î Eyyûb'un yedi oğlu ve
üç kızı vardı. Her birine ayrı ayrı öğretmen tutmuştu. Bunlara İbrahim suhufu'nu öğretirlerdi.
Yeryüzünde O'ndan daha çok ibâdet eden kişi yoktu. O ibâdet et tikçe Hakk Celîe ve Âlâ O'nun
ni'metini artırırdı. Me lekler O'na sena ve dua ederdi. İblis (Aleyhillâne) O'na haset etti, kıskandı îblîs,
Hazret-i Âdeme de haset emişti, iblis:

*Yâ Rabbi! Eyyûb, Sana çok ibâdet etmektedir i-âkin hangi kul vardır ki Sen, ona ni'met veresin de ^
kul Sana Eyyûb gibi ibâdet etmemiş olsun?» dedi. Avamla şöyle demişti:

*Yâ Rabb! Beni Eyyûb un malının üzerine musai-Qtfllli' Ben' Onun bütün mahnı helak, yok edeyim. 1
tâ ki nı'mete küfrân ne demektir, görsün, >

— 231 —

Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu :

«Benim grerçek kullarım var yaî Senin (Ey İblis) onların üzerine hiç bir sultanlığın yoktur.» (Isrâ' sû
resi, âyet: 65).

Sonra; «Ey mel'ûn! Var, elinden ne gelirse işleN buyurdu.

îblis (Aleyhillâne) geldi, yeryüzünde bir kez ba ğırdı. Bütün şeytanları yanında topladı. Bu
Şeytanlara :

«Bana yardımda bulunun. Ben tâ ki Eyyûb'un malını helak ve yok edeyim.» dedi. Şeytanlar toplanıp
geldiler. Nerede Eyyûb'un hayvanları varsa oraya gittiler. Ortadan kaldırdılar. Şeytan'ın kendisi geldi.
Nefesini bir kez üfledi. Ağzından ateş çıktı. Bütün koyunları yaktı. Sonra da, Şeytan bir çoban kılığına
girip, ağlaya ağlaya Eyyûb (A.S.) 'in katına geldi:

«Ey Eyyûb! Ne acâib hâller oldu. Allâhü Teâîâ gökten ateş gönderdi. Senin koyunlarını ve koyun
güden kullarını, ne kadar sığırın varsa hepsini yaktı yok etti. Benden başka hiç bir kişi sağ kalmadı!»
dedi. Hazret-i Eyyûb da:

«Ne ağlıyorsun? O malı, o davan bana Allah vermişti. Yine Allah aldı. Bizim arada nemiz var? Hayır-
hymışsın ki sen de onlarla birlikte yanmadın, kurtuldun.» dedi.

Eyyûb (A.S-) bu sözü söyleyince. Şeytan perişan oldu:

«Yâ RabbU Eyyûb Seni Hakk bümiştir. O kaybolan, yanan ni'meti de Senin verdiğine inanmıştır. Bu
inanışta olunca, O'nun elinden davan gitmesinden ne kaygısı olur? Beni, O'nun oğullarının üstüne
musal lat et, onlan yok edeyim! O vakit Eyyûb nasıl bir kişidir, bilinmiş olsun!» dedi.

O zaman Allâhü Teâlâ .

155
156

232 —

«Ey mel'ûn! Seni, O'nun oğullan üzerine musallat kıldım!» diye buyurdu. «Ne bilirsen öyle jşle!»

Böylece îblîs öyle bir yere geldi ki, Hz. Eyyûb'un oğullan, kızları, öğretmenleri bir dam altında
oturmuşlardı, îblîs toprağı sarstı, depretti. Öyle ki dam yıkıldı. Oğullan, kızları, hepsi damın altında
kaldılar, helak oldular. Sonra îblîs öğretmen kılığına girdi, yakasını yırtıp feryâdü figâna başladı. Eyyûb
CA. S.) 'in katına geldi. Başına toprak koydu. Ve gözlerin.--den kanlı yaşlar akıttı:

«Ey Eyyûb! Hak Teâlâ oğullannın bulunduğu eve zelzele indirdi Toprağı depretti. Dam, üstlerine
yıkıldı. Oğul ve kızların dam altında kalıp helak oldular. Benden başka kimse sağ kalmadı.» dedi.

iblis, biraz durdu. Sonra:

«Ey Eyyûb! Bu ne hâldir ki başka yeri depretmedi de yalnız o yere deprem verdi! Eğer sen orada
olsaydın oğullarının, o andaki feryatlarını işitseydin, ne hikmetler içinde can verdiklerini anlardın.
Kimisinin başı, kimisinin kolu, kimisinin ayağı kopup, ağlayıp sızladılar. Bir görsen içler acısı! Nasıl
inleyerek can verdiler.» dedi.

Şeytân, yaptıklarını o kadar acıklı anlattı ki, Ey yûb (A.S.)'in gözlerinden yaş geldi. Oysa İblis, Eyyûb
(A.S.)'ın feryat ve figânda bulunacağını sanıyordu. Kendisini bilmeyerek ağlamasını beklerdi. O ise
ağlamadı, feryat etmedi. Şeytân yine söylenmeğe başlamıştı ki Eyyûb (A-S.) :

«Hâlâ mı söylersin ey mel'ûn! Anladım ki sen İb-üs'sin. Muradın beni feryat ettirmek, Hakk Teâlâ
Hazretlerinden beni ırak düşürmektir. Oğul ve kız, Allah'ın emânetleridir. Kendi emânetini aldı diye
gönümüz incinsin mi? öldürdü ise hüküm O'nundur!» dedi. o zaman İblis, yine Eyyûb (A.S.)'dan
ümidini

. — 233 — •

kesti. Hüzün içinde oradan ayrıldı, geri döndü. Ve üiriadî ki ~£yyüb (A.S.) maldan, oğuldan ve kızdan
jtürü incinecek değildir. Hakk Teâlâ Hazretlerine şöyle dedi:

«Yâ Rabb! Eyyûb, gönlünü Sana öyle bağlarla bağlamış ki maldan, oğuldan ve kızdan ötürü incinip
bir türlü üzülecek değil. Beni, O'nun nefsine yolla. O'nun vücuduna zahmet vereyim. Eğer sabn
gerçekse buna da sabır göstersin. İncinmesin!» O zaman Hakk Teâlâ şöyle buyurdu •.

«Ey mel'ûn! Seni O'nun bedenine gönderiyorum Ama seni, O'nun gönlüne, diline ve aklına musallat
kılmıyorum! Bu üç azasından başka organlanna elinden ne gelirse yap!»

İblis, Hz. Eyyûb'un yanına geldi. Bu sırada, O namazdaydı ve secdeye varmış bulunuyordu. Eyyûb
(A.S.) secdede iken ağzına «Uvf!» dedi. İblis'in nefesi Hz. Eyyûb'un bütün uzuvlarını ateş gibi yakıp,
kıpkızıl renge boyadı. Öyle ki gövdesinde, başından, gözlerinden, dilinden ve yüreğinden başka sağ
yeri kal madı. Gövdesi tamamen şişti. Bütün vücudu yaralar içinde kaldı, öyle bir hâle geldi ki yanına
kimse gelemez oldu. Bütün kavmi, akrabası dağıldılar. Yanın da yalnız kansı Rahime kaldı. Rahime de
nesi var, nesi yoksa Eyyûb (A-S.)'m yoluna harcadı, öyle ki, hiç bir varlığı kalmadı. Eyyûb (A.S.) ise bu

156
157

belâ içinde sabreder, dururdu. Yedi yıl bu belânın içinde kaldı, lier gün yarası artar, dururdu. Bu
belâlar arttıkça Eyyûb (A.S.) da sabrını artırırdı. Gökteki melekler dahi Eyyûb (A.S.)'in bu sabrına
şaşırıp kaldılar. O'nun çektiği belâları görüp şaşkına döndüler, îblîs de şaşırdı, kaldı. Ne gibi bir hile,
oyun kuracağını, han £İ yolda i%~yapacağını bilemedi. En sonunda şöyle dü söndü : Eyyûb (A-S.)'m
karısı. Rahime'yi O'rıdan ayır-

maya karar verdi. Çünkü Rahîme,. Hz. Eyyûb'a hizmet etmeyince, gönlü • inciaıirrdnlenli.

Bir gündü. Rahîme, Hz. Eyyûb'a yiyecek almak için köye gitmişti, îblîs, bir insan kılığına girip Ra-
hime'nin yanına geldi. O'na :

«Ey Rahime! Sen, Yûsuf peygamberin oğlu Efrâ-yım'in kızı değil misin?» Rahîme :

«Evet!» dedi. İblis: , «Buralarda neylersin?» diye sordu. O .

«Benim kocam. Yüce Allah'ın peygamberi Eyyûb'-dur. Bir belâya tutuldu. O'na hizmet ederim,v diye
cevâb verdi, iblis:

«Ey Rahîme! Sakın O'na hizmet edeyim deme, Elini, O'nun vücuduna dokundurursan o hastalık sana
da geçer. Kendine niçin kıyacaksın?» dedi- Rahî -me de :

«Elimden ne gelirse hizmette kusur edemem. Allah'ın takdiri olmayınca bana hastalık geçmez.
Ö'benim koçanıdır, helâlimdir. O'nun, benim üzerimde hakkı vardır. O'nun rahat ve varlıklı günlerinde
be raber oldum. Şimdi ise basma bu hâl geldi. Ondan yüz çeviremem. Elbette ben, O'na ölünceye
kadar hîz-met edeceğim!» dedi,

İblis, Rahîme'den bu cevâbı alınca, O'nun şekline girmekten vaz geçti. Rahîme de Eyyûb (A.S.)'n<
yanına geldi. O'na :

«Bugün yolda yaşlı bir adama rastladım. Bana şunları, şunları söyledi!» dedi- Eyyûb (A.S.) :

«Ey kancığım! O, senin gördüğün kişi îblîs'in tâ kendisidir. Seni hile ile benden ayırmak diler! Ondan
sakın. Eğer bir daha o'nu görürsen sözüne kanma. fc'nunla konuşup söyleşme!»

Bu hâl üzerine bir çok zaman geçtikten sonra.

yine bir Şeytân güzel bir genç adam kılığına girdi. Rahîme'nin yolunun üzerine çıktı. O'na:

«Sen kimin hâtûnusun? Hiç senin gibi güzel bir kadın görmedim. Bu güzellikle, sen kimin nesisin?»
diye sordu.

Rahime'de, o zamanlar, Yûsuf (A.S.) 'in güzelliğinden biraz eser vardı. Ve o devirde O'ndan daha
güzel kadın yoktu. Rahîme:

.«Burada, bir. erkeğim, bir helâlim, vardır. Nice yıllardır ki, O'aa kuihrk ediyeram!» dedi. İblis:

157
158

«Ey kadın! Bu güzellik, bu yüz, bu endam sende olduğu hâlde demek sen bir dertli erkeğe: Erkeğim-
dir! deyip kulluk etmektesin? Var, git kocandan bo-şan. Seni ben alayım. Ben filân köydeyim. Mal ve
davarımın sonu yoktur- Her neyim varsa hepsini sana bağışlayayım!» dedi. Rahîme de:

«Ben Allah'ın Peygamberinden başka bir kimseyi istemem. Çok iyi bir kocam var, O'ndan
başkasında gözüm yoktur!» dedi. Iblîs o zaman Rahime Hâtûnun sözlerine uymadığını gördü. Ümidi
kesildi. Rahîme de eve geldi, olanları Eyyûb CA.SJ'a haber verdi. O da:

«Ey Rahime! Sana gelip görünen iblis'tir demedim mi? Sakın O'nunla konuşma diye tenbihte
bulunmadım mı? Eğer bir daha O'nunla konuşacak olursan, seni döğerim!» dedi. Bu hâlin üzerinden
nice zaman geçtikten sonra yine bir gündü. İblîs bir melek şeklinde Rahîme'nin yoluna çıktı. O'na:

«Ey Rahîme! Sen bir peygamber kızısın. Ben ise Allâhü Teâlâ'nın meleğiyim. Şimdi dördüncü kat
gök-den. iniyorum. Sana nasihat vereyim!» dedi. Rahîme:

«Ne öğütü vereceksin?» dedi- îblîs de:

«Ey Rahîme! Senin kocan Hakk Teâlâ'nın peygamberiydi. Hakk Teâlâ O'na çok mal verdi. Eyyub ise
O'nun şükrünü yerine getiremedi. Bundan ötürü

236

Hakk Teâlâ, O'na verdiği mal ve ni'meti ve oğullarını geri aldı. Kendisini ise türlü türlü hastalıklara
uğrattı. Günden güne dertlerinin arttığını görmüyor musun? Sana şunun için geldim. Kendini O'ndan
geri çek. O'na hizmet etmekten vaz geç. O'na hizmet edeceğim diye zahmete girme!» dedi. Rahîme,
bu sözü işitince .gönlü Jorıldı. Ağladı, sızladı. Ve:

«O Allah nzâsı için bunca belâ ve mihneti çektikten sonra, benim O'ndan ayrı olup da hizmetinde
bulunmamam ne kötü bir hâl olur!» dedi. Hz. Ey-yûb'un yanına geldi. Bütün olanları anlattı. Eyyûb
(A.S-) bu sözden çok üzüldü. Ve:

«Ey Rahîme! Ben sana onun Iblîs olduğunu bir kez, iki kez söyledim. Senin gönlünü kırmak ve
ben-'den ayırmak için o bunlan söyler, ben sana: "Onunla konuşma!" demedim mi? dedi. Hz.
Eyyûb'un bu sözlerden gönlü çok kırıldı. Kızgınlığı arasında:

«Eğer bu mihnet ve hastalıktan kurtulursam seni yüz değnekle döğmek andım olsun!» dedi. • „

Bu olay üzerine de günler geçti. Rahime, yine hizmet edip duruyordu. O taifeden iki, üç kişi O'na
îman getirmişlerdi. Birisinin adı Belyâ, diğeri Lenkur, öteki de Sâbir idi. Bu üç kişi arada, sırada gelirler,
O'nun hâl ve hatırını sorarlardı. Bir gün, yine geldiler, Hz. Eyyûb'un hâline baktılar, sonra birbiriyle
konuştular :

«Bu kişi bunca zamandır bu derde uğradı. O'na Allah'ından bir inayet, bir rahmet erişmedi. Allah'ın
tundan vazgeçtiği anlaşılıyor. Yoksa o böyle mi ka-Isrdı? Bu belâ son bulurdu Oysa gün geçtikçe hasta-

"k arttı, durdu!» dediler. Sonra oradan ayrılıp, gittiler.

Eyyûb (A.S.) onlardan bu sözleri işitince gönlü-ne Çok dokundu, incindi. Hakk Teâlâ'dan ırak olmak

158
159

— 237 —

haberi kulağına gelince canına ateş ve dert düştü, şöyle inledi -.

«Ey bütün yaratıkları besleyen yüce Allah'ım. Bana bu hastalık gerçekten isabet etti. Sen acıyanların
en acıyanısın.» (Enbiyâ sûresi, âyet: 83). Duasını şöyle sürdürdü •.

«Yedi yıldır bu çileyi çektim. Senin sevginin şevki beni öyle kapladı ki bu belâdan hiç bir vakit incinip
şikâyetçi olmadım. Nice zaman da bu mihneti çekme-j ğe razıyım. O sözler kulağıma gelmeseydi,
Sen'de uzaklaşmak sözü bana çok güç geldi. Bu söze incin dim. Yâ Rabb, Sen esirgeyenlerin
esirgeyiçişisin!

Eyyûb Hazretleri'nin yüceliğini, kemâlini gör ki malın ve ni'metin elden gittiğine incinmedi. Allâhü
Teâlâ Hazretlerinin ıraklık haberim işitince sabrı kalmadı, inledi, kalbi kırıldı. Hâlini Allah'a bildirdi:
«Sen Erhamer-Rahîmînsin!» diyerek sessiz otururdu. Ve

«Yâ Rabbî! Bu acıyı benden gider, bana sağlık ver!» demedi. O vakit Hakk Sübhânehu Teâlâ şöyle
buyurdu -.

«Ey Eyyûb! Artık sana yardım etme zamanı erişti. Seni belâdan kurtarırız.» (Enbiyâ' sûresi, âyet: 84).
Ve Eyyûb (A.S.)'a şu emri verdi:

«Ayağım yere vur! Su kaynağı çıksın. Hem içer. hem yıkanırsın.» (Sâd sûresi, âyet: 42).

Hazret-i Eyyûb da ayağım yere vurdu, ayağının vurduğu yerden lâtif, billur gibi güzel bir su fışkır-dı.
Öyle ki yeryüzünde o sudan daha lâtif su yoktu. Su kaynadı ve aktı, aktı. Sonra da Allâhü Teâlâ Eyyûb
(A.Ş.)'a şöyle buyurdu-.

«Yâ Eyyûb! O su ile vücudunu yıka!»

.Karısı Rahîma, o sudan_aldı. Eyyûb (A.S.)'m ^ sına ve.gövdesine döktü. Hz. Eyyûb kendisini yıkadı
Döktüğü su her nereye yetişti ise hemen acıları, ağ

nları geçti. Göğdesi baştan başa öyle lâtif oıdu"k: yaralan iyileşip evvelkinden de güzel oldu Eyyüt
(A.S.)'a, Yüce Allah:

«O sudan iç!» diye buyurdu. O da içti. Vücûdu nün neresinde dert ve illet varsa gitti, iyileşti. Sağ ve
selâmet ve sapasağlam oldu. Hastalığından hiç bir iz kalmadı. Sonra Allah'a şükretti. O köy şimdi Şam
ül kesindedir. O köye Eyyûb Köyü derler. O çeşmeye de «Eyyûb Çeşmesi» denilmektedir. Ne kadar
zahmetli, hastalıklı ve illetli o suya girmiş olsa ve göğdesini o su ile yıkasa.mutlaka Allâhü Teâlâ'mn
inâyetiyle kurtulur, Eyyûb Peygamberin yüzü suyu hürmetine şifâ' bulur.

159
160

Vaktâ ki Eyyûb (A.S.) sağlığına kavuştu, karısı Hanime Hâtûna yüz değnek vuracağını hatırladı. Bu
andı yerine getirmeyi düşündü. Ama bir türlü yerr.i-rıini yerine getirmeye cesaret gösteremiyordu. Ne
yapacağını şaşırmıştı. Bu sırada Hakk Teâlâ, Orta şöyle buyurdu :

«Ey Eyyûb! Eline yüz ince çubuk al, onunla vur. Yeminini bozma.» (Sâd sûresi, âyet: 44).

Allâhü Teâlâ. böylece Hz. Eyyûb'un andının 00 Bulmamasını ve bunca zaman Eyyûb'a hizmet eden
^karısı Rahime'nin incinmemesini istemişti- Hz. Eyyûb eline yüz ince çubuk alacak, bağlayıp deste
yapacak. ^ Çubuklarla Rahime'ye vuracak bir kez. Böylece O na yüz değnek vurmuş olacaktı. O da
aldığı emir üzere öyle yaptı, andı yerine geldi

Hakk Teâlâ yine şöyle buyurmuştur ;

«Biz Eyyûb'a ehlini, oğlunu, kızını ve maimı ve "^varını bir eksiksin yine bağışladık. Daha oa onlar
Bibi niceleri birlikte verdik.-Eyyûb'a-rahmet eytedik "inmeli ki Bizim katımreda kimsenin ibâdeti ve iyi
>Ki kaybolmaz.» (Sâd sûresi, âyet 43).

- 238

HakkTeâlâ, EyyûbCA.S.)'a oğullarını, malım, davarlarını bir eksiksiz yine verince, O da Yüce Allah'a
şükürler etti. Lânetli Şeytân da kör oldu. Ondan sonra Eyyûb (A.S.) otuz yıl yaşadı. Daha sonra âhiret'e
göç etti- Büyük oğlunu yerine vasî kıldı, ki adına Kifl derlerdi. Hakk Teâlâ Hazretleri Hz. Eyyûb'-dan
sonra Kifl'e peygamberlik verdi. Onun adı Kur'-ân'da Zül-kifl diye anılır. Ve Allâhü Teâlâ şöyle
buyurmuştur : «İsmail'i, İdrîs'i ve Zü'1-kifTi de an. Bunların hepsi de sabredicilerdendi.» (Enbiyâ'
sûresi,

âyet: 85).

Burada Zü'1-Kifl'den murâd Hz. Eyyûb'un oğlu Kifl^dir. O da yetmiş yıl yaşadı. Oğlunu yerine vasî
kıldı, ki O'na Abd-i Versis, derlerdi. Fakat Eyyüb oğullan İys soyundan değildi. İys neslinden hiç bir kişi
Peygamber olmamıştır.

ŞUAYB (A.S.)'IN KISSASI

Bil ki Şuayb (A.S.), îbrâhim (A.S.)'ın soyundan-dır. Ishâk ve tsmâil oğullarından değildir. Belki Şuayb
Medyen oğullarındandır. Medyen, Hz. ibrahim (A.S.)' in oğludur. Bunun adı ise ibranî dilinde Pirut'tur.
Arab dilinde Şuayb bin Şem'un bin Ganga bin Medyen bin ibrahim'dir. Babası ise Lût Peygamber
oğulla-

rmdandır.

Şuayb (A.S.)'m gözleri görmezdi. O'ndan başka

âmâ peygamber olmamıştır.

160
161

Şuayb (A.S-) gözsüz ve zayıf olduğu hâlde kavminden hiç korkmadı. Onları Hakk Dîne davet etti. Tatlı
dilli, açık sözlüydü. Çok da hazır cevâbtı. Akıllı, zeki, anlayışlı, uyanık bir kişiydi. Peygamberimiz

— 240 — . .

Muhammed (S.A.V), O'nun hakkında şöyle buyur muştur:

«O, Hatîbi'1- Enblyâ'dır.. Yâni iyi sözlü, tatlı dilli olduğu için O'na «Peygamberlerin Hatibi» demiştir, iyi
bil ve inan ki; Şuayb (A.S.), Allah tarafından gönderilmiş Peygamberlerdendi. Medyen şehrinde
otururdu. Medyen, Şam iline yakın bir şehirdi- Şimdi de onun yeri bilinmektedir. Çok güzel bir yerdir.
Çayırlı, çimenü, ağaçlı, bol sulu, gönül açıcı bir yerdir. Hakk Teâlâ, Şuayb kavmine:

«Ashâbi'l Eyke!» diye buyurmuştur. Bu isim Sû-r e-i Hicr'de şöyle yâd edilmiştir: «Şuayb'ın milleti
olan Eyke halkı zâlim kişilerdi.» (Hicr sûresi, âyet: 78) Yine Hakk Teâlâ, şöyle buyurmuştur:

«Eyke ashabı da peygamberlerini yalanladılar. O'na inanmadılar. O zaman Şuayb onlara: "Allah'tan
korkmaz mısınız?" dedi.» (Şuârâ sûresi, âyet: 176, 177) [*].

Şuayb (A.S.) onlara:

«Allah'tan korkmaz mısınız? Niçin muamelenizi, doğru yapmıyorsunuz? Terazinizi, ölçünüzü eksik
tutuyorsunuz?» dedi.'

Hakk Teâlâ, onlara bol bol ni'metler, mal ve sığırlar vermişti. Lâkin bunlar kâfirdi. Putlara
tapmaktaydılar, Allah'ı «Bir» olarak bilmezlerdi- Terazilerini ve ölçülerini eksik tartarlardı, öyle ki her
kişinin iki okkası, iki ölçeği vardı. Biri çok tartardı, diğeri eksik tartardı. Çok tartanla mal alırlar, eksik
tartanla satış yaparlardı. Bir kimseden akçe alsalar çekiyle alırlar, verecek olsalar sayı ile verirlerdi.
Bundan ötürü de çeki ile aldıkları akçenin her yanından

l*) Eyke: Ormanlıkta oturan halk, demektir.

_ 241 — F./10

yontarlar ve çekinin de bilinmemesi için adetle verirlerdi.

Kimi kişiler Medyen halkı Ue Eyke halkını iki ayrı taife sanmışlardır: «ikisine de Şuayb Peygamber
gönderildi!» demişlerdir. Bu yanlıştır. Medyenlilerle Eyke halkı birdir, Kur'ân'da kimi yerde, «Eyke
Ashabı», kimi yerde ise «Medyen Ehli» diye anılırlar, ikisinde de murâd Şuayb Peygamberin kavmidir.
Ashâb-ı Eyke dedikleri halk, Medyen ehlidir.

Medyen, iki şeye denilir. Biri, Şuayb (A.S.)'ın peygamber gönderildiği şehirdir. Diğeri se Şuayb'ın
dedesinin adıdır ki ibrahim Peygamberin oğludur.

Kimileri de şöyle derler: «Şuayb ile Medyen halkı arasında hısımlık yoktu. Ancak Şuayb (A.S.) onların
arasında otururdu. O yönden Cenâb-ı Hakk şöyle buyurdu :

«Biz, Medyen şehrine kardeşleri Şuayb'ı yolladık.»

161
162

(A'râf sûresi, âyet: 85).

Ama doğrusu şöyledir •. Şuayb (A.S.) medyen şeh-rindendi. Halkı da ibrahim (A.S.)'m oğlu
Medyen'in aslındandır. Buna delil de şudur: Şuayb (A.S.), kavmine :

«Ölçünüzü, terazinizi doğru, dürüst tutun!» deyince bu söze üzüldüler. Ve şöyle dediler:

«Eğer kavim ve akrabanın hatırı olmasaydı; biz, seni taşla öldürürdük- Zâten senin bize saygın
kişiliğin de yok, sözünü kes! dediler.» (Hûd sûresi, âyet:

91).

Şuayb (A.S.) ile kavmi arasında olan, biten macerayı Hakk Teâlâ, Peygamberimize anlatıp şöyle
buyurdu :

«Biz, Şuayh'ı kendi kavmine peygamber yolladık.»

Hz. Şuayb da şöyle söylemiştir:

«Ey kavmim, dedi. Allah'a tapın, puta tapmayın

242 —

Sizin, O'ndan başka tapacak Allah'ınız yoktur.» (A'râf sûresi, âyet: 85) Sonra şöyle devam etmiştir:

«Allah «Bir»dir, benzeri, ortağı yoktur. Bütün carı lıları ve cansızları O yaratmıştır! Rabbinizden size
açıklama gelmiştir ve Bir'liğini bize bildirmiştir.»

«Ölçünüzü ve terazinizi tamam tartın!» (En'âm sûresi, âyet: 152).

Yine şöyle buyurulmuştur :

«Halkın hiç bir şeyini eksiltmeyiniz. Verdiklerinizi eksik vermeyiniz. Düzene koyduktan sonra
yeryüzünde fesad çıkarmayınız. Eğer benim sözüme inanıyorsanız söylediklerim sizin hakkınızda
hayırlıdır.» (A'râf sûresi, âyet: 85).

Bundan sonra insanların bir kısmı Şuayb (A.S.) 'ı Hakk Peygamber Dildiler. Bütün söylediklerini
yerine getirdiler. Müslüman oldular. Başka bir taife ise Şuayb (A.S.) 'ı yalanladılar, îmâna gelmediler.

Şam kavmi ise Şuayb (A.S.) 'in Peygamberliğini işitip, yanına gelirlerdi. O'nun sözlerine kulak verip,
dinlerlerdi- Ve O'nun buyruğu ile amel ederlerdi. Asıl Şuayb kavmi ise, Şam halkının böyle yaptığına
inci-nirlerdi. Yolların üstünde otururlar, Şuayb (A.S.) 'a . imân getirmiş bir kişi oradan geçse,
korkuturlar, incitirlerdi :

«Sakın Şuayb'ın yanına varayım deme! O cadıdır, halkı tatlı dille aldatır, dinden, imândan çıkarır!»
derlerdi.

O kavmin ettiklerini ve yollan beklediklerini Şu(A.S.) işitti; onlara şöyle dedi:

162
163

«Yollarda oturmayın. Halkı korkutmayın! Hakk Teâlâ'nın yolunu tutanları yoldan çıkarmayın. Eğri,
Vanlış yola sokmayın!» (A'râf sûresi, âyet: 86).

Şuayb (A.S.) , halka Hakk Teâlâ'mh ni'metlerini °ğretti. Onlara şöyle dedi :

243 —

«Hakk Teâlâ, sizi az iken çoğalttı. Ni'metler verdi. Bunları zikreyleyin. Hele bir bakınız, ki o fesadçı-ların
sonu neye yaradı?» (A'râf sûresi, âyet: 86). Yine Şuayb (A.S.), öğüdlerini şöyle sürdürdü : «Sizden bir
topluluk benim getirdiğime uydular. Bir topluluk da uymadılar. Uyanlar sabretsinler. Tâ ki Hakk Teâlâ
bizimle, sizin aranızda hükmetsin. Ondan sonra ne zaman dilerse onları yok etsin ve bizi kurtarsın. O,
hüküm verenlerin en hayırlısıdır.» (A'râf sûresi, âyet: 87).

O kavmin ulu kişileri Şuayb (A.S.)'a şöyle dediler: «Biz, seni ve sana uyanları bu şehirden süreriz.
Yâhûd da bizim dinimize dönün!» dediler. Şuayb (A. S.) da: «Sizin bâtıl olan dîninize mi dönelim?»
(A'râf sûresi, âyet: 88), dedi- «Allâhü Teâlâ, bizi küfürden kurtardıktan sonra yeniden sizin dininize
dönersek, doğrusu, biz Allah'a karşı yalan söylemiş oluruz.» (A'râf sûresi, âyet: 89).

Şuayb (A.S.) sonra Yüce Allah'a şöyle yalvardı: «Ey bizim Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında
bükmeyle. Doğru yolda gidene yardımcı ol. Her kim ki doğru yolda değilse, onu helak eyle. Sen hükür
verenlerin en hayırlısısın, iyisisin.» (A'râf sûresi, âyet: 89).

Bunun üzerine Şuayb kavminin ileri gelenleri bir yere toplandılar. Şöyle dediler:

«Eğer siz Şuayb'a uyarsanız, yemin ederiz ki çok büyük ziyan görenlerden olacaksınız.» (A'râf sûresi,
âyet: 90).

Bu ulu kişiler her ne kadar kavimlerini Şuay.b (A.S.)'dan uzaklaştırmak istedilerse de, Şuayb (A.S-)
onları durmadan Hakk Dîne Çağırırdı ve şöyle derdi:

«Yeryüzünde, halkı Hakk Yoldan yasaklayıp, te-

244 —

râzî ve ölçeği eksik tutup, fesadlık etmeyin.» (A'râf sûresi, âyet.- 74). Ve şöyle devam etti:

«Ama siz terazi ve ölçeği dosdoğru tartacak olursanız, mü'min kişilerden olursunuz. Hakk (Celle ve
Âlâ) size sevâb, malınıza bereketler verir.» (Hûd süresi, âyet: 86). Devamla :

«Bu bereket, size terazide ve ölçekte mal uğralamaktan (hırsızlamaktan) daha iyidir!» dedi. Onlar da
şöyle demişlerdi .-

«Ey Şuayb! dediler. Bu senin dînin, sana böyle mi buyuruyor? Babalarımızın taptığından el çekelim
ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmıyalım im? dediler. Oysa ki sen halim, akıllı bir kişisin, ve doğru
bir yol üstündesin.» (Hûd sûresi, âyet: 87).

163
164

Onlar bu sözleri Şuayb (A.S.)'a alay olsun diye-söylemişlerdi. Nitekim akıllı olan bir kişiye sen :
«Akılsızsın!» dersen : «Akılsız kişisin ki böyle söylüyorsun!» demek olur.

Ve Şuayb (A.S.) onlara şöyle dedi .-«Ey kavim! Hakk Teâlâ bana doğru yolu gösterdi ve açıklamada
bulunarak bana hidâyet ve îmân bağışlamakla rızıklandırdı. Benim yardımcım ancak Hakk'tır. O'na
karşı gelebilir miyim? Size yasak ettiklerime ben aykın iş yapamam. Ben gücümün yettiği yere kadar
sizi salâh yoluna götürmek istiyorum. Benim yardımcım ancak Allâhü Teâlâ'dır. Yalnız O'na tevekkül
ettim. Ve ben O'na döneceğim.» (Hûd sûresi, âyet: 88). Sonra şöyle devam etti:

«Ey kavm! Bana muhalif olmayınız. Nuh veya Hûd kavmine veya Salih ve Lüt kavmine yetişen azabın
size de gelmesine yol açmasın.» (Hûd sûresi, âyet. 89).

«Allah'ınıza istiğfar ediniz. O'ndan yarlığanmak dileyiniz. O'na tevbe ediniz. O'na rücû ediniz. Gerçek

— 245 —

tir ki benim Rabbim esirgeyicidir ve hem şefkatlidir, merhametlidir.» (Hûd sûresi, âyet: 90).

Onlar da şöyle -dediler:

«Ey Şuayb! Söylediğin sözlerin çoğunu biz hiç anlamıyoruz, bilemiyoruz. Oysa bilip arılıyorlardı. Biz,
seni aramızda güçsüz, zayıf görüyoruz. Ve senin kavmin ve kabilen çok olmasaydı biz, seni taşa
tutardık, sen bizim üzerimize ulu değilsin!» (Hûd sûresi, âyet: 91).

O zaman Hazret-i Şuayb, onlara şu cevâbı verdi:

«Ey kavm! Şimdi benim kavmim sizin üstünüze daha aziz mi oldu? Hakk Teâlâ ki, O Allah'ı
unuttunuz! O'nu anmaz oldunuz. O'ndan korkmuyor da benim kavmim ve kabilemden
korkuyorsunuz. Şübhesiz ki Rabbimin bilgisi bütün işlerinizin hepsini kuşatıcıdır. Ey kavm! Elinizden
geleni arkanıza bırakmayınız! Ben de ödevimi yerine getireceğim. Yakında kendisini yok edecek azabın
kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu öğreneceksiniz. O zamanı bekleyin. O günü ben de sizinle
birlikte göreceğim.» (Hûd sûresi, âyet: 93).

Onlar da şöyle dediler:

«Hiç şübhe yok ki sen, büyü tutmuş birisisin! dediler.» Ve sözlerine şunu da eklediler: «Seni
yalancılardan sayıyoruz!» (Şuârâ sûresi, âyet 185 ve 186).

«Eğer gerçek söylüyorsan ve peygamber isen gökten yere bir parça indir. Tâ ki senin peygamber
olduğunu bilelim, dediler.» (Şuârâ sûresi, âyet: 187).

Hazret-i Şuayb kavmına şöyle dedi:

«Rabbim yaptıklarınızın hepsini bilir!» (Şuârâ sûresi, âyet: 188).

Şuayb (A.S.), onları Allah'a bıraktı. Ve:

164
165

«Allâhü Teâlâ sizden intikamını alır!» dedi. Azâb vakti erişince, Şuayb (A.S.)'m halkı îmâfcfc
gelmemişti. O zaman Hakk Teâlâ'dan bunlara iki zait geldi. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:

«Azâb emrimiz gelince, Şuayb ile yanındaki imân edenleri kurtardık. Zulmedenleri ise bir çığlık
sardı.» (Hûd sûresi, âyet: 94).

Hakk Teâlâ bu kavme azâb etmek diledi. Gece olunca şehirlerine sıcaklık verdi. Öyle ki. bu
sıcaklıktan halkın kırılmalarına az kaldı, sabırları tükendi. Sabah olunca şehirden bir kaç fersah
uzaklıkta bir parça bulut göründü. Öyle ki bulut, Güneş'i örttü. Herkes koşuştu. O bulutun altına
dizildiler. Sıcaktan biraz kurtulmak istiyorlardı. Bâzıları ise oraya varmak arzusundaydılar, ama
varmaya güçleri yoktu. Bunlar kadınlar, çocuklar ve yaşlılardı. Evlere girip oturdular. Biraz rahat etmek
istiyorlardı. Hakk Teâlâ, o buluttan ateş yağdırdı. Bulutun altında her kim kaldıysa, yanıp kömür
oldular. Sonra Cebrail (A.S.) bir çığhk attı. Şehirde sağ olanların hepsi öldüler. Ancak Şuayb (A.S.) ile
O'na imân edenler kurtuldular. Hakk Teâlâ, helak olanların hâlinden haber verip şöy-te buyurmuştur:

«Şuayb (A.S.)'a-. Yalancı, diyenlerin hepsi kırıl-Sanki hiç dünyaya gelmemiş gibi oldular. İzleri kalmadı.
Mahvolup gidenler, Şuayb'a îmân etmeyenler, O'nu yalanlayanlar oldu.» (Hûd sûresi, âyet:

Itri Bundan sonra Su&yb (A-s-}> kendisine imân eden-

MÛSA° fŞehirde kaldl- Zamanla çoğaldılar. Daha sonra

aldı '} Medyen'e vardl- Şuayb (A.S.)'m kızını

— 246 —

— 247 —

PPIH

FİR'AVN MUS?AB BİN VELİD'ÎN HİKÂYESİ

165
166

Olaylan hikâye edenlerden Münebih-il Yemâni ve Kâbü'l-Ahbâr şöyle rivayet ettiler: Kur'ân-ı Ke-
rîm'de ve tarih kitaplarında Fir'avn denmekle ünlü olan Mus'ab oğlu Velid, Yûsuf (A.S.)'dan sonra
dört-yüz yıl İsrâiloğulları'na padişah oldu. îsrâîloğulları' -nın Mısır'a gelmesinin sebebi Yûsuf (A.S.)
olmuştu. Velid oğlu Firavun Reyyân zamanında, ki Mısır'ın sultanı idi. Yûsuf (AJ3.), O'nun veziri
olmuştu; Yûsuf (A.S.) zamanındaki Firavun Velid oğlu Reyyân, ömrünün son demlerinde Yûsuf (AJ3.)'a
imân getirmişti. Allâhü Teâlâ'yı «Bir» bilmişti. O da Amalak oğullarmdandı. ölünce, yerine Mus'ab oğlu
Kaabûs melik oldu- O da Amalak soyundandı. önceki melikin de kabilesindendi. Ama putlara
tapmaktaydı. Hakk Teâlâ, o'na, Yûsuf (A.S.)'ı Peygamber yolladı. O üa, o'nu Allah'ın «Bir»liğine çağırdı.
Fakat o kâfir, Hakk Dine çağırmayı istemedi. Putperest olarak kaldı. Ama Yûsuf (A.S.)'ın oğullan
çoğalmıştı. Kardeşlerinin de oğullan çoğaldı. Onların hepsine (İsrâîloğullan) denir. İsrail ise Yâkûb (A-
S-)'dır. Mısır ülkesinde yaşayanlardan bir kısmı Allah'ın «Biriliğine inananlardı. Ve Yûsuf (A.S.)'ın
Dininde idiler Geri kalan Mısır balkı ise puta tapmaktaydı.

Yûsuf (A.S.)'dan sonra hayli zaman geçti. Yûsuf (A.S.) 'in kardeşleri birer birer Allah'ın rahmetine
kavuştular. Evlâd ve zürriyetleri çoğalıp, yayıldılar. Mısır halkı iki bölük oldu- Biri tsrâîloğullan, diğeri
ise Mısır halkı idi. Onlara «Kıbtî» denilirdi, îsrâiloğulları

Mısır'da azınlıkta, Kıbtîler ise çoğunlukta idi.

***

Firavun Kabus kavmini puta tapmağa zorladı:

«Puta tapın! Yûsuf Dînini bırakın!» dedi. Bu öğüdü bütün Kıbtiler ve Mısırlılar kabul ettiler. Kıbtiler-
den her kim Yûsuf (A.S.)'in Dinine girmişse, yeniden eski dinlerine dönüp, mürted oldular. (Allah
korusun). Firavun, İsrâîloğullarını da dinine çekmek istedi ama, kabul etmediler, Yûsuf (A.S.)'m
dininde kaldılar. O zaman Mısır Firavunu O'nlara hor bakmağa baş -ladı..

Nice yıllar bu hâl üzere geçti Firavun Kabus öldü. Kardeşi Mus'ab oğlu Velid Bey oldu. İşte Mûfiâ
(A.S.) zamanındaki Firavun bu Mus'ab oğlu Velid'-dir. Bu mel'un bütün meliklerden ve Firavunlardan
daha yavuz, daha şerir çıktı. Daha zâlim, daha cefâ-cı, zulümde daha da cesurdu. İsrâiloğullarım daha
da çok incitti. Kardeşinin memleketini baştan başa buyruğu altına aldı. Kardeşinin bir karısı vardı. Hem
de kendilerinin soyundandı. Onun adına «Âsiye» derlerdi. Mezahim'in kızıydı. Mezahim, Ubeyd'in
oğludur. Ubeyd, Reyyân'ın oğludur. Ve Reyyân, Velid'in oğludur. O da önceki Firavun'du.

Âsiye, çok güzel bir kadındı. Çok akıllıydı, iyi fikirliydi. Firavun, O'na haddinden ziyâde saygı
gösterirdi. Memleket işlerinde O'na danışır, konuşurdu. O'nun tuttuğu düzenli yolu beğenir ve:

«Bana kardeşim melikten kalan mala, cariyelere, saltanata hiç sevinmem, yalnız bu kadına
sevinirim!» derdi.

***

Âsiye, son derece akıllı, dürüst, doğru sözlü, sâ-bir kadındı. Bütün kadınlann da en hayırlısıy-cl1 Hattâ
Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (S.A.V.) Söyle buyurmuştur:

«Dünyâ kadınlarının en hayırlısı şu dört kadir». -lr= BirüıCiSi İmrân kızı Meryem; ikincisi, Huveylid

166
167

— 248 —

— 249 —

kızı Hadicetü'l-Kübrâ, üçüncüsü, Hasan ve Hüseyin'-Jn anası Fâtımatü'z-Zehrâ, dördüncüsü, Mezâhim


kızı Asiye'dir.» Hakk Teâlâ, O'nun hakkında şöyle buyurmuştur:

«Allah, imân eden kimseler için Firavun'un karısını örnek olarak gösterir.» (Tahrim sûresi, âyet: U).

Böylece Âsiye'nin imânı ve islâmlığı Kur'ân-ı Ke-rîm'de anılmıştır. Bu hâtûndan başka îsrâiloğullann-
dan hiç bir kimse rahat görmezdi. Her türlü zahmet, işkence içinde yaşarlardı. Firavun'un hiç bir
surette îsrâîloğullanna şefkati yoktu. Sonunda, Isrâiloğul-larmın bu zulme daha fazla takatlan kalmadı:

«Acaba, Hakk Teâlâ'nın katında ne günâh işledik ki bizi bu kişinin azabına uğrattı? Bu kâfir,
putperestleri bize musallat etti?» dediler. Günâhlarından tevbe ve istiğfar edip şöyle dediler.-

«Yâ îlâhî! Bu belâyı bizim üzerimizden def et! Ya da bize islâm olarak ölüm ver! Horlanmaktansa bu
ölüm bize daha iyidir!»

Onlar böyle azâb çekerken-, Firavun sultanlıkta; Kıbtîlerin herbiri beylikte ve refahta idiler. Firavun,
Nil ırmağının içinde bir taht kurdurmuştu. Çevresinde çalgıcılar, oyuncular, türlü türlü hüner
gösterenler oturmuştu. Gece, gündüz yiyip, içiyor, eğlenceleri seyrediyordu. Çeşitli yemekleri kendisi
tek başına yer, geri kalanı da adamlarına verirdi. Zamanla saltanatta yükseldiğini görünce, gönlüne
Şeytân vesvesesi girdi. Gönlünü gurur kapladı. Kendisini insanlıktan uzaklaştırdı. Ve Mısır halkına
şöyle dedi:

«Firavun, kavmine şöyle seslendi ı "Ey kavra! Mısır ülkesi benim değil midir? Ve bu ırmaklar ki
benim altımda nice akıyor, görmez misiniz?"» (Zuhrûf sû -resi, âyet: 51).

Firavun daha-sonra şöyle devam etti:

«Bu kadar, bej'ler, yüce kişiler bana secde ederleri Ve buyruğuma boyun eğmektedirler. Benim ni'-
metimi yerler. Her sabah da hizmetime gelirler. Ve bana hürmet ve saygıda kusur etmezler. Bu, yüce
bir saltanat değil midir? Bu saltanat kime kısmet olur?»

167
168

îşte bütün bu sözleriyle Mısır Firavunu kendisini ulu görüp, kendi kavmini, kendi milletini hor gördü.
Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

«Firavun kendi kavmini küçümsedi. Kavmi de bilgisizdi. Ona baş eğdiler. Gerçekten onlar yoldan
çıkmış bir kavimdi.» (Zuhrûf sûresi, âyet: 54).

Firavun'un gönlüne kibir düştüğünden ötürü kendisini ulu bir kimse gördü. Ve:

«Ben tanrıyım!» diye kavmine bildirdi.

Halkının çoğunu kendisine secde ettirdi. Kavmi:

«Gerçek söylüyorsun!» dediler. Bundan sonra Firavun'un gittikçe kâfirliği arttı. Hakk Teâlâ, o'nun
saltanatına, mülküne, Ömrüne, saygınlığına eksiklik vermedi. Bu hâl üzere tam dörtyüz yıl geçti.
Dörtyüz yıl sultanlık etti. Hiçbir gün insafa gelip de, yüreği yumuşayıp Allah'ın birliğini ikrar etmedi.

Bir gece, Firavun yatağında yatıyordu. Gaflet uykusuna dalmıştı. Uykusunda bir rüya gördü. Biri o'na
şöyle bağırmaktaydı:

«Çy Firavun! Bu cihanı Yaratan ve sana bu saltanatı veren Yüce Allah, kendine köle edindiğin bu
Isrâiloğullarından bir kuluna, bir oğlan çocuğu verecektir. Senin mülkünü ve tahtını yerle bir edecektir.
Seni bu saltanattan düşürüp sonu gelmiyen bir azâ-toa içine sokacaktır. Elindeki bu saltanat da, bu-
ni'-rciet de gidecektir. Ve senin Mısırlı kavmin, o çocuğun «iade helak olacaktır. .Senden sonra
gelenler, senden ret alacaklardır. Sen, bu dörtyüz yıl içinde onlara

— 250

251

çok zulüm ettin, onları kendi kavmine kul kıldın. Bu köle oluş onlara şunun için gelmiştir.- Onların
kimisi Allah'a âsî oldular. Ve peygamberlerinin sözüne uymadılar, yalandır, dediler- Bundan ötürü
Hakk TeâJâ, seni onların üzerine azâb olarak gönderdi. Sen onları kul eyledin. Ve güçleri yetmiyecek
işler gösterttin. Onlara türlü türlü zulümler eyledin. İşte, Hakk Te-âlâ'nın onlara devlet vermesine az
vakit kaldı. Yeryüzü padişahı onlardan olacaktır. Senin kavmin, onları nasıl kul, köle.edinmişse;.onlar
da senin kavmini kul, köle eyleyeceklerdir!» dedi.

Firavun, rüyasında bu sözleri işitince, ansızın uyandı. Bu rüyadan korktu, yüzü sarardı; yemekten,
içmekten kesildi. Uykuları kaçtı, kararı kalmadı. Kemen adam gönderdi. Hâmân'ı çağırdı. Sarayda ne
kadar ulu kişiler varsa topladı. Gördüğü rüyayı onlara anlattı. Ulu kişiler bu rüyayı duyunca :

168
169

«Bu.yalancı, bâtıl bir rüyadır! Bunun gibi şeylere itibâr edilmez. Bunca yıl padişahlık ettin- Sana karşı
hiç düşman çıkmadı. Hiç kimse de verdiğin buyruktan yüz çevirmedi. Şimdi aslı olmayan bir rüyadan
korkmanda bir mânâ yok. Eğer hatırına, gönlüne bir sıkıntı gelirse; ülkende bilginler, yıldızbakıcılar
kâhinler, rüya yorumcuları ve sıhirciler çoktur. Adam gönder, buraya huzuruna toplansınlar. Onlara
güzel bir ziyafet çek, armağanlar sun. Sonra da gördüğün rüyayı anlat.. Önler, bu rüyanın ne olacağını
bilirler. Yüreğini teselli ederler. Biz de rüya gördüğümüz za-rnan söyleriz. Bizim de rüyamızı
yorumlarlar!» de -diler,

Firavun'un öyle yıldızbakıcılan, öyle kâhinleri vardı ki, bir yılın öncesinden yılın sonuna kadar ne
olacağını bildirirlerdi. Bunlara haber gönderdi. Onları huzurunda-topladılar- Herbirine ayn ayn
bahşişler ve

— 252

ihsanlarda -bulundu. Hoş sohbetten sonra, gördüğü rüyayı anlattı.

«Bu rüyadan ötürü hiç rahatım ve kararım kalmadı. Gönlüm gama boğuldu. Bana çâre bulun. Bunun
aslı nedir? Sonu ne olacaktır? Bana bildirin!» dedi.

Davetliler, Firavun'dan bu sözleri işitince, önünde •secdeye kapandılar. Ve:

«Ey Yüce padişahımız! Böyle küçük şeyler için hiç sıkıntı çekme! Bize mühlet ver. Gidelim,
düşünelim. Bu rüyanın yorumunu sana söyleyelim!» dediler.

O da kırk gün izin verdi. Firavun'un yanından ayrıldılar. Issız, harap dağlara yayıldılar. Aba giyerek,
arpa ekmeği yediler. Pınar kıyılannda, dik taşların üstünde yattılar. Devlerden ve Şeytanlardan yardım
dilediler. Onlardan bu rüyanın tâbirini istediler.

Bu olaylar Musa (A.S.) "m dünyaya gelmesinin yaklaştığı zamanda olmuştu. Hem o zamanlarda
Şeytanlar göğe çıkarlar, dünyanın basma gelecek şeyleri Meleklerden duyarlardı. Sonra gökten yere
inerler, kâhinlere, falcılara bildirirlerdi. Sonra bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (S.A.V.)
zamanı gelince, Şeytanlar göğe çıkmaktan yasaklandılar. Şimdi onlar göğe çıkmak isteseler, Melekler
onlara ateş atarlar.

: ***

Hakk Teâlâ kendisine yakın olan Meleklere ve Arş'ı Âlâ'y1 omuzlarında taşıyıcı Meleklere, yâni Ha-
meletü'l-Arş'a :

«İsrâiloğullanndan bir oğlan çocuğu dünyaya gelecektir. Onun doğumu Mısır'da olacaktır. Şu Şaban
ayının Cum'a gecesinde, saat üçü geçtikten sonra ana rahmine düşecektir!» diye buyurdu. Arş'ı
taşıyan Melekler, öteki Meleklere, Musa (A.S.)'m o ayda, o va-

— 253 —

169
170

kitte doğacağını haber verdiler. O Melekler de Adem-oğullarının vekili seçilen iki kerîm Yazıcı Meleğe
(Ki-râmen Kâtibîn'e) müjdelediler. Onlar da Kirâme'1-Be-rere'ye, hayır ve ihsanı çok olan bütün Gök
Meleklerine haber verdiler. Kirâme'l Berere de bütün Gök Meleklerine bildirdiler. Musa (A.S.)'ın
dünyaya geleceğini birbirine müjdeleyip:

«Bu kişi, filân ayın. filân vaktinde, filân saatte Mısır ülkesinde ana rahmine düşecektir!» dediler. O
zamanlarda, göklere çıkan ve onlardan haber alan İfritler bu haberi işittiler. Meleklerin, Musa (A.S.) m
doğacağını ve birbirine müjdelediğini, bildiler, anladılar. Bu doğumun nerede ve ne vakit olacağını
duydular. O kâhinler ve yıldizbakanlara haber verdiler. Onlar da kırk gün içinde bunların olacağını
bilerek Firavun'un huzuruna çıktılar. Ve:

«Yâ sultanımız! Biz bu rüj'âyı şöyle yorumladık: Senin kullarından bir oğlan dünyaya gelecektir ve
saltanatın, mülkün O'nun elinde helak olacaktır. O, senin dinini de bâtıl edecektir. O çocuk Mısır
şehrinin başkentinde olacaktır! Sabân ayının üçüncü günü Cum'a gecesinin üç saati geçtikten sonra
ana rahmine düşecektir! Bu Şaban ayı çok saygın, çok hürmetli bir aydır. Ama onun hürmeti Âhir
Zaman'da bilinecektir. O ayda bir peygamber gelecektir ki adı Muhammed olacaktır!» dediler.

Firavun bu sözleri işitince derdi ve sıkıntısı daha da arttı. Ve:

«Ne çâre, ne tedbir almalıyız ki, o dünyaya gelecek çocuğun annesini bulup öldürelim! O çocuğa
yüklü kalmasına mâni olalım. O belâdan nasıl kurtulalım?» dedi. Kâhin ve sihirbazlar:

«Ey -padişahımız! Henüz, o çocuğun ana rahm1 ne düşmesine iki, üç ay vardır!» dediler. Firavun;

'-'••; - — 254 — .

«Bir hile, bir düzen düşünmek gerektir ki, o çocuğun annesi gebe kalmasın!» dedi.
Sihirbazlar .-«Onun çâresi kolaydır!» dediler. Firavun : «Nedir o çâre?» diye sordu. Sihirbazlar .•
«Gökte o ay'ı görünce Mısır'da ne kadar kadın varsa erkeklerinden ayır. Hiç bir erkek, kadını ile
çiftleşmesin. Böyle olunca da kadınlar çocuğa gebe kalmazlar!» Firavun .•

«O ay içerisinde bir kadının kocasiyle yatmasını nasıl önleyebiliriz?» dedi. Onlar da:

«O vakit olunca emir yer, tahtını şehirden dişan çıkarsınlar. Orada yüce bir saray yapılsın. Tahtın
üzerine bir minder konulsun. Şehir içine tellâllar yolla. Şehir içindeki Isrâıloğullarmdan ne kadar kulun
varsa çağırsınlar. Hepsi kapında toplansınlar. Onlar senin yüzünü görmeyi özlemişlerdir. Onlara
yüzünü göster. Hatırları hoş, gönülleri şen olunca onlara bir takım haberler ver. Gönüllerinin istediği
gibi vaad -lerde bulun. Bunları yapınca hatırları hoş olur. Onların her birinin hâline göre hilâtlar ver!
öyle ki hepsinin gönlü alınmış olsun. Hepsi de huzuruna gelsin. Sonra var, minbere çık. Yüksek sesle
çağırıp de ki: /«Ey Isrâîloğulları! Ben sizden hoşnûd oldum. Si-

zui hakkınızı tanıdım. Üstünüzden verginizi bağışladım!»

Bu sözlerini güneş kızarıp, batmaya başladığı zaman söyle. Onlar senin söylediğin bu sözleri, işitecek-
erdir. sevinmiş olacaklardır. Sen de onlara o zaman .-•Siz, bu gece benim konuğumsunuz. Sarayda
yat--^anız gerek!» de- Bu hîle ile hepsini sarayın içine ü-rsi11- Şaban ay'ı çıkıncaya kadar hiç birini

170
171

evlerine r ndennezsin. Böylece onlar, kadınlarının yanına va-mayacaklar, kadınların da gebe


kalmaları önlen-

— 255 —

nıiş olacak. O fesad da böylece önlenmiş olur!» dediler.

Firavun onların bu hilelerini beğendi. Tellâllar yollayıp', şehrin içinde bağırttı^ Ne kadar îsrâiloğul-ları
varsa şehirden dışarı çıktı, Firavun'un çevresinde toplandılar. Firavun minber üzerine çıkıp akıllara
durgunluk verecek vaadlerde bulundu. Tatlı sözlerle hepsinin gönlünü aldı. Herbirine ayrı ayrı hilâtlar
giydirdi. Bu iş tamamlandıktan sonra Firavun onlara hitaben şöyle dedi:

«Ey îsrâîloğulları! Benim, size ettiğim ihsan bu kadar değil. Şimdiden sonra size ihsanı artırsam
gerektir. Ben, sizin kadrinizi, değerinizi şimdi anladım. Sizden verginizi kaldırdım, bağışladım.
Muradım şudur ki bu gece bana konuk olasınız. Benim sarayımda yatınız! Onlar da bağırıp,
çağırışarak:

«Sultanımızın emri başımızın üzerinedir- Bir gece değil, istersen bir ay burada yatar, gitmeyiz!»
dediler.

Firavun bu sözleri işitince, hoşlandı, onları sarayda konukladı. Kendisi Hâmân'la ve kavminin ulu
kişileri ile birlikte şehre geldi. Kalenin çevresini dolandı. Kapıya geldiğinde Firavun, Hâmân'a ve ulu
beylerine :

«Siz varın, halkı sarayda alakoyun, dışarı çıkartmayın. Ben, bu gece kalede bulunayım- Çok dikkat
edin, kimse dışarı çıkmasın!» dedi.

Musa (A.S.)'ın babası îmrân, İsrâiloğullarımn üe ri gelenlerindendi. Firavun'un saray adamlarındandı-


Bütün halkın Firavun'un sarayında toplandığı gece. kalenin kilidi îmrân'ın elindeydi. Bundan ötürü
kapıyı kapayıp, gitmişti. Firavun, İmrân'ı çağırtıp, kale Kapısının kilidini almak istemişti. Kapıyı
kilitlemeyi, lm"

rân'ı da kale dışında bırakmayı dilemişti. Böylece Im-rân da öteki halkın yanında kalmış olacaktı

îmrân'ın evi kalenin içindeydi. Firavun, O'ndan kalenin anahtarını alınca .-

«Var, sen de kendi kavminle sarayda birlikte ol!» dedi. îmrân:

«Ey padişahımız! Bunca yıl birlikte yaşadık, ömür geçirdik. Hiç bir gün yalnızca kale içine girmedin.
Ansızın bir kişinin tuzağına düşmemek, hilesine uğramamak için ihtiyat gösterirdin. Dikkatli hareket
ederdin. Şimdi neden yalnız gitmek istiyorsun? Yüce bir padişahsın. Eğer bir kişi tuzak ve pusuda
olursa ansızın sizi öldürmeğe fırsat bulur, diye ihtiyatta bulunmaz mısın?» dedi. Firavun düşündü :

171
172

«Ey îmrân! Doğru söylüyorsun, hoş öğütte bulunuyorsun!'Sen de benimle birlikte gel! Benim güven
diğim ve doğru bir adamımsın! Kapıyı elinle kilitle. Belki dışardan gelenler olur!» dedi

Böylece îmrân da içeri girdi. Kalenin kapısını sıkı sıkıya bağladı, kilit vurdu. Bu işi bitirdikleri zaman,
şehrin içinde Firavunla îmrân'dan başka erkek cinsinden hiç kimse yoktu. Hepsi de kale dışında,
Firavun'un sarayında yatmışlardı. Firavun sonra:

«Ey îmrân! Ben kendi hâs adamlarımdan seni seç-t:m. Senden başka bir kişiyi kaleye yanımda getir-
medim. Sen, benim çok inandığım bir kimsesin. Sana her yönden inanırım. Ama bu gece benim
sarayım-ca yatman gerektir. Sarayın kapısını içeriden sağlam kilitlemek gerekiyor. Sen kuşağını
çözmeden, elbiseni çıkarmadan sabah oluncaya kadar eşiğimin üzerice yaslanıp yatmak zorundasın!»
dedi. îmrân da:

«Başım üstüne, padişahım!» dedi.

îmrân, kendi eliyle sarayın kapısını sağlamca ki-li*ledi. Kılınanı ve kalkanını başının altına aldı. Eşi-

256

— 257 —

F./17

ğin üstüne yan gelip yattı. Gecenin ilk uç saati geçmişti. Uykuya daldı, öteki tarafta îmrân'ın karısı Fi-
ravun'la kocasının şehirde olduğunu işitti. Ama îm-tân'ın eve geleceğini umuyordu. O'nun eve
gelmediğini görünce, söylenerek kalktı, yanına iki de câriye aldı. Sarayın kapısına geldi-. Kapıya elini
sürer sürmez, Allah'ın hikmeti ile kapı açıldı. Kadın içeri girdi. Kocası tmrân'ın uyuduğunu gördü.
Cariyelerine:

«Siz geride kalın!» dedi. Kendisi ilerledi. İmrJn uyandı. Karısının başucunda durduğunu gördü.
Şaşırarak :

«Kapıyı nasıl açtın?» diye sordu; O da:

«Ben kapıyı açık buldum;» dedi.

İmrân kansiyle söyleşince şehveti arttı. O'nu kenara çekti. Allah'ın emriyle o anda Musa (A.S.), İm-
rân'm belinden ana rahmine düştü. İmrân:

172
173

«Ey helâlim! Bu bir acâib hikmettir. Firavun'un bu kadar çalışması, uğraşması, bu gece hiç bir
erkeğin karısiyle yatmaması ve hiç bir kadının bu gece çocuğa yüklü kalmaması, demek oluyordu.
İkimizin birlikte yatması bizim de hatırımızda yoktu, öyle sanıyorum ki sen bir oğlan çocuğa yüklü
kaldın. Bu Firavun'un korktuğu çocuktur, ki îsrâîloğullannm kurtulmasını sağlayacaktır. Onun ülkesini
zapt edecek, saltanatını yıkacak çocuk olacaktır. Sakın bu hâli hiç kimseye söyleme! Eğer Firavun
duyacak olursa, ikimizi de öldürür!» dedi. Ve karısını yine evine yolladı. Kendisi yerinde kaldı.

Haberde şöyle denilmiştir Anası, Musa (A.S.)'ı yüklenince, hemen o saat Musa'nın yıldızı
gökyüzünde belirdi. Yıldızabakanlar ve sihirbazlar, o yıldızı gördüler. Bu yıldız, diğer yıldızlardan daha
parlaktı. C zaman bu yıldızın Musa'nın yıldızı olduğunu ve anasının karnına düştüğünü anladılar. Gece
karan-

lığında ağlamaya, haykırmağa; döşlerini doğup, saçlarını yolmaya başladılar. Firavun da uykudaydı;
gürültüleri, bağrışmaları işitince uyandı. Yüreğine korku düştü. Kalktı:

«İmrân! îmrân!» diye seslendi. Imrân:

«Buyursunlar sultanımız!» dedi. Firavun :

«Bu gürültü ne? Dışarda zannederim kavga var! Ne hâldir bu?..» dedi. îmrân:

îsrâîloğullannm çığlığı olsa gerektir. Senin yüzünü görüp, saygılarını arz etmeğe gelmiş olacaklar!»
dedi. Firavun:

«Doğru söylersin, senin söylediğine benziyor!» dedi.

Her ne kadar böyle dedi ise gönlü rahat etmedi. Sabah oluncaya kadar düşünceye daldı. Gönlü hiç
rahat olmadı. Sabah olunca, İmrân'a :

«Var git o kullarıma. Tanrınız Firavun sizi çağırıyor, gelin, de. Gelsinler, hem bu gürültüleri nedendir,
öğreneyim!» dedi.

İmrân dışarı çıktı. Sihirbazlardan haber sordu. Sili irbazlatr .

«Nasıl çığlık atıp bağrışmayalım? Dinimizin ve sultanımızın düşmanı anasının karnına düştü. Gökte
yıldızını gördük. Onun için feryat ediyoruz!» dediler.

İmrân, bunların söylediği çocuğun kendi çocuğu olduğunu anladı:

«Ey uğursuzlar! Padişahımıza bir büyüklük verdiniz. O hakir kişilere bu kadar mal harcettirdiniz.
Onlar ki ömürlerinde padişahın yüzünü görmemişlerdi- O yüzü gösterdiniz. Ve onun sözlerini
işittirdiniz. Korkuları gitti. Bunun gibi fesatta olsalar şaşılır mı?»

Sonra- -bunları aldı, Firavun'un huzuruna götürdü. Firavun ayakta duruyordu. Gelenlere baktı.
Hepsinin benizlerinin sararmış olduğunu, dudaklarının

173
174

258

259

şişip kabardığını, gördü- Yakalan yırtılmıştı. Saçları, sakalları yolunmuştu. Firavun bu hâli görünce
şaşırdı, kaldı: «Size ne oldu ki bu hâle geldiniz?» dedi. Onlarda Firavun'un önünde secdeye vardılar.
Sonra başlarını secdeden kaldırıp, şöyle dediler:

«Ey sultanımız, efendimiz! Sen de bilesin ki düşman bizim üstümüze galip geldi. O korktuğumuz
çocuğun anası bu gece o çocuğa yüklü kaldı. Gökyüzünde yıldızını gördük, öyle ki bütün yıldızlardan
parlaktı.»

Bu sözleri işitince Firavun'un dizlerinin bağları çözüldü, yüreğinin yağı eridi.

«Ey pisler! Siz, beni mağrur ettiniz. Kendi düşünceme bırakmadınız. Artık hepinizi öldürmekliğim
bana borç oldu. Sizi ateşte yakacağım. Kavuracağını!» dedi. Onlar:

«Ey efendimiz! Her ne yaparsan hüküm senindir. C kadın, o çocuğa bu gece yüklü kaldı. Biz ise gafil
olduk. Bizi öldürme ki onun alâmetlerini ve doğacağı vakti bilmeye çalışalım. Onu ele geçirelim. Senin
yüceliğinle anasını da bulalım, öldürelim! Eğer bunları biz beceremezsek senin, bizi öldürmen yerinde
olur. Buyruğunuza baş eğeriz, istersen bizi as, istersen kes, ister ateşte, yak!» dediler.

Kâhinler böyle deyince Firavun hepsine mühlet verdi. Tâ Musa (A.S.) doğuncaya kadar onlara bir
şey yapmadı, kimseyi cezalandırmadı. Ama Firavun tasa içindeydi. Yemekten, içmekten kesildi.
Gülmedi, gönlü hiç neşelenmedi.

Zamanı gelip Musa (A.S.) sağ ve selâmet anasından doğdu, dünya sarayına ayak bastı. O yıldızbakan-
lar, kâhinler, sihirbazlar'Musa (A-SJ'ın yıldızını gözetirlerdi. Gerçekten O'nun yıldızını gördüler. Hz.
Musa'nın doğduğunu anladılar. Firavun'un huzuruna çık"

— 260 —

tılar, Hz. Musa'nın dünyaya geldiğini haber verdiler: «Sultanımız o çocuk bu gece doğdu. Çünkü yıldızı
güçlendi. Parlaklığı, öteki yıldızların nurundan daha fazla.» dediler.

Firavun bu sözü işitince gücü kalmadı, benzi sarardı :

«öyleyse ne yapalım da o çocuğu ele geçireyim, sonra da öldüreyim! Bu dertten kurtulayım!» dedi.
Yıldızbakıcılar da .-

«Ey Melik! Buyruk ver, tahtını şehirden dışarı çıkarsınlar. Geçen sefer yaptırdığın gibi taht üzerine
bir minber kursunlar. Üç gün tellâllar bağırsın.- "Kimin oğlan çocuğu doğduysa getirsin. Padişah o
kadınlara yüzer altın verecek. Çocuklarını padişahın yanına getirmeyenlere büyük cezalar verilecek.

174
175

Çocukları da, anneleri de öldürülecek!" desinler. O zaman doğan erkek çocuklan senin katına
getirsinler, gör. Bütün erkek çocuklan öldür. Kız çocuklarım annelerine ver. ölen çocukların arasında
senin öldürmek istediğin çocuk da ölmüş olur, böylece kurtulursun!» dediler.

Firavun bu tedbiri beğendi, onların dediğini harfiyen yaptı. Şehir içinde tellâllar bağırttr. O ay içinde
İsrâîloğullan'ndan ne kadar kadın doğurdu ise; kız oJsun, erkek çocuğu olsun hepsini Firavun'un
yanına getirdiler. Kadınlar, çocuklan kucaklarında birer birer önüne getirildiler. Erkek çocukları,
analarının gözleri önünde boğazladılar.

Mel'ûn Firavun, o gün akşama kadar İsrâîloğulları'ndan binlerce erkek çocuğunun boğazına bıçak1
vurduğu rivayet edilmiştir. Yine bir rivayete göre, virmibin oğlan çocuğu öldürülmüştür.

Firavun kavminin ulu kişileri Firavun'un bu işi-a: görünce bir araya geldiler. Kendi kendilerine :

— 261 —

«Bunun •hâlini-hiç görmüyorsunuz! Eğer bu böyle giderse İsrâîloğullarmın sonu gelecek. Bize kulluk
edecek kimse kalmayacak. Onların soyu, sopu bitince bize kim kulluk yapar?» dediler. Böylece söz
birliği edip Firavun'a:

«Ey padişahımız! îsrâiloğullarım öldürüyorsun-Onlar senin kulundur, hepsi de buyruğuna baş


eğmişlerdir. Onların kökünü kesmek ve çocukları öldürmek bizim hakkımıza noksanlık getirir. Bizden
sonra çocuklarımıza kim hizmet eder!» dediler. Firavun insafa geldi. Şöyle dedi:

«îsrâiloğullarmm bir yıl doğan oğulları öldürül

sün, ertesi yıl doğanlara bir şey yapılmasın!»

. *** '

Rivâyetçiler der ki:

Firavun o rüyayı göreliden ve yıldızbakanlar : «Musa ana karnına düştü!» dediklerinden beri
Firavun, bu çocukları öldürmeyi emretmişti. Hz. Musa'yı anası doğurduğu yılın içinde doğan
çocukların da kökünü kazıma emrolunniuştu. Vaktâ ki Hz. Musa doğdu, anası; «Bu doğumu Firavun
duyabilir!» diye çok korktu. Hakk Teâlâ Hazretleri, Hz. Musa'nın anasına şu vahiyde bulundu:

«Biz, Musa'nın annesinin gönlüne: "Çocuğunu emzir. Onun başına bir tehlikeli hâl geleceğinden kor-
karsan, o zaman O'nu suya bırak. Boğulmasından korkma. Hiç kuşkun olmasın ki Biz, O'nu yine sana
döndüreceğiz. Ve O'nu peygamberlerden kılacağız!" diye ilham verdik.» (Kasas sûresi, âyet: 7).

Hakk Teâlâ, Firavun ve kavminin helakinin Hz Musa'nın elinden olacağını bildiriyordu.

262 —

MUSA ALEYHİ'S-SELÂM'IN PEYGAMBERLİĞİ

175
176

Musa Aleyhi'ş-selâm doğduğu zaman anacığı Firavun'un şerrinden çok korktu. Hakk Teâlâ, O'na
şöyle buyurdu:

«Çocuğunun başına bir felâket gelmesinden kor-karsan onu suya bırak.» (Kasas sûresi, âyet: 7).

Burada «su» denmesi, «NİL» nehridir. Hemen anasının hatırına Kıbtîlerden bir dülger geldi. Kalktı,
O'-nün dükkânına gitti. Küçük bir sandık satın aldı. Dülger, O'na:

«Bu sandığı ne yapacaksın?» diye sordu : Kadın da, dülgeri İsrâiloğullarından sanarak .-«Bir oğlancığım
var. Firavun'un adamları onu öldürürler diye korkuyorum. Onu bu sandık içerisinde saklamam gerek!»
dedi.

Dülger, bu söz üzerine sandığı sattı. Kadın gittikten sonra koşarak Firavun'un adamlarının yanına
geldi. Adamın muradı, Hz. Musa'nın anasının O'nu saklamak için sandık aldığını söylemekti. Fakat dili
tutuldu, söyleyemedi. Eliyle o kadının bir sandık aldığını anlatmak istedi, fakat bir türlü meramını
anlatamadı. Firavun'un adamları, O'nun ne dediğini bir türlü anlayamadılar. En sonunda bekçilerine:

«Varın, şu deliyi dışan koğun, bize karışıklık vermesin!» dediler.

Dülger de böylece maksadını anlatamamış, dön -toüş, dükkânına gelmişti. Dükkânına gelen dülgerin
«ili açılıp, tekrar konuşmaya başlamıştı. Bunun üzerine tekrar Firavun'un adamlarına koştu. Hz. Musa'-
mn Basını göstermek ve bir sandık aldığını söyle-ek istiyordu. Onların yanına gelince yine dili tutul-u
Gözleri de kör oldu. Firavun'un adamları yine

— 263 —

unu tekme tokat dışarı çıkardılar: -Bu deli bizden ne istiyor?» dediler.

Dülger gördüğü bu muameleye çok üzüldü, darı-Up gitti. Yolda giderken bir dereye düştü- Derenin
dibine varınca yine Allah'ın emri ile gözü açıldı, dili çözüldü. Bu hâlini görünce, hidâyet buldu. Hemen
secdeye vardı. Ve: «Ey her şeye kadir olan Allah! Ey her şeye gücü yeten Allah! Ben anladım ki bu
çocuk senin aziz kullarından olacaktır. Yâ îlâhi! Senden dilerim ki O'nun peygamberliğini bana göster.
O'na îmân edeyim. Her nereye giderse, O'nun hizmetinde olayım. Firavun'un ölümü bu çocuğun
elinde olacaktır!» dedi. Ve derenin içerisinden dışarı çıktı, dükkânına geldi. Sonunda Musa (A.S.)'a
Peygamberlik geldiği zaman Yüce Allah, O'nu Hz. Musa'ya hâs bir ümmet eyledi. Kur'ân-ı Kerîm'de:

«Firavun ailesinden olup da îmâna gelen adam.» '(Mü'minûn sûresi, âyet; 28) diye Duyurulan
adam'-dan murâd, işte bu dülgerdir, demişlerdir.

Hz. Musa'nın annesi dülgerden sandığı alınca, evi ne geldi. Yolda vezir Hâmân'a tesadüf etti.
Hâmân, kendi mahallesinden gelmekteydi. Bu sebeple Hz. Musa'nın annesi korktu. «Hâmân bizim
mahalleden geliyor, mutlaka yavrumu öldürmüştür!» diye düşündü, feryâd etmek istedi, ama
sabretti.

Hz. Musa'nın annesi dülgere gitmeden önce evde hamur yuğurmuştu. Kızına da : «Sen fınnı yakana
kadar ben dülgerden bir sandık alır gelirim. Geldiğimde de fırını hazır bulayım.» demişti.

176
177

Hz. Musa'nın ablası fınnı yakmış, annesi sandık almaya gitmişti. Hâmân, o mahalleye gelince Hz.
Musa'nın kızkardeşi O'nun ve arkadaşlarının seslerini işitince, içeri girip evi arayacaklarını anladı Hz.
Musa beşikte yatıyordu. Kız şaşırdı, beşiği ne yapaca

264 —

ğını bilemedi. Küçük Musa'yı beşiği ile kaptığı gibi yanan fırının içine koydu, kapağını kapattı. Kendisi
de kuytu bir yere saklandı. Gelenler evin içini iyice aradılar. Fırının yanına vardılar. Fınnı yanar
vaziyette görünce hiç ilgilenmediler. Evden çıktılar, git -tiler.

Küçük Musa'nın annesi evine geldiği zaman ne kızını, ne de Musa'yı göremedi. Kızına seslendi. Kızı,
annesinin sesini işitince yanma geldi. Anası: «Kız, neredeydin?..» diye sordu. O da: «Hâmân'ın
adamlarından kaçtım, gizlendim.» dedi- Annesi: «Beşik nerede?» diye sordu. Kızı: «Musa'yı
bulmalarından korktum. Fırının içine koydum. Ağzını da kapattım!» dedi. Bu haberi alan annesi:
«Eyvah! Oğlumu ateşte yakmış olacaksın!» dedi. Hemen gitti, fırının kapağını açtı. Musa'yı terlemiş ve
bir elini de beşikden çıkarmış olarak buldu. Hakk Teâlâ'nın kudretiyle O'na bir zarar gelmemişti.
Sevindi, Yüce Allah'a şükreyledi. Hemen fırından Musa'yı çıkardı. Kucağına alıp okşadı, sevdi. Sonra
yine giyeceklerini giydirip sandığın içerisine koydu. Ve Yüce Allah'a ısmarlayıp Nil sularına bıraktı. Hz.
Musa'nın sandığı sulara dalınca Hakk Teâlâ'nın emri ile gökyüzündeki yıldız belirsiz oldu.
/Yıldızbakanlar, sihirbazlar o yıldızı gözetirlerdi. O sırada yıldızı göremediler. «Yıldız kayboldu!» diye
Fi-ravun'a haber gönderdiler: «O çocuk öldü! Yıldızı belirsiz oldu!» dediler.

Firavun bu haberi işitince sevindi, şad oldu. Sihirbazlara kaftanlar ve hilâtlar giydirdi. Gönlü hoş olup
kalbine inanç geldi.

Şöyle rivayet ederler: Firavun'un hayatta bir %ızı vardı. O'nu çok severdi. Bu kız, cüzzam
hasta-, hğına tutuldu. Firavun kızının bu hastalığına çok üzülüp, gönlü darmadağın oldu. Ülkesinde ne
kadar us-

— 265 —

ta hekimler, sihirbazlar varsa kızını onlara göstermiş, hiç kimse bir çâre-bulamamıştı. En sonunda
hasta bakanlar şöyle haber verdiler: Pazartesi günü denizde bir sandık bulunacaktır. İçerisinde yeni
doğmuş bir çocuk olacaktır. Bu çocuk bu kavmin efendisi olacaktır ve kızının derdine çâre onun
tükürükleri olacaktır!

Vaktâ ki Pazartesi günü oldu, Firavun deniz kenarına geldi. Âsiye Hâtûn ile kızı ve cariyeleri Nil nehri
sularında yıkanıp, oynuyorlardı. Birbirlerine sular saçmaktaydılar. Firavun da tahtının üzerine oturmuş
onları seyrediyordu. Beri tarafta Musa (A.S.)'ın anası, oğlu Musa'yı sandığa koyup Nil sularına
bırakmıştı. Nil sulan sandığı sürükleyip götürdükten sonra Şeytan, O'nun gönlüne pişmanlık verdi.
Oğlunu sulara attığına pişman oldu, Hakk Teâlâ'nın:

«Korkma, üzülme! Hiç şüphe yok ki sen O'nu yeniden sana dönmüş bulacaksın ve O'nu Peygamber
yapacağız.» (Kasas sûresi, âyet: 7) diye buyurduğunu unuttu. Kendi kendisine: «Ne tuhaf iş yaptım
ben?. Çocuğumu elimle suya atıp balıklara yedirdim! O'nu öldürselerdi de kendi elimle yavrumu

177
178

gömseydim, bundan daha iyi olurdu!» diyerek ağladı. Az sonra Nil nehri Musa (A.S.)'ın sandığını
Firavun'un bulunduğu yere getirdi. Firavun'un gözü sandığa ilişti. Hemen: «Suların içinde birşeyler
gözüküyor. Tez olun, onu bana getirin, göreyim.» dedi. Adamları hemen sandığı çekip Firavun'un
yanma getirdiler. Firavun'un kızı ile karısı seğirtip geldiler. Firavun kendi eliyle sandığın kapağını açtı.
içersinde nur topu gibi yatan bir oğlan çocuğu gördüler. Yüzü ayın onbeşi gibi güzelleşmişti. Güzel mi,
güzeldi. Âsiye Hâtûn Musa (A.S.)'-lû,yüzüae-baktığı zaman, Hakk Teâlâ O'nun gönlüne i,'bir muhabbet
bıraktı. Firavun da Musa'yı

— 266 —

görünce sevmeye başladı. Âsiye, henuen. Musa'yı san-• diktan çıkartıp .okşadı, t sevdi, bağrına-:
bastı. Ona en güzel elbiseleri giydirdi. Adını da Musa koydu. Zira «Mu» îbrânîce'de suya derler. «Sa»
da «ağaç»a denir. Çünkü Musa'yı su ile ağaç arasında bulmuşlardı, bundan ötürü de adını Musa
koydular. Sonra Firavun'un kızı onu kucağına aldı, öptü. Hazret-i Musa'nın tükürüğünden aldı, ağrıyan
yerlerine sürdü. Hz. Musa'nın tükürüğü her nereye sürüldüyse, iyileşti. Sonra Firavun, Musa (A.S.)'ı
alıp öptü. Onlar Hz. Musa'ya böyle sevgi gösterince, kimse Firavun'a küçük Mû-. sâ hakkında birşey
söylemedi. Sonra Hâmân ve kâhinler, Firavun'a: «Ey padişah! Biz, senin kullarınız. Senin için kötü
birşey düşünmeyiz. Biz şunu biliyoruz ki aradığın çocuk işte bu çocuktur. O gördüğün rüya işte budur.
Bunu, annesi ve babası korkularından Nil sularına atmışlardır. Senin devletini de eline geçire1 çektir,
ölümün de bu oğlanın elinde olacaktır. Eğer bu endişenden kurtulmak istiyorsan; yaşatma, öldür bu
çocuğu!» dediler.

Bu sözleri dinleyen Firavun, Musa (A.S.)'ı öldürmek istedi. Âsiye Hâtûn yerinden fırlayıp : «Bu
çocuğu öldürnle! Belki bize faydası dokunur. O'nu kendimize oğul edinelim!» dedi. Nitekim Kur'ân-ı
Kerîm'de şöy-kj buyurulur:

«Firavun'un karısı Âsiye dedi ki: "Bu oğlanı öldürme. İkimizin de gönül eğlencesi ve gözümüzün nuru
olsun. Belki bize bir faydası olur ya da O'nu kendimize oğul edinelim.» (Kasas sûresi, âyet: 9).

Firavun, Âsiye'ye şu cevâbı verdi: «Benim O'na ihtiyacım yoktur!»

Asiye Hâtun'un ricası üzerine, Firavun da Hz. Musa'yı O'na bağışladı. Çocuğu *öldürr»«k*en vazgeç-
*'• Öte yanda ise Hz. Musa'nın annresi perişan bir hâl-

267

deydi- Gamlı gamlı oturuyordu. Oğlunun ne hâlde olduğundan habersizdi- Ansızın beklediği haber
kulağına erişti: «Firavun Nil sularında bir sandık bulmuş, içinden bir oğlan çocuğu çıkmış. Firavun onu
kendisine evlâd edinmiş. Çocuğu öldürmekten vaz geçmişler.»

Hazret-i Musa'nın annesi bu haberi işitince saraya varmak ve: «O oğlan çocuğu benimdir!» demek
istedi. Fakat Firavun'un kendisine bir kötülük, etmesinden korktu. 'Hakk Teâlâ, O'nun gönlüne sabır
verdi. Yüce Allah'ın kendisine verdiği vaadi hatırladı. Gönlü sâkinleşti. Yüreğinden korkusu gitti.

178
179

öte yandan Firavun, Musa (A.S.)'ı kendisine bağışlayınca Âsiye de şehir içine kadınlar saldı. Ne kadar
çocuk emziren kadın varsa toplandılar. O, bu kadınların arasından birini Musa'ya süt annesi seçmek
için istedi. Bütün kadınlar çocuğu kucağına aldılar. Emzirmek için memelerini ağzına, verdilerse de
çocuk hiçbirinin memesini ağzına almadı. Ne kadar uğraştılarsa emmedi. Âsiye üzüldü, ağladı. Hakk
Teâlâ şöyle buyurur: «İlk önce Biz bütün sütleri O'na haram kıldık-» (Kasas sûresi, âyet: 12).

O zaman Âsiye Hâtûnun cariyeleri: «Ey Seyyide, madem ki bu çocuk bu sütannelerin sütünü
emmedi, adam yolla, İsrâîloğullannın kadınlarından da getirsinler. Belki Firavun'un öldürdüğü
çocukların sütünden emer!» dediler. Âsiye Hâtûn, o kadınlara haber gönderdi. Ve: «Bu çocuk hangi
kadının memesini ağzına alır emerse, onu malla ve ni'metle zengin ede rım!» dedi. Bu sözü duyan
kadınlar saraya vardılar. Ama Musa (A.S.) hiç birisinin memesini emmedi. Hz. Musa'nın annesi de bu
haberi işitti. Kızına: «Yürü' var- Musa'dan haber al. Ne hâldedir öğren, gör!» dedi. Nitekim Hakk Teâlâ
şöyle buyurur:

«Annesi, Musa'nın ablasına ı "O'nun izini kolla!" dedi. O da hiçbir kişi farkında olmadan Musa'yı
uzaktan gözetti.» (Kasas sûresi, âyet: 11).

Hz. Musa'nın ablası Firavun'un sarayına geldi. İçeri girdi. Sarayın kadınlarla dolup, boşaldığını gördü.
Gelen kadınlar Hazret-i Musa'nın başına üşüşmüş-. terdi. Emzirmeğe çâre bulamıyorlardı. Kız. Musa
(A. S.)'ı gördü. Kadınların O'na'olan sevgi ve şefkatlerine baktı. Bütün kadınların süt emzirmekten âciz
kaldıklarını gördü. Onlara:

«Size kılavuzluk edeyim mi?. Bir kişi getireyim ki bu oğlan, O'nun sütünü emsin, O'nu şefkatle
beslesin ve terbiye etsin?" dedi.» (Kasas sûresi, âyet: 13).

Kız böyle söyleyince, saray adamları onu sorguya çektiler. «Çabuk söyle, sen bu oğlancığın nesisin?
O söylediğin kadın nasıl bir kadındır?. Hem bu sözü sen neden söylersin?» dediler. Hz. Musa'nın ablası
da : «Ben fakir bir kişinin kızıyım. Bu sözü şundan ötürü söylüyorum ki, Padişahımızın Hâtûnu beni
sevsinler istiyorum. Padişah, kendi kızının ağrılarının gitmesine bu çocuk sebep olduğu için O'nu
öldürmedi. Bu çocuk madem ki kimsenin sütünü emmiyor, sütü lâtif bir kadın biliyorum ki O'nun
sütünü hiç geri çevirmez. Dilerseniz gidip o kadını size getireyim!» dedi. Kız böyle kesin söyleyince:
«Var, git. O kadını bize getir. Eğer o kadının sütünü emecek olursa; onu hoş tutalım, sana da
ihsanlarda bulunalım!» dediler.

Kız hemen saraydan çıktı. Annesinin yanına geldi. Kardeşi Hz. Musa'nın gördüğü rağbeti ve hürmeti
anlattı. O kadınların süt vermekte nasıl âciz kaldıklarını söyledi. Ve bir sütannenin istendiğini söyledi.
Annesi de hemen evden çıktı. Acele saray kapısına geldi. Ve: «Bu çocuğu emzirmek için bir sütanne is-
tiyormuşsunuz!» dedi. Hemen Hazret-i Musa'nın an-

— 268 —

179
180

— 269

nesini bir yere oturttular. Çocuğu kucağına verdiler. O da yavrucağı dizlerinin üzerine yatırdı.
Memesini O'nun ağzına verdi. Hazret-i Musa, anneciğinin kokusunu duyunca, iki eliyle memesine
sıkıca yapıştı, doyuncaya kadar emdi- Musa (A.S.)'ın memeyi böylece emdiği görülünce saray
hizmetçileri koşup Âsiye Hâtûna haber verdiler. Âsiye Hâtûn şad oldu, sevindi. «O kadını tez yanıma
getirin!» dedi. Hazret-i Musa'yı ve annesini alıp Âsiye Hâtûnun yanına götürdüler. Firavun, Âsiye ile
biraradaydı. Hazret-i Musa, hâlâ annesinin memesini emmekteydi. Onun bu şekil meme emdiğini
görünce ikisi de Musa'nın annesine çok yakınlık gösterdiler. O'nu hoş tuttular. Kendisine birçok
ihsanlarda bulundular: «Gel bizimle birlikte ol. Sana daha nice armağanlar verelim!» dediler.

Hazret-i Musa'nın annesi onlardan böyle ilgi görünce : «Hakk Teâlâ'nın "O sana mutlaka dönecek,"
dediği söz haktır. Elbette oğlum bana gelecektir!» dedi. Âsiye Hâtun'a döndü : «Ben bir kişinin eşiyim.
Ev.m var, çocuklarım var. Evimi bırakıp buraya gelemem Dilerseniz bu oğlanı bana verin, evimde
kendi öz oğlum gibi besleyeyim, bakayım. Güzel bir şekilde terbiye edeyim. Buraya gelip, kalmaya razı
olamam!» dedi. Firavun ve Âsiye Hâtûn O'na çok vaadlerde bulundular : «Malından daha çok mal
verelim, oğlunu ve kızını da yanında getir, bizimle sarayda kalsınlar!» dediler. Her ne kadar
uğraştüarsa da Hazret-i Musa'nın annesini razı edemediler. En sonunda Hz. Musa'yı annesinin evine
göndermeye razı oldular. Hz Musa'yı iki günde bir saraya getirmesini kararlaştırdılar.

Annesi, Hz. Mûsâ'.yı alıp evine getirdi-vAllâhü Te-âlâ Hazretlerine > çek -şükürler' eyledi. Nitekim
Yüce Allah şöyle buyurur:

— 270 —

İşte böylece, Biz, O'nu annesinin gözleri aydın ve rûşân olsun ve gamdan kurtulsun, hem de Hakk
Teâlâ'nın vaadi haktır bilsin diye annesine geri verdik. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.» (Kasas
sûresi, âyet: 13).

Böylece Yüce Allah, Firavun'un gönlüne öyle bir sevgi bıraktı ki, Hazret-i Musa'yı bir gün görmese
rahatı kaçar, gönlü rahat olmazdı. Firavun, Hz. Musa'yı sevdiğinden ötürü bütün saray erkânı da sev
-mek mecburiyetinde kalırdı.

Bu hâl Hz. Musa'nın büyüyüp delikanlılık çağına kadar devam etti. Musa (A.S.) büyüdü, yiğit bir

delikanlı oldu.

***

Şöyle rivayet ederler: Firavun sarayından baş -kente gelince, kendi kendisine: «Düşmanımı öldür
-düm, dileğim yerine geldi.» diyerek seviniyordu. Biçâre bilmiyordu ki düşmanı olacak çocuk yanında
bulunmaktaydı. Kızının iyileşmesine ve düşmanının kahrolduğuna çok seviniyordu. Evet, mel'ûn
ad£.m bilmezdi ki düşmanını kendi eliyle büyütürdü Allah'ın takdirini baştan savdığını sanırdı. Bir
gündü. Kız, Firavun'un yanma geldi. Ona: «Ey baba! Benim hastah-hğımın geçmesi için yoksullara bir

180
181

ziyafet versen; yoksula, zengine türlü yemekler yedirsen, gariplere ve fakirlere mallar, elbiseler
dağıtsan ne olur?» dedi

Firavun da : «İyi olur, hoş clur!» dedi. Sonra buyruk saldı. Mısır'ın ulu kişilerini, yoksullarını topladı.
Büyük bir ziyafet verdi. Yemekler yendi, şaraplar içilen. Biraz vakit geçince firavun un Hazret-i Musa'yı
göreceği geldi. Buyruk saldı. Hz. Musa'yı getirdiler. Hravun'un yanma bıraktılar.» Firavun, Hazret-i
Musa'yı aldı. Dizi üzerine oturttu; öptü, sevdi. Ulu kişi-Ifcr Hazret-i Musa'nın şekline ve neler yaptığına
ba-

— 271 —

kıyorlardı. Hazret-i Musa ansızın sol elini uzattı. Fi-ravun'un sakalından tuttu, öyle bir çekiş çekti ki
Firavun tâ yerlere kadar eğildi. Başındaki taç yere düştü. Hz. Musa'nın bu hareketini gören Firavun
şaşırdı, kaldı.

Hazret-i Musa, küçük olduğu için Firavun yalnız •«izdi ve O'nu yere bıraktı. Hazret-i Musa'nın bu
hareketini gören müneccimler ve kâhinler, bu çocuğun Firavun'un korktuğu oğlan çocuğu olduğunu
anladılar. Amma Firavun O'nu çok sevdiği için eesaçet gö&-tererek: «işte aradığın çocuk budur!»
diyemiyorlar-dı. Şimdi Firavun'un kızdığım görünce:

«Ey Padişah! Sana yüdızbakanlarrn söylediği ça-cuk işte bu çocuk. Anlaınamazuktan geldin. Hiç
kuşkun olmasın ki senin mülkünü, saltanatını bu çocuk yok edecek.» dediler.

Firavun bu söz üzerine-. «Bunu ata» tepeleyin!» dedi. Adamlan çocuğu alıp gidince Asiye Hâtun'a
haber yetiştirdiler. O da Firavun'un yanına koştu:

«Ey Melik! Sana ne oldu ki bu aklı ermeyen masum küçük bir çocuğun canına kıyarsın?- Hani sen,
O'nu bana bağışlamıştın, öldürmene sebeb nedir?»

dedi.

Firavun da: «Ey Hâtûn! Korkarım ki bu çocuk beni helak edecek oğlan olmasın. Görmedin sen bana
neler etti. Tacımı başımdan çıkardı, attı. .Sakalıma yapıştı. Ben bunun gücünden korktum!» dedi. Asiye
de: «Ey melik, bu çocuk henüz küçük bir çocuktur. Aklı ermez. Ne yaptığını bilmez. Eğer bir deneyeyim
dersen, buyruk ver, bir tepsinin içerisine biraz ateş ve biraz altın koysunlar. O'nun önüne bıraksınlar.
Eğer elini altına uzatırsa bil ki aklı var, ateşe uzatırsa bil ki aklı yoktur. Haksız yere bu sabinin kanına
girme.» Firavun: «öyle olsun! Eğer altına yapışırsa

070

— ff f ff --

öldürsünler. Ateşe yapışacak olursa azâd edeyim!» dedi-

181
182

Emretti, ateşle altım bir tepsinin içerisine koydular. Musa (A.S.)'ın önüne getirdiler. Hz. Musa elini
altına uzatmak diledi. Fakat CebrâîJ CA.SJ, O'nun elini ileri iteledi. Eli ateşe yapıştı. Bir parça ateşi de
ağzına götürdü, dilini yaktı. O da ateşi elinden attı.

Derler ki, Musa (A.S.) peltek konuşurdu, îşte bu pelteklik ateşin dilini yakmasından ötürüydü-
Firavun, O'nun hâlini görünce Hazret-i Musa'ya şefkat gösterip.- «Aklı yokmuş meğer!» dedi,

Musa (A.S.), Firavun'a bu işi ettiği gün meme emmekteydi. Bundan sonra Firavun, O'nu nâz ile
ni'met Je besledi. Bu hâl tâ Hakk Teâlâ'nın emrini yerine getirdiği zamana kadar sürdü. İsrâîloğuilan
kavmi, gece gündüz Allâhü Teâlâ'ya yalvarırlardı. Çektikleri azâbtan kurtuluş dilerlerdi. Nihayet Musa
(A.S.) yirmi yaşına basmıştı, îsrâîloğullarma arasıra gelir giderdi. Onlara: «Siz ne vakitten beri bu azaba
uğradınız?» diye sorardı. Onlar da: «Çoktan beridir ki bu cezayı çekeriz!» derlerdi. Musa (A.S) onların
bu hâline acır: «Siz Kitaplarınızdan okuyup öğrendiğinizp göre bu belâdan ve bu Firavun'un elinden
kurtulmanıza kim öncü olacaktır?» diye sorardı. Onlar da :

«Yâ Musa! Kitaplarımızda şunu buîdıık ve okuduk : îsrâîloğullarından bir kişi gelecektir. O'nun gel-
raesi yakın olduğu zaman birçok alâmetler görülecektir. Bizim Firavun'un elinden kurtulmamıza o
sebeb olacaktır. Ama biz o alâmetlerin çoğunu sen'de görmekteyiz. Ve inanıyoruz kî O, sen olsan
gerektir! Zira atalarımız bize.- Firavun'-u o oğlan çocuğu yok edip yeryüzünün egemenliği, padişahlığı
yine İsrail-°tullannın eline geçecek! diye haber vermişlerdir, vünkü egemenlik Yâkûb ve Yûsuf
zamanında da İs-

273

F./18

râiloğullarınm elindeydi. Allâhü Teâlâ Hazretleri bizi bu Firavun'un elinde şunun için tutsak kıldı: Biz
Yüce Allah'ın emirlerine isyancı olduk, soyumuzdan gelen peygamberlerin sözlerine inanmadık.
Bundan Ötürü de Hakk Teâlâ bizi bu belâya uğrattı.'» dediler. Musa (A.S.) bu sözleri işitince.-
«Firavun'u helak edecek kişi ben olursam, artık devlet sizin! Madem ki bu fesadın Hakk Teâlâ'ya âsî
olup peygamberlerinize inanmadığınızdan geldiğini biliyorsunuz, siz de Allah'tan korkun, ibâdetle
vakit geçirin. Bilin ki kötü iş yapınca. Yüce Allah'tan yine hışım ve azâb yetişiri» dedi- Onlar da: «Yâ
Musa! Firavun'un yanında bu kadar izzetin var. Her ne dersen yerine getirirler. Bizi Firavun'dan rahata
erdirmek elinden gelmez mi? Ondan dile, bir ay kadar bize iş yaptırmasın. Gece, gündüz çalışmaktan
takatimiz kalmadı. Gücümüz eksildi. Bizi hiç rahat bırakmıyorlar!» dediler. Musa (A.S.) da: «Ey
Isrâîloğulları, bu ukubet size kendi isyanınızdan gelmiştir!» dedi. Onlar da.- «Evet, biliyoruz, bunlar
bizim asiliğimizden başımıza gelmiş-Jür!» dediler. Musa (A.S.) :

«Eğer bu mihnetten Hakk Teâlâ sizi kurtarırsa şükreder misiniz?» diye sordu. Onlar da:

«Ey Musa! Biz bu azâbtan ne zaman kurtulabiliriz?» dediler. Musa (A.S.), onlara:

«Umarım ki güvenişiniz tez olur. Ama, Hakk Te-âlâ'dan gelen belâya sabretmelisiniz. Ve O'nun verdiği
ni'mete şükretmelisiniz!» dedi. îsrâîloğullan da: «Yâ Musa! ibâdetlerimizin üzerine ibâdetler edelim.
Yoksullara kendi mallarımızdan sadakalar verelim. Açları doyuralım. Açıklara giysiler giydirelim.
Peygamberlerimizin sözlerine inanalım!» dediler. Musa (A.S.) :

182
183

«Ey IsrâUoğulları!.. işitiyorum ki eski zamanla r j — 274 —

da Yüce Allah'a tapılmaz, putlara tapılırmış. Allah bir kulunu göndermiş. O, putları kırmış. Halk da
putu kırıp parçalayanı ateşe atıp yakmak istemişler. Hakk Teâlâ da O'na o ateşi bir güllük hâline
getirmiş!» dedi. Isrâiloğulları da:

«O kişi Hazret-i ibrahim'dir ki Ishâk (A.S.) 'm babasıdır, işte biz Isrâîloğullan O'nun soyundanız!»
dediler. Ve bunun gibi nice nice söz söyleyip, dağıldılar. Bundan sonra Isrâîîoğullanndan bir kişi
Musa (A.S.) ile gizlice buluştu:

«Ey Musa, eğer senden korkmasaydım sana bir haber verecektim!» dedi. Musa (A.S.) : «Korkma,
söyle!» dedi. O da: «Ey Musa, bizim ümid ettiğimiz kişi ve kitaplarımızın içinde sıfatını ve nişanım
bulduğumuz kişi sensin. Ama benim gönlüme şöyle bir kuşku düşüyor ki Firâvun'a senden yakın ve
sana da Firavun'dan yakın bir kimse yok!» dedi. Musa (A.S.) :

«Hazret-i ibrahim, Ishâk ve Yâkûb peygamberlerin Allah'ı tek ve bir değil midir?» dedi. O da: «Bir'dir,
tek'dir!» dedi. Musa (A.S.) : «Ya bu halk niçin Firâvun'a and içerler?» diye sordu. O da:

«Ey Musa, o yerleri ve gökleri yaratan Allah hak-j ki için hiç şübhe kalmadı ki o taifenin kurtuluşunu
sen sağlayacaksın!» dedi.

ö böyle söyleyince Musa (A.S.) ile el ele verip kar-İ deş oldular, dostluğa temel attılar, ikisi de bu sırrı l
açığa vurmamaya and içtiler. O kişi ibrahim (A.S.) (Dînindendi. Musa (A.S-) 'm katında bu sim hiçbir
yerde söylememeğe and içti.

Buaetat!}-*senral.Hz. Musa -sırrını o kişiden gizlemez oldu; Hfer-se-olsa O.'na söylerdi. Bu hâl üzere
hayli zaman geçti. Firavun, Musa (A.S.)'ı çok severdi. Ne za-

man anlatsa Hazret-i Musa'yı da anardı. Artık Musa (A.S.) büyümüş, akıl ve hikmet sahibi olmuştu.
Dilinden hikmetli sözler işitilmekteydi. Otuz yaşına erdiği zaman da Firavun, O'nu evlendirdi-
Düğününü yaptı, ziyafetler verdi, öyle ziyâfejler ki ancak padişah çocuklarına yapılabilirdi. Mısır halkı
bu düğün sayesinde yiyip, içtiler. Ve Hazret-i Musa'nın o kadından iki oğlu oldu. Birisinin adı Mersûn,
ötekininki de Beligâ idi. Nihayet Musa (A.S.), kırk yaşına bastı. Bundan sonra da Medyen'e göçtü.

MUSA PEYGAMBERİN MEDYEN ŞEHRİNE GÖÇ ETMESİ ŞUAYB ALEYHİ'S-SELÂM'IN KISSASI

Musa (A.S.) sevgi ve saygıyla vakit geçirirken İsrâiloğulları zulüm ve zahmetlerle ömür geçiriyor-
lardı. Firavun onlara en meşakkatli işleri yaptırıyordu. Hazret-i Musa, onları bu meşakkatlerden
kurtaramazdı. Bunlara açıktan açığa yardım da edemezdi. Firavun, kendisi için: «Musa da
Isrâîloğullanndan!» der diye çekinirdi, çaresiz sabrederdi. Vaktâ ki kırk yaşını bitirdi, Hakk Teâlâ'nın
kendisini Firavun'dan ayırması zamanı yaklaşmıştı. Musa (A.S.) bir gün atına bindi, Firavun'un saray
kapısına geldi. O'nu sarayda bulamadı. Çünkü Firavun şehir dışına gezintiye çıkmıştı. Başkent

183
184

dolayında olan bir kasabaya gitmişti. Başkentten iki fersah olan bu kasabanın adı Zayf idi. Firavun'un
bu kasabaya gittiğini duyan Musa (A.S.J, yalnız başına oraya gitti. Vardığının öğle vakti olmuş, sıcak
çok artmıştı. Halk pazardan evlerine dönmüştü. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

«Musa, halkının haberi olmadığı bu- zamanda şehre girdi. İki kişiyi kavga ederken gördü- Birisi İsrail

— 276 —

oğullarından, diğeri ise Mısırlı klbtîlerdendi.» (Kasas sûresi, âyet: 15).

Mısırlı Kıbtî, İsrâil'liyi işinde çalıştırmaya götürmek istiyordu, îsrâîl'li ise gitmiyordu. Bu sırada Hz.
Musa çıkageldi. Kıbtîye: «îsrâîl'liyi salıver gitsin!» dedi. Kıbti, israilliyi bırakmadı. Musa (A.S.) da O'nu
eliyle ileri itti. Adam düştü, hemen öldü. Hakk Celle ve Âlâ şöyle buyurur .-

«Elinin dört parmağı ile o kişiye vurdu.» (Kasas sûresi, âyet: 15).

Musa (A-S.) çok güçlü idi. Eli de çok ağırdı. Adamı eli ile ittiği zaman parmaklan kıbtfnin göğsüne
geçti. Hemen oracıkta can verdi, yere düştü. İsrâîl'li ce hemen oracıktan sıvıştı, gitti. Musa (A.S.) bu
yaptığına pişman oldu. Kâfir öldürmeğe henüz emir almamıştı. Kendi kendisine .•

«Bu iş Şeytân'dandır ki öldürmek vâcib olmadığı hâlde bir kişiyi öldürdüm, Şeytan apaçık bir düşma-
nımdır! dedi* "Ey Rabbim," dedi. "Ben kendime yazık ettim. Sen, beni bağışla," diye yalvardı, Allah da
O'nu bağışladı. Çünkü Allah bağışlayan ve çok acıyandır.» (Kasas sûresi, âyet: 15, 16).

O zaman Musa (A.S.) şöyle dedi: «Ey Rabbim, bana verdiğin ni'mete and olsun ki artık kâfirlere, suç
işleyenlere hiç bir suretle yardımcı olmayacağım-» (Kasas sûresi, âyet: 17).

Çünkü Musa (A.S.)'m Kıbtî'nin elinden kurtardığı kişi her ne kadar bir Isrâil'Ü ise de aslında kâfirdi.

Musa (A.S.), ertesi gvvn sabah olunca kalktı. Ve Firavun'un kendisini tutuklamasından ve cezaya
çarptırılmasından korktu. Firavun ise o gece Zayf kasaba-sında kalmıştı. O'na: «Bir îsrâîl'li, bir Mısır'lıyı
öldürdü!» diye haber verdiler, O da: «Tez varın. Öldü-

oy?

~^— £t t l ^^^

reni bulun, cezasını verin!» dedi. Adamları da her yerde aramalar yaptılar. Firavun bir gün daha Zayf,
kasabasında kaldı. O Mısır'lıyı öldürenin kim olduğunu öğrenmek istiyordu. Fakat Musa (A.S.) Kıbtî'yi
öldürenin arandığını bilmiyordu. Musa (A.S.)'ın içinde bir korku vardı. Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Musa korku içinde çevresini gözeterek sabaha erdi. Dün kurtardığı tsrâU'linin yine başka bir kıbti
tarafından iş gösterilmek üzere götürüldüğünü gördü.. Ona şöyle dedi: "Muhakkak sen besbelli bir
azgınsın."» (Kasas sûresi, âyet: 18).

Ertesi sabah, Musa (A.S.) yine sokakta dolaşıyordu. O sırada dün kavga eden adamı gördü. Yine
biriyle kavga ediyordu. O'nu kurtarmak istedi, ama îs-râîl'li korktu- Kendisine saldıracağını sandı. O'na

184
185

kızdı. Çünkü kendisine: «Anlaşılıyor ki sen azgının birisin!» demişti, îsrâîl'li, Hazret-i Musa'ya : «Beni
de mi öldürmek diliyorsun? Nitekim dün de bir kişiyi öldürmüştün!» dedi. Ve sözlerine şunları ekledi:

«Yeryüzünde cebbar mı olmak istiyorsun? istediğini öldürmek mi istiyorsun?»

Mısırlı adam bu sözleri işitince elindeki İsrau'liyi hemen sahVerdi. Bir gün evvelki öldürülen kıbti'yi
öldürenin Hazret-i Musa olduğunu anladı. Koşarak Fi-ravun'un yanına geldi ve durumu O'na bildirdi.
Firavun da : «Bizi helak edecek olan o israilliyi hemen öldürün!» dedi. Askerlerine: «Hz. Musa'yı çabuk
bulun, onu tepeleyin!» diye emir verdi. Bir mü'min olan kıbti, ki Musa (A.S.)'in beşiğini yapmıştı-,
anası da O'nu sandıkla Nü sularına bırakmıştı, işte o adam koşa koşa geldi. Hazret-i Musa'ya: «Ben
sana bir öğüt vereyim! Bu kasabadan çekil, git. Çünkü bu beyler seni öldürmek için
fırsat:t*jyoriaF!»'dedi:«üakk şöyle buyurur:

•'A '••-" v -"•-;"".-: :"•''• — 278 — . • • -:':' .

«Musa korku içinde çevresini gözetliye gözetliye o kasabadan dışarı çıktı.- "Ey Rabbim, beni bu zâlim
kavimden kurtar!" dedi.» (Kasas sûresi, âyet: 21).

Ve Hazret-i Musa o kasabadan dışarı çıktı. Nöre-ye gideceğini bilemiyordu. Yüce Allah'a sığındı.
Oradan ayrıldı, gitti ve bir daha da oraya, dönmedi. Ve Allah'a şöyle yakardı:

«Yâ İlâhi! Beni bu zâlim taifenin elinden kurtar!» Ve gerçekten de Hazret-i Musa oradan kurtuldu.
Gittiği yol Medyen yolu idi, ki orası Şuayb Peygamberin şehriydi. Kendi kendine: «Rabbimin Dana
doğru yolu göstereceğini umarım, dedi.», (Kasas sûresi, âyet: 22).

Böylece kendisini Yüce Allah'a emânet etti. Al-lâhü Teâlâ'ya güvenerek Medyen yolunu tuttu. Ama c
zâlim Firavun'un zulmünden kaçtığı zanupa ne yiyecek, ne de bir lokma azığı vardı. Ne de gittiği yolu
biliyordu. Bir ormanlık arazîye varmış; gide gide akşam olmuştu. Her yer kararmıştı. Musa (A-S.)
in gönlüne gariplik düşmüştü. Allâhü Teâlâ, Cebrail (A.S.)'a.- «Var O'na arkadaş ol, yalnız
yürümesini» buyurdu.

Hemen o anda Cebrail (A.S.), O'na yetişti, ikisi birlikte konuşarak yürümeğe başladılar. Musa (A.S.),
Cebrail (A.S.) 'in kendisine arkadaş olduğuna çok sevindi. Sözlerinden O'nun Müslüman bir kimse
olduğunu anladı. Hazret-i Musa O'na: «Kimsiniz?» diye sordu- O da: «Uzak bir yerden geliyorum.
Buraların garibiyim!» dedi. Ve aralarında şöyle konuşma oldu: Hz Musa:

«Sizin adınız nedir?» Cebrâü (A.S.) :

«Adım Allah'ın kulu Abdullah/dır.»

«Ya kimin nesisiniz?» Cebrail (A.S.):

«Bir Efendi'nin kuluyum. Ancak sen, benim adı-

- ' -— 279 —

185
186

rai ve nereye gittiğimi öğrendin. Sen de adını ve ne reden gelip, nereye gittiğini bize söyle!» Musa
(A.S.) da:

«Benim adım Musa'dır. Firavun dedikleri zâlimden kaçıp gidiyorum. Ardımdan yetişeceklerinden
korkuyorum!* Cebrail (A.S.) -.

«Hiç korkma! Firavun'un elinden kurtuldun!*

dedi-

Şöyle rivayet ederler : Cebrail (A.S.), Hazret-i Mü sâ'nın elini eline aldı. Bir zaman birlikte gittiler.
Hazret-i Musa'yı bir ağacın dibine iletti. O'na: «Sen burada bekle!- dedi. Kendisi, Hazret-i Musa'nın
çevresinde kayboldu. Hz. Musa, O'nun gelmediğini görünce, ayağa kalktı: *Yâ Abdurrahman!» diye
çağırdı. Hiçbir ses alamadı. O ağacın dibinde yattı, uyudu.

Vakta ki sabah oldu, Güneş doğdu. Hazret-i Musa Medyen şehrinin hisarlarını gördü, şaşırdı. Bir
zaman kaleyi temaşa etti. Az sonra kale kapısı açıldı. Şehir den sürüler, sığırlar çıktı- Oysa Hazret-i
Musa'nın yattığı ağacın altına yakın bir yerde bir kuyu bulunuyordu. O halkın arasından iki kızın
koyunlarını onlardan ayırdığını gördü. Kızlar koyunları bir yere getirdiler. Orada oturdular. Koyunlarını
sulamadılar. Bu kızlar Peygamber Şuayb (A.S.)'m kızlarıydı. Hazret-i Musa, onların yanına geldi. Onlara
:

«Ey kızlar! Siz koyunlarınızı neden sulamıyorsu-nuz?» diye sordu. Kızlar da:

«Bizim âdetimiz bu. Çobanlar kendi koyunlarını sulayıp gitmedikçe, biz koyunlarımızı sulamayız-
Bizim ihtiyar bir babamız vardır. Çobanların arasında sulamak elimizden gelmiyor. Onlar kendi
davarlarını sular, sonra da biz sularız. Onların koyunlarından ^ artarsa, bizimkiler içer Artmazsa
koyunlarımız sus kalır!» dediler.

280

Musa (AS.), kızların bu hâllerine acıdı: «Buralarda bu kuyudan başka kuyu yok mudur?> diye sordu.
Kızlar .-

«Şuracıkta bir kuyu vardır. Ama ağzına büyük bir taş kapatmışlar. O taşı ancak on kişi kaldırabilir!»
dediler. Hazret-i Musa .-

«O kuyuyu bana gösterin! Ben koyunlarınızı sularım! Ben sizin hâlinize acıdım!» dedi. Kızlar:

«Yalnız başına o taşı kaldırabilir misin?» diye sordular. Hazret-i Musa:

«Hakk Teâlâ'nın yardımı olursa kaldırırım!» diye cevâb verdi. O zaman kızlar Hazret-i Musa'yı kuyu
nün başına götürdüler. Hazret-i Musa bir elini o taşm altına soktu, «Besmele» çekerek taşa dayandı.
Ve o büyük taş parçasını kuyunun ağzından bir yana fırlattı. Kuyunun suyu göründü. Kızlara:

«İp ve kovalarınızı bana verin!» dedi- Kızlar da verdiler. Hazret-i Musa suyu çekti. Hakk Teâlâ şöyle
buyurur:

186
187

«Bunun üzerine Musa, onlann davarlarını suvardı. Sqnra gölgeye çekilip şöyle dedi s "Ey Rabbim,
doğrusu bana hayırdan (yemekten) ne indirirsen ona

muhtacım, karnım aç bulunuyor.» (Kasas sûresi, âyet: 24).

Şuayb Peygamberin kızları, sulanan koyunlarını eve götürdüler. Şuayb (A.S.) koyunları görünce, her

?amankinden daha çabuk geldiğine şaşıp kaldı. Kızlarına :

«Size ne hâl oldu ki bugün çabuk geldiniz? Size > ardım eden ve koyunlarınıza su veren kimdi?. Bizim
"ayinimizde bunun gibi bir kerem sahibi yoktur!» de-dl Kızlar da:

«Baba, bil ki gerçek söylemektesin. Biz de bu işe — 281 —

çok şaştık. Bizim kavmimizde böyle- kerem sahibi -kimse vyektur. Lâkin bugün, bir kenarda
bekliyorduk, koyunlarımızı sulamak için- Ansızın bir kişi geldi, bizim orada beklediğimizi gördü. Bize
şefkat gösterdi. Ö'nun kim olduğunu bilemedik. Bize: Niçin davarlarınızı sulamıyorsunuz? dedi. Biz de
O'na şöyle dedik : Biz Müslüman kimseleriz. Allah'ın Bir'liğine inananlarız. Bunlar ise kâfirdirler. Biz
bunlara karışmayız! O adam bize: Bundan başka buralarda kuyu yok mudur? diye sordu. Biz de-, ağzı
taşla örtülü olan bir kuyu var, dedik, ve O'na kuyuyu gösterdik. O, on adamın kaldıramadığı o koca taşı
bir tarafa fırlattı. Kuyunun ağzını açtı. Koyunlarımızı suladı. Sonra ağaç dibine vardı. Şimdi ise orada
uyumaktadır.» dediler Şuayb (A.Sİ), onların bu söylediklerini dinledi. Bu adamın kim olacağını
düşündü. Ve kızlarının birine :

«Git, o adamı buraya çağır, gelsin. Bize ettiği hizmetin karşılığını O'na verelim!» dedi. Kız utana
utana Musa (A.S.)'in yanına geldi. O kızm adı Saf ura idi. Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Babam seni çağırıyor. Koyunlarımıza su verdiğin için sana ücret verecek.» (Kasas sûresi, âyet: 26) •
Hazret-i Musa başı önünde eğik olarak Safûrâ'-nın arkasından gitti. Münebbih oğlu Vehb şöyle
demiştir: Hazret-i Musa, Safürâ'nın ardından yürürken iblis yüksek bir yere çıkıp bağırdı. Onun sesini
duyan diğer Şeytânlar bir yere toplandılar: «Musa sizin aranızda, bugün Musa'yı azdırın. Ve Safûrâ'ya
kötü bir iş işletmeyi, zina yapmayı .düşündürün. Mûgâ şimdi gençlik çağındadır, etraf da tenhâdır.
Gittikleri meşelik. Musa'yı azdırmaya bundan daha iyi fırsat nerede bulunur?» dedi. Şeytânlar, Iblîs'in
bu sözlerine ...uymadılar.. Ona:

-«Sen bize neter*diyorsun? Bizine.dersen baş eğe-

riz ama Peygamberleri azdırmağa cesaret edemeyiz!»

«Vay sizin hâlinize. Adınıza Şeytân denir, oysa siz şu kadarcık şeyi başaramıyorsunuz. Bense hileyle
Âdem'i Cennet'ten çıkardım. Ve Kabil'e, Hâbü'i öl-dürttüm. Nuh'un kavmini azdırdım- Nuh'a âsi
kıldım. Bu azgınlıklarından ötürü de Tûfân'da hepsi yok oldular. Hûd kavmi yel ile helak oldular. Ve
Semûd kavmini aldattım. Salih Peygamberin devesini öldürt-tüm. Bunlara benzer nice fesatlarda
bulundum. Siz ise bu kadarcık işi beceremiyorsunuz!» dedi Şeytânlarda:

187
188

«Evet, sen ne etsen elinden gelir. Biz de geri kalan fesatları yapabiliriz. Ama peygamberlere el uza-
tamayız!» dediler, iblis o zaman: «Şimdi siz görün Musa'yı ne yolda azdıracağım, görün! Ve O'nun
adını peygamberler kitabından nasıl bozdurup sileceğim!» dedi,

Hazret-i Musa'nın yanına vardı. Safûrâ da, O'nun önünde gidiyordu. İblis üfledi. Meydana gelen yel
Safûrâ'nm eteğini kaldırdı, öyle ki edeb yerleri açıldı. Musa (A.S.) :

, «Ey kız! Benim ardımdan yürü. Ben önden gideyim. Yanlış yola gittiğim zaman bana doğru yolu
göster. Biz, Allah'ı Bir bilenlerin haremine göz koyanlardan değiliz!» dedi.

Hazret-i Musa kızın önüne geçti. Safûrâ da ardınca yürüdü. Musa (A.S.) başka bir yola saptıkça, kız
arkadan O'na gidecekleri yolu tarif ederdi, iblis, Musa (A:S.) 'ı azdıramayınca 'utandı. Sanki yerin
dibine Seçti. Sonra Hazret-i Musa, Şuayb (A.S-)'ın evine var-. dl- Hz. Şuayb, Hz. Musa'ya :

«Kimsin?» idiye sordu. Musa .(AsSM ada: «%** İ&~ rân°ğullafm'dan İmrâaf oğlu Musa'yım!» dedi.
Ve Fi-

282

— 283 —

ravun'dan kaçtığını ve başına gelenleri anlattı, Haz-ret-i Şuayb: «Korkma, artık, zâlim kavmin elinden
kurtuldun! dedi» (Kasas sûresi, âyet: 26).

Sonra Hz. Musa'nın önüne yemek getirildi. Yemekten yedi, yattı- Uyku ile vaktini geçirdi. Safûrâ
babasına : «Ey baba! Sen bu koyunlarımızı sulayan genci parayla tut. Hem güçlüdür, hem de gençtir!»
dedi. Hazret-i Şuayb : «Ey kızım! Gücünü önce gördün, ama namusunu, güvenini
nereden..biliyorsun?«-dedi. Safûrâ:

«Baba, şundan biliyorum ki, senin izninle vardım, evimize çağırdım, önünce yürüyerek yolda yanlış
yola gitmemesini diledim. O ise benim boyuma bakmak istemedi. Bana: "Ardımdan gel! Yanlış yola
saptığım zaman doğru yolu bana göster!" dedi. Bunu duyan Hz. Şuayb, Musa (A.S.)'a sevgiyle
bağlandı, yanında alakoymak diledi. Gençlerin kadınlara bağlı kalacağını biliyordu. Musa (A.S.), şimdi
uyuyordu: «Uyandığı zaman O'na fikrimi açarım!» dedi- Uyanınca, Hazret-i «Musa'yı yanına çağırdı,
oturttu. O'na: «Dilerim ki bu iki kızımdan birisini sana nikâh eyleyim! Tâ ki benimle birlikte olasın.*
(Kasas sûresi, âyet: 27). Musa (A.S.) :

«Ben garibim, elimde hiçbir şeyim yoktur ki nikâh akçesi olarak verevim! dedi. Şuayb: Nikâh akçen
için ben, senden sekiz yıl bana hizmet etmeni istiyorum. Koyunlarımı güdersin. Eğer on yıla

188
189

tamamlayacak olursan, bu senden bir lütuf'olur! Sen bilirsin!» dedi.» (Kasas sûresi, âyet: 27). Ve şöyle
devam -etti:

«Ama ben sana zahmet etmek istemem. İnşallah sana nice iyilikler ederim, görürsün! dedi.» (Kasas
sûresi, âyet: 27). Hz. Musa :

«Bu şart ikimizin arasında olsun. Sekiz veya on a kulluk edeyim. Bundan başka benden bir şey

— 284 —

isteme. Bu sözüme de Yüce Allah şâhid olsun! dedi.»

(Kasas sûresi, âyet: 28) .

Hazret-i Musa ile Şuayb (A.S.) bu anlaşma üze-

rine söz bağladılar. Sonra Musa (A.S.) koyunları aldı.

Kıra otlatmağa çıktı. Sekiz yıl tamam oluncaya ka-

dar koyun güttü. Sekiz yıldan sonra Hazret-i Şuayb'-

,. m , yanına . geldi.

«işte sekiz yıl tamamlandı. İki yıl daha davannızı güdeyim ki andımız yerine gelsin!» dedi- Ve iki yıl
daha çobanlık yaptı, davar güttü. On yıl tamam olunca Şuayb (A.S.) 'in büyük kızı Safûrâ'yı nikahladı.
Bunun üzerinden hayli zaman geçti. Hz. Musa, Şuayb (A.S.) ile birlikte yaşadılar. En sonunda Hazret-i
Musa :

«Benim annem ve kardeşlerim Mısır'dadır. Onları çok özledim. Göreceğim geldi. Eğer Hakk Teâlâ,
Fi-ravun'u öldürmüşse bana izin ver, zevcemi de ver, O'nu da birlikte götüreyim!» dedi. Hz. Şuayb :

«Ey oğlum! Benim ne malım, ne dikilecek kumaşım var. Bu kıza çeyiz veremem- Şu davarımızdan
başka bir şeyim yoktur. Madem gitmek istiyorsun, bıı yıl sabreyle. Koyunlarımın bu sene doğacak
erkek kuzuları senin olsun!» dedi. Hz. Musa o yıl da orada kaldı. Bir raslantı eseri olarak o yıl Hz, Şuayb
'm ne kadar koyunu varsa ikiz doğurdu. Hem de bu ikiz kuzuların hepsi de erkek doğdu. Bu erkek
kuzulan Şuayb fA.S.), Hz. Musa'ya verdi. Sonra da O'na :

«Ey Musa! Dişi kuzu olmayınca üreme olmaz. Bu yıl da kal. Ne kadar dişi kuzu doğarsa senin olsun!»
Gedi- Hz. Musa, o yıl da yanlarında kaldı. Yine Şuayb A.S.) 'm ne kadar koyunu varsa ikiz doğurdu. Do-
San kuzuların hepsi de dişi idi. Şuayb (A.S.), o dişi kuzulan da Musa (A.S.) 'a verdi. Musa (A.S.) 'm ko-
yunlan öyle üredi ki Şuayb (A.S.) 'm koyunlarından

— 285

Sinâ

cesine:

189
190

t6Ş yaklp biraz ısınalım!» dedi.

— 287

daha da fazla oldu. Daha sonra Musa (A.S-), Şuayb (A.S.) ile vedâlaştı. Mısır'a doğru hareket etti.
Şuayb (A.S.) :

«Ey Musa! Madem ki yola çıkıyorsun, evin içinde bir âsâ var. Yanma al, sana lâzım olur!» dedi.
Musa (A.S.) evin içine girdi. O asayı aldı, dışarı çıktı. Ama o asanın iki çatal başı vardı. Bir Melek, insan
şekline girip onu Şuayb CA.S.)'a emânet vermişti: «Bunun bir sahibi var! Senden istediği zaman O'na
verirsin!» demişti, işte Musa (A.S.)'in aldığı âsâ, o idi. Bu asanın kendisi için saklandığını anlamamıştı.
O asadan ne kadar mucizeler meydana gelecekti. Şuayb (A.S.). O'na:

«Yâ Musa! Bu âsâ bir emânettir. Belki sahibi ge-lü de onu ister. Onu yerine koy! Orada başka asalar
var onlardan birisini al!» dedi. Musa (A.S.) içeriye girdi, aldığı asayı bıraktı. Elini uzattı. Bir âsâ daha
almak istedi. Ama yine aynı âsâ eline geçti. Dışan çıktı. Şuayb (A.S.), O'nun aynı asayı aldığjtnı gördü:

«tşte, o asanın sahibi Musa olsa gerek!» dedi. Artık âsâ işiyle ilgilenmedi. Musa (A.S.) da asayı aldı.
Mısır'a doğru yola düştü.

Hz. Musa, Medyen'den gittikten az sonra, Şuayb (A.S.), o asayı verdiğine pişman öldü. Kendi
kendine: «Bu yaptığım emânete hiyânettir! Belki asanın asıl sahibi gelir, onu ister. Ben o zaman
Musa'yı Mısır'a aramaya mı gideceğim? îyisi şudur ki Musa'nın götürdüğü asayı alakoyayım, O'na
başka bir âsâ vereyim!-dedi. Hemen Musa (A.S.) 'in ardından yetişti:

«Ey oğlum! Aldığın âsâ emânettir. Belki sahibi gelir. Onu benden ister. Bir kişinin emânet ettiği™
başka bir-kişiyejemd«et~etn}ek roknaz. Onu •yeri«e*e> Başka bir âsâ aU» dedi. Hz-Mû^â :

«Talihimde, o âsâ bana çıktı. Madem ki önceden

— 286 —

*eri vermemi, dedi.

Musa şöyle bir a Musa ile birlikte feıuc kem olacak. Hakem olacaktı. O zaman şekline gir!

" Şuayb ve Hz'

SJ' Hz'

kişi ha-

hukmederse- âsâ O'nun

insan şek-

teklife razı ou o Mee'bu T *"** ^ b"

lek: Meiege, bu olayı anlattılar. Me-

190
191

yere bırakt, Hz uavb edİ' Mûsâ (A'SJ- **»

OLUŞU

Şöyle buyurdu :

bir

Çlktl' Tûr

sûresi- âyet-- 29) .

'tibj *™™ yol gittikten sonra Tûr-i

Hav V8W* geCe İdİ' ^°k *idd^

- Hava sogudu, her yer karardı. Zev-

Safürâ kav getirdi. Musa (A.SJ ne kadar çalıştı ise de ateş yakamadı. Gece yarısı olunca Musa (A.S.)
dağ tarafına baktı. Bir yerde ateş yandığını gördü. Zevcesi Safûrâ'ya*

«Ben bir yerde ateş gördüm. Varayım göreyim. Belki bir yolcu yakmıştır Ya da ateşin yanında birisini
görürüm! Haber sorarım. Veya bir yol sorarım, ya da bir parça ateş getiririm, sende ısınırsın! dedi.»
(Kasas sûresi, âyet: 29).

Hazret-i Musa abasını sırtına aldı, yürüdü. Ateşin yandığı yere vardı. Ateşin bir ağacın başında
yandığını gördü.

[Bir rivayete göre; o ağaç böğürtlen ağacı idi. Ateş onun 'başında yanıyordu. Yine derler ki;
yeryüzünde yerden ilk biten ağaç böğürtlendi. Nitekim Cen-net'ten yeryüzüne ilk inen taş da Haceri'l
Esved'dir ki şimdi Allah'ın Kâ'be'sindedir.]

Musa (A.S.) bu ateşin ağacın tepesinde yandığını görünce, gönlüne korku düştü. Yine dönüp gitmeyi
diledi. O ağaçtan şöyle bir ses geldi:

«Ey Musa! Ben bütün Âlemlerin Rabbi olan Al lâh'ım!» (Kasas sûresi, âyet: 30).

Musa (A-S.) bu sesi işitince, Hakk Teâlâ'nın vahyi olduğunu anladı. O anda secdeye vardı. Sonra Yüce
Allah, Hazret-i Musa'ya şöyle buyurdu:

«Yâ Musa! Ben senin Rabbinim. Ayağından nâli-nini çıkar. Geldiğin kutsal bir yerdir ki adına Tür
derler.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 11, 12). Sonra «Tevhid Yolu »nü şöyle buyurdu:

«Ben o Allah'ım ki, Âlemlerin Rabbiyim. Ben'dtn başka Allah yoktur.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 14).

Böylece Cenâb-ı Hakk üç şeyi bildirdi. Birincisi-Yaradan'ı olduğunu bildirdi, ikincisi, kâinatı yara

191
192

ğmı bildirdi. Üçüncüsü de Zât'ının «Birliğini, tek olduğunu, kendisinden başka Allah olmadığını
açıkladı. Cenâb-ı Hakk, şeriat yolunda da üç şey buyurdu : «Bana ibâdet eyle, namaz kü, zikrimle
uğraş. Bil ki Kıyamet Günü gelecektir. Hayrdan olsun, serden olsun her kişi ne işledi ise onu
bulacaktır.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 15).

Böylece Cenâb-ı Hakk, ibâdet etmeyi, namaz kılmayı, Allah'ı zikretmeyi, Kıyamet Günü'nü, her kişi
yine dirilip, işlediğinin cezasını göreceğini bildirdi. Şe-riatte önce namazı buyurdu. Demek oluyor ki
namaz kılmaktan daha büyük ibâdet yoktur. Şeriatin" temeli, namaz ile olur. Sen de gör ki namaz,
Hakk Teâlâ indinde ne kadar izzetli bir ibâdettir ki Musa <A.S.)'a önce namaz emredildi. Sonra zikri ve
daha sonra Kı-yâmet'e inanmayı ve O'na îmân etmek Duyuruldu.

Allahü Teâlâ. Musa (A.S.)'a bu iki yolu bildirdikten sonra, Peygamberlik yolunu gösterdi! Ve şöyle
buyurdu:

«Ey Musa! O zâlim kavme git! O kavm Firavun kavmidir. Onlara de ki: "Ne için Allah'tan korkmaz ve
âsi orarsunuz?" de.»

Böylece Hakk Teâlâ Hazretleri; önce Allah'ın «Bır»liğj( Tevhîd, sonra. Şeriat, daha sonra da
Nübüvvet nıdâsmda bulundu. Yâni O'nu Firavun'un kavmi zenne Peygamber kıldı. Peygamberlik
verince de azret-i Musa'ya,, Peygamberliğinin yolunu gösterme-' aıledi.- Firavunu nasıl dîne çağırmak
gerekti? Mû-eyı nasıl göstermeliydi? Yine Firavun'a bunları na-lanS°wlemeSİ .gerekti? *§te Cenâb-ı
Hakk, bütün bun-ytirek Mûsâ'ya bildirmek diledi. Tâ ki Hz. Musa, yerin gU°Ü bulmalıvdl ve Hakk
Teâlâ'nın emirlerini 6 getirmeli, şaşırmamalıydı. Sonra Cenâb-ı Hakk,

— 288

— 289 —

F./19

Peygamberliği yolunda alâmet göstermek diledi. Hz.

Musa'ya-.

«Ya. Musa! Sağ elinde tuttuğun şey nedir?!» diye sordu. Bundan maksad •. Hz. Musa'ya tuttuğu
asanın ne gibi bir şey olduğunu bildirmek değildi. Zira, Hz. Musa, o asa'nın neden olduğunu, ne gibi
maddi fayda verdiğini biliyordu. Maksad; ancak onun mânevi değerini, onda bulunan hikmeti, o
asadan ne gibi mucizeler belireceğini bildirmekti. Hz. Musa:

192
193

«Bu elimdeki asanıdır!- dedi. Hakk Teâlâ da. «Bu asa senin ne işine yarar?» diye buyurdu. Hz. Musa.
«Bu âsâ, ben yorulunca ona dayanırım. Bir ağaçta yaprak görsem onu asamla silkelerim. Hem de,
elimde si-lâhımdır- Bana çok çeşitli faydalan vardır!» dedi.

Hz. Musa, âsâ'mn faydalarından ancak bildiği kadarını söyledi. Hakk Teâlâ, Hz. Musa'ya o âsânm
faydalarını da bildirmeyi diledi. Onun ejderha olacağını, ne şekilde, nasıl olacağım bildirmek istedi. Hz,
Musa'nın bu ejderhaya gözü alışmalı, ona ülfet edip korkmamalıydı. Asada, böyle keramet
olabileceğini Hz. Mtrsâ görmemişti. Ejderha olduktan sonra da yine ağaç biçimine döneceğini
bilmiyordu. Eğer ilk önce asasının ejderha oluşunu Firavun'un önünde görmüş olsa, belki o hâlden
korkabilirdi. Önceden görmekle gözü alışır, gönlü alışır, ülfet eder, korkmazdı. Al-

lâhü Teâlâ, Hz. Musa'ya:

«O elindeki asayı bırak! Yâ Musa!» (Tâ-Hâ sûresi,

âyet-. 19) buyurdu,

Musa (A.S-) da elindeki asayı hemen yere bıraktı Âsâ. Allâhü Teâlâ'mn mübarek emri ile bir büyük
ejderha oldu, kımıldadı. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle bu-

yurulur:

«Âsâ. birdenbire yılan oldu. Sıçramaya başladı.»

— 290 —

(Tâ-Hâ sûresi, âyet: 20).

Âsâ sanki bir dev'e benziyordu. Kur'ân-ı Kerim'de

ının bir yılan gibi sıçradığını .Jrto-ce döndü. Arkasına bakmadan kaçta.» (Kasas suresi,

f Musa'nın dönüp yine asaya bakmağa mecali kalmadı. O zaman Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu t:

.Ey Musa! Dön, geri gel! Ondan korkma. Sana

yân gelmez.» (Kasas sûresi, âyet: 31) _ _

Cenâb-ı Hakk böyle buyuranca, Musa IA.&.J k rı döndü. O zaman Hakk Teâlâ, O'na şöyle Büyüre* u

.ileri var! Onu tut. Korkma, Biz onu yme önceki hâline çevireceğiz!» (Kasas sûresi, âyet: 31) .

Musa (A.S.), 'bunun Hakk Teala'nm bir. ayeti £

duğumı anladı. İlerledi, ejderhayı boğazından yakaca

di. Ejderha elinde eskisi gibi âsâ oldu.; Ve MusaJ^J

bu alâmeti görünce gönlü sâkinlesti -Korkusu kalma

di. Hakk Teâlâ'dan sonra, Musa (A-S,)'a bir başka ala

193
194

met gösterdi ve O'na şöyle buyurdu : H^mbe-

.Elini koynuna sok, yine çıkar. Kusursuz bembe yaz çıksın. Başka bir alâmeti de gör!» (Ta-Ha suresi.

âyet: 32).

Musa (A.S.). elini giydiği abanın k^1111

Elini koynundan çıkardığı zaman bembeyaz ££

nü gördü. Öyle ki karanlık gece içinde o kara

ei ayın ondördü gibi nur vermekteydi. Sonra

Teâlâ şöyle buyurdu : . ...

«Bu iki mucize sana Benden iki burhan, 0«

cizedir. O zâlim kavm ve Firavun'u dîne çağır, u

bütün doğru yolu sapıtmış kavimdir.» (Kasas suresi.

âyet-. 32), . , .k

Hakk Teâlâ : «Ey Musa! Git. Peygamberliğinin huK-^ünü yerine getir!» diye buyurdu. Sonra Musa
Söyle yakardı :

— 291

«Yâ Rabbî! Bu gönül darlığını benden gider. İşimi kolaylaştır. Dilimden de şu peltekliği çöz ki
sözlerim iyi anlaşılsın!» (Tâ-Hâ sûresi, âyet.- 24, 28).

Hakk Teâlâ şöyle buyurdu:

«Ey Musa! Dileğin sana verildi. Duan kabul edildi!» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 36).

Böylece Hz. Musa'nın içindeki darlık, gönlünden giderildi. Tam iki yıl Firavun'un kapısında durdu.
Ama içeri girmeğe müsaade bulamadı. Bu iki yıl için de bir kimseye bir kere olsun darılmadı. Sözlerini
açıkça ve gönülden söyledi. Ve Hakk Teâlâ, Hz. Harun'a da Peygamberlik verdi.

Hz. Musa için celalli ve aceleci bir kişiydi, derler. Onun için bu duada bulunmuştu. O zaman
Peygamber olan kişinin akıl ve anlayışının geniş; sabrının, dayanıklılığının çok olması gerektiğini
anladı. Kâ* firlerin elinden ne kadar zahmet görürse görsün sab-retmeli, kızmamalıydı, tahammül
göstermeli, dayanmalıydı. Bundan ötürü o duâde. bulunmuş, Yüce Al-lâh'dan yardım istemişti. Hz.
Mûsâ: kendi zayıflığını ve acizliğini söyleyerek Hakk Teâlâ'dan yardım isteyince, Allâhü Teâlâ da O'nun
duasını kabul etti.

«Dilimden de peltekliği gider!» demesi şundan ötürüydü. Hz. Musa'nın konuşurken dili pelteklerdi.
Sonra, şöyle dua etti:

194
195

«Yâ Rabbî! Bana kendi ehlimden kardeşim Ha rûn'u vezir eyle, bana yardımcı kıl. O'nunla beni
güçlendir. O'nu da bana ortak kıl.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 29-32) -

Musa (A.S-), Harun (A.S.) için: «O'na da peygamberlikten nasib ver!» demek istemişti. Sonra devam
etti •.

«Tâ ki Senin için çok teşbih ve ibâdette buluna hm. Seni çok zikredelim, analım. Bizim hâlimizi yal-

no. Sen bilirsin. Hiç şübhe yok ki Sen bizi görmek -tesiri.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet.- 33-35). Ey okuyucu!

Sen, Hazret-i Musa'yı gör ki ne yolda zayıflık göstermektedir. Hâlini de Hakk Teâlâ Hazretlerine ne
letafetle, ne güzellikle arzetmektedir. Hakk Teâlâ, O'na şeriat buyurdu, peygamberlik verdi. Bu iki
hizmette de aczini göstererek nasıl dua ediyor. Zamanı gelince Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu.-

«Seni kardeşinle güçlendiriyorum, Firavun'un kavmi seni öldüremezler. Siz, o'nu yenersiniz. Bizim
âyetlerimizle üstün gelmeniz gerekir. Ve fırsat sizin olacaktır.» (Kasas sûresi, âyet: 35)-

Musa (A.S.), Hakk Teâlâ'dan bunu işitince sevindi. Hakk Teâlâ, sonra da O'na Firavun'a verilecek
haberi nasıl söylemek gerektiğini baştan aşağı bildirdi ve şöyle buyurdu:

«Sen kardeşinle birlikte Firavun'a git. Ona, Benim alâmetlerimi gösterin, ikiniz de Beni anın,
zikredin. Firavun'a uğrayın.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 42, 43).

Cenâb-ı Hakk, Hazret-i Musa'ya olan emirlerini şöyle sürdürdü:

«Hemen gidin Firavun'a şöyle deyin: "Biz Rabbi-mizin elçisiyiz. Senin de, bütün yaratıkları Yaratan'-Jn
Resulüyüz. Artık İsrâîloğullarım bize ısmarla. Şimdiden sonra onlara azâb eyleme. Biz sana Allâhü
Teâlâ'dan âyet getirdik. Ve Allah'ın selâmı o kişinin üzerine olsun ki, doğru yola girmiştir. Ve doğru
yola girenlere uymuştur, ve Allâhü Teâlâ'ya ibâdet etmektedir. O'nu Bir bilmektedir." Ona, "Yâ
Firavun!" de-yto! "Bize gerçekten şöyle vahiy geldi ki Allâhü Te-alâ'nın azabı, Hakk Teâlâ'ya yüz
Çevirmiş olanlara, Jâh'a ibadet etmeyen ve peygamberin mucizelerine

— 293 —

inanmayan ve yalan diyen kimseyedirî'V (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 47, 48)

. -' . • ***

Hakk Sübhânehu ve Teâlâ, Musa (A.S.)'a Peygamberliğin yolunu gösterip dine davet etmenin
âdabını öğretti. Ve şöyle buyurdu:

«Firavun'un kapısına gidin. O gerçekten azdı, âsî oldu. Ululuğa mağrur olup Tanrılık dâvası
gütmektedir. Bütün halkı kendisine tapmağa çağınyor. Siz, onu Hakk olan doğru yola çağırın, ama
sözlerinizi lûtuf-la, yumuşakça söyleyin ki kabul etsin. Eğer katı söz söylerseniz, o kibirli kişidir, kabul
etmez, öyle olunca siz peygamberlik yolunda kusur göstermiş olursunuz.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 44).

195
196

Hakk Teâlâ, böylece, âdâb yolunu Hz. Musa'ya gösterdi. Musa (A.S-) da izzetle ve gönül hoşluğu ile o
mübarek makamdan (Tûr'dan) geri döndü. Seher vaktında eşi Safûrâ'mn yanına geldi. Safûrâ uyuma-
mıştı. Hâlâ Musa (A.S.)'in âteş getirmesini bekliyordu. Musa (A.S.) 'ı görünce :

«Yâ Musa! Bize ateş getirdin mi?» diye sordu. Hz. Musa da:

«Yâ Safûrâ! Hak Teâlâ Hazretlerinden sana ateş yerine nur getirdim ki onun aydınlığı bütün
nurlardan daha fazladır.» dedi. Ve başından geçenleri anlattı. Safûrâ da sevindi, Hakk Teâlâ
Hazretlerine şük-reyledi.

MUSA (A.S.) 'İN MISIR'A DÖNÜŞÜ

Tür Dağı dolaylarında sabah olunca Musa (A.S.) oradan ayrildı, göç etti. Safûrâ'yı, bütün koyunlanyl»
birlikte Medyen'e yolladı. Kendisi Mısır'a geldi. Hz

. ' .'-".-.'•••"- ' — 294 — • '

Musa'nın annesi, kardeşi Harun, kızkardeşi Meryem, henüz yaşıyorlardı. Ama babası îmrân ölmüştü.
Gece basınca Musa (A.S.) kendi evlerine geldi Annesine selâm verdi. Annesi, O'nun selâmına karşılık
verdi. Ama Musa (A.S.)'ı tanıyamadı. Çünkü oniki yıldan beri O'nu görmemişti. Annesi, Hz. Musa'ya:

«Sen kimsin?» diye sordu. Musa (A.S.) yere oturdu. Annesi O'na doğru geldi. Önüne yiyecek getirdi.
Oğlu Harun'a.- «Oğlum, gel! Misafirle birlikte otur, yemek ye. Hatırcığı hoş olsun!» dedi.

Yemek, mercimek yemeği idi. Kardeşi Harun geldi. Oturdu. Yemeğe birlikte başladılar, yediler. Hz-
Harun, sonra Hz. Musa'ya haber sordu. O'nu konuşmasından tanıdı. Hemen sarmaş dolaş oldular. O
zaman Hz. Musa'yı annesi de, kızkardeşi de tanıdılar. Başından geçenleri sordular. Musa (A.S.) Harun
(A. S.)'a peygamberliğini müjdeledi. Harun buna çok sevindi. Sabah olunca, birlikte Firavun'un
sarayına gittiler.

Sarayının kapısına gelen Hz. Musa ile Hz. Harun, saraya girmek için izin aldılar ve içeri girdiler. Bir
^rivayete göre; tamam iki yıl gidip, geldiler. Saraya giremediler.

Bir gün, Firavun oturmuş, dostlarıyla yiyip içiyordu. Söz; din ve mezhep yollarına döküldü. Fira -vun:

«Yerin ve göğün Tanrısı benim! Benden başka

Tanrı olduğunu söyleyen yanlış söylüyor, onu ateşe

ataıak, yakmak gerekir!» dedi. O böyle deyince, Fi ~

ranm'un maskarası: ^

«Ey Firavunumuz! Bir acâib hâl var. Senin kapın da Çoban kılığında bir kişi gördük. "Firavun, Tarrı
«eğildir! Bu âlemlerin Allah'ı başkasıdır!" diye söy-

— 295 —

196
197

lüyor!» dedi. Firavun bu sözleri işitince kızdı. Maskaraya:

«Tez, git, o sözü söyleyeni benim yanıma getir'»

dedi. Maskara o anda kapıya çıktı. Hz Musa'ya yetişti •. «Seni Firavun çağırıyor!» dedi. Musa (A.S.)
hemen içeri girdi. Hz. Harun da Ö'nunİa geldi. Maskara : «Ben bunu bir kişi sanırdım! Bunlar iki
kişiymiş!» dedi. Firavun, Musa (A.S.)'m yüzüne baktı, tanıya madı. O'na-. «Kimsin?» diye sordu. Musa
(A.S.) -. «Bu âlemleri yaratan Allâhü Teâlâ'nın Peygamberiyim!» dedi- Firavun bu cevâbı alınca, O'nu
tanıdı ve şöyle dedi -.

«Seni biz çocukken yanımızda büyütmedik mi? Ve nice yıl aramızda ömür sürdün! Sonra bunca işler
işledin. Benim ni'metimin hakkını bilmedin. En sonunda, bana küıfân-ı nfmet edenlerden oldun.» (Şu-
ârâ sûresi, âyet: 18, 19). Sonra devam etti:

«Sen o Kıbti'yi haksız yere öldürdün. Seni o Kıb-tî'nin yerine öldürmek için arattırdım. Sen ise
kaç-'mıştın, bulunmadın! Sen o değil misin?» Musa (A.S.)

şu cevâbı verdi:

«Evet, o kişi benim. Onu yanlışlıkla öldürmüştüm,

câhillerdendim.» (Şuârâ sûresi, âyet: 20). Ve sonra şu itirazda bulundu -. «Çünkü ben sizden
korktuğum için kaçtım. En sonunda Allâhü Teâlâ bana hikmet verdi. Beni bir pey gamber olarak sana
gönderdi.» (Şuârâ sûresi, âyet. 21) Firavun o zaman şöyle sordu: «Âlemlerin Rabbi de kimdir?» (Şuârâ
sûresi, âyet 23). Musa (A.S.) cevâb verdi:

«O, Allah'tır ki bu yerin ve Gök'ün, hem de yerl Gök arasında ne varsa hepsinin Yâradan'ıdır.» (Su
ârâ sûresi, âyet: 24).

— 296 —

Firavun o zaman yanında bulunanlara dönüp şöyle sordu :

«Bunun söylediklerini duydunuz mu? dedi. Bu neler söylüyor!» (Şuârâ sûresi, âyet: 25). Musa (A.S.)
devam etti :

«Beni O Allah size gönderdi ki babalarınızın, dedelerinizin Allah'ıdır!» (Şuârâ sûresi, âyet: 26).

Firavun da oradakilere şöyle dedi :

«Musa'nın Allah dediği, peygamber diye- bir deliyi göndermiş!» (Şuârâ sûresi, âyet: 27).

Firavun böylece Hazret-i Musa'nın sözleriyle alay etti. O zaman Hz. Musa da :

«Eğer aklınız varsa bilin ki beni gönderen doğu ile batının Rabbidir! dedi!» (Şuârâ sûresi, âyet: 28)

197
198

Firavun, sonra Musa (A.S.) 'a, şunları söyledi:

«Senin akim gitmiş! Ne söylediğini bilmiyorsun. Sen bu sözleri söyleme. Eğer benden başka bir
tanrıya tapayım dersen seni akıllanıncaya kadar zindanda yatırırım.» (Şuârâ sûresi, âyet: 29). Musa
(A.S.) :

«Eğer peygamberliğime apaçık bir alâmet göster-. sem inanmaz mısınız?» dedi. Firavun :

«Eğer gerçeksen göster!» dedi. O zaman Mû&â (A.S.) elindeki asayı yere bıraktı. Allâhü Teâlâ'nın .
emriyle çatallı değneği büyük bir yılan oldıK Ağzım açtı. Firavun'un tahtına yürüdü. Rivayet edilir ki :
«Yılan bir dudağım Firavun'un tahtının aşağısına, bir Budağını da sarayın penceresine koydu. Firavun
ve sarayını birden yutmak istedi. Sarayda oturan beylerin çoğu kalkıp kaçıştılar. Firavun korktu.
Kendisini dan aşağıya attı, altına girdi. Hemen karın ağ-tutuldu. Tam bir hafta karnı ağndı. Tahtının
altına saklanan Firavun, Hz. Musa'ya ba-

ğırıp :

"Yâ Musa! Bizi bu ejderhanın elinden kurtar! Ne

— 297 —

dersen sana inanalım. Emrine baş eğelim!» dedi. Fi-j«wun böyle deyince Musa (A.S.) ileri yürüdü.
Yılanı boğazından yakaladı. O büyük ejderha normal âsâ oldu. Firavun tahtının altından çıktı. Yerine
vardı, oturdu. Kaçan beyler de yerlerine geldiler. Daha sonra Musa (A-S.) elini koltuğuna soktu,
çıkardı. Elinden bir nur yayıldı ki oturanların gözleri kamaştı. O nura bakamadılar. Firavun karşısında
oturan bu beylere:

«Bu usta bir Cadı olmuş. Sizi cadılıkla bu ilden sürmek istiyor. Ne danışık edersiniz? Bu yolda ne
yaparsınız? Ne gibi tedbirde bulunursunuz?, dedi» (Şu-ârâ sûresi, âyet: 35, 36). Onlar da:

«Senin memleketinde olan sihirbazlardan daha usta hiçbir sihirci yoktur. Madem ki bunun dâvası si-
hirciliktir, şen ondan mühlet iste. Adamlar gönder. Mısır'da ne kadar sihirbaz varsa toplansınlar.
Sihirbazlıkta O'na üstün gelsinler. Ve bunları dünyada rezîl etsinler!» dediler. Firavun:

«Yâ Musa! Bugün gidin! Rahatınıza bakın! Biz de düşünelim!» dedi. Bunun üzerine Hz. Musa,
kardeşi Harun (A-S.) ile eve gittiler. O sırada, birçok kişi O'na imân edip, Hakk Dîne girdiler. Musa
(A.S.) halkı Allah'a ve O'na ibâdet etmeğe çağırdı. Firavun'un dininden vaz geçmelerini, putlan terk
etmelerini emretti. Firavun bunları işitti. Hiç tınmadı. Başka illere adamlar gönderdi. Ne kadar
tanınmış büyücü varsa hepsini huzuruna çağırdı. Rivayet edilir ki, toplanan sihirbazların sayısı onbeş
bin kadarmış. Bir rivayete göre de üç bin sihirbaz toplanmıştır. Firavun onlara: «Aranızdan yetmiş
sihirbaz seçilsin!» dedi. Yetmiş sihirbaz seçildi. Hepsi: «Cadılık ilminde bunlardan daha usta kimse
yoktu!» diye söz birliği ettiler. O yetmiş sihirbazdan da dört büyük sihirbaz se-

çildi. Bunların adlan Şârban, Carûa^Tazcil, Musayfi idi- 'Bunlar sihir bilgisinde .sesu deGecede mahir
kimselerdi. Firavun bu dört kişiyi huzuruna çağırdı:

198
199

«Bize usta sihirciler gerektir ki Musa'ya sihirbazlıkta üstün gelsinler!» dedi Onlar da : «Musa, sihrini
Tie yolda gösterir?» diye sordular. O da : «Bir değneği var elinde; onu istediği za^nar» bir ejderha
yapar!» dedi. Onlar da: «Sihirbazlıkta bundan" daha kolay ne var? Fakat biz ona öyle bir afsun
yapalım ki başı ağrısın, peygamberlik dâvasını unutsun!» dediler. Firavun bu sözlere sevindi. Sonra,
sihirbazlar şöyle dediler:

«Eğer biz Musa'yı yenersek bize bir ücret var mıdır?» (Şuârâ sûresi, âyet: 41).

Firavun da: «Elbette! Eğer O'nu yenebilirseniz benim katımda sizden daha aziz, daha yakın kimse
olamaz!» dedi. Cadılar sevindiler. Sonra Firavun, Hz. Musa'yı çağırttı. O'na : «İşte bu oturanlar da
senin gibi sihirbazdırlar. Senden de ustadırlar. Seninle sihir yansı yapsınlar. Eğer sen bunlan yenersen
dâvayı sen kazandın. Aksine bunlar seni yenerse seninle o zaman konuşuruz!» dedi- Musa (A.S.) :
«Onlar ne zaman sihirlerini gösterirler?» diye sordu. Firavun da : «Buluşmanız bayram günü ve halkın
biraraya geldiği kuşluk vakti olsun, dedi.» (Tâ -Ha sûresi, âyet: 59) Firavun'un bir bayram ve şenlik
günü vardı ki bütün Mısır halkı o gün bir yerde toplanırdı. Hz. Musa yarış gününü öğrenince
Firavun'un yanından çık-ti Sihirbazlarla birlikte gitti, konuştu. Firavun uzaktan bunlan gördü. Onları
dîne çağırdığını ve sihirbaz-liktan yasakladığını anladı. Gerçekten Hz. Musa cn-şöyle demişti:

«Yazıklar olsun size! AlLâhü TeâlâJya iftira etıne-Yalan söylemeyin. Ben peygamberim. Hakk olanı

298 —

— 299 —

söylüyorum ki Hakk Teâlâ size azâb etmesin. Allah'a karşı yalan uyduran ziyana uğramıştır.» (Tâ-Hâ
süresi, âyet: 61).

O zaman Mısırlı sihirbazlar da Hz Musa'ya şöyle

dediler: .

«Ey Musa! Biz bir sihirbazlık gösterelim ki sana Firavun üstün gelsin. Eğer sen zafer kazanırsan biz de
o zaman senin dinine gireriz,»

Böylece, Musa (A.S.) döndü, evine geldi. .Büvü-cüler iplerini, ağaçlarım topladılar. Ağaçların içini
oydular, içine cıva doldurdular. İpleri bağlayıp gözbo-yacılığı yaptılar. Ağaçlan toprağa diktiler.
Meramları bu ağaçları birer yılan olarak göstermekti.

Allah'ın lanetlediği Firavun emir verdi. Tahtını saraydan dışarı çıkardılar. Çadırını tahtın üstüne
sağlamca kurdular. Diba ve ipekten yapılmış tröyle bir çadır hiç kimsede yoktu. Firavun tahtına çıktı,

199
200

oturdu- Vaktâ ki halk toplandı. Musa (A.S.) da geldi. Büyücüler de büyülerini derleyip hazırladılar.
Yerlerini aldılar. Ve şöyle dediler -.

«Önce sen mi asanı bırakırsın? Yoksa biz mi büyülerimizi yapalım?» Hz. Musa: ,

«önde siz marifetinizi yapın!» dedi. Onlar da o ağaçları ve ipleri yere bıraktılar, öyle ki o ağaçlar ve
ipler halkın gözüne dehşet verici göründü. Halktan yana doğru yürüyorlardı- Firavun'u$f büyücüleri
öyle büyüler yaptılar ki, kimse daha bWre cadılık görmemişlerdi. Halk bu gösteriden korktu. Nitekim
Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Sihirbazlar hünerlerini ortaya koyunca insanların gözlerini büyülediler. Onları korkuttular. Büyük bir
sihir gösterisi yaptılar.» (A'raf sûresi, âyet: 116) «Halk, bütün o ipleri, o ağaçları yılan olmuş hal-

— 300 —

ka doğru koşar gördüler ve onları yutacakmış zan-

nını veriyordu.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 66) /

Musa (A.S.) büyücülerin bu sihrini görünce korktu. Allâhü Teâlâ da O'na şöyle buyurdu:

«Yâ Musa, korkma! Sen onlara üstün gelip zafer kazanacaksın. Fırsat senindir. Ey Musa! Sağ elindeki
asayı yere bırak. Onların yaptıkları büyülü yılanları yutsun. Onların sihrini bozsun.» (Tâ-Hâ sûresi,
âyet: 68, 69)

Hz. Musa da elindeki asayı bıraktı- Allâhü Teâlâ'-nın emriyle âsâ bir büyük yılan şekline girdi.
Büyücülerin yılanlarından daha büyüktü. Kuyruğunu yere vurdu. Yer yarıldı. Sonra Firavun'un çadınna
dolandı. Ağzını açtı. Sihirbazların yılan ve ejd'jrhala-rmı yuttu, öyle ki orada hiç bir şey kalmadı. Bu
konuda Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:

«Hak ortaya çıktı, onların istedikleri bâtıl oldu, boşa çıktı. Büyücülerin hepsi yenildi. Sihirbazların
hepsi Musa (A.SJ'a düştüler, Hak Teâlâ'ya secde kıldılar.» (A'râf sûresi, âyet: 118-120)

Sihirbaz cadıların hepsi de yenik düşmüşlerdi Firavun'un kavmi hor ve hakir oldular, geri döndüler-
Sihirbazların hepsi:

«Biz âlemlerin Rabbine îmân getirdik! Musa'nın ve Harun'un ibâdet ettiği Allah'a taptık. Firavun ve
o'nun dîninden vaz geçtik!» dediler. Büyücülerin hepsi imâna gelip, Hakk Dînine girdiler.

Onların Hakk Dîııi'ne girdiğini gören Firavun:

«Siz, benden izinsiz Musa'nın dînine mi girdiniz? Anlaşıldı ki O, sizin ulu kişinizdir ki size büyücülüğü
«e O öğretmiştir! dedi.» (Şuârâ sûresi, âyet: 49).

Firavun, korkusunu, şöyle açıkladı:

«Onunla işbirliği içindesiniz. Halkın arasına girip °na îmân ettiniz. Halkı şübheye düşürmek istiyor-

— 301 —

200
201

sunuz. Dileğiniz halkımın bana olan inançlarını gidermek, yok etmektir. Tâ ki varıp Musa'nın Rabbine
imân getirsinler. Bu bir fitnedir ki şehrin içine sok tunuz. Meramınız şehir halkını yerlerinden
sürmektir.»

Sonra Musa (A.S.) da sihirbazlara şöyle dedi: «Siz, bu kötü, işe yaramaz şeylerden istiğfar edin!
Şimdiden sonra büyü işleriyle uğraşmayın!»

Bu sözleri Firavun da işitti. Sihirbazların, önceden Musa (AS.) ile sözleştiklerini sandı. Onlara:
«Madem ki bu işi birlikte ettiniz, ben de sizin el ve ayaklarınızı çaprazlamaya kestireyim. Sonra da
boynunuza ip takıp siyâset meydanında astırayım!» dedi. On-

•lar da: .

«Bizi öldürsen de ne çıkar? En sonunda ölsek gerek. Sen bizi böyle öldürsen de şehid oluruz,
dediler. Biz tamah ederiz ki Allâhü Teâlâ bizim işlediğimiz günâhları da bağışlasın. Suçlarımızı da
afveyleşin. Musa'ya ilk önce îmân getirenler biz olalım.» (Şuâıâ sûresi, âyet: 50-51)

Firavun şöyle dedi: «Musa sizi azdırdı. Kanınıza girdi. Gelin kendi elinizle kanınıza girmeyin! önceki
dîninizden dönmeyin. Yine bana îmân getirin!» Onlar da şöyle cevâb verdiler :

«Biz bu apaçık mucizelerden sonra mümkün müdür ki Hakk Teâlâ'yı bırakıp senin bâtıl dînine
bağlanalım? Sen her neye karar verirsen ver. Elinden ne gelirse işle. Senin, bize hükmün ancak bu
dünyada geçer. Bu dünya f anîdir, ölünce senin elinden kurtuluruz. Âhiret evi bakîdir, kalıcıdır. Allah'ın
dilediği hayırdır.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 72-73).

Sonra kesin -darale-Firavun'a son sözlerini bildirdiler :

«inancımız doğru yol üzerinde sağlamiaştı.

302

elinden geleni yap. Şimdiden sonra hüküm Yüce Allah'ındır.»

Firavun ne kadar çalıştı ise de onları inançlarından döndüremedi. Emir verdi; el ve ayaklarını, halk
içinde kestirdi. Sonra da her birini ayrı, ayrı boğazlarından astırttı. Asılırlarken Hakk Teâlâ'ya şöyle dua
ettiler:

«Yâ İlâhi, bize sabır ver! Bizi Müslüman olarak öldür!» (A'râf sûresi, âyet: 126).

(Allah, O'nlara rahmet eylesin)

FİRAVUN'UN KIZININ HİZMETÇİSİNİN HİKÂYESİ

Bu bâb, Firavun'un kızının hizmetçisi (süsleyki-si)nin ve Âsiye Hâtûnun kıssalarını açıklar.

O zaman Firavun'un kızının bir süsleyici kadını vardı. O'nun saçlarını tarar, yüz ve endamına güzellik
verirdi. O'nun her türlü hizmetini görürdü. Ama Hazret-i Musa'ya imân etmiş bir kadındı. Fakat bunu

201
202

hiç kimse bilmiyordu. Bir gün bu kadın, Firavun'un kızının saçlarını tararken elinden tarağı yere
düşürdü. Eğildi; tarağı almak isterken «Besmele» çekti. Allah'ın adını andı- Firavun'un kızı: «Bu
söylediğin ad kimin adıdır? Bunu söylemenin ne faydası var?» diye sordu. Kadın:

«Bu ad, padişahlar padişahının adıdır ki Fira -vun'a hükümdarlığı O vermiştir. Bütün varlıkları
yaratan O'dur.» diye cevâb verdi.

Firavun'un kızma bu sözler çok katı geldi. Gitti Piravun'a haber verdi. Firavun da o kadını çağırdı.
Söylediği sözün ne olduğunu sorduğu zaman, kadm söylediği sözlerin aynısını söyledi. Bunu duyan

— 303 —

Firavun emir verdi. Kadını demir çivilerle bir ağaca mıhlattı. Başına ateşte kızartılmış demir bir taç ge-
• çirtti. Ama kadıncağız buna çok sabır gösterdi. Dîninden dönmedi. Fınn yaktılar. Kadının üç
yaşlarında bir çocuğu vardı. Kadının gözleri önünde O'nu yanmış fırının içine attılar- Hakk Teâlâ'nın
kudretiyle masum yavrucak ateş içinde: «Ey anneciğim! Sakın dininden dönme! Sabret! Gerçekten
ben Hakk Te-âlâ'ya kavuşuyorum. Rızâsına erişmekteyim, Cennet'-le senin aranda bir adımdan fazla
mesafe yoktur!» dedi. Birçok kimseler zavallı yavrunun bu kerametini görünce, Musa (A.S.)'a imân
ettiler. Annesi de ruhunu teslim etti. (Allâhü Teâlâ ona rahmet eylesin). Firavun'un kızının
hizmetçisine böyle eziyetler ederken karısı Âsiye Hâtûn, yanına geldi. Kadını öldürtmek istemedi.
Firavun, Asiye'de îmân alâmeti görünce: «Âsiye de delirmiştir!» dedi. Âsiye Hâtûn da: «Ey Firavun!
Asıl deli olan var ise o da sensin! Kendin bu kadar âcizken, kendini Rab sanıyorsun!» dedi. Sonra :
«Âmentü billahi Rabbike ve Rabbi'l âlemin- diyerek îmânını açıkladı. Firavun, Âsiye'nin annesini
çağırdı. O'na: «Kızın delirmiş. O'nu afsunlattır. Eğer Musa dîninden dönmezse, O'na öyle bir iş eylerim
ki dünyalarda söylensin!» dedi. Ama hiçbir şekilde Âsiye Hâtun'u dîninden döndüremedi. Vücûdunu
dört çiviyle bir ağaca mıhladı. Canını verinceye kadar cefâda bulundu. Bu işkenceler yapılırken Musa
(A.S.) oradan geçiyordu. Âsiye Hatun, Musa (A.S.) 'a par -niaklariyle işaretlerde bulundy. Firavun'dan
çektiği azabı bildirdi. Musa (A.S.) dua etti. Hakk Teâlâ, Âsiye'nin çektiği o azâblan giderdi. Sevinerek
yüce Cen-net'in yolunu tuttu. (Allah o'na rahmet eylesin)- Firavun-'Âsiye'Hâtûnu şehîd ettikten sonra
zelîl oldu. Şehre gelip sarayına gizlendi. Sarayın kapısını sağ-

— .304 —

ja0ıca bağladı. Tam kırk gün, kırk gece dışarı çık-m#di- Yanına da kimseyi kabul etmedi. Bütün halk,
j^fûsâ (A.S.)'a yüz tuttular. İsrâîloğullan ise bölük bolük Hz. Musa'nın dinine girdiler. Böylece Musa
(A. ej > 'in ümmeti günden güne arttı. Firavun utandığından sarayından dışarı çıkamaz oldu. Böylece
Hz- Musa ile Harun (A.S.), O'nu dîne davet için sarayına geldiler. Ama saraya girmelerine izin
verilmedi, geriye döndüler. Bu gelip gitmeleri tam yirmi yıl sürdü. Hz. \îûsâ o kavmin arasında kaldı.
Onları, Hakk Teâlâ'-ya çağırdı. Her gün Firavun'un kızgınlığı artar, taş-kınlaşırdı. Tasasından ne
yapacağını bilemiyordu. So nunda:

«Benim Musa ile işim yoktur. Ne yapabilirse yapsın! Ben Musa'nın Rabbini gözlerimle görmeyince
Musa'ya bir şey diyemem!» dedi. Sonra veziri Hâmân'a şunları söyledi:

202
203

«Ey Hâmân. Benim için en yüksek bir köşk yap. O köşkün üstüne bir kule dik. öyle ki yüksekliği göğe
yaklaşsın. Eğer oradan yukarı yol bularsam Musa'nın Rabbini görürüm. Ben O'nu yalancı, kâzib
sanıyorum.» (Mü'minûn sûresi; âyefc 36^3?)

Firavun ise hâlâ, «Yer'de olsun, gök'de olsun kendisinden başka Tann'nın olmadığına» inanıyordu.
Baş vezir Hâmân kiremiti pişirtti. Kirfeç yaktırdı. İki yıl çalıştı. Yüksek bir kule yaptırdı. Onun eşini
dünyada hiç kimse yapamazdı. Denilir ki, kiremit pişirmek işi Hâmân'dan kaldı.

Sonra Firavun o kuleye çıktı. Bir rivayete göre, o kuleden göğe ok attı. O ok, Hakk Teâlâ'nın emri ile
kana bulaştı. Kanlı oku gören Firavun:

"İşte gördünüz mü, Musa'nın Rabbini öldürdüm!» dedi. Lâkin bu haber doğru değildir. Çünkü bu işi
Nemrûd yapmıştır. O, bir akbabanın sırtına binmiş,

F./20

— 305 —

göğe çıkıp ok atmıştır. Doğru olan şudur-. Firavun kulenin üzerine çıkmış, Gökyüzüne bakmıştır
Gökyüzünü, yeryüzünden nasıl görünüyorsa, kulenin tepesinden de aynı şekilde görmüştür. Bu kadar
yüksek bir bina yaptırdığı hâlde göğe hiç yaklaşamamış: «Gökte de Tanrı yokmuş, tşte, yerin de,
göğün de tanrısı ancak benim! Benden başkası değildir!» demiştir. Bundan sonra da Hz. Musa ve Hz.
Harun her gün Firavun'un saray kapısına geldiler. Onu Hakk Dine davet ettiler. Ve her yıl Firavun ve
kavmine bir alâmet gösterdiler. Tam dokuz türlü mucize ve alâmet gösterdiler. Onları yumuşaklıkla,
güzel sözlerle Allah yoluna çağırdılar. Ama Firavun'un azgınlığı her yıl arttı. Hiç insafa gelmedi- Hakk
Teâlâ şöyle buyurmuştur :

«Biz, gerçekten Musa'ya dokuz âyet (mucize) verdik.» ttsrâ sûresi, âyet: 101)

Musa (A.S.) her âyeti gösterdikçe. Firavun O'na

şöyle yakarırdı:

«Ey Musa! Bu belâyı ve zahmeti bizim, üzerimizden kaldmrsan sana îmân getirelim. İsrâîloğullarmı
sana ısmarlayalım.» (Isrâ sûresi, âyet: 131)

Musa (A.SJ da hemen dua ederdi. Bu yolda Ce-nâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:

«Musa dua edince, Biz o zahmeti onların üzerinden atardık. Fakat onlar analarını yeniden bozarlardı.
1 Küfrü bırakıp tmâna gelmezlerdi.» (A'râf sûresi, âyet:

135)

Hz. Musa'nın her gösterdiği alâmet birbirinden

fazlaydı.

Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: «Her mucizeyi Biz, onlara gösterdik. Öncekinde

203
204

daha uluydu o! tnsâfa gelsinler, Hakk yoluna &*

— 306 —

sinler istedik. Onları azabta tutardık- Vakti gelince küfürden döner, derdik.» (Zuhruf sûresi, âyet: 48).

Bu dokuz mucizenin birincisi «Âsâ», ikincisi «Beyaz el», üçüncüsü «Kıtlık»dı. Nitekim. Allâhü Teâlâ
şöyle buyurmuştur:

«Biz, Firavun'un ev halkını kıtlıkta tuttuk. Mal ve yemişlerini eksilttik.» (A'râf sûresi, âyet: 130).

Şöyle rivayet edilir: Kıtlık üç yıl sürmüştü. Gökten, yere bir damla yağmur yağmadı. Toprak ve yemiş
ağaçlan hiç bir şey vermedi. İnsanlar açlıktan öldüler. Sonunda:

«Bu kıtlık Musa'nın uğursuzluğundan geldi. O, bizim aramızda oldukça üstümüzden böyle belâlar
eksik olmaz. Çâresi ise Musa'yı hemen öldürmektir!» dediler. Hiç kimse Hz. Musa öldürülmesin
demedi. Hepsi öldürülmesini uygun gördüler. Musa (A.S.) için sandık yapan dülger, Hakk Dînine
girmişti. Ama dinini saklar, hiç kimseye bir şey söylemezdi. Onların Musa (A.S.)'ı öldürmeye
niyyetlendiklerini görünce dinini açıkladı. Ve şöyle dedi:

«Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen bir kişiyi mi öldüreceksiniz?. Oysa O, size Allâhü Teâlâ'dan apaçık
delillerle gelmiştir.» (Mü'minûn süresi, âyet: 28). Daha sonra sözlerini şöyle sürdürdü:

«Musa'nın dediğine inanmazsanız, üzerinize Allah'ın azabının inmesinden korkunuz. Hepiniz helak
olacaksınız!» insanları açıkça dîne çağırdı.

Hakk Teâlâ o dülgeri muhafaza eder, saklardı. ^ na hiç bir şfey söyleyemezlerdi- Çünkü Firavun
hal-«ınm dileği, Isrâiloğulları duymadan Musa (A.S.)'ı rmekti. Çünkü İsrâiloğulları etrafı çok kalabalık
kavimdi. Onlar, Mısırlıların ellerinde güçsüz de "uş olsalar ihtiyatlı bulunurlardı. Bundan ötürü s""hlar:
«îsrâiloğullan içinde Musa'ya yardım ede-

— 307 —

çek kişiler bulunabilir] Fitne doğabilir!» diye korkuyorlardı. Bundan ötürü de Musa (A.S.)'ı öldürmek
tedbirinden vaz geçmişlerdi.

Ama kıtlık canavarı Firavun'un halkını üç yıl kemirdi. En sonunda çaresiz kaldılar. Firavun, Musa
(A.S.)'a yalvardı. O da dua etti. Kıtlık Mısır'ın üstünden sıyrıldı, gitti- O yıl büyük bir bolluk oldu. Çok
ııi'metler elde edildi, anbarlar buğdayla doldu. Hz. Musa, insafa geleceklerini, Allah'ın birliğini tasdik
edip, kendilerini Allah'a teslim edeceklerini umardı. Fakat hiç bir Mısır yerlisi imâna gelmedi. Ve ertesi
yıl büyük bir tufan geldi. Nitekim şöyle buyurulmuş-

tur:

«Biz, onların üzerine Tufan gönderdik. Çekirge

204
205

gönderdik. Bereketsizlik yağdırdık. Gökten kurbağalan yağmur yerine indirdik. Kan yolladık. Hiç insafa
gelmediler ve inançlarını değiştirmediler. Allah'ın Birliğine teslim olmadılar. O kavm, o kadar mücrim
bir milletti.» (A'râf sûresi, âyet-. 133)

O zaman, onların üstüne tufan yağdı- O kadar yağmur yağdı ki yıkılmadık ev kalmadı. Her yer su ya
boğuldu. Mısırlılar yok olacaklarım görünce Hz. Musa'dan şefaat dilendiler: «Yâ Musa, bu âfet ve
musibeti bizim üzerimizden gider. Bugün Hakk Dîne girelim!» dediler. Musa (A.S.) da duada bulundu.
Yağmur kesildi. Biriken sular çekildi, Nil ırmağına döküldü. Mısırlılar da: «işte azâbtan kurtulduk!»
dediler. Yine Hakk Dîne girmediler: «Yağmurdan ne ziyanımız oldu? Ekinlerimiz daha iyi oldu, daha
bollaştı!» dediler. Ama ertesi yıl gelince Hakk Teâlâ, onlara çekirge âfetini gönderdi. Bütün
buğdaylarını yedirdi. Tarlalarda hiç hububat kalmadı. Yine geldiler- Musa (A S.) 'a yalvardılar,
yakardılar •. «Bu âfeti de bizim uze-rimizden gider, yâ Musa! Bundan sonra Sana in»31

lım!» dediler. Musa (A.S.) yine dua etti. Hakk Teâlâ'-nın emri ile çekirgeler kırıldı. Mısırlılar yine de
imâna gelmediler. Ertesi yıl olunca Hakk Teâlâ, onlara bir lıaşerât, bit yağdırdı. O haşereler öyle bir
şeydiler ki her nereye dokunsalar, orayı yok ederlerdi. Mısırlılar ekinlerinin yine mahvolduğunu
görünce bir daha Musa (A.S.)'a yalvardılar: «Bu sefer de bu belâyı bizden gider, artık sana muhalif
olmayalım!» dediler. Musa (A.S.) yine dua etti, o belâ da üzerlerinden kalktı-Ama yine sözlerinde
durmadılar. Aradan yine bir yıl geçti. Ertesi yıl olunca kurbağa yağdı. Mısırlıların kap kaçakları kurbağa
ile doldu. Halk bu kurbağalardan bîzâr oldular. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Musa (A. S.)'a geldiler,
yalvardılar. Musa (A.S.) yine dua etti. Bir yağmur yağdı. Yağan yağmur kurbağaları sürüp Nil ırmağına
döktü- Ama o kâfirler yine :

«Bu kurbağalar sudan çıkmıştı, yine suya gitti! Musa'nın elinden ne gelir?» dediler. Yine Hakk Dîne
dönmemekte ısrar ettiler. Ertesi yıl olunca bütün akar sular kızıl kan renginde akmağa başladı. Su
yerine kan içmeğe başladılar. Firavun kavminin başına bu azâb-lar geldi. Ama bunların hiç biri
tsrâîloğullannın başına gelmiyordu. Onlar bu gibi afatlardan uzaktılar. Böylece Firavun halkı
susuzluktan perişan ve zebûn oldular. En sonunda yine Musa (A.S.)'a baş vurdular. Yalvardılar,
yakardılar: «Bize kıyma, yâ Musa! Bu âfeti de bizden uzaklaştır! Bundan sonra Sana '"analım ve îmân
getirelim!» dediler. Musa ÇA-.S.) on-arın, kendi dînine gireceklerini ümid ederdi. Hiç de "nıduğu gibi
olmadı. Onlardan çok incindi. Hakk Te-^'ya yalvardı, onlara beddua etti. Harun (A.S.) da min!» dedi.
Kur'ân-ı Kerîm, o duayı şöyle bildirir: ^ «Yâ Rabbî! Onların mallarını yok et, taş eyle. Yü-Ve gönüllerini
sıkıştır.» (Yûnus sûresi, âyet: 88)

/ — 309 —

Ve Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu : «İkinizin de duası kabul edildi. Siz yine doğru yo. lunuza devam edin.
Sakın bilmeyenlerin yoluna girmeyin.» (Yûnus sûresi, âyet: 89)

Bundan sonra kâfirlerin akçeleri ve altınları, yi-

yecekleri buğday ve yemişten neleri varsa durduğu

205
206

yerde taş oldu, hattâ tavukların yumurtaları bile taş

oluyordu. Mısır halkı bu hâli görünce şaşırdılar. Ve

acz içinde kaldıljar. Yüzlerini yine yere koyup Musa

(A.S.) 'a yalvardılar : «Bu musibeti de üzerimizden da

f et! Şimdiden sonra sana itaat edelim!» dediler. Musa

( A-S.) ... onlara : «Siz îmâna gelecek gibi değilsiniz, anu.

dileğinizi kabul ettim!» diyerek yine Hakk Teâlâ Haz

retlerine duada bulundu. Ondan sonra hiçbir şey taş

olmadı.

Meydana gelen bu dokuz alâmet şunlardır •. Birincisi Hz. Musa'nın âsâsıdır. İkincisi s Hz. Musa'nın
elinin bembeyazhğıdır. Üçüncüsü: Mısır'daki kıtlıktır. Dördüncüsü: Mısır'da çıkan tufandır, Beşincisi:
Mısır'ı çekirgelerin sarmasıdir. Altıncısı : Buğdaylan bit lerin sarmasıdir. /Yedincisi: Mısır'a gökten
kurbağa yağmasıdır. Sekizincisi: Nü ırmağından alınan suların al kan olmasıdır. Dokuzuncusu : Mısır
parasının, ye raisinin, yenilecek her şeyin taş olmasıdır. Bu alâmetler meydana geldikçe, Mısırlıların
küfrü ve isyanı da ha da artardf, Hiç bir zaman insaflı olmadılar. Ne vakit bu dokuz alâmetten birisi
ortaya çıksa-. «Firavun bize kızdı!» derlerdi- Gelen âfet ortadan kalkınca da: «Firavun bizden hoşnûd
oldu!» derlerdi. Başlarına _nç gelse Firavun'dan geldiğini bilirlerdi. En sonunda MU sâ (A.S.) 'a gittiler:

..

«Bize ne kadar âyet gpstersen de bizi si aldatamazsın! Biz, sana îmân getirecek değiliz-

— 3O —

sözlerine de inanacak değiliz! dediler,- CA'râf sûresi, âyet: 132)

Bundan sonra da Firavun'un azgınlığı arttı. Mısır Kıbtileri, Isrâîloğullarına azâblannı artırdılar. Musa
(A.S.)'m huzuruna koştular:

«Yâ Musa! Sen, anadan doğduktan bu yana biz, Kıbtilerin işkencesini çekeriz. Senin yüzünden bize
etmedikleri çile kalmadı. Umardık ki, sen Peygamber olunca, bu belâdan kurtuluruz. Sen ise işte
Peygamber oldun, bizim azabımız ise yine eskisi gibidir. Belki de daha arttı. Bu işkencelere daha ne
kadar sabredelim? Şimdiden sonra sabra tahammülümüz kalmadı. Bize izin ver dağılalım, kaçalım.
Yâhûd da bu zâlimlerle cenk edelim. Ya da kılıçlanıp bu azâbtan kurtulalım. Allah Sübhânehu ve
Teâlâ'nın inayeti ile fırsat elde ederiz!» dediler.

Musa (A.S.) 'a o vakit Hakk Teâlâ'dan savaş yapmağa veya Mısır'dan kaçmaya izin verilmemişti.
Musa (A.S.), Isrâîloğullarına öğütler verdi. Vaadlerde bulunarak gönüllerini aldı, hatırlarını hoş etti.
Onlara şöyle dedi:

206
207

«Umulur ki Rabbiniz düşmanlarınızı helak eder. Ve Mısır ülkesini size verir.» (A'râf sûresi, âyet: 120)
Ve yine şöyle öğüt verdi:

«Hakk Teâlâ'dan yardım dileyin. Hem de siz kâfir-'erin belâsına sabreyleyin. Yeryüzü Allah'ındır.
Kullardan dilediğini ona mirasçı kılar.» CA'râf sûresi, ay<* 128). Devamla:

v ^"AIlâhu Teâlâ dünyada âsi kişilere mal ve ni'met Ce yse- beylik sundu ise âhiret'te iyi kullarına da
et Vertr- ^ sonuno!a bu ülkeyi alacak, size vere-,Acele etmeyin!» dedi. Isrâîlogullan d» sabır di rJ1?1"-
Musâ (A.S.) kalktı, Firavun'un yanma gel-ü Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştu:

— 311 —

«Firavum'a gidin. O gerçekten azdı. Gidin onunla tatlı sözlerle konuşun. Belki nasihat dinler, ya da
Allah'tan korkar.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 43, 44).

Musa (A.S.), Allâhü Teâlâ'nın bu emrine uyarak

Firavun'un katma gelmişti. Onunla tatlı konuştu. O

sıralarda Firavun yaşlanmıştı. Ama yine dipdiriydi.

Dörtyüz yıl ömür sürmüştü. Musa (A.S.), o'na şöyle

dedi: ı

«Eğer bana inanıyorsan Allâhü Teâlâ'dan senin yeniden gençleşmeni dileyeyim! Gücün, eskisi gibi
olsun'. Dörtyüz yıl daha yaşayasın.»

Firavun bu sözlerden hoşlandı: «Hele bir düşüneyim! Bana, sen üç gün izin ver!» dedi. Firavun veziri
Hâmânla konuştu. O'na •. «Ey Hâmân! Bana Musa'nın sözleri hoş geldi!» dedi, Hâmân: «Yâ Firavun!
Sen bu sözü söylerken hicâb duymaz mısın? Bir de Tanrılık dâvası güdersin, şimdi de kendini kul
yerine koyuyorsun!» diye konuştu. Firavun da bu gençleşme fikrinden vaz geçti: «Şu Musa'yı mutlaka
öldürtmeliyim!» dedi. Ona: «Var1- Rabbinî çağır, tâ ki gelsin, Seni, benden kurtarsın!» dedi. Ama
Firavun yine de Hz. Musa'nın Allah'ından korkuyordu. O, kavmine şöyle diyordu ;

«Ben korkuyorum ki Musa sizin dininizi değiştirir Veya Mısır topraklannda fesat çıkarır.» (Mü'minûn
sû-

resi, âyet: 36).

Bu korku o kadardı ki Firavun halkına şunları

söyledi: «Her gün O'na uyanlar çoğalıyor. Bizim ço

cuklarımız öldürülüyor. Bizi tsrâüoğuUan alaya alıyor

lar. Oysa biz onları yıllardır elimizde tutmakta, i§lerl

mizde kuUanmaktayızl» ,u

207
208

Mısırlılar Hz. Musa'yı öldürmek istiyorlar ve v ^ îsrâuöğullarından ayırmak diliyorlardı. Çünkü ıs


oğullan Musa (A.S.) 'dan ötürü güçlenmişlerdi,

— 312 —

lan artmıştı. Firavun emir verdi- Nil ırmağı kıyısına bir çardak yaptırdı. Oradan her geçen israilliyi
İbrani diliyle yanına çağırırdı. Onlara, Hz. Musa dîninden kendi Misir dînine dönmelerini söylerdi. Ve
O'nlara şöyle derdi:

«Görmüyor musunuz ki Mısır ülkesi benimdir. Ve bu Nil ırmağı topraklarımın altından çıkar. Ve bu
ni'-metler benimdir. Siz bilmelisiniz ki ben, size İsrâiloğul-lanndan ve Musa'dan daha hayırlı değil
miyim? Ben yüce bir Melik'im, Musa ise çaresiz ve âcizin biridir. Dili de doğru dürüst konuşmaz. Niçin
O'na altın bile zikler (gökten) inmez ki O'nun sizin gibi kavmi bun lan takmazlar? Ya da O'nunla birlikte
Melekler gelmez, O'na arkadaş, yardımcı ve tanık olmazlar?» (Zuhruf sûresi, âyet: 51-53).

Firavun bu sözleriyle Musa (A.S.)'ı kavmine nefretle andırmak istedi.

Firavun iki yıl o köşkte oturdu- Hz. Musa'yı İsrâîl-oğullarından ayırmak ve öldürmek istedi.
Fifavun'un halkı şübheye düştüler: «Firavun gibi büyük yeryüzü tanrısı, Musa'yı nasıl oluyor da
öldüremiyor?» dediler. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyunılur:

«Firavun'un kavminden nice ulu kişiler, Firavun'a Çıkıştılar. Ve: "Musa'yı niçin öldürmezsin?
İsrâîloğul-lannı da yok etmezsin? Ne sebebten onlardan el çektin?» (A'râf sûresi, âyet: 127). Ve halk
suçlamalarını artırarak şöyle dediler:

«Onlar yeryüzünde fesad çıkarıyorlar. Güçleniyor-jftr "yle bir hâle geldiler ki bizi maskaralığa alıyor-

Bugün, yann çocuklarımızı da öldürecekler. Bu ^ oıana kadar bizim onlara ettiğimiz kötülükleri şiın-eı*
sonra da onlar, bize edecekler. Onlar niçin sana Secde etmezler? Senin mâbûdluğuna inanmayıp Şeye
taparlar?»

.'.* * * ' • .' •

— 313 —

di-

[Tefsir sahipleri A'râf sûresinJtt-127 nci âyetini tef. sir ederken «Ve yezereke ve âliheteke»
denilmesinin tefsirinde şöyle demişlerdir: «Firavun, her ne kadar ilâhlık dâvasında bulundu ise de hiç
kimseyi puta tap-tırmazdı: "Tanrı benim, bana tapın!" derdi. Ama öküzü severdi. Ne zaman bir öküz
görse ona secde ederdi. Halkına da: "öküze secde edin!" derdi. Öküze tapmaktan hiç kimseyi
yasaklamamıştı. Firavun'un öküze karşı olan bu sevgisinden dolayı Mısır halkının çoğu öküze tapardı.
(*)• Çok kişiler vardı ki, altın ve gümüşten öküz başı biçiminde putlar yapar ona taparlardı. Firavun,
öküz boğazlanmasını menetmişti. Halkının : "Seni ve senin mâbûdluğunu bir kenara atarlar, başka
şeylere taparlar!" demelerinin mânâsı buydu.»]

208
209

• . - • ***.•

MısırlılarV «İsrâiloğullârı öküzleri boğazlıyorlar!» dediler. O da bu haberi işitince gayrete düştü. Ve


şöyle dedi:

«Bundan sonra, onların çocuklarım öldürelim. Kadın ve çocuklarına işkence edelim. Biz, onlara
üstünüz ve onları kahrediciyiz! dedi.» (A'râf sûresi, âyet: 127).

Sonra şöyle devam etti:

«îsrâîloğullari karşı harekete geçerlerse, onlarla savaş yapalım. Hepsini toptan kıralım. Köklerini
kazıyalım!»

IsrâUoğuüanndan bâzıları, Firavun'un bu hazırlıklarından haber aldı. Musa (A.S.)'ın huzuruna


geldiler. Ağladılar, feryâd ettiler. Mısırlıların, îsrâiloğulla-nnı topyekûn imha hazırlıklarında olduklarını
söylediler. Mısırlılardan şikâyette bulundular, îşte tam bu sırada Musa (A.S.)'a şu vahiy indi: .

(*) Bu öküzün adı «APlS» idi. — 314 —

52). Bu emirde uyurumuştu-

«Kadın ve erkekten, küçük ve büyükten hiç kimseyi gende bırakma. Ondan sonra Mısır'dan çık Kıb-
lttewi™mSe ?.Uymasın' H«vurfun halkından hiç

İrier ^ST ^ gİttİğÜ1İZ duvulursa ardınıza düşerler sızın kaçmanıza fırsat bırakmazlar!»

Musa Aleyhi's-selâm, Hakk Teâlâ'dan bu emri alınca kavmine şöyle dedi.-

<Ey İsrâîloğullan! Deniz kenarına gitmeniz gerek.

*™ ardınzzdan |elir-

İZnİyle Sİ2İ Alâmetle geçi-

. U" Ve F-avun'un kavmim

orada helak eyler. Allâhü Teâlâ'nın yüceliği

rin seîmH '\Fİravun'un -Dünden. MıS1rh Lbtüe-nn şerrinden kurtuluruz!»

ÇIKIŞI 'UN DENİZDE BOĞULMASI

ki: Hakk

dlye

Hazretleri, Mû-a1' Mısır'dan gece ka-, Musa (A.S.) gizlice

Tecrübe görmüş

209
210

«"Dünden kurtulmanızın vakti gel-t"""2- Ge€enin k^a^tında şehir-gerej"vor- Şöyle ki Firavun


kavminden

bümesinl» dedi.

,a birle?erek gece karanlığında Mı-*arar verdiler; .ama çıkamadılar. Bu-

— 315 —

r.un üzerinden tam bir ay geçti. Her gece hazırlanıyorlardı. Fakat bir türlü yola çıkamıyorlardı. Her
seferinde bir engel çıkıyor, gidemiyorlardı. En sonunda Hz. Musa, İsrâiloğuilannın yaşlı kişilerini
biraraya

topladı. Onlara:

«Bu hâl şaşılacak hâldir? Ne kadar gitmeğe çalışsak işimiz rast gidip de yola çıkamıyoruz. Bunda bir
hikmet var?» dedi. ihtiyar kişiler de:

«Biz Mısır'dan çıkmaya hazırlanıyoruz, fakat Al-lâhü Teâlâ tarafından geri bırakılıyoruz. Bu da
şundan ötürü olmalı ki Yûsuf Peygamber dünyadan göçerken çocuklarına ve İsrâîloğullarma şöyle
vasiyette bulunmuş •. Mısır'dan çıktığınız vakit kabrimi açın. Tâbutumu da yanınızda beraber götürün.
Kudüs'te Yâ-kûb, ibrahim ve îshâk'ın yanına gömün! demişti. Belki geri kalışımız bundan ötürüdür!»
dediler. Musa (A.

S.), onlara:

«O tâbutun nerede olduğunu biliyor musunuz?» diye sordu. Onlar da: «Bilmiyoruz!» dediler. Bu bili-
nemeyiş Mısırlı Kıbtîlerden bir kadının bulunmasına kadar uzadı- Bu kadının ismi Nâmûşân idi. Her ne
kadar Firavun'un kavminden olsa da Musa (A.S.)'a imân getirip, O'nun dînine girmişti. Zaten Firavun
halkından iki kişi Hz. Musa'ya imân getirmişti. Birisi bu kadındı, ötekisi ise Hz. Musa bebekken sandık
hazırlayan dülgerdi. Bu kadın:

«Ben Yûsuf'un kabrini biliyorum! Size göstereyim, ama size iki şartım var. Şartlarımı kabul
etmelisiniz. Birisi, siz Mısır'dan giderken beni de alıp S^-melisiniz. ikincisi de şudur: Ey Musa! Hakk
Teâla-dan dile, bana Cennetini ihsan buyursun. Beni Cehen nem azabından, emîn eylesin!» dedi.

Musa (A.S.) da: «Ey Hâtûn! Senin bu dileğini * ^ bul eyledim!» dedi. Kadın o zaman: «Yûsuf <A*•

— 316 —

kabri Nil ırmağının içinde filân yerdedir!» dedi. Musa (A.S.) da kadının dediği yere vardı. Hakk
Teâlâ'dan diledi. Nil ırmağı açılıp yayıldı. Yûsuf (A.S.)'m tâbutu göründü. O da tâbutu oradan aldı.
Kıyıya çıkardı. Tâbut ak mermerden yapılmıştı. Tâbutu Isrâîloğul-lan bir evde sakladılar. Sonra Musa
(A.S.), İsrâîloğul: Jarına şöyle dedi:

«Mısır yerlilerini, o Kıbti halk yok etse gerektir. Hakk Teâlâ, onların mallarını, davarlarını, çocuklarını
da hep size bağışlasa gerektir. Onlardan şimdi ağır kaftanlar, altınlar, inciler isteyiniz: "Yine geri

210
211

vereceğiz!" deyiniz. Davarlar, sizinle birlikte olsun. Mısır halkı yok olunca, mallan sizin elinizde kalsın!»
dedi. îsrâîloğullarından her birinin Mısırlılardan zengin bir komşusu, tanıdığı vardı. Onlara:

«Ev halkımızla bir dostumuzu ziyarete gideceğiz. Bize altın ve mücevheratınızdan, giysinizden, geriye
verilmek üzere verir misiniz? Giyinip süslenelim de öyte gidelim!» dediler. Böylece Mısır'lılann ne
kadar altın ve gümüş ve değerli kumaş cinsinden eşyaları varsa, çoğunu aldılar. Sonra da yol
hazırlığına başladılar. Halk uykuya daldığı bir zamanda, çıkıp gittiler-

Böylece gece yarısında belirtilen yerde toplandılar, o vakit Musa (A. S.) toplanan kişileri saydı.
220.000 kişiydiler. Sonra Harun (A.S.)'ı kafilenin basma koydu: «Sen askeri al, deniz kıyısına git! Ceb-
j"aıl (A.S.) benimle sözleşti. Deniz kıyısında Firavun e erişince, O da bize yetişecektir!» dedi. Hz. Hâ-

öne geçti. Musa (A.S.) kafileleri bölük bölük i' Onlarm ardından kendisi de gitti- Mısır'dan t —
bu gece> Muharrem ayının dokuzuncu Cu-

-6Sİ gecesiydi- Seher vakti olunca, Mısır halkı Is-Kos°gUllarımn ve Hz. Musa'nın gittiklerini anladılar.

P Firavun'a bildirdiler. Firavun hemen atına bin-

— 317

di. İsrâiloğullarının evlerine geldiler. Evlerinde mumların yandığını gördüler. Ama kimseler
kalmamışta,

Firavun:

«îyi! Gitmişler ama ne kadar malımız, kıymetli eşyamız varsa alıp götürmüşler. Elbette malımızı almak
için peşlerine gitmezsek olmaz!» dedi. Fakat Allâhü Teâlâ'mn emri şöyleydi ki; onlar mallarının
gittiğine dayanamayacaklardır, tsrâüoğullarının artlarına düşeceklerdir. Ve hepsi de denizde
boğulacak. O sabah da alın yazısında öyle yazılmıştı ki, her Kıbtî'-nin evinde kimi küçük, kimi büyük bir
kişi ölmüştü, îş böyle olunca onlan gömmek için uğraştılar. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur: «Bu
sırada Firavun, ise, şehirlere asker toplayıcılar gönderdi: "Bunlar, Musa'ya îmân eden İsrâîloğul-ları,
muhakkak ki bize nisbetle çok azdırlar-"» (Suatâ sûresi, âyet: 53-54) dediler.

Daha sonra Firavun, halkına şöyle dedi: «İsrâil-oğulları bizi kızdırıyorlar. Musa her eve sihirle bir
musibette bulundu, îsrâîloğullarmı kendine uydurup, onları da peşine katıp birlikte götürdü. Biz de
silâhlanıp toplanalım. Onların ardından takip edelim!»

Firavun, ertesi Pazar günü asker topladı Musa (A.S.)'ın ardına düştü. Vezir Hâmân 50.000 kişilik bir
askerle öncü yürüdü. Kendisi de geri kalan askeriy le Hz. Musa'nın ardına düştü. Tâ öğle vakti
oluncaya kadar atını sürdü, Musa (A.S.)'ın kafilesinin ardından yetişti.

211
212

Hz. Musa'nın kavmi Kızıldeniz kıyılarına varmıştı. Firavun'un öncüleri onlara erişti. O zaman, MU£^
(A.S.)'ın adamları geldi: «işte Firavun'un °râv]^ bize yetişti. Sayılan ise bizim on katımız var. _ larla
savaş yapamayız. Hâlimiz ne olacak?» de Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

— 318 —

«İki toplum birbirini görünce Hazret-i Musa'nın kavmi.- "İşte düşman yetişti. Hâlimiz nice olur!"
dediler.» (Şuârâ sûresi, âyet: 61). Hz. Musa onlara şöyle dedi:

«Sakın korkmayın, Allâhü Teâlâ'mn yardımı bizimle birliktedir. Bize selâmet yolunu gösterir-» (Şuârâ
sûresi, âyet: 62).

O zaman Allâhü Teâlâ Hazretleri şöyle buyurdu :

«Ey Musa! Elindeki asayı denize vur!» (Şuârâ sûresi, âyet: 63).

Hz. Musa da asasını hemen denize vurdu. Hakk Teâlâ'mn emri ile deniz açıldı. On iki bölük oldu. Su
birbirinin üzerine yığıldı. Her bölüğü bir dağ gibi oldu. Aralıkları da yol hâline geldi. Nitekim Kur'ân-ı
Kerim'de şöyle buyurulmuştur:

«Musa, asasını denize vurunca, deniz hemen ikiye ayrıldı. Her bölüğü kocaman dağ gibi oldu.»
(Şuârâ sûresi, âyet: 63).

Böylece Kızıldeniz açıldı, bölük bölük oldu. Her su parçası koca bir dağ halindeydi. Denizin dibinde
yollar açılınca, Hz. Musa (A.S.) : «Bu yollardan yürümek gerek!» dedi.

Halkı ise : «Oradan nasıl yürüyelim? Suyun dibi balçıktır (çamurdur), insanlar ve davarlar çamura
gömülür, yok olurlar!» dediler. Musa (A.S.) da Hakk Teâlâ'ya duada bulundu. Yüce Allah yellere,
Güneş'e emir verdi. O anda, bunlar toprağı kuruttular. Yürü-"Jek kolaylaştı. Sonra Cebrail, Mikâil ve
daha birçok

elek, Musa (A.S.) 'm huzuruna geldiler. Şöyle de-

aue

r, "^y Musa! Bize Yüce Allah buyurmuştur ki Fini^ ^^ askerini ardından, sürükler v 11 iÇine götürür.-,
boğarız!»

316 —

ın' ^rüyün?» de

denİ2e

7*°°*™* ki kez Vürdu- Su-

212
213

yerine «tur-. D«ton öbür

On bir silje

za.

Bundan sonra Hz. Musa, «Bismi'llâhir-Rahmânir Rahim» deyip atını denizin içine sürdü, îsrâiloğullan
Yüce Allah'a sığınıp, Musa (A.S-)'ın ardından yürüdüler. Kızüdeniz'in ortasına gelince, on iki bölük olan
Isrâîloğullarmın her bölüğü bir yolu tuttu. Yığılan sular da duvar gibi yükselmiş, öteki yola perde gibi
çekilmişti. Her bölük birbirini göremez oldu. Ne hâlde olduklarını bilemiyorlardı. Musa (A.S.) 'a gidip :

«Yâ Musa! Biz, bu yoldan gidiyoruz, öteki yoldan giden arkadaşlarımızın hâli nedir, bilemiyoruz! Sağ
ve selâmet midirler? Yoksa Kızüdeniz'in derinliklerine mi gömüldüler? Onların boğulmasından
korkuyoruz!» dediler.

Musa (A.S.) dua etti. Deniz. Hakk Teâlâ'nm kudretiyle yerinden kalktı. Havanın üstünde kubbe gibi
boşlukta kaldı. On iki bölük olan insanlar birbirlerini gördüler. Hatırları hoş oldu, gönülleri sevindi.
Hepsi de denizi kolaylıkla geçtiler. Suların eni dört fersahtı. Musa (A.S.), bu yolu iki saat kadar bir
zamanda geçti. Arkadan îsrâiloğullan da geçince, Musa (A. S.) onlara: «Korkmayın! Durun, Firavun'un
askerini seyredin!» dedi. öteki yöndende Firavun'un askerleri geldi. Bu insanı şaşırtan hâli gördü, öyle
ki su, bir heybet ve azametle havada, boşlukta duruyordu. De nizin dibi açılmış kupkuru olmuştu.
Firavun bu heybetten ürktü. Veziri Hâmân'a: «Şimdi ne yapalım?' dedi. Hâmân da: «Şimdi tam
fırsattır. Denizin o tara fi sarp kayalıktır, tsrâîloğullan kaçamazlar. Hepsin' kılıçtan geçirelim!» dedi.
Firavun: «Bu hava boşluğunda asılı duran denizi görmüyor musun?. Bu dar askerimizle denizin altına
nasıl girelim?» Hâmân kızdı: Musa cadılığı üe bu sudan geçti- ^ zararı olmadı! Sen tanrılığınla geçemez
misin?» di. Firavun: «Doğru söylüyorsun!» diyerek atını

— 320 —

ı Ce denizin 1

reddüt etmeden denize sürdü yürüyünce Cebrail (A S nn hepsi Firavunun

meyenleri buldular . diler. Firavun'u

Firavun'un askern

ler. Firavun Kızıldeniz in

Hz. Musa, asası üe denSn ,

3ar, hava boşluğundan T *

du. Firavun'un ço

Ayısına Ctort'

213
214

vurdu ki, Firavun atmdan

-Kendisi ve ^ri de

tur: Firavun ordl e an, Yüce Allah denizfmr

kavuştu. Firavun 4S" t***" Sular r

Firavun boğulmakta oM 6PSİ b°tuldu- Mel'

şöyle dedi: gülmakta Buğunu gerçekten anlaym

e lsrâîl de

a tıkadım »undan ötürü

F./21

— asa —

«Şimdi mi İmâna geliyorsun? Hani bundan önce isyan etmiş hâllerin, fesâdlıkların?. Şimdi Hakk Yola
mı teslim olmak istiyorsun?» (Yûnus sûresi, âyet: 9i)

Cebrail (A.S.) şöyle der: «Ey Muhammedi Ben ki nice Kur'ân âyetlerini Hakk Teâlâ Hazretlerinden
sana getirdim. Bu iki âyette sevindiğim kadar hiç bir âyette sevinmedim. Birisi: «Ey Firavun bunca
fesâd-lar çıkardın, şimdi îmâna gelmek mi istiyorsun?» âyeti idi ki Firavun'un sözlerini geri çevirmişti,
öteki de şu âyet idi, ki «Azabımızı görünce imâna gelirler.»

Ve-.

«"Biz Allâhü Teâlâ'ya îmân getirdik. Bundan önce ettiğimiz şirkten ve küfürden döndük!" derler.
Ama bunların îmâna gelmelerinin kendilerine hiç bir yaran yoktur. Zira azabımızı görünce imâna
geldiler.» IMü'min sûresi, âyet: 84-85)

Bu türlü imâna «Yeîs îmânı» denilir. Hiçbir faydası yoktur.

***

Yine derler ki: «Bütün kâfirler ölürken kendi hâlini bilir, küfrüne pişman olur. Ama bu yolda imân
etmenin bir faydası olmaz. Peygamberimiz (S.A-V.), Cebrail (A.S.J 'a şöyle sordu :

«Ey Cebrail'. Bu iki âyetle sevinmen neden ötürüdür?» Cebrail (A.S.) da şu cevâbı verdi:

«Şundan ötürü ki yeryüzünde iki kişiyi sevmedim. Onları kendime düşman edindim. Biri İblis'tir, ki
o, Hakk Teâlâ'nm emrine âsi oldu. Âdem (A.S.)'a secde etmedi: «Ben, O'ndan hayırlıyım! O topraktan
yaratıldı, ben ise ateşten yaratıldım!» dedi. Diğeri de Firavun'dur, ki o Hakk Teâlâ'ya isyan etti,
kavmine; «Sizin en büyük Rabbiniz benim!» dedi. CNaziât su resi, âyet: 241. Fakat suda boğulacağını
anlayınca 1

214
215

getirmek istedi. İşte ona dargınlığımdan o anda denizin dibinden aldığım çamuru o'nun ağzına
tıkadım. O'na, Allâhü Teâlâ'nm acımasından korktum. O vakitten, bu güne kadar korkum gitmemişti.
Ne zaman ki bu âyetleri işittim, anladım ki onlann ikisi de Cehennemliktir. Kâfir olarak gitmişlerdir!»

***

Firavun askerleriyle birlikte Kızıldeniz'in derinliklerinde boğulunca, o gün İsrâîloğullarmdan hiç biri
yemek yememişti. İkindi vakti ibâdeti gelmişti. Ya -hûdîler o gün oruç tutmayı kendilerine farz
bilmişlerdi.

Ertesi gün olunca İsrâîloğulları biraraya toplandılar. Ve: «Bizim, Firavun 'dan hâlâ korkumuz gitmiş
değildir. Kızıldeniz'in sularının altında öldüğüne inanmıyoruz. Çünkü o, başka insanlar gibi değildir.
Onun çok türlü hünerleri vardır ki insanoğullarmda onlar yoktur. Biri şudur ki, dörtyüz yıl padişahlık
yaptı. Hiç hasta olup, yatmadı. Haftada bir sefer ayak-yoluna giderdi- Bundan ötürü de azarak tanrılık
dâvasına düştü. Hâl böyle olunca, şimdi de, suyun al-tmda ölmemesinden korkuyoruz! Belki
oradan sağ olarak çıkar da bize kötülükte bulunur!» dediler. Bu sırada deniz dalgalandı, altı üstüne
geldi. Firavun bütün askeri ile suyun üstüne çıktılar. Firavun 'un sahiden öldüğünü gördüler. Onların
üzerlerinde altın ve gümüşle süslü giysiler ve değerli şeyler pek çoktu. İs-vâîloğullarından yüzme
bilenler, bunları birer birer denizden çıkardılar ve üzerlerinde bulduklarını aldı-lar- Ama bizim
Peygamberimizin şerîatinden başka seriatte ganimet malı helâl değildi. Musa (A.S.), İs-iaîloğuııarını
böyle düşünmekten menetti. Onlara :

*O Kıbtîlerden evvelki aldıklarınız size helâldir! aldıklarınız haramdır, almayın!» dedi. Onlar,

— 323 —

öldürdüWen za-

bu yol-Cebrail

«Musa,

sormuştu. Dediklerini

aldun."

Sâmirî o bir av,,

Musa (A.S.)'ın emrini dinlemediler. Buldukları her

ne varsa aldılar.

***

Vaktâ ki Isrâiloğulları'nm dilekleri tamamlandı, Firavun korkuları da geçti. Musa (A.S.), onlara emir
verdi. O bölgeden göçtüler. Birtakım insanlara uğradı lar ki onlar, Amalik soyundan ve Fira vun'un
akraba-sındandılar. Puta tapmaktaydılar, öküz başına tapar lardı. İsrâiloğullan oraya gelince, onlann
taptıkları

215
216

putlara imrendiler:

«Yâ Musa dediler. Onlann ilâhları gibi bize de ilâh

yap!» (A'râf sûresi, âyet: 138)

Onlar bu sözü söyleyince, Musa (A.S.)'ın gönlü İs-râüoğullanna kırıldı, «Siz câhil bir kavimsiniz!»
dedi. Sonra şöyle devam etti:

«Ben, size Allah'tan başka bir ilâh mı istiyeyim? Sizi ve beni Yaratan'dan. Oysa, Hakk Teâlâ sizi
zamanınızın bütün insanları üzerine faziletli kıldı.» (A'râf sûresi, âyet: 140)

Sonra sözlerini şöyle sürdürdü : '«Bu adamların işi bâtıl bir iştir. Puta tapmak yoktur. Siz ona niçin
ha : vesleniy örsünüz?»

•s;'r •. Musa (A.S.) bir gün, bu bölgede oturdu. Musa <Â.SB'ın kavminin arasında bir kişi vardı-
Adına Şâmili derlerdi. Maceri halkından biri idi. Bu, Irak'da bir köydü ki halkı puta tapmaktaydı. Putlan
ise buzağı idi. Sâmiri, her ne kadar Mısır'da büyümüşse de Musa (A.S.)'a îmân getirmişti. Denizi bile
aşmış, geçmişti. Ama buzağı başına tapmak sevgisi hatırında ka mıştı. îsrâüoğullarmdan puta
taptıklarını haber alı" ca köyündeki tapınışı hatırladı. Ona, bu hoş geldi. ^ di kendisine: «Fırsatını
bulursam bunları buzağı

sına taptırayım!» dedi.

***

— 324 —

km

koyan*

manda

«ce

lerinde

*"*" bl eCeb

*****

da saklamıştı.

gellr, kana

Ailâhü Teâlâ

ile

da büyümüş koca

216
217

»"ar,run gör-

lr avuç tO^

âyet: 25' 26)' 6rİmİŞ mü^vherlerin yapmışt, Onu

işte budur!» de-

. Musa (AS ı

dedi. O da "

Ben b mİn" bu ne ^l

-r Ş6y gördüm ki Siz- onu gör-raı11 gÖrdÜ ÎZİnden ^ avuç

;. Musa'ya; ıvun'u öldürürsem seni münâcata ça-

QOK

*jc*%j -

girayım! diye buyurmuştu.» Nitekim Kelâm-ı Kadîm'de şöyle buyurulmuştur :

«Musa'ya otuz gece vâde verdik. O otuzu daha on geceyle tamamladık. Kırk gecede Musa'nın
vadesi tamamlandı.» (A'râf sûresi, âyet: 142)

O zaman Hz. Musa'ya şöyle bir hitâb geldi : «Ey Musa! Tûr-i Sina'ya git. Orada otuz gün oruç tut. Ağzın
ve vücûdun temizlensin. Seninle konuşalım ve sana Tevrat Kitabı 'nı şeriat olarak vereyim!» denildi.
Musa (A.S.) da îsrâîloğullarmı topladı. Onlara şöyle dedi : «İşte biz, Allâhü Teâlâ'nın emri ile Tûr-ı
Sina'ya gidiyoruz. Sizin için Kitâb ve şeriat getireyim. Siz burada kalın. Otuz güne kadar yine dönerim!»
Otuz gün vâdeyi söyledi, ama on gün bekleyerek tamamlanacağını söylemedi. Hz. Harun'u onlara
halîfe olarak bıraktı : «Sen, bunların kötü işlerini islâh et!» dedi Nitekim Kur'ân-ı Kerîm 'de şöyle
buyurulmuştur:

«Musa, kardeşi Harun'a : "Kavmimin içinde benim yerime vekil ol! Onları islâh et. Bozguncu ve
müfsîd-lerin sözüne uyma."» (A'râf sûresi, âyet: 142'nin sonu). O kavm da : «Sen var, Rabbinle konuş.
Bize Kitâb ve şeriat getir. Fakat, o kitabın Allah'ın sözü olduğunu nereden bileceğiz? Sen istiyorsun ki
sana inanalım?.. Bizim yaşlılarımızdan birkaçını birlikte götür, Rabbinin sözlerini onlar da işitsinler. Ve
görsünler, bize haber versinler. Böylece gönlümüzde kuşku kalmasın!» dediler, Musa (A.S.) : «Güzel
söylersiniz! Kimleri seçersiniz, ki benimle birlikte gelsinler!» dedi. Sâmiri, Hz Musa'nın bu sözlerini
işitince gönlünden :

«Bunlar da ne kişilermiş?. Hakk Teâlâ'nın kelâmı na şâhid mi istiyorlar? Giden adamlarının sözü, Pey
gamberin sözünden daha güvenilir midir Icrtröyte soy lerler!» dedi. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle
buyurulmuştu

~ 326 —

217
218

.Musa, tâyin ettiğimiz zamanda yetmiş kişiyi seçti.-

(A'râf sûresi, âyet: 155)

Isrâiloğullan, Hz. Musa ile seçtikleri adamları, Allah'ın sözlerini işitsinler ve gelip onlara şâhidlik
etsinler diye gönderdiler. Hz. Musa da onları aldı, gitti. Zi'1-ka'de ayının ilk günüydü. Hakk Teâlâ'nın,
Firavun'u denize batırdığı günden, Musa (A.S.)'ı münâ-cata çağırdığı vakte kadar aradan onbir ay
geçmişti. Bu onbir ayda Jsrâîloğullan bu Şapdenizi kıyısında oturdular. Mısır'a hiç kimse gitmedi.

Musa (A-SJ, Tûr-ı Sina'ya varınca, orada bir ay oturdu. Zi'1-ka'de ayında oruç tuttu. Kavmi de
O'nunla birlikte oruç tuttular. On gün de ertesi Zfl-hicce ayından tuttular. Zi'1-hicce'den tutulan bu on
gün için Musa (A.SJ, İsrâîloğullarına hiç Bir şey söylememişti. Çünkü Musa (A.SJ'ın Tür Dağı'ndan geri
döneceğini ummaktaydılar. Ö'nun geri dönmediğini görünce bir-araya toplandılar: «Hz. Musa vaad
ettiği günde geı*i gelmedi. Bilmiyoruz. Bizim büyük kişilerimizi nereye götürdü?. Musa (A.S.)'m onları
helak etmiş olmasından korkuyoruz!» dediler. Sâmirı bu sözleri işitince kendi kendisine.- «Eğer,
bunları azdırıp puta taptıra-^ilirsem, fırsat bu fırsattır!» dedi. Kalktı. Harun (A. S.)'m huzuruna geldi.

«Ey Harun! Musa (A.S.) söylediği vâdeyi geçirdi. Geri dönmedi. Ben bundan birşeyler anlıyorum!»
dedi- Harun (A.S.) .- «Anladığın o şey nedir?» dîye sordu. Sâmiri .-

•Kavminin Mısır Kıbtîlerinden aldığı mallan, Musa onlara haram etti. Bunlar ise O'nu dinlemediler, al-
üar. Musa (A.SJ bundan ötürü onlara tazıp gitmişti, ""«ı de bunun için geri gelmedi!» dedi. Harun
(A.SJ : sin "Gerçek söylüyorsun! Bu da Musa «A.SJ'ın vâde-e aykırı düşmektedir. Bundan ötürü ben de
bu kav

— 327 —

me, Hakk Teâlâ Hazretleri tarafından bir azâb, bir hışım gelmesinden, onların helak olmasından
korkarım!» dedi. Ve hemen emir verdi- İsrâüoğulları'nda ne kadar altın, gümüş ve değerli eşya varsa
hepsi bir araya getirildi. Toprağı kazdılar. Onları kazılan çukura doldurdular : «Musa (A.S.) geri
dönünceye kadar orada dursun!» dediler. Aradan birkaç gün daha geçti. Musa (A.S.) geri dönmedi.
Sâmirî:

«Bu malları hâli üzere bırakmak doğru değildir. En iyisi şudur ki bunları ateşe verelim!» dedi Harun C
A.S.) da izin verdi. Sâmirî o eşyayı yaktı- Eriyen altını süzerdi. Çünkü Sâmirî kuyumculuk san'atında
ustaydı. Q altından buzağı biçiminde bir şey yaptı. Meğer bir gün Sâmirî, Musa (A.S.) 'dan şöyle
işitmiş-ti, ki Cebrail (A.SJ'ın atının ayağının bastığı toprak alınsa, her şeyin üzerine saçılsa, o şekil Hakk
Teâlâ' nın emri ile dile gelir, söz söyler, demişti. Sâmiri Cebrail (A,S.)'ı görünce atının bastığı yerden bir
avuç toprak aldı, sakladı. Hemen o altını bir buzağı biçimine getirdi. O bir avuç toprağı yaptığı
buzağının üzerine saçtı- O anda buzağı, Allâhü Teâlâ'nın emriyle canlandı. Birkaç kere böğürdü. Hakk
Teâlâ Hazretleri şöyle buyurmuştur:

218
219

«En sonra Sâmirî, onlara bir buzağı heykeli çıkarmıştı. (O ve adamları) : "İşte sizin ve Musa'nın da
ilâhı budur. Fakat Musa bunu unuttu!" dediler.» (Tâ-Hâ

sûresi, âyet: 88).

«Musa bilmedi ki ilâhı buradadır, onu aramaya

gitti!» demek istemişlerdi.

Ve halka şunları söylediler -. «Şimdi siz, bu buza ğıya secde edin. Ancak Musa'yı bu size geri
verebilir!» Ve onlar da altından yapılmış buzağıya secde ettiler. Ve: «ilâhımız budur!» dediler. Rivayet
olun muştur ki, yüzbin kişiden, 12.000 kişi buzağıya secde

328

etmemişti. Geri kalanların hepsi de secde etmişlerdi. Hakk Teâlâ, onlar için şöyle buyurdu:

«Görmüyorlardı ki o buzağı onlara hiç bir söz söylemiyor, onlara ne bir fayda, ne bir zarar
veriyordu.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 89).

Bu insan yapısı olan buzağıyı görünce, Harun (A S.), onları buna tapmaktan yasakladı. Ve onlara
şöyle dedi:

«Ey kavm! Bu bir sınavdır ki sizler yanıldınız. Sizin ilâhınız, Hakk Teâlâ Hazretleridir. Siz gelin, bana
uyun, benim emrimi tutun! dedi.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 80). Onlar da şu cevâbı verdiler:

«Ey Harun! Musa bize geri dönünceye kadar, hâlini öğreninceye kadar biz, o buzağıya tapmayı
sürdüreceğiz! dediler.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 91).

Yine Harun (A.S.)'a şöyle dediler:

«Sen kendi hâlinde ol! Yoksa seni öldürürüz. Veya Musa'yı buldururuz. Çünkü seni, bize bey olman
ve bize peygamberlik etmen için yolladı!» dediler.

Harun (A.S.), kendisine uyan 12-000 kişiyi alıp oradan çıkmak diledi. Sonra düşündü. Musa (A.S.),
kendisine: «Sen, İsrâîloğullarım dağıttın, birbirinden ayırdın!» der diye gitmedi. İsrâiloğulları o
buzağıya taparken Hz. Musa da o yetmiş kişi ile Tûr-i Sina'da otuz gün kaldı. Hepsi oruç tuttular. Musa
(A.S.) geride olanlardan habersizdi. Onların buzağıya taptıklarını bilmiyordu. Musa (A.S-) kırk günü
tamamladı. Kırkıncı günü Zi'1-hicce ayının onuncu günüydü. O gün sabah oldu. Yanındaki yetmiş
kişiye: «Benim ardımdan ge-Hniz!» diye haber verdi. Kendisi gitti, münâcat edeceği yere vardı. Cenâb-
ı Hakk, O'na:

«Ey Musa! Niçin acele edersin?. Kavmından önce ivedilikte bulunursun?» diye buyurdu. O da: «Yâ
Acele etmemin sebebi, Senin razı olmanı dile-

ooo

^^^ O^CT

219
220

memdir. Onlar da bunu bilirler ve ardımdan gelirler!» dedi. Allâhü Teâlâ, Musa (A.S.)'a Şapdenizi
kıyısında, kavminin buzağıya taptığını ve Sâmirî'nin onlan, altın ve gümüşten buzağıya taptıran
olduğunu haber verdi. Hem de o kavmin ne edip ne eylediklerini, buzağının ne şekilde konuştuğunu
bildirdi. Musa (A.S.) da: «Yâ Rabbî! Her ne kadar buzağıyı altından yapan Sâmirî'dir, amma ona
böğürme sesini veren o değildir. O sesi, ona ancak Sen verdin!» dedi. Hakk Teâlâ da: «Biz, senin
kavmini sınava çektik, denedik! O buzağıyı seslendirdik!» diye buyurdu, Sâmirî, öte yandan kavmi:
«Tanrınız budur!» diye azdırmıştı. Yetmiş kişi Tûr-i Sina'nın eteğine geldiler. Hz. Musa'yı orada
buldular. Bu anda Musa (A.S.) münâcata başladı. Bir ak bulut gökten indi. Hz. Musa'yı kapladı. Öyle
oldu ki yetmiş kizi Hz. Musa'yı göremez oldular ve O'ndan sanki ^ayn kaldılar. Böylece Hakk Teâlâ
Hazretleri Musa (A.S.) ile münâcatlaştı. Kendi Celâli ve Yüceliği ile Hz. Musa (A.S.)'a sözler söyledi. Hz.
Musa da söylenenleri işitti. Ve Tevrât-ı Şerif levhalar üzerine yazılmış olarak Musa (A.S.) 'a verildi.
Nitekim Hakk Teâlâ Hazretleri Kelâm-ı Kadîm'inde şöyle buyurur:

«Biz Tevrat'ın levhalarında her şeyi uzun uzun yazdık.» (A'râf sûresi, âyet: 145)

Allâhü Teâlâ Hazretleri herşeyi Tevrat'ta açıkla

mıştı. Musa (A-S.)'a-. «Yâ Musa! Bu levhaları kuvvet

lice tut. Ve kavmine onunla amel etmelerini buyur.»

demişti. Hz. Musa o levhada ne buyuruluyorsa öyle

amel etmelerini buyurdu. Münâcat tamamlandı. Mu

sa (A.S.) Tevrat'ı aldı: "*

«Yâ Rabbî! Şimdi Sen'den dileğim, mübarek yüzünü göstermendir. Bu dileğimi de bana bağışla, ver.
öyle ki bu kavm onu isterler: "Rabbinin didârmı görelim!'' derler!» dedi. Hakk Teâlâ Hazretleri:

- — 330 —

«Ey Musa! Sen dünyada Beni göremez ve o maksadına eremezsin!» buyurdu. Lâkin Allâhü Teâlâ
Hazretleri Musa (A.S.)'a bir nişane göstermek diledi: «Bu dağa bak!» diye buyurdu- Sonra : «Ey Musa
o dağ, senden ve senin kavminden güçlüdür. O dağ benim emrimi ve heybetimi görmeğe takat
getirirse, sen de takat getirirsin! Eğer takat getiremezse, bil ki sen de takat getiremezsin!» dedi.

Vaktâ ki Hakk Teâlâ kendi yüceliğiyle o dağa göründü, o dağ Yüce Allah'ın heybetinden çatlayıverdi,
altı parça oldu. Ve Şam ülkesinde Hicaz topraklarına savruldu, düştü. Musa (A.S.), o dağı görünce,
heybetinden aklı gitti. Eğer Musa (A.S.), o dağın gördüğünü görseydi, kendisi ondan beter olur, erir
giderdi.

Musa (A.S.) yine aklı başına gelince şöyle dedi:

220
221

«Yâ Rabbî! Seni, noksan sıfatlardan tenzih ederim. Sana tevbe ettim. Ben, Sana îmân getirenlerin en
önündeyim.» (A'râf sûresi, âyet: 143)

Sonra Tevrat levhalarını eline aldı. O bulut da üzerinden açıldı. Yetmiş kişi, yine Musa (A.S.)'ı
gördüler. Musa (A.S.), Tevrat'ı Onlara okudu: «Allâhü Teâlâ bana bunları buyurdu!» dedi. Onlar : «Yâ
Musa! Eğer senin dediğin doğru olsaydı biz de işitirdik! Kavmimiz bizi seninle birlikte şunun için
gönderdi ki senin burada işittiğin Rabbinin sözlerini biz de işitelim. Vanp kavmimize duyduklarımızı
söyleyelim!» dediler. O zaman Hz. Musa dua etti. Allâhü Teîlâ Hazretleri de o kavme de kendi
kelâmını işittirme isteğini kabul etti. O anda ak bulut yine geldi. Musa (A-S.)'ı ve o yetmiş kişiyi
kapladı. Hakk Teâlâ yirıe Musa (A.S.) ile söyleşti. Hz. Musa'ya ne buyurdu ise, o yetmiş kişinin hepsi
işitti. Musa (A.S.)'in dileği ye ;rmergelince, AHâhü Teâlâ'nrn kanunlarr öğrenildi. Böylece münâcat ve
konuşma tamamlandı. Bundan sonra

— 331 —

û yetmiş kişi yine •. «Ey Musa! Biz görmeyince ve bi

ze bu haberleri ayne'l yakın haber vermeyince inan

mayız!» dediler. O anda, ansızın Allâhü Teâlâ'nın kız

gınlığından bir yıldırım işittiler, O yıldırımın çıkar

dığı gürültüden o yetmiş kişi yere düşüp can verdiler.

Allâhü Teâlâ şöyle buyurur : >

«Onlar, Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bundan ötürü çevrelerine bakınırlarken


kendilerini yıldırım çarptı.» (Zâriyât sûresi, âyet: 44).

Onlar, bu dağ başında ölünce Musa (AS.) şaşırdı, kaldı. Öyle sandı ki Allâhü Teâlâ Hazretleri, İsrail
oğullan buzağıya taptıkları için onların ruhlarını aldı. Bu yetmiş kişiyi de korkuttu. O zaman Hz. Musa
şöyle yalvardı:

«Madem ki beni ve bunları helak etmek dilerdin, öyle gerekti ki ben bunları İsrâîloğullarından
ayrılmadan öldüreyim.» (A'râf sûresi, âyet: 155).

Ve Allâhü Teâlâ Hazretleri de Musa (A.S.)'m duasını kabul etti. O y etmiş kişiyi diriltip, yine can ver
di. Ve Kelâm-ı Kadîm'inde şöyle buyurdu :

«Sonra da şükredesiniz diye sizi ölüden diri kılmıştık.» (Bakara sûresi, âyet: 56).

Böylece Musa (A.S.) o levhaları ve Tevrat'ı aldı, Tûr-ı Sina'dan aşağı indi. Kimileri der ki: «O levhalar
dokuz parça yakuttan ve zebercettendi!» Kimileri de: «Yedi parçaydı!» demiştir.

Musa (A.S.) o yetmiş kişiyle tsrâîloğullarınm yanına geldiği zaman, o yetmiş kişi onlara Allâhü Teâlâ
Hazretlerinden işittikleri sözlerin aksini haber veı -

221
222

diler.

Hz. Musa (A.S.), o kavmin kendi gösterdiği y°l" dan sapmış olduğunu ve Sâmiri'ye uyup buzağıya
taptıklarını görünce, hiddetlendi. O levhaları yere bira*'

— 332 —

t:. Hz. Harun'u azarladı. Sonra hışımla kavmine ve Sâmiri'ye şöyle bağırdı;

«Ben ayrıldıktan sonra yerime geçerek ne kötü işler işlemişsiniz. Rabbinizin emrini beklemeyip
buzağıya mı taptınız? Ve öfkesinden elindeki levhaları yere bıraktı.» (A'râf sûresi, âyet: 150).

Musa (A.S.) levhaları elinden bırakınca, iki lev ha dağıldı- Ondaki yazılar da göğe çıktı. Kur'ân-ı
Azîm'-de şöyle buyurulur .-

«O zaman Musa, kardeşi Harun'un saçından, sakalından tutup kendine doğru çekmeğe başladı.
Harun şöyle dedi: "Ey annemin oğlu (öz kardeşim), gerçekten bu kavim beni zayıf gördüler. Az kaldı ki
beni öl düreceklerdi. Sen de bana düşman sevindirecek hareketlerde bulunma. Beni bu zâlimler
topluluğu ile bir tutma.» (A'râf sûresi, âyet: 150), dedi.

Musa (A.S.) da, Harun (A-S.)'da günâh olmadığını anladı. O'na dua etti:

«Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Afvet! İkimizi de rahmetinin içine sok! Çünkü Sen
acıyanların en acıyanısın!» (A'râf sûresi, âyet: 151).

Bundan sonra İsrâîloğulları toplanıp Musa (A.S.)'-m yanına geldiler İşledikleri günâhları anlayıp^
pişman oldular. Hz. Musa onları azarladı. Allâhü Teâlâ Hazretleri Kelâm-ı Kadîm'inde şöyle buyurur:

«Ey kavmim! Rabbiniz size güzel vaadlerle söz ver medi mi?» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 86) dedi.

Ve ilâve etti: «Allâhü Teâlâ beni gizli konuşma ya çağırdı. Benim elimle size kitâb yolladı!»

Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

«Yoksa, sizden yakın bir zaman için aynldım. Siz-Ce Çok mu oldu? Yoksa Rabbinizden size hışım ve
mı istiyorsunuz ki benim vaadime aykırı ha-

— 333 —

reket ettiniz ve benim şerîatimi terkettiniz?» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 86). Onlar ise şöyle dediler:

«Biz sana verdiğimiz sözden caymadık. Senin şe-rîatini de bırakmadık. Biz, Firavun'dan ve
kavminden aldığımız mallan senin hatırın için geri bıraktık. O malları Sâmiri aldı. Onlardan bir buzağı
yaptı!» dediler. (Tâ-Hâ sûresi, âyet-. 87).

«Hz. Musa Sâmirî'ye kızdı-. "Ey Sâmiri! Senin bu işlediğin iş nedir?"» diye sordu. (Tâ-Hâ sûresi, âyet:

95).

222
223

«Sâmiri de şöyle dedi: "Ben, Cebrail'in atının tır-

nağındaki toprağı gördüm. O kavm ise görmedi, bir cansız şeye kanştırdsa onu dirilteceğini bildim.
Onlar ise bilmediler. Ben o topraktan bir avuç aldım. Buzağı heykelini yaptım. O toprağı ağzına saldım.
Buzağı gibi böğürdü. Bunu bana nefsim hoş gördü!» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 96).

Sâmiri ounldn söyleyince Musa (A.S.) şöyle dedi: «Ben seni öldürmeyeceğim. Lâkin sen bu halkın
arasından defol, çık git. Bu kavmin arasına karışma. Çünkü senin hayatın boyunca -. "Bana
dokunmayın!" demektir. Hakk Teâlâ sana o yaptığın işin cezasını versin. Hem bak o buzağıya ki sen
ona tapındın. Onu ilâh edindin. Biz onu nasıl yakacağız- Ve sonra parça parça edip suya savuracağız!»
(Tâ-Hâ sûresi, âyet: 97) Bundan sonra Sâmirî dağlara düştü. Kimseyle konuşmadı. Muş'a '(A.S.) da
hemen Harun (A.S.)'ı çağırdı. Ona: «Bukağıyı yak!» dedi. Karun kuyumcuydu. O'na: «Yâ Musa! Altın
hiç bir zaman yanmaz!» dedi. O zaman Cebrail (A.S.) geldi. Kimya otunu getirdi. Hz- Musa'ya gösterdi
-. «Bu otu doğ, altını da erit. Onun üzerine saç. Hemen kireçleşir, Eğer bu otu bakıra katarsan altın
olur!» dedi. Musa (A.S.), Cebrail (A.S.)'ö1 getirdiği otu doğup altının üzerine saçtı. Hemen yan"

di, kül gibi oldu. Sonra Musa (A.S.)'a getirdi. Ama Karun o otun birazını gizledi. Musa (A.S.), o külü yele
savurdu. İsrâiloğullanna şöyle dedi:

«Sizin ilâhınız, ancak kendisinden başka hiç bir ilâh bulunmayan Allâhü Teâlâ'dır. O'nun ilmi herşe-yi
kuşatmıştır.» (Tâ-Hâ sûresi, âyet: 98)

Musa (A.S.) 'in buzağıyı yaktığını gören İsrâîloğul-lan hatâlarını anladılar. Musa (A.S.)'a yalvardılar:
«Rabbinden dile ki bizim suçumuzu bağışlasın. Tev-bemizi kabul buyursun!» dediler. Musa (A.S.) dua
etti. Allâhü Teâlâ, Cebrail (A.S.) 'ı yolladı: O da şöyle dedi: «Bunların tevbesi şuydu ki, 12.000 kişi Musa
(A-S.)'in yolundan sapmadılar ve o buzağıya da tapmadılar. Buzağıya tapanların boynu vurulsun!»

Musa (A.S.) da hemen onlara Allah'ın hükmünü bildirdi. Hakk Sübhânehu Teâlâ şöyle buyurdu:

«Musa kavmine dedi ki: "Buzağıya tapmakla, gerçekten, nefsinize zulmettiniz. Allâhü Teâlâ
Hazretlerini bırakıp buzağıya taptınız. Şimdi sizin tevbeniz kendi kendinizi öldürmenizdir. Çünkü
Allâhü Teâlâ Hazretleri hoşnûd olacaktır. Hışımla yaşamaktansa ölmek iyidir.» (Bakara sûresi, âyet:
54).

Onların hepsi bu hükme razı oldular. Birbirine vasiyette bulundular. Ertesi günü bir yerde oturup
yüzlerini göğe kaldırıp, oturdular.

Ibn-i Abbas (R.A.)'dan şöyle rivayet edilmiştir, ki buzağıya tapan 200-000 kişiydi. Tapmayanların
sayıss ise 12.000 kişiydi. Sabah olunca ellerine kılıç aldılar. Buzağıya tapanlann boyunlarını vurdular.
Hakk Teâlâ, o sabahı onlara öyle zulümlü ve karanlık yaptı ki °ğul, babayı, kardeş, kardeşi tanıyamadı,
birbirlerini öldürdüler. Yetmiş bin kişi kılıçtan geçirilmişti. Bundan sonra kadın ve çocukların bir çoğu
Musa (A.S.)'m yanına toplandılar, ağlaşıp feryâd ederek: «Bizi ba-

335

223
224

ğışla! Bizi bağışla yâ Musa!» dediler. Bunun üzerine Musa (A.S.) secdeye kapandı, ağladı. Allâhü Teâlâ
Hazretlerine dua etti. Hakk Teâlâ da o karanlıkları ortadan kaldırdı. Rahmet Güneş'ini açtırttı.
Tevbeleri ni kabul buyurdu- Ondan sonra ne kadar kişiye kılıç vurdularsa da kesmedi. Musa (A.S.) da
şükretti ve

şöyle dedi -.

«Ey kavm! Öyle bilin ki Allâhü Teâlâ sizin tevbe-nizi kabul etti ve size acıdı, rahmet kıldı.» (Bakara sû
resi, âyet: 54) . Sonra :

«Şimdi siz O'na şükredin. Hakk Teâlâ şöyle buyurur : "Bundan sonra siz şükreyleyesiniz diye Biz de
bağışladık."» (Bakara sûresi, âyet: 52) dedi.

Ondan sonra Musa (A.S.) Tevrat'ı İsrâîloğullarma

getirdi :

«Bu Kitâb sizin Rabbinizin Kitabıdır ki helâl, haram hükümler ve farzlar, sünnetler (zânileri taşlama,
hırsızların ellerinin kesilmesi, bütün günâhların cezalan), hepsi bunun içinde yazılı olarak
bulunmaktadır!» dedi. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyu-

rulmuştur :

«Hatırlayın ki, doğru yolu bulmanız için Musa'ya Tevrat'ı, doğru ile eğriyi birbirinden ayıran Furkân'ı
vermiştik.» (Bakara sûresi, âyet: 53)

Kavmi de Hz. Musa'dan bu hükümleri işitince. hepsi yaptıklarına üzüldüler, ve ; «Sözlerim duyduk,
ama sana isyan ettik! O buzağıya tapmak bize kolay

geldi!» dediler.

Musa (A.S-) o yetmiş kişiyi, Allâhü Teâlâ'dan işittikleri şeylerin üzerine şehâdet etmeleri için getirdi
Onlar da şâhidlik ettiler. Lâkin Allâhü Teâlâ Hazret-leri'nin sözlerini döndürdüler. Ve : «Biz, Allâhü
Teâlâ -dan işittik ki öyledir. Ve öyle buyurdu. Lâkin : işlemeğe gücünüz yoksa, size hiç bîr şey yoktur!»
dediler

etmetfnc o^i - **<!** arZedİp de kavmı etmeyince gönlü çok daraldı. Allâhü Teâlâ Tür Da

gı'na emretti, yerinden kalfct, n L. - l

HflTroHn K ı ^xmaen Kalktı. O kavmin üstüne gitti

SH^H' Ş ? l0 Uzerlerinde <*u«iu. Nitekim Kur ân-, Kerim de şöyle buyurulur .-

... .:Bİr ?aman sizden yemin almış,

224
225

ıtr

BaTar^r1 k0tÜ1ÜkJerde" «Ulaşanlardan olunuz.

l Bakara suresi, âyet.- 63).

Başka bir âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmuş-

(A'râf sûresi, âyet: iri) °da^ln altından kaçölarsa. da, onu g°rulerdi- îsrâiloğullan en sonunda lmadto
anladılar. Çâ-

ttİIer Ve secde

endişe vardl : Eğer bu

H giderse biz bu Kitâb'ı ka

duşuncelerd*n ötürü de sol gözleri

801

ki Yahudiler secde ederlerken ^üne bakarlar.]

î dağa emir buyurdu, dağ ye--««r.™ l6r başlarım kaldırınca Tür Dağı' dediier.c™«» ^tmiş
«Müftünü gördüler. Ve şöyle ?«ûie gür „ ,usa! Biz düşünüyoruz ve senin bu şe^ de )„,. ? Ç
getıremiyeceğimizi anlıyoruz. Sen dua et gelsin!»

— 336

-— 337 —

F./22

Musa (A.S-) da dua etti. Ve Hakk Teâlâ Hazretleri de O'na ve İsrâfloğullarına şerîati kolaylaştırdı.
Onlar da şerîati kabul ettiler.

Musa (A.S.) onlan yine Mısır'a götürdü. Firavun'-un evlerini, saraylarını, onlara verdi. Nitekim
Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:

«İsrâîloğulları her ne kadar Firavun'dan çok zahmetler çektuerse de en sonunda onun mirasını
yediler. Mısır ülkesinin doğusundan, batısına kadar (yâni Şam diyarından Berka'ya dek)

225
226

İsrâîloğullannın hükmüne girdi. Rablerinin İsrâîloğullarma olan o güzel sözü (Vaadi), onların
felâketlere sabretmesinden ötürü yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta oldukları köşkleri ve
yükseltmekte bulundukları yapıları ise hep ha râb ettik.» (A'râf sûresi, âyet: 137).

Musa (A.S.), Mısır'da onlara öğütlerde bulunur şöyle derdi:

«Allâhü Teâlâ, sizi, Firavun'un elinden kurtardı. Çünkü sizin çocuklarınızı öldürtür ve sizi kendisine
uşak, kul eylerdi-» Sonra şöyle devam etti:

*Bir zamanlar Musa kavmine söyle demişti: "Ey kavmim, Allah'ın, size olan ni'metlerini anın, yâd
edin. Zira içinizden peygamberler gönderdi. Sizi hükümdar ve melik yaptı. Dünya'da kimseye
vermediğini size verdi-» (Mâide sûresi, âyet: 20).

îsrâüoğulları Mısır'a gelip yerleştikten sonra bu ülkede acâib hâller ortaya çıktı. Onların bâzılarım
açıklayalım.

HZ. MUSA, ÖLÜYÜ NASIL DİRİLTTİ?

Bu haberin aslı şöyledir: İsrâîloğulları ^inde^ h bir kişi vardı. Malı ve mülkü çoktu. Kardeşin1 ^ oğlu
vardı. İkisi de yoksuldu. Amcaları ise P»1 •

— 338 —

kes biriydi Onlara bir şeyler vermez, yardımda bulunmazdı O iki genç çaresizlik içinde kaldılar. Sr ge-

SnTST1*1 l6** amcalaruî'n ^ine gittiler. Bir bahane ,le amcalarını dışarı çağırıp öldürdüler. Malını
altınlarım alıp cesedini ise isrâîloğullannm köylerin-' den ifa büyük köyün arasında bıraktılar. O ihtiyar
ki-

ST™1* ' ^ ^ kl" Vardl" Genç Camlar cesedi bıraktıktan sonra evlerine gittiler. Sabah olduğunda halk o
cesedi iki köyün arasında buldular. Ağlasıp başlanna topraklar saçtılar.. Bir yer kazarak gömnp gittiler
Hiç bir kimse onu öldüreni bilemedi. Köyün halkım topladılar. Hz. Musa'nın huzuruna gittiler. Tevrat
m hükmü bizim şeriatımız gibiydi, dediler : Bir şehirde veya bir kasabada yâhûd herhangi bir yerde
oldurulmuş bir adam bulunsa, katilinin kim olduğu bilinmese, o yerin halkından eli, özü, sözü doğru
bir kişiye: Onlar öldürmedi ve öldüreni bilmiyorlar diye yemin ettirirler. Eğer bu yeminlerde katil
bulunur-

Pegeürilifv^1" 8lİne ^^ BÖyleCe klsas ^~

öldüS, l K J 6ger yemlnle bulun^zsa adama, adam

p hr^f hU*mÜnden dü?er. O yerin halkına diyet ya-

lum^ g^..°İdUrÜlen kimse iki kövün ortasında bu-

ve S" ^^ kÖye yakm İse ° k°y- diyetini öder

alanm Kalktllar' Hz' Musa'dan bu mes'e-

226
227

saldl- O zaman o iki

*! k°ye de

ne beiirdi-

V6rin!" dedi' Obü^ köy halkı da .- «Ha-

İyetİ SİZ verec^siniz!» dedi. Hakk buyurdu :

İrİnİ ÖIdürmüŞtünÜ2. Ve öldüreni ,Jblrbİrinizin üstüne yüklemiştiniz. Oy-vgflzledlğmiz §eyi açığa


çıkarıcıdır.» (Bakara

r yet: 72) .

~ 339 — -

O iki köyün arasında tam yirmi gün süren bir sa vaş ve fitne belirdi, nice adamlar can verdi.
Amcalarını öldüren o iki kişi:

«Biz amcamızı öldüreni bulup öldürmeyince veya diyetini almayınca bu dünya bize haram olsun!»
dediler. Vaktâ ki bu'iş uzadı; İsrâüoğulları, Hz. Musa'nın yanma geldiler -,

«Bu kişiyi öldüreni Allah bilir! Ama, ey Musa, sen dua et ki bunun katili ortaya çıksın! Böylece de bu
kavmin arasında kavga kesilsin.» dediler.

Musa (A.S.), Allah'a yalvardı, dua etti. Hakk Te âlâ da şöyle buyurdu :

«Halkın bir sığır boğazlasın. O sığırın bir parçası ile o ölen kişiye dirilinceye kadar vurulsun, ölen kişi
dirilince O'na: "Seni öldüren kişi kimdir?" diye sto rulsun. O da haber verir!»

Musa (A.S.) halka -. «Hakk Teâlâ size bir sığır boğazlamanızı buyuruyor!» dedi. Halk da-. «Yâ Musa!
Bizimle alay mı ediyorsun?» dedi. Hz. Musa, O'nlara «Câhillerden olmaktan ben Allah'a
sığınırım-» (Bakara sûresi, âyet: 67) dedi.

Kavmi de : «Bizim için Allah'a yalvar! Bize bildirsin ki o sığır nasıl bir sığırdır ve hangi sığırdır?»
dediler.

«Musa (A.S.) dedi ki: "Sığır ne çok yaşlı, ne de çok genç olacaktır. Belki orta yaşlı olmalı."» (Bakara

sûresi, âyet: 68).

«Halk t "Yâ Musa! Rabbine dua et! Tâ ki bize o sı gır nasıl renktedir, bildirsin!" dediler.» (Bakara
sûre

si, âyet: 69)

«Musa (A.S.) da* "Allâhü Teâlâ diyor ki o sig'r gayet sarı renkte olsun."» demişti. (Bakara s âyet-.
69).

227
228

Bunun üzerine halk o vasıfta bir sığır aramaya başladılar.

En sonunda bir kadıncağız bulundu. O kadının bir oğlu vardı. Bu çocuğun aranan biçimde bir sığırı
vardı. Anası ve o, sığırın sütü ve yoğurdu ile geçinirlerdi. Çocuktan sığırı istediler. O da:

«Ben onu bin akçeye veririm!» dedi. O kavm, Hz Musa'ya; «Sığırı bulduk. Lâkin bahâsı da ağırdır!»
dediler. Hz. Musa .-' «Bahâsına her nice derlerse alın. Sığırın sahibini incitmeyin. Eğer o sığırın sahibini
incitirseniz o ölü dirilmez!» dedi.

*** .

[Dinbilginleri şöyle demişlerdir : Allâhü Teâlâ kendisinde hikmet olan şeyi emir buyurmuştur. Bu
sığırın boğazlanmasında hikmet şudur: İsrâüoğulla-n'nm içinde Hz. Musa'ya îmân etmiş kimseler
vardı. Lâkin Haşr'e ve Neşr'e inanmazlardı: Onlardan bu şübheyi kaldırmayı diledi. Böylece onlar hem
kalble, hem de bedenle îmâna gelsinler. Başka bir hikmet de şu idi: Allâhü Teâlâ, o kadını ve oğlunu
zengin etmeyi dilemişti. Yoksa sığırın kesilmesine ne hacet vardı!]

O kavm, çocuktan sığırı istemeye gelince-, kadın, onların istediklerini kendisinde bulduklarını anladı.
Bu kez:

«îkibin akçeye veririm sığırımızı, daha aşağı vermem!» dedi. Kavm de geri döndü. Hz. Musa (A.S.)'a
gidiler- «Yâ Musa! Allâh'dan bize bu sığırı almayıp a§ka sığır almamız hakkında bir haber getir!» de-
ller- Ve şöyle devam ettiler :

^ 'Ey Musa, Rabbına yalvar da keseceğimiz sığırın birk- .°lacaSmı bize anlatsın. Çünkü sığırların hepsi
bir U^ne Benzerler. Allah dilerse; ona göre inşâallâh sı~y buluruz!» (Bakara sûresi, âyet: 70). asa
(A.S.), onlara şöyle dedi:

— 341 —

«Allâhü Teâlâ buyurur -. "O bir sığırdır ki onunla toprak sürülmemiş ve tarla sulanmamış olmalıdır.
Hem de o bütün ayıplardan pak olmalıdır. Bütün işlerden, de azâd ola."» (Bakara sûresi, âyet: 71).

Isrâiloğulları -. «Bu, bizim aradığımız sığırdır. Ondan başkası değildir!» dediler. O sığın satın almak
istediler, ama kadın: «10.000 akçeden aşağı vermem!»

dedi.

Bundan sonra îsrâîloğullannın tümü bir yere toplandılar. O sığırın ücretini aralarında toplayıp
tastamam ödediler. Ama bu iş çok zor olmuştu.

Şöyle rivayet edilmiştir: Musa (A.S.) emir verdi. O sığırın dilini kestiler. O ölüye bir kez onun diliyle
vurdular, ölü hemen Rabbin emriyle dirildi. Bıçaklanan yerinden hâlâ kan akmaktaydı. Hemen şöyle
sordular-. «Seni kim öldürdü?» Dinlen ölü de-. «Beni öldüren kardeşimin çocuklarıdır!» dedi.
Amcalannı öldüren iki kardeş de orada idiler. Musa (A.S.) emir verdi. O iki kardeşi de amcalarının
yerine öldürdüler. O sırada, az önce dirilen ölü de tekrar can verdi. Ve bu dedikodu da Isrâiloğulları

228
229

arasından giderildi. Haşr'e ve Neşr'e inanmayanlar, l u hâli görünce şaşkınlığa uğradılar. Allâhü Teâlâ
da şöyle buyurdu -.

«Bu dünyada gördüğünüz şey gibi Hakk Teâlâ yarınki Neşir Günü'nde de ölüleri işte böyle diriltecek
tir. Tâ ki bunu akıl etmeniz ve inanmanız gerektir. Ne yazık ki bu ölünün dirilmesinden sonra ibret al»
cakken kalbleriniz katüaştı, taş gibi oldu. Çünkü tasların öylesi var ki, içinde nehirler kaynar taşar,
Öyle81 var ki, yarılır ondan şml şırü sular akar ve öylesiv* ki, Allah korkusundan dağdan aşağı
yuvarlan* Ju' şer. Allâhü Teâlâ yaptığınız işlerden gafil değildir'

;'.:" (Bakara sûresi, âyet: 73, 74)

342 —

-/-\

MUSA (A.S.) İLE HIZIR (AJS.l'IN HİKÂYESİ

Haberleri rivayet edenler şöyle anlatırlar : Bir gün Musa (A.S.) vaaz eylemekteydi. Yüce Mevlâ'nın
hikmetlerini anlatırdı, îsrâîloğullarma şöyle derdi : «Yüce Yaradan, Firavun'u ve Kıbtîleri yok etti. Sizi
ise horlanırken aziz kıldı. Aziz kişileri ise hor kıldı. Ve Tevrat'ı size verdi. Bütün insanların üzerinde sizin
üs tünlüğünüzü Kitâb, Din ile daha artırdı. Ve şöyle bu-

yurdu :

»Gerçekten Biz bir zamanlar İsrâîloğulları'na Kitâb, hüküm ve Nübüvvet verdik. Onları temiz şeylerle
nzıklandırdık. Ve onları âlemlere üstün kıldık.» (Câ

siye sûresi, âyet: 16).

Musa (A.S-) bu ni'metleri andığı sırada biriyle karşılaştı. O kişi, kendisine :

«Ey Kelimûllâh! Bu devirde, Allâhü Teâlâ'nın ilmini senden fazla bilen bir kulu var mıdır?» dedi.

Musa (A.S.), başka bir kimseyi kendi ilmi kadar bilgili sanmazdı. O'na : «Ben öyle sanıyorum ki
.dünyada benim kadar bilgisi olan yoktur!» dedi. Hemen Allâhü Teâlâ Hazretlerinden vahiy geldi.
Ona : «Yâ Musa! Benim dünyada bir kulum vardır ki bilgisi senden daha fazladır. Onun adı Hızır'dır.»
buyuruldu. Bu, birinci rivayettir. Başka bir rivayete göre de; (A.S.), Allâhü Teâlâ ile konuşurdu. Bir
konuş-«Yâ Rabbî! Senin yaratmış olduğun kulla-arasında bilgisi benden ziyâde olan kulun han-dedi. O
zaman Hakk Teâlâ'dan şöyle nida *^y ]Musâ" ° kişi. ne ka(*ar bilgisi çok olsa, onu da artırmak isteyen
bir kulumdur!»

diledi. «Yâ İlâhi!

1ün

'-bir kimse var mı ki ben O'na gideyim, bilgi

343 —

229
230

(A'S-) da ilmini

ilim öğreneyim!» dedi. Şöyle nida geldi: «Yâ Musa! Benim bir kulum vardır ki O'na Hızır derler. O'nun
bilgisi senden daha çoktur.» Musa (A.S.) da: «Yâ Rabb! O'nu bana göster! Ondan ilim öğreneyim!»
rte~ di. Ve yine bir nida gelerek, şöyle buyuruldu -. .<Ry Musa! Senin yiyeceğin, O'nu sana gösterir!»

Musa (A.S.) bu sözden ne denmek istendiğini an ladı. Yûsuf (A.S.)'m oğlu Efrâyim oğlunun oğlu Yû
şâ'ı çağırdı. Ona: «Mecmâel Bahreyn (İki denizin bir leştiği yer) e gideceğim. Bana biraz yiyecek hazırla
, birlikte gidelim Hızır (A.S.)'ı görelim!» dedi. Hakk Te-

âlâ şöyle buyurur:

«Bir zamanlar Musa, arkadaşı olan gence şöyle demişti: "Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya
dek durmayıp gideceğim.1'» (Kehf süresi, âyet: 60).

Hz. Musa (A.S.) •, «Kaç günlük yol olursa olsun, O'na varmayınca durmak yok!» dedi. Cenâb-ı Hakk
şöyle buyurur:

«Onlar, bu sırada, katımından kendisine rahmet ihsan ettiğimiz ve kendisine ilim bellettiğimiz
kuttan nuzdan birini (Hızır'ı) buldular.» (Kehf sûresi, âyet:

65).

Müfessirler; Hızır (A.S.)'m adında ihtilâfa düşmüşlerdir. Bir rivayete göre-, adı «Ermiyâ»; diğer
rivayete göre «Elyesâ»; bir başka rivayete göre de: «Beli-yâ»dır derler. O'na şundan dolayı Hızır
derler: Bir gün, bir taş üzerinde oturmuş, taş da yürümüştü- Bir rivayete göre de, ayağını toprağa
bastığı zaman, toprak yeşerir, çimenlik olurdu. Bundan ötürü Hızır denilmiştir, tsrâîloğulları içerisinde
de Peygamberdi. Bir rivayete göre de peygamber değildi. Daha başka b'r söylentiye göre Nuh
oğullarındandı. Ve Hz. Nuh u zamanını görmüştü. Gemide O'nunla birlikteydi, ona: «Nuh oğlu Sam
oğlu, Erfahşüt oğlu, Sâleh ogi"

— 344 —

Âmir oğlu, Melkan oğlu Beliyâ» derlerdi. Hz. Hızır çok yaşamıştı. Sebebi «Hayat suyu» içmiş olmasıydı.
Bunun sebebi de şu idi: Nuh (A.S:) :. «Hindistan'da, Se-rendib adasında kim var?. Orada Âdem ile
Havva'nın cesedlerini çıkarsın! Sonra bana getirsin. Ben de O'nun uzun ömürlü olmasına dua
edeyim!» demişti. Hızır (A.S.) ayağa kalktı: «Ey Allah'ın Peygamberi! İzniniz olursa oraya ben gideyim!
Cesedleri ben getireyim!» dedi. Nuh (A.SJ, O'na dua etti. O da kalktı, Se-rendib adasına gitti. Oradan
Hz. Âdem ile Hz. Havva' nm cesedlerini getirdi. Allâhü Teâlâ, Nuh (A.S.) 'm be-reketiyle Hızır (A.S.)'a
çok yaşama verdi.

Hızır (A.S.), her zaman Batıdenizi adalarında durup ibâdet ederdi. Vaktâ ki İskender-i Zül'karneyn
devri geldi, Hz. Hızır'a şöyle emredildi: «Zül'karneyn'e var, orada otur.» Hızır (A.S.) da Zül-Karneyn'in
memleketine vardı, orada yerleşti. Vaktâ ki Zül-Karneyn bütün ülkeleri zaptetti, ele geçirdi. Hızır (A.S.)
da o'-nun yanındaydı. Zül-Karneyn'e dediler ki: «Batı yönlerinde karanlıklar vardır. Orada hayatsuyu
bulu -nur!» Zül-Karneyn, bu sözün üzerine oraya gitti Hızır (A.S.)'ı da askerinin öncüsü yaptı.

230
231

Hayatsuyu, Hızır (A.S.)'a nasîb oldu. İki boynuzlu İskender'e nasîb olmadı. Kimileri: Hızır (A.S.), bu
hayatsuyunu içtiğinde : «O, İsrâiloğullanndandır!» demişlerdir, Hızır (A.S.), Musa (A.S.) ile olan
yakınlığından ötürüdür ki hayat suyunu buldu ve onu içip Kıyamete kadar baki kaldı. İlyâs (A-S.) da o
suyu içmiştir. Bu ikisi de diridir.

Hızır (A.S.) denizlere vekil edilmiştir. Her kim ki denizlerde kalırsa, diri olanı kurtarır, ölenleri de
denizden dışarı çıkarır, namazını kılar. İlyâs (A.S.) ise Çöllerin, sahraların vekilidir. Her kim sahrada,
çölde ölse, veya zorda kalsa îlyâs C A.S.),-onu kurtarır, yar-

-. — 345 --

dımına koşar. Çölde ölenleri ise yıkar namazını kılar. Eğer bir kimse yolunu kaybetse İlyâs (A.S.), ona
yolunu gösterir. Hakk Sübhânehu ve Teâlâ, llyâs kıssasını şöyle zikretmiştir:

«Şübhesiz İlyâs da gönderilmiş peygamberlerden

dir.» (Saff ât sûresi, âyet: 123).

Bu ikisi de Allah'a ibâdet ederler. Birisi denizde, diğeri çöllerde yaşar. Hacc zamanında Mekke'de
buluşurlar, ve hacc ederler. Bâzı kimselere gözükürler. Hz. Musa yolculuğa birlikte çıktığı genç Yûşâ'a.
«Biraz yiyecek al, iki denizin birleştiği boğaza gide Mm!» dedi. Yûşâ, biraz ekmek, bir parça balık
alarak bir zenbile koydu. Musa (A.S.) ile birlikte yola koyuldular. Gidecekleri yol üç günlük yoldu.
Oraya vardıklarında kimseyi bulamadılar. Hızır (A.S-) 'in nerede olduğunu bilemiyorlardı. Yanlarında
getirdikler' yemekten birazını yediler. Geride yarım parça balık kalmıştı, ikisi de yorulmuşlardı. Musa
(A.S.), deniz kıyısında büyük bir taş gördü. Onun üzerine çıktı, uyudu. Yûşâ oturdu, balığı zenbilden
çıkardı, rüzgâra karşı tuttu. Balık kokmasın diye üzerine su serpti. O'kupkuru olan balık dirildi.
Kendisini suya fırlattı. Hz. Yûşâ ve Hz. Musa oruç tutuyorlardı. Balık kendisini suya fırlatınca su açıldı.
Deniz yol gibi oldu. Balık da, yol gibi olan yerde durdu. Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Bunun üzerine onlar, iki denizin kavşağına gelince, tuzlanmış olarak getirdikleri balıklarım
unuttular. Balık canlanmış ve denizde bir deliğe doğru yol tutmuştu.» (Kehf sûresi, âyet: 61)

Yûşâ (A.S.) bu hâli görünce şaştı. Ama uykusu

da çok gelmişti. Yattı, uyudu.

«**

Bir rivayete göre, bu iş olduğu zaman vakit a*' — 346 —

samdı. Vaktâ ki sabah oldu, Musa (A.S.) uyandı. Hz Yûşâ'yı da uyandırdı. Oradan ayıilıp gittiler.. Yûşâ
(A.S.), gördüğünü Musa (A.S.)'â söylemeyi unuttu-Şimdi deniz kıyısında gidiyorlardı birlikte. Musa (A
S.) bir gün oruç tutar, bir gün ise yemek yerdi. Bu sünnet Musa (A.S.)'dan kalmıştır. Bir rivayette d? :
«Dâvûd (A.S.)'dan kaldı» denilmiştir. Musa (A.S.), Yûşâ (A.S.) 'dan yemek yemeği diledi. Kur'ân-ı
Ke -rîm'de şöyle buyurulmuştur:

231
232

«İki denizin birleştikleri yeri geçtikleri zaman Mü sâ, genç arkadaşına: "Kuşluk yemeğimizi getir, ger
çekten bu yolculuktan yorgun düştük!" dedi.» (Kehf

sûresi, âyet: 62).

Burada bir nükte vardır.- Zahmet çekmeyince, yorulmayınca ilim meydana gelmez. Ve Hakk Teâlâ
demişti ki: «Yiyeceğin seni Hızır'a eriştirir.» Ve Hızır ile buluşulacak yeri tâyin etmişti. Onu unuttukları
için, o yerin sınırını aştılar. Çaresiz yorgun düştüler. Hz. Yûşâ şöyle dedi:

«Gördün mü, dedi. Kayaya sığındığımız zaman ben balığı sana haber vermeyi unutmuşum.» (Kehf
sûresi, âyet: 62)

Musa (A.S.), Hızır (A.S.)'ı orada bulacağım anladı. Çünkü Allâhü Teâlâ: «Yiyeceğin seni Hızır'a
ulaştırır!» buyurmuştu. Hemen geriye döndüler. Nitekim Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu :

«Geldikleri izlerden yürüyerek geri gittiler.» (Kehf

sûresi, âyet: 62).

Yine o taşın yanına geldiler. Hızır (A.S.)'ı taşın üzerinde ibâdet eder buldular. Bir rivayette de şöyle
denilmiştir : Vaktâ ki o taşa ulaştılar, o balığı suyun ^inde gördüler. Deniz açılmıştı, Musa (A.S.), denize
Birdi. Yûşâ (A.S.) da peşinden yürüdü. İkisi birlikte girdiler. Balık, Musa (A.S.)'ı görünce ilerledi,

— 347 —

gitti. Balık gittikçe deniz açılıyordu. Musa (A.S.) da balığı tâkib ederdi. Denizin ortasına gelince, bir ada
gördüler. O adada Hızır (A.S.)'ı Allah'a ibâdet eder buldular- İbâdetini bitirince, Musa (A.S.) O'nun ya
nına vardı: «Esselâmü Aleyke ey Abdüllâhis-Sâîih!» dedi. Hızır (A.S.) da: «Aleykesselâm ey Allah'ın
Nebisi!» dedi. O da: «Benim peygamber olduğumu sana kim bildirdi?» diye sordu. Hızır (A.S.) : «O
padişahlar padişahı ki seni buraya gönderdi!» dedi. Hz Musa, O'nun Hızır olduğunu anladı. Sonra Hz.
Hızır: «Buraya niçin geldin?» diye sordu. O da : ^Gelmemin sebebi şudur: Seninle birlikte olayım,
Allâhü Teâlâ'-nın sana verdiği ilimden ben de öğreneyim!» dedi. H: zır (A.S.) : «Ey Musa! Sana Tevrat
yeter. O kadar çok işin var ki ilim öğrenmene hacet yok!» dedi ise de Mü sâ (A.S.) çok yalvardı. Fakat
Hızır (A.S.) : «Sen sabırlı ve benimle birlikte olamazsın!» dedi. Nitekim Allâhü Teâlâ şöyle buyurur •.

«Hızır da: "Doğrusu sen benimle birlikte bulun maya asla sabredemezsin! İç yüzünü bilmediğin bir
şeye nasıl sabredersin?" dedi.» (Kehf sûresi, âyet: 67

68).

Hz. Musa da şu cevâbı verdi: «İnşâallâh sen beni sabırlılardan bulacaksın. Se tıin sözünden dışarı
çıkmayacağım!» dedi.» (Kehf sûresi,- âyet: 69).

Hızır (A.S.) da şart koştu. Musa (A.S.) da kabû)

etti ve beraber yol arkadaşlığı ettiler. Nitekim Cena

232
233

Hakk şöyle buyurur -. -- •»

«Hızır, Musa'ya: "Eğer sen, bana uyacaksan; «e» sana anlatmadıkça, hiç bir şey için soru sorma!
Bunun üzerine kalktılar. Yola koyuldular. Deniz(]£ghf sına geldiler. Karşılarında bir gemi peyda oldu.»
sûresi, âyet: 70-71).

— 348 —-

Üçü de ilerlediler. Musa, Hızır ve Yûşâ Aleyhi -müsselâm, gemicilere : «Bizi gemiye alın!» dediler.
Gemiciler: «Yol ücreti verirseniz, alırız!» dediler. Hızır (A.S.) : «Size verecek akçemiz yoktur!» dedi.
Gemiciler de onları gemiye aldılar. Üçü de bir araya oturdular Hızır (A.S.) oturduğu yerden bir
delik açtı. Gemiye-su girmeye başladı. Hızır (A.S.) gemiciye haber verdi. Gemici geldi. O deliği tıkadı.
Musa (A.S.) .-«Gemi, değerinden kaybetti!» dedi. Nitekim Hakk Te-âlâ şöyle buyurdu :

«Musa: "Sen geminin içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu çok büyük bir suçta bulundun!"
dedi.» (Kehf sûresi, âyet: 71).

Hızır (A.S.) : -Yâ Musa! Sen sabredemezsin benimle demedim mi?» dedi. Musa (A.S.) da şöyle ce-vâb
verdi:

«Unuttuğum için beni azarlama. Ve bana bundan Ötürü, bu işimizden ötürü güçlük çıkarma.» (Kehf
sûresi, âyet: 73).

Ansızın bir kuş geldi ve geminin bir köşesine kondu. Orada biraz durdu. Gagasına biraz su aldı. Sonra
denize döktü. Olduğu yerden uçtu, bu sefer de geminin direğine kondu. Sonra güzel bir sesle ötmeğe
baş-ladı. Hızır (A.S.), Hz. Musa'ya şöyle dedi: «Bu kuşun Ç°k güzel sesi var. Acaba neler söylüyor, bilir
misin?» Usâ (A.S.) da: «Bu kuş diyor ki, bu geminin içinde kul vardır. İkisi de Allah'ın o kullanndandır ki
c* Teâlâ onlara kendi ilminden ilim ve hikmet, şe-•j. Ve ahkâm vermiştir. Ama onların bilgisi Allâhü
rt.j. anın ^mi yanında bu denize nisbetle gagamla al-^ su kadardır, diyor.» dedi.

,.,n s°nunda gemi kıyıya yanaştı. Üçü de dışarı • Deniz kıyısında bir çok çocuğun oynadığını er- Orada
bir saata yakın oturdular. O çocuk-

— 349 —

ların arasında daha erginlik çağına varmamış güzel yüzlü, temiz giyimli bir çocuk vardı. Biraz vakit
geçtikten sonra çocuklar dağıldı. O çocuk ise yerinde kaldı. Hızır (A.S.), o çocuğa doğru yürüdü.
Çocuğun elinden tutup ellerini bağladı. Sonra büyükçe bir taş getirdi- Çocuğun başına hızlıca yurdu,
öldürdü. Musa (A.S.), bunu gördü. Hızır (A.S.)'a şöyle dedi:

«Sen bu oğlan çocuğunu öldürdün ki o bir cana kıymamıştır. Sen masum bir çocuğu öldürdün. And
olsun ki iyi bir iş yapmadın! dedi.» (Kehf sûresi.

âyet: 74).

233
234

Hızır (A.S.) da O'na •. «Benimle sen sabredemezsin demedim mi?» diye cevâb verdi. Musa (A.S.), bu
sefer Hz. Hızır'dan utandı. Ve :

«Sana bir kez daha soru soracak olursam, bana yol arkadaşı olma! dedi.» Özür.diledi. (Kehf sûresi

âyet: 75).

Oradan da gittiler. En sonunda bir köye geldiler. O köy halkından yemek istediler: Hiç kimse yemek
vermedi. Vaktâ ki köyün diğer bir ucuna vardılar. Hızır (A.S.) orada eğrümiş bir duvar gördü. Nerdey-
se yıkılmak üzereydi. Eliyle o duvarı doğrulttu. Musa (A.S.) bunu gördü. O'na •. «Mademki bu duvarı
doğrultmak istiyordun, sahibinden bir ücret alsaydın. O ücretle kendimize ekmek alırdık!» dedi. Hz.
Hızır; «Bu, seninle benim aramda bir ayrılıktır!» dedi.

Hz. Hızır, Hz. Musa'dan şunun için ayrılmıştı •. Hz Musa, O'na: «Eğer bundan sonra sana birşey
sorarsam, benimle yol arkadaşlığı etme!» demişti. Mûsa (A.S.) bu sözü söylememiş olsaydı, Hz. Hızır
O'ndan bu kadar çabuk ayrılmazdı. Ayrılık sırasında Hız1

(A.S.), Hz- Musa'ya :

«Sana sabredemediğin şeylerin içyüzünü *nla

— 350 —

cağım! dedi.» (Kehf sûresi, âyet: 78). Ve anlatmaya başladı:

«Ey Musa! O gemiyi şunun için deldim! Gemi nice yoksulların, fakirlerin gemisiydi. Ben ise o gemiyi
kusurlu bir hâle getirmek istedim. O gemi onların ellerinde kalmalıydı. Çünkü ilerde? bir zâlim melik,
bir hükümdar vardı. Eğer bir gemi kusursuz ise onu zor la alırdı. Öldürdüğüm çocuk ise kâfirdi. Baba
ve annesi ise îmân etmişlerdendi. Bu çocuğa sevgi ve say gı duyarlardı. Onlan da sonunda kâfir
kılacaktı. On lar kâfir olmasınlar diye çocuğu öldürdüm. Biz, o an -ne ve babaya o çocuktan daha iyi ve
hayırlısını vermesini dilemiştik. Doğrulttuğum eğri duvar, iki öksüz çocuğundu- O duvarın altında
define vardı. Eğer o du -var yıkılsaydı, o defineyi halk yağma ederdi. O iki çocuğun babası sâlih bir
kişiydi. Allâhü Teâlâ o çocuklar büyüyünce o defineyi çıkarıp almalarını diledi.» (Kehf sûresi, âyet: 79-
82).

Bâzı haberlerde, o gizli bir define değildi. İlim ki tâblarıydı. Allâhü Teâlâ, o çocuklar büyüyünce o ilim
kitâblarından ilim bilgisi öğrensinler diye saklar- -mıştı.

Hızır (A.S.), Hz. Musa'ya dedi ki*

«Bunları ben işledim. Kendi dileğimle işlemedim. Şu senin sabredemediğin şeylerin işte yorumu
budur.» (Kehf sûresi, âyet: 82)

Hızır (A.S.), Hz. Musa (A.S.)'a bunları söyledikten sonra gözden kaybolup gitti.

Bundan sonra Hz. Musa ile Hz. Yûşâ geri dönüp Mısır'a geldiler. Bu bilgileri bütün İsrâîloğullanna
tıkladılar. Bizim peygamberimiz Muhammed Mus-tefâ (S.A.V.) de şöyle buyurmuştur: «Kardeşim Hz.
Mûsâ'ya Allah Rahmet eylesin. Ne olurdu Hızır (A. 'a biraz daha sabır göstereydi de daha çok acâ-

234
235

— 351 —

iblikler göreydi, bize de bildireydi. Ancak şu üç şeyi

bildirdi!»

Biz de onları anlattık.

MUSA (A.S.J İLE KÂEÛN

Allâhü Teâlâ, Karun hakkında şöyle buyurur : «Karun, Musa. (A.S.) 'in kavmindendi. Sonraları
azmıştı. Kâfirlerden olmuştu.» (Kasas sûresi, âyet: 76) Bütün din bilginleri ittifak halindedirler ki;
Karun, Musa (A.S.)'a uymuştu. Sonra muhalefette bulundu, ve mürtedlerden oldu- Dîninden döndü.
Hem de Hz. Musa'nın amcası oğludur. Babasının ismi «Yâ-

hüb»dür.

Kimi din bilginleri şöyle demişlerdir: «Karun, Hz. Musa'dan ve Nün oğlu Hz. Yûşâ'dan sonra azmış ve
mürted olmuş, imansızlar safına geçmiştir.»,Bu rivayet, Kur'ân-ı Mecîd'e yakındır. Allâhü Teâlâ
buyurdu, kavmi Karun'a öğütte bulundu:

«Sevinip şad olma! Şımarma, çünkü Allah dünyada şad olanları (sevmez), dediler. Ey Karun! Allah'ın
sana verdiği mal ile, âhiret evini de gözet. Dünyadaki payını da unutma. Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi
sen de, iyilik yap. Yeryüzünde bozgunculukta bulunma. Doğrusu Allah bozguncuları, müfsıdleri
sevmez!» (Ka sas sûresi, âyet: 76, 77).

Karun, eğer Musa (A.S.), veya Yûşâ (A.S.), ya da O'nlardan başka Peygamberler zamanında
yaşasaydı-onlar bu türlü öğütlerde bulunurlardı. Kamvi bu öğütleri vermezdi. Bundan da anlaşılmıştır
ki, Hz Yûşâ ve İsrâîloğullan peygamberleri ölmüş, O'nlardan sonra geride Din Bilginleri kalmıştı. Ve
onlar halka öğütlerde bulunuyorlardı. ;Ama Karun, kavm'-

— 352 —

nin sözlerini işitmedi. Hakk Teâlâ da o'nu yere batırd;.

Karun hakkında başka bir rivayet de şöyledir: Musa (A.S.) zamanıydı. O, Hakk Teâlâ ile olan gizi-
konuşmasından sonra geri dönmüştü. İsrâîloğullarmı Mısır'a götürdü. Karun o vakit bol bol mal
toplayıp servet sahibi oldu. Sonunda Allah'ın emri olan malının zekâtını vermedi. Bundan ötürü
Allah'a âsî olup, mürted oldu, dîninden döndü. Kavminin Din Bilgir; leri O'na çok nasihatte bulundular:

«Allah servetleriyle böbürlenenleri sevmez! dedi ler.» (Kasas sûresi, âyet: 76).

Karun da onlara şöyle dedi .-

«Bu mal bende, sizin bildiğiniz yolda toplanmadı. Bu servetin nasıl toplandığını ben bilirim. Çünkü
ben ticaret yapmadım. Kendim nasıl kazandım ki zekât bana vâcib olsun? dedi.» (Kasas sûresi, âyet:
78).

235
236

Ve Allâhü Teâlâ, o'nun delillerini reddederek şöy le buyurdu .-

«Senin Allah'ının, senden önce kendinden daha güçlü ve topladığı mal daha fazla olan nesilleri yok
ettiğini bilmez mi?. Zâten suçluların suçları kendilerinden sorulmaz.» (Kasas sûresi, âyet: 78).

* * *

Tefsîr'de şöyle rivayet edilmiştir: Kârûrr aslında sarraftı. Musa (A.S.), o'na çok saygı gösterirdi. Çünkü
Karun, onun amcasının oğluydu. Musa (A.S.), Hakk Teâlâ ile gizli gizli konuşmasından dönünce Sâmiri
nm yaptığı buzağıyı ateşe atıp yakmak ve külünü denize savurmak istedi. Dileği kavminin o buzağının
ilâh olmadığını bilmesiydi. Eğer gerçekte o bir ilâh ise ate-5i kendisi uzaklaştırırdı. Musa (A.S.),
Karun'a:

Kâ -"Bunu ate§te vak ve külünü suya savur!» dedi. arûn da: «Altın hiç bir zaman yanmaz. Ama ateşin

F./23

353 —

içinde su gibi erir. Donduğu zaman ise yine altın hâline gelir, içerisinde bulunan kötü madenler kaybo
lur. Aslından da hiç eksilmez.» dedi. Musa (A.S.) dua etti. Allâhü Teâlâ Hazretleri altın yapılan otu O'na

öğretti

Bu otu önce kuruturlar, gümüşe katarlardı. Gümüş de altın olurdu. Ama otu, altına katsalar, altın kül
olurdu. Bu ot, deniz kıyılarında yerden fışkırırdı, Lâkin onu hiç kimse bilmezdi. Bu kıssadan önce de
kimse kimya ilmi nedir bilmezdi. Allâhü Teâlâ Hazretleri vahyedip o otu Musa (A.S.)'a öğretti. Bu
suretle kimya ilmi gökten inmişti. Bu zamanda (*) kimya'dan çok haber verilir. Ama ne söylerlerse
söylesin ler, kimya ilmini yeryüzünde kimseler bilemez,

***

Musa (A.S.) Karun'a Kimya'yı öğretti. Karun da O'na şöyle dedi: «O otlan bana göster. Ben de onların
naöıl altın olduğunu göreyim!» Musa (A.S.) o otlan öğretti. O zaman da Karun buzağıyı ateşe bıraktı. O
otu da üzerine döktü. O anda altın buzağı kül oldu, gitti. Musa (A.S.) tsrâîloğullarını Mısır'a götürünce,
Karun o otlardan yanında çok miktarda götürdü. Sonra onlardan Mısır'da kendisi için altın yaptı. Musa
(A.S.) bu durumu sezerdi, lâkin Isrâiloğulla-rı bunu bilmezlerdi. Karun yaptığı altınlarla (dörtbin) köle
satın almıştı. En sonunda öyle çok mala, altına sâhib oldu ki evinin kapısını altından yaptırdı. Dünyada
olan en kıymetli mücevheratları hazînesinde topladı- Öyle ki Mısır değil, dünyada ondan daha zengin,
ondan daha çok mal sahibi olan yoktu. Hazine' lerinin anahtarını bir torbaya doldururlardı, Karun un
önü sıra bir kişi taşırdı. Karun her gün haziı^8

(*) Yâni bu kitabın yazıldığı Hicri 3. yılda. — 354 —

236
237

rini artırırdı, öyle bir hâle geldi ki anahtarları bir kişi taşıyamaz hâle geldi. Amma Karun, bu kadar zen-
ginleşince, Hz. Musa'dan yüz çevirdi, âsî oldu, az-gınlaştı. Allâhü Teâlâ, Musa (A.S.)'a Karun'dan zekât
almasını emreyledi. Hz. Musa, Karun'a geldi Mallarının zekâtım istedi. Karun, vermiyeceğini söyledi,
şöy le dedi:

«Bu mallar bana ancak bende bulunan bir bilgiden ötürü verilmiştir!» (Kasas sûresi, âyet: 78). O
zaman Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu :

«Karun bilmez mi ki O'ndan; malda, güçte daha üstün nice halkı helak ettim.»

Musa (A.S-), Karun'la, 1000 dirhemden bir dır hem, 1000 dinardan da bir dinar fakirlere vermesi için
bir anlaşma yaptı. Karun da buna razı oldu. Ma hm hesapladı. Verilmesi lâzım olan zekâtı kararlaştırdı.
Fakat çok meblâğ tuttuğunu görünce, bu kadar akçeyi fakirlere vermemek için anlaşmayı bozdu. Ve
her geçen gün malı artmaktaydı. Gezmeye çıktığı zaman öyle şöhretli yürürdü ki hiçbir Firavun, hiçbir
hükümdar öyle şöhretli değildi. Onun haşmeti o derecede idi ki, ne vakit al ata binse ona altın bir eğer
vurdururdu. Kendisi de sırmalı, yaldızlı elbiseler giyerdi. Yine süslü eğer vurulmuş ata binmiş 4.000
erkek köle, nice seçme güzel yapılı câriye O'nun önün ce ve ardınca giderlerdi. Elbiselerinin parıltısı
gözle-îı kamaştırırdı. Halk, Güneş'in yere indiğini sanırlardı. Dünya zinetini sevenler: «Ah, ne olurdu,
biz de Karun kadar zengin olsaydık!» derlerdi.

Karun'un bu durumu on yıl sürdü- Ve Musa (A. S-), her gün Karun'un kapısına gelirdi. Onu Allah'ın
olan Hak yola davet ederdi. Zekât vermesini tav-

ederdi. Karun ise, bu sözlere kulak vermezdi. Mû-s^ (A.SJ, o'nun.hu hâline çok üzülüyordu.
İsrâiloğul-

larmın arasında anlaşmazlıklar belirdi. Birçok kabileler Karun'a tâbi oldular, Musa (A.S.)'ın dîninden
vaz geçtiler. Vaktâ ki fesâdlar arttı. Karun, Musa (A.S.Vı kavmi içinde utandırmak için tedbirler aldı.
Böylece tsrâiloğullarını Musa (A.S.)'in dininden uzaklaştır mak sevdasına düştü, tsrâüoğullarının
arasında Belâ-ye adında bir kadın vardı. Hz. Musa, o'nü reddetmişti. Ye kötü işler yaptığından ötürü
kendi kavmi arasından çıkarmıştı. Karun, o kadını getirtti. O'na çok mal verdi ve şöyle dedi: «Ben,
tsrâîloğullannı toplayayım. Onlara ziyafet çekeyim. Musa'yı da oraya çağırayım. Ey hatun sen o
topluluğun içinde •. "Musa beni evine aldı. Benimle zinada bulundu!" de.»

Kadın bu söze razı oldu, söz verdi. Karun da İsrâ Uoğullarının beylerini ve ulu kişilerini bir araya top
layıp, bir ziyafet verdi. Daha sonra şöyle dedi:

«Siz bilirsiniz ki ben de, sizin gibi, Musa'ya tâVny-dim- O zaman Musa doğru yoldaydı. Şimdi ise doğru
yolu bırakmış bulunuyor. Ben de O'ndan yüz çevirdim.» Toplantıda bulunan halk, O'na •. «Musa
(A.S.) Hak ve doğru yoldan nasıl çıktı?» diye sordu. O da; «Siz de bilirsiniz ki Belâye isimli kadının
İsrâiloğul-ları arasında adı çıkmıştır. O kadın benim yanıma geldi. Musa hakkında bana şu sözleri
söyledi: "Musa beni zorla tuttu. Kendi evine götürdü. Bana tecâvüz etti'." dedi. Eğer bana
inanmazsanız, o kadın şimdi bizim evdedir. Musa'yı çağıralım. Aralarında neler geçtiyse yüz yüze
karşılaştıralım, kendisinin ağzından dinleyelim!» dedi. Ve Karun, Musa (A.S.)'a •,

237
238

«Ey Musa! îsrâiloğullan'nm ululan biraraya geldiler. Senin yanlarına gelmeni istiyorlar!» dedi. O da,
Karun'un tevbe, istiğfar edip Hak yola döneceğin1 sandı. Kalktı, oraya geldi. Bir yere oturdu. Karun,
O'na: -Ey Musa, bir kişi zina etse Tevrat'ta o'na n

ceza verilir. Ve cezası nedir?» diye sordu. Musa (A. S.) da şu cevâbı verdi: «Eğer zina eden erkek (ha
ramdan sakı'mcı) bir kimse değil ise, ona sopa atarlar .Ve eğer (haramdan sakınıcı bir kimse ise) onu
taşlarlar!» dedi. Karun: «Ya o zina eden kişi sen olursan, bu hüküm yine öyle midir?» diye sordu.
Musa (A.S.) da: «Evet!» diyerek tasdik etti. Karun o za nıan: «Ey Musa! İşte seni katletmek
vâcib oldu' Çünkü filân kadın tsrâîloğulları arasında fahişelikte dillere destandır. Eğer dilersen O'nu
buraya çağıra hm, seninle yüzyüze gelsin! Kendisine yaptığını soy leşin!» dedi. Musa (A-S.) da:
«Gelsin, bakalım ne yaptım ki, neyi söyleyecek?» dedi. Kadını hemen çağır dılar. Kadın evden
dışarı çıktı. Kavmin bulunduğu yere geldi. Karun, O'na : «Ey Hâtûn! Seninle Musa arasında neler
geçtiyse utanmadan, korkmadan soy le!» dedi. Kadın: «Musa benimle zina etti! Her ne ka dar teslim
olmadımsa da zorla bu işi yaptı!» ded' Hakk Teâlâ, sonra o kadının diline doğru olanı söv letti.
Şöyle dedi: «Ey İsrâİioğulları! Bilin ki Karun ba na çok mal verdi. Ve bana: Benim ve İsrâüoğullan nın
huzurunda Musa, benimle zina etti!, dîye söyle dedi. Allah saklasın ki Peygamber ve Kelimullâh ede!»
•iedi. Hazret-i Musa'nın gözleri, bu sözleri işitince yaşla doldu. Kalktı, onların arasından çekildi
^gitti Karun da o halkın arasından çekilip gitti. Rezil,'rüs vây oldu

* * *- -

Musa (A.S.), bu iftira yüzünden Karun'un bu Onduğu meclisten dışarı çıktıktan sonra Allâhü Te-
aıâ Hazretlerine secde etti, Rabbine yalvardı. Ve Al ^hü Teâlâ, Musa (A.S.)'a: «Kürre-yi Arz'ı senin em
>'ine verdim. Her ne emredersen ona emret!» dedi- Mû-sâ sevindi. Hemen kalktı. O kavmin yanma
geldi

— 357 —

«Durun! Bu dînini değiştiren kişinin yanından uzaklasın! Allâhü Teâlâ yer'e bunu öldürmesini
buyurmuş tur!» dedi. O zaman İsrâÜoğulları Hz. Musa'nın ger çekliğini anladılar. Hemen oradan
uzaklaştılar. Fakat Karun gururlandı, büyüklendi. Musa (A.S.)'a bakmadan uzaklaşmadı. Musa (.A.S.) •.
«Ey yer! O'nu tut!» dedi. Toprak, hemen, Karun'un ayaklarının altında kımıldandı. Karun çok
korkmuştu. Gitmek, kaçmak istedi. Ama yer, ayaklarını tuttu. Karun bunu görünce : «Ey Musa yaptığın
sihirbazlıktır?» dedi. Musa (A.S.) yine toprağa •. «Ey yer! O'nu tut!» dedi. Karun yere: «Beni koy ver!
Tâ ki ben, senin buyruğunda olayım!» dedi. Musa (A.S.) yine -. «Ey yer! Bunu tut!» dedi. Yer, bu kez,
Karun'u boğazına dek yuttu. Karun, Hz. Musa'ya şöyle yalvarmaya başladı-.

«Ey Musa! Bizim aramızdaki akrabalık hakkı için beni kurtar!» Musa (A.S.) yine: «Ey yer! O'nu tut!»
dedi. Yer bu kez onu yuttu. Görünmez oldu. Hz. Muşa geri döndü. Allâhü Teâlâ Hazretlerine yakardı,
sena ve şükürde bulundu. Hakk Teâlâ da O'na: «Ey Musa! Benim kulum Karun, sana ne kadar yalvardı

238
239

ise, sen ona aman vermedin!» dedi. Hz. Musa: «Yâ Kabbi! Ben, o kulunun Seni bir kere dile
getirmesini, anmasını bekliyordum ki Sen'den o'nun için aman dileyeyim!» dedi- Hakk Teâlâ Hazretleri
de •. «Ey Musa! Eğer o Beni ansaydı-, Ben, seni ona musallat etme--:

dim!» diye buyurdu!»

***

Gelen haberlerde şöyle rivayet edilmiştir: Karun, kendi adamlarından yetmiş kişi ile birlikte dininden
çıkmış mürted olmuştu. Ve onları da Karun'la birlikte toprak yutmuştu. Onların hepsi Kıyamet e kadar
her gün bir adam boyu Yer'den aşağı batarlar ve Kıyamet Günü'nde Cehennem'e girecekler.

— 358 —

İsrâiloğullan'ndan bâzı kişiler de şöyle demişlerdir: «Musa (A.S.), Karun'u o'nun mallarının, hazînesinin
kendisine kalmasını istemesinden öldürttü!* Musa (A-S.), bu söylentileri öğrenince, Allâhü Teâ-lâ'ya:
«Yâ Rabbî! Toprağa emret, Karun'un kendisiyle birlikte mal ve hazînelerini de yer yutsun!» diye dua
etti. Ve yer'e, o mallan da yutturdu. Nitekim Allâhü Teâlâ Kelâm-ı Kadîm'inde şöyle buyurur:

«Sonunda Karun'u da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah'a karşı koyup ona yardım edebilecek
kişileri de yoktu. Kendisinin de kendine yardımı do kunmadı! Allah'ın azabından kurtuluşa ' eremedi.»
(Kasas sûresi, âyet: 81).

Böylece Karun'a hiç kimse yardım edememişti Bir zamanlar-. «Ah, keşke ululukta biz de Karun gi
bi olsaydık!» diyenler şimdi şöyle diyorlardı: «Allâhü Teâlâ dilediği kişinin rızkını genişletir, dilediğini
azal tır. Eğer Allah bize lûtfetmeseydi, bizi de onunla birlikte batırırdı. Demek ki kâfirler ve
kâfirlerin işi hiç bir zaman felah bulamaz.» (Kasas süresi, âyet ; 82).

Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu : VÂhiret sarayı olan Cennet yurdu, şu kişiler için dir ki onlar bu dünyada
ululuk dilemezler. Ve fesâd çıkarmazlar. İyi, güzel akıbet (son) Allah'a karşı gü nâhtan
sakınanlarındır.» (Kasas sûresi, âyet: 83)

HZ. MUSA'NIN

BELKÂ, ERİHÂ, İLYÂ VE CEBBÂRÎ İLE CENGİ

Haberi rivayet edenler şöyle demişlerdir: Musa 'A-SJ. Hz. Hızır'la sohbetinden sonra geri döndü. Mı
sır>a geldi. Allâhü Teâlâ, O'na :

— 359 ~—

"Yâ Musa. Şam'da üç şehir vardır ki, birisine Erihâ derler. Diğerine Belkâ, ötekine de İlyâ derler.
Buraların halkı puta tapmaktadırlar. Onların üzerlerine asker yolla!»

Onlar Ad kavminin artıklarıydı. Onlara «Cebbarın» Zorlayıcılar, Cebrediciler denirdi. Bu üç


şehir, birbirine çok yakındı. Musa (A.S.) hemen İsrâîl-oğullanna haber verdi. Hazırlık yapılıp, hemen
yola çıkıldı Musa (A.S.) askerini saydı, tam 500.000 kişi vardı. Mısır'dan gidecekleri yer tam bir aylık

239
240

yoldu. Vaktâ ki yirmi günlük yol gidildi -. O şehirlere varmak için on günlük bir yol kalmıştı.
İsrâüoğulları Musa (A.S.)'a-. «Biz, onların ne kadar çokluk olduklarım bilmiyoruz. Bir adam yolla.
Görsün, onların sayıları ne kadar varsa öğrensin, bize haber getirsin!» dediler. İsrâiloğulları oniki sıbt
(torun) hafid idiler. Her-bir kolun bir başkanı vardı. Musa (A.S.) haber getirsinler diye o başkanları
yolladı. Halka da : «Mısır* dan asker geliyor!» diye haber verilmişti. Onlar da İveç'e haber saldılar,
yanlarına "•etirdiler, İveç (*)

gelince ona:

«Ey İveç! Biz senin karnını doyuralım. Bir ay burada kal!» dediler, O da kabul etti. Orada kaldı. Sor.
ra-. «Üstümüze asker geliyor. Onları buradan koğ!» dediler, îveç de kabul etti ve şehirden dışarı çıktı.
İki günlük yolu, bir günde vardı. Yolları gözlerdi. Ansızın uzaktan karınca gibi adamlar belirdi, elini
uzattı o oniki adamı elinin içinde getirdi- O oniki kiş' bu hâli görünce çok korktular. İveç, onlara şöyle
sor-' • v du •. «Siz ne ve nerenin halkındansınız?»

Onlar da: «Biz Mısır halkıyız! Bu ülkenin insanlarım Allah yoluna çığarmaya geldik!» dediler. İveç:

(*) îveç-, eğri, büğrü; ivicaç. eğrilik anlamına gelir-— 360 —

«Bana çok ekmek veren şehirden misiniz?» diye sordu. Onlar da-. «Evet!» dediler. Çünkü Mısır'da
70.000 fırın vardı. İveç, oraya her gün odun götürür, Mısır'a bırakırdı. Her ekmekçiden bir batman
ekmek alırdı. Sonra deniz kıyısına giderdi. Balığı eli ile tutar, Güneş'in ısısında pişirir, o ekmekle yerdi.
Rivayete göre İveç uzun boyluydu.

İveç, konuştuğu kişilerin Mısırlı olduklarını anlayınca onları öldürmekten vaz geçti. Onlar da : «Biz
50.000 kişiyiz!» dediler. O sordu: «Hepinizin boyu sizin gibi uzun mudur?». Onlar da: «Evet, bizim gibi
uzun boyludurlar!» dediler. İveç güldü. Onları yine elinin üzerine alarak, şehre götürdü. Onlara •.
«İşte düşmanınızın boyu bu kadardır!» dedi. Onlar da: ^Bunları bekletmeden öldürmek gerektir!»
dediler. Fakat İveç onları öldürmeye bırakmadı. Mısırlıların başkanlarını özgür bıraktı. Ve: «Varın
kavminize! İveç, size yardım etmeğe gelecektir. Yerinize dönün. Yoksa topunuzu birden öldürürüm!»
dedi. Onları geriye yolladı. Şehirliden yemek istedi. O şehir 10-000 haneli idi. Her evden türlü türlü
yemekler geldi, veç karnını doyurdu.

• O oniki Beni İsrailli başkan, kavimlerinin yanına gittiler. Yolda söz birliği ederek: «Eğer İsrâîloğulları-
na bu haberi doğru olarak verirsek korkarlar ve savaşa gelmezler! Yine Mısır'a dönerler!» dediler.
Oniki başkan şöyle sözleştiler: «İveç'in orada olduğunu kavmimize bildirmeyelim.» dediler. Amma
askerlerinin yanına varınca yoldaki sözleşmelerini bozdular, îsrâîloğullarına İveç'i haber verdiler.
Ancak iki kişi doğru bildirmemişti. İkisi de Musa (A.S.)'dan sonra Peygamber oldular.

îsrâîloğulları, îveç haberini duyunca geri dön-dilediler. Musa (A.S.), onlara: «Ey kavmim! On-

361

lar, sizi dinlerine döndürürlerse hüsran içinde kalırsınız!» dedi. Onlar da-,

240
241

«Yâ Musa! Orada cebbar, zorba bir kavim vardır. Biz oraya, onlar oradan çıkmayınca girmeyiz!
dediler.» (Mâide sûresi, âyet: 22).

Onların içinde iki kişi vardı. Biri Yûşa bin Nün idi. Allâhü Teâlâ onları İsrâîloğulları'na Musa (A.S.)'-dan
sonra Peygamber yaptı. Onlar da şöyle dedi:

«Şehrin kapısından girin. Onların üzerlerine saldırın. Oradan girerseniz mutlaka onlara üstün
gelirsiniz. Çünkü Hakk Teâlâ: "Onları helak ederimi" diye Musa'ya vaadde bulundu.» (Mâide sûresi,
âyet: 23) Ve sözlerine şunları eklediler:

«Allâhü Teâlâ'ya tevekkül ediniz. O'na imânınız varsa! dediler.» (Mâide süresi, âyet-. 23).

Musa (A.S.) dedi ki -. Allâhü Teâlâ bana : O kâfir leri helak ederim! diye söz verdi! Nitekim Firavun'u
da helak etti.» Kavim, o zaman şöyle dediler.

«Ey Musa! Onlar orada bulundukça biz o şehre giremeyiz! Şimdi sen ve Rabbin gidin, o kavm ile
savaş edin, ölün, öldürün. Biz burada oturup duracağı?! dediler.» (Mâide sûresi, âyet-. 24).

O zaman Musa (A.S.) onlara kızdı, beddua etti: «Yâ Rabbî! Benim nefsimden ve kardeşim Harun' ;
dan başka kimseye elim ermez, söz geçiremez oldum. Şimdi bizimle şu f âşıklar arasında Sen
hükmünü ver" (Mâide sûresi, âyet: 25).

Musa (A.S.) duasını tamamlayınca asasını eline aldı, Harun'la birlikte çıkıp gitti, îsrâiloğulları da
oradan geri döndüler. Mısır'a doğru yol almaya ba^a" dılar. Üç gün gittiler. Yine aynı yerde gördüler ki
MU sâ (A.S.) oradan gitmişti. Şimdi Musa (A.S.V"1 **" dından gittiler. Kendilerini, kendi yerlerinde
görduie

— 362 —

Anladılar ki Allâhü Teâlâ onlara gazablanmıştır. Sessiz, sadâsız oturdular.

Vaktâ ki Musa (A.S.) ile Harun (A.S.) gittikleri zaman İveç'i gördüler. O bir kaya getirmişti, Musa
(A.S.)'m adamlarının üzerine bırakmak ve onları öl dürmek istiyordu. Musa (A.S.), İveç'i bu hâlde
görünce dua etti. Allâhü Teâlâ bir kuşa ilham verdi. Ve: «Bir parça elmasla o taşı del, onu boynuna
geçir!-> diye buyurdu. [Bir rivayette ise; Allâhü Teâlâ, o tasa emretti. Taş delindi, İveç'in boynuna
geçti! denilmiştir-] İveç boynuna asılan taşı çıkarmak istedi. Başaramadı. Âciz kaldı. Musa (A.S.), onun
bu başarısızlığını görünce hemen yerinden sıçradı. Musa (A. S.)'in asası on arşın uzunluğundaydı, boyu
da yirmi arşındı. O da yirmi arşın sıçradı. İveç'in topuğuna vurdu. Allâhü Teâlâ, o taşa o kadar ağırlık
verdi ki İveç'i yere çaldı. İveç düştü. Boynu kırıldı, hemen bulunduğu yerde can verdi.

Musa (A.S.), İveç bin Unk'u öldürünce geri döndü- İsrâîloğullarma vardı. Onlara : «Ben gittim. İveç'i
Allah'ın izniyle öldürdüm! Şimdi siz durun, o şehirlerin üzerine gidelim!» dedi. İsrâîloğulları da:
«Allâhü Teâlâ bize kızmış olmalı ki ne kadar gitti isek, Mısır'a girelim dedikse de giremedik ve sana
gelmek istedik-se sana gelemedik!» dediler. Musa (A.S.) : «Şimdi gö reyim, kalkın. Gidebiliyor
musunuz?» dedi. Oriar da her ne kadar gittilerse de çölleri geçemedile:•. Musa *A.S.) o zaman anladı
ki bu, kendi duasından ötürüdür, yine duada bulundu: «Yâ İlâhî! Bu zaferi bana Müyesser kıl!» dedi.
Cenâb-ı Hakk'tan o zaman şu nida geldi:

241
242

«Ey Musa! Fsrâüoğulları kırk yıla kadar bu vâdi-e Dalacaktır. Ben onların oradan çıkmasını haram

363

kıldım!» Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurul-Jj muştur:

«Allah, Musa'ya şöyle buyurdu: "Orası, onlara

tam kırk yıl haram edildi. Çölde (Tîh Sahrasında) yol

larını şaşırıp dolaşacaklardır. Ben (Hak) yoldan çık

mış milletin için tasa duymam.» (Mâide sûresi, âyet:

26). '""*

O çöllerde hiç bir şey yoktu. Toprakta ot bitmiyor, su çıkmıyordu. Lâkin bir çeşit diken vardı ki şimdi
turunçbin ondan meydana gelmiştir. O çöllere Tih adı verilir. Vaktâ ki yiyecekleri tükendi. Musa
(A.S.)'a geldiler. Yemek dilediler. Musa (A.S.) dua etti. O dikenlerden turunçbin ortaya çıktı. Hepsi
ondan yediler Sonra: «Bize et gerek!» dediler. Musa (A.S-) yine dua etti. Allâhü Teâlâ onlara Selva
verdi. Hadsiz, hesap -sızdı. Ondan toplarlar, pişirir, yerlerdi. Nitekim Ce-nâb-ı Hakk şöyle buyurmuştur
:

«Onlara Kudret helvası ve Selva (Bıldırcın) indirdik. Size verebileceğimiz rızıklarm temiz olanlarından
yiyin! dedik. Onlar ise Bize karşı gelmekle kendilerine zulmetmektedirler.» (A'râf sûresi, âyet: 160).

Selva, Mısır yolunda çok bulunan bir kuştur. Eti keklik etine benzer. Başka bir söylentiye göre
«Selva» bıldırcın kuşudur. Bir başka söylentiye göre de «Selva» erkeği, dişisinden büyük olan kuşa
denir. Başka bir söylentiye gc-'e de Selva, çıldır kuşudur. (*)•

îsrâiloğulları et yediklerinde suya ihtiyaç duyarlardı. Hz. Musa'ya: «Bize su gerek, susadık!» dediler.
Musa (A.S.), Yüce Allah'a yakardı. Kendisine: «Ey Musa! Asanı taşa vur, size su vereyim!» emri geldi. O
çöllerde taş yoktu. Ama Musa (A.S.)'in yanında Tür

(*) Bir cins tarla kuşudur.

dağından getirdiği bir taş vardı ki, onu Kıble edinmek için getirmişti.

***

Bir rivayete göre; Musa (A.S.) halka karşı hiçbir zaman çıplak görünmemişti. Kimse de O'nun
gövdesini çıplak görmemişti. Halk .- «Musa'nın gövdesinde illet, vardır. Bundan ötürü halka karşı
çıplak çıkamıyor!» dediler. Musa (A.S.), bu sözleri işitir, hiç tınmaz, önem vermezdi. Bir gün Musa
(A.S.)'a boy abdesti gerekti. Bir su kıyısına gitti, elbiselerini çıkardı. Orada bir taş vardı. Onları onun
üzerine koydu- Sarığını beline bağladı. Suya girdi. Boy abdestini aldı. Sudan çıktığında giyinmek istedi.
Hakk Teâlâ'mn emri ile o taş yürüdü. Musa (A.S.) onun ardına gitti. Lâkin tutamadı. Taş o kadar gitti ki
halk Musa (A.S.)'ı yakından gördüler. Ve Musa (A.S.)'m hiç bir yerinde illeti olmadığın! anladılar. O

242
243

taş da hemen durdu. Musa (A.S.) da taşın üzerine bıraktığı giysilerini aldı, giydi. Ve asasını eline aldı.
Onu oniki kez taşa vurdu. Göklerden O'na: «Yâ Musa! O taşı sakla!» diye bir nida geldi. Musa (A.S.)
da : «Yâ İlâhî, bu taş beni halkın içerisine çıplak götürdü. Nâmahrem kişiler beni gördü!» dedi. O
zaman gökten yine şu nida geldi: /«Ey Mûsâl Kaygılanma! Bu Bizim fikrimizle oldu. Tâ ki
düşmanların boş yere seni tâan ettiklerini bilsinler ve sende hiç bir ayıp olmadığını anlasınlar!» dedi.
Musa (A.S.) da: «Yâ İlâhi! Bu taşı ben nasıl gö-türeyim, çok büyüktür!» dedi- Taş da hemen Allâhü
Teâlâ'nın emri ile küçüldü. Musa (A.S.) bu hâli görünce hemen aldı, götürdü. Evine iletti. Ve nereye
gitse onu da yanında götürürdü.

*«*

Musa (A.S.) da asasını o taşa çaldı. Taşın oniki en oniki pınar aktı. Her pınar başını bir soy

— 365 —

tuttu. Onlann geleneği öyle idi ki, iki soy bir pınardan su içmezlerdi. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle
buyurur :

«Biz Musa'ya, asanı taşa vur diye vahyettik.»

(A'râf sûresi, âyet: 160).

Yine başka bir sûrede Hakk Teâlâ şöyle buyurmuştur :

«Ey Musa! Değneğinle kayaya vur! dedik. O da kayaya vurunca, kayadan oniki pınar fışkırdı. Her
kabile su içeceği pınarı bilmişti. Biz: "Allah'ın verdiği nzıktan yiyin, içüi; yalnız azmayın, fesâd
çıkarmayın!" demiştik.» (Bakara sûresi, âyet-. 60).

Musa (A.S.) halkına -. «Bu turuncubin'den ve bu Selvâ'dan o kadar alın ki size gün boyu yetecek
kadar olsun, sakın çok almayın!» Allâhü Teâlâ ertesi gün bunlardan yine gönderdi. İsrâîloğulları
dinlemediler, Selvâ'dan fazlaca aldılar: «Belki ertesi gün gelmez!» diye düşündüler. Allâhü Teâlâ da
onlara ze-îilliği, yoksulluğu verdi. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de

şöyle Duyurulur-.

«Onlann üzerlerine fakirlik ve sefalet çökmüş, Allah'ın gazabına uğramışlardı.» (Bakara sûresi,
âyet.

61).

Halkı Musa (A.S.)'a inanmayınca Allâhü Teâlâ

onlara kızdı ve Selvâ'yı da onlara göndermedi. Fakat Musa (A.S.)'dan halkı yine nzık dilediler. O da çok
dua etti. En sonunda Selva yine geldi. Musa (A. S.) da onlara: «Bir günde yiyebileceğiniz kadar alın.
Ama Cuma' olunca iki günlük alın. Cumartesi günü almayınız!» dedi. İşte bundan ötürüdür ki
Cumartesi günleri İsrâiloğullarma haram bir gündü. O gün ç»" lışmak, yemek pişirmek, yâni ibâdetten
başka her is haram idi. Yalnız o gün ibâdet ederlerdi, îsrâiloğul-ları: «Ey Musa! Biz bu sıcağa
katlanamıyoruz. Ç8'

243
244

— 366 —

dırlarımız çürüdü. Bize gölgelik bir yer gerek!» dediler. Musa (A-S.) dua etti. Allâhü Teâlâ her gün bir
parça bulut gönderdi. O bulut îsrâîloğullarının üzerinde dururdu. Onlar da akşamlara kadar
gölgelenirler, dinlenirlerdi. Nitekim Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmuştur :

«Bulutlan onların üzerlerine gölgelik yaptık ve onlara Kudret Helvası ve bıldırcın indirdik.» (A'râf
sûresi, âyet: 160).

İsrâîloğulları Hz. Musa'ya: «Ey Musa! Giysilerimiz yırtıldı. Bize giyecek elbise gerek!» dediler. Musa
(A.S.) yine dua etti. Allâhü Teâlâ o giysileri korudu. Başka giysilere ihtiyaçları kalmadı. Tîh çölünde
kaldılar. O oniki günlük yerde gezer, dolaşırlardı O çevreden dışarı çıkmazlardı. O tepe onlara sanki bir
ukubet, bir ceza idi. Hz. Musa'ya şöyle demiş -lerdi:

«Ey Musa! Sen Allah'ınla var, o ordu ile savaş» yap. Biz burada oturalım.»

Böylece hayli bir zaman geçti. O kudret helvasından ve bıldırcın yemekten bıkıp usandılar. Musa (A.
S.)'a şöyle dediler.

«Ey Musa! Biz her zaman Kudret Helvası ve bıldırcın eti yemeye bıktık. Fazla yemeye de iştahımız
kalmadı. Rabb'ına; sen, yalvar, yakar, bize toprağın yetiştirdiği hıyar, sebze, sarımsak, mercimek ve
soğan dan versin, dediler.» (Bakara sûresi, âyet: 61).

Musa (A-S.) da onlara: «Şehir yakındır. Oradan getirin!» dedi. Bu söz, onlan bir azarlamaydı. Çünkü
Musa (A.S.) biliyordu ki onlar Tih Sahrası'ndan dı-şan çıkamazlardı. Yalvardı, yakardı. Duası kabul
edilmedi. îsrâiloğullan o sahrada yoksulluk ve zelil Ük içinde kaldılar.

Böylece otuz yıl geçti. Harun (A.S. K Allâhü Te-

367

âlânın rahmetine erdi. Hz. Musa ve Hz. YûşA'yı vasi kıldı Yûşâ (A.S.), İsrâîloğullannı Tîh sahrasından
çıkardı. Ama Tîh'e giren halktan Hz. Yûşâ ve Kâlib'-den başka çıkan olmadı. Yûşâ (A.S.)'ın Peygamber
olduğu kavim, evvelkilerin evlâdlarıydı. Bunlar Tîh -de doğmuşlardı. Kimisi on. kimisi yirmi, kimisi otuz,
kimisi de kırk yaşındaydılar.

HZ. MUSA VE HZ. HARUN'UN ÖLÜMLERİ

Haberleri rivayet edenler şöyle derler: Hz. Musa ve Hz. Harun İsrâîloğullariyle Tîh Sahrası'nda
kaldıkları otuz yıl içinde bir gün, Musa (A.S.)'a gökyüzünden şöyle bir nida geldi:

«Falan gün, Harun bu dünyadan göçecektir! Âhi-ret dünyâsına sefer edecektir- O gün gelince,
Harun'u halkın arasından dışarı çıkar.»

Musa (A.S.) bu sesi işittiği zaman, Hz. Harun'un vâdesinin dolacağı günü beklerdi. O gün erişince;
Harun (A.S.) 'a -. «Yâ Harun, dur! Bir parça dışarı çıkalım! Tenhâ bir yerde ibâdet edelim!» dedi. Bu
söz üzerine Hz. Harun durdu. Musa (A.S.) ile birlikte git tiler. Hz. Harun çölde bir ağaç gördü. Çok sık

244
245

yapraklan vardı. Gölgesinde de bir taht bulunuyordu İçerisi döşeliydi. Harun (A.S.) •. «Ey karındaşım!
Bu köşk kimindir?» diye sordu. Musa (A.S.) : «Bilmiyorum, onu ancak Allâhü Teâlâ bilir!» dedi. Hz.
Harun «Bu tahtın üzerinde biraz uyumak diliyorum!» dedi. Musa (A.S.) : «Uyu!» dedi. Harun (A.S.) o
tahtın üstüne çıktı, uyudu. O anda ölüm Meleği (Azrail) O'nun ruhunu aldı. Musa (A.S.) tahtın
karşısında oturdu. Bir süre bekledi. Tahta çıkıp baktığında, Harun

_ 368 —

(A.S.)'ı ölmüş olarak gördü. Sonra o tahttan indi. Taht da Hz. Harun'la birlikte gözden kayboldu. Ve o
ağaç da onlarla birlikte yok oldu. Musa CA.S.) orada birşey göremeyince, Hz. Harun'un göğe
çıkarıldığını anladı- Ya da toprağa gömülmüştü. Hemen geri döndü, îsrâîloğullarının yanına geldi. Bu
haberi bildirdi. İsrâiloğulları, birbirlerine, «Musa, Harun'u öldürdü!» diye konuşmaya başladılar : «O,
bizim Harun'u kendisinden daha çok sevdiğimizi bilirdi! O'nu kıskandı!» dediler. Musa (A-S.) bu sözleri
işitince kaygılandı. O zaman Allâhü Teâlâ, o tahtı gökten geri gönderdi. Harun (A.S.) da, onun içinde
bulunuyordu, tsrâîloğııl lan, Hz. Harun'u gerçekten ölmüş gördüler.

Musa (A.S.), Hz. Harun'un ölümünden sonra üç yıl yaşadı. Üç yıl dolunca Hakk Teâlâ, Musa (A.S.)'a:

«Ey Musa! Seni filân gün dünyadan alıp götüreceğim!» diye buyurdu. Musa (A.S.). Yûşâ (A.S.)'ı
çağırttı. Ona vasiyette bulundu, ölüm günü gelince: «Yûşâ'yı çağınn!» dedi. Çağırdılar. O'nu
İsrâîloğulla-rmın arasından çıkardı. Biraz gittikleri zaman bir rüzgâr çıktı. Musa (A.S.), o rüzgârın, ne
rüzgân olduğunu anladı. Hz. Yûşâ ise anlayamadı. Musa (A.S.), Hz. Yûşâ'yı kucakladı, yel hızlandı,
karanlık bastı. Musa (A.S.), Hz. Yûşâ'yı kucaklamasını sürdürürken gözden kayboldu. Ancak gömleği
Hz. Yûşâ'nm elinde kaldı. Yûşâ (A.S.) şaşırdı, geri döndü ve İsraillilerin arasına geldi. Bu haberi bildirdi.
Onlar da:

F./24

«Musa (A.S.)'ı sen öldürdün!» dediler ve O'nu öldürmek istediler. Hz. Yûşâ, onlardan üç gün
müsaade Jstedi. Duada bulunmalıydı, Hacet dilemeliydi. İsrail-oğulları, Hz. Yûşâ'yı tuttular, hapsettiler.
Üzerine muhafızlar koydular. Akşam olduğu zaman Yûşâ (A.S.) dua, etti. O'nu bekleyen bekçiler
uyudular. Musa (A. S)'ı rüyalarında gördüler. Bir Melek geldi. Onlara:

369 —

'yı koyverin! Çünkü Musa (A.S-) Allah'ın katın-dediTsabah olunca îsrâîloğullarına haber ver-

diler.

Musa (A.S.) üçyüz yirmi yıl yaşamıştır. Başka bir rivayete göre de şöyle denilmiştir •. Hz. Musa ve Hz.
Yûşâ biraz yol gittiler. Birçok kişinin mezar kazdığını gördüler. Musa (A.S.) onlara-. «Bu mezar
kimindir?» diye sordu. Onlar : «Allâhü Teâlâ'nın kullarından birisinin mezarıdır!» diye cevâb verdiler.
Sonra Musa (A.S-) 'a -. «Gel, bu mezarın içerisine gir. Doğru mu kazılmış, yoksa yanlış mı kazılmış?»
dediler. Hz. Musa, mezarın içerisine girdi. O'nu mezann içerisine, çağıran ölüm Meleği (Azrail)'di.
Hemen Musa (A.

245
246

S.)'m ruhunu kabzeyledi.

(Aleyhisselâtü vesselam.)

NÜN OĞLU YÛŞÂ (A.S.riN TÎH SAHRASINDAN tSRÂÎLOĞULLARINI DIŞARI ÇIKARIŞI. CEBBÂRÂN
SAVAŞLARI VE / BÂURA OĞLU BEL'AM KISSASI

. /

Bu kıssa şöyle rivayet ecŞlir : Musa (A.S.)'dan son ra tsrâüoğulları yedi yıl o çölde kaldılar. Kırk yıl ta
marnlandı- Allâhü Teâlâ. Yûşâ (A.S.)'a peygamber lik verdi ve: «tsrâiloğullarını tx hapisten kurtar! On
ları al. O kâfirlerin şehirleri üzerine varsınlar. Onlar la savaş yapıp o şehirleri alsınlar!» buyurdu.

Nün oğlu Yûşâ (A.S.) Isrâiloğullarmdandı. Ve Hz Yâküb Peygamber kabüesindendi. O'nun soy kütug"
şöyleydi: Yâküb oğlu Yûsuf, oğlu Efrâyim, O'nun oğlu Hz. Yûşâ. Hz. Yûşâ'mn annesi Hz. Musa'nın
***** u deşi olan Meryem'di. Annesi Musa (A.S.)'ı doğurt

— 370 —

zaman bir sandığa koyarak Nil sulanna bırakmış ve O'nu da sandığın arkasından göndermişti-

Hz. Yûşâ, îsrâîloğullarım toplayarak, Tîh çöllerinden çıktılar. Musa (A.S.) 'a :

«Ey Musa! O zâlimler orada iken biz hiç bir zaman oraya giremeyiz. Artık Sen ve Rabbin beraber
gidin de ikiniz savaşın. Biz burada oturup duracağız! demişlerdi.» (Mâide sûresi, âyet: 24).

Bunları söyleyen kişilerden hiç kimse kalmamıştı. Hepsi ölmüşlerdi. Hz. Yûşâ ile çıkanlar, onlann
oğullarıydı. O soydan Hz. Yûşâ ile Yukanna oğlu Kâ-lib'den başka kimse kalmamıştı. Ve Kâlib, Hz.
Yûşâ'mn iyi arkadaşıydı.

Hz. Yûşâ asker toplayıp o şehirlere yürüdü. Önce Erîha şehrine vardı. Oranın kavmi ile savaş yaptı. Ve
c şehir halkı savaş sonunda güçsüz kaldı, teslim oldu. Hz. Yûşâ da şehri alınca bütün halkını kılıçtan
geçirdi. Onlardan her toprağa düşen kişinin üzerine İsrâiloğuilarmdan on kişi, yirmi kişi saldırdı.
Hepsinin başlarını kılıçla kestiler. Erîha şehri ele geçirilince, oradan da İliyâ şehrine gittiler. O şehri de
orası gibi ele geçirdiler. Ondan sonra da Belkâ şehrine geldiler. Bu şehir ise, son derece iyi korunan,
sağlam binaları olan, büyük bir kentti. Çok sağlam duvar ve hisarları vardı. Padişahları da burada
oturmaktaydı. Aralarında Bâûra oğlu Bel'am adında birisi vardı, ki Allah'ın Bir'liğine inanmıştı. Rabbin
Yüce Adını bilirdi Allâhü Teâlâ Hazretlerine her zaman ibâdette bu-!unurdu. Her ne zaman Allah'a
duada bulunsa, kabul fdüirdi. Vaktâ ki İsrâîloğullan oraya vardı, önce şeh rin Çevresini sardılar,
çevirdiler. Oranın halkı ile çok ^adetli savaşlar yaptılar. Dünyayı onlann başlarına r ettiler. En sonunda
şehrin halkı çaresiz kalarak, Ura oğlu Bel'am'ın huzuruna gelerek şöyle dediler.

-- 371 —

«Sen bizim için bir dua et ki bunlar bizim ara mızdan gitsinler. Ve bizim yakamızı bıraksınlar!»

246
247

Bel'âm ; «Bu ordu, benim Rabbımın ordusudur. Ben, onlar için kötü duada bulunamam. Eğer siz
onların elinden kurtulalım derseniz, Musa (A.S.)'m Dinini ka bul edin. Musa (A.S.)'ı da Hakk
Peygamber bilin. O zaman Hakk Teâlâ Hazretleri; sizi, onların elinden

kurtarır!» dedi.

Uzun süren muhasarada Yûşâ (A-S.), îsrâüoğui lan ile birlikte şehri altı ay kıskıvrak bağladı. Her gün
ardı arası kesilmeyen savaşlar yapılırdı.

Tefsir haberlerinde şöyle denilir •. «Bu şehrin meii kinin adı Balık'tı. Bundan ötürü, oraya Belka adı
ve rilmişti. Şehrin savunucuları en sonunda, çaresiz kal dılar. Melik Balık hüküm verdi:

«Bir darağacı dikiniz!» dedi. Darağacı dikildi. Belâm'ı o darağacının yanına getirdiler. Şehrin meliki,
O'na: «Dua et! Yoksa seni asar, öldürürüm!» dedi. Bâûra oğlu Bel'âm da-. «Sen bilirsin ey melik!»
dedi. "En sonra da korkarak dua etti. Nitekim Allâhü Teâlâ Hazretleri, o'nun kıssasını Kur'ân-ı Kerîm'de
bildirip Hz. Muhammed (S.A.V.) 'e buyurdu ki •.

«Ey Muhammedi Oku İsrâîloğullarından şu kişi^ nin kıssasını ki, Biz o kişiye yüce bir isim vermiştik O
kişi, kendisim o isimden kondurdu. Şeytân'a uydu. Doğru yoldan çıktı. Fakat eğer dileseydik, o kişiyi
bu âyetlerle iyilik mertebesine yüceltirdik. Ama o kişi dünyaya bağlandı, onun hevesine uydu. Onun
hâli tıpkı, üstüne va-hp koğsan da, kendi hâline bıraksan da dilini çıkarıp soluyan köpeğin hâline
benzer. Âyetle rimizi yalanlayanların hâli işte böyledir. Ey Resulüm, sen hâdiseyi kâfirlere anlat. Olur
ki gereği gibi dü şünürler.» (A'râf sûresi, âyet: 175-176).

Bâûra oğlu Bel'am'a Hakk Teâlâ ukubette bulun

— 372 —

du. O da Melik'in kötülüğünden korktu. İsrâiloğulla rina bedduada bulundu.

«Tefsir haberlerinde İbn-i Abbâs (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edilmiştir ki: «O melik, Bel'-
âm'ı korkutup susturdu. Ondan dilekler diledi. Bel'ârr. kabul etmedi. O zaman Melik, O'na çok mal
verdi. Ve Bel'âm'ın bir karısı vardı o yabancı bir padişahın dinine tapardı. O kadın Bâûra oğlu
Bei'âm'a : «Eğer bu asker, kavmimizin üzerinden cekilmezse, ben de senden boşanırım!» dedi- Bel'âm
da padişahın verdiği mala tamah etti, hem de karısının sözlerini kabul ed'p dua etti.» Bu haber âyet-i
kerimelere uygundur.

O şehrin padişahı Baürâ oğlu Bel'âm ile altı ay bu sözün üzerinde durdu. Tâ ki duada buluna. En
sonunda padişahın sözlerini uyguladı. O gece sabah olunca Hz. Yûşâ, cenk etmek için hisar kapısına
doğru yürüdü. Baûrâ oğlu Bel'âm da bir eşeğe binerek şehrin kapısından dışarı çıktı. Çünkü o zamanlar
gerek peygamberler, gerekse veliler eşeğe binip giderlerdi. Çünkü eşeğe binmek alçak gönüllülüktü.
Bel'âm da bir eşeğe binmiş, kale kapısından şehir dışına çıkmıştı. Bir dağ tepesine çıkarak orada dua
etmek istedi. Bin-nıiş olduğu eşek yürümeyip durdu. Yerinden hiç kıpırdamadı. Isrâiloğullarının askeri
savaşa girişti. O şehrin melik'i hisarın önünde oturmuş, olanı biteni seyrediyordu- Berâm'ın nereye
gideceğini, nasıl dua edeceğini gözetliyordu. Eşek yürümeyip durunca, Bel'âm onu döğmeği,
kamçılamayı helâl görmedi. Eşeğin sırtından aşağı inmek istedi. Hakk Teâlâ, o hayvana dil verdi. Sahibi

247
248

ile konuşmağa başladı, Bei'âm'a: 'Nereye gidiyorsun? Kendi nefsini ateşe mi atıyor -sun?» diye sordu.
O zaman Bel'âm bu sözü eşekten Bitince hatâ ettiğini anladı. Eşeği geriye doğru sür-

dü. Yine hisara girmek diledi. Allah'ın lanetlediği İblis, Bel'âm'a kendisini gösterdi. Ona: «Ey Bel'âm!
Niçin geriye döndün?» diye sordu. O da: «Bu eşek bana, geri dönmezsem Hakk Teâlâ'ya âsi olacağımı
söyledi. Bundan ötürü geri döndüm. Zâten yapmış olduğum işin gerçekten hatalı olduğunu
biliyordum!» dedi. Şeytân: «Ey Berâm! Bu iş devlerin, sihirçilerin işidir. Çünkü eşek hiç kimseye söz
söyleyemez. Ve şimdiye .kadar da söylemiş değildir! Ama yapılacak iş, senin dua etmendir, hem de bu
gelen askeri geriye döndürmen-dir- Bundan sonra da bu kavmi Allah yoluna davet et. Onlar da sana
inanırlar ve emrine uyarlar. Sen de Allâhü Teâlâ Hazretleri'nden dileyesin ki sana Peygamberlik versin.
Bu kavmin içinde Peygamber olursun. Sana verilen bu mal, yine sende kalsın. Karın da sana baş eğip
yanında kala!» dedi. Şeytân'ın bu sözleri-üzerine Bel'âm dua etmek istedi. Eşeğini sürdü. Fakat eşek
yürümedi. O da eşekten aşağı inerek koy-verdi. Kendi hâline bıraktı. Kendisi yaya olarak dağın başına
çıktı ve duaya başladı. Bu sırada tsrâiloğul-lan şiddetli, kanlı bir savaş yapıyorlardı. Ansızın askerin bir
kanadı geri ters yüz kaçmaya başladı. Da ğıldı ve mağlûb oldu. Yûşâ (A.SO buna şaşırdı, kaldı Atından
aşağı indi. Secdeye kapandı, Allâhü Teâlâ -

ya yakardı -.

«Yâ Rabbl! ÎsrâUoğulları altı aydır hisarın kapı

sında savaş yapıyorlar. Bu şehir insanlarının kendi

lerine düşman olduğunu da biliyorlar. Hisarı tesh^

almaya az vakit kaldığından da haberlidirler. Bu g^

r! dönmek, bu kaçış, bu hezimet neden ötürwür

dedi. Allâhü Teâlâ, Hz. Yûşâ'a vahyedip-. ,na

«Onların içinde Benim bir kulum vardır ta, ^ îsm-i Âzâm'ı verdim. O isimle bana dua etti. v.eda
orduyu geri döndürdü!» diye buyurdu, Hz. Yuşa

•VTA.

^^ Ol"»

«Yâ Rabbi! Ben Ism-i Âzâm'ı ondan geri almanı diliyorum! Tâ ki o dua gibi bir kez daha dua etmesin!»
dedi. Bunun üzerine Yûşâ (A.S.)'a Hakk Teâlâ Hazretleri: «Duanı kabul ettim. Ism-i Âzâm'ı, hidâyeti,
îmânı, ibâdet giysilerini Bel'ârn bin Bâûrâ'nın üzerinden çıkardım!» diye buyurdu. Nitekim Kur'ân-ı
Azî-müşşân'da şöyle buyurulur:

«O kişi, o isimden kendisini koğdurda.» (A'râf sû resi, âyet: 175).

Hz. Yûşâ, bu haberi alınca başını secdeden kaldırdı. Isrâîloğullannı yeniden düşman üzerine sürdü.
Ordunun hepsi hisara doğru yürüdüler. Kalenin çevresini sarıp, oraya karargâh kurdular. Yûşâ (A.S.)

248
249

da yine cenge başladı. Bel'âm da yine duaya, yalvanşa başladı. Beni israil'e her dua edişinde, onlar da
daha ziyâde cenkleşip, hisara daha da yaklaştılar. Düşman padişahının askerini kırdılar. Melik:

«Ey Berâm! Bu sefer sen dua edince, neden ka ^ûl edilmiyor? Duan kabul edilmeyince de, askerler
geri kaçıyor, atılmıyor?» dedi. Bel'âm da Hakk Te âlâ'nın kendisine kızdığını anladı: «Göklerin îlâhı ba
n& hışmetti, kızdı, benim duamı kabul etmedi, geri Çevirdi. Ben de reddedilmiş kişilerden oldum!
Artık °ir dahi dua etmiyeceğim. Ama, başka türlü bir hile

e Sunayım ki o orduyu bu şehrimizden çıkarayım!» dedi.

r ° gün akşama kadar îsrâiloğulları savaştılar. Ka-Mv ,. çökunce geriye döndüler. Ertesi gün, şehrin ^ıki,
Bel'âm'ı geriye çağırdı-. «Bu düşman ordusu-ded"6 yapmak gerek ki üzerimizden defolsunlar?» Vad'
şellirde çok güzel kadınlar vardı, öyle ki dün y°k k?9!611' benzerleri yoktu. Bel'âm : «Hiç bir asker
"»âda bulunsun da galip gelsin. Hem bu Is-ar> taifesi kadınlara çok düşkündürler. Bu

TIK

'~~— O f *7 ~— -V

kadınların hisardan dışarı çıktığını görünce, herbirisi onlara karşı içlerinde bir hırs duyarlar, bir şehvet
hissederler. Ve o kadınlarla zinada bulunurlar. Ondan sonra da kınarlar, dağılırlar, ters yüz olup geriye
giderler! Şimdi ey Melik, sen buyruk ver. O kadınlar şehirden dışarı çıksınlar, israillilerden her kim o
kadınlara ol atarsa onların isteklerine tâbi olsunlar. İsraillilerle zina işlesinler. O zaman gökten, onlara
belâ iner, mağlûb olup, dağılırlar!» dedi.

Böylece o şehrin Melik'i Bel'âm'm söylediği bu sözleri kabul etti. Her ne dediyse yerine getirdi. Şehi-
rin Tçiîide ne kadar güzel kadın varsa, hepsini topladı ve şehirden ehşarı çıkmalarına emir verdi.
Kadınlar, şehirden dışarı çıktılar, îsrâîloğullan askerleri o ka dmlardım birer tane alıp, çadırlarına
götürdüler, On-larkî. 'i::••-,••'• -'sptılar. O zaman da gökten Taun (Veba) hastafeb. ?n; i. Vaktâ ki
îsrâîloğullan bu vaziyeti gör düler, o ökeden gitmeye başladılar. Hz. Yûşâ:

«Ey İsrâîloğullan! Bu işten vazgeçin, yoksa hepiniz yok olursunuz!» dedi. Harun (A.S.)'ın oğullarından
Gazar oğlu Fethas adında bir genç vardı ki çok güçlü, çok da kahraman bir bahadırdı, îsrâîloğulla-
rından birisinin çadırına koştu. Çadır sahibinin bir kadınla zina ettiğini gördü. Süngüsünü kavrayıp, zina
yapan adamı, îsrâîloğullan'nın ortasına getirdi- Ve Al-lâhü Teâlâ'ya şöyle nezirde bulundu -. «Ey kavm!
Biliniz ki bundan sonra içinizde her kim bunun gibi zinada bulunur, yasak olan şeyleri işlerse, O'nu da
bu şekilde öldürürüm!» dedi. Bu durumu gören îsrâiloğu ları çadırlanna aldıkları kadınları dışarı
koğdular Veba hastalığına tutulmayıp, sağ kalanların hep Nün oğlu Yüşâ (A.S.)'ın yanına geldiler.
Tevbe ve tiğfârda bulundular. Böylece Allâhü Teâlâ, veW ' üzerlerinden defetti. Veba hastalığından
tam 70.0^

râilli ölmüştü. Genç Fethas eğer böyle yapmasaydı, îsrâîloğulları'mn hepsi yok olur, giderdi. Vaktâ ki
has talik bıçak gibi kesildi; ertesi gün Cum'a idi. Yûşa (A.S.), yine kavmine: «Düşmana saldırın, cenk
yapın!» diye buyurdu. Asker, yine yürüdü. Allâhü Teâlâ da Yer'e : «Ey Arz! Depren!» diye buyurdu.
Kalenin bir tarafı çöktü, öğle vakti gelince de İsrâîloğul ları hisann içerisine girdiler. Kılıçlarını çekerek,

249
250

yürüdüler. Şehrin Bey'ini tepelediler. Bâûrâ oğlu Bel'âm'ı darağacma astılar, öldürdüler.
Yakaladıklarını şişlediler, kılıçtan geçirdiler. Vaktâ ki akşam oldu; savaşı bırakmak zamanı gelince
ibâdete koyuldular. O gece Cumartesi gecesiydi. İsrâîloğullan Cumartesi gecelerinde ibâdetten başka
bir işle uğraşmazlardı. Hem de Tevrat Şerîatinde buyruk böyleydi. Şehrin hisarı da tam ele geçirilmiş
değildi. O zaman Yûşâ (A.S.) 'ı bir korku sardı, kendi kendisine :

«Cumartesi günleri îsrâîloğullan cenk etmezler! Hiç bir yere gitmezler! Bu kâfirlerin sağ kalanlan,
onların üstlerine saldırıp zafer kazanırlar!» dedi. Allâhü Teâlâ'ya dua etti. Güneş geriye döndü, iki saat
vakit geçti. Öyle ki bu iki saat içinde İsrâîloğullan, kâfirleri tir kişi kalmamak üzere tepelediler. O şehri
ele geçirdiler. Akşam olup ortalık karannca cengi, tehir ettiler. Cumartesi günü gelince de Yûşâ (A.S.)
ibâdetle vaktini geçirdi. Musa (A.S.) 'm şerîatinde, Tevrat'ta ganimet malı helâl değildi. Hz. Musa
Dîninde olanlar, o zaman, ganimet malından ellerine ne geçse bir yerde Coplarlar, ateşte yakarlardı.
Eğer o maldan bir tel ip-ik saklasalar, ateş o toplu malı yakmazdı. O zaman a ganimet malından geride
bir şeyin kaldığı bilinir-• ° kalan şey ne ise, buldururlardı. Savaşlarının mak-geçtiğinin alâmeti de şuydu
: O ganimet malını mutlaka yakardı. Kabul edilmemişse, ateş yak-

377

Vaktâ ki Cumartesi günü geldi. Yûşâ (A.S.) îs-trâüoğvdlannın ortasına çıktı. O ganimet malının hep
sini bir yerde toplattı. Ateşledi, ama mallar yanmadı. Yûşâ (A.S.) son derecede hüzünlendi. Çünkü bu
ganimet malından bir kişi birşey çalmıştı. Böylece Allâhü Teâlâ, Yûşâ (A.S.)'a Cenâb-ı Hakk'tan o
çalınmış mal için tsrâiloğullan kabileleri arasında kur'a salınmasına emir geldi. O malı çalan kişi kur'a
ile belli oldu. Adı Âcizan'dı. Çalınan şey getirildi, öteki ganimet mallan ile birlikte ateşe verdiler ve yak
-

tılar.

Bundan sonra Yûşâ (A.S.), Isrâîloğullarına : «Şimdi Belkâ şehrine girin, Allâhü Teâlâ size onu Ceb-
bar'dan mîrâs verdi! Eğer o şehre girerseniz hepiniz secdeye varınız. Ve: «Bizi bağışla Yâ Rabbî!»
(A'râî sûresi, âyet: 161) deyin!» dedi. Sonra şöyle devam etti: «Bu dua ile Allâhü Teâlâ sizin gazanızı
kabul eder ve günâhlarınızı bağışlar! Atalarınızın da günâhlarını bağışlar. Onlar Tih sahrasında
kalmışlardı ve Musa (A.S.)'a itaat etmemişlerdi!»

Hakk Suhhânehu ve Teâlâ Hazretleri Kelâm-ı Ka-dim'inde bu kıssayı A'râf sûresinde şöyle buyurur:

«O zaman İsrâîloğullan'na-. "Bu şehirde yerleşin! Oranın ürünlerinden yiyin dilediğiniz kadar! 'Bizi
bağışla!' deyin. Ve secdeye vararak şehrin kapılarından girin. Biz de suçlarınızı bağışlayalım. İyi
hareket ediniz. İleride İyi işleyicilere bağışımızı artıracağız!» (A'râfsûresi, âyet: 161).

O vakit, onlar muhsinlerdendi, bu duayı hem sözle, hem gönülle söylediler. Allâhü Teâlâ da onların
günâhlarını bağışladı. Zâlim olan kişiler ise : «Bağışla yâ Rabbî! Bağışla bizi!» diyecekleri yerde-. «Yâ
Rabbü Sen, bize buğday ihsan eyle! Biz Tüı'den çıktık! Colt var ki buğday tanesi yemeyip acıktık!»
dediler

•'-••'• -—378 —

250
251

Bunlar 70.000 kişiydi. Allâhü Teâlâ, Onlara hış-rnetti,- gökten ateş yağdırdı. Hepsini yaktı. Kelâm-ı Ka-
dim'de şöyle buyurulm ustur:

«Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, biz de kötülükten alakoyanları kurtardık. Zulmedenleri ise,
ör taya çıkardıkları fesâdlar yüzünden şiddetli bir azâb ile yakaladık.» (A'raf sûresi, âyet: 165)

Bu kıssada büyük bir ibret vardır. Hiçbir kişi Allah (C.C.)'in kavlini hafife almamalıdır. Ve o sözden
şübheye düşmemelidir.

Beytü'l-Makdîs'te bir şehir vardı adı Ani idi ve i halkı da puta tapmaktaydı. Bundan sonra, Yûşâ (A.S-),
Jsrâîloğullanm aldı. O şehir halkının üzerine hücum etti, onlarla savaştı. Orayı ele geçirdi. Bu
savaşta 12.000 kişi kılıçtan geçirildi. Şehrin beyini de yakaladılar, darağacına astılar.

O şehrin dolaylarında bol yemişli dağlar vardı Oralarda köyler bulunuyordu. Orada bir çok kavim
oturmaktaydı.

Şam ülkesinde iki dağ vardı. Birisinin adı Gama. ötekisinin ise Sahson'du. O dağlarda çok kavm
yerleşmişti. Yûşâ (A.SO tsrâîloğullarını onlann üzerleri ne de saldırttı. O kavimler ise İsrâîloğullarmı
karşı lannda görünce âmân dilediler. Ve Yûşâ (A.S.)'a imân getirdiler. Hz. Musa dînini kabul ettiler.
Yûşâ (A.S.) bu kez onlan da geçerek ilerledi. Bir dağ vardı ki adı-Ra Ervâ derlerdi. O dağlan birçok
kavmler vaten edinmişti. Ve onların Bank adında bir Bey'i vardı- O bölgede o'ndan varlıklı, ulu, ni'meti
bol kimse yoktu. O' nun üzerine yürüdü. Onlar da âmân dilediler. Bun-kra âmân verildi. Sonra orduyu
ileri sürdüler. Batı yönünde beş şehir vardı. Her şehrin bir beyi vardı. O |*S bey elele vererek
birleştiler. Yûşâ (A.S.) 'a karşı k°ydular. Savaş yaptılar. Yûşâ (AJ5.) onlara karşı za-

379

fer kazandı- Mağlûb oldular ve selâmeti kaçmakta bu) dular. O dağın üstünde bir mağara vardı. O
mağaraya girdiler. Hz. Yûşâ, askeriyle birlikte o kavmin ardına düştü. Onları koğaladı. Sayısız adam
tepele diler. Hüdâyı Teâlâ, o kaçan adamların her birine birer belâ gönderdi. Hepsi yerli yerinde ölüp
kaldılar Öyle ki bu ölenlerin sayısı, kılıçla ölenlerden daha çoktu, Vaktâ ki Yûşâ (A.S.) onları bozguna
uğrattı, geri döndü. O beş şehri tuttular ve Beylerini, o mağaradan çıkartıp, getirdi. Birer birer astı.
Sonra Yûşâ (A-S.)'a şu haber geldi:

«Ey Yûşâ! Kılıçtan kurtulan dağlardaki o adamlar âmân bulmuşlar ve Hz. Musa Dînini açıkça kabul
etmişlerdi. Şimdi ise yeminlerini bozdular. Hz. Musa'nın Dîninden el çektiler,"

Hz. Yûşâ o sırada hastalanmıştı. Asker çekip onların üzerlerine varamamıştı. O zaman Hûda'ya dua
da bulundu. Yalvardı, yakardı. Allâhü Teâlâ da ver diği ni'metleri o düşman halktan geri aldı. Ve o
kavm çok yoksul kaldılar.

Allâhü Teâlâ Hazretleri, Yûşâ (A.S.) 'm duasını kabul buyurdu. Yûşâ (A.S.), o tutulduğu hastalıktan
kurtulamadı, öldü. Musa (A.S.) öldüğü zaman yüzyirmi sekiz yaşındaydı. Daha sonra da yirmisekiz yıl
yaşadı. Mezarı Şam'dadır' Ondan sonra Yûkana oğlu Kâ lib ve Hazkil, îsrâîloğullannı yöneltmek için
geldiler Kâlib, Yâkûb oğlu Şem'un kabîlesindendi. İsrâiloğul-larmın yurdunu tuttular. Ve bütün

251
252

İsrâîloğullarına egemen oldular. Bundan sonra îsrâîloğulları, batı yön lerinden başlayıp Yemen
sınırından geçti. Mısır'a yürüdü. Bark adındaki Bey'in yurduna geldiler Bunlarla savaşa
tutuştular. İsrâîloğullarımn karşısında perişan olup dağılıp, kaçtılar. Bark adındaki Bey J kalandı.
Onlardan binikiyüz kişi öldürülmüştü. KÖ

380

çanlar Şam diyarına ve Yemen iline gittiler. Ellerinde bulunan ni'metler uçtu gitti. Kendileri ise belâlara
uğradılar. Çünkü, Yûşâ (A.S.), onlara o türlü dua et misti.

En sonunda Kâlib ve Hazkil, Isrâîloğullarım yine Mısır'a götürdüler. Onlar kırk yıl Tîh Sahrasında kal
mışlardı. Yirmi yıl da Şam'da, Yemen'de ve Bat'ta savaşmışlardı. İsrâiloğullarından bir çok kişi Şam'da,
ve Beyti'l Makdîs'te kaldılar. Onların oğullarından bu gün de hâlâ Hz. Musa Dîninde olanlar vardır.

Bundan sonra Kâlib gittiği Mısır'da öldü. Hazkil ise nice yıl İsrâîloğuüannı yönetti.

HAZKİL (A.SJ'IN KISSASI

•f

îsrâîloğulları bu zâta Zü'1-Kifl derler. Ayrıca «fb-ni'1-Acûz» da denir. İsrâîloğulları içinde yalnız Musa
(A.S.) ve îsâ (A.S.) Hazretlerinin duası ile, bir de Hz. Zü'1-Kifl'in duâsiyle ölüler dirilmişlerdir.

Bu kıssa için şu rivayet vardır: Hz. Hazkil, Isrâ-iloğullarını kâfirlerle savaşa çağırınca, onlar buna
karşı çıkmışlardı. Bunun üzerine Allâhü Teâlâ, onların üzerine taun (veba) hastalığını göndermişti.
BU hastalıktan hergün sayısız insanlar ölürdü. Sonunda bir bölük insan bu hastalığa tutulmak
korkusundan ^açtılar. Şehirden dışarı çıktılar. Bir yöne saptılar. Al-fehü Teâlâ, onların hepsini de
öldürdü. Şehirde ka-an halk da şehirden dışarı çıktıkları zaman kaçan-arın hepsinin ölmüş olduklarını
gördüler. Kaçanlar 10000 kişi idi. Halk bu hâli görünce, onları toprağa S.ömmeye v&kit bulamadılar.
Çevresine bir duvar çek-vler- Onlan da o duvarın içine aldılar. Yabanî haydarın onları yemesinden
korudular. Bu olayın üze-

— 381 —.

rinden nice seneler geçti. Cesetleri tamamen çürüdü Bir gün Hazkıl (A.S.), şehirden dışarı çıktı. Onların
üzerinde göz gezdirdi. Ve onlara acıdı.. Hakk Teâlâ'-ya duada bulundu. Cesetleri çürümüş o insanların
hepsi hayat bulup dirildiler.

Hazkil (A.S.)'m ne zaman öldüğü belli değildir. Ve bundan sonra tsrâîloğullarından bâzıları puta
taptılar. Musa (A.S.) Dinini ve Tevrat'ı bıraktılar. Sonunda Allâhü Teâlâ. îlyâs (A.S.) 'ı Peygamber
yolladı. Uzun seneler onlara padişah oldu.

NEBÎ İLYÂS (A.S.) 'İN KISSASI

252
253

İsrâiloğulları kâfirleştiği zamanlarda bir kadın vardı ki adı Baal ^i. Çok güzeldi. İsrâîloğullan o'na
tapmaktaydılar. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur :

«şübhe yok ki İlyâs da gönderilmiş peygamberlerdendi. Kavmine o vakit şöyle demişti -. "Siz,
Allah'tan korkmaz mısınız? O en güzel Yaratıcı 'yi bırakıp da Baal adındaki puta tapıyorsunuz? Allah,
sizin de, önceki atalarınızın da Rabbi'dir!» (Saf f ât sûresi, âyet: 123-126).

in

Hz. İlyâs'ın soy kütüğü şöyledir : Harun oğlu Azar, o'nun oğlu Fethasa, o'nun oğlu Yâsun, o'nun oğlu
ll-yâs. Hakk Teâlâ, İlyâs (AJ3.)'a peygamberlik verince, o'nu îsrâîloğullanna yolladı. Ö da, onları Hakk
Dîne çağırdı. Hiç kimse îlyâs (A.S.) 'm Dînine gelmedi- Ama beyleri Receb Hak Dini kabul etti. Ama
kendi halkını îlyâs (A.S.) 'in Dînine uyduramadı. Hz. İlyâs'i kendisine vezir yaptı. O'na hürmette kusur
göstermedi-îlyâs (A.S.), melik Receb ile Hakk Teâlâ'ya 1» mislerdi. Bir zaman sonra Melik Receb Hakk

. girdiğine pişman olup, dînini bıraktı. Baal ismi

— 382 —

kadına secde etti. Hz. Ilyâs, Recebin dinini bıraktığını, Baal'a secde ettiğini gördü. O zaman Melik Re-
ceb'den ayrıldı. Dua etti. Yüce Allah, O'na : «Ey îlyâs! Gökleri sana itaatli kıldık! Sen her ne dilersen
dile!» diye buyurdu. Hz. îlyâs da: «Yâ ilâhî! bunlara yağmur verme!» diye dua etti. O yıl yağmur
yağmadı. Halk: «Yağmurun yağmaması îlyâs'm uğursuzluğundandır. O'nu öldürmek gerektir!» dediler.
Hz. îlyâs bu sözü işitti. Bir yere gizlendi. Onlar ise Hz. llyâs'ı arıyorlardı. Fakat bulamıyorlardı- Yağmur
yağmayınca mahsûllerin iyi olmayışından üç sene kıtlık oldu. Halk açlıktan kırılıyordu. Hiç kimse
ekmek bulamıyordu. Ama her yönden ekmek kokusu gelirdi. Onlar: «işte, îlyâs oradadır! Ekmek
kokusu O'ndan geliyor!» derlerdi. Fakat îlyâs (A.S.)'ı göremezlerdi.

Kadınlardan birisinin bir oğlu vardı. Açlık derdinden zayıf düşmüş, hastalanmıştı, îlyâs (A.S,) onlara
ekmek verdi. O çocuğun ismi Elyasa idi. Annesinin ismi ise Ahtub idi. O'nları Dine çağırdı, ikisi de Hakk
Dînine girdiler. Nice zamandan sonra Elyasa iyileşti, ama Hz. îlyâs'tan ayrılmadı. Hz. îlyâs her nereye
gitse, O da birlikte giderdi. Bir gün îlyâs (A.S.) şehirden dışarı çıktı. Üç yıl kimseye görünmedi. Yal-flız
gözde görünen o kadın oldu. îsrâîloğulları, o kadının heykelini yaptılar, kendilerine put edindiler. Adını
ise Baal koydular. Ve o'na secde ettiler. O üç yıl içinde de kıtlık oldu. Açlık yüzünden îsrâiloğullann-dan
bir çok kişi öldü. Hakk Teâlâ, Hz. îlyâs'a vahiy stti ve şöyle buyurdu : «Sana kim âsi oldu ise, onları
ortadan kaldırdım. Sana itaat edenlere ise yağ-vereceğim!»

O zaman îlyâs (A.S.): «Yâ îlâhi! Madem ki kıtlığı enim duamla verdin, bolluğu da benim duamla ver. a
Kİ halk benim değerimi, sıdkımı bilsinler. Putları

— 383 —

terk etsinler. Sıdk ile Hakk Dine bağlansınlar, teslim olsunlar!» dedi. Allâhü Teâlâ da duasını kabul eyle
di. O da yine dönüp tsrâîloğullarının yanına vardı. Onlara :

«Ey kavm! Allah Celle Celâlühû size üç yıl kıl

253
254

lik verdi. Siz niçin tapındığınız Baal'e: "Bu kıtlığı bi zim üzerimizden gider," demezsiniz? Eğer siz bana
ina mr da, benim dînime girerseniz, ben Allâhü Teâlâ'y« size yağmur versin diye dua eylerim. Allâhü
Teâlâ da size yağmur verir!» dedi.

Halk, Baal'i orta yere çıkardılar. Ne kadar yal-vardüarsa da Baal hiçbir cevâb vermedi- Baal'e kızdılar:
«Sen âcizsin!» dediler. Bunun üzerine llyâs (A S.) dua etti. Hemen yağmur yağdı, tlyâs (A.S.)'a sevgileri
ve saygıları arttı. Bâtıl olan dinlerini terk ettiler, Hakk Dîne döndüler. Allâhü Teâlâ da onlara bol bol
ni'met verdi. Bu devrin üzerinden hayli zaman geçtikten sonra, îsrâiloğulları yine dinlerini terk ederek,
mürted oldular.

îlyâs (A.S.) kavminin hak yoldan ayrıldıklarını görünce Elyasa ile şehirden dışarı çıktılar. Duada
bulundular- Allâhü Teâlâ, llyâs (A.S.)'a : Filân şehre git. Filân günde ne görürsen onun üzerine bin,
korkma!» diye vahiyde bulundu, llyâs (A.S.) da Elyasa (A.S.) ile emredilen şehre yöneldiler. Oraya
varınca, llyâs (A S.) bir ateşten at gördü. Allah'tan gelen ilâhî emre uyarak o ata bindi. Elyasa, bunu
görmüştü, llyâs (A.

S.) O'na:

«Bundan sonra beni göremiyeceksin!» dedi. Ve gözden kayboldu- Allâhü Teâlâ, O'nun yemek, içmek
lezzetini giderdi. O'nu Meleklerin makamına götürdü ve Kıyâmet'e kadar ömür verdi. Denizlerin
üstüne ha kim, egemen kıldı.

— 384

İL YAS (A.S.)'İN YERİNE GELEN ELYASA' (A.S.)'IN HABERİ

Vaktâ ki İlyâs (A.S.) gözden kaybolunca Ahtûbe oğlu Elyasa' (A.S.)'a peygamberlik verildi. O da halkı
Hakk Dîne davet etti. Lâkin hiç birisi bu davete icabet etmedi, Hakk Dinden ayrılarak mürted oldular
İsrâîloğullan içinde bir sandık vardı- O sandığa Sekine derlerdi. Bu sandığın baştarafı bir Toykuşuna
(Kaz dan daha |ri bir yabani kuşa) benzerdi. Her kimin ne haceti olursa, o sandığın önüne gelirler, dua
ve yakarışta bulunurlardı. Allâhü Teâlâ da onlann dileklerini yerine getirirdi. Eğer onlann üzerine bir
eşkiyâ gelmiş olsa; onlar, sandığı ortaya çıkarırlardı. O zaman da o sandıktan cenk oyunu gibi bir ses
gelirdi. Allâhü Teâlâ, o eşkiyâ üstüne bir korku bırakırdı. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«Peygamberleri, yine onlara şunu söylemişti, O'-nun (Tâlût'un) padişah ve hükümdarlığının en açık
delili, size Rabbınızdan güç ve güven veren, içinde Musa ile Harun ailesinin geride bıraktıkları
emânetleri bulunan ve Meleklerin taşıdıkları sandıkla gelmiştir. Eğen imân getirmezseniz bu, sizin için
bir işarettir.» (Bakara sûresi, âyet: 248*.

Bu sandıkta Musa (A.S.)'dan geri kalan asası ve çölde giydiği nalınlan ile Hz. Harun'dan geri kalan
tülbenti ve bir ölçek içinde Tîh sahrasında gökten mea Men'den (Kudret helvasından) vardı. Musa (A-
S.) levhaları getirip yere vurunca bir levha kırılmıştı. O kınlan levhayı da, o sandığın içine koymuştu.
Sandığı Musa (A.S.) saklamaktaydı. Vaktâ ki Elyasa' (A. S), Allâhü Teâlâ'nın rahmetine erdi,
İsrâîloğullannın ]Çinde peygamber kalmadı. O sandık beylerin eline Seçti. Onun önünde zina ettiler.
Musa (A.S.)'m Dînin-

aynldılar. Dîninden aynlmayan az kişi kalmıştı.

254
255

F./25

— 385 —

Bunlar ise dinlerini saklarlardı. Allâhü Teâlâ, îsrâil-oğulları üstüne zâlim beyler gönderdi. Onların
arasın, da bir bey vardı ki adına Emlâk derlerdi. Rum asüh bir bey çıktı. O'na Câlût denirdi. Emlâk'ın
üzerine asker gönderdi. Emlak da îsrâîloğullannı O'nun üzerine savaşa yolladı. Ve sandığını da
gönderdi. Vaktâ ki iki Ordu birbiriyle karşılaştılar, çok çetin bir savaş oldu. îsrâîloğullan yenildi. O
sandık Câlût'un eline geçti. O da onu puthâneye yolladı. Bu haber Emlâk'a yetiştiği zaman ödü patladı.
Hemen oracıkta can verdi- Câlût'a haber verdiler. Câlût geldi, îsrâiloğullarını zelil ve perişan etti.
Onların üzerine bir bey tâym etti. 400 yıl da îsrâîloğullan peygambersiz kaldı. Ai lâhü Teâlâ onlara
acıdı, ismail (A.S.)'ı peygamber gönderdi. Dörtyüz yıl içinde yirmi kişiyi aşkın kimse Beylikte
bulundular.

îsrâîloğulları içinde bir kişi vardı ki adına Küs^n derlerdi. Lût soyundandı. Câlût, o'nu onlara vali yap
ti. O da Emlâk'tan sonra sekiz yıl beylikte bulundu. O da ölünce, Kâlûn ili beyinin bir kardeşi vardı, ismi
ise Nevfel'di. Beyliği o aldı. Kırk yıl beylik yaptı- öldüğü uzaman Hıyâver adında bir bey, bey olup onse
kiz yıl beylikte bulundu. Onun ardından da Yâsir adın da bir bey yirmi yıl beylik etti. Onun da ardında;)
Dîvân adlı bir kadın beylik etti. Yâsir'i öldürdü. Kırk yıl kardeşi beylikte bulundu. Çünkü Dîvân, beyliği
kar deşine vermişti. Kardeşinin adı ise Bârik'ti. İkisi de öl dükten sonra Şerir adında biri yedi yıl beylik
yaptı Onun da ardından oğlu tymek, bey oldu. Üç yıl hükmetti. Onun ardından İkrûn beyliğe geçti.
Sekiz Y1 beylikte kaldı. Rivayete göre, bu beylerin üçü ve dördü ayrı ayrı beylik kurdular, îkrûn'un
beyliği" tşmoîl (A.S.) peygamber oldu.

jSîEBİ İŞMOİL (A.S.) 'İN HABERİ

Bu beylerin zulmü hududu aşınca îsrâîloğullan Allah'a yalvardı. Duâlan kabul edildi. O zamanlarda
bir bilgin kişi vardı ki adı îyl idi. îsrâîloğullarına ona : «Ey îyl! Peygamberlik sıbtmı (oğullarını) ara. Hiç
gebe olan kadın var mıdır, yok mudur gör!» dediler. O da araştırdı. O vakitlerde Nebî soyu Lâvi
soyundaydı. Ve saltanat Yâhûdâ soyundaydı. İyi, kalktı Lâvî soyunu aradı. Bir kadın gördü- Bu kadın
gebeydi. Onu gözettiler. Çocuk doğurmasını beklediler. Günü gelince bir erkek çocuk doğurdu, adını
İşmoîl koydular, lyl onu aldı, besledi, büyüttü. Ona Tevrat'ı öğretti.

Nihayet îşmoîl kırk yaşına erişti. Allâhü Teâlâ Hz. İşmoıl'e peygamberlik verdi. O zaman Yuhanna
oğlu Nevfel, İsrâîloğullarmın içinde Bey'di. Bir gün Hz. İşmoîl ile îyl bir evde uyuyorlardı. Cebrail (A.S.)
geldi, Hz- İşmoü'i çağırdı. Vaktâ ki sabah oldu, Hz. İşmoîl olayı İyl'e bildirdi. O ise Allâhü Teâlâ
tarafından peygamberliğin kendisine verileceğini umardı, Bu haberi alınca, Hz. İşmoil'in peygamber
olacağını anladı:

«Ey oğul! Eğer bu gece de seni çağırırlarsa, çağırana : "Lebbeyk ü sa'dek ü ena beynne yedeyk" de!»
dedi.

Vaktâ ki Cebrail (A.S.), Hz. İşmoil'i çağırdı; O da cevâbını böyle verince: «Ey İyi! Cebrail (A.S.) bana
sesini duyurdu!» dedi. Allâhü Teâlâ'mn O'na nübüvvet irdiğini bildirdi. Vaktâ ki sabah oldu. İşmoil

255
256

(A.S.): v&u gece Allâhü Teâlâ bana peygamberlik verdi!» di-ye haber verdi İyi, bunu İsrâîîoğullarma
haber ver-di- Onlar da sevindiler. Hz. İşmoıl'e geldiler. Allah'a lrn*ö- getirdiklerini söylediler. İkrûn, o
sırada hastay-1 "2 İşmoîl'in peygamber oluşundan üç gün sonra

— 386 —

.Ey Muhammedi dan ileri gelenlerin

bir

gönder de onun

lâhü

brtlloSullarm. ^^ Onlar,

, »Bize bir padişah da dW-. O da on-

Her kimi bey ey-

bölmüştü. Babası kendisini kaybolan eşeği aramaya göndermişti. Hz. İşmoîl, O'nun padişah olmasını
istiyordu. O ise eşeğini aramaktaydı. Hz. İşmoil, Tâlût'u "uzaktan gördü- El sallayarak yanına çağırdı.
O'na: «Ey Tâlût! Bu günden sonra sen İsrâüoğullarımn içinde bey ve hâkim olacaksın. Hem onlara
başkan olup Câlût ile savaş yapacaksın. Bu böyle gerektir!» dedi. Tâlût da O'na: «Ey Allah'ın
peygamberi! Sen biliyorsun ki benim kabilem ve yakınlarım, ve akrabam azdır. İsrâîloğullarının içinde
benden daha yoksul kimse yoktur!» dedi. Hz. İşmoîl (A.S.) da .- «Evet, gerçek söylüyorsun. Lâkin bu,
Hûda yargısıdır. Her hüküm O'nundur. Ne dilerse onu yapar!» dedi.

İşmoil (A.S.)'m evinde bir yağ vardı- Ona kutsal yağ derlerdi ve Yûsuf (A.S.)'dan miras kalmıştı.
Peygamberin emrindeydi. Bir kişiyi bir ülkeye padişah yapsalar, o yağdan o'nun başına ve yüzüne
sürerlerdi. Ve: «İşte temizlendi ve padişahlığa hak kazandı!* derlerdi.

Hz. İşmoîl, İsrâîloğullarını biraraya topladı, on -

M TAlAJ-vun KISSASI

Hakk Celle ve Âlâ, Işmoü l A.S.) 'a bu vahyinde Tâ lût'u Bey seçtiğini bildirdi. Tâlût'un adı o zamanlar
HIYÂVER idi- Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

256
257

«İsrâîloğullarma peygamberler-. "Allah size Tâ t'u padişah (Melik) olarak gönderdi." diye buyurdu

- -AT-OCİ. âvet: 247),

"*ı~-,H oğlu Büny*

•--.hb

«Allah, Tâlût'u size padişah olarak gönderdi, dedi.»

'Bakara sûresi, âyet: 247). İsrâîloğullan da:

«O bize nasıl buyruk salar? Bizim de padişahlığa O'ndan daha çok hakkımız var! O, bizden daha
zengin de değil, dediler,» (Bakara sûresi, âyet: 247). diye ce-vâb verdiler, tşrnoîl (A-S.) da:

-Allâhü Teâlâ, O'nu üstünüze seçti. O'na ilim ver-11 Suç verdi.* (Bakara sûresi, âyet: 247) dedi.
nınH^lk' Işmoîl (A-S.)'a: «Bu ülkeyi Allâhü Teâlâ'-.-1} °>na verdiğine hüccet nedir?» dediler. O da şu
ce-abl verdi: :

% *Kanİ SİZ AUâ?1'tan daima bir sandık dilersiniz ki geri versin. İşte Tâlût'un padişahlık alâmeti o

— 389 —

sandıktır ki, o sandık her ne yerde ise yine size gelecektir.» (Bakara sûresi, âyet: 248)

tsrâîloğullan o zaman: «O sandık yine bize gelirse, O'nun Hakk melik olduğuna inanır, O'na baş

eğeriz!» dediler.

O sandık, o zamanlar kâfirlerin elindeydi. Onun nerede bulunduğunu hiç kimse bilmezdi. Kimileri:
«Onu düşman aldı, gitti, bir evde sakladı!» derlerdi. Her kim ona yaklaşsa akan kanı durulmayan nâsûr
hastalığına tutulurdu. Böylece Allâhü Teâlâ o sandığı Tâlût'a padişahlık alâmeti kılmak dileyince, o
kâfirlerin arasında nâsûr hastalığını belirtti- Ve hepsi de o belâya tutuldular. Sandığı aldılar,
îsrâîloğullan-nın bucağına bıraktılar. Allâhü Teâlâ, Meleklerine buyurdu. O sandığı oradan aldılar,
îsrâîloğullan bucağına götürdüler. Onlar da Gökyüzü'ne bakıyorlardı ve sandığın gökten geleceğine
inanıyorlardı. Ama sandığı Gökyüzünden getiren kimse yoktu, îşmoîl (A.S.) onlara: «Sandık size
getirildi!» dedi,

PADİŞAH TÂLÛT ÎLE CÂLÛT'UN HÎKAYESİ VE ÇÂLÛTtJN ÂKIBETt

Rivâyetçilere göre; Cahit Ad soyundandı. Boyu çpK

uzundu. Rûm ve Filistin ülkelerine bey'di. Selem nes-

lindendi. Vaktâ ki îşmoîl (A-S.), Tâlût'u bey yap";

257
258

O'na: «Câlût'un üzerine var, onunla savaş yap =»'

na üçyüzonüç kişi uyacaktır!» dedi. Tâlût'a bir z^

verdi. Ve O'na: «Her kim bu zırhı giyerse Calûtu<0u

dürecektir!» dedi. Ve bir de boynuz verdi. Ve^« ^

zırh her kimin boyuna uygun, gelirse, başına ^k

boynuzu koysun! îşte Câlût'u öldürecek kişi c»o ^

tır! Bu zırh kimin boyuna uygun gelirse bu

da tepesine yerleştirsin. Boynuzdan hemen yağ akar. O kişinin cemâli ela gözlü, kızı! benizli olacaktır.
Câlût'u o Öldürecektir.»

Zırh çok kısaydı. Tâlût bunları aldı. Ve adamlarını şöyle bağırttı : «Ey halk, hazır olunuz! Savaşa
gideceğiz!»

İsrâîloğullan da hazır oldular. 90.000 adam toplandı- İşmoîl (A.S.) bu kadar askeri görünce Tâlût'a
şöyle dedi :

«Sen filân gün bir çöle rastlayacaksın. Sabahtan ikindi vakti bir suya varacaksın. Sen askerine de ki :
"Benim yol arkadaşım o kişilerdir ki bu sudan, onu geçirinceye kadar içmelidir. Ama senin bu sözünü
dörtbin kişi tutacaktır. Ama Câlût'u görünce o dörtbin kişi kaçışacak, ancak üçyüzonüç kişi kalacaktır.
Sen korkma. Hakk Teâlâ sana yardım eder.» dedi.

Işmoîl'in öğütleri tamam olunca Tâlût atma bindi, yola düştü. O suya geldi, askerine .- «Benim yol
ar-daşım bu suyu geçerken ondan içmeyendir! Yalnız bir avuç dolusu içebilir!» dedi. Nitekim Hakk
Teâlâ Şöyle buyurur :

«Her kim ki o suyu içerse o kişi benim yol arkadaşım değildir. Onu yanımda götürmem. Her kim ki 0
sudan tatmazsa o benim arkadaşımdır. Meğer ki eli üe ancak bir avuç su avuçlaya-» (Bakara sûresi,

t: 249) .

Vaktâ ki su kıyısına erdiler. Hiçbir kişi Tâlût'un îhatını tutmadı. Suyun başına üşüştüler. O sudan ,
içenler 86.707 kişiydi. 4.000 kişi ise ırmağı geç-

5,n(j" rmata vardıkları zaman askerin pek azının dı-*• lr«ıak suyundan kana kana içti Tâlût, sözüne

— 391 —

• er- oradan su içmediler. Nitekim Allâhü Teâlâ şöyle 3uyurur :

Dâvûd da Su

258
259

uyanlarla birlikte karşı kıyıya geçti.» (Bakara sûresi,

âyet: 249).

Tâlût, o 4.000 kişi ile gitti, bir mevkiye kondu. O zırhı, o dörtbin kişiye giydirdi- Zırh, kimsenin
boyuna uymadı, îsrâiloğullannm içinde bir kişi vardı ki, Yahudi soyundandı. Ona îşâ derlerdi. Oniki
tane oğlu vardı. En küçüğü Dâvûd idi. Ona koyun otlattırırdı. Halkın arasına çıkarmazdı. Boyu kısaydı.
Tâlût, bu zırhı, isa'ya giydirdi. O'na da uymadı. Tâlût, O'na : «Hani, oğlunun birisi burada yok, o
nerededir?» diye sordu, îşâ.- O kısa boyludur. Utandığımdan O'nu halka gösteremiyorum. Koyun
gütmeğe göndermiştim O'nu!» dedi. Tâlût: «O ne zaman gelir?» diye sordu- îşâ da ; «Şimdi gelir! Bize
yoğurt getirecek. Geldiğinde size haber veririm!» dedi. Tâlût da çadırına çekildi. Vak-tâ ki aradan
birçok zaman geçti, Dâvûd, biraz yoğurt aldı, babasına getiriyordu. Yolda gelirken üç taş dile gelip
O'na •. «Ey Dâvûd! Beni de götür. O Câlût'un ölümü benden olacaktır!» dedi. Hz. Dâvûd şaşa kaldı. O
taşları aldı, arkasındaki torbasına koydu. Babasına: «Bir zaman uyumuşum. Rüyamda bir arslanı tutup
yakaladım!» dedi. Babası îşâ: «Büyük bir düşmana karşı zafer kazanacaksın!» dedi. Hemen
oğullarından birisini Tâlût'un çadırına yolladı. Ve O'na : «Babamın söylediği oğlu geldi!» dedi- Tâlût
kalktı, çadırından dışarı çıktı. Atma bindi. Birkaç adamla birlikte îşâ'nm çadırına geldi. Hz. Davud'u
gördü. O'na, o zırhı giydirdi. Vücûduna tastamam geldi. O boynuzu da O'nun başına koydu. Yağ
akmaya başladı: Tâlût: «Yâ Dâvûd! Bu Câlût'u Allah'ın inâyetiyle öldürebilir misin?» diye sordu. Hz.
Dâvûd da: «Evet. Allah'ın inâyetiyle O'nu öldüreyim!» dedi. Tâlût da: «Nasıl bir at ve silâh istersin?»
diye sordu. Hz. Dâvûd bir şal göm lek giymişti. Sapanını da beline bağlamıştı. Talût'a;

^erim, cevâbı verdi. " favaW«*an?'- diye sordu. Hz.

Aynca da h - ' n klzımı sana v^i-

koH ç

kaldı. Onlara başlarındaki din bilginleri .

1- dedı-

rahmetine kavu-şu cevâbı verdüer: «

yenen nice topluluklar vardır. Al-SOSterenlerle ««ktedlr.. (Bakara sûresi,

oldu- Talût §öyle dua etti .-

âyet:

U- Tâlût'a bir adam

— 392 —

259
260

— 393 —

«Ben ki bu kadar askerle gemim, utanırım seninle savaşmağa, ama dileğim, senin karşıma yalnız
başına gelmendir. Ben de yalnız başıma" ortaya çıkarım. Birbirimizle teke tek savaşalım. Görelim : Sen
mi beni, yoksa ben mi seni öldürürüm!» dedi. Tâlût da bu teklifi işitince Hz. Davud'a dedi ki •. «Ey
Dâvûd! Meydana gel!» Hz. Dâvûd, o şal gömlekle ortaya çıktı. Câlût, Dâvûd (A.S.)'ı görünce atını
tepti. O da meydana girdi. Dâvûd (A.S.) 'a şöyle bir nâra attı -.

«Ey hakir kişi! Niçin geldin?» Dâvûd (A.S.) da-. «Şunun için geldim ki seni öldüreceğim!» diye ce-

vâb verdi. Câlût:

«Beni nasıl öldürebilirsin ki sende silâh bile yok Benimle nasıl savaşırsın?» dedi. Ve güldü. Dâvûd (A.
S.) sapanını belinden çıkardı. Elini torbasına soktu. Oradan bir taş çıkardı. Sapanına koydu. Câlût buna
güldü:

«Senin taşına kalkan ne gerek?» dedi. Dâvûd

(A.S.) :

«Bismi'llâhi'r-Rahmâni'r-Rahîm» diyerek o taşı

attı. Allâhü Teâlâ Hazretleri emreyledi. Taş Câlût'un aminin çatına değdi. Câlût'un kafatası fırlayıp
beyni dışarı fırladı- Attan aşağı yıkıldı, can verdi. Tâlût'un askeri bu hâli görünce Câlût'un askerine
saldırdılar. Allah'ın izniyle onlan bozdular, darmadağın ettiler. Geri kalan askerleri de teslim oldular,
esir edildiler. Allâhü Teâlâ Hazretleri şöyle buyurur •. «Nihayet, Allah'ın izniyle kâfirleri bozguna ufi
rattüar. Dâvûd t A.S.) da Câlût'u öldürdü. Allah, Ona padişahlık ve peygamberlik verdi. Dilediği bilgileri
öğretti (Bakara sûresi, âyet: 251).

Vaktâ ki Tâlût bu zaferi gördü, eline ne ganimet -'-geçti- ise hepsini yaktı. Oradan göçtü. Geriye
döndü,

— 394 —

şehrine vardı. Vaktâ ki tşmoil (A-SA'a-geldi-, olanı bi t«aiiha*wr^«sfr.^İsmail (A£.4> da O'aa •.

«Sen de ne gibi şartta bulundun ise vefanı gös ter!» dedi. Tâlût da kızını Hz. Davud'a verdi. Ve bey.
ligini de O'na teslim etti.

TÂLÛT'UN, HZ. DAVUD'A KASDI VE ALLÂHÜ TEÂLÂTMIN DÂVÛD (A.S.)*A YARDIMI

Bu olaydan nice yıllar sonra halkın çoğu Dâvûd (A.S.)'a tâbi' oldular. O'nu Tâlût'tan çok seviyorlardı-
Tâlût, Hz. Davud'u kıskanırdı. Ama îşmoîl (A.S.)'-dan korkmaktaydı. Kıskançlığını dışan vurmazdı.
Vaktâ ki otuz yıl tamam oldu, îşmoîl (A.S.), bu fâni dünyadan bakî dünyâya, âhiret âlemine göçtü.
Tâlût da, Dâvûd (A.S.)'ı Öldürmek sevdasına düştü- Tâlût'un kızı Hz. Davud'un karısıydı. Bunu

260
261

duyunca Dâvûd (A.S.) 'in babasının elinden ölmesini istemedi. Hemen kocası Dâvûd (A.S.)'a ; «Babam
bu gece seni öldürmeğe geliyor!» dedi. Dâvûd (A.S.) da saklandı. Karısına: «Bu gece, her zaman
olduğu gibi döşeğimi yap. Bir tuluma şarap doldur. Döşeğimin içerisine onu koy. Üstüne de çarşaf ört.
Vaktâ ki baban geldiğinde, beni yatağımda yatıyor sanır. Ben de kaçarım!» dedi Karısı da Dâvûd
(A.S,)'in söylediklerini yerine getirdi. O zamanlarda şarap helâldi. Hz. Davud'un kansı bir tulumu
şarapla doldurdu. Dâvûd (A.S.)'in dediği gibi yaptı. Tâlût o gece yatağından kalktı, Dâvûd (A. S.) 'ı
öldürmek için evine geldi. Hz. Davud'un yatağını serUmigi^orünce içerisinde yatanı Dâvûd (A.S.)
sandı. ^zgmMt içerisinde iteriedi. Kümemi Mr kez .çaldı. Ya-tağm içerisindeki tulum ve döşeği" iki
parçaya ayır-

— 395 —

di. O şaraptan bir, iki katre Tâlût'un yüzüne sıçradı. Burnuna şarap kokusu geldi. Tâlût -. «Miskin
Dâvûd, bu gece şarabı çokça kaçırmış olacak. Kendisinden şarap kokusu geliyor!» dedi. Fakat tulumu
gördüğü zaman olanı biteni anladı. Bu işin nasıl çıktığını bildi. Kızını öldürmek istedi. Onu aradı.
Bulamadı. Ve -. «Hangisini bulursam âmân vermeyeyim, tepeleyeyim!» dedi. Ertesi gece Hz. Dâvûd,
kaynatası Tâlût'u yataı buldu, iki oku yastığının altına koydu. İki oku da sağ yanına dikti. İki ok da sol
yanına dikti. İki ok da ayak ucuna koydu. Bu okların üzerlerinde Dâvûd (A.S.)'m ismi yazılıydı. Tâlût
uykudan uyanınca bu oklara baktı. Her okun üzerinde Dâvûd (A-S.)'m isminin yazılı olduğunu gördü.
Hz. Davud'un yanına yaklaştığını anladı. Kendisini öldürmek için fırsat bulmuşken öldürmediğini
anladı: «Davud'un keremi benden artıkmış! Acımış bana! Ben, O'na mecal vermedim. O ise gerçekten
beni buldu, öldürmedi!» dedi. Sonra kızını da

severdi.

Böylece nice zaman geçti. Bir gün Dâvûd (A.S.) karısı ile ata binmiş sahrada gidiyorlardı. Tâlût,
ansızın bunların önüne çıkageldi, Dâvûd (A.S-)'ı gördü. Atını O'nun üzerine sürdü. Dâvûd (A.S.) bu
saldırıyı giderdi, atını ileri sürdü, gitti. Tâlût da O'nun ardınca tâkib etti. Dâvûd (A.S.) bir dağbaşına
vurdu. O mağaranın kapısına ağ gerdi. Tâlût, Dâvûd (A.S.)'m ardınca mağara kapısına kadar geldi.
Orada örümcek ağım gördü- Oraya kimsenin gelmediğine kanaat getirerek geriye döndü. Şehre geldi.

Onun saltanatı kırk yılı doldurmuştu, îsrâîloğul-ları bilginlerinin kendisini kınadıklarını ve Dâvûd (A-
S.)'ı övdüklerini gördü. Emretti. O bilginleri tepelet^ Ama tsrâüoğulları'nın içinde din bilgini kalmadı.
An*a bir sâliha kişi, bir hâtûn kalmıştı ki duası kabul ed -

— 396 —

lirdi. Tâlût, emretti. O kadını getirdiler. Kumandanlardan birisinin eline verdi: «Bu kadını da öldür!»
dedi. O kumandan ise çok ileri görüşlü, akıllı bir kimseydi. Kendi kendisine: «İsrâîloğullan'nın içinde ^r
bilgili kadın kalsın!» diyerek, o'nu kendi evine götürdü. O'na hizmet etti. Bunun üzerinden nice günler
geçti. Tâlût, o din bilginlerini öldürttüğüne pişman oldu. Ağlamaya başladı. O bilgiç kadını saklayan
kişiye : «İsrâîloğulları'nın içinde ne iş yapacağını sofaca-: ğım kimse kalmadı ki!» dedi. O kişi de : «Ey
padiş&-^ hım! Senin hikâyen şuna benziyor! dedi. Bir yijuk56^ rütbeli asker bir köye konuk olarak
gelmişti. AK§arn olduğu vakit bir horoz sesi işitti. Bu : "Uğursu^ kır horoz sesidir!" dedi. O köyde ne

261
262

kadar horoz varsa hepsinin öldürülmesine emir verdi. Emir yerine Se^-~ rildi. Vaktâ ki uykusu gelip
yatmak istedi. Yanır*daki adamına: "Beni horoz öttüğü zaman uyandır! Kalkıp gideriz!" dedi. O da:
"Bu köyde horoz bırakrfiadı-nız ki hepsini öldürttünüz, horoz sesi nasıl işitip ^e seni uyandırayım!"
dedi.» Tâlût, bu öyküyü işi'ti1106 çok ağladı. Kendi adamına: «Eğer bir bilgin kimse tanıyorsan bana
haber ver!» diyerek yalvardı. O da: «Bilmiyorum. Ama bana öldür diye teslim ettiğin ^ır kadını
öldürmedim- O günden bu tarafa sizden korkuyorum!» dedi. Tâlût: «O kadım tez bana g0tir!» dedi.
Adamı gidip evinde saklı bulunan kadım T^-H** ~ un yanma getirdi. Tâlût, o hâtûnu bir bügin bilerek
Bilmediğini ondan öğrenmek diledi. Tâlût O'na: *^Ç bir peygamber mezarının yerini bilir misin? Ban»
diresin ki ben oraya gideyim. Sana da çok dua ri«ı. Tâ ki Hakk Teâlâ, O'nu diriltsin! Sonra bu O'ndan
soralım!» dedi. O kadın da.- «Bilirim!» t* Kalkıp gittiler. Hz. Yûşâ'nm kabrini buldular. O 4>"ı dua etti.
Allâhü Teâlâ, Yûşâ (A.S-)'ı diriltti.

. onrr

*JfJ l

O'ndan, Tâlût'un tevbesini sordu. O da : «Tâiût'un tev-besi şudur: O cebbar beylerin şehirlerine
varmak, onlarla savaş yapmaktır ve çocuklarının kendi gözünün önünde şehit olmasıdır. Onlardan
sonra kendisinin ölünceye kadar cenk etmesidir. Allâhü Teâlâ o zaman O'nun tevbesini kabul eyler!»
dedi. Yûşâ CA.S.) bu haberi verince yine ruhunu teslim etti. Tâlût onun verdiği bu haberden üzüldü.
Evine geldi: «Çocuklarım bunun gibi işte bana nasıl itaatli olur?» dedi. Ağlamaya başladı. Bu olay
üzerinden nice gün geçti. Tâlût'un ağlaması daha da arttı. Babalarının ağlamasına çocuklarının
gönülleri üzüldü. Babalarının yanına geldiler : «Baba! Bizim canımız sana feda olsun. Biz o iş için gam
yemeyiz!» dediler.

Tâlût kalktı. Erkek çocukları ve nice yiğit kişileriyle o cebbarlar şehrine doğru gitti. Oraya vardığında,
onlarla savaş yaptı. Bütün oğulları tepelenerek öldürüldüler. Bunlardan sonra kendisi öyle savaş yaptı
ki, en sonunda O'nu da öldürdüler. Böylece Hakk Teâlâ, O'nun tevbesini kabul etti.

DÂVÛD (A.S.riN PADİŞAHLIĞI VE PEYGAMBERLİĞİ

Haberleri rivayet edenler der ki : Tâlût ölünce beylfk Da^d C A S*'a geçti- Allâhü Teâlâ, Dâvûd
^Peygamberlik verdi. O'nun Tbrâhim Halil (A.S.). soyundan Ishak, "sürer gelir. Hakk Teâlâ f

«Ey Muhammedi Kâfirlerin «»jj? her

Güçlü kutamuz Davud'u hatırla. Çünkü Davud, h zaman Allah'a yönelen kişiydi, (Sâd suresi^ ayet. *
«Davud'un saltanatını daha da güçlendirdik, u

— 398 —

peygamberlik ve (Zebur kitabını) verdik. Ve hitabetini artırdık.» (Sâd sûresi, âyet: 20) •

Dâvûd (A.S.)'a Allah'ın verdiği kudret o kadardı ki, O'nun kapısında tam 4.000 kişi dururdu. Bir ay
geçmeyince, nöbet o dört bine düşmezdi. Hiç bir peygambere padişahlıkla peygamberlik bir arada
verilmemişti. Hakk Teâlâ şöyle buyurur -.

262
263

«Ey Dâvûd! Seni, şübhesiz, yeryüzünde, tâ ki adaletle hüküm veresin diye hükümdar kıldık.» (Sâd
sûresi, âyet: 2).

Böylece Allâhü Teâlâ, Dâvûd (A.S.)'a bu -cihanı verdi. Rahmet vaad eyledi. Nöbet Hz. Süleyman'a
erdiği zaman o da padişahlık diledi. Yaradan'ına yalvardı, yakardı, dua. etti, şöyle dedi:

«Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana öyle bir sultanlık ver ki benden sonra hiç kimse bu sultanlığa
erişeme-sin. Hiç kuşku yok ki Sen bütün dilekleri armağan edensin.» (Sâd sûresi, âyet: 35).

Âlemlerin Rabbi olan Allah (G.C.) Hz. Süleyman'ın duasını kabul buyurdu. O'nun hakkında Cenâb-ı
Hakk şöyle buyurur:

«Hiç şübhe yok ki, O'nun katımızda yüksek bir mertebesi, güzel bir geleceği (âhireti) vardır.» (Sâd
süresi, âyet: 40).

Kıyamet Günü, Süleyman (A.S.)'dan on padişahlık hesabı sorulacaktır.

Padişahlık dileyen Dâvûd (A.S-), Allah'tan rah -met de diledi. Her kim bu cihanı dilerse, Allâhü Teâlâ
O'na bu cihanı verir. O'na hükmetmeği öğretti. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur :

«Biz, O'na hikmet ve hitabet gücü verdik.» (Sâd sûresi, âyet: 20).

Allâhü Teâlâ, Dâvûd (A.S.)'a, halkı Musa (A.S.)'-m dinine çağırması için emir buyurdu. Ve Zebur ki-

.— 399 —

tabını verdi. Ama Zebur'un içinde şeriat bildirümiyor-du. Onda olan Tevhid (Allah'ın birliği) idi. Allâhü
Te-âlâ, Dâvûd (A-S.)'a bir ses vermişti, O'nun sesini duyan kuşlar bile dururdu. Dâvûd (A.S.) ne zaman
Zebur'u okusa, bütün hayvanlar O'nun üstüne gelirdi. Sesi dağlarda yankılanırdı. Ondaıı önce dağlarda
bir kimse, birşey okusa dağlar yankûanmazdı, ses vermezdi. Bu yankılanma Dâvûd CA.S.) sağ oldukça
sürdü, gitti. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur -.

«Doğrusu Biz, akşam ve sabahleyin O'nunla (Dâ-vûd'la) birlikte teşbih eden dağları, kuşları da O'nun
emrine vermiştik. Her biri O'na yönelmişlerdi.» (Sâd

sûresi, âyet-, 18-20).

«Gerçekten Biz, Davud'a tarafımızdan bir fazilet bağışladık: "Ey dağlar, kuşlar, O'nunla birlikte tes-
bîh edin!" dedik. O'na demiri de yumuşattık-» (Sebe

sûresi, âyet: 10).

Dâvûd (A.S.), Allâhü Teâlâ'ya itaat ederdi. Adaletliydi. Odalıklarından başka doksandokuz hâtûnu
vardı. Her günü, üç kısma ayırmıştı. Birisi dünya işleri, ikincisi ibâdet, üçüncüsü de helâl kazanç içindi.
Devlet malından hiç bir lokma yemezdi. Kamu işlerine bakar, dâima da Zebur'u okurdu. Ve
peygamberlik faziletlerini görürdü.

Bir gün Dâvûd (A.S.), şu duada bulundu -. «Yâ İlâhî! Bu faziletleri rûzi kıl! Nasib olarak bağışla!» dedi.
Cenâb-ı Hakk da-. «Ey Dâvûd! Ben, senden önce gelen peygamberlerimi türlü türlü büyük belâlara

263
264

uğrattım. Onlar ise öyle sabır gösterirlerdi ki o sabn hiç kimse gösteremezdi. Onlara rahmet kılı*11"
simdir. İbrahim'i ateş belâsına uğrattım. İsmail'i kur bana, İshâk'ı gözlerine, Yâkûb'u oğluna, Yûsuf'u
zindana, ve Musa'yı Firavun'a, Eyyûb'u hastalığa uğra tim. Seni ise hiç bir belâya mübtelâ kılmadı».

— 400 —

kılmam da!» buyurdu. Dâvûd (A.S.) da: «Yâ İlâhi! Beni de bir hastalığa uğrat ki onların derecesine
erişe yim!» dedi. Allâhü Teâlâ, duasını kabul buyurdu.

Bir gün ibâdet ediyordu. Allah'ın lânetlisi olan Şeytân, bir güvercin şeklinde Dâvûd (A.S.)'m odasına
girdi. Kendisine ölü süsü verdi, Dâvûd (A.S.) o gü vercini tutmak için elini uzattı. Güvercin uçtu, pen
cereye kondu. Dâvûd (A.S.) ilerledi, güvercin yine uçtu. Dâvûd (A.S-) onun uçtuğu pencereden baktı.
Bir kadın gördü, ki başını yıkıyordu. Çok güzel bir kadındı. Güzellikte hiç eşi yoktu. Dâvûd (A.S.)
O'na âşık oldu. Kadın silkelendi. Saçları dağıldı ve bütün vücudunu örttü. Dâvûd (A.S.) geri döndü,
gitti. Evin de kendi hizmetinde olan bir kadın vardı. O'nu çağır di, O'na: «O kadın kimin karışıdır?..»
diye sordu. O da: «Burada bir genç kişi vardır. Adı Uryâ'dır, O'nun karışıdır. Kadının ismi ise İlyâs kızı
Nesâyi'dir. Peygamber soyundandır. Ve kocası Uryâ ise beyler soyun-.dandır!» dedi. Dâvûd (A.S.) :
«Uryâ nerededir?» diye jsordu. Meğer o kâfirlere gazaya 10.000 kişi göndermiş, l Kendi
kızkardeşinden olan yeğenini orduya komutan 'yapmış. Ve O kutsal sandığı O'na emânet etmiş.

Dâvûd (A.S.) bunu öğrenince mektup yazıp, baş-kumandan'a yolladı. Nesâyi oğlu Uryâ'yı o kutsal
sandığın muhafızı yapmasını bildirdi. Çünkü gelenekleri şöyle idi: Her kim savaşta sandık muhafızı
olursa; sandığın bekçiliğini yapar, yanında bulunurdu. Geri dönmezdi. Çünkü sandık kaybolur diye
korkarlardı. Vaktâ ki Dâvûd (A.S.)'in mektubu ordu komutanına vardı. Uryâ'yı o sandıkla, o gece cenge
yolladı. O Sun, ertesi gün zafer kazanılamadı. Üçüncü gün Uryâ öldürüldü. Allah'a îmân edenler,
kâfirlere karşı zafer kazandılar. Uryâ'nm ölüm haberi karısı Nesâ-vie geldiği zaman o da kocasının
yasını tuttu. Tev-

F./26

— 401 —

rât'ın hükmünce iddet bekledi, yâni kocasız kalan bir kadının yemden evlenebilmek için beklemek
zorunda olduğu günleri geçti. Dâvûd (A.S.) o zaman O'na haber yolladı. Bir çok kadının aracılığı ile
O'nu kendisine istedi. Nesâyi Hâtûn da razı oldu, ama bir kaç şart da öne sürerek dedi ki:

«Sana ancak bir oğul doğurursam, onu kendine veliaht yaparsan gelirim. Hem de Allâhü Teâlâ'dan
O'na nübüvvet vermesini dileyeceksin!»

Dâvûd (A.S.) da bu şartlan kabul etti. Kadın da rızâ gösterdi. Düğünjlazırlığı görüldü, akçe biçildi.
Kadın, Dâvûd (A.S.)'m evine geldi. Allâhü Teâlâ Süleyman (A.S.)'ı bu kadından verdi. Süleyman (A.S.)
büyüdüğü zaman Dâvûd (A.S.), O'nu kendisine veliaht seçti. Allâhü Teâlâ Hazretleri Dâvûd (A.S.)'ı da
başka peygamberler gibi bir şeye düşkün kılmak diledi. Bir gündü. Dâvûd (A-S.) yalnız başına ibâdet
ediyordu. O yere hiç kimse giremezdi. Dâvûd (A.S.) ibâdetini bitirince dışarı divan kurardı. Dâvûd

264
265

(A.S.) vak-tâ ki ibâdetini bitirdi, iki Melek, insan biçiminde mihrapta belirdiler. Dâvûd (A.S.) 'm
önünde oturdular. Dâvûd (A-S.), onlardan korktu. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur:

«O'nun (Davud'un) sultanlığım daha da güçlendirmiştik. O'na hikmet ve kesin hüküm vermek
hakkım vermiştik. Ey Muhammedi Sana davacıların ha beri geldi mi? Hani (Kapıda bekçi olduğu için)
duvardan, çıkıp mescid'e inmişlerdi. O zaman Davud'un yanına vardüar. Dâvûd da onlardan korktu.
O'na dediler ki -. "Korkma! Biz iki davacıyız. Birimiz, ötekimizi" hakkına saldırdı. Sen aramızda adaletle
hüküm ver Âdülikten ayrılma. Bizi doğru yola çıkar.» (Sâd sûre si, âyet: 20-221.

— 402 -

Onlar böyle deyince, Dâvûd (A.£.) da bana bildirin!» dedi. Diğeri ise şöyle dedi:

«Bu, benim Dîn kardeşimdir. O'nun doksa^dokUZ dişi koyunu var. Benimse bir tek dişi koyunu*0 va
Böyle iken: "Onu da bana ver!" dedi. Söz dala^masın" da beni yendi.» (Sâd sûresi, âyet: 23). Ve
sözler*111 şöy" le sürdürdü :

nu

«O, benim tek koyunuma tamah gösterdi: yünü bana ver!" dedi. Ve o tek koyunumu 0 aldı. Böylece
O'nun sözü geçti!»

Dâvûd (A.S.) bu sözün ne demek olduğu şündü. Ve şöyle dedi:

«Doğrusu senin tek dişi koyununu kendi yunlanna katmak dileğinde sana, o, haksızlık"* "~
lunmuştur; zulüm etmiştir, dedi-» (Sâd sûresi, â^e " Böylece Dâvûd (A.S.) da bu işin bir zulü^1 ° ğuna
karar verdi. Bundan sonra şöyle devam e l'

«Gerçekten ortakların çoğu birbirlerine ka/^1 sızlıkta bulunurlar, ancak îmân edip yararlı ^"îfj-
„ hareketlerde bulunanlar bunun dışındadır, 'Sâd sûresi, âyet: 24).

Dâvûd (A.S.), bu sözleri söyleyince, o ik^ e, gözden kaybolup gittiler. Allâhü Teâlâ şöyle bv1^111^
,

«Dâvûd, kendisim denemiş olduğumuzu ^aJ* Rabbinden mağfiret diledi, secdeye kapandı. Yev &
nedamette bulundu.» (Sâd sûresi, âyet: 24).

Dâvûd (A.S.) bu hâlin ne olduğunu anlac^1' \ ftı secdeye koydu. Gözlerinden yaş dökmeğe _§
T Uryâ hakkında işlediklerine pişman olarak Allf. u ,k âlâ'dan bağışlanma ve mağfiret diledi. Kırk
gı^n' , . gece başını;secdeden kaldırmadı. Ancak kaz^. ,.. C(=t için -secdeyi bırakıyordu. O suçu
işlediği i^m , ^â ağlıyordu. En sonunda o hâle geldi ki, g«özya

— 403 --

rından secde yerinde otlar yeşermeğe başladı, bu otlar başını örttü.

265
266

Vaktâ ki kırk gün tamam oldu. Allâhü Teâlâ O'na Cebrail (A.S.)'ı yolladı. O da:

«Ey Dâvûd! Allah, sana şöyle buyurur.- "Karnın açsa doyuralım. Eğer susuyorsan, su verelim. Çıplak
-san, giydirelim. Eğer zelil isen seni aziz kılayım. Ve eğer sana zulmedildiyse, yardım edeyim. Eğer
hasta isen, şifâ vereyim!" dedi.»

Dâvûd (A.S.) bu gizli azarlan işitince ağlayıp, inlemesini daha çok artırdı. Yedi gün, yedi gece ağladı.
Allâhü Teâlâ hemen Cebrail (A.S.)'ı yolladı. O da Dâvûd (A.S.)'a müjdede bulundu: «Allâhü Teâlâ tev-
beni kabul buyurdu!» dedi. Dâvûd (A.S.) da başını sevinçle secdeden kaldırdı. Sonra Allâhü Teâlâ'ya
şükretti. Yine secdeye vardı. Bundan sonra durup Cebrail (A.S.)'a şöyle sordu: «Allâhü Teâlâ Kıyamet
Gü-nü'nde Uryâ ile benim aramda ne iş işlese gerek?» dedi. Cebrail (A.S.) da: «Allâhü Teâlâ bana
bunu bildirmedi, bildirseydi, söylerdim!» dedi. Cebrail (A.S.), sonra geri döndü. Dâvûd (A.S.) da dua ve
ağlamakla vaktini geçirdi. Allâhü Teâlâ, Cebrail (A.S.) 'ı yine O'na gönderdi ve Davud'a: «Ey Dâvûd!
Allâhü Teâlâ sana şöyle buyuruyor: "O Kıyamet Günü geldiğinde, Uryâ seninle tartışırsa, sen de
şikâyetçi olursan; Ben, O'na: Cennet'ten ne miktara sulh olursun? diyeyim. Ne miktara razı olursa,
O'na vereyim ki düşmanlık tutmamaya gönlü razı olsun!" dedi.» Dâvûd (A.S.) da o zaman Allah'ın
rahmetinin kendisine eriştiğini anladı Ondan sonra Allâhü Teâlâ'dan utandığı için gönlünde üzüntüsü
hiç eksik olmadı. O ettiği hatâyı elinin içine yazmıştı. Her ne zaman avucunun içine baksa, o başına
gelen hâli düşünürdü. Bundan sonra kendi elemeği ile geçineceğini anladı. Allâhü Teâlâ, Hz. Da'

— 404 —

vûd'a zırh yapmayı buyurdu. Ve demiri O'nun elinde mum gibi eğriltti. Ve «O demiri halka halka yap.'»
dedi, O halkalarının mıhlarının ne türlü olacağını O'na buyurdu. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm 'de şöyle
buyurul-muştur .-

«Ona demiri de yumuşattık. Bütün vücudu örtecek zırhlar yap. Hem de dokuma ölçüleri kullan, diye
emrettik.» (Sebe sûresi, âyet: 10-11).

Ayet-i kerime'deki «serd» kelimesi halka demektir. Bugün «Dâvûd Cübbesi» denir.

Dâvûd (A.S.) hakkındaki hikâyelerin hepsinin anılması gerektir. Kimi kişiler şöyle demişlerdir:
Allâhü Teâlâ bir Melek gönderdi. O Melek, bir bilgin şeklindeydi. Dâvûd (A.S.), kılık değiştirip gezerdi.
O'na yolda rastladı. O'na: «Davud'un hiç bir kusuru var mıdır?» diye sordu. O Melek de.- «Davud'un
kusuru şudur, ki a kendi eli ile kazanç elde etmeyi bilmez.'» dedi. O zaman Dâvûd (A.S.) dua etti.
Böylece Yüce Allah, O'nun elinde demiri mum gibi yumuşattı. Nitekim, yukarıda anlattık. Ondan önce
hiç kimse zırh yapmayı bilmezdi. Lâkin Dâvûd (A.SJ demirden zırh yapınca, O'nun hazînesi bol bol
zırhla doldu: Savaş günlerinde askerine dağıtırdı. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurur.-

«Biz Davud'a, sizleri savaşın şiddetinden korumak için zırh yapma sanatını öğrettik. Şimdi siz (acaba)
Şükredenlerden misiniz?..» (Enbiyâ sûresi, âyet: 80). Dâvûd (A.S.)'in ömrü yüz yıldı. Bunun kırk yılı
hükümdarlıkta geçti- Hükümdarlığının onbeş yılında îsrâiloğullannda taun hastalığı çıktı. Dâvûd
(A.S.) Kudüs'teydi. Henüz o vakit Beytü'l Mukaddes yoktu. °rası geniş bir yerdi. Dâvûd (A.S.),
Isrâîloğullarma: "Gelin! Dua edelim! Hakk Teâlâ bizim yakarmamızı kabul eder. Bu taun belâsını
üzerimizden uzaklaştı-

266
267

»ir

b-

v-Mir Nitetöm Alıanu

HKMET LOKMAN

406 —

«Bu güzel bir harp aracıdır!» dedi. Hz. Lokman da.-«Susmak da hikmettendir!» diye cevâb verdi. Hz.
Lokman 'in hikâyesi boldur. Ama biz kısa yazdık.

Lokman 3-700 yıl yaşadı. Bir gün yolu bir şehire uğradı. Oğullarından birisi de yanındaydı. Derviş
kılığında gezerlerdi. O şehire vardıklarında; Hz. Lokman ve oğlunu tutukladılar. Onlara: «Siz
casussunuz!» dediler. Ve ikisini de beylerinin önüne çıkardılar. Beyleri hiç bir şey sormadı. «Bunları-
bir kuyuya indirin ve onlara biraz badem verin. Tâ ki göreyim, casus mu-durlar, yoksa dervişler mi?»
dedi. Böylece Hz. Lokman 'ı karanlık bir kuyunun kenanna götürdüler. Hz. Lokman bir zaman için
mühlet istedi. Yanında bir ge yik derisi vardı- Eline bir divit (kalem) aldı. Derinin üzerine bir takım
sözler yazdı. Yine koynuna koydu. ip getirdiler. Bellerinden bağlayarak o kuyuya indirdiler. Onlara bir
torba da badem verdiler. Kuyunun ağzını sıkıca kapattılar. Hz. Lokman'la oğlu kuyuya atılınca, Hz.
Lokman, oğluna : «Ey oğul! Bu kuyunun dibi kötüdür. Hem de çok derindir. Sen, gel benim omu-zuma
çık. Yukarı tavanını kaz da oraya çıkalım!» dedi. Babasının omuzuna çıktı. Elinin erdiği yerde bir delik
açtı. Deliğin açılması tamamlanınca, Hz- Lök -man : «Ey oğul! önce ben çıkayım, sonra seni
çıkarayım!» dedi. Hz. Lokman, oğlunun omuzuna çıktı, açı-'an mağaraya girdi. Aşağıda nesi var, nesi
yoksa yu karı çekti. Aşağıya da bir parça da badem döktü. Oğ-yna : «Ey oğul! Sen orada otur, ben
burada durayım!» dedi. Oğlu da razı oldu.

Bir yıl sonra oğlu öldü. Hz. Lokman o bademden erdi. En sonra badem tükendi. Kuyu söğüdü. O -da

^ an sonra orada nice beyler, padişahlar oldu. En hta oturan beyin boğazında bir yumru, bir şiş-

— 407

't yüz yı1 ° kuvuda kaldl- ° padişah ÖJdü

kinlik belirdi. Adam öyle bir hâle geldi ki hiç bir lokma boğazından geçmiyordu. Hekimler çağırdılar.
Derdine çâreler sordular. Onlar: «Eğer Lokman sağ olsaydı,, buna bir çâre bulurdu!» dediler. O
şehirde akü-Is bir kişi vardı. Bin yaşındaydı. O, Hz. Lokman'ı görmüştü. Nerede olduğunu biliyordu, O
beye -. «Ey Melik! Lokman'ı filân zamanda bir kuyuya indirdiler O zamanki padişahımız kötü adaletli
bir kimseydi!» dedi. Yeni Melik: «Eğer biliyorsan, o kuyunun nerede olduğunu gösteri* dedi- O hikmet

267
268

sahibi kişi, yeni padişaha o kuyuyu gösterdi. Gittiler. Kuyuyu açtılar. İçine bir adam indirdiler. O kişi
kuyunun dibine indiği zaman bir parça kemik yığını gördü. Kuyudan yukarıya: «Burada ancak bir
kemik yığını var!» diye seslendi. Onu biraz yukarı çektikleri zaman orada bir delik gördü. O deliğin
içerisine girdi. Orada bir adamın yattığını gördü. Dışarı çıkınca, «Burada bir adam yatıyor!» diye haber
verdi. Ona r «Çevresinde ne vardır?» diye sordular. O da tekrar çırağ yaktı, tekrar mağaraya girdi.
Yatan adamın her tarafını aradı, taradı. O geyik derisini buldu, aldı dışarı çıkardı. Melik'e haber verdi,
yazıyı okutturdu. O geyik postunda şu sözler yazılıydı:

«Ey bey! Sen bilmiş ol! Ben bu kuyuda yüz yıl kalacağım. Senin boğazına da bir illet gelecektir. Benden
başka bir kimse o illete şifâ bulamaz. Eğer beni buradan çıkarmak dilersen, bu kuyunun üzerine bir
çadır kurun. Ve kuyuyu pamukla doldurun. Kırk gün boyunca, her gün bir koyun başını pişirin. Zenbille
kuyunun dibine indirin. Tâ ki ben o pişmiş başın ko kuşu ile kendime geleyim. O delikten dışan çıkay""
O pamuğun üzerine varayım. Sonra ağır ağır pamu ğu kaldırın. Tâ ki ben üstüne çıkayım. Ondan sonr^
bir hamamı kızdırın. Beni üç gün orada bir beze *

nn. Hafifçe Örtün. O hamama iletin filân yağ ile falan yağı üstüme sürün. Ondan sonra kendime
geleyim. O zaman senin boğazmdaki illetini iyileştire -lim!»

Padişah, o geyik postundaki yazılan okuyunca, ne denilmişse harfi harfine yerine getirdi. Vaktâ ki Hz.
Lokman tamamiyle kendisine gelince padişahın huzuruna geldi. Onun zahmetini çektiği boğaz illetini
gördü. Ona .-

«Ey padişah! Bu illete uzun zaman tedavi gerek!» dedi. Merhem yaptırdı. Dedi ki :

«Ey Melik! Oğlunu bana ver. Onu boğazlayalım, kanını sana icireyim. Tâ ki bu illet senden gitsin.»

Melik, Hz. Lokman'ın bu isteğine razı olmadı : «Dünyada tek bir oğlum var- Onu nasıl öldürteyim?»
dedi. Hz. Lokman da : «Ey Melik! Yeter ki sen sağ olasın. Oğul, uşak eksik olmaz!» dedi. Akıllı kişiler
beye çok sözler söylediler, ve o'nu ikna ettiler. Padişahın gerçekten tek bir oğlu vardı, ki ay gibi
güzeldi. Henüz onbeş yaşındaydı. O'nu Lokman (A.SJ'a teslim etti. Hz. Lokman, O'nu aldı. Dışarı
çıkardı. Çocuğa :

«Korkma! Seni öldürmeyeceğim. Ama, babanın gözlerinin önüne bir perde asarım ki seni görmesin
Bir tas getirir, bir oğlak boğazlarım. Kanını içine 'akıtırım. Lâkin sen çok bağır ve yalyar, ağla, hıçkır.
Baban sesini işitince bağırmaya başlayacaktır. O anda yerinden sıçrayacak, fırlayacak, yere düşecektir,
fşte c- bağırma, fırlama, o yere düşme babanı o illetten kurtaracaktır. Sen ise sakın korkma!» dedi.

Çocuk bunu kabul etti. Hz. Lokman içeriye girdi. perde gerdirdi. Tas istedi. Çocuk, tası görünce yal-
varıp, ağlamaya başladı. Hz. Lokman Hekim gizlice bir oğlak getirtti. Onu boğazladı. Çocuk sustu.
Padişah, öyle bir haykınş haykırdı ki : «Oğlumu öldürme-

409 —

268
269

y in!» diye bağırdı. O zaman boğazmdaki illet patla-dv ağamdan dışarı çıktı. Melik yere vjkıldı.
Kendisinden geçti, Lokman (A.S.) çocuğu gizledi. Sonra Me-lik'in yanına vardı. Sonra ağzından gelen o
illeti bir tasa koydurdu. Melik'in burnuna koklattı. Melik kendine geldi. Lokman Hekim'e: «Oğlumu
neyledin?» diye sordu, O da çocuğunu sağ olarak babasına gösterdi. Yara az zamanda iyileşti. Melik,
Hz. Lokman'a çok armağanlar verdi. Ama O kabul etmedi O ülkeden ayrılıp gitti.

Lokman Hekim'in ömründen 3700 yıl geçmişti. Bir oğlu daha vardı, ki O'na öğütte bulunup dedi ki •.
«Ey oğul! Sakın kadın kısmını kendine sırdaş eyleme! Alçak kişilerden hor alma. Kötü ahlâklı
kimselerle dostluk kurma, sonra ziyânlı çıkarsın. Allâhü Teâlâ'-dan başkasına tapma. Peygamberleri
inkâr etme. Denildiğine göre Ninova şehrinde Meta oğlu Yûnus adında bir peygamber vardır. Ona
imân getir. Sakın gündüzleri çok uyuma. Geceleri de az uyu. Geceleyin su içme. Doyuncaya kadar ye,
fazla yeme. Az yemekle kanaat et. Bilmiş olki bütün hastalıkların başı yukarda saydığımız sekiz
nesnedir- iştahın açılmayınca birşey yeme. Daha çok iştahlı olursan, elini yemekten çek. Suyu ayak
üzeri içme. Koyun sürüsünün ortasından geçme. Senden kimse bir şey sormayınca cevâb verme. Ey
oğul) İki kişi bu dünyaya hasret çekerek gider: Biri şudur ki, malı çoktur ama yemez. Ötekisi de ilim
bilir ama ilimle iş işlemeği bilmez.» Lokman Hekim oğluna öğütlerine şöyle devam et ti: «Ey oğul!
Müfsid kişilerle arkadaşlık etme. Onlar la konuşma. Hoş sohbetlerde bulunma. Onların huylan ile
huylanmayasm, onlar gibi olmayasın. Eğer bir kişi meyhaneye ayak bassa başkaları •. «O, namaz
«içer!» derler. Eğer düşman, düşmanlık

— 410 —

etmekten âciz düşüp seninle dostluğa kalkarsa, sana - o dostluğun içinde öyle işler eder ki yüz
düşman .etmez onun ettiğini. Ey oğul, aklını başına al! Seçeceğin işi kendin iyi seç. Halka iyilikte bulun.
Eğer bugün olur düşersen, halk da sana iyilikte bulunsun. Yaptığın işlerde aceleci olma, ivedilikte ve
acelecilikte bulunma. Sabırlı ol ki dileğin yerine gelsin, iyilik bilmeyene, iyilik etme. Ona öğüt de
verme. Çünkü söylediklerin kaybolur, gider. Çünkü eşeğe zafran verirsen yer, ne zaman saman da
versen onu da yer. fark etmez. Şunu da bil ki, her kimin tuz-ekmeğini yersen, O'nun hakkını bil. O'nu
duadan unutma.»

Lokman Hekim, bu öğütlerini tamamlayınca ruhunu Allah'a ısmarladı. Oğlu ise O'nun yasını tuttu.

* * *•

Lokman Hekim'in oğlu, babasının öğütlerinin ne derecede doğru olup olmadığını denemek istedi.
Komşusunun birisiyle dostluk kurdu, öyle samimi şekilde arkadaş oldular ki, bir zaman geldi,
birbirlerinden hiç ayrılmaz oldular Lokman Hekim'in oğlu bir gün, alçak kişinin birisinden dört dirhem
gümüş ödünç aldı. O parayla gitti, bir koyun aldı. O koyunu boğazladı. Bir çuvala koydu. Hizmetçisine:
«Bunu götür, o dostumun yanına koy. Ama bu sırrı kimseye açma-yasın!» dedi. Gece yansı olunca o
çuvalı oradan aldırıp kendi evine getirtti. Karısına .- «Ey hâtûn! Bu gece elimden bir iş çıktı. Sakın
kimseye söyk memen Şartiyle onu sana söyleyeceğim!» dedi. O da bu sırrı kimseye söylemeyeceğine
and içti. Kocası: «Bu gece bir genci öldürdüm, bir çuvala koydum. Evin içerisine gömeceğim. Benimle
düşmanlığı vardı!» dedi. O koyunu evinin içerisine gömdü. Aradan dört, beş gün Seçmişti ki karısını
doğdu. Ona: .«Seni boşadım, var babanın evine git. Ben ise başka kadınla evlenirim! dedi

— 411 —•

269
270

Karısı kalktı. Yabancı bir kimseye : «Kocam beş altı gün evvel, bir genci öldürdü, evin içerisine
gömdü!» dedi. O kişi, bu sözü kadından işitince, hemen gitti, sultana haber verdi: «Lokman (A.S.)'ın
oğlu katil oldu!» dedi. Sultan da bir adam yolladı. Adam yürüdü. Lokman Hekim'in erine vardı. O
gencin boynuna ip taktı. Sultan huzuruna getirdi. O, alacaklı olan kişi geldi, O'nün yakasına yapıştı:.
«Bana borcun olan dört dirhem gümüşü ver! Şimdi seni öldürürler. Benim dört dirhem gümüşüm
ortadan kaybolur!» dedi.

Sultan ise olan ve bitenleri uzaktan gördü. Sandı ki bu genç gerçekten katilin birisidir. Adam saldı -.
«O genci bana getirin. Sonra öldürün, tâ ki halka ibret olsun!» dedi. Bu buyruk üzerine Lokman
(A.S.)'m oğlunu sultanın huzuruna getirdiler. Genç, sultanın önüne geldi, yer öptü. Sultan, O'na •.

«Ey Lokman'ın oğlu! Baban hikmet sahibi, akıllı bir kişiydi. Ben de babam gibi akılh kişiyim, derdin.
İşlediğin iş, ne bilgisizce, ne câhilce bir iştir!» dedi.

Lokman'ın oğlu:

«Ben ne işlemişim?» diye sordu. Sultan : «Niçin adam öldürdün?» dedi. Hz. Lokman Hekim'in oğlu -.
«Ben adam öldürmedim!» deyince, halktan alçak tabiatlı bir kişi ileri atıldı. Tanıklık ederek : «Adam
öldürdü!» dedi. Genç adam da: «Ey sultan, adam gönderin, o ölüyü huzurunuza getirsinler!» dedi.
Sultan, bir adam saldı. Adam gitti. Çuvalı gömülü olduğu yerden çıkardılar. Sultanın yanına getirdiler.
Sultan, çuvalı açtırdı. İçinden kesik bir koyun leşi çıktı. Orada bulunanlar şaşırdı kaldılar. Sultan: «Bu
nedir?» diye sordu. Hz. Lokman Hekim'in oğlu -.

«Ey sultan! dedi. Babam bana üç öğütte bulundu Birincisi şuydu : Karına sırrını açıklama! İkincisi de
§u Halkın alt tabakasiyle dostluk kurma'. Üçüncüsü de şu-

— 412 —

Alçak kişiden hor alma! Ben ise, babamın, bana ettiği öğütleri denedim!» dedi. Olanı biteni sultana
haber verdi. Bu kıssa, birçok kitaplarda yazılıdır

PÂVÛD (A.SJ'IN OĞLU SÜLEYMAN ALEYHİ'S-SELÂM

Dâvûd (A.S.), Yüce Allah'ın rahmetine kavuşunca, Hakk Teâlâ Hz. Süleyman'a peygamberlik ve
sultanlık verdi. Bütün vahşî, yırtıcı hayvanlann üzerine hükmünü geçirtti. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de
Duyurulmuştur :

«Süleyman, Davud'un mirasçısı oldu.» (Nemi sûresi, âyet: 16).

Yüce Allah (C.C.) Hazretleri, O'na hikmet, yüce bilgi, feylesofluk vermişti. Dâvûd (A.S-) O'nu, kendi
zamanında yargıç kılmıştı. Her şeyde hükümleri O veriyordu. Dâvûd (A.S.) ne yargıya varsa, Süleyman
(A.S.) 'a bildirilirdi. Yüce Allah ikisinin de hükümlerini beğenirdi. Bir gün Dâvûd (A.S.)'m devrinde, iki
kişi divana geldi. Birisi t «Benim tarlamda ekinimi, bu kişinin koyunları geceleyin yedi. Benim hakkımı
O'n-dan al!» dedi. Dâvûd (A.S.) da: «Bu yıl, o koyunlan sen al, onların sütünden ve yününden
faydalan. Ertesi yıl koyunlan yine eski sahibine ver!» dedi. Bu hüküm, Süleyman (A.S.)'a bildirildi. O da
:. «Allah'ın halifesi hükmünü doğru verir. Ama benim hükmüm de Şudur: ikisine de ziyan gelmesin. Bu

270
271

koyunları ekinin sahibine verin. Koyun sahibi ekini eksin, sulasın, önceki hâline getirsin. Ekinin sahibi
de o vakte kadar ko-yynların sütünden faydalansın. Sonra da koyunları sahibine versin. İkisine de
haksızlık olmasın.» dedi. S(i%mân (A.S.)'in bu teklifini beğendi. Kendi ver-

; .... — 413 —

mis. olduğu hükmü geri aldı. Oğlu, Hz. Süleyman'ın hükmünü tuttu. Allâhü Teâlâ şöyle buyurmuştur -.

«Biz o dâvamın hükmünü hemen Süleyman'a anlatmıştık. Zâten Biz, her ikisine de hüküm vermeyi
ve bilgiyi bağışlamıştık, dağlan ve kuşlar^ Dâvüd ile birlikte teşbih etme yolunda O'na bağl/t
kılmıştık.» (Enbiyâ sûresi, âyet: 79).

«Süleyman'ın cinlerden, irfanlardan ve kuşlardan meydana gelmiş orduları bir araya geldi. Hepsi
topluca yürüdü.> (Nemi sûresi, âyet: 17).

«Biz, Süleyman'ın emrine rüzgârı verdik.» (Sâd sûresi, âyet: 36).

Vaktâ ki saltanat Süleyman (A.S.)'in eline tama-miyle geçti; o zaman o devleri de kendisine boyun
eğdirdi. Mescid-î Aksa'yi onardı. Devler, binayı yapmada kullanıldı. Nitekim Yüce Mevlâ şöyle buyurdu
:

«O Cinler Süleyman'a kalelerden, heykellerden, büyük havuzlar kadar çanaklardan, yerinden


kalkmayan kazanlardan, kendisine ne istediyse yapıyorlardı.»

(Sebe sûresi, âyet: 13).

Süleyman (A.S.)'ın bir yaygısı vardı ki uzunluğu 200.000 arşın ve genişliği yine 200.000 arşındı. Bu
yaygının üstünde 1200 mihrâb vardı. Herbir mihrabın önünde, bir minber kurulurdu. Herbir
mihrâbta bir din bilgini otururdu. Halka öğüt verirlerdi ve her mihrâbta, bir ibâdet eden kişi otururdu.
Ve rivayete göre, her mihrabın çevresinde 12.000 adam ve cin oturup vaaz dinlerlerdi. O yaygının
ortasında bir taht kurarlardı- O tahtı hem de kızıl yakutla bezemişlerdi. Su leymân (A.S.) 'in oturacağı
yeri de süslemişlerdi. Ora ya iki Tavus kuşu koymuşlardı. Süleyman (A.S. ^ zaman tahtına çıkıp
otursa, o iki tavus kuşu kana a^ nı açarlardı. O'na gölgelik ederlerdi. Tahtı dört

114 —

lan taşırdı. O arslanJar da altındandı. Şöyle denilmiştir. Süleyman (A.S.)'dan başkası o tahta çıkamazdı.
Kendisi devlere emir verirdi. Onlar taştan yapılmış büyük bir kazanda dalgıçlık yaparlardı. Dalgıçlık,
Süleyman (A.S.) zamanında ortaya çıkmıştı. Yani denize dalmak, oradan inci çıkarmak, elmas işlemek,
O'-nun zamanında ortaya çıkmıştı. Süleyman (A.S.) ne zaman o yaygının üstünde otursa, rüzgâr o
yaygıyı askeri ile kaldırırdı. Havanın üzerinde gezdirir, her sabah bir aylık yola iletirdi. Akşamları da bir
aylık yoldan getirirdi. Aynı zamanda rüzgâra: «Eğer denizin dibinde bir balık lâkırdı ederse, onu bana
eriştir. Eğer hava üstünde bir kuş söz söylerse onu da bana getir ve bu vaaz edenler ne vaazlarda
bulunurlarsa, bana ulaştır!» diye buyurmuştu.

271
272

Isrâîloğullan içinde bir kişi vardı ki, O'na Berhi-ya Asaf derlerdi. O'nu kendisine vezir seçmişti.
Süleyman (A.S-), bir dev'e kızmış olsa, onu yakalar, tutar. Sonra bir kayayı yardırır, o dev'i onun içine
koydu-rurdu. Bakır pınarım da, Allâhü Teâlâ O'na baş eğdır-mişti. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle
buyurulmuştur:

«Erimiş bakır kaynağını da O'na su gibi akıttık. Hem de idaresi altında Rabbinin izniyle, cinlerden
çalışanlar da vardı.» (Sebe sûresi, âyet: 12).

Bu bakır kaynaklan kimsede yoktu. Allâhü Teâlâ, Süleyman üLSJ'a dedi ki .-

«Biz buyurduk ki: Bu, bizim insanımızdır. Artık dilediğine hesapsız olarak ver, yâhûd verme, ey Süley-
mân. Hiç şübhe yok ki O'nun Bizce yüksek bir maka-011 v« güzel bir geleceği (Cenneti) vardı.» (Sâd
sûre-si- âyet: 39-40).

Hak Teâlâ Hazretleri böylece Süleyman CA.S-) 'a: "Ey Süleyman! Bu cihanın saltanatını sana
verdik.

415 —

Vaktâ ki öteki cihâna (Âhiret'e) geleceksin, orada da

rahmetimizi veririz!» buyurmuştu.

***

Süleyman (A.S.) bu kadar yücelik, ululuk içinde arpa ekmeği yerdi. Ve zenbil örer, satardı. O parayla
arpa ekmeği alır, yerdi. Ve şöyle derdi: «Türlü türlü tti'metleri yersen gönlün kasavetlenir, katılaşır,
ibâdette kusur ettirir.»

Süleyman (A.S.), o geniş yaygısından bıkmıştı. Derler ki o yaygının üstüne Güneş hiçbir zaman
düşmezdi. Çünkü Simurg l Anka) kuşlarını, diğer kuşların

ü7Q«ine bey etmişti- (*)

Süleyman (A.S.) tahtının üzerinde otururdu. Yüz zevcesi vardı. Hepsinin ayrı odası vardı. Yele buyruk
salardı, o yaygıyı yeryüzünden kaldırıp sabah bir aylık yol ve akşam bir aylık yol giderdi. Nitekim
Cenâb-ı

Hakk şöyle buyurmuştur:

«Biz, Süleyman'ın buyruğuna yeli verdik.» (Sebe'

sûresi, âyet: 12).

Allâhü Teâlâ Hazretleri rüzgârı Süleyman (A.S.)'a haberci koymuştu, öyle ki her ne yerde bir söz
söylense, rüzgâr onu hemen Süleyman (A.S.)'a işittirirdi. Ve Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu:

«Gerçekten O'nun, Bizim katımızda yüce bir yeri

ve güzel bir yarını vardır.»

272
273

Allah (Ç.Ç.) 'in bu kelâmından çıkan mânâ şudur Bu yücelikle ve bu sultanlıkla dünyada O'nun şanı
bu derecededir. Âhiret'te ise bundan daha yücedir.

(*) Simurg (Anka) kuşu-, büyük bir masal kuşudur^J geniş kanatlan varmış. Şimdi adı var, kendisi
olmayan

kuştur.

— 416 —

SEBÂ MELÎKESİ BELKIS'IN HABERİ

Süleyman (A.S.) gaza etmeyi severdi. Her nerede bir kâfir beyi duysa, O'nun üstüne saldırırdı. O'nu ya
Hakk Dîne sokar, ya da tutar, tepelerdi. Bir gün O1 na, puta tapmakta olan bir kâfir Beyinden haber
geldi. Süleyman (A.S.), o geniş yaygının üzerinde oturmuştu. Yanında birçok insan ve periler vardı
Süleyman (A.S.), rüzgâra: «Yaygıyı uçur!» diye emretti. Yel de onu uçurup Mekke-i Mükerreme'ye
iletti. «Beni burada bırak!» dedi. Rüzgâr da orada indirdi. Süleyman (A.S.), Mekke-i Mükerreme'yi
tavaf etti. Sonra: «Bu Arap kavminden bir peygamber gelecek M O'nun doğuşu, bu Mekke şehrinde
olacak! Ama oturup durma sı ve mübarek kabri Medîne-i Münevvere'de olacak».» dedi. Ve oradan
kalkıp Yemen üzerinden geçerken, bir çok şehirler gördü. Bunlardan birisi de Sebâ (veya Sebe)
şehriydi. Çevresinde sahralar ve dereler var di. Süleyman (A.S.) Sebâ ülkesine vardığı zaman, burada
bir kadın vardı ki o ülkede O'ndan daha güzel, daha şirin bir kadın yoktu. Adı ise Belkıs idi. Babası
Arap'tı. Anası ise Peri'ydi. Anasının adı Belkame kızı Hazâ idi. Babasına Mümserih derlerdi. Bütün Sebâ
ülkesinin hâkimesi Belkıs'tı. Akıl sahibi bir kadındı. Ama Güneş'e tapmaktaydı. Süleyman (A.S.), O'nun
haberini aldı. Bir sahraya yaygısını kondurdu. Hüd -hûd kuşunu su aramaya göndermek diledi. Tâ ki su
bulunmadı. O zaman:

F./27

-Süleyman kuşları araştırdı ve: 'Hüdhüd'ü göre-nuvorum, yoksa kayıplara mı karıştı?" dedi-« (Nemi
'Karınca) sûresi, âyet; 20). Sonra şöyle devam ettir «Hüdhûd bana çok açık bir delîl getirmelidir. Yok-
j& °nu koyu bir azaba uğratırım, Yâhûd onu boğaz Hnm.» (Nemi (Karınca) sûresi, âyet: 21).

— 417

Süleyman (A.S.) Hüdhüd'ün yüzünden susuz bunalmış, kalmıştı. Hüdhüd su bulmağa gitmişti. Diğer
kuşlar gidemezlerdi. En sonra Hüdhüd, Sebâ ülkesinde bahçeler ve yeşil çimenler ve akarsular, hoş ve
güzel yerler gördü. O bahçeler içinde bir taht üstünde oturan Belkıs'ı gördü. Belkıs'm önünde de bir
Hüdhüd kuşu bulunuyordu. Bu kuş, Süleyman (A-S.)'ın Hüdhüd'üne -. «Nereden geliyorsun? Hangi
ülkede bulunuyorsun?. Bu bizim ülkemiz çok geniş ve büyük bir ülkedir. Ordusu çoktur. Bu ordunun
savaş yap-~ri de yoktur'» dedi. O da. ona: «Ben Dâ-"-•>—,v,ân (A.S.)'in yanından geli-

"" * "*- J--«1

273
274

so«a l» e W'V-

tahU da vardı. ^f* de ettiklerini gördüm^ de

6Kıer

Süleyman

lerinin ve açıkladıklanmn hepsini bilen Allah'a secde

etmesinler.» (*) (Nemi (Karınca) sûresi, âyet: 25).

***

Hüdhüd'den bu haberleri alan Süleyman (A.S.), rüzgâra: «Uçar yaygıyı uçur!..» dedi. O anda
havalandı. Sebâ ülkesinde bir ovalığa indi. Hüdhüd kuşu susamıştı. Su diliyordu. Şeytanlar yeri
kazdılar. Su çıkardılar. Süleyman (A.S.), Sebâ ülkesine gitmek ve onları Hakk Dine çağırmak diledi.
Hüdhüd kuşuna:

«Doğru mu söylüyorsun? Yoksa yalan Eyleyenlerden misin? Şu mektubumu onlara götür. Sonra
buyana çekil. Bakalım o, ne karşılık verecek? dedi.» (Nemi (Karınca) sûresi, âyet: 27-28).

Süleyman (A.S ) bir mektup yazdı. Mektubun üzerine mührünü bastı. Hüdhüd de mektubu gagasına
aldı. Havalandı Sebâ diyarına erişti. Belkıs'ı, tahtının üzerinde oturur gördü. Süleyman (A.S.)'ın
mektubu nü havadan Belkıs'm önüne bıraktı. Kendisi gitti, bir ağacın üzerine kondu. Belkıs bu hâli
görünce korktu : ••Bu ne yüce bir padişah ki, elçisi kuştur!» dedi. Mektubu eline aldı, baktı: «Bunu
beylerin, ulu kişilerin önün de açayım!» dedi. Sonra adam yolladı. -Memleketin ileri gelenlerini, güçlü
kişilerini biraraya topladı. On -lara:

«Ey ülkemin uluları! Bana çok kerim, bir mektup bırakıldı. Acıyan ve esirgeyen Allah'ın adiyle yazılan
bu mektup mutlaka Süleyman'dan gelmektedir! dedi-»

'Nemi süresi, âyet: 29-30). Mektup'şöyle bitiyordu:

'*) Bu âyet, bir secde âyetidir. Bu âyet Peygamberini cer •V') l"Iaxret!erine indirildiğinde Kendisi bu
âyetin yü-Vt>'fc'nden hemen secde kıldı. Ve: Her kim bu ay«ti işitirse °Kursa secde etmesini buyurdu

418

vüce Wler «meyin. Benim D,-kendinizi en yüce »

Bundan sonra

ve sevgisin

274
275

Iar,na lWl."f^ sûleyn«n ne J bir yü

«l y

.Eğer Süle yây, sevdiği»

Hem de o yakut delinmemişti. Ondan önceleri yakutun nasıl delindiğini ve elmasın ne işe yaradığını
kimse bilmiyordu. O hokkaya, Belkıs bir de alttn kilit vurdurdu. Bunları elçisinin eline verdi. Elçiyo de
şöyle

dedi -.

«Bu hokkayı açmazdan önce o sultan Süleyman'a sor ve : Bu hokkanın içinde ne var? de. Eğer
bilmezse, hokkayı geri getir. Eğer içinde ne olduğunu bilirse O'na: Bunu ne ile delerler? diye sor Eğer
bilmezse, onu yine bana getir. Eğer delerse, ne ile deldiğini, nasıl deldiğini gör!»

Belkıs, bu elçinin yanına yüz güzel câriye verdi. Onlarla birlikte yüz güzel yüzlü, boylu poslu genç
yolladı. Sonra kaz-erkek hepsini aynı şekle söktü. Elçiye de: «Eğer cariyeleri, o oğlan kölelerden ayırt
edebilirse ne hoş! Eğer ayıramazsa o verdiklerimi geri getir, ayrıca O'na şunları da sor •. O nedir ki
içince kişinin susuzluğu gider. Ama o ne gökten inen sudur, ne de yerden fışkıran su!»

Bu buyrukları Belkıs'tan alan Sebâlı elçi saraydan ayrıldı. Süleyman (A.S.)'a yakınlaştı. Bu sırada da
Allâhü Teâlâ; Cebrail (A.S.)'ı Süleyman (A.S.)'m yanına gönderdi- O'na bütün sözü edilen şeyleri
açıklattı. Cevâblarını öğretti. Süleyman (A.S.) buyruk verdi. Devler en güzel renkli döşekleri döşediler.
Ve bir kerpiç altın ve bir kerpiç gümüş olmak üzere birbiri üstüne sayısız yığdılar. Büyük bir süs kümesi
meyda-^ getirildi. Sonra kuşlara şöyle buyurdu: «Bu yaygımın üzerinde kanat geriniz, gölgelik
yapınız!» Kuşlar üa kanat açtılar, durdular. Daha sonra, Hz. Süleyman: "Sebâ elçisi gelsin!» dedi. O da
geldi. Ama saraya gi-rince oradaki altın ve gümüş kerpiçleri gördü. Bun-n saymak imkânsızdı, birbiri
üzerine yığılmışlardı-Çi kendi getirdiği altın ve gümüşleri Hz. Süleyman'a

— 421 —

-•__ 420

göstermeğe utandı, öteki hediyeleri sundu. Hz. Süley mân, o hediyeleri görüp altın ve gümüşten
kerpiçleri göremedi. O zaman elçiye: «Sen dört tane de kerpiç getirmiştin. Onlar nerede?» diye sordu.
Elçi •. «Utandığım için onları.getirmedim!» dedi. Hz. Süleyman-.

«Bana mal ve mülk gerekmez. Siz, benim Dînime girin. Benim Dinim, sizin dininizden iyidir!» dedi. Bel-
kıs'ın elçisi, o hokkayı ve içindeki malı huzura getirdi ve : «Ey Süleyman'. Bunun içindeki nedir?» diye
sordu. Hz. Süleyman da •. «Hokkanın içinde bir kızıl yakut vardır!» dedi- Elçi: «Yakutu nasıl delerler?»
diye sordu. O da bir karıncaya : «Gel! Buna bir iplik geçir!» diye buyurdu. Karınca da geldi, ipliği
yakuta geçirdi. Elçi yanında getirdiği cariyeleri ileri çekti -. «Bunları ayırınız, hangisi er kul, hangisi
câriyedir, biliniz!» dedi. Süleyman (A.S.) ziyafet çekti ve: «Yiyin!» dedi. Elçinin getirdiği ikiyüz köleyi

275
276

göstererek: «Bunların ellerine su dökün yıkansınlar!» dedi. Kadın olanlar ellerinin yenlerini yukarı
çektiler. Ellerini yıkadıktan sonra Süleyman (A.S.) •. «Önümden de geçsinler!» dedi. Onlar da geçit
resmi yaptılar. Ve Hz. Süleyman erkekleri bir yana, cariyeleri de bir yana ayırdı. Elçi sonra: «Ey
Süleyman! O su ki ne gökten iner, ne yerden fışkırır. Ama susuzluğu kandırır! O nedir?» diye sordu.
Süleyman (A.S.) da: «O süttür!» dedi. Elçi de; «Evet, doğru!» dedi. Hz. Süleyman, O'nun getirdiklerini
geri verdi. Elçiye: «Var, ülken Sebâ'ya dön. Melikenin bana gelmesini söyle. Ve Hakk Dînini de kabul
etsin!» dedi. Elçi, Belkıs'm yanına döndü. Olanı biteni haber verdi- Belkıs da ordusunu topladı- Hz-
Süleyman'a gidecek ve Hakk Dîne girecekti. Be^' hangi şehre varsa, o yere tahtını kurarlardı. ^ \. yedi
saray yaptırmıştı. Her"saraya demirSe» 6*877*? kilitler talrtırmıştı. O sarayları her şehirde bin

— 422 —

silâh ile beklerdi. En sonra Süleyman (A.S.) ile Belkts arasında iki günlük yol kalmıştı. Hz. Süleyman,
Belkıs'm iki günlük yola geldiğini duyunca, devleri topladı. O'na kendi kadrini, yüceliğini bildirmek ve
gös termek diledi. Allâhü Teâlâ'mn kudretinden, Süley mân (A.S.) 'm artan heybeti, hemen Melike
Balkıs'ın gönlüne sevgiler bıraktı. O'nun peygamberliğini ikrar eyledi. Bu sırada Süleyman (A.S.) .

«Sizlerden kim var ki onun tahtını benim huztı ruma, onlar Allah'ın dînine teslim olmadan önce
getirebilir? dedi.» (Nemi sûresi, ayet: 38) .

Çünkü Cebrail (A.S.) önce gelip : «O, senin elin de Hakk Dine teslim olacaktır!» demişti. Bunun için
dir ki bu buyruğu vermişti. O zaman :

«Cinailerden bir ifrit s "Sen tahtında yerinden kalkmadan önce, ben onun tahtını sana getiririm! Bu
na gücümün yeteceğine kuvvetle inanıyorum," dedi.» (Nemi sûresi, âyet: 39).

Süleyman (A.S.) : «Ne kadar vakitte?» diye sor du. O da: «Siz. tahtınızdan kalkmazdan önce!» diye
cevâb verdi. Çünkü Süleyman (A.S.), her gün insan oğullarıyla perilerin ve bütün yaratıkların
dâvalarım görmek için kuşluk vakti tahtına geçip oturur, zama m belli bir vakit içinde yargılarda
bulunurdu- Bütün dâvaları çözerdi. Süleyman (A.S.), Belkıs'ın tahtını pe rilerin getirmesine razı olmadı.
Insanoğuiiarının getir meşini istedi. Ve : «Bunu tez isterim!» dedi. Âdemoğul lan arasında bir kişi vardı
ki Allâhü Teâlâ'mn isim terinin bilgisini bilmekteydi. Ona Berhiyâ oğlu Âsaf derlerdi. Hz. îşmoîl
soyundandı. O'nun annesi îsrâîl oğullarının ulularından birinin kızıydı. Yâkûb oğul lan soyundandı. O
kişi : «Ben varayım, getireyim!» de di- Süleyman (A.S.) da: «Nice vakitte?» diye sordu

— 423

ita otnca-kıs da râz fA.S ) Hakk ya geldi

^ A! ) gönderdi

«Gözün açıp yummazdan önce, dedi.» (Nemi sû -resi, âyet: 40).

O kişi, .Süleyman (A.S.) 'in kürsüsünün üzerinde secde kıldı ve Allah'tan dilekte bulundu. O saat ve
dakikada Belkıs'ın tahtı Süleyman (A.S.)'ın önünde belirdi. Süleyman (A.S.) :

276
277

«Bu, Allâhü Teâlâ'nın fermanı ve lütfü iledir, dedi.» (Nemi sûresi, âyet: 40).

[Mü'minlerin emiri Alî (Allah, O'nun yüzünü kerim kılsın) de, Allah'ın fazlı ile Hayber kalesinin
kapısını yıkmış, harâb etmişti-]

Böylece Süleyman (A.S.) da anlamıştı ki bir lâhza içinde Belkıs'ın tahtının gözü önünde belirmesi,
ancak Hakk Teâlâ'nın fazhndandı. O zaman adamlarına : «Belkıs'ın tahtını, kendisinin de
tanıyamayacağı bir hâle getirin. Bakalım, tanıyacak mı, yoksa tanımayacak mı? dedi.» (Nemi sûresi,
âyet: 41).

Devler: «Biz bu Süleyman'la azâbtayız. Çünkü O, Belkıs'ı görünce, kuşkusuz O'nu kendisine eş edine
-çektir. Bu tedbir O'nda oldukça, bizi her zaman azâb-ta bıraksa gerektir. Hele bir de oğlan çocukları
doğarsa, şübhesiz o çocuk peygamber olsa gerektir. Ge lin tedbir alalım, bu kadını Süleyman (A.S.) 'm
gözünden düşürtelim ve gönlünden soğutturalım. O'ndan nefret etsin. O'nu almasın- Her ne kadar bu
kadının bir ayıbı, bir kusuru yoksa da biz : "O kadının bacakları kıllıdır!" diyelim, dediler.»

Süleyman (A.S.), bu fısıltıları işitince çok büyük bir köşk yaptırdı. O köşkün yüz adım uzunluğu, yüz
adım da genişliği vardı. Üçyüz arşın bir ark kazdırdı-Köşkün tabanını sırçayla kaplattı. Sırçanın altını su
ile doldurdular. Suyun içerisine balık saldılar. Suda yaşayan canavarlar bıraktılar. Balıkların yankıları
sırça üzerinde belirdi Halk bunu görmekteydi.

— 424 —

smdayd,

runa e

sandı. Bacağından dn ' ^ gÖFÜnCe °nu derin

açtı. Sayman ?A S?? ^^ Ç6ktİ' Bacaklarım

sini isteS yabSnC1 kİŞİl6rin bu»»

AyaWann' ört! dedi. Bel-ndime kl^«»- ™di

- ,

u" oğlan cocuk

Ama ^ Süleymân Sebâ ülkesine Bey olarak

vardı. Birinci-

pma' Ü^cü-***** ****** be~ - Sebâ Asinde yasa-Bey oldu' Avı

de kara

. Kara yılan, ak yi-öldürmek istiyordu, iki eyerli bey, on-

— 425 —

277
278

Buğuna tes-11^ diledi. Bel-Belkıs>1 Süleyman

lara bu hâlde rastlayınca, adamlarından birisini gön-•derdi ve kara yılanı öldürttü. Ak yılanı kurtardı.
Ak yılanın aklı başından gitmişti. Bey, onu su kıyısına getirdi. Orada bir ağaç vardı. O ağacın gölgesine
bıraktırdı. Askerleriyle gezintiye çıkmıştı. Vaktâ ki ak-yılan kendisine geldi. Sudan bir parça içti- Sonra
onu bıraktılar, yol verdiler. Ak yılan gitti. Bey de biraz avlandı. Evine gitti. Ertesi gün kuşluk vaktinde iki
eyerli bey evinde otururken, ansızın karşısında oturan bir yiğit gördü. Bey, O'ndan korktu: «Sen
kimsin? kimin buyruğu ile buraya geldin?. Buraya girmek kimsenin haddi değildir!» dedi. O yiğit:
«Ben Âdemoğlu değilim. Periyim. Hem de periler beyinin oğluyum. Ben, o ak yılanım ki dünkü gün
beni o ka ra yılandan kurtarmıştın. O kara yılan babamın kuludur, keleşidir. Bana düşmandı. Beni dün
o sahrada gördü. B eni öldürmek istedi, îşte o sırada sen geldin. Onu öldürttün beni de kurtardın.
Şimdi sana şundan ötürü geldim ki sana bir iyilik yapmak istiyorum. Eğer mal dilersen, seni definelere
ileteyim. Oradan ne istersen, istediğin kadar al. Benim malımın sınırı yoktur!» dedi. iki eyerli yiğit Bey:
«Daha neyin var?» diye sordu. Peri oğlu da: «Hekimlik bilgim vardır. Hekimliği çok iyi bilirim! Sana o
bilgileri öğreteyim!» dedi. Bey de: «Benim hekimlerim var. Gereği yok!» dedi. Ama peri oğlu: «Benim
bir kızkardeşim vardır. O'nu sana vereyim. Yalnız O'nun bir kusuru var. O kusuru da peri kızı olmasıdır.
Sen ise Âdemoğlusun. Olabilir ki O'nunla geçinemezsin!» dedi. iki eyerli yiğit de -. «O kızkardeşinin
kendisi ile geçinemeyeceği miz huyu nedir?» diye sordu Peri oğlu da: «Ona, sen bu işi neye böyle
ettin? diye sormazsan, iyi yaşayabi lirsin. Eğer böyle sorarsan eyde durmaz, gider!» dedi-Genç bey de:
«Ben de O'nun sözünden çıkmam!» di

— 426 -—

ye cevâb verdi. Peri genci bu sözü işitince O'na • «Benimle gel!» dedi. Genç bey bu söze uydu. Peri
oğlu Onu evden çıkardı. Ama çıktığım kimse görmemişti Yolda yürümeye başladılar. Bir bağa geldiler
ki duvarları altından ve gümüştendi. Bey, bağdan içeri girdi. Bağın orta yerinde köşkler gördü. Hepsi
de yakut zümrüt, inciden yapılmış köşklerdi. Peri genci iki eyerli Bey'i bir yakut köşke götürdü-
Orada bir taht vardı. Yakuttan yapılmıştı. Genç Bey'i o yakut tahta çıkardı. Arkadan peri oğulları
geldiler. Hepsi ayakta durdular. Bir saat kadar sonra peri oğlanın kızkarde-şı geldi. Genç adam, O'nu
görünce aklı başından gitti. Peri kızma âşık oldu. Kızı tahta oturttular Nikâh akçesi kıyıldı.
Yemekler getirildi. Yenildi, içildi. Bir gün, bir gece orada kaldı. Ertesi gün peri kızını yanına aldı.
Kendi şehrine gitti. Genç adam, bu peri kızıyla birlikte vaktini geçirirdi. Diğer karılarını
unutmuştu. Böylece vakitler su gibi akıp gidiyordu. Peri kızı, bir gün bir oğlan çocuk doğurdu.
Yüzü sanki ayın onbeşi gibi parlıyordu. Genç adama, bir oğlu olduğunu bildirdiler. Kalktı. Kansı peri
pren sesin yanına geldi. Bir de ne görsün: Oğlu annesinden de güzeldi. Ansızın kapıdan içeri bir parça
ateş girdi. Peri kızı oğlunu bir parça ipekli beze sardı. O ateşin içine bıraktı- O anda güzel oğlan çocuk
ortadan kayboldu. Bey kalktı. Dışarı çıktı. Ağladı, ağladı. Saçını, sakalını yoldu. Ama kızın şartını kabul
ettiği için : «Bu neden, nasıl oldu?» diyemedi. Hayli zaman sonra, Allâhü Teâlâ bu peri kızından bir kız
evlâd verdi. Bu kız çocuğu da güzel mi güzeldi. Sanki bu kız çocuğu da ayın onbeşi gibi parlıyordu, işte
bu kız Belkıs'tı. Halk onu görünce, dünya güzeli, sabah yıldızı, dediler. Prens, kızını gördüğü-.zaman
sevdi. Ansızın kara bir köpek kapıdan içeri gir

— 427 —

278
279

di. Peri de bu kızı, bir ipekliye sardı. Köpeğin önüne bıraktı. Köpek, güzel kız çocuğu aldı, dışarı gö
türdü. Genç baba köpeğin arkasından koştu, dışarı çıktı ama köpeği göremedi. Sakalım yoldu.
Ağladı, ağladı. Yine şartından ötürü birşeycik diyemedi. Ağlayıp sızlamayı bıraktı. Yine peri kızıyla tatlı
günler geçirmeğe başladı. Seneler geçti. İyi kalbli Bey'-in, kalbinde kötü bir düşmanı belirdi. Ve genç
adamın ülkesine bir ordu yolladı. Aralarında koskoca bir çöl vardı. On günlük bir yol
tutuyordu. Genç Bey, beş günlük yol hazırlığı yaptırdı. Fakat O'nun bir veziri vardı. On günlük yol
hazırlığında bulundu- Beş gün yolda gidildi. Azıkları tükendi. Vezir kendi zahiresinden otuz yük,
sudan ve undan armağanlar sundu. Genç Bey, yolda konaklamak ve o azıktan yemek diliyordu.
Peri kızı eline bir bıçak aldı. Zahire çuvallarım deldi. Yele savurdu. Sulan yerlere döktü. Bu hâli
genç Bey'e haber verdiler. Hemen çadırına geldi. Karısı peri kızma: «Karıcığım! Hakk Teâlâ Hazretleri
bana bir oğlan verdi. Götür-dün bir ateş içine bıraktın. Ben hiç ses çıkarmadım. Sonra güzel kızımı da
bir köpeğe verdin, yine bir şey söylemedim. Şimdi ise canıma kıyıyorsun. Bu azığımızı niçin yok
ettin? Bu suyu niçin döktün?» diye sordu. Peri kızı, O'na şu karşılığı verdi -.

«Ey Sultan! Madem ki sordun, sözümü işit- O suyu, unu şunun için yok ettim ki senin vezirin,
düşmanından yüzbin altın aldı. Bu suya ve una zehir kattı. Eğer inanmazsan kalan suyu vezire içir
Sözüm yalan mı, doğru mu bilesin!» dedi. Genç sultan adam saldı. Veziri getirtti. O sudan bir parça
kalmıştı. Vezire içirmek istediler, fakat içmek istemedi Genç sultan kılıcını çekti:

«Eğer bu sudan içmezsen, seni öldürürüm!

— 428 —

and içti. Vezir sudan yine içmedi. O da, O'nu kılın-cıyla parça parça eyledi. O zaman peri kızı : «Ey
sultanım! Oğlunu ateşe atmıştım; ateş, benim annemin kardeşi, dayımdı. Şimdi oğlunu yanında
besliyor. Koskoca bir çocuk oldu Gerçi kızını da köpeğe verdim, o köpek de benim dadımdı. Onu da, O
besliyor. Hâlâ yaşıyor!» dedi. Sonra bir haykırış savurdu, dadısı çıkıp geldi. Kızım getirdi. Üzerinde çok
çok inci, yakut vardı. Peri kızının elini tuttu, babasına teslim etti. Genç sultan askerlerine: «Atlanın!»
dedi. Atlandılar. Yolda kanatlandılar. Bir menzil yol aldılar. Bir yere kondular ki orada bol bol su vardı.
Oradan bol bol su aldılar- Sultan, peri askerlerini düşmanının üzerine saldırttı. Onu öldürttü. Bu işler
bitince karısı peri kızı:

«Ey kocam sultan! Ben, sana hiç bir zaman kötülük etmedim. Emirlerine baş eğmemezlik etmedim.
Bundan sonra da beni göremezsin. Benden uzak ol!» dedi. Genç sultan çok yalvardı ise de peri kızı
dinlemedi. Hemen bir güvercin oldu yükseklere uçtu, gitti, gözden kayboldu Sultan üzüntüsünden çok
ağladı. O kızın adını Belkıs koydu. Sultan babası ölünce, Sebâ adındaki ülkeye O'nun yerine geçti. Sebâ
prensesi olarak hüküm sürdü. Sonra da Süleyman (A.S.)'a vardı.

Süleyman (A.SJ'ın 300 nikâhlı hâtûnu, 700 cariyesi vardı. Süleyman (A.S.), bir gün: «Kadınlarım-
an herbiri bir oğlan doğursun. Allah yolunda gaza tsinler!» dedi. Fakat «İnşâallâh» demediği için,
bü-;ün kadınlarından yalnız bir kadın gebe kaldı. O da bir oğlan çocuğu doğurdu ki, boyu, poşu
hiç de düzgün değildi. Bir eli, bir ayağı, bir gözü, bir ku-

429

279
280

lağı, yarım da ayağı vardı. Peygamberimiz Muham med Mustafâ (S.A.V.) bu hususta şöyle demiştir:
«O Allah hakkı için ki, Muhammed'in nefsi O' nün kudretinin pençesindedir, eğer, Süleyman CA.S.)
İnşâallâh deseydi gerçekti ki Allâhü Teâlâ O'nun dileğini yerine getirirdi.»

Süleyman (A.S.) uzuvları eksik oğlunu görünce gamlandı. Berhayâ oğlu Âsaf da huzurunda
oturuyordu. Süleyman (A.S.) 'a:

«Ey Allah'ın Nebisi! Hakk Teâlâ'dan yakanp di leyelim, bu çocuk sağlık bulsun!»

Âsaf böyle söyleyince, Süleyman (A.S.) ve Âsaf Hakk Teâlâ'dan yalvarıp dilekte bulundular. Bu
yakarıdan sonra çocuğun bütün noksan azaları tamamlandı- Süleyman (A.S.) bu çocuğun hizmetine ve
yetiştirip, terbiyesine bakacak bir kişi istedi. Bir kişi geı-di: «Ben, bu çocuğu yetiştirip terbiyesine
kefilim!» dedi. Süleyman (A.S.) da bu çocuğu O'na verdi. Ama b iş Allâhü Teâlâ tarafından kabul
edilmedi. Azrail U S.), bu çocuğun ruhunu kabzetti ve cesedi Süleymâ (A.S.) 'in kürsüsünün üzerine
koydu.

* * *

Süleyman (A.S.) ölen çocuğu için yasa bürünmüştü. Aklı, fikri perişan olmuştu. Hakk Teâlâ, O'na
iki Melek yolladı. Bunlar insan şeklindeydi. Süleyman (A.S.)'ın huzuruna çıkarak, birbirlerinden
davacı oldular. Birisi: «Ey Allah'ın peygamberi! Ben ekin ektim. Mahsûlünü toplayacağım zaman bu
kişi üzerlerini çiğneyerek mahvetti!» dedi. ötekisi ise «Ey Allah'ın Nebisi! Bu kişi ekinini yol üzerine
ekmiş. Oysa bütün yolcular oradan geçip gitmektedir ler. Ben de gidecek başka yol bulamadım. Ekine
bae> mak zorunda kaldım!» diye savunmada bulundu Sû leymân (A.S.) birinci davacıya : «Ey
ahmak kış'1

__ 430 —

Yolda ekin ekilmez ve onu helak edip tepeleyenlere ödeme gerekmez!» dedi. O zaman Melek de:

«Ey Süleyman! Bu dünyâ, âhiretin yolu değil midir?. Niçin oğlun için boş yere gam çekiyorsun?»
deyince Süleyman (A.S.) istiğfar edip matemden yaz geçti. Saltanat tahtına oturdu. Bundan sonra
yirmi yıl daha yaşadı. Tefsirlerde bildirildiğine göre, Süleyman (A.S.)'in bundan sonra ömrü kırk yıl
sürdü.

SÜLEYMAN (A.S.) İN ÖLÜMÜ

Şöyle rivayet edilmiştir: Süleyman (A.S.)'m mübarek ömrü elliye ve sultanlığı kırk yıla erince-, her
gün mescide gider, ibâdette bulunurdu. Zaman olurdu ki bir ay mescitten dışarı çıkmazdı- Kimi zaman
olurdu ki bütün gün ayakta durur, ibâdet eylerdi. Hiç bir kimse O'nun ibâdet eylediği zaman yanında
durmaya cesaret edemezdi. Eğer yanına bir dev yanaşmış olsa, gökten bir ateş düşer, o devi yakardı.

Süleyman (A.S.) 'in mihrabında her gün bir ağaç biter, fışkırır boy salardı. Süleyman (A.S.), ağaca:
«Niçin geldin?» diye sorar. Ağaç dile gelip : «Ben filân derde devayım!» derdi.

280
281

Yine bir gündü. Mihrâbta bir ağaç gördü. Ona : "Sen niçin geldin?» diye sordu. Ağaç da: «Şunun için
geldim ki bu mescidi yakıp, yıkacağım!» dedi. Süleyman (A-S.) da: «Ama ben yaşıyorum. Hayattayım.
Bu mescidi kim yakıp, yıkabilir?» dedi. Lâkin ölümünün yaklaşmış olduğunu anladı. Buyruk verdi, o
ağacı kestirdi. Ondan bir âsâ yaptılar. Ne zaman ibâdete dursa, o asanın üstüne dayanırdı. Süleyman
(A.S.) :

«Yâ Rabbi! Bu mescidin bitimi için çok az bir i? kalmıştır. Yapan devler ölümümün yaklaştığını

— 431 —

anlarlarsa mescidin yapımını bırakırlar. Yâ Rabbî! Benim ölümümü bunlardan sakla! Tâ ki bu mescidi
tamamlasınlar!» diye dua etti. Vaktâ ki ölüm vakti erişti, ayak üstünde iken Yüce Allah'ın rahmetine
kavuştu, (Aleyhissalâtü vesselam). Ayak üstünde öylece kaldı. Allâhü Teâlâ Hazretleri bir ağaç
kurduna: «O ağacı kemir!» diye buyurdu. O kurd da hemen geldi- O asayı kemirmeğe başladı. Vaktâ ki
aradan bir yıl geçip tamamlandı, âsâ kırılıp parçalandı. Sû -leymân (A.S.) yere düştü. Nitekim Cenâb-ı
Hakk şöyle buyurur:

«Biz O'na (Süleyman'a) ölüm hükmünü uyguladığımız zaman ölümünü bildiren bir şey olmadı.
Ancak küçük bir kurd böceği asasını kemirdi. Süleyman yere düştü.» (Sebe sûresi, âyet: 14).

Süleyman (A.S.) yere düşünce Âdemoğullan yanında devler de, periler de birer yalancı çıktılar.
Çünkü onlar: «Biz gaybı biliriz!» diye iddia ederlerdi. Eğer gâibdeki işleri bilmiş olsalardı, Süleyman (A.
S.)'in da ne zaman ölmüş olduğunu bilirlerdi- Din bilginleri ilerlediler. O asayı aldılar. O küçücük kurdu
gördüler. Bir gün, bir gece ne yedi, ne de içti. Ondan kıyasladılar ki Süleyman (A.S.) öleli bir yıl
olmuştur. Cesedini aldılar. O sırada göklerden şöyle bir ses geldi: «Enginde bir ada vardır. Süleyman
(A.S.), o adaya gömülecektir. O'nu, oraya iletin!» Cesedi aldılar. Gemilere girdiler- Bildirilen yere
götürdüler. Orada bir mağara vardı, o mağaraya koydular. Yüzüğünü kimse alamadı. Yüce Allah bir
meleği ejderhâ şeklinde yolladı. Süleyman (A.S.)'ı ve parma-ğındaki yüzüğü bekler, durur,
însanoğullanndan hiç kimse ona yanaşamadı.

432

Akılıp, yanmıştı.£*. ™** »unan ası

«Buhtun Nasr Şam'ı yltf £h ' ^^ Verdiler =

Çoğunu katletti, geri kaaf f H yfa^mal«dı. Halkının

diler. 6 *ala™ da tutsak eyıedi!, de_

kaygl içinde

MusuI'a

^ti. Kes-

281
282

#**• Hem

d^ Musul beyi tehum'e de : rfe yakılan,

Saydl

Çalış.'. dedi. Buhtun katına

ir

ÖIeli lkindi

Bir zaman nasıl

taü-

Hakk Teâlâ Üzey «ene geçmişti. Uykuya daldıgt gün,

<>»« -

— 433 —

F./28

---

''ln *

__ 434 —

"'

oldu!» diye karşılık verdi. Üzeyr (A.S.) : «Kapıyı aç, sana dua edeyim, gözlerin şifâ bulsun!» dedi. Kadın
kapıyı açtı. Üzeyr (A.S.), onun gözlerine elini sürdü, dua etti. Gözleri hemen şifâ bulup, açıldı.

282
283

Kadın, Üzeyr (A.S.)'ı tanıdı. Dışan çıktı. Oğluna koştu haber verdi- Üzeyr (A.S.)'in oğlu kocamışti. Üzeyr
(A. S.) gözden kaybolduğu zaman oğlu yirmi yaşındaydı. Görmeğe geldiği zaman ise yüzyirmi yaşında
bulunuyordu. Oğlu hemen geldi. Babasını hâlâ kara sakallı gördü. Ayağına kapandı. Halka da: «Üzeyr
dirildi!» diye haber verildi. «Hem de Peygamber olmuş!» dediler. Halk geldi. O'nu gördü. Üzeyr
(A.S.), onları dine davet etti. O'na: «Eğer sana peygamberlik geldi ise, bize mucizeler göster!» dediler.
Üzeyr (A-S.) da onlara: «İlk mucizem şudur ki Tevrat'ı ezber bilmekteyim!» dedi. Bütün halk bu
söze şaşıp kaldılar. Sonra : «Yüz yıldır ölmüş bulunuyordum. Yine dirildim!» diyerek başına gelenleri
haber verdi. Halk arasında ne dîn kalmış, ne Tevrat kalmıştı. Bu sözleri duyan halk: «Hakk Teâlâ'nın
herşeyi yapmağa kudreti ve gücü vardır!» dediler. Üzeyr (A.S.) : «Şa'yâ (A.S.) kendi el yazısı ile bir
Tevrat yazmıştı. Onun nerede olduğunu biliyor musunuz?» diye sordu. Onlar da: «İşitmiştik ama
nerede olduğunu bilmiyoruz!» dediler. Üzeyr (A-S.) onlara: «Ben bilirim!» deyince hepsi O'na îmân
ettiler. Üzeyr (A.S.) Tevrat'ı okudu. Din bilginleri yazdılar. Allâhü Teâlâ'ya şükrettiler. Tevrat işte yine
ellerine geçmişti.

Tevrat'ın yazılması tamam olunca Üzeyr (A.S,) Mescid-i Aksâ'ya girdi. Orada bir direk gösterdi: «Bu
direğin dibini kazın!» dedi. Onlar da kazdılar. Oradan bir .sandık çıktı. İçini açtılar- îlk Tevrat'ı içinde
Kördüler. Onu aldılar, ikisini karşılaştırdılar. İkisinin arasında bir kıl kadar artık ve eksik bulamadı-

— 435 —

îar. Hemen-. «Üzeyr, Allah'ın oğludur!» dediler. Ve kâfir oldular. Nitekim Hakk Teâlâ şöyle buyurmuş
-

tur:

«Yahudiler: "Üzeyr, Allah'ın oğludur!" dediler. Hıristiyanlar da: "Mesih (îsâ), Allah'ın oğludur!"
dediler.» (Tevbe sûresi, âyet: 30).

Allâhü Teâlâ, onların bu sözlerini reddetti. Şöy

le buyurdu :

«Onlar, Allah'ı bırakıp din bilginlerini ve rahiplerini Rableri olarak kabul ettiler. Halbuki onlara da
ancak tek Allah'a kulluk etmeleri emredilmişti. Allah'tan başka hiç bir İlâh yoktur. O, Allah/müşriklerin
kendisine eş koştukları her şeyden tenzih edilmiştir- (Tevbe sûresi, âyet: 31).

Vaktâ ki yirmi yü geçti. Hz. Üzeyr'in bir öğrencisi vardı ki ona Zerdüşt bin Yonan derlerdi. Çok bilgi
sahibiydi. Ve sihirbazdı. Bir gün saygısızlık etti. Hz. Üzeyr, o'nu koğdu, reddetti. Hakk Teâlâ, Zerdüşt'ü
cüzzam hastalığına uğrattı. Onu şehirden di şan sürdüler. Onda, Dâvûd (A.S.)'ın eliyle işlenmiş bir zırh
vardı. Kitaplarını yanına aldı, Hindistan'a gitti. Hindistan'da bir yıl kaldı. O ülkeyi gezdi dolaştı. Orada
çok sihirler öğr; ndi. Çok miktarda oğlak derisi ete geçirdi. O derileri kâğıt hâline getirdi. Sonra Bâbü
ülkesine geldi. Bâbil'de bir kuyu vardı. Oraya uğradı. Buradan çok şeyler öğrendi ve oradan bir dağa
çıktı. Yanına bir yıllık nzık alarak bir mağaraya yerleştirdi. O mağarada bir yıl kaldı, iki kitap yazdı.
Birisine «Zend» adını koydu, öbürüne «Avest» adım verdi. Avest, Zend'in bir açıklamasaydı, tçine
şerîatler koydu- Ateşe tapma (Ateşperesti*) dinini ortaya koydu.

283
284

ve

n üzerine H?

Peçelilere ait

°'nu

— 436 —

— 437 —

vücûdu

bulamayınca, O nu^ hemen şehir ery&d

'

oldu.

— 438

den kuvvet buldu- Bâbil yine Asûr vilâyetlerine tâbi bir vilâyet hâline getirildi.

284
285

Lâkin Doğu tarafı eski hâline getirilemeyip Mid-ya halkı ve Bâbil eyaletindeki Geldâni taifesi
ayaklandı.

MMya ile Bâbü valileri anlaşarak Asûri devletine isyan ettiler ve devlet merkezi olan Ninova şen~ rini
muhasara ettiler.

Çok geçmeden, Ninova'lılar bir karşı hücumla şehri muhasaradan kurtardılar. Asûrî devleti yeniden
kuvvet buldu. Bâbil yine Asûr vilâyetlerine tâbi bir vilâyet hâline getirildi.

Lâkin Doğu tarafı eski hâline getirilemeyip ya hükümeti yerinde kaldı.

Asûrî devleti eski büyüklüğünü kazanmak iÇın sağa sola ordular gönderdi. Hattâ Benî İsrail'e bile
büyük bir ordu yollamıştı. Yapılan savaşı Asûrıler kazandılar ve Benî israil'den birçok esirler aldılar.

Bir müddet îsrâîl devleti Ninova hazinesine vergi vermeğe mecbur oldu. Fakat bir müddet sonra DU
vergiyi vermekten usanarak Asûri devletine karşı geldi.

Bunun üzerine Ninova hükümdarı büyük **& °* du üe Isrâü devleti üzerine yürüdü ve payitahtı ba-
bartiye şehrini istüâ etti. îsrâü devletinin hükûtnaar rnu ve memleketin bütün üeri gelenlerini
yakalayıp Horasan taraflarına gönderdi. Asûrî'lerden ve <-*e*-danHerden birçok ahâliyi getirip Beni
israil'in senelerine yerleştirdi.

israil'de ve Yahûdâ'da yaşayan Yalmdiler, bır-feirlerini her ne kadar kıskanır ve daim» birbirleri ni»
aleyhinde bulunurlarsa da kardeş oğulları demen °lduklar«dan israil devletinin o şekilde çökmesi ve

— 439 —

bunca Beııi İsrail'in esir olması Yahüdâ devletine çok tesir etti.

Asûrüer, İsrail devletini yıktıktan sonra, gözlerini Yahüdâ topraklarına diktiler ve çok geçmeden
Kudüs üzerine kuvvetli bir ordu gönderdiler.

HZ. İSA YÂ ve HZ. ERMİYÂ

İşayâ peygamber olduktan sonra, Asûri askerlerinin, Allah'ın gazabına uğraması için dua edip,
kavmine şu müjdeyi verdi:

«Düşmanlarımız pek yakında mahvolacak, sabır

lı olunuz!»

Hz. îşayâ'mn verdiği müjde gerçekleşmişti. Asû-rî ordusunda hastalık çıktı. Birçok asker bu
hastalıktan kurtulamayıp öldü. Ninova hükümdarı zaferi elde edememekten dolayı umutsuz bir halde
Nino-va'ya döndü. Bu suretle Yahüdâ devleti kurtuldu.

Fakat Beni tsrâil, bu kurtuluşu uzun müddet de r vam ettiremedi. Yine doğru yoldan çıktılar. Nihayeı
işi büsbütün azıtarak tşayâ Peygamberi şehid ettiler. Hazkiyâ'nın vefatından sonra yerine geçen oğlu,

285
286

halka tahammül edilmez derecede zulümler yaptı Bu sefer Asûrüer gaddar ve günahkâr olan hüküm
darın üzerine musallat oldular. Onu tutup hapse attılar. Bir müddet sonra da, senede muayyen bir mık
tar vergi vermek şartiyle serbest bıraktılar. Yahüdâ tahtına getirerek Kudüs-ü Şerife gönderdiler.

Bir müddet sonra Benî israil yine işi azıttı. Doğ

ru yoldan çıkarak Allah'ın emir ve nehylerini u»u

tular. .

tşte o zaman, Kudüs-ü Şerifte Hz. Enmy»-

— 440 —

israil'e mebus oldu ve Tevrâtı Şerifi yemden yazdı Onun ahkâmını yürütmeğe başladı.

O esnada Asûrîler Şark tarafına hücum ettilerse de muzaffer olamadılar. Bunun üzerine, Garba
dönerek Kudüs-ü Şerif üzerine hücum ettiler. Ordunun başkumandanının çadırına girebilen bir Yahudi
kızı, kumandanı öldürdü ve böylece Asûri askerleri başlarında kumandan olmayınca bozuldular ve
Yahüdâ devleti kurtuldu.

Fakat, Asûrîler bu bozgunun uğursuzluğundan kurtulamadılar. Zira o hezimet üzerine Asûrî hâki-
ıs&feti altında bulunan birçok kabile isyan etti. Ni-nova'nın hiçbir tarafta hükmü geçmez oldu- Bâb-î
valisi çok kuvvetli ve kudretli olduğundan başlı başına bir hükümdar mevkiine geldi.

Bir müddet sonra, Midya hükümeti ile Bâbil valisi Ninova aleyhine birleşti.

Bâbil valisinin oğlu ve başkumandanı olan Buh-tunasar bir büyük ordu ile Ninova üzerine yürüdü.
Midya askerleriyle birlikte Ninova'yı muhasara etti Nihayet galip geldiler ve Ninova şehrini yakıp,
yıkarak yok ettiler.

Bu sırada Buhtunasar'uı babası öldü. Buhtuna-sar da Bâbil'e dönüşünde babasının tahtına oturdu.

Böylelikle Asûri devleti tamamen ortadan kalkmış oldu.

Asûri devletinin yıkılmasından sonra yerine iki devlet kuruldu.

Biri Midya devletidir ki, şimdi İran dediğimiz yerler orada kaldı. Diğeri de Geldani devletidir. Onuıı da
payına Garp tarafı düştü ve Bâbil şehri hükûme? Merkezi oldu.

441 —

Babil şehri bu suretle hükümet merkezi olduk sonra, Buhtunasar, Bâbil'i genişletip büyüttü ve

birçok yüksek binalar, muazzam kaleler vücuda ge "tirdi. Şehri mükemmel bir şekilde imâr etti.

286
287

Buhtunasar, tahta çıkışından bir müddet sonra Beni israil üzerine hücum etti- Benî tsrâîl hükümdarı
mukavemetin faydasız olduğunu görünce teslim oldu ve Buhtunasar, tarafından tâyin olunmuş bir vali
gibi Kudüs'te kaldı ve üç sene bu suretle O'na bağlı

kaldı.

Yıllar sonra Beni israil hükümdarı Buhtunasar'a karşı geldi. O da asker gönderdi ve O'nu Kudüs'ten
kaldırdı, yerine oğlunu geçirdi.

Lâkin çok geçmeden O'nu da yakalatıp Beni israil'in bir çok ileri gelen âlim ve zenginleriyle Bâbil'e
getirtti ve hapse attırdı.

Buhtunasar, bu şekilde Beni İsrail melikini Bâ-- bil'e gönderdikten sonra, yerine amcasının oğlu Sıd-
kıyâ denilen zâtı kendi mümessili olarak Beni israil üzerine hükümdar tâyin edip Kudüs'e gönderdi.

HAZRET-İ ERMİYÂ

Sıdkıyâ, bir müddet Buhtunasar'a bağlı olarak Kudüs'te hüküm sürdü. Bu esnada Hz. Ermiyâ da
Kudüs-ü Şerifte bulunuyordu.

Buhtunasar ve Sıdkıyâ'yı korkutan Hz. Ermiyâ, aynı zamanda Benî israil'e de günâhlarından dola-1 yi
tevbe etmeleri için nasihatler veriyordu.

Benî israil ise Allah'a karşı âsî oldukları gibi, günâhları sebebiyle Allâl» tarafından üzerlerine musallat
olan Buhtunasar'a da karşı gelip, zaman zaman isyan çıkarmak istiyorlardı.

Hz. Ermiyâ, Beni israil'e söz geçmez, vaaz ve nasihat tesir etmez olduğunu görünce, hemen içlerin-

— 442 —

den çıkıp bir tarafa gitti. Bir müddet Sıdkıyâ da Buhtunasar'a karşı harekete kalkıştı.

Onun üzerine Buhtunasar, büyük bir ordu ile vezirini gönderdi, bir müddet Kudüs-ü Şerifi
muhasara ettikten sonra zorlukla şehre girdi- Kudüs'ü yaktı. Beytül Mıakaddes'i yıktı, Benî israil'in
kimisini öl dürdü ve kimisini Sıdkıyâ ile beraber esir edip Bâ bil'e gönderdi.

Benî İsrail'den bâzıları Mısır'a ve bâzıları Mek-ke-i Mükerreme'ye kaçıp kurtuldu. Kudüs-ü Şerif -te
yalnız ihtiyarlar, hastalar ve fukaralar kalmıştı.

Buhtunasar, Bâbil'den ve şâir illerden birçok halk gönderip Kudüs-ü Şerif tarafında, Beni israil' den
kalanlarla karışık olarak iskân ettirdi ve üzerlerine kendi tarafından bir mümessil tâyin etti.

Bu vak'a Buhtunasar'ın tahta çıkışının on dokuzuncu senesinde vukua gelmişti. Bu suretle Yahudi
devleti tamamiyle yıkıldı. Ve böylece Benî israil'in elinden hükümet gitti. Sıdkıyâ, Benî îsrâîl
hükümdarlarının sonuncusu idi.

Buhtunasar, bu suretle Kudüs'ü harâb ettikten sonra, bütün Suriye'yi zaptetti.' Hüküm ve nüfuzu
Mısır'a kadar yayıldı. Civarda bulunan kavimleri korkuttu. Sonra kendi halefleri de bir müddet O'nun
izini takip etti.

287
288

Geldani'ler, altmışsekiz sene kadar Bâbil'de hüküm sürdüler. Sonra iran'da kurulan Kiyâniyân dev
leti, Bâbil'e hücum etti. Kısa bir müddet sonra Bâbil'ı zaptederek Geldâni devletinin hâkimiyetine
son verdi.

Geldâni devletinin yıkılması ile, yıllardır esaret altında bulunan Beni îsrâîl, vatanlarına döndüler.
Kudüs'de toplanıp yetmiş senedenberi harâb bir halde - duran- M«scid-i Aksâ'yı yeniden bina ettiler.

— 443 —

Bu sefer Bâbü'den dönüşlerinde, yanlarında iki binden fazla ulemâ vardı. Bunlardan birisi de Hz.

Azîz'di.

Lâkin evvelce Kudüs şehri yanıp Beytü'l Mukaddes de yıkıldığı vakit Tevrat da kaybolmuştu. O
vakitten sonra Beni İsrail içinde dini vazifeler ve diu hakkında ne varsa unutulmuştu.

Bunun için Hz. Aziz birçok Yahudi âlim ve yaşlılarını toplayıp, Tevrat'ı ezberden okudu, diğerleri de
dinleyip yazdılar ve Hz. Musa şeriatının ahkâmını yeniden ortaya çıkardılar.

Bu veçhile Benî İsrail, Geldâni'lerin elinden kurtuldu. Fakat hükümeti kendi ellerine geçiremeyip

İran'hlara tâbi oldular.

Bu veçhile Beni İsrail, Geldâni'lerin elinden kurtuldu. Fakat hükümeti kendi ellerine
geçiremeyip

îran'hlara tâbi oldular.

Bu tarihten sonra Buhtunasar'm dörtyüzotuzbe-şinci senesinde meşhur Büyük İskender, İran


Devletini yendiği ve Bâbil'i zapteylediği zaman, Kudüs'ü de zaptetti. Ve böylece Beni İsrail,
Yunanlıların hükmü altına geçti.

Sonra Romalılar geldiler. Yunanistan'ı istilâ ettiler ve bu suretle Kudüs'ü de zaptettüer. Bu sefer Beni
İsrail, Romalıların hükmü altına geçmek zorunda kaldı.

ALEYHİ'S-SELÂM

lâh'ın nzâsı için, dır.

— 444 —

Zekeriyâ (A.SJ 'm eşi İsağ kısır olduğundan çocuk doğuramazdı. İsağ'ın kız kardeşi Hanne, Beni İsrail'in
büyüklerinden Ümran denilen zâtın karısı idi- Onun da evlâdı olmazdı.

Bir gün Hanne: Cenabı Hakk, bana bir çocuk ihsan ederse, Beytü'l Mukaddesin hizmetine vakf
edeceğim.» diye adamıştı.

288
289

O zamanlarda erkek çocukları Beytü'l Mukad-des'in hizmetine vermek bir âdet hâlini almıştı. Hanne
hâmile iken kocası Ümran vefat etti. Kendisi de beklediğinin aksine olarak kız doğurdu ve O'na
Meryem adını verdi. Ve:

«Yâ Rab! Ne yapayım, kız doğurdum. Sen, O'nu kabul et» diye Cenâb'ı Hakk'a yalvardı. Maryem i
alıp Beytü'l Mukaddes'e götürdü: «Alınız bu, mescide adaktır.» diye oranın hizmetine verdi.

Büyük bir zâtın kızı olduğundan, herkes O'nu büyütüp terbiye etmek için birbirleriyle adetâ yarış
ediyorlardı. Hz. Zekeriyâ, O'nu alıp zevcesi İsağ'uı yanına götürdü. Bu suretle Hz. Meryem, teyzesi
İsağ' in yanında büyüdü.

Sonra Hz. Zekeriyâ Beytü'l Mukaddes'te O'na has bir oda yaptırdı. Hz. Meryem odasına çekildi ve
ibâdetle meşgul oldu. Yanına Hz. Zekeriyâ'dan başkası giremiyordu.

HZ. ÎSÂ ve HZ. YAHYA

Hz. Zekeriyâ Aleyhi's-selâm kendisinden sonra yerini tutacak evlâdı olmadığından çok üzgündü.
Zevcesi zâten çocuk doğuramıyordu. Kendisi de çok yaşlanmış ve artık çocuğu olmak ihtimâli
kalmamıştı. Fakat ihsan ve inayetine nihayet olmayan Al-

— 445 —

lâh (C.C.)tan ümid kesilmez- Bir gün Cebrail (A.S.) Allâhü TeâJâ tarafından Hz. Zekeriyâ'ya gönderildi,
tsağ'dan, Yahya adında bir çocuk olacağını müjdeledik Hattâ Hz. îsâ"nın bile dünyaya geleceğini
söyledi.

Bir müddet sonra Cebrail (A.S.), Hz. Meryem'in yanına geldi ve yakasından üfürdü. Hz. Meryem,
hemen gebe kaldı.

Daha önce Isağ, gebe kalıp Yahya'yı doğurmuştu. Altı ay sonra da Hz. Meryem, Hz. îsâ'yı doğurdu.
Hz. Meryem, O'nu sardı, beşiğe koydu ve alip kavminin yanma getirdi. Fakat kavmi-. «Meryem, oen
ne yaptın? Baban fena adam değildi. Anan da fahişe değildi, sen kötü bir şey yapmışsın!» deyip,
hemen O'nu taşa tutmağa kalkıştılar.

Hz. Meryem. Hz. îsâ'yı işaret ederek: «O'ndan sorunuz!» dedi. Bu lâfa çok şaşıran halk: «Biz, bu
kadar küçük çocuğun, konuşmadığını bilmiyor muyuz . sanki, sen bizi aldatıyorsun» diye çıkıştılar. O
sırada Hz. îsâ, dile geldi: «Ben, Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve» *>eni peygamber yaptı. Nerede
bulunsam beni mübarek kılacaktır. Doğduğum gün, öldüğüm gün ve yeniden dirildiğim gün, bana
selâmet ihsan

edecek.» dedi-

Hz. îsâ'nın konuştuğunu gören Yahudiler şaşkına döndüler. Aynı zamanda da Hz. Meryem'den el
çekmek zorunda kaldılar.

Fakat; «Babasız çocuk olur mu?» diye dedikodu yapanlar çoğaldı. Hz. Zekeriyâ'ya bile iftira etmekte
çekinmediler. Hz. Zekeriyâ o zamanlar yüz.yaşlarında kadardı. Yaşına saygı göstermeyen Yahudiler,
nihayet; Hz.-Zekeriyâ'yı şehid. ettiler.

289
290

Hz. Meryem, Hz. îsâ'yı aldı ve amcasının oğlu

— 446 —

Yûsuf Neccâr ile beraber Mısır'a gitti- Oniki sene orada kaldılar.

Sonra Hz. Meryem, oğlu Hz, îsâ'yı alarak Kudüs'e döndü, Nasıra köyüne yerleştiler. Hz. îsâ otuz
yaşına girinceye kadar orada oturdular.

* * *

Hz. Yahya, pek küçük yaştan beri, elinde Tevrat olduğu hâlde semt semt dolaşıp halka vaaz ve nasi
hatlerde bulunuyordu. Babası gibi, O da Hz. Musa'nın şeriatını halka bildirmek ve anlatıp yaymak
üzere Beni İsrail'e gönderdi.

* * *

Hz. îsâ, otuz yaşma gelince, yeni bir din ile gönderildi. O'na İncil nazil oldu. O'nun şeriatiyle, Hz.
Musa şerîati hükümsüz oldu- Hz. Yahya da O'nun şeriatine tâbi oldu. Hattâ o esnada Benî İsrail
üzerine reis olan kimse, kardeşinin kızını almak istedi ve nikâh akdini Hz. Yahya'ya teklif eyledi.

O vakit Hz. îsâ dininde kardeş kızını almak haram kılınmıştı. Bunun için Hz. Yahya da nikâh akdinden
çekildi.

Kızın anası gücenip, Hz. Yahya'nın öldürülmesi için ısrar etti. Kudüs reisi bulunan kimse de Hz.
Yahya'yı getirtip onların huzurunda boğazlattı.

Mucizeler göstermeğe başlayan Hz. îsâ bir ölüyü diriltti ve anadan doğma körlerin gözlerini açtı. Su
üzerinde yürüdü ve daha bu yolda bir çok mucizeler gösterdi. Buna rağmen, O'na yalnız oniki «iŞi
imân etti ki, onlara «Havariyun» denilmektedir, «unların birincisi Şemune-Elsefa'dır ki, Hıristiyan-ar
arasında ona Butrus (Petro) denilir ve birisi de Şemun nâmında biridir ki Hıristiyanlar ara-ona (Yuda)
denilirdi.

447

Yahudiler imâna gelmek şöyle dursun, Hz. Yahya gibi, Hz. isa'yı da öldürmeğe karar verdiler. Hz. İsa
son defa olarak Havâriyun ile bir gece birleşip, gizlice sohbet ediyordu. Yahudiler ise O'nu öldürmek
için sıkı sıkıya anyordu.

Hz. îsâ Havâriyun'a dedi ki-. «Sabah olmadan sizin biriniz beni inkâr edecek ve pek. az paraya
satacaktır.»

Dediği gibi, Havâriyun'dan Yuda, Şemun, sabah olmadan gidip Yahudilerden bir miktar rüşvet aldı ve
Hz. İsa'nın yerini haber verdi.

Yahudiler, hemen Hz. îsâ'yı tutup da öldürmek için oraya gittiler. Hırs ve telâş ile yanılıp Hz- îsâ'ya
benzettikleri o hâin Yuda'yı tuttular ve O'nu astılar. Onlar da sahiden Hz. îsâ'yı astıklarını zannettiler.

290
291

Allâhü Teâlâ ise Idris (A.S.) gibi Hz. îsâ'yı da göğe kaldırdı ve O'nu dünyanın dert ve gailelerinden
kurtardı.

Hz. îsâ göğe çekildikten kırk sene sonra Romalılar Kudüs üzerine hücum ile Yahudilerin kimini
öldürdüler ve kimini esir ettiler. Kudüs'ü yağma ve harap ettiler, Yahudi kitaplarını kamilen yaktılar.
Kudüs şehrinden Benî israil'i tamamen çıkardılar. Beytü'l Mukaddes'i de yıktılar.

Hz. Musa'nın vefatından Hz. isa'nın doğumuna kadar binyediyüzonaltı sene geçmiştir.

ASHÂB-I KEHF

Kur'ân-ı Kerim'de, Kehf Sûresi'nde

.kâyeyi islâm tarihleri ^^hrinde iyi **^

Hz. isa'dan önce Antakya **" yeti§

akılb, soylu altı yiğit yaşıyordu. Büyüyüp

— 448 —

şehrin halkı, Dakyanus adındaki Romalı hükümdarlarına bağlı idi. Daha doğrusu Tanrılık iddiası eden
Dakyanus'a tapıyorlardı. Bu alta genç arkadaş ise Allah'ın birliğine inanıyordu.

Günün birinde Dakyanus onların durumlarını öğrendi. Kendisine tapmayan alta genci huzuruna
çağırarak sorguya çekti:

«Haber, aldığıma göre siz beni Tanrı olarak tanımıyorsunuz öyle mi?» Gençler büyük bir cesaretle
cevâp verdiler: «Evet!..»

Dakyanus, fena halde sinirlenmişti. Sert bir tavırla : «Öyle ise kime. tapıyorsunuz?» dedi.

Şunun üzerine altı gencin en ileri geleni, ftlek-selinâ diğer arkadaşları adına karşılık verdi:

«Yeri ve göğü, bütün bu varlığı Yaratan, bir olan kudretli Allâh'ü Teâlâ'ya tapıyoruz ve ondan gayri
ilâh tanımıyoruz.»

Dakyanus, hidâyete erişip, Hakk yolunu bulan

bu yiğitlere fena hâlde kızmıştı. Aklınca kendilerini uyarıp inançlarından ayırmak istedi- Fakat hiç
birisi mâkul bulduğu imânından zerre kadar dönmek niyetinde değildi. Çaresiz kalan Dakyanus, hâkim
müşavirine dönerek bu konudaki fikrin* sordu. Gençlerin ailelerini tanıyan hâkim ona şu tavsiyede
bulundu:

«Bu gençler şehrin tanınmış, soylu âilelerinden-dir. Onları öldürmek, ağır cezaya çarptırmak doğru
değildir. Bence onlara fikirlerini değiştirmek için mühlet vermeli, nasihat etmeli.»

291
292

Dakyanus. hâkimin sözüne uyarak onlan serbest toraktı ve kısa bir zamanda kendisine tâbi
olmalarını söyledi. Gençler, hiç bir şey söylemeden saraydan ayrıldılar. Rivayete göre gençleri
ölümden kurtaran

F./29

— 449 —

hâkimin oğlu da Allah'ın birliğine inananlardandı,

fakat bu inancını kimseye açamıyordu.

Adları MekseUnâ, Meslinâ, Yemlihâ, Mernûş, Kefeştatyûş, Tebernûş olan bu gençler, hükümdarın
yanından ayrüınca şehrin civarında bulunan Yahlus adındaki dağa gittiler. Orada rast geldikleri

bir çobana sordular.

«Bu dağda bizleri barındıracak bir yer var mı?» Adı Şazfaa&ş olan çoban hayretle yüzlerine bakarak:

«Siz kimsiniz? Neden bu ıssız yere gelip gizlenmek istiyorsunuz?»

Mekselinâ. cevâb verdi:

«Biz Allah'a ibâdet eden insanlarız, yaşadığımız şehrin hükümdarı ve ona bağh olan halktan ayrı
inançtayız. O hükümdarın hışmına uğramamak ve emin bir yerde barınmak için buralara geldik.»
Çoban bunu duyunca, onlara yakınlık gösterdi: «Doğru ve temiz kalpli gençlere benziyorsunuz. Ben de
sizin tuttuğunuz yola tâbi olmak ve Allah'a tapmak istiyorum. Bundan sonra sizin için hiç bir
fedakârlıktan çekinmiyeceğim. Şu eteğinde durduğumuz dağda kapısı dar fakat içi gayet geniş bir
mağara vardır. Havalar çok soğuk ve yağışlı olduğu zaman ben ve koyunlarım oraya gireriz. Bundan
sonra siz de benimle beraber orada kalırız.» dedi.

Mekselinâ ve arkadaşları çobanın hidâyete erişmesine memnun oldular.

Tam mağaraya girecekleri zaman çobarun «Kıt-mir» adındaki köpeği onlara katılmak istedi.

Fakat Kıtmir direndi, mağaranın kapısını tutarak gayet açık bir dille konuştu-.

*" TtÖO ""~~T

«Niye beni yanınızdan koğuyorsunuz? Ben de sizin gibi Allah'ın Birliğine ve Varlığına inanıyorum.»
dedi.

Bu mucize karşısında Mekselinâ ve arkadaşları köpeği okşayarak yanlanna aldılar ve mağaraya girip
orada yerleştiler.

Köpek onları korumak maksadiyle ön ayaklarını mağaranın kapısı önüne uzattı ve başını üstüne
koydu.

292
293

Mağaraya "girdikten sonra uykuya dalan (As-hâb-ı Kehf) dedikleri Mekselinâ ve arkadaşlan yıllarca o
ölüm uykusunda kaldılar.

Hükümdar Dakyanus, Mekselinâ ve arkadaşlarına verdiği mühletin geçtiğini görünce, onları arattırdı.

Kaçtıklarını öğrenmesi üzerine her tarafa adamlar saldı- Fakat bütün aramalara rağmen izleri
bulunamadı.

Ashâb-ı Kehf rivayete göre mağarada 309 yıl kalmışlar. Cenâb-ı Hakk, bunlara her hafta, (vücûd-
lannın çürümemesi ve âzalarının birbirinden ayrıî-maması için) bir Melek gönderip gerekeni
yapıyordu.

Üçyüzdokuz, yıl sonra Mekselinâ ve arkadaşları derin bir uykudan uyanır gibi gözlerini açtılar. Et rafa
ve onlarla beraber dirilen köpeğe hayretle ba kıp birbirlerine sordular: «Acaba ne kadar yattık?^
Tebernûş cevâb verdi:

«Olsa olsa birbuçuk gün!» Mekselinâ söze karıştı: «Doğrusunu Allah bilir..»

Biraz sonra, şehirden gelirken beraberlerinde getirdikleri yiyeceğin tükendiğini farkeden Ashâb-'
Kehf (Mağara Arkadaşlan) üzerinde hükümdar Dak-Yanus'un sureti bulunan birkaç akçeyi Yemlihâ'ya
verip:

— 45] —

«Bu paralan al! Bize şehirden bir miktar yiye çek al, yalnız yerimizin bilinmemesi için giderken vo
gelirken ayrı yollan takip et. Her ihtimale karşı, hiç bir kimse ile fazla konuşma.» diye sıkı sıkı tenbih

ettiler.

Yemlihâ, Antakya'ya vannca bu şehirde birçok değişiklikler farketti. Bilhassa halkın ibadethanelere
gidip Allah'a ibâdet etmelerine dikkat etti.

Bütün bu değişikliklerin bir günde olamayacağını düşündü, fakat üzerinde fazla durmadan fınna
gitti, elindeki akçeyi verip ekmek istedi. Fırıncı tedavüldeki paralardan daha büyük ve üzerinde başka
yazı ve suret bulunan bu akçeyi hayretle evirip çevirdikten sonra Yemlihâ'ya sordu:

«Bu yabancı akçeyi nerede buldun?» Yemlihâ

cevâb verdi-.

«Ne yabancısı?. Bu akçe, bu ülkenin parası değil mi?» Fırıncı gülümsedi:

«Hayır, baksana üzerinde başka bir hükümdarın resmi var. Sen muhakkak bir define keşfetmişsin-»
dedi.

Yemlihâ, ekmekçinin yüzüne tuhaf, tuhaf bakarak:

293
294

«Aynı para ile dün ekmek almıştım, kimse itiraz etmedi. Üzerindeki resim de aynı idi. Bu şehrin
hükümdarı Dakyanus değil mi?..» diye sordu. Fırıncı başını salladı:

«Böyle bur adı ilk defa senden duyuyorum, bizim

valimiz Jülyanus'tur.» dedi.

«Peki, hangi dîne tâbisiniz...» Fınncı saygılı bir tavırla cevâb verdi: «îsâ peygamberin dinine tâbiiz,
Allah'ın Birliğine inanır ve O'na ibâdet ederiz.»

Fırıncı, bu cevâbtan memnun olan Yemlihâ y1

— 452 —

alıp şehrin valisinin huzuruna götürdü ve akçe ola ymı anlattı.

ı,f Valİ> Yemlihâ>nın yüzüne dikkatli dikkatli bak-tiKtan sonra karşısında duran zâtın İncil'de
bahsedilen Ashâb-ı Kehf ten biri olduğunu anlamakta re-cıtonedı. Hemen şehrin ulularını ve âlimlerini
toplayarak onlara Yemlihâ'yı tanıttı.

Bunun üzerine Yemlihâ, başlarından geçen macerayı, şehirden nasıl kaçıp mağarada saklandıkla
rmı anlattı. Vali, mecliste bulunanlara dönerek:

«incil'de adı geçen ve Hz. isa'nın haberini ve; dıgı Ashâb-ı Kehf bu gördüğünüz zâtın arkadaşları dır.»
dedi ye Yemlihâ'nm sırtını okşayarak ilâve etti: «Ey yiğit, sana müjde olsun ki, Dakyanus zama m
geçmiştir. Üçyüzdokuz yıl önce ölmüş ve Onun zulüm, cehalet devri sona ermiştir. Artık bu ülke,
birkaç yıl önce Allah tarafından peygamber olarak gönderilen îsâ Aleyhisselâm'ın getirdiği Hakk
dinine tâbidir.»

Yemlihâ bu meraklı ve sevindirici haberi bir an evvel mağarada bekleyen arkadaşlarına ulaştırmak
için sabırsızlanıyordu. Hükümdardan gitmek için adam yolladığını sanacaklar ve korkacaklar. Bana
müsaade edin tek başıma gidip onlara herşeyi anla-ayım, ondan sonra tekrar buraya gelir, sizleri
alırım.» dedi.

Bunun üzerine hükümdar, Yemlihâ'ya bol yiye çek ve akçe vererek şehrin kapısına kadar uğurladı.

Yemlihâ, kendisini sabırsızlıkla bekleyen arkadaşlarına I)akyanus'un yıllarca önce öldüğünü, Hakk
Peygamberi Hz. İsa'nın getirdiği dînin her tarafa yayıldığını haber verdi. Buna çok sevinen mağara ar-
adaşlan ellerini havaya kaldırıp Cenâb-ı Hakk'a Şükrettiler Ve hayatlarına son verilmesini dilediler.

— 453 —

Cenâb-ı Hakk, bu dileklerim yerine getirdi. Altısı bir arada, mağaranın içinde ruhlarını teslim et

tiler...

294
295

Antakya valisi akşama kadar Yemlihâ'nın dönmediğini görünce ertesi gün maiyeti ile beraber şehrin
haricine çıktı. Ağaçlık bir yerde otağını kurdurup birkaç muhafızı mağaraya gönderdi. Muhafızlar
civarda kimseyi göremediler ve mağaraya girmeye cesaret edemediler. Hemen dönüp durumu valiye
bildirdiler.

Vali, hemen saraya döndü, şehrin en usta mimarlarını ve kalfalarını çağırtarak (Ashâb-ı Kehf) in
bulunduğu mağaranın önünde bir mescit inşâ etmelerini ve kapısının üstünde bir mermerin üstüne
Ashâb-ı Kehf in hikâyesini ve hangi tarihte ve devirde yaşadıklarını nakşetmelerini emretti.

Ashâb-ı Kehf'in kaç kişi olduklarına dair birçok rivayetler vardır-. Kimi köpekleriyle beraber dörttür,
diyor. Kimi beş kişi olduklarını ileri sürüyor, kimi sekiz olduklarını iddia edip, bilinenlerden fazla
olanlarının Katuluş, Kalus olduklarını belirtiyor.

Ashâb-ı Kehf'in köpekleri hariç altı kişi olduklarım zikreden rivayet bunların en doğrusudur.

HÂTEMÜ'L - ENBİYÂ

HZ. MUHAMMED MUSTAFÂ ISallallahu aleyhi ve

sellem)

Hz. Muhammed Sallallâhü aleyhi ve sellem, FH Vak'ası'ndan elli beş gün sonra ilkbahar mevsiminde
Rebiülevvel ayının, onikinci Pazartesi -gecesi sabaha karşı dünyaya geldi ve daha gün doğmadan âlem.
nur ile doldu.

— 454 —

Abdullah'tan Hz. Âmine'nin alnına geçmiş olan nur, böylelikle Hz. Adem'den beri evlâddan evlâda
intikâl ederek en münâsib sahibini bulmuş ve O'flda karar kılmıştı.

Hz. Âmine, O'nun doğumunu ve ona tekaddüm eden günlerindeki durumunu şöyle anlatmaktaydı

Muhammed'e hâmile olduğum sıralarda kendimde bir gebelik hâli görmedim. Ufak bir ızdırâb bile
çekmedim. Bir gece rüyamda tanımadığım nur yüzlü bir zat gelerek: «Yâ Âmine! Sana müjdeler olsun.
Sen halkın en ulusuyle hamilesin.» dedi. Doğurmam yaklaştığı sıralarda, ayni zât rüyada tekrar bana
görünerek: «Doğuracağın çocuğun ismini CMuham-med) koy.» diye tembih etti. Gebelik müddetim
tamam olunca vücûdumdan bir nur çıktı. Bütün gök yüzünü kapladı. Ve Şam şehrine kadar yayıldı, oy
lo ki oranın kâşanelerini görür gibi oldum.

Âmine Hâtun'dan şöyle bir rivayet daha vardır:

Hz. Abdurrahman bin Avf m validesi Şifâ Hâtûn o gece Hz. Âmine'nin yanında bulunmuş ve O nün
gözüne dahî Hazret-i Peygamber (S.A.V.)'in ve iadelinde doğudan batıya kadar bütün dünyanın nur ile
dolmak gibi nice harikulade şeyler görmüş olduğunu oğlu Abdurrahman'a söylemiş, o da başkaları na
nakletmişti.

295
296

Hazret-i Muhammed (S.A.V-), dünyaya şeref verdiği gece dedesi Abdülmuttalib Kâ'be'de idi.
O sırada Kabe'nin dört duvarı Hz. ibrahim'in makamı üzerine meylettiğini, orada bulunan putların
devril diğini görmüşlerdi.

Amine Hâtûn, doğurmadan sonra, Abdülmutta Üb'e adam göndererek çağırttı. Bunun üzerine Ab
dülmuttalib, kalkıp gelininin evine gitti.

Abdülmuttalib, torununu görünce çok sevindi

— 455 —

*. ° •

i. HaiWtt' »edold-

456

Sütnine, hiçbir Şey lâhln ihsâniyle iki m Hazret-i Muhammed'e, solunu

vermişti- . ,. oir

Halime'nin kocası fakırdı Bu

bolluk içinde kaldı.

Hazreti Peygamber gün liyordu. Öyle ki tam üç ayda

"* -ssrsrsu.

sevgi

besliyordu.

.Mette'»n hava,, olmasuna ihtimali vard-r. B^de

Hatun.

Haturfla vedâlaşarak Hz

etti.

— 457 —

296
297

devesi, buluoduk

büyüyor,

e dokuz ay-

sut-

dm-

-*1*

ÂMİNE HÂTUN'UN MEDİNE'YE GİDİŞİ

Âmine Hâtun'un Medine'de Beni Neccâr kabilesinden akrabası vardı. Hem onlan, hem de orada
gömülü bulunan kocası Abdullah'ı ziyaret etmek maksadıyle yanına Habeşli Ününü Eymen
adındaki -cariyesini alarak, o sırada dört yaşında bulunan oğlu Hz. Muhammed olduğu halde
Medine'ye gitti.

Orada Hz. Muhammed'in olağanüstü hâllerini gören Yahudi kâhinleri, Kitaplarında adı geçen Son
Zaman Peygamberinin bu olacağını anlamakta gecikmediler.

Âmine Hâtûn, oğluna Yahudilerden bir zarar

gelmemesi için Medine'de çok durmadı, Mekke'nin

yolunu tuttu.

Mekke ile Medine arasında Ebvâ denilen bir vadiye gelince rahatsızlanan Âmine Hâtûn, orada
hayata gözlerini yumdu. Kendisini orada gömdüler.

Bunun üzerine Ümmü Eymen, Hz. Muhammed'i alıp yoluna devam etti. Mekke'ye gelince O'nu
himayesine alan dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti.

' ***

Daha o yaşta iken harikulade halleriyle Mekke halkının dikkat nazarını çekiyordu.

O sırada Mekke'de kıttık başgöstermişti. Halk yağmur duasına çıkmıştı. Onlara katılan Abdülmut-
talib, Hz. Muhammed'i de beraberine almıştı.

Cenâb-ı Hakk'a dualar edildi. Hz. Muhammed parmağını göğe doğru kaldırınca yağmur yağdı.
Memleket de kıtlıktan kurtuldu-r Hazreti Peygamber oniki yaşlarına gelince, büyük babası
Abdülmuttalib vefat etti. Ölmeden evvel O'nu amcası Ebû Talib'e vasiyet ettiğinden, O'nun -••,•*:
.himayesine geçti.

297
298

— 458 —

Ebû Talib, Hz. Muhammed'e evlâdı gibi bakma ya ve O'na sevgi ve saygı göstermeye başladı.

Bilhassa akrabaları arasında çok sevilen ve sayılan Ebû Talip, ticaretle uğraşırdı. Bu yüzden sık sık
Şam'a ve civar şehirlere giderdi.

Hazret-i Peygamber onikı yaşına gelince, o sıralarda Şam'a bir kervanla gitmeye hazırlanan amcası

Ebû Talib'e:

«Amcacığım! Beni de yanında götür. Senden ayrılık bana güç oluyor.» dedi.

Ebû Talib, bu sözlerden çok müteessir oldu, yanındakilere :

«Onu yanıma alacağım. O hiçbir zaman yanımdan ayrılmayacaktır.» diyerek, yola hazırlanmasını

söyledi.

Ertesi gün, içinde Hazret-i Muhammed'in de bulunduğu kervan Şam'a doğru hareket etti.

Şam civarında (Busra) denilen küçük bir şehre

yaklaşmışlardı. Kervan, orada bulunan bir manas

tırın karşısında konakladı- *

Manastırın başrahibi Bahirâ gökte bir bulut parçasının kervanın bulunduğu tarafın üzerinden
ayrılmadığını görünce, bu gayritabii hâdise üzerinde durdu. Ellerinde bulunan Mukaddes Kitaplarda
adı geçen; Âhir zaman peygamberinin bu kervanın içinde olmasından kuşkulandı, işin iç yüzünü
öğrenmek rnaksadiyle kervan halkını bir ziyafete davet etti.

Kervanın reisi bu daveti kabul etti, Hz. Muhammed'i yaşının küçüklüğüne binâen çadırda bıraka rak
birkaç arkadaşıyla manastıra gitti.

Rahip Bahirâ, o sırada buluta dikkat etti. Ye rinde durduğunu görünce misafirlerine sordu-.

«Bütün kervan-halkı,geldi mi?*

Ebû-Taüb'-cevâp verdi:

— 459 — '

«Hayır, birisi kaldı, o daha çocuk olduğu için getirmedik.» Bunun üzerine Bahirâ:

«Ne demek, O da gelsin... Hemen çağırınız!»

dedi.

298
299

Ebû Talib, adamlarından birisine seslenerek yeğenini çağırmasını emretti.

Biraz sonra Bahirâ; manastıra gelmekte olan çocuğun tepesinde bulutun takip ettiğini görünce
heyecanı arttı. Hz. Muhammed'i iyi karşılayıp, kendisiyle konuşmaya ve iltifat etmeye başladı.

Bahirâ, ziyafetten sonra Ebû Talib'den yeğeni hakkında bir çok sorular sorduktan sonra-.

«Bu çocuk ileride büyük bir şahsiyet olacaktır. Daha doğrusu sana şunu müjdeliyeyim ki, ismail'in
ahfadından gelecek Son Zaman Peygamberi budur. Şam'da bulunan Benî îsrâîl, O'nu muhakkak
tanıyacaklar ve O'na zararları dokunacaktır- Onun için tekrar ediyorum, oraya gitmekten sarfınazar
edin.»

dedi.

Ebû "Talip, bu samimî sözlerden çok memnun oldu. Getirdiği mallan o civarda satarak hemen
Mekke'ye döndü.

HZ. MUHAMMED'İN TİCARET HAYATI VE İLK EVLİLİĞİ

Hz. Muhammed, babası ve büyük babası gibi ticaret hayatına atılmak istiyordu. Fakat sermaye
kifayetsizliği yüzünden buna cesaret edemiyordu. Bir gün amcası Ebû Talip, O'na şöyle bir teklifde
bulundu -.

«Son zamanlarda işlerimiz bozuk gidiyor. Eskisi gibi dışarıya mal götürüp ticaret yapamıyoruz,
işittiğime göre Mekke'nin en asıl ve en zengin kadınla-

— 460 —

rından Hüveylid'in kızı Hadice, büyük bir kervan hazırlıyor ve bunu idare edecek bir adam anyor.
Hemen O'na git ve bu işe talip ol, senin emniyetli ve doğru bir genç olduğunu biliyor. Bu fırsatı
kaçırma.»

Hazret-i Muhammed:

«O'na gitmem doğru değildir. Madem ki bana itimadı var ve tam aradığı gibi bir kimseyim, mutlaka
bana başvuracaktır. O zaman teklifini kabul ederim.» Cevâbını verdi. Ve hakikaten çok geçmeden. Hz.
Hadice, Hz. Muhammed'e bir haber göndererek hazırlamış olduğu büyük bir kervanı teslim etti ve
kârdan kendisine büyük bir hisse ayıracağını vaad-etti.

Hz. Muhammed, bu teklifi kabul edince, Hüyey lid'in kızı Hadîce, O'nun yanına kölesi Meysere'yi
katarak ö'na şu talimatı verdi: «Ona itaat edecek ve hürmette kusur işlemiyeceksin.»

Hz. Muhammed, kafile ile birlikte Şam'a hareket etti. Busra'ya varınca Bahîrâ'nın manastırına uğradı.
Bahirâ ölmüş yerine Nasturâ adında bir papaz tâyin olunmuştu.

Bu papaz, Resulü Ekrem'i görünce evsâfından ta nıdı. Kendisine iltifat etti ve ölen rahip Bahirâ'nı;*
kendisinden çiok bahsettiğini söyledi. Sonra yanında duran Meysere'ye, Hz. Muhammed'in ilerde
erişeceği büyük makamı hakkında Mukaddes Kitaplarda tesadüf ettikleri bahisleri anlattı.

299
300

Hz. Muhammed kendisine emânet edilen kervandaki mallan Şam'ın civarındaki şehirlerin
pazarlarında iyi bir fiyatla sattı-

O sırada kırk yaşlarında bulunmasına rağmen, hâlâ gençliğini ve tazeliğini muhafaza eden Hz. Hadîce
Mekke'nin en güzel ve asil dul kadınlarından biriydi.

461 —

Çok akıllı ve okumuş bir kadın olan Hz. Hadice, bir gece gayet meraklı ve hoş bir rüya görmüştü.
Bunu, Hıristiyan dinini kabul eden ve birçok bilgilerde ihtisası olan amcası Varaka'ya bu rüyayı anlattı.
Varaka, O'na bu rüyayı tâbir ederek şu müjdeyi verdi:

«Sen âhir zaman Peygamberinin zevcesi olacaksın!»

Bu müjde çok akıllı ve tecrübeli olan Hz. Hadî-ce'yi sonsuz bir sevinç içinde bırakmıştı.

***

Hz. Hadîce bir gün, birkaç kadın arkadaşıyla beraber hava almak için sahraya çıkmıştı. Biraz uzaktan
kervanın gelmekte olduğunu ve bir bulut parçasının kafilede bulunan Hz. Muhammed'in üstünde
tâkib ettiğini fark edince, heyecandan yüreği yerinden kopacak gibi oldu.

Biraz sonra kölesi Meysere yanma geldi. O'na, malların iyi bir ticaretle satıldığını ve seyahat
esnasında Hz. Muhammed hakkında rahip Nastura'dan işittiği mühim sözleri ve gördüğü garip ve
şayanı dikkat ahvâli anlattı.

Hz. Hadîce bunları işitince, artık Hz. Muham -med'in Son Zaman Peygamberi olacağına kanaat
getirdi. Gördüğü rüyayı gerçekleştirmek için harekete geçti. Ticaret kervanını iyi idare eden ve O'na iyi
kârlar getiren Hz. Muhammed'e emlâkinin ve servetinin idaresine bakmayı teklif etti.

Aradan bir müddet sonra, Mekke'nin ileri gelenlerinden birkaçı Hz. Hadice'nin, Hz. Muhammed gibi
doğru, şeref ve haysiyet sahibi bir zâta lâyık olduğunu görerek-'evlenmeleri--için vâsıta oldular.
Evlenmeye Resulü Ekrem muvafakat etti. İçlerinde Hz.

462

Muhammed'in yakın akrabaları bulunan mutavassıtlar Hz. Hadice'nin evinde toplandılar.

O sıralarda yirmibeş yaşlarında bulunan Hz. Mu

hammed ile Hüveylid'in kızı Hz. Hadice'nin nikâhı

kıyıldı. (

Hz. Hadice ile mes'ut bir hayat yaşıyan Hz. Muhammed otuz beş yaşına geldiği zaman ara sıra
kulağına, «Yâ Muhammed!» diye bir sesin geldiğini, gözlerine bir nur göründüğünü hisseder, bu sırları
zevcesi Hz. Hadice'ye açardı-

300
301

O sıralarda, Mekke'nin idaresini elinde tutan şehir ululan (Dârü'l Nedve) adında bir odada toplanıp
istişare ile hükümet işlerini görürlerdi.

Bir gün, viran bir hâle gelen Kâ'be'yi yeniden tamir etmek için toplanarak bu hususta bir karar
aldılar. Kâ'be'yi iyi bir şekilde inşâ ettiler. Sıra Hace-rü'lesved'i yerine koymaya gelmişti.

Her kabile reisi, bu mukaddes taşın kendisi tarafından yerine konulacağını ileri sürdü. Bu yüzden
aralarında ihtilâf çıktı. Nihayet oraya gelen Hz. Muhammed'in bulduğu bir hâl çâresiyle bu ihtilâf
ortadan kalktı.

HZ. MUHAMMED'İN PEYGAMBERLİĞİ

Hz. Muhammed kırk yaşına gelince birtakım r ü yalar görmeğe başladı. Ve bu, altı ay devam etti. Bu
rüyalar sabah olunca hep hakikat oluyordu.

O sıralarda, Hz- Muhammed, Mekke hâricme çıkmaya, tenhâ yerlere çekilip ibâdet etmeye başladı.
Bu hâl hoşuna gidiyordu.

— 463 — •

Bir gün, her zaman gittiği Hirâ Dağı'nda oturmuş ibâdet ederken Cebrail Aleyhi's-selâm O'na
göründü. Ve «Ikrâ bismi rabbike» sûresini tebliğ etti.

Hz. Muhammed vahyi ilâhiden müteessir olarak ve titreyerek evine döndü. Ikrâ sûresinin nüzulünü
ve diğer hâdiseleri olduğu gibi zevcesi Hz. Hadice'ye anlattı:

Ümmü'l-mü'minin Hz. Hadîce:

«Ey amcazadem, Hadîce'nin nefesi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki sen bu ümmetin
peygamberi olacaksın...» dedi. Sonra kalkıp amcazadesi olan ve Tevrat ile incil'i okumuş bulunan
Varaka bin Nevfel'in yanına gitti. Resulü Ekrem'in şahit olduğu hâdiseleri kendisine nakletti.

Varaka bunu işitince «Kuddûs, Kuddûs!» diye Ce-nâb-ı Hakk'ı takdis eyledikten sonra:

«Yâ Hadîce! Eğer söylediklerin doğru ise Musa'ya gelen namusu ekber (Cebrail) O'na da gelmiş- O.
bu ümmetin peygamberidir. Kendisine söyle korkmasın.» dedi.

Bunun üzerine Hz. Hadice eve döndü. Hz. Mu -hammed'e Varaka'nın söylediklerini haber verdi.

Sonra tavaf sırasında Varaka bin Nevfel; Hz. Peygambere tesadüf ederek Hz.. Hadice'den işittiği
hâdiseyi sordu. Resulü Ekrem, O'na görüp işittiklerini tekrarladı.

«Nefsim yed-i kudretinde olan Allah hakkı için Sen bu ümmetin peygamberisin. Musa'ya gelen Nâ-
mûs-u Ekber Sana da gelmiş. Sana yalancı diyecekler, eza ve cefâ edecekler. Seni memleketten
çıkarıp. Sana karşı savaşacaklar. Keşke genç olsaydım da, Sen kavmini dîne davet edip, Seni
yurdundan uzaklaştırdıkları zaman yardım etseydim.» dedi ve Resulü Ekrem'in başından öptü.

301
302

man kesileceklerini tahmin ediyorum, Ş

Varaka bu karşılığı verdikten sonra Hz

gamber ayrılıp evine gitti. .

HZ. HADÎCE'NİN İSLÂM OLUŞU

Aradan üç yıl geçti, bu müddet içinde Hz. Muhammed'e vahiy nazil olmadı. Bununla beraber Resulü
Ekrem, Hirâ'daki mağaraya girip orada saatlerce kalıyordu.

Bir gün, Hz. Peygamber gökten bir nida işitti. Başını havaya kaldırdığı zaman gök ile yer arasında bir
kürsüye oturmuş olan Cebrail (A.S.)'ı gördü. Bir korku ve ürkeklik hissetti. Koşa koşa eve geldi. Zevcesi
Hz. Hadîce'ye: «Beni örtünüz, beni örtünüz!» dedi. Hz. Hadice, Resulü Ekrem'in titreyen- vücûdunu
örttü. Üzerine soğuk su döktü. Böylece Hz. Muhammed rahat etti.

O sırada Cebrail (A.S.) gelip göründü ve «Yâ ey-yühel müddessir» sûresini getirdi-

Bu . suretle Cen%b-ı Hakk, Peygamberinin halkı İslâm'a davet etmesini emrediyordu. Hz.
Muhammed, bu sefer hiç ürkmedi. Cebrail (A.S.) vasltasiyle ken • dişine bildirilen Cenâb-ı Hakk'ın
emirlerini Mekke halkına bildirip, İslâm'a davet etmeye hazırlandı.

Evvelâ zevcesi Hz. Hadice imân etti.

— 464 —

— 465 —

F./30

HZ. ALİ'NİN İSLAM OLUŞU

Bir gün o sırada delikanlılık çağında bulunan Hz. Ali, Resulü Ekrem'in huzuruna girdi. Zevcesi Hz.
Hadice ile beraber namaz kıldıklarını görünce daha evvel böyle bir şey görmediği için hayrette kaldı.
Namazdan sonra ne yaptıklarını sordu.

Hz- Muhammed, yegâne mâbûd olan Allah'a ibâdet ettiklerini, kendisinin Allah'ın peygamberi
olduğunu söyleyerek O'nu islâm'a davet etti. O sıralarda henüz genç olan Hz. Ali, mütereddit bir
tavırla:

302
303

«Böyle bir şeyi daha evvel işitmemiştim. Babama söylemeden bir karar veremiyeceğim!» dedi.

Resulü Ekrem, aleni davete başlamadan evvel sırrının faş edilmesini hoş görmiyerek:

«Yâ Ali! tslâmiyeti kabul etmesen de bunu gizli tut..» dedi.

Hz. Ali; o geceyi düşünmekle geçirdi. Nihayet Cenâb-ı Hakk, O'nu îslâmiyete hidâyet etti.

Sabah olunca, Peygamber Efendimizin huzuruna gidip îslâmiyeti kabul ettiğini söyledi.

HZ. EBÛ BEKİR'İN İSLÂM OLUŞU

Hz. Ebû Bekir, Hz. Muhammed (S-A.V.) ile öte-denberi iyi arkadaştı, sık sık evine gelirdi. O'nu İs-
lâmiyete davet ettiği zaman tereddüt etmeden kabul etmişti.

Bilâhare kendisine (Sıddik) denilen Hz. Ebû Bekir'in islâm oluşu, büyük bir ehemmiyeti hâizdir.
Çünkü Ebû Bekir Kureyş arasında çok sevilen, saygı gören bir zâttı. Mekke ailelerinin tarihlerine bütün
teferruatiyle vâkıftı. İyi ahlâklı, hayırsever bir

—- 466 —

tüccardı. Gayet mâkûl düşünür, uyanık fikirli idi. Bu yüzden kabile efradı, sık sık ziyaretine gelir,
müşküllerini kendisine bildirirler, tavsiyelerini yerine getirirlerdi.

Ebû Bekir'in büyük şahsiyeti ve nüfuzu sayesinde ve O'nun teşvikiyle İslâmlığın ilk nüvesini teşkil
eden şu zevat îslâmiyeti kabul etmişlerdir: Osman bin Affan, Zübeyr ibnil Avvam, Saad bin Ebi Vak-
kas, Talhâ bin Ubeydullah. (Radiyallâhü anhüm ec-main).

Böylelikle Hz. Peygamberin dâvetine icabet edip, îşlâm Dînine girenlerin sayısı artıyordu- Kısa bir
zamanda kadınlı erkekli otuz yedi kişiye baliğ olmuşlardı. Bu küçük islâm cemâati, ilk günlerde
dinlerini ve ibâdetlerini gizli tutarlardı.

Hep birden Mekke civarında bulunan dağlara ye-kilerek, Kureyş'ten gizlice namazlarını kılarlardı. Biı
gün Saad bin Ebi Vakkas bâzj Müslümanlarla dağda namaz kılarken, birdenbire Kureyş
müşriklerinden birkaç kişi gelip onlarla alay etmeğe ve hakarette bulunmaya başladılar. Bunun
üzerine MüslümanJa" ile Kureyşliler arasında bir kavga çıktı. Saad, eline geçirdiği kalın bir kemik
parçasiyle Kureyşlilerden birisini yaraladı. Bu islâmiyet uğrunda ilk dökülen kan olmuştu.

iki taraf arasındaki çatışma ve düşmanlık git -tikçe şiddetleniyordu. Hz. Muhammed o günden sonra
ashâbiyle birlikte ibâdetlerini El'arkam'm evinde ifâ etmeğe başladılar. Hz. Hamza ve Hz. Ömer'in
İslâm oluşundan sonra sayılan kırka baliğ olan Müs lümanlar, bu evde toplanmaktan vaz
geçmişlerdi. Müslümanların bu gizli ibâdetleri, bi'setin üçüncü senesine kadar devam etti. Nihayet
Hz- Peygamber Cebrail (A. SJ vâsıtasiyle inen (Emreylediğin şeyi

— 467 —

303
304

herkese aşikâr bildir, müşriklerden uzaklaş... Kabilenden yakın akrabalarına nasihat eyle...) mealindeki
âyet-i celüe gereğince, ehl-i İslâm'a namazlarını aşikâr kılmalarını emir buyurdu ve alenî olarak Mekke
halkım islâm'a davet etmeğe başladı.

Mekke'de bulunan Safa Dağı üzerinde durarak

sesinin bütün kuvvetiyle haykırdı: .

«Ey Kureyş cemâati!...»

Kureyşliler, bu daveti merak ederek o tarafa koşuştular.

Hz- Peygamber, onlara hitaben dedi ki:

«Eğer size bu dağın ardında atlılar vardır, dersem bana inanır mısınız?...»

Bütün Kureyşliler cevâb verdiler:

«Hiç şübhesiz... Çünkü hiçbir zaman senin yalan söylediğini görmedik...»

Hz. Muhammed, sözüne devamla :

«O hâlde hepiniz dinleyiniz. Ben, size nezir CAl lâh'ın gazâbiyle korkutucu) olarak geldim. Ey Benî
Abdülmuttalib, ey Benî Menâf, ey Beni Zühre, ey Benî Manzum, ey Benî Temim, ey Benî Esed, Allah,
beni size imân etmediğiniz takdirde uğrayacağınız âkibeti bildirip inzâr etmemi buyurdu. Siz, benim
aşiretim ve yakınlarımsmız Allah'tan başka bir ilâh olmadığına inanmaktan maada elimde size
verilecek ne dünya menfaatlerinden bir şey, ne de âhiretten bir na-slb yoktur.» dedi.

Amcası Ebû Leheb, sözünü keserek müstehzi bir tavırla bağırdı:

«Kahrolası!.. Bizi bunun için mi töpladın?..»

Bu cüretkâr davet; Kureyşlileri ürküttü. Hz. Mu-

hammed'e besledikleri kînî arttırdı. Kendilerini kö -

layhkla mücadele edilemiyecek bir şahsiyetle karşı

karşıya buldular. Çünkü Hz. Muhammed'in hiçbir

•' • — 468 —

zaman yalan söylediği görülmemiş, doğruluğiyJe tanınmıştı. Aşireti O'na dâima hürmet ve tazim
gösteriyor, takdir ediyordu. Herkes O'nu zekî, uzak görüşlü, isabetli düşünceli biliyordu. Fakat bu
davetle karşılarına çıkmasını bir türlü hazmedemediler-

Onların nazarında bu, büyük bir suçtu. Bu davet onlara ağır gelmişti. O'nun sarıldığı vahdaniyet
dâvasını bir türlü kabul etmek istemediler.

304
305

Hz. Muhammed'in, bütün teşebbüslere rağmen yola gelmediğini gören KureyşJiler, O'na karşı
olan düşmanlıklarını arttırdılar. Aleyhinde müthiş bir propagandaya giriştiler. Bununla da iktifa
etmiyerek, aralarından seçtikleri bir heyeti gene Ebû Talib'in yanına gönderdiler. Bu sefer heyet Ebû
Talib'e karşı irayet sert davranmıştı. Hz. Muhammed'in dâvasından vazgeçmediği takdirde O'nun
hakkında şiddetli tedbirler ittihaz edeceklerini, bunun ise fena neticeler doğuracağını söylediler.

Ebû Talib, bu tehditlerden endîşe etmeye başladı. Hemen yeğeni Hz. Muhammed'i çağırttı.
Büyük bir teessür içinde, Kureyşlilerin gönderdikleri heyetin söylediklerini nakletti ve gerek ailesine ve
gerekse kendisine büyük bir felâket getirecek olan bu dâ-xâyı terk etmesini söyledi ve şunu ilâve etti:

«Bana kaldıramıyacağım bir yükü yükletme.-.» Hz. Muhammed, amcasının bu sözlerinden kendisini
terk edeceğini ve O'nu himayeden vazgeçeceğini zannetti.

«Amca! Vallahi sağ elime Güneş'i, sol elime Kamer'i koysalar ve bu dâvamdan vazgeçmemi
söyleseler, ölebileceğim! bilsem, dönmem.» dedi. Ve gözleri yaşlı olduğu hâlde amcasının yanından
ayrıldı.

— 469 —

Ebû Talib, yeğenine karşı biraz sert davranmasından pişman olmuştu. Hz. Muhammed'i yanına
çağırtarak:

«Haydi git, istediğini yap, risaletini tebliğ et. Vallahi hiç bir sebeple seni terk etmiyeceğim!» dedi. Bu
sözler Hz.Muhammed (S.A.V.) üzerinde iyi bir tesir

bırakmıştı-

Hz, Muhammed ile ashâb-ı kiram'ma mütemadiyen düşmanlık eden Kureyşlüer, her sene Hacc
mevsimi yaklaşınca Mekke'ye gelen hacılarla meşgul olmak üzere bir müddet O'na dokunmadılar.

Fakat Hz. Muhammed' in gelecek hacıların üzerinde bırakacağı tesirin derecesini merak etmekten
kendilerini alamadılar. Çünkü hacıların kendisinden çok bahsedilen Hz. Muhammed'i görmek ve
O'nun sözlerinidinlemek istiyecekleri pek tabu idi.

Hz. Muhammed'i onların gözlerinden düşürmek için her çâreyi düşünmeye karar verdiler. Bu
meseleyi görüşmek üzere Kureyşlilerin en nüfuzlu ve en yaşlılarından olan Velid ibnü'l Mugiyre'nin
başkanlığında bu? toplantı yaptılar. Uzun münâkaşalardan sonra Hz. Muhammed'i, Mekke'ye gelen
hacılara bir sihirbaz olarak tanıtmayı oybirliği ile kabul ettiler. Ve hacılar gelir gelmez faaliyete
başladılar. Hz. Mu-hammed'i fena bir sihirbaz şeklinde tasvir ederek O'nun aleyhinde fena
propaganda yaptılar.

Hz. Muh&mmed'in itimâda lâyık bir adam olmadığını Arabistan'm muhtelif bölgeleri gelen
kabileler arasında yaymak maksadiyle girişilen bu propaganda bâzı yerlerde tesirini gösterdiyse de
O'nu görmek için bir tecessüs ve merak hissi uyandırdı. Bu sebebten Mekke'ye gelmiş olan Araplar Hz.
Muhammed'i görmekte» x^t3foutr^zlş8r^^ dilerini alamadılar. Çok geçmeden Hz. Peygamber'in

•'- '"'••— 470 — ' , .

305
306

adı bütün hacıların arasında yıldırım sür'atiyle yayıldı. Bunlar kabilelerine dönünce Hz, Muhammed'-in
adını Arabistan'ın her tarafına yaydılar.

HZ. HAMZA'NIN ve HZ. ÖMER'İN İSLÂMİYET! KABUL ETMELERİ,

Bir gün Ebû Cehl, Safa yakınında Hz. Peygambere tesadüf etti. O'na ağır hakarette bulundu. Resulü
Ekrem; buna hiç cevâb vermedi. O sırada, bu hakarete şâhid olan bir câriye, gidip Hz. Peygamberin
amcası Hz. Hamza'ya bunu nakletti.

Hz. Hamza, henüz îslâmiyeti kabul etmemişti. Bununla beraber, Hz. Muhammed'e yapılan hakarete
tahammül edemedi. Buna çok sinirlendi. Avdan yeni avdet etmişti. Yayı asılı idi. Eline silâhını alarak
Ebû Cehl'i aramaya çıktı. O'nu birkaç Kureyşli arkada -siyle birlikte Kâ'be'nin yanında buldu...

«Sen, ne hakla yeğenim Muhammed'e ağır hakarette bulunuyorsun?.» diyerek, O'nu doğdu ve
yayiyle kafasını yardı-

Bunu gören Ebû Cehl'in arkadaşları, Hz. Ham -za'nın üzerine hücum etmek istediler. Hz. Hamza
güçlü kuvvetli ve cesur bir adamdı.

Bunu bilen Ebû Cehl, o'nlan teskin ederek:

«Onu bırakın!... Bön, O'nun yeğenine çok hakaret ettim. Bana ne yapsa haklıdır.» dedi.

Hz. Hamza o sırada toplanan Kureyşlilere islâm olduğunu söyleyerek, o günden sonra kılıciyle ve nü-
fûziyle Müslümanlığa hizmet etmeğe başladı.

Kureyş müşrikleri, böylelikle Hz. Hamza'nın İslam olduğunu öğrenince bir müddet Peygamber
Efendimize kötülük yapmaktan çekindiler. Fakat el altın-

— 471 —

dan Mekke'nin hâlâ tslânüyeti kabul etmeyen bahadırlarını O'nun aleyhine kışkırtmaktan geri
kalmadılar.

Bu arada Hz. Ömer tbnü'l Hattab'a başvurdular. Kureyş'in ulularından ve Hz. Muhammed'in uzak
akrabalarından olan Hz. Ömer, onların tekliflerini kabul etti. Hz. Muhammed'i tepeliyeceğini söyledi.
He-hemen silâhlanarak yola çıktı. O sırada Hz. Peygamber Safa civarında bulunan bir evde Müslüman
ar-kadaşlariyle toplanmışlardı.

Hz. Ömer, yolda Abdullah oğlu Naim adında birisine rastgeldi. Naim, Hz. Ömer'e nereye gittiğini
sordu. Hz. Ömer: «Muhammed'i yok etmeye gidiyorum!» cevâbını verince, Naîra; dudak büktü: «Bu
zannettiğin kadar kolay bir iş değildir. Emin ol ki, bunu yaptığın takdirde Muhammed'in adamları seni
yaşatmazlar-..» dedi.

Hz. Ömer. bunu işitince fena hâlde sinirlendi. Kılıcını çekerek Naîm'i tehdid etti: «Yoksa sen de
onlardan mısın?...» Naîm soğukkanlılıkla:

306
307

«Yâ Ömer! Muhammed'le ve O'na inananlarla mücâdeleye karar verdinse evvelâ hemşiren Fâtıma
ile kocası Said'den başla.» dedi.

Hz Ömer kılıcını kınına koyarken:

«Yâ, demek onlar da Muhammed'e uydular!»

dedi.

«Evet!..»

Naîm'in bu ifşaatı üzerine; Ömer Bin Elhattab hemşiresinin evine gitti. O esnada Kur'ân-ı Kerîm'-den
âyetler bellemekle meşgul - olduklarım görünce eniştesini iterek yere yuvarladı. Hemşiresine de bir
tokat atarak burnunu kanattı. Fakat, hemşiresi metanetini kaybetmedi, cesaretle:

472 —

«Ağabey! Sen akıllı bir adamsın, niye Muhammed'e inanmıyorsun, Müslümanlığı kabul etmiyorsun?
Biz Müslüman olduk ve bu uğurda her şeye katlanmayı göze aldık!» dedi-

Hz. Ömer bunu söyleyen hemşiresinin yüzüne baktı. Attığı tokatın tesiriyle burnundan ge.len kanları
görünce yaptığına pişman oldu. Kendisinden gizledikleri âyetleri okumalarını söyledi.

Bunun üzerine Hz. Fâtıma CTâhâ) sûresinden başı âyetleri okumaya başladı. Hz. Ömer, bu âyetlerin
mânâlarını inceleyince çok müteessir oldu. Ruhunda bir değişiklik husule geldi. Şimdiye kadar taptığı
putların mânâsız şeyler olduklarını anladı. Hemen Keli-me-i Şehâdet getirip hakikî bir îmânla
Müslümanlığı kabul etti. Oradan çıkıp Hz. Peygamber'in bu -îunduğu eve gitti. Kapıyı çaldı. Evdeki
sahabelerden Hz- Bilâl kalkıp, kapı aralığından baktı. Hz. Ömer'in yalnız olarak ve silâhlı bir hâlde
geldiğini görünce telâşla Hz. Peygamber'in yanına koştu. Gördüklerini anlattı...

Peygamber Efendimiz .-

«Müsaade et girsin, iyilik için geldiyse hoş geldin deriz, şayet kötü niyetle geldiyse O'nu kendi
silâhiyle öldürürüz!» dedi.

Hz. Peygamber, Hz. Bilâl'e, kapıyı açmasını söyledi. Kendisi de çıkıp evin sahanlığında karşıladı. O'nu
kollarından tutup niçin geldiğini sordu. Hz. Ömer şu cevâbı verdi:

«Allah'a ve Resulüne inandığımı söyleyip, Keli-me-i Şehâdet getirmek için geldim.»

Bunun üzerine Hz. Peygamber tekbîr getirdi ve

şöyle buyurdu: - ;

«islâmiyet Ömer'le güçlendi.»

Birkaç gün ara ile Hz. Hamza ve Hz. Ömer gibi

— 473 —

307
308

Mekke'de bahâdırUklariyle ve nüfûzlariyleı tanınmış olan iki .şahsiyetin tslâmiyeti kabul etmeleri
büyük tesirler bırakan bir hâdise olmuştur.

Bundan Kureyş müşrikleri ne kadar korktulaı-

sa Hz. Muhammed ve arkadaşları o derece memnun

olmuşlardı.

BÂZI MÜSLÜMANLARIN HABEŞİSTAN'A HİCRETLERİ

Kureyş müşriklerinin, Islâmiyeti kabul edenleri tazyik ve her fırsatta eziyet etmeleri üzerine, Hz.
Peygamber, onlara -.

«Habeşistan'a hicret etmek isterseniz bu hususta size müsaade veriyorum. Orada haksızlığa
müsaade etmiyen bir hükümdar vardır. Habeşistan iyi idare odilen bir ülke olduğuna göre-, Cenâb-ı
Hakk sizi bu ağır şartlar altında yaşamaktan kurtanncaya kadar orada rahat bir hayat geçirebilirsiniz.»
dedi.

Ashâb-ı Kiram, Mekke'de Kureyşlilerin zulmü ve eziyeti altında kalmaktan ve dinlerini tehlikeye
koymaktansa hicreti tercih ettiler. Bu, îslâmiyette ilk hicretti... Aralarında Hz. Peygamberin damadı Hz.
Osman bin Affan ile zevcesi, Hz. Zübeyir b. HUAvvam, Hz. Abdurrahman bin Avf ve Hz. Mus'ab bin
Umeyir gibi sahabeler olduğu hâlde onyedî kişilik bir kafile gizlice Mekke'yi terk ettiler. Kimi yaya, kimi
süvari olarak Kızıldeniz sahilinde bulunan Şuaybe'ye vâsıl olunca, orada demirleyen iki tüccar
gemisine binerek - Habeşistan'a hareket ettiler.

— 474 — '

Kureyşliler, Müslüman muhacirlerin memleketi terk- ettiklerini • öğrenince, onları sahile kadar takip
ettilerse de yetişemediler.

Bu ilk muhacir kafilesi salimen Habeşistan'a varıp hiçbir müşkülâta mâruz kalmadan, eziyet ve
hakaret görmeden emin ve rahat bir hayat yaşadılar.

HABEŞİSTAN'A HİCRET EDEN İKİNCİ İSLÂM KAFİLESİ

İlk Habeşistan hicretinin muvaffak olması ve oraya gidenlerin rahat ve huzura kavuşması üzerine, bu
durum Mekke'de kalan diğer Müslümanları da hicrete teşvik etti.

Başlarında Hz. Peygamberin amcası Cafer b. Ebû Tâlib olduğu hâlde kadınlı, erkekli seksen üç kişilik
bir kafile aynı yoldan Habeşistan'a hareket etti-

MÜŞRİKLERİN İSLÂMLAR ALEYHİNE YAPTIKLARI AHİTNAME

Hz. Ömer, Islâmiyeti kabul ettikten sonra, Peygamber Efendimiz arkadaşlariyle birlikte Kâ'be-i Mu-
azzama'yı tavaf ve alenen namaz kıldı.

308
309

Bu hâle tahammül edemeyen müşrikler, taptıkları putlara hakaret ettiği için O'nu, kendilerine
teslim etmesini veyâhûd savaşa hazır olmasını haber verdiler.

Ebû Talib, bunu Hz. Muhammed'e söyledi ve her şeye rağmen O'üu mödâfiaa edeceğine dâir
teminat verdi:

— 475 —

Bu hususta Benî Hâşim kabilesinin en ileri gelenlerinden teminat almayı da ihmâl etmedi.

Hz. Muhammed'in Peygamberliğinin yedinci yi -lında, şimdiye kadar Müslümanlarla başa çıkamıyan
Kureyş müşrikleri son bir çâre olarak Benî Hâşim ve Benî Abdülmuttalib ile her türlü münâsebetleri
kesmeye, kız alıp vermemeyi, alış veriş yapmamayı, onlara eziyet göstermeyi tasarladılar. Ve bu yolda
bir ahitname yazıp Kâ'be'ye astılar.

Bu ahitname, müşrikler arasında çabuk tesirini göstermiş, Mekke halkının ekseriyetini teşkil eden
Ku-reyşliler, ellerinde bulunan imkânları kullanarak Müslümanların müşkül bir duruma girmelerine
sebeb oU muşlardı, öyle ki Müslümanlar bir semtte toplanmış, hemen hemen üç sene hâriçle
temasları kesilmişti.

Bu müddet içinde ahitnameyi yazanın eli kurudu. Ahitnamenin yazılarını, Allah'ın adından başka her
tarafını bir kurt delik deşik etti;

Cebrail (A-S.) vâsıtasiyle bunu haber alan Hz. Muhammed, amcası Ebû Talib'e keyfiyeti bildirdi. O da,
bunu Kureyşlilere söyledi. Kureyşliler:

«Bu söylediklerin şayet doğru ise ahitnameyi feshedeceğiz, değilse sen Muhammed'i himaye
etmekten vazgeçeceksin!» dediler.

Ebû Talib, bu teklife muvafakat etti. Hemen o ahitnamenin yazıldığı deri parçasının bulunduğu yere
gittiler. Orada hakikaten ahitnamenin delik deşik edildiğini hayretle gördüler. Ebû Cehl'in itirazına
rağmen onun hükümlerini mefsuh saydılar.

Artık Müslümanlar, sıkıntıdan kurtulmuş bulunuyordu.

Bu olaydan onsekiz gün sonra Hz. Peygamberin amcası Ebû Talib ve Hz. Hadîce (R. Anhâ) vefat etti.

— 476 —

Aradan üç ay geçmişti. Hz. Muhammed, Ebû Be-kir-i Sıddik'in kerîmesi Hz. Aişe ile nikahlandı. l Ebû
Talibin vefatından sonra Kureyş müşrikleri, Hz. Peygambere v© O'nun arkadaşlarına yine eziyet
etmeye başladılar. Hz. Peygamber, bütün bunlara katlanıyor, büyük dâvasını yaymak için hiçbir
şeyden çekinmiyordu. Her fırsatta .-

«Sağıma Güneş'i, soluma Kamer'i koysalar, bu işi terk edemem,» diyordu.

MEDİNE'DEKİ KABÎLELEBİN İSLAM OLUŞU

309
310

Hz. Muhammed, islâm Dînini yaymak için her fırsattan istifâde ediyordu. Mekke'ye gelen Arap ka-
biJeleriyJe görüşmeye ve onlara Kur'ân-ı Kerîm'den âyetler okuyup, Hakk Dînine davet etmeye
başladı. Fakat Kureyş kâfirlerinin aksi propaganda yapmaları birçoklarının hidâyet yoluna sapmalarına
mâni oluyordu.

Bunlardan ancak Medine'de bulunan Hazrec kabilesinden altı kişi Islâmı kabul etmişti.

Hz. Peygamber'le Akabe denilen yerde buluşan bu altı kişi, vaktiyle Yahudi komşularından Son
Zaman Peygamberi hakkında bir şeyler işitmişJerdi.

Hz. Muhammed, onlara kendini tanıtıp islâm'a davet edince birbirlerine.-

«tştei Yahudilerin bahsettikleri zât... Bari bizden evvel bu şerefe kimse nail olmasın!» dediler.

Sonra islâmiyet! kabul edip Hz. Peygamber'e: «Kabilelerimiz arasında kan dâvaları var. Gidip onları
Hakk Dînine davet edelim. Belki Cenâb-ı Hakk onların birbirlerine besledikleri kin ve intikam hislerini
yok eder de sana candan bağlı olurlar.» dediler. Kalkıp Medine'ye hareket ettiler. Orada Islâstti-— 477

yetin lehinde propaganda yapıp kabilelerin mühim bir kısmının islâm Dînini kabul etmelerine sebeb
oldular, öyle ki, artık bütün evlerde Hz. Muhammed'in sözlerinden başka bir şey konuşulmaz oldu.

Ertesi yıl Ensâr'dan oniki kişilik bir kafile Medine'ye geldi. Bunların altısını geçen, sene gelen şahıslar
teşkil ediyordu. Hz. Muhammed'in huzurunda îslâ-miyeti kabul ettiklerini söylediler. Ve Allah'dan
başka ilâha tapmıyacaklarına, hırsızlık yapmıyacakları-na, zina etmiyeceklerine dâir and içtiler-

Gidecekleri sırada Hz. Muhammed, onlarla beraber Hz. Ümmü Mektûm ve Hz. Ma'sâb ibni Ümeyr
adlarındaki arkadaşlarını göndererek Kur'ân-ı Ke-rîm'i ve islâm ahkâmını öğretmelerini tenbih etti.
İkisi de vazifelerini lâyıkiyle yaptı, öyle ki Medine'de, içinde islâm olmıyan tek bir ev kalmadı.

Bir müddet sonra başlarında Hz. Mas'ab ibni Ümeyr olduğu hâlde, Ensâr'dan bir grup Akabe civarına
gelerek Hz. Peygamberle buluştu. Ve O'nu yakın akrabalarını himaye eder gibi himaye edeceklerini
söyliyerek arkadaşlariyle beraber Medine'ye gel-

, meşini teklif ettiler.

Sayılan yetmişüç kişi olan Ensârın içinde iki de kadın vardı. Hz. Muhammed, bunların dokuzu Haz-
reç'ten, üçü Evs'ten olmak üzere oniki mümessil seçerek kabilelerini ona göre idare etmelerini söyledi
ve Medine'ye yakın bir zamanda İslâm olan arkadaşlarını göndereceğini vaadetti.

MEDİNE'YE HİCRET

îslâm; Dînine girenler .çoğaMıkça/^Kureyş müşrikleri Hz. Muhammed ile arkadaşlarını o derece
sıkıştırmaya başladılar. Bunun üzerine Hz. Muhammed*-

— 478 —

310
311

Muhammed "

Peygamberimiz Aleyhi's-selâtü vesselam hicret hususunda Yüce Allah'ın emirlerini bekliyordu

.T ^ Medîne>e «itmeleri Kureyşlilerin işle-

riTdU- °radan kUVVet Balarından ve nealeyhlerine dönmelerinden endişe ediyorlardı

'di J "Z" Muhammed>in *i arkadaşıyla Mekke'de kal

dığını görünce bu son fırsattan istifade ederek, aman-

^duşmanı Ebû Cehil'in teklifiyle O'na bir sûikasd

flamayı düşündüler. Yalnız ilerde Araplarda câri

nlL £ da,Vâfna ver kalmaması için bu menfur ci

nayete her kabileden birer kişinin iştirak etmesi ka

rarlaştırıldı Güya böylelikle kan. kabileler arasında

dağı acak: Hz. Muhammed'in ailesi ve arkadaşları bu

çaktı ayn ay" Savaşmak mecburiyetinde kala-

Kureyş müşrikleri bu kararı verdikten sonra bir gece Ebu Cehil de beraber olduğu hâlde bir takım
kâ-tûve ah aksız kimseler, Hz. Muhammed'in evi etrafında toplandılar, Hz. Peygamber'in uyumasını
beklemeğe başladılar. Daha evvel Kureyş müşriklerinin bu menfur taşanlarını bilen ve Medine'ye
hicret etmek için kendisine Cebrail (A.S.) vâsıtasiyle emr-i ilâhi gelen Hz. Muhammed, amcasının
oğlu, Hz- Ali'yi yanma çağırdı ve O'na sahiplerine iade edilmek üzere bazı emânetleri vererek :

«Bu emânetleri sahihlerine teslim ettikten sonra, Medmeye gelebilirsin. Medine'ye hicret etmek
için beklemekte olduğum emr-i îlâhi'yi- aldım. Biraz sonra yola çıkacağım., dedi. Ve Hz. Ali'yi,
müşrikleri şaşırt-

— 479 —

mak maksadıyla yatağına yatırdı. Kendisi de yerden bir avuç toprak alarak, Yasin sûresinden birkaç
âyet okudu ve o toprağı müşriklerin bulunduğu tarafa savurdu. Sonra aralarından geçip gitti. Kimse
O'nu görmedi.

Biraz sonra Hz. Peygamberin uyuduğunu tahmin .u.<>eden müşrikler, ellerinde/ kılıçları olduğu
hâlde eve girdiler. Yatağında Hz. Ali'yi görünce şaşırıp kaldılar. Hemen etrafa dağılıp o sırada bir yerde
istirahat etmekte ve yola devam etmek için sabahı beklemekte olan Hz. Muhammedi aramaya
başladılar-

Hz. Muhammed, ertesi gün evine gitti. Akşama kadar orada kaldı. Karanlık etrafı basınca Hz. Ebû
Bekir'le birlikte evden çıkıp Sevr Dağı'nda bulunan bir mağaraya gizlendiler.

311
312

Mağaranın kapısı Allah (C.C.) tarafından örümcek ağiyle örtülmüş ve bir güvercin gelip orada yuva
kurmuştu. Bunu gören Kureyşliler, mağaraya kimsenin girmediğine kanaat getirerek, şaşkın bir hâlde
oradan uzaklaşmışlardı.

Allah'ın elçisi ve sevgilisi Hz. Muhammed ile samimi arkadaşı Hz. Ebû Bekir o mağarada üç gün ' kaldı.
Dördüncü gün, evvelce peyledikleri kılavuz Hz. Abdullah Ibni Üreykit, binecekleri develeri getirdi.
Hemen o saat hayvanlara binerek yola koyuldular-

Kureyşliler, Hz. Muhammed'i bulan veya yerini gösteren kimseye yüz dişi deve gibi büyük bir hediye
vaadetmişlerdi. Bunu, bütün o civardaki kabileler duydukları için Beni Müdlic kabilesinden Sürâke
adında bir yiğit Kureyşlilerin verecekleri kıymetli hediyeye tamah ederek Hz. Peygamber'in geçeceği
yollan gözlemeğe başladı. Nihayet, Hz. Peygamber ile yol arkadaşlarına tesadüf etti. Fakat o sırada
atımn ayaklarının dizlerine kadar kuma gömüldüğünü görünce afv

•-'•• : — 480 —

diledi ve .kimseye bir şey söylememeye söz vererek va-, ziyetini kurtardı. Bilâhare Hz. Sürâke,
Islâmiyeti ka bul etti.

HZ. PEYGAMBER'İN MEDİNE'YE GELİŞİ

Hz. Peygamber arkadaşlariyle birlikte yoluna de vam ederek Rebiülevvel'in başlangıcında


Medine'ye bir saat mesafede bulunan Küba adlı yerde devesinden indi.

Kendilerini karşılayan Hz. Saad ibni Hayseroc adında bir zâta misafir oldu. Orada Cum'a gününe
kadar kaldı.

Cum'a günü hutbe okuyup, namaz kıldı. Sonra devesine' bindi. Medine'ye hareket etti. O sırada,
işlerini bitiren Ebû Talib'in genç oğlu Hz. Ali de O'na yetişmişti.

Hz. Muhammed, Medine'de büyük bir hüsn-ü kabul gördü. Herkes yollara dökülmüş, kasideler,
beyitler okuyarak O'nun gelişini bekliyorlardı. Nihayet şehre ayak basınca, Erısâr-ı Kiram etrafını
sardılar.

Şimdi her birisi Hz. Peygamber'i evine misafir almak istiyor, devesinin yulannı tutup: «Yâ Resûlul
Jâh, bize buyurun!» diyorlardı. Bunun üzerine Hz. Muhammed .- «Deveyi serbest bırakınız, kimin evi
önünde durur ise O'na konuk olacağım.» diye teklif etti.

Bunun üzerine devenin yularını bıraktılar. Mübarek hayvan gide gide nihayet Hz. Peygamber'in
akrabası olan Hz. Mâlik ibni Neccar'ın evi yanındaki arsada durdu ve orada çöktü. Sonra yine kalkıp
Ebû Eyyüb el Ensâri'nin evi önünde çöktü. Hz. Muharnmed, • o evde yedi ay misafir kaldı

F./31

Bu müddet içinde Medine halkı O'nu ağırlamak için adetâ birbirleriyle yarış ediyorlardı.

312
313

Bu müddet içinde o boş arsada Mescid-i Şerifi yaptırdı. O vakte kadar Mekke'de kalan Hz. Ebû Bekr'-in
ailesi ve bâzı sahabeler degelmiş bulunuyordu. Artık islâmlar, Mekke ile hemen hemen alâkalarını
kesmişlerdi.

Mescid-i Nebevi'nin yanındaki odaların yapılması

bittikten sonra, Hz. Muhammed oraya taşındı. Mescidin diğer tarafındaki kısımsa hâbelerden fakir
olanlara tahsis edildi. Ensârın zenginleri bunlara sık sık yardım etmekten geri kalmıyorlardı.

Böylelikle Medine'de yerleşen, Mekke'den gelen muhacirin ile Ensâr arasında sıkı ve samimî bir
münâsebet tesis edilmişti-

KUREYŞLİLERLE İSLAMLARIN SAVAŞLARI

Medine'nin yerlileri sayılan Hazrec ile Evs kabilelerinin İslâmiyeti kabul etmelerinden sonra, daha
fazla kuvvetlenmişlerdi. Kendilerinde, düşmanlarına karşı bir üstünlük hissedince Hz. Peygamber'in
müsaadesi üzerine o sıralarda Kureyş'in sık sık Şam'a gönderdiği kervanlara taarruz etmeye başladılar.

Hicret'in bu ilk yılı böyle ufak tefek gazvelerle geçmişti. Bunların çoğuna bizzat Hz. Muhammed
iştirak etmişti.

O zamana kadar Kudüs'e yönelerek namaz kılan

Müslümanlara, hicretin onyedinci ayında Kâ'be-i Mu azzama'yı kıble olarak tanımaları ve ona göre
namaa kılmaları emrolundu.

— 482

'——~ oOo •---

BEDlR GAZASI

Kureyşlileri meşgul etmek ve Medine'ye hücum -lanna manî olmak için kervanların üstüne gidildiği
söylenilmişti, ikinci sene Ramazan'ı içinde Şam'dan bir Kureyş kervanının gelmekte olduğu işitildi. 313
k1 silik bir kuvvetle ona karşı çıkıldı. Kervan, sapa yol lardan kaçıp kurtulmuş, onu kurtarmaya koşan
Mekke müşrikleri 900 -1000 kadar oldukları hâlde Bedir mevkiine -konmuştu, islâm kuvveti, üç misli
bulunan bu kalabalıkla karşılaştı, çarpıştı ve galip geldi. Müşriklerden yetmişi öldürülmüştü ki, Ebû
Cehil de maktuller arasında idi. Yetmiş de esir alınmıştı. Müslümanlar muzaffer olarak döndüler.
Esirler, fidye (be -del) mukabilinde salıverildi. Okuması, yazması olanlar; Medine çocuklarına kıraat ve
kitabet öğretmek şartiyle fidyesiz azâd edildi.

Bu gazada bulunanlara (Ashâb-ı Bedr) denilir ve Ashâb'm birinci derecesinde itibar edilir.

Bu savaşta bilhassa Hz. Peygamber'in amcası Hz. Hamza, Hz. Ali ve Hz. Ubeyde ibnü'l-Hâris büyük
yararlıklar göstermiş, Hz. Hamza ve Hz. Ali Kureyş müşriklerinden Şeybe ile El-Velid'i öldürmüşler ve
Atabey'i katletmek için Ubeyde'ye yardım etmişlerdi.

Bu gazada Hz. Muhammed, Müslümanların mânevi kuvvetlerini yükseltmek için şöyle buyuruyordu:

313
314

«Muhammed'e can veren Allâhü Teâlâ hakkı için bu gün müşriklerle yılmadan savaşan ve
gerilemeyen her adam, öldürüldüğü takdirde Allah, O'nu Cen-net'le mükâfatlandıracaktır!»

Bu gazvede vaktiyle, Hz. Bilâl-i Habeşî'ye islâm'ı kabul etti diye işkence yapan ihtiyar Ümeyye bin
Halef, îslâm. düşmanı Ebû Cehil ile Akabe bin Ebi-Muit katledilmişlerdir. Bundan sonra müşriklerle
islâmlar

— 483 —

arasında Mekke fethine kadar bir çok savaşlar oldu. Bunların en meşhuru Uhud, Hendek, Hayber
gazveleridir.

HUDEYBİYE MUAHEDESİ

Hicret'in altıncı senesi Zilka'de'sinde Resulü Ek -rem (S.A.V.) Umre (Kâ'be'yi ziyaret) maksâdiyle ve
1500 kişi ile yola çıktı. Vakıa Mekkelilerle Müslümanlar arasında harp hâli vardı. Fakat (Eşhürü'l-
hürûm) yâni muhterem aylarda kimse, kimseye dokunamazdı. Zilka'de de o ayların biriydi.
Müslümanlar, Mekke yakınlarında Hudeybiye mevkiine geldiler. Kureyşli-ler de onların şehre
girmelerine manî olmaya karar verdiler. Uzun uzadıya görüşülüp, konuşulduktan sonra on senelik bir
muahede yapıldı. Muahede gereğince; Ehl-i İslâm, Umrelerini gelecek sene yapacaklardı. Mekke
civarına gelmişken, şehre girmeden dönmek ve böyle bir muahedeyi kabul etmek Ashâb'a güç geldi.
Lâkin sonra anlaşıldı ki ahkâmı pek ağır görünen o muahede, Müslümanlar için açık bir zafer olmuştu.
Çünkü Müslümanlığın mevcudiyeti, Kureyşli-ler tarafından resmen tasdik edilmişti.

HÜKÜMDARLARA DAVETNAMELER GÖNDERİLMESİ

Hicretin yedinci yılında Resulü Ekrem CS-A.V.) bütün insanlara gönderilmiş bir Peygamber olduğu
için etraf hükümdarlarına birer davetname yazdırdı. Onları üzerinde (Muhammed Resûlullâh) yazan
gü-

— 484 —

muş bir mühürle mühürletti. Habeşli Necâşi'ye, Belkâ Emirine, Yemâme Melikine, Busrâ Valisine ve
daha bir çok devlet büyüklerine ve meliklere birer elçi ile birer davetname yolladı. Necâşi Müslüman
oldu. Mısır Hükümdarı Mukavkıs Mâriye adında bir câriye ile bâzı hediyeler takdim etti. Kayser
Herakliyus ihtiram gösterdi. Belkâ Emîri Harise Gassanî ile İran Kisrâsı Perviz ve Yemâme Meliki Havze
hürmetsizlikte bulundu. Perviz Nâme-i Risâleti yırttığı gibi, Hemen Valisi Bâzân'a Resûlullâh'ın
tutulup kendisine gönderilmesi için emir yolladı.

Bâzân'in Medine'ye gelen memuruna Perviz'in oğlu Şiruveyh tarafından öldürülmüş olduğu taraf-ı
Nübüvvetten haber yerildi. Haber doğru çıktığı için Bâzân, Müslüman oldu. Busrâ Valisi Peygamber'in
sefirini Öldürtmüştü.

MÜ'TE MUHAREBESİ

314
315

Hz. Peygamberin sefirini öldürten Busrâ Valisinin tedibine 3000 kişi ile Hz. Zeyd bin Harise memur
oldu. O şehid olursa Hz. Cafer bin Ebi Talib, O da şehid düşerse biri kumandan seçilsin, buyuruldu.

Mücâhidler, kalabalık bir Rum ordusuyle çarpıştılar. Zeyd, Cafer ve Abdullah (Radiyallâhu anhüm
ecmaîn) şehid oldu. Hz. Hâlid bin-il-Velid kumandaya geçti ve harb ederek Müslümanları geri çekti.

MEKKE'NİN FETHİ

Hudeybiye muahedesi mucibince Benî Huzâa kabilesi Resûlullâh (S.A.V.)'in, Benî Bekir kabilesi de

— 485 —

315

You might also like