You are on page 1of 82

Aylık Dergi Şubat 2018 Sayı: 326

ÇEVRE AHLAKI

HAYVAN HAKLARI VE ÇEVRESEL SORUNLAR PROF. DR. İBRAHIM


İSLAM, ÇEVRE VARLIĞIN DEĞERI
DOĞAL ÇEVRELERININ VE İSLAMIN ÇÖZÜM ÖZDEMIR ILE ÇEVRE
VE AHLAK VE EKOLOJI AHLAKI
KORUNMASI ÖNERILERI ÜZERINE
EDİTÖRDEN

D r. Fatih Kurt

İ
nsanoğlu sosyal ve doğal çevresiyle, doğumundan ölümüne kadar etkileşim
içindedir. Bu etkileşim esnasında sergilediği davranışlar onun ahlakına dair
belirleyici veriler olarak karşımıza çıkar. Tabiat, Kur’an-ı Kerim’de sıklıkla zik-
redilen, ihtiva ettiği güzelliklerle, nimetlerle öne çıkarılan ve tefekküre verdi-
ği imkânla Müslümanların zihin dünyasında geniş yer tutan bir özelliğe sahiptir.

İslam dini müminlerin hayatını bir bütün olarak ele alır ve şekillendirir. Hayata,
ölüme ve çevreye dair yaklaşımlar aynı bütünün parçaları olarak karşımıza çıkar.
İnsandan canlı cansız bütün mevcudata karşı koruması istenen sorumluluk bilinci,
onun Allah’a karşı sorumluluğunun mütemmim cüzüdür. Kâinat Cenab-ı Allah’ın
eseri olarak ihtirama, korunup gözetilmeye layıktır. Varlığın ve kozmolojik düzenin
ardında insan zihnini acze düşüren bir irade, bir kudret tezahürü vardır.

Kendisi dışındaki varlıklar insanın emrine verilmiş, bu nimet diğer bütün nimetler
gibi bir dizi ahlaki sorumluluğu beraberinde getirmiştir. “Allah, gökleri ve yeri yara-
tan, gökten yağmur indiren ve onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkaran, emri
gereğince denizde yüzmek üzere gemileri emrinize veren, nehirleri de hizmetinize
sunandır. O, âdetleri üzere hareket eden güneşi ve ayı sizin hizmetinize sunan, ge-
ceyi ve gündüzü sizin emrinize verendir.” (İbrahim, 14/32-33.) İnsan, kendisine hem
nimet hem de emanet olarak verilmiş olan bütün yaratılmışlara karşı sorumluluğu-
nun gereği olarak şefkatle yaklaşmak ve onları korumakla mükelleftir.

Yüce Allah, insanın emrine ve emanetine verdiği nimetlerden istifade edilirken is-
raf ve savurganlığa düşülmesini yasaklamış, her nimetin hesabının sorulacağını be-
yan etmiş, böylece hayvanlara, ağaçlara ve bitkilere karşı bir dikkat ve rikkatin ge-
lişmesine zemin hazırlamıştır. Öte yandan, “Elinizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet
kopmaya başlasa bile eğer onu dikecek kadar vaktiniz varsa, mutlaka dikin.” (Buhari,
el-Edebü’l-Müfred, 168.) hadisi şerifi hem Müslümanları son nefese kadar çalışma-
ya teşvik etmiş hem de tabiata karşı sorumluluğu vurgulamıştır. Yine Efendimiz
hayvanlara eziyet edenleri sert bir dille eleştirmiş, suyun, yolların ve diğer ortak
kullanım alanlarının titizlikle korunup gözetilmesi gerektiğini beyan etmiştir. Bu
uyarılarla insanın âlemle ilişkisi genel kulluk şuurunun dışında tutulamayacağı or-
taya konulmuştur.

Diyanet Aylık Dergi olarak bu ay “Çevre Ahlakı” dosyasıyla huzurlarınızdayız. Prof.


Dr. Huriye Martı, “İslam, Çevre ve Ahlak” başlığı altında dosyamızın çerçeve yazı-
sını kaleme aldı. Doç. Dr. Recep Ardoğan, “İslam’da Varlığın Değeri ve Ekoloji Ah-
lakı”; Prof. Dr. Adnan Koşum, “İslam’da Hayvan Hakları Bağlamında Hayvanların
Doğal Çevrelerinin Korunması”; Osman Zeki Yağcı, “Çevre Sorunları ve İslam’ın
Bakış Açısı”; Yrd. Doç. Dr. Ahmet Bozyiğit, “İslam Ahlak Öğretisinde Çevre” başlıklı
yazılarla dosyamıza katkı sundular. Bu ayki söyleşi konuğumuz Prof. Dr. İbrahim
Özdemir. İslam kültürünün tabiata yaklaşımını Batı ile karşılaştırmalı olarak ko-
nuştuk kendisiyle. Birbirinden değerli yazılarla dergimizin toplumda çevre ahlakı-
na ve bilincine katkı sağlamasını temenni ediyor, iyi okumalar diliyorum.

Bir sonraki sayıda tekrar görüşmek dileğiyle…


DİN DÜŞÜNCE YORUM
Gençliğin Rol Modeli: 34
Ashab-ı Kehf

GÜNDEM KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT


İslam, Çevre 6 Evimize Dönelim 62
ve Ahlak Kelimelerimizle Kucaklaşalım

2018 SÖYLEŞİ

26 Prof. Dr. İbrahim Özdemir:


HADİSLERİN IŞIĞINDA

ŞUBAT
40 Ağaç ve Çevre
"Âlemin efendisi ve hâkimi değil, Prof. Dr. Zekeriya GÜLER
mütevazı bir üyesi olduğumuzu;
mutluluk ve iyiliğimizin içinde EN GÜZEL İSİMLER
yaşadığımız âlemle bağlantılı 42 Her Yerde Hâzır ve Nâzır: Şehîd
GÜNDEM olduğunu unutmamamız gerekir." Fatma BAYRAM
Kamil BÜYÜKER
6 İslam, Çevre ve Ahlak BÜYÜTEÇ
Prof. Dr. Huriye MARTI DİN DÜŞÜNCE YORUM
44 Bozuk Satıh!
10 İslam'da Varlığın Değeri ve 30 Kur'an'da Musibet Kavramı Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU
Ekoloji Ahlakı Üzerine Psiko-Sosyolojik
Değerlendirmeler İZ BIRAKANLAR
Doç. Dr. Recep ARDOĞAN
Prof. Dr. Ali KÖSE 48 Düşünce Dünyamızda Yorulmayan
14 İslam'da Hayvan Hakları ve Doğal
34 Gençliğin Rol Modeli: Bir Yolcu: Hilmi Ziya Ülken
Çevrelerinin Korunması
Ashab-ı Kehf Hilal KOÇ HANCI
Prof. Dr. Adnan KOŞUM
Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ
18 Çevresel Sorunlar ve İslamın DÜNYA MÜSLÜMANLARI
Çözüm Önerileri VAHYİN AYDINLIĞINDA
50 Kosovalıların Millî Kimliğini
Osman Zeki YAĞCI 38 Rabbimizin Bizlere Kutsal Şekillendiren İki Unsur:
22 İslam Ahlak Öğretisinde Çevre Emanetleri: Toprak, Su, Hava İslam ve Osmanlılar
Yrd. Doç. Dr. Ahmet BOZYİĞİT Prof. Dr. Muammer ERBAŞ Prof. Dr. Ahmet KAVAS
[326]
Diyanet İşleri Başkanlığı Adına
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni
Dr. Fatih KURT
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Dr. Faruk GÖRGÜLÜ
Mali İşler ve Dağıtım Sorumlusu V.
Recep GEZGİN
Yayın Kurulu
Dr. Fatih KURT
Dr. Faruk GÖRGÜLÜ
Abdulbaki İŞCAN
Dr. Lamia LEVENT ABUL
Yayın Koordinatörleri
Dr. Lamia LEVENT ABUL
Mustafa BEKTAŞOĞLU
Emin GÜRDAMUR
Dijital Medya
GEZİ-YORUM
76
Muhammed Kâmil YAYKAN
Ömer GÜÇLÜ
Ukrayna Notları Tashih
Mustafa BEKTAŞOĞLU
Arşiv
Ali Duran DEMİRCİOĞLU
Grafik-Tasarım
EVEN Medya
Bardacık Sk. No: 27/16 Çankaya-Ankara
Tel: 0312 437 37 27 Fax: 0312 437 37 04
www.evenmedya.com iletisim@evenmedya.com
Abone İşleri
Tel: 0312 295 71 96-97
Faks : 0312 285 18 54
e-mail: dosim@diyanet.gov.tr
İletişim
SÖYLEŞİ DİN VE HAYAT Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü

Prof. Dr. 26 Dünya Bir 72 Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv.


No: 147/A 06800 Çankaya/Ankara
Tel : 0312 295 86 61 - 62
İbrahim Özdemir Gölgeliktir Faks: 0312 295 61 92
www.diyanetdergi.com
diyanetdergi@diyanet.gov.tr
Abone Şartları
BUNU KONUŞALIM DİYANET ARŞİVİ Yurtiçi yıllık: 84.00 TL
Yurtdışı yıllık: ABD: 30 ABD Doları
54 Mustafa Bayraktar: “Bir daha bu 68 Yayıncılıkta İlk Yıllar: İki AB Ülkeleri: 30 Euro
Avustralya: 50 Avustralya Doları
dünyaya gelsem seçeceğim yer Muhteşem Eserin Neşrine Doğru
İsveç ve Danimarka: 250 Kron
yine Diyanet İşleri Başkanlığıdır.” Yrd. Doç. Dr. Mehmet BULUT İsviçre: 45 Frank
Dr. Faruk GÖRGÜLÜ Baskı
GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE
Çağlayan A.Ş.
HATIRA DEFTERİ 70 Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi Tel: 0232 274 22 15
İlhan ASLAN Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın, Diyanet Aylık
57 Peygamberimizin (s.a.s.)
Dergi (Türkçe)
Huzurunda DİN VE HAYAT Basım Tarihi: 29/01/2018 ISSN-1300-8471
Medet COŞKUN Abone kaydı için, ücretin Döner Sermaye İşletme
72 Dünya Bir Gölgeliktir Müdürlüğü’nün T.C. Ziraat Bankası, Ankara Kamu
KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT Nagihan AYDIN Girişimci Şubesi IBAN: TR08 0001 0025 3305 9943
0850 19 nolu hesabına yatırılması ve makbuzun foto-
60 Suyun Yazgısı 74 O'nun Emrine İcabet kopisi ile abonenin hangi sayıdan başlayacağını bildirir
Fatma Nur ÜNLÜ SÜRER Mürtaza TRABZON bir dilekçe, mektup, yazı, faks veya e-mailin Diyanet
İşleri Başkanlığı Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü-
62 Evimize Dönelim GEZİ-YORUM ne gönderilmesi gerekmektedir.
Kelimelerimizle Kucaklaşalım Temsilcilikler; Yurtiçi: İl Müftülükleri, İlçe Müftü-
Cengizhan ORAKÇI 76 Ukrayna Notları lükleri - Yurtdışı: Din Hizmetleri Müşavirlikleri, Din
Dr. Ruhi İNAN Hizmetleri Ataşelikleri.
65 Yitiğin Adı Yok Yayınlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapıla-
Birgül TEMUR KİTAPLIK bilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir.
Diyanet Aylık Dergi, Diyanet İşleri Başkanlığı yayın
66 Bir Güzel Var 80 Uluslararası Serahsi Sempozyumu organıdır. Dergide yayımlanan yazı, konu, fotoğraf
Zeynep Sati YALÇIN Zeynep DEMİR ve diğer görsellerin her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak
gösterilmeden her türlü ortamda alıntı yapılamaz.
Prof. Dr. Ali ERBAŞ
Diyanet İşleri Başkanı

ÇEVRE

B
ir ölçü ve gaye ile en güzel şekilde yaratılan sınırsız ve gelişigüzel tasarruf hakkına sahip değildir.
insan, varlık âleminin öznesidir. İnsanı, yara- Nitekim Allah Teala varlığının delili olarak, insana ema-
tılmışlar içerisinde etkin ve merkezi konuma net bırakılan imkânların bir gün tükenip yok olabilece-
yerleştiren özelliği ise kendisi, Rabbi ve dış ğini haber vermektedir. (Mülk, 67/30.) Haddi zatında bü-
dünya ile ilişkilerinde yüklendiği misyondur. Bu anlam- tün unsurlarıyla çevre, Yüce Allah tarafından Kur’an’ın
da insanın yaratılış gayesini, kulluk ilişkisini ve insani fermanıyla insana emanet edilmiştir. (Ahzab, 33/72.) Bu
vasıflarını belirginleştiren ana mecra, onun çevre ile et- itibarla, insan-çevre ilişkisinde en üst ve belirleyici yak-
kileşimi ve iletişimidir. laşım, emanet bilincidir. Dolayısıyla, insanın özgür ira-
desini ve hür tercihlerini ifade eden özgürlük kavramı,
Mutlak anlamda dış dünyadaki canlı cansız, hareketli sorumluluk ahlakı ve emanet bilinciyle beraber düşü-
hareketsiz bütün unsurları ifade eden çevre kavramı, nülmeli, özellikle özgürlüğün başkasının hakları ve var-
temel olarak sosyal ve ekolojik çevre olmak üzere iki lık alanıyla sınırlı olduğu unutulmamalıdır. Ne yazık ki
boyutta ele alınmalıdır. İnsanların birbiriyle kurduğu günümüzde, aşırı bireysellik düşüncesi ve geçici men-
sosyal/kültürel ilişkilerin vasıf ve boyutlarını ifade eden faatler uğruna çevreye yönelik, yarınları düşünmeden
sosyal çevreyi ve insanın fizik dünya ile ilişkisini ortaya sorumsuz, umarsız ve hoyratça bir yaklaşım biçiminin
koyan ekolojik çevreyi anlamlı kılan önemli değerler ve varlığını müşahede etmekteyiz. Eğer insanoğlu, söz ko-
ilkeler vardır. Özellikle inananlar açısından bakıldığın- nusu tamahkâr yaklaşımından vazgeçip, çevreyle ilişki-
da, her iki boyutta insan-çevre ilişkisinde vazgeçilmesi sini makul ve ölçülü bir denge ekseninde düzenlemez-
mümkün olmayan; sorumluluk, emanet, güzel ahlak ve se, kendisini de helak edecek büyük bir yıkımın ve son
salih amel olmak üzere dört temel değer ölçütü vardır. tahlilde külli bir tahribatın yaşanacağı kaçınılmazdır.

Göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından bir İnsana takva ölçüsüyle yaklaşarak çevresiyle ilişkilerini
lütuf olarak insanoğluna musahhar kılan Rabbimiz (Ca- tanzim eden İslam dini, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) güzel
siye, 45/13.), ona nimetlerinin karşılığı, kulluğun gereği ahlak olarak tanımladığı iyiliği (Müslim, Birr ve Sıla, 5; Tir-
ve huzurlu/güvenli bir hayatın teminatı olarak yeryüzü- mizi, Zühd, 52.), her şart ve durumda merkeze almıştır.
nü ıslah, inşa ve imar etme sorumluluğunu yüklemiştir. Allah’ın Rahman sıfatının bir tecellisi olarak merha-
Elbette insan, kendisine bahşedilen hayatın içerisinde metin kaynaklık ettiği bu ahlaki yaklaşım, insan-çevre/
BAŞMAKALE

Yeryüzünde insandan sadır olan müspet/menfi her türlü davranışın karşılığının ve-
rileceği nihai karar mercii, hiç şüphesiz ahirettir. Bu sebeple, insan-çevre ilişkisinin
nirengi noktasını teşkil eden ahiret inanışı, söz konusu bilincin yerleşmesi açısından
vazgeçilmez bir boyuttur. Diğer taraftan sözü edilen münasebeti, tevhide dayalı sahih
ve muhkem bir inançtan bağımsız düşünmek de mümkün değildir. Zira sağlam bir
iman, eşya ve hadiseye müstakim bakış açısını zorunlu kılmaktadır.

iç dünya-dış dünya dengesini kuracak yegâne ölçüdür. Topraktan yaratılan insanın, esası yine toprak olan di-
Bu doğrultuda, Allah Rasulü’nün; “Yerde olanlara mer- ğer bütün varlıklara karşı bencilce ve ötekileştirici bir
hamet edin ki, gökte olanlar da size merhamet etsin- tutumu benimsemesi, her şeyden önce özündeki sa-
ler.” (Tirmizi, Birr ve’s-sıla, 16.) hadis-i şerifi, ideal dünya lim fıtratı zedelemekte, kendisine yabancılaşmasına
düzenini temin eden önemli bir tavsiyedir. Nitekim ve varoluşun hakikatine dair anlam krizlerine neden
İmam Gazali’nin; “Ahlak, nefiste iyice yerleşen bir me- olmaktadır. Günümüzdeki birçok problemin altında
lekedir ki, fiil ve davranışlar fikrî bir zorlamaya ihtiyaç yatan ana sebep, ancak içinde yaşadığı çevreyle anlam
duymadan bu meleke sayesinde kolaylıkla ortaya çıkar.” ve değer kazanan insanın, etrafına karşı gösterdiği du-
(Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî, İhyâu Ulû- yarsızlık ve yabancılaşmadır.
mi’d-dîn, Dâru’l-ma’rife, Beyrut, t.y., III, 53.)
şeklinde tanım-
ladığı ahlak, olması gereken ideal düzeyi, bir iç disiplin Bu meyanda, özellikle son asırlarda üretim ve tüketim
ve kendiliğinden bir davranış biçimi olarak ortaya koy- dengesine dair pek çok teori ve pratik çalışmaya rağ-
maktadır. Buna muhalif bir yönelim ise yeryüzünü fe- men, bir taraftan çılgınlık seviyesine varan tüketim an-
sada uğratıp, insan-âlem ilişkisini derinden sarsacaktır. layışı ve korkunç bir israf, diğer yandan da küresel bir
açlık sorununun varlığı da aşikârdır. Aynı şekilde artık
Kur’an’da en genel anlamıyla “salih amel” olarak karşılık herkesin yakinen hissettiği küresel bir çevre sorunu ola-
bulan güzel davranışlar, dinimizin önem verdiği değer- rak havanın, suyun, toprağın kirletilmesi, atmosferin
lerdir. Bu eylemleri yaşanır boyuta taşıyan Hz. Peygam- zedelenmesi, iklimsel değişiklikler vb. tezahürler, yak-
ber; iyi insanı, başkalarına faydalı olup güzel davranış laşan felaketin açık habercisidir. Dolayısıyla sözü edilen
sergileyen kimse olarak ifade ederken (Tirmizi, Zühd, olumsuz tablo, insan-teknoloji-çevre ilişkisini sorumlu-
21.), insan-çevre münasebetinde, yolda insanlara eziyet luk, emanet, güzel ahlak ve salih amel bağlamında yeni-
veren şeylerin kaldırılmasını da “sadaka” olarak ifade den gözden geçirmenin elzem olduğu sonucunu ortaya
etmiştir. (Müslim, İman, 12.) Yine Allah Rasulü’nün bu koymaktadır. Aksi takdirde yaşanacak çevresel krizlerin,
bağlamdaki; “Müslüman, bir ağaç diker yahut ekin eker küresel ifsat ve israfın, yaşadığımız dünyayı topyekûn
de ondan kuş, insan veya hayvan yerse, bunlar onun kaos ve kargaşaya sürüklemesi kaçınılmazdır. O hâlde
için sadaka olur.”  (Buhari, Müzâraa, 41; Müslim, Müsâkât, kuşanılması gereken ahlaki tutum, farkında olduğu-
2.) hadisi, insanların istifade ettiği doğal çevre ile ilgili muz/olmadığımız nimetlere zarar vermeden bütüncül
yaklaşımın uhrevi neticesini ortaya koyan mühim bir bir yaklaşım ve bunları bize sunan Rabbimize devamlı
referanstır. Zira yeryüzünde insandan sadır olan müs- bir şükür olmalıdır.
pet/menfi her türlü davranışın karşılığının verileceği
nihai karar mercii, hiç şüphesiz ahirettir. Bu sebeple, in- Sonuç olarak, yeryüzündeki her şeye karşı merhameti
san-çevre ilişkisinin nirengi noktasını teşkil eden ahiret kuşanıp çevreye karşı sorumlu ve duyarlı bir ahlakı ya-
inanışı, söz konusu bilincin yerleşmesi açısından vaz- şayarak dünyamızın daha yaşanabilir hâle gelmesini ve
geçilmez bir boyuttur. Diğer taraftan sözü edilen mü- iyilik yolunda yaşadığımız bir hayatın ahiretimizi ma-
nasebeti, tevhide dayalı sahih ve muhkem bir inançtan mur etmesini temenni ediyor, bu konuda yardımını biz-
bağımsız düşünmek de mümkün değildir. Zira sağlam den esirgemeyerek, aklımıza istikamet, kalbimize mu-
bir iman, eşya ve hadiseye müstakim bakış açısını zo- habbet, ufkumuza aydınlık vermesini Yüce Rabbimden
runlu kılmaktadır. niyaz ediyorum.
GÜNDEM

İSLAM, ÇEVRE VE AHLAK


Prof. Dr. Huriye MARTI Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

6 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


GÜNDEM

A
llah, insanı bir çevre runması ve güçlendirilmesi görevi- büyük bir “değer bunalımı ve bilinç
içinde, bir çevreyle ni de insana vermiştir. kirlenmesi” yer almaktadır.
birlikte ve bir çevreye
muhtaç hâlde var et- Çevre ahlakının İslami temelleri Bu durumda, tabiattan bahseden
miştir. Bir taraftan çevresi ile ona Kur’an ayetlerini sıralamak ya da
Çevre ahlakı; “insan dışındaki var- temizliğe, hayvanları korumaya,
nimet ve ibret sunarken, bir taraf-
lıklar ve gelecek nesiller de dâhil ağaç dikmeye, israfın yasaklığına
tan da bu çevre ile onu sınamış ve
olmak üzere” kâinata karşı her tür- dair hadis rivayetlerini derlemek
sınırlamıştır. Sınırlar, bir ilişkinin
lü tutum, karar ve davranışımızın çözüm için yeterli olabilir mi? Yok-
karakterini ve niteliğini belirler.
ahlaki temeller üzerine oturması sa bir farkındalık, bir ahlak, bir
İnsan ile çevresi arasındaki ilişkide
gerektiğini savunan ilim dalıdır. şuur mu geliştirmek zorundayız?
de İslam tarafından belirlenen net
Kanaatimizce çevre krizine çözüm
sınırlar vardır. Zira insanın kendisi Bugün yeryüzünün hemen her kö- üretirken davranışlardan önce zih-
dışındaki canlı cansız bütün var- şesinde yaşanan ekolojik bunalıma niyete odaklanmamız, eylemlerden
lılara karşı geliştirdiği tutum, her
önce inanç ve değerleri gündeme
ne kadar sıradan ve günlük ilişki-
taşımamız şarttır. Bu yazının ana
ler gibi görünse de, aslında bir ucu
konusu da İslam’ın çevre ahlakına
“göklerin, yerin ve ikisi arasında-
Kirlenen bir çevre, dair öngördüğü ilkeleri kısaca ele
kilerin Rabbi”ne uzanan derin bir
kirlenmiş bilinçlerin alarak, sağlıklı bir zihniyetin temel-
anlama sahiptir. O hâlde, insanın
çevreyle ilişkisini konuşurken, ilahî
eseridir. Bilinç arın- lerini atmaktır.
boyutu da olan, hatta sadece bu ması ise ancak çev-
a) Çevreyi Allah ile birlikte
hayatı değil, ahiret hayatını da ilgi- re hakkında güçlü
düşünmek
lendiren bir konuya adım attığımız ve yerinde bir değer
dikkatten kaçırılmamalıdır. eğitimiyle mümkün İslam’a göre insanın her anını her
olacaktır. Mümin; yönden kuşatan Allah, bir bakıma
İnsan ile doğal çevresi arasındaki tabiatı boyunduruk onun nihaî çevresidir: “Doğu da,
ilişkiyi parça-bütün ilişkisi şeklinde altına almayı ya da batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır.
kurgulamak zordur. Elbette insan, Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü
sömürmeyi değil,
kâinat bütününde yer alır. Ancak işte oradadır.” (Bakara, 2/115.) Allah,
onun değerlerine
kâinatın bir parçası ya da bir ürü- doğal çevreyi insandan ayrı ve ko-
nü değildir. İnsan, yaratılmışların
ve ritimlerine ayak
puk yaratmadığı gibi, kendisinden
en şereflisi olmakla başlı başına uydurmayı hedef-
de uzak ve bağımsız bir varlık dün-
bir değerdir. Karşısında da tek tek leyen, güzel ahlaklı yası oluşturmamıştır. “İyi bilin ki,
bütün fertleri “özdeğer taşıyan” bir insandır. O, her şeyi çepeçevre kuşatmıştır.”
varlık âlemi vardır. Bu âlemle “yok (Fussılet, 41/54.) ayetinden anlaşıl-
sayan ve tüketen değil, saygı duyan dığı üzere O, her an aktif biçimde
ve destek olan” bir ilişki geliştirmeli tabiatın kontrolünü elinde tutmak-
yani ahlaki sorumluluğunun far- bakıldığında, insanın kâinattaki tadır. Dolayısıyla kâinat, “insan ile
kında olmalıdır. Allah arasında iletişime imkân ve-
hassas dengelerle uyumsuz yaşa-
dığını, çevresiyle tek taraflı ve sö- ren” bir alandır.
Unutmayalım ki, ilk insan, bizzat
Rabbi tarafından çevresiyle tanıştı- mürmeye dayalı bir ilişki geliştirdi- İslam çevre ahlakında belirleyici
rılmıştır. Çevreyi anlama ve anlam- ğini söyleyebiliriz. Aslında ekolojik unsurun ‘tevhit’ olduğunu söy-
landırma yolculuğunun ilk adımın- bunalım, sadece sokağa çöp atmak lemek yanlış olmaz. Her şeyden
da Hz. Âdem’e bütün varlıkların veya ağaç kesmek gibi sorumsuzca önce, dünyaya gözlerini açtığı an-
isimlerini öğreten Cenab-ı Hak’tır. işlenen davranışları engellemekle dan itibaren çevresinde gözlemle-
(Bakara, 2/31.) Rabbimiz, insan ile çözümlenemeyecek kadar çetre- diği tabiat olayları, insanı tevhide
çevresi arasında vazgeçilmez bağlar fillidir. Zira çevre krizinin merke- davet eder. Allah, tabiatta yer alan
örmüş, bu bağların tanınması, ko- zinde, fiziksel sorunlardan daha farklı detaylara kudretinin birer

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 7


GÜNDEM

göstergesi olarak işarette bulunur nen bir çevre ahlakını konuşuyor- muştur.” (Casiye, 45/13.) ama bu,
ve yarattığı muhteşem düzeni in- sak, tevhit, olmazsa olmaz ilkemiz- yeryüzünün sadece insan için var
sanoğluna göstererek bir anlamda dir. Ancak tevhit karşısında insanın edildiği anlamına gelmez. “Allah,
ona çevresiyle meydan okur: “Sizi sorumluluğu da bir o kadar önem- yeri canlı yaratıklar için var etti.”
yaratmak mı daha zor, yoksa göğü lidir. Böyle bir sorumluluk ahlaki, (Rahman, 55/10.) ayeti üzerinde dü-
yaratmak mı? Onu Allah kurmuş- hukuki, duygusal ve düşünsel bir- şündüğümüzde, insanın olduğu
tur. Onu yükseltmiş ve ona dü- den fazla boyuta sahiptir. Bütün gibi diğer canlıların da yeryüzünde
zen ve ahenk vermiştir. O, göğün boyutlarını bir kenara bıraksak bile, yaşama hakkına sahip olduklarını
gecesini karanlık yaptı, ışığını da en sığ bakışla, bir insanın çevresine anlarız. İşte bu noktada yeryüzün-
çıkardı. Ardından yeri düzenleyip deki tek akıllı ve mükellef varlığa,
karşı sorumluluk üstlenmesinin
döşedi. Ondan suyunu ve merasını sorumluluktan kaçmamak düşer.
kendi yararına olduğunu fark et-
çıkardı. Dağları sağlam bir şekil-
mek zor değildir. Nitekim Kur’an-ı c) Halife olduğunu hatırlamak
de yerleştirdi. Bunları sizin için ve
hayvanlarınız için bir yarar kaynağı Kerim, denizlerden yıldızlara, mey-
yaptı.” (Naziat, 79/27-33.) Çevre ahlakının sorumluluğa ba-
kan yüzü, bizi “halifelik” kavramına
“Zerreden kürreye” uzanan bu götürür. “Hani, Rabbin meleklere,
nizam Allah’ın eseridir ve çevre “Zerreden kürreye” ‘Ben yeryüzünde bir halife yarata-
O’nun mülküdür. Şu hâlde çevre uzanan bu nizam cağım’ demişti.” (Bakara, 2/30.) aye-
için üstlenilecek ahlaki sorumlu- Allah’ın eseridir ve tinden anlaşıldığı üzere, insanın
luk, Allah’ın eserine ve mülküne çevre O’nun mülkü- halifeliği, yaratılışla başlayan bir
saygının gereğidir. Çevreye zarar dür. Şu hâlde çevre süreçtir. Halife demek, yeryüzünü
veren ve düzene aykırı düşen dav- için üstlenilecek Allah’ın rızasına uygun bir şekilde
ranışlar sergilemek ise, onu tanzim imar edecek, akıllı, sorumlu, güçlü,
ahlaki sorumluluk,
eden iradeyi tanımamaktır. onurlu varlık demektir.
Allah’ın eserine ve
Doğrusu Rabbimizin gizli açık her mülküne saygının Gücüne ve aklına âdeta tapan mo-
şeyi bildiğine inanmak, çevre için gereğidir. Çev- dern insan, halifeliği sorumluluk
iyiyi yapıp kötüden uzak durmamı- reye zarar veren yerine menfaat merkezli düşündü-
zı kolaylaştırır. Tevhit ilkesi, insanı
ve düzene aykırı ğü için çevre karşısında olabildiğin-
egoist, kibirli ve tamahkâr bir çev-
düşen davranışlar ce hoyratlaşmıştır. Hâlbuki “O, yer-
re algısı geliştirmekten korur. Zira
tevhidi benimseyen insan, varlık sergilemek ise, onu yüzünde olanların hepsini sizin için
tanzim eden iradeyi yaratan, sonra göğe yönelip onları
âlemini Allah’ın varlığının delili
olarak görebilir ve her bir nime- tanımamaktır. yedi gök hâlinde düzenleyendir. O,
te karşı müteşekkir olduğu kadar her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara,
2/29.) ayetindeki ‘sizin için’ vurgusu
mutedil bir tutum geliştirmeye de
hazır olur. Çevrenin sahip olduğu insanoğlunu aldatmamalıdır. Ha-
ilahî kodları keşfeden bu insanlar, ve bahçelerinden hayvanlara kadar lifelik, yeryüzünün efendisi olmak
Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır: insanın faydasına sunulan sayısız ve onun üzerinde sınırsız hak iddia
“Onlar ayaktayken, otururken ve nimeti ısrarla hatırlatır. (Mesela bkz. etmek gibi bir lüksün adı değildir.
yanları üzerine yatarken Allah’ı En’am, 6/141; Nahl, 16/5-8.)
Aksine halifelik, dengelerin korun-
anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı ması adına emek vermenin, yani
üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! “Öyleyse Rabbinizin nimetlerinden imtihanın adıdır: “O, size verdiği
Bunu boş yere yaratmadın, Seni ek- hangisini yalanlıyorsunuz?” (Rah- nimetler konusunda sizi sınamak
sikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş man, 55/13, 16, 18, 21.) sorusunun için sizi yeryüzünün halifeleri kılan
azabından koru’ derler.” (Âl-i İmran, defalarca muhatabı olan insan, ve bazınızı bazınıza derecelerle üs-
3/191.) bencillik ve nankörlük etmemekle tün kılandır.” (En’am, 6/165.)

b) Çevre için sorumluluktan yükümlüdür. Evet, Kur’an’ın ifade


d) Emanet bilinci taşımak
kaçmamak ettiğine göre, “Göklerde ve yerde
ne varsa Hak katından birer nimet Kur’an, yeryüzünün şerefli ha-
İslam’ın ana kaynaklarından besle- olarak insanın hizmetine sunul- lifesini, aynı zamanda “emaneti

8 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


GÜNDEM

yüklenen varlık” olarak tanımlar: aynı şekilde merhametli olmasını seslenir. Bu sesleniş, “çevresini
“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere talep eder. Bu talep Allah Rasulü okuması” yani dinlemesi, izlemesi,
ve dağlara teklif ettik de onlar onu tarafından o derece güçlü dile geti- anlaması için insana hatırlatmalar-
yüklenmek istemediler, ondan çe- rilir ki, insanın merhameti Allah’ın da bulunan bir ilahî kitabın ilk em-
kindiler. Onu insan yüklendi. Çün- merhametine ön şart olarak zikre- ridir. “Allah, gökleri ve yeri hak ve
kü o çok zalimdir, çok cahildir.” dilir: “Merhamet etmeyene merha- hikmete uygun olarak yaratmıştır.
(Ahzab, 33/72.) “Emanet” kelimesi met olunmaz!” (Buhari, Edeb, 18.) İşte bunda inananlar için bir ibret
“sahip olma” fikrini reddeden bir vardır.” (Ankebut, 29/44.) Kâinata ib-
anlam taşır. Dolayısıyla insan ile Allah Rasulü’nün hayvanların atış ret nazarıyla bakan insan, öncelikle
çevre arasında “mülkiyet ilişkisi” tahtası ya da hedef olarak kullanıl-
sadece kendisinin değil, diğer pek
geliştirmek anlamsızdır. Çevrenin masını (Müslim, Zebaih, 58, 59; Ahmed
çok canlının da Allah’ı zikrettiğini,
sahibi bellidir, çevreyi yaratan ve b. Hanbel, Müsned, II/101.) ve birbirle-
O’na secde ettiğini yani tek âbit
yöneten bellidir. İnsan ise çevre- riyle dövüştürülmesini (Ebu Davud,
ve ârif varlığın kendisi olmadığını
nin ancak emanetçisidir. Gün gelip Cihad, 51; Tirmizi, Cihad, 30.) yasak-
fark eder. “Yedi gök, yer ve bunla-
emanetin sahibine hesap verece- laması, devesi huysuzlanınca ona
rın içinde bulunanlar Allah’ı tespih
ğini aklından çıkarmamalıdır. Zira sert davranan Hz. Aişe’yi “Yumuşak
ederler. Her şey O’nu hamt ile tes-
Mülkün Sahibi’nin uyarısı gayet davran!” diyerek derhal uyarması,
pih eder. Ancak, siz onların tespih-
açıktır: “Düzene sokulduktan son- (Müslim, Birr ve Sıla, 79.) hatta binek
lerini anlamazsınız. O, Halîm’dir,
ra yeryüzünde bozgunculuk yap- hayvanlarının sırtında uzun süre
çok bağışlayandır.” (İsra, 17/44.) El-
mayın.” (A’raf, 7/56.) oturup molada bile onları koltuk
bette böylesine bir zikir ve secde
yerine kullanarak sohbete devam
e) Çevreye karşı muhabbet ve hâli beş duyu ile kavranamaz. An-
edenleri “Allah onları size, ulaşmak-
merhamet beslemek cak açıkça duymasa ve görmese de
ta zorlanacağınız yerlere kolayca
canlıların Allah’la daimi bir hürmet
erişesiniz diye verdi!” şeklinde ikaz
Halifeliği, doğuştan gelen bir me- ilişkisi içinde olduklarını bilmesi,
etmesi, (Ebu Davud, Cihad, 55.) bu
ziyet veya konum değil, bir yetki insanın çevreye bakışını derinden
merhametin açık ifadeleridir.
ve erdem potansiyeli olarak dü- etkileyecektir.
şünebiliriz. Bu potansiyeli değer- Çevrenin diğer sakinlerine karşı
lendirmek insanın kendi iradesine Kısacası, tabiat, doğal çevre, var-
muhabbet beslemek, onları kâinat
kalmıştır. Bir başka deyişle, insan, lık âlemi insan için her anlamda
ailesinin fertleri olarak kabul edip
halife olduğunu idrak edip bu yet- bir imkân ve nimetler zinciridir.
onlarla bütünleşmek, “yaratılanı
kiyi erdemli biçimde kullanmayı “Kendini gerçekleştirme ve kemale
Yaratan’dan ötürü hoş görmek”,
seçerse hayat sınavında başarılı erme” yolculuğunda insana destek
çevre ahlakının erdem boyutu-
olabilecek, aksi hâlde potansiyelini olan, Rabbini hatırlatan, sorumlu-
nu yansıtır. İnsan dışındaki dilsiz
zayi etmiş olacaktır. Bu bilinç, insa- luğuna işaret eden, ibret ve ilham
ağızsız nice varlığa sadece Allah’ın
nı bir üst düzeydeki çevre algısına kaynağı olan hatta yeri geldikçe
hoşnutluğunu umarak iyi davran-
taşıyacak ve sadece sorumluluk ge- haddini bildiren bir çevre, ahlaki
mak, nebevi bir öğretidir. Nitekim
reği değil, artık bir erdem tezahürü bir ilişkiyi hak etmekte değil midir?
bir deveyle hasbihal edip onun hâ-
olarak çevresiyle sağlıklı ilişkiler linden ne kadar sıkıntıda olduğunu Diğer yandan altını çizerek belirte-
geliştirebilecektir. anlayınca sahibine uyarılarda bulu- lim ki, kirlenen bir çevre, kirlenmiş
nan da (Ebu Davud, Cihad, 44; Ahmed bilinçlerin eseridir. Bilinç arınma-
Çevre hakkında erdem ve faziletten
b. Hanbel, Müsned, I/204.) küçük bir sı ise ancak çevre hakkında güç-
bahsedeceksek, öncelikle muhab-
bet ve merhameti zikretmeliyiz. çocuğun serçesinin hatırını soran lü ve yerinde bir değer eğitimiyle
Zira bir dağa bile muhabbet naza- da (Buhari, Edeb, 81.) peygamberi- mümkün olacaktır. Mümin; tabia-
rıyla bakabilen, “Uhut bizi sever, biz mizdir. tı boyunduruk altına almayı ya da
de onu severiz.” (Buhari, Cihad, 71.) f) Çevreye hikmet ve ibret sömürmeyi değil, onun değerleri-
diyen bir peygamberin ümmetiyiz. nazarıyla bakmak ne ve ritimlerine ayak uydurmayı
Engin bir merhamet sahibi olan Al- hedefleyen, güzel ahlaklı insandır.
lah, (Bakara, 2/143, 207; Tevbe, 9/117.) Allah, son peygamberinin şahsında Çevre sorunlarının çözüm anahtarı
insandan da bütün varlıklara karşı insanlığa “Oku!” (Alak, 96/1.) diye da işte bu insanın elindedir!

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 9


GÜNDEM

İSLAM'DA VARLIĞIN DEĞERİ VE


EKOLOJİ AHLAKI
Doç. Dr. Recep ARDOĞAN Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İ
nsanın sosyal çevresine de ameli hükümlerdir. Ameli hü- varlıklara ait haklar olmak üzere
olduğu gibi doğal çevresi- kümler ahlakı da içerir. Ancak bu üç kısma ayrılabilir. Bu üçüncü ka-
ne yaklaşım biçimi temel seküler bir ahlak değil, insanın Al- tegorideki haklar ekoloji ahlakını
ahlak anlayışıyla belirlenir. lah'a karşı da sorumlu olduğu dinî kapsamaktadır. Bu haklara muka-
Ahlak, başta kelam olmak üzere ahlaktır. Bu ahlak, geniş anlamda bil olarak insan, kendi varlığına, di-
İslam ilimlerinin temel terimlerin- kişinin kendisiyle, Rabb'iyle, sos- ğer insanlara, insan dışı varlıklara
den olan amelle çok yakın bir ilişki yal çevresiyle ve doğayla ilişkilerini ve tüm bu varlıkların sahibi olan
içindedir. Kelam açısından dinin kapsar. Burada haklar da; sadece Allah'a karşı sorumludur.
hükümleri ikiye ayrılır. Bunlar- Allah'a ait, hem Allah'a hem kula
dan ilki itikadi hükümler, ikincisi ait, hem Allah'a hem insan dışı Görüleceği üzere, İslam dini, var-

10 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


GÜNDEM

anlamak ve etkin kılmak gerekti-


ği gibi Allah’ın kevnî ayetleri olan
tabiatı da göz­lemlemek, anlamaya
çalışmak, o anlama uygun dav-
ranmak ve kozmo­lo­jik düzeni ko-
rumaya özen göstermek gerekir.
Tabiat, Allah hakkında ve hayatı
anlamlandıran değerler hakkında
ö­nemli deliller sunan bir bilgi ala-
nıdır. Yani tabiat, kendi zatını en
iyi bilen Allah’ın sıfatlarıyla tanın-
ması ve malum olmasını sağlar.

İslam açısından varlıklar, Allah’ın


sıfatlarının bilinmesine vesile olur.
Allah’ın başta vücut, ilim, irade,
kudret, halk, ibdâ’ gibi sıfatlarını ve
onun isimlerini yansıtır. Dolayısıy-
la, varlık bir değerdir. Var olma, bir
artıdır, yani bir iyilik ve mükem-
mellik niteliğidir. Ayrıca, “sonsuz
iyi” olan Allah’ın yaratma iradesi
de varlığın yokluğa karşı rüçhanı
ve değeri ol­duğunu te­mel­len­di­rir.
Dolayısıyla, varlıkların, ilahî ira-
deye konu olma gibi bir değeri de
vardır.

Kur’an yerde ve göklerde ne varsa


hepsinin Allah’ı tespih etti­­ğini yani
evrenin bütün unsurlarıyla ezelî
yaratıcı ve ebedî kud­­ret sa­hi­bine
lığa, hayata ve insana ilişkin şü- iştirak/eşlik eder. Tabiat, yaratıcısı- itaat, tespih ve secde hâlinde ol-
mullü bir açıklama sunar. İnanan nı anlatan bir kitaba benzer; ken­di duğunu bildirir: “Yedi gök, yer ve
insanın kendi benliğiyle, Rabb'iyle, diliy­le bize Allah’ın isimlerini ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı
toplumsal ve doğal çevresiyle iliş- yüceliğini, eşsiz sanatını anlatır. tespih e­derler. O’nu hamt ile tes-
kilerine, ortaya koyduğu değerler Kur’an’da Allah’ın metlüvv (oku- pih etmeyen hiçbir varlık yoktur.
manzumesi ve ilkeler yön verir. nan) ayet­leri ol­du­ğu gi­­bi tabiatta Fakat siz, onların tespihlerini iyi
İslam'da, insanın doğayla ilişkile- da Allah’ın göz­lemlenen ve algıla- anlamazsınız...” (İsra, 17/44.)
rinin temeli, varlığa, kozmolojik nan kevnî ayetleri var­dır. Kur'an,
düzene ve doğadaki varlıklara yük- vahiy kitabı iken âlem, Kur’an’dan İslam'da, doğa, en yüce var­lı­ğın işa­
lenen anlamdır. ayrı ama onunla uyumlu yaratılış retleri ve delilleridir; Allah'ın isim-
kitabı (Kevnî ki­ tap)dır. İnsanlara lerinin ve sıfatlarının yansımala-
Âlem: Yaratılış kitabı Al­lah’ın sıfatlarını ve yaratı­lışı açık­ rıdır. Bu anlayış, tabiatı mutlak
la­yan ayet­ler­le doludur. Bu ayetler, hakikati gölgeleyen perde olmak-
Dinin özünde, odağında iman var-
Al­lah’ın isim­lerini şerh eder; onun tan çıkarır. Onu ilahî hakikatin
dır. İmanın gerçekleşmesinde bir fiil­lerini tesir­le­ri ile sıfatlarını da işaretleri ve belgeleri olma değeri-
gereklilik olan akıl yürütme süreci- tecellileri ile tef­sir eder. ne yükseltir.
ne de doğayı gözlem ve ondaki dü-
zen ve oluş üzerindeki tefekkür de Kur’an’ı okumak, onun mesajını Yüce Yaratıcı'nın hikmetini ve sa-

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 11


GÜNDEM

natını gös­ter­mek­­le, kâinattaki var- hamet gibi yükümlülükleri vardır. Küçük evren olarak insan ve
lıklardan her birinin ayrı değeri ve Onlar kıyamet gününde Allah’ın büyük insan olarak evren
yeri vardır. Bu nedenle insan, do- huzurunda top­la­nacaklardır: “Yer-
ğal düzene ve bu düzenin parçası Batı’da gelişen mekanik evren an-
yüzünde yürüyen hayvanlar ve iki
olan varlıklara özenle yaklaşma- layışının aksine İslam âlimlerinin
ka­na­dıy­la uçan kuşlardan ne varsa
lıdır. Bu özen, Allah’ın, sı­fat­larını gö­zünde, tabiat insanlaştırılmıştır.
hepsi ancak sizin gibi topluluklar­
kevnî olarak yansıtma ira­de­si­ne Evren, canlı bir organizma olarak
dır... Nihayet (hepsi) toplanıp
say­gı göstermek de­mek­tir. İnsanın görülmüştür. Tasavvuf felsefesin-
Rab’lerinin hu­ zuruna getirilecek- de, evrene “büyük insan”, insana
doğadaki düzenle uyumlu ola­cak ler.” (En'am, 6/38.)
bi­çim­de yaşa­ması, Allah’ın hikmet da “küçük evren” denilmiştir. İn­
ve inayetinin bilinciyle yaşamaktır. Doğadaki yenilenme ve devam- sa­n ve doğa, aynı hakikatin farklı
tecellileri olarak düşünülmüş, or-
lılık, Allah’ın “el-Hafîz (koruyan)”
Ayrıca, evrende her bir varlık ve ganik bir evren anlayışı içine yer-
isminin tecellisidir. Allah, doğa-
oluşun hakikati, Al­lah’ın bir ya da leştirilmiştir. Bu anlayış, her varlık
daki canlılara hayatını idame ve
daha fazla ismine dayanır. Onla- ve oluşun doğada düzen, bio-çe-
rın her biri, Al­­lah'ın ilminin, hik- şitlilik ve süreğenlik için gerekli
metinin, kudretinin, iradesinin; bir işlevi yerine getirdiği bilincini
el-Bârî, el-Musavvir, el-Hâfız gibi İslam'da, doğa, en yükseltir. Buna göre İnsanoğlu da
esmasının tecellileridir. Yüce Al- bilinçli olarak aynı iradeye teslim
yüce var­lı­ğın işa­
lah’ı ifa­de eden isimler, en güzel olmalıdır.
retleri ve delilleridir;
isimler (esma-i hüsna) oldu­ğu gibi
Allah'ın isimlerinin Zerreyi yaratan ile kürreyi yarata-
en güzel isimleri yansıtan varlıklar
da güzeldir; ayrıca birlik ve in­sicam ve sıfatlarının yan- nın bir olduğu ve Yaratıcı’nın ev-
içinde ‘En Güzel’in tecellisini ger- sımalarıdır. Bu an- reni bir organizma gibi var ettiği
çekleştirmektedir. Bu tecelliler ile layış, tabiatı mutlak inancı; insanın estetik duygusunu,
onların her bi­ri­nin ayrı bir değeri hakikati gölgeleyen hayata iyimser bir bakışı, doğadaki
vardır. perde olmaktan düzenle uyum içinde bir medeni-
çıkarır. Onu ilahî yet tasavvurunu ve insanlara karşı
Varlıkta hayatın değeri ve olduğu gibi insan dışı varlıklara
hakikatin işaretleri
canlı çeşitliliği karşı da sorumluluk bilincini ge-
ve belgeleri olma
liştirir.
Ekosistemdeki bütünlük ve can- değerine yükseltir.
lılığı görmek kadar, varlıkta ha­ Evrendeki varlıklar belirli bir düzen
ya­ti­yetin değerini görmek de son içinde yaratılmış ve insana sunul-
derece önemlidir. Var­lık­lar­daki ha- muştur. Bu gerçek, teshir kavramıy-
yatiyet, Allah’ın rahmet, muhabbet neslini sürdürmeyi bir içgüdü ola- la ifade edilir. Ancak teshir, doğanın
gi­bi sıfatlarının, “Hayy”, “Muhyî” rak yerleştirmiştir. İnsanoğluna aynı zamanda insan için bir imti-
gibi isimlerinin yansımasıdır. Var­ ise buna ilaveten yeryüzünü imar han ortamı olduğunu da vurgular:
lıklar içinde can­lılara Allah’ın sı­ etme ve yaşatma sorumluluğunu “Biz yeryüzündeki şeyleri kendisine
fat­ları ve isimleri daha çok te­­­celli da yüklemiştir. İslam’da insanın süs olsun diye yarattık ki insanların
etmiştir. Çünkü Allah’ın “Hayy”, tüm ilişkileri hak ve özgürlük ya- hangisinin daha güzel amel edece-
“Rahman”, “Ve­­dûd”, “Rezzâk”, nında, sorumluluk kavramıyla ele ğini deneyelim.” (Kehf, 18/7.)
“Mu­ kît” isimleri hayatla keşfolu-
alınır. Dola­yı­sıyla in­san, çev­reyle “Teshir”, dünya hayatının, doğa-
nur. Bu ne­den­le, ya­şam çeşitlili-
ilişkilerini sorumluluk kavramın- daki varlıkların insan için bir imti-
ğine (bio-çeşitlilik) ve bunun için-
dan uzak biçimde kurgu­layamaz. han vasatı olarak hazırlanmasıdır.
deki her canlıya say­gı göstermek
İnsan özgürlüğü, sınırsız ve gaye- Teshir mefhumu, insana; Allah’a
gerekir.
siz olmadığı gibi, onun doğadaki şükran borcu olduğunu kavratır,
Ayrıca, yeryüzündeki diğer can- tasarrufları da ilimsiz ve sorumsuz fıtratına uygun biçimde yaşama
lılara karşı insanoğlunun mer­ olmamalıdır. bilinci aşılar, sorumluğunun bü-

12 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


GÜNDEM

yüklüğünü gösterir ve onu sorum-


luluğunu üstlenmeye teşvik eder.
İnsanın sorumluluğu, hayatı bir
imtihan süreci, doğayı bir imtihan
alanı görmek; insana yakışan, ima-
na yaraşan davranışlar (salih amel)
sergilemektir.

İnsan, doğadaki akıl ve vicdan, ira-


de ve sorumluluk taşıyan; inanç ve
ahlak değerlerine sahip tek varlık-
tır. İslam ahlakı, akıl sahibi insan-
ların birbirlerine ve doğadaki diğer
varlıklara karşı sorumluluk taşıdı-
ğını vurgular. Dünya hayatı insan
için bir imtihan sürecidir. İmtihan
âlemi olarak yeryüzü de ahirette
insanın bu dünyada yapmış oldu-
ğu her şeye şahitlik edecektir: “O
gün (yer), haberlerini anlatacaktır.
Çünkü senin Rabb’in, ona vahyet-
miştir.” (Zilzal, 99/4-5.)

Bunun yanında Kur’an’da yeryüzü-


nün sadece insanlar için değil tüm
canlılar için yaratılmış oluşu da bu
anlayışı teyit eder.
İslam'da ahlak, sadece insanın sosyal hayatıyla sınırlanmaz. Onun tüm
Yeryüzü halifeliği: Dünyayı imar varlıklarla ilişkisini kapsar. İnsanın kendi varlığıyla, sosyal çevresiyle,
doğal çevresiyle ve tüm bunların mutlak sahibi Allah ile ilişkilerini kapsar.
Çevre ahlakı ve çevre hukukunu
temellendiren yargılardan biri şu-
dur: Bu dünya atalarımızdan miras anlaşılmalıdır. Al­­­­lah, insana yer- bi­çi­mi; ritüel, ayin şeklinde değilse
olarak aldığımız ve bizden sonraki yüzünü mutlak bir mülkiyet ola- de içerdiği öz değer olarak- Allah’a
nesillere de miras bırakacağımız rak değil emanet olarak vermiştir. kul­lu­ğun bir ifa şeklidir.
bir değerdir. Bu mirası kültürel ve İnsan ondan bir ömür yararlansa
da temellük ettiği varlıklara ondan İslam'da ahlak, sadece insanın sos-
doğal değerleri ko­ ruyarak, hatta
sonraki nesiller vâris olur. Her şe- yal hayatıyla sınırlanmaz. Onun
daha da iyileştirerek devretmemiz
yin nihai vârisi de Yüce Allah'tır. tüm varlıklarla ilişkisini kapsar.
gerekir.
Bu anlamda Ba­tı’da tar­­tışılan “ge- İnsanın kendi varlığıyla, sosyal
‘Halifelik’, Kur’an’da bir toplumun lecek nesillerin hakkı”nın "yeryüzü çevresiyle, doğal çevresiyle ve tüm
yerini alan yeni bir toplumun, ön- halifeliği"nde ifadesini bulduğu bunların mutlak sahibi Allah ile
cekilerin kaybettiği hâkimiyet ve söyle­ne­bilir. ilişkilerini kapsar. Ekolojik ahlak
nimetlere vâris oluşuna işaret eder. da İslam'ın önemli bir boyutudur.
(Yunus, 10/14.) Yeryüzü halifeliği, in- Yeryüzünü insan onuruna yara- İslam ekoloji ahlakı, sadece iyi
sanın evreni kendiden öncekiler- şır bir biçimde imar etmek; on­da kötü kavramlarıyla değil günah
den geçici bir süre emanet aldığını bilim, ahlak, sanat gibi faaliyet ve sevap kavramlarıyla insan zihnini
ve ken­dinden sonrakilere de onu ürünlerini en güzel bir şekilde ser­ şekillendirir. Sadece sosyal kınama
hem koruyarak hem de güzelleşti- gi­lemek, dinî-ahlaki bir değerdir. şeklinde değil uhrevi bir yaptırıma
rerek bı­rakması gerektiği şeklinde Bilim ve imar faaliyeti, -bir ibadet da sahiptir.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 13


GÜNDEM

İSLAM'DA HAYVAN HAKLARI VE


DOĞAL ÇEVRELERİNİN
KORUNMASI

Prof. Dr. Adnan KOŞUM Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

G
ünümüzde çevre hu- değildir. Doğal çevrenin ve ekolo- laştığımız hayvanların da yaşadık-
kuku denildiğinde in- jik dengenin en önemli unsurla- ları doğal çevrede kendilerine özgü
sanların yararına iliş- rından biri karada ve suda yaşayan hakları vardır.
kin çevre hukuku akla hayvanlardır. Kur'an-ı Kerim'de bir
gelmektedir. Oysa çevre hukuku ümmet oldukları belirtilen ve ken- Zamanımızda giderek artan çev-
sadece insanlar için söz konusu dileriyle ortak yaşam alanını pay- resel kirlenmeden ve buna bağlı

14 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


GÜNDEM

ekolojik bozulmalardan en çok değerleri olan topluluk (ümme- çıkarılabilir. Bu ayetten çıkarılacak
nasibini alan varlıkların başın- tün) olarak değerlendirmektedir. bir diğer anlam, hayvan türlerinin
da hayvanlar gelmektedir. Doğal “Yeryüzünde debelenen (yürüyen) korunmasının gerekli olduğudur.
dengenin harici etkilerle bozul- hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan Gerçekten Kur’an-ı Kerim'de, hay-
ması, çağımız ekonomik anlayışı- hiçbir kuş yoktur ki sizin gibi birer vanların soylarına ve türlerine za-
nın bir sonucu alarak hayvanların ümmet olmasın. Biz kitapta (levh-i rar vermenin yasaklandığı görülür.
bir eğlence aracına, metaya veya mahfuzda) hiçbir şeyi eksik bırak- Nitekim Taberi (ö. 310/923), "O,
sermayeye dönüştürülmesi, canlı madık, sonra hepsi Rablerinin hu- dönüp gitti mi (yahut bir iş başına
hayatının vazgeçilmez unsurla- zurunda toplanacaklardır.” (En'am, geçti mi) yeryüzünde ortalığı fe-
rından olan hayvanları, yok olma 6/38.) İslami gelenek ve literatürde sada vermek, ekinleri tahrip edip
tehlikesiyle karşı karşıya bırakmış- önemli bir yeri olan “ümmet” kav- nesilleri bozmak için çalışır. Allah
tır. Bazı hayvan türleri, şimdiden ramının hayvanlar için de kulla- bozgunculuğu sevmez." (Bakara,
ya yok olmuş ya da hızla yok olma 2/205.) ayetindeki "fesat çıkarmak"
noktasına gelmiştir. Doğal çevrede kavramını ekinleri yok etmek ve
önemli bir işlev gören hayvanların meşru bir gaye olmaksızın hayvan-
ve doğal yaşam alanlarının korun- ları öldürmek ve soylarını kurut-
Hayvanların soy-
ması konumuzu oluşturmaktadır. mak (et-Taberî, Ebu Ca'fer İbn Cerir
larının ve yaşadık-
Muhammed b. Cerir b. Yezid el-Amulî,
Diğer semavi dinlerden farklı ola- ları doğal çevrenin
Câmiu'l-Beyân an Te'vîli Âyi'l-Kur'ân, Dâ-
rak İslam insana, tabiat ve tabiatta- korunması ve
ru'l-Fikr, Beyrut 1405, II, 316.)
şeklinde
ki mahlukatı dilediği gibi kullanma güzelleştirilmesi- yorumlamaktadır. Buna göre ayet,
değil, belli bir sorumluluk duy- nin Müslümanların hayvanların doğal beslenme ve ya-
gusuyla, zarar vermeden ve israf en önemli ve asli şam alanlarına zarar verilmesini
etmeden kullanması gerektiğini, görevlerinden ve hayvan neslinin tüketilmesini
halifelik unvanı gereği onun tüm olduğu, çevrenin bozgunculuk olarak nitelemekte
yaratıklara karşı olan yükümlü-
hoyratça kullanıl- ve bu fiilin Allah katında çok ağır
lükleri olduğunu (Bakara, 2/30; Fâtır,
masını engelleme bir suç olduğuna işaret etmekte-
35/39.) ve her canlının “yüce yara-
çevre ve bilincinin dir. Buradan hareketle, hayvan soy
tıcıdan gelen haklarının” olduğunu
kazanılması için ve türlerine zarar verici her türlü
bildirmiştir. Zira İslam'ın ve onun
ellerinden geleni faaliyet, İslam'a göre mekruh ey-
medeniyetinin insanlara sunduğu
yapmaları gerektiği lemler kapsamında değerlendirile-
değerlerin merkezinde bütün can-
söylenebilir. bilir. Bu minvalde olmak üzere yine
lılara merhamet etmek ve onların
Hz. Peygamber, nesilleri tükenme
haklarına riayet etmek anlayışı bu-
tehlikesine maruz kalmaması için,
lunmaktadır.
potansiyel tehlike durumu olmaları
Doğal çevreden kasıt genellikle nılması gerçekten dikkat çekicidir. hariç (Buharî, Bed'u'l-halk, 16; Müslim,
hayvanların içinde yaşadıkları sos- Hayvanların da insanlar gibi sosyal Hacc, 66-67.) hayvanların faydasız ve
yal, fiziki ve tabii dünyadır. Hay- yapılara sahip oldukları, insana keyfî bir şekilde öldürülmelerini ya-
vanlar âlemi yeryüzünde insanlara çok benzedikleri ve onlara zarar saklamıştır. Bir başka hadis-i şerifte
hizmet etmesi ve kâinattaki den- vermenin onların ardındaki sos- "Haksız yere bir serçeyi bile öldüre-
genin parçası ve çevreyi tamamla- yal yapıya da zarar verebileceğine nin kıyamet günü Allah tarafından
yıcı bir organizma olması yönüyle dikkat çekilmektedir. Bu sebeple sorguya çekileceğini" (Nesai, Sayd,
çevre açısından önemli bir yer işgal ilgili ayetten, Allah’ın söz konusu 34, Dahâyâ, 42; Dârimî, Sünen II, 115.),
etmektedir. Hayvanlar, ekolojik çevresel dengenin bir parçası olan bir diğer rivayette ise, "Peygamber-
düzen ve dengenin sağlanmasında hayvanların hakkına tam olarak lerden birini bir karınca ısırdı. O da
oldukça mühim bir yere sahiptirler. riayet edilmesini ve bu dengeyi (öfkelenerek) karıncanın yuvasının
Kur’an-ı Kerim hayvanları insan- bozacak davranışlardan kaçınıl- yakılmasını emretti ve yakıldı. Al-
lardan farklı kendine has kural ve masını emir buyurduğu anlamı lah Teala hazretleri ona şöyle vah-

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 15


GÜNDEM

yetti: "Seni bir karınca ısırmışken, hayvanların derilerinin (elbise, eyer hayvanların gıdalarını ve diğer bir-
sen tespih eden bir ümmeti yaktın." vs. şeklinde) kullanılmasını yasak- çok ihtiyaçlarını karşılayan ağaç-
(Buhari, Cihad, 152, Bed'ü'l-Halk, 14; laması (Ebû Dâvûd, Libâs, 40; Menâsik, ların dikimi de hadis-i şeriflerde
Müslim, Selâm, 148; Ebu Davud, Edeb, 23; Salat, 122; Tirmizî, Libâs, 31; Buhârî, özendirilmiş ve bu doğrultuda “Bir
176; Nesai, Sayd, 38.) buyurarak, Zebâih, 13.), kurbağanın ilaç olarak Müslüman herhangi bir ağaç veya
doğal hayatın dengesi yönünde kullanılmak üzere öldürülme ya- bitki dikerse, ondan yenilen şey
karıncaların bile öldürülmelerini sağı (Ebû Dâvûd, Edeb, 165; Tıb, 11; kendisi için sadakadır, ondan çalı-
yasaklamıştır. İbn Mes’ud, konak- Cihâd, 122; Dârimî, Edâhî, 36; İbn Mâce, nan şey kendisi için sadakadır, ehlî
ladıkları bir yerde, bir adamın ağaç Sayd, 10.) ve kuşlarla ilgili olarak kuş ve yabani hayvanların yediği şeyler
veya yerde bulunan bir karınca yu- yuvalarının bozulmaması, yumur- sadakadır, kuşların yedikleri sada-
vasını ateşle tutuşturması üzerine taları ve yavrularının alınmaması kadır, bir kişinin ondan alıp eksilt-
Hz. Peygamber’in ateşi söndürt- için emir verdiğine, alınmış olan tiği şey de kendisi için sadakadır.”
tüğünü (Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid yavru ve yumurtaları yerlerine iade (Müslim, Müsâkât, 7-8.) Görüldüğü
ve Menba’u’l-Fevaid, IV, 44.) rivayet ettirdiğine dair rivayetler göz önü- üzere burada sadaka kavramı, eko-
etmiştir. Hz. Peygamber Allah ka- ne alınacak olursa (Ahmed b. Hanbel, lojik bir boyuta da sahiptir. O, yal-
tında günahların en büyüklerini Müsned, Müessesetü Kurtuba, Mısr ty., nızca yoksullara yapılan yardımı
sayarken, hayvanların boş yere ge- I, 404; Ebû Davûd, Cenâiz, 1; Cihad, değil, yeryüzünde yaşayan diğer
rekçesiz olarak öldürülmelerini de 112-122; Edeb, 167.) O'nun çevre- canlılara yararlı olmak için yapılan
dâhil etmiştir. (Hâkim, en-Neysâbûrî, deki canlılara zarar verilmemesi ve faaliyetleri de içermektedir.
el-Müstedrek ala's-Sahihayn, Dâru'l-Kü- doğal hayatın korunmasına verdiği
tübi'l-İlmiyye, thk. Mustafa Abdulkadir önem ve hassasiyet daha iyi anla- Çevresel kirliliği önlemenin hay-
Ata, Beyrut 1990/1411, II, 198; Beyhakî, şılır. Öte taraftan Hz. Peygamber, vanların barınma haklarıyla da
es-Sünenü’l-Kübrâ, VII, 241.) Sözü doğal hayatın ve hayvan türlerinin doğrudan ilgisi vardır. Bu sebep-
edilen hadisler ışığında "sebepsiz/ ve neslinin korunması noktasında le naslarda hayvanların barınağı
keyfi/haksız öldürmeler, aslında önem arz eden av olgusuna da de- olan doğal çevrenin korunması,
ekolojik sistemi de öldürmektir." ğinmiştir. Avlanmanın helal oluşu hayvanların rahatsız edilmemesi
şeklinde bir yorum yapmak müm- naslarda yer almakla birlikte (Mâide, yönünde uyarılar yapılmıştır. Bu
kündür. Hz. Peygamber'in hay- 5/1-2; Buhârî, Zebâih, 1-2; Buyû, 3; Müs-
bağlamda hayvanların barınma
vanlar hakkındaki hassasiyetleri lim, Sayd, 1; Ebû Dâvûd, Sayd, 2; Tirmîzî,
yerlerine ve alanlarına gereken iti-
etrafına öyle sirayet etmiş olacak Sayd, 1-7; Nesaî, Sayd, 1-8.), doğal
na ve titizlik gösterilmelidir. Gece
ki, ashaptan cömertliği ile meşhur dengeyi bozan ve eğlence amaçlı, vakti yollar, haşeratın barınma
olan Adiyy ibni Hatem karıncalara zevk veya spor için yapılan (Nesâî, yerleri olduğu için Hz. Peygam-
ekmek kırıntısı atarak “Bu mahlûk- Edâhî, 42; İbn Hibbân, Ebû Hâtem et-
ber, gece yolculuk yapan sahabe-
lar komşularımızdır, üzerimizde Temîmî, Sahîhi İbn Hibbân, nşr. Şuayb
lere hayvanları ezme ve çiğneme
hakları vardır.” demiştir. (İbnu’l-Esir, el-Arnavut, Beyrut 1993/1414, VII, 557.)
hususunda dikkatli olmalarını
İzzettin, Kahire, Üsdü’l-Gabe, 1970, IV, avcılığa izin verilmemiştir. Aynı istemiştir. Bu doğrultuda bir ha-
10.)Hz. Peygamber'in karınca ve şekilde Hz. Peygamber, "Kim av dis şöyledir: “Otların bol olduğu
diğer hayvanlar karşısındaki tutu- peşinde koşarsa gafil olur." buyur- zamanda yolculuğa çıktığınızda
mu (Karınca, arı, kurbağa, hüdhüd ve muştur. (Ebû Dâvûd, Sayd, 24-25; develerin otlamasına müsaade
surad (göçeğen) kuşunu öldürme ya- Tirmîzî, Fiten, 69; Nesaî, Sayd, 24; Ah-
ediniz. Kıtlık zamanında yolculuk
sağı ile ilişkili olarak bkz. Ebû Dâvûd, med b. Hanbel, Müsned, I, 357, II, 371.)
ettiğinizde ise develeri hızlı sürün.
Edeb, 164-5, 175-6; İbn Mâce, Sayd, 10; Aşırı zararlıları dışında hayvanların Gece sonu mola verdiğinizde yol-
Dârimî, Edâhî, 26.)Müslümanların sağlıklarına zarar veren ve nesille- lar üstünde konaklamayın. Çünkü
doğal çevreyi koruma konusunda- rinin devamını engelleyen itlaf ve orası hayvanların yolları ve haşe-
ki tutum ve davranışlarının temel zamansız avcılık gibi her türlü fa- ratın da barınma yeridir.” (Müslim,
İmârât, 54; Ebû Dâvûd, Cihad, 63.) Bu
dayanağı olmuştur. aliyet de zikredilen hadisler gereği
yasak olmalıdır. hadis, hayvanların geçici barınak-
Diğer yandan Hz. Peygamber'in, larının da muhafaza edilmesinin
kaplan ve leopar gibi bazı vahşi Öte yandan doğal çevrede yaşayan gerekliliğine vurgu yapmaktadır.

16 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


GÜNDEM

Çevresel kirliliği önlemenin hayvanların barınma haklarıyla da doğrudan 16-17; Şirb, 9; Vudû, 33; Mezâlim, 23;
ilgisi vardır. Bu sebeple naslarda hayvanların barınağı olan doğal çevrenin Edeb, 27; Müslim, Selâm, 41, 151-153;
korunması, hayvanların rahatsız edilmemesi yönünde uyarılar yapılmış- Tevbe, 25; Muvatta, Sıfatu'n Nebî, 23;
tır. Bu bağlamda hayvanların barınma yerlerine ve alanlarına gereken Ebû Dâvûd, Cihad, 47.) diyerek zaruri
itina ve titizlik gösterilmelidir. durumlarda kırlarda yaşayan tüm
canlılara dahi yardım eli uzatılması
gerektiğini bildirmiştir. Hadislerde
Konaklama gibi geçici bir sebeple leri sayılan geceleri avlanmak hoş
Hz. Peygamber'in ortaya koyduğu
bile olsa, hayvanların yaşam alan- karşılanmamaktadır. Zikredilen
çevrecilik, sadece çevreye zarar
larına zarar ve sıkıntı verilmemeli- hadisler ışığında hayvanların bü-
vermeyi engellemeye çalışmak
dir. Günümüzde hayvanların doğal yük zarara uğramalarına, tabiatın
değildir. Çevreyi imar etmek ve
yaşam alanlarının kalıcı bir şekilde dengesinin bozulmasına, birçok
tahrip edilmesi, söz konusu hadisi hayvanın ve yuvalarının telef olma- güzelleştirmek de onun çevrecilik
şerifin mesajını daha anlamlı ve sına neden olan tarlalarda anız, boş anlayışının bir gereğidir.
çarpıcı kılmaktadır. arazi ve arsalardaki kuru otları yak- Netice itibarıyla naslar göz önüne
manın ve genel olarak hayvanların alındığında, hayvanların soyları-
Yine Hz. Peygamber’in bir diğer barınakları ve yaşadıkları doğal or-
hadislerinde, hayvanların güvende nın ve yaşadıkları doğal çevrenin
tama zarar veren her türlü tasarru-
kalmaları ve doğal ortamlarının korunması ve güzelleştirilmesinin
fun caiz olmadığını söyleyebiliriz.
bozulmaması için yuvalarında iken Müslümanların en önemli ve asli
geceleri üzerlerine gidilmemesi Hz. Peygamber, ortaya koyduğu görevlerinden olduğu, çevrenin
emredilmekte. Aynı şekilde, “Kuş- ilkelerle doğal çevreye karşı saygılı hoyratça kullanılmasını engelleme
ları yuvalarında/yerlerinde rahat olunması gerektiğini, hatta “Her çevre bilincinin kazanılması için
bırakın.” (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 21.) ciğer taşıyan canlıya yapılan iyilik- ellerinden geleni yapmaları gerek-
denilerek kuşların güvenli vakit- te sevap vardır.” (Buhârî, Bed'ul-halk, tiği söylenebilir.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 17


GÜNDEM

ÇEVRESEL SORUNLAR VE
İSLAMIN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Osman Zeki YAĞCI Kocaeli Kandıra Müftüsü

Hızlı iletişim, sınırlandırılamayan teknoloji, kuralsız


kentleşme, denetlenemeyen enerji ve aşırı tüketim, çevre
kirliliğinin en önemli nedenlerindendir. Buna karşı bizler,
baş döndürücü bir hızla ilerleyen sanayileşmeyle birlikte,
insanın ve ekosistemdeki diğer canlıların yaşadığı olum-
suzlukları göz ardı etmeyip, insanlık ailesinin sorumlu
bireyleri olarak; canlılar âlemi için daha kaliteli ve sürdü-
rülebilir çevre şartlarını oluşturmanın azminde olmalıyız.

18 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


GÜNDEM

D
inimiz İslam, sonsuz kud-
ret sahibi Allah Teala’nın
vahyinin eseri, son ve en
mükemmel dindir. Her
bir meselenin çözümü onda mevcut-
tur. Hele hele insanlık âlemini olum-
suz yönde etkileyen çevresel problem-
lerin önlenmesinde, ayet-i kerime ve
hadis-i şeriflerle mutlak tezini ortaya
koyarak, ahlaki yapımızı şekillendir-
meye çalışır.

Şayet barındığımız dünyanın yarınla-


rında kaliteli yaşam istiyorsak, çevresel
temizliğe önem vermeli, daha az çöp
üretmeli ve bilinçli tüketici olmalıyız.
Atıkların geri dönüşümünü ve tekrar
kullanımını denemeliyiz. Terk edilen
her atık çöp değildir. Geri dönüşüm-
le kazanılan her atık maddenin, millî
ekonomiye katkı sağlayacağını ve doğal
kaynaklarımızı koruyacağını unutma-
malıyız. Bununla beraber çöplerin uy-
gun yollarla bertaraf edilmesini ve dü-
zenli depolanmasını da teşvik etmeliyiz.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 19


GÜNDEM

Aksi hâlde küresel ısınma ve iklim İsraf ahlaki bir marazdır “Ölçülü harcayıp iktisat eden asla
değişiklikleri gezegenimizi yaşan- fakir olmaz.” (El-Camiussağir, 7939.)
maz hâle getirir. Nice bozguncu, Savurganlığın ve israfın kısmen Kur'an-ı Kerim, sosyal bünyede
isyankâr ve hudut tanımaz kavim- önlenmesi demek, kirliliğin yanın- ağır tahribatlar meydana getiren
lerin dünyevi afetlerle helak olup da ekolojik sorunların da azalması müsrifleri “şeytanın kardeşleri”
yerle yeksan olduklarını Kur’an’da- demektir. Hoyratça tüketilen gıda diye nitelendirir. (İsra, 17/27.) TÜİK
ki kıssalardan öğreniyoruz. maddelerinden tutun da bir defa verilerine göre; bir ton kullanılmış
kullan ve sonra at anlayışı ile olu- beyaz kâğıt geri kazanıldığı takdir-
Hızlı iletişim, sınırlandırılamayan şan yığın yığın atıklar, israfın en de 16 adet çam ağacı kesilmekten
teknoloji, kuralsız kentleşme, de- açık örneğini teşkil etmektedir. kurtarılmış oluyor.
netlenemeyen enerji ve aşırı tüke- Ahlaki bir zaaf olarak değerlen-
tim, çevre kirliliğinin en önemli ne- Ne yazık ki ülkemizde 1 milyon
denlerindendir. Buna karşı bizler, ton kâğıtla gereksiz yazışma yapıl-
baş döndürücü bir hızla ilerleyen maktadır. Üstelik bir büro elemanı,
sanayileşmeyle birlikte, insanın ve yılda 81 kilo yüksek vasıflı kâğıdı
Erozyon ve çöl-
ekosistemdeki diğer canlıların ya- çöpe attığını yapılan araştırmalar-
leşmeye karşı
şadığı olumsuzlukları göz ardı et- dan biliyoruz. Çevre Bakanlığının
ağaçlandırma
meyip, insanlık ailesinin sorumlu 2010 yılına ait verilerine göre, ül-
faaliyetlerine hız
bireyleri olarak; canlılar âlemi için kemiz topraklarının üçte ikisinin
daha kaliteli ve sürdürülebilir çev- vererek ormanlık su ve rüzgâr erozyonunun etki-
re şartlarını oluşturmanın azmin- alanların çoğaltıl- si altında kalarak her geçen yıl 1
de olmalıyız. Aksi hâlde üzerinde ması, sağlıklı çevre cm. kalınlığında ve yaklaşık olarak
barındığımız dünya gezegeni; gayri için kaçınılmaz bir Kıbrıs adası büyüklüğünde verimli
ben bu kadar gam ve kederi çeke- yöntemdir. Orman- toprak örtüsü yok olup gitmek-
mem dercesine alarm sirenlerini lar temiz havayı, tedir. Lakin 1 cm. kalınlığındaki
çalmaya başlar. Çevre Bakanlığı- verimli toprağı toprağı tekrar kazanalım dersek,
nın verilerine göre bir yılda, ülke- ve kaliteli suyu üre- üzerinden bir kaç yüzyılın geçmesi
mizde yaklaşık olarak 24 milyon terek eko sisteme gerekir.
ton, dünyada ise 1 milyar tondan sunar. Sel felaket-
fazla katı atık ortaya çıkmaktadır. Her zerresi Allah’ı tespih ve takdis
lerinin önlenmesi
Yedekte bekleyen başka bir dünya eden varlığı koruma ve kollama
de ağaçlandırma görevimiz vardır. Anasır-ı Erbaa
olmadığına göre, çevresel risklere ile sağlanır.
karşı akılcı yollarla mücadele ede- (dört temel unsur) su, hava, toprak
rek yaşam kalitemizi yükseltmenin ve ateş (enerji) dünya gezegeninin
çarelerini aramalıyız. vazgeçilmez ana maddeleridir. Te-
mel unsurların ahenkli bir şekilde
Bütün bu menfi gidişata rağmen dirilen israfın, ayet-i kerimelerle oranlarının korunması elzemdir.
dinimiz İslam, ilahî mesajlarını yasaklandığını görürüz. “Yiyiniz Suyun, havanın, toprağın ve ener-
sunarak bizi çaresiz bırakmıyor ve içiniz fakat asla israf etmeyiniz.” jinin kalitesi, insan hayatının kali-
“Çare sizsiniz.” diyor. Böylece yü- (Araf, 7/31.) Kişinin ihtiyacından tesi demektir. Her alanda tüketimi
kün ağır kısmının biz Müslüman- fazla tüketmesine, genel manada azaltmak suretiyle katı, sıvı ve gaz
ların omuzlarında olduğunu belir- israf denir. Müsrif ve savurgan ise atıkları da o nispette azalmış olur.
tiyor. Göklerin, yerin ve dağların temel ihtiyaçlarını karşılarken öl- Çevre kirliliğine sebep olan et-
yüklenemediği ilahî emaneti, insan çüsüz davranan, kuralsız yaşama- kenler azaldıkça, sınırlı olan doğal
omuzlamıştır. O hâlde bu büyük yı tercih edendir. Kişinin kanaat kaynaklarımız daha az zarar görür
mesuliyetin bir gereği olarak, eko- sahibi olması, israfın önlenmesin- ve sürdürülebilirliği kolaylaşır. Ge-
lojik kirliliğe karşı nelerin yapılabi- de en etkili ahlaki haslettir. Zira lecek kuşaklara güzel bir miras bı-
leceğini ortaya koymaya çalışalım. kanaat tükenmeyen bir hazinedir. rakmanın yolu da budur.

20 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


GÜNDEM

Ağaçlandırılan sahalar ve
ormanlık alanlar temiz hava
için zorunludur

Erozyon ve çölleşmeye karşı ağaç-


landırma faaliyetlerine hız vererek
ormanlık alanların çoğaltılması,
sağlıklı çevre için kaçınılmaz bir
yöntemdir. Ormanlar temiz hava-
yı, verimli toprağı ve kaliteli suyu
üreterek eko sisteme sunar. Sel fe-
laketlerinin önlenmesi de ağaçlan-
dırma ile sağlanır. Hz. Peygambe-
rimiz; “Kim bir ağaç dikerse, Allah
Teala o kimseye ağaçtan hâsıl ola-
cak ürün ve fayda miktarınca se-
vap verir.” (Ahmet b. Hanbel, Müsned,
5/415.) buyurmaktadır. Dinimiz
İslam’ın çevreye, ağaca, temizliğe
ve hayvan haklarına vermiş olduğu
ehemmiyeti sair dinlerde görmek
mümkün değildir. İlmihal kitapla-
rında, hac esnasında ihramlı olan
kimselerin yeşil otu koparmalarına
ve küçücük bir böceği ezmelerine
müsaade etmeyen fıkhi kurallar
vardır.

Müslüman birey gönüllü Savurganlığın ve israfın kısmen önlenmesi demek, kirliliğin yanında eko-
çevre koruyucusudur lojik sorunların da azalması demektir. Hoyratça tüketilen gıda maddele-
rinden tutun da, bir defa kullan ve sonra at anlayışı ile oluşan yığın yığın
İslam dini sadece çevre korunma- atıklar, israfın en açık örneğini teşkil etmektedir.
sını teşvik etmekle yetinmez, bila-
kis Müslüman bireylerin çevrenin
koruyucusu, kollayıcısı ve takipçisi kalmıyor. Allah Teala fıtrata mü- planda tutarak yaşamlarımızı sür-
olmalarını ister. Yüce Rabbimizin dahale edilmesine, tabii dengenin dürdüğümüz müddetçe, maddi ve
bizlere sunduğu sayısız nimetleri bozulmasına ve fesat ortamlarının manevi hiçbir çevresel sorun, çö-
koruyup kollama işini, ahlaki de- yeşermesine kesinlikle müsaade zümsüz kalmayacaktır. Tabii den-
ğerlerimizin gereği olarak görürüz. etmiyor: “De ki, murdarın çok ol- genin muhafaza edilmesinde asıl
Âdeta marufu (iyiliği) emretmekle ması hoşunuza gitse bile; pis olan- özne insandır. İnsan kirlenirse kâi-
ve münkeri (kötülüğü) yasakla- la temiz olan eşit olmaz, o hâlde ey nat kirlenir. Zira onun bünyesinde
makla görevli olan Müslümanlar gerçek akıl sahipleri; çirkin olan koskoca bir evren dürülüp derce-
haddizatında etkili birer çevre ko- haramlar hususunda Allah Tea- dilmiştir. Âlemde Âdem, eşref-i
rumacısıdırlar. la’dan korkun ki bu sayede belki mahlukat olarak tasavvur olunur.
kurtuluşa erersiniz.” (Maide, 5/100.) Nihayet her şey insan için insan
Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim, da Allah için varlığını sürdürmeli
kirlenmenin maddi cihetini ele İslam ahlakına sahip olan Müslü- ve şöyle dua etmeli; “Ey Rabbimiz!
alırken, insanın manevi ve ruhi kıs- manın çevresi, en tabii ve en güzel Bize dünyada da iyilik ver, ahirette
mına ait olan kirlenmelere bigâne çevredir. Ahlaki değerlerimizi ön de iyilik ver.” (Bakara, 2/201.)

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 21


GÜNDEM

İSLAM AHLAK ÖĞRETİSİNDE


ÇEVRE
Yrd. Doç. Dr. Ahmet BOZYİĞİT Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İ
nsanın içinde yaşadığı, et- sadece doğal çevre ile sınırlandı- anlamında kullanılırken, bugün
kilediği kadar etkilendiği rılamayacak kadar da çeşitlidir. çevre sorunlarını bir bütün olarak
canlı ve cansız ortam anla- Çevre ile ilgili kullanılan Yunanca inceleyen bir bilim dalı hâline gel-
mına gelen çevre, çok ge- kökenli ekoloji sözcüğü ilk olarak miştir. (Mehmet Bayrakdar, İslam ve
niş bir kullanım alanına sahiptir. canlı varlıkların ve organizmaların Ekoloji, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay.
İnsanın değişerek kendisinde de çevreleriyle ve birbirleriyle olan Ankara 1997, s. 15.)Arapça çevre
değişme meydana geldiği çevreler ilişkilerini inceleyen bilim dalı anlamındaki “el-Bie” kelimesi ise

22 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


GÜNDEM

insanların birbirleri ve diğer varlık- düzeni için de zararlı oldukları an- s.17, 18.) diye buyurmuştur. Şu iki
larla ilişkilerinden tutun, insanın latılmaktadır. (Mehmet Bayrakdar, s. hadis de çevre ile ilgilidir: “Elinizde
yeme, içme, barınma, giyinme ve 44.) “İnsanlardan öylesi de vardır bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kop-
davranışları konusunda hayatı- ki, dünya hayatına ilişkin sözleri maya başlasa bile eğer onu dikecek
nın bütün alanlarıyla ilgili dinî ve senin hoşuna gider. Bir de kalbin- kadar vaktiniz varsa, mutlaka di-
dünyevi bütün işlerinin durumu dekine (sözünün özüne uyduğuna) kin.” (Buhârî, El-Edebu’l-Müfred, 168.)
anlamlarına gelir. (Fuad Abdullatif Allah'ı şahit tutar. Hâlbuki o düş- “Her kim yerine yenisini dikme-
Es-Sertavî, el-Bî’e ve’l-Bu’du’l-İslâmî, manlıkta en amansız olandır. O, den bir sidre ağacını kesecek olur-
Daru’l-Mesire Amman, 1999, s. 24, 25.) (senin yanından) ayrılınca yeryü- sa, Allah ona cehennemde bir ev
Buna göre insanın doğrudan veya zünde bozgunculuk yapmaya, ekin yapar.” (Ebû Davud, Edeb, 158, 159.)
dolaylı olarak, canlı cansız, uzak ve nesli yok etmeğe çalışır. Allah İlgili hadisler örnek olarak çoğaltı-
yakın, maddi manevi âlemdeki ise bozgunculuğu sevmez.” (Bakara, labilir. Peygamberimiz, hayvanlara
bütün varlıklarla olan ilişki ve ir- 204-205.) Burada ayetin sonunda karşı şefkat, merhamet ve hayvan
tibatı insanın çevresini (bî’e) oluş- neslinin korunması konusunda da
turmaktadır. Bu ilişki ve irtibatı ele çok hassas davranmış, hayvanlara
alan ilim de ekolojidir. işkence yapanlara lanet etmiştir.
(Ebû Dâvûd, Cihâd, 44.) Hz. Peygam-
İslam dini, insanın âlemle olan iliş- Çevre bilinci ve
ber, suların kullanımından, evlerin
kisini ibadet anlayışı çerçevesinde duyarlılığı konu- ve yolların nasıl yapılması gerek-
bütünsel olarak ele alır. Bu bakım- sunda Müslüman- tiğine (İbn Mace, Taharet, 48.), Me-
dan Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in ların Kur’an’dan ve dine’nin çevresinde avlanmanın,
sünnetinde insanın çevresi ile iliş- peygamberimizin ağaç kesmenin, ot biçmenin yasak-
kisi konusunda göstereceği erdem- sünnetinden aldığı lanmasına kadar (Buhari, Büyû’, 53.),
li davranışlar ibadet sayılmıştır. bilgiler hayli fazla- ekolojik dengeyle alakalı birçok
Kur’an-ı Kerim, tabiatın güzelliğin- dır. Birçok Kur’an konuda uygulamalar getirmiştir.
den bahsederken, insanın tabiatla (İbn Mace, Taharet, 48.) Ayet ve ha-
ayeti nasıl bir çev-
nasıl bir ilişki içerisinde olması ge- dislerde verilen bilgilerde, çevreye
rede yaşamamız
rektiği hakkında da bilgi vermek- gösterilmesi gereken hassasiyet,
tedir. Aşağıdaki ayetlerde çevre gerektiği konusun-
da bizi uyarırken, diğer ibadetler için istenen hassa-
dengesi ve korunması ile ilgili bilgi siyet kadar önem arz etmektedir.
verilmektedir. “Gerçekten biz, her sünnet-i seniyye ile
İnsanlık tarihinin çok erken bir
şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” de bu durum âdeta
döneminde başlayan İslam’daki
(Kamer, 54/49.) “Yeri de yaydık, ona pekiştirilmiştir. ekolojik hareketin ortaya çıkması-
sabit dağlar yerleştirdik ve orada nın sebebi kutsal kitabımız Kur’an
ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitir- olmuştur. (Mehmet Bayrakdar, s. 25.)
dik.” (Hicr, 15/19.) “Hiçbir şey yoktur Bu bakımdan çevreciliğin tarihi İs-
ki hazineleri yanımızda olmasın. belirtildiği gibi fesat (bozgunculuk) lam'ın tarihi ile, İslam’ın tarihi de
Biz onu ancak belli bir ölçüyle in- çıkaranların tabiatın düzenine de Hz. Muhammed (s.a.s.) ve hatta
diririz.” (Hicr, 15/21.) “Göğü yük- zarar verdikleri ifade edilmektedir. Hz. Âdem ile başladığı için başlan-
seltti ve dengeyi koydu. Dengeyi gıcı ilk insan ve ilk peygamber Hz.
doğru tutun, dengeyi bozmayın.” Peygamberimizin de uygulamala- Âdem’e kadar gitmektedir. (Cafer
(Rahman, 55/7-9.) “İnsanların kendi rında çevre konusunda hassas dav- Sadık Yaran, 2008, s. 121.)
işledikleri (kötülükler) sebebiyle randığını, ağaç dikmeye önem ver-
karada ve denizde bozulma orta- diğini, Medine, Taif gibi yerlerde Hz. Muhammed’den (s.a.s.) sonra
ya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, sit alanları oluşturduğunu görüyo- dört halife arasında çevre duyarlı-
yaptıklarının bazı (kötü) sonuçları- ruz. El-Ğabe ormanı için “Kim bu- lığını icraatlarıyla gösterenler ara-
nı (dünyada) onlara tattıracaktır.” radan bir ağaç kesecek olursa onun sında özellikle Hz. Ebubekir ve Hz.
(Rum, 30/41.) Kur’an’da kötü ahlaki karşılığı bir ağaç diksin.” (Belâzurî, Ömer’in ismi zikredilir (Mehmet
davranışların çevre ve kâinatın Futûhu’l-Buldân, Beyrut 1407/1987, Bayrakdar, s. 26.) Sonraki devirlerde

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 23


GÜNDEM

İslam düşünürleri bu meseleyi ge- bahsederek, İbn Sinâ ve Bîrûni gibi bu tekâmülün insanlara kadar git-
nel ahlak kuralları çerçevesinde de- havanın temizliği şartı üzerinde tiğinden bahseder. (İbn Miskeveyh,
ğerlendirmişlerdir. Bu düşünürler- durmuş, bir şehrin kuruluşu ile il- 1325, s. 76-83; 2011, s. 296-299.)
den İbn Sinâ (980-1037) ve Bîrûnî gili konuşurken şehrin konumun-
(973-1051), kurulacak bir yerleşim dan güvenliğine, bitki örtüsünden Diğer İslam bilginlerinden Naz-
yeri için suya ve ulaşım durumuna su havzalarına, evde yetiştirilecek zam (ö. 835), Cahız (d. 776 – ö.
dikkate çekerek, havası en temiz ehli hayvanlardan yabani hayvan- 869), İhvanu’s-Safa, İbn Tufeyl
olan yere şehrin kurulması gerek- lara kadar çevresel bütün faktör- (ö. 1185), Mevlana (1207-1273)
tiğini söylerler. Onlara göre sağlıklı lerin düşünülmesi ve göz ardı edil- gibi ilim adamları, canlı, cansız
bir çevrenin en belirleyici özelliği memesi gerektiğini ifade etmiştir. bütün varlığın kökeni, özellikleri
hava olup kendi devirlerinde en (İbn Haldun, 2007, s. 635-637.) İbn ve canlıların yaşamlarından bah-
uygun hava durumunu tespit için Miskeveyh (ö. 1030) de eserlerin- sederken dolaylı da olsa çevresel
de çeşitli yöntemler denemişlerdir de varlığın mertebelerinden, evri- konulara da değinmişlerdir. Ayrıca
(Mehmet Bayrakdar, s. 26.) İbn Hal- minden, hayvan çeşitleri ve özel- yakın tarihte bu konuyla ilgilenen
dun (ö. 1405) da şehrin konumu, liklerinden, bitki çeşitlerinden, Ahmet Hamdi Akseki’nin “Ahlâk
kuruluşu, imarı ekosistemle olan bitkilerin cansız varlıklara olan üs- İlmi ve İslâm Ahlâkı” adlı kitabın-
irtibatı konusunda birçok şarttan tünlüklerinden ve tekâmülünden, da “Hayvanlara Şefkat” gibi bölüm

24 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


GÜNDEM

başlıkları vardır. (Mehmet Bayrakdar,


s. 31.)Çevre konusunun bağımsız
bir ahlak disiplini hâline gelmesi,
çevresel sorunların küresel bir kriz
halini aldığı XX. yüzyılın ikinci ya-
rısından sonra olmuştur.

İslam ahlak öğretisine göre doğa


amacı olan, mükemmel, insanın
emrine âmâde olarak verilmiş ma-
sum bir hediyedir. (İsmail R. Faruki,
1987, s. 68- 70.) Evren aynı zaman-
da “amaçlı” olarak yaratılmıştır.
Küçücük kum taneciklerinden,
okyanusun yüzeyindeki ufacık bir
planktona, galaksilere, güneşe, dev
ağaçlara, balinalara ve fillere kadar
hayatı ve ölümüyle bütün varlıklar,
Allah’ın onlara tayin ettiği bir ama-
cı yerine getirir. Bütün yaratılanlar
birbirine bağımlıdır ve araların-
daki mükemmel ahenkten dolayı
sekteye uğramadan çalışırlar. İla-
veten doğa “kutsal yurt” olarak ya-
ratılmıştır. İnsan iyi bir kiracı gibi,
Yaratıcısının mülkiyetini dikkatle
korumak zorundadır. Yaratılışın
gözcüsü sıfatıyla insan, ölümünde
Allah’a olan güvenini, aldığı zama-
na oranla daha iyi bir durumda tes- Peygamberimiz, hayvanlara karşı şefkat, merhamet ve hayvan neslinin
lim etmekle yükümlüdür. (İsmail R. korunması konusunda da çok hassas davranmış, hayvanlara işkence
Faruki, s. 75- 78.) yapanlara lanet etmiştir.
Sonuç olarak söyleyecek olursak;
insanın maddi manevi olarak et-
ve sünnette çevreye gösterilmesi Biruni, İbn Haldun, İbn Miskevey
kilediği ve etkilendiği canlı cansız
gereken hassasiyet ibadet anlayışı gibi İslam düşünürleri nasıl bir
ortam bir bütün olarak çevreyi
çerçevesinde, tevhit inancının bir çevre arzu ettiklerini, insanların
oluşturmaktadır. İslam ahlak öğ-
gereği olarak görülmüştür. nasıl bir ekosistemde yaşamaları
retisinde çevre ile ilgili hassasiyet,
gerektiği konusunda çeşitli bilgiler
Müslümanların İslam’la müşerref Peygamberimizden sonra çevre ko-
olmasıyla birlikte başlamıştır. Çev- vererek belki de günümüz ekolo-
nusunda duyarlılıkları ile bilinen-
re bilinci ve duyarlılığı konusunda ler arasında Hz. Ebubekir ve Hz. jik sistemin temelini atmışlardır.
Müslümanların Kur’an’dan ve pey- Ömer zikredilmektedir. Onlardan Ondan sonraki dönemlerde de
gamberimizin sünnetinden aldığı sonra da bu konu üzerinde önemle Müslüman düşünürlerin çevre
bilgiler hayli fazladır. Birçok Kur’an durulmuştur. İslam filozofları ve duyarlılığı devam etmiş, konu ya-
ayeti nasıl bir çevrede yaşamamız ahlakçıları çevre ile ilgili problem- kın tarihteki ilim adamlarınca da
gerektiği konusunda bizi uyarır- lerin henüz bir kriz hâlini almadığı ele alınmış, küresel bir kriz hâlini
ken, sünnet-i seniyye ile de bu du- zamanlarda dahi çevre konusun- aldıktan sonra bağımsız bir mesele
rum adeta pekiştirilmiştir. Kur’an da bilgiler vermişlerdir. İbn Sina, olarak görülmeye başlamıştır.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 25


SÖYLEŞİ

PROF. DR. İBRAHİM ÖZDEMİR:


Kamil BÜYÜKER

"Âlemin efendisi ve hâkimi değil, mütevazı bir üyesi


olduğumuzu; mutluluk ve iyiliğimizin içinde yaşadığımız
âlemle bağlantılı olduğunu unutmamamız gerekir."
Hocam, tarih boyunca bütün inanç, ahlak ve dü- Kendisinden olmayan milletleri, ırkları, ülkeleri de
şünce sistemleri insanla tabiat arasındaki ilişkinin aynı şekilde sömürüyor. Böylece bugünkü çevreci-
anlamını bulup onu korudu. Ama XVII. yy’dan son- liğin geldiği noktada biz çevre derken sadece doğal
ra insanla tabiat arası ilişki tabiatın aleyhine yıkıcı çevreyi değil aynı zamanda insani ve sosyal çevreyi de
bir sürece girdi. Asırlardır süregelen bu besleyici anlıyoruz. Yani fakirle zengin arasındaki eşitsizlikten
ilişkiyi alt üst eden temel saikler nelerdir? tutunuz -bu da ayrı bir sorundur- çevre sorunlarına
kadar şu anda süper güçler bunu çözemiyor, çözmek
Bu, sadece sizin sorduğunuz bir soru değil, bunu bir-
istemiyor. Zenginler, fakirler için fedakârlık yapmak
çok bilim adamı da soruyor. Ve özellikle 1968 yılında
istemiyor ve bunu açıkça söylüyor-
Lynn White isimli bir bilim tarihçi-
lar. Fakir, miskin hatta başka din-
si soruyor. Amerikalı bilim adamı
den başka ülkeden olan insanlar
Lynn White 1968’de yayınladığı
için fedakârlık yapmak zorunda de-
“Çevre Krizinin Tarihî Kökenleri”
Çevre sorunlarının bizler ğiliz, gibi bir anlayışın sahibi olduk-
adlı makalesiyle, ilk defa bu soru-
için tehdit ve tehlikeler larını görüyoruz. Bu Batılı zihnin
nun dinî, felsefi, bilimsel ve tekno-
oluşturduğu kadar, yeni tabiatı ve kendini algılayış biçimiy-
lojik temeline dikkat çekerek, çevre
di, burada özne insandı. İnsan, ‘ben
sorunlarının farklı bir boyutunun fırsatlar da oluşturduğu-
tabiatı, benim dışımdaki her şeyi
tartışılmasına neden oldu. Bura- nu düşünüyorum. Bunla-
kendi amaçlarım, çıkarlarım, kal-
da Hristiyan geleneğini eleştiriyor. rın başlıcası da kendimiz
kınmam için kullanırım’ anlayışıyla
Her şeyin insan için yaratıldığını, ve içinde yaşadığımız
her şeyin insana musahhar edildi- yaklaştı. Bunun sonucunda bugün
tabiat âlemi hakkında bizim tabiatın dengesi dediğimiz,
ğini İncil’in yaratılış bölümündeki yeni sorular sormak ve
ayetlerden hareketle bu tezi savu- Kur’an’ın ‘’mizan’’ dediği unsuru
yeni cevaplar bulmak- bozduk. Çevre sorunları da bura-
nuyor ve Hristiyanlara büyük bir
tır. Âlemin efendisi ve dan ortaya çıktı. Ama bu süreçte
eleştiri getiriyor. Fakat bir eleştiriyi
yapıcı olarak algılamanın bir kültür
hâkimi değil, mütevazı İslam kültürüne baktığımızda İslam
için ne kadar önemli olduğunu bu bir üyesi olduğumuzu; kültürünün tabiatı tahrip etme ye-
örnekte görüyoruz. Hristiyanlar bu mutluluk ve iyiliğimizin teneği yok. Çünkü İslam ülkelerinin
eleştiriyi ciddiye aldılar ve kendi ge- içinde yaşadığımız âlem- birçoğu 1950’lere kadar sömürge
leneklerine yeniden baktılar. Ger- le bağlantılı olduğunu altında idi. Yani karar verme mer-
çekten İncil böyle mi diyor yoksa unutmamamız gerekir. ciinde olanlar Müslüman idareciler
böyle mi anlaşılmış? Bu çerçevede değildi. Sadece bir Osmanlı örneği
bilimin geldiği noktada hermenö- var. Bu örneğe de XVII. yy’dan bu
tiğin imkânları da kullanılarak as- yana doğru baktığımızda farklı bir
lında İncil’in tabiatın sömürülmesi, yok edilmesi ve resim görüyorum. Mesela Osmanlı
tabiata boyun eğdirmeyi önermediğini, tabiatın daha topraklarını baştanbaşa gezmiş, seyahat etmiş yaban-
iyi kullanılması ve ona hürmet edilmesi gerektiğini cıların hatıratlarına baktım. Mesela Alphonse de La-
savundular. Şimdi baktığımızda batı medeniyeti çer- martine Fransa’dan çıkmış Kudüs’e kadar gitmiş. Bü-
çevesinde durum bu. XVII. yy’dan bu yana hatırlarsa- tün Osmanlı topraklarında İstanbul’da gözlemlediği
nız sadece tabiata boyun eğdirilmiyor, sadece tabiat insan-tabiat ve insan-hayvan ilişkilerini açık olarak
sömürülmüyor. Aynı zamanda Hindistan sömürge- yazmış. O zamanki Müslümanın tabiata bakış açısı
leştiriliyor, Endonezya, Afrika ülkeleri… Yani Batı, Avrupalı gibi değil. Burada daha canlı bir örnekten
dünyayı da aynı şekilde sömürge haline getiriyor. bahsedeyim, Edward Klein adlı İngiliz seyyah 1825’te

26 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


SÖYLEŞİ

İskenderiye limanına iniyor ve 10 yıl Kahire’de kalı- davranışında değişiklik var. Diyor ki, eskiden Müslü-
yor. İskenderiye’den başlayarak Kahire’de kaldığı 10 manlar şehrin köpek ve kedilerine ve diğer hayvanla-
yıl boyunca gördüğü her şeyi hem kaydetmiş hem ra karşı daha merhametliydi. Hatta o zamanki Mısır
de resmini yapmış. O zamanki Mısır’la ilgili en iyi Başmüftüsü: “Bu hayvanların açlığından biz sorum-
kaynaklardan bir tanesi de; nasıl Red House, Os- luyuz, yani tabiattakilerden belki değil ama şehrin
manlıca-Türkçe, Osmanlıca-İngilizce sözlüğü hazır- içindekilerden sorumluyuz.” diye bir fetva yayınlıyor.
lanmışsa Edward Klein de en büyük Arapça-İngilizce Mısır’ın, İngiltere’nin etkisiyle modernleşmesi sonu-
sözlüğü hazırlamış bir adam, klasikleşmiş. Şimdi bu cu hayvanlara, tabiata karşı duyarlılığını yitirmeye
adamın Kahire’deki Müslümanların çevreye, kedile- başladığını söylüyor. Ayrıca 5 Haziran 2012’de As-
re ve hayvanlara bakış açılarıyla ilgili gözlemleri var. sociated Press Ajansı Doha’da dünya çevre günün-
Bunların bize gösterdiği şey Müslümanların farklı bir de muhabirlerini gönderip Doha’nın camilerindeki
hikâyesi olduğu yönünde. Buradan baktığımız zaman hutbeleri dinletiyor. Hiçbir tanesi çevreyle ilgili de-
Müslümanların tabiata bakış açışı Avrupa’daki gibi ğil. Sonrasında telefonla beni aradılar: “Dünya Çevre
olmadığını söyleyebiliriz. Günü’nde Doha’daki hiçbir camide imam-vaiz çevre
duyarlılığı konusunda Müslümanları uyarmadı, bu
Batı’nın çevrecilik anlamında pek çok şeyi kadim
konudaki yorumunuz nedir?” diye sordular. Ben de
medeniyetimizden öğrendiğini görüyoruz. Bugün
“Uyarmaz tabi” dedim. “Bizim Suriye mültecileri so-
geldiğimiz noktada da Batı’nın çevrecilik-şehir-
runumuz var, Filistin, Arakan, Afganistan, IŞİD gibi
cilik anlamında bizden daha fazla bu meseleye
sorunlarımız varken elbette çevreye sıra gelmiyor”,
ihtimam gösterdiği görülüyor. Buna karşın İslam
dedim. Tabii bunu espritüel bir biçimde serzeniş
dünyasında çevreye karşı bir ilgisizlik var. Bunun
olarak söyledim. Maalesef Müslümanlar çevreyi bir
sebepleri hakkında neler söylersiniz?
sorun olarak görmüyorlar. Hâlbuki çevre konusunda
Ben size yine tarihi veriden hareketle cevap vereyim. şu andaki bilimsel bilginin bize söylediğine inanacak
Edward Klein 10 yıl Mısır’da kaldıktan sonra 1836’da olursak çocuklarımız, torunlarımız için çok ciddi teh-
İngiltere’ye dönüyor. 1849’da ikinci kez geliyor. Ba- ditler oluştuğunu görüyoruz. Yani Kur’an’ın bahsetti-
kıyor ki Mısır’daki hayvanlara karşı Müslümanların ği “mizan” kavramını şimdi sürdürülebilir ekonomi,

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 27


SÖYLEŞİ

sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir eğitim olarak Hocam, kalkınma meselesi daha çok binalaşma/
tercüme ediyorlar ama içini kendi geleneğimizden betonlaşma üzerinden yürüdüğü için bizi bekleyen
hareketle dolduramadığımız için çocuklarımız ve felaketin farkında değiliz galiba…
torunlarımızın karşılaşacağı hayat sürpriz olmuyor.
Şimdi o sıklıkla tartışılıyor. Şehirlerimiz ve konut
Kanadalı bir Budist bana şunu hatırlattı; ‘’Niçin Rah-
politikamız ne derece kültürümüzü yansıtıyor? Bu
man suresindeki mizandan hareketle yeraltı suları-
tartışılsın. Bizi bazı belediyeler çağırdılar konuştuk.
nın, dağlardaki suların, denizlerin bir sınırı olduğunu
Yalnız ben değil birçok kişi şu anki toplu konut ve şe-
hesaba katıp Müslümanlar buna göre uluslararası bir
hirleşme anlayışının, medeniyetin çizgilerini yansıt-
toplantı yapıp bir politika oluşturmuyorlar?’’ Ben ce-
madığı konusunda nerdeyse ittifak hâlindeyiz. Âdeta
vap veremedim maalesef. Sanki Müslümanların kafa-
bir geçmişimiz yokmuş gibi hareket ediyoruz, sadece
sında tabiat tükenmez bir hazineymiş gibi bir yanlış
sözle hareket ediyoruz. Konuşulan-
imaj var. Hâlbuki kitabımız böyle
lar da çok fazla dikkate alınmıyor
olmadığını söylüyor. Mutlak olan
gibi. Turgut Cansever bugün yaşa-
Allah’tır ama Onun yarattığı her şey saydı ve Bursa’yı görseydi ne derdi?
sınırlı ve ölçülüdür. Bunu dikkate Ben gördüm şok oldum, Bursa’nın
alan bir ekonomi ve tüketim anla- Müslümanların kafa-
sında tabiat tükenmez kalbindeki o beton yığınları hançer
yışını kendimize ve dünyaya sunma gibi saplanmış ve bunu kimse izah
gibi bir görevimiz var ama farkında bir hazineymiş gibi bir
edemez. Biz bilim adamıyız, siyasi-
değiliz. Buradaki temennimiz Di- yanlış imaj var. Hâlbuki
ler tabii ki siyasi olarak düşünüyor-
yanetimizin özellikle de Din İşleri kitabımız böyle olma- lar. Ama bizim en azından çevre ko-
Yüksek Kurulunun öncülük etmesi- dığını söylüyor. Mutlak nusundaki duyarlılıklarımızı ifade
dir. Biz çevre ve iklim değişikliği ko- olan Allah’tır ama Onun etmemiz, gelecek nesillere olan bir
nusunda 5 Müslüman bilim adamı yarattığı her şey sınır- borcumuzdur diye düşünüyorum.
olarak bir deklarasyon hazırladık. lı ve ölçülüdür. Bunu
Emin olunuz kendi ülkemizden dikkate alan bir ekonomi Çevre konusundaki hassasiyeti
daha çok dış dünyada destek gör- ve tüketim anlayışını nasıl yaygınlaştırabiliriz, Batı’nın
dük, bizim medya bize çok sınırlı bugün geldiği noktaya gelmek
kendimize ve dünyaya
yer verdi. Dünyada bu konuya ilgi için neler yapılmalı?
sunma gibi bir görevimiz
gösteren Müslümanlar var. Özellik- var ama farkında değiliz. Batı buraya kolay gelmedi. Mesela
le Batının çevreye olan duyarlılığını çevreye zarar vermenin çok ciddi
görüp ‘’biz neden bir çalışma yap- cezaları var. Medeniyetin bir kısmı
mıyoruz?’’ diyen birçok Müslüman da ciddi cezalardan kaynaklanıyor.
genç benimle irtibatta. Mesela şu Sabah ben işe giderken kaldırımda bir motosikletli
an Münih üniversitesinde, kendisi Alman ve sonra- geldi, yol verdim kendisine ve biraz da mahcup ol-
dan Müslüman olmuş bir kızımız ‘’İslam’da Hayvan dum. Hâlbuki onun mahcup olması gerekiyordu.
Hakları’’ üzerinde çalışıyor. Endonezya’da birisi yeni İşine daha çabuk gitmek için belki ama kaldırımda
bitirdi. Japonlar “bitkilerin ruhu” konusunda çalışı- üstüme gelmemeli. Bunun gibi bir kural tanımazlık
yor. Bitkilerin ruhu var mı? Bir öğrencim “bitkileri varken, insana bile saygı olmayan bir yerde hayvana
niçin korumalıyız?” diye İbn Haldun Üniversitesinde ve tabiata sevgi nasıl bekleriz? Buna rağmen İstan-
yüksek lisans tezini bitirmek üzere, ona danışmanlık bul’daki hayvan sevgisi, kuşlara kedilere köpeklere
yapıyorum. Çevreyi önce Batılılar tahrip ettiği için olan sevgi, çok nadir bir şey ve bu beni memnun edi-
onlar daha çok farkına vardılar. Bizim maalesef İslam yor. Bizi ziyarete gelen yabancıların hemen dikkatini
dünyasındaki siyasiler kısa vadeli kalkınma hedefle- çekiyor. Özellikle Üsküdar’da geleneğin ruhunu net
riyle uğraşıyorlar. Kısa vadede işsizliği nasıl çözeriz, olarak hissedebiliriz. Buradaki söyleyeceğimiz şey;
istihdamı nasıl artırırız diye düşünüyorlar. Halbuki Diyanet’in şu anda eskisine göre daha güçlü olan bir
25-50 yıllık bu kalkınmamızın sosyo-ekonomik ve konumu var. Daha çok enstrümanı, televizyonu, rad-
ekolojik sonuçları nasıl olur, diye bilim adamlarıyla yosu, yayın organları var. Bilgi temelli toplum olma-
çalışmaları gerekir. mız için Diyanet’in ve Din İşleri Yüksek Kurulu’nun

28 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


SÖYLEŞİ

görüşlerine ihtiyacımız var. Özellikle çevreyle ilgili, İslam Medeniyetinin suyla olan ilişkisi bağlamında
biyoteknoloji ve örneğin GDO’lu ürünlerle ilgili Di- ve çevre sorunlarına karşı neler yapmamız gerekir?
yanet’in görüş belirtmesine ihtiyaç var.
Katıldığım bir toplantıda Yahudi bir din âlimi dedi
Kâinatın işleyişine dair Kur’an’da çok fazla ayetin ki: ‘’Su konusunda en ilerde olan din Müslümanlık-
olduğunu görüyoruz. Yüce Allah kâinata bakarak tır. Yahudilikte de suyun önemli bir rolü var, Hris-
bizi tefekküre sevk ediyor. Bu açıdan bakınca ta- tiyanlıkta da çünkü insan dünyaya gelince vaftiz
biatın tahribatı aslında düşünce imkânının tahribi edilir, yani temiz suyla yıkanır ama bu orda biter.
anlamına da geliyor mu sizce? Buna karşın bir Müslüman ömrü boyunca günde 5
defa temiz suyla temas etmek zorundadır, temiz su
Bunu Seyyid Kutup örneğinde gösterdim ve ABD’de
bulamazsa Müslüman ibadet edemez. Onun içindir
bir kitapta bir bölüm olarak yayınlandı. Seyyid Kutup
ki bizim çevre konusunda Müslümanlardan öğre-
bu konuya çok dikkat çeken bir düşünür olmasına rağ-
men hiç kimse çalışmamış. Fî Zilâlî’l-Kur’an’ı nüzul sı- neceklerimiz var.” İslam medeniyetinde suyun başlı
rasına göre inceledim. Seyyid Kutup, Kur’an’ın tabiat- başına bir değeri var. Suyu israf edemezsin, içerken
la, kâinatla, insanla, insanın tekâmülü ile ilgili ayetleri besmele çekersin yani bir nimet olduğunu idrak
nasıl yorumlamış hayretler içinde kaldım. Adeta kâi- ediyorum. Ama şu an parasını vermeden ücretsiz
natı bir kitap gibi önümüze seriyor Seyyid Kutup ve ta- su içemiyoruz, temiz su yok. Hâlbuki temiz suyun
biatın bize Allah’ın emaneti, ilahi mizanın korunması çeşmeden akıtılması yerel yöneticilerin görevi. Yerel
gereken bir düzen olduğunu söylüyor. Bu konuda hay- yöneticilere bunları söyleyince de hoşlarına gitmi-
rette kaldım Seyyid Kutub’un bu boyutu neden kimse- yor. Atalarımız İstanbul’un her tarafında çeşmelerle
nin dikkatini çekmemiş diye. Nihayetinde biz Kur’an’a, içilebilir su temin etmişler. Yeni yapılmış veya resto-
tabiata ve insana baktığımızda kafamızdaki gündemi- re edilmiş olan çeşmeler de var elbette ama onlara
mizle bakınca sadece onları görebiliyoruz. Hâlbuki da bakıyorsunuz insanlar zarar veriyor, çeşmesini
bunların dışında ilk Müslüman müfessirler Mekki kırıyor çalıyor vs. İnsanlar açgözlü maalesef. Çözü-
ayetleri nasıl anlamışlar bunu merak ettim? Ebu Ta- mü ise sadece eğitim değil. Hem eğitim hem de ceza
lip el-Mekki o kadar ilginç bir biçimde adeta tabiatın boyutu olacak. Çünkü bazı insanlar sadece hukuki
bizim gibi nefes aldığını, canlı olduğunu, tabiatta bir müeyyidelerden anlıyor. Zaten İslam bilim geleneği-
denge olduğunu, Allah’ın ilminin, iradesinin, kudreti- ne baktığımızda İslam ahlakı İslam hukuku ile teyit
nin her an tabiatta bir şeyler yarattığını bize söylüyor. edilmiş. Yani İslam ahlakına uymayanlar için hukuki
Böyle bir âlem anlayışında Müslüman kişi bir Batılı kaideler gelmiş. Yoksa zaten hiç suç işlemeyen bir in-
gibi tabiatı cansız, ruhsuz, sadece sömürülecek bir san için hukukun bir gerekliliği yoktur.
nesne olarak göremez. Batılıların dikkatini çeken me-
selelerden birisidir abdest almak. Abdest alırken bile Sonuç olarak; çevre sorunlarının bizler için tehdit ve
suyu israf etmememizdir. Hâlbuki suyun niteliğini tehlikeler oluşturduğu kadar, yeni fırsatlar da oluş-
değiştirmiyoruz abdest alırken, sadece kullanılmış bir turduğunu düşünüyorum. Bunların başlıcası da ken-
su oluyor o su. O hâlde, niteliği değiştirilmeyen bir ko- dimiz ve içinde yaşadığımız tabiat âlemi hakkında
nuda bile israf yapamazken tabiatın kaynaklarıyla veya yeni sorular sormak ve yeni cevaplar bulmaktır. Âle-
Allah’ın verdiği kaynakları ile ilişkimizi sürdürmek min efendisi ve hâkimi değil, mütevazı bir üyesi oldu-
zorundayız. Burada israf yapamayız, İstediğimiz gibi ğumuzu; mutluluk ve iyiliğimizin içinde yaşadığımız
tüketemeyiz, tüketim ekonomisini körükleyemeyiz. âlemle bağlantılı olduğunu unutmamamız gerekir.

P rof. Dr. İbrahim ÖZDEMİR 1960 yılında Gaziantep'te doğdu. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi İlâhiyat
Fakültesinde, Yüksek Lisans ve Doktorasını Orta Doğu Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümünde tamamladı.
1992 yılında Ankara Üniversitesinde başladığı akademik hayatında 2000 yılında Yar. Doç., 2004 yılında Doçent
ve 2008 yılında da profesör oldu. Akademik çalışmaları sırasında dünyaca ünlü üniversitelerde “misafir öğretim
üyesi” olarak bulundu. Başta ABD’deki üniversiteler olmak üzere G. Afrika, Endonezya, Avustralya, Rusya, İsveç,
İsviçre, Almanya, G. Kore gibi birçok ülkede bilimsel toplantılara katıldı. Birleşmiş Milletler UNEP Danışmanı
olan Özdemir, halen Üsküdar Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkanlığı görevini sürdürmektedir.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 29


DİN DÜŞÜNCE YORUM

KUR’AN’DA MUSİBET KAVRAMI


ÜZERİNE PSİKO-SOSYOLOJİK
DEĞERLENDİRMELER
Prof. Dr. Ali KÖSE Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı

rapça “savb” kö- çevresine yönelik her türlü nahoş Bununla birlikte musibetle ilişki-

A
künden türeyen ve olayları niteler. “Musibet” kelimesi lendirildiği anlamda şer kavramına
“ulaşmak”, “isabet Kur’an’da 10 ayrı ayette geçmekte- Kur’an bir mutlaklık atfetmez, çün-
etmek”, “bela gel- dir. Dinî literatürde genelde şerri kü Kur’an hoşa gitmeyen bir olayda
mek” gibi anlamları tanımlayan bir kavram olarak kul- (musibet) “hayır” da olabileceğine
olan “esâbe” fiilinin ism-i failidir. lanılsa da Kur’an ecel-i müsemma işaret eder. (mesela bk. Bakara, 2/216.)
Ansızın ve şiddetle gelen felaket, ile gelen “ölüm” için de musibet
bela, sıkıntı, kısacası insana ve ifadesine yer verir. (Maide, 5/106.) Tarih boyunca insanoğlu çeşitli

30 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


DİN DÜŞÜNCE YORUM

felaketleri işlenen günahlara karşı atfettiği bu olaylarla ilgili olarak gibi kavramlarla birlikte kullanıl-
veya günahlardan pişmanlık duy- “kullarına karşı çok merhametli ve maktadır. Musibet kavramı ise ina-
mak için gönderilen birer musibet kullarına zulmetmez” sıfatlarıyla nanlara yönelik bir cezalandırma
olarak algılamıştır. Bu algı şeklini idrak edilen Allah’ın böyle olayla- veya imtihan çağrışımında bulun-
ortak bir tarihsel tecrübe olarak ra neden izin verdiği konusu din maktadır. Azap ile musibet kavra-
birçok din veya kültürde tespit felsefesinin önemli konularından mının ayrıldıkları bir diğer nokta
etmek mümkündür. (mesela bk. F. olmuş ve düşünürleri kamplara da musibetin dünyaya yönelik,
Vercleyen, “Bizans Döneminde İstan- bölmüştür. Din tarafında yer alan azabın ise hem dünya hem de ahi-
bul’da Depremler: Halk Üzerinde Etki”, filozoflar bu durumu “theodicy rete, daha çok da ahirete yönelik
302; M. Bayka, “Roussea, Voltaire ve (teodise)” kavramıyla açıklayarak bir cezalandırma kavramı olarak
1755 Lizbon Depremi”, s. 27-31.) İslam “en yüksek iyiliğin meydana gele- kullanılmasıdır.
da bu konuda dünya hayatının bir bilmesi için fenalığın gerekli oldu-
imtihan dönemi olduğu ve varlık ğu” şeklinde açıklamışlardır. Yine Kur’an’da musibete sebep olarak
âleminin ancak Allah’ın kudreti al- zikredilen eylemler şu şekilde tas-
tında hayatiyetini devam ettirdiği, nif edilebilir.
dolayısıyla da insanların Allah’tan
1. İnsanın kendi eylemlerinin
gelen müdahalelere açık oldukları Tarih boyunca
karşılığı olarak. Şûra suresinin
inancıyla, yaşanan bazı olumsuz insanoğlu çeşitli
30. ayetinde şöyle buyurulur: “Ba-
olayları ilahî kaynağa atfetmek- felaketleri işlenen
şınıza gelen herhangi bir musibet
tedir. İlahî kaynağa atfedilen bu günahlara karşı
olaylar dinî literatürde azap/ga- kendi ellerinizle işledikleriniz yü-
veya günahlardan zündendir. (Allah işlediklerinizin)
zap/bela/musibet gibi kavramlarla pişmanlık duymak
ifade edilir. İslâm’a göre asıl ceza birçoğunu da affediyor (bu yüz-
için gönderilen bi- den musibetler vermiyor). (Ayrıca
ve mükâfat ahirette olmakla bir-
rer musibet olarak bk. Nisa, 4/79; Rad, 13/31.) Burada
likte dünyada da çeşitli şekillerde
cezalandırılma söz konusudur. algılamıştır. Bu algı önemli olan nokta insanın irade
(Nur, 24/2.) Kur’an’da ve hadislerde
şeklini ortak bir sahibi ve kötülükleri engelleme
yer verilen Nuh, Hud, Salih, Lut, tarihsel tecrübe kabiliyeti bulunan bir varlık oldu-
Şuayb’ın (a.s.) kavimleri ile ilgili olarak birçok din ğuna dikkat çekilmesidir. (bk. İ. Ka-
anlatımlar bunun tarih boyunca veya kültürde tespit ragöz, Kur’an’a Göre Musibetler, s. 68.)
çeşitli şekillerde gerçekleştiğini etmek mümkündür. Mesela Uhut Savaşı’nda okçuların
göstermektedir. Kur’an musibet- Hz. Peygamber’in emrini tutmaya-
lerin genelde tabiattan (yeryü- rak yerlerini terk etmeleri sebebiy-
zünden ve gökyüzünden) insana le Müslümanlar ağır kayıplar ver-
yönelik olarak gerçekleştiğini ifade aynı mentaliteden yola çıkan bazı mişti. Bu olayı anlatan Âl-i İmran
etmekle birlikte insandan insana psikologlar ise “ruhsal yapımızın suresinin 165. ayeti Müslüman-
yönelik olarak da gerçekleştiğine iyiliği ancak onun tam zıddı olan ların kayıplarını kendi kabahatle-
işaret etmektedir. (En’âm, 6/65.) somut kötülükleri hissederek al- rinin sonucu gerçekleşen bir mu-
gılayabileceğini” savunmuşlardır. sibet olarak tanımlar: “(Bedir’de)
Gerek kutsal kitaplarda zikredilen (mesela bk. David Wulff, Psychology of iki katını (düşmanınızın başına)
bu tarihî helak vakaları, gerekse Religion, s. 468.) getirdiğiniz bir musibet, (Uhut’ta)
kendi yaşantımızda veya başkaları kendi başınıza geldiği için mi “Bu
nezdinde gerçekleştiğini müşahe- Musibet kavramı dinî literatür- nasıl oluyor!” dediniz? De ki, o
de ettiğimiz çeşitli menfi olaylar de daha çok afet ve hastalık gibi kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz
“kötülüklerin niçin var olduğu?” olumsuz olaylar için kullanılmak- Allah’ın her şeye gücü yeter.”
düşüncesinin zihnimizde yer et- tadır. Azap kavramının bu anlamı
mesine neden olmaktadır. İnsa- kapsayan geniş bir kullanımı var 2. Bir imtihan şekli olarak. Baka-
noğlunun karşılaştığı musibet veya ise de azap daha ağır bir cezalan- ra suresi 155-156. ayetlerde mu-
genel anlamda kötülükler olarak dırmayı kapsamakta, genellikle de sibete bu anlamın yüklendiği gö-
değerlendirdiği ve de ilahî iradeye “kâfirler”, “müşrikler” ve “zalimler” rülmektedir: “Sizleri biraz korku,

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 31


DİN DÜŞÜNCE YORUM

biraz açlık, biraz maldan-candan iki şekilden söz ettiği görülmekte- insanda var olan suçluluk duy-
ve hasılattan eksiklikle imtihan dir. Musibet karşısında insanların gusudur. Bu duygu insanın daha
edeceğiz. Müjdele o sabırlılara ki, tavırlarına gelince Kur’an üç türlü önceden düşündüğü veya gerçek-
başlarına bir musibet geldiği vakit davranış biçimi belirlemektedir. leştirmeyi planladığı kötü duygu-
‘Biz Allah’tanız ve O’na döneceğiz’ larının bilinçaltında yer etmesi ve
derler.” (Ayrıca bk. Enbiya, 21/35.) Bu 1. Sabretme. (Bakara, 2/155-156; Al-i
orada bastırılmasından kaynak-
ve benzeri ayetlerle birlikte hadis- İmran, 3/186, Hadid 57/22-23.)
lanmaktadır. İnsan kötü olduğuna
lerde de maruz kalınan sıkıntılarla inandığı bu düşünce ve duygula-
2. Önce Allah’a sığınma, ama daha
mücadele etme ve onların varlık rından ve hatta gerçekleştirdiği
sonra vazgeçme. (Yunus, 10/12 22-
sebebini anlama çabasının kişiye eylemlerinden dolayı kendisinin
23; Nahl, 16/53-55.)
Allah katında mükâfat kazandıra- cezalandırılması gerektiğine ina-
cağı anlatılmaktadır. (Muvatta, Ce- 3. Ümitsizlik. (İsra, 17/83; Rum, 30/51.) nır. İşte bazı olayların musibet ola-
naiz, 42; Müslim, Cenaiz, 2; İbn Mace, rak değerlendirilmesinin ardında
Fiten, 23, Cenaiz 2, 55; en-Nesai, Ce- Kur’an’ın musibet veya azap ile ilgi-
bu psikolojik duygu yatmaktadır.
naiz, 22.) li ifadeleri dikkate alındığında her-
Kısacası, kişi bilinçaltına bastır-
halde üzerinde durulması gereken
dığı kötü duygularından dolayı
3. İnkârdan imana geçme sebebi nokta musibetin var olup olmadığı
psikolojik olarak cezalandırılmaya
olarak. Kur’an inkâra karşılık asıl değil, neyin musibet olup olmadı-
hazırdır. (Mesela Bk. S. Freud, The
büyük azabın ahirette olduğunu, ğıdır. Bir olayın musibet olup ol-
Psychopathology of Everyday Life, s.
ama “yakın azap” olarak nitelediği madığı konusu elbette görecelidir.
323.) Bu cezalandırılma psikolojisi
dünya azabının da “belki inkârdan Bazıları için felaket olarak değer-
vazgeçerler” ümidiyle insanlara ve- ruhsal yapıya “yaptığım ya da dü-
lendirilebilecek bir olay başkaları
rildiğini belirtir. (Secde, 32/21.) şündüğüm kötü şeyin karşılığını
için o kadar olumsuz bir anlam ifa-
ödedim” şeklinde farkında olun-
de etmeyebilir. Mesela şiddeti fazla
4. Allah’ın nimetlerinden/emir- mayan psikolojik bir rahatlama ile
olmayan bir deprem Japonya’daki
lerinden yüz çevirmeye karşılık de katkıda bulunabilir. Musibete
çocuklar için bir eğlence anlamı
olarak. Maide suresi 49. ayette: kutsal bir anlam kazandırılma-
taşırken aynı şiddetteki bir sarsın-
“...Yine yüz çevirirlerse bil ki, Al- sının, onun ilahî kaynaklı olarak
tı, sağlıklı yapılaşmanın olmadığı
lah onların başlarına mutlaka bir görülmesinin arka planında bu
bir başka ülke çocukları için felaket
musibet getirmek istiyor” buyurul- psikolojik gerçeklik vardır. Çünkü
anlamı taşıyabilir. Günlük yaşan-
maktadır. (Ayrıca bk. Araf, 7/94-96.) eğer kişi musibetin “kendi ger-
tıdaki sıradan olaylar da bu şekil-
çekleştirdiği yanlış bir eylem veya
5. Haksızlık/zulüm edenlere bu de algılanabilir. Kur’an-ı Kerim de
düşünceden kaynaklandığına”
davranışlarının karşılığı olarak. “hayır zannettiğiniz şeylerde şer,
inanmışsa, kendisine musibet gön-
Araf suresinin 162. ayetinde “... şer zannettiğiniz şeylerde hayır
derme yetki ve liyakatini de ancak
Zulmü âdet etmeleri sebebiyle biz olabilir” öğretisiyle bu algının de-
kötülükten ârî, kâdir-i mutlak bir
de üzerlerine semadan bir azap sa- ğişkenliğine işaret etmektedir. Do-
varlığa, yani Allah’a atfedecektir.
lıverdik.” buyrulmaktadır. Kur’an layısıyla, olayların algılanmasında,
Doğal felaketlerin musibet ola-
haksız yere azap edilmeyeceğini yani neyin musibet olup olmadığı
rak değerlendirilmesinin ardında
(bk. En’âm, 6/131; Hûd, 11/117; Şuarâ, konusunda bir göreceliliğin ol-
da yine bu atıf mantalitesi etkili
26/208-9.), ama azap edildiği takdir- duğu muhakkaktır. Bu da her kişi
olabilir. Çünkü insanoğlu tabiatla
de de bunun alçaltıcı ve aşağılayıcı veya toplumun olayları kendi psi-
kolojik ve sosyolojik yapısına göre mücadelesinde XXI. yüzyılda ulaş-
olacağını ifade eder (Bakara, 2/90;
değerlendirebileceği anlamını taşı- tığı noktaya rağmen tabiatın ilahî
Nisa, 4/37; Maide, 5/36; En’âm, 6/70.)
maktadır. kudretin kontrolü altında olduğu
Musibet veya azap gerçekleşme inancını korumaktadır. Yaşanan
şekli açısından değerlendirildiğin- Musibet duygusunun psikologlara toplumsal bozulmaların bizatihî
de ise Kur’an’ın belli bir süre tanın- göre bilinçaltından kaynaklanan kendilerinin birer musibet olarak
masından sonra (bk. Yunus, 10/11; nedenleri vardır. Buna göre insan- görülmemesi ve bu konuda hep
Nahl, 16/61; Hac, 22/48; Fatır, 35/45.) lar başlarına gelen çeşitli olayları doğal felaketlerde yoğunlaşılması
veya aniden gerçekleşen (bk. Araf, göreceli olarak musibet şeklinde da bu tespiti onaylayan bir veri ola-
7/4-5; En’âm 6/42-47; Ankebut, 29/53.) değerlendirirler. Bunun nedeni rak görülebilir.

32 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


DİN DÜŞÜNCE YORUM

Allah’ın geçmişte hataları yüzünden kavimleri helak ettiğine inanmak ile bu- dir. Ortada Allah tarafından ger-
gün meydana gelen bir felaketin o tür bir felaket olduğunu belirlemek başka çekleştirilen bir belirleme söz ko-
şeylerdir. Biz insanlar böyle bir ilahî belirleyicilik rolünü üstlenemeyiz. nusudur. Yani “falan şey nedeniyle
filan olay olmuştur” şeklinde bir
Musibet veya afet olgusunun din Bunda, elbette akıl sahipleri için ilâhî tespit söz konusudur. Bura-
açısından değerlendirilmesindeki ibretler vardır.” (Tâhâ, 20/128.) dan çıkarılacak sonuç, Allah’ın yok
en önemli nokta neyin afet olup etme, cezalandırma gücüne sahip
“Nice memleketlerin halkını zulüm
olmadığıdır. 17 Ağustos Depre- olduğu inancıdır.
yaparken yok ettik. Artık çatıları
mi’nden sonra geniş bir toplumsal
çökmüş, kuyuları metruk, sarayla- Aksi takdirde, bugün yaşanılan bir
yelpazeyi kapsayacak şekilde doğal
rı bomboş kalmıştır. Yeryüzünde felaketin falanca olay nedeniyle Al-
afet ve din ilişkisi üzerine gerçek-
dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları lah’ın cezası veya musibeti olduğu
leştirilen söylem ve tartışmalarda
kavrayacak kalpleri, işitecek kulak- tespitine varmak Allah’a ait olan
da bu problem açık olarak görül-
ları olsun. Ama yalnız gözler kör ol- bu belirleme yetkisini üstlenmek
müştür. Kur’an-ı Kerim geçmiş ka- maz, fakat göğüslerde olan kalpler anlamı taşır. Dolayısıyla, Allah’ın
vimlerle ilgili olarak, bazı kavimle- de körleşir.” (Hac, 22/45-46.) geçmişte hataları yüzünden ka-
rin çeşitli hataları nedeniyle helak
Bu ve benzeri ayetler, evrenin hü- vimleri helak ettiğine inanmak ile
edildiğini bildirmektedir. Kur’an’a
kümranının Allah olduğuna ve Al- bugün meydana gelen bir felaketin
inanan bir kimsenin buna inanma-
lah’ın insanları tabiatın vahşi yüzü o tür bir felaket olduğunu belirle-
ması düşünülemez. Onlarca ayet
ile cezalandırabileceğine işaret mek başka şeylerdir. Biz insanlar
geçmiş kavimlerin yaşadığı benze-
ri olayları aktarır ve onların helak eder. Bu ayetlere inanan mümin- böyle bir ilahî belirleyicilik rolünü
edildiğini beyan eder: lerin böyle bir ihtimali göz ardı et- üstlenemeyiz. Allah’ın kullarına
meleri mümkün değildir. Kısacası, verdiği böyle bir yetki yoktur. Bu
“Bizim onlardan önce nice nesilleri Allah bazı hataları, zulümleri veya yetkiye talip olunarak yapılan yo-
helak etmiş olmamız kendilerini küfürleri nedeniyle bazı kavimleri rumlar aslında ya psiko-sosyolojik
yola getirmedi mi? Hâlbuki onların deprem, tufan vb. vasıtalarla helak ya da yanlış dinî motivasyonların
yurtlarında gezip dolaşmaktalar. ettiğini bu ayetlerle bildirmekte- tezahürüdür.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 33


DİN DÜŞÜNCE YORUM

Ashab-ı Kehf
kıssası bize başta
sağlam bir Allah
inancı ve bu inancı
pekiştiren tedbiri,
sonra da Allah’a
tam bir güven
içerisinde teslim
olmayı öğretir. Al-
lah’ın var olduğuna
inanan bir mümin,
imkânların da var
olduğuna inanır.

GENÇLİĞİN ROL MODELİ:


ASHAB-I KEHF
Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı

man küfür, hak ve önemli örneklerinden biridir. Özel- şimin dinamikleri üzerinde durul-

İ
batıl mücadelesi ilk likle bu kıssa, toplumun ıslahı ve maktadır.
insanla birlikte baş- kötüden iyiye doğru değişimi için
lamış ve kıyamet gü- güzel bir örnektir. Toplumsal ıs- Tevhit mücadelesinin tarihinde de-
nüne kadar devam edecektir. Her lahı ve değişimi gerçekleştirmede ğiştiriciliği temsil eden hak/iman
peygamberin karşısında bir zorba rol alan figürler kadar mücadelede ehli; zayıf, mazlum, mahrum, ta-
ya da zorbalar yer almıştır. Tarihin takip edilen yöntem de çok önem- kip edilmiş ve kovuşturulmuş olan
belli bir evresinde yaşanan “Ashab-ı lidir. Çünkü bu kıssanın özünde kimselerdir. Bâtıl/küfür ehli ise,
Kehf” kıssası da bu mücadelenin değiştiricilerin nitelikleri ve deği- güçlü, hâkim, baskıcı, zorba ve dinî

34 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


DİN DÜŞÜNCE YORUM

özgürlüklere karşı tahammül gös- yarak öldürürler yahut kendi dinle- rahim tabiri, İslam milletini temsil
termeyen bir odak olarak ön plana rine döndürürler.” (Kehf, 18/20.) ederken; haktan ayrılma ve çoklu
çıkan kimselerdir. Ashab-ı Kehf tanrı anlayışına sahip olanlara da
kıssasında anlatılanların durumu Bu ayette “millet” kavramının geç- küfür milleti adı verilir. Burada As-
da böyledir. Ashab-ı Kehf adı veri- mesi çok anlamlıdır. Millet kelime- hab-ı Kehf, millet-i İbrahim’i temsil
len ve Kur’an’da “fetâ” kavramıyla si, ümmet ve din manasına gelir. ederken toplumun inancına savaş
ifade edilen bu gençler, inançlarını Sözlükte; din, şeriat ve millet deni- açmış, insanları Allah’a kulluktan
yaşama ve yayma özgürlüğü olma- len kelimeler, aynı şeylerdir. Millet, kendilerine çağıranlar da küfür
yan, insanın insana kulluk ettiği ve cemiyet hâlindeki bir topluluğun milletini temsil etmektedir.
şirkin bütün yönleriyle kurumlaştı- etrafında toplandığı ve üzerinde
ğı bir dönemde yaşamışlardır. Dev- yürüdüğü, diğer bir tabirle cemiyet Tevhit inancını savunan Ashab-ı
rin zalim iktidarı, tevhidi bir yaşam ruhunun tabi olduğu, cemiyet var- Kehf gençliği hakkında Kur’an-ı
biçimi olarak seçen müminleri da- lığının bağlı bulunduğu değerler Kerim’de “fetâ” sözcüğünün çoğu-
valarından vazgeçirmek için akla bağlamında hükmedici prensipler lu olan “gençler, yiğitler” manasına
hayale gelmeyen çok ağır cezalar ve bu prensipleri kabul edenlerin gelen el-fitye sözcüğü kullanılmış-
öngörmüştür. Onların bu işkence yoludur. Bu manada haktan ayrıl- tır. (Kehf, 18/10.) Bilindiği gibi “fetâ”
yöntemleri Kur’an’da şöyle anlatılır: mama ve tek Allah’a inanma konu- sözcüğü; genç, yiğit, cömert; aynı
“…onlar sizi ele geçirirlerse ya taşla- sunda âlem olmuş olan millet-i İb- kökten türeyen fütüvvet ise, genç-

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 35


DİN DÜŞÜNCE YORUM

lik, kahramanlık ve cömertlik an- met ver içinde bulunduğumuz şu ra ve mağaralara çekilmek değildir.
lamına gelir. Fütüvvet din dilinde; durumda bize kurtuluş ve doğrulu- Aksine, dinî sorumlulukları yerine
insanları, dünya ve ahirette kendi ğa ulaşmayı kolaylaştır.' demişlerdi." getirmenin her türlü imkânının or-
nefsine tercih etmek manasına (Kehf, 18/10.) Bu ayette anlatıldığı tadan kalktığı güven içerisinde ya-
gelir. Fütüvvet ahlakının temelini gibi bu gençler önce fiili duada bu- şama hakkının ihlal edildiği, taki-
“İslam kardeşliği” oluşturur: “Mü- lundular sonra da lisani duaya dur- bata maruz kalınan bir vasatta; din,
minler ancak kardeştirler.” (Hucurat, dular. Onların mağaraya sığınarak can, mal, akıl ve namus güvenliğini
49/10.) Bu kardeşliğin özünde iman fiili duayı yerine getirmeleri, sonra korumak için güvenli bir yere göç
birliği vardır. Hasbiliği temel ilke da lisani duaya geçmeleridir. Bu li- etmektir. Mekânın dağ, şehir ya da
edinmiş olan bu kimseler, kendile- sana dayalı duada geçen Rahmet, mağara olması fark etmez. Bununla
ri muhtaç olsalar bile, ihtiyacı olan Allah’tan kullarına sayısız inam ve birlikte hicret, sadece zulmünden
Müslüman kardeşlerini kendilerine ihsanda bulunmak; rüşt ise, doğru kurtulmanın bir gerekçesi değil,
tercih edip yardım ederler. (Haşr, yoldan gitme, doğru yolu bulma, aynı zamanda inisiyatifi ele alma-
59/9.) Bu bir diğerkâmlık ahlakı- nın da bir gerekçesidir.
dır. Bunu bize öğreten de Ashab-ı
Kehf’tir. İnsanı diğer yaratıklardan ayıran
iki özellikten birisi aklını doğru bir
Ashab-ı Kehf'in Cenab-ı Hak, şekilde kullanma, diğeri de düşün-
Mücadele Yöntemi Ashab-ı Kehf cesini özgürce beyan etme hakkıdır.
üzerinden dirili- Sünnetullah’a göre Allah kuluna yol
Mağara arkadaşlarının tevhit mü- göstermeden onu sorumlu tutmaz.
şin, kıyametin hak
cadelesinden çıkaracağımız başka Doğru yolu seçen kimse kurtulur,
sonuçlar da vardır. Onlar, sayısal olduğunu anlatır.
Dünya hayatında yanlış yolu seçen de hüsrana uğ-
anlamda bir avuç inanmış kim- rar. Yüce Allah kulunun eğilimle-
selerdir. İslam’da nitelikli azınlık, yaptıklarından bir
rine göre bu iki seçimden birisini
niteliksiz çoğunluktan evladır. As- gün ahirette he-
yaratır: “Allah kime hidayet ederse
hab-ı Kehf ismiyle anılan bu zayıf saba çekileceğine
işte o doğru yolu bulandır. Kimi de
ama nitelikli azınlığın her yönüyle inanan bir kimse şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gös-
güçlü olan müfsitlere karşı fizik- daha dikkatli, terecek bir dost bulamazsın.” (Kehf,
sel anlamda direniş göstermesi bir disiplinli, kontrollü, 18/17.) İşte Ashab-ı Kehf, hidayet
cesaret değildir. Asıl hikmetli iş ve sorumlu ve erdemli yoluna yöneldikleri için yüce Al-
cesaret Kur’an’da önerilen şu stra- bir hayat yaşar. lah onlara doğru yolu göstermiştir.
tejiyi izlemektir: “Gizlenin ki kimse Böylece onların hidayetlerini artır-
sizi fark etmesin.” (Kehf, 18/19.) Bu mıştır. (bkz. Kehf, 18/13.)
ayetten çıkarılacak sonuç, toplumu
ıslah yolunda sabır yöntemi seçile- doğru düşünme, akıl ve temyiz sa- Devrin zalim kralı kendisinin rablı-
rek oluşum süreci tamamlanıncaya hibi olma anlamlarına gelir. İşte ğını ilan etmişti. Ashab-ı Kehf genç-
kadar pasif direnişe devam etmek- Ashab-ı Kehf gençliği zor zamanda liğinin de kendisini rab olarak tanı-
tir. Davası hak olan ve doğru bir fiili duanın akabinde lisana dayalı malarını istemişti. Zaten toplum da
mücadele yöntemini tercih eden- dua ile Allah’ın yardımını ve doğru putperest bir toplumdu. Allah’tan
ler tarihte başarıya ulaşmışlardır. yoldan ayrılmamayı istemişlerdir. başka ilahlar edinmişti: Kalpleri
Ashab-ı Kehf kendilerinden sonra imanla dolu olan bu gençler kıyam
geleceklere inanç ve eylemleriyle Tevhit mücadelesi yolunda sabırla, ettikleri zaman şöyle demişlerdi:
örnek oluşturmak adına hayatlarını oluşum sürecini bir yöntem olarak “Rabbimiz, göklerin ve yerin rabbi-
tehlikeye atacak aktif mücadeleyi tercih eden Ashab-ı Kehf’in bize bı- dir. O’ndan başkasına asla ilah de-
ertelemişlerdir. Var olmak adına raktığı en önemli değerlerden biri meyiz. Yoksa ant olsun ki saçma bir
belli bir süre “hicreti” tercih ederek de “hicret”tir. Hicret, can ve mal söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu kav-
mağaraya sığınmışlardı: “Hani o güvenliği gibi zorunlu nedenler ol- mimiz, O’ndan başka tanrılar edin-
gençler mağaraya sığınmışlardı da madıkça, “coğrafi” anlamda içinde diler...” (Kehf, 18/14.) Çünkü kozmik
‘Ey Rabbimiz! Bize katından bir rah- yaşadığı şehirleri terk ederek dağla- egemenlik Allah’a aittir. Acaba bu

36 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


DİN DÜŞÜNCE YORUM

sorumlu ve erdemli bir hayat yaşar.


Öte dünya inancı, insan hayatına
bir hedef ve bir yön çizer, yara-
tılıştaki gayeyi öğretir. İnsan bu
amaç doğrultusunda iyi ve güzel
davranışlarda bulunur. Bu inanca
sahip insanların oluşturduğu top-
lum doğruluktan ayrılmaz, ahlaki
ilkelere değer verir ve uygulama-
ya çalışır. Özellikle ahiret inancı,
insanların kalbine barış duyguları
eker. Çünkü insan bu dünyanın ge-
çici olduğunu bilir ve insanlarla iyi
geçinmeye çalışır. Bağışlayıcı yönü
ön plana çıkar.

Sonuç olarak, Ashab-ı Kehf kıssası


bize başta sağlam bir Allah inancı
ve bu inancı pekiştiren tedbiri, son-
ra da Allah’a tam bir güven içerisin-
de teslim olmayı öğretir. Allah’ın
var olduğuna inanan bir mümin,
imkânların da var olduğuna inanır.
İslam’ı yayma yolunda, içinde yaşa-
dığı toplumda inancının görünür
kılınması için farklılaşmayı ortaya
ayette dile getirilen “rububiyette sevgi, ümit, korku, güven, tevek- koyar. Çünkü semavi dinler, teorik
tevhit nedir?” Kur’an’a göre Yüce Al- kül, yardım, dua, kurban, adak vb.
bilgiden ziyade pratik uygulama
lah; yaratan, yöneten, eğiten, sahip gibi, inanç ve ibadet türlerinde
ile yayılmışlardır. Ashab-ı Kehf’in
olan, öldüren, dirilten, yaşatan, rı- bağlandığı ve yöneldiği, kendisine
bu noktada bize bıraktığı miras,
zık veren, duaları kabul eden, helal karşı derin saygı beslenen, her şey-
ve haram koyan, sadece kendisine den daha çok sevilen ve kulluğun “temekkün yolunu” benimsemek,
ibadet edilen, evreni sevk ve idare sadece kendisine özgü kılındığı bir kitleleşmeden önce iyi bir kadro
eden, fayda ve zarar verme gücüne varlıktır. Bütün bu özellikleri taşı- hareketini ortaya koyabilmektir.
sahip olan bir varlıktır. Bu bağlam- yan sadece Allah’tır. Buna “uluhi- Bu bağlamda çağımızın genç Müs-
da her mümin, Allah’ın göklerin, yette tevhit” denir. İslam inancında lümanları Ashab-ı Kehf’in iman,
yerin ve ikisi arasında bulunan her ‘birlik sözü’ olarak geçen inancın yaşama azmi, güçlü irade, dava
şeyin rabbi olduğuna inanmalıdır. temelinde Allah’tan başka bütün şuuru ve tevhidi duruşunu örnek
O’na bu konuda bir başkasını ortak ilahların izafi olduğu vurgulanır. almalıdırlar. Bizler, sonuçtan değil,
kılmamalıdır. (Şuara, 26/24, 26; Nahl, (Yunus, 10/18.) Bu anlamda tevhit, bir birey olarak üzerimize düşen
16/116; Tevbe, 9/30–31; Zümer, 39/3.) uluhiyeti sadece Allah’a tahsis et- sorumlulukları yerine getirip ge-
İslam inancında işte buna ‘rububi- meyi öngörür. tirmemekle yükümlüyüz. Sadece
yette tevhit’ adı verilir. yaptıklarımızdan değil, yapma im-
Ayrıca Cenab-ı Hak, Ashab-ı Kehf
Diğer taraftan Ashab-ı Kehf bize üzerinden dirilişin, kıyametin hak kânı olduğu hâlde yapmadıkları-
ulûhiyette tevhidin nasıl olması olduğunu anlatır. Dünya hayatında mızdan da hesaba çekileceğiz. “Al-
gerektiğini de öğretiyor. İslam iti- yaptıklarından bir gün ahirette he- lah’ın vaadi haktır.” (Kehf, 18/21.) Bu
kadına göre yegâne ve biricik ilah saba çekileceğine inanan bir kimse sebeple bizler zafere değil, sefere
Allah’tır. Çünkü ilah, gönüllerin daha dikkatli, disiplinli, kontrollü, talip olmalıyız.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 37


VA H Y İ N AY D I N L I Ğ I N D A

RABBİMİZİN BİZLERE KUTSAL EMANETLERİ:


TOPRAK, SU, HAVA
Prof. Dr. Muammer ERBAŞ | Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

“Sizi topraktan yaratması, O'nun (varlığının) delillerindendir...” (Rum, 30/20.)

Her şeyi yoktan var eden Allah Teala, ins ve cin dağlar onun sarsılmaması için yeryüzü üzerinde
gibi görünen görünmeyen, hayvanat ve cemadat sabitleştirilmiş, yağmurlar onu sulamak için yağ-
gibi canlı cansız pek çok âlem yaratmıştır. Ve O, bir dırılmış, ekinler onu doyurmak için bitirilmiştir:
âlem yaratmıştır ki, onun merkezinde insan vardır. “(O öyle lütufkâr) Allah'tır ki, gökleri ve yeri yarattı,
Zira Kur’an-ı Kerim’de, insanoğlunun yeryüzünde- gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü
ki konumu şöyle ifade edilmiştir: “Ant olsun ki, biz meyveler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri
insanoğlunu şerefli kıldık, onun karada ve denizde için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin (ya-
gezmesini sağladık, temiz şeylerle onu rızıklandır- rarlanmanız) için akıttı. Düzenli seyreden güneşi
dık, yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.” ve ayı size faydalı kıldı; geceyi ve gündüzü de istifa-
(İsra, 17/70.) denize verdi…” (İbrahim, 14/32-34.)
Bunun ötesinde Cenab-ı Allah, insanı mecazi an- Bu noktada insana düşen görev ve sorumluluk,
lamda yeryüzünde kendi vekili olarak ilan etmiştir. öncelikle kendi kadir kıymetini bilerek Rabbine
Buna göre her bir insan, bu dünya hayatında başta
şükretmek, ardından da Rabbi tarafından kendi-
kendisi, ailesi ve iş hayatı olmak üzere milleti, üm-
sine emanet edilen doğal çevresine sahip çıkmak-
meti, insanlık ve doğal çevresi adına Rabbine kar-
tır. Zira toprağı, suyu, havası, hayvanı ve bitkisiyle
şı hem büyük bir yetki, hem de buna eşdeğer bir
bütün doğa, adeta insanoğlunun yaşamı ve mutlu-
sorumluluk taşımaktadır: “Rabbin meleklere ‘Ben
luğu için seferber olmuş durumdadır. İnsanın ona
yeryüzünde bir halife var edeceğim.’ demişti…” (Ba-
karşı yapacağı her hata ve kusur, kaçınılmaz olarak
kara, 2/30.)
yine kendisine dönecektir.
Allah Teala, üstlendiği bu büyük sorumluluğun
altından başarıyla çıkabilmesi için maddi-manevi Kur’an-ı Kerim’de, Allah Teala’nın insanı bu evre-
pek çok varlığı insanoğlunun emrine amade kıl- nin temel yapı taşı olan topraktan yarattığı ifade
mıştır. Nitekim bu bağlamda meleklerden edilmiş, bunun ötesinde bu husus Allah’ın var-
Âdem’e secde etmesi; yani ona manevi lığına dair delillerden biri olarak nitelen-
anlamda yardımcı olması istenmiştir: miştir: “Sizi topraktan yaratması, Onun
Biz insanoğlu,
“Meleklere, ‘Âdem’e secde edin.’ de- varlığının belgelerindendir. Sonra he-
doğada var olan her
miştik, İblis müstesna hepsi secde tür bitki ve hayvana saygı
men birer insan olup yeryüzüne ya-
etti…” (Bakara, 2/34.) duymalı, onları koruyup yılırsınız.” (Rum, 30/20.)
kollamalı ve ihtiyacı dışında
Maddi anlamda ise, bütün evren Benzer şekilde Kur’an-ı Kerim’de,
kendilerine zarar verme-
oldukça hassas bir varlık olan insanın Allah Teala’nın yaşam sahibi her varlığı
meliyiz.
yaşamasına en uygun düşecek tarzda sudan yarattığı ifade edilmiştir ki, doğal
tasarlanıp dizayn edilmiştir. Öyle ki gü- olarak buna insanoğlu da dâhildir: “Bütün
neş ve ay insanoğlunu ısıtıp aydınlatmak canlıları sudan meydana getirdiğimizi bil-
üzere ideal bir konuma yerleştirilmiş, mezler mi?” (Enbiya, 21/30.)

38 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


VA H Y İ N AY D I N L I Ğ I N D A

Bu durumda insanoğlu, kendilerinden dünyaya İnsanoğlu, evrenin bu dört asli unsuruyla yakın ve
geldiği anne-babasına nasıl saygı gösterip hürmet zorunlu bir ilişki içinde olduğu gibi, dünyamızın
etmesi gerekiyorsa, toprak ve suya da aynı şekilde diğer sakinleri olan bitkiler ve hayvanlar âlemiyle
saygı göstermelidir. Bunun yolu ise, toprağı eroz- de ciddi bir yakınlık, hatta akrabalık ilişkisine sa-
yondan ve zehirli atıklardan, su kaynaklarını ise hiptir. Şöyle ki yaklaşık 3-5 kilo olarak hayata baş-
boş yere akıtıp tüketmekten ve kirletmekten ko- layan bir kişi, yetişkinlik döneminde 70-80 kiloya
rumaktan geçer. Zira insan için en uygun yaşam ulaşır. Bu durum, onun beden yapısının kendileriy-
alanları, içinde temiz su kaynakları ile güzel bahçe le beslendiği bitki ve hayvanlarla uyumlu olduğunu
ve parklar bulunan yerleşim yerleridir. Maalesef gösterir. Öyle ki bir doktor, geliştirdiği bir ilacı in-
günümüzde bizler, içine yerleştiğimiz beton yığını sandan önce bir hayvanda, hatta bir farede dener;
şehir ve kasabalarda temiz bir su kaynağı bırakma- ona iyi gelen ilaç, insana da iyi gelir. Benzer şekilde
dığımız gibi, çocuklarımıza üzerine basacak bir ka- insanoğluna şifa olan pek çok ilaç, bitkilerden elde
rış toprak parçası dahi ayırmadık. Bu durumda sağ- edilir. Kur’an’da, bu hususa şöyle işaret edilmiştir:
lığımızı ve yaşam kalitemizi büyük ölçüde yitirdik. “Size tohumlar, bitkiler, (ağaçları) sarmaş dolaş ol-
muş bağlar bahçeler yetiştirmek için üst üste yığı-
Dakikada on beş yirmi defa nefes almak durumun- lıp sıkışan bulutlardan şarıl şarıl akan sular indir-
da olan bir insan, yaklaşık bir dakika oksijensiz dik.” (Nebe, 78/14-16.)
kaldığında hayati fonksiyonlarını kaybetmeye baş-
lamaktadır. İnsanoğlunun nefes almasına elverişli Bu durumda biz insanoğlu, doğada var olan her tür
hava, sadece içinde yaşadığımız atmosferde bulun- bitki ve hayvana saygı duymalı, onları koruyup kol-
maktadır ki, Kur’an’da bu hususa şöyle işaret edilir: lamalı ve ihtiyacı dışında kendilerine zarar verme-
“O, yeryüzünü size bir döşek ve göğü de bir bina meliyiz. Zira onlara verdiğimiz her bir zarar, önce
kıldı.” (Bakara, 2/22.) doğada hâkim olan düzeni bozmakta, ardından
da insan yaşamını olumsuz yönde etkilemektedir.
İnsanın var olması ve yaşaması için gerekli olan bir Maalesef biz insanoğlu, doğamızın akciğeri konu-
diğer asli unsur da ısıdır. Hassas olan insan meta- munda olan pek çok ormanı keserek veya yakarak
bolizması, yaşamını ancak belli ısı dereceleri ara- yok ettik. Benzer şekilde bilinçsizce avlanmak su-
sında sürdürebilir. Kur’an’da işaret edildiği üzere retiyle yine pek çok hayvan türünün neslini tü-
dünyamız güneş etrafına tam da buna uygun düşe- kettik. Bunun ötesinde sırf daha fazla gelir temin
cek şekilde konumlandırılmıştır: “Güneşi ışıklı ve etme gayesiyle hayvanların genleriyle oynayıp yeni
ayı nurlu yapan; yılların sayısını ve hesabı bilmeniz hastalıkların türemesine neden olduk.
için, aya konak yerleri düzenleyen O’dur.” (Yunus,
Sonuçta artık yediklerimiz ve içtiklerimiz bize fay-
10/5.)
da yerine zarar veriyor. Belki sofralarımız düne
Bu durumda insanoğluna düşen bir diğer görev ve göre çok daha zengin, fakat günbegün sağlık ve
sorumluluk, kendisini kuşatan atmosferdeki ha- sıhhatimiz kötüye gidiyor. Hâlbuki Yüce Rabbimiz,
vaya ve doğal ısı kaynaklarına sahip çıkmak, Kur’an-ı Kerim’de bizlere şöyle buyurmaktadır:
onları kirletip tüketmekten kaçınmaktır. “Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıy-
Çünkü temiz hava insana en az ekmek la uçan kuşlar da, ancak sizin gibi birer
ve su kadar gereklidir. Maalesef biz İnsanoğlu, ümmettir.” (En’am, 6/38.)
insanoğlu, bir yandan elimizden bir kendilerinden dünyaya
geldiği anne-babasına nasıl Bu bağlamda Yunus Emre’nin şu
türlü atamadığımız sigarayla
saygı gösterip hürmet etmesi dizeleri, bugün bizler için çok
ciğerlerimizi, diğer yandan filt-
gerekiyorsa, toprak ve suya daha büyük bir anlam ve önem
releyemediğimiz fabrika bacala-
da aynı şekilde saygı gös- ifade ediyor:
rımızla atmosferimizi zehirli gazlarla
termelidir.
doldurduk. Rabbimizin bize ihsanı Sordum sarıçiçeğe:
olan petrol, doğalgaz ve kömürü bilinç- Annen baban var mıdır?
sizce tüketip israf ettik ve israf etmeye de Çiçek eydür derviş baba:
devam ediyoruz. Annem babam topraktır.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 39


HADİSLERİN IŞIĞINDA

AĞAÇ VE ÇEVRE
Prof. Dr. Zekeriya GÜLER | Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Enes b. Malik’ten (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Bir Müslüman ağaç diker veya ziraat yapar da ondan bir kuş, insan veya hayvan yerse,
bu yediği kendisi için bir sadaka olur."
(Buhari, Hars ve Müzaraa, 1; Müslim, Müsakât, 10.)

Açıklama Bu hadisler, ağaç-çevre ilişkisinin önemsenmesi


gerektiğini gayet açık bir şekilde ifade eder. Yine
Hadisin metni Sahih-i Buhari’ye aittir. Sahih-i hadislerin öğrettiği ilke ve esaslara göre, insan ol-
Müslim metninde ise sadakanın “kıyamet gününe sun hayvan olsun canlılara yapılan her türlü iyilik,
kadar” cari olacağına dair bir kayıt vardır. (Müslim, merhamet ahlakını gösteren ve cennete götüren
Müsakât, 10.) “Çalma” ve “eksiltme” ayrıntısı da yine
erdemli bir davranıştır. (Buhari, Şürb, 9; Müslim, Se-
başka bir Müslim hadisinde vardır: “Herhangi bir lam, 153.) Aç susuz bırakıp acı çektirerek öldürmek
Müslümanın diktiği ağaçtan yenen şey, onun için ise cehenneme sevk eden büyük günahlardandır.
sadakadır. Çalınan ve eksiltilen şey de onun için (Buhari, Enbiya, 54; Müslim, Selam, 151.)
sadaka yerine geçer.” (Müslim, Müsakât, 7.)
Öte yandan, kabristanın yanından geçen Rasul-i
Hadiste geçen “kıyamet gününe kadar” ifadesi, Ekrem’in, “Bu ikisi, kendilerince büyük olmayan
“çok uzun bir süre”, “ağaç ve ekinden yararlanıldığı birer günahtan dolayı azap görüyorlar. Evet, aslın-
sürece” veya “o ağaç ve ekinden yeni ağaç ve ekinler da (günahları) büyüktür. Biri kovuculuk yapardı.
üretildikçe onlar da aynı hükme dâhildir” şeklinde Diğeri ise idrarından sakınmaz, iyice temizlenmez-
yorumlanır. “Sadaka” ise “sevap için hibe olunan di.” diyerek kabir azabına maruz kalan iki kişinin
maldır” diye tarif edilir. (Mecelle, madde: 835.) halini haber verir ve yaş bir hurma çubuğu isteyip
Ebu’d-Derda (r.a.) Şam’da ağaç dikerken yanına bi- onu ikiye ayırdıktan sonra, “Bunlar yeşil kaldıkça
risi yaklaştı ve “Sen, Hz. Peygamber’in dostu belki azapları hafifler.” buyurarak o iki kabrin
olduğun halde, ağaç dikmekle mi meş- üzerine diktiği bilinir.
gul oluyorsun?” diyerek gördüğü hali Her türlü Buhari bu hadisi önce abdest konusun-
yadırgadığını ifade etti. Ebu’d-Derda fesat hareketine
da, “İnsanın bevlinden sakınmaması,
(r.a.) adama şu cevabı verdi: “Ace- rağmen ekolojik dengeyi
büyük günahlardandır.” anla-
le edip hemen hakkımda hüküm korumak, huzur ve emni-
mına gelen bir başlık (Vudû, 55.)
verme! Ben Rasulüllah’ı (s.a.s.) yeti sağlamak, görev ve so-
altında, sonra da cenaze konu-
şöyle buyururken işittim: ‘Bir kimse rumluluk bilincine sahip
olan müminin sunda “kabrin üzerine hurma çubuğu”
ağaç diker de o ağacın meyvesinden anlamına gelen bir başlık (Cenaiz, 82.)
elindedir.
herhangi bir insan veya yaratık yerse, bu altında zikreder. O, ikinci konu başlığı
yediği o ağacı diken için sadaka olur.’” (Ah- altında Horasan bölgesinde sahabeden
med b. Hanbel, VI, 444.)

40 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


HADİSLERİN IŞIĞINDA

Ebu’d-Derda (r.a.) Şam’da ağaç dikerken yanına birisi yaklaştı ve “Sen, Hz. Peygamber’in dostu olduğun
halde, ağaç dikmekle mi meşgul oluyorsun?” diyerek gördüğü hali yadırgadığını ifade etti. Ebu’d-Derda
(r.a.) adama şu cevabı verdi: “Acele edip hemen hakkımda hüküm verme! Ben Rasulüllah’ı (s.a.s.) şöyle
buyururken işittim: ‘Bir kimse ağaç diker de o ağacın meyvesinden herhangi bir insan veya yaratık yer-
se, bu yediği o ağacı diken için sadaka olur.’”

en son vefat etmiş olan Büreyde b. Husayb el-Es- Her türlü fesat hareketine rağmen ekolojik dengeyi
lemi’nin kabri üzerine iki hurma çubuğunun dikil- korumak, huzur ve emniyeti sağlamak, görev ve so-
mesini istediğine dair vasiyetini de zikreder. rumluluk bilincine sahip olan müminin elindedir.
Esasen dünyayı imar etmek ve onu her bakımdan
Öyle anlaşılıyor ki, Rasul-i Ekrem’in ve onu örnek yaşanabilir kıvama getirmek, bir Müslüman için
alan ashab-ı kiramın bu uygulamaları, günahkâr- varoluş sebebi ve yaratılış hikmeti demektir. Zira
lara karşı duyulması gereken merhamet vurgusu Kur’an-ı Kerim, muhatabını yeryüzünü imar ve ıs-
yanında kabristanın ağaçlandırılması ve yeşillendi- lah ederek orada bir medeniyet kurmakla yükümlü
rilmesi için bir teşvik niteliği taşımaktadır. tutmaktadır: “Sizi yerden/topraktan yaratıp geliş-
tiren ve orayı mamur kılmanızı isteyen/sağlayan
Ayrıca çevre boyutunun gözetilmesinde, park ve
O’dur.” (Hûd, 11/61.)
bahçe kültürünün geliştirilmesinde, ağaçlandır-
ma, yeşillendirme, çimlendirme ve çiçeklendirme Keza bu konuda akarsuların israf edilmemesi, hay-
işlerinde, yamaçlarda ve dağ başlarındaki bitki tür- van ağıllarının su havzalarından uzak tutulması, su
lerinin getirilip yaygınlaştırılmasında, ağaç, ekin, kaynaklarına, meyveli ağaçların altlarına, gelip ge-
meyve ve sebze türlerinin ıslahında emeği olan çilen yollara ve canlı varlıkların gölgelendikleri yer-
herkes için bir sevap yazılır. Zira bu faaliyet, aşırı- lere abdest bozulmaması gerektiğine dair pek çok
ya kaçılmaması ve israftan kaçınılması şartıyla iyi hadis vardır. Yine sahih bir hadis-i şerifin ifadesiy-
bir çığır açmak demektir. Tam tersi bir faaliyet ise, le, “kıyamet kopmak üzereyken bile eldeki fidanın
yani zararlı veya yasak bir ekim-dikim çığırını açan, dikilmesi”nin talep edilmesi, işin önemini kavratıp
mevcut yeşili yok eden veya dikili ağacı kesen de çevre bilinci ve duyarlılığı oluşturmaya yönelik ol-
hak ettiği cezayı görür. Ataların “Yaş kesen baş ke- malıdır. Bir yerde bu talep, elindeki taşı gediğine
ser” sözü, bu kötü çığırın vahim akıbetini anlatır. koyma çabası, yapılan işin meyve vermesi, ecir ve
sevabın er geç görülmesi demektir.
Günümüz dünyasında insanoğlunun maruz kaldı-
ğı en büyük sıkıntılardan birisi çevre problemidir. Hadisten Öğrendiklerimiz
Ne yazık ki, bu problemi üretip huzur ve em-
niyeti yok eden, ekini ve nesli helak eden ● Canlı varlıkların yararlanması için yeşil
(Bakara, 2/205.), genetik müdahalelerle bir çevre oluşturmak üzere ağaçlandır-
fıtratı değiştiren, karada ve denizde ma faaliyeti bir sadaka-i cariyedir.
Günümüz dünyasında
fesat çıkarıp ekolojik dengeyi insanoğlunun maruz kal- ● İnsanın içinde bulunduğu ve
bozan da yine modern insandır. dığı en büyük sıkıntılardan içinde yaşadığı mekân olarak
Nitekim Yüce Rabbimiz şöyle birisi çevre problemidir. çevre, maddi ve manevi açıdan ne-
buyurur: “İnsanların kendi elleriy- zih bir ortam olmalıdır.
le yapıp ettikleri yüzünden karada ve
denizde düzen bozuldu. Böylece Allah, ● Bir Müslüman için sadaka, dünyevi-
dönüş yapsınlar diye işlediklerinin bir kıs- leşme yüzünden kirlenen ruh dünyasını
mını onlara tattırıyor.” (Rûm, 30/41.) tezkiye işlevi görür.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 41


EN GÜZEL İSİMLER

HER YERDE HÂZIR VE NÂZIR

ŞEHÎD
Fatma BAYRAM

Şehîd, şehadet kökünden türemiştir ve şehadet de Habîr, Müheymin, Rakîb, Muhsî, Semî’, Basîr isim-
“kesin olarak bilen ve bildiğini haber verme konu- leriyle de ilişkisi vardır. Bu isimlerin etkinliği şehid
sunda kendisine güvenilen kimse” demektir. "Şe- sıfatının etkinliğini temin eder. Gazali ilmin elde
hadet kesin tanıklık ifade ettiği içindir ki Allah’a ediliş yollarına göre farklı isimlerle ifade edildiğini
ve peygamberine imanımızın tanıklık beyanı olan söyler ve bunu şöyle açıklar: İlim, mutlak olarak
cümleye “kelime-i şehadet/tanıklık ifadesi” denir. düşünülürse Allah “Alîm”, gayba ve gizli taraflara
Şehit olanlar da Rablerinin şühedaya vaat ettiği ni- izafe edilirse “Habîr”, zahiri durumları bilme söz
metlere şahitlik ettiklerinden o sıfatı alırlar. konusu olursa “Şehid”dir.

Yüce Rabbimizin isimlerinden biri olarak Şehîd is- Kur’an’da Şehîd


minde fail anlamı da mef’ul anlamı da vardır. Fail
(özne) olarak alındığında mübalağa ile “kendisin- Kur’an, her nerede bulunursak bulunalım, her ne
den hiçbir şey saklanamayan ve hiçbir şeyi unut- yaparsak yapalım Yüce Allah’ın o an orada oldu-
mayan şahit” anlamına gelir. İsm-i mef'ul (tümleç) ğunu pek çok ayetle ortaya koyar. (Nisa, 4/33; Hac,
manasıyla ise "zatı her şeye şahit kılınan" demek- 22/17; Ahzab, 33/55; Buruc, 85/9.) Allah’ın hem gizli
tir. Bunun ne demek olduğunu herhangi bir konu- hem de âşikâr olanı bildiğini ifade eden ayetler
da en yüksek derecede şahit göstermemiz gerekti- ise şehîd isminin muhtevasına duyular ötesini
ğinde “Allah şahidim olsun ki” derken yüreğimizin de katmakta ve ona “her şeyi aslî hüviyetiyle tam
en derinlerinde hissederiz. olarak bilen” manasını kazandırmaktadır. (En’am,
6/73; Tevbe, 9/94, 105; Ra’d, 13/9.) Bu ve diğer pek çok
İnsanlar bulunmadıkları bir yerde olan biteni bi- isminin sonucu olarak yolumuzun hak olduğunu
lemedikleri gibi bizzat bulundukları ortamda da bilmek için her şeyin künhünü bilen Allah’ın şa-
hakikatin tamamını bilemezler. Biraz önce yaşadı- hitliği kâfidir. (Nisa, 4/79, 166; Yunus, 10/29; Rad, 13/
ğımız bir olayla ilgili bilgimize başvurulsa, sorular 43; İsra, 17/96; Ankebut, 29/52; Ahkaf, 46/8;Fetih, 48/28.)
arttıkça detayları nasıl da gözden kaçırdığımızı
fark ederiz. Rabbimizin Şehîd ismi ise her ayrın- Kur’an’ın bildirdiğine göre Rabbimiz en yüce, en
tıyı gören ve gerektiğinde tek tek ortaya çıkaracak büyük şahittir. (En’am, 6/19.) Ama bununla kalın-
olan bir zatın, hiç ayrılmadan, devamlı yanımızda mamakta; bütün yapıp eylediklerimiz organları-
olması demektir. Sıklıkla dillerde dolaşan “Allah mız tarafından da kaydedilmektedir ve kıyamet
her yerde hâzır ve nâzırdır” sözü O’nun her gününde hepsi şahitlik edecektir (Nur, 24/24;
zerreye yakınlığı birdir, hiçbir şey O’ndan Yasin, 36/65; Fussılet, 41/20.) O gün hesap
uzak olup gözünden kaçamaz demek- meydanına herkes amellerinin şahitle-
tir. Yani Rabbimiz hayatımızın tanı- riyle birlikte sürülecektir (Kaf, 50/21.) ki
Kur’an, her nerede bulu-
ğıdır ve mahkeme-i kübrada bizim insan inkâr veya gizleme için hiçbir
nursak bulunalım, her ne
iddialarımıza karşılık O’nun ta- yol kalmadığını bilecek ve hesa-
yaparsak yapalım Yüce Allah’ın
nıklığı olacaktır. Çünkü bir tek bını o şekilde verecektir. Aslında
o an orada olduğunu pek çok
O “her şeyi aslî hüviyetiyle tam ayetle ortaya koyar. insan her hâliyle daha bu dünyada
olarak bilen”dir. iken kaç kıratlık olduğuna kendisi şa-
hitlik edip durmaktadır. (Adiyat, 100/7.)
Malumdur ki müşahede ile bilme ara-
sında bir ilişki vardır. Bu nedenle Şehîd is- Bu arada Rabbimizin şahitliğini sadece
minin Rabbimizin ilmini ifade eden Alîm, ahirette tecelli edeceğini düşünmemek

42 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


EN GÜZEL İSİMLER

Bu ismin tecelli ettiği insan, idaresini üst-


lendiği işlerin her yönüyle ilgilenir. Onun
sorumluluk alanında olan bir işin herhan-
gi bir aşaması hakkında bilgisiz olması
düşünülemez. Böyle olunca yönetilenler de
bu bilinçle hareket eder.

gerekir. Tersine O, dünya hayatımızda da bizi bir nin hesap vereceği tek makam vicdanına yerleşmiş
an bile şahitsiz bırakmamaktadır. (Al-i İmran, 3/18.) olan Rabbinin gözetiminde olduğu şuurudur.
Aslında Rabbimizin Şehîd isminin en büyük tecel-
lisi de peygamberler göndermesi olmuştur. (Nisa, Bu ismin tecelli ettiği insan, idaresini üstlendiği iş-
4/41; Maide, 5/117; Nahl, 16/84, 89;Hac, 22/78; Kasas, lerin her yönüyle ilgilenir. Onun sorumluluk ala-
28/75.) Onlara iman edenler de kendi çağlarının nında olan bir işin herhangi bir aşaması hakkında
numune-i imtisalleri/örnek alınacak rol modelle- bilgisiz olması düşünülemez. Böyle olunca yöne-
ri, şahitleri olurlar. (Bakara, 2/143; Al-i İmran, 3/52-53.) tilenler de bu bilinçle hareket eder. Söz gelimi bir
Üzerinde uzun uzun düşünmek ve çalışmak gere- aileyi idare ediyorsanız bütün aile üyelerinin ihti-
ken Kaf suresi 37. ayet bu şahitliği hakkıyla ifa ede- yaç ve sorunlarından haberdar olmak, her birinin
bilmek için kulaklara ve kalplere dikkatimizi çeker. şu an nerede olduklarını bilmek bu ismin tecellisi
ile yakından ilgilidir. Yalnız bu konuda dikkat et-
Hukuki davalarda tanıklığına başvurulan kişinin, memiz gereken nokta idarecinin takip gücünün,
o anda insan hayatı ve şerefine dair taşıdığı so- yönettiği insanlarda sorumluluk duygusunun ge-
rumluluğun idrakinde olması ve şahitliğini Allah lişmesiyle yetinmesi; bu takibi bir tehdit unsuru
rızasından başka bir amaç gütmeden hakka göre olarak kullanmamasıdır. Bu dengeyi sağlamak için
yapması da Kur’an’da dehşetli ifadelerle vurgula- yönetici merhamet, şefkat, sevgi, cömertlik sabır
nır. (Nisa, 4/135; Maide 5/8.) ifade eden isimlerle de donanmalıdır. Zaten in-
Şehîd olan Allah tecelli ederse san-ı kâmil, Celal ve Cemal isimlerinin bir denge
ahlakımız nasıl olur? içinde tezahür ettiği kişi demektir.

Bu ismin muhtevası insanı bütün düşünce, duy- Allah'ın her şeye şahit olduğunu bilmek aynı zaman-
gu, niyet ve amellerinde dikkatli ve dürüst olmaya da insana ferahlık verir. Bazen niyetlerimiz düzgün
davet eder. Böylece bugünkü psikolojinin ısrarla olduğu halde işlerimiz yanlış sonuçlar verir. İşte o
vurguladığı iç denetimi -tasavvufi terbiye- zamanlarda O’nun davranışlarımıza şahit
mizdeki adı ile murakabeyi- başarmaya olduğu gibi niyetlerimize de şahit oldu-
yardımcı olur. Bütün varlık âlemi için- ğunu ve niyetlerdeki güzelliğin O’nun
de bunu yapabilecek tek varlık insan- katında her zaman dikkate alınacağını
Bu ismin muhtevası insanı bilmek büyük bir tesellidir. Yine
dır. Çünkü kendi davranışlarına
bütün düşünce, duygu, niyet
dışarıdan bir gözle bakabilme insan kimseye söyleyemeyeceği
ve amellerinde dikkatli ve
yetisi bir tek ona verilmiştir. Mu- sorunlar yaşadığında "Allah şahit"
dürüst olmaya davet eder.
rakabe haline ulaşan, yani her an Yüce diyerek huzur bulur. Bütün esmada
Allah’ın gözetiminde olduğu bilincine olduğu gibi Şehîd ismi de bu yönüy-
eren kişi artık ihsan makamındadır ve le hangi tarafta olduğunuza bağlı olarak
böyle biri için başkalarının ne diyeceği farklı duygular yaratır. Zalimler için teh-
tamamen önemini yitirmiştir. Artık kişi- dit, mazlumlar için teselli ve ümit…

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 43


BÜYÜTEÇ

BOZUK SATIH!
Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU

Ş
ehirlerarası yol böyle bir levhaya rastlamadım. As- siyonu bir sağa bir sola kırar, çu-
gidenler pek aşi- faltı düzeltmektense levhayı di- kurlara düşmemek, tümseklerde
nadır. Asfalt yolda kivermek kolayımıza gelmiş. Yol zıplamamak için. Hedefe bir an
çukurların, tüm- yapımında epey mesafe kat ettik
evvel varmakta gecikir bozuk satıh
seklerin başladığı ama bugün bir kısmı hâlâ durur o
yüzünden.
yerde, iri ünlemli (!) bir uyarı lev- levhaların…
hası karşılar onları: Bozuk Satıh!
Şoför, artık kaç kilometreyse, İslam dünyası da son birkaç asırdır
İtiraf edeyim, İskandinavya yolla- bütün dikkatiyle engebeli yola bir bozuk satıh üzerinde düşe kal-
rında binlerce kilometre yol gittim, yoğunlaşır. Vites küçültür, direk- ka yol almaya çalışıyor.

44 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


BÜYÜTEÇ

Sömürgecilik, modernleşme ve Ba- domino etkisiyle bütün Arap dün- kurtulmak için başlattıkları dire-
tılılaşma süreçleri, bunların sebep yasını sarsan ‘Yasemin Devrimi’nin nişi Rus tankları ezer geçer. ‘Kısa’
olduğu siyasi ve ekonomik krizler, sahibi. ömürlü olduğu için ‘Prag Baharı’
sosyal çalkantılar, ardı arkası ke- kalır adı…
silmeyen savaşlar, işgaller ve terör Tunus’ta başlayan ‘uyanış’, otoriter
olayları İslam dünyasını feci yıp- rejimlerden kurtuluş ve demok- Gerçekten de baharın ömrü kısa-
rattı. dır. Kışlar uzun olur; bahar tam
rasi için bir milat kabul edilmiş-
yaşanmadan sıcaklar bastırır ve
ti, hatırlarsanız. Kış uykusundan
İnsan, zaman, kaynak, para ve bir bakmışsınız, yaz gelivermiş.
enerji israfı had safhada; birçok İs- uyanmakta olan Arap ülkeleri için Baharda açan kırmızı gelincikler
lam ülkesi yemiyor içmiyor, varını güya ‘Bahar' gelmişti. Birileri ‘Arap de böyledir biraz; ömürleri kısadır
yoğunu silaha harcıyor. Altyapı, Baharı’ adını koymuştu olup biten- onların. Japonlar da insan ömrüne
sağlık, eğitim, tarım gibi alanlar- lere. benzetirlermiş gelinciği: “Dünü
dan kestiği paralarla habire silah yaşamıştır; bugünü yaşıyor; yarın
istifliyor. Küresel sermayenin silah mı? O meçhul!”
baronlarının en hatırı sayılır müş-
terileri onlar. İnsan, zaman, kay- Ve maalesef, Arap Baharı için de
yarın olmadı, olamadı…
nak, para ve enerji
Silahların istiflenmesi hayra ala-
israfı had safhada; Sorunlarını aklıselimle çözeme-
met değil, belli ki yeni çatışmalar
kapıda. Silah baronlarının dedi-
birçok İslam ülkesi yenler iç savaşın kucağında bulu-
ğine bakın siz, onlar öyle diyorsa yemiyor içmiyor, verdiler kendilerini. Tıpkı Suriye,
öyledir… varını yoğunu sila- Libya ve Yemen gibi… İç savaşın
ha harcıyor. Altya- kıyısından dönen Mısır’da ise ordu
XXI. asrın ilk çeyreğindeyiz, ama pı, sağlık, eğitim, yönetime el koydu…
epey İslam ülkesi 1900'lü yılların tarım gibi alanlar-
başlarındaki sefalet ve yoksulluğu Her seferinde demokrasi vaatle-
dan kestiği para- riyle iktidara gelenler, Uluç Özül-
misliyle yaşıyor.
larla habire silah ker’in de dediği gibi, ülkeyi otokra-
Batı ise, yağ misali bir asfaltta hızla istifliyor. Küresel tik bir yapıya dönüştürerek, farklı
yol alıyor, sürekli vites yükselterek. sermayenin silah kimliklerle yollarına devam ettiler;
Aradaki makas fena açıldı! baronlarının en seçimlerse sadece şekilden ibaretti.
hatırı sayılır müşte- (Oyun Devam Ediyor, 109.)
Kısır döngü
rileri onlar.
Tafsilata girmeyeceğim. Tunus'ta
İslam dünyası için bozuk satıhlı başlayan halk direnişi 25 yıllık
yol bir türlü bitmiyor. Sonuna gelir Zeynelabidin bin Ali diktatörlüğü-
gibi olduğu her anda sanki gizli bir ne son verdi.
el onu tekrar yolun başına döndü- Kavramı ilk defa kullanan kim mi?
rüyor. Tarifsiz bir kısır döngü, bir Aradan yedi yıl geçti ve Tunus yine
labirente tıkılıp kalma hâli, dön İlk defa 2005 yılında 'Foreign Po- kaynıyor…
dolaş aynı yerdesin… licy' adlı dergide piyasaya çıkar bu
kavram. Hani şu ‘medeniyetler ça- Yedi yıl önce, 'iş, haysiyet, özgür-
Somut bir örnek mi? lük' diye bağıran halk bugün yine
tışması’ tezini ortaya atan Samuel
aynı taleplerle sokaklarda… Slo-
Tunus'u bilirsiniz. Hani şu Lib- Huntington var ya, o ve arkadaşı
ganlar da değişmedi…
ya ile Cezayir arasına sıkışmış, Warren Demian Manshel, kısa
Akdeniz'e de kıyısı olan, yaklaşık ömürlü demokrasi hareketlerine Tunus’ta ekonomik kriz devam edi-
11,5 milyon nüfuslu küçük Arap atfen kullanırlar. yor, işsizliğin ve yolsuzlukların önü
ülkesi. Toprak büyüklüğü bizim alınamadı. Genç işsiz sayısı oranı
Konya'nın yaklaşık üç katı kadar. Çeklerin de tarihte bir ‘Prag Baha- %35’in üzerinde ve turizm gelirleri
2011 yılında başlayan, artçı şokları rı’ vardır. 1968'de Rus işgalinden 2011’den bu yana %60 düşmüş…

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 45


BÜYÜTEÇ

IMF, işleri iyi gitmeyen Tunus’a ları bağımlı kılar kendilerine. Bu


2015’te 2,9 milyar dolar kredi bağımlılığın devamı için de ekono-
vermişti, muhtemelen şimdi yine Tunus’ta ekono- minizin, siyasetinizin tıkanması,
verecek. Sungur Savran bu kredi- yozlaşması, toplumsal huzurunu-
mik kriz devam
lerin, kapitalist bankacılığın ‘nano zun bozuk ayar gitmesi şarttır.
ediyor, işsizliğin ve
teknoloji’ çağına uygun olan ‘mik- yolsuzlukların önü Bu olumsuzlukları yaşıyorsanız,
ro’ krediler olduğunu söylüyor.
alınamadı. Genç vahşi güç dengelerini kuranların
(Kod Adı Küreselleşme, İst, 2008, 14.)
işsiz sayısı oranı işleri yolundadır. Sizdeki durgun-
Yani ne olduran ne öldüren cinsin- %35’in üzerinde luk ya da çöküş, onlarda refah de-
dendir ve azar azar verilir bu kredi- ve turizm gelirleri mektir. (Virüs, 96.)
ler; almaya mecbur kalan ülkelerin 2011’den bu yana Kardeş ülke Tunus, bir labirente
bağımlılığı ve yoksulluğu daha da %60 düşmüş… sıkıştırılmış durumda… Tunuslu
derinleşir. Yüklü faizlerle alınan kardeşlerimizin ülkeyi yıkıma gö-
her borç, sizinle zengin kamptaki türecek bir iç çatışma sarmalına
ülkeler arasındaki uçurumun art- düşmeden sorunlarını aklıselimle,
ması demektir. sosyal eşitsizlikleri derinleştirir… onur ve haysiyetlerine yaraşır bir
Verilen krediler yatırımlar için biçimde halledeceklerinden emi-
Mısırlı Marksist iktisatçı Samir kullandırılmaz.” (116,17.) Yani, sağ niz.
Amin “Liberal Virüs” adlı eserinde cebinize koyarlar, sol cebinizden
benzer bir tespiti dile getirir: “Yük- çaktırmadan çekerler parayı. "Küçük baltanla traş ol, ama başka-
sek maliyetli krediler, kendilerine sına mecbur kalma"; "Yaban kere-
yeten ekonomilerin belini büker, Güçlüler maliyetli kredilerle zayıf- vizine razı ol, ama kendini alçaltma

46 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


BÜYÜTEÇ

ğı, Orta Doğu'da tamamıyla kendi


İslam dünyasının, her durum ve şartta onlara yardım elini uzatan
gücüne güvenerek kendi çıkarları-
güçlü, her anlamda rol model bir Türkiye'ye ihtiyacı var. Biz güçlü
nı savunan güçlü bir Türkiye'dir…
olmak mecburiyetindeyiz, bizim için başka bir seçenek yok. Tıpkı
Suriyeli kardeşlerimize kol kanat gerdiğimiz gibi, bütün Müslü- Buna katlanamazlar, onun için el-
manlara kol kanat germeliyiz, Yeniden… Tarihte olduğu gibi… lerinden geldiğince Ankara'yı 'dize
getirmeye' uğraşacaklardır." (Hangi
Batı, 160.)

Şimdi Suriye sınırımızda 'maşa'


terör örgütleri üzerinden döndü-
rülen dolapları bu zaviyeden oku-
manızı rica ediyorum.

Onlar ne güçlü bir Türkiye, ne


güçlü bir İran, ne güçlü bir Tunus,
ne güçlü bir Irak, Suriye, Mısır ve
ne de güçlü bir başka İslam ülke-
si isterler. Onların istediği, dizleri
üstüne çökmüş, boynunu eğmiş,
elleri yana düşmüş aciz ve çaresiz
bir İslam dünyasıdır.

İşte tam burada bir hususun altını


kalın çizgilerle çizelim: İslam dün-
yasının, her durum ve şartta onla-
ra yardım elini uzatan güçlü, her
anlamda rol model bir Türkiye'ye
ihtiyacı var. Biz güçlü olmak mec-
buriyetindeyiz, bizim için başka bir
seçenek yok. Tıpkı Suriyeli kardeş-
lerimize kol kanat gerdiğimiz gibi,
bütün Müslümanlara kol kanat
germeliyiz, Yeniden… Tarihte ol-
duğu gibi…

Bütün bir İslam dünyasına düşen


ey ruhum!"; "Düşmanının önün- borç hesabını sıfırladıktan tam iki görev, birlik olmak, el ele tutuşmak
den açken geç, ama çıplakken asla hafta sonra 28 Mayıs’ta ‘Gezi Par- ve sorunların üzerine omuz omuza
geçme!" Bunlar Arap atasözleri. kı’ eylemlerini başımıza sarmadılar ve kardeşçe yürümektir. Bozuk sa-
mı? 'Yatırımları durdurun!' dedirt- tıhtan kurtulmak için başka çıkar
Mana ve murad yeterince açıktır yol yok.
tiler kendi insanımıza. Ne tuhaf,
sanırım…
değil mi? Samir Amin haksız mı?
O hâlde Müslümanlara düşen er-
Ayakları üzerinde durmak
15 Temmuz 2016’da FETÖ eliyle telenemez bir sorumluluk var: İs-
IMF’ye borç kapatanlar, kutuplaş- darbe yapmaya kalkışmadılar mı? lam kültürünün ve medeniyetinin
tırmak, eşitsizlikleri ve yoksulluk- İhanetin katmerlisini yaşatmadılar tarihteki sağlıklı zihin-beden-ruh
ları derinleştirmek için ellerinden mı bize? uyumunu yeniden yakalamak ve
geleni ardına koymayan küresel bunu, şimdiki 'modern teknoloji
sermayedarları fena kızdırırlar. Merhum Attilâ İlhan yıllar önce medeniyetinin' aktif, donanımlı ve
teşhisi koymuş zaten: "Batı'nın yaratıcı bir öznesi olmak için sefer-
14 Mayıs 2013’te IMF’ye 52 yıllık asıl bağışlamadığı, bağışlamayaca- ber etmek…

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 47


İZ BIRAKANLAR

DÜŞÜNCE DÜNYAMIZDA YORULMAYAN BİR YOLCU:

HİLMİ ZİYA ÜLKEN


Hilal KOÇ HANCI Ankara Keçiören Kur’an Kursu Öğreticisi

Ona göre felsefe bilmeyle başlar; fakat bilme bütün problemlerin


çözümüne yetmez, çünkü bilgi sınırlıdır. Bilmenin bittiği yerde düşünme
başlar. Düşünme varlık âlemine olabildiğince açılmak demektir.

nkara Üniversitesi Ahlak, Sistematik Felsefe ve Sos- onun son noktası olmamıştır. Ma-

A
İlahiyat Fakülte- yoloji okutur. 1949’da Ankara teryalizm ve Marksist görüşlere de
si’ne yolu düşenler Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne bir süre yönelen Ülken, 47 yaşında
bilirler, derslikler- geçer. 1957’de ordinaryüs profesör natüralist anlayışlarından tama-
den birine Hilmi Ziya Ülken adı ve- olur. 1968’te Ankara Üniversitesi men vazgeçmiş ve Allah’ı merkeze
rilmiştir. O dersliğe her girişinizde Eğitim Fakültesinde de ders verir. alan görüşler ortaya koymuştur.
kapının hemen yanındaki yazıda, 1973 yılına kadar İlahiyat Fakül- Ülken bu vardığı son nokta ile
hayatı ve ilmî faaliyetleri ile ilgili tesi’ndeki görevine devam eder. inançlı/ muhafazakâr felsefeciler
kısa bir bilgi gözünüze çarpar. İki 1974’te İstanbul’da vefat eder. arasında yer almıştır.
sayfalık bir yazıda özetlenen çalış-
malar sizi meraklandırırsa, yapaca- Hilmi Ziya Ülken, Osmanlı Dev- Ona göre felsefe bilmeyle başlar;
ğınız araştırma neticesinde büyük leti’nin henüz varlığını devam fakat bilme bütün problemlerin
bir âlem ile karşı karşıya kalırsınız. ettirdiği bir dönemde, II. Abdül- çözümüne yetmez, çünkü bilgi
Her insan bir âlemdir haddizatın- hamid’in saltanat yıllarında doğ- sınırlıdır. Bilmenin bittiği yerde
da, Ülken de bunu, varlığı ile ispat muş ve II. Abdülhamid’in tahtan düşünme başlar. Düşünme var-
etmiş son dönemin önemli düşü- indirilişi, 31 Mart Vak’ası, II. Meş- lık âlemine olabildiğince açılmak
nürlerinden biridir. Genç yaşında rutiyet’in ilanı, Balkan Savaşları, I. demektir. Âlem var olanlarla sı-
başladığı, sosyolojiden felsefeye, Dünya Savaşı gibi gerek Osmanlı nırlıdır. İnsan var olanların bütün
tarihten edebiyata ve sanata uza- Devleti, gerekse tüm dünya üze- basamaklarında yükselse bile sı-
nan çeşitli alanları bütünleştiren rinde etkili olmuş bir dizi önemli nırlarda kalır ve onları ancak âlem
yayın faaliyetini vefatına kadar olayın gerçekleştiği bir süreçte ço- kavramıyla kuşatır. Mutlak hakika-
kesintisiz sürdüren Ülken, ünlü cukluk ve gençlik yıllarını yaşamış, te ulaşmak için özne-nesne ikiliği-
felsefeci Hans Reichenbach’a göre Osmanlı Devleti’nin tasfiye süreci- ni aşmak gerekir. Fakat bu ikiliği
“beyin oburluğuna tutulmuş” bir ne ve yeni cumhuriyetin kuruluş âlem kavramıyla aşmak mümkün
düşünürdür. mücadelelerine şahit olmuştur. değildir. Bu durumda aşkın varlık
Ülkede her kesimin derinden etki- yani mutlak hakikat (Allah) bilme
1901 yılında İstanbul’da dünyaya lendiği bu süreçte, toplumu refaha ve düşünme güçlerini aşar. Aşkın
gelir, ilk orta ve lise tahsilini İs- kavuşturacak unsurlar üzerinde varlığa ancak inanmayla nüfuz
tanbul’da tamamlar, 1921 yılında derinlemesine düşünen Ülken, fik- edilebilir. İnanmak varlığın birli-
Mülkiye’den mezun olur. Çeşitli rî bakımdan sabitkadem olmamış- ğine ulaşmaktır. Sonuçta hakikate
şehirlerde öğretmenlik ve memur- tır. Birçok gelgitler yaşamış en son ilimle iman birleştirilerek ulaşılır.
luk yapar 1933’te, yeni kurulan İs- İslam Felsefesinde karar kılmıştır. İman sayesinde insan güç kazanır
tanbul Üniversitesi’ne tayin edilir. Sosyalizm üzerinde durmuş, ora- hem insanlar ile ilişkilerine yön
Araştırma yapmak üzere Berlin’e dan mutlak idealizme yönelmiş, verir hem de tabiat üzerindeki
gider ve döndüğünde üniversite- sonra panteizme meyletmiştir. egemenliğini sürdürür. İman, in-
de Türk Tefekkür Tarihi, Mantık, Panteizmden sonraki durağı fe- sanın kendisini aşmasını sağlar, bu
Değerler Teorisi, İslam Felsefesi, nomonolojidir, ancak bu fehmediş da onun özgürlüğünü kazanması

48 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


İZ BIRAKANLAR

tulduğu hâlde, fikir hayatının bu


derslerin içinde yer almamasından
hareketle kaleme alınmış bir eser-
dir. “Namık Kemal’in tanınıp bilin-
mesi Türk Dilini bilmek açısından
ne kadar önemli ise, İshak Hoca’yı
veya Salih Zeki’yi bilmek de Türk
Düşünüşünü anlamak için o kadar
zaruridir.”

“Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tari-


hi” ise ansiklopedi niteliği taşıyan
bir eserdir ve en önemli özelliği
bugün geniş bir okur kitlesinin
yararlanamadığı süreli yayın or-
ganlarını süzgeçten geçirmesi ve
Namık Kemal’den Ziya Gökalp’e,
Ali Suavi’den Mustafa Suphi’ye, Dr.
Abdullah Cevdet’ten Hikmet Kıvıl-
cımlı’ya, Beşir Fuat’tan Prens Saba-
hattin’e, Yusuf Akçura’dan Ahmet
Ağaoğlu’na, A. Hamdi Başar’a dek
uzanan geniş bir alanda düşünce
yaşamımızın köşe taşlarını bütün
zenginliğiyle gözler önüne serme-
sidir.

“Aşk Ahlakı” ve ”Şeytan ile Konuş-


malar” Hilmi Ziya dendiği anda
akla gelen diğer önemli eserlerdir
demektir. İnsan, inkâr ettiği için yayımladığı eserlerin yer aldığını deyip, Aşk Ahlakı’ndan bir parag-
değil; kabul ettiği için özgür ve bü- görürüz. Ülken’in katkıları sadece raf ile noktayı koyalım: “Çiçeğin
yüktür. yetiştirdiği öğrenciler ve yayım- rengi bizim içindir, bülbülün sesi
ladığı eserlerle sınırlı değildir. İs- bizim içindir. Elbet biz olmasak
Hilmi Ziya, bilimsel çalışmalarını tanbul Üniversitesinde Sosyoloji yine çiçeğin rengi ve bülbülün sesi
hep felsefî bir temele dayandırma Bölümü’nün ikinci kez kurulma- olacak. Fakat mademki biz varız ve
eğilimindedir. Bu tutum onun ya- sında etkin bir rol üstlenmiştir. bir ayna gibi âlemi içimizde akset-
zar olarak sorunlara çok geniş bir Sosyolojinin kurumsallaşmasında tirerek, bir örümcek gibi onu ağın-
perspektiften bakması sonucunu da katkısı büyüktür. 1953 yılında, da yeniden kurarak, avını arayan
doğurmuştur. Edebiyattan felse- 15. Uluslar arası Sosyoloji Kong-
feye, psikolojiden coğrafyaya, sos- kaplan gibi fasılasız onu izleyerek
resi’nin İstanbul’da düzenlenmesi ardından koşan biz varız; öyleyse
yolojiden mantığa kadar pek çok onun çabalarının sonucudur. Sö-
ilim dalında yüzü aşkın kitap, bini âlem ancak bizimle tamam olur.
zün özü, Sosyal Bilimler alanında
aşkın makale kaleme almış, çok Bu birlik bizimle kurulur, hareket-
miras bırakmadığı bir alan yok gi-
önemli eserleri tercüme etmiştir. ler ve hâdiseler bizim etrafımızda
bidir.
Saydığımız ilim dallarından han- dalga dalga bestelenir… Âlemin
gisi ile ilgili bir makaleyi elimize Hilmi Ziya denildiğinde ilk akla mihrakı insandır. Ve onun uyandı-
alsak, Hilmi Ziya’dan mutlaka alın- gelen eser, “Türk Tefekkür Tarihi”, ğı günden beri birlik ancak âlemin
tılar yapıldığını, dipnotlarda onun mekteplerde edebiyat tarihi oku- onunla tamam olmasındadır.”

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 49


D Ü N YA M Ü S L Ü M A N L A R I

KOSOVALILARIN MİLLÎ KİMLİĞİNİ


ŞEKİLLENDİREN İKİ UNSUR:
İSLAM VE OSMANLILAR
Prof. Dr. Ahmet KAVAS İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Kosova’nın tarihçesi vayet edilmektedir. Doğrusu Bal- Miladi VI. yüzyılın ortalarında Batı
kanlarda aynı adı taşıyan ovanın ile Doğu Roma arasında Balkanla-
Ülkenin adının Sırp, Bulgar ve Çek bulunması bu ikinci ihtimali de rın ortasındaki Kosova’ya Sırp göçü
dillerinde “karatavuk” anlamına düşündürmektedir. Özellikle Os- yaşanmadan birkaç asır önce Avar-
gelen “kostan” kelimesinden, bazı manlı Devleti’nin XIX. yüzyılın lar, Hunlar, Vizigotlar ve Bulgarlar
Osmanlı kaynaklarında ise “kosa” sonlarındaki Üsküp merkezli vila- gelip yerleşmişlerdi. Orta Çağ bo-
veya “köse” kelimelerine “ova” eki yetinin de bu isimle bilinmesi bu- yunca Sırplar burayı kendileri için
ilave edilerek isimlendirildiği ri- rayı daha tanınır kılmaktaydı. âdeta bir dinî coğrafya hâline getir-

50 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


D Ü N YA M Ü S L Ü M A N L A R I

me gayretine girişmişler, Ortodoks henüz aşılması gereken Birleşmiş müşerref olup en önemli farklı-
inancının ana merkezlerinden biri- Milletler, Avrupa Birliği ve NATO lıklarını ciddi anlamda ortaya koy-
si yapmak için de çok sayıda mabet gibi üyelik yolları vardır. dular. Her ne kadar Arnavutluk’ta
inşa etmişlerdi. Ancak Sırpların yaşayanların az bir kısmı Hristiyan
buradaki hâkim konumundaki Etrafını çevreleyen Arnavutluk, dinine bağlı kalmaya devam etmiş-
varlıkları neredeyse beş asır sonra Makedonya, Karadağ ve Sırbistan se de büyük çoğunluğu, özellikle
XII. yüzyılda başlayıp XIII. yüzyılın ile 714 km. kara sınırı bulunan de Kosova ile bugünkü Makedon-
başında güçlenip krallığa dönüşe- 10.877 km2'lik Kosova’nın deniz- ya kısmında kalanlarının tamamı
bilmişti. le kıyısı bulunmamaktadır. Yeraltı yeni dinlerini samimiyetle benim-
kaynakları olarak nikel, kurşun, seyerek geçmişleriyle bağlılıklarını
1389’da Osmanlıların ilk Kosova çinko, magnezyum, linyit, krom kopardılar. Balkanların diğer mil-
muharebesi ile bölge Anadolu’dan ve boksit madenlerine sahiptir. letleri ise genelde bağlı oldukları
Türklerin ve çevresinden de Ar- Yugoslavya zamanında ülkenin Hristiyanlıklarından vazgeçmedi-
navut soyluların göçlerine açıldı. ihtiyaç duyduğu kömürün %58’i ler. İçlerinden zaman zaman Müs-
XIX. yüzyılın sonuna gelindiğinde buradan karşılanmaktaydı. Top- lümanlaşanlar olmuşsa da bunlar
buradaki Arnavut nüfus Sırpları raklarının %27,4’ü tarıma elverişli, Boşnak, Arnavut veya buranın
geçerek büyük çoğunluğu meyda- %41,7’si ise ormanlık alandır. Nü- farklı bölgelerine iskân ettirilen
na getiriyordu. 1912’de I. Balkan fusu 2017 yılı tahminlerine göre evlad-ı fatihana mensup belli oran-
Savaşı’nın ardından Sırplar burayı 1.895.000 civarında olup %92,9’u lardaki Türk topluluklar ile kayna-
Osmanlılardan aldılar. II. Dünya Arnavut, %1,6’sı Boşnak, %1,5’i şarak millî kimliklerini daha da
Savaşı sonrasında ise kurulan Yu- Sırp, %1,1’i Türk ve diğer küçük zenginleştirme eğilimi gösterdiler.
goslavya Sosyalist Federal Cum- azınlıklardan oluşmaktadır. Ko-
huriyeti içindeki Sırp bölgesinde sovalıların en kalabalık kısmını Boşnaklar ve Arnavutların
buraya otonom bir konum verildi. oluşturan Arnavutlar için Batılılar tercihi İslam oldu
Kosovar, Sırp azınlığa ise Kosovac
1980’li yıllarda burada Arnavut Batı Avrupa devletleriyle Osmanlı
diye hitap etmektedirler. Arnavut-
kimliği öne çıkmaya başlayınca Devleti’nin yaşadığı mücadelede
ça konuşanların oranı ise %94,5
Sırplar 1989’da yeni bir anayasa Boşnaklar ve Arnavutlar zaman
olup tüm halkının %95,6’sı Müs-
hazırlayarak kendilerinin kalbi zaman istemeden de olsa rakip
lüman, %2,2’si Katolik, %1,5’i ise
konumunda bulunması sebebiy- devletlerin idaresinde kalabiliyor-
Ortodoks Hristiyan’dır.
le buranın özerk yapısını kaldır- lardı. Viyana’ya kadar uzanan Doğu
mak isteyince bu defa da Kosovalı Osmanlıların Kosova’ya kadar Avrupa coğrafyasında Osmanlılar
Arnavut ileri gelenlerinin 1991 İslamiyeti yayması ilerleme gösterdikleri her defa-
yılındaki bağımsızlık referandu- sında Avrupalılar geri çekiliyordu,
mu ortamı daha da gerdi. Sırplar Türklerin Avrupa içlerinde doğru onlar ilerlerken ise Osmanlılar geri
Kosova’yı adeta Arnavut halkın- ilerlemeleriyle birlikte İslam dini çekiliyorlardı. Asırlar boyu yaşanan
dan temizlemek için 1998 yılında buradaki yerli toplumların önemli bu mücadelede Sırplar genelde
katliam ve zorla göç ettirme dâhil bir kısmı tarafından benimsendi. Avrupalılar tarafında yer alırken,
müdahalede bulundular. Geçici bir Aradan geçen asırlar içinde özel- Boşnaklar ve Arnavutlar ise Os-
idare ile 2005 yılına kadar huzur likle çektikleri nice sıkıntılara rağ- manlı tarafının en büyük destek-
içinde yaşayan Kosovalılara kalıcı men inançlarına sahip olma nokta- çisiydiler. Balkanların ortasındaki
çözüm için görüşmeler başlatıldıy- sında içlerinde hiç taviz vermeyen stratejik öneme sahip Kosova son
sa da Belgrad ile Priştine bir türlü iki Balkan milleti her zaman öncü derece hassas süreçlerin yaşandığı
anlaşma zemini bulamadılar ve oldu. Yunanlar, Sırplar, Bulgarlar, bu dönemlerde daima herkesin ele
bölgenin 17 Şubat 2008 günü ba- Makedonlar ve Hırvatlar arasında geçirmek için uğraştığı bir bölge
ğımsızlığını ilan etmekten başka kendilerine has özelliklerini ko- oldu. Öyle ki Yahudilerin her üç
çaresi kalmadı. Bugüne kadar 110 rurken Boşnaklar ile Arnavutlar din tarafından da çok değer veri-
ülke Kosova’yı bağımsız olarak ta- daha önceden Hristiyanlığı kabul len Kudüs’ü sadece kendilerine ait
nıdığını ilan etti ve birçok uluslara- etseler bile Osmanlılar vasıtasıyla görmeleri gibi, Sırplar da bu bölgeyi
rası kuruluşa da üye oldu. Önünde dinlerini değiştirerek İslamiyet’le kendi millî kimliklerinin kutsal ala-

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 51


D Ü N YA M Ü S L Ü M A N L A R I

nı olarak benimsediler ve özellikle de Mora Seraskeri İbrahim Paşa İşkodra Karadağ’a, doğudaki Ma-
Arnavutlar ile Boşnaklara yaşama burayı 1690’da geri aldı. Takip nastır Bulgaristan’a ve güneydeki
hakkı vermek istemediler. Bütün eden bir asır içinde dikkate değer Yanya Yunanistan’a hediye edilir-
Rumeli Müslümanları Osman- ciddi siyasi olaylar olmamışsa da ken her üçünün ortasında yer alan
lı Devleti’nin Avrupa kıtasındaki I. Abdülhamit döneminde İşkodra Kosova ise burayı eskiden itibaren
varlığında en büyük dayanağı ko- Mutasarrıfı Kara Mahmut Paşa Ko- millî kimliğinin bir parçası kabul
numunda olup bunların merkezin- sova’da idareyi zor durumda bırak- eden Sırplara verildi. Zaten onlar
deki Kosova Avrupa’daki en önemli mış, 1786’da üzerine gönderilen Balkanlardaki hiçbir bölgeyi bu ka-
vilayetlerden birisiydi. Bu vilayetin orduyu da yenmişti. III. Selim ta- dar kendilerine ait hissetmediler.
nüfusu konusunda farklı rivayetler rafından Yenipazar Sancağı seras- Yugoslavya Federal Cumhuriye-
vardı ve genelde bir milyon civarın- kerliğine vezir rütbesiyle getirince ti’nin parçalanmasını takip eden
daki nüfusunun %90 civarındaki isyan büyümeden önlendi. Benzeri yıllarda başkentleri Belgrad’ın
kısmının Müslüman Arnavutlar- bir durumda 1828-1829’da yaşan- bombalanması pahasına da olsa
dan müteşekkil olduğu kabul edi- dı ve başkaldıran İşkodra Valisi, Kosova’yı elden çıkarmak isteme-
liyordu. Gerçi 1903 yılı başında bu Mustafa Paşa’nın üzerine gönderi- diler. Arnavutlar da anavatanları
vilayetten gelen bilgiye göre bura- len ordular yenilse de halktan iste- olan burada tutunmak için millî
nın nüfusu toplam 1.129.241 kişi diği desteği bulamayınca Arnavut- kimliklerini öne çıkarmakla bir-
olup bunun içinde Müslümanların luk’a kaçmıştır. likte İslam dinine tüm zorluklara
sayısı 737.532, Hristiyanlarınki rağmen bağlılıklarını da sürdür-
ise 388.098 kişi olarak verilmişti. Sırpların Müslüman düşmanlığı mekten vazgeçmediler.
Müslümanların çoğunluğu İpek, 1389 yılından bugüne kadar Sırp-
Priştine ve Prizren sancakları ve Avrupalı güçlerin Balkan
lar Kosova’ya sahip olmak için Os- siyaseti ve işgal oyunları
çevrelerinde yaşıyorlardı. manlı idaresi boyunca Türklere,
Balkanlarda Osmanlı kimliği onların çekilmesinden sonra da Tam beş asır Osmanlı Devleti’ne
Kosova savaşları ile sabitleşti Arnavutlara karşı durmaktan asla bağlı kalan Sırpları en ümitsiz ol-
vazgeçmediler. Eğer Osmanlılar dukları dönemde Arnavutların
Bugünkü Kosova ve Üsküp dâhil beş asırdan fazla bu bölgede tu- üzerine musallat edenlerin başında
çevresinin tamamının ele geçiril- tunmuşsa bunda başta Kosova’da- Viyana merkezli Avusturya İmpa-
mesi Fatih Sultan Mehmet tarafın- kiler olmak üzere birinci derecede ratorluğu geliyordu. Osmanlıların
dan 1455’te gerçekleşti. Önceleri Arnavutların ve tüm Boşnakların bölgedeki varlığına son vermek için
Rumeli Beylerbeyiliğine bağlı Vul- katkısı vardı. Diğer taraftan Arna- onları devamlı tahrik ediyorlardı.
çıtrın ile Üsküp arasında iki farklı vutlar için Kosova terk edilemez Öyle ki XIX. yüzyılın son yılların-
sancak beyi tarafından yönetildi. bir vatan parçasına dönüşebilmiş- da ve XX. yüzyılın başında Sırplar
Ancak Kosova kısmı daha ziyade se bu dönüşüm Osmanlıların bu Kosova’daki Arnavutların arasında
Vulçıtrın Sancağı’na bağlıydı. Bu bölgedeki varlığına bağlıdır. Ar- yaşayan Sırp azınlığa işkence ya-
bölgede ilk defa Müslüman nüfus navutları özellikle XVII ve XVIII. pıldığını ve mallarının haksız yere
yoğunluğu XVI. Yüzyılın sonun- yüzyılda bugünkü Kosova toprak- ellerinden alındığını her ortamda
da görüldü ve 1591’de Peç de de- larına kitleler hâlinde yerleştiren- ispatlama gayretine girdiler. Ta-
nen İpek’te %90, Vulçıtrın’da %80, ler ve İslamlaşmalarını sağlayanlar mamına yakını iftiradan ibaret
Pristine’de %60 ve Prizren’de %56 Osmanlılardır. Zaten Arnavutlar olan bu iddialarını ispat etmek için
Müslüman vardı. Evliya Çelebi Türklerin Balkanlardan idari ola- Hristiyan azınlığın katledildiğine
1659-1660’da Vulçıtrın’da 2000 rak tamamen çekilmeleriyle birlik- ve işkence gördüğüne dair resimler
hane olduğunu ve şehirde halkın te buradaki en büyük destekçilerini yapıp daha sonra bunların fotoğraf-
Türkçe ve Arnavutça konuştuğunu kaybettiklerinde onların kıymetini larını çekerek Avrupa matbuatında
belirtmektedir. 1683’te II. Viya- daha iyi anladılar. Geçmişte oldu- gerçekmiş gibi yayınlamaktaydılar.
na Kuşatması sonrasında yaşanan ğu gibi bir daha Avrupa Hristiyan- Hatta Kosova vilayeti tarafından
yenilgiden Kosova da etkilendi ve lığına tehlike oluşturmamaları için bu gerçek dışı fotoğraflardan birisi
1688-1689’da Avusturya’nın ve de önemli dört şehirleri birbiriyle İstanbul’a kadar ulaştırılarak gerek-
destekçisi Sırpların eline geçtiyse irtibatsız hâle getirildi. En batıdaki li tedbirlerin alınması istendi. Zira

52 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


D Ü N YA M Ü S L Ü M A N L A R I

Sırp Krallığı ile dostluk antlaşması Hatta şayet oraya gelmezlerse ken- şifa bulmaları için papazlara oku-
bulunan Osmanlı Devleti bu iftira- dilerine kız-erkek evlat nasip olma- tanların dahi olması gelecek için
ların önüne geçemezse iki ülke ara- masını ve ektikleri ürünlerinden endişeyle karşılanıyordu.
sındaki münasebetlerin zarar göre- hasat elde edememelerini de içeren
ceği biliniyordu. Özellikle Balkan bir beddua cümlesi eklemişlerdi. Kosova’nın bağımsızlık Savaşı
şehirlerinde görevli Sırp konsolos- başlayana kadar halkın tamamı
larının Avrupalı meslektaşlarıyla Osmanlıların herkesi kendi inanç- Osmanlı’dan kalma Hanefi mez-
işbirliği yapmalarını engelleyecek ları içinde asırlarca hür bir şekilde hebini benimsemiş, örf ve âdetle-
tedbirler alınması gerekiyordu. ve millî kimliklerini koruyacak rine sıkı sıkı bağlı Müslüman bir
tarzda bir arada yaşatma siyasetini topluluk olarak yaşamaktadırlar.
Kosova’da Osmanlı sonrası Sırpla- kökünden yıkan ve medeniyetler Yugoslavya döneminde Suudi
rın elde ettikleri idari üstünlükleri arası savaşı körükleyen liderlerden Arabistan’a giden bazı öğrenci-
yanında nüfus bakımından da git- olan Miloseviç hem Boşnakların ler savaş döneminde ülkelerine
tikçe artan tahakkümleri II. Dünya yurdu Bosna-Hersek’i, hem de Ar- dönerek kısaca “selefi” dedikleri
Savaşı yıllarında Balkanları işgal navutlar için asli vatanı olan Koso- bir çizgide halk arasında yeni bir
eden Alman istilası ve Josip Broz va’yı kan gölüne çevirmekte gecik- hareket başlatmak istedilerse de
Tito’nun liderliğinde Yugoslavya medi. Ancak yaptıklarının cezasını dünya genelinde kendilerine karşı
kimliği oluşturulurken epeyce za- öyle bir günde çekti ki, Bosna ve ortaya çıkan menfi tavır sebebiyle
yıflatıldı. XX. yüzyılın ortalarından Kosova’da işlediği savaş suçların- toplumun geneli tarafından ciddi-
sonra Kosova’da Arnavut nüfus ye- dan dolayı kendisini içeri almak ye alınmadılar. Yine de Gjakova’da
niden %90 seviyesine ulaştı. Ancak için fırsat bekleyen Uluslararası eski bir kütüphaneyi, yaklaşık 400
Yugoslavya Federal Cumhuriye- Savaş Suçluları Mahkemesi'ne 28 yıl önce inşa edilen camiyi ve bazı
ti’nin son günlerinde Sırp milliyet- Haziran 2001 günü, yani Osmanlı türbeleri, mezarlıkları ve dergâhla-
çiliğinin yeniden doğuşu dönemin Devleti karşısında Sırpların hezi- rı buldozerlerle yıkacak kadar böl-
Sırp devletbaşkanı Slobodan Mi- mete uğradığı Kosova Savaşı'nın genin tarihî örf, âdet ve gelenekle-
loseviç tarafından Kosova’nın baş- yıldönümünde teslim edildi. rinden uzaklaştıkları görüldü.
kenti Priştine’de 28 Haziran 1989
günü yaptığı konuşmayla yeni bir Kosovalıları İslam dininden Bugün Kosova sınırları içinde
kâbusu başlattı. Çünkü konuşma uzaklaştırma teşebbüsleri %95’ten fazlası Müslüman olan iki
yapacağı kürsüyü Türklerin Sırpla- milyona yakın bir nüfus yaşamakta-
rı büyük bir hezimete uğrattıkları Balkan milletleri arasında İslamlaş- dır. Osmanlı döneminde bu vilayet-
1389’daki savaşın yapıldığı ve bu- ma daha ziyade tasavvuf ehli kim- te inşa edilen vakıf eseri olarak 359
gün Bayraktarlar, yani Gazimestan seler eliyle sağlanırken, ayrıca fark- bina tespit edilmiş, bunların 215’i
adıyla bilinen türbenin bulunduğu lı dönemlerde buraya Anadolu’dan camii, 42’si han, 26’sı mektep, 24’ü
alana kurdurdu ve buraya bir mil- yapılan göçlerin de etkisi oldu. Ne tekke, 15’i medrese, 9'u hamam,
yon taraftarını topladı. 28 Haziran var ki XX. yüzyılda modern eğitim bir o kadar türbe ile imaret, çeşme,
1882’de Vidovdan, yani Aziz Vitüs kurumlarında yetişen gençler ara- saat kulesi ve kahveden oluşmakta-
Günü ilan edilen ve Avrupa Hıris- sında İslami hassasiyetin giderek dır. Ülke genelinde mevcut 800’ün
tiyanlığının Osmanlılarla en büyük zayıflaması istendi. Kosova’da ileri üzerindeki caminin 250 kadarı son
savaşı kabul edilen bu tarihi gün gelenlerin bir kısmı dinî eğitime savaş döneminden sonra inşa edil-
özellikle tercih edilmişti. Kaldı ki hiç yer vermeyen Yugoslavya dö- di. Zira bu camilerin 218’i, medre-
1980 yılında da Sırplar buraya Ko- nemindeki Priştine Üniversitesi selerin dördü, tekke, hamam ve çok
sova Meydan Muharebesinde yeni- mezunları arasından çıkmıştı. Ger- sayıda dükkân Sırplar tarafından
len Sırp Prensi Lazar’ın hatırasına çi Osmanlı idaresinin son yılla- yıkılıp yakıldı. Bunlar arasında Priş-
bir anıt da dikmişlerdi. Dahası üze- rında Kosova vilayetine bağlı bazı tine’de 1470’de yapılan Ramazaniye
rine de Sırp kanı taşıyan herkesin köylerden Hristiyan köylere amele Camii, 1570’de yapılan Defterdar
hem de XX. yüzyılın bittiği bir dö- olarak çalışmaya gidenler arasında Mehmet Efendi Camii, 1592’da
nemde Kosova Ovası'na Türklerle da dinî duyguların epeyce zayıfla- Gjakova’da yapılan Hadum Camii
savaşmaya gelmesini isteyen cüm- dığı, namaz ve oruç ibadetlerini ve kütüphanesi yakılan tarihî bina-
leyle başlayan bir levha asmışlardı. terk edenler yanında hastalarını lardan bazılarıdır.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 53


BUNU KONUŞALIM

MUSTAFA BAYRAKTAR:
“Bir daha bu dünyaya gelsem seçeceğim yer
yine Diyanet İşleri Başkanlığıdır.”
Söyleşi: Dr. Faruk GÖRGÜLÜ

ocam, öncelikle emekliliğiniz hayırlı dum. Öğrencilik sırasında istifa ederek Kur’an kursu

H
uğurlu olsun, 40 yıla yakın Başkan- öğreticiliğinden ayrıldım. 1975 yılında tekrar Kur’an
lığımızda hizmet ettiniz, Allah razı kursu öğreticisi olarak Erzurum Horasan’da göreve
olsun. Diyanet İşleri Başkanlığında başladım.
göreve başlama hikâyenizi sizden dinlemek istiyo-
ruz, nasıl başladınız? Diyanet İşleri Başkanlığı merkezdeki görev hayatı-
nız ne zaman ve nasıl başladı, bu görev hayatınızın
1962-1963 eğitim-öğretim yılında leyl-i meccani ola- serencamını anlatır mısınız?
rak kazanmış olduğum parasız yatılı imtihanın arka-
sından Adana İmam-Hatip Lisesinde eğitim-öğretime Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesinden 1978 yı-
başladım. 1970-1971 eğitim-öğretim yılında mezun lında mezun olduktan sonra -sanki hikmete mebni
oldum. Mecburi hizmetli olduğumdan dolayı Diya- bir şey var- Ankara’ya gelmek istedim. Bunun nedeni-
net İşleri Başkanlığındaki mülakata haziran ayında ni soranlara şunu söyledim: “Diyanet İşleri Başkanlı-
katıldım ve o dönemde 450 kişi mülakata girmişti. O ğı merkezine gitmek istiyorum ve Diyanet’in yayınla-
mülakatın sonunda altı tane Kur’an kursu öğretmeni rını edinerek okumak istiyorum.” Cenab-ı Hak bunu
seçildi. Ben de Afyon Emirdağ’ı kurasını çekerek Af- dua mesabesinde kabul etti. Diyanete memur olarak
yon Emirdağ’ında 1971 yılında Kur’an kursu öğreticisi geldim, muhasebede şef oldum. 1982 yılında da Dö-
olarak başladım. Ancak görevim sırasında gördüm ki ner Sermayede İşletme Müdür Yardımcısı olarak gö-
yüksek tahsili yapmam gerekiyor her ne kadar Yüksek rev aldım. Dolayısıyla Diyanet’in yayın ve yayıncılığı
İslam Enstitüsü imtihanlarını kazandıysam da o imti- ile o dönemde tanıştık. 1982 yılında başlayan Döner
hanlara iştirak etmeden Atatürk Üniversitesi İşletme Sermaye İşletme Müdür Yardımcısı görevim 1984’e
Fakültesine girerek 1978 yılında oradan mezun ol- kadar sürdü. Sonra Diyanet İşleri Başkanlığındaki

54 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


BUNU KONUŞALIM

görevimi 1 Haziran 1984 yılında sonlandırdım ve ölçü sağlıklı bir ölçüdür. Diyanet mensubu olmakla
Türkiye Diyanet Vakfına Genel Müdür Yardımcısı iftihar ediyorum, hizmeti burada tamamlamakla da
olarak geçtim. Buradaki görevim de 1987 yılına ka- mutluyum.
dar sürdü. Tekrar Diyanet’e Protokol Basın Halkla
İlişkiler Müdürü olarak döndüm. Bu görevim sırasın- Son dönemlerde yaşadığımız hadiselerle aslında Di-
da Diyanet İşleri Başkanlığında, bir görevim daha var. yanet İşleri Başkanlığının bu toplum için ne kadar
O da 1989-1990’da icra ettiğim Dış İlişkiler Genel vazgeçilmez bir kurum olduğunu da söyleyebiliriz
Müdür Yardımcılığıdır. 1991 yılında da Kültür Ba- değil mi hocam?
kanlığına geçtim. Kültür Bakanlığında gene yayın işi
Elbette ki söyleriz. Şimdi bu teşkilatı kuran irade de
ile muhatap oldum. O dönemde de Kültür Bakanlığı
Diyanet’e bu fonksiyonu yüklemiştir. Diyanet’i kuran
Başkan Yardımcılığı görevinde bulundum. Sonra tek-
irade Cumhurbaşkanlığı, ona Riyaset-i Cumhuriy-
rar Diyanete uzman olarak dönmek zorunda kaldım
ye, Genel Kurmay Başkanlığı ona Riyaset-i Harbiyye
ve 2001 yılına kadar uzmanlığım devam etti. 2001
buraya da Riyaset-i Diniyye demiştir ve Riyaset-i Di-
yılında Diyanet İşleri Başkanlığında Döner Sermaye
niyye’nin itibarı kurulduğu dönemde Riyaset-i Har-
İşletme Müdürlüğüne atandım. O gün bu gündür bu
biyyenin üstündedir ve o dönemin Cumhuriyet’in ku-
görevi ifa etmekteyim.
rucuları Diyanet İşleri Başkanına çok
Uzun bir süredir Diyanet İşleri iltifat etmişlerdir. Şimdi bu şuurla
Başkanlığında çalışmış ve bu ku- bakıldığı zaman Diyanet toplumun
ruma hizmet vermiş biri olarak dinî sıkıntılarına çare olabilecek çok
Diyanet İşleri Başkanlığı sizin için Bu kuruluşun kıymetini önemli bir kuruluştur. Bu kuruluşun
neyi ifade ediyor? bilmemek Türkiye’ye kıymetini bilmemek Türkiye’ye çok
çok pahalıya mal olur. pahalıya mal olur. Eğer bu camiler-
Şimdi insan hayatında, çok önem Eğer bu camilerde oku- de okunan ezanlar Diyanet’in dene-
ifade eden şeyler olabilir ama Di- nan ezanlar Diyanet’in timinde ve kontrolünde okunuyor
yanet İşleri Başkanlığı benim için denetiminde ve kontro- ve bir problem olmuyorsa bu Diya-
her şeyi ifade eden bir yerdir. Hatta net’in gücünden gelmektedir. Yoksa
lünde okunuyor ve bir
o kadar çok şey ifade ediyor ki ben Allah korusun, diğer İslam ülkelerin-
problem olmuyorsa bu
kendim imam-hatipliyim. Beş çocu- de birbirinin camisine bomba atan
ğum imam-hatipli sonra kız çocuk- Diyanet’in gücünden
insanların haline düşmek mukadder
larımın dördünü ilahiyatçı yapmayı gelmektedir. Yoksa Al-
olur. İnanıyorum ki bunu hem çalı-
planlarken birisinde muvaffak ola- lah korusun, diğer İslam şanlarımız hem de toplumumuz ga-
madım. Onun sebebi ne çocuğum- ülkelerinde birbirinin yet iyi biliyor ve takdir ediyor.
dur ne kendim, o günün şartları idi. camisine bomba atan
Ancak üç çocuğum ilahiyat fakül- insanlarına haline düş- Hayatınızın önemli bir kısmını Di-
tesini bitirerek Diyanet’te hizmet mek mukadder olur. yanet İşleri Başkanlığı bünyesinde
vermeye devam ediyor. Bir daha bu hizmetle geçirdiniz. İlk yıllardan
dünyaya gelsem seçeceğim yer yine bugüne kurumdaki değişikliği bi-
Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Şimdi rinci elden müşahede ettiniz. Bu
üst perdeden, yüksekten baktığınız değişim dönüşüm süreciyle ilgili
zaman Türkiye’de eğer memur olacaksanız en ideal neler söylemek istersiniz?
yer Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Temenni ve duam
odur ki bunu en üst perdede anlayacak insanların bu- Şüphesiz maddi manada büyük gelişmeler var. Te-
rada hizmet verme şansı yakalamalarıdır. menni ve duam odur ki bu maddi gelişmeleri destek-
leyen ahlaki ve ideal manada da gelişmeler ona paralel
Diyanet İşleri Başkanlığı bu toplumun bütün değer- olsun. Diyanet İşleri Başkanlığı mensupları geçmişte
lerini uhdesinde toplayan bir teşkilattır ve toplum namüsait şartlarda hizmet vermişler. Ama derin bir
tarafından daima saygı ile karşılanan bir yerdir. Eğer ihlasla bunu yapmışlar derin bir imanla bunu yürüt-
ufak tefek kırılmalar varsa bu teşkilatın kendisinden müşler. Hatta bunu imkânların kısıtlı olduğu bir dö-
değil teşkilata hizmet veren ve pozisyonunun gere- nemde başarmışlar. İmkânlar kısıtlı ama idealizm çok
ğini yapamayan insanlardandır. Dolayısıyla insanlar yüksekte  idi ve 1965'te çıkan kanunla döşenen raylar
şuna sorar buna sorar, Ahmet’e sorar Mehmet’e sorar üzerinde Diyanet büyük gelişmeler kaydetti. Ben hâlâ
ama bir de Diyanet’e soralım diye bir ölçü vardır. Bu o rayların üzerinde gittiğimize inanıyorum. Yani teşki-

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 55


BUNU KONUŞALIM

lat mensuplarından hiç kimsenin gayrimemnun hâlde Görev süresince Başkanlıkla alakalı pek çok acı tatlı
olmaması lazım. Muhabbetin gelişmesi için herkes bu hatıranız oldu. Hiç unutamadığınız bir hatıranızı
teşkilatın yürüttüğü hizmetlere dört elle sahip olması bizimle paylaşır mısınız?
lazım. Daha önemlisi Diyanet işleri Başkanlığı mensu-
Diyanet İşleri Başkanlığında yaşadığımız hatıralar çok
bu olmak bir kültür meselesidir bir eğitim meselesidir.
fazladır. Bu hatıralardan en önemlisi ve benim Diya-
Bugüne geldiğimizde Diyanet İşleri Başkanlığının net’te yaptığım hizmetlerden en başarılı olduğuma
süreli yayınlar, basılı yayınlar, yabancı dilde yayın- inandığım hizmet, hac hizmetidir. Hac hizmetlerinde
larını nasıl değerlendiriyorsunuz ve bulunduğunuz defaatle görev aldım. İlk yıllarda 1982 yılında Arafat'a
görevle alakalı, Döner Sermaye İşletmeyle ilgili ne- intikalde o dönemin Diyanet İşleri Başkanı Tayyar
ler söylemek istesiniz? Altıkulaç'la ben -ikimizde ihram içerisinde- hacıları
Süleymaniye Bölgesi'nden Arafat'a sevk ederken birbi-
Bütün yayınlarımıza baktığımız zaman belki Diya- rimize hitabımız vardı. O bana "Bayraktar tamam mı?"
net’teki gelişmelerin en başında görünen odur. Bana diyordu ben ona "Hocam tamam mı?" diyordum ve
çok yetkili birisi: “Diyanet’te hangi birimi daha çok be- böylece hacıları Arafat'a intikal ettirdik. Bu, bir yaban-
ğeniyorsun?” dediğinde “Dini Yayınlar Genel Müdür- cı ülkede Diyanet’in zirvesiyle Diyanet’in en tabanın-
lüğünü beğeniyorum.” dedim. "Niye?" dedi. “E orada daki insanın mülakatındaki samimiyetin ifadesidir.
bir üretim var da onun için!” dedim. Bugün Türkiye'de
Diyanet İşleri Başkanlığı, şu an itibarıyla belki de
piyasadaki yayınların en ucuzunu Diyanet üretiyor, en yüz otuz bini aşkın personeliyle hem merkez teşki-
ucuz dergiyi o üretiyor en kaliteli dergiyi o üretiyor. latında hem taşrada hizmet veriyor. Bütün bu tec-
Şimdi içeriği arzu edilen noktaya getirmek de toplu- rübelerinizle birlikte değerlendirdiğimizde görevli
mun ihtiyaçlarını tespitten geçer. Bu tespiti yaptığımız olan arkadaşlarımıza son olarak neler söylemek
gün, bu kaliteyle tespit birleştiği gün herhâlde bizim istersiniz?
yayın faaliyeti çok daha ilerilere gidecek. Toplumu din
konusunda aydınlatmada en temel araç kitaptır. Bu ki- Bir ilçede din hizmetinin başındaki ilçe müftüsüdür,
tabı siz insanların eline ulaştırdığınız anda görevinizi sonundaki de köydeki imamdır. Bu insanlar, birbirleri-
siz yapmış oluyorsunuz. Ondan sonrası şahsın kendi- ne muhabbet duyacak ve Allah için birbirini sever hâle
ne aittir. gelecekler ve müşterek bir hizmeti ifa ettiklerinin şu-
urunda olacaklar. Bu şuurda oldukları zaman o ilçenin
Diyanet’in Döner Sermayesiyle Dini Yayınlar Genel dinî hayatındaki problemlerin Allah nezdinde de kul-
Müdürlüğü birleşmelidir. Ayrıca bugün Türkiye'de lar nezdinde de sorumlularının kendileri olduğu şuu-
Döner Sermayeler sadece katkı payı dağıtan yerler runa varacaklar. Bu şuur yukarıdan aşağıya, aşağıdan
olarak revaçtadır. Bizim gibi kurum bünyesindeki yukarıya müteselsilen geliştirildiği anda toplumda asıl
Döner Sermayeler unutulan yerlerdir, hatırlanmayan fonksiyonumuzu icra edeceğimiz, yayınlarımızla da
yerlerdir; işleri çok, sorumluluğu çok ama fonksiyon- toplumu ihya edeceğimiz dönem o dönemdir.
ları arzu edilen seviyede değildir. Ben şahsen bunu
Son olarak söylemek istediğiniz var mı?
yetkililere de zaman zaman söyledim. Bu iki birimin
birleşmesiyle yayıncılık faaliyetlerimizin daha ileri ta- Allah ülkemize, devletimize, milletimize ve Diyanet’i-
şınacağı ve daha verimli olacağı kanaatindeyim. mize zeval vermesin.

M ustafa BAYRAKTAR 1953 yılında Trabzon Çaykara Şahinkaya köyünde doğdu. Hacı Mustafa Kama’dan
hıfzını tamamladı. 1978 yılında Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesinden, 2008 yılında Ankara Üni-
versitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1975 yılında Erzurum Horasan ilçesi Kur’an kursu öğreticiliği-
ne atandı. 1984 yılında Dini Yayınlar Döner Sermaye İşletme Müdürlüğünde müdür yardımcısı olarak görev
yaptı. Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdür Yardımcılığı görevine getirildi. 1986 yılında yeniden Diyanet İşleri
Başkanlığına Protokol Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü olarak döndü. Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı Yurtdışı
Eğitimi ve Rehberlik Şubesi Müdürlüğü görevinde bulundu. 1991 yılında Başkanlıktaki görevinden ayrılarak
Kültür Bakanlığı Yayınlar Dairesi Başkan Yardımcılığı görevinde bulundu. 1993 yılında Diyanet İşleri Başkanlı-
ğına APK uzmanı olarak geri döndü. 1993-1995 yılları arasında Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti üyeliği
yaptı. 2001 yılında  Döner Sermaye İşletme Müdürlüğüne atandı. Ocak 2018 tarihi itibarıyla emekliye ayrıldı.

56 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


H AT I R A D E F T E R İ

PEYGAMBERİMİZİN (S.A.S.)
HUZURUNDA
Medet COŞKUN Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

eyecan ve telaş bir ondan ‘gül’lü, gül kokulu şehir. Ben altına keçe döşeyen ecdadım, kıpır,

H
arada, yerimde du- biliyorum ki, ‘bir yerin şerefi orada kıpır içim, duramıyorum yerimde.
ramıyorum, duygu- oturandan, bulunandan gelir’ işte
larım had safhada. ondan (s.a.s.) dolayı da ‘şeref’li şehir Bu da onu (s.a.s.) kabri başında zi-
Gün geldi çattı. Te- Medine. Heyecanlıyım. Sesimi yük- yaret edebilme imkânına sahip ola-
laşla çıktık yola. Sağ selamet ulaştık seltmiyorum kimseye, kısık sesle bilmemden kaynaklanıyor. Çünkü
Medine’ye. Medine; nurlu şehir, konuşuyorum. Ben nerede olduğu- nice âşıklar var ona (s.a.s.), ama
hani denilir ya ‘Medine-i Münev- mun farkındayım. Benim örneğim, gelemiyor. Nice bağrı yanıklar var,
vere’ işte ondan nurlu şehir. Efen- Peygamberim (s.a.s.) kabrinde ra- ama ona (s.a.s.) kavuşup da gönlü-
dimiz resmedilir ya ‘gül’ ile işte hatsız olmasın diye tren raylarının ne su serpemiyor, yanıyor yüreği.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 57


H AT I R A D E F T E R İ

Bu sebeple bazı âşıklar, hasret dolu din ama Rabbim övmüştü seni, her Horlandı, kınandı, alay edildi, ha-
yürekleriyle “Ey bâd-ı sabâ uğrarsa hâlinle bize örnek ol diye. Senin karetlere uğradı. Kendisine deli
yolun semt-i Harameyn’e / Sela- hakkında Rabbim şöyle buyurmuş- bile denildi. (Bkz: Enam, 6/10; Tevbe,
mımı arz eyle ol Rasûlü’s-Sekaley- tu: “Ey Muhammed! Biz seni ancak 9/65; R’ad, 13/32; Hicr, 15/6-7-11;Yasin,
ne!” diyerek tatlı tatlı esen sabah âlemlere rahmet olarak gönderdik.” 36/30; Zariyat, 51/52; Tur, 52/29; Duhan,
rüzgârlarıyla selam göndermediler (Enbiya, 21/107.), “Sen elbette yüce 44/13-14; Kalem, 68/1-2.) Bu daveti-
mi? Kimi âşıklar da özlemle, gözleri bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 68/4.) ne inanmayanlar için üzülmüştü o
yaşararak “Arayı arayı bulsam izini (s.a.s.) Rasul! Bu durumu Yüce Rab-
/ İzinin tozuna sürsem yüzümü / Ben yine biliyorum ki o (s.a.s.), çok bimiz şöyle açıklar: “Demek sen,
Hak nasîb eylese görsem yüzünü / düşkündü biz ümmetine. Duaları bu söze (Kur'an'a) inanmazlarsa ar-
Yâ Muhammed (s.a.s.) canım arzu- ümmetine olmuştu hep, diğer pey- kalarından üzülerek âdeta kendini
lar seni!” diyerek yollara düşmedi- gamberlerde olduğu gibi. Örneğin tüketeceksin!” (Kehf, 18/6.) “Ey Mu-
ler mi? Nuh (a.s.) gece gündüz uğraşmıştı hammed! Mümin olmuyorlar diye
ümmetini kurtarmak için. “An- âdeta kendini helak edeceksin!”
Yola çıktık, Mescid-i Nebevi’ye dolsun, biz Nuh'u kendi kavmine (Şuarâ, 26/3.), “(Ey Muhammed!)
gitmek üzere. Hava sıcak, ama ne Onlar için duyduğun üzüntüler yü-
önemi var ki. Çünkü içimdeki aşk zünden kendini helak etme! Şüp-
sıcaklığı dışarıdakinden daha fazla, hesiz ki Allah onların yaptıklarını
ben ona, Hz Muhammed’e (s.a.s.) Gün geldi çat- hakkıyla bilendir.” (Fâtır, 35/8.) Çok-
kavuşacaktım. Ben bu yolculukta tı. Telaşla çıktık tur onun (s.a.s.) biz ümmetine düş-
yalnız da değildim. Sıcağa rağmen yola. Sağ selamet künlüğünü anlatan ayetler. Ama
akıyordu insanlar ona doğru, sel ulaştık Medine’ye. burada bunlar geçiverdi zihnimden
misali. Katıldık onların içine, um- Medine; nurlu şe- ziyareti beklerken. Yine hatırıma
manda bir damla gibi. Bir müddet geldi şu hadisleri: “Benimle sizin
hir, hani denilir ya
sonra ulaştık mescide. benzeriniz, ateş yakan ve yaktığı
‘Medine-i Münev-
ateşe pervane (cırcır böcekleri) ve
İşte tam bu bekleme esnasında dü- vere’ işte ondan
çekirgeler düşmeye başlayınca on-
şündüm. Peygamberimi, Rabbim (s.a.s.) nurlu şehir.
ları ateşten kurtarmaya (korumaya)
bize nasıl tanıtmıştı Kur’an’da? O Efendimiz resme- çalışan adamın benzeri gibidir. Ben
bir beşerdi. “De ki: Ben, yalnızca si- dilir ya ‘gül’ ile işte sizi ateşe düşmekten korumak için
zin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, ondan ‘gül’lü, gül eteklerinizden tutuyorum. Oysa siz
ilahınızın, sadece bir ilah olduğu kokulu şehir. benim elimden kurtulmaya çalışı-
vahyolunuyor.” (Kehf, 18/110.) Evet.
yorsunuz.” (Müslim, Fezâil, 6/19.) ayrı-
Bizim gibi beşerdi o. Ama şairin de-
ca bkz: Müslim, Fezâil, 6/16.)
diği gibi “O bir beşerdir ama beşer
gibi değil, bilakis o, taşlar içindeki peygamber olarak gönderdik. O da Nice sıkıntılara katlandın, zor du-
yakut gibidir.” (Ahmed b Emin eş- dokuz yüz elli yıl onların arasında rumlarda kaldın, inanmayanların
Şenkîtî, el-Vasît fi Terâcimi Udebaî Şenkît, kaldı. Neticede onlar zulümlerini hidayete ermesi için. Örneğin Ta-
I,358, Mısır 2002.)O da daha önceki sürdürürlerken tufan kendileri- if’e gittiğinde yol üzerine dizilmiş-
elçiler gibi insandı, bizim gibi yer- ni yakalayıverdi.” (Ankebut, 29/14.) ti/dizdirilmişti ayak takımı. Seni
di, içerdi. “(Rasulüm!) Senden önce “Şüphesiz biz Nuh'u, kavmine, (s.a.s.) taşlayacaklardı. Hakaret
gönderdiğimiz bütün peygamberler ‘Kendilerine elem dolu bir azap ediyorlar sana (s.a.s.), taşlıyorlar,
de hiç şüphesiz yemek yerler, çarşı- gelmeden önce kavmini uyar.’ diye ayakların kan içinde kalıp da yoru-
larda dolaşırlardı…” (Furkan, 25/20.) peygamber olarak gönderdik.” bu- lunca oturuyorsun, ama seni tek-
Ya Rasul, sen de öyleydin. Çünkü yurdu Rabbimiz. (Nuh, 71/1-28.) Di- rar kaldırıp yine taşlıyorlardı. Sana
sen melek değildin. Ama onlar “De- ğer peygamberler de aynı şekilde (s.a.s.) hiç acımıyorlardı ama sen,
diler ki: “Bu ne biçim peygamber ki kavimlerini çağırmışlardı tevhide, onlara beddua etmiyor, merhamet
yemek yer, çarşıda, pazarda dolaşır. bir olan Allah’a inanıp kul olmaya. ediyor ve özetle şöyle diyordun:
Ona bir melek indirilseydi de, bu Peygamberimiz de ümmetini kur- Allah’ım, kuvvetim yetersiz, gücüm
onunla beraber bir uyarıcı olsaydı tuluşa davet etmişti, gelin demişti tükendi, insanlar beni hor görüyor.
ya!” (Furkan, 25/7.) Sen melek değil- tevhide. Ama kolay olmadı bu iş. Bu hâlimi sana arz ediyorum. Ey

58 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


H AT I R A D E F T E R İ

merhametlilerin en merhametlisi, nı ümit ediyorum’ (Buhari bedu’l-halk nasip etti. Kemal-i edeple ziyareti-
ey kimsesizlerin sahibi olan Rab- 7/41.) mizi yapıp toplandık Ravza-yı Mu-
bim, Sen beni kime bırakacaksın? tahhara’nın alt kısmında.
Bu düşmanların eline mi? Ya Rab! Yine o sevgili (s.a.s.) ağaca sopayla
Eğer bana bir kızgınlığın yoksa vurarak yapraklarını döken biri- Ya Rabbi, sana sonsuz hamdolsun!
düşmanlarımın bana yaptıklarına ni gördüğünde böyle yapma, kırıp Nasip ettin bize peygamberimizi
hiç aldırmam. Ben, bana gazabının dökme, sallayarak dök yapraklarını ziyaret etmeyi. Peygamberimizin
inmesinden, kızgınlığına düşmek- dedi. Kırılmasın diye dalları, tomur- hayat sürdüğü, ashabıyla sohbetler
ten sana sığınırım. Ben sadece se- cukları, gözenekleri. Merhamet etti ettiği, mutlu ve hüzünlü zamanlar
nin rızanı isterim, gerisi benim için ağaca tıpkı diğer canlılara ettiği geçirdiği bu nurlu şehir Medine’de-
önemsiz. Çare sende, güç de ancak gibi. Neyse… Geldi Peygamberimizi yiz. Bunun farkında olmayı ve onun
seninledir... (Bu duanın tamamı için ziyaret vakti. Ben önde, hacılarım ahlakıyla ahlaklanmayı, onu örnek
bkz: Ali Himmet Berki-Osman Keskioğlu, arkamda yöneldik bâbü’s-selama, almayı, sünneti üzere yaşamayı
Hazreti Muhammed, 144, DİB. Yay. An- ziyaret edeceğiz selamlayacağız bizlere nasip eyle ya Rabbi. Ara-
kara 2013.) İstemedin düşmanları- Efendimizi. Önce de hatırlatmıştım mızdaki kardeşliği pekiştir. Ülke-
nın helakını zor durumda kalmana ama yine hatırlattım, aman kimse- mize, yurdumuza huzur ihsan eyle.
rağmen. İstediğin sadece Rabbinin yi sıkıştırmayın, ziyaretçilere zarar Ashap arasında peygamberimizin
rızasıydı. Yine çok ağır hakaretlere vermeyin diye. Dilimizde salavat- tesis ettiği ensar ve muhacir kar-
uğramıştın, melek yardımına gel- larla “Essalatü vesselamü aleyke deşliğini bize de nasip eyle ya Rab-
miş, eğer sen istersen bir dağı kal- ya Rasulallah, essalatü ve’s-sela- bi. Onun şefaatine bizleri nail eyle.
dırıp bu isyankâr kimselerin başına mü aleyke ya Habiballah, essalatü Ona (s.a.s.) gerçek bir ümmet, Sana
indirebileceğini söylemişti. Ama ve’s-selamü aleyke ya Seyyide’l- ev- (c.c.) da gerçek bir kul olmayı nasip
sen, buna razı olmamış, kaldırarak velîne ve’l-âhirîn.” diyerek başla- eyle ya Rabbi. Hainlere, zalimlere,
ellerini şöyle demiştin; ‘Allah’ın, dık ziyarete. Bakıyorum çoğunun milletimize düşmanlık besleyenle-
onların neslinden (kıyamete kadar) gözlerinde yaşlar, dilinde salavat re fırsat verme ya Rabbi. Kabul eyle
yalnızca Allah'a ibadet edip O'na ne büyük duygu, ne büyük nimet. dualarımızı. Yapacağımız haccımızı
şirk koşmayan birilerinin çıkacağı- Rabbimiz onu (s.a.s.) ziyareti bize mebrur eyle. Bize merhamet eyle.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 59


K Ü LT Ü R S A N AT E D E B İ YAT

SUYUN YAZGISI
Fatma Nur ÜNLÜ SÜRER

nsanın mayası top- Hayatın devamlılığı suyun ömrüyle suya bakış açısı daima suya kutsiyet

İ
rak, bir kuru çamur- mümkün olagelmişti. ”Basit bir su- atfetme şeklinde olmuş, farklı an-
ken balçığı var eden dan oluşan” insan zamanla kuruya- lamlar yükleyerek hayatın orijinine
bir damla su idi. rak ömrünü yine mayasına teslim oturttukları suyla hayatı anlam-
Hayat misali kıvrı- ederek süreğen, fıtri bir durumun landırma yoluna gitmiştir. Dünya
larak yol alan, daraldıkça köpüren, döngüsünde suya muhtaçtı. Varlık yokken her yer su idi felsefesinden
genişledikçe durulan bir bereket ve yokluk gibi diyalektik kodları ba- hareketle suyun kapsayıcılığını ön-
kaynağı oldu ilk andan bu yana. O rındırmak düşmüştü suyun özüne. celeyen mistik inanışın da, sevdi-
su ki kâinatı yüzdüren ana rahmi- ğinin ölümünün ardında küllerini
nin sıcak yuvası, koca bir okyanus Hangi inanç ya da düşünce biçi- Ganj’a savuran bir Hindu’nun da,
olurdu varlık elbisesini giyene. mine sahip olursa olsun insanlığın vaftizle arınma inanışını benim-

60 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


K Ü LT Ü R S A N AT E D E B İ YAT

seyen bir İsevi’nin ve aldığı abdest akar gider cümle günahlarımız. dediği gibi aydınlık mavi sularda
ile manevi huzuru en derin şekliyle Arınmışlık hissiyle mihraba karşı serinliyor bir zaman suya kanmış
ruhunda hissederek Allah’a yakınla- dururken yol alırız Hakk’ın huzu- gibi sevgiliye yanmış güzel insan-
şan bir müminin de suya yüklediği runa. İşte bu yüzden mühimdir su. lar. Bir zaman oldu ki mübarek bir
mana ortak bir yolda kesişir. Suyun Azizdir. Öyle ki kendini bileni dahi sevgilinin aşkıyla başını taştan taşa
temizleyici olması, arındırması, ku- aziz kılar. Ata yadigârlarını yaşatır vuran suyu dile getirerek gönlün-
şatması, huzura ulaştırması… her köşe başında, zarif kurnalı, asa- de, dilinde mukayyet bir sevgiyi
let timsali, susuzların can menbaı anlattı Fuzuli kasidesinde:
Tarih boyunca baktığımızda me- hayratlar, su evleri… Bir yudum
deniyetler için de durum farklılık sudur can veren, hayatın ta kendisi Hak-i pâyine yetem der ömrlerdir
arz etmemiştir. Doğum sancısı oluveren damarlarda. Şeffaf ve say- muttasıl
çekerken bir subaşı tutmak, suyun dam kişiliğiyle şekilden şekle girer- Başını taştan taşa urup gezer âvare
olduğu yerlerde mukim olmak gibi ken kâh ince bir ibrikten iplik iplik su
ihtiyaçların teminiyle varlık bulma akar, kâh bir çeşmenin göğsünden
yoluna gitmişlerdir. Bu bağlamda kaynar ya da bir mezar ucundaki diyerek suyun çilesini anlattı bize.
yer yurt edinmekle su arasında mermer kadehte kuşların canına Çaresizdi su, gönlünü hâlden hâle
özel, kuvvetli bir bağ olduğunu değer. Yine bu sebepledir ki “Her sokan türlü duyuların tezahürüyle
görebiliriz. “Türk milleti yerinden, şeyi sudan yarattık” ayetinin seva- coşup çağlarken kayalardan yankı-
suyundan ayrılmazsan iyilik göre- bına nail olmak isteyen bir milletin lanan sesinde özlem, hasret, coş-
ceksin…” sözünü kitabelerine nak- suya verdiği değer ve su için olan kuyla haykırdı dağa, taşa.
şeden Göktürkler bize asırlar ön- çabası anlaşılabilir bir durum ola-
cesinden bu sırrı fısıldamışlardır. rak karşımıza çıkar. Ve sonra elbet suyun da bir hakkı
Daha yakın zamana gelecek olur- olmalı diye düşündü insan. Tüm
sak Osmanlının bu gayeye hizmeti Suyla başlayıp suyla yoğrulan, suy- varlığın sudan istifadesi için veri-
bir ibadet vesilesi addederek pek la sona eren bir hayatı yaşıyor insa-
len asırlık emekler, çabalar karşı-
çok yerde sebil, çeşme, hamam, su noğlu. Sular ki yollardan, şehirler-
sında elhak suyun da bir hakkı ol-
kemeri, şadırvan inşa etmesi de bu den, derin vadilerden, insanlardan
malıydı ki vardı da. O hâlde insan
hakikati haykırıyor âdeta. Sadece akarken uzunca bir yol alıyor. Bük-
korumalı değil miydi suyu ve suyla
su getirmekle kendini görevden lüm büklüm oluyor, zaman za-
man çağlayıp taşarak pek çok şeyi getirilen ömürlük hizmetleri, suya
azat etmemiş olan ecdat, ince bir hayat verip suyla hayat bulanları?
beraberinde taşıyarak akan hazin
işçilik ve sanata mebni zarafet duy- “Küçük şadırvanda şakırdayan su-
bir öyküye dönüşüyor hikâyesi.
gusuyla âdeta dantela gibi işlenmiş yun sesine kulak vermeli”, sudan
İlk insandan, ilk peygamberden
mermerin, özenle yontulmuş kıv-
bu yana birbirine ulanan hikâye- sadır olanları dinlemeli, suyun
rımlarında suyun şeffaf, narin akis-
ler zincirinde yudumluyor insan ömür olduğunu bilerek gerek re-
lerinden sesini duyurmuş bizlere.
suyu. Bir ana kucağı gibi müşfik alite çizisinde konumlandırılarak,
O çeşmeler suya bir kabza olmuş,
olan su, yeri gelip yeryüzünden gerekse mistik efsanevi anlatılarda
suyu sadrında soğuk, leziz bir şer-
tüm ayıpları, kusurları siliyor. Hz. hikâyeleştirilen suyun ömrünün
bet kılmıştır. Suyu gönüllere şifa
Musa’yı koynunda saklayan munis insan ömrü ile daim ve kaim olaca-
bilen, türlü dertlere deva olduğuna
sular gün olup Hz Nuh’un kavmi- ğını bilmenin gereklerini yapmalı
inanan büyüklerin icraatlarını bir
ne mezar olup yutuyor insanlığı. değil miydi? Şayet insanın “derya
bimarhanede görmek de bizi şa-
Kundaktaki İsmail’in canına can içre deryayı bilmediği” günlerde
şırtmaz. Aksine ruhumuzu teskin
katıp Safa, Merve arasında biçare dahi su kendini bilmeye devam
vesilesi sayar, kalbimizin her köşe-
koşan ananın yüreğine su serpiyor. edecek, özünü kaybetmeyecek, ta
sini o suyun sesiyle yıkar, temizler,
Yeri gelip susuzlukla kırılan bütün
lokman hekimden el alır, şifa bu- ki kıyamete dek hikâyesini okuma-
bir orduya kutlu nebinin parmak-
lur, şifa dağıtırız. Yine bir ulu cami- ya en sevgili için yanarak ona ses-
larından ab-ı kevser oluyor. Şairin:
nin taç kapısından girer su sesinin lenmeye, aktığı müddetçe iyiliği
çağrısına kulak kesiliriz, şadırvan- Sular başka türlü akardı kalpte mühürlemeye, içenlere şifa
la göz göze gelir, davetine icabet Sert kayalardan göklere doğru dağıtarak hayatın döngüsünde can
ederiz. O su ile uzuvlarımızdan Büyük mavi, aydınlık sular vermeye muktedir olacaktı.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 61


K Ü LT Ü R S A N AT E D E B İ YAT

EVİMİZE DÖNELİM
KELİMELERİMİZLE
KUCAKLAŞALIM
Cengizhan ORAKÇI

“Vatan fikri bizde daima vardı; fakat Namık Kemal’in, bu fikri kalbimizde yeni bir nefesle uyandırdı-
ğı günden beri daha uyanığız. Onun vatan fikrini uyandırdığı gibi, bir diğer Türk şairi çıkıp da lisan
fikrinin kutsiliğini uyandırsaydı, bize gösterseydi ki bizi ezelden ebede kadar bir millet halinde ko-
ruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçedir, bu bağ öyle metin bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu
zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar; Türkçenin çekilmediği yerler
vatandır, ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar, vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçedir.”
Yahya Kemal Beyatlı

62 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


K Ü LT Ü R S A N AT E D E B İ YAT

ahya Kemal'in izin- pan her ne ve neler ise, hepsi dilin Dil demek, kelime demek değildir,

Y
den giderek söyler- içinde mündemiçtir. İnançlarımız bu doğru bir ifadedir; fakat dil aynı
sek, esasen vatan da öyle. Diyebiliriz ki dinimize de zamanda kelimelerden oluşan bir
derken doğrudan dilimizden varırız. Müslümanlığın dünyadır. Dil sadece gramer de-
doğruya kastedi- bütün değerleri dil vasıtasıyla söy- mek de değildir. Evet, her dilin bir
len Türkçedir. Biz adına Türkçe lenmiş ve Türkçenin içine yerleşti- grameri vardır, bir sisteme sahiptir.
denilen vatan içinde yaşayan bir rilmiştir. Ama o dili konuşanlar, gramerle
milletiz. Bizi Türk yapan bu Türk- dilini öğrenmiyor. Hatta gramer
çedir. Müslüman yapan da yine Dinlenen bir türkü bize bir şey öğrenmek demek dil öğrenmek
Türkçedir. Türk ve Müslüman ol- öğretir mutlaka, bir şey hatırlatır; anlamına hiç gelmiyor. Yabancı dil
manın kapısıdır Türkçe, o kapıdan kültür işte bu türkünün bize ha- öğrenmedeki bizim hâlimiz buna
geçerek Türklüğe ve Müslümanlığa tırlattığıdır, öğrettiğidir. Kültür bu güzel bir örnektir. Yıllar boyunca
adım atarız. Doğduğumuzda bizi şekilde yaşar ve gelecek nesillere İngilizcenin gramerini çocukları-
ilk karşılayan annemizin dilinden devredilir. Dildeki bir kopukluk, mıza öğretmeye çalışıyoruz, neti-
dökülen sözlerdir, sonra kulağımı- kültürün yaşayışını da sekteye uğ- cede karşımıza İngilizceyi hiç ko-
za okunan ezan. Bu mübarek sesler ratır ve hatta ölümüne sebep olur. nuşamayan ve yazamayan nesiller
bize, dünyaya hoş geldin der. çıkıyor.
Dildeki kelimeleri bir kuyumcu
Annemizin o arı duru sütünü gibi işleyen atalarımız, bu dil bize Dili öğrenmek başka bir iş. Biz bu-
emerken, aynı zamanda dili de gelene kadar kelimelerin içlerini gün çocuklarımıza yabancı bir dil
onun sesinden içtiğimiz bir haki- âdeta hazinelerle doldurmuşlardır. öğretemediğimiz gibi, Türkçeyi de
kattir. Yoksa dilimize niçin "ana öğretemiyoruz. Maalesef çocukla-
dili" diyelim ki? Aziz şairimiz O kelimeler şiirlere girmiş, bize rımız artık Türkçe bilmiyor! Çün-
Yahya Kemal’in “Türkçe ağzımda dilimizin letafetini, ahengini, mu- kü Türkçeyi bilmek demek, Türk-
annemin sütüdür.” sözü tam da sikisini duyurmuş. çenin asırlar boyunca kazandığı ve
burada hatırlanmalıdır. Biz anne- taşıyıp bize getirdiği kültüre vâkıf
Türkülerde, şarkılarda söylenmiş
mizin sütü ve onun diliyle dünyayı olmaktır. Dil bizatihi kültürün
gönlümüzün tercümanı olmuş.
adımlamaya, algılamaya, anlamaya kendisidir. Kültür dediğimiz dilin
ve anlamlandırmaya başlarız. O Atasözlerinde deyimlerde yer alıp içindedir, dışarıda zannettiğimiz
sütün içinde nasıl ki bir bebeğin derin anlamlara bürünmüş; bizden kültür unsurları da aslında öyledir.
ihtiyacı olan her türlü besleyici öncekilerin engin tecrübelerini Milleti millet yapan, kültürü için-
gıdalar varsa, annemizin dilindeki bize alıp getirmiş. de barındıran, koruyan ve nesillere
sözlerde de ruhumuzun ihtiyacı taşıyıp duran bir varlıktır dil. İşte
olan besinler vardır. Sadece ruhu- Hikâyelerde, masallarda, efsane- bugün dilimizi yeterince bilmeyen
muzun mu, elbette varlığımızın lerde, bilmecelerde, kıssalarda, fık- çocuklarımız kültürümüzü de ne
da. İşte annemizden ilk seslerini ralarda, romanlarda velhasıl yolu yazık ki bilmiyor. Çünkü o kültü-
aldığımız ve daha sonra yerli ye- nereden geçmişse, o yol üstünde rün içinde yaşamıyorlar.
rine oturacak olan dil dünyasının envai güzelliklere bürünmüş.
içinde yaşamaya başlarız böylece. Nasıl oluyor da okullarda Türkçe
Büyüdükçe aynı dili konuşanlarla O sebeple her bir kelime bir elmas dersi, edebiyat dersi varken bunu
kardeş olmanın, aynı millete men- gibi kıymetlidir. yapamıyoruz? Türkçe nasıl ve ne-
sup olmanın şuuruna varırız. Bu den öğrenilemiyor? Niçin artık bir
Dildeki her kelimenin derin bir
dil bizi görünmez bağlarla birbiri- sayfalık doğru ve düzgün bir yazıyı
geçmişi vardır, içinde nice hatırala-
mize sımsıkı bağlar. çocuklarımız yazamaz olmuştur?
rı da taşır. Biz o kelimelerle geçmişi
Bırakın yazıyı, doğru bir cümle
Dilimiz bizim dünyamızdır ve biz öğrenir ve tevarüs ederiz. Kelime- kuramaz hâle gelişimizin sebebi
bu dünyanın içinde soluk alıp ve- lerin bize anlattığı hatıraları din- nedir?
ririz. Bir ömür boyu. Bizi biz yapan lemek, esasen milletimizin uzun
değerler dünyamız da dilimizin içi- ve ihtişamlı macerasını öğrenmek En önemli meselemiz budur. Bun-
ne âdeta şifrelenmiştir. Bizi biz ya- demektir. dan daha önemli hiçbir şey yoktur.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 63


K Ü LT Ü R S A N AT E D E B İ YAT

Çünkü bu doğrudan doğruya var diyetle üzerinde durulmalıdır. Bel- Dede Korkut’tan yolu geçmeyen
oluşumuzla ilgilidir; Türkçenin ki de en önce ciddiyet gerekiyor. çocuklarımız hangi yolda yürüye-
öğrenilemeyişi kültürümüzün yok ceklerdir?
olması yani istikbalimizin tehlike- Dedelerimizin, ninelerimizin keli-
ye düşmesi anlamına gelmektedir. melerini öğrenmeden dil öğreni- Yunus Emre’den, Karacaoğlan’dan
lemez. Atalarının bilip kullandığı ezbere şiirler bilmeyen çocukları-
Bilindiği üzere, 2017 yılı “Türk Dili o kelimeleri çocuklarımıza öğre- mızın Türkçe sevgileri nasıl oluşa-
Yılı” olarak ilan edilmişti, taşıyıcı temiyorsak bu işte bir terslik var caktır?
sloganı da “Dilimiz kimliğimizdir” demektir. Beyhude yere çocukla-
olarak belirlenmişti. Ne oldu peki? Fuzuli’yi, Evliya Çelebi’yi hiç tanı-
rımıza dil bilgisi, gramer öğreterek mayan çocuklarımız kimlerle tanış
İyi niyetlerle ilan edilen yıl bitti ve Türkçeden nefret ettirmeyelim.
fakat geride bir eser, bir hâsıla bı- olacaktır, kimlerle dostluk kura-
Türkçeyi sevdirmenin yolu gra- caktır?
rakmadı. Oysa yurt sathında, bir
merden geçmiyor zira.
seferberlik şeklinde dilimiz için
Ömer Seyfettin'i, Refik Halit Ka-
çok büyük faaliyetler, programlar, Türkçeyi öğrenmek demek türkü- ray'ı okumadan büyüyen çocukla-
çalışmalar yapılmalıydı. Yapılmadı. leri öğrenmek demektir; çocukla- rımız hangi Türkçeyle hayatlarını
Yapılamadı belki de. Hangi sebeple rımız esaslı bir tek türküyü dahi sürdüreceklerdir?
olursa olsun, demek ki iyi niyet ve bilmiyor ne yazık ki.
temennilerle hedefe varılamıyor. Kelimelere düşmanlık yaptık! Evet,
Dil meselesi vatan meselesidir ve Türkçeyi öğrenmek için atasözleri düşman olduk kelimelerimize!
vatan savunması kadar önem arz ve deyimleri bilmek gerekiyor; ço- Oysa kelimelerimize düşmanlık,
etmektedir. Vatan savunması için cuklarımız dilin bu hazinelerinden kültürümüze düşmanlık yapmak-
nasıl ki her türlü fedakârlığı ya- mahrum büyüyor. tı. Kültürümüze yani varlığımıza.
pıyorsak, Türkçemiz için de aynı Kelimelerimizle barışmalı ve onları
hassasiyet ve fedakârlık içinde ol- Masallarımızdan, hikâyelerimiz- sevmeliyiz. Onları sevmekle başla-
malıyız. Elbette onu sadece bir yıla den, efsanelerimizden, destanları- yacak kültür dünyamıza girişimiz
hasredemeyiz. Dilimiz bütün yılla- mızdan habersiz nesiller yetiştiri- de. Eğer kimliğimizi kaybetmek is-
rın ve zamanların içindedir ve cid- yoruz. temiyorsak, var olan kimliğimizin
farkına varmak ve onunla yaşamak
istiyorsak bunun yolu dilden geçi-
Dili öğrenmek başka bir iş. Biz bugün çocuklarımıza yabancı bir dil
öğretemediğimiz gibi, Türkçeyi de öğretemiyoruz. Maalesef çocuklarımız
yor. Dilsiz bir kimliğimiz olamaz;
artık Türkçe bilmiyor! Çünkü Türkçeyi bilmek demek, Türkçenin asırlar dilimizi kaybettiğimizde kültürü-
boyunca kazandığı ve taşıyıp bize getirdiği kültüre vâkıf olmaktır. müzü de kaybetmiş oluruz.

Yeniden bir medeniyetin inşası


için de ilk elden lazım olan sağlam,
zengin ve işlenmiş bir lisandır. Bu-
günkü fakirleştirilmiş bir Türkçey-
le bir medeniyetin inşası mümkün
değildir. Bırakın medeniyet inşası-
nı, kendimiz olarak kalmamız şüp-
helidir.

Bu sebeple, dedelerimizin ve ni-


nelerimizin kelimelerine dönelim.
Evimize döner gibi, bizi orada has-
retle bekleyen kelimelerimizle ku-
caklaşalım. Gözleri yollarda kalmış
kelimelerimizi o güzel gözlerinden
öpüp bağrımıza basalım. Bu ku-
caklaşmaya çok ihtiyacımız var.

64 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


K Ü LT Ü R S A N AT E D E B İ YAT

Birgül TEMUR
YİTİĞİN ADI YOK
itapların tozunu al- dım. Bazıları için de “Ne diye sak-

K
dım, hepsini katego- lamışım?” dedim.
rilere ayırdım. Uzun
zaman önce aldığım Yitik bir şeyi arıyordum. Nesnel ya-
kitapların dili ol- hut duygusal.
saydı da konuşsaydı. Yeni kitaplar Galiba bu; ne olduğunu, benim
geldikçe rafların en altında, en ücra için ne ifade ettiğini bilmediğim bir
yerinde sahipsiz kalışlarını anlata- şeydi. Tek bildiğim ona “ihtiyacım”
bilselerdi. Oysa hepsi kendi değe- vardı.
rinin farkında, tarafımdan keşfedil-
meyi bekliyorlardı. Aslında onları Belki o yitiği eski fotoğrafların
hiçbir zaman unutmamıştım, sa- içinde bulabilirdim. Dolabımdan,
dece öncelik sırası onları okumayı fotoğrafları sakladığım lacivert ze-
ertelememe sebep oluyordu. minin üzerinde beyaz puantiyeler
olan kutuyu çıkardım. İçindeki
Bu kitapların arasında en şanslı
siyah beyaz resimler canımı acıttı.
olanları unutarak aynısından iki
Babam gözleriyle çok uzaklardan
tane aldıklarım olmalıydı. Bu se-
bana bakıyordu. Annem tam ya-
beple yalnızlık çekmiyorlardı.
nında gülümsüyordu. Annemin
Kitap yığınlarının içinde belli bir varlığı varlığıma bitişikti. Babamın-
mesai harcadıktan sonra farklı bir ki uzun zamandır kayıptı. Babam
uğraşa geçtim. Örgü ördüm; şişle- yitiğin ta kendisiydi.
rin çıkardığı sesi dinledim bir süre.
Parmaklarımı izledim. Bir makine- ‘Yitik’ diyordum içimden, bir şey
ye benziyordu işlevleri. Emir komu- yitip gitmiş. Uzun zamandır yok!
ta zinciri hiçbir aksaklık olmadan, Gün mü, ay mı, yıl mı? Ne zaman-
sekteye uğramadan devam ediyor- dır yok, bilmiyordum. Yerinde bü-
du. Nazik bir sürükleniş gibiydi bu yük bir boşluk bırakarak kopmuş
işlem. Hatta zevkli bile denebilirdi. benden. Uyruğumdan ayrılmış,
kayıplara karışmış. İzi yok, sesi yok,
Bir süre sonra televizyonu açtım. dili hiç yok. Belki bir eşya, belki bir
En son ne izlediysem yine oradan insan, belki bir duygu, adını koya-
başlamıştım. Belgesel kanalınday- madığım, boşluğunda mutsuz ol-
dım. Konuların farklılaşması ola- duğum bir şey.
yın matematiğini değiştirmiyordu
hiçbir zaman. Sonuç olarak hayat- Bilmiyordum ki ne olduğunu. Bil-
ta kalabilmek için birbirilerini yok seydim bütün gücümle çağırırdım:
eden canlıları izleyecektim. Rutin
Gel! Sana çok ihtiyacım var, had-
ve doğal bir savaşın içinde içimde-
dinden fazla!
kileri yok edemesem de bir süreli-
Dön! Gözüm yollarda kaldı, tenim-
ğine öteleyecektim.
den bir daha çıkma.
Üstüne saçma sapan şeylerle uğ- İstersen fısıltıma gel, istersen gü-
raştım. Birkaç dolabın içini düzelt- rültüme gel.
tim.  Katladım, gözden çıkardım, İstersen şen şakrak gel, istersen
buruşturdum, attım. Yeniden ha- matem havasında gel.
tırladım, saklanmak üzere kaldır- Yeter ki gel.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 65


K Ü LT Ü R S A N AT E D E B İ YAT

BİR
GÜZEL
VAR
Zeynep Sati YALÇIN

elimelerin dili olsa İnsan ki bir fıtrat üzere yaratılmış- fıtratına uygun davranan insan da

K
da söylese… Söylese tır. İnsan olmakla birlikte genel bir maddi manevi huzura erecektir.
onlara ne zulümler insan fıtratının kodlarını taşırken
ettiğimizi. Ah ma- bunun yanında şahsına has kodlar- Kelimeler de insanlar gibidir. Do-
sumken suçlu olan, güzelken çir- dan örülmüştür. Bu fıtrata aykırı ğuştan yüklendikleri anlamları,
kin gösterilen kelimeler… Sitem davrandığında maddi ve manevi harflerine kodlanmış anlamları
üstüne sitem etseler hakları var. rahatsızlıklar nasıl zuhur ediyorsa, vardır, hepsinin cümlede yakıştığı

66 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


K Ü LT Ü R S A N AT E D E B İ YAT

zulmuş dillere. Maskeli bir insan Önce insan, deriz oysa. En çok
gibidir böyle kelimeler. Asıl yüzü değeri hak edendir insan, çünkü
gizlenmiş başka anlama bürün- yaratılan her şey insanın hayatını
dürülmüştür. Onun o olmadığını kolaylaştırmak içindir. Kıymetlidir
sezeriz, lakin söyleyemeyiz. Yan- insan sadece ona verilmiştir ke-
lış anlamıştır biri, seslerini değiş- limeler. O kıymete layık oluşunu
tirmiş bir nevi makyaj yapmıştır kelimelere kendi anlamını vererek,
söyleyişiyle. İşte insan güzeli böyle asli kıyafetini giydirerek göster-
yitirmiştir. meli insan. Kelimelere iade-i itibar
etmeli. Hakkı vardır kelimelerin
Hüznün kelimesiz ifadesi olan
de ve o hak sahibine teslim edil-
gözyaşlarıyla akıverir makyajı ve
melidir. O zaman açılır kapıları
kelimenin gerçek yüzü çıkıverir or-
düşünce evreninin. Anahtar kilide
taya. Uzun zamanlara dayanıklı bir
uyduğunda dökülür fikir hazinesi,
makyaj ise eğer asırlar sürer bazen
güzelleşir fiilleri, çiçek açar her bir
makyajın akması. Bir gün bir titiz
harf. Anlam oturur yerine, adam
el çıkar yıkayıp arındırır kiri boya-
olur insan. Adamın anlamını güzel
yı ve gün ışığına kavuşur kelime.
kılar giydiği manayla.
Aslıyla güzelliği ve saflığıyla hep-
sinden önemlisi kendi fıtratıyla Bir güzel kelime vardı bir zamanlar
yeniden doğar gönülde, yeniden adı “güzel”di. Masum bir bebekti,
yeşerir mana ikliminde… sevimli, günahsız, hatasız. Büyüt-
Bireyde ve onun çokluk halinden tük onu severek, okşayarak. Her
oluşan cemiyette bir adaletsizlik, cümleye ekledik. Büyüdü, daha
eğrilik, yabancılaşma varsa kelime- büyüdü… Paragraflara metinlere
deki bozulmuşluktan başlamıştır yayıldı, serpilip güzelleşmişti. Cez-
bu olumsuzluklar, çünkü kelime- bediciydi cümlede giydiği her anla-
ler duygu ve düşünce evrenimizi mıyla. Güzel varsa çirkin de vardı.
oluşturur. Düşünce fikre, fikir fii- Tıpkı iyi varken kötünün olması
le döner ve fiiller hem bireyi hem gibi. Masal gibi…
toplumu şekillendirir.
Niyeti kötü insanlar vardı, kıs-
Kelimemiz bizdir, biz kelimeleri- kandılar güzelimizi. Ya benimsin
mizizdir. Ya eğriyiz, ya doğru. Ya ya hiç kimsenin dediler. Elde et-
güzeliz, ya çirkin… Hepsi kelime- meye uğraştılar. Çirkin binalar,
lerden, hep bu kelimelerden. Ma- çirkin elbiseler sundular. Çoktu
sumane dururken orada, çarpıtır önüne serdikleri fakat güzel on-
insanlar onu. Zenginken soyarlar ları beğenip gitmedi. Yaklaştılar,
anlamını bir garip dilenciye döner, yaklaştılar, yaklaştılar daracık bir
hatta bir kenarda unutulup kim- çemberde kuşattılar güzeli. “moda”
sesizlik içinde ölüme terk edilir. “teknoloji” “hümanizm” “eşitlik”
yakışmadığı yerler vardır. (Yalnızca Ölenlerse unutulacaktır. Ölmeden “para” “ekonomi” “savaş” “barış”
şiir sanatı bunun dışında.) Yoklu- görmek, ölmeden iyileştirmek, öl- “…” kelimelerini giydirip süsleyip
ğunda bir boşluk, fazlalığında bir meden sevmektir makbul olanı. saldılar ‘güzel’in çevresine. Büyük
çiğlik vardır. Yanlış anlaşılır, yanlış Lakin yakıştığı yerde ve derinliğiy- bir savaştı doğrusu, galibi mağlup,
anlatılır kelimeler. Olmadığı bir le yani geçmişin bütün mirasıyla mağlubu galip olacak bir savaşta ilk
anlam giydirilir bazen. Eğreti du- çiçek açabiliyorsa hayal bahçemiz- mağluptu anlam güzelliği giyinen
rur durduğu yerde. Yakışmaz bo- de, işte o vakit güzeldir. kelimeler.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 67


D İ YA N E T A R Ş İ V İ

YAYINCILIKTA İLK YILLAR :


İKİ MUHTEŞEM ESERİN
NEŞRİNE DOĞRU
Yrd. Doç. Dr. Mehmet BULUT DİB Başkanlık Müşaviri

uruluşundan 1940’lı ni ya da bağlı bulunduğu kurumu tercemesi demekle iktifa etmiyor

K
yılların sonuna ka- alakadar etmemesine rağmen, da ‘Türkçe Kur’an’ demeye getiri-
dar Diyanet’te görev dönemin Talim ve Terbiye Daire- yor. Türkçe Kur’an mı var behey
üstlenmiş vefakâr si Başkanı İhsan Sungu, tefsirin şaşkın?” (Mahmud Bedreddin Yazır
ve cefakâr insanla- “Mukaddime” kısmını alıp Maarif hattıyla Osmanlıca kaleme alınan ve
rın, bahusus ilk öncülerin göster- Vekiline götürür; buradaki ‘Haşa tıpkıbasım olarak Başkanlığımızca ya-
dikleri feraseti, kiyaseti, idarecilik Türkçe Kur’an’ ibaresini (aslında kınlarda yayınlanan baskıda bu ibare
anlamında siyaseti düşününce, iki böyle bir ibarenin olup olmadığı da şu şekilde yer almaktadır: “Cehaleti ileri
muhalled eserin; Hak Dini Kur’an kuşkuludur) göstererek, “Bunu bu gidenlerden bazılarını da duyuyoruz ki,
Dili ile Sahîh-i Buhârî Muhtasarı hâlde basabilir miyiz?” diye sorar. Kur’an tercemesi demekle dahi iktifa et-
Tecrîd-i Sarîh Tercemesi’nin ya- miyor da, ‘Türkçe Kur’an’ demeğe kadar
yınlanabilmiş olması aklıma gelir. Bayur, Reis Rifat Efendi yerine, gidiyor. Hatta bundan dolayı mebuslar-
Çünkü 1920’li, 1930’lu yılların si- Müşavere Heyeti azası ve işin biz- dan birisi yazdığı bir manzumede, ‘Türk-
yasi, sosyal ve maddi şartlarında bu zat takipçisi Ahmet Hamdi Akseki çe Kur’an mı var behey şaşkın / Oyna-
iki dev eser neşredilemezdi; işte bu hocayı huzuruna çağırır; o ibareye maktır bu din ve imanla’ demiştir. Filvaki
zevat, bunu başarabilmişti! Aşılan işaretle, o söz orada durduğu müd- öyledir.”)
engellere misal mi? detçe kitabı basmayacağını söyler.
Dikkat istirham ederim; bu da- Başa dönelim: Reislik yayın faa-
Düşününüz ki, ortaya konan bir yatma karşısında Akseki oracıkta, liyetlerinin yüz akı bu iki eserin
iradenin sonucu, başta müellifi ol- “Tamam efendim, onu çıkartalım.” yayınlanmasına nasıl karar verildi?
mak üzere, onlarca insanın şunca veya “Biz bu kitabı yayımlamaktan
emeği ile yazılıp baskıya hazır hâle vazgeçiyoruz.” demez. “Bilmem 3 Mart 1924 tarihli Reisliğin ku-
getirilmiş bir eseri, basılması için ki!”, der; “Efendi hazretleri kabul ruluş kanununda yer alan, “Dîn-i
bir matbaaya teslim etmişsiniz; eder mi?” “Efendi hazretleri” dedi- Mübîn-i İslâm’ın itikadât ve iba-
ama matbaanın bağlı bulunduğu ği, eserin müellifi büyük İslam âli- dâta dair bütün ahkâm ve mesa-
kurumun en üst yetkilisi size, “şu mi M. Hamdi Yazır’dır; ona danış- lihinin tedviri...” şeklindeki kayıt,
sayfada şu ibare durdukça bu kitap madan da bir karar verme yetkisini dönemin bazı mebuslarınca, bu
burada basılamaz!” diyor. Evet, Re- kendinde görmez. kanunun Reisliğe, ihtiyaç duyulan
islik mensupları böyle bir durumla dini eserleri hazırlayıp yayınlama
da karşılaşmışlardı. Şöyle ki; Yıllar sonra yayınlanan bir yazı- görevini de verdiği şeklinde yo-
sında bu hadiseyi bizzat anlatan rumlanmıştı.
Hazırlıkları tamamlanan Hak Dini Hikmet Bayur, bilahare yayınlanan
Kur’an Dili’nin Maarif Vekâletin- tefsirde o ibarenin çıkartıldığını Diyanet İşleri Reisliğinin 21 Şubat
ce yönetilen Devlet Matbaasında gördüğünü; ama “o ayarda, belki 1341 (1925)’de görüşülen ikinci
basılması söz konusu olur. (Tefsir, daha ağır” bir ibare konduğuna şa- bütçesinde müzakerelerin ana ko-
Devlet Matbaasında değil, 1935- hit olunca hayretinin daha da art- nusunu, Reislik bünyesinde dinî-
1938 yılları arasında Matbaa-i tığını söyleyecektir. Sözünü ettiği, ilmî bir yayın heyeti kurulması,
Ebüzziya’da basılacaktır.) Maarif tefsirin müellifine ait ibare şudur: bu cümleden olarak tefsir ve hadis
Vekili Hikmet Bayur’dur. Muhte- tercümeleri yaptırılmak üzere Re-
vası hiçbir şekilde matbaa idaresi- “Bazılarını da duyuyoruz ki Kur’an islik bütçesine özel ödenek ayrıl-

68 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


D İ YA N E T A R Ş İ V İ

ması talepleri teşkil etti. Bu amaçla çekten nitelikli eserlerin yayın- etti. Bu ödeneğin ayrılmasına son-
Eskişehir Mebusu Abdullah Azmi lanması sağlanmıştı. Şimdi aynı raki birkaç yıl daha devam edildi.
Efendi tarafından Meclis Başkan- şeyin, Diyanet’te de olmasını arzu
lığına 53 imzalı bir takrir/önerge ediyorlardı. Nitekim adı geçen Evet, alınan karar o günkü bek-
verildi. Önergede şöyle deniyordu: vekâlet lağvedilmiş olsa bile ayrı lentileri tam karşılamamış olsa da,
bir kanunla vücut bulmuş söz ko- Cumhuriyet tarihi resmî dinî ya-
“Bazıları tarafından Kur’an-ı Ke- yıncılık faaliyeti içerisinde bu ka-
nusu heyetin varlığını sürdürmesi
rim’in hata-âlûd bir surette lisa- rar ve bu kararın tahakkuku başlı
gerektiğini ileri sürerek Reislik
nımıza tercüme ve neşredildiği başına önemli bir hadisedir. Buna
kadro cetvellerinde bu heyete yer
görülmektedir. Bu Kitab-ı Celîl’in rağmen bugün şöyle bir tahas-
verilmemiş olmasını bir eksiklik
elyevm mevcut olan Türkçe tef- sürde bulunmaktan da kendimizi
olarak değerlendirmişlerdi.
sirleri dahi ihtiva ettiği maâni-i alamıyoruz: 1925 yılında bu yayın
dakikayı ifadede kasır olduğu ci- Kurulması arzu edilen ilmi he- tasavvuru gerçekleşip üst düzeyde,
hetle mütehassıs bir heyet-i ilmiye yet, başta Kur'an meal ve tefsiri ve nitelikli bir dini yayın faaliyetinin
tarafından Kur’an-ı Azimuşşan’ın hadis mecmuaları olmak üzere, temelleri atılsaydı ve 1925-50 ara-
lisanımıza tercüme ve Türkçe tef- halkın ihtiyaç duyduğu dini eser- sındaki o malum fetret dönemi ya-
siri ve keza lisanımıza tercüme leri telif, tercüme ve neşredecekti. şanmasaydı, kuşkusuz günümüzde
elzem olan bazı âsâr-ı İslâmiyenin Böylece o yıllarda yoğun şikâyetle- ülkemizin dini yayın faaliyetlerinin
nakil ve tercümesi ve Din-i İslâm re konu olan hatalı, tahrif edilmiş geldiği yer farklı olacaktı.
aleyhinde intişar eden âsâr-ı ec- Kur’an tercümelerinin önüne ge-
nebiyeye mukabeleten neşriyatta Yine o tarihte dile getirilen, “sap-
çilebilecekti. Çünkü Başvekil Ali
bulunmak üzere (…) 20 bin liranın kın, bozuk, yanlış, hatalı niteliksiz
Fethi Bey'in ifadesiyle, “Yanlışların
zam ve tahsisini teklif eyleriz.” yayınların önüne geçmenin en isa-
önüne geçmenin en isabetli yolu,
betli yolu, halkın önüne doğrusu-
Önerge üzerine cereyan eden mü- halkın hizmetine doğrusunu, ger-
nu, gerçeğini koymaktır” şeklinde-
zakerelerden anladığımıza göre, çeğini sunmak”tı. Ancak söz ko-
ki prensibin zamanımıza ve bütün
asıl amaç, Reislik bünyesinde sü- nusu önergenin Meclisteki müza-
zamanlara ışık tutacak nitelikte
rekli yayın hizmetinde bulunacak, kereleri sonucunda karar, teklifin
olduğunu vurgulamak istiyoruz.
yayın faaliyetlerini yönetecek özel sınırları daraltılarak, Kur’an meal
bir heyetin oluşturulmasıydı. Bu ve tefsiri ile hadis tercümeleri yap- Önerge sahibine, teklife imza at-
konuda önemli bir tecrübeleri de tırılmak üzere Reislik bütçesine 20 mış isimlerini tek tek sayamadığı-
vardı; daha üç yıl önce Şer’iyye ve bin liralık bir ek ödenek konma- mız zevata, kabulü doğrultusunda
Evkaf Vekâleti bünyesinde Tetki- sı (bir mukayese imkânı vermesi irade ortaya koyanlara; eserleri
kat ve Te’lifat-ı İslâmiyye Heyeti açısından Reisliğin 1925 yılı bütçe kaleme alan, inceleyen, baskıya ha-
adıyla bir kurul oluşturulmuş ve yekûnunun 1.660.800 lira olduğu- zırlayan muhterem ulemamıza
iki yıl gibi kısa bir süre içinde ger- nu belirtelim) şeklinde tahakkuk gani rahmetler olsun.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 69


GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

KUDÜS FATİHİ
SELAHADDİN
EYYUBİ
İlhan ASLAN

Haçlılar 2 Ekim 1187


Cuma günü Kudüs’ü
teslim ettiler. Kalenin
burçlarına Salahad-
din’in bayrakları çe-
kildi. Haçlıların fidye
ödemeden kaçmala-
rını önlemek amacıyla
şehrin kapıları ka-
pandı. Mescid el-Ak-
sa’dan Haçlılar tara-
fından yapılan gravür
ve resimler temizlendi.
Minber yapılıp camiye
yerleştirildi.

rta Çağ İslam dün- zapt eden Şii Fatımiler Devleti ile bi hanedanlığının kurucusu olan

O
yası Hz. Peygam- başlamıştır. Fatımiler, Abbasi hali- bu zatın devletinin Türk olduğu
ber’in ölümünden feliğine karşı büyük bir tehdit un- yönünde bir ihtilaf yoktur. Zikret-
sonra cereyan eden suru oluşturmuş ve Haçlı seferleri- tiğimiz hanedanlık Türk Atabey-
siyasi olaylarla buhranlı günler ge- nin başladığı yıllarda Selçuklulara liği Zengilerin varisi olma özelli-
çirmeye başlamıştır. Özellikle Hz. karşı Haçlılar ile ittifak yapmaktan ğini taşımaktadır. Selahaddin’in
Osman’ın öldürülmesinden sonra geri durmamışlardır. Böylece iç en eski atası Yemen Araplarından
derin çizgilerle ikiye ayrılan İslam buhranlar yaşayan İslam dünyası, Ravvad b. el-Müsenna el-Ezdi’dir.
âlemi, hem siyasi hem de dinî an- Haçlı seferlerinin başlamasıyla bir- Ravvadiler daha sonra Azerbaycan
lamda yüzyıllarca sürecek olan bir likte dışarıdan beliren bir kuşatma- bölgesinde Hezbaniyye kürtleriyle
parçalanmanın eşiğine gelmiştir. nın da altına girmiştir. karışmışlar, X. asrın sonlarından
Bu parçalanmanın menfi anlamda itibaren kendilerini bu kabilenin
en tehlikelisi X. yüzyılda Kuzey Af- Selahaddin Eyyubi, 1138 yılında bir kolu olarak görmüşlerdir. Daha
rika’da kurulan ve akabinde Mısır’ı Takrit şehrinde doğmuştur. Eyyu- sonra Selahaddin’in babası Nec-

70 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

meddin Eyyub ve amcası Esedüd- cuma namazını burada eda ettik- meclisi kurup Selahaddin’e elçi
din Şirkuh, Selçukluların ve Zen- ten sonra bir süre Akka’da kaldı. Bu yolladılar. Selahaddin onlara aman
gilerin hizmetinde çalışan emirler şehri büyük oğlu Melik el-Afdal’ın vermeyerek “91 yıl önce Frenkler
arasına girmişler, bunun sonucun- yönetimine bıraktıktan sonra ku- Kudüs’ü nasıl teslim aldılarsa şehri
da Eyyubi ailesi Türkleşmiştir. Se- mandanlarına verdiği talimatlar ile öyle teslim alacağım” şeklinde bir
lahaddin’in ağabeyi Turanşah, kar- civardaki bölgelerin fethedilmesini cevapta bulundu. Haçlıların tekrar
deşleri Tuğtigin ve Böri öztürkçe emretti. Birçok kale ve şehrin ele Selahaddin ile yaptıkları görüşme
adlar taşırlar. Selahaddin’in annesi geçirilmesinden sonra Mısır yolu sonucunda kırk gün içinde her
ise Şihabeddin Mahmud b. Tüküş üzerinde bulunan Askalan şehri de erkeğin 10 dinar, her kadının 5 di-
el-Harizmi’nin kardeşidir. Eyyubilerin eline geçti. nar, çocukların 2’şer dinar ödemesi
şartıyla istedikleri yere gidebile-
Millî şairimiz Mehmet Akif Er- Sultan Askalan şehrini aldıktan cekleri karalaştırıldı. 2 Ekim 1187
soy’un “Şarkın en sevgili Sultanı” sonra Mısır’dan oğlu el-Melik el-A- Cuma günü Kudüs’ü teslim ettiler.
ve Fransız tarihçisi Champdor’un ziz kendine bağlı kuvvetlerle Hüsa- Kalenin burçlarına Selahaddin’in
“İslam’ın en saf kahramanı” olarak meddin Lü’lü el-Hacib kumanda- bayrakları çekildi. Haçlıların fidye
nitelediği Selahaddin Eyyubi’nin sındaki Mısır donanmasıyla geldi. ödemeden kaçmalarını önlemek
büyük bir şöhrete kavuşması, Haç- Donanma deniz tarafını emniyete amacıyla şehrin kapıları kapandı.
lılara karşı kazanmış olduğu za- aldı. Sultan bundan sonra Kudüs’e Mescid-i Aksa’dan Haçlılar tara-
ferler nedeniyledir. 1096 yılında doğru hareket etti. Kudüs’te bu sı- fından yapılan gravür ve resimler
başlayan ve Temmuz 1099’da Ku- rada çok sayıda savaşçı toplanmıştı. temizlendi. Minber yapılıp camiye
düs’ü işgal eden Haçlılar, başta Ku- Şehrin müdafaasını Balian d’Ibelin,
düs krallığı olmak üzere Antakya, yerleştirildi. Selahaddin Cuma hut-
patrik Herakliyus idare etmektey- besini okumak için, Halep’in fethi
Trablus ve Urfa’da Haçlı devletleri di. Selahaddin ilk aşamada öncü
kurmuşlardır. Bu tarihten sonra sırasında Kudüs’ün fethini müjde-
birlikleri harekete geçirdi. Bu bir- leyen Kadı Muhyiddin b. el-Zeki’yi
Türklerle Haçlılar arasında onla- liklerin kumandanlarından Cema-
rı Kudüs’ten çıkarmak için büyük hatip tayin etti. 9 Ekim 1187 Cuma
leddin Şervin b. Hasan el-Zerzari günü Mescid-i Aksa’da Selahaddin
mücadeleler başlamıştır. 1144 yı- Kudüs yakınlarında Kubeybat de-
lında İmameddin Zengi’nin Urfa’yı adına hutbe okundu ve cuma na-
nilen yerde düşmanın hücumuna mazı kılındı. Selahaddin, el-Me-
fethi, ikinci Haçlı Seferinin başla- uğradı ve şehit düştü. Selahaddin
masına ve mücadelelerin daha da lik el-Adil Nureddin Mahmud b.
ise 20 Eylül 1187 Pazar günü Ku- Zengi tarafından Mescid-i Aksa’ya
şiddetlenmesine zemin hazırlamış-
düs önlerine vardı. Şehrin batısın- konmak için yaptırılan minberin
tır. Haçlılar ile mücadele hâlinde
da karargâh kurdu. Beş gün surları Halep’ten getirilip yerine yerleş-
olan Müslümanların hedefi Ku-
keşfetti ve kumandanların yerlerini tirilmesini, mihrabın mermerle
düs’ü tekrar hâkimiyet altına almak
belirledi. Şehrin kuzeyinde müsait kaplanmasını ve caminin tamirini
olmuştur.
bir yer buldu ve ardından karargâ- emretti.
3 Temmuz 1187 Cuma sabahı hını buraya nakletti. Mancınıkları
Haçlı ordusu Safuriye’den Tabe- kurduktan sonra 27 Eylül Pazar Kubbetü's-Sahra’yı Haçlılar kiliseye
riye’ye doğru harekete geçti. Sela- günü bombardıman emrini verdi. çevirmişlerdi. Bu caminin temiz-
haddin Eyyubi, Haçlı ordularının İçeriden de aynı şekilde karşılık lenmesiyle el-Fakih Ziyaeddin İsa
ilerlemesine mani olmak amacıyla veriliyordu. Uzun mücadelelerden uğraştı. Selahaddin bu camilere
gerekli güvenlik tedbirlerini aldı. sonra Caber Kalesi’nin eski sahibi imam, hatip Kur’an okumak için
Bunun sonucunda Haçlı birlikleri Malik el-Ukayli’nin oğlu İzzeddin görevliler tayin etti. Kubbet-i Sah-
Taberiye bölgesinde büyük kayıp- İsa düşmana karşı gösterdiği büyük ra civarındaki Hristiyan mezarları
lar verdi. Selahaddin, 5 Temmuz başarılardan sonra şehit oldu. Bu tahrip edildi. Şehrin yerli Hristi-
1187 Pazar sabahı Taberiye bölge- hadise Müslümanları heyecana ge- yanlarına cizye ve vergi ödemeleri
sini kuşattı. Ardından Taberiye’den tirdi. Saldırıya geçen Müslümanlar şartıyla dokunulmadı. Böylece Hz.
Lubya bölgesine geçti. 8 Temmuz surlara dayanıp Lağım açmaya ve Ömer zamanında İslam toprağı
Çarşamba günü Akka’yı kuşattı. bunları ateşlemeye başladılar. Sal- olan Kudüs, Selahaddin Eyyubi sa-
Akka şehrinin teslim alınmasın- dırılara daha fazla dayanamayacak- yesinde tekrar Müslümanların hâ-
dan sonra şehir yağmalandı. Sultan larını anlayan Haçlılar bir danışma kimiyeti altına girdi.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 71


D İ N V E H AYAT

DÜNYA BİR GÖLGELİKTİR


Nagihan AYDIN Kırklareli Lüleburgaz Kuran Kursu Öğreticisi

ir ateş çemberinin mekânı mesken tutanlar olarak ba- vakit sonra hipnoz etkisi yaparak

B
üzerinde yürüyo- şımızın biteviye dönmesi bize son- insanı kendisine bağlayıp asıl ga-
ruz. Katmanlarına lu olmamızı unutturuyor. Dünya yesini unutmaya itiyor. Bunu Rab-
bakıldığında dışa ve içindekiler unutmuyor ama in- bimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle dile
doğru yaklaştıkça ısısını ve sıvılı- san unutuyor. getiriyor:
ğını kaybeden ateş özlü yuvarlağın
İnsanlar olarak sonlu olan ve varlı- ‘’Bilin ki, dünya hayatı ancak bir
adı dünya, bizler de onun geçici sa-
ğını devam ettirebilmek için diğer- oyun, bir eğlence, bir süs, aranız-
kinleriyiz. Yaratıldığı an itibarıyla
leri gibi mutlak yaratıcıya muhtaç da karşılıklı bir övünme, çok mal
cisim olarak boşlukta yer tutanlar
olan bu mekânı diğer canlılarla
isimlerle adlandırılıp birbirine başı ve evlat sahibi olma yarışından
paylaşıyoruz. Nefes alıp veren, top-
ve sonu belirlenmiş sürede eşlik ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur
rakta ve suda hayat bulan sayısı
ederler. Sonsuz güç ve kudret sa- gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki,
belirsiz nebatat ve bir kısmı yaşam
hibi olan Rabbimiz boşluğa astığı bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gi-
alanımıza dâhil olan hayvanlar.
dünyayı da aynı şekilde yaratmış Kullandığımız ortak alanlar muh- der. Sonra kurumaya yüz tutar da
ve sonlu olduğunu ilahî kitabımız- teşem döngüde yaratılan bitki ve sen onu sararmış olarak görürsün.
da kullarına bildirmiştir. O süresi- hayvanlarla donatılmış olup ken- Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise
ni tamamlayarak kendisine tayin dilerine tayin edilen sürede yılların (dünyadaki amele göre ya) çetin
edilen yörüngede dönüyor. Biz eksiltmelerine rağmen görevlerini bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve
de evvele ya da ahire, zahire ya da yerine getirirler. Düzeni ve bütün rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış
batına varacak bir kıyamda çark görkemiyle yaratılan dünya nimeti metaından başka bir şey değildir.’’
edip dönüyoruz. Nitekim bu sonlu içindekilerle birlikte ne yazık ki az (Hadid, 57-20.)

72 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


D İ N V E H AYAT

İnsan diğer canlılardan farklı ola- Taktığı ziynet eşyalarıyla gözleri söylüyor. Yüzüne vuran yağmur
rak nefis ve irade ile yaratılmış olup üzerine çekmek isteyen sahtelik! damlası seni uyandırıyor ve gözle-
fıtratı gereği kesin çizgilerle ayrılır Özünde yok etmeyi ve tüketmeyi rini gökyüzüne salıyorsun şükürle:
âlemdeki diğer varlıklardan. Kendi hedefleyen mekân aynanın arka
hakiki gayesini zamanla unutma yüzüdür. Görkemli pencereleri, ‘’Ey Muhammed! Sen onlara dün-
yarışına girerken doğuştan sahip renkli dış boyası, geniş odaları, fe- ya hayatının misalini ver. Dünya
olduklarının korunması gerekti- rah yapısıyla yaşayanların ilgi oda- hayatı, gökten indirdiğimiz bir su
ğini de unutur. Oysa etinden, sü- ğıdır. Bu hayali daha önce gören ve gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzü-
tünden, yününden ve derisinden ebedi âleme göç edenlerinse bırak- nün bitkileri (her renk ve çiçekten)
faydalanacağımız bir hayvanı bes- tığı kadim miraslar ibretler içerir. birbirine karışmış, nihayet bir çöp
lesek bizim nezdimizde görevini kırıntısı olmuştur. Rüzgârlar onu
tamamlamış, yaratılış amacını ye- Yunus Emre, pencere kadar bir savurur gider. Allah her şeye muk-
rine getirmiş olur. Beslediğimiz alana dünyalık sığdırıp gitmiştir. tedirdir.’’ (Kehf, 18/45.)
canlıların bir diğerine üstünlük Bir nazar içerir sadece; odaklanma,
bağlanma ve sahiplenme yoktur: Ruhunu kör eden yüksek ışıktan
yarışına girdiğini, dünyaya getir-
kendini koruman için Rabbin sana
diği yavru sayısı ile övündüğünü
“Sular hep aktı geçti açık bir davette bulunuyor. Fani
asla göremeyiz. Mesela karıncanın
Kurudu vakti geçti olanın dostluğundan, renginden,
kararlılığı asla zarar içermez, kap-
Nice han, nice sultan kokusundan kurtulup vaat edilen
lumbağa kimseyle hız yarışına gir-
Tahtı bıraktı geçti mekâna ulaşacağın vakti sabırla
mez. Yukarıda zikredilenleri başka
Dünya bir penceredir beklemeni, hakiki gölgeliğine doğ-
canlılarda düşündüğümüzde bize
Her gelen baktı geçti…” ru eksilmeden yürüyebilmek, al-
tuhaf gelir lakin yaşadıklarımız ve
gözümüzü kapatan siyah perdenin danmadan ona kavuşabilmek için
Aziz Mahmut Hüdai, dünyanın
sergilediği oyun gerçekte budur. emanetine sarılmanı istiyor. Talip
özünde yalancı bir gösterişçi ol-
Zift gölgesi kalbe vuran, karanlığa olduğun ahiret hayatı için geçici
duğunu, bu hanın bir kapısından
mahkûm eden bu perde kendi de olana tamah etmeden maddeye
girip diğerinden çıkılacağını, bek-
geçici olan dünya ve içindeki süs- mana katarak, ruhuna ve bedenine
lemenin, duraksamanın olmayaca-
lerdir. vurulan paslı zincirleri eritip üzeri-
ğını nükte eder:
ne kokusu bulaşmadan, geçerken
Seni takip eden biri var. Her nefes “Yalancı dünyaya aldanma ya hu eteğine doldurduğun bütün dün-
alış verişine eşlik eden fakat ritim Bu dernek dağılır divan eğlenmez yalıkları o kapıya geldiğinde bıra-
durduğunda seni yapayalnız bı- İki kapılı bir viranedir bu kacağın idrakiyle gerçek yurduna
rakan vefasız biri. Onu yanında Bunda konan göçer mihman eğle- varmanı bekliyor.
gezerken tanıyamadın. Gözü doy- mez…”
maz, hilekâr, sinsi vasıfları olan. Düş içinde düş görmekten, gölge
Kor pençeleriyle sırtından yakala- Düşünde bir gölgelik buldun, ku- içinde gölgeye sığınmaktan irkil-
yan. Hayalini kurduğun görkem- lağında tanıdık çeşmeden süzülen men gerek.
li kabuk ışıklar saçarak yanıyor. suyun sesi ve gözlerini kapattın,
Sadece sonlu olandan sonsuz ola-
Bu ışık, onun her nefeste senden işte oradasın. Çocukluk masumi-
na yürüyor olduğunu bilmen ge-
gayrısı tarafından da kullanılıyor yeti, gençlik anıları, şimdinin ka-
rek.
olduğunu, kirini, pasını, çöplüğü- çırılmışlığı, geleceğin kaygısı. Hep-
nü gizlemek içindi. Baş gözünle sini topladın sayfalar dolusu kayıt Har ateşte demlenip sonsuz serin-
yüksek orandaki ışığa sürekli bak- ama defter boş. İki demir kapak likteki huzura kavuşman gerek…
tığındaysa ne yöne dönsen o ışığın var sadece doğum ve ölüm. Orta-
aksini gördün. Çemberin dışında da siyah uzun bir çizgi, adı hayat. “Ey insanlar! Haberiniz olsun ki,
aydınlıkta dönüyor aynı zamanda Yaslandığın ağacın, onu sulayan Allah'ın vaadi muhakkak haktır.
gözlerinle çemberi içine hapsedi- çeşmenin gökten düşen bir damla Sakın bu dünya hayatı sizi aldat-
yorsun. Zamanla ateş bulduğu her suyun hoşnutluğu kuşatıyor seni masın, sakın o aldatıcı şeytan sizi,
boşluğa yerleşip sen oluyor. Gözle- ve eline aldığın kurumuş yapraklar Allah hakkında da aldatmasın.’’ (Fa-
rini yumdukça yumuyorsun. sana bu âlemin sonunun olduğunu tır, 35/5.)

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 73


D İ N V E H AYAT

O’NUN EMRİNE İCABET


Mürtaza TRABZON Van Abdulhakim Arvasi Eğitim Merkezi Eğitim Görevlisi

nsanoğlu çağrısına olur. Bu gerçeklik müezzin “hayye “Siz ezanı işittiğiniz zaman mü-

İ
ve sözlerine karşı- ale’s-salah ve hayye ale’l-felah” de- ezzinin söylediklerini aynen tek-
lık bekler, duygu- diğinde dinleyenler olarak “la hav- rar edin.” (Buhari/586; Müslim/383.)
larına dahi karşılık le vela kuvvete illa billah” diye ica- Bu buyruktan ilk anladığımız şey,
veren bir mucip bet etmemizdeki kuvvetli inanışta ezan okuyan müezzinin söylediği
olsun ister. Çünkü insanın yaratı- kendini açıkça gösterir. her cümleyi peşinden tekrar et-
lışında sevincini, üzüntüsünü ve mektir. Ama veciz ve özlü konuşan
sırrını paylaşmak isteği vardır. Hz. Peygamber (s.a.s.), İslam hida- Allah Rasulü’nün bu tavsiyesin-
yetinin bütün insanlığa ulaşması den daha derin manalar çıkarmak
Yüce yaratıcımız davetine, kulu- için ebedi kurtuluş daveti olan mümkündür.
nun icabetini talep eder ve kul ezanın gür ve güzel sesle okunma-
tarafından icabetin gerçekleşme- sını emrediyor. Ardından tevhidin Onun tavsiyesini, müezzinin söy-
sinden dolayı razı/hoşnut olur. yüksek sedası olan bu daveti dinle- lediklerini hem lisan ile tekrar söy-
Kudretinin ne bedihi bir tecelli- memizi ve müezzinin söylediği ke- lemek hem gönülden doğruluğunu
sidir ki kulun icabeti yine Onun limeleri aynen tekrar ederek icabet hissetmek hem de Allah’ın daveti-
yaratmasıyla, yardımıyla mümkün etmemizi tavsiye ediyor. Şöyle ki: ne uyarak cemaate katılmak şek-

74 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


D İ N V E H AYAT

linde anlamak pekâlâ mümkündür. olan icabetini kontrol etmediğin- icabet etmemiz emredilmiştir.
Bizden sadece işitmek ve dinlemek den gayesinden inhiraf edebilir. Kısacası mümin taat amacıyla bu-
istenmiyor adeta varlığımızın her Bundan dolayı Mucip olan Allah lunduğu şartlar neye elveriyorsa
zerresiyle davete dâhil olmamız is- kullarına daima icabet etmeleri hangi icabet durumuna müsaitse
teniyor. Hakiki icabetin tezahürü gerektiğini hatırlatır. “…benden Hakk’ın davetine o şartlarda ica-
bu olsa gerektir. Çünkü “tam dave- isteyenin dua ettiğinde duasına betle mesuldürler. Zira kendisi-
te” (Buhari/579.) tam icabet gerekir. icabet ederim. Artık onlar da da- ne icabet edeni boş çevirmeyen
Böylece iman ve amel birlikteliği vetime icabet edip bana inansınlar el-Mucip yalnızca O’dur.
fiiliyat olur, bir kulluk bilinci ve ey- ki, doğru yolda yürüyenlerden ol-
lemi olarak Allah’a yükselir. sunlar.” (Bakara, 2/186.) Rabbimizin Allah ile kul arasındaki karşı-
icabeti kulun icabetine bağlı olarak lıklı icabet aslında bir zaman ve
İnsan dostlarıyla sohbet ederken günahlardan arındıran, sevaplara mekânla sınırlanamaz. İnsan her
muhatabının kendisine kulak ve- ulaştıran ve korkulardan emin kı- daim Rabbiyle iletişimini devam
rerek dikkatle dinlemesini ister lan ne muhteşem bir nimettir. ettirebilir. Bununla birlikte bizim
ve bundan mutlu olur. Ama kişi, açımızdan bazı zamanları müste-
karşısındakinin etkin bir dinleme Sonsuz güç ve kudret sahibi olan cap vakitler olarak yüce Allah farklı
yerine başka şeylerle ilgilendiğini Allah’ın güzel isimlerinden biri de saymıştır. Sanki hayat yolculuğun-
fark ederse bundan rahatsız olur. el-Mucip’tir. (Hud, 11/61.) Mana- da yorulan ve yükleri ağırlaşanlara
Dostların birbirlerine karşılıklı sı yapılan duaları kabul edendir. yardım, daralan ve bittim diye ica-
tam icabetleri sayesinde anlayış ve İmtihan dolayısıyla karşılaştığımız bet eden kullarına inayet etmek
sevgi bağı kurulur. Fakat bununla zorlukları ve çaresizlikleri başkala- için… Kul imanla Allah’ı tanır ve
birlikte beşeri ilişkilerde çoğu za- rının istismar ederek bizi kullan- ibadetlerle ancak Allah’ın davetine
man anlayışsızlıklar görülür. Bu malarını istemez. Zatından/Ken- icabet edebilir. İbadet diğer davra-
durumlarda insan sığınacak dal disinden başkasının gerçek Mucip nışlardan en başta niyetle ayrılır.
arar. Bu arayış onu, kendisine şah olamayacağını bu yüzden O’na yö- Niyet etmek ise bedeniyle ve ru-
damarından daha yakın olan yüce nelmemizi bizlere öğütler. Her hâ- huyla icabet etmek demektir.
bir kudrete ulaştırabilir. İnsan ken- lükârda mümin, kulunu gerçekten
disini en iyi anlayanın Allah oldu- işiten gören ve bilen Mevla’sının Velid b. Muğire, Utbe b. Rebia gibi-
ğunu idrak ettiği vakit derhal O’na davetine icabet etmekle son dere- leri Kur’an’ın icazından etkilendiler
icabet eder. Zira insanı yaratan ce gayret içinde olmalıdır. Bu ica- Hatta Utbe’nin Efendimizden din-
O’dur. Vaktiyle derdini, düştüğü bet namazla, dua ve niyazla, hacla, lediği Fussılet suresinden (41/1-13)
çaresizliğini Rasulüllah’a getiren zekâtla, kurbanla tefekkürle ve di- etkilenerek daha sonraları gizlice
kadını (Mücâdele, 58/1.) en iyi Allah ğer ibadetlerle olabilir. Efendimiz Hz. Peygamberin Kur’an okuyuşu-
anladı ve ona elçisi vasıtasıyla va- (s.a.s.) Beytullah’ı ziyaret için Me- nu dinlediği nakledilir. (TDV İslam
Ansiklopedisi c. 42, s. 236 Utbe b. Rebia
hiyle icabet ederek, yol gösterdi. dine-i Münevvere’den yola çıktığı
Maddesi.) Allah onlara vahiyle davet
vakit şöyle buyurmuştur:
Öğretmen öğrencisini merkeze ediyordu ama bu daveti anlamaları-
alarak anlattığı derse ruh verirken “Cebrail bana geldi ve ashabıma na rağmen ne Velid ne Utbe icabet
ve öğrenci de canlı şekilde derse tehlil ve telbiyeyi yüksek sesle söy- etti. Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Hamza
katılsa karşılıklı icabetin oluşma- lemelerini emretmemi bildirdi.” (r.a.) gibi icabet edenler kurtuldu.
sından verimli sonuçlar elde edilir. (Tirmizi, Hac, 15.III,192.)
İnsan anlaşılmayı ister ve kendisini
İcabet karşılıklı canlı bir iletişime Lebbeyk Allahümme Lebbeyk! anlayanı sever. O'nunla olmaktan,
geçmektir. Sadece bedenen katıl- Yani buyur Allah’ım buyur! Bu ke- paylaşmaktan ruhu gıdalanır. Al-
mak değil ruhen de yönelmektir limeler Allah’a icabetin ete kemiğe lah’ı esma ve sıfatlarıyla tanıyan
icabet. İcabetin göstergesi olan büründüğü canlı bir halidir sanki. kimse bilir ki beşeriyetin tamamı-
ibadetlerde huşu ve huzuru ya- Buyur Allah’ım buyur! Tam bir tes- nı en kâmil şekilde anlayacak olan
kalamak ancak böyle mümkün limiyetle davetine icabete geldim Yüce Yaradan’dan başkası değil-
olabilir. İnsanoğlu bazen kendine Allah’ım! Tıpkı ezanda olduğu gibi dir. Bu yüzden en çok O’nu sever
bir hedef belirler ve sonra hedefe burada da Allah’ın davetine hem ve O’nunla olmayı ister. O daima
giden yoldayken aralıklarla davete sözle hem fiille hem de gönülden kendisine icabet edene Mucip’tir.

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 75


GEZİ-YORUM

UKRAYNA NOTLARI
Dr. Ruhi İNAN Balıkesir Üniversitesi Türk Dili Bölümü

annederim ağus- ediyor. Dillerinde ve giyimlerinde gün var ve bu boşlukta Kiev'e git-

Z
tos ayının sonla- özellikle de yüzlerinde... Odessa meye karar verdim. Araba kirala-
rıydı. Uluslararası Havaalanı çok da büyük olmayan mak istedim; fakat fiyatlar yüksek
bir sempozyum sıradan, altmışlı yıllardan kalma geldi bana. Sorduğum birkaç araç
vesilesiyle çok merak ettiğim Uk- küçük ve izbe bir mekân. Polisler kiralama şirketi kapıyı 100 do-
rayna'ya gitmek için bir gezi planı oldukça dost canlısı görünüyorlar; lardan açtı, ben de şehirler arası
hazırladım. Ukrayna'ya gitmek rutin sorulardan sonra içeri giri- terminale gittim ve 75 grivna'ya
demek, benim için bir yönüyle de yorum. Beraber gezmeyi düşün- işi bağladım. 75 grivna, Türk lira-
bilinen ezberleri bozmak demek düğüm arkadaşlarım kara yoluyla sıyla 15 liraya tekabül ediyor. Bu-
olacaktı. Bu aslında benim hayat Ukrayna'ya gelmeyi tercih ettiler. rada otobüs seyahatleri çok ilginç
felsefem; bu tavırla o kadar çok yer Türkiye'den özel arabalarıyla gel- oluyor. Belli bir düzeni yok, koltuk
ve insanı tanıma imkânı buldum diler ve hava alanında beni karşı- numarası yok, bavul veya çanta
ki anlatamam. Gidemediğiniz yer ladılar. için bir numara vermiyorlar ve
sizin değildir, buna kalpler de dâ- dahası otobüs saatinde gelmiyor.
hildir elbette. Sabah biraz dolaştık caddelerde. Neyse otobüs geç de olsa geldi,
Doğu bloğu ülkeleri birbirine ben- zorlu bir bavul itiş kakışından son-
Yolculuk öncesinde kara yoluyla ziyor; geniş caddeler, kaderine terk ra boş ve münasip bulduğumuz bir
gitme düşüncem vardı fakat şartlar edilmiş tarihi, bakımsız binalar, yere oturduk arkadaşımla. Otobüs
uygun olmadığı için hava yoluyla günübirlik hayatı teşvik eden süslü tıklım tıklım, herkesin elinde akıllı
gitmeyi tercih ettim. Uçakta ol- vitrinler, parfüm kokuları, renk- telefonlar çağın hastalığı, herkes
dukça çok Türk vardı ve bu çokluk li giyimler, lüks hayatın tadından telefonlarıyla meşgul. Molalarda
elbette insanı yurtdışında hisset- vazgeçemeyen modernite ve ko- asla yerinizi terk etmeyin, biri ye-
tirmiyor. Ayrıca inen yolcular iki münizm arasında sıkışmış bir ara- rinize oturabilir. Molalar oldukça
tür; ilim talebinde olanlar ve bildik sat kültürü. ilginç oluyor, mesela rastgele bir
emellerin hülyasında olanlar. Bu yerde ihtiyaç molası için durabi-
iki grup da açık açık kendisini belli Sempozyumun başlamasına iki liyorsunuz. Yol boyunca çok fazla

76 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


GEZİ-YORUM

alışveriş merkezinde yaptık. Kah-


valtı derken sadece ekmek arası
peynir, domates falan. Maalesef bu
ülkelerde bu konuya azami dikkat
etmek gerekiyor. İsminde Türk
olsa bile. Aman dikkat! Biz bir tec-
rübe yaşadık nerdeyse domuz eti
yiyecektik Allah muhafaza. Kiev,
ağaç kesmenin yasak olduğu bir
şehir. Parkları, doğası ve ilgi çekici
mimarisi ile bu şehir, Ukrayna'da
gezilecek yerler arasında başı çeki-
yor. Bütün etkinlik ve festivallerin
Mariyinsky Sarayı buluşma noktası olan Özgürlük
Meydanı’ndaki freskler ve mozaik-
dinlenme tesisi yok. Neredeyse 6 tak odası var. Buradan vazgeçince ler, öne çıkan tarihi ile Aziz Sofya
saat yolculuktan sonra saat 12 gibi oldukça iyi, geniş ve merkeze yakın Katedrali, kentin giriş kapısı olarak
Kiev'e vardık. Daha önce internet bir yere gittik. Tabi bu tip işler fazla inşa edilen Golden Gate ve Kiev
üzerinden bağlantı kurduğumuz para koparmak için yapılıyor ve biz Müzesi gezilip görülecek yerlerden
kişi, bizi bir otele götürdü. İngiliz- de istediği parayı verdik. Çünkü birkaçı olarak sayılabilir. Şehrin
ce biliyordu, sürekli birileriyle ko- yorgunduk ve gece yarısı başka bir metrosu Ruslardan kalma ve kesin-
nuştu kendi dilinde. Otele vardık yer bulma ihtimalimiz hayalen bile tisiz çalışıyor. Kiev'in birçok yerine
fakat oda istediğimiz ve seçtiğimiz mümkün görünmüyordu. metroyla gitmeniz mümkün; fakat
oda değildi. Uyduruk bir ikinci ya- bu imkânlar insanları mutlu etmi-
tak koymuşlar mutfağın bir köşesi- Sabah kahvaltımızı şehrin Nezalej- yor gibi. Bu ülkede neredeyse her
ne, modern döşenmiş ayrı bir ya- nasti (özgürlük) Meydanı’ndaki bir şey günübirlik yaşanıyor. Bu biraz

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 77


GEZİ-YORUM

da savaşın insanlarda bıraktığı etki


olsa gerek. Şunu ifade etmek ge-
rek, ülkenin gelişmiş savunma sa-
nayi, demir ve çelik sanayi oldukça
iyi olmasına rağmen buraya gelen-
ler hep malum sebepler için gel-
diğinden ülke hakkında bilinen o
olumsuz kanaat öne çıkıyor. Belki
onlar da bunun farkındalar ve bu
algıyla ilgili muazzam bir işleyiş ve
ekonomi dönüyor.

Kahvaltıdan sonra Kiev'deki meş-


hur yerlerden biri olan Mariyins-
ky Sarayı'na gittik. 45 Grivni'ye
bilet aldık. Mavi ve krem renklerle
dizayn edilmiş muhteşem görü-
nümdeki saray Kiev’in en büyük
parkının içinde bulunuyor. 1750
yılında Rus mimar İvan Minçu-
rin ile İtalyan mimar Bartolomeo
Rastelli tarafından inşa edilmiş.
Bina Çar ailesinin malikanesi ola- Andrevski Yokuşu
rak uzun süre kullanılmış, bugün
ise resmi ziyaret ve resepsiyonlara,
uluslararası konferanslara ev sa- dikkate değerdir. Anıt, Sovyetlerin Kiev'deki en beğendiğim yerlerin-
hipliği yapmaktadır. Yine bu park Hitler zaferi sonrasında yapılmış- den biri, Andrevski Yokuşu'dur
içinde bulunan eski bir Ortodoks tır. Anıtta 16 metre uzunluk ve 9 (Andrevski Spusk). Burası geçmişte
Kilisesi olan St Andrews Kilisesi
ton ağırlığında bir kılıç ile 13×8 üst tabakanın yaşadığı bölge ile alt
ve onun altında bulunan oldukça
metrelik bir kalkan vardır. 1981 tabakanın yaşadığı bölgeyi birbi-
boğucu olduğunu düşündüğüm
yılında tamamlanan anıtın kı- rine bağlayan önemli geçit nokta-
aziz kabirleri de görülebilecek yer-
lıç bölümünün bir parçası şehrin larından biridir. Bu yokuş, bugün
lerden. Merak ettim içeri girdim
önemli dini temsillerinden biridir şehrin en popüler yerlerinden biri
fakat kendimi dışarıya zor attım.
ve bu kılıcın ucunun Lavra Ma- haline gelmiş. Yokuş, ilk yapıldığı
Yoğun bir mum kokusu ve hava-
nastırı'nın haçından daha yüksek dönemde yayaların geçebileceği bir
sızlık var. İsmini Ayasofya‘dan alan
olduğu için kesildiği söyleniyor. yerken 1711 yılında yol genişletile-
Aziz Sofya Katedrali (Saint Sophia’s
Cathedral) 1000 yıllık geçmişiyle Bu anıtta yer alan seyir terasına, rek at arabalarının da geçebileceği
Ortodoks ve Katolikler tarafından müze bölümünden asansörle çıkış önemli bir bağlantı yolu olmuş.
kullanılıyor, halen müze olarak mümkün ama ben geç gittiğim için Altın Kapı, Shevchenko Park, Go-
hizmet veriyor. kapalıydı. Bu sebeple bilet alırken rodetsky House, Pirogovo Açık
bu durumu dikkate almanız gere- Hava Müzesi, Besarabsky Market,
Kiev’in en önemli müzelerinden
biri Büyük Vatanseverlik Savaşı kiyor. Seyir terası en üst noktada Ulusal Opera Evi, Botanik Park,
Müzesi ya da diğer adıyla II. Dünya değil, alt bölümlere yakın bir alan- Çernobil Müzesi gibi gezilecek
Savaşı Müzesi'dir. (Great Patriotic da yer alıyor. Buradan çıkışta, aşa- daha birçok yer var fakat zamanın
War Museum). Müzenin açık kıs- ğıda bulunan nehrin kenarından kısıtlı olması sebebiyle bu yerlere
mında yer alan 102 metre yüksek- şehre doğru yürüdük. Bence nehir gidemedim. Kiev'de bir gün kaldım
lik ve 560 ton ağırlıktaki Anava- kenarları çok daha güzel değerlen- ve ertesi gün akşam saatlerinde
tan Heykeli (Mother Motherland) dirilebilirmiş. dönüş yolculuğumuz başladı. Yol-

78 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


GEZİ-YORUM

culuk esnasında burada yaşanan işletme de bulmak mümkün. Be- mış ve Odessa’nın kurucusu Duke
dolandırıcılık olaylarından birine lirlenen bazı yerlerde belli günler- de Richelieu‘nun heykelinin oldu-
bizzat şahit oldum. Arkadaşım de kurulan el yapımı malzemelerin ğu yerden başlıyor. Merdivenlerin
ihtiyacı için otobüsten indi ve bir satıldığı sokak pazarları var. Onla- özelliği ise 192 basamaktan oluş-
anda durup dururken biri ona rın birinde Gagauz Türkü bir pa- ması ve yukarıdan bakıldığında
çarptı. Çarpan adam özür diledi ve zarcıyla tanıştım. Türkiye hakkın- düz bir satıh gibi görünmesi.
yerden bir cüzdan alıp dedi ki bu da güzel şeyler söyledi ve akabinde
sizin sanırım. Ben bu fotoğrafı gö- sorunlarından bahsetti. Değil mi Gelelim insan yapısına: Ukraynalı-
rür görmez "Hasan sakın cüzdanı ki hepimiz biraz böyleyiz; gönlü- lar iyi ve güler yüzlü insanlar. Bize
alma!" diye bağırınca herkes sesin müzü açar, yüreğimizi soğuturuz. çok uzak değiller; hatta Türkleri iyi
geldiği yere şaşkın şaşkın baktı. Ondan birkaç hediyelik aldım ve tanıyorlar diyebilirim.
Hasan hızla yanıma geldi. Sonra oradan uzaklaştım.
Bu seyahatimden önce gittiğim
durumu anlattım. Seyahatimden
Sahilde bulunan Odessa City Gar- Lviv, kendi halinde bir şehir gö-
önce bir forum sayfasında oku-
den oldukça büyük; ama maale- rüntüsü veriyor. Bu şehir konum
muştum. Bu yolla birçok yabancı
sef çok bakımsız. İstanbul Bele- olarak Polonya'ya yakın bu sebeple
turist dolandırılıyormuş. Eğer ar-
diyesi'nin düzenlemesini yaptığı Polonya kültürü daha çok hakim
kadaşım cüzdanı alsaydı diğer kişi
İstanbul Parkı'nı görünce diğer gibi. Yani diğer Ukrayna kentlerin-
benim cüzdanımı çaldın deyip boş
parkın bakımsızlığını daha iyi an- den farklı bir insan yapısı var. Rus-
cüzdanda çok parasının olduğunu
lıyorsunuz. Hemen yakında park- ya ile yapılan savaşın o hararetli
söyleyerek ondan elindeki bütün
la bağlantılı. Duke De Richelieu olduğu günlerinde ordaydım fakat
paraları isteyecekti. Belanın ner-
Anıtı ve Primorski Bulvarı önem- insanların davranışlarında ya da
den geleceği belli olmaz.
li mekânlardandır. Özellikle yaz çehrelerinde savaşın tesiriyle ilgili
Odesa'ya döndüğümüzde bir ev ki- aylarında bu yerde festivaller ve bir ize rastlamadım. Sanki savaş bu
raladık. Burada ev kiralama olduk- çeşitli programlar yapılıyor. Duke ülkede olmuyordu. Bunu gerçek-
ça popüler. Evler, otellerden daha De Richelieu Anıtı'nın hemen alt ten çok garipsedim.
ucuz; ama bilen biriyle giderseniz kısmında meşhur Potemkin Mer-
sizin için elbette daha iyi olacaktır. divenleri bulunuyor. Aslında bana Ukrayna'ya giderken dikkat etme-
Odessa'da en meşhur yerlerden çok da ilginç gelmedi; ama burada niz gereken birkaç şey var. Önce-
biri Antik Opera binasıdır ve Avru- oldukça sevilen ve popüler olan likle yanınızda ufak bir seccadeniz
pa'nın en büyük opera binası kabul yerlerden biri. Odesa Limanı’nı te- olsun sonra mutlaka dolandırı-
ediliyor. Bir de özellikle yazın in- peden gören Potemkin Merdiven- cılara karşı uyanık olmalısınız ve
sanların vakit geçirdiği Potemkin leri, Odessa’da mutlaka görülmesi mümkünse kendi arabanızla gidin;
Merdivenleri ve Dribasovskaya gereken tasarımsal olarak da çok çünkü gezilecek çok yer var. Halk
Caddesi var. özel yerlerden olduğu söyleniyor. pazarları çok güzel, uğramayı ih-
Bu merdivenler XIX. yy.da yapıl- mal etmeyin...
Osmanlı zamanında Hacı Bey is-
mini taşıyan Odessa şehrinin en
Odessa

hareketli noktası tartışmasız Dri-


basovskaya Caddesi’dir ve tama-
men trafiğe kapalıdır. Eski Sovyet
döneminden kalan birçok binanın,
arabaların hatta kaldırımların gü-
nümüzde hala ayakta kaldığı bir
şehir olan Odessa’da; Ukraynalılar
genelde bu tip caddelerde oturup,
yemeklerini bu caddedeki kafeler-
de yemeyi, mağazalarda alışveriş
yapmayı adet edinmişler. Bu cadde
üzerinde birkaç Türk dönercisi ve

www.diyanetdergi.com ŞUBAT 2018 DİYANET AYLIK DERGİ 79


K İ TA P L I K

ULUSLARARASI SERAHSİ
SEMPOZYUMU
Zeynep DEMİR

empozyum önceden belirlenmiş bir reyn’den Şam’a kadar farklı coğrafyalardan pek çok

S
konunun aydınlatılması amacıyla, akademisyen bildiride bulunmuş, sempozyum me-
alanında uzman bilim adamı ve dü- tinleri Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları tarafından
şünürlerin bir araya geldikleri geniş kitaplaştırılarak okurların istifadesine sunulmuştur.
kapsamlı toplantılardır. Âdeta bir Sempozyumda, Serahsi'nin biyografisi, ilmi kişiliği,
bilgi şöleni olarak nitelendirebileceğimiz sempoz- din-siyaset ilişkisi ve Serahsi'nin konumu, hukuk
yumlarda her konuşmacı ele alınan meselenin fark- doktrini, hukuk teorisi, uluslararası hukuka katkı-
lı bir boyutu hakkında sunum yapar. Bu akademik ları gibi konulara yer verilmiştir. 2013 yılında ki-
toplantılar pek çok uzmanın katılması ve düşüncele- taplaşan sempozyum metinleri, Dr. Osman Aydınlı
rini ifade etmesi itibariyle ilmi gelişmeler açısından tarafından sunulan “V/XI. Yüzyılda Maveraünne-
büyük öneme sahiptir. hir’de Siyasi ve Kültürel Durum” tebliği ile başlar. İlk
oturumda tebliğler daha çok hem dönemsel hem de
Ebu Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebi Sehl kavramsal çerçevenin çizilmesine yöneliktir. “İslam
Ahmed es-Serahsi, Sakarya Üniversitesi bünyesinde Medeniyetinin Temel Kavramı ve Terimi Olarak
düzenlenen sempozyumda hayatı, eserleri, hadis ve Kesb” tebliği ile İstanbul 29 Mayıs Üniversitesinden
sünnete bakışı, İslam hukukuna katkıları gibi pek Prof. Dr. Tahsin Görgün bu çalışmaya katkı sağla-
çok açıdan ele alınmıştır. 2010 yılı Ekim ayında ger- mıştır. Diğer oturumlarda Serahsi farklı açılardan
çekleşen sempozyumun başkanlığını Prof. Dr. Faruk ele alınmıştır. Doç. Dr. Hüseyin Esen, İslami ilim-
Beşer üstlenmiş, Gaye Vakfı’nın da desteklediği sem- lerde önemli bir mesele olan Nesh konusunda Se-
pozyuma ilahiyat ve hukuk alanında çalışmalarda rahsi’nin bakış açısını incelerken Rotterdam Üniver-
bulunan birçok akademisyen katılmıştır. sitesinden Doç. Dr. Özcan Hıdır, onun İslam öncesi
Karahanlılar Devleti âlimleri arasında zikredilen Se- dinlerin hüküm ve uygulamalarına yönelik görüşle-
rahsi’nin yaşamı ve kitapları, bilhassa tanınmış eseri rine değinmiştir. Hadisçiliği, hadise ve sünnete ba-
el-Mebsut’u kaleme aldığı dönem dikkat çekicidir. kışı Prof. Dr. Enbiya Yıldırım ve Doç. Dr. Mehmet
Muhammed Hamidullah, TDV İslam Ansiklopedi- Özşenel tarafından işlenmiştir. Sempozyumun ana
si’nde, İbn Fazlullah el-Ömeri’den iktibasla Serah- temasını ise Serahsi’nin fıkıh usulü, izlediği metotlar
si’nin büyük bir kelâm âlimi, fakih, fıkıh usulü uz- ve fıkhi meselelere bakışı oluşturur. Doç. Dr. Kâşif
manı ve münazara üstadı olduğunu belirtmektedir. Hamdi Okur, “Serahsi’nin Referans Kaynağı Olarak
Fakat çeşitli baskılara maruz kalmış, fikirlerinden Kur’an’a Bakışı ve İbadet Dili Anlayışı”; Doç. Dr. Ab-
dolayı yaklaşık on beş yıl boyunca hapis cezasına durrahman Haçkalı, “Serahsi ve Şatıbi İstikraya Da-
çarptırılmıştır. Çalışmalarının önemli bir kısmını yanan Kâideler Bakımından Fıkıh Usulü Metodları”;
hapiste bulunduğu süre içerisinde yazmıştır. Dr. Mustafa Demiray, “Serahsi’ye Göre Haksız İkti-
sapta Fakirleşme Şartı” tebliğleriyle sempozyumda
Hukuk eserleri dikkatli bir gözle okunduğunda bir yer alan akademisyenlerden bazılarıdır.
halkın beşeri-sosyal hayatının da izlerini taşır. Dola-
yısıyla Serahsi’nin eserleri devrinin iktisadi, içtimai Sempozyumlar ve konferanslar akademisyenlerin ve
vb. meseleleri hakkında bilgiler veren hukuk edebi- söz konusu alana ilgili kişilerin birbirlerini dinledik-
yatı açısından kıymetli kaynaklardır. leri ve birbirleri ile fikir alışverişi yaptıkları önemli
ortamlardır. Bu nedenledir ki Sakarya Üniversite-
Sakarya Üniversitesi ve Gaye Vakfı bu değerli ilim si’nin yanı sıra pek çok Türk Üniversitesi ve El-Ez-
adamının görüşleri ve eserlerinin incelendiği bir her, Rotterdam, Bahreyn gibi yurt dışından üniver-
sempozyum düzenleyerek İslam hukuk literatürü- sitelerden katılım sağlanmıştır. Ortaya çıkan eser,
ne katkı sağlamıştır. Serahsi sempozyumunda başta Serahsi üzerine hazırlanmış en kapsamlı çalışma
Türkiye olmak üzere Mısırdan Hollandaya, Bah- niteliğindedir.

80 DİYANET AYLIK DERGİ ŞUBAT 2018 DiyanetDergisi


İnsanların kendi işledikleri
(kötülükler) sebebiyle
karada ve denizde
bozulma ortaya çıkmıştır.
Dönmeleri için Allah,
yaptıklarının bazı (kötü)
sonuçlarını (dünyada)
onlara tattıracaktır.

(Rum, 30/41.)

FİYATI: 7TL

You might also like