You are on page 1of 100

Icindekiler
,

1 içindekiler
2 sunu
3 kıyamet böyle kopacak 1 osman gürel
6 şiirler 1 can yücel
7 çevirmen 1 anat kutlar.
8 geoffrey hill'dan şiirler 1 cevat çapan
10 ekonomide neler oluyor 1 arslan başer kafaoğlu
12 milton friedman ve sendikalar
15 şiir çalışmaları 1 süreyya berfe
16 1940'1ı yıllardan bu yana müzikli anılar 1 filiz ali
17 karikatür 1 terruh doğan
18 kültürel yozlaşmanın ahlaki boyutu 1 refik zerengil
21 yıllardır 1 kemal özer
22 kültür politi kaları ve kültür bunalımları 1 ahmet cemal
23 karikatür 1 ferruh doğan
24 don kişot ya da tarihin en büyük enayisi 1 baki uğur
Kapak Resmi
25 karikatür 1 tan oral
Hein Heckroth'un,
Brecht'in Yedi Günah 26 çevre kültürü 1 gencay gürsoy
oyunu için sahne çizimi 27 gezginler 1 erdoğan alkan
(1960). 28 melih cevdet anday'la söyleşi 1 seyyit nezir
30 "tanıdık dünya" üstüne 1 sennur sezer
Kapak Düzeni 32 barbie dosyası'ndan sayfalar
Ferit Erkman 41 fransa'daki gestapo şeflerinin çoğu kurtuldu
45 nazi savaş suçluianna hoşgörünün anlamı
Grafik Düzen 47 karikatür 1 tan oral
ismail Cengiz 48 genç insanımızda sönmeyen sanat tutkusunun simgesi:
amatör tiyatro 1 düşün
Ofset Hazırlık 50 amatör tiyatroların gerçeği 1 oben güney
Fotomat Ofset 55 amatör tiyatronun yeri ve zorunluluğu 1 yılmaz onay
Kros Matbaacılık
56 gençlik tiyatroları - tiyatro şenlikleri 1 cevat çapan
Ezgi Ajans
57 her yer tiyatrodur 1 memet fuat
59 amatör tiyatrolar üstüne 1 b.brecht • şefika görgülü
Basıldığı Yer
60 amatör tiyatroda unutulmaz bir deney: genç oyuncular
Hürriyet Ofset Matbaacılık
63 liselerarası tiyatro şenliğinden 1 mustafa aslan
ve Gazetecilik A.Ş./Halkalı
64 klasik mitoloji ve antik tragedyalar 1 mehmet refik
67 mevsim başı notları "türkiyem" 1 vecdi sayar
Dağıtım
Hürriyet Holding A.Ş. 68 "küçük paşa" anıları 1 oktay akbal
69 "küçük paşa" için ne demişlerdi?
70 hüzün 1 erendiz atasü
Aylık Dergi
73 edebiyat estetiği 1 horst redeker aziz çalışlar
Ekim 84

bilgin ile öğrencisi 1 adnan özyalçıner


250 LiRA
76
78 derek patmore'un yaptığı azizlik 1 hasan izzettin dinamo
79 kemal sülker'in açıklaması

Bizim Belde Toplum Düşün


80 boyacıköy'de kanlı bir aşk cinayeti 1 murathan mungan
Sanat/ Sayı: 7/Sahibi ve 82 şairler panayın 1 mehmet müfit
Yazıişleri Müdürü: Hüseyin 83 imge ve şiir 1 veysel öngören
Ekici Yönetim Yeri: 85 dönüşüm 1 halil ibrahim bahar
Kantarcılar, Kepenekçi
88 abdülkadir yücelman'la söyleşi
Sabunhane Sok. ','eni Çarşılı iş
Hanı 30-78, Eminönü-istaribul 90 birlikte yarışsalardı
94 abd basınında los angeles olimpiyatları 1 the washington post·
Yazışma Yeri: the new york times
Ankara Cad. Vilayet Han, Kat:2
96 satranç - briç 1 serdar çelik
No: 205 Cağaloğlu/ISTANBUL
2 :::::::::::: �:::: . ::::::::::::::::::::;::;:::.: ' ; . �::;:;: : :::::;:;:: �::: .:: . ::::::::::::: ::::::; :; ::; : ; ;:::;:;;:::::;::: ::::::::::::: ::::::::::::::::::::!::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::!

sunu

Bu sayımızda; Memet Fuat, 1960'1ardaki Her Yer tay Akbal'ın Küçük Paşa Anıları ya­
• Okurlarımızın ilgiyle karşıladık­ Tiyatrodur kampanyasının amacını zısı, De Yayınevi'nce yeni basımı ya­
lan Barbie Dosyası nın ikinci bölümü
' ve niteliğini; Genç Oyuncular amatör pılan Ebubekir Hazım Tepeyran'ın
yer alıyor. Bu kez, Nazi savaş suç­ tiyatroculukta çabalarını; Mustafa As­ Küçük Paşa romanına dair ilginç ay­
lusu Klaus Barbie'nin destekçileri ve lan, Liselerarası Tiyatro Şenliklerin­ rıntılar veriyor. Aynı yerde, romanın
kafadarlanyla birlikte Bolivya ve La­ de sergilenen amatör tiyatro çalışma­ önemini vurgulaması açısından Kü­
tin Amerika'daki faaliyetlerini bula­ larını anlatıyorlar. Bu bölüm, Mehmet çük Paşa üstüne yazılardan Oktay
caksınız. Fransa'da gestapo şefleri­ Refik'in Klasik Mitoloji ve Antik Tra­ Akbal'ın yaptığı bir derleme yer alı­
nin nasıl kurtuldu!;Juna; F.Almanya'­ gedyalar yazısıyla sona eriyor. yor. Horst Redeker' den Aziz Çalış­
da Nazi savaş suçluianna gösterilen • Vecdi Sayar'ın sinema üzerine lar'ın çevirdiği Edebiyat Estetiği'nin
. hoşgörüye, yine bu bölümün yazı- mevsim başı notlan da bu sayımızda. ilk bölümünü bu sayımızda okuya­
larını okurken tanık olacaksınız. • Kultür tartışmaları yazılarını sür­ caksınız. Dinarno'nun Anılan, Eren­
• Amatör Tiyatro konusu, sana­ dürüyoruz. Refik Zerengil, Kültü­ diz Atasü'nün Hüzün, Murathan
tın kitlesel işlevinin gerçekleştirilme­ rel Yozlaşmanın Ahlaki Boyutu ya­ Mungan'ın Boyacıköy'de Kanlı Bir
si yönünden önemli bir etkinlik ola­ zısında, ahlaki çöküşten kurtuluş için Aşk Cinayeti öykülerinin yanı sıra,
rak dergimizin yayın programında gerekli birikimi mündemiç gücün Adnan Özyalçıner'in Bilgin ile Öğ­
başından beri yer alan bir konu. An­ niteliğini gösteriyor. Ahmet Cemal, rencisi ad lı masalı ve Onat Kutlar'ın
cak amatör tiyatronun işlevini belir­ resmi politikalar ve kültürel birikim yazısı bu sayımızın ilginç ürünleri.
lemekle yelinmernek gerekti!;Jini bi­ arasındaki bağı irdelerken; Filiz Ali, • Bu sayımızda yer alan ş_iirler ara­

lerek, kalıcı bir toplumsal etkinlik ka­ anılardan yola çıkarak müzik kültü­ sında, Can Yücel, Kemal Ozer, Sü­
zanmasına da yönelmek ve iımatör rümüzdeki yozlaşmanın vardığı nok­ reyya Berfe'nin yanı sıra, Erdoğan
tiyatroların sa�lıklı bir şekillenme tayı belirliyor. Gencay Gürsoy'un, Alkan, Halil İbrahim Bahar, Mehmet
doğrultusunda yüz yüze geldiği so­ aydınlanmı.zın kültürel konumundan Müfit'in şiirleriyle Cevat Çaparı'ın İs­
runları, ihtiyaçları giderici öneri ve kesitler getiren yazısı da bu bağlam­ koçyalı şair Geoffrey Hill'den türk­
çabalan da yanı sıra göstermenin, bu da yer alıyor. Baki U!;Jur, Don Kişot çeleştirdiği dört şiiri okuyacaksınız.
çabayı bütünleyeceğini daha başın­ ya da Tarihin En Büyük Eriayisi ya­ • Spor bölümünde Abdülkadir

dan tespit ederek işe koyulmaktan zısında, Don Kişot tipinin çağımııda­ Yücelman'la, sporurouzun kitlesel
yana olduk. Nitekim amatör tiyatro­ ki anlamına açıklık getiriyor. nitelik kazanması için yapılması
lara ilişkin bölümümüzde, dergimi­ • Kıyamet Böyle Kopacak adlı ya­ gerekenler, spora bakışımızdaki yan­
_zin amacını belirleyen yazımızla bir­ zıda, Doç. Dr. Osman Gürel, nük­ lışlıklar üzerine yaptığımız bir söyle­
likte okuyacağınız yazılar, konuya leer tehlikenin dünyamız için tam bir şi var. Birlikte Yarışsalardı adlı yazı­
önem verilmesi gerektiğini gösteri­ yıkım getirecek boyutlara ulaştığını da, Los Angeles Olimpiyatları ile
yor. aynntılanyla sergiliyor. Arslan Başer Dostluk-1984 Yarışmaları hakkında
Oben Güney, amatör tiyatroların Kafaoğlu, Ekonomide Neler Oluyor ilginç bir karşılaştırma ve değerlen­
konumunu, üretken ve kalıcı bir iş­ yazısında, ülkemiz ekonomik ger­ dirme yer alıyor.
lev kazandınlmasına de!;Jgin öneriler çeklerini yorumlarken; Milton Fried­ • Satranç-Briç köşemizde, Serdar

ve dünyadan örneklerle açımlıyor. man ve Sendikalar'da sendikalar Çelik, ağustos ayında ölen dünya
Yılmaz Onay, amatör tiyatroların üzerine görüşleri açığa vuruluyor. satranç şampiyonlarından Petrosyan
toplumsal niteliği üstünde durarak, • Edebiyat konularımız arasında, hakkında bilgiler aktarıyor.
yaygınlaşması gereğini vurguluyor. son kitaplan üzerine Melih Cevdet • Ferruh Doğan, Tan Oral, Raşit

Amatör tiyatro çalışmalarında geç­ Anday'la Seyyit Nezir'in bir konuş­ Yakalı'nın karikatürleri, Necati Aba­
miş deneyleri anlatan yazılarında, ması; Tanıdık Dünya kitabı üzerine cı'nın desenleri, İsa Çelik'in fotoğraf­
Cevat Çatıan, amatör tiyatroların Sennur Sezer'in değerlendirmesi ve ları, dergimizin seveceğiniz diğer
yaratabildiw sanatsal güzellikleri; Anday'ın bir şiirini bulacaksınız. Ok- ürünleri...
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::· 3

Kıyamet
Böyle Kopacak
Osman Gürel
Hemen hemen bütün dinsel öğre­ kullanılması bir yana; son zamanlar­ otuz kırk yıl içinde gözlenen, genetik
tilerle, söylencelerin büyük bir kesi­ da ortaya atılan bir stratejinin öngör­ başkalaşım gibi uzun vadeli etkileri
minde en çok rastlanan motiflerden düğü yöresel ya da taktik nükleer ça­ üzerinde yoğunlaşmıştı. Nükleer ça­
birisi, kıyamet kavrarnıdır. İnsanoğ­ tışmaların kaygı verici sonuçları bile tışmanın orta vadeli etkileri, ilk kez
lunun günahları ve sapkınlıklarıyla göz ardı edilemez dururndadır. "Ulu­ bu konferansta incelenmiştir. Bunla­
çığırından çıkan, şirazesi bozulan sal çıkarlar" kalkanı arkasında çıl­ rın büyüklüğü, uzun vadeli sonuçla­
dünya; onca peygamberin umutsuz gınca bir tutkuyla bu kör tırmanışı rı gölgede bırakmaktadır . Nitekim,
çabasına karşın artık iflah olmaz hale sürdüreniere karşı sağduyu sahipleri­ Stanford Üniversitesi Rektörü Do­
geldiğinde, Tanrı bu "deneyin" so­ nin seslerini yükseltrneleri , artık ka­ nald Kennedy'e göre: " Büyük çaplı
na errnesine karar verecek ve onu , çınılmaz bir görev olmuştur. nükleer bir savaş sonunda ortaya çı"
üzerindeki tüm canlılada birlikte yok "' "' "' kacak biyolojik ve fiziksel değişiklik­
edecektir. ler, en son 65 milyon yıl önce görü­
Dünyanın dört bucağından derle­ Geçen yılın Ekim ayında, Arneri­ lenler mertebesinde olacaktır . " Ya­
nen söylencelerde hep karşımıza çı­ ka Birleşik Devletleri'nde, "Bir Nük­ ni, dünyanın oluşum süreci içinde ge­
kan "tufan" öyküsü yanında, gök­ leer Savaştan Sonra Dünya" adı al­ çirdiği jeolojik dönemlere, bir yeni­
yüzüne çıkmak için Babil' de kule tında toplanan bir konferansta, onüç sini, bu kez, biz kendimiz armağan
yapmaya kalkışan gururlu kulların seçkin bilirnadarnı , böyle bir savaş­ edeceğiz . . .
dillerinin karmakarışık edilmesi; ah­ tan sonra nasıl bir dünyada yaşaya­ Sagan ekibi, sonuçlarını araştırdık­
laksızlığın kol gezdiği Sodom ve Go­ cağımızı(? ! ) tartıştılar. Bilimsel çalış­ ları kırk tür nükleer çatışma içinden
rnorra kentlerine ateş ve kükürt yağ­ maların uluslararası niteliğinin güzel altı tür senaryo hazırladı. Bunların
dırılması gibi küçük çaplı kıyamet­ bir göstergesi olarak konferansın so­ tümü de, kuzey yarıkürede geçecek
ler, birer gözdağı olarak beliekiere nunda aynı konuları inceleyen Sov­ çatışmalar için düşünülmüştür.
yerleştirilmiştir. yet bilginleriyle uydu aracılığı ile ya­ (A) Taban çatışma: Toplam 5000
Böylece, her çağın sosyal düzeni pılan görüşmeler, konunun önemini megatonluk(ı), 10400 nükleer bom­
içinde geleceğe yönelik bir korkutma ve güncelliğini iyice ortaya serdi. ba, askeri ve sevil hedeflere yönelti­
biçimi olarak doğan kıyamet kavra­ Her biri ayrı uzmanlık alanından lecektir. Kentler ve endüstri merkez­
mı, zamanla atasözlerine, türkülere bilginlerin, olası nükleer savaş sonu­ leri için OJo 20 yıkım öngörülmekte­
girmiş ve anlam kaymaları ile �ünlük cu ortaya çıkacak değişikliklere iliş­ dir.
konuşma dilinde yer almıştır. Halk kin bulguları, sonunda öylesine ina­ (B) 3000 megatonluk çatışma: 2250
dilindeki bu kullanış, kıyamete dek nılmaz bir tablo ortaya çıkarmıştır ki; bomba, yalnız askeri hedeflere yönel­
süreceğe de benzemektedir. böyle bir senaryonun gerçekleşmesi tilecektir.
Masallar, söylenceler ve kutsal ki­ olasılığı, en vurdumduymaz insa­ (C) 100 megatonluk çatışma: 1000
taplarda karşımıza çıkan kıyamet, ça­ nın bile kanını donduracak boyutlar bomba, yalnız sivil hedeflere, kent­
ğırnızda yeni bir gerçeklik kazanmış­ göster rnektedir . lere yöne!tilecektir.
tır. Tepernizde bir kara bulut gibi do­ Cennetin Ejderleri ve Kozmoz ad­ (D) En büyük çatışma: Toplam
lanan bu gerçekliğin öbür adı " Nük­ lı iki güzel kitabı Türkçe'ye kazandı­ 10000 megatonluk, 16160 nükleer
leer Savaş "tır. Üstelik gerçek kıya­ rılmış olan ünlü astronorn Cari Sa­ bomba, askeri ve sivil hedeflere yö­
met, masallardaki kadar uzak ve be­ gaiı'ın da aralarında bulunduğu; NA­ neltilecektir. Kentler ve endüstri mer­
lirsiz bir tarihte değil; yaşadığımız SA, Kaliforniya Üniversitesi vb. ön­ kezleriiçin% 15 yıkım öngörülmek­
yüzyılda kopacak gibidir. der bilim kuruluşlarının araştırıcıla­ tedir.
Atom bombasının Hiroşima ve rından oluşan bir ekip, olası nükleer Bu dört olasılıktan başka, öngörü­
Nagazaki kentlerindeki insanlar üze­ bir savaşın atmosfer ve iklim koşul­ len daha genel iki yaklaşım da şöyle­
rinde "denenrnesi"nden bugüne kırk ları üzerindeki etkilerini incelernişler­ dir:
yıl geçmiştir. O zamandan beri, nük­ dir. (E) Şiddetli askeri çatışma: Toplam
leer silahlarla taşıyıcılarının üretimi Kamuoyunda şimdiye kadar yapı­ 5000 megatonluk, 700 nükleer bom­
ve geliştirilmesi hiila büyük bir hızla lan tartışmalar, bir nükleer bomba­ ba, yalnız askeri hedeflere yöneltile­
sürdürülrnektedir . Bu olağanüstü ha­ nın yıkıcılık, ısı ve radyoaktif ışınırn cektir.
zırlık birikiminin, topyekun savaşta gibi görece kısa vadeli etkileriyle, (F) E n şiddetli çatışma: Toplam
4 :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::!:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

10000 megatonluk, 16160 nükleer yüzünden yeryüzü sıcaklığındaki ola­ tacaktır ki, en az üç ayırnızı, -20 de­
bomba, askeri ve sivil hedeflere yö­ ğanüstü düşüşler bize dehşetli bir kış rece sıcaklıkta geçirmek zorunda ka­
neltilecektir. Kentler ve endüstri mer­ yaşatacaktır. Mevsim ne olursa ol­ lacağız.
kezleri için OJo 15 yıkım öngörülmek­ sun, aylarca sürecek olan korkunç so­ Diğer yandan, ABD Atmosfer
tedir. ğuklar, ancak çok uzun sürede ve ya­ Araştırmaları Ulusal Merkezinden
Genel yaklaşımlarda yer alan (F) vaş yavaş ortadan kalkacaktır. Stephen Schneider ile SSCB Bilimler
senaryosu ile en büyük çatışma olan Güneş ışığının, normalin dörtte bi­ Akademisinden Vladimir Aleksand­
(D) senaryosu aynı sayıları göster­ rine erişebilmesi, (A) senaryosunda rov'un birbirlerinden bağımsız olarak
mekte ise de, (F) için öngörülen toz 20 gün, (D) senaryosunda bir ay, (F) yaptıkları araştırmalara göre, bir
kaldırma oranı, öbüründen altı kat senaryosunda dört aydan önce olma­ nükleer savaşın yol açtığı toz ve du­
fazla sayılmakta ve çok daha önemli yacaktır. man bulutlarının zamanla güney ya­
sonuçlar beklenmektedir. Normal atmosfer sıcaklığı 14 dere­ rıküreye de yayılarak, dünyanın tüm
Ele alınan senaryolarda, atmosfer ce kabul edilirse, kuzey yarıkürede atmosferini kaplaması kaçınılmaz bir
üzerindeki orta vadeli değişikliklerin bir hafta on gün içinde ortalama sı­ sonuçtur. Bunun yanında, kentlerin
en önemli sonuçlarını, havaya dağı­ caklık sıfır santigrat dereceye düşe­ ve endüstri merkezlerinin bombalan­
lan toz ve kurum oluşturmaktadır. cek, giderek soğuyan yeryüzünün ye­ masıyla havaya yayılacak karbon
Birkaç günde bitecek savaştan sonra niden ısınarak gene sıfır santigrat sı­ monoksit, azot oksitler, siyanürler,
iki hafta içinde, muazzam bir toz ve caklığa çıkması, (A) senaryosunda ozon, dioksin ve furan gibi zehirli
duman bulutu; ABD, Kanada, Avru­ dört ay, (D) ve (F)'de bir yıldan faz­ gazların sürekli ve kalıcı etkileri de
pa, SSCB, Çin ve Japonya gibi ku­ la zaman alacaktır . ayrı bir tehlike kaynağıdır.
zey yarıkürenin orta kuşağında yer Bu dönem içinde aşırı soğuklar Sovyet bilginlerine göre, güneş ışı­
alan ülkelerin atmosferini tümüyle özellikle kıta içi bölgeleri kasıp kavu­ ğını soğurarak ısınan kurum ve du­
örtecektir. racaktır. Örneğin, (A) senaryosu için man, atmosferi de ısıtacak ve dondu­
'
Görece küçük çatışma sayılabile­ yaklaşık bir ay, (F) senaryosu için altı rucu soğukların etkisi bulutların da­
cek (A) senaryosunda, 240.000 aydan fazla -40 ile -50 derecelik ğılmasıyla ortadan kalkınca, dünya­
km2'lik kent yangınlarıyla, 500.000 soğuklar hüküm sürecektir. Kıyı böl­ mız bu sefer de + 40 ile + 50 derece­
km2 ' lik kırsal kesim ve orman yan­ gelerinde biraz daha ılıman( ! ) iklim lik ortalama sıcaklıkla kavrulacaktır.
gınlarından atmosfere yayılacak ku­ umulursa da, bu kez denizler le kara­ Bu dayanılmaz iklim koşullarıyla
rum ve dumanın -dünyanın bir yıl­ lar arasındaki büyük sıcaklık farkın­ altüst olan dünyamızı başka tehlike­
lık üretimine denk olan- 225 milyon dan doğan şiddetli tayfunlada karşı­ ler de beklemektedir. Stratosferde,
tona ulaşacağı hesaplanmıştıT. laşılacaktır. dünyayı çevreleyen bir ozon katma­
Nükleer bombanın denemelerinden En küçük çatışmalara örnek sayı­ nı bulunur. Ozon, güneş ışığı içinde­
bulunduğuna göre, bir megatonluk labilecek (B) olasılığında bile oluşan ki morötesi ışınımları soğurarak yer­
patlama, yerden 100.000 ile 600.000 toz ve duman, ortalığı öylesine karar- yüzündeki canlıları öldürücü dozlar-
ton toz kaldırmaktadır . Bu verilere
dayanarak , (A) senaryosunun gerçek­
leşmesinin 500 milyon ile 3 milyar ton
tozu; en şiddetli çatışmanın 6 milyar
ton tozu gökyüzüne savuracağı ko­
layca hesaplanabilir. 600 kilotonluk
bir bomba ya da büyük kent yangın­
ları bu toz ve dumanı yerden en az 20
km yukarıya stratosfere(2) çıkarabil­
mektedir.
Çatışmalardan henüz iki hafta son­
ra havayı kaplayan ve kilometreler­
ce kalınlığa erişen toz ve kurum, ku­
zey yarıkürede yeryüzüne normal ko­
şullarda erişen güneş ışığını OJo 95 ile
OJo 98,5 azaltacaktır. Stratosferde sı­
caklık sabittir ve su buharı da çok az­
dır. Dolayısıyla, atmosferin yeryüzü­
ne yakın kesimi olan troposferdeki
gibi yağmur ve rüzgar etkileri bura­
da bulunmadığından, bu yüksekliğe
çıkan çok küçük toz ve kurum tane­
ciklerinin dağılması, bir yılı aşan, ol­
dukça uzun bir süre gerektirecektir.
Toz tanecikleri güneş ışığını yan­ "G�r�p
..
gorecegınız,
sıtıp saçariarsa da, siyah renkli is ve
kurum tanecikleri, üzerlerine düşen tek nükleer
savaştır."
ışığın büyük bir kesimini soğururlar.
Nükleer
Bu nedenle, savaştan sonra yalnız zi­ savaş tehdidi
firi karanlıkta oturmakla kalmayaca­ tüm insanlığı
ğız, güneş ışığının çok yetersiz kalışı tedirgin ediyor.
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: s
dan korur. (A) türü taban çatışma­ sitesi 'nden Paul Ehrlich ve arkadaş­ rışan zehir li bileşikler , önemli oran­
da, bu katmanın en az OJo 30 kadarı ları geniş bir rapor halinde sunmuş­ da kirlenmeye neden olacaktır .
parçalanacak ve dumanın perdekyi­ lardır. Soğuk ve karanlıktan başka radyo­
ci etkisi kalktıktan sonra yeryüzüne Aylarca güneş ışığının % 95 'ten aktif ışınım ve serpintiler, hayvanla­
ulaşacak morötesi ışınımlar ,yaşama­ fazlasının " kısılması" ile oluşan bü­ rı olduğu kadar bitkileri de etkileye­
ya olanak bırakmayacaklardır. yük karanlık, öncelikle tüm biyolo­ cek, yaşamını sürdürebilen türlerin
Cari Sagan ve arkadaşları , nükle­ jik sistemlerin temel dayanağı sayılan genetik yapılarını bozarak uzun dö­
er çatışmadan sonra radyoaktif ser­ yeşil bitkilerin fotosentez<5> etkinliği­ nemli bozukluklar ve başkalaşımlar
pintilerin orta vadeli dağılımını da ni derinden sarsacaktır. Yeşil bitki­ oluşturacaktır. Toz ve duman bulut­
önemli bir sorun olarak görmektedir­ lerdeki fotosentez olayı, aldıkları gü­ larının dağılmasından sonra, ozon
ler. Önceki görüş! ere göre, asıl tehli­ neş ışığı miktarı ile orantılıdır . Nor­ katmanının koruyuculuğundan yok­
keyi savaştan birkaç ay sonrasına ka­ mal ışığın % 15'ini enerji olarak de­ sun kalan yeryüzünde canlı kalabilen­
darki serpintiler oluşturacaktı, Stra­ polayan bitkiler , ışık bu miı.::tarın al­ lere öldürücü morötesi ışınımlar son
tosferde toplanan serpintilerin, kısa tına düşünce, adeta " keseden yiye­ darbeyi indireceklerdir .
yarılanma süresine sahip oldukları rek ' ' kendi kendileriyle beslenme sü­ * * *

için, bir iki yıl içinde zararsız ürün­ recine girerler. Tam öğle vaktinde bi­ Seçkin bilginierin sergiledikleri bu
lere dönüşeceği düşünülüyordu. le, dolunay ışığından daha az aydı n­ tablo, zengin bir düşgücünün üretti­
Yeni buluşlar, orta vadeli serpin­ lıkta kalan koca bir biyo-kütle, böy­ ği, bilim-kurgu türünden bir öykü de­
tilerin göz ardı edilemeyecek önem­ lece kısa sürede yok olur gider. Doğ­ ğildir. Tümüyle, bilimsel araştırma­
de olduğunu göstermiştir. Hesaplara rudan ya da dalaylı olarak yeşil bit­ lara dayanan bulgulardan ortaya çı­
göre, (A) türü çatışmada, tüm kuzey kilerle beslenen hayvanlar ve insan­ karılmıştır. Geriye dönüşü olmayan
yarıkürede yaşayan insanlar ortalama lar da en önemli besin kaynaklarını nükleer savaşın, dünyamıza arınağa­
20 rad(4l ışınım, orta kuşakta yaşa­ yitirmiş olurlar. nma şöyle bir bakalım:
yanlar ise ortalama 50 rad ışınım ala­ Güneş ışığından yoksun kalmanın Çok karanlık, çok soğuk, toz ve
caklardır. Ayrıca 50 rad ışı nı mı da, öbür sonucu olan sıcaklık düşmesi dumanla dolu, soluk aldırmayan bir
yiyecek ve içeceklerden "dahilen" al­ de, bitki yetişmesinde bir başka atmosfer. Enerji ve besin kaynakları
ma olasılığı vardır. Özellikle, ana he­ olumsuz etmendir. Ortalama mevsim kurumuş; susuzluk ve salgın hastalık­
deflerin rüzgar altı bölgelerinde or­ sıcaklığındaki bir derecelik azalma, lar kapıda. Yiyecek ve içeceklerden,
talama ışınım dozu miktarı, bu değe­ tahıl veriminde OJo 10 düşmeye yol aç­ kullandığımız tüm eşyaya kadar her
rin kat kat üstüne çıkabilir . Kırkse­ maktadır. Soğuğa dayanıklı bitkile­ şey, radyoaktif ışınım ve serpintiyle
kiz saat içinde alınan 350 ile 500 rad'­ rin bile mevsimlik dönemlere direnç­ kirlenmiş. Barınacak yerler birer yı­
lık dozun , acil yardım gören sağlıklı leri farklıdır . Daha ılıman bölge bit­ kıntı halinde. Milyonlarca ölü yanın­
yetişkinlerin yarısında ölüme yol aç­ kileriyse, sıfır santigrat derecenin çok da, yanıklar ve yaralar etkisiyle acı
tığı anımsanırsa; sağlık hizmetlerinin altındaki sıcaklıklara hiç dayanamaz­ çeken -belki içlerinde en sevdikleri­
çalışmadığı bir ortamda, orta vadeli lar. Asıl besin kaynaklarımızı oluştu­ mizin de bulunduğu- milyonlarca
radyoaktif serpintilerle alınan 1 00 ranlarsa, bu bölgelerde yetişen bitki­ hasta. Hiçbir sağlık sistemi çalışma­
rad'lık dozun -belki de daha yükse­ lerdir. makta. Sosyal yaşam bir anda yitiril­
ğinin- nasıl bir felaket oluşturacağı Olağanüstü koşulların hayvanlar miş; biyolojik yaşamımızın nasıl, ne­
tahmin edilebilir . üzerindeki etkileri, türlerin ortadan rede, ne zaman sona ereceği belirsiz. . .
Dünya Sağlık Örgütü, en büyük kalkması boyutlarına varacaktır. Tüm bu manzarayı sergileyebilecek
çatışma sonunda, 1 , 1 milyar insanın Normal olarak ılıman bölgelerde ya­ oyunu, böyle bir kıyameti on gün
derhal öleceğini ve bir o kadarının da· şayan hayvanlar -özellikle sıcakkan­ içinde salınelernek bizim elimizde.
çok ciddi biçimde yaralanacağını he­ lı olanlar- soğuktan en fazla etkile­ Bir konuşmacının dediği gibi " . . .
saplamıştır. Bu sayılara, orta vadeli nenler olacaktır. Kaliforniya Üniver­ nükleer savaşı kazanan tarafın yal­
radyoaktif serpintinin öldüreceği 500 sitesi'nden John Harte'a göre, aşırı nızca iki hafta için kazandığını' ' dü­
milyon kişi de ekleyebiliriz. soğuklardan kıta içindeki göl, ırmak şünürsek, "bu toplu intiharın ne pa­
Bir nükleer savaşın, atmosferde ve gibi tatlı su kaynakları, iki üç metre hasına olacağı'', doğrusu sormaya
iklimde yapacağı olağanüstü değişik­ kalınlığında buz katmanlarıyla kap­ değer.
liklerin en çarpıcı sonuçları, canııla­ lanacak ve bu soğuk çöller, dayana­
rm yaşamlarını sürdürme sürecinde bilen hayvanların susuzluktan kırıl­ KISA AÇIKLAMALAR
gözlenecektir. Savaştan sonraki bir malarına neden olacaktır. Kış uyku­ (1) Megaton: Nükleer bombalar için
suna yatanlar , bu uykudan hiç uya­ kullanılan ve bir milyon ton dinarni­
ile bir buçuk yıl, tek hücreli bitkiler­
tin yıkıcılığına eşdeğer sayılan birim.
den insanoğluna kadar bütün canlı­ namayacaklar, evcil hayvanların kit-·
(2) Stratosfer: Yeryüzünden sonra, 8
lar için en zor geçecek zaman dilimi lesel ölümleri , salgın hastalıklar için
ile 60 km. yükseklikler arasında yer
sayılabilir. Bu çatışmalar içi n , patla­ en elverişli ortamı oluşturacaktır. alaiı hava katmanı.
ma, ısı! etki ve radyoaktif ışınım gi­ Savaştan artakalanlar için bir be­ (3) Yarılanma süresi: Kendiliğinden
bi kısa vadeli etkilerden sonra, yan­ sin kaynağı olabilecek denizlerdeki parçalanan radyoaktif maddelerin ya­
gınlar, zehirli gazlar, sürekli karan­ durum da pek parlak sayılmaz. De­ rı ağırlığa inmeleri için geçecek sü­
lık , aşırı soğuklar, su kaynaklarının niz canlıları içinde fotosentez yapa­ re.
donması, yiyecek kıtlığı, radyoaktif bilen planktonlar, ışıksızlık yüzünden (4) Rad: Radyoaktif ışınımlara ilişkin
bir doz birimi.
serpinti, sağlık, ulaşım ve iletişim sis­ yok olunca, beslenme zincirinin kırı­
lan bu temel halkası daha yüksek
(S) Fotosentez: Yeşil bitkilerin kloro­
temlerinin çökmesi, bulaşıcı hastalık
fil aracılığı ile güneş enerjisini kulla­
salgınları, ruhsal bozukluklar, morö­ canlıların soy kırımına yol açacaktır . narak, havadaki su ve karbondioksit­
tesi ışınım artışı gibi ek etkilerin bi­ Kıyılardaki endüstri kuruluşları v e ten karbonhidrat besin maddeleri oluş­
yolojik sonuçlarını Stanford Üniver- depoların bombalanmasıyla suya ka- tunnaları.
6 ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::;:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

••

CAN YUCEL BU DA ÖYLE BİR AŞK


Sırtımda çıplak
Islak nefesin
Bi gidip bi geliyor

Biz senlen yatmıyoruz ki


Y aşamıyoruz da
Hep yarışıyoruz
Sen mi ben mi
Önce kim
Ölümü öldürecek diye

BİR RESMiN KARŞlSlNDA


Tasvir gibi bakma öyle yüzüme
Bakar gibi gökyüzüne
Malızun malızun
Mazlum mazlum!..
Ölmekle silinir mi sandın,
Silinir mi, bre hayin,
İns;ınları sevme suçun? ..

Diktim bahçeme üç nar


Ağam gelir bakar diye,
Gelmiş ki benden habersiz,
Bakmış ki onlara zaar
Üçü de açtı narların.

BiLA-ZAMAN
(1936 İspanyası 'nda mesela)
Dönülmez Faşizmin ufkundayız
Vakit çok geç

W.BUTLER YEATS'ten
Ne ümitle, ne de dehşet
Can çekişirken kurtla kuş,
Beşer pür-dehşet, pür-ümit
Azrail'le öğür olmuş;
Bu kaçıncı ölmeyinen
Bu kaçıncı dirilişi ...
Uğrusunda gırla hayin,
Ağır adam, mağrur kişi
Son soluğunu kesecek
Keseriere okur meydan.
Ölümü bilir iliğ'ne dek--­
İnsandır ölümü yaratan.
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 7
Bu özelliğimi ilk kez, çocukken fark Çevirmenlik, bilinen bir iştir. Güçlük­
ettim. Evimizin avluya bakan ikinci Ieri olduğu doğrudur. Ama, eninde
kat odasının penceresi önünde otur­ sonunda, yaptığınız iş, bir dilde yazı­
muş, garip bir olayı izliyordum. Av­ Ian ya da söyleneni bir başka dile ak­
luda, çiçekten meyvaya dönüşrnek tarmaktır. Benimki ise bambaşka bir
üzere olan bir zerdalİ ağacı vardı . olaydı . Aynı dili konuşan insanların
Meyvaları serçelerden korumak için söylediklerini gene aynı dille çevir­
daliarına örümcek ağı gibi ince bir ip­ mek. Bana öyle geliyordu ki, evde bü­
lik ağı gerilmişti.Ama gene de çok sa­ yükler le küçüklerin, okulda öğret­
yıda serçe vardı ağaçta. İçlerinden bir menle öğrencilerin, sokakta köylülerle
bölüğü, ipiere ve dallara çarparak kal­ kentlilerin, ülkede yönetenlerle yöne­
kıyor, yüksek avlu duvarının ortasın­ tilenlerin birbirlerini anlamaları için
daki bir deliğe doğru uçıtyor, delik birinin çıkıp bir tür "çeviri" yapma­
çevresinde bir süre çırpındıktan son­
ra yeniden ağaca konuyordu. Tam o
sırada "pat" diye bir tüfek patlıyor­
du yanıbaşımdan. Ağaçtaki serçeler­
CEViRMEN
,
sı gerekiyordu. Ve başka konularda
olduğu gibi, bu konuda da sorumlu­
luk duyuyor, hatta çoğu kez bu so­
rumluluğun altında eziliyordum. Ge­
den birinin cansız yere düştüğünü gö­ Onat Kutlar ne de bir başkası üstlenmediğine gö­
rüyordum. Ağacın yanında, elinde re, bu görevimi yerine getirmeliydim.
porselen bir tabakla, Ticaret Mahke­ Konuşmaları garip bir tedirginlikle Yılmak bilmez bir bağlılıkla işimi sür­
mesi'nin yaşlı odacısı duruyordu . Dü­ dinliyordum . Bu insanların hepsi ay­ dürdüm.
şen serçeyi alıp, usulca tabağa koyu­ nı dili konuşuyorlar, ama birbirleri­ "Çevirmenlik" görevim kimi zaman
yordu. Tabak ölü serçelerle doluydu. nin söylediklerini anlamıyorlardı. mutlu sonuçlar doğuruyordu. Beya­
Karşıda, kullanılmayan alıırın karan­ Sanki odada bir japon, bir ingiliz, bir zıt Kitaplığının avlusunda, sevgilisi
lık kapısı önünde, elleri ceplerinde öy­ macar, bir ispanyol vardı ve hiçbiri delikanlıya aşktan söz etmek isterken
lece duran küçük erkek kardeşim dik­ ötekinin dilini bilmiyordu. Bir şey kimya formülleri anlatan genç kızın
katle odacıyı izliyordu. Gökyüzü , yapmalıydım. Çünkü serçeler ölüp sözlerini "türkçeye" çeviriyordum ör­
ikindi güneşiyle aydınlık, avlu gölge­ duruyordu. neğin. Genç kız, mutluluktan bayıl­
liydi. Küçük kuşların ölümü için epey­ Pencereye dayanmaktan uyuşan ko­ mış gözlerle bakıyordu bana. Ya da
ce elverişli bir saat. lumu saliayarak odanın ortasına yü­ bir felsefe kitabını bir türlü aniayama­
Düzenli aralıklarla, serçelere, odacı­ rüdüm. Beni bile şaşırtan yüksek bir yan arkadaşıma yeniden ve gene
ya ve yanıbaşımda bir iskemieye ters sesle konuşmaya başladım: "türkçe" anlatıyordum Eflatun 'un
oturmuş, bir tektüfeğin gez ve arpa­ "Yani abiarn diyor ki, serçeler duvar­ dediklerini. Bu kez anlıyor ve çok sev­
cığından dikkatle nişan alan aile dos­ daki yuvalarına gizlenmiş yılandan diği felsefe konularında ilerliyordu.
tumuz Ticaret Mahkemesi Yargıcı'na korktukları için ağaca konuyorlar. Ama kimi zaman da kolayca tahmin
bakıyordum. Nam!uyu hafifçe ayna­ Serçeleri vuracağımza o yılanı vurun. edebileceğiniz gibi, inanılmaz karışık­
tıyor, sonra bir noktaya gelince göz­ Hem serçeler kurtulsun, hem de lıklara, kızgınlıklara neden oluyor­
lerini kısarak tetiği çekiyordu . ağaç. . . Babam konuğuna git diyeme­ dum.
"Pat! . . " Bir serçe daha. Odacı, ölü diği için yola çıkaııuyor. Atın kolaruru İnsanların konuşmalarındaki ikiyüz­
serçeyi, olguntaşarak düşmüş bir mey­ istemesi bu yüzden . Belki konuk an­ lülükten mi kaynaklanıyordu acaba
va gibi tabağa koyuyordu . lar diye. . . Küçük kardeşim kolanla yı­ benim bu.mesleğim diye düşündüğüm
Anam kahve fincanlarını topluyordu. lam karıştınyor. Bu yüzden korkuyor . çok olmuştur. Bir ölçüde doğrudur
Sürekli hareket halindeydi. Bir yolcu­ Hakkı da var. Çünkü geçenlerde ba­ bu. Ama tümüyle değil. Söylediğinin
luğa çıkacakmış gibi. Oysa yolculuğa bam, karanlıkta kolan sanıp bir yıla­ tersini düşünen birinin yüzünden mas­
çıkacak olan Babamdı. Onu akşam nı tutan birinden söz etmişti . Şimdi kesini sıyırmak bu anlamda bir ''çe­
olmadan çiftliğe ulaştıracak olan at, unuttu herhalde bunu anlattığını . . . viri"dir elbette. Ama iki ayrı insanın,
kapıda sabırsız kişniyordu. Baharnsa Annem konuğun yorulmadığıru bili­ ayıu sözcüğü, örneğin "özgürlük" ya
konuğun gitmesini bekliyordu. Sadece yor. Bunu söylerken, artık gitseniz de­ da "masa" gibi biri soyut, öbürü so­
ablam, duygularını saklayamadı. On­ mek istiyor . . . Yargıç amca ise serçe­ mut iki sözcüğü tümüyle ayrı ayrı
dört yaşındaydı. Tımaklarını kemirir­ ler için verdiği idam kararından dön­ kavradıklarına da tanık oluyordum .
ken birden bağırdı: "Vuracaksaruz yı­ meyeceğini söylemek istiyor. . . Oda­ Böyle durumlarda, elbette bir "iki­
lanı vurun. Serçeleri niçin vuruyorsu­ cııun da hiç sesi çıkmıyor, çünkü kor­ yüzlülük" söz konusu değildi . Ama
nuz?" Yargıç gözlüklerini bir an al­ kuyor. . . " · gene de bir çeviri gerekiyordu.
nına kaldırdı. Abiama baktı . "Bu ye­ Rahatladım ve sustum. Herkesin ne Ama beni en çok şaşırtan olay, günün
zitler yarın tek çağla bırakmaz ağaç­ demek istediğini söylemiştim. Ama birinde, iki insanın sözlerini aynı dil­
ta kızım . . . " dedi. Serçeleri vurmaya odadakilerin yüzüne bakınca bir kor­ de birbirine çevirirken, benim kullan­
devam etti. Bu tuhaf düğümü çözmesi ku doldu içime. Anlaşılan ciddi bir dığım sözlerle yeni ve ''üçüncü bir
için babama baktım. O, pencereden pot kırmıştım. Babamın durumu kur­ dil" oluştuğunu görmem oldu. Çün­
kardeşime seslendi ''Oğlum, ahırdan tarmak için söylediği gönül alıcı cüm­ kü eninde sonunda iki "taraf" ara­
kolanı getir" . Kardeşim sızianarak lelere rağmen Yargıç izin isteyip git­ sında bulunan ben de, bir "dil"le ko­
karşılık verdi: "Ben yılandan korku­ ti. nuşuyordum. Ve bu dil, öbür ikisin­
yorum. Getiremem." Annem "Baba­ O anda, yaptığım işin sadece bir "çe­ den farklıydı. İki insan, iki topluluk,
nı duymadın mı? " diye seslendi kar­ viri" olduğunu, kimseyi kızdırmak is­ ya da yeryüzü ile insan arasında ye­
deşime, "yola çıkacak . " Sonra Yar­ temediğimi elbette anlatamadım. Çün­ niden üretilen bir dil.
gıç'a döndü "Yoruldunuz . . . " "Yok kü açıkçasi, yaptığımın ne olduğunu Şimdi kimi zaman düşünüyorum:
cam m" diye cevap verdi Yargıç,' "Ka­ da iyice bilmiyordum. Özelliğimi kav­ Acaba edebiyat denilen şey bu mu?
lemi kırdık bir kere . . . " Yeniden ni­ rarnam ve adlandırmam için yılların Bu konuda bir yazı yazmayı da bu
şan aldı . "Pat! ". Bir serçe daha. geçmesi gerekti. yüzden düşündüm.
8 ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

GEOFFREY
HILL

Türkçesi: Cevat Çapan

Şairlerin
Dayanma Gücüyle İlgili Dört Şiir
Hırstan gözü dönmüş bir dünyada şiirin ya da şair/erin dayanma gücü­
nün bir anlamı olabilir mi? Hangi yarayı sarar şiir, hangi sancıyı dindirir?
Ya da soruyu soran biz değil de, başkasıysa, şiir karın doyurur mu? Iyi
ki bu sorulara karşılık vermek zorunda olmadığımızı biliyoruz artık. Bize
bu bilinci veren de yüzyıllardan beri insanın onurlu direncini ölümsüz di­
ze/erinde dile getiren şair/erin kendileri. Bu sayfalarda dört şiirini okuya­
cağımz Geoffrey Hill de bu şairlerden biri. Şiirlerinin konuları ise işkence
altında zindan/arda, toplama kamplarında hayatlarını yitirmiş dört şair.
Tommasa Campanella 1568-1639 yılları arasında yaşamış bir/talyan keşi­
şi. Ama aydınlık kafalı, özgür düşüneeli bir keşiş. Bu yüzden de bağnaz
Kato/ik Kilisesinin acımasız işkencelerine katlanmak zorunda kalmış. Türk­
çeye de çevrilmiş olan Güneş Olkesi adlı yapıtıyla 'utopya geleneği'nin
önemli bir temsilcisi. Miguel Hernandez 1910-1942 yıllarında yaşamış bir
/spanyol şairi. Bir çobanın oğlu. Hernandez'in yeteneğini Machado ve Ji­
menez gibi büyük/spanyol şairleri sezip onu destek/emiş/er. Iç Savaş sıra­
sında Franco birlikleri tarafından tutuklanarak ölünceye kadar hapiste kal­
mış. Robert Desnos 1900-1945 yılları arasında yaşamış bir Fransız şairi.
Adı önce Gerçeküstücü/ük akımıyla duyu/muş. Sonra bu akımın öncüle­
rinden Breton 'la bozuşarak o gruptan uzak/aşmış. Fransız Direniş Hare­
ketinin unutulmaz kahramanlarından biri. Ikinci Dünya Savaşı sonunda
Terezin Toplama kampmda tifüsten ölmüş. Osip Mandelşlam da tutukla­
n ıp gönderildiği çalışma kampından bir daha dönmemiş. 1938'de öldüğü
sanılıyor.
Çağdaş İngiliz Şairi
Geoffrey Hill şiirlerinde genellikle şiddeti ve acıyı dile getiriyor. Okuru
avutmak ya da rahatlatmak için değil. Şiddeti ve acıyı tanımak için yapı­
yor bunu, işkenceyle kendini uygar sayan kurumlar arasındaki ince ilişki­
yi anlayabilmek için. C. Ç.
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
9

GÜNEŞE YAKARIŞ TRISTIA:


Miguel Hernandez'in anısına 1891-1938
ı
Karanlık Osip Mandelştam 'a Veda Şiiri
her şeyin üzerine
Güneşin Çileli dost, onlara yeğ tutardım
doğdur­ Seni. Ölüler koruyor mühürlü hayatlarını
duğu Ve ben gene geç kaldım. Çok geç
Selamlar, toz bulutları, arsız ağlamalar.
ll
Akbabalar
selamlıyorlar çullanacakları eti imgeler beliriyor kimsesizlikten
öğle üzeri Bak. . . ovada yıkıntılar...
Gözlerini ellerine dikmiş birkaç kişi;
(Cehennem
sessiz) öbürleri
Yiyecek için yerde sürünüyor yol boyunda.
iii
Kör Güneş Hiçbiri kaçmıyor tragedyanın gözünden.
bizi yok eden Bize dokunacağı yok, ama orada -
kutsa bizi ki Kusursuz, doyumsuz - buna doya doya
uyuya­ bakarak i

bilelim. Kendi sonuna ulaşıyor katı yaz göğü.

'HALKlN MALI' MELEKLERiN GÜLÜNÇ BİR


KOPYASlDIR İNSANLAR
1945'te Terezin Kampında ölen
Robert Desnos'un anısına Rahip ve şair Tommaso
Campanella 'nın anısına
Okumak için Kilise Ulularını
önerebilirim. Nasıl da
özenle bakıyorlar çürüyen tene: Bazı günler yüksek pencereden
Vuran bir gölge paytaşır
tat veren düşünce: temiz kurtlar Zindanımı. Kendi salgısının
garazı süte dönüştüren. Girintili parıltısını ölçen
idrnan için, saygın mezarlar Bir salyangozu izlerim. Çığlıklar
Duyuldukça benimdir; sonra
karşısında uzunca bir süre yasaklanmasım Tanrı'nın: hakkım, yaralarım, sevgim,
saygısız sözlerin. Alaycı ışık, ekmek, pislik.
Yer açılırsa, insanların ağızlarının da
Burada, şu garip tenimin içinde
açılması mı gerekir? 'Ben hiçbir şey değilim Yatmak, hazır yemeğiyle lekeli
şu anda bağışlanmadıysam eğer!' ya da Obur işkence uyurken, dünyanın
'Tanrım, bu ne maskaralık!' Yedi çukur Her kaygısının ötesinde
Bir sevinçtir, bir süre için.
haftanın yedi günü. Bak, Tanrım, Oysa kalkmamız huyurulmuş
yeniden diriliyoruz biz, Bize, sessizliğimin içinde ben
ve geliyor bizi yargılayacaklar. Sesime bir düzen verecekken.
10 ·::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Ekonomide
Neler Oluyor?
Arslan Başer Kafaoğlu
-1- sıtmıyor. Eğer 1980'den bu yana pa­ iyi inceleyemeyişleri, bayadamış
"Sıkı!" niteliğiyle anılan para po­ ra basımı 5 kat ve fiyatlar da 5 kat makro-ekonomik görüşleri dogmatik
litikasına niye bu adın verildiğini bu­ artmış olsaydı, para kıtlığı çekilmez­ bir biçimde savunup izlemelerinden
güne kadar doğrusu anlamadım. As­ di. Para basımı 5 kat arttığı halde pa­ ileri gelmektedir. Devalüasyonla
lında 24 Ocak kararlarından sonra ra kıtlığı çekiliyorsa, bunun nedeni fi­ meydana gelen fiyat artışlarının de­
uygulanan para politikası kadar yatların 5 kattan daha fazla artması­ ğiştirdiği sosyal talep yapısının, talep
"gevşek" para politikasına Cumhu­ dır. Olayın matematik olarak başka toplamının gelir gruph::rı ve sektörler
riyet Maliye Tarihinde rastlanmamış­ bir tür açıklaması yapılamaz. arası değişmelerinin doğurduğu yeni
tır. I 980 yılının 24 Ocak gününden bu problemleri IMF'nin belirttiği politi­
b- Gelir dağılımı bozulmuştur, bu
yana 5 yıl geçmemiştir, ama para kalarla aşma olanağı yoktur. Liberal
yeni bir talep yapısı yaratmıştır. Üre­
hacmi o günden 3 Ağustos' a tam 5 ekonomi ya da piyasa ekonomisi nor­
tim ise bu talep yapısına ayak uydu­
kat artmıştır. Böylesine para basımı­
ramadığından, bazı yerlerde gerek­ mal artış ve eksilişler, minimal değiş­
nı, Cumhuriyet hükümetleri, İkinci
siz para vardır, bazı yerlerde de (te­ melerde kalan ekonomilerde bazı dü­
Dünya Savaşı'nda bile böyle 4- 5 yıl
mel üretim yerlerinde) para sıkıntısı zenlemeleri fiyat mekanizması ile sağ­
uygulamış değillerdir. Ama bir kez lar. Siz onu, yani fiyat mekanizma­
vardır. Örneğin ne videocular, ne
bu para politikasının adı "sıkı!" ola­
Dandy'ciler ve ne de biracılar para sı­ sını 24 Ocak'ta olduğu gibi altüst et­
rak çıkmıştır. Acaba neden böyle ol­ mişseniz, onun hakemliğiyle piyasa­
kıntısı çekmiyor. Ama demir-çelik,
muştur?
petrol kimyası, tarımsal sanayi, inşa­ ların ayarlanması da hayal olur. Bu­
Bunda Sayın Turgut Özal'ın yan­
at sanayii para sıkıntısı çekiyor. Pa­ rada yapılması gereken, elimizle boz­
lış politikalara taktığı "güzel" ya da duğumuz bir mekanizmanın her şeyi
ra sıkıntısı çekenler feryat edince, pa­
"hoş" adları topluma kabul ettirme düzeltmesini beklemeden, kısa süre­
ra boBuğunda olanların sesi çıkma­
yolundaki, cidden hayran kaldığımız, li planlarnalara girmektir. IMF olsun,
yınca, basma ve topluma sadece bun­
büyük yeteneğin payı yadsınamaz. onun öğrencileri olsun bunu anla­
ların feryadı yansıdığından, olayın
Sayın Başbakanımız IMF'nin ve onun maktan uzaktırlar.
sadece bu yanı göze çarpıyor.
ekonomi felsefesinde yetişmiş olan­
c- Ekonominin yüksek fiyat artış­ Dahası var... IMF ve onun öğren­
ların kafalarında yatan şu fikri iyi ta­
ları dolayısıyle değişen talep yapısı­
nımıştır: "Enflasyon ciddiyetsiz (!) cileri "hem bir kez devalüasyon ya­
na kendisini uydurarnayışı sonucu, ba­ pıldıktan sonra piyasa ekonomisi ko­
hükümetlerin işidir. Ciddi bir hükü­
zı talep daralması olan kesimlerde şulları uygulayın" derler ve hem de
met para basmaz." 1946'dan beri
banka kredileri -batmıştır demiye­ "aman ücret artışlarını idareli kulla­
ekonomimizi yöneten Sayın Aksal'­
lim- donmuştur. Yani emisyonla nın" diye bunu tamamlarlar. Sanki
dan Sayın Kundaş'a, merhum Şefik
kredi arasındaki oran düşmüştür. Bu ücret, emeğin kiralanınasının fiyatı
İnan'dan Sayın Müezzinoğlu'na ve
nedenle de emisyon arttığı halde, kre­ değildir. Ayrıca emisyonu, faizlerle
Sayın Erez'den Sayın Erdem'e, bütün
diler aynı oranda artmadığından, ba­ karşılarlar... Özetle, hem piyasada­
ekonomi yönetimimizde yer tutmuş
zı kesimlerde kredi sıkıntısı vardır. ki fiyat mekanizmasını altüst ederler
eski ve yeni teknisyenlerdeki genel ka­
Özetle para sıkıntısı çekilmesi "sı­ ve hem de o yaralı, hereli ve sakat fi­
nı da budur. Sayın Özal, politikası­
kı para" politikasından değil, "gev­ yat mekanizmasından medet uroar­
na taktığı bu "saygın" isimle hiç il­
şek para" politikasının yarattığı fiyat lar. Bırakın bilimselliği, mantığa bu
gisi olmayan ekonomi politikasını yü­
ve talep yapısının değişmesi sonucu­
rütüp gidiyor. Oysa izlenen politika­ kadar aykırı bir tutum, bir politika,
na karşı uygun değil, aykırı politika­ aransa bulunamaz. Hani "bu kadar
nın "sıkı para" ile hiç mi hiç ilgisi
lar izlenmesindendir. yanlışlık öğretilmeden, okunmadan
yoktur. _

Pekiy sıkı para politikası yok da fır­ - II - erişiiecek bir mertebe değildir" den­
malar neden para bunalımı içinde? Çekilen bütün sıkıntılar gerek miş ya öyle... Aslında istenen, ülke­
Bunun üç nedeni vardır: IMF'nin ve gerekse Sayın Özal'ın ve nin varının yoğunun, öldüm fiyatına
a- İlan olunan ve hesaplanan fiyat ekonomiyi aynı tarzda görenlerin dışarıya satılıp, IMF'nin ağalarının
artış hızları, gerçek enflasyonu yan- ekonominin ve ülkenin ı;ı;erceklerini mailarına bedel ödeyecek kaynak ya-
:::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::: :: ::::: ::::: :::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::
ll
ratılmasıdır. Okuyun 14 Ağustos gü­ bu koşullar yaratılamaz" yanıtını ve­ kebileceği bile kuşkulu ... Öyle bir ku­
nü Cumhuriyet'in ekonomi sayfasın­ relim. rumlar vergisi taksidi yok ... 80 mil­
daki sebze dış satım fiyatlarını. Kilo­
-IV- yarlık tahvilin verdiği olanak yok. . .
su 48liraya patates, ı20 liraya doma­ Şakacı, ancak zaman zaman doğ­ Yüzde 5 karşılık artışı daha yapabi­
tes, 70 liraya pırasa, 46 liraya havuç ru şeyleri bulan ve söyleyen Prof. Üs­ leceği kuşkulu. O halde ıoo milyar li­
vb. satmaktayız. Yani ekonomi, bir rayı nasıl çekecek? Üstelik, tarımsal
tünel'in ı4 Ağustos ı984 günlü yazı­
de dışarıya kan vermekte, kanamak­ sında belirttiğigibi; para, ekonomide­ ürün alışlarının sonu dursun, ortasın­
tadır. Böyle bir ekonomi her türlü da bile değiliz. Daha, sırada pamuk,
ki reel oluşların aynasıdır. "Artır a­
hastalığa açıktır. İşsizliğe de, enflas­ pancar,Tariş alımları (üzüm, incir) ve
lım!" denince kolayca artırılan, "sı­
yona da, para kıtlığına da .. . kalı m" denince kolayca sıkılan bir fındık alımları var.Bunlar"reel" fak­
faktör değildir. Para; üretim ve bu törler, insanın egemen olacağı faktör­
-III- ler değil kısa sürede ...
Hele son uygulamalardaki akla ve üretimin piyasada satılması "marke­
mantığa aykırılık, artık hoşgörünün ting", yerine yeni üretim "reproduc­ Bir noktayı daha belirtelim: Tem­
her çeşit sınırını aşmıştır. Devlet tah­ tion" gerekli olduğu için basılır. Özal muz ve Ağustos başında basılan net
hükümeti, Türk ekonomisinin yapı­ ı65 milyar lira gerçi kamu kesimi için
vili satıp bütçe açığını kapatarak, ya
da para bastıktan sonra onu banka sını bilmediği için paraya gereksini­ yapıldı. Ama bu emisyanun yarata­
min az olduğu aylarda, faizcilerden cağı ek kredi olanakları özel kesime
karşılıklarını artırarak yeniden piya�
alınan yüzlerce milyar liralık vergiyi gidecek. Çünkü, kamu kesimi banka­
sadan çekmek gibi acayip formüller­
bırakmış, bütçe kaynaklarının bir cılık kesiminden kredi alamaz.
le kamuoyu önüne çıkılmıştır. Bun­
kısmını (tekel maddeleri gelirlerinde "Emisyonda sadece kamu kesimi
ları şöyle irdeleyelim:
olduğu gibi) toplu konut fantezisinin gözetilmiştir" demek, Türkiye eko­
a- Devlet tahvili ile toplanan para
hayaliyle oraya bırakmış, üretim ve nomisinin gerçeklerine uymaz. Çün­
gine devlet tarafından mal ve hizmet
pazarlamaların yüklü para gerektir­ kü basılan her liranın yaratacağı ek
alımında kullanılacağından bu para
diği Temmuz ve Ağustos aylarında krediyi -ki bu basılan paranın he­
devreye yeniden girer. Hatta daha
tam anlamıyla "fenersiz" yakalan­ men hemen daima ı, 5 katından faz­
fazlasıyla girer. (Niçin daha fazlasıyla .
mıştır. Faizcilerin vergilerini bırakır­ ladır -sadece özel kesim alır. Bu al­
girdiği uzun bir konu.)
ken (hafifletirken) biz uyarılarımızı datmaca her zaman yapılmıştır ve ko­
b- Basılan her paranın doğurduğu
yapmıştık. lay taraftar bulmuştur, ama gerçek
kaydi para artışı, karşılıkları artıra­
rak piyasadan çekeceğimiz paradan Özal hükümeti, 930 milyar dolay­ bu değildir. Hem kamu kesimi bu ay­
larındaki emisyonu 835 milyar lira­ larda sadece veznedarlık yapmakta,
daha fazla olur. Yani her para basıl- ·

dığında, bunun bir katsayı ile çarpı­ ya yükseltti. Ne zaman? Temmuz ba­ aldığı krediyi fazlasıyla üreticiye da­
şında. Temmuz Kurumlar Vergisinin ğılmaktadır. Burada gözetme nerede
mı kadar, ikinci çeşit,ama aynı işlevi
gören bir para hacmi daha ortaya çı­ ikinci taksit ayın, buna 80 milyarlık kalıyor? Bir gözetilen var ise, vaktiyle
kar. Bunu biz Siyasal Bilgiler II. sı­ an/ı şan/ı tefeci faizli devlet tahville­ vergileri hafifletilerek (bütçe gelirle­
nıfında okuduk. Yapılan hesaplara ri geliri eklendi. Ne çekilebildi piya­ rini azaltan bir hafifletme) korunan
göre 10 0 milyar basılan para, tahmi­ sadan? Sadece 35 milyar lira... Ağus­ mevduat sahipleridir, mevduat artı­
nen ı60 milyar başka para doğurur. tos başında ı00 milyar lira daha bas­ şıyla kaynakları artan banka sistemi­
Oysa sizin yüzde 5 karşılık artırarak tı. Bu ay piyasadan 35 milyar lira çe- dir.
toplayacağınız para bu miktarın al­
tında kalır.
Biraz "para-banka" ve "bütçe­
istikraz" okumuş İktisat ya da Siya­
sal öğrencileri bunu bilirler. "Piya­
sadan pekiy para nasıl çekilir" der­
seniz, bunun iki yolu vardır:
a- Hazine ya da kamu kesimi tah­
silah, giderleri aşar; aradaki fazla,
Merkez Bankası'na iade edilir ve do­
laşımdan çekilir;
b- Ya da özel kesim firmaları har­
cadıklarından fazla para çekerler,
bunları banka sistemine aktarırlar.
Bankalar bununla ya ankeslerini (ka­
sa mevcutlarını) artırırlar, ya da Mer­
kez Bankasına borç öderler, ödenen
borçlar da piyasadan çekilir.
Bunun başka uzun süreli -hatta
orta süreli- yolu yoktur. (Hele fa­
izleri artırarak piyasadan para çeki­
lemez. Dört yılda faizler 5 kat arttı,
piyasada emisyon 5 kata yükseldi.
Daha açık kanıta gerek var mı?) Pe­
kiy, yukardaki iki koşul nasıl yaratı­
lır deniyorsa, "bugünkü politikayla Raşit Yakalı
12 ::::=:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::=::::::::::

Milton Friedman
ve Sendikalar
Friedman'ın ekonomik, politik, tır" düşüncesini beyan etmektedir. rı güçlü? Sendikalan savunanlar. üye­
felsefi ve insana ilişkin görüşlerini ya- Bunların kanıt olmaktan çok Fri­ lerinin yüksek ücret almasını sendi­
.
kından tanıyabilmek gayretlerimizi edman 'a has orjinallikler olduğu ke­ kanın gücüne bağlarlar ve tüm işçi­
sürdürüyoruz. Kuramsal bir bütün­ sindir. Mademki işçilerinin çoğu sen­ ler sendika üyesi olsalar hepsinin
lüğü bulunmayan, yer yer zırvaya va­ dika üyesi olmayan ülkelerde işçile­ yüksek ücret alacağı savındadırlar. ' '
ran akıl dışı önermeleriyle sıradan bir rin "durumu gelişmektedir " , o hal-
irisanın düşünme vasatının da gerisin­
SENDİKALAR
de kalan, ancak belli bir politik ikti­
dar eşliğinde eyleme dönüştüğünde
ZARARLlDIR
önemli toplumsal sonuçlar yaratan Friedman'a göre "durum çok kar­
Friedman'ın görüşlerini yakından ta­ maşıktır" ve sendikaların "yararlı ol­
nımaya muhtaç bir toplumda yaşıyo­ duklarını " savundukları için "zararlı
ruz. 24 Ocak kararlarıyla başlamış olanların" göremediklerini, kendisi
olan süreçlerin toplamı, Friedman ' ­ görebilmektedir. Hatta Friedman,
ın görüşleri ışığında bir kere daha ba­ belki durumu düzelir diye sendikala­
kıldığında, oldukça anlamlı görül­ ra üye olan, bunun için gerektiğinde
mektedir. Bu yazımızda Friedman ' ­ işten atılmayı göze alan ve kanı canı
ı n sendi kalara, sendikacılık hareke­ pahasına evrensel bir sendikacılık ha­
tine ve ücret olgularına ilişkin görüş­ reketi yaratan yüzmilyonlarca işçinin
lerini tanıtmaya çalışacağız. Öyle �
dahi görernediğini "onların yararı­
umuyoruz ki, okur, Friedman 'ın bu � na" görmektedir.
"Her halükarda yüksek ücret öde­
.:} necek insanlar güçlü sendikalar oluş­
konudaki görüşlerinden, toplumsal _

güncelliğe ilişkin sonuçlar çıkarırken


zorlanmayacaktır. ı:;:; turabilecek durumdadırlar. Dahası
.

de bu gelişimi sendikalardan bağım­ sendikaların bazı işçilerin ücretlerini


sız ve teknolojik gelişmenin bir sonu­ yükseltebilme yeteneği, evrensel bir
SENDİKALAR cu saymak gerekecektir . Ve yine ma­ sendikacıhkta tüm işçilerin ücretleri­
GEREKSiZDİR demki sendika üyesi olan işçilerden nin yükseltilebileceği anlamına gel­
Friedman 'a göre .bil' anket yapıp başka, sendikalara üye olmayan işçi­ mez. Tam tersine, bu, yanlış anlaşıl­
• 'işçinin durumunun gelişmesinde ki­ lerin de durumu iyileşmiştir, demek manın temel bir kaynağıdır; güçlü
min rolü vardır? " diye sorsaydık ki bu sendikasız da olabilmektedir, o sendikaların üyeleri için sağladığı ka­
"yanıt, çok büyük bir olasılıkla 'sen­ halde sendika ne ola ki? ! . . . zanımlar esas olarak diğer işçilerin
dikalar' ve daha sonra 'hükümet' "Endüstrileşme öncesi zamanda, zararınadır. ' '
olurdu . " Ne ki, "ABD'nin ve diğer feodal dönemde ortaya çıkan kentler Görülüyor ki, lüzumsuz kuruluşlar
batı ülkelerinin son ikiyüz yıllık tari­ ve kent devletlerindeki tüccar ve za­ olan sendikalar aynı zamanda çok za­
hi bu yanıtların yanlış olduğunu gös­ naatkarların örgütlenmesinin karak­ rarlıdır lar . Üyelerine yüksek ücret
teriyor" muş. Yani sendikacılık ha­ teristik biçimi olan toncalara uza­ sağlayan sendi kalar, diğer işçilere za­
reketi son ikiyüz yıllık, (bütün) tari­ nır. " Sendikaların " modern endüst­ rar vermekle kalmıyor, işsizligi de ar­
hi boyunca ve üstelik doğup büyüdü­ riyel gelişmenin bir ürünü olduktan" tırmış oluyorlar . Sorunu anlamamız
ğü kaynakta, işçilere herhangi bir ya­ düşüncesi yanlıştır . Üstelik bu, kökü için Friedman bize basit bir anahtar
rar sağlamamıştır. Dolayısıyla sendi­ çok eskiye uzanan sendikalarda " us­ sunmaktadır:
kalar, işçiler için olsa olsa lüzumsuz talıkları ve ücretleri yüksek" işçiler "Sorunu anlamanın anahtarı eko­
kuruluşlardır. toplanmıştır. "New York kentinde­ nomi biliminin en basit ilkesindedir:
Friedman bu konuda iki karnt ile­ ki belediye sendikaları, şehri iflasın talep yasası - bir şeyin fiatı ne ka­
ri sürmektedir. İşçilerin durumlarının eşiğine getirmeye yardımcı olarak dar yükselirse, onu almak isteyenle­
bir hayli gelişkin olduğu ABD, İngil­ güçlerini göstermişlerdir . " Tabii, rin sayısı o kadar azalacaktır. Her­
tere vb. diğer batı ülkelerinde "bile Friedman, aklını bu "güçlü sendika" hangi bir işi pahalılaştırın, o türdeki
işçilerin çoğu sendika üyesi değildir­ kavramına takacak ve hemen sora­ işlerin sayısı azalacaktır. Marangoz­
ler" diyen Friedman, ikinci kanıt ola­ caktır: "sendikaları güçlü olduğu için lar pahahlaşsın, öncekinden daha az
rak "sendikanın çıkarlarını üyeleri­ mi yüksek ücret alıyorlar, yoksa yük­ sayıda ev yapılacaktır ve bu evler için
İlİn çıkarlan ile özdeşleştirmek yanlış- sek ücret aldıklan için mi sendikala- daha az marangozluk gerektiren mal-
:::::: : :: : ::: :: : : :: : ::::::::::::::::::::: ::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 13

zeme ve yöntemler kullanılacaktır. yüksek ücret talebi gibi ekonomik bir renlerin ücret artış taleplerine karşı
Pilotların ücretini artırın, havayolu işçi hedefi biie, işçilere "kötü bir her zaman ve her yerde ileri sürdük­
seyahati pahalılaşacak , daha az insan amaç" gibi sunulabilmektedir. leri görüşlerin kabaca formüle edil­
uçacak, sonuçta pilotlar için daha az mesinden başka nedir ki? Hiç bir öz­
sayıda iş imkanı olacaktır. Öte yan­ SENDİKALAR gün yanı. yoktur, çok geneldir ve bu
dan, marangozların ya da pilotların "Sendikaların ücret talepleri bizi if­
sayısını azaltın, daha yüksek ücret is­
ÇOK ZARARLlDIR las ettirecek" yahut " hep işçiler gül­
teyeceklerdir. Doktorların sayısını Sendikalar, ' 'modern endüstri top­ dü, biraz da biz gülelim" yahutta
düşük tutun, daha yüksek ücret iste­ lumunda" lüzumsuz kuruluşlar hali­ "hükümet bizi işçilere karşı koru­
yeceklerdir. ne gelmekte, dayattıkları yüksek üc­ sun" vb. işveren görüşleri, Fried­
Başarılı bir sendika denetiminde retler yoluyla ücretierin düşmesine man'ın ücret artışlarını karın azalma­
tuttuğu işteki çalışan sayısını azaltır. yol açıp işçilere zarar vermekle kal­ sı olarak görmesine dayanır .
Bu tür işlerde çalışmak isteyen insan­ mıyorlar, "milli ekonomileri" çöker­
Ücret artışlarının işveren karların­
lar bu denetimden dolayı çalışamaz ıecek başlıca arnillerden biri olabili­
da, -eğer başka faktörler değişmeden
olur. Başka iş .aramak zorundadırlar. yorlar. Sendikaların bu olumsuz işlev­
kalacaksa- oransal bir azalma yara­
Başka işlere olan büyük işçi arzı bu leri özellikle "işverenlerin karlarına"
göz koymaktan başka bir şey değil­ tacağı doğrudur da, karların yüksek
işlerdeki ücreti düşürür. Genel sendi­ ücrete tahammül ederneyecek kadar
kalaşma da bu durumu değiştirmez. dir . Milton Friedman bunu böyle
düşük olduğu, asla doğru değildir.
Böyle bir durumda iş bulanlar daha ispatlar !
Nitekim Friedman bile ABD'de yük­
yüksek ücret alacak, ama işsizlik de "Sendika liderleri yüksek ücretin
sek ücret düzeyi oluşmuş güçlü sek­
artacaktır. Sonuçta, güçlü sendikalar
törlerin varlığından söz edebilmekte­
ve zayıf sendikalar söz konusu ola­
dir . Aksi halde, bu ücretierin o sekc
caktır; güçlü sendikaların üyeleri, za­ Friedman 'a göre törleri çoktan çökertıneleri gerekirdi .
yıf sendikaların üyelerinin zararına
lüzumsuz kuruluşlar olan Dahası Friedman, sendikaların daya­
şimdiki gibi yüksek ücret alacaklar­
sendikalar tıp aldığı yüksek ücrete rağmen işve­
dır."
renlerin neden iflas etmediklerini
Anahtar gerçekten basittir, ekono­ aynı zamanda çok açıklamaktan başka, bunlara ait ser­
mi bitimini, toplum olgusunu ve in­ zararlıdır. mayenin ve diğer sermaye unsurları­
san gerçeğini hafife almakta, pratik nın nasıl olup da sürekli büyümekte
Üyelerine yüksek
olarak hiç yaşanmamış durumlar var­ olduğu olgusuna da bir açıklama ge­
saymakta ve sonuçları sebep yerine ücret sağlayan
tirmek durumundadır .
koyarak gerçeklikle ilintisi olmayan sendikalar
sonuçlar çıkarmaktadır. Ücretin, iş­ diğer işçilere zarar Sınırlı bir açıklamayla Friedman 'a
gücünün fiatı olduğuna, dolayısıyla biz yardımcı olalım ve onun yukarı­
pahalılığın sebebi olmayıp, aksine ge­
verdikleri gibi, da verdiği oranları kullanarak ABD
nel fiatlar düzeyi tarafından belirlen­ işsizfiği de artırırlar! silah endüstrisi sahiplerinin bir yıllık
miş bir noktaya yükselme eğiliminde brüt karını hesaplayalım. Eğer bu
bulunduğuna ilişkin bir kavram gerçekten OJo IO'sa ve hükümetin silah
Friedman'da gelişmemiştir. Fried­ kardan sağlanmasından söz ederler. siparişleri 1-978 yılında üçyüzmilyon
man'da, bütün "kuramının" temelini Bu mümkün değildir: çünkü karlar dolar olarak gerçekleşmişse, birkaç
teşkil eden "fiat" kavramı da güdük buna yeterli değildir. ABD'de toplam silah endüstrisi grubunun o yılki ka­
kalmaktadır, çünkü değerle fiat ara­ ulusal gelirin 0Jo80'i ücretlere, aylık­ zancı ı 1 . ı trilyon lirayı bulmuştur.
sındaki ilişkiyi kuramamaktadır·. Iara ve diğer işçi ödemelerine gitmek­ Yıllık karı Türkiye bütçesinin 5 katı­
Onun yaptığı , fiatı belirleyen faktör­ tedir. Geriye kalanın yarısından faz­ nı aşan üç-beş silah tekelinin işçiler­
lerden birini, üstelik fiata kaynaklık lası kira ve borç faizlerine gitmekte­ den gelen ücret talepleri karşısında
eden değerin doğrudan yaratıcısı olan dir. Sendika liderlerinin sürekli işa­ konkordata isteyip istemediklerini
emeği (İşgücünü) fiatlandırırkeıi cim­ ret ettiği şirket karları ise toplam ulu­ bilmiyoruz, ama Friedman'ın başka
ri davranınayı bütün bir tavır olarak sal gelirin OJo lO'undan azdır. Vergi­ ülkelerde de prototip örneklerine ar­
önermesidir. Daha basiti, Friedman'­ ler çıktıktan sonra ise şirket karları .tık çok sık rastlanan şarlatanlardan bi­
da, "bütün kötülüklerin anası serma­ ulusal gelirin 0Jo6'sı kadardır. Bu, ri olduğunu, bir kez daha görüyoruz.
yedir" görüşüne nazire olsun diye tüm karlar kullamlsa bile daha yük­
"bütün kötülüklerin anası ücrettir" sek ücretleri finanse etmede çok ge­
SENDİ�LA� ÇOK
formülü etrafında gezinir. ride kalmak demektir. Altın yumurt­
Nitekim yukarıdaki alıntıda oldu­ layan tavoğun kesilmesi demektir. Bu TEHLIKELIDIR
ğu gibi, yüksek ücret alan sendikala­ küçük kar payı fabrikalara, makina­ Friedman için "bir şarlatandır ' '
rın, örgütlü oldukları alanda müşte­ lara yatırım için ve yeni ürünler,yeni deyip geçerdik , eğer görüşleı i kendi­
ri kaçırdıkları , dolayısıyla talep da­ yöntemler geliştirmede teşvik edici­ ne has bir akademik fantazi olarak
ralmasına bağlı bir istihdam daralma­ dir; bu yatırımlar, bu yenilikler yıl­ kalsaydı. Oysa bu görüşler, birer ku­
sına yol açtıkları, bu yüksek ücret lardır işçinin üretkenliğini artırmış ve ramsal çözümleme oldukları ve bilim­
alanına yönelen işgücünün, iş �Jula­ böylelikle daha yüksek ücretler sağ­ sel bir değer taşıdıkları için değil,
mayıp başka sektörlere yönelmesinin, lamıştır. ' ' tarnda bunun tersi oldukları için, ki­
o sektörler için işgücü fazlası oluştlır- mi politik hareketlerin ilham kayna­
1duğu, bunun da oralarda çalışan iş­ Görülüyor k i , Friedman'ın ücret ğı olabilmekte, bazı işveren zümrele­
çiler aleyhine bir düşük ücret düzeyi artışlarına ilişkin hayli ilginç görüş­ rinin ekonomik yaklaşım rotası hali­
yarattığı düşünülebilmektedir. Yani leri bulunmaktadır. Ancak bu, işve- ne gelebilmektedir. Bize has güncel-
14 : ::::: ıııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııı••ııııııııııııııııııııııııı
: : : :: ::::: : : : : : : :: : : : :::: : : : : :::: : : : : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : : :: : : : : : : : : : : : : : :: : :: : : :::::::: : :::::::::: : : : : : : :: ::::::: :::
: ::

liği nedeniyle 'Friedman felsefesinin korumaya ve işçilere karşı şiddet uy­ gençler arasındaki yüksek işsizlik ora­
sendikalara ilişkin görüşlerini tanı­ gulamaya çalışırlar. nı hem bir skandal, hem de ciddi bir
maya devam edelim: Sendikaları "anarşi ve şiddetin sosyal huzursuzluk kaynağıdır. Ve
"İşçilerin bir kısmı için yüksek üc­ kaynakları' ' gibi göstermek, işçilerin büyük oranda asgari ücret yasaları­
ret demek, bunun diğer işçilerden "işverenleri dövmek ve mallarını tah­ nın bir sonucudur . . . Asgari ücret ya­
sağlanması demektir . . • Sendikalar rip etmek" gibi yollara başvurabile­ sasını siyahlara en karşı yasa değil­
üyelerinin ücretlerini nasıl yükselte­ cekleri imajını canlı tutmak ve bunu se, en karşı yasalardan biri olarak gö­
bilmektedir? Güçlerinin temel kayna­ yaygın bir korku motifi olarak top­ rüyoruz. Hükümet önce pek çok genç
ğı nedir? Yanıt: boş iş sayısını düşük luma mal etmek, sendikacılık hare­ insanın , çoğu siyah genç insanın, çok
tutma yada bir iş için uygun insan sa­ ketini tasfiye etmeyi planlayan ve de­ kötü bir eğitim gördüğü okullar ya­
yısını düşük tutma yeteneği. Sendika­ mokrasi dışı siyasi seçeneklerle fazla pıyor ve bunlar iyi ücret alabilecek
lar boş iş sayısını yüksek bir ücret dü­ içli-dışlı olan sermaye odaklarının becerilere sahip olmuyorlar. Sonra
zeyi dayatarak düşük tutmayı başar­ kurnazlığıdır. Bizde de bu yöntem hükümet, işverenlerin bunlara işba­
mışlardır. Sendika yüksek bir ücreti yaygın olarak kullanılmaya başlan­ şında yetiştirmenin bir yolu olarak
nasıl dayatabilir? Bunun bir yolu mıştır. Sigorta şirketleri, sendikala­ düşük ücretle iş önermeterini önleye­
şiddet ya da şiddet tehdididir. İşve­ rın "şiddete (onlar grevi şiddet diye rek bunları ikinci kez cezalandırıyor.
renterin malını tahrip etme tehdidi ya tanıtıyorlar) başvurabilecekleri ihti­ Tüm bunlar yoksula yardım etmek
da sendikasız işçi çalıştıran, sendika maline" karşılık yurttaşlardan "ev­ adına yapılıyor . . . "
üyelerine sendikanın belirlediğinden lerini sigorta ettirmelerini" gazete Bakın işte! Belirlenmiş bir asgari
daha düşük ücret veren işverenleri ilanları yoluyla isteyebilmektedirler. ücretin bile işçilere ne büyük zarar­
dövme; ya da daha düşük ücrete an­ (Bakınız, Düşün Dergisi, Eylül l984) lar verdiğini görün. İ şçilerin elinden
Iaşırlarsa işçileri dövme ve mallarını asgari ücretten daha ucuza çalışma
tahrip etme gibi. Bu nedenlerdir ki olanağı alınmaktadır. Dolayısıyla iş­
sendika ücret düzenlemeleri ve görüş­
KAHROLSUN çiler yeteneklerini geliştirmekten ve
melerine sık sık şiddet eşlik etmekte­ SENDİKALAR hatta iş bulmaktan mahrum kalmak­
dir . " Sendikalara iliskin "akıl yürütme" tadırlar. Ayrıca işverenler daha ucu­
Burada Friedman konuyu ABD'­ yöntemi bir kez "şirazesinden çıktıysa" za işçi çalışıırma imkanları varken iş­
deki boyutuyla gösterıneyi yeğlediği nereye varacağını kestirrnek mümkün çilere yeteneklerinin üstünde bir üc­
için, gangsterlikle sendikacılığı birbi­ değildir; Artık işçilere, ' 'sendikalar reti, "sadaka kabilindeİı" vermeye
rine karıştırmaktadır . Türkiye'de de sizin en büyük düşmanınızdır" den�­ zorlanmaktadırlar.
gangster sendikacılık hayli köklü bilir. Onlardan, sendikalardan uzak . . . "Ve bütün bunlar yoksula yar­
bir geleneğ� sahiptir ve biz bu konu­ durmaları, yüzlerce yılda ve binbir dım etmek adına yapılıyor . . . "
da da en az Friedman kadar somut kahırla oluşturdukları bir ekonomik
bilgiye sahip bulunduğumuzdan, Fri­ mücadele geleneğini terk etmeleri ve
edman'ın çarpıtmasını kolayca göre­ işverenlerin insafına sığınmaları iste­ YAŞASlN
bilmekteyiz. nebilir. FRIEDMANCILAR
Sendikaların yüksek ücret artışı "Ücret oranlannı zorlayan bir baş­ Kapitalist dünya görüşünün bu en
sağlayabilmek için "düşük ücret veren ka hükümet uygulaması ise asgari üc­ zavallı düzeyinin , nasıl olup da poli­
işverenleri dövmek" ya da " işveren­ ret yasalarıdır. Bu yasalar düşük ge­ tik egemenlik noktasına ulaşabildiği­
lerin malını tahrip etmek" gibi yol­ lirli insanlara yardım olarak savunul­ ne şaşırmamak mümkün değildir.
lara başvurdukları ülkemizde duyui­ maktadır. Gerçekte ise bunlar düşük Ancak her ülkenin siyasal gerçekliği
muş değildir. Böyle bir yola Batı'da geliriilere zarar vermektedir . • . Asga­ açısından bakılırsa, bu şaşkınlık da­
başvurulduğuna dair herhangi bir ön­ ri ücret yasası işverenlerin, becerisi ğılabilir. Friedman'ın akli kategori­
rek gösterilebileceğini de sanmıyoruz. düşük işçilere karşı bir aynm yapma­ leriyle düşünüp politika oluşturmak­
Sendikaların bu konuda bilinen bir sını gerektirmektedir. Kimse bunu tan ve bunu, bu tarzın gerekli kıldığı
tek silahları vardır ve bu yasal silah­ belirtmiyor, ama gerçek budur. Ör­ güçler himayesinde uygulamaktan
larını kullanabilmeleri -ki bu GREV neğin iyi eğitim görmemiş, becerisi ibaret kalan toplumsal oluşumlardan
hakkıdır- hem amaçları bakımın­ ancak saatte 2 dolarlık bir işe yctebi­ birine tanık olmamız nedeniyle, ko­
dan yeterlidir, hem de başka yollara len bir genci ele alın. Bu genç, kız ya nunun artan bir önemi ve güncelliği
başvurulmasını gereksiz kılmaktadır. da erkek olsun, bu ücretle çalışmaya bulunmaktadır.
Sorun da burdadır ya! Friedman­ ve daha iyi bir iş bulabilmesini sağ­ Friedmancıların misyonunun so­
cıların "şiddet" diye göstermeye ça­ layacak beceriler kazanmaya istekli mutluğu ve politik konumu, içinde
lıştıkları ' ' GREV'' hakkının kullanıl­ olabilir. Ama yasa bu gencin, eğer iş­ yaşadığımız süreçlere bu açıdan ba­
masından başka bir şey değildir. Sen­ veren saatte 2.90 dolar (1979'da) öde­ karken işimizi kolaylaştırmaktadır.
dikaları birer şiddet örgütü gibi gös­ meye yanaşırsa istihdam edilebilece­ Hangi felsefenin, . ya da hangi ilkel
termek ve hükümetlerden yardım is­ ğini söyleme.ktedir. Eğer işveren gen­ yaklaşımın genelieşmekte ve toplu­
temek, böylece sendikaları baskı al­ cin becerisinin karşılığı olan 2 dola" mun içinde bulunduğu edilgenlikten
tına alarak caydırmak ve "düşük üc­ ra ek olarak 90 senti bir sadaka ola­ de yararlanarak kurumlaşmakta ol­
ret dayatmak" , bütün bunlar günü­ rak vermeye istekli değilse, bu genç duğu bizce herkesin hayati sorunu­
müz dünyasında kulağımıza hiç de işe alınmayacaktır. Saatte 2.90 dolar­ dur.
yabancı gelmeyen sedalardır, gözü­ lık bir işe girernemiş olmanın, saatte Friedman 'ın aramızda gezinen ve
müze aşina manzaralardır. Fried­ 2 dolar veren bir işte çalışmaktan ne­ bu durumda yönlendirici olan ruhu­
man'ın tarifini verdiği sendika tipi den daha iyi olduğu bizim için her za­ nu görebilmek için Friedman 'ı oku­
gangster sendikacılar, yüksek ücret man bir sır kalmıştır. maya hiç gerek yoktur. Onun yaptı­
dayatmaya değil, işveren çıkarlarını Gençler arasında, özellikle siyah ğı, en ilkel düzeydeki kaba işveren
15
.: : : : : : : ::: : : : : : ::::::::::::::::::::::::::::::::: : : : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :::::: : : : : : :: : ; : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::: :::::: : : : : : : : : : : : : : : : : ::: : :::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : ·
: :: : : : : : :: ::: ::: : :::

duygularını formüle edip haklı çıkar­


maya ve bundan başka seçenek bu­
lunmadığına insanları inandırmaya
çalışmaktan ibarettir . Şöyle ki:
• Friedman yüksek ücretin zarar­
SÜREYYA
larından söz etmektedir. Yüksek üc­
retin "enflasyonu azdırıp" sonuçta BERFE
işçilere zarar vereceğini, "ortada
bunca işsiz" dururken "sendjkaların
insafsız taleplerle" gelmemesi gerek­
tiğini bilmeyenimiz kalmış mıdır?
• Yüksek ücretin "yüksek karlar­ ŞİİR ÇALIŞMALARI
dan istendiğini, ama karların aslında
buna tahammül edecek kadar yüksek
olmadığını" söyleyenin Friedman ol­ Kekeliyor geçen bulutların gölgesi.
masıyla, "işçisine fazla ücret verip Bu şehirde yaşanabilir mi?
dara düşünler kapımızı çalmasınlar"
diyenin bir başka ülkenin politikacı­ Ölmeden önce bir yalan daha söyle hayat üzerine;
sı olması arasında bir bağlantı ku­
rulamaz mı? öldüğüne değsin.
• Sendikaların birer "şiddet yuva­

sı" olduklarına ilişkin Friedmancı Birkaç meyve ağacı varmış evlerinin önünde.
"akademik görüşle" sendikaları
Yüzü söyledi kendisinden önce.
-'-' zapt-ü rapt altına alma gayretini"
aynı görüşün değişik ifade ediliş bi­
çimleri saymak acaba yanlış mıdır? Yeni kalktım hastalıktan.
• Sendikaları , başkentlerde (Was­
Bütün 'saatler sabahı gösteriyor.
hington' da Capitol Hill etrafında)
kümelenip politikaya bulaşmakla
suçlayan Friedman' dan bir şeyler al­ Yaz bitti.
mış olmalı ki, bir başkası bir başka Suların tadı yerine geldi.
ülkede (G . Kore-Brezilya ve ilh . . . ),
eğer kapatmamışsa, sendikaların dev­
re dışı tutulmasına büyük gayret sar­
Kalbirn düşünmeyi bıraksa
fetmektedir. çabuk bitecek gece.
Ücret ve sendika olgusuna Fried­
man gibi bakılacaksa, bunun ardın­ Bir köşeye çekilsem...
dan, aynı bakışın politik formülleri
de birlikte gelecektir. Sendikaları
Yanımda güzden başka kimse olmasa . . .
"modern endüstri toplumunda" lü­
zumsuz sayıyorsanız, "endüstrileşme Yağmur altındaki küçük gelin
çabası içindeki" bir toplumda lüks hiçbir yere bakmıyor.
saymak durumundasınız. Asgari üc­
rete ilişkin mantiki talepleri "ekono­
mik durumun sarsılması" olarak yo­ Uzun, yavaş bir akşam;
rumluyorsanız, Friedman'ın aynı şeyi yapraksız kavak ağaçları.
"işçilerin becerisini engellemek" ve
"işverenleri sadaka vermeye zorla­
mak ' ' olarak yorumlamasından yo­ Anlat, dinliyorum seni
la çıkıyorsunuzdur. dinliyorum telörgütere takılı serçeyi.
Belki fark Friedman'ın, gelişkin
bir endüstri temelinde uygulandığın­
da felsefi boyutunu ortaya koyarnadarı
Ayrıldı k:
"parasal fonksiyonlardan" ibaret ka­ Ürün verdi ayrılık.
lan görüşlerinin, demokratizmin ku­
rumlaşmadığı bir temelde, vahşete Bütün gün dağlara baktım.
dönüşmesi, en kaba doğallıkları kut­
sayıp insanı aşağılayan ve insandan
Kaç yaşındayım bilmiyorum.
gelen bütün korunma çabalarını "ya­
sa dışı" sayan bir noktaya ulaşması­ Şiir!
dır. Mademki politik kabul görüyor, Başka şaire git.
yaşasın Friedmancılık!
Yalnız kalmak istiyorum.
Alıntılar: Milton and Rose Friedman, Free
to Choose, s.278-81 , Penguin 1983 baskiSI
16 :::::::::: :::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::: ::::::: :::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::: : :

1940'lı Yıllardan
Bu Yana

Müzikli Anılar
Fi liz Al i
Çocukluğum ı 940'lı yıllarda An­ rip kentti . Eski An kara ile Yeni An­ Jacques Thibault ile Alfred Cortot
kara'da geçti. Cumhuriyet ilkelerinin kara neredeyse gözle görünen bir çiz­ adlı iki Fransızın bu İspanyolla bir
sıkı sıkıya uygulandığı o yıllarda, giyle ayrılırdı . Eski Ankara sokak­ olup, birlikte piyano, keman , çello
Cumhuriyet'in ilk ve ikinci kuşağının larında çirkef suları açıkta akıp du­ üçlüleri seslendirdiklerini öğrenmiş­
idealist neferleri ya komşumuz, ya rurken, Yenişehir'in asfalt sokakla­ tim.
öğretmenimiz, ya anamız, ya baba­ rı arazözlerle yıkanırdı. Eski Anka­ Adalar apartınanında müziğin her
mız, hatta kimimizin ya nenesi ya da ra'da yani Ulus'ta, Hisar'da, Deniz­ türlüsü özgürce İcra edilirdi. Feriha
dedesiydi . ı 940'lar Ankara'sı tam ciler Caddesi, Çıkrıkçılar Yokuşun­ teyzelerin kapı komşusu Orhan Abi
anlamıyla bir memur kentiydi. İlko­ da yaşayanlar başka, Yenişehir'de çok harika saz çalar, türkü söylerdi.
kulda bile çocuklar, memur çocuk­ oturanlar ise bambaşkaydı . Yenişe­ Orhan Abi hem vücut geliştirir, hem
ları, artı, kapıcı çocukları ve evlatlık­ hir Karanfil Sokak 'taki komşumuz teknik işlerden, tamirattan anlar,
lar diye ikiye ayrılırdı. Kapıcı çocuk­ Prof. Melchior, Nazi Almanya'sın­ ama müziğin inceliklerinin de hakkı­
larıyla evlatlıklar arka sıralarda, me­ dan kaçmış, gündüzleri Nümune nı verirdi .
mur çocukları ise ön sıralarda - ba­ Hastahanesi'nde ameliyatlar yapan, Karanfil Sokak'ta yaşayan Alman­
balarının barem ve önem derecesine akşamlarıysa evinde, kuyruklu piya­ lar, Adalar apartınanı sakinlerinin
göre - sıralarup oturtulurlardı. Dok­ nosunun başında Beethoven Sonat­ halk müziği, alaturka, alafranga ve
toru, mühendisi hukukçusu ile tüm lar çalan bir Doktordu. Bizim otur­ de hatta evrensel, uluslararası müzik
serbest meslek erbabının da Devlet duğumuz Adalar apartınanı da bağ­ merakı, çev�de yaşayan çocukları
Memuru oldukları zamanlardı o za­ rında birkaç müzisyen barındırmak­ etkisi altına almıştı. Evde, Radyo
manlar. taydı . Alt katta oturan Feriha Tey­ Senfoni Orkestrasını, Oda Müziği,
ze, Paşabahçeli doktor Şerafettİn Be­ Şan Soloları ve Çocuk Kulübü Prog­
Üçüncü sınıfa geldiğimizde, birile­
yin kızı (şu doktorların da m:izik me­ ramlarını kaçırmadan dinlemek iste­
ri okulumuzdan Radyo Çocuk Kulü­
rakı ayrı bir inceleme konusu olabi­ yen tek çocuk ben değilctim o sıralar.
bü için, kulağı müziğe yatkın çocuk­
lir) hem alaturka, hem alafranga pi­ İlkokul arkadaşım Evin'le Chopin'­
ları seçmeye gelmişlerdi . Hepimiz
yano çalardı. Doktor Şerafettİn Bey, in Yaşamı filmine tam üç kez gitmiş,
hop oturup, hop kalkmıştık. Okulu­
kıziarına zamanın en iyi eğitimini Chopin rolündeki Comeli Wilde'ın
muzun yani Mimar Kemal İlkokulu­
vermek istediğinden, Feriha teyzey­ tam Potonaise çalarken rludakları
nun bir piyanosu, bu piyanoyu çal­
le Ferhunde teyzeye ud, santur, pi­ arasından piyanonun tuşlarına dam­
masını bilen bir de Mualla öğretme­
yano hocaları tutmuş vaktiyle. Her layan iki damla kan yüzünden her se­
ni vardı. Yıl sonu müsamerelerinde
ikisi de bu sayede hem en iyisinden ferinde hüngür hüngür ağlamış ve
Mualla öğretmen, Konservatuvar öğ­ fasıl geçerler, hem de tangolar, pot­ Potanaise çalabiirnek için piyano der­
rencisi ve Radyo Çocuk Kulübünün kalar, kadriller çalmasını bilirierdi. si almaya karar vermiştik . Mozart'­
koro şefi Tarık Abi ile, kulağı müzi­
Feriha Teyze'nin kocası Necmi ın yaşamı filmi siyah beyaz ve Cho­
ğe yatkın olsun, olmasın bütün ço­
Amca'nın müzikle taruşıklığı ise baş­ pin'e oranla daha az tantanalı oldu­
cuklara iki sesli şarkılar söyletmeyi
ka bir alemdi. Karadenizli olan Nec­ ğu halde yine Cumartesi, Pazar ı ı .30
becerir, türküler öğretİr, halk oyun­
mi Amca, Öğretmen Okulundayken matinelerini kaçırmamış, Mozart'ın
ları oynatır, Johann Strauss'un vats­
keman çalarmış, okulu bitirdikten kuş beyinli karısı Constanze'ye çok
leri eşliğinde ,o zamanın modern an­ sonra bursla New York' a Columbia kızmış, karlı bir kış günü yoksullar
layışına uygun danslar yaptırırdı. Üniversitesine gitmiş. Necmi Amca, mezarlığına gömülen Mozart için
Okul müsamereleri ve Radyo Çocuk
orada müziğe başka türlü merak sar­ bardaklar dolusu gözyaşı dökmüş­
Kulübü, pek çok yeteneğin su yüzü­
mış. Yurda, 78'lik plaklardan oluşan tük. İşte bu gözyaşları bizi Mozart'­
ne çıkmasını sağlayan, ı 940'lı yılla­
bir koleksiyonla dönmüş. Bu plaklar­ ın, Chopin'in müziğine daha sıcak­
rın ilkokul çocuklarını müziğe, tiyat­
dan Ammelita Galli Curci'nin kolo­ lıkla bağlamıştı galiba. Dinlemeyi ye­
roya, dansa, kısaca sanata yönlendi­
ratur denen bülbül seslilerden oldu­ terli bulmamış, doğrudan müzik yap­
ren dinamik bir güçtü. Ankara'daki ğunu, şişman adamın da Caruso ad­ ma içgüdüsüyle kırbaçlanmıştık.
bu örnek, yurdun değişik yörelerin­ lı bir tenor olduğunu öğrenmiştim. Böylece ı940'lı yılları geride bıra­
de de uygulansa idi, sonuç olarak bir
Yine Necmi Amca'nın plaklarında karak ı 950'li yıllara ve gençliğe adı­
yetenek patlamasıyla karşılaşacaktık
Stokowski adlı artist gibi yakışıklı or­ mımızı attık. Bizim gençliğimiz Ame­
belki de.
kestra şefini tanımış, Casals adlı çıp­ rika'yı keşfetmemizle başlar. Ameri­
O zamanın Ankara'sı, Orta Ana­ lak kafalı bir İspanyol'un kemanın ka nedir? Amerika, saçları acaip kı­
dolu'nun göbeğinde sivrilen bir ga- ağabeyi çelloyu baya iyi kıvırdığını, sa kesilmiş, sarışın ya da zenci, uzun
:::::::::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : :::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 17
boylu, pantalon paçaları acaip kısa, yodaki bilinçli eğitici programlarla, olumlu veya olumsuz her türlü etki
koca pabuçlu, ciklet çiğneyen Ame­ ordu evlerindeki dans orkestralarıy­ yüklemesini yapabilecek güçte bir ile­
rikan çavuşları, onların saçları bigu­ la, kaliteli yemek müziği çalınan lo­ tişim aracıdır. Televizyonun bir ba­
dili eşleri ve sütle talk pudrası karı­ kantalarla atılan tohumlar, yani doğ­ kıma korkutucu sayılabilecek bu ni­
şımı acaip kokan çocuklarıdır. Bun­ rudan müzik yaparak kendi müziği­ teliği, özellikle yetişmekte olan ku­
lar, Karanfil Sokağa da gelirler. ni geliştirme ortamı yaratacak olan şakların yararına kullanılırsa erişiie­
45'lik plakları, otomatik pikapiarın­ tohumlar müzik yaparak kendi mü­ cek sonuç, nüfus ve yetenek potan­
da gökdelen gibi üst üste durur, bü­ ziğini geliştirme ortamı yaratacak siyelimiz göz önüne alındığında, dün­
tün gün bu plaklardan akıp gelen olan tohumlar tam yeşerecekken kö­ yanın dudaklarını uçuklatacak kadar
yayvan İngilizce pop şarkıları dinler, künden sökülüp atılmadı mı? Bu to­ önemli olabilir.
Amerikalı olmaya özeniriz. humlar, ister evrensel, ister yerel ol­ Oysa biz, hiç kimsenin dudağını
Hızla, Nazi Almanyasından kaç­ sun, insanları "bilfiil" müzik yapma· uçuklatmak niyetinde olmadığımız­
mış Profesörlerin kültür düzeyinden ya götürecek, dingin dinleyici olmak­ dan, bilinçli bir umursamazlık ve ne­
Amerikan çavuşlarının kültür düze­ tan kurtaracak, dolayısıyla Türk mü­ redeyse anti-sanat inancıyla, televiz­
yine doğru, kaygan bir iniş yapmak­ ziğini bugün içinde bulunduğu çık­ yonu yol göstericiliğinden arındırdık.
tayız. Artık, Adalar apartınanında­ ınaza sokmayacak ve yozluğa fırsat Televizyon, halk müziğinin, divan
kiler de doğrudan müzik yapmayı tanımayaçak tohumlardı, eğer yeşer­ müziğinin, batı kökenli pop müziği­
tavsatıyorlar. Hep birlikte Ameri­ selerdi. nin, Türk kökenli pop müziğinin, ev­
kanlaşıyoruz. Hadi biz genciz, kolay 1 960'lı yıllara gelindiğinde işler rensel müziğin tümünü, hikmeti sa­
kapıldık diyelim, ya büyüklerimize epey rayından çıkmıştı zaten . dece kendinden menkul, sınıflandır­
ne demeli? Onlar da en az bizim ka­ TRT'nin ilk kurulduğu yıllarda, malara sokarak kıyma makinesinden
dar tutulmadılar mı Amerikalıların BBC'nin Sanat Politikasından esin­ geçirmiş, izleyiciye her tür müziğin en
"cazibe"sine? AlD ve bilmemne lenerek olacak , birkaç olumlu giri­ iyisini, en kalitelisini sunacağına, her
programları ve uzmanlarıyla, tüm şimde bulunulmadı değil. Bu girişim­ tür müziğin kendine özgü özellikle­
eğitim sistemimiz daha henüz doğru lerin çoğunun ardında da tek bir in­ rini yozlaştırarak ve bozarak sunma­
dürüst eskinin meyvelerini almamış­ san, rahmetli Faruk Güvenç vardı. yı sakıncalı bulmamıştır.
ken sil baştan ters yüz edilmedi mi? Nedense, bizim memlekette olumlu Okul, çevre ve iletişim araçları ta­
Edebiyat, müzik, sanat önemini yi­ girişimiere ya nazar değer, ya da na­ rafından son 20 yıldır başıboş bıra­
tirip, varsa yoksa fen denmedi mi? zar değmesin diye olacak, öyle çok kılan müzik evrenimizin yine de tek
Kültür ve Sanatın adı kaldı, kendi göze batan, cümle aleme yararlı olan tük pırıltılarla yaşam savaşı verme­
unutulmadı mı? İyi kötü yerleştiril­ ve beğeni! en işler yapılmasın denir. ye devam etme� bile bir mucizedir
meye çalışılan bir sanat politikası Televizyon, bilindiği gibi radyoya kanımca. İnsanları birbirine sözsüz
varken, tornistan edilip, tam yol ge­ oranla bin kat daha etkili bir eğitim yakınlaştırabilen tek sanat olan mü­
riye gidilmedi mi? aracıdır. Üstelik, ille de "eğitim ya­ ziğin içinde bulunduğu başıboşluktan
Vaktiyle, Türkiye'nin hemen her pıyoruz" diye, eğitilmekten pek haz­ kurtulması için yapılabilecekleri, ko­
köşesinde mutlaka bulunan bando­ zetmeyenbireyci halkırnızı korkutması nuyu dert edinen her aydının düşün­
larla, idealist öğretmen okulu ve köy da gerekmez. Televizyon, izleyicisi­ mesinde sonsuz yarar olduğu kanı­
enstitüsü mezunu öğretmenlerle, rad- ne, izleyicinin ruhu bile duymadan sındayım.

-
-
- '
r """" - o
-
-
- o
-
-
-
- o
. -
--
GECELERI - o
-

S E V R E TM E Y i N 1 Z
.

ı ı
'-
cff0 ..)

(J- '-�
18 :: : :::: :: : : : : : : : :: : : : :: : :: : :: : : : : ::::: :: : : :: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::: : : : :: : : : : : : : : : : : ::::: : ::::::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : ::: : : : : : : : : : : : : : :: : : : :: : :::::: :: ::: : : : :::: :: ::: : :

Kültürel Yozlaşmanın
Ahlaki Boyutu
Refik Zerengil
Toplumsal kültür sorunlarımıza niş kapsamıyla ele alan kavram irde­ ve televizyon dizileri banal'liği, sade­
çeşitli açılardan eğilen bu yazı dizisi­ lemeleri de gündemden henüz çıkmış ce magazin basını ya da Aj da Pekkan
nin bir önceki bölümünde, batı bur­ değil. müziği irdelendiğinde, bu tesbitler
juvazisine duyulan "kültürel hayran­ ' 'kültürel yozlaşma-soysuzlaşma''
lık" yanılgısının, kültür kavramını
KÜLTÜRE� YO�LAŞMA kavramlarını açıklamaya yetmez.
sanat-edebiyat-müzik'le, görgü ku­ VE AHLAKI DEGERLER Kültürel yozlaşma kavramının bir
rallarıyla, iyi yiyip içmesini bilmekle Kültür kavramını berrakça irdele­ boyutu beğeni düşüklüğü (zevksizlik)
sınırlamak yaniışından ileri geldiğini yebilmek için onun içerdiği bütün ise, asıl önemli olan boyutu ahlaki
söylemiş ve Jön-Türk'lerden bu ya­ belli başlı ögeleri göz önünde tutmak bunalımdır. Çünkü kültürel yozluk
na sürüp gelen bu hayranlık çerçeve­ gerekmekte. Bu konuda göze çarpan soyut bir kavram değildir, doğrudan
sinde ülkemizin kültür sorunlarına en belirgin nokta da, kültür tartışma­ doğruya insan ögesinin köreltilmesiy­
sağlıklı bir yaklaşımda bulunulama­ larının daha çok toplumumuzdaki es­ le ilgilidir. Bu ise, esas olarak ahlaki
yacağını belirtmiştik. Ayrıca kültürel tetik algılama (beğeni) üzerinde yo­ boyutlarda, bencilliğin ve bireyciliğin
alanda Batı ile aramızdaki farklarda ğunlaşması. Örneğin, kır küçük bur­ artmasında, insan bireyinin manen
asıl üzerinde durulması gereken nok­ j uvazisinin hızlı yoksullaşması sonu­ körelmesinde, dolayısıyla toplumdaki
tanın siyasal demokrasi dahil olmak cunda mülksüz köylülerin akın akın bireyler arası ilişkilerin çürümesinde,
üzere Batı toplumlarındaki demokra­ kentlere akması, gene mülksüzleşme­ toplumda genel kabul görmüş birçok
tizmin bize nazaran gelişkinliği olma­ yen bir başka bölümünün de kent kü­ olumlu değer yargısının göçmesinde
sı gerektiğini, bununsa o ülkelerin çük burjuvazisine geçmesi sonucun­ ya da önemsizleşmesinde, kimi top­
halklarının uzun uğraşlarıyla elde da ortaya çıkan "arabesk-lahmacun­ lumsal kurumların dejenere olmasın­
edildiğini eklemiştik. minibüs kültürü" ya da çoğunlukla da . . . il h. kendini gösterir. Bu neden­
Bu bölümde kültür kavramının yu­ bu kesimlere hitap eden günlük ya da le, asıl yozlaşmayı bu ögelerde ara­
karıda değinildiği şekilde sınıriandı­ haftalık "magazİn basını kültürü" mak gerekir; zevksizlik, kaba-saha'­
rılmasından doğan yaklaşımları irde­ veya daha çok batı toplumlarının kül­ lık, sanatsal değerlere yabancılık ol­
lemeye devam edeceğiz. türel sorunlarının kısmi bir aynası sa olsa bunun bir türevidir.
* * *
olan "televizyon-video kültürü" gi­ Öte yandan, kültür kavramının sa­
Toplum kültürümüz ve bu alanda bi konular, kültür konusundaki ge­ dece estetik haz olarak anlaşılması,
karşı karşıya bulunduğumuz sorun­ nel yaklaşmaların ana odağını oluş­ salt sanat-edebiyat ölçütleri olarak al­
lar üzerine tartışmalar, değerlendir­ turuyor. gılanması, bizi toplumsal yanılgılara
meler giderek yoğunlaşıyor. Özellik­ Bütün bu ve oenzeri "kültür"leri da götürür, sosyal gelişime bakışırruzı
le I 95 0'lerden bu yana en az otuz yıl­ elbette görmezlikten gelemeyiz. Bu da bulanıklaştırır. Örneğin, feodal
dır yaşanan ekonomik-sosyal süreç­ tesbitler, kuşkusuz ki, kültür sorunu­ dönemde kaba-saba köylülük (serf'­
lerin giderek daha da çarpıcı bir hal nun en önemli birkaç ögesinden bi­ ler) karşısında aristokrasinin zarafe­
alan kültürel sonuçlarının, yansıma­ risini oluşturmakta. ti gözümüzü kamaştırır, bırakınız
larının ülkemizin düşün hayatında Ne ki, adı geçen noktalar, kültür köylülüğü, o dönemin orta katmanı
günbegün artan ölçeklerde gündem kavramının estetiğe, beğeni düzeyine olan burjuvazi dahi aristokrasinin ya­
konusu olması kaçınılmazdı. Nitekim (ya da, konumuz somutunda daha nında son derece kaba ve zevksiz ka­
öyle de oldu. Ne var ki, konuya eğil­ yerinde bir deyimlendirmeyle, este­ lır. Ama a ynı burj uvazi sadece
me çabalarının, konu üzerinde dü­ tik' sizliğe, beğeni düzeyi düşüklüğü­ toplumun bir ileri aşamaya götürüi­
şünme ve tartışmanın daha henüz ne) değgin ögesi. mesine öncülük etmekle kalmamış,
başlarında sayılınz. Başlarında oldu­ Şu halde "kültürel yozluk", "kül­ aynı zamanda aristokrasininki dahil
ğumuz içindir ki, gündelik hayatta türel bunalım", "kültürel boşluk" ve geçmişin sanatsal birikimini alıp da­
kullanılan dar kapsamlı anlamının dı­ benzeri terirnlerle sadece arabesk ve ha ileriye götürmüştür.
şına çıkarak, kültür deyimini en ge- lahmacun, sadece Yeşilçam rezaleti Benzer yanılgı kapitalist toplum ve
: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :::::: : : : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : :: : : : ::::::::::: : : : : : : : : ::::::::: : : : : : : : : : ::::: : : : : : : : : : : : : : :: : : : : : :: : : : : :::: : : : : : : : : : :::::::: : : : : : : : : : : : : :: : : : : : :: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :::::::::::::::: 19

sonrası için de geçerlidir. Kültür kav­ gu olduğuna göre- ahlak esas ola­ anabiliriz: Günümüz toplumunda
ramını sanat ve edebiyatla, estetik haz­ rak sosyo-ekonomik etkenlerle veri­ hatta günümüzden çok önce, gelmiş­
la sınırladığımızda, burjuvalar karşı­ li, somut koşullarla biçimieniyor. Uç geçmiş toplumsal aşamalarda ve top­
sında işçileri kaba, görgüsüz -yani bir örnek verecek olursak; bir insa­ lumlarda, yaşlandığı için üretim sü­
"kültürsüz"- olarak değerlendirip nın başka birisini öldürmesi en reci dışına düşmüş, evinde dahi bir iş
küçümsemek işten bile değildir. Böy­ büyük suçken ve bu suçu işleyen top­ yapamayacak kadar fonksiyonsuz
lece bu ikincilerin tarihsel misyonu­ lumda katil damgasını yerken, savaş kalmış yaşlılara ailesi tarafından sa­
nu, toplumsal işlevini reddetmek, do­ durumunda düşman askeri öldür­ hip çı kılması bir görevdir. Tersi, o ai­
layısıyla bu misyanun gerçekleştiği mek, insan öldürme olarak sayılma­ le için onursuzluktur. Hele günümü­
konumlarda estetik hazzın hangi bo­ dığı için, sadece meşru değil, sadece zün birçok ülkesinde yaşlıların bakım
yutlarda geliştiğini ve elitin tekelin­ zorunlu da değil, aynı zamanda kah­ sorunları toplumsal olarak çözüme
den çıkarak yığınsaliaştığını görmez­ ramanlık da sayılıyor . Örneğin tarih kavuşturulmuştur. Ama aynı tesbiti
likten gelmek, böylece "kültür" di­ boyunca din kitapları ve dolayısıyla yakın geçmişe kadar Japonya'nın dağ
ye diye toplumsal planda eskiyeni, din adamları insanlara birbirlerini köylerinde ya da eskimo toplulukla­
aşılması gerekeni kutsamak pekala sevrnelerini öğütlüyorlardı, ama çı­ rında yapamayız. Oralarda, bütünüy­
olasıdır. karları savaşı öngören kesimler savaş le -direkt ya da dalaylı bakımdan­
Kültür kavramının genel tanımlan­ başlattığında, en büyük desteği kut­ üretim dışı kalmış, salt tüketici duru­
masına ve kapsamına değgin bir ör­ sal dinden ve din adamlarından bu­ muna gelmiş yaşlılar götürülüp uzak
nek olarak verdiğimiz bu noktaya, luyorlardı . Ezilen toplumsal grupla­ bir yere bırakılarak ölüme terk edi­
ileride bir başka muhtevada yeniden rın dini olarak ortaya çıkan Hristi- lirlerdi. Bu sadece bir gelenek değil­
değineceğiz. di, aynı zamanda bir ahlak normuy­
· 'Kültürel yozlaşma
Şimdi kültür'ün ahlaka değgin bo­ du da. Ölüme gitmeyen ihtiyar, ya da
yutunu irdeleyelim. babasını, annesini, dedesini, büyük
. ·: kavramının bir boyutu annesini bu iş için ayrılmış özel yere
AHLAK KAVRAMI ·· beğeni diiş.üklüğü _ götürmeyen aile bireyi, topluluk için­
Genel bir tanımlama olarak ahlak, (zevksizlik) ise, asıl öneml" de şerefsizlikle damgalanırdı. Belki
"toplumsal bilinç formlarmdan biri" boyutu ahlaki buntllım r.. bugün de dünyanın bazı ücra köşele­
rinde yaşlıları ölüme terk etmeyi ah­
olarak anılır. Bu bilinçlilik formu,
· Çiinkü kültürel yo k lak normu halinde sürdüren ilkel top­
toplum tarafından (verili toplumlar­ . ·

ca) belirlenen, tarihsel bakımdan ge­ $ojut bir kavram 'ğild!r, . luluklar hala vardır. Ama kuzey kut­
lişen, törelerin, ilkelerin, normların, - ·tlpğrudan dog� a insaiı bundaki eskimolarda, ya da Japon­

-. ög(!sinin kör tilmesiyle


değer yargılarının oluşturduğu bir ya'nın topraksız dağ köylerinde ya­
_

bütünlüktür ve insanların gerek bir­ şanan bu gelenekler oralarda yiyece­


birlerine karşı, gerekse topluma kar­ ilgil" ir�, ğin az olmasından ve üretmeyenin de
şı davranışlarını, bir arada yaşama­ yiyebileceği kadar geniş ekonomik
nın zorunlu kurallarını yönlendirir. yanlık sevgi, barış ve kardeşliğe önem olanaklara o toplulukların sahip bu­
Ahlak kavramı kuşkusuz ki bir so­ vermiştir. Hristiyanlık feodalların eli­ lunmamasından -yani tam anlamıy­
yutlama değil. Kültür'ün manevi bi­ ne geçince isa sembolizasyonuyla la maddi faktörlerden, maddi zorun­
leşeninin en önemli ögelerinden biri­ kendisini serapa siyanetten ibaret luluklardan- ileri geliyordu.
sini oluşturan ahlak kavramı, top­ gösteriyordu, ama Haçlı Seferlerin­
lumsal ilişkilerle belirleniyor. Bu ne­ den 100 yıl savaşlarına, engizisyon
EVRENSELLEŞEN
denle, ahlak deyince, hem verili bir mezaliminden bitmez tükenmez AHLAK NORMLARI
toplumdaki tek tek bireylerin ahlaki "mezhep kavgaları"na kadar çağlar Kuşkusuz ki, ahlak kavramının za­
değerlerini, hem de genel olarak o boyu oluk oluk kan akıtanlar da manda ve mekandaki değişidiğini salt
toplumun genel ahlak kabüllerini bir imanlı hristiyanlar değil miydi? bu çarpıcı örneklerle sınırlamamak
arada ele almak gerekiyor. Örneğimizi genişletelim: Yahudiler gerekir. İlk insandan bu yana ahlaki
Daha da somutlarsak, ahlak, in­ (ve tüm dünya) açısından Naziler ta­ değerlerin uğradığı değişmeleri esas
sanların toplu halde yaşamalarının ve rihin en büyük insanlık suçunu işle­ olarak toplumsal aşamalada ve bir
birbirleriyle zorunlu ilişkilerinin do­ mişlerdir, ama bugün İsrail'in işlediği toplumun değişik kesimleriyle ele al­
ğurduğu değer yargıları, davranış bi­ benzer suçlar yahudilere pek ahlaklı mak doğru olur.
çimleri vb. olarak birtakım normlar geldiği gibi, pek çok Batılı ülke tara­ Bununla birlikte, insanlığın bugü­
halinde şekilleniyor. Ahlaki ölçütle­ fından da tasvip görebilmektedir. (İs­ ne değin getirdiği değerler birikimi
ri belirleyen şey, esas olarak toplum­ rail'i kınayan tasarı BM'de ayianır­ bazı ahlak normlarını kalıcı olarak
sal ilişkiler olunca, ister istemez bu ken Batılı ülkelerin çoğu çekimser ka­ şekiilendirmiştir, adeta evrenselleştİr­
ölçütler zaman içinde statik !<_almı­ lırlar, tasarı geçince de ABD kararı miştir. Bu normları benimseyen, on­
yorlar. Bir toplumdan başka toplu­ veto eder . . . vb.) lara saygı gösteren, onlara uyan ge­
ma değiştiği gibi, tarihsel süreçte bir Gene toplumun genel kabullerinde niş yığınlar vardır. Bu kalıcılaşrnış ve
toplum aşamasından bir başkasına da ve ahlak değerlerinde reddedilen öl­ evrenselleşmiş moral ve etik kuralla­
değişiyorlar. Hatta aynı toplumda dürme cürmü, aynı toplum içinde yer rına uymayanlar azınlıktadırlar,
değişik ilişkilerin, değişik sosyal alan -kan davalı- aşiretler ya da ai­ ayıplanırlar, yadsınırlar.
grupların ahlaki değer yargılarında leler için bir erdemdir. Toplum için İnsanlığın birikimi olarak şekillen­
da farklılıklar kaçınılmaz oluyor. suç olan bir fiili işlememek, kan da­ miş bu normların bir kısmı doğa ya­
Dolayısıyla, ahlak normlarını belir­ vası gütmekte olanlar için şerefsizlik­ salarından ileri gelir; örneğin eşcin­
leyen asıl faktör toplumsal ilişkiler tir. selliğin, insest'in yadsınması, ya da
olunca, -bu ilişkiler de maddi bir ol- Gene ilginç bir örnek olarak şunu ekonomik bakımdan en geri toplum-
20 ::::::::::::::::::::::!::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::: :::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

larda bile vücudu, çevreyi, yaşama sonra da sayısız politikacı lafta red­ hem de o toplumdaki bireylerin pek
ortamını olabildiğince temiz tutma­ dettiğini, davranışta bile bile ve iste­ çoğunda -azımsanmayacak bir bö­
nın olumlanması vb . gibi. ye isteye uygulamıştır. lümünde- yaptığı manevi tahribat­
Evrenselleşmiş ve değişmez genel Benzer şekilde, dün de, bugün de la ortaya koyar.
kabuller haline gelmiş diğer ahlak hiçbir kimse çıkıp "yalancılık iyi, Bir yandan, genel geçer ahlak
normları ise binlerce yıldır insanların faydalı ve gerekli bir şeydir, yalan normlarının bazıları sözde bile red­
-hangi toplumlarda olursa olsun­ söylemek bir erdemdir" dememiştir, dedilmeye, ya da değersizleşerek anıl­
birbirleriyle ilişkilerinin sayısız dene­ ama bu demek değildir ki, yalan, ri­ mamaya, önemsenmemeye başlar.
yimleri sonucunda şekillenmişlerdir. ya insanlık toplumunda hiç olmamış­ Öte yandan, lafzen kabul edilmeye
Böylece, ahlak kavramı ister iste­ tır ya da olduysa bile artık tümüyle devam eden ahlak normlarının bir
mez iyi ve kötü, erdemli ve erdemsiz, sona ermiştir. kısmı ise davranışta yadsınır.
adil ya da adaletsiz gibi kategorileri Şu halde ahlak normları, etik ve Birey marren körelmeye ve körel­
tanır ve içerir. Kuşkusuz ki, bu kav­ moral değerler�soyut sözlerden çıkıp, tilmeye yönelir. İnsanlar arası ilişki­
ramlar (kategoriler) bir ölçüde elas­ pratikte somutluk kazandığı takdir­ ler olumluya doğru değil, olumsuza
tiki (yoruma ve görüşe bağlı) olarak de kalıcılaşırlar. doğru gider. Birey'lerin ego'ları, ken­
biçimlenirler. Özellikle sosyal antago­ İşte yukarıda ahlak açısından özet­ di tekil ve bencil eksenleri etrafında
nizmalarla belirlenen toplumlar söz lediğimiz iyi ile kötü kategorileri, ah­ ve kendi küçük dünyaları, küçük çı­
konusu olduğundan, antagonizmanın lak ölçütleri bizi ahlak yargısı ' na gö­ karları çerçevesinde daha fazla, da­
bir ucundakiler için iyi, erdemli ve türür. Ahlak yargısı kavramı, " birey­ ha fazla öne çıkmaya başlar. Kişile­
adil olan, öte ucundakiler için kötü, lerin, örgütlerin, kurum ve kuruluş- rin birbirlerine güvenleri azalır, kar­
erdemsiz ve adaletsizdir. Fakat böy­ şılıklı ilişkilerde var olması gereken
le bir bilinmezcilikle iyi ile kötü, er­
demli ile erdemsiz, adil ile adaletsiz �v�ıalı ·çikmaiiıoktasmı. asgari saygı düzeyi geriler. İnsanlar
arası yardırnlaşma ve dayarnşma duy­
bulanık ve ayrımsız olarak anılamaz­ aşacak ·. ve toplumu· · .
guları güdükleşir. Henüz miyadını
lar. Sözü geçen tüm sübjektivitelere ilerfie �dtfğni/�türeceft: doldurmamış gerekli toplumsal ku­
rağmen, binlerce yılın birikimi sonu­ toplıimiQI. güçlerin tarih
·
rumlar aşınmaya, çürümeye, işlevsiz­
,
cunda objektif kriterler oluşmuştur. leşmeye yer tutar. O kurumların ve
Bu ölçütler insanlığın ileriye doğru sahnesine alırlıkları(lı
·. ·
işlevlerinin yerine yenileri de konula­
evrimi içinde giderek daha da netleş­ . · · koymanialafthalitide madığından, ortaya çıkan boşluk in­
ınektedir. Bütün ahlak ölçütlerinin · sorlınuri:� Çözümü; (ahlaki· · sanlar arasındaki ilişkileri büsbütün
evrenselleşmesi ise ancak sosyal an­ • çôküjten kurtuluş)
>' ·
zayıflatır. Bu ilişkilerin manevi bo­
tagonizmaların ve giderek tüm top­
lumsal farklılaşmaların yeryüzünden m��itJi d�lildir., yutlarından bir çeşit regülatör göre­
vi gören kurumların işlevlerinin za­
tümüyle kalkacağı geleceğin dünya­ yıflaması,gerekli otokontrol (özdene­
sında gerçekleşmiş olacaktır. ların ya da genel olarak halkın faali­ tim) mekanizmalarında boşluklar ya­
Ne ki, yukarıda değindiğimiz gibi, yet ve davranışlarındaki ahlaki özel­ ratır ve genel ahlak normları büsbi.i­
bu demek değildir ki, evrenselleşmiş liklerin ya da meziyetlerin değerlen­ tün önemsizleşmeye, toplumdaki bi­
hiçbir ahlak normu yoktur, objektif'­ dirilmesi" olarak tanımlanır. Bir baş­ reylerin önemli bir bölümünü bağla­
leşmiş hiçbir kriter yoktur. Ahlak ka deyişle çağlar boyunca değişimle­ mamaya başlar. Yasalarla, mevzuatla
ögelerinin -hepsi olmasa bile- bir re uğrayarak biçimlenen, böylece ba­ -yani merkezi otorite ile- düzenle­
bölümü insanlığın uzun toplumsal sü­ zı ögeleriyle genelleşmiş olan, diğer nemeyecek olan bu manevi ögeler
reçleri sonucunda evrenselleşmiştir. birtakım ögeleriyse toplumdan top­ önemsizleşmeye yüz tutunca, ahlaki
Bu konuda üzerinde durulması ge­ luma, koşullardan koşullara değişe­ değerlere bağlı kalanlarla kalmayan­
rekli diğer bir nokta da, ahlaki değer bilen ahlaki değer yargılarından (öl­ lar arasında toplumda fark gözetil­
yargılarını sadece kavram olarak, çütlerden) oluşan bir bütünlük vardır mez olunca, ahlaklılar budala olarak
topluma yerleşmiş birtakım soyut tö­ ve bu topluma bir bilinçlilik biçimi görülmeye başlarunca, ahlaksızlık ge­
reler, kurallar, değer yargıları olarak, olarak mal olmuştur. Böylece ahlak çer akçe olunca, ahlak diye tanımla­
yani salt anialim olarak anlamamak yargısı, ahlaki etmen ile sonuçta or­ dığımız değerler sistemi topyekun bir
gerektiğidir. Ahlaki değerler, davra­ taya çıkacak toplumsal yararın birli­ çöküşe doğru gider. Bu gidiş ise ge­
nışları yönlendirdiği sürece değer ğine, söz ile davranışın uyumuna ve nel bir umutsuzlukla, vahim bir ka­
olurlar. Örneğin hiçbir kapitalist sö­ tutarlılığına bakılarak çıkarsamaya ramsarlıkla ve tehlikeli bir nemela­
mürücü "ben sömürücüyüm, benim ulaşır. zımcılıkla büsbütün hızlanır.
yaptığım iş sömürücülüktür" demez. Tarih boyunca ahlaki çöküşün had
Ben İşgücünü satın alıyorum, insanın
AHLAKi DEGERLERİN
safhalarda ortaya çıktığı her verili
emeğini bir meta haline getiriyorum ZAYlFLAMASI durum göstermiştir ki, bu çöküşün
demez. Tıpkı hiçbir feodal sömürü­ Kültürel yozlaşmanın kendisini asıl temeli ekonomiktir. Verili bir top­
cünün, "ben serflerin artı ürünü sa­ ahlaki değerlerin zayıflamasında, çü­ lumda üretici güçlerin gelişmesi tü­
yesinde bu refah düzeyindeyim" de­ rümesinde gösterdiğini söylerken, müyle durduğu, gelişmenin yerini ge­
mediği gibi . . . kastettiğimiz değerler işte yukarıda rilemenin aldığı her durum, kaçınıl­
Y a d a Makyavelli v e onun açık sa­ sözünü ettiğimiz bu genel ahlak maz olarak ahlaki çöküşü de ileri bo­
vunucularından başka hiçbir politi­ normlarının değersizleşmesi ya da yutlarda getirecektir.
kacı çıkıp "gayeye giden her yol mü­ önemsizleşmesi, veya zayıflamasıdır.
bahtır" , ben amacıma ulaşmak için Ahlaki bunalım toplumsal bir olay­ SORUNUN ÇÖZÜMÜ
her türlü kötülüğü yapanın dememiş­ dır ve etkisini hem genel olarak top­ Kuşkusuz ki böyle bir noktaya gel­
tir. Ama Makyavelli'den önce de, lumdaki insanlar arası ilişkilerde, miş olan ya da sürüklenmekte olan
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: : :::::::::::::::::::::::: : : : : :::::: : : : : :::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::: : : : : ::::::: ::::::: ::: :: :::: : :: :: :: :::: ::: 21

bir toplumun ahlaki çöküşten kurta­ ki çöküşü önlemeye çalışırlar. Çok içinde, doğmaya ve gelişmeye nam­
rılması, o toplumdaki üretici güçle­ uzağa gitmeye gerek yok, İran'ın din­ zet şeyi (yeni'yi) başlatabilmektir.
rin gelişmesini engelleyen faktörlerin cileri şahlık rejimini yıkma konusun­ Eski'nin içinde yeni'nin doğması
ortadan kaldırılmasına, yani toplu­ da başarı gösterdiler , ama kadınlara -feodaliteden kapitalizme geçişte
mun sosyo-ekonomik bakımdan ile­ çarşaf giydirerek, ya da kadınların yaşandığı gibi- feodalitenin bağrın­
ri doğru götürülmesine bağlıdır. çalışmasını önleyerek ahlaki çöküşe da kapitalizmin doğması değildir. Fe­
Oysa biliyoruz ki, varılan çıkmaz son verme gayretlerinden öteye gide­ odal ekonominin bağrında yeni eko­
noktasını aşacak ve toplumu ileriye mediler. Halkın uzun bir mezalim dö­ nomi doğabilmiştir, ama kapitalist
doğru götürecek toplumsal güçlerin neminde şahlık rejimine karşı birik­ ekonominin bağrında yeni ekonomi
tarih sahnesine ağırlıklarını koyma­ miş olan öfkesini İran'ın son derece doğamaz. Şu halde, eski'nin bağrın­
maları halinde çözüm mümkün değil­ özgül koşullarında belki dinsel mo­ da yeni'nin doğması, ahlaki çöküş
dir . Yirminci yüzyılda yaşanmış ba­ tiflerle uyumlulaştırmak mümkündü, karşısında bu çöküşü reddeden gö­
zı önemli örnekler gösteriyor ki, ye­ ama şahlığı yıkmak, dinciliği ihya et­ rüşler ve ilkeler bütünlüğünün, ahlaki
nilikçi ve ilerici akımların böyle du­ mek İran'ın ne ahlaki ne de siyasal değer yargılarının yaygınca benimse­
rumlarda getirmeye çalıştıkları çö­ bunalımını önleyemedi. tilmeye başlanmasıdır. Bu ise düşün­
zümlerden ve bunların sosyal taban­ Şu halde bir ülkenin ileri güçleri­ sel ve kültürel yönde gerçekleştirile­
larından farklı olarak kimi muhafa­ nin ve onların düşünsel, siyasal akım­ cek çabalarla ve yeni, ivedi ahlak
zakar kesimler ve akımlar da "ahlak larının ahlaki bunalıma çözüm getir­ normlarının mevcut bütün araçlar­
bunalımı"na kendi azınlık çıkarları me konusunda öncülük etmelerinden dan yararlanılarak halka yerleştiril­
doğrultusunda sözümona çare ara­ başka bir çözüm yoktur. Çünkü an­ mesiyle mümkündür. Böylece köhne­
maya çalışırlar. cak onlar ahlaki bunalımın temeli nin karşısında diri, eski'nin karşısın­
Örneğin, 20'nci yüzyılda faşizmin olan ekonomik ve siyasal bunalıma da yeni, manevi planda doğup güç­
iktidar olma gayretlerinde "ahlaki çözüm getirebilirler. İşte böyle bir ah­ lenecektir. Kültürel (konumuz sornu­
çöküş" motifini demagojik bir biçim­ laki dekadansa (çürümeye) sürükfen� tunda ahlaki) planda böyle bir mane­
de kullandığım biliyoruz. Oysa fa­ miş olan bir toplumda toplumu ile­ vi faktör olmadan ne umutsuzluğu ve
şizm zor yoluyla, şiddet aracılığıyla riye doğru değiştirebilecek , yeniye kararnsadığı dağıtmak mümkündür,
"ahlaki çöküşü" sözümona önleme­ doğru götürebilecek güçler çözümü ne de boşverirliği aşmak olasıdır. Bu
ye talip olur. Insanlığın utancını boy­ esas olarak siyasalPlandaki başarıy­ manevi faktör, yeninin sahibi ve ya­
nunda taşıyan ve ahlaksızlıkların en la gerçekleşebilecek olan değişimi ve ratıcısı olan toplumsal kesimlerde ha­
alası olan faşizm, suret-i haktan gözü­ yenileşmeyi gerçekleştirebiirnek için, rekete geçirilebildiği takdirde, asıl be­
kerek ahlak havarisi geçinir. Sokak mutlaka bu çabalarını yoğun kültü­ lirleyici olan alanlardaki uğraşların
terörü yaratan, bu sokak terörünü rel çabalarla bütünleştirmek zorun­ yeni'ye ulaşması için gerekli kültürel
devlet terörüne dönüştürmek isteyen, dadırlar. Bunun somutu ise, çürü­ ve tamamlayıcı öge olarak işlevine
serserileri,aylakları (lumpenleri) etra­ mekte, ölmekte olan şey'in (eski'nin) kavuşur.
fına toplayıp yağma, baskın, yıldır­
ma eylemleriyle güç toplamaya çalı­
şan ve toplumun en dec/asse kesim­
lerini vurucu güç olarak kullanarak
iktidara gelmeye çalışmış olan Hitler KEMAL
, . ÖZER
ve Mussolini, lafta herkesten fazla
ahlakçı kesilmişlerdi.
Bunlar bütün bu ahlaksızlıkları ya­
parken, birisi ariyen ırkımn ve Alman
ulusunun üstünlüğünü topluma en­
j ekte etmeye çalışıyordu, diğeri ise
anlı şanlı Roma imparatorluğunu ye­
niden ihya etmenin hayaliyle yaşıyor­ YlLLARDlR . . .
du. Yı11,ardır girip çıktığım sokak
belki de , �akmayacak yüzüme,
Oysa ahlaki çöküşü önlemek, an­
cak insanın özgürce serpilip gelişeceği ..

ortamı yaratmakla mümkündü. Al­ bir. ijaha anmayacak adımı .


man nazileri ve İtalyan faşistleri ise · taşıdığım gökyüzü başımın üzerinde,
var olan kısıtlı özgürlüğü bile hepten oturduğum sofra, sığındığım yatak
üstesinden gelemediğim kaygılar
ortadan kaldırıp esaret rejimi ku­
rarlarken, çoktan aşılmış olan eski'­
nin esaretini yeni koşullarda kurmak hepsine hepsine hoşçakal .
peşindeydi. hoşçakal demeli bu gündeğişiminde.
Ahlaki çöküşe karşı çıkan diğer bir
muhafazakfu' akım da dinci akımlar­
Ve hoşgeldin ·demeli sevgilim
dır. Onlar, karşılaşılan ahlak buna­
lımını toplumda ve bireylerde dinsel senin yüzün, elierin ve sesinle
duyguların ve inançların zayıflama­ karnında ışildayan her şeye .

sına bağlarlar ve feodal toplumun bu


üstyapı kurumunu ihya ederek ahla-
22 : : : : : : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : : : : : : : : : : :::::::::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : :: : : :: : : : : : : : : : : : : : : : : : ::: : : :: : : : : : ::::::::::: : : : : : : : : : : : :: : :: :::::::::::::::::::: : : : ::::::::: = :::::::: ::::::::

KÜLTÜRÜMÜZÜN BİR KONUMU


ÜZERİNE DÜŞÜNCELER III

Kültür Politikaları ve
Kültür Bunalımlan

Ahmet Cemal
Belli bir alkenin kültür yaşamını, res­ tür yaşamına ancak olumsuz etki­ rektiğinde belli ilerlemeler karşısında da
mi politikalardan tü"müyle ba�msız dü­ si olabilir. eleştirel tutum alabilen bir davranış bi­
şünebilmek, söz konusu olamaz. O halde ne demektir bütün bu yukar­ çimini anlıyoruz. Bu tanım göz önün­
da sayılanlardan sonra resmi kurumla­ de bulunduruldu�unda, yukarda sözü
1 . Kültür yaşamının resmi politikalar­ rın kültür yaşamındaki yeri ve bu ye­ edilen bütünselliğin yitiri/mesi, belki da­
dan tümüyle ba�ımsız düşünüle­ rin kültür bunalımlarıyla ilişkisi? ha açık belirginleşmektedir. Bilim ve
memesi, kültür tümüyle resmi po­ Önce toplumbilimsel-tarihsel bir ger­ teknik alanındaki baş döndürücü iler­
' litikalarla bağımlıdır anlamına gel­ çe�i yineleyelim: Bu kurumlann kültür lemeler karşısında, bu alanlardaki so­
mez. Başka deyişle, resmi kurum­ yaşamında yanlış var olması kadar, ye­ nuçların çoğu kez kültürle özdeş tutul­
ların kültür yaşamında varolması terince var olmaması da günümüzde ülke­ ması, ağırlık noktası giderek belli bir
ile onların tekelinde bir kültür ara­ lerin kültür yaşamlarını olumsuz yön­ mes/eğe hazırlama amacında toplanan,
sında -en azından bireyleşebi/miş de etkilemektedir. Bu durumda, resmi bu ölçüde de klasik hümanist kültür
toplumtekierinden oluşma bir top­ bir kültür politikasının yanlışlığmdan, öğelerini yapısından ayıklayan bir yük­
lumun yapısı bakımından- bir öz­ ve bulunmamasından do�anlar olmak sek öğretim düzeninin egemen kılınma­
deşlik yoktur. üzere, iki bunalım kategorisi karşımı­ sı, bu yolla giderek sı�laşan bir ortam­
za çıkmış oluyor. Daha ilerde görece­ da kalan toplum-tekinini üstelik bir de
2. Öte yandan bu olgunun kültür ya­ gelişmiş teknoloji ürünü kitle iletişim
ğiz ki, günümüz Türkiyesi'nin sonuç­
şamında varolması, bu alandaki araçlarının saldırısına u�raması2, en
larını yaşadı� bunalım, geniş ölçüde ilk
tüm yönlendirmelerin resmi ku­ azından yaşamı kültür düzeyinde örgüt­
ketagoride yer alan, yani yıllar boyu
rumlardan gelmesi gerekti�i gibi leme diye bir gereksinimin artık duyui­
yanlış politikalann izlenmiş olmasından
bir gereksinimin bulundu�u anla­ mamasma yol açmıştır. Bunun doğal
mını da taşımaz; herhangi bir ül­ kaynaklanan bir kültür bunalımıdır.
Ancak, politikaların yanlışhAmdan ya­ sonucu olarak da bir yaşama biçimi ola­
kede bunun aksini savunmak, o ül­ rak kültür, yerini giderek soyutlaşan bir
kınırken, bu kez yine yanlış bir başka
kede kendili�inden göverebilen, kültür kavramına bırakmış, uygulama
uca kaymamak, Devletin kültüre -iyisi
canlılığını koruyabilen bir kültürün
mi!- hiç karışmaması gerekti� gibi bir düzeyinden verimsiz bir kurarn düzeyi­
varlı�ını yadsımak olur. ne geçilmiştir.
görüşe varmamak için, hiç karışmama
Günümüz Batı demokrasilerinden
3. Batının özellikle yakın geçmişinde konumunun sonuçlarına kısa da olsa
bir göz atmakta yarar var. bazılarında bu bakımdan görülen boş­
tarih sahnesine çıkan kimi buyur­
luk, geniş ölçüde yönetimlerin ve par­
gan yönetimler ve ideolojiler, kül­ İlk yazımda da belirtmiş olduğum gi­ tilerin kültür ve etkileri üzerinde yete­
türde yukanda belirttiğimiz nitelikte bi bu, günümüzde özellikle ileri ölçü­ rince düşünmeyişlerinden kaynaklan­
bir özdeşleştirmeyi, politikalannın de sanayileşmiş, bilim ve teknik alanın­ maktadır. Bu yeterince düşünmeyiş,
dogal temeli saymışlardır. Böyle bir da çok geniş ölçüde uzmaniaşmaya git­ do�al olarak demokratik yönetimlerle
tutumun o ulusları hangi yazgılar­ miş kimi Batı toplumlarının yaşamak­ kültür arasında bir umursamazlık iliş­
la karşı karşıya bıraktı�. yine ta­ ta olduklan bir bunalım türü. Bu ko­ kisi'nin doğumuna yol açmıştır. De­
rihin sayfalarında yazılıdır. numu, yaşam içersinde kültür kavramı­ mokrasilerde uzun bir süre "kültür ve
4. Son olarak kültür yaşamında res­ nın çatısı altına toplanan değerler bü­ sanat özgürdür" demekle sorunun çö­
mi kurumların yer almasını dü­ tünü•nün bir bağlamolmaktan çıkma­ zümlendiğine inanılınıştır. Gelgelelim
şünce yaşamında yaygın bir denet­ sı, sözü edilen bütünselliğin yitirilmesi bu özgürlük atmosferi, beraberinde bir
leme mekanizması kurulmasıyla da diye özetlemek de olası. Bir kez daha umursamazlık tutumu da getirmiş, yö­
karıştırmamak gerekir. En yetkin yineleyelirn: Burada biz kültürden, ikin­ netimlerin kültürle yeterince ilgilenme­
düzeydeki özgür/ak eğitimi'nin yo­ ci yazımızda da belirtmiş olduğumuz gi­ meleri, geniş halk kesimlerinde kültü­
lunun, özgürlüklerin özüne doku­ bi, (Bkz. Düşün, Ağustos, 1984) ya­ rün önemine ilgisiz kahnmasına neden
nulmazlık saAlamaktan geçtiAinin şamın tüm alanlarının özünde var olmuştur.
bilincine varamamış -ya da böy­ olan -var olması gereken-, bu alan­ Bu ikili ilgisizliğin tüm sonuçlarını
le bir bilinçten bilinçli olarak kaçuı­ Iann hiçbiriyle özdeşleşmeyen , tam ter­ böyle bir yazı çerçevesinde irdeleyebil­
mış- bir politikanın, kül- sine, kendi değer ölçüleri içersinde ge- · mek, olası değil. Ama örne�in günü-
:: : : : : : : : : : ::: : : : ::::: : :::::::::::::::::::::::::::: : :: : : :::: : : :::::::::::: : : : : :::::::::::::: : :::::: ::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::::::::::: : ::::: : ::::::::::::::::::::::::::::::::::: :: :: : :::: ::::: : :::::: : : : ::::: :: : : 23
müzde ilerlemelerini çok yüksek bir dü­ 4. Bilim çağı ya da bilimsel çağ diye ta­ kuşak için ne yapmaktadır? sorusu
zeye vardımuş Batı ülkelerinde gençler nımlanmış olan çağımızın sonuna da önem taşıyacaktır.
arasındaki intihar olaylannın çokluğu­ yaklaştığınuz şu sıralarda, ülkemiz­ Sorunumuz açısından bu soruların
nu, yukardan beri sözünü ettiğimiz bü­ de genel olarak bilim yaşamı ve bi­ tüketici olduğu, hiç kuşkusuz söylene­
tünsel bir kültür anlayışının çöküşüne limsel kuramlarla, kültür arasında­ mez. Ama bunlar, bizim bu yazı dizisi
bağlayan toplumbilim otoritelerinin ki ilişki nasıl tanımlanabilir? Baş­ çerçevesinde birinci derecede önem ta­
azımsanmayacak bir sayıda olduğunu ka deyişle, bilim yaşamımızın, kül­ şıdığına inandığımız sorular; onun için
söylersek, sanırız konunun önemini bi­ tür yaşanumızdaki payı nedir? genelde bu sorulara yanıt bulma çaba­
raz olsun somutlaştırmış oluruz. 5. Ortaöğretİrnde uygulanan yöntem­ larını çıkış noktası alacağız. Şunu da
Kültürde resmi politikaların doğru­ lerle, çağdaş kültür arasındaki ilişki­ önemle belirtelim ki, bu çabalar
luğu/yanlışlığı sorununu ülkemiz açı­ ler nasıl tanımlanabilir? harcanırken. resmi kurumların
sından irdelemeye başlarken, bazı so­ 6. Ülkemizde kimi zaman sözü çok edi­ dı$1nda kalan türlü kurum, or­
ruları çıkış noktası almak, somutlaştır­ len kültür mirası, gerek "resmi" kül­ gan ve kişilerce izlenmiş/izlenmekte
ma açısından yararlı olacaktır. Yanıt­ tür politikalarınca, gerekse özel dü­ olan kültür politikalarını da dikkatle
larda ayrıntılara geçmek üzere, çıkış zeyde hangi boyutlar içersinde ele göz önünde bulunduracağız. Bunun ter­
noktası yapacağımız soruları şöyle sı­ alınmakta ve�değerlendirilmektedir? sini yapmak, soruna tek yönlü yaklaş­
ralayabiliriz: Bu alanda, senteziere varma ve tarih maktan başka bir şey olmaz.
1 . Çağdaş kültürün (kültür politikala­ bilinci doğrultusunda üretici çabalar Bu yaklaşımlar sırasında ortaya çıka­
rının) temel amacı, ileri toplum'un mı söz konusudur, yoksa henüz bir cak aksaklıklar, bugün içinde yaşadığı­
yaratıcısı olan özgür birey' i yetiştir­ tür "vakanüvislik" mi? nuz, ama genel düzeyde ne yazık ki tüm
mektir. Brecht'in kuramsal yazıların­ 7. Gençlik ve onun sorunları, bu nok­ boyutlarıyla henüz algılayamadığımız
da sık sık vurguladığı gibi, kilitürün tanın pekvurgulanmamasına karşın, kültür bunalımının nedenleri olarak be­
bu yönü üzerinde konuşulmazsa, ge­ her tür kültür politikasının çok ağır­ lirginleşecektir.
nel olarak herhangi bjr kültür soru­ lıklı bir bölümünü oluşturur/oluştur­ (Sürecek)
nu üzerinde konuşmarlın anlamı yok­ malıdır. Kültür alanının çabaları, 1. Açıldamalanmızda toplum teki ve bi­
tur. Bu amaca yönelmemiş bir kül­ belli bir kuşağın ömrüyle sınırlı ol­ rey arasında aynm gözetiyoruz. Bura­
tür politikası, bunalımın kendisidir. mayıp, ancak kuşaktan kuşağa gide­ daki anlamda birey, kendinin, çevresi­
Türkiye'de Cumhuriyet'in kurulu­ nin ve yaşadıp dönem koşullannın bi­
rek daha sağlıklı bir yapıya kavuşan
lincine bDgi yoluyla varmış insandır;
şundan bu yana izlenen kültür poli­ bir aktarım bağlamında gerçekten toplumteki'nde ise bu bilinç, henüz o
tikaları, bu amaca ne ölçüde hizmet anlam taşıyabilir. Çünkü miras dü­ insanın tüm etkileri kendi düşünceleri­
etmiştir? zeyindeki kültür, ancak sağlıklı sen­ nin süzgeclnden geçirmesini satlayabi­
2. Doğal olarak kültür politikaları, ül­ tezleri içersinde gençleştirilebildiği lecek ölçüde yojtunlaşmamıştır.
kelerin kendi özgül koşulları doğrul­ takdirde yeni kuşaklarca sürdürül­ 2. Türkiye'de kültür yaşamıma özeiHlde
tusunda belirlenir/belirlenmelidir. mesi söz konusu olabilir. televizyon, şimdilerde de videonun ge­
Cumhuriyet'e büyük çoğunluğu oku­ Bu bakımdan Türkiye, nasıl bir gö­ lişinden sonraki konumu, resmi politi­
ma yazma bilmeyen bir ulusla giren kalana aymazlıp açısından tam bir ib­
rünüm içersindedir? Öteki soruların
ret dersidir. Bu konuyu nerde, ait oldu­
Türkiye'de, günümüze değin uzanan bazılarında olduğu gibi, bu sorunun Au bölümde daba aynatılı ele alaca�.
süreçte en hızlı tempoda bir okur ye­ yanıtını ararken de hiç kuşkusuz yal­
tiştirme amacını gerçekleştirmek için nız resmi politika ile yetinmeye, bü­
ne gibi çalışmalar yapılmıştır? tün sevapiarı ve günahları böyle bir
. 3. Sonuna yaklaşmakta olduğumuz politikada aramaya hakkımız yok-
yüzyılımızda, kitle iletişim araçları­ -tur. Dolayısıyla burada, genel olarak
nın insanı yönlendirici gücü, artık Türk aydını, kendinden bir sonraki
yadsınamaz bir olgudur. Ar­
tık yıldan yıla değil de, neredeyse
günden güne yoğunlaşan teknolojik
ilerleme, kitle iletişim araçlarının ege­
menlik alanını neredeyse sonsuza gö­
türmektedir. Ülkemizde kitle iletişim
araçlarının bu yönü, resmi killtür po­
litikalarında yer alnuş nudır? Yer al­
dığı kadarıyla, ne gibi çözümler ön­
görülmüştür. Bu arada özellikle te­
levizyon, ne ölçüde bir kitle eğitim
aracı na dönüştürülebilmiştir?
'

Ferruh Doğan
24 : : : : : : : : : : : ::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::: ::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Don Kişot
Ya da
Taribin En Büyük Enayisi
Baki Uğur
Biliyorsunuz, Don Kişot denildi­ gilerirıin nedeni elb-ette ki şartların de­ mış bütün bir toplum. . . Değişen şart­
ğinde ilk akla gelen, kendileyin kılıklı ğişmiş ve değişmekte olmasıydı. Ama ların doğurduğu yeni macera ve ege­
sütçü beygirinin sırtında yeldeğirme­ Don Kişot'un tipik ilginçliği değişen menlik hevesleri, şeytana yan bastı­
nine saldıran, antika zırhlara bürün­ şartlan göz önüne almamasında de­ ran entrikalar . . . Yine papaz kisvesi
müş sivri uzun bir enayidir. Yeldeğir­ ğil, değişen şartlara rağmen kendi de­ kuşanmış dünyevi ihtiraslar . . . Yeni
menini deccal sıfatlı dev sanmış, ya­ ğerlerinden, kendi benliğinden, kim­ şartların yeni saray, konak dalkavuk­
lınkılınç üzerine varırken kanadına liğinden vazgeçmemesinde, onlan de­ lan . . . Ünü alemi saran mahalle ve pa-
tosladığı gibi boylu boyunca yere se­ lifen şartlarda da savunmayı göze yitaht kokonaları . . . İş bitirici gemi,
rilmiştir. almasındadır. liman bezirganları . . . Gezginci tiyat-
Biçare Don Kişot! Bu açıdan bakınca, kıssadan çıka­ ro, çarşı, panayır madrabazları . . .
Yüzyıllardır, deviere saidırmanın rılacak hisse, şartların ona boyun eğ­ Hancı kılıklı yeni yetme eşkiya gürı1-
errayilik olduğunu düşünenierin alay dirememiş olması değil midir? Hat­ hu, vb . . . Böyle bir ortamda Don Ki­
konusu. Boyundan büyük işlere giriş­ tl denilebilir ki Don Kişot'un tek tek şot gibi zırhını, kılıcını kuşarup orta­
meyi aklı almayanların gözünde ken­ her yenilgisi onun nihai zaferinin bir ya ..çıkmak onun durumunda birisi
dini bilmezliğin simgesi ! ! muştusudur. Çünkü -onun derdf ye­ için nt: kadar şart idiyse, elbette o ka­
Başında acımış kavak yelleri esen nilgiden uğrayacağı kayıp değildi; za­ dar da her babayiğitin harcı değildi.
hırçın bunak ihtiyar ! ! ! ferin gerekirliğine ve gerekliliğine Gerçi bu yolda başına gelmedik kal­
Daha geçende yine bir siyasimiz, olan inancı, giriştiği işin doğruluğu ve madı, alemin maskarası oldu ama,
şartları göz önüne almadan mücade­ haklıhğıydı. Hayatta, zamanına göre, hayatta en büyük erdem aleme mas­
leye girmenin Don Kişotluk olacağı­ öyle doğru, haklı, kaçınılmaz dava­ kara olmamak için her türlü maska­
nı söylüyordu. Bununla, şartlardan lar vardır ki, onlar için mücadelenin ralığa katlanmak mıdır?
çok, mücadeleyi kastettiği besbelli or­ şartları zaten mevcut demektir. Mü­ Kendine güven, kişisel onuruna
tadaydı. Bu bakımdan, biz deriz ki, cadeleyi göze alamayanlarsa hep şart­ düşkünlük, insani değerleri üstün tut­
Don Kişot'un adının böyle bir bağ­ ları göz önüne alma adına yenilgiyi ma, hak bildiği yoldan şaşmama, gü­
lamda anılması kadar onun gerçek tinceden kabullenirler; çünkü ya şart­ zele tutulma ve kadını yüceltme, ya­
kimliğine aykırı bir değerlendirme larla baştan uyum içine girmişler, ya şama direnci, yılgınlığı inkar, başarı
olamaz. Don Kişot'a da, Don Kişot­ da çoktan şartiandınimışlardır. ve z_afer şevki, insancaniısı soylu du­
luğa da yine haksızlık edilmiştir. On Altıncı Yüzyıl sonlan İspanya'­ yarlık ve ardniyetsiz cömertlik, ve o
Evet, şartları hiç göz önüne alma­ sında yeni şartların tüm değerleri ne engin, saf iyimserlik, hayale -hatta
dığını söylemek, bu çok yaygın, yer­ denli hızla alabora ettiğini, yeni de­ yalana- kanabilme yetisi: işte Don Ki­
leşik yargı, Servantes'in ünlü kahra­ ğerlerin insanlığın Mlini ne yönde şot'u Don Kişot yapan, başından ge­
manına haksızlıktır. Onun yaptığı, şartlandırdığını görüp bilfiil yaşayan çen onca gülünç olay içinde giderek
bizce, bunun tam tersiydi: şartların yaşlı şovalye, o durumda onun gibi­ belirginleşen hasletler!
gereğini yerine getirmekti. O şartlar­ lerin yapması gerekenden başka ne Ve işte Don Kişotluk: şartlarla baş
da kendine düşeni yapmaktı. Buna yaptı ki? Olağanüstü denizaşırı fütu­ edebilmek için onların boyutuna
güç yetiremeyip hep yenik düştü di­ hatla zembereği yerinden oynamış, ulaşma cehdi!
ye onda kusur bulmak niye? Yenil- Yeni Dünya altınından gözü kamaş- Don Kişot'un saldırdığı ne de olsa
: : : : : : : : : : : : : : :::::::::: : : : : : :: : : : : :: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :::::::::::::: : : : : : : :: : : : :::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :: : : :: : : ::: : : : : :::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::: : : : : : : : : :::: : : : :: : 25
basit bir yelde�irmeniydi, dev de�il- · disinin -ve kaderini paylaştığı bütün Adam. " Bu adam, zekasımit da cam
di (bugün de sırf Don Kişot ona sal­ bir ·kuşağın- hayli dağdağalı geçen gibi ince ve saydam oldu�u kanısın­
dırdı�ı için anılıyor). Ama o kendisi gençlik ve orta yaş dönemleri ardın­ da. Aklınca dünyayı hiç saptırma­
bir "dev"di, çünkü devlerle baş et­ dan bastıran genel düş kırıklı�ının, dan, camdan ışık geçer gibi algılıyor.
me azmini, iradesini, niyetini kendi­ yıkılan dış ve iç dünyalarının "mü­ Her şeyin en do�rusunu, iç yüzünü
ne yakıştırabiliyordu. şahhas sureti" dir. Servantes bu biliyor. Ve her an kırılacağı korku­
Esen yelle birlikte esmeyi, akan su­ Reformasyon-Kontr Reformasyon suyla yaşıyor. Onun için de hayatı,
yun yolundan akmayı marifet sanıp kuşağının değişen şartlara toslayan tahmin edebilece�iniz gibi, hele o or­
"gerçekçilik" diye niteleyenler, Don insan duyarlı�ını, entellektüel umut­ tamda ve o şartlarda, tam bir cehen­
Kişot'un başına onca bela açan civan­ larını, ahlaki tavrını Don Kişot'un nem . . .
mertli�ini de "hayalcilik" diye hafi­ şahsında bir hayli nostaljiyle karışık Evet, bir yanda böyle birisi, öte
fe alabilirler. Çünkü onlar böylesi acımasız eleştirel mizalı çemberinden yanda Don Kişot!
"günü geçmiş" civanmertli�in ken­ geçirirken, aynı zamanda, bugünle­ Don Kişot'u yazanın Kendini
dilerine hiç mi hiç yakışmadı�ını bi­ re ve yarınlara miras kalacak boyut­ Camdan Yapılma Sanan Adam 'ın da
lecek kadar gerçekçi zamane cücele­ larda yüceltmemiş, u/ulamamış mı­ yazarı olması konumuzun en ilginç
ridir. Onların gerçekçili�inin varıp dır? yanlarından biri olsa gerek.
varabilece� ölçü, sınır da o kadardır. Sonra bir başka ilginç nokta da şu: Yeldeğirmeninin kanadına tasia­
Hayaleilik dedikleri ise, kendileri gi­ Servantes edebiyatta kısa hikaye tü­ yıp zırh, kılınç, kalkan, mızrak şan­
bi olmayanların, rüzgara set çekme­ rünün de ilk öncülerindendi. Don Ki­ gırtıları içinde boylu boyunca yere se­
ye, suyun yolunu de�iştirmeye cüret şot'tan başka, yazdığı kısa hikayeler rilen sarsak ihtiyar, tarihin en büyük
edenlerin gerçekli�inde, gö�ü fethe var. Bunlardan en özgün birinin adı enayisi!
çıkan insan gayretinin ve onurunun "Kendini Camdan Yapılma Sanan Selam sana ve seni yaratana!
ço�ul odağında ayağı yere sapasa�­
lam basan asıl gerçekçiliktir.
Öyle ki, biraz da, bu gerçekçiliği
sürekli kötüleyip mahkum etmek,
devre dışı bırakmak ve etkisizleştir­
mek kastıyladır ki "Don Kişotluk"
nicedir burjuvazinin ideolojik-politik
egemenli�inde her yerde beyiniere
olumsuz bir kimlik ve davranış ola­
rak işlenmiş, Don Kişot'un kişiliğin­
de o gerçekçilikten kaynaklanan tüm
yüce de�erler, emeller, umutlar hor­
lanıp küçültülmek istenmiştir.
Oysa Don Kişot, yine bütün bu
yüzyılların günümüze ve gelece�e ak­
tardı�ı en sevilesi, olumlu bir insan
tipidir. Servantes'in de, yaşadığı ça�­
da ve toplumda insanlığın halini çe­
peçevre gözlemledikten sonra, onu
öyle düşünüp yarattığına, tüm " za­
af"larıyla kendi gönlünce tasarladı­
ğına hiç şüphe yok. Dünya edebiya­
tının bu ilk roman denemesini dikkatt
le,yetişkin bir gözle okuyanlar, yaza­
rın Don Kişot'u bütün o acıli­
gülünçlü maceralar içinde adeta de­
rinden derine sınadığına, her felaket­
ten sonra hep biraz daha çok severek,
olumlayarak bir sonraki maceraya
hazırladı�ına tanık olacaklardır. Ve
göreceklerdir ki bu maceralann her
birinde Servantes'i asıl ilgilendiren,
olaylardan ve olayların nedenlerinden
çok, Don Kişot'un ele avuca sığmaz
kişili#ifldeki hümanist pınltıdır. Yok­
sa Servantes'in amacı, besbelli, ne
günün ve gelece�n şartlarını kollayıp
günü geçmiş bir zavallı bunağı alaya
almaktı, ne de dünün ve hatta önce­
ki günün şartlarına gizli övgü düz­
mekti.
Hatta denilebilir ki Don Kişot bir
bakıma Servantes'in kendisidir. Ken-
26 ::::::::::::::::::::::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::::: ::::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::::::::::::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : :::::: :::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::: : : : : : : : :::::::::::::::::::::

Çevre Kültürü
Gencay Gü rsoy
l l Mart tarihinde çıkan( * ) " Birey­ berleşme sistemleri vardır. Bebek ote­ biraz farklı olarak, bizde kimse bildi­
sellik - Duygusallık" başlıklı yazıma, li'nin barında ilk kez anlatılan "oriji­ ğini kendisine saklamaz, bilgi tekelci­
çeşitli çevrelerden, olumlu ve ışık tutu­ nal" bir Karadeniz fıkrasını, birkaç saat liği yapmaz. Aksine, kendimizden çok
cu eleştiriler geldi. Bunlardan ilerde söz sonra Bodrum'daki meyhane sokağın­ başkalarına sunmak (göstermek) için
etmek fırsatını bulacağıını umuyorum. da dinleyebilirsiniz. bilgi ediniriz.Pek az kişi sistemli bir sanat
Bazı arkadaşlar, çizilen tablonun biraz Çoğu zaman "mangalar" halinde ve politika izleyicisidir ama herkes az
kötümser başladığı endişesini taşıyor­ dolaşan bu insanların, dünyanın her ye­ çok her şeyden haberdardır. Belli ko­
lar. Doğrusu kendimi,.toplumumuz adı­ rinde olduğu gibi bizde de kahve, bar, nularda iyi kötü bir düzey tutturmuş
na iyimser ya da kötümser yorumlar ya­ meyhane gibi çeşitli buluşma yerleri "uzmanlar" , aktüaliteyi izleme görevi­
pabilecek durumda görmediğimi belirt­ vardır. Vaktiyle, bazı akşamcı sanatçı­ ni "geniş kitleler" adına yerine getirir­
mek isterim. Çünkü içinde yaşadığımız ların uğrak yeri olan ayak meyhanele­ ler. Bu alıs-veris. dumanlı meyhaneler­
somut koşullar altında iyimser mi, kö­ rinin bir devamı sayılabilecek bu yer­ deki dirsek temasıyla, adeta bedenden
tümser mi olmam gerektiğini ben de bil­ ler giderek yaygınlaşmış ve resmi eğiti­ bedene aktarılarak gelişir. Eksiklikler
miyorum. Sadece geçmişte birbirimizi min bunaltıp, işlemez hale getirdiği ise, "komprime" halinde, hazır kültür
yüreklendirmek uğruna bastığımız ha­ genç kafaları, biraz "aydınlatmak " gibi sunan dergilerle giderilir. Çevreye yeni
vaların bir işe yaramaclığını çok iyi bi­ önemli bir sosyal işlev görmeye başla­ giren genç "aydın adayı� · , her şeyden
liyorum . Amacım, bilimsel bir tartışma mıştır. Buraların düzensiz aralıklarla haberdar, her konuda söyleyecek sözü
açmak ya da çözümler önermek değil. değiştirilmesinden belli bir amaç güdü­ bulunan ve herkesi tanıyan gedikliler
Zaten yeterince çile çeken aydınları yıp­ lüp güdülmediği bilinmemekle birlikte, karşısında, önce biraz bocalar. Direne­
ratmaya ise hiç niyetim yok. Kimi sos­ bazıları bu olayı, dünyayı değiştirmek bilenler, bu eğlenceli ve zahmetsiz bil­
yal bilimciler gibi, şu olup bitenlerin bü­ isteyen aydınların, şimdilik meyhane gilenme sürecinin mekanizmasını kav­
tün günahını aydınlara yükleyenlerden, değiştirmekle işi idare ettikleri, şeklin­ rayıp devreye girer. Uyanıklık derece­
bu "insan türü"nden artık kimseye ha­ de yorumlarlar. sine, yeteneğine, zekasma ve " espri"
yır gelmeyeceğine inananlardan da de­ Ekonomik durumları konusunda eli­ yapma becerisine (çok önemlidir) göre
ğilim. Bu yazılar la, içerdekilerden bi­ mizde güvenilir istatistik verilen bulun­ değişen bir süre içinde, merkeziere ya­
ri olarak, sadece perdeyi biraz daha ara­ masa da, ortalama barlarda bir duble kın bir mangaya katılır ya da kendi
lamak istiyorum, hepsi o kadar. Bu içkinin 300 lira civarında olduğu dik­ mangasını kurar. Böylece; bir süre son­
kavramın tanımlamalara sığmayacak kate alınırsa, harcama gÜçlerinin pek ra, kitaplarını doğru dürüst okumaya
kadar geniş ve çok boyutlu olduğunu fena sayılamayacağı söylenebilir. Fakat gerek kalmadan, birçok ünlü yazarı,
hepimiz biliriz ama yine de aydm de­ işin asıl akıl almaz yanı, bunların za­ gerçeğe oldukça yakın bir düzeyde ta­
yince gözümüzde aşağı yukarı benzer man harcamak konusunda gösterdikleri nıyabilecek, görmediği filmleri seviye­
bir tip canlanır. Genellikle, gastrit, lll­ olağanüstü cömertliktir. İşten sonra, li bir şekilde eleştirebilecek duruma ge­
ser, migren gibi rahatsızlıklar çeken, bi­ şöyle iki kadeh içip, "!atlamak" üzere lebilir.
raz pasaklı ve kötü beslenmiş kadınlar­ başlayan gece, çoğu zaman rastlantıla­ Kopuk kopuk derlenen bilgi ve dedi­
la,erkeklerdir bunlar . ( istisnalar kaide­ rın sürüklediği yorgun uğraklarla uza­ kodu parçaları, zamanla aradaki boş­
yi bozmaz ). Sıkıntılı, üzgün ve biraz yıp gider. Gün, geceden kazanılmış bir­ luklar kapatılarak kendine has bir kül­
alaycıdırlar. Batıdaki benzerlerinden kaç parça "yaşantı" uğruna, kazan gibi türün dokusunu oluşturur. Burada sa­
farklı olarak bizde şimdilik sadece si­ bir kafa ve pörsümüş bir bedenle baş­ dece bilgiyi değil, eğilimleri, tavırları ,
gara ve içki içerler. Sere-serpe bir ya­ lar. Günlük yaşamın bu ağır mesaisi görüşleri ve değer yargılarını da, hazır
şam sürdürmelerine karşın, sağlıkları­ içinde, Sudnam'daki darbe girişimin­ kalıplar halinde bulmak mümkündür.
nın bozulmasından dehşetli çekinirler. den tutun da, Nobel edebiyat ödülü Bu mozaik (Be.Te.Be.) kültürün ön­
Hepsinin en az bir sanat ya da bilim da­ çevresinde dönen son dedikodulara ka­ de gelen özelliği, kolektifliği ve çoğu za­
lına, siyasete, gazeteciliğe, reklamcılı­ dar bir sürü haber ve bilgi nasıl edini­ man bireysel bir emek (çalışma, okuma,
ğa, şimdilerde ansiklopediciliğe bir mik­ lir, şaşırıp kalırsınız. öğrenme, gözlemleme, düşünme) ürü­
tar bulaşmışlıkları vardır. Ne yapalım ki, beğensek de beğenme­ nü olmamasıdır.
Genellikle ' 'ben-merkezci' ' dirler. Sı­ sek de, dünyanın her yerinde, kültür Resmi eğitimin, sistematik cahilleş­
radan insanlara oranla, beğenilmeye alanında üretilen ya da aktarılan her şe­ tirme programından geçen çoğu genç
daha çok gereksinim duyarlar. Başka­ yin, birbirine az çok benzeyen bu yor­ için, bu "alternatif" çevre kültürü, tu­
larının güçsüzlüklerini ön plana çıkar­ gun insanların eseri olduğunu kabul et­ tunabilecek tek dal, dış dünyanın ka­
mak ve "adam harcamak" oldukça mek zorundayız.Aydını belirleyen özel­ balığına, bencilliğine ve çirkinliğine faz­
yaygın bir spordur. liklerin evrensel ve ulusal boyutlarının la bulaşmadan yaşayabileceği, tek sığı­
Birbirlerini şaşılacak kadar iyi tanır nerede başlayıp nerede bittiği ayrı bir naktır. Sözün, düş gücünün ve içkinin
ve yakından izlerler. Çok güçlü bir ha- tartışma konusu, ama sanırım bilginin pariattığı görüşler, tartışmalar, dostluk­
kolektifleşmesiyle birlikte, ulusal sınır­ lar ve aşklarla süslenen bu kapalı ya­
(*) Bkz. DÜŞÜN, Agustos 1984 lara girdiğimizi söyleyebiliriz. Batıdan şam, yıllarca sürüp gidebilir. Kuşkusuz,
.....
. . ....
.
............... .......
. ......
...
. .. . . . . .
...... .
.
..
..
.
..
..
... .. . .. ...... ...
...
. . ... .
..
. . . . . . . .....
.....

''Gelenek ve birikim
birbirini tamanılar''

Geçtiğimiz aylarda, biri şiir


olmak üzere, Meli h Cevdet An day 'ın
dört kitabı çıktı.
Seyyit Nezir, kitaplar üzerine
A nday 'a sorular yöneltti.
Aşağıda bu sorulan ve
A nday 'ın yanıtlarını bulacaksınız. �
------- a

s.
ı:!
so

• Sayın Melih Cevdet An day, geçti­ ve sürüye karşı bireyin üstünlüğün­ ya özellikle dikkat ettim; birikimim
ğimiz aylarda sırasıyla şu dört kitabı­ den, başka bir deyişle, gerçek insan ne ise onunla yetinmeye baktım. Ken­
DIZ yayınlandı: A çıklığa Doğru, Ta­ toplumunun konumundan alır gücü- dimi kağıt ve kalemle baş başa bırak­
nıdık Dünya, Gelişen Komedya, Du­ tım. Bu açıdan, Sanat Neden Gerek­
ran Zaman-Akan Zaman. bkinde da­ li başlıklı yazı bir inceleme değildir,
ha önce kitaptaşmış yazılarınızla iki birbirini doğuran sorulann, yolu sap­
uzun denemeniz yer aldı. Tanıdık tırmadan, izlenmesi çabası ya da se­
Dünya' da, yayınlanmamış şürlerinizle rüvenidir. Öyle ki, yanıtları da soru­
Abidin Dino'nun desenleri bir arada lar taşır. Eğer yanıt varsa. Beni o de­
okura sunuldu. Gelişen Komedya, nemeyi yazmaya götüren işte bu so­
"tiyatroyu öğrenmek isteyenlere" yö­
rulardır.
nelik bir deneme kitabı. Sonuncusu,
anılannızın ilk kitabı. Kitaplanmzdan • Ölümsüzlük A rdında Gılgameş ve
yola çıkarak sanat-kültür sorunları­ Kolları Bağlı Odysseus'ta mitolojik
mız üstüne bazı sonılanm var size. bk ögelerden çağdaş yorumlar için yarar­
sorum şöyle: Sizi, sanatın kaynağı ve lanma yolunu tutmuşsunuz. Tanıdık
gerekliliği konusunda kuramsal nite­ Dünya da Karacaoğlan'ın bir şürini
'

likler taşıyan bir denemeye götüren çağdaş yaşamın duyarlılığına taşıyor­


nedenlerden söz eder misiniz? sunuz. Bundan; gerek mitolojik öge­
lerden, gerek halk şürinden yararlan­
D Açıklığa Doğru adlı yeni kitabım­ mayı evrensel şür düzeyi için önemli
daki ilk denemeyi kendim için ve ken­ gördüğünüz sonucu çıkmalı mı? Öte
dimle konuşarak yazdım. Sanatın ge­ yandan bu yararlanma olayında, şiir
için sakinealı sonuçlarla yüz yüze gel­
rekliliğini hangi sanatçı düşünmemiş­
mek söz konusu mu?
tir ki ! Bu gereklilik, onun varoluşu­ nü. Bu yaklaşımın doğruluğu ya da
nun temel koşuludur çünkü; sanatı yanlışlığı değildir önemli olan, ama­ D J.P. Sartre, "Bütün konular bir
raslantısallıktan çıkarıp ussallığa yer­ ca varma yolunda tutarlılığı koruyup mitosa varmalıdır" diye yazmıştı.
leştirir. Okunduğunda anlaşılacağını koruyamadığıdır; çünkü kanıtlama­ Mitosu toplumun bilinçaltı sayan gö­
umarım ki, bu denemede, sanatın in­ nın burada yeri olamaz. Şunu belirt­ rüşe katılırsak, ozan olarak da, göz­
sana yakınlık açısından, bütün öteki mek isterim, bu konuyu kızağa koy­ lemci olarak da, ondan ayrı düşmek
anlıksal etkinliklerden çok üstün bir duğurndan denize indirinceye değin olanaksız demektir. Psikolojizmi bir
yer tuttuğu söz konusu edilmektedir başka destekiere gereksinme duyma- yana bırakırsak, bütün sorun, oza-
: : : : : : : : : :: : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::::= : :::::: : : : : : : : : : : : =: :::::::::::::::::: : :::::::::: : ;::::::: : ::: : : : : : : : : : : : : : :::: ::::::: :: : : :::::: : : : :::::::: : : : : : : : : ::::::::::: : :::: : : : :: : : :: : : : : : :::::: : ::::::::::::::::::
: 29

nın, bunun bilincinde olup· olmama­ lle bulanır peşin verilmiş cezanrn. ğa bakmalıyız. "Lirik şiir" bugün
sındadır. Ben evrensel şiir düzeyi yö­ Çalışmanın tapınağına gir ve arın. daha çok aşk şiirleri için kullanılıyor.
nünden mitosları hep önemli görmü­ diyorsunuz bir şiirinizde. Burada çok Ozanın kendini belli olarak ortaya koy­
ştimdür. Kendi başlarına şiirsellik ta­ genel bir "ulu insan" kavramıyla kar­ duğu duygu!u şiirler için de lirik diye­
şıdıkları için değil, kesin olarak de­ şı karşıyayız. Ça�ımız insanı söz ko­ biliriz. Ama içtenlik ozan için sakın­
ğil; ozana özgürlük ve zorunluluğun nusu oldu�unda, hangi insandır bu­ calıdır; o, elinden geldiğince kendini
eytişimini sağladıkları için. Hiçbir rada anlatılan? silrneğe bakmalı ve lirizmi yarattığı
şey kendi başına şiirsellik taşımaz, O Yeni şiir kitabım Tamdık Dünya'­ kişiler ağzından kullanmalıdır. O za­
olanakları kurcalamaktan doğar p . nın Ifeğiştirmeler başlıklı ilk bölümü­ man da lirizm ortadan kalkar. Ger­
Halk şiirinden yararlanma kon\ısunu nün 7. şiiri, baştan sona tek bir tüm­ çekte de bugün lirik şiir diye bir tür
bu sıraya sokmamız, belki yerinde ol­ cedir, bir solukta okunmalı . Bu ba­ yoktur. Dram ve tragedya olmadığı
du. Halk şiirini taklit edenlerin tümü, kımdan, o şiirdeki, gibi.
mitolojik öykülerde şiirsellik bulun­ Çünkü doğada suç yoktur ve ufuk • Gelişen Komedya 'yı, genç tiyat­
duğunu sananların acınacak duruma
Yalnızca ulu insan için kan kokusu ro adamına yönelik bir derleme kita­
düşmüşlerdir. Mitoslar yinelendiğin­ lle bulahır peşin verilmiş cezanın bı olarak hazırladınız. Amatör tiyat­
de şiir ortaya çıkmayacağı gibi, halk dizelerinde belirttiğimiz "ulu insan" roculann sorunları ve ihtiyaçları ko­
şiirınİn taklidi de ozanı bayağılaştı­ nusundaki düşünce ve önerilerinizi is­
m. Taklit olduğu için, kişilik kulla­ tesem sizden. -Tiyatroyla ilginiz biç
nılmadığı için. Ben yeni şiir kitabım kesllmedi, bu türde önemli ürünler de
Tanıdık Dünya'daki Karacaoğlan 'ın verdiniz. Tiyatromuzun gelece�i açı­
Bir Şiiri Üzerine Çeşitleme/er başlık ­ sından amatör tiyatronun önem taşı­
lı şiirierirnde daha çok Ezra Pound'­ dı�ı yönünde bir düşünceniz olduğu­
un etkisinde kaldım. Doğrusu, ikisi nu, konuyla ilgilendi�iııizi bu kitabı­
de bahaneydi benim için, yeni bir şi­ DIZ da gösteriyor- Ne dersiniz?

ir çevreni yarattım kendime, bu beni


mutlu etti. En modern şiirim odur. C Öncü tiyatro bakımından amatör
Yeniye eskiyle varılır. Halk şiirinden tiyatroculuğun önemi vardır, ama
yararlanmanın elbette sakıncaları büyük özveri ister bu . Devletçe ko­
vardır. Benim gibi yapılırsa yoktur. runan amatör tiyatro ise, bunu başa­
ramaz. Geri ne kaldı?
• Gtlgameş'te kimi şiirler çok ilginç
olay örgüleri üzerine kurulmuştu, ba­ •Aktuı Zaman-Durtuı Zaman: 1 kita­
şarılı öyküleme örnekleriydi. Tanıdık bınııda elli yıla dayanan edebiyat­
Dünya'da, yaşam ve do�a ayrıntıla­ sanat anılarınızın ilk bölümü yer alı­
rmdan, deyim yerindeyse, felsefi so· yor. Anılarda genel olarak, geçmişle
nuçlar edinme çabasıyla karşı karşı: hesaplaşma, bugüne ve geleceğe ders­
yayız. Bir yerde, "Ayrık gibi sürer ler çıkarma kaygısı önde gelmekle bir­
geçmiş gelende" diyorsunuz. Amacım likte, gelenek kurma çabalarına biri­
şürinizin açıklanmasını isternek de�il, sözü, ancak şiirin bütünü içinde an­
kim taşıma amacı da gözetilmeli mi?
ama ülkemizde toplumsal ve kültürel lamlandırılabilir. Ben sanıyorum ki,
boyutlarda yaşanan hızh değişim üze­ bunlardan, doğanın sadece insanı ce­ D "Gelenek" ile "Birikim" birbiri­
rine -bu dizeden yola çıkarak- düşün· zalandırdığı, çünkü insanın onu aş­ nin tamamlayıcısı. Bunlar bizde da­
celerinizi isteyebilir miyim? maya kalktığı, bu yüzden de cezayı ha çok yeni . Dilini anlamadığımız es­
hakkettiği, ama peşin verildiği için ki şiirimizle gelenek kurulamazdı, bu
O Yeni şiir kitabım Tamdık Dünya'· gene de bunu anlamadığı , asıl insa­ bakımdan da o bize bir birikim sağ­
nın Değiştirmeler başlıklı ilk bölü­ nın suçsuz olduğu, çünkü doğaya su­ lamamıştır. Sanının bundan sonra ede­
mün ilk şiirindeki çu insanın sekamayacağı ve doğa biyatımızda geleneğin ve birikimin ne
Ayrık gibi sürer geçmiş gelende suçsuz olduğuna göre her akşamki derneğe geldiği daha iyi anlaşılacak?
dizesini, "yaşanan hızlı değişim" ko­ avın . . . karıştırdım, bağlayamaya­ Biz hepimiz yarınki edebiyatımız için
nusunda yorumlamak benim için çok cağim. çalışıyor durumdayızdır.
güç, nerdeyse olanaksız. Çünkü böy­
le bir şey düşünmedİm onu yazarken. • Tanıdık Dünya da güçlü bir lirizim '
• Kültürel sorunlarımızın son aylar­
Bilindiği gibi, ayrık otu,toprakta de-. gördü�ümüzü söyleyebilir miyiz? Siz­ da, yoğun bir düzeyde tartışıidağına
riniere kök salan ve asıl önemlisi, o ce lirik şiiri, ya da şiirde lirizmi nasıl tanık oluyoruz. Cumhuriyet'teki ya­
bölgede başka bitkilere yaşama hak­ anlamalıyız? zılarınızla siz de bu konudaki görüş­
kı tanımayan, toprağın temizlenme­ D Lirik şiir, hoca Aristo'nun ta­
lerinizi yer yer sergiliyorsunuz. Kül­
sini gerektiren bir ottur. Doğrusu, o nımına göre, ozanın kendi ağzından
türel soruıılarımızın bu yoğunluk ve
dizedeki "ayrık"ın bu olup olmadı­ konuştuğu şiirdir, Safo'nun şiirleri
yaygınlıkta tartışılıyor olmasının ne­
ğını bilmiyorum. Ama sizin sorunuz denleri sizce ne olabilir?
bunun ilk örneklerinden sayılır. Oza­
beni düşündürdü, " geçmiş" ayrık nın başkalarını konuşturduğu şiir ise, D Kültürel sorunlarımızın yoğunluk­
otuna benzedi mi, orada yaşama güç­ dramatik türü ortaya çıkarır. Ozan la tartışıldığını hiç sanmıyorum . Ay­
leşir, temizlik gerekir. Gelenekten ya­ hem kendi konuşur, hem de başka­ nı sözlerin, aynı sorunların, konula­
rarlanma konusunun ise, geçmişin rın hep aynı biçem ve biçimde yıllar­
larını konuşturursa ona epik şiir de­
tutsa� olmakla hiçbir ilişkisi yoktur. nir. Bu kavramlar elbet çağlar boyun­ dan beri yinelenip durduğu bunu gös­
• Çünkü doğada suç yoktur ve ufuk ca değişikliklere uğramıştır, ama biz terir. Örnek mi? Öz ve biçim konu­
Yalnızca ulu insan için kan kokusu gene de Aristo'dan fazla ayrılmama- su.
30 ·: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::: : : ::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::: ::: ::::::::::: :::::: :::::: :: ::::::::::::::

"Tanığık Dünya"
Ustüne

Senn u r Sezer
"Şiirin de öteki uğraşlar gibi, ken­ ne Çeşitlemeler, Su A kar Çağ/ama­
dine özgü bir öğrenimi, bir uzmanlı­ dan. Toplam 27 şiir var. Kitaba su­
ğı olması gerekli gibi görünüyor, oy­ nu olarak konulan dörtlük şöyle:
sa böyle bir öğrenim yoktur. Burada Yaprak sabahın ucunda
'uzmanlık' sözcüğünün durumu da Toprağa inen arı
sanırım epey değişikliğe uğrar, çün­ Bunca değişme, sayısızlık
kü yıkıcı azanlar belli bir uzmanlığı Bunca ölüm ağacı.
kaldırır, yerine bir başkasını koyar­
lar, şiir de böylece sürüp gider . " Değiştirmeler'de yer alan (ve ad ye­
Melih Cevdet Anday'ın Tamdık rine sayı taşıyan) şiirlerde, ilk dış­
Dünya adlı son şiir kitabının arka ka­ bakışta biçim, tırmalamayan bir uyak
pak sunusunda yer alan sözlerin bir düzeni göze çarpıyor. Biraz dikkatli
bölümü bunlar. Melih Cevdet'in 1976 konuşta uyumdaki aksak-ölçüyü de
tarihli bu sözleri, şiire bakış açısını görüyorsunuz. I. şiirden örneklersek,
getirirken bir başka gerçeği daha yan­ her üçlünün birinci dizesi l l , ikinci
sıtıyor, kendi şiirinin tarihini . Melih dizesi 9, üçüncü dizesi l l heceli:
Cevdet'in ölçülü uyaklı şiirden "di­ Dönebilir miydik soluk güller/e
cak. Şiir benım aklımdır" demiş bir Nemli göklerindeyken mevsim
siplinini kendine özgü mantığında
azandır Melih Cevdet Anday. Oku­ Adanacak gün yitiverdi böyle
arayan" şiire geçişini düşünün. 45 yılı
ru, okurken değil, okuduktan sonra
bulan şiir serüvenini . . . Melih Cev­ I ,2, 9. şiirlerde, ilk üçlünün birin­
düşündürüyor. Yeniden yeniden oku­
det'in şiiri üstüne Yazko Edebiyat' ­ ci ve üçüncü dizeleri sırayla sonraki
maya zorluyor:
ı n Mart 1982sayısında yaptığımız bir üçlülerin son dizelerini oluşturuyor.
söyleşide "bir azanın değişmesi"ne «Kuşlar seslerini bulmak için Ve bu bölümdeki bütün şiirler 19di­
de değinmiştik.Verdiği yanıtın bir ye­ Bahçe/ere koşuyorlar zeden oluşuyor: 6 üçlü ve bir tek di­
rinde şöyle diyor: "Değişmek ve de­ O kadar yer gördüm ki ze.
ğişmemek, bu karşıtlar ancak özdeş Içim sızlıyor unuttukça " Bu biçim disiplini, Anday'm şiiri­
olabildikleri durumda bir kişilik ya­ ni tıkızlaştırmıyor, tersine bir çığlık,
ratımında yardımcı olabilirler. Çün­ ( Karacaoğlan'ın Bir Şiiri Üstüne
bir inilti, bir homurtu kadar insan
kü ikisi bir arada varolamazsa, dü­ Çeşitlerneler IX) duygularının yansısı olan sese ulaştı­
şünce ortaya çıkmaz. Bunun gibi ey­ Bir şiir kitabını anlatmak zordur. rıyor:
leme geçirici güç de kolay buluna­ Okumaktan daha zor. Bir şiir kitabı­ Kan kardeşim değildir yazgı
maz. Bir inançtan öbürüne atlamak, nı okur olarak okursunuz, yinelersi­ Kömürsüz şafakları aşındırdım
kişilikte hesabı verilmedikçe bir kişi­ niz, düşünürsünüz. Ozan-okursanız Koyu kan rengindeki yazgı.
yi bırakıp başka kişiye geçmekten okur, yineler, irdeler, düşünürsünüz.
farksızdır. Oysa bu bir süreçtir ve an­ Anlatmak (biraz açıklamaya benze­ (. . .)
cak bu süreç kişiliği ve yaratışı geti­ diğinden mi ne) itici gelir. Bir roma­
rebilir. 'Deneyim' i böyle anlamak­ nı anlatmanın kaçamak yolları var­ Buldum giderayak tarlayı
tan yanayım. " dır. Konusunu özetlersiniz. Başka ro­ Savru/muş arpam, yulajım,
Melih Cevdet Anday'ın şiiri akıl­ manlarla ya da yazarın öteki roman­ buğdayım
duygu dengesine dayanır bence. Bu larıyla karşılaştırırsınız. . . Yazı bitive­ Kan kardeşim değildir yazgı.
yüzden dizelerindeki "görüntü"lerin rir. Bir şiir kitabından örnek vermek­
(bir kamera oyunuymuşçasına) yak­ ten başka yolu yoktur şiir kitabını an­ Sabahın uyandırmadığı
laşıp uzaklaşışı, yükseliş alçalışını iz­ latmanın. Yargılara gelince, şiir yar­ Gökteki fitilli lambayı kıstım
lerken azanın düşüncesine ya da duy­ gılarla anlatılabilir mi? Koyu kan rengindeki yazgı.
gularına nerede katıldığınızı pek se­ Yine de deneyelim. Tamdık Dün­
zemezsiniz. "Düşündükten sonra de­ ya üç bölümden oluşuyor: Değiştir­ Geçtim yürüyerek azmağı
ğil, şiir yazarak düşünebiliyorum an- me/er, Karacaoğlan 'ın Bir Şiiri Üstü- Karanlığı elimle yok/ayayım
:::::: =�==: :::::::::::: ::: :: ::: : : :: : : : : ::::: :: : : : : : : : : : : : : : :: : : ::::: : : : : : ::: : : : : :::::::: : : : : : : : : : ::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 31
Kan kardeşim değildir yazgı. Gökyüzü ile duruvermek yerini saptamalıyım. Bir ressamın bir
(Harmana Giden Böcek) şiir kitabını ya da şalri nasıl yorum­
Bulayım kendi ışığımı. ladığını anlatmalıyım. Başka türlüsü
(9) Tam burada Tanıdık Dünya 'n ı n haksızlık olur, yanlıştır. Doğru suna
kapağındaki öteki addan söz etmek ise benim gücüm yetmez.
Karacaoğlan 'ın Bir Şiiri Ozerine
gerek. Kitaptaki 22 resmin ressamı Anday'ın kitabını anlatmaya çalış­
Çeşitleme/er bölümünde 12 şiir yer
Abidin Dino'dan. O zaman Tanıdık tım. Bir şiir kitabını anlatmak zor­
alıyor. Karacaoğlan'ın şiirinin genel
Dünya için özel yapılmış bu desenle­ dur. Hele şairi "şiirime gelince bütün
"temleri" (yolculuk, sevda, ayrılık)
rin, Dino'nun resim serüvenindeki yazdıklarımım ben" demişse.
yansıyan bir destan bu. Çeşitlernelere
temel olarak "Kalk gidelim atım ha­
rap haneden' ' diye başlayan koşma
alınmış. Gaziantep'in güneyindeki
İğri Kola'dan başlayıp çeşitli köy ad­
larının sayıldığı bu koşmanın kimi di­
MELİli CEVDET
zeleri kadar başka koşmaların çarpı­
cı dizeleri de yineleniyor şiirlerde. O
ANDAY
unutulmaz:
Oç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm
ikilisi de . . . Ama bu alıntılar Anday'ın
şiirinde bir melodinin bir senfonide yer
alışı gibi yer alıyor, dünle bugünün
kesişınesi gibi . . .
Daha önce andığım konuşmada
Anday'ın söylediklerini buraya alın­
·Karacaoğlan'ın ·

tılarnam gerek: "Bu anda ben bura­


dayken başka yerde başka olaylar ge­
Bir Şiiri Üzerin€ ,
çiyor. Ve bu an geçmişteki ve gelecek­ ÇEŞİTLEMELER
teki anlarla iç içe giriyor ( . . . ) Sade­
ce kendimizde, sadece yaşadığımız VIII
anda hiçbir gerçeğe varamayız. İnsa­
Üç derdim var birbirinden seçilmez
nın ayırt edici özelliği çok boyutlu ol­
masıdır . " Anday, daha önce işlediği Bir ayrılı�, bir yoksulluk� bir ölüm,
söylenceler gibi bir söylence olarak iş­ Daracık daracı:k bir yerim de yok.
lemiş Karacaoğlan'ı. Ancak unutma­
Akşam geçiyor yaban arısını iterek,
mak gerek, Anday, Karacaoğlan'ın
sözcüklerine benzer sözcükler de kul­ Yüreğimin toprak yıJım kuşlarla hafifliyor,
lansa; yer yer dizeler de alsa, kuru­ Acı,. sıcak çorbasım · arıyor tenceremde,
·
lan imaj ayrılığı ve söyleyiş şiire ça­ Ağlayayım diye bir eam,
ğının damgasını vuruyor:
Camın mendiline silinen yağmu ,
( . .)
.
Bu ılık yaz yağmuru yeşertir yüreği
Büyüme zamanıdır gençfiğini
�apraktan önce kız memelerine değer. ·�
bilmeyen karıncanın
Ağustos böceği gibi öter güneş, Ytızümüzü yıkadığımız akşamın esintisinde·
insan kalan put · Rlizgann kederli arabası oyalar bizi,
Ozgürlüğümün bağıran çiçeği, Pencerenin lambasını söJldürmüştür batan güneş, '
saygın,
Ot akarsuyun kulağına fısıldar Sel gibi kurtımuşttır gün, . geceye yürüyen dal)
Toprağa inmiş yüreğimizin çiçek Vanrız atım, tokmağını çalarız
doruklarını. Ayışığında kuzulu kapının; sisle yanyana.
(IV)
Selvi yuvarlayıp durur yıldızları tıngır mıngır,
Tanıdık Dünya 'nın üçüncü bölü­ Aytn kınalı elleri sevgilimin yüzüne değer.
mü Su Akar Çağlamadan, 6 şiiri kap­
sıyor. Bu şiirlerde de biçim kaygısı
Konuşan kuşlar götürürfiz ona saydam gagalı,
;;; ,
ağır basıyor gibi görünüyor (6 şiirde Görülmedik yenıekler, Fizan taraklar·ı, 1, ı
8 dizeden oluşuyor: iki üçlü, bir iki­ İpek mahreme, ift yanlı fildişi aymL.
li). Ama biçim özü belirlemiyor. Öz
de biçimi. . . Bir derenin yatağından
Atım sende küheylanlık varsa
akışı gibi belirlenmiş samlan dizeler­ Gece yar koynuncia yatarız atım.
de imaj "çağlıyor" :
Sarp kaya yüzünde sarı saman $airin· Tan�dık Dün'ya adb kitabından.
savrulur
işte insan olmak şuracıkta,
32 ::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

B lE
DOSYASINDAN SAYFALAR
TERÖR, DARBE, KOKAİN VE SiLAH TiCARETi .... VE CIA
Nazi savaş suçlularından Lyon lı Amerikan istihbarat örgütlerine dan yaptığımız derlemenin bu bölü­
Kasobı Barbie'nin dosyasından ba­ nasıl hizmet ettiğini ve gene bu ör­ münde, Barbie'nin Bolivya ve La­
zı sayfaları dergimizin geçen sayı­ gütler tarafından Bolivya 'ya kaçı­ tin Amerika'da Altmann adı altın­
sında sunmuştuk. Hatırlanacağı gi­ rılarak Latin Amerika 'da CIA he­ da yaratıağa faaliyetleriyle ilgili
bi adı geçen bOlümde daha çok sabına faaliyetini sürdürdüğünü bazı bilgileri ve onun uluslararası
Barbie 'nin Ikinci Dünya Savaşı so­ göstermiştik. terörle, silah ve uyuşturucu madde
nunda nasıl ABD hesabına çalış­ Stern, Historia, Newsweek, Le ticaretiyle olan ilişkilerini özetleye­
maya başladılını. CTC ve CIA ad- Monde gibi çeşitli batı kaynakların- ceğiz.

Geçen sayıdan:

Lyon Gestapo şefi �e


savaş suçlusu Barbie,
1945 'ten beri Amerikan
Barbie, nakliye uçajtıyla
BoUvya'yı terk ederken. gizli servislerinde çalışıyor.

Barbie ilk "ününü ' '


Lyon kasabı olarak
ll. Dünya Savaşında
yapmıştı. Barbie, Fransız
rezistans lideri Jean
Moulin 'in ve 5000
rezistansçımn katiliydi.

1951 'de ABD ajanlarınca


Bolivya 'ya kaçırılan Barbie,
Latin AIJ'lerika 'daki birçok
silahlı faşist çeteyi ilk
6rgütleyen kişi.

1978 'de /talyan neo-


faşistlerinin 85 kişiyi
katiettikleri Bologna
istasyonu saldırısının birinci
derece sorumlusu,
Barbie'nin yakın
çevresindendi.

Barbie, Bolivya 'daki


birçok askeri cuntaya akıl
hocalığı yaptı ve 1980
darbesini bizzat plan/adı.
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
BARBIE :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 33

DOSYASıNDAN SAYFALAR

komandosunu inşa etmeye başlar. üyesidir. Bu faşist örgüt 1 976 yılın­


DARBE Barbie bu arada bir zamanlar çeşitli da Şili'ye gelmiş ve oradaki güven­
ÖRGÜTLEYİCİSİ Latin Amerika ülkelerinde diktatör­ lik örgütü "Dina" için özel görevler
lük düzenini ayakta tutmak için CI- yapmıştı .
OLARAK BARDIE Barbie, Nazi toplama kampların­
Barbie'nin Bolivya'da işlediği suç­ da Yahudileri ve anti-faşistleri kat­
Bolivya'daki 1980 darbesi letmek için kullanılan seyyar gaz
ların en yeni si, 1 980'deki askeri dar­
benin siyasi ve askeri planlayıcısı ol­ için iki yıl süren hazırlık odasının mucidi ve "Dina" ile birlik­
masıydı. yapıldı. Bu darbe, te çalışan eski arkadaşı Walter Rauf!'
Bolivya'daki 1 980 darbesi iktidar un tavsiyesi üzerine Carbone'yi Bo­
Barbie 'ye göre, Şili 'den
hırsı içindeki generallerin yaptığı her­ livya'ya getirtir.
başlayıp Arjantin, Uruguay Carbone politik katliamların pra­
hangi bir darbe değildi. Darbe iki yıl
süren bir hazırlıktan sonra yapıldı. ve Paraguay üzerinden tik uygulayıcısından çok, teorisyeni­
Bu darbe, Şili'den başlayıp Arjantin, Bolivya 'ya uzanan dir. La Paz'da, faşist "Kara Enter­
Uruguay ve Paraguay üzerinden Bo­ "istikrarlı bir mihverin " nasyonal"in sekreterliği görevini de
livya'ya kadar uzanan "istikrarlı bir yapmıştır.
Güney A merika 'da Chiaie'nin İtalyan faşist terör ör­
mihverin" Güney Amerika'da oluş­
turulmasının tamamlanması olmalıy­ oluşturulmasını gütü Kasım 1 977'de Arjantin'e gel­
dı. Şili'deki 1 973 ve Arjantin'deki tamamlamalıydı. Darbe miş ve orada devlet güvenlik örgütü­
1 976 darbeleri örnek alınmalıydı . nün sekreteri subay Molinari'nin yö­
hazırlanırken tüm
Daha 1978 yılında Bolivya gizli is­ netiminde "bozguncularla mücade­
tihbarat subayı Altınann takma adlı
dünyadan aşırı sağcı le" için görevlendirilmişlerdi. Barbie
Barbie'nin girişimiyle hazırlanan, grupların önde gelen çalışma arkadaşı Carbone'ye 1978'in
"Amapola" (Afyon Çiçeği) kod ad­ kişileri Bolivya 'ya çağın/dı. başında !talyan ölüm komandoları '­
lı darbe planında böyle yazıyordu. nın başı Stefano delie Chiaie ile iliş­
145 sayfalık raporda, planlanan dar­ ki kurmak ve onu Bolivya'da görev
benin politik, ekonomik ve askeri he­ A'yla birlikte çalışmış Arjantin gizli almaya ikna etmek talimatını verir.
defleri belirlenmişti. Klaus Barbie, servisiyle de ilişkiye geçer . Arjantin­ Arjantin gizli istihbarat örgütü ay­
darbenin askeri hazırlığını bizzatüst­ lilerle ilişkiyi kuran, Barbie'nin Cafe nı yıl La Paz'a uzmanlardan oluşan
lendi. La Paz'daki masasının müdavimle­ bir komando birliği gönderir . Boliv­
"Yeni düzen"in ekonomik doğrul­ rinden İtalyan Dr.Emilio Carbone'­ ya'daki darbenin planlanması işinde
tusunu, darbeden sonra Bolivyalı dir. görev alan ilk Arjantinli gizli servis
banker Dr. Enrique Garcia hazırla­ Carbone, Stefano delle Chiaie'nın subaylarından birisi de teğmen Alf­
dı. Bu çalışmasının parasal karşılığını neofaşist İtalyan terör örgütünün redo Mario Mingola'dır.
kendisine ABD Enstitüsü verdi. Gar­ Mingola daha sonra şurıları söyler:
Barbie'nin sekreteri ve muhafızı Alvaro ' 'Altınann hakkında çok şey bilmı­
cia ekonomik modeli hazırlarken
de Castro Avusturya silah tekeli Steyr­ yordum. Fakat seyahatimizden önce
kendisine Şili'yi örnek al�ıştı . Pla­ Daimler-Puch'un temsilcisidir.
nın hazırlayıcılarına, ekonominin sol onun hakkında bize verilen bir dos­
partiler ve "yıkıcı gruplar" tarafın­ yayı okuduk. Bu dosya Barbie'nin
dan zedelenmesi en az 10 yıl önlenirse tüm Latin Amerika'da komünizme
yatırım yapacaklarına dair yabancı karşı büyük rol oynadığı için, Arjan­
yatırımcılar tarafından çok somut tin'e de çok yararlarının olacağından
sözler verilmişti. ABD tekelleri bir bahsediyordu. Dosyadaki yazılarda
petrol rafinerisi, bir kamyon montaj ayrıca, Altınann'ın Amerikalılar he­
fabrikası ve bir Ford fabrikası kura­ sabına çalıştığı da belirtiliyordu. Bar­
caklarını vaadetmişlerdi. bie'nin Amerika'ya çeşitli kereler git­
Bolivya'da 1978 yılında askeri dik­ miş irtibat adamları vardı . "
tatörlükten yeniden " demokrasiye Gerek Arjantinli ajanlar, gerekse
geçiş dönemi' ' başlamıştı. Seçimler Alman gönüllü (kiralık) askerleri La
askerler tarafından tanınmamıştı. Paz'a geldiklerinde aynı işlemden ge­
Barbie gelecek iki yıl için "iktidarsı� çiyorlardı. Önce merkezi Tayvan'da
ı; bulunan ve CIA ile ilişki içindeki
bir sivil" hükümetin kurulabileceği,
bunun sonucu olarak bir iktidar boş­ "Anti -Komünist Diinya Ligası "nın
luğunun oluşacağı, bu şartlarda ye­ şefi Bolivyalı Dr. Alfredo Cadnia'­
niden ortaya çıkacak "silahlı aşırı sol ya başvuruyorlardı. Candia onları
bahane edilerek" Bolivya solunun Alman kökenli Schneider'in saatçi
Arjantin'de olduğu gibi "fiZik olarak dükkanına götürüyordu. Schneider
ortadan kaldırılabileceği' ' noktasın­ yeni gelenleri önce kontrol ediyor da­
dan hareket ediyordu. ha sonra ehliyet okulu " Indiapolis"
Barbie 1 978 yılında F.Almanya'­ te Barbie ile tanışmaya götürüyor­
ya diğer şeylerin yanısıra gönüliii as­ du. Barbie'nin sekreteri Alvaro de
ker toplamak için gider. Orada terör Castro daha sonra onlara iki yıllık
34
························································ ········
··························· ·····································
································································
BARBIE ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

DOSYASINDAN SAYFALAR

oturma izni, bir Interpol kimlik kartı dan vazgeçilmezdir, dolayısıyle Bar­ kının üstünlüğüne ve dolayısıyla on­
ve silah taşıma belgesi temin ediyor­ bie gibileri de vazgeçilmezdir. Ama ların dünya egemenliğini hak ettik­
du. bu Barbie idama mahkfun edilmiş es­ lerine dayanırdı. Tıpkı Turan ülkü­
ki bir savaş suçlusuymuş, binlerce ki­ sü gibi. Çünkü Hitler sadece bütün
"NASYONAL şinin katledilmesinden bizzat sorum­ dünyayı faşist politik rejimin sultası
altına sokmakla, faşizmi uluslarara­
SOSYALİST luymuş, ya da birtakım Nazi hülya­
larını hala sürdürüyormuş, bu CIA sı bir politik yönetim haline getir­
DEVRİM' ' için hiç önemli değildir. mekle yetinen bir anlayışa sahip de­
Barbie ve benzeri Naziler açısından ğildi. Tersine, Hitler, uluslararası bir
Bolivya darbesini hazırlarken Bar­ faşist dünya sistemi kurmayı amaç­
da sorun basittir. Barbie, "yanda
bie'nin güttüğü amaç sadece Boliv­ larken, bu sistemi tümüyle Alman
kalmış" bir Nasyonal Sosyalist Dev­
ya ile sınırlı değildir. Hatta Barbie egemenliğinin bir aracı ve ari ırkının
rim 'i devam ettirmek, tamamlamak
kendisini Latin Amerika'yla da kısıt­ ebedi dünya imparatorluğunun bir
gibi bir rüyayı beslerken, öte yandan
lamış değildir . O, büyük Führer 'i manivelası olarak görüyor ve hiz­
bunun şimdiki koşullardaki ilk adı­
Hitler'in yarıda kalan rüyasını ger­ met ettiği en gerici finans kapital öge­
mı olarak, neo-faşist, neo-nazi grup­
çekleştirmek üzere "Nasyonal Sosya­ leri adına bu ideolojiyi propaganda
larla ilişkileri geliştirmeyi , yeni faşist
list Dünya Devrimi"ni yeniden baş­ ediyordu. Nitekim Nazilerin en bü­
terör örgütleri kurmayı, kendisinin
latmak azmindedir. yük, en yaygın,en tapınılan sloganı
Latin Amerika ülkeleri (devletleri)
Bu hülya nasıl ve kimlerle gerçek­ üzerindeki nüfuzunu arttınnayı, böy­ Deutschland Ober Al/es (Her şeyin
leşecekti? lece Bolivya'dan başlayarak Latin Üstünde Almanya) idi.
CIA'nin parasıyla ve diğer olanak­ Amerika'yı nasyonal sosyalizmle do­ Nazi eskisi Barbie ise, Alman ol­
larıyla. . . Latin Amerika istihbarat natmayı kendi amaçlarına da tıyne­ mayanlarla, tersine Almanların kü­
örgütlerinin CIA yetiştirmesi kimi tine de uygun görmektedir. Oysa ger­ çümsediği, borladığı ırklardan biri­
seçkin subaylarıyla. . . Barbie'nin Av­ çekte kendisi CIA tarafından, uyuş­ ne mensup olan Latin Amerika'lılar­
rupa'da temasta bulunduğu çeşitli fa­ turucu madde ve silah mafyaları ta­ la nasyonal sosyalist devrimi yapa­
şist terörist katillerle. . . Dünyanın çe­ rafından kullanılan zavallı bir piyon­ caktı.
şitli yerlerinden gelecek ölüm koman­ dan başka bir şey değildir. Onun ip­ Barbie, planlamakta olduğu Boliv­
dolarıyla, yani uluslararası faşist te­ lerini ellerinde tutanlar, bu yaşlanmış ya darbesiyle, kendi Nazi amacını
rör örgütleriyle ve nihayet kokain Nazi'nin hülyalarını manyaklık, sa­ birleştirmek için hazırlıklarını sürdü­
mafyasıyla . . . pıklık olarak görürler, fakat işlerine rürken İtalyan teröristi faşist çete re­
CIA elbette böyle rüyaların birer yaradığı için ve yaradığı sürece Bar­ isi Stefano delle Chiaie ile tüm dün­
ruhsal ve siyasal sapıklık olduğunu bie gibilerini kullanırlar. Nasyonal yadan aşırı sağcı gruplann önde ge­
bilir. Ama o, Latin Amerika ülkele­ Sosyalist Devrim ülküsüne ise gülüp len kişilerinin Bolivya'ya getirilmesi
rinde kendi hegemonyasının devam geçerler. için mutabakata varmıştı . Çünkü,
etmesinin biricik şartını, bu ülkeler­ Barbie'yle ilgili batı basınından yaptıklan planlara göre, Bolivya, adı
de, bırakınız ilerici ve sol yönetimle­ yaptığımız tarama gösteriyor ki, Bar­ geçen Nasyonal Sosyalist Dünya
ri, demokratik rejimierin bile kurul­ bie, Nasyonal Sosyalist Devrim'i Devrimi'nin çekirdek ülkesi olacak­
masını önlemekte, askeri yönetimle­ I 980 Bolivya darbesiyle başlatmak is­ tı.
rin sürgit devam etmesini istemekte tiyordu. Bunun için Thule adlı gizli Aynı hazırlıklar kapsamındaki bir
görür . Bununsa biricik yolu, bu ül­ bir loca kurmuştu. Bu Nazi locasına başka girişimle uluslararası bir fa­
kelerde bitmez tükenmez askeri dar­ Bolivya'nın, başka bazı Latin Ame­ şist terör örgütü olan Kara Enternas­
beler düzenlemektir. Oysa böyle re­ rika ülkelerinin kimi önde gelen ge­ yonal de harekete geçirilmişti. Kara
jimlerin en fazla uygulandığı, hatta neralleri, subayları üyeydiler. Enternasyonal, Bolivya'da CIA'ya
öteden beri adeta gelenekleştiği La­ Loca'nın mum ışığında ve gamalı bağlı olan Summer Institute of Lin­
tin Amerika'da bile bu gibi yönetim guistics adiı lisan okulunun tesislerin­
haçlar altında yapılan çok gizli top­
formülleri o toplumlar tarafından lantılarında, Barbie nasyonal sosya­ de bir faşist eğitim kampı kurmuştu
olağan sayılmamaktadır. Bu neden­ lizmin temel bilgileri konusunda ko­ ve bu kampta dünyanın dört bir ya­
le sık sık darbe düzenlemek için be­ nuşmalar yapardı, iyi bir nasyonal nından gelen -ve gelecek olan- faşist
lirli mizansenlere baş vurmak gere­ sosyalist olmak için gereken özellik­ teröristler Barbie'nin liderliğinde ide­
kir. Bunun da yolu, yukarıda anılan leri ve görevleri anlatırdı. Nasyonal olojik ve askeri eğitim görüyorlardı .
Bolivya örneğindeki gibi faşist sokak sosvalizm ülküsünü bütün dünya­ Öte yandan Barbie'nin yakın çalış­
hareketleri düzenlemek, terörü kış­ ma arkadaşları (SA örnek alınarak)
ya yaymanın öneminden dem vurur­
kırtıp tırmandırmak ve böylece bir du. "Bolivia Joven" (Genç Bolivyalılar)
hükümet darbesinin siyasal ve psiko­ Böylece bu eski Nazi şefi, kırk yıl adlı nasyonal sosyalist bir savaş gru­
lojik ortamını hazırlamaktır. kadar önce kursağında kalmış heve­ bu oluşturmuşlardı. Bu örgütün ku­
İşte Barbie ve benzerleri Latin sini tatmin etmenin hazzıyla coşup, rucuları arasında Barbie'nin yakın
Amerika'da ABD'nin bu pek bilinen kendisini Nasyonal Sosyalizmin ye­ adamı Emilio Carbone ve sekreteri
yöntemini ehil bir şekilde başarıyla ni ve büyük Führer'i sanıp, kendin­ Alvaro de Castro da vardı. "Genç
uyguladıkları için,birtakım terör ör­ den geçerek Nazi nutukları atardı. Bolivyalılar' 'örgütünün resmi şefi 30
gütlerinin kurulması, kurdurulması İşin "ideolojik" bakımdan bir il­ yaşındaki gizli servis ajanı ve nasyo­
ve hedeflenen ülkelerin politik at­ ginç yönü daha vardı. Nasyonal Sos­ nal sosyalizmin hayranı Armando
mosferini karıştırması ABD açısın- yalizm ülküsü Almanların ve ari ır- Leyton'du.
············ ············· · · · ······· · ··· · · · ·· ······· ·· · · · · · ·· · · · · · · ···
· · · · · ·· ·········· ················ ·· · · · · · · · ··· · · · · · · · · · · ······· ·······
······ · ········· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ···· ···· · ··· · · · · · · · · · · ···
· BARBIE ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 35
DOSYASINDAN SAYFALAR

Leyton, kartallı ve gamalı haçlı Mayıs 1 980'de La Paz'a Arjantin İsraillilere, eğer "askeri güvenlik uz­
üyelik kartını göstermekten gurur gizli örgütü SlE'den, başka bir ko­ manı" iseler karşı değildir .
duyardı. Alman neonazi Micheal mando grubu daha gelir. Yarbay Ju­ Askeri darbe 1 7 Temmuz 1 980'de
Kühn 'le tanışmayı çok isterdi. Al­ lio Cesar Duran başkanlığındaki gru­ hemen hemen tamamen yabaacılar
manlara hayran olduğunu söyler, bun görevi darbeyi düzenlemek ve tarafından yönetilerek gerçekleştiri­
ama bazı sınırlamalar yapardı : "Bir Bolivya emniyet cihazını profesyo­ lir. General Luis Garcia M eza ve Al­
zamanlar buraya gelen birtakım Al­ nelleştirmekti. Başka suçların yanı­ bay Luis Arce Gomez sadece cunta­
manlar -mesela Fiebelkorn gibi- iyi sıra Komünist Gençlik'in bir yöneti­ nın şefleri olarak düşünülmüş önemli
nasyonal sosyalist değildiler. Onlar cisini öldürmekten dolayı da aranan aktörlerdi. Bu iki asker, aşırı sağcı su­
benim gözümde nasyonal · sosyalist İtalyan faşist teröristleri Stefano del­ bay kliğinin en sertlik yanlısı mensup­
ahlak ve disiplinden haberleri olma­ le Chiaie ve Pierluigi Pagliai de bu ları olarak biliniyordu.
yan basit birer paralı askerlerdi. Sa­ gruba bağlanırlar. .
Barbie Arjantinlilerle birlikte 1 85
dece kokainden para kazanmayı dü­ Bu yabancı ajanlardan oluşan tim kişilik solcu politikacı, sendikacı ve
düşünüyorlardı. " daha sonra iki İsrailli uzmanın katıl­ aydınlardan oluşan bir öldürülecek­
Görüldüğü gibi, Barbie'nin şüre­ masıyla mükemmelleştirilir. Barbie ler listesi hazırlayınca, askerlerin iti­
kası içinde Leyton örneği gerçek na­ razıyla karşılaşır. Yüksek rütbeli su­
zi fanatikleri (Alman hayranları) da baylar öldürülmesi gerekli "bozgun­
vardı. cular" arasında tanıdıklarının ve ak­
rabalarının isimlerini de görürler.
DARBEDEN Barbie ve işbirlikçileri ''Arjantin tü­
rü bir çözüm"ü bu yüzden gerçekleş­
SONRASI VE tiremezler.
KOKAİNE YENiLEN Santa Cruz'da bulunan "Ölümün
NAZİ ÜLKÜSÜ Nişanlıları " adlı faşist Alman ko­
mando örgütünün şefi Joachim Fie­
1 980'in başlarında Klaus Barbie belkorn -ki bu adam şimdi bir Alman
hempalarıyla birlikte darbenin son mahkemesi tarafından sadece Boliv­
hazırlıklarını gözden geçirir. Bu ara­ ya'da uyuşturucu madde kanununa
da La Paz' da Siles başkanlığında muhalefetten yargılanmaktadır- Bar­
ılımlı bir merkez sol koalisyon kabi­ bie tarafından darbenin planlanan
nesi kurulur. Barbie'nin daha önce tarihinden birkaç gün önce La Paz'a
spekülasyonunu yaptığı silahlı sol ge­ çağrılır. Fiebelkorn havaalanında
rillalar yoktu. Ama "Genç Bolivya­ Barbie'nin sekreteri de Castro tara­
lılar" örgütü Barbie'nin yabancı fa- Faşistler 1980 darbesini böyle kutladılar.
fından karşılanır ve silah dolu bavu­
Sol başta La Paz'da "Bavaria" biraha·
. şist terörist gruplarının desteğinde lu gümrükten kontrol edilmeden ge­
nesinin sahibi ve "Ölümün Nişanlılan"
hemen eyleme geçer. Bütün ülkede çirilir. Fiebelkorn darbeden önce son
adlı k.atil çetesinin şefi Alman Joachim Fi­
bombalar patlamaya başlar. ebelkorn. bir kez daha başkentin önemli
stratejik noktalarını teftiş eder .
I 7 Temmuz 1980 darbesi Bolivya'­
daki daha önceden yapılmış darbeler­
den daha mükemmel planlanıp yürü­
tüldü. Paramiliter'ler sendika binalarını
ve parti merkezlerini işgal ettiler. Di­
renişin hemen tüm potansiyel lider­
leri birkaç saat içinde tutuklandılar.
. 1 7 Temmuz 1 980 darbesinin bir­
çok galibi vardı. Faşistler gamalı haç­
lı bayraklada ve Hitler selamlarıyla
iktidarlarını kutluyorlardı . Latin
Amerika'da serbest pazar ekonomi­
sine ilgi duyanlar, sosyalizmin bas­
tırıldığına inanıyorlardı. Waslıington
Garcia ve Arce gibi askerlere karşı
kaydı ihtiyatla, "ABD dostu bir hü­
kümet" umuyordu . Arjantin'deki
askeri diktatörler ise etki alanlarını
genişietmişlerdi .
Darbeyi resmen ilk kutlayan M un
sektinin (tarikatının) başkan yardım­
Barbie'nin katil çetesi "Ölümün Nişanlılan" Bolivya'da. Ayakta, satdan ikinci çete· cısı Albay Bo Hi Pak oldu. Mun sekti
nin kumandanı Joachim Fieberkon. Sol yanında üniformasım çıkarmamış eski nazi F.Alrtıanya'nın Hessen eyaletinden 4
Hans Stellfeld. protestan papaz tarafından kurul-
36
... ......... . .. .. . .. ... .... .. .. ... . . ... ..... . .
.
. . . . .. .
. .. .. .
. . . . .. . ..
..... . . .. ... .. .
. . ..
..... .
..
.. .. . . .. .. ....
.. . ..
·························· · · · ··· · · · · · · · · ··· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·
. . . .. . . . . ....
- BARBIE ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

DOSYASINDAN SAYFALAR

muş; mahkeme kararınca "faşist bir 3 1 Mart 1 9 8 1 'de (kokain general­ ibadette şöyle der: "Tann, komüniz­
sistemi propaganda eden ve insanla­ Ierinin darbesinden 9 ay sonra) Mun mi yenmek için Güney Amerika'nın
ra psikoterör uygulayan kriminal" sekıinin hemen tüm yönetimi ve bu kalbinde Bolivya'yı seçti. "
bir örgüt. Mun sekti, kurucusu sektin Latin Amerikan politik örgü­ 1 980 darbesiyle iktidara gelen Gar­
Mun'u "ruhani baba", ABD başka­ tü "Causa " La Paz'r• uçarlar. She­ cia ve Arce'nin askeri cuntası, ger­
m Reagan 'ı da diinyamn "politik reton otelinin "Hürriyet Salonu"nda çekte ABD'den çok kendini düşünü­
kurtarıcısı '' olarak tanımlamaktadır. Mun sekıinin başkan yardımcısı albay yordu . Barbie ve Arjantinli ortakla­
Ancak, 1 983 yılında Bolivya İçiş­ Pak ve cunta şefi Garcia, 200 davet­ rının inşa ettiği görünürde mükem­
Ieri Bakanlığı , Mun sektinin 1 980 li misafirin önünde -bir suikast sonu­ mel işleyen zulüm ve baskı sistemi,
darbesi için yaklaşık 4 milyon dolar cu yaralanan- ABD cumhurbaşkanı kokain ticaretinin batağında kaybo­
para harcadığını tesbit etti. Reagan için dua ederler. Albay Pak lup gitti. Barbie'nin SS tipi parami­

7_··'·

Iiter birlikleri kokain işiyle uğraşıyor­
l
.
-
.•

?i
. ..
.
·
Iardı. Kokain ticaretinden çabucak
· .. -
para kazanmanın cazibesi, Latin ·

Amerika'da nasyonal sosyalist bir


devrim ülküsünden daha ağır bası­
yordu.
İktidardaki askerler örnek oluyor­
lardı : Kokain tekeline sahip olmak is­
tiyorlardı. Arjantin gizli istihbaratı­
nın dosyalarında, yüzmilyonlarca
ABD dolarının yabancı bankalarda
generallerin hesabına yattığı belirti­
Iiyordu. Garcia ve Arce devlet ban­
kasını da talan ettiler. Bolivya dev­
leti ve ekonomisi iflasın eşiğine gel­
mişti.
Böylece, bir yandan Barbie'nin fi­
Bolivya'da, son 1 5 5 yılda yapılan 1 89. askeri darbenin de ülkeye istenilen düzeni ilen yönlendirdiği Bolivya cuntasının
getirmeyeceği anlaşılıyordu. General Garcia Meza'run liderliğini yaptığı üç kişilik cunta, ömrünün kısa olması, öte yandan, bu
ı 7 Temmuz'da gerçekleştirdiği darbeden sonra durumunu güçlendirdiğini iddia edi­ cunta rejimi altında Barbie'nin faşist
yor. Ama, geçen haftanın başında Bolivya'nın yeni yönetimini tanımış tek ülke Ar­ "Genç Bolivyalılar" örgütünün ko­
jantin hükümeti idi. Başkent La Paz'da saat 2 l .OO'de başlayan sokağa çıkma yasa­ kain ticaretinde geniş olanaklara ka­
ğında silah sesleri kesilmiyordu. Haziran ayındaki başkanlık seçiminin en şanslı ada­
vuşarak kısa zamanda "köşeyi dön­
yı Herman Siles, hala ülkede gizliydi. Geçici hükümetin başında bulunan Bayan Li­
meleri" yüzünden Barbie'nin şahsın­
dia Gueiler ise, La Paz'daki Vatikan Büyükelçiliği'ne sığınmış bekliyordu. İçlerinde
da ifadesini bulan Nazi hülyası bir
papazlar, rabibeler, gazeteciler ve bir de İsviçre diplomatının bulunduğu 1 00' den fazla
kişi tutukluydu. Bunlardan bir kısmının işkenceye tabi tutulduğu öne sürülüyordu.
Darbe yapan askerlere en büyük direniş, madenci işçilerden geldi. Bunlar, ülkenin
dış gelirlerinin yüzde 70'ini sağlıyorlardı. Politika ile yakından ilgiliydiler ve Boliv­
ya'da ne zaman askeri darbe olsa, mücadelenin öncülüğünü bunlar yapar, askerlerle
dövüşürlerdi. Son darbenin haberi kendilerine ulaştığı zaman, büyük kısım hemen
greve başladı. Yarım düzine kadar, madencilere ait, ispanyolca olduğu gibi mahalli
dillerde de yayın yapan radyo istasyonları, bütün ülkeyi direnişe çağırdı. Madeniere
giden tüm yollar barikadarla kapatıldı. Madenciler mücadelede av tüfeklerini kulla­
nıyorlardı. Askeri birliklerle çatışırken, dinarnit atıyorlardı . La Paz'dan 100 kilometre
uzaklıktaki bir maden bölgesi olan Lallagua'da kadınlar ve çocuklar, insan vücutla­
rından bir zincir yaparak maden işçileri sendikasının binasını korudular.
Bolivya ordusu, madenierin ülke için önemini çok iyi biliyor. Bunun için de maden
üretimine zarar verecek bir girişimde bulunmaktan çekiniyor. Ama, bu çatışmalar sı­
rasında askerler madeniere olmasa bile, madencilere saldırmaktan çekinmediler. Ba­
tı'ya ulaşan haberlere göre, yüzlerce insan çatışmalarda öldü. Çünkü ordunun elinde
işçilerinkine göre çok modern silahlar vardı. Siles, yayınladığı bir gizli bildiride, or­
dunun şimdiye kadar görülmedik bir soykırım sürdürdüğünü öne sürdü. Ama, işçile­
rin yiyecek stokları tükenıneye başlayınca ve ölü adedi artınca direniş gittikçe kırıldı .
Bolivya'da askeri harekatta Bolivya ordusuna, 200 kadar Arjantin askeri danışma­
nı yardım etti. Bunlar, çok gelişmiş elektronik gözleme cihaziarı kullanıyorlardı. Ar­
jantin'i yöneten askeri kadro, Bolivya'daki darbeye kanşmadıklannı iddia ettiler. Ama,
buna pek inanan olmadı. Arjantin, Latin Amerika'da kurulmakta olan demokratik
ülkeler kulübüne Bolivya'nın.sırt çevirmesinden son derece memnundu. Bolivya'da
darbe olurken, Peru'daki askeri idare, yerini halk oyu ile seçilmiş bir cumhurbaşka­
nına bırakıyordu. Bu, Güney Amerika için' küçümsenecek bir gelişme değildi.
Geçen haftanın sonuna kadar Bolivya'daki askeri rejimi tanıyan ülke sayısı sekize
yükseldi. Bu rejimi ilk tanıyan Arjantin'i, üç Güney Amerika ülkesi takip etti; Brezil­ BoUvya Sosyalist Partisi'nin lideri, tanın­
ya, Paraguay ve Uruguay'dan sonra Taiwan, Mısır, İsrail ve Güney Afrika, General mış yazar Quiroga Santa Cruz 1980 dar­
Meza'nın diktasını tanıdı. (YANKJ, 11-24 Ağustos, 1980.) besi sırasında işkenceyle öldürüldü.
. BARBIE 37

de büyük bir kayıp olmadığını, Bar­


bie'nin boşluğunu aratmayacak bir­
takım eski Nazilerin hala sağ ve ak­
tif olduğunu göstermeye yetiyor.
Aralarında pek de yaşlı olmayan -bir
başka deyişle, çok genç yaştan beri
Nazi ülküsüyle donanmış bulunan­
birtakım eski SS'lerin de yer aldığı bu
grup halen faaliyetini sürdürmekte­
dir.
Barbie'nin ülküdaşlanndan birkaç
tiple ve onların geçmiş faaliyetleriy­
le ilgili kısa bilgiler şöyle:
•ALFONSO SASSEN, Klaus Bar­
bie'nin en yakın arkadaşlarından bi­
risidir. Sassen 1 945 yılına kadar Hol­
landa'da SS ve "savunma" ajanı ola­
rak görev yapar. Daha sonra Ekva­
tor'da askeri gizli haber alma örgü­
tü subayı olarak çalışır. Sassen şöy­
le diyor: "Vatandaşlığa geçmiş bir
yabancının alabileceği en yüksek as­
Barbie'ye Bolivya gizli istihbarat şefi, İçiş­ keri rütbeyi aldım."
leri Bakarn ve kokain Mafiasının lideri AI­ Bu Rollandalı Nazi kendisinin ne
bay Arce Gomez tarafından verilen kim­
kadar önemli birisi olduğunu belirt­
lik kartı.
mek için konuşmasına şöyle devam
kez daha hüsrana uğradı. ediyor: "Askeri hükümet yönetimi
Barbie'nin büyük umutlar bağla­ altında cumhurbaşkanının iç ve dış
dığı ve dünya nasyonal sosyalist dev­ güvenlikle ilgili danışmanıydım. Ve
riminin başlangıcı gibi gördüğü 1 7 gerek sivil, gerek askeri hükümet dö­
Temmuz darbesi kısa zamanda iflas nemlerinde olsun, bu görevim hep
edince, Barbie Bolivya'daki militan­ devam etti. "
larından çoğunu yitirmekle kalmadı, Sassen Ekvator'un gerilla bulun­
aynı zamanda Bolivya'nın demokra­ mayan tek Latin Amerika ülkesi ol­
siyi kazanmasıyla birlikte -geçen sa­ masını, kendisinin ülkeye sağladığı
yımızda anlattığımız şekilde- demok­ bir kazanım olarak görüyor .
ratik hükümet tarafından tutuklanıp Alfonso Sassen'in başka ilginç dü­
Fransa'ya verildi. şünceleri de var: "Ekvator henüz çok
Böylece Barbie'nin Führer'lik dü­ düşük gelişim seviyesinde bir ülke.
Bu nedenle sert davranılması gerek­
şü de noktalanmış oluyordu. Hele 30
li" diyor ve ekliyor: "Eğer hayvan­
Haziran 1 984'te kokain cuntası'nın
dan geliniyorsa, insan haklarından
Barbie'yi de kurtarınayı amaçlayan
asla söz edilemez. Avrupa'dakiler
eşkiya baskını tipi darbe girişimi aka­
hepten isterik. Bu çok gülünç. "
mete uğrayınca, Barbie'nin Führer'­

l k ülküsü sanırız hepten sona ermiş­
Ekvatora çok üzüldüğü için b u ül­
kede çalıştığını belirtiyor. Bu konuş­
tır. Barbie, iadesinden kısa süre önce,
Bolivya İçişleri Bakanhatında ma geçen yılın 26 Eylül'ünde Mü­
Ne var ki, bu ülküyü güden tek es­
nih'teki "Vier Jahreszeiten" otelin­
ki Nazi Barbie değildir. Barbie dos­
de yapıldı. Sassen düzenli olarak Mü­
yasından çıkardığımız aşağıdaki say­
falarda Barbie'nin birkaç silah arka­ nih' e gelip gidiyor . Ayrıca elinde bir
de resmi Alman pasaportu var.
daşını tanıyacağız.
Barbie'nin çizgisi aynı zamanda
Sassen'ın da çizgisi. Bu iki eski SS
BARDIE'NİN ESKi hemen hemen benzer karİyerlere sa­
hipler ve ayrıca oldukça sıkı işbirliği
KAFADARLARI içindeler. Barbi e Bolivya' daki 1 980
Aşağıda çizeceğimiz birkaç portre, � 1945'te SS subayı
olarak tutukluyken,
Barbie'nin Fransa'da cezaevine gir­
Güney Amerika'ya "kaçan"
mesiyle aktif hizmetten ayrı düşme­
Alfonso Sassen
sinin ne CIA icin, ne de eski naziler
Ekvator'un başkenti Quito'da
ve onların bağiantıda olduğu uluslar­ Steyr- Dainıler-Pucb 'un
arası faşist terör örgütleri için pek temsilciliatini yapıyor.
38 BARBIE ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

DOSYASINDAN SAYFALAR

darbesini hazırladığı sıralarda, Sas­ çapındaki zaferlerinin başlangıç ye­ U/rich Rudel 'di. Savaş uçağı pilotu
sen kendisine yardımcı olarak en iyi rinin LatinAmerika olacağına inanı­ olan Rudel 5 1 9 Sovyet tankını tah­
adamı teğmen Pablo Herhas Chiri­ yorlardı . Bu nedenle çalışmalarını rip etmişti ve Arjantin'deki Peron'­
bogas'ı göndermişti. Sassen daha önce Güney Amerika kıtasında yoğunlaş­ dan, Paraguay'daki Stroessner'e ve
de arkadaşına destek olmuştu. Me­ tırıyorlardı. Şili'deki Pinochet'ye kadar Latin
sela gerilla lideri Che Guevara'nın öl­ • Kara Enternasyonal'in sembol Amerikalı tüm diktatörlerin danış­
dürülmesi eyleminde bizzat Bolivya'­ şahsiyeti l 982'de ölene kadar Hans- manıydı.
ya gelmiş ve Barbie'yle birlikte çalış­ . Kara Enternasyonal'in finans şefi
mıştı . • ve organizatörü Otto Skorzeny idi.
•Alfonso Sassen'ın ajanlık faaliye­ Bu örgütün Latin Amerika'daki en
ti genç yaşlarında başlar. ı 7 yaşın­
A uschwitz 'de 250 bin
önemli temsilcileri de Klaus Barbie ve
dayken 1 944 yılında SS'lere katılır . kadın-erkek-çocuğu insanlık Alfonso Sassen'di.
ı 8 yaşında"savunma" uzmanı olur dışı "deney "lerle katleden •SKORZENY, ABD ordusu tara­
ve komünist direniş hareketine sız­ fından daha Almanlar savaşı kaybet­
Joseph Mengele savaş
ınakla görevlendirilir. Savaş bitimin­ meden önce "ajan,, "sabotajcı , ve
de 8 Temmuz l 945'te ABD ordusu­
sonrası A merikalılar "katil" olarak aranıyordu . l O Ma­
nun gizli istihbarat örgütünce tutuk­ tarafından tutuklanmıştı. yıs 1 945'te yakalandı . Skorzeny da­
landığında, cebinden Amerikalıların Daha sonra "izini ha ilk ifadesinde, Amerikalılara hiz­
hizmetinde çalıştığını gösteren bir met teklifinde bulunur. Amerikalılar
belgeyle Aalst takma adına çıkartıl­
kaybettiren " Mengele,
kendisini birljği ile birlikte kabul et­
mış kimlik kartını çıkartır. Paraguay 'da yaşıyor. meli ve Sovyetlere karşı çete sa­
ABD gizli örgütündeki Sassen'ın •
vaşında kullanmalıydı. Tutukluluğu
diğer faaliyetleriyle ilgili kapsamlı SS subayı Wim Sassen, sırasında Sovyetlere karşı çete
belgeler, "ulusal güvenlik" gerekçe­ savaşı planını daha da geliştirir. Müt­
siyle saklı tutulmaktadır. Fakat, ke­
Hollanda 'da savaş suçlusu
tefik Devletler Ordusu başkomutanı
sin olarak bilinmektedir ki, Ajan Sas­ olarak aranırken, Hollanda General Eisenhower, Skorzeny'nin
sen Hollanda'dan İspanya'ya kaç­ prensi Bernhard 'ın 1951 'de filme alınmış ifadelerini okur. 9 Ey­
mış, orada keza ABD gizli istihba­ A rjantin 'i ziyareti sırasında lül ı 947'de Skorzeny bir ABD savaş
rat örgütü hesabına çalışan yüksek mahkemesi tarafından serbest bıra­
rütbeli SS subaylarıyla buluşmuştur.
onun mihmandarlığını ve
kılır. Skorzeny daha sonra ı 950 yı­
İspanya'dan Ekvator'a gönderilmiş, tercümanlığını yapıyordu. lında İspanya'da ortaya çıkar.
Ekvator'un baş şehri Quito'da arka­ Skorzeny'nin planı İspanya'da
daşı Barbie'nin Bolivya'da yaptığı gi­
bi, kendi meslek alanında kariyer
yapmıştır.
•Sassen İspanya'ya sık sık seyahat
etmektedir. Madrid'de "Restaurant
Edelweis"da eski arkadaşlarıyla bu­
luşmaktadır. Bu buluşmalara katılan
Nazilerden bazıları şunlardır: Otto
Skorzeny tkinci Dünya Savaşı'nın en
,

yüksek askeri nişanını almış subayı


olan Hans-Ulrich Rudel,;Belçikalı SS
generali Leon Derge/le, Alfonso'nun
kardeşi Hollandalı SS subayı Wim
Sassen Kiaus Barbie ve kimliğini sa­
,

dece çok dar arkadaş çevresinde söy­


leyen BND'nin şefi general Reinhart
Geh/en. Gehlen, Skorzeny'nin çok
yakın arkadaşıdır.
•Skorzeny'nin arkadaşlarının ortak
çıkarları vardı. Hepsi silah tüccarıy­
dılar ve bu yolla epeyi zengin olmuş­
lardı. Ayrıca komünizme karşı mü­
cadeleden asla sapmayacaklarına da­
ir hayatiarına üzerine yemin etmişler­
di. Komünizıni sadece faşizmin ye­
nebileceğine inanıyordu hepsi.
Rudel, Skorzeny ve Dergelle, he­ Nazilerin Auschwltz toplama kampında insanlık dışı "deney"leri yapan ve en az 150
defi "faşist dünya devrimi, yapmak bin kişinin öldürülmesinden sorumlu tutulan Josef Mengele, savaş sonrası Amerika­
olan "Kara Enternasyonal"in yöne­ lılar tarafından tutuklanmıştı: Daha sonra "izini kaybettiren" Mengele Paraguay'da
ticileriydiler. Bu eski Naziler dünya yaşıyor.
BARBIE ............................................ ...................
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 39
DOSYASINDAN SAYFALAR

5000 kişilik fanatik anti-komünist bir ya'da çalıştıktan sonra, İtalyanlar bu iki katilin nasıl olup da serbest bı­
uluslararası tugay oluşturmaktır. Da­ kendisini cinayetten dolayı aramaya rakıldıkları ve Güney Amerika'ya
ha 1 948 yılından itibaren Almanya'­ başlayınca ABD gizli istihbarat örgü­ gittikleri hakkında bilgi ·yok. .
da Skorzeny'nin planı için para top­ tünden Çekoslovakyalı Wenceslav Alfonso Sassen'ın kardeşi Rollan­
lanmaya başlar ve faşist bir savaş bir­ Turi adına bir kimlik kartı alır ve Pe­ dalı W/M SASSEN 28 Yahudinin öl­
liğinin oluşturulmasına gerçekten baş· ru 'ya gönderilir . Schweden 70'li yıl­ dürülmesi emrini vermekten dolayı
lanır. Bir müddet İspanya Savunma ların başlarına kadar Peru'da tıpkı Hollanda'da 20 yıl hapis cezasına
Bakanlığı üzerinden ABD'den dolar çarptırılır. Fakat 1945 yılının Ncelin­
da gelir, fakat dolar yardımı hemen de tutuklu bulunduğu Amerikalıların
kesilir. Çünkü bir üçüncü dünya sa­ elinden "kaçar". Hollanda savcılığı­
vaşının çıkması umudu ne kadar aza­ nın belgelerine göre Hollanda'da gizli
Jırsa, Madrid o kadar daha uzun SS örgütü kurmaya başlar. Daha
planlı hesaplar yapmaya başlar. Bu­ sonra 24 Mayıs 1 947 'de Jack Jansen
nun üzerine Skorzeny, Rudel ve Deg­ adına düzenlenmiş sahte bir pasa­
relle 50'li yılların başında kod adı porda Dublin'e geçer. Orada katelik
"Örümcek " olan faşist enternasyo­ papaz Father tarafından 23 Eylül
nali inşa etmeye başlarlar. 1 948 günü "De Adelaar" gemisiyle
Rudel ve hala resmen savaş suçlu­ Buenos Aires'e gönderilir.
su olarak aranan Skorzeny düzenli Arjantin'de hemen diktatör Pe­
olarak tüm Avrupa'yı, Yakın doğu'­ ron'un askeri danışmanı olur. Ken­
yu , ABD'yi ve özellikle Latin Ame­ disi Hollanda 'da savaş suçlusu ola­
rika'yı dolaşmaya başlarlar. ABD rak aramrken, Hollanda prensi Bern­
gizli istihbarat örgütü adım adım bu hard'rn 1951 yılında Arjantin 'i ziya­
SS subayı Rauff'un icadı:
gezilerden haberdardır ve "Örüm­ Seyyar gaz odası. reti esnasında onun mihmandarlığı­
cek"in İngiliz Nazi grubu Sir Oswald nı ve tercümanlığını yapar.
Mosley ve Fransız, İtalyan, Kuzey ve Barbie'nin Bolivya'da, Alfonso Sas­ Wim Sassen şimdi Buenos Aires'­
Güney Amerikalı faşistlerle ilişkisi­ sen'ın Ekvator'da ve Walter Rauff'­ in yakınında yüzme havuzlu viiiasın­
ni bilmektedir. un Şili 'deki. Pinochet rejiminde yap­ da yaşamını sürdürüyor. Bu arada
Kasım 1 95 1 'de Düsseldorf siyasi tıklarını yapar. genç ve güzel bir Belçikalıyla evlen­
polisi " Uhrmeister Gesundheitstech­ Auschwitz doktoru Joseph Menge­ miş ve bir de çocuğu olmuş. Tıpkı
nik" firmasının "Örümcek " örgütü­ le ve seyyar gaz odasının mucidi Wal­ kardeşi Aljonso gibi hiçbir zaman F.
nün kurduğu sahte bir firma olduğu­ ter Rauf! savaş sonrasında Amerika­ Almanya' da yaşamamış olmasına
nu açığa çıkartır. Firmada çalışan lılar tarafından tutuklanmışlardı. Bu­ rağmen elinde bir de resmi A lman
yüksek mühendis Rolf Steiner'in as­ nu ABD gizli istihbarat dökümanla­ pasaportu var. Kalın kafalı arkada­
·lında Otto Skorzeny olduğu açığa çı­ rı belgelemektedir. Bu iki Nazinin ci­ şı Barbie'ye de kızıyor: "Kendisini
kar. nayetleri Amerikalılar tarafından da iade edilmesinden kısa bir süre önce
1 Aralık 1 95 l 'de NRW (Kuzey gayet iyi bilinmektedir. Fakat gizli is­ Şubat 1 983'te La Paz'da telefonla
Ren Westefalya) eyaJetinin içişleri tihbarat örgütünün dökümanlarında arayıp, şu gülünç borcunu öde ve bir
bakanlıgından hükümet müşaviri Dr. müddet için ortalıktan kaybol dedim.
Stammler yetkili emniyet görevlileri­ Ama hayır. . . ' '
ne Steiner ile ilgili tüm yazılı belge­ Wim Sassen, Buenos Aires'in mer­
lerin yok edilmesini ve soruşturma­ kezindeki bürosuna günde sadece
nın sadece sözlü olarak yürütülmesi birkaç saatliğine gidiyor. Bürodaki
emrini verir. odalardan, oradaki çalışan üç kişinin
ne iş yaptığını anlamak mümkün ol­
ÖRÜMCEGİN muyor. Firmanın tabelasırıda ithalat­
ihracat yazılı. Sassen ithalat konu­
AYAKLARI sunda uzman. Silah ithalatı yapıyor.
Skorzeny ve arkadaşları tüm dün­ Kendisi çok uluslu Avusturya devlet
yada faşist enternasyonali ABD giz­ silah tekeli Steyr-Daimler-Puch 'un
li istihbarat örgütünün gözetiminde tüm Latin Amerika'daki temsilcisi.
örgütlerler . . Steyr tarafınd�n üretilen av tankı
"Örümcek "in şeflerinden sadece "Kürassier" Latin Amerika'da çok
Klaus Barbie ve Alfonso Sassen gizli bulunan bir silah. Bu hafif tank ger­
istihbarat örgütüyle iyi ilişkiler için­ çi moderıi bir silah değil ama, işçi ve
de değiller. Ayrıca SS subayı Fried­ öğrencilerin attığı taşiara dayanabi­
rich Schweden de, (ki bu kişi SS'ler lecek sağlamlıkta. Kaldı ki, " Küras­
için sahte para basımını örgütlemiş­ sier' ' için Steyr firmasının çıkardığı
ti), Almanlar teslim olmadan önce reklam afişinde de, tank,"günlük as­
Amerikalılara teslim olmuştu. ABD keri görevler için şahane" diye tanı­
gizli örgütü SCI hesabına 1 948 yılı­ Silah tüccan Wim Sassen, Buenos tılıyor. Çünkü oldukça hareketli, hız­
na kadar Avusturya ve Kuzey İtal- Aires'teki bürosunun önünde. lı ve hareket halinde de hedefi isabet
40 ·::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: BARBIE ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

DOSYASINDAN SAYFALAR

ettirebilen bir silah. mez. Bugünkü demokratik hüküme­ ve uyuşturucu tüccarlarının eline na­
Steyr'in Bolivya 'daki temsilcisi tin Savunma Bakanı Manuel Carde­ sıl geçtiğini bilmek için öyle büyük
Klaus Barbie idi. Bolivya'daki 1 7 nas Mallo, Stern muhabirierine üze­ kom binezanlara gerek yok . "
Temmuz 1 980 darbesinden önce La rinde " hediye" diye yazan ithalat Barbie'nin Fransa'ya iadesinden
Paz'a Lufthansa uçağıyla Steyr ya­ belgelerini göstererek şöyle diyor: sonra Steyr' in temsilciliğini şimdi
pımı 250 adet seri ateşli tüfek gelir. "Silahlar resmen kayboldu. Bizim Barbie'nin sekreteri Alvaro de Cast­
Tüfeklerin makbuzunda "Donado araştırmamıza göre, tüfekler ordu­ ro yürütüyor. Gerçi bugün Steyr ile
(Hediye)" yazmaktadır. Barbie'nin nun gizli istihbarat örgütü G2'de özel Bolivya'daki demokratik hükümet
arasında silah alımı konusunda bir
görüşme yok ama, işsiz de Castro hiç
olmazsa Avusturya'dan gelecek te­
berruyla yaşamayı düşünüyor.
* * *
Yukarıda özetiediğimiz bilgiler, es-
ki Nazi savaş suçlularıyla, Latin
Amerika'nın hükümet darbeleriyle,
birçok ülkede örgütlenmiş silahlı fa­
şist çeteler ve onların faşist sokak te­
rörüyle, uluslararası uyuşturucu
madde imalatı ve kaçakçılığıyla, si­
lah ticaretiyle, birçok ülkenin kimi
Papa suikastı dosyasında yer alan Avusturyali silah kaçakçısı Horst Grillmayer'le il­
devlet adamlarıyla ve nihayet İsrail
gili haberden. (MILLIYET, 16 Ocak 1983)
Mossad örgütü dahil batılı ülkelerin
sekreteri de Castro, tüfeklerin hava­ kişilere verilmiş. Silahlar daha son­ istihbarat ve casusluk servisleriyle iç
lanından alınıp taşınmasına bizzat ra paramiliter'lerin ve kokain tücca­ içe geçmiş koskocaman kapkara bir
nezaret eder. 250 tüfekten 200'ü pi­ rı çetelerin elinde ortaya çıktı'.' İçiş­ ağın varlığını bir kez daha ispatlayan
yasadaki en modern tüfeklerdir. Ta­ leri Bakanlığı sekreteri Gustav Sanc­ bir veriler topluluğu olarak anlaşıl­
nesi 1 500 DM civarındadır . Steyr ge­ bez de şunları söylüyor: "Barbie ve malıdır. Ve bu korkunç ağın, bu şid­
nel direktörü Malzacher'in dediğine sekreteri de Castro, Steyr'in temsil­ det ve uyuşturucu komplosunun mer­
göre, " körler bile bu tüfekle usta cileriydiler. Her ikisi de aynı zaman­ kezinde ise, ipleri elinde tutan asıl
muhafız olur . ' ' da gizli istihbarat örgütünde çalışı­ ana odak, Mafia ile iç içe geçmiş CIA
Fakat tüfekler ordunun eline geç- . yorlardı . Tüfeklerin paramiliterlerin örgütüdür.

Ne o -Nazi Şebekenin Ko lları


. İttifak çok doğal görünüyordu. Bolivya ordusunda ve kiliter Fiebelkorn 'un komşu Paraguay'a kaçıp, oradaki
Içişleri Bakanlığında kilit noktaları tutmuş aşırı­ Nazi yeraltı şebekesiyle bağ kurduğunu düşünüyorlar.
sağciların daveti üzerine bir Alman ve Avusturyalı neo­ Kuhlmann grubunun ansızın-ve kamuoyuna geniş­
naziler çetesi, Bolivya'nın uyuşturucu merkezi Santa çe yansıtdan-tutuklanması, en yüksek makamlarında­
Cruz'da iş görüyordu. Yaklaşık üç yildır Manfred Kuhl­ ki uyuşturucu kaçakçılarıyla zaten meşhur olan Bolivya
mann, Joachim Fiebelkorn ve arkadaşları gizli bir çift­ hükümeti için bir başka utanç verici darbe oldu. Baş­
likle paramiliter birimler ve komando birlikleri eğitiyor­ kan Garcia Meza'nın sözcüsü; hükümetle, tutokianan
lardı. Saatler sonra, Alman birahanesi Bavaria'da bir neo-Naziler arasına bir mesafe koymaya çalıştı , hatta ya­
araya geldiklerinde N azi savaş şarkdan söyleyip II. Dün­ kalanışlarında pay sahibi olduklarını savundu.
ya Savaşı belgeselleri seyrediyorlardı. Bunun yanında, Garcia Meza rejimi, neo-Nazi'lerin hizmetlerinin en
kokain kaçınyorlardı. Kazançları rahat bir yaşam sür­ taliplisi olduğunu ısrarla reddetmektedir. Ama bazı ka­
dürmeye ve son model silahlarla donanmaya yeterliydi. nıtlar bunun tersini gösteriyor. Rejim şimdi, Kuhlmann,
General Luis Garcia Meza'nın faşist Bolivya'sında ya­ Fiebelkorn ve arkadaşlarının, Bolivya'nın Cochabomba
şam, gerçekleşmiş bir rüyaydı-Ta ki Kuhlmann çetesi kentinde Klaus Altmann adıyla yaşayan eski Gestapo şefi
ayrıcalıklarını çok ilerilere götürene kadar. Klaus Barbie ile yakın teması olduğunu kabul etmekte­
Naziferin bölyası geçen ay Bolivya-Brezilya sınırında dir. Bu , Barbie'nin hala yaşadığı konusunda ilk resmi
ücra bir kontrol noktasında son buldu. Brezilya federal onaylamaydı. Barbie ve neo-Nazi arkadaşları şimdiki re­
polisi; Fiebelkorn'un Arjantinli metresinin bavulunda jimle de ilişki içindedir. Bolivyalı sürgünterin belirttiği­
dört el bombası buldu. Araştırma Brezilya 'da bir otel ne göre, Garcia Meza'yı başa getiren Temmuz darbesinde
odasına uzandı. Polis bir çift makineli tüfek, çok mik­ Barbie, hükümetin güvenlik danışmanı yapiimıştı. Bre­
tarda Nazi propaganda dökümanı, Almanca yaziimış as­ zilya polisinin ele geçirdiği dökümanlar arasında Kuhl­
keri bir el kitabı ve 3 kgdan fazla yüksek dozda kokain mann'ın Bolivya İçişleri Bakanlığı 'nın "özel istihbarat
buldu.Brezilya federal polisi Kuhlmann ve yedi arkada­ örgütü "nün bir ajanı olduğunu gösterir bir kimlik kartı
şını "Bolivya ve diğer Güney Amerika ülkelerinde kol­ da vardı. Bir başka ki,mlik kartı ise, Fiebelkorn'un, "özel
ları olan bir neo-Nazi örgütünün paralı askerleri" ola­ güvenlik örgütü "nün işbirlikçisi olduğunu belirtiyordu.
rak tutukladı. Fiebelkorn kaçmayı başardı- Brezilyalı yet- (NEWSWEEK, 8 Haziran 1981)
: : ::: : ::: : :::: :: ::: : ::::: ::::::: ::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 41

Fransa'daki Gestapo şeflerinden


çoğu kurtuldu

Aşağıdaki liste, II.Dünya Savaşı sı­ Ağustos 1 945'te Münih'te yakalandı.


rasında Fransa'da görev yapmış ön­ 1 947'de hasiphanedeki hücresinde
de gelen gestapo mensupianna aittir. kendisi astı.
Gestapo'nun askeri kolu olan SD adlı
örgütte ve onun KDS, Abwehr vb. gi­ ALOIS BRUNNER: SS Haupt­
bi yan kuruluşlarında yöneticilik ya­ sturmführer. Yahudi kasabı. Adolf
pan önemli SS subayları ve onlara Eichman tarafından Paris'e özel gö­
hizmet eden kimi işbirlikçiler veya revle gönderilen özel anti- Yahudi ko­
profesyonel katiller bu listede göste­ mandosu ve gestapocusu. 1 945'te or­
rilmiştir. tadan kayboldu. 1 954'te Fransız
1 972 yılında yayınlanan bu liste, mahkemesi tarafından gıyabında ölü­
yakayı kurtaran Nazi'lerin Klaus me mahkum edildi. Halen Mısır'da
Barbie'den ibaret olmadığını pek gü­ yaşadığı bildiriliyor.
zel kanıtlıyor.
THEODORE DANNECKER: SS
KLAUS BARBIE: SS Haupsturm­ Hauptsturmführer. Savaşta Fransa'­
führer. 1 903 Bad Godesberge do­ da IV. Büro Yahudi Sorunları bölü­
ğumlu. Lyon KDS IV. Büro Şefi. münde görev yaptı . Fransa'nın kur­
1 944'te Almanya'ya kaçtı. 1 95 1 'e ka­ tuluşunda yakalandı. 1 945'te Bad
dar Amerikalılar hesabına çalıştı. Tölz'teki Amerikan askeri hapisha­
Gehlen örgütünde Federal Almanya'­ nesinde kendini astı.
da görev yaptı. Fransız mahkemele­
FRIEDRICH-WILHELM DOH­
ri tarafından iki kez gıyaben ölüme
SE: SS Scharführer'iyken hizmetle­
mahkum edildi ( 1 6 Mayıs 1 947 ve 28
Ekim 1 954). 1 97 1 'de Bolivya'da rinden dolayı Obersturmführer'liğe
terfi ettirilip Bordeaux KDS IV. Bü­
Klaus Altınann adı altında yaşamak­
ro Şefliğine atandı ( 1 942). Savaştan
ta olduğu tesbit edildi.
sonra kaçtı. Daha sonra Danimarka'­
FRIEDRIC BERGER: Abwehr da yakalanıp 1953'te yedi yıl hapis ce­
ajanı, 1 9 1 1 doğumlu . Gangsterlik su­ zasıyla serbest bırakıldı. Kiel' de
çundan Vichy tarafından yakalanıp Barbie, La Paz'da St.Pierre kilisesinde (F .Almanya)· yaşıyor .
mahkum ediidiyse de ( 1 941), Alman­ günah çıkartma hücresinde.
HANS DIETRICH ERNST: An­
lar tarafından serbest bırakıldı. Pa­
gers KDS Şefi. Fransa'nın kurtulu­
ris'te karaborsayı yönetti. Gestapo gılanıp 8 yıl hapse hüküm giydirile­ >unda kaçıp kayboldu. Metz askeri
tarafından yakalanıp istihdam edildi. rek tahliye edildi. mahkemesi tarafından gıyabında ölü­
Kendi adamlarıyla 'Pompe sokağı •
me mahkum edildi. Aynı ceza 1 954'te
gestaposu"nu kurdu ve savaş bitimine BOEMELBURG: SS Sturmbann­
Paris mahkemesi tarafından tekrar­
kadar çetesiyle birlikte Gestapo'ya ça­ führer. Polis mesleğinden geliyordu.
landı. Ama aranması ve yakalanma­
lıştı. Savaştan sonra muhtemelen Ma­ 1 940-44 yılları arasında Sipo-SD'de
sı yönünde girişim yapılmadığı için izi
fia yardımıyla izini kaybettirdi. 7 Ma­ çalıştı. Bu tarihte gözden düştü, ye­
bulunamadı.
yıs 1 948'de Milana'da ele geçti. Ma­ rine Geissler atandı. Fransa'nın kur­
fia tarafından kaçırıldı . 10 Şubat tuluşundan sonra Vichy hükümetinin GEISSLER: SS Hauptsturmfüh­
1 960'ta Mühih'te hastalık nedeniyle başı maraşel Petain'le birlikte Sigma­ rer. 1 944'de Vichy'ye Boemelburg' ­
öldü. ringen'e gitti. izini kaybettirdi. u n yerine KDS Şefi olarak atandı.
Fransa'nın kurtuluşundan sonra
RUDOLF BILFINGER: SS Ober­ HERMANN "OTTO" BRANDI:
Vichy Gestaposunu tutuklamaya ge­
sturmbannführer. Hukuk doktoru ve Abwehr mensubu. 1 896 doğumlu.
len Fransız rezistans' çıları tarafından
avukat. 1 940'ta Krakov'da polisi ör­ Gestapo ajanlarının ve muhbirlerin
öldürüldü.
gütledi. 1 943-44'te Toulouse KDS şe­ kamuflajı ve buluşma haberleşme
fi olarak çalıştı. Fransa'nın kurtulu­ merkezleri olan "satış büroları"nın ERNST DUNKER: Scharführer,
şundan sonra kaçtı. Fakat 1 946'da en önemlileri olan "Otto" adıyla ün­ sonra Obersturmführer (SS). KDS
yakalanıp geri getirildi . 1 953 'te yar- lü Paris bürosunu kurup yönetti 6 IV. Bürosu Marsilya Şefi. Eski bir
42 ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::;:::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::m::::m:: ::::ı:::::::.

Berlinli serseriyken, Gestapo Marsil­ Fransa'sında Sipo ve SD şefi olarak WALTER MACHULE: SS Sturm
ya şefli�ine yükselen Dunker , Fran­ çalıştı . 1 944'te Paris' ten kaçtı. bannführer, Felsefe doktoru. 1 943'te
sa'nın kurtuluşunda yakalandı, Mar­ 1 946'da yakalanıp tekrar Fransa'ya Luther'den sonra Bordeaux KDS şef­
silya mahkemesi tarafından 24 Ocak getirildi. Ölüme mahkum edildi. Ce­ liğine getirildi. Kurtuluş'tan sonra
1 947'de idama mahkum edildi. 6 Ha­ zası daha sonra ömür boyu hapis ce­ Federal Almanya'ya kaçtı. Fransız
ziran 1 950'de kurşuna dizildL zasına ve 20 yıl da ağır hapis cezası­ mahkemesi tarafından gıyaben mah­
na çevrildi. 1962'de serbest bırakıldı . kum ediidiyse de, F.Almanya'da ya­
HERDERT HAGEN : SS Sturm­
Daha sonra bir emekli sigortası ku­ şamını sürdürdü . Hannaver'de otu­
bannführer. 25 yaşında SD örgütü
rumunda Frankfurt'ta çalışmaya baş­ ruyor .
anti-yahudi seksiyonu şefli�ine geti­
ladı.
rildi ( 1 937). 1 940'ta Bordeaux KDS ROBERT MOOG: Pierre ve B oby
şefliğine, 1 942'de Paris IV. Büro di­ KURT PAUL SSLISCHKA: takma adlarıyla tanınırdı . Babası
rektörlü�üne atandı ve aşa�ıda adı Obersturmbannführer. 1 909 do�um- ·
Fransız, annesi Alman'dı. İşgalde;
geçen SS generali Oberg'in en gözde lu. 1 940 Kasım'ında Paris'e KDS önce Toulouse'da düşmana hizmet
adamı olarak görev yaptı . Kurtuluş­ şefi-ve yukarıda adı geçen Sipo ve etti. Bu hizmetlerinden ötürü K 30
ta Fransa'dan kaçtı. Gıyaben ömür SD Fransa şefi- Knochen'in yar­ kod numarasıyla Almanların Abwehr
boyu kürek cezasına mahkum edildi. dımcısı olarak geldi. IV. ve V. Büro­ ajanı olarak Lyon'da görevlendirildi.
Bu listenin hazırlandığı 1 972 yılında larda (Gestapo ve Kripto) yetkilerini Birçok önemli rezistans'çının tutuk­
F.Almanya'nın Kuzey Ren Westefal­ en şiddetli biçimde kullanan SS şef­ lanmasında önemli rol oynadı. Lyon
ya eyaletinde Warstein'da bir elektrik lerinden birisiydi . Özellikle Yahudi Kasabı Barbie'nin en önemli ajanla­
araçları şirketinde ticari müdür ola­ soykırımıyla uğraşıyordu. Hizmetle- rından biriydi. Kurtuluştan sonra Fe­
rak çalışıyor. deral Almanya'ya kaçtı. Fulda civa­
ERIC HASSE: SS Obersturmfüh­
rında bir uçak kazasında öldüğünü
rer. 1 909 do�mlu. Bourges Gestapo iddia edenler var.
şefi. 1 944'te Alman birlikleri Fran­
ROLF MÜHLER: SS Sturmbann
sa'da geri çekilirken Hasse sahte bir
führer. 1 9 1 0 Limbach doğumlu, es­
rezistans birliği kurarak adamlarıyla
ki bir lise öğretmeni . 1942-43 yılların­
birlikte kaçtı . Kurtuluştan sonra gı­
da Barbie'nin maiyetinde Lyon KDS
yabında mahkum edildi. Son olarak,
k omutanı o larak görev yap t ı .
F.Almanya'da Flensburg kentinde
1 943-44'te Marsilya KSD komutanı
ortaya çıktı�ı bildiriliyor.
olarak çalıştı. 1 944'te Amerikalılar'ın
HEINRICH ILLERS: SS Haupt­ eline geçti. 1954'te Amerikalılar ta­
sturmführer. Paris KDS'de çalıştı, IV rafından idama mahkum ediidiyse
büro şefi olarak görev yaptı . Kurtu­ de, cezası infaz edilmediği gibi, bir­
luştan sonra Almanya'ya kaçtı . kaç yıl sonra serbest bırakıldı. F . Al­
1 967.'de F.Almanya'da Celle'de sos­ manya'ya gitti. 1 967'de Wuppertal' ­
yal yardım dairesinde komisyon baş­ d e öldü.
kanı olarak resmi bir göreve getiril­
HEINRICH MÜLLER: 1 900 Mü­
di.
nih doğumlu. SS Brigadeführer. Ges­
HANS KIEFFER: SS Sturmbann­ tapo'nun en büyük patronu olarak
führer. Sipo-SD'nin IV .Büro şef yar­ bilinen SS generali Müller, 1 936 Ha­
dımcısı olarak telsiz ve radyo avcılı­ ziran'ından 30 Nisan 1 945 'e (savaşın
General Karl Oberg, Fransa'daki kuv­
ğı yaptı. Rezistans birliklerinin ve vetleri başkomutanıydı, 1962'de serbest
sonuna) kadar Gestapo lideriydi . Bu
müttefik kuvvetiere mensup gizli gö­ bırakıldı. tarihte kaçarak izini kaybettirdi. Gü­
revlilerin telsiz muhaberatlarını izle­ ney Amerika'da yaşadığı biliniyor.
rinden ötürü 1 944'te Berlin'e ça�rı­
yip, onları yakalama çalışmalarında
larak Gestapo'nun en büyük patro­ KARL OBERG: Bir başka SS ge'­
faal rol oynadı. 1 944'te, kurtuluşta
nu Müller'in yardımcılığına getirildi. nerali olan Oberg, Fransa' daki SS
asılarak idam edildi.
Savaşın sonunda Berlin'den kaçarak birliklerinin ve Alman polis örgütü­
WERNER KNAB: SS Obersturm­ Federal Almanya'ya geldi. Herhan­ nün en üst şefiydi . 28 Ağustos
führer. 1 908 Frankenthal doğumlu. gi bir kovuşturmaya uğramadı . Fran­ 1 944' te Paris'ten kaçtıysa da, daha
1 943-44'te Lyon KDS şefi olarak ça­ sız askeri mahkemesi tarafından sonra doğu cephesinde bir Waffen SS
lıştı. Kurtuluştan sonra Almanya'ya ömür boyu kürek cezasına mahkum birliğinde Sovyet orduları tarafından
kaçıp izini kaybettirdi. Amerikalılar ediidiyse de, F.Almanya'da normal yakalandı . Fransa'ya iade edildi. 20
Knab'ın 1945'te Berlin-Münich otoyo­ yaşamını sürdürdü . Raporun hazır­ Eylül 1 954'te ölüme mahkum edildi .
lunda giderken bir Amerikan uçağın­ landığı 1 972 yılında Köln'de serbest idam cezası bağışlanarak ömür bo­
dan açılan mitralyöz ateşiyle öldüğü­ yaşıyordu. yu hapse çevrildi. 1 958'de ise yirmi
nü iddia ettilerse de, bu iddia kanıt­ yıla indirildi. 20 yıl bile yatmadan
HANS LUTHER: SS Haupt­
Ja.nmadı. Lyon Mahkemesi 9 yıl son­ 1 962'de serbest .bırakıldı . F.Alman­
ra, 1 954'te bu kaçak savaş suçlusu­ sturmführer, 1 942-43 'te Bordeaux'­ ya'da yaşıyor.
da KDS şefi olarak görev yaptı. Sa­
nu gıyabında ölüme mahkum etti.
vaştan sonra yakalandı. 1 953 'te beş WALTER O D EWA L D : SS
HELMUT KNOCHEN: SS Stan­ yıl hapis cezasına çarptırılıp serbest Sturmbannführer. Prag ve Paris'te
darterführer. 1 944'e kadar işgal bırakıldı. Büro V (Kripto) şefli�i yaptı. Savaş-
::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 43

tan sonra yakayı kurtaran nazilerden manya'ya kaçtı . Fransız mahkemesi tı. Kurtuluştan sonra kaçamadı .
biridir. F.Almanya'da Aşağı Sakson­ tarafından gıyabında ölüme mahkum Ağustos 1 944'te idam edildi.
ya'da Anayasayı koruma görevlisi ediidiyse de, kendisi 1 969'da ölünce­
olarak çalışıyor. ye kadar F.Almanya'da avukat ola­ ZEITSCHEL: İşgal Fransa'sında­
rak çalıştı. ki Alman Büyükelçiliği'nde Yahudi
HEINZ ROTHKE: SS Obersturm­ İşleri uzmanı olarak çalıştı. Kurtuluş­
führer. Yukarıda adı geçen Dannec­ WALTER SCHMALD: 1 9 1 7 Bel­ tan sonra kaçarak izini kaybettirdi.
ker'den sonra Fransa'da Yahudi iş­ çika doğumlu. Babası Belçikalı, an­ Fransız mahkemesi tarafından gıya­
leri bürosu (Büro IV B) başına geti­ nesi Alman olan Schmald savaşta bında ömür boyu kürek cezasına
rildi ( 1 942). Kurtuluştan sonra Al- Fransa'da Brive SD şefi olarak çalış- çarptırıldı.

GESTAPO'YA ÇALIŞAN DiGER ÖNEMLİ ELEMANLAR


· Aşağıda isimleri yazılı olanlar, iş­ PAUL BONNAVENTURE CAR­
gal altındaki Fransa'da Gestapo ve BONE: 1 894 doğumlu İtalyan asıllı
benzeri kuruluşlara hizmet eden ünlü bir Marsilya gangesteriydi. Sa­
Fransız faşistlerinden ya da başka uy­ hip olduğu geniş ilişkiler nedeniyle ve
ruklu ajanlardan en önemlilerini gös­ geniş gangester çetesi sayesinde SD
termektedir. Bunlar arasında sadece örgütüne muhbir olarak hizmet etti
işbirlikçi faşistlerin değil, gangsterle­ ve pek çok kişinin Nazilerce yakala­
rin, önemli Mafia mensuplarının bu­ nıp öldürülmesini sağladı . 1943'te öl­
lunması nedeniyle İkinci Dünya Sa­ dü.
vaşı'ndan sonra bu suçluların kaçırıl­
HENRI CHAMBERLAIN: La­
masında sadece ABD'nin ve Federal
Alman Gehlen örgütünün değil, Ma­ font lakabıyla tanınan 1 902 doğum­
fia'nın da rol oynadığını göstermesr lu bir kişi. Gestapo 'nun en ünlü
bakımından listenin bu bölümünü de Fransızı olarak şöhret yapmıştı (Kod
yayınlıyoruz. No. 10474 R). Yukarıda adı geçen
Bonny'yle birlikte kurduğu çetesi sa­
CHARLES-FRANCES ANDRE: yesinde Gestapo'ya önemli hizmetler
"Çarpık Ağız" lakabıyla tanınan verdiği gibi, pek çok cinayet de işle­
1909 Lyon doğumlu bu Fransız faşisti di. Kurtuluştan sonra, 30 Ağustos
-faşist PPF üyesi- Lyon 'da Barbie'­ 1 944'te çete mensuplarından Pierre
nin en büyük yardımcılarındandı. Bonny ve Paul Clavie ile birlikte ya­
Kendi çetesiyle birlikte Barbie'ye ve kalandı . İdama mahkum oldu. ceza­
· onun Lyon SD'sine savaş boyunca sı 26 Aralık 'ta infaz edildi.
muhbir olarak çalıştı. Kurtuluştan Carbone
GEORGES-HENRI DELFANNE:
sonra yakalandı; yargılanıp, 1 945'te
kurşuna dizildL 1 9 1 3 Brüksel doğumlu ve Christian
Masuy takma adlı bu kişi yukarıda
JEAN BARBIER: 1920 Marsilya geçen Otto'nun önemli muhbirlerin­
doğumlu. Çok genç yaşında faşist dendi. Birçok rezistansçının deşifre
partiye üye oldu (PPF). 1 940'ta Al­ olup yakalanmasını sağladı. Diğer fa­
manların Fransa'yı işgal etmesi üze­ şist elebaşları gibi kendi çetesiyle bir­
rine 20 yaşında Gestapo'nun emrine­ likte Gestapo'nun hizmetindeydi .
girdi. Grenoble'da silahlı bir faşist çe­ Kurtuluştan sonra Almanya'ya kaç­
tenin şefiydi. 1 944'te Fransa kurtu­ tıysa da, yakalanıp geri getirildi.
lunca Almanlada birlikte Almanya'­ 1 947'de çete arkadaşlarından Fallot,
ya kaçtı . Mauthausen'de yakalandıy­ Fresnoy, Charbonnier ve öğrenci Sta­
sa da, Amerikalılar tarafından birkaç es ile birlikte idam edildi.
ay sonra ( 1 945 Mart 'ı) serbest bıra­
JOSEPH JOANOVICI: 1 905 Ba­
kıldı. Fransız mahkemesi tarafından
sarabya doğumlu Joanovici, 1 925'te
gıyabında ölüme mahkum edildi .
bir karşı-devrimci olarak Paris'e gel­
Sahte bir isimle Fransa'ya girdi .
di. İkinci dünya savaşında hem Ot­
1 946'de Marsilya'ya yerleşti. 1962'de
to'nun hizmetinde hem de rezistans
yakalandı. 1965'te tekrar ölüme mah­
kum edildi, cezası de Gaulle tarafın­ hareketinde çalıştı . " Çift yanlı oyna­
ma kralı" olarak işlevini ustalıkla
dan affedildi.
sürdüren Jaonovici, l l Eylül 1 944'te
PIERRE BONNY: Savaştan önce tutuklandı . 10 Kasım'da serbest bı­
Spirito
Fransa'da emniyet müfettişiydi. Ba­ rakıldı. 3 Kasım 1 945 'te tekrar tutuk­
zı siyasi suikastlerde ve komplolarda bına çalışmaya başladı . Mensup ol­ landı, 12 gün sonra yeniden serbest
parmağı olduğu anlaşılınca 1 937'de duğu çeteyle birlikte Gestapo'ya hiz­ bırakıldı. izini kaybettirdi. İki yıl
polislikten tard edilip tutuklandı. Na­ met eden eski polis müfettişi, Fran­ sonra Federal Almanya'da yakalan­
zilerin Almanya'yı işgal etmesiyle ser­ sa'nın kurtuluşundan sonra yakalan­ dı. Beş yıl hapis cezasına çarptırıla­
best bırakılan Bonny, düşman hesa- dı ve 26 Aralık 1 944'te idam edildi. rak, Mende'de ikamete mecbur edil-
44 :::: : ::::::::::::::::: :: ::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::: : :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

di. 1 957'de ortadan kaybolarak İsra­ MENDEN " MICHEL" SZKOL­ rakıldı. Bir yıl sonra Madrid'de yan­
il'e gitti . Bir süre İsrail hesabına ça­ NIKOFF: 1 895 doğumlu ve Rus kö­ mış cesedi bulundu. Bir görüşe göre
lıştıktan sonra Fransa'ya döndü. kenli "Michel" işgal Fransa'sında kendi kendini yaktığı, bir başka gö­
1 965'te öldü. muhbirlik yaparak üç yılda olağanüs­ rüşe göre Fransız özel servis ajanla­
tü bir servet edindi. ı 944 Mayıs'ın­ rınca öldürüldüğü ileri sürülüyor.
CELESTINE LAINE: Mühendis. da İspanya'da yakalanıp serbest bı-
Brötanya Ulusal Partisi yöneticisi
JACQUES VASSEUR: ı 920 do­
olan Laine 1 943'te Formation Perrot
ğumlu. Berlin 'de Naziler'in yanında
adlı bir silahlı ordu kurdu. Kendi de­
(SD Okulunda) staj yaptıktan sonra
yimiyle "ilk Brötanya ordusu" olan Angers SD'sinin en aktif ajanı olarak
bu silahlı grup, işgalci Nazi'lerin
1 944'e kadar çalıştı . Sonra izini kay­
SD'sinin bir yan kuruluşu olarak ça­
bettirdi. ı ı Eylül ı 945'te gıyr.bında
lıştı. Fransızlara karşı Brötan milli­
ölüme mahkum edildi . ı 7 yıl sonra
yetçiliği ile yola çıkıp, Nazi'lere hiz­
Lille'de yakalandı. Tekrar yargılana­
me teden Laine, kurtuluştan sonra
rak ı965'te gene ölüme mahkum edil­
kaçınayı başardı . Fransız mahkeme­ di. Cezası da Gaulle tarafından ömür
si tarafından gıyabında ölüme mah­
boyu sürgün cezasına çevrildi ve ha­
kum edilen Laine, İrlanda'da yaşı­
pishaneden salıverildL
yor.

JOSEPH LECUSSAN: Toulouse'­ LOUIS-MAURICE ZELLER:


da Yahudi işleri direktörü ve yerel bir ı 895 doğumlu, Marc Evrard takma
faşist milis (çete) başıydı. Ayrıca İn­ adlı , Fransız deniz subayıyken savaş­
san Hakları Birliği Başkanı Victor la birlikte Almanya'nın hizmetine
Basch'ın katili. Lyon'daki hizmet yıl­ girdi, Smolensk cephesinde Sovyetle­
larında Barbie'ye cinayetlerinde bir re karşı Alman ordularında çarpıştı.
hayli yardımcı olan Lecussan, gene Sonra Fransa'ya dönüp SD ajanlığı
Lvon' da yakalandı ve 25 Eylül yapmaya başladı . Birçok partizanın
1 946'da kurşuna dizildL yakalanmasından birinci derece so­
Bordeaux Gestapo binasının mahzeninde­ rumlu olduğu için ı 946'da yargılana­
JEAN-PAUL LIEN: 1 9 ı 2 Stars­ ki işkencebane. rak kurşuna dizildL
bourg doğumlu. Rezistans hareketin­
de çalışırken ihanet etti. Birçok kişi­
yi yakalattı. 1 946'da yargılanıp kur­
şuna dizildL

FREDRIC MARTIN: 1 905 Mosel­


le doğumlu- bu Fransız, ı928'den iti­
baren Almanlar hesabına Abwehr ta­
rafından istihdam edildi. 1 940'tan
sonra Otto'nun hizmetinde para kar­
şılığı muhbirlik yaptı . 500 kadar tev­
kifat yaptırarak yaklaşık 900 n:ıilyon
Frank kazanç sağladı. ı 944'te Ispan­
ya'ya geçti ve oraya yerleşti.

DAQIER DE PELLEPOIX: İşgal


altında Yahudi işleri komiserliğini
yönetti. 1945'te İspanya'ya geçip ora­
ya yerleşti. Fransız mahkemesi tara­
fından gıyabında ölüme mahkum
edildi .

FRANÇOIS SPIRITO: 1 900 Mar­


silya doğumlu, ünlü bir Marsilya gan­
gesteri. Avrupa'daki kokain mafya­
sının kurucusu . İkinci Dünya Sava­
şında Marsilya'da ve Paris'teki
adamları sayesinde Gestapo'ya muh­
bir olarak çalıştı. Kurtuluştan sonra
Mafia tarafından ülkeden kaçırıldı.
ABD'ye yerleşti. 1 954'e kadar ABD'­
de kaldı. ı954'te sınır dışı edildi.
Fransa'ya geldi, fakat gene Mafia sa­
yesinde "delil yetersizliğinden" bera­
at ettirildi. ı 967'de Marsilya'da öldü.
::::::: : : ::: : : :: ::::::::: : :: :::: : : :::: : : : : : : : : : ::::::::::::::::::::::::: : :::::::::::::::: : : : : : :::::::::: :: : : : : : : : : : : : : :::::: : : ::: : : :::: ::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :: : : : :::::: : ::::: : :::: : : : ::::::: ::::::::
45

Nazi Savaş Suçlulaı:ına


Hoşgörünün Anlamı
Kassel yakınlarında yaşayan bir Almanya 'daki SS führerlerinin ken­ Alman hükümetinin Nazi savaş suç­
çiftçinin oğlu olan Arnold Strippel dilerine güvenlerini yeniden kazan­ lularına karşı yumuşak bir tavır gös­
1 934'te SS'te görev almak üzere baş­ maya başladıkları " 1948 sonbaharın­ terme eğiliminde oldukları gözlen­
vurduğunda hemen kabul edildi. da, Strippel Darmstadt'taki Ameri­ mektedir. Nuremberg duruşmaların­
Kendisini muayene�eden SS doktoru kan kampında ortaya çıktı, teslim ol­ da görev alan Amerikalı savcılardan
gerçek bir Aryan olduğuna dair ra­ du. birisinin işaret ettiği gibi "af salgını"
por vermişti ! Aynı yılın Ekim ayın­ O günlerde Batılı ülkelerin ve F. başlamıştır. Bu salgının boyutu Bun­
da Sachsenhausen'daki Nazi toplama destag'ta Hans Ewers adlı milletve­
kampında görevlendirildi. 1 938'de kilinin ağzından şöyle somutlanacak­
terfi etti ve Buchenwald'a gönderil­
işlediği cinayetlerden
tı: " Bunlar için lütfen 'savaş suçlu­
di . Buradaki işi ceza taburundaydı . ötürü 1949 'da 21 kez su' sözünü kullanmayınız. Bunlar
Kamptaki kurbanlar kendilerinden ömürboyu hapse mahkum gerçekten suçlu değildirler, kandırıl­
istenen ifadeyi verene kadar her tür­ edilen SS subayı Arnold mışlardı . " Bu koşullarda görülüyor
lü eziyete hedef oluyor ve Strippel'­ ki, Strippel "uygun zamanı" seçmek­
in çizmeleri altında inliyorlardı . Strippel'in cezası 1969 'da
te yanılmamıştı. Darmstadt'ta kendi­
Naziler Fransa'yı işgal ettiklerinde
altı yıla indirildi. sine yeni kimlik belgeleri verildi ve sa­
Strippel, Alsace'taki bir toplama ' 'Fazladan ' ' hapis yattığı lıverildi.
kampına "uzman" olarak gönderil­ 14 yıl için kendisine 120 Eğer Buchenwald kampından bir
di. 1 942'de Polanya'daki Maidanek kurbanı Frankfurt'ta rastlantı sonu­
bin mark tazminat cu Strippel'i görmeseydi, bu katilin
ölüm kampına geçti . Ravensbrück,
Peenemünde ve Hollanda'daki Vught öden di!. . yaptıkları tümüyle yanına kar kala­
toplama kampında "çalıştı" . Hiçbir caktı. Strippel'i tanıyan bu kamp
toplama kampı adeta onsuz alamı­
yordu. Strippel savaşın sonuna doğ­
ru Hamburg'da Neuengamme topla­
ma kampında işbaşındaydı.
20 Nisan 1945'te Hamburg'da Bul­
lenhuser Damın'daki bir okulda Ne­
uengamme toplama kampından geti­
rilen yirmi çocuk, iki Hallandalı has­
tabakıcı, iki Fransız doktor ve altı
. Sovyet savaş esiri asılarak öldürüldü­
ler. Bu cinayetlerden sonra bu kez
Spaldingstrasse'de bulunan toplama
kampına bir kamyon gönderilerek
asılmak üzere 30 kadar Sovyet savaş
esiri getirildi. Dörder dörder alınarak
asılmaya götürülüyorlardı ki, sıra
üçüncü gruba geldiğinde savaş esir­
leri kamyondan atlayıp SS'lerle bo­
ğuşmaya başladılar. Birkaçı öldü, di­
ğerleri uzaklaşmayı başardı. Sonun­
da kurtulup kurtulamadıkları ise bi­
linmivor. Tüm bu katliamlar sırasın­
da SS Oberstrumführer Arnold Strip­
pel orada hazır bulunuyordu.
Mayıs 1 946'da bir İngiliz askeri
mahkemesi Strippel'i, aralarında
Bullenhuser Damın'daki katliam da
olmak üzere bir dizi olayda suçlu bu­
luyordu. Ancak Strippel bir SS arka­
daşının yanına sığınarak ' 'uygun za­
manın" gelmesini beklerneye başla­ Lodz'da Nazı toplama kampında öldürülen çocuklana anısına dlkı1en
dı. Stern dergisinin deyişiyle, "Batı Çocuk Şehitliği anıtı.
46 :::: : : : : ::: : : ::: : :: : ::::: : :::: : ::::::::: = : :: :: :: :::: :: : : ::: : : : : :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
kurbanı, polise başvurdu ve Strippel ya karar verdi . Toplama kampların­ bakmış olan iki Rollandalı hastaba­
tutuklandı. Haziran 1 949'da Frank­ dan seçilen yirmi çocuğa tüberküloz kıcı ve iki Fransız doktor -hepsi
furt'taki mahkeme Strippel'i, Buc­ mikrobu aşılandı. Çeşitli Avrupa ül­ rezistansçıydı- yan odada asılarak öl�
henwald kampındaki 21 cinayetten kelerinden gelen bu çocukların tümü dürüldüler.
ötürü 21 kez ömürboyu hapse mah­ yahudiydi . Bu "bilimadamı " , "aşa­ Çocukların getirildiği mahzende
kum etti, ayrıca diğer suçlarından ğı ırktan" olanların tüberküloza ya­ duvarda asılı dört çengelden her bi­
ötürü bir on yıl daha malıkurniyet kalanma ihtimalinin daha fazla oldu­ rinde birer kement sallanıyordu.
giydi. Karar, adaletin zaferi gibi gö ­ ğunu kanıtlayacaktı ! "Deneyler"den sonra yürüyemez
züküyordu . Daha sonra bir Demokratik Alman halde olan çocukları kucaklayıp gö­
Ama 1967'de.cezası, "bugün artık mahkemesinde ömürboyu hapse türdüler ve bu kementlerle boğazla­
bu tür suçlar daha az ceza gördüğü" mahkum edilecek olan Dr. Heissme­ dılar. Yirmi çocuğun en büyüğü oni­
ger.ekçesiyle hafifletildi. 2 1 kez ömür­ yer, duruşması sırasında, kendisi için ki, en küçüğü beş yaşındaydı . Daha
boyu hapis dahil tüm malıkurniyeti "deney yaptığı hayvanlarla 'aşağı sonra idam cezasına çarptırılan cel­
altı yıla indirildi. Ama bu kadarla da ırktan' insanlar arasında hiçbir fark latların hepsi de Strippel'in Bullenhu­
kalmadı. Strippel 1 969'da serbest bı­ olmadığını" söyleyecekti. "Deney­ ser Damın'daki cinayetlerde bizzat
rakıldığında hapiste yatnuş olduğu 20 ler" istenen sonucu vermeyince He­ hazır bulunduğunu söylediler .
yılın 14 " fazladan" yılı için kendisi­ issmeyer'in başarısızlığını örtrnek Bugün hem kurbanların, hem cel­
ne 120.000 mark tazminat ödendi. Bu üzere çocukların ortadan kaldırılması latların ölmüş olması Strippel 'in işi­
miktar bir Nazi toplama kampında gerekti . ne yarar gibi görünse de, bu katil baş­
aynı süre kalan bir kurbanın alabile­ Çocuklar toplama kampından alı­ ka cinayetleri nedeniyle yakayı ele
ceği tazminatın iki katıydı . (Aiabile­ nıp Hamburg'un merkezindeki oku­ vermiş durumdadır. Hollanda'daki
ceği deniliyar, çünkü anti-faşist rezis­ lun mahzenine getirildiler. Burada Vught toplama kampında Ocak
tansçıların pek çağuna tazminat ve­ hepsine morfin yapıldı. Çocuklar, 1 944'te bir grup kadın kurban, ara­
rilmedi ve bugün de böyle bir taz­ uykuya dalarken, kampta onlara larındaki bir haini saçını keserek ce­
minatın verilmesi reddediliyor). zalandırırlar. Bunun üzerine kamp
. Strippel hapisteyken Neuengamme komutanının emriyle 74 kadın 9,5
F.Almanya 'da haklarında
toplama kampındaki çocukların kat­ metrekarelik bir hücreye kapatılmış
ledilmesi ile ilgili dosya tekrar açıl­ kovuşturma yürütülen ve ertesi sabah kapı açılana kadar on
mıştı. Katliam diğer birçok SS vah­ 84. 400 Nazi savaş kadın ölmüştür. Bu cezayı uygula­
şetinden çok daha kanlı bir görünüm­ suçlusundan 1979 'a kadar yanlardan birisinin Strippel olduğu
deydi. Reich'ın üst kademelerinde Hollanda istihbarat servislerinin Fe­
dostları olan Dr. Heissmeyer adlı bir
hüküm giymiş olanların
deral Alman Başsavcısına verdiği dö­
katil, profesör ünvanı alabilmek için sayısı yalnızca 6432 'dir. kümanlarda yazılıdır.
insanlar üzerinde "deneyler" vaoma- Bu dökümanların akıbetine bir göz
atalım . 1 967'de Amsterdam Savaş
Belgeleri Enstitüsü, F.Almanya'ya
Hollanda'da büyük suçlar işlemiş 350
Almanın adını bildirmiştir . Bunlar­
dan hiçbiri cezalandırılmamıştır. Ne­
denine gelince; suçlama Hollanda di­
linde yapıinnştır ve Frankenthal'de­
ki Savcılık Almancaya tercüme edil­
mesini istemiştir. İlk dört yılda tek bir
satır dahi tercüme edilmemiştir. Da­
ha sonraki yıllarda ise yalnızca bir
kısmı tercüme edilmiştir. Strippel'in
adı 3 numaralı dökümanda yer al­
maktaydı . Bununla birlikte Strippel
yargılanmadı, çünkü, Frankenthal'­
de soruşturmayı yürütmekle görevli
Hamburg'da Bullenhuser savcı Anton Drach'ın kendisi, Nazi
Damm'daki okulda savaş suçlusu olarak Lüksemburg'da
öldüriilenlerin anısına 20 yıl hapse mahkum olmuş, ama sü­
düzenlenen köşe. (üstte)
resi dolmadan salıverilmiş ve F .Al­
Dr .Heissmeyer'in
insanlıkdışı deneylerinin
manya'ya gönderilmişti. Drach " es­
kurbanı olan ki dostlarının : • yardımıyla mesleğin­
yirmi çocuktan ikisi de tırmanmayı bilmişti.
Parisli Jacqueline Kuşkusuz Strippel dosyası Nazi Sa­
Morgenstern ve vaş suçluianna gösterilen hoşgörünün
Georges Kohn. (altta) tek örneği değildir. Bunun en açık ka­
nıtlarından biri, F.Almanya'da hak­
larında kovuşturma yürütülen 84.400
Nazi savaş suçlusundan 1 979 yılına
kadar ancak 6432'sinin hüküm giy­
miş olmasıdır.
48 : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::: : : : : : : :: : :::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : ;: ; : : : : : : : : : : :: : : : ::: : : ::::: :: : : : : : : : : : : : :::::::::::::::::::::::::: : : : : : :: : : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : : : ::: :::: : :: ::::: : : : ::::: : : :::::::::::::: :: : : : : : : :

Genç Insanımızda
Sönmeyen Sanat Tutkusunun
Simgesi:

AMATÖR TiYATRO
Bu sayımızda amatör tiyatro konu­ rında süren çabalarla sınırlı . Eskiden Üretim süreci içinde (birçok ülke­
suna genişçe yer ayırdık. Hepimiz Halkevleri Anadolu'nun dört bir ya­ de başarılı ve kalıcı örnekleri görülen)
içinden geçtiğimiz eğitim-öğrenim de­ nında amatör tiyatro için öneıpli ola­ amatör tiyatroları asıl yaratabilecek
neyimlerimizden biliyoruz ki amatör naklar sunan bir kültür kuruluşuydu. olan sendikalar ve diğer meslek ku­
tiyatro, ülkemizde onbinlerce genç Gene çeşitli yüksek öğrenim gençlik ruluşları ise, bugüne değin bu alana
sanatseverin gönül verdiği bir sanat kuruluşları, bir zamanlar amatör ti­ hemen hiç ilgi duymuş değiller.
uğraşı. Bu olgu, kuşkusuz, sadece ül­ yatroculuğa eğilen yüksek öğrenim Bütün bunlara rağmen, ülkemizin
kemiz için geçerli değil; tüm dünya örgütleri arasındaydı. birçok yöresinde amatör tiyatrolar
ülkelerinde tiyatro sanatının sayısız Eğitim sürecinin çeşitli kademele­ binbir güçlük altında varlıklarını sür­
amatör gönüllüleri var. Üstelik bir­ rindeki, ya da Halkevleri örneği kül­ dürüyorlar, yeni yeni amatör tiyatro­
çok ülkede amatör tiyatrolar bizde­ tür kuruluşlarındaki amatör tiyatro lar kuruluyor . . . ve amatör tiyatro,
ki gibi büyük ölçüde eğitim süreciyle çalışmaları dışında, amatör tiyatro, birçok genç insanımızda, sönmeyen
sınırlı kalmıyor; oralarda amatör ti­ ülkemizde üretim süreci içinde her­ bir sanat tutkusunun azımsanmaya­
yatro, okul duvarlarını aşmış, büyük hangi bir yaygınlığa sahip değil. Ge­ cak bir simgesi olarak sürüyor.
kentlerden küçük kasabalara kadar nellikle kamu sektörüne ait üretim ya Biz, amatör tiyatroculuğun önemli
sayısız kültür kuruluşunun önemli bir da hizmet ünitelerinde, yerel planda, bir sanat faaliyeti olarak teşvik edil­
uğraşı haline gelmiş. Sadece kültür sanatsever bazı yöneticilerin çabala­ mesine, desteklenmesine, dolayısıyla
kuruluşlarıyla da sınırlı kalmamış, iş­ rı sonucu amatör tiyatro çalışmala­ amatör tiyatroların "elinden tutul­
çi tiyatroları, halk tiyatroları biçimin­ rının başlatıldığnia yer yer tanık olun­ masına" özel bir önem veriyoruz. Bu
de pekçok çalışma ve yerleşme biri­ sa bile, üretim ünitelerindeki bu ça­ önem, sadece birçok değerli tiyatro
minde, fabrikalardan, işçi semtlerin­ lışmalar genellikle kalıcılaşmıyor, ge­ adamımızın amatör tiyatrolardan ye­
den köylere varıncaya değin yığınsal­ lenekselleşmiyor . Bu planda bir şey­ tişmiş olmasından ileri gelmiyor. Bir
laşmış. ler yapmak isteyen yöneticiler ya ola­ başka deyişle, amatör tiyatroları sa­
Bizde ise amatör tiyatroculuk da­ naksızlıklar nedeniyle çabalarını sür­ dece ülkemizde tiyatro sanatına kad­
ha çok öğretmen yetiştiren okullarda, düremiyorlar, ya da o yöneticilerin ro yetiştiren rezerv kuruluşlar olarak
liselerde, şimdiki adı meslek liseleri başka bir yere tayinleri çıkınca, baş­ görmemek gerektiğine inanıyoruz.
olan diğer orta dereceli okullarda, latmış oldukları çabalar onların ay­ (Kaldı ki, tiyatro sanatçısı olmanın
kısmen de yüksek öğrenim kurumla- rılmasından sonra sönüp gidiyor. bir eğitimi gerektirdiğine, en iyi eği-
:::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::: : :::::::::::::::::::::: : :: :::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::: :::::: :::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::: : : : ::::::: ::: : ::::: : :::::::::::::: : : : ::::: 49
tirnin de sistematik bir ö�renimle koratör de, kostürncü de hatta efek­ çekirde�i olarak görmüyoruz. Her
-okul e�itimiyle- sa�lanabilece�i­ tör de yaratıcı olmak zorundadır. amatör tiyatronun sahnelediği oyunu
ne inananlardanız.) Böylece tiyatro sanatının asıl özel­ ya da oynaruşı da, romantik bir iyim­
Birçok de�erli tiyatro sanatçımızın li�i kollektif bir ürünün ortaya çık· serlik içinde, "iyi" diye nitelemiyo­
amatör tiyatrolardan gelmiş olması, masını gerektirmesiyse, bu kollektif­ ruz. Ama yukarıda da vurguyla be­
amatör tiyatroculu�un sanatsal işle­ lik, hem ekibin toplu olarak kollek­ lirtti�imiz gibi, amatör tiyatro sornu­
vinin sadece bir sonucu. Oysa amatör tif yaratıcılı�ını, hem de o ekip için­ tunda önemli olan bu tiyatroların ve
tiyatroların tiyatro oyuncusu, yönet- deki sanatçıların tek tek yaratıcılı�ı- onların yaratıcılarının, sanatçılarının

- .
.
-
- . - .. - ·
• - . ... .·C"'e· - -

meni, ya da yazarı yetiştirmekten öte nı gerektirdi�i gibi, bu yaratıcılı�ı ge­ çaba'sıdır. Ayrıca, profesyonel tiyat­
bir işlevi var. liştirmeye de hizmet eder. rolarımı� arasında kötü ve değersiz
Bilindiği gibi bir oyunun sahneye Tiyatro oyununun kollektif bir oyunlar oynayan, düşük beğenilere
konulması değişik becerilere sahip olay olmasına belli ölçülerde seyirci­ hitap eden ve bu beğenileri besleye­
birçok kişinin kollektif olarak gerçek­ ler de katılırlar. Salondaki seyirciyle rek para kazanmaya çalışan tüccar­
leştirdikleri bir olay. · Bu kollektivite, sahnedeki oyuncu arasında sürekli lar da var. Özellikle komedi alanın­
oyun yazarından başlıyor. Oyun bir iletişim vardır . İyi bir piyesin kö­ da bazı çirkin örneklerini gördüğü­
yazarı, roman ya da hikaye değil , ti­ tü oynanışını, ya da -iyi oynansa müz bu bezirganlık, bir televizyon
yatro oyunu yazdığına göre, daha bile- kötü bir piyesi sanat beğenisi reklamında tekeriediği ticari tekerle­
oyunu yazarken bunun bir ekip ça­ gelişkin bir seyirci topluluğuna kabul rneyi oyun adı yaparak, bunu da ti­
lışması sonucunda sahnelenece�ini ve ettirmek mümkün olamaz.Tiyatro se­ yatro diye sunan seviyesizliğe kadar
seyirciler tarafından izlenece�ini bi­ yircisi, televizyon seyircisi gibi eli ko­ varmış durumda. İşte tiyatro adı al­
lerek oyununu yaratır. Ve hiçbir lu bağlı ve pasif durumda bırakılmış tında böylesine banalliklerin de zana­
oyun yazarı , "oyunlarım okunsun " değildir.Bir tiyatro oyununun oyna­ at eylediği ülkemizde, ticari bir amaç
diye yazmaz, öncelikle "oyunlarım nışı, onu izleyen topluluğun refleksle­ gütmeden güçleri ve yetenekleri elver­
oynansın" diye yazar, ama aynı za­ riyle bütünleşen canlı bir olaydır. diğince sanat yapmaya çalışan ama­
manda iyi oyunlar kitap olarak da İşte bu özellikleri nedeniyle, tiyat­ tör tiyatrolar ve tiyatrocular bizce
basılır. Fakat gene de tiyatro, görsel ro sanatının amatör elemanları sana­ önemli bir uğraş içindedirler. Saygı­
bir sanat dalıdır. tın yaygınlaşmasında, yığınsalla�ma­ mız, sempatimiz bu uğraşadır.
Böylece oyun yazarından başlayan sında işlev sahibi gönüllülerdir. üzel­ İnanıyoruz ki, ülkemizin sanata
bu kollektif çaba, bir tiyatro tarafın­ likle amatör tiyatronun eğitim süre­ değer veren kurumları, kuruluşları,
dan sahneye konulurken, yönetmen­ ciyle sınırlı olmaktan çıkıp üretim sü­ yayınları, yazar sanatçı ve diğer dü­
den oyuncularına, dekaratörden tek­ reci içinde de gerçekleşmesi , bu yay­ şünürleri ve tüm sanatseverleri ama­
nik adarnma kadar kollektif olarak gınlaşmayı hızlandıracaktır . tör tiyatroya ve tiyatroculara yardım­
pratiğe geçirilir. Bütün bunlar, sanat­ Şunu da belirtmek gerekir ki, ama­ cı olabildikleri ölçüde, sadece ülke­
sal yaratıcılı�ı yazarla sınırlı olmak­ tör tiyatroya duyduğumuz sempati, mizde tiyatro sanatının değil, genel
tan çıkarıp, uygulayıcılara yayar. romantik bir duygu de�il. Amatör ti­ olarak sanatın da gelişmesini hızlan­
Oyun yönetmeni de, oyuncu da, de- yatroları, ülkemizde tiyatro sanatının dıracaklardır. DÜŞÜN
so :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: : :::::::::: :::::::::::::: : :::: :

Amatör
Tiyatroların Gerçeği ,
Oben Güney
Sanat, toplumsal ve· ruhsal bir ge­ terndir. Bu yöntem, birliğinde kendi­
reksinmenin sonucu, insanatasının sini k abul ettirme, etkileme­
Amatör tiyatroların niteliği,
(prahumanis) yaşama biçimlerinden etkilenme, uyuşum sağlayarak yeni
toplumsal ereği, şekillenme tarzı değer yargıları üretme olanakları da
birisi olmuştur. Temelinde, "anla­
tım-anlaşma-doyum" güdüsü bulun­ bilinmeden bu yönde kalıcı getirmektedir. Devinimterin dinamo­
maktadır. Teiyat mağaralarındaki re­ adımlar atmanın güçlüğü nesnel sudur aynı zamanda. Sanata dönük
simlerden, Bejart'ın balesine, Kan­ bir gerçektir. bir kaygıyı kabul ettirme eyleminde
tar'un tiyatrosuna, Asimav'un kur­ Tiyatro adamı Oben "öncü" , "yeni" olan, biçimi ve özü
gu-bilimlerine, Gadard'ın filmlerine Güney 'in, amatör tiyatro zorlar. Yaratıcılığı, akılcı bir yörün­
kadar uzanan amaç ve sunuş güdü­ etkinliklerinin iş/evine, kalıcı geye sokar. Toplumsal yaşamda dev­
sü, bu temelin üstüne oturtutmuştur. ve üretken bir yön/endirimine rimierin güç kaynağı durumuna ge­
Özdeki ve biçimdeki değişiklikler, in­ değgin önerilerini; dünya lir. Kesin olarak "anlatım"la köken­
sanın kültürel aşamalarında gösterdi­ amatör tiyatro örneklerinden de var olan ilişkisini ruh-beden iliş­
ği farklılıklar, asal gereksinimin, in­ fotoğraflarla sunuyoruz. kisine dönüştürür.
sana dönük yapısını ve amacını daima, "Doyum" yalnız kişisel değil, top­
kendi oluşumunda saklı tutmuştur. lumsal bir olgudur. Sanatın doyum
"Anlatım" isteği, insanın fizyolo­ li etkenlerden birisidir. Giderek diye­ sağlaması ancak sanatçı dünyasının,
jik, biyolojik ve antropolojik çizelge­ biliriz ki, "anlatım" insan için bir dış dünyayla ilişkisi ya da çelişkisi so­
sinde, doğal bir yaşam uzantısıdır. zorunluluktur. nucunda işlevsellik kazanır. Doyum,
lfılincin varoluşuna en somut kanıtlar­ "Anlaşma" , toplumsal kuruluşun, içedönük bir boşalımdır. İnsanın
dan birisidir. Bu bilinci besleyen psi­ sosyo-ekonomik yapının, insanın bir kendisini ispatlamasında gereksinim
şik olgular, insanın kendi kendisini birey olarak varolma sürecinde olu­ duyduğu psikolojik (bazen de fizyo­
yönlendirmede olduğu kadar,dış dün­ şan tüm düzen biçimlerinin ana ilke­ lojik) bir ruhsal gereçtir. Doyumsuz
yadaki her türlü ilişkiyi gene kendi­ sidir. Anlaşma, çevreyi ve ortamı ya­ sanat olayı, olsa olsa bir kandırma­
ne göre düzene sokmasında en belir- ratmada kullanılan, düşünsel bir yön- cadır . Hem bireyi, hem de toplumu
-:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::!::::!::::::::::::::::

"amaçsız" bir değerlendirme ipnozu layışa, denemeye, araştırmaya kapa­ sorarsanız amatör tiyatroların işlevi,
içinde bocalatmaktır . . . Bu durumuy­ lıdır. Hele ödenekli tiyatrolar, mil­ böylesi bir azınlığın yalnızlığıyla baş­
la ne anlatım-ne de anlaşma gerçe­ yarlar harcayarak kötü oyuncu, kö- lamaktadır.
ğiyle iletişime geçebilir. . tü yönetici yetiştirerek, çağa sırtları­ Öyleyse amatör tiyatroların görev
Bu kısa amınsatmadan sonra, nı çevirmişlerdir. Geçen yıl yazılan aşamasında:
önemli bir sanat olayı olan tiyatrola­ bir oyunu, 19. yüzyıl kafasıyla oynat- 1) Çağın gerçeklerine, evrensel de-
ra bir göz atalım, artık. Tiyatro ül­
kemizde gerçekten bir anlatım-anlaş­
ma-doyum temelinde mi yapılaşmak­
tadır? Yoksa toplumun güncel eği­
limlerine, duygusal ve düşünsel sö­
mürüsüne mi bel bağlamıştır?
Bunun yanıtını, durumumuzu irde­
leyerek vermeye çalışalım.
Türkiye'de tiyatro bir batı özenti­
siyle başlatılrnıştır. "Geleneksel Türk
Tiyatrosu" diye adlandırılan gösteri
biçimi, "Karagöz-Hacivat"ın kay­
naklandığı gölge tiyatrosu olayı da
eski Yava'nın "Vayang"ıyla, Çin'in
Han Say-yönetimi kültürüne kadar
uzanmaktadır. Bu doğrulamaları ilet­
mek, Türk Tiyatrosunun başlangıcı­
nı yadsımak demek değildir. Ama
başlangıçtan bu yana hala kendi ki­
şiliğini bulamamış bir tiyatro anlayı­
şını suçlamaktır. Neden acaba kişili­
ğimizi bir türlü biçimleyemedik?
Sanat, en az bilimlerin araştırma ve
inceleme alanında gösterdiği o tüken­ Portekiz Teatro a Comuna-Lizbon
mez (hiç tükenmemesi gereken) di­
renci göstermek zorundadır. O dur­ mayı, sahneye koymayı, "çağdaş sa­ ğerlerine katkıda bulunacak bir sanat
madan özendiğimiz batı, böylesi bir nata katkı" diye yorumlama zavallı­ politikasını -amatörce de olsa­
çalışma temposunu sürdürüp gitmek­ lığına düşerler. Bu olumsuz örnekler kendi olanaklarıyla yürürlüğe sok­
tedir. Çok boyutlu, çok değer ölçüm­ çoğalıp genel bir beğeni kriteryumu­ mak, hatta en uç değerlerde diren­
lü, çok bilimli bir uğraş haline gelen nu oluşturdukça, düşünmekten ka­ mek;
tiyatro, bizde hala Ortaçağ Morali­ çan ilkel esprilerle yetinen bir seyirci 2) Giderek, beğeni düzeyi değişen
tet'lerinin gezginci tiyatro zihniyetlyle, kuşağı (hatta k uşakları) ortaya çıkar. bir seyirciyi yetiştirmek;
epik-diyalektik göstermeciliği arasın­ Böylece kolay tiyatrocuyla-ilkel se­ 3) Bu tutumuyla geleneksel tiyat­
da mekik dokuyan taklitçi tiyatro yirci arasındaki çağdışı koşutluk ku­ roların sanat yapısını etkilemek eyle­
alışkanlığından koparnamaktadır. Bu ruluverir . "Yeni" yadsınır, "öncü'­ mi bulunmaktadır. Hangi rejimde
yoksunluğun ana nedeni, "anlaş­ 'den korkulur, "deneme"den kaçılır. olursa olsun, Gençlik Tiyatrolarının
ma" , "anlatım" ve "doyum" ger­ İşte Türk tiyatrosunun bugünkü du­ çalışma biçimlerine ve oyun dizileri­
çeklerini en kolay, en görece, en yan­ rumu budur. ne bakarsak, bizim henüz başlama
lış olana aktarmarnızdır. Bizim olma­ Şimdi düşünelim: Sanata özel bir zorunluluğunu duyduğumuz yukarı­
yan bir düşünceye, bizim olmayan bir gereksinme duyan, tiyatroyu seçen daki üç olay, bu ülkelerde çoktan ger­
toplum yapısının yabancılığına yama­ bir genç, bu ortam içinde, kendisini çekleşmiş durumdadır.
maya sanki kendi dünyamızmış gibi çağdaş bir gelişime götürecek yolu Nasıl gerçekleşmiştir?
sunmaya çabalamamızdır. nasıl bulacaktır? Çağlar boyu bölük Önce devletlerin kültür politikası,
Oyuncu, yüz yıldır "tip taklitçili­ pörçük, yalan yanlış aktarmalarla ya­ çağın öngördüğü geniş olanakları
ğini" yutturmaya özen gösterir. Yö­ malı bohçaya benzeyen kültüründe sağlamanın ve sanatsal düşünce öz­
netici, yorumu ve yaraUcılığı "Trafik ne antik kültürü özürnleme, ne bilinç­ gürlüğü tanımanın kaçınılmaz bir ko­
memurluğu" sanan, ya da belirli tip­ li bir Elizabeth dönemi yorumu, ne şul olduğunu vurgulamıştır. Öğretim
leri olduğu gibi aktarmak isteyen bir İbsen, Strinberg, Björnson gerçekçi­ programları sanatı (yontuyu, resmi,
insan güdücüdür. Ülkemizdeki tiyat­ liğini irdeleme, ne de Maeterlinck güzel yazım, tiyatroyu, hatta sinema­
ro adamlannın çok büyük bir yüzdesi Kultu . . . Wagner çılgınlığını akılcı bir yı) tamamlayıcı, yönlendirici bir ni­
tembeldir, araştırıcı değildir, aktar­ coşkuya dönüştürme savaşımı vermiş teliktedir. Yapılan her çalışma önem­
macıdır. Oyun yazarları yeniyi dene­ bir Avrupalı'ya karşılık, sadece le incelenir, gerekiyorsa -daha ge­
mek istemezler, hala 19.yüzyıl dram "Gülhane Bildirisi" dinlemiş bir Os­ niş bir dünya görüşünü aşılamak
ve güldürü anlayışı içinde oyun ya­ manlı süreğeni. amacıyla- kendi alanlarında kişili­
zarlar. Tiyatronun başında olan Ge­ Doğallıkla bu genç, kendisini ğini ispatlamış kişilerce desteklenir.
nel Müdürler, Sanat Yönetmenleri, -eğer bilinçli bir gelişim içindeyse­ Devlet her sanat alanında sürekli ya­
(patronlar) sanattan çok koltuk se­ tüm yazluklardan soyutlamak isteye­ yınlar yapar . Yaratıcı düşünce
verler. Tipik bürokratların eline geçen cektir. O zaman da toplum ile alış­ -özellikle genç yaşlarda- olabildi­
subaşları her türlü yeniliğe, öncü an- verişi, iletişimi zayıflayacaktır. Bana ğince geniş, ayrıntılı bilgilerle besle-
Polonya TV. G.Lasota
nir. Sözgelimi üniversite kapsamında
oluşan bir topluluğun, üniversite yö­
netimi tarafından tüm gereksinmeleri
karşılanır. Diğer üniversitelerle ilişki­
lerinde bürokratik her türlü işlem,
yönetici, eğitici sorumlular tarafın­
dan çözümlenir.
Üniversite dışı amatör oyuncular
kentin, ilçenin, eyaletin yönetim kad­
rosunun koruması altındadır. Mad­
di yardımlarını onlardan alırlar. Bü­
tün devlet tiyatroları, bu tür kuruluş­
lara yardımla görevlendirilmiştir. İç
düzenine gelince, arriatör tiyatrolar
"tümü! üretici" (Oyuncu, yönetici,
dekaratör, yazar, rejisör, teknik ele­
manlar ve seyirci) bir yapıya sahip­
tir. Bu yüzden önüne geçilemeyecek
bir yaratıcı özgürlüğüne sahiptirler.
Ya bizde?
Durum oldukça düşündürücüdür.
Nijerya'da oyuncuları amatör bir '

Fransa Cycle de Cafe Theatre


devlet tiyatrosu oluştururken, Gana'­
da küçük gösteri guruplarının çalış­ maları , doğrusu, çağ adına utanıla- beyin kızartan bu kişileri de açıkça
maları dünyanın ilgisini çekerken, ül­ cak bir beyinsizlik örneğidir. eleştirerek, yererek.
kemizde "tiyatro" , bilinÇsiz bir olu­ Ama direnmek gerekiyor. Bu so- Üniversite tiyatroları, kendilerine
şumun kargaşalığını yaşamaktadır. rumsuzların sandığı gibi herhangi bir üniversite yapısı dışında olanaklar
Üniversiteler, kendi yapılarında "ideolojik " , "politik" art niyet adı- hazırlamak gücemindedir artık . Bu
olağan bir düşünce gelişimiyle orta­ na değil, sanatın ve ülkenin insanı konuda ödenekli tiyatrolar dışında
ya çıkan topluluklara "karakuşi" adına. Bu konu da basının suskunlu- (Neden ödenekli tiyatrolar da olma­
kuşkularla engeller çıkartmaktadır. ğunu da irdeleyerek, dedikodudan sa- sın?) tüm tiyatrolara görev düşmek­
Üniversite'nin başına geçmiş insanla­ nata fırsat bulamayan, giderek tedir.
rın, kendi "başlarına" sahip olama- "günah-bacak-porno" sacayağında Amatör tiyatroların durumu daha
53
Saygının belirtisi de elbette gençlere
yardımcı olmakt ı r . Çağdaş k a fada,
çağdaş insan olduğumuzu bu eyl e m­
den daha sağlıklı ne gösterebilir ? .
Yapıtlar gurup çalışmasıyla, yete­
nek li bir gücün bu işi üstlenınesiyle
ortaya çıkmalıdır. Sanata sıradan bir
gösteriyle katılmamak i ç i n yapı t ı n
katkıcı, öncü, hatta ç o k cesurca bir
deneme niteliği taşıması amatör tiyat­
roların görevleri arasına girmektedir
kanımca.
Oyun yöneticiliği n i ü s t l e n m i ş k i ş i ­
ni n sanat açısından biçiınlenmiş her
gerçeği iyi özümlemesi , yapılan tar­
tışmalar sonucu, düşüncesini t a \'izsiz
bir sağlamlığa o t u rl m a s ı zoru n l u d u r .
Sanatta yenilik kada r , yorum v e k i "
şili k gücü d e önemlidir. Euripi d e s ' ­
ten , S h akespea r e ' e , C a i d e r o n ' a ,
Breeht ' e , Handke'ye kadar uzanan
yazarlar soyunun çağdaşlığı ancak
böylesi bir kafa yapısıyla, dünya gö­
rüşüyle ispatlanabil i r .
Demek k i , T ü r k Tiyatrosunu baş­
Iatacak olayın aşamalarında eği tim
öğretim yöntemlerin i n çağdaşlaştı­
rılması ilkokuldan başlayarak çocu­
ğu n "sanat" sözcüğüyle çok yakın­
dan tanıştırılmas ı , güzeli ve insanı al­
gılamasında "beyin yıkayıcı" her tür­
lü s l ogan ve tel k i n den arınd miması
sorunu bulunmaktadır. Gerek peda­
gojİk değerler, gerekse psikoloj i k
ögeler b u akılcı v e insancıl platform­
da yeşertilmelidir.
Orta öğretimde, gence, kendi dün­
ya görüşünü belirleyecek özgürlüğü
tanımalıdır. Onu yönlendirecek bil­
gilerin seçiminde (temel kavram " i n ­
san " o l m a k üzere) h i çbir ba� k ı ya
başvurmamalıdı r . Kısır ve tek yanlı
bir mantığın zamanla aklı zorlayc.ı ­
,

cağı, genc i başkaldırıya dek götüre­


ceği unutulmamalıdı r .
Üniversite düzeyine ulaşabi l m i ş
gençli gi eksi k , dolayısıyla yanlış b i r
eğitim politikasına alet etmek, onla­
rın değişik k açış yolları aramasına ne­
Nijerya Duroladipo National Tbeatre
den olaca ktır . Yetersiz öğretim gö­
zor. "Tümü! üretici" olabilmek ol- konuda diğerlerine örnek olabilir. Sa­ revlileri, yapıtsız profesörler, aktar­
dukça geniş bir kültürü gerektirmek- !on (yer), yapıt ve yönetici çıkmazın­ macı doçentler torpilli asistanlar gen­
tedir. Türkçemize bu konuda çevri- dan nasıl kurtulur, böylesi kuruluş­ cin bilime duymak zorunda olduğu
len yapıtlar gülünç bir azlıktadır. Öy- lar peki? saygıyı bir anda yok etmektedir. Sa­
leyse dil sorunu ortaya çıkıyor. Ya- İlk akla gelen yerler: Kahveler, lo­ natın yaratı cı lı ğın da bunalım ve so ­
,

bancı dilde yazılmış yapıtları oku- karrtalar, bulunan her türlü boş yer. runlarına yanıt arayan gençleri çık­
mak, yorumlamak ve çevirmek. Ya- Yazın; sokaklar, boş arsalar . Toplu­ ınaza iten de bu asa la kl ardır zaten. ,

hancı dille eğitim gören okulların ti- luk kırsal kesime açılabilirse (ki Öyleyse ne yapmalı ? Bana sorarsa­
yatro koliarına bu sorunun altından amaçlarının başında bu olmalı) köy, nız, b ug ün üniversite gençliği kendi
kalkabilecek kişilerin (gençlerin) ka- kasaba alanlarıdır. Demp kratik dü­ kendisini k urtarmakla, eğitmekle yü­
tılması kaçınılmaz bir zorunluluk ha- zenin gereği olarak ve sanatsal poli­ kümlüdür. il erd e de hakkını araya­
line gelmiştir. Bazı öncü, çağdaş ka- tikamız insanımıza, akla, sağduyuya, bileceği bir insancıl ve k ültürel orta­
falı yayıncıların da bunları basınayı güzelliğe dönük olmayı amaçlayaca­ mı yaratma görevini üstlenmelidir.
üstlenmeleri, düşünce namusianna ğına göre, böylesi girişimiere yetkili­ Tiyatro sanatı ' ' anlatıın-anlaşma ­
kalıyor. Bazı zengin kitabevleri, bu ler de saygı duymak zorundadırlar. doyum" ögelerini yapısında e n belir-
::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::: ::::::::::::::::::::::::H:::::
54 :::::::::

gin ve doğrudan doğruya etkili bir or­ rulmasını yararlı gördüğüm bir mer­ c) Drarna insan ilişkisinin kayna­
ganizmaya dönüştürdüğü için, üni­ kez, sözgelimi, ASDÖM. (Amatör ğındaki, kullanılmış ögelerin ortaya
versite tiyatrolarını çok daha bilim­ Sanatçılar İçin Danışma, Örgütleme çıkartılması.
sel, çok daha yöntemsel bir yaklaşım­ Merkezi) Bu merkezin görevlerini 3-Küçük denerne salonlarında
la ele almak gerekmektedir. Çünkü şöyle sıralayabiliriz: tüm bulguların denenerek yaşama so­
oyun sergilerneye giden yol, çoğu za­ a) Yerli tüm amatör tiyatroları ör­ kulrnası.
man gösterinin kendisinden de önem­ gütlernek; 4-Bütün bulguların toplanması,
lidir. b) Yeni oyunlar çevirerek, oyun di­ yeni araştırmalara yol açabilecek bro­
Tiyatro kendi yasalarıyla yönetilir. zisini zenginleştirrnek; şürler halinde yayınlanması.
Ama bu yasaları bilmek, onlara uy­ c) Bu yeni oyunları "Yeni Oyun­ 5-Tüm tiyatro kuruluşlarıyla iliş­
mak yeterli değildir gene de. Zama­ lar Bülteni"yle tüm amatör kuruluş­ kiler kurulması, onların aydınlatıl­
nı gelince baş eğilen ölçü ve değerle­ lara iletmek; rnası.
ri aşmak , yeni birimler bularak, tiyat­ d) Yerli yazarlarımızia ilişkiler ku­ 6-Tüm tiyatro yazarlarıyla sık sık
ro sanatını yenilernek gerekmektedir. rarak, amatör tiyatroların oyuayaca­ "syrnposiurn"lar düzenlenmesi.
Bu yenileme işini üstlenen tiyatrolar ğı öncü, denemed oyunlar yazrnala- · T AİM, aslında kültüre para yatır­
laboratuvar ve deneme sahneleridir. rını sağlamak; dığını sanan banka kuruluşlarının
Bu tiyatrolar giderek kendi estetik ve e) Basınla ilişkiler kurarak, ama­ olanaklarını doğru yolda kullanma­
insan anlayışını -tiyatroyu bilen tör tiyatroların çalışmalarını karnu­ larını sağlayabilecek çağdaş ve akılcı
toplumlara- kabul ettirmişlerdir . oyuna yansıtmak; bir kuruluş olabilir. Ama bankaların
Bugün dekorsuz, ışıksız, yapısız, sah­ f) Dünya amatör -gençlik- üni­ kültür sorunlarıyla ilgilenen sayın
nesiz oyun oynanabileceğini ispatla­ versite tiyatrolarıyla iletişim sağla­ bayların böylesine uğraştırıcı, çalış­
mışlardır. Daha da ileri giderek, kos­ mak, işbirliği yapmak; mak isteyen bir girişime "evet" diye­
tümsüz, müziksiz, danssız, ezgisiz, g) Amatör tiyatrolara çağdaş ka­ bileceklerine pek inanmıyorum. Ya­
-çok ters gelecek ama- sözsüz fada tiyatro adamları göndererek, ge­ tırımı sadece "para" olarak gören bir
dramlar seyretmek tiyatro sanatının reğinde bu gençleri sanat kaygısı için­ zihniyetin "kültüre" böylesine bilirn­
olağan görüntülerindendir. de yönlendirmek . . . sel yaklaşması beklenebilir mi? Aca­
Giderek ' 'oyuncu-seyirci-oyuncu ' ' Bunu amatör tiyatroların bir-iki ba hala birkaç sağduyulu insan yaşı­
.
arasındaki iliş ki çift taraflı bir iletişi­ yöneticisi, üniversite tiyatrolarında yor mu aralarında? Yanıtları sakın
me, etkilenmeye, katılıma dönüşmüş­ görev alan dört-beş genç ve birkaç ti­ "bu devletin işidir arkadaş" olmasın.
tür. Buna: "Dönüşümlü Gerilim" yatro adamı gerçekleştirebilir. Belki Devletin işi enflasyon, zam, dış pa­
denmektedir. Adını sibernetikten al­ de BiLSAK, kendi olanaklarını zor­ zarlar . . . Geriye zamanı kalmıyor za­
mıştır. Sibernetiğin kurucusu Norbert layarak böylesi bir girişime katkıda ten.
Wiener'e göre bu "yaşarrun gizi"dir . bulunabilir ilerde. ASDÖM ve TAİM kuruluşları var
Tiyatronun Sibernetik'le buluştuğu ASDÖM'ün gerçekleşmesi ülke­ edilmesi gereken (bence 130 yıllık bir
yer aslında tiyatronun kaynaklandığı mizde yozlaştırılan, bayağılaştırılan geçmişi olmayan) Türk Tiyatrosu'­
temel düşünce ve kavrarnların gizem­ tiyatro sanatını yeniden biçirnlendir­ nun temel taşlarıdır. Biz şimdiden or­
selliğinin bilinçlendiği bir ortamdır. rnede en önemli adım olacak kanısın­ tamı hazırlamak, seyirciyi eğitrnek
Kısaca söyleyecek olursak, çağdaş in­ dayım. Bu merkez, ilerde özel tiyat­ için, ödenekli ve özel tiyatrolar dışın­
sanın kendisini değerlendirebileceği rolarırnızın sanata dönük "Gençlik daki topluluklara yukarda anlatma­
yaşamın yeni koşulları ve biçimidir. Oyunları" düşüncesine de büyük yar­ ya, açıklamaya çalıştığımız yöntern­
Bu yüzden tiyatro yapmak, peşin­ dımlarda bulunabilecektir . leri önerdik. Böylece amatör tiyatro­
de çağın ve o çağda varolmaya çalı­ İkinci kuruluş da Tiyatro Araştır­ ların tarihsel önemi bir kere daha
şan insanların sorumluluğunu da ge­ ma İnceleme Merkezi(TAİM)'dir. Bu vurguianmaktadır.
tirmektedir. Sürekli değişken yapıyı, merkez bugün BiLSAK'ta başlatılan Unutmayalım, tiyatro olayı, bir çe­
o değişimler içinde durmadan yeni­ bir atelye çalışması örneğini, daha şit uyarrnadır. Bu uyarı tüm bilgile­
lernek, bilirnin olduğu kadar, sana­ başka boyut ve kapsarnda ele alacak rin dürtüsüyle biçirnlenrnektedir.
tın da görevidir . Yoksa teknolojiyle ve geliştirecektir. Görevlerini genel Göstererek anlatmanın kaynağı, dı­
sanat arasındaki farklılıklar, gittikçe olarak şöyle sıralayabiliriz: şa taşma gücünü toplurnların kültür­
uçururnlaşacaktır . Bu da insanın 1 -a) Antropolojik gelişim içinde lerinden almaktadır . Oysa biz; Acern,
"mekanik" yönünü geliştirecek, onu insanımızın irdelenrnesi; Arap, Avrupa, Arnerikan kalıpları­
robotlaştıracaktır . b) Bunun için de tarihsel ve gele­ nı, etkilenrnelerini sadece kendimize
Denerne sahnelerinin anlamı ve ko­ neksel geniş bir araştırmanın başla­ uydurrnaya, bazen daha ileri giderek,
numu bu gerçeklerin irdelenrnesiyle tılması; kültürümüzün tuğlaları yapmaya,
daha bir belirginleşrnekte, önem ka­ c) Görenekierin kaynağına inilrne­ dolayısıyla kendimize mal etmeye ça­
zanmaktadır. Ama her şeyin bir te­ si; lışrnışız.
mel başlangıcı olması gerekir. Kültür d) Düşünceyle davranı arasında­ Sözün kısası bizim kuşağırnıza, al­
prograrnında bu aşama akılcı bir gi­ ki ilişkilerin insan, oyuncu açısından tından kalkmak zorunda olduğu bü­
rişimle ele alınmalıdır. Bunun için de incelenmesi. yük bir sorumluluk düşüyor. O da şu:
çağdaş bir kadro oluşturmak zorun­ 2-Serniolojik gelişim içinde insa­ " Gerçekleri kabul edip, vurdum­
luluğu vardır. nımızın açıklanması: duymazların üzerine yürürnek ve
Madem devlet yapmıyor, özel gi­ a) Söz ve aplatırn olanaklarının ço­ böylece ülkemizde eksik olan sanat
rişimler devlete yol gösterici bir atı­ ğaltılrnası ; · kultunu, yepyeni bir inanç olarak
lıma geçmelidir . Benim öteden beri b) Davranı ve tavır biçimlerini sap­ başlatmak." Başlangıçta kaç kişi
düşündüğüm birkaç y��dırncı kuru­ tayıp, zenginleştirrne yöntemlerinin olursa olsun.
luşu önerrnek isterim. Oneelikle ku- bulunması; Buluşalırn gençler ! . .
: ::::::::::::::::::: : :::::::::::::: : ::::::: : :::::::: : : :::: : :::: :::::::: : : : : : :::::;::: : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::::::::: ::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::::::: : : : : : : :::::::::::::::::::::::::::: ss

Amatö r Tiyat ro nun


Ye r_i v e Z_o_r�
u_ IuIu ğu
n_
L___ ____
_ _
_
____ _
_ ___
________�

Yıl maz Onay


YALNlZ PROFESYONEL lencesinden ibaret bilen bir kültür an­ oluşması demektir bu. Örneğin top­
layışının baskısı altındaki bir toplum­ lumcu ülkelerde bunun somut verimli
TiYATRO KALlRSA da, tiyatro sanatının yaşanışı yalnız­ sonuçları çok iyi izlenmektedir. He­
Tiyatro sanatının profesyonel ola­ ca profesyonel tiyatro çerçevesinde le amatör tiyatroyu bu anlamda pro­
rak gerçekleştirilmesi, ister ödenekli kalırsa, böyle daralmalar ve kısırlaş­ fesyonel tiyatroya karşı ya da onun­
olsun, ister ödeneksiz olsun, öteki sa­ ma "bunalım"ları dahada kaçınıl­ la çelişen bir olgu olarak düşünmek,
nat daliarına oranla belki en güç iş­ maz olacaktır. iyice yanlış oluyor: Profesyonel tiyat­
letme koşullarını taşımayı gerektiri­ ro ile amatör tiyatro, genel bir
yor. Bunun da en önemli nedeni, bu PROFESYONEL toplumsal-sanatsal hareket bütünü­
sanatın, aynı kadrolarla her gece "ye­ TiYATROYA KARŞI nün iç içe geçmiş ayrılmaz bileşenle­
niden yaratılmak" zorunda olması. ri olmalıdır!
Yani, örneğin bir filmi bir kez çekti­ DEGiL
niz mi , o filmin yaratılma işi bitmiş Yukarıda belirlediğimiz özgül ko­ iŞİN GERÇEGİ
sayılır. Artık onun, yüzlerce değişik şullar gereği, tiyatro sanatının toplum Tiyatro sanatının canlı yaratış ol­
yerde, binlerce kez, yıllar boyu vb. se­ içinde yaygın olarak yaşanması, an­ masından gelen bu özgül nitelikleri,
yirci önüne çıkması, yalnızca bir tek­ cak profesyonel işletmelerin kurula­ o sanat için en büyük bir güçlük ola­
nik çoğaltına ve dağıtım işidir. Ya da madığı ve vaşayamadığı, veya izleyici­ rak belirirken, aynı zamanda onun en
müziği düşünelim. Canlı orkestra nin böyle işletmelere ulaşamadığı çok büyük avantajı olarak da kendini
kanseri, aynen tiyatronun taşıdığı so­ geniş kesimlerde ve yerlerde, o kesim­ gösteriyor. Örneğin tiyatro sanatı, ye­
runları taşır. Ne var ki, müziğin ne lerin yarattığı canlı oyuncuların, ken­ terli yaygınlığabir kavuştu mu, artık
yaratılışı, ne de izleyicisine ulaşma­ di seyircileriyle yüz yüze bu sanatı ya­ hiçbir kısıtlama ve engelleme onun­
sı , yalnızca canlı konser yoluyla ol­ şamalarıyla mümkündür. Ama işte la baş edemez olur. Hatta böyle bir
mak zorunda değildir. Oysa tiyatro, böyle ortamlar, oyuncularının tiyat­ aşamadan sonra artık her çeşit engel,
canlı oyuncunun canlı seyirciyle yüz­ royu iş edinerek salt tiyatro mesleğiy­ toplumda o sanatın, çok değişik bi­
yüze gelmesinden başka hiç bir biçim­ le geçinmelerini de taşıyamaz. Yani, çim yollarından giderek daha bile
de oluşamaz, yaratılamaz. Dolayısıy­ sözünü ettiğimiz oyuncular ister iste­ güçlü ve derin bir yaşam kazanmasın­
la tiyatro sanatı, bir yapılıp bin ço­ mez amatör sanatçılar olacaktır, o ti­ dan başka bir işe yaramaz. Öte yan­
ğaltılarak dağıtılamaz, saklanamaz, yatro yaratışı da amatör tiyatro ya­ dan tiyatro sanatı, öteki sanat dalla­
yinelenemez. Sonuç olarak profesyo­ ratışı olacaktır . Peki, bu böyle diye, rını da en fazla besleyen, çok yönlü
nel tiyatro sanatının, örneğin bir mü­ o tiyatro olayının yaşanışma da ille bir sanatsal yaratış alanı olma boyu­
zik, bir edebiyat, ya da bir sinema sa­ "amatör" demek gerekir mi? tuna varır böylece; toplumsal çelişki­
natının yaşandığı sayıda, yani o sü­ Şöyle diyelim: Aynı bir oyunun bir terin en dinamik ve aktif yansıma ala­
reklilik ve o yaygınlıkta yaşanabilme­ profesyonel tiyatroda çok daha usta­ nı olur. Bütün bunlar da tiyatro sa­
si için, müzik, edebiyat ya da sinema ca oynandığı halde, profesyonel ti­ natının o güçlük çıkaran özgül nite­
sanatçılarından kat kat daha çok sa­ yatroyu sık sık izleme alışkanlığında­ liği sayesindedir işte.
yıda profesyonel tiyatro sanatçısının, ki bir seyirci kesimi üzerinde, amaç­ Bu nedenledir ki, toplumda böyle
gene kat katdaha çok sayıda gün,sa­ lanan etkiye varmadığına çoğu kez gelişmeleri istemeyenler, değil ama­
at ve yıl harcaması gerekmektedir. Bu tanık oluyoruz. Buna karşılık, "ace­ tör tiyatro hareketlerini besleyip ge­
ise ancak toplumun profesyonel ti­ mi" bir yerel amatör topluluğun, o liştirmek, onun kanının kuruması
yatro sanatına öteki sanat dalların­ oyunu kendi seyircisiyle birlikte ' 'ye­ için bile ne gerekirse yapmaya çalışır­
dan kat kat daha çok ilgi, zaman, fi­ niden" yaratırken, o seyircide oyu­ lar ve profesyonel tiyatroyu da kısır
zik olanak ve yatırım ayırmasıyla nun amaçladığı etkilere çok daha yo­ bir lüks durumuna indirgemek ister­
mümkündür. İşte bu yapılamayınca, ğun biçimde ulaştığını da öyle çok ya­ ler. Buna karşılık, amatörce sanat ya­
tiyatro sanatının profesyonelce yara­ şamışızdır ki! Yani, orada bir bütün şantısını her alanda bütün gücüyle
tılışı ve izlenişi,yalnızca belli merkez­ olarak (işlev bileşeniyle birlikte) sa­ yaygınlaştırmayı başarmış toplumlar
Iere ve toplumun belli bir elit kesimi­ nat olayının kendisi, profesyonel ti­ ise, insan toplumunun gelişmesinden
ne sıkışıp daralıyor. Sonra da, tiyat­ yatronun mutlaka altına düşer diye­ kaygılanmak şöyle dursun, tam ter­
ro sanatı öldü mü, ölüyor mu, çağ­ meyiz. Dolayısıyla, sanatı, biçim­ sine, temelde asıl ona dayanan top­
dışı mı oldu, gerekli mi, gereksiz mi, içerik-işlev bütünü kapsamında algı­ lumlardır. Dolayısıyla, gerek profes­
gibi çeşitli "bunalım" edebiyatı sö­ lamamız koşuluyla, tiyatro sanatının yonel tiyatromuzun istenen düzeye
kün ediyor (hele örneğin opera, çok amatörlük yoluyla yaygınlaşması, sa­ ulaşması, gerekse amatör tiyatromu­
daha geniş kapsamlı bir çeşit "müzik natsal düzeyin düşmesi demek değil­ zun yaygın bir toplumsal hareketlili­
tiyatrosu" olduğu için aynı bunalım dir asla! ğe kavuşması, ancak salt tiyatro ala­
o alanda daha hızla kendini göster­ Tam tersine, profesyonel tiyatro­ nına özgü olmayan bir toplumsal ça­
mektedir). Özellikle, gerçek sanatı za­ nun gelişmesi için de en sağlıklı, ya­ ba ve gelişmenin içinde düşünülebi­
ten pek istemeyen ve sanatı gazino eğ- ratıcı ve besleyici toplumsal zeminin lir.
56 .::::;.:::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::!::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::.

Gençlik Tiyatrolan
Tiyatro Şenlikleri
Cevat Çapan
Türkiye'de tiyatro bugün de olumlu ve sürekli ilişkilerin başlan­
gençlik dönemini yaşıyor diyebili- gıcı olmuştu . Özellikle 1 967'de bu­
. riz. Bu yüzden de, ülkemizdeki ti­ gün Paris'teki çalışmalarını, uzak­
yatro çalışmalarının pek çoğunda tan da olsa, övünçle izlediğimiz
böyle bir sürecin aksaklıklarını, ek­ Mehmet Ulusoy'un girişimiyle İs­
sikliklerini görmek doğal bir şey. tanbul' a gelen Antoine Vitez, Jor­
Doğal olmayan, bu genç tiyatro­ ge Valverde, Robert Aberached,
nun, ülkenin kültür ve sanat poli­ Jacques Lang, Michael Kustow gi­
tikasını yönlendiren yöneticilerin bi ünlü tiyatro adamlarının katıl­
tutumları yüzünden kendi doğası­ dıkları açık oturumlar, İtalya'dan,
na ters düşen bir erken yaşlamila ve İngiltere'den, Polonya'dan, Çekos­
erken bunama belirtileri gösterme­ lovakya'dan, Yugoslavya'dan gelen
si . Oysa, çoğumuzun hatıriayacağı gençlik tiyatrolarının sundukları
gibi, Cumhuriyetin başlangıç döne­ oyunlar burada bambaşka bir ha­
minde özellikle Halkevlerinde baş­ va estirmiş, belki de Ulusoy'un dı­
layan amatör tiyatro çalışmaları, şında, Kuzgun Acar, Saim Bugay,
1 950'lerde Genç Oyuncular, Cep Metin Deniz, O ben Güney ve daha
Tiyatrosu, Gençlik Tiyatrosu, Ga-' nice genç sanatçımızın yurt dışında­
latasaray Lisesi ve Robert Kolej ki başarılı çalışmalarının olanakla­
Oyuncuları gibi toplulukların çeşitli rını hazırlarmştı.
etkinlikleriyle büyük bir canlılık ve Bütün bu olumlu girişimlerin bu­
yaygınlık kazanmaya başlamıştı . gün daha da gelişip yaygınlaşacağı
Bu topluluklardan bazılarının yurt yerde, büyük ölçüde kısıtlanmış ol­
içinde düzenledikleri şenlikler, ba­ ması akıl almaz bir gerileme ve ge­
zılarının da yurt dışında katıldıkları ricilik örneğidir. Son yıllarda belirli
uluslararası şenlikler bir yandan ti­ bir çabayla sürdürülen Liselerarası
yatronun büyük şehirlerin bilinen Tiyatro Şenliği, Ankara, 9 Eylül ve
seyirci kesimlerinin tekelinden kur­ Mimar Sinan Üniversitelerinin Ti­
tulmasını sağlamış, bir yandan da yatro Bölümlerinin katıldıkları ti­
tiyatroyla ilgilenen gençlerimizin yatro etkinliklerinin gördüğü ilgi,
başka ülkelerin gençlerini ve o ül­ kı olan oyuncuları, yönetmenleri ve gençlik tiyatrolarının yepyeni bir
kelerin tiyatro etkinliklerini tanıma­ sahne teknisyenleri durumunda. anlayış ve yaygınlıkla yeniden ele
larına yol açmıştı . Gene biliyoruz ki, o yıllarda Nancy alınmasının ne kadar yerinde ola­
SözünÜ ettiğim gençlik tiyatro­ ve Erlangen Tiyatro Şenliklerine cağını gösteriyor. Özellikle bu ça­
ları hem tiyatro sanatının gelecek­ katılan üniversite ve gençlik tiyat­ lışmaların uluslararası bir çerçeve­
teki yaratıcılarını yetiştiren bir kay­ rolarının üyeleri bu deneyimlerden de yeniden canlandırılması yalnız
nak oluşturuyor, hem de bu sana­ sayısız yararlar sağlamışlardır. ülkemizdeki tiyatro çalışmalarının
tın sağlıklı bir biçimde gelişmesi için 1 960'larda Türkiye Milli Talebe Fe­ yeni bir doğrultuda gelişmesini sağ­
yep yeni seyirci yığınlarının eğitimin­ derasyonu'nun düzenlediği Ulusla­ larnayacak, aynı zamanda uluslara­
de ilk olumlu adımların atılmasını rarası Tiyatro Şenlikleri tiyatrose­ rası barış anlayışının dünyanın ge­
sağlıyordu . Nitekim, tiyatroya bu veriere unutulmaz güzellikte göste­ leceğini belirleyecek gençler arasın­
topluluklarda başlayan gençlerden riler sunmuş, bu şenliklere katılan da benimserup pekişınesini de sağ­
birçoğı.1 bugün tiyatromuzun yüza- gençlerle gençlerimiz arasında layacaktır.
: : : : ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::!:::::::::::::::::::::::::::::::::::
57

' Amatör tiyatroda geçmişin deneyleri­


ni tanımak, konuya bugün sağlıklı bir
yaklaşım getinnek yönünden önem ta­
şıyor.
Seyyit Nezir, De yayınevinin eski yö­
netmeni Memet Fuat 'tan 1960 '/ann
başında yürütülen Her Yer Tiyatrodur
kampanyasını ve sonuçlarını dergimi­
ze anlatmasını istedi. Aşağıda Memet
Fuat 'ın konuya ilişkin açıklamasını ve
o yıllarda OYUN dergisinde yer alan
iki yazıyı okuyacaksınız.

Her Yer Tiyatrodur


Memet Fuat
Her Yer Tiyatrodur kampanya­ "De Yayınevi kısa oyunlar meleri içinde değerleı'iıdirmeleri, gü­
sının bir düşünce olarak nasıl do­ yayımlıyor. Oyun kitapları yıl­ nün tiyatrosunun baskılarından
ğup geliştiğini anlatmak çok uzun lardır iyi kötü yayımlanır kurtulmaları sağlanmış oluyordu .
sürer. Ama temelinde İsmayıl Hak­ memleketimizde, ama kısa
De Yayınevi'nin oyunları kısa sü­
kı Baltacıoğlu'nun Altunİzade'de­ oyunların sayısı çok az. Oysa rede yurdun dört bir yanına yayılı­
ki bir kepekçi dükkanında yaptığı okul içi, okul dışı amatör ça­
verdi. Öylesine ki izin mektuplarıy­
denemeler; Muhsin Ertuğrul'un ti­ lışmalarında daha çok kısa
la baş edemediğimizden kitapların
yatroya olan inanılmaz güveni; oyunlar oynanır. Bir oyun seç­
sonraki baskılarından oyunları oy­
Shakespeare'in "Yaşam bir sahne­ menin ne kadar güç olduğunu
namak isteyenlerin yayınevimizden
dir" sözü; Orson Welles'in ünlü ise bilen bilir. Elde yüzlerce kı­
izin almaları gerektiğini belirten no­
Shakespeare oyunlarını kısahıp ye­ sa oyun olmalı ki iyi bir seçme tu kaldırdık. Zaten kimseden bir
niden düzenlediği kitaplarındaki yapı/abi/sin; dünya edebiyatı­
şey istemiyorduk, amacımız bir is­
desenleri; Eric Bentl ey' in The Play­ nın en güzel kısa oyunları ya­ tatistik tutmaktı. Ama sağlıklı bir
right as Thinker adlı yapıtındaki bir nı başımızda olmalı. Son yıl­
istatistik tutulamadığını görünce bı­
yargısı; Kenneth Macgowan ile larda bizdeki amatör tiyatro
raktık ardım.
William Melnitz'in yazdıkları The çalışmalarının nasıl hızla geliş­
Living Stage adlı tiyatro tarihi yat­ fiğini bilenler, bu çalışmaların Her Yer Tiyatrodur kampanya­
maktaydı. Her Yer Tiyatrodur kam­ insan kişifiğini oluşturmaktaki sını, daha yaygın bir hale getirmek
panyasını düşündüğümde bunla­ yararlı etkilerini anlayanlar, için Yön dergisine aktarmayı dü­
rın etki alanındaydım. De Yayınevi 'nin o küçük ki­ şünmüştüm. Olmadı. Sonra Günay
De Yayınevi'nin ilk oyun kitabı, tapçık/arım hiç de küçümse­ Akarsu'nun Oyun dergisinde yap­
Federico Garcia Lorca'dan çevirdi­ mezler kanısındayız. " mayı kararlaştırdık. Hemen diller
ğim Don Cristobita ile Dona Ro­ uzandı . Günay Akarsu' a üzülme­ y
sita'nın Acık/ı Güldürüsü Kasım Bu arada The Living Stage 'in mesini söyledim. Bildiriyi benim
1 960'ta yayımlanmıştı. Kasım 1 96 1 serbest bir özeti diye tanıtılabilecek yazmaını istemişti, yanı sıra onu
tarihli " De Kitap Tanıtma Dergisi" n ­ küçük bir tiyatro tarihi hazırlamış, üzen ileri geri konuşmaları karşıla­
deki ilanda ise on kitabın adı ve­ Varlık Yayınevi'ne vermiştim. De yan bir yazı daha verdim.
riliyor. Demek ki 1 yıl içinde yayın­ Yayınevi daha öyle 350-400 sayfa­ Oyun dergisinin 4 Haziran 1 964
cılığın zorlamalarına, haskılanna lık kitapları basabilecek güçte de­ tarihli l l . sayısında bu yazılada
aldırmadan, 1 0 oyun kitabı yayım­ ğildi. Kitabın sonuna Türk Tiyatro­ başlattığı Her Yer Tiyatrodur kam­
layabilmişiz. İlanda Her Yer Tiyat­ suyla ilgili bir bölüm de eklemiştim. panyasını Günay Akarsu başarıy­
rodur başlığı, Eric Bentley'in yar­ Yaşar Nabi, Eylül 1 96 1 'de bu kita­ la sürdürdü. Bu kampanyaya baş­
gısı, Orson Welles'in desenleri var. bı Tiyatro Tarihi, Başlangıcından langıç yazılarını yazmaktan öte bir
Derg'inin Amacımız başlıklı giriş Bu;!üne Türk ve Dünya adıyla ya­ katkım olmadı. Günay Akarsu işi
yazısında ise oyun kitaplarıyla ilgi­ yımladı. Böylece amatör tiyatrocu­ öylesine coşkuyla yürüttü ki bana
li şu sözler yer alıyor: ların tiyatro sanatını tarihsel geliş- gerek kalmadı.
OYUN, Aylık Tiyatro Dergisi 1 4 Haziran 1964

Her Yer Tiyatrodur


Son yıllarda gözle görülen bir gelişmesi oldu amatör tiyatroculuğumu-
zun. Gerçi bu alandaki en güçlü topluluklar, geçmiş günlerde kaldı dene­
bilir. (Nitelik bakımından düşünülürse, Haldun Dormen 'in Cep Tiyatro­
su, ya da Genç Oyuncular, ya da bir zamanların Gençlik Tiyatrosu yok

Her Yer bugün). Ama artık amatör tiyatroculuk tek tük, yeri belli çalışmaların çok
ötesinde. Yurdun dört bir yanında, hem de devlet eliyle hazırlanan mutlu
ortarnların desteğine yaslanmadan, içten gelen itişlerle kurulmu5 topluluklar

Tiyatrodur durmadan serpiliyor. Sevilen bir tek perdelik oyunun rahatça eliiyi aşıyor
sahneye konuşu.

Kampanyasına
İyi tiyatronun yalııızca seyirci üzerindeki olumlu etkilerine inanınakla
yetinmeyen, tiyatroda yer almanın insan kişiliği üzerindeki akla sığmaz et­
kilerini de iyice bilen kimseler olarak , amatör tiyatro çalışma larının ço­

Girerken ğalması, bizleri son derece sevindiriyor. Tiyatroda yer almanın eğitim gü­
cü , insam insan etme gücü, yeryüzünde başka hiçbir şeyle ölçüştürülemez

Kırık Dökük
kanısındayız.
Uzun bir süredir amatör tiyatro topluluklarıyla, kurulmuş, yeni kuru­
lan, bir türlü k uralamayan, ya da dağılan topluluklarla olan ilişkilerimiz

Düşünceler bize açıkça şu gerçeği gösterdi: Amatör topluluklar daha da çoğalacak,


yayılacak, ama yerleşmiş tiyatro anlayışı -tiyatronun olabilmesi için ti­
yatro binası , sahne, dekor, kostüm, ışık, v . b . olması gerektiği sanısı- pek
çok kimseyi kösteklemekte. Oysa amatör tiyatroculuk bu engellerin, en­
4 Haı;iran 1964 gel bilinmediği yerde en tatlı gö rünüşüyle ortaya çıkıyor.
Oyun Aylık Tiyatro Dergisi 1 964 yazında dört ayımızı, Haziran, Temmuz} Ağustos, Eylül aylarını,
" Her yer tiyatrodur" sözüyle özetlenebilecek bir kampanyanın yürütül­
BİR GENÇ ARKADAŞA mesine ayıracağız . Oynamak isteyenlerle, seyretmek isteyenler bulunduk­
tan sonra, her yer tiyatrodur, diyoruz. Ondan ötesi hiç de engel değil. Yaz
Hiçbir şeyin karşılıksız yapılma­
ayları boyunca, kampanyamıza katılacak tiyatro adamlarının, yazarların,
dığı bir dünyada öylesine çevre ürü­
ressamların, karikatürcülerin yazılarını, çizgilerini yayımlayacak, dergile­
nü, öylesine gerçek ki bu gibi kuş­ rin, gazetelerin aracılığıyla bu gerçeği anlatmaya, yaymaya çalışacağız.
kular, sözlerinizi ilettikleri andaki Amatör tiyatrocuların karşllaştığı güçlükleri çözmek için soracakları so­
üzüntüm pek uzun sürmedi. Önce rulara cevap verecek, bilenlerle ilgiler kurmalarına yardım edecek, gere­
ister istemez üzülüyor insan, ama kirse yeni topluluklara çalıştırıcı bulacağız.
düşününce. . . düşünürseniz, dünya­ Oyun dergisi, bu kampanyanın öncü dergisi; De Yayınevi ile izlem Ya­
mızda "ülkücülük "ten daha cılız, yınevi gönüllü yayıncıları olacak. Ayrıca; bu alanda yapılacak bütün ya­
daha gülünç bir şey yok. 0/küleri yınları destekleyerek elimizden geldiğince duyuracağız.
Tiyatro ile ilgili herkesi kampanyamızı benimsemeye, desteklemeye ça­
çıkarların desteği güçlendiriyor an­
ğırıyoruz.
cak. Dahası, ülküleri çikarlar bi­
çimlendiriyor. Şöyle demişsiniz:
"İz/em Yayınevi yaz aylarında sa­ dan ötesi, domuzuna inatçı olma­ tiyatroculuğun başkalığını an/atma­
fiŞI azalan Oyun dergisinin canltlt­ nın vazgeçilmezfiği benim için. ları, iyice aydmltğa çıkarmalan ge­
ğını yitirmemek, De Yayınevi de rekiyor. Tiyatro tarihinden örnekler
oyun kitaplarını satmak için düşün­ vererek, günümüzdeki yerli yabancı
müştür bu kampanyayı. " En gü­ AMATÖRLÜGÜN amatör toplulukların çaltşmalannı
zeli, donkişotluktan en uzağı da bu BAŞKALlGI anlatarak, çok karşı/aşılabilecek ki­
doğrusu. Çıkar kaygıları güçlendi­ A matör tiyatroculuğa özenenie­ mi durumlarda tiyatro olayını ger­
rir ülkümüzü, diye sevinelim. Çok rin büyük yanılgısı, kendilerine çek/eştirebilmek için genel çözüm­
iyi olmuş o sözü söylemeniz. Bana profesyonel tiyatroları örnek alma­ ler düşünerek birçok mutlu başlan­
iletenler de çok iyi ettiler. Böylece lan. Birçok mutlu başlangıçlar o gıçlarm başanya ermesine yardım­
herkesiere duyurmuş, kimseyi kan­ yüzden başarısızlıkla son buluyor. cı olunabilir. Ayrıca, şunu da göz­
dlrmamış olduk işte. Oysa amatör tiyatroculuk bambaş­ den uzak tutmamak gerekiyor ka­
Bir de çıkarelliğın kimden geldi­ ka bir iş. A tila A lpöge'nin A ltm­ nısmdayım: Yardım edilmesi düşü­
ğini iyice anlayasınız diye açıklamak yurt kulübü 'ndeki küçük İtalyan­ nülen amatör topluluklar "ilk adım
istiyorum: "Her Yer Tiyatrodur" sahne'yi kullanmamak için direni­ tiyatroları "; başarılan zaman za­
kampanyasını Yön dergisinin sanat şini, gözünü hep voleybol sahasma man profesyonelleri bile aşan yer­
bölümünü yönettiğim sırada ben çevirişini hatırlıyorum. Öte yandan, leşmiş, yönünü çizmiş amatör tiyat­
düşünmüş/üm. Sonra dergi kapatı­ Fıstıkağacı 'lı gençler, "Bir tiyatro rolar değil. Bu çok önemli . Yani
lmca, kaldı. Bu yıl Günay Akarsu '­ kurmak istiyoruz, sahnenizde çalı­ yükseltinin nasıl yapılacağından
ya açtım, Oyun'da yapalım, " dedi. şabilir miyiz ? " diye izin istiyorlar­ başlayıp en ince noktalara kadar
Konuştukça gördük ki, özlediğimiz, dı. amatörce çözümler bulunacak.
yapmak istediğimiz şeylerin çoğu "Her Yer Tiyatrodur" kampan­ Yalnız yazıyla yürütü/erneyeceği­
birbirleriyle çakış1yor. Bir bildiri, yasi için kurarn yazi/arı yazacak ni de biliyorum bu kampanyanın.
bir sürü mektup, Çiktık yola. Bun- kimselerin her şeyden önce amatör A matör tiyatroculukta pişmiş kişi-
59

AmatÇ.r Tiyatrolar
Ustüne
Bu tiyatrolar çoğu kez yoksul­
dur; · ürünlerine harcayacak fazla
bir paralan yoktur. Oyuncular b···
tün gün ekmek parası için çalışır­
lar . .Işsiz olaruar da iş araınakla
vakit geçirirler. Doğal olarak pro­
valara dinlenmiş gelmeleri olanak­
sızdır. Bazan bu, oyunculukların­
daki düşüşten de gözlemlenebilir.
Bir süre sonra da parlak oyuncu­
luk görülmez olur. Dolayısıyla bi­
reyin büyük heyecanJarını, değişik
kişilikleri ve zengin bir iç dünyayı
sergilemesini bekleyemeyiz ar­
tık( . . . ) İşte bu anlamda bu 'tiyat­
ro basittir, yani yoksuldur.
Kaynak yetersizliği yanında ba­
kış açısı da oyunu basite indirger.
Buradaki kolaycılık çetrefil sorun­
ları kolayca kavrayıp çözmeye ya­
rar. Ke�i içinde çelişkili pek çok
olgu ve çôzümü güç düğüm, bilim­
sel olan yerine görece daha az bi­
limsel, ama hiç olmazsa basit so­
nuçlara ulaştırır bizi. Bu yetersiz­
lik yoksulluk anlamına gelmeme­
lidir.
(. ..)
Bu tiyatro günümüz insanları
arasındaki karmaşık, aldatıcı iliş­
kileri şaşırtıcı bir biçimde aydın­
latıyor. Savaşların nereden geldi­
ğini, kimlerin hem vurnşup bem
de ceremeyi çektiğini, insanın in­
sanlara yönelik zulmünün ne tür
bir yıkım getirdiğini, hangi gücün
bütün bunları değiştireceğini, kü­
çük bir azınitğın rahat yaşamının
nereden geldiğin{, kimin bilgisinin
kime yaradığını, kimin davranış­
. larının kime dokunduğunu, bütün
bunları ( . . . ) bulmak ıpümkün.
Yalnızca oyunlardan değil, onları
var edip ilgi görmelerini sağlayan
insanlardan da söz ediyorum bu­
rada.
Her Yer Tiyatrodur
Kampanyasından Biraz daha fazla para, sahnede
Bir Afiş gösterilen odayı oda yapar. Biraz
Çizen dil çalışması ile oyuncuların ko­
Ferrub Doğan nuşmaları bu konuda eğitim gör­
nitelikteki yerli oyunların nasıl ge­ dükleri izlenimini verebilir. Halkın
/erin, ilk adım tiyatrolarının koşul­
bit parçacık ilgisi onlan başarıya
larını yerinde görme/eri, çözümleri niş bir ilgiyle karşılandığını Pusu­
götürecektir. (. . . ) Yoksulluğun ge­
özel durumlara göre yerinde yap­ da örneğiyle açıkça gördük. Tanı­ tirdiği basitliği yenme şansına sa­
maları gerekecek. Bu yolda, gezgin­ dığım yazariara -yalnız oyun ya­ hiptir. Ama varsıl kentsoylu tiyat­
ci sahneye koyucuların ne büyük iş­ zar/arına değil, şair/ere, hikôyecile­ rolan ..oğnınun ardında olmaktan
ler başarabilecekleri açıkça beliri­ re de- birkaç yıldır söylüyorum, kaynaklanan ve bakış açısından
yor. burada yazmakla tanımadıklarıma gelen basitliği hiçbir zaman yaka­
da duyurmak amacım: A matör/er Jayamayacaklar ...
YERLİ OYUN yerli oyun istiyorlar, kendi dünya­ Doğrıı sanat, kitleyle var olur ya
Bir de yerli oyun sorunu var. Bi­ da yok olur.
larının, kendi sorunlarının oyunla­
zim tiyatro yazariarım ız kısa oyun rını özlüyorlar.
BRECHT
(OYUN dergisi, Sayı: 12, Şubaı /980
türüne pek yakınlık duymuyor/ar.
- Çeviren: Şefika Görgülü)
Oysa amatör/erin oynayabileceği Memet Fuat
60

Genç Oyuncular Erdek ŞenYık Tiyatrosu

Amatör Tiyatroda
U n u t u l m a z B i r Deney

Genç Oyuncular
L __________

1 95 7 yılında, İstanbul Teknik Üni­


_

tiyatroya yabancı kalmış yerlerde,


versites i ' nin Sanat Kulübü'nden bir­ bütün gözlerin kendi üstlerinde oldu­
kaç genç, Galatasaray Lisesi'yle Ro­ Amatör tiyatroyu ğunun bilinci içinde, o çevrelerce ya­
bert Kolej 'den üç beş arkadaşıyla bir­ bir heves olmaktan dırganacak hiçbir davranışta bulun­
leşerek bir tiyatro topluluğu kurdu. çıkarıp ç_iddi bir mamaya özen gösteriyorlardı. Bu çaba­
Tiyatro oyunculuğunun yakın zama­ . uğraşa yükseltme çapasında larında içten oldukları için, kendi ara­
na kadar ciddi bir uğraş kabul edil­ GENÇ O YUNCULAR larında da aynı davranışları sürdürü­
mediği bir ülkede, oyunculuğu ciddi­ deneyini, topluluğUn yorlardı. Her Genç Oyuncu, hem
ye alarak işe girişmi şti Genç Oyuncu­ kurulmasından dağılmasına kendi kendisini, hem de toplulukta­
lar. A s l ı n d a hepsi bir süredir kendi kadarki ki bütün arkadaşlarını bu açıdan de­
o k u l larında tiyatro etkinliklerine ka­ 13 yıllık süre boyunca netlemekle, gerekli gördüğünde hiç
tılıyorlardı . Ama daha özgür, daha emeği geçenlerden �inledik. acımadan eleştirmekle yükümlüydü.
bağımsız olabilecekleri, kafalarında Amatör Her oyunun sonunda seyirciyle
biçimlenmeye başlamış daha başka hem o oyun, hem de genelde tiyatro
tiyatroya ilgi duyanların
bir tiyatroyu gerçekleştirebilecekleri üzerine söyleşiler yapmak da bir
bilmek .isteyeeeği
bir ortaını özlüyorlardı. Örneğin ti­ Genç Oyuncular geleneği haline ge­
düşüncesiyle .
yatroyıı , ondan uzak kalmış seyirci­ tirilmişti . Böylece seyirciyle ne dere­
aktarıyoruz.'
lere götürmek istiyorlardı. Bu neden­ ceye kadar bir bağ kurabildiklerini,
le, özellikle başlangıçta, belirli bir amaçladıklarının ne kadarını ona ile­
yerde oynamak yerine çeşitli kesim­ Çalışmalarının her aşamasında el­ tip, ne kadarını iletemediklerini gö­
lerden seyircilerin ayağına gitmeyi lerinden geldiğince titiz olmaya, her rüyor, sürekli deneyim ediniyor, da­
yeğlediler. Okullarda, hastanelerde, konuda kılı kırka yarmaya çaba gös­ ha sonraki yönelişlerini biçimiendire­
derneklerde, spor kulüplerinde, so­ teriyorlardı. Kendi aralarında uygu­ cek bilgi topluyorlardı.
kaklarda, kasaba alanlarında, çok ladıkları çalışma ilkelerinden biri de Genç Oyuncular gerek bilgilen­
düşük bilet ücretleriyle, hatta bazen acımasız bir özeleştiriydi. Çalışmalar mek, gerekse yollarını çizerken yan­
parasız oynadılar. Tiyatronun, yapısı sırasında yapılan her şey ince ince lışlardan kaçınahilrnek için, deneyim­
gereği , tümüyle ortak bir çalışma ol­ eleştiriliyordu . Ama, yine ortak ku­ li kültür ve tiyatro adamlarına baş­
duğuna inanıyorlardı . Oyunlarının, ral gereğince, hiç kimsenin bu eleşti­ vurmaktan, onlardan yararlanmak­
sahneye konulmasından müziğine, rilerden gocunmaya hakkı yoktu. tan da çekinmediler. Muhsin Ertuğ­
ışığına kadar her şeyini ortaklaşa ha­ Çünkü eleştiriden amaç topluluğun, rul, Ahmet Kutsi Tecer, Sabahattin
zırlamakla kal madılar, birçoklarının yani Genç Oyuncular'ın yaptığı işin, Eyüboğlu, Bedrettin Tuncel, Max
metinlerini de ortaklaşa yazdılar. olabildiğince iyi, eksiksiz yapılmasıy­ Meinecke bu kişilerin en belli başh­
Çağdaş bir halk tiyatrosu oluşturmak dı. Sonunda her konuda, oy birliğiyle larıydı. Zaten birçoğu Genç Oyuncu­
için geleneksel Türk tiyatrosunun aldıkları kararları uyguluyorlardı. lar'ın lisede ya da üniversitede öğret­
kaynaklarından yararlanmak istiyor­ Genç Oyuı:ıcular, tiyatrocuların ta­ meni olmuştu. Tiyatroya sevgiyle sa­
lardı. Bu nedenle Karagöz, orta oyu­ nıklığının mahkemede geçerli sayıl­ rılan bu gençlere onlar da hiçbir yar­
n u , köy seyirlik oyunları, kanto ve madığı dönemleri unutmuyorlardı. dımı yapmaktan çekinmediler. Örne­
tuluat gibi Türk tiyatro geleneğinde Tiyatronun saygın bir uğraş olduğu ğin Muhsin Ertuğrul, oyunlarına ge­
yer almış olan her türe yöneldiler, yolundaki inançlarını çevrelerinde de lip eleştirileriyle onları yönlendirdi,
araştırdılar, oyunlarında kullanmayı yaymak için çaba gösteriyorlardı. Ahmet Kutsi Tecer geleneksel Türk
denediler. Oyun oynamaya gittikleri, özellikle halk tiyatrosu konusunda onlara se-
::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::: :::: ::::::::::::::::::::::::::;:::::::::::::::::::::::::::::::::::: : : : :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 61

minerler verdi, BedrettinTuncel lTI'­ alırken, bir yandan da geleneksel günümüze kadar sevilerek oynanan
nın (Uluslararası Tiyatro Enstitüsü) Türk tiyatrosundan günümüzde na­ bir oyun olageldi . Vatandaş Oyunu,
yardım ve desteğini sağladı . sıl yararlanılabileceği konusundaki Genç Oyuncular'ın ortaklaşa yazdık­
Genç Oyuncular Topluluğu, yasa­ araştırmaları sürdürdüler. Kendi iç­ ları, geleneksel orta oyununun iskeleti
nın gerektirdiği koşullara göre kurul-. lerinden bir yazarın, Mehmet Akan'­ çevresinde biçimlenen, ama bu kez
muş bir dernek, Genç Oyuncular'ın ın yazdığı ve köy seyirlik oyunların­ çağdaş tiyatro anlayışıyla ele alınmış
her biri de bu derneğin yasal üyele­ dan yola çıkılarak ele alınmış Kiraz bir oyundu. Topluluğun son oyunları
riydi. Ama bir de, resmi bir yanı ol­ Çiçek Açıyor Aykırı Dal Üstünde ile yine kendi yazdıkları Kervan ve Ak­
mayan Yardımcı Genç Oyunculuk klasik bir orta oyunu uyarlaması olan çagüler ile Karagülmez oldu. Kervan
vardı. Genç Oyuncular'ın amaçları­ Büyücü Oyunu hep bu araştırmalar bir sözsüz-oyun denemesiydi . Ama
nı kabul eden, tiyatroya gönül vermiş doğrultusunda çalışmalardı. Genç sözle anlatılabilecek bir olayı, dilsiz­
başka gençler Yardımcı Genç Oyun­ Oyuncular beşinci yıllarına yine ken­ lerin kendi aralarında konuşması gi­
cu oluyor, topluluğun bütün çalışma­ dilerinden bir yazar olan Atila Alpö­ bi, hareketle taklit etmek yerine, sö­
larına katılıyorlardı. Bütün iç toplan­ ge'nin Çürük Elma sıyla girdiler . ' zün gerekınediği bir oyun düzeni kul­
tılarda da bulunan bu yardımcıların Çocuk-aile, öğrenci-öğretmen, lanılmaya çalışılmıştı. Bir masal-oyun
sadece verilecek'4ararlarda oy hakkı gençlik-üniversite ilişkilerini o günler­ olan Akçagü/er ile Karagülmez ise,
yoktu. Bazen birkaç yıla kadar uza­ de geçerli bütün sorunlarıyla işleyen daha önceki yıllarda yapılmış Ketoğ­
yan bir deneme döneminden sonra, bu oyun da geleneksel tiyatro ögele­ lan denemesinin bir devamıydı . Ma­
kendileri Genç Oyuncular'ın gerçek­ rinden yararlanılarak sahnelenmişti. sallar, köy oyunları, Anadolu' da !iii
ten özverili yaşamından bıkmamışlar­ Beş kişi, bir-örnek giysileriyle, dekor, oyunları denen sözsüz oyunlar, halk
sa ve topluluk da onlara ilişkin olum­ kostüm, ışık değişmelerine dayanma­ dansları kaynak olarak kullanılmış­
lu bir izlenime varmışsa, yapılan bir dan, uç uca eklenmiş sahneleri oynu­ tı.
oylamayla Genç Oyuncu oluyorlardı. yorlardı . Alışılmış oyunlarda her
Türkiye'de amatör tiyatroların
Böylece, kurulduklarında sayıları on oyuncunun bir kişiyi oynamasına
geçmişine bakıldığında,Genç Oyuncu­
üç olan Genç Oyuncular, altı yıl bo­
lar adıyla ayrılmaz bir bütün olarak
yunca arta eksile, etkinliklerine son
amınsanan bir olgu da Erdek Şen­
verdiklerinde üçü yardımcı olmak
likleri'dir . Bu şenlikler Genç Oyun­
üzere on kişi kalmışlardı, ama geçen
cular'ın temel amaçlarından biri olan
zaman içinde toplam sayıları , yar­
tiyatroyu geniş halk kitlelerine ulaş­
dımcılarla birlikte kırka yaklaşmıştı.
tırmak için düzenlenmişti. Genç
Genç Oyuncular'ın kuruldukları
Oyuncular, sanatı, halk eğitiminin en
yıl aynadıkları oyunların çoğu yaban­
önemli koşullarından biri olarak gö­
cı yazarlarındı. Ama hepsinin ortak
rüyorlardı . Tüm sanatlar içinde eği­
yanı , kalıplaşmış tiyatro anlayışının
tim konusunda en büyük payın da ti­
dışına çıkmaya çalışan, öncü nitelikli
yatroya düştüğüne inandıkları için,
oyunlar olmasıydı: Elmer Rice'dan
onun halk kitlelerine ulaşmasını bir
Hesap Makinesi, Eugen lonesco'dan
yaz şenliği havasında sağlamak yolu­
İskemteler ve Ders, Mareel Achard '­
nu denediler. Böylece kuruluşların­
dan Benimle Oynar mısınız? Bir de
dan bir yıl sonra, 1 958'de l . Erdek
çok genç bir Türk yazarından, Celal
Şenliği'ni düzenlediler. Bu, o güne
Kavur'dan Oyun . Ali Bey'in Ayyar
kadar denenmemiş bir şeydi. Kayma­
Hamza'sı, onların çağdaş Türk tiyat­
rosuna geleneksel Türk tiyatrosundan kamdan valiye, turizm bakanına
bağlar kurma girişiminin ilk çabası kadar her aşamadaki kişi ve kuruluş
oldu. Metnini ortaklaşa hazırladıkları yardımcı oldu bu düzenlemeye. Ama
Tavtali Kütüpati ile Ahmet Kutsi Te­ Erdek halkı şenliği garipsedi, bir an­
cer'in Bir Pazar Günü'nün sahnelen­ lam veremedi. Genç Oyuncular'ı da,
mesinde, ikisinin de birbirinden çok her zaman görmeye alıştığı gezginci
farklı anlayışlarda oyunlar olmasına tuluat, saz ve dansöz gruplarından bi­
karşı n , aynı çaba sürdürüldü. ri sandı. Şenliğin seyircisi daha çok
1 959'da Genç Oyuncular Türk tiyat­ tatil için büyük kentlerden Erdek'e
rosunun yüzüncü yılını kutlamak gelenler oldu . Oysa tam olarak bu de­
amacıyla Yüzüncü Yıl Gösterisi'n ğildi amaçlanan . Yine de önemli bir
hazırladılar. Bu gösteride meddalıtar deneyim edinilmişti.
operete, ilk Türk tiyatro oyunu Şah 2. Erdek Şenliği'nde iş epeyce bü­
Evlenmesi'nden kantoya, Namık Ke­ yütüldü. Tiyatrodan başka Ankara
mal'in Vatan yahut Silistre'sinden Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestra­
Musahipzade Celal güldürüleri ve sı 'ndan sanatçıların oluşturduğu bir
Mınakyan Efendi trajedilerinden çe­ orkestra geldi Erdek'e. Resim, fotoğ­
şitli salınelere kadar TQrk tiyatrosu­ raf, karikatür, tiyatro sergileri açıl­
nun başlangıçtan o güne uzanan çiz­ Tavtati Kötüpati dı , sinema gösterileri yapıldı. Seyir­
gisini ortaya koymaya çalışmışlardı. karşılık burada bir oyuncu arka ar­ cilerin büyük çoğuuluğunu yine dı­
Daha sonraki yıllarda bir yandan Ge­ kaya birçok kişiyi canlandırıyordu. şardan gelenler oluşturuyordu, ama
org Büchner'in Woyzeck'i gibi dün­ Bütün bu nitelikleriyle Çürük Elma Erdekliler de tiyatroya ve Genç
ya tiyatrosundan önemli örnekleri ele başka birçok amatör toplulukça da Oyuncular' a alışmaya başlamışlardı.
62 ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: : : :::::::: : ::: : ::: :::: :: :: :::::::::: : :::::::::::::::::::::::::

O günlerin ünlü bir dansözünün gös­ tiler. O gün oyun oyuanacak mahal­ hava tiyatrosu oldu. İstendiğinde ya­
terisi, Genç Oyuncular'ın şenlikteki le halkını kapı kapı dolaşarak çağır­ rım daire biçiminde dizili seyirci sı­
Ayyar Hamza oyunuyla aynı gece ça­ dılar . Amaç, büyük kentten gelen, ti­ ralarıyla alışılmış anlamda bir oyun
kıştığında, seyirci azlığı nedeniyle yatroyu zaten tanıyan turistten çok, yeri olan, istendiğinde ise ortası bo­
dansöz sahneye çıkmaktan vazgeç­ Erdekli'ye ulaşmaktı. Oyun sonrası şaltılıp sahnesine de oturma sıraları­
mek zorunda kalmıştı. · · öyleşileriyle tiyatro olayının onlar nın yerleştirilmesiyle tam bir orta
Ankara Konservatuvarı Mezunla­ üstündeki etkileri çeşitli yönlerden ele oyunu alanına dönüştürülebilen bu
rı ve Öğrencileri Derneği'nin düzen­ alınarak enine boyuna ölçülüp değer­ sekiz yüz kişilik tiyatro, bu tür deği­
lediği ve bu nedenle de müzik bölü­ lendirildi. şebilir tiyatroların Türkiye'de o gü­
münün tiyatrodan daha ağır bastığı 5. Şenlik, daha önceki şenliklerde ne kadar uygulanmış ilk örneği idi
3. Şenlik'ten sonra Genç Oyuncular tutulan yolların bir birleşimi olarak (daha sonra İstanbul'da LCC özel ti­
yatro okulunda ve Şehir Tiyatroları
Deneme Sahnesi'nde de değişebilir ti­
yatro uygulamaları yapıldı) . Erdek
Şenlik Tiyatrosu, yazık ki sonraki yıl­
larda korunmadı, ortadan kalktı.
Genç Oyuncular, 5. Erdek Şenliği
ile altıncı yıllarına girmişlerdi. Baş­
langıçtan beri inandıkları bir gerçe­
ğin, bu süre boyunca edindikleri de­
neyimlerle de kanıtlandığını görmüş­
lerdi: Onların yaptığı tiyatro sadece
ve sadece özveriye dayanıyordu. Al­
tı yıl boyunca okullarının dışındaki
tüm zamanlarını tiyatroya ayırmışlar­
dı. Amatör tiyatro bir heves olmak­
tan çıkıp, ciddi bir uğraş düzeyine an­
cak böyle yükselebiliyordu. Ancak,
artık hemen hepsi öğrenciliklerinin
Ayyar Hamza
sonuna ulaşmışlardı . Yaşamlarında
başka sorunların da, başka sorumlu­
lukların da yer alması kaçınılmazdı.
Oysa amatör tiyatro hiçbir ortakhk
kabul etmiyordu. Tiyatroyu başka
bir şeyle paylaşmanın tek yolu, onu
meslek olarak seçmekti. Zaten son
birkaç yılda bazısı bu yolu tutmuşlar­
dı. Geri kalan Genç Oyuncular da se­
çimlerini yaptılar, bazısı profesyonel
salınelere geçtikten sonra topluluğun
etkinliğine son verildi .
Bugün, kuruluşlarının üstünden
yirmi yedi yıl geçti. Genç Oyuncular'­
ın bazısı hala sahnenin üstünde,
öbürleri ise seyircilerin arasında, ama
hepsi eksiksiz tiyatrodalar.
Genç Oyuncular ve Yardımcı Genç
Oyuncular:Mehmet Akan,Sevil Ak­
doğan, Atila Alpöge, Ayla Alpöge
(Ödekan), Oğuz Alpöge, Minu Asga­
ri, Aysel Ataman, Aytaç Aydoğan,
Akçagüler ile Karagülmez
Arto Berberyan, Manfred Borman,
Zeynep Bulak, Gülçin Caner (Alpö­
4. şenlik'i bambaşka bir açıdan ele al- tasarlanmıştı. Hem mahalle araların­ ge), Mine Cezzar, Özcan Dalkır, Fe­
dılar. Geçen yıllardan edinilen dene- da, sokak köşelerinde oynanacak, rit Erkal, Genco Erkal, Arif Erkin,
yim, Erdekli'nin tiyatroya gelmesi hem de düzenli bir tiyatroda sahne­ Aram Gümüşyan, İlhan Gümüşyan,
için daha köktenci önlemlerin gerek- ye çıkılacaktı. Ama elde olmayan ne­ Oya Güzelbeyoğlu (Yolum), Mardik
tiğini göstermişti. Bu nedenle şenli- denlerle ancak ikinci yol gerçekleşti­ Hekimoğlu, Çetin İpekkaya, Oya
ğİn turistik yönü olduğu gibi bir ya- rilebildi. Çeşitli sergilerin, halk dans­ Kaynar (Başak), Üstün Kırdar, Esen
na itildi, sadece tiyatroya, bir de Er- ları ve sinema gösterilerinin, Ruhi Su Kolgu, Ergun Köknar, Fatma Kök­
dekli çocuklarla birlikte yürütülen ça- ve Aşık Veysel'in ayrı ayrı iki konse­ nar (Dalkır), Hasan Kuruyazıcı, Bir­
lışmalara yer verildi. Bu şenlikte rinin yanı sıra, Genç Oyuncular dört kan Özdemir, Seval Öziş, Çiğdem Se­
Genç Oyuncular belirli bir yerde oy- oyun sundular bu şenlikte. Ama şen­ lışık, Ani Şahnazar (İpekkaya), Zey­
namak yerine, sırtlarında taşıdıkları liğin en önemli yanı, yerel yönetim ve nep Tarımer, Beyhan Türer, Erol
sıralada her gün başka bir sokağa git- Erdekliler'le birlikte hazırlanan açık- Ünal.
: : : : : :::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::: :::::::: : :::::::::::::::: :: ::::: : : :: ::: : : 63

Liselerarası
Tiyatro Şenliğinden
M ustafa Aslan
Milli Eğitim Bakanlığı Vakfı istanbul Şu­ bırakmayan tiyatro eleştirmenleri, bu şen­ lin birçok oyunda doğru kullanılmadığını
besi son üç yıldır Liselerarası Ti­ liğe hiçbir ilgi göstermediler. gördük. Oyuncular, söyleyeceğim, yapac
yatro Şenliğini yeniden sürdürmeye karar Amatör tiyatroların sorunlarına eğilme­ cağ1m, koşacağ1m bileceğim vs. gibi söz­
verdi. Daha önceki yılların görkeminde ol­ ye ve onları, tiyatro geleneğimiz adına ve cükleri aynen yazıldığı gibi söylüyorlar.
masa bile, bu üç yılda da şenlik büyük bir sağlam bir tiyatro geleceği için yönlendir� Oysa bu tür sözcükler, konuşan kişinin
katılım ve coşkuyla sürdü. meye sıvanmanın masa başında yazmak­ sosyal durumuna ve kültürüne gö"re söy­
Bu yazıda amacım, daha önce, salt bir la olmayacağı, böylece bir daha gözlendi. lemal i. "Söyliycim, ya da söylicem", "Ya­
tiyatrocu olarak değerlendirdiğim önceki Yazının başında, bu yıl gerçekleştirilen pacim, ya da yapıcam" "Koşucim, ya da
yıllardaki şenlikleri, bu yıl seçici kurul üye­ Tiyatro Şenliği'nin, geçen yılların düzeyi­ koşucam", "bilicem ya da biliciğim " vb.
si olarak değerlendirmektir. ni aşamadığın ı belirtmiştim. Şimdi _bunla­ Rol ; okumuş ayd ın bir tipse, ince şeklini
Geçen yıl Somut 'un 48/22, sayısında çı­ rın nedenlerini belirtmek, sanırım gelecek yapicim, koşicim, söyfiycim şeklinde; eğer
kan değerlendirme yazımda, " 1 983 Lise­ yıllarda katılacak okullar için yararlı ola­ halktan biri ise, işçi, köylü, memur ise,
lerarasi Tiyatro Şenliği, Tiyatronun Ölme­ caktır. söy/iycem, yap1cam, koşucam şeklinde
diğinin Kamt1dlr" demiştim. Şimdi aynı sö­ ilkin bu yılki şenlikte de, bazı okulların, söylenmeli. .. .
zü yinelamekten kendimi alamıyorum. 33 oyun seçimlerinde doğru te�_pitlerde bu­ Her dilin bir aksanı vardır. Orneğin In­
okuldan, beş yüze yakın Liseli Tiyatrocu lunamadığını belirtmeliyim . Orneğin, hA­ giiizcenin aksanı Londra irıgilizcesidir.
adayı amatör gencin katılmış oldu kları la bir Cevat Fehmi Başkul'un yapıtlarının, Fransızcanın aksanı ise, Paris aksanıdır.
1 984 Şenliği, bu yargımı doğruladı. -çağdaş bir yorum getirmedikten sonra- ıs­ Türkçenin aksanı da istanbul a�sanıdır.
Bu coşkun katılıma bakarak verdiğim rarla sergilenrnek istenmesindaki direncin Yukarıda verdiğim sözcükler de Istanbul
__yargıya rağmen, bu yıl geçen yıla göre or­ izleyenlerce yadırgandığını gördüm. Ger­ aksanına dayanmaktadır. Ne yazık ki ede­
taya çıkan bazı durgunlukları ve aksama­ çekten bu yazarımız artık çağdaş Türk Ti­ biyat eğitmenlerimiz çok küçük ama
ları da belirtmek, benim için kaçınılmaz bir yatrosu 'nun gerilerinde kalmıştır. Oyunla­ önemli bir detay olan bu konuşma biçimini
görevdir. rının içerik ve teknik düzeyi, ülkemizin bile uygulatamamışlardır. Bu nedenle, li-.
Evet her ne kadar oldukça coşkulu ve çağdaş sorunlarının gerisindedir. Bu seli oyuncular sahnede izleyici karşısın­
büyük bir katılımla gerçekleşmişse de, ge­ oyunlar, genç liselilere, gerek oyunculuk da güç duruma düşmektedirler.
çen yılki şenliklerisı ötesine gidabilmiş de­ olarak, gerekse biçim olarak hiçbir katkı­ Bir diğer nokta da, sahnelemedeki, ve­
ğildi bu yılki de. da bulunmamaktadır. rilen mizansenlerdeki aksamalar ve yan­
Üç yıldır gerÇekleştirilen Liselerarası Ti­ Bu şenlikte dikkati çeken diğer bir nokta lışlar. Bir oyuncu konuşurken, diğer bir
yatro Şenliği'ndeki tüm okulları izleyen biri da, klasik yapıtların, hiçbir çağdaş yorum­ oyuncunun önüne gelir ve izleyiciyle o
olara� şu sşptamayı yapmak isterim: Üç lamaya gitmeksizin ısrarla, olduğu gibi oy­ oyuncunun arasında kalırsa, arkadaki
yıldır lzzet Unver Lisesi, Mehmet Beyazıt nan mak istenmesi. Bence yanlış bir yö­ oyuncu gölgelenmiş olur. Yukarıdaki ve­
Lisesi ve Ümraniye Lisesi ilk üç dereceyi neliş bu da. Örneğin bir Moliere'i oyna­ rilen örneği oyuncular sık sık yinelemek­
aralarında bölüştü ler. Bunun nedeni diğer mak, amatör düzeydeki bir grubun altın­ tedirler. Sahne trafiği dediğimiz oyuncu­
okullarca, sanıyorum doğru tespit edile­ dan kalkabileceği iş değildir. Ancak yeni ların sahne üzerindeki davranışları ve gi­
memiş durumda. Nitekim şenlik bitimin­ bir yorumla bu oyunların aynenmasından diş gelişleri de, bu işin bilinemernesi ne­
de, diğer okulların yönetici eğitmenleri bu yarar beklenebilir. Aksi halde, liseli tiyat­ deniyle, karmaşık bir biçimde halledilmek­
okulların her yıl ödül aldığını, diğer okul­ ro öğrencileri, Maliere'in büyük ustalık is­ te. Sahnedeki oyuncu, sağa ya da sola gi­
ların ise alamadığını, vurguladılar. Ama bu teyen tiplerini çizmeda çok: yetersiz kalır­ derken, seyirciye göre ters dönüşler yap­
üç okulun göstermiş olduğu başarı çizgi­ lar. Nitekim de kalmışlardır. ma acem iliğine sık sık düştüler.
sini gözlemlerneyi bir kenara atarak bu Umarız okuldaki tiyatro kolu eğitmen­ Bu örnekleri çoğaltmak, hatta bir kitap
yargılarını belirttiler. leri, önü müzdeki yıllarda aynı yanılgıya boyutunda belirtmek mümkün, ama yazı­
Evet, bu üç okul , gerek yönetici eğit­ düşmeyeceklerdir. nın konusu bu olmadığından çok belli baş­
menleriyle, gerekse üç yılda okullarında Okul kol yöneticilerine bir noktayı özel­ lı bir-iki yaniışı vurgulamak istedim. Ka­
gerçekleştirdikleri tiyatro birikimleriyle, us­ likle belirtmek istiyorum: Gençler oyun se­ nımca eğitmenler gençlerin bu işi kendi
talık ölçüsünde oyunlar sergilediler. Bu üç çimleri ni kendileri gerçekleştirmelidirler. başlarına yapmalarına izin vermelidirler.
okula her yıl "niye yine bunlar ödül aldı" Kol eğitmenleri onlara yapımcı olarak yar­ Onlar sağduyuları ile bu tür yanlışlıklardan
diye kuşkulu sorular yöneltileceğine, ça­ dımcı olmalıdırlar. Gençler, oyunlarını is­ sık sık oyunlar izleyerek kurtulabilirler.
lışmalarını izleyip ona göre değerlendir­ ter kendileri yazsı nlar, ister kendileri seç­ Bu arada tiyatro çalışmalarında, yöre­
me yapmak, sanırım soruna daha doğru sinler, ama bu işi mutlak ve mutlak ken­ lerinde varsa, bu işi bilen, amatörce de ol­
ve sağlıklı yaklaşmayı getirecektir. dileri gerçekleştirsinler. Son üç yılda iz­ sa daha önce tiyatro ile ilgilenen kişiler­
1 984 Liselerarası Tiyatro Şenliği'nin so­ lediğim kadarıyla, bu konuda eğitmenle­ den yardım istemeliler. Nitekim son üç yıl­
nuçlarını belirledikten sonra, bu yılki şen­ ri miz, özellikle edebiyat eğitmenlerimiz da başarılı olan altı yedi okulun bu yönte­
liği değerlendi rmeye gelince .. Bu yıl ger­ oyunları kendileri seçip kendileri yönet­ mi benimsemiş olmaları, yukarıda belirt­
çekleştirilen Tiyatro Şenliği'ne de geçen mişlerdir. Fakat ne yazık ki ortalama se­ tiğim aksaklıklara dikkat edilmesi gereği­
yıllırda olduğu gibi, sanat çevrelerinin ka­ viyenin üstüne çıkılamad ı . Tabii tüm eğit­ ni bir kez daha ortaya çıkardı.
yıtsızlığı sürdü. Yayınlanan birçok edebi­ menler için değil bu yargı m . Ama genel Her şeye rağmen, doğada açılan çiçek­
yat de.rgisi, bu şenliğe gözlerini kapadı . d u rum bu. Tiyatro sanatının her şeyden lerin görünümü gibi ferahlık veren liseli
Sanki Istanbul kentinde böylesine bir şen­ önce belirli kuralları vardır. Bu kurallar da gençlerin yüreği, coşkusu alkışlanmaya
lik yapılmıyordu. Sakin bu kadar genç in­ bi rkaç kez oyun izlemekle kavranılamaz. değer. Amatör, giderek profesyonel tiyat­
san; coşkuyla, amatörce tiyatro adına ger­ Tiyatro eğitimi gerektirir. Eğitmenlerimizin romuzun geleceği konusunda iyimser ol­
çekleştirdikleri, kullanacak bir çabanın şunu kabul etmelerini isterim ki, oyun yö­ mak için yeterince umut verici bir çalışma­
içinde değildiler. Amatör tiyatroların so­ netmek sanıldığı kadar kolay bir iş değil. lar toplamı izlemekiense son derece mut­
runlarını yazmaya gelince mangalda kül Örneğin en önemli sahne ögesi olan di- luyu m .
64 ::: :::::::::::::::::::: : ::::::::::::::::::::: : :::::::::::: : : : : : : : : :::::::::::::::::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : :::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::::: ::::: ::: : : : : : :::::::::: : :::::: : ::::: : :::::: :: : :::: :: : : : : : :: : ::: : : ::: :
ı

Ajax ve Hector'un
Savaşı (Louvre)

Klasik Mitoloji ve
Antik Tragedyalar
Mehmet Refi k
Mitoloji, sanatsal özelliği nedeniy­ önemli bir gelişme gösterdi. gedya'nın ortaya çıkışı, estetik geli­
le, antik çağda sanatın gelişmesinde Tragedyaların konuları, öyküleri şirnde önemli bir aşamayı başlatmış­
önemli bir rol oynamıştı. Efsanelerin mitolojik olduğu için, rnitoloji tiyat­ tır. Mitolojik öykülerin düz anlatımı
ilkel biçimi, sözlü anlatımlardan şi­ royu besledi, tiyatro mitolojiyi geliş­ dahi sanatsal bir değer taşırken ve he­
irli ve müzikli anlatırnlara doğru ge­ tirip zenginleştirdi. Sadece bu kadar nüz ilkel düzeyde de olsa, estetik be­
lişti. Daha sonra destanlar doğdu . da değil, tragedyalar insanların do­ ğeninin gelişmesine yardımcı olmuş­
Destan, birçok mitolojik öyküyü bir­ ğayla ve birbirleriyle olan ilişkilerinin tu .
birleriyle bağlantıları içinde ve bütün­ sanatsal anlatımının gelişmesini ifa­ Tragedya ise, oyun yazarından,
sel bir yapıt halinde sunuyordu. de etmekle kalmadı , aynı zamanda, sahne yönetmenine ve oyunculara
Mitolojinin asıl olgunlaşması ve sanatçıların topluma iletmek istedik­ (müzisyen, kostürncü ve diğerlerine)
zenginleşmesi tragedyanın doğuşuy­ leri mesajları da açık seçik bir hale kadar kollektif bir şekilde payiaşıla­
la gerçekleşti. getirdi. rak gerçekleştirilen bir sanat ürünü
Tiyatro tarihçileri, bu sanat türü­ Sanatın gelişmesi açısından traged­ olarak estetik gelişirnde büyük bir iv­
nün ilk kökenini dinsei törenlerd� mü­ yanın bir başka önemli özelliği de, sa­ meyi temsil ediyordu. Bu, sanatçı açı­
zik eşliğinde temsil edilen sözsüz natın daha geniş toplum kesimlerine sından böyleydi; izleyiciler açısından­
dansiara dayandırırlar. Antik Yunan! ulaştırılması, böylece daha geniş top­ sa, onların estetik hazlarını, estetik
da tragedyanın doğmasıyla birlikte, lum kesimlerinde esıetik duyguların duygularını, beğeni düzeylerini geliş­
tiyatro, başlı başına bir sanat türü ve beğeninin gelişmesi için olanak tirmek yönünden daha da büyük bir
olarak, bugünkü temel özellikleriyle sağlaması oldu. önem taşıyordu.
şekillenmiş oluyordu. Esasen klasik Örneğin eski Yunan'dan ve Ro­ Esasen, insanoğlunun dış dünyayı
Yunan tragedyalarının ilk kez Diyo­ ma'dan günümüze değin kalmış am­ sadece kendi deneyimleriyle (amprik
nisos törenlerinde oynandığını düşü­ fiteatr'ların büyüklüğü bu oyunlara olarak) algılamakla yetinmemesi, ay­
nürsek, tiyatronun en ilkel biçimi duyulan ilginin büyüklüğünü göste­ nı zamanda bu algılamanın özgül bir
olan ayinlerin, tragedyarun doğuşu­ rir. biçimi olarak ve dış dünyayı kavra­
na kaynaklık ettiğini çıkarabiliriz. Ne masını zenginleştirt;:n bir faktör ola­
var ki, tragedyanın ortaya çıkıp şe­ ESTETiK GELiŞME rak estetik kavrayışa gereksinme duy­
killenmesinden sonra tiyatro türü masının bir sonucu olarak mitoloji
başlı başına bir sanat dalı olarak din­
AÇlSINDAN doğmuştu. İşte bu estetik kavrama­
den bağımsız/aştı. MİTOLOJİ VE TRAGEDYA nın düz anlatı, şiir, şarkı ve destan­
Böylece tragedyayla birlikte sanat Bütün bu özellikler göz önüne alın­ dan geçerek tragedya'ya ulaşması, in­
şiir ve müzik ögelerini de içererek dığında, kolayca görülecektir ki, tra- sanoğlunun sadece çalışan ve üreten
lllilliiiiIililllilli llil!l!!"ii '"' illllll!!il!lll!! !i!l!!lilll!!lll!!lll!!l":: :::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::: . 65

ve sadece üretmek için tüketen (ya da toloji gibi- bugüne değin dinamik de eder.
tüketmek için üreten) bir yaratık ol­ bir sanat olayı ve aniatı türü olarak Zaten gerek mitolojide, gerekse
madığını kanıtlıyordu. Dış dünyanın yaşayagelmiştir. mitolojik öykülerin tragedya biçimi
o çağlarda estetik düzeyde kavranma­ Antik tragedyanın bu dinamik ya­ anlatımlarında tanrıların ölümsüz
sı'nın en somut ifadesi olan mitolo­ şarlığı, onun yansıttığı toplumsal ger­ gösterilmesi, insanların ise ölümlü ol­
jinin tragedya'ya ulaşması, insana çeklikte aranmalıdır. ması, insanoğlumin ölümsüz olma
özgü olan bilincin (zihinsel süreçlerin) Aristoteles, Poetica adlı yapıtında özlemini -ama bu özlemi de hiçbir
aynı zamanda duyguları da ürettiği­ "tragedya, yoğunluğu ve bütünselli­ zaman gerçekleştiremeyeceğini bilme­
ni, dolayısıyla insanoğlunun bilinci­ ği içinde taşıyan ciddi birfiilin taklit sini- simgelemiyor mu?
nin bir türevinin de beğeni (estetik edilmesidir" diyordu ve bu taklidin Kimbilir belki de, insan'la doğa
haz) olduğunu, sanatın da işte bu ge­ acıma ve korku gibi emosyonları arasındaki mücadelenin en yetkin mi­
reksinmeden ve gerçeklikten doğdu­ (güçlü duyguları) yardımcı lJgeler ola­ tolojik sembolizasyonu olan Promet­
ğunu, mitolojinin de bu gereksinme rak içerdiğini söylüyordu. heus efsanesinde (ve bu efsaneyi an­
nedeniyle doğup şekillendiğini orta­ Tragedyalar, bir yanıyla doğduk­ latan tragedyada) insanı sembolleşti­
ya koyan canlı bir göstergeydi . (He­ ları verili toplumun temel özellikle­ ren Promete'nin tanrılar katından
men belirtelim ki, sadece tragedya de­ rini özlü ve yoğun bir biçimde yan­ çıkmış olması , aynı zamanda insa­
ğil, tragedya'dan hemen sonra doğan sıtmaktaydılar. Fakat ister antik tra­ noğlunun ölümsüz olma özleminin de
komedya da, estetik düzeyde kavra­ gedya'da olsun, ister daha sonraki bir ifadesidir. Ama tragedyayı tra­
yışın ürünü idi. Nitekim, mitoloji ef­ çağların tragedyaları ele alınsın, bu gedya yapan ölüm değildir. Çünkü
saneleri, gülünç ögeler de içeriyordu. sanat ürünlerini sadece ve sadece ya­ trajik olan ölüm değildir. Çünkü tra­
Örneğin tanrılar tanrısı Zeus, sadece zıldıkları toplumların verili sosyo­ gedyadaki ölüm olayı mutlaka top­
bir zorba olarak değil, aynı zaman­ ekonomik formasyondaki özellikle­ lumsallık içinde verilir. Bir doğa olayı
da sık sık gülünç olarak gösteriliyer­ riyle sınırlamak doğru değildir. Tra­ olan ölüm'ü trajik yapan (tragedya­
du bu anlatılarda. Mitolojideki mi­ gedyayı sadece bu lJzene sınırlamak, yı tragedya yapan) o kahramanın
zah ögesi, daha sonra tiyatronun ko­ yani onun yazıldığı çağın özgül top­ hangi toplumsallık içinde, yani diğer
medya türünü doğurdu. Ama mito­ lumsallığına (o topluma değgin çeliş­ insanlarla hangi ilişkiler içinde ve
lojinin olgunlaşıp zenginleşmesinde kilere) hapsetmek, tragedya'ya değ­ hangi eylemler (davranışlar) sunu­
asıl rolü tragedya'lar oynadı .) gin geneli ihmal etmek olur. Şayet an­ cunda öldüğüdür. Bu nedenle traged­
tik tragedyalar sanat ürünü olarak sa­ yanın evrenselliğini toplumsallıkta
TOPLUMSAL dece söz konusu lJzenerden ibaret ol­ (ve en genelinde ise çatışkı'da) ara­
GERÇEKLİGİN saydı, muhtemelen tarihin sanat mü­ mak gerekir.
YANSIMASI AÇlSINDAN zesinde ya da arşivinde -sadece çok Tragedyanın ortaya çıktığı köleci
özgül uzmanların, akademisyenle­ toplumdan bu yana toplum yaşamın­
TRAGEDYA rin- bir merak ve ilgi alanı olarak da, çelişki ve çatışkı süregeldi. İnsa­
Antik Yunan tragedyası binlerce kalırdı . Ama antik tragedyanın da · noğlunun doğayla çelişkisi ve müca­
yıl sonra bile günümüze bu denli can­ -ondan sonraki tragedyaların da­ delesi sürerken, bir de insanlar arası
lı, bu denli değerli sanat ürünleri ola­ bugüne değin yaşayabilmiş olmaları, çelişme ve çekişmeler toplumsal iliş­
rak yaşayagelmiştir, en gözde tiyat­ onların kendi dönemleriyle ilgili kileri belirledi. Ve insarılık tarihini bu
ro yapıtları olarak çağlar boyu dün­ özel'den (o dönemin özel'ini yansıt­ çelişkiler üzerinde yükselen mücade­
yanın dört bir yanında aynanmıştır. maktan) ibaret olmadığını, bu özel'­ leler belirledi, tarihin motoru oldu.
Ayrıca birçok oyun yazarının, aynı in yanı sıra asıl önemli olan'ı genel­ Ama, bu mücadeleler yeni'nin sancısı
konuları, kendi bulundukları çağdaş de ve evrense/de aramak gerektiğini da olsalar, sancı gene de sancıydı, acı
koşullar içinde, çağdaş yorumlarla bize hatırlatır. gene de acıydı. Tragedyanın binler­
yeniden yazmaları tragedya'nın öne­ Evet, tragedyayı bu denli dinamik ce yıl süren geçerliliğindeki toplum­
mini gösterir. ve yaşarlı kılan şey, her bir tragedya­ sal evrenselliği bu evrensellikte bul­
Ayrıca, tragedya türü daha sonra­ nın sadece kendi döneminin özel'ini malıyız. Tragedya'da simgelenen şey,
ki çağlarda antik Yunan öykülerin­ değil, bütün bu özel'lerin ilk insan­ rastgele bir ölüm olmayıp, bu çatış­
den çıkmış, birçok tragedya yazarı ta­ dan bugüne değin oluşturduğu bir ev­ kının yansıması (ve sembolizasyonu)
rafından bugüne değin yeni yeni tra­ rensel 'liği yansıtmasıydı . olan ölümdür. Yani aslolan çatışkı­
gedyalar yazılmıştır. dır.
Böylece, antik Yunan tragedyası, ileriki çağlarda kuşkusuz ki bu çe­
hem aynı öykülerin çağlar boyu ye­
TRAGEDYADA lişkiler kalkacak. Bugün de halen var
niden -yeni yorumlarla- yazılma­ EVRENSEL OLAN olan insanlar arası kavgalar sona ere­
sına, ya da orijinal oyun metinlerinin Tragedya'da mutlaka ölüm vardır. cek. Ama insan'ın insan'la çelişkisi
oynanmasına, veyahut da, belli başlı Ama tragedya'yı ölüm olayına bağ­ ortadan kalktığında bile, hem doğa­
oyun türlerinden biri olarak başka lamak doğru olmaz. Gerçi tragedya'­ insan çelişkisi sofüyor olacak, hem de
başka tragedyaların yazılıp aynanma­ lardaki ölüm olgusu insanoğlunun bu çelişki başka planlarda yansıma­
sına yol açmıştır. Denebilir ki, Yunan doğa karşısında kendisini en yenik sını gösterecek.
tragedyası -ve onun etkisi altında hissettiği n oktar •n bir ifadesi sayıla­ Tragedyaya yansıyan çelişki olgu­
doğan Roma tragedyası- kendi ça­ bilir. Bu nokta ölüm'dür. Canlıların suna idealist (kaderci) gözle bakmak
ğıyla sınırlı ölü bir tarihsel tür olarak ölmesi doğa kuralıdır, insanın yene­ ile maddeci açıdan bakmak arasında­
kalmamış, çağlar boyunca toplumsal rneyeceği belki de tek şey bu kural­ ki önemli · fark şu: idealist görüş,
akış jçinde ve sanatın gelişmesi süre­ dır. Tragedya türünde ölümün kaçı­ insan-insan çelişkisini ebedi görür, in­
cinde güçlü bir dinamizme öncülük nılmaz olması, bizce insanoğlunun sanlar arası kavgayı insanın doğası­
etmiştir, yani Yunan tragedyası -mi- ölüm karşısındaki bu çaresizliğini ifa- na bağlar, bunu da bireycilik temeli-
66 : : ::: : :::: :: : : : : :: : :: : : : :: : : : : : : :::: : : : : : :: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : : : : : ::::: : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :::::: : : : : : : : : : : :::::::: : : : : ::::::::: : :::::::::

Kreon, yeğeni Polynikes'in gömül­


mesini yasaklayarak cesedini kuşla­
ra yem ederken, yasalar adına insan­
lara -öldükten sonra bile - eziyet
eden dayısı Kreon'a ve onun des ­
potluğuna karşı çıkan yiğit Antigo­
ne, ölümü gôze alarak gider, karde­
şini gömer. Burada Kreon'un kendi­
sini savunması boşunadır. O denli
boşunadır ki, oğlu Heirnon bile inti­
har eder. Antigone baş eğmeyeceği­
ni söylediği için dayısı Kral Kreon'­
un emriyle diri diri gömülerek idam
edilir Ama oyunda yücel en Antigo­
o

ne'dir, Heimon'dur; reddedilen ise


Kreon'dur. Tragedya'nın en önemli
yanlarından biri de mitolojinin tan­
rıları anlatan öyküler dizisi olmaktan
çıkıp, insanlaşması'dır. Çünkü tra­
gedya kahramanlarının hepsi ölüm­
Agamemnon,
lüdür.
Achille ve Athena.
ne oturtur. Bireyler arasında daima gusal bir olay değildir. Tragedya, se­
YUNAN VE ROMA
çıkar çekişmelerinin olacağını, insan yircide bu duyguları yaratırken, se­ TRAGEDYA YAZARLARI
bireyinin bencil ve kendini düşünen yirciye acı çektirmek, ya da oyun Bugün bilinen ilk Yunan tragedya
karakterde olduğunu iddia eder. kahramanının şahsında insanoğlunun yazarları Phrynicus, Pratinas veThes­
Maddeci bakış ise, insanlar arası çe­ çektiği acıları artistik (estetik) bir dü­ pis olmakla birlikte bu yazarlardan
lişkilerin sosyal ayrıcalıklardan ileri - zeye yüceltmek değildir. İnsanın çek­ günümüze kalmış yapıt yok.
geldiğini, tarihin akışında ileride bu tiği acıların tragedya aracılığıyla ser­ Yapıtlarından -hiç değilse bir
ayrıcalıkların ve dolayısıyla insan­ gilenmesi, o yoldan insanları dürtıne­ kısmı- bugüne değin yaşamış Yunan
insan çelişmesinin sona ereceğini gös­ yi ve düşünmeye sevk etmeyi amaç­ tragedya'cılarından ilki Aeskhylus
terir Buna karşılık insan-doğa çeliş­
o lar. Andre Bonnard Yunan Uygarlı­ (M.Ö. 525-456). Aeskhylus'un 90 ka­
kisinin süreceğini, insanlar arası çeliş­ ğı adlı yapıtında bu amacı pek güzel dar tragedyasından günümüze ancak
kiler tümüyle ortadan kalktıktan son­ . dile getiriyor: trajik gözyaşları dök­ 7'si kalmış: Yakaran/ar, Persler,
ra, insanlığın başka çelişkilerle kar­ mek, düşünmek demektir, diye vur­ Thebai'ye Karşı fediler, Zincire Bağ­
şılaşacağını, bunun ise bugünden kes­ guluyor. lı Prometheus (Üçleme'nin bir oyu­
tirilemeyeceğini, çünkü bilimin bilim Gene aynı kapsamda belirtmek ge­ nu), ve Oresteia üçlemesi: Agamem­
olduğunu, kehanet olmadığını koyar. rekir ki, tragedya'da kutsanan şey acı non, Khoephori, Eumenides.
Ama tragedya'da yaşanan, binlerce ve ölüm değildir. Tragedya kahrama­ Diğer ünlü tragedya yazarı Sop­
yıldır toplumda yaşanan evrensellik­ nı tarifsiz acılar çeken, çoğunlukla da hokles 496-406 yılları arasında yaşa­
tir. ölen bir kahramandır Ama burada o mış. 1 20 kadar oyunundan günümü­
kutsanan acı ve ölüm değildir Ter­ o ze ancak ?'si kalmış : A ntigone, Kıral
DÜNYAYI AÇIKLAMA sine, kahramanın yiğitliği, metaneti Oedipus, Elektra, Trakya/ı/ar, Ajax
ve güçlü kişiliği daima ön plandadır. ve Oedipus Kolonus'ta.
ÇA�ASI OLA.RAK Seyirci, oyunun kahramanını,bu nite­ İlk iki tragedyacı kadar ünlü olan
ANTIK TRAGEDYA likleriyle sever, bu nitelikledyle be­ bir üçüncü Yunan yazan da Euripi­
Antik tragedyanın asıl işlevi, bu­ nimser ve böyle bir kişi acı çektiği des'tir (480-406). 80-90 oyunundan
gün bizim için bilinen çelişmeyi ve ça­ için, öldüğü için üzıilür. Yani traged­ geriye I 8 kadarı kalmıştır: A lkestis,
tışkıyı, gözler önüne serrnek çabası ya yazarı, oyuncusu ve seyircisi ma­ Medea, Hippolytus, Troya 'lı Kadın­
olmuştur o Bu ise insanın dış dünyayı zohist değildir. Acı çekmeyi erdem lar, Orestes, lphigenia A ulis'te,Bacc­
algılamasında estetik düzeyde kavra­ saymaz. hae, Andromache, Hecuba, Elektra,
ma'nın getirdiği önemli bir katkıdır. Tragedyanın bir başka özelliği de /phigenia Kırim 'da ve Rhesuso
Burada önemli olan sanat yoluyla toplumdaki genel ahlak kurallarına Yunan tragedyası etkisi altında
toplumu genel olarak açıklama için değgindir. Oyunlara yansıyan çatış­ başlayan Roma tragedyasından gü­
bir çaba'ya girişiimiş olmasıdır. An­ kılar, olumlu ve olumsuz tiplerneler­ nümüze pek bir şey kalmış değil. Bu­
tik toplum insanı ve düşünürü kuş­ le temsil edilirler. "İyi" ile " kötü " , nunla birlikte eski Roma tragedya ya­
kusuz ki yeterli bilgilerle donanmış "haklı" ile "haksız" , "güzel" ile zarlarından şu isimleri sıralayabiliriz:
değildLAma düşünürlerin (feylesof­ "çirkin" tragedyalarda çeşitli şekil­ Livius Andronicus, Naevius, Ennius,
ların) dünyayı açıklama Çabaları, tra­ lerde (bulundukları toplumların de­ Pacuvius, Accius ve en ünlü Romalı
gedya eşliğinde önemli bir boyut ka­ ğer yargılarını, toplumsal kanuniye­ tregadya yazarı olan Seneca.
zanmıştı. tini ve genel ahlak kurallarını yansı­ Tragedyalar konusuna kısa bir gi­
Tragedyanın, seyircileri duygulan­ tarak) temsil edilirler. riş niteliğindeki bu yazıyı, belli başlı
dırması, sarsması, onlarda güçlü ve Örneğin, düzenin ve kendi koydu­ antik tragedyalarının tanıtılması izle­
etkili d'Jygular yaratması sadece duy- ğu yasaların acımasız koruyucusu yecek.
�=; :::: : :::::: ; :; ::! : : : :::::::::::::::::::::::::;:::: ::::: =�=!:: : : :: ::: : �=: ::::::::::::::::::: =�:::::;.;:.:: ::: : : : : : : : : : : : : : : : : : :::: :: : ::: : : :::: ::::: : : :::::: : ::::: : : : :: : : : : : : ; : : ::::::: ; : ; i ; ::::::::::::::::::::: 67

Mevsim başı notlan


"Türkiyem"
Vecdi Sayar
Filmi göreli epey oldu. Belleğim­ tılan başka filmler de var. "Türki­ ki de çoktan mevsimin listelerine
de kalan birkaç görüntü, birkaç yem" geçen mevsim sinemalarda bir göz attınız, hatta ilk filminizi
sözcük . Ama, adam olana yeter de gösterilmiş olduğu için ona biraz izlediniz bile. Biz, gene de, adetten­
artar bile. Film, toprağa çizili bir "iltimas" geçmeye hakkımız vardır dir deYip, birkaç ukalalıkta buluna­
Türkiye haritası çevresinde oyna­ diye düşündürn. lım . Mevsimin en belirgin özelliği
yan çocuklarla açılıyor. Batı Trak-­ * * * "nitelikli " film sayısındaki artış.
ya'lı Türklerin çocukları bunlar. Ekonomik koşulların günden güne
Yaşam, türlü acılara, sıkıntılara
"Şehvetin, cinayetin, dinsiz, iman­ ağırlaşması kuşkusuz sinemayı da
karşın sürüyor. Bir mevsim daha
sız bekçi/eri" Yunanlılara karşı ciddi bir biçimde etkiliyor. Yapım
sessizce giriverdi yaşamımıza. Bel-
kahramanca direniyorlar. Müşer­ maliyetleri sürekli artıyor, izleyici­
ref Tezcan 'hain ' düşmandan öcünü nin alım gücü günden güne düşü­
alırken, bir yandan da veeizelerini yor. Bütün bunlara karşın, sinema­
patiatıyor. "Oç laf etsem, Türküm mızda şaşırtıcı bir atılım (en azın­
derim üçünde" dedikçe göğsümüz dan çabası) görülüyor. Antalya'ya
gururla kabarıyor . . . Boşuna deme­ katılan filmierin çoğunluğunu
mişler, adam olacak insan başından olumlu bir yaklaşımın habercileri
bellidir diye. Kadın, yemedi, içme­ olarak nitelendirmek olası . Bu ge­
di nasıl yurtsever bir sanatçı oldu­ lişmenin, iç pazarın artık bir filmin
ğunu kanıtlayıverdi. "Şoven " di­ maliyetini karşılamaya yetmemesi­
yenler haltetmişler. nin bir sonucu olduğu söylenebilir.
Bayram değil, s.eyran değil, Mü­ Bu doğrultuda, yapımcılar kaçınıl­
şerref Tezcan nereden çıktı deme­ maz bir biçimde dış pazara yönel­
yin, sanatçı kızımız "Türkiyem"le mek gereksinimini duyuyor. Bu da
Antalya Festivaline "hazırlık etme­ doğrudan filmin niteliğini, gerek
'da yarışacak iddialı yerli
ye " karar verdi ya, içime dert ol­ yapımiardan "Firar" 1 Şerif Gören. (devamı s. 95 'te)
du; ya seçici kurul üyeleri sinema
sanatıyrnış, şuymuş huymuş diye bu
"güzelim " filmin hakkını yerler­
se . . . Ne olur, •ne olmaz. . . Filmler
ikiye ayrılmıyor muydu (bakınız: si­
nemamızla ilgili en yetkili resmi
ağızların açıklamaları), "devlet­
ten yana filmler", "devlete karşı
filmler". Doğrusu, bu filmden aıası
can sağlığı. Benden hatırlatması. . .
Üstelik bir de işin şu yanı var:
Yarışınada birinci olan film 3,5 mil­
yon alacak, ama Kültür Bakanlığı'­
nın da ayrı bir ödülü var. 950.000
TL. tutarında. Ve bu parayı "birin­
ci seçilen filmi beğenirlerse " vere­
cekler.üstüne üstlük, bir de Türki­
ye adına festivaliere gönderme işi
var. Doğrusu, ben seçici kurulda ol­
sam oyumu "Türkiyem" için kul­
lanırdım. Durup dururken, 950.000
yansın mı yani?
Tabii, Antalya'da yarışmaya ka- Yeni mevsimin filmlerinden "Bir Zamanlar Amerika".
68 ;;;;;;: ;:;;;:;;;:;::;:::::!::::::::::::::::::;:::::;:::::::;::;:::::::;;:::: ··

Ebubekir Hazım Tepeyran

Küçük Paşa Anılan


Oktay Akbal
Sadri Ertem'in Unutulmuş Bir Arada bir Ankara'ya Meclis'e gidip açmış. Ona gittim, Esatoğlu'nun ye­
Eser: Küçük Paşa adlı yazısıydı beni geliyordu. "Ben söylerim sen dakti­ rinde dizgiye başlandı. Büyükbaba­
iik uyaran. Yıl sanırım 1 938 ya da loda yazarsın" dedi. Ne var ki eski mın Türkiye Yayınevi'nde bulunan
1 939. Son Posta gazetesinde çıkmış­ Remington yazı makinesi acayip bir birkaç top kağıdını da Esatoğlu ken­
tı. Bir yerlerde saklamıştım, aradım şeydi. Kırk yıl önce Londra'dan ge­ di yerine götürdü. Ne var ki dizgi bit­
bulamadım ne yazık ki! . . Ertem'in tirmiş, Bağdat Valisi iken . . . "İyi bir meden Esatoğlu'nun işyeri topu attı,
bu yazısı Küçük Paşa'nın gerçek de­ makinedir" diyordu zamanın geçişi­ basılan formaları güçlükle ele geçire­
ğerini bana anlatıvermişti. Biliyor­ ni unutmak isteyerek . . . ''Şimdi daha bildik. Ne kağıtlar vardı, ne de Esa-
dum, duyuyordum, Mustafa Nihat küçük yazı makineleri var, bir tane t oğlu . . . Bu kez başka bir basımevine
Özön'ün kitabında övgüyle adı geçi­ alsak" dedim. Bana yüz lira verdi, götürdüm kitabı. Küçük Paşa mutsuz
yordu bu romanın. Ama yeni harf­ Babtali'ye indiğim bir gün sanırım 90 bir çocuğun öyküsüydü. Kitap da
lerle basılmamıştı. Kulaktan dolmay­ liraya bir Hermes Baby aldım. Yıl şanssızlıklar içinde hazırlanıyordu.
dı bildiklerim. Bir de kitabın yazarı 1 944 olmalı . . . Ki bu makine, gazete­ Esatoğlu'ndan önce Avedis adlı bir
büyükbabam Hazım Bey'den bu ro­ deki masamda duruyor, hala işime basımevciyle anlaşmış, müsveddele­
man üstüne dinlediklerim . . . Bir ak­ yarıyor! ri ona teslim etmiştim. Yeni Dünya
şam kitabın önsözünü, sonra da bir Başladık çalışmaya. O, kitaptan gazetesinin içindeydi bu dizgi yeri . 4
bölümünü okumuştu yazıhanesinin bir cümle okuyor, Ankara'nın çevi­ Aralık l 945'te 'Yeni Türkiye' bası ­
başında. Ağdalı bir dili vardı, kolay risine bakıyor, çoğunlukla beğenmi­ m evi baskına uğrayınca Küçük Pa­
anlaşılmıyordu. Bugünkü Türkçeye yor, kendisi söylüyordu karşılığını. şa'nın müsveddeleri de yok olmuştu.
çevirmek gerekliydi. Bunu söyledim, Kiminde de ben işe karışıyor, "böy­ Esatoğlu'nun iflası da ikinci acı olay
karşı çıktı. Kendisine Halit Ziya'nın le olsa daha iyi" diyordum, kabul oldu. Kendimi suçlu sayıyordum;
bu 'sadeleştirme' işini yaptığını anım­ ediyordu. Günlerce çalıştık . İki kop­ hem para, hem kağıtlar, hem de müs­
satmıştım. Konu orada kapanmıştı. ye olarak Küçük Paşa'yı bitirdik. Bir­ vedde yok olmuştu. Neyse romanın
Yıllar geçti. Feridun Ankara'dan çok bölümü attı, 'gereksiz' bularak . son bölümünü yeniden hazırladık, bu
bir paket geldi bir gün. Ankara Halk­ Oysa o parçalar da ilginçti. Belki ro­ kez Milli Mecmua basımevine verdik,
evi'nde görevli bu genç öğretmen manın akışını bozuyordu, ama belge­ kitap orada tamamlandı . Yarısı baş­
oturmuş KüçUk Paşa'yı kısaltarak sa­ sel bir değer taşıyordu. Yüzyıl başın­ ka punto ile, yarısı daha başka bir
deleştirmiş, incelesin diye Hazım da Anadolu köylerinin gerçekleriydi puntoyla çıkmıştı. Ama sonunda ki­
Bey' e göndermiş. O yıllarda yaz ta­ hepsi . Askere almalar, askere giden tap ortadaydı. Ne var ki bu olaylar
tillerini büyükbabamın yanında geçi­ delikanlının ailesinin durumu, bun­ canımı sıkmış, beni de güç duruma
rirdim. 1939'dan 1 946'ya kadar böyle lar gibi bir şeyler . . . düşürmüş,büyükbabamı da üzmüştü.
sürüp gitti. Açıp ineeledik birlikte Kitap bitti. Bir bastırması kaldı. İşte Küçük Paşanın sadeleştiriimiş
gönderilen dosyayı, yer yer okuduk. 1 945 'e gelmiştik. O iş de bana düş­ ikinci basımının öyküsü böyle. Orta­
Büyükbabam pek beğenmedi. Ben de tü. O sıralarda Selahattin Hakkı Esa­ ya çıkan kitabı büyükbabam hiç be­
"Biz bu işi yapsak daha iyi olmaz mı, t oğlu - birkaç yıl önce bir kazada ğenmedi, bir dağıtıcıya verdik, para­
yer yer Ankara'nınkinden de yarar­ ölen CHP milletvekili - o günlerde sını da alamadık. Neyse birkaç eleş­
lanırız" dedim. Bu görüşü benimse­ Hukuk'ta öğrenciydi. Yoksul bir ço­ tirmeci arkadaş güzel yazılar yazdı­
di. O yıllarda Niğde Milletvekiliydi. cuktu, ne yapmış etmiş bir dizgiyeri lar, kitabın yazınımızdaki yerini, öne-
: :: : : ::: : :::::::::::::::::: : : :::::::: : :::: : ::::: : :::::::::::::::::::::::::::::::: : ::::: : :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: : : :::::: : : : :::::::::::::: :: : : :: :::: ::: : :: ::: :::: :: ::::::::
69
mini belirttiler. Büyükbabam da son 1910 'da, ikinci kez 1945 'te yayınlan­ gularını yakından bilen bir kimse
yıllarında ' kalıcı' bir yapıt vermenin mış bu romanın- ücüncü baskısı eli­ kudretiyle dar ve neşesiz bir hayatı,
huzurunu duyabildi az da olsa . .. Ne nizde. ( •) 1945 ' teki metni bugünün edebiyatımızda benzeri az bulunan
var ki o, Küçük Paşa ' yı 'edebi' bir Türkçesine çevirdik yine... Belki bir bir müşahede ve tahlil ile tasvir" eden
yapıt saymıyordu, köy gerçeklerinin, gün bir inceleyici çıkar, 191O' daki Küçük Paşa, ilk yayınlanmasından
acılarının sergilenmesi için yazmıştı esas metni olduğu gibi bugünün 75, ikinci basımından 3 8 yıl sonra
bu romanı; dikkatleri köylere, köy­ Türkçesine çevirir, bir 'edition criti­ Türk okurunun karşısına yeniden çı­
lülere çekmek için . . . Önsözde de bu­ que' halinde yayınlar. Şimdilik size kıyor. Yargı bugünün okurlarının...
nu açıkça belirtiyordu: "Bu kitapta sunduğumuz, 1945 'te Hazım Bey'in 3 Eylü/ 1984
Anadolu facialarının hepsi değil, en yaptığı sadeleştiriimiş Küçük Paşa ' ­
(*) Ebubekir Hazım Tepeyran'ın Küçük
önce söylenınesi gerekenlerden bazı­ dır. Paşa romanının, geçtiğimiz ay için­
ları söylenmiş oldu ..." Mustafa Nihat Özön'ün yazdığı gi­ de, De Yayınevi'nce yeni baskısı ya­
Şimdi Küçük Paşa ' n ın -ilk kez bi "Köylülerin hayatını, adet ve duy- pıldı.

"Küçük Paşa"
İçin Ne Demişlerdi ...
Tahir A langu edilen kısımları üzerinde orijinalitenin Ona gelinceye değin yayımlanan ro­
dumanı tüter. Tazeliğini ve heyecanını manların insan kadrosu beyfendi­
Halk için çalışan ve halk arasında
muhafaza etmektedir. Müşahede kud­ hanımefendi-hizmetçi üçlüsünden
yaşayan bir insan olarak, bizde köy
reti bu eserde bizim edebiyatımız mik­ oluşuyordu. İlk kez 'Küçük Paşa ' ile
gerçeklerine yönelen ilk roman olan
yasında emsalsiz bir şahikadır. Ana­ Anadolu insanı romanımıza girmiştir.
Küçük Paşa ile ün kazandı. Aslında
dolunun, köyün, devletin, jandarma­ Tepeyran yalnızca yaşam biçi;nleriy­
kendi kendini yetiştiren bir otodidakt
nın, tahsildarın, kat'i bir şekilde gös­ le değil, değer yargılarıyla da birbirin­
olan Ebubekir Hazım, uzun süren
terilişi köy evinin detayları, köy man­ den uzak, aralarında derin uçurum­
idari hayatında, Anadolu insanını ve
tığının çerçevesi, kadın zihniyeti ha­ lar bulunan iki toplumsal kesimle yüz­
sorunlarını yakından tanımak fırsat­
rikulade denecek bir "reel " hissiyle yüze getiriyor bizi. Bir yanda yazgı­
ları bulmuş, cemaat içinde kapalı ya­
kavranmıştır. Realitenin bu emsalsiz sıyla başbaşa bırakılmış köy, diğer
şayışlarını , ilişkilerini, ayrıntılarına
azameti , tazeliği, orijinalliği üstünden yanda bolluk içerisinde yüzen konak.
kadar tanımış, köylü insanını şive
seneler geçmiş olmasına rağmen ese­ Yazarının amacı gereği 'Küçük Paşa'
özellikleriyle canlandırmıştL Köye ve
ri ayakta tutmaktadır. Bu müşahede gerçekçi bir roman.
köylüye 'bilim-sanat' açısından çok,
kudretini gönül verilmiş bir tez ta­
bir idare adamı görüşüyle bakmakla
mamlamaktadır. Tez, bir hassasiyet
birlikte, bizde köye yönelen gerçekçi­ Cevdet Kudret
ve ihtirasla muharririn ruhunu sarmış­
ler arasında önemli öncülerden biri ol­
'tır. Küçük Paşa, edebiyatımııda Ka­
du.
ra Bibik' ten sonra köye yönelen ikinci
Yazar bu eserinde köylerin 1910 yıl­ eserdir. Orta Anadolu'nun -belki
larındaki durumunu anlatıyor. Yer İsmail Habip Sevük Niğde'nin- yoksul köylerinden birinin
yer fırsat düştükce de köylü sorunla­ . ..Ebubekir Hazım'ın bu romanı, yaşama koşulları bir ana ile oğulun
rı üzerindeki düşüncelerini, olayların nev' i şahsına münhasır çok dokunak­ başından geçenlerin çevresinde veril­
arasına sıkıştırmakta, romanda yaşa­ lı, çok özlü bir Anadolu romanıdır. miştir . .. Gerek çevrenin ve olayların
nan hayatın, köylü tiplerinin çatışma­ Kendi zaten orta Anadolu 'daki anlatılışı , gerek kişilerin ruh halleri­
larına yansımış sonuçlarıyle yetinmek­ Niğde'den olduğu için Anadolu'yı,ı nin çözümlenmesi bakımlarından
tedir. Yazar bundan başka köylülerin içinden biliyor. İlk defa Anadolu köy­ eserde yer yer gerçekten başarılı nok­
hayatlarında ve köyün kuruluşunda lülerini kendi şiveleriyle bu romanda talar vardır.
tabiat şartlarının oynadığı hakim ro­ konuşur görüyoruz, mevzu da çok iyi
lü araştırmıştır, ' 'insan-tabiat ' ' ilişki­ seçilmiş ...
lerini gösterebilmiştir.
Fahir Onger
Ebubekir Hazım Beyin Küçük Pa­
Mehmet Ergün şa' sı bizim bugün anladığımız mana­
Sadri Ertem
Küçük Paşa 'ya gelinceye değin da, realist edebiyat'ın tipik bir örne­
Küçük Paşa, devrinin güzel üslubu yayımlanan romanlarda genel olarak ğidir ... Türk edebiyatı içinde ilk defa
ile yazılmış bir kitaptır. Üslubu dev­ İstanbul'da, özel olarak da İstanbul'­ bu Küçük Paşa' dır ki memleket me­
rine ait kaldığı halde bugün kendisin­ un varsıl çevrelerinde geçen olaylar �elelerine doğru uzanarak gerçek bir
den bahsettirecek kudrettedir. Muh­ konu edinilmiş ve anlatılmıştır. İlk roman görüşünün temelini atmıştır .
tevanın kudreti kendisini derhal mev­ kez bu romanda konağın dışına taşıl­ Geçmiş nesiller arasında ileri görüş
zuu ile hissettiriyor. Romanın müşa­ dığına, Anadolu halknun yaşam biçi­ sahibi bir müellifin varlığı, o edebi­
hedeye, tamarnıyle halk hayatında minin kaba ama kesin çizgilerle yan­ yaıçı nesillerin kıymetlendirilmesinde
köylünün mantığıni anlatmaya tahsis sıtılmaya çalışıldığına tanık oluyoruz. bize yeni bir ölçü kazandırmıştır.
70 ::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : :::::::::::::::: : :::::::::::::::::::::: :::;::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::: :: ::::::

Hüzün
Erendiz Atasü

]

·a

Bir şişe şarap aldım . Kırmızı, ekşi şim değilsin ki benim, başımı senden sığar ki. . . Sesler, sıradan sözcükleri
ve ucuz. içiyor, düşünüyorum. Şara­ geleceğe döndüreyim . . . Birlikte bir haykınrken bile, öyle çok anlam ta­
bın burukluğu kadehten dökülüp sa­ geleceğimiz yok bizim, biliyorum. Ne şır ki. . . Ne büyük bir umut olur-
rıyor beni . . . Bir ucu hüzne varan, tat­ yapabilirim ki. . . Seni özlüyorum. du görüş günü benim için . . . Seni gö-
lı, buruk bir duyarlık, sis gibi örtü­ Gögüslerimde gezinen esmer ellerini, rebilmek, uzaktan bile olsa . . . Anım-
yor yaşamımdaki her şeyi, geçmişi, türkü söyleyen sesini, seninle aynı sanacak bir görüntü, bir sonraki gö­
şimdiyi ve geleceği. . . içiyor, anımsı­ odada bulunma duygusunu, ya da rüşe kadar beklenecek bir amaç . . .
yorum; hüzün koyulaşıyor şişe boşal­ "akşam beş buçukta Gökdelen'in al­ Tutunacak bir dal. . . Ayni heyecanla
dıkça. Sevinç, bir kuş gibi kanat çırp­ tında buluşacağız" duygusunu özlü­ bekliyorum mektubunu, ama gelmi­
sa da apansız hüznün orta yerinde, yorum. Bir yığın insanın meraklı, öf­ yor. Sen yazdıktan günler, günler
kanadından . esen rüzgar dağıtsa da keli ya da aldırmaz gözlerinin dene­ sonra ulaşıyor bana. . . Açılmış ve
kederin sisini , gene de hüzün koyu­ timinden geçmiş ve hayli gecikmiş bir damgalanmış . . . Heyecarum, solan bir
laşıyor. Yaşamımdan damla damla mektup, iki insan arasındaki bağı çicek gibi dökülüyor, bırpalanmış ka­
damıtılan hüzün, derinlikierime dam­ oluşturamaz ki. . . Ne yazılabilir o ğıdı elime alınca.
la damla sızıp, orda biriken hüzün, mektuplara . . . Yirmi bir ay, dile ko­
dökülüp taşıyor. içiyor ve özlüyo­ lay . . . Yirmi bir ay geçmiş. Ve kaç yıl Keşke karın olsaydım . . . Keşke, o
rum. geçecek, belirsiz. Son mektubunda, umursamadığımız, küçümsediğimiz
"Gönlüne yatan, iyi bir insan bulur­ işlemi yaptırsaydık, nikahlansay­
Geçmişi ve seni özlüyorum. " Ha­
san, evlen. " diyorsun. Ümidini sen dık . . . O zaman, her şey daha basit­
yat hep ileriye doğru yüı;ünen bir yol­
de mi yitirdin? Yoksa, bir görev mi leşirdi. Keşke, bir de çocuğumuz doğ­
dur, geriye bakarsan tökezlersin. " di­
bu senin için, bana ruhsal özgürlüğü­ saydı . . . Gü;ıdelik yaşam çok daha
yen ben geçmişi özlüyorum. Hem de
mü vermek? Ah, onu bana sen vere­ zor, ama zihnimin içindeki yaşam
nasıl. . . Geri dönülmezliğini bile bi­
le . . . mezsin ki. . . Yoksa, seziyor musun, çok daha kolay olurdu. Keşke bir ço­
ne haldeyim? .. Nasılım, biliyor mu­ cuğumuz olaydı, senin için de, benim
Yaşamımda ne var k i anılardan sun? Sanmıyorum. Ben de sezemiyo­ için de iyiydi. Seni, dışardaki hayata
başka . . . Gelecek belirsiz ve bulanık . . rum, sen nasılsın. Taş duvarlar, de­ bağlayan etti, kanlı, canlı bir varlık
Şimdiyse, zavallı döşenmiş, iyi ısın­ mir parmaklıklar, tek başlarına in­ olsaydı keşke . . . Karın olsaydım, ço­
mayan küçük bir apartman dairesi ve sanlar arasına engel dikemez, biliyo­ ğu kimse selamı sabahı keserdi be­
yalnızlık. Soğuk ve sevimsiz. rum. Ama, o payiaşamamak yok nimle, biliyorum, yol değiştiririerdi
Sen benim geçmişim misin ki? . . mu . . . İşte o kopartıyor bizi . . . Keşke beni görünce. Ama hiç olmazsa beni
Keşke, öylece, kesin bir nokta koya­ seni görebilseydim, keşke sesini du­ arayıp soran birkaç kişi olurdu. Be­
bilseydim. Yoo, hayır_ bin kez hayır. . . yabilseydim . . . Keşke sana dokunabil­ nimle, benzer dertleri paylaşan evli
Seni tümden geçmişe yitirmek iste­ seydim. Kimse sinirine dokunarruyor, kadınlar, analar. Görüş günü sohbet
mezdim . Ölseydin, geçrnişim olur­ biliyorum, ondan vazgeçtim. Göre­ edenlik birbirimizle, gönül alıcı , des­
dun. Bırakıp gitseydin beni, başka bi­ bilseydik birbirimizi, seslenebilseydik tek olucu bir iki söz. Onlar dışlamaz­
rini sevip, geçmişim olurdun. Geçmi- birbirimize. . . Bakışiara öyle çok şey dı beni. İnsanların, bir kadın-bir erkek
: : :: : : ::: : : : :: :: : : : : : : ::: : : : : : : ::::: : : : : : : : ==�=: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::::::: : : : : :: ::: : : : : : : : : : : :: : : : : : :: : : : : :: lllllill1IIJ!IIJIIII "IIIIIJII!Iillll!lill!ll 71

ikili gruplar, ya da ana baba, çocuk­ bana büyük bir zevk le iletiyor, korn­ tutarak . . . Yoo, belli olmaz. Beni
lar ve yakın akrabalardan oluşmuş şuların hakkımda neler düşündüğü­ apartmandan attırmaya bile kalkar,
daha büyük gruplar halinde yaşadık­ nü, sabahları ekmek aldığım beş da­ bu ödlek insancıklar . . . Yoo , seni
ları bir diyarda benim yerim neresi? kika boyunca. Nerdeyse vebalıyım söyleyemem onlara, saklamalıyım.
Genç ve yalnız bir kadın . . . sanacağım, handiyse öcü diye beni Peki, seni gizlesem de, başka şeyler
- Anneniz, babanız? gösterecekler çocuklarına. anlatsam . . . Babamın sirozdan, anne­
- Yok. (Ölmüşler) Behey, karşı komşu Necla Hanım, min kanserden genç yaşlarda öldük­
- Eşiniz? yan komşum Bedriye Teyze (Teyze lerini, filan. Acırlar bana, beni rahat
- Evli değilim . (Yok!) dermiş apartmanın benden gayrısı), bırakırlar. Hayır, acınmak istemem.
- Çocuk da yok tabii . . . (Yok ! ) alt kattaki Osman Amca. Niye .onca Acırlarsa acısınlar, ne olur sanki? . .
- (Yok ! ) tedirginsiniz? Yalnızlık bulaşıcı değil­ Amma da önemsiyorum. Kimi? Ken­
- Akrabalarınız? (Nüfuzlu, nü- dir, korkmayın; ne de fukaralık, ne dimi mi, onları mı? Kah kendimi,
fuzsuz, dişli, dişsiz? . . ) de sevdiklerinizin içerde olması . . . kah onları? . . Hiç önemsemesem . . .
- Yok . . . (Yok! . . ) Hiçbirisi bulaşmaz insana . . . Ya da, ya kendimi, ya onları seçsem,
- (Paranız? . . ) Beki de benim tedirgin olan. Sen, rahatlayacağım. Ama beceremiyo­
- (Yok! . . ) ben, bizim gibiler . . . Biziz tedirgin. rum. Kendimle onlar arasında karar­
Benim yerim yok ! . . Benim yerim Çok fazla kendi sorunlarımızla, ken­ sızım. "Aman varsın acısın şu insan­
yok ! . . di yetersizliklerimizle, eksiklikleri­ cıklar bana, bana acımakla mutsuz­
Hapsolmak, bazı şeylerden yoksun mizle uğraşıyoruz. Ya da hiç uğraş­ lukları azalacaksa acısınlar, umurum
bırakılmaksa eğer, hapsolmak özgür­ mıyoruz . Kendimizden kaçıyoruz, değil. . . " diyebilsem. Nasıl diyebili­
lüğünü yitirmekse, ben de hapisim, derinimizdeki asıl kendimizden ! . . İki­ rim bunu? . . Bana güç verecek somut
evımın 8 5 m 2 ' sine, i ş yerimin si de ayni kapıya çıkar belki, aşırı bir şeyler gerekir. Düşünceler, inanç­
25m2' sine, evimle işim arasındaki önemseme ve hiç önemsememek . . . lar. . . Hayat kocaman ağzını açmış
otobüs yolculuğunun soluk almaya Biraz da karşımızdakilerle ilgilenebil­ bekler, beslenmek dayurulmak ister.
izin vermeyen tıkıp tepişliğine yargı­ sek::. Ben içimde duyabilsem karşı Düşünceler ve inançlar, tek başları­
landım . . . Suçum nedir? Kadın ol­ komşu Necla'nın doyumsuz bir kadın na, bir hayatı doyuramaz ki . . Kim­
mak, genç olmak, yalnız olmak, pa­ olduğunu . . . Bir kez bile orgazm ol­ se, salt kitap okumakla, okuduklarını
rasız olmak . . . mamıştır evlilik yaşamında, başka bir birileriyle paylaşamıyorsa ayakta du­
Biliyorum dostlar, biliyorum, çok yaşam da bilmez zaten . Ömrü koca­ ramaz ki. . . Kimse bu kadar güçlü
şanslıyım ben. Başımı sokacak bir sına numara yapmakla geçer. Onun olamaz . . . insanım ben, kadınım. Elle
evim var, geriye pek param kalmasa için beni gözetler ve ayıplar. Yan tutulur, gözle görünür bir şeylere ih­
da kirasını ödeyebiliyorum. Bir işim komşu Bedriye Teyze, kızıyla dama­ tiyacım var. İnsan sıcaklığı , dost bir
var. Hepten aç kalmadım. Yoo, yoo, dının yanına sığınmış , yaşlılığın baş­ bakış, erkek dokunuşu, çocuk kah­
yakınmıyorum. Yakınmaya hakkım langıcında, geleceği soğuk ve karan­ kahası . . . Tutunacak bir dal olmalı ki,
yok , biliyorum. Dedim ya, yakınmı­ lık , geçmişinde yaşlılığını ısıtacak ve çevremc!-eki kurt gibi insancıklada
yorum, sarhoşum, içmişim, hüzün aydınlatacak hiçbir anısı olmayan za­ baş edebileyim. Aldırmayayım onla­
· basmış ya yüreğimi ! . . Ondandır bu vallı bir kadındır. Alt kattaki amca ra, öfkelenmeyeyim onlara, rahatsız
serzenişlerim. . . Yoo, hakiısınız hepten uroarsızdır. Kahveye bile gi­ olmayayım onlardan baş edebileyim
dostlar, yakınana, yerinene kızarsı­ demez artık. Dizleri tutmaz; gazete onlarla. Giderek sevgi kırıntıları bile
nız, bilirim . Nerdeyse, yüzyılların okuyamaz, gözünde katarakt vardır. besleyebileyim onlar için . . .
alışkanlığıyla, " Beterin beteri var, Tek işlevi merdivende ayak sesi du­ Yeni bir arkadaş atandı daireye. İyi
haline şükret . " diyeceksiniz de, zor yunca, gözetierne kulesi nöbetçisi ör­ bir çocuk. Zeki ve sevecen. Beni se­
tutarsınız kendinizi, bilirim. Sağ olun neği, görev başına koşup, sokak ka­ viyormuş. Benimle evlenmek istiyor­
be dostlar! . . Olmayan dostlar, var pısını açmaktır. İçimde duyurnsaya­ muş. Oh, söyledim ve rahatladım .
olun. Bağışlayın, içmişim . . . bilsem zavallılıklarını, benden bile Bunları sana ancak içkiliyken v e dü­
Gerçekte tek bir şansım var. Ben yalnız olduklarını (Benim duygularım şünce yoluyla, söyleyebilirim . Başka
sevmeyi öğrendim. Seni çok sevdim. düşüncelerim, inançlarım var, onla­ türlü, asla. . . "Evlen" diyorsun bana,
Sen beni ne kadar sevdin, bilemeye­ no nesi var? .. ), korkmasam onlardan, değil mi? Tabi , tabi sen öyle dersin.
ceğim. Ama ben seni çok sevdim . kinlenmesem onlara, önemsemesem Sen benim için neyin iyi olduğunu
Her şeyimi yitirsem de duygularım davranışlarını . . . Aldırmasam. Kur­ hep benden iyi bildin, ya da öyle san­
var benim. Onları yitirmedim. şun gibi hissetmesem,bakışlarını en­ dın.
Bilmiyorum , belki dı! suç bende. semde . . . Suçlu gibi, gözlerim yerde, · - Hayır, dedim ona, senden söz
Belki herkes eğri bakmıyor bana . . . koşar adım inip binmesem merdiven­ ettim, evlenmem, evlenemem, dedim.
Ben öyle sanıyorum . Herkes kendi leri, bir an önce dairemin yalnızlığı­
derdinde, bir de benimle mi uğraşsm­ na sığınabilmek için. ' 'Günaydın. ' ' - Niçin, dedi, onu seviyor mu­
lar. Yoo , eğri bakıyorlar ! . . Kuşkuy­ desem, bir sabah Necla Hanıma . . . sun? Yoksa, suçluluk mu duyarsın
la, küçümserneyle. . . Karşı komşu, " Çarşıdan bir istediğin var mı, ge­ onu terk edersen?
nerdeyse, "Tuh tuh , çok ş ük ür, so­ tireyim. ' ' desem alt kattaki ihtiyara. . . - Sev.iyorum, dedim, 5uçluluk da
yum da sOlalernde böylesi yok . . . " di­ Yo, yapamam. Yaparım d a sorular duyarım, dedim.
ye söyleniyor, ben anahtarımla kapı­ başlar o zaman. - Kızdı bana, söylendi durdu .
mı açarken . Niyeyse, benim dairerne Zaten biliyorlar hapiste bir yakı­ - Sen, dedi, bir takım tabuları
her giriş çıkışımda o da kapısının mm olduğunu . Nerden öğrenmişler­ yıktığım sanan budala bir aydıncık�
önünde olur. Alt kattaki yaşlı emek­ se . . . Kardeşim mi, amcaoğlum mu , sın. Yıkmak şöyle dursun, yıktığın ta­
li, kapısını aralayıp tek gözüyle süzer sözlüm mü kestiremiyorlar. Açıkça buların altında kalmışsın. Keşke hep­
beni, merdivenleri inerken. Kapıcı söylesem . . . Çekinmeden, başımı dik ten uyaydın tüm yasaklara. O zaman
72 ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: : : :: :: :::: ::: :: :::::: : :::::

böyle yalnız ve bırakılmış kalakal­ kasım sevemezsin, sevrnernelisin. Sen Belki ikinizi birden seviyorum. Sa­
mazdın. Senin için mi girdi hapse? . . o erkeğe bir yaşarn boyu bağlı kalrna- na bağımı kimse kopartamaz. O bağ,
Sen mi sebep oldun? lısın . . . Çünkü kadınsın . . . Böyle sanı- gündelik gerçeği aşıp gider, ama bo­
Yoo, böyle düşünmek, onu azım­ yorsun. Masal bunlar . . . günün boşluğunu da doldurmaz. Bel­
samak olur, saygısızlık olur . . . O, bi­ - Hayır, dedim, masal değil, ger­ ki filizlenen yeni bir sevgi çağrıştırı­
linçle seçti yolunu, öyle değil mi? . . çek . . . Onu seviyorum. Bir şey payla­ yer bana geçmişi. Belki, o yüzden,
Hapisliğin başına gelebileceğini hesa­ şamıyoruz artık . Ama ya paylaştık­ bir şişe şarap aldım, içiyorum.
ba katınıştı herhalde. Gene de bu yo­ larırnız? . . - Sevdiğin benim, diyor beni se­
lu seçti. Unutulur mu sanki? . . Unutulur ven çocuk. Bir yaşam boyu böyle mi
Ne kadar katı, değil mi? Katı, ke­ mu? ! . Unutulur sanılsa, silindi gitti sürdüreceksin? . . Herkesten uzak, ka­
sin ve mantıklı. Erkekler böyledir iş­ dense, izleri kalır. Evet, kalır . . . Ko­ buğunun içinde bir böcek gibi. . . Bı­
te . . . "Biliyordu . " , öyleyse, tamam! . . lay kopar mı bağlar, bir kez var ol­ rakacak mısın yaşam akıp gitsin ya­
Sen, ey genç adam, unut güneş ışığı­ muşsa! . . Araya zaman, uzaklıklar, nından, yörenden, sana dokunma­
nı, yağmur ıslaklığıru , kadın kokusu­ araya insanlar, yaşantılar, araya kır­ dan? Bırakacak mısın, içindeki hayat
nu, alaca karanlıkta nabzı neon ışık­ ğınlıklar, çatışmalar bile girse. Ya­ süzülüp gitsin, terk etsin seni, geriye
larında atan kent merkezlerini, ba­ şamda bildiğimiz, tanımlayabildiği- boş bir kabuk kalsın . . . İnsanlardan
harda dallarda tomurcuğa patlayan . miz, adlandırabildiğirniz hiçbir şeyin uzak, katı, hoşgörüsüz, kupkuru bir
yaşam gücünü, insan dokunuşunu, koparamadığı bağlar vardır insanla­ yaşlı kadın mı olmak istiyorsun? Di­
insan dokunuşunu, ille de insan do­ rın arasında. Bu yalın gerçeği, yedi­ yelim ki af çıktı, döndü geldi arka­
kunuşunu unu tl .. Avcunda bir sev­ ğim ekmek, içtiğim su, soluduğum daşın . . . Adadığın hayatın bedelini
gilinin sıcak elini, avcunda bir çocu­ hava gibi biliyorum . . . Ta içimde du­ ödetmeyecek misin ona . . .Haa . . . Söy­
ğun küçücük yumuşak elini, avcun­ yuyorum o soyut bağın somutluğunu. lesene . . .
da ananın buruşuk yaşlı elini unut! Şarap duyuruyor onu bana, biliyo­ - Hayır, dedim, ödetrnem.
Unut acıyı, korkuyu, ümidi, ümitsiz­ rum, ama ne çıkar . . . İçki hep düşler­ - Sen de inanmıyorsun ya buna . . .
liği; amınsamayı unut . . . Çünkü bi­ den oluşmuş bir dünya yaratrnaz ki Analar babalar, çocuklarına, nasıl
linçle seçtin yolunu. Başına bir hapis­ çevrernizde; düşsel sevinçler, düşsel sonradan yaşamlarını fazlasıyla öde­
liğin gelebileceğini biliyordun, gene acılar . . . Hayır, bazen de, gündelik tirlerse, aynınma bile varmadan; sen
de düşündün ve düşündüklerini yaz­ yaşamın o bitmez tükenmez, o biti­ de ona tıpkı öyle davranacaksın. Hiç
dın. rici ve tüketici biteviyeliğinin örttü­ hak etmediği bir ceza biçeceksin ona.
Ve siz dışardakiler, unutun içerde­ ğü, gizlediği gerçekleri bulup çıkarır. Yaşlılığıruzda sana gençliğini geri ver­
ki yakınlarıruzın duygulanru. Unutun Tekdüzeliğin, "Gerçek" adına yarat­ mesini isteyeceksin ondan. Bunu hiç­
ki dayanabilesiniz. Ne kadar da açık tığı o yapay gerçekliği yok eder. Asıl bir zaman başaramaz.
ve berrak. Bir o kadar da sert ve ka­ ve doğal yaşarrun üstünü' örtenyekne­ Bilerniyorwn, bilemiyorum. . . Keş­
tı . . . saklık tozunu silkeler ve bizi bitevi­ ke bilebilseydirn. Bilemiyorum. Kim
- Senden hayatını nasıl isteyebi­ yeliğin ardına sığınarak kaçtığımız haklı, bilemiyorum. Duygulanından
lir ki, diyor bana senin için; beni sev­ gerçek olan "Gerçek"le yüz yüze bı­ vazgeçmem ben. Belki ben de haklı­
diğini söyleyen çocuk . . . rakır. İşte böyle bir gerçektir o bağ. yım, beni seven de . . . İkimiz de hak­
- İstemiyor ki . . . Zamana ve uzama, hayata ve ölüme lıyız. İçiyer ve hüzünleniyorum. Ni­
- Peki, istemediği şeyi, niye ona dayanıklı o bağ! . . ye hep birden fazla yüzü var olgula­
zorla veriyorsun? - Öldüğürn zaman, dedim, meza­ rın? . . Bilemiyorum, kederliyim.
Zorla mı? Yoksa, ben seni rahat­ rıının üstünde biten otlar bile onu se­ Yarın topariarım kendimi . Güçlü
sız mı ediyorum? Yoksa, benim sev­ vecek. olmanın bir yolunu bulmaya çalışının
gim, senin için bir yük mü artık? Be­ - Kadınca duyarlıklar bunlar, gene. Boşuna yatmıyor içerde, boşu­
ni düşünüp, "Kız, ne halde acaba? . . " kurtulrnalısın bunlardan, dedi. na vermedi gençliğini, bütün bunla­
diyorsun, değil mi . . . Ah, canım . . . - Hayır, dedim, kurtulmaya hiç rın bir anlamı var derim. Hayat iniş­
Yoksa, duygularını bastıra bastıra, niyetim yok. Belki sen böyle duyar­ li çıkışlı bir yoldur, kötü günler olur,
bana sevgini de susturdun mu hep­ Iıkiara varabilmelisin. Keşke herke­ geçer, dayanmalı , derim. Çorba pir
ten? .. Sen daha mı sorunsuz olacak­ sin böyle duyarlıkları olsaydı, yaşam şirir, kaçan çorabımın yerine yenisi­
sın, ben başkasıylaysam? . . Niye ev­ çok daha güzelleşirdi. ni alırım. Belki komşularımla bile
len diyorsun bana? . . Beni mi, kendini Bir şey dikkatimi çekti bunları söy­ sohbet ederim, belli olmaz. Belki sa­
mi düşündüğünden? . . Ben hep seni lerken. Yaşamımda ilk kez, kendimi na duyduğum sevgiyle, hayatımı hiç­
düşünüyorum. Şimdi nasıl, şimdi ne sözlüye kalkmış bir öğrenci gibi du­ lemeyip yaşayabilmeyi bağdaştırma­
yapıyor, sigara mı içiyor, okuyer mu, yurnsamıyordurn. " Doğru mu söylü­ nın bir yolunu bulurum yarın. Yarın
konuşuyor mu? . . Bir fon müziği gi­ yorum, eğri mi? Karşımdakiler hak­ gene güçlü olurum.
bisin, gündelik yaşama değgin düşün­ kırnda ne düşüncek? Beni onayiaya­ Ama şimdi, yarın değil. Şimdi, bu
celerimin ardında bile, uykuda bile . . . caklar mı, beni dışlayacaklar mı? " gece. Ve ben içiyorum. Yalnızım,
Hep sen varsın. Günün yirmi dört sa­ diye kuşkular duymuyordum. Bunlar üşüyorum . Hüzün saçılmış dört bir
ati. Bazen güçlenen, bazen hafifleyen benim düşüncelerimdi, ve ben düşün­ yanıma. Özlem bağlamış elimi kolu­
ama hep var olan bir ezgi gibisin. celerimden hoşnuttum. Benim gibi mu. Kederliyirn, yenik düşmüşürn,
- Gerçekçi ol, diyor bana beni se­ insanlar duyarlılıklarından vazgeç­ zavallıyım, güçsüzüm. Dayanamıyo­
ven, payiaşamamak aşkı öldürür. Sen memeli, diğerleri biraz daha duyar­ rurn. İnsanırn öyle değil mi. . . Yok
de iki yıl sonra ona aşık değilsin . Be­ lılaşmalıydı. Kararımı verrniştirn. İşte mu hakkım, bir gece olsun, çözülme­
ni sevmeye başladın bile. Ama bey­ bu kadar. Oh, öyle rahatladım ki . . . ye, yıkılmaya, tükenmeye ! . . insanım,
nin, o yıktığım sandığın değerlerle tı­ - Sevdiğin benim, diye diretiyer, ben, genç bir insan; kadınım ben,
ka basa dolu. Sen ilk erkeğinden baş- beni seven arkadaş . Sen ne dersin? genç bir kadın. İçiyer ve ağlıyorum . . .
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ==� ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 73

Edebiyat Estetiği

Almancadan cevire
. n: Aziz Calıslar . .

EDEBiYAT BiLİMİNİN açısından büyük bir önem taşır. Belli bir edebiyat tarzının ya da ede­
Ampirik olduğu kadar, kuramda da biyat yapıtnun ne gibi bir hakikat taşı­
ANA SORUNU OLARAK görülür bu. İster bir sanat yapıtına, is­ dığı, edebiyatın ne gibi tarihsel değişim­
YANSILAMA VE terse edebiyatın ne olduğuna, nasıl ol­ ler gösterdiği, ne gibi bir etkisi ve top­
DEGERLENDİRME ması gerektiğine, edebiyat tarihinin ne lumsal işlevi olduğuna ilişkin sorular
olduğuna ilişkin bir tartışmayla ilgili ol­ sorulduğu zaman da yine edebiyatın
l!.aebiyat ve Gerçeklik sun, edebiyatın gerçeklikle olan Hintisi gerçeklikle olan ilişkisi söz konusudur.
her zaman bu bağlam içinde yer alır. Kaldı ki, edebiyatın ya da bir edebiyat
Yansılama (imgelendirme)* ve değer­ Böyle bir şey, gerçeklikten hiç söz edil­ yapıtının ortaya konuşu bile, edebiya­
lendirme olarak edebiyattan söz edildiği mese, edebiyatın gerçeklikle hiçbir ilin­ tın gerçeklikle olan ilişkisinin ne gibi bir
zaman, burda ister istemez, kendi özü tisi olmadığı, kendi gerçekliği olduğu işlevi olduğunu bizlere gösterir. O ya­
gereği, edebiyat ile gerçeklik arasında­ öne sürüise bile geçerlidir. Böyle bir ko­ pıt nasıl ortaya çıkmıştır, yazar niçin o
ki Hintiye ilişkin özelliklerden söz edi­ numun sözcülüğünü yapan kişiler ne gi­ yapıtı ele almıştır, niye bir edebiyat ya­
liyor demektir. Yansılama ve değerlen­ bi yanıtlar getiriderse getirsinler, ede­ pıtı ortaya koymak istemiştir? Gerçek­
dirme, edebiyat ile gerçeklik arasında­ biyatla gerçeklik arasındaki ilişkinin ne liğin ne gibi bir rolü vardır burda; iste­
ki ilişkinin geniş kapsamlı odak noktası olduğu sorusundan kendilerini uzakta sin istemesin, sanatçı kişinin ortaya
olup, edebiyatın özünün anlaşılması tutamazlar. koyduğu o yapıtla ve o yapıtı ortaya ko­
yüşuyla gerçeklik arasında bir ilinti söz
konusudur çünkü. Edebiyada gerçek­
lik arasındaki ilinti sorusu, bitmiş ya­
pıtın toplum içindeki yerinin ne oldu­
ğu sorusunu da birlikte getirir. Edebi­
yat okunacağı için, toplumsal gerçek­
Horst Redeker lik içinde yer alır; edebiyatı okuyan ki­
şiler de gerçekten yaşamakta ve gerçek­
Demokratik Alman Cumhuriyeti'nin önde gelen edebiyat bilimcilerinden olan lik içinde yer almaktadır, bu nedenle,
Redeker, son zamanlarda gittikçe önem kazanan, sanatın ve sanatın sorunla­ ne denli okumakla gerçekliğin dışına
rının kendine özgülüğü içinde bilimsel olarak temeliendirilmesi çalışmalarına çıkmak isterse istesinler, gerçeklikle
başlıca katkılarda bulunanlardan biridir. Özellikle maddeci estetik ve sanat olan ilinHerinden kendilerini kurtara­
kuramı alanında geniş bir ilgi toplamış olan Yansılama ve Eylem: Gerçekçilik mazlar. Yazmak da, okumak da, şu ya
Diyalektiği Üstüne Deneme (1967) adlı yapıtında, sanatın özgül özelliği ola­ da bu biçimde, gerçeklikle ilişki kurma­
rak imgelendirme ile praksis arasındaki karşılıklı bağınııyı ele alarak incele­ nın bir tarzıdır.
yen Redeker, .imgenin yapısı ile praksisin yapısı arasındaki uygunluğu ortaya Ama insaniann edebiyat yoluyla ger­
koyarak gerçekçilik estetiğinin temel özelliğini açıklar. Sanatın Toplumsal İlin­ çeklikle kurdukları ilişkinin niteliğinin
tilerinin Özellikleri (1972), Batı'da Yeni Bir Şey Yok, Adorno'nun Estetik Ku­ ne olduğun� aniayıp belirlemek ve ya­
ramı ile Bense'nin Aestbetica'sına İlişkin Olarak Modern Burjuva Estetiği Üs­ sallıklannı araştırmak da, öbürlerinden
tüne (1973), Kant Estetiği Üstüne (1974) ve Sanat-Estetiksel Sorun Olarak ayrılan, özel bir tarzıdır bunun.
İçerik-Biçim Diyalektiği (1976) gibi yazılarında geç-burjuva estetiğini madde­ Görüldüğü gibi, edebiyat ve gerçek­
ci bilimsellik açısından eleştirdiği kadar, maddeci estetiğin de temel sorunları­ lik kavramlarının çerçevesi içine giren
nı ele alan Redeker, son yapıtı olan Yansılama ve Değerlendirme: Edebiyat ilişki, sıradan, dümdüz, tekyanlı bir iliş­
Estetiğinin Temel Sorunları 'nda (1980), Yansılama ve Eylem yapıtıyla bütün­ ki olmayıp, çokyanlı ilintilerdir, bir ilişki­
leşen bir çalışma ortaya koyar. Edebiyat Bilimini estetiğe bağlayan bu yapıtın­ ler bağlamıdır.O halde, edebiyat ile ger­
da Redeker; bu kez, imgelendirme ile değerlendirme arasındaki karşılıklı ba­ çeklik arasındaki ilintilerin karmaşık
ğıntıyı inceleyerek, edebiyafta estetiksel değerin özelliklerini bilimsel yazın için özelli@ni göz önünde bulundurmak ge­
de temellendirme yoluna gider. (Edebiyatın estetik bilimi bağlam ı içinde ele rekir hep, ama bunu yaparken, bu kar­
alınışının önemini verebilmek açısından) Yapıt şu başlıkları içermektedir: Ede­ maşıklık içindeki ilişkilerin çokyanlılı­
biyat Biliminin Estetiksel Ana Sorunu Olarak Yansılama ve Değerlendirme ğını ayrıştırmak ve ne gibi bir düzenli­
Yansı Olarak Edebiyat ; Değerlendirici Yansı Olarak Edebiyat; Edebiyatta lik gösterdiğini de belirlemek gerekir.
Estetiksel Değer İçeriği . Ama böyle bir kuramsal yaklaşımda
tüm yönler aynı ölçüele ele alınamaz,
74 ::::: : : : = :: = ::: : :::::: :: : : : : : : : : : : : : ::: : : : : : :: : : : :::::::::::: : : : : : : :::: : ::: : : :::: : : : : : : : : : :::::::::: ::: : : : : : : : : : : : : :: : : : : : : :: : : : : : : :::::::::: : : : : : : : : : : : : :::::: : :: :::: : ::::::::::::::: : ::::::::::::::: : :::::::

bir seçim yapmak, temel, kapsayıcı, ge­ arada, kendi ayrışmaları içinde tüm so­ ile gerçeklik arasındaki tek ilinti olma­
nel geçerlik taşıyan ilişkiler ile türevsel, runsala yaklaşımın kendi ilkesel önko­ makla birlikte, burdaki odak noktası­
alt sıradan, sınırlı geçerlikte ilişkiler ara­ şullarını da yı;rine getirebilmektir. nı oluşturur(!). Edebiyat; edebiyat ile
sında bir ayrımlama yapmak gerekir. Ayrıca, burda kullandığırnız edebiyat toplum arasındaki genel ilişki temeli
Bu düzene koyma işi, öznel isteğe gö­ ve gerçeklik kavramlarını da tam ola­ üzerinde, gerçekliğin yansısı olma işle­
re değil, ama olayın kendisinden çıkar­ rak belirIememiz gerekir. Ö nce belirte­ vini görür. Edebiyat, toplumsal olgu­
sanarak yapılacaktır. Burda da bize lim, edebiyat deyince bundan bilimsel ları yansılar ve yansı olarak kendi top­
maddeci bakış açısı ile diyalektik araş­ lumsal işlevini yerine getirir. Edebiya­
yazını değil ama sanatsal edebiyatı an­
tırma yöntemi yardımcı olmaktadır; tın gerçekliğin yansısı olma özelliği, ge­
lıyoruz. Edebiyatı burda sanatsal bir
çünkü, edebiyat ile gerçeklik arasında nel bir belirtkedir, çünkü yalnız sanat­
olay olarak tanımlamamız olanaklı ol­
nesnel olarak var olan ilişkiler bağlamı­ lar değil, ama öbür toplumsal bilinç bi­
madığı gibi, gerekmiyor da. Sanatsal
çimleri de gerçekliği yansılar. Genelolan
nı açığa çıkarmamızı, burdaki düzen­ edebiyatın ne olduğunun tam olarak
ise, sıradan bir düşünsel kurulma olma­
leşikliği görmemizi zorunlu kıldığı ka­ anlaşılabilmesi, edebiyata ilişkin tüm
yıp, gerçekten vardır, ama kendisi için,
dar, olanak sağlayacak olan şey de bu­ bilimsel incelemelerden alınacak sonuç­
dur. kendi başına var olmaz, özel ve tikel
lara bağlıdır. Sanatsal edebiyat kavra­
Ama diyalektik ve tarihsel maddeci olanı da kendinde barındırır. Bu, her
mının içeriği ancak böyle bir şeyin or­
bakış açısından, edebiyat ile gerçeklik zaman karşılaşacağımız, önemli bir
taya konmasıyla açığa çıkarılıp somut­
yöntemsel dayanaktır.
arasındaki ilinti, yalnızca olgusal ilişki­ laştırılabilir.
Değişik bilinç biçimlerinin yansı
lerin düzenieşik bir bağlarm olarak kal­ Gerçeklik kavramına gelince, burda
maz, edebiyatın varlığının ve özünün ana özelliklerine yakından bakıldığı
bu kavramın iki değişik anlamda kul­
zaman, yansı ile gerçeklik arasında
sorunu olduğunu da bizlere gösterir. Bi­ lanıldığını göz önüne almamız gerekir.
limsel maddeci edebiyat biliminin tüm ilintiyle ilgili belli ayrımiara rastlana- ,
Dar anlamda, gerçeklik , "nesnel ger­
kendi yan alanları ile ayrışmaları içine caktır. Değişik toplumsal bilinç biçim­
çeklik" ve "madde" gibi felsefi kate­
dünyagörüşsel olarak girişinin ve yö­ Ieri (ya da türleri), ilkece, belli bir bi­
gorilerle aynı anlama gelir. Zihinsel
nelişinin kendi kuramsal ve yöntemsel linç biçimi ile toplumsal temel arasın­
oluntular, bilinç, gerçekliğe ilişkin ola­
temellerini oluşturur. Edebiyatın ger­ daki temel ilişkiyi nasıl gerçekleştirdik­
rak alınmakta, karşısına kanmaktadır
lerine göre birbirlerinden ayrılırlar. De­
çeklikle olan ilintisi sorusunun doğru burda. Nesnel gerçeklik ile bilinç ara­
ğişik bilinç biçimleri, toplum yoluyla
olarak yanıtlanması ancak bilimsel sında bir ayrım yapılması, felsefenin te­
maddeci temel konumdan yola çıkıla­ oluşur, çünkü (bilinç biçimleri ile top­
mel sorusu açısından geçerli olan bir ay­
lum arasındaki ilintilerin genel belirle­
rak ortaya konabiieceği gibi, bilimsel rımlamadır. Dolayısıyla, gerçeklik kav­
maddeci estetiğin edebiyat bilimine gi­ nimi içinde), her birinin yerine getire­
ramı, "nesnel gerçeklik"ten söz edildiği
ceği değişik görevler vardır, her biri de­
ren kuramsal-yöntemsel ve dünyagö­ zaman kullanılan bir kavram olmakta­
rüşsel-programatik içeriği de bu yolla ğişik amaçlar içinde kullanılır. Kendi
dır. Daha geniş ve kapsamlı anlamda,
ortaya kanabilir ancak. özelliklerini böylelikle kazanırlar, en ge­
gerçeklik, gerçekten var olan ne varsa
nel niteliklerden herhangi bir özellikle­
Edebiyat ile gerçekliğin karşılıklı bağ­ odur, bilinç olgulannı da kapsar bu. İn­
rine kadar. Toplumsal Bilincin Yapısı
lantısı içinde yer alan ilişkiler inçokyan­ sanların düşünmesi, duyması, umut ve
adlı kitabında filozof A.K.Uiedow şun­
lılığının iç düzeni böylece ortaya çıkaca­ korkuları da gerçekten vardır. Dolayı­
ları yazmaktadır: "Toplumsal bilincin
ğı gibi, bu karşılıklı bağlantının tikel sıyla, biz burda edebiyat ve gerçeklik'­
karmaşık yapısı, başlıcalıkla, insanla­
yanları da yine bu ilke içinde ele alınıp ten söz ettiğimiz zaman, edebiyatı be­
rın çokyönlü etkinlikleriyle, bu etkin­
ileriye doğru götürülebilecektir. Çünkü, lirleyen, edebiyatta yansımasını bulan
liklerin bağlı olduğu toplumsal ilintiler­
daha yakından incelenebilmesi için bu ne kadar ilişki varsa tümünü kapsaya­
le belirlenir. Toplumsal bilincin yapısal
karmaşık bağlarnın kendi içinde ayrış­ cak biçimde gerçeklikten söz ediyoruz.
öğeleri, insanların doğayla ve birbirle­
tırılan ilişkilerin kendisi de yine yüksek Bilinç olguları da bunun içine giriyor.
riyle olan ilişkilerini biçimlendirip dü­
düzeyden karmaşık bir olayı oluşturur­ Biraz daha yol alalım şimdi. "Ede­ zene koyma yolunda toplumda belirli
lar. Dolayısıyla, yapılacak bilimsel ça­ biyat ve gerçeklik" kavramları içinde, tasarım, görüş, düşünce ve kurarnlara
lışma yöntemi, edebiyat ile gerçeklik gerçekliğin anlaşılması, edebiyat kavra­ duyulan gereksinimin ortaya çıkması
arasındaki tüm ilişkiler karmaşığını mının kuramsal olarak hangi boyutta ölçüsünde tarihsel olarak oluşurlar ' ' .
kendi zorunlu bağlantıları ve yasallık­ ele alınmış olduğuna bağlıdır. Bir ör­ Toplumdaki farklı pratik gereksinim­
ları içinde ele alacağı kadar, burdaki ti­ nek vererek açıklayalım. Eğer edebiyat­ ler doğrultusunda bilinç biçimleri, ör­
kel öğelerle yan öğeleri de ele alacak­ tan, yüksek bir soyutlama düzeyi için­ neğin, gerçekliğin upuygun bir yansısını
tır. de, tüm edebiyatı anlıyorsak, o zaman, verebilme özelliğini taşırlar. Bilim, bir
Edebiyat ile gerçeklikten söz edildi­ bununla ilgili olan gerçeklik de tüm ger­ bilinç biçimi olarak, gerçekliği nesnel
ği zaman ilk akla gelen bir ilişkiyi, ger­ çekliktir. Ama eğer tek bir yapıtı göz özçizgileri ve yasallıkları içinde oldu­
çekliğin yansıması, yansısı ya da bilgi­ önüne alıyorsak, o zaman, edebiyat �unca upuygun yansılamaya çalışır. Bu
si olarak gerçekliği alalım. İlk bakışta, kendi giJranaş biçimleri içinde gerçek­ açıdan tam karşıtını din oluşturur; din
hiçbir özel sorunsallığı olmayan, apa­ liğin bir parçası olarak o yapıda bir iliş­ de, tarihsel olarak bakıldığında, sözü
çık bir olguymuş gibi gelir. Ama iyice ki içinde demektir. Edebiyat tarihi, edilen koşulların bir karşılığı olarak
yakından bakıldığında birçok soru or­ belli edebi gelenekler de, tek bir yapıt doğmuştur, o da gerçekliğin bir tür yan­
taya çıkmaya başlar. Edebiyatta gerçek üstünde belirleyici bir etki gösterebilir­ sımasıdır, ama, ilkece gerçekli�in çar­
olan değil de bulgulanan, fantastik ler. pık, yanlıŞ bir yansısını bizlere verir,
olan, gerçeklikte hiç var olmayan orta­ Gerçekliğin kapsamlı olarak anlaşı­ bu nedenle de tarihsel gelişimi içinde
ya konacaksa, gerçekliği yansılama işi labilmesi, edebiyata gerçekliğin yansı­ toplumsal yaşamdaki önemini gitgide
nerde kalacaktır o zaman? Hakikat ile lanması, değerlendirici yansılanması yitirme durumundadır.
gerçeklik arasındaki ilinti ne olacaktır? olarak bakılınasına bağlıdır, edebiyat­ öte yanda,ahlak ve hukuk bilinci gibi
Tüm bu (daha da buna bağlı) sorun­ ta yansımasını bulacak olan her şey normlaştırıcı toplumsal eylemlerin bir
ların açığa çıkarılması gerekmektedir. burda gerçekliğe girer artık. amaca doğru götürülmesine yönelik anı
Yapılacak iş, burdaki en önemli sorun­ Yansılama ve değerlendirme, daha öne çıkaran bilinç biçimleriyle de kar­
larla kendimizi sınırlı tutmak, ama bu önce de sözünü ettiğimiz gibi, edebiyat şılaşırız. Bilimden farklı olarak bu bi-
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::: : : : : : : : : : : :::: : : : :: : :: ::: : :: : ::: :::: : : : :: :::: : : : : ::::::: : : : : : : : ; : : ; : : : : : : : : ::::::::::: : : : : : : : : :: : : : : : : :: : : : : : :: : : : :: : : : : : : : ::::::::::::::::::::::::::::::::::: :: : : : : : :: ::
75
linç biçimleri, insanların davranışları­ dogrultusunda ele aldık. Gerektiği yer­ gerçekliAin yansılanması, imge ve im­
nı normlara, yasaklara, yasalara, deger­ de, başlıca öbür anlayiŞlara da kısaca gelendirme yoluyla olur. Kendi özel
'
lendirmelere dogrudan bağlama özelli­ yer verilecektir. alam içinde yansılama imgelendirme­
ğini gösterir. Dolayısıyla, bu bilinç bi­ (SORECEK)
ye kal}ılık verdiAlnden bu yazıda bu
iki kavramı birlikte iç içe.düşünmek
çimlerinin içeriği, büyük ölçüde, özne'­
• Yansı, yansı kuramı ve yansılama gerekir. Genel düzlemde ele alınsa,
yle, öznel görüş, amaç ve güdü lenmey­ (AbbUd, AbbHd-theorie, Abbildung) sanatın yaşamın gerçeklijtiıı bir imgesi
le bagımlıdır. Buna karşılık, yansılanan kavramlan bilgi kuramı Içinde yer olduaunu- da nitekim söyleyebiliriz
nesnel gerçeklik ile yansı arasında en alan kavramlar olup, bilgi kuramına (A.Ç.).
yüksek ölçüde uygunluğun arandığı bi­ illşik olarak tüm bilgi alanlan için ge­ (1) Edebiyat ile gerçeklijtin ilişkisinin en
limde söz konusu olan şey, içerigin bü­ çerlidirler; ama sanat alam söz konu­ genel ve temel özellijti, edebiyatın
tün bütüne nesne'yle belirlenmesi ve su olduaunda, yansı ile imge, yansı toplumsal bilincin bir bileşkeni ola­
öznellik anının oldugunca en aza düşü­ kuramı ile imge kuramı, yansılama ile rak zihinsel üstyapıma maddi top­
de lmgelendlrme (özdeş olmaksızın) lumsal ilintilerle, toplumun altyapı­
rülmesidir. Bilimsel bilgiler, hiç kuşku­
eşanlamlı olarak görülebilirler, çün­ sıyla olan ilintileri içindeki bajtıntısı­
suz, bilen bir özne olmaksızın ortaya kü, edebiyat ve sanatta yansı, ya da dır.
çıkmaz, bununla birlikte, örneğin bi­
limsel ilerlemeler , bilimsel sözlerin içe­
riğindeki nesnelliğin (nesnel hakikatin)
artması ile öznel etkilerin azalmasına
bagtıctır. Ancak bilinç biçimlerinin sı­
raya konabiieceği anlaşılmamalıdır
bundan, çünkü, her biri, insanların
kendine özgü bir gereksinimi ile ama­
cına karşılık verir.
Edebiyat ise gerçekliği yansıladığı ka­
dar, değerlendirir de. Yansı yönüne
karşıt, değerlendirme yönü, bir somut­
laştırmadır . Edebiyat, gerçeklige ilişkin
değerlendirici yansılar ortaya koyar.
Ama burda da genel-olan ile özel-olan
arasında bir ayrım yapmak gerekir.
Eğer gerçekliğin değerlendirilişi, yalnız­
ca edebiyata değil, ama öbür bilinç bi­
çimlerine de ilişkin, ancak edebiyatta
kendine özgü yoldan gerçekleşen, genel
bir nitelik olarak alınıyorsa, o zaman,
edebiyatın kendine özgü değerlendirme
ölçüsünün daha uzagına düşen bir şey
söz konusudur burda.
Burda, tüm bu çalışmayı içine alan,
metodolajik bir sorunu açıga koymak
gerekiyor, çünkü bu sorun, ele alınan
olayın kendinden ortaya çıkmaktadır.
Sanatsal edebiyat bir sanat olup, yan­
sılama ve değerlendirme ile estetiksel
değer içeriğine ilişkin özellikler, edebi­
yat için olduğu kadar, öbür sanat tür­
leri için de geçerlidir. Burda söz konu­
su olan şey, edebiyatı öbür saıiatlarla
ortak kılan çizgilerdir. Dolayısıyla, sa­
nat'tansöz edildiği zaman, burda anla­
şılması gereken şey, sanat için genelin­
de geçerli olduğu kadar, sanatsal ede­
biyatın özsel baglantılarını da bizlere
açıklayacak alandır. Bu gibi durumlar­
da sanatı edebiyat kavramı içinde da­

'lt-
raltmak yanlış olacaktır. Ama bütün bu
kavramlar sanatsal edebiyat için de kul­
lanılabilecegi gibi, bu sanat türünün
kendi malzemesine de bağlı olarak te­
mellendirilip açıklanabilir. Dolayısıyla,
bu çalışma, bilimsel maddeci estetik ile
edebiyat bilimi arasındaki bağıntıyı, es­

t
tetiksel temel sorunlann edebiyat sanatı
içinde ele alınışını ortaya getirmektedir.
Şunu da belirtelim, burda ele alınan
sorunlar, başka açılardan ve başka tar­
tışma konuları içinde de yer alabilir. Biz
burda bu sorunları kendi konumuz �------� �

76 :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::!::::::: : : : : : : : : : : :: : : : :: : : : :: : : : : : : : : : : : : : ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::;::: :::;,::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Bilgin ile Öğrencisi ·


Adnan Özyalçıner
Dünyamızda bir zamanlar ünlü bir nma döndü. Bir solukta, dı.
bilgin yaşardı. Bu bilgin çok gezmiş, - Bundan daha iyi kent bulama­ Kalabalıkta her kafadan bir ses çı­
çok görmüş, çok şey bilen bir adam­ yız, dedi. Her şey yüz liraya satılıyor kıyor, gürültüden durulmuyordu.
dı. Doğayı çok iyi tanır, bitkilerden burda. Padişah, elini kaldırdı. Gürültü, şıp
çok iyi anlardı . Adına Lokman de­ Sevinç içinde bilginin yüzüne bakı­ diye kesildi. Herkes susmuştu. Kala­
dikleri bu bilgin, kaynattığı otlarla yor, onun da bir şey söylemesini bek­ balık, çekirdek çıtlatıp sakız çiğneye­
hastaları iyileştirmesini bilirdi. Onun liyordu. Bilgin, öğrencisinin söyledik­ rek -idam edilecek adam darağacı­
için halk arasında, bugün bile, iyi lerine hiç sevinmemişti. Suratını asıp nın altına getirilinceye kadar- hiç ses
doktorlar Lokman Hekim diye anı­ kaşlarını çatarak, çıkarmadı. Cellat, adamı ipin altına
lır . Lokman'ın hiçbir yerde uzun sü­ - Öyleyse bu kentte durulmaz, de- dikince yeni bir gürültü koptu. Ka­
re kaldığı görülmemişti. Dağ, bayır di . Hemen gitmeliyiz burdan. labalık, adama ağzına geleni söyle­
demeden dolaşır; bilmediği, görme­ Öğrenci, şaşırmıştı. meye başladı. Yumruk sallayanlar,
diği yeni otlar arardı. Onlarla çare­ - Neden ama, neden? üstüne yürümeye kalkışanlar bile olu­
siz hastalıklara çare bulurdu. Asıl - Bir ülkede ekmekle yağ aynı fi- yordu. Kolcular, engellemese kalaba­
aradığı ölümsüzlük otuydu. Onun ar­ yata satılıyorsa o ülkede ekmeğin de lık asılmasını beklemeden adamı linç
dından koştuğunu söylerler. Bu yüz­ yağın da gerçek değerini bilmiyorlar edebilirdi. Öyle öfkeliydiler. Padişah,
den de durmadan o ülkeden ötekine, demektir. Ürünlerin gerçek değerle­ yeniden elini kaldırınca kalabalık yi­
bu kentten berikine yolculuk edip du­ ri bilinmezse onları üreten insanlar da ne sustu. Kıpırdanmasını kesti. Oldu­
rurdu. Tam bir gezgindi. emeklerinin gerçek karşılığını ala­ ğu yerde put kesildi herkes. Padişah,
Bilgin, bu sayısız gezilerinden bi­ mazlar. O zaman orda insanların da adama dönerek ,
rinde yanına öğrencisini de almıştı . değeri olmaz. Hiçbir şeye değer ve­ - Suçun nedir, anlat bakalım, de­
Kimi kitaplar oğlu diye yazarlar. Bil­ rilmez. Anladığıma göre her şey kar­ di .
ginle öğrencisi, gide gide bir kente makarışık edilmiş bu kentte. Her şey Adam,
vardılar. Öğrenci, elini kolunu salla­ altüst. - Yüce padişahım, diye söze baş­
yarak koşa koşa kentin kapısından Öğrenci, ladı. Ben bildiğiniz gibi bahçıvanım.
içeri girmeye kalktı . Bilgin onu dur­ - Bence durum tam tersine dedi. Bir gün bostanımda toprağı belliyor­
durdu. Her şeyin yüz liraya satıldığı bir kent­ dum. Bahçeme hırsız girdi. Beli kap­
- Biraz bekle de soluklanalım, de­ te eşitlik vardır . Fiyatları eşit yapan­ tığım gibi hırsızı kovalamaya başla­
di . Görüyorsun, yabancı bir kente lar her şeyde eşitlik sağlamışlardır. dım. O kaçtı, ben kovaladım. Sonun­
geldik. Nasıl bir yer olduğundan ha­ Nı;: olur, bu kentte yerleşelim. da kurtulmak için bostanın duvarına
berimiz yok. İnsanları nasıldır, yöne­ Bilgin gülümseyerek öğrencisinin tırmandı. Kaçayım derken duvarın
timi nicedir, orda başımıza ne gelir yanlış düşündüğünü söylediyse de üstünden yuvarlanıp yere düştü. Ye­
bilmiyoruz. Onun için aceleye gerek dinletemedi. Ama durumu kendi göz­ re düşünce de beli incindi. O zaman
yok . Şurda biraz dinlendikten sonra leriyle görmesi için kentte bir süre k olcular, hırsızı bırakıp beni tutuk­
üstünü başını düzeltip kente gidecek­ kalmaya razı oldu. ladılar. "Sen" dediler, "bahçenin
sin. Pazar yerini dolaşıp neyin kaç İkisi birlikte kente gittiler. Kentin duvarını bunca yüksek yapmasaydın
para olduğunu öğreneceksin bana. ortasındaki alana vardıklarında ora­ hırsız duvardan aşağı düşmezdi. Düş­
Ona göre bu kente uğrayıp uğramı­ da bir kalabalıkla karşılaştılar. Ne se de belini incitmezdi. Hırsız duvar­
yacağımıza karar vereceğim. olup bittiğini sormaya kalmadan or­ dan aşağı düşüp belini incittiğine göre
Öğrenci , bilginin söylediklerine ta yerdeki darağacını gördüler. De­ suçlu sensin. "
pek bir anlam veremedi . Bir süre so­ mek birini asacaklardı. Kalabalığın Padişah,
luklanıp dinlendikten sonra ayağa di­ arasında kendilerine bir yer bulup - Tamam, dedi. En doğru kararı
kildi. Ustasının elini öpüp ayrıldı . beklerneye koyuldular. Tam o sırada vermişler.
Bilginin dediği gibi kente gidip pazarı borular çalınıp davullar dövüldü. Pa­ Adamın cezası böylece padişahça
dolaşn . Neyi sorduysa yüz lira dedi­ dişah, vezirleriyle birlikte gelip dara­ da onaylanmış oluyordu. Cellat, ipi
ler. Bu kentin pazarında ekmek de ğacının karşısında yerini aldı. Hepsi boynuna geçirirken bahçıvan can
yüz liraya satılıyordu, yağ da. Pey­ de tören giysileri içindeydi. Padişah, korkusu ile bağırdı:
nir de yüz liraydı, yoğurt da. Bunun kendisi için hazırlanmış süslü tahta - Yüce padişahım, duvarın yük­
üstüne öğrenci koşarak bilginin ya- kuruldu. Vezirler, çevresine sır alan- sek oluşunun suçu benim değil. Du-
:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 77

van ben örmedim. du . Kolcular, hemen çarşıya koştu­ labalıkta şimdi herkes ya kafasını eği­
- Ya kim ördü? lar. Kuyumcuyu dükkanından alıp yor, ya boynunu içeri çekiyor, ya da
- Duvarcı, yüce padişahım! sürükleyerek alana getirdiler. Boynu­ birbirinin arkasına gizleniyordu. Or­
Padişah, na basarak, sırtını tekmeleyerek pa­ talıktan gizlice sıvışanlar da vardı.
- Öyleyse bahçıvanı salın, duvar­ dişahın önünde diz çöktürdüler. Ku­ Baba oğulu, ana kızını aramaz ol­
cıyı bulun! diye buyurdu. yumcu, neye uğradığını anlamamış­ muştu. Herkes, birinin arkasına sak­
K olcular, duvarcıyı aramak için tı . Padişah sordu: lanabilir miyim, bir yere çömelebilir
hemen kalabalığın arasına daldılar. - Bu kadının taktığı hurma bile­ miyim diye bakıyordu.
Bir bölümü de kentin içine yöneldi . ziği yapan sen misin? O sırada bilginin öğrencisi boynu­
Az sonra duvarcıyı yaka paça getir­ - Benim, yüce padişahımız. nu kalabalığın arasından uzatmış,
diler. Cellat, bahçıvanın yerine du­ - Sana bunca güzel bir bilezik yap olan biteni izlemeye çalışıyordu. Ba­
varcıyı darağacının altına dikti. Ka­ diyen oldu mu? Böyle gözalıcı bir bi­ şını bir o yana, bir bu yana çevirip
labalık, bahçıvana yaptığı gibi, du­ lezikle herkesin aklını başından ala­ duruyordu. Cellat, taş kesilmiş kala­
varcıya da ağzına ne gelirse söyledi . rak insanları işinden gücünden etme­ balığın içinden boynunu uzatmış, ba­
Öfkeyle bağırıp çağırdılar. Padişah, ye, düzeni bozmaya, ortalığı karıştır­ şını bir o yana, bir bu yana çeviren
elini kaldırıp kalabalığı susturdu . Ka­ maya ne hakkın var senin. Şimdi ipi öğrenciyi görünce kolculara,
labalık susunca cellat, ipi duvaremın boynuna geçirsinler de kışkırtıcılığın - İşte boynu hazırladığım ipe en
boynuna geçirdi. D\.ıvarcı, ipi boy­ cezasını gör. uygun adam bu, dedi.
nunda görünce korkuyla bağırdı: Padişah, sözünü bitirir bitirmez, Der demez k olcular, ıdıcı kuş gibi,
- Yüce padişahım, duvarın yük­ cellat, ipi kuyumcunun boynuna ge­ perrçelerini öğrencinin omuzlarına
sek oluşunun suçu benim değil. çirdi. Sonunda bir suçlu bulmuşlar­ atıp delikaniıyı darağacının altına
- Ya kimin? dı cellata. Cellat, hava kararınca suç­ çektiler.
- Çırağırnın yüce padişahımız. lu aramaktan cayarlar diye korkmuş­ Bilginin aman zaman demesine
Eğer o bana çok kerpiç vermeseydi tu. Neyse hava kararmadan biri bu­ kalmadan cellat, ipi öğrencinin dal
duvar da onca yüksek olmazdı. lunmuştu. İpi çekememekten kaşınıp gibi incecik boynuna geçirdi. Kafa­
Padişahın buyruğu üstüne duvar­ duran ellerini sevinerek birbirine sürt­ sı, tam istediği gibi koskocamandı.
cıyı bıraktılar . Ardından k olcular çı­ tü. Pişmiş kelle gibi sırıtıp var gücüy­ Sırıtarak baktı oğlanın yüzüne. Öğ­
rağı yakalayıp getirdiler. Cellat, çıra­ le ipe asıldı . Kuyumcu, iki dakikaya renci, ağlayarak,
ğı duvaremın yerine darağacının al­ kalmaz ipin ucunda içi saman dolu - Yüce padişahım, ben suçsuzum,
tına dikti. Kalabalık, duvarcıya yap­ bir kukla gibi sallanırdı. İşinin usta­ diye yalvarıp yakarmaya kalktı.
tığını çırağa da yaptı . Ağzına ne ge­ sı bir cellattı o. Ama o ne? Kuyum­ Padişah, delikanlının sözünü kes­
lirse söyledi. Öfkeyle bağırıp çağırdı. cu, darağacinın altında olduğu yer­ ti:
Padişah, elini kaldırıp kalabalığı sus­ de duruyor, ipin ilmeği darağacının - Suçlu olup olmadığın beni ilgi­
turdu. Kalabalık susunca cellat ipi çı­ ortasında iki yana boş boş sailanıyor­ lendirmez delikanlı. Cellada ince bo­
rağın boynuna geçirdi . Korkudan du. Cellat, bu işe bir anlam vereme­ yunlu, koca kafalı biri gerekiyordu .
gözleri dışarı uğramış olan çırak, ava­ di. İlk kez başına geliyordu böyle bir O da seni buldu. Boşuna konuşup
zı çı�tığı kadar bağırdı: şey. Kuyumcuyu asmayı bir daha de­ durarak bizim de rahatımızı kaçırma.
· - Yüce padişahım, kerpici çok ve­ nedi. Gene aynısı oldu. İlrnek, ku­ Uslu uslu yerinde dur da . tellatbaşı
rişimin suçu bende değil. yumcunun boynundan kurtuluyordu . güzel güzel işini görsün. Beni asma­
- Ya kimde? Kalabalık, hornurdanmaya başlamış­ yın ne demek? Onu asmayalım, bu­
- Yüce padişahım, ben ustama tı. Padişah da işin bir an önce bitiril­ nu asmayalım da eellada boşuna mı
kerpiçleri birer birer uzatırken önüm mesini istiyordu. Cellat, ipi üçüncü aylık ödeyelim? Bu halk, boşu boşu­
sıra hurma bilezikli bir kadın geçti. kez kuyumcunun boynuna geçirdi. İl­ na mı işinden gücünden olsun? Bu­
Gözüm, bileziğe takılınca ustama meği ayarladı . Ustaca ipe asıldı. So­ na izin vermem. Cellatbaşı elini ne
uzattığım kerpiçlerin sayısını şaşır­ nuç aynısıydı . İlmek, suçlunun boy­ kadar çabuk tutarsa, hem biz, hem
dım. Suç, o gözalıcı bileziği takan ka­ nunda durmuyor, darağacının orta­ sen o kadar çabuk bu dertten kurtu­
dınındır. sında boş olarak , salıncak gibi, bir o luruz.
Çırağın söyledikleri padişahın ak­ yana bir bu yana sallanıyordu. So­ Bilgin, bu haksızlık, bu saçmalık
lına yattı. Çırağı salıp kadını bulma­ nunda cellat, ter içinde kaldı. Ku­ karşısında dayanamadı . Kuyumcu­
larını buyurdu. yumcuyu bir türlü asamıyordu. Gi­ nun yerine öğrencinin asılması için
Kolcular, çok geçmeden kadını bu­ dip padişahın önüne diz çöktü: bağırıp çağıran, öğrenciye ağzına ge­
lup alana getirdiler. Padişahın önü­ - Yüce padişahıruz, bu adamı asa­ leni söyleyen kalabalığı yararak pa­
ne çıkardılar. Padişah, mayız, dedi. Çünkü başı küçük, boy­ dişahın yanına gitti.
- Çırağın aklını başından alan se­ nu kalın. Onun için ilmek kurtulu­ - Yüce padişahım, diye söze giriş­
nin bileziğin miydi? diye sordu. yor. Bana başı büyük, boynu ince biri tL Buyruğunuz çok doğru. Bu deli­
- Evet. gerek. Boynu ipe uygun biri olmalı. kanlının boynu ipe en uygun olanı .
- Öyleyse onun yerine sen asıla- Padişah, işin bunca dallanıp bu­ Ne var ki o benim öğrencim. Biz iki­
caksın. daklanıp uzamasından sıkılınıştı ar­ miz de kentinizde konuğuz, buraya
- Yüce padişahım, çırağın aklını tık. Cellada, şimdi geldik. Güzel ülkenizi, güzeller
başından alan benim bileziğim ama, - İşte bütün kent halkı burada, güzeli başkentinizi daha doya doya
ona güzelliğini veren kuyumcudur. dedi. Beğen beğendiğini. Senin için en gezip görernedik bile. Öğrencimi ba­
Padişah, bir an düşündü. Kadının uygunu hangisiyse onu alıp as, bitir na bağışlarsanız ülkerrizi karış karış
söyledikleri doğruydu. Kolculara, bu işi. gezer, güzelliğini, iyiliğini görüp baş­
yerde de olsa, gökte de olsa kuyum­ Cellat, bu buyruk üstüne kalaba­ kalarına da aniatma olanağı bulabi-
cuyu tez elden yakalamalarını buyur- lığı gözleriyle tararnaya başladı . Ka- (devamı s.95 'te)
.. .... ... ... ..... ... .. .. .
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::
. . .. . .. .. . .

Derek Patmore'un
Yaptığı Azizlik
Hasan izzettin Dinama
Çetin Altan'la dostluğumuzun baş­ Insan o h çekerek dinlenebilir. Bir daha analar!
ladı� günlerdeydi. Bir gün: "Dinamo" Ancak, senin sofranda, En iç/i şarkılarımı ben,
diye sordu, "Büyük Fransız Ansiklope­ biliyorum Çıkar dağlara taşiara siJylerim,
disi'ne sen ne zaman girdin? " Müzik gibi güzel yemekler Ne gürgenler kulağımı çeker
Şaşırdım. Büyük Fransız Ansiklope­ yenebilir. Ne meşe/er yürür üzerime
disi'ne ben neden ve nasıl girmiştim? Ancak senin kuşların bilir barış Şiir okudum diye.
Evet, ben büyük Fransız Ansiklope­ şarkısını Karşımdaki sihirbaz aynasında
disi'ne, İkinci Dünya Savaşı sıraların­ Ancak senin başak renkli Şerejin, medeniyetin, ekmeğin
da kendimi feda edercesine katıldığım çocukların. Ve özgürlüğün katilini
şiir ve edebiyat eylemlerimiz dolayısıy­ Ancak senin dost yıldızların giJrüyorum:
la girmiştim. Bu iş, ben Türkiye'de en dinlendir:ebilir yorgun Ve sonra
kapkara günlerimi yaşarken olmuştu. dünyasını insanın. Bütün tırnarhaneleri
O zaman yazdığınuz coşkun sav� aleyh­
hapishaneleri
tarı şiirler İstanbul'daki Amerikalı ve Özgürlük Şarkısı diye de şöyle bir Temerküz kamplarıyla yirminci
İngiliz aydınlarını çok etkilemiş, en hoş­ şeyler yazmıştım: yüzyılın
larına gidenleri kendi dillerine çevirt­ Bir duman gibi uçup dağıldığını
mişler, alıp gitmişlerdi. Ancak, bunlar, Ben şair olmuşsam, özgürlük Mutlu zamanların genişliğinde.
savaş bittikten sonra Londra'da yayım­ ya/ansız, riyasız söylüyorum Bütün lokomotifierin
lanabiidiyse de elimize geçmemişti. Bü­ Senin aşkından olmuşum, otomobillerin
tün bunlarla Derek Patmore uğraşıyor­ Ben bacak kadar Tramvaylarm
du. Kitabın yayımlanmasından sonra çocukluğumdan beri Kentlerin caddelerine diziimiş
Birleşik Uluslar Dergisi'nde bu Şiirler Hep sensizliğin yarattığı Şarkılar içinde
üstüne bir yazı yazmış, sonra, Birleşik Dayanılmaz serüventerin A ltın çağa doğru gittiğini
Milletler radyosunda bu Türk genç şa­ O korkunç ağusuyla dolmuşum! görüyorum.
irlerinin şiirleri üstüne bir konuşma En son türkümde seni
yapmış, henüz sotumamış olan Fran­ siJyleyeceğim: Derek Patmore'un buraya dek yap­
sız Resistans'ının da ilgisini uyandınruş­ Bir emperyalist tankı altında tıkları hep doğru ve güzel, ancak, Bir­
tı. Bu sırada Louis Aragon ilgilenmiş, Şair yüreğim ezilirken, leşik Uluslar dergisiyle Birleşik U ­
Fransızcaya çevrilmiş olan on tane "de­ Ya da dünyanın en güzel bir luslar radyosunda yaptı� yayın bir aziz­
mokrasi ve özgürlük şiiri"m için bü­ sabahında lik oldu. Şöyle ki: "Bugünkü Türk şa­
yük Fransız Ansiklopedisi'ne alınmama Bir duvar dibinde kurşuna irleri arasında Yahya Kemal, Nazım
yardımcı olmuştu. dizi/irken. Hikmet, Hasan İzzettin Dinamo üç bü­
Demokrasi şiirlerimden birinde şöy­ * * * yük şairdir' mi demiş, yoksa daha da­

le dizeler sıralanıyordu: Ben bu yeryüzünü neyleyeyim ha başka bir sıfat mı kullanmış? Derek
Aşksız, arkadaşsız, özgürlüksüz Patmore'un yaptı� bu azizliği ben sür­
Dritnotlar, bombardıman
Denizterin dağların güzel/iğini, gündeyken Vecdi Bürün öğrenmiş, he­
uçakları,
Oyuncaklarıyla birlikte A ltın dağın kekliğini men davranarak şairlerden önce bana
Demir çizme/i hergeleler yerken! bir dergide darbeyi indirmiş. Vecdi Bü­
Başak güzelliğindeki çocukları
rün, 1940'larda her allahın günü Sup­
Tuzbuz hava/ara ftrlatabilirsiniz,
Özgürlük Cephesinde Şarkı adlı şiir­ hi Taşhan'ın, Arif Dino'nun, benim ya­
A ma, ben büyük ve mutlu
den birkaç dize: nımdaydı. En yakın arkadaşlar gibi ge­
demokrasinin şairi
zerdik, konuşurduk. Onun bize: "Ar­
Ben, en gUzel çiçeklerini
kanımın Şarkı söylemek gelmiyor kadaşlar, bir parti kuralun" diye yap­
içimden tığı önerilere içimizden güler geçerdik.
Karanfiller gibi serpip gece/ere
Gülesiye. Şundan ki, aramıza iktidarca görevli
Yine büyük barış şarkısını
Yiğitler çarpıştyor, yiğit/er, gönderildiğini bilirdik.
siJyleyeceğim.
ölesiye Ben şürlerune "demokrasi" sözcülü­
Biliyorum ancak senin ağaçlarm Doğurmaz bu manga/ yürekli nü idealize ederek koymuştum. Şimdi,
altında kahramanları Suphi Taşhan yazdığı kimi yarım
:::::::::: : : : :::::::::::::::: : ::::::::: :: : ::::::::::::::::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :::::::::: ::::::: : : : : : :: : : : :::::::::::: : ::::::::::::;::::::::::::::::::::::: : : ::::::: : :: : :::::: : : ::: : :::::: :: ::::::: : :: 79
şiirleri bana getırıyor, "Dinamocu­ mu anlamamalanna olanak yoktu. Bi­ mamış, bu sırada Derek Patmore'la ta­
�um, bu şiiri demokrasiyle süsle, senin zim şiirler savaşa karşı oldu�undan, sa­ nışmışlar. "Derek Patmore senin arka­
şiirlerine benzet" diyordu. Bir süre vaş sürdü�ü sürece bir yanda sıkışıp daşın mı? " diye sordu, geldikten son­
bundan bir şey anlamadım, sonra, İn­ kalmıştı. Bunlarla sonuna dek hep De­ ra. "Times'da senin için bir makale de
gilizlerin, Amerikalıların benim şiirler rek Patmore u�aşmıştı. yazmıştı. "
için yaptıkları övgülerde hep "demok­ Genç Türk Şairlerinin Şiirleri adlı ki­
rasiye" tutulduklarını düşününce anla­ Uzun yıllar sonra, Yaşar Kemal Or­ taptanbirnüshanın Sabahattin Eyübo�­
dım, "yaz" diyorlardı, "demokrasi şüri ta Direk romanının çevirisinin basımı lu'nca getirtilmiş oldu�unu işittim.
yaz" diyorlardı,. için Londra'ya gidiyordu. Ona bu genç Rahmetli dostumuz, bütün kitaplı�ını
Şürlerimizin başansı sürüyordu. Sup­ Türk şairlerinin İngilizceye çevrilmiş şi­ altüst etti�i halde bu kitabı bulamadı.
hi Taşhan, yine bir gün elinde yarım bir irlerinden söz ettim. O kitabı bulması­ Derek Patmore'un birkaç yıl önce öl­
savaş şiiriyle yanıma geldi: nı istedim. Kitabın hiçbir nüshası kal- dü�ünü işittik . . .
"Dinamocu�um, dedi, şunu bir şii­
re benzet, güzel bir demokrasi şiiri
yap."
Içine düştü�ümüz açmazı anlamış­ Kemal Sülker'in Açıklaması
tım.
Büyük şalrirniz, saygıde�er H.İ.Dinamo'nun, DÜŞÜN dergisinin Eylül 1984
"Peki Suphi, merak etme" dedim. tarihli sayısında yer alan anılannda benimle ilgili bölümde, okurda yanlış iz­
Suphi'nin İngiliz kolonisiyle ilişkide ol­ lenim bırakacak noktalar ve gerçe�e aykırı düşen bilgiler vardır. Şöyle ki:
du�nu seziyordum. Elinde çok para 1- Ben " 1940'ta TAN gazetesinin sayılı yazarlarından" de�ildim. Gazete­
oldu�ndan biraz para vermek istedi, nin vilayet ve belediye muhabiriydim.
almak istemedim. Ayrılırken ceketimin 2- Sayın Dinama'dan bugüne kadar benimle görüşme iste�ini içeren hiçbir
dış üst cebine bir on liralık sıkıştırdı. Er­ mektup almadım, kendisiyle Cenıiet Bahçesi'ne gitmedim.
tesi gün getirdi�i yarım şiiri bütünleye­ 3- Altın Acı adlı romanın varlı�ını bu yazısından öğrendim. Yayımlanma­
rek, içine birkaç da demokrasi sözcü­ sını sa�lamam için bana verilen roman ve öykülerin kaybolmadığı , yayınlana;
gü yerleştirerek kendisine verdim. Ni­ mamışsa yazarına verildi@ Kemal Tahir'e Mapushaneden Mektuplar kitabında
suvaz'da oturuyorduk. Çevremiz ay­ açıkça anlatılır. Bursa'dan gönderilen şiirlerin yok edilmeyip dergilerde ba­
dınlarla doluydu. Bu sırada kula�ıma sılmasını sa�ladı�ımın tanı�ı da sayın ozanımızın bu yazısıdır, en azından . . .
e�ildi, bana bir giz verir gibi şöyle de­ 4- "İstanbul'dan Tokat'a sürgün gönderil"medim. İstanbul'�n Konya'­
di: ya, orada bir yıl kaldıktan sonra Antakya'ya sürgün gönderildim. Antakya'­
"Dinamo, işittin mi? İngilizler bize da siyasal suç işledi�im savıyla tutuklanıp mahkemeye verildim, beraat ettim .
üç yüz uçak vermişler, avcı uçakları. " Bundan alınan Emniyet Müdürü, aleyhimde raporlar düzenlemiş ki, bir süre
sonra İçişleri Bakanlığı emriyle Tokat'a sürüldüm.
"Yok, işitmedim, nerden işitecegim?
Babam vefat edinceye kadar onun yardımıyla yaşadım, vefatından sonra­
Hem bu uçakların Türkiye'ye gelebil­
ya rastlayan haftalarda bizimle ilgili olmayan savlarla suçlanan kişiler de To­
mesi olası mı? Almanlar bunları yarı kat'a gönderilince, beni izieyecek görevli kalmayacağı için Tekel Başmüdür­
yolda yerler. Sonra, bu avcı uçaklan bu
lüğüne h a d e m e kaydıyle 30 lira gündelikle iş tutmaya zorlandım ve çalış­
sırada en çok İngilizlere gerekli. "
tım. Başmüdür, ö�renimime saygı göstererek beni sekreterliğe getirdi, yazıla­
. Ben konuşurken çevremi tanıma- rını tape ettim. Yani "Memurlu�a atanmadım" . Hele "Vaktiyle padişahla­
dıAım kişiler alırdı. Bu kez de öyle ol­ rın kimi sUrgünlere ya gittikleri yerde bir memurluk vermesiyle, ya da aylık
du: İki üç kişi hemen koltuklarını yak­ bağlamasıyla" hiçbir ilgim, ilişi�im, bir "lutfa uğramışlığım" olmadı. Üste­
laştırarak benim konuşmalarıma kulak lik "benim gibi zararlı mikroplarla" düşüp kalktı�ı. konuştuğu için birkaç
kabarttılar. Bunların arasmda İngiliz­ Tokatlı, polisten dayak yedi, tehdit edildi, baskı altında tutuldu . Bunlardan
lerin de bulunduAunu biliyorum. An­ yıllardır İstanbul'da yaşayan ve işi gücüyle çalışanlar vardır.
cak, başka uluslardan kimseler de var­ 5- Hatay'ın Fransızlardan kurtarılıp Türkiye'ye katılması temel amacı için
dı. Suphi Taşhan da onların sokulma­ Fransızlarla mücadele vermenin onurunu taşıyorum. Ancak, Yenigün, A ta­
larını görmüştü. yolu ve Yıldız gazetelerinde ve günlük siyasal broşürlerde yer alan yazıları­
Tartışmayı kesrnek için: rnın bana verdiği haz dışında hiçbir çıkarını, gelirim, mevkiim olmadı. 1938'de
Hatay devleti kurulurken 19 yaşındaydım. Mebus seçilemezdim, seçilmedim,
"Ne bileyim, vermişler işte!" diyerek öyle bir iste�im de olmadı.
kestirip attı. 6- Fransızlara kafa tutanların başında Tayfur Sökmen vardı. TBMM'de V .
Bu "gerekli propaganda"yı benden dönemden başlayarak dört dönem milletvekili olan, Hatay Devleti kurulunca
başlatarak bir yanlışlık yaptıAını dahi Cumhurbaşkanı seçilen, Meclisimiz, Anavatana katılma kararı aldıktan son­
anlamayan Suphi Taşhan, tartışmayı ra İstanbul'da yaşayan, sonraları Cumhurbaşkanı kontenjanından senatör se­
böylece birdenbire kesmişti. Suphi Taş­ çilen Sayın Tayfur Sökmen'den "Fransızlara kafa tutanların başında bulu­
han, beni bir agabey gibi severdi. Bi­ nan adamın adamlarındandı" diyerek önce Sökmen'e dil uzatmak çok yersiz
zim sürgünlü�üz sırasında büyük ça­ bir de�erlendirme yanlışıdır. Beni Sökmen'in "adamı" göstermesi de asla ka�
balar göstererek hukuku bitirmiş, avu­ nıtlanamayacak bir küçüitmedir. Ben hiç kimsenin adamı olmadım, ama inanç­
kat olmuştu. Soyadı, Ankara'da Kara­ larımın savunuculu�nu ortaokul, lise ve üniversite sıralarından, sürgüne, ora­
aAJan'daki ürılü Taşhan'dan geliyordu. dan 1 947'de özgürlüğümüze kavuşana, o günden bu ana kadar da bütün ya­
Bu koca han onlarındı. Şimdi onlara şamını boyunca yapageldim. Sayın Dinarno'nun 7 Eylül 1 976 günlü Cumhu­
ardan yüklüce para getiriyordu. riyet'te, 14.2. 1 978 günlü Vatan gaz<!telerinde benimle ilgili yazıları, ken­
disine tanıklık edebilir. Beni miıtlulandırdığı o önemli de�erlendirmelerini okur­
Karanfılleri sıkışmış olan İngilizler­ sa, benim hiç kimsenin "adamı" olamayaca�ımı, kendi yaşamıyla da ölçerek
le Amerikan aydınları, kendi kozlarını bilir.
oynamaları koşuluyla ilerici Türk şair­ Sayın Dinarno'nun Hürriyet Cephesine Şarkı başlıklı şiirinden üç dizeyi ken­
leriyle kolayca işbirliAi yapmaAa hazır­ (devamı s.95'te)
dılar. Benim o zaman siyasi konumu-
80

Boyacıköy'de
Kanlı Bir Aşk Cinayeti
-Yaşanmış Hayat Hikayesi-
M u rathan M u ngan
Denize inen sokakların tarihinde bir duman gezinir denizin üzerinde. Kim­ denizden hiç ayrılamayacağını düşünü­
yeri var mıdır?,bilinmez. Ne ki yolke­ se kimseye dilini öğretemez o telefon­ yordur. Kimbilir belki de kapkara bir
sen denizierin kuşattığı bütün sokaklar, da. Üşüyerek, elleri ceplere saklayarak, balıkçı sevdasına tutulmuştur. Denizle
bir yerde gelir buluşur durağın biriyle. titrek seslerle konuşulur. Ertelenmiş ödeşecektir.
Boyacıköy Durağı. randevular, tavsamış birliktelikler, kur­ Bütün bunlar bir fotoğraf sessizliğiy­
Boyacıköy Durağı, bir hüznün meka­ tarılmaya çalışılan evlilikler, dön bana le denize karşı durmuş, beklerler.
nıdır. Dört mevsim sonbalıarı yaşar. telefonları. Hiçbir şey değişmez. Deni­ Boyacıköy Durağına, yukarıdan aşa­
lnerken solda bir telefon kulübesi du­ zin üzeri duman. ğıya inerken, Reşitpaşa'dan, Emirgan
rur. Boyası dökülmüştür, köhne bir gö­ Kulübenin ardında iki katlı, yaşlı bir sırtlarından çoğalan nice yan sokak (Ki
rünüşü vardır. Telefon kulübelerinin ta­ bina vardır. Bir bırakılıruşlık duygusu hepsi küçük parke taşlı, kafesli pence­
rihini bilmemiş olsanız, onun için rahat­ taşır lodosun eskittiği yüzünde. Pence­ relerinden saksılar taşan evleri taşlıklı,
lıkla "asırlık" diyebilirsiniz. Eski rum relerine hep yağmur yağar. (Camlarda kapılan tokmaklı, yokuş inen, yokuş çı­
meyhanelerine, kumsallarda çatılmış yağmur izi) Gençliğine doyamamıştır. kan) gelir buluşur denize çıkan ve da­
küçük balık lokantalarına benıer. (Gel Alt katında kimi işlemez dükkanlar, üst ha çok bir balık sırtını andıran bu uzun
ey deniziii nazlı kızı ve laterna) Bırakıl­ katında ise küçük bir sahil lokantası . sokakla. Tıpkı deniz özlemi çeken kü­
mış çiftlikler, terk edilmiş ahşaplar gibi­ Dekorunu ve yemeklerini yıllardır hiç çük derelerin gür bir ırınakla kavuşması
dir. Bırakılmış hayatlar gibi. Sanki ora­ değiştirmemiş bir sahil lokantası . Her gibi.
dan hiçbir yerle konuşamazsınız, orası bina, her yol, her ayrıntı denize göre Sokaksa tutar elinden bu küçük so­
yalnızca bir konuşma umududur; konum almış gibidir; denizle yüzleşir kakların, tutar elinden ikiyanına dizil­
umutsuzluk telefonlarının edildiği, ke­ durur. inerken sağda kapısı çıngıraklı miş basık tavanlı, yorgun kepenkli, kü­
derli haberlerin iletildi@: ölüm, intihar, bir eczane -içinde ak saçlı, deniz ka­ çük dükkaniarın her gün denize iner.
ayrılık, karasevda ve bu gibi . . . Telefon dar yaşlı, yuvarlak gözlüklü bir adam, ilaç Yedilerden, tepelerden denizlere inen
kimsesizlikleri yaşayanlara, gece yalnız­ kutulannın ardından gülümser-, onun en eski İstanbul'lulardandır bu sokak.
lıklarını telefonlarla gidermeye çalışan­ yanında yalnızca tek koltuğu bulunan Sabahları işlerine gitmek için -ya da
lara oradan telefon edilir. l.Jmutsuz def­ bir berber dükkanı ve sürekli köşede öğle üzerieri bir yerden · bir yere- de­
ter satırlarında mayınlı numaraların izi­ bekleyen, gözünü denizden hiç ayırma­ nizi unutan, aklından çıkarmış olan bu
ni sürenlere, hiç ses verilmeden kapa­ dan bekleyen bir inzibat eri vardır. Göz­ insanlar, bu yan sokakların birinden
tılan çaresiz arayışlara, bir sese, bir so­ leri hep denizdedir, gözlerini alamaz de­ buraya kıvnldıklarında, anlarlar ki de­
luğa sığınarak gecelere tutunanlara, hep nizden. Sanki o köşeyi değil de, deni­ niz vardır. Oradadır. karşılarındadır.
oradan telefon edilir. zin başını bekliyordur. Ve sanki Kars' ­ Y ürekieri hızlanır. Adımları hızlanır.
Arkasında bir puslu deniz çalkalanır lıdır, Erzurum'ludur. Hiç deniz görme­ Deniz, yolkesen bir Bizans eşkiyası gi­
durur. İntihar karası bir efkar duman miştir askerliğine dek. Ve sanki şimdi bi çıkar önlerine. (Var mıdır böyle eş-
::::: :: :: ::::::::::::::::::::: :: : : ::: :::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::::::::::::::: :::::: ::::::::::::: :::::::: ::::::::::::::::::::::::::;::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 81
kiyalar Bizans'ta? Yoksa çağrışıma baş­ Sonra indiler arabadan. Gelinliğin bilirdi. Ondan vazgeçemeyeceğini anlı­
ka yerlerden mi taşınmışlardır?) eteklerini tuttu Damat. Yoldan geçen yordu. Umarsızdı. Birkaç otobüs daha
Kirli beyaz, buruşuk pardösüsünün birkaç kişi durdu, baktı. Bu birkaç ki­ geçti . (Gidemedi) Geçsindi. Otobüsle­
ceplerinde ellerini taşıyarak sokağın yo­ şiden biri, bir kızkurusuydu . Öyle ol­ rin gelip-geçişini artık Gelin de izleme­
kuş unu inen Genç Adam, mutsuz, hü­ malıydı. Önce bir mahalle fotoğrafçı­ ye başlamıştı. Meraklı gözlerle kollu­
zünlü ve karamsardı . Geleceğini ve geç­ sına gideceklerini düşündü Genç Adarıı. yorrlu her geçen oto"üsü. Kaygıyla ba­
mişini ince bir sızıyla düşünüyordu. Nikahtan ya da düğünden önce çekti­ kıyordu onlara. Her kezinde otobüsün
Yanlış maceralarla, olmadık yanılsama­ recekleri o son resmi düşündü. Mesut ardında kalan Genç Adamın bu en son
larla bunca yıl avutulamamış olan için­ İnsanlar Fotoğra.fhanesi 'ni arıyorlardı gelen otobüse binip gitmiş olabileceği­
deki o sızılı boşluk, Boğaz'ın pusu, belki de. Bir balıkla, ya da bir denizle ni düşünüyor, derin bir sızıyla sarsılı­
nemli sokak taşları, onarılmaz sonba­ yan yana durmak isteyebilirlerdi bir r<;­ yordu. Lokmaları hıziamyordu o za­
har, uzakta İstanbul sesleri ve hayatla­ simde. man. Oysa az sonra, otobüs hareket
rı, her şey, her ayrıntı keder veriyordu Oysa tokantaya girdiler. edip de, durağın önünü boşalttığında,
ona. Elleri zaman zaman metalin kara Lokanta, durağın tam karşısına dü­ Genç Adarnın gitmeyip hiilii orada bek­
soğuğuna değiyar , ürperiyordu . Sır­ şüyordu. Camın kıyısındaki masaya liyor olduğunu görünce, delice, coşkun
tından, bacaklarının arasına doğru ince oturdular. Gelin, camın kıyısına otur­ bir sevgi kaplıyorrlu içini. Bir o kadar
bir üşüme geçiyordu. Durağa inmek du . Yüzünü açmıştı. İnce bir siyahlık da sevinç. Bu, yüzünden okunuyordu.
için yan sokaklardan birini döndü. De­ ve kırmızıiıktı yüzü. (Gözleri, dudak­ Artık onu kimseye bırakamazdı . Bunu
nize ve durağa inen o uzun sokağa çık­ ları, hülyası) Yanına Damat, karşıları­ anlamıştı .
tı . Karşısında kalın mavi bir çizgi ola­ na da o iki adam. İkisi de siyah giysi­ Bir otobüs daha geldi.
rak deniz duruyordu. Dalgalanarak du­ liyili adamların. Asık suratlıydılar. Pa­ 'Ağır ağır geldi. Gelinin yüzü bir kez
ruyordu. Bütün deniz benzetmeleri tü­ rayla tutulmuş gibiydiler. Sevinçsizdi­ daha bulutlandı . Bu kez durakta fazla
ketilmişti . Bunu düşündü. Denizi anlat­ ler, her şey gibi. Sanki iş konuşmaya kaldı otobüs; bir türlü kalkmak bilmi­
maya hiçbir şey yetmiyorrlu artık. De­ gelmişlerdi. Bakışları duygusuzdu. yordu. Lokmasını yutamadı Gelin .
niz için tasarlanmış hiçbir sözcük, hiç­ Kimse kimseye ilişmiyordu. Kimsenin Gözleri durağ� asılı kaldı .
bir benzetme, hiçbir imge insanları he­ yüzü kimseye bir şey anlatrnıyordu. Du­ Az sonra, otobüs durağın önünden
yecanlandırmıyordu . Yalnızca denizi varlarına atılmış ağların arasına gizlen­ ağır ağır kaydı. Baktı gelin, yoktu. Du­
mi? Hangi coşku, hangi sevdii, hangi miş ölü ışıklarla aydınlatılan, tavanın­ rak boştu. Gitmişti. Yerinden fırladı .
çağsama sözcüklerden geçerek başka dan ölü balıklar sarkan ve cam bir ka­ Bütün masadakiler ona şaşkınlıkla bak­
bir yüreğe, başka bir duyarlığa sızabi­ fese benzeyen ucuz, küçük bir sahil Io­ tılar. Kimse ne olup-bittiğini anlama­
liyordu artık? Dünyada çok büyük bir kantasına yemek yemeğe gelmişlerdi mıştı .
yangın çıkmıştı ve bu yangında ilk kur­ yalnızca. Oysa Genç Adam durağın az ilerisin­
tarılacak olan kendi hayatıydı . Ama na­ Gelinle göz göze geldi Genç Adam. de duruyordu.
sıl olacaktı bu? ya da olası mıydı? Her­ Birkaç kez daha göz göze geldi. Gitmemişti, · yer değiştirmişti yalnız­
kes denizlerini tüketmişti. Telefonları­ Her kezinde biraz daha güçlü bir gö- ca. Sevdiisından emin olmak istemişti.
nı tüketmişti . Hayatımızdaki her şey sü­ nül yakınlığı kurdular. Sessizliğin dilin­ Bu düşe inanmak istemişti.
rüncemede kalmıştı. Bu yüzden hiçbir de her ikisi de kendi şiirlerini yaşıyor­ Yüzü ışıyordu. Onu kimseye bıra­
şey tat vermiyordu. Geçmişin olanca lardı. ·kamazdı artık; kararını vermişti.
görkemi ve sızısıyla birbirine açılan bu Birkaç otobüs geçti, binmedi. Gelin yerine oturdu. Yeıneklerine de­
sokaklarda yürürken bunları düşünü- Balık söylemişlerdi. Balıkları gelmiş­ vam ettiler.
. yordu. Bütün takvimleri ve tarihleri bir­ ti. Balıklarını yiyorlardı . Gelinle uzun Az sonra çıktılar lokaııtadan. Araba­
birine karıştırarak düşünüyordu. Bu uzun ve ısrarlı bakışıyariardı artık. Ya­ ya yöneldiler. Genç Adam yaklaştı on­
yüzden olsa gerek, her seferinde deniz ralı bir ceylan gibi bakıyordu Gelin. lara; tam arabaya bineceklerdi ki, tut­
çıkıyordu akimdan, unutuyordu onu, Sanki kurtanlmayı bekliyordu. Sanki tu kolundan Gelinin:
ama bu sokak birdenbire. . . Gemliğe ölümün elinden alınmak istiyordu. Ve "Gitme, seni seviyorum , " dedi.
doğru deniz de böyle miydi? sanki artık hiçbir şeyi istemiyordu. "Biliyorum , " dedi Gelin. "Ama ya­
Denizin kıyısında, Sarıyer'e giden Dünyadan vazgeçmişti. Ve sanki artık pacak bir şey kalmadı artık."
otobüslerin durduğu o duraktan binerd.i Genç Adamı delicesine seviyordu. An­ " Beni seviyor musun?" diye sordu
her gün otobüse. O durak, yaşantısının lamıştı. Genç Adam.
bir parçasıydı. Berberi, Eczaneyi, İnzi­ Genç Adam ise bir vurgunu yaşıyer­ "Böyle olacağını biliyordum zaten.
bat erini, telefon kulübesini, küçük sa­ du. Bir karasevdiiyı. İnzibat denize ba­ Evlerıeceğim gün böyle bir şeyin olaca­
hil lokantasını o da biliyordu . Hepsi­ kıyordu. Arada bir.Eczanenin çıngıra­ ğını . . . "
nin önünden geçti. ğı çalıyordu. Berberin koltuğunda ha­ "Beni sevdiğini olsun söyle," dedi
Tam karşıya geçerken, bir gelin ara­ Iii aynı adam oturuyordu. (Berber kend.i Genç Adam.
bası yavaşlayıp durdu. kendini sonsuza dek traş ediyordu; ya " Bunu zaten biliyorsun, " dedi Ge­
Simsiyah, upuzun bir gelin arabası , da bunun böyle olması gerekiyordu) lin. "Hem zaten bu neyi değiştirir ki?"
süssüz, gösterişsiz. Tüller içinde bir Ge­ İçindeki o sızılı boşluğun taştığını du­
lin, karalar içinde bir Damat. (Çelişki­ yumsuyordu Genç Adam. O boşluk "Olsun, senden duymak istiyorum.
nin sosyal apaçıklığı) Ve biri arabayı kendi kendini yok ederek doluyordu. Bütün hayatımı bu s0zü duymak için
kullanan olmak üzere iki kişi lokanta­ Genç Adam mazisini, mazisi de Genç yaşadım ben . "
nın kıyısına demir attılar. Tüller. içeri­ Adamı arıyordu şimdi. Yıllardır bu anı " Seni seviyoru m , " dedi Gelin.
sindeki geline şöyle bir göz attı Genç beklemişti. Sevdii, bir cinnet gibi çıka­ "Ama yalnızca seviyorum. "
Adam; bir siyahlık ve kırmızılık çarptı gelmişti. "Artık seni bırakamam . "
gözüne. O kadar. Bütün yüzü o kadardı Bu gelini deli gibi seviyordu. Bu dü­ "Evleniyorum ben. Gitmek zorunda­
sanki. şü deli gibi seviyordu . yım."
Çocukluğu ve bütün aile albümleri Bütün yaşadıkları bugüne hazırlıktı "Buna izin veremem . "
uyanmıştı. sanki. "Çaresizim inan. N e yapabiliriz ki
Karşıya geçti, durağa, bineceği oto­ Şimdi karşısında sonsuz bir foto�raf hem? Elden ne gelir? Her şey için çok
büsü beklerneye koyuldu. gibi duran bu Gelin için her şeyi yapa- geç. Ben de ömrüm boyunca seni bek-
82 : : :::::::: � = : ::: :: :: : : : : : :::: : : : : : : : : : : : : : ::::::: : : :::: : : : : : : : : : : : : : : : : ::: : : : ; : ; : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
ledim. Ama geç geldin sen. Çok geç." "Güçlü ve akıllı olmak istemiyorum, "Seni bırakmam. Bırakamam. "
"Daha önceleri hep başka şeyler ol­ artık mutlu olmak istiyorum. " "Sana mutluluklar dilerim. İnan
du, başka şeyler, hep aya#J.ma takılan "Güçlüsün sen inan, çok güçlüsün. böyle ayrılmak istemezd.im. Ayrılmak
bir sürü şey." Güveniyorum sana. Direnirsin zamana istemezdim. Elvedi. Hayatımda ilk kez
"Çok seviyor beni. Hiç olmazsa be­ ve kazanırsın. " elvedi diyorum. "
ni çok seven biriyle evlenmek istedim. "Yanlış bir zafer olmaz m ı bu? " Gelin, kolunu kurtardı Genç Adamın
Geç kaldın sen. Çok geç geldin. " "Olsun ne çıkar? Hangi zafer doğru elinden.
"Seni seviyorum. Seni çok seviyo­ kazanılıyor ki sevgilim?" "Daha hiçbir şey konuşmadık ki . . . "
rum. Seni kimsenin sevemeyece� kadar Adamlar huzursuzlandılar. Sabırsız­ dedi Genç Adam.
çok seviyorum. Seni u�a her şeyden landılar. Genç Adam MUi kolunu bı­ Gelin arabaya binrnek için eğildi.
vazgeçecek kadar seviyorum. Sen gider­ rakmıyordu Gelinin. Genç Adam haykırdı ardından:
sen yaşayarnam inan. Sensiz yaşaya­ "Niye anlamıyorsun?" dedi Gelin. "Daha hiçbir şey konuşmadık ! "
mam. ' ' "Aşkımız bir günahtı. " Sonra pardösüsünün cebinden kara
"Onu üzmeye hakkım yok. Duygu­ "Son sözün b u mu?" bir nagant tabanca çıkardı. Tabanca
larıyla oynamaya. Beni o da çok sevi­ "Bu," dedi Gelin. "Yazık ki bu. " tüller içerisindeydi. Geline yöneltti
yor. Sen yokken o vardı. Beni hep sev­ "Ama hiçbir şey konuşmadık ki , hiç- namluyu. Gelin, döndü ardına, baktı .
di. Bana ihtiyacı var. Başkasını sevdim bir şey konuşmadık daha. " Ölümcül bir gülümsemeyle baktı. Genç
diye, ben şimdi sevdim diye, onu bıra­ "Konuşacak bir şey yok inan. Geç Adam anladı ki kurtuluş yoktu; tetiği
kamam . " kaldın. Geç kaldık. Hepsi bu. Ama dü­ çekti. Gelin kanlar içinde yuvarlandı ye­
"Ama sonra çok pişman olacaksın. şünsene hiç olmazsa severek ayrılıyo­ re.
Çok pişman olacaAız. Her ikimiz de. ruz. Hiç olmazsa bu ayrılığı yaşataca­
"Seviyordum, " dedi Genç Adam.
Çok mutsuz olacaAız. " Aiz kendimizde. "
''Ölesiye seviyordum . ' '
"Buna mecburuz. Görüyorsun ya "Adını söyle bana, hiç olmazsa adı­
Ellerini cebinden çıkardı, metalin ka­
hayat bizi sevmiyor. " nı söyle . "
ra soğuğu ürpertmişti, belinden bacak­
"Ben deliririm sen gidersen. Ölürüm. "Ne önemi var adımın? Zaten şu ya­
larının arasına doğru ince bir üşüme ya­
Öldürürüm. " şadıAımızın da bir adı yoktu ki sevgi­
yıldı. Durağa geçti. Otobüsü bekleme­
"Zamanla unutursun. Zaman her şe­ lİm. Yaşandı, güzeldi ve bitti. Ayrılık
ye koyuldu.
yi onarır. Sen çok güçlü ve çok akıllı bir sevdi kaderidir. Bilirsin; öğrenmiş
bir insansın." nlm::ılıııı n . Öitretmis olmalılar. " Kasım 1982

MEHMET MÜFİT
UYGUNADlM ŞAiRLER
kafa şairlerin ayak izlerinden, evet izlerinden

Şairler Panayın milim taşmadan, evet taşmad an


tek sıra uygun adım yürürler.
sesleri değil sesçikleri

KAFA ŞAiRLER beyinleri değil beyincikleri


birbirlerinin enselerinde erimiştir.
suyun başında oturur suyu çevirirler hey!
eksileri silinmiştir künyelerinden saçlarında son model otomobil gezdirip
şiir aşkına perşembeleri ense si n de pazar kurduran adam !
ve şiir aşkına artıları bilir misin
kalplerimizin tahtalarma çakılıdır. ark an dak i kim dir
yılan kentin yanlışları için ve bilir misin bu kentin sokakları
yabancıdırlar terli olduğu için sevgilidir.
yalancıdırlar yıkayıcı dırlar
meclislerinde atıp tutmak yağlayıcıdırlar
en doğal haklarıdır. şafağı patlamış çarşaf bir deniz üstünde
nasıl taşınıyorsunuz, sorusuna cins kedilerini sayacak kadar
ince bir öksürükle havalandırıp omuzlarını doğacıdırlar
seslerinin en uyumlu düdüğüyle yanıt verirler hayvancıdırlar
- iki yüz elli gram saf duygu ve ölçüsüz çelişki kadın herberierinin ve gece bekçilerinin
üç buçuk metre sarışın sözcük ve ölümsüz bilgi doğum tarihlerini ezberleyecek kadar
karıştırılıp iyice. . . namusçudurlar
- yeter kesin. ansi klopedici di rler
kızmayalım dostlar, unutmayalım karışmayın kardeşler, ağlamayın
yılan kentirı yanlışları için yaşımız genç!
kuyumcudurlar gün gelir
yaratıcıdırlar ki yıldızların titrediği gün
ünlem işaretini, yaşadıklarınca alınlarına uygunadım şairler
öldüklerinden sonra mezar taşlarına edebiyat müzelerine defnedilir
kazımamız gerekir. ama törensiz.
::: : :: : :::::::::::: : :: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 83

imge ve Şür
Veysel Öngören
İmge, bilgi kuramı kavramıdır. im­ men, sözcük içi gösterilen ile sözcük dışı imge anlayışı farklı felsefe! farklar­
genin bilgisiyle felsefe uğraşır. Kullanıl­ gösterileni örtüştürmek gibi bir cinayet­ dır. İmgeye bakış farkları psişik fark­
ması ise ayrı bir şeydir. Birisinin oto­ te duraksanmadı. Bu tutum bugün ede­ lar, başka deyimle yaşantı farklarıdır.
mobil kullanması için otomobili kendi­ biyatımız için bir urdur ve bu uru ede­ Ama imgeyi sanatsal kullanma biçim­
sinin yapmış olması gerekmez. "Bilgi biyat kesip atmalıdır. Bir bunun için, leri ayrı biçirnlerdir. Şiir, bu biçimler­
Kuramı" gibi bir şey de felsefenin işi­ bir de, bundan hiç farklı olmayan ne­ dedir.
dir. Edebiyatçı imge hakkında ne ka­ denlerden doğan ve yaygınlaşan edebi­ Perdinand de Saussure, gösteren-gös­
dar bilgi edinirse iyi bir şeydir ama "im­ yatta "imge kuramı" vb. yanılgılara terilen kavram çiftini ortaya atarken,
ge kuramı" ile edebiyatın kendisi uğ­ karşı, sanatsal sernantİk gibi bir teı;mi gösterilen'i, zihinden gelen bir olgu ola­
raşmaz. Edebiyat, imgeden beklediği iş­ ortaya atmak gerekiyor. Bu ise, imge­ rak ele almışsa, ona hemencik poziti­
levin bilgisi, imgenin yatkınlıkları ve nin sanatsal kullanımından başka bir vist diyemeyiz. Elbette dilsel imgenin
kullanımı ile ilgilidir. Bu, sözcüğün sa­ şey değildir. Sanatsal kullanım sözünü maddi temeli zihindedir. Dil, doğrudan
nattaki yeri demektir. koymak gerekiyor, çünkü, bilim de, doğruya gerçeklikle karşı karşıya değil.
Nasıl ki Stephane Mallarme "şiir söz­ sanada bilim dışı herhangi kurulmuş bir Ama bu böyle diye, dilbilimsel seman­
cüklerle yazılır" derken, bunu, düşün­ yazı da imgeyi kullanır. imgesiz ne dü­ tikle felsefe! semantiği niye birbirine ka­
cenin bir şiir kurma ögesi olmadığını şünce, ne de dil olasıdır. nştıralım, İkisinin durumu bizi tam ter­
anlatmak için söylemişti. Bununla be­ Saussure, "gösterilen" adını verdiği sine zorluyor. Saussure, dilin yapısı ile
raber Stephane Mallarme; nesnelerin, dilsel imgenin yolunun zihinden geçti­ ilgilidir. Nitekim, her dilsel olgunun
olgulann, dururnlann düşüncenin ken­ ğini gözden kaçırmamıştır. Zihinde maddi bir temeli olduğunu söylediği
disi olmadığını gözden kaçınrken nes­ olup bitene de karışmamıştır. Hakby­ için, ona gerçekçi bir bilgi kuramını ve
neler, olgular, durumlarla sözcükler dı çünkü, dilin yapısını inceleyen bir bi­ materyalizmi mi vereceğiz . O burada
arasındaki ilişkiyi de önemsemerniş ola­ lim adamıdır. Bir psikolog ya da felse­ da kendini işiyle sınırlamakta, dilin ya­
bilir. Yahut da öyle istemiştir. Sözcük- feci değildir. Ama onu, lenguistisizm pısını ineelediğini vurgulamaktadır. Bi­
. !ere bir maddilik olarak simgeyi seçmiş­ yoluyla, felsefe! bir çıkmaza kullandı­ limin nesne önünde tavndır, Saussure'­
se, bu durumda siınge içeriğinin psişik lar. Bunlar, psikolojizmin nimetlerini(!) ün dil önündeki tavrı. Saussure'ün et­
durumlara kalması onu belki de tatmin unutamayanlardır. Bilimsel bir vargı, rafındaki spekülasyonlar, simge ile im­
etmiştir. Çünkü engücü sanat, duyar­ dünyayı bütüncül kavramanın ilkesine ge arasındaki ilişkinin nedensiz olduğu­
lılığa yöneliktir. dönüştürülürse, orada bir çıkmaz do­ nu söyleyen önermesini bizim için ka­
Yahya Kemal, buna diyecek bir şeyi ğar. rartmaz. Ama bu önerme, bizim, zihin­
olmadığım, lakin ki bununla da yetine­ · imgenin Osmanlıcası "hayal"dir. sel imge hakkında, şaşırmamızı da ge­
meyeceğini söyledi. Elfaz, anlamlı ya da Böyle deyince anlamı daha açık hale ge­ rektirmez. İnsanoğlu daima kendi dışı
anlamsız sözcük ya da sözcük birimle­ liyor. Çünkü, nerdeyse kimi Türkçe üzerinde eylemektedir. Felsefe bu nok­
ridir. Şöyle ki lafz, sözcüğün anlama sözcükleri bir . maj iğe kardık. İmge söz­ tada gereklidir. Bana sorulursa, derim
bağımlı olmayan ses ya da harf kısmı­ cüğünün de başına bu geldi. Bu Türk­ ki; yöntem, bilgi kuramı ve mantık; bu
dır. Yahya Kemal, Mallarme'yi elfaz­ çe simge, bu lafz, daha zihinlerde ken­ noktanın sağlıklılığı için, felsefeye ge­
da gördü ve şunu eklemek gereğini duy­ di imini yerleştirmeden öyle bir gürül­ reklidir. Ve zaten felsefe de bunlardan
du: "Şiir anlama dönüşmüş elfazdır" . tü koparıldı ki, o artık tanınamıyor. başka bir şey değildir. Felsefe! seman­
Yahya Kemal'in ştirinde b u açıktır. An­ İmgelem "tahayyül" demektir. vb. Bu tİk dediğimiz şey, insanın kendi dışıyla
lam der demez de Yahya Kemal, söz­ işin temelinde "tecessüm ettirınek" var­ olan ilişkisinin dile geçirilmiş biçimidir.
cüğün bir de sernantİk taşıdığını söyle­ dır. Yani, tasarımda göz önüne getiri­ Bu ilişkiden doğan anlamın biçimidir.
miş oluyordu. Bu sözcüğün doğal ger­ lebilir, algılanabilir bir biçim altına sok­ Bu yüzdendir her türlü yazı semantiğin
çekil anlamıdır. İşte imge, sözcüğe il­ mak. içindedir. Saussure'ün dizgesinden de
gin bu semantiktir. Bu, her sözcük için Neyin hayali diye sorulabilir. Bu, bir çıkarsanabileceği gibi, elbette dilsel se­
geçerlidir. Öyle imgesi olan özel sözcük­ "imge kuramı"na götürecek sorudur. mantİk felsefe! semantiğe dayalıdır.
ler ve bir de imgesiz sözcükler diye bir Bu ne, söz konusu olduğu zaman, ar­ Ama bu, dilsel semantiğin, felsefe! se­
şey yoktur. Her sözcük, ayrıcasız, bir tık sorun felsefeldir. Çünkü imgelem mantikten bağımsızlığını zedelemez.
imgedir. zihnin işidir ve zihnin, ister kendi içe­ Nasıl ki, sanatsal semantik bir yandan
Buna dilbilimsel sernantİk denmek­ rikleri, ister kendi dışındaki içerikler dilsel semantiğe, bir yandan da felsefe!
tedir ve felsefe! semantikten ayrı bir hakkındaki imgelemi, bir bilgi mesele­ semantiğe dayalı olmasına karşın, sa­
şeydir. Perdinand de Saussure, çok iyi si olarak felsefenin konusudur. İmge­ natsal semantiğin her ikisinden de ba­
bir şey olarak, dilbilimsel semantiği lem, bir olgusal süreç olarak da psiko­ ğımsızlığını bu durum zedelemez. An­
"gösterilen" terimi ile karşılayınca, he- lojinin (ruhbilimin) işidir. lam, yapısı gereği deduktiv değil, sen-
84 .: : ::: :: : ::: :::::::: ::: ::: : :::::::::::::: :: :::: :::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::: : : : : : : : :: : : ::: : :::::::::::::::::::::::::::::::::::: : ::::: ::::: ::::::::::::::::::::::::::::::::::: : :: :: : :::: : ::::::::: : : :::::

tetİktir de ondan. Saussure'ün, işin bu böyle bir şeydir. rnek, yararsız bir sözdür. Şiirin idealist
yanıyla ilgilenrnemesinden boşluk yaka­ Lakin, yararı olmadı� gibi hiç gerek­ olması, işlevini idealist etmeye yetmez.
layarak , kimi türnce kaymalarından ya­ li de değildir. imge işlerliğinin , dilin İnsan, kendisi ve hayatı için okur. O za­
rarlanıp, dilsel semantiği felsefe! seman­ gerçekil doğal imge olanaklarında bu­ man işin aslının şu olduğuna dikkat
tiğe indirgiyorlar ve bunu da sanatın nalması şöyle dursun, onları tüketemez edilmelidir: Dolaylı bir şiir semantiği
kaynağı diye bize sunuyorlar. Sanatsal de. Dil zengindir. Gereksinimi hareke­ de, dolaysız bir şiir semantiği de insanı
semantiği de örtmüş oluyorlar. tedir. yaşamasına gönderir. Şair, kendi yaşa­
Bir kere daha söylemeli ki, hiçbir söz­ imge düzenleri gerçeklikte gösterile­ masından kaçıyorsa, insanları da ken­
cük şiire olduğu.gibi girmez .(*) Yerin­ mezler. Ama bizi gerçeklikten kopar­ di yaşamalarından kaçmaya çağırıyor
den oynatılarak girer ve girdiği mısra­ madıkları ve gerçekliğe gönderdikleri öl­ demektir. Ama şair, kendi yaşamında
ya özgü bir anlam kazanır. 1 Ve dört­ çüde başarılıdırlar. Bu ölçü, doğru tu­ yarı beline kadar dünya nimetlerine gö­
nala dümdüz bir mavilikte 1 mısrasın­ tulmuş bir imge kullanımının gücüne mülmüşse, insanları bu kaçışa çağır­
da olduğu gibi. Bu, imaj , gerçeklikte dayalıdır. İlginç olan, bu, herhangi bir mak, artık, egemenlik bilincidir.
hiç de olası değildir. Ama duyarlılığa şiiri becerebilmekle ele gelir. Şairin öy­
Şiirin bildiri olmadığını hepimiz bi­
ulanabildiği için çarpıcıdır. imaj , bizi le pek güçlü olmasını da gerektirmez.
liyoruz. Yargı da değildir. Ama şiir bil­
duyarlılığa bağlayan, oraya götüren bir­ imge kullanımının ırasından (karekte­
diri ve yargıyı kullanabiliyor. Bu şöy­
söylem tarzıdır. Divan şiirinin, o da yet­ rinden) doğar. Şiir olduğu için imge var
le söylenebilir: Şiir, dilin bildiri kipini
miyormuş gibi 19. yy. Fransız şiirinin değil; imge olduğu için şiir var. Hiçbir
kullanmayan bir haber'dir. Şiir biraz
bize en büyük azizliği; parlak söz ıs­ şiir olmasa da, dünyada imge olacak­
tenhalıktır. Tenhalık değişik, şaşırtıcı ve
lak kirpik tadı veren beğeni olmuştur. tır. Ama insanoğlunun yetkinliği, im­
haber vericidir. Bu haber hadisata de­
Ama imajın hiç de böyle olma zoru geyi belirleme etkinliğini yitirirse şiir
ğil, temaşaya ilgindir. Bilimde, mantık­
yoktur. Şiir de bir anlatı'dır. olamaz.
ta dilin haber (bildiri) kipi esastır. Bu
Bir şiirden daima, mevcud söylemin Tadın anlama dönüşmesi diye bir ol­ kipi kullanmadan verilen haber : İşte şiir
anlamını aşan bir izienim kalır ve bu he­ gu vardır. Bir şiirin gücü, imge düzeni budur. Ve içeriği yargı taşımayan yar­
mencik bir algıya dönüşür. Yeri gelmiş­ kurabilmesinde değil, tadı anlama dö­ gı kipi de şiirdir: "Her çocuğun kalbin­
ken denebilir ki, okuyucu etkinliğinin nüştürme yeteneğinin üstünlüğündedir. de kendinden h üyük bir çocuk vardır. "
çıkış noktası burdandır. Şiirsel imge gü­ Tat, tek başına bir şey vermez. Çünkü, Bu bir yargı kipidir, ama doğru bilgi sa­
cü budur. Şiirsel semantik, dil olarak böylesi tat, okuyanın kendisini sınırlan­ vında değildir. "Ressamları yoktu da
somutlanmış imgelerin biçimi ile hiçbir dırıp, orada takılıp kaldığı bir şartlan­ memleketimin 1 Korkuyla giderlerdi fo­
zaman bire bir sınırlı değildir. Şiirsel maya sıkıca bağlıdır. toğrafçılara. " Bu bir haberdir, ama
söylem daima, söylemediği bir şey hak­ Kimi şiirlerin , dolaysız bir şiir içeri­ " Bugün Fransız kültür bakanı Anka­
kında da uyarıcıdır. Böyle bir özellik, ği . verebildiklerine dikkat edilmelidir. ra'ya geliyor" gibi bir çekim değildir.
imge kullanım biçimlerinde saklıdır ve İğretileme, dolaysız bir şiir içeriği ver­ Böyle bir çekim de olsa, şair olan şair,
sanattan başka yerde sistematize olmaz. mez. İğretileme bir teknik öğedir. Ken­ onu haber i<:ipini kıran bir söylem'e bağ­
Bunu doğuran şey; sözcüğün yerinden disi bir teknik değildir. İmgeyi, iğreti­ lar. Kimi şairler şimdilerde, imgenin bu
kıpırdamasının, oynamasının bütün şiir leme ile elde edilen ifade ile sınırlamak tarz düzenini haber formu içinde de ko­
yapısı için geçerli oluşudur. Örülmüş ve buna imge şiiri demek (imge olma­ tarma çabasındadır. Şiir belki de izah,
bir yapı, herhangi bir önceki herhangi yan bir şür olabilmesi şöyle dursun, im­ şairanelik, içtensizlik'ten sonra bugün
bir şey değildir. Çünkü, şiir semantiği ge olmayan hiçbir söylem birimi yok­ bir de tezyin ve betimle savaşmaktadır.
bir süreçtir. Bu ise, her şeyden önce im­ tur) yanılgıdır. Bu yanılgılar bilerekya­ Betirnle ifade edilmeyen bir temaşa. Bu
ge ile elde edilir. Çünkü imge, sözcü­ pılıyorsa, dolaylı içeriği biricik birim önemli.
ğün içeriğinden başkası de�dir. imge iç­ göstermek içindir. Çünkü dolaysız bir Çünkü sanatsal semantik, kesinlik ta­
lem'dir. Şiirsel içerik doğduğu zaman, dil, dolaysız bir ifade tezgahı yoktur; şımayan bir sözeldir. Şiirin kesinlik ta­
o da; bir imge'den, bir içlem'den baş­ dil, kendisi bir üst olgu'dur: Gerçekli­ şıyan ögesini ancak sentaksında bulabi­
kası değildir. Ama artık tek bir imge de­ ği konuşmaktadır. Bunu herkes kolay­ liriz. İşte imgenin şiirde can alıcı nok­
ğil, bir imge düzenidir. Bu böyledir di­ ca görebilir. Ama söylem dolaysız ola· tası burdadır. Paul Verlaine, buna,
ye, böylesi bir içlem'in, yaratıcısı tara­ bilir. Çünkü söylem, dil-dışı bir gönder­ "ararengin peşindeyiz" diyor. "Rengin
fından keyfi olarak konabileceğini ve şi­ meyi içerir. İçinde barındırır ve imaj ol­ değil ararengin peşinde" . Bunu doğuş
irsel maddiliğin sadece bir sentaks ola­ gusunun çarpıcılığı bu barındırmada­ koşullarından ba�msızlaştırılmış imge­
rak kabul edilebileceğini düşünenler dır. Bu yüzden, söylem doğrudan ger­ den başkası veremez. Şiir bütününde de
var: yanılgı . çekliğe yönelik olabilir. Nereden bakı­ bu, kesin olarak geçerlidir. Ama belir­
Sanat yapıtı, sanatçının özel belirle­ lırsa bakılsın, imge sorunu, gerçekliğin sizlik yoktur. Belirlilik zoru, imgenin
melerle kurduğu sözcükler üzerine çı­ kavranış biçimine ve şairin benimsedi­ kendi dışına olan eğiliminden kaynak­
kılır, ama bu sözcüklerin birbirine karşı ği yaşantı tadına bağımlıdır. Şiirsel bir lanır. Kesinsizlik sözele ilgindir. Söylemi
ve birbirinin üstünde simgeleşme koşulu olgu olarak. ilintilerne ve tercih kav­ tanımlayacağım : sözelle, sözelin oku­
yoktur. Simgeleştirme, imaj için zorun­ ramları da burada önem kazanmakta­ madaki gerçekleşmesinin eşzamanlı bir­
lu bir öge değildir. İm (işaret) yeterli bir dır. likteliğidir. Kara cümleyle söylersek,
ögedir. Temel baz'dır. Sanatsal imge düzeni, şiir örgüsünün şimdilerde ikide bir, kimi yazarların ya­
Şiirsel söylemin, söylemediği bir şe­ bize verdiği semantiktir. Sözcüklerin zılarına serpiştirmeyi çok sevdikleri söy­
yi uyarabiliyor olması kötüye kullanı­ birbirini anlamiandırması yoluyla bir lem, bir dili konuşanın , konuştuğu an­
labilir. Örneğin "atların sofrasında bir söylemin kurulmasıdır. Bu söylem, in­ daki ya da yazanın yazdığı andaki se­
malızun koşu- vö) gibi bir şaşma böy­ sanoğluna yöneliktir. Okuyan, okuma mantiğidir. Ve bu dinleyen ya da oku­
ledir. Böyle şeyler, sanatsal tadın an­ gibi teknik terimler insanı tüketmez. İş yan için de aynı şeydir. Ama bunu, "şi­
lamına dönüşme yeteneği kazanamadı� buraya gelince; bir şiir, insanın zihnini irin manası şairin karnındadır"a dönüş­
durumlardır. Sanatsal tad izlenimi de yalnızca imgeler üzerinde tutuyorsa ide­ türüyorlar. Dolavlı dil ve dolaylı içerik
kendinden değil, anlama dönüşebilen alisttir, sadece imgelerde durmuyor da, buna varıyor. Bülbülün söylemi hoştur
tadiarın formunu taşımasındandır. İğ­ insanın olgular dünyasındaki yaşayışi­ da,karganınki hoş değil midir? Hiç bil­
retileme üstüne kurulmak istenen şiir na da yöneltiyorsa gerçekçidir - de- miyoruz. Belki karganın söylediği an-
::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :::::::::::::::::::::::::: : : : : : ::::::::::::::::::::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :::: : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : : : : :::::::::::::: :::::::::::: :::::::::: :::::::!:::::::::::::::::::::::::::::::::: 85

lam çok daha hoştur. Semantiğini an­ dur. Türkçe konuşaula Fransızca konu­ cıdır. Ama Fransız "garçon" derken ve
lamıyoruz ki. Bildiğimiz bülbül sesinin şanın dilsel imgeleri ayrıdır, felsefe! im­ Türk, "oğlan çocuğu" derken, ikisi de
melodik oluşu ve ritminin güzelliğidir. geleri birdir. Gerçeklik süreklidir. Dil­ aynı nesneyi anlarlar. Zihinsel imge ile
Karganın sesi bet. Ama ikisinin de im­ ler ise, gevşek ya da sıkı, tutarlı ya da dilsel imge arasındaki fark bu kadar bü­
ge düzenini bilmiyoruz, anlamıyoruz. tutarsız ilkece birer dizgedirler. yüktür. Ama, ilişki içinde giremezler
O yüzden benim, bülbül sesine karnım Dilin nedensizliği, bir imgeyi karşı­ anlamına gelmez. İşte bu ilişki içine gi­
toktur. Ben Mevlana'nın deyimiyle, layan simgenin o imge ile zorunlu bağı riş, farkları gene yukardaki kadar bü­
kendi pınarımı, başkasının denizine de­ olmaması demektir. Simge pratik için­ yük olan felsefel-semantikle dilsel se­
ğişmem. Ben semantiği dolaysız şaire de öyle oturmuştur. Ama simge ile nes­ mantİğİ doğurur. Tarih de budur. Be­
bakanın. Dolaylı olanı bana gelmez. nenin ilişkisi nedenlidir demek, şöyledir ki: lirleyici olan . burada gerçekliktir.
Kuş diliyle uğraşamam. Belirsizliğe imge (hayal), işaret ettiği nesnenin ken­ Önemli bir dil olgusu var. "Oğlan ço­
gönderen şiir bir kaçmadır. Sözelin ger­ disine uygundur. Deyim yerinde görü­ cuğu Fransızca garçon demektir" den­
çekleşmesini sekide bırakır ve bu bir ek­ lürse, onun bir izdüşümüdür. İmge kal­ diğinde yanlış bir iş yapılmış olur. Fel­
sik yazınsallık tır. karsa, gene o nesneyi duyularıınızia alı­ sefe! sernantİk dilsel semantikle çarpı­
Türkçe ve Fransızca aynı nesneleri rız, ama yeni bir imge doğuncaya ka­ tılmıştır. Doğrusu "Oğlan çocuğu ye­
ayrı ayrı simgelerle karşılıyorsa, bu, di­ dar bizim için anlamsızdır. Ne tadına, rine, Fransızcada garçon derler" dir. Bu
lin nedensizliği yüzündendir. Dilin so­ ne ağırlığına, ne kokusuna vb. bir ya­ doğru bir dilsel sernantİk kullanımıdır.
runudur. Ama nesneler, ayrı ayrı dil­ nıt veremiyoruz demektir. Birinci tümce, form olarak felsefe! bir
leri konuşan insanlar için aynı anlam­ Fransızlar "garçon" dediği zaman yargıdır. Demektir ile, imgenin niteliği
lıu-ı oluşturuyorsa, bu, nesne-imge ne­ Türkler bir şey anlamaz. Türkler "oğ­ yargıya bağlanmaktadır . Ama dilsel im­
denliliğindendir: Bağ, nedenlidir. Zihin­ lan çocuğu' ' dediği zaman Fransızlar geler arasında bir ilişkiyi konuştuğu için
sel imgeler, bu anlamlardan başka bir bir şey anlamaz. Bu simgelerin dilsel bu yargı saçmadır. Çünkü böyle bir ni­
şey değildir. Bu da felsefenin sorunu- imgelerine iki taraf birbiri için yaban- telemeyi, dil ifade eder ama, dil sapta­
yamaz. İ kinci tümce, dilsel imgeler iliş­
kisini buna uygun bir dille konuşmak­
tadır. İşte, söylemler arası temel fark
budur. Yapısalcı'lar ve Yazınsal Ger­

HALİL çekçi'ler, felsefe! bir söyleınle, dilsel im­


geler arasındaki ilişkileri konuşuyorlar .

İBRAHiM Gerçekçiler , dilsel bir söylemle, yaşanır


dünyayı konuşuyorlar . Gerçekçiler sim­
genin imge yükünü, gerçekil im' lerle de­
BAHAR netlemekte oldukları için, felsefeye bu
işte gereksinimleri yoktur. Felsefe on­
lar için, ayrıca önemli bir bilgililik ala­
nıdır. Kuramsal düzeyde dilsel gereksi­
nim doğarsa, öğretiyi öne sürmektedir­
ler. Çünkü öğretiler birer dil olarak bize
verilmişlerdir. Gerçekçileri öğreti bağ­
DÖNÜŞÜM nazlığı ile suçlayanlarda, bunu göreme­
me eğilimi vardır.
Şu da var. "Türkiye Cumhuriyeti ' ­
kar kalktı erik çiçekleri üstünderi nin başkenti Ankara' dır" gibi bir tüm­
bulutlarİ silen süngerle ceye, konu dili dersek (ya da nesne di­
yeniden yazıldı kütüğe adı güneşin li); 'Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti
Ankara 'dır türncesi Türkçe' dir" den­
geçmişi unut akarsu götürdü talaşlarım yaşamın diğinde, bu, konu dilini konuşan bir
yarını düşünme artık üst-dil'dir. Tahsin Yücel'in öte-dil dedi­
bugün dünyadan ayrılan bir gemide gibiyiz ği bu işlemdir. ikinci türnce bir üst­
dildir çünkü, bir dilsel birim üstüne söy­
kalbirn lenmiş bir sözdür. Üst dil, bir dili ko­
biz seninle adanmış değil miyiz aslında nuşan dildir. Yapısalcı'lar ve Yazınsal
dirilten Gerçekçi'ler, edebiyat metinierini konu­
şurken öte-dil terimi de kullanmakta­
ya da öldüren aydınlığına onun dırlar. Yani üst-dil terimini. Oysa hiç­
ki bir edebiyat metni, nesne dili, öte dil
en küçük bir kuşku dikeniyle ayrımını seçikleştiremez. Böyle bir şey
olanaksızdır. Bir metinde öte dil konu­
amansız bir acıyı taşıyalıı:iı yahımızda munda ifadeler olur ve olacaktır. Ama
hayır buna hakkımız bunlar bütünlüğü olan bir nesne dili
buna yetkimiz yok .
hakkında, bütünlüğü olan bir öte dil
oluşturmil.Zlar. Çünkü dil terimi bir diz­
erik çiçekleri üstüiJ.den kar kalkarken geliliği ifade eder. Metin kendisi olarak
bir dildir ve bunlar onun kimi engebe­
26 mart 1 982 leri, ögeleridir. Bu vahim bir yanlıştır .
Doğal dilde görülen üst dil ögeleri , do­
ğal dil içinde kalarak dizgeleştirilemez­
ler. Edebiyat yapıtı da bir doğal dil kul-
86 ::: : :: : : ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

larumıdır. Gerçekçiler böyle ş eylerle uğ­ yapmış olurum. Benim sentaktik ve se­ nedensizlİğİnİ taşıyarak bunu yapmayı
raşmamış olsalar bile, dünyanın bütün­ mantİk eşleme kurallarım çökmediği deniyorlar . Demektedirler ki, anlam ve
cü! kavranışının dille ifade edildiğini, sürece geçerli olacaktır. nesne ilişkisi nedenli değildir. Bu kabul
ama dünyanın niteliğinin dilsel olmadı­ Pragmatizmin metafizik silahı, böy­ edildiği an, her türlü sözelin sentetik
ğını bildikleri için bu yaniışiara düşmez­ lece bir arada tutulmuş imgeler düze­ kimliği yalnız ve yalnız, dili kuran ya
ler: nini sağlayıcı kuralın gene imgelerde iç­ da kullananın (aynı şey) özbenliğinden
Işte bu yüzden diyorum ki kin olduğunu kabul etmesidir. Bu ise, başka kaynak bulamaz; istenen, bunu
kayalıklardan fışkıran suların temele alınmış bir mantıksal kabulden meşru kılmaktır . Onlar, imgenin işleme
Yarattıkları dağlı seslerden baŞkası değildir. Böylece dogruluk, temel olanaklarını salt psişik görmektedirler�
Mutlaka bir şeyler aktarmalıyız önermelerde içkinse o zaman çıkarırnın edebiyata yansıması böyle. Anlamı dille
Savrulan gençliğimize bir tekabüle gereksinimi yok. Onun an­ sınırladıkları için, dışardan bir yüklem
Ötekiler, edebiyat yapıtiarına felse­ lamsal ilerlemesi bir türetim olacaktır. olarak psişik titreşimi, gerçekliğe bin­
fe! içerjği ve en masumlan dilbilimi ege­ Ve bu türeyen anlamı da dedüktif çı­ diı:iyorlar. At biner gibi. Ve dil, dışar­
karımla aklayacaktır. Bu da özdeşliği dan bir kiplik olarak gerçekliğe egemen
men kılıyorlar. Felsefe! söylemlerden
sıyrılıp,sanatsal söylemiere ulaşamıyorlar. ister. Oysa tekabülün kavramı eşdeğer­ oluyor. Bunun da sentetik olduğunu,
Iiktir. Türetim varsa, bu apriorizın kar­ ama tek benin öznel tercihlerinden baş­
İmge kullanımından gelen söylem
şısında sanatçının özgünlüğü ne olacak : ka şeyi kavramadığını görmek zor' de-
farkları burada kapanrnıyor. Onlara
Artık bu özgünlük, gerçeklikte bir can­ ğil.
anlayışlı davranmak istense şu söylene­
lılık olanağı aramaktan yoksundur ve Bu iş iyi bir temrindir. Metodolejik
bilir. Madem ki gerçeklik denince dili
sanatçı kendi psişik gerginliğinin sarnı­ yararı da vardır. İnsanların hem kola­
anlıyorlar, her metni dil üstüne bir dil
cına bakakalacaktır: istenen budur. yına gelir, hem hoşuna gider. Ama ger­
olarak alabilirler.
Aklı başında felsefe, titizlikle özdeş­ çeklik karşısınd.:. geçersizdir.
Ama anlayışlı davranılsa da çıkış yo­
lu bulunarnıyer. Çünkü şu da var: "Oğ­ liğin karşısında ve eşdeğerfiği sağlıklı Pragmatistler, dilin nedensizliğini se­
lan çocuğuna Fransızcada garçon der­ kavramanın ve gerçekleştirmenin ardın­ mantiğe taşımakla, bunu da felsefeye
ler" dediğimizde Türkçe semantiğin dadır. O, dünyanın içine gömülü bir aktarmakla felsefeyi dile irdirgemekte
içindeyiz. Fransızca bu söylense Fran­ doğrunun değil, dünyadan gelen veri­ ve keyfi imgeler seçiminden örgüler ku­
sızcanın semantiği içindeyiz. Üçüncü lerin sağlıklı bir ilişkisini kurabilecek öl­ rarak, bir dil elde edebilmektedirler.
bir dil olarak İngilizceyi işe karıştırır­ çütün ardınd�dır. Öyleyse pragmatik tutum imge kullanı­
sak da durum değişmez. Türkçe ve Böyle bir ölçütün üstüne çıkabilecek mının bir biçiminden başka bir şey de­
Fransızca dışında bir sernantİk kurula­ olan da bir üst dildir ama, sadece sim­ ğildir.
caktır, ama bu kere de İngilizce bir se­ ge düzeni ; bağlanmarnış, apriori bir üst­ Şiirde, yazında simgeciler, iğretileme­
mantİk olacaktır. Bu semantikler ara­ dil' dir. Tekabülün sağladığı imgeler dü­ ciler işte bunu kullanr.ıaktadırlar. Ya­
sında dilsel bir ilişkiyi saptamak ola­ zeni bağlanmamış bir üst-dil değildir. pılarun kara cümleyle ifadesi şudur: bir
naksızdır. Böyle bir ilişki dilsel değil an­ O, bir yandan simge d:Iiyle, bir yandan simgeyi keyfiınce tanımlıyorum. Niren­
cak olgusal olarak kurulabilir. Ayrı ayn olgusal ilişkiler ağı ile çift yanlı bağlan­ gi alıyorum. Ve öbür imgeleri bununla
dillerdeki imgeler, ancak ve ancak, te­ mıştır. Ve oigusal ilişkiler ağından ko­ anlamlandırıyorum . Açıktır ki bu gibi
kabül ettikleri olgu, nesne aracılığı ile parıldığı an, ölüdür. işler, parçalılıkların anlamını açıklama­
ilişki içine girerler. Bunun dışında, bir Bu dil ister canlı kalsın, ister öldü­ da hep zorluğa düşerler ve zaten bo­
dil için, konu dili tarafından bağlanma­ rülsün, onu genellernek istediğimiz an, zuk düzen de buradan çıkıyor. O zaman
mış semantik bir üst dil kurmak, Tah­ karşımıza değerin ve anlamın tanımla­ şiirin bütünselliğini dil sağlayacaktır ve
sin Yücel'in deyimiyle öte dil kurmak rı çıkar. Bu tanımlar semantiksiz belir­ dil, gerçeklikten kaçım kaçım uzakla­
olası değildir . Çünkü böyle bir öte dil lenemezler. Bir üst dil, demek ki bas­ şacaktır. İsmet Özel vb'nin söylemi bu­
kurulduğu zaman, kendisine alt-yapı ka bir dilin, hem de sernantİk bir dilin radan kaynaklanmaktadır. Çünkü ger­
olarak gösterilen dil tarafından bağlan­ desteği olmadan ayakta duramaz. İşte çeklik buyruk kabul etmez. Oysa bu
maz. Kendisi o alt-yapı olan dili bağ­ şimdilerde ülkemizde, bu zorunlu iliş­ söylem, benmerkezcilikten kaynaklanı­
lar. Ama bu bağ dahi mantıksal'dır. kiden edebiyat metinlerinin çözümün­ yor. Kaçış, salt buyrulu olmaya dönü­
Böylece sentaktik bir bağ, semantik iliş­ de yararlanılmak istenmektedir. Bura­ şüyor.
kiye ikame edilmiş oluyor. Artık bura­ da yol ayrımı var. Öldürülmüş dil mi, Şiir tarihinde mecaz, istiare diye ad­
da kuşkı,ısuz, simgenin bizi gönderece­ canlı dil mi şifre alınmaktadır. Öldürül­ landırılan işlemler; imgeler arasında
ği anlam, salt öznel olacaktır. müş dil yanlıları , bağlanmamış üst-dil, ikameler yapmaktır . Teşbih (benzetme)
Nitekim Pragmatistler, semantik ola­ öte-dil, kavramiarına dayanmaktadır­ farklı bir biçimdir. Benzetmede ikame
sı değildir derler. Bunu derken, gerçek­ lar, ama bağlanmamış üst-dil'le bu çö­ yoktur, karşılaştırma vardır. Şimdi de,
liğin dille sahih bir ilişkisi kuralamaz zümleme yapılamaz. Gene başka bir iğretileme adı altında imgeler arası ika­
demek isterler. keyfi dile geçilmiş olur. Bağlanmamış­ meler yapılmaktadır. Simgeler nirengi
Elimde bir eşitleme kuralı varsa, ki lık, şifre kavramına aykırıdır. Öte yan­ noktalarıdır. Ama gerçekil ilişkiler İka­
sağlanabilir, oğlan çocuğu = boy = dan üst-dil'ler birer yapıdır ve döner rneye olanak vermez. Gerçeklikte ika­
garçon diye bir eşitlerneye gitsem ve üç dolaşır doğal dile geri gider. Edebiyat me yoktur. Ortadan kaldırma ya da iliş­
simgeyi de doğal gerçekil imierinden ya­ da doğrudan doğruya doğal dille yapı­ ki içine girme vardır. imgelerin doğru­
lıtsam, gerçekten yeni bir dil kurmuş lır. Çıkarımı sağlayan kuralın imgeler­ dan birbiri ile ilişki kurmaları bilimin
olurum. Ama bu sentaktik bir dildir. de içkin olması gibi bir metafiziğe do­ işidir ve ilişki olanağını da nesnel ger­
Şöyle de yazılabilir: X = Y = Z. Ve ğal dilin hiç mi hiç tahammülü yoktur. çeklik sağlar. Sanatta imgeler arasındadoğ­
ben, elimde bir doğruluk kuralı varsa, Doğal dil, buna itiraz etmeye, direnme­ rudan ilişki kurulamadığı için, iğretile­
ki sağlanabilir, X' e ayn, Y'ye ayrı, Z'ye ye dahi gereksinim duymaz. me, bir çözüm görülüyor. Ama bu, im­
ayrı birer imge tekabül ettirsem, bir se­ Pragmatistler, gerçeklik hakkında el­ ge üretmek denen işlemi ortadan kal­
mantİk kurmuş olurum. Elimdeki ku­ de edilmiş sentetik ifadelerden kaçıyer­ dırıyor; bir imgenin başka bir imge ye-
ral bana simgelere tekabül ettirdiğim lar. Gerçekliğe dayalı bir sernantİk te­ . rine geçerek onu baskı altına almasına,
imgeleri eşdeğer, eşanlamlı vb. sayma mellendirilmez gibi bir yılkıyı yerleştir­ imge üretmek deniyor. Öte dil tutkusu
olanağı verirse, bilimadamının yaptığını mek istiyorlar. Felsefe! semantige dilin da bu baskı altına alışı yanlış anlamak
:::::::::::::::: ::: ::: : ::::::::: : : : : ::::::: : :::::::: :::::: : : : : : : :::::::::: :::: ::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: :: : : : ::::: : =:: : :;:::::::::::: 87

ya da bilerek örtmektir. imge üretmek, 1 9. yy'da yarattığı yaşama koşullarını Çünkü şiirden anladığımız şeyle, sanat­
doğal gerçekil niteliği olmayan kişisel un elek etmeseydi, şiirini yazamazdı. sal tada çıkamayız. Bu, yanlış bir ka­
tasarımiara dönüşüyor. O kişi ve ger­ Baudelaire gibi adamların tasarımiara nıdır. Şairde ya da okuyucuda görülen
çeklik öİtüşüyor. Eh, kişi de bir gerçek­ yaslanmaları , içinde bulundukları ger: sapma, yani şiirsel sernantİk yerine fel­
tır, dil de . Bu kadarı yeterli görülüyor. çekliği derli toplu elden geçirişlerine da­ sefe! sernantİk koyma işi buradan geli­
Böylece, tadın anlama dönüşmesi güç­ yanır. Ezbere değildir. Şımarıklığa hiç yor. Ahmet Haşim, bunu demek isti­
leşmektedir. Kimi durumlarda ortadan dayanmaz. Sanat dışı etkinliklerle sa­ yordu, ama vurayım derken öldürdü.
kalkmaktadır. Doğru bir imge düzeni natsal yetke edinmeye de hiç yüz ver­ Şiirden anladığımızı etkin kılan ve zih­
için, nesnel gerçekliğin kucak açması mezler. O yüzden de kaçmazlar. Bau­ nimizi harekete geçiren şey gene anla­
şarttır. delaire başkaldırmış ve hem de müba­ ma dönüşmüş tattır. Sanat bu tattır.Bu
imge, onların elinde, özel yaşantıla­ dele toplumunun baskısına somutça tat, bizi şiirden anladığımız şeye götü­
rın, özel tasarımların dili oluyor. Bu­ başkaidırmıştır ama, dayanacağı top­ rür. Onun için şiir öyle kurulmalıdır ki,
rada rol oynayan, olabilirliktir. Ne, lumsal gücü seçikleştirememiştir. Ne tat'tan, mutlaka bir anlama dönüşme­
neyle ve nasıl ilişki içine girebilir mese­ var ki, başkaldırdığı şeyin muvafık di­ lidir. Orhan Veli'nin, şiir için eda de­
lesi. Ne var ki, olabilirlik de gerçekil lini, muhalif bir kaçınayla kullanma­ diği şey burada tomurcuklanmaktadır.
ilişkilerle olasıdır. Çünkü, somut görü, mıştır. Dil, yaşanırdaki bütünselliği; Şiirin anlattığını değil, ama şiiri anla­
dilde önerilmiş bir olabiliri dil-dışı bir evetleyerek de, hayırlayarak da ifade et­ mış olmak edanın işlevidir. Onun için,
biçim olarak seçikleştiremezse (teces­ meye son derece yatkın ve buna son de­ hep somut bir ifade kullanan Orhan Ve­
süm ettiremezse) , sanatsal tad, anlama rece zengindir. Dil, dalaylı bir olgudur li, gene de "şiirde izah yoktur" demiş­
dönüşme olanağı bulamaz. ama, dolaysız şiir içeriği yaşanır bütün­ ti.
sellikten kalkılarak elde edilebilir. O za­ Şiirde imgenin işlevi, bir imgenin nü­
Fakat, sanatsal tadın anlama dönüş­
man dilsel somutluk bir başına kalmış anslarının seçikleştirilmesi ile başlıyor­
me yollarını tıkamaları nedeniyle, iğre­
olmaz. İmge ile imajı örtüştüren şiir sa, imgeler arası ilişkiler de, bu nüans­
tilemecilerin elinde imge ve imaj bir ol­
için, artık bu ilintiler; denklemsİ tahay­ lar yoluyla olur. Mavi, dörtna/, düz/ak
makta, örtüşmektedir. Bu, imge kulla­
yüller, imgelemlerdir. Buna imge üret­ imgelerinin nüansları olmasa idi, Dra­
nımını imge tanımı ile örtmelerinden ge­
me adını veriyorlar. nas şunu söyleyemezdi: Ve dörtna/o
liyor. Felsefenin klasik içeriğini, bu çat­
Fakat asıl üretim için dolaysız bir içe­ dümdüz bir mavilikte.
laktan şiire, bir öniçerik olarak sunu­
rik, nesneler düzeninin hareketliliğine Mavinin dümdüzlüğü ve bu dümdüz­
yorlar. Kimi şairler, bir öniçerik olarak,
şiire hayatın, giderek tarihin, kişisel bir yaslanır. Ve imaj tadı, bizi söylem dı­ lükte dörtnala bir gidiş için, bu imge­
konumdan yapılmış yorumunu sunu­ şında bir yere uyardığı zaman, gene nes­ ler arasında aralıkların, Paul Verlaine'
yorlar. Ama iğretilemecilerin tavrında, neler düzeninin hareketliliğine gönde­ in deyimi ile "ararenkler"in, şairin zih­
somut görü, yalnız zihinde bir maddi­ rir. ninde doğmuş olması gerekir. Bu da
lik buluyor. Çünkü zihinde nesneleri Gevşek ya da sıkı olsun, şiirsel ilin­ yetmez. Bunlar bir hareketlilik içinde
tiliğin tadı, sanatsal tad dediğimiz şey­ imgelenebilmeli (tahayyül edilebilme­
karşılayan, imgedir. Ama somut görü,
dir. Bütün şiir sanatı burada saklıdır. li)dirler. Temelde içerik sorunu işe ka­
zihniyle sınırlı duruma düştüğü için, im­
geler üzerindeki tasarımından öteye ge­ Burada uçlar var: Önce şairde kalan im­ rışıyor. Eşyaya değişik bakmak, dil me­
çemiyor ve zihin dışına çıkma olanağı geler. Sonra da bunlardan gelen imajla­ selesi değil; gerçekliği yaşama mesele­
bularnıyar . Çıkış gene dile dönüyor. rın dilsel etkinliği. Ve okuyanın imaja sidir. Gerçeklik önünde şair yetisi bu­
Bununla şiir yazılmaz. Böylece kaçma, yönelttiği kendi dili. İmajı alabilmiş ol­ dur. Ustasının elinde dil buna yatkın­
mak, sanatsal tada varmaktır. Tadın dır. Şiir tekniği hem dil aracılığı ile hem
dilde soluk alıyor. Ama bu, bireyin ya­
şamasında bir pratik olarak nasıl ger­ anlama dönüşmesi imajın işidir. İşievi­ de içeriğin sunduğu ilintililikler aracı­
çekleşebilir . Bu yüzden şairin toplum­ dir. İmajın özelliği, bir söylem olarak lığı ile uyarılmak ister. Ancak bundan
sal varlığı ile şiiri arasına bir duvar çe­ bizi kendisi ile sınırlamamasıdır. İmgeyi sonradır ki şairler, imgelere sokuluş bi­
kiliyor. bir dil olarak kullananların görmediği çimleri, soluklanışları ile birbirlerinden
Şiir, imgelerin kendilerinden değil, şudur: İmge, bizi kendisi ile sınırlar. ayrılırlar. Dildeki şair mahsusluğu bu­
Imgelerin doğrudan birbirine karması, dur. Gene bu yüzden aynı dünya görü­
imgelerin nüanslarından katarılır. Me­
felsefe) bir söylem verir. Bu engel, şiir şü içinde (dünya görüşü yalnızca imge
sel e bu . imgeleri şiire sürmek, imgele­
rin nüansları arasındaki ilişkileri seçik­ öncesinde aşılmalıdır. İmaj ise, mutla­ anlayışını belirler) ve aynı hayat tarzı
leştirrnek demektir. Çeşitli imgelerin çe­ ka bize bir alanı açar. Bu, çağrışımla içinde, şair sayısı kadar değişik şiir ola­
şitli nüansları arasındaki, çeşitli ilişki­ açıklanamaz. Nasıl ki, sanatın duyar­ nağı bulurlar. Kaldı ki bir şairin kendi
lerine imaj diyeceğim . Şiirin dili imge lılığı uyarışı da coşkuyla açıklanamaz. şiirleri arasındaki farklılığın nedeni de
Sanatın duyarlılığa yönelik oluşu, onun budur.
değil, imaj dır. Sözcükler arası ilintiler,
duyarlılığa gönderdiği haberin, yalnız­ Genç şiir, süreçlerde yürüyerek doğ­
bir çeşit bağıntılar olarak şiirde açığa
çıkar. Ele gelir. Yahya Kemal'in "ma­ ca psişik içerikler taşımasını gerektir­ du. Ne var ki hala, temlerden arınmış
naya dönüşmüş elfaz" sözünü böyle mez. Tam tersine dış gerçekliğin imle­ değil. Şiir bugün, temlerden süreçlere
anlıyorum. Şiir nesnelere ve nesneler rini de özellikle taşır. Yoksa şiir, salt geçişin sancısını yaşıyor. İmge işlerliğini
arası ilişkilere dayanır. Ama bunların monolog olurdu. Okuyanın dili ile ima­ bu açıdan çözmeye çalışmaktadır. Ağ­
jın girdiği ilişkinin sağlıklılığı için, ger­ zındaki " ana memesi" hayatın bütün­
durumu da imge gibidir. Nesnelerle ve
çekil imiere gereksinim vardır. Unutma­ selliğidir. Kendi sosyal pratiği, şimdi
nesnelerin ilişki biçimleri ile şiir yazıl­
maz. Nesnelerin ve nesneler arasında­ malı ki okuyucu ve şiir yazıda buluşu­ onu, derinde yatan gerçekil süreçleri
ki ilişkilerin nüansları ile şiir yazılır. Bu­ yorlar. Yazıda, yazı dışını işaret edecek yakalayıp söylemeye zorluyor. Tarihi
ralarda, şairin olabilir bulduğu, kuru­ ögeler olmalıdır. Yoksa yazı ile okuyan daha derinden öğrenmenin, hayatı da­
Iabilir bulduğu ilintilerden kalkınmalı­ örtüşür. Kimin kimi ortadan kalduaca­ ha geniş gözlemenin daha oylumlu göz­
ğı da belli olmaz. lemenin vaktidir. Oralarda, daha yet­
dır. Bunun için şairin imgelemi yetmez.
Bu ilişkilerin yaşanırdaki bütüns'!lliği Sanatsal tadın duyulduğu, ama an­ kin süreç bilinci ve zengin süreçler var.
şairin ilgisini çekmelidir. Charles Bau­ lama dönüşernedİğİ bir sınır vardır. İş­
delaire de, bireyi temele alıp yükselen, te bu, imge tıkanıklığından gelir. Bir çe­ (*) Veysel Öngörl'n, Öncü Geyik,
sonra da bireyi tutup atan kapitalizmin şit patolojik durum. Buna düşüyorlar. Türkiye Yazılan - �ayı: 14, 15, 17.
....... ........ ........... ........ ......
. .................. . . .....
.... .... ... . .... ... ...
.........
.. . .. .
......
. .
. . .
. .
. . .. ..
.
...
.
..
.
.

"Bizde sp orun
ne olduğu
bilinmiyor ki,
p olitikası olsun"
Cumhuriyet Gazetesi spor dan ışmanı
A bdülkadir Yücelman ülkemizde spora
yaklaşım üzerine sorularımızı yanıtladı .
-------

• Sayın Abd ülkadir Yücelman, ülke­ bozmadır, sınıftan bozmadır . O ko­


mizde sağlıklı bir spor etkinliğinin şudan, beş dakikalık koşudan sonra
oluşması ve yaygınlaşması açısın­ tüm toz ayağa kalkar, aerin nefes al
dan ne durumda bulunulduğunu ge­ denildiğinde bu toz küçük çocukla­
nel hatlanyla açıklar mısınız? İster­ rın ciğerine dolar. Çocuk yine aynı
seniz şöyle soralım; sporun insan yaşlardan itibaren bahçelerde, arsa­
bedeninin fiziki özelliklerini ve in­ larda -ki o arsalarda kalmadı- yollar­
san sağlığını geliştirme işlevi yanı sı­ da, otomobillerin gelip geçtiği ana­
ra görsel işlevi açısından, birlikte ve yollarda top oynayarak sözümona
ayrı ayrı bakıldığında, toplumu­ spor yapıyor . Oysa gençliğe, yeni
muz, mevcut spor etkinliklerinden nesle diyelim spor sevgisi, spor zev­
ne sağlıyor bugün? ki, spor bilinci daha bu yaşlarda aşı­
D Türkiye'de verimli, kitlelere dö­ tanır. Ben olayı hep küçükten itiba­
nük bir spor etkinliği olduğu söylene­ ren ele alınır olarak görüyorum. Bu
mez. Sporun gelişmesini izlediğimiz iş çocuktan başlar, onun için Türki­
zaman, grafiğine baktığımız zaman ye'de maalesef ben sağlıklı, verimli , neğini geliştirir. 16 yaşından sonra al­
üzülerek görüyoruz ki, bu grafik çok kitlelere dönük bir spor etkinliğinin lameyi cihan olsa hiçbir şey olamaz.
az bir eğri göstermekte. Yani, dün­ olduğunu söyleyemiyorum, üzülerek Toplumumuz mevcut spor etkin­
ya büyük hızla ilerlerken gerek bi­ söyleyemiyorum. Peki dünyada na­ liklerinden ne sağlıyor bugün? Bugün
linçlenme, gerek teknoloji açısından sıl oluyor bu iş? Örneğin bunu bele­ hiçbir şey sağlamıyor. Biz olaya sağ­
gelişirken Türkiye'de spor bu geliş­ diyeler üstleniyor. Belediyeler yeşil lıklı bir nesil yetiştirme açısından ba­
meye ayak uyduramamış ve çeşitli alanlar yapacak, bu yeşil alanlarda kamadığımız gibi, ticari açıdan bile
nedenlerin birleşmesi sonucu bu eğ­ spor tesisleri kurulacak. Bu geniş kit­ bakamıyoruz. Sosyalist ülkelerin dı­
ri çok alt bir açı çizmiş. Bunun ne­ lelere hitap edecek spor alanlarında şında Batı 'da spor hep ticari bir olay
denlerinden biri spor politikasının ol­ çocuklar -büyük kitleyi oluşturan olarak görülür ve herkes spor yaptı­
mayışı, tepeden aşağıya hükümet çocuklar- orada sporla tanışacak, ğı zaman bunun karşılığını para ola­
kadrolarından belediyelere kadar yö­ sporu öğrenecek, sporun ne olduğu­ rak öder; ama az öder, ama çok
netimlerin bu işle ilgilenmeyişi. Spora nu öğrenecekler. Bu arada büyükler öder. Örneğin Avrupa'daki birçok
kafası yatmayan insanların yıllardan de bu spor alanlarından yararlanacak spor salonları hep paralıdır. Ama bu­
beri gelen bilinçsizliği, laubaliliği ve böylelikle spor tüm aileye girecek. na hükümet de, belediye de katkıda
sporu maalesef ciddi bir uğraş hali­ Bu olmadığı takdirde spor nasıl ge­ bulunur. Saha yapmak, sahaya bak­
ne sokamamış. lişecek? Okulda yok, ailede yok, pe­ mak, işletmek, onarmak, su temin et­
Son yıllarda sporumuzda bir alt ki bu spor nerede gelişecek? Bir spor­ mek, antrenör temin etmek hepsi pa­
yapı lafı çıktı. Alt yapı denilen ço­ cu bu kaynaklarda yetişmedikten raya dayanan iştir. Bunu Spor Ba­
cuktur. Türkiye'de hala spor beden sonra hiçbir spor dalında ilerleme kanlıkları, belediyeler, aileler payla­
eğitimi derslerinde haftada bir gün kaydetmemiz mümkün değil. Benim şır, bu organizasyon yürür. Bize ba­
olarak yapılıyor. Ders başladıktan son zamanlarda yapmış olduğum en­ kanlık salon verir, suyu veremez,
itibaren beş dakikası soyunmaya gi­ teresan bir röportajım var. Trabzon­ antrenör veremez. Verdiği antrenör
der, beş dakikası da giyinmedir, kırk­ spor geçen sene şampiyon olduktan işbaşma gelmez, çünkü maaş 1 8 bin
beş dakikalık bir ders süresinden kal­ sonra İskender'le konuştum; onlann TL., 20 bin TL, bu maaşla antrenör­
dı otuzbeş dakika. Bu otuzbeş daki­ en iyi adamlarından bir tanesi, milli den sen birşey bekleyemezsin. Kısa­
kanın beş dakikası zaten bir koşudur, takımın değişmez adamlarından bir ca, bugün uluslararası yarışmalarda
bir turdur ondan sonra derin nefes al tanesi . İskender'in söylediği söz şu bir altın madalyanın karşılığı sadece
der öğretmen. Bu eğer bahçede, spor oldu: "ben" dedi " 1 7 yaşındayk en sporcunun fedakarlığı değildir, onun
salonunda yapılırsa sağlıklıdır . Hal­ futbola başladım, 1 8 yaşındayken arkasında büyük sermaye yatar, yıl­
buki birçok okulumuzun spor salo­ antrenör gördüm". Oysa bilim diyor lar yatar. Fedakarlık, çalışma spor­
nu yoktur. Vardır da yemekhaneden ki, bir kişi 16 yaşına kadar hız yete- cuya aittir ama onun bakımı , maddi
::::::::: : ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: 89

ve manevi desteği sermaye ister, ya­ ilişkilerine uzanan başlı başına bir le şey! Bu iş için trafiğin girmediği
tırım ister. sektör, bir yatırım alanı olduğunu alanlar gerekti. Ama olmadı, kısa sü­
• Yeni sezona girildiği şu gün­ görüyoruz" deniliyor, doğrudur, ör­ rede de başladığı noktadan belki bir
lerde futbol yine spor programları, neğin Anadolu'nun herhangi bir ye­ adım gitti ama orada kaldı . Bunun
spor basını başta olmak üzere rinde bir adam politikaya girmek is­ için ben buna sağlıklı yaşam için spor
basın-yayın organlarmda tüm diğer tiyorsa, en kısa yol ne diyor, "ben demiyeceğim, "gösteriş için spor" di­
spor dullarına ağır bastığım göste­ kendi yöremde en iyi reklamımı o ku­ yeceğim.
riyor. Profesyonel futbolun bugün lübün, o şehrin spor kulübünün ba­ • Ülkemizde amatör spor etkinlik­
kazandığı kimliğiyle spordan bek­ şına geçersem yaparım , sevilirim, leri üzerine neler düşünüyorsunuz?
lenen amaçlar açısından nereye va­ saygınlık kazanırım, ve o sa­ Amatör sporun anlamı ve işlevine
nlabilir? Burada futbolun, transfe­ yede de parlamentoya girerim : • Soru· ne derece uygun düşüyor bu etkin­
rinden reklamına, kulüplerin iş iliş­ nuz çok doğru bir sorudur. Tama­ likler? Gelecek için ne vaad ediyor­
kilerinden politikaya>girift ilişkile­ men katılıyorum. Dediğim gibi bu lar? Profesyonel kulüplerin çeşitli
rine uzanan başlı başına bir yatırım yanlışlığın başında da yıllardan beri spor dallarmdaki amatör etkinlik­
alanıJ bir sektör olduğunu görüyo­ yanlış politika uygulayan spor bası­ lerine bu çerçeveden baktığımızda
ruz. Bu konuda düşüncelerinizi öğ­ nı geliyor. Biz geliyoruz. iyimser olmak mümkün mü?
renebilir miyiz? • "Sağlıklı yaşam için spor" ve
D Maalesef mümkün değil. Bir tek
D Sporda ticari anlayış Türkiye'de "kitle sporu" şiarı şimdilerde sık­
iyimser olacağım taraf var, o da ai­
profesyonel spor kulüpleri olarak ça duyuluyor. Mevcut koşullar,
lelerin spora karşı yavaş yavaş alış­
girmiştir. Bu yüzmeye girmemiş, bir alındığı belirtilen önlemier ve bu
kanlık kazanmaları . Çok aile var ço­
basketbola yeni yeni girmeye başla­ arada günlük yaşamın zorluklarına
cuğuna spor yaptırmak isteyen ama
mıştır. Özel sektör bu işe yavaş ya­ da bakarak sağlıklı bir spor yakla­
spor yaptıracak alan yok. Türkiye'"
vaş kendini koymaya başlamıştır. şımından söz etmek mümkün mü?
de amatör sporun durumu iyi değil,
Profesyonel futbol ticari amaçlarla D Sağlıklı yaşam için spor ve kitle
çünkü amatör sporla kimse ilgilenmi­
yürür, yani bugün isim yapmış, şöh­ sporu sözü aşağı yukarı iki-üç yıldan
yor. Örneğin Türkiye'de amatör spor
retli futbolcuya para yatırmanın beri yoğunluk kazandı. Bunu destek­
yapacak yeterli tesis yok. Olanlar da
amacı hem şampiyonluğa kavuşmak­ leyen gazetelerden birisiyiz, hatta bu­
iyi işiemiyor. Personel yetersizliği ,
tır, hem de tribünleri doldurmaktır. nu Türkiye'de ilk defa söyleyenler­
salonların kullanılma anlayışı, ona­
Bugün GS'ın milyara varan transfe­ den birisiyiz. Türkiye'de bu iş başla­
rım sorunları derken var olan salon­
rinin altında yatan iki gerçek var, bi­ madan önce bir seyahat dolayısıyla
lardan da tam verim alamıyoruz. Ör­
risi şampiyonluk , diğeri tüm maçla­ gittiğimiz Münih'te bu tür sağlıklı ya­
neğin okulların spor salonları var,
rı full doldurup iyi para kazanmak­ şam koşularından birisine bizzat ka­
ama üç aylık yaz döneminde bu sa­
tır. Şimdi, bu Batı 'da da böyledir, tıldım. Hoşuma gitti, araştırdım ve
lonlar kapalı . KİT' lerin elinde güzel
ama bizde profesyonel anlayış da döndükten sonra bunu burada
spor salonları var ama açık değil.
yozlaşmıştır kendine göre. Kısa yol­ empoze etmeye çalıştım ve bana ina­
Okullar ve KİT' lerin spor salonları­
dan isim yapmak isteyen kişiler bu işe nan birçok arkadaşla bu işi başlat­
nın saat beşten sonra dokuza, ona
p�ra yatırıp, bir kulübü ele geçirip, mak istedim. Bu arada Gençlik ve
kadar gençliğin hizmetine açık kalsa
kulüp başkanı olma ve kendi rekla­ Spor Bakanlığı ve -Türkiye'de bu ko­
bu bile hiç olmazsa büyük kentlerde­
mını yapma çabası içindedirler . nuda ilk adımı atan kişi olarak say­
ki spora, amatör sporculara katkıda
Türkiye'deki profesyonel kulüplerin gıyla andığım- Prof. Dr. Necmettin
bulunur. Seçim öncesi birçok beledi­
başında yüzde 90 reklam heveslisi in­ Erkan'ın da çabalarıyla bu iş ülke­
ye semt tesisi için söz verir, semt te­
sanlar vardır. Para ondadır, onda ol­ mizde başladı ve bir adım gitti, ama
sisi yapılırken görürsünüz. Ama me­
duğu için de bir kulübün başına ra­ o kadar. Nedeni şuydu: kitle sporu
sele bunu işler hale getirmektir. Bir
hatça gelebiliyorlar. İyi ama bu du­ denen olayda devlet bunun öncülü­
pazar günü geçerken görürsünüz ya
rum Batı 'da da böyledir, bunu da ka­ ğünü yapmalıydı. Biz de bu, vatan­
boştur, ya da sahayı kim kaparsa o
bul ediyorum. Ama Batı'da hiçbir daşı sokakta yürütmekten başka bir
oynar. Bu derinlik değildir, yanlışlık­
gazete bir Bayern Münich'in başka­ anlam taşımadı. Bu iş gösterişte kal­
lardan bir tanesidir. Her şeye başlı­
nı, bir Eintracht Frankfurt 'un, Bir dı. Bu koşulara Bakanlar katıldı, Va­
yoruz kötü başlıyoruz, dediğim gibi.
Herta Berlin 'in, bir Totenham baş­ liler katıldı , Belediye başkanları ka­
Gelecek için pek iyimser değilim, bir
kaninın adından söz etmez. Bugün tıldı, ama ne oldu, yüz metre gittik­
tek ailelerin yaklaşımı biraz olsun
biz bu takımların antrenörlerini, on­ ten sonra arabalarına binip gittiler.
umut verici.
ları kimin çaıştırdığını biliriz, çünkü Yani bir işi başlatmak değil, götür­
teknik adamdır futbol lafını ancak mek önemli. İşin esprisi şuydu: han­ • Son olarak, spor yazarları ve
onlar eder. Ama bizde ilk plana dai­ gi yaşta olursanız olun insanın ken­ spor basınının yaklaşımını da de­
ma başkan geçer. Basının yanlışların­ di kendisi ile rekabet etmesi ve ancak ğerlendirmenizi istesek. Spora, sağ­
dan biri de budur. İşi başından yan­ kendisini geçmesi sözkonusudur. lıklı bir spor anlayışının gelişmesi­
lış almıştır, körüklemiştir. Ve bu Bizde bu olmadı , herkesi sanki bir ne ne derece hizmet ediyorlar sizce?
yanlışlık, Türkiye'de profesyonel ku­ sokak koşusuymuş, bir maratonmuş Kamuoyu oluşturmada önemli et­
lüplerin başına paralı adamların gel­ gibi sokağa saldılar, böyle olunca bir kinlikleri var mı? Bu etkinlik nasıl
mesidir. Bu, iştah açıcı bir hale gel­ sonuç beklemek yanlıştı. Yarış diye kullanılıyor?
miştir. Ülkemizin neresinde olursa başladığı için herkes birinciliğe bak­ D Spor basınımız bir kere futbola
olsun kulüpler çoğunlukla sermaye­ tı . Doktor yoktu, cankurtaran yok­ çok adapte olmuş durumda. Ortada
darların elindedir, ya da giderek böy­ tu, dinlenme istasyonları yoktu, ta­ bir soru var: Acaba Türkiye'de spor
le olmaktadır. Sorunuzda " kulüpie­ bii parkur yoktu. Trafik kesilecek, basını okur bunu istediği için mi bu
rin iş ilişkilerinden politikaya girift siz orada yürüyeceksiniz. Olmaz öy- (devamı s.95 'te)
90 ::::::::::::::::::::::: ::::: : : : ::::::::: : : : : : : : : : : : : : :: : : ::::::: : : : : : : : : : : : ::::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :::::::: : : : : : : : : : : : : : : : :: : : ::::::::::::::::::::::::::::::::::::!::::::::::::::::::::::::::::

Birlikte
Yanşsalardı!
L 'Equip ve International Herald Tribune 'den yararlanılmıştır.

Los Angeles Olimpiyat Oyunları tirme türünden çocuksu ' 'yenilikle­ yalarda büyük değişiklikler olması
bitti, ama öyküsü devam ediyor . Bu ri"yle de anımsanacaktır. Ama sanı­ normaldir.
da doğal. Çünkü Çin, Romanya ve rız Los Angeles'ın en ilgi çekici ya­ Olimpiyatların belkemiğini, bilin­
Yuvaslavya dışında sosyalist ülkele­ nı , " sosyalist ülkeler katılsalardı so­ diği gibi bütün sporların esası sayılan
rin Los Angeles'a gitmeyişi, önemli nuçlar nasıl olurdu ? " sorusunun tar­ atletizm oluşturur .Atletizmin yanı sı.­
bir boşluk yaratmıştı. Oyunlar'ın he­ tışılması olacaktır. rayüzme de günümüzde büyük önem
men arkasından başlayan ve genellik­ Bu soruya cevap aramanın en kes­ ve ilgi kazanmıştır. İşte bu nedenle,
le Los Angeles 'a gitmeyen ülkelerin tirme yolu, pek çoklarının da yaptı­ bu yazımızda atletizm ve yüzme ya­
katıldıkları "Dostluk 1984 " yarışma­ ğı gibi Los Angeles'la Dostluk Yarış­ rışmalarını ele alarak Los Angeles 'ı
larının bir kıyaslama imkanı yarat­ ları'nın sonuçlarını kıyaslamaktır. ve Dostluk ı984'ü kıyaslamak istiyo­
ması, Los Angeles Olimpiyatları 'nın Konunun spekülasyonlara açık oldu­ ruz. Bu kıyaslamayı yapmak için Los
sportif kalitesinin tartışılmasına ye­ ğu bellidir. Örneğin takım yarışma­ Angeles 'ta ve Dostluk Yarışmaların­
ni bir boyut getirdi. Acaba sosyalist larında kıyaslama yapmaya kıstas alı­ da elde edilen sonuçları değerlendire­
ülkelerin sporcuları Los Angeles'ta nacak sayısal sonuçlar yoktur. Kaldı rek, eğer birlikte yarışsalardı, bu so­
yarışsalardı sonuçlar nasıl olurdu? ki atletizm, yüzme vb. objektif kıyas­ nuçlara göre madalya alanlar kimler
Ya da bir başka deyişle Los Angeles'­ lama verilerinin bulunduğu sporlar­ olurdu sorusunun cevabını bulmaya
ın madalyalı sporcularının ne kadarı da dahi kesinkes, "şu birinci, bu çalışacağız. Buna göre, her yarışma­
madalyalarını muhafaza edebilirdi? ikinci, öteki de üçüncü" olurdu de­ da ayrı ayrı elde edilen ilk 3 dereee­
Madalyalarının -bir başka deyiş­ mek kolay değildir. Çünkü yarışma­ lerin bir araya getirilip bu 6 derece
le sportif kalitesinin- tartışmalı ol­ nın atmosferinden, hava şartlarına; içinden en iyi 3 derecenin yeniden sı­
masının yanı sıra, Los Angeles, yan­ yarışmacının o andaki psikolojisin­ ralanmasıyla elde edilen "birlikte ya­
kıları biiiii süren başka "yenilikle­ den, yarışmacılar arasındaki çekişme­ rışsalardı"nın atletizm için fiktif ma­
ri''yle tarihe geçeceğe benzemektedir. yi artıran kaliteli sporcu çokluğuna dalya dağılımı şöyle olmaktadır:
Örneğin geçmişteki hiçbir olimpiya­ kadar bir dizi başka faktörler vardır ATLETİZM TABLOS U
tın Los Angeles Oyunları kadar tica­ sonuçları etkileyen. Örneğin, Dostluk Madalyaların bu dağılımı esas alı­
ri olmadığı konusunda herkes hem­ Yarışmaları ' nın Moskova'da yapılan narak yapılan bir kıyaslama ı no'lu
fikir. Bazıları bunu Olimpiyatlar'ın erkekler arası atletizm yarışmaların­ çizelgede verilmektedir. Görüldüğü
tarihinde yeni bir çığır olarak dahi da son gün havanın soğuk ve yağ­ gibi Los Angeles'ın madalya kazanan
gösteriyorlar. Olası mı? Sanmıyoruz. murlu olması , bir hayli düşük dere­ atletlerinin hemen yarısına yakını,
Çünkü hiçbir ülkenin yapısı böylesi celer elde edilmesi sonucunu vermiş­ birlikte yarışsalardı bu madalyaları­
amerikanvari ticari bir olimpiyat dü­ tir. Oysa Los Angeles'taki yarışma­ nı kazanamayacaklardı.
zenlemeyi kaldırmaz. Ne olimpiysıt ların, atletizm için ideal denebilecek
ateşini kilometresi 3000 dolardan sa­ şartlarda yapıldığı hemen herkes ta­ ÇiZELGE 1 .
tın alacak babayiğitler kolay çıkar, ne rafından kabul edilmektedir.
,.,'{'0U.'2ı��o�-ı. "\OY
G" "ya'10
.
de insanlar 'olimpiyatların amatörlük Otoritelere göre sosyalist ülkelerin �\\�
ruhunu bu kadar zedeliyen ticareti geleneksel olarak üstünlük kurdukla­ Los Angeles 21 22 24 67
hazmedecek kadar tepkisiz kalırlar. rı halter, güreş, kürek, kano-kayak, Dostluk '84 20 19 17 56
Los Angeles'ın "yenilikleri"nden jimnastik, eltopu, modern pentatlon,
2 no'lu çizelgede ise "sporun üç de­
en tatsızı, sanırız azdırılan şovenizm­ voleybol, sutopu gibi spor dalların­
vi" olarak kabul edilen ABD, Sov­
dir. ı 936 Berlin Oyunları'ndan son­ da Los Angeles 'ın madalyalı sporcu­
yetler Birliği ve Demokrati k Alman
ra, yarım yüzyıla yakın bir süredir iti­ larının büyük çoğunluğu, sosyalist ül­
Cumhuriyeti (DAC)'nin fiktif madal­
bar görmeyen aşırı milliyetçilik, ABD kelerin katılımları halinde, ülkeleri­
ya sıralamaları verilmektedir. Atle­
halkının dünyanın en üstün ulusu ol­ ne elleri boş döneceklerdi . Yine oto­
tizm ABD' nin en iddialı ve sprintler­
duğu propagandasını yayan Reagan riteler boks, eskrim, bisiklet, judo,
de gerçekten de çok güçlü olduğu bir
yönetiminin, uluslararası gerginliği atıcılık branşlannda da madalyaların

ÇiZELGE 2 .
artırmaya yönelik politikasına hizmet paylaşılması ihtimaline ağırlık ver­
edecek şekilde, büyük bir sorumsuz­ mektedirler. Yelken, çim hokeyi, fut­
lukla hortlatılmıştır. bol, basketbol -ki Sovyetler Birliği '­
Altın G ü müş Bronz Toplam
Bunların yanısıra, Los Angeles nin hem erkeklerde, hem kadınlarda
SSCB 13 10 10 33
amerikanvari kabare şovlarını andı­ finali oynayacak güçte olduğu kabul
ABD 12 5 8 25
ran açılış ve kapanış gösterileriyle ve edilmektedir- gibi spor dallarında
OAC 6 4 10
bu gösterilerde uzaylı yaratıklar ge- ise Los Angeles'ta dağıtılan madal-
::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: : : : : : : : : : : ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::�:::::::::::::::::::::::::::::::::::::: : : : : : : : :: : : : : : : : : : ::::::::::::::::: 91
spordur. ABD'nin Los Angeles'ta el­ geles'a katılanlarla katılmayanların les'ta kazandığı madalyaların çehre­
de ettiği 1 74 madalyanın 40'ı; 1 6'sı kıyaslaması yapılmaktadır. Görüldü­ si burada bir hayli değişmekte ve al­
altın, 45'i gümüş, 9'u bronz olmak ğü gibi Los Angeles'ın madalyalı yü­ tınlar yarı yarıya, gümüşler ise l /3 ' e
üzere atletizmden gelmiştir. Görüldü­ zücülerinin yine yarısına yakını, sos­ düşmektedir. Yine de 34 'ten 26'ya
ğü gibi birlikte yarışsalardı ABD at­ yalist ülkelerin katılması halinde ma­ düşmesine rağmen yüzme ABD'nin 1
Jetleri 40 madalyalarından 1 5 'ini ka­ dalya elde edemeyeceklerdi. nolu madalya rezervi olmak özelliği­

ÇiZELGE 3.
zanamayacaklardı. Hemen işaret ede­ ni korumaktadır.
lim ki, birlikte yarışsalardı madalya �� �
�'l>
kazanabilecek 25 ABD'li atietin sa­ ��� \:>�

��o�1--<.oç ÇiZELGE 4.
dece 3 ' ü beyazdır, (1 altın, 2 bronz)
Los Angeles 18 1O 20 48 Altın Gümüş Bronz Toplam
geri kalanların hepsi zencidirler.
Dostluk '84 11 19 9 39 11 27
Atletizm için yaptığımız benzeri bir ABD 5 11
değerlendirmeyi yüzme için yaptığı- "Sporun üç devi "nin yüzmedeki DAC 7 12 3 22
SSCB 4 6 6 16
mızda ortaya şöyle bir fiktif madal- kıyaslaması ise 4 no'lu çizelgede ve-
ya dağılımı çıkmaktadır: rilmektedir. Görüldüğü gibi ABD Atletizm ve yüzme sonuçlarının
YÜZME SONUÇLARI yüzmedeki geleneksel gücünü yine birlikte kıyaslandığı sonuçlar 5 ve 6
Madalyaların bu dağılımına göre korumaktadır. Ancak 20'si altın, nolu çizelgede verilmektedir. 5 ' nolu
hazırlanan 3 no'lu çizelgede Los An- 1 4 ' ü gümüş olmak üzere Los Ange- çizelgeye göre Olimpiyatlar 'da dağı-

YÜZME SONUÇLARI NE OLURDU?


ERKEKLER
1 00 m. Serbest 200 m . Karışık i"erdi 1 00 m. Sırtüstü
1 . Gaines (ABD) 49.80 (LA) 1 . Bauman (Kan.) 2.1 .42 (LA) 1 . Kleber (DAC) 1 .0.99 (D)
2. Stockwel (Aus.) 50.24 (LA) 2. Berndt (OAC) 2.2.51 (D) 2. Otto (OAC) 1 .2.02 (D)
3. Smiryagin (SSCB) 50.26 (D) 3. Morales (ABD) 2.3.05 (LA) 3. Andrews (USA) 1 .2.55 (LA)

200 m. Serbest 400 M. Karışık Ferdi 200 m. Sırtüstü


1 . Gross (FAC ) 1 .47.44 (LA) 1 . Bauman (Kan.) 4.1 7.41 XLA) 1 . De Rover (Hol.) 2.1 2.38 (LA)
2. Heath (ABD) 1 .49. 1 O (LA) 2. Berndt (OAC) 4.1 8.29 (D) 2. Zimmerman (OAC) 2 . 1 2.56 (D)
3. Lodziewsky (OAC) 1 .49.53 (D) 3. Prada (Bra.) 4. 1 8.45 (LA) 3. White (ABD) 2.1 3.04 (LA)

400 m. Serbest 4 x 1 00 m. Serbest 1 00 m. Kurb ağ al am a


1 . Salnikov (SSCB)3.49.27 (D) 1 . ABD 3.1 9.03 (LA) 1 . Gurasch (OAC) 1 .8.29 (D)
2. Lodziewsky (OAC) 3.50.98 (D) 2. AUST. 3 . 1 9.68 (LA) 2. Geweninger (OAC) 1 .8.59 (D)
3. Di Carlo (ABD) 3.51 .23 (LA) 3. SSCB 3.20 . 1 9 (D) 3. Belakon (SSCB) 1 .9.63 (D)

1 500 m. Serbest 4 x 200 m. Serbest 200 m . Kurbağalama


1 . Salnikov (SSCB) 1 5.3.51 (D) 1 . ABD 7 . 1 5.69 (LA) 1 . Belakon (SSCB) 2.29 . 1 3 (D)
2. O'Brien (ABD) 1 5.5.20 (LA) 2. FAC 7 . 1 5 . 73 (LA) 2. Gurasch (DAC) 2.29.62 (D)
3. Di Carlo (ABD) 1 5 . 1 0.59 (LA) 3. OAC 7.20.78 (D) 3. Ottenbrie (Kan.) 2.30.38 (LA)

1 00 m. Sırtüstü 4 x 1 00 m. Karışık 1 00 m. Kelebek


1 . Richter (OAC) 55.67 (D) 1 . ABD 3.39.30 (LA) 1 . Meagher (ABD) 59.26 (LA)
2. Chemetov (SSCB) 55.68 (D) 2. SSCB 3.42. 1 5 (D) 2. Kumikova (SSCB) 59.41 (D)
3. Carey (ABD) 55.79 (LA) 3. KANADA 3.43.23 (LA) 3. Geisler (OAC) 1 .0.09 (D)

200 m. Sırtüstü 200 m. Kelebek


1 . Zobolotnov (SSCB) 1 .58.41 (D) 1 . Meaghur (ABD) 2.6.90 (LA)
2. Chemetov (SSCB) 1 .59.34 (D) 2. Geisler (DAC) 2.9.96 (D)
3. Carey (ABD) 2.0.23 (LA) 3. Philips (Aus.) 2 . 1 0.56 (LA)
KADlNLAR
1 00 m. Kurbağalama 1 00 m. Serbest 200 m. Karışık Ferdi
1 . Lundquist (ABD) 1 .1 .65 (LA) 1 . Otto (DAC)55.75 (D) 1 . Geweninger (OAC) 2 . 1 1 . 79 (D)
2. Davis (Kan.) 1 .1 .99 (LA) 2. Caulkins (ABD) 2 . 1 2.64 (LA)
3. Steinseifer (ABD) 55. �2 (LA)
2. Meinuka (OAC) 55.79 (D)
3. Ewans (Aus.) 1 .2.97 (LA) 3. Dandeberova (SSCB) 2 . 1 4.56 (D)

200 m. Kurbağalama 200 m. Serbest 400 m. Karışık Ferdi


1 . Davis (Kan.) 2.1 3.34 (LA) 1 . Wayfe (ABD) 1 .59.23 (LA) 1 . Caulkins (ABD) 4.39.24 (LA)
2. Julpa (SSCB) 2 . 1 5 .70 (D) 2. Otto (OAC) 1 .59.48 (D) 2. Dandeberova (SSCB) 4.43. 78 (D)
3. Seringen (Aus.) 2.1 5.79 (LA) 3. Woodhead (ABD) 1 .59.50 (LA) 3. Landalls (Aus.) 4.46.30 (LA)

1 00 m. Kelebek 400 m. Serbest 4 x 1 00 Serbest


1 . Gross (FAC) . 53.08 (LA) 1 . Cohen (ABD) 4.7 . 1 0 (LA) 1 . OAC 3.42.41 (D)
2. Morales (ABD) 53.32 (LA) 2. Strauss (OAC) 4.7.66 (D) 2 . . AB D 3.43.43 (LA)
3. Suchanan (Aus.) 53.85 (LA) 3. Larissova (SSCB) 4.9.70 (D) 3. SSCB 3.44.31 (D)

200 m. Kelebek 800 m . Serbest 4 x 1 00 Karışık


1 . Sieben (Aus.) 1 .57.04 (LA) 1 . Cohen (ABD) 8.24.95 (LA) 1 . OAC 4.3.69 (D)
2. Gross (FAC) 1 .57.40 (lA) 2. Strauss (OAC) 8.29.35 (D) 2. SSCB 4.8. 1 3 (D)
3. Castro (Yen.) 1 .57.59 (LA) 3. Richardson (ABD) 8.30.73 (LA) 3. ABD 4.8.34 (LA)
. . . . . .... . ...... .. . .... ..... ... . ....
. . . .. .. . ... . . .... ..... ... .. .. ... .... .....
. . .. ..
.. .. . . . . . .. .
. ... .. . . .. . ...

tılan toplam 687 madalyanın nere­


deyse ı /3 'ünü oluşturan madalyala­
rın yarısına yakın bölümü esas sahip­
leri yerine başkalarına gitmiştir. 6 no-

ÇiZELGE 5.
�\.'(' 0�'((\�':.�,o(''�- �oç\?J.'((\

Los Angeles 39 32 44 1 15
Dostluk '84 31 38 26 95
ÇiZELGE 6.
Altın Gümüş Bronz Toplam
ABD 23 10 19 52
SSCB 1 7 16 16 49
OAC 13 16 3 32

lu çizelgede ise ABD'nin, atletizm ve


yüzme toplamında Sovyetler Birliği '­
ne hafif bir üstünlük sağladığını gös­
termektedir. Geri kalan spor dalları­
nın çoğunda Sovyetler 'in ABD' den
daha üstün olduğu göz önüne alınır­
sa, birlikte yarışsalardı, SSCB'nin da­
ha çok madalya alacağı belli olmak­
tadı r . Zaten daha önce birlikte yarış­
tı k l a r ı Ol impiyat Oyunları ' n da
ABD' nin atletizm ve yüzme topla­
mında her zaman ı 'inci sırada yer al­
masına rağmen toplam madalya sıra­
lamasında SSCB'nin çoğu zaman ilk
sırayı tutmuş olması da bu sonuca Edwin Moses Los Angeles'tan sonra Kodak'ın reklam afişlerinde koşarken. Altın
paralel düşmektedir. madalyanın Moses'ın geçen yılki 457.500 dolarlık kazaneını daha artırdığı kesin
Bu konuda, ABD'nin Los Ange­ (Newsweek)
'
les 'ta kazandığı madalyalada Olimpi­ rilmektedir. üstelik unutulmasın ki yersizdir. Uluslararası Olimpiyat Ko­
yatlar 'ın tarihinde, "bir olimpiyatta Moskova'da "sporun üç devi"nden mitesi Başkanı Sıı.yın Samaranch'ın
kazanılan madalya" açısından rekor 2 ' si bulunuyordu . Oysa ABD, Los da dediği gibi sosyalist ülkelerin Oliın·
kırdığı yolunda spekülasyonlar yapıl­ Angeles'ta bir bakıma meydanı boş piyatlara ihtiyaçları vardır. Ve Los
maktadı r . Sadece altın madalya esas bulmuştur. Angeles'in da gösterdiği gibi Olimpi­
alınırsa 83 altın madalya,tek bır olim­ Madalyaların dağılımının bir ilginç yatlar'ın da sosyalist ülkelere ihtiyaç­
piyatta kazanılan en çok madalya­ yanı da Los Angeles 'a katılan 3 sos­ ları vardır.
dır . Ama toplam madalya bakımın­ yalist ülkenin 42'si altın , 28'i gümüş
dan SSC B ' ni n ı 980'de Moskova'da ve 3 3 ' ü bronz olmak üzere tam 1 02
* Benzeri bir kıyaslama Cumhuriyet ga­
kazandığı 1 95 , madalya ile ABD'nin madalya elde etmeleridir . Sosyalist
zetesinin 21 Ağustos 1984 tarihli sayısın­
Los Angeles 'teki 1 74 madalyast ara­ ülkeler arasında sporda nisbeten ge­ da yapılmıştır. Ve sonuçlar "ABD 1 . ,
sında bir hayli fark vardır . Kaldı ki, ri seviyede sayılan bu ülkelerin Los Sovyetler 2 . , D.Aimanya 3. Sırayı Aldı"
1 984 Oyunları 'nda Moskova' dakin­ Angeles 'taki başarıları bir hayli an­ başlığı altında yayınlanmıştır. Ancak
den fazla ola.rak 1 8 yeni yarışma ya­ lamlıdır . Cumhuriyet'in yaptığı değerlendirmede
pılmıştır . Ve ABD bu yeni konulan Los Angeles Olimpiyatları, gerek eksiklik ve yanlışlar vardır. Cumhuriyet,
yarışmalarda 8 altın, 6 gümüş, ı sportif kalitesi, gerek getirdiği "ye­ Moskova'da Sovyet atletleri tarafından,
bronz olmak üzere toplam ı 5 madal­ nilikleri ' ' bakımından bir süre daha
Los Angeles'tekilerden daha iyi dereceler­
ya kazanmı ştır. Şayet bu yeni yarış­
le kazanılan 20 km. ve SO km. yürüyüş
tartışılacağa benzemektedir. Böylesi
müsabakalarını alladığı gibi, heptatlon
malar olmasaydı ABD'nin Los An­ anlamlıdır ve olumludur. Demek ki, yarışmasının birincisi Sovyet atieti Garitc­
geles'ta SSCB'nin ise Moskova'da insanlık Olimpiyatlar ' a gerçekten heva'yı DAC atieti olarak göstermiştir.
byük ilgi duymaktadır. İşte dünya Ayrıca aynı değerlendirmede Sovyetler'in
ÇiZEL GE 7. '\)'=! :ı '((\ barışı açısından çok önemli olan 0- erkeklerde ve kadınlardaki 4 x 100 m. de­
(' receleri, sırasıyla 2. ve 3. sıralara konma­
�,o(' � oç\'0-
limpiyatlar 'ın canlılığı ve yararlılı­
�\.' 0-v,'((\
ğının korunmasında bu ilginin birin­ ları gerekirken atianmıştır. Gene erkek­
SSCB 1 980 80 69 46 1 95 cil önemi olacaktır . Barıştan yana lerde cirit atmada Çekoslovak Adamec ve
ABD 1 984" 75 55 29 1 59 kadınlar 200 m.de OAC'li Voeckel yan­
olan tüm dünya halklarının Olimpi­
lışlıkla sıralarnalara sokulmuşlardır. Bu­
• 1 984'te ilave edilen yeni yarışmaların yatlar 'a, onun yaşamasına ihtiyaçla­
nun nedeni Cumhuriyet'in bizimkinden
Ôlmaması halindeki madalya durumu. rı vardır. Olimpiyatlar 'ın sonunun başka kaynaklardan yararianmış olması
geldiği , "batı " nın ayrı, "doğu"nun olabilir, bu çalışmamızda L'Equip ve
kazandıkları madalyaların dökümü­ ayrı oyunlar düzenleyerek Olimpiyat­ International Herald Tribune'de verilen
nün nasıl olacağı 7 nolu çizelgede ve- lar'ı bölecekleri yolundaki endişeler bilgilerden yararlandık.
: : : : : :: : : : :::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : : : : : : : : : :: : : : : : : : : : : : : : :: : : : : :::::::::::::::::::::::::: : : : : : : : : : : : : : : : : :: : :::::::::::: : : : : : : : : : : : : :: : : :: ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: :::::: : 93

' ' �iRLiKTE YARIŞSALARDI ' '


ERKEKLER ATLETIZM SON UÇLARI N E OLU RDU?
1 00 m. Gülle Atma 800 m.
1. Lewis (ABD) 9.99 (LA) 1 . Kausnaukas (SSCB) 21 .96 (D) 1 . Podjalovskaya (SSCB) 1 .57.31 (D)
2. Lara (Kü ba:) 1 0 . 1 7 (D) 2. Beyer (DAC) 21 .60 (D) 2. Melinte (Rom.) 1 .57.60 (LA)
3. Kovacs (Mac.) 1 0.98 (D) 3. Kısselev (SSCB) 21 .5B (D) 3. Morovchikova (Çek) 1 .58.06 (D)

200 m. Disk Atma 1 500 m .


1 . Lewis (ABD) 1 9.BO (LA) 1 . Dumchev (SSCB) 66.70 (D) 1. Aadugina (SSCB) 3.56.63 (D)
2. Babliste (ABD) 1 9.96 (LA) 2. Danneberg (FAC ) 66.60 (LA) 2. Agleddinova (SSCB) 3.56.70 (D)
3. Jetterson (ABD) 20.26 (LA) 3. Wilkins (ABD) 66.30 (LA) 3. Podkopolyova (SSCB) 4.01 .61 (D)

400 m. Cirit Atma 3000 m.


1 . Babers (ABD) 44.27 (LA) 1 . Hohn (DAC) 94.44 (D) 1 . Kazankiıra (SSCB) 8.33.01 (D)
2. Tiacoh (F.Sahili) 44.54 (LA) 2. Michael (DAC) BB.32 (D) 2. Puica (Rom.) B.35.96 (LA)
3. McKay (ABD) 44.71 (LA) 3. Herkoenen (Fin.) B6.76 (LA) 3. Sly (B.Bri.) B.39.47 (LA)

800 m . Çekiç Atma 1 00 m. Engelli


1. Cruz (B re .) 1 .43.00 (LA) 1 . Sedykh (SSCB) B5.60 (D) 1 . Donkova (Bul.) 1 2.55 (D)
2. Coe (B.Britanya) 1 .43.64 (LA) 2. Nikolin (SSCB) B2.58 (D) 2. Paetz (OAC) 1 2.60 (D)
3. Jonks (ABD) 1 .43.83 (LA) 3. Litvinov (SSCB) B1 .30 (D) 3. Kalek (Pol.) 1 2.61 (D)

1 500 m. Dekation 400 m . Engelli


1 . Coe (B. Bri.) 3.32.53 (LA) t. Thompson (B.Bri.) B797 p. (LA) 1 . Stepanova (SSCB) 53.67 (D)
2. Gram (B. Bri) 3.33.40 (LA) 2. Hingsen (FA C ) B673 p. (LA) 2. Fesenka (SSCB) 54.42 (D)
3. Abascal ( i spanya) 3.34.70 (LA) 3. Degtiarev (SSCB) B523 p. (D) 3. Mutawakkil (Fas) 54.61 (LA)

5000 m. 20 km. Yürüyüş Yüksek Atlama


1 . Aouita ( F as) 1 3.5.59 (LA) 1 . Protsichin (SSCB) 1 s. 21 .37 (D) 1 . Mayfahrt (FAC ) 2.02 (LA)
2. Ryffel (lsviçre) 1 3.7.54 (LA) 2. Solemin (SSCB) 1 s. 22.21 (D) 2. Simeoni (lta.) 2.00 (LA)
3. Leitao (Por.) 1 3.9.20 (LA) 3. Polezov (SSCB) 1 s. 22.40 (D) 3. Huntley (ABD) 1 .97 (LA)

1 0000 m. 50 km. Yürüyüş Uzun Atlama


1 . Cova ( lta . ) 27.47.54 (LA) 1 . Perlov (SSCB) 3 s. 43.06 (D) 1 . Daute (DA C) 7 . 1 5 (D)
2. Abromov (SSCB) 27.55.01 (D) 2. Szicora (Çek) 3 s. 45.35 (D) 2. Radke (OAC) 7. 1 1 (D)
3. Widedaje (Et h . ) 27.5B.09 (D) 3. Gonzales (Mex.) 3 s. 47.26 (LA) 3. Chistiakova (SSCB) 7 . 1 1 (D)

1 1 0 m. Engelli 4 x 1 00 m. Gülle Atma


1 . Kingdam (ABD) 1 3.20 (LA) 1 . ABD 37.B3 (LA) 1 . Lisovskaya (SSCB) 21 .96 (D)
2. Foster (ABD) 1 3.23 (LA) 2. SSCB 3B.32 (D) 2. Fibingerova (Çek) 21 .33 (D)
3. Bryggare (Fin . ) 1 3.40 (LA) 3. JAMAIKA 38.62 (LA) 3. Abachidze (SSCB) 21 . 1 B (D)

400 m . Engelli 4 x 400 m . Cirit Atma·


1 . Moses (ABD) 47.75 (LA) 1 . ABD 2.57.91 (LA) 1 . Felke (DAC) 73.30 (D)
2. Harris (ABD) 4B. 1 3 (LA) 2. B.Britanya 2.59 . 1 3 (LA) 2. Sanderson (B . Bri .) 69.56 (LA)
3. Schmidt (FAC ) 48. 1 9 (LA) 3. Nijerya 2.59.32 (LA) 3. Liliak (Fin.) 69.00 (LA)

3000 m . Engelli Maraton Disk Atma


1 . Korir (Kenya) 8. 1 1 .80 (LA) 1 . Lopes (Por.) 2 s. 09.21 (LA) 1 . Meszynky (DAC) 73.36 (D)
2. Mahmoud (Fra . ) B . 1 3.31 (LA) 2. Treacy ( i ri.) 2 s. 09.56 (LA) 2. Murasova (SSCB) 72. 1 4 (D)
3. Dlemer (ABD) B.1 4.06 (LA) 3. Spedding (B. Bri.) 2 s. 09.5B (LA) 3. Silhava (Çek) 70. 1 4 (D)

Yüksek Atlama Heptatlon


1 . Moegenburg (F.A.C.) 2.35 m. (LA) 1 . Gracheva (SSCB) 6737 p. (D)
2. Sjöberg ( i sveç) 2.33 m. (LA) 2. Nuı:ın (Aust.) 6390 p. (LA)
3. Jinhua (Çin) 2.31 m. (LA) 3. Joyner (ABD) 6387 p. (LA)
KADlNLAR
Uzun Atlama 1 00 m. 4 x 1 00 m .
1 . Lewis (ABD) B.54 m. (LA) 1 . Goehr (DAC) 1 0.95 (D) 1. ABD 41 .65 (LA)
2. Semykin (SSCB) B.38 m. (D) 2. Ashford (ABD) 1 0.97 (LA) 2. BULG. 42.62 (D)
3. Jetterson (Küba) B.37 m. (D) 3. Kondraityeva (SSCB) 1 1 .02 (D) 3. SSCB 42.71 (D)

Sırıkla Atlama 200 m. 4 x 400 m.


1 . Volkov (SSCB) 5.80 m. (D) 1 . Brisco-Hooks (ABD) 21 .B1 (LA) 1 . ABD 3.1 B.29 (LA)
2. Quinon (Fra . .) 5.75 m. (LA) 2. Griffith (ABD) 22.04 (LA) 2. SSCB 3 . 1 9. 1 2 (D)
3. Bubka (SSCB) 5.70 m. (D) 3. Ottey-Page (Jam.) 22.09 (LA) 3. KANADA 3.21 .21 (LA)

3 Adım Atlama 400 m. Maraton


1 . Protsenkov (SSCB) 1 7.4B m. (D) 1 . Koch (DAC) 48. 1 6 (D) 1 . Benoit (ABD) 2 s. 24.52 (LA)
2. Yakovlev (SSCB) 1 7.41 m. (D) 2. Kochembova (Çek) 48.73 (D) 2. Waitz (Nor.) 2 s. 26. 1 B (LA)
3. Markov (Bulgar) 1 7.29 m. (D) 3. Brisco-Hooks (ABD) 48.83 (LA) 3. Mota (Por.) 2 s. 26.57 (LA)
94 :: : : : : : : : = ::: :::::: : : : : = :::: : := : : : : : : : : :: :::: : : : : : :::::: ::::::: : : : : : : ::: : : : : : : : : : :::::::::::::::::::::: =:::::::::::::::: : : : : : :::::::::::: : : : : : : : : ::: : : :::::: :::::::: : : : :: : : ::::: : :: ::: : : : : : : :::::: : : : : : ::: ::::

ABD Basınında
Los Angeles Olimpiyatlan
Bu Bir yıl uzak kaldıktan sonra ABD'­
ye döndüğüm şu günlerde ortalığı sa­
ran arsız;, düşüncesiz, heveskar -yine
hissetmediğini görüyorum. Amerika
için zorbalık yapmak , bayrak salla­
mak artık "içimizde " .

Ulusçuluğun de çocukça ve güven telkin etmeyen.


bir ulusçuluk beni rahatsız ediyor .
Bunun apaçık bir örneği Olimpi­
yatlardı. O Olimpiyatlar ki, uluslara­

Olimpiyat Belki de bu durum ürenada ile


başladı. ABD birlikleri o küçük ül­
keye girdiklerinde ABD'de değildim
rası oyunlar milliyetçi bir gala ile açıl­
dı; ABC'nin TV yorumcusu Jim
- McKay bize "anıtsal" ve "tarihi"

Ruhuyla ve ilk tepkim şu oldu: " Reagan 'ın işi


bitti. Amerika!ılar böyle zorba bir
Amerikan zaferlerini tekrarlayıp dur­
du; milliyetçiliği eleştirenler bile gö­

ilgisi Yoktur hareketi desteklemeyecek kadar iyi,


adil ve güçlüdür". Ne çok yanılmışım.
Bu yaz, artık kimsenin itilmişlik
rüntünün görkeminin bu taşküılığa
değdiğini söylediler. Hepimiz kendi­
mizi iyi hissettik ...
Kuş kusuz insanın ülkesini sevmesin
de ve kendi takımı için tezahürat yap­
masında yanlış bir şey yoktur. Ama
bugünkü milliyetçilik beni. bir uğur­
suzluk gibi çarpıyor. Çünkü dünya­
yı iyi adamlar-kötü adamlar diye bö­
lüyor, herkese Amerikan üstünlüğü
iddiasını dayatıyor ve en iyi, en güç­
lü, en gururlu olma hakkını yalnızca
kendisi için talep ediyor- ...
Bu tür bir vatansevetlik pek çok
açıdan tehlikelidir. Gerçekte, en de­
rin anlamıyla, sinsidir. Bir yanıyla,
bizi körleştirir, diğer toplurnlara ba­
kışımızı sınırlar, bizi onların kültür­
lerinin zenginliğinden yoksun bırakır
ve onların bakış açısına olan umur­
Uluslararası Olimpiyat Oyunları, Los Angeles'ta ABD milli oyunlarına dönüştürüldü.
samazlığımızı teşvik eder . . .
James L.Huffman
(The New York Times)

Açgözlülük, Zevksizlik ve
Yabancıları
Sevmeme Hastalığı
Üzerinden birkaç haftalık bir soluk alma süresi geçtikten sonra,
ı 984 Yaz Olimpiyatları ' nın; Amerikalıların yabancıları sevmeme
hastalığı, zevksizliği ve taşkınlığının çiğ , utanç verici bir gösterisi
olduğu apaçık görülüyor.
Los Angeles ve ülkenin diğer taraflarında çamurlarda yuvarla,­
·

nan "vatanseverlik" şu sıralarda baskın ulusal özelliğimiz olan aç­


gözlülüğü yansıttığı kadar hiçbir şeyi yansıtmadı. İnsanların salla­
dıkları minyatür bayraklar sadece onları sallayanların üstünlük teş­
hirine yarayan düş üncesiz bir " vatanseverli k " simgesiydiler.
Jonathan Yard/ey
(The Washington Post)
:::: : ::: ::: : : : : : : : : : : : :::::: : :: : : : :: : : : : ::::: ::: :::::::::: : : : : : : : : : : : : : ; : : : ::::::::::::: : : : : : :::: :: : : : : : : : : : : : : : : : :: : : : :: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ; : : :: :: : : : :::: : ::::::: : :: :: :: : : : : : : ::: :: : :: �=== ::::::::: 95

Mevsim başı notları "Türkiyem"


(baştarafı s.67'de)
sanatsal, gerekse teknik düzeyini et­ filmi ' 'Paris-Texas' ' , renklendirilip, ha kendileri inanmasalar da, tecim­
kiliyor. rock müzikle beslenerek yeniden sel koku alma duygularının itmesiy­
Dışalım piyasasında da gözle gö­ yaratılan Fritz Lang'ın ünlü klasi­ le bu alanı da boş bırakmamaya
rülür bir "nitelik, değişimi var. Vi­ ği "Metropolis" ve Coppola'dan gayret gösteriyor dışalımcılarınuz. Bel­
deo rekabeti, doların başını alıp git­ Oshima'ya, Pollack'dan, Truffa­ ki izleyicimiz de onların bu sezgilerin­
mesi, dışalımcıya ya bu işi bırakma, u t ' ya , S p i e l b e r g ' d e n , C o st a ­ de yanılmamış olduklarını kanıtlar
ya da yeni yollar, yeni açılırnlar ara­ Gavras 'a, çok sayıda ustanın kimi da, önümüzdeki mevsimlere daha
ma noktasına getiriyor. İşte, liste­ eski, kimi ise yepyeni ürünleri. Kuş­ da "umutlu " girme olanağımız do­
lerde yer alan birkaç film: 1 Ekim'­ kusuz bu gelişmede, "Sinema Giin­ ğar. Ve, belki bir gün "Mefisto"la­
de İstanbul'da gösterime girecek leri ,nin, yıllardır "nitelikli " sine­ rın, " 1900 " lerin, " Hakkari' de Bir
olan Sergio Leone'nin "Bir Zaman­ mayı desteklemek için çaba göste­ Mevsim " lerin sansür kurulu üyeleri
lar Amerika"sı, Wim Wenders'ın ren sinema yazarlarının da payı var. dışındaki izleyiciye ulaşacağı mev­
Cannes' da Büyük Ödülü kazanan İyi filmin izleyici çekebileceğine da- simler de gelir. . .

Bilgin ile Oğrencisi


• (baştarafı s. 77'de)
li riz. Yoksa bu güzellikler, bu iyilik­ du: yorlarsa o ülkede bir dakika bile du­
ler ülkesinden kimsenin haberi ol­ - Hem tam yaşanacak yer diyor­ rulmaz.
maz. dun, hem kaçıyoruz. Neden? Bilgin öğrencisine gülümseyerek
Padişah, bilginin dediklerine inan­ Öğrenci, bilginin yüzüne utanarak baktı. Yanlışını anladığı için onu ba­
dı. Öğrencisini serbest bıraktırdı. baktı. Ne kadar yanıldığını anlamış­ ğışladığını söyledi . Bunun üzerine
Delikanlı, hemen bilginin yanına tı. Yüzü, korkudan, heyecandan ba­ hiçbir yerde oyalanmadan kentin ka­
koştu. Ellerine sarılıp öptü. Birlikte la sapsarıydı. pısından koşar adım çıktılar.
çabucak alandan uzaklaşrrlarken, bil­ - Yok yok, dedi kesik kesik. Bir Kitaplar, arkalarma bakmadan or­
gin, öğrencisine alaycı bir sesle sor- ülkede ekmekle yağı aynı fiyata satı- dan uzaklaştıklarını yazar.

Bizde sporun ne olduğu


(baştarafı s.89'da)
kadar futbola yer veriyor, yoksa ko­ muhabirieri de profesyonel futbola gazete olarak, kendi okurumun
layına geldiği için mi böyle yapıyor? adapte olmuşlar çünkü. Bir kentte önünde değilim. Okurum benden çok
Bence okuyucu yanlış şartlandırıl­ bir atietin sorununu öğrenmek, onu ilerde, buna ayak uydurmaya çalışı­
mıştır. Diyelim ki Gaziantepli, diye- konuşturmak , fotoğrafını çekmek yorum. Artık çok yakın bir zaman­
· lim ki Zonguldak'lı okur gazetede yerine, kentin futbol kulubünün baş­ da okur, bizim spor eleştirilerimize
kendi futbol takımını okumak isti­ kanı ile konuşmak daha kolay geli­ güler -gülilyor da zaten- belki şimdi
yor. Tamam bunu verelim. Ama haf­ yor sanıyorum. Okuyuculardan mek­ tebessüm ediyordur ama çok yakın
tanın yedi gününde de aynı şey veril­ tup alıyoruz, zaman zaman telefon­ bir zamanda kahkahayla gülecektir.
mez ki. Veriliyorsa işin kolayına gi­ la ya da bizzat görüşme olanağı bu­ Bunu kesinlikle söylüyorum ve buna
diliyor demektir. Örneğin Gazian­ labiliyoruz. Bugün gazete okuru, inanıyorum. Spor basınının kendini
tep'te, Mersin'de atlet yok mu , bas­ spor okuru diyeyim spor basınından derleyip toparlaması, kendine gelme­
ketbolcu yok mu? Yüzücü yetişmiyar çok daha başka şeyler istiyor ve çok si lazımdır. Bir TV olayı vardır. Ar­
mu? Kimse bahsetmiyor. Muhabir­ daha ilerde. Spor basını genelinde tık spor basını beş tane golün fotoğ­
ler de bahsetmiyor . Oradaki ,bölgf spor okurunun çok · gerisinde. Ben rafını vermemelidir, gözüne inanır
insan. TV' de gördükten sonra o go­
lün ofsayt olup olmadığını iddia et­
Kemal Sülker'in Açıklaması mek saçmadır. Okuyucu artık yoru­
munu bekliyor. Örneğin futbolda
(baştarafı s. 79'da)
dim yazmışım gibi söyleyeceğim : önümüzde Avrupa kupaları var. Ta­
Dünyam, benim dünyam apaydınlıktır. kımlarımız ilk turlarda belki bir şans
Büluğ çağımızda masmavi kesilen eseri tur geçerse, ikinci turda elene­
rüyalarımızın içi kadar. cek. Yine biz vaveylayı koparacağız
Hayatıının bu gerçeğini, hiçbir bellek kaybı, hiçbir kasıt, hiçbir hayal ürü­ ' 'Futbolumuz bu' kadar' ' diyeceğiz.
nünden yararlanmağa kalk ı şan hiçbir kimse ortadan kaldıramaz. · Sayın Di­ Nedenleri, doğruları aramadan yine
namo'nun not aldığı kaynaklar, ya da kişiler arasına, herhalde solculara sa­ çığırtkanlığımızı yapacağız. Ama hiç­
taşmayı , çamur atmayı marifet sayan bazı kişilerce ileri sürülmüş yazılar, ya bir zaman gerçeği göremeyeceğiz.
da "dost görünen" sinsiler karışmıştır. Yoksa, her zaman karşılaştığımızda
Gerçek . . . Yeni yetişen nesilde. On­
benden sevgisini esirgemeyen Sayın Dinamo, bu kadar kısa bir yazıda bu ka­
dar çok yanlışa imza atmazdı. dan başlamadıkça hiçbir şey halledil­
Çok değerli şairimiz, yazarımız, saygıdeğer Dinama'ya sağlıklı uzun ömürler
mez. Bir de "benim spor politikarn
diler, yazılarını daha nice yıllar okuma arzusuyla yanıtıma son veririm. şu" diyebilelim. Ülkelerin bir spor
Kemal Sülker politikası var. Biz de ne olduğu bi­
linmiyor ki, politikası olsun .
: : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::::::�::: : : : : : : : : : ; : : : : : : ; : : : : : : : : : : : : : : : : ; ; : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : : ::: : : : : : :

Serdar Celik •

Tigran
Petresyan (1 929-1 984)
1 7 Haziran 1 929 Tiflis doğumlu gisiz kazanarak dünya birincisi Bot­
eski dünya birincilerinden Petr'Js­ vinnik'le oynama hakkını elde etti.
yan, 1 3 Ağustos 1 984'te Moskova'­ 1 963'te yapılan ünvan maçını 1 2,5
daki bir hastanede uzun zamandır - 9,5 (5 yengi, 2 yenilgi, 1 5 yeniş­
çektiği kanser hastalığına yenik dü­ mezlik) alarak dünya birincisi oldu
şerek yaşamını yitirdi. 1 8 yaşında Spaski'ye karşı ünvanını zor da ol­
uluslararası usts , 23 yaşında da bü­ sa (4 yengi, 3 yenilgi, 1 7 yenişmez­
yük usta o!an Petrosyan, 1 952 lik) korumasına rağmen, 1 969' da yi­ ya/ feda/af/, onun bir sımgesi hali­
Stockholm l nterzonalinde 2. ve ne Spaski ile yaptığı maçı (4 yengi, ne gelmiştir.
1 953 adaylar turnuvasında da 5. 6 yenilgi, 1.3 yenişmezlik) 1 2,5 - 1 0,5 Yanda sizlere onun bu oyun anla­
olarak isim yapmaya başlad ı . 1 96::: kaybetti. U nvanını yitirdikten sonra yışına uygun örneklerinden birkaçını
Kurakao adaylar turnuvasını yenil- etkin satranç yaşamını başarıyla sunuyoruz.
sürdüren Petrosyan, 4 kez Sovyet­
· Keres - Petrosyan
Adaylar Turnuvas ı , Bled 1 959
ler Birliği birinciliğini kazanm ıştır.
1 958-78 arası katıldığı tüm satranç
Geçen say1daki
olimpiyatlarında oynadığı 1 30 oyun­ etüdleri n Çözüm leri
8 dan yalnızca bir tanesini kaybede­
rek erişilmesi güç bir başanya ulaş­ Etüd N r : 6
7 mıştır. Gerçekten Petrosyan'ı en iyi
zall').anlarında yenmek oldukça güç­ 1 . Vd3! Va1 2. Vc3 + Şa4 3. b3 +
6 veya 1 . . . Vc1 2. Va3 + Şç4 3. b3 +
tü. Orneğin 1 961 -63 arası oynadığı
5 oyunlarda yalnızca bir yenilgi almış­
Etüd N r : 7
tır.
4 1 . Kf5 + Şe8 (1 . . . Şg8 2. Şh3! g 1 V
Kapalı oyun biçimini ve inatçı sa­
3 1 """" ""
""
vunmayı seven Petrosyan , oyunu
aşırı kuru bulunarak eleştirilmasine
3 . Kg5 + ! Fxg5 pat veya 3 . . . Vxg5
pat) 2. Ke5 + Şf7 3. Ke1 ! Fxe1 4.
2 karşın, bireşimsel oyun anlayışın­ Şh3! g1 A! (4. . . g1V pat; 4 ... g 1 K pat,
<;!an da güzel örnekler vermiştir. 4 . . . g1 F berabere) 5. Şg2 Ae2 6. Şf1
1
üzeilikle konumsal kalite ve mater- ve berabere.
a b c d e f g h
47 . . . Kg3!! 48. hxg349. Kfd2 Vh4 :::::::::::::::::::::::::: :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::;:::::::::::::::::::::�::::::::::::::::::::::::::::::::::::
50. Fe2 Kh7 5 1 . Şf1 Vxf4 + ! Beyaz
terk eder, çünkü: 52. Vxf4 Kh1 mat
var. BRİÇ
Petrosyan - Spaski Problem Nr: 8 Geçen say1dan -
1 966 Ünvan m ac ı . 1 O. ovun
çözümler . · · ·

8 -
- -
.. .
- ·· .
Pik + R D X X X Problem N r : 7
7 - - ·- -· Kör o A X X
6 ·- - - - Karo O A 8 X X
.Normal üç kaybeden var, ama
Doğu'nun pik 2'1isi muhtemelen tek­
5 -·-�- - Trefl + A li. Doğ u ' n un elinde kozdan RXX ve
Batı'da da karo ası varsa; ikinci koz

D
4 - � - fl i., - dönüşünü alan Doğu, karo dönecek
3-�- � - ve eli alan Batı'nın pik dönüşüne ça­
karak oyunu batıracaktır. Şu halde
2 � - A a
B ·� .· n y elin Batı'ya geçmesini kesinlikle ön­
1 - - - rJ ;j ' + A 9 8XX
Pik lemek gerekiyor. Bu amaçla Kuzey
Kör o D
2. elde hemen trefl damını oynar ve
a c
Karo O V X
b d e f g h elindeki tek karoyu kaçar (kaybeden
Beyaz bir kalite içerdedir; Petros­ kartın,diğer bir kaybedenle değişti­
yan ikinciyi de feda ediyor.
Trefl + D 1 0 X X X rilmesi - Loser on Loser). Doğu trefl
24. Kxf4! Kxf4 25. Fe6 + Kf7 26. Kuzey, 6 pike oynamaktadır. Doğu, Ruayı açıldığından, trefl asının da
Ae4 Vh4 27. Axd6 Vg5 + 28. Şh1 pik 3'1üyü açılıyor; Kuzey, yerden elinde olması gerekiyor. Kuzey, ka­
Ka7 29. Fxf7 + Kxf7 30. Vh8 + terk; 'Jfak koyuyor ve Batı, koza uymaya­ raya çakar duruma geldiğinden, ar­
çünkü, 30 . . . Şxh8 31 . Axf7 + ve rak kör B ' liyi veriyor. i kinci elde na­ tık karo ası Batı'da da olsa el tuta­
Axg5 var. sıl oynarsınız? maz.

You might also like