You are on page 1of 68

I Ç I N 1) E K I L E R

SEDAT YILMAZSanatın Hakettiği Onurlu Yer, Sınıf Mücadelesi_1


2 ------ Ekim Devriminin Aydınlığında iNSANCIL
M ÜSLÜM KABADAYI Bilim ve Sanatta Yabancılaşmayı
Önleyecek Kurumlardan Biri: KARYA __ 3

4 Tarantula (Şiir) SiNAN KUTLU


iBRAHiM DEM iRCAN Karya ve Insancıl Okuru 5
7 Barış Aşktır (Şiir) BERRiN TAŞ
iNSANCIL Uğur Karabağlı ile Söyleşi 8
10 Yaniışı Yerleştirmek AFŞAR TiMUÇiN
MUSTAFA BAYRAM M ISIR Bay Lunn'a Karşı 12
14 Bir Düşünce Suçlusuna (Şiir) ERCAN DEGiRMENCi
ALi OSMAN ALAYOGLU Demokrasi ve Devlet 15
18 Hançeremde Hare Var (Şiir) ARiF MADANOGLU
KAAN ARSLANOGLU Eveleme-Geveleme 19
23 Fırtına (Şiir) RUKiYE CEYLAN
TEMEL DEM iRER Teorisist Hırçınlık DürOstiOk MOdür? __ 24

29 Ders Mi? AYHAN VAROL


ALi FiL Esrik (Şiir) 31
32 Yalnız Ölüler (Şi ir) SEVAL ESASLI
YUNUS BAKiHAN ÇAMURDAN Batıcı Aydın ve Emekçil Aydın __ 33
35 __ Nermi Uygur'un "Tadı Damağı mda" BÜLENT TOPBAŞ
TUGRUL YILMAZSOY Düğün (Şiir) 36
37 Sağduyu (ll) MUSTAFA TOPAL
GÜNGÖR GENÇAY Mikroplar Saldırdıkça 37
44 Böcek SEDAT YILMAZ
HÜSEYiN H. BULUNMAZ Çağdaş Soytarılık 46
47 Yürümek (lll) OZAN YILMAZ
YILMAZ ELMAS Aydın AYDEMiR lle Söyleşi 52
55 T ohma Çayı (Öykü)ALi BALKIZ
FATMA YUMULGAN Yaşadın Mı? (Şiir) 57
58 Yıldız Güneesi CENGiZ GÜNDOGDU

lnsancıl'a genderilen ürlinler geri verilmez. Yazıların A4 kağıdın tek yüzüne ç ift aralıkla yaz ılması reca olunur

Sahibi Kurum Yazmanı Görsel Yönetmen


BER RIN TAŞ ŞADIYEGÜLE BUKETÇETIN
Genel Yayın Yönetmeni Ofset Hazırlık Kapak Tasarımı
CENGiz GÜNDOGDU Insancıl Teknik BUKETÇETIN
Yazıişleri Sorumlu Yönetmeni Bölümü Baskı
NIHAT ATEŞ Ilıcak Matbaası Tel: 880 40 75
Bilgiişlem Sorumlusu Dağıtım
CELAL ERGÜN ISSN 1300-4158 Y ay-Sat

Adres: Mollafenari Sak. Nadir Han. No 40-42 Kat 5 Cağaloğlu 1 istanbul Tel: 511 79 94-513 93 99
Ankar a Temsileliiği Burak Gürcan Necatibey Cad. Lale Sak. 4/18 Sıhhiye Ankara. Tel: (0312) 232 00 80
Antakya Temsileliiği Müslüm Kabadayı Silahlı Kuwetler Cad. No 3 Antakya. Tel: (0326) 214 53 31
AdanaTemsilciliği Hasan Hüseyin Gündüzalp Muhittin Çoban. Piramit lşhanı. Kat 1. Atilla Altıkat Köprüsü yanı
Konya Temsileliiği Kazım OGUZ Sahaf Oğuz Rampalı Çarşı No 37 Konya Tel 0332 353 01 61

Abone olmak ıçın PTT'den 666 043 no'lu posta çeki veyaT. Iş Bankası 9. Kısım At aköy istanbul11 37- 38678 BerrınTAŞ adına
600.000 TL yatırmanız yeterlidir. Avrupa80 MarkT. iş Bankası 9. KısımAtakoy istanbulDöviz Hesabı11 37- 31449917
Sanatın Hakettiği Onurlu Yer,
Sınıf Mücadelesi
Ekim Devrim inin aydınlığ ında yazıyorum . . . Koşullar değişmedikçe aynı şeyleri söylemeye devam
Marksizmi diğer felsefelerden ayı ran özelliklerinden edeceğiz. Ta ki koşulları değiştirene kadar.
biri, tarihsel bilinci öne çıkarmasıdır. Tarihsel bil inç sa­ Tarihsel bili nci edinmiş olan, yenilgi dönemlerinin
yesinde, insan dünyanın sürekli değiştiğini ve değişece­ getirdiği -yenildiği halde- teslimiyeti kabul etmez. 1 2
ğini görür. Sadece yaşad ı ğ ı dönemin verileriyle bakıp, Eylül yenilgi döneminden sonra, insanların inançları kı­
o dönemi mutlaklaştı rmaz. Tarihsel bilinçten yoksun bir rıldı. Birçokları döndü. Dönmeyenierin bir bölümü teo­
anlayışın dünyaya bakışı, yaşad ı ğ ı dönemle sınırlıd ır. riyi suland r rmada ça re arad r . Sosyal ist gerçekçiliği tır­
Kendi döneminin değerlerini değişmez, m utlak değerler nak içine alan, varolan teoriyi beğenmeyen ama kendi
olarak görür. Bu değerlerin bir gün altüst olacağına i­ alternatiflerini de açı kça ortaya koyamayan insan­
nanmaz. insanların rekabetçi yanlarının kamçıland ı ğ ı ları miZ ortaya ç ı ktı. Böyle bir dönemde slogancr sanat,
kapitalizm dönemine bakarak, söm ürüsüz dünya m ü ­ kaba sanat yapmaya l ı m diye, sanatı -fa rkında olsunlar
cadelesini v e onun tezlerini insanın doğasına aykırı ya da olmasınlar- mücadeleden uzaklaştırdı lar.
bulur. Değişmeyen, sabit bir "insan doğası", ancak ta­ insancıl yazarlarının hepsi aynı şeyleri savunmu­
rihsel bil inçten yoksun anlayışların sarı ldığı bir sahte yor. önem li ortak noktalar olduğu gibi, önemli fark l ı l ı k­
gerçekliktir. Ta rihe oturduğu yerden bakanlar, ne geç­ lar da var. insancıl'ın yayın yönetmeninin en demokra­
mişi anlayabilirler, ne de geleceği doğru görebilirler. tik, ama aynı zamanda en despot yayın yönetmeni ol­
Sanat, toplumsal bi linç biçim lerinden biridir. insanın masının, insancıl dergisinin heterojen bir yapısı olma­
doğayla, insanın insanla ilişkisinin sonuçlarından biridir sında önem l i bir payı var. Bir süredi r insancıl yazar­
sanat. Bilim de aynı ilişkilerin sonucudur. Ama bir ları, insancıl dergisini nasıl gördü klerini yazarak, kendi
farkla. Bilim gerçekl iği kavramlarl a açı klarken, sanat aram ızda bir tartışma başlattı lar. Işçi sınıfının m ü­
imgelerle açı klar. Toplumsal bir ürün olan sanat, kuş­ cadelesi, yükselme eğilimi gösteriyor. Gazi olayları, ye­
kusuz toplumla beraber o da değişecektir. Dolayısıyla ni dönemin ilk işaretidir. Mücadelenin yükseldiği dö­
sanatın toplumdaki işlevi, algılanışı tarih boyunca aynı nemlerde, doğal olara k saflaşmalar daha da keskinle­
kalmam ıştı r. Burjuva devri mine kadar, sanatın kendi şecektir. l leriki süreçte insancıl, heterojen yapısını ko­
baş ına bir amacı olacağı düşüncesi 1hiçbir sanatçının ruyamayacak, homojen bir yapı haline gelecektir. Bu
akl ından geçmemiştir. Çünkü burjuva devriminden ön­ değişiklik, insancıl yazarlarının kendi aralarındaki tar­
ce sanatçı ların neye hizmet ettiği açıktı. Sanat ki­ trşmalar ile olmayacaktır. Toplumsal duru m, bunu bize
liseye, senyöre ya da halkın kendi eğlencesine h izmet dayatacaktrr. Homojenleşme, farkl ı çizgide olanların
ediyordu. Sanat için sanat a kı m ı ilk kez 1 9. yüzyılda, i nsancıl'dan ayrı lmas rridan çok, insancıl yazarlarının
Fransız I htilal i'nden sonra ortaya çıkm ışt ı r. Burjuva koşulla rın dayatması sonucunda çizgi değiştirmesi biçi­
devriminden önce, böyle bir düşünce çok garip karş r­ minde olacaktır. Gazi olaylarından sonra başlayan bu
lan r rd r . O dönem sanatçı la rının gözünde -tabii bizim i­ tartışma, - ayrıca Gazi olaylarından sonra başlaması
çin de-, sanat için sanat düşüncesi, bilim için bilim dü­ dikkat çekicidir- homojenleşme gerçekleşerie kadar,
şüncesi kadar sorumsuz ve ciddiye a l ınmayacak bir yü kselerek-alçalarak devam edecektir. Benim için, ho­
düşüncedir. Bilimde olduğu gibi sanatta da, kendinde mojenleşme sürecinde insancıl'ı n bugünkü çizgisine
·
başlayıp kendinde biten bir amaç söz konusu değildir. göre daha sağa kayması çok zordur. Hatta im kansız-
·

iktidar savaşında burjuvazi, kendi siyasal propaganda­ d ı r.


sı için sanatı kul lanm ıştır. I ktidara geçtikten sonra, sa­ Iletişim a raçlarının yard ı m ıyla sanatın etki alanının
natın pol itikaya hizmet ettiğini, sanat için sanat akımı­ genişlediği bu dönemde, sanatın politik yanı önceki
na göre Üretilen sanat eserlerinde bile aynı durumun dönemlere göre daha fazla önem kazanm ışt ı r. Sanat,
geçerli olduğunu gözlerden kaçr rmaya çal ı ş m ı ştır. Sa­ sadece politik yanından ibarettir, demiyoruz. Sanat nötr
nat için sanat a k ı m ı ilk kez böyle bir tarihsel dönemde bir olgudur. Özünde, kendiliğ inden ilericilik ya da gerici­
ortaya çıkması rastlantı deği ldir. Sanat için sanat'a a­ lik yoktur. Kimin, nas ı l kulland rğ rna göre sanat, ilerici
kım demek asl ında yanlıştır. Çünkü bu düşünce, burju­ ya da gerici bir değer kazanır. Çağlar boyunca sanatın
va sanatının temel özel liklerinden bi ridir. güzel olanla ilgili olması, güzel olana özlemi .dile getir­
Söyledikleri mizin hiçbirisi yeni değil. Daha önce me çabası öne ç ı km ı şt ı r. Geçmişten getirdiği bu miras
söylend i, daha sonra da söylenecek. Bu tavr ı m ız, kimi­ sanata olumlu, onu rlu bir değer kazand ı rm ıştır. Bugün
lerine göre dogmati klik. Burjuvazi değ işimin kaçını l maz ancak işçi sınıfının mücadelesine h izmet eden sanat,
olduğunu görüyor. Bu yüzden insanlardaki değişim öz­ onu toplumda hakettiği onurlu yere oturta bilir. Sanatın
lemini gidermek için, modayı devreye sokuyor. Durma­ tarihsel ve siyasal . ö neminin farkında olan i n sancıl E­
dan moda düşünceler, m oda değerler, moda söylemler mekçileri, bu bil inçleriyle m ücadelenin dışında kalma­
çıkıyor. Moda değişiklikler, asl ında hep aynı şeyi tekrar­ yacaktır. i nsancıl Emekçileri, sanatın hakettiği yerin,
layıp duruyor. Bizim, bir g ün Tarkan dinleyip, ertesi g ün onurlu yerinin m ücadelesini verir. Vermek zorundadır.
Sezen Aksu dinler gibi düşünce değiştirmememiz, Ekim Devrimi'nin aydınl ığ ında insanın, kimsenin
burjuvazi,nin adamlarının gazünde dogmatiklik oluyor. kimseyi sömürmediği bir dünyayı kuracağ ı inancryla . . .

SedefYilMAZ
Ekim Devriminin Aydınlığında

'Marx kapitalist düzende insanlığın kazandığı


bilgilerin sağlam temeline dayanıyordu; insan
toplumunun geli§im yasalarını inceledikten sonra,
kapitalizmin geli§iminin kaçınılmaz özelliğini, bu
geli§menin komünizme götürebileceğini anladı ve bunu
yalnızca -burası önemli- kapitalist toplumun en kesin,
en ayrıntılı, en derin bir incelemesini yaptıktan, eski
bilimin ürünü olan her §eyi bütünüyle özümledikten
sonra kanıtladı. İnsan toplumunun yarattığı her §eyi,
Marx ele§tirici bir gözle, hiç bir§eyi karanlıkta
bırakmaksızın tekrar dܧündü. İnsan dܧüncesinin
yarattığı her §eyi tekrar dܧündü, ele§tirinin süzgecinden
geçirdi ve i§çi hareketine uyguladı. Sonunda, burjuva
çevresinin dar sınırları içinde kapalı kalan ya da burjuva
önyargıları yüzünden eli kolu bağlanan insanların
çıkaramayacağı sonuçları gün ı§ığına kavU§turdu.
Örneğin proleterya kavramından söz ettiğimiz zaman,
bunu gözönünde bulundurmamız gereklidir. Eğer
proleterya kültürünü yaratanın, insanlığın geli§imi
sırasında oiU§turulan kültürün tam olarak bilinmesi ve
dönܧtürülmesi olduğunu iyice anlayamamışsak, bu
sorunu çözemeyiz. Proleterya kültürü rastgele bir _

yerden, birdenbire ortaya çıkmaz, bu konuda uzman


1917 Ekiminde insanm kurtuluşu...
olduklarını söyleyen insanların icadı da değildir. Saçma
insanm özgürleşmesi... insanm
bunlar. Proleterya kültürü insanlığın, kapitalist
mutluluğu için hiçbir Çikar gözetmeden
topl�mun, toprak sahipleri ve bürokratlar toplumunun
dünyayi sarsan o güzel insan/an. ..
proleteryanm IŞIItlll çocuğu Lenin'in boyunduruğu altında biriktirmi§ olduğu bilgilerin
kişiliğinde sevgiyle... özlemle... umutla tümünün akla uygun geli§imi olmalıdır."
amyoruz. V.i. 'LENİN
iNSANCIL EMEKÇiLERi (Proleterya Kültürü, Yar Yay. 1919)

2
Bilim ve Sanatta Yabancılaşmayı
Önleyecek Kurumlardan Biri :
KARYA
Müslüm KABADAYI

Çocukluğumda oldukça içe dönüktüm. likokul dö­ ki, en önemli eksiğimiz köylü dar kafa l ı l ı ğ ı n ı aşama­
nemimde sın ıfın en çal ışkan öğrencisi olmama rağ­ mak, çevrenin giderek a ğ ı rlaşan körleştirici eğilimlerini
men, özellikle öğretmenlerim ve köydeki büyüklerimle parçalayacak koşulları yakalayamamak veya yarata­
ilişki kurmaktan hep çekinirdim. Yaştaşiarım ve küçük­ mamakt ı . . .
lerimle ise, oyun kurmaktan bir iş yapmaya kadar bir­ Eğer kişi ler, örgütler veya toplumlar çapında beli r­
çok konuda hem planlama hem de fikir üretme bakı­ lenen hedeflere yönelik çalışmalarda zorluklar yoğun­
m ı ndan gayet güzel ilişkiler kuruyordum. laşm ış da buna uygun bir mücadele hattı geliştirile­
Içe dönüklüğüm lise 2.sın ıfa kadar sürdü. Öğ ret­ memişse ya da bu mücadeleyi yürütecek niteli k sıç­
men okulunda okuduğumdan o yıl okulları m ızda geli­ raması kişiliklerde meydana gelememişse, t ı kanma,
şen "boykot eylemi", Sosyalleşmemizi ve büyüklerle a­ kopma ve yabancı laşma süreci kendiliğinden devreye
ramızdaki "mesafe"nin daralmasını sağladı . Bu dönü­ giriyor. Yaşantıların, alanların farkl ı laşması da ya­
şüm, köyümdeki büyüklerle olan ilişkilerimde de ge­ bancı laşmanın bir başka nedeni olarak karş ı mıza çı kı­
.lişmeye yol açtı. Mücadeleci bir kimlik sergileyen ve yor.
çok okuyan Neriman abiarnızla dostluğumuz da o dö­ Şimdi yabancılaşmanın aşılması konusunda
nemde başlamışt ı . Karya'nın işlevine yönelebilirim. Ortaklaşmacılığın ge­
Şimdi Neriman abiarn ızla ilişkimiz kopmuş g i b i . lişmediği her koşulda en yakın dostlar, yapı lanmalar
Köy pratiğinde kendini geliştirmiş bu insanla kurdu­ arasında bile bir yabancılaşma kaçı n ı l maz olarak
ğumuz toplumsal ve siyasal dostluk, birçok etken çer­ gündeme geldiğine göre, çözümü de ortaklaşmacılığı
çevesinde giderek sönmeye başladı. özellikle 1 2 geliştirecek ili � kilerde, yapılanmalarda aramak ge­
Eylül'le birlikte herkes kendi çizgisinde bir yaşam bi­ rekmiyor mu? Insancıl Ankara Temsilciliğindeki yo­
çimiyle dünyasına yön vermeye başladı. Bizler üni­ larkadaşlarımızın geliştirdikleri proje maya tuttu. Neydi
versitelerimizi bitirip kendi pratiğimizi geliştirirken, bu proje? Açı k adıxla Bilimsel ve Kültürel Araştır­
onlar da ev bark sahibi olup aile düzenlerini kurma sü­ malar-Yayıncılık Uretim Kooperatifi , kısa adıyla
recine girdiler. Şimdi bir yabancılaşma var aramızd ı . Karya... Ankara insancıl Emekçilerini 15 Tem­
üstelik konuşulmamış, tartışılmamış, çözüm lenmemiş muz'da Antakya'ya davet etmiştik. konuyla ilgili dost­
bir yabancıl aşma, kendiliğinden süren bir kopuş . . . ları m ızın da katıld ı ğ ı Karya'yı tan ıtma-ta n ı ma ve ge­
Niye burdan girdim konuya, diyeceksiniz. San ıyo­ liştirme toplantı mız oldukça verimli geçti. O günlerde
rum, ayrı olguyu birçok insan yaşadı. Yaşanmaya da anasözleşmenin son düzeltmeleri yapı lm ıştı . Biz de
olanca h ızıyla devam ediliyor. Kendimden hareketle Antakya'dan 6 arkadaş ı m ızın kat ı l ı m ıyla kuruluşuna
edindiğim sonuçları açığa çı kartmay ı , daha uygun destek verdik. Ticaret Bakan l ı ğ ı'ndan anasözleşmenin
gördüğümden böyle başladım yazıma. onayla n d ığ ı n ı ve gazetede yayı nlanarak tüzel kişilik
Şimdi düşünüyorum; Karya, Neriman Abla ve kazand ı ğ ı n ı öğrenince daha da heyacanland ı k. Bu he­
ben . . . O yılla rda böyle örgütlenmeler sağlam temelde yeca n ı , açmak istiyorum.
bizim dünyam ıza girmiş olsayd ı , san ıyorum böyle bir insanın düşgücü, hülyalı yanı ve yaratıcılığı özgür­
yabancılaşmayı yaşamayacaktık. Çünkü, ortak çal ış­ leşmesiyle yakından ilgilidir. Çünkü ilgi bilginin besle­
ma ve paylaşma özü her i kimizde de vard ı . . . Politika ü­ yicisidir. Ailenin, toplumun, devletin baskıcı bir n itelik
retme, örgütleme ve yöntem geliştirme konusunda da, taşıdığı düzenlerde, eğer kişi kendini özgürce örgütle­
bulunduğumuz çevre içinde iyi durumdayd ık. Ne yazık me sürecine giremiyorsa, çocukluğundan itibaren pasif

3
bir kişilikle hep kendine sunulanlar çerçevesinde sü­
rüklenip oluşmaya bir tür mahkum oluyor. Bu gerçeği ' .

bir başka süreçle bütünleştirerek değerlendirmek isti­


'

yorum. insancıl'ın Ağustos sayısı nda Cemi l Güzey'in .t ·

"Bilim ve Çağdaş Kölelik" başl ı ğ ıyla yayı nlanan yazı­


sı nda bilim ve teknolojinin bir· avuç bilim adamı ve Tarantula
teknolog elinde çok geniş kitlelere yönelen bir silah
haline dönüştüğüne işaret edilmişti. Emperya list­
kapitalizm çağ ında devasa üniteleriyle bilim ve tekno­
loji kurumları, laboratuvar ve telekominakasyon tesis­ Geldi i�te... geceyi kutsuyor töresi
leri, bilginin de belli tekellerde toplanmasına yol aç­
Yine k�anmı� yürüyor
mıştır. Ekonom ik sömürü biçimiyle bu tekellerin em­
perya list ülkelerde tükettikleri teknolojileri bağ ı m l ı ülke­ kaçı§Sız bakı�larla
lere "kakalayıp" o ülkelerde teknoloji çöplüğü oluştur­
dukları biliniyor. Bu özellikle bilgisayar vb. teknoloji ü­ imkansız a�amların sağdıcı
rünlerinde çok net biçimde yaşanıyor. Diğer yandan da
bu alanda programcıdan tamirciye kadar uzanan ara Derisinde gizlice büyüttüğü
uzm a n l ı klar da, bu sömürü çarkı n ı n yeni "beyaz göm­
leklileri" olarak karşım ıza çıkıyor. Topluma yabancı la­ sonuncu tehlikeyi... yanında getiriyor
şan bu insanlarla birlikte onların yayd ı kları teknolojiyi Tuzaklar katarıyor durmadan
kullanabilen "azı n l ı k"da, geniş kitleler üzerinde bu araç­
ları bir farkl ı l ı k aracı , bir bilgi üstünlüğü mekanizması Yine...
olarak kullanmaktad ı r.
Bu gerçeği, Ağustos 95'te (istanbul Taksim'de de
a bartı larak rekla m ı ya p ı ldı) büyük bir reklam kampan­
yasıyla Dünya' n ı n gündemini işgal eden Windows'95 Trafik lambalarına, ate� böceklerine
örneğiyle somutlaya l ı m . Aslı nda Windows 3 . 0' ı n cila­
yıldızlara saldırıyar bir de, samanyoluna...
lan ı p pariatı larak "bilgi dü nyası"n ı n Microsoft firması­
n ı n uluslararası bir imparatorluk kurma projesine Yolu liman kentlerine d�tüğünde
mahkum edilmesinden başka bir şey değildi bu dev
reklam kampanya s ı n ı n amacı. Konuyla ilgili yapılan zehirli bir salgı bırakıyor
yayı nlardan, "kötü motor"a sahip Microsoft'un bilgi­
işlem piyasas ına daha çok meta "kakalaması", emper­ yakamozlara...
yalist-kapitalizmin birçok alandaki uygulamaları n ı n bir
örneği olarak açık biçimde anlaşılabiliyor. Bu duru mun
diğer bir boyutu da, Internet servisi yoluyla ve "bilgi
Ayın karanlık yüzünden adama sarkıyor
toplumu" yutturmacasıyla tüm bilgilerin uluslararası
tekellerin politikaları n ı sunulmas ıdır. Bu alandaki tekel­ kimi geceler... ince bir iplikle
leşme süreci, çok tehlikeli bir gidiştir. Dolayısıyla bu
tekelleşmeleri parçalayacak ve emek kültürünü işçi ve En korkulu anlarımı seziyor
emekçilerin bilincine çı karacak teorik üreti m, kültür­
sanat pratiğinin gerçekleştirileceği örgütlenmeleri ha­ tehdit ediyor sonra
yata geçirmek gerekiyor. Karya, böyle bir amaca
yönelik kooperatifleşme deneyimini başlatıyor. ı�ıklar sönsün diye
Şimdi dön üyorum "biz"lere . . . Microsoft vb. tröstleri n,
imparatorlukları n ı "bilgi toplumu" aldatmacısıyla köle­
leştirilen (sömürülen ve ezilen) emekçilerin beyinlerini Karanlığı çok seviyor çünkü
kı skaca alara k kurmak isted i kleri ortada. "Biz"ler. ya­
bancılaşmanın gerilimi altında kendimizi "dağıtmak" ile görmek istemiyor kendini
meşgul üz. . . işte Neriman Ablalarımızla yabancılaşma
sürecimizi tersine çevirmek zorundayız. Çubuğu bu ölmek... istemiyor
a nlamda tersine bükmekle meşgul olma n ı n bir çok a­
l a n ı ndan ve örgütlenmesinden biri olara k Karya'yı Tarantula gibi
kökleştirmeliyiz.

Sinan KUTLU
Karya'yı kökleştirirken merkezi yapılanmadaki di­
sipl inli ve üretken çal ışmanın, okuyucu-sanatçı ve e­
mekçiler aras ı ndaki güvene dayal ı demokratik i l işkiler­
le güçlendirilmesi önem taşıyor. Özellikle taşradaki
kültür-sanat çalışmalarıyla bilimsel araştırmaları n bü­
yük fedekarl ı k gerektirdiği ortada olduğuna göre.
Karya şu belerinin hem merkezde üretilecek politikala­
ra aktif katı l ı m ı n ı hızland ıracak hem de bilgi akışı n ı n
araç-gereç akış ıyla dayanışmaya dönüştürülmesini
sağlayacak bir yapılan maya özen göstermeliyiz.

4
Karya ve insancıl Okuru
"Şimdi Yürümenin Tam Zamanıdır"
ibrahim DEMiRCAN

Onlar, yani insanlaşmanın tam karş ı s ı nda olanlar, çevirdi. Çünkü onlar için sadece yazmak vard ı . Yaz­
olanca hızlarıyla koşarken; hayatı n hemen her alanın­ mak, onlar için bir edebi tatmin alan ıydı ve eylemiilikle
da örgütlenerek palazlanı rken ve sömürü imparatorlu­ i lgisi yoktu. Oysa yazılanlar yaşam ı devindirmek için
ğunun kalelerini bir bir sağlamlaşt ı rı rken, bizlere en yazılmıyorsa, politik/edebi bir mastürbasyondan öteye
azından yürümeye başlamak düşer. geçemezdi. Onlar, Insancı l'la bu yüzden çeliştiler; çün­
Bu ülkede sosyalist muhalefetin en büyük açmaz­ kü I nsancıl, varoluş nedeni gereği bir noktadan sonra
larından biridir "yürümenin" anla mına vara mamak. Su, lafazan mastürbatörleri kabul edemezdi. Tek tek hepsi
nasıl ki, dereler halinde ırmakları; ı rmaklar nası l ki silindi.
denizleri oluşturuyorsa, yürümenin de o büyük yürüyü­ Onların derdi kültür alanında yürümek değildi; Star
şe dönüşene kadar dereleri ve ı rmakları olmal ı d ı r. Sistemi ise, bazı ların ı n kendisiyle bütünleşmesine izin
Muhalif kitlede ise, yürümek denilince sadece miting­ verdi: Özgürleşmişlerdi(!) Art ı k sol jargonlarla lafazan­
lerde yürümek anlaşılıyor. Oysa, yürümek, her alanda l ı k yapabilirler, ama bunu hayatı n akışıyla birleştirme­
gerçekleştirilmesi gereken bir eylemdir. Bir mitinge yebilirlerdi. ilk adım atılm ıştı, ama ikinci adıma sıra
katı larak yürüme ihtiyacını doyuran m uhalif kişi ileriye geldiğinde çoğu ayakbağı olmaktan öteye geçememiş,
attığı bir adıma karş ı l ı k, mitingden sonra bir Sezen kendi hedefleri I nsancıl'ın varlık nedeniyle çeliştiği için
Aksu kasetini hayranl ı kla dinleyerek veya bir Orhan insancıl'ı reddetmek zorunda kalmışlard ı .
Pamuk rom a n ı n ı büyük bir heyecanla okuyup övgüler I nsancıl'ın dördüncü y ı l ı nda Ankara'da birbirini ta­
dizerek, onlarca a d ı m geriye atma ktadır. nı mayan beş-on I nsancıl okuru çıktı ve i nsancıl'ın
Yürümek bir alanla sınırlıysa, ne bunun adı yürü­ misyonunu ciddiye alacakları n ı ve benimsediklerini
mek olur; ne de büyük ve "son" yürüyüş düşleri gerçe­ kan ıtladılar: Kendi olanaklarını zorlayarak, edebiyat
ğe dönüşebilir. Yürümek, hayatı n her alanında sömür­ tarihinde (belki de) ilk kez taba� inisiyatifini gerçekleş­
gen ideolojinin egemenlik kurduğu her alanda yürümek tirerek temsilcilik açtı lar. Seminerler, tartışmalar,
ise "YÜRÜMEK" olur. Aksi takdirde gerçekten yürü­ gösteri ve dinietiler düzenlediler. üstelik, Insancı l'ın
meyi becereniere ayak bağı olan mastürbatörlerden varl ı k nedenine ve savunduklarına uygun olara k, ve­
farkımız kalmaz. sayet ve icazet sistemini reddettiler. i NSANCIL YE­
insancıl Okurları KARYA ile ikinci Adımı Attı. ŞERMIŞ, B I R YAPRAK VER M I ŞTI. Bunu Antakya ve
I nsancıl, bundan beş yıl önce birçok zorluğa rağ­ Adana izledi;
men kurulurken muhalif-alternatif(yani Sosyalist) bir Şimdiyse başka şehirler. . . I nsancıl, yapraklanmaya
kOltür hareketi için ilk adımı atm ıştı . Varl ık nede­ başlamıştı. Sıra çiçek açmaya gelmişti; yani ikinci a­
ni,diğer dergilerden oldukça farkl ıyd ı . ilk kez, bir dergi d ı m atı lacaktı. i kinci adım, dergi sürecinin bir çeşit de­
d ürüstçe okur-yazar ilişkilerini sorguluyor;okurun silki­ vam ı niteliğinde olsa da, dergileşmeden farklı olma­
nerek edilgenlikten kurtulmasını öneriyor ve böylece l ıyd ı ; tıpkı çiçeğin dal ve yapraklardan farklı olması
"yazar olma" gibi bir iktidar alan ını reddediyordu. Bu gibi . .
farkl ı l ı ğ ı n söylem düzeyinde kalmaması için, okurlara I kinci a d ı m ı n adı KOOPERATiFLEŞME idi. Madem
da çok şey düşüyordu: Okur,sadece okumakla yetin­ ki I nsancıl, bunca yıl, kapitalizmin kültür endüstrisini
memeli; okuduğunu sindirebilmeli, sorgulayıp eleşti­ ve yaratılan Star Sistemini karşısına alm ıştı; öyleyse
rebilmeli ve benimsediği tezleri somutlayabil meli, yani kuru eleştirilerle ve egemen ideolojinin deşifrasyonu ile
hayata geçirebilmeli ve yazarın da bunu hayata geçirip yetinilmemeliydi. Kültür endüstrisini oluşturan tekelle­
geçirmediğini denetleyebilmeliydi. Tabii; yazı yazma rin karşısına bir alternatif ile dikilinmeliydi. Tekelleri
çekingenliğinden kurtulmalı, düşüncelerini yazıyla so­ yıkamayacağ ı n ı n bilincinde olan, fakat buna rağmen
mut ve net bir biçimde a ktarmayı öğrenmeliydi. . . etkinliğini kırabilecek bir alternatif ile çıkmal ıydı bilinç­
Aradan geçen ilk dört yı lda, bir çok yazar geçti lerinin özgürlüğüne sahip çıkanlar. "Edilgen değilim"
dergiden. diyen okur, bira raya gelmeli; tekellerin ticarete en­
Özellikle ilk sayı larda, bir çok yazar, "okur-yazar" deksiz yayın politikalarından kurtulacak bir yayıncılık
bütünleşmesi O stüne çok şey yazd ı . . . Ama alanı yaratılmalıydı. Yani, müslüman mahallesinde
somutlamaya gelince, çoğu ortadan kayboldu. Çoğu, (bile bile) salyangoz satılmalıydı.
yazın yaşamına başlamasını ve popüler olmas ı n ı bile Ve 8 Eylül 1 995. I nsancıl okurların ı n (ve yazarla­
l nsancıl'a borçluyken, I nsancıl'da yazıları n ı n çıkması­ rının) devindirmesiyle KARYA kuruldu. Burjuva hege­
nın rantı n ı yerken, silah ı n ı bizzat I nsancıl'ın üzerine monya s ı n ı n en çok hissedildiği alanın, Medya'nın kar-

s
şısı nda alternatif bir "Karşı-Medya"alanı açı l d ı . rarl ıyoru m. Bin üye çarpı 300bin TL. a idat, sonuç bel­
Onlar burjuva hegemonya s ı n ı n deva m ı için ne ya­ li. Ya bu hesabı Insancıl'ın resmi satış ına göre, yani
pıyorsa, KARYA da, onu kırmak için, ne yapması ge­ üç-dört bine göre yapsak. . Ya bu hesa b ı , her dergiyi
rekiyorsa yapacaktı. Ta bii, muhalifliği nden ve dürüst­ enaz iki üç kişinin de okuduğu olas ı l ı ğ ı n a göre yap­
lüğünden ödün vermeyerek. Burj uvazinin "burjuvaya sak . . . Ayda en azından bir kitap (veya benzeri bir ürün)
yakışan" yöntemlerini red derek . . . Insan bi lincini ışıtan, çıka rmak, kooperatifin en sıradan işi hal ine gelebile­
özgürleştiren ve etkinleştiren yöntemlerden şaşmaya­ cektir.
rak . . . Evet, 8 Eyl ül 1 995'de dal tomurcuklandı, tarn urcuk
insancıl Okuru Kaç Kişi? çatlad ı ; s ı ra çiçeğin serpilip gelişmesinde Bunu da
Kooperatiileşmeyle muha lif kültür mücadelesi nde ancak dürüst yazar ve okurlar başarabilir
atı lan ikinci a d ı m , aynı za manda Insancıl okurları için, KARYA . i nsancıl' ın Tekkesi Mi ?
bir sınama evresini ifade ediyor, i nsancı l'ı beş y ı l d ı r Kuşku suz HAYlR : Bunun iki nedeni var
ortalama üç-dört bin kişi okuyor. Özellikle en kötümser Birinci olarak: muha lif kültür mücadelesinde tüm
rakamları veriyoru m . Bu süreç içinde "kemikleşmiş" o­ sol çizg ileri muhatap gören ve hepsini devind irmeyi
kur sayısı, yine en kötümser tahminle bin küsür olma­ a maçlayan M . B. Mısır'ın deyi miyle, birb1riyle kesişip­
lı. Bu sayıdaki okur, bunca yıl neleri okudu? insani bi­ kesişmeyen bir çok sol çizg iden biri olmaktan çok, bu
linci dumura uğratanların kim ler olduğunu ve bi linci çizg ilerin b ı rakt ı kları boşlukları dolduran, yani bir
nasıl dumura uğrattı klarını , i nsanlaşmanı n ne anlama platform olmayı ama Ç layan bir misyon taşıyan
geldiğini ve bunun için herşeyden önce edi lgenlikten insancıl, böyle bir tutarsızl ı ğ ı n öznesi ola maz.
kurtulunması gereğini, muhalif kültür m ücadelesinin i kinci olarak; bu dergide, tekkeoi zih niyetin sonuçta
sosyalist ideoloji ve diyalektik (ve tarihsel) materya­ fanatizme, manipülatif süreçlere tekabül edeceğ i ; do­
l izmle anlamlı olaca ğ ı n ı , star sisteminin yarattığı put­ layıs ıyla yıkılmaya ça l ı ş ı lan sömürgen zihniyetlerle
ların vs etkilerinin kırılması için bilinçli bir yayın örgüt­ aynı noktaya düşüreceği çok kez vurg ulandı ve vurgu­
lenmesinin gerekliliğini, sorgulayıcı ve yazarı n ı denet­ lanacak. Dürüstlüğü ve tutarl ı l ı ğ ı sürdürmek, bu an­
leyeceği konusunda kuşku barındı rmayan müdahaleci lamda çok önemli.
okur olunmasının zorunluluğunu . . . vs. okudu. Pekiyi Pekiyi, KARYA niye insancıl'ın bağrından doğdu?
kaç Insancıl okuru, bunca yıl yazılanları s ı rf okumuş KARYA'nı n Insancıl'ın bağ rından doğması çok "doğal"
olmak ve "Brava ne de güzel yazm ışlar" demek için bir akışın sonucu. Çünkü insancıl' ın va roluş nedeni ve
değil de; olumladıklarını hayata geçirmek, olumlama­ üstlendiği misyon, böyle bir süreci zorunlu kıl ıyord u .
d ı klarını eleşti rrnek ve müdahale etmek için oku­ B u , KARYA ile tekke kuruluyor anlam ına gelmez.
du?işte bu anlamda, şu soru elzem oluyor. i N SANCIL Ama , kuşkusuz, diğer dergi okurları n ı n (hatta ya­
OKURU KAÇ KiŞi? zarları n ı n da) kendi lerini sorgulama larının bir vesile­
i nsancı l'd� yayınlanan ve özellikle pratiğe yönel ik sidir KARYA a d ı m ı . Bu bağlamda popülizmin, fana­
yazılar(kooperatif, okur-yazar bütünleşmesi, V . s.) ciddi tizm in, tekkeciliğin, hedefe gerçekten yürüme konu­
bir iti raz ve alternatifle karş ı laşmad ı . Bunun iki anla mı sunda ciddiyetsizliğin, tutarsızl ı ğ ın ve dürüst olma­
var: Ya okur, yazılanlafı cidd iye almad ı ; ya da ciddiye m a n ın sınama yeri olacaktır KARYA. Bir bakıma,
aldı ve olumladL. Ciddiye alma yazıla rı yukarda verilen SOL'daki "amip bölünmesinin" gerçek sorumluları tek
Insancıl müşterisini belirten sayı içinden ayıklamak tek netleşecektir. En solday ı m , iddiasıyla ortaya çı kan
gerekiyor. Çünkü, bu kişi ler, Insancıl'ın varl ı k nedenini ama Sezen Aksu veya Ezginin Günlüğ ü'nü teşh i r et­
ve m isyonunu anlamamış kişiler olarak, sadece meye dahi gücü yetmeyen bir günlük gazetenin (para
Insancıl'ın satına lıcısı ve okumuş olmak için okuyucu­ babala rından değil, bizzat kendi kitlelerini kaybetmek­
su sıfatı n ı hakkediyor. Bu kesimin h ızlı bir şekilde ten korkuyorlar) ne kadar solda olduğu KARYA plat­
i nsancıl'ın misyonunu idrak edebilmesi ve seçimini formunda ortaya çı kacaktır. l nsancı l'a yakın 'o lduğunu
yaparak ya tamam, ya devam demesi; yani gerçek ileri sü ren Evrensel Kültür Derg isi ve gazetesi va rs ın
i nsancıl Okuru haline dönüşmesi gerekiyor. lnsanc ı l'ı çeşitli nedenlerle yayın hayatiarına ve politikalarına
ve okurunu diğer dergilerden farklı kılaca k en önemli devam etsin ler; ama KARYA platformundan da kaç­
özelliğin bu olması gerekiyor: KES i N L i KLE BiR GRAM masınlar. Bu davet, tabii ki muha lif çizg ide olduğunu
DAHi POPÜLiST OLMAMAK, iddia eden tüm yayınlar için geçerl i .
Yazıla nları ciddiye alan kesime geli nce; bu kişi lerin T ü m ü , bu yazıyı görmezlikten gel mesin v e kendi
acilen bu "ciddiye a l ışlarını" sorgulaması gerekiyor. sayfalarında yayınlasın. Bu deneyi hep birlikte yapa­
Çün kü bugüne kadar belki böyle bir şansları yoktu, a­ l ı m : iktidarın sadece bir araç olduğunu, amacı aşama­
ma şimdi var: insancı l'ın varoluş nedenini ve misyo­ yacağını kanıtlaya l ı m . Bu güne dek inatla tekrarlanan,
nunu ciddiye almanın en önemli ve somut göstergesi ortak ama çlarla biraraya gelmiş kişi ya da grupla rın
bu kooperatifi (KARYA'yı) yaşatmak ve güçlendi rmek­ yönetime gelemeyince amaçtan çark edip, mücadeleyi
ten geçiyor. b ı rakıp sekteye uğratması süreçlerini mahkum ederek
Yapılacak şey, ilk aşamada çok basit ÜYE OL­ gerçekten tarihe gömel i m . Bunu bir küçük kooperatifte
MAK. Çünki a rtık, bu aşamada gerçek i nsancıl okuru beceremezsek, eskaza iktidar olsak nas ı l becereceğiz?
sayısın ı , kooperatifin üye sayısı verecek. Dolayis ıyla , KARYA, va roluş nedeniyle kendini sınırl ıyor. Do­
bu sayı en kötümser tahminle bini bulma l ı . Zaten koo­ layısıyla KARYA'ya katı lanların da niyetleri bu va roluş
peratif a lternatif bir güç olara k varlığın ı hissettirebile­ nedeniyle s ı n ı rlanacak. insan1ar, ticari olmayan mu­
cek ve misyonunu yerine getirecekse, ancak belli bir halif b i r yayı n politi kasının nasıl gerçekleşeceğini gö­
sayıya ulaşarak bunu, başarabilecektir. Zaten, örg üt­ recek ve kitleye gösterecek. Sentetik yazar ve sanatçı­
lenme ve kooperatifleşmenin mantıki çatısını da bu lar, bu atmosferde yaşayamayacak, fakat, insanlaşma
"biraraya gelerek g üçlenme" hesa bı ol uşturma ktad ır. sürecini kesinti ye uğratmamış her kişi her insan ı n , ti­
Daha. önce benzer hesaplar yapılmış olsa da tek- tiz düşünce ve ernekle donattığı her ü�etim sürecinin

6
mutlaka meyva verebildiğini kanıtlayabilecektir. KAR­
YA star sisteminin insanlarda yarattı ğ ı (sahte)aşağ ı l ık
kompleksini ve özgüvensizliği kıracaktır. Bir ürünün
yayınlanması, uzun ta rtışma süreçlerinden sonra İçimde uyanan duyguyu
kollektif bir iradenin sonucu olarak ve hiçbir ticari ve
kim yalaniayabilir
popülist kaygı güdülmeden gerçekleşecektir ve ürün­
hangi yasa koyucu
lerin çok satmas ı ndan çok, çok okunup çok anlaşıl­
bir a§kı durdurabilir
ması önemsenecek ve bunun için ne yapılması gere­
kiyorsa, (mesela sübvansiyon) o yapılacaktır. Tabii bu, güveniyorsan kurallarına

sadece yazın alan ıyla s ı n ı rl ı olmayacak; i nsani üretim çık sokağa bak
hangi alanda olacaksa o alanda aynı çaba gösterile­ egsoz dumanları
cektir. a§kın yokluğudur
'Ben edebi ya da sanatsal/bilimsel birşey üretmiyo­
rum; üretmeye de niyetli değilim . . . Öyleyse üye ol­ Kanatlan çırpınan bir çocuk
m a m ı n da gereği yok." diyecek olan varsa; onlara vitrinieri seyrediyor
şöyle yanıt verilebilir: Spartaküs'ü arıyor
- KARYA, sadece edebi-sanatsal-bi l imsel ürünlerin Romalı askerler
üreticisinin değil, alıcısının da işine yarayacaktır. Çün­
kü, bilinci körleştirip karartan, manipülatif süreçlere so­ sen buyuruyorsun
kan ürünleri "almak ve izlemek" zorun da kalmayacak­
fildi§i sarayından
t ı r.
a§ka geçit yok
- Bu sürecin zorunlu sonucu olara k da, "al ıcı", hiç­
aııka geçit yok
bir şey üretmeyeceği iddiasını terkedecek, bunun
zerkedilmiş bir aşağ ı l ı k kompleksi, özgüvensizlik ve a§kın insanı barındırmıyorsa
yapay bir tembellik ifadesi olduğunu farkedecek ve ışı­ sözetme çocukların gözya§larından
yan bilinciyle, insanlaşmanın gerektirdiğini yapacak ve özenle kurduğun turnceler -
mutlaka üretken bir varl ığa dönüşecektir. haykırıyor konU§madan
Bu yukarda sayı lan olas ı l ı kların gerçekleşme­ a§ka yasak koy
si, günlerle değil belki yı l larla birlikte ölçülecektir. Ama, a§ka yasak koy
bir kere ok, yaydan çıkmış olacaktır. Ad ı m ı sağlam­
laştıracak olan, yine insa n d ı r; bu ve benzeri yazıları Kanatları çırpınan bir çocuk
ciddiye a l ı p ben imseyecek ol.a nlard ır. Çünkü bu saat­ atom bombasının külleri arasında
ten sonra nicelik önemlidir ve KARYA üyeleri onlarla, annesini anyor
yüzlerle değil binlerle sayılmaya başland ı ğ ı zaman
misyonu nu sağ l ı kl ı olarak gerçekleştirebilecektir. Sis­
sen korkular büyütüyorsun
teme karşı olduğ unu açı kca belli eden ikiyüz-üçyüzbin •
gizlendiğin kuytularda
kişi varken, Sol çizgide olduğu inancıyla bu yayın ları
a§k tehlikedir
okuyan elli-altm ış bin kişi varken, i nsanc ı l ' ı (ve d iğer
tehlikelidir a§k
dergileri) okuyan on-onbeş bin kişi varken, KARYA'nın
Liye sayısı yüzü aşamazsa, bu durum ancak (en azın­ ürkütüyorsa a§k seni
dan insancı l okuru için) uta n ı lacak bir durum olur. yüreğini yokla
Devrim; veya devrim için yapılacak her mücade­ direncini ölç
le,bir kördöğüşü değ i ld i r. Körleşmen in g irdabında bo­ söyle ...
ğulanlar veya bilinçlerini bilinç kasaplarının ellerine yoklukta açan gülü kim tutuklayabilir
teslim etmiş olanlar, istedikleri kadar çırpınsın lar; is­
ted ikleri kadar mücadele ettiklerini sansınlar, burj uva­ Kanatlan çırpınan bir çocuk
zinin kucağ ından kendi kaderlerini kendi leri yazamaz­ dağlar kurşunlanırken
lar. Nurhak'ta yürüyor
KARYA, burjuvazinin kucağ ı ndan inmek demektir.
Ağ ırlığınız ne olursa olsun, birisinin kucağ ı nda iseniz, sen suskular besliyorsun
onun a ğ ı r l ı ğ ı n ı arttırmaktan başka işe yaramazs ı n ız;
kararını§ §afaklara
ve eğer o düşecek olursa altında ezilmeye mahkum­
dinle
sunuz demektir. Ama aya ğ ı n ız yere basıyorsa, baş­
dünya kanıyor
langıçta istediğiniz kadar c ı l ız olun, a ğ ı rlığ ı n ız size a it­
tir ve yazg ı n ızı yine siz belirleyeceksinizdir. kanıyor a§k

Ey umursamayanlar: Siz olmasanız da; 'Çocuk" çırpınan soluğun yaralanmııı §arkıları


kucaktan indi; özgürce serpilip gelişecek; küçük ve cı­ konu§turamaz
l ız da olsa adı mlar atacak, "mili metrik mücadelesini" a§kı koru
'
sürdürecek. Size sadece Şunu hatırlatayım: Eğer ki bilmelisin
silkinip de UMURSAMAYA başlarsan ız, bu mücadele a§k kavgadır

Berrin TAŞ
santimetrik, metrik hatta kilometrik mücadeleye dönü­ kavgadır barı§
şür; dere, ırmağa, ı rmak denize dönüşür. As ı l
güç(çoğunluk) biziz ve sömürgen köleleri ni kand ı ra­
madığı sürece yaşayamaz; bunun farkında olun ı

7
Söyleşi
Uğur Karabağlı: "Bu yürüyüşü
insancıl okurlarının desteğini
düşünerek başlattık"
iNSANCIL

Kültür Sanat alanı nda yeni faaliyete başlayan Bi­ pan toplulukların kurulların da olduğu ve okurların
l i msel ve Kültürel Araştırmalar Yay ı ncı l ı k ve Üretim kendi içlerinde oluşturd ukları temsilcilikler aracı l ı ğ ıyla
Kooperatifi kısa ad ıyla KARYA başkan ı Uğur onlara da ulaşabilecek bir örgütlenme tarzı olara k ko­
Karabağl ı ile yapılan söyleşiyi aşağıda yay ı n l ı yoruz. operatif.
iNSANCIL - Bu sürece neden gereksinim duydu­ iNSANCIL - Yani okurun da içinde olduğu ve e­
ğunuzu a nlatır m ı s ı n ız? meğini değerlendirebildiği yapılanma olara k görülüyor.
Uğur Karabağlı (UK) - Kurmuş olduğum uz bu UK - Muhalif kültür sanat dediğimiz zaman bunu
yapılanma sonuçta kapitalizm koşulları içinde faaliyet önem l i sorumluluk ve edimleri var demektir. Muhalif
gösterecektir. Fakat bu sistemde a l ı p baş ı n ı giden ve okur, dergisini gazetesini okuyarak kendi içine ka palı,
endüstrileşen Kültür-Sanat süreci yaşıyoruz. Bunu bize edilgen olmadan ve yazılandan direkt olara k
dayatan ve her türlü üretken emeği, ürünü tekelleri a­ yönlenmemek zorundadır.
rac ı l ı ğ ıyla metalaştıran yani pazara sunan, pazarlayan Sü rece müdahale de edebilecek in isiyatifle yetkin
kar amaçlı kurumsallaşmalar gündemi belirlemektedir. olduğunu hissetmeli, savunmal ı d ı r. Her genel kurulda
Bu tekeller "sanatçı" yaratmakta, sanatç ı n ı n nasıl ol­ kendi düşündüğü projeleri gerçekleştirme sorumlulu­
ması gerektiğ ini belirlemekte, bu standartıara uygun ğ u n u ve hakk ı n ı elde etmiş olaca ktır. Bulunduğu yer­
"sanatÇılara" ödüller, teşvikler transfer ücreti ödenmek­ den direkt olara k ilintilenecek şube ve temsilcilikler a­
te. Yani sanat ı , sanat insa n ı n ı "yetenekle'' köreltmek­ çabilecek ve ürünleri ni-üretimlerini ulaştırabilecek ka­
tedir. Emek veren insa n ı n üretken olabi leceği ni· hep nalları açabi lecektir.
gözardı etti, ettirdi kapitalizm . Yan ı lsama yarattı, iNSANCIL Peki bu sürece katkıda bulunma k, üye
-

varm ış gibi gösterdi . Kötüyü iyiye ikame ettirmeyi, va­ olmak isteyen okur ve yazarları n yapması gereken
roluş nedenleri olan kar'a, sömürüye koşutlad ı . i nsan­ nedir?
lara sanat adı altı nda hiçliği ve bayağ ı l ı ğ ı sundu. I şte UK - ilk etapta üyel i k aidatı olara k ilk Genek Ku­
tam bu noktada, biz sosyalistlerin ürettikleri okuruna rul'a kadar her ay 300. 000 TL ve bir setere mahsus
ulaşamadı. .. toplat ı l d ı . .. ulaştırılamadı. .. Dağıtı m tekel­ sermaye taahhüdü olara k 1 . 000. 000. TL ile üye olu­
leri kurdu, bu tekellerin i nisiyatifine bıraktı. Çoğu yerde nabil ir. Bu koşulları ağır bulan arkadaşların kendi a ra­
balyalar açılmadan iade edildi. Peki b izlerin sol m u­ larında beli rleyecekleri bir kişiyi üye yapma imka nları
halif insanları n kültür sanat a l a n ı nda ne yapması ge­ olabilmekted ir. Ulaşmak isteyen arkadaşları m şu anda
rekirdi. Buna muhalif olarak katı l ı m ı n demokratik işle­ insancıl Ankara Temsilciliği olara k kulland ı ğ ı m ız ad­
diği genel kurulları nda her üyeye bir oy hakk ı n ı n (kaç resimizden bilgi· edinebilirler. Uzu n bir zamandan bu
pay sened i a l ı rsa alsın) olması nedeni ile kooperetif yana yapılması düşün ülen bu örgütlenmenin kurulu­
tasarlandı ve kuruldu. şunu bizler gerçekleştirdik. Bu yürüyüşü Insancıl okur­
iNSANCIL - Kimleri içine alacak bir örgütlen me ları n ı n da desteğini alarak başlattık. Bu yürüyüşe h ız
tarzı düşünüyorsunuz? vermek maddi destekle katkıda bulunmak ve düşünce­
UK - Bir platform yarata bil meyi düşün üyoruz. leriyle güzelleştirmek isteyen muhalif insanları m ızı gü­
Platformdan anlaşı lacağı üzere, yukarıda değindiğimiz zel gün lere merhaba demeye çağ ı rıyoruz.
gibi sol m u halif okur Ve yazarları içine alabilecek geniş Teşekkürler.
bir çeperle örgütlenmek istiyoruz. Yani geçm işte yaşa­ KAR-YA
nan sadece yazarları içine alan bir kooperatif yerine o­ SINIRLI SORU MLU BiLi MSEL VE KÜLTÜREL
kur ve yaza rları birlikte içine alabilecek bir kurumsal­ ARAŞTIRMALAR YAYINCILIK VE ÜRETi M KOO­
laşmadan bahsediyoruz. Her muhalif okurun yazar da PERATiFi
olabi leceği anlayışından hareketle bu düşünceyi savu­ Parantez içindeki açıklamalar d ı şı nda tamamen
n uyoruz. kooperatif a nasözleşmesinden yapılan a l ı ntı larla oluş­
iNSANCI L -Geçmişte yaşanan AYÇA, YAZKO gibi turulan aşağıdaki metin , kooperatif sürecinin açı klan­
kooperatiflerden farklı en temel nokta bu olsa gerek. ması ve tan ıt ı l ması amacıyla haz ı rlan m ıştı r.
UK - Pek tabii . . . bunları n yanı sıra sadece kitab ÜNVAN:
bası m ı ve dağıt ı m ı değil tiyatro, resim, müzik, fotoğ­ MADDE-3 Kooperatifı n ünva n ı , S ı n ırlı Soruml u Bi­
raf, bale felsefi ve bilimsel çalışma ve araştırmalar ya- limsel ve Kültürel Araştı rmalar Yayı n c ı l ı k ve Ü retim

8
Kooperatifidir. Kısaltılmış adı KAR-YA'd ı r. sergileneceği, satılaca ğ ı , atölyeler, galeriler, satış
Merkez ve Şubeler: yerleri açar, gerekli tesisler kiralar, kiraya verir, bu ko­
MADDE 4- Kooperatifın merkezi Ankara'dadır. n uda gerekli makina ve malzemenin a l ı m ı , ithalat ve
Kooperatif, gerekli gördüğü takdirde yurt içi nde ve ihracat ı n ı yapar.
dış ında şubeler açabilir 5) Ürün lerinin yurt içi ve yurt dışı nda dağıtılması,
Amaç ve Faal iyet Konuları: sergilenmesi, gösterilmesi, tanıtılması, satılması için
MADDE 6-Kooperatifin amacı, ortaklar ı n ı n bilim­ gerekli gördüğü her türlü işlemi yapar. Bu amaçla
sel, kültürel ve sanatsal gelişimine katkıda bulunmak dağıt ı m örgütleriyle yerleşik ya da gezici her türlü satış
suretiyle ekonomik yarar sağlamaktır. Bu a macı ger­ merkezleri kurar,
çekleştirmek için: 6) Ortakları . için ses yayın ve kayıt stüdyoları açar
1) Ortakları n ı n bilgi ve kültürünü geliştirici ve araş­ ve kiralar, buralarda, ortakları na ve diğer sanatçılara
tırmalarına yard ı mcı olacak yayınları (kita p, dergi, ga­ kooperatif katkıda bulunmak üzere, plak, kaset vb.
zete, broşür, ansiklopedi ve diğer bütün yayın araçla­ doldurtu r, bu ürün leri çoğaltır ve yayar,
rı nı) orta klarına sağlamak; onların yaşamları n ı ve e­ 7) Orta kları n ı n ve yakı nları n ı n yararlanabileceği lo­
serlerini içeren, onları tan ıtan, kitap, dergi, gazete, kal, lokanta, misafirhane, kitaplık/kütü phane ve sosyal
broşür, af�; rozet, poster, resim, dia ve· benzeri yayı n­ tesisler kurar, tanışma toplantıları tertipler, ortakların
lar yapmak; ortakların ihtiyacı olan her türlü bası l ı ev­ çocukları na yararlı ve eğitici _çocuk yayı nları n ı n sağ­
rak ve kırtasiyeleri ni sağlamak, lanması için araştırmalar yaparak dağıtı m ı n ı sağlar ve
2) Yurtiçinde ve yurt dış ında, gelişen çağdaş eğitim yayı nlar.
ilkelerine uygun her türlü bilimsel ve sanatsal yayı nları Sermaye ve Paylar: Sermaye:
üretip ortaklarına sağlamak; ortakları n ı n yazd ı kları, MADDE-7 Kooperatifin sermayesi, ortakları n taah­
çevirdikleri, hazırladı kları kitap, dergi, yard ı mcı kitap hüt ettikleri payların toplam tutarından ibaret olup de­
ve broşürleri yayınlamak, bunun için matbaalar açmak ğişkendir. Ancak, sermayen in en az haddi 7. 000. 000
ve bunların tanıtı l ı p dağıtılması için yurt düzeyinde TL'dir. Kuruluşta bu sermayeni n tama m ı n ı n taa h h üt
temsilcilikler açmak, edil mesi ve 1 /4'ünün peşin ödenmesi zorunludur. (Bu
3) Orta kları n ı n çal ı şma kon ulan ile ilgili olan her sermaye 7 kurucu üye tarafı ndan taahhüt ed ilmiş ve
türlü bilimsel, felsefi , kültürel ve sanatsal kon ularda 1 /4'ü olan 1 . 750. 000 TL de yine bu üyeler tarafı ndan
konferanslar, seminerler, paneller, sempozyumlar, a­ ödenmiştir. )
çı koturumlar, geceler; konuyla ilgili toplantılar, slayt Paylar:
gösterileri fuarlar ve festival ler, anma geceleri düzen­ MADDE-B Bir ortakl ı k payı n ı n değeri 1 00. 000
lemek, kurs eğitim ça l ışmaları ve yarışmalar yapmak, TL'di r. Ortaklar en çok 1 000 pay taahhüt edebilirler.
bu konuda gerekli olan mekanları kiralamak, kiraya Ancak her orta ğ ı n en az 1 O pay taahhüt etmesi zorun­
vermek, binalar, arsalar satın a l ma k, inşaa etmek, ludur.
yaptırmak için gerekli araç ve gerecin, m akina ve mal­ Payların Ödenmesi:
zemelerin a l ı m ı n ı ve satı m ı n ı yapmak; bilimin, sana­ MADDE-9 Ortakların taahhüt ettikleri pay bedelle­
tın, felsefenin, kültürün gelişmesi, yayg ı nlaştı rılması rinin 1 /4'ü peşin, geri kala n ı ise yönetim kurulunca be­
için kurumsaliaşmaya yönelik çal ı ş malarda bulunmak; lirlenecek eşit ayl ı k ta ksitler halinde ve en fazla 1 yıl i­
bu konularda çalışan kurumlarla birlikte konferanslar, çinde öden i r. (Ortaklar, kooperatife üye oldukları ilk y ı l
. paneller, seminerler açı koturumlar, geceler, fi lm ve için, 1 0 p a y karş ı l ı ğ ı olarak, e n a z 1 . 000. 000 T L taah­
slayt gösteri leri düzenlemek, ·
hüt etmek zorundad ırlar. Ortaklar diğer yıllar için,
4) Ortakların faaliyetlerini geliştirmek amacıyla: paylarla ilgili herhangi bir odeme yapmayacaklar, sa­
a) Tiyatro oyunları, müzikaller, karagöz, kukla gibi dece genel kurulca belirlenen m i ktardaki aidatiarı n ı ö­
her türlü seyirlik oyunu halka sunacak topluluklar ku­ deyeceklerdir.)
rar, oyunlar sahneler, senaryolar yazd ırır. Yazı l m ı ş Ortaklık Payı Dışındaki Ödemeler:
senaryoları a l ı r. Gerekli kostümlerin a l ı m ı , satı m ı , ima­ MADDE-21 Ortaklar, taahhüt ve tediye ettikleri or­
latı ve ithalatını yapar, takl ı k pay bedelleri dışı nda, kooperatifin amaçları n ı n
b) Sinema, televizyon, video filmleri üretir. Gerekli gerçekleşmesini sağla mak üzere genel kurulca karar­
çekimleri yapar, üyelerince yazılmış senaryolar ve si­ laştı rılacak miktardaki katılım payı taksitlerini ödemek
nema, video, televizyon, kamera, ı ş ı klandırma mal­ zoru ndad ı rlar.(Bu miktar i l k genel kurula kadar
zemeleri n i a l ı r, satar, ithalat ve ihracatını yapar, 300. 000 TL olarak belirlenmiştir. Bu durumda ortakla­
c) Her türlü dans, bale, jim nastik, halk oyunları rın kooperatife yapacakları ödeme şu şekilde olacaktır:
g rupları oluşturur. Gösteriler düzenler, seminerler, Ortaklar, üye oldukları i l k yıl için, sadece ilk yıla mah­
konferanslar, paneller, açıkoturumlar, geceler yapar. sus olmak üzere, 1 . 000. 000 TL taahhüt edip bunu en
Bu konuda her türlü malzeme, kostüm ve makinan ı n geç bir yıl içinde ödeyeceklerdir. Ayrıca her ortak, üye
a l ı m ı , satı m ı , ithalat v e ihracat ı n ı yapar; fotoğraf, el olduğu aydan başlayarak ayda 300. 000 TL aidat öde­
sanatları, resim, heykel kursları açar ve sergi ler düzen­ yecektir. )
ler, fotoğraf sütüdyoları açar, Oy Hakkı ve Temsil:
d) Her türlü video, televizyon, radyo, sinema gös­ MADDE 24 Toplantı tarihinden üç ay önce .ortak
terileri düzenler, filmler çeker, stüdyolar kurar, bunun olmayanlar d ı ş ı nda, her ortak genel kurula katılma
için gerekli makina, malzeme ve ses cihaziarı n ı n alı- ·
hakkına sahiptir. Her ortak yalnız bir oy hakkına sahip
mı, satı m ı , ithalat ve ihracat ı n ı yapar, olup . . . (Almış olduğu pay miktarından bağı msız olara k
e) Resim, heykel, seramik vb. gibi her türlü sanat her ortak genel kurulda sadece bir oya sahiptir. )
. ürünlerinin üretileceği ve antika değeri olan eşya n ı n

9
Yaniışı Yerleştirrnek
Afşar TiMUÇiN

En arka s ı rada, benim tam arkamda otururdu. iki­ sağlam ölçütler olara k kullanır. Yanlış bulaşan bir şey
de bir solunda oturan Yalçı n'a döner, "akelör Ayd ı n?" ol masa, bulaşıcı bir hasta l ı k olmasa hiç önemli değil.
derdi. Derslerde çok sıkı lıyordu, besbelli kırk beş daki­ Bir yaniışı uğraşa didine yasa llaşt ı rabilirsiniz. Yasal­
ka ona, kırk beş yıl gibi geliyordu. Kaç kere söyledik, laştırı rs ı n ız, o bir süre sonra toplumun vazgeçilmez bir
"akelör" değil "kelöretil" diyeceksin dedik. 'Akelör der­ imgesi niteliğini kazan ıverir. Toplumsal yaşa m ı mız ve
sen saat kaçta demiş olursun, kelöretil de ki saat kaç ona bağlı olara k kişisel yaşa m ı m ız bu tür yerleştirilmiş
diyesin! Hem aylard ı r ya nyana oturduğun o adamın yanl ışlarla doludur.
adı Ayd ı n değil Yalçın'd ı r." Gevrek gevrek gülerdi. A­ Elbette her kişi ve her toplum bu yerleştirilmiş yan­
dana'n ı n bahçeci ailelerinin dünyayı pek umursama­ l ışları kendi bilinç özellikleri çerçevesinde üretir. Bilinç­
yan çocuklarındandı. Besbelli okula gitmiyor, gönderi­ Ierin sağ l ı kl ı bir gelişim içinde olmad ığı toplumlarda ya
l iyordu. O zamanlar herkesin kolunda bir saat göre­ da ortamlarda yanlışlar fareler gibi, hamam böce, k leri
mezdiniz, saati olmak, hele iyi saati olmak bir ayrı calı­ gibi üreyiverirler. Yanlış doğruya karı şır, giderek yan l ı ş
l ı ktı. Her beş dakikada bir Yalçın'a döner, sı kıntılı bir doğru işlemi görmeye başlar y a d a doğru gibi a l ı n ı r.
yüzle "akelör Ayd ı n?" derdi. Yaniışı o kadar inatla yer­ Yaşama katılmış bir yanl ışa, görenekselleşmiş bir
leştirdi ki Yal ç ı n'a Ayd ın d€lmeye başladı lar. Yalçın yanlışa artık yanlış demeniz bile zor olacaktır. O yan­
sessiz iyi bir çocuı<tu, çok az bulunur bir delika n l ı a­ lışlar bazen insanların geleceğini zorluyormuş, bazen
dayıydı. H ı rsları, hesapları, kinleri olmayan kendi ha­ gününü karartıyormuş, bazen onları ölüme sürüklü­
linde biriydi. Bu yüzden hiç kızmazdı a rkadaşına. Gü­ yormuş, olsun, ne öneml var. Yanlış bir yaşam biçimi
lümserdi. hatta bir yaşam kura l ı olduktan sonra tartı ş ı lmaz bir
Ataç kitabevinde getir götür işleri yaptığ ı m öğren­ yere yerleşmiş, toplumu koşullayacak etkiyi ve yasal­
cilik yı llarımda yaniı şı yerleştirmenin inatçı bir örneği­ l ı ğ ı kazanmış demektir. Artık onu tartışmazs ı n ız bile.
ne daha rasladım. Tarık adlı çok efendi bir çırağ ı m ız Tartışana kızarsı n ız. Onunla ilgili olumsuz bir söz
vard ı . Tam anlamında terbiyeli bir Batı Anadolu çocu­ söylemeye kalka n ı uyumsuz, uygunsuz, toplum kaç­
ğuydu. En çok sevdiği şeylerden biri saatiydi. Ona k ı n ı , cahil fala' n gibilerden nitelendirmeye başlars ı n ız.
saat sormak onu onurland ı rm a k demekti. Kendisine Bizde tüm öğretim kesitlerinde sı nav sistemleri
saat soru(du mu oğlancık kolunu tam bir güvenle, ta m hemen tümüyle yanl ıştı r. Belleği altüst eden, bilinci
bir-tantanayla öne doğru uzatır, büyük bir doğruyu a­ buland ı ran, kişiyi insan olmaktan ç ı karan, insan ol­
ç ı kl ı yormuş gibi saati söylerdi. Ancak ona saati makla ilgili hiçbir şey kazandırmayan öğretme ve sı­
geçelerde sorduğunuz zaman tam sonuç a l ı rd ı n ız, . nama düzenleri bizde her gün biraz daha geçerli ol­
kalalarda sorduğunuz zaman işi berbat ederdi. Ben kol maktadır .Bu düzenlere kimse karş ı ç ı kmamakta, her­
saatim olmad ığı için ona sık s ı k saat sorard ı m ve bile kes onlara uyarlan maya ça l ışmaktad ı r. Anababalar
bile hep kalalarda sorard ı m . "Tarık, saat kaç?" Kaşla­ çocukları n ı daha bilgili yetiştirecek okulların kapıları n ı
r ı n ı kaldırır, ciddi bir yüzle "On ikiyi beş var" deyiverir­ aralayabilmek için _bir yandan keselerinin ağzı n ı açar­
di. Der ve toparlanırdı, bu arada kipkırmızı kesilirdi. ken bir yandan da çocukları n ı dönülmez bir cahilliğin,
Karş ı l ı kl ı gülerdik. "Abi yahu, sen de hep kalalarda so­ geriliğin, kişiliksizliğin koşullarına itmektedirler. Kimse
ruyorsun, bir de geçelerde sorsana.!" derdi. Ben gene bunu yan l ı ş diye belirlemezken bu yan l ı ş ı n büyük
kalalarda sorard ı m . "Bakıyorum abi. Saat üçü beş çapta ticareti de yapılmaktad ı r. Eğitim adına yalan a­
var." l ı p yalan satmak artık gündelik işlerden biri olmuştur.
Bu kadar açık, bu kadar belirgin bir biçimde olma­ Yılların zava l l ı l ı kl arı arası nda geliştirilmiş olan bu or­
sa da yan i ı ş ı yerleştirmenin çeşitli biçimlerine yıllar tak yan l ı ş ı n günden güne kı.lrumlaştığını ve bilinçleri
boyu çok rasla d ı m . Konuşan, tartışan insanlar gör­ koşullayarak insan kumaş ı n ı zedelediğini, çürüttüğünü
düm, birbirlerinden yan l ı ş bilgi alışverişinde bulunuyor­ görüyoruz.
lar, bu bilgileri tartışma içinde tam bir özenle kafaları­ Sinemamız yı llard ı r bir yan i ı ş ı yaşıyor, her yan lış­
na yerleştiriyorlard ı . Kemancı görürsünüz, bir parçayı tan kurtulma çabas ı nda yeni bir ya nl ışa düşüyor. So­
en iyi çalmaya çal ı şmaktad ı r, ancak kafasında o en i­ nunda şöyle bir fikir geliştirildi: devlet sinemaya yar­
yinin fikri olmad ı ğ ı için kafası ndaki bir imgeyi en iyi di­ d ı m etmelidir. Son derece yan l ı ş bir fikirdir bu. Devle­
ye belirler ve ona ulaşmaya çal ı ş ı r. Belirlediği o imge tin düşüneeye ve sanata yard ı m ettiği yani burnunu
gerçekte onu en iyi sona ulaştıracak imge değildir. soktuğu yerde düşünce de sanat da gülünç olur kal ı r.
Romancı görürsünüz, romanın ne olduğunu bir gün Devlet tiyatrolara yard ı m etti de ne oldu? Hiç. Yard ı m
bile kendi kendine tartışmamıştır, rom a n ı n ne olması etmeyi b ı rakın, devlet tiyatroyu omuzları nda taşıyor
gerektiği konusundaki bulanık fikirlerini her zaman yıllard ı r. Taş ıyor de ne oluyor? Hiç. önce tiyatronun

10
tartışılması ya da bilinmesi gerekir. Bir başka deyişle, baş a l ı cıları olacaklar. Tüh, diyecekler, boyun devrilsin
önce gerçek a n lamda tiyatro yapabilecek insa n ı n orta­ herif, gül gibi karı n ı bı raktın da şu iki zibidi kad ına mı
ya çıkması gerekir. Gerçek tiyatrocu, gerçek romancı, sald ı rd ı n ?
gerçek müzikçi gelmeden sanatı n bir yalan olmaktan , Bu tecavüz soru nu ka bak t a d ı verm iş bulunuyor.
şişirilmiş değerlere karş ı n b i r yalan olmaktan i leriye Toplumsal yanlışları m ıi bu soruna hukuk planında
gidemeyeceği n i düşünebiliriz. Biliyoru m, kimileri be­ kökten çözüm bulma olanaklarımızı ortadan kal d ı rıyor.
nim bu yazd ı kları m ı okurken dişleri n i g ı cırdatıyor. Diyelim bir kad ı nla tanışıyorsun uz. Size her türlü ya­
Onlar gerçek düşüncen in ve gerçek sanatın üreticileri k ı n l ı ğ ı gösteriyor. Eh, siz de sonunda ne yapıyorsu­
ve tüketici leri olamazlar, onlar olsa olsa düşünce ve nuz, hanfendiyi yatağa çağı rıyorsunuz. Kendileri hiç
sanat tüccarları olab;lırler ses etmeden, hatta tam bir tilki kurnazl ı ğ ı içinde oh
Şu sıralar bir toplumsal yan l ı ş daha yerleşmeye çok şükür diyerek çağrın ıza uyuyorlar. O s ı rada elbet­
başlamakta d ı r. Televizyon kanalları yanlış üretme ka­ te bir y ı ğ ı n sevgi sözü ediliyor. Her zaman birliktelik
nalları olara k va r güçleriyle çalış ıyorlar, ne iyi. Benim nika h ı izlemez, bazen de nikah bi rlekteliği izler. Kad ı n
sözünü ettiğim yan l ı ş , i nsa nların özel yaşamiarına ka­ o gece yatakta her istenileni yap ıyor ve böylece nikah­
rışarak onları mutsuz etme ya nlışıdır . Bir de bakıyor­ lanmak ya da eşini tecavüzcü diye şikayet etmek
sun uz, bir programda a d a m ı n ya da kad ı n ı n biri tehdit şans ı n ı kaza nıyor. Böyle bir şansı en iyi biçimde kul­
edici tavırlar içinde birilerini sorguya çekiyor. Kimdir o lanmak isteyen, konuyu elbette bir yolu n u bulup bir
adam ya da o kad ı n ? Ünlü ya da ü nsüz ama hiçbir televizyon kan a l ı n a yansıtmayı düşü necektir. Bak Ay­
zaman insan ruhuna sayg ı l ı davranma alışka n l ı ğ ı n ı şe ablacı ğ ı m , o alçak bana ne yaptı bil iyor musun? Ay
edinememiş biri. Bakıyorsunuz, b i r kapı çalın ıyor, a ­ valiahi utan ıyorum anlatı rken, sen bana yard ı m et
d a m kapıyı açıyor, kad ı n bağı rmaya başl ıyor: "Uian Tanrı'm. O adam var ya, beni evine götürüp şey yaptı .
i brahim, sen nası l karı n ı satarsı n ulan? it! Ka rını sat­ Ay, sahi m i söylüyorsun, şey yaptı mı yani? Evet şey
ma hakkı n ı sana kim verdi uyuz? Ben senin gözünü o­ yaptı . Ben şimdi kimsenin yüzüne baka m ıyorum. An­
yarım biliyor musun? Yazık değil mi ulan bu kad ı na?" nemin yüzüne de bakarn ıyorum baba m ı n yüzüne de
O adam karıs ı n ı satıyor mu satmıyor mu? Bilemiyo­ bakam ıyorum. Şimdi bu du rumda ben ki rletilmiş bir
ruz. O adam ka r ı s ı n ı satıyorsa hangi bilinç ya da ya­ kız olarak . . .
şam koşulları çerçevesinde satıyor? Onu da bilem iyo­ Kimse ona çıkıp sen kirletilmedin kızı m, sen zaten
ruz. Üstelik onu konu etmeyi hiç düşünmüyoruz. Peki­ ki rl iydin dem iyor. Fotoğraflar a l ı n ıyor, tilimler çekiliyor,
yi, biz bu a raştırmam ızda hangi ölçütü kullan ıyo ruz? kon u halkımızın yüksek sağduyusuna havale edilmek
Ahlak ölçütü nü. Ada m ı n kapıs ı n ı çal ıyoruz, adamı üzere en uygun saatte ortaya dökülüyor. Kad ı n la r inti­
ahlak a d ı n a itin gözüne sokup çıkarıyoruz. har ediyor, evler dağ ı l ıyor, çocuklar yıkıma uğruyor,
Çok dürüst temellere oturtulmuş gibi gösterilen ne gam! önemli olan bu çark ı n dönmesidir. Naciye
prog raml a rda birçok şey yaln ızca ve yaln ızca ilgi çe­ a blacı ğ ı m , ne oldu biliyor musun, beni a d a m ı n biri
kebi l i rlik ölçütüne göre değerlend iriliyor. Bazen de işin kan d ı rd ı ve tecavüz etti. .. Doğrusu, belki de yeteri ka­
asl ı n ı , bütün boyutl a r ı n ı düşün meden yarg ı lama başlı­ dar erkek olmad ığ ı mdan, bir erkeğ in bir kad ına zorla
yor. Şerefsiz d iye nitelend irilen insanların eylemleri n i nasıl tecavüz edebileceğ i n i düşünüyorum düşünüyo­
ortaya koyan bir prog ramda profesörl üğe yükseltil mey­ rum bir türlü bulam ıyorum. Bunu benim cahilliğime
le ilgili bir takım hileler ortaya döküldü. Gerçekten çok veri n. Ama insanların yaşa m ı n a a rtık biraz saygı gös­
. çirkin; profesör olabilmek için hiçbir bili msel kuruma termeyi öğren i n . Kimsenin özel yaşamı kimseyi ilgi­
dayan maya n, hiçbir bilimsel temeli olmayan bir dergi­ lendirmemeli. Bunu siz basın insanları bir ilke olarak
de makale yay ı m iayarak profesör olm ak. Anı msaya­ yerleştirmeye çalışmalısın ız. Kim kiminle yatm ış, kim
caks ı n ız, bazı doçentler profesör olabilmek için italya'­ kimi çok seviyormuş, hangi manken hangi modacıyla
daki bir uydurma dergide makale yayı mlamışlar ve kırıştı rıyormuş, insanlara vereceğ i n iz bu olmamalı. I n­
profesör olmuşlar. Prog ra mcı ve o n u n l a birlikte biz iz­ sanla ra bütün bunları merak etmenin ayıp olduğunu
leyiciler adamları la netleyip çıktık. Gene söylüyoru m , öğ retmek size d üşer.
böyle bir girişimle profesör unva n ı almaya kalkmak hiç Gazeteci ve televizyoncu dostlar, i nsanları yüksek
güzel değildir. Tamam. Ama progra m ı c ı n ı n da bizlerin değerlere u laştı rmak diye bir göreviniz var sizin. Bu
de aklım ıza şu soru geldi mi neden bir türk bilim a­ görevinizi yeri ne getirmiyorsunuz. Çarpıcı o l a n ı , çekici
damı kend isini Avru pa'da kanıtlamak zoru nda olsun, o l a n ı , para getirici olanı öne çı karmak a d ı n a olmad ı k
bir; iki ncisi, neden bir doçent tek bir makaleyle ya da uyarsız işler yap ıyorsunuz v e bu tutu m u nuzia bana
yabancı ülkelerden b i rinde yayı mianmış tek bir maka­ kal ı rsa insanları kendi nize bağlamak yerine onları
leyle profesör olma hakkı n ı a la bilsin? kendi n izden uzaklaşt ı rıyorsunuz. Bence b ı rakın i nsan­
Programcıya gidiyorlar, diyorlar ki falanca adam lar kendi yaşamlarını bildikleri gibi sürdürsün ler, gere­
bize tecavüz etti. Bu kaynak ziyan ed i l i r mi? Prog­ kirse yarg ı ç karşısı nda kozla rı n ı paylaşsı nlar. Siz de­
ramcı hemen davranıyor. Evla d ı m , bu adam sana ğerlerin peşi nde koşun, insanları değerlerle tan ıştı rın.
nasıl tecavüz etti? Ablacığ ı m , önce beni kan d ı rd ı seni i kide bir yaşasın sevgi gösterileri yapacak yerde sev­
işe alaca ğ ı m diye. Sonra gene beni kan d ı rd ı , benim g i n i n temellerini hazı rlay ı n . Toplu m u yerleşik yanlışla­
yatağ ı mda yatarsan çok iyi olursun diye. Ben de ne rından kurtarmakta büyük katkıları n ız olabilir. Ama siz
olaca ğ ı n ı bilemedim yaz ı k ki. Bir de baktım ki kızl ı ğ ı m ne yapıyorsu nuz, siz yeni yanlışları yerleştirmeye, ya­
gitmiş. Vay namussuz, ş i m d i g i d i p biz b u n u a d a m ı n sallaştı rmaya çal ı ş ıyorsunuz. Bu geri kal m ı ş ülkede bu
karısına sora l ı m . N u riye h a n ı m , kocanızın bir tecavüz­ oyun hoş bir oyun değil. Gün gelecek, insanlar sizi hiç
cü olduğ unu bi liyor musunuz? M i lyon ların karşısı nda �evmeyecek. Bunu siz de benim kadar biliyorsunuz,
zava l l ı kad ı n ezilecek büzü lecek, ezi l i p büzülü rken te­ anca k gündeliği kovalamaktan başka bir şey düşün-
levizyon kan a l ı na bol bol para kazan d ı racak. Tecavü:ce
uğrama şans ı n ı yitirmiş bütün garip tipler bu pog ı arn ı n
1 1
Bay Lunn' a Karşı
Mustafa Bayram MISIR

Batı marksizmi politik olarak iktidarsızd ır. Daha sayfada uyduraniara hadlerini bildirmektedir. (Kim bu
"bilimsel" bir ifadeyle teori pratik bağı, yani şu meşhur Stalinistler? Bu "nane"leri hep bunlar yiyormuş da, ha­
1 1 . tez, teorizasyonunu pratikte herhangi bir üretken i­ berimiz yokmuş.)
lişki haline getir(e)memesi dolayısıyla batı m arksizmi Bay Lunn, Lenin'den habersiz ve de külyutmaz bir
tarafı ndan teorik ve pratik olara k yoksanm ıştır. Marksist (yani Marksolog) olarak, Marx'ın "ütopyacı bir
Bu durum, batı l ı marksist düşünürlerin marksizmi devlet • tasarlad ı ğ ı n ı yazmaktadır. Lunn, s.26) Bay
salt bir düşünsel sürece indirgernelerini doğurmuş; M arksolog, maksizmin o kadar dışı ndad ır ki, tasarla­
böylece Marx, iktisatta Smith ve Ricardo'dan sonra, nan ütopyan ı n devletsiz bir toplum, yani komunizm ol­
sosyolojide Comte'dan sonra Tocqeueville ile birlikte, duğunun farkında bile değildir; ya da farkındaysa bile,
felsefede Alm a n idealizmi, Hegel ve çok istisnaen Alman idealizminin bir son olarak kurguladığı "devlet"e
Feurbach'dan sonra Nietzcshe ile birlikte anılan bir öylesine bağl ı d ı r ki, devletsiz bir toplum düşüneme­
dipnot düşünüro haline sokulmuştur. (Tüm diğer adlar, mektedir. Işte bu aynı bay, bize (yani Leninistlere)
karşı tarafı n, burjuvazinin "ayd ı n"larıdır. ) Marx dersi vermeye kalkmaktad ır.
Marx, batı markisizminin kendisini indirgerneye ça­ Neden? Çünkü, Alman idealizminin yiğit eviadı
l ıştı ğ ı kimliğin çok d ı ş ı nda, esas olara k bilimsel sos­ Marx, "durumun diyalektik çelişkileri dediği şeyi geliş­
yalizmin, diyalektik ve tarihsel m ateryalizmin öncü tirirken, tartıştığınız ("ifadeci" özgürlük ve şeyleşmiş bir
eylemci ve kuramcılarından biri, en önemlisidir. Yani, teknik "akıl"a karşı başlatılan sald ı rı üzerinde odak­
tarihteki ilk Marksisttir, Marx. landı) Alman geleneklerini, Almanya'da 1 840'1ar ve
Bu, belki de çok defa rastlanılan açıklamayı, batı 1 850'1erden kalan mirastn kötüye kullanılmasına karşı
marksizmi kaynaklı bir metni okumaya çal ı ş ı rken ye­ geliştirilmiş olan materyalist "bilim"den esinlenen
niden ve yeniden her marksistin yapması gerektiğini Fransız düşüncesiyle bağdaştıracaktı. (Lunn, s. 44)

düşündü m. Aman kimse sevinmesin, "bağdaştıracaktı", çünkü,


Metin, "Marksizm ve Modernizm: Lukacs, Brecht, "Hegel'in diyalektik mantığ ı , Marx ve diğerlerinin, özel­
Benjamin ve Adorno üzerine bir tarihsel inceleme• a­ likle sanayi işçilerinin ve giderek değişim geçiren
d ı n ı taşıyor. Eugene Lunn yazmış, Yavuz Alogan di­ entellektüellerin modernleştirici kapitalizm karşısında
limize kazandırmış (Alan, 1 995) Benim için adı olduk­ hissettikleri bu çelişkin u m ut ve düşkırıkl ığı, yükseliş
ça çekici, çünkü, uzun süredir marksizmin ve marksist ve çöküş deneyiminin belirli bir tarzda eklemlenmesi ne
estetiğin, modernliğin ve modernizmin eleştirisi oldu­ yardımcı oldu."(Lunn, s.44) Yani sorun Alman idea­
ğunu iddia ediyorum, marksizmi modernizme indirge­ lizminin düşkırıkl ı ğ ı , yiğit evlat Marx'ın da bu
rneye çalışan postmodernlere karşı. düşkırıkl ı ğ ına deva olma çabas ıdır.
Lunn aksini iddia ediyor. Bu yazıyı kaleme aldığım Bay Lunn'a Alman idealizminin tanrısı akıl fikir
s ı rada, Lunn'un metninin yaln ızca önsöz dahil "Karl versin. Kendisi ile esas derdimiz marksist estetiğin
Marx'ın Düşüncesinde Sanat ve Toplum• adlı i l k kıs­ temel yaklaşımların üzerine beyan ettiği engin fikirle­
m ı n ı bitirmiş bulunuyorum ve bu kadarı bile, batı rinden kayna klanmaktadır. Ancak, takdir edersiniz ki,
marksizminin Marx'a karşı giriştiği tüyler ürperten Marksizmi böyle algılayan bir a kademisyen kafa n ı n ,
tahrifatı n eleştirisi için gerektiğinden fazla malzeme onun estetik hakkındaki görüşlerini ne hale getireceği
sunuyor. malumdur ve biraz daha bu dehanın otuz sayfada
Lunn, öncelikle, batı marksizminin başvurduğu in­ marksizmi ne hale getirdiğini göstermek zaruridir.
dirgemelerden birine başvurmuş. Lunn'a göre, bunu Bay Lunn'a göre, Marx'ın sınıf mücadelesi ile ilgisi,
metnin "ruhundan" anlıyoruz, Marx Alman idea l izminin, yukarıda gösterdiğimiz Alman idealizmini kurtaran
kendisine maddeci demesine bakmayın siz, önemli kahraman olara k sanayi işçileri ile ilgilenmesi yanısıra
bir ard ı l ı d ı r. Şu fazlası vard ı r ki, Marx, Alman idealizmi şudur: Proleteryanın çektiği acılar."(Lunn, s.43) Bizim ,
ile Fransız Ayd ın lanması n ı sentezlemiştir. Marx, bu­ s ı n ı fsız toplum öğretisinin i l k bilimsel kurarncısı olarak
d ur. Başka hiçbirşey. . . Bundan sonra, Bay Lunn'un işi görüp, fikirlerinin görünür kıldığı ayd ı n l ı k yolda yürü­
çok kolayd ır. düğümüz, hatta yüzbinlerce yoldaş ı m ızı yitirdiğimiz
Nasıl mı? Şöyle, Marx, "sınıf mücadelesi" gibi bir Marx, gözüyaşlı bir entellektüelmiş meğer. . . Sanayi
tarihsel m ateryalist kategoriye sahip değildir. Marx'ı n devriminin kötülüklerini görmüş de, proleteryaya acı­
tarihi materyalizm şemasında "altyapı v e üstyapı" m ı ş; bu yüzden de işte asıl tezlerinin yan ı s ı ra
yoktur. Bunları, birileri uydurup Marx'a maletmektedir proleterya için bazı şeyler yazmış. Bay Lunn, 1 9 1 7 E­
ama külyutmaz M arksist Bay Lunn, çok değil otuz kim Devrimi'nden habersizdi r, hadi öyle varsayal ı m ,

12
ama insaf, Alman ulusunun iyi eviadı Bay Lunn, Al­ gerçekliğinin idealist bir tarzda ihmal edilmesinin so­
man proleteryas ı ndan ve onun tarihinden de mi ha­ nuçlarından biriydi.", pek kolay anlaşılmamaktad ı r. Bu
berdar değildir? işte, çevirmen Yavuz Alogan'ın bir kusuru yoksa, iddia
Marx'ı böylece düzeltir Lunn, Marksist kültürel teo­ ediyorum, bu cümlede herhangi bir anlam yok­
rinin, "genellikle 'altyapı' kavramının kaba bir uzantısı tur. Yalnızca, o da bir ihtimal, şöyle anlaş ı l ı r kılı nabilir:
olarak basitleştirildiğini" yazmaktadır. (Lunn, s.34) De­ bir özne ile. Dilbi lgisi öznesi değil, söylenenleri yapan
vam ı nda Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'nın bir özne. Bay Lunn'un tarihi materyalizmi tanımadığını
önsözüne sald ı rmaktadır. Neden? Çünkü, bu önsöz, göstermiştim. Bu durumda ne yapacağ ı n ı şaşıran Bay
tarihsel materyalizmin, Engels'in de ifadesiyle, en özlü Lunn, ne söyleyeceğini de şaşırmış olmal ı d ı r. Kendi­
şemalarından biridir. Önemi ve "meşhur"luğu da bun­ sini bir kez daha, Alman idealizminin tanrısına havale
dandı r. Bu yüzden, tarihsel materyalizme said ıracak etmek gerekmektedir. Zira, otuz sayfa içinde bu türden
olanlar öncelikle bu önsözle hesaplaş ırlar. Lunn da cümleler pek çoktur.
aynı işi yapıyor. Şöyle bir sonuca varıyor:"Bu meşhur Bay Lunn, esas olarak, sanatın bir üstyapı kurumu
pasaj ı n geri kalan kısmında, sanki insan bilinci nin ve olmad ı ğ ı n ı iddia etmektedir. Ancak, bunun yerine geçi­
kültürel faaliyetin ekonomik bir temeli yansıtan bir üst­ receği maddeci bir kavramsallaştırmaya da sahip ol­
yapıdan ibaret olduğu ve bu ekonomik temelin insan i­ madığı için yukarıda a kta rd ı ğ ı m ız Hegelci zırvalara
radesinden bağımsız nesnel bir veri olduğu ileri sürü­ sapla n ı p kalmaktad ı r. Elbette sanat, emeğin üretken
lüyor gibidir." (Lunn. s. 34) Ilahi Lunn, elbette, tam da faaliyetlerinden biridir; ama bu, tarihsel materyalizmin
öyledir. Bir farkla ki, buradaki "insan iradesi" benim şemasında üstyapısal bir kurum olmasını değiştirmez.
sözlüğümde "tekil insa n ı n iradesi"dir. I nsanların tarih­ Çağım ızda bir kültür endüstrisinin oluşması da bu du­
sel eylemleriyle yaratm ış oldukları koşullar (üretim i­ rumu değişti remez. Yalnızca, "şeyleşme" dediğimiz ol­
lişkileri) son tahlilde, "bu tekil insanın iradesinden ba­ guyu açıklar. Mücadele perspektiflerimiz, dolayıs ıyla
ğ ımsız olara k onu belirler. "Bay Lunn'un şu çok lafı n ı genişler. Yani, sanat ü rününün de pazarda a l ı n ı p satı­
ettiği diyalektik mantığa göre de, "insanlar-s ı n ıf müca­ lan bir meta haline dönüşmesini ve bunun sanat e­
delesi-tarihin motorudur ve insanlar "insanlar" olara k meği üzerindeki çağcıl olumsuz etkilerini anlaş ı l ı r kılar.
s o n tahlilde Tarih-toplumsal koşulları inşa ederler. Bay Lunn'un da buraya kadar pek itirazı yok gibidir. lti­
"Kendisi bir Alman olan ya da öyle değilse bir Alman razı, bu noktadan sonra sanatın sınıfsal bir içerik
hayra n ı olan ve Alman merkezli düşünen Lunn; öyle­ taş ıya macağ ına ilişkindir. Yukarıda gösterdiğim türden
sine Alman ulusçusudur ki, bu hususta, yine batı anlaşılmaz tümeelerin birinde, sanatın da sınıfsal kim­
marksizmi içinde kalmakla birlikte Fransız ekolunün liği kuran bir altya pı unsuru olduğunu imler gibidir.
bir iki metnine baksa ehven-i şer kabilinden yeteri nce Ancak, yaln ızca gibidir, çünkü bu, yine de tartışılabilir
aydınlanacaktır ama nafile, onuruna dokunur. bir tezdir. Sonunda böyle olmadığı görülür. S ı n ıf kim­
Bay Lunn'un derdi, artık anlaşılacağı üzere, Alman liği sanatsal bir kimlik olarak da gerçekleşir. (Bu konu­
idealizmini, özellikle de Hegel'i kurtarmak ve kutsa­ da lütfen bkz. Yeni insan Üst Eleştirici. insancıl,
mak. Yani şu: Marx için, gerçeklik, insana d ışsal, nes­ Haziran 1 994) Bay Lunn, açı kça çok daha farkl ı
nel bir gerçeklik değildir, insan tarafı ndan bilinç aracı­ birşey, insanların sanatla (özcesi düşünceyle) dünyayı
l ığıyla biçimlendirilir. Öte yandan, maddi temel, nes­ değiştirdiklerini iddia etmektedir. Dünyayı değiştiren
nel, ekonomik bir olgu değil, insan bilinci ve faaliyeti­ emeğin aynı zamanda sanatsal bir iş yaptığı söyle­
nin örgütlenmesidir."(Lunn, s. 34) Bay Lunn, bilmedi­ nebilir. Bu konuda mimari açıklayıcı bir örnektir. An­
"ğinden değil, işine öyle geldiğinden bize idealizmi cak sözkonusu olan edebiyat olduğunda; sanatın
M arksizm diye yutturmaya kalkmaktadır Bu güç bir iş Lunn'un pek kaba bularak reddettiği emekçi kitlelerin
olduğundan, "Marx, her ne kadar, Engels'in Anti­ bilinçlendiril mesi ya da Lenin'in ifadesiyle içlerindeki
Dühring gibi mekanik materyalist eserlerine göz yum- sanatç ı n ı n (yaratıcı-özgür üretici-bir emek etkinliği ola­
sa da . . . " diye durumu kurtarmaya kalkmaktad ı r ama rak) açığa ç ı karılması dışında, hiçbir taşı yerinden oy­
nafile ... Bu, yer yer eleştiririlecek aşırı l ı klar taşısa da ö- natamayacağı materya listlerce su götürmez bir ger­
zü itibariyle "doğru" (Marx'ı n şemasına uygunluk an­ çektir. Bu sanatı n üstyap ı kurumu olması demektir.
lamında doğru) önermeler içeren Engels özetleri, diya­ Her üstyapı kurumu gibi sanat da sınıflar çatı şmas ı n ı n
lektik materyalizmin insan bilincinden bağı msız olara k gerçekleştiği b i r aland ır. Yine her üstyapı kurumu gibi
maddi (nesnel) gerçekliğin varl ı ğ ı n ı , hem de insan bi­ sanat da sınıflar çatışmas ı n ı n sona erdiğinde toplum­
l incinden önce gelen varl ı ğ ı n ı açı kça belirlerler. Diya­ sal işbölümü dolayısıyla farkl ı laşan emeğin bir yaratı­
lektik olan, maddenin hareketi ve maddenin insan bi­ cı-örgür üretici- etkinliği olar-a k varl ı ğ ı n ı sürdürmeye­
linciyle kurduğu ilişki sürecidir. Bay Lunn, bu otuz cek, tarihin derinli klerindeki yerini alacaktır.- Çünkü o
sayfada 1 8 Brumoraire'den de söz etmektedir. Ama zaman yaşam sanatlaşacaktır. Yani, Bay Lunn, Marx
nedense, orada geçen artık bir marksist özdeyiş halini Alman ideoloj isinde hiç aceleci davranmamıştır;
alan "yaşamı m ızı belirleyen düşüncelerimiz değil, dü­ "sanatsal yeteneğin özel bireylerde toplanması ve halk
şüncelerimizi belirleyen yaşam ı m ızd ır" önermesi sayın kitleleri arasında yayg ı nlaşmas ı n ı n engellenmesi işbö­
bayı n a kl ı n ı n ucuna bile gelmemektedir. lümünOn bir sonucudur . . . Komünist bir toplumda res­
Bay Lunn, böylece belirlediği artık marksist deme­ samlar yoktur, olsa olsa diğer şeylerin yan ı s ı ra yanı
nin g ülünesi durumlara yolaçacağı, dolayısıyla Hegelci zamanda ressam da olan insanlar vardır."
demek gereken çerçevede sanat üzerine bir dizi laf Bay Lunn, "Daha sonra gelen pek çok "marksist" e­
etmektedir. Duran bir saatin günde iki defa doğru vakti debiyat eleştirmen inin aksine, bizzat Marx ve Engels,
göstermesi misali, "doğru" şeylerde söylemektedir sanat ve edebiyatı sadece bir s ı n ı f perspektifi ya da i­
söylemesine ya, bazıları, örneğin şu cümlede olduğu deoloji meselesi olara k görmedi." (Lunn, s. 3 1 ) buyuru­
g ibi, "Sanatın kavramsal düşüneeye tabi olmas ı , işçi yor. Bay Lunn, cahil olmadığına göre kasıtlı olarak
sın ıfının duyusal yoksuniuğu ve mutsuzluğu maddi böyle söylüyor. Bizzat kendisi Marx'ın Eugene Sue

13
meselesi" ne demektir? Ben, Bay Lunn'un derdini an lı­
yorum ama böyle bir ifade bozuktur, hatta yan l ı ştır.
Ben de bu "daha sonra gelen" marksist eleştirmenleri n
muhtemelen Bay Lunn'a göre yeteneksizlerinden biri
olarak söylüyorum, beğenmediği Stalinistler dahil me­
seleye böyle · bakan birine rastlamadı m. Bay Lun n,
"sanatı s ı n ı f mücadelesinin gerçekleştiği bir alan ola­
rak görmekten" sözediyor olsa gerek. Bu ikisi a rasın­
da dağlar kadar fark var . Bay Lunn önce bu farkı öğ­
rensin ondan sonra buyursun ne buyuracaksa . . .
Bay Lunn'un marksist estetik hakkındaki temel
tezlerinden biri de, marksist estetiğin modernizmle
barış ı k olduğu yolunda d ı r. Marksist estetik moder­
n izmle mücadele içinde gelişmiş bir kurarn olarak,
Lunn'un söylediklerini tümüyle yanl ı şlar. Lukacs üzeri­
ne kitap yazan Lunn'un bunu bildiğini varsayarak, te­
zini, ancak "marksist estetik modernizmle barı ş ı k ol­ Bir Düi}Ünce Suçlosuna
malıdır" gibi değer bildirir bir tez olarak anlaş ı l ı r kı labi­
liriz. Modernizmin marjinalesi muhalefeti bir köşeye bı­
rak ı l ı rsa, kapitalizmi hatta faşizmi alkışlamak şeklinde kızıl gülü yüreklerin
açığa ç ı kan temel işlevinin yani sefaletinin burada u­
zun bir teşhirini tekrardan yapmayacağım. Bay Lunn'a duyuyorum ayak s�slerini
bu hususta benim fazladan söyleyebileceğim çok şey
bulunmuyor. Zahmet edip marksistlerin gerek Ekim gözlerine ve parmak uçlarına dokunuyanun
Devrimi'nin inşa y ıllarında işçi devletinin içinden ge­
rekse de d ı şından modernizm üzerine yazd ıkları eleş­ sevinçlerine acılarına
tirilerin tek bir sayfasını okuması yeterli olacaktır. Ör­
nek olsun diye çok sonradan yazılmış bir pasajı a kta­
rıyorum: "Sorun, öncülerin (modernizmi n) ya da onlar­ üzüncüm yok diyorsun
dan önceki sanat akımları n ı n Sovyet halkları tarafın­
dan aniaş ı l ı p anlaşılmaması, yani yaln ızca bir konu ve kınlsa da kalemim
içerik soru n u değildir. Bilimsel sosyalizm, geçm işi
yads ı madığı gibi gelenekiere de s ı kı sıkıya bağ l ı d ı r. bedelidir diyorsun uyarımadın
Bu bağl ı l ı ğ ı , insa n l ı ğ ı n geçmişindeki bütün iyi, güzel,
ileri değerlere sahip ç ı kmak olara k değerlendirmek ge­ yol uzundur diyorsun
rekir. Ancak geleceği daha sağlam yaratmak için,
yürünmelidir ...
geçmişe eleştirici bir gözle bakar. Politik alandaki sı­
nıfsallığın belirmesi ile sanat alanındaki s ı n ıfsal l ı ğ ı n tel örgüler kesiyor voltanı
belirmesi arasında y a k ı n b i r ilişki vard ır. Bu ilişki her
iki s ı n ıfsallığın değerlendirilişindeki farkl ı l ı ğ ı da bera­
berinde getirir./Sorun, emperyalist burjuva toplumların
da arayış içinde olan öncülerin (modernizmin) devri­ yağmuru getireceğim gör�üne
mini yeni yapmış bir ülkede özgür kalmaları ya da
kalmamaları biçiminde ele a l ı n ı nca, o zaman sormak ve sevgilisi iklimi
gerekir: 'Kendisi insanların kaderlerinden ha reketlen­
iyi haberlerim var sana
miyorsa, o sanat, insanları nasıl harekete geçirecek­
tir?' Bu soru cevapland ırılamazsa şunu kabul etmek zincire vuramadılar sesini
gerekir: 'Batıda yaln ızca çeşitli estetik kaçış biçimle­
rinden beslenmekle kalmayarak burjuva yaşamına yankılanır !jimdi dağlarda
karşı öznel bir tepkiyi de yansıtan akımlardan yararla­
nan seçkin bir zümreye dönük anlaşı, Sovyet sanatına Ercan DEGİRMENCİ .
her zaman yabancı olmuştur."(Şölçün, Tari h Bilinci,
s. 1 60)
Bay Lunn'a otuz sayfada gösterdiği hünerler için
söyleyeceklerim bu kadar.
Bay Lunn ve gibileri hep varolacaklar. Soru n, on­
ların sahte marksizmleri karşısında devrimci
marksizmi savu nabilmekte: 1 1 .tezle bağları n ı kopa rta­
rak ölümünü ilan eden batı marksizminin cenazesini
kaldırmak yükü devrimci marksizmi n omuzları ndad ı r.
Bu basireti gösterip gösterernernek ikilemi ve sorumlu­
luğu bu toprakların devrimcilerinin önünde duruyor.

M.B.Mısır ile yazışmak isteyenlerin Insancıl Ankara


Temsilciliği adresine yazmaları reca olunur.

14
Demokrasi ve Devlet
Ali Osman ALAVOGLU

(Bu yazı Insancıl' ı n mayıs s·a yısında yeralan Mus­ maktan çıkmaya başlar ve söner. Mustafa Öz'se, ger­
tafa Öz'ün "Demokrasi Masa l ı . .. " isimli yazısına bir e­ çek devlet dendiğinde halkı tutan, eşitliği sağlayan,
leştiri olarak ele alınmakla birlikte, ele alın ış ı s ı rasında baskıcı olmayan bir devlet ta nı mlaması yaparak idea­
ilk amacı n ı aşıp genişlemiş ve daha genel bir yazıya list bir bakışla hareket eden sosyal demokrasinin
dönüşmüştür. ) düştüğü hataya gerçek demokrasi tan ı m la malarıyla
Demokrasi: düşüyor.
Herkes ağzında ucuz bir sakız çiğniyor; Demokra­ Biz işe demokrasinin tan ı m ı n ı yaparak başlaya l ı m .
si. Demokrasinin yerleşmesi, demokratikleşme vb. Tan ı m ı yaparken v e çeşitli toplum biçimlerinde de­
m asallar hergün devlet yöneticilerinin ağızları nda şa­ mokrasiden bahsederken burjuvazinin cambazlar ı n ı n
p ı rdayıp balaniaşıyor ve patl ıyor. Sadece onlarla ka­ söylediklerini değil, yapt ı kları n ı kendimize baz alarak
l ı nsa iyi, biraz sosyal demokrat, biraz liberal olduğunu ilerlememiz, kuşkusuz daha doğru olacaktı r. Çünkü
söyleyenler size çözüm olarak hemen demokrasiyi burjuvazi tarihe gelen en a ldatıcı sı nıftır. Geli r gelmez
gösteriyorlar. Gerçek demokrasi gerekliymiş bu ülke­ tarihi yeniden, kendine göre yazıvermiştir. Sömürüyü
ye! gizlediği gibi devlet ve demokrasinin de gerçek yönünü
Diğer taraftaysa bu safsataları eleştiren, proleterya gizleyebilmekte, sahte tan ı m lamalar yaratabilmektedir.
ideolojisiyle hareket etmek isteyenler yeral ıyor. Musta­ Demokrasi; " 1 ) Halk yönetimi 2) Halk çoğ unluğu­
fa Öz bunlardan birisi kuşkusuz. Ama o da, tüm bu nun iradesini egemenliğin kaynağı olarak kabul eden,
demokrasi masallarına alternatif olarak "gerçek de­ yurttaşiara yasalar ka rşısında eşitlik tanıyan devlet 3)
mokrasi"yi gösterm iş, sın ıfsız toplumla beraber ulaşı­ Yurtta şları n hak ve özgürlüklerinin simgesi" (2)şeklinde
lacak olan gerçek demokrasiyi! tan ı mlanmış. Üç tanımdan asıl önemli olanı bizce i­
Marksistlerin en çok düştükleri hatalardan biri kav­ kinci tan ı m d ı r. Demokrasi denilen şeyin "yasalar kar­
gayı, kavra mları idealize etmek olsa gerek. "Gerçek", ş ı s ı nda eşitlik ta nıyan devlet" olara k tan ı m lanması,
"en iyi", "asıl","halkçı" vb. idealleştiren kelimelerle dolu devletle demokrasinin ne kadar içiçe geçmiş olduğunu
birçok yazı mız vard ı r, bizi m. Oysa tarih hiç de ideal i­ göstermesi açısından önemlidir. Diğer tan ı miarsa yine
lerlemiyor. Kelimelerin durağan l ı ğ ı n ı hayatın diyalekti­ ikinci ta n ı m ı n çerçevesiyle s ı n ı rlanmıştır. Demokrasi­
ğine karışt ı rmamak gerekli. Say ı ların d u raçan l ı ğ ına nin bir devlet biçimi şeklinde tan ı_mlanmasıysa devlet
rağmen dinamiği açıklaya bildiği örnek a l ı nara k kelime­ söndüğü zaman varoluş koşulları n ı yitiren demokrasi­
lere yönelinmeli. Sözle, bilgiyle, sözü-bilg iyi yaşama nin de söneceği sonucunu ortaya koyar. Bu sonuçtan
uygulayabilme becerisi birleşmedikçe fazla bir anlam­ yola çıkarak akla şu soru gelebilir: "Ne yani, azı n l ı ğ ı n
l ı l ı k ortaya çı kmaz. Sistemin anlayışına karşı dururken çoğunluğa uymadığı bir toplum kuracağ ız?" En iyi
aynı platformda "biz daha iyi demokrasiyi kuracağ ız" yanıtıysa Lenin, Devlet ve ihtilal'de verir;". . . belki de
diyerek varolamayız. azı n l ı ğ ı n çoğunluğa boyun eğmesi ilkesine uyulmadığı
Yapılanlar/yazılanlar samirn iyetle yapılmış/yazı l­ bir toplumsal düzenin kurulmas ı n ı istemediğimizden
m ı ş olsa da (ki öyle olduğuna inanıyoru m . ) bu durum korkanlar çı kacaktır; Çünkü, demokrasi bu ilkenin ka­
kesinlikle hata n ı n üstünü örtüp, hafifletici bir neden o­ bulü demek değil midir?
lara k varolamaz. Lenin'in de belirtti ği gibi en büyük za­ "Hayır! Demokrasi ile azı n l ı ğ ı n çoğunluğa boyun
rarı bilmeyerek, farkı nda olmadan yapılan hata lar ge­ eğmesi özdeş şeyler değildir. Demokrasi, azı n l ı ğ ı n
tirir. Samirniyet tehlikelidir. çoğunluğa boyun eğmesini kabul eden, tan ıyan b i r
Marks, Engels ve özellikle Lenin devlet konusunda devlettir; başka b i r deyişle, demokrasi b i r s ı n ı f tara­
yaptıkları önemli incelemelerinde her zaman demok­ fından bir başka s ı n ıfa, nüfusun bir bölümü tarafından
rasiye yer ayırm ı ş lard ı r. Onların demokrasiye bakı ş ı n ı nüfusun bir başka bölümüne karşı sistemli zor uygu­
iyi incelemek, demokrasinin tan ı m ı n ı doğru yapa bil­ laması nı sağlamaya yarayan bir örgüttür.
mek gerekir. öncelikli olarak marksist bir tan ı m ya­ "Biz, devletin , yani örgütlenmiş ve sistemli zorun,
pı lmadığında varılacak sonuç; "Gerçek demokrasi, ilk genel olarak insanlar üzerinde uygulanan her türlü zo­
toplumlarda görülmüştür. Bir de Paris Komünü'nde run ortadan kalkmasını son erek olarak a l ı yoruz. Biz
elle tutulur gibi olmuştur, ancak uzun ömürlü olma­ azı n l ı ğ ı n çoğunluğa boyun eğmesi ilkesine uyulmaya­
m ı şt ı r. Bundan sonra da son, sın ıfsız toplumda görü­ cağ ı bir toplumsal düzenin çıkagelmesini beklemiyo­
lecektir" . (1 ) olur. Oysa gerçek demokrasiyi ara ma k, ruz. Ama, biz, sosyalizmi yürekten dileyerek inan ıyo­
gerçek devleti a ramak gibi birşeydir. Nasıl devlet de­ ruz ki, sosyalizm �vrimi içinde komü nizme varacak ve
diğimiz egemen s ı n ıfın egemenlik aracıysa demokrasi sonuç olarak, insanlara karşı zora başvurma zorunlu­
de öyle varolan bir gerçekliktir. Devletin sosyal izmle luğu, bir insan ın bir başka insana, nüfusun bir bölü­
birlikte devlet olmaktan çı kmaya başlayıp söndüğü münün nüfusun öteki bölümüne boyun eğme zorunlu­
gibi d�okrasi de sosyalizmle birlikte demokrasi ol- luğu büsbütün ortadan kalkacaktır; çünkü insanlar zor

15
ve boyun eğme olmaksızın toplum halinde yaşaman ı n devrimierin pratiğiyle olumsuzlanmış, emperyalist dö­
yal ı n koşullarına uymaya alışacaklardı r."(3) (Aitları nemde düzenli ordunun zorunlu olduğu sonucu çı k­
Lenin tarafı ndan çizili) m ı ştır. Ama bu, ordunun aynen korunacağı anlamına
Görüldüğü gibi devlet sorunuyla demokrasi soru­ gelmez. Bürokratik sorunlarsa genel hatlarıyla aynı
nunu birbirinden soyutlamak, en azı ndan herhangi bi­ şekilde benimsenmeye devam edil iyor. Memur ücret­
ri ni ta mamen görmezden gelmek olanaksızlaşmakta­ lerinin işçi ücretlerine eşitlenmesi, memurların geri alı­
d ı r. Demokrasinin de s ı n ıf sava ş ı m ı yla ilgili bir varolu­ nabilmeleri, vb. önlemler ve yasarnayla yürütmenin
şu vard ı r. Sınıf savaşım ıyla beraber belirmiş ve ge­ birleştirilmesi gibi uygulamalar bürokrasiyle boğulma­
l işmiş, egemen s ı n ıfın yararına olan bir örgüttür. ör­ yacak bir devlet için gerekiyor. Yasarnayla yürütmen in
neğin köleci toplumlarda demokrasiden sadece ser­ birliğine i l iş kin Lenin'in "eğer bizim için burjuva toplu­
best s ı n ı flar (köle olmayanlar) yararlanabilmiştir. As­ munun eleştirisi boş bir söz değilse, eğer bizim burju­
l ı nda burjuva demokrasisinde de d u rum pek farkl ı vaziyi alaşağı etme isteğimiz, . . . işçilerin oylarını avia­
değildir. Burjuvazinin demokrasisi kuşkusuz kendinden m aya özgü "Seçimlik" bir söz deği lse de ciddi ve içten
öncekilere göre daha ilericidir; çünkü o, diğer s ı n ı f ve bir istekse, demokrasiyi parlamenterizm olmaksızı n
zümreleri yanına alabilmeyi özgürlük, eşitlik kardeşlik düşünebiliriz ve düşün mek zorundayız" (5) demesi bir
sloganlarıyla başard ı ve yine halk yığınları n ı n baskı la­ a nlamda parlamenterizmin önünün kesil mesi ve
rıyla da olsa anayasa hazırlayı p parlemantci ve diğer Proleterya demokrasisi ve devletinin şeklinin tan ı m­
kurumla rı meydana getirdi. Gerçi un utmamak gerekir lanmas ı d ı r.
ki burjuv-a demokrasileri kendinden önceki demokrasi­ Marks ve Engels devlet üstüne bir yandan anarşist­
lerden daha i lerici olsa bile sonuçta, sayın Öz'ünde lerle diğer yandan devleti aynen ele geçirmeye çal ı şan­
dediği gibi egemenlerin bir yalan a racı d ı r ve elbette larla tartışm ış, hatta sosyalist ha reketler içindeki tehli­
yasalar karşısında eşitli kten bahseder. Basın özgürlü­ keli devlet kavrayışları sonucu Engels, Bebel'e Gotha·
ğü, iş hakk ı , örgütlenme özg ürlüğü vb. yasaları koyar Program Taslağı'nı eleştirrnek için gönderdiği mektup­
ama belirtilen özgürlükleri n kısıtlanmasına yönelik ta; "Proleterya devrimden sonra da devlete gereksinim
öyle kanunlar, öyle kurnaz söylemler vard ı r ki gerekti­ duyacaksa bunu özgürlük adına değil, düşmanlarını
ğinde hepsini teker teker geri a l ı r. Burj uva demokrasi­ baskı altında tutmak için duyacaktır. Ve, özgürlükten
sinde gerçek anlam ıyla burjuvayla işçinin, toprak a­ sözetmenin olanaklı olduğu gün devlet, devlet olara k
ğasıyla köylünün eşit olacağ ı n ı düşünmek zaten düpe varolmaktan çı kar. Bundan dolayı devlet sözcüğünün
düz çocukluk olurdu. "Adalet mü lkün temelidir." cüm­ yerine, biz her yerde, · frans ızca "Kom ün" Sözcüğünü
lesi, mülkle adaleti birleştirmesi, yani burj uva demok­ çok iyi karşı layan o nefis eski Almanca sözcüğün
rasisinin gerçek temel ini göstermesi açısı ndan anlam­ "ortakl ı k" (Gemai nwesen) sözcüğünün konmasını öne­
l ıd ı r. Burjuvazinin ideolojik kurumları tarafı ndan de­ rirdik." (6) demiştir. Gerçekten de sosyalist devletin
mokrasinin temel dayana ğ ı n ı n özel mülkiyete saygı hem devlet olup hem de sön üşe geçen bir olgu olarak
olduğunun her an ısra rla belirtilmesi düşündürücü devletlikten ç ı kt ı ğ ı n ı , klasik devlet tan ı m ı n a uymama­
değ i l midir? ya başlad ı ğ ı n ı gözden kaçı rmamak gereklidir. O güne
Demokrasinin tarihsel bir olay oluşu, s ı n ıf sava­ kadar azı n l ı ğ ı n egemenlik aracı olan devlet ilk kez ço­
ş ı m ı n ı n bir aracı olara k doğup gelişmesi ve a ncak öyle ğunluğun egemenlik aracı olmuştur ve, o güne kadar
varolabilmesi s ı n ıfların güç dengeleri ne göre deri de­ azı n l ı ğ ı n demokrasisi varken ilk kez sosyalizmle birlik­
ğiştirdiğinin hatta kimi zaman faşizm ve diğer olağa­ te çoğun luğun demokrasisi başlayacaktır. Ama bu
nüstü devlet biçimlerine yerini b ı ra kabildiğinin göster­ demokrasi burj uva demokrasisinden ilerde olmakla
gesidir. Farklı yönetim biçimleri ayrıca incelenmesi ge­ beraber, en yetki n demokrasiye doğru yönelişi kesinlik­
reken bir konu. (l lerde değineceğiz) le simgelemeyecektir. "Sımsıkı tutarlı bir demokratizm
Anlaşıldığı ü:ı:ere, bu inceleme, bir kez daha söyle­ kapitalist rej imde gerçekleşmesi olanaksız birşeydir,
yelim, ister istemez devlet sorununu da önümüze ko­ sosyalist rejimde ise tüm demokrasi sönerek son bu­
yuyor. Çünkü Engels'in dediği gibi "Devlet, daha çok, lacaktır."(?) Böyle bir sönüşün gerçekleşecek olması
to.plumun, gelişmesinin belirli bir aşamas ındaki bir ü­ haliyle s ı n ıfsız toplumla birlikte demokrasinin de dev­
rünüdür: bu toplumun, ön lemekte yetersiz olduğu uz­ letin yan ı n a , tarihin çöplüğüne atılaca ğ ı n ı ortaya ko­
laşmaz karşıtl ı klar biçiminde bölündüğünden, kendi yar. Engels "sosyal demokrat" adland ırmas ı n ı n ko­
kendisiyle çözülmez bir çelişki içine girdiğinin itira­ münist bir parti için yetersizliğini tartıştığı yazısında bu
fı . . . :'(4) ise burj uva demokrasileri de m utlakiyetle yöne­ sönüşü oldukça açık belirtm iştir." . . . ve bu sözcük
tememenin, başka türlü egemenliği sağlayamamanın, ("sosyal demokrat") gene de elverişsiz (unpassend)
halkın direncinin, gücünün kabul edildiğ inin itirafıd ı r. kalmasına karş ı n , ekonomik progra m ı yaln ızca genel
Devlet: olarak sosyalist değil, açı kça konünist olan bir parti i­
Marks ve Engels'in en çok önemsedikleri soru n lar­ çin son siyasal ereği tüm devletin, dolayıs ıyla demok­
dandır devlet soru nu. Lenin'in de dönemindeki sapma­ rasinin (altı n ı ben çizdim) ortadan kald ı rlması olan bir
lara karşı savaşı rken tekrar tekrar açıklayıp geliştirdiği parti için, gerekliğinde pekala kullan ı labilir. . . "(B)
bu sorunun çözümü devletin söneceğini söylemekle Mustafa öz ise demokrasiyi yanlış bir şekilde so­
başlar ama öncelikli olara k sönecek, sönebilecek bir yutluyor; çünkü devletle bağ ı n ı unutuyor. Ama tarihte
devletin oluşması gereklidir; yani proleterya devletinin. bu hatayı yapan ilk kişi değil;" . . . yukarıda değin miş
Proleterya devletiyse burjuvaziden devralınan bir dev­ bulunduğumuz yan ı l g ıya gerçekten sık sık düşül üyor;
let olamaz. Eski devletin tüm kurumlarıyla parçalan­ devletin ortadan kalkma s ı n ı n, demokrasinin de orta­
ması şartt ı r. Parça lanmadan en temel hatlarıyla bah­ dan kalkması olduğu; devletin sön mesi n i n demokra­
setmek gerekirse; bürokrasi ve düzenli ordu baş l ı kları sinin de sönmesi demek olduğu s ı k. s ı k u n utul uyor." (9)
ele a l ı nabilir. Düzenli ordunun olmaması gerektiğine i­ Demokrasin i n devletle bağ ı n ı göremeyen Öz dolayısıy­
lişkin görüşler günümüzde Sovyet ve diğer sosyalist la demokrasi tan ı m ı nda yaptığı hata n ı n sonucu olarak

16
devleti de yanlış kavrıyor, hata yapıyor. M ustafa Öz'ün olarak bile algılanabilirdi.
i ki hatası n ı n birleştiği paragrafa bir göz ata l ı m . Faşizm: Bir çeşit olağanüstü devlet biçimi.
"Şura s ı n ı bir kez daha vurgulamak gerekir k i bu (Am a c ı m ız faşizmin geniş bir tahlilini yapmak değil,
g ü n kü çağ ı m ızda "demokrasi" bir "sın ıfın devlet şek­ sadece M . Öz'ün değ i ndiği noktalara ilişkin görüşleri­
li"dir. Burjuva demokrasisi, gerçek"insa n l ı k" demokra­ mizi açıklamak olacaktır. Bu nedenle kimi konuların ü­
sisi değ ildir. Burjuva demokrasilerinde "demokrasi" e­ zerinden kabaca geçilmek zorunda kal ı n m ı ştır)
gemenlerin bir "yalan" aracıdır. Gerçek demokrasi, ilk Faşizmi tan ı m a k ve tan ı m la ma k, faşizmin doğduğu
toplumlarda görülm üştür. Bir de Paris Kom ü n ü'nde orta m ı , emperyalizmi, ta n ı mak ve ta n ı mlamaktan ge­
eller tutulur g i bi olmuştur ancak uzun ömürlü olma­ çiyor. Çünkü faşizm kapita l izmin son aşamasında,
m ı ştır. Bundan sonra da son, s ı n ıfsız toplumda görü­ em peryalizmde ortaya ç ı km ı ş bir gerçekliktir. "Emper­
lecektir, demokrasi . . . Bugünkü gibi s ı n ıfl ı topl um larda yalizm-ban ka sermayesi çağ ı , dev kapitalist, tekeller
ve onların "devleti"nin hüküm sürdüğü alanda çağ ı , tekeieı kapitalizmin büyüme yoluyla tekelci devlet
"demokrasi" aramak hayalden başka birşey deği ldir. kapita lizmi durumuna dönüştüğü çağdır(1 1 )" Tan ı m­
Sın ıfl ı toplumları n demokrasisinde "faşizm" vard ı r. dan da anlaşılacağ ı gibi, emperyalizmle birlikte, dev­
Böyle toplum larda egemenlerin ü rettiği ve demokrasi let, m üdahaleci bir kon uma gelm iş, değişime uğra­
diye yuttarmaya çal ıştı kları kavram faşizmdir. . . Çok m ı ştır. "Gerçekten, faşizmi anlaman ı n tek yolu bu ol­
partili sisteme dayanan parlamenterizm yasama , yü­ guyu, devletin işlevinin geçirdiği bu değ işikliği belirle­
rütme ve yarg ı erki gibi görüntüler biçimseldir. S ı n ı f yen bir aşama içine yerleştirildiği ölçüde gün ı ş ı ğ ı na
devleti nin kitleleri korkutma hatta yoketme araçları dır. çıkar. Yani emperyalist aşamada devletin bu işlevi fa­
Çağ ı m ızda emperyalist aşamada devletle bütünleşen şizm durumunda bir aşamadan öbürüne geçiş evre­
tekelci kapita lizm, insanların temel hakları n ı , düşünce­ sinde devletin oynadığı özel rolle anlam kaza n ı r (1 2)"
lerin i kısıtla m ı ş, faşizm aşamasına gelmiştir. Bu ne­ Öyleyse faşizm bir çeşit olaganüstü devlet biçiminden
denle burjuvazinin demokrasi dediği ve y ı ğ ı nlara sun­ başka birşey değildir. Emperyalizm, bu ilietin doğum
duğu aslı nda faşizmden başka birşey değ i ldir. . Yani koşulları n ı sağlayan "çevre" olma anla m ı n ı taş ı r. Fa­
demokrasi denen kuram bir devlet biçimidir." ( 1 0) alt­ şizm d ı ş ı nda bonapartizm, askeri diktatörlü k g i bi ola­
ları n ı ben çizdim) ğan üstü devlet biçimleri de vard ır ve hiç de birbirleriyle
Bu kadar doğruyla bu kadar yan l ı ş ı n bir paragrafa temas etmez durumda değ il lerdir.
nasıl sığdırı labildiği gerçekten düşündürücü. Ne, o M . Öz'ün de dediği gibi geberen kapitalizmin ( 1 3)
yan l ışlardan doğru lara ne de, o doğrulardan yaniışiara bugün demokratikleşme gibi bir kayg ısı yoktur. De­
ulaşmak olası gözükmüyor ama bu başarı lmış. Bir mokrasi, gerçekten, burjuva söylemde, yutturmacadan
yandan "gerçek demokrasi" havariliği yapalı rken diğer başka birşey değildir. En demokratik tekelci devletin
yandan yönetim biçi mleri nin hepsine "faşizm" damgası bile zor aygıtları, her zaman göreve hazır bekler. Bu
vurul uyor, hem de faşizm bir "aşama"olarak algı lana­ duru m , kesinlikle vurgulanmak, gözler önüne serilmek,
rak. burjuva demokrasisinin içyüzü gösterilmek zorunda d ı r.
Gerçek demokrasi diye birşeyin olamayacağ ı n ı Ama bu çirkin yüzü göstermek burjuva demokrasisi
yeterince belirtmiştik. Öz'ün burjuva demokrasisinin tan ı m ı n ı olduğundan başka bir anlama taşıyarak
gerçek insa n l ı k demokrasisi olmad ı ğ ı n ı söylemekle "faşizm" diye nitelerneyi ve böylece faşizmi de oldu­
başlayı p "gerçek demokrasi"nin yerlerini de gösteren ğundan başka bir anlama taşı mayı getirmemelidir.
(ilkel topl umlar ve kısmen Paris Kom ünü) yazısı ol­ Böyle bir hata büyük zararlar doğuru r.
. dukça ilgi çekici. i lkel toplumlar zamanında varolma- Günümüzde faşizme ilişkin tartışmalar hala sür­
yan bir şeyin m ü kemmelliğinden bahsetmek anlaşı l ı r mekte ve birçok görüş ortaya çıkmakta. Ama hepsinin
gibi değil. Paris Kom ü n ü konusunda ise gerçekten ortak bir yan ı var ki, o da faşizmi n sinsi, zeki ve kar­
haklıd ı r Öz; Çünkü ilk kez demokrasi çoğunluğun zor maşık (binbir çeşit yolla gelebilen ve binbir çeşitiilikle
aracı olmaya doğru yönelmiştir ama Mustafa Öz bu yönetebilen) bir devlet biçimi olduğu gerçeği. Daha
dağrusuna gerçek demokrasiye s ı n ıfsız toplumda u­ önce de belirtti k; faşizm dışı nda bonapartizm, askeri
laşı lacağ ı n ı söylemekle geçersiz kılm ış, demokrasiyi diktatörlük, demokrasi vb. birçok devlet biçimi vard ı r,
sönen değil gelişen bir olgu olarak ele almıştır. ve bu biçimler hiç de birbiriyle temas etmez değillerdir
Mustafa Öz'ün dediği gibi "çağ ı m ızda demokrasi Kelimelerin çerçeveleriyle s ı n ı rianmamak gerekir. Kimi
bir sı nıfı n devlet şeklidir" ve her zaman da öyle olm uş­ zamanlar askeri diktatörlü kler faşizme evrilebildiği,
tur. Demokrasiyi demokrasi yapan budur zaten. De­ hatta, faşizmle içiçe varolabildiği gibi demokrasi içinde
mokrasi zor uygulanması n ı sağlayan bir örgüttür. O faşist kurumlar da varolabilir. Kimi devlet biçimleri ya­
halde sın ıfsız toplumda hiçbir şekilde kendine yer bu­ lın zor temel ine otururken kimileriyse yoğun demogo­
lamayacaktır. Nasıl devlet süreç içinde yokalacaksa jiyle tutu nabilir. örneklemek gerekirse; Burjuva parle­
benzer şekilde demokrasi de sürece yayı la rak mentosunun tamamen işlevsiz k ı l ı nması, böyleli kle
yokolacaktır halkın her türlü demokratik hakkı geri a l ı n ı p , yükselen
Ama Mustafa öz "yani demokrasi denen kuram, bir devrimci hareketin önüne geçilmesi askeri diktatörlük
devlet biçimidir." demesine rağmen hem demokrasiyi yoluyla sağlanabil ir. Bu, ya l ı n zordur. ("Demogoji hiç
hem de devleti ya nlış tan ı m layı nca, gerçek demokrasi yoktur, halk iknaya ça lışılm az" denmek istenmiyor.
arayı c ı l ı ğ ına ç ı ktı. Doğal olarak burjuva demokrasisi­ Sadece biçimin oturduğu "temel" di kkate a l ı narak yal ı n
nin "ya n ı ltıcı olduğu sonucunu a bart ı p tüm yönetim zor ta n ı mlaması yap ı l ı yor. ) Ama faşizm deği ldir. Çün­
şekilleri ni faşizme endeksledi. Demokrasi devlet bağ ı n ı kü faşizm, tek baş ı n a "zor" anlamına gelmez. Böyle bir
kuramama n ı n , demokrasiyi idealize etmenin bu üzücü bakış, faşizmi n gel işteki kurnazlığı ve demogogluğunu
sonucunu bir de emperyalist aşamada devletin rolü­ gözlerden uzak tutar. (Bu kurnazl ı k ve demogogluk
nün artt ı ğ ı gerçeğiyle birleştirince, art ı k faşizmden hiç faşizm geldikten sonra da.sürer) Cunta sadece zor ile
kuşku duymaya gerek yoktu, hatta faşizm bir aşama tutu nurken, faşizm toplumun sosya-ekonom ik, politik,

17
kültürel yaşam ı n ı n her kurumunda s ı kı bir varol ma,
destek alma savaşı verir. Devletin ideolojik ayg ıtları
(cami, kilise, okul, sendika, medya vb. ) faşistleşme sü­
recinin en önemli araçlarıdır. Bugün Türkiye'de yaşa­
nan gerçek de; geniş halk kitlelerinin gözüne perde
çekmek, beyinlerinde bulan ı k l ı klar yaratarak gelişime
tepki vermemelerini sağlamak, böylece devrimci alter­ Hançerimde Hare Var
natifleri devletin zor aygıtlarıyla yoketmek değ i l midir?
Faşizm , kendinden haberdar olan düşma n ı n ı
çekil göğümden, maviyi kU§Iara
yoketmek için halkın onayı n ı al maya çal ı ş ı r v e belli
zamanlar için bunu başarır da. sevgiyi yürekten duyll.§lara bırak
Görüldüğü gibi; birçok devlet biçim i nden bahsetme ihanetin dilinde zlıl olursa söz
gerekliliği doğmuştur. M. Öz'ün savunduğunun tersine, çeliğin öpi.i.§ünde biçimlenir §afak
emperyalizmde birçok devlet biçimi olduğu ortaya sevdası ilkyaz karasevdası güz
çıkm ıştır. Faşizm, tekelci burjuvazinin bunal ı m süreç­
yemeni ıslak, çepkeni kekik kokulu
leri nden ç ı kışta kullandığı devlet biçimlerinden sadece
birisidir. Yeni bir "aşama" olarak görülemez. Bunalım­ bakı§ları tir§e koçaklar gelir
larda faşizm gibi sosyal demokrasi de alternatif ola­ bozkırın rengine ayarlı yüzleri
bil mektedir. yalçın dağların görkemine ayarlı
Kısaca; faşizm, emperyalizmin bir aşaması değil evrensel kılar a§kı/kucaklar gelir
emperyalist aşamada gözüken bir devlet biçimidir.
Burjuva demokrasisi ise, liberal döneme göre birçok
değişikliğe uğramasına rağmen gene de bir çeşit de­ hançerimde hare var gel gitme
mokrasidi r, faşizme eşitlenemez. Demokratik ülkelerin etme eyleme hançererne nara var
de zor örgütlerinin olması, burjuva demokrasinin sı­ ürkütme ceylanları avcı sanırlar
nırl ı l ı ğ ı bizi kand ırmamalıdır. Hangi s ı n ıfın demokra­ öyle uzak bakma. . . ı§ık ı§ık
sisi sın ırlı değildir ki' Bize sosyalizmin burjuvaları n ör­ huylanırlar/asiye çıkar adın
gütlen mesini kıs ıtlamayacağ ı n ı kim söyleyebilir? De­
UÇU§Iarı kinli demir kU§Iar gelir
mokrasi, hangi sı nıfın demokrasisi olursa olsun, so­
nuçta bir zor örgütü, bir devlet biçimidir. yerle yeksan olursun üzülür tarih
Mustafa Öz'ün demokrasilerin s ı n ı rl ı l ı ğ ı n ı göre­ aklın savkiyle dille§ kallavi
memesiyle devlet biçimlerini tek bir biçime faşizme da­ uçmak diyorsam alabildiğine mavi
raltmayı, (burjuva demokrasisini faşizm sanma­
yı)dolayısıyla siyasal bakış alan ını kısıtlamayı getirir.
hançerim hareli durll.§u külhan
Zor, s ı n ı rl ı l ık, olan herşeyi faşizm d iye n itelernek de­
mokrasiyi yanlış tan ı mlama yanı nda faşizmi basit bir eğri büğrü akar kızılırmak
zor aracı olarak tan ı mlamayı da getirir. Bu daralma bir arına arına m usta fa suphi diyarına
yandan faşizmi n varolmadığı dönemlerde bize ey akmaların sebili ömrüm
a ntifaşist m ücadeleler verdirirken diğer yandan da fa­ sen akmak mısın
şizmin sinsice gelişini göremememize neden olabilir.
varmak mısın o büyük kurtulU§a
Faşizmin yaşadığı dönemlerdeyse, faşizme bu tarz bir
bakış, onun olağanüstü gücünü, örgütlülüğünü kavra­ yosun üreten o durgun su
yamamayı, dalayısıyla yenilgiyi getirebilir. Yani, tüm orman sesine saldıran baltalar
mücadeleler politik facialarla sonuçlanabilir. talan emrine ramak kalır doğrusu
Son Söz: sürer o çılgın kavalamaca
Mustafa Öz'e düzenin demokrasi yal a n ı n ı deşifre kısıksa sesimiz
etme gayretinden ve kimi uyuşmad ı ğ ı m ız noktalarda
eylerse güzel eyler tutkumuzu
cevap yaza bilme, böylece kimi konulara değ i nebilme
olanağı ya rattığından dolayı teşekkür ediyoruz. gi.ili.i.§lerine gül di.i.§ürdüğüm ya§am

ya§am ki nasıl anlatsam


önce insan, sonra insanla ilgilidir.
(1) insancıl Mayıs Sayısı - Demokrasi Masalı... (Mustafa Öz)
(2) Marksist - Leninist Politika ve Ekonomi - Politik Sözlüğü Arif MADANOGLU
1 .Cilt) (Yeni Dünya Yay.)
(3) Devlet ve Ihtilal (Lenin)
(4) Ailenin, Özel Milikiyetin ve Devletin Kökeni (F.Engels)
(5) Devlet ve ihtilal (Lenin)
(6) Gotha Programının Eleştirisi (F.Engels)
(7) Devlet ve ihtilal (Lenin)
(B) internaltonafes qus dem Volksstaat (Engels-öl!lmünden iki
yıl önce yazdığı denemeler) (Aktarma:Devlet ve Ihtilal)
(9) Insancıl Mayıs Sayısı - Demokrasi Masalı ... (M.Öz)
(10) " " " " " "

(1 1 )Devlet ve ihtilal (Lenin)


(1 2)Faşizm ve Diktatörl!lk (Nicos Povlantzas)
(1 3) Geberen Kapitalizm, Dr. Hikmet Kıvılcımlı Emperyalizmi
Anlatmak için Kullanmıştır.

18
Eveleme-Geveleme
Kaan ARSLANoGLU

Insan soyu sürekli olarak gerçeğe yaklaşır. Gerçeğe edebiyatının temsilciliğini yapanları, bunu destekleyenleri, şii­
yaklaştıkça bilmediği gerçeklik alanının önceden kestirebildi­ rinde, romanında durmadan barları anlatanları isim vererek
ğinden daha geniş olduğunu görür. Önceden kabuJieneme­ teşhir edebiliriz. Ama hiç kimseyi barlarda sabahladığı, dur­
diği doğruları günün birinde benimser. Bu kez de başka doğ­ madan içki içtiği için eleştiremeyiz. Bu durumu o kişinin eser­
rulara karşı çıkar. insan ve bilgisi sürekli daha yetkine doğru lerini kötülamek için de kullanamayız. Çünkü kör kütük sar­
gelişir. Bu önlenemez, kaçınılamaz bir süreçtir. Ancak mü­ hoş biri (az bir ihtimal ama) çok güzel şiirler yazıyor olabilir.
cadeleli bir süreçtir. Karşıtlar çatışma halindedir, bir çelişme Çok mıymıntı biri ölmeyecek tipler yaratan ülkenin en iyi ro­
çözülünce daha üst aşamada başka bir çelişme doğar bilgi mancısı pekala olabilir. Biz tartıştığımız ya da teşhir ettiğimiz
sürecinde. kişinin eğilimini, savını tartıştığımız alan içinde değerlendir­
Daha sonra söz edeceklerimin bir özeti olan bu mek zorundayız. Bir kişiyle mi tartışıyoruz; o kişinin konuyla
"girizgahtan" sonra konuya girebilirim: Çileli bir mücadele so­ ilgili başka bir icraatını, eğilimini bilmiyorsak eğer, ona karşı
nucunda artık Insancıl kendi içinde ve dostlarıyla düzeyli tar­ yalnızca ve yalnızca yazısını kullanmak durumundayız. Me­
tışmalara girebilecek duruma geldi. Üstelik yazılarımız bizi a­ tinleri temel almak zorundayız. Ama o kişi diyelim bir sorum­
dam yerine koymayan, tek bir eleştirimize bile yanıt verme­ luluğa, bir örgütlülükteki göreve talip olur, diyelim yazarlar
yen "ustaların" pek çoğunun yazılarından daha çok okunu­ sendikası başkanlığına aday olur, yani ortaya kişiliğini koyar;
yor. Bu bir başarı ; ancak kavgayı kazandığımızı gösterir bir işte o zaman insaf ölçüleri içinde o şahsın kişiliğini de tartı­
başarı değil. "Ustaların" isimleri değişir, yüzleri değişir; ama şabiliriz. Benim "Kişilik ve Estetik" bağlamında gündeme ge­
sermaye yeni ustalar çıkarır karşımıza. Kısa zamanda sonu tirdiğim şey bilgimizin sınırlarını genişletmeyi hedefleyen ku­
gelmeyecek bir savaşı md ır bizim ki. ramsal bir konudur. Kişilerin kişilik özelliklerini ulu orta sergi­
lık söz etmem gereken tartışma adabıyla ilgili ilkelerdir. lerneyi hedefleyen bir anlayış degildir. Ama her zaman görül­
Bizimle ilgili başka dergilerde çıkan yazılarda ve insancıl'da düğü gibi bu bilginin de iyiye ve kötüye kullanımı olabilir. Eğer
kendi aramızda geçen tartışmalarda küfür, hakaret bulun­ biz bugüne kadarki yazılarımızda sözünü ettiğim ilke sınırla­
maması sevindirici. Şu var ki, dergiye gelen yazılardan bana rını zorlamışsak hata etmişiz demektir. Ayrıca tartışmalarda
okutulanlardan biliyorum; küfürün önünü tam olarak aldığımız zaman zaman başvurduğum ironide, doz aşımlarına düş­
söylenemez. Ister hukuki dava açmayı ya da düelloya daveti müşsam bunu da aynı anlayışla ele alma m ve ondan da vaz­
gerektiren bildiğimiz hakaret türünden olsun, ister kişisel a­ geçmem gerektiğini düşünüyorum. Şunu unutmamalıyız ki;
şağılama tarzında olsun, küfürün ne dostlarımızla ne düş­ hiç kimse kişiliğini başkalarına sergilemek, ispat etmek ya da
maniarımızia girdiğimiz pelemiklerde yarar getirmediğini, za­ yapıp ettikleriyle ilgili başkalarından onay almak zorunda de­
rarlarının ise çok olduğunu öğrenmeliyiz. ğildir.
Tartışmayı kişiselleştirmek: Cemil Güzey'in Insancıl'ın Tartışmanın kişiliğe dökülmesiyle ilgili en sık karşılaştı­
Eylül sayısındaki güzel yazısının konusu. O alanda ben de ğım durum psikiyatrist kimliğimin önüme çıkarılmasıdır. Sol
bir şeyler söylemek istiyorum: Tartışmayı kişiselleştirmek, çevrede insanların "uzman" kişilere tepki duydukları ve ya­
polemikte karşımızdaki kişinin kişilik özelliklerini ya da yaşam bancı oldukları, çekindikleri bir konuda o uzman kişinin söz­
seyrini ortaya dökmek hem konuyu bulandıran hem de hak­ lerini genellikle dinlemek istemedikleri bilinir. Bu basbayağı
Iıyı haksızı birbirine karıştıran demagejik bir yöntemdir. Bu­ geri ve gerici eğilimden yararlanmaya çalışmak da iyi bir şey
rada hemen Insancıl'ın ve benim çeşitli konuların gündeme olmasa gerek. Bu konuda eğer bazı "uzman" kişilerin insan­
getirilmesinde belli kişi isimlerini sıkça kullandığımız akla ge­ ları aldattıkları şeklinde bir sanı varsa ki (mümkündür); bu
lebilir ve söylenenlerde bir çelişme yok mu, denilebilir. Yanı­ kötülüğü aşmanın gelişmiş yolu o konuda "uzman" kişi kadar
tım şöyle: Pek yok. Kişilerin düşüncelerini, eserlerini, temsil bilgilenrnek ya da başka uzman kişileri tartışmaya katmaktır.
ettikleri eğilimleri isim vererek sergilemek başka şeydir, ko­ Başka ve daha önemli yakınmam tartışmaya giren kişi­
nuyu kişiselleştirmek farklı şey. Söz gelimi biz, yazarların lerin metinleri ya da eserleri iyi okumamalarıdır. Bizim gele­
barlarda sabaha dek içtiğini, bir bar edebiyatı doğduğunu, neksel polemik anlayışımız cımbızcılıktır. Bir metindeki işe
bar edebiyatının kötü bir edebiyat olduğunu söyleyebiliriz. Bar gelen yerler alınır ve karşıdakine oradan yüklenilir. Halbuki

19
metinde o konuyu başka türlü açımlayan gayet net başka i­ Bana göre bir toplumda, bir partide veya devlette yaşamı
fadeler de bulunmaktadır. Ya da metin tamamen bırakılır, i­ sürükleyen insanları kabaca beş grupta ele alabiliriz. Bu sos­
kinci üçüncü el yorumlardan kişinin ne demek istediği çıka­ yalist topluluklar için de, hatta daha çok onlar için geçerlidir:
rılmaya çalışılır. Veya kişinin gündeme getirmek istediği, 1 - Çok iş yapıp aynı zamanda özgür düşünebilen, gerekti­
hatta açık açı k sorarak altını çizdiği bazı konular "ihmal" edi­ ğinde muhalefet edebilenler (verici tip), 2- Çok iş yapıp ikti­
lir. Bunun tartışmayı kazanmayı hedefleyen küçük kötü niyet­ darı muhalefeti düşünmeyenler (verici tip), 3- Çok iş yapıp
lerden değil, yalnızca dikkatsiziikten kaynaklandığını kabul daha çok iktidarı hedefleyenler(dengeli tip), 4- Az iş yapıp,
etmek durumundayım. Çünkü sevgideğer Cengiz çok muhalefet edenler (alıcı tip), 5- Az iş yapıp iktidarı hedef­
Gündoğdu'nun bana cevabi yazısında bile aynı hataları gör­ leyenler (durmadan alıcı tip). Burada işten kastettiğim bas­
mek mümkün. Bu böyle olmasaydı işler çok daha kolay ola­ bayağı iş olabileceği gibi, mücadele, özveri vb. olabilir. I kti­
caktı . Belki de hepimizin anlayışında biraz küntlük var. He­ dardan kastettiğim ise sivrilme, rant yiyebilecek duruma gel­
pimizde biraz hinoğlu hinlik var. Belki değil kesin böyle. Yok­ me, yönetme durumudur. Bu beş grubu başarı şansiarına
sa lnsancıl'ı yalnızca dört beş sayı çıkararak Star Sistemini göre dizdim. Birinci grup en şanssız gruptur. lik üç grubun
devirebilirdik. Örneğin edebiyattaki temel tezlerimiz aslında bireylerinin başarı şansı uzun vadede düşüktür. Zaten çoğu
beş yıl öncekiyle aynı. Aynı şeyleri biraz daha geliştirerek, on kısa ömürlüdür. Dördüncü gruptakilerin çoğu bir yolunu bu­
kere yirmi kere tekrarlayarak ancak milim milim ilerleyebiliyo­ lup kendilerini kurtarırlar. Beşinci gruptakiler ise er geç ikti­
ruz, öyle değil mi! Benim de daha önce yazdığım birçok şeyi darı ele geçirirler. Sosyalist ülkelerde devrim ateşi söndükten
bu yazıyla yinelernem gerekecek.( 1 ) bir süre sonra iktidarı ele geçirenler beşinci gruptakilerdir.
lnsancılın Işlevi Geçmişte ve bugün uzun vadede birçok örgütlenmede ipleri
Bir alegori yapalım. Kentte bir toplum yaşıyor. Toplumun ellerinde bulunduranların çoğu da bu tip insanlardandır. So­
suya gereksinimi var. Pis sular içiyor insanlar, hastalıktan lun resmi tarihi beşinci grup solcuların tarihidir. Bu Marksist
kırılıyorlar. Az ötede temiz bir kaynak olduğunu biliyoruz. Bir olmayan bir tarihtir. Ya dogmatiktir, ya revizyonist ya
grup insan suyun oradan kente taşınmasında hemfikir. A­ reformist. Çünkü bu tip insanların Marksist olmalarına istese­
damın birinin küçük bir kovası var. Gidip gelip o küçük ko­ ler de imkan yoktur. Bunlar ancak Marksisist ya da
vayla su taşıyor topluma. Başka birileri diyor ki; su öyle ta­ Marksolog olabilirler. Biraz kaba bir anlatım oldu ama ziyanı
şınmaz, büyük damacanatarla taşımak lazım, onu da sırta yok. insancıl'ı bilmem ama ben birinci grup insanlardan ya­
almak lazım. Doğru,diyor adam; öyle taşımak gerektiğini bili­ nayım. Yazının başında belirttiğim gibi çok uzun vadede in­
yorum, ama benim gücüm bu kadar. Gücüm olursa öyle de sanın gelişimi bu tip insanların sözlerini, yaşamlarını haklı çı­
taşırım. Öbürleri burun kıvırıyor. Sonra adam bir bakıyor ki; karacaktır. Ama o uzun vade onlarca, belki yüzlerce kuşak
sırtlarında büyük kapları olanlar ancak bir kovalı k su boşaltı­ alabilir.
yorlar içine. Kimisi bırakmışlar sepetlerini yatıyorlar ağaç alt­ Görüldüğü gibi bunların "4. Enternasyonal gevelemele­
larında. Kimisi de yalnızca zengin evlerine su taşıyor. Adam ri"yle hiçbir ilgisi yok. Ayrıca "masa başında" yazılmış şeyler
diyor ki; Hey! Siz benden de az su taşıyorsunuz! Birden öfke­ de değildir. Eskiden masa başında yazardım, doğru. Yazıla­
Ianiyar herkes ona. Haddini bil, diyorlar. Başka birileri daha rımı sokakta veya kırda değil masa başında yazardım. Bir
var: Kapları çatlak. Su daha yarı yolda boşalıyor yerlere, or­ dostum çok ucuz bir bilgisayar buldu bana; o tarihten beri
talık çamur içinde kalıyor, yürümek mümkün değil. Kente bu bilgisayar masada, klavyesi dizimin üstünde. Yani diz başın­
çatlak kaplarla ancak bir avuçluk su götürülebiliyor. Hey! da yazıyorum.
Damacanalarınız çatlak diyor kovalı adam. Delik kaplıların Şimdi bir şeyi daha eklemek istiyorum: Birçok yerden
kimi telaştan hiç duymuyor, kimi de şöyle bir bakıp geçiyor. benzer tepkiler geliyormuş, demek ki kendimi gözden geçir­
Sosyalist Politika'da Nevzat Levent Taşçı'nın insancıl meliymişim. Tepki gelsin diye yazıyorum zaten; belli klişeler
hakkında yazdıklarına gelmek istiyorum. "lnsancıl'ın kültür parçalansın diye. O klişeler parçalanmadan da biz kendi ha­
sanat alanında sürekli deşifre ettiği, burjuva ideolojisinin kül­ limizde milim milim ilerlemeye devam ederiz, ama niye öyle
tür sanat alanına nasıl sol eliyle sızdığını sergilernesi sahip olsun. Bizim solumuz onları eleştirmediğiniz sürece her türlü
çıkılması gereken bir üretimdir," diyor Taşçı. Bu çok önemli burjuva sanatına açıktır. Yazı mı yazacaksınız, siz büyüksü­
bir saptamadır. Insancıl'ın beş yıldır anlatmaya çalıştığı du­ nüz, bir tanesiniz diye başlayın da, altında ne saçmalarsanız
rumdur. Bu noktaya kolay gelinmedi. Sabırlı, çileli bir müca­ saçmalayın, kabulleridir. Alanlarına girer, hele ki onları eleşti­
deleyle gelindi. Çeşitli gruplardan delik kaplı bir çok devrimci rirseniz kaplan kesilirler, ama ilgi alanlarının dışına çıkarsanız
artık insancıl'ı ilgiyle okuyor, lnsancıl'a yazılar yazıyor. Bunu yine size kucak açarlar. BO'den sonra solumuz beyaz adamın
ne yakınmak, ne de övünmek için söylüyorum. Niye yazdı­ sözcülerini el üstünde tutmakta birbiriyle yarış içine girmiştir.
ğımı az sonra söyleyeceğim. Ancak Taşçı'nın bazı yanılgıları (80'den önce bunu birkaç akım yapıyordu) Bizim derdimiz
var. insancıl'ın ve benim, Taşçı'nın iddia ettiği gibi "aslında budur. Yazında, kültürde, sanatta hatta felsefede sol bizim
bu işi sizden daha iyi yaparız ama bizim işimiz, başka," tü­ mücadele ettiğimiz güçlerle birleşmektedir. işte Evrensel Ga­
ründen bir yaklaşımı kesinlikle yok. Hele bıçkın tavrı hiç yok. zetesi, işte BSP'nin Barış Etkinlikleri.(3) Biz politik alana gir­
Aksine benim söz konusu yazım lnsancıl'ı abartmaya başla­ meyeceğimizi, hiçbir sol akıma rakip olmayacağımızı ifade
yıp, ya da başka nedenlerle ona değişik misyonlar yüklemek ediyoruz. Sol da hiç değilse bizim alanımızda bize köstek ol­
isteyenlere bir yanıttır. Ayrıca çok açı k sözlü, pek çok kişinin masın.
cesaret ederneyeceği kadar dürüst ve net aniatımlı bir yazı­ Bölüm başında Insancıl olarak buralara çok zor geldiği­
dır. Bunu da övünmek için söylemiyorum, yalnızca böyle bir mizi söylemiştim. Şimdi "organik aydın"lara ya da "Marksist
yazının bile nasıl farklı anlaşılabildiğine gösterdiğim şaşkınlığı omurgalı aydınlar"a sözü getireyim. Bu Marksist omurgalı
belirtiyorum. Ayrıca şu var ki: -bu sözüm hem Taşçı'ya hem aydınlar beş yıl boyunca mücadelemize tek cümlelik destek
başkalarına- Ne lnsancıl'da, ne de benim tek bir yazımda ör­ sağlamadılar. Tek bir sözcükleri bize büyük güç verirdi, fakat
gütsüzlük, seyircilik propagandası gösteremezsiniz. Aksine onlar kulaklarının üstüne yattılar. Hatta bununla kalmayıp
mücadele (hatta başarı şansı olmasa bile) ve örgütlenmeye değişik platformlarda beyaz adamın sözcüleriyle işbirliği
övgü niteliğinde sayısız ifadeye rastlarsınız. Biz yalnızca de­ yaptılar. Yine de bundan sonra bizi desteklerlerse seviniriz.
lik varillerden söz ediyoruz. O delik varillerle su taşınamaya­ Ama söyleyin onlara; kollarında piyasa edebiyatçıları, yazar­
cağını söylüyoruz. Üstelik bunu boğazımıza bastıklarında ları, felsefecileriyle bir daha otlaklarımıza girerlerse, onları da,
mecburen söylüyoruz.(2) Birçok iyiniyetli, coşku dolu insanın hem de tam omurgalarından okiarnaktan çekinmeyiz.
mücadele dışında kalmayı kolaylıkla akıllarına uydurabilme­ Ben Ml Biz Ml?
sini sağlayan nesnel koşullara (sosyalist yapılanmaların ideo­ Taşçı'ya göre Insancıl Marksizmin bilimsel yönünü ön
lojik açmazları na) dikkat çekiyoruz. plana fazla çıkarıyor, siyasi yanını zayıflatıyor. ·oysa şöyle
20
düşünse birçok sorun kendiliğinden çözülecek: Marksizmin sosyalist ülkeler deneyiminin yaşanmamış olmasıdır. Bir de
siyasi yanının zayıflaması, onun bilimsel özünden, yani yön­ bazı bilim dallarının o tarihte henüz emekliyer oluşu rol oy­
tem sağlamlığından uzaklaşılmasından kaynaklanıyor. Bunu namıştır bunda. Iyi ki de rol oynamıştır, çünkü sosyalist ülke
becerenler de 3. Enternasyonal partileridir. 2. Enternasyonali hapishanelerinde ölmekten kurtulmuşlardır. Bu işin şakası.
tartışmıyorum bile. Ama o işin politikası; biz kendi maselemi­ Yine de az sonra aşağıda göstereceğim alıntı Lenin'in
ze dönelim. Leninistliğinden şüphe ettirecek cinstendir.
Afşar Timuçin'e göre bilinç ve benliğin hem ortak yani Sosyalistlerin psikolojiye gereksinimi vardır. Inatla diren­
toplumsal, hem de ayrı yani bireysel bir yanı vardır. Gelişmiş seler de vardır. Yetmiş yıllık sosyalizm deneyini bir değil iki
bilinç ve benlik de ayrılık ve ortaklık özelli kleri yüksek bilinç­ değil birçok kanaldan incelemeleri gerekmektedir. Bu ülkede
tir. Bu bence tam da Marksist bir bilinç kavrayışıdır. Ama yüzbinlerce eski solcunun nasıl olup da çocuklarını göndere­
dogmatik Marksizm bu anlayışı yok etmek için uğraşmıştır, cekleri kolejden, yazın gidecekleri tatil sitesinden alacakları
hala da uğraşmaktadır. Sovyetler Birliği'nde rejim "ben" i yok arabanın markasından başka bir şeyden söz etmeyen insan­
etmeye kalktı. Beni geliştirebilecek her türlü etkinlik sanat, lar haline geldiğini izah edebilmeleri gerekmektedir. (Yanlış
psikoloji kısırlaştırıld ı . Oysaki feodal ya da kapitalist anlamda anlaşılmasın; bu insanları sevmediğim ve küçümsediğim
değil, gerçek anlamda "biz"i oluşturacak şey gelişmiş, yetkin­ sanılmasın. Içlerinde bir bölümü şimdikilerden de cesaretli ve
leşmiş bireylerdi; bu, unutturulmaya çalışıldı. Sonunda tarih çok daha nitelikliydi, ayrıca şimdikilerden daha çok iş yapı yor­
hakkını aldı. Gerçekten de, hiçbir merkez komite kararı lard ı . ) Belki de kimsenin derdi değil, insanın ne olduğu ne o­
"ben"i ortadan kaldıramaz. O "ben" her sı kıştığında kendini lacağı . "Devrimin ve partinin yüksek çıkarları"ndan söz eden,
dayatır. Bu sıkışma iyi bir yolda da olabilir kötü bir yolda da. "parçanın bütüne feda edilmesini" doğal karşılayan insanlar
Bir şeyin paylaşilması, birkaç saatlik emek ya da az bir para her zaman çıkacak. Bunların üç dört yı lda bir isimleri, yüzleri,
istenmesi, birlikte yaşama, birlikte çalışma, savaş, işkence, kılı kiarı değişecek, ama böyle insanlar bayrağı elden ele taşı­
ölüm tehdidi vb. . . Bu anlarda kişinin gelişmişlik düzeyi belli yarak mücadeleyi sürdürecekler. Eskileri düşünen ben, hiç
olur. Bu anlarda "devrimin ve partinin yüksek çıkarları" kişinin değilse birkaç kuşak gördüm. Ama yazık değil mi Cengiz
tavrının belirlenmesinde bir dış etkendir. Kişi belli bir geliş­ Gündoğdu yaşındaki insanlara.
mişlik içindeyse, sorumluluk ve onur duygusu yüksekse, sö­ Sanat Eleştirisi
zü pek fazla edilen bu etmen onlar üzerinden ve daha kar­ Grup Yorum'la lbrahim Demircan arasındaki tartışmayı
maşık yakın insani imgeler üzerinden etkisini gösterir. Ge­ Insancıl'da izledim. Grup Yorum'a göre yaptıkları müzik dev­
lişmemiş insanda ise hiçbir etki göstermez. Zaten işin aslına rimci müzik. Peki Neden? Grup Yorum devrimci insanlardan
bakarsanız "devrimin ve partinin yüce çıkarlarından" herkes oluşuyor, yaptıkları müzik devrimci çevrenin duygusal ge­
söz eder ama, en çok söz eden başlangıçta sözünü ettiğim reksinimlerine sesleniyor, müzikte devrimci temalar işleniyor;
beşinci grup insanlardır. Bunların biz ve ben anlayışlarının müzikleri devrim cephesinin militan müziği oluyor dolayısıyla.
kapitalist ya da feodal ben ve biz anlayışlarından pek fazla Bu söylenenlerden kuşkum yok. Ama Grup Yorum yine de
farkı yoktur. Daha çok "biz" lafı edilerek belirli benierin haz devrimci müzik yapmıyor. Devrimci olmakla, devrimci dü­
merkezlerinin daha çok tatmin olması sağlanır. şünmek nasıl farklıysa, devrimci olmakla devrimci sanat
Insancıl'da pek fazla geçen ve bu yüzden yadırganan yapmak birbirinden o kadar farklı çünkü. Müzikten iyi ania­
"ben" gelişmiş bireyler yaratma özleminin bir ifadesidir. Ayrı­ yanlara sordum: Grup Yorum'un müziği ne içerik ne de biçim
ca biz demenin daha doğru bulunduğu bir ortamda, biz diyen­ açısından yeni bir gelişme göstermiyor. Yeteneklerini takdir
lerden bazılarının aynı zamanda "ben" de diyebilmeleri bir de etsem, parçaları hoşuma da gitse bana da öyle geliyordu
cesareti gerektirir. Çünkü gözler böyle bir ortamda "ben" di­ nitekim. (Hoşlanmakla güzel bulmak farklı şeylerdir, anımsa­
yenin üstüne çevrilir. O kişinin eğer saklamak istediği şeyler tıyorum. )
çoksa bunlar kolay açığa çıkar. Ancak saklayacağı kirli şey­ Siyasal Islamcı Ulvi Alacakaptan'a göre· asıl olan
leri bulunmayan kişi rahat rahat "ben" diyebilir. Bu "ben" ve müslümanlık. O yüzden ben önce müslümanım, sonra tiyat­
"biz" tartışması toplumcu bireylerde zaten ilk aşamada öğ­ rocuyum; tiyatrom o kadar güzel olmasa da olur, yeter ki da­
renilmiş ben-biz ikileminin aşılmış halidir, yani üst düzey bir vama hizmet etsin diyor. Alacakaptan bunları söyleyebilir.
tartışmadır; bilmem vurgulamaya gerek var mı? Ama bazıla­ Çünkü onun bilinçleri ışıtmak diye bir sorunu yok. Ama sol
rınca anlaşılmadığına göre demek ki var. çevrelerde de benzer anlayışlar hüküm sürüyor. Hatta
Bir süredir bana psikolojizm yaptığım, biyolojizm yaptı­ insancıl içinde bile bazı arkadaşlar önce sosyalist olduklarını,
ğım yönünde eleştiriler geliyor. Bu arkadaşları bir kez daha sosyalist sanatın davalarına tabi olduğunu söylüyorlar.
insafa çağırırım. Bu ül kede değme okumuşlarımız daha psi­ (Aynen bunu söylemiyorlar tabii, buna benzer şeyler söylü­
kologla psikiyatrist arasındaki farkı bilmiyor. Değme solcula­ yorlar.) Oysa burada yapay bir ayrım var. Üstelik bu yapay
rımızın psikoloji deyince ödleri kopuyor. Birçok aydınımız ayrım sosyalist sanatı baltalıyor, sosyalist eleştiriyi baltalıyor.
Darwin'in evrim teorisiyle, Lamare'ın evrim teorisi arasındaki Çünkü bir insan çalıştığı alandaki etkinliği ölçüsünde, o alan­
farkı bilmiyor. Bu ülkede nasıl pisikolojizm, biyolojizm yapılır. da ulaştığı nitelik düzeyinde devrimcidir ancak. Daha doğru­
Burada olsa olsa politisizim yapılabilir. Çünkü bu ülkede her­ su yaptığı işin devrimciliği o düzeydedir. Diyelim devrimci bir
kes politikadan anlar. Herkes politiktir. tiyatrocu. Tiyatrosunu devrimciler izliyor ve beğeniyor. Salt
Insanda bilgi fobisi vardır. Yeni bir şeyi öğrenmek iste­ bu, o tiyatroyu devrimci yapar mı? Yani tiyatro alanında dev­
mez, sıkılır. Bende de var bu fobi. Belli bilim alanlarında yeni rimci yapar m ı ? Yapmaz. Tiyatrosunda yeni bir şeyler olma­
bir şeyler okumaktan kaçınırım. Temel bilgi olarak her aydı­ lıdır o sanatçının. Ya da yeni bazı düşünceleri, tartışmaları
nın bilmesi gereken bazı şeyleri bilmem. Bizim solcularımız­ gündeme getirmelidir. Bu anlamda nitelikli olmalıdır. Niteliği
da da bireyi anlama fobisi vardır. Psikolojiden, biyolojiden o düşük bir devrimci sanat olabilir mi? Olurı Tek bir koşulla: E­
yüzden nefret ederler. Toplumu anlama konusunda o denli ğer o güne dek diyelim tiyatroyla ilgilenmemiş, ya da müzik
donanımlıyken onu anlayamamaktadırlar; birileri kalkmış ön­ yapmamış sıradan insanları, emekçileri sanat üretim etkinli­
lerine yeni bir şeyler getirmektedir. Olacak şey midir bu! Za­ ğinin içine aktif olarak katabilmişse sanat, bu da devrimci bir
ten Marks, Engels, Lenin'de birey konusunda fazla şey yok­ sanat kabul edilmelidir. Ama bir tiyatro, diyelim fabrika fabri­
tur. Stalin'de de yoktur, çünkü vakit bulamamıştır. Düşünen ka dolaşıyor, kötü (ya da görece iyi) bir biçimde, bilinen dü­
tüm kafalar yok edildiğinden, dilden, ulusal soruna, diyalektik­ şünce kalıplarını oyunlarında yineleyip duruyor. Bu tiyatroya
ten, tarıma varıncaya dek her konuda kendi yazmak zorunda devrimci tiyatro denilebilir mi? Bana göre denemez.
kalmıştır. Bereket ki, genatiği Lisenko'ya bırakıp o işten kur­ Sosyalist sanat eleştirisinin de bu anlamda değişen yeni
tulmuştur. (4) duruma özgü yeni düşünceler geliştirmesi gerekir. Oysa bazı
Üç ustanın birey konusunda yazmamalarının nedeni arkadaşlarımız yazını eleştirirken soğuk savaş yılların ı n es-

21
tetik kuramlarıyla yetiniyorlar. Üstelik o yıllardakinden de geri l e r sonucu t e k insanın o günkü toplumsal varlığının ortaya
anlayışları savunuyorlar. Bu arkadaşlara göre diyelim iyi bir çıktığını söylüyorum. Burada hangi etmenler ne oranda etki­
romanda mücadele eden, yılmayan işçiler olacak, çelik gibi leyici ne oranda belirleyicidir, diyalektik olarak kesin bir şey
bir parti olacak, kararlı ileriyi gören devrimciler anlatılacak. söylemek olanaklı değil. Çünkü bu çok karmaşı k bir süreç.
Peki nerden bulacağız hayatta bu tipleri n , partilerin, sınıfların Ama vurgulamak istediğim şey, belirleyici sözünü ister kulla­
karş ı l ı kları n ı . Zorlayarak bulabiliriz, belki de zorlamak gerekir. nayım ister kullanmayayım genetiğin ve kişiliğin rolünün çok
tamam bunu kabul edebilirim, fakat tüm eserler zorlamaya mı önemli olduğudur. Insanın giderek kalınlaşan bilgi birikiminin
dayanacak? sonucu olan bu görüş çeşitli çevreler ne denli itiraz ederlerse
Sıradan insanları anlatamaz mıyız? Ya da seçkin insan­ etsinler giderek egemenlik kazanacak. Genetik ister ayrı bir
ların insani zaaflarından söz edemez miyiz? Bunları yaptığı­ bilim dalı kabul edilsin, ister biyolojinin bir kolu sayılsın bugün
mız zaman hoş karşılanmıyor. Toplasan bir avucu geçmeyen de canlıları ve insanı anlama uğraşının en önemli disiplinle­
ideale yakın insanları mı işiemeliyiz durmadan? Bireyi altın­ rinden biri halindedir.
dan pislik görünür diye inceden ineeye ele almaktan vaz mı ileri sürdüğüm savın toplumsal sonucu ne olabilir? So­
geçmeliyiz? nuç açıktır; zaten bilinen bir gerçeğin, yine zaten bilinen farklı
Sinan. Kutlu, Çağrısız Hayalim için "bireysel bir roman" bir disiplinden açıklamasıdır. Bu şudur: Sosyalistlerin ütop­
diyor. Romanı toplumcu gerçekçi sekter eleştirilerden koru­ yası olan yeni insanı yaratma aşaması vanlmayacak bir a­
maya çalışıyor, pek de güçlü çı kmayan bir sesle. Bireysel bir şama değildir, ama varılması zor bir aşaniadır. Bunun için üç
roman da güzel olabilir pekala diyor çekine çekine. Çünkü beş kuşak insanın çalışması yetmez, belki otuz. elli kuşak
yakın saydı klarımız durmadan korkutuyer bizi. Oysaki arka­ insanın mücadelesi yetmez. mücadele daha uzun vadeli dü­
daşlar roman bireyseldir zaten. Romanın özü bireyseldir. şünülmelidir. Belki de düşlediğimiz yeni insan bu tur insanın
işte Lenin konuşuyor: "Romanda tüm olayın özünü bireysel değil, biyolojik temelde gelişecek yeni bir insan türünün ka­
konum. karakterin çözümlenmesi ve ilgili tipierin belirgin kı­ zanımı olacaktır. (Bu da başka bir yazının konusudur. )
lınması oluşturur." (5) işte bu kadar! Bir şeye zor derseniz insanların tavırları da farklı olur el­
Biz kırk elli yıl önceki anlayışların gerisine düşmüşüz bette. Geçmişte birçok insan sosyalist mücadeleye gerçek­
dedim. Gerçekten her yerde parti, her yerde mücadele eden ten yeni bir toplumu kendi gözleriyle görebilme umuduyla
işçi sın ıfı arayan, başka türlü bir sanat eserini beğenmeyen katı ldı. Bizim ve torunları mızın böyle bir umudu olamayaca­
arkadaşlarımiZ Çehov'u, Dostoyevski'yi nasıl beğenecekler? ğ ı n ı , olursa bu umudun ayakları yere basmayan bir umut o­
Onlardan vazgeçtik, Kuyucaklı Yusufu, Kürk Mantolu lacağ ı n ı açı kça söyleyebilirim. Bu durumda ne yapmalı. in­
Madonna'yı güzel bulduklarını nasıl açı klayacaklar? Yusuf sanın kendinde ve toplumda değiştirabiieceği az şey varsa ve
sevdiğini kollarında yitiriyormuş, bu umutsuz son Kemalizm­ bu da çok zorsa ne yapmalı? Birçok insanın nimetlerinden
'den umudu kesişi ifade ediyormuş. . . Her yazara karşı bu bizzat kendi yararlanamayacağı bir düş için mücadeleye gir­
denli hoşgörülü değiliz oysa ki, öyle olunmasını da önermem. meyeceğini biliyorum. Söylemek istediğim de tam da bununla
Burada sosyalist eleştirinin yeni kavramlar, ölçütler ge­ ilgili zaten. Yalnızca mücadele etmek için mücadeleyi kendi­
liştirmesi gereği doğmaktadır. Aristo'dan, Kant'a, günümüz ne yaşam biçimi seçmeyenler, başarı şansı düşük, hatta bir­
eleştirmenlerine estetikle ilgili tüm görüşler tarihi materyalist kaç kuşak için kesinlikle olmayan bir uğraş için yaşamını
yöntemle gözden geçirilmelidir. Eleştiride devrimcilik budur. harcamak istemeyenler, zor değil kolay yolları yeğieyenler bu
Sinan Kutlu'nun söz ettiği. C . G nin öteden beri vurguladığı işe baştan girmesinler. Bakın bu söylediğim de yeni bir şey
insani gerçekçilik toplumcu gerçekçiliği s ı kıştırmadan yeni değil aslında. Politik mücadeleye, hatta herhangi bir mücade­
kavramımız olabilir. Ölçütlerin bir çoğunu bugüne dek kul­ leye giren kararlı , önünü gören belki on binlerce kışinin bu­
landık, bunları daha da temellendirmek, yenilerini bulmak gö­ güne dek yüz binlerce kez söylediği şey. Bir de şu var: Top­
revi sanırım önümüzdeki ilk görevdir. Acaba öyle midir? Bu, lumda bir çan eğrisi mevcut. Kişilikler için bu çan eğrisi orta­
başka bir yazı ve tartışman ı n konusudur. da en şişkin, en yaygın ortalama tipleri barındıran, kenarlarda
Kişilik-Genetik giderek sayısı azalan ve normalden sapan kişilikleri gösteren
Birçok arkadaşımızda şu yanılgı var: Bilimsel önermeler bir eğridir. Bunun politik yorumu ise şudur: Toplumu değiş­
mutlaka bizim kafamızdaki doğruya uymalı, bizim Mark­ tirmek isteyenler her zaman azınlıkta kalacaktır. Bı..i azınlık
sizm'imize uymalı, bize cesaret ve umut vermelidir. Oysa ki iktidarı ele geçirse ve yeni bir düzen kursa; ilerleme-yerinde
bilimsel önermeler insanlara cesaret ve umut vermek için sayma çatışması yine devam edecektir, ilerlemeciler yine a­
yapılmaz. Gerçeğe yaklaşmak için yapılır. Kişi o gerçeği ya­ zınlı kta kalacaktır. Uzun dönemde ileri azınlığın "başarı"
şam mücadelesinde, siyasi mücadelesinde bilir ve tavrı nı ona şansı hep sıfır olacaktır. Toplumu durmadan çekecek, ilerle­
göre alır. Bir bilgi bizim o güne kadarki bilgilerimiz ya da sanı­ tecek, ama çektikçe kendi daha da ilerlemiş olacaktır. Aslın­
larımızia çelişiyar olsa bile bilgidir ve bizim yararımızadır. O da bu ileri azınlığın (bu tip kişiliklerin) motivasyonunu oluştu­
bilgiyi alır kullanırsak biz karlı ç ı karız. Gerçek olan bir şeyi ran temel, normal insanın anladığı başarı değil. hiçbir zaman
umudumuzu krrıyor, önceki sanılarımızla çelişiyar diye kabul­ hiçbir şeyle yetinmeyen mücadele tutkusudur. O bakımdan
lenmezsek bu softaların, ya da başını kuma gömen devekuş­ ben ister insanı değiştirmek çok zordur diyeyim, istersem
larının tavrından farklı bir tavır olmaz ve bundan biz zararlı tam tersini söyleyeyim bu tipler doğal biçimde çı kacaktır. Bi­
çı karız. zim gibi birçok insanın sorunu da onlara yetişebilmek, ya da
Konuştuğum birçok arkadaşta aynı kaygıyı görüyorum. hiç değilse arayı açmadan takip edebilmek sorunu olacaktır.
Yazılarda da bu var. Bir önerme ya da s;;ıvın doğruluğunu Bu söylediğimin politik eşdeğerleri ise basitçe şunlardır: Kuru
yanlışlığını tartışmak başka şeydir, pratik sonuçlarını tartış­ kalabalı klara değil. nitelikli insanlara güven. Kuru kalabalı kları
mak başka şey. Önce birincisi yapılmalıdır tabii ki. Yanlış bir değil, nitelikli insanları örgütle. Ortalama zekalı, ilgisiz, du­
savın pratik sonuçlarını tartışmak zaten abesle meşgul ol­ yarsız, korkak yığınların hiçbir zaman ulaşamayacağ ın des­
maktır. Eğer sav doğruysa pratik sonuçlarının zorlukları na da teğini değil, öncü güçlerin ilgisini kazan.
katlanmak gerekir. Yine söylüyorum, anlattığım şeyler az çok bilinen ger­
insanların ideolojik, politi k, esteti k, pratik yeğlemelerinde çeklerin farklı bir disiplinden açı klamas ı . Bir şeyi biliyorsak
kişilikleri belirleyici rol oynar diyorum. Kişiliklerinin oluşumun­ farklı disipline ne gerek var diye sorarsanız şunu söylerim:
da da genetik yapılarının. Bunun söylerken genetik temelin Çok büyük gerek var. Evinizi düşünün. Evinizi çok iyi tanıdı­
ve kişiliğin döllenmeden itibaren çevre koşullarıyla diyalektik ğ ı n ız ı , bildiğinizi düşünürsünüz ama aslında fazla tanımaz­
bir etkileşim içine girdiğini her saniye, her dakika bu birlikte­ sınız. Sizi yalnızca duvarlar, pencereler, kapılar, elektrik
liğin öneakine göre değişik bir yapı oluşturduğunu, yaşamın düğmeleri, eşyalar ilgilendirir. ilginiz kadar bilgiyle bir süre
her aşamasında küçüklü büyüklü ama sürekli olan değişme- rahat yaşayabilirsiniz o evde. Günün birinde bir elektrik arı-

22
zası olur. duvar içlerindeki kablo sistemini bilmeden arızayı
tamir edemeyeceğinizi anlarsınız. Suyunuz akmaz olur, ka­
nalizasyon tıkanır; döşemenin altında, betonların içlerinde hiç
bilmediğiniz oluklara dalmak zorunda kalırsınız. Evinizin bir
mimar, bir elektrikçi, bir baca temizleyicisi, bir komşu için
planı görünümü hep farklıdır. Örneğin ben de o evin x ışınla­
rıyla bir fotoğrafını çekiyorum, evin sahibine veriyorum. A­
dam bağırıyor: Bu ne? Bunun benim evim olduğunu nereden
çı karıyorsun? Senin evin diyorum, bak şu duvarlarda da de­
rin çatla klar görünüyor, ilk depremde yıkılır, dikkatli olmalısın.
Fartma
Adam fotoğrafın kendi evinin fotoğrafı olduğuna inanmıyor,
aldırmıyor . . .
Kat etmemiz gereken daha çok yol var. Insan iyi şeyler
için mücadeleyi bıraktığı an küvetten yu karı çıkmak isteyen Bir fırtınadır kopan �imdi.
bir böcek gibi kayar, geriye düşer. insan kötü şeylere doğası
gereği daha yatk ı ndır. Iyi olmak için sürekli çabalaması ge­ fırtınanın rengi mi olur?
rekir. Kendini bıraktığında kendiliğinden kötü olur. Bu da
hayvani doğas ından kaynaklanır. Bunu bilmemiz yelkenleri Kırmızı, beyaz, mavi ...
suya indirmemize yol açmamalıdır, aksine daha inatçı müca­
deleye isteklendirmelidir bizi. Rengarek bir hengamedir fırtına
Ama kat etmemiz gereken yol çoktur. . .
alından moruna.
1 - Bu yazı Anıl Denlzoğlu, Savaş Yücel, Kadir Yerel,
Nevzat Levent Taşçı, Mustafa Bayram Mısır, Temel
Demirer, Cengiz Gündoğdu'nun düşüncelerlmle liglll o­
lan, olmayan yazılarına ve tartıştığımız öbür dostlara Bembeyazdır fırtına,
yanıttır.
Başlığın gayri-ciddi olmasını özelllkle Istedim. Çün­ kasıp kavurur ortalığı.
kü bazı arkadaşlar yalnızca sululuğun değil mlzah duy­
gusu eksikliğinin de çocuksu bir anlayışsızlığa yol açtı­
soğuk iliklere i�liyor, dondum donacağım
ğının farkında değiller. insancıl'ın yanlışları ukalaca e­
leştirmesinin doğruluğunu yazmıştım bir yazımda. Bu
yüzden bir arkadaş mektubunda benim "ukala" oldumu
Kırmızıdır fırtına �imdi.
anımsattı. Birine torpil yaptırdığımdan bahsetmiştim bir
yazımda. Burada mizah ruhunun yanında bence şöyle
Ate�iyle yakıp kavuruyor,
net bir niyet vardı: Birini uçurumdan atmayı kafama
koymuşsam kendimde birlikte g itmeyi göze alabilirlm. gövdemi, ille de yüreğimi.
Arkadaş ise açığımı yakalamışçasına şöyle sordu bana:
Torpil yaptırmak da suç değil ml? Söyle bakayım ha!
2- Nasıl mı boğazımıza basıyorlar; şöyle: Bir günlük
gazete çıkarılıyor. Kadronun yarısından çoğunun sanat Mavile�iyor fırtına
ya da felsefe adamı olduğunu, üstelik bunların çoğunun
bizim yıllardır mücadele ettiğimiz düşünce despotları her �ey derin bir durgunluk içinde
olduğunu görüyoruz. Gelin de suskun kalıni Bir barış
şenliği düzenleniyor; açılış konuşmasını yine o adam- a­ Gözler dikilmi� ileriye.
damlar yapıyor. Birileri bize pasifist diyor, bir bakıyor­
sunuz pasifist diyenin partisi bizden bin kat pasifist biri­
leriyle can ciğer kuzu sarması. Bari ülkenin şu en önemli
sorunu, kilit sorununda bir tavır alalım diyoruz, bir bakı­ Yemye�ildir kopan fırtına.
yoruz tüm bir sosyalist sol "kirli savaş" gibi uyduruk bir
sözcüğün büyüsüne kapılmış, Marksist geleneğini u­ Yürek delicesine çarpıyor,
nutmuş, milliyetçllerin kuyruğunda koşmaya çalışıyor. O
zaman susuyoruz. Bu kez de niye sustun, niye sustun Zap deli deli akıyor.
diyorlar. . .
3- B u konuda Söz'e hoşgörü sınırlarını zorlayacak bir Rukiye CEYLAN
yazı yazdım. Yayımlanacağ ını beklemiyordum, çünkü ö­
bürleri olsa basmazlardı. Söz bastı. Bu şunu gösteriyor:
Söz akli kendine güvende öbürlerinin birkaç adım önün­
dedir. Başka şeylere değil aklına güvenen ise doğruya
daha yakın olandır.
4- Sözde komünist bilim adamı, gerçekte kariyerist
şarlatan Lisenko ile, bilimsel gerçeklerden ödün verme­
yen, bu yüzden de öldürülen "hain" Vavilov arasındaki
mücadele için Bilim ve Ütopya'nın Mayıs 1 995 sayısını
lütfen okuyunuz.
5- Lenin, lnessa Armand'a mektup, Aktarım: G.
Lukacs, Estetik ll, Payel Vay. 1 981

23
Teorisist Hırçınlık "Dürüstlük"
•• 7. 1
Muctur
..

Temel DEMiRER

Kaan Arslanoğlu'nun "zehir zem berek" yazı s ı n­ !arı nı, sözel h ı rç ı n l ı klara eşitleyen ve itirazla 'Var olan"
dan "nasibini" almayan kalmad ı . Durmadan 'ben" ta rzıyla çok konuşan KA, neden "Kürt Sorunu"nda
diyen yazar, 'Evrensel' ve 'Yeni Politika' gazetesine, susku ndur ? .. Bakın ne diyor: "Yeni Politika ve Kürt
M. Bayram Mısır'a ve bir çok arkadaşa 'tlersini verdi'! sorunund a suskunum. Belki uzunca bir süre daha
Uma rı m KA, "Dürüstlük . . . Dürüstlük ... Dürüstlük . " . . suskun kalmaya devam edeceğim. ( ... ) Çünkü Kürt
yazısıyla 'tuhunu kurtarm ıştır . . . Böylesi, operasyon­ meselesinde bir şeyler söylemek cesaret istiyor.
ları tasvip etmem. Hatta "sükutun altın" olduğuna i­ ( ... ) Devlet politikasına aykırı düşünceler ileri sUr­
n a n ı rı m . Ancak, tavr ı m ı n "ikrar" m ı ş gibi algılanması düğünüzde ise hapse atılma olasılığınız kuvvetle
'tehl i kesi" söz konusu; çaresiz KA'ı yan ıtlayıp, sev­ belirir. (... ) Yeni Politika'daki arkadaşlar, ( ... ) sizi ne
mediğim bir işi yapaca ğ ı m . Ama " meram " ı m ı anlatan eleştirebilirim , ne de destekleyebilirim." KA, her
"kelam" ı m; "dehşetengiz" yazıya 't::evap'la s ı n ı r­ konuda açıkca konuşuyor da neden "Kürt Soru­
lanmayacak. Yani kör dövüşüne prim veren müflis nu" nda güçlüklerden söz ed ip susuyar ? Bu çifte
'ITıünewerler" gibi davra nmayacak. Öne ç ı ka n so­ standartl ı l ı k değil mi ? Bunu yanttlamalı . . Çünkü dün­
.

ru(n)lara el atacak. M ızrağ ın sivri ucunu T.'C'hin dü­ yayı değiştirmekten yana olan organik ayd ı n , yürüye­
şük yoğunluklu 'tlemokrasi'sine ve soru(n)lara çevire­ rek düşünmekle, diyetin i ödemekle, h ı rç ı n-ukala ve
cek. Radikal sosyalistlerin asli eleştiri malzemesi, çifte standartlı olmamakla mükelleftir. Sadece haykı­
'ben'tlen söz eden h ı rç ı n l ı k olamaz. Soru(n) kapita­ ran h ı rç ı n l ı klarla devrim yapılamayacağ ı gibi; devrimin
lizmledir, KA' ı n 'tuhunu kurta ran" h ı rçı nlığ ı n ı n psiko­ organik ayd ı n ı da olunmaz . . . Bir nokta daha: Türkiye'­
loj i k soru(n)larıyla değil. . . nin sorunlarından; "ben ne kadar sorumlu ve gü­
Kendi hesabıma; "Mustafa Bayram Mısır'la ilgi­ nahkarsam, herkes de o kadar soru mlu ve günah­
li" alt baş l ı kl ı yazıla rı doğru bulmuyorum. 'Teorisist" kardı r" demek organik ayd ı n ı n görevidir. Yoksa KA
h ı rçı n l ı ğ ı n , kişil.eri 'tartışan"vakur edası bana yabancı. gibi etrafına yaylım ateşi açarak kendini "realize et­
Epik gülümseyişle "belirsizl iğin bilgeliğine" soyu­ mek" bana aptalca geliyor. Ayrıca da KA, itiraf etmek­
nanlardan değilim. Politika tarzım, KA'dan farkl ı . ten de geri durmuyor: "Politik mücadele, doğrudan
Farkl ı l ı ğ ı m ı , özenle koruma ya n l ı s ıyım. i ronik ve politik eylem bizim ki gibi bir ülkede çok çok
allegorik "kıyısız bir gerçeklik leri n spekülasyonla­
" zor dur. Ama zorluğu talip-taraf olmayan biri (yani bir
"

rından uzak durmak gerek. Ancak " biz gördüğümüz "basketçi"), sahte "boksör" edasıyla ekliyor: "Bir
her püsürüklüğü (ne demekse ?-b.n) afişe etmeli, arkadaşımız, sütten çıkmış ak kaşı k aramamız ge­
her yan iışı ukalaca eleştirmeliyiz" diyen rektiğini söylüyor. Niye aramayacakmışız ?! ( . . . )
" ukala"l ı ğ ıyla KA, kimlik sorununu aşamamış Yitirecek neyimiz kaldı : Ak kaşıklar arıyoruz artık!"
2
"yeryüzü yargıçlığı"yla karşım ızdad ı r ! Oysa ukalal ı k
sosyaliste yakı şmaz. "Biz basketbol oynuyoruz, po­ KA' ı n çifte sta ndard ı n ı anlamıyorum: " Basketçi"
litikler boks yapıyor" diyen KA' ı n "basketbolcu u­ gibi yaş ı yor. Burnunu sağlama a l ı yor; ama sahte
kala" l ı ğ ı ; gülünç bir "inançsızlık epiği dir. Speküla­
" "boksör" edasıyla "ak kaşı k" ahka m ı kesiyor.
tiftir. Düş kırg ı n ı d ı r. Beklentilerin eylemsizl i k mihrabına "Boksör" ler "ak kaşı k" aramaz . . . Türkiye ve dünya,
s ı ğ ı n m ı ş öznel h ı rçı n l ı ktır. Dünyayı değiştirme olanak- sosyalizm açısından zorlu ve sorunlu bir dönemden

24
geçiyor. Sorun , sosyalistlerin krizinden ve örgütsüzlük- "sorun kurarn ve örp ütsel birlik sorunudur. Eylem
ten kaynaklan ıyor. Ancak KA' r n tarzı, verili olumsuzlu- kolay şey değildir." Yazar, "Eylem kolay şey de-
ğu; kendi ed ilgenliğini a klama ma lzemesi olara k kul- ğ ildir" itirafıyla, eyleme ilişkin kocaman laflar ediyor.
!an ıyor. Negatif psikolojik seçi mlerinin ed ilgen liğiyle, Fa kat 'lddialr"tutumu, "Kürt Sorunu"nda suskunluğu
tildişi kulesindeki izolasyonu seçiyor. Tehlikeli bir tu- tercih ediyor ! "Tek Yol Devrim 1 " diyenlere 'ltidal"
tumdur bu ! Sonu ve soru nu yoktur. Devri mci önerip; "düşmanları dışında herkesi dostu ilan e-
Marksizm in güncelleştirilmesi ve politik güce dönüş- den" yüzü sokaklara dönük ta rza şiddetle karş ı çı kıyor
türülmesinin önünde engeldir. .. KA'a krzm ryorum. O, ! Hem de Türkiye ve dünya n ı n içinden geçtiği koordi-
1 980 sonras ı n ı n 'Sol pasifist" ürünüdür. 80'1erden natlarda, "solun kuramsal açmazı" sözle değil; dev-
90'1ara erozyon-törpülenme sü reci yaşand ı . Açmazlar: rimci teori nin önünü açan eylemle aşr l r r.
yetmezliklerle büyüdü. Çözümün , m i lita n eylemlilik ve 'Le Monde' yazarı Jean François Petitbon,
teorik yenilenmeyle yaratı laca ğ ı ndan söz edilse de, 'YDD" ile gezegen imizde "geliyorum" diyen felake-
kayda değer adı mlar atr lamadr. Dört yanı işlevsiz kuru tin güncesini" kaleme a l ı rken ; sanki, 1 930'1ar dün-
eleştiri enflasyonu yaşan d ı . Kendiliğindenliği yücelten yasından söz ediyor. Dr. Herbert Hauptman' ı n ,
v e teslim o l a n dezorganize kon um aşılamadr. Top- "insanlığın geleceğine ilişkin korku"ya ve gidişatın
taner ve kendiliğindenci yanı lsamaların 'beklentileri'; " insan yaşamını tehdit edici boyutlara ulaşma-
teorik öngörü diye sunuldu. Kend iliği nden hareketin sı"na5 di kkat çekmesi boşuna değ i ldir. Bu nedenle
kendiliğinden örgütlen mesinin popül ist "tarz-ı siyaset''i, Arnold Wesker, "üçüncü binyıla açılan kaı:ıının
'edilgenliğin" teorik 'gerekçe'!;i oldu. Devrimci çal ış- cephesine 'masumları koruyun' yazı lmalıdır"6diye
m a n r n enstrü manı olan örgütl ülük biçim leri , '!;öz'e ve haykı rıyor. . . Gerçekte de durum va himdir. 'Oxfam'a
tartrşmalar'a feda edildi . . . KA' ı n da (yeni bir şey söy- göre, her gün 35 bin çocuk yoksulluktan kaynaklanan
lemeden) yaptığı budur ! . . . hastalı klardan öl üyor. Dünya nüfusunun o/o 25'i temel
KA saptamalarr m r , yine "mülteci duyg usallığı" ihtiyaçla rı n ı karşılayamıyor. 1 . 3 m ilyar insan temiz

9
teriminin toptancr l r ğ r kapsa m ı nda algrl ıyabilir. i ndim- içme suyuna sahip değil. "Savaş sonrasında dünya
de, bu tür toptaner nitelernelerin "kıymet-i harbiyesi" hiçbir zaman, insanlı ı �u derece tehdit eden bir
yok. KA'a genelierne imkanı vermeyen farkl r l r klarryla olayla karş ılaşmadı." Ote yandan, " kapitalizm in
sürgün sadece, " bekletilerin eylemsizlik mihrabtna s1- 1 960'1arın son unda başlayarak 1 974-75'te genelle-
ğtnilmlş" bir mekan değildir. El kap1/anntn, uzatmali şen "yapısal krizi" devam ediyor. Ve ultra-liberal
"kiŞ uykusu"nda tüketilen y1llar; "onurlu tecrit''ini yaşa- ideolojinin iddia ettiğinin aksine, krizden çıkacağ ı-
mak/e Slmrlanmam!Ştlr. Sürgün, bitmemiş hesaplaşma na dair ortalıkta h içbir emare görülmüyor."8
için öfke ve kinin beslendiği bir coğrafyadir da. . S ür- Çaplı "decadence/çöküş"ünü yaşayan dünyada
gün sadece 't:J uygusallı k'la açıklanmaz KA. . . Ben de umudu yaratmak, sözel h ı rçı n l ı klar ötesinde cürete
Paris'in Türkiyeli mülteci ler kolonisindeydim. Ancak muhtaç. Çünkü "adalet" ve "vicdan" kavramları; hayat"
istediğim kadarıyla . . . "Nasıl" m r ? . . . Bir Paris tutku nu ta karş ı l ı ğ ı n ı bulam ryor. Kapitalizmin "YDD" boyutlu
olan Ernest Hemi ngway, "Paris sen ne kadar ister- depo/itizasyon süreci; ahlaki ve vicdam Iskartaya ÇI-
sen o kadar ·veren bir şehirdir" der. Haksız da de- karl1p, insanal değerleri tahrip ediyor. Burjuva ideolojisi,
ğildir. . dünyayi Kuzey/ileştiren ideolojik/kültüre/ sa/d�rganliğ'Y-
Anca k KA'da; "Paris, baztlart için gerçekte ve la; insan beynini parçalayarak dünyayi kod/ayip, dO-
simgesel olarak fenerkent, her türlü tatmin kayna- şünceyi "imaj/ar"tn küçük mesaji haline getiriyor.
ğt; diğer baztlan için de felsefi bozulmamn ağma Toplumsali bölüp, etkisizleştirerek fokalize etmeye ça-
düşmüş zihinlerin yozlaşmışlığwla kendini kumara, lişwor. Labirente dönüşen insan beyninde şizofrenik
şaraba, kadmlara adamış bir hayatm yanlmalar oluşup, toplumsal depresyonu döllüyor.
bayağltklarmm birbirine karışttğı, şeytanm inidir. "Adalet" ve "vicdan " kavramlanm askiya a/1p; in-
Büyük kent kaybolmamn yeridir..3diyen J. Le san(lik)1 şekilsizliğe mahkum eden kapitalizm; tüketimin
Goff'da gibi düşünebilir. Ama on/ann düşündükleri, ve anlik zevk/erin tutsaği kiltnmlş, sorunlara tepkisiz,
kendilerini bağlar ve genelierne malzemesi oluştura- bireyci, küstah, konformist, tembel, sorumsuz ve
maz. Sürgün, "Blues" ya da "Rembetiko" m ı rr ldanan başkald!r(a)mayan insam üretiyor. '!A.kr l" bunalrmdadır.
bir mekan değildi. Sürgün "asla unutmayan" ve Eleştiri; anlamını yitirmiş ve "öykünmeye" dönüşm üş-
"ahde vefa " ların içten liğine "veda" etmeyenlerinde tür. I nsan, "başkalaşım"rn değersiz enstürümanıdır.
var olduğu bir coğrafyad ı r aynı zamanda. . . Belirsizliklerle bezen miş geçiş sürecinde; yakıcı Ay-
Türk(iye) solunda "herşeyd-en söz eden' genel leme- dınlanma ve yıkıcı sorgulama ihtiyacı büyüyor. In-
Iere yabancı değiliz. Ama yüzü eyleme dönük politik san(l r k), yok olacağı veya yen iden başkaldrracağr za-
sorumluluklarr n r göz ardı eden iddialı spekülasyonlar; m a n r n kryrsındadrr.
insana bir frkrayı a n r m satrveriyor. Hani adamın bi�i Zorunluluktan özgürlüğe uzanmak için Marksizme,
söze başlamış; "Hazreti isa Fırat Nehri'nden yüze- ahlak ve coşku dolu militan enerji katılması gerekiyor.
rek.. . " derken, öbürü sözOnO kesip, "isa değil, Musa; KA, bu soru(n)lar karşısında; 't:Jut yemiş bülbül" gibi
Fı rat değil, Kızıldeniz; yüzerek değil; yürüyerek. . . sessizdir ! Çünkü dünyayi değiştirmek amacwla yürü-
"Neresinl dUzelteyim ?" demiş ya . . . KA' nın dedikleri yen insan, saltçi sözellikle yetinmez. Ateşlemeyen sila-
de bana, "neresini dUzelteyim ?" dedirtiyor: ha dönüşmüş söz; yetinilebilir bir şey değildir. Söz'e
" Demirer'in yazısı solun kuramsal açmazının ne- anlam/m veren eylemdir. Eylemsiz söz, anlamslZdir;
reden kaynaklandığına iyi bir örnek. ( . . . ) Demirer'in değiştirmenin-değişmenin önünü açamaz. Söz, ania-
yazısı nda ( ... ) çözüm öneren hiçbir şey yoktur. ( . . . ) mtnl eylemle yakalar ve insana-yaşama ait kllimr.
Demi rer' in önermeleri sUrekli bibirini götürüyor ve "Önce Söz", onu öneeleyen eyleme muhtaçtir. Güç-
yazıdan geriye dost bir insanın d uyg usal sesleni- lük/er, tehlikeler karş/stnda kenet/enmek ya da fitne fe-
şinden başka hiçbir şey kalm ıyor" deyip, ekliyor: satla, yenilgiler/e, sevgisizlik/e cehenneme çevrilmiş
25
kesitlerde elele tutmak, omuz omuza olmak; eylemsiz ca, içine büzül üyor. Öte yandan içe büzülme eği­
söylemle mümkün değildir. Saltçı söz; yitik zamanların limi şiddetli bir direnişle karşılaşıyor. Bu iki eğilim
hayaliyle gevezelikten medet umanların demogojik arasında yaşanan gerilim, değişim için muazzam
s ı ğ ı na ğ ı d ı r. Söz ile yeti rrmek; varolan ı n "hiç"lenmesi bir olanak sun uyor. Toplu msal muhalefet odakla­
ya da "hiç"likle yok olm aya razı olmaktır. Saltçı söz; rını içerecek bir toplu mda çok yön lü bir çözülme
eylemle somutlanmad ı ğ ı sürece eksikli bir "iddia"d ı r. ve tükeniş yaşanıyor. Önümüzdeki bir kaç yıl için­
Yeterli değildir. Anlam ı n ı yitirmiş bir oyu ndur. . . Bunlar de, Türkiye'de toplumsal ve siyasal bir altüst oluş
böyleyken KA, saltçı söze 'mucizevi" işlevler yükleyen kaçınılmaz görülüyor. Yeni bir toplum kuruculuğu
'teorisist'lerden biri olmayı tercih ediyor. Oysa dev­ tarih tarafı ndan dayatılıyor. Sorun; bu kuruculuğu
rimci teorinin kazan ı l ması için organik eylem, tamam­ hangi güç ya da güçleri n gerçekleştireceğidir. Gü­
layıcı ve ta n ı m layı cıdır. Y ı ğ ınlar için okunabilir bir çığ­ n ü m üzün kavgası budur. ( ... ) Önümüzdeki yıllarda,
l ı ktır; delifişek yaratıcı l ı ktır. Devrimci praksis, tarihsel Türkiye'de toplumsal ve siyasal bir altüst oluş ka­
baktş açtstyla, gündelik hayatm devrimcileştirilerek, çınılmaz gözüküyor. Bu altüst oluştan hangi güç­
devrimin güncelliği fikrini realize etmektir. Akı l ı n araçsal lerin bir toplum kurucusu olarak çı kacağı ise be­
kulla n ı m ı ile tarihsel-nesnel kullan ı m ı n ı birbirinden a­ lirsizliğini koruyor. Topl umsal m u halefetin örgüt­
y ı ran turnusol kağ ıtı d ı r. süz ve öndersiz olduğu bugünün Türkiye'sinde,
Işaret ettiklerim, "yaklaşan felaketin eşiğindeki devrimci sosyalist g üçler sokağı hedefleyen yeni
Türkiye" içinde geçerlidir. . . KA' ı nda gördüğünü zan­ bir politik çıkışla yukarıda işaret edilen boşluğu
nediyoru m: Varaşlar Türkiye kentlerinin dağları oluyor. doldurabilirler. Kriz döneminin doğru yönetim iyle
i nsana, "ferman padişahınsa, dağlar bizi mdir" ger­ gerçekleştirilecek bu devrimci çıkış, sosyalistleri,
çeğini anımsatıyor. "Tü rkiye'de yang ın var 1" diyen geçmişle kıyaslanamayacak büyük bir güç haline
Melih Pekdemir hakl ı olarak, "Tü rkiye'de ya da ge­ getirebil i r. Sosyalist ve devrimci hareketteki dağı­
cekondulardaki isyanın tercümesi"ni arayıp, ekli­ nı kiiğı giderecek, on u n g ü ndemini sadeleşti recek
yor "Yang ı n ı n adı rejim krizidir; toplumun yeniden ve sosyalist potansiyeli n bütünü üzerinde etkili o­
yapılanması ile devletin yeniden yapılanması ara­ lacak bir yeniden yapılanma, yeni bir çıkış için ge­
sındaki çelişki dir. 9
" rekli olanakları sunacaktır. Siyasi m ücadele güçle
Kısa bir iki örnek: 'Ul uslararası Af Örgütü' tara­ yürütülüyor. Ne söylerseniz söyleyin, ne kadar
fı ndan yayınlanan "1 995 Raporu'hda, 1 994 y ı l ı nda doğru bir programa sahip olursanız olun, eğer si­
Türkiye'de 55 kişinin kaybolduğu ve işkence sonucun­ yasi bir güç değilseniz, bütün bunların hiçbir
da en az 29 kişinin öldüğü ve de işkencenin sistematik " kıymet-i harbiyesi" olmuyor."13
olduğu ifade ed il iyor. Yine Türkiye DGM'inde 1 995 yı­ Bu nedenle, verili d u rumda esasın "sokağa, ey­
l ı nda dava sayısı 1 994'e göre % 65, 1 988 y ı l ı na göre leme, genel g reve !" diye haykıran cürette olduğ un­
ise % 542 oranında a rtt ı . 1 994 y ı l ı nda DGM' lerde 1 1 dan şüphe duym uyorum. M . Bayram Mısır arkadaşın,
bin 895 kişi hakkı nda dava açıld ı . . . Türkiye'de topl u m­ 'Yeniden Devrimci Politika' adlı yazısındaki "kitle
sal depresyon yaşan ıyor. Depresyonun etken leri partisi" form ü lasyon una katı lmasam da 14, önerdiği
"ekonomik dengesizlikler, hoşgörü ve ve sevgi "yüzü eyleme dön ük tarzı" onayl ıyor ve
eksikliği, kimlik karmaşası , manevi değerlerin ye­ "(ki m i lerin i-b.n) devri mcilerle uğraştıkları vaktin
rini bi reysel çıkar ve düşüncelerin alması, d iyalog onda birini, d üzenle, yükselen şeriatçı ve faşist ha­
eksikliği, ümitsizl ik ve güvensizlik"te reketle uğraşmaya ayırmaya davet ediyorum"15 u­
somutlanıyor. 1 0 'Araştırmacılar Derneği Başka n ı ' Dr. yarı s ı n ı paylaşıyorum.
Nezih H. Neyzi, "etik açıdan kirlenme, toplu m u n Elimde, devrimci Marksist yöntem d ı ş ı nda;
her kesimine yayıldı"11 diyor . . . Konjonktürel olarak 'hıutlak" ve 'Ilahi" çözüm reçetem yok ı Teorisist" la­
insanlık, bireyin her şeyden çok kendini düşündüğü, fazan l ı kları ciddiye atm ıyorum. A. Ei nstein'in, "iyi bir
ortak sorumluluk ve daya nı şmayı iplemedikleri bir dö­ eğitim için", " bağımsız eleştirici düşüncen in ge­
nemden geçiyor. Ama bu mutlak değil ! Sözü uzatacak liştirilmesinin" gerekliliği saplamas ı n ı önemsiyorum .
değilim: Kuzey'deki "sessiz çoğunluk", Güney'in Pozitif eğitim y a da tartışma, 'siyah beyaz" tonların
Türkiye'sindeki "masum çoğunluk'a denk düşüyor. subjektiffiğ iyle emretmemeli ... deyip, ekliyorum: Siya­


Sorun da, "sessiz" ya da "masum çoğunluk'un so­ sette ya da tartışma da yeni bir üslup veya tarz-ı siya­
kaklara dökülüp-dökülmemesinde dü ümleniyor. Bu sete gereksinimi miz var. KA gibi önyarg ı l ı h ı rç ı n l ı kla­
düğüm masa başında çözülemez 2. Eğer KA, ra, artık kimsenin ihtiyacı ve tahammülü yok ! Ciddi,
" çözülür" diyorsa, bu da onun "tercihi"dir ! ayrıntı l ı ve tutarlı olmak gerekiyor. Siyasal biriki m ; de­
Görü lmesi gerekiyor: Türkiye'de yaşanan toplum­ neyime ve mütevaziliğe, muhtaç. Prof. Sidney
sal çürüme, yeni bir topl u msal kurucu i radenin gerekli­ Altman' ı n ifade ettiği gibi: "Yeni görüşler ve savlar
liğine çağrı çıka rtıyor. "Türkiye çözülüyor. Toplum üretilmedikçe, bunların geçerli olup olmadıkları
bug ün çok katlı ve çok yönlü bir krizin içinden ge­ konusunda çözümlemeler yapı lmad ı kça ne bilim­
çiyor. Geleneksel siyasi eğilimlerin, köklü bir ye­ sel bir yaşamdan ne de toplu msal bir alış verişten
n iden yapı lanmayı gerçekleştirebilecek güçten söz edilebilir."16
yoksun olduğu ortaya çıkıyor. Burjuva siyasetin
sol kanadı (sosyal demokrasi) tükeniyor. Toplum- Soru(n)ların kördüğüm olmaktan kurtarı lması ya
sal muhalefet odakların ı içerecek bir siyasal ön- da kolektif-tartışmacı (dönüşen ve dönüştüren) ü ret-
derl ik boşluğu, bu ortamda, yakıcı bir boyut kaza- kenliğin yaratıp-geliştirmenin biricik yolu; açık ve sevi-
nıyor. Kriz, toplumda içe kapan ma, gericileşme ve yeli bir üslupta yüksek sesle telaffuz edilmesinden
sağa savru lma olarak ortaya çıkıyor. Toplu mda bir geçmektedir. Spekülasyon ve kuruntularda değil. Ra-
çözülme ve tükeniş yaşanıyor. Toplum, krizi ileriye dikal sosyalist olmak, ciddi iştir. "Sırtında yumurta
doğru gerçekleştirebi lecek bir atı lı mla aşamayın- küfesi olmayan" hoyratl ı ğ ı n , "konuşmayı şehvetle
26 '
seven" yanlışlı klar veya sağa sola saldırmayı maha­ veriyor ! Yenilenmeyi, devrimci Marksizm in 'I htilalci
ret bilen h ı rç ı n l ı ğ ı n ı n komed isi gibi a l g ı lanmama l ı d ı r. yükleri'lıden kurtulmanın 'bperasyonelliği" olarak algı-
Lafı gediğine koyan, eylemekten uzak duran lamıyoru m. Yenilenme a n layışım; burjuvazinin dünya
"münazaracı cevval"lik. çı kmaz sokaktır. Tartışmanın çapında dayattığ ı "ücretli kölelik sistemi nin gayrı­
"

ve diyaloğun, eylemek anlamı olmal ı d ı r. ötesi, fasit insani koşulları n ı devrimci biçimde aşmaktan yana d ı r.
dairede dönüp durmaktır. Havanda su dövmek; gölge Yani mürnin rahatl ı ğ ı ndan sı yrı l m ı ş , varolan herşeyi
boksu yapmak; ölmüş atı kırbaçlamakt ı r. Çünkü devrimci Marksist sorumlulukla sorgulayan; sosyalist
Marksizm'in özetı "1 1 . Tez dir ! Marx ve Engels,
" devri me h izmet eden çeşitl ilik içinde birliği kucaklayan ;
"bize göre kom ün izm , ne yapıl ması gereken bir sokak'ta, eylemde, somut işte b i r araya gelmenin ve
d urum, ne de gerçeğ in ona uydurulmak zorunda devrimci farkl ı l ıklarını ifade eden; dar siyasi çıkarların
olacağı bir ülküdür. Biz, bugünkü duruma son ve­ değil, "düşmanları mız dışında herkes dostumuz­
17
recek gerçek harekete komü nizm diyoruz" derken; dur" d iyen devri mci esnekliği a n l ıyorum . Çünkü dev-
komünistliğin ta n ı m ı n ı form üle ederler. Dünyayı de­ rimci teori, basit bilgi y ı ğ ı n ı ya da yansıtma değildir.
ğ iştirmek, gerçeklığın sözel yansıtmalarıyla yetinme­ Değiştirme; eylemi ve eylemle değişmeyi göze al mayı
meyi ve gerçeklığe müdahaleyi 'ol mazsa olmaz' kılar. 'olmazsa olmaz' kılar. Devrimci teori; ilişkilendiği dev­
Eylemsizlik düş unceyi kısırlaştırıp spekülasyonlara rimci m ücadele ile, değiştirip dönüştüren insanı ve
dönüştürür. KA'da spekülasyonlara sarılmaktad ır. Ör­ kolektivitesi ni yaratman ı n biricik yol udur. Devrimci
neğin, "şunu sormak istiyorum herkese: Kazara mücadeleni.n olmad ı ğ ı yerde, entellektüel gelişme ol­
yarın devrim olsa. nası l bir iktidar kurulur ? Fik­ maz. "Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde yorum­
rimi söyleyeyim açık açık: Akı karadan ayırmayan lamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir." (K.
bu insanların eli ndeki bir iktidar sosyalizmin yeni Marx)
bir yıkım ı , yeni bir hayal kırıklığı olur" 1 8demektedi r. Kendini 'teorisizm'le s ı n ı rlamış ve yaşan a n ı ola­
Öncelikle o/mam1ş devrim üzerine, ancak KA gibi ğanlaştıran 'entel" faaliyeti; devrimci teorik i lerlemenin
teorisist/er spekülasyon yaparlar. Zaten "kazara yartn önü ndeki engeli ol uşturur. Tozun dumana·: 'at izinin it
devrim " falan da olmaz. Devrimi var eden koşullar, izine karışt ı ğ ı " Tü rkiye'de 'söz yetmiyor': Söz, yeni
kadrolar ve kitle hareketi ise KA 't "tekzip" edecek ahiakın güvencesini oluşturmuyor. KA'da kavramak
şeyler yapar. zorunda: Teorisist" açmazın 'entel" maruzatla rıyla
KA gibi yapmak"tan koparı l m ı ş düşü nce, spekülatif ancak, rehabilitasyoncu olunabilir. Oysa organik ayd ı n
gevezeliktir. Maddi gerçekli kten kopuk skolastizmdir. reddedendir. Gösterileni değil; gösterilmek istenenin
Çünkü "devrimci teori sorunlara ne akademik bir arkasındakini görendir. Zaten " bundan böyle gele­
bakıştır, ne de sadece toplu msal ilişkilerin açık­ neksel ayd ın kategorisinden söz etmek pek müm­
lanmasıdır. Devri mci teori herşeyden önce dev­ kün olmayacak. Türkiye, kendi özel siyasal, ideo­
rimci eylem için bir kı lavuzdur. Sosyalist devrimin lojik ve kültürel tarihinin bu dönem ini kapatm ıştır.
güçleri, hedefleri , olanakları ve izleyeceği yollar Yeni kuşak aydın lar, iki temel sın ıftan birinin or­
soru nlarına somut ve pratik çözümler getirmeli­ ganik ayd ı_ nı olmaktan başka seçenek bulamaya­
19 21
dir." Devrimci teori, teorisist lafazan l ıkla değil; yüzü caklardır." Türkiye'de emekçi insanl ı ğ ı n sürüleşti­
eyleme dönük politi kalar eksen inde oluşturulur. Ancak rilmesi , örgütsüzleştirilmesi ve eylemden kopartı l m ı ş
Türkiye ve dünya zorlu döneminde tarihten ders a la­ 'ehli leştirilmesi')tle a t başı giderken; " Marksist bilim
mamış edilgenlik 'lmkansızlık teorileri" kotarıyor, ve teori ancak spekülatif ve pozitivist olmayan di­
22
geçmişe 'lanetler yağd ırıyor': Işlevsiz kuru eleştirilerle yalektik materyalist konu mlarda savu nulabilir."
'Idare-i maslahatç ı l ı k'l ya pıyor. M arx ı n "üçüncü' Teorisist" umutvarl ı ğ ıyla siyasi ölüler ve 'hıevta-.
tez" ini unutuyor: "Ortam ı n değişti rilmesi ile insan lar" yatağ ına dönüşen Tü rk(iye) sosyalist hareketi;
faaliyetinin ya da kendi kendini değiştirmenin ça­ kendine reva görülen aşağ ı lan maya başkaldıramayan
kışması , yaln ızca devrimci pratik olarak kavrana­ ataleti yaşa d ı ğ ı için ayıpl ı d ı r. Kavga etmeden; kavga­
20
bilir ve ussal biçimde anlaşılabilir." ya taraf olmadan; sokak'a i n meden yani bu uğurda ör­
"Teorisizm"le iştigal eden gevezel iklerle devrimci gütlenmeden; umuttan ya da gelecek güzel gün lerden
yeni lenme imkansızd ır. Yenilenme süreci; pratikle a n­ söz etmek, ; boş bir ajitasyon değilse, doğruyu söyle­
lam kaza n ı r. Köşesine çekilmiş "teori" kotaran (1?) a­ memektir. 'Sosyal izmin, tekrar uğruna savaş ı l ı r proje
sosyal insanlar, radi kal sosyalist olamaz. Ihtiyacı du­ katına çıkartmadan, yapılacak bir şey olmad ı ğ ı n ı
yulan saflaşma-toparla nma, eylem zemininde gerçek­ söyleyenler·: kaça k güreşin 'gerekçe'sini kotarıyorlar.
leştirilebilir. Umutlu olabilmek, Komünizmi; geleceğin Eylemsiz teori; olsa olsa, tanrı'h ı n bir diğer adıdır.
yeni insanı, bugünden yaratan eylem programt olarak Pratiğin olmadığı yerde; doğru ile yaniışı ayırmak ola­
ele a/mayt gerektiriyor. "Dünyayt değiştirme'ye in­ n.a ksızd ı r. Devrim yo!uiıda hata lar, eksikler ve eksiklik­
sandan ve kitlelere seslenmeye bireyden başlamayi ler her zaman vard ı r. Radi kal sosyalist hareketin çok
'olmazsa olmaz' ktltyor. KA' ı n h ı rçın seçmeciliğinin, yanlışlar yaptığı ve hala da yapmakta olduğu sır de­
elitizminin radikal sosyalizme katacağ ı bir şey yoktur. ğ ildir. Ancak yan l ı ş ve yan ı l g ı yaşam ı n ironisidir. I ronik
Devrimci siyaset, mevcut insan malzemesi ve varolan olmayan bir yaşam ya da mücadele var m ı ? .. Yan­
koşullarla; düzeni n eşitli ksizci ve baskıcı statükosunu l ı şsız ve yan ı l g ısız bir yaşam ve mücadele, cehenne­
aşmak için yapı lır. Günün sorusu, KA' ı n yarı mü nev­ ·min ta kendisi olurdu. Yaşamda ve mücadele, yanl ış­
ver" kayg ı ları nca belirlenmiyor. Soru(n), karmaşık s ız-ya n ı lgısız "bütünsel çözü mler" ya da "teorik öngörü­
dünyayı değiştirecek enstrümanları ya ratmakta dü­ ler'' arana maz. Her devrim ve devrimci hareket, yapı­
ğümleniyor. "Tarihi gerçeklik bakımından kendini sı nda olan erken özellikleriyle yanlışlı ve eksiklidir. Si­
tanımanın organik yolu harekettir." (A. Gramsci) yasa l l ı ğ ı n ı , toplumsal l ı ğ ı na taş ı mak mükel lefiyetiyle,
Detay ile uğraşacak değilim: Kaan ile ararndaki devrimci yanl ışlar; "geri dönüşsüz" değildir.
23
ayrı lık. O'nun teorisizm'e yakın durduğu noktada boy "Türkiye'de sol kırk, belki de elli parçadır" d iyen
27
Kaan, konjonktürel olumsuzluğu teorize ediyor. Kon­ •insancıl' dergisinin sayfalarında değil ! Umarım, tek­
jonktürün teorize edilmesi devri mci çı kışların zeminini l ifimi kabul eder. . .
oluşturmaz. Anın ya da konjonktürün teorize edilmesi; 1 .Yazıyı 1 4 Temmuz 1 995'te kaleme aldım. Bir
Nihilist reddiyenin (soruları n ı hala yan ıtlayamamış !) örnegını KA'ya, d iğerini de Ağustos-1 995
"kolayc ı l ı ğ ı"d ı r. Gündelik örneklerden tan ı ğ ı olduğu­ •insancıl'ında basılması istemiyle Cengiz
muz gibi; tabu yıkıyorum derken, s ı k s ı k ipin ucu ka­ Gündoğdu'ya ilettim. Yazı, Ağustos ve Eylül sayı­
ç ı rı l ı r. "lfrat ve tefrit"in dozu artar. Tabu yıkmak sarhoş­ larında basılmadı. 6 Eylül 95'te yazının uzun oldu­
luğuna kap ı l ma k, sadece konuşan ve tartışan "sol ğ u (10 sayfa) basılmadığını öğrendim. 5.5 sayfaya
saflar'da s ı k raslanan negatiftir. Ancak " henüz geç­ indirilirse basılacağını öğrendim. Metnin özüne
miş aşılamamıştır. Bunun suçu da geçmişi yara­ yeni bir şey katmadan ve yapısını bozmadan, ya­
tanlara ait değil. Ayrıca geçmiş öyle lafla, geçmişi zıyı 5.5 sayfaya i ndirdim. Yeni bir şey katmadığı­
yaratanlara küfürle aşılamaz. Geçmişin eylemini mm ve yapısı n ı bozmadığımın kanıtı; KA' nın ve C.
aşan eylemiilikle aşılır. "Sol tip" , " sol kültür" de­ Gündoğd u'nun eli ndeki ilk metindir. (11 .09.95)
jenere olmuş, güvensizlik eğilimleri galip gelmeye 2. Kaan Arslanoğlu, insancıl, Tem muz-1995,
başlamıştır. Bu son uçlara yol açan ortamı değiş­ Yıl:5, No:57, s.15, 1 1 , 46-47
tirmekten, nedenleri ortadan kaldırmaktan geçiyor. 3.Le Goff, Ortaçağda Entellektüeller, s.38, Ay­
Bunun yolu da, özgürlük ve eşitlik için devrimci rıntı Yayınları-1 994
eylemi yü kseltmekten, eylem arkadaşiiğı ilişki le­ 4.Kaan Arslanoğlu, insancıl, Temmuz-1 995,
rini, " sol kültürü" özgürlük eylemi içinde geliştir­ Yıl:5, No:57, s.44
mekten, yeniden üretmekten geçiyor. Duran top­ 5.Herbert Hauptman, Cumhuriyet, 27.07.1995,
lum veya topl uluk duran suya benzer. Ne kadar s.12
temiz tutmaya çal ışırsan çalış m utlaka kokar, suyu 6.Arnold Wesker, Cumhuriyet, 31 .08.1995, s.10
arı tutan temizleyen onun akıntısıdır. Şimdi bizim 7.Dünya, 22.06.1 995, s.13
gürül gürül akmaya ihtiyacı m ız var ! .. Eğer özg ür B.Fikret Başkaya, Evrensel, 03.07.1 995, s.3
olmak istiyorsak, " barikatın arkasında" olmalıyız. 9.Melih Pekdem ir, Söz, 1 7.06.1995, No: 1 8 , s.4
Eşitlik ülküsü için kavga vermek, eşitlik ve özgür­ 10. Mecit Çalışkan, Evrensel, 0 1 . 07.1995, s.2
lük idealinin önü ndeki engelleri kaldırmaya çalış­ 1 1 .Nezih H. Neyzi, Cumhu riyet, 30.06.1 995, s.9
mak zorundayız. Bunun içinde hem kendimizle, 12.Ancak yaşanan somutlu k ve tarih , sosyal bi-
hem de kapitalist sistemle hesaplaşmak zorunda­ limlerle veya siyasetle uğraşanlara son derece ya­
yız. Bu hesaplaşma öyle kolay olmayacak. Eğer rarlı " laboratuvar kayıtları ve yorumları" sunmak­
iddaamızda ciddiysek, yine politika yapacağız, yine tadır. Bu bağlamda " yaşanan somutluk"tan ve
mücadeleyi örgütlü sürdüreceğ iz. Karşı sistemin "tarih"ten soyut düşünmek mümkün değildir. O
gücünü, örgütlülüğünü, medyası n ı küçümsemeye­ halde KA gibi statik önermeler " layihası" çrf(armak
ceğiz. Bu kavga, d işe diş bir kavga olacaktır. Onlar yerine; durmadan " ne" , " niçin" ve " ne zaman"
kavgalarının odağ ına daha büyük bir sermayeyi sorularını soran, yüzü eyleme dönük yanıtlar ara­
koyarken, bizler özg ür sermayeyi koymalıyız. Öz­ mak gerekiyor. Çünkü tarihte her şey karmaşık
gürleşmenin de bilinmez bir gelecekte değil, bu­ nedenseilikler zincirleri sonucunda ortaya çıkar.
günde başladığını bilerek."24 Tarih , tek bir neden veya etkenle açıklan maya kal­
Sorun, Türk(iye) Sosyalist Hareketi nin, çok parçalı kışılmamalıdır. Tarih, nihayetinde insan ların ey­
kadro birikimini eylem içinde birleştirmektir. Bu müm­ leminden başka bir şey değildir. . .
kQndür. Çünkü değişen-değiştiren insan(l ı k) tarihin öz­ 13.Merdan Yanardağ, Söz, 01 .07.1995, No:20,
nesidir. Karanlığa küfretmek yerine (bir mum yakmak­ s.21
la da yetinmeden!) büyük yang ı n ı n kıvılcı m ı olmak ge­ 14.Ben sosyalist kimlikli partiden yanayım 1
rekiyor. islamcısı, faşisti taşradan beslenen yükselişle 1 5.Mustafa Bayram Mısır, Express, 24.06.1 995,
siyasal "alternatif'e dönüşken gövdelenirken "yaklaşan Yıl:2, No:74, s.1 1
felaket"in karşısı nda; sosyalistlerin, "yenik ruh hali"ni 16.Sidney Altman, Cumhuriyet, 1 1 .08.1995, s.10
V f: edilgenliğini aşmak için köktenci reddiye ve kopuşa 17.K.Marx, F. Engels, Alman ideolojisi, Sol Ya­
ihtiyaç büyüyor. Yaşama soldan müdahale, yınları-1992, s.58
'devrimcilikte devrim' kararl ı l ı ğ ı ve devrimin güncelliği 1 B.Kaan Arslanoğ lu, insancıl, Haziran-1 995,
zemininde realize edilmeyi gerektiriyor. Çünkü Yıl:5, No:56, s.15
"sosyalist hareket, siyasal olanın toplumsal olanla, 19.RAF Kolektifi, Batı Avrupa'da Silahlı M üca­
toplu msal olanın ise siyasal olanla daha doğrudan dele, s.13, Yar Yayınları-1977
ilişkilendirilmesi açısından elverişli bir döneme 20.Marx,F. Engels, Felsefe incelemeleri, Sol
g irmektedir. Bu ilişkilerin yeniden kurulması, sınıfı Yayınları-1 978
temel alan politikalar üretmekle mümkün olabile­ 21 . Metin Çulhaoğlu, Söz, 25.04.1995, No:6, s.5
cektir. " 25 özetle radikal sosyalistlik dik bir omurganın, 22.Aithusser, Özeleşti ri Ögeleri, s.20, Belge
umudu yaratarak çözemeyeceği hiç bir soru(n) yoktur. Yayınları-1991
Yamtlanmas1 gereken soru(n) ise her zaman aymd1r: 23.Kaan Arslanoğlu, insancıl, Temmuz-1995,
Kazanmaya cüret edebilecek miyiz ? Yıl:5, No:57, s.44
KA anlatmak istediklerimi aniayabildi mi ? Bilmiyo­ 24.Yaşathak Aslan, Express, Yıl:2, No:67,
rum ! Ama yazı l ı tartışmayı, burada nokta l ı yoru m . E­ 05.05.1995, s.14
ğer KA, yine de tartışmaktan yanaysa, bundan sonra­ 25. Metin Çulhaoğlu, Söz, No: 12, 06.05.1995, s.7
s ı n ı açık tartışma toplantılarında devam ettirebiliriz.

28
Ders mi?
Ayhan VAROL

Insancıl'ın Ağustos 1 995 sayısında Kaan Arslanoğlu ve yaygmdı.


ona psikiyatri ile ilgili soru soran bazı okurlarına "ders" veren Relativistlerin en çok hoşlandıkları örnek, tıpkı K.Y.nin
Kadir Yerci'nin bir yazısı yayınlandı . K.A.'na psikiyatri ile ilgili yaptığı gibi, doğumu sırasında astronomiye ilişkin olarak
soru soranlardan birisi olarak bu konuda birşeyler söyleme Ptolemy teorisi ile Kopernik teorisi arasındaki kapışmadır. Iki
ihtiyacı duyuyorum. Konunun uzmanı olmadığım için-gerçi tarafın kendi görüşlerini inatla savunmaları bilimsel teorilerin
K.Y. de uzmanı değil'- elbette psikiyatri üzerinde kalem oyna­ nesnelliğini ve kesinliğini reddetmeye dayanarak yapılmaya
tacak değilim. Üzerinde durmak istediğim konu K.Y.'nin bilim çalışılmakta. iyi ama bu tartışmanın sonucu ne oldu? Bu gün
konusundaki devşirme ve sığ düşüncelerini fütursuzca sergi­ aklı başında hiçbir astronom Ptolemy teorisini savunabiliyor
lemesi. Yazının hiç de hoş olmayan üslubu, kötü çağrışımlar mu? ilk başlarda gözlemsel veriler Ptolemy teorisinin kimi
yapan demagojik imalara, olayları kurgulama tarzındaki savlarına uyuyordu. Öte yandan eksik ve yer yer yanlış olan
mantıksal açmazları es geçerek bilim konusundaki hafiflikle­ Kopernik teorisiyle açıklanmayan bir dolu olgu da vardı. Bu
rini ele alacağım. durumda rakip teoriler varlığını sürdürdü. Ama astronomi ge­
K.Y.nun bilime yaklaşımı bir zamanlar Batı dünyasında liştikten nesnel-kesin olgular ortaya konduktan sonra ne ol­
bilim felsefesinde revaçta olan SSK(*) yaklaşımının yerli malı du? Son sözü bilim söyledi: Ptolomy yanlış Kopernik özde
kötü bir taklidi. Şöyle yazıyor K.Y. : doğru idi! Farklı teoriler bitti. I kisinin sentezi olan tek bir bi­
"Bilimi, bir mutlaklar alanı gören anlayış, naif bir görüştür. limsel teori onların yerini aldı.
Bilim çokça sanıldığının aksine kesinlikler alanı değildir. Niçin Bilirnde mutlaklık, eğer metafizik dinsel mutlaklık anla­
değildir? Çünkü, bilim, modeller alanıdır." (Ders, Insancıl mında söylenirse, elbette saçmadır. Her bilimsel düşünce ve
dergisi, Ağustos 1 996) teori gerçekliği göreli olarak kucaklar. Ama bu tür relativizmle
Willard Quine bilimsel teorilerin hiçbir zaman veriler tara­ SSK'cıların relativizmi arasında hiçbir bağ yoktur. SSK'cılar
fından mantıksal olarak belirlenmadiğini ve dolayıs i yla ilke o- nesnel gerçekliğin bilinemeyeceğini, tüm bilgilerin sosyal ko­
. larak her zaman verilere uyabilecek alternatif teoriler bulun­ şullarca belirlenen keyfe göre tanımlanan bir şey olduğunu
duğunu söyler. Thomas Kuhn'a göre ise her bilimsel teori söylerler. Söylerler ama bilimlerin gelişmesi karşısında da dut
kendisinden önceki teorilerle karşılaştırılamaz bile. Tamamen yemiş bülbül olurlar. Hiçbir SSK'cı-K.Y.de buna dahii­
kendi içine kapalı, sosyal tercihierin sonucu olduğu için her Einstein'ın görecelik teorilerine rakip alternatif bir teoriden
bilimsel teori savunucuları tarafından sonsuza dek savunu­ sözedebilir mi? Francis Crikc ve arkadaşlarının DNA çözüm­
labilir. Şu ya da bu teoriyi tercih etmenin akılcı ve nesnel bir lemeleriyle ilgili teorilerine karşı önerilen bir tane ciddi DNA
yolu (gerekçesi) yoktur. Bilimsel teorileri sosyal-kültürel bir teorisi bilen var mı? Kuantum fiziğinin temel önermalerine
tercih olarak ele alan bu sosyolojik bakış açısının öznel me­ karşı çıkan hangi fizik teorileri liar? Kuşkusuz birçok teori
tafizik mantığını Bary Barnes güzel bir ifadeyle şöyle özetler: ortaya atıldı ama hangisi tutunabildi? Bu alternatif teorilerin
"Varolan bilimin, bizim gerçeklik hakkındaki kendi yoru­ hiçbiri ayakta kalamadı. Neden? Çünkü fizik bilimsel kesinlik­
mumuz olduğunu, biz, onu inşa etmedikçe varolmayacak bir lerin olduğu bir alandır. Fizikte hiç kimse öyle keyfine göre
şey olduğunu . . . hep akılda tutmak her zaman kolay değildir." teori üretip ortaya çıkamaz! Buna heveslenen insan, yüzyı­
(B il imsel B ilg inin Sos yolojlsl, sf: 59) lımızın dahisi Einstein bile olsa, sonuç hüsran olur. Nitekim
Bu türden yazarları okuduğu ve hemen ikna olduğu an­ Kuantum fiziğinin indeterminizmine ısrarla karşı çıkan
laşılan K.Y. herkesin özgürce bilim alanında at oynatacağını, Einstein 1 920 yılındaki ünlü Solvay Konferansı'nda Niels
şu ya da bu teoriyi kabul edip etmemenin, hatta şu ya da bu Bohr'a ve Kopenhag fizikçilerine hep karşı çıktı . Bohr her id­
disiplini bilim olarak ele alıp almamanın kişilerin tasarrufunda diasını çürüttüysa de Einstein ısrarla yeni kanıtlar aradı . Ama
olduğunu sanıyor. Tabii yanılıyor! 1 960'1ı yıllarda Avrupa'da tümüyle yanıldı o konuda. Sonunda tüm fizikçilerin sabrı taştı
şöyle bir pariayıp sönen SSK akımının iler tutar bir yanı ol­ ve Paul Ehranfect Einstein'ı şöyle azarladı:
madığı üzerinde çokça yazıldı çizildi. Bunları ele almak bu "Yazık sana Einstein! Kendi görecelik teorilerinin eleşti­
yazının sınırlarını aşar. Ama yine de relativistlerin açmazia­ ricileri gibi konuşmaya başlıyorsun. Fikirlerin tekrar tekrar çü­
rına birkaç örnek verelim. rütüldü fakat, fiziğin, önceden belirlenmiş tasımlar değil, ölçü­
(*)SSK, Socio/ogy of Scientific Knowledge ibaresinin lebilir ilişkiler üzerinde gelişmesi gerektiği şeklindeki kendi
başharflerinden oluşuyor. TOrkçesi Bilimsel Bilginin Sosyo­ kuralını uygulamak yerine, aynı önyargılar temeli nde tezler i­
/ojisi. Bilim felsefesinde relativist (görececi) bilinemezci/iğin cat etmeye devam ediyorsun." (Aktaran Heinz R . Pagels,
modem savunucu/art olan Thomas Kuhn, Bary Bames gibi K oz mik Kod, Sarmal Y. sf: 92)
isimlerle 0/l<emizde tanmm bu akım 1960'/ı ytllarda epey Astronomide Ptolemy teorisi, Kopernik teorisi, çağdaş

29
kuram . . . Fizikte Aristoteles fiziği, Newton fiziği, Einstein fiziği, toplumsal düzenlemelerin, bu kavrama dayanan ahlaki inanç
Kuantum fiziği . . . Dikkat edilirse bilimsel teoriler birbirini aşarak ve toplumsal düzenlemelerin, ahlak dışı bir hoşgörüsüzlük i­
ilerliyor. Bu teorilerin herbirinin hem doğru hem yanlış yanları deolojisini nasıl ve niçin belirlediğini göstermeye çalışacağrm.
var. Ama yine de ortada bir nesnellik, bir kesinlik, insan bil­ Daha özel olarak, büyücülük inancı ve cadrlara yapılan zulüm
gisinde belli bir mutlaklık hep sürüyor. Bugün ışığın dalga ile akıl hastalığı inancı ve akıl hastalarına yapılan zuiOmle
veya parçaerk olduğuna ilişkin iki teori var. Daha çarpıcı bir karşrlaştrracağrm." (Age. )
örnek: Dünyanın nasıl oluştuğuna ilişkin 30 (evet yazryla o­ Szasz'a göre mesihçi Kurumsal Psikiyatri-dikkat bütün
tuz!) teori var. Peki buradan ne sonuç çıkar? Bugünkü bilgi­ olarak psikiyatri değil!-birtakrm kötü niyetli girişimler için uy­
lerle bu sorunları bilim çözüme ulaştrramamrş demektir. Ama durma bir "akıl hastalığı" kavramı oluşturmuş ve milyonlarca
yarın birileri çıkıp tüm olguları açrklayabilen nesnel bir teori ABD'li bu kavramın ideolojik gücüyle baskı altına alınarak e­
oluşturursa bu farklı teorilerin hepsi ortadan kalkmaz zorun­ ziyet görmüştür. Tıpkı geçmişte Mesihçi Hıristiyanlığın olma­
da kalacaktır. yan bOyOcOIOk umacasr ile insanları ezmesi gibL Kurumsal
Genel olarak bilime yaklaşımı bunca hatalı olan K.Y. nin Psikiyatri Szasz'a göre, tam bir soygun ve zorbalık aracı. Ki­
öğrenim dalı oian iktisattaki öznellikten fazlasıyla etkilendiği şisel saygınlık ve siyasal serbestliğin yrkrcrsr' gibi davranıyor.
anlaşılıyor. Evet, özellikle burjuva iktisatçılar bu konuda tam Bu noktada Szasz'rn paralellik kurduğu büyücülük üzerine
da SSK'erların istediklerini söylerler. Örneğin gücü ve sayıları birkaç şey söylemek gerekiyor.
artan işçi sınıfına karşı mücadelesinde burjuvaziya etkili bir Ortaçağ Avrupa'sında akıl hastalığı insanın içine şeyta­
silah sağlamak için marjinalistlerin attı kları taklaları burada nın girmesi olarak yorumlanryordu. Şeytandan kurtulmak için
hemen anrmsatabiliriz. Emek-değer teorisini yoketmek için ilk iş bOyüye başvurmaktr. Bertrand Russell'ın dediğine göre,
marjinalistler ve diğer birçok iktisatçının ürettikleri sayısız bir insanın içine şeytan girerse acı, bakla, kıvırcı k, hindiba,
alternatif teori sonuçta iktisatın nesnel yapısını yokedebildi ban otu ve sarmısak karıştrrılıp kusturucu bir içki yapılır,
mi? Hayır, iktisatta olmayan şeyi K.Y. hangi hakla psikiyatri sonra da biraz bira ve kutsanmış su katrlırdr. Bunlar işe ya­
için talep ediyor? ramazsa hastanın bedenine giren şeytan ın gururunu kırmak
Ister Thomas S. SZASZ, ister Gündüz VASSAF, isterse için bedene eziyet ediliyordu. Pis kokular ve iğrenç maddeler
de çok ünlü bir başka psikiyatrist. . Başkalarının bu konuda hastaya uygulanarak şeytan rahatsız ediliyordu. Akılalmaz
neler söyledikleri önemli değil. Önemli olan bu insanların doğ­ işkencelerle şeytan hasta bedenden çıkartılmaya çalışılıyor­
ru söyleyip söylemedikleri. K.Y'ye düşen şu olmalıydı: Maddi du. Bu uygulama zamanla doğal felaketiere yolaçan cadrlar
ve inandırıcı kanıtlarla psikiyatrinin bir bilim olmadığını kanıt­ ve bOyücüler inancına dönüşerek her tür belayı savuşturma­
lamak! Yüzyrlımrzrn başında birçok dogmatik marksist aynı da cadr avcrlığrna başvurmayı doğurdu. Kötü hava koşulları­
K. Y. gibi psikiyatriyi burjuvazinin bir aldatma aracı olarak ni­ na ve doğal afetiere neden olmakla suçlanan büyücülere-ki
teliyor ve onun bilim olmadığını söylüyorlardı. Ama kimse genelde kötü yürekli kadınlardı bunlar-önce işkence ediliyor
onları ciddiye almadı. Çünkü onlar-tıpkı K.Y. gibi-sadece id­ sonra da yakrlıyorlardr:
dia ediyor, hiçbir inandırıcı şey söyleyemiyorlardr. K.Y, nin bu "Büyücü olduklarından kuşkulanılan kadınlara sorulacak
konuda dediği hiçbir şey yok. Psikiyatri bilim değildir. Hem sorular bir liste halinde düzenlenmişti; bu sorulara karşılık,
bunu sadece ben söylemiyorum. Ssasz ve G. Vassafda istenen yanıtlar alınıncaya kadar da, beden organları gerile­
söylüyor."Hepsi bu' Kendi iddiasını bir kanıt olarak yineleyin rak işkence ediliyordu onlara. Yapılan tahminlere göre 1 460-
kişinin güçlü bir ikna yeteneği olduğunu söylemek bir hayli 1 550 yılları karasında yalnlrzca Almanya'da büyük çoğunluğu
zor. diri diri_ yakılan yüzbin bOyücü öldOrOimüştür. ( . . . ) 1 6. yazyıla
Daha da garibi K.Y.nin çevirdiği* Szasz'r aniayıp anla­ doğru Treves Üniversitesi rektörü ve başyargıç Flader sayı­
madığı da meçhul. Çünkü K.Y. eğer yanlışlıkla bir başka ya­ sız bOyOcOyO mahkum ettikten sonra içine bir kurt düşmüş
zardan alıntı yapmadrysa, Szasz, kitabının önsözünde "tuhaf' ve onların işkenceye dayanarnayıp suçu üzerlerine almış o­
şeyler söylüyor. Önsözden anlaşrldrğrna göre Szasz psiki­ labileceklerini düşünmeye başlamıştır. Bunun sonucunda
yatrinin bilim olup olmadrğryla değil Kurumsal psikiyatri ile bOyücüleri mahkum ederken gönülsüz davranmaya koyulun­
sözleşmali psikiyatri arasındaki çekişmeyle daha çok ilgili. ca, ruhunu şeytana satrriakla suçlanmış, büyücOiere uygu­
Dahası psikiyatriyi reddetmek bir yana sözleşmali psikiyatri'yi ladığı işkenceler bu kez ona uygulanmıştır. Sonunda Flade
öne çı kartmaya çalışıyor. Szasz bir istismar aracı ve zorbaca de, bOyücüler gibi, suçu üzerine almış ve 1 589 yılında önce
bir yaklaşım olarak kurumsal psikiyatri'yi "kişiler üzerine baş­ boğulup sonra yakrlmrştrr." (Bertrand Russell, B ilim ve D in,
kalarının dayattığı müdahaleler" olarak özetliyor. Bu zorba Cem y. sf: 65-66)
yaklaşımın müdahalelerinin "müşteri ya da 'hasta'nrn uzman­ Szasz'rn üzerine basa basa ABD'deki Kurumsal Psiki­
la ilişkisinde denetimi tümüyle yitirmesine" yol açtığını öne yatri uygulamaları ve yaklaşımını büyücülükle karşılaştırma­
sürüyor. Bunca olumsuz Kurumsal psikiyatri yerine ise Söz­ sının nedeni şimdi daha iyi anlaşılmış olmalı. Teorik yapısı
leşmali psikiyatri'yi öne çıkartmaya çalışıyor. Kurumsal psiki­ nedeniyle Kurumsal psikiyatri zamanrmrzrn Mesihçi Hıristiyan
yatri ve "kişilerin kendi acı ve zorluklarının yönlendirilmesiyle ideolojisi, "akıl hastaları"da günümüzün cadrlarıdrr ona göre.
kabul ettikleri psikiyatrik müdahaleler" olarak tanımladığı Bu noktada Szasz'rn bir bütün olarak psikiyatriyi değil onun
Sözleşmali psikiyatri hakkında Szasz şunları yazıyor: dejenere ve zararlı bir uygulayımını reddettiği düşünülebilir.
"Akıl hastalığr'problemini çözmede en iyi ve gerçekten tek Ama diyelim K.Y. haklı. Szasz tümüyle psikiyatriyi reddedi­
umut, Kurumsal psikiyatri'nin gücünün zayrflatrlmasrdrr. Yal­ yor. Psikiyatriye karşı olan birisi psikiyatrinin bir bilim olma­
nızca bu özgül kurum ortadan kaldırıldığında baskısız dığını ortaya koymak için psikiyatrinin olumsuz uygulamala­
psikoterapinin ahlak güçleri serbest bırakılmış olacaktır. An­ rından, yanlış-hatalı psikiyatrik teorilerden vb. yola çıkamaz.
cak, o zaman, kurumsal bağlılıklar ve toplumsal tabularla kırı­ O iddiasını nesnel olgularla kanıtlamak zorundadır. Alternatif
lan yaratıcı insan diyaloğu olarak, bireye, yalnızca güdülerin tıp adına bir sürü şarlatanlık türü var. Bunlardan yola çıkarak
zorlamalarını aşmada değil, söylencenin zorlamalarını aşma­ trbbr reddetmek mümkün mü? Örneğin ABD'de şişmanlık ö­
da da kendini yükseltme savaşımında yardımı yükümlenen nemli bir sömürü aracı. Belli sağlık kuruluşları zayıflama adı
sözleşmali psikiyatrinin potansiyeli ortaya konmuş olacaktır." altında cebi göbeği şişkin Amerikalıları soyuyorlar. Bu pazar
(Aktaran Kadir Yerci) yıllık 30 milyar dolarlık bir vurguna çanak tutuyor. Ama bu
Szasz'a ABD'de Kurumsal psikiyatrik yaklaşımın akıl kötü niyetli yaklaşım trbbr ya da diyetisyen hekimliğini red­
sağlığı ve akıl hastalığı kavramlarını iğdiş ederek ahlakdışı detmenin gerekçesi olabilir mi? Böyle bir tavır atom bomba­
ve çok sakrncalı bir sistem doğurduğunu öne sürüyor, ve ki­ sına yolaçtı diye kuantum fiziğini reddetmek gibi bir tuhaflık­
tabını yazma nedenini şöyle açıklıyor: tan başka bir anlama gelmez herhalde.
"Bu çalışmada, bu kavrama dayanan ahlaki inanç ve K.Y. Psikiyatrinin bilim olmadığını kanıtlamak için daha
30
ciddi kanıtlar ortaya koymalı. Örneğin şizofreni diye bir has­
talığın olmadığını manik depressit diye nitelenen kişilerin
normal kişiler olduğunu, histerik ya da çift kişilikli insanların
psikiyatristlerin uydurması olduğunu, megalamanların yalnız­
ca romanlarda bulunduğunu vb." kanıtlamalıdır. Ya da bunla­
rın normal olmayan kişiler olduklarını kabul edip "Ama bunlar
Esrik
nedenleri olan belli hastalıkların sonucu oluşan durumlar
değildir: Bunlar hastalık değiller ki tedavi edilsinler'' diyerek
bu sözlerini kanıtlamalıdır. Psikiyatri işte tam da bunlarla uğ­ sokakta gözlerim
raşır. Bu hastalı kların nedenlerini araştırarak, onları iyileştir­ bir dala takılmı� güvercin
meye çalışır. (Tabii Szasz'ın eleştirdiği Kurumsal
sokaklar gökmavisi deniz
Psikiyatri'nin yaptığı gibi önüne geleni "akıl hastası" ilan ede­
rek dolaplar çevirmez.)
K.Y. bu konularda ne düşünür bilinmez ama I .Ö.5. yüz­ ayaklarımda gökyüzü kokusu
yılda bazı Yunanlılar akıl hastalarına hiç de iyi gözle bakmı­ cam ortasında soluyer
yorlardı. Çoğu kahin olan bu Yunanlılar akıl hastalarını hasta
olarak görmüyor, işin içine tanrıları karıştırıyor, ve akıl hasta­ ayyüzlü tanrı
larını tedavi etmeye çalışanlarla dalga geçiyor, hatta onları elmacık kemiğinde gülümseme
tehdit ediyorlardı. Bu tür şarlatanlara karşı Hippokrates (ya
da onun bir öğrencisi) şunları yazmıştı;
gözlerimin kanı sızıyor
"Her hastalığın kendi doğası ve gücü (nedeni) vardır.
Kaldı ki hiçbir hastalıkta anlaşılmaz (açıklanamaz) veya te­ yakında bir yıldıza
davi edilemez bir yan yoktur. . . (Dolayısıyla) daktorun arın­ �ehrin eteklerinde
dırma ve sihire veya bu tür şöntemlere başvurması gerek­ deniz dalgalanıyer
mez." (Aktaran H. Batuhan. Bilim ve Şarlatanlık, sf: 274)
2400 sene önce yazılan bu satıriara karşın K.Y. "akıl
hastalığı" diye birşey olmadığını, ruh, akıl ya da düşüncenin yeryüzü �eytanları kapalı giııe
anlaşılmaz bilinemez bir şey olduğunu, dolayısıyla bunların

Ali FİL
gözleri ceplerinde nakııılı
nesnel-bilimsel yollarla incelenemeyecekleri için psikiyatri di­
ye bir bilimin olamayacağını vb. söylüyorsa bizim pek diye­
cek bir şeyimiz olamaz. Herkes istediğince düşünebilir. Ama
bir bilim adına ya da aleyhine konuşurken insanın biraz
"ders" çalışmasında yarar var. Aksi halde birilerine verildiği
sanılan "ders" bambaşka bir bağlamda algılanabilir. Örneğin
insan bilmediği konularda biraz alçak gönüllü olmalı gibi ! . .

*K.Y'nin Insancıl'ın aynı sayısında yer alan Szasz'tan iyice yerleşene değin ayağa kalkıp sayılmaları olasılığı yok­
yaptığı "çeviri" başlı başına bir yazı konusu olabilir. Böy­ tur.''
lesi bir "çeviri"nin altına imza atabildiği için K.Y.'nin cesa­ K.Y.nin bir yabancı dili yeni öğrenenlerin düştüğü mot­
retini takdir etmek gerekiyor. Ama yine de birkaç noktaya a-mot (sözcükten sözcüğe) çeviri hatasına düştüğü anlaşı­
değinmekle yarar var. lıyor. Evet, Ingilizce'de "stand up" ayağa kalkmak ve "to
Birinci olarak, K.Y. kendi anadilini çok kötü kullanıyor. count" saymak-sayılmak onlarolarına gelir ama Szasz'ın
Aşağıdaki örneklere rahmet okutacak cümleleri kolaylıkla orijinal metinde bu kelimelere benzeyen farklı deyimler
kurabiliyor. kullanmış olması gerekiyor. Orijinal ingilizce metin elimizde
"Eşcinsel kimliğin itiraf edilememesinin nedeni bunu olmadığı için iki olasılıktan sözedebiliriz:
ortaya koymanın getireceği cezalar nedeniyledir.'' (abç) Birincisi, ''to stand up for" bir şeyi desteklemek, sa­
"Bütün bunu, toplumsal uygunsuzluğun hastalık olarak vunmak ve ''to count on" bir şeye güvenmek, bel bağlamak
görüldüğünün açık itirafıdır diye sunuyorum.''(abç) idiarnları (deyimler) söz konusu olabilir. O zaman Szasz
"Sonuç olarak, kendi tıbbi muayenecisi ile vis-a vis eşcinsellerin ayağa kalkıp sayılmalarından değil örgütlü bir
eşcinsel yabancının gerçek konumunu yanlış anlamışlar­ harekete güvenerek haklarını savunmalarından sözediyor
dır.'' (vis-a-vis "yüzyüze, karşı-karşıya" kelimesi aniaşılsa olabilir.
bile cümleden kim ya da kimlerin kimi yanlış anladığını an­ Ikincisi, ama daha büyük bir olasılık, ''to stand up and
lamak mümkün değil. -bn.) be counted" deyiminin kullanılmış olmasıdır. Bu deyimin
"Hükümdar (günümüz ABD'sinde hükümdar(! ! !) b.n) ile anlamı "durumunu açıkça belirtmek''tir. Dolayısı�a Szasz:
giriş yapan yabancılar arasında bir toplumsal sözleşme ol­ eşcinsellerin medeni hak ve özgürlükler iyice yerleşene·
sun ya da olmasın, bu, sıradan insanların hangisinin özel değin durumlarını açıkça ortaya koyamayacaklarından söz
olduğuyla benzerdir, diye yazıyorlar; dürüstlük, refah ... vb. ediyor olsa gerek. Eşcinsellerin ayağa kalkıp sayılmalarının
gibi konular da dahil, değer önceliklerinin titiz bir incelen­ Szasz'ın sorunu olamayacağı açıktır.
mesine dayanmalıdır.'' (Burada ne anlatıliyor acaba? -b.n.) Iyi bir çeviri için Oç temel koşul vardır: Çevirmenin a­
Ikinci olarak, K.Y.nin ingilizceyi çeviri düzeyinde, pek nadilini iyi kullanması, yabancı dili o dilde düşünecek dü­
bildiği söylenemez. Hiç çeviri için hoşgörülemeyecek o­ zeyde iyi bilmesi ve çeviri yaptığı konuyu iyi bilmesi. ilk iki
randa ingilizce kelimeyi olduğu gibi bırakmasını, görev­ koşuraçısından K.Y.nin durumu ortada. Son koşul açısın­
li(memur) yerine "devlet ajanı", amir yerine patron deme­ dan ise durumun daha da berbat olduğu anlaşılıyor. Geç­
sini, ve "lnsansever Öğrenciler Birliği" yerine ''Öğrenci mişte yahudiler ve cadılar, zenciler ve komünistler gibi "iç
Hornotili Ligi" gibi garip ibareler kullanmasını bir yana düşmanları" halletmek için rahiplerin ve dinin oynadığı ro­
bırıkarak doğruden anlamı çarpıtan bozuk cümlelerine so­ lün bir benzerini bugünkü egemen psikiyatri eşcinseller O­
mut bir örnek verelim: zerinde oynuyor. Işte Szasz'ın karşı çıktığı bu rol ve bu
"Federal hükümet ve eyaletlerin, üyelerinin ayağa kal­ psikiyatri, ama biz yine de Szasz'ın kendi yazısını okuma­
kıp sayılmaya hazır oldukları örgütlü bir hareketle talep edi­ dığımız ve K.Y.nin "çevirisi" de bu konuda tatmin edici ol­
len medeni hak ve özgürlükleri gözardı etmeleri pek kolay madığı için kesin bir yargıda bulunamıyoruz.
değildir; çoğu eşcinsel için ise, medeni hak ve özgürlükler

31
Yalnız Ölüler

-Ölürsek suda ölmek isterdik ay aydınlığında


Ne sandmız. güzel ölmek hakkıdır barış biraz da!-

Ö lü bir �air kırlangıçlarını uçurdu üstüme


Biz eski bir sofradaydık, o bir göç treninde çocuktu
Sesi ve çılgınlığı bitimsiz ülkem, yolculuk nereye?
Bozkırla deniz vurllljurken inen bu kitaptı
Ergin olur olmaz ça�afa girmeliydi masallar
Orman yakmak kime yeter, kül daha çok kül farzdı
Çay üstüne çay, bekledik her seferinde

Üzüm sepetleri, incir sepetleri, tütün dizenler


Gözler içine içine oyulurken bakı�ız
Bilinmez ölülerden bilinir sınırlar çizdi doğuda güne§
Batıda yarım ekmek içi ay gı=.ıceye katık edildi fabrikalarda
Kuzeyde fındık kabuğu kumsallar çekildi ağiara güm�üz
Güney bol tuzlu derisiyle örtünce kıblesiz güllerini
Belleksiz minarelerle karalanmı� ufuklarda
Ucu yanık bir dua belirdi tanrısızlığa
Ortadoğulu ceylanlar suya inmedi
Ekmek kokusu, tebe�ir kokusu, kitap kokusu sordu: Nereye?

Zamanla ba�ımız hep dertte, hep dertte


Eklenemedik ucuna hiçbir katarın, adresi belli
Çalı çırpı ocaklar, deprem evleri, günsüz bebeler
Mendil açtık, gök savurduk, harman yerleri
Kana kan, göçe göç, haritamız çizilmedi, çizilmedi
Coğrafya dersine kravat bağlayınca kürt dağları
Tüm sınıf sordu:
Postallar, bombalar, kavaklar, yirmi ya�lar, nereye?

Ö lüm bir §air öp�ü �imdi elimin üstünde


Avucumda her ölenin son bakı�ı saklı
Haklı sava§, haklı kin, haklı ölüm, haklı pusu var mıdır?
Kovanlar oğul vermi�e mevsim sorulmayacak mıdır?
Ah köküne kıran girmez kan ırmağı, neyi boğacaksın §imdi?
Ana dilinde görülm� altyazısız d�leri mi,
Türküleri mi yoksa, karanlıkta söylerkenki �iir, tadıyla?
Ayı�ığı gömülecek mi
Taze çakılmı� çivilerin çarmıhlardaki pırıltısına?
Kendini gerilla sanan tahta be�ikler, ana karnı, süt hakkı
Sordu bin bir dağdaki bin bir kuytu
Ninnilere, alfabeye, ya§lanmaya kuruimlllj pusu
Taze kesilmi§ ağaçlardaki taze uçmlllj can kokusu sordu:
Kim haklı?
Yalnız ölüler haklı.
\
'�

Seval ESASLI

32
Batıcı Aydın ve Emekçi! Aydın
Yunus Bakihan ÇAMURDAN

Toplumbilimleri üzerine konuşmaya karar verip de ilgili olmasalar bile Silikon Vadisi'nde ne üretildiğini az
nerden başiayacağını bilemeyen herkesin o güvenli çok bilir. Yaşadığı kentte nüfusun önemli bir bölümünü
sığınağına, etimolojiye demir atarak yazıma başlıyo­ oluşturan gecekondu insnaları n ı n neyle beslendiğin­
rum. Türkçede'ki "ayd ı n(münevver)" sözcüğünün çıkışı den haberdar değilse de, Batı Kıyısı'ndaki sushi bar­
ve orjinal kullan ı m ı , Batı dillerindeki "entellektüel" söz­ ların h ızlı yayılması konusunda sizi ilgilendirebilir.
cüğünü birebir karşılamamaktadır. "Ayd ın" üstü kapalı Cumhuriyet'le başlayan "Yeni Rejim", Osmanlı'nın
fakat doğ'ru bir biçimde Ayd ı n lanma kavra m ı n ı çağrış­ Batıcıl ayd ı n ından bir kopuşu gerçekleştirmek bir ya­
tı rmaktadır. Ayd ı n , genel ve kapsayıcı bir terim olara k, na, Bat ı l ı akılcı-pozitivist düşünceyi devletin temel
profesyonel bir kültür-ideo a ktarıcısına gönderme ya­ zihniyeti haline getirerek, Batıcıl ayd ı n ı n işlevini Yeni
par. Örneğ i n , alanı ndaki bilgi düzeyi, çevresindeki Rej i m'in egemen s ı n ıfları için yerine getirmesini sağ­
sayg ı n l ı ğ ı ne ölçüde olursa olsun, Islam özelinde dini lamak için tüm kapı ları ard ı n a kadar açmış, onu ve
ideolojinin taşıyıcısı olan medrese hocası, imam, takipçisi kuşakları "Cumhuriyetin ve devri m ierin mü­
molla, v.s. için "münevver" sözcüğü hiçbir zaman kul­ eyyidesi" haline sokmuştur.
l a n ı lmamaktad ı r. Bu da ayd ı n ı n nesne olarak yer al­ Ayd ı n , Kemalist rej i m altında kaza n d ı ğ ı bu yeni
d ı ğ ı aydı nlanma işlemindeki ışık kayna ğ ı n ı n mekansal biçimin geleneksel deva m ı na günümüzde örnek olara k
konumlanışı hakkında açık bir bilgilenme sağlar: "Işık (biraz çelişik g i b i görünseler de) neo-Kemalist v e libe­
Batı'dan Gelir!" ral, cephelrden birer ayd ı n ı verebiliriz: Bedri Baykam ve
Osman l ı da Batı'dan gelen ışık"la haşır neşir ola­ Mehmet Altan. Bunlar aşağ ıda sayacağı m özellikleriy­
gelmiş bireyler kuşkusuz yüzy ı llardan beri vard ı . Fa­ le tam Mustafa Kemal'in ayd ı n larıdırlar.
kat, Türkiye egemen s ı n ıfları n ı n bir projesini gerçek­ "Monden hayat"a, renkler ve ış ıklar dünyasına hay­
leştirmenin, Batı'ya karşı batı l ı laşma "paradigmas ı n ın" randırlar. "Gusto sahibi" insanlara derin sayg ı duyar­
a racı olara k bir teknoratlar kastı olara k ayd ı nları n or­ lar. Egemen s ı n ıfla r yararına bir faydac ı l ı k, onlarda ö­
taya çıkışı görece yen idir. Bu "yara d ı l ış"ın kaynağı ola­ zensiz ve "geniş mezhepli" bir seçmecilikle buluşur. Bu
rak gösterilen Tercüme Daireleri bile egemenlerin en seçmecilik çoğu kez d ışarıdan bakıloığı nda komik gö­
basit pratik ihtiyaçlarından birini giderme aracı olara k, rünen durumlara yol açabilir. örneğin Bedri Baykam
ayd ı n ı n toplumda öngörülen işlevinin bir prototipini o­ "Ata'n ı n partisine sahip çı kma" amacı yla CHP'de siya­
luştururlar. sal etkinlikte bulunurken, öte yandan postmodernizim
savu nucusu kesilebilir ya da Marksistler'i "tutucu luk"la
Batı karşısı nda geriledikçe Batı'ya daha çok ben­ suçlarken, laikliğin teminatı olara k gördüğü paşalarla
?eme ça bası, salt siyasal-ekonomik a l a n ı n değil, zihin­ ilişkilerini geliştirmekte de sakı nca görmez.
lerin de sömürgeleşmesine yol açan çift yönlü bir sü­ Bu garip yamalı bohça görünüm ünden Batıcıl ay­
reci getirmiştir. Türk ayd ı n ı ikiyüzy ı la yakın süredir d ı n asla yüksünmez. O, "düşüncelerim ve eylemim"
saatini Batı'ya ayarlayarak, düşünsel a landa da Ba­ adı n ı verdiği bu tuhaf bulamacı her gün yer ve (daha
t ı ' n ı n sürekli sad ı k müşterisi olmuştur. da kötüsü) yedirir.
Marksist bilirnde altyapı-üstyapı konumlan ı ş ı n ı n ll
kendisini birebir mekanizm parelelinde gösterdiği pek Ve Marksizm
az örnekten biri bu durumdadır. Türk ayd ı n ı n Batı'ya Tüm diğer Bat ı l ı düşünce akı mları gibi yukardaki
karşı tek taraflı alıcı kon u m u ve a ralarındaki ilişkinin süreci izleyerek Türkiye'ye giren Marksizm , bu konu­
eşitlerarası bir etkileşimi yanSJtmaması aslı nda Türki­ muyla ü l kemizde başlangıçtan bu yana bir çelişki için­
ye'nin, Batı'ya düşünce karş ı l ı ğ ı 'hala kuruüzüm satan de olmuştur. Egemen sınıf iktidarı n ı devirme düşün­
bir ülke olmasından, yani Türkiye ve Batı'da kapita­ cesi olmakla, egemen s ı n ı f ç ı karları doğrultusunda o­
lizmin farklı ortaya ·çıkış ve gelişme nedenlerinden luşturulmuş bir katman tarafı ndan "ithal" ed il mesinden
kaynakla n ı r. Ancak Türk ayd ı n ı n ın düşünceyi alışı ile kaynaklanan bu çelişki, Marksizm'in Türkiye'de emek­
düşüncenin ortaya çıkışı arasında bir zaman farkı her sermaye cepehleşmesi içindeki emek temel li bir geli­
zaman olmaktad ı r. Bu, kuşkusuz, düşüncelerin şim süreci izlemesine engel olmuştur.
kuruüzüme oranla zor özümsenmesindendir. Amaç Emek temeline oturmayı başaramayarak,
"tez zamanda" Batıl ı'ya benzemek olunca, düşüncele­ konumlan ı ş ı n ı doğru bir şekilde gerçekleştirememesi
rin Batı'dan gelip, ayd ı n ı m ızın kafasına yerleşişi ara­ onun kendi "karşıt" mecrası içinde, düzene zıt yönde
sı ndaki zaman farkı büyük önem kazanmakta, çoğu akmas ı n ı önleyerek, Marksizmi egemenlerin öngördü­
kez bunun uzunluğu-kısalığı ayd ı n olman ı n ölçütü ol­ ğü mecralardan birinde yer edinmeye zorlamıştır. Dü­
makta d ı r. Böylece Atilla i lhan'ın dediği gibi "kaçamak şünsel zemini Kemalist perspektifçe ilerici-gerici biçi­
okudukları Leni n , Nietzsche ya da Baku nin'e göre za­ minde ikili görünümde algıladığı dönemde
m a n zaman komünist, varoluşçu ya da anarşist geçi­ Marksistler'e düşen, kendileri ni ("ayd ın" olmakl ı ğ ı n do­
nen yaratı klar ortaya çıkmaktad ı r. bu tuhaf yaratı klar, ğal sonucu olara k) ilerici cephe içinde tan ı mlamak ol­
kendi ü lkelerindeki işçilerin çalışma koşullarıyla pek muştur. Böylece, Marksizm'in içeriği ve özü iyice bo-

33
şalmış bir "biçimi", Ayd ı nlanma'nı n marjinal bir alt durum, bireyler düzeyinde ise, sol düşüncelerin
başlı!)ı durumuna düşerek, Kemalizm'in gericilere "gençlikte az çok kap ı l ı n ıp, çoluk-çocuğa karışı nca tatlı
karşı açtı!)ı haçlı seferlerinde yedekçilik görevini üst­ birer anı olan 'uçukluklar'" olarak nitelenmesiyle ken­
lenmiştir. dini g österir.
TKP ve genel sekreteri Ş. Hüsnü'nün oldukça prim IV
vermediği bu rol, Orak Çekiç gazetesinin Mart 1 925 Geleneksiz geçmişiyle sol, a d ı n ı ve toplumsal
sayısı nda "Yobazların sarıkları, yobaz zümresine ke­ bellekteki yerini "Bu memlekete komünizm gerekiyorsa
fen olmal ıdır!" sloganıyla yeralan, Şeyh Sait isya n ı na onu da biz getiririz!" mantığıyla kurulan "devlet solu"na
karşı hükümeti tam destek kampanyas ı nda b ı raktı. Öyle ki, Tü rkiye'de azı msana mayacak miktar­
somutlanmaktad ır. lsyanın şiddetle bastı rılması da bir kitlenin "sol" dendiğinde aklına gelen tek şey,
kaşısında duyulan büyük coşku "kara n l ı k Şark vilayet­ 70'1erde "orta n ı n solu" politikaları n ı iyice kitleselleştire­
leri"nin de artık Batı uygarl ı ğ ı n ı n ayd ı n l ı ğ ı ndan yarar­ rek, Ecevit'in dediği gibi "aşırı solun yarattığı sele karşı
lanacak olması düşüncesinden kaynaklanmaktadır. en sağlam duvar, en etkili set" olmayı hedefleyen
lll reformist burj uva CHP olagelmiştir. Devlet solunun bu
1 960'tan sonra kendini daha kitlesel bir düzlemde en etkili politik gücü, özell i kle Sosyalist Enternasyo­
ifade etmeyi hedefleyen sol, bu amac ı n ı gerçekleştir­ nal'e kendini tescil eHirdikten sonra· "solcul uğunu ve
meye girişirken de "yolarkadaşı" olarak Batıcıl ayd ı n ı sosya ldemokrat l ı ğ ı n ı" daha pervazısca ilan ederek,
seçmiştir. Bu dönemde solun yolarkadaşı olara k görü­ "siyasal yepaze"nin "solunda" kendini yegane müseccel
nen ll han-Turhan Selçuk, Çetin Altan, H. V. marka olarak pazarlamaya başlamışt ı r.
Velidedeoğlu, Muammer Aksoy gibi ayd ı nlar, 1 2 Eylü l'den sonra TOrkiye solu, eski yolarakadşı
Cumhuriyet'ten sonra Kemalist rengi hakim olarak ta­ ilerici-Ayd ı nlanmacı ayd ı n la yüzyüze gelmek zorunda
şı maya başlayan, i lerici-Ayd ı n lanmacı gelenekten kal m ı ştır. Gerek 12 Eylül döneminde zorunlu hale
gelmekteydi . Gerek solun kendisini asıl ait olduğu te­ gelen, gerekse Kürt sorunu ve işçi-emekçi hareketleri
mel üzerinde tan ı mlamayı başaramaması, ger�kse konusunda bu çevrelerin tavrınca h ızland ırı lan bu
yolarkadaşları n ı n halkın gözünde hala )taban• konu­ yüzleşme yol ayrı mları n ı n daha belirgin hale gelmesi­
munda olması (ve yolarkadaşları n ı n yukarıda d a sözü ne yol açtı.
edilen seçmeci karakteri, kitlelerin gözünde sol ve sol­ Türkiye'de solun kendisini kitleler önünde yeniden
culuk kavramları n ı n bulanı klaşmasına halkın solculu­ tan ı mlaması zorunluluğunun g ittikçe daha sıcak bir
ğu geçm işten gelen birtakım düşüncelerle, siyasetlerle şekilde kendini hissettirmeye başla d ı ğ ı bu dönemde
(çeşitli nedenlerle kurduğu nedensellik bağları ile) solun, yad ırgayamayacağ ı öz toprağ ına, emeğ� kök
bağdaştırmaya, bu yolla bu karmaşık kavram ı kafa­ salması için yapı lacak girişimlerin önemeli bir parçası
sında açıklığa kavuşturma çabasına aitti. Solculuk, it­ olan, eski yolara kadaşlarıyla yüzleşme, ayn ı zamanda
tihatç ı l ı k mıydı? Halk Particilik miydi? dinsizlik miydi? daha genel bir kavram olarak Batıcıl ayd ı n ı , teşhir
farmasonluk muydu? yoksa Kızı lbaşl ı k mıyd ı ? masasına yat ı rmak ve onun ikiyüz yıldır taş ıya geldiği
Tüm bu sorular, yabanlar ile birl i kte yap ı lmaya ça­ gelenekle hesaplaşmak şeklinde olmalıd ı r. Bu yüzleş­
lışılan solculuğun, bir yabana nasıl döndüğünOn birer me, Marx'ı Anadolu toprağ ı nda ayakları üstüne oturt­
kanıtı idiler. Bu yabaniaşma sonucu Türkiye'de sol bir mak çabası n ı n çok önemli bir unsuru olan, "emekçi!
"gelenek" yaratamad ı . Yaptığ ı dönemsel çıkışları, sü­ ayd ı n"ı yaratmak için ivedilikle atı lması gerekli bir a­
reklilik ve tutarl ı l ı ktan yoksun bir biçimde, kısıtlı birer d ı m d ı r.
soluk almanın ötesinde bir birikim sağlayamad ı . Bu

A
A A i NSANCI L EMEKÇiSi. ..
AA

iiiRer Özkaya İle Nihat A teş


Direngen Bir Duyguyla
Taşa Gül Ektil.er
Sevindik

İnsanal Ernek çileri


8 Eyliil 1 995

34
Nermi Uygur'un 'Tadı Damağımda'
Bülent TOPBAŞ

I nsancıl'ın düzenlediği I nsanlaşma Seminerle­ zaman köyünden bir tan ı d ı ğ ı gelse hibir şey satın al­
ri'nde, insancıl'ın neyi a maçlad ığın ın, neyi savundu­ masa da onu büyük bir keyifle şu çok büyük
ğunun, daha doğrusu ne olduğunun ve buna bağlı ola­ Migrasiara götürür, birlikte hayra n l ı kla gezerlerdi. Ben
rak da öneminin bil incine vardı m. Bu seminerler benim de o arkadaşın yaptığı gibi ne zamand ı r görmediğim
için 'insancıl Okuru' olarak olgunlaşma araçları oldu­ bir arkadaşımla görüşsem onu bizim şehrimizin
lar. Baştan sona insancıl sayılarını yeniden gözden kitapevlerine götürürüm. Veya ben başka bir şehre git­
geçirdim . . . E ksiklerimin ayı rd ı na vard ı m . Seminerierin tiğim zaman hemen ora n ı n en büyük kitapevlerini bu­
aracı olduğu diğer bir konu da benim Nermi Uygur lur, gezerim . Bu yüzden yazarın duyguları çok yabancı
ismiyle tanışmamd ır. Cengiz Gündoğdu'nun doğru dü­ gelmedi ilkin. Fakat sayfalar ilerleyince yazarın kitap
şünce yöntemi üzerine verdiği seminerierin sonunda, okurluğunun, kitap tutkunluğunun boyutları n ı görünce
düşünceyi s ı n ı rlandıran dumura uğratan, önünü kapa­ avucumdaki kitaba göre gittikçe küçülmeye başladı­
yan bir takım yanlış düşünce biçimlerinden sıyrı l m ış ğ ı m ı bir süre sonra ise sayfaları çevirmek için kitabın
düşünürlerden biri olarak dile geldi Nermi Uygur. Ben ortasından sayfa.s ın ucuna kadar yürümek zorunda
Cengiz Gündoğdu'nun bu önerisini "tez oku­ kald ı ğ ı n ı , sayfaların arasında doland ı ğ ı m ı hissettim.
na! . . . "biçimin9e algılad ı ğ ı m için çok kısa süre içinde i lkokul çocukları gibi hissettim kendimi. Yolun çok
şimdiye dek belki çok kez gördüğüm anca k dikkat et­ başında olduğumu, yaklaşt ı ğ ı m sand ı ğ ı m "aydın ü l­
memiş olduğum bu ismi aradım ve o dönemde Yapı kesi" yerine, sadece "Ayd ın Ülkesine Gider'' tabelasına
Kredi Yayı nları'ndan yeni çıkmış olan Tadı Damağ ım­ vard ı ğ ı m ı gördüm. Bunun gerekçesi yazarın okuduğu
d a yı ald ı m . Kitabın kal ı n l ı ğ ı na bak ı l ı rsa Nermi Uygur
' kita pların çokluğu veya niteliği değildi; kitapla girdiği
düşüncelerinin bir kısm ı n ı burada açıklamış olmalıyd ı . bilinçli ilişkiydi; Onun kitapla oluşturduğu dü nyayd ı .
Kitaba şöyle b i r göz attığ ı mda ise yan ı ld ı ğ ı m ı anla­ Yazarın kitap okuma konusunda benden ayrı olan de­
d ı m . Kitap olduğu gibi 'kitap' üzerine denemelerden o­ rin bilgi birikimi veya okuduğu kitapların çokluğundan
luşmuştu. Çok ilginç bir düzenleme ile kitap baştan başka kitapla olan macerası, kitapla olan dostluğ u,
sona yazarın kitapla olan serüveni idi. kitapla olan özel-öznel ilişkisi" yani kısaca
Bu kitapla birlikte, şimdiye dek ki ayrı l ı ğ ı n da etki­ 'Nermilemek' edim iydi ayrı olan. Diğer yönden Nermi
siyle, h ızlı ca Nermi Uygur'la yolculuğum başlad ı . Ya­ Uygur'un dünyası sadece kitap değildi. Onun deyisiyle
şama Felsefesin'den, 'Felsefenin Çağ rısı na ; burada "Gerçek yalnızca kitaplardad ır, diyenin ne cansız dün­
'
'

biraz uzun bir konaklamadan sonra Dilin Gücü insan yası var'' Bilinçlenmek için sarı l ı yorum kitaba. Ama
Açısından Edebiyat ve en son içiyle, Dışıyla Batın ı n öyle doyumsuz ki bil inç, birinden sonra öbürüne sarı lı­
Kültür Dünyası'na kadar çok keyifli b i r yolculuk yap­ yorum.
t ı k. Bu yolculukta çok şeyler öğrendim, yaşadım, g üzel insancıl böylece düşünceleri ne önem verd iğim,
d uygular tattım. yararland ı ğ ı m çok önemli bir insan daha kazandırm ı ş
Kitabı avucumun içine a l ı p okumaya başla d ı ğ ı m­ o l d u bana.
da, daha ilk sayfadan beni çarpan yazarın dili olmuştu. Nermi Uygur'da Ayrı Olan ...
Pis, çamur içinde, mikroplu suları içtikten sonra, kay­ Nermi Uygur'da keşfedilip mükemmelliğe, kusur­
nağından buz gibi suyu içmenin keyfini yaşad ı m . Söz­ suzluğa ulaşan çerçevesini çizen kesin doğrula r, yön­
cükler l ı kı l ıkır, kayar gibi gidiyordu gözlerimin önün­ teml�r yerine bilimin sonsuzluğunu görüyoruz. Gerçe­
den. Nermi Uygur'un diline verdiği önemi, titizliği ve dil ğe ulaşma yolundaki uğraklarla devamlı gelişen dü­
konusundaki bilinçliliğin ise daha sonra da iyi anlaya­ şünce . . . ileriye giden, dünden beslenen, düzelti lip o­
caktım. narmalarla gelişen, birbirini bütünleyen gerçeğe ulaş­
Nermi Uygur ilk olara k bu eksikliğimi yüzüme vur­ ma yolu. Bugün dünden daha ileride ama yarına göre
du. Hem dili kullanım hem de dille olan tanış ı kl ı ğ ı m eksiklerin in olacağ ı n ı n bilinciyle hareket ediyor Nermi
çok zayıftı. Bu nedenle insancıl'da bu konuda şimdiye Uygur.
dek çıkmış, benim de daha önceleri şöyle göz ucuyla Bu yaklaş ı m ı n ı n belki en önemli bileşeni hatta
baktığım veya hiç bakmad ığım , dil üzerine yazı ları o­ kalkış noktası onun felsefeyi düşü nce ve dil bağ lamın­
kuduılı. Dilin önemini ve g üzelliğini Nermi Uygur'da da ele a l ı ş ı d ı r. Onun felsefe araştırması kavramlardan
gördüm. yola çı kar. Kavramlar düşünmede vard ı r ve dille iletilir­
Bir insancıl okuru olarak, kitap tutkunu, kitaplarla ler. Kavramlar böylece dilce vardırlar. Dil ve düşünce
a l ı şverişi bol olan biri olara k görüyordum kendimi deva m l ı etkileşim halindedir. Diğer yönden düşünme­
(Kaan Arslanoğlu insancıl okurunun böyle olduğuna de dil etkendir çünkü Nermi Uygur'a göre insanlar 'dille
katı lmasa da . . . ) M alatya'nın bir köyünden okumak için düşünürler' Böylece yolun başında felsefenin (veya bi­
kente gelmiş bir arkad ı ş ı m ız vard ı . Çocukcağız ne limin) kesin doğruları dışianmış oluyor. Çünkü düşün-

35
cenin bir a ktarma sonundaki nesnelleşmiş halidir dil.
Bu yüzden bu düşünceyi aktarı lmışlığıyla ele almalı­
yız. Bu da filozofu felsefe sorularının, başka bir deyişle
' . . . anlamı nedir?'i cevaplarken felsefecinin 'geniş açılı'
olmas ı n ı gerekli kı lar. Verilen cevaplar 'anlam kalınlı­
ğ ı ndaki değişik katları açarak' verilmelidir. Bu da kes­
tirme kesin cevapların d ı şına çı kacaktır.
Felsefe - dil ilişkisini Felsefenin Çağrıs ı ndan Ner-
' •
Düğün
mi Uygur'un sözleriyle görelim: 'Felsefe sorusu ne ev­
ren olarak evreni ne de dil olarak dili sorar. Kısaca
söylemek gerekirse, felsefe sorusu' dünyaya - yönel­
Ülker ile Nihat'a nika!ı armağanı. . .
miş - olan - dilin - anla m ı nda derinleşmeyi başlatır de­
nebilir. Böylece felsefenin, tümüyle 'bu derinleşme ol­
duğu ortadadır'.
Bunun yan ı s ı ra Nermi Uygur'da ayrı olan onun bi­ günlerimiz yarım
lim adamı sorumluluğuyla yüzlerce yıllık düşünce e­
serlerinin oluşturduğu yükün altına g i rebilmesi ve yarım gül�lerimiz
bilimada m ı dürüstlüğüyle bunları yansız olarak ele
bir umudumuz tam
alma çabasıdır. Sorularında hazırlop cevaplar, kesin
formüller, tan ıtlamalar yerine temellendirmelere baş­ bir de d�lerimiz
vuruyor. Bu konuda ayrı tutum ve söylemleri dikkate
alabilmekle birl ikte en önemlisi temellendirirken geç­
mişteki açıklamalarla bağ ı n ı kuruyor. Onun görüşüne
göre oluşum içindeki gerçekliğin dile gelişinde dene­ ya§amı§lığımız ömrümüzün on katı
melerin hepsi birbirinden besleniyor, hepsi birbirine
yaslanıyor. Işte 'Geniş Açı l ı' bakabilmeyi böyle sağlı­ bir de eklersek
yor. Bunun üzerine 'titiz bir gözlemcilik' yan tutmayan
ardımızda bıraktığtmız kitapları
bir veri sayg ı s ı ; 'vermeye çalıştığı amaca uygun bir
dille çalışmak' 'bu çalışmanın ulaştırmad ı ğ ı bilgi s ı n ı r­ çok bekliyor az uman çocukları
ların ı n ötesine aşmamak' eklenince ortaya Türkiye'de
hiç alışılmadık bir görüntü, bir bilimadamı ortaya çıkı­
yor. Uygur'un bu ayrı l ı ğ ı elimizde· olmadan bize acaba
felsefe tarihi Nermi Uygur'ca nas ı l yazılırd ı diye sordu­ her an gidecekmi§ gibi
ruyor.
Nermi Uygur'un yöntemi üzerine onun sözleriyle, bavullarımiZ kapı önünde
içiyle, Dışıyla Batı'nın Kültür Dünyası adlı kitabın­
hiç gitmeyecekmi§ gibi
dan a ktara l ı m : Gittikçe derine işleyen bir yoğunlukla,
bilme, eyleme, isteme, özleme gibi m ilyonlarca insan susamı!jız sevgilere
yaşa m ı n ı ayakta tutan en temel kesimleri ilgilendiren
bir konular-evreninde, nice nice tuzaklar beklemekte
herkesi. Kafaları, kitaplıkları, örgütlenmeleri, basın­
yayın araçlarını kaplayıverir; beylik kal ı plar, köhne halbuki
anlatımlar, moda yaklaşı mlar, hoşlanılan gevezelikler,
gücünü yitirmiş resmi görüşler, gerçekliği çarpıtan in­ gidi§ler yarım
dirgemeler, renkliliği örten yalanlamalar, çıka rcı
yarım seviler
gözboyamalar, sürçtüren tekyan l ı l ı klar, tehlikeli ön­
yargılar .. .
'
nikahlımız yanımızda
Nermi Uygur'u okurken çok güzel duygular duy­
dum. Bazen kitapları b ı rakıp dolanırken veya haberleri yürekte bir tam umut
izlemek için televizyonu açtığımda çevrelendiğimiz
orta m ı n köhneliği, balçı ğ ı yüzüme daha şiddetli vurdu. bekler o günü
Kı rçiçeği tarlaları ndan bataklığa g i rm iş hissettim ken- ·

dimi. Daha çok işimiz var bu bataklığı kurutmak, öte


yandan tarlaları beslemek ve büyütmek için. Ama devrimden önce değildir
Nermi Uyg u r gibi insanlar yüreğimize su serpiyor. Son
sözümüzü yine Nermi Uygur'un kendi sözleriyle dile bir komünistin düğünü

Tuğrul YILMAZS.Y
getirelim: 'Toplum-yönetim yaşamında, düşürülmesi
gereken maskeler, düşürülmesi gereken maske­
kitapları, bile bile düşürmeyen kitaplar, hele bunların
sayı s ı n ı bile bile artıran kitaplar' Zararlı otları, ekin leri
biçecek pekçok tırpan kitabın yazılması gerek zaman
zaman'. Bundan sonra tırnak içindeki bütün yazılan­
lar. N. U'un kendi deyimleridir. Belirtıneden geçemeye­
ceğim diğer önemli bir insan da çok değerli hoca m ız
Afşar Timuçin.

36
Sağduyu (II)
Mustafa TOPAL

Görgül düşüncen in bir diğer özelliği çok yönlü ve tersi kendisine gösterildiğinde p işkinlikle "o özel bir du­
derin düşünmemesi, yöntemli akıl yürütmelere da­ rum" "istisnalar kura l ı bozmaz" diyen politikacı tipinin
yanmadığı için olayları tek boyutlu olara k değerlen­ mantığı aslında görgül düşüncede içkindir . Bu d üşün­
dirmesfdir. ce biçiminin çok anlamlı ve esnek yapısı doğal olara k
I nsanları n çoğunluğu doğuştan akıllı ve mantı klı s ı k s ı k işin içine duygusal boyutlar da katar. Kendi ül­
oldukları kan ı s ı ndadırlar. Oysa bilimadamları da dahil kesi, kendi hemşehrisi kendi a krabası sözkonusu ol­
insanların çoğunluğu günlük yaşam ı n değişik anların­ duğunda bu düşünceyi edinmiş insanlar nesnel dav­
da hiç de akıllı ve mantıklı davranmazlar. Yaşa m ı n ranmayı kolayca gözardı ederek daha önce savunduk­
birçok a n ı nda insanlar yüzeysel v e üstünkörü düşünür­ ları n ı n tamtersini savunabilir. Taraftarı olduğu takı mda
ler. Örneğin şu türden bir problemi bile birçok insan aynarken öve öve bitiremediği futbolcu transfer mev­
hemen çözemez: Bir odada bulunan arkeolog, biyolog siminde rakip takıma geçince • o zaten işe yaramazdı"
ve satranç oyuncularından arkeologların hiçbiri aynı diyeilir. Uluslararası bir maç s ı rasında hakem rakip
zamanda biyolog değilse, ve bütün biyologlar santranç takım lehime karar verd iğinde bu kararı hakemin
oyuncusu ise buradan kesin olan hangi sonuç çı kar? Türkdüşmanlığıyla açıklarken, aynı hakemin, aynı
Tek doğru çıkarsama olan "Bazı satranç oyuncuları maçta açıktan Türk takımı lehindeki bir kararını
arkeolog değillerdir" sonucunu çıkarmak için gerekli "normal bir karar" olara k niteleyebilir. Bilimsel teoriler
mantıksal akıl yürütme güncel düşünceyle işgören bir­ arasında ya da bazı özgün öğretilerde bile bu tür eği­
çok insanda yoktur. Tek boyutlu ve yüzeysel düşünme limler vard ı r. Görgül düşüncenin çok anla m l ı ve belir­
a l ı şkan l ı ğ ı bilimada mları n ı bile etkisi altına alabil ir. siz yapısı niceliksel ve görüngüsel olgulara dayanma­
Kolera mikrobunu bulan Robert Koch daha sonra kole­ sıyla da kendisini açığa vurur. Olguların gerçek temel­
ra hastalığına bu mikrobun yol açtığ ı n ı öne sürmüştü. lerini, niteliksel, öze ilişkin yanlarını değil de ikincil
Koch bu iddiasını bir konferansta yinelerken hastal ı k­ niceliksel yanları öne çıkartmak görgül düşünce için
ların mikroplardan kaynaklanmad ığına inanan Petter­ tipiktir. Sağduyunun bu yan ı n ı en iyi bilen ve kullanan
koffer isimli bir daktur Koch'a sinirlenerek konferans kişiler ise burjuva politikacı lar, reklamcılar ve medya
a n ı nda yüzlerce daktorun gözü önünde bir tüp dolusu hokkabazlarıdır. Görgü l düşünce sığ ve yüzeyselliğini
kolera mikrobunu içmiştir. Bir parça ateş yükselmesi fazla çaba harcamadan kolayca "kavranan", a paçık
· d ı ş ı nda hasta olmayan Petterkoffer böylece Koch'u çü­ "gerçekler"le kapatmaya çal ı ş ı r. Örneğin mantıkta
rüttüğü n ü sanıyordu. Oysa yan ı l ıyordu! Kolera mikro­ argumentum ad haminem denen sorunun özünü ele
bu her insan bünyesinde hemen hasta l ı ğa yol açamı­ almaktansa biçimsel yaniara dikkatleri çekme çabasını
yordu. Sağlıklı bir bünyenin bağ ışıklık sistemi kolera buna örnek vermek m ü m kün. Halk dilinde işi şahsiyete
mikrobunu etkisiz kılabiliyordu. Dolayısıyla Petter­ dökmek denilen bu yaklaşım tarzı oldukça yayg ındır.
koffer'in tek boyutlu şematik çürütmesi ve akı lyürütme Zorlu bir tartışmaya girmektense karşıda ki insanı
tarzı yanlıştır. Benzer şekilde günlük yaşamda sıradan "Ermeni" "üçkağ ıtçı", "faşist", "dinsiz", "komünist",
insanların olayları ele alışı ve sonuç çıka rma sürecin­ "vefasız• vb. türünden olumsuz anlamlar yüklenen sı­
de de görgül düşüncenin bu özelliği oldukça etkili olur. fatlarla damgalamak tercih edilir. Karşıdaki insanın
Futbolcuianna Avrupa ölçülerinde astronomik ücret ö­ söylediği ciddiye alınmamal ıdır, çünkü o zaten şöyle
deyen, onlara iyi tesisler sunan, başlarına tecrü beli birisidir vb. Bu türden demagojik dalaverelere geniş
yabancı antrenör koyan futbol kulübü başkan ı alınan kitlelerin kapılması ve birçok konuda sorunun özünden
başarısız sonuçların a rd ı ndan futbolcularını "ruhsuz çok biçimsel yanların günlerce tartışılması görgül dü­
olmakla" suçlar. Bu tek boyutlu düşünceyi kabul eden şüncenin bu tipik yan ı n ı n geniş yığı nların zihinlerinde
spor yazarı ve taraftar da aynı sözü yineler. Oysa fut­ ne derece derin izler bıraktığ ı n ı n kan ıtıd ır.
bolda başarı yaln ızca para, tesis, antrenör gibi etmen­ Görgül düşünceni n en olumsuz yanlarından birisi
lerle değil altyap ı , eğitim disiplin, futbol anlayışı g ibi tutucu ve dogmatik olmasıd ır. Zamanla toplumsal de­
etmenlerle de ilgilidir. ğişimin evrimine koşut olarak bu düşünce biçiminde
Sağduyuya dayal ı görgül düşüncenin önemli bir de değişmeler görülsede bu değişmeler çok yavaş o­
zaafı ise çok anlamlı ve her yana çekilebilir, yoruma lur. En önemlisi değişme olsa da değişmeden kalan
ve tercihe bağlı sonuçlar çı karmaya elverişli şeylerdir. önemli bir yan sürekli bulunur .Bu olgunun en açık
Herhangi bir konuda söylemiş olduğu şeylerin tam kanıtı yerleşmiş boş inançlar (hurafeler) ve önyargı-

37
lard ı r. Lafta ne söylenirse söylensin , mantıklı konuş­ türden bir eğilimin sonucud ur.
maya çalışılırken neler kabul edilirse edilsin günlük Sağduyunun karmaşık sorunları . basite indirecek
yaşamdaki davranış ve tutumların ifade edilmesinde şematize etme eğilimi kaçı n ı l maz olarak hemen pe­
sağduyunun dogmatik ve tutucu yanları etkisini sürdü­ şinden keyfi ve uydurma gerekçelerle, yer yer tümüyle
rür. Dogmatik düşünce koşullara göre değişme ve dö­ öyküler hayal ederek gerçekliği açıklamayı, gerçeğe
nüşmeyi reddeder. Benzer şekilde sağduyu nun kabul masal katınayı getirir. Çeşitli tarihsel olayları n ardı nda
ettiği bazı inanç ve düşünceler her türden değişim ve yatan karmaşık sorunları çözü mleme, değ işik etmen­
dönüşüme ayak diretir. Halkın kulland ı ğ ı bazı deyim leri gözönünde tutma yerine bu olayları kahramanlarla
ve atasözleri bu yaklaş ı m ı n açık kanıtlarıyla doludur. ya da bireysel hata la rla vb. açıklamak sağduyu açı­
"Beş parmağın beşibir olmaz", "söz gümüşse süküt al­ sından oldukça norma ldir. Türk halkı n ı kurtaran Mus­
tındır", "şeriatın kestiği parmak acı maz", "Bana do­ tafa Kemal gibi bir kahramanken, örneğin Baltacı
kunmayan yılan bin yaşası n" vb. Bu türden düşünceler Mehmet Paşa kad ı n zaafı nedeniyle Ruslar'a yenilmiş­
kitlelerin bilincine öylesine kök salmıştır ki zaman za­ tir. Bu aynı mant ı k Bat ı l ı tarihçilerin koskoca Fransız
man bunların yanlışlıkları kabul edilse de pratikte bir Devrimi'ni 3-5 adamla ya da devrim sonra s ı n ı n Avrupa
çok konuda bu düşüncelere uygun davra n ı şlar sergi­ tarihini Napolyon'la açıklamaları nda da görülebilir.
len ir. Değişik konularda sağduyunun doğru gördüğü Thomas Cariyle "Benim düşüneerne göre d ü nya tarihi,
davra n ı şlar inatla sürdürülür. Örneğin ishal olan kişiye insa n ı n bu dünyada başardığı şeylerin tarih i , esas
bol su içirilmesi ve sulu yiyecekler verilmesi gerekirken bakı m ı ndan yeryüzünde ça l ı ş ı p çaba lamış büyük a­
birçok insan ishali hala sodan hastayı uzak tutarak iyi­ damların tarihidir," derken insanları n sağduyuları na
leştirmeye çal ı şır. Yan ı kiarın havayla temas ı n ı kes­ sesleniyordu. Tarihi büyük insanları n yaptığı iddiası sı­
rnek için ıslak bezle ya da merhem kullanılması gere­ radan insanların kavrayışları açısından son derece
kirken çoğu kişi kuru bezle ya n ı ğ ı sarar. Topraktaki uygundur Çünkü tarihsel olaylarda ortada görünen ve
an ızları n yakı lması yararlı tüm can l ı ları öld ürdürerek anlatılanlar hep büyük adamların, devlet başkanla rı n ı n
toprak verimini azalttığı halde a n ızlar yak ı l ınaya de­ y a d a komutanların yaptıklarıdır. Bu durumda görüne­
vam edilir vb. Bu türden yan l ı ş inanç ve önyarg ı ların ne takı lan sağduyun u n toplumsal güçlerin belli bir in­
neden doğru oldukları n ı kimse bilmez. Doğruluğunu sanda somutlaşma s ı n ı (kişiselleşmesini) yanlış algı la­
kan ıtıayacak düşü nceler öne sürülmez ama bunlara yarak sonucu neden olarak alması şematik yapıs ı n ı n
yine de inan ı l ı r. Görgül düşüncenin bu dogm atiklik ve doğal sonucudur. Oysa büyük adam denilen i nsana
tutuculuğu kitlelerin yönlendirilmesinde yüzyıllard ı r e­ yüklenen güç gerçekte toplumsa l bir güçtür. Ne kadar
gemen sın ıfların nasıl başarı l ı oldukları n ı n ipuçları n ı "büyük" olursa olsun hiçbir insa n , tek başına, toplum­
içinde taşı r. sal gelişmeyi belirleyemez. Bireylerin toplumsal olay­
Görgül düşüncenin yayg ı n eğil i mlerinden birisi ko­ lardaki rolleri, toplumun o anki yapısı ve toplumsal
laycı, taptancı ve kestirme yarg ı lara olan düşkünlüğü­ g üçlerin ilişki leri tarafı ndan belirlenir. Birey ancak top­
dür. Özellikle işin içine bireysel ya da g rupsal çıkarla­ lumsal ilişkiler izin verdiği zaman ve bu ili!ikiler izin
rın karıştığı sosyal olaylarda sağduyu kalıplaşmış tu­ verdiği ölçüde etkili olabilir.
tum ve davra n ışlar oluşturma eğilimindedir. Psikoloji­ Görg ü l düşüncen in sığ ve yüzeysel yapısı n ı n
de sözüedilen bireylerin başka insanları değerlendirir­ yolaçtığı ciddi zaaflardan birisi, d a h a önce sözü edilen
ken örtülü bir kişilik "kuramı oluşturmaları ve yeni ta­ tekil olayları aşırı genelierne eğ ilimine koşut olara k az
n ı d ı kları insanları bu kurama göre değerlendirmeleri rastlan ı r, s ı radışı olaylara aşırı önem vermesi, bu o­
olgusunun çıkış noktası sağduyu nun bu eğilimidir. Bi­ layları abartarak karmaşı klaştırmasıdır. Sağduyunun
reylerin i nsanları n nasıl d avrand ı kları na ilişkin olara k bu olumsuz eğ ilimini Fransız materya lizminin öncüle­
bazı izienim v e kan ı la r vard ı r. Bu yarg ı lara göre belirli rinden D'Holbach şöyle ifade etmişti:
insan tiplerini kafa larında oluşturur ve bu tipiere a it ti­ Böylece insanlar olağan üstü olanı basit ola na, an­
pik özellikleri belirlerler. Yeni tanışılan bir insa n ı n bazı lamadıkları şeyleri anlayabildiklerine tercih ederler:
tutum ve davra n ışları oluşturulan bu tiplerden her­ Yakından tan ıdıkları şeyleri önemsemezler, ancak ne
hangi birisine atfedilen tipik özelliklere uyarsa o insan olduğunu a n lamadıkları şeylere değer verirler . Bu
hakkında taptancı bir yarg ı hemen verilir. Bu durumda şeyler hakkında sadece bula n ı k fikirleri olduğu halde
örneğin kişi kaba konuşan birisi ise bu özelliğin bulun­ bunlar önemli, doğa üstü tanrısal birşey olduğ unu dü­
duğu tipin diğer olumsuz özellikleri de bu kişiye ya­ şünürler . Sözün kısası onların hayal g üçlerini uyan­
manır. Oysa kaba konuşan bir insan pekala başka açı­ d ı rmak, zihinlerini meşgul etmek ve merakları n ı do­
lardan olumlu birisi, örneğin yardı msever ve yumuşak yurmak için "g izeml i olan" şeylerin im kansız sı rlarla
kalpli olabilir. Sağduyunun bu eğiliminin klasik örneği meşgul olduğu za manki kadar uya n ı k değildir" (Bilim
dola n d ı rı cı ların kurbanları n ı n düştükleri değerlendirme ve Şarlata n l ı k, Aktaran H. Batu h a n , sf. 51 6).
hatasıdır. Doland ırılan insanların dolandırıcı için söy­ Bu söylenenler tümüyle g ü n ü m üzde de geçerli .
ledikleri "iyi giyimli, hoş sohbet, sayg ı l ı ve ki bardı-iyi Hemde yaln ızca geri b ı ra ktı rılmış halklar için değil
bir insana benziyordu" şeklindeki sözler dolandırılan sözde gelişmiş-modern halklar içinde. . . Onyıllard ı r
insanların biçimsel özelliklerdeki olumluluklara baka­ şarlatanları n oyunu olarak arasıra gündeme gelen
rak kafalarında oluşturdukları olumlu tipe dolandırıcıyı "uzayl ılar dünyaya geldi", "ufolar gözüktü" iddiaları n ı n
soktuklarını gösteriyor. Böylece bir ya da iki özellikten her seferinde dünya bası n ı n ı n gözde tiraj a rt ı rm a ve
yola çıkıp dolandırıcı hakkında kolaycı ve toptan bir asparagas malzemesi olması boşuna değ i l . Örneği n
yarg ı verilmiş olur. Bu aynı eğilim herhangi bir şehri, geçen yıllarda b i r çiftçi nin buğday tarlası ndaki ekinleri
yöreyi herhangi bir ulustan insanları ya da herhangi bir bir tahta ile yatıra rak çizdiği daire hatları Avrupa ba­
araba marka s ı n ı değerlendirirken de kendisini gösterir. s ı n ı ve bilim adam ları n ı meşgul etmişti 3-4 yıl önce
Örneğin başından tatsız bir olay geçtiği için tatilde git­ Niğde/Aksaray'da uçan daire görüldü haberi üzerine
tiği şehri sevimsiz bulan birisinin toptancı yarg ı s ı bu binlerce i nsan Aksaray'a akın etmişti. 1 995 başında bir
38
düzenbazın içersine pille ça lışan bir mekanizma koy­ kinterin d e olası l ı klar i l e şansın doğasına i lişkin sorun­
duğu ve gözlerinden kan süzülen Meryem Ana heyke­ ları vard ır. Eğer rulette 5 kere üst üste k ı rmızı gelirse
linin tüm ltalya'yı ayağa ka l d ı rması ya da Kıbrıs'ta bir bir sonraki kez siyah gelme olasılığı daha mı fazladır?
mağaradan gelen garip sesler üzerine binlerce insa n ı n Bu sorunun yan ıtı hayırd ı r ve bunun tersi bir beklenti
Kıbrıs'a a k ı n etmesi de yine aynı türden olaylard ı . "kumarbaz ı n yan ı lgısı" olarak bilinir. Gene yazı tura
Meryem Ana heykelinin gözlerinden kan sızmas ı n ı kı­ atarken on turadan sonra yazı gelme olas ı l ı ğ ı % 50'dir,
yamet alameti olarak gören mi lyonlarca Bat ı l ı n ı n sağ­ ya n i eşittir. Para n ı n hafızası yoktur çünkü. Pekçok kişi
duyuları ile Kıbrıs'takı mağaradan gelen garip sesleri dengeli bir parayla atı lan yazı-turada Y.T. Y.T. Y. T. o­
yine kıyamet alameti olarak gören müslümanların las ı l ı ğ ı n ı n Y . Y Y . Y . Y.Y.'den çok daha fazla olduğunu
sağduyuları n ı n birbiriyle özdeş old ukları açıktır. Oysa düşünür. Gerçekte ise her iki olas ı l ı k da eşit şansiara
Meryem Ana olayındaki sır bir doland ı rı c ı n ı n hazı rla­ sahiptir.
d ı ğ ı sahtekarl ı k, Kıbrı s'taki mağaradan gelen garip ses Doğru olası l ı k değerlendirmeleri genell ikle sezgile­
ise bir Baykuş'un bağ ı rtısıyd ı . Bunca basit olaylarla a­ rimize ters düşer. Çarpıcı rasiantı Iar, sık s ı k doğa Ostü
yağa kalkan insanların sağduyuları n ı n ne derece çürük güçlerin işe karıştı ğı düşü ncesini doğ u rur. Örneğin
bir temele daya n d ı ğ ı a ç ı ktır. Astrolojiye, reenkarnasyo­ New Jersey'de bir kad ı n ı n dört ay içinde tataryada iki
na (yeniden doğma olayı) her türden falcılığa, ruh ça­ kez kazanması garip karşılanarak bunun 1 7. tirilyonda
ğ ı rmaya, telepatiye vb inanarak bakışlarıyla demirleri (1 7x1 0-12) bir gerçekleşebileceği öne sürüldü. Ama
büken, a ğ ı r nesneler ka l d ı ran "gizligüç sahibi" şarta­ daha ileri analizler böyle bir olayın Amerika'n ı n her­
tanlara hayran olan insanların görgül düşünce tarzları hangi bir yerinde herhangi bir insanın başına gelme
onların bu aptalca oy:.ı n lara kanmaları n ı n esas nede­ olas ı l ı ğ ı n ı n otuzda bir olduğunu gösterdi. Çünkü Ame­
nidir. I nsanlardaki bu zaaf o derece güçlüdür ki tüm rika'da pek çok insan lotarya bileti alıyordu, hem de
dünyada incil'den son ra en çok satılan kitaplar arasına bazıları birden fazla miktarlarda bilet al ıyordu. Diğer
girmeyi "başaran" Tan rı l arın Arabaları kita b ı n ı n tüm bir örnek ise % 50 olas ı l ı kla doğum günleri aynı olan
"başarısı" buradan kaynaklan ı r. Bilimle hiçbir ilgisi ol­ iki kişinin aynı yerde bulunabilmesi için 23 kişinin top­
mayan bir otel katibi olan Eric Von Danieken isi mli dü­ lanmas ı n ı n yeterli olmasıdır. Oysa çoğu insan kendi­
zenbazı n geçmiş uygarlı kları eğiten uzaylı yarat ı klar siyle aynı g ünde doğan bir insanla karşılaşması n ı bü­
olduğunu öne sürmesi ve bazı çarp ıcı iddialarla (2500 yük bir olay olarak görür.
yıllık atom pili, 2000 y ı l l ı k havaalanları vb.) ortaya ABD'de geçm iş yıllarda gazetelerin tümünde
ç ı kması bir çok insanı etkilemiş lise ve ün iversite biti­ "Zindanlar ve Ejderhalar" adlı bilgisayar oyunu ile 1 5-
renler de dahil milyonla rca insan bu şartatanın söyle­ 1 6 yaşları ndaki gençlerin intiharları arasında bir i l işki
diklerini ciddiye almışt ı . olduğunu iddia eden yazılar yayı mlandı. Iddialara göre
Görgü l d üşüncenin olumsuz eğ ilim lerinden birisi de oyun bir tutku haline gelebiliyor ve gerçeklik duygusu­
yargılar ol uştururken ortalamalara olan düşkünlüğü ve nun yitirilmesine neden oluyordu. Bunun kan ıtı olarak
olu msuz özellik ve bilgilere olumlulardan daha fazla ö­ da oyunu sı kça oynayan 28 gencin intiharı gösterili­
nem vermesidir. Olumsuz özelliklerin insanları daha yordu. Bu bağı ntı çoğu insana oldukça mantı klı gelmiş
fazla etkilernesin i n esas nedeni ise a l ı şkan l ı ğ ı n gücü, ve bilgisayar oyununa yönelik olumsuz eleştiriler yo­
normal-alışı lageldik ola n ı n d ı ş ı ndaki şeylerin dikkat ğunlaşmıştı. Ne varki aynı oyundan milyonlarca kopya
çekmesid ir. Örneğin bir kulağı olmayan ya da burnu satılm ıştı ve tahminen üç milyon genç aynı oyunu oy­
kesik bir kişiyi insanlar kolay kolay unutmazlar. Aykı rı nuyordu. ABD'de yıllık genç intihar oranı 1 00, 000'de
olana özel dikkat gösteren sağduyu yarg ı lar ol uşturur­ 12 civarı ndayd ı . Basit bir hesapla 3 milyonluk genç
ken genelde dengeli ve tutarlı olmak ister. Bu öznel kitlesinde beklenebilecek intihar sayısı 360 civarın­
istek ise onun gerçekliği ta hrip etmesine neden olur. dayd ı . Dolayısıyla 28 intihar bu konuda bilgisayar o­
Örneğin bir insan ı aynı anda hem olumlu hem olum­ yunuyla intiharlar arası ndaki doğrudan bir bağlantı
suz olarak ele almak diya lektik düşünemeyen eğitim­ kurmak için anlamlı bir sayı değildi.
siz bir kafa için çok zordur. Böylesi bir tutum ona göre "Sağduyuya daya l ı görgül düşüncen in sıkça düştü­
saçma d ı r. Dolayısıyla bu kişiyle ilgili olarak elinde çe­ ğü yen ilgilerden biri de "temsil niteliği" konusundadır.
lişik bilgi ler olsa da görg ü l düşü nceyle akıl yü rüten bi­ Bir olayın diğer bir olayı ne ölçüde temsil ettiği bu o­
risi sonunda o kişiyi ya olumlu ya da olumsuz bir tipe layla rın birbirleri ne he kadar benzediğine bakılara k be­
sokar. Kendisine gelen bilgi leri çarpıtır ve yeniden d ü­ lirlenmeye çal ı ş ı l ı r. Bu hatalı yaklaş ı m ı n yolaçtığı so­
zenler. Böylece tuta rlı bir yargı oluşturur. örneğ i n a­ runlarla günlük yaşamda sık s ı k karşılaşılır. özellikle
l ı m l ı ve güzel bir kad ı n ı beğendiğinde o kad ı n ı n bencil görgül düşünceyle iş gören uzmanlara itibar göster­
yanları n ı görmezden gelirken rakip takı m ı savunduğu meyen, deneme yanılma ile şehir içi trafik akışını dü­
için komşusunu bencill ikle suçlayabilir vb. zenleyen belediye yöneticilerinin yaptıkları buna bir
Görg ül düşünce tarz ı n ı n zaaflarını ve om! hata örnektir. Herhangi bir noktadaki kavşak düzenlemesi
yapmaya yöneiten eğilimler konusunda Lewis ve yön tayininin başarılı sonuç vermesini o nokta n ı n
Walpert'in değindiği bazı nokta ları da kı saca buraya trafik a k ı ş ı n d a etkili o l a n sanayi v e sosyal koşulları
almakta yarar var. Bilimin Doğal Olmayan Doğası i­ gözönünde tutmadan yal n ızca coğrafi özelli klerle de­
simli kitabında Wal pert özetle şunları söylüyor. ğerlendirip aynı coğrafi özelli kteki bir başka noktaya
"Gündelik düşün menin özellikle hata yapmaya eği­ ayn ı düzenlemeyi yapmak, sonuçta, beklenen başarıyı
limli olduğu belirlenen bir alanı olas ı l ı klar ve kesin ol­ garanti etmez. Coğrafi benzerfiğe karşın trafik akışını
mayan bilgilere dayand ı n lmak zorunda olunan yarg ı­ etkileyen diğer etmenlerin farkl ı l ı ğ ı durumunda sonuç
larla ilgilidir. Örneğin çocukları n şans kavrayışları sı­ da farklı olacaktır. Bu konuda bir başka örnek denek­
n ı rl ı d ı r" şans oyunları n ı n sonuçları n ı deney zeka ve lerden % 70'in i avukatların % 30'unu ise mühendislerin
gayretle etkileyebileceklerine i n a n ı rlar. Yetişki nlerin de oluşturduğu bir gruptan kişi tan ı mlamaları n ı n istendiği
olas ı l ı klar ile şansın doğas ı na il işkin inanırlar. Yetiş- bir deneydir. Tan ı m layacakları kişi nin mesleğini sap-
39
tamaları istenen denekler grubun bileşimini bil melerine nunda geliştirdikleri bazı davranış ve özell iklere aval
ve bu nedenle avukat olma olas ı l ı ğ ı n ı n mühendisiere aval bakarak, bu nlarda Tan rı'n ın parmağını görürler.
oranla iki m isli olacağ ı n ı görmelerine karş ı n , inandırıcı Insanların çoğ u küçük ve büyük sayıların gerçek an­
olup olmad ı ğ ı na bakmaksızın kafalarındaki basmaka­ lamını kavramaktan uzaktı rlar. Ato mlar ve atomaltı
l ı p mühendis imaj ıyla en ufak bir benzerlik buldukları parçacıkların yanında dağ lar gibi büyük olan molekül­
kişiyi mü hendis olarak saptamı şlard ı r. Bileşimini bil­ lerin günlük yaşam ölçülerimiz karşısı ndaki küçüklük­
dikleri bir gruptan seçim yaparken olas ı l ı kları yan l ı ş lerini sezg imizle kavra mak çok zord u r. Örneğ in bütün
değerlendiren denekierin "temsil niteliği" konusundaki molekülleri işaretlenmiş bir bardak suyu okyanusa bo­
yan ı lg ı ların altında yatan sağduyularından başka bir şalttığ ı m ızı ve bu okyanusun herhangi bir yerinden bir
şey değildir. Küçük sayı larla, küçük örneklemlerin g ü­ bardak su a l d ı ğ ı m ızda bu, işaretlenmiş moleküllerden
venilirliğinin saptanması konusunda bu eğilim çok da­ m utlaka bir miktarını bardağın içinde görürüz. Demek
ha net olarak ortaya çıkmakta d ı r. Örneğin, denekler, ki bir bardak sudaki molekül sayısı okya nus kaç bar­
hergün doğan bebeklerin % 60'dan daha fazlası n ı n er­ dak su içeriyorsa ondan daha fazlad ır. Bir başka çar­
kek olma olas ı l ı ğ ı nedir sorusuna küçük ve büyük do­ pı·cı örnek bir parm a ğ ı m ızda dünyadaki insan sayıs ı n­
ğumevleri açısından, aynı yanıtları vermişlerdi r. Oysa dan daha fazla sayıda hücrenin olması d ı r . Yine par­
gerçekte küçük bir doğu mevin de, erkek çocuk doğum makla ilgili ilginç bir örnekse her saniye başparmağı­
yüzdesindeki değişiklikler çok büyüktü. Erkek çocu klar mızın içinden nötrina denen atomaltı parçacıkların
% 10 ya da % 80 oranında doğabiliyordu. Çünkü her onbinlercesinin geçmesidir. Bu olgu nötrinaların ne
doğum küçük doğumevinde ki azsayıda doğumun da­ kadar küçük oldukla rını gösterir. Son olarak sağduyu­
ha büyük bir yüzdesini temsil ediyordu. nun ölçekler kon usundaki tipik bir ya n ı lg ı sını örnek ve­
Görgül düşüncenin bir başka zaafı kendi tahmin relim. Dünyan ın dümd üz bir küre olduğunu d üşünelim.
yeteneğine aşırı g üvenmesi, ta hm inde bulunduğu olay­ Bu küren in ekvatorunu 40 bin kilometre uzu nluğunda
ları değerlendirirken başarıları na daha büyük bir önem bir iple sara l ı m . Bu ipi 6 metre uzattığ ı m ızda ne kadar
atfetmesidir. örneğin yan ı na asistan alan üniversite bollaşır? Yanıt ya klaş ı k 1 metredir. Şimdi küremizin
hocaları ya da müla katla şi rketine eleman alan işve­ ekvatorunu 400, 000,000 kilometre olduğunu ve yine
renler genelde en doğru seçimi yaptı kları na inanırlar. ipim izi 6 metre uzattığ ı m ızı düşünelim. Kürenin çev­
Birkaç olumsuz örnektense memnun oldukları insan resindeki ip yine 1 metre bol laşacakt ı r! Oysa çoğu in­
sayısını guru rla söylerler. Oysa yaptıkları değerlen­ san bu son uca inanmak istemez.
d irme nesnel değild ir. Çünkü onlar yaln ızca işin ba­ Sağduyuya dayalı _görgül düşü ncenin özellikleri o­
şında tercih ettikleri insanları değerlendirmekte- dirler. larak ele ald ı ğ ı m ız noktalar bu konuda söyleneceklerin
Tercih etmed i kleri insanları değerlendirme şansları tümü değil kuşkusuz. Günlük yaşantı n ı n deneyimleri­
yoktur. Dolayısıyla reddittikleri insanların çoğunun nin üzerinde yükselen dağ ı n ı k ve sistemsiz yapısı de­
tercih ettiklerinden daha iyi olup olmadıkları n ı söyle­ rinliği olmayan yüzeysel yargılara dayanması, meka­
me şansları yoktur. Bu konuda diğer bir örnek insan­ nik ve basit açıklamalara olan eği l i m i vb. özelliklerinin
ların ulaşabildikleri bilgiler ölçüsünde olayların periyo­ d ı ş ı nda bu düşü nce tarz ı n ı n başka s ı n ı rl ı l ı klarından da
dunu tahmin etmeleridir. Bir olayın sıklığını insanlar sözedilebilir. Örneğin işieve takı lma g üçlüğü tipik bir
akılla rına gelen örneklerle dayanarak değerlendirirler. örnektir. Sağduyu nesnelerle ilgili düşünceler oluştu­
Bu nedenle çoğu insan A harfiyle başlayan kelimelerin rurken ve nesneleri kul l a n ı rken çok yön lü ve nesnel bir
üçünci harfi A olan kelimelerden daha fazla olduğuna yaklaşım sergi leyemez. Nesneleri en çok kulland ı ğ ı ,
inanı rlar. Bunun nedeni �aşharfi A olan kelimeleri ko­ a l ı ş ı lageldiği yönde d üşünür. Boş b i r odada tavandan
layca hatı rlarken üçüncü hargi A olan kel imeleri pek sarkan iki i p ve bir sanda lye verilen deneklerden iki ipi
hatırlayamamaları d ı r. Benzer şekilde 1 x2x3x4x5x6x7 birbirlerine bağlamaları istenir. Ancak ipieri n uzu nluğu
x8 işleminin sonucunun 8x7x6x5x4x3x2x1 'den daha öylesine aya rlanm ıştır ki sandalyeye çıkı lsa bile i ki ipe
düşük bir sayı tutacağına inan ı rlar ve her iki d urumda uza n ı p onları birbirine bağlamak olası değildir. Boş o­
da verdikleri sayı dÖğru cevaptan çok düşüktür. Doğru dada nesne olarak sandalyenin d ı şında sadece bir
cevap 40, 320 i ken, çoğu insa n ı n yan ıtı 500 civarın­ makas vard ı r. Denekierin çoğu birçok uzanma vb. gi­
dadır. rişiminden sonra ipleri bağlayamayaca ğ ı n ı söyler. Oy­
Görgül d üşü ncen in sayı lar ve ölçeklerle de başı sa orada bulunan makası ipierden birine bağlay ı p ipi
dertted ir. Bir çok konuda sağduyu ölçekleri nesnel ola­ saliayarak yakalamak ve diğer ipe bağlamak müm­
rak değerlendiremez. Bu değerlendirme yapılamayı nca kündür. Denekierin bunu başaramamaları n ı n nedeni
da olaylar hayali , kurgusal senaryolarla açıklanır. Bu makası yalnızca birşeyleri kesme işleviyle düşün mele­
olgunun en çarpıcı örneği dünya n ı n yaş ı n ı n ridir. Bu konuda bir başka örnek, bilimadamları dahil
bilimadamları nca yanlış öngörül mesin in sonucu olara k insanların çoğunluğunun kendi lerine verilen bir hipo­
ortaya çıkan sağd uyuya dayalı yanlış bilimsel teori­ tezi çürütmek yönünde değil de doğrulamak yönünde
lerdir. Dinsel dogmalara göre d ünyanın yaşı 7 bin y ı l düşünmeleridir.
dolaylarındaydı . Newton b u n u 50 b i n y ı l a ç ı kartmasına Görgül d üşüneeye ilişkin olara k betim leyici açıdan
karş ı n yine de birçok boş inancı savunmayı sürdürdü. söylenebilecekler konusunu daha fazla uzatmak, de­
Darwin'e karşı çıkan bilimadamları n ı n çoğu türlerin bu ğişik konularda örnekler s ı ralamak m ü m kün olmakla
kadar kısa sürede oluşa mayaca ğ ı n ı öne sürüyorlard ı . beraber kon unun bu yönüyle yeterince ortaya serildiği
En i leri tahmini ve hesaplamayı yapan Lord Kelvin açıktır. Konuyla ilgili olarak değinilen tipik özelliklerden
Dünya n ı n yaş ı n ı 30 m ilyon yıl olarak öngörmüştü. Bu ve eğilimlerden çıkan sonuçlar ışığ ında sağduyu ve
d urumda Darwin bile geri a d ı m atm ış, bazı itirazlar sağduyuya dayalı görgül d üşünce konusuna biraz da­
karşısında susm uştu. bugün bile dine inanan insanlar ha yakından baka l ı m .
evri min 3 mi lyarl ı k uzun geçmişini hayal bile ederne­
dikleri için bazı hayvanların 2-3 milyarl ı k bir süreç so- (Yazı devam edecek.)

40
Mikroplar Saldırdıkça
Güngör GENÇAY

i nsaniann yaşamlarında küçüklü büyüklü uğraş çıkabilir, ". sözleri akl ı ma geldi.
d ünyaları oluşuyor. Ev dünyası, tica ret dü nyas ı , fizik Fransızca'yı kendi kendine ogrenip geliştiren Ah­
dünyası, kimya dü nyası sanat dü nyas ı, edebiyat d ün­ met Naim, Ereğ li Kömür Havzası'nda 7 Temmuz 1 923
yası ve daha da çağaltabilecek benzerleri. Bu d ü nyalar Cumartesi günü grev başlad ığ ında on dokuz yaşın­
da kendi içlerinde yeni-yeni dünyalara bölünüyorlar. daydı Belki o zaman birçok gerçeğ in ayırd ında değildi. ·

Evde; tem izl ik, süsleme, yemek. Tica rette; deniz, iş­ Ama daha sonra kendi yaşam ı n ı , toprakaltı emekçisi­
porta. Fizikte; atom, kauntu m. San atta; görsel ve işit­ nin yaşamıyla birleştirdi.
sel. Edebiyatta; şiir, roman, öykü örneğinde olduğu Havza'da en verimli ocakları Fransız sermayesiyle
gibi. kurulan 'Ereğli Şirketi' çal ıştı rıyordu. Bu şirket tam bir
Bu dünyaların gerek birbirleriyle, gerekse toplumla sömürge siyaseti ile çal ışarak taş kömürü çı karmak­
ilintileri nasıl kuru lur ve de bu çark bizde ve başka ül­ tayd ı . . . Gözettiği en önemli temel kural, mümkün ol­
kelerde nasıl işler? duğu kadar az mal iyetle, çok kömür elde etmekti . . . "(2)
Bunu ayrı nt ı l ı olarak bilmesek de tan ı k olduğumuz, 1 865 y ı l ı nda bir "Maden Nazı rl ı ğ ı" kurulmasına ve
ya da okuyup duydukları m ızdan çıkarımlayabiliyoruz . . başına getirilen Dilaver Paşa'nın işçi yararına d üzen­
Halkı, açlığa mahküm edilmiş ülkelerde yaşayan lemeler yapan yüz maddelik " Ereğ li Maadin-i Hüma­
insanlar, ekmek-yemek katesinin içinde tutukludur. yun Tea n ü lnamesi" ne ka rşın ilk greve dek, hatta daha
Midelerinin · sesli ve de sessiz olarak yarattığı k ı s ı r da sonra işçinin yaşa m ı nda fazlaca bir şey değişmedi.
döngülü dü nyalarından çı kamazlar, O nedenle, başka Ah met Naim, daha sonra yaptığı incelemede bu du­
dünyaları görmek ya da içine girmek için, başları n ı o rumu : "Iş saatleri gün doğumu, gün batışı diye hesap
yana döndürmeleri çok zordur. edil iyordu. Amele kul ü belerinin ya n ı başındaki a h ı rlar,
Emperya list, ya da gelişmiş deni len ülkelerde ise, sıhhi şeriata daha uygun tarzda yap ı l m ışt ı . Ameleye
sayd ı ğ ı mız ve saymad ı ğ ı m ız dü nyalar, bilgisayarlara mahsus hastane, hatta doktor bile yoktu; (hastalanan
dökülmüş, disketiere a l ı n m ı ş, bilgi bankalarına konul­ amele, bir ata bindirilerek köyüne gönderilirdi:
muştur. Dileyen, bu dünyaları d ilediği zaman gözleri­ Teanü lname, Madde: 30)" sözleriyle açıklıyordu. (3,4)
nin önünde dikeltebilir. isterse seyreder, isterse üze- ·
Zonguldak Tica ret Odas ı , Ereğli Kömür işletme­
rinde çal ı şmalar yapar. si'nde çalışmış olan yazar, Istatistik Servis Şefi i­
Ülkemizde toprakaltı nda çalı şan işçileri ilk kez öy­ ken, 1 957 yıl ında kendi arzusuyla emekliye ayrıl­
küye sokan Ahmet Na im Çıladır, 1 904 y ı l ı nda istan­ d ı . 1 934 y ı l ı nda "Bir Müstemleke Harbinin Tarihi" ve
bul'da doğmuş, Eyüp Sultan Reşadiye Mektebi'nin ilk "Zonguldak Kömür Havzası" adlı inceleme kita pları
bölümünü bitirdikten sonra, geçim derdine düşmüştür. ile 1 932'de "Define" ve 1 939'da "Uzun Mehmet" adlı o­
Askerlik sonrası yaşam ı n ı n tam a m ı n ı Zonguldak'ta yun kitapları n ı yayı nlamıştır. 1 938 y ı l ı nda solculuktan
geçiren ve çoğu öyküleri mahalli gazetelerde yayı n la­ tutuklanan yaza rın, daha sonra eşinden ayrılması ve
nan yazarı daha iyi tan ı m a k içi n, ölüm tari h iyle büyük oğlu Farabi'nin kalpten ölümü ile ardından kü­
(Öl ü m ü : 24 N isan 1 967) çakışan 1 967 Zonguldak çük oğlu Sina'nın sağ ı rlaşıp ciğerlerinden hasta lanarak
Y ı l l ığı'nı ald ı m . ( 1 ) Y ı l l ı k, ileın sayfaları hariç 455 sayfa. sanateryuma yatmas ı , onu al kale daha da bağ ı m l ı du­
Ağ ı r l ı ğ ı ise, bir kilo 850 gram içinde, köy ve mahalle ruma getirdi.
muhtarları n ı n dahi isi mleri yaz ı l ı . Kültür bölümünü aç­ Öykülerinin bir bölümü 1 937-1 946 yılları arasında
tım. Okul ve eğitim merkezlerinin adları ve faaliyetle­ Zonguldak, Divriği ve Devrek'te memurluk yaptığı dö­
riyle dolu. Bu faa liyetlerin ayrı ntıları bile veri lmiş. nemde Ç ıla d ır'la arkadaş olan Mehmet Seyda'nın ça­
O zamanki g ü nde, yaln ızca Zonguldak' ı n merke­ l ı şması ve önsözü ile " Kuduz Düğünü" ad ı yla yayın­
zinde: ( Ha ber, işçi Sendi kas ı , Işçinin Sesi, Kililici işçi land ı . (5)
Postası, Küçük, Sabah, Sanatkar, Sancak, Şafak, Seyda, önsözünde: "iık hikayeleriyle yazıları A­
Sömürücüye Yum ruk, Yaprak, Ekipsen) adlarını taşı­ nadolu dergi ve gazetelerinde, istanbul'da 'Son
yan günl ük, hafta l ı k ve on beş günlük gazetelerin çık­ Posta' gazetesinde, 1 935-1938 arası 'Yeni
t ı ğ ı n ı öğrendim. Ama, ne yaşadığı dönemde çoğu Adam'da, 1 940-1 946 yılları arasında da "7 Gün",
Zonguldak' l ı n ı n "Kanca Ahmet" adıyla tan ı d ı ğ ı Ah met Yurt ve Dünya dergilerinde yayınlanan Ahmet
Naim Ç ı lad ı r, ne başka bir sanatç ı , ne de herhangi bir Naim'le dostl uğum, onun Ereğli Kömürleri işlet­
sanatçının ürünü vard ı . O zaman, Mustafa Kemal'in mesine geçişiyle daha çok ilerlemişti. "7 Gün " e
22 Mart 1 923 günü söylemiş olduğu: "Biz 'Cahil dedi­ ben d e hi kayeler yollar olmuştum . . . Sedat Simavi
ğim iz zaman mektepte okumamış olanları kastetmiyo­ bir mektubunda: Orada çok kıymetli bir mu harrir
ruz. Kastettiğimiz i l i m , hakikati bil mektir. Yoksa oku­ vardır, Adı Ahmet Naim'dir, hi kayecilik mevzuunda
muş olanlardan en büyük cahil ler çıktığı gibi, hiç oku­ size faydalı olabilir, diye yazıyordu .
mak bil meyenlerden de hakikati gören haki ki alimler ...Ahmet Naim'ın hikayelerinde 'ölüm' temasının

41
ağır bastığ ını görürüz. Bu son derece doğal du­ Kaşıkçıoğlu baş aşağı tutularak tütsülendi. Bun­
rum, yaşadığı çevrenin havasından, suyundan dan sonra palı;J.urtçu iıyas Dayı, çocuğu anadan
gelmektedi r adeta. M aden ocaklarındaki su baskın­ doğma soydu. Uzerinden çıkan elbise ve çamaşır­
ları, göçUkler, işçilerin 'ateş nefes' dedi kleri grizu ları orada hazır açılmış olan bir çukura gömdü.
patlamaları yeraltında yaşayanların gündeli k ölüm Sonra cebinden çıkardığı bir kibrit kutusu içindeki
nedenlerindendir. Bizim Zong uldak'ta çalıştığı m ız üç tane kunduz böceğ ini canlı olarak çocuğa yut­
yıllarda, Etibank'a giden bir aylı k raporda şu türnce turduktan sonra omuzları nı sıvazladı:
yer alıyord u: ' Ağır endüstrinin bu tehlikeli çarkı, - Haydi artık piripiakl dedi.
alınan bUtUn tedbirlere rağmen, sanki insan kanı Çocuk kusarak uzaklaşıyordu. Palgurtçu ilyas
içmeden dönememekted ir.' O ayın ölü sayısı 9'du. Dayı da çevresini alanlara çocuğun çamaşırların ı
Gene, Ahmet Naim'in hikayelerinde, yereysel gömdüğü çukuru göstererek:
köylü tiplerinin, yereysel törelerin yer alışı bun­ - Kırk gün sonra bu çukuru açal ım, göreceğiz
dandır, bence. Ünlü yazar olduktan sonra, ocaklara ki, çamaşırlar kudurmuş ter ter tepi niyor, diye bilgi
eski rahatlıkla inemezdi. O, uzak yakın köylerdeki veriyordu. "
, d Uğünlere falan gittiği nde, daha serbest kalabili­ Fakat aradan çok bir zaman geçmeden çocuk kötü­
yordu. leşir. Tek kurtuluş yol u, çocuğun ölümünü çabuklaş­
1 946'da Zong uldak DP il Merkezine gidip onu tırmakt ı r. Bunun için de geleneksel inan ışa göre çocu­
görüşüm, meğer son görüşüm müş. Askerdim. A­ ğ u n üzerine su elemek gereklidir. Rasim Ağa elinde
yak üzeri birkaç sözcUk konuşabildik . . . " diyor. kalburla bu işi yaparken, tahta boşluktan aşağ ıya d ü­
Yayı nlanmış yüzlerce öyküsü bulunmasına karş ı n , şer. Çocuk, babas ı n ı n üzerine atı l ı p , yüzün ü n çeşitli
ölümünden sonra ü n e kavuşan "Kuduz Düğünü nde " yerlerini kemirmeğe başlar. Ne ki, daha boşluktan d ü­
yedi öykü ile Doğan Şad ı l l ı oğlu'nun yazarla yaptı ğ ı , şerken babas ı n ı n kalbi dum uştur.
daha önce Yeditepe Dergisi'nin Haziran 1 967 tarih ve Cinci Mustafa
330. sayı sında basılan bir konuşma yer al ıyor. Öykü­ Ata ları cinci olan Mustafa, yol ta mirat eki binde işçi
ler: ( Kuduz Düğünü, Cinci Mustafa, Kolcu Şaba n , olarak ça l ışmaktad ır. işe giderken yolda sevd iği bir i­
Bismillah, Yoklama, Ateş Nefes, lkramiye) adları n ı nek yüzünden, s ı ğ ı rtmaçtan dayak yer. Bir süre sonra
taş ıyor. da ineğin sahibi Ferhat Ağa Mustafa'n ı n çal ıştığı yere
Kuduz Düğünü: gelerek, onu a l ı p köye götürür. Ağa, ineğin bu duruma
Aynı köyden demirci Kas ı m Usta ile Kaş ı kçıoğlu gelmesini Mustafa'n ı n akşa masından bilerek, iyileştir­
Rasim Ağa nın çocuklarını kuduz köpek ısırı r. mesi ni ister. Çünkü, tüm köylünün inanışına göre
Kası m Usta kan dönüşümünü durdurmak için a­ Mustafa da cinlidir. Ne var ki, cinci olmad ı ğ ı n ı söyle­
yağ ı sı kıca bağlad ı ktan sonra ı s ı rılan yeri bıçakla ya­ yen Mustafa, bir yıla n ı n zehiriediği ineğin yan ı nda, ağa
rıp, yarayı demirle dağlar. Bununla da yetin meyip ka­ tarafı ndan dövülerek öldürülür.
rısı n ı n boyn undaki altı n ı satarak, çocuğu doktora gön­ Kolcu Şaban
derir. Kaşı kçı oğlu Rasim Ağa ise, dededen gördüğü Ayı ngacılarla anlaşarak kaçakç ı l ı k yapar. Hem a­
biçimde çocuğuna kuduz düğünü yapt ı rı r. Çalgı eşli­ yıngacılardan para a l ı r, hem de "l nhisarı Dühan Dev­
ğinde ve toplanan kalabal ı k içinde elinden tutularak leti Aliye-i Osman iye" den. Bir kezinde kolcu a rkadaşı
gezdirilen çocuk, üç gün üç gece uyutulmaz. Palgurtçu tarafı ndan suçüstü yakalanı nca; hem arkadaşı Kolcu
l lyas Dayı hazırl ı kları n ı bitirir. Ka mil'i öldürür, hem de ayı ngacı çolak Al i'yi. Ölüler
" .. Kuduz köpeğin leşi yerde yatmaktaydı. Bu kağ n ı arabası tarafı ndan kasabaya getirilirken, Kolcu
leşe paralel olarak bir ateş yakılmıştı. ilyas Dayı, Şaban da reji yetkili leri nce övg üyle karş ı l a n ı r.
yakındaki ağaçlardan birinden kestiği ince bir çu­ Sismillah
buğun yapraklarını yontup temizledikten sonra, Cezaevi nde Çerkeşli adıyla a n ı lan bir mahpus
çocuğu getirmelerini işaret etti. va rd ı r. Sigara ve tayın edinmek uğruna, üstündeki
Küçük Kaşıkçıoğlu, günlerden beri uykusuzlu­ giysilerin tümünü satmış ve don-gömlek kal m ı şt ı r, Tek
ğun verdiği bitkin il kle yaklaştı. iıyas Dayı çocuğu n örtüsü olan yorgan, etüv için a l ı n ı nca, tuvalete gidip
omuzlarını sıvazladı, yapacağı iş üzerinde gereken büzü lerek yorg a n ı n gelmesini bekler.
şeyleri söyledi. Ve köpek leşiyle ona parelel olarak Bir gün arka arkaya iki bism illah sesi duyulur.
yakılan ateşin arasında yer ald ı , bacaklarını açıp Birincisi, Çerkeş hapisanesinden naklen gelen
sopasını hazırlayıp bekledi. mapusun kapıdan girerkenki merhabas ı d ı r, diğeri
Şimdi çifteler daha zorlu Ufleniyor, davu llar da­ gası lhaneden tabutu ç ı kanlan çı plak çerkeşli için ho­
ha zorlu tokmaklanıyord u. Meşalelerin dil dil uza­ can ı n çektiği bismi llahtır.
yan kızıl ışı kları bu sahneyi çepeçevre aydı nlatı­ Yoklama
yordu. Küçük Kaşıkçıoğlu ellerinden tutan ların Doktor, doğ u m için ka nsını m utlaka şehire gönde­
yardım ıyla önce köpek leşinin üzeri nden , leşi tek­ ril mesi gerektiğini söyler. Haber yeraltı işçisi olan Ala­
meleyerek geçti. Geçerken de ilyas Dayı'nın elin­ ca'dan Ali'ye ulaşt ı rı l ı r. Al i, ca n ı s ı kkın, çavuşun çev­
deki çubuk kıçına indi. Ve yine ilyas Dayının 'afla!' resindeki işçilerin arasına katı l ı r.
komutasıyla ateşin alevleri arasından sıçradı. Bu S ı ra çavuşu: " Uşşaklar, uşşaklarl Bu akşam,
hareket tam kırk defa tekrarlandı. Şu farkla ki, her gece ortası vard iyasında üçüncü klavuzda su is­
geçişte kıçına inen sopa sayısı geçiş sayısına göre kand ili yapılacak. iş eccük zorlu emme ... Bu işi be­
artıyor ve ateşten atlama komutası her on geçişte cerende kumpenyenin elli has kaymesin i haketti n.
bir tekrarlanıyordu. Sayı kırkı bulunca, kuduz kö­ iş tamam, para trink! dedi. Ali de öne çı karak: " Biz
pek leşinin kuyruğundan, belinin ortasından, ku­ bu işe vanz;' ded i. " ... emn iyet lambasını yaktı. La­
laklarının arkasından birer tutarn tüy yolundu. Bu ğım makinasını, burguları sırtladı, yeralt.rna açılan
tüyler ateşe atıldı ve çıkan dumanın üzerine küçük domuz damı düzen i ağzından karanlığa girdi A-

42
li ... Bacada ölü bir sessizl ik vardı .... Lağım makinası ilgili öznel bir yanı olmasına karşın; l kramiye, hemen
sUrekli tıkırtı larla başladı işlemeye... beş metrelik hemen her evli a ilenin benzerini yaşad ığı bir gerçeklik­
burgunun dörtte üçü duvara dalmıştı bile. Sular tir. Para n ı n altında ezilmemeye direnen sabit geliriiie­
şimdi bir fıskiye gibi fışkırmaktaydı... Lambayı rin acılı, alayl ı , ama onurlu serüvenidir.
kapıp baca ağzına koşmaya hazırdı. Şelale büyü­ Yoklama ve Ateş Nefes öyküleri ise, yeraltı emekçi­
yordu. Tehlikeyi ocak arkadaşlarına duyurmalıydı. lerinin yiğitl iğini, içtenliğini, kavgas ı n ı ; daha geniş açı­
Burgulardan birini kavradı ve bir, iki, üç. istim bo­ dan bakı l ı rsa, en güzel biçim ve özle insanl ı ğ ı n ı dile
rularına vurdu. Burg u n un açtığı delikten su, birbi­ getiren birer dramdır. Bu d ra m ı , yazar da bizzat ya­
rini iterek, sıkıştırarak, hamurdanarak dışarıya at­ şam ı şt ı r. O neden le kendisiyle yapılan bir konuşmada:
lıyord u . Birden , binlerce şimşek birden çakmışca­ "Yeraltı n ı sizden başka hikayelerine konu seçen hi­
sına sarsıldı ocak. Şimdi, kör bacada tavan, taban kayecilerimiz üzerinde düşünceleriniz nelerdir?"
hepsi dümdüzd ü. Su kudurmuş, su dev g ibi geli­ Sorusuna:
yordu. Koca bir den i z bir geçit bulmuş, bir uçu­ " Bu sorunuzia benim hikayecilik alanındaki bir ·
rumdan aşağı atı lırmış gibi, önüne geleni sile sü­ özelliğime değinmiş oluyorsunuz. Ben toprak ve
pUre boş bacalara doluyordu. yeraltı insanlarını iyi tanırım, özellikle yeraltı in­
Ertesi gün, yapılan yoklamada Alacalrlardan sanlarını. Çalışma koşullarını, yaşamlarını da ha­
(Ali, Satılmış, Ercep, Simail, Şeremet) noksandı." yatım gibi bilirim. Onun için yıllar önce belli başlı
Ateş Nefes sanat dergilerine yazd ığım hikayelerde köy, tarla,
Çok eski bir yeraltı adamı olan Tayyip Usta, ağa saltanatı ve yeraltı kon uları işlenmiştir.
"Tenekeli Mühend is" dedikleri, yabancı bir mühendisin Diyebilirim ki Türk hikayeciliğine gerçek n iteliğiyle
ateş nefes olan bir yerde dinarnit attı rd ı ğ ı n ı öğreni r. O­ maden hi kayelerini sokan ilk yazarım." yan ıt ı n ı verir.
raya doğru koşar, fakat geç kalmışt ı r. On patar vuru­ l i k olmalarına ve zaman zaman özel terimler içer­
lan on metrelik fiti ller ateşlenmiştir. Hemen saldı rır, fi­ mesine rağmen, bu öykülerde kuru bir ifadeyle karşı­
til leri keserek uçlarını yere gömmeye ça l ı ş ı r. Diğer ar­ laşmak mümkün değ i ldir. Yazar madencilikteki uz­
kadaşlarına da baca ağzına g itmeleri için talimat verir man l ı ğ ı n ı , sanatıyla da en güzel biçimde bütünleştir­
Böylesi bir girişimin son u , kesin olarak ölümdür. Ama miştir Konularıyla ilgili bilg'! verebilmek açısından öy­
Tayyip Çavuş, arkada şları n ı kurta rnak için bunu göze külerden özetiediğimiz bölümler, hiçbir zaman bütü­
a l ı r. Ne var ki arka arkaya meydana gelen iki patla­ nündeki tad ı vermez. Çünkü, Ahmet Naim'in özellikle
madan sonra bacalar kapa n ı r. Tayyip Usta, göcük al­ yeraltı insanları n ı konu alan öyküleri; en saygısız in­
tında kalmıştır. san ı bile emeğin önü nde durdurup düşündürecek dü­
ikram iye zeydedir.
Arkadaşları aras ı nda "Hukukçu" olarak a n ı lan Ahmet Naim'in yazd ı ğ ı öykülerin çoğunda, hakim
Haşim Efendi'nin evinde, alacağı 58 lira i kramiye ile durumda olanların insan unsurunu hep geri planda
birl i kte eline geçecek olan 1 1 6 liranın paylaş ı m ı üstü­ gördükleri ve bu düşünceyi yaşama geçirdikleri, ya da
ne aile bireyleri ta rafı ndan hesaplar yap ı l ı r. Ertesi gün geçirmeye çalıştıkları açıkça gözlenir. Ne var ki, öykü
dairede, Haşim Efendi tam paraları cebine koyarken, kahramanları, ölümleriyle bile bir d irencin, bir inanışın
kızı gelip a nneannesinin hastaland ı ğ ı n ı ha ber verir. ve bir kavganın sembolü olurlar.
Hükümet doktorunu alıp eve gittiklerinde, yaşl ı kad ı n ı n Ahmet Naim unutulur mu?
ölmüş olduğunu anlarlar.
·
Onun yazd ı ğ ı yeraltı işçisinin gerçekleri, günümüze
Haşim Bey in oğlu daha önce bir doktor getirdiyse dek uzanmakta ve daha da acı olarak yaşanmaktad ı r.
de, her i ki doktora da yapabilecek bir iş kalmam ışt ı r. Hala ateş nefesten sayılamayacak kadar işçi ölmekte,
Haşim Bey, ilk gelen daktorun cebine beş, kendisiyle hala dün kü kadar, hatta dün den daha fazla ve yeni
gelenin cebine de üç lira koyarak onları uğ urlar. Karı­ donan ı m larla emeğin sömürüsü yapılmaktad ı r.
s ı n ı n istediği gibi de bir cenaze töreni yapar. Cenaze Yazarın adı-sanı bugün unutulmuş bir görünümde
dönüşü, maaşından kalan para n ı n 63 kuruş olduğunu olsa da, ülkemizde insanlar kömür kulla n d ı kça, ya da
görünce, kayınvalidesinin kendisine sık-sık söylediği: kömüre ilişkin a n ı ları bulundukça Ah met Naim'in de u­
"Adam, sana gözleri mi kapasam da rahat yüzü nutulması mümkün olmayacaktı r.
göstermeyeceği m," sözlerini hatı rlar. Dahası var. Gerçek kuduz köpeklerin zararları ve
Evdeki hesa p, yiten parayla birlikte a ltüst olm uştur. yayd ı ğ ı mikrop, belki düne göre biraz daha azalmıştır.
Ama buna karş ı n , daha tehlikeli birçok mikrobu, insa n­
* * *
ları sömürerek yayanları, bugün hem yoğunluk, hem
de yayg ı n l ı k kazanmıştır. O nedenle mikropların sal­
"Kuduz Düğünü"nde bulunan yedi öykü , yazarın d ı rı sı devam ettiği sürece, Ahmet Naim de hep yanı­
işlediği değişik konulardan ya p ı l mış bir seçki örnekle­ m ızda, ya da aklımızda olacaktır.
mesidir. Kitaptaki öyküleri birkaç ana çerçeve içinde
görüp, değerlendirmek gerekir. (1) Zonguldak Yıllığı/ Zonguldak Ili Tertip ve Inceleme
Kuduz Düğünü ve Cinci Mustafa öykülerinin konu­ Kurulu tarafından hazırlanmıştır./ Ajans Türk Matbaası­
su toprağa bağlıdır. Feodal yapı içindeki ilişkileri i rde­ Ankara,1967
(2) Kömür Havzasında ilk Grevi Yazan: Turgut Etingül
ler.
Koza Yayınları, ist.1976
Kolcu Şaban öyküsünün ise, bir ya n ı feodaliteye, (3,4) Uzun Mehmet'ten Bugüne Kadar Zonguldak Hav­
bir yanı bürokrasiye yasl ı d ı r. Yazar, gerek kişilere zası/ Yazan: Ahmet Naim
yaptırd ı ğ ı diyaloglarla, gerekse olayları örgülemesiyle, Türkiyede Grev Hakkı ve Grevleri Yazan: Kemal Sülker/
bu yapı lardaki çürümeyi ortaya koyar. Gözlem Yayın. lst-1976
Sismillah ve l kramiye öyküleri ise, yaza rın yaşa­ (5) Kuduz Dü!)ünü: öyküleri Yazarı: Ahmet Nairnl
m ı ndan a l ı n a n birer kesittir. Bismillah'ın hapisaneyle Yeditepe Yayınlan, lstanbul,1976

43
Sistemi Aklarnada Son Nokta"Böcek"
Sedef YILMAZ

Böcek fi lmi, ele aldığı konudan ötürü bir ilk diye Recai de Binnur'dan beklediği ilgiyi bulamamış,
sunuldu medyada. Böcek, Erhan Bener'in roman ı ndan son olaydan sonra ondan iyice soğumuştur. Ast ı m l ı
Ümit Elçi tarafı ndan sinemaya aktarılmış. Böcek filmi, o l a n Binnur'un b i r kriz a n ı nda, i l a c ı n ı vermeyerek onun
bir polisin -üsteli k işkenceci bir polisin- hayatını aniat­ ölümüne neden olur.
makla "ilk" olmayı hakketmişti. Ancak konuda belki ilk Başkomiser Recai'nin, içeri a l ı p dövdüğü adamlar­
denebilir, ama bakış açısı olarak değil. Film, polisi e­ dan birisinin "arkası sağlam" çıkması, onun geri hiz­
leştirmiyor, tersine, polisin ne kadar zor şartlarda vazi­ mete alı nmasına neden olur. Halbuki siyasi şubeden
fe yapt ı ğ ı n ı gösterek, bizi, polislere karşı daha hoşgö­ bir başkomisere, değ i l kaba dayak attığı için, adam
rülü olmaya davet ediyor. Bir emniyet yetkilisinin, til­ öldürdüğü sabit olsa da dokunulamayacağ ı biliniyor.
min galası nda teşekkür etmesi bu yüzden anlamlıdır. Polisin de devletin diğer memurları gibi bir emir kulu
Karakterlerin göründüğü ilk sahne, özdeşleştirme tek­ olduğu, arkası sağlam birisine çarptığı zaman sürgüne
niği açısı ndan çok önemlidir. Seyirci karakteri ilk kez ya da geri hizmete a l ı n d ı ğ ı görüntüsü ortaya çı kıyor
gördüğünde, filmde nas ı l bir rol oynayacağ ı n ı kesti­ filmde. ömrünün sonuna kadar Recai Bey, bu geri
rebilir. ilk sahnede kimin hangi rolde olduğu anlaşıl ır. hizmette kalır.
Filmin açılış sahnesinde, ambulansı n içinde ka lp krizi Recai Bey'in, hayatının son anları nda ru h dengesi
geçiren Başkomiser Recai'yi(Halil Ergün) görürüz. Hiç­ bozulur. Etrafı ndaki herkesi böcek gibi görmeye baş- .
kimse ilk kez gördüğü, can çekişmekte olan bir adam lar. Insanlardan iğrenir. .l:!ı!��C!J�Lg()rmeye başlar. 1
için acımaktan başka bir şey yapamaz. ilk sahneden "Terörist"lerin kendini öldureceğini sanmaktad ı r. Her­
anlaşı l ı r ti lmin polise bakı ş ı n ı n ne olduğu. Bundan kesten şü phelenir. Kendisine yard ı m etmek isteyen
sonrası hep geriye dönüşlerle (flash back) anlatıl ır. aynı apartmandaki genç kızın yard ı m ları n ı dahi sıcak
Recai Bey'in iyi bir çocukluğu olmamıştır. Kızkardeşi­ ka rşılamaz. Recai Bey'in bu duruma gelmesinin ne­
nin bir yang ında ölmesinin suçunu, annesi ondan denlerini, yönetmen Ü mit Elçi geriye dönüşlerle, a n ı lar
bulmuştur. Çocukluğundaki aile içindeki şiddetlin ve aracı l ı ğ ıyla gösteriyor. Bu gösterilen a n ı l ardan, sevgi­
baskı n ı n etkisi, hayatı boyunca sürmüştür. Dayı s ı , ço­ sizliğin Recai Bey'i bu duruma getirdiğini anl ıyoruz. A­
cuğun masrafı ndan kurtulmak için onu yat ı l ı polis ko­ partmandaki genç kız(Meltem Cumbul), Recai Bey'in
l ejine gönderir. yal n ız ve hastal ıklı hali karşısı nda ona yard ı m etmek
Başkomiser Recai, görevine sad ı k, mesai arkadaş­ ister. Genç kız, Recai Bey'e karşı sevgi doludur. Recai
ları arası nda itibarı olan bir polistir. Solcuları n elinden Bey bunca yıllık alı şka nl ı ğ ı n verdiği tepkiyle genç kızı
kurtardı ğ ı Binnur adlı genç kızı, gidecek yeri olmad ı ğ ı terslese de, onun bu ilgisinden etkilenir. Genç kızla
için evine götürür. Akl ı ndan b i r art niyet geçirmez. ilgili güzel hayaller kurar, ama bunları gerçekleştire­
Böylece biz de polislerin o sert görünüşlerinin altında, mez. Öykünün gelişmesinde hiçbir etkisi olmayan bu
iyilik dolu kalpleri olduğunu görmüş oluruz! Binnur'un genç kız karakteri sırf, Recai Bey daha önce sevgiyi
misafirliği bir gece ile s ı n ı rl ı kalmaz. Başkomiser bulsayd ı , böyle olmayacağ ı n ı göstermek için filme
Recai'nin kovması bile onun evden ayrılmasına yet­ konmuş.
mez. Etraftan laf gelmesin diye, başkomiser Reca i, Peki bu acı masızl ı ğ ı n ve sevg isizliğin kaynağ ı ola­
Binnur ile evlenir. Binnur, bütün gün evde televizyonun rak filmde ne gösterilmiş? Pol islik hayatında, Recai
karş ı s ı nda oturan, magazin dergileri ile gün dolduran, Bey'in sevgisizlik diye bir sorunu yok. Çünkü başkorni­
sürekl i içki içen, yemek yapmayı sevmeyen, başkorni­ ser Recai, başarılı, etrafı nda sevilen, sayg ı duyulan bir
ser Recai'nin yapt ı ğ ı yemekleri de beğenmeyen biridir. polis. Filmde Recai Bey'in sevgisiz kalmas ı n ı n nedeni
Filme, iğreti bir şekilde, mutsuzluk yaratmak için kon­ olarak, acı dolu çocukluğu ve mutsuz evliliği· gösterili­
muş sanki. Hiçbir şeyden memnun değildir. Binnur ka­ yor. Polislerin zor çalışma koşulları, her an öldürülme
rakteri filmde yeterince işlenmediği için, davran ışiarına tehlikeleri de Ümit Elçi için akli dengenin bozulma ne­
bir anlam vermek olanaksız. Başkomiser Recai'nin e­ den leri arası nda. Recai Bey'in rüyalarına giren iki ta ne
vine girene kadar süt dökmüş kedi gibi ı:nasum ve acı­ çatışma gösteriliyar fi lmde. i lkinde polis otobüsü ta­
nacak biri olan Binnur, evde birden bire huysuz, bağ ı­ ran ıyor Buradaki çatı şmada başkomiser Recai'nin bir
rıp çağıran, sürekli şi kayet eden biri oluveriyor. arkadaşı öl üyor. i kincisi ise, bir hücre evi baskı n ı . Bu
Recai'yi sevmediği halde, Binnur onunla evlenir. çatışmada da başkomiser Reca i'n in bir arkadaşı ölür.
Onunla yatakta birlikte olmaya pek yanaşmaz. Bütün Bu iki çatışma sahnesi ile polislerin işlerinin ne kadar
bu davranışların nedeni belli değildir. Bir gün Recai, zor olduğu, seyirciye gösteri lmek istenmekte. Ama bi­
Binnur'u apartmandaki fahişeyle birlikte yataktayken zim için, her an öldürülme teh likesi akli dengeninin bo­
yakalar. zulması için tek başına yeterli neden değildi r.

44
Devlet yanlısı ya da doğrudan devleti karşıianna yoğunlaşılması gibi eski hastal ı klar, Böcek filminde ö­
alamayan sanatçı ların, işkence g ibi hassas konularda zenle m uhafaza edilmiş. Daha çok senaryolarıyla
cambazlı k yapmalarında üzerlerine yok. I lericiliği, de­ Türkiye sineması n ı n çökmesinde emeği geçen ümit
mokratl ı ğ ı elden b ı rakmamak için polisi eleştiriyar gibi Elçi'nin, fi lmin afişine "Böcekleri öldürebilirsiniz ama
yapıp, aslında onu aklarlar. Bir insa n ı n işkenceci ol­ Türk sinemas ı n ı asla." cümlesini koymasından, bu
masının nedenlerini sistemde değil de, onun çocuklu­ çizg isinde kararlı olduğunu çı karıyoruz. Filmi izlediğim
ğunda bulurlar. Bunu yaparken Freudçu luğa sarı l ı rlar. seansta, salonda on seyircinin olması, Türkiye sine­
Başkomiser Recai, çocukluğunda çok dayak yediği, masını çökertmek için Ümit Elçi'nin gösterdiği çabanın
ezildiği, ailesi tarafı ndan sürekli suçlandığı için, büyü­ ürünüdür.
düğünde böyle işkenceci olacak kadar hastal ı kl ı bir ... Beyoğlu zihniyeti, Türkiye sinemasının bugünkü
kişi olmuştur. Devlet de gizleyemediği işkenceciler i­ acıklı durumunun failidir. Tipik solcu-demokrat-burjuva
çin, aynı şekilde münferit kişilik bozuklukları olarak entellektüellerin küçük dünyalarında kendini açığa çı­
geçiştirir. Yavuz Özkan'ın Yengeç Sepeti filminde de kart ı r Beyoğlu zihniyeti. Türkiye sinemasında, Türkiye
polisin, çocukken babas ı n ı n daya kları ndan dolayı gerçekliğini değil, Beyoğlu zihniyetini görebilirsiniz.
g addar bir işkenceci olduğu gösterilerek, sistem ak­ Beyoğlu zihn iyeti Hakkari'ye gider, orada film çeker
lanm ıştır. ama filmde Hakkari'nin gerçekl iğini bulamazs ı n ız. O­
·

lşkenceci polisin, kişilik bozuklu kları n ı n neden i, nun yerine, Beyoğlu zihniyetine göre oturan, konuşan,
yetişme koşullarından değil, yapt ı kları işten kaynak­ davranan insanları görürsünüz. Hakkari sadece dekor
lan ı r. Her an öldürülme tehlikesini gerekçe gösterenler, olarak ka lmıştır. Beyoğlu zihniyetinin ele aldığı konu­
aynı tehlikeyle karşı karşıya olan devrimcilerin, değil nun gerçekliğini çarpıtmadan yansıtmak gibi bir soru­
kişiliklerinin bozulma s ı n ı , tam tersine örnek insan tipi nu yoktur.
oluşturmalarını nasıl açı klayacaklar? Buradaki farkın Böcek filminde nesnel gerçekliği tersyüz eden o
nedeni ideolojiktir. kadar çok sahne var ki, bunların üzeri nde ayrıca dur­
Hücre evi baskı nında yaralı bir devrimci, kurşunla­ madan edemezdik. Yönetmenin ne polislerin, ne de
nara k yerinde infaz ediliyor. lik bakışta polis eleştirili­ devrimcilerin gerçekliğinden haberi var. Ya da haberi
yarmu ş gibi görünür. Birazc ı k sinema dilinden haberi var da, gerçekl ik onun u mrunda değil. O, derin mevzu­
olan, o sahnede tam tersi şeyin aniatılmak istendiğini larla ilgileniyor, kaba gerçeklerle değil! Başkomiser
farkeder. Sahne şöyledir: Yerde yara l ı bir devrimci Recai siyasi şubeden görevli olduğu halde, asayişle
yatmakta d ı r. Polis, yakın mesafeden ateş ederek dev­ ilgili olaylar da gerçekliği hiçe sayarak onun masasına
rimeiyi öldürür. Bir sonraki planda başka bir devrimci­ geliyor. Bizim bildiği miz ya da gördüğümüz siyasi şu­
nin silahı ile bir polis vurulur. Başkomiser Recai, öl­ be polisleri ün iforma ile dolaşmazlar. Filmde ise bütün
mekte olan arkadaş ı n ı kucağına a l ı r ve vurulan a rka­ siyasi şube polisleri üniforma l ı . Beyoğlu zihniyetinin
daşı n ı n a d ı n ı haykı rır. Bu iki vurulm a a n ı , bilerek aklına, polis deyince sadece üniformalı polisler geliyor
a rdarda getirilmiş ve seyircinin acıma duygusu polise olma l ı . Yengeç Sapeti'nde ve Böcek filminde polisin
yönlendirilmiştir. Yerde vurulan devrimcinin kameraya işkencesi kaba dayaktan i barettir. Ası l sistemli işkence
sırtı dönüktür. Kurşunlara hedef olduğunda seyircinin ise gözardı ed iliyor.
acıma duygusunu canland ı racak hiçbir refleksi olmaz. Çatışma sahneleri, filmin en başarısız sah nelerdir.
Zaten suratı görülmüyordur. Ölen sanki bir hayvandır, Milli bayramlardaki Yunan'ın denize döküldüğü müsa­
acınmayı dahi hakketmez. Polisin vurulduğu sahnede mereleri hatı rlatıyor. Polis otobüsünün tarandığı sah­
ise, bağ ı ran acı dolu surat ı n ı n yakın plan çekimi görü­ nenin sonunda, devri mcilerden biri uzun namlulu sila­
l ür. Seyircinin bu sahnede üzülmesini ister yönetmen. h ı n ı yere b ı rakı p kaçıyor. Hiçbir neden yokken, silahın
Böcek filmi, tek kişilik bir oyu na benziyor. Recai neden yere b ı rakı l d ı ğ ı n ı anlayamad ı k. Üstelik kaçar­
Bey için öneml i olan polislik hayatı filmde, bir dekor ken yere atmıyor, eğilip yere b ı rakıyor. Herhalde kırıl­
görüntüsünden ileri gidem iyor. Filmde, Başkomiser masın diye! Ayrıca devrimcilerin bir meza rl ı ktan ateş
Recai'nin d ı şında sadece bir polisin konuşması vard ı r. etmeleri bize, rastgele seçilmiş bir yer gibi gelmedi.
O da amirinin, artık geri hizmete alındığ ı n ı söylediği Hücre evi baskını ise daha bir şenlikli. Polisler, ope­
kon uşmad ı r. Bunun d ı ş ı nda selamiaşmaiar sayılmaz­ rasyonun yapıldığı binanın dibine çektikleri arabaları
sa, hiç konuşan polis olmadığı için, polislerin hepsi bi­ siper alarak, ikinci kattaki daireye ateş ederler. Haber­
rer sessiz figüran durumundadır. Binnur karakteri dı­ lerde, cephede gibi arabaların arkasına dizilip siper a­
şında ·diğer roller, figüra n l ı ktan öteye g itmiyor. Bu du­ l ı n d ı ğ ı bir operasyonu henüz göremedik. Tabii film i­
rum, filmde tek kişilik bir oyun havasına neden oluyor. cabı içerdekilerin de, polisler si per alana kadar, bu run­
Halil Ergün, Recai Bey'in son anları ndaki hastalıklı ları n ı n dibinde olup bitenleri fark etmemeleri lazım.
halini iyi yorumlam ış. Ancak genç Başkomiser Recai Biz, bu sahneleri daha çok Hollywood filmlerinde gö­
halindeki oyunculuğu, a bartmalı ve doğallıktan uzaktır. rüyoruz. Yine haberlerden gördüğümüz ve azıc ı k akıl
Filmde, 12 Eylül sonrası Türkiye sinemasında a l ı ş ı­ yürütmeyle şunu söyleyebiliyoruz. Hücre evleri, gizli
lagelmiş hastal ı kları bulmak mümkün. izlerken seyir­ evler olduğu içi n, devrimcilerin kald ı ğ ı n ı gösteren açık­
ciyi s ı kı ntıdan patlatan, en rahat sinema koltuğunda ta en ufak hiçbir şeyin olmaması gerekir. Filmde ise
dahi 90 dakika boyunca rahat ettirmeyen ağır tempo, bunun tam tersi yap ı l m ış. Filmdeki hücre evinin bütün
film boyunca sürüyor. Seksen sonra s ı n ı n buna l ı m duvarları devrimcilerin posterleri ile doldurulmuş.
filmleri, bu filmle hala devam ediyor. Filmin anlaşıl­ Hatta, inanı lmaz ama, duvara koca bir pankart dahi
r:nası n ı zorlaştırmaktan başka bir şeye yaramayan, rü­ asılm ış. Hücre evi hücre evi değil, sanki gazete büro­
yalar, hayaller ve flash back tekniği ile zaman ve me­ su. Filmde devrimci d iye gösterilenlerin, devrimci lere
kan farkl ı l ı ğ ı n ı birbirinin içine karıştırma tutkusu. Ya­ benzer yanları yok. Ev baskı n ı ndaki, elindeki kalaşni­
vaş kurgu, uzun sahneler, yard ı mcı ve küçük ka rakter­ kofla tezat oluşturan, giyimi kuşamıyla zevzek tipli
lerin yeterince işlenmeyip sadece başrol oyuncularda devrimcileri, biz hiçbir yerde görmedik.
45
Çağdaş Soytarılık
Hüseyin Hilmi BULUNMAZ

Malumunuz; kral ya da padişah, tanrının yeryüzündeki mobil bir işe yarainazsa, kapalı duran yada işlevini yerine ge­
eleştirilemez yansısıdır. Bu kutsanmış güç, doğada varolan tirmeyen televizyonlar da bir işe yaramaz. Üretmeyen ve üre­
"kendine çeki-düzen vermek" yaşamsallığına gönderme tenleri sonuna dek sömüren burjuvazi, düşüncelerin
yapma gereksiniminden yola çı karak, soytan yada dalkavuk yoksanmasının ötesinde düşlerin de grileşmesi için
tutma gerekliliği içersine girer. . . vargücüyle kafa yormakta. . .
Kutsal gücün yeryüzü yansısını eleştirebilmek, kimsenin Ferhan Şensoy ve benzerlerinden "kurtulan" ve
haddine düşmediğinden, özeleştiriye benzer bir kurum olarak "özgürleşen" sanatçıları çağdaş soytarılık bağlamında yede­
soytarılık gündeme gelmiştir. Sömürü erkinin süreğenleş­ ğine alan anamalcı dizge, zaten alt sınırlarda gezinen kentlilik
mesi bağlamında irdelenmesi gereken bu durum, günümüz­ bilirici ve düzene karşı koyuş düşünselliğini dumura uğratı­
de de, biraz karmaşık olsa da vardır. Anamalcı dizgenin kut­ yor. Yaşamla hiçbir ilgisi olmayan yanılsamalar yaratıp, sö­
sanması anlamında ısrarla kullanılıyor . . . mürülmenin süreğenleşmesini sağlamlaştırmış oluyor . . .
Imdi ben, tiyatro uzmanı olduğumdan ve bu uzmanlık o­ Atv'de "iner misin, Çıkar mısın?" adlı programda düze­
luşumumu burjuva kurumlarından almadığırndan ötürü, ra­ ne su taşıyan Boran Kaya, Kanal D'de aynı işlevi bir başka
hatlıkla, tiyatrosal çıkarmalar yapabilirim. Günümüz dünya­ biçimde sürdüren Rasim Öztekin gibi "sanatçı"lar Ferhan
sında, anamalcı dizge, sömürü çarkını yağlamak için sanatçı­ Şensoy'un tezgahında yıllarca düzen için revize edilmişlerdir.
ları kullanır. En etkin sanat dallarından biri olan tiyatroyu da Burada derdimiz salt Ferhan Şensoy'un ipliğini pazara çı­
sonuna dek yağdanlık olarak işlevseleştirir. . . karmak değildir. Ali Poyrazoğlu'ndan tutun, Haldun Dormen'e
Burjuvazi, teknik tüm olanakları seferber ederek, dek tüm burjuva tiyatro sanatçıları aynı işlev için devinmek­
sanatlararası buluşmayı sağlayıp, devrimsel düşüncelerin o­ tedirler. . .
luşmaması yada oluşan devrimsel düşüncelerin dumura uğ­ Yine Atv'nin yansıması olan Sabah Gazetesi'nde "Iner
ratılması bağlamında elinden geleni ardına koymaz. Tiyatroya misin, Çıkar mısın'ın tanıtım yazısından yapacağım bir alıntı,
ilk adımını atan sözde ilerici tiyatro sanatçılarını hemen ye­ sizlere ışık olacaktır kanısındayım: "Iyisi mi herşeyi bir kena­
değine almayı başarmakta üstüne yoktur anamalcı dizgenin. ra bırakıp yaşamaya bakın" . . . Tam da birşey düşünmeyelim,
Örnekse, çıkış noktasında karşı-emperyalist izienim uyandı­ düşlerneyelim ve ertesi gün iliğimize dek sömürülmak için
ran Ferhan Şensoy, zamanla (belki doğasına dönmüştür) a­ çağdaş soytanları izleyelim . . .
namalcılığın edilgenleştirici söylemiyle yapıtlar vermeye baş­ Salt Atv ile sınırlı olmayan bu halk düşmanı düşünsel ve
lamıştır. . . düşsel oyun alanları, tüm olanaklarını kullanıp üzerimize sal­
Yine Ferhan Şensoy, (salt bireysel yeteneğinden kaynak­ dırıyor. Kanal D'de gündeme gelen ve Cem Özer'in sahici
lanan nedenlerle değil, toplumsal zamanlamanın dayattığı ol­ olmayan programı Laf Lafı Açıyor, Atv'de Ayşe Özgün'ün
gusallı k nedeniyle) Bertolt Brecht'te görünenin tersine, gül­ hiç de Özgün olmayan Ayşe Özgün Talk Show, yukarıda
mece ögesini halkırı uyanışı bağlamında değil, halkın uyu­ değindiğim Rasim Öztekin'in sunduğu Yakaladık Şakaladık,
ması bağlamında ele almıştır. Örnekse, içinden Tramvay TRT 1 'de sunulan Erol Evgin Show ve Parihan Savaş'tan
Geçen Şarkı oyununda işçi sınıfının kurtuluşunun olanak­ Nurseli ldiz'e dek salt zaman öldürtmek için gündeme gelen
sızlığının altını Fransız kalemiyle kalınca çizmiştir. yine Hay­ bir sürü çağdaş soytarılık . . .
rola Karyola oyunuyla Aydınlar Dilekçesi'ni küçümseyen Hal böyleyken, ne yapmalı? . . Bence, haberler dışında
alaysamalarda bulunmuştur. . . televizyonu kapamalı. Belki arada bir belgesel nitelikte yada
Yapıtlarıyla işçi sınıfı kültürüne hiçbir katkıda bulunma­ çağdaş öğeler taşıyan filmler olursa izlemek, onun dışında
yan ve pundunu bulduğu anda, bu kültüre saldıran Ferhan kalan özgür zamanlarımızda tiyatrolara gitmek, çoktandır u­
Şensoy, insan kaynağı yetiştirme anlamında ne gibi yararlılık­ nuttuğumuz yada hiç bulaşmadığımız edebiyat yapıtıarına
lar göstermiştir? Yaklaşık onbeş yıldır, ucuz olsun diye, hiç yönelmek gerekir kanısındayım . . .
bir deneyimi olmayan insanları kadrosuna dahil etme eylemli­ Maksim Gorki, Lev Toltsoy, Balzac, Nazım, Ahmet Arif,
liği içersinde olan Şensoy, oyuncu adaylarına hiçbir güzeldu­ Orhan Kemal, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Aydın Öztürk, Afşar
yusal ve ahlaksal katkıda bulunmamıştır. Kadrosunda tiyatro Timuçin gibi yazarların damıtılmış ve insan sevgisi kokan
yapan ve şu anda burjuvazinin çağdaş soytanlığını yürüten yapıtiarına kafasını sokan insanın, çağdaş soytaniara prim
insanlara şöyle. bir baktığımızda durum kendiliğinden ortaya vermesi olası değildir. Herşeyi, ama herşeyi bozarak ele al­
çıkmaktadır . . mayı iş edinmiş burjuva sanatçıları, çağdaş soytarılıklarıyla,
24 Ocak Kararları'nın siyasal olarak yaşayımsallaşması yukarıda andığım ve binlereesi gelmiş geçmiş olan halk sa­
için nasıl ki 1 2 Eylül Faşizmi gerekli ve zorunlu olmuşsa, bu natçılarını da gölgelemiş oluyorlar yaptıklarıyla. Daha doğru­
faşizmin işbirlikçi anamalcılığın sürgit devam etmesi için de su yapar gibi göründükleriyle . . .
özel televizyonların halkı sürekli ninnilemesi gerekmektedir. Yani "sanat sezonu"nun açıldığı dönemde, tüm dergi o­
Günümüzde bu televizyonlar, işlevlerini yeterince yerine geti­ kurlarına ve yandaşlarına sağlıklı yapıtlar izleme dileğinde
riyorlar . . bulunmayı kendime görev biliyorum. Oyuna gelmeyin, dün­
Nasıl ki, salt kaportası olan ve motoru bulunmayan oto- yanızı anlatan oyunlar izleyin
46
Yürümek (III )
Ozan YILMAZ

lll. "KA TKI VE ELEŞTiRI" YERiNE


(BiR iNSANI/BIR BEYNI ANLAMAK)
(Şantiyede gezerken, kumlarm arasmda bir parça baklf tel buldum, Bir şeyi hiç unutmamak için sol
elimin yüzük parmağma yüzük gibi sard1m)
EL-EŞ-TiRi
biri
"beni eleştirebilirsin" dedi,
diğeri onu s6zlerle
yerden yere vurdu.
-aynasma bakmadan-
"hiç mi olumlu yamm yok?"dedi
yaşamma anlam arayan yenik bir sesle. . .
beriki dOşOndü, taşmdl, kaşmd1
"var" dedi. . . "olmaz olur mu?" "eleştiriye tahammül etmen(!)"
ve ekledi;
"arkadaş1msm diye s6ylüyorum
yanllŞ anlama. . . dobra dobra. . "
biri; "senin gibi arkadaşim yok art1k " dedi
çekti, gitti. . .
arkadaşl1ğm anlamm l aramaya. ..

"Katkı ve eleştiri" konusundaki düşüncelerimi yaz­ bunaltm ışlar çocuğu . . . bir arasak bari. . .
madan önce, "Sı fattan özneye yolculuk" yazısıyla ilgili M .K . : "Ya boşverin, takmayın kafan ıza. Sanat
çeşitli kişilerin olası yorumları n ı , eleştirilerini, düşünce­ yapmış işte. Öykü olarak iyi. .. •

lerini yan ılma payı bı rakarak ve kısa tutarak not düş­ F.M.: 'Bize de sitemi var . . . Ama bazı önemli dü­
mek istiyorum. şü ncelerin ipuçları var"
G.K.K: Yaşa d ı klarını hep kendi açısından yorum­ S.X.: "Bakar m ı s ı n F. Ben yine anlamadım, burda
lamış. Sübjektif. Gitti kurtuldu. Biz burada bir sürü so­ ne demek istedi Ozan? .. "
runla uğraşmak zorunda kalı yoruz. Istediği oldu . . . Bir G.K.: "Beni unutmamış" (diye sevinir; tam bu sat ı r­
de şikayet ediyor . . . " da . . . )
T.K.: " Çevresindeki a rkadaşları anlayışlı değil­ A.S.: " . . . " (Kendi derdini unutur, sevdiği bir yakı n ı
d i . . . al ıcıyd ı . Onları anlatm ı ş daha çok . . . " olan yazara üzülür. Ancak d i l e getiremez. Çünkü evli,
H.K.: ':A.mma abartm ış . . . Biz onun mutsuzluğunu çocuklu olduğu halde (olduğu için . . . ) sözü ipotekli . . . )
istedik mi? Bir sürü sorun unda yard ı m etmeye çal ı ş­ H.S. ve saz arkadaşları: . . . (Okumaya zamanları
madık m ı ? "O" meseleyi de onun lehine çözecektik . . . " olmad ı ğ ı ndan . . . )
R.D.: 'Haklı olduğu şeyler var ama, daha fazla Bir dergi editörü : "Çok sıkıntı çekmiş . . . Yine de
maaş olmasa g itmezd i. . . " umudunu, direncini yitirmemiş . . . Bir süreci açımlaması
Ö.D.: 'Çok s ı kı ntılar yaşad ı . . . bir gece bana da bakı m ı ndan önemli bu ... Ama aceleci . . . Iki yılda sonuç
anlattı benzer şeyler. Onları yazm ış. Duygusa l l ı ğ ı da bekliyor. . . Yahu ben bu okur kitlesini. .. bu insanları 25
var tabii. .. " yılda harekete geçiremedim . . . istediğim yere getire-
Z.K.: "Onu kı racak, üzecek bir şey yapmad ı m . . . medim . . . derdi mi anlatamad ı m . . . I ki y ı l nedir ki. . . De-
Zaten yapmadıklarımdan k ı rg ı n d ı . . . N e yapsak ki? " mek yurt d ı ş ı nda çalışıyor artık . . . bize biraz para gön-
N.S.: "Özel şeyleri yazıs ı nda niye kulla n ı yor ki? iyi derse bari . . . "
ki uzun sürmedi. .. her şeyi yazardı sonra . . . " Bir dergi sah i bi: "Iyi olur. . . göndersin . . . . Borçlar
A.K.: "Bizim ki 'derviş' havaları nda . . . yakında uçar. birikti yine . . . Biliyor musunuz, böyle bir konuyu ben
Şaka bir yana bazı önemli şeyler de var. Asl ında olum- yazmak isterdi m aslında."
lu bir çaba . . . " .. (Yazı dergide yayı nlanırsa, "özel" okurlardan sonra
Ş.K.: "Bu Ozan'ın halini hiç beğenmiyorum . . . iyice s ı ra "genel" okurlara gelir. . . )

47
Bir sansür görevlisi: "Bir iki yerde Kürt-Kürdistan ( 1 ) umarım, inşallah(2)) "özdeki ışık";:;Tanrı kavramına
sözü geçiyor. Ama suç unsuru fiili övmüyor. Suna l ı p varacakm ış gibi geliyor ... •

yurt d ı şına giden birini anlatıyor . . . " "En bilinçsiz" okur: "Bazı yerleri hoşuma gitti.
Bir sansüreUnUn amiri: "lyi i. . . Hepsi bunal ı p gitse Fakat bir şey a n lamad ı m .. ."
de rahat etsek.. Bozguncu enteller! Kimi orta l ı ğ ı karış­ Bu sayd ı ğ ı m , (kimileri tesadüfi) okurların dışında
tırıyor, kimi kafa ları . . . " kalan, klasik, 'tiryaki" dergi okurla rına geli nce; . . . Göz­
Bir "karşı" dergi editörü: "Bunlar bir frenkeştayn lem lerime dayanarak söylüyorum: Yaklaşık yarısı hiç
daha yaratıyor: Hem de üç nokta l ı ! . . . ) " okumayacak. Bir kısm ı , bir bölümünü okuyu p bı raka­
Bir psikiatrist yazar: 'Yazı , bir tür oto-psiko-analiz cak ya da şöyle bir göz atacak. Tamam ı n ı okuyanların
olarak ele a l ı nabilir. "Ega·: savunma 'mekanizmalarını çoğ u, "özel sorunları n ı/yaşa d ı kları n ı anlatmış" diye
da kulla n m ı ş yer yer. . . Biçim olara k fazla yorum yap­ düşünecek. Birkaç yüz okur derinden etkilenecek, ö­
mak istemiyorum. Içerik, kişiliğiyle i l i şkilendirilebilir . . . nemseyecek, kendi yaşam ı yla ilgiler kuracak.
Keşke roman olsaydı . . . Bir güzel eleştirirdim o za­ (Çoğunda bu etkiler birkaç ay sonra geçecek, değişi­
man . . . " me yol açmayacak . . . Bir kısmında değişim/dönüşüm
Bir şair yazar: "Şiirleri daha az şiirsel yazıya göre. başlayaca k.) Içlerinden aniareası bu yazıyla ilgili
imgesi, başl ıkta n, sözcüklerin ya da şiirin bütününden "katkı/eleştiri" yapmayı . . . yazmayı düşünecek (Genel­
oluşabil iyor. . . Duygudan ziyade düşünce akta rımı ile likle de aniatılmak istenene göre değil, anladığı­
bazı süreçleri dizelere dökmüş . . . yazıları ise yer yer na/algılad ı ğ ı na göre yorumlar ol uşacak beyinlerde . . .
"şi ir gibi': . . yoğun imgelerle örülmüş. Yani imge­ Yine çoğunluk eleştiri amacıyla olumsuzl uklar kendin­
lem, lirizm soyutlama, düşleme, duygu . . . daha çok ya­ ce yanlışlar arayacak . . . bulacak.) Yazmayı düşünen ie­
zıda göze çarpıyor. " rin çoğu erteleye erteleye vazgeçecek. (Okuyanlardan
"En yen il ikçi" okur: "Yine yeni bir şey söyleme­ ya da yazanlardan ancak birkaç tanesi yazı n ı n ru hunu
miş . . . Ama, yeni bir şey yapmış . . . Aslında o da yeni ruhunda hissedecek . . . Tam anlayacaklar, anlad ı kça
değ il, daha önce yap ı l m ıştı . . . " gelişim evrim leşme isteği kor gibi ya ka cak içlerini . . .
"En kapitalist" okur: "Sen bedava hasta bak, im­ Yaşamiarına yen i pencereler açı ldığ ı n ı duyumsaya­
kanlardan faydalanma,"adam" gibi çalışma, sonra pa­ caklar . . . O pencereden gelen ı ş ı kla, daha çok oku ma­
ra kazananlara, meslektaşlarına üç kağ ıtçı d iye çamur ya, bilmeye, bilinçlerini ışıtmaya . . . ı ş ı k olmaya yönele­
at, beceriksizl iğinin suçunu sisteme yükle. . . cekler. . . Bir-ikisi "bu benim, anlatılan benim de öykü m"
';!\dam" olmaz bunlar. . . Düzen ve demokrasi düş­ d iyecek kadar özdeşim kuracak yazıyla. . . Tan ı mak,
manı bunlar . . .
" tanışmak isteyecekJier) ben i m le. Böylesi bil inçli ve da­
"En marksist" okur: Duygusal , bireyci, küçük ha önemlisi derin duyarl ı l ı k taşıyan birkaç insan bile
burjuva duyarl ı l ığ ıyla yazılmış bir yazı. Küçük burjuva olsa, onlar için yazd ı ğ ı m ı/yazacağı m ı . . onları çoğa lt­
buna l ı m ları . . . " maya ça l ı şaca ğ ı m ı bilecekler. Bunun önemini, anla­
"En Kürtçü" okur:"Üikenin en öneml i sorunu; m ı n ı kavrayacaklar . . . Bir gün, mutlaka karş ı laşacağ ı m
Kürdistan'da süren savaş, bir iki satı rla geçiştirilmiş. birisiyle . . . Tüm içtenliğimle, sözcüğün gerçek anlamıy­
önemsiz, özel sorunlar a n latı lm ış." la tek bir söz söyleyeceğim ona: ':t\RKADAŞIM': . . )
"En Türkçü" okur: "S ı k ı ntıları bizi ilgilendirmez. (Arkadaşl ı ğ ı n bir anlamını da burada öğrendim: Sada-
Yazs ı n _ Ama, Türklüğü kimlik saym ıyorsa,devleti be­ kat. . . Arkadaş Arapça 'SADl K" demek. . .
ğenmiyorsa çeksin gitsin ! Gittiyse gelmesin ; Bu vatan "Arkadaşların" dikkati ne.
bizim; 'Türklük bedenimiz, lslamiyet ruhum uz' Dil uzat­ Yanıla biliri m . Özellikle de "olası" yorum larda . . . Fa­
tırmayız" kat "öznelliğim" içinde durumu böyle görüyorum, in­
"En islamcı" okur: "Kemalist laik diktatörlüğün, sanları n çoğunun, düşüncesin i/duygusunu açıkça ve
maneviyattan yoksun arkadaşları n ı n yaptıklarıyla yüce içten likle ortaya koymaya yanaşmad ı ğ ından ya da
dinimiz islamiyetin ne ilgisi var? Islam sana n aaptı da yazmaya üşend iğinden, böyle bir yöntemle, bu zah­
suçluyorsun? Ama . . . · ya pacak: Az kaldı inşallah! .. ikti­ metten/riskten bir oranda kurtarm ış oldum onları .
darı ele geçirince, böyle ölçüsüzce kalem aynatabile­ Yazı lanlar, düşünceleriyle örtüşse bile, "ben böyle dü­
cek misiniz baka l ı m ? . . " şünm üyorum ki" deme serbestliğine de açık . . . Ya da
"En feminist" okur.: "Erkek bakış açısıyla yazıl­ 'tnünferit" uç örnekleri sıralad ı ğ ı m "en"ler'e, "biz" böyle
m ı ş Ne demek "çocuğumun annesi"? Ayrılmış, hala düşünmeyiz, çarpıtm ış denebilir. . . ("Biz" i n , olası bir
sahiplen iyor. Hem de "s ıfaUnesne"olarak görmek değil "fanatik" yandaş ından/üyesinden bahsettiğim göz ardı
mi bu? Onun kendisi kadar bağı msız bir "insa n" oldu­ edilerek tabi. Düşünürsek, böyle yandaşlar "yok" de­
ğunu kavramamış . . . Ah şu erkekler. . . " ğildir. Umarım �·çok" da değildir . . . ) Yine de, insan ları n
"En Cumhuriyetçi" okur: 'Cumhuriyet gazetesi birbirini anlama ma/anlamak istememe gibi bir eğ i l i m
okurunu karşı olduğu şeylerle niye ilişkilendiriyor ki? 2. içinde oldukları n ı düşünüyorum, Bir yandan güzellikie­
Cumhu riyetçi mi bu? rin de va r olduğunu/olabi leceğini düşünerek,bir an ön­
"En liberal" okur: "Işte bir dinazor daha . . . " ce ülkeme dönmek istiyorum . Diğer yandan,
"En duygusal" oku r: "Çok acıklı . . . Iki yerde ağla­ "öznelliğim" içinde, ya ratt ı ğ ı m olası yanıtiara da baka­
d ı m. . .
" rak, "durum böyle ise a ran ıza neden döneyim" d iye
"En ayrıntıcı" okur: 'Hatasını kabullenmiyor. düşünüyorum . Durum farklı ise; olumlul uklar ender
"Onlar" üzerine yazd ı ğ ı m eleştiriyi çarpıtmış! Daha sert değ i l de çok ise, neden göremiyorum, h issedemiyo­
eleştiri yazayı m da görsün g ü n ü n ü rum , yaşaya m ı yorum? . . Bu, salt benim algı layış biçi­
"En popülist" okur: 'Halkı v e emekçileri küçüm­ mimle ilgili olabilir mi? Her şeyi kendi başı ma/kendi i­
semiş. Kendini övüyor .. ." çimde farklı yaşıyor olabilir miyim? I l işkide olduğum
"En materyalist (1), "En idealist"(2) okur: insanlarla, toplumla, sistemle ilgisi yok mu hissetti kle­
'Metafizi k/mistik tonlarla süren bu yolculuk, korkarım ri min? Olası bir aşk, olası bir dostluk, olası bir devrim
48
var da "sensiz olmaz" deniyorsa içtenlikle. . . böyle bir tam demokrasiyi, insan hakları nı ve kitlelerin ekono­
süreci yaşama m ... yaşatmarn söz konusu ise gelmeyi mik durumunu "iyileştirmeyi" hedefleyen "sivi l" bir
düşünürüm . . . isterim. Yoksa, yürüyebildiğimce yürü­ program ve maalesef "karizmatik" /iyi konuşan bir
rüm kendi dostluğuma/kendi devrimi me. . . zaman yara­ "lider" gerekiyor d iye · düşünüyorum. Sisteme de mu­
tabilmişken . . . ayaklarım serbestken . . . onlarca engel­ halif.. diye ekliyorum. Çünkü keskin "abileri miz� ar­
leyici etkenden uzakkeh . . . Devrim in önce insanın i­ kadaşlarım ız bu çerçeveyi rahatl ıkla 'tlüzen pa rtisi ö­
çinde beyninde,bilincinde gerçekleştirilmesi ge­ nerisi" olarak anlayabilir. . . Fakat nas ı l yaşad ı ğ ı m ıza
rektiğini düşünüyoru m. Bu da, dış etkenle/zorlamayla bakarsak sistemin içindeki (zorunlu . . . ) !nsanlarla sis­
olmaz. . . Her bireyin, kendi disiplinli, istemli, özve­ temin d ı ş ı nda olmasa da, s ı n ırında bir yapılanma bile
rili çabasıyla olur. Akl ı n ı bilimle/gerçek bilgiyle bu günkü şartlarda başarıdır. Tabi "nicelik" de aranı­
ışıtmayan, kendini çözüm leyemeyen yor/gerekiyor ise. . . Bu gerçekleşmed iğinde
(yaşamı na/duygularına varana dek sorgulayamayan), (gerçekleşse de) şöyle düşünenler olumlu gel iyor ba­
evriminde yol almayan (bunun çabası nda/sürecinde na: "Dünyayı değiştirecek gücüm(üz) yok, devleti de
yer a lmayan), kısacası kendi evrimini gerçekleşti­ sistemi de . . . Bazı insanları etkileyebilirim, fakat, onları
remeyen, kendi devrimini de gerçekleştiremez diye da değiştirecek gücüm yok. . . Değişimi her insan, ister­
düşünüyorum. Insan ı n evriminde ilerleyişi; düşünce­ se ancak kendisinde yapabilir. Bunun için (ve bunlar
sini yaşam biçimine dön üştürmesi, bir içselleştirme için) gücümün yetebileceği tek değişime girişeyim;
süreciyle birlikte/paralel gider . . . Devrimciliği yaşamı kendimi değiştirmek, geliştirmek . . . Belki bu, diğer de­
devrirtı için harcamak olarak değil, yaşamı dev­ ğişimlere milimetrik de olsa bir adım olur. . . Olmasa
rimci ol(abil)mek için değerlend irmek olarak görü­ bile kendi m için yapmalıyım bunu . . . Çünkü ben bir in-
yorum. lçtenlik, düşüncenin yaşama biçim ine uygun­ . san ı m . . . l nsanlaşmalıyım . . . "
luğu, duyarl ı l ı k çok önemli burada. Çünkü, insani bir (20 gün geçti. . . Parmağ ı ma bakı r tel i niçin sardı­
amaç için her şeyi (ya da çok şeyi. .. ) göze alamayan, ğımı kimse sormadı) Yazı n ı n en başından beri sürege­
p ı s ı rık, d uyarsız insan devrimci de olamaz aşık da len "eleştiri" zincirine son paragrafı da eklerseniz, sa­
olamaz. Aşkı, dostl uğu, insaniaşmayı potansiyel ola­ nırım daire tamamlanmış olur. . . Şöyle bir izienim e­
rak gerçekleştiremez. �Devrim yapmak" mı? Biz, ev­ dinmen iz mümkün; "dairen in ortasında, zaman zaman
den i Şe koştururken, durduğumuzda da yemek, içmek, kendini eleştirse de, kendini yüksekiayrı bir yere koya­
yatmak, "hoş" vakit geçirmek için fı rsat kollarken, rak, çevresindeki herkesi ve her şeyi eleştiriyor. . . her­
"burjuvazi" her gün (sahte) devrim yapıyor! kes yanlış, o mu doğru . . . herkes haksız, o mu haklı?"
"Bası nda devri m": Üç kupona · ev veriyoruz. . . Daha genel bir duyumumu akta rırsam; " herkesi eleş­
"Otomotivde devrim": Süper h ızlı otomobil. . . "i letişimde th·iyorsun(uz) ne yani tek doğru siz misin iz?" Buna
devrim": Görüntülü cep telefonu . . . "Muhafazakar parti­ yanıtımız şöyle olur aşağı yukarı: her şeyi ve herkesi
de devrim": Kürt realitesini tan ı d ı k . . . "Dinde devri m": eleştirmiyoruz. Sistemi ve sistemi istem li ya da fa rkına
Kur'an-ı Kerim günün şartları na göre yeniden yorum­ varmadan üretenleri eleştiriyoruz. Sistem; eşitsizliğin,
lanacak. . . "Habercilikte devrim": Filan cuntacı darbele­ adaletsizl iğin, sömürünün aracı ve insanlaşman ın,
rin "gerçek" iç yüzünü ilk defa bizim kanalda anlatıyor! sevginin, dostluğun bir engeli olan kapitalizm değ i l mi?
Kaçırmay ı n . . . O güzelim devrim kavramı/ütopyası Biz insanları, kurumları sisteme karşı kon umlan'ışına
öldürüldü ... içi boşaltıldı ... içine gazete dolduruldu. göre değerlendiriyoruz. Bu sistemi onayla m ı yormuş
Dışı kamera oyunlarıyla makyaj landı. Sıradan bir gibi görünüp sistemden büyük rantlar/öd üller alma
· reklam aracına (en çok da nostaljik solcu ları etkile­ peşinden koşan, (bunu sa naUyazı yoluyla yapan özel­
rnek üzere. . . ), dönüştürüldü . . . Yabancılaştı rı ldı. . . Dev­ likle) binlerce insa n ı n bili ncini çarpıtan/ dondurani
rim deyince, gerçek devrim anlaşılmalı. . . bunlar de­ sistemin hizmetine sokmaya çal ı şan kişi leri farkettiği­
ğil. . . Kendi içsel evrimini/devrimini gerçekleştire­ mizde bunu anlatmayal ı m m ı ? Onları n medyan ı n/
meyen (iyi niyetli) insanlar ülkede devrimi savunur­ sermayenin her türlü desteğiyle kendini ifade etmesi,
ken, içsel olanı gerçekleştiremedi kleri için iç sür­ örtülü bir · şekilde bize/insana saldı rması doğal
tüşmeler/ çatışmalar suni/kişisel bölün meler sü­ da, bizim onları eleştirmemiz mi yanlış? Sisteme karşı
recinde çekim gücünü/özel liğini yitirirken, maale­ içten m ücadele verenlerin yönteminde yanlışlık, teori­
sef caniarına kast eden sistemin ve bekçilerinin sinde eksik/hata görüyorsak, bunu dostça dile getir­
ekmeğine yağ sürdüklerini düşünebiliyorlar mı? meyelim rtıi? Ya çağd ışı ı rkçı/dinci gidişi görmezden
içten, özverili ve halktan yana olmanın yetmediğini gö­ mi gelelim? Biz 'hıutlak"doğruyuz da demiyoruz. Gör­
rebiliyorlar m ı ? Ciddi bir biriikiortak platformda m üca­ düğüm üz yan l ı ş l ı klar/eksiklikler şunlard ı r, bunun üze­
dele için geçmişin kal ı ntılarını ayrı ntı ları bir yana bı­ rine düşünün diyoruz. önerilerimizin ortak ekseni ise;
rakmayı planl ıyorlar m ı ? Içsel gelişim için ne yapılı­ insan nasıl insanlaşır, nası l daha iyi bir toplum­
yor? (Üzgünüm gerçekten bu görüntüden. Fakat d ı şa­ da/ülkede/dünyada ağız tadıyla yaşarız... niçin bu
rıdan bakı ldığında fotoğraf böyle görülüyor. Içeriden gerçekleşmiyor'dan geçiyor. . . Insanı, sevgiyi. .. ya­
birine sorsanız, hala kendi ve grubu çok hakl ıd ır. B.,_u i­ şamı g üzelleştirecek sanatın ve her şeyin insan için,
se "inanç ile açı klanır, "bilinç bilmek" ile değ i l . .. Bu da insandan yana olmas ı n ı n çabasını veriyoruz içtenlikle.
"bilimsel"değil.) Diğer yandan, kendine bir kimiikia maç 'Her şeyi eleştiriyorsun uz" eleştirisini aşarak, neyi,
arayan , ezilmiş/ şartlanmış/ enerjik gençliğin deli-kan' ı , niçin nasıl eleştirdiğimize... eleştirimizde haklı o-
gerektiğinde kan akıtmaktan kaçınmayacak olan ve lup olmadığımıza baksanız. . . katıldığ ı n ız eleştirileri
bunun için açıktan ve gizliden silahianan "gerici dev- zenginleştirseniz . . . katılmad ı ğ ı mz eleştiriler için de ne­
rim"in karanlık yatağına akıyor ... Bundan ürken yı- denini açı klayarak düşüncelerinizi önerilerinizi eleştiri­
ğ ı nlar ise ordudan medet bekliyor . . . Seçenek olmak i- lerinizi yazsan ız nas ı l olur? . . Biz, eleştirmiş olmak için
. çin; güçlerin birleşmesi, içsel olgunlaşma, umut veren, eleştirmiyoruz. (Eieştirmek, ne bir meslek, ne de hobi
düşüncelerde çiçek açtıran -gülümseyerr- öncelikle bizim içi n . ) Eleştirimiz insan içi ri , C . Gündoğdu'nun

49
deyişiyle; 'eleştiri, insan için, insa n ı n önünde verilen Tarafsızlığa gelince ... Yazı n ı n başından beri çe­
m ücadeledir." Insanlaşman ın engelleyenini eleştirrnek şitli insa nların ve farklı g rupları n hayali temsilcilerinin
insan olmanın gereğidir. olası yorumlarına "tarafsız" olara.k bakı nca, "herkes
Bu savunmadan sonra, yaz ı n ı n yeni bir aşamasına kendi açlsından haklı" demek m ü m kün. Peki bu
geçebi lirim; öznel lik Bir çok kavram ı duyar duymaz gerçeği buldurur mu? Yazarı ya da başkaları n ı hakl ı
olumlu (özg ü rlük/nesnellikltarafsızl ık vs. ) ya da olum­ ya da haks ız bulmak "nesnel" gerçeği buldurur mu?
suz (bencillik/sübjektiflik vs) olarak algı lama eğilimin­ (Önce öznelli kleri doğru algı lamamız, özellikle de ya­
deyizdir. Olumluluğun kavramın kendisinde değil zarı n düşünce biçimini, ruh halini anlamamız gerek­
kavramın içeriği n i neyle nasıl doldurduğumuzda mez mi?) Tekrar asıl konuya geçiyorum. "Tarafsızlı k':
olduğunu göstermek için, "öznel" tutumumu da sürdü­ klasik söylemle söylersem; kurt kuzuyu parçalarken
rerek ve savunarak bazı kavramları ta rtışacağ ı m ko­ karışmamak; kurttan yana olmaktır. Asl ı nda düşünen
nuyla ilgili olarak. Öznellik; olaylara kendi açısından, her insa n ı n , her olgu karşısında bir yarg ısı oluşabilir.
kendi grubu açısından, tarafl ı , 'sübjektif' bakmak, Bu "taraf' olmaktır. Fakat bunu çeşitli nedenlerle gizli
Nesnellik; olaylara kendi ya da grubu açısından değil tutmak, kesin bir tavır almanın gereksizl iğine
de tarafsız, "objektif' bakmak olarak tan ı m l a n ı r kaba­ yönelik bir bahane de olabili r. Böylece olumlu/insani
ca. Ben açıkça "öznel" bir yazı yazdım. Kendimle ve de olsa, her türlü katılımdan-eylemden kaçınmanın
ilişkide olduğum insan larla ilgili olarak bireysel bir öz­ yolu da açılır. (Bu, iki karşıt arasında taraf tutmayı
neliği (abartarak) ortaya koyarken, ideoloji ve "biz" şart koşmak değildir; iki yan savaşı rken barışı savun­
bağlamında, "biz"den olana "nesnel" gelebi lecek "biz" mak da bir taraf tutmaktır; barıştan . . . belki de zayıf o­
öznelliğini içeren bir yazı yazdım. Bireysel öznelliği lan taraftan yana . . . ) I ki karşıt kişinin/tarafı n/görüşün
şöyle savu nuyorum : Ne kadar "nesnel" olduğunu iddia de haklı olabileceğine i nanarak ayrım gözetmemek;
etse de, her insanın öznel bir yanı vard ı r. Öznel bir temel konuyu algılamaktan alıkoyan sahte bir
algılama, ifade etme, üretme, yaşama biçimi var­ "nesnelcilik" tuzağına düşürebi lir insa n ı . Bu bakış,
dır. Bu, aynı zamanda onun özgürlüğüdür. öznel lik, konuyu bulan ı k görebilir, bulandırabilir: Gerçeği bul­
eşdeğer � bir sözcükle; 'sü bjektiflik'le mayı zorlaştırarak, "nesnellik"ten uzak ia ştı rabilir. Öy­
olumsuzlandığından, insanlar öznelliğini bastı rma �a. leyse "nesnel" olmakta n ne aniaşıimalı ki sahte olma­
gizlemeye, "nesnel" görünüp kabul görrnek adına sın?
'kendi olmayan bir kendi" sergilerneye başlıyorlar. Bu O , bu y a d a herkes hakl ı/haksız iki lemlerinden ve
da bir çeşit yabancı laşma ve iç çatışma, h uzursuzl uk kararsızlıktan/bel irsizlikten bahanelerden sıyrıl ı p
meydana getiriyor. i nsanlar birbirini anlaya m ı yor, ta­ etkin (kendine v e yaşama m üdahale edebi­
nıyamıyor . . . Çünkü "öz"; hissedilen, düşünülen değil, len/kaderciliği y ı kan) insan olabilmek için ölçüleri­
"i maj"; kabul görü lebilecek olan dillendiriliyor. Ben, m iz/değerleri miz olmalı diye düşünüyoru m, gerçekçi­
bunu kendimde ve ilişkide olduğum insanlar da insani nesnelliğe isterseniz buna ideolojik öznellik de­
farkettiğimde, birçok sorunun yanıtını/çözümünü po­ yin . . . ) yaklaşmak için benimsediğim ölçüler/değerler
tansiyel olarak taşı d ı ğ ı n ı da gördüm. Bunu çok belir­ şunlar: Somut gerçekler bi lgi-bilim-bilimsellik, in­
ginleştirmek için, bireysel öznel liğimi abartarak yaz­ sani amaç-i nsani değerler ü retme, bilinçli bir akıl...
d ı m . insanın kendisini çok açık, net, dürüst olarak Bir insa n ı , bir eseri, bir olayı/ o lguyu değerlendirirken
. öznel liğini örtmeden ortaya koyması, bir an lamda eleştirirken bu ölçü leri kullan maya çal ı ş ı yorum. (Bire
gerçekçilik/nesnell i k olmaz mı Keşke herkes bir ilişkilerde bunu başard ı ğ ı m ı söyleyemem . . . ) Bu du­
"öznel" yanını açıkça ifade etseydi. Böylece kişileri rumda; öğrendiğim/ vard ı ğ ı m bir bilgi/ sonuç/ doğru/
doğru ve nesnel değerlendirmemiz/anlamamız gerçek vs. iŞif11( iz)e gelmese de görmezden gelmeme­
yolunda büyük olanaklara eriş.irdik. Bir karmaşada liyim. insanı, eseri, olayı, durumu insani amaçlara
özneliği yanlış a l g ı l ıyoruz. Bir politikacı; "partinin/ ül­ yönelik olup olmad ı ğ ı na göre değerlendirmeliyim
kenin/ milletin/ demokrasinin çıkarı" deyince, 'bbjektif öncelfkle, (işte Kaa n Arslanoğlu'nun kıymetli çal ış­
,

değil; sübjektif' diyoruz,onun koltuk ve maddi çıkar ması "Yanılmanın Gerçekliği" eserini bu açıdan de­
peşinde olduğunu söylüyoruz. (Demek ki bu ğerlendiri p olum larken, katılmadığım "genetik teorisi"ni
"sübjektifl ik", gerçek "sübjektifliği" gizleyem iyor. . . ) As­ de, nedenleriyle açı klayarak, üretken bir eleştiri ör­
l ı nda burda politikacı 'bznel" değil, yalancı . . . "Öznel" neği vermeye çalışt ı m . Diğer yandan yeni pop şarkıcı­
olsa, "kendi çıkarım için" derdi . . . Bencillik de, özneilikle ları n ı , şarkılarının sözleriyle insani değerleri, aşkı
ilişkili, olu msuzlad ı ğ ı m ız bir kavram . "Bencillik" dahi yozlaşt ı rdığ ı/yı prattığı için olumsuzlayarak eleştirdim.)
tek başına olumsuz bir kavram değil, i nsanın do­ B i l i me, bilimselliğe aykırı düşm'lt.meliyim ve hepsinden
ğasından ileri gelen ve ben liğin, gereksinmelerini önce konu ile ilgili yeterli bilgi ve birikimim olmalı . . .
karşılamak anlamında onu ol umlu ya da olumsuz Tümü, bil inçli, dona n ı m l ı , kendini d e tanıyan bir akıl i­
yapan bu gelişmeleri karşılamak için izlediği yol/ çinde (öznell i k taşısa da) doğruya en yakı n değerlen­
yöntem/ ideolojidir" desem , ne dersiniz? Örneğin diril mesini bulur. Bu ölçüler olmad ı ğ ı nda, tarafı, üyesi
işsizler ve çalışanlar 'bencilce" kendi çıkarlarını yanlış olduğum uz grubun/partinin vs. her kararına peşinen
yollarda (sistem partilerinde) değil de gerçek çıkarları­ katı lmak . . . hatta açık-seçik yanl ışlarını onaylamak gibi
na götürecek bir yolda (örneğin sosyalist bir örgütlen­ a pta l l ı kların yaşanması kaçınılmaz olur diye düşünü­
mede) arasalard ı bu 'bencillik" (onların açısından) o­ yorum, (içtenliği de unutma malı tabi).
lumsuz sayılabi lir miydi? Amacı m, kavra mlarla oyna­ Her parti lideri, kimi tari h i önderler/ yazarlar/ sa­
mak değil . . . maalesef 'Çıkar" mantığı üzerine kurulu natçılar/ düşünürler fanatik taraftarlarınca "yarı tanrı"
bir sistem ve böyle şekillenmiş beyinierin egemen ol­ gibi, asla yan ı l maz, yanlış yapmaz kabul ediliyor.
duğu bir toplumdu, çoğunluğa 'gerçek ç ı kar" yollar (o (Peygamber demiyorum . Çünkü peygamberler bile
mantı klara) 'mantıklı" diye gelmek zorunda diye düşü­ yanı labileceğini söylemiştir,) Inanca daya l ı düşünüş­
nüyorum şimdilik. lerde (doğası gereği) bu durum çok daha belirgindir.
so
(Bir lider, maaşıyla 1 48 kilo altın biriktirdiğini iddia e­ lüyor. Bu 'haksız" tutumla nereye varı labilir? . .
der, adamı yard ı m paraları n ı yüksek faizli bankada 'Sorumluluk" nerede? (Nerede mi? Sırada . . . Şimdi o
batırır, taraftarları bir şehirde insanları yakar "AIIahu­ konuya geçiyorum . )
ekber" sesleriyle, bir başka şehirde partili diye itfaiye Soru mluluk deyince, i nsanın amaçlarının, söz­
müdürü yapılan zat yangında (dumandan) boğ u la n ları lerinin eylemleri nin vs. ne anlama geldiğini bil­
beceriksizliğinden kurtaramaz vs. Bir başka lider, bir­ mesini ve sonuçlarını üstlenmeye hazır olmasını
kaç yüz bin liradan -işbilirliğiyle- trilyonluk servete a n l ı yorum, çoğ unlukla özgü rlük=sorumsuzluk olarak
"dürüstçe" ulaştı ğ ı n ı iddia eder, bu arada çalışana anlaş ı l d ı ğ ı ndan özgürlükle serbestlik karıştıtıldığından,
% 1 50 enflasyon ve %20 zam bahşeder . . . Bir başkas ı , özgürlük d iye, a macı n/sözün/eylemin vs. anlamsız­
matya-devlet işbirliğiyle devlet bankalarından v e hazi­ laşmas ı na yozlaşmasına hizmet edilmekte. . . Bence
nesinden trilyonlarca lirayı çalar. . . yurt d ı ş ı na kaçı rır, özgür . insan, bu değil . Bir ideolojiyelinanca/dine
partisi çok daha büyük soygunlara alet olur . . . Bir baş­ peşin bir teslim olmaya yönelen ya da h iç birine
kası kendi koltuk hesabına partisini koltuk değneğine bağlan madan serbestçe her istediğini yapan da
dönüştürür. . . Bunlar ortaya konduğunda, fanati k taraf­ değil. Özgür i nsan; kendi değerlerin i/amacını
tarlar korosu "mazlum· bir edayla ve inançla yakı n ı r: kendisi oluştutp, sorumluluğunu yüklenerek bu
"Bizi, partimizi yı pratmak için bunları ortaya atıyorlar . . . yolda yürüyen aktif insandır. Bu da beyinsel bir ol­
iftira . . . saptı rma . Dikkat ederseniz, kimsen in kimseyi
. .• gunlaşmadan/ bilinçlenmeden/ bilgilenmeden geçer.
yıprattığ ı yok, ciddi bir muhalefetle yıpra n m ı yor hiçbiri. Bu aşamadan sonra d ı ş faktörlerin etkisinin de farkın­
Sistem çürümüş ve bu çürümüşlükten açgözlüce pay da alcırak ve buna rağmen tüm sorumluluğu ve suçu
alan/almaya çabalayan çürüyor. . . yıpra n ı yor. . Çürü­ başkasına atma ktan (psikoloji diliyle söylersek; d ı şsal­
yen/yı pranan kendi ya ptıklarıyla bunun müsebbibi olu­ laşt ı rmaktan ve yansıtmaktan) vazgeçip, kendi payı­
yor, başkası değil. .. Bu durumdan,"çürümek" isteme­ m ıza düşeni görüp dönüşümü başlatabiliriz. "Bu dü­
yenierin çı karacağı dersler olmal ı . . . Kişide beyinsel zen böyle, bu toplu m şöyle" ise, bizim en azı ndan
bir kullukiköieiik olunca, "efendi, tapılacak bir ön­ yetmiş milyanda bir payımız yok mu? Beyinsel bir ü­
der" ekmek gibi ihtiyaç oluyor maalesef TV'de ... retim içindeysek, çok daha fazla değil m i bu pay?
her gün bir tiyatro izler gibi izi iyoruz. Başbayan oyuncu Herşeyi neden-sonuç il işkisi içinde . . . hatta daha geniş
a ra-sıra ağlayarak duygulara hitab ediyor. Mafya ba­ (diyelaktik) düşünüp, nedenler-sonuçlar i lişkisi içinde
balarından ı rkçı/dinci parti liderlerinden başkalarına düşünebilmemiz gerekir. Çünkü yaşam kolay bir ma­
kadar niceleri "Kur'an-bayrak" edebiyatı yaparak (bu temati k işlemi kadar (tek nedenli-tek sonuçlu) basit
duyguları hem oluşturarak, hem kullanara k afyon mi­ değild ir, Sorumluluğunun bilincini edinmemiş insan
sali. . . ) çalışanların aleyhine, kendi çıkarlarına faaliyet­ maa lesef koyun gibi çoban(sülo)lara gereksinim duyu­
te bulunuyorlar. işin dramatik yanı çal ışanlar oylarıyla yor yönünü tespit için . . . (Çobanlar da çoğunlukla ka­
(beyinsel kölelikleriyle) bunlara "araç" oluyor". Böylece saba teslim ediyor sonunda . . . Mezbaha yolları dar . . .
modern (ücretli/gönüllü) kölelikikuiiuk sürüyor. Peki, "Serbest" kaldığı nda/b ı rakı ldığında ise ayakları dolaşı­
kölelik yapıyor d iye köleci düzenden köleyi soru m­ yor, ya n l ı şlar yapıyor. . . çoğu kasaba (mera düşleriyle)
l u tutabilir misin iz? Bir açıdan belki. .. Köle, en azın­ kendi gidiyor. Var olan az sorumluluk duyg usunu da
dan efendiyle açık farklı -bilince gereksinmeden-, ya­ yitiriyor. Bir ay revirdeki sıhhıyeye hiçbir otorite uygu­
şam pratiğinde gördüğünden, köleliğe istekli olmaması lamad ı m , hiç emir cüm lesi kullanmad ı m , isteklerine
gerekir. (Ruhu da köleleşip köleliği içselleştirmemişse hiç s ı n ı r koymadım. Ne oldu dersiniz? Birinci hafta,
· ya da "kader" afyonunu yutmam ışsa . . . ) Köleliği iste- ka rşı mda oturmak için bile izin istiyordu. I kinci hafta
meyenierin çoğunun isteği/düşü "efendi" gibi yaşamak. (baktı ki bende iş yok . . . ) bunu b ı ra ktığı gibi gideceği
Düş bu olunca, efendinin/kölenin, köleliğin (eşitsizliğin) yer için bile izi n isterneyi bıra ktı, sadece 'Şurdayım"
olmad ığı bir biçim kölenin bilincinde/hedefinde yer a­ demeye başladı. Üçüncü hafta, (kendi isterse gelme­
lamaz. Böyle bir köle fırsatı n ı/olanağı n ı bulursa yebileceğinden) bana çay istetmeye başladı; " . . . iki çay
'efendi" gibi yaşamaya başlar; köleci düzenden yana söyle de içelim . . . " Sabahları koltuğ umda oturmaya
olur. Aç kalmamak . . . yaşamak için köleliğe. . . sa h ipie­ başladı başlad ı . (Neyse ki gelince yer veriyordu. Kibar
rin silahlı gücü olmaya razı yığı nlara "beceriksiz" diye ne de olsa) Gittiği yeri haber vermeden ortadan kaybo­
bakabilir üstelik . . . luyordu a rtık. Benim gittiğim yeri her defasında bildir­
Köleci sistemi onaylamayan iki yarı köleden biri mem özdeşimsel bir örnek olamadı . . . Dördüncü hafta,
"efendi" gibi yaşamak (ve burjuva laşmak) hedefi ne yü­ çok yakın olan kasabaya ,en küçük alışverişler için bile
rüyor, yaşam ı yla sanatıyla vs. bunu gerçekleştiriyor, revirin aracını ve şöförünü kullanara k gitmeye başladı.
diğeri "insan" gibi yaşamak ve insanlaşmak hedefine Araba varken benim yayan gitmem anlamsız geldi . . .
yürüyor, yaşam ıyla sanatıyla vs. bunu üretiyorsa bu­ Nihayet doktorluğa heveslenip, ortaklanmaya başla­
nun bir farkı, bir anlamı olmalı, Türkiye'de bunun ay­ d ı . .. 'M ideden hasta, bir mucain verelim . . . " (Gidiş, yol­
rımı yap ı ı m ı yar maalesef. . . Yılları n ı , içtenlikle, özveriy­ dan çıkıyordu . . . Neredeyse "roller" değişecek . . . ) O za­
le i nsani mücadeleye adamış insanlar, onore edilme­ man, sorumluluklardan, gittiği yeri bildirmesi gerekti­
diği gibi, silinmek, olumsuzlanmak için hatası kollanı­ ğinden vs. bahsettim. Gizli bir memnuniyetle(efendi
yor. ('Şurda şu tavrı ya nlıştı vs':) Diğer yandan, sis­ ilgilendi . . . ) ve açık bir mahcubiyetle (Efendiye karşı
temi üretenlerin olumlanması için adeta olanaklar ya­ görev ihmali. . . ) dinledi. Sadece süreci anlattım. Biraz
ratılıyor. ('Demokratik tutum sergi leyerek şunu protes­ topa rla ndı . . . "Özdenetim" insanlarımızın en önemli so­
to etti, buna tavır aldı vs) Bu, bir iyiliğe karşılık yüz runlarından biri. . . 'Biz" bile bunu tam gerçekleştirmiş
kötülüğü örterken, bir kötülüğe karşılık yüz iyiliği say ı l mayız diye düşünüyorum. Ne dersiniz? . .
yok saymaya benziyor. i nsani yolda bir hata yapan Her türlü otoriteye karşı çıkarken otoritesiz i ­
neredeyse (insani mücadeleyi sözde sürdürenlerce bi­ lişkilere ve özgürlüğe hazır mıyız acaba? . .
le) karşı yolda bir ]est" yapandan daha olumsuz görü-

Aydın AYDEMİR: ı'Dostluğun ve
sevginin gücü, gücünı oldu"
Yilmaz ELMAS

'
Ayd ı n Aydemir'i Türkiye Öğretmenler Sendikası M emeL Memetçik M emet" dizelerini yineledi durdu . . .
TÖS'ün kuruluşunda ve sonraki etkinliklerinde izle­ Ayd ı n Aydemir'in özellikle TÖS'ün kuruluşunda ve
meye başladım. Daha sonraları Ankara'ya gidiş dönüş­ genel sekreterliği yaptığı dönemde ne denli özverili
leri mde görüşmelerimi sürdürdüm, çalıştığı, derslerin dışında tüm zama n ı n ı örgütlenmeye
Kızı lay'da, Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli ayırd ı ğ ı n ı a rkadaşları m ız biliyordu. Doğrusu başına bir
Federasyonu'nun (TÖDMF) bahçeli, temiz bir lokali iş geleceğinden endişe edenlerimiz de vard ı . Evi bir
vard ı . Çoğunluk orda buluşurduk. M usa Uysal, Harndi otel gibiydi. Taşradan gelen öğretmenler, konuklar,
Konur, Ali R ıza Kayaalp, Nazım Bayata, Y ı lmaz Türkiye Işçi Partililer onu bulurlard ı . Onların sorunla­
Atilla. . . öğretmen örgütlerinde etkinliği olan sevip rı n ı çözebilmek iÇin gece demez, gündüz demez gücü­
sayd ı ğ ı m kişilerd i . Her araya gelişimizde ülkemizin so­ nün yetttiğince koşturur dururdu Aydemir.
ru nları n ı , öğretmenierin özlük haklarını, sağlam ve Öğrencilerince sevilen bir öğretmen, iyi bir eğitimci
sağlıklı örgütlenmeyi, sanatı, sanatın işlevini, Nazım olduğu onu tanıyan herkesçe bilinen Aydemir, belki de
H i kmet'in örnek yaşam ı n ı ve şiir gücünü konuşur; tar­ çevresinde Nazım Hikmet'i sevenler adına çok zor, fa­
tışırd ı k. Ayd ın Aydemir'le arkadaşlığı mız giderek ge­ kat onurlu bir görevi üstlendi. Bundan 25 yıl önce,
lişti ve dostluğa dönüştü. Aşınmadan da bu günlere Nazım Hikmet adını ağzına alanların başına ne
ulaştı. ) menem belaların geldiği polisiye bir dönemde belgeler­
Yine bir Ankara'ya gelişimde, Nazım Hikmet'le ilgili le "Nazım"ı yayınladı. Hem de Nazı m'a yapı lan hak­
söyleşimizin biti minde, 'Hadi bakalım, Yılmaz" dedi sızlıkların alçaklık olduğunu haykıran yorumlarla . . .
Aydemir, 'seni Nazım' ı n kızkardeşine götüreceğim. Bu Pekala, bunların bedelini ödemedi mi Ayd ı n Ay­
konuyu biraz da onunla konuşun." demir? . . Ödedi.
· Ya n ı m ızda M usa Uysal' da vard ı . Ülkemizde 1 960'dan sonra oluşan askeri darbelerin
'Heyecanlanmadım" desem yalan olur: Üçümüz gittik. ve s ı kı yönetimlerin hışmına uğradı Aydemir. Faşist
Tan ıştırı ldık. Ayd ı n ve M usa Uysal, Samiye Hanım'a 80 darbesinde çocukları n ı da kattı lar yan ı na. Sorgu­
benim için güzel şeyler söylediler. Mahcubiyet karışımı lamalar, işkenceler, yarg ı lamalar.
utandım. Nasıl oldu bilmiyorum , hemencecik ısın ıver­ Sevgili Aydemir'i bir de kendi anlatı m ı ndan tanı ya­
dik birbirimize. Bir kere çok doğal bir kad ındı Samiye lım:
H a n ı m . Her sözü nde ve davranışında içtenl i k vard ı . O -Özgeçmişiniz?
yaşta duyguları n ı n tazeliği ve heyecan ı etkilemişti beni - 1 932'de Beypazarı'n ı n Uruş Nahiyesi'nde doğ-
ve bu arada şunu da öğrendim: Kirada oturuyorlard ı , dum. Şu anda 63 yaşındayım ve 1 3 yıld ı r emekli öğ-
·

kocası n ı n tek emekli maaşıyla geçiniyorlard ı . Soyunda retmenim.


müşir(meraşal) den, sivil vali paşadan, matbuat genel Çal ı-çırpı yakarken giysilerim tutuştu, yandım. Üç
müdürlüğü yapmış babasına, ülkemizin ilk kadı n res­ yaşındayd ı m . Nasıl yand ı ğ ı m ı hatı rl ıyorum da, nasıl
sam ı olan anasına kadar geniş bir soyağacı bulunan iyileştiğimi anı msam ıyorum. Altı yaşıma kadar za­
böylesine ünlü bir ailenin devlet malına el sürmeyen mandan ve mekandan kopmuşum. Karn ı m ve kası­
dürüstl üğü ve tok gözlülüğü gönendirdi beni. Demek ki ğ ı rndaki yanık yaraları benimle birlikte büyüdü. Sevdi k
istanbul'u parselleyen, kendi adları semt adı olan eski birbirimizi. G ü n ü geldiğinde birlikte yokolacağız.
paşalardan değildi bunlar. . . Milli Eğitim'in çeşitli kademelerinde, ü l kemin çeşitli
B u duygu larla Ankara'dan tirenle ayrıl ı rken, loko­ yörelerinde görev yaptım. Hiç ödüllendirilmedim. Ba­
motifin soluğu, Nazım'ın "Memetçik Memet, Memetçik kanl ık, vilayet emrine a l ı narak cezalandırı l d ı m. Dan ış-

52
tay kararlarıyla mesleğe geri döndüm. Darbelerin, sı­ mutsuz çoğunluğun örgütsel gücüyle kırıl ır. H i ç üret­
kıyönetimlerin hışmına uğradım. Bu darbeler, soldaki meden tüketen asalaklardan kurtuluşun yolu budur.
örgütler ve solcular içindi. Her gerçek yurtsevere, her Şanlı bir geçmişi olan Türkiye Işçi Partisinden
barışsevere, her solcuya yapılanlar, bana da yapıldı. , çriP) ve Devrimci Işçi Sendikaları Konfederasyonun­
Üç eksik, üç fazla ... Acıs ı , çağd ışılığı bir yana bundan . i' dan (DISK) çok şeyler öğrendik . . .
büyük ödül olur mu? . . - Nazım Hikmet'in kızkardeşi Samiye Yaltırım' la
Mesleğimi, öğrencilerimi karş ı l ı k beklemeden sev­ tanışmanız nasıl oldu,"Nazım" ve"Nazım Nazım"
dim. Öğrencilerim de beni. . . Her türlü çıkar ilişkisinden yapıtlarınızın serüvenini kısaca anlatır mısınız?
uzak olan dostluğun ve sevginin gücü; gücüm oldu. - 1 967 yılı ortalarıyd ı . .. Kişi l iğine ve mesleğindeki
'Şu bu' derken seneler kuş gibi uçup gitti. başarısına saygı duyduğum Dr. Leon Namer'in
Yirmi iki yıl önce başlayıp yeni biten, Uğur Sıhhiye'deki muayenehanesinde sevg ili Dr. Yavuz
Dündar'a konu olabilecek bir kooperatif evimiz var Erkaçak'la sohbet ediyorduk. Samiye ve Seyda
Didim'de, sofrası dostlara açık emekli öğretmen olan Yaltırım söz konusu oldu. Leon, tıbbı bitirmiş, doktor
eşimle yerleştik buraya. Torun-tosun büyütüyoruz. olmuş ama bir türlü mesleğiyle ilgili bir yere atanması
Darısı torun ve ev sahibi olmayanların başına . . . yapı lamamış. lşsizmiş. O ara Seyda Yaltırım, Etimes­
- Meslek örgütleriyle ilgili çalışmalarınız ve bu gut Çimento fabrikasının müdürüymüş. Yetkisini kul­
örgütlerin yönlendirilmesine bakış açınız? lanarak fabrikaya, Leon Namer' i sözleşmeli doktor ola­
- 1 963'te Kars-Arpaçay Öğretmenler Derneğini rak atamış.Aralarında geçmişten gelen sağlam dostluk
temsilen Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli ilişkiler sürüyormuş. Ayrıca aile doktorlarıymış da . . .
Federasyonu'nun (TÖDMF) Ankara'da düzenlediği Leon ağabey (Hep ağabey derdim ona) bana:
büyük eğitim mitingi'he katıldım. Federasyonun baş­ Samiye Hanım, Nazım Hikmet'in Kızkardeşi. Seyda
kanı Şükrü Koç'tu. Heyecanlı konuşmalar oldu. özel­ Yaltı rım Samiye'nin eşi; yani Nazım' ın eniştesi. Serii
likle Mahmut Yağmur adında bir· köy öğretmeni çok uygun bir gün onlara götürüp tan ıştı racağ ım. Sana a­
ateşli ve etkili bir konuşma yaptı. Bu konuşmayı teybe ğabeyiyle ilgili a n ı larını anlatır. . . Belgeler vard ır; var,
aldım. Arpaçay merkez ve köy öğretmenlerine defalar­ biliyorum, ineele bakalım, neler çıkacak ortalığa, dedi.
ca dinlettirdim. Düşlediğim öğretmen örgütçülüğüne - Olur mu ? dedim.
bu toplantıyla adım atm ı ş oldum. Kuşkusuz Mahmut - Olur, dedi, arada biz varız, Yavuz var, Niyazi var,
Yağmur'la ileride pekişecek o lan bir dostluğa da . . . Aybar var. Sen endişelenme.
1 964'te Şereflikoçhisar ortaokuluna atandım. He­ Kapı vuruldu. Içeriye şık g iysili, yüzünde gücükler­
men bura öğretmenler derneğinin federasyon temsil­ le, otuz - otuzbeş yaşlarında bir bayan girdi. Sarı l ı p ö­
cisi oldum. Burda fazla kalmad ım. Eş durumunda püştüler.
Kalaba Ortaokulu'na atandım. Ankara Öğretmenler - Rastlantıya bak, dedi, Leon ağabey, bayana. Biz
Derneği'nin yönetim kuruluna seçildim. de sizden sözediyorduk. Sizi önce tan ı ştırayım,dedi.
8 Temmuz 1 965'te Türkiye Öğretmenler Sendika­ Ayşe, Nazım Hikmet'in yiğeni,Samiye Hanımla, Seyda
sı'n ı n (TÖS) kuruluşuna katı ldım. Kurucu dönem genel Beyin kızı ,Ayd ı n ; arkadaşım ız, öğretmen.
sekreterliğini yaptım. Kısa sürede h ızla örgütlendik. Aramızda geçen konuşmayı özetiedi Leon ağa­
Fakir Baykurt Genel Başkandı. Genel Sekreterliğim sı­ bey. . . Çok iyi olur, dedi Ayşe, istersen birlikte gideriz
rasında hukuk bürosunu ve sağl ı k kurulunu oluştur­ bize, evimiz elli metre ilerde. . .
duk. Hukuk bürosunda şu saygıdeğer isimler vardı:
"Av. Cemal Reşit Eyüboğlu, Prof. Dr. Muammer Aksoy, - Ayd ı n'la birlikte geleceğimizi sen annene, babana
Diyarbakır milletvekili Adnan Aral. Daha sonraki aşa­ söyle dedi, Leon ağabey.
mada büroya; Av. Halit Çelenk, Av. Nevzat Helvacı Birgün sonra, akşamüstü Samiye Hanı miara gittik
sözleşmeli olarak katıldı. Leon ağabeyle. Bizi tan ı ştırd ı . Kendisi çok kalmadı.
Sağlık kurulunda Doktor Niyazi Tunga, Dr. Yavuz Beni arda bıraktı. ..
Erkoçak, Dr. Leon Namer, Dr. C.Atuf Kansu gönüllü gö­ Pek bir şey konuşamadık. Daldan dala, biraz poli­
rev aldılar. Örgütüm üze örgütlenme çalışmalarına güç tika, biraz kendimizden, yer yer de Nazım'dan
kattı lar. Yitirdiklerimizin anısı bol olsun. Yaşayanlara sözetti k. . .
uzun ömürler dileyerek vefa borcumla birlikte sayg ı la­ Başka bir g ü n buluşmak üzere ayrı ldık. Ayrılı rken
rım ı yineliyorum. Seyda Bey sordu:
Bu arada Tüm Öğretmenler yard ı mlaşma ve Da­ - Içkiyle aran nasıl?
yan ışma Derneği'ni (TÖYKO) kurduk. Kurucu dönem - lçerim, dedim.
başkanlığına getirildim. - Anlaştık,dedi.
Sıkı yönetim TÖS'ü kapatacaktı. Taş ı n ır, taşınmaz Bir sonraki buluşmam ızda 'çilingir sofrası' hazırdı .
malları n ı kurtarabilmek için, 3 Eylül 1 97 1 'de, Afyon'da Bir, iki tek attı ktan sonra rahatlad ım. Sohbet koyulaştı.
(Afyon , sıkıyönetim kapsamı d ı ş ı ndayd ı . ) "Tüm Öğ­ Saat gecenin yarısı olmuş, haberimiz yok. Seyda
retmenler Birleşme ve Dayan ışma Derneği"ni (TÖB­ Bey,Seyda Ağabey oldu;Samiye Hanım,Samiye Ab­
DER) kurduk. Başkanl ı ğ ına henüz afişe olmamış fakat la;Ayşe,yine Ayşe'ydi .
güvenirliği kabul edilen arkadaşımız Haydar Orhan'ı Daha sonra Diyarbakır'da başhekim olan oğu lları
getirdik. Ali Bozkurt'un başkan olduğu s ı rada Av.Asım Dr. Hikmet'i eşini ve çocukların ı , Sare Teyzelerini,
H ı ş ı l'la denetçiler kurulunu oluşturduk. Nazı m'la baba bir kardeş olan Fatma Melda'yı tanı­
Değerlendirmeye gelelim. Örgütlenme niçin gerek­ d ı m . Yıllar sürecek bir yolculuğa çıktık, dostluk yolun­
li? . . Bilineni yinelemekte yarar var: Güç, örgütten do­ da . . . (Ayrı ntılar, otobiyogratik yapıtta an latılacak.) Bu­
ğar. Örgüt büyüyüp yayg ı n laştı kça demokratikleşme rada şu kadarc ı ğ ı n ı söyleyim: Gerek Samiye Abla, ge­
· açı l ı m kazan ır. Meslek örgütleri, ülke sorunları ndan ve rek Seyda Ağabey ve Sare Teyze, Nazım'a sevginin
politikadan soyutlanamaz. Mutlu bir azı n l ı ğ ı n sultas ı , ötesinde bir aşkla bağl ıyd ı lar. 24 saat Nazım konuşul-
53
sa ilgi ve algılarında bir kopma olmazdı san ıyoru m . - I ncelenecek, dedi, şef olduğunu sand ı ğ ı m sivil
Nazım hep yanları ndaydı sanki elini uzattığında doku­ kişi.
nabileceğin kadar yakın . . . - I kinci baskı , dedim, ilki 70'de bas ı l d ı , takibata uğ­
- 1 972'de ve 1 980'de,sıkıyönetimlerce niçin içeri ramad ı , dedim.
alındınız, "Nazım" için de sorg ulandınız mı? Özet­ - Çok kon uşma, ded i, sorguda söylersin bunları.
ler misiniz? .. Götürüleeeği m i anlad ı m .
- 1 972 Temmuz'unda sı kıyönetim, öğretmenlik 1 7- 1 8 yaşında i k i kız ı m ı , damat Atasel Özdoğan'ı
yaptığ ı m Kalaba' da (Ankara' nın Meteoroloji' ye bitişik ve beni bir cipe attılar, gözlerimizi bağladı lar. Sonra­
mahallesi) bir operasyon başlatmış. Eşim ve çocukla­ dan Samand ı ra olduğunu öğrendiğimiz b i r askeri kış­
rımla, Samiye Abla, Seyda Ağabey Amasra'da tatil­ laya t ı ktılar bizi.
deydik. Bana haber ulaştığında operasyon tamam­ Onbeş gün sonra, bir gece gözlerimız bağ l ı bir
lanmış. Ben aran ıyormuşum. Örgütün beyni benmi­ başka yere götürdüler. Gayrettepeymiş. Siyasi şubenin
şim, tüm kötülükler benim başı m ı n altından çıkıyor­ daracık hücrelerinde bal ı k istifi, sorg ulanrnayı bekle­
muş. Kimler yokmuş ki a l ı nanlar içinde? örneğin Ka­ rneye başladık . . .
laba muhtarı. Okulun koruma derneğindeymiş, torunu Atasel'le hücrelerimiz bitişikti. Ü ç kez işkenceye
öğrencim miş. Okulun m üdürü, iki muavini, Müzik öğ­ götürüp külçe halinde getirdi ler onu. Sonuncu işken­
retmeni Nedim Bey,can ciğer arkadaş ı m M usa Uysal, cede ölmek üzereydi. Nefes alam ıyordu. Ortalığa ba­
mezun öğrencilerimin bir kaçı, alışveriş ettiğim kasap, ğ ırd ı m :
bakkal, tıraş olduğum berber, kahvehanesinde d uvar - Tan ı k o l u n , Atasel Özdoğan işkenceden öl üyor. . .
gazetesi çıkan külhanbey Cevat. . . Yirmiden fazla kişi. Bir Ermeni doktoru hücrelerin birine kapatm ışlard ı . O­
1 5 gün Amasra'da kalacaktık, bir haftası dolmuştu. nu getirdiler. Adam Atasel'in nabzını sayd ı , kulağ ıyla
Ankara'ya dönmek istedim. Seyda Ağabey bırakmadı . kalbini dinledi. '
"I nsan kendi eliyle eellada teslim mi olur?" dedi. - Tehlike s ı n ı rında, dedi, hastaneye kal d ı rı l mazsa
Tatil bitti, döndük. Evin içi hallaç pamuğu gibi a­ ölebilir.
tılmış . . . neleri götürdükleri belli değil. Telaşland ı lar. . . Aşağ ıdan yuka rı, yukardan aşağ ı
Yine geldiler, tekrar arad ı lar. . . Sa.k ıncalı sayd ı kları gidip gelmeler başlad ı .
bir bölük kitabı ve beni aldı lar, götürürlerken bir buçuk Hastaneye kal d ı rd ı lar Atasel'i. Kurtulmuş . .
yaşındaki oğlum anası n ı n kucağından boynuma atı ldı. Yaşamları süresince değ i l bir fiske vurmak, azar­
Emniyet Müdürlüğünün dip katında esrarkeşlerin lamaya bile yeltenmediğim kızlarıma işkence yaptılar,
kald ı ğ ı sidik kokulu bir yere tıkıldı m . Üç gün sonra çığlık çığlığa, bana dinlettiler, gözlerim bağl ı .
gözlerim bağlı bir başka yeraltına götürüldüm. Bir Işkencenin onlara değil, bana yapılmasını istedim,
hafta süren, bir günü bir seneye bedel sayd ı ğ ı m işken­ kabul etmediler. Vurmadan öld ürmenin başka bir yolu
celi sorgulama. Neler sorulmadı ki? Işin garibi suçla­ olmal ıydı bu.
d ı kları soruların çoğunluğuyla da hiç i lişkim yoktu. Burdan Selimiye Kışiası'na getird iler.
Dı şkapı'daki askeri gözetim evine getirildiğimde Duruşma yarg ı cı kibar bir kişiydi . Kimlik kontrolü
bizimkilerin hepsinin arda olduğunu gördüm. Beni yaparken, kızla rımın i kisinin de liseyi bitirdiğini, üni­
bekliyorlarmış. . . versite sı navları n ı kazand ı ğ ı n ı , birinin siyasal bilimle­
Alkışlarla üstüme geldiler. Omuzlarına aldılar, ko­ re, diğerinin makine m ü hendisliğine kayıtla rının yapıl­
ğuşta dolaştırmaya başladılar. Nöbetçi erin "kesin ulan d ı ğ ı n ı öğrendi. Yüz hatları daha da yumuşad ı . Seve­
şamatayı" sözlerin i duymadılar bile. Bunun üzerine cen bir üslupla:
tekrar işkenceye götüreceklerinden korkmakla birlikte - Han ı m kızlar, dedi, beni iyi din leyin. Şansl ı s ı n ız,
kendimi bir kuş kadar hafiflemiş hissettim. önce üniversite sı navlarını kaza n m ı ş ı n ız, sonra daha
özellikle bana yakın bildiklerini epeyce zorlam ışlar. önemlisi benim karşıma adam öldürmüş olarak da çı­
Aydı n Aydemir için şunları şunları söyleyin,sizi tan ı k karılabilirdiniz. Ben sizleri tutuklamak zorunda kal ı r­
yapalım, sal ıverelim, yoksa suçortağı; san ı k olacak­ d ı m , dedi. Serbestsiniz, derslerinizde de başarı lar. . .
s ı n ız. demişler. Onlar, san ı k l ı ğ ı tan ı klığa yeğlemişler.
• dedi.
Yı lların m uhtarı Ahmet Ağa'ya "Senin kalbin var, bili­ Polis, kimbilir kaç kişiyi yarg ı c ı n karşısına Ni hat
yoruz, rahatsızs ı n . l mzala şu tutanağı git evinde isti­ Erim'i öldürmekten çıkarmıştı. Faili meçhul ölülere i­
rahat et. " demişler. "Yapamam, demiş, kalbini sim aran ıyordu.
oğ.u şturarak muhtar, evde torunum bunun hesabını Yarg ıç tarafı ndan aklanm ıştık ama siyasi p�lisçe
benden sorar, o kadar seviyor ki öğretmenini. .. Yüzüne aklanma m ı ştık . . Bu kez de küçük kız ı m ı a l ı p Tugay'a
nasıl bakarım onun." demiş. O da san ı klar arasına götürdüler.
katıl m ış. Sorgulamayı izleyen görevli bir üst rütbeli subay:
Mahkeme hepimizi birden akladı . - Yeter artık, demiş. Bu kadarı da fazla.
Y ı l 1980. B ı raktılar kız ı m ı .
Aylardan Eylül. Istanbul'un Maltepesinde oturuyo- - Y ı l 1995. Ş u anda üyesi olduğun kuruluşlar
ruz. var mı?
Evimiz basıldı gece yarısı. . . -Birleşik Sosyalist Partisi üyesiyim. (BSP) Türkiye
Kap ı da tomsonlu askerler. Bir Osteğmenin nezare­ Yazarlar Sendikası (TYS), insan Hakları Derneği
tinde içeri daldı sivil polisler. Tarumar ettiler odaları. (I HD), Dil Derneği üyesiyim.
Sevgili Asım Bezirci'nin hazırla d ı ğ ı Cem Yayınevi - En içten m utluluk dilekleri sunuyorum, sev­
baskılı sekiz cilt Nazım Hikmet'e el koydular. Hepsi de gili Aydemir size ve ailen ize . . .
imza lıyd ı . Diğer kitaplarla birlikte çuvallara doldurdu­ - Biz d e sizlere . . .
lar. Benim "Nazım" ı ayırdılar.

54
Öykü
Tohma Çayı
Ali BALKIZ

Okul hep tatil olsaydı. kulağa . . . sanki kadınlar çocuklarını emzirmek için bu sesi
Ve Tohma Çayı evleri. . . beklerlerdi, hastalar ilaçlarını yutmak için, işçiler yeni bir var­
Okulun bir a n önce tatile girmesini özellikle bunun için diya için yola düşerken . . . Düdükle birlikte yüzlerce kadın kız,
isterlerdi. istasyon caddesine dökülürlerdi. Ürkütülmüş serçe sürüsü
Karnelerini daha almadan sınıflarını geçeceklerini zaten gibi, her biri bir yana dağıldı. Ama ağır, ama yorgun . . .
bilirlerdi. Lise ikiden lise üçe. . . Kaldı bir sene daha. Sonrası Fabrikanın kadınları kızları hep aynı çarşafı giyerlerdi.
kimin umrunda . . . Yaz geldi ya . . . Tohmalı günler geldi ya . . . Siyah beyaz pötikare çarşaflar. . Boyları aynı, enieri aynı,
Ötesi boş. . . renkleri aynı, yüzleri ayrıı kadınlar kızlar. . . Fabrika önünde
Babaları da isterdi, okulun bir a n önce bitmesini. Bu yaz paydos saatini bekleyen kopuklar, göz koyduklarını ötekiler­
da üç beş kuruş kazanmalarını, hiç olmazsa kendi harçilkia­ den nasıl ayırt edeceklerini iyi bilirlerdi.
rını çıkarmalarını. . . Tekelde çahşmakla bilmem nerede çalışmak arasında ne
Küçük sınıflardayken, sirnit satariardı sokaklarda, sine­ fark var diye dedikodu ederlerdi, tekelde işe giremeyen­
. ma önlerinde, kahvelerde . . . Çakmaktaşı benzin satarlardı. ler . . . işe girebiimiş olanlar ise bunun ezikliğini duyar; "Aman
Şimdi büyüdüler artık; pastanede, kahvede, lokantada gar­ anam, ben namusumla çalıştıktan sohra . . . " diye savunmaya .
sonluk, çıraklık yapıyorlar. Biraz daha büyüyünce ya halde başlariard ı.
kasa taşıyacaklar, şanslı iseler, komisyon hesaplayacaklar Tekel'in önüne geldiklerinde, paydos düdüğü çalıyorsa e­
ya da inşaatlarda çalışacaklardı. ğer, saat 1 0'da kalkacak Sıvas postasına yetişebileceklerini
Her yaz biraz daha büyümüş olurlardı. Boyları biraz daha · anlariard ı.
atmış, adaleleri biraz daha belirginleşriıiş ve kazançları biraz Düdük geride kalırdı, Sümerbank önlerinde . . .
daha artmış . . . Niye ise Sümerbank'ta da erkekler çalışırdı.
Okulları bitmeden işleri hazırdı. Pala bıyıklı, orta boylu, esmer tenli, göbekli erkekler...
Becerikli babalar önceden hazırlariardı işleri. Kadınlar tekelde, sigara sarar, erkekler burada kumaş
Ama onlar babaları beceriksiz olsun isterlerdi. Beceriksiz dokurlardı. Kadınlar sigaranın kokusundan, erkekler aprenin
olsun ki, okulun ardından hemen iş başlamaya; arada zaman kokusundan solar sararır yaşlanırlardı. Oysa onlar ne kumaş
olsun, günler, haftalar, hatta aylar olsun ki, Tohma'ya koşa­ dokuyacaklar, ne sigara saracaklardı. Inşaatta tuğla taşıma­
bilsinler. Koşup yüzebilsinler . . . mak için okuyacaklardı. Lisenin bitmesine az kalmıştı işte. . .
Beş altı arkadaş önceden anlaşır, sabah saat. dokuz der Ver elini Ankara, Istanbul . . . Üniversite. . . Babaları böyle derdi,
dermez çarşıda buluşurlardı. Tencere, çatal, bıçak, tuz, kibrit okuyun da kurtulun . . .
tamam mı diye yoklar, sonra da · kimin kaç kuruşu varsa or­ Istasyon uzaktan görününce, yolcu taşıyan taytonların da
taya dökerlerdi. Paralar Muharrem'in elinde toplanırdı. Ne de sayısı artardı giderek. . . Faytonun arkasına asılma k· ne büyük
olsa içlerinde en büyüğü o. Muharrem doğru kasaplar çarşı­ zevkti.
sına koşardı, ötekiler fırına. Paralar!nın yettiği kadar et. üç Onlar grup halinde, neredeyse koşa koşa, konuşa konu­
beş de ekmek alırlardı. Tren istasyonun yolunu tutarlardı. şa yürürken, Mamoş birden aralarından fırlar, taytona yeti­
Meydandaki büyük . saate bakar hızlarını ona göre ayarlarlar- şirdi.
dı. Faytonun arkasındaki demira tutunur, ayaklarını yukarı
Renkli sinemayı geçince, Tekel'e ulaşırlardı. toplar, giderdi gidabildiği kadar. .. Faytoncu mantolu kadınları,
Tekel Fabrikasında kadınlar çalışırdı. Az sayıda da kız­ kravatlı adamları taşırdı şehirden lstasyona . . . Bir de hastala-
lar. . . Üç vardiya olurlardı. Fabrikanın düdük sayısından bilir­ rı . . .
Ierdi bunu. Malatya'nın her yerinden duyulurdu bu ses. Gün­ Sıvas'a mı gidecekler, Ankara'ya, lstanbul'a mı?
de üç kez düdük; kalından, inceye. . . damdan dama, kulaktan Kimbilir . . .
.
55
Faytoncu; atları istasyona doğru koşar adım sürerken, Daha arka vagon durmadan, ön vagon hareket ederdi.
yeni nailattığı iki atın sekiz ayağının parketaş- üstünde oluş­ Tren Tohma'da ancak bu kadar dururdu. Tohma istasyon
turduğu müziğin ahenginin bozulmasından anlardı sanki, değil, duraktı.
çocuğun birinin arkaya asıldığını, atlarının yükünün arttı ğı­ Hemen atlariardı aşağıya,
nı. .. Ve kamçısını arkaya doğru savururdu gelişi güzel . . . Atlar ve el edelerdi tren'e, trendekilere.
Faytoncu i!lnlamamışsa eğer, bilirierdi ki kulağı başka Özeiiikle de trendlere. . . .
şeyde . . . Bu kez de yol kenarındaki çocuklar bağırır, uyarır­ B u göğüsleri yıldızlı. Mavi şapkalı adamları ne çok sevi­
Iardı faytoncuyu . . . "Asılan vaaar . . .
' yorlardı.
Yol kanarından faytoncuya bağıran, onu uyaran çocuklar Tren Sivas'a doğru giderdi, Onlar Tohma'da kalırlardı.
var ya bunlar; kimbilir başka çocukların kendilerini ihbar Rayların üzerinde yürüme yarışması yapar, kaybedene
etmeleri sonucu, kaç kez dayak yemişlerdir faytoncudan; eşyaları taşıma cezası verirlerdi. Demirköprüden geçer, ko­
ilk kamçı boşa gitmişse eğer, ikinciyi mutlaka tutturur nacakları uygun bir yer ararlardı. Bu yer; çoğu kez o yıllan­
faytoncu. Onun için kamçıyı yemeden hemen atlayıp yan­ mış, yaşlanmış, göğsü mağaralaşmış karasöğüdün dibi olur­
larına gelirdi Mamoş. Gelir onlara katılır, güle oynaya ye­ du.
tişirlerdi trene. Her şey geçen yaz l:ııraktıkları gibi miydi? Trenyolu, köp­
lstasyona varınca, yolcuların arasına karışır, ikiye ayrılır, rü, köprünün dört gözü, çayırın üst yanındaki köy, köyün e­
trencilere gözükmeden ortadaki iki vagona binerlerdi; para teğinde otlayan hayvanlar, leylekler, çay kuşları, kurbağalar,
ödemeden, bilet almadan . . . Bilirierdi iki kondüktörlerden köylü çocukları. . .
birinin ön vagondan,ötekinin arka vagondan, biletleri kontrol Ve Tohma . . .
ede ede ortada buluşacaklarını . . . . Genellikle böyle olurdu Her zamanki gibi berrak, temiz . . . . Yayılmış koca düzlüğe,
· ama ya iki olur da; ikisi birden ortadan biner de uçlara doğru Fırat'a doğru akıp gidiyor. Bölünüp parçalanıyor, kimi zaman
giderler mi diye pencereden sarkar onları izlerlerdi. çalıların arasından, sazlıkların içinden süz01üyor, kimi zaman
Tren hareket edince bir heyecandır başlardı. Ya yaka­ derlenip toparlanıyor, derinleşiyor, çoğalıyor, çayırların, yılgın­
lanırlarsa . . . Paraları yoktu yok olmasına, rezil de olurlardı ol­ ların, bostanların dibini oyuyor, uçurumlar yaratıp, yarları de­
masına ama ya ilk istasyonda, Dilek'te trenciler onları aşağı viriyor, kimi zaman da kaç selvi boyunda koca bir göl oluyor,
atarlarsa ne yaparlardı? Şehre yeniden nasıl dönerlerdi? Bir değirmen taşı gibi dönüyor ne bulursa üstünde, altına alıp di­
yolunu bulur, dönerierdi de, bunu öteki çocuklara nasıl be vuruyor.
anlatırlardı? Bir daha Tohma'ya nasıl giderlerdi? . . . Demiryolu köprüsünün altı bqyle bir yerdi. Hiçbir zaman
Trende satıcılar görürlerdi. öğrenemediler bu.ranın derinliğini. Ne çok bahse tutuştular da
Kimi lahmacun satardı, kimi ekmek arası ciğer. Buz gibi kazananı belli olmadı bu bahsin . . . Çünkü o derinliği ölçecek
limonatayı büyükler. Maraş dondurmasını çocuklar severdi. bir ölçü bulamadılar . . .
Satıcılara acırlardı, daha ne çok satılacak malları var di­ Köylü çocuklarına sordular da başka bir gerçeği öğrendi­
ye. . . Bu kadar mal ne zaman bitecek de evlerine ne zaman ler. Çayın, çaydaki gölün, köprünün altının derinliği bahardan
gidecekler ? . . . Bir de bunlar Tohma'yı biliyorlar mı,oraya hiç bahara, selden sele, yazdan yaza değişir . . . . Buradan alır çay;
gittiler mi diye merak ederlerdi. Içlerinden onlara; "Hadi siz de taşı, toprağı, çakılı, şuraya buq:ıya vurur, burayı oyarken, şu­
bize katılın, Tohma'ya gidelim, gezelim, gülelim" diyecek rayı doldurur, yukarılardan alır getirirken, buralardan alır gö­
olurlardı. "Biz de siziiı gibi satıcıyız, okul yeni tatil oldu, üç türür.
beş gün sonra biz de bir tezgahın başında olacağız, fırsat bu Çay oynaktır.
fırsat . . " deseler, kesin onlar da gelirlerdi. . . Gelirierdi Çay tuzaktır.
gelmesine de, bu dar çok sayıda biletsiz .yolcuyu kon­ Çay bulanıktır. Çay karanlıktır.
düktörler yakalamaz mıydı? Çay bilindiğince dost, bilinmediğince düşmandır.
Düşüncelerinden hemen vazgeçer, sadece acırlardı Çağlayan çay hep aynıdır da, kalleş olan durgun çaydır.
onlara. . . Ne tuzaklar, uÇurumlar, anaforlar taşır.
Onlar Tohma'ya gidiyor. Her defasında yeniden keşfetmek gerekir, akşamdan
Hem de kaçak. sabaha değişmezse eğer. . . Deniz öyle midir oysa ... ?
Üç beş gün sonrası için Allah Kerim. . . Denizi henüz tanımıyorlar ki . . .
Tren, Dilek istasyonunda durur durmaz arka taraftan Tahmin işte . . .
hemen aşağı atlar, Marşandizlerin arasından geçer, bu kez Çaylar her şeyi taşır d a denize, kalleşliği taşıyamaz.
de en öndeki ve en arkadaki vagonlara koşarlardı . Nasıl olsa. Çaylar merettir,
kondüktörler bu vagonlardaki yolcuların biletlerine bakmış, denizler mert. '
biletiere pens ile tık tık diye birer küçük yıldız açmış ve bir Önce çalı çırpı toplarlar, sonra iri yarı üç taş. . . Ocak ku­
sonraki vagona geçmiş olurlardı. . . rup ateş yakarlar . . . Et kendi suyunda kavrulurken, onlar çay
B u hep böyleydi. boyundaki bostanlara dalarlar. . . . Domates, biber, patlıcan,
Korkmaya çekinmeye hacet yoktu. Kırmızı şapkalı is­ soğan . . .
tasyon şefi üç adım geri çekilip düdüğünü acı acı öttürünı;;e ; Köylüler n e derler onlara; bostan sulayan, çapa yapan
makinist de ona trenin düdüğü ile yanıt verirdi. Bu; "güle köylüler:
güle" ve "allaha ısmarladık" demekti. Dilek'in çıkışında ise; "Hoş gelmişsiniz, hoş gelmişsiniz . . .•

öndekilerle arkadakiler pencereden uzanır, tren kıvrılınca "Az aldınız . . . Daha alın, daha alın . . .
"

birbirlerini görür, el ederlerdi. Bu da; "her şey yolunda" O köylüleri hiç unuturlar mı? Hatıriarını yabana atarlar

deniittistasyon daha vardı. mı?


Sonrası Tohma. Sebzeleri Tohma'nın suyunda yıkar, bıçakla doğrar, etin
Tren, Tohma'ya daha ulaşmadan selviierin arasından üstüne boca ederler . . . . Taneerenin başında Abbas bekler. . . .
süzüle süzüle inerken aşağı doğru, yavaşlamaya başiardı bir­ Ötekiler soyunur, çamaşırlarını dallara asar, atarlar
den. kendileri n suya . . . .
Önce Tohma'nın köprüsü görünürdü. Sonra sesi. . . . Koca En yukarıdan başlarlar . . . . alır onları su, evire çevire, devi­
koca demirlerden örülmüş köprüye, tünelin içine girer gibi re devire, köprünün ayağına vurur. . . Öğrendiler ya köylü ço­
girerdi tren. . . . Onu incitmeye kıyamadan . . . Trenin sesi ile cuklarından, nereler tehlikeli . . . . Ona dikkat eder, akar gider­
köprünün sesi birbirine karıştığında, anlariardı ki biraz sonra ler. . . Ocak orda kalmasa, yemek orda kalmasa, giysileri orda
tren dururdu, üstelik daha arka vagon, o uzun köprünün kalmasa akıp gidecekler Fırat'a . . . .
üstünden kurtulmadan. Kıyıya çıkar, yeniden başa dönerler. . . .
56
Köprünün ayağına önce kim ulaşacak? . .
Adalesi en güçlü, olan mı?
Boyu en uzun olan mı?
Hasan keşfetmişti:
Çağiayıp akan çayı en iyi kullanan
Hep o birinci oluyor, bunu da ötekilere söylemiyordu.
Köylü çocukları durur mu.
Onlar köprüden, köprünün en üstünden, trenin boyundarı
da daha üst yerden, aşağıya atlama ustası. . .
Mandaları Tohma'da serinlerken, b u şehirli çocuklarına;
onların da söyleyecek sözleri olsa ger� k . . .
Çıkarlar köprünün en üstüne:
Cıv, cıv, cıv . . . . çivi gibi çakılırlar suya . . . . Manda gönü gibi
esmerleşmiş, sertleşmiş, beton çivisi gibi yontulmuş, Yaşadın Mi
sivrilmiş bedenleri suya bir girer, bir çıkar . . . Geride ak kö­
pükler kalır sadece. Onlar kulaç atıp kenara yüzerken, ak
köpükler, akar gider bir bir. . . .
Onlar cesaret edemezler en üstten atlamaya. . . Önce Güzel dediğin gelcek günlere
alttan ve alttan alttan . . . . Sonra bir basamak üstten ve üstten
üstten. . . . Önce Muharrem korka korka atlar, ötekileri de Bir çiçek taktın mı?
yönetir, yönlendirir. . . . Başlarına bir hal gelse; demezler mi
"Sen bunlardan büyüksün . . . Işte o abilik duygusu ile; "yemek
pişti mi" diye soran, "o tehlikeli yerden uzak durun", "göğ
domatesleri koparmayın", "çitleri devirmeyin", "Suda bir­ Karanlık dediğin gökyüzüne
birinizin üstüne çıkmayın" diyen hep odur. Öbürleri de bunu
bilir ve onu dinlerler. Bir mum yaktın mı?
Yemek pişince çökerler başına . . . .
Kaşıklar dalar çıkar. . . . .
Nice sonra, köylü çocuklarını buyur etmediklerini anlar,
utanır beklerler. . . .
·
Geli�in dediğin toplum için
Köylü çocukları gelmezler.
Hiç çocuk avuttun mu?
"Sağolun biz tokuz" derler. . . .
Yine d e etin kokusu sarmıştır her yanı. . .
Içlerinden e n büyüğü, bütün öteki çocukların d a adına ve
yerine, bir kere uzanır tencereye . . . . Bir et parçası alır çıkar. . . . Hürmetle andığın ya§lıya
Kaşığın ucundaki bu et parçasında en küçük köylü
çocuğunun gözü kalmıştır! . . . . Bunu hemen anlar büyük ço­ Uyurken battaniye attın mı?
cuk . . . Küçük utanır ama: bir kez ağzını da açmıştır . . . . Köylü
çocukları, ayıp olmasın, kibirlilik, büyüklülük olmasın diye, bu
şehirli çocukları ri. sofrasına bir kere de ols:;ı uzanmış
olmanın, bir davetin gereğini yerine getirmiş olmanın Büyümesini istediğin ye§il yaprağa
rahatlığıyla geri çekilirken; tencere içinde savaş yeniden
başllmn konuşursa aç kalır. Bir kez olsun baktın mı?
Tencarenin dibini sıyıranın nişanlısı güzel olur. Bulaşığı
karnı önce dayan yıkar. . .
Kimsenin karnı doymaz;
Bulaşı ğı kimin yıkayacağını da Muharrem belirler . . . Bitmesin dediğin sevgiye
Eve geri dönme zamanını onlar belirlemez. B u kez de,
Sıvas'tan Malatya yönüne gelecek akşam postası belirler. . . Bir damla ya§ akıttın mı?
O zamanı ise Muharrem kollar . . . .
"Haydin çocuklar tren saati yaklaştı" derdemez,
kapkacak toplanır, üstbaş giyilir, ateş söndürülür, bir şey
unutuldu mu diye sağa sola bakılır. Köylü çocuklarıyla · Sevgisiz ya§ayamam dediğin o sevgiyi
vedalaşılır, ama onlara asla söylenmez buraya biletsiz
geldikleri ve yeniden öyle dönecekleri. . . . Bir kez olsun tattın mı?

Fatma YUMULGAN
Durağa gelince başlarlar treni gözlemeye . .
Uzun Yazıhan ovasının bir yerlerinden dumanı yükselen
yorgun posta yanlarına gelinceye dek; işe başlamadan önce
iişe başladılarsa ilk hafta sonu buraya nasıl geleceklerini
konuşurlar. Konuşur, kararlaştırır, o sevinçle atlarlar trene. . . .
Kondüktör görmeden,
Köylü çocukları anlamada n . . .
Okuyup büyüdüklerinde, yıllar sonra bir gün yolları
Tohma'ya düştüğünde gördüler ki;
Tohma; Tohma köprüsü, o kara söğüt, selviler, yılgıiılar,
köylüler, bostanlar, kuşlar, kurbağalar, sazlar, çakıllar,
gözeler ve gözler, anılar ve an'lar, her şey, ama her şey,
Karakaya Baraj Gölünün altında kalmış . . . . .
N e kötı:ı.

57
Yıldız Güneesi
Cengiz GÜND0GDU

2 Ağustos Çarşamba Kemal Roman ödülü var ya. . . Semih Gümüş'ün se­
Şimdi d üşündü kçe gülümserim. Eskiden. . . çok çici kurul üyeliğinden çekildiği. . . Bu konuda Gerçek
eskiden yazarlığa yen i başlad ıkta şöyle d üşünürd ü m. Sanat'a Geçersizdir diye yazı yazm ıştı m. Bir beklen­
Edebi sorunları ciddiyelle ele alacağ ı m . . . yazıları m la tim. .. şu bu etkilenecek d iye bir beklenti m yoktu. Ya­
insanı etkileyeceğim. . . sorunlar çözümlenecek. Yazı­ n ı l m ı ş ı m . Bir insan . . . bir kişi etkilenmiş Ruşen Hakkı.
larım çıkt ı kta bir iki derken, baktım ses soluk yok . . . Kocaeli gazetesinde Gü nce'sinde benim Geçersizdir
kimse aldırmıyor. Dur mur. . . bugün yarın derken bir­ adlı yazı mdan söz etmiş. Ben im için "Doğru bildiği
kaç yıl sonra anlad ı m durumu. Kültür d ünyası kara de­ şeyleri, y ı l lardan beri "birileri kırılır m ı acaba? endişe­
likten beter. . . ne yazarsan. . . nası l yazarsan yaz, bü­ sine kapılmadan söyleyen ve yazan Cengiz Gündoğ­
tün yazılanları . . . bütün söylenenleri sessizce. . . mi­ -d u" demiş. Yazım için "Keşke bu yazı nın tümünü oku­
lim etkilenmeden emiyor. Yı llar sonra bugün şunu söy­ yabilseydiniz. . . " demiş. Sevindim. Sağo l Ruşen Hak­
lemeliyim. Yazd ı klarımdan söylediklerimden ötürü şu kı. Um utsuz g ünlerirnde seni d üşüneceğim. Ben i de o­
bu etkilenecek diye bir beklentim yok. Yazd ı klarım­ kuyan var. . . benden de etki lenen bir insan var diye­
dan. . . söylediklerimden ötürü herhangi bir sorun da · ceğim. Canım s ı kı ld ı kta . . . umarsızl ı kta çıkarıp çı ka­
çözü mlenmedi. . . çözümlenmeyecek. Türkiye'de kimi rıp yazı n ı okuyacağım.
durumlar olmasayd ı , bunu, bütün bütün beceriksizliği­
me verir, yazarl ı ğ ı b ı ra k ı rd ı m . Sözgelimi bu yıl Orhan 3 Ağustos Perşembe
Kemal Roman. Ödülü, Seçici Kurul toplanmadan . . . bu Coşkun Buktel oyun yazarı . . . oyunlarını okuma­
konuda oylama yapılmadan Necati Cumali'nin Viran d ı m , estetik değerini bilmiyorum. Coşkun Buktel'in ti­
Dağlar adlı romanına verildi . . . Bütün bunları nerden yatro üstüne yazı larını okud u m . Her yazısında mutla­
mi biliyorum Orhan Kemal Roman Ödülü Seçici Kurul ka hakaret var. Birkaç yıl önce arkadaşlar Coşkun
üyelerinden Semih Gümüş yazdı da ordan biliyorum. Buktel'in insancıl'da da yazmasını istediler. "Aman,
8ütün bun lardan sonra şöyle olması gerekird i . . . Kül­ dikkat edin. Buktel'in hakaretsiz yazısı yok" dedim.
tür insanları bu olayı tek tek kınamalı. Kültür örgütleri Bizde tartışmada ilk başvurulan yöntem aşağı la­
aya klanmal ı . . . Necati Cumali, ödülü geri çevirmeli. ma. . . hakaret. Sözgelimi Fettullah Gülen'in hiçbir gö­
Tabii bunların hiçbiri olmad ı . Bu d urumda tabii yazar­ rüşüne katılm ıyorum. Gülen'in bütün görüşleri . . . dü­
l ığı bırakmıyorum, şünceleri hata l ı . Ama ben bu kişiye "Fetuş, diyemem.
Şunu da düşünüyorum. Avrupa bizi pek çabuk etki­ Kendilerine radikal isla mcı d iyenleri Fettullah Gü len'e
liyor. Söz gelimi, Fransız ya da Ingiliz yazarı olsay­ "Fetuş"diyor.
d ı m , Orhan Pamuk'u eleştirdim diye bütün gazetele� Coşkun Buktel'e geldikte. . Yeni Yüzy ı l'da yine
benden söz ederd i . . . mutlaka. Geçen g ü n b i r ingiliz hakaretli yazı ları yayınlad ı . Hakarete uğrayanlardan
Orhan Pa m u k'u eleştirdi . . . Islamcı gazeteler bile bun­ Y. Kenan Işık, bugün Yeni Yüzyı l'da Coşkun Buktel'e
dan söz etti . "siz çöpl üğünüze dönün" diyor. Bu hakaretli sa ldırı larla
Yaza rlı ğ ı bırakmamamın bir nedeni de şu. Hadi işin hakikatı örtülüyor Şimdi o hakikatı göstermek isti­
ben im yazı larım kimseyi etkilemeyecek derecede yoru m.
kıytı rı k. Peki Afşar Timu 9in'e ne demeli. Afşar Tü rkiye, sistemden kaynaklanan despotik kültürün
Timuçin, fransız olsayd ı . . . Insancıl Fransa'da yayı ıi­ kuşatmasında. Bu ü l kede yüzqe bin beşyüz haklı oldu- ·
lansayd ı , inanın Timuçin'in her yazısı Türkiye'de sorun ğunuz bir sorunda bile haksız duruma düşersiniz.
olurdu. Çünkü sizin haksız düşmeniz sistemin gereğ idir. Bu
Etkilenme dendikte kimileri bunu bir zayıfl ık sa­ d urumda büyük çoğunluk edilgin leşir . . işi Allaha ha­
yar. . . "ben kimseden etkilenmem" der. Selim i leri bir va le eder. ki m i katil olur. . . kimi dağlara çı kar. Bu ay­
tarihte eleştiriler için "vız gelir, tırıs g .i der" dem işti. Ay­ nen sanat ortam ında da böyledir Bir örnek. Telif ya­
nen böyle. Vız gelir, tırıs gider. Şaş ırmışt ı m . . Bana sası konusunda Yazarlar Sendikası'nda n�. . Yayı ncılar
geldikte, ben, herhalde çok zayıf biriyi m . . . çünkü he­ Birliği'nden ayd ı nlatıcı hiçbir bilgi alamadım. Günlerce
men etkilenirim. I nsanlar. . . rom anlar. . . öyküler. . . şi­ a ra d ı m . . . tıs yok. Napmak gerekir, bi lemiyorum. Altı
irler. . . şarkılar. . . olagelenler hep etkiler beni. Hiçbir üstü bilgi verecekler. Yok. Şöyle yapmak gerekiyor. Bu
durumdan etkilenmeyeı:ılerden reca etsem, nasıl etki­ örgütleri basaca ksın. Yöneticilere bir güzel sopa çeke­
lenmediğinizi yazın desem , etkilenip yazmazlar. ceksin. Mahkemeye verseler bile yarg ı ç, inanın şöyle
Bütün bunları, şunun için yazd ı m . Hani şu Orhan der. "Gündoğdu, siz bunları az dövmüşünüz."

58
i nanıyorum . kesinlikle inan ıyorum Coşkun
Büktel, tiyatroda çok haksızlığa uğra d ı . Sorununu an­ 1 4 Ağustos Pazartesi
latmak için uğraştı. . . didindi . . . kanter içinde kal d ı . Türkiye'yi sarsak kişilere benzetiyorum. Sarsak ki­
Belki s i n i r sistemi b i ! e bozuldu. Sonunda zıvanadan şi, konuşurken beş dakikada on hata yapar. . . on ha­
çıktı. Şimdi iki kelimede bir hakaret ediyor. tayı d üzeltirken on hata daha yapar. Sarsak kişi sofra­
Tiyatroyu bu yüzden bıraktım. Yoksa şedit bir cani da bardağa su koyarken bardağı kırar. . . kırıkları
olabilirdim. toplarken elini keser. . . kanı durdururken yemek ta­
bağ ı n ı kucağına düşürür.
8 Ağ ustos Salı Ben, kendimi . . . dünyayı bildim bileli, Türkiye'yi
Gün ler geçip gid iyor. . . i nsancıl'ın kapa ğ ı nda yöneten kapitalist sın ıf, tek bir sorunu çözemedi. Sar­
yaptığ ı m ız değişiklik beğen ildi. önceki kapağ ı n biçimi sakl ı ğ ı n son örneği Telif Hakları Yasası. önce şu. Biz­
bir sıkışıklık duygusu veriyordu. Buket'in yaptığı yeni de yasaların dili son derece bozuktur. Çünkü bizde
ka pağ ı m ız i n sancı l'a rahatl ık getirdi. . . Amac ı m ız, dil. . . anlatım bilinci sıfırd ı r. Dış dünyanın gerçekliği
in sancı l' ı güzelleşti rmek . . . dille nasıl anlatı l ı r. . . bir durum nasıl d isipline edilir . . .
Dizgi hatalarına geldikte. . . Eskiden 64 sayfada böyle bir sorun yoktur bizde. Bundan ötürü söylenen
ortalama 40 dizgi hatası olurdu. dizgi hataları n ı ağus­ her söz. . . yazılı her madde türlü anlamlara gelir. Ama
tos yayı sı nda 1 0'a indirdik. Bunun üstünde ciddiyeile bu anlamların maddeyle ilişkisi yoktur.
duruyoru m. Ağustos sayısında içinden çıkama d ı ğ ı m Yeni çıkan Telif Yasası önce bu açıdan sa kat. Ay­
b i r dizg i hatası Z i h n i Anadal'un yazısında. "Koğuşu­ rıca bu yasa , kitabı metalaştı rman ı n soyut bir belgesi.
muz hapishanen i n en üst katı nda", 'Koğuşumuz hapis­ Yasa hep "eser sahibi'ni koruyor. Yasada 'eser sah ibi"
hanenin ün üst katı nda" olmuş. Bunu a raştırd ı m . Diz­ tıpkı "gayrimenkul sahibi" Gayrı menkullerde, mülkiyet
ginin ilk aşaması ndan son noktaya kadar durumu ince­ ancak tapu kaydıyla değişebilir. Burda tapunun yerini
ledim. En hep ün diye gitmiş. Bütün aşamalarda gö­ noter alm ış. Buna bütün yazarların. . . bütün şairleri n
remediğimiz bu ün, derg i basıld ıktan sonra, sayfayı şiddetle karşı çıkması gerekir. Çünkü hiçbir yazar,
çevirir çevirmez, tatsız bir sırıtışla "Ben burdayım" d i­ hiçbir şair meta üreticisi olmayı kabul etmemeli. Ama
yor. Sanki i nsancıl'da bir mikrop var. Bu mikrop, her bunun çok saf bir dilek olduğunu biliyoru m . . . çünkü
türlü aşı ya. . . her türlü ila ca direniyor. . . günü, saati bu yasa sanatta star sistemini yasallaştı rıyor. . . genç
geldikte, zeh irini i n sancıl sayfalarına b ı rakıyor. insan ı n . . . sistem d ı ş ı insa n ı n önünü kesiyor.
Bu mikrobu öldürmeliyiz. . . mutlaka. . . bu mikro­ Sarsak sosyal demokrat, korsan yayı ncılığı önle­
bu yoketmeliyiz. . kesinl ikle. Ş u n u söylemeliyim. Her yeceğim derken, yayı ncılıkta tekele yol açıyor. Türki­
türlü hatayı. . . her türlü yaniışı gülümseyerek dinleye­ ye'de sosyal demokrat, dünya kültüründen . . . Türkiye
bil iyorum. . . hoşgörülü davra nabiliyorum. iş, insan­ kültürden yoksun. Cahil. üstelik utanmaz. Sivas'ta 37
cıl'a geldikte durum değişiyor. insancıl' ı geciktirici . . . insan bunların döneminde katledildi. Uğur Mumcu . . .
bozucu e n küçük bir hata bile beni m üthiş sinirlendiri­ Onat Kutlar. . . Musa Anter bunların döneminde katle­
yor. . . hiçbir gerekçeyi kabul etmiyorum . . . hatayı ya­ dildL Köyler boşaltı ldı . . . insanlara d ışkıları yedirildi . . .
pana düşman d iye bakıyorum. Neden böyle. Bunu dü­ kimliği belirsiz kişilerle yüzlerce insan öldürüldü. Bun­
şündüm dün, içimi kolaçan ettim. insancıl , çok ciddi ların kılı bile k ı p ı rdamadı. Dört yıl boyunca, insan için
düşmanca tavırlarla karşılaştı beş yılda. Engeller . . . tek bir iş yapmadılar. Et işinde. . . buğday işinde bü­
köstekler. . . dedikodular. . . haksızi ı kiar. işte bütün yük vurgunlara meydan verdiler. Hangi işe el atsalar
bunlar beni etkilemiş. . . her biri tatsız bir a n ı olarak bozdular. . . işin cılkı n ı çıkardılar. Bütün bunlar yet­
belieğime kazınmış. Bir hatada. . . bir lagarl ı kta, bel­ mezmişcesine şimdi kültür dünyas ı n ı n cılkını çıka ra­
Ieğime kazınan tatsız a n ı lar, zincirleme bir tepkiyle . caklar.
nükleer bomba gibi bilincirnde i nfila k ediyor. . . Bunlar doğru dürüst sosyal demokrat bile olamadı­
Hem bugünün insa n ı na. . . hem geleceğe karşı so- lar. Sarsakl ı ğ ı aşamadılar. Sarsak Türkiye'nin sarsak
·

rumluyuz. Bundan ötürü , ciddi. . . disiplinli çalışmak sözde demokratları oldular.


zorundayız. Peki ama neden böyle. Kapitalist s ı n ıf, samirniyetle
Günler geçip gid iyor. . Günler geçip giderken tarih in bittiği ne inanıyor. Bütün ü rünler. . . bütün hiz-
Halit Ziya Uşakl ıgil'in Saray ve Ötesi adlı eserini oku­ metler metalaşacak. . . bu metalaşma böyle sürecek . . .
dum. Halit Ziya'yı okurken, acaba dedim, tarihten niye hep. Kapitalistler, insani hiçbir sorunu çözemiyor . . .
ders almıyoruz. Bu sabah, Hegel'in Tarihte Akı l adlı bastırıyor. Sosyal demokratla r da tarihin bitliğine sa­
eserine başla d ı m . (Türkçesi Önay Sözer. Kabalcı Ya­ niimiyetle inanıyor. . . ama sorunları n ı çözmeye çalı­
y ı nevi. istanbul 1 995) Hegel şöyle diyor şıyor. Telif Yasası bunun bir örneği. . . Korsan yayı n­
"Hükümdarlardan, devlet adamlarından, halklardan, cılığı önlemeye çalışıyor. Insanın sömürüldüğü bir
tarih deneyinden ders almaları istenir. Ama deney ve sistemde mümkün değil korsancılık önlenemez. Kor­
tarihin öğrettiği de, halkları n ve .hükümetleri n h içbir sancılık, törpülenmesi gereken bir çıkıntı değil . . . in­
zaman tari hten bir şey öğrenmedikleri, bunlardan a l ı­ sanın sömürüldüğü bir sistemin olağan işi. Sarsakl ı k
nabi lecek derslere göre davranmad ıklarıd ır." burda başl ıyor. Korsan yayı ncılık için "üç aydan bir
Hegel, bunu bir eksiklik diye söylemiyor. Bir an­ yıla kadar hapis ve 300 milyon liradan 600 milyon lira­
lamda tarihten ders alınamaz, "Her bir dönem, her bir ya kadar ağır para cezasına hükmolunur" dedikte, in­
halk, öylesine kendine özgü koşullar·; içindeki tarihten sanların suç işleyeceğini baştan kabul ediyorsun. Peki
ders almak söz konusu değil. ama bu insanlar neden suç işliyor.
Doğru. Mill iyetçilik, daha elli yıl önce dünyayı kasıp Sen, değeri paraya orantı layacaks ı n. . . kimin çok
kavurd u . . insan l ı ğ ı kan revan içinde b ı raktı . Tarihten parası varsa o değerli sayı lacak. . . böyle bir sistem
ders al ı nabi lseydi bugün Tü rkiye'de birçok insan m i lli­ kuracaksın. . . sonra insanlar neden para için "suç" iş­
yetçi liğiyle övünmezd i. liyor diyeceksin.
59
Sarsaklık burda başl ıyor. yalizmin bittiğini söyleyenlerle tartışmak isteri m . Sa­
natta Star Sistemi yürütücüleriyle kendi yerlerinde. . .
18 Ağustos Cumartesi kendi okurları önünde. . . kitapları nda insani aşkı
Dün hapishaneye gittik. . . Bayram paşa'ya. Berr, yerlebir eden Demir Özlü'yle. . . Selim l leri'yle. . . ro­
Sedat Y ı lmaz, Sedat'ı n kız kardeşi Dilek, Berrin. Daha manda Yakup Kadri'ni n. . . Hal it Ziya'nın çok gerisinde
önce gitmeliydim. Ama üzülürüm. . . sinirlanirim diye kalan Orhan Pamuk'la . . Bunun d ı şındaki panellerde
kayg ı l ı yd ı m hep. Sinirin dürtüklediği söylenen tansiyon yaln ızca görüşümü belirtiyorum. Beksav'da da böyle
vurgunu va r bende. Sinirlenince. . . üzülünce tansiyon oldu.
çı kıyor. . . kulaklarım zonkluyor. . . daha ötesi kan bo­ Panelierin önemli bir sakı ncası şu. Dinleyen, tabii
şanıyor burnumdan. Kan boşanması iyi . . . rahatl ıyo­ belli bir düşünceyle geliyor. . . Ne kadar konuşursan
rum o zaman. Işte böyle bir hayat. . . konuş pek etkili olmuyor. Çünkü dinleyen kapa n ı yor.
Sed at, öğle üzeri geldi. . . düştük yola. Sed at. . . ne Oysa ben, konferanslarımda saatlerce konuşmuyo­
güzel delikan l ı . . . Ben yorulmayayı m diye hapishane­ rum. . . tam tersi, dinleyeni konuşturuyorum. dinleye­
ye girişte bütün işlemleri yaptı. Takrl d r m Sedat'a "Sen nin kapanmasına fı rsat vermiyorum.
bu işi iyi bel lemişin" dedim. Peki Beksav'da panel başarı sız mıyd ı . Hayır. Ba­
Birçok yerde ellendi k. . . yoklandık. . . ev adresle­ şarr lryd ı . iki açıdan. Birincisi, marksistlerin aşkı ko­
rımız. . . a d ı m rz. . . soyadımrz. . . imza m ız alın d ı. So­ nuşması. Panelden sonra ismet Kemal Karadayı söy­
nunda görüş yerine vard ı k . . . Songül'e haber sald r k. ledi. "Bu mücadeleyi Gündoğdu başlattı." 1 7 yıl süren
Bu ara bir bakt ı m görüşe gelenlerin birçoğu tan ı d ı k, milimetrik. . . kararl ı bir mücadeleden sonra
"Hoca m" diye geldiler. Cigaralarımrzr yaktı k. . . konu­ marksistlerin aşk paneli yapması son derece önemli.
şuyoruz. Hep tan ı d ı k. Songül geldi dediler. Songül. . . Panelde de söyledim. Marksistler her sorunla ilgilen­
gülümser yüzlü güzel insan. . . Cuma Ş at'la d a tan ış­ mek zorunda. Sözgeli m i , i ntihar. . . yaşlı l ı k. . . eşcin­
tr m. Hapise girmeden önceydi. Songüllerde yemek yi­ sellik. . . çocuk. . eğ lence. . . ölüm. . . trafik. . . spor. . .
yecektik. Berrin Taş, bunu hatırlattı. "Yemek çağrınr u­ moda. . . Daha birçok sorun için durmaksızın panel­
nutmadık" dedi. Güldük. ler. . . konferanslar düzenlenmeli . . . insani her sorun,
Onca tatsrzl r ğ ı n içinde gülebilmemize sevindim. liberallerin burjuvaların elinden alınmalı. Bu açıdan
Sistemin adamları naparsa yapsın gülme duygumuzu bakt r kta Beksav'ı kutluyorum . Birinci açı bu. ikinci a­
köreltemiyor. Onca eziyetin içinde gülüyoruz. Bu, sis­ çıya geldikte. Çoğunluk aşkı doğal bir duygu sanryor.
temin adamları n ı krzd ı rıyor. Aşkı, doğal değil, kültüreldir. Insanın dört temel baş­
Cuma Ş at. . . yiğit bir insan . . . gözlerinden . . . ba­ kald ırısı vard ı r. 1- Pratik Başkald ırı. 2- Estetik Baş­
kış ı nda n hissettim bunu. kald ırı. 3- Felsefi Başkald ı rı . 4- Bilimsel Başkaldırı.
Sonra Sedat'r n kardeşini bekledik. Sonunda geldi. Aşk, estetik başkald ı rı işinde estetik yaratrm. Bu
Görüş hücresine girdikte bir baktı m. . . teli n öte yanı başkaldırının insani. . . güzel olabilmesi için öbür baş­
dolu. Ziya Ulusoy'la tanıştı k. . . Bir yiğit de U lusoy . . . kald ı rıların ciddiyetle kavranmasr gerekiyor. Çünkü in­
"Bir isteğiniz var m ı • dedim . "Var" dedi Ulusoy. sanlaşma süreci ancak böyle başlar. . . Spartaküs'e. . .
"Konuşalım" Konuştuk. •insancıl'ın önem l i bir iş yapı­ Paris Komü nü'ne. . . Newton'a. . . Platon'a . . . Vival­
yor" dedi. "Kimi konularda farklı düşünsek de a macı­ di'ye 1 9 1 7 Sovyet Devrimi'ne. . . ltri'ye. . . Münir Nu­
mız bir" dedi. Ulusoy'un bu sözüne pek sevindim. rettin'e. . . bana ne diyemeyiz. Dersek insanlaşma sü­
Şuna gördüm, insancıl dikkatle okunuyor. . . dik­ reci m iz durur. . . püsürük aşkların içinde heder oluruz.
katle değerlendiriliyor. Benim için de güzel sözler söy­ Aşk, bilinçle. . . akılla doğru orantr l ı d ı r.
ledi Ulusoy. "Sen dönmedin Cengiz a bi" dedi. Panel'in bence en eğlenceli yanı şu oldu. Bir hanım
Işte benim ödülüm bu. . . insan için m ücadeleden "Bencileyin birini sevgili olara k düşünemeyeceğini" ya­
dönmedim . "Bütün zihni kuwetinle insan için mücade­ ka silkerek söyledi. Buna sevindim. Bunu söyledim.
le edeceksin. . . insana ekmek borcunu ödemeye çal ı ­ Ben , milimetrik aşkı savundu m hep. . . Paris Komü­
şacaksı n" diyen annemin, Ziya Ulusoy'un söylediklerini nü'ne anlam verebilen . . . Varlin'in ölümüne üzülen . . .
duymas r n r isterim. Herhalde bizlere "Berhudar olun o­ insanl ı ğ ı n daha güzel bir dünya ütopyası için temel
ğulcuklarrm" derdi. dört kanalda mücadeleyi hisseden . . işte ancak böyle
Benle görüşmek isteyenler varm ış. Tabii hapisha­ biri ciddi aşklar yaratabili r. . sevgilisine kelepçe takr­
nede benle görüşmek isteyenler olabileceğini düşün­ l r rken, içi yerlebir olurken gözünü kı rpmayan . . . r l r k bi­
memiştim. Dergi'de birine sözüm vard ı . Bunun için bi­ ra içmeyen . . . DGM'de sevgilisinin duruşma saatini
raz erken ayrı l d r k. beklerken, "Uyan art ı k uykudan uyan, uyan esirler
Görüş yerinde bir çocuk ka na kana ağl ıyordu. Ab­ dünyası" diye içten içe bir türkü tuttura n . . .
las ı n ı n yanına gitmesine. . . abiası nı kucaklamasına . . . Beksav'a geldikte. . . tam adı şöyle, Eğitim-
ablas r n r öpmesine izin vermemişler. Estetik-Kültür-Sanat Araştırmaları Vakfı. 12 Şubat
Çocuk ağiatan sistem iflah olmaz. 1 995'de etkinliklere başla m ı ş. Fotoğraf, satranç, tiyat­
ro, şan, resim, ha lkoyunları nda kurslar veriliyor. Re­
21 Ağustos Pazartesi sim galerisi'de var. Film de gösteriliyor. Güzel . . . te­
Cumartesi günü Beksav'da bir panel vard ı . Sos­ miz bir kateteryası da var. Beksav'r n başkanı emekli
yalizm Ve Aşk. Konuşmacılar Deniz Turkali, ben , eğitimci lsmail Sarıoğlu. . . Halkla ilişkiler Müdiresi
Sezai Sarroğlu. Baştan şunu söyleyeyim. Çok konuş­ şair arkadaş ı m ız Suna Aras.
maer i r panellere katılmak istemiyorum. Panel olursa lsmail Sarıoğlu, tane tane konuşan. . . n e söyleye­
tam kaşrt görüşlü biriyle olmal ı . . . üstelik o karşıt gö­ ceğini bilen kararlı bir insan.
rüşlünün yerinde. . . karşıt görüşlünün yandaşları n ı n Bu tür kuruluşlarda telefonla birini arad ı kta bula­
çoğunlukta olduğu b i r yerde. Sözgelimi aşkı redde­ mazsrn, bı raktığ ı n not bir işe yaramaz. Kimse seni a­
den . . . Sanatta Star Sistemini kabul etmeyen. . . so s- ramaz. Beksav'da bu sorun çözümlenmiş. Bu,

60
Beksav'ın ciddiyetini gösteriyor. Sanatta Star Sistemi sanat eserinin kullanım de­
Ele aldığı işi ciddiyetle kavrayan başarı l ı olur. ğerini, kapitalist sın ıfın isterlerine göre d üzenliyor. . .
Beksav başarılı olacak. sanat eserini metalaştı rıyor. Ama b u ülkede sanat e­
serinin kullanım değerini insana göre düzenleyen . .
23 Ağustos Çarşamba sanat eserinin metalaşmasına karşı çıkanlar var.
i nsancıl Antakya Temsilciliği'nin Can Yücel Şiir Bütün i leti kanalları n ı ele geçiren Sanatta Star
Gecesi'ne Emniyet M üd ürlüğü izin vermiyor. Bana Sistemi, eserin kulla n ı m değerini insan için düzenle­
gönderilen kağ ı d ı n başında şöyle yazıyor. "T. C. HA­ yen . . . metalaşmaya karşı çıkan sanat emekçilerinin
TAY VALi LIGi . il Kültür Müdürlüğü Kültür M erkezi M ü­ önünü kesiyor. "Bizim d ı ş ı m ızda hiç kimse sanat ya­
dürlüğü" işte bu kağıtla Kültür M üd ürü Hasan Elaçık. pamaz. . . yaparsa biz ona haddini bildiririz " diyor. In­
"ll Emniyet M üd ürlüğünün 8 Ağustos 1 995 gün ve sanın yaratıcı l ı ğ ı n ı dumura uğratıyor. Bütün insanlar
92/539 sayı l ı yazılarında yapılacak etkinliğin Emniyet bunların basit bir tüketicisi olacak. . . Enis Batur'a . . .
Müdürlüğünce uygun görülmemiş olduğundan, onayın Adalet Ağaoğlu'na. . . Selim i leri'ye. . . Orhan Pamuk'a
iptali hususunda olurları n ızı arz ederim" diye Vilayet'e övgüler düzecek.
dilekçeyle başvuruyor. Bir insan bunu asla kabul etmez, etmemeli.
Güldüm. Türkiye'nin Hatay ili Kültür Müdürü kültü­ Antalya'da bunları anlatı rken biri. "ama ben Adalet
rel etkinliğin iptali için dilekçe yazıyor. Hatay ili Kültür Ağaoğlu'nu okuya okuya geliştim" demez mi. "Şimdi
Müdürüne tarihten bir örnek veriyorum. Abdülhamit'in ben haklı çıkmak için gelişmediğinizi mi söyleyeyim"
Kültür Müdürü, Halid Ziya Uşaklıgil'in Kırık Hayatlar dedim. Sonra şunu sordum o kişiye "Memet Fuat' ı n ,
adlı roman ı n ı g üvenlik nedeniyle sansürlüyor. Roman­ Enis Satur'un sansürcülüğü için n'aptın ız" dedi m.
da sansürlenen kimi kelimeleri buraya alıyorum. Gizli Sustu. "işte sizin gelişmişliğiniz bu kadar" dedim.
gizli yaşayan-damadı n ı-inkılap-erkek-baba-feragat-bu Şimdi burda Sanatta Star Sistemi oluşturucuları n ı n
mahrem yalnızl ı ğ ı n a rasında. bir taktiğini söylemek gerekiyor. Memet Fuat,
Bu sansür Abd ülhamiti kurtarmad ı . Kırık Hayatlar, Cumhuriyet'te bugünkü yazısında şöyle diyor. "Şairler
daha sonra sansürsüz yayı nlandı. Bütün bunla rı biliyor (. . . ) d üzyazıyla anlatılamayan düşünceleri, duyg uları
mu acaba Hatay Ili Kültür M üd ürü . anlatmanın yolları nı araştırınca , ölçü, uyak, sesler gibi
dış biçim ögeleri arkaya itilip imge, eğretileme, simge
30 Ağustos Çarşamba gibi iç biçim öğeleri öne çıkmıştır. Bunların şiir getir­
Yağmurlu bir gün. . . Sabah dergiye gelirken çok diği anlamsızl ı k aranışı değil tam tersine açı k açık
ısland ım. önce bir saçak altında yağmurun dinmesini anlatılamayan şeyleri sezgi yoluyla anlatma, anlamı
bekledim. Baktım dinmiyor. . . yürüdü m . . . hadi ı slat çoğaltma aranışıdır': Memet Fuat, bu durumun şiire
dedim. Dergiye gelene kadar ısianma d ı k yerim kalma­ tersten girenlere "kapalı ya da açı k, söyleyecek h içbir
dı. sözü olmayan kimselere, (. . . )ta dına d oyul maz bir o­
Geçen hafta Antalya'ya gittik. . . ben, Berrin Taş . . . yun olanağı yaratm ıştır. Anlatı mla ilgili hiçbir görev
Pelin. Ansan'dan çağ ı rd ı lar. . . Antalya Sanatçılar yüklenmeyen imgeler, eğretilemeler, simgelerle oyna­
Derneği. Ansan'ın g üzel bir yeri var. . . bahçeli. . . -n an bir oyu n.
salonlu. Turgay Değirmenci, Yunus Yaşar, Ahmet Tu­ Kapa l ı l ı k içteki boşluğu ne kadar örtebilir?" diyor.
ran derneğin yöneticileri. Düzenli etkinliklerle kültürel Şu bilinmeli. Memet Fuat, burda söylediklerinin
bir mücadele veriyorlar. Ben 25 Ağustos cuma günü tam tersini yaptı yıllarca. Kapalı ya da açı k, söyleye­
· Sanatta Star Sistemi'ni anlattım. cek h içbir sözü olmayan, boş şiirler yazan şa irleri
Önce şunu söyleyeyim. Antalya'yı sevmedim. Sı­ destekledi. . . bunların eserlerini yayınlad ı . . . Türkiye
caktan soluk alamıyor insan . . . sereserpe dolaşamı­ şiirini çı kmaza soktu.
yor. . . doğru d ü rüst uyuyam ıyor. Tatsız bir durum. Bu Memet Fuat'ı, tarihe hava le ediyorum. Tarihe not
tatsızl ığa karş ı n g üzel insanlar var Antalya'da. düşüyorum. Memet Fuat burda söylediklerinin tam
Ansan'ın yöneticileri, Metin Demirtaş, Neşe Karel, Nuri tersini yapt ı . . . iyice bilinsin bu.
bey , Abdullah Şanal, Zehra Güvenç. . . tabii bizi Sanatta Star Sistemi oluşturcuları hep bunu ya pı­
hiçbir zaman yalnız bıra kmayan yolarkadaşlarım ız. yor. Neden böyle yapıyorlar. Hayat bunları reddediyar
Konferansa geldikte. . . Bilinen. . . klasik. . . saldı­ da ondan. Hayatın reddi karşısında direnmeye çal ışı­
ran . . . Sanatta Star Sistemini yerden yere vuran bir yor bunlar. Eser sansürcüleri, özgürlük üstüne yazıyor.
konferans değildi. Yine de tartışmal ı oldu. Ama bilinir, Bunları da anlattım Antalya'da.
her konferansımda yer yerinden oynar, öyle değildi. . . Yağmur dindi. Güneş göründü. Sanat d ünyasında
belki s ı ca k etkilemişti beni. Yine d e kafalar karıştı. Bir da emeğin güneşi görünecek ergeç.
dinleyen söyledi. "Kafa m ız karıştı" dedi, sevindim.
Nuri Beyle, sanatta star sistemi sanatç ı ların gele­ 2 Eylül Cumartesi
ceğini tartıştık. Nuri Bey, onların geleceğe kalmaya­ Edip Akbayram'ı dinliyorum. "Öyle a ğ ı rım ki ken­
cağ ı n ı söyledi. Benim için bu önemli değil. . . onlar dime/Sen benden gittin gideli/Terim küs olmuş teni­
geleceğe kalabilirler. Selim ileri . . . Adalet Ağaoğlu . . . me/Sen benden gitlin gideli" diyor. Edip Akbayram'ı
Enis Batur. . . Orhan Pamuk. . . Hulki Aktunç, ben, seviyorum. . . sesini. . . müzik bilgisini satmadı Akbay­
bunlar okunmasın da demiyorum. Söylediğim şu. ram . . . metalaşmadı . Edip Akbayram, bizim . . . insa­
Bunlar, kapitalist sınıfın estetikçileri. Buna h iç itirazım n ı n emekçi si. Edip Akbayram'ı dinlerken . . . eylü lde . . .
yok. . . olabilirler. Benim itiraz ı n şuna. Bunlar, "Varsa eylül geldi . . . Nevzat Levent Taşçı'n ın yazısını okuyo­
yoksa biziz. . . ancak bizim şi irim iz. . . bizim öykü­ rum. (insancıl'ın Üzerini Çizmeli mi? Sosyalist Politi­
müz. . . bizim romanımız g üzeldir" diyor. Ben de hayır ka. Ağustos 1 995. Sayı 6) Önce şu. Nevzat Levent
diyorum. Bu ülkede kapitalist sın ıfa karşı sanat ya­ Taşcı'n ı n anlatı m ı n ı sevdim. Net. . . açık. . . ya l ı n . Gü­
panlar var. zel yazacağım'· diye eciş büşüş cümleler kurmuyor
61
Taşcı . Bundan ötürü a nlat ı m ı güzel . Yine de anlatı­ ğini parçalamak gibi bir amacım yok. Tam tersi, böy­
m ı nda beni rahatsız eden şu noktayı bil mesin i isterim. lesi bir görüşle şiddetle mücadele ederi m . . . ettim.
Taşcı, "sahiplik" kavra m ı n ı yanlış kullan ıyor. "Önsel Hele ikameci an layış. . Marksist mücadelede ikameci­
olarak sahiptir. . . iticiliğe sahiptir. . . m isyona sahip­ likten daha ya n l ı ş bir şey d üşü nemiyorum. Benim a­
tir". diyor. Sahiplik ancak metalarda olur. . araba sa­ macım d ı ş ında insancıl'da oluşan bu d urumun iki ne­
hibi . . . ev sahibi. Kavramlarda sahiplik olmaz. Bizler, deni var. Birincisi, insancıl, türdeş bir dergi değil. . .
dille gerçeklik arasındaki ilişkiyi doğru kurmak zoru n­ insancıl'da yal n ız marksistler yazmıyor. Materyalistler
dayız. Burjuva ideologları bu işe son derece önem ve­ de yazıyor. . . i kinci nedene geldikte. Bugün marksist
rir. Sözgelimi işveren d iye bir kavram uydurur. . . böy­ siyaset Taşçı' n ı n diliyle söylersem önaçıcı değil Türki­
lece olguyu hakikat diye belletir. Burjuva ideologları, ye'de. Üstelik bu kanalda son derece şiddetli . . . suç­
böyle kavram larla bilincin ışımasını ön ler. Bu sorunu layıcı bir kavga var. Bu tavır, marksizme cidd iyelle i­
uzatmak istemiyorum şimdi. Şu bilinmeli ama. Bizler, nanmış kim insanlarda umutsuzluk yaratıyor . . .
dilin kapitalist kullan ı ını kırmal ıyız. Dilin, emeğe dönük Ma rksist kanalla politika yapan kimi kişilerin davranış­
insanileştirilmesi diyorum buna. Marksist kanatta yazı ları . . . tıpkı burjuva politikacıları gibi davra nmaları,
yazanlar dilin bu yan ı na önem vermiyor. Çoğunun dili birçok marksisli "Bunlarla ol maz" düşü ncesine götürü­
çok kötü. Söz'ün 28. sayı s ı nda Erkan Kay ı l ı ' n ı n yor. Bu, insancıl'da yazan kimi yazarları da etkil iyor.
"Eylül'ü Beklerken"adlı yazıs ı n ı okudum. Bir soru n, Söylemek istediğim şu. Türkiye'de bu durumu,
bundan daha kötü a nlatı lamaz. Okurken tansiyonum insancıl yaratmıyor. Marksist politika üreten �eri n ya­
yükseldi. Nevzat Levent Taşcı' ı n dili böyle değil. . . rattığı bu durum lnsancıl'a da yansıyor. Ama Insancıl
kimi kılçı klar dışı nda g üzel. Pek sevindim buna. Dil iyo­ bu durumu m utlaklaştırmıyor. . . Marksizmden soğu­
rum. . . u muyorum Taşcı , marksist edebiyatımızın bi­ yanları, ikamecileri bir anlamda yeniden politikaya ı­
leği bükülmez bir yazarı olur. s ı n d ı rmak için önemli bir işlevi yerine getiriyor.
Nevzat Levent Taşcı'n ı n g üzel bir yanı daha var. Şunu söylemel iyim. Geçen kış Anadolu'du birçok
onu da söylemeliyim. Bir başkası olsayd ı tartışmaya yerde konfera ns verdim. Gençleri en çok yıldıra n . . .
sövgüyle başiard ı . . . sövgüyle devam ederd i . . sövgüy­ umutsuzluğa düşüren n e bilir misiniz. B i r marksistin,
le bitirirdi. Bakın ne diyor Taşcı insancıl için "ilk etap­ kendicileyin düşün meyen .bir marksiste "hain"
ta insancıl'a nasıl bakt ı ğ ı m ı özetleyip, eksiklikleri nin "düşman" demesi. Örnek veriyorum. Tayfun Görgün'ün
nerelerde olduğuyla başlamak istiyorum. Marksizmin Söz'de Yıldırım Koç'a işbirlikçi demesinin anlamı ne­
topyekun bir saldı rıyla karşı karşı olduğu ve li kidasyo­ dir. . . bu işten marksist mücadelen in kazancı nedir.
n u n solu n kendi içinden beslendiği bir dönemde, Sizlere belki söylenm iyor ama, ben biliyorum, "hainli. . .
topyekun bir karşı taaruzda bulunmak gerekiyor. Bu d üşman l ı . . . işbirlikçili" bir tartışma yüzünden birçok
çerçevede insancıl sol için kültür sanat alanı nda bir insan d üşüncesini söylem iyor.
mevzidir. insancıl'ın kültür sanat alan ı nda sürekli Önerim şu. Marksitler, "Bu kon uda yanlış düşünü­
deşifre ettiği, burjuva ideolojisinin kültür sanat a l a n ı na yorsun" diyerek ta rtışamazlar m ı . Son derece basit bir
nas ı l sol eliyle sızdı � ı sergi lernesi sahip çıkılması ge­ öneri bu. Ama inanılsın birçok sorun çözüm yolu n a gi­
reken bir üretimdir. Insancıl , bütünsel bakışııı gereği recektir böyle ya p ı l ı rsa. Ya p ı lmazsa nolacak. . .
olarak, kültür sanat alanını politikadan koparmaya ça­ Marksist ha reket durup durup sövenlerden kurtulaca k­
l ı şanları n karş ı s ı nda, politika ile sanat arasında fazla tır ergeç. Sövüp sayarı m . . . sağı solu yıldırırım he­
açılan arayı kapatmaya çalışmasıyla i lgiliyi hak etmek­ sabı yapmasın hiçkimse. Bu hesap yan l ı ştır.
tedir. • Nevzat Levent Taşcı'n ı n eleştirisine devam ediyo­
Yiğidi öldür hakkı n ı ver derler ya . . Taş cı böyle rum.
yapıyor. . . üstelik yiğidi öldürm üyor. Şunu söylemeli- Taşc ı , yazısı nda beni . . . Kaan Arslanoğlu'nu . . .
yim . Eskiden satranç oynard ı m . Tasarı m . . . taktik . . Mustafa Topal'ı eleştiriyor. Şimdi benle ilgili eleştirisine
i rade son derece önemlidir satrançta Bunun için zevk­ yan ıt vereceğim. Descartes'i. . . Condillac' ı . . . Ka nt' ı . . .
lidir satranç Taşcı'n ı n yazısını okurken bu zevki tat­ Feurbach'ı . . . Betül Çotuksöken'i . . . Nermi Uygur'u . . .
tım. Afşar Tim uçin'i kavra madan marksizmi n bilgisini edi­
Nevzat Levent Taşcı'nın insancı l'la ilgili ilk hamlesi nebileceğ ini sanan biri varsa, o ekstra ekstra birinci
şöyle. "Bugün, politika n ı n doğrudan araçları n ı n ön a­ s ı n ıf a l ı ktır diyorum ya, ba k ı n ne diyor Taşcı "Cengiz
çıcı l ı ktan yoksun olduklarını söyleyip, dolayı m l ı araç­ Gü ndoğdu burada da bir çuval inei ri berbat ediyor.
lara öncelik ta n ı mak, ikameci bir anlayış çerçeves inde "Ai ı klı kla" ilgili olanları okuyunca, gözümde C. Gün­
küçük kurtarı l m ı ş adacıklar mant ı ğ ı n ı besleyecektir. doğdu'nun bundan üç yıl önce STP Hazı rl ık Konferan­
Kısacası apotilizmin bir yeni üretimi olacaktır. sı'nda yaptığı bir konuşmada "aşureye nar konu r mu?"
insancıl'da Marksizmin ötesinde Leninzmi sahiplenen ve "köstebeği n gözü" ile ilgili benzetmelerin i hatı rla­
birçok yazı çıkmasına karş ı n , bu sahiplenme ve anti­ d ı m . C. Gündoğdu'nun o kon uşmasından ben şunu so­
kapitalist vurgu, birçok yerde siyasi soru m lu lu ktan u­ nucu çıkarm ıştı m . Yola çıkmak için gerekli minimum
zak tekil ayd ı n başkaid ı rı ş ı n a kurban edilmekted ir. dona n ı m va rd ı r. kimi soru nlar da yolda çözülür. (. . . )
Marksizminin bilimselliğinin çok fazla öne çıkarılması, Gündoğdu'nun an latmak istediği sanırım kolayc ı l ı ğ ı n
doğal olarak, Marksizmi siyasetsizliğe mahkum ediyor. önüne bir set çekmekti. Doğru, kolayc ı l ı klara v e ilkel­
Marksizmin bütünselliğini zedeleyen bu siyasetsiz bir Iikiere prim vermemek gerekir. Ama ma rksist olmak
Marksizm yorumu, aynı zamanda kimi kısırl ı klara ça­ da kaf dağ ı n ı n arkasına ertelenmemel idir."
nak tutmaktad ı r. . . insancıl yazarları da bu eleşti riden Taşçı'n ı n bu hamlesini şöyle karşıl ıyorum. Üç yıl
m uaf değildir." önce o konferansta derdimi iyi a nlata bilmişim . Bugün
Doğru. . . yerinde bir hamle. . . Bu hamleye karş ı d,e öyle düşün üyorum . Yola çıkmak için gerekli dona­
şunu söylemeliyim. En azı ndan benim marksizmi si­ nım var. kimi soru nlar yolda çözülür. Ben, duru p otu­
yasetsizliğe kelepçelemek. . . marksizmin bütünseli i- ral ı m demiyorum. . . yolda yapılması gerekenleri söy-

62
lüyorum. Bir a l ı ntı yapmam gerekecek burda. leyemez. Köstebeğin gözü nü tartışır.
Lenin'den . "Ancak, belleğini, insa n l ı ğ ı n yarattı ğ ı bütün Burda ikili bir durum var. Bir ülkede herkes böyle
hazinelerle zenginleştirdikten sonra insan komün ist o­ mi olacak. Hayır. Ola maz. Özellikle işçi s ı n ıfı n ı n kısa
labilir. Durmak bilmeden ezberlemeye hiç gerek yok. sürede bu konuma gel mesi mümkün değil. Ben, işçi
Fakat her öğrencinin belleğini temel gerçeklerin bilgi­ s ı n ıfı için edebiyat yapanları n . . . işçi s ı n ıfı için politika
siyle geliştirmeli ve mükemleştirmeliyiz. Çünkü kazan ı ­ yapanları n bu konumda olmaları gerekir diyorum. Ha­
lan bilgiler, bilince işlenmem işse, kom ünizm kof bir laf, yatın tek bir noktası bile burjuvaziye b ı rakı lmamalı.
yaln ızca bir eti ket olarak kal ı r, komünistse zava l l ı bir· Türkiye'de sosyalist mücadele veren örgütler, sanat ı . . .
lafazan olmaktan öteye geçemez ( . . . ) Gerçeklerin yü­ felsefeyi hiç önemsemedi. Bilinç buland ıra n birçok a­
zeyinde kalmak çok zararl ıdır. Eğer az bildiğimin far­ kım burdan gird i. Beş para etmez laflar, şiir diye oku­
kı ndaysam, daha çok bilmek için eli mden geleni ya­ nuyar devrimci gecelerde. Hele müzik. Bakı n ne diyor
parı m, fakat bir kimse kom ün ist olduğunu ve esaslı bir· Onur Akı n "Yı llard ı r insanlara sanatsal a nlamda fazla
şeyler bilmeye hiç ihtiyacı olmad ı ğ ı n ı söylüyorsa, on­ bir şey veremedik. (. . . ) Günde 1 50 - 200 kel i meyle
dan gerçek bir kom ünistten elde edeceğ i m iz hiçbir şeyi konuşan bir toplumun kelime haznesine katkıda bu­
bekleyemeyiz" (Len in. Proletarya Kültürü. Tü rkçesi lunmayı arzul uyoru m. Sah nede duruş biçim inden
Nadiye R Çobanoğlu Yar Yayınları Ista nbul.- 1 979) söyled iği miz sözlere kadar geriyiz" (Cumhu riyet
i şçi s ı n ıfı n ı örgütlemek. . . işçi sın ıfı için edebiyat. . . 2/1 0/1 995) Son derece doğru burda söylenen ler. Hiç
b u amaçla yola çıkan "belleğ i n i , insa n l ı ğ ı n bütün hazi- · kimsenin işçi s ı n ıfı a d ı na kötü şiir yazmaya . . . kötü
neleriyle zenginleştirmek" zorunda. Bunun ötesi. . . · m üzik yapmaya hakkı yoktur. Her· m ücadelenin arka­
berisi yok. Çünkü ancak böyle olabilirsek, daha sağ­ sı nda sanat vard ı r. . . felsefe vard ı r.
lıklı, daha doğru çözümleyebiliriz olan biteni. Benim Şu bili nmeli. insancıl'ın oluşturduğu. . . kültür . . .
söyled iğim . . . Lenin'den a l ı ntıyla destekled iğim . . . sanat a l a n ı nda ol uşturduğu mevziyi, burjuvazinin a­
marksist olabilmeyi kaf dağ ı n ı n arkasına eritelemek dam yeri ne koymad ı ğ ı insanlar temellendirdi. Ama
değil. Eskiler buna eşya n ı n tabiatı derler. . . olmazsa onlara öğretildL ürün leri kötüydü ilk geldiklerinde. Ça­
olmaz koşul bu. l ı ş ı ld ı . . . eleştirildL . . gösterild i . . . okutu ldu. Şimdi
Taşcı, şöyle diyor. "Descartes'e, N. Uygur'a, yaz­ onlar insancıl'da insan için yazıyor.
d ı klarından çok fazlasıyla yararland ı ğ ı m A. Timuçin'e Felsefeyi . . . sanatı i nsancıl' ı n üstüne yıktın ız. Gün
ve kuantum fiziğine tekrar bakmayı birçok yoldaş ı m oldu soluk ala maz duruma geldik. Önceki yıl yaptı kla­
g i b i ben de çok istiyoru m, a m a yapam ıyorum. Ya pa­ rım ızı söylemiyoru m. istanbul'da 26 hafta sürecek bir
m ıyoru m çünkü, bir tutku, bir yaşam biçimi olan sos­ Felsefe Sem i neri başlatıyoruz. . . Ankara. . . Adana . . .
yalist mücadele yakamızı b ı rakmıyor'' Antakya . . . Konya temsilciklerinde de yine etki nlikler
Bunu anl ıyorum . üstelik kapitalist sistem bize za­ l;ıaşlayacak. insancıl Emekçi leri'nin öncü lüğünde bir
man bırakmıyor. Taşcı , inansın şu insancıl'da verilen kooperatif kuruldu. Bütün bunları dona n ı m l ı insan ye­
m ücadelenin n iteliği de böyle. Işte ben, bu koşullarda tiştirmek için yapıyor insancıl. Burjuva kültürüyle tır­
bile insa n l ı ğ ı n hazinesini elde etmek zorundayız diyo­ nak kırmacas ı n a m ücadele veriliyor insancıl'da.
rum. Sözgelimi, ben bu yüzden günde 2 saat uyuyo­ Söylemek isted iğim şu. Kötüyü . . . yalapşapçıyı. . .
rum. püsürüğ ü . . . eli belinde Marx, Engels, Len in diye ceha­
Konferanslarımda Marx, Engels, Len in diye başla­ letini örtmek isteyeni gözetmeyi n. Eleştiri n . . . sert e­
yıp ipe sapa gelmez laflar edenlere kızıyorum ya, leştiri n böyle kişileri. Kant. . . Einstei n . . . Brecht. . .
Taşcı bu konuda şöyle diyor. "Gündoğdu, tepkiselliğini Lucas. . . Beethoven boşuna yaşamadı. Bir anlamı var
d i l lendirirken bence kanta rın topuzu nu kaçırıyor. Genç bunları n. Bir marksist, bu anlamları kavra mak zorun�
insanların kafaları nda Marx, E ngels, Len i n g i bi bir da. Politik mücadelede yeniden üretim ancak böyle
problem varsa ve amaç doğrudan politika n ı n kendisiy­ zenginleşir.
le problemi yan l ı ş koyup, yan l ı ş mekanlarda ceva pla­ Taşcı, benle ilgili eleştiriyi Dünyayı Sarsan On
r ı n ı arıyorlarsa, Gündoğdu m ızmızlanmak yerine doğ­ Gün den bir bölümle bitiriyor. Şöyle. "Bu bölümü, Dün­
'

rusunu göstermelidir. Ayrıca, Marx Engels ve Len i n'in yayı Sarsan On Gü n'den bir sah neyi Gündoğdu'ya ha­
adları n ı n unutturulmaya çal ı ş ı l d ı ğı bir dönemde, ilgi tı rlatarak bitiriyorum Aya klan m a gün lerinde bir prole­
yan l ı ş bir noktada bile olsa, bu ilgiye sahip çıkmak zo­ ter, bir başkıı proleteri soka ğ ı n bir köşesinde bilinç­
runluluğu vard ır." lendirirken söze başlar. "Bir burjuvazi var bir de
Bu hamleyi şöyle karş ı l ı yorum. Türkiye'de insan proleterya" Sonra kald ı ğ ı yerden devam eder. Devam ı
burjuva ideolojisinin sultasında yaşıyor. Evde başl ıyor yine ayn ı cüm ledir. B i r sonraki ayn ı . Çünkü başka bir
bu. . . eğiti m i n . . . öğren irnin en üst noktasına kadar. . . şey bilmemektedir. Bu sah nede, ironik bir a n latı m ol­
milimetrik boşluk b ı rakmadan devam ediyor. Bundan masın ötesinde bir de gerçekl ik vard ı r. Bunlara hazır­
ötürü, Türkiye'de daha çocuk, okula başlamadan bi­ l ı kl ı olmak gerekir."
linci dumura uğruyor. Bu ancak felsefi semi nerlerle . . Yanlış bir hamle bu. önce şu. Dü nyayı Sarsan On
insa n l ı ğ ı n bilgi . . . kültür hazinesi ni genç i nsana özüm­ Gün Okuma Tiyatrosu yapmayı düşündüğüm bir eser.
setmekle mü m kün olabilir. Bilinci açılmadan Lenin'i o­ Hamlenin yan l ı ş l ı ğ ı şurda. O sahnede bir proleter, bir
kuyan yan l ı ş bile anlam ıyor Lenin'i. proleteri bil inçlendi rmez. Bir okumuş, Vasili Georgiviç
Bcıkın ne diyeceği m burda. Ta rihi maddeci yön­ Panyin. . . bir askeri kand ırmaya çal ı ş ı r. Buna karşı
tem, kendi pay ı m a söyl üyorum, çok zevkli bir anah­ asker durmadan " i ki sınıf var, görm üyor musun?
tard ı r. O anahtarı elde ettikte. . . doğru ku llandıkta, ka­ Proleterya ile burjuvazi" der. Sahnen i n önemli noktası
ran l ı k. . . sisi i görünen dünya . . . olup bitenler birdenbi­ şurda. Proleteri kandırmak isteyen Panyin "Ben Mark­
re ayd ı n l a n ı r. Sevinir insan. Yepyeni bir dünya açı l ı r sist bir öğrenciyim. Ve sana şunu söyleyeyim, uğrunda
insa n ı n göz eriminde. Şimdi bu anahtarı bilmeden savaşt ı ğ ı n şey sosyalizm değ il. Yalnız Almanlara ya­
Marx'ı, Engels'i, Lenin'i okuyan, hiçbir olguyu çözüm- rayan bir anarşi."

63
Bunun bana hat ı riatı iması yanlış. Çünkü ben radan kal karak, siyasi mücadeleyi, politikanın asli a­
Panyin leri eleştiriyorum. Kimi marksistleri okurken . . . raçlarıyla yapanlar toptan "püsürük" benzeri sıfatlarla
dinlerken . . . konferanslarda bana soru sora rken . . . aşağılamaya kalkman ı n siyasi ahiakla bağdaşır hiçbir
işte Panyin diyoru m . . . ah ş urda bir proleter olsa diyo­ yanı da yoktur" diyor.
rum. Bazen oluyor. . . olmazsa. . . ben yanıt veriyo­ Birden ahlak girdi işin içine. . . bu ahiakın siyasi. . .
rum . Çana kkale'de beni her şeyi s ı n ıfa göre değerlen­ Taşcı , bilmem inanıyor mu, ahiakın böyle siyasi. . . ti­
dirdiğim için beni e leşÜren bir Panyin'e. . . "Çorba iç­ cari. . . edebi olduğuna . . . Ben inanm ıyorum. Taşcı , i­
men iz bile ideoloj i kti r. . . sınıfsald ı r'' demişti m. na nsa bile. . . tabii bu, yanl ı ş bir gerçekliğin dille ya­
Panyinlere di kkat edin ... şu eli belinde ezberden ratılmasıd ı r. . kimin doğru . . . kimin yan lış düşündü­
konuşani ara . . . Çünkü onlar. . . Panyinler şafak söker- ğünü n tartışmasına ahlakı getirmek, tavla oynamaya
ken " Hayır, güneş batıyor" diyecekler. . . derler. benzer. Ben zarlı oyunlar hiç sevmem. Derhal kaldı rı­
Nevzat Levent Taşcı, yazısının son bölüm ünde rım masadan.
insancıl eleştirisine devam ediyor. "Sizin tan ı m ı n ızla, Şu bilinsin. Ben s ı rça köşkte oturmuyorum.
inanmış, adanmış ama çok püsürük işler yapanları Bir sözüm daha var. Onu da söyleyip bitiriyorum.
dona n ı m l ı hale getirmenin ilk kalkış noktası eleştiridir. "Cengiz Gü ndoğdu'ya sormak istiyorum. Bende Mark­
Doğrud ur ama eksiklidir. Eğer yen i bir yol önerm iyor­ sist o la bilecek bir potansiyel var m ı ? Yoksa ben de
sanız "püsürük"de olsa o direngenleri ya sahiplenmek kavrama eksikliği neden iyle a l ı klar tarafı nda mı yer a­
ya da susmak zorundasınız. Kültür sanat alanında, l ı yorum" diyor Taşcı . Deseartes'ten, Nermi Uygur'dan,
Insancıl sol gösterip sağvuranları bir kenara itmeden kuantım fiziğinden bana ne deseydiniz, siz de böyle
kendine alan açamayacağını düşünüp "bunların neresi diyen a l ı klardan biri olurdunuz. Sizcileyin düşünen . . .
sol" demekte sonuna kadar hakl ı d ı r. Ancak iç politika­ Afşar Timuçin'den çok yararland ı ğ ı n ı söyleyen birinin
ya gelince daha dikkatli olmak gerekir'' ben de a l ı k m ıyı m d iye sormas ı n ı bir çimdik kabul edi­
Bu kon uda şunları söylemem gerekiyor. Sosyalist yorum.
mücadeleye nokta kadar katkısı olanları gözümüz gibi Taşc ı , belli, şansl ı . . . Püsürük. . . a l ı k bir solcuya
korumak bizim için sorumluluk gereğidir. Zorunlu­ rastlamarn ış. Sa hi, hiç rastlamadı m ı . . . Daha geçen­
dur.Taşcı'n ı n söylediği doğru. Politikaya gelince daha lerde bir kız telefon etti. Solcu arkadaşları , ben im E­
dikkatli olmak gerekir. leştiri adlı eserimi "Okuma" demişler. Eserin girişinde
Devam ediyor Taşcı. "Devrimden ve sosyalizmden aşkı savunuyormuşum da. . . solcular aşkı savun­
umudu; kesip bugün başka sularda kulaç atanlarla, mazmış. . . aşk, küçükburjuvanın işiymiş. Böyle düşü­
sosya lizmin kurulmasının ilk a d ı m ı n ı n siyasal i ktidarı n nene a l ı k. . . püsürük denmez de ne denir acaba.
ele geçirilmesiyle olacağ ı n ı bilen, adımlarını bu ratada Şunu da söyleyeyim Taşcı, anlat ı m ı na dikkat e­
atmaya çalışanlar a ras ında bir ayrım çizmek zorun­ der. . . dilini kılçıklardan temizlerse. . . sözgelimi,
dasınız. i l klerine bakarak ikincileri eleştirirseniz doğal, "kısırlaşt ı rıcı bir sonuç d ı ş ı nda getirisi olmayacaktı r''
olarak sizin deyiminizle "püsürük solcu lar'' da sizin ü­ kötü bir an latı m . . . Türkiye marksist hareketi, umarım
zerinizi çizeceklerd ir." Taşcı'yla, ciddi. . . mücadeleci bir yazar kaza n ı r.
Bu konuda şunu söylüyorum. insancıl'ı n üstünü Eylülde. . . Edip Akbayram'ı dinliyorum. Bir zaman�
çizeni hayat, ergeç reddeder. Ciddiyetle söylüyorum . . . lar Zülfü Livaneli'yi koşa koşa dinlerneğe giden
sinirlenmeden söylüyorum. insancıl'a çizik atan kişi marksist arkadaşlar. . . Livaneli'yi eleştiriyorum diye
ya da örgüt tari hte bunun hesab ı n ı veremez. . . ağır kızanlar. . . bu kişi, sizi n duyarl ı l ı ğ ı n ızı paraya dönüş­
vebal altında kal ı r. Nevzat Levent Taşcı zaten söylü­ türüyor. . . asl ı nda kötü müzik yapıyor dediğimde . . .
yor. . . "bunun kısırlaştı rıcı bir sonuç dışında getirisi ol­ b u kişi başka yerlere gidecek dediğimde hop oturu p
mayacaktır" diyor. i nsancıl'ın üstünün çizilmesini . . . h o p kalkanlar, şimdi ne düşünüyorlar acaba . . . Edip
"kısırlaştırıcı bir sonuç dışı nda getirisi olmayan" bir işi, Akbayram'ı dinliyoru m. "Boşuna çekilmedi bunca acı­
ancak" püsürük bir solcu" yapar. lar'' diyor, "Bekle zafer şarkıla rıyla geçişimizi lstan­
Buraya kadar güzel güzel hamlelerle g iden Taşcı bui/Harami lerin saltanatı n ı yı kacağ ız" diyor.
birden . . . sanki satrancı bıra kıyor. . . santranç masasın­ Inanıyorum . . yı kılacak bir gün harami lerin salta­
da tavla oynamaya kalkıyor. "Sosyalistlerin politik ola­ natı. ·
rak bugün ön açmakta zorlandığı doğrudur. Ancak bu-

Ka rya ( Kültürel Araştı rmalar Yayıncılık Ü retim Kooperatifi) Başkanlığı na Seçilen

Arkadaşımız Uğu r KARABAG LI 'yı Kutluyoruz.

i nsancıl Emekçileri

64
EKiM AYI ETKi NLiKLERi

AN KARA iNSANCIL Söyl�l


Uygarlık Tarihinde Devrimierin RoiO
Tanıima 7 Ekim Cum.mesi S.ı.ıt 17.00
Kooperatlfte Yapılanma SOreel
1 Ekim P.ıur S.ı.ıt . /2. 00 Müzik Eğitimi
Sezgln SUNA
Günt!$1eme Mustafa ÇAKAl
Cengiz G ÜNDOGDU 1 4 Ekim Cumilttesi S.ı.ıt 15.00
Kapltallstl�me SOreelnde Esenköy'de Ne Oldu
7 Ekim Cum.ıttesl S.ı.ıt 15.00 Söylt!$1
KOitOrel ve Tarihsel Yönlertyle Hatay
Söylt!$1 MOsiLim KABADAYI
Erol ANAR 28 Ekim Cumilttesi Sililt 15.00
Resmi IdeoloJI ve Sanat
14 Ekim Cumilttesl Sililt 15.00 KONYA iNSANCIL
Söylt!$1 Imza Söylt!$1
-

SOreyyya EVREN Zlhnl T. ANADül


Postmodern Sol Bedrettin AYK IN
2 1 Ekim Cumilrtesi Sililt IS. 00 GOngör G ENÇAY
leyla ŞAHIN
Günt!$1eme Yılmaz ElMAS
Afiar TIMUÇIN Zeki OGUZ
Sanatta Doğalcılık-Gerçekçiilk 21 Ekim Cumilrtesi Sililt 1 J. 00 - 1 9. 00
25 Ekim Çilqilmhil Sililt 17.00
I mza Söylt!$1
-

G ünt!$1eme Berrln TAŞ


Mustafa Bayram MISIR Ayhan ERG ÜN
Modernizm-Postmodernizm ve Sol Kaan ARSlANOG lU
28 Ekim Cumilttesl Sililt 15.00 Cengiz GÜNDOGDU
Zeki OGUZ
ANTAKYA iNSANCIL 28 Ekim Cum.ıttesl Sililt 1J. OO - 17.00

Saydam Gösterisi Sergi


Doğa ve Insan Manzaraları Zeki OGUZ Fotoğraf Sergisi
1 Ekim Pilz.ır Sililt 19.00 21-28 Ekim

Not: Istanbul Insancıl Etkinlikleri Arka Sayfada

You might also like