You are on page 1of 68

Soru-yorum

Söyleyin
Şiirin neresindeyim ben
Öykünün neresinde
Hangi defterin
Yaprakları arasına sıkışmış kalemim
Beynimde Sokaktaki yalnız çocuk
Hiç dinmeyen gel-git dalgaları Terkedilmiş yaşlı
Gökkuşağı kaplamış yüreğimde Ezilmiş kadın
Söyleyin Söyleyin
Daha kaç aşk’a yer var Hangi öykülerimde
Yer buldunuz kendinize
Gecenin karanlığında Peki
Ay mı Yer kaldı mı
Yıldızlar mı Yeni umut şiirlerine
Gündüz
Yüzüme vuran güneş mi İz bırakan anılar mı
Hangisi aydınlatıyor Düşler mi
Bir şeyler karaladığım sayfaları Yaşadığımız an mı
Saçlarımı okşayan rüzgarın sesi mi Söyleyin
Kulaklarımdaki uğultu Bu şiirin
İçimde çoğalan tomurcuklar Bu öykünün
Söyleyin Neresindeyim ben
Hangi yeni baharların müjdecisi

Elini tuttuğum el Nusret KARACA


Sen misin gerçek dost
Gülümseyen yüz
Sen misin yeni sevgili
Kucakladığım çocuk
Yanakları ellerimde uyuduğum eş
Siz misiniz
Şiirimin en güzel dizeleri

Kasım / 2020 1
Felsefenin Gör Dediği:

Felsefe Tarihi: Antropontolojik Okuma 53

Betül ÇOTUKSÖKEN*

Kavramların varoluşuyla dayanak nok- dünyaya ve onlara doğrudan ya da dolaylı


taları üzerinde durmak, antropontolojinin olarak bağlı olan kavramlara dayalı olarak
temel konularından biridir. Dünyayı karma- “yönelme”kteyiz, “duyumlama”ktayız, “algı-
şadan kurtaran, “khaos”u “kosmos”a dönüş- lama”ktayız, “düşünme”kteyiz, “açıklama”k-
türen kavramlar, başka bir anlatımla zihinsel tayız, “anlama”ktayız, “yorumlama”ktayız,
çerçeveler olduğuna göre, kavramlarımızın “değerlendirme”kteyiz. Bütün bu edimlerin
dayanak noktasının ya da noktalarının ne ya temelde, varolanla karşılaşmaktan doğdu-
da neler olduğunu ortaya koymak son dere- ğunu da anımsatmak istiyorum. İşte her ne
ce önemlidir. Kavram ya da zihinsel çerçeve tarzda, ne biçimde olursa olsun, karşılaş-
dışdünyada ve dilde neye karşılık gelmek- malarımızı, şu ya da bu şekilde sahip oldu-
tedir? Kavramın başvuru noktasında ne ya ğumuz, edindiğimiz kavramlar aracılığıyla
da neler vardır? Yıllardan beri yaptığım ça- karşılamaktayız. Karşılamaları kışkırtan,
lışmalarda üzerinde en çok durduğum konu- temellendiren, taşıyan yapılar dile ve yerine
lardan biri hep bu olmuştur. Bu bağlamdaki göre dışdünyaya ve ayrıca mutlaka düşün-
zihin açıklığı, birçok durumu, oluşumu, ola- me alanına, düşünme bağlamına uzanan
yı, varolanı anlamada, karşılaşılan durumlar kavramlardır.
karşısında duruş geliştirmede bizim en bü- Daha somut bir şekilde belirlemek gere-
yük yardımcımızdır. Kavramlar bir yandan kirse, kavramların bağlantılı olduğu bir du-
dışdünyayla doğrudan ya da dolaylı olarak rum ya da durumlar topluluğu olabileceği
bağlantılıdırlar, bir yandan da dille/söylemle gibi, kavramlarımız yalnızca niyetlerimizle,
bağlantıları vardır. Kavramlar arada olanlar- davranışlarımızla, eylemlerimizle, ilişkileri-
dır, tıpkı felsefe gibi, tıpkı insan gibi, kavram mizle de bağlantılı olabilir. Dildeki/söylem-
da, kavramlar da aradadır. Hatta şöyle de deki terimin ya da sözcüğün ardında zihin-
diyebiliriz: Kavramlar arada olduğu için biz- sel yapı olarak kavram, onun da ardında bir
ler de özne olarak aradayız. Durumu daha dışdünya nesnesi ya da burada sıraladığı-
iyi anlamak için isterseniz dilden ve daha mız herhangi bir durum ya da insanın niye-
somut konuşmak gerekirse, dilden çok, öz- ti, davranışı, eylemi ya da ilişkisi olabilir. Bu
nenin yeniden yaratısı olarak söylemden son ögeler temelde insan dünyasını oluştu-
yola çıkalım. Çünkü her birimiz özne olarak rurlar; bunların hepsi insan dünyasının öze-

2 Kasım / 2020
ti gibidir. Burada Nermi Uygur bağlamında ka”, “başkası” ve “sevgi” kavramlarına, olası
ele alacağımız “sevgi” sözcüğü ya da terimi, tüm bağlamlarını dikkate alarak yönelir ve
“sevgi” kavramı nasıl bir sözcüktür/terimdir/ her zamanki gibi, bu kavramları yaşantıla-
kavramdır? Bu sözcüğün/terimin/kavramın malarıyla, deneyim ve bilgi birikimiyle te-
dışdünyada somut bir karşılığı yoktur; bu mellendirir; bizim deyimimizle, antroponto-
nedenle de anlaşılması son derece zor bir lojinin ya da insan-varlıkbilgisinin eşliğinde
kavramdır. Çünkü biliyoruz ki dışdünyada bu kavramları ele alır. İnsanla ancak anla-
somut bir karşılığı olmayan kavramlar üze- şılır kılınabilecek yapılanışıyla “sevgi” teri-
rinde anlaşmak neredeyse olanaksızdır. Bu mi, “sevgi” kavramı, Nermi Uygur’un felsefi
nedenle, “sevgi”, hak-
kında en çok konuşu-
lan, ancak anlaşılması
en zor olan kavramlar
arasında yer alır; tıpkı
özgürlük gibi, sorum-
luluk gibi, saygı gibi,
hatta tüm etik değerler
gibi; daha da ileri gide-
cek olursak, “değer”in
kendisi gibi. Öyleyse
şöyle diyebiliriz: Sade-
ce dilde/söylemde ve
düşünmede varolan-
ları anlamlandırmak
son derece zordur;
tartışmalar da bura-
dan doğmaktadır. Bu
kavramların aradalığı,
arada oluşu belki de
insan dünyasının öz-
günlüğünün asıl baş-
vuru noktasıdır, teme-
lidir.
Her yapıtını farklı
kavram örgülerine öz-
güleyen Nermi Uygur,
ilk basımı 1996’da ya-
pılan Başka-Sevgisi1
başlıklı yapıtında her
ikisi de anlam katları
çok zengin olan “baş-

Kasım / 2020 3
söyleminde insan-dünya-bilgi ilişkisinin ya çok da başkaya ulaşmak, başkada varlığını
da dışdünya-düşünme-dil ilişkisinin taşıyıcı sürdürmek, başkayla birlikte varolmakla ola-
temeli olur. naklıdır; “ben olmak” bunların hepsinin topla-
Ona göre, “sevgi”nin dışdünyada so- mından başka bir şey değildir. Nermi Uygur
mut-tekil bir karşılığı yoktur: “Tekbaşına da “ben olma”nın ancak başkaya ulaşmakla,
‘sevgi’ diye bir gerçeklik yok. Yaşamın gün- başkasıyla birlikte varolmakla mümkün ola-
düzünü gecesini, hergününü bayramını cağını ileri sürmektedir; dünyayla kurulan
tümden kuşatan evrensel bir gerçeklik o, çok çeşitli bağlantılarla insan kendisi ya da
artık ne denli ‘o’ diye üstünkörü betimlenebi- “ben” olmaktadır: “Daha doğar doğmaz ken-
lirse kuşkusuz.”2 Uygur’a göre sevgi kavra- disine yabancı bir ortamda, insan. Sonra-
mıyla birlikte giden, başka bir deyimle, onun dan değerlendireceği bazı yapısal donatım-
bağlılaşığı durumunda olan kavramlar ne- larıyla, çıplak varlığını ayakta tutacak olan
ler? Bunlar “istek ve özlem”; tam da burada içgüdüsel havada bir-iki yatkınlık dışında,
antropontolojinin insanda olduğunu ileri sür- “ben’im” diye sarıldığı hiçbirşeyi yok. Böyle-
düğü en temel, en taşıyıcı yönelim biçimi- ce ben, yabancı’yı, dış’ı, başka’yı benimse-
nin isteme olduğunu anımsayacak olursak, ye benimseye ben olmakta. Zamanla artım
Nermi Uygur’un söylemini antropontolojik artım geliştikçe de ben’ine kavuşmakta. Bu
olarak nitelemenin ne denli doğru olduğu or- bağlamda, belli aşamalardan geçtikten son-
taya çıkacaktır: “‘Sevgi’nin en çok çağrıştır- radır ki, bir bakıma, özde yabancısı olduğu
dığı: istek ve özlem. Bir insana, bir canlıya, bir yaşama ortamını kendisi bilir, kendisin-
bir nesneye, bir olaya yönelmek; bu yöne- den bilir insan. Sayısız algılarla, deneyişler-
lişi, özvarlık bakımından değerli ve önemli le, karşılaşmalar, şaşırmalar, öğrenmeler,
diye algılayıp yaşamak; bu varlıksal ilişkiyi alışmalarla gerçekleşir bu. Böylece, konu-
yitirmemek kaygısıyla hiçbir özveriden geri şa konuşa, dıştan içe özümlediği dille, dilin
durmamak var bu istek ve özlemde.”3 Sev- sağladığı ilişkiler ve değerlerle, kendisine
gi insandan başkaya doğru giden “varlıksal” özdeş saydığı bir ortamla bir’leşmiş olur
bir ilişki, yaşamsal bir ilişki; onun tümüyle zamanla. Ben biz’in bir parçası, biz benin
ilişkisel bir varoluşu var, tıpkı bilgi gibi. O parçası olur çıkar bu süreçte. (…) Ardı ara-
zaman da şöyle bir çözümleme yapabiliriz: sı kesilmeye bir edinme, büyüme, başka’yla
İnsan-insan ilişkisinde sevgi, insan-dünya/ ‘dolma’ ürünüdür ben. İletişim iletişimle, as-
doğa ilişkisinde sevgi, insan-kültür dünyası lında kendisinden-olmayan bir biz’lenmedir
ilişkisinde sevgi. Öyle ki: “Sevginin en büyük gerçekleşen.”5 Burada betimlenen, insanın
ödülüyse, yaşamanın heryerine sinen biyo- kendisini başkasıyla doldurmasıdır; başka-
loji-ötesi canlılık. (…) Sen-ben ilişkilerinde, sıyla varolmasıdır. Bu da insan dünyasının
biz-siz ilişkilerinde, özetle tüm insanlar-ara- özeti gibidir; bu dünyayı taşıyan insan ve in-
sı, toplumlar-arası ilişkilerde en çabuk, en san davranışlarından, insan eylemlerinden
güzel, en kalıcı, en etkili ilişki yolu yordamı, ve insan ilişkilerinden başka bir şey değildir.
yol yordam sağlamaktan bağ kurmaktan öte, İşte antropontolojik olan da burada kendine
insana en çok yakışan erdem özü sevgidir.”4 yer bulur.
İnsanın temel yönelimi olarak sevmek, Başkayla olan ilişkilerin itici gücü ola-
aslında ilkin bir bakıma kendine, ama daha rak sevgi yönelimi, tüm yönelimlerin içinde

4 Kasım / 2020
en güçlü olanıdır. Nermi Uygur’a göre sev- Eğitim artık sevgi eğitimi olarak somutlaş-
ginin nabzı, kendimizi başkasıyla birlikte malıdır. Böyle bir sevgi Nermi Uygur’a göre
duymakta atar: “İşte hepimizin özbenimizi, “hem bilgi hem duyarlık gerektirir”:7 bunların
dolayısıyla biz-varlığımızı nerdeyse doğal birlikteliğinde kotarılan sevgi ancak ben ya
bir sevgiyle sevmemiz: kendimizden baş- da biz bağnazlığından uzaklaşmayı sağla-
ka’yı sevmemizden; bir zamanlar kendimize yabilir. Daha iyi bir dünya yaratmanın temeli
yabancı olanı sevmemizden başka bir şey ben-biz bağnazlığından kurtulmada, baş-
değildir. Ben-sevgisi, biz-sevgisi; birbakıma, ka-sevgisinde buluşmada ancak mümkün
ben-oluşum, kendimiz: ben’ime, kendimize olacaktır. Bunun olabilmesi için de Nermi
yakın-dost kıldığımız, vazgeçilmez tanıdık Uygur’a göre istenç, akıl, bilgi, yaratıcılık,
kıldığımız birtakım ben-olmayan ögeleri içte sabır, eleştiri gerek.8
sindirmektir; ben’imizi, kendimizi onlarla ay- Antropontolojik olan Nermi Uygur’un
rılmaz bir bütünlükte duymamızdır.”6 Ben- Başka-Sevgisi başlıklı kitabında “sevgi”de,
ben olmayan ilişkisinin itici gücünü oluştu- özellikle de, sadece kendine yönelen sevgi-
ran sevginin önemi tam da burada ortaya de değil; dışa, başkaya açılan sevgide, ben-
çıkar; ancak insan dünyasında çoğun göz- biz bağnazlığını aşmada somutlaşır.
den kaçan da budur. Bu gözden kaçış, insan
ilişkilerindeki olumsuzlukların da başlangıç
noktasını, taşıyıcı temelini oluşturur. Ken- * Prof. Dr. Betül Çotuksöken, Maltepe Üniversi-
di varoluşunda ötekinin, başkanın payını tesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Felsefe
keşfedemeyenlerin, başkaya her bakımdan Bölümü.
muhtaç olduğunu göremeyenlerin, fark ede-
meyenlerin dünyayı cehenneme çevirdiğini Dipnotlar
ileri sürmek artık zor olmasa gerek; bu belir- 1- Nermi Uygur, Başka-Sevgisi, İstanbul: Yapı
lemeye ek olarak, her türlü ayırımcılığın tam Kredi Yayınları, 1996. Ayrıca bkz.: Nermi Uygur,
da böyle bir duruştan, başkayı görmezlikten Bütün Eserleri-II, 2. Cilt, İstanbul: Yapı Kredi Ya-
gelen duruştan kaynaklandığını görmek, an- yınları, 2017, ss.1651-1929.
lamak artık zor olmasa gerek. 2- Nermi Uygur, Bütün Eserleri-II, 2. Cilt, İstan-
Nermi Uygur’un yaşamı boyunca dönüp bul: Yapı Kredi Yayınları, 2017, s.1659.
dolaşıp geldiği, sürekli olarak üzerinde dur- 3- Nermi Uygur, Agy., s. 1659.
duğu ilişki, ben-başkası ilişkisidir. Bu ilişki- 4- Nermi Uygur, Agy., s. 1664.
yi Başka-Sevgisi’nde bu kez, ancak dilde/ 5- Nermi Uygur, Agy., s. 1678.
söylemde, düşünmede, dışdünya bağla- 6- Nermi Uygur, Agy., s. 1679.
mında da davranışlarda, eylemlerde ve iliş- 7- Nermi Uygur, Agy., s. 1894.
kilerde somutlaştırdığı, var kıldığı “sevgi”de 8- Nermi Uygur, Agy., s. 1878.
görmektedir; ben-başkası ilişkisi sevgiden
doğmakta, sevgide büyümekte, sevgide
varolmaktadır. O zaman da bütünüyle ya-
şamın itici gücü olan sevgi, insan-toplum,
insan-kültür ilişkisinde, özellikle eğitim bağ-
lamında kendine yer bulacaktır, bulmalıdır.

Kasım / 2020 5
Karanlık Sularda Kanlı Köpükler

Nouhad Haddad ve Amin Maalouf’a

Beyrut’un kalbi yaralı


güzelim limanı imha ettiler

ruhumuzun bütün limanları yıkılmak üzere zaten


çürümüş gemiler geçiyor karanlık sulardan
bir şarkının dibinde bulacaklar belki
kaybettiğim mevsimlerin şiirlerini

makedonyalı iskender’in torunlarına


anlatacak bir masalı kaldı mı
o kadar çoktu ki tanrılar ve tanrıçalar
hepsi azaldı zamanla
kayboldular ortalıktan

insanın ruhu minerva’nın baykuşlarının


bir rüyayı taşımaktan yorgun düştüğü
bir gecenin mitolojisini mi arar
çok uzaklardan göz kırpan yıldızlar
yeni ayetler midir
düşüp giderler yeraltı nehirlerine

bir yalnızlığı sürükleyip içinde


yanmış yıkılmış şehirlerin
arka sokaklarında dilsiz bir tellal
çağırır herkesi kendine
kendinden geçmiş bir çağın
gecikmiştir her şeye
insanları da tanrıları da

oturmuş penceresinin önüne bir garip ademoğlu


dalgın bakar borsaya
arka sokaktaki arsaya
gömülürken talan edilmiş ruhunun anılarına
Fairuz’un şarkılarına

Yakup RUHİ

6 Kasım / 2020
İnanmanın Felsefesi Kitabına İki Ek*

Uluğ NUTKU

2.321 Tanrı İspatlarının Verimsizliğinin bilinç-varlık bağıntısını öncelik-sonralık tar-


Aydınlanmaya Paradoksal Katkısı tışmasına sürüklemeyen, farkındalığın eyle-
me ‘eşlik’ ettiğini belirtmekle yetinen özeba-
Avrupalının Aydınlanma Hareketi’nin kışçı bir savdır.
tarihsel kaynakları çok yönlü araştırılmış- Bilgi teorisi sınırları dışından bakıldı-
tır. Felsefe maddi oluşumların arkasındaki ğında, Descartes’ın savının tarihsel önemi
güdücü düşünceleri arar. Maddi oluşumlar görünüşe çıkar. Önem, bireyin kendi dü-
kendiliklerinden gerçekleşmez; iradeyle şüncesine sahip çıkması ve kendini olum-
gerçekleşir, yönlendirilir. Yönlendiren irade- lamasıdır. “Kendim düşünüyorum, başkası
nin ne tür maddi etkilerle harekete geçtiği tarafından düşündür(t)ülmüyorum; başkası
sorusu, maddeci tarihsel diyalektiğin temel benim düşüncemim sahibiyse, kendime dö-
sorusudur fakat felsefe için ikincildir; çünkü nük olamam, ‘varım’ diyemem”. Bu çıkarım-
düşüncenin dönüştürücü etkisi olmadıkça, lar Yeniçağ felsefesine damgasını basmış-
düşünceyi etkileyen maddi-ekonomik sü- tır. Bazı düşüncelerin etkilerinin filozofların
reçler amaçsız kalır ve bunlar hakkında hiç- esas amaçlarının ötesine geçmesi pek de
bir bilinçlenme olmaz. Bu nedenle, maddi ender olmayan bir durumdur. Bireyi zor-
altyapının düşünsel üst yapıyı etkilediği ve la öyle düşündüren otorite sarsılmaktadır.
biçimlendirdiği savı diyalektiği göstermeye Otoritenin sarsılması devrimlerin işaretidir.
yetmez. Descartes’ın zavallı bir tanrı ispatına tutun-
Ortaçağlardan çıkışın belirleyici bir fel- masına rağmen, (Anselmus’dan kaynakla-
sefi kaynağının Descartes’ın cogito’sunda nan ‘ontolojik ispat’) tanrının varlığını insan
bulunduğu doğru bir saptamadır. ‘Düşünü- aklına muhtaç kılan girişimi, tanrının varlığı
yorum, öyleyse varım’ çıkarımı bilgi felse- savının bir sav değerinde olamayacağı so-
fesi sınırları içinde kalmadı. Bilgi felsefesi nucunu getirdi. Bu nedenle Aydınlanmanın
sınırları içinde bakıldığında, ‘ben bilinci’nin en önemli kaynağıdır.
bireyin tüm edimlerinde tözselce bulunduğu Bir başka, ama aynı önemde saydığım
savı reddedilemez. Kant’ın, ben bilincinin kaynak, Geulincx’in ‘sarsılmaz hakikatin
bilinecek bir dünya gerektirdiği, kendi ba- aksiyomu’ : axioma veritatis inconcussae,
şına oluşamayacağı savı Descartes’ın sa- adını verdiği ilkedir (belittir). Tarihsel önemi
vını çürütmez, tamamlar. ‘Ben bilinci bütün dikkatlerden kaçan ilke şudur: “Nasıl oldu-
edimlere eşlik eder’ şeklindeki Kantçı sav, ğunu (yapıldığını) bilmediğin bir şeyi (sen

Kasım / 2020 7
de) yapamazsın” : Quod nescis quomodo önemlisi, teolojinin bilgice içeriksizliğini gös-
fiat, id non facis. Bilgi teorisi sınırları için- termesiydi. Gözümü her açıp kapayışımda
de bu aksiyom, algılayan özne ile algıladığı çevremi görmemi Tanrı sağlıyorsa, o Tan-
nesne arasındaki bağın açıklanamazlığını rı beni yaratırken eksik bir şeyler bırakmış
belirtir. Sorun günümüzde de açıklanamaz- demektir. Bu durum her insan için böyle ol-
lığını sürdüren, bu nedenle de kapıları me- duğuna göre, her insanın her andaki algıla-
tafiziğe ardına kadar açık bir sorundur. Mad- masını sağlayan Tanrı, kendi işini gerçekten
de-bilinç, beyin-bilinç, genetik kodlanma zora koşmuştur.
ve dış dünya üzerine teoriler yığılmaktadır. Fakat bu savın açtığı yol, sadece algıla-
Geulincx, Descartes’ın cogito-extensa (dü- ma olgusunda değil, genel olarak doğada zo-
şünce-cisim) paralelizmini aşkın bir kaynak- runlu bağlantılar olduğu, hatta Tanrının bile
ta buluşturmaya girişti. Kaynak-daha sonra bu zorunlulukları ortadan kaldıramayacağı
Berkeley’in de ‘Tanrı hepimiz için algılar’ savına karşıt gelişen, günümüzde ise bilim
savıyla başvuracağı, Leibniz’in ise ‘önceden felsefesini, sorunun çekirdeğini irdelemeye
kurulmuş uyum’ (prestabilierte Harmonie) götüren bir yoldur. Hume’un doğada neden-
teorisiyle akılsallaştırmaya çalışacağı- Tan- sel bağın varolduğu ama zorunlulukla varol-
rı iradesiydi. Geulincx’in savında algılayan madığı savı, tırmanışın doruğu olacaktır.
özne ile algıladığı nesne arasındaki bağı Descartes’ın her sorunu sonuna kadar
her defasında Tanrı kuruyordu. Her ‘vesi- çözme niteliği atfettiği ratio’yu (rasyonalizmi
le’de Tanrı iş başındaydı. Böylece bu akım bir izm kılan budur) izleyen Geulincx, karşıt
vesilecilik/okazyonalizm (occasio) adını savın canlanmasına, hiç de niyet etmediği
aldı. Açıklanamazlığın bu şekilde açıklanışı bir tarzda hizmet etmiştir; çünkü bir şeyin na-
elbette teolojik bir savın felsefeye gereksiz- sıl yapıldığını bilmek ancak deneyimle ola-
ce taşınmasıydı, fakat aynı zamanda ve asıl naklıdır. O halde aksiyom aslında empiriktir.

8 Kasım / 2020
Ekmeğin undan, unun buğdaydan yapıldı- çeşidi ‘dünyanın rastlantısal varoluşu’ sa-
ğını bilirim, ama ezbere öğrenilmiş olarak, vından hareket edendir: Argumentum a con-
deneyiminden geçmeden bilirim. Bilgileri- tingentia mundi. Mundus, dünya, sadece
mizin büyük çoğunluğu bu tür öğrenmeler- yer küresi anlamında değil, tüm varolanlar,
dir ve bizi her konuda deneyim edinmekten evren anlamındadır. Akıl yürütme şöyledir:
kurtarır; fakat ekmek yapmak konusunda Dünyanın kendisinden, tam da böyle varo-
edindiğim bilgiler ekmeğin nasıl yapıldığını luşundan, yani işleyişinden, fiziksel hareket
eylemde göstermeme yetmez. Tarlayı sür- yasalarından kalkarak zorunlulukla varoldu-
mek, buğdayı ekmek, hasadı harmanlamak, ğu sonucu elde edilemez; çünkü başka türlü
kaldırmak, öğütmek, un yapmak, sonra da olabilirlik her an olanaklıdır ve zorunluluğu
pişirmek uzun yüzyıllar boyunca tarihsel ka- kırar; nedensel beklenti gerçekleşmeyebilir.
zanılmış becerilerdir. Bu nedenle hiç kimse Dünyanın varoluşunun temel nedeni kendi-
hiçbir başarıya kendisiyle, kendi cogito’su ile sinden türetilemeyince, fakat yok olmadığı,
başlayamaz. hep var olduğu da reddedilemeyince, zorun-
Bu tartışma eskilerden gelen karşıt iki lu varoluşun dünyadan ayrı bir nedeni olma-
savın yeni içeriklerle ortaya çıkışının bir ör- lıdır düşüncesi doğar; bu nedene Tanrı denir.
neğidir de. Arapça felsefede İbn Sina’nın Rastlantıdan zorunluluğa doğru bu akıl yü-
doğada zorunlu bağıntı düşüncesini benim- rütme, bütünüyle bilimdışı olmakla beraber
semesine karşı Gazali’nin bunu reddedişi rastlantı ve zorunluluk kategorilerinin gerek
bilinen bir karşıtlıktır. Gazali güneş ile ışık bilgi üreten aklın gerek bilginin kazanıldığı
arasında zorunlu bir bağlantının olmadığını varlığın başlıca kategorileri arasında olduğu
ileri sürdü (Hume, bu tür bağlantıların zo- kavrayışına yol açtı.
runlu olduğunu ileri sürmeye “hakkımız yok” ‘Doğayı anlayarak yaratana inanma’,
der). Gazali zorunlu bağın olduğunu savu- yola çıkmak ama yarı yolda kalakalmak ol-
nan filozofların tutarsızlığa düştüğünü iddia masına rağmen, donuk kalmaya mahkûm
etti, çünkü birlikte oluşu zorunlu bağlantı din öğretisiyle (doktrinleşen din) çekişmede
sanıyorlardı. Sorun elbette Aristoteles’in ‘ilk bir çabanın göstergesidir de.
felsefe’ anlayışının eleştirisine geri gidiyor-
du. İlk felsefe (zorunlu ilk nedenler ve ilk ilke- 5.4 Kutsamanın Şiddete Yatkınlığı
ler) olamayınca sonraki felsefe de olamazdı.
Böylece Gazali felsefeyi gözden düşürdüğü- Kutsama göklere ne kadar çıksa, göksel
ne inandı. Yukarıda başka bağlamda belirt- umutlara ne kadar yükselse de dünyevi bağ-
tiğim gibi, felsefeyi bu iman çıkmazından larından kopamaz, kaynaklandığı gerçeklik
çıkaran, yeniden hayata kavuşturan kişi İbn temelini sökemez. Aşkınlık duygusu -kutsal
Rüşd olmuştur. kavramlar dizini oluşmuşsa bilinci de oluş-
Sayısı belitsiz tanrı ispatlarının ancak muştur- günlük, basit ilişkilerden doğar. Bu
bir tanesi ciddiye alınabilecek niteliktedir ilişkilerin geniş örgüsü daima siyasaldır.
fakat hepsinin ortak özelliği mantıktaki bir Aşkınlık, kutsama, yücelme (yüceltme)
yanıltmacaya sırt dayamış olmalarıdır. Bu olguları psikoloji ve psikanaliz tarafından ay-
yanıltmacaya ‘petitio principii’ denir: Sonu- rıntılı çözümlenmiştir. Çözümlemelere C.G.
cu zaten içeren bir ilkeden hareket ediliyor, Jung’un katkısı büyüktür. Özebakışçı felsefe
çıkarımlardan geçiliyor ve ilkenin ispat edil- şu yalın dayanaktan hareket eder: aşkınlık
diği düşünülüyor. Ciddiye alınabilecek ispat duygusu kutsamaya kaçınılmazca yol açar.

Kasım / 2020 9
Bu duygu mistik ‘evrensel birliğe’ yönelik Cemaat ahlakının hakikati çiğnemesinin
olabilir (vahdet-i vücut inancı gibi) ve yücel- tarihteki en hazin örneği, MS Mart 415’te
diğine inanan insana bütünlükte bir yer sağ- bir gün İskenderiye’de yaşanmış olaydır. İlk
layabilir. Fakat aynı zamanda yücelmişlikte kadın matematikçi, astronom, filozof Hipatia
bir egemenlik hezeyanı da vardır. Kutsama- bir Hıristiyan cemaati tarafından taşlandı,
nın şiddete dönüşümü hezeyanla başlar. doğrandı, doğranmış parçaları yakıldı. Ci-
Dinin saflığından söz edenler bununla nayetin nedeninin siyasal kıskançlık olarak
herhangi bir din öğretisine bağlanmışlığı gösterilmesi, dışsal neden olarak doğrudur.
kastettiklerinde, saflığı kirletmiş olurlar; çün- Roma yönetimi altında İskenderiye’de, baş-
kü saflık -çıkar gözetmekten arınmışlık- ki- ka yerlerde olduğu gibi, Hıristiyanlık serbest
şinin vicdanıyla başbaşa kalmasıyla olanak- bırakılmıştı. Dörtyüz yıllık ezilmişliğin öcü
lıdır ve bu olanağın gerçekleşmesinde hiçbir bilimden alındı. Asıl neden, sürü ahlakının
tanrı sözü gerekçe olamaz; olursa, saflık şiddet uygulamaya ölçüsüzce yatkınlığıdır.
araçlaşır. Din ahlakı içinde yaşayanların fel- Oysa bu dinin peygamberi şiddete başvur-
sefi ethik’den öğrenecekleri hakikat budur mamayı birinci ilke olarak öğretmişti. Fa-
(Kant’ın ethik’ini dinin felsefeleştirilmesi sa- hişelikle itham edilen bir kadını taşlamaya
nan dar kafalılar, onun “İnsan Tanrı için bile gelen yığının önünü kesmiş (bu töreyi Ya-
araç olamaz” deyişi üzerine düşünsünler). hudi artık uygulamıyor, Suudi Arap devam
Kutsamanın şiddet aracına dönüşmesi ettiriyor), “İçinizde hiç günahı olmayan ilk
kişisel vicdanın arınmışlığını yitirenin, ce- taşı atsın” demişti. Şiddetin ölçüsüzce büyü-
maatin sürü ahlakına kapılmasıyla başlar. yebileceğini derinden kavrayan o insan, asıl
Bu duruma ‘vicdanın kamburu’ diyorum. Vic- kişiliğiyle “İnsanoğlu İsa”, sonraki çağlara,
dan örgütlenmez. Din bir örgüttür. Kişilerin özellikle günümüze, şöyle seslenmişti: “Kı-
vicdanlarının kendilerine ve birbirlerine ses- lıçla kazanan, kılıçla mahvolacaktır”.
lenişi, ancak ve ancak birebir ilişkide duyu- İki peygamber vardır. Birincisi, gerçek-
labilir. Bu ses bir cemaat sesine dönüşünce, te tanrısız, ötedünyasız olan ve ölümsüz
birbirine baskı, hatta işkence olağanlaşır. Ki- ruhun hayal olduğu insan hayatında birlik-
şisel vicdanı sindirme siyaseti şiddete baş- te yaşamanın tek yolunun yüzyüze ilişkide
vurur. Yahudilikte aforoz, İslamiyette ‘katli bulunabileceğini gösteren Buddha. İkincisi,
vaciptir’ ilanı şiddetin sonucudurlar. insan varoluşunun kendi-öteki temel çelişki-
Dünya tarihinde bir ya da birkaç bilim sini öteki için çözmeye girişen İsa. Öbürleri,
temsilcisinin bir ya da birkaç din temsilcisi- tarihsel koşullarına göre, sosyal reformcu-
ne saldırdığı, işkence ettiği, öldürdüğü, en durlar.
azından baskı altına aldığı hiçbir ‘vaka’ yok-
tur. Oysa bunun tersi vakıa sayılamayacak
kadar çoktur. Bilimin örgütlenerek kurum-
laşması, incelenen konunun gerektirdiği bil- * Uluğ Nutku’nun İnanmanın Felsefesi (Anı Ya-
gi ‘ne ise onun uğruna’dır. Kısaca, hakikat yınları-2012) kitabına, sonrada yazdığı iki alt bö-
uğrunadır. İnancın örgütlenerek din kurumu lümdür. İlk kez yayımlanmaktadır. Bu vesileyle
şekline girmesi hakikat araştırması uğruna 17 Kasım 2014’te kaybettiğimiz hocamızı say-
gıyla anıyoruz. Mustafa Günay.
değildir ve olamaz, çünkü hakikati aşkınlık
inancının altına koyar.

10 Kasım / 2020
n+1

kayık olmak var bu saatinde gecenin


deli dalgalarına kapılıp gitmek için
kız gibi ayışığında
denizin

dönüp dönmemek mi
yeter ki yosun ve tuz kokularında yıkansın yüreğin
sonra da nereye sürüklerse sürüklesin
birdenbire çıkacak fırtına

nasıl olsa garantisi yok hiçbir şeyin


parçalanırsan belki bir kıyı bulur
hani seni hep çeken
uzaklarda ta uzaklarda

önemli olan yaşama verdiğin anlam


her aşk böyle değil mi biraz da

Hayrettin GEÇKİN

Kasım / 2020 11
Hayat Üzerine (1)

H. Haluk ERDEM

Merhaba. Adım Kadir. 25 yaşındayım ve Bu süreç hemen hemen bir-iki aya yakın
kanser hastasıyım. Bir dizide gördüm: Kızın sürmüş olmalı, belki daha fazla. Çünkü o
amansız nörolojik bir hastalığı vardı ve dok- zamanları hatırlayamıyorum tam olarak.
toru ona günlük tutmasını söylemişti. Ben Bu konuyu bizimkilere açtığımda kendi-
de o sırada hastanede olduğumdan, ne- mi hemen hastanelerin ‘’Genel Cerrahi’’ bö-
dense bu fikir aklıma yattı ve ben de günlük lümlerinde buldum. Gören her doktor “bunu
tutmam gerektiğini düşündüm. Çok uyuşuk ameliyatla çıkarırız” demişlerdi. Ameliyat
olduğum için bu işi yedi ay sonra yapıyo- görmemiş, iğneden korkan bir insan için bu
rum ve günlük yerine bilgisayara yazıyorum, durum kısa süreli nefesini tutma ve karında
şaka gibi. Ama nedeni çok basit, yazılacak kelebeklenme olarak geri dönüyordu.
çok şey var ve yazım o kadar çok kötü ki üst Aslında sorun göğüs ucunda değildi. Çok
satırlara baktığımda ne yazdığımı zor an- daha aşağılardaydı. Tehlikedeydim ve bu
lıyorum ve de nedense kalemi tuttuğumda tehlikeden habersiz yaşıyordum. Bir-iki dok-
resmen parmaklarım uyuşuyor. O yüzden torun aynı sözlerinden sonra şansımızı Gazi
günlükten çok düz yazı tadında olacak; 31 Hastanesinde denedik ve Endokrinoloji Bö-
Ekim tarihine kadar. lümüne gittik. Orada kanserin ayak sesleri
duyulmaya başladı. Kan-hormon sonuçla-
22 Mart Öncesi rım felaketti. AFP ile Beta-HCG hormonları-
2018 Mart ayı kanserle tanıştığım ve nın 0-5 arası olması gerekirken bende 320
kanserin de benimle tanıştığı bir aydı. çıkmıştı. Kesinlikle tehlikedeydim hatta bunu
Tüm hikaye, sağ göğsümde büyüme (ji- gören doktor beni Üroloji’ye “ACİL’’ olarak
nekomasti) ile başladı. Marttan önceki aylar sevketmişti. O kağıttaki ACİL yazısı beni
demek ki bazı şeylerin vücudumda çıkma- korkutuyordu. Gerçekten de bir sıkıntı vardı
sına izin vermeye başlamıştım. Sağ göğüs ve ben o sıkıntıya doğru sevk ediliyordum.
ucu büyümüş ve ağrımaya başlamıştı. Has- Ultrasondan sonra doktor kontrol edince
taneden de nefret ettiğim için bu durumu ’’hemen almamız lazım bunu’’ dedi ve bu
herkesten ve kendimden saklamıştım. Ama cümle karnımda büyük bir kelebeklenmeye
gördüm ki yaptığım en büyük hata bu ol- yol açtı. Tepki bile veremedim. Söylenebile-
muş. Ben sakladım, o büyüdü. Durum böyle cek bir şey yoktu zaten.
ilerlerken bir baktım sağ göğsümdeki şişlik Acılarla dolu yola yürüdüğüm ilk adım
azalmaya ve eski haline gelmeye başladı. başlamıştı. Vücudumdan bir organ alına-

12 Kasım / 2020
caktı yarın sabah. Çünkü içinde olmaması doktor da çay içiyorlardı Kapalıçarşı esnafı
gereken bir tümör vardı. Tabi ben pek hissiz gibi. Ondan sonra beni ameliyat sandalye-
ve tepkisizdim o zamanlar. Annem ile ablam sine aldılar ve hazırladılar. Rahat olmaya
ağlamıştı bu duruma ama ben hiç oralı bile çalışıyordum ama aslında içimde meraktan
değildim. En azından ameliyat nasıl bir şey- oluşan bir korku vardı; tanımadığım bilme-
miş onu görürüm diyordum kendi kendime. diğim bir şeyle karşılaşma korkusu. Üstüne
Haberi aldığım gün doğum günümdü. Orası üstlük dün aksam ameliyat videolarını izle-
başka bir ironi. dim ve genital bölgenin kesilmesi fikri deh-
Ameliyattan 12 saat önce aç olarak gel- şete kapılmama sebep oldu. Ama gene de
mek gerekirdi. O kadar çok cahildim ki ame- vücudum ve her şeyi normal karşılamaya
liyat önlüğünü ters giymiştim banyoda. Sefe- başlayan ruh halim bunun üstesinden geldi.
re hazırlanacak padişah gibi ordum (anam, Tamamen yatış pozisyonundaydım ve
babam, ablam, Erdo abi) beni hemen kapı- başıma toplandılar. Zaten öncesinde ak-
da bekliyordu, ha birde ameliyat yatağı. rabalarla yukarıda bekleme, ameliyat söz-
Ameliyathaneler en alt katta bodrum ka- leşmesini imzalamak gibi süreçler can sı-
tındaydı ve kesinlikle ilginç bir havası vardı. kıcıydı. Neyse ki kansere doğru ilk adımımı
Kasvetliydi çünkü güneş ışığı yoktu. Orada- atacaktım ve en azından arafta durmaktan
ki cerrah ve hemşireler için o kadar normal ziyade bir yola girmek iyiydi. Sol elimin ora-
bir hal almıştı ki bildiğiniz oranın esnafıydı- dan damar yolu açıldı. Bana bir-iki soru
lar. Ameliyatımı yapacak genç doktor bile soruldu ve sonra uzaya doğru fırlatılacak
‘’çay içip geliyorum’’ dedi rahat bir tavırla. sonda gibi sayım yapıldı. Sayım 1’den 4’e
Sonra beni içeri aldıklarında sanki karşımda kadar sürebildi çünkü dördüncü sayıyı söy-
bir esnaf tablosu belirdi. Sağda bir-iki hem- lediğim anda her şey hissizleşmeye ve ku-
şire telefondan mesajlaşıyor, soldaki bir-iki laklarım duymamaya başladı. Anestezi sizi

Kasım / 2020 13
gerçekten de bulutların üstünde uçuruyor- eve hemen bir klozet almak ve patoloji so-
du. Gözlerim kapandıktan sonra her şey ta- nucunu beklemekti. Hala kanser olduğumu
mamen karanlıktı. Rüya bile yoktu sadece bilmiyordum çünkü tek düşündüğüm tümö-
karanlık bir boşlukta idim. Ölümden sonrası rün alındığına göre her şeyin bittiği idi. Me-
gibi. İlginç bir deneyimdi. Bir süre karanlık- ğer, her şey yeni başlıyormuş.
ta durduktan sonra nazik bir sesle ‘’ Kadir On on iki gün sonra patoloji sonucunu
Bey’’ dediklerini duydum ve gözlerimi açtım aldık ve üroloğa, doktora gittik. Üroloğum
uykudan uyandırılmış gibi. Tam hatırlamıyo- tanınmış bir doktor olduğu için hastaları sü-
rum ama ameliyat 1 saat sürdü sanırım ve rekli gelip gidiyordu. Sürekli ameliyat yapı-
2.5 cm’lik tümör, testisle birlikte çıkarılıp la- yordu. Neyse sonuçlar çokta iyi değildi. Çı-
boratuvara incelenmeye götürülecekti. Ben karılan tümör kötü huyluydu.
de on iki kat yukarıdaki dinlenme ve gözlem Tümörü şöyle özetlemek istiyorum: Ar-
odasına. Uyandıktan sonra hemen yara izi- tık talihsizliğimden mi, şanssızlığımdan mı,
ne baktım tamamen sargılıydı ve cinsel or- vücudumun bağışıksızlığı mı ya da Tanrının
ganımın sağ tarafı da öyle yani bildiğiniz her beni bir şekilde sınaması mı, bir türlü ata-
şey ortalıktaydı. Belki de ameliyat yaparken namayıp bunu bir dert haline getirmemden
eğlenmiş bile olabilirler. Yine de utanç ve- mi onu hala bilmiyorum ama vücudumda bir
rici bir durum. Gel gelelim uyandıktan son- şekilde testis tarafında anormal hızlı oluşan
ra yoğun bir acı vardı orada; çünkü sinirler hücreler ortaya çıkmıştı. Maalesef vücudu-
beyine sürekli ileti gönderiyorlardı. 3-4 saat muza tam olarak hakim olamadığımız için
sonra acı dinmeye başladı ve ben hareket- içimizde oluşan yabancı şeyleri öyle kolay-
siz yatıyordum. O arada yanımda kim vardı ca atamıyoruz. Üstüne üstlük vücutta bunu
hatırlamıyorum, ama kuzenim Ali Kaan’ın kendinden bir hücre sanıyor. Sanırım kanser
kalmasını istediğimi hatırlıyorum. Anne ve dedikleri şeyin açıklaması çok basit. Hücre-
baba refakatçilik olayını abartıyorlar çünkü. nin oksijensiz solunumu. Oksijen almayınca
Koruma içgüdüleri çok yoğun olduğu için hücre mayalanma süreciyle metabolize olu-
hastayı rahatsız ediyorlar. İyilik yaptıklarını yor ve bu normal hücreden sekiz kat daha
sanıyorlar doğası gereği; ama bir tarafı da büyük oluyor. Bu yüzden vücut, kanseri
kötü oluyor, hastayı bunaltıyor. beslemeye çalışırken kapasitesinin üstünde
Ameliyat gecesi tuvaletim gelmişti ve çalışıyor. Kanser hücresini öldürmemek için
yavaşça tuvalete gittiğimde dayanamadım, vücut oraya proteinden şeker yapıp yolluyor.
gerçekten de organın alınıp alınmadığını Bu şekerle beslenen kanser hücresi çoğalı-
merak ettiğim için elimi götürdüm ama eli- yor ve vücut bunu normal sanıyor. Kısaca
me boşluk gelmişti. Ve o zaman dayana- vücutta oluşmaya başlayan kontrolsüz hüc-
mayıp gözlerim dolmuştu. Ama bu mecburi re bölünmesidir. Vücudumuzdaki 75 milyar
bir olaydır. Tümörler bulunduğu dokuyu ya- hücrenin bazılarının doğasından çıktığını
vaşça ya da hızlıca sarar onun için tümörlü ve kendini yenilemede abarttığını düşünün.
dokuyu komple çıkarmak gereklidir. Sadece Kontrollü yenilenmeyen hücreler demek ki
tümörü alırsanız risk almış olursunuz. testisimde oluşmuş ve eski ölü hücrelerde
Ertesi gün çok hafif bir acı vardı. Geçmiş orada kalmış ve kontrolsüz çoğala çoğala
olsuna gelmeler falan derken üç gün yattık- 2.5 cm’lik bir yabancı bir tümör oluşmuş.
tan sonra 25 Mart’ın yağmurlu bir sabahında Bunu ancak bazı hormon değerlerinin anor-
taburcu olmuştum. Şimdi yapılması gereken malliği ve testiste şişlik sayesinde anlayabi-

14 Kasım / 2020
lirsiniz. Türlerinin arasında en hızlı yayılan vardır ki bu programa başlamadan önce 25
tümör testis tümörüdür ve aynı zamanda te- sayfalık bir kitapçık dağıtılır. Bu ilaçlar acılı
davisi bulunan ilk tümör de odur. Bu yazıları, bir şekilde elde veya kolda damar yolu açı-
1990’dan önce bulunan “Cisplatin’’ adlı ilaç larak kana karıştırılır ve yoldaki iyiyi kötüyü
sayesinde yazabiliyorum. Bulunuşundan ayırt etmeden yok eder, geçer. Bundan en
bugüne 30 yıl geçmiş. Tümör yayılmayı çok çok kan yapıcı ve kan taşıyıcı hücrelerimiz
sevdiği için ilk uğrak noktası karın içi lenfler etkilenir. Her hasta cinsiyetine vücut yapı-
olur. Sonra, akciğere geçer ve en son evre- sına, yaşına, boyuna, kilosuna ve iradesine
de beyne sıçrar. Şu an öldürme oranı çok göre yaşar.
ama çok az neredeyse yüzde 8 civarındadır. Ameliyattan iki hafta sonra ilk kürüm
Bu tümörün birçok çeşidi ve yayılma süreleri başlıyordu. Kür dedikleri uygulama yirmi bir
var. Benimki kötü huylu, tedaviye cevap ve- gün içerisine yerleştirilmiş yedi kez damar
ren ama biraz uğraştıran bir cins. Beni he- yolundan alınan radyoaktif ilaç takviyesiy-
men bir onkoloğa sevk ettiler ve aile içinde di. İlk beş gün arka arkaya günde 4-5 saat
ablam tümörü araştırmaya başladı. Onkolo- son iki gün ise günde 45 dakika sürüyordu.
ğa gittiğimizde bizi güler yüzlü bir onkolog İlk günüm ne heyecanlıydı ne de başka bir
karşıladı. Tam hatırlamıyorum ama ‘‘seni şey. Sadece ortama yabancıydım ve yeni
tedavi edeceğiz, iyileşeceksin’’ vs. cümleler bir zorlu yola çıkmıştım. Ayaktan kemote-
söyleyip bana üç kürden oluşan bir kemote- rapi ünitesinde tek genç bendim ve herkes
rapi programı yazdı. yaşlıydı. Kiminin durumu kötüydü, oldukça
zayıflamış ve yorgun düşmüşlerdi. Bense
3 Nisan 2018 – Kemoterapiye giriş bu durumu reddetmek için etrafa neşe saç-
Kemoterapiden bahsetmeden olmaz maya çalışıyordum. Hal hatır soruyordum.
çünkü her şey kemoterapide bitiyor. En sı- Ya da sadece rol yapıyordum bilemiyordum.
kıntılı günlerdir kemoterapi günleri. Ameli- İlk iğnenin elime girdiğinde acıyı unutmak
yat, oldu bitti derken acısı bir üç gün sürer, için hemşire ile sohbet ettim. Bu işe yaradı.
ama kemoterapi öyle değildir. İstediğiniz ka- En azından acı çekerken beyin başka bir işe
dar organik yiyin, televizyondan gördüğünüz kafa yorduğu için acının etkisi azalıyordu. İlk
karman çorman karışımları deneyin çok fay- olarak ilaç vermediler. Vitaminden oluşan bir
dasını görmezsiniz. Tümör ve kanser böyle bardak kokteyl içtim. Zaten hiçbir ilacı asla
şeylerle gitmiyor. Güzel sözlerle de gitmiyor. doğrudan veremezler, mutlaka bir şeylerin
Dua ile de gitmiyor. Bu söylediklerim kemo- içine enjekte edip verirler. 5 saat sonra bitti-
terapinin yanında gücü olan şeylerdir. ğinde nihayet tuvalete gittim. Çünkü damar-
Kemoterapiyi kötü yapan şey içindeki dan 1 litreden fazla ilaç almıştım ve vücut
radyoaktif ve kimyasal olan ilaçlardır. Şu zararlı olan ilacı atmak için boşaltım siste-
an yazarken bile aklıma kokusu geliyor ve mini kullanmıştı. İşimi giderdikten sonraki
midem bulanır gibi oluyor. Üstünden o ka- o ilginç tiksindirici ilaç kokusu tüm tuvaleti
dar zaman geçmesine rağmen. Eğer kemo- sardı. Gerçekten de vücudun ve benim hiç
terapi aldığım sırada bahsetseydim büyük istemediğim bir şey şuan vücudumda do-
ihtimal kusmaya hazır olurdum. Bu için- laşıp tümörle savaşmaya çalışıyordu ama
deki ilaçlar (etoposit, cisplatin, bleomiycn, iyi hücrelerle de savaşma gibi bir gaflete
ifosfamid, taxol vb) gibi ilaçlar aşırı zararlı- kapılmıştı. İlk kür bittiğinde onbeşinci gü-
dır vücuda. O kadar çok zararı ve yan etkisi nümdeydim ve kemoterapinin meşhur yan

Kasım / 2020 15
etkilerini daha hissetmemiştim açıkçası ve Haziran Başları 2018
üstüne üstlük bugün bir türlü olmayan söz- Bu zamanlarda ise ikinci kür bitmiş ve
leşmeli öğretmenlik mülakatı vardı. O günün üçüncü küre doğru adım atmıştım. Çok şü-
sabahı uyandığımda yastığıma hatırı sayılır kür normale dönmeye az kalmıştı. Bir on-
miktarda saç teli dökülmüştü. Sonra saçımı koloğun söylediğine göre okyanusu aşmak
çektiğimde bir tutam saç elimde duruyordu. üzereydim. Üçüncü kürü almak için kan de-
Kötü bir histi gerçekten de. Kemoterapinin
ğerlerimin (beyaz, kırmızı kan hücrelerinin)
acı bir gerçeğiydi bu. Saçlarına elveda de-
düzelmesi gerekiyor yoksa kemoterapi ve-
mek. Çok umursamadım açıkçası. Dediğim
rilmiyordu. Zaten damardan aldığım kadar
gibi yaşanılan şanssızlıklar, olmayan ve ger-
zehri alıyordum, ayrıca üstüne haftada 1
çekleşmeyen durumlar beni nötr biri yapmış-
tı ben de işte mülakattan sonra kazıtırım de- kan veriyordum. Ayaktan kemoterapi üni-
dim kendi kendime o kadar. 5 dakika süren tesinde insanlarla konuşamıyordum. Zaten
mülakattan sonra eve vardığımızda babama neredeyse hepsi konuşamayacak kadar
saçlarımı kazıttım. Keşke üzerimde değişik yorgundular. Tek konuşma cümlesi “Geçmiş
saç stilleri deneseydim. Hiç aklıma gelmedi olsun, ne zaman oldu bu olay’’ cümleleriydi.
doğrusu. Gerisi gelmiyordu. Kemoterapi uyku getirdiği
Neyse artık geldik kemoterapinin acı için herkes uyukluyordu ben de uyukladım.
gerçeklerine. İlk kür bittikten iki hafta sonra Yapacak bir şey yok. Bir de su içmeye çalışı-
ikincisi başlayacaktı. Şimdiden 1-0 yeniktim. yordum ama çok zordu. Su, kemoterapi ila-
Saçlarım yoktu. Mide bulantıları kendini belli cının vücuttan atılması için gerekli bir şeydi.
etti. Kussam mı kusmasam mı düşünceleri. İçilmesi gerekiyordu ama içesim yoktu onun
Ne zaman mutlu olacağım soruları, tava-
yerine meyve suları, ayran gibi içeceklerle
na boş boş bakmalar, sudan nefret etmeye
idare ediyordum.
başlamam (su ile ilacın aynı renkte olmasın-
Neyse güç bela bu kür de bitince yan et-
dan dolayı) gibi düşünceli ve ağrılı ifadeler
takındım bu kürde. kiler iyice belli olmuştu vücudumda:
1) Kaş ve kirpiklerde azalma, 2) Deride
Nisan Sonları 2018 oluşan koyu çizgiler (ilaç yanıkları) 3) Aşırı
Sanırım ikinci kür için ilaç protokolü ha- yorgunluk ve usanmışlık 4.) Üreme siste-
zırlık zamanıydı. Ne olmuştu? İlk giden saç- minin çalışmaması ve Sperm üretilememe-
larımdı sonra hafif bulantılar ve bıkmışlıkla- si 5) Zaman kavramının yitirilmesi ve aşırı
rın başlangıçları. Ama en azından iyi şeyler sıkılmışlık; yani herhangi bir olay için kılını
de oluyordu. Kan değerlerim normale doğru kıpırdatmama durumu 6) El ve ayak tırna-
gidiyordu. Tümörüm biraz büyüktü 5-6 cm ğımdaki yamulmalar ve renginin kızıl renge
civarıydı. Ama cevap veriyordu tedaviye en dönüşmesi. 7) Ağızda zaman zaman oluşan
azından. Zaten aldığım ilk dört kür başlan- yaralar, Boşaltım sisteminde oluşan yaralar.
gıçtır. 1. Seviyedir. İşler sarpa sardığında
8) Sürekli uyuma isteği ve son olarak kan
daha zoruna geçilir ki öyle de olacaktı Ekim
hücrelerinin düşük olması (nötropeni).
ayında…
Kanserin komik bir yan etkisi vardı. Abla-
Bu kür de ilki gibiydi. Aynı yan etkiler var-
mın araştırmacı kişiliği sağ olsun onu bir on-
dı. Çok etkilenmemiştim. Keşke hatırlasam
tam olarak neler oldu ama unutmuşum. Sa- koloğa dönüştürmüştü. Gerekli tüm bilgilere,
nırım bu kürde yavaştan mide bulantılarının tezlere ve bu hastalığa yakalanan kişilere
üstüne az da olsa kusma olayı eklendiğiydi. ulaşmış ve bizi daha iyi bilgi sahibi yapmıştı.

16 Kasım / 2020
En azından neye karşı savaş verildiğini az riydi. Çünkü o bir hafta içerisinde tümörüm
çok biliyorduk. Tabi bazen bu evde tartışma- kendisinin ciddiye alınmadığını fark etmiş
lara neden olsa da. olacak ki kemoterapiye bağışıklık kazanıp
Kemoterapinin olmazsa olması mide bu- geri saldırmıştı. Kan değerlerinde ani AFP
lantısı, halsizlik ve kusma genelde kemote- artışı bunu gösteriyordu ve her şey başa
rapi bittikten sonra yani 6-9. gün arasında üç döndü hem de beş ay süre içinde. Sonra 4.
dört gün süren bir durumdu. Şükür devamlı Kürü de aldım ama aynı ilaç ve aynı protokol
değildi. Zaten yukarıdaki bahsettiğim tüm verilmişti. Bu bana göre yanlıştı çünkü zaten
ruhsal ve fizyolojik durumlar elbette geçe- tümör evrim geçirmiş geri saldırmıştı. Aynı
cekti. Elbet bir gün yeni bir güne uyanacak- protokolü sürdürmek doğru muydu?
tım. Belki de insanlar yaşamak için kanser Bu durum yüzünden onkoloğumdan iyice
oluyorlardı. Ya da tekrar yaşamı bulmak için. soğumaya başlamıştım. O da zaten uzak-
Bu kemoterapi biter bitmez çok güzel bir tan bana bakıp ilaç reçetesine imza atıp
haber aldık ve çok sevindik. Umarım her şey geri yolluyordu. Yaptığı bir iş yoktu açıkçası
bitecekti ve son vuruşu da ürolog karnımda- ve başka doktorlarla da çelişiyordu. Kafam
ki kitleyi alınca yapacaktı. Çünkü o sıkıntılı karmakarışıktı. Artık kendi derdimi başka
BETA-HCG ve AFP normale dönmüştü ta- hocalara anlatıyordum. Neyin ne olduğunu
mamen. Ama tomografide kitle 7-9 cm idi. yolun neresinde olduğumu bir türlü bilmiyor-
Bu, ürolog için çok önemli değildi; çünkü asıl dum. Sanki dalgasına alıyordum bu ilaçları.
önemli olan içinde yaşayan bir hücre olup Yani lay lay lom gibi bir şeydi. İlacı al, kan
olmadığıydı ve vücudumda buna inanmış ver, onkoloğa imza attır ve gene başa sarsın
olacaktı ki kemoterapinin kötü izleri yavaş her şey… Bu yüzden onkologumu değiştir-
yavaş üzerimden silinmeye başladı. Saçla- me kararı aldım ki iyi ki de almışım. Doktoru
rım, sakallarım ve eski formum geri gelmişti. odasında bulamayınca yıllık izne bile ayrıl-
Kendimi normal sıradan biri gibi hissediyor- dığını öğrenmiştim. Bu olaydan sonra he-
dum. Zaten içimde kötü huylu biri olsa bile men başka doktor aradık. Hastalarına özel
hiçbir zararı dokunmamıştı bana. Sanki ne muayenehanesinde 10-15 dakika bakan ve
olur ne olmaz gibi hastaneye gidip kan tahlili karşılığında yüksek ücret isteyen doktorlara
yaptırıp ve kemoterapi alıp geliyordum. Bu- hiç bulaşmadık.
raya kadar umudumu kaybetmemiştim ve Aradan zaman geçmişti ve durum iyiye
3 ay sonunda düzelmeyi başardım. Bu bir gitmiyordu. Ölüme terkedilmiş hissediyor-
rekor olmalı diye düşünüp durdum ve mut- dum. Doktorum yoktu başımda ve tümör her
lu oldum. Tüm kitlenin ölüp orada kuruması an saldırıya geçebilirdi. Hemen ürolog bize
gerekiyordu. En azından durum böyle gözü- Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinden do-
küyordu. Ürologla konuşup 24 Temmuz’a çent hoca buldu. Arkadaştılar.
ameliyat tarihi aldık. Ancak aptalca bir dü-
şünmeyle, o gün KPSS var diye ameliyat
tarihini bir hafta sonrasına erteledik. Ama bu
hayatımda yaptığım en büyük hatalardan bi-

Kasım / 2020 17
Özsözler Günlüğü (11) Ağustos 2020

Yusuf ÇOTUKSÖKEN*

1 Ağustos 7 Ağustos
“Marazi sevgi, insanlık düşmanıdır: Sevi- “Hırsınızı dinginleyemezseniz, doymak
leni de öldürür.”, bilmeyen insanlar gibi, temel yaşama ilkele-
seveni rinizi ve sevincinizi de yitirirsiniz.”
2 Ağustos
“Yalnızlık, sorunlardan, umutlardan, kay- 8 Ağustos
“Çocuklarımız savaşı tanımasın, görme-
gılardan uzak durmak demek değildir.”
sin, yaşamasın! Gelin her gün Dünya Barış
Günü olarak kutlayalım. Her zaman barış.
3 Ağustos
Her yerde barış. Dünya kardeşliği için barış.”
“Dünya tarihine bir bakın: Hemen bütün
devrimci girişimler, zaman içinde karşıt/ 9 Ağustos
egemen sınıflarca sulandırılıp yok edilirken, “Savaş öldürür, barış yaşatır çünkü… Sa-
ardında iğrenç bir bürokrasi çamuru oluşur. vaş için harcanan paralar barış için harcan-
İşte çirkin politikaları ve politikacıları yetişti- saydı, barışa özlem son bulur, Dünya barış
ren de bu çamurdur.” gezegeni olurdu. Savaş barış getirmez, sa-
vaş getirir; barış da savaş getirmez, barış
4 Ağustos getirir.
“Çağdaş bilim, kültür ve sanatla barışa- Barış istiyorsanız, savaşa değil, barışa
mayan siyasetçiler, devlet adamı olamaz- hazır olun!”
lar.”
10 Ağustos
“Halkın özgür ortamlarda, gerçekleri dile
5 Ağustos
getirme, haksızlıkları yargılama, yolsuzluk-
“Başarısızlığa doyamayan kişilerin sü-
ları eleştirme hakkını yasaklayan siyaset an-
rekli sığınağıdır hırslar.”
layışı, er geç, tarihin çöp tenekesine atılır.”

6 Ağustos 11 Ağustos
“Hırs, en akıllı kişiyi bile zamanla, köle “Kendi kabuğumuzdan çıkıp, başkalarıyla
durumuna getirecek güce sahiptir.” değişik toplumsal düzeylerde sıkı ve yoğun
ilişkiler yaşarken, kendimizi daha iyi tanırız.”

18 Kasım / 2020
12 Ağustos 19 Ağustos
“Eğitim, çağdaş demokrasi anlayışını, in- “Öğretmen; dindar ve kindar bir kuşak
sanlığı, temel insan haklarını öğretmedikçe, yetiştirmez; o, yalnızca, ‘insan’ yetiştirme
çağdaş toplum yaratılamaz.” sürecinin onurlu bir kolaylaştırıcısıdır.”

13 Ağustos 20 Ağustos
“Demokratik parlamenter düzende bir “Öğretmenlere yapılacak yatırım, çocuk-
zayıflık oluşunca, boşluğu otoriter ve totali- larımızın ve dolayısıyla ülkemizin geleceği-
ter rejimler doldurur; muhalefet de, halk da nin güvencesi olmak durumundadır.”
bütün yönetim ve denetim süreçlerinden so-
yutlanır, demokrasi de boğulur.” 21 Ağustos
“Yaşamda kimileri gerçek düşmanların-
14 Ağustos dan çok, düşsel düşmanlarını seviyor ve
“Diplomasi, uluslararası satranç turnuva- abartıyor; onlardan yardım umuyor.”
sına benzer. Alan bilgisi ve deneyimi yanın-
da, iyi bir genel kültür (tarih, siyaset, felsefe, 22 Ağustos
sosyoloji, mantık, edebiyat vb), kıvrak akıl “Anlaşılmış olmak, sevilmiş olmak kadar
ve zekâ, güçlü bellek, tartışmacı ve ikna anlamlı ve işlevsel…”
edici konuşma yeteneği, nükte yapma bece-
risi... ister.” 23 Ağustos
“güven
15 Ağustos ayna gibidir;
“İnsana dokunan şiir, her şeye dokunmuş kırılırsa
sayılır...” seni de, beni de
dünyayı da,
16 Ağustos paramparça eder...”
“Düşler ve umutlar: yapışık ikizler…”
24 Ağustos
17 Ağustos “Kimi aydınların, eylemleri ve eylemsiz-
“İnsan yaşamını düzene koyarken, yasa, likleriyle, bilgisizleşmek ve bilgisizleştirmek,
kural, ölçüt, ilke vb yaratıp uygulayan bir duyarsızlaşmak ve duyarsızlaştırmak için
varlıktır. Zaman zaman da koşulların değiş- çaba harcadıklarını gördükçe kan beynime
mesine koşut olarak değiştirir bunları da... sıçrıyor...”
Adalet ve dürüstlük gözetildiği sürece sorun
yok... Bunlarsız bir yaşam nasıl olur bilemi- 25 Ağustos
yorum...” “Aydınlanma genelde kırılgandır, narin-
dir; dogmatizme yenik düştüğü ülkeyi, toplu-
18 Ağustos mu terk eder. Geri gelmesi gelecek kuşakla-
“Savaşlar kahraman çıkarmaz; kahra- rın bilgi, bilinç ve becerisine bağlıdır.”
manlar savaşları zaferle taçlandırır.”

Kasım / 2020 19
26 Ağustos de elimizde: Çağdaş eğitimle, tutarlı ve ger-
“Bir toplum atalarına haksızlık yapıldığın- çekçi çabalarımızla bilgisizlikten ve yanlış
da sessiz kalıyorsa, bozulmaya, çürümeye, bilgilenmişliklerden (her tür dogmadan) kur-
yok olmaya başlamış demektir.” tulup, dünyayı insanca yorumlayabilecek
düzeye gelmedikçe, insanlaşamayız, yaşa-
27 Ağustos mı insancıllaştıramayız, yaşamın tadına va-
“Tarihi, siyasetçiler ve devlet adamları, ramayız...”
ideolojik gerekçelerle, halkın olanaklarını
kullanıp amaçlarına uygun olarak yapmak 29 Ağustos
isterler. Ancak istediklerini ne ölçüde başa- “Nükte, yüksek zekâ ürünü olmalıdır;
rabilirler? Bu konu onların dışında değerlen- bağlamı ve zamanı uygun değilse, nükteden
dirilir: İşte tarihçiler, değişik kuramlar eşliğin- uzak durulmalıdır. Yakar…”
de bu yapılanları, (yazılı ve sözlü) belgelere
göre, neden-sonuç ilişkileri içinde açıklar, 30 Ağustos
yorumlar; bugün ve gelecekteki gelişmelere “Çalıştığımız işyerlerinde, kendilerini ol-
ilişkin uyarı niteliğinde ipuçları sunarlar...” duğundan bilgili ve deneyimli, dahası üstün
nitelikli, bu yüzden de vazgeçilmez olarak
28 Ağustos görenlerin zavallılığı beni gerçekten üzü-
“Bilgisizlik gerçekten, en büyük sorunu- yor...”
muz, dahası en büyük suçumuz. Çözümü

20 Kasım / 2020
Birkaç kısa şiir

Açık

Kapınızı açık bırakmışsınız


Ne olursa olsun!
Kendinizi açık bırakmayın!

Yeter ki

Yeter ki sizi görmeyelim


Görmesek de olur denizi!

Açmış Güller

Açmış güller
Göz olur gözlerinize

Açmış sözler
Söz olur sözlerinize

Geçmiş günler
İçinize dert olur

Gelecek günler
Umut olur dertlerinize.

Gül Gel

Güldür güldür gel


Gül gel
Güldür gel
Gel de
Nasıl gelirsen gel!

Hasan AKARSU

Kasım / 2020 21
Hep Yolda

Berrin TAŞ

8 Ekim 2020 - İki çocuk annesi kadın, 23 yaşında. Bu


da ilginç. Bıçağı ısıtıp ısıtıp vücuduna bastı-
Erkek sorunu… rıyormuş. Acıdan bayılmış. İşkenceci kocayı
yakalamışlar.
Sabah gazeteleri açıyorum. Öldüren öl-
dürene. Birbirleriyle yarışıyorlar sanki. Ya- Okurken bile yoruluyor insan. İçim ezi-
şatmakta yarışamayanlar öldürmekte yarışı- liyor. Bu erkekler dünya kendi avuçlarında
yor. Kim daha ilginç öldürecek diye yarışma sanıyor. Canları ne isterse onu yapabilecek-
yapılsa bu erkekler birinciliği kazanır. lerine inandırılmışlar. Bir kadına canları ne
isterse onu yapabileceklerini sanıyorlar. Bu
Okuduğum haberler Hürriyet’in bugünkü adamları yalnızca hapisanelere tıkmak yet-
haberi. Hepsi aynı sayfada. miyor. Çıkınca kaldıkları yerden devam edi-
- 5 gün boyunca barakaya kapatılıp zin- yorlar. Bu katillere, işkencecilere insan ol-
cirle dövülmüş, kerpetenle tırnakları çekil- mayı öğretmek gerekiyor. Özel bir eğitimden
miş bir kadın. Kafatasında kırıklar, vücudun- geçirilmeliler. Bu süreçte insan içine çıkma-
da ezikler. ları engellenmeli. Hiç kimsenin uğramadığı
- Maske takması için kendisini uyaran adalara mı kapatırsınız. Saatlerce kitap mı
bir kadının telefonunu zorla elinden almış, okutursunuz. Ne yaparsınız bilemem. Bildi-
itiş kakış yaşanmış. Kades’i (Kadın Destek ğim tek şey şu. Bu böyle gitmez. Kadınlar bu
Uygulaması) aramış. Görevli benzinlik du- adamların şiddetinden korunmalı.
rağında inin, polis gelecek yanınıza demiş.
Otobüs şöförü kadını o durakta indirmemiş. 16 Ekim 2020
Polisin durdurmasıyla birkaç durak sonra in-
dirmiş. Neyse 6 yıla dek hapis talebiyle dava Fazıl Say - Serenad Bağcan
açılmış. Sonuç ne olur bilinmez yine de.
- Evli, iki çocuk babası bir adam tartıştı- Bu sabah Fox haberi izlerken konuklarım
ğı sevgilisini öldürüp bavula koymuş. Kapı- var dedi İsmail Küçükkaya.
da bulduğu parke taşıyla kafasına vurmuş. Fazıl Say ve Serenad Bağcan’ı severek
Yetmemiş perdenin zinciriyle boğarak öldür- izledik, severek dinledik. Şimdi de İnsan-
müş. İki gün sonra polise gidip cinayetini iti- cıl’da odamda yeniden dinliyorum. Politika-
raf etmiş. cıların atışmaları, memleketimin bitmeyen

22 Kasım / 2020
yin sözler ağır basa-
biliyor. “Şu Dünyanın
Sırrı” söz-müzik bir-
likteliğini yakalamış.
Fazıl Say - Serenad
Bağcan ortak çalış-
ması çok güzel ol-
muş. Dinlerken duy-
gularım altüst oldu.
Stüdyodaki heyecan
bana da geçti. İsmail
Küçükkaya heyecan-
lıydı. Fazıl Say’ ın
heyecanını da göz-
lemledim. O pek fazla
konuşmak istemiyor.
Müziğiyle konuşu-
yor nasılsa. Serenad
Bağcan’ın yorumu,
sesi de etkileyici. O
sorunları. Geçmişten bugüne aktarılan so-
güzel sözleri aktarabilmek, ordaki duyguyu
runlar. Hep aynı sözlerin yinelenip yinele-
dinleyiciye geçirebilmek önemli. “İlk Şarkı-
nip önümüze konması ne kadar da yorucu.
lar”ı da defalarca dinlemiştik evde. Halk şii-
Neyse ki şiir var, müzik var. Okuyacağımız
rinden seçilmiş, yıllara direnen örnekler var-
kitaplar, yazacağımız yazılar bizi bekler. Ko-
dı çalışmada. Muhyiddin Abdal’dan İnsan
rona’nın yaşamımıza getirdiği sınırlılığı ya-
İnsan’ı kaç kez dinlediğimi unuttum. Bugün
ratıcılık için ayrılan öznel zamana döndüre-
dinlediklerimiz arasında Yunus Emre de var-
bilmek için çalışıyoruz C.G.’yle birlikte.
dı. Bir de Aziz Nesin’in bir şiirini bestelemiş
Fazıl Say’ın yeni albümü bugün çıkmış.
Fazıl Say. Sivas Acısı. Sözler o kadar güzel
Adı “Şu Dünyanın Sırrı”. Ömer Hayyam’ın
ki Fazıl Say’ın bestesiyle o denli hoş bir bü-
şiirinden alınmış albümün adı. Sözler güzel
tünlük yakalanmış ki… ne diyeyim. Güzel bir
olunca müzik dinlemek de güzel. Günümüz
sabahtı. Az önce baktım. Sabah izledikleri-
müziğinde anlam bütünlüğünü yakalamanın
mizin videosunu paylaşmışlar. Ne güzel. Bir
kolay olmadığını görüyorum. Söz ve müzik
daha dinliyorum.
uyumunu yakalamak her zaman sorun ola-
biliyor. Kimileyin müzik ağır basıyor. Kimile-

Kasım / 2020 23
Turgut Özakman

Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR

Daha söyleyeceği, yazacağı ne kadar adını anımsadım. Almanya’da tiyatro eğitimi


çok şey vardı. Özakman gibi insanları yitiri- gördü. Onu bir tiyatro adamı olarak tanıdım,
şimiz hangi yaşta olursa olsun erkendir. Bü- bu alanda sayısız eser verdiği iyi biliniyor.
yük bir yurtsever, büyük bir yazar. Onu kim- Onun yakın dostları bizim de iki sevgili dos-
lerle kıyaslayabileceğimi düşündüm. Muh- tumuz aracılığı ile tanıştık. Merhum Doğan
sin Ertuğrul, Muazzez İlmiye, Halet Çambel, Soylu’nun eşi Altın Soylu’nun evinde. Dün-
Hıfzı Topuz, Doğan Kuban, Talat Halman, yanın en güzel badem ezmelerini yapan Se-
Türkan Saylan geliyor aklıma. Yaratıcı, üre- vim İşgüder’in eşliğinde. Onun ardından gö-
tici, aydınlanmacı insanlar. Bu topluma bü- rüşmelerimiz, telefon sohbetlerimiz süregel-
yük, paha biçilmez miras bırakanlar. Burada di Tüyap’ta karşılaşıyorduk. Tarif edilmez bir
sayamadığım daha kimler var. Turgut Özak- çalışkanlığı var Özakman’ın. Bu kadar ça-
man hukuk okuyan ama tiyatroya gönül ve- lışkan insanlarla yaşayanların işi zordur. Eşi
ren bir insan O nedenle Muhsin Ertuğrul’un Ayla Özakman’ı bu nedenle her türlü övgüyü
ruhunu şad etmiştir diye düşünüp önce onun hak ediyor. Bir milyonu aşan satış yaparak

24 Kasım / 2020
rekorlar kıran “Şu Çılgın Türkler” (2005) kita- için benzerleri ile birlikte bu 3 kitap okunma-
bının nasıl hazırlandığına dikkat ederseniz, lı. Yurtsever ve duyarlı her insan eminim bu
yüzlerce kaynaktan yararlandığını, onları di- kitaplarda sergilenen kahramanlıkları, özve-
dik didik ettiğini görürsünüz. Kitaplarına da riyi, Cumhuriyet Devrimlerinin yılmaz savu-
aydınlatıcı notlar eklemiştir. Belge ve bilgi nucularını, o gerçekten mucizevi, top yekun
toplamaya 18 yaşında arkadaşları ile Po- kalkınma çağdaşlaşma hamlelerini heyecan-
latlı’dan Dumlupınar Zafer Tepe’ye 10 gün la takdirle ve göz yaşları içinde izlemiştir, iz-
süren yürüyüş sırasında başlıyor. Bu ısrarlı leyecektir. Bu kitaplar aynı zamanda benim
çaba kitabın yayınlandığı 2005 yılına kadar gibi onu çocukluğundan beri iyi tanıyan piri
devam ediyor. Halktan övünülesi bir ilgi gö- fanilere bile Mustafa Kemal Atatürk’ün bü-
ren bu kitap böyle benzersiz bir çalışma ile yüklüğünü, benzersizliğini ve eşsizliğini bir
yazılmıştır. Gerçekten kitap okuyan yurttaş- kez daha gözler önüne sermektedir.
lar sayısı ve yüzdesi ile dünya ülkeleri ara- Özakman’ın bir ünlü kitabı da “Vahdettin
sında gerilerde yer alan ülkemizde bir kitabın M. Kemal ve Milli Mücadele” adını taşıyor.
bir milyon satış yapması umut vericidir. Aynı Bu da son derece önemli bir kitap. Yakın
zamanda bu ilgiyi yaratan yazarın büyük ba- tarihimizi hiç sıkılmadan, utanmadan sözde
şarısıdır. Turgut bey daha sonra “kitaba sığ- dini duyarlıklarla çarpıtan gafillere karşı bel-
mayanlar” adı altında Hürriyet gazetesinde ge ve kanıtlara dayanan bir cevap niteliğin-
bir dizi yazı yayınladı. Bu kitabın ardından de. “Mustafa Kemal’i Anadolu’ya Vahdettin
Özakman “Diriliş Çanakkale 1915’i” yazdı gönderdi” masalını işleyenler var. 1919, 19
(2008). Bu kitabında Çanakkale Destanı’nı Ağustos’ta Mustafa Kemal’in ordudan çıka-
öncesi ve sonrası ile geniş bir şekilde an- rıldığı, nişanlarının ve fahri yaverlik ünvanla-
lattı. Tıpkı önceki kitabında olduğu gibi bu rının geri alındığı ve 24 mayıs 1920 de Ata-
da çok önemli bilgi ve belge içeriyordu. Bu türk’ün arkadaşları ile birlikte idama mahkum
serinin üçüncü kitabı “Cumhuriyet” öncekiler edildiği gerçeklerini görmezden gelerek.
kadar değerli ve öğretici bir kitaptır. Onun Sayısız kitap ve tiyatro eseri verdi Turgut
da milyonlarca insan tarafından okunmasını Özakman. 20’den fazla oyunun senaryosu
dilemeliyiz Çanakkale’den başlayarak. Kur- ona ait. Kurtuluş dizisinin senaryosu Ziya
tuluş savaşımız ve onu izleyen cumhuriyetin Öztan’ın yönetmenliğinde Şu Çılgın Türk-
kuruluşu, devrimler, 15 yıl içinde gerçekleş- ler’den perdeye aktarılmıştır. Eskişehir de
tirilen mucizevi kalkınma bütün detayları ile bir vefakarlık örneği olarak bir sahne onun
bu ülkenin yurttaşları ve özellikle gençle- adını taşıyor. Bu satırları yazdığım günler-
ri tarafından iyi çok iyi bilinmelidir. Burada de onun Bir Şehnaz Oyun adlı müzikli oyu-
ciddi bir eksiğimiz olduğu, ayrıca inanılmaz nu Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosunda
çarpıtmalarla karşılaştığımız, yadsınamaz. sahneleniyor. İlk kitabı 16 yaşında. 21’inde
Yakın tarihimiz İstiklal Savaşı, Cumhuriyet Pembe Evin Kaderi. İlk romanı “Korkma İn-
Devrimleri öğrenilmeden bugünü, bugünün sancık Korkma (1994). Çok ilgi uyandıran
sorunlarını anlamak ve tartışmak mümkün değişik dramatik bir aşk hikayesi. Onu aşkın
değildir. Çanakkale Savaşları’nda Mustafa en güzel anlatıldığı bir roman diye ananlar
Kemal’i göz ardı ederek zaferi ilahi güçlere var o yıllarda. Duygusal bir anlatım ve bolca
mal eden, destansı antiemperyalist Kurtuluş Rumca kelime içeriyor. Eşinden bu üretken
Savaşı ile birlikte yerel istiklal, bağımsızlık insanın yarıda kalan bir kitabı olduğunu ve
mücadelelerini küçümseyerek “bunlar için onun da bu hali ile Bilgi Yayınevi tarafından
kutlama törenleri yapmaya değmez” değer- basıldığını öğreniyorum. Onu saygı ile bı-
lendirmesi yapan şaşkınların aymazlığını ve raktığı büyük miras nedeni ile minnettarlıkla
bu tarif edilmez utanmazlığını iyi anlamak ve özlemle anacağız.

Kasım / 2020 25
Sinema Büyüsü (ve Büyücüleri) - 2

Temel DEMİRER

Sonra da Ferit Edgü’nün, “Öyle kişiler maya, klasik müzikten fotoğrafa, sanatın
vardır ki, onların orada olduğunu bilmek çeşitli alanlarında derin bir bilgi birikimi ve
bile, size umut ve erinç verir. Telefonu çevir- yetenek... En zor zamanlarda dahi yaşamın
diğinizde sesini duymanız, içinizi ısıtır... İşte sevinçlerini çoğaltmak için hiç vazgeçmediği
Onat o insanlardan biridir”; Demir Özlü’nün, güzel olanı paylaşma tutkusu... Aydınlık bir
“Onunki kadar zengin bir hayat yaşamak, gelecek için inançla mücadele ve bütün bu
insanın ancak kendi iç zenginliğiyle müm- anlattığım kişilik özelliklerinin yanı sıra ina-
kündür”; Zeynep Oral’ın, “Onat’ı yitirdiğimiz nılmaz bir alçakgönüllü tavır,” betimlemesin-
gün 11 Ocak’tı. Ama sanki dünya, dünyamız deki O şunları haykıran bir duruştu:
buz kesti... Ne çok, ne çok üşüdük onsuz,” “Para, ün ve iktidar hırsının gözleri bü-
ifadeleriyle müsemma Onat Kutlar… rüdüğü, ortaçağ karanlığının her gün biraz
Edebiyatın pek çok alanında ürün veren, daha koyulaştığı, köylerin, kasabaların,
sinema sanatı ile ilişkisi eleştiriden uygula- kentlerin etnik boğuşmalarla kan gölüne
maya (senaryo yazarlığı, belgesel yapımcı- döndürüldüğü, gerçeğin mafya liderlerinden
lığı) uzanan O, “Bir sinema eylemcisi, düşü- sorulduğu, hapishanede yazarların, bilim
nürü ve sanatçısı”ydı.15 adamlarının çürütüldüğü, devletin ve halkın
Vecdi Sayar’ın anılarındaki Onat Kutlar iliklerine kadar soyulduğu, soygunun soya-
“Bir Rönesans insanıydı, bugün örnekleri na kâr kaldığı, goygoycuların minareye kılıf
pek az olan… Ve gene bugün çok ihtiyaç hazırladığı, eğitimin ve yönetimin şeriatçıla-
duyduğumuz bir başka özelliği: sorumlu ay- ra teslim edildiği, politikacıların çoğunun ik-
dın tavrı… ‘Pinochet ve öteki köpekler!’ diye tidar labirentlerinde kaybolduğu ya da çıkar
sesleniyordu Şili’nin faşist generallerine, bir peşine düştüğü, erdemin, dürüstlüğün, onu-
TİP gecesinde…”16 run unutulduğu, kültürün, kültürfizikle karış-
Evet, sadece bir sinemacı değil; militan tırıldığı bu şiddet, bu soygun ve ikiyüzlülük
bir cesarettir sözünü ettiğimiz… Kolay mı? toplumunda (...), acaba ün ve çıkar hırsı ile
“Değerli sinema eleştirmenlerinden biriydi gözleri kararmış olanlar yeterince farkında
O. Hem derin bir sinema birikimi vardı, hem mı? Böyle bir toplumda kültürün yeri ne?”18
de edebiyatçı, şair, filozof kimliğini de kattığı “Bu gördüklerimiz, görmekte olduklarımız
eleştiri yazıları bilgi ve lezzet yüklüydü.”17 mı düş, yoksa geçmiş yıllarda yaşadıkları-
Çünkü 1975’te Sinematek Derneğinde mız mı? Biri doğruysa öbürü nasıl doğru ola-
asistanı olan Hülya Uçansu’nun, “Benzer- bilir? Nasıl bir alacakaranlık… Geceyle gün-
siz bir cömertlik ve duyarlılık. Çok özel bir düzün arasına sıkışmış uzun bir kör saat.
zekâ ve ihata yeteneği... Edebiyattan sine- Geçmişle geleceğin, doğuyla batının, ölüm-

26 Kasım / 2020
le yaşamın arasına sıkışmış. Alacakaranlık ler, elbiseler peşinde insanlar. Hızlı bir ya-
görünmez bir çevrintiyle yutup götürüyor her şam akıyor. Rekabet ve tüketim de körüklü-
şeyi. Bu noktada onurla alçaklığın sınırı bir- yor bunu. İnsanlar artık mutluluğu daha az
birine karışır.”19 buluyor.
Evet yine, yeniden kendi dizeleriyle, “Kı- Her insanın egosu vardır. Önemli olan
yımlar acılar kanlar içinde / Savrulurken ya- onu bastırabilmek ve yönlendirebilmek. İyi ki
şadığımız günler / Bu soruyu mutlaka sora- böyle bir duruma düşmedim. Bunu da yıllar
caksın: / Ne kaldı,... ne kaldı bizden geriye?” öncesinden olgunlaşmaya başlamama bağ-
diyen Onat Kutlar yol gösteriyor hâlâ... lıyorum. Hayat şartları, çok küçük yaşlarda
Bir de “Tutku Emekçisi,”20 diye anılan yaşanılan aile mutsuzluğu insanı hayata
Atillâ Dorsay; hani “Emek (Sineması) yoksa karşı hazırlıyor, gard aldırıyor. Sinemadaki
ben de yokum” diyerek aktif gazeteciliği bı- mücadelem de çok genç yaşlarda başladı.
raktıktan sonra sinemaya dair ‘100 Yılın 100 Bu süreç birdenbire olmadığı için çok şeyi
Türk Filmi’ni21 yayınlayan… hazmedebildim. Bunlar hep doğal ve nor-
Ve işçi sınıfı ile emekçilere seslenen maldi. Şöhret duygusuna hiçbir zaman ka-
önemli filmlere imza atan, 77 yaşında kaybet- pılmadım. Hayatımda en önemli şey sinema
tiğimiz senarist, yönetmen Yavuz Özkan… ve seyirciydi benim için. Hayata bağlayan
Onun önemli bir yönetmen olduğunu vur- sevgiydi onlar. Hâlâ da seyircimle karşılaş-
gulayan Atillâ Dorsay, “1970 sonrasındaki o tığımda gözlerim dolar.”24
müthiş siyasal sinema hızlanmasındaki dö- Evet Fatih Özgüven’in, “1950’lerden iti-
nemde o da politik sinemaya atıldı. Üst üste baren hangi yılda doğmuş olursanız olun,
yaptığı ‘Maden’ ve ‘Demiryolu’ filmleriyle bu Türkan Şoray insanın hayatını kaplar”; Se-
türün Türkiye’de yapılmış en iyi örnekleri- lim İleri’nin, “Sinemamızın Dostoyevski’si
ni verdi. 1980 sonrasında askeri yönetimin Türkân Şoray’dır”; Cemal Süreya’nın, “Sine-
hışmına uğrayarak 7-8 yıl Paris’te geçirdi. manın, oyunculuğun ötesinde de bir konum
Döndü ve yine iyi filmler yaptı,” derken; “Bol kazanmıştır Türkan Şoray. Halk özlemiyle
ödüllü filmlerin yönetmeni” olarak bilinirdi; oluşmuş bir mitostur”; Server Tanilli’nin,
1978 ve 1979’da Türkiye işçi sınıfının mü- “Türkan Şoray ‘halkın bağrından’ doğdu.
cadelesini beyaz perdeye taşıyıp, toplam 44 Mesleği ve mesleği dışında sosyal dayanış-
filme imza atan Yavuz Özkan… manın hep içinde olmasının; ayrıca insan-
Nihayet “Yıldız değil, sinema emekçisi- larımızın ‘daha güzel, daha aydın bir Tür-
yim.” “Sinema politiktir. Halka filmlerle top- kiye’ adına yaptıkları kavgada, sanatçımızı
lumsal gerçekler anlatılır. Bu filmler düşün- da yanı başlarında bulmalarının anlattığı bir
meye davet eder,”22 diyen “Sinemanın Sul- şey var,”25 diye tanımladıklarıydı O…
tan”ı Türkan Şoray… Özetle yaklaşık 200 filmde rol alan Tür-
O, “Starlık tanımlamasını kabul etmiyo- kan Şoray’ın dokunmadığı hayat yokken; “O
rum. Hayatımın hiçbir döneminde starlık sinemamızın en büyük yıldızı. Bu topraklar-
cübbesini üzerime giymedim. Ben sinemaya da yaşayıp da onun gözlerini tanımayan, o
gönül vermiş, sinemaya âşık, bunun için bu gözlerde sonsuz aşk rüyaları görmeyen var
işe yıllarca emek vermiş, bir emekçi olarak mıdır? Sinemamızın ondan daha çok sevi-
görüyorum kendimi,”23 derken; “Sinema Be- len, daha çok özlenen bir yıldızı oldu mu?”26
nim Aşkım” vurgusuyla eklerdi: Bir de “Yeşilçam filmleri bugün hâlâ il-
“Elimizdekiyle yetinmeyecek hâle geldik giyle tekrar tekrar izleniyor. Bence bugünün
de o yüzden. Hep daha ilerisi, daha fazla- Türk filmleriyle Yeşilçam’ı ayıran bu. Genel-
sı isteniyor. Yıllar önce mütevazı bir yaşam leme yaptığınızda hiçbir Türk filmi defalarca
önemliyken, şimdi daha pahalı arabalar, ev- izlenmiyor. Nedir bu Yeşilçam’ın sırrı, büyü-

Kasım / 2020 27
sü?” vurgusuyla, “Ben Yeşilçam döneminin “Hayatımda ufkumu açan hocaların en
artık bittiğini görerek kendim film teklifi kabul önemlisidir Vasıf Öngören... O, hayatıma
etmeyeceğimi ve oynamayacağımı ilan et- girmeseydi ben belki aysbergleri kırmakta
tim,”27 diyen tutarlığıyla Filiz Akın… zorlanabilirdim. Oyunculuğun ‘o’sunu bil-
Sonra Rutkay Aziz’in, “Duruşundan ödün meden, fizik farkıyla sinemaya girmiştim.
vermedi” betimlemesiyle “Tarık Akan, yansı- Halk beni bir yere getirmişti. Tramplenden
masıdır tohuma durmuş kan çiçeklerinin,”28 atlar gibi atlamıştım sinemanın ortasına...
diye tanımlanan O: “Yakışıklıydı, bebek yüz- Ama bir süre sonra eksiklerimi fark etmeye
lüydü, gözleri pek çok şey ifade ederdi; hani başlamıştım. İşte o aşamada teslim ettim
bazen o gözlerle âşık olur, acı çeker, neşe- kendimi Vasıf Hoca’ya... O, bana kitap oku-
lenir hatta o gözlerle öfkelenirdi... Yani göz- manın disiplinini öğretti önce. Oradakileri
leriyle oynardı daha çok. Film bu ya, kötülük
tartıştı benimle...”
barınamazdı o gözlerde. Omuzlarını düşü-
Akan’ın ilk dönemlerinde oynadığı film-
rerek, hatta boyunu gizlemeye çalışarak yü-
lerden artık memnun olmadığı da bir ger-
rüse de o hepimizden uzundu...”29 “Bebek
çektir, oynadığı rollerden rahatsızdır. “Ger-
yüzlü bir yakışıklıdan sinema için en güzel
çek hayat” bu değildir. Her şey güllük gü-
işleri yapma sorumluluğu almış bir kahra-
listan değildir ki… Sorgulamaya başlar,
mandır benim için.”30
1970’lerin ikinci yarısından başlayarak, düşünmeye, kitaplar okumaya. İşte böyle
Şerif Gören, Atıf Yılmaz, Yavuz Özkan, Zeki bir dönemde tanışır Öngören’le. Ustası ve
Ökten gibi yönetmenlerin, toplumsal sorun- dostu Öngören’in oyunculuğuna katkısını
ların ağırlıkta olduğu nitelikli filmlerinde oy- da şöyle anlatır Akan:
nadı… “Bana oyunculuğu anlattı. Mesela Be-
Bunlar arasında ‘Maden’ (1978), ‘Peh- yoğlu’na çıkardık, yolda yürüyen bir kişinin
livan’ (1984), ‘Sürü’ (1978), ‘Adak’ (1979), hâli, tavrı, kıyafeti, mimiklerinden yöresini,
‘Yol’ (1982), ‘Çözülmeler’ (1993), ‘Yolcu’ sosyal sınıfını, mesleğini tahmin etmeye ça-
(1993), ‘Eylül Fırtınası’ (1999), ‘Hayal Kur- lışırdık. Senaryoda bir karakteri tahlil etme-
ma Dersleri’ (1999), ‘Gülüm’ (2003) sayı- yi, Brechtyen oyunculuğu böyle öğrendim.”
labilirken; salon filmlerinin yakışıklı ve par- Yeşilçam’a başkaldırması da bu dönem-
lak çocuğu Tarık Akan’ın romantik komedi de olur Tarık Akan’ın. Filmleri para basan,
ve melodramlardan kopup politik filmlerde neredeyse ayda bir salon filmi çeken Akan,
oynayarak nasıl bir dönüşüm yaşadığı ve Ertem Eğilmez’in karşısına çıkar ve “Beni
devrimci bir sinemacı olduğunun hikâyesi, bırak” der. Bırakmaz Ertem Eğilmez, tehdit
1970’lerin ortalarında Vasıf Öngören ile ta- eder, “Seni mahvederim, aç bırakırım seni”
nışmasıyla başlar. der ona. Dediğini de yapar, 2 yıl hiçbir film-
Tiyatro yazarı ve yönetmeni, tiyatro ku- de oynayamaz Akan. Çünkü diğer film şir-
ramcısı Vasıf Öngören, Tarık Akan’ın haya- ketlerinden de ambargo yemiştir, aralarında
tına yön veren hocası ve arkadaşıdır. Yıl- anlaşmış ve Akan’a kapıları kapatmışlardır.
larca ona oyunculuk dersi vermiş, kitaplar Maden filmine kadar böyle gider.
önermiş, Akan’ın hayatında ve kariyerinde Cüneyt Arkın ile oynadıkları ve ikisinin
kırılma noktaları yaratacak konuşmalar yap- de beş kuruş para almadıkları Maden, o dö-
mıştır. Kartpostal yakışıklısı bir jönden mu-
nemde ilk sendikal haklarını elde etmiş iş-
halif bir sanatçı yaratmıştır Öngören. Ona
çilerin hak savaşını konu edinen bir filmdir.
kartpostal çocuğu Tarık Akan isminin 40’lı
Yeşilçam’ın “cici çocuğu” olarak bilinen Tarık
yaşlarına geldiğinde, genç kızlar büyüdü-
Akan’ın yerinde artık çok daha farklı bir Ta-
ğünde biteceğini söylemiştir. Anlatsın O:
rık Akan vardır izleyicinin karşısında.

28 Kasım / 2020
Maden filmiyle Yılmaz Güney’in de dik- Bir filmde işler çıkmaza girmişse, çatış-
katini çeker. Tanışırlar, dost olurlar. Maden ma bir düğümle kilitlenmişse, Süleyman
filminden sonra gelen ve Güney’in hapisha- Turan yardıma koşar, çözerdi onu. O bizim
neden direktiflerle yürüttüğü bir filmdir Sürü. için bir çözüm, yazlık sinemalardaki çocuk-
Filmde Akan’ın babasını Tuncel Kurtiz oy- luğumuzun güven veren karakteriydi. Esas
nar. Güney, Akan ve Kurtiz... oğlan karamsarlık ve umutsuzluk içinde
Tarık Akan’ın Yılmaz Güney ile tanışma- kıvranırken, biz de tahta sandalyelerimizde
sı, artık toplumsal içerikli filmlerde oynama- aynı duyguları yaşarken, Süleyman Turan
ya başlamasının da önünü açar. Sürü’den bizi de esas oğlanla birlikte yüreklendirir, er-
sonra Adak, Yol, Pehlivan, Ses ve daha ni- tesi sabah yaşama sevinciyle uyanmamızı
cesi... Onlarca politik filmde oynamış ve bir- sağlardı.”33
çok ödül almıştır Akan. 12 Eylül darbesinde Bir de köy öğretmenliğinden oyunculu-
12 yıl hapis cezası ile yargılanır, iki buçuk ğa, figüranlıktan zirveye büyülü bir yolculuk.
ay hücre hapsinde kalır, işkenceler görür... Yeşilçam’ın unutulmaz oyuncularından Ali
Tarık Akan’ın geçirdiği dönüşüm, hem haya- Şen’in oğlu Şener Şen. Sinema tarihinin 50
ta ve sanata bakışı ve durduğu yeri daha da yılına damgasını vuran bir oyunculuk.
netleştirmiş hem de oyunculuğunu üst sevi- Hababam Sınıfı’nın Badi Ekrem’i, Süt
yelere taşımıştır. Kardeşler’in Kumandan Hüsamettin’i, Tosun
Ve de geçenlerde yitirdiğimiz Süleyman Paşa’nın Tellioğlu Lütfü’sü, Gülen Gözler’in
Turan… Vecihi’si, Kibar Feyzo’nun Maho Ağa’sı, Çi-
Gazeteci  Barış Yarkadaş’ın politik kimli- çek Abbas’ın Şakir Serengil’i, Şekerpare’nin
ğine ilişkin olarak, “Yılmaz Güney’in yakın Ziver’i, Namuslu’nun Mutemet Ali Rıza’sı,
dostu, sinema sanatçısı Süleyman Turan, Züğürt Ağa’nın Ağası, Çıplak Vatandaş’ın
ATV’de hazırlayıp sunduğu Kayıp Aranıyor İbrahim’i, Değirmen’in Kaymakam Hilmi’si,
programında, gözaltında kaybedilen Ali-Ay- Milyarder’in Mesudiyeli Mesut’u, Selam-
han Efeoğlu  kardeşlerin öyküsüne de yer sız Bandosu’nun Latif Şahin’i, Arabesk’in
vermiş, bu yüzden programı kaldırılmıştı”31 Şener’i, Zengin Mutfağı’nın Lütfü Usta’sı.
notunu düştüğü O, “Çizgi benim ilk göz ağ- Gölge Oyunu’nun Abidin’i, Aşk Filmlerinin
rımdır, bu yüzden yeri hep ayrı olmuştur. Unutulmaz Yönetmeni’nin Haşmet Asilkan’ı,
Çizgi roman bir yandan sinemaya benzer. Amerikalı’nın Şeref’i, Eşkıya’nın Baran’ı,
Aslında kâğıt üzerinde film çekersin,” diyen Gönül Yarası’nın Nazım’ı, Kabadayı’nın Ali
bir karikatüristti de… Osman’ı, Av Mevsimi’nin Ferman’ı, avcısı…
Onun için Anıl Yurdakul, “Gizli kahraman- Yani can verdiği, canlandırdığı unutulmaz
lar hiçbir zaman hak ettikleri yeri alamaz. karakterleriyle sinemanın önemli ve değerli
Gizlilikleri mütevazı olmaktan gelir ve bu usta oyuncusu Şener Şen.
asla ellerinde olan bir şey değildir. Karşı- Kabul edilmelidir ki sinemamızın tartış-
mıza baş kahramana yardımcı veya pek de masız en önemli oyuncularından biri o. Can-
bilinmeyen süper kahraman olarak çıkarlar: landırdığı karakterlerle unutulmazlar arası-
Sancho Panza, Robin, Gambit, Spawn, The na adını yazdıran, milyonların ezbere bildiği
Green Hornet... Ya da Süleyman Turan’ın repliklere ses veren ve toplumsal bilinçaltı-
oynadığı filmlerde karşımıza çıkan İsmail, mıza sanki yakın bir akrabamızmış gibi ta-
Komiser Süleyman, Rıza gibi karakterlerdir. nıdık gelen simasını nakşeden özel bir figür-
Turan çok yönlü bir sanatçıydı ama biz onu dür... Şener Şen bu ülkenin ortak değerleri
sinemacı olarak biliyoruz. Peki ya çizgi ro- arasında akla ilk gelenlerdendir.34
mancılığı?”32 derken; Salih Bolat da şunları ‘Yedinci Sanatın Şövalyesi’ Rekin Tek-
ekliyordu: soy’un ardından bir şeyler söylemek lâzım-

Kasım / 2020 29
dı, çok zor da olsa... Onun söyleyeceklerinin İş cinayetleri de beyazperdeye taşınabi-
sınırı yoktu, oysa bizimkilerin kifayetsiz kal- lirdi onun filmlerinde, reklam sektörü üzerin-
dığı, kalacağı aşikârdı... den liberal ekonominin çarpıklıkları da…
Ahmet Cemal’in, “Rekin Teksoy, Dante’yi, Nihayetinde çok basit, tanıdık hikâyeler
Boccaccio’yu ve onların ektiği Rönesans to- ve sakarlıklar sürüp gitse de filmlerinin bir
humlarını insanın ayağına getirmiş olan dü- bölümünde bürokrasinin yarattığı sorunlar,
şünürün ve sanatçının adıdır. Onun için bu yoksulluk, zamlar, grevler görülürdü. Tabii
nitelikleri kasten vurgulayarak kullanıyorum çoğu filminde göstermekle yetinilirdi, filmle-
ve böyle birine yalnızca ‘çevirmen’ deyip rinde bir mücadele çağrısı çok enderdi.
geçmekten bilinçli olarak kaçınıyorum, zira Filmlerini izlediğinizde kendi döneminin
böyle eserleri dilimize taşıyanların edimleri, ekonomik şartlarını, halkın yoksulluğunu,
çoğu kez sadece teknik yanıyla değerlendi- umutsuzluğunu ya da her şeye rağmen ne-
rilen bir çeviri yapmakla sınırlı değildir; onlar, şesini görmek mümkündü. “Hangi Kemal
Türkçede dilsel düzlemdeki yeni sanat eser- Sunal?” ve “Kimle Kemal Sunal?” sorularını
lerinin yaratıcılarıdırlar,”35 diye betimlediği O, sormadan onu ve filmlerini değerlendirmek
sadece sinema kitaplarıyla, incelemeleriyle, pek mümkün görünmüyor. Ama her durum-
araştırmalarıyla değil, sinema kültürünün da toplumsal bir değer ürettiği, filmlerinin
yerleşmesi, tanınması için de çalıştı. Sinema birçoğu ilerici sayılmasa bile mevcut koşul-
üzerine yazdıkları, yönettiği ansiklopediler lar göz önüne alındığında artık ileride kaldı-
bugün de saygın başvuru kaynakları arasın- ğı bir gerçek. En az gülüşü kadar etkileyici
da yer alıyor. Yarın da alacakları gibi... bir gerçek hem de…37
Rekin Teksoy, kararlı ve çalışkan yolcu- Genco Erkal’ın, “Onu gören insan ku-
luğunu sürdürmekten bir an bile vazgeçme- caklaşmak isterdi. Gözleri pırıl pırıl her za-
yen bir ustaydı. Ve en önemlisi O bir sosya- man çok doğaldı. Oyunculuğun er meydanı
listti, İtalyanca yazılmamış olsa da, iyi bildiği tiyatrodur. Onu Güdük Necmi olarak tanı-
Fransızca ve İtalyancadan karşılaştırmalı yanlar o tarafını bilmeyecekler. Tiyatromu-
olarak “Komünist Manifesto”yu çevirdi. Adı- zun temel direklerinden biriydi. Asıl onun
nın anılmasını istediği kitaplardan birisiydi.36 oyunculuk gücünün orda görüldüğüne şahit
oldum. Sadece güldürüde değil, her türde
Ayrıca unutulmazlardan, “Dünyanın En
çok başarılıydı. Çok ciddi politik oyunlarda
Güzel Gülen Kahramanı” tanımını hak edip,
oynadık. Çok bilinçli, çok açıktı. Her zaman
yaşamı boyunca 82 filmde rol alan tiyatro ve
onun mesleğine olan tutkusunu, disiplinine
sinema oyuncusu Kemal Sunal…
hayran olmuşumdur. Hiçbir gün provaya geç
O filmlerini hangi yönetmenin çektiği,
kalmadı, işini hep güzel yaptı.”38 diye tanım-
hangi senaristin yazdığı üzerinden değer-
ladığı bir unutulmazdı O.
lendirmekte fayda var. Bazıları ona “eşşoğ-
Kime sorsanız “Halit Akçatepe kimdir?”
lueşşek” dedirtip ona sakarlık yaptırmıştı,
diye kesinlikle aynı yanıtı alırdınız: Haba-
bazıları onun âlâmeti farikası olan gülüşü
bam Sınıfı’nın Güdük Necmi’sidir! Bu se-
ve saf bir kimliğe bürünebilen yüzünü top-
vimli ve içten tanımlama doğru ama eksik
lumsal ve sınıfsal çatışmaların tam ortasına
bir Akçatepe’yi anlatır.
koymuştu, bazıları ise yaş aldıkça sertleşen
Toparlarsak!
ve değişen yüz hatlarını güçlü bir dramatik
“Asıl hapishane insanın kafasında yarat-
yapıyla birlikte değerlendirmeyi uygun gör- tığı hapishanedir. Hayatı sınırlayan hapisha-
müştü. Bazıları ise bunların hepsini birden ne odur ki, ilk fırsatta yıkılmalıdır. Dünyayı
farklı filmlerde yaptırmıştı ona… daha iyi kavrayabilmek için…”
Ama unutmamak gerekir ki, filmlerinde “Bizim kimseye; eğecek başımız yok!
1 Mayıs Marşı da duymak mümkündü; feo- Umudumuzun bittiği yerde, inadımız baş-
dalizm, devlet eleştirisi görmek de… lar...”

30 Kasım / 2020
“Gerçek bildiğin yolda tek başına kalsan 20- Zeynep Oral, “Tutku Emekçisi Atillâ Dorsay”,
da. Mücadeleye devam etmelisin…” Cumhuriyet, 14 Mart 2014, s.19.
“Zulme dayalı tüm saltanatlar yıkılacak- 21- Atillâ Dorsay, 100 Yılın 100 Türk Filmi, Remzi
tır,” uyarılarıyla müsemma ve “Devrimci si- Kitabevi, 2014.
nema yol gösteren değil düşünmeye sevk 22- Öznur Oğraş Çolak, “Türkan Şoray: Sinema-
eden filmlerdir,” diyen Yılmaz Güney’in özeti da Oyun Oynamadım Yaşadım”, Cumhuriyet, 29
belki de Mahmut Tali Öngören’in, “Ben onu Mayıs 2020, s.11.
yalnız bir sanatçı olarak görmüyorum. Sine- 23- Olkan Özyurt, “Türkan Şoray: Star Değilim”,
ma yoluyla ve sinemanın da ötesinde geniş Radikal, 25 Kasım 2006, s.22.
24- Zuhal Aytolun, “Gönlüm Hep Müzikte...”,
kitleleri, ezilmiş insanları, sorunları olan in-
Cumhuriyet Pazar, No:1248, 21 Şubat 2010, s. 7.
sanları etkileyen bir sinemacı” ya da Yusuf
25- Türkan Şoray, Sinemam ve Ben, İş Bankası
Çetin’in, “Yılmaz’ı Yılmaz yapan emekten
Kültür Yay., 2017.
yana olan tavrıdır,” tanımlamalarındaki vur-
26- Emrah Kolukısa, “Türkan Şoray: Sinemaya
gudur.
Kırgınım”, Cumhuriyet, 25 Mart 2017, s.16.
O hâlde Henri Barbusse’ün, “İnsanlık ölü-
27- Öznur Oğraş Çolak, “Ağır İşçi Gibi Çalıştık”,
yor ve bu can çekişmenin tanığı da, çağdaş Cumhuriyet, 1 Ağustos 2020, s.13.
zaman,” tasvirindeki koordinatlarda anım- 28- “Milyonlarca Kalpte Yaşıyor”, Cumhuriyet,
sanması gereken (“büyücü”) Yılmaz Gü- 17 Eylül 2017, s.17.
ney’in “büyüsü” ile Ingeborg Bachmann’ın 29- Ayça Han, “Yakışıklı Dosta Özlem”, Cumhu-
umudunu çoğaltmaktır: riyet, 18 Eylül 2019, s.14.
“Bir gün gelecek, insanların siyah ama 30- “Tarık Akan’ı Yitireli 2 Yıl Oldu: Farksızdı Ya-
altın gibi parlayan gözleri olacak; onlar, gü- nardağdan”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2018, s.12.
zelliği görecekler, pisliklerden arınmış ve 31- “Süleyman Turan: Yeşilçam’dan Bir Yıldız
tüm yüklerden kurtulmuş olacaklar, hava- Daha Kaydı”, Birgün, 11 Eylül 2019, s.15.
lara yükselecekler, suların dibine inecekler, 32- Anıl Yurdakul, “Süleyman Turan ile Bir Gün”,
sıkıntılarını ve ellerinin nasır bağlamış oldu- Evrensel, 16 Eylül 2019, s.12.
ğunu unutacaklar. Bir gün gelecek, insanlar 33- Salih Bolat, “Sinemanın İhtiyarlamayan Deli-
özgür olacaklar, bütün insanlar özgür kala- kanlısı: Süleyman Turan”… https://www.gazete-
caklar, kendi özgürlük kavramları karşısın- duvar.com.tr/sinema/2019/09/22/sinemanin-ihti-
da da özgür olacaklar. Bu, daha büyük bir yarlamayan-delikanlisi-suleyman-turan/
özgürlük olacak, ölçüsüz olacak, bütün bir 34- Emrah Kolukısa, “Şener Şen: Her Dönemi
yaşam boyunca sürecek…” Yaşadım”, Cumhuriyet Pazar, 31 Mart 2019, s. 5.
  35- Ahmet Cemal, “Rekin Teksoy”, Cumhuriyet,
Dipnotlar 8 Haziran 2012, s.17.
36- Zahit Atam, “Rekin Teksoy Anısına”, Birgün,
15- Aydın Engin, “Önce Bir İtiraf”, Cumhuriyet Ki- 3 Haziran 2012, s.9.
tap, No:1392, 20 Ekim 2016, s. 11. 37- Hakan Güngör, “8 Maddede Kemal Sunal:
16- Vecdi Sayar, “Onat’ı Özlüyorum…”, Birgün, Her Şey ‘Oğlum Sen de Gül’ ile Başladı”, Evren-
11 Ocak 2020, s. 15. sel, 3 Temmuz 2018, s.12.
17- Ayşe Emel Mesci, “Sanırım Dönmeyece- 38- “Halit Akçatepe’ye Veda”, Cumhuriyet, 3 Ni-
ğim...”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2019, s. 14. san 2017, s.15.
18- Onat Kutlar, aktaran: Zeynep Oral, “Canım
Arkadaşım Onat Kutlar...”, Cumhuriyet, 12 Ocak (Bitti)
2020, s. 13.
19- Onat Kutlar, aktaran: Ahmet Cemal, “Onat
Kutlar’ı Düşündürdükleri”, Cumhuriyet, 6 Şubat
2017, s. 13.

Kasım / 2020 31
Karanlığı Yontanlar

Yılmaz GRUDA

Hasan İzzettin DİNAMO “Eski, silik bir çil para gibi”


Bir fiskeyle savrulması rağmına-
Halkı’nın ekmeğiyle büyüdü: Yetimler Yur- Hangi pencereye döndüyse ya demir par-
du’nda- maklıklar
Ondan bu kunt gövde, bu Eyûb sabrı, bu Ya da yüreğini yırtan tek başınalığın ağusu-
sevdâ Tabutluk’ta pekişti elektriğin gücü / hüneri
Mum ışığında öğrendi, yaratıcı gücünü Paralanırken gövdesi, patladı-patlayacak-
elektriğin ken orası
Öğretmen Okulu’nda Sivas’ın, Daha bir tanıdı betonu, kafası yere çarpılır-
Öğrendi: ken-
“Göğsünün altında çarpa çarpa yüreği” Gömütlük’lerde saklandı yıllarca pençesin-
En güzel şeyi öğrendi. “Öğrendi: vatanın an- den Azrail’in
lamını” “Yiyip bitirdi ağulu örümcekler gibi insan
Öğrendi sevdâlısı halk için gözleri”
Nasıl ehlileştirilir, kayaları yırtarak inen çav- Yılmadı, yüksünmedi
lanlar Alfabe’yi öğretti dağ başlarında çobanlara
Dağlar nasıl alınır düze, nasıl tınaza alınır Anlattı:
rüzgâr “Bin bir yamalı göynekle yola vuranlara
Gömüsü nasıl dağıtılır toprağın: buğdaya, Dönen çarkını kentlerin”
arpaya, pamuğa El verip, ip attı:
Bir tezhip gibi işledi belleklerine öğrencile- “Uçmasın diye uçuruma
rinin- Ağaçlara bağlayıp öküzüyle kendini,
Akça denilen, yedi kollu ejderhanın çı- Sarp yamaçlarda çift süren köylülere”
kar-çerçileri “İnsanlar olmadı farkında, en küçük hünerinin
Horon vurup, kıran koyarken adım başı Ne bir kişinin oldu haberi, varlığıyla yoklu-
Dönmedi sırtını halkına- ğundan”
Özgür ve bağımsız yaşasın diye Ülkeye sinmiş nankörlüğün acısını duya
Ne ki gördü, ne ki duydu, ne ki bildi duya-
Dönüştürdü şiir denen çan seslerine- “Yetmiş tonluk tankları tutup yularından
“Yıllarca bir paçavra, bir paspas gibi çiğnendi Tarlaları sürme” özlemiyle,
Ayakları altında toplumun” Yürüdü yıldızlara…
Kentten kente, köyden köye
Saz damlı kulübelerden, tezek sıvalı ağıllara

32 Kasım / 2020
Rıfat ILGAZ Sür mermiyi
88’lik Flak top’a
“Yoklama defteri’nden öğrenmedi Geri çekil, çek tetiği:
Çocuklarını: Yok kentler
Sınıfın en devamsızını Çocuk parkları
Bir sinema dönüşü tanıdı Okullar yok
Koltuğunda satılmamış gazeteler- Yok yarınları ülkenin!
Götürmek istedi arka sepetinde En iyi o biliyordu:
Elindeki ıspanak demetini Çocukluğunun sevdâsıyla
En dalgını sınıfın- sarmalandığı
Çoğu semtine bile uğramadı mektebin Mekteb-i Harbiye’den:
Palto’suzluk, ayakkabı’sızlık yüzünden… Kimbilir kaç kez
İçi kan ağlarken Dayadı dipçikleri omzuna
Karanlık geleceklerine çocuklarının Çekti tetiğini topların
Bir de dayandı mı kapısına memleketin Nasıl Tiger’le Panzer’le yan yana
Kan döke, kemik kıra, ölüm indire indire Süngüler ardında bölük, tabur
Güttüğü orduları akçanın… Akar et, savrulur kemik, kan patlar
“Gelecekse” dedi “ayakta bulsun dimdik Ölüm bir su gibi akar…
Açılan bir sorumsuz ateş En iyi o biliyordu:
Bir top karanfildir göğsümüzde” Nasıl yürüyecek
Yazdı iti, kurdu, kargayı “Halil İbrahim’lerin
Sarakaya aldı devleri: cüce etti! Mülkiyetine oturmuş
Deşti gücünü Kadıoğulları’nın Hacı Nafi’lerle elele!”
Sürecek dedi, kaldıkça bu- sen
Sürecek bu talan, bu parçalanma En iyi o biliyordu:
“Gece yarıları alınıp götürüldü…” İnecek cehennemleri!
Yaşadı Vurdu uyarı borularını:
“Ölümle burun buruna bir gençlik boyu Tetik bırakıp
Sıtmasında, vereminde Anadolu’nun Mısra düşürdü mermi gücünde…
Dönülmez bekleme kamplarında…” Söktüler apoletlerini!
Yatakta değil Çileleri kesişti o Büyük Usta’yla
Ak kağıt önünde Birlikte çarptılar çelik duvarlarına
“Bir kurşun kalem daha yontarken” Sintine altı’nın!
Ve karanlık basarken sınıfa Öğrendi direnci Usta’dan
Çaldı Son-Zil’i! Umudu öğrendi
Pekişti insanın, yaşamın anlamı
A. KADİR “Nice akşamlar indi
En iyi o biliyordu: Demir parmaklıklara
Vur dipçiği omza Basa basa sırtına karanlıkların
Gez, göz, arpacık: Doğdu yine gün ışığına”
Tetik! Sürdüler yine dağ, bayır, mezra
O yürüyen, gülen O sürdü durmadan
O yaratan, yaratacak Ak kağıtlara mermilerini…
O dünya Tekmil verip bir sabah
Birden yok! Çekildi bağrına halkının!
En iyi o biliyordu:

Kasım / 2020 33
Suat TAŞER Enver GÖKÇE

İndi sahne’den: Çıktı geldi:


“Ayakların olsun da / Yürüme Har’talarda imi-timi yok
Gözlerin olsun da / Görme Bir uzak dağ köyünden-
Dilin olsun da / Söyleme Çıktı geldi: Akarı yok, tutarı yok
Elin olsun da / Vurma Bozkır’dan / Kıraç’tan
Ne farkı var senden
Dağın, taşın!” diyerek indi… Çile değildi yazısı alnının
İndi Shakespeare’den kalkarak İşkence hiç / hiç falaka, hiç demir kapı
O nice krallara neşter vurup Hücrede kaptığı ölümcül sayrı hiç
Ufunetlerini sergileyen cerrah’tan- Hiç be hiç, hiç be hiç, sürgün hiç
El tersi ederek rızkını Yazdılar / Kazıdılar alnına
Haykırdı o tannan sesiyle Çün’ yazdı:
Geliyor, diye haykırdı: Hırt kim, kurt kim
O çağcıl Emek kimin, akça kime
O savaşla, artık değerle beslenen Kime dönüyor çark
O kazanlarında çelik ve barut karıp Çün’ yazdı:
Ölüm üreten “cadı”ların Eti yarıla, kemiği kırıla
Sök al, diyerek Dönecek elbet devran:
İktidar âsâsını, o soylu, o eskimiş askerin- “Döne döne esir, gaz, atom
“Urbası bol gelen krallığı Döne döne madde
Bir cücenin, bir devden çaldığı kaftan gibi” Döne döne hey, döne döne
Sırtına giydirip, fırlattıkları o ucûbe Gökler yarıla, devrile
O tabelâcı, o onbaşı artığı geliyor! Dağlar savrula, evrile
Geliyor çağcıl Macbeth: Çün’ istedi:
Hiçbir engeli yok, diye haykırdı Ne ayak bassın it suratlı gâvur
Geliyor dağılmış kafatasları Ne yesin yılan, kırkan
Kan ve kemik ırmaklarıyla Sütümüzü, ekmeğimizi”
İşbirlikçileriyle işleyerek Kâr etmedi:
Nifakı, yılgıyı Demir parmaklık, kerpiç duvar
Bir kurt gibi kemirecek ülkeyi Kâr etmedi kırbaç, bukağı
Yok hiçbir engeli, diye haykırdı: “Yaşadı tulû arzda
“Öldürdü uykuyu!” Yaşadı İslâm içinde, gâvur içinde
Öldürdü uykusunu dünyanın Yüreği vura vura polka, kazaska
O Macbeth müsveddesi- Mülhit ve mümin
Haykırdı halkının sevdâsıyla Ve Vatansever”
Hiçbir ödül beklemeden Yüreği vura vura zeybek, tamzara
Umursamadan işkenceyi, sürgünü… Yaşadı halkının emrinde
Hâlâ sürüyor haykırısı: “Kolunda, safında halkının
“Öldürdü uykuyu Macbeth!” Kendisi için hiçbir şey istemedi!”
Öldürdü uykusunu dünyanın!

34 Kasım / 2020
Attila İLHAN Kucaklayıp kaldıran çökerttikleri yerden
Adım adım zaptederek toprağı
…ve girer cümle kapısından attilâ ilhan Birlikte Doğu’nun tan yerine ulaştıkları an…
üstüne üstüne yürür çürümelerin Heyhat!... Vakt eriştikte
görüntüler lenfatik Bırakarak ardında halkını, yürüdü yalnızı-
bir zincirlemeler na…
geriye dönüşler ile.
geriye dönüşler kalır hep ve attilâ ilhan da çöktü bir derin acıya
-kısa kesmeler ile: kendi âteşiyle bir zâviye ördü
birden birazı komitacı: ittihâd ü tarakkı’yden
komitacılar ve hepten Mustafa Kâmal: ‘923 Ankara-
iner yazdı… yandı
kürt mustafa sehbâlarından kül savurup yazdı yeniden
boyunlarında ipleri hep yazdı
kimi râ bıyıklı ölümüne anka ve münfek
kimi elif çekmiş hükmederek nefs-i cânına
o kırbaç misillû adamlar… kıyâmı sermaye gibi biriktirip
ki, kasarak ölüme istanbul’u aktardı kitaplarına
mim-mim’de görünürler bir ara dehşetli bir depremi bekler iken- heyhat
Anadolu’da kesin. evcil bir efsanedir artık
Alıp abdestlerini kan göllerinden o râ bıyıklı yiğitlerin indirdiği komitacılık
düvel-i muazzama’nın bir durma nihâvent bağıçelere bakarcasına
leşine bakarak paslı kahrına divârdaki tüfengin
basarak çıktı gitti attilâ ilhan da
halk olarak yürürler… yorgun bir kederle
ve dönüşürler şiirden al yakutlara birlikte nice ‘haydut akşamlar’ yaşadığı
can-dost’larının arasına.
ne var ki kırılır zeman
o komitacılar gider
iner
karanlıklar
düşte kalır Fikret’in “Ferdâ”sı-

O bîdar, o diğerkâm,
O serdarî, o semender
O büyük Önder
Hani o…
Kırarak mührünü dayatılmış kaderin
Alıp bırakılmışlığını,
Savrulmuşluğunu halkının
Silerek aşağılanmanın ve ölümün dehşetini
Havsalasından-
Birlikte savaşıp ve birlikte ölmek sevdâsıyla

Kasım / 2020 35
2018-2019

Tiyatro sezonundan süren seçme


oyunlar (7)

A. Didem USLU*

Komediyi çok seven Akla Kara’dan Robin Can Yeleği oyununu Gönül Kıvılcım yaz-
Howden’ın yazdığı Suit oyunu bir kome- mış. Tek kişilik oyun. Kadın eviymiş. Balkon
di. Düğüne gelenler, seyirciler. Yatakta bir yemek, tek tek kelimeler. Sıkıcı. Giriş kah iyi
erkek (Bill) ve çarşafın altında bir kadın. Türkçe, kah kötü. İki oğul. Bebek ve boya
Erkek evleniyormuş. Otelin balayı suitin- yapan. İnsan olmak eziyetli iş diye olumsuz
deymiş. Rachel’la evlenecekmiş. Tom gelir, başlıyor oyun. Sonrasında da komik rahat-
organizasyon ona bağlıdır. Bill, Tom’a bir lama yok. Oyuncu iyi de, metin hemen içine
kadınla uyandığını anlatır. Ben bu kızı ne- almıyor. Tek tek kelimeler. Hanım öğretmen-
reden buldum diye sorar. Tipik bir komedi- miş, kocası mühendis. Her şeyleri varmış,
de olduğu gibi iki arkadaş itişirler. Rachel mutlularmış. Masada dört tabak. Sükunet
gelir, ön odada oturur. Bundan sonra da iki bitti. Sirenler, gürültüler, koşuşturmalar. Mü-
erkekle birlikte dolantıya başlar. Durum ve zik güzel, sahne iyi ama metin kötü. Hep
aynı sözler. Herkes beni tanıdı ülkemde.
dolantı komedisi. Hikaye üstüne hikaye an-
Böyle dünyaya çocuk getirilir mi? Keskin zıt-
latırlar. İki erkek Rachel’i aptal yerine koyup
lık iyi ama birden geçiş oluyor. Tek kişinin
aldatmaya çalışırlar. Çok komik durum ve
dikenler daraltıldıkça kendisini yerden yere
konuşmalar olur. Oyuncular da mizaha çok
atması. Daha hala mantıklı bir hikaye yok.
yatkın. Olaylar ve karakterler birbirine karı-
Tek boyutlu oyun çünkü tüm metin bir tek ça-
şır. Oyuncular hepimizi kırıp geçirdiler. Öyle
tışma çevresinde gelişir: Savaş ve göçmen
güzel oynadılar ki… Banyodaki güzel kızın sorunu. Ancak oyunculuk ve sahne plastiği
Tom’un sevgilisi olduğu ortaya çıkar. Oda mükemmel. Ev sahibi gelip kira istediğinde
hizmetçisiyle karıştırılan kızdan başka bir de işsiz koca zor durumda kalır. Ancak iş bu-
gelin adayı olayları karıştırır. İki çapkın erke- lur. Öğretmen hanım temizlik yaptı diye yük-
ğin üç kadınla karışıklığı pek tatlıydı. Yalan sünür. Oyun metninde olay yok, memleket
üstüne yalan iyice komik oldu. Oyuncular yok. Kadınlar fahişelik yaptı klişesi. Öğret-
bile gülmemek için kendilerini zor tutuyor- men anne küçük oğlunu dostum dediği sert
lardı. Ömrünüze bereket valla, çok güldük kadına bırakır. Kocası ve büyük oğluyla bir-
gençler. Sahnedeki dekor çok iyi kullanıldı. likte denize açılır. Keşke tüm bu karakterler
Oyunculuk çok hareketli ve komik taklitlerle arası çatışmalar anlatılsaymış, bir de mekan
mükemmeldi. Bu kadar iyi oyuncular, kendi tasvirleri olsaymış.
mizah oyunlarını mutlaka kendileri yazmalı- Süper İyi Günler oyununu Mark Haddon
lar. Yeteneklerini ortaya koymamakla yazık yazmış, Özen Yula yönetmiş. Otistik gibi bir
ediyorlar valla… genç. Christopher Francis Boone. Öğretme-

36 Kasım / 2020
ni onu anlatır çünkü günlüğünü okur,
yorumlar. Uzay hakkında çok bilgili
genç. Yalan söylemez ama en kötü-
sü metafor ve ironileri anlamaz. Kö-
peği öldürmemiştir ama polis ondan
kuşkulanır. Annesinin ölümünü anla-
tır. Okuldan geldiği gün mikrodalga
seyreder. Annesi hastanededir ama
süper iyi bir gün geçirecektir. Sarı
balonlar uçuşuyor. Rahiple cenneti
tartışır ama ikna olmaz. Babası Ch-
ris’e özel bir sınıf açtırır çünkü özel
bir çocuktur. Üç haneli sayıları akıl-
dan çarpar, hem de kolaylıkla. Ast-
ronot olmak ister, makineleri sever.
Grup halinde dans eden veya Chris’i
taşıyanlar hoş kareografilerle ha-
reket ederler. Babasıyla arasındaki
büyük olayda itiraf işiten Chris aklını
kaçıracak gibi olur.
Chris trende gidiyor. Evden kaç-
mıştır. Londra’ya annesine gitmek-
tedir. Herkesin bir ağızdan konuş-
tuğu tren sahnesi hoştu. Babasıyla
gitmez, onun kötü olduğunu anlar.
Otistik Chris’in dünyası ilginçleşti-
rilmiş. Türkiye ithali ve çeviriyi çok
sever çünkü ikisini de satmak kolay
lanmak yerine Türk yazarlar kendi toplumla-
ve zahmetsizdir. Bir romandan uyarlanan
rı hakkında yazsalar ya…
oyun iyice renklendirilmiş. Tek karakter üze-
Aslında İtalya’daki yazarın da neden
rine odaklanan kurguda, 16 yaşındaki otistik
Tatar Çölünü kullandığı anlaşılır gibi değil.
Christopher Francis Bone anlatılır. Basit ve
Metnin konusunda genç teğmen Giovanni
sade konuyu sahnede iyice güzelleştirmiş-
bir kaleye gönderilir. Annesiyle Sevgilisi Ma-
ler.
ria’yı arkada bırakıp kaleye gider ama orada
Tatar Çölü oyunu çeşitli jürilerden epey
yıllarca kalacak, zaman içinde değerleri de-
ödül aldı. Bir saat yirmibeş dakikalık oyu-
ğişecektir. Oyun yanılsamacı (illüzyon) ama
nu broşürde Betül Odabaşı Törk yazmış
aynı zamanda teması itibariyle de yabancı-
deniyor ama kaynak eser diye de Dino
laştırmalı temsili. Başka deyişle bir askerin
Buzzati’nin Tatar Çölü eserinin adı verilmiş.
hapishaneye dönüşen hayatı izleniyor. Gö-
Bundan hiçbir şey anlamadım. Betül hanım
revlerin monoton ritmi. Tiyatro oyunu sıkıcı
bu eseri neden seçmiş ve ele almış? İtalyan
olmamış. Mesela zaman felsefesi ve alış-
bir romancının romanı neden tiyatro oyunu
kanlıklar konuşması çok iyiydi. Bu roman-
olmuş? Ne dereceye kadar İtalyan eser kul-
dan mı, yoksa özgün mü? Dört geyik kadın,
lanılmış? Tiyatro oyununun hangi kısmı yüz-
dikişçi kadın, orman perisi, kalenin hemen
de yüz özgün? Ödül verirken yazar olarak
dibinden başlayan Tatar Çölü ilginç nok-
kimi göreceğiz? Yabancı bir edebiyatı kul-
talardı. Oyunun her yanı felsefi ama bunu

Kasım / 2020 37
romancı mı yapmış, yoksa Betül Hanım hareketlenir. Erkekler fırtına anlatır, fırtına
mı? Kalabalık oyuncu kadrosuna uygun bir tasviri. Kız çöpün içinde yuvarlanınca, ku-
metin olmuş. Durmadan tek kişilik oyunlar- caklarına alıp sallarlar. Kızı tepetaklak sü-
dan sonra bu iyi geldi. Şarkılar da güzeldi. rüklerler. Cansız gibidir. Yüzünü açınca ka-
Bayağı Shakespeare gibi oldu ama sondaki dın olduğunu fark eder, ayağa dikerler. Kız
sürpriz en güzeliydi. canlanır. Kıza ne soracaklarını tartışırlar.
Sonunda bizden bir tiyatro oyununa gel- Kızın sağır ve dilsiz olduğuna karar verirler.
dik: Ahmet Mithat Efendi’nin romanından Kızdan yararlanmaya kalkarlar. Erkekler ka-
Felatun Bey ile Rakım Efendi müzikli oyunu şınırken, kız koşturur. Erkeklerin biri gitmek
çok güzeldi de, iki saat kırk dakika sürme- ister, öteki kızdan etkilenmiştir, o yüzden
seymiş… Ne var ki oyun çok uzun ama hızlı kalmak ister. Erkekler işlerini geliştirmek is-
ve hareketli geçiyor. Yirmi kişilik kalabalık temişler. Bizi küçümsüyorlar, dinlemek iste-
kadro çok iyi. Danslar, kareografi güzel. Kos- miyorlar diye konuşurlar. Grev yapacaklar,
tümler çok güzel, Arda çok iyi. Doktor Nu- keşke sendikalı olsaymışız diye tartışırlar.
man Efendi de, Meraki Efendi de, Rum da. Acaba Fransız yazar bu oyunu Fran-
Rakım Efendi’nin seyirciyi selamlama ya- sa’daki güncel işçi ayaklanmaları için mi
bancılaştırması çok güzel oldu. Müzikli oyun yazmış diye düşünüyorum. Erkekler ölüler-
çok güzel. Çok güzel bir prodüksiyon. Ancak den söz ederler. Ölü veya canlı olma fel-
oyuncular vals yapamıyorlar, sadece bir çift sefesi. Artık rüzgarı da hissetmezler. İklim
iyiydi. Felatun ve Rakım zıtlığı çok güzel ve- değişikliği. Biz suçluyuz diye çevrecilik ya-
rilmiş. Acaba romanda Annabelli var mıydı? parlar. Erkekler kaşınmaktadırlar. Bedenle-
Josephina’nın yabancı memleket, Rakım’ın ri öğrendiklerini söyler, cinsellik konusuna
da anne konuşması güzel. Zenne’nin dansı girerler. Böyle uzayan bir oyun ama absürd
çok güzeldi. Şemsiyeli gösteri de harikaydı. tiyatro etkisi altında. Aslında bütün absürd
Arda’nın alafranga dansı ve şarkısı çok hoş- oyunların temelinde Godot’u Beklerken var-
tu. Sona doğru “gelgel canım gel, baharım dır, hatta mutlaka olmalıdır.
gel” şarkısı da çok güzeldi. İki kız öğrenci, Tiyatroda oyuncu rolü öyle önemli ki,
anneleri, hizmetlileri ve Josephina. Seyirci- yıllar önce Ankara’da rahmetli Nisa Serez-
ye takılmaları da hoştu. li’den izlediğim bir oyunu unutmam mümkün
Yine bir çeviri. Savaş ve ölüm anlatılı- değil ve bu oyunu kim oynarsa oynasın, asla
yormuş yine. Bir Avuç Kül oyununu Laurent beğenemem. Tatlı Kaçık Nisa Serezli’nin
Gaude yazmış. Sokakta iki genç torbala- muhteşem oyunculuğuyla metin olarak bize
rı taşıyorlar. Neşeli evsizler. Fransızlar. Bir mal edilmiş ve bizden olmuştu. Trajikomik
ağızdan konuşuyorlar. Durmadan kaşını- oyunun sonunda biriktirdiği o paraları ha-
yorlar. Sık sık öksürük. Anlamsız konuşma- vaya atarken Nisa Hanım bizi bir ağlatmıştı
lar geçiyor ama absürd oyunun bir mantığı ki… Bir de odanın ortasında ipe astığı poşet
olacaktır. Samuell Beckett gibi. Hayat tekrar çayların isteğe göre sınıflandırılması vardı
ve alışkanlıktır. Birden evsizler donarla, tor- ki... Meğer oyunu John Patrick diye birisi
banın içinden kadın çıkar. Yok edilen köyleri yazmış. Metin de çok güzel olduğu için or-
radyodan dinliyorlarmış, köyü terk etmeleri tada sadece yeni yorum kalıyor: Kimi deği-
gerekiyormuş. Kadın yerde torbaya dola- şimler hoş olmuş. Mesela parantez içlerine
nırken savaş anlatıyor gibi. Evini terk etmiş. kullanmak fikri. Sahne tasarımı hoş. Nisa
“Benden büyük adımlarla bana yetişiyor, bizi Hanım’ın oyununda çay poşetleri çamaşır
yan yana diziyor öldürüyor” diyor. Kadını ku- gibi boydan boya ipe asılıydı. Aklımda kalan
lağına fısıldıyorlarmış “seninle işim bitmedi en önemli sahne odur. İki kadın ve iki erkek
diyerek. Kadın yere kapaklanınca, iki erkek oyuncu oyuna emek vermişler. Yaşlı yoksul

38 Kasım / 2020
Sefiller Müzikli oyuncuları

kadın hikayesini sonu çok duygu doludur. “Özgür bir halk kaderine kendi karar verir”
Nisa Hanım oyuna can vermişti, oyun da pek alkışlandı nedense ama acaba biz öz-
Nisa Serezli’yi unutulmazlık. gür halk mıyız, yoksa her dönemde kuzu-
Müzikli oyun Sefiller 1815 yılındaki Pa- ların sessizliğini mi yaşıyoruz diye merak
ris’i anlatır. Oyunda dekor yok, dönen sah- ettim doğrusu. Ebony ortadan kalkınca aşk
nede oyunculuk, müzik, kostüm güzel. Jan üçgeni bozuldu, Javert de devrimle yok
Valjan’ın sakalı kötü. Saçları pırıl pırıl ama oldu. Barikattan gelen mektup Jan Valjan’ı
sakalı tiftik, tiftik. Takma sakal herhalde. Bi- şaşırtır ama damat adayını korur. Aslına ba-
lindiği üzere, Jan Valjan forsalıktan kurtulur. kılacak olursa Fransız Devrimi diye anılan
Sekiz yıl sonra işten kovulan kadın işçi, ge- toplumsal olay yüzyıllardır yapılan reklamı-
neleve düşer, sonra haksızlığa uğrar. Büyük na rağmen başarısızdır. Halk ülkeyi sömü-
prodüksiyon olur diyordum ama bu daha gü- ren krallara karşı burjuva devrimi yapmıştır
zel oldu. Yalnız playback gibi olan kısmında ama hemen arkasından Napolyon’un dik-
bazı oyuncuların sesi boğuktu. Kimi sesler tatörlüğü gelir. Fransız modeli özgürlük tut-
güzeldi. Mösyö Javer/Jan Valjan ve polis mamıştır. Ancak Fransız ideolojisi Osmanlı-
şefi/belediye başkanı. Fahişelerle denizci- yı nedense çok etkilemiştir. Osmanlı’da ne
lerin dansı hoştu. Az ve kullanışlı dekorlar soylu, ne burjuva sınıfı vardır, ne de kral
gelir, gider. Tablolar çok güzel. Hanın mey- ama “hürriyet, hürriyet” diye çığlıklar atan
hanesindeki danslar, donmalar gibi. Kalaba- aydınlar (münevverler) padişahlığı slogan-
lıktaki oyunculuk ayrıntılı. Kozet’in analığıy- ları ve isyanlarıyla iyice yıpratıp yıkılmasın-
la babalığı çok tatlı. Javer’in sesi çok güzel. da yardımcı olmuşlardır.
Uzun saçlı tenor da çok iyiydi. General La-
marck olayı da Jan Valjan’la paralel süren (Bitti)
devrin kalabalığını anlatıyordu. Marius/
Ebony/Kozet aşk üçgeni de iyi sahnelendi. * Prof. Dr. A. Didem Uslu
Javert devrimdeki halka katılır. Halk ha- Gelişim Üniversitesi Öğretim Üyesidir.
reketleriyle özel dünya farkı iyi gösterilmiş.

Kasım / 2020 39
Kara Katran

Gri bir örtünün altında oturuyorum gri bir örtünün altında oturuyorum
oturmak mı katran karası ses
ne oturması gecelerime çöküyor
gri bir örtünün altında yaşıyorum akşam haberlerine
gri bir örtünün… izlediğim filmlere
okuduğum kitaplara çöküyor
gri belirsiz bir renktir
karakteri yoktur her yerden duyuluyor
bir yanı aydınlığa nefretin kötülüğün dili
bir yanı karanlığa bakar kulaklarını kapatsan
ben ışığı arıyorum gözlerine ulaşıyor
didiniyorum gözlerini yumsan
bir damla ışık için… kapıdan bacadan
son soluğunda ışık ışık diyen havadan sudan giriyor
Goethe’yi unutmadım ellerine kollarına bulaşıyor
umutlarına düşlerine
her sabah uyandığımda yerleştiriyor
ölümden kara bir ses ulaşıyor sudan ucuz cehaletini
odama evime sokaklara
denize ovalara ağaçlara her sabah katran karası sesi
çiçeklere böceklere ulaşıyor soluk aldığım odalardan
dışarı atmak için didiniyorum
kıpırdama diyor bir kavga bu
sağa sola bakma kulaklarımın işgal edilmesine
ben ne dersem onu yapacaksın izin vermiyorum
parmaklarını şaklatıyor
gözlerinden nefret taşarken gri bir örtünün altında yaşıyorum
bas bas bağırıyor aydınlık geleceği düşlerken
şarkılar söylüyorum
gri örtünün altında sabaha
ölümden kara bir ses insana
sevinçlerime özlemlerime cıvıl cıvıl neşeli günlere
geleceğime çöküyor şarkılar söylüyorum

40 Kasım / 2020
o savaşkan kahramanlar
tanrılar tanrısına
karşı gelirlerse neler olacağını
birdenbire
gri bir örtünün altında oturuyorum söz dinleyen uslu bir
bir damla ışık sızıyor çocuk oluverirlerdi.
geçirgen duvarlardan
ışığı kirletmesin göklerin hakimi
ölümden kara ses diye bir gün yıkılacağını bilen
ışığı umutla aşkla Prometheus’u da cezalandırmıştı
kavgayla besliyorum her gün bir kartal
ciğerini yiyordu
Bir zamanlar Prometheus’a ölüm yoktu
göklerde oturan Zeus tanrılar ölümsüzdü
kendini evrenin hakimi sanırdı sonsuz bir acıydı yazgısı
dağları ovaları çiçekleri her sabah
insanları gözetleyip dururdu yeniden başlayan acı
yalnız tanrıları değil Prometheus’un direncini biledi
kahramanları da yönetirdi bugün değilse yarın
Hephaistos’u Olympos’un tepesinden tanrılar tanrısı da yıkılacaktı
yuvarladı mı bunu bilmek
tıngır mıngır dayanma gücü verdi Prometheus’a
tanrıların sofrasından günümüz Prometheus’larına yol açıldı
yeryüzüne düşüverirdi bugün Prometheus
tanrılara içki sunan direnmenin simgesi oldu
demirci, yontucu, taş işçisi kara katran
ateş tanrısı Hephaistos bile kapkara katran
çok acı çekti Zeus yüzünden bilmiyor bunu
tanrılar tanrısı Zeus’un bir zamanlar
hiç acıması yoktu. göklerde oturan
Zeus’a özendi
Agamemnon tepelerin tepesi yükseklerden
Akhilleus bakıyor aşağıya
Hektor bilirlerdi bakıyor insanlara
Zeus’un kendilerini gözlediğini ağaca kuşa çimene
şimşek savuran gürledi mi heykellere
toprağı titretirdi şarkılara
bilirlerdi göklerin hakimi şiirlere bakıyor
başlarına bir iş açacak bilgiye
bilirlerdi bilime
felsefeye bakıyor yükseklerden
yok etmek istiyor

Kasım / 2020 41
soluğuma bırakıyor
ölümden kara varlığını
yükseklerden izliyor
kendine benzemeyen ne varsa acıyla kıvranan insanları
parmağını şaklattı mı aldırmıyor anlamak istemiyor
haberciler, yazarlar içinde yaprak kıpırdamıyor
dam altında korumaya alınıyor taş kesilmiş kara katran
koruma dedikse bilir bilmez konuşuyor
bu bildiğiniz korumalardan değil
ellerinden kalemlerini alıyor bilir bilmez konuşuyor
ne kadar istese de kendini bir bilen sanıyor
susturamıyor şöyle bir bakarsan
vicdanın sesini yapıp ettiklerine
bilmiyor ağzın açık kalır
kalemsiz de yazar onlar dudağın uçuklar
ağaca kuşa bırakır kara katran neler bilirmiş de
Prometheus’ların belleğine bırakır bizim haberimiz yokmuş
kanayan kanatan doğruları
gerçek acır mimarlığı o bilir
gerçek acıtır mühendisliği o bilir
insanlığın bağrında öğretmenliği o bilir
solumayı sürdürür Prometheus doktorluğu o bilir
bunu bilmiyor kara katran avukatlığı o bilir
kimileyin savcı olur
Aiskhylos biliyordu kimileyin asker olur
bir gün savaşmayı o bilir
Zeus’un da sonu gelecekti nerelere yol yapılacağını
o tanrılar tanrısının da nerelere köprü yapılacağını
devrilecekti tahtı o bilir
“Zincire Vurulmuş Prometheus’u” o bilir kadınlar nasıl doğurur
yazabilir miydi her konuda konuşur
görmeseydi doğruları bilmem diyemez
bilir bilmez
parmağını şaklatıyor konuşur da konuşur
kara katran yakında bütün meslekleri
konuşuyor gereksiz ilan ederse
ekmeğime aşıma şaşırmayın
değil mi ki
her meslekten
her yaştan
insanların yerine konuşuyor

42 Kasım / 2020
kıvranıp durmuşlar
sağa bakmışlar olmamış
sola bakmışlar olmamış
e o zaman bizim kara katran
ne gerek var sırtına bir cüppe geçirmiş
bunları eğitmek için eline de bir asa almış
para harcamaya diyebilir ben öğretenlerin başıyım
yeri gelir ben bilirim her şeyi deyip
öğretim üyesi olur akraba eş dost kim varsa
yeri gelir hepsini
yazar olur fastiri fiston üniversitesine
kendi yazamadığı baş düdüklü tencere atamış
yazıları okur düdük kimin elindeyse
çok bilen görüntüsü o konuşur deyip
cahilleri etkiler yalnızca konuşuyor üniversitelerde
kara katran bilmez bunu
bilir bilmez konuşur. bu kadarla kalsa iyi
insanların hakkını arayan
geçenlerde doğru hak adalet diyen
düğme dikme yarışması savunuculara da pek kızmış
vardı fındıkkıran üniversitesinde kim ya onlar
aa… bir de ne görelim burda ben varken
kara katran bir numara çekmiş en iyisini ben bilirken
bir kıvırmış bu kadar çok avukat mavukat
bir dönmüş fırdolayı ne işe yarar
bütün düğmeler kırılmış hepsini bir çuvala koyar
en hızlı düğme dikenler bile adalara süreriz
dışarda kalmış emmimin oğlunu da
birinciliği baş kadı atarım
hiç düğme dikmemiş o zaman
kara katran kazanmış önüne gelen
demokrasi
bir başka gün hak adalet diye konuşamaz
fastiri fiston üniversitesine ben varken burda
öğretenler alınacakmış bu ne ya
en yüksek puanı olanların böyle saçmalık olur mu
dosyalarına kaynar su dökmüş diye başlamış konuşmaya
görünmüyormuş öğretenlerin
başarısı, niteliği
adı bile görünmüyormuş
ne yapalım ne edelim diye

Kasım / 2020 43
kara katranın ilkel sesini
bilmez ki alkışladığı
kendi yoksulluğudur
sırtına bindirilen yüklerdir
bilmez halk
önceleri
alkışların kendinden aldığını
kendi kendine konuşuyormuş
inim inim inildiler de
kimse dinlemiyormuş onu
sesi çıkmaz ovalarda
sonra usul usul
dağlarda duyulmaz çığlığı
sesinin ayarını açmış
ölüm karalığını kuşanmış
bildiği tek şey
kin, nefret yerleşmiş bakışlarını
korkudur
fırlatmış insanların üzerine
korkar halk
korkanlar
Zeus’a özenenin
önünde
neler yapacağını
yerlere kapanmaya başlamış
deneylerinden öğrenmiştir
haşmetli efendimiz
okumamıştır
bir kusur ettikse affola
Eleştiri’de Cengiz Gündoğdu
ayağının altını öpeyim
alkışlayan sorumludur demişti
tükürdüğüm mendili yalayayım
bunu da bilmez halk
sen bilirsin her şeyi
gerçeğin sütünü içmemiştir
ben kimim ki
kendi gücünü bilmez
senin kulun
uslu bir kul olmanın
senin büyüklüğün karşısında
çıkarcı kollarında
ben bir hiçim
savrulur ordan oraya
kudretli efendim
uğrunda
böyle başa
ölmeye razıyım
böyle tarak dedikse de
demeye başlamışlar.
bu böyle gitmez
başlar değişince
Zeus’a özenen
taraklar da değişir
tanrılar tanrısı
değişir halk
çok bileni alkışlayan
popülist parmaklar
Berrin TAŞ
bilmeden onaylar
kendi cehaletiyle
buluşturduğu

44 Kasım / 2020
Öykü

Meçhul

Pınar ÖZTÜRK

Gülizar bu sokakların en deli kızıydı. Di- taşlar yapıştırırdı. Terle karışık adi bir parfüm
yarbakırlı Rıza’nın barında akşam sekizden kokusu yayılırdı yaklaştığında bedeninden.
gece dörde kadar garsonluk yapardı. Yalvar Ona bakınca kime benzettiğimi çıkaramaz
yakar, araya tanıdıklar sokarak bulmuştu bu düşünürdüm. Yüzlerce kadının ifadesini ta-
işi kendisine. Birkaç suçtan sabıkası vardı. şıyan bir yüzdü bu. Fakat bunlar uzaktan
Hırsızlıktı hepsi de. Tövbe etmişti. Temiz görünüşüydü. Yüzünde gülümsemesiyle
temiz çalışmak, şeytana uymamak istiyor- bile saklayamadığı bir hüzün görürdüm. Bu
du. Uzun siyah saçları, parlak pürüzsüz bir dünya, hele bu sokaktaki basit hayatı çok
yüzü, bembeyaz dişleri vardı Gülizar’ın. Ba- dar geliyordu ona belli ki.
zen kulağına büyük bir halka, bazen de bur- Patronuna nicedir sevdalıydı Gülizar. Bir
nuna kadar uzanan bir hızma takardı. Hız- iki kez beraber olmuşlardı. Hemen arka so-
manın burnuna yakın bir yerinde küçük bir kakların birinde iki odalı küçük bir dairede
kuru kafa sallandırır, diliyle kurukafaya do- kalıyordu. Odayı ona patronu bulmuştu. Geç
kunmaya çalışırdı. İçim sızlardı, ürperirdim saatlerde beraber çıkıp birkaç kez bu evde
onu böyle görünce. Göğüs uçlarında ve tüm etmişlerdi sabahı. Yakışıklı adamdı doğrusu
bedeninde daha ne çeşit metal parçalarla patronu. Adı Rıza’ydı. Rıza’ya da danışıp
dolaştığını merak ederdim. Kulaklarında adi evinin diğer odasını kiraya veriyordu bazen
taşlardan yapılmış ışıltılı küpeler diziliydi. Bir Gülizar.
de cezaevinden kalma bir alışkanlıkla sabır Müşterilerle çabucak senli benli oluyor,
çekerdi ara sıra. iş bitip gece olunca ne yapıp edip onlardan
Uzaktan bakınca ne renk olduğu bir türlü kurtuluyor, tek başına ayrılıyordu bardan.
seçilemeyen gözleri iri iri gülümserdi. Henüz Burada oturup bir şeyler içen, sarhoş ge-
üzerine tek bir boya fırçası bile değmemiş vezeliği eden adamların, çalışanların, ar-
boş bir tuval gibi geniş ve parlak yüzünü kadaşlarının ilgisi her zaman üstündeydi.
özenle boyar, bulup buluşturduğu, sağdan Böyle olmasını seviyordu. İyi bir eğitim
soldan arakladığı makyaj malzemeleriyle alamamış genç yaşından itibaren çalışmak
kendini meşhur birilerine benzetirdi bazen. zorunda kalmıştı, ne iş olsa yapmıştı, te-
Bukalemun diyorlardı ona. Hep bir başkası mizlikçilik, bulaşıkçılık, birkaç yıldır da gar-
olmak istermiş, tek bir beden tek bir yüz ona sonluk. Karanfil Yokuşu’ndan inerken her
yetmezmiş gibi bir hali vardı. Evlense kocası an rastlayabilirdiniz ona. İş başı yapmadan
hiç sıkılmazdı ondan herhalde. Tırnaklarını önce genellikle bir yerlerde bir arkadaşıyla
farklı renklere boyar, üzerlerine küçük parlak takılır, zaman öldürürdü.

Kasım / 2020 45
Makyaj yapmak yüzünü boyamak güzel omuzuna atmış etrafa biraz kuşkuyla bakı-
şeyler giymek tutkusuydu. Yeterince parası yordu. Ne güzel saçlardı bunlar. Gülizar hep
olmadığı halde sürüp sürüştürmekten baş- böyle sarı saçları olsun istemişti.
ka bir şey için yaşamıyordu sanki. Hepsi de Göz göze geldiler bir süre sonra. Sessiz
şatafata düşkünlükten ve belki de sevdiği ve endişe veren gözlerle bakıyordu çevre-
adama güzel görünmek arzusundandı. Gü- sine kadın. Halinden memnun bir havası
zel görünmeliydi elbette çünkü buradan baş- yoktu. Bir yerden taşınmış, oraya fırlatılmış
ka gidebileceği bir yer, bir iş ve bir ev yoktu. bir paket gibiydi. Bir süre sonra patronu bar-
Kadın olmak zordu, parasız olmak ise çok dakları raflara yerleştiren Gülizar’ın yanına
daha zor. Kötü yerlere düşmek istemiyordu. geldi.
Polislerle uğraşmak istemiyordu. Arkadaşla- “Gelsene, seni biriyle tanıştıracağım.”
rının başına gelenleri izliyordu uzaktan. Yaş- Beraberce merak uyandıran kadının ol-
lılığı da vardı bugünlerin. Sabıkası yakasına duğu masaya yöneldiler.
yapışmıştı bir kere. Patronunu elde edip pa- “Bu Hanım, benim memleketten arkada-
rasızlıktan kurtulmayı düşlüyordu. O niyetle şım.” dedi patron, kadını işaret edip.
yatağına girmiyor muydu nicedir? “Adı Fatma. Bir süre İstanbul’da kalması
Patronun bir de erkek kardeşi vardı. gerekiyor, birkaç işi var. Sonra memlekete
Hatta barın asıl sahibi oydu. Lakabı Deli dönecek. Birkaç gün senin evinde misafir
Cuma’ydı. Birkaç yıl önce bir adamı öldür- edelim onu. Senin kiraya verdiğin oda boştu
mekten hapse girmiş diyorlardı Deli Cuma hem. Kirasını ben veririm sana. Güvenli bir
için. Hakkında anlatılmayan şey yoktu. Adı yerde rahat etmiş olur.”
vardı ama kendisi ortalarda yoktu. İnsanla- Gülizar göz ucuyla kadına baktı önce
rı korkutmak için anlatılan bir cin hikâyesi tekrar göz göze geldiler. Kadın hafifçe gü-
gibi. Herhangi bir gece birden gelebilirdi. lümseyerek selam verdi. İtici, soğuk bir şey
Gülizar ise korkmuyordu yanında çalıştığı vardı bu kadının ifadesinde. İncecik kemikli
bu adamlardan. Patronunu mert, dürüst, parmaklarıyla sigara paketinden bir dal
güçlü bir adam olarak görüyordu. Bir tutsa çıkarıp yaktı. Dumanını savururken baştan
ellerinden bu hayattan çekip çıkarabilirdi aşağı süzdü Gülizar’ı. Hiç de memleketten
kendisini, sultanlar gibi yaşatabilirdi. O, ba- gelmiş birine benzemiyordu. Patronun nice-
rın kapısından girdiğinde davranışları deği- dir adı geçen sevgilisi bu muydu acaba? Ha-
şiyordu Gülizar’ın. Oysa patron çapkın ada- yallerinin üzerine kuma getirilmiş bir kadın
mın biriydi, bir sevgilisi var diyorlardı. gibi içi burkuldu Gülizar’ın, incindi. Kalbini
Bir gün patronun yanında mekâna tuhaf bir kıskançlık kapladı. Karşısındaki bu
genç ve güzel bir kadın geldi. İstenmeyen, davetsiz misafirin güzelliğini tarttı. Saçlarını,
beklenmeyen bir misafirdi bu. Elinde ko- kıyafetini çaktırmadan izledi. Kendisinden
caman bir çanta vardı kadının. İçeri daha güzeldi kuşkusuz.
girdiklerinde patron bir göz işaretiyle birile- Gülizar’ın patronuna hayır deme şan-
rini yanına çağırıp konuştu ayaküstü. Kadın sı yoktu. Evini, işini ona bulan, kaybetmek
kendisine gösterilen köşedeki bir masaya istemediği, üzerine hayaller kurduğu, hatta
oturdu, çantasını kucağına koydu ve çevreyi yatağına girdiği patronundan gelmişti bu is-
süzdü bir süre. Gündüz saatleri için abartı- tek. Kadını evine almak zorunda kaldı, hiçbir
lı bir elbisesi, apartman topuk ayakkabıla- şeyi soramadan, sorgulayamadan.
rı, altın bileziklerle dolu bilekleri vardı. Işıl Aynı günün akşamı patron, arabasıy-
ışıl parlayan bukleli uzun sarı saçlarını sağ la Gülizar’ın evine götürdü onları. Eve gir-

46 Kasım / 2020
diklerinde hızlıca ortalığı toparladı Gülizar. hakkında ona gizliden sorular soruyor, o da
Kadına kalacağı odayı gösterdi. Kadın pek bilmiyorum deyip geçiştiriyordu. Gerçekten
konuşmuyordu nedense. İlk karşılaştıkları ne olduğunu, evinin kapısını kime açtığını
andaki endişeli havasını sürdürüyordu. Si- bilse anlatacaktı. İçi içini yediğinden patro-
gara üstüne sigara yakıyordu. Ketum bir şey nuyla bir köşede konuşup ona soracaktı.
bu diye düşündü Gülizar. Kadın odaya şöyle Her akşam uğrayan patron kadın geldiğin-
bir göz gezdirdikten sonra karşısındakini kü- den beri ortalarda görünmemeye başlamış-
çümser bakışlarla süzdü. Gülizar daha önce tı. Aralarında bir şeyler vardı demek. Güli-
de pek çok kez odasına kiracı bulduğu için zar’ın içi merak ve kıskançlıkla doluydu.
evde bir yabancının olmasına alışıktı ama Nereden çıktığı belli olmayan, bir gece
kiracıları onun çevresinden kızlar olurdu ansızın gelen, odasına eşyalarını fırlatıp
genelde. Böyle emrivakiyle, isteksizce, an- hayatını işgal eden, sevdiği adamı ya-
laşmadan, konuşmadan, tanımadan ilk kez nından alan bu kadının gizemini çözmek
birini alıyordu evine. O sabah tuhaf bir can istiyordu kuşkusuz. Bir an önce bilmediği ne
sıkıntısıyla uyandı bu yüzden, doğru dürüst varsa öğrenip tekrar eski düzenine dönmek
uyuyamamıştı zaten. Davetsiz gelen misafir istiyordu. Hem bu kadın hırlı mıydı hırsız
canını sıkıyordu. Saat on ikiye doğru kalk- mıydı? Taşıdığı o ağır valizde ne vardı aca-
mıştı. Kadının, evdeki ilk sabahıydı. Uyan- ba? Gerçi patronu onun başını bile isteye
mış mıydı acaba? Evde miydi? Fazla ses belaya sokmazdı.
yapmadan mutfağa gitti. Kahvaltı hazırla- Aradan geçen üçüncü gün kadın hâlâ
yacaktı. Salona bir baktı önce, kimse yoktu. görünürlerde yoktu. Belki sadece eşyalarını
Kadın hâlâ odasında mıydı acaba? Kapısını bu eve bırakmak istemişti. Ama onunla ko-
çalmak istedi ama çekiniyordu. Kahvaltıyı nuşan, ona herhangi bir haber veren yoktu
ise tek kişilik hazırlamak ayıp olacaktı. sonuçta. Yine kadının eşyalarının olduğu o
Ufak bir cesaretle kadının kapısını çal- odaya girdi Gülizar. Aynalı ceviz komodin-
dı. Ses gelmeyince bir kez daha... Sonra deki görüntüsüne yaklaştı yavaş yavaş.
çekinerek de olsa kapıyı açtı. İçerde kimse Kendini seyretti. O da kendisini küçümsedi.
yoktu. Odaya şöyle bir göz gezdirdi Gülizar. Aslında ilk anda amacı kadının kimliğine
Kadın eşyalarını yatağın üzerine yaymış, ait bir şeyler bulmaktı orada. Çekmeceleri
aynalı ceviz komodinin üzerine makyaj mal- açtı, ona ait ne varsa aramaya koyuldu. Ya-
zemelerini doldurmuştu. Yatağın kenarına tağın üzerinde hâlâ birkaç giysi duruyordu.
bırakılmış sarı şey dikkatini çekti Gülizar’ın. Çantayı açmaya ise cesareti yoktu. Sadece
Emin olmak için yaklaştı. Elleriyle kavradığı makyaj malzemeleri, bir parfüm şişesi
şey sarı uzun bir peruktu. İnsan saçından duruyordu komodinin üzerinde. Kaliteli şey-
yapılmış kaliteli bir şeydi. Demek sarı saçlar ler kullandığı belliydi. Rimeller, rujlar, allıklar,
aslında peruktu. Dün ne de çok özenmişti o on beş renkten oluşan aynalı bir far kutusu,
saçlara oysaki. Odaya kokusu sinmişti kadı- özensizce silinip atılmış rujlu bir peçete...
nın. Kendisine ait olmayan tüm bu eşya çok Memleketten falan gelmiyordu bu kadın,
çekici duruyordu. Ama kendini kaptırmadan mutlaka İstanbul’dan bir yerdendi diye dü-
kapıyı kapattı Gülizar, içeri geçip tek başına şündü. Bu kadar pahalı makyaj malzemele-
kahvaltısını yaptı. rini alabilmek için iyi para kazanmak gerek-
Kadınla karşılaşmadan böyle iki gün geç- tiğini düşündü. Gardıroba baktı. Sadece bir
ti. Gülizar saat üç gibi evden işe gidiyor, sa- iki elbise asılıydı. Elbiselerden birini çıkardı
bah beş gibi dönüyordu. Çalışanlar misafir askıdan, şöyle bir üzerine tuttu. Aynanın

Kasım / 2020 47
karşısına geçti. Güzel görünüyordu. Işıltılı lıkla başını sallayarak onayladı onu. İkisi de
taşlarla süslü yeşil kumaşı başını döndür- odalarına girdiler ardından. Gülizar soracağı
dü. Bir an orada durup o elbiseyi giymek, onca soruyla yine kalakalmıştı. Kadın belki
köşeye bırakılmış apartman topuklularla yü- de sabah anlatacaktı kendisi hakkındaki her
rümek istedi. Sonunda kendini engelleye- şeyi.
meden kıyafeti ve ayakkabıları giyiniverdi. Uyandıklarında Gülizar kapıyı çalmadan
Böyle ne de şuh ve alımlı görünüyordu. Aynı mutfağa yönelip kahvaltı hazırlamaya başla-
beden giyiniyorlardı üstelik. Bu gizlice yap- dı. Üzerinde göğüsleri transparan bir gece-
tığı şey heyecan vericiydi kuşkusuz. Fakat likle mutfak kapısında belirdi kadın birden.
aklının bir köşesinde kapının her an açılabi- Kahvaltı masasını salona taşıdı Gülizar.
leceğine dair bir korku da vardı. Kadına evin Beraber sofraya oturdular. Çok geçmeden
anahtarını verdiklerini hatırladı birden. Her kadın konuşmaya başladı.
şeyi eski yerine koyup kıyafeti de hızla çıka- “Bugün sana kiramı vereyim, dedi. Pat
rıp yerine asarak sessizce çıktı oradan. Bu, diye geldik ayıp oldu sana. Hem belki üstü-
o odaya ikinci girişiydi. ne başına da bir şeyler alırsın.”
Gülizar kadınla bir karşılaşabilse ona kim Yine o bakışlar, Gülizar çok bozulmuştu
olduğunu, patronuyla ilişkisinin ne olduğunu bu son lafa. Bu kadın kendisini aşağıladık-
sorabilseydi keşke. Kadın, sanki eşyalarını ça hem içini büyük bir nefret kaplıyor hem
emaneten bırakmış, yok olmuştu ortadan. de kıskançlıkla karışık bir özenti duyuyor-
Epeydir görünmeyen patronla Gülizar’ın iliş- du ona. İçinden sessizce sabır çekti. Sonra
kisini bilen herkes sanki dudak ucundan gü- birden endişeye kapıldı. Acaba kadın onun
lüp ona sorular soruyordu. O ise olanlardan odasına girdiğini, eşyalarını karıştırdığını
bihaberdi. mı anlamıştı? Gerçi anlayacağı bir şey yap-
Ertesi gece Gülizar eve sabaha karşı mamıştı. Bir elbiseyi gardıroptan almış ve
döndü. Üstünde başında ne varsa çıkardı, denemişti sadece.
kendini yatağa attı. Çok geçmeden dışarı- Gülizar hiçbir şey söyleyemedi. Kirada
da bir arabanın fren sesini duydu. Merakla falan gözü yoktu. Sadece konuşmak, so-
rular sormak, patronuyla ilişkisinin ne ol-
hemen cama yapıştı. Patronunun arabasıy-
duğunu, kadının nereden geldiğini ve ne
dı gelen. Araba park ettikten birkaç dakika
iş yaptığını öğrenmek istiyordu. Ne zaman
sonra indi kadın. Kendisine verilen anahtarla
gideceğini de merak ediyordu ama bunu so-
kapıyı açtı. Salona girdiğinde merakla bek-
ramazdı elbette. Kelimeleri yutmuştu sanki.
leyen Gülizar’ı buldu karşısında. İlk karşılaş-
Başkası olsa saçını başını yolacak bir nefret
malarının üzerinden günler geçtikten sonra
vardı içinde. İncinmiş, aşağılanmış, hor gö-
yüz yüze gelmişlerdi. Kadın yine o tepeden
rülmüştü. Bu kadının kendisinde uyandırdığı
bakışlarıyla karşıladı Gülizar’ı. Sanki misafir
duygu tam olarak buydu.
olduğu evde ev sahibini görmek istemiyor-
Kahvaltıdan sonra onu odasına çağırdı
muş gibiydi.
kadın. İkidir gizlice girdiği odaya bu sefer
“Uyandırmadım umarım seni”, dedi.
sıkılarak girdi Gülizar. Sanki dün gece oda-
“Hayır”, dedi Gülizar.
sında eşyalarının kurcalandığını biliyormuş
Hiç uyuyamıyordu zaten artık. “Bir bar-
gibi dudaklarında tuhaf bir gülümseme vardı
dak su içip yatacağım ben de” dedi kadın.
kadının. Valizini açtı, içinden birkaç parça kı-
“Seninle hiç konuşamadık. Yarın beraber
yafeti avuçlayıp yatağa götürdü. Aralarından
kahvaltı yapalım.”
birini seçti. Sonra Gülizar’a yaklaşıp elbiseyi
Gülizar bu daveti beklemiyordu. Şaşkın-
üzerine tuttu.

48 Kasım / 2020
“Evet, dedi, bu elbise yakışır sana.” sigara yakıyordu. Ortalığı duman kaplamış-
Böyle birkaç kıyafet denedi Gülizar’ın tı. Sık sık saatine bakıyor, arada bir de cama
üzerinde. yaklaşıp dışarıyı seyrediyordu. Gülizar’dan
“Bunları almak ister misin?” diye sordu. önce kadın başladı konuşmaya.
Kadın ona kıyafetlerini bonkörce verirken “Yarın sabah ayrılacağım yanından.
onlardan kurtulmaya, çantasını hafifletme- Bana evini açtığın için çok teşekkür ederim.”
ye çalışıyor gibiydi. Oysa hepsi de pahalı Onca soru bir anda anlamsızlaşmıştı tabii
şeylerdi. Sanki kimliğini parçalara bölmüş Gülizar için. Ama yine de patronuyla ilişkisi-
dağıtır gibi bir hali vardı bu meçhul kadının. nin ne olduğunu öğrenebilseydi... O anda bir
Gülizar elinde kadının verdiği birkaç parça telefon geldi ve kadın konuşmak için odası-
elbiseyle odasına dönerken içinde büyük bir na koştu. Neler dönüyordu acaba karanlık
öfke duyuyordu. Neden kendisini küçüm- hayatında? Kadın bir süre daha dönmeyin-
seyen bu kadına özeniyor, elbiseleri kabul ce odasına çekildi Gülizar kahvesini alıp.
ediyor, ağzının payını veremiyordu bir türlü? Küçücük odasında hapishane günlerindeki
Neden böylesine kötü bir zaafı vardı sanki; gibi volta atmaya başladı.
makyaj malzemeleri çalmaktan hapse dü- Sabah uyandığında ilk iş onun kapısı-
şen, onun bunun eskilerine bile talip olan nı çalmak oldu Gülizar’ın. Acaba dün gece
kendisi değil miydi? Bu özenti nedendi? Ka- söylediği gibi yapmış ve ayrılmış mıydı ev-
dının evden çıktığını duyana kadar odasına den? İçerden ses gelmeyince kapıyı yavaş-
kapandı. ça araladı. Kadının eşyaları ortalıktaydı.
Kadınla konuşup öğrenemediği şeyleri Belki de gidememişti. Sonra emin olmak için
ertesi gün barda çalışanların ağzından duy- hızla tüm evi dolaştı. Ortalıkta kimse yok-
du nihayet. Söylenenlere göre meçhul ka- tu. Odaya geri döndü, ortalığa sinen sigara
dın, Gülizar’ın patronuyla ilişkisini öğrenen dumanından kurtulmak için pencereleri açtı
eski belalısından kaçıyordu köşe bucak. teker teker. Eşyalarını evde bırakıp gitmesi
Üstelik kaçtığı adam oldukça nüfuzlu biriydi. çok tuhaftı. Sanki her şeyi terk etmek iste-
Gülizar, kadınla ilgili anlatılandan çok et- miş gibiydi. Geçmişini, kimliğini, sarı saçları-
kilenmiş olacaktı ki o gece evine dönerken nı… Başından beridir bu odada bir şey onu
birilerinin onu takip ettiklerini düşündü. Ka- çağırıyormuş gibiydi. İyi de kadın gittiyse
ranlık ve dar sokakta birilerinin ayak sesle- neden parfümü, çantası, makyaj malzeme-
rini duyuyor ama ara sıra arkasına dönüp leri, elbiseleri hâlâ oradaydı ki? Tuhaf bir
baktığında kimseyi göremiyordu. Yol kilo- durumdu bu. Eşyalar ortada olduğuna göre
metrelerce uzadı gözünde. Hızlı adımlarla onları almak için her an dönebilirdi meçhul
eve attı sonunda kendisini. İçeri girdiğinde kadın. Emin olmak için bir süre beklemek is-
meçhul kadını salonda buldu. Kapıyı hızla tedi Gülizar. Hem bugün izinliydi. Evden gün
açtığı için olacak kadın birden telaşa düş- boyunca çıkmadı. Kadının odası hariç, orta-
müştü. Gülizar, hikâyesi hakkında barda lığı baştan sona temizledi. Böylelikle kadını
duyduklarını onun ağzından da öğrenmek siliyordu sanki evden.
istiyordu. En çok da patronuyla ilişkisinin ne Kapı hiç çalınmadan koca gün geçmiş,
olduğuyla ilgileniyordu. akşam olmuştu. Önce güzel bir banyo yaptı,
Üzerini bile değiştirmeden iki fincan kah- sonra da bir fincan kahve koydu kendine.
veyle döndü salona. Lafa nereden başlaya- Kadından ses seda yoktu. Gerçekten git-
cağını düşünüyordu. Loş ışığın altında ka- mişti demek ki. Gülizar tüm gün girmemek
dın çok gergin görünüyordu. Sigara üstüne için kendini tuttuğu odaya, kadına kiraladı-

Kasım / 2020 49
ğı o odaya, girdi nihayet. Çantasının içinde buralardaydı, gitmemişti. Eşyalarını almak
başka bir şeyler de var mıydı acaba? için döneceğini nasıl da tahmin etmemişti.
Yatağın kenarına oturdu yavaşça. Kahve Hızla ayağa kalktı, ne yapacağını düşündü.
fincanını komodinin üzerine bıraktı. Yatağa Mum gibi dikili duruyordu aynayla kapının
saçılmış kıyafetlerinden birini seçti. Yerlere arasında. Kadın sanki onun hayatını kur-
kadar sürünen mavi ipek bir abiyeydi bu. caladığını biliyormuş gibi öfkeyle vuruyordu
Göğüs kısmında ışıltılı zincirler vardı. Ayağa kapıya. Açılmadığı sürece daha çok artıyor-
kalkıp üzerine tuttu elbiseyi. En çirkin kadını du vuruşlar, Gülizar’ın kalp atışıyla karışı-
bile güzelleştirebilirdi bu giysi. Üzerindekile- yordu ses. Ya gelen patronsa diye düşündü
ri çıkarıp aynadaki çırılçıplak görüntüsünü bu kez. Onu böyle görse kadına özendiğini
hayranlıkla seyretti bir süre, sonra ayakla- düşünecekti üstelik. Hem ona güvenip misa-
rına kadının apartman topuklu ayakkabıla- fir etmişti kadını bu evde. Hızlıca soyunma-
rı da geçirdi. Bir karış daha uzayan çıplak yı düşündü önce ama kapı daha da şiddetli
bedeniyle aynı boya gelmişlerdi meçhul yumruklanmaya başlamıştı şimdi, kırılacaktı
kadınla. Sonra eteğini sıyırdığı elbiseyi ba- neredeyse. Mecburdu artık açmaya.
şından aşağıya doğru giyindi usulca. O ne Loş salonda, ışıkları bile yakamadan eli
ihtişamlı bir görünüştü. Komodinin koltuğu- kalbinde yaklaştı. Kapının kilidini çevirip aç-
na oturdu. Makyaj malzemelerini düzenli bir masıyla birilerinin içeri dalması bir oldu. Açık
şekilde dizdi önüne. pencerelerden esen rüzgâr, tülleri havalan-
O her bir fırça darbesini yüzüne sürdü- dırıyordu, abiyesinin içinde üşüyordu Güli-
ğünde zaman uzadıkça uzuyordu. Göz zar. İçerinin loşluğunda gelenlerin yüzlerini
kapaklarına sürdüğü kahverengi kalemle göremedi. Biri Gülizar’ın karşısına geçip onu
tıpkı kadının yaptığı gibi iki uzun kuyruk çizdi itelerken kapıyı kapattı diğeri. Adamlardan
önce. Rimelle kirpiklerini uzatabildiğince biri kollarını kavradı, diğeri de ağzını kapattı
uzattı, kan kırmızısı ruju kendinden geçer- Gülizar’ın.
cesine sürerken sağında solunda görünme- “Bizden kaçıyordun demek ki orospu!
yen meleklere küçümsercesine bakıyordu. Nereye kadar gizlenebileceğini sandın?”
Ufak bir öpücük gönderdi kendisine. Ya- “Namusumuzu on paralık ettin!” dedi di-
vaş ve özenliydi süslenirken. Tüm makyaj ğeri.
malzemelerini deniyordu. Beğenmezse pe- Rüzgâr eteklerini oynatıyordu abiyenin,
çeteyle silip farklı bir renk sürüyordu. Boş bir çırpındı Gülizar. Bir tabanca alnına dayandı.
tuval gibi görünen yüzünü özenle boyadı. Bir İçinden bir ürperti geçti, o anda sokakta kor-
şey eksikti ama bu görüntüde. Peruğu aradı kunç bir ses yükseldi. Bir çığlık yankılandı
meraklı gözlerle. Gardırobu hırsla karıştırıp duvarlarda.
kendisini tamamlayacak son parçayı da ora- “Ben…”, dedi sadece. Ben o değilim, di-
da buldu. Islak saçlarını tepesinde toplayıp yemedi. Kana bulanmış sarı peruk başın-
peruğu başına taktı. Aynanın karşısına geçti dan alnına doğru düştü. Ölü birine benziyor-
tekrar. İşte şimdi oradaydı. Tıpkı meçhul ka- du artık. Nicedir yaşadığını sanan, çoktan
dın gibi görünüyordu. ölmüş birine.
Gülizar aynanın karşısında kendini sey-
rederken birden kalbinin ortasına bir yumruk
indi sanki. Biri o anda kapıyı çalmaya baş-
ladı. Ne yapacağını şaşırmış bir halde ora-
da öylece kalakaldı. Demek ki kadın henüz

50 Kasım / 2020
İhtiyar Serçe

rengini unutan gözlerin belleği


iki yüzlü aynanın şeytani hallerine kandı
kandı ak saçın yorgun telleri
yanaklar boyun eğerse yerin dost yüzüne
ah’da kalır ağzın kilitli hazinesi
dudaklar işlevsizliğine yanar
söz yol bulup çıkamayınca

göze çukur kazıyan yılların zorba elleri


gök çatıya merdiven dayar alın yazgısıyla

zaman zafer çığlığına yol ararken


dur dedi, sırasını bekleyen söz
incinen insani yanlarını dillendir
yaşamın gergefine sıkışan soluğunla
sanal aşkta seğiriyorken dil

puslu gözlerden hapsolan ömür


geçmişini sorgular kaybolan varsıllığında
sağaltmayı bekler kanamalı hayaller
sorguladı, küçük sesiyle, bu ne hal !
ne göz baktı, ne kulak işitti
yaşam sıcak soluğuyla kamaşırken bedende
artık yatıda her biri

bu da geçer diyen küçük ömür yürürlükte


tirşe bir çağ, umarsız, sanrı sevdalı
çok tasa, çok gam yükünden yorgun beden
‘ihtiyar serçe’ helallik ister yarende

bir ömür kaç mevsim, bilinmedi


kış, karakış, zemheri, büyük kış…
nerede nilüfer mevsimi

bak usta! şu yüzün kaportasına


göz kapakları garanti dışı
ağız Midas’ın kuyusu
kulak Midas’ın kulakları
yap usta… çekiç darbesi olmadan
dönüşü yok mu ? usta
saklı durur özenç yıllar…

Nilüfer UÇAR

Kasım / 2020 51
İnsancıl’a Mektup

14 Eylül 2020
Merhaba, Berrin hoca,

Umarım iyisinizdir! İnsancıl’ın yalnızca 360. sayısını almıştım. Pandemi sürecinde çıkma-
sı beni sevindirdi. İnsancıl, birkaç yıldır, düzenli ulaşmadı. Epey sayısı yok. Ama boşlukları
bazen Nurşen’den isteyerek gidermeye çalıştım. Ona da (Nurşen) sıkıntı vermek istemiyo-
rum. Sonuçta, içinde bulunduğumuz koşullar belli.
Cengiz hocaya bir şey olmamasına çok sevindim! İnsancıl’a ulaşmam, yıllardır baltalan-
maya çalışıldı, karanlığın nazlı ellerince ama hocanın bana kattığı değerle İnsancıl’a olan
bağım, bu bağın bana kattığı öğreti her zaman, her koşulda beni geleceğe taşıyacak durum-
dadır.
Pandemi sürecinde, Cengiz hoca hep aklımdaydı. Yaşı değil de yaşadığı sayrılıklar beni
korkutmuştu; bir şey olmamasına ne kadar sevindiğimi bilemezsin. Çünkü Cengiz hoca gibi
ömrünü, insanı insanlıktan çıkarmak, yok etmek için değil, insanı insan yapabilmek için ince
eleyip sık dokuyan, onu estetize ederek bir yudum su gibi insana sunan böylesi düşün emek-
çileri ne kadar var ki? Umarım (cezam az kaldı) kendisiyle karşılaşma, çalışma şansını bu-
labileyim! Yine de değinmeden geçmeyeyim: Bana kattığı değerler, benim üretme edimimde
başat olacaktır! Kendisine teşekkürü borç bilirim.
Devletin yeni kararları, yayınları almama yönündedir! Ancak abone olmak ve abonelik
bedelini kendimizin ödemesi koşuluyla dergi ya da dergilere ulaşma olanaklı olabilecektir.
Aslında burada bir ilkesizlik var. Tamamen tutsak insanın dergilere ulaşımını engellemek ve
karşısına engellerle ekonomik, iletişim vb. zorluklarıyla, dergi okumayı engellemeye çalışıl-
maktadır. Yani “Almıyoruz, yasak” dense, daha doğru olur; tam tersi, yasak vb. değil ama
başkası yollamadan sen buradan parasını öde. Peki, parası olmayan, kimsesi olamayan ne
yapacak? Böyle bir anlayış nasıl olur da insanlık değerlerinden söz edebilir? Hapiste eli kolu
bağlı bir insana çıkarılan zorluğun tek anlamı var, “Düşünme, okuma, yazma”. Olabildiğince
saçma, antidemokratik uygulama, yasaklasa bunu anlar insan, yasak değil ama kulağını öyle
değil benim gibi tutacaksın.
Karar belgesini yolluyorum. Abone olma formu vb. ne ise onlarla abone olmak, İnsancıl’ı
okumak istiyorum! Abonelik bedelini yıllık (şimdi sona geliyor yıl) olursa sorun çıkmaz. Öde-
meyi buradan yapar, hesabınıza parası yatırılır. Yine de bu konuda hapishanenin sitesinden

52 Kasım / 2020
İnsancıl’a Mektup

(internet) neyi nasıl yapacağınızı öğrenirseniz, ben de ona göre hareket ederim. (İtirazda
bulundum.) Umarım derdimi anlatabilmişimdir.
Daha önce şiir kitabını almıştım. Ama “Çavuşkuşunun Türküsü” yoktu. Bununla beraber
Cengiz hocanın “Eleştiri”nin son hali ile Estetiğin Kategorileri’ni yollama olanağınız olursa
sevinirim.
Gülay, Güldane ve Cengiz hocanın eserleri ile senin şiir kitabını çalışmıştım; öbürlerine
çalışma olanağım olmadı, çalışırsam yollarım.
(Nurşen’in bana yolladığı Goethe’nin eserlerini, buralarda onların hakkını verecek kimse
göremedim ama geleceğin aydını olacak torunum Asya Berfin’e yolladım, Necati Cumalı’nın
eserleriyle beraber. Nurşen, bu duruma çok sevinir!) Kendisine selamlarımı, sevgilerimi yol-
luyorum. Umarım iyidir.
İnsancıl ailesine yürek dolusu selamlarımı, sevgilerimi yolluyorum.
Cengiz hocaya ayrıca saygılarımı yolluyorum. Her akşam karanlığında, seher yıldızı kar-
şımda bakınca, Cengiz hocanın yıldızlarla ilgili konuşmasını anımsıyorum. Böylece evrenin
içinde gezinip duruyorum. İşte iyi insanlar güzel duygularla, düşüncelerle, insanı karanlığın
içinde aydınlatarak insana güzel duygular yaşatıyor. Aristoteles boşuna dememiş, “Güzeli”
iyinin emrine bırakarak “Güzel, iyinin içinden çıkar”.

Kendine iyi bakman dileğiyle.

Saygılarımla.
Recep ÇİTİKBEL

Not: Benim kendi kitabımdan yok yanımda, bir tane yollayabilirseniz iyi olur.

Kasım / 2020 53
Yıldız Güncesi

Cengiz GÜNDOĞDU

24 Eylül Perşembe Virüs, darma duman etti her şeyi… İn-


İnsancıl’da akşamın alacası… dostlardan sanlar korkudan İnsancıl’a gelemiyor.
uzakta. Öldürücü gribin sonu görünmüyor-
muş… daha yıllarca egemenliğini sürdüre- 26 Eylül Cumartesi
cek… Bunun anlamı şu… dostlarla yüzyüze BirGün’de L. Doğan Kılıç yazdı, şöyle,
gelemeyeceğiz… tokalaşma hiç yok. “provokatif paylaşımlar” yaptı diye 24 kişi de
Birlikte gülemeyeceğiz… birlikte üzüle- gözaltına alınmış. Temel Demirer’i de bu ne-
meyeceğiz… hep uzakta olacak bunlar… denle gözaltına almışlar.
uzak yaşayacağız hep. Hemen Sibel Özbudun’u aradım. Doğ-
Ruhi Su, “Geçti Dost Kervanı / eyleme ruymuş, gözaltına alınmış Temel Demirer.
beni” der. Ne güzel… ne rahat değil mi, silahlı hiçbir
Helalleşmek gerekiyor mu… İşte Ahmet gücü olmayan bir insanı gözaltına almak…
Say… Yoğun bakımda olduğu söyleniyor. Sabah saat beşte kapısını çalıyorsun.
Bunu duydukta kalakaldım. “provokatif paylaşımı” nedeniyle gözaltına
İnsanoğlu, dev uçaklar yapan, uzayda alıyorsun bir düşünürü… bir yazarı Temel
dolaşan insanoğlu bu virüsle baş edemedi… Demirer’i…

54 Kasım / 2020
L. Doğan Kılıç şöyle diyor, “Eh, dünyada kat bu dili de bir şairden daha mükemmel
ifade özgürlüğü konusunda namımız almış kullanır, bu da onun büyüklüğüdür. Tolstoy
yürümüş. Özbudun söylemese de, hep sos- için güzellik ve hakikat bir bütündür, ikisi de
yal medya paylaşımından gözaltı haberi za- aynı şeydir.”
ten öyle anlaşılıyor!” Tolstoy’un gerçekçiliğinin gizi işte burda.
Sabah sabah insanın yaşama sevincini
yok eden bir eylem. 1 Ekim Perşembe
Salı günü yağmur yağdı ya, yağmur daha
29 Eylül Salı sonra doluya çevirmiş, ceviz büyüklüğünde
Sabah… kahvaltıdan sonra yağmur baş- dolu yağmış. Bu bilgi beni kaygılandırdı. İn-
ladı. Çoktandır bekliyordum yağmuru. Yata- sancıl çatı katında ya, çatıdan hemen sular
ğa uzandım, yağmurun sesini dinledim. akıyor.
Güzeldi… İki günü bu sıkıntıyla geçirdim.
Temel Demirer, dün salıverildi. Suçu yok- Neyse, bugün geldikte baktım, çatı ak-
muş… mamış.
Tam sevinemezsin Türkiye’de… Daha önce söylemiştim. İnsancıl’a aşı-
Halk TV, beş gün kapalı. Ceza vermişler. kım ya ben. Ama aşkımın nesnesini bir türlü
Kaç yıldır dilimizde tüy bitti. Düşünceyi rahat ettiremedim.
söylemenin cezası olmaz. Hep bunun üzüntüsünü yaşıyorum.
Kaç kuşak düşünce özgürlüğünü savuna Gerçi, şimdiki yerimiz pek fena değil.
savuna öldü gitti. Bitmeyen bir bayrak yarışı Ama işte çatı sorunu var. Bir de kışın ısınma
gibi düşünce özgürlüğünü savunma bir baş- sorunu.
ka kuşağa kaldı. Sorunlu olmayan bir yeri olmadı İnsan-
Düşünce özgürlüğü mücadelesi boşa ve- cıl’ın.
rilmedi. En azından Nazım Hikmet’in şiirleri- Kitap deposuyla İnsancıl’ın aynı yerde ol-
ni okudu bu halk. Ama ne pahasına. ması da sorun.
Cumhuriyet’e yaraşır modern bir yaşam Bir başka sorun yer darlığı… bu yüzden
kuramadık. kitap dizini de karmakarışık…
Sözgelimi, Ahmedi’nin İskender’le ilgili ki-
30 Eylül Çarşamba tabını bulamıyorum.
Stefan Zweig’ın Kendi Hayatının Şiirini Hep böyle…
Yazanlar adlı yapıtı… (Çev. Gülperi Sert,
Türkiye İş Bankası - Kültür Yayınları İstan- 2 Ekim Cuma
bul 2012) Az sonra İnsancıl’ın Ekim sayısı gelecek.
Zweig, bu yapıtında üç kişiyi inceler. Ca- Ekim sayısının anlamı şu. Berrin Taş’la bir-
sanova, Stendhal, Tolstoy. likte yürüttüğümüz mücadelenin 30. yılı bi-
Tolstoy’la ilgili bir saptaması var, şöyle, tiyor.
“İnsanların tasvirinde de Tolstoy, sakat ve pa- Dile kolay, bu şekilde 30 yıldır bir der-
tolojik doğaları gözlemlemek ya da Shakes- gi çıkıyor. Sırtını burjuvaziye dayayan kü-
peare ve Dostoveyski’nin yaptığı gibi onların çük burjuva yazarların, dergi yöneticilerinin
da ötesinde Tanrı ile hayvan ve Ariel’ler ve umurunda değil bu.
Alyoşa’lar, Caliban’lar ve Karamazov’lar ara- Umurunda olmamaları bir yana bir de için
sında gizem dolu ara basamaklar yaratmak için küçümsüyorlar İnsancıl’ı.
istememiştir (…) Onun sanatı gerçeğin tek Bu suskunluk karşısında İnsancıl susma-
bir dilini konuşur. -bu da onun sınırlarıdır- fa- yacak.

Kasım / 2020 55
Lenin, bakın ne diyor, “Sayın burjuva bi- 3 Ekim Cumartesi
reyciler, mutlak özgürlük üstüne çektiğiniz Nazım Hikmet’in Memleketim’ini Fa-
söylevlerin ikiyüzlülükten başka bir şey ol- zıl Say şarkı yapmış. Şimdi Serenad Bağ-
madığını söyleyeceğiz sizlere (…) Burjuva can’dan dinliyorum. Memleket özlemi dile
yazarın, sanatçının, oyuncunun özgürlüğü,
getiriliyor bu şarkıda.
para kesesine, çürümeye, satılık olmaya
Serenad Bağcan’ın sesi, şarkıyı söyleyiş
gizlice (ya da ikiyüzlü biçimde gizlice) ba-
ğımlılıktan başka bir şey değildir. biçimi, Memleketim’e tam uygun.
31. yıla girerken bizi de destekleyen bü- Bu şarkıyı dinlerken düşündüm. Nazım
tün yol arkadaşlarımıza söz veriyoruz. Kav- Hikmet’i, bu ülkede kimi insanlar, zindanlar-
gamız sürecektir. da çürütmeye kalktılar.

56 Kasım / 2020
Yeri geldiğinde de belki öldürülecekti. sı İstanbul’u kuşatmıştı. Çanakkale’de bir
Devlet gücüne, devlet yetkisine dayanıla- milim ilerleyemeyen emperyalistler, Birinci
rak yapıldı Nazım Hikmet’e yapılanlar. Paylaşım Savaşı sonucu, İstanbul’a girmiş-
Nazım Hikmet’i zindanlara atanlar, bun- lerdi.
dan zevk duyanlar, hiç kuşku yok ölüp gitti- Bu, Türkiye için trajik bir durumdu.
ler. Bu kişilerin çocukları, torunları hiç kuş- Emperyalistlerin askerleri, Türk halkını
kusuz sağ… her köşede dövüyordu. “Adam” etmeye gi-
Ben şunu soruyorum. Bu kişiler, Nazım rişiyordu.
Hikmet dendikte ne düşünüyor acaba. Türk halkı bezgin, umutsuz, karamsardı.
Burdan faşist 12 Eylül geliyor. Her şey bir Gazi, emperyalistlerin donanmalarını
yana, elli insanı asan babaları için, çocukları gördükte şöyle dedi,
ne düşünüyor. - Geldikleri gibi giderler.
İşte 97 yıl önce bugün, gitmeye başladık-
5 Ekim Pazartesi ları gündür. İstanbul, emperyalistlerin elin-
Dün güzel bir gündü. den alınmış, kurtulmuştur.
Neriman’la Şermin, Berrin Taş’la beni Emperyalistler geldikleri gibi gidecekler-
gezmeye götürdüler… Önce Emirgan’a git- di… Gitmişlerdir de.
tik. Emirgan’da oturacak yer yoktu. Ordan
Belgrad Ormanı’na gittik. Bir gazinoya yer- 8 Ekim Perşembe
leştik… Berrin Taş’ta ritm bozukluğu var. Altı ay
Önce yorgunluk kahvesi içtik… Ardından önce çıktı bu sorun.
öğle yemeği için masa değiştirdik. İlaçlarla düzeltilmeye çalışıldı ritm bozuk-
Ben böyle yerlerde yemek oldu mu, sa- luğu. Ama düzelmedi. Arada kötü oluyordu.
kıncalı davranıyorum. Izgaralar, salatalar Geçende bir doktora gitti. Bedenine ay-
söylendi ama ben menemende karar kıldım. gıtlar takıldı.
Bu yaşlılıkta genç insanlardan gördüğüm Sonuç, ritm bozukluğu için kullanılan ilaç-
sevgi saygılı ağırlayış sevindirdi beni. lar bu kez nabızı düşürüyormuş…
Pazar günleri bile Berrin Taş’ın semineri Berrin Taş bir süre ilacı sürdürecek, ol-
var. Bu yüzden erken kalktık… mazsa pil takılması gerekiyormuş.
Hava çok sıcaktı. Ormanda da serinlik Söylenecek söz yok…
yoktu. Şimdi beklemedeyiz.
Neriman’la Şermin bizi istedikleri gibi Pili öğrendiğimiz gün evde ağır bir ses-
ağırlayamadıklarını söylediler. Berrin Taş’la sizlik başladı.
ben “Nasıl, ağırladınız işte, daha ne olacak” Bizi avutacak insanımız da yok… iki kişi-
dedikse de bir kez daha kıra götüreceklerini yiz… Ben, bir de o.
söylediler. Yağmurlu bir günde yazıyorum bunları…
Yağmur içime işliyor…
7 Ekim Çarşamba Direnmek gerekiyor… Sabır gerekiyor.
İzmir Marşı’nı dinliyorum Haluk Le- Bütün bunlara karşın bir köşeye sinmedi…
vent’ten… İstanbul’un emperyalistlerin elin- Yılgınlığa düşmedi.
den alınışının 97. yılı. Bunları yazdım ya iyi oldum. İçimin acısı-
97 yıl önce emperyalistlerin donanma- nı döktüm.

Kasım / 2020 57
Şimşekler çakıyor, gök gürlüyor. Belki bir Saat 20.30
yerlere yıldırımlar düşüyor. 17.00 sularında Hüseyin Şahin geldi…
Ben İnsancıl’da masamın başındayım. Koyu bir söyleşiye başladık… Aylardır gör-
müyordum, nasıl özlemişim Hüseyin Şahin’i.
9 Ekim Cuma
Bir süre sonra kalkmak istedi, bıraktım.
Sözcü’nün Hafta Sonu ekinde Aytunç Er-
Akşam yemeğini birlikte yedik. Kahve içtik.
kin’in yazısı, şöyle “9 Ekim 1962 Che Gue-
Az önce gitti…
vera… Arjantinli devrimci. Küba devriminin
Öbür arkadaşlar da olabilseydi ne güzel
lideri… Bolivya’da 39 yaşında öldürüldü.”
olurdu.
Daha sonra şöyle sürdürüyor Aytunç Er-
kin “9 Ekim 1971. 1966 kuşağının öğrenci 10 Ekim Cumartesi
gençlik hareketinin liderlerinden Deniz Gez- Türkiye… güzel ülke… senin güzel bir
miş ve 17 arkadaşı idama mahkum edildi. ülke olmana karşın ne çok acı çektik… Kanlı
6 Mayıs 1972’de Gezmiş, Yusuf Aslan ve 1 Mayıs, Kahramanmaraş, Çorum, Sivas kı-
Hüseyin İnan idam edildiler.” rımları… idamlar… Baş edemedik bunlarla…

Che Guevera

Aytunç Erkin devrimci karakteri insanla- Bugün bir kırım günü daha. Ankara
ra acı veren unutulması olanaksız olayları Garı…
yazıyor. Burcu Cansu yazıyor BirGün’de “İŞİD’in
Devrimci karakterde olmayanlar hem başkentin göbeğinde gerçekleştirdiği Gar
Che’ nin hem de Deniz Gezmiş’le arkadaş- Katliamı’nın üzerinden 5 yıl geçti. 105 yurt-
larının ölümüne üzülmediler. Buna karşın taşı yaşamdan koparan katliamdan bugü-
devrimci karakterli insanlar bu devrimcileri ne geçen 825 günde adalet tecelli etmedi.
unutmadı… Unutulmayacak. Katliamda yakınlarını kaybedenlerin acıları

58 Kasım / 2020
hala taze. Katliamda sorumluluğu olan hiç- Antisthenes’le Diogenes’in yaşamları an-
bir kamu görevlisi yargılanmadı. Avukatlar latılır. Daha sonra onlardan kalan parçalar
‘Emniyet sorumluluğunu yerine getirmedi’ gösterilir.
diyor. Katliamın tanıkları da ‘Sorumlular yar-
gılanana dek ruhumuz sızlayacak’ ifadesini Antisthenes
kullanıyor.” Atinalılara eşekleri ata dönüştürerek se-
Bu kırımda 103 kişi öldü. 500’den fazla çim yapmalarını öneriyordu. Bunu saçma
kişi yaralandı. buldukları zaman da şöyle karşılık veriyor-
du, “Tamam ama sizin içinizde eğilim olma-
13 Ekim Salı dığı halde şiiri seçildiği için komutan olanlar
Antisthenes – Diogenes - Kinik Felsefe yok mu?”
Fragmanları (Yunan ve Latince Aslından
Tiran Dionysos ölümlü olduğu için ağıt
derleyen ve çeviren C. Cengiz Çevik)
yaktığında aynı adam şöyle dedi. “Zaman
Yapıt beş bölümden oluşuyor.
geçtikçe ölmediğim için ağıt yakacaksın.”
1- Sunuş
Antisthenes’in bir sözü “İyilik yapıp kötü
2- Antisthenes
söz işitmek krala özgüdür”,
3- Diogenes
Antisthenes’e göre “Halkın bir çok tanrısı,
4- Yazar ve İsim Kısaltmalar Kaynaklar
buna karşın doğanın bir tek tanrısı vardır.”
ve Fragmanlar Dizini
Bir dostu notlarını kaybettiğini söyleyerek
5- Kaynakça
Sunuşta kinik felsefenin tanımı yapılıyor. hayıflanınca “Onları tablete değil zihnine
“Kinik felsefe (veya Kinizm) belki de Yunan yazmalıydın” dedi.
felsefe tarihinin en sıra dışı düşünce siste- En güzel tacın hangisi olduğu sorulan
midir” diyor Çevik. Daha sonra bu felsefenin “Sokrates” filozof Antisthenes “Eğitim saye-
niteliğini şöyle açıklıyor, “Bu felsefi düşünce sinde edinilen taç” cevabını verdi.
sistemi, sadece teorik bir etkinlik olarak var
olmaz aynı zamanda teorinin pratiğe aktarıl- Diogenes
masını gerekli kılar.” Gündüz vakti kandilini yaktı ve ‘Bir insan
Bu felsefenin kurucusu kimdi, bunun da arıyorum’ diye yürüdü.
tartışmalı olduğunu söylüyor Çevik. Olimpiyat oyunlarından dönünce orada
Kökenini Sokrates’e kadar götürülebiliyor. büyük bir kalabalıkla karşılaşıp karşılaşma-
Buna karşılık Antisthenes ile Diogenes’in ku- dığını sordular. O da ‘Büyük kalabalıklar var-
rucusu olduğu en fazla düşünülen filozoflar. dı ama insan göremedim’ diye cevap verdi.
Bu felsefenin adı için şöyle der Cengiz En acı olan nedir? diye sorulduğunda Di-
Çevik, “Bu noktada öğretinin adıyla ilgi- ogenes şöyle cevap verdi. Kendini bilmek.
li bir parantez açmak gerekirse bu ad An- Zira benliğimize duyduğumuz sevgiden ötü-
tisthenes’in örneklediği yaşam tarzıyla ilgili rü kendimize çok önem veriyoruz.
olabilir. Nitekim Yunancada “Köpeksi” anla- İskender onu güneşin altında otururken
mındaki kyön isminden türemiş olan kynikos yanında dikildi ve ona bir şey isteyip isteme-
sıfatı “Köpek gibi, köpeğe özgü anlamında diğini sordu. Diogenes güneşinden biraz çe-
olup daha sonra Antisthenes ve öğrencileri kilmesini söyleyince onun cesaretinden et-
için kullanılmış. Türkçeye de “Kinik” olarak kilenerek suratlarına “İskender olmasaydım,
geçmiştir.” Diogenes olurdum” dedi.

Kasım / 2020 59
Cengiz Çevik özenle hazırlamış yapıtı. Feodal yapı bütün zalimliğiyle egemen-
Dili güzel. Kendisi şöyle diyor, “Senelerce dir. Ama halkın gücü unutulmuştur.
süren bir çalışmanın ürünü olan derlemeyi Schiller Fransız ayaklanmasını, feodal
toplumsal ve politik sınırların ötesinde tüm sınıfın devrilişini görmüştür. Görmekle kal-
canlılar için daha iyi bir gelecek inşa etmeye mamış halkın gücüne de inanmıştır.
çalışan tüm dünya vatandaşlarına armağan Baron’la yeğeni Rudenz tartışırlar. Ru-
ediyorum.” denz halka inanmaz. Baron “Kendi yurduna
Yapıtın girişinde de Sunuş’ta Antisthe- yabancılaştın” der. Yazıklanır.
nes’in şu sözü var “Nereli olduğu sorulunca Barona göre özgürlük için kan döküle-
Dünya vatandaşıyım” dedi. cekse dökülmelidir. Rudenz şöyle der, “Ço-

15 Ekim Perşembe
Friedrich Schiller’in
Wilhem Tell adlı oyununu
okudum. (Almanca Aslın-
dan Çev. Barış Cenülşen,
Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları; İstanbul 2020)
En başta şu. Çeviri gü-
zel. Cenülşen, özenle çe-
virmiş yapıtı.
Yapıta geldikte, yapıt
alt yapı üst yapı çelişkisi-
nin canlı bir örneği. Olay
feodal dönemde geçiyor.
Tarih sahnesinde halkın
da sözü geçecekti.
Oyunda feodal değerle-
re saygı gösterilir. Kale ku-
mandanı evli kadınla ilişki-
ye girmek ister. Kadın bu
durumu kocasına bildirir.
Adam komutanı öldürür.
Vali, çiftçilerin kendi baş-
larına ev yapmasını, özgür-
ce yaşamalarını istemez.
Kentin ortasında bir di-
reğe şapka konur. Şapka-
ya saygı gösterilecektir.
Kentte bir kule yapıl-
maktadır. İşçiler ölesiye
çalıştırılır. Bir işçi de ölür.

60 Kasım / 2020
banlardan oluşan bir halkız biz / Albertin or- kadaşım olsun isterdim. Oturup konuşur-
dularına karşı ne yapabiliriz?” duk. Böyle arkadaşım olmadı değil. Kemal
Buna karşılık Baron şöyle der, “Çobanlar- Bekir, Demirtaş Ceyhun, Zihni Anadol, Me-
dan oluşan bu halkı iyi tanı delikanlı!” tin İlkin, Yılmaz Elmas, Güngör Gençay,
Baron savaşta komuta etmiştir onlara, Ruşen Hakkı.
nasıl savaştıklarını görmüştür. Hepsinin sanatları güçlüydü. Bugün hiç-
Baron ölmek üzeredir. Ama bir bilici gibi biri yok, hepsi öldü… arkadaşsız kaldım.
olacakları anlatır. Şöyle “Prensleri ve soylu Sağ olsalardı bu saatlerde biri ya da ikisi
beyleri görüyorum / Çobanlardan oluşan za- gelirdi İnsancıl’a… oturur konuşurduk… ya
rarsız halkla / Savaşmak için zırhlarını giy- da bir konuyu tartışırdık…
miş geliyorlar / Bir ölüm kalım mücadelesi Belki onlar, İnsancıl’a gelmeden bir konu-
verilecek içimizden / Kanlı bir kararla geçitler yu tartışmışlardır, düşüncemi sorarlar.
aşılacak / Çiftçi çıplak göğsüyle yükleniyor / Kimileyin sesimiz yükselirdi. Berrin Taş
Mızrak sürüsünün içine feda ediyor kendi- kavga mı ediyoruz diye gelirdi.
ni / Parçalıyor hepsini soylu kanı dökülüyor Koca adamlar, kimileyin çocuk gibi iddia-
yere / Özgürlüğün zafer bayrağını kaldırıyor laşırlardı. Kimileyin kısa da olsa dargınlık da
göğe.” çıkardı arada.
Tell, valiyi öldürür. Halk ayaklanması bü- Meyhanede de kavga çıkarsa, İnsancıl’a
yür. Feodal değerler yıkılır. gelir, orda sürdürürlerdi kavgayı.
Oyun şöyle biter. Hepsi tek tek gitti… Tam bu sırada bir Se-
Berta (varsıl bir kadın / yurttaşlar / Ant lanik türküsü “Bir fırtına tuttu bizi / deryaya
kardeşler) / Özgürlük ülkesinde güven bulan saldı.”
/ ilk şanslı kişi olarak beni de birliğinize alın Ölüm fırtınasıydı bu… arka arkaya gitti-
/ Hakkımı sizin kahraman ellerinize teslim ler. Birini bile tutamadım.
ediyorum / vatandaşınız olarak beni de ko- Sözgelimi, Demirtaş Ceyhun, yoğun ba-
rumak ister misiniz? kımda ben, yoğun bakımın kapısındayım.
Yurttaşlar Demirtaş Ceyhun gülerek yoğun bakımın
Kanımız, canımız pahasına kapısından çıkacak… Şakalaşacağız.
Berta Pekala / Ben özgür bir İsviçreli ka- Olmadı. Çıkmadı yoğundan.
dın bu delikanlıya / Bu özgür erkeğe sunu-
yorum haklarımı! 16 Ekim Cuma
Rudenz (Hasta dönmüştür. C.G.) Ben de Zafer Toprak’ın yapıtı, Atatürk-Kurucu
toprak haklarının özgür olduğunu ilan edi- Felsefenin Evrimi ( Türkiye İş Bankası Kültür
yorum. Yayınları, İstanbul 2020)
Büyük bir estetik haz aldım bu oyundan. Zafer Toprak, Giriş’te şöyle diyor, “Bu ki-
Dün bütün gün bu oyunla yaşadım. Birkaç tap yazım süreci içerisinde bir tür entelektü-
kez okudum. el arkeoloji anlayışını benimsedi. Atatürk’ün-
Doğa betimlemeleri de boş değil, işlevli. bir devlet kurucusunun gerçekleştirdiği re-
formlarda esin kaynağı olan yazılı kültürü
Saat 19.30 sorgulamak (…) Bugüne kadar siyasi ve
İnsancıl ‘dayım. askeri yönden üzerine sayısız değerli araş-
Schiller’ i düşünüyorum. Onun gibi ar- tırma yapılmış olmasına karşın, Atatürk’ün

Kasım / 2020 61
entelektüel kişiliği üzerinde çok az duruldu. Berrin Taş üzülsün istemiyorum… öyle
Oysa O’nun düşünce yapısındaki evreler, bir ölüm olmalı ki Berrin Taş üzülmesin.
günlük siyasi ve askeri olayların ötesinde Adnan, şiir yapıtını Berrin Taş’a adamış.
günümüz Türkiye’sinin toplumsal ve kültürel “Şiir Ana” demiş.
yapılanmasında derin izler bıraktı. Laik Tür- Çok sevindim. Berrin Taş, binbir mücade-
kiye’nin kurucusu Atatürk’tür.” leyle, tırnaklarını kıra kıra geldi bu noktaya.
Atatürk’ün kitaplığı çok varsılmış. “Şiir Ana”yı haketti.
Türkiye Cumhuriyeti için yeni bir insan “Şiir Ana”dan uzaklaşanı tarih yazacaktır,
gerekti. Bundan dolayı, Atatürk kültürel dev- bunu unutmasınlar.
rimi başlatıyor. Bu noktada harf devrimi son
derece önemli. 19 Ekim Pazartesi
Cumhuriyet için şöyle diyor Zafer Toprak
Zafer Toprak’ın yapıtı, Atatürk (Türkiye İş
“Cumhuriyet, insanlığın evriminde kilit işlevi
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2020)
görmüş toplumların üzerinde kuruluyordu.”
Zafer Toprak şöyle diyor, “Üçüncü Cum-
Atatürk, bireyden yana değil toplumdan
huriyet Fransa’sından ve aydınlanmacı dü-
yanaydı. Atatürk’ün eşitlikçi anlayışıyla bağ-
şünceden esinlenen liberal / ulusal tarihçilik,
daşmayan iki öğe var. Biri şer’i hukuk düze-
geleneksel Osmanlı vakanüvisliğinden ko-
ni, öbürü kapitülasyonlar.
puşu simgeliyordu.” (y. 45)
Kapitülasyonlar Lozan’da kırılıyor.
Bunu şöyle sürdürür Zafer Toprak “Türk
Şer’i hukuka geldikte, hukuk Tanrı’dan
Derneği, Türk Yurdu, Türk Ocağı bu kopu-
alınmalı, ulusa verilmeli. Egemen kültürü
aşıp, yeni bir kültür oluşmalıydı. şun ortamını taşıyor. Tarih-i Osmani Encü-
1926’lı yıllarda hukuk ulusa verildi. meni, sistematik yayınlarıyla yeni bir tarih
anlayışının öncülüğünü üstleniyordu. Gele-
Saat 20.10 neksel Osmanlı tarihçiliğinden ulusal tarihçi-
Beethoven’ın Ay Işığı adlı sonatı… Söy- liğe geçişte Meşrutiyet yıllarında dört tarihçi
lendiğine göre, Beethoven bu sonatı gözleri ön plana çıkmıştı. Bunlar Ali Reşad, Diran
görmeyen bir kız için bestelemiş. Kelekyan, Ahmet Refik (Altınay), Mehmet
Beethoven’ı düşünüyorum. Ay Işığı’nı Köprülü idi.”
besteleyen incelikli, derinlikli karakter. Bu söylediklerinden sonra temel nokta-
Ay Işığı’nı dinlerken, her türlü kavgayı yı şöyle vurgular. “Ve tarih anlayışı bundan
bırakıp çekip gitmek geliyor içimden… Bir böyle mukaddesten arındırılmış oluyordu.”
orman düşünüyorum. Ormanda bir göl… Burda verilen büyük kavgayı kavramakta
kıyıda bir kulübe. Berrin Taş çiçek topluyor. yarar var. Kutsal tarih yerine laik tarih geliyor.
Yanında köpeğimiz Duman.
Dışarda konferans vermiyorum. Aslında 20 Ekim Salı
yakışıksız… çirkin biriyim ben. Bir de tek gö- Yazar-gazeteci dünyasının namuslu ka-
züm kapandı. Tek gözle kaldım mı. lemi, Bekir Coşkun öldü… Sevdiğim, saygı
Geçen gün dikkatlice baktım aynaya… duyduğum bir yazardı.
sevilecek bir yanım yok. Buna karşın Berrin “Böyle mi esecekti son günümde bu rüz-
Taş beni yaşatmaya çalışıyor. İlaçlarımı ha- gar / Bütün kuşlar vefasız / Mevsim artık
zırlıyor, sağıma soluma bakıyor. Sonbahar …”

62 Kasım / 2020
Bekir Coşkun

Bu, en sevdiği şarkıymış. Yazın alanındaki öngörümü söylüyordu.


Uğur Dündar, Bekir Coşkun’la ilgili yazı- Bu konuda hiç yanılmadım. Doğru kalemle,
sının bir yerinde şöyle dedi, “Evindekilerin eğri kalemi çabucak ayırırım.
yanısıra Cunda’nın sahipsiz köpekleri, ke- Bir nokta daha. Ben felsefe eğitimi alma-
dileri, bahçede su verdiği çiçekler, veranda- dım. Karakterimi biliyorum, istesem de ala-
dan birlikte seyrettiğimiz palmiyeler, hatta mazdım.
Felsefenin önemini biliyordum. Bu yüz-
denize inen o yol üzerindeki otlar bile, canlı
den kendim felsefeye sarıldım.
oldukları için onları içtenlikle seven ve ya-
İnsancıl için en baştan şunu söyledim.
şam haklarına saygı duyan senin gibi eşsiz
İnsancıl felsefeyi önemseyecek. Felsefede
bir canlı dostundan yoksun kalacaklar. / Biz ideolojik ayrım yapılmayacak.
seni sadece yazıların, yurtseverliğin, katık- Başta çok eleştirildim. Özellikle İslam
sız Atatürkçülüğün, Cumhuriyet’e olan sev- felsefesi konusunda. El Kındi, Farabi, İbn
dan, yiğit, cesur gazeteciliğin, büyük mizah Sina, İbn Rüşd son derece önemliydi benim
ustalığın, kalemini halkın gerçekleri öğren- için. İslam uygarlığı o yolda gitseydi bugün
me hakkına adadığın ve onun dışında hiçbir çok gelişmiş olurdu…
gücün önünde eğilmediğin için sevmedik. Felsefe konusunda inadımı Prof. Dr. Be-
tül Çotuksöken destekledi. “Onların felsefe
Adam olduğun ve evrendeki tüm canlılara
eğitimi yok, bana ne” demedi. İlk günden
gösterdiğin sevgi ve saygı nedeniyle de çok
destekledi.
sevdik.” ( Sözcü, 20 Ekim 2020)
Şimdi bunları niye yazdım… Mustafa
Günay’ı düşünüyorum. İlk yazılarını nere-
22 Ekim Perşembe de okuduğumu anımsamıyorum. Amacını
Bir tarihte Kemal Özer şöyle dedi. “Gün- anımsıyorum. Mustafa Günay’ın yazılarını
doğdu gündüz ışığında, otuz metreden ateş okudukta şunu söyledim. “Genç-yeni bir fi-
böceğini görür.” lozof geliyor”.

Kasım / 2020 63
Zaman beni haklı çıkardı. Mustafa Gü- 23 Ekim Cuma
nay gelişti. İnsancıl’da da yazıları görüldü. Daha önce yazıldı mı bilmiyorum. Yazıl-
Bugün önümde bir kitap duruyor. Eğitimde mıştır sanırım. Sorun şu. Bizde türkülerde,
Ahlak ve Etik (Mustafa Günay, Çizgi Kitape- şarkılarda cinsiyet ayrımı yok. Sözgelimi,
vi, Konya 2020) “Ben sana yandım gelin / Yanağı allı gelin”
Yapıtı inceledim. Çok kapsamlı bir çalış- türküsünü kadın da söylüyor.
ma. Yeri geldikte üstünde durulacak. Bizim kültürümüzün özelliği diyorum
buna. Kadın erkek cinsinin ayrımı da çok
Saat 2.10 sert ülkemizde. Ama gelin görün, bu türkü-
İnsancıl’dayım. lerde, şarkılarda böyle değil.
Kış geldi mi… üşüdüm. Klimayı sıcakta Bunu, kadınlar söylemez, ya da erkekler
yaktım. söylemez denmiyor bizim kültürde.
Bugün Mehmet Karakelle geldi… Kahve Türkülerde, şarkılarda böylesine demok-
içtik. Şurdan burdan konuştuk. rat, eşitlikçi bir kültürde, kadının erkekten
Bugün yeni bir türkücü buldum. Ben ilk sakınması, çarşafa girmesi nasıl oluyor.
kez dinliyorum. Kazancı Bedih. Değişik bir Bunu düşünmeliyiz.
ses. Urfalı. “Yeşil ördek gibi daldın göllere İşin bir yanı daha var. Türkülerde, şar-
/ Sen düşürdün beni dilden dillere / Başım kılarda kadın aşkını açıkça söylüyor. “Ben
alıp gidem gurbet ellerine / Ne sen beni unut seni seviyorum” diyor. “Bir çapkına yangı-
ne de ben seni” nım” diyebiliyor kadın türkülerde.
Bizim insanımız… hep sevgilisine kavuş- Kültürümüz buna izin veriyor. Dahası
ma özlemiyle yanıyor… bir türlü kavuşamı- “Sarhoşum, sarhoşum” demesine kızmıyor
yor. Bunun üstüne türküler yakıyor. erkek… ama buna yaşamda izin verilmiyor.
Benim kısa öykülerim de böyle. Sevenler Peki, bu noktaya nasıl gelindi. Kadın,
bir türlü kavuşamıyorlar. Bilerek, isteyerek yaşamdaki baskıyı, türkülerle, şarkılarla mı
yapmıyorum bunu. Öykünün akışında ayrı- kırdı.
lık geliyor.
Aşık oluyor, aşkını yaşayamıyor. Yazdı- Saat 20.30
ğım her öykü bana acı veriyor. Sevgilileri Bir zamanlar bu odada insandan geçil-
kavuşturmak istiyorum, olmuyor. mezdi. Salgın, insanları çil yavrusu gibi da-
Kazancı Bedih’ten Gaziantep Yolunda ğıttı. Bugün İnsancıl’dan hiç kimse gelmedi
“Bahçelerde mor meni / Verem ettin sen İnsancıl’a…
beni / Nasıl verem olmayayım / Eller sarıyor Bir tarihte şöyle yazmışım. “bir adam Cen-
seni” giz Gündoğdu doğruları söylüyor demedi”.
Bu türküyü Cem Adrian da söylüyor. Ol- Felsefede Doç. Dr. Özgüç, buna karşı
ten Flarmoni Orkestrası eşliğinde. Arasıra çıktı Cumartesi günü “Biz size hak verdik”
yine orkestra eşliğinde Zeynep Halvasi. dedi…
Zeynep Halvasi. Drama Köprüsü’nü de Demek ki boşa yaşamamışım, hak veren
söylüyor. varmış.
Sevindim.

64 Kasım / 2020

You might also like