İnsanoğlu binlerce yıldır savaşıyor. İnsanın Ahlak’la ilgili
arayışında savaş’ın da bir ahlakı olması gerekmez miydi? İnsanoğlunun birbirleri ile ilişkilerindeki en zorlu sınav yeri olan savaş ve savaşın sonuçları elbette bu alanda maximal optimal ve minimal (en yüksek – ortalama ve en düşük) tüm durumları içermek zorundaydı. Bu alanda toplum dokusundaki en korkunç, en berbat bedeli savaşçılar yaşamadı ne yazık ki… Çocuk ve kadınlar yaşadı. Bu, acı bir insanlık dramıdır. Ama şu an daha zor bir soruyu sormak zorundayız; ‘’Çocuklara, kadınlara, sırf; senden, benden, ondan, aileden, soydan, ırktan, ulustan, mezhepten, politik dünya görüşünden farklı oldukları için acı vermek, şiddet uygulamak, yok etmek için ‘’ savaşçı’’ erkeklere ruhsal eğitimin / eğitimsizliğin verilme sebeplerinden biri de kadınlar olmadı mı? Erkek egemen toplumun dayatmaları ya da kadının bu sistemin kölesi pozisyonunda olması yeterli bir savunma yolu olur mu? (bu ayrı bir yazı gerektirir) 1789 Fransız devrimi’nde Fransa’da, sonrasındaysa Emperyalist tüm savaşlarda tüm Avrupa ve Asya devletlerinde genel seferberlik , zorunlu askerlik ilkesi resmi kabul gördü. Ülkemizde de Osmanlı İmparatorluğu döneminde ordunun profesyonel temel yapısı elbette vardı ama pratik açıdan ordunun asıl gücünü oluşturan yığınlarca insan, savaş dönemi dışında normal işlerini yapan teba’dan devrişirilirdi. Aslında Avrupa’da da bu ilke çok hızlı biçimde yerleşik hal almamıştı. Bunun gerçek sebebi ekonomi idi. 1860’lardan sonra ise Prusya örneği bu ‘profesyonel askerileşme normuna’ hız kazandırdı. Bize de burdan çabucak yansıdı. 1800’lerde örneğin Fransa’da 1.5 milyon kişi askere alınmıştı. Dönemin en güçlü emperyalist lideri İngiltere’de bile bu rakam 2,5 milyonu geçemedi. Oysa sonraki dönemde 1. Dünya Savaşında 70 milyon, 2. Dünya Savaşında 87 milyon Avrupalı asker öldü. Savaşın ahlaki normlarındaki değişme ise yukarıda bahsettiğimiz duruma sebep oldu. Siviller, çocuk ve kadınlar ZORAKİ SAVAŞÇI sayıldı. Gıdasızlık, her hür maddesel yokluk, göç, tehcir, savaş ekonomisi için zorunlu çalışma, tecavüz ve kitlesel katliamlar… Bu korkunç durumun sayısal dökümü şudur; 1. Dünya savaşında 70 milyon askerden 8.5 milyonu öldü; sivil kayıplar 1 milyonun altında idi. Oysa 2. Dünya savaşında 87 milyon askerden 17 milyonu ölürken 22 milyon da sivil katledildi!!! Daha korkunç bir istatistik vermek zorundayız ; 20. yy’ın ikinci yarısında; Fransa/Cezayir, ABD ve müttefikleri( Türkiye …..) / Kore, ABD/Vietnam, SSCB/Afganistan, Sırp /Bosnok/Hırvat özel durumları bile eklenmesine rağmen 1950’den 2017’ye dek bir savaş için profesyonel asker sayısı ortalama 20/350.000 kişi gibi inanılmaz şekilde %2’lere düşerken, ölen sivil sayısı 118 milyon (ki …. Eklenmemiştir) civarına yani %500’e yükselmiştir. Az askerle çok sivil öldürme! ABD halkı bu nedenle savaşlarda ABD uçaklarının sortilerini bira içip çerez yiyerek seyretme lüksünü (!) kazanmış, geri kalan tüm işler teknolojik donanımla robotlaştırılmış profesyonel askerlere bırakılmıştır. Ta ki kendi doğurduğu Taliban’ın 11 eylül saldırısına dek… Yiten Ahlakın İzlediği Yollar Napoleon’ca şekillendirilen askeri değerler ‘’korkudan uzak olma, cesaret, erkeklik, soğukkanlılık ‘’ gibi özelliklere dayanıyor gibi görünse de bu aslında bir yanılsamadır. Savaşçıların allı pullu canlı elbiseleri, süsleri,miğferleri de çok anlam taşımaz; sanki savaşa değil düğüne gider gibi süslenen güçlü erkeklere özen duygusu yaratmaktan başka anlam taşımaz. Osmanlı’yı pohpohlarken düşüren Yavuz Bahadıroğlu Muhteşem Süleyman ve Hürrem adlı kitabında (ilk Macaristan seferine çıkan Osmanlı ordusunu aslında cellatlar diye tanımlayan İngiliz tarihçi Farrox Downey’in Kanuni Sultan Süleyman aslı eseri yolu ile, yani bu eserden alıntı kullanarak) şunları yazar; ‘’Hacı Bektaş-ı Veli’nin yüzleri ak, pazuları bükülmez, kılıçları keskin, okları aman vermez Yeniçeri Ordusu; Peygamber Ocağı Ordu ; düğüne, bayrama gider gibi idi… Akıncıların en önde rengarenk pelerinleri zarif bir hareketle savruluyor, azaplar ardında, süvari alayı atları kürk ve tüylerle süslü, deliler- serdengeçtiler aslan ayı postundan saltaları sırtlarında deve tüyü külahlı Acem dervişler, tımar, zeamet askerleri, sipahiler ve yıldızların ortasında bir ay; Süleyman Han! 27 Mayıs 1521, pazartesi günü yola çıkan bu ordu 112.000 kişilikti…’’ Bu yalan yanlış tanımın başka bir çok gerekliliği mevcuttur. Söz konusu olan acayip bir MODA DEFİLESİ değildir. Askerler serpuş takar zira bu boyu uzun gösterir, silueti yapılı gösterir, at sırtındaki madeni ışıltılar gözü köreltir, göğüs zırhları kurşun geçmeyeceği etkisi yaratır, yani bunların çoğu aslında koruyucu teknik özellik barındırmayan, psikolojik etki yaratan şeylerdir. Askerler dik durur( Türk ordusunda hala geçerli olan esas duruş, yanaşık düzen, uygun adım zorunlulukları ) zira kullandıkları silahı birbirine yapışık biçimde ilk atışları ile taramalı atış haline dönüştürmek ve ardından silahın dolumu için yine ayakta barut kullanmak zorundaydılar. İstanbul’dan Macaristan’a yürümek gibi bir amaç içinse 30 kg’ı geçen ağırlıkla günde 25 km yürümeye uygun dik adım atılmak zorunda idi. Gelişmeler piyade tüfeklerini etkileyince bu durum Boer, Rus/Japon ve Balkan savaşlarında hızla değişime uğradı. Dakikada 15-20 mermi atan silahlar ve 600 mermi atan mitralyözler civardaki 50-100 mt’lik alanı yay gibi tarıyor, top mermisi 100 km uzaktan düşmanı parçalıyordu. Mermilerin kenik, hızlı, dönerek giden ve vücuda girdiği alan sinek ısırığı kadarken çıkış kısmı futbol topu büyüklüğündeki gücü dik duruşu öldürdü. Cesur görünmek için dik durmak bu teknoloji karşısında ölmek anlamına geliyordu. Bu nedenle eğitimler artık yatma, sürünme, yerde yılan gibi kıvrılmaya yöneldi. Ana karnındaki cenin pozisyonu yeniden yaşanmazsa sağ kalamazdınız. Tank ve uçaktan atılan bombalar savaş dehşetini ve estetiğini (!) beraberce değiştirdi; ‘’Cenin gibi yere yapış, görülmeyecek denli renksiz, toprak arazi rengi ile uyumlu giyin ve bolca kork ! ‘’ Siper savaşları da bu dönemde doğdu. Fiziki temas yerine toprağa gömülü düşmanı uzaktan, doğrudan mubabereye pek girmeden, uzun süre içinde yok etmek; Rus/Japon Mukten Savaşı ve Çanakkale Savaşı gibi… Bu değişiklik çok gelişen lojistik desteklere rağmen fiziksel ve psikolojik ızdırabı ve çöküşü güçlendirdi. Uzun süre postal çıkarmaya imkan bulamama, üst baş pis kokar, kurtlanırken değiştirememe, yıkanamama insanoğlunda ciddi psikolojik sıkıntılara yol açmaktadır. (Cezaevlerinde sürekli ayakkabı giyme, 16 saatten çok toprağa değil betona basmanın da benzer biçimlerde vücudun doğal elektrik yükünü asla boşaltmaması yüzünden depresyonu hızlandırması ve hatta mahkumların ellerini dokundurdukları herşeyden çarpılmaları da bu nedendendir) Mayın ve bombadan kaynaklı şiddetli patlamanın yol açtığı başlıca nörolojik bozukluklar hisleri, nevroz, shell- shock gibi psişik durumlar dışında sürekli patlamanın vücutta yarattığı Decoherence etkisi( durgun dalga yapısının çevre ile etkileşimi sonucu bozulması, manyetik rezonans düzeyinde düşme, echoic deponun çökmesi ( Psikolog Neisser, Turvey Crowder, Edwin Boring, P. Broadbent, Moray, Treisman ve benzerlerinin çalışmaları…) Görsel şokun ceset ve yaralılar dışında ormanda yanıp yıkılmış ağaçları bile bir insan bedeni metoforuna dönüştürmesi( Psikolog Sperling, Bergon, Julesz, Posneri Snyder’in çalışmaları, Treisman’ın pop-out effect etkisinde korteksin, stroop testinde serebrol yürütücünün görsel sinyal özelliklerinin bilinç dışında bilinerek atılması gibi çalışmalar) Dokunma duyusunda parçalanmış et ve kemikleri teninde hissetme, düne kadar evrendeki en gelişmiş canlı olan insanın içi kan, bok, sidik dolu dayanıksız bir zarf olduğunu görme… Koku alma duyusunda ise anlatılması imkansız o korkunç insan eti kokusunun ruhsal tecavüzü! Tüm bu deneyimler savaş anında doğan, birkaç ay kuluçka evresi geçiren ve bazen beş on yirmi yıl sonra ayağa dikilen nevrozlara, PTSD(post travmatik stress disorder= trazma sonrası stres bozukluğu)’ na yol açar. Baddeley’e göre 40.000 üzeri sözcük serebral bellekte depoludur. Bu depo yeni sözcük üretiminde kullanılır. Örneğin kızım Dersu’nun nsln=nasılsın, gnçtrkcll= gençtürkcell demesi gibi! Noam Chomsky, Skinner, Piaget gibi araştırmaların seçici dikkat, kümelenme, asimilasyon ve uyma(accommodotion) çalışmaları, Nöroloji’de Broca, Wernice alanlarının tespiti ile dilin algıyı etkilediği gibi algının da dili etkileyerek fonem ve morfemlere yol açtığını saptamıştır. Amerikalıların shit ve fucking’i günümüzde bu denli sık ve sıradan kullanmasının sebebi bu bakış açısı yönünden Vietnam Savaşı’na bağlıdır. (Bu konuda ciddi çalışmalar yapılmamıştır.) Ahlakın Çöküşünde Yeni Çalışmalar Savaş hukuku ve bu anlamda aklaki 1864 Cenevre konvansiyonu 1907 La Haye Konvansiyonları ile yaralı asker, esirler, sivillere saldırı güya engellendi. Her şey bir kabul, onu izleyen ikinci adım ve diğerleri ile yol aldı. Savaş için karşı karşıya gelip birbirini öldürmeye kitlenmiş insanlar şiddeti sınırlayan kuralları niçin ve nasıl edinebilir ki? Çok açık bir nedenle; ‘’kendimi de ölümden koruma.’’ Bu ne yazık ki bir gerçektir. Örneğin ‘’sedyeciler ‘’ tüm çağlarda dokunulmaz kabul edilirdi. 1. Dünya savaşına dek! Savaşan tarafların kültürel temelleri bir çok açıdan farklı olsa da uzayan savaş süresince insanlar birbirine benziyor, ehlileşiyordu. Çanakkale Savaşı’nda saldıran değil vatanını savunan Anadolu askeri sedyecilere silah sıkılmasını anlayamazken, karşısındaki insanın da aç olduğunun bilincine zamanla kavuşan Anzak askerinin Türklerden kumanya atılınca bunu kavrayamaması da buna bağlıdır. Bu şekli ile bu son soylu savaştır. (SOYLU deyimi Türk topraklarına saldıran bu ülkesinden binlerce km uzakta canını yitiren gencecik işçi, köylü, entelektüel insanın, emperyalist doymak bilmeyen iştahın etkisi ile Mustafa, Kemal, Ali, Mehmet, Hüseyin isimli halk çocuklarımıza sıktıkları kurşunların ve yedikleri kurşunların her iki tarafında silahından çıkmadığını gösteren şu mükemmel sözcüklerde saklıdır; "Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar. Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar. Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır" Savaşın soylusu elbette olmaz ama vatan savunması bazen insanı buna zorlar. Bunun olmadığı savaşlar ise vicdansız, kıyıcı savaşlardır. Etiyopya, İspanya, Japonya’da şehirlerin ve sivillerin topyekün yok edilmesi… bunların adı savaş değil KIYIMDIR. Hiroşima ve Nagazaki kıyımında ABD’yi pohpohlayan sefil aydınlara karşı boynumuzu dik tutan şeyler de olmuştu o tarihte; buna Nazım HİKMET’in şiiri yetmez mi? KIZ ÇOCUĞU Kapıları çalan benim kapıları birer birer. Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler. Hiroşima'da öleli oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar. Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler. Sonuçta; bilgisayar ve elektronik donanımcıların, GPS, ICT( Bilgi İletişim Teknolojisi), GIS(Geografic İntelligent System), GDIM(Coğrafi Demogratif bilgi modellemesi) ve Körfez/Sırbistan/El Kaide/Afganistan’da kullanılan Land Warrior programları ile artık yeni bir tür savaş ortaya çıkmıştır. Benjamin’in güzel bir lafı vardır; “yeni olan tarih sahnesine sıklıkla selefinin kılığında ayak basar!” Yazının başında eskiden askerin dik duruşunun bir cesaret simgesi olduğunu söylemiştik. Gaston Bachelard WATERLOO’da bir İngiliz askerinin Fransız süvarisini tanımlamasını şöyle yazar; “Ürkütücü görüntülü, en kısası iki metre, üstlerindeki miğferler gibi demirden üretilmiş gibiydiler ve bunlara karşı hiç şansımız yoktu. Ve başçavuş kılıcının yüzüyle çantama vurup bağırdı : “ baş eğmek yok!” Land WARRİOR programı ile ABD ordusunda üretilen robocop asker de dik durur ve korkunçtur.bu anlamda selefinin kılığındadır. Aralarındaki farkı yazalım; bu robotun savaştırıldığı, saldırıldığı, kişi; bir emekçi, yoksul, aydın, ahlak ve onur sahibi iken bu tip ahlak yoksunu bir onursuz olarak üretilmiştir. Bu nedenle Libya, Suriye, Guetelema, İşit Cellatları ve benzeri şeyleri anlatabilecek hiçbir AHLAKİ sözcük kalmamıştır. Nörofiz. DURU Hakan KARABACAK 12.08.2019