You are on page 1of 11

Bir Devrin Kapanışı: Anadolu’da Moğol Hakimiyetinin Sona

Ermesi
Tarih-i Kadim Arşiv 26/02/2018 Hakan Bozdemir 

https://www.tarihikadim.com/bir-devrin-kapanisi-anadoluda-mogol-hakimiyetinin-sona-ermesi/

‘’Bir Moğol, bir mahalleye giriyor ve orada bulunan çok sayıda insanı peş peşe öldürüyor
ama hiç kimse direnç göstermiyordu… Bir Moğol, esir aldığı bir Ercişliyi öldürecek alete
sahip olmadığı için ‘’Başını yere koy ve sakın kımıldama!’’ deyip ayrılmış, bir kılıçla gelip
başını vurmuştur. Kurbanı ise katilinin komutuna canı pahasına uymuştur…’’ Ünlü tarihçi
İbnü’l-Esîr, 1230 yılında Erciş’te yaşanan bir olayı bu şekilde nakletmiştir [1].

Moğollara karşı çaresizliğin ne boyutlarda olduğu, bu satırlarda çok net bir şekilde karşımıza
çıkmaktadır. Daha önceki yazımızda, Anadolu’da Moğolların Türkiye Selçuklu Devleti’ne
yapmış olduğu etkiyi ve bu devleti nasıl yıkılışa sürüklediği konusuna yer vermiştik. Bu
yazımızda ise Anadolu halkının Moğol tahakkümüne nasıl karşı koymaya çalıştığına ve
yıkılmaya yüz tutmuş bir devletten sıyrılıp, yaşamış oldukları bölgeleri korumak için beylik
düzeyine nasıl eriştiklerine temas etmeye çalışacağız. Bu doğrultuda İbü’l-Esîr’in yukarıda
yer verdiğimiz satırlarını dikkate alırsak, Anadolu’daki varoluş mücadelesinin hiç de kolay
olmadığı sonucuna ulaşmış oluruz. Moğollara karşı bir direnç ortamının oluşmasına sebep
olan etkenleri ve Moğol hakimiyetinin Anadolu’da nasıl sona erdiğini sizlerle paylaşmayı
amaç edindik.

Bizans’a karşı girişilen mücadeleler ve akabinde


Haçlı Seferleri, Türklerin Anadolu’daki
mücadelesinin bir süre temel noktasını teşkil
etmiştir.
1071 yılından sonra Anadolu’nun Türkleşmesi için uzun mücadeleler verilmiştir. 1176 yılında
gerçekleşen Miryokefalon Savaşı neticesinde Bizans’ın beli bükülmüş ve Diyâr-ı Rum olarak
adlandırılan Anadolu toprakları için ‘’Türkiye’’ (Turkhia, Turquia) kavramının kullanılması
sürekli hale gelmiştir [2]. Bu süreçten sonra Türkiye Selçuklu Devleti hızla ivme kazanmış,
1220-1237 yılları arasında hüküm sürmüş olan I. Alâeddin Keykubat devrinde en parlak
yıllarını yaşamıştır. Bu parlak devir uzun sürmemiş, I. Alâeddin Keykubat’ın ölümünden
sonra tahta geçen II. Gıyâseddin Keyhüsrev’in başarısız siyaseti, devletin her kademesine
işlemiştir.
I. Alâeddin Keykubad, Harbiye Müzesi.
1243 yılında Moğollar ile gerçekleşen Kösedağ
Savaşı neticesinde Türkiye Selçuklu Devleti için
yıkılış süreci de başlamış oldu.
Moğolların Anadolu’daki istila hareketleri Erzurum’da, Kösedağ Savaşı’ndan sonra özellikle
Sivas ve Kayseri’de büyük etki oluşturmuştur. Kayseri’de Moğollara karşı Ahiler’in büyük
bir direnç gösterdiği bilinmektedir [3]. Zaten Ahi Evran’ın Anadolu’ya geldikten sonra
Kayseri’de bir debbağ (deri işleme) atölyesi kurduğu ve bu süreçte halkı Moğollara karşı
teşkilatlandırdığı bilinmektedir. I. Alâeddin Keykubat’ın 1237 yılında ölümünden sonra
Ahiler; II. Gıyâseddin Keyhüsrev ve Vezir Sâdeddin Köpek’e karşı da tavır almışlardır [4].

Moğolların Anadolu’daki baskıcı tutumlarını Trabzon


Rum Devleti fırsata çevirmiş, bu doğrultuda Türkiye
Selçuklu Devleti’ne ait topraklarda hakimiyet
mücadelesi vermeye koyulmuştur.
Moğol istilalarından kaçarak Anadolu’ya gelen ve yaklaşık altmış bin kişi olan Türkmenler,
Trabzon Rum Devleti’nin bu ilerleyişini durdurmuşlardır. Bu Türkmenler Aras Vadisi,
Erzurum, Şavşat, ve Artvin bölgelerini ele geçirerek burada hakimiyet kurdular. 1277 yılında
Memlûk Sultanı Baybars’ın Elbistan Savaşı’nda Selçuklu-Moğol ordusunu yenilgiye
uğratması, Selçuklu-Moğol ilişkilerinin zarar görmesine sebep olmuştur. Bu durumu da fırsata
çevirmeye çalışan ve Sinop üzerine sefere çıkan Trabzon Rum Devleti’nin karşısına bu kez de
Çepniler çıkmış ve Trabzon Rum Devleti’ni yenilgiye uğratmışlardır [5].

Görülmektedir ki Türkmenler, Moğollar tarafından


Anadolu’daki siyasi birliğin parçalanmaya başladığı
bir dönemde, buraların Türk toprağı olarak kalması
hususunda çok önemli bir yere sahiptirler.
Buraya kadarki bilgilerden anlaşılacağı üzere Anadolu’daki Moğol etkisi, yalnızca Moğollar
ile Selçuklular arasında sabit kalmamış, diğer devletlerce de fırsata çevrilmeye çalışılmıştır.
Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi Vatikan Kilisesi, Kösedağ Savaşı sonrasında
Anadolu’ya misyonerler göndererek buralarda yeniden Hristiyanlığı canlandırmaya
çalışmıştır.

Moğol tahakkümüne razı edilmeye çalışılan Anadolu, yalnız siyasi değil iktisadi yönden de
ağır kayıplar vermiştir. Emirlerin hatta sultanların dahi Moğolların sözü altında iş yapmaya
başlaması, Anadolu’daki Türkmenleri iyice rahatsız etmekteydi. Nitekim devlet, Moğol
baskısı altında ikiye bölünecek hale dahi gelmiştir [6]. Bahsedilen bu dönem, II. İzzeddin
Keykâvus ve IV. Rükneddin Kılıç Arslan’ın 1254 ile 1262 yılları arasında hüküm sürdükleri
dönemdir. Yine Moğolların baskısıyla II. İzzeddin Keykâvus tahttan indirilmiş ve bu süreçten
sonra Anadolu’da Moğollara karşı aralıksız isyanlar başlamıştır. Özellikle uç bölgelerde
bulunan Türkmenler, Anadolu’daki bu baskıcı yönetime boyun eğmiyor, bir türlü itaat altına
alınamıyorlardı [7].
Moğollara karşı çıkan isyanların aksine onları kabul
eden ve yardım dileyenlerin varlığı da bilinmektedir.
Örneğin Mevlâna Celâleddin-i Rûmî’nin büyük oğlu olan Sultan Veled’in, 1271-1296 yılları
arasında Anadolu’da genel valilik yapmış olan Samagar Noyan’a methiyesi bulunmaktadır.
Bu methiyede; “Sen, akılda ve adalette teksin; dünyadaki (ahlâkî) bozukluğu yok ettin;
mertlik seninle son buldu. Gökyüzü gibi hep açıksın, berraksın; melek gibi rehbersin; herkese
kapı açansın. Samagar Ağa, Noyan’sın sen; ezelden seçilmiş şahsın; Hak tarafından
gönderilmiş herkesin yardımcısısın. Sözün doğru yoldandır, Tanrı nefesindendir; tehlikeden
korunmuştur. Beden bakımından Moğol isen de akıl bakımından son derecesin, olgunsun; sen
şeytanın ve iblisin düşmanısın… Beğimiz bizi unutma.’’  şeklinde satırlar bulunmaktadır [8].

13. yüzyılda Anadolu Selçuklu askerleri. Kaynak: Osprey.

Niğde valisi Hatıroğlu Şerefeddin Mesud, Moğollara


karşı önemli bir isyan başlatmıştır.
Bu isyanı Karamanoğlu Mehmed Bey de desteklemiştir. Şerefeddin Mesud bir taraftan
Memlûk Sultanı Baybars’ı Anadolu’ya davet edip yardım isterken diğer taraftan da yakaladığı
Moğolları öldürmekteydi. Bu olayı duyan İlhanlı hükümdarı Abaka Han, hızlıca Anadolu’ya
kuvvet gönderdi. Sultan Baybars’tan gelecek yardımı beklemeye başlayan Şerefeddin Mesud,
Niğde kalesine kapandı ise de kale muhafızının ihaneti ile yakalanmaktan kurtulamadı. İsyanı,
Süleyman Pervane’nin buyrukları doğrultusunda başlattığını ortaya atsa da Süleyman Pervane
bu sözleri inkâr etti ve Şerefeddin Mesud 1276 yılında öldürüldü [9]. İbn Bibi’nin aktardığı
bilgiye göre Şerefeddin Mesud’un elleri, ayakları ve tüm azaları parça parça edilerek ibret
olması için Anadolu’nun çeşitli yerlerine gönderilmiştir [10]. Bu isyandan bir yıl sonra
Baybars’ın Anadolu’ya girişi ve Moğolları Elbistan’da büyük bir yenilgiye uğratışı, isyanın
önemini daha da arttırmaktadır.

Bastırılan bu isyandan sonra Anadolu’da Moğollara karşı bu kez de Karamanlıların


faaliyetleri ortaya çıkmıştır. Karamanoğlu Mehmed Bey, bildiğimiz üzere Şerefeddin
Mesud’un başlattığı isyana da destek vermişti. Mehmed Bey kendi sınırlarındaki ve sahil
bölgelerindeki Moğolları temizleyerek hâkimiyet mücadelesine girişti. Selçuklu-Moğol
yönetimine itaatten vazgeçip ödemek durumunda olduğu vergiyi de kesmiştir. Baybars’ın
Elbistan’da kazandığı zafer sebebiyle ona kardeşi Ali Bey’i göndererek tebriklerini bildirdi.
Baybars da ona sancak ve menşûr göndererek Ermenek’ten sahillere kadarki bölgeyi Mehmed
Bey’in himayesine verdi [11]. Mehmed Bey, bu süreçte Moğollara karşı iki kez başarılı
olmayı bilmiştir. Memlûk sultanı Baybars’tan aldığı güç ile Selçuklu tahtına hâkim
olabileceğini düşünmüş, II. İzzeddin Keykâvus’un oğlu olduğunu iddia ettiği Siyavuş (Cimri)
adındaki bir kişi ile Konya’ya yürümüştür. Bu süreçte onu Eşrefoğulları ve Menteşeoğulları
da desteklemiştir.

Neticede 1277 yılının Mayıs ayında Mehmed Bey


Konya’ya hâkim olup Siyavuş’u Selçuklu tahtına
çıkarmıştır [12].
Türkiye Selçuklularında yeni bir sultan iş başına geldiğinde büyük sultanlardan Alâeddin
Keykubat’ın sancağı türbesinden çıkartılır ve cülûs töreni bu şekilde yapılırdı. Siyavuş tahta
çıkarıldığında da cülûs töreni bu şekilde yapılmış, Alâeddin Keykubat’a ait sancak ve çetr
kullanılmıştır [13]. Mehmed Bey ve destekçileri Konya’yı ele geçirdikten sonra bir Divân
tertip ettiler. Bu Divân’da, birçok tarihçiye göre Mehmed Bey’in aldığı önemli bir karar
vardır: ‘’Bundan sonra Divân’da, dergâhta, bârgâhda, mecliste ve meydanda Türkçeden
başka dil kullanılmayacaktır.’’ Bahsi geçen karar, kaynaklarda yalnızca İbn Bîbî’nin eserinde
mevcuttur ve İbn Bibi bu olayı anlatırken Mehmed Bey’in adını, kararın alındığı ortamda
zikretmemektedir. Hatta Divân’dan sonra yaşanan tartışmalar neticesinde Mehmed Bey’in
verir olabildiğinden bahseder. Hal böyle iken bu kararı, yalnızca Mehmed Bey’e ait
göstermenin çok doğru bir tutum olmayacağını düşünmekteyiz. Tarihe Cimri Olayı olarak
yerleşen Siyavuş’un tahta çıkmasının planlayıcı gücünün Karamanoğlu Mehmed Bey olması,
onun yaşananlar üzerindeki otoritesinin çok fazla olduğu gerçeğini de örtmemektedir. Ayrıca
kararın millî duyguların aksine, Farsça yürütülen devlet işlerini bu dil ile yapacak düzeyde
olmamaları ile açıklamak da yerinde olacaktır [14].

Mehmed Bey’in Siyavuş ile beraber Selçuklu tahtındaki hâkimiyeti uzun sürmemiş, 35
günlük bir süreçten sonra Siyavuş tahttı terk etmek durumunda kalmıştır. Daha sonra
yakalanarak Aksarayî’nin belirttiğine göre derisi yüzülerek öldürülmüştür [15]. Mehmed Bey
de Moğollar ile yaptığı çarpışmalar sırasında kardeşleri ile beraber
öldürülmüştür [16]. Yaşananlar yalnızca Karamanoğulları, Selçuklu ve Moğol üçgeninde
gerçekleşmiyor; Anadolu’nun dört bir yanında yeni hâkimiyet mücadeleleri ortaya çıkıyordu.

Türkiye tarihinde Kösedağ Savaşı sonrası ortaya


çıkan beylikler ”İkinci Dönem Beylikler”  olarak
adlandırılmaktadır ki bu beylikler, bozulan Anadolu
siyasi birliğinden sıyrılıp, kendi bölgelerini koruyup
bağımsız olmak için mücadeleler vermişlerdir.
Bu beyliklerin birbirleri ile de mücadeleleri söz konusudur. Türkiye Selçuklu Devleti, sık
yaşanan taht mücadeleleri akabinde Moğolların eliyle yapılan taht değişiklikleri ve
Anadolu’daki Türkmenlerin isyanları ile 14. yüzyılın başlarına kadar gelebilmiştir. Bu
süreçte, artık bağımsız bir devletten ziyade yalnızca adı ile ortada bulunan bir devlet olarak
Türkiye Selçukluyu nitelendirmek doğru olacaktır. Çünkü birçok bölgede yeni yeni beylikler
ortaya çıkmış, Anadolu’nun mücadele sahasında bu beylikler boy göstermeye başlamıştır.
Türkiye Selçuklu Devleti’nin fiilen sona erdiğini kabul ettiğimiz 1308 yılından sonra
Anadolu’da Emir Çoban ve Timurtaş gibi İlhanlı valilerinin hüküm sürdüğünü ve bazen bir
hükümdarmışçasına faaliyetlerde bulunduklarına şahit olmaktayız. Doğu ve Orta
Anadolu’daki Moğol tahribatı, bu bölgedeki Türkmen nüfusunu uç ve batı bölgelere
kaydırmıştır. Bahsi geçen bölgelerin Türkleşmesinde Moğolların Doğu ve Orta Anadolu’daki
baskıcı faaliyetlerin büyük etkisi vardır [17]. Beyliklerin bazıları devlet statüsünde hareket
etmiş ve böyle de adlandırılmıştır [18].

Osmanoğulları da Anadolu’daki mücadeleden


başarıyla sıyrılmış, ileriki yıllarda devlet ve
imparatorluk seviyesine ulaşmışlardır. Anadolu’nun
siyasi birliğini yeniden sağlamaya da yine
Osmanoğulları muvaffak olmuşlardır.
Moğolların Türkiye Selçuklu Devleti yönetimine hâkim olması ve siyasi birliğin bozulması ile
karşımıza çıkan bu beylikler; Karasioğulları, Aydınoğulları, Saruhanoğulları,
Menteşeoğulları, Taceddinoğulları, Sahib Ataoğulları, Germiyanoğulları, Eşrefoğulları,
Hamidoğulları, Karamanoğulları, Eretnalılar, Kadı Burhaneddin Devleti, Dulkadiroğulları,
Ramazanoğulları, Pervaneoğulları, Çobanoğulları ve Candaroğulları’dır.

Beyliklerden bazıları Selçuklu-Moğol yönetimine itaat etmişken bazıları da yukarıda


aktardığımız Karamanoğulları gibi Moğollar ile mücadele etmiştir. Yaşanan olaylara göre
zaman zaman siyasetlerinde değişiklikler de meydana gelmiştir. Moğollar ile etkileşim
kurmuş olan beyliklerin yaşamış oldukları olaylardan bazılarını sizlere örnekler halinde
vereceğiz.

Mesud’un sultan olmasından sonra kardeşi Rükneddin Kılıç Arslan’ın Kastamonu’ya gelerek
kardeşi ve Moğol yönetimine karşı ayaklandığı bilinmektedir. Melik Rükneddîn Kılıç Arslan,
Kastamonu yöresinde Çobanoğlu Muzaffereddîn Yavlak Arslan’ın otoritesini ele geçirip,
burada bulunan Türkmenlerin de desteğini alarak başlatmış olduğu bu ayaklanmada ilk olarak
başarılı olsa da daha sonraki süreçte II. Mesud, arkasındaki Moğol desteği ile Rükneddin Kılıç
Arslan’ı yenilgiye uğratmıştır [19]. Böylelikle Moğol yönetimine karşı girişilen bir isyan daha
başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
13. yüzyılın sonlarına doğru Beyşehir yöresinde
kurulmuş olan Eşrefoğulları Beyliği’nin de Moğollar
ile temasları son derece önemlidir.
Karamanoğlu Mehmed Bey’in 1277 yılında Konya’yı ele geçirdiği zamanda Eşrefoğulları da
Karamanoğullarına yardım etmişlerdir. Eşrefoğlu Süleyman Bey’in öldürülen III. Gıyâseddin
Keyhüsrev’in yerine geçen geçen II. Gıyâseddin Mesud ile mücadele ettiği bilinse de 1288
yılından sonra muhalefetten vazgeçmiştir [20].

1295 yılında İlhanlı Devleti’nde taht değişikliği yaşanmış, Geyhatu’nun yerine Gazan Han
hükümdar olmuştur. Bu değişikliği onaylamayan Moğol kumandanı Baltu, Karamanoğulları
ve Eşrefoğullarının çoğunlukta olduğu bir Türkmen kitlesinden aldığı destekle isyan etmiştir.
Baltu, İlhanlı kuvvetlerine mağlup olunca çareyi Eşrefoğullarına sığınmakta bulmuş fakat
Moğollardan korkan Süleyman Bey bu duruma izin vermemiştir. Neticede 1296 yılında
Sülemiş tarafından yakalanan Baltu ödürülmüştür [21]. Görülmektedir ki isyanın başladığı
dönemde, taht değişikliğinden yararlanmak isteyen Türkmenler de bu isyana destek
vermişlerdir fakat koşulların İlhanlılar lehine döndüğü süreçte geri adım atmak durumunda
kalmışlardır.

Gazan Han vefat ettikten sonra yerine geçen oğlu


Olcaytu, Anadolu beyliklerinin başına buyruk
hareket ettiklerinden yakınarak 1305 yılında İrencin
Noyan’ı, Anadolu’ya vali olarak göndermiştir.
İrencin Noyan, Anadolu’da acımasızca faaliyetlerde bulununca Moğollara karşı nefret ortamı
iyice gerilmiştir. Bu süreçte Karaman, Germiyan, Hamid ve Candaroğulları başta olmak üzere
Anadolu beylikleri İlhanlılar aleyhine harekete geçtiler. Olcaytu bu kez durumu yatıştırmak
için 1314 yılında Emir Çoban’ı Anadolu’ya göndermiştir. Sivas ile Erzincan arasındaki
Karanbük mevkiinde karargâh kuran Emir Çoban’a, Karamanoğulları hariç Anadolu beyleri
itaatlerini bildirmek için gelmişlerdir [22].

Emir Çoban’ın Anadolu’ya gelmesi ve Moğol zulmünden korktukları için beylerin itaatlerini
bildirmeleri, bir süre Anadolu’da sakin bir hava oluşturmuştur fakat 1316 yılında Olcaytu’nun
ölümünden sonra yerine küçük yaştaki oğlu Ebû Said Bahadır’ın geçmesi Emir Çoban’ı
faaliyete geçirmiştir. Yeni hanın genç ve tecrübesiz olmasından yararlanmak isteyen Emir
Çoban, oğlu Timurtaş’ı Anadolu genel valisi olarak atamıştır.

Timurtaş’ın genel vali olması Anadolu’da olumsuz


bir hava oluşturmuş ve beyler yeniden bağımsızlık
faaliyetlerine başlamışlardır [23].
Timurtaş, Anadolu’da hükümdar gibi hareket etmekte, her geçen gün baskısını arttırmaktaydı.
Bu durumdan bunalan Anadolu beyleri, Timurtaş’ı İlhanlı Hükümdarı Ebû Said Bahadır
Han’a şikâyet etmişlerdir. Timurtaş hızla Han’dan özür dileyerek affını istemiş ve 1324
yılında yeniden Anadolu’ya genel vali olarak atanmıştır. Bu süreçten sonra durumun
düzeleceğini uman Anadolu beyleri için hiç de istedikleri gibi bir sonuç ortaya çıkmamıştır.
Yeniden göreve gelen Timurtaş, kendisini şikâyet eden beylerden intikam almaya
koyulmuştur. İlk olarak Karamanoğullarına saldırmış fakat sonuç alamayınca Eşrefoğulları
üzerine yürümüştür. Bu süreçte Eşrefoğullarının başında II. Süleyman Bey bulunmaktaydı.
1326 yılında Timurtaş Beyşehir’i ele geçirmiş, II. Süleyman Bey’i ise yakalamıştır. Timurtaş,
yakaladığı II. Süleyman Bey’in vücudundan çeşitli azalarını keserek onu göle atarak
boğdurmuştur [24]. 

Timurtaş, Eşrefoğlu Süleyman Bey’i öldürdükten sonra Hamidoğullarının üzerine yürüyerek


Antalya’ya kaçan Dündar Bey’i yakalayıp onu da öldürmüştür [25]. Hamidoğulları’nda daha
önceki yıllarda Hamid Bey’in sikke bastırdığı ve bu sikkelerde “humiyet ani’l-âfât’’ (Allah
âfattan korusun) ifadesi yer almaktaydı. Burada, Anadolu’da zulüm yapmakta olan Moğollar
kastedilmiştir [26].

Görüldüğü üzere Anadolu’daki Moğol zulmü


dengesiz bir siyasette dahi devam etmekteydi. İlhanlı
hükümdarının izni dışında valilerin kendi başlarına
buyruk halleri Anadolu ahalisini son derece
zorlamaktaydı.
Timurtaş’ın Anadolu’da baskıcı faaliyetleri sürerken İlhanlı hükümdarı Ebû Said Bahadır
Han’ın Timurtaş’ın babası Emir Çoban ile arası açılmış ve onu öldürmüştür. Bu olaydan
dolayı Timurtaş’ın isyan edebileceğini düşünen Ebû Said, dayısı olan Emir Ali’yi Anadolu
genel valisi olarak atamıştır. Tahmin edilen olmuş ve Timurtaş isyan etmiş fakat Memlûk
sultanı Melik Nâsır’a sığınmak durumunda kalmıştır. Mısır’a giderken kendi yerine Emir
Eratna’yı naip sıfatıyla bırakmıştır. İlhanlı Devleti ile arasının bozulmasını istemeyen Melik
Nâsır 1328 yılında Timurtaş’ı idam etmiştir.

Emir Ali, Anadolu’ya gelince Eratna hemen onun yanına gelerek ona ve Ebû Said Bahadır
Han’a bağlılığını bildirmiştir. Bunun üzerine Emir Ali de Eratna’yı kendi naibi bırakarak
Anadolu’dan ayrılmıştır. Bu süreçte Anadolu’daki Moğol baskısı azalmış ve çeşitli bölgelerde
Moğollara karşı isyanlar daha da artmaya başlamıştır. Yaşananlar üzerine Ebû Said Bahadır
Han bu kez de 1329 yılında Celâyirli Şeyh Hasan’ı Anadolu valiliği ile görevlendirmiştir. 
Şeyh Hasan, Anadolu halkının yeniden İlhanlı Devleti’ne itaat etmesi için faaliyetler
yürütmüştür. 1335 yılında Ebû Said’in ölümüne kadar bu görevde kalmış, akabinde o da
Eratna’yı yerine naibi olarak Anadolu’da bırakarak buradan ayrılmıştır [27].

İlhanlı hükümdarı Ebû Said Bahadır Han’ın ardında


çocuk bırakmamış olması, onun ölümünden sonra
devlet içinde taht kavgalarına sebep olmuş ve bu
sürecin sonunda İlhanlı Devleti yıkılmıştır.
Anadolu’daki Moğol baskısı da Ebû Said’in ölümüyle ortadan kalkmış ve beylikler rahat bir
nefes almıştır [28]. İlhanlılar’da taht mücadeleleri, Celâyirliler ile Çobanlılar arasında
şiddetlendi. Bunların birbirleri ile mücadele ettiği bu süreçte Anadolu beylikleri gittikçe güç
kazanmıştır. 1343 yılına kadar Anadolu’da beyliklerin birbirleri ile mücadelesi sürmüş, büyük
bir Moğol tehdidiyle karşılaşılmamıştır.

1343’te Çobanlı Şeyh Hasan, Sivas’ı merkez olarak kullanan Eratna’nın üzerine yürüme
kararı aldı ve Eylül-Ekim 1343 tarihinde Sivas-Erzincan arasında kalan Karanbük bölgesinde
Eratna ile Çobanlı ordusu arasında büyük bir savaş meydana geldi [29]. Eratna, aleyhine
devam eden savaşı beklenmeyen bir şekilde kazanmayı bilmiş ve böylece Çobanlıların da
Anadolu’da hakimiyet kurma düşünceleri suya düşmüştür [30].

Karanbük Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun genel hali, Doğu Roma (Bizans) ile
Osmanoğullarının yürüttüğü savaşlar ve beyliklerin birbirleri ile mücadelelerinden ibarettir.
Bu süreç Osmanoğulları lehine ilerleyecek ve Anadolu’da yeniden siyasi birlik meydana
getireceklerdir. Moğolların, Anadolu’ya teşkilatlı olarak yerleşmeyi başaramaması ve her
gelen yöneticinin kendi bildiği şekilde yönetimde faaliyet göstermesi, Anadolu halkındaki
Moğol nefretini sürekli arttırmıştır. Her fırsat bulduklarında bağımsızlık yoluna başvuran
Türkmenler, 1335 yılında Ebû Said Bahadır Han’ın ölümü ve akabinde 1343 yılındaki
Karanbük Savaşı ile Moğol tehlikesinden kurtulmuşlardır.

Anadolu’da Moğol hakimiyetinin bulunduğu süreç ve daha sonraki yıllar incelendiğinde


buradaki Moğol etkileri dikkat çekmektedir. Bu hususta Moğollar, Anadolu’yu hukuk ve
maliye alanlarında, kültürel bakımdan dil ve mimari alanlarda etkilemiştir. Ayrıca Türklerin,
Moğollara ait olan unvanları kullandıkları da görülmektedir [31].

You might also like