You are on page 1of 27

Tarih Okulu Dergisi (TOD) Journal of History School (JOHS)

Haziran 2015 June 2015


Yıl 8, Sayı XXII, ss. 161-187. Year 8, Issue XXII, pp. 161-187.

DOI No: http://dx.doi.org/10.14225/Joh716

SEYAHATNAMELER VE TARİHÎ COĞRAFYA ESERLERİNDE


BEYŞEHİR⃰

Hüseyin MUŞMAL

Özet
Beyşehir ve Göller Bölgesi, tarihî, coğrafî ve stratejik yönleriyle, özellikle
Anadolu’nun tarihi, jeolojisi ve coğrafyası ile uğraşanların dikkatini çekmiştir. Bu da,
bölgenin XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya akın eden coğrafyacılar, jeolog ve
biyologlar tarafından araştırılmasına yol açmıştır. Böylece, tarih boyunca birçok farklı
devletin hâkimiyeti altına girmiş olan bölgede, özellikle Hititlerden kalma Eflatun Pınar
ve Fasıllar Anıtı XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa bilim âleminde şöhret
kazanmaya başlamıştır. Bu tarihten itibaren de birçok yerli ve yabancı seyyah, başta
Beyşehir’in bu antik dönemi eserleri olmak üzere, Eşrefoğulları dönemine ait tarihi
eserleri incelemek amacıyla Beyşehir ve çevresine araştırma seyahatleri
gerçekleştirmeye artırmışlardır. Özellikle XIX. yüzyıldan sonra seyyah ve araştırmacılar
Beyşehir ve çevresini daha sık ziyaret etmeye ve eserlerinde daha detaylı bilgiler
vermeye başlamışlardır. Bu çalışmada, Tarihi coğrafya eserlerinde ve
seyahatnamelerde yer alan Beyşehir ve çevresi hakkındaki bilgiler ele alınmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Beyşehir, Seyahatname, Tarihî Coğrafya

Beyşehir in Travelogues and Historical Geography Artifacts

Abstract
With their historical, geographical and strategic aspects, Beyşehir and Lakes
Region have always attracted attention of ones, who deal especially with the history,


Bu makale 17-18 Nisan 2014 tarihlerinde Selçuk Üniversitesi Beyşehir Ali Akkanat Turizm
Fakültesi’nde düzenlenen Turizm Haftası Etkinlikleri çerçevesinde 17 Nisan 2014 tarihinde
“Seyehatnamelerde Beyşehir” isimli panelde sunulmuş olan tebliğin geliştirilmesi ile
oluşturulmuştur. Çalışmanın hazırlanmasında 2005 yılında tamamladığım, XIX. yüzyılın İlk
Yarısında Beyşehir ve Çevresinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı (1790-1864) isimli Doktora
Tezimden de yararlanılmıştır.

Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Hüseyin Muşmal

geology and geography of Anatolia. That led the region to be investigated by


geographers, geologists and biologists, who have flocked to Anatolia since 13th century.
Therefore, in the region that came under the rule of many different states throughout
history, especially the Monuments of Eflatun Pınar and Fasıllar of Hittite have started to
gain reputation in the European science world since the middle of the 19 th century. From
that time on, most domestic and foreign travelers have increased their investigation
travels to Beyşehir and its surroundings in order to examine the artifacts of Eşrefoğulları
period and mainly Beyşehir’s ancient artifacts. Especially after 19th century, travelers
and investigators began to visit Beyşehir and its surroundings more often and give more
detailed information in their works. In this study, the information about Beyşehir and its
surroundings in historical geography artifacts and travelogues will be handled.
Key Words: Beyşehir, Travelogue, Historical Geography

Anadolu’da bilinen en erken yerleşimlerin günümüzden yaklaşık 10.000


yıl kadar önceye gittiği bilinmektedir. Yapılan araştırmalara göre, Anadolu’da
ilk köy tipi yerleşimlerin ortaya çıkışı da bu döneme rastlamaktadır.1 IV.
Jeolojik zamanda sıcaklığın artması ile Anadolu’daki kapalı havzalarda bulunan
göllerin suları yavaş yavaş azalmaya başlamış, buna bağlı olarak çevrelerinde
tarıma uygun geniş alanlar ortaya çıkmıştır. Böylece göllerin çevrelerini uygun
bulan insanlar, buralarda ilk yerleşimleri kurmaya başlamıştır. Neolitik
Dönem’e ait bu yerleşimler, çoğunlukla İç Anadolu’da göller yöresinde
kurulmuş2 ve bu sahalarda ilk olarak tarım yapılmaya başlanmıştır. Beyşehir
Gölü Havzası’nda dönemi temsil eden en önemli yerleşimler Çatalhöyük,
Suberde ve Erbaba yerleşimleridir.3 Erbaba yerleşimi Beyşehir Gölü’nün doğu
kısmında yer almaktadır. Yine Beyşehir Gölü’nün kuzeyinde bulunan
Çukurkent yerleşimi4 de bu döneme aittir.5

1
Bu konuda bkz. J. Mellaart, Earliest Civilisations of the Near East, London 1965; J. Mellaart,
Çatal Hüyük: a Neolithic Town in Anatolia, London 1967; H. Hauptmann, “Recent
Archaeological Research in Turkey: Nevali Çori”, Anatolian Studies, S.37, London 1987, s.
206-207.
2
Ali Rıza Çetik, Türkiye Vejetasyonu 1: İç Anadolu’nun Vejetasyonu ve Ekolojisi, Konya 1985,
s.40; İbrahim Atalay, “Pleistosen Sonu ve Holosen Başlarında Anadolu’nun Paleoğrafya
Şartlarına Genel Bir Bakış”, Coğrafya Araştırmaları, S. 4, 1996, s. 11-14; İbrahim Atalay,
Türkiye Coğrafyası, İzmir 1994, s. 302.
3
J. Bordaz, “Suberde”, Anatolian Studies, 15, 1965, s. 30-32; J. Bordaz, “The Suberde
Excavations South West Turkey. An Interium Report”, Türk Arkeoloji Dergisi, XVII-2, 1968, s.
43-71; J. Mellaart, “Preliminary Report on a Survey of Pre-Classical Remains in Southern
Turkey”, Anatolian Studies, 4, 1954, s. 175-240.
4
Çukurkent Höyük, bugün Konya ili Hüyük İlçesi Çukurkent Kasabası’nın kuzeyinde su
deposunun bulunduğu yamaç üzerinde yer alır. Hasan Bahar, “1998-1999 Yılı Konya-Karaman

[162]
Seyahatnameler ve Tarihi Coğrafya Eserlerinde Beyşehir

Beyşehir Gölü Havzası hakkında yapılan araştırmalar, bölgenin Neolitik


Çağ sonrası da iskâna tâbi tutulduğunu göstermektedir. Bu çalışmalarda
Kalkolitik, Tunç ve Demir Çağı’na ait çok sayıda yerleşmenin varlığı, bölgenin
binlerce yıllık bir sürede kesintisiz olarak kullanıldığını göstermektedir.6
Beyşehir Gölü Havzası, Hitit İmparatorluğu döneminde de büyük bir öneme
sahip olmuştur. Bölge, Hititler Devrine ait, günümüz arkeoloji ve tarih
dünyasının yakından tanıdığı Eflatun Pınar ve Fasıllar Anıtı adıyla anılan iki
önemli eseri, asırlardır muhafaza etmektedir.7 Nitekim bazı araştırmacılara göre,
bu anıtlar sebebiyle Beyşehir ve çevresi, XIX. yüzyılın ortasından itibaren
gittikçe ün kazanmaya başlamıştır.8 Osmanlı Dönemine ait Konya Vilâyet
Salnamelerinde bu abidelerden bahsedilmekte, anıtların yabancılar tarafından
sürekli ziyaret edildiği belirtilerek en iyi şekilde muhafaza olunduğu ifade
edilmektedir. Ayrıca, Eflatun Pınarı Abidesi’nin İskender’in bu bölgeyi
istilasında veziri yahut muallimi olan Eflatun tarafından yaptırılmış olduğu ve

İlleri Yüzey Araştırmaları”, XVIII. Araştırma Sonuçları Toplantısı, (22-26 Mayıs 2000), II,
Ankara 2001, s.191.
5
Beyşehir ve çevresindeki eskiçağ yerleşmelerini ele alan başlıca çalışmalar için bkz J. Bordaz,
“Erbaba The 1977 and 1978 Seasons in Perspective” Türk Arkeoloji Dergisi, XXVI/1, 1982,
s.86-94; J. Mellaart, “Early Cultures of the South Anatolian Pleteau”, Anatolian Studies, XI,
1961, s. 159 vd; S. Lyoyd Pelimanry, J.Mellaart, Beycesultan I, The Chalcolithic and Early
Bronze Age Levels, London 1962; J. Bordaz, “A Report of the 1969 Excavations at Erbaba a
Neolitic Site Near Beyşehir Turkey”, Türk Arkeoloji Dergisi, XVIII/2, 1969, s. 59-64; M.
Özsait, Helenistik ve Roma Devrinde Pisidya Tarihi, İstanbul 1985; M. Özsait, o İlk Çağ
Tarihinde Pisidya, İstanbul 1980; Hasan Bahar, Özdemir Koçak, Eskiçağ Konya Araştırmaları
2, (Neolitik Çağdan Roma Dönemi sonuna Kadar), Konya 2004.
6
Bahar, Koçak, Konya, s. 13 vd; Yurt Ansiklopedisi, “Konya”, C.7, İstanbul 1982-1983, s. 5147,
Daha geniş bilgi için bkz. Hasan Bahar, Demir Çağı’nda Konya ve Çevresi, Konya 1999.
7
Anıtın resim ve çizimleri için bkz. Rudolf Naumann, Eski Anadolu Mimarlığı, Ankara 1998, s.
451-452; Bölgenin Hitit dönemi ve abidelerini ele alan bazı kaynaklar için bkz. W. Hamilton,
Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia II, London 1842; Eduard Meyer, Reich und
Kultur der Chjetiter, Karl Curtius Berlin Verlag Karl Curtius in Berlin 1914, s.114-115; Naci
Fikret Baştak, “Konya Vilâyetindeki Hitit Abideleri ve Hititlerin Dinleri”, Konya Dergisi, Mart
1937, s. 399-408; H.Güterbek, “Alte und New Hethitische Denkmaler”, Halil Ethem Hatıra
Kitabı, Ankara 1947, s. 48-51; K.Bittel, “Beitrag un Eflatun-Pınar”, Bior, X, 1/2, 1953; E.
Laroche, “Eflatunpınar”, Anadolu/ Anotolia, III, 1958, s. 43-47; J. Mellaart, “The Late Bronze
Age Monuments of Eflatun Pınar and Fasıllar Near Beyşehir”, Anatolian Studies, XII, 1962, s.
111-117; Naci Fikret Baştak, Konya 1, Konya 1945, s.40-45; İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri
ve Kitabeleriyle Beyşehir Tarihi, (Haz. Ahmet Savran), Erzurum 1991, s.330-343.
8
Remzi Oğuz Arık, Ankara-Konya-Eskişehir, Yazılıkaya Gezileri, (Haz. Tahsin Özgüç), Ankara
1956, s.12.

[163]
Hüseyin Muşmal

set yapıldıktan hemen sonra Beyşehir Gölü’nün oluştuğu gibi ilginç bir düşünce
de nakledilmektedir.9
Hitit hâkimiyetinden sonra Demir Çağı’nda bölgede Friglerin hâkim
olduğu görülmektedir.10 Bölge M.Ö. VII. yüzyılda Lidya, M.Ö. 546’da Pers,
M.Ö. 333’te Makedonya ve M.Ö.120’de Roma egemenliğine girmiştir.11 Eski
çağın önemli tarih ve coğrafyacılarından Strabon burası hakkında çok kısa bilgi
vermiştir. Strabon, Konya platosunun soğuk ve ağaçsız bir bölge olarak yabani
merkeplerin otlak yeri olduğunu ve suyun çok az bulunduğunu belirtmektedir.
Strabon bu bölgede büyüğü Karalis (Beyşehir), küçüğü de Trogitis (Suğla)
olmak üzere iki gölün bulunduğunu söyler.12 Bazı yabancı kaynaklarda
Karalis’in eskiçağlarda daha büyük olduğu, sonradan küçüldüğü ve şehir
merkezinin önemli bir kısmının eskiden su altında bulunduğu ifade
edilmektedir.13 Beyşehir, bu dönemlerde Göller Bölgesi’nin büyük bir
bölümünü kapsayan Pisidya sınırları içerisinde gösterilmektedir.14 Strabon,

9
Bkz. H 1332 Malî 1330 (1914) Konya Vilâyeti Salnamesi, İstanbul Babıâli Cihan Matbaası,
1330/1914, s.604; 1947 yılında Beyşehir’e giden Halil İnalcık ve Halil Demircioğlu, “Eflatun
Pınar emsaline nadir rastlanan büyük bir kaynaktır. Suları genişçe bir yer kaplayan fakat
yeryüzüne pek çıkmamış olan kayalar arasından hemen hemen bir çay gibi teşkil edecek kadar
çok kuvvetli çıkıyor. Bu hal, öyle görülüyor ki, insanları çok eskiden, burada tanrısal kudretlerin
tecelli ve tezahür ettiği inancına götürmüştür. Filhakika daha M.Ö. 2.000’de Hititlerin buraya
hususi bir önem verdikleri ve burasını mukaddes bir pınar telakki ettikleri artık anlaşılmış
bulunuyor. Araştırmalar kaynaktan çıkan suların genişçe bir havuz halinde toplandığını su
birikintisinin suni olduğunu ve Hititler tarafından daha aşağıda bir bent yapılma suretiyle
vücuda getirildiğini göstermiş bulunuyor. Hatta bu havuzun dibinin dahi o zamanlar döşeli
olması ihtimalini düşündürecek emareler bile mevcuttur.” demişlerdir. Halil Demircioğlu, Halil
İnalcık, “Tarih Enstitüsünün Orta Anadolu Gezisi”, AÜDTCFD, V, Ankara 1947, s.173.
10
Bahar, Koçak, Konya, s.25; Besim Darkot, “Konya”, İA, VI, Eskişehir 1997, s. 842; Baştak,
Konya I, s. 229-231;Yurt Ansiklopedisi, “Konya” s. 5147.
11
Herodotos, Herodot Tarihi, (Çev. M. Ökmen), İstanbul 1982, I, s. 16.-74; Ksenophon,
Anabasis, (Çev.Tanju H. Gökçöl), İstanbul 1974, II, s. 1-19; Darkot, “Konya”, s.842; Konyalı,
Beyşehir, s.11; Rüçhan Arık, Kubadabad Sarayı, İstanbul 2000, s.48.
12
Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası, XII-XIII-XIV, (Çev. Adnan Pekman), İstanbul 1993, s.49-
50; Strabon, XII. VI. 1.
13
M. Vıvıen De Saınt Martın, Descrrıptıon Hısterıque Et Geographıque De Lasıe Mıneure, Parıs
1852, s.463-46.
14
Pisidya bölgesi hakkında bilgi için bkz. Mehmet Özsait, İlk Çağ Tarihinde Pisidya, İstanbul
1980; Pisidya bölgesinin sınırları kesin olarak saptanamamış olsa da kuzey ve kuzeybatıda
Phrygia, doğuda Lykaonia, batıda Milyas Kabalis, güneyde Pamphylia, güneydoğuda Isauria ve
Kilikia bölgeleriyle komşudur. Bu konuda bkz. Hasan Bahar, Isauria Bölgesi Tarihi, (SÜSBE,
Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 1991; Mehmet Özsait, Helenistik ve Roma Devrinde
Pisidya Tarihi, İstanbul 1985; Veli Sevin, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası 1, Ankara 2001,
s.153-155.

[164]
Seyahatnameler ve Tarihi Coğrafya Eserlerinde Beyşehir

Pisidyalılar hakkında, “Bu insanların çoğu Torosların tepesinde oturur, fakat


bazıları da Pamfilya kentleri olan Side ve Aspendos’un üst tarafında, zeytin
ağaçlarıyla dolu tepelerde otururlar.” 15 Demektedir.
Beyşehir ve çevresinin uzun bir süre Bizans hâkimiyetinde kalmış
olduğu, Türklerin Beyşehir bölgesinde görünmelerinin XI. yüzyılın sonlarına
rastladığı bilinmektedir.16 Beyşehir henüz bir uç bölgesi iken göldeki adalarda
yaşayan Rumların Türkler ile ticarî ilişkiler kurdukları ve bu münasebetler
neticesinde zamanla Türk âdet ve geleneklerini benimsedikleri
belirtilmektedir.17 Rumların Türklerle dostça ilişkilerde bulundukları sıralarda
Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Mesut, Antalya bölgesini fethetmek istemekte, bu
nedenle Selçuklu kuvvetleri Antalya yörelerine sürekli saldırılarda
bulunmaktadır. Bizans İmparatoru Ioannes Komnenos 1142 yılında bu
hareketleri durdurmak ve İstanbul–Antalya yolunu güven altına almak
maksadıyla Selçuklular üzerine düzenlediği seferde Antalya’ya giderken,
Beyşehir Gölü’ndeki adalarda yaşayan Hıristiyan halkın Selçuklulara tâbi
olduğunu görünce, sal ve kayıklarla adalardaki kalelere saldırmış, adaları zapt
etmiş ve burada Selçuklulara bağlı bulunan Hıristiyanları Konya’ya sürmüştür.18
Bu durum, Bizans kaynaklarında şu şekilde ifade edilmektedir:
“İmparator Ioannes, Phrygia kenarından geçerek Attalos’un harika şehri
Antalya’ya ulaştı. Civardaki bölge ve şehirlerde düzen ve asayişi kurmak için
burada bir süre kalmak fikrindeydi. Çünkü bazı yöreler Türk boyunduruğuna
boyun eğmişlerdi. Bunlar arasında hemen hemen bir deniz kadar büyük
Pusguse (Karalis/Bugünkü Beyşehir) Gölü de vardı. Gölün içinde birçok yerden
sudan fışkıran küçük fakat çok müstahkem adaların ahalisi Hıristiyan olmakla
beraber, bunlar o sırada kayıkları aracılığı ile Konya Türkleriyle canlı ilişkiler
sürdürmekteydiler. Böylece bunlarla Türkler arasında sadece kuvvetli bir
dostluk kurulmakla kalmamış, bunlar adet ve gelenekleriyle hemen hemen
Türkleşmişlerdi. Bu sebepten de sınır komşularının tarafını tutuyorlar ve
Bizanslıları kendilerine düşman olarak görüyorlardı. Uzun bir alışkanlık işte

15
Pisidyalılar hakkında bilgi için bkz. Strabon, Anadolu, s.52-54; Strabon XII. VII. 1-3.
16
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1993, s.1-44; Mükrimin Halil Yinanç,
Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, İstanbul 1944, s.19-85.
17
Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara 1994, s.79; W. M. Ramsay, Anadolu’nun
Tarihi Coğrafyası, (Çev. M.Pektaş), İstanbul 1961, s.82.
18
Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, Ankara 1993, s.142; Turan, Türkiye, s.177;
Muharrem Kesik, “Sultan Melikşah ve Sultan I. Murat Dönemleri”, Türkler, VI, Ankara 2002,
s.556.

[165]
Hüseyin Muşmal

milliyet ve dinden daha güçlü oluyor, bunlar akıllarını yitirmişçesine


davrandılar, imparatora küfürler savurdular ve adalarını koruyan su engeline
güvenip onun emirlerine açıkça karşı koydular. İmparator her ne kadar
bunlara, gölün eskiden beri Bizans’a ait olduğunu, eğer gerçekten istiyorlarsa,
adaları boşaltıp açıkça Türklerin tarafına geçmelerini söyledi. Eğer böyle
yapmayacak olurlarsa, imparator gölün belki de uzun bir süre Bizans Devleti
için kaybedilmesine hiçbir surette tahammül etmeyecekti. Fakat sözlerinin bir
yararı olmadı. Bu yüzden de imparator icraata geçti. Gezi ve balıkçı kayıklarını
birbirine bağlayarak sallar yaptırdı. Surları yıkan koçbaşlarını bunların
üzerine yükleyerek müstahkem adalara karşı sevk etti. Böylece bu adaları zapt
edebildi. Ama bu arada Bizanslılarda bazı felaketlere uğramaktan
kurtulamadılar. Birkaç kez, gölde patlayan fırtına salları sürükleyip parçaladı,
bunların yükü ya suların derinliğine gömüldü ya da dalgalarla sürüklenip
kayıplara karıştı.”19
Beyşehir bölgesi bu dönemde İstanbul–Antalya yolu üzerinde stratejik bir
öneme sahipti. Bölge Türk hâkimiyetine geçtikten sonra da önemini yitirmemiş,
hatta Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat kendi adına Beyşehir Gölü
kenarında bir saray inşa ettirmiştir.20 Kubadabad, Türkiye Selçuklularının 42
idarî biriminden biri olarak uzun yıllar mamur kalmış, XIV. yüzyıl başlarında
Eşrefoğlu Süleyman Bey’in gölün, güneydoğu kıyısına Beyşehir’i kurması
yüzünden yavaş yavaş terk edilmiştir.21 Kubadabad’ın ayakta olduğu
dönemlerde; Anadolu Selçukluları tarafından çeşitli hizmetlerine mükâfat
olarak kendilerine malikâne tarzında yerler verilmiş olan emirler siyasî
durumdan faydalanarak merkezle olan bağlarını koparmak suretiyle müstakil

19
Niketas Hkoniates, Hıstorıa, (Çev. Fikret Işıltan), Ankara 1995, s.24-25.
20
Kubâdâbad Sarayı bulunduktan sonra sarayla ilgili birçok yayın yapılmıştır. Bazı örnekler için
bkz. Uğur Tanyeli, Anadolu-Türk Kenti’nde Fiziksel Yapının Evrim Süreci XI.-XV. Yüzyıl,
(İTÜFBE, Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1987, s.175-176; M. Zeki Oral, “Kubâdâbad
Bulundu”, Anıt, S. 10 Kasım 1949; Rüçhan Arık, Kubadabad Sarayı, İstanbul 2000, s.44; M.
Zeki Oral, “Kubadabad Çinileri”, Belleten, S.66, Ankara 1953; M. Zeki Oral, “Kubadabad
Yolunda”, Anıt, S. 26, Konya 1960; Mehmet Önder -Katherina Otto Dorn, “Kubâd-abad
Kazıları, 1965 yılı Ön Raporu”, Türk Arkeoloji Dergisi, S. XIV, Ankara 1967, Mehmet Önder,
“Kubadabad Sarayları Harpi ve Simurgları”, Türk Etnoğrafya Dergisi, S. X, Ankara 1968;
Rüçhan Arık, Kubadabad Sarayı, İstanbul 2000.
21
Oral, “Kubadabad Yolunda”, s.10; Konyalı, Beyşehir, s.182.

[166]
Seyahatnameler ve Tarihi Coğrafya Eserlerinde Beyşehir

beylikler kurmuşlardır.22 Bu emirlerden Seyfeddin Süleyman Bey de Beyşehir


bölgesinde Eşrefoğlu Beyliği’ni kurmuştur.23
Buraya kadar söylenenlerin ışığında tarihi, coğrafi ve fiziki özellikleri
nedeniyle Beyşehir ve Göller bölgesi özellikle Anadolu’nun tarihi, jeolojisi ve
coğrafyası ile uğraşanların her zaman dikkatini çekmiş ve bu nedenle, özellikle
Anadolu’ya XIII. yüzyıldan itibaren akın eden, coğrafyacılar, jeolog ve
biyologlar tarafından araştırılmasına vesile olmuştur.24 Özellikle Eflatun Pınar
ve Fasıllar Anıtı’nın XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa bilim âleminde
şöhret kazanması, bu tarihten itibaren yerli ve yabancı seyyahların başta
Beyşehir’in antik dönemi olmak üzere, Eşrefoğulları dönemine ait tarihi eserleri
incelemek amacıyla Beyşehir ve çevresine araştırma seyahatleri
gerçekleştirmelerine neden olmuştur.
Beyşehir hakkında bilgi veren seyahatnameler, XIII. yüzyıla kadar sessiz
kalmışlarsa da bölgede Türk hâkimiyetin kurulduğu dönemlerden itibaren
seyyahlar ve araştırmacılar Beyşehir ve çevresini ziyaret etmeye ve bölge
hakkında bilgi vermeye devam etmişlerdir. Bu dönemde Beyşehir ve çevresi
hakkında bilgi veren en önemli kaynak İbn Bibi’ye aittir. İbn Bîbî ya da tam
adıyla Nâsırüddîn Hüseyn bin Muhammed bin Alî el-Ca'ferî er-Rugadî el-
Münşî, XIII. yüzyıl boyunca Anadolu Selçuklu Devleti’nin tarihi birincil
kaynak yazarıdır. Beyşehir Gölü’nün kıyısında bulunan Kubâdâbad Sarayı’nın
kurulması, İbn Bibi tarafından ayrıntılı bir şekilde anlatılmakta ve bu vesile ile
Beyşehir ve çevresinden bazı bilgiler de verilmektedir. İbn-i Bibi,
“Kubadabad’ın güzelliği, Sultanın Orada Bir Saray (İmaret) Yapılmasını
Buyurması” başlığı altında şu bilgileri verir:
“Sultan, soylu atının sırtında Kayseri’den Süleyman gibi mutlu ve neşeli
menzilleri aşıp, başkenti (Dârü’l-mülk) geçince Ağırnas’a vardı. Karşısına öyle
bir yer çıktı ki, eğer cennetin bekçisi görse, orayı cennetten ayırt edemez,
oradaki meyve ağaçlarını alıp aşılamak için cennet bahçesine götürürdü.
Cennet gibi güzel bir dağ eteği, yoksa gök oranın toprağına amber mi
saçmış?
Yeri yeşillikten firuze rengini almış. Laleden üzeri sanki kan lekelerine
dönmüş.
22
Yaşar Yücel, Beylikler, XIII. XV. Yüzyıllar Kuzey Batı Anadolu Tarihi, Çobanoğulları,
Candaroğulları Beylikleri, Ankara 1980, s.78.
23
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara
1988, s.58; İbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA, X, Eskişehir 1997, s. 396-397.
24
Arık, Yazılıkaya Gezileri, s.12.

[167]
Hüseyin Muşmal

Nesrinden, yasemenden ve nesterenden meydana gelen güzel bir çemen


değil, sanki gökyüzü.
Her köşesinden gülsuyu akan bir çeşme, Oradan akan sanki su değil
parlak bir kristal.
Hava misk kokulu, yer güzelliklerle dolu. İçinde her cins av hayvanı
dolaşmakta.
Süt gibi tatlı, sulu, yeşil renkli bir gölü var. Üzeri kadifenin kıvrımları
gibi dalgalarla dolu.
Oranın üzerinde 20 ada saydım. Hepsi meyve ve ağaçlarla dolu.
Göl tarafından bir çeşme akmaktadır. Ondan içen yaşlılar
gençleşmektedir.
Oradan buz gibi soğuk ve şarap gibi lezzetli bir su akmakta. Kaynağı yeni
yetme birinin yanağı gibi
Sultan, orda o sırada Emir-i Şikâr ve Mimar olan Sadettin Köpek’e
güzellikte cennete benzeyecek, nezaket ve çekicilikte Seder ve Havarnak’ı
(Sasani hükümdarı Yezdegird’in oğlu Behram Gur’un oturması için Fırat
Sahilindeki Hira’da yapılan Kasr) geride bırakacak bir saray (İmaret)
yapılmasını buyururken, parlak zekâsıyla binanın planını da çizerek onun
üzerinde açıklamalar yaptı. Her taraftaki eyvanında Zöhre yıldızına gazel
söyletecek, Keyvan’a çatısında kaşık oynatacak bir saray resmetti. Onun
üzerine Sadedin Köpek, güzel görüntü yerleri, iç açıcı havuzları bulunan,
kemerinin kavsi yüksek göğün çatısıyla yarışan, renkli ve kafesli duvarlarının
güzelliği, kıskançlıktan gök kuşağının rengini dolduran, firuze ve lacivert
renklerindeki döşemeleri, mavi göğün bekçisini hasetlikten renkten renge sokan,
ayların ve günlerin rüzgârlarının, mavi ve yeşil arsalarının üzerinde dinlenmek
için durduğu, alanında ve cennet bahçesine benzeyen arsasında gezinenlerin
bitmeyen bir uzun ömre sahip oldukları yedinci gök kasırlarının
ibadethanelerinde oturanların “in yekad” duası okuduğu, Bercis ile nahid
yıldızlarının şerefelerine bakarak kıskançlık tozlarını yıkadığı, gönül alıcı,
huzur verici.
Öyle yüksek saraylar ki parlak güneş orayı görünce göğün etrafında
dönmeyi keserdi
Her yerinde zülâl gibi çay akardı. Orayı vasfetmekten aklın dili lal
olurdu.
Önünde cennet gibi bir bahçesi vardı ki, göz öyle bir yeri hiç
görmemişti.”

[168]
Seyahatnameler ve Tarihi Coğrafya Eserlerinde Beyşehir

Şeklinde tasvir edilen, iffet sahiplerinin içlerinden daha süslü; kanaat


sahrasından daha geniş ve daha çok eşyaya sahip olan köşkleri kısa zamanda
padişahın emrine uygun olarak yaptı.25
Eşrefoğulları dönemi hakkında bilinen seyahatnamelerden en eski
tarihlisi ise İbn-i Battuta’nın seyahatnamesidir. İbn-i Battuta H. 732/M. 1332
yılında Alanya üzerinden Anadolu’ya ayak basmış ve oradan Eğridir’e
uğramıştır. Battuta eserinde Eğridir ile Beyşehir ve Akşehir’in gemiyle iki
günlük mesafede bulunduğunu söylemiş, ancak anlaşıldığı kadarıyla Eğridir ve
Beyşehir göllerini bir bütün zannettiği için yanılgıya düşmüştür.26 Diğer taraftan
İbn Fazlullah, Katibiyyi Dımeşki diye şöhret bulan ve asıl adı Kirmanlı
Şihabüddin İbn Yahya ibn-i Muhammed isimli tarihçinin XIII. yüzyılın sonunda
yazdığı “Mesalikü’l-ebsar fi Memalikü’l-emsar” adındaki coğrafya kitabının
Anadolu Beylikleri kısmında Beyşehir ve Eşrefoğulları için şu bilgiler
nakledilmektedir: “Şeref-oğlu (Eşref) ili: Bu memleketin sınırı, Anadolu’nun
kuzeyinde Dündaroğlu ilinin batısındaydı. Karamanoğlu ilinin de güneyine
düşmekteydi. Kuzeyde bulunan Cengiz Han ailesine mensup memleketlerin
doğusuna düşmekteydi. Bu il müstakildi. İdare merkezi Beyşehri’dir. Askerleri
70.000 atlı civarındadır. Bu ülke 65 şehre maliktir. 155’de köy vardır. Timurtaş
bu ülkenin sahibini tuttu. Gözünü oymak ve kulağını kesmek gibi türlü işkence
yaparak öldürdü.”27
Meşhur Osmanlı bilim adamı ve aydını Kâtip Çelebi, ünlü Cihannüma
isimli coğrafya kitabında ise Beyşehir’i şöyle tanımlamaktadır: “Bir gölün
doğusunda bir kaza ve kasabadır. Düz yerde bir taştan bir kalesi vardır ki
kapısı iki tarafa açılır. Sultan Alâeddin binasıdır. Şehirde 2 cami ve hamamı
vardır. Hamamın biri kalededir. Kasaba çarşısı ve pazarı ayrı yerde
Alarga’dadır.”28 Kâtip Çelebi, Seydişehir ile ilgili bilgi verirken, “Burası
Konya’ya bir buçuk menzildir. Bu kasabanın arkası meşelik dağdır. Beyşehir
Gölü’nün ayağı Seydişehir altından geçip göle akar. Dağdan bir su iner.
Kasaba halkı onu kullanırlar. Bağ ve bahçeleri dağ tarafına düşer. Beyşehri
bahçelerinden bunun bahçeleri çoktur. Bu gölün ayağı Suğla’ya varup
mezraları sular ve Konya arasında kaybolur.”29 Demektedir.

25
İbn Bibi, El-Evamirü’l- Ala’iye Fi’l Umur’il Alai’ye, Selçukname I, (Haz: Mürsel Öztürk)
Ankara 1996, s.362-363; Turan, Türkiye, s.397-398.
26
Ahmet Çaycı, Eşrefoğlu Beyliği Dönemi Mimari Eserleri, Ankara 2008, s. 16.
27
Yücel, Beylikler, s.188; Çaycı, Eşrefoğlu, s. 16.
28
Kâtip Çelebi, Cihannüma, İstanbul H.1145, s.618.
29
Kâtip Çelebi, Cihannüma, s.619.

[169]
Hüseyin Muşmal

Osmanlı döneminde bazı yabancı gezginler de Beyşehir ve çevresinde


seyahat etmişlerdir. Bunlar arasında coğrafi araştırmalar yapmak amacıyla
Anadolu’ya gelen P. Lucas da vardır. Fransız Doktor P. Lucas, Anadolu’nun
neredeyse tamamını dolaşmış bir seyyahtır. Gördüğü şeyleri aslını bozmadan
aktarması ile dikkat çeken Lucas, ilk defa Avrupa’ya doğru bilgiler aktarmış
olduğu söylenebilir. 1699-1717 yılları arasında, Yunanistan, Mısır, Afrika ve
Anadolu’ya yaptığı üç ayrı seyahati, üç ayrı kitap halinde, Voyage du sieur Paul
Lucas, fait par ordre du roy dans la Grêce, l’Aise-Mineurei, la Macêdoine et
l’Afrique adıyla yayımlamıştır. Seyyah 1704-1708 yılları arasında Anadolu’ya
yaptığı ikinci seyahatinde Beyşehir çevresine de uğramıştır. 1706 yılında
Isparta’dan hareket etmiş, Eğridir üzerinden Beyşehir yakınlarında Sergisaray
(Selki) Köyü’nden geçerek Konya’ya ulaşmıştır.30
1737 yılında Uluslu İbrahim Efendi tarafından yazıldığı düşünülen bir
coğrafya kitabında ise Beyşehir’le ilgili şu bilgiler verilir: “Göl kenarında düz
bir yer taştan iki kapılı bir kalesi, hamamı ve cami olup hamamın biri dâhili
kalede ve esvak ve pazarı taşra mufassıl yerde bir kaza ve kasaba olup banisi
Sultan Alâeddin’dir.”31
XVI-XVIII. yüzyıllar arasında Beyşehir’e uğrayan seyyah sayısı nispeten
az iken özellikle XIX. yüzyıldan itibaren artış yaşanmıştır. 1816 yılında
Beyşehir Gölü’nün yakınlarında bulunan Kıreli Kasabası’na uğrayan Otto von
Richter, buradaki insanların zenginliğini, evlerindeki konforu, halılarla kaplı
divanlar ve şömineleri özellikle vurgulamaktadır.32
Charles Texier 1832 yılında gerçekleştirdiği Anadolu Seyahatinde
Beyşehir’e de uğramış ve şehir hakkında çok kısa bilgi vermiştir. Ona göre
“Karaman’ın batısındaki dağlıklar, makarr-ı hükümeti uzun müddet meçhul
kalmış olan İsorya kıtasıdır. Bu kıtanın batı sınırları sonu Toros’a bitişen
kalkerden sıradağlardır. Bu silsile Eğridir Gölü Havzası ile Beyşehri ve
Seydişehir Gölleri havzasını birbirinden ayırır. Beyşehir iki gölü birbirine
bağlayan derenin üzerindedir. Bir müsellim yâda valinin ikamet yeridir. Bir
Türbe, bir medrese ve minareli birkaç cami bütün eserlerini oluşturur. Bu iki

30
Osman Eravşar, “Gezginlerin Gözüyle Konya”, Gez Dünyayı Gör Konya’yı, (Editör: Ahsen
Erdoğan), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001, ss. 240–290, s. 251.
31
Talat Mümtaz Yaman, “200 Sene Evvel Konya, Uluslu İbrahim Hamdi Efendi’ye Göre”,
Konya Dergisi, 22-23, Konya 1938, s. 1216.
32
Otto Von Richter, Wallfahrten im Morgenlande, s. 354-357’den nakleden F. Sarre, Küçük Asya
Seyahati 1895 Yazı, Selçuklu Sanatı ve Ülkenin Coğrafyası Üzerine Araştırmalar, (Çev. Dârâ
Çolakoğlu), İstanbul 1998, s. 148.

[170]
Seyahatnameler ve Tarihi Coğrafya Eserlerinde Beyşehir

küçük şehrin kurucuları, Selçukluların Alâeddin dönemindeki beyleridir.


Beyşehir Gölü eski Trigotis ve Seydişehir Gölü de Karalitis (Caralitis)’tir. Bu
ad bugün terkedilmiş olan ve Beyşehir’den 36 km mesafede bulunan Kereli
küçük şehrinin adından dolayıdır.”33
İngiliz Seyyah Hamilton ise Ağustos 1837 yılında Beyşehir Gölü’nün
doğu kıyılarını araştırırken Beyşehir Gölü’nün doğu kısımlarının ve şehrin
yarısının yıkılmış ve ıssız bulmuştu. Hamilton, hemen hemen hiçbir canlı
varlığa rastlamadığını söylemekte, nüfusun çoğunun vebaya kurban gittiğini,
hatta öyle ki ekini kaldırmak için gerekli iş gücünün bulunamadığını ifade
etmektedir.34
Beyşehir ve çevresi hakkında en geniş bilgiyi veren yabancı seyyahların
başında ise F. Sarre gelir. 1895 yılının Temmuz ayı başlarında (11 Temmuz
1895) Akşehir ve Doğanhisar üzerinden Fele’ye ve oradan Beyşehir’e ulaşan
Sarre, Beyşehir hakkında uzun ve detaylı bilgiler verir. Sarre, seyahati sırasında
Fele ve Kıyakdede köyleri üzerinden Beyşehir’e doğru ilerlerken Beyşehir Gölü
ile karşılaşır. Göl hakkında:
“Ve aniden güney yönünde gölün yüzeyi karşımıza çıktı. Yüzeyde tek tek
adalar görülüyor, gölün güneyinde de Anamas Dağı’nın karlarla kaplı zirvesi
yükseliyordu. Beyşehir Gölü (Karalitis) kuzeybatıdan güneydoğu yönüne
uzanıyor, ortalama olarak eni 1,5 boyu da 50 kilometredir. Doğu ve güney
kıyıları düz ve kısmen bataklık, ama batı kıyısı suya dik indiği için bu tarafta göl
boyunca giden yol bulunmuyor. Göl yatağı her yandan içine akan çaylarla
besleniyor. Beyşehir Gölü’nün dışarıya akıttığı su ise güneydoğu köşesindeki
Beyşehir şehrinden akan ve “ırmak” adı verilen geniş bir akarsudur. Bu akarsa
daha güneydeki Suğla Gölü’ne karışıyor. Beyşehir Gölü suyu gri ve bulanık bu
su içilmiyor çünkü özellikle yazın güneşin etkisiyle suyun sıcaklığı çok
yükseldiğinden suyun insanın ateşini çıkardığı söyleniyor. Bize burada çok
sayıda balık yaşadığı söylendi.”35Demektedir.
Sarre seyahatnamesinde Beyşehir Gölü’ndeki adalardan da
bahsetmektedir. Sarre bu konuda eserinde: “Bizim yaptığımız çekimlerle gölün
batı ve güney kıyıları şeklinin şimdiye kadar sanılandan farklı olduğu ortaya
çıktı. Örnek olarak, biz gölde daha fazla ada olduğunu tespit ettik. Beyşehir

33
Charles Texier, Küçük Asya Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi, (Çev. Ali Suat, Yayına
Hazırlayan: Kazım Yaşar Kopraman, Musa Yıldız), Ankara 2002, s. 299.
34
Sarre, Küçük Asya, s.148.
35
Sarre, Küçük Asya, s.146-147.

[171]
Hüseyin Muşmal

Gölü’ndeki bu adaların tarihteki yeri hiç de önemsiz değil ve bu adalar şimdiye


kadar hiç bir gezgin yapmamış olsa da daha yakından araştırılmayı hak
ediyorlardı. Sıcak mevsim Beyşehir Gölü’nün havzasında uzun süre kalmayı,
ateş açısından düşündürücü kıldığı için bu adalara gitmekten vazgeçtik. Bu
adalara, Konya’ya çok yakın oldukları için -günü birlik gidip dönülüyor olması
lazım- Müslümanlarla dost olan, adetlerini benimseyen ve Bizanslılara
yabancılaşan Hristiyan’lar otururlardı. Bizans İmparatoru önceleri bu
insanları tekrar tebaası haline getirmek istedi ve bu yüzden üzerinden araçların
geçeceği köprüler kurdurdu, ama bütün bunlar işe yaramadı. Adaların karaya
olan uzaklıkları yüzünden köprü yapılmış olması muhtemel görünmüyor.”
demektedir.
Sarre Fele üzerinden Beyşehir’e doğru gelirken, yol üzerinde bulunan
Kıreli’ye de uğramıştır. Eserinde Kıreli Kasabası’nın hazin halini detaylı bir
şekilde tasvir etmiştir:
“Verimli ovayı kesen ve bazıları kurumuş olan su yatağından geçerek
öğle saatlerinde, gerçekten de hazin görünen Kıreli Kasabası’na vardık. Fakir
kerpiç kulübeler, yıkık ve terk edilmiş duruyordu ve sadece köyün orta yerinden
geçen büyük sokakta, daha iyi görünümlü birkaç ahşap evle, haftalık pazar
sırasında kullanılan barakalar vardı. Biz de bu nedenle geceyi sağlıksız bir
ovada değil de doğudaki tepede yer alan Selki Köyü’nde geçirmeye karar
verdik.” demektedir. Kıreli kasabasından gece için ayrılan Sarre, Kıreli
kasabası’nın civarındaki sebze ve meyve bahçelerinin alçak toprak setlerle
çevrili olduğunu söylemekte ve bu gözlemden hareketle, geniş yatağından
geçtikleri ve şehrin güneyindeki dağlardan aşağıya inen nehrin yağış
dönemlerinde taştığını düşünmektedir36.
Selki’ye gitmek üzere Kıreli üzerinden Çukurkent’e geçiş yapan Sarre bu
güzergahda yolculuğunu sürdürmüştür. Sarre eserinde bu yolculukla ilgili
“Buradan güneydoğu yönünde, dağlardan göle inen bir dizi engebeli topraktan
geçerek 30-40 hanelik Çukurkent Köyü’ne geldik. Ekin büyük ölçüde kaldırılmış
ve tarlalar yeni sürülmüştü. Dağa tırmanırken gölün sunduğu ve güney
kısımlarını da kapsayan geniş manzarayı gördük. Ve akşama doğru büyücek bir
köy olan Selki’ye vardık. Öğle Sıcağı, kısa süreli gök gürültüsü ve yağmurun
peşinden hafifledi ve güneydeki gölden sert ve soğuk rüzgâr esmeye başladı.
Ama biz küçük misafirhanenin sıcak odasında kısa sürede rahata kavuştuk.
Yaygın bir şekilde kurulmuş olan köyün ortasında bir tepe ve tepede bir okul
36
Sarre, Küçük Asya, s. 148-149.

[172]
Seyahatnameler ve Tarihi Coğrafya Eserlerinde Beyşehir

var. Selki’nin kuzeyinde uzanan dağ etekleri ile buraların korunaklı ve güneşli
vadilerinde yer alan çok sayıda köy son derece verimli olup, Konya pazarına
erik, kiraz ve şarap sağlıyordu, ama Sekli ve çevresi insanda hiç de bu izlenimi
uyandırmıyor. Selki yüksekte yer alıyor ve ne bağı ne de bahçesi var, çevresinde
sadece tarlalar görülüyor.” Demektedir.
11 Temmuz 1895 gecesini Selki’de geçiren Sarre, ertesi gün yani 12
Temmuz’da Kıreli Kasabası’ndan Beyşehir’e giden yol üzerinde Eflatınpınar’ı
aramak üzere yola koyulmuştur. Eserinde Eflatun Pınar’la ilgili şu bilgileri
vermektedir: “Karşı yönde platodan aşağıya yöneldik ve Kıreli Kasabası’ndan
Beyşehir’e giden direkt yol üzerindeki Eflatun Pınar’ı aradık. Kısa bir süre
sonra tepelerden inen kurumuş çalıların arasındaki yolu kaybettik, ama nihayet
küçük ve otların bürüdüğü bir vadinin çıkışında ana yolu bulduk. Yoldan hemen
sonra karşımıza çıkan küçük gölün kıyısı inek ve keçi sürüleri tarafından istila
edilmişti. Ve kıyıda bir duvar yükseliyordu. Aradığımız anıtı bulmuştuk.” Sarre
Eflatun Pınar’ın şimdiye kadar birçok gezgin tarafından ziyaret edildiğini
belirttikten sonra anıt hakkında ilmî bilgiler vermeyi sürdürmüştür.37 Sarre,
anıtı detaylı bir şekilde anlattıktan sonra, Beyşehir seyahati hakkında bilgi
vermeye devam etmiştir. Eserinin bu kısmında Eşrefoğlu Külliyesi’nin detaylı
bir şekilde ele alacaktır: Bu konuda “Eflatunpınar’da birkaç saat kaldıktan,
ölçümler yaptıktan ve fotoğraf çektikten sonra, Beyşehir’e varmak için üç
saatlik yolumuz kalmıştı. Yolun ortasında bir adaya bakan kıyıda Kıstıfan Köyü
görülüyor. Bu isimden burada bir zamanlar bir Hıristiyan yerleşim yerinin
bulunduğunu tahmin edebiliriz. Göle yaklaştık ve gölün doğu köşesindeki
akarsuyun her iki tarafında da Beyşehir (Beylerin Şehri) yer alıyor. Akarsuyun
bu tarafındaki kısmına İçerişehir adı veriliyor. Şehrin her zamanki şehir
surlarından burada bir kapısı bulunan az miktarda kalıntı görülüyor. Arkasında
şimdi bir bölümü ekilmemiş bir alan uzanıyor. Bu alandaki bir dizi yoksul evin
aralarında da Selçuklu döneminden kalma ilginç yapılar var. Eşrefoğlu bir
başka deyişle Eski Cami Konya’nın aynı tarihi yapılarıyla olan benzerliğinden
anlaşılacağı üzere XIII. yüzyıldan kalma bir yapı. Konya’daki Alâeddin
Camisinin planıyla aynı plana sahip olması ve camilerin en eski tipini
göstermesi açısından ilginç. Bu sekizgen bir yapı ve düz tavanı yukarıya doğru
daralan 48 ahşap sütuna otuyor. Bu ahşap sütunlar Anamas Dağı’nın çok
değerli sedir ağacından yapılmış ve her bir sütun kesme taştan bir kaide üzerine
yerleştirilmiş. Ama sütunların başlıkları Selçuklu taş mimarisinde gördüğümüz
37
Sarre, Küçük Asya, s.150-151.

[173]
Hüseyin Muşmal

mukarnas hücrelere sahip. Bu yapının orijinal yanı kuzeydeki köşesinin kesik


olmasıdır. Bu asimetrinin nedeni, caminin güneydoğuya, yani Mekke’ye bakmak
zorunda olması ve bu durumda kuzeyden geçen yoldan camiye bir giriş açmak
zorunda kalınmasıydı.” demektedir. Eserinin bu kısmında Eşrefoğlu Cami
hakkında bilgi vermeyi sürdüren Sarre, Caminin taç kapısı, mihrabı ve
minberini de anlattıktan sonra camiyle ilgili kısmı “Eşrefoğlu Camisi, Orta
Anadolu’da gördüğümüz en ilginç ortaçağ eserlerinden biri. Zemini kaplayan o
eski ve güzel halılardan birini maalesef satın alamadık.” şeklinde hayıflanarak
tamamlamıştır.
Sarre, eserinde Eşrefoğlu Külliyesi hakkında da bilgi verdikten sonra,
Beyşehir’in genel manzarası ve insanları hakkında da ilginç ve dikkat çekici
tespitlerde bulunmayı sürdürmüştür. “Caminin karşısında ahşap kapısı ile ilgi
çeken bir medreseyle, içinde payandalar yer alan eski bir muhteşem han
bulunuyor. Handa şimdi bir çömlekçi atölyesi var. Bugünkü çevre ise geçmişin
bu etkileyici kalıntılarıyla tam bir tezat içerisinde. Şehrin az sayıdaki acınası
evinde, yüzlerinde ateşli bir hastalığın izi derhal görülen fakir bir halk
oturuyor. Hemen hemen herkesin yüzü hastalıklı sarı bir renge bürünmüş,
çocuklar alışılmadık ölçüde toplu görünse de yüz hatları yaşlı insanlarınki gibi.
Yaşlı ve suyu çekilmiş yüz hatlarına sahip olan küçük bir oğlanın garip
bakışlarını hala hatırlıyorum: Çocuk, Eşrefoğlu Camisi’nin giriş kapılarından
birinin nişi içerisinde kıpırtısız ve yarı kapalı gözleri tek bir noktaya takılı
olarak oturuyordu ve boynunda mavi boncuktan yapılmış halkasıyla bir karga
omzuna tünemişti.”demektedir.
Sarre Beyşehir’in İçerişehir dışındaki bölümü hakkında da detaylı bilgiler
vermektedir. Ona göre “Düzgün taş döşeli bir seti, çamurlu ve otların
bürüdüğü bir alandan geçerek, gölün geniş ve hızlı akan kollarından biri olan
ırmağa uzanıyordu. Kesme taşlardan yapılmış ve yedi kemerli ama şimdi
neredeyse geçilemeyecek kadar yıkılmış olan güzel bir köprü, gölün üstünden
geçerek 600 haneli olduğu söylenen Beyşehir’e ulaşıyor. Şehirde ilk göze
çarpan güneyden yükselen şehrin görüntüsüne hâkim sade ve modern bir bina
olan kışladır. Kaldığımız han geniş ve boş bir alana, karşı kıyısında yer alan bir
sürü dar sokağa da pazarcıların ahşap kulübeleri sıkışmış. Burada, sokak
üzerinde açık mekânda oturan ve yaşlı bir bey olan kaymakam tarafından

[174]
Seyahatnameler ve Tarihi Coğrafya Eserlerinde Beyşehir

karşılandık. Şehrin eteklerinde yer alan İçerişehir’deki Selçuklu yapılarının


dışında Beyşehir özel bir şey sunmuyor.”38
12 Temmuz 1895 tarihinde Beyşehir’de geceleyen Sarre, ertesi günü
Beyşehir’in hafta pazarının kuruluşuna da şahitlik etmiştir. Sarre hafta pazarını
ise şu şekilde anlatmaktadır: “Ertesi sabah (13 Temmuz) hanımızın önündeki
büyük meydanda haftalık Pazar kuruldu. Saz tentelerinin altında güneş
ışınlarından korunan pazarcılar mallarının yanında oturuyorlar, civar
köylerden gelen büyük kalabalık da alışveriş yapmak için itişip duruyordu.
İnsanların bazıları pazar yerine arabalarla veya atla bir gün önceden
gelmişlerdi. Bunların daha varlıklı olanları bizim hana inmişler ve böylece
bütün odalar dolmuş, diğerleri ise açıkta gecelemişlerdi. Buradan ayrılmadan
önce güzel camiyi bir kere daha gezmek istedik ama nafile, çünkü hoca camide
değildi ve anahtarı da yanında götürmüştü.”
Sarre 12 Temmuz 1895 tarihinde Beyşehir’den ayrılarak Üzümlü ve
Üskerles istikametinde yoluna devam etmiştir. Eserinde yol boyunca incelediği
Beyşehir kırsalı hakkında uzun uzun bilgi vermeyi sürdürür: “Şehri batısındaki
meyve bahçelerinden ve üzüm bağlarından geçtikten sonra, gölün güney kıyısı
boyunca yol aldık. Bu yol yer yer dağlardan inen çaylar yüzünden bataklığa
dönmüştü ve geçilmez durumdaydı. Koyun ve keçi sürüleri çayırlarda otlarken
mandalar göl sularında yatmayı tercih ediyorlar, kuzey rüzgârının
hararetlendirdiği ve içinde can sıkıcı haşarattan korundukları sudan başlarını
çıkararak etrafa bakıyorlardı. Göl kıyısı boyunca üç saat yol aldıktan sonra, bir
tepelikteki ulu sedir ağaçlarının koruyucu damının altında uzunca bir süre
dinlendik. Buradan bakıldığında, batısındaki Anamas Dağı’nın dik yamaçlı ön
sıralarıyla sınırlanan geniş göl yatağının kuzeyinde de küçük adaların
canlandırdığı düzlüğün arkasından Kızıldağ ve Sultan Dağları’nın zirveleri
görünüyordu.” Sarre molanın ardından 1,5 saatlik bir yolculuk yaptıktan sonra
Üskerles’e ulaşmış ve kendilerine gösterilen büyük bir evin kuzeye bakan
verandasında Anamas Dağları’nın arla kaplı zirvelerini izleyerek akşamlamış,
gece burada konaklamış ve 14 Temmuz sabahı Manastır ve Zekeriya Köy’e
gitmek üzere Üskerles’ten ayrılmıştır.39
Meşhur Osmanlı yazarı Şemseddin Sami, H. 1306 /M. 1888-1889 yılında
yayımladığı ilk Türkçe Ansiklopedi olan “Kamusu’l-Alam” adlı eserinde
Beyşehir’den de bahsetmektedir. Şemseddin Sami eserinin 2. cildinde Beyşehir

38
Sarre, Küçük Asya, s. 155-157.
39
Sarre, Küçük Asya, s.158-160.

[175]
Hüseyin Muşmal

bahsinde “Konya vilayet ve sancağında kaza merkezi bir kasaba olup Konya’nın
65 km garbi cenubisinde hem nâmı olan gölün şark cenubi kenarında ve mezkûr
göle dökülen yine hem nâmı olan bir nehrin iki tarafında vakidir. Cümlesi
Müslim olmak üzere 2.000 kadar ahalisi 3 camii, 7 mescidi, 4 medresesi, 1
Rüştiye ve 2 sıbyan mektebi, 3 hanı ve nehr-i mezkûr üzerinde bazı mahalleri
harap 8-10 gözlü bir köprüsü vardır. İsorya şehr-i kadiminin mahallinde vaki
olduğu maznundur. Beyşehir Kazası Konya Sancağı’nın cihet-i garbisinde vaki
olup Kırili Nahiyesi ile beraber 74 karyeden mürekkep 35.000 ahaliyi camidir.
Arazisi mümbit ve mahsuldar olup mahsulâtı hububat-ı mütenevvia ile afyon ve
meyve ve sebzelerin envaisinden ibarettir. Hayvanatı ve ale’l-husus gölün
kenarlarında mandaları pek çoktur. Beyşehir Çayı Konya vilayet ve
sancağında bir nehirdir ki liva-yı mezkûrun garp cihetinde vaki hem nâmı olan
gölün ayağı mesabesinde olup mezkûr gölün cenub-i şarki köşesinden bida ile
Beyşehri Kasabası’nın içinden geçtikten sonra cenub-i şarkiye doğru cereyanla
takriben 60 km’lik mesafe kat ettikten sonra Suğla nam-ı diğer Karaviran
Gölü’ne dökülür. Cereyanında birçok değirmen çeviriyorsa da gölün suyu
çekildiğinde kuruma derecesine gelir. Beyşehir Gölü Konya vilayet ve
sancağına tabi hem nâmı olan kazada büyücek bir göl olup cenub-i şarkiden
şimal-i garbiye doğru olan tûlu 60 arzı ve sathiyesi 15 km’dir. İçinde birkaç ada
bulunup havaları ağır olmak cihetle meskûn değilseler de pek çok manda ve
hayvanata mera ittihaz olunurlar. Gölün içinde birkaç nevi balık bulunup
kesretle saydolunduğu gibi derisinden kürk imal olunur bir nevi su kuşu dahi
vardır. Bu göle şimal ve garb ve şarktan birkaç çay dökülüp fazla meyahı ayağı
hükmünde olan Beyşehri çayı vasıtasıya cenube doğru akıp Suğla Gölü’ne
dökülür.” 40 Demektedir.
Ali Cevad H. 1313/M. 1895-1896 yılında yayımladığı, “Memalik-i
Osmaniye’nin Tarih ve Coğrafya Lügati” isimli eserinde Beyşehir ve çevresi
hakkında uzun uzun bilgiler vermiştir: “Konya Vilayet Sancağı’nda kaza
merkezi bir kasaba olup, Konya’nın 18 saat garbi cenubisinde ve hem nâmı
olan gölün şark-i cenubisinde ve göle dökülen Beyşehir Çayı’nın iki
sahilindedir. Kasaba iki kısım olup bir kısmına meydan diğer kısmına vaktiyle
İçerişehir tesmiye kılınmıştır. Kasabanın sahilinde bulunduğu gölün devresi 20
saatte dolaşılabiliyor ve bundan 20-30 kadar değirmen tedvirine kâfi bir su
çıkarak ve Sarıöz Boğazı’ndan gelen su ile birleşerek Seydişehri ovasından
cereyan ile Karaviran Gölü’ne ve mezkûr göl dahi ziyadeleşerek Konya
40
Şemseddin Sami, Kâmûs’ul-Âlâm, 2. Cilt, Mihran Matbaası, İstanbul H. 1306, s. 1334.

[176]
Seyahatnameler ve Tarihi Coğrafya Eserlerinde Beyşehir

Ovası’na yayılır. Derun-ı kasabada iki bin kadar nüfus ve biri Eşref Rumi’ye
mensup 3 camii, 7 mescidi, 1 medresesi, 1 rüştiye 2 sıbyan mektebi, 3 hanı ve
muhtaç-ı tamir 8-10 gözlü bir köprüsü vardır. Kasabada beher Cumartesi
günleri kurulur bir pazarı vardır ki haftada 200.000 kuruşluktan ziyade ahzüita
edilir. Kasaba göl kenarında olduğundan havası latif olduğu gibi derununda
çıkan nehrin suyu dahi şurba gayr-i salih olmakla ahali içecekleri suyu gölden
ahzetmektedir. Tarih-i kadimde mezkûr olan İsorya Şehri kasabanın mahallinde
olması ihtimali karibdir.”41
Ali Cevad eserinin Beyşehir Kazası bahsinde kaza geneli hakkında da
bilgi vermektedir. “Beyşehir Kazası: Merkez livanın garp cihetinde vaki olup 49
kadar köyden mürekkeptir. Kazanın arazisi mümbit ve mahsuldardır. Garp
cihetindeki gölden nefis balıklar çıkar. Ve her cins hububat ile afyon, meyve ve
sebze kesretle yetiştirilir. Ve mamulâtı kilim çorap gibi şeylerdir. Dâhili kazada
7.732 hanede heman cümlesi İslam olmak üzere 32.375 nüfus, 38 mescid, 12
cami, 1 Mevlevi dergâhı, 354 debbağhane, 72 değirmen, 3 hamam, 16 fırın, 18
han, 12 kahvehane, 44 mağaza, 289 dükkân, 101 çeşme ve sebil, 2 selhhane, 1
hapishane, 71 türbe, 1 kütüphane, 1 Ermeni kilisesi, 1 Rum kilisesi, 60 İslam
Mektebi, 16 medrese mevcuttur. Kazanın hayvanat-ı ehliyesi 344 manda, 1.548
inek, 1.852 öküz, 161 deve, 1.252 merkep, 14 ester, 437 bargir, 31.334 tiftik,
23.450 karakeçi, 35.628 koyun vesaireden mürekkeptir. Kazanın mahsulât-ı
mütenevviası epeyce bir yekûn teşkil eder. Hâsılat-ı miktar-ı senevîsi 500 kile
nohut, 2.000 kile çavdar, 1.000 kile yulaf, 100 kile mısır, 25.000 kile melez,
125.000 kile arpa, 400.000 kile buğday, 3.400 kıyye afyon, 4.000 kile fiğ, 100
kile fasulye, 200 kile mercimek ve 1308 sene-i maliyesi 26 karye 2773 hanede
11.673 nüfus ceman Kıreli nahiyesi dahi Beyşehri Kazası’na mülhaktır.”42
Ali Cevad eserinde Beyşehir Çayı ve Beyşehir Gölü hakkında da bir
bahis açmış ve detaylı bilgi vermiştir: “Beyşehri Çayı: Zikrolunan Beyşehri
Gölü’nün ayağı olup mezkûr gölün şark canibisinden çıktıktan sonra kasabanın
içerisinden geçerek 60 km kadar temdid-i mecra ile Karaviran nam göle karışır.
Mezkûr çay üzerinde birçok değirmenler var ise de gölün suyu azaldığı vakit bu
da kurumak dercesine gelir. Beyşehir Gölü: Konya Vilayet ve sancağında hem
nâmı olan kaza dâhilinde kâin bir göldür ki çevresi 27 fersah ve sathı 40
fersahtır. Suyu tatlı ve derununda etrafı 4-5 saatte dolaşılıyor. Birkaç adacıklar
var ise de havası ağır olmakla ancak kaza hayvanına mera ittihaz olunmuştur.

41
Ali Cevad, Memalik–i Osmaniyenin Tarih ve Coğrafya Lügatı, Dersaadet H.1313, s.187.
42
Ali Cevad, Memalik–i Osmaniye, s.187 vd.

[177]
Hüseyin Muşmal

İş bu adalardan Mada Adası’nda bundan 28 sene akdem birkaç hane kazak


muhaciri iskân olunmuş ise de havasıyla imtizac edememişlerdir. Gölün ayağı
olan Beyşehri Çayı Karaviran Gölü’ne dökülür. Ve Salur Karyesi’nde Eflatuna
mensup bir seddin altından tuğyan eden su dahi mezkûr göle karışır ki seddin
üzerinde gayet müsenna iki adet kız resimleri vardır. Gölde birkaç cins balık
saydolunup Konya ve Niğde cihetlerine gönderilir. Ve Dalağan namında bir kuş
dahi kesretle bulunup derisinden kürk imal olunduğu cihetle Avrupa’ya irsal
olunur. Gölün rüsum-ı saydiyesi senevî 25.000 kuruş raddesindedir.”43
10 Temmuz 1901 ve 7 Mart 1902 tarihleri arasında Anadolu’da özellikle
Isaura ve Psidia bölgelerindeki modern ve antik yerleşmeleri gezerek eski
çağlara ait kalıntıları, heykelleri ve yazıtları tespit eden 4 kişilik bir araştırma
ekibi Beyşehir ve çevresinde inceleme gezisi yapmışlardır. Heyet araştırmaları
sırasında Beyşehir Kenti’nde küçük bir kilisenin kalıntıları dışında hiç bir ize
rastlamamışlar, İçerişehir Mezarlığı’nda ise eskiçağlara ait önemli bir şey
bulamamışlardır.44 Onlara göre Beyşehir Hamidiye Mahallesi’nde Çeçenler için
inşa edilmiş evler birbirine paralel ve aynı tipte yapılmıştır. Bu evler
Avrupa’daki prefabrik evlerde yaşayan işçi kolonilerinin evlerini hatırlatır.
Devlet tarafından yapılmış olan bu evlerin bir kısmı 1903 yılında boş
durumdadır. Bu tarihlerde evlere şehir merkezinden gidip gelmek oldukça
zahmetlidir. Eserde Beyşehir’de iskân edilmiş Kazaklar için “Bunların ataları
Rus Çariçesi II. Katherina’nın imparatorluğu altında yaşarlarken Rostov’u terk
ederek eski inanışlarını daha rahat sürdürebileceklerini düşündükleri için
buraya göçmüşlerdir.” denilmektedir. Aynı seyahatnamede Beyşehir merkezde,
at kullanımının yaygın olduğu bölgeyi gezen heyetin de dikkatini çekmiştir. Bu
seyahatnamede Beyşehir’de seyahati seven enerjik bir halk bulunduğu,
insanların atlarla dolaşmayı tercih ettiği ve bu yaşam tarzının halkın yadırgadığı
bir şey olmadığı belirtilmektedir. Onlara göre Antik dönemde göl ile deniz
kıyısının bağlantısı da tıpkı XIX. yüzyıldaki gibidir. Çünkü bu bölgede doğa
ancak bu kadarına izin vermektedir. Ramsay buralarda mil taşları gördüğünü
söylese de 1902 yılında burayı gezenler bu taşları görmediklerini belirtmişlerdir.
Heyet eserinde, Beyşehir Gölü Havzası’nda özellikle Manastır (Üzümlü) ve
Üskerles (Üstünler) Köylerinde Roma ve Bizans dönemlerinde de üzüm üretimi
43
Ali Cevad, Memalik–i Osmaniye, s. 187-189.
44
Buluntular için bkz. Julıus Jüthner, Frıtz Knoll, Karl Patsch, Heınrıch Swobboda,
(Archaologısche Expedıtıon), Archaologısche Expedıtıon, Vorlaufıger Berıcht, Über Eıne Im
Auftrage Der Gesellschaft Unternommene Archaologısche Expedıtıon Nach Kleınasıen
(Sommer 1902), Prag 1903, s.28-40.

[178]
Seyahatnameler ve Tarihi Coğrafya Eserlerinde Beyşehir

yapıldığı ve bu dönemde bölgede kaliteli ve güzel şaraplar üretildiğini ifade


etmişlerdir.45
1909 yılında Anadolu’yu gezen Ahmet Şerif Anadolu’da Tanin isimli
eserinde Beyşehir hakkında bazı bilgiler vermektedir. 14 Eylül 1909’da
Beyşehir’e hareket eden Ahmet Şerif, eserinde bu yolculuğu hakkında
“Beyşehri’ne doğru, Şarkîkaraağaç’tan Cuma sabahleyin hareket ettim. Bizi
Beyşehri’ne götürecek olan patika, bu kazanın bir nahiye merkezi olan, Kıreli
Köyü’nün içinden geçtiğinden, biraz dinlenmek için bu köyde bir iki saat
kaldım. Dışarıdan Konya’dan gelen birkaç Rum, burada iki han yapmışlar,
para kazanmaya çalışıyorlar. Çarşı denilen yerde, ikisi açık olan ve içlerinde
beş-on kuruşluk eşya bulunan beş-altı dükkân… Kapıları haftada bir defa bile
açılmayan hükümet dairesi. Çoğunlukla vaktini Beyşehri’nde ötede beride
geçiren, nahiyenin müdürü ve tek memuru, Tahir Ağa adında bir kara cahil…
Sonra sefil manzaralı ikiyüz-ikiyüzelli ev boynu bükük sarı benizli insanlar…
Köyde ses seda, hayatı gösterecek bir hareket yok. Bu köy Beyşehri Gölü’nün
kenarındadır. Göl bataklıklar yaptığından hava son derece bozuluyor. Hatta
yerliler bu bölgeye Anadolu’nun Yemen’i adını veriyorlar. Köy bundan 10-15
yıl önce beş-altı yüz ev iken havanın vahameti sebebiyle bugün iki yüz ev kalmış
diğerleri kapanmış. Buna karşılık, tabiat, bütün cömertliğini, bolluğunu
buralarda bol bol veriyor. Arazi verimli, gözün alabildiği kadar geniş, fakat
boş, kendi halinde bırakılmış. Çünkü işleyecek, tabiatın bu olağanüstü
cömertliğinden, toprağın verimliliğinden faydalanacak adamlar yok, evet her
şey var, fakat çalışacak, ekecek, biçecek, eller yok. İki saat oturduğum köyde,
görüşecek, konuşacak bir adam bulamadığıma inanınız. Tabiatla insanlar
arasında büyük bir zıtlık, her şeyde dikkate çarpan, acı elem verici gerçekler.
Köy ibret verici bir sahneyi gözler önüne seriyor.” Demektedir46.
Kıreli’den ayrıldığı gün 14 Eylül 1909’da saat 14.00 dolaylarında
Beyşehir’e gelen Ahmet Şerif, Beyşehir hakkında da dikkat çekici bilgiler
verir: “Şehir birbirinden ayrı iki mahalleden meydana gelmiştir. İçeri girerken
bir hareket görülüyor, birçok adam çalışıyor, bir şeyler yapıyor. Alman şirketi,
Beyşehir Gölü yakınlarında, çalışmalar yapıyor. Fakat şehrin içinde bu hareket
duruyor, bildiğimiz o tekdüze, yavaş hayat başlıyor. Burada bulunduğum
sürece, Alman şirketinin ne yaptığını, ne işle uğraştığını anlamak için çalıştım.
Hiç kimsenin haberi yok, sanki kendilerinin değilmiş gibi ilgisiz bulunuyorlar.

45
Jüthner, Archaologısche Expedıtıon, s.27-30.
46
Ahmet Şerif, Anadolu’da Tanin, I, (Haz. Mehmet Çetin Börekçi) Ankara 1999, s.42 vd.

[179]
Hüseyin Muşmal

Hatta kaymakamın bile bilgisi yok. Söylendiğine göre, vilâyetten bilgi istemiş,
nizamnamelerini istemiş, fakat hiçbir cevap gelmemiş… Bunun için, şirket,
istediği gibi iş yapıyor, hareket ediyor, hiçbir taraftan denetime bağlı değil,
bilmem ki bu nasıl bir sırdır.”47
Ahmet Şerif 4 gün boyunca Beyşehir’de kalmış, şehir ve sakinleri
hakkında da bazı gözlemler yapmıştır. “Beyşehri’nde oturduğum 4 gün içinde,
öğrendiğim gördüğüm şeyler acı, elem verici gerçekler oldu. Eşraf adı verilip,
köylüleri soymaktan başka ticaretleri, hükümetin çalışmalarını meşgul
etmekten, işlerine yaramayan ve emellerine hizmet etmeyen memurların-ki pek
azdır- aleyhinde bulunmaktan başka meşgaleleri olmayan sınıftan beş-on kişi
burada da var. Hatta bunların zulüm ve yolsuzlukları, bu kazada, diğer
gezdiğim yerlerden pek fazladır. Hepsinden önce yaltaklanan ve ikiyüzlü bir dil,
sonra artık memurların birbirinin hakkındaki şikâyetleri. Çünkü bu adamlar,
birbirinin son derece düşmanıdır. Bu düşmanlık memurları halkı da bölüyor.
Hele bir memur yerli olursa, kesin olarak, bunlardan birinin esareti ve
mahkûmiyeti altındadır. Kaymakam bu adamlardan şikâyetçi, hükümetin her
şeyine burun soktukları, fakat elindeki yürütme araçları ile onların etkilerini
bütünüyle kırmayı başaramadığını söylüyor. Çünkü memurlardan
arkadaşlarından emin değil. Hükümetin bu eşraf zimmetinde pek çok alacağı
vardır. Mesela Beyşehri’nde müftünün vergi dairesiyle diğer dairelere on bin
kuruş borcu var. Zaten kasabanın seksen bin kuruş vergi bakayasının yarısı
halen bu beş-on kişinin zimmetinde.” Demektedir.
Ahmet Şerif, Beyşehir Hükümet Konağının 1909 yılında harap vaziyette
olduğunu içerisinde yer alan eşyaların da aynı halde bulunduğunu
söylemektedir. Eserinde bu konuda “Pek harap olan hükümete girince, insan
hızlı yürümeye, çok söz söylemeye korkuyor. Kaymakam odası yıpranmış,
eskimiş, yırtılmış ve otları çıkmış minderleriyle, haklı olarak, ziyaretçilerin
bakışlarını çekiyor. Karşıda, sol tarafta, önünde tahta parmaklıklarla çevrilmiş
ufak bir bahçesi, gezinti yeri bulunan hapishane görünüyor. Burası
Karaağaçtaki hapishane kadar yoksul görünüşlü değil, lamba ile oturmuyorlar.
Fakat pislik, pis kokular ve rutubet var. Üçü tutuklu, ikisi mahkûm olduklarını
söyleyen beş kişi bulunuyor. Bunları söyletirseniz, hepsi suçsuz olduklarından,
mahkemenin haksız yere hüküm verdiğinden filan söz ederler ki pek doğaldır.
Çünkü kabahat, samur kürk olsa kimse üstüne almaz derler. Bunun için bu
adamlara, o kadar kulak asmam.” demektedir. Ahmet Şerif bu bahiste
47
Şerif, Anadolu’da Tanin, s.42-43.

[180]
Seyahatnameler ve Tarihi Coğrafya Eserlerinde Beyşehir

hapishanenin ve mahkemenin durumu hakkında detaylı bilgiler vermeyi


sürdürmüştür48.
Ahmet Şerif, eserinde Beyşehir’deki ilk ve orta öğretimin durumu
hakkında da bilgiler vermektedir. “Beyşehri’nde üç-dört okul olduğunu haber
verdiklerinden, onları da göreyim dedim. İlk olarak Rüşdiye Mektebi’ne gittim.
Oldukça genç, güzel sözler söyleyen bir öğretmen efendi. Okullar bu sene daha
geç açılacak iken, maarif müdürünün sözlü emri üzerine, üç-beş gün evvel
açılmış. Öğretmen, bu sene İptidai Mektebi’nden pekiyi derece ile diploma
alarak, buraya gelen üç yavruyu çağırdı. Bunlara imla yazdırdı, hiçbiri başarı
gösteremedi. Her üçüne, vilayetlerinin, başşehirlerinin neresi olduğunu sordum,
cevap veremediler. Buradan İptidai mektebine gittim. Dar, havasız bir yere,
seksen-yüz kadar mini mini yavrucakları doldurmuşlar, hep bir ağızdan
bağırıyorlar, güya okuyorlar. İki öğretmen var. Bunlardan birine çalışmalarını,
memleketimizin geleceğinin ümidinin, şimdi terbiyeleri ellerine verilmiş olan bu
çocuklar olduğunu, bunlara bu küçük beyinlere özellikle vatan, millet sevgisiyle
ilgili fikirler vermek en kutsal görevleri bulunduğunu söyledim. Hoca garip,
anlamaz bir bakışla bana bakıyordu. Buradan da yeni açılan Kız iptidai
mektebine gitmek gerekti. İçeri girdim, ufak, etrafı açık bir sofa, iki tarafından
rahlelere oturmuş kırk kadar hanım kızlar… Bu memleketin en garip, en zavallı
okulu idi. Yeni gelen kadın öğretmene oturacak bir ev yok, o da burada
oturuyor.”49
Tarihi süreçte pek çok seyyah ve araştırmacının ziyaret ettiği Beyşehir ve
çevresi, Cumhuriyet devrinde de çeşitli bilim adamlarının tetkik gezilerine konu
olmuştur. Bunlardan birisi 1941 yılında Remzi Oğuz Arık başkanlığında Türk
Tarih Kurumu Kazı Heyeti tarafından tertip edilmiştir. Türk Tarih Kurumu
Kazı Heyeti, 5 Temmuz 1941 tarihinde yola çıkmış ve ilk olarak Konya
Beyşehir Eflatun Pınar ve Fasıllar bölgesinde inceleme yapmışlardır. Bu
inceleme gezisi Remzi Oğuz Arık tarafından Ankara Konya Eskişehir
Yazılıkaya Gezileri adıyla yayımlanmıştır. Remzi Oğuz Arık eserinde Beyşehir
gezisi hakkında şu bilgileri vermektedir. “Konya’dan 99. kilometrede
Beyşehri’ne varılmıştır. Kendi adını taşıyan ve eski coğrafyacılar, tarihçilere
Karalislacus yahut Caralitis veya Pasgouza veya Karalia denen gölün
güneydoğu ucundaki Beyşehri suyunu geçince suyun öte geçesine kurulmuş
olarak görülür. Beldenin ancak Selçuklular zamanında kurulup önemli bir

48
Şerif, Anadolu’da Tanin, s.43 vd.
49
Şerif, Anadolu’da Tanin, s. 43- 47.

[181]
Hüseyin Muşmal

uğrak derecesine yükseldiği anlaşılıyor. Bununla beraber gölün gerek kuzey


kıyısında, gerek güney kıyısında, hem protohistorik, hem klasik çağların
yerleşmeleri bulunduğu anlaşılıyor.” demektedir. Tetkik heyeti Beyşehir
merkezde fazla oyalanmadan Öncelikle Fasıllar Köyü’ne giderek bir inceleme
yapmış ve daha sonra da Eflatun Pınar’a yönelmişlerdir. Arık eserinde her iki
anıt hakkında detaylı bilgiler vermektedir.50
Bu dönemlerde yapılan bir inceleme gezisi de Tarih Enstitüsü’nün Orta
Anadolu Gezisi’dir. Bu teknik gezi bir rapor halinde A.Ü Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Dergisinde 1947 yılında yayımlamıştır. Prof. Dr. B. Sıtkı Baykal’ın
başkanlığında, Doç. Dr. H. Demircioğlu ve Doç. Dr. H. İnalcık’ın iştirakiyle 25
kişilik bir kafile Ankara’dan 23 Haziran 1947 yılında Konya’ya hareket
etmişlerdir. Heyet Konya’dan 27 Haziran 1947 tarihinde otobüsle Beyşehir’e
ulaşmıştır. Öncelikle Eflatunpınar’da inceleme yapan heyet daha sonra
Beyşehir merkezine uğramış ve Eşrefoğlu Külliyesi’nde inceleme yapmışlardır.
Söz konusu raporda Eflatunpınar ve Beyşehir hakkında detaylı bir bilgi
verildikten sonra, “Bugün Eşrefoğlu Cami denilen ve Selçuk Sanatının güzel bir
örneği olan cami, çok harap ve bakımsız olup resmi ellerin ihtimamını bekliyor.
Caminin batı kısmında sütun ve taşlarından istifade edilmek üzere bir
kaymakam tarafından yıktırılmış olan medresenin bugün yalnız taç kapısı
kalmıştır. Bu bilgisizlik ve şuursuzluk karşısında üzülürken bir başkasını da
anlattılar. Eşrefoğulları’nın vakıf kitapları cahil bir adamın eline düşerek
araba ile Beyşehir Gölü’ne dökülmüş ve bunlardan ancak 670. H. tarihli
Süleyman Bey Kütüphanesi’ne vakfedilmiş bir “Keşşaf” ile birkaç eser
kurtarılabilmiş. Caminin etrafında bugün yalnız harabeleri bulunan Bezzazlar
Hanı ve hâlihazırda kerpiçten yapılmış birkaç evle adeta bir köy manzarası arz
eden bu iç şehrin ortasında bu muazzam eserlerin harabeleri büyük bir
geçmişin tercümanı olarak duruyorlar.”51 Denilmektedir.

SONUÇ
Beyşehir Gölü Havzası’nın Neolitik Çağ’dan itibaren yerleşime tabi
tutulduğu çeşitli çalışmalarla ortaya konulmuştur. Bu bölgede Neolitik Çağ
sonrası Hititler, Frigler, Lidya, Pers, Makedonya ve Romalılar hâkimiyet
kurmuşlardır. Beyşehir bölgesi, Bizans hâkimiyetinde olduğu dönemde
İstanbul–Antalya yolu üzerinde stratejik bir öneme sahipti. Bölge Türk

50
Arık, Yazılıkaya, s. 12-16.
51
Demircioğlu, İnalcık, “Orta Anadolu Gezisi, s. 175.

[182]
Seyahatnameler ve Tarihi Coğrafya Eserlerinde Beyşehir

hâkimiyetine geçtikten sonra da önemini yitirmemiş, hatta Selçuklu hükümdarı


Alaaddin Keykubat kendi adına Beyşehir Gölü kenarında bir saray inşa
ettirmiştir. Eşrefoğulları döneminde yeniden inşa ve imar edilen bölge,
Karamanoğulları ve Osmanlı hâkimiyetinde de önemini korumuştur.
Tarihî, coğrafî ve fizikî özellikleri nedeniyle Beyşehir ve Göller Bölgesi
özellikle Anadolu’nun tarihi, jeolojisi ve coğrafyası ile uğraşanların her zaman
dikkatini çekmiş ve bu nedenle, Anadolu’ya özellikle XIII. yüzyıldan itibaren
akın eden, coğrafyacılar, jeolog ve biyologlar tarafından araştırılmıştır.
Beyşehir’de inşa edilen Eflatun Pınar ve Fasıllar anıtlarının XIX. yüzyılın
ortalarından itibaren Avrupa bilim âleminde şöhret kazanması, bu tarihten
itibaren yerli ve yabancı seyyahların başta Beyşehir’in antik dönemi olmak
üzere, Eşrefoğulları dönemine ait tarihi eserleri incelemek amacıyla Beyşehir ve
çevresine araştırma seyahatleri gerçekleştirmelerine neden olmuştur.
Bölgede Türk hâkimiyetinin kurulduğu dönemlerde Beyşehir ve çevresi
hakkında bilgi veren en önemli kaynak İbn Bibi’ye aittir. Daha sonraki
yüzyıllarda meşhur Osmanlı bilim adamı ve aydını Kâtip Çelebi Beyşehir
hakkında bilgiler vermiştir. Meşhur Osmanlı yazarı Şemseddin Sami, H. 1306
/M. 1888-1889 yılında yayımladığı ilk Türkçe Ansiklopedi olan “Kamusu’l-
Alam” adlı eserinde ve Ali Cevad H. 1313/M. 1895-1896 yılında yayımladığı,
“Memalik-i Osmaniye’nin Tarih ve Coğrafya Lügati” isimli eserinde Beyşehir
ve çevresi hakkında uzun uzun bilgiler vermiştir.
Osmanlı döneminde bazı yabancı gezginler de Beyşehir ve çevresinde
seyahat etmiş, Beyşehir’e uğrayan seyyah sayısı özellikle XIX. yüzyıldan
itibaren artış göstermiştir. 1816 yılında Otto von Richter, 1832 yılında Charles
Texier ve 1837 yılı Ağustos ayında Hamilton Beyşehir’e uğrayan gezginler
arasında yer almaktadır. Beyşehir ve çevresi hakkında en geniş bilgiyi veren
yabancı seyyahların başında ise F. Sarre gelmektedir. Sarre eserinde sayfalarca
Beyşehir seyahatine yer vermiştir. Bunlardan başka tarihi süreçte pek çok
seyyah ve araştırmacının ziyaret ettiği Beyşehir ve çevresi, Cumhuriyet
devrinde de çeşitli bilim adamlarının tetkik gezilerine konu olmuştur.

[183]
Hüseyin Muşmal

KAYNAKÇA
Ahmet Şerif, Anadolu’da Tanin, I, (Haz. Mehmet Çetin Börekçi) Ankara
1999.
Ali Cevad, Memalik–i Osmaniyenin Tarih ve Coğrafya Lügatı, Dersaadet
H.1313.
ARIK, Rüçhan, Kubadabad Sarayı, İstanbul 2000.
ARIK, Remzi Oğuz, Ankara-Konya-Eskişehir, Yazılıkaya Gezileri, (Haz.
Tahsin Özgüç), Ankara 1956.
ATALAY, İbrahim, “Pleistosen Sonu ve Holosen Başlarında
Anadolu’nun Paleoğrafya Şartlarına Genel Bir Bakış”, Coğrafya Araştırmaları,
S. 4, 1996, s. 11-14.
ATALAY, İbrahim, Türkiye Coğrafyası, İzmir 1994.
BAHAR, Hasan, Demir Çağı’nda Konya ve Çevresi, Konya 1999.
BAHAR, Hasan, “1998-1999 Yılı Konya-Karaman İlleri Yüzey
Araştırmaları”, XVIII. Araştırma Sonuçları Toplantısı, (22-26 Mayıs 2000), II,
Ankara 2001, s. 187-204.
BAHAR, Hasan, Isauria Bölgesi Tarihi, (SÜSBE, Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Konya 1991.
BAHAR, Hasan, Özdemir Koçak, Eskiçağ Konya Araştırmaları 2,
(Neolitik Çağdan Roma Dönemi sonuna Kadar), Konya 2004.
BAŞTAK, Naci Fikret, “Konya Vilâyetindeki Hitit Abideleri ve
Hititlerin Dinleri”, Konya Dergisi, Mart 1937, s. 399-408.
BAŞTAK, Naci Fikret, Konya 1, Konya 1945.
BİTTEL, K. “Beitrag un Eflatun-Pınar”, Bior, X, 1/2, 1953.
BORDAZ, J. “A Pelimanry Report of the 1969 Excavations at Erbaba a
Neolitic Site Near Beyşehir Turkey”, Türk Arkeoloji Dergisi, XVIII/2, 1969, s.
59-64.
BORDAZ, J. “Erbaba The 1977 and 1978 Seasons in Perspective” Türk
Arkeoloji Dergisi, XXVI/1, 1982, s.86-94.
BORDAZ, J. “Suberde”, Anatolian Studies, 15, 1965, s. 30-32.
BORDAZ, J. “The Suberde Excavations South West Turkey. An Interium
Report”, Türk Arkeoloji Dergisi, XVII-2, 1968, s. 43-71.
ÇAYCI, Ahmet, Eşrefoğlu Beyliği Dönemi Mimari Eserleri, Ankara
2008.
ÇETİK, Ali Rıza, Türkiye Vejetasyonu: 1 İç Anadolu’nun Vejetasyonu ve
Ekolojisi, Konya 1985.

[184]
Seyahatnameler ve Tarihi Coğrafya Eserlerinde Beyşehir

DARKOT, Besim, “Konya”, İA, VI, Eskişehir 1997, s. 841-853.


DEMİRCİOĞLU, Halil, Halil İnalcık, “Tarih Enstitüsünün Orta Anadolu
Gezisi”, AÜDTCFD, V, Ankara 1947, s.169–187.
ERAVŞAR, Osman, “Gezginlerin Gözüyle Konya”, Gez Dünyayı Gör
Konya’yı, (Editör: Ahsen Erdoğan), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001, s.
240–290.
GÜTERBEK, H. “Alte und New Hethitische Denkmaler”, Halil Ethem
Hatıra Kitabı, Ankara 1947, s. 48-51.
HAMİLTON, W. Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia II,
London 1842.
HAUPTMANN, H. “Recent Archaeological Research in Turkey: Nevali
Çori”, Anatolian Studies, 37, London 1987, s. 206-207.
Herodotos, Herodot Tarihi, (Çev. M. Ökmen), İstanbul 1982.
İbn Bibi, El-Evamirü’l- Ala’iye Fi’l Umur’il Alai’ye, Selçukname I, (Haz:
Mürsel Öztürk) Ankara 1996.
JÜTHNER, Julıus Frıtz Knoll, Karl Patsch, Heınrıch Swobboda,
Archaologısche Expedıtıon, Vorlaufıger Berıcht, Über Eıne Im Auftrage Der
Gesellschaft Unternommene Archaologısche Expedıtıon Nach Kleınasıen
(Sommer 1902), Prag 1903.
KAFESOĞLU, İbrahim, “Selçuklular”, İA, X, Eskişehir 1997, s. 396-
397.
Kâtip Çelebi, Cihannüma, İstanbul H.1145.
KESİK, Muharrem, “Sultan Melikşah ve Sultan I. Murat Dönemleri”,
Türkler, VI, Ankara 2002, s. 547–565.
KONYALI, İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitabeleriyle Beyşehir Tarihi,
(Haz. Ahmet Savran), Erzurum 1991.
KÖPRÜLÜ, Fuad, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara 1994.
Ksenophon, Anabasis, (Çev.Tanju H. Gökçöl), İstanbul 1974.
LAROCHE, E. “Eflatunpınar”, Anadolu/ Anotolia, III, 1958, s. 43-47.
LYOYD, S. J.Mellaart, Beycesultan I, The Chalcolithic and Early Bronze
Age Levels, London 1962.
M. Vıvıen De Saınt Martın, Descrrıptıon Hısterıque Et Geographıque De
Lasıe Mıneure, Parıs 1852.
MELLAART, J. “Early Cultures of the South Anatolian Pleteau”,
Anatolian Studies, XI, 1961, s.159–184.

[185]
Hüseyin Muşmal

MELLAART, J. Çatal Hüyük: a Neolithic Town in Anatolia, London


1967.
MELLAART, J., “Preliminary Report on a Survey of Pre-Classical
Remains in Southern Turkey”, Anatolian Studies, 4, 1954, s. 175-240.
MELLAART, J., “The Late Bronze Age Monuments of Eflatun Pınar
and Fasıllar Near Beyşehir”, Anatolian Studies, XII, 1962, s. 111-117.
MELLAART, J., Earliest Civilisations of the Near East, London 1965.
MEYER, Eduard, Reich und Kultur der Chjetiter, Karl Curtius Berlin
Verlag Karl Curtius in Berlin 1914.
NAUMANN, Rudolf Eski Anadolu Mimarlığı, Ankara 1998.
Niketas Hkoniates, Hıstorıa, (Çev. Fikret Işıltan), Ankara 1995.
ORAL, M. Zeki, “Kubâdâbad Bulundu”, Anıt, S. 10 Kasım 1949, s. 22-
23.
ORAL, M. Zeki, “Kubadabad Çinileri”, Belleten, S.66, Ankara 1953, s.
209-222.
ORAL, M. Zeki, “Kubadabad Yolunda”, Anıt, S. 26, Konya 1960, s. 9-
15.
ÖNDER, Mehmet, “Kubadabad Sarayları Harpi ve Simurgları”, Türk
Etnoğrafya Dergisi, S. X, Ankara 1968, s. 5-17.
ÖNDER, Mehmet, Katherina Otto Dorn, “Kubâd-abad Kazıları, 1965 yılı
Ön Raporu”, Türk Arkeoloji Dergisi, S. XIV, Ankara 1967, s. 237-248.
ÖZSAİT, M., Helenistik ve Roma Devrinde Pisidya Tarihi, İstanbul
1985.
ÖZSAİT, M.,, İlk Çağ Tarihinde Pisidya, İstanbul 1980.
RAMSAY, W. M. Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, (Çev. M.Pektaş),
İstanbul 1961.
SARRE, F. Küçük Asya Seyahati 1895 Yazı, Selçuklu Sanatı ve Ülkenin
Coğrafyası Üzerine Araştırmalar, (Çev. Dârâ Çolakoğlu), İstanbul 1998.
SEVİM, Ali, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, Ankara 1993
SEVİN, Veli, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası 1, Ankara 2001.
Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası, XII-XIII-XIV, (Çev. Adnan
Pekman), İstanbul 1993.
Şemseddin Sami, Kamus’ul-alam, 2. Cilt, Mihran Matbaası, İstanbul H.
1306.
TANYELİ, Uğur Anadolu-Türk Kenti’nde Fiziksel Yapının Evrim Süreci
XI.-XV. Yüzyıl, (İTÜFBE, Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1987.

[186]
Seyahatnameler ve Tarihi Coğrafya Eserlerinde Beyşehir

TEXİER, Charles, Küçük Asya Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi, (Çev.


Ali Suat, Yayına Hazırlayan: Kazım Yaşar Kopraman, Musa Yıldız), Ankara
2002.
TURAN, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1993.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu,
Karakoyunlu Devletleri, Ankara 1988.
YAMAN, Talat Mümtaz, “200 Sene Evvel Konya, Uluslu İbrahim Hamdi
Efendi’ye Göre”, Konya Dergisi, 22-23, Konya 1938, s. 1208-1219.
YİNANÇ, Mükrimin Halil, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, İstanbul
1944.
Yurt Ansiklopedisi, “Konya”, C.7, İstanbul 1982-1983,s. 5197–5277.
YÜCEL, Yaşar, Beylikler, XIII. XV. Yüzyıllar Kuzey Batı Anadolu Tarihi,
Çobanoğulları, Candaroğulları Beylikleri, Ankara 1980.

[187]

You might also like