Professional Documents
Culture Documents
Ömer Seyfettin
Sadeleştiren
Serra Tüzün
Kapak Resmi
Akın Sarbay
Dizgi
Sevgi Gül
Yayını/ayan ©
Prizma Yayıncılık
Keresteciler Sitesi, Fatih Cad.
Yüksel Sok: 6/1
Merter - İstanbul
Baskı ve Cilt
Prizma Press
Web Ofset Baskı ve Cilt Tesisleri
Dağıtım
Doğan Gazetecilik AŞ
Doğan Medya Center Bağcılar 34204 İSTANBUL
Telefon: (O 212) 505 61 11
İÇİNDEKİLER
Topuz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15
Forsa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24
Diyet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31
And . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 93
M üjde . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 103
M iras . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 148
Ö MER SEYFETTİ N'İN
YAŞAM!
KİTAPLAR!
KAYNAKÇA
Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin, 1935 / Y. Nabi Na
yır, Ömer Seyfettin, 1952/Hilmi Yücebaş, Ömer Seyfettin,
1960 / Tahir Alangu, Ömer Seyfettin, Ülkücü Bir yazarm
Romanı, 1964 / Hikmet Dizdaroğlu, Ömer Seyfettin, 1964
/ Cevdet Kudret, Türk Edebiyatmda Hikaye ve Roman,
1970 / Ölümünün 50. Yılı Münasebetiyle Ömer Seyfettin
Bibliyografyası, 1970 / Şükran Kurdakul, Çağdaş Türk Ede
biyatı-Meşrutiyet Dönem i 1976 / R. Taner-A. Bezi rci, Seç
me Hikayeler, 1
*
-9-
- Ben de ya paca ğ ı m ! d iye tuttu ru rd u m .
O zaman Dadaruh beni Tosun'un s ı rtına koyar, eli
me kaşa ğ ıyı verir:
- Hayd i ya p, derd i .
Bu d e m i r a leti hayvanını üstüne s ü rter, fakat o
a henkli tıkırtıyı çıkara mazd ı m .
- Kuyruğ unu sall ıyo r m u ?
- Sallıyor.
- H a ni bakayım ?
E ğ i rd i m , uzanırd ı m . La kin atın sı rtından kuyru ğ u nu
g öremezdim .
Her sabah a h ı ra gelir gel mez:
- Dadaru h'a tı m a rı ben ya paca ğ ı m , derd i m .
- Ya pamazsın.
- N için?
- Daha küçü ksün de ondan . . .
- Ya paca ğ ı m .
- B üyü d e öyle.
- Ne va kit?
- 1 O-
Ben de bir g ü n ya l nı z başıma ka ldım . Hasan'la Da
daruh dere kenarına i n mişlerd i . İçimde bir tı mar etmek
h ı rsı uya nd ı . Kaşağıyı a ra dı m , bulamad ı m . Ahırın köşe
sinde Dada ruh'un penceresiz küçü k bir odası va rd ı . B u
raya g i rd i m . Rafları a radı m . Eyerlerin arasına fal a n
baktı m . Yok ! Yok ! Yata ğ ı n a ltında yeşil ta htadan b i r
sand ı k d u ruyord u . O nu açtı m . A z d a h a sevinci mden
haykıracaktım. Anne m i n bir h afta evvel İsta n bul'dan
gönderdiği hediyeler içinden çı ka n kaşa ğ ı pırıl pırıl par
lıyord u . Hemen kaptı m . Tos u n ' u n ya n ı na koşt u m . Kar
n ı na s ü rtmek istedi m . Rahat d u rmuyord u .
- Galiba acıtıyor, ded i m .
G ü müş g i bi parlayan bu g üzel kaşağ ı n ı n dişlerine
baktım . Çok keskin, çok sivri idi. B i raz körletmek için
d uvarın taşlarına sü rtmeye başladı m . Dişleri boz u l u nca
tekrar dened i m . Yine atla rın h i ç biri d u rmuyord u . Kız
d ı m . Öfkemi sanki kaşağ ıdan çıkarmak istedi m . On
adım ilerdeki çeşmeye koşt u m . Kaşağıyı yalağın taşı
na koyd u m . Yerden ka l d ı ra bileceğ i m en a ğ ı r taşı bula
rak üstüne h ız l ı hızlı indi rmeye başladım. İ stanbul'dan
gelen, Dadaruh'un k u l l a n maya kıya madığ ı b u g üzel
kaşağ ıyı ezdim, parça l ad ı m . Sonra yağ ı n içinde attı m .
Babam, her sabah dışa rıya g iderken bir kere a h ı ra
u ğ rar, öteye beriye bakard ı . Ben, o g ü n yine a h ı rda
ya lnızdı m . Hasan, evde hizmetçi miz Pervin'le ka l mıştı.
Babam, çeşmeye baka rken, ya lağın içinde kırılmış ka
şağ ıyı görd ü . Dadaru h'a haykı rd ı :
- Gel b u raya !
-1 1 -
Nefesim kesilecekti . B i l mem neden, a m ma çok
korkmuştu m . Dadaruh şaş ı rd ı . K ı rı l mış kaşağı meyda
na çıkınca baba m, bunu ki m in ya ptığını sord u .
- B i l miyorum , dedi.
Baba mın gözleri bana döndü , daha bi rşey sorma-
dan:
- Hasan, dedi m .
- Hasan mı?
- Evet. Dün Dada ru h uyu rken odaya g irdi . Sand ı k-
tan a l d ı. Sonra yalağın taşınd a ezd i .
- N iye Dadaruh'a h a ber vermedin?
- Uyuyordu .
- Çağ ı r şunu ba kayı m .
- Bahçe d uva rının ka pısından g eçti m. Gölgeli yol-
dan eve doğ ru koşt u m . H asan'ı çağ ı rd ı m . Zaval l ının bir
şeyden h a beri yoktu. Koşa rken a rkamdan ge ldi. Ba
bam sertti. B i r ba kışından öd ü m ü z kopardı . H asan'a
dedi ki:
- Eğer yalan söylersen seni döveri m l
- Söylemem.
- Pekal a , bu kaşağıyı niye kırdın?
Ben kırmad ı m .
- Doğ ru söyle, darıl mayacağ ını. Yal an çok fenadır,
ded i . Hasan, sözünde ısrar etti . Baba m hiddetlendi.
Ü zerine yürüd ü . " Utanmaz, yalancı ! " d iye yüzüne bir
tokat indi rdi .
- 1 2-
- Göt ü r b u n u eve; sakın bir daha b u raya sokma .
Hep Pervin'le otu rsu n ! diye haykı rd ı .
Dada ruh, ağlaya n ka rdeşimi kucağına ald ı . Bahçe
kapısına doğ n u yürü d ü .
Artık, a h ı rda h e p yal n ı z oynuyord u m . Hasa n , evde
ha pisti. Annem geldikten sonra da affetmed i . F ı rsat
düştü kçe " O, yal a ncı ! " derd i . Hasa n , yed iği tokat a k
lına geldi kçe ağlamaya başla r, zor su sa rd ı . Zaval l ı a n
neceğ im, ifti ra atabi leceği m e hiç i htimal vermiyord u .
"Apta l Dada r uh atl a ra ezd i rmiş olmasın7" derd i .
E rtesi sene a n nem, yazın yine İstan b ul'a g itti. B i z
yal n ı z ka l d ı k . Hasan'a a h ı r hala yasaktı . Geceleri yata k
ta atl a rı n ne ya ptı kla rı nı , tayların büyüy ü p büyümediği
n i bana sora rd ı . Bir gün birdenb i re hasta l a nd ı . Kasaba
ya adam gönderi l d i . Doktor getirild i . " Kuşpalazı" ded i .
Çiftli kteki köyl ü kad ı n l a r eve üşüştüler. Bir takım teki r
kuşlar getiriyorlar, kesi p ka rdeşi m i n boynuna sa rıyor
la rd ı . Baba m yata ğ ı n ı n yan ı ndan ayrıl mıyord u .
Dada ruh çok d u rg u ndu . Pervin, h ü n g ü r h ü n g ü r
a ğ l ıyord u .
- Niye a ğ l ıyors u n ? d iye sord u m .
- Kardeşin hasta .
- İyi olaca k .
- İ y i ol maya cak .
- Y a ne olaca k ?
- Kardeşin ölecek ! ded i .
- Ölecek m i ?
- 13 -
Ben de ağlam aya başladı m . O hastal a ndığından
beri, Pervin'in ya n ı nda yatıyord u m . O gece hiç uyuya
mad ı m . Dala r dalmaz Hasan'ın hayali g öz ü m ü n önüne
geliyor, " İftiracı ! İftiracı ! " d iye karşımda a ğl ıyord u .
Pervin'i uya nd ı rd ı m:
- Ben Hasan'ın ya nına gideceğim, ded i m .
- Niçin?
- Babama bir şey söyleyeceğim.
- N e söyleyeceksin?
- Kaşağıyı ben kı rmıştım, onu söyleyece ğ i m .
- Hangi kaşa ğ ıyı ?
- Geçen senek i . H a n i baba m ı n H asan'a darıldığı. . .
Lafı mı ta ma mlaya mad ı m . Derin h ıçkırıklar içinde
boğu l uyord u m . Ağlaya ağ laya Pervin'e a nlatt ı m . Şimdi
babama söyle rsem Hasan d a d uyacak, belki beni affe
decekti :
- Yarın söylersin, ded i .
- Hayır, şimdi g ideceği m .
- şimdi baban u yuyor, ya rı n sa bah söylersin; Ha-
san da d uya r. Onu öpersin, ağlarsın sen i affeder.
- Peka la .
- Hadi şimdi uyu !
- 1 5-
- Evet.
- Niçin acaba ?
- Ma nkafa T ü rkler işte . . . Teşrifatta n , töre nden ne
anlarlar?
- Hem de 'Biza ns'a layıkız' derler.
- Nerede o i ncel i k ?
- N e rede ? . . .
- 16 -
yüzü hem zayıf, hem buruşuktu . Neşeli kumandan, ho
ra tepenler geçince yine atını i leri sürd ü :
- Kansız b i r zafer kazandı k ! ded i .
- Siya h atı n ı n yelesi ni okşayan zabit:
- Kansız zafer olmaz ! d iye başı n ı salladı.
- Niçin olması n ?
- Benim Türklere em niyetim yok ...
- Kuşku lanmaya da hacet yokl Biz daha resmen ihtila-
le kalkmadan onlar haber gönderdiler: 'Gidiniz, bir şer ta
yin ediniz' dediler. Biz zaten prensi mizi tahtına çıkarmıştık.
Şimdi, işte bize bir de 'cemile' yapıyorlar.
- Berat, sancak, davu l , to puz g öndermek bir cemi-
le m i ?
- Ya ne?
- Ta biiyet ala metleri . . .
Coşkun ku mandan, görünmeyen bir surata tokat ata
cakm ış g ibi elini yukarı kaldırdı. Hiddetli bir istekle:
"Asla ! " diye bağ ı rdı . "Biz a rtı k bağı msızız Berat, istik
lali mizi tasd i k etmektedi r. Sancak, davu l, topuz da . . .
Padişa h ı n prensim ize hediyeleri .. . "
Zabit cevap vermed i . Kumandan kadar içmediği için
Türklerin gerçek d u ru m u nu hatı rlayabil iyord u . E l i n i ka l
çasına daya d ı . Atı n ı n siya h yelesine daldı g itti . Kilisele
rin ça nları beyninde ötüyord u . Halkın g ü rültüsü taş
mış, bir tufan g ibi saray ı n saça klarına ça rp ıyor, m u ha
fız neferlerin yü ksek atla rını h uylandı rıyor, tepindi riyor
d u . Oynayanların içinde zorla kendine yol açan bir at
l ı , kumandanı sela m l a d ı :
- 1 7-
- E lçi, maiyetiyle beraber menzilinden çıktı . . . ded i .
- Pekala . . . Maiyeti k a ç kişi va r?
- Üç yüz atlı !
Kuma nda nın solu ndan neferin sözü n ü işiten zabit:
- Üç yüz atlı m ı ? d iye sapsarı kesildi.
- Evet. . .
B u g ü nkü teşrifata memu r o l a n ku m andan g ü l d ü :
- Hey g i d i , Tü rkler . . . S ıkıya geldi m i nasıl küçü l ü rler.
H a n i eski g u ru rları ! Şimdi d ü nya değ işti . Rumeli'nde
kuvvetleri yok. İşte prensimize büyük bir i mparator
m u a melesi yapıyorl a r !
B i ri nci zabit, daha beter sara ra ra k sord u:
- N erden a nladınız?
- Elçilerin derecesi çevresiyle eşdeğe rdedir. İ şte
bak, padişah ı n hed iyeleri n i , beratı n ı üç yüz atlıyla bir
elçi getiriyo r !
- E lçi bunla rı yal n ı z getirseydi daha iyi o l u rd u .
- N i çi n ?
- İ şte öyle . . .
- Ama biz ka b u l etmezdik.
- Neden ?
- Çünkü şanımızla m ütenasip olmazdı. Bir emir, lütuf,
bir ihsan g ibi . . . Halbuki böyle maiyetinde üç yüz atlı bulu
nan bir elçi . . . Ne demektir biliyor musunuz?
- N e demekti r?
- Padişah bizim prense, 'Benimle eşits i n ! ' demek is-
tiyor.
-1 8-
- Keşke eşit olmasaydı da . . . B u ü ç yüz atlı Efla k'a
g i rmeseydi !
- Sen b u na mışsın Dim ko . ..
B i ri nci zabit acı acı g ü l ü msed i . Tüysüz yüzünü ekşit
ti. Atının yelesinden kal d ı rd ı ğ ı dalgın sönük gözleriyle
kumandanına bakt ı :
- B e n bunamışım h a ? . . . ded i .
- Koca Efla k'ın içinde ü ç y ü z atlıdan kuşkulanıyor-
s u n . B u n l a r elçi maiyeti . . . İşlemeli mızraklarına, süsü
esvaplarına, altın haşalarına, sırma eyerlerine a ld a n
m a . . . Göze parla klıklarıyla ça rpa rla r ama, ellerinden b i r
şey gel mez.
- B u n l a r Türk değ i l m i ?
- Türk . . . N e olaca k ?
- Kıl ıçları ne kada r s ü s l ü olsa y i n e keser . . .
- Sen korkaks ı n ! B i r avuç atl ı . .. Ü ç yüz kişi koca b i r
devletin içinde ne ya pab i l i r?
- 20 -
- Haydi.
-21 -
Sonra yere bakarak ilerledi. Tahta değerli taşlarlarla süslü
bir heykel gibi kımıldamayan prense uzattı . Prensin sağ
elinde altın bir asa va rd ı . Sol eliyle a ldığı bu kağıda gayet
ehemmiyetsiz bir şeymiş g ibi baktı . Sonra sol undaki mavi
sorguçlu genç mabeyincisine verdi . Elçi yine gözleri yerde,
geri geri gitti. Ortadaki neferin omzundan topuzu attı. Bu
gayet ağır, altın yaldızlı, sarı parlak kabzal ı bir aletti . Yere
bakarak yürüyor, gü lümsüyord u . Bütün gözler hareketini
takip ediyordu. Tahtın önüne geldi. Ansızın . . . Gözle gö
rülmeyecek bir ça buklu kla havaya kaldırdığ ı bu müthiş to
puzu prensin elmaslı tacına öyle bir indirdi ki . . .
. . . Salo n u n içinde kimse kımıldayamadı. Hepsi oldu
ğu yerde dond u . Taş kesild i . Akabinde kafta n ı n ı n altın
dan büyük bir kılıç sıyıran elçi:
- İşte gördü nüz ya . . . İstiklal sevdasına d üşen asi ce
zası n ı buldu ! diye haykırd ı .
Gözleri alevlenmiş, boyu birdenbire bir dev kadar bü
yümüş, kavuğu sivrilmiş, düşük bıyıkları kabarmıştı. .. Bo
yar reisleri, zırhlı mu rahi pler, kah raman voyvodalar, can
sız gibi kımıldanamıyorlar, tahtında kafası ezilmiş ölü hü
kümdarları na baka baka titriyorlardı. Elçi salonun orta
sındaki askerlerine döndü:
- Hasan dedi, g it ka pıdan davu l çal . M u stafa ! Sen
de Ulahça nara at. Meyd a ndaki askerler hemen silah la
rını bırakıp teslim olsu nlar.
Sonra sanca ğ ı tuta n a da,
- Haydi çabuk, koş! Meydana sancağı dik! emrini
verdi.
-22-
- Baş üstüne ! . . . Baş ü stüne ! .. . diyerek üçü de koşa
rak d ışarı ç ıkt ı .
Saray halkı karanlık duvarlara ya pılmış parlak, muhte
şem yaldızlı resimler gibi sessiz, sakin, canız duruyorlardı.
Hala içlerinden kimse kımıldanamıyordu.
Mum rengi çehrelerin şaşkı n g özleri ka rşısında, b u
tek Türk, kaftanının u z u n eteklerini omuzlarına attı . Kılı
cını kınına koydu . Uzandı, ezdiği başın üstünde d u ra n
kanlı topuzu a l d ı . Yere bı raktı . Sonra tahttaki ölüyü aşa
ğı çekti. Onun yerine oturd u .
Gayet sert b i r U l a h çayla:
- Haydi, padişah namına bana itaat edin ! ded i .
Sebebi bili nmez bir kork u n u n şaşırtıcı heyeca nıyla
dilleri tutul m u ş ku rt kü rkl ü zen g i n Boya r reisleri, büyü k
kılıçlı ces u r m u h a ripler, çel i k zırhlı voyvodalar, iki daki
ka evvelki h ü k ü mdarlarının daha soğu m aya n naşı n ı
çiğ neyerek, b i r a nda b i r d arbeyle bütü n Efla k'ı za ptedi
veren b u korkun ç Türk'ü n elini öpüyorlar, yüzüne ba
kamıyorla rdı .
Sarayın d ışındaki m uhafızlar d a , içeridekiler g i bi şa
ş ı rdılar. Korkudan kımıldaya madılar. S i l a hlarını yerle re
atı p tesli m oldular. Ya l n ız iki kişin i n , davul çalana, ''Teş
rifatı bozuyors u n uz ! " d iye k ı l ıç kal d ı ra n sarhoş kuman
danla, d o l udizg i n kaçmak isteyen birinci zabitin kelleri
uçuru ld u ! İşte bu kadar. . .
-23-
FORSA
- 28-
bağırışıyorlardı . İhtiyarı kolla rına g i rdiler. Kuş gibi deniz
kenarına uçurd ular. Bir sandala koyd ular. B üyük kadır
gaya çıkardılar. Askerin içinde, onun yaşad ı klarını bil
meyen, şöh reti ni d uymayan yoktu. Biraz güvertede
d urd u . Sevinçten kırk sened ir hasret ka ldığı yu rttaşların
görmekten şaşırmış, aptallaşmışt ı . Ayağına bir şalvar
geçirdiler. Sırtına bir kaftan attı lar. Başına bir kavu k koy
dular.
- Haydi, Bey' in yanına ! ded iler.
Kendini kadırgaya g etiren askerlerle bera ber büyük
geminin kıçına doğru yürüd ü . Siya h , pala bıyıklı, sırmalı
esvabının üzerine demir, çelik zırhlar giymiş, iri bir ada
m ı n karşısında d u rd u .
- S e n ka pta n Kara Memiş m i si n ?
- Evet, ded i .
- Hızır Aleyhissela m'ın geçtiğ i yerlerden geçen sen
misin?
- Ben i m .
- Doğ ru m u söylüyorsu n ?
- N e ya lan söyleyeceğim ?
- Aç bakalım sağ kolun u !
İ htiyar, kafta nı n a ltında kol u n u çıkard ı . Sıvad ı .
Sey'e uzattı. Pazusunda haç şeklinde derin b i r yara izi
vard ı . Bu yarayı, g ecesi a ltı ay süren bir adadan ka rı
sını kaçı rırken almıştı . Bey ellerine sarıld ı . Öpmeye baş
ladı .
- Ben senin o ğ l u n u m ! ded i .
- Turg ut m u s u n?
-29-
- Evet.
- 30 -
D İ YET
-35-
Geceleri sa rhoş olan b u serseriler, ı rz d ü şmanla rından,
h ı rsızlardan u ğ u rsuzlardan daha korkunçtu . Kendile
rinden başka d ışarıda bir gezeni yaka l a d ı l a r mı, da
ya ktan canını çıkarırl a rd ı. Ama , ona kötü m uamele et
mediler. Kom utan olan:
- Ali Usta , sen deli mi oldun? dedi.
- Yok . . .
- Böyle gece yarısına ya kın değil, hatta yatsıdan
sonra soka kta , bi r de böyle şehir kena rında k i msenin
dolaşmasına ağa m ızın razı ol madığını b il miyor musunı
- Bil miyoru m .
- Ee, ne a rıyorsun bu ra la rda?
- Hiç . . .
- Nası! hiç? . . .
Koca A!i, yine cevap vermedi. M u hafızl a r, onun
na m u s l u bir adam olduğunu bil iyorlard ı . H ı rpalamadı
lar. Ya lnız:
- Haydi evine g it, dolaşma, dediler.
Geldiği yollardan hızlı hızlı dönen Koca Ali, ruhun
da bi raz önceki d uyg u lan tekra rl ıyord u . B ü l b ü l ler kes
kin keskin ötüyor, uzaktan mand ı ra l a rın köpekleri hav
l ıyorl a rd ı . Soka kta hiç kimseye rastg elmedi. D ü k kanı
nın önene gelince d u rd u . Bacasının ü stündeki leylek
uyumamış, kefenli bir hayal gibi aya kta d u ruyord u . Ka
pısı ara l ı kt ı . Çıka rken sıkı sıkıya kapadığını hatırladı :
- Tuhaf. Rüzgar açmış olaca k! dedi.
Dü kkanında örsü ile çekincinden başka kıymetli bir
şeyi yoktu . B unla r d a çalınmaya değ mezd i . Kimsenin
işine yaramazdı ki, hı rsız d a aşırmak za h metine girsin.
-36-
İçerden kapıyı s ü rg ü led i . M u hafızla rın m ü d a ha lesi
canını sıkmıştı . İşte, şeh i rde yaşa mak da, bir türlü esir
l ikti . Dağ başı nda, köyde de sanatı g eçmezdi . Birden
a ğ ı r bir yorg u nl u k duyd u . Kand i l i ni ya kmaya üşend i .
Oca ğ ı n sol u na gelen a lça k yatak dola b ı na e l yordam ıy
la çıktı . Yata ğ ı na uzand ı . Uyuya ka l d ı .
Bir g ü rü ltüyle sıçraya rak uyand ı . Kapısı vuru luyor
d u . Uyku sersem l i ğ i i l e :
- Kim o? d iye haykırd ı .
- A ç çab u k ! . .
-37-
kesmişler. Meşin keselerin içindeki pa ra l a rı a larak bir
ta nesini de oraya b ı rakmışlar.
- Bana ne?
- O keselerden bir tanesini de, bu sabah senin
d ü kka n ı n önünde b u l d u k . Sonra . . . Şu eşiğe ba k . kan
lekeleri va r !
Koca Ali, ka maşan gözleriyle ka pısı n ı n temiz eşiği
ne baktı. Hakikaten el kada r bir ka n lekesi s ü r ü l m üştü .
O, bu kırmızı lekeye dalg ı n d a l g ı n ba ka rken pala bıyı klı
a m ı r:
- Hem bu g ece, g eç va kit seni köprü n ü n üstünde
görmüşler. Orada ne a rıyord u n ? ded i .
-39-
çobanı öldü rseyd i n, o zaman kafa n g iderd i . Ceza, su
ça göred i r . Sen yal nız h ı rsızlık ettin . Kol u n kopacak .
H a k böyle ıstiyor. Şeria tin kestiği yer acımaz . . .
-43-
- B ıça kla rı bil iyoru m , ded i .
- H ay tem bel , rr. iskin hay ! . . Saba hta n beri n e ya p-
tı n !
Ceva p vermed i . Kapakları ç ü r ü m ü ş, b u küçü k, ha
i n yı lan gözlere d i k d i k ba ktı . İhtiya r beklemediği bu acı
bakışta n tedirgin old u . Sord u :
- Ne bakıyors u n ?
-45 -
ÇANAKKALE'DEN SONRA
- Kurtuldu, müjde!
- Erkek mi?
-52-
- Hayır, bir kız . . . N u r topu g i b i . . .
H ızla içeri g i rd i . Ka rısı n ı n başı uçuna koşt u . Saf g ü zel bir
kad ı n , pembe ipek perdeli beyaz yata ğ ı n ı n içinde, akşam za
m a n ı batan g üneşin veda eden rengiyle sararmış bir melek
g i bi sa kin, ha lsiz yatıyordu. Onu görünce g ü lü msedi. Yavaş,
ancak işiti lir, bir ses i l e :
- Ad ı n ı ne koya l ı m ?
- Ülkü. . .
Sonra titreyerek dönd ü . Kendisine uzattı kları ince, beyaz
bir kundağa sa rılmış kızına baktı . Üzüntü ve acı içinde g eçen
geçmişi n i , a k saçlarını, her şeyi bir anda u n uttu . Bu yeni do
ğan yavr u n u n yaşama henüz a ç ılm ış g ü nahsız, sakin gözle
rinde açık mavi bir .ü mit ayd ı n l ı ğ ı parlıyordu . Bu sonsuz ay
d ı n l ı ğ ı n öncesiz nurlarıyle bütün r u h u n u n dold u ğ u n u , tutuş
t u ğ u n u duyd u . Gözleri sevi nçten yaşard ı . Ru h u n a dolan n u r
l a r etrafı n ı da kapla d ı . Artık bu heyeca n tufa nı içinde h i çbir
belirli şekli görem iyor, ya l n ı z ka rısı n ı n -kendi ruhundan çıkı
yor sandığı- nazlı, tatlı ince sesi n i işitiyor g i b i o l uyord u :
- Ülkü. . .
- Ah, n e g üzel isi m !
-53-
BOM BA
-56-
dar haykı ra rak ağlamak, kendisini yerlere atmak, koşarak
Melina'nın evi ne gitmek, Boris'i bul mak, on un kol larına
atılmak istiyord u . Baba İstoya n, ka mburunu çıkarm ış, sa
kin ve sert bakışlarla sigarasını çekiyor ve sol elinin orta
parmağı ile burnunu ka rıştı rıyord u . Harap ve eski saat,
durmuş ve sanki yeniden kendi kendine işlemeye başla
mış gibi, hazin tik - taklarını tekra r işitti riyordu . Tutuşa n
od unlar yine oda n ı n içine kırmızı gölgeler, kırmızı hayal
ler doldu ruyor, soğ uk rüzgar va hşi, daha hain esiyor,
pencerenin ka pağ ını daha fazla sa rsıyord u . Magda, Bo
ris'i düşün üyor ve gizli g izli h ıçkı rıyord u . Ka lbi şişiyor,
göğsü nü acıtıyord u . Dışardan uza k köpek sesleri işitild i .
Bunlar m utla ka komşunun köpekleriydi. Birden başını
kaldırd ı . İ şte Boris çıkmış olaca ktı . Köpekler havl ıyordu.
Din ledi. Oh, Boris geliyord u . . . Birkaç daki ka kım ıldamadı,
öyle ka ldı.
Ş i m di köpek sesleri yakla şıyord u . Kendi köpekleri
de havlıyord u . F a ka t niçi n ? . . . Boris'e niçin h avlıyorlar
d ı ? Acaba ya n ı nda bir yaba ncı m ı va rd ı ? Köpek sesleri
d a h a da ya klaştı. M a g da ayağa ka l ktı . Pencere n i n ya
n ı n a g itti . Ka pıyı a ç maya cesa ret edemiyor, bili nmez bir
korku onu hareketsiz bırakıyordu. Köpekler pek yaklaşmış
lardı. Ayak sesleri işitiliyordu. Magda'nın kalbi durdu. Nefe
si kesildi . Kendinden geçti .
Kapı bird e n bi re vuru l m uştu . B a ba İstoya n sıçra d ı ve
sigarasını d ü ş ü rd ü . M agd a e l i n i kalbinin üstüne koyd u .
Omuzlarını kaldırdı. Boyn unu içeri çekti. Kapı tekrar ve
daha şiddetli vuru ld u . Baba İstoya n kalktı. Pencereye
doğ ru yürüdü . Kuvvetsiz bir sesle:
-57-
- Kim o? . . . dedi .
Dışardan anlamsız bir ses cevap verdi :
- Aç Baba İstoyan, biziz. Konuşmaya geldik! Korkma !
İhtiya r tereddütlü ve korkak, tekrar sord u :
- Siz kimsiniz?
- Kapta n Raçof, Pançe, Sandre . . .
İ htiyar yıld ırı mla vuru l m uş gibi dondu, ka ldı. Bunlar
m üthiş, ka nlı, merhametsiz ve gaddar kom utanlardı.
Namları bütün ova köylerini titretiyord u .
İ htiyar b i r hayal gibi kapıya yürüdü. Açtı. Uzun boyl u
kahvereng i giyimli bir adam görü nd ü . Gözleri küçük ve
ka nlıyd ı . Zayıf, gayet çi rkin bir boynu vardı . Baba İstoya n
ya lnız Bulgar köylülerine has olan o esir ve mazlum tavı r
ile eğildi, yine bu köylülere has olan o çolak ve sahte se
la m la Voyvodayı sela m ladı.
- Buyru nuz Gospodin ! ded i .
Raçof'un arkasında i k i kişi daha vard ı . Bunlar d a man
liher tüfekleriyle donan mışlard ı . Bellerinde ve göğ üslerin
de çaprazvari fişekler bulunuyord u . Bir tanesi kısa boylu
esmerdi . Diğeri Raçof gibi sa rı, fakat daha genç ve daha
az çirkindi. Magda'nın gözleri açılmış ve yüzü bembeyaz
olmuştu . Koştu, Raçof'un ayaklarına sarı l d ı . Öpmeye baş
ladı . Ağ laya rak yalvarıyord u ·
-- Gaspodin ı Boris nerede? Ah, Boris nerede?
Raçof, ayaklarına kapanmış güzel kadının ipek saçları
nı, veremli ve çam u rlaşm ış yılanlara benzeyen parmakla
rıyla okşaya rak:
-58-
- Kalk sosya l itst, ka l k, d ed i . Ş i mdi Boris'in g e l i r. Biz
işimizi kon u şa l ı m . . .
Ve yürüdü. Magda yerde kalm ıştı. Ya nındaki sandalye
ye tekl ifsizce otu rd u . Masanın üzerine tüfeğ ini koydu .
Öbürleri de karşısında otu rd ular. Esmer ve kısa boylunun
elinde siya h beze sa rılmış yuva rlak bir şey vard ı . Onla da
tüfeklerini masanın üzerine koyd ular ve siya h beze sa rılı
yuvarlak şey de tüfeklerinin ya nına kond u . Raçof, Baba İs
toyan'a dönd ü :
- Gel bakalım çorbacı, ded i . Karşımızda otur. Seninle
konuşacağ ım. Magda, sen de şöyle ya nıma gel ! Baban ak
silik ederse size kötü m uamele ya pmaya lım.
İkisi de tereddüt etmed i . Baba İ stoyan , Raçof'u n kar
şısına otu rd u . M agda da ya n ı na. Baba İ stoya n iyie a p
ta l laşmıştı . Gelini, oğ l u n u n nerede old u ğ u n u bunlara ni
çin soruyord u ? B u na a kı l erd i rememişti. Boris evde de
ğ i l miyd i ?
Raçof cebinden bir tabaka çıkardı. Ortaya koydu. Bir si
gara ya ptı . Magda seri bir hareket:ie kalktı . Sonra ateşi oca
ğa attı . Yine kalktığı yere oturd u . Raçof bi rkaç nefes siga
rası ndan çekti . Ve dumanlarını seyred erek.
- Ey, b a ba İstoya n, ded i . Ş i rn d i evvela bize söz ver
ki; çok za h met etmeyeceksin ı Uzu n lafın kısas i : Va kit
geçirmeye l i m . . . Sekiz yüz l i rayı : etir.
İ h tiya r titred i . Altmış senc� d i r < ı kada r tasa rruf ve ezi
yet i i e kaza n ı lmış b ı r m a l ı n seme : esi . B ı riki m i . . . Tü m ü . . .
Şimdi böyle b i r anda isten iym::. ı Deli olaca ktı _ i nka r
etti :
- H a n g i sekiz yüz l i ra ? . . .
Voyvoda g ü l ü msed i . Kirli ve kırık d işleri göründü .
Tekra r sigarasını çekt i . Başını sa l la d ı :
- Anlaşı ld ı . Demek za hmet edeceksin. Mutlaka daya k
yemeden, ayakların ya nmadan, tırnakla rın çıka rılmadan
söylemeyeceksin! Eğer yine söylemezsen oğ lun Boris bi
zim elimizdedir. Onu keseceğiz. Evini de yakacağ ız. Yine
seni ra hat bırakmayacağ ız.
Baba İstoyan önüne bakıyord u . Oturdukları evi bile sat
mışlardı. Bu sekizyüz lirayı verirse muhakka k açlıktan öle
cekti . Bir eşeği bile ka lmamıştı . Magda, Boris'in kesileceğin
den bahsedildiğini duyu nca ağlamaya başladı. Tekrar Kap
tan Raçof'un ayaklarına ka pandı:
- Affet Gos pod i n, Boris'i affet . . . ded i .
- G üzel kad ı n ! Sen d e a maca hizmet etmed i n . B u-
rada ikiniz de bizim için ça l ışaca ğ ı nız yerde babanıza
mallarını sattırı p kaçmak istedi ni z . Sizin için milleti n
verdiği pa rayı ça l mayı a rz u etti niz. İ şte biz b u na m ü sa
de etm iyoruz. E l i n izden pa ra l a rı a la ca ğ ı z . B u radan bir
yere gidemeyeceksiniz. Bizim için çalışaca ksı nız.
Ve ilave etti :
- Haydi, Boris'i ni seversen pa ra l a rı g etir. B a ba İ sto
ya n i nat ederse sevg il i n i n kafası kesilecek. B i r daha
onu ömrü nde göremeyeceksi n .
Magda, Boris'in öldürül mek ihti malini düşündükçe deli
olacaktı . Kalktı, ağalayarak Baba İstoyan'a sarı ldı:
- Ver babacığ ım, ver. Biz genciz . Boris'le çal ışır, yine
kaza nırız. Söyle nerede, gideyim , getireyim.
-60-
Raçof ve a rkadaş l a rı Magda'nın yalvarmasını seyre
diyor ve g ü l üşüyord u . B a ba İ stoya n ta m a m ıyla a pta l
laşm ıştı . Sanki hiç sözle ri d uymuyor, m a n a l a rı a n l a m ı
yord u . Cimri köy lü için ölmek, bu pa rayı vermekten da
ha çok iyiyd i . Magda ya lva rıyord u . B i rden Baba İ stoya n
baş ı n ı ka ldırd ı . Raçof'a dedi k i :
- Ka pta n, bari y ü z l i rasını bir e v a l m a k içi n b a n a bı
ra k. Son g ü n lerimde açı kta kal mayayı m .
Raçof reddetti :
- Hayı r, yüz lirasını d a bırakamam. Oğlun genç, çalışır.
Seni besler. Hayd i getir diyoru m . Vakit geçiyor.
İ htiya r tereddüt ediyor. Magda ya lva rıyord u . Raçof
bir işaret etti . Kısa boy lu esmer, tüfeğ i a ldı, d i pçikle ih
tiya rın sırtına dehşetli bir d a rbe indirdi. Raçof da ayağa
ka l ktı. Şiddetle sord u :
- Hayd i , Baba İstoya n, dayağa başlayacağız. Ayak
larını ateşe sokacağız. Va kit geçiyor. Pa ra l a rı g eti re
cek misi n ?
Magda gözyaşları içinde çırpınıyor ve ihtiyara sarılıyordu.
İhtiyar hiçbir şey söylemedi. Başını salladı. Yattığı odanın ka
pısına gitti . İçeri girdi. Bir dakika sonra kırmızı ve ağır bir çı
kın ile geldi. Masanın üzerine bıraktı . Haydutlar parayı bu ka
dar çabuk elde ettikleri için sevindiler. Raçof hemen çıkını aç
tı . Saymaya başladı :
- Aferin, B a ba İ stoya n , d iyord u . Zah met vermed i n .
Ş i m d i bize şarap çıkar, eğlenel i m .
Paraların say ı l ması bitti . Raçof l i ra l a rı ü çe ta ksim et
ti. Arkadaşla rıyla çanta l a rına koydu l a r:
-6 1 -
- H a n i şarap, hani şara p ? d iye h aykı rd ı l a r .
Magda ayağa kalkt ı . Ambarın küçük kapısına koşt u.
Açtı ve içeri g i rd i . Ü ç b ard ak ile bir testi ş arap getird i .
H ayd utların ö n ü ne koydu . Sonra tekra r a m ba ra girdi.
M ezelik bibe r ve t u rşu çıka rd ı . Komu ta n l a r birbiri üze
rine aceleyle içiyorla rd ı . Raçof:
- Böyle mezeye l ü z u m yok, dedi . B i z cansız meze is
temeyiz . . .
B u sözden birşey anlamayan Magda'yı belinden tuttu
ve öpmek istedi . Magda karşı koydu ve ağlamaya başladı.
Raçof genç kadını bırakmayarak diyordu ki:
- Yanaklarından m eze a lacağ ı m . Sen sosyalist değ il
misi n ? Sosyal istle r her şeyde o rta kl ı k isterler. Ben de
ya naklarına Boris'le ortağ ı m ! . . .
Magda çırpınyordu . Raçof çirkin ve g ü r sesiyle:
- Eğer böyle m ü nase betsizlik edersen Boris'ini göre
m ezs i n . Onu keseriz, d ed i .
M a g d a b u sözü işitince tekrar h ıçkı rmaya v e Raçof'a
yalvarmaya başl ad ı . Artık Raçof o n u n taze ya nakların
dan bol bol öpüyo rd u . Kadeh kadeh içiyor ve tekra r
öpüyord u . Arkadaşları na .
- Siz de meze a l ı n ı z be ! . . . d ed i .
Cansız bir y u m a k g i bi Magda'yı onların kuca ğ ı na at
t ı . Bu iki kuvvetl i h erif, bu nefis kadına yapıştılar. B i r ta
nesi eteklerini ka ldırmak istiyord u . D iğHi d a ha fena
sa rhoştu . Dişleriyle, avucu n u n içinde tuttuğ u bu g üze!
başın ya nağını ısırmı ştı . Magda b irden hayki rd ı . Ve ku
caklarından ku rtu l d u . Sağ ya nağının iki yeri nde:ı kan
- 62 -
a kıyord u . B a ba İ stoya n b u manzarayı görmemek için
ocağın kenarına çömeldi ve başı nı avuçl a rı n ı n içine a l
d ı . Gözleri ni ateşe d ikti . Magda elini yanağ ına koym uş
tu . Parmaklarının arasından kan sızıyor ve ağlıyord u .
Haydutlar b u g üzel kadının kan içinde ağlamasına ba ka
rak sanki zevk d uyuyorlard ı . Hepsi susuyorlard ı . İ htiyar
saat bu tecavüzden etkilenmiş g i bi yine tik taklarını işit
ti riyor, rüzgarın g ü rültüsüne horoz sesleri ka rışıyord u .
Raçof sözde acı d ı :
- Ağ lama M a g d a , d ed i . Şi mdi Boris'in g e l i r . Orasını
öper. Acısı kalmaz. Hayd i ben mandolin çalyı m, bize
biraz rakset.
Ve ocağın ya nı ndan mandolini a la ra k bir pol ka çal
maya başlad ı . Magda:
-· Ben oyna mak bilmem ka pta n ı d iyord u .
Raçof ka l ktı . Magda'nın yanına g itti . Kulağ ı na sert
ve va hşi bir sesle :
- E ğ e r oynamaz, neşemizi kıra rsan, Boris'i göremez
sin, gider keseriz . . .
Magda'nın bütün vücu d u sarsı l d ı . Gözleri nin yaşı
dindi. Ve acıklı bir sesle:
- Oynamıyoru m , ah Boris . . . ded i .
Raçof oturd u . Mandolini çalmaya başlad ı . Diğer iki
haydut, du rmadan içiyorlar ve g ü lerek Magda'nin oy
nayışını seyrediyorlard ı . Ya nağından akan ka n beyaz
boynu na gidiyor, ona tekra r hayata gelmiş bir şehit
ma nzarası veriyord u . ı sı ra n haydut, başka bir a rzu be
lirtti :
-63-
- Kapta n , dede eteklerini ka l d ı rs ı n , öyle oynas ı n .
Baca klarını göreli m .
Raçof, Magda'ya döndü.
- H aydi Magda b u n u da ya p ! B a ca kla rı n ı görs ü n
l e r ! Artı k gidel i m , Boris'i n i gönderel i m . . .
Genç kadın bi r d u rd u . Baba İ stoya n'a bakt ı . Yüzünü
ateşe d i kmiş, o n l arı hiç g örmüyo rd u . . . İşte b u herifler
a rtık n a m u s u n u da tehdit ediyorl a rd ı . La kin Boris'i teh
l i ke içindeyd i . Eğer a rzularını ya pmazsa , o kadar sevd i
ğ i Boris'i kesilecekti. B i r daha o n u n k u m ra l ve g ü r saç
larını, mavi gözleri n i , küçük ve k ı rmızı dudaklarını, tat
l ı tebess ü m ü n ü göremeyecekti . Gözlerini kapadı ve
etekleri n i kaldırd ı . Ça l ı n a n pol kaya aya klarını uyd u ra
rak sıçra maya başlad ı . H aydutla r çoştu l a r. Kapta n da
h a şiddetle ve çoşku ile çal maya başlad ı . Diğerleri yer
lerinde otu ra m ıyorla r, bu beyaz ve dolg u n baca klara,
onların atılışlarındaki şehvete cazip, tah ri k edici ha re
ketlerle ba ra ka k birbiri n i n boy n u n a sarıl ıyor, itişiyor,
ka kışıyorl a rd ı . K al ktı l a r. Raçof' u n ya n ı n a g itti ler. Kula
ğ ı n a bir şey fısıldad ı l a r .
Raçof:
- O l u r ama, va kit geçti ! Sabah oluyor ! Geç ka ldık!
ded i . derin, hayva nca, ta hri k edici bir h ı rsla g üzel kadı
na baktı ve :
- Ah, vakit olsayd ı ! . . . d iye tasa l a n d ı .
Ka l ktılar. Tüfekleri n i omuzlarına geçirdi ler. Sarhoş
tular . Ad ı m la rı b i rbi rine karışıyord u . Raçof:
- All a ha ısmarladık, Baba İstoya n ! ded i .
- 64-
İ htiya r köylü sanki ö l m ü şt ü . H i ç cevap vermed i .
Magda tekrar hayd u d u n aya kl a rı na kapa n d ı :
- Aman Kapta n, Boris'imi gönder. İ şte, her şeyimi a l d ı n ız.
Eğer o gel mezse açlıktan ve ü m itsizl i kten ölürüz. Bize acı. Bi
ze merha met et. . .
Raçof g ü l d ü :
- M utlaka gelecek, m utlaka ! . . . Daha çabuk gelmesin i isti
yorsa n, şu ka nlı ya nağından bir buse ver.
Mağda h ı rs l a geri çeki ldi . Hayd ut tekra r kad ını tutt u .
Zorla kanlı yanağını öpt ü . Yalandı. Dışarı çı kıyorlard ı . Kı
sa boylu esme r, bera ber g et i rd ikleri siyah beze sarılı şe
yi hatırladı:
- Kaptan d e d i , bombayı n e yapacağ ız?
Raçof bir a n d ü şü n d ü . Geri d ö n d ü .
- M a g d a , bana bak ! d e d i .
M a g d a y i n e bir h a ksızl ığa uğ rayaca k za nniyle titred i . Fa
kat bu haydut nazik ve insancıl i d i :
- Şunu g örüyor musun, Magda? B u işte b ir bom
badır. Eğer d i re n i p parayı vermeseyd i n iz, sizden yine
zorla alacak ve ceza olarak i ki n izi bir a raya bağ layacak,
bu bom bayı patlatacaktı k . Fa kat siz a kı l l ı l ı k ettiniz. B i
ze za hmet vermed iniz. Cezaya gerek kalmad ı . Şimdi
senden b i r rica m va r. Bu bombayı bana saklayacaksı n .
Sakın ja nda rma l a ra fi l a n verme. Nasıl, ka b u l ediyor
m u su n ? Ben g i d i p hemen Boris'ini b ı ra kayım . . .
Magda ü m it ve istekle ceva p verd i :
- Ka b u l ediyorum Gaspodin ı Allah aşkın ıza hemen Bo
ris'i m i gönderiniz.
-65-
Raçof tekrar sordu:
- Göndereceğim, fakat bu bombayı sadakatle saklayacak
mısın?
- Saklayaca ğ ı m .
- Nerede?
- Kendi çeyiz sandığı m d a . En gizli, en değerli yer-
de!
- B ravo ! M e m n u n oldu m . Öyleyse Allahaısmarla
dık!
Hepsi, g üzel kadının elini şiddetle sıktılar ve kapıdan
çıktılar. Dışarısı hafifçe ağarıyor, esmerleşiyordu . Köpek
ler havlamaya başladılar. Koyu gölge halinde dura n uzak
binaların a rasından g id iyorlar ve bir şarkı söylüyorlardı .
Ah ! Şimdi Boris gelecekti . Genç kadın, açılmaya başlayan
geceye bakıyor, köydeki bütün horozların birbirlerine ce
vap verir g ibi öttüklerini d uyuyord u . Kal bi şiddetle atıyor,
Boris'ini bekliyordu . Uzaklaşan hayd utlardan biri haykırd ı .
B u , u ğ u rsuz v e ku ru ntul u bir kabus tehdidi g ibiyd i :
- Hey, Magda, d ikkat et, bomban patlayaca k !
Horozların b i rl i kte ötüşleri rüzgarı sönd ü rmüş sanıla-
caktı . Uzakta samanlıkların üstünde ya lancı bir aydınlık,
mor gözlerini açıyord u . Genç kadın şuursuz bir şekilde
düşünd ü . B u haydutla r her şeyi, akla gelmeyen vahşilik
leri yapabilirlerd i . Bu bombayı ateş a lması için, saniyeli
fitilini aya rlam ış, öyle bırakmış olabilirlerd i . Şimdi b irden
patlayacak ve zavallı B orisciği gelince yıkılm ış bir evle,
tanınmaz kanlı et ve kemik pa rça la rından başka b ir şey
bula mayacaktı . Ani bi r hareket ile bu felaket oyuncağı-
-66-
nı kaldırmaya koştu. Masanın orta yerinde d uruyord u .
E l i n i uzattı . Kaldırd ı . Öbür eliyle altından tutmuştu . l l ı k
b i r ıslaklık hissetti . E l i n e baktı: Kanlanm ıştı . Kan ! . . . Son
ra bu tehlikeli ve tah min ettiği kadar ağır olmayan bom
bayı ön üne koydu . Kad ranını, fitilini görmek istiyord u .
Yavaşça çevirdi . Siyah bez kandan kıpkırmızı olmuştu.
O bezi de çözdü . Kumra l saçlar m eydana çıktı , baktı,
baktı, dikkatle baktı . . .
Ve birden öyle m üt hiş, öyle keski n, öyle feci, öyle
korkunç bir nara attı ki, oca ğ ı n başındaki B a ba İ stoyan
sıçradı ve gelinine koştu. Zavallının g özleri çerçevesin
den çıkmış, karışık saçla rı d i m d i k o l muş, o muzları geril
m iş, iki eliyle tutt u ğ u bir şeye hayret ve deh şetle bakı
yord u . Dikkat etti . O tutt u ğ u şey, oğl u n u n ; g üzel ve
k u m ral Boris'in vücudundan koparılmış kesik ve kanlı
kafası idi . .
.
-67-
KIZ I L E LMA N ERESİ ?
-72-
B i l g i n d ü ş ü n d ü . Ö n ü ne baktı "Yok" d iyecekt i . Fakat,
işte sefer eğ lenti ya pmaya başlayan büyük ord u n u n
ka rgaşası içinde "Kızıl E l ma'ya " n a ra l a rı bi rbiri a rkasına
ça ka n şimşekler g i bi g ü rl üyord u . Asker ya l nı z sefere g i
deceğ i, m u h a re beye g i receği za m a n değ i l , hatta şı
mard ı ğ ı , isya n ettiği va kitlerde bile b u na rayı savu r m u
yor m uydu ? B u daima taşa n , ka ba ra n , coşa n b i r kuv
veti n ne old u ğ u b i l i nmeyen bi r a macı idi. Daha med re
sede m i n i m i n i b i r çocu kken sipahi, yen içeri bölü mleri
n i n bu na rayı bastı kları n ı işitird i . B u n u iyice hatı rlıyor
d u . Ama a sl ı n ı n ne old u ğ u n u merak edip öğ ren memiş,
okud u ğ u metinlerde b u isme dair b i r şeye rastgel me
mişti . Yutk u nd u . Ö n ü ne bağ l ı d u ra n ellerini sı ktı . Artık,
"Kızıl E l ma geleneklerim izde yokt u r" d iyemezd i . Çün
kü . . . İşte . . . d uyuyord u !
- Va r pad işa h ı m ! dedi.
- Öyleyse "açıklaması" da va r.
- 73-
- !...
-74-
Herkes ö n ü ne bakıyor, ya nlış bir söz söylememek
için kimse ağzını açmıyordu . Yalnız İskender Paşa :
- Padişa h ı m ! ded i , kazaske r kullarının i l i m le ri kita p
ta ndı r ! Vezir k u l l a rı n l a , biz kölelerine gelince . . . Öyle
derin alimlerden deği l iz ! i şte ne kadar bilgisiz oldu ğ u
muz yüce sorunuzla m eydana çıkt ı . " B i r a l i m i n bilmedi
ğ i n i bir a rif bilir" derler. İ rade buyuru n . B i r a rif bula l ı m .
O n a sor u n :
- Arif k i m d i r ?
- Bilmeyip sezendi r, padişa h ı m .
S o n r a İ s ke n d e r P a ş a , s a f b i r askerin basit m a nt ı ğ ı
ile " K ı z ı l E l m a , Kızıl E l ma ! " d iyen h a l k ı n m utlaka b i r
ş e y d i led i ğ i n i , k u ş l a r ı n ötü ş ü n d e b i l e ken d i d i llerin ce
b i r a n l a m o ld u ğ u n u söyledi . Kısa boylu , i n atçı kazas
ker h a l k ı n n e söyled i ğ i n i , n e i sted i ğ i n i asla b i l e m eye
ceğ i n i tekra r i d d ia ett i . Pad iş a h İskender Paşa'ya , çı
k ı p g iz lice o rd u n u n içine g i r m es i n i , g österi a l ayında
b a ğ ı ra n l a rda n rastgele ü ç kişi t u t u p h u z u r u n a getir
m esi n i söyled i . İskender Paşa ç ı kı nca padişah kazas
kerlere "geleneklerle i l g i l i " ayrı ayrı Ara pça sor u l a r
sormaya başlad ı . Vezirlerle beylerbeyleri a n l a ma d a n
d i nl iyorl a rd ı . İskender P a ş a b i ra z sonra ç a d ı r a g i rdi :
- Ü ç kişi tuttum, padişa h ı m ! ded i .
- Evvela bir tanesin i getir baka l ı m .
-75-
İ skender paşa, çad ırın dehşetinden ü rkerek sapsarı
kesil miş, dağıl mış, tirtir titreyen bir a d a m ı içe ri soktu .
Bu uzun boylu , pala bıyıkl ı , kuvvetli bir g a ri pti . Orduda
ayak ka bı boyacılığı yapan serserilerden b i riyd i . Çadı r
d ışındaki kapıcıların öğ rettikleri g i bi tahta doğru gitti .
Yeri öptü . Ayağ a kalkmadı. Koll a rı göğsünde bağlı, di
züstü kal d ı . Padişah sord u :
- "Kızıl E l m a , Kızıl E l ma" dersi niz, b u neresi ?
Garip, işled i m sandığı suçta n beraat i çi n :
- He rke s ba ğ ı rı r padişahım. Ben de bağırdım, dedi.
,
-78-
BAŞ I N I VERMEYEN Ş EHİT
- 80 -
Askerler başlarını, tepelerinden gelen sese doğ ru
ka ldırdılar . K u ru Kad ı'dan hepsi çeki n i rlerd i . Gayet sert,
titiz ve sinirli bir ada mdı . Adeta , deli g i bi bir şeyd i . Sa
bahtan a kşama kad a r namaz kılar, zi krede r, geceleri
hiç uyu mazd ı . Daha yatıp uyud u ğ u n u kalede gören
yoktu . Vali Ahmet Bey ona "bizim yarasa" derd i . Zava l
l ı n ı n "daCısseher" denilen hasta l ı ğ ı n ı bu olağanüstü h a
l i ne de yoranl a r va rdı . Tekrar bağ ı rd ı :
- Hayd i , a rtı k a kşam ol uyor, içeri a l ı n onları .
-8 1 -
- Hey, çavuşbaşı . . . Hey !
Kuru Kad ı :
- Ya ra b b-el a lemin . . . d iye ellerini kal d ı rd ı .
B i r d uaya başlayacaktı . Deli Mehmet ya l ı n kılıç kar
şısına d i ki l d i . Pala b ıyıklı, göz gözlü, g eniş, beyaz çehre
si, yen i doğ m uş bir ay g i bi pa rlıyord u :
- Duayı b ı ra k efendi, dedi, d i n uğruna savaşmak,
duadan hayırlıdır. Gel. .. Lütfet. Bize şu kapıyı aç. Ka l
bindeki korkuyu at. İ şte hepimiz hazırız. Şu aya ğ ı m ıza
gelen fırsatı kaçırmaya l ı m .
Kuru Kadı'nın elleri aşa ğ ı d üştü . Deli H üsrev de a r
kadaşının yan ı na sok u l muştu . Bütü n gaziler bu iki deli
ni n a rkasına üşüştü . Sanki hepsi b i r anda deli oldu l a r.
Hepsi b i r a ğ ızdan:
- Aç bize kapıyı, aç . . . d iye bağırmaya başlad ılar.
Kuru Kadı'nın iri, patla k gözleri yaşard ı . Yüzü sapsa
rı old u . Uzun, siya h saka l ı kımı ldad ı . İki deliyi bile titre
ten , bütü n g azilerin saçlarını ü rperten, i l a h i bir a ğ ıt ka
dar tesirli sesiyle haykırd ı :
- Meyda n erleri ! Ey mertler ! Padişah ı m ız Süleyman
Gazi aşkı na şu söz ü m ü d inleyiniz: Benim a macım sizi
savaşta n menetmek değ ildir. B u g ü n can, baş feda ol
s u n . . . Lakin ya rın kurban bayra m ı . . . Fa kat bakınız mak
sadım ne? B u g ü n Cuma . . . Hem de arefe . . . B u g ü n hacı
ları mız Arafat'ta, diğer m ü'minler ca milerde bizim g i bi
-85-
gazilerin başarısı için dua etmekteler . . . B u ndan şü phesi
olan var m ı ?
- H ayır.
- H ayır, asla . . .
- H ayır.
- O halde m ü nasip olan b u d u r ki, biz de n amazları-
mızı kılal ı m . Gözleri mizin yaşını dökeli m . D u a edelim .
Birbirim izle helallaşa l ı m . Sonra savaşa g irişe l i m . Kalan
larımız gazi, ölenlerimiz şehit olsu n ! D ünyada iyi nam
ile anılalım . . . Ahirette Peyg a m berimizin bayrağı a ltı nda
toplanalım . . . Ne dersiniz?
- Hay Hay.
- Anlaştık . . .
- Pekala !
Askerlerin hepsi buna razı old u . Öğleye kadar d u r
d u lar. Abdest aldılar, namaz kıldı lar, tekbi r çekti ler, he
l a l laştı lar. Kraçin'in askerleri sard ı kları kaleden yükse
len derin u ğ u ltuyu, hep teklif ettikleri "anlaşma" m ü na
kaşasının g ü rü ltüsü sanıyorla rd ı .
Ansızı n , uzaktaki Türk ku l elerinden atı l a n "işaret
topları" işitildi . B u , " Biz, dört nala gel iyoruz" demekti .
Kuru Kadı el iyle ka lenin ka pısını açt ı . G rijgal gazileri
"Alla h , Allah" nara l a rıyla m üthiş bir okya nus tufa nı g i bi
fışkı rd ı lar. İ ki koldan h ü c u m o l u n uyord u . Kollardan bi
risine Deli H üsrev, birisine Deli Meh met baş olmuştu .
Ovada, G rijg a l'e gelen yol l a rdan bir toz d u mandır
kalkıyord u . Nice bin atlı i mdada koşuyor sa nılırd ı . Düş
man bu hali görü nce şaşırd ı . İ ki ateş a rasında ka ldığ ını
-86-
anlad ı . H a l b u ki toz d um a n içinde yaklaşan l a r a ncak
beş on askerdi .
. . . Bozg u n başla d ı .
Deli Mehmet'le Deli H üsrev'in takımları d ü şm a n ı ka
çırmamak için iyice sa rıyord u . K u ru Kadı cü bbesin i at
mıştı . E l i nde kı lıç, yüreklenen gazilerin a rkasından yü
rüyordu . Deli H üsrev, bir sa rhoş g i bi Kraçin'in alayına
dalmış kesiyor, kesiyord u . . . İ na n ı l maz bir ça b u k l u kla
kaça n l a ra yetişiyor, i kiye biçiyord u . K u ru Kadı'nın g öz
leri Deli Mehmet'i a rad ı .
Bakındı, bakı n d ı .
G öremedi . . .
Aca ba o muyd u ? Yü reğ i ağzına geld i . Düşman safı
na karışıp kaynaşan kol u n arkasında i ri bir vücut yere
uzanm ıştı . . . Elli altmış adım kadar kend isinden uzaktı . . .
Siyah, yüksek atlı bir şövalye, uzun bir mızrağını bu
uzanmış vücuda sapl ıyord u . Durmadı, ilerled i . Koşa rken
ayağı bir taşa takı ldı. Yuva rlan ıyord u . Kılıcı ileri fırlad ı .
Hemen toplandı. Kalktı . Düşen kılıcını ald ı . Doğruld u .
Koşacağı tarafa ba ktı . Şövalye atından inmiş, mızrakladı
ğı şeh idin başını teninden ayırm ıştı . Bir anda, bu kestiğ i
baş elinde, yine siyah bir cin g ibi şahlanan atına sıçradı .
Kaçacaktı . . . Kuru Kadı bütün kuvvetiyle ona yetişmek
için koşarken , ba ktı ki solu nda Deli Hüsrev kalkanını sal
layarak, avazı çıktığ ı kadar bağırıyor:
- Mehmet, Mehmet ! . . . Ca n ı n ı verd i n ! . . . Başın ı ver
me Mehmet ! . . .
B u bağı rış o kadar m üthiş, o kadar tesirli, o kadar
- 87 -
ya n ı ktı ki . . . Kuru Ka d ı : "Va h ! Deli M e hmet'miş l " diye o l
d u ğ u yere dikildi ka l d ı . Durur d u rmaz, o a n , kırk a d ı m
kad a r ya klaştığ ı kesi k başlı ş e h i d i n yerden fırladığını
görd ü . N efesi tutu ldu . Şaşı rd ı . B u başsız vücut u ça r g i
bi koşuyord u . Kendi kel lesini g ötüren zırhlı şöva lyeye
yetişti . E liyle öyle bir vu ruş vurdu ki . . . H a i n hemen yü k
sek atından tepesi ü stü yuvarland ı . G ötürmek istediği
baş, elinden yere d ü ştü. Deli Meh met'in başsız vücudu
ca n l ıymış g ib i eğ i l d i . Yerden ken d i kesi k başını aldı. He
men oracığa, yorg u n bir kahraman g i bi uzan ıverd i . B u
n u K u ru Kadı'dan başka ki mse görmemişti ! H erkes ka
çan düşmanı kova l ıyord u . Ya lnız Deli H üs rev:
- "Yü z ü n a k olsun, ey yiğ it ! " d iye bağ ı rd ı .
Sonra Kuru Kad ı'ya doğru koşara k sord u :
- Nasıl, görd ü n m ü b u ka h ra m a n ı ?
- G örmed i n m i ? . . .
-88-
- Gaziler ka leye ! . . . bağı rışı duyuldu .
Dönen gaziler içinde kılıcından ka nlar damlaya n Ku
ru Kad ı , bir kaç asker ile d ışa rıda kaldı . Ya ra lı l a rı taşıt
tı . Şehit olanları sayd ı rd ı . B u nlar ta m on dokuz ka h ra
mandı. Düşman a ltmış dört ceset b ı ra kmış, diğer ö l ü
leri nin hepsini kaçırm ıştı. Kuru Kadı, sabahtan beri ye
mek yememiş, su içmemiş, d u ru p dinlenmemişti . . .
Toplattığı şehitleri kalen i n ö n ündeki meydana yığd ı rd ı .
Şehit Deli Mehmet'i n naşı n ı kendi b u ld u . Kesik başı
koltuğ unda, uyur g i bi sakin yatıyord u . Old u ğ u yerde
gömdürd ü . Sonra ya nı ndakileri g önderd i . Bu taze me
zarın başı na çöktü . Ezberden "Yasin" oku maya başladı.
Dışa rıl a rda ki mse yokt u , ya l n ız u za kta ka le kapısındaki
nöbetçi dolaşıyord u . Kuru Kadı oku rken, önü ndeki me
zarın birden yeşil n u rla tutuştuğ u n u g örd ü . Sesi kısıldı .
Dudaklarını oynata madı. Çeneleri kitlendi. B u yeşil n u r
içinde Deli Meh met'i n ka n l ı boyn u na sa rılmış beyaz ka
natlı bir mela ike, hem o nu n u rdan elleriyle okşuyor,
hem açık a l n ı n ı öpüyord u . Bu sıcak, bu yeşil n u r büyü
d ü . Taştı . Bütün alem bu n u r u n içinde ka l d ı . Kuru Ka
dı'nın g özleri ka maşt ı . R u h u ya n d ı . Kendinden geçti .
O nu ilk defa böyle derin bir uykuya dalmış gören
yoldaşları zorla ka l d ı rd ı rl a r. Koltuklarına g irdiler:
- Haydi, kapı kapanaca k dediler, içeri gir.
Kuru Kadı'nın d i l i tutu l m u şt u . Ceva p veremed i . Sar
hoş g i bi sallana sallana kaleye g i rd i . H a l a titriyord u . Pa
langanın içinde Deli H üsrev'in ya nından geçerken d u r
d u . Kulak verdi ; ağl ıyor m u , i nl iyor m u diye . . . Hayır,
-89-
Deli şıkır, şıkır, atı nı kaşa ğ ı lıyor, keyifli bir tü rkü söylü
yord u . Seslendi :
- H ü srev ! . . .
- Efendim ? . . .
Kapısı a çıldı . Kaşa ğ ı elinde, kolları paçaları sıva l ı , ba
şı kabak Deli H üsrev . . . Daha K u ru Kadı bir şey sorma
dan:
- Görd ü n m ü Deli Mehmet'in zevkin i ? dedi .
- S i z de benim g i bi b u radan görd ü n ü z m ü ?
- "İ nsa n ı n kendine g izlisi yoktu r."
Ka pıyı kapad ı . Yine türküsüne başla d ı .
- 91 -
mecbu r old u . Aradan epey za man g eçti . G rijg a l Kale
si'nde bile herkes Kuru Kad ı'yı u n uttu . Ya ln ız, yazdığı
desta n oku nuyor, hiç u nutulmuyord u .
O n i ki yıl sonra . . .
Zig etva r'ın ele geçirildiği a kşam ya ra l ı la r topla nı rken,
meşhur kahraman Deli H üsrev'in bir g ü l leyle pa rça lan
mış cesedi ya nında, uzun boyl u , ak saçl ı , ak saka l l ı , ye
şil cübbeli bir şehit buld u lar. Kıbleye karşı yüzü koyun
uzanmış yata n bu şehidin büyü k, yeşil sarığı henüz bo
z u l ma m ıştı . Üzerinde hiç bir silah yoktu . Yarası neresin
den olduğu belli değ ildi. G ü n lerce sü ren kuşatma esna
sında hiç kimse böyle bir adam görmem işti. İ nceden in
ceye a raştı rma ya pıldı. Kim olduğu bir türlü a n laşıla ma
dı.
O zaman b i r çok gazi ni n " Kayıp ord u s u ndan yardı
ma gelmiş biri" sandı kları bu şehit aca ba, G rijg a l Kale
si'nin o eski kendinden geçmiş, d iva ne Kad ı'sı mıyd ı ? . . .
-92-
AND
* *
* *
- 95 -
mutlaka şişi rirdi . Ben h iç dayak yememiştim. Belki i lti
mas ed iyorlard ı . Ya lnız bir defa B üyük Hoca kuru, ke
mikten elleriyle yalan söyled iğim için sol kulağ ımı çek
mişti . O kadar hızlı çekmişti ki, ertesi g ü n ü bile ya nıyor
d u . Kıpkırmızı idi. Halbuki ka bahatim yoktu . Doğru söy
lemiştim. Bahçedeki a ptest fıçısının musluğu kopa rılm ış
tı . Büyük Hoca bu kabahati ya panı a rıyord u . B u n u ya
pan mavi cepkenli, kırmı kuşaklı, hasta , zayıf bir çocuk
tu. Haber verd i m . Falakaya konaca ktı . İnkar etti . Sonra
diğer bir çocuk çıktı . Kendi kopardığını, onun kabahati
olmad ığını söyledi. Yere yattı. Bağ ı ra bağ ı ra sopları ye
d i. O zaman Büyük Hoca: "N için yalan söylüyor, bu za
vall ıya iftira ediyors u n ?" diye kulağıma yapıştı. Yüzünü
buruşturarak darıldı.
Ağladım, ağladım. Çünkü yalan söylemiyordum. Evet
musluğu koparırken gözümle görmüştü m . Akşam paydo
sundan sonra dayağı yiyen çocuğu tuttum:
- Niçin beni yalancı çıkard ı n ? ded i m . M us l u ğ u sen
kopa rma m ıştı n . . .
- Ben kopa rmıştı m .
- Hayır, sen kopa rmamıştı n . Ö b ü r çocuğ u n kopa r-
d ı ğ ı n ı ben göz ü m l e g örd ü m .
ısra r edemed i . Yüzüme ba ktı . B i r a n öyle d u rd u .
E ğ e r hocaya söylemeyeceğ ime yemin edersem, sakla
mayaca ktı . Anlataca ktı . Ben hemen yemi n etti m . M e
ra k ed iyord u m :
- Musluğu Ali koparmıştı, dedi. Ben d e biliyordum.
Ama o çok zayıf, hem hastadır. Görüyorsun, falakaya da-
-96-
yanamaz. Belki ölür, daha yataktan yeni kalktı.
- Ama sen niçin o n u n yerine daya k yed i n ?
- Niçin olaca k. B i z onunla a n d içmişiz. O bug ü n
hasta, ben iyi, kuvvetliyi m . O n u k u rtard ı m işte.
Pek a nlamad ı m . Tekra r sord u m :
- And ne?
- Bil miyor m u su n ?
- Bil m iyoru m ! . .
O zaman güldü. Benden uzaklaşarak ceva p verdi:
- Biz birbirimizin kanlarını içeriz. B u na 'and içmek'
derler. And içenler, ka n kardeşi olurlar. Biribirlerine
ö l ünceye kadar ya rdı m ederler, imdada koşa rla r.
* *
-97-
yata ca ğ ı m za ma n beni kuta raca ktı . Koca okulun için
de kend imi yapaya l n ız, a rkadaşsız, ki m sesiz sanıyor
d u m , a n neme fikri m i , her çoc u k g i bi bi riyle and i ç
mek i stediğim i söyledi m . Andı tarif ettim . Razı olma
d ı . "Öyle uyg u nsuz işler i stem em . Sakın yapma ha ! . . . "
d iye tenb i h etti.
* *
- 1 00 -
l a n d ı l a r . M ıstık'ı n k ü ç ü k fes, mavi yem e n i s i d ü şt ü . B u
b o ğ u ş m a b a n a p ek u z u n g e l d i . Titriyo rd u m . S o p a l ı
a m ca l a r yetiştiler. K ö p e ğ e o d u n l a r ı n ı n büt ü n k u vve
tiyle birkaç tane i n dirdiler. M ıstı k k u rtu ld u . Zava l l ı n ı n
koll a r ı n d a n , b u r n u n d a n ka n a kıyord u . Köpek, k uyru
ğ u nu bacakları n ı n arası n a sı kıştırm ış, a ğ zı yerde,
d ö rt nala kaçtı . M ıstık : " B i r şey yok . . . Acım ıyor . . . bi
raz çizildi . . . " ç.Jiyord u . Evi n e g ö t ü rd ü le r . B e n d e h e
m e n evi mize koşt u m . A n n e m e başımıza g e l e n i a n
lattı m . Abil Ana b e n i yere yatı r d ı . u z u n uzad ıya ka
s ı k l a rı m a , korku d a m a rl a r ı m a bastı. öyle b i r d ua o k u
ya ra k y ü z ü m e üfledi ki s a r m ı s a k koku s u n d a n a ks ı r
dım.
E rtesi g ü n ü M ıstı k okula gelmemişti . Daha ertesi
g ü nü yine gelmedi . . . Anneme, Ha cı Budaklara g idip
M ı stık'ı görmemizi söyled i m . "Hastaym ış yavrum" dedi,
"inşallah iyi o l u nca y ine oyna rsı nız, ş imdi rahatsız et
mek ayıptır." Onda n sonra ben her sabah M ı stık'ı iyileş
miş b u laca ğ ı m ü m i diyle okula g ittim .
Ama ne gezer . O h i ç gelmedi . . . Köpek kuduzmuş.
. .
* *
- 1 02-
M ÜJ D E
- 1 03-
çok uza ğ ı görm üyord u . G ü l ü ştük. Sanki şose nin kena
rında bizi d i nleyen b i r kulak va rmış g ibi yavaş bir sesle
konuşmaya başla d ı :
- Torpido fa lan olsa zaten ayd ı n l ı k g östermez.
- Ama bacasından bir kıvırcım çıksa yine görü n ü r.
- Tuta l ı m ki kenarda bir torpido var. Yold a n g eçen
her a ra baya ateş eder m i ?
- Eder ya . . .
Şai rlerin e n g enci ba na :
- Niçin edecek ? d iye sordu
Şaka ya pmak istedi m :
- Düşman, h e r a ra bayı cephane olara k ka b u l etme-
ğe mecburd u r.
- Yok can ı m . . .
- Ya a ra badakiler ya ra l ı l a rsa ? . .
- Ya ra l ı la r geceleyin, fa rla rı sönd ü r ü l m ü ş a rabalarla
g ötürülmez.
- Eey?
Ben:
- Gök taşı olmalı ded i m .
Gü lle, bomba, aydınlatma taba ncası olmadığ ına şüp
he yoktu ! Pek yü kseklerde tutuşmuş, pek uzaklara, pek
çok uzaklara düşmüştü. Ama kayan yıldız da değildi.
Çok büyük, çok renkli, çok görkemliyd i . Ardından bir sü
re sönmeyen a ltın bir iz bıra kmıştı . Genç şa irler araba
lardan atlıyorlar, gördü kleri şeyi n ne olduğunu ta rtışı
yorlar, bizi götü ren su bayı n iki ta rafı körü klü olan a ra
basında konuşuyorla rdı . Düz yolda a rabalar yavaş yavaş
g idiyord u . Bil mem ne kadar g itti . Göğ ü n biraz önceki
olağan üstü görüntüsü u n utuld u . Artık sabah olmuştu.
- 1 05-
Hafif şeffaf bir sis funda lıklara dolanıyor, güneşin dam
laları ya prakları ya ldızlıyord u . Ara balar sabah molası için
durd u . Asker kıyafetine girmiş, kalaba l ı k yaza rlar, genç
şa irler şoseye indiler. Sanki hepsi yoru lmuşlar, şimdi
ayakta durmuş, dolaşmak, d inlenmek istiyorlardı. Ben
daha arabadayd ı m . B i r ses işittim:
- Havaya bakı n, a rkadaşlar, havaya bakı n !
E ğ i l d i m . Gözleri m i yukarı ka l d ı rd ı m . H ava çok par-
lak, çok açık mavi, çok saft ı . B u l u t fil a n yoktu .
Aynı ses tekra r haykırd ı :
- B a k ı n "fethü n karib", g örüyor m u s u n u z ?
- Ne, n e ?
- N e ta rafta ?
- 1
* * *
- 1 07-
H ÜRRİ YET G ECESİ
- Basto n u n u n için kı rd ı n ?
Kekeled i m :
- Hiç . . .
- Hiç m i ? Ne demek? Sarhoş değilsin, aklın başın-
da ! İ nsan d üşünendir. İ nsan yaptığını bilendi r:
- Ey . . . diye om uzu m u silkerek geçmek zam a n ı m
yoktu. Ansız ı n daha ç o k uzuyor sandığ ı m boyuyla ba
na doğ ru yaklaştı . Sol omuzuma dokund u :
- Hayır kaçma , ded i .
Şaşaladı m . Tekra r yüzüne baktım :
- İşim va r ben i m , canım . . .
- B u zam a n , g ece ya rısından ü ç saat sonra . . . N e
işin olaca k ? . . .
Yanıt vermed i m . B u tanımadığım i htiyar benden
-1 1 1 -
ne istiyord u ? Kalbimde b i ra ğ ı rl ı k duyd u m . Ama kızamı
yord u m . Yine kekeled i m :
- H ayır benimle g e l ; kesi nl ikle g e l . Ya rım saat be
n i m le gez. Görürüyorum ki sen, zaval l ı genç, büyük bir
coşku içindes i n . Yü kselmezsen uçuru m lara yuva rla n ı r
s ı n . Asıl yaşa m ı n mutluluğ u n u , asıl gerçek tatları d uya
mazs ı n . Gel. Benimle gel . . .
Yürümeye başl a d ı . Ben de, elimde ol mayan bir uy
sa l l ıkla ya n ı nda g id iyor, başka d ü nyaya ait bir insa n m ı ş
h issi n i veren a ğ ı r başlı görüşüne, açı k a l n ı na , kıvrık bur
n u n a , söyledikçe kımıldamaya n beyaz, büyük saka l ı na
bakıyord u m .
- N e iş ya pıyors u n ?
- Yazarl ık.
- Yaza rlık m ı ?
- Evet.
- Öyle ise sen bir h ançersin ! Kendi kendini kullanan,
sapı namlusunun elinde olan bir hançer . . . İnsanlara ister
sen en büyük hizmeti görü r, onlara erdemi, sevmeyi,
gerçeği öğretirsin. İstersen onları n erdemlerini öldürür,
sessizliklerini bozar, hepsini boğaz boğaza getirir, yaşam
larını, m utluluklarını, zevklerinin tatlarını kaybettirirsin .
R u h u n anahtarı senin elindedir. Kolaylıkla o n u açar, içine
istersen zehir, istersen yaşam verici bir iksir korsun !
Yavaş yavaş yü rüyorduk. Cadde tehna id i . Ağaçla
rın altında asker devriyeleri dolaşıyor, arabalar geçiyor
d u. l l ı k bir rüzgar esiyor, havagazı fenerleri nin, cam bir
kafese kon muş alavden kelebekleri andıran, asi ışıkları
- 1 1 2-
çırpın ıyor, sanki kurtu l u p uçmak istiyorlard ı . B ütü n göl
geler sa rsı l ıyord u . Taksim Bahçesi'ne gi rdik. Kimseler
yoktu . Ağ açların arasından uzaktaki büfenin aydınlık
pencereleri görün üyord u . Sol ta rafta ki tarh lardan geç
tik. Büyük ağaçların geceden daha ka ranlık ya prakları,
esen rüzgarı içiyor, kımıldayan dal larda derin, içtenlikli
sesler fısı ldaşıyord u . İ htiyar, benim pek iyi anlaya madı
ğım bir şeyler söylüyord u .
İşittiğ i m garip sesin a n la m a nı d uya m ıyord u m .
- Otura l ı m , ded i .
Ta son b i r kanapenin başında idik. Oturduk. Ben bu
i htiyara niçin takıld ığımı d üşünüyord u m. Üsküdar'da
Çamlıca'da; Kuzg uncu k'ta tek tük ışı kla r va rd ı . Deniz sa
kindi. Kutu p Yı ldızı yeni doğ muş küçük bir ay yavrusu
gibi, mor ışıklarını salıyor, etrafındaki diğer yıldızları ya
vaş yavaş sönd ü rerek, parlıyord u . Açlıkta n, yorg u n l u k
tan, uykusuzluktan kafam g ranitleşm işti. Di kkat ediyor
dum, bir ku lağım u ğ u ld uyor, öbür kulağ ım çını lyord u .
İ htiyar sord u :
- H ey g e n ç yazar, söyle baka l ı m , i şte h ü rriyet ! Sen
neler ya paca ksı n ?
Neler ya pacaktım ? B i r anda a n ımsad ı m . B i r değ i l ,
bin değ i l , y ü z bin emel . . .
- H ü rriyet için çalışaca ğ ı m , ded i m .
- Nasıl, h ü rriyetin nesine ça lışacaksı n .
Sustu m . Nesine ça l ışacağ ı m ı gerçekten bilm iyor
dum.
- Başka b i r fikrin yok m u ?
- 113 -
- Yok . . .
Başını sal l a d ı :
- Heyhat ! . . . Ben seni görd ü m , delikanlı, i n ka r etme .
senin ru h u n h ı z dolu . . Son amacını a n l aya mamış b i r
topl u l u ğ u n evlad ısın ! Çok gençsin ! Gerçek hayatın an
lamını bilm iyor musu n ! Her gafil gibi, yalnız kendini d ü
şünüyor, fa ni nefsinin kıymetsizi çıkarla rından başka bir
şeyi aklına getirm iyorsun.
- B u ya rg ınızı ka b u l etmem, ded i m .
- Zengin olmak istiyorsu n !
- 116 -
di d i l i n i bilmiyor. Zaman yürümüş, o uyumuş, geride
ka l m ı ş ! Dost sa ndığ ı n , bağ ı rına bastığın g izli d üşman
lar bütü n serveti ni , bütü n mutl u l u ğ u n u yağma etm iş !
Senin m i lletin kendi vata nınıda b i r köle, bir esir, bir
bekçi , bir fa kir . . . Ona i l i m , servet, mutl u l u k, duyg u , ü l
kü ver ! . . . Ben seni görd ü m , soka k fenerine nasıl vu rdu
ğ u n u görd ü m . B u şiddeti ni , bu çoşkun ölmez, ezeli bir
mevcut olan m i lleti ne ver ! H a l bu ki heyhat, sen böyle
şeyler düşünmüyorsun bile . . .
- Düşünüyoru m .
- Hayır d üş ü nm üyors u n . S e n şan . şöh ret budala sı-
s ı n ! Amma bil iyorsun ki şan, şöh ret gölge g i bid i r, kim
o n u n üzerine giderse o kaça r ! Kim ondan kaça rsa o a r
kasından gelir . . .
. . . Sanki bili nmez bir tesl i m iyet içinde, h a reketin i
d uymad ı ğ ı m b i r kutsiyet i n ayinini seyrediyordu m . i hti
ya r bana özveri, a lçak g ö n ü l l ü l ü k , g ö n ü l l ü l ü k felsefesi
ni anlatıyord u . Dinlerken gerçekten gerg i n , coşan sinir
lerim h u z u r bul uyord u . G u ru ru m yı kı l ıyor, h ı rsım sönü
yor, d ü şü nme g ücümde b i r şi mşek parlıyord u . Evet
o n u n dediği g i bi ben ne idim ? B i r birey . . . N e kadar ya
şa bilird i m ? Altmış, yetmiş, doksa n , haydi yüz yıl . . . Fa
kat insa n l ı ğ ı n bir kısmı olan millete sonsuz bir hayat
gerekliyd i . Bu yaşa m ı n ru h u n u , ü lküsü n ü , kutsa l l ı ğ ı n ı
yaşa mak insa n l ı kt ı . Bedeni hazlar, zevk, neşe, şehvet,
bi raz deva m edi nce hemen elem h a l i ne geçen, birta
kım fani yorg u nl u kl a rdan başka bi rşey miyd i ? İ htiyarı
d i n led i kçe insanl ı k dışı bir zevk d uyar g i b i o luyord u m .
- 117 -
Rüzg a r daha serin, daha hızlı esiyor, uya n ı k d a l l a r, ya p
ra ktan dil leriyle, gizli sırları açıklamak i ster g i bi, fısıltıla
rını yükseltiyorlard ı . Zava l l ı i htiya r, genç olsaydı neler
yapacağını söylüyor, m i l let u ğ r u nda fen a b u ld u ğ u
zevki, b u n u n azametini, ömrüm old u kça u n uta maya
cağ ı m bir uyum, b ir şiir, bir i htira s cehenneminin göz
leri kapı nyord u . Ka rşı sah i l i n üstünde gecenin etekleri
lacivertleşiyordu . O n u n i l a h i b ir ninni g i bi tatlı sesin i,
b u sesin sinirl e ri o kşaya n uyum u nd a n doğ a n tadı b ı ra
kıp kal kam ıyord u m . Yan ı ma eski yüzyıl l a rd a n süzülen,
dini bilinmez bir peyg a m ber g örüntüsü otu rmuş ku
runtusuna düşünüyordu m .
. . . Sonu nda g özlerim kapa n m ış u yu m uşu m .
* * *
- 1 1 8-
KÜT Ü K
- 1 22-
lar. Ama m ü mkün olmad ı . O, diz ü stü sürünerek, her
ta rafı kılıçla, mızra kla delik deşi k olu ncaya, ölünceye ka
dar vu ruştu .
- Demek Paşa bu mert d üşmanla kon uşamadı .
- Evet kon uşa mad ı . Vücud uyla kesik başı nı ka lenin
karşısına gömdürd ü . M eza rı n ı n üstüne b i r mızrak, bir
bayra k dikil mesini emretti .
- Aş olsu n ! Ben olsa m bir tü rbe ya ptırı rım va l l a h i . . .
Arslan Bey düşmanın ces u r u n u , kah ra m a n ı n ı , yıl ma
zını severdi . Ona g öre savaş bir mertlik sanatıyd ı . Q(jş
man ordusundan kaçıp kendisine sığınanlara h i ç aman
vermez : "Hain, her yerde haindir." d iye hemen boynu
nu vurd u ru rd u .
Orta lık iyice kara rıyor, g ece ol uyord u .
Ha berci, u z u n uzad ıya a nl attığ ı Dreg ley ka lesi nin hi
kayesini hala bitiremiyordu . Yatsı na mazı için a bdest
suyu taşıyan a n g a ryacılar, meş'a lelerle geçmeye başla
d ı lar. Arslan Bey, Şalgo'n u n ıslanmış, hasta, ateşböcek
leri gibi sönük sönük parlayan ışıklarına ba kıyor, ha ber
cinin sözlerini işitmeyerek kendi planını düşünüyord u . O
biliyordu, düşmanların hepsi Zondi gibi, Plas Btasyus g i
bi, Lozonci gibi ka hraman değildi. İçlerinde tavşan kadar
korkakları da va rd ı . Mesela Seçeni ka lesinin muhafızları,
daha Ali Paşa yaklaşırken toplarını, tüfeklerini, cepha ne
lerini, erza kla rını, mallarını, hatta ihtiya rlarını, çocukla rı
nı bırakıp bir kurşun a tmadan kaçmışlardı Birkaç güne
kada r burası da alınınca Holloko, Boya k, Sağ, Kepartmat
kaleleri kalıyord u . .Ama Allah kerimdi.
- 1 23-
- H epsi n i n a l ı nması belki bir ay sü rmez, diye m ı rı l
dand ı .
H a berci n i n , ku m a nda n ı n ı n n e düşündüğ ü nden ha
beri yoktu, a n la m ad ı . Sord u :
- B u kalen i n za ptı mı beyi m ?
- H ayır, can ı m . . . B u birkaç g ü n l ü k iş. Hele hava b i--
raz kapansın . . . Fulek'e kadar dört beş kale va r . . . Onla
rın hepsi n i diyoru m .
- B i r ayda dört beş ka le . . . B u g ü ç beyi m .
- N i çi n ?
- Daha bu ka leye b i r tüf e k atı l m a m ı ş . . . B e n atta n
i nerken yoldaşlar söylediler.
- Ben b u rasını, bir ku rşun atmadan a laca ğ ı m .
- Nasıl beyi m ?
- Senin aklın ermez. Hava bi raz kapansın, görü r-
sun . . .
- Hiç topa tutmadan hücum m u edeceğ iz?
- Hayı r.
- Ya ne ya pacağız?
- Hava n ı n kapa nmasını bekle, dedim ya . . . Görecek-
sın.
- !!!
Arsla n Bey p l anl a rı nı en ya kın adamlarından bile
saklard ı . "Yerin kulağı va r" derd i . Ağzı ndan çıka n b ir sır
m utlaka işitil ecekti . Ha berci g i bi bu sessiz, b u ma nasız
beklemede bütün askerler sıkıl ıyorlar, b ir şey anla mı
yorla rdı . Kumanda n ı n imdat, cephane, top beklediği
söyleniyord u . İ htiya r sipa hiler: "Biz b u rasını i mdat gel-
- 1 24 -
meden alamaz m ıyız ? İ ki top yetmez m i ? N e d u ruyo
ruz?" diye çad ı rlarında dedikodu yapı lıyorla rdı . B u raya
gelindiği g ü nden beri askere isti ra hat etti ren Arslan
Bey, her saba h erkenden atına biniyor, tek başına ge
rılerdeki arma l a r ı n içine d a l ıyor, saatlerce ka l ıyor, g ü le
rek dön üyor:
- H ava bozmayaca k m ı ? Ah, biraz sis olsa . . . d iye
gözleri ni gökten kalenin sa l l a n a n bayra ğ ı n d a n ayıra m ı
yord u .
İşte habercinin g etirdiği mektu pta A l i Paşa da tekli
fini ka bul ed iyord u . O nu nl a bi rleşi nce ord usu yedi bin
kişi kad a r olaca ktı . O va kit ş ü phesiz Tofeli Pa laviçin i'yi
d i ri d i ri esir tuta bilecekti .
Koyu karanlık içinde, uzaktan uzağa, Şa lgo bu rcu n
daki nöbetçilerin attıkları acı narala r, acı köpek u lu ma
ları işitiliyord u . Gökte hiç yıldız yoktu. Arslan Bey, hade
mesinin tuttuğu billur bardaktaki yakut suyu içti . Yeni
den doldurulan sigarasını çekiyor, ha bercisiyle öteden
beriden konuşuyord u . Konuşu rken düşünd üğü hep ken
di planıydı . Yine göğe dalmıştı. Birdenbire sordu :
- Hava kapanıyor g i bi , d eğ i l m i ?
- Evet . . .
--- H ücum m u edeceğ iz beyi m ?
- Hayır can ı m , h ava bozsu n görürsü n .
Ha berci yine b i r şey a nla m ad ı .
B i r sabah . . .
Binlerce bacadan henüz tütm üş soğ uk, nemli bir d u
man kadar koyu bir sis her ta rafı kapla m ıştı. Ord u g a h ,
- 1 25 -
sanca klar, tuğlar, çad ı rlar, dişbudak ağaçları, atlar, hiç,
hiçbir şey görü nmüyord u . Evvela birbirlerin i çağ ı ra n l a
rın sözleri duyuluyor, sonra iki haya l , ses vasıtasıyla bu
beyaz ka ra n l ı ğ ı n içinde b u luşuyord u . Arslan Bey atı n ı
hazı rlatmıştı. Yine ya paya l nız h e r g ü nkü g ittiği yere
doğ ru kaybolaca ktı . O kad a r neşel i idi ki . . .
B ütü n erleri, çavuşla rı çağ ı rttı . Hepsi hücum va r sa
nıyord u . At sel a m ı ya par g ibi, bir aya ğ ı yerde, bir aya
ğ ı özeng ide:
- Ağalar, ded i . Bugün ka leyi a lacağız. Ben iki saate
kadar geleceğ i m . Şimdi hepiniz hazır olunuz.
Uçları görün meyen beyaz, büyük saka l ı n çerçevele
diği yüzü sis içinde, boşl u kta d u ruyor s a n ı l a n i htiya r
topçu başı sord u :
- Siz gelmeden ben ateşe başlayayım m ı , Beyim 7
Arsla n Bey g ü l d ü :
- H ayır . . . Senin i k i top u n u n g ü l l lelerine i htiyacımız
yok. Yal nız bize çok g ü rü ltü ya p .
- N a s ı l g ü rü ltü beyi m ?
- Toplarını boşuna yeri nden kı mıldatma . Topçula rı-
nı kalenin d uva rlarına doğ ru ya klaştı r. Avazları çıktığı
kadar "heya , mola, yisa . . . " diye bağ ı rt !
- 1 29 -
bağ ıra rak tekra rla rken, bütün askerler, gözlerini yoldan
ta rafa çevirdiler. Mandaların yan ı nda uzun, büyük, ga
yet büyük, gayet kal ı n , gayet siyah, gayet m üthiş bir to
pun korkunç bir ejderha gibi uzand ığını görd üler. Safla
rın arasında sevinç sesleri yükseldi . Herkes Arslan Bey'in
bir haftadır ne beklediğini şimdi a n l ıyord u . Demek bu
top geliyormuş . . .
B i raz sonra . . .
Şa lgo'nu n tepesi nde, şan, n a m u s kefeni olan uğ u r
suz, beyaz bayrak dalgalanıyord u . Demir kapılar açıl
m ıştı . Korkudan sa psarı kesilen tuğ l u kumandan, altın
kılıçlı a silzadeler, zırhlı şöva lyeler, Arslan Bey'ni önünde
dize g e l m işlerd i . S i la la rı a lı na n düşman i kişer i kişer
bağ lan ıyor, takı m takı m ord u g a h ı n a rkasına götü r ülü
yord u . Kalenin içindeki kıymetli şeylerden bir dağ orta
da yü kseliyor; al yeşi l bayra kl a rl a ka lenin tepesine do
lan a s kerler bağı rışıyorla r, a ra la rı nd a ki dervişler, duvar
l a rd a n sarkarak eza n okuyorlar, tekbir çekiyorlard ı .
Teslim olan kumandanla yanındakilere Aslan Bey:
- Kormayı nı z . hayatı nız bağışla n m ıştı r. Biz "Anlaş
ma"yı bozmayız. Gelin, size e l l i ma nda i le bu raya getir
diğim topu göstereyim , ded i .
Tercüman b u n u tekra rlayı nca, hepsi bi rbirlerine ba
kıştı lar. Bu m üthiş, bu korkunç a leti yakından görmeyi
hem merak ed iyorla r, hem çekiniyorlard ı . Arslan Bey'in
a rkasına takıldılar. Büyük topa doğru yürüd üler, Yakla
şınca Arslan Bey:
- İşte, ded i , sizin böyle top u nu z va r m ı ?
- 1 30-
- H ayır.
- Niçin yapmıyors u n u z ?
- Bil miyoruz.
Genç, i ri yarı bir şöva lye tercü m a na bir şey sord u .
Arslan B ey:
- Ne diyor? dedi.
- " Bey bu topu kaç g ü nde İsta nbul'dan b u raya ge-
tirmiştir?" diyor.
- Sen de: " İ sta nbul'dan getirmemiş. B u ra d a bir haf
tada kendisi ya p m ı ş ! deyiver.
Tercüman bu sözleri söyleyince esirler afalladılar. Arslan
Bey, daha da yaklaşıp elleriyle yoklamalarına, daha yakın
dan görmelerine izin verdiğini söyledi. Gururlu kumandan,
kahraman asilzadeler, cesur şövalyeler büyük topun etra
fında toplandılar. Bir elini hançeri nin elmas sapına dayayan
Arslan Bey, öteki eliyle, gülümseyerek palabıyıklarını bükü
yor, arkasındaki yaveri, başını kaşıyarak gülmekten katıl ı
yor, tercüman aptallaşıyordu. Yirmi adım uzakta duran
mızraklı nöbetçiler de gülüşüyorlardı. Esirler topa ellerini
sürdüler. Deliğini aradılar, aradılar. Bulamayınca sarardılar.
Sonra kızardılar. Birbi rlerine bakıştılar. Öyle kaldılar. Kolla
rı nın çaprazlayarak yere bakan kale kumandanı titreyerek
mırıldandı. Arslan Bey, tercümana baktı:
- N e diyor?
- " B u mertli k değ i l . .. " diyor.
- Ona sor ki: "Henüz bir defa bile patla mayacak bir
topta n korka rak hemen tesl i m oluvermek m i mertli k
ti r?"
-1 31 -
Terc üman sord u :
- 1 32 -
BAHAR I N ETK i S i
- 1 33-
d ışarıya çıkma k, tenha yol la rda, uyu m u ş sahil lerde koş
m a k, hayk ı rma k a rz u la rı duyd u m . Soldaki beyaz köş
k ü n çatısı ü stü nde e rg uva n sisli, menekşe reng i ne ça
l an derin bir tan kızıllığı açıl ıyord u . Kalbim hızlı h ızlı at
mağa başlad ı . Yıllar, evet yıl l a r va rd ı ki, g ü neşin doğu
ş u n u g örmemiştim . Göz ü m , erg uvani reng i g ittikçe kı r
mızılaşan g ökte, g iyindim . . . Aşağ ı i nerken, d a i ma öğ
leden iki üç saat önce uya n d ı ğ ı m ı bilen uşağıma rasgel
d i m . Zava l l ı şaşırd ı :
- Kahvenizi içmeyecek misiniz? ded i .
- İ stemem, Mehmet, acele işim va r, ded i m .
Çimenleri çiğlerle ıslanmış bahçemden çıktım. G üne
şin doğacağı tarafa g iden yol bomboştu . Yürüd ü m . Et
raftaki sakin köşkleri n pa ncurları uyumuş gözler g ibi ka
palıyd ı .
On dakikadan fazla gittim . Birbiri ni tutmaya n, eski,
yeni a nılar, kadın yüzleri, kuş sesleri, açmayan laleler,
u nutulmuş sevg ile r, ölmüş sevgililer hayalimi alt ü st etti.
Köşklerin bahçe parmaklıklarından beyaz kelebekler
uçuşuyord u . Yavaş yavaş Çiftehavuzla r'a indim. Fener
bahçe'ye geçti m . Hala yorulmamıştım . Sonra Kalamış
Koyu'ndan yürü d ü m . Bostanların kenarı nda, J ules Ver
ne'in roma nlarınındaki resimleri a n ımsatan sahilden, lo
dos darbeleriyle ortaları delinmiş büyük deniz yos u n u yı
ğ ı nlarının üstüden aştı m .
Yeni doğan g ü neşin ışıklarıyla camları tutuşa n Kadı
köy'ü gidilemez bir serap şehri gibi karşımda görd ü m .
- 1 34-
Her taraf beyaz, parlak aydınl ı k içindeyd i . Ekinler büyü
müştü .
G üzel bir saba h , ayd ı n l ı k, geniş bir sokaktan ya pa
yalnız geçmek ne tatl ı d ı r ! Bağdat Caddesi'ne çıktı m .
Köye doğ ru ilerled i m . Kuşd ili'ne, Fikirtepesi'ne baka
baka geçti m . Fırınları n ö n ü nde küme küme h izmetçi
kızla r bekliyord u . Ka hvele r, d ü kkanlar yeni açılıyord u .
Mesut b i r beldeye g idiyorum ka nısındayd ı m .
Ayakları m beni iskeleye g ötürd ü . İ yi g iyinmiş kadın
lar, genç kızla r, şen oku l l u lar, sonra hepsini mesut g i bi
gördüğüm bir sürü halk bilet a l ıyord u . Ben de istemek
sizin onların a rasına ka rıştı m . Bilet a l d ı m . Bir çocuğ u n
zorla sattığı gazeteyi okumadan cebime koyd u m . G ü
vertede otu rd u m . Deniz, mavi g ü m üş bir göle benzi
yord u . İsta n b u l ' u n m i na reli, üzg ü n silüeti silinmiş; ay
d ı n l ı k çok ayd ı n l ı k, çok g örkeml i , çok büyük, edebi b i r
sa ray ma nzarası a l m ıştı .
Haya limde b i rdenbire açı l a n bu eski mermer sütu n
l u , sonu sonsuzluğa çı ka n perili bahçelerle çevril miş es
ki sarayların içinde b i rşey düşü nmeden dolaşı rken,
Köprü'ye g el mişiz. Herkesle birlikte ben de çıktı m . B i r
birini kucaklar g i bi sı kışa sı kışa çıkan h a l k sanki söz ve
rilmiş bir cennete gidiyor g ibi acele ediyordu .
Karn ı m ı n fena halde acıktığ ı n ı duyd u m . Yü rüye yü
rüye Beyoğl u'na çı ktı m . Cadde bilmem niçin kalaba l ı k
tı . Tepebaşı bahçesine g i rd i m . Çocukları g üneşte gez
diren eğiticiler a rasında dolaştı m . Oturd u m , kal ktım;
- 1 35 -
gezd i m . Yemek za manını bekleyemed i m . Ç ı ktım. B i r
loka ntaya kendimi attım.
Yemekler henüz hazır değ il d i . Tenha masaların biri
nin başı nda bekledi m . B i raz sonra , tam yirmi yaşında,
iki g ü n aç ka l m ış sporcu bir genç tutkusuyla yemeye
başla d ı m . Yedim, yedim, yed i m . M idemi filan u nutmuş·
tum. Çok yemek beni tı pkı rakı g i bi sarhoş eder. Sofra
dan kal ktığ ım za man gerçekten neşeliyidi m . H a n i o sa r
hoşların sebepsiz, tatlı neşesiyle sevi niyord u m . Hazım
için Taksim'e doğ ru yürüd ü m . Yolda h içbi r ta nıdık gör
medim . Taksi m'i, Ha rbiye'yi, N i şa ntaşı'nı Şişli'yi ka rışı k,
fakat tatlı hayaller içinde geçti m . H erkes kı rla ra doğru
akın ediyordu .
H ü rriyettepesi'ne geli nce d u rd u m . Terlemiştim . Ha
va biraz fazla sıca ktı . Rüzgar azıcık sert esiyo rd u . D in·
lenmek için bir b i ra h aneye g i rmek a kl ı ma geldi . Böyle
havada ka palı yerde otu rabilir miyd i m ? . . . Geri dönd ü m .
Yine tramvaya binmed i m . Şişli Caddesi'nin büyük a part
man gölgelerinde yü rüyord u m . M ü hendis Sermetle
karşılaştım . Nereye g ittiğimi sord u .
- Geziyoru m , dedi m .
- B ize g id e l i m . B u g ü n bir çay veriyoruz, ded i .
Karşı çıkmak isted i m :
- Davetli değ i l i m ki . . .
G ü l d ü , kol u ma g i rd i :
- H aydi, haydi, davete ne gerek var . . İşte şimdi da
.
- 1 36-
Çok g itmed ik. Betona rme bir a pa rtmana g i rdik. Ser
rnet'i n dairesi iki nci kattayd ı .
Geniş mermer merd ivenleri o n u n g i b i di nlen meden
ç ıktı m . Karısını eskiden ta nıyord u m , beni orada hazı r
b u l u nanan kad ı nlara , erkeklerle ta n ıştırd ı l a r . B i l m edi
ğ i m ya l n ız birkaç sima vard ı . O kadar neşel iydim ki . . .
Hepsini g ü l d ü rmeğe başlad ı m . Siyasal dedikod u l a rdan
edebiyata geçi l d i . Ben edebi iflasımızı a ba rtmalarla a n
latarak, genç şa i rlerin taklitlerini ya parak, üstatların ka
rikatü rlerini çizerek kad ı n l a n kah ka haya boğ uyord u m .
Kad ı n l a rı ka hka h a l a rla g ü l d ü rm e k ! . . . İşte benim d ü n
yada en zevk a ld ı ğ ı m , en sevd i ğ i m şeyd i . Kad ın, sakin
d u ru rken sönmüş bir l a m ba g i bidir. Güzelliği g ü lerken
tutuşur.
Musi k'ı' başla d ı . Açı k sa rı saçlı , zayıf bir kadın keman
çal ıyord u . Piyanoda otu ra n şişman bir kızd ı . Gerçekten
u staydı l a r . H i ssederek çal ıyorl a rd ı . İçtenl i k l i bir nağme
herkesi haya llere d a l d ı rı r. Ben de daldı m .
Bel i rsiz b i r şiir içinde kendimden g eçiyor g i biyd i m .
B i l mem niçin başı m ı sola çevi rd i m . B i rdenbire bana ba
kan iki siyah g öz görd ü m . Öyle bakaka l dım . . . Bu siya h
g özler bana g ü l ü msed i :
- Ne doku n a kl ı parça, değil m i efend i m ? ded i .
Dalgın b i r halde:
- Evet. . . diyebil d i m .
İçimden "İşte yirmi senedi r a radığım meç h u l ka
d ı n . . . " ded i m .
- 1 37-
Ş i m d i neler oldu ğ u n u bir türlü a n ımsayamadı ğ ı m
şeyler kon uşmaya başlad ı k. M usi ki devam ediyord u .
B e n ismini sord u m . M ed ih a i miş. M us i ki de n sonra bir
l i kte kaldık. B i r köşeye çekildik. Ö m rümde i l k defa bir
kad ı n la ciddi olara k konuşuyord u m . Kad ı n l ı k meselesi !
Sonra aşk . . . Evet, aşktan söz ettik .
Ne söyled i ğ i m i n farkında değ i l d i m . Yalnız dinliyor
d u m . Pek romantik değ i l d i . Kollarına, om uzlarına, diz
lerine d ikkat ediyord u m . Ha ni bazı heykellerin insanı
güzel bir şaşkı n l ı k içinde bıra kan doğa üstü bir uyg u n
l u ğ u va rdır. Kol ların, boyu n bir şekli va rd ır ki, biz onu
gerçek yaşa mda göremeyeceği m ize i nanırız.
Kızın göğüsü nde mini mini bir madalyon parl ıyord u .
Çarşafı nı çıkarmamıştı. Om uzları, kolları siyah ince pe
leri n i n a ltında boyut kaza nıyord u . Dudaklarına, çenesi
ne, saçla rına bakarak ne söylediğini pek işitm iyor, içim
den, "İşte yirmi sened i r gel mesini beklediğim meçh u l
hayal ! " nakaratı nı tekra rlıyord u m . Azıcık esmerd i . Göz
lerinde hafif bir sürme vardı . Sonra Sermet geldi.
Za manın nasıl geçtiğ i n i anlaya mad ı m . Davetli ler da
ğ ılmağa başlad ı . O g iderken "teyzem ! " d iye bana yaşlı
ca, bir hanım ı tan ıştı rd ı . H iç kend isine benzemiyord u .
Zayıf sarı, uzun boylu, sert bakışlı b i r kad ı n d ı . Medi ha
'dan sonra ben de Sermet'le karısına veda ettim. Dışarı
çıktı m . Hiç etrafı g örmüyord u m . R u h u m a , bütü n vücu
duma, bütün sin irlerime onun hayali dolmuşt u . Alışkan
lığın verd iği bir istek ile Köprü'ye i n m işi m . Köşke gelip
- 1 38-
odama kapan ı nca Mediha'nın haya l i n i ka rşımda gör
d ü m . Sesini işittim. Yemek yed i m . Gece lambamı ya k
tı rmad ı m . Bu haya l kaçaca k zan nediyord u m . B ütün
gece, arkadaki koruda bülbüller öterken onun sesin i
işittim . O n u n haya li etrafı nda açan i l ahi bir h a l e g i bi, o
sabah da, mor tan yeri n i , doğ a n a ltın g ü neşi görd ü m .
"İşte yirmi senedi r a rad ı ğ ı m haya l ! " d iyord u m . İ ki g ü n
d ışarı çıkmad ı m . Aca ba ona b i r daha ka rşılaşacak mıy
d ı m ? Ailesin i n adresin i bana verm işti . Kendisine bir
mektup yazmayı düşünd ü m . Fakat neden söz edecek
ti m ? . . . Ö m rümde i l k defa olarak, elimde ka lem, boş
kağ ıdın başında saatlerce bekledi m . Ne istiyordu m ?
N e isteyecekti m ? B i r şeyler ka ra l a d ı m . Karşımdaki ş uh
haya l i g itti kçe daha çok netleşiyor, adeta b i r sanrı h a
line geliyord u . Arka a rkaya ü ç g ece uyuya mad ı m . B i raz
dalar g i bi olu rken r u h u m u n içinde onun bana i l k sesle
nişini, "Ne doku naklı pa rça, değil mi efendim ? " sorusu
n u işitiyor, siya h a levden g özleri n i n ka rşımda tekra r tu
tuştu ğ u n u g örüyord u m . Üçü ncü sabah a rkadaşım
Camsap geld i . Beni yatakta uza n m ış g örü nce:
- N e oldu sana, bu ne h a l ? ded i .
- H i ç d iye ceva p verd i m .
- A h hain, gözleri n i n a ltına bak ! Kaç gece uyuya-
m ad ı n ?
- Üç . . .
- Ü ç gece birbiri a rkasına poker, h a . . . Al lah bel a n ı
versin ! Geberece ksin ! . . .
- 1 39-
- Ne pokeri be ! d iye bağ ı rd ı m , ü ç g ü nd ü r kimseyi
görmed i m . . .
- Ey, b u hal ne? . . . d iye tekra r sord u .
- H i ç . . . ded i m .
- Söyle, söyle
- G a l i ba bir aşk, ded i m .
Ca m l a rı za ng ı rtadan vahşi bir kahkaha att ı . Pence
renin ö n ü ndeki koltuğ u karyolanın ya nına çekti. Karşı
ma otu rd u :
- Anlat baka l ı m b u aşkı ! K ı rkından sonra saz çalan
bey ! . . . dedi.
Zaten anlatrnağa ihtiyacım va rd ı . Başlad ı m , Ser
rnet'e nasıl karşı iaştı ğ ı rn ı , evi ne nasıl g ittiğimi, sonra
orada m u siki din lerken birdenbire nasıl Mediha'yı gör
d ü ğ ü m ü , birdenbire ka l bi m i n nasıl çarptığını söyled i m .
Haya l i mden b i r a n kaybol mayan haya l i n i n bütün şekil
lerini, omuzla rı n ı , dizlerini, kollarını, göğsü n ü , boynu
n u , siya h alevden g özleri ni , dudakl a rı n ı , sesindeki o a n
latı lmaz uyu mu ta nımla maya çalışt ı m . G ü l ü mseyerek
d i nliyord u . Ben titriyord u m . Sonunda dayanamad ı . Sö
z ü m ü kesti:
- Sus ulan, bunak horoz ! ded i . İ şte çok basit b i r i l k-
bahar da rbesi ! . . .
- N e dernek? d iye yüzüne baktım .
G ü lerek ceva p verd i :
- Ne dernek olaca k ? B u n a k horozlar, g ü neş b i r bu
lutun a ltına g i ri nce hava n ı n gölge old u ğ u n u görürler.
- 1 40-
Baştan sabah oluyor san ı rlar. Başlarla r g ü n ortasında
ötmeye ! . .. Köylüler, bu şaşkın hayva nları u ğ u rsuz sa
ya rla r . G ü n ortası nda ött ü kleri için hemen keserler. İ l k
ba har da tı pkı bunak horozlar g i bi i htiya rla rı aldatır.
Yılların yord u ğ u ya rı m i n meli bir vücut birdenbire ya
lancı bir çeviklik d uya r. Yılların dold u rd u ğ u ge rçekle tı
ka n m ı ş haya l birdenbire açı l ı r . İ şte bu fiziki etkiye sen in
g i bi enayiler kanar. Gerçekten seviyorum fi lan za n n ı na
ka p ı l ı r.
Baharın bitki üzerindeki etkisi nden tuttu rd u ; hay
va n l a r üzerindeki etkisine g eçti : "kızma" eyleminin
mevsimlerle i l işkilerini a n latmaya başlad ı . Ben Medi
ha'nın yirmi sened i r a radığ ı m halde üç g ü n önce b u l
d u ğ u m haya l i karşısında:
- Heyhat! ded i m . Sen aşkı bilmiyorsu n !
- Ben ha !
- Evet, sana yem i n edeyi m ki, seviyoru m ! . . .
- Sen ha ! . . .
- Evet, ömrümde i l k defa olara k !
Camsap tekra r b i r kahkaha attı :
- Sen, tedaviye m u htaçsı n ! ded i .
- Onsuz yaşaya mayaca ğ ı m ı sanıyoru m .
- Evlenecek misi n ?
- Belki . . .
- Haydi beni söyletme ! diye yüzüme sert sert baktı .
Sanki gerçekten söyleyeceğ i bir şey va rmış da, ben
de gerçekten korkuyormuşum g ibi susuverd i m . Deva m
etti:
- 1 41 -
- B a h a r yorg un l a r için en teh l i kel i bir mevsimdir.
Ocak ayında karların o rtasında çı rçı plak gezmek, il kba
h a rd a sabahleyin çiçek kokuları arasında kelebeklerin
peşinden koşmaktan daha a z tehlikelidir. Vücut soğ u k
a l ı rsa tedavi m ü m kü n d ü r. Fakat ruh, ba ha rın etkisine
ka p ı l ı rsa iş berbattır. Atasözü, " Kı rkında n sonra azanı
teneşir tem izle r ! " der. İnsan b i r b a h a r saba h ı , kendi ya
şını u n utur da kal bi ni dinlerse, akla gelmedik budalalık
lara kalkar. Sen de işte m utlaka sabahleyin nezle ola
cağ ı n ı düşünmeden pencereni a çtı n . O baştan çıkarıcı
çiçek koku larını, şehvet g ıcıklaya n nemi duyd u n . Haya
l i n ateş a l d ı . O g ü n karşı laştığı n b i r kadına aşık oldum
za n n ı na ka pıldı n .
- Fakat nasıl zannetti m , ü ç gecedi r uyuya m ıyoru m !
B i r dakika gözü m ü n ö n ünden g it m iyo r !
- İyi ya, işte tam b i r bahar etkisi . . . Tedavi istersin.
- Tedavi fi lan i stem em .
- Perişa n o l u rsu n !
- 1 43-
Derci- i aşkından rehayab olması n ,
Sevmeden g ö n l ü m seni ku rt u l ması n .
şarkısını d ü n işitmiş g i bi tekrarl ıyord u m . E rtesi g ü n
Ca msap, Mehmet'le g itti . Ben evde ya l n ı z ka ldı m . E li
me kita p a lıyor, okuyamıyord u m . Z i h n i m birbirini tut
maz haya llerle yoru luyord u . Kendi kend ime, "Yi rmi se
ned ir arad ı ğ ı m kadı n örneğ i ! " diyord u m . Karşıma elle
tutul a bi lecek derecede açık haya l i g eliyor, "Ne doku
naklı parça, değ il m i efend i m ! " diyord u . O dokunaklı
parça n ı n kulağımda tekra r çı n l a d ı ğ ı n ı d uyuyord u m .
Gerçekten bitmişti m . Uykusuzluk, ü züntü, vücu d u
m u son derece zayıfl atmıştı . İ ki g ü n sonra Mehmet'le,
Ki reçb u r nu'nda Camsap'ın tuttuğu eve göç etti m . Öm
rümde ilk defa bu raya aya k basıyord u m . Karadeniz Bo
ğazı'n ı n tam ka rşısı nda m i n i m i n i bir köy. Dik bir dere
n i n içinde. Daha ağaçları çiçek açmamış, kırl a rı yeşer
memişti ! Kelebek, kuş filan yokt u . H iç d i n m eyen rüz
gar doğ a n ı n sonsuz h iddeti g i bi d u rm u yor, di nlen mi
yor, d u rm aksızı n esiyord u . Tuttuğ u m u z ev ta tepedey
d i . Penceresinden Ka radeniz Boğazı l acivert bir d ü nya
ya açı l m ış geniş bir delik g i bi görünüyord u . Olası l ı k, b u
mevsimde K uzey Kutbu b u radan sıcaktır !
İ l k geldiğim g ü n karnım ağrımağa başladı . İ ki nci
g ü n romatizmalarımla b i rl i kte uya nd ı m . O kadar so
ğ u ktu ki, hiç d u rmada n soba yaktığ ı m halde, yine bir
türl ü ısınamıyord u m . Meh met'i sa ndalla Sarıyer'e gön
derd i m . Beş şişe konyak aldırd ı m . Mehm et orada ko-
- 1 44 -
nuştuklarına soğ u ktan söz etmiş. Sarıyerliler, "Ki reç
bu rnu'nda ağustosta i nsan dona r ! " demişti. Gerçekten
bu nda bir a ba rtma yok. Yata ğ ı m ı n içinde, sıca k sıcak
ı h l a m u rları birbiri a rkasına içtikten son ra, ya n ı mda ge
tird i ğ i m kitapla rı okuyord u m . On beş g ü n hiç ısına ma
d ı m , yatakta n çıkabilsem, belki yazı da yazaca ktı m , fa
kat bu m ü m k ü n değ i l d i . Donaca ğ ı m ı sa nıyord u m . Bu
rası gerçekten Kuzey Kutbun'dan koparılmış b i r par
çayd ı !
Bir cuma g ü n ü Ca msa p geld i . Beni yata kta görünce:
- Hasta mısı n ? d iye sord u .
- Hayır.
- N iye yatıyors u n ? ded i .
- Üşüyoru m da . . .
- Oh, peka l a ! Nasıl, h a l a aşkı nı düşün üyor musu n ?
- Soğ u kta n m eyda n b u l a m ıyoru m ! ded i m .
Evet, gece uykusuz ka l m a k şöyle d u rsun on dört sa-
at deliksiz bir ö l ü m uykusuna d a l ıyorum .
- Görd ü n m ü ?
Güldüm:
- Fa kat ya bu raya tem muza doğru bahar gelirse !
- Gelmez. Ağustosta n önce kış yetiş i r!
- Ya ben yine baharın yaşandığı bir yere kaçarsa m !
Camsa p !
- Yine para etmez, d iye g ü ld ü . Artı k ba har seni al
d ata maz. Heyeca n ı n ı n ya lan olduğunu, hissi nin ya nlış
olduğunu sen şimdi anlad ı n ! B i r daha aldanmazsı n !
- 1 45-
Karşı karşıya , ısınmak için, içine konya k döktüğü
m üz çayla rı bir g üzel içtik . D ışarıda s ü re n fırtına g ürül
tüler kopa rıyor, tenh a , d i k yokuş soka kta bir köpek
havl ıyord u .
Soğ uğa b i r hafta daha dayanamad ı m . Meh met'le
yi ne köşküme geri döndü m . Ba h çemin ta rh larında ki
bütü n çiçekler açmış, kelebekler daha çoğal m ıştı .
Şiddetli b i r azimle Med i ha'yı düşünmeğe kal kt ı m .
O d a m a kapandı m . B i r t ü r l ü hayalini gözüm ü n ö n ü ne
getiremed i m . Sesi n i hatı rlaya m ıyord u m . Ka lkıp m ü
hendis Sermet'e g itmeyi düşündüm. Üşeniyord u m ,
içimden a k l ı n h o ş ses i . " Başka i ş i n yok m u , behey ser
sem ! " diyord u .
Derd- i aşkından reh ayab olmasın,
Sevmeden gönlüm seni k u rtul ması n .
Şarkı n ı n bestesini b i r türlü b u l a m ıyorum . D ü n yazı
ya oturacağım zaman, masa m ı n üstü nde bir kağıt eli
me geçti. B a ktı m . Mediha'yı görd ü ğ ü m ü n ertesi g ü n ü
yazmaya kalktığım mektubun kara l a ması ! Oh ya rabbi !
İyi ki, g öndermem işti m ! . . . Cam sa p i mdada yetişmiş,
zaman b u lama mıştı m . Yoksa ne g ü l ü nç olaca ktım ! Be
n i m g i bi saçlı saka l ı bir adamın, on yedi yaşında bir
zü ppe g i bi aşk mektubu yazması ne rezalet ! . ..
Bu g ü l ü n ç mektubu tekra r tekra r okuduktan sonra
ru h u mda üç hafta önce tutuşan geçici b u h ra n ı n h i ka
yesini çabucak şu sahifelere yazd ı m :
- 1 46-
Fakat niçin ilkbahar, b u doğanm şeytan1, niçin beni
yirmi y!I önce baştan çıkarmadı ? Niçin uzun bir g enç
lik içinde kadma, aşka, heyecana, sevg iye yabano ya
şadım ?
Camsap geli nce soraca ğ ı m . Bakalım b u n u da a çı kla
ya bi lecek m i . . .
- 1 47-
M İ RAS
- 1 50-
B irader'in letaif kü l l iyatı . . . İ sta nb u l'da bir kopyası daha
yok . . . Belki bütün d ü nyada bir eşi yok ! B i r olası l ı k yazı
da Gaza li'nin kendi el yazması ?
- Kaça aldın ı z ?
- Yüz seksen li raya .
- Çok iyi ! . . . ded i m .
Yazı ka rgacık burgacık türü ndendi . Cildini, kenarla rı
nı sanki h ı rçın bir sıça n kemirmişti . Na kışlarının yaldızı
solm uştu . Ben bu sü prüntü pa rçasına bakarken amcam
yeni ele geçi rdiği mücevherleri çıkarı p :
- B u n u g örmed i n, b u n u g örmedi n ! diye birer bi rer
masa n ı n üzeri ne bı ra kıyo rd u . B i rta kım diva n lar, tarih
ler, çevi riler, fi lanlar, ki hepsinde küflü bir meza r nemi
çıkıyord u .
Amca m , hele ya l nız kaldı ka l a l ı bütü n hayatı nı kütü
pha nesine hasretmişti . Benim şii rle, sa natla uğ raş
mam, eserlerim, şa irliğim çok hoşuna g idiyor. İ kide bir
de:
- Sen benim kendisiyle övündüğ ümsün ! der
Fakat yeni yazı l a rı , yeni kita pları kütü phanesine yine
sokmaz . . . Kita plarda n yorulan gözleri m i çini kaplı d u
va rlara ka ldırd ı m . Fiyatları ş ü p hesiz bu kitaplar g i bi
yüksek olması g ereken yazıları okunmaz levha lar asılıy
d ı . Ku bbenin ortasındaki bil l u r avize a ltı n ka kmal ı zin
ci riyle kütü phanenin basit sessizliğine uymayaca k dere
cede görkemliyd i . Amcam okudu ğ u kasideyi bitirdik
ten sonra :
-1 51 -
- H a berin va r m ı ? Benim kütüphan eyi satın almak
istiyorla r ! dedi.
- Kim?
- Tan ımazsı n, Doğu bilimciler.
- N e kada r veriyorlar?
- Önce on b i n l i ra dediler. Sonra "ben satma m " de-
yince on beş bine, yirmi b i ne çıktı l a r.
- N e d iyors u n u z ?
- Hatta yirmi b e ş b i n de verecekler.
- Ama a mca , hiç d u rmayı nız satı n ı z ! ded i m .
G özlerini okud u ğ u kita pta n ka l d ı rd ı , bana çevird i .
İ çi nde öyle b i r payla m a , öyle b i r serzeniş va rdı k i . . .
- Kütüphanemi satmak mı ? Sonra ben n e ya pa rı m ?
- 1 52 -
teyen Doğ u bili mciler kimlerd i ? Soraca kt ı m . Söz de ağ
zımı n içine geldi. Sorma d ı m . Gözlü ğ ü n a ltında daha
büyük, d a ha mavi, d a ha parlak görünen zeki gözlerin
den korkuyord u m . Sa nıyordu m ki, d üşüncemi hemen
a nlayaca k.
Şimdiye kada r hiç düşünmediğ i m bu hazır m i ras b i r
denbire bütün h ayal i m i doldu rd u . Sanki kafam şişti ,
sersem oldu m . Amca mla neler konuştu ğ u m u n fa rkın
da değ i l i m . Kütüpha neden çıktı k. Salona geldik. Ye
meğe oturdu k . Ben bir rom a n içinde g i biyd i m . Amca
m ı n ikide bir:
- Sen i n b u g ü n dalgınlığ ı n va r. Sende b i r şey va r !
dediği n i hatırl ıyorum . Sofrada yemeğ i m i yerken bilin
cim, benim vücu d u m u n dışından, benim i rademin d ı
şında, ben im r u h u m u n d ışında ya ba ncı b i r makine imiş
g i bi işliyor, düşün üyor, planlar ku ruyord u . Kafa m ı n
içinde doğ a n düşüncelere sa h i p o l amıyor, susuyor
d u m . Öyle ya . . . B u zava l l ı i htiya r kesin olarak yakında
ölecekti . Kütü phane yirmi beş b i n lira, köşk, bağ , Fa i k
paşa yokusundaki ap artman filan . . . Yetmiş seksen bin
lira d a bunlar : Yü z bir li ralı k bir servet! Artık b u rada ya
şa r mıyd ı m ? Doğ ru Avrupa 'da sol u ğ u a lacak, zevk için
de yaşam ı n tad ı n ı tadacaktı m . Fakat. . . Ya b u ihtiya r
cık evlen meğe filan kalka rsa . . . Fakat m ü m k ü n m ü ?
İçimde tiz, keskin b i r şeytan sesi:
- Niçin m ü m kü n olmasın ? ded i .
Ben:
- 1 53-
- M ü m k ü n değ i l , m ü m kü n değ i l ! diye dişleri mi sık-
tım.
- H ayır, pek m ü m kü n ! Yarı n birdenbire işiti rsi n ! . . .
- B u fena . . .
- Tabii fena . . .
- Evet, ya evleni rse . . .
- H iç b u nda kuşku n ol masın . O za m a n yüz bin lira-
yı rüyanda g örü rs ü n . . .
- o halde ? . . .
İ çimde çın l ayan şeyta n ses:
- Böyle bir davran ışı n önü ne geçmel isi n ! diye adeta
korkun ç b i r emir verd i . Böyle bir fel a ketin nasıl önüne
geçebilird i m ? Evet, bu g erçek bir fel aketti. Ta ayağı
mın dibine gelmiş yüz bin l i ra nı n, savsaklamam yüzün
den u ç u p g itmesi . . . Bilincim, yine i rademin, hatta i ra
demin dışında sihirli bir saat g i bi işl iyord u ; gözlerimi
amcama ka ldı rd ı m . Küçük kaşığ ıyla pilavı n ı ağzına gö
t ü rd ü . Saka l ı n ı n a ltından beyaz, zayıf boynu n u gör
d ü m . O beyaz yere i ki d a ki ka basılsa . . . Yüz bin l i ra bir
den bire ben i m olaca ktı !
- Fakat . . .
R u hu mda zehi rden şimşekli ateşler bırakan şeyta n
ses ı :
- Budala m ı sı n ? dedi . . . N eden korkuyors u n ?
- Korkuyorum.
- H ayır. Korkma . . . Sen öyle adi katiller g ibi a m ca n ı n
boğazı na b a s ı p boğmayacaksı n .
- 1 54 -
- Ya ne yapacağ ı m ?
- B i r şey ya pacaksın ki, ka n u n seni soru m l u tuta ma-
yaca k ! . . .
- Nası l ?
- Arkadaşın ba kteriyolog Sabit'ten biraz tifo m i kro-
bu çalacaksın . . .
- Ey? . . .
- B u mikropları a mca n ı n g ece içtiği suya atacaksı n .
Tifoya tutuldu m u , doktorlar o n u iyi etmeye çalışı rken
sen yine m i kroplu suları ona ilaç d iye vereceks i n . Bir
hafta içinde kes i n l i kle ölecek. S en de herkesle birlikte
ağlayaca ksı n ! Cenazesi ni n önünde yü rüyeceksin ! Sen
den kimse şü phelenmeyecek ! B i l akis kederine katı la
ca klar: " Başı nız sağ olsu n ! " d iyecekler.
- Oh ! . . .
* * *
- 1 55-
Geç zaman yatt ı ğ ı m odaya çı ktı m . Z i h n i mdeki cina
yet planı kendi kendine genişliyord u .
Ka ryol a m ı n ü stü ne otu rd u m . M a s a n ı n üzerinde ya
n a n m u m u n ışığ ı d uvarlarda şekilsiz gölgeler kımıldatı
yord u . Yüz bin l i ra ! . .. Gözü m dolabın aynasına kaçtı .
Orada kendi haya l i m i görd ü m . B ana d i k d i k ba kıyord u .
Saçl a rı ü r permişti . Gözleri ka n l ıyd ı . B u haya l bend i m .
Görmemek i ç i n y ü z ü m ü çevird i m .
Gece h i ç uyumadı m ! . . .
Kendi m i g örmemek için aynaya bakam ıyord u m .
Evet, ben b i r kati l d i m . B i r ca n iyd i m . Bütün a h l a k duy
g u l a rı benim bakışımda bir ya l a n d ı . Sabaha kad a r bilin
cimde bana em i rler veren şeyta n sesi n yankılarını din
led i m :
- Ka rarsız davra n ma !
- H ayı r, hayı r, ya pamayaca ğ ı m .
- Yapaca ks ı n !
- Yapa mayacağ ı m .
- Y ü z b i n li rayı kaçı raca ksı n !
- Kaçsı n .
- Sen budala değ il si n .
- 1 56-
- Rahat uyu d u n m u ?
- Evet, ded i m . Sonra birdenbire el leri ni öpmeğe
başlad ı m . Şaşırdı .. Gözleri mden g a l i ba yaşla r a kıyord u .
Ö l d ü rd ü ğ ü kutsa l vücud u n üzeri nde pişman olan bir
cani g i biyd i m . Ben artık insan değ i l i m .
- Sizden b i r rica m va r ! diye inled i m .
Böyle olağan d ı ş ı ha reketimi i l k defa gören a mcam
ne diyeceğ in i bilmiyord u . Kafamdaki şeyta n ı n va rlı ğ ı
m a indirdiği da rbeyi, manevi iflası m ı asla d uymuyor:
- Ne ol uyorsu n o ğ l u m , ne ol uyors u n ? diyordu . . .
- Hiç ! İstediğimi ya paca ğ ı nıza söz verin . . .
- Söyle ne istiyors u n ?
- Önce reddetmeyeceğ i n ize söz veriniz.
- Peki, söyle, söz veriyoru m .
- Ben sizin varisi nizi m .
- Ş ü phesiz.
- İ stiyorum ki , bütün servetinizi daha sağlığınızda
m illi kuru m la ra vasiyet edesi niz.
- Fakat ni çi n ?
- Böyle istiyorum işte . . .
- Ama niçi n ? . . .
- 1 57-
hayır, b u cesa reti g österemed i m . Kendi mde olmayan
erdemi yine o i ğ renç iç yüzümü kendime perde yap
tım. Yalanlar öğ ü rmeğe başlad ı m . Sözde ben gençti m,
bir i htimal bu kıymetl i kütü pha neyi satı p, m e m leketten
d ışarı çıkmasına sebep olabilird i m . İstiyord u m ki bu
önemli m i ra s m i llete kalsı n !
- Peka l a ! ded i , kütüphanemi m i l l ete verey i m . Fa kat
başka gelirlerimi . . .
- Onları d a istemem amcacığ ı m . O kadar hasta lar
var, yetimler y u rd u va r. S i l inecek g özyaşları, sarılacak
yara l a r, avutulacak d u l la r, öksüzler kimsesizler va r !
- !. ..
- 1 58-