Professional Documents
Culture Documents
465/1072)'nin Tertibü,s-Süluk,u
Fritz MEIER
Öteki geleneksel ilim dallarındaki gibi, ilk dönem İshim tasavvufunda da bir ta-
lebe-üstad ilişkisini n olduğu görülür. Nefs terbiyesinde ilerlemek, velinin derJn se-
zisin<.: teslim olmak ve ınurakabe öğrenmek üzere bir üstada (şeyhe) bağlanılırdı.
Bu i lişki ve bağlanma için kullan ılan deyim; "suhbe" idi. Buna göre; talebe (mürld)
"sahib'', üstad da "mashfib" durumundadır. Nitekim bu ıstılah ilk kez, Şak'ik el-Bel-
bl (ö 174/798) tarafından kullanılmıştır. O, İbrahim b. Edhem'e bağlanmış (sahı
be) ve o ndan tasavvuf yolunu öğrenmiştir ('Ehaze).' Tasavvufta genel o larak bir tek
üstadla iJ<tifa edilirken bunun aksine, diğer geleneksel ilimlerde bir tek üstadla sı
nırlı ka lınmaz. Ebu Yezld el-Bistaml (ö. takriben 216/874); birisi ona "artık öğreni
rnin Larnam olmuşmr" diyerek, kemale erdiğini ifade etmesiyle ülkesine dönmesi-
2
ni emredinceye kadar, Suriye'de 113 üstadelan ders almıştır. Cüneyd (ö. 297/ 910)
de, 200 üstada bağlanıp onlara hizmet etmek istemiş ancak, o nlardan sadece 7'si-
ni işe yarar bulup ilim alınışur. 3 İbrahim b.Edhem (ö. h.l61 veya 166/778 veya 782)
tarafından da aynı isim (suhbe) kullanılır. Ayrıca onun, Sufyan es-Sevrl ve Fudayl
4
b. I'yfız'la Mekke'ye yolculuk ettiğini; ancak bu arada, daha önceden uzun yıllar
Neys:1bfııJda inzivaya çekilmiş olduğunu da söylemek gerekir. 5 Bundan başka Ah-
med b. Ebi'I-Havari (ö. 230/845), Ebu Süleyman ed-Daranl, Süfyan b. Uyeyne,
Merv:1n b. Muaviye ei-Fazari, Mada' b. l'sa, Bişr b. es-Sari, Ebu AbdiiHlh b. Niba-
c:i''ye de talcbe oldu (sahıbe) . 6 Daha başka örnekler için kaynaklara bakılabilir.
Bundan sonra talebeler, bir üstada tam olarak bağlanırlar. Öyle ki talebe,
kendini adeta bir tedavi içerisine bırakır, şeyhin kontrolü altına girer ve o şeyh
de öylece onun eğitimini üstlenir. Önceleri öğrencinin daha çok diyalog şeklin
de aldığı ders, tek başına veya şeyhin oluşturduğu bir ders halkasında gerçekle-
şirdi. Talebe manevi bir faaliyet içinde gelişir; bu da, üstadın kontrolü altında ya-
pılırdı . Bu süre içinde öğrenci , iradesini üstadının iradesine terkederdi. Sonrala-
rı bu durum değişerek şeyh, daha çok öğretici bir üstad pozisyonu almış ve ta-
lebeyi imtihan da eder hale gelmiştir. Böylece genç mürldin şeyhten şeyhe geçi-
şi (şeyh değiştirmesi) de ortadan kalknuş oldu . Ancak burada şöyle bir açık ka-
hu' t-Terbiye devri denilen ikinci periyottan anlıyonız ki; sürekli tek başına gezen
dervi~, ya kendi kendine, ya da türlü derslerle tasavvufi bir m;inevl gelişim içinde
olur. Ancak buradaki ana özellik, daha önceki devreye aittir. Genellikle, h.4.
y.y.d:ı Rundi'nin anlayışında; terbiyenin ön planda bulunmasının bir basamak ol-
duğu ve bunun da daha sonraki deviriere damgasını vurduğu söylenebilir. 4. as-
rın en çok göze çarpan safilerinden birisi de Ebu Sehl es- Sa'likl (ö. h.4./m.l0.
y.y.l'dir. Bu zat; kendisine kat'i bir itaat ister, bir kez de olsa kendisine "Niçin r
sorusunu sormaya müsaade etmezıı ve tamamen uç görüşlere sahiptir.
I-1. 4. ve 5. (m.ll .) yüzyılın öğretici tasavvuf kitabı müelliflerinden ve meşhur
lanndan Ebu 'I-Kasım Abdülkenın b. Hevazln el-Kuşeyr! (ö. 465/1074), Şuyfıhu't
Terbiye dönemi olan ikinci devrede yer alır. Ma'nevl vasiyetnamesi o lan er-Risli-
le'nin zeylinde o, şöyle bir tecrübe zikreder: Ders almaya gelen bir adayı şeyh
kabul etmeden önce, dersi adaya retkin eder. Bu, bir sulh tedbiridir. Bu durum-
da şeyhi ona; günahldr olduğunu, halis niyet taşıması gerektiğini ve ma'neVı yo-
lun metotlarını öğretmeye çalışır.
T:ılebe, bu dersleri şeyb in huzurunda uhdesine almak mecburiyetindedir. Ku-
şeyrl , Allah' ı zikir düstunından da bahseder ki bu, talebeye şeyh tarafınd an bir
halvet hücresinde telkin edilir. Şeyh ona burada; şeyhe kayıtsız şartsız itaat etme-
sini, :ısla nefsini düşünmemesi gerektiğini söyler. Ayrıca, rühl temayülünü gizle-
rnesi gerektiğini söyler ve kendisini bırakıp vakitsiz sefere çıkmasın ı yasaklar.
Her ne kadar bu böyle ise de Kuşeyrl, genç müridierin direkt olarak özel ziya ret
yapınalarının faydalı o.lacağını yazar. Fakat bu ·bir acemi kardeşliktir. Bu sfıfiler,
tasavvu.fun esasla rına hizmet içerisinde kendilerini tüketirler, şeyhleriyle birlikte
birkaç hac ve umre ziyareti yaparlar ve ayrıca manevi şahsiyetlerin de dualarını
alırlar. Kısaca onlar, bir sufinin elde edeceği ne kadar yüksek makamlar varsa,
bunbr~ı ermek için gerekeni yaparlar.' Kuşeyrl bu tür emirleri hiçbir yerde vakti
3
12 Sübki, Tabakôıü 'ş-Siifiiyyeti 'I-Kübra, Kalıire 1324, 2. 163. Ignaz Goldziher, Vorlesungen über
den Islam. Heidelberg 1925, 339. Sehl b. Abdillah et-Tüsteri, Louis Massignon'un Essai sur fes origi-
nes dtt lexique ıechnique ek In mystique musulmnne, Paris 1954, 60, adlı eserindeki iddia ettiği gi-
bi birisi değildir. Tüsteri burada, sadece Allah'a tevekkülle inibatları olan birisi olarak zi kredi lır.
ı:~ Risdle, Kah ire 1346, 180. Ri<:hard Hanmann tarafından Sı'lfi Kuşeyıf'nin Portresi adıyla terce-
me edilmiştir. al-Kuschairis Darste/lung des Sufitums, (Türk kütüphanesi 18, Berlin 1914, 176 (bir-
kaç küçük tashih içerisinde bulunmaktad ır).
14 Tabii ki Kuşeyô, öğrencinin bir şeyhten ders almasını engellemez. Nitekim, ı. bölümde
"ta'liııı··: "delalet (işaret) etmek" şek linde ilk devirde ortaya çıkmış bir terim olarak geçmektedir.
fritz meier!kuşeyri''nirı tertfbü's-süluk'u 367
Yeni dönemin' garip bir cereyanı da, artık bir müdihede ve manevi faaliyetin
a'razı olan ekolierdir. Bu ise, mürid ile şeyhin beraberce bir müzakere ortamı
içinele bulunup ilim öğrenilmesi ve böyle bir yapının oluştu rulması şeklindedir.
Bu teınayü l; şeyhle müridierin hepsinin bir arada bu lunması ve şeyhin, müridie-
ri daha yakından takip edebilmesi, hem onlardaki manevi ink.işafın detaylannı
mur:ı kaheye imkan bulması, hem de buna cehdetmesi açısından iyidir. Anık
bundan sonra, süfinin terakkisi ile birlikte mücahedesi düzene girer. İşte bundan
sonr:ı mürid, bu hususu geliştirmeye başlar. Fakat murasavvıfın dini, ahlaki ve
yalın hali bunun dışındadır. Bunun için de Kuşeyri, Risale'siyle değil "Tertihu's-
SütuJ..~ .ff Tarfkilldb'~s başlığını taşıyan el yazması birçok özel konusuyla -ki bun-
lardn: ''Allah yolunda yürüme merhalesi" bölümü vardır- bir ilk örnek olarak gö-
rünür. Bu yazıda -ki bunu Risale'den (437/1045) önce mi sonra mı yazdığını bil-
miyonız- Kuşeyrl, mutasavvıfın ıslahtaki önemli bir vasıtasının, psikolojik etki
olduğu üzerinde durmuş ve bu konuda yazmıştır. Mesela, Allah ne diyor? (Sutl-
nin) iradesinin ilgasında zikrin tesiri nedir? gibi konular. Ona göre zikir; bir alış
eırma ve sı1finin kendisini çok kısa bir usül üzerinde teksif etmesidir. Zira onun
muht evası; Allah'ı tefekkürdür ve sfıfi onu hiç kesmeden, ya cehren, ya da hafiy-
yen tekrar eder. Bu ise; gayretini şekillendirmek, düşünmek, hissetmek ve bü-
tün bu yolda devam etmeyi arzu etmektir. Bu, aynı zamanda ınü 'minlerin de si-
lahıd ı r. Yani, mü'minin kendi şuuruna Allah'tan gayri şeylerin (Masiva'nın) hü-
cumunu defetmektir. Nitekim Kuşeyrl, Risale'nin sonunda müridiere ait d1n'i va-
siyetlerini sı ralarken; ınüridlerin, Şuyuhu-t Terbiye devresindeki gibi, şeyhten
çeşitli zikirlerle ilgili telkinler alması gerektiği ni vurgulamaktadır. Demek ki; şey
hin, müride bu hususu uygun şekilde söylemesi ve ona tecrübe ettirmesi gere-
kir. Jbn Aüiullah es-Sikenderl'6 ve Kuşeyrl, bunu iki başlık altında ele alır:
ı. Mutlak Zikir: Bu, sı1fi ile her yerde bulunınalı ve onunla beraber bütün bir
haya ı ı kapsamalıclır -ki bu, AlHlh'a sığınrnaktır-. 2) Mukayyed Zikir: Bu ise, özel
zamanlarda ram bir zihnl yoğunluk içinde, belirli b ir mertebe ve usGI içerisinde
uygulanıp meşkedilınelidir .' 7 Buna karşılık ikincizikir çeşidi , her ne kadar Şuyu
hu't-Ta'lim döneminde olsa da, şu iki şekilde gerçekleştiği görülür: a. İnziv5 , uz-
Jet içerisinde. b. MecBs ve halka içerisinde. Mukayyed (sınırlı) zikrin münferiden
ve cemaat h~ilinde yapılan her iki şeklinde de dindar kişi, mevzi! mücadelesinin
zayıf tarafını bırakır ve tecrübe etme zevkini duymaya başlar ve tasavvuf sahasın
da b ir diriliş kazanır. Kuşeyri, bu değişik usullere ne Risa/esinde, ne de Tertftfin-
de yer vermiştir. Şeyh, mürlde verilen zaman içinde uygun zikri söyler ve ona bu
usulü uygulamaya devam etmesi ve hiç bırakmaması talimatını verir ki; daha
ıR Helmut Ritter, ei-GaztUi, Das Elixir d&r Glückseligkeit, ]ena 1923, 38.
1<) AsiatiSche Studieıı 1954, 107.
20 Asiaıiscbe Stıtdien 1954, 128.
2 ı Süleml, Tabaktıtil 's-Suftyye, 3, 246.
22 Fevclih, muk:ıddime 204.
.fritz meier/kuşeyrf'nirı ıerıfbü 's-sılluk 'u 369
Hallıkan'ın ıneminde de özetleneo bu bilginin yerine, Yafii (768/ 1367) şunu id-
dia etmektedir: Kuşeyr!, Dekkak'ın ölümünden sonra kendi yolunu seçmiştir.
Ama daha önce girdiği yolu mu devam ettirmiş, yoksa yeni bir tasavvufi yola m1
devam etmiş, belli değildir.n İkinci husus bizce gözardı edilemez. Dekkak'ın
meclisinde bulunması ve tasavvufu bizzat ondan almasıas sebebiyle, önce sade-
ce bu ismi almış, daha sonra ise titiz ilmi bir terebbuat içinde bulunmuş ve bu ir-
şada icabet etmiştir. 29 Bu bilgilerdeki zıtlık bizi, iki esrarengiz şahsın Kuşeyrl için
bir rol oynadığı, yahut Kuşeyr'i'nin onlarla bir irtibatmın olduğunu inkar etmek
noktasında sonuca varmaktan alı koyuyor. Risalede mürlde şu talimat verilir: Di-
ğer bir sufinin dış görünüşüne itiraz etmemek, fakat dertıni olarak da kendi bu-
lunduğu hal üzere kalmak ve "Allah'la beraber olmak"; kendisi bir yemeğe da-
vet edildiğinde, iki lokma bile olsa birini alıp yemek fakat, iştahım da serbest bı
rakmayıp dizginlemek (183, 22-23, Hartınann 192). Demek ki burada da haddi
zatında beraber yemek; Allah'a havaleetmek (Allah versin deyip geçiştirmek)
deği l, bilakis bir dayanışma jestinde bulunmaktır. Ahlakçı olan birinin, hiçkim-
senin kalbini kırma ve kendisini yüksekte görme hakkı yoktur.
Bu farklılıklardan birbirine uyan ve aralarında bazı elikkat çeken hususlar var-
dır. Mesela, ne Terti/::lde ne de Risaü!de mukayyed zikir ile mutlak zikir arasında
bir farkın olduğu ve zikrin cemaat halinde yapılınaması diye bir iddia zikredilme-
miştir. Burada vurgulamak ve eklemek istediğimiz husus şudur: Kuşeyrl , mürld-
lerin adabıyla ilgili telif ettiği her iki kitabında da, bir zikrin bir şeyh vasıtasıyla
alınması gerektiğini söylemiş, müridierden aynı görevi ve aynı hazırlığı istemiştir.
Onlar da şunlardır: Bilgi (vukut), dini emir ve nehiylere tam itaat, ibadet şartların
dan olan temizliğe riayet, fakirliği (aza kanaati) zenginliğe (bolluğa) tercih, gari-
banlığt makam sahibi olmaktan üstün görmek, Allfıh'ı masivaya tercih ve devam-
lı zikretmek. Her iki kitapta da o , sufiye munzam ibadetten ve bir meşguliyerten
önCt' ek olarak "zikir" yapmasını tavsiye etmiştir. Ki o, Risa/dde tüm bu hususla-
rı rafsilatlı olarak anlatmış ve özellikle zikrin tesirlerine işaret etmiştir. Tertfb'de
ise, uınumi usul kaidelerine, sadece metod vaz'etmek suretiyle temas etmiş ve bu
yolla tezini savunmuş; böylece taf.c;ilatlı ınertebeler ortaya koyarak, onun içinde
zikrin sırasını ele almak suretiyle, her iki kitabın farklı gayelerinden bahsetmiştiL
Diğer bir müşkil ise Tertfb ile RiscUe'nin, yazıldıkları diller açısından orijinallik
farklılığı göstermedir. Tertflide, itinasız çalakalem yazılmış bir üslub ve kelimele-
re tuhaf manalar verildiği görülür. Örneğin: "Mes'ele" kelimesi, "sıkıntı (müşkil)"
manasında kullanılmıştır. ,o Ayrıca," .. .ben örnek olabilirdim ... " misalinde olduğu
gibi, geçmişteki bir olaya işaret eden ve graınerle ilgili "merra" ve "rubbema" gi-
bi tabirler de, farklı farklı manalarda kullanılmıştır. Aynı şekilde, "asara" yerine
"asaraha" örneklerinde olduğu gibi, bir zamir kullanımı; kendisinde aynı cinsten
bir topluluğa deliilet manası bulunan "nefs" kelimesinin, sıfat olarak farklı faklı
gelmesi de böyledir. Mesela; "Vecedtü nefs! oaimeten müstalgıyeten" cümlesinin,
"Vecedtü nefsi nairneo müstalgıyen" şeklinde yazılması. Bundan başka, esere yer
yer Farsça tabirler de serpiştirilmiştir: "dah yazdah, dah-u nim, huday" gibi.
Ayrıca, hat (yazı) geleneğinin erken devirlerde bozulma ya maruz kalması ve
bu eserlerin sadece el yazısı ile yazılabilmesi (yani el ile yazılınasının dışında mat-
baa vs. gibi başka bir imkan olmaması) sebebiyle, bunların bizzat Kuşeyrl'nin ol-
duğuna ve hangilerinin ona aidiyetine dair bir araştırmaya ihtiyaç vardır. Bundan
başk:ı: Risaüide hiç ilerleme gösterilmemiş bir usul varken, Tertfb'teki yazının
özel bir tarza sahip olduğu görülür. AlHih ve peygamberlere dair yazılan mukad-
dimecle ve tüm sarahatiyle, 5. bölümdeki mübteda'dan önce birkaç haber cümle-
sinin 7. bölümden gösterilmesi yaniışına nasıl düşülmüşlür? Bizce Tertfb, Kuşey
ri'nin kesinlikle asıl kitabı değil , bilakis ona ait cüınlelerin bir haşiyesi ve onun
dersteki açıklamaları , başkalarıyla cereyan eden görüşmeleri ve şifahl olarak yap-
tığı izahları gösteren bir not hüviyetindedir. ÜslOb ve gramer yönünden Tertib'in
Rtsafe'den farklılığına dair şu iki ifade, bu inancımızı destekler mahiyettedir: Bi-
rincisi; Tertilide kullanılan konuşma dili ; ikincisi, notları turan öğrencinin tanına
maması ve bu unsurların , talebenin şahsi diline kanştmlınış olmasıdır. Metnin bu
görünüşi.'ıne göre, esere her iki faktörün de ortak tesir etmiş olması muhtemeldir.
1-Hllhuki böyle bir hükrnün katiyeti meselesinde, soruyu sahihlik üzerine bina
edebilmek için; Kuşeyrl'nin RiscUe dışındaki bugün maalesef henüz neşredilıne
miş tüm diğer makalelerini topyekün gözden geçirme mecburiyeti vardtr.
1C'11fh tıpkı, Risale'nin bölümleri gibi bablara ayrılmıştır. Ben onları 1 'den 9'a
kad:ır nuınaraladım. Birinci bölümde; mukaddimeden sonra öğrencinin zikre
konsantre olmadan önce herşeyi, daha sonra kendisini ve zikrin dışındaki şeyle
ri nasıl unutaeağ ı anlatılmıştır. Böylece o, kendi benliğini terkederek gerçek kal-
bl nı Inı harekete geçirir ve kalp dili zikriyle kendini gösterir. Artık zikri, bu diliy-
le tel:ıtluz eder -hatta o kadar ki bu, değişik ve kendisinin de tanımadığı bir dil-
dir- ve tabiatın da zikrini duyar hale gelir. Derunl bir süreden sonra, kendinden
geçme hali vuku bulur. Bu ise, 'sır' denilen daha derin bir mertebedir. Böylece
o, hem kendi halet-i rOhiyesinden, hem de zikirden dolayı kendi hakimiyeti ta-
mamen kaybolur, adeta bir oyuncak gibi olur ve sOfide iHihl bir işaret belirir. Mu-
ıasavvıf burada, kendini aynen bir deniz gibi hisseder.
İkinci bölüm, tekrar zikir diliyle başlar ki bu, kalpte güçlü bir faaliyettir. Ora-
da Allah'ın devamlı zikredilmesi göze çarpmaktadır ki bu, birinci bölümde anla-
tılmışn. Şayet talim (zikir çalışması) sıkı tutulursa ve kalpteki zikir dilinin özelli-
ği korunursa, sadece sır denilen feyezan başarısına ulaşılır. Eğer çok samimi olu-
372 ıasavvıtj'
nur ve aşırılığa
gidilmezse bu, sır denilen durumdan sadece manevi terakki ve
baş~ıı·ı ya ulaşılır.
Çünkü bundan bizzat dışanya bir vaaz durumu ortaya çıkar ve
bunu da sadece kendisi bilir. Bilgi ona doğru akar, daha doğrusu sonsuzluğa do-
lar. Fakat sGfiye ihsan edilen bu basiret, onu daha ileriye yani sufi bilgiye götü-
rür. %:ira bu, sadece bilinir. Kuşeyrl bu ikinciyi ''Bilgi İnkişafı (fehm)" diye isim-
lendiriyor. Bu fehm, en sonunda dışarı yansıtılu ve böylece erkenden bu tasav-
vu.tı gayret karşısında lakaydl bir durum içine girilmiş olur.
Üçüncü Bölüme de bir mukaddime ile başlanmış ve üç uzun fasıl ile gelişme
bölümüne geçilmiştir. Devamlı. lisanl ve kalbi zikir çalışması içindeyken sGfi,
herşeyin üzerinde kalmak sGreciyle artık, kendisinin yetiştiğini göıi.ir. Fakat yu-
karıdan (Allah'tan) bir kuvverl 1 ona hakim olur. O yeniden dikkat kesilir ve ön-
cekinden daha büyük ve daha kuvvetli bir güç onu yeniden sıkıştırı r. Bu olay
tekrarlanır, onu felç eden bir güç noktasına kadar aıtar ve sonunda böylece
onun zikri, kalbini iyice sıkıştırmış olur.
Dördüncü Bölüm'de söz, hareker ve titremeler söz konusu edilmiştir ki bu,
lisanl zikrin en alt ınertebesidir. Bundan sonra, daha kuvvetiisi olan kalpteki zi-
kir de, çeşitli bölümlere ayrılır ve nihayet fevkalacle bir ses içinele cümleler hali-
ne dönüşür. Buna insanın tüm azaları iştirak eder, (kalbi zikri tatlı olarak teren-
nüm eden) diller artık, sessiz kalır. Kendine ihsan edilen bu fehmin sesleri ele,
tasavvutı terakkiyemani olur.
Beşinci Bölüm'ün mevzusunu, harikulade tecrübelerin lezzetleri oluşturur.
Bunl:ır -sonsuzluk tadını sfıfı'nin damağına tattıran bir el olarak- ona kalbi zikir
sırasında zuhGr eder. Bundan ortaya çıkan sonsuz zevk, o kadar büyüktür ki sfı
fi, neredeyse kendisinin mutlaka ölmesinin gerektiğini düşün ür. Bu şartlar altın
da başına gelen bu hali hafifletmek için, hücreden kaçar ve insanlarla irtibat kur-
maya gayret eder. Bu durumda artık , bir karıncayı bile duyabileceğine inanclığı,
son derece keskin bir sezgiye sahiptir. Artık onun en yüksek arzusu, uyuyabil-
ınektir. Hatta bu durum yıllarca si.irse bile. O, bunu kendi ihtiyarıyla yapmaz.
Kuşeyrl Altıncı Bölüm'ü, başından geçmiş bir tecrübeye hasretmiştir. Bu tec-
rübe, bir sfıtlnin sır ınertebesincleyken yaşadığı bir ol aydır. Burada o, ara ara Al-
lah tarafından bir söz (hitab) duyar. Buna karşılık, kendi sırrından bir cevap da
duyar. Fakat eğer söz dostane ise; bu sır, onu cevap verıneye cesaretlendirir.
Eğer bu söz kötü ise, o zaman da sır susar. O, bir şeyler yapmak, bir şeye sahip
olm;ık için aracısız o kelaını dinler ve cevap verir. Hatta bu sözü failinden ayır
32
detmek ınecburi)'etincledir. Aksi takdirde, Cem'u'I-Cem' denilen hal içinele de
susar ve yok olur. Yani bu hal şu sözlerde ifadesini bulmuştur : HaiHk'ın "Ene'I-
Hak k"; Bistam'i'nin ".Bana haındet !"sözleri.
hip <ılınuştur ki, mahlı1katı kendisinden önce görür hale gelmiştir. Bununla bir-
likte zikir, onun sırrında yeterli olmuş ve tekrar eski normal haline dönmüştür.
Kuşcyrl, ihlasla ınücahededen oıtaya çıkan bir hadiseyi ele bir clostuyla şöyle ya-
şamı:;-?tır: Bir elefasında arkadaşı onun yanında uyurken o: ''Ah keşke şu arkada-
şın yan ında tereyağı olsaydı ne kadar güzel olurdu" diye aklından geçirince, ar-
kada ~ı ona rüyasın da şöyle seslenmiş: "At, bırak tereyağını yola !." Kuşeyrl, kal-
374 tasavvuf
bi zikirden sırri
zikre geçiş keyfiyerini şöyle anlatır: Kalbi zikir kendisinde güç-
lenmişken, bir arkadaşı onu evine götürür. Bir taş üzerine oturarak ağzı kapalıy
ken (Farsça) "Huda" (Allah) dedirtir. Kuşeyrl bunu yapınca, ağzı şişer ve zikri,
kalbinden sırra yansır. Fakat o bunu yaparken, ilk sessiz harfi dışarı çıkaramadı.
Bu zikir, uzun süre çekilen bir zikir içinde meydana geldi. O sırada Kuşeyrl, ken-
dinden geçti ve ta güneş battıktan sonra. kendine gelebildL O, bir gün içinde bir
deri bir kemik kalıncaya kadar zayıfladı ve gittikçe eridi. Öyle ki, tam bir yıl öy-
lece zayıf olarak kaldı. Ancak Kuşeyrl, bu "Huda" kelimesini, o günden beri sır
rından (derünundan, ruhundan) hep duyar hale gelmiştir.
Kuşeyr!'nin uygulamaları, İshiml tasavvı.ıfta usul olarak ilktir. Bundan dolayı
herkesin büyük teveccühüne mazhar olmuştur. Süfinin iç tecrübeleriyle ilgili bu
uygulamalar, Şuyuhu't-Terbiye döneminde yer alır. Yine bu uygulamalar; el·Xüb-
ra'nın Fevaihü'/-Cerntlfinden sonra, bu sahada önemli kilometre taşlarından biri-
sidir. Bunlar, az bir kitle içinde revaç bulmuştur. Ayrıca, daha önce bu hususların
bir kısmına Kübra'nın Fevaih'indeki mükaddimemde de atıfta bulunmuştum.
İstifade edilemeyenler:
U = Ulu Cami (Bursa), tasavvuf13, lll b-115 b. Tarihsiz, düzensiz yazı lmış
bir ta'lik nüshasıdır. Hellmut Ritter Yazmalarından : Philologika Xlii, in: Oriens 3,
1950, p. 50,nr. 101/ p.66, nr. 153.
fritz meierlkuşeyrf'nin tertfbıl's-sülak 'u 375
• Fritz Meier, "Qusayris Tartıö as-Suluk", Orierıs, c. xvı , s. 1-14, Leiden 1963, E.]. Brill.
"Aşk bir kuştur ki, bir başa konroadıkça aranmaz.
'Önceleri ben
aşkın a rkasından koşuyorduın, şimdi o benim peşime düştü.' diyen
Mevlana'ya herhalde Şems güneşi önceden görünmüştü. Akla göre
akılsızlık ne ise, aşkın gözünde akıl da öyledir. Akıl insanları uçsuz
bir denizin kenarına kadar götürüyor. Eğer insanda aşk denizine
açı lacak güç bulunmazsa, aklın onu bıraktığı kıyılarda çarpan
fırtma ile helak olacaktır. Hayat dediğimiz işte bu kıyıların
fııtınasıdır. "
N urettin Topçu•