You are on page 1of 2

ANTİK EDEBİYATTA DESTANLAR

Antikçağ’da Troia Savaşı başta olmak üzere efsaneleri konu alan en eski Hellen şiirine epos
denilmektedir. Aslında “ozanın sözü” demek olan bu sözcük, bugün Batı dillerinin tümünde “destan”,
yani kahramanlık şiiri anlamıyla yerini almıştır. Efsane ve tarihsel gerçekliğin sanatsal bir biçime
sokulduğu destan yazımında genel olarak “halk destanı” ve “sanat destanı” diye bir ayırım da yapılır.
Belirli bir toplumda kendiliğinden ortaya çıkmış olan halk destanları büyük ölçüde bu toplumun genel
koşullarını bize yansıtırken; yapay bir biçimde üretilmiş olan sanat destanları, bireysel özellikler
taşırlar. Oluşum biçimleri oldukça karmaşık olan antik halk destanlarına Ilias ve Odysseia, sanat
destanlarına ise Romalı Lucanus’un (M.S. 1. yüzyıl) Pharsalia’sı örnek gösterilebilir. Destanlar arasında
özellikle 19. yüzyıldan bu yana yapılan bu ayırımın modern tarihçi açısından da belirli bir anlamı
bulunmaktadır. Çünkü bu şekilde, incelemeye alınan destandaki tarihsel unsurlar önceden bir ölçüde
kabaca tahmin edilebilmektedir.

Eskidoğu’da Sumerler’in Gılgamış Destanı ya da Hititler’in Kumarbi Efsanesi’nde de karşımıza çıkan


destan yazımının Hellen dünyasındaki en eski örnekleri Ilias ve Odysseia’dır. Avrupa edebiyat tarihinin
başlangıcı da sayılan bu destanlar, edebî değerlerinin yanı sıra tarihsel değerleri bakımından da çok
önemlidirler. Olasılıkla M.Ö. 8. yüzyılda yazıya geçirilmiş olan destanlar, yaşadığı yıllar ve doğum yeri
kesin olarak bilinmeyen ve tarihsel kişiliği de tartışmalı olan Homeros’a atfedilmektedir. Ilias’ın
konusu arkeolojik buluntularla da kanıtlanmış olan Troia Savaşı'na ilişkin efsanedir. Odysseia’da ise
Ithake Kralı Odysseus’un Troia’dan ülkesine dönerken başından geçen olaylar anlatılır. Ion ve Aiol
lehçe unsurlarını içeren ve bu nedenle bu iki lehçenin karşılıklı geçiş bölgesi olan Batı Anadolu’nun
orta bölümünde oluştukları sanılan ve yazılı olarak son biçimlerini herhalde ancak M.Ö. 6. yüzyılda
Peisistratos’un tiranlığı sırasında Atina’da kazanmış olan bu destanların özü Geç Miken Devri’nden
gelmekte olup; taşıdıkları birçok detay özellik, “Birinci Kolonizasyon”u izleyen “Karanlık Yüzyıllar”
döneminin ve bu döneme özgü aristokratik Hellen toplumunun izlerini taşımaktadır. Bu destanlar eski
Miken Devri'nin anılarını tazeleyerek bunu izleyen aristokratik Hellen toplumundaki duyguları
vurgulamakta ve Hellen tanrılar dünyasını da ana hatlarıyla anlatmaktadırlar. Hellen dil ve kültürünün
ortak temelleri olarak Hellen eğitiminde de çok önemli yer tutmuş ve Hellenler üzerinde derin etkiler
yapmış olan Homeros Destanları, Hellenler’i bir 'millet' haline getiren unsurların da başında
gelmişlerdir.

Hellen Arkayik Çağı’nın Homeros’tan sonra en önemli epik yazarı sayılan Askra’lı (Boiotia;) ozan
Hesiodos, M.Ö. 700’lerde, Homeros Destanları örneğine göre “İşler ve Günler” (Erga kai Hemerai) ve
“Tanrıların Doğuşu” (Theogonia) adlı eserlerini kaleme almıştır. “İşler ve Günler”, Homeros
Destanlar'ında yansıyan aristokratik dünyanın aksine, çiftçilik, ticaret, gemicilik, ev işleri gibi
konularda bilgiler vermekte ve bu sayede Hellen Arkayik Devir bağımsız küçük çiftçisinin yaşamına
ilişkin önemli ipuçları elde edilmektedir. Hesiodos, “Homeros dini” konusundaki bilgilerimiz
bakımından çok önemli olan Theogonia adlı eserinde ise Hellen tanrılar dünyasını jenealojik bakımdan
sistematize etmiştir.

Tarihsel ve toplumsal gerçeklerden oldukça uzak olan Hellenistik Devir destan yazımında ise,
genellikle bir mythos, yani farklı içeriklerde olabilen efsanevî bir öykü ele alınmış ve Hellen Arkayik
Çağı’nın din, tarih ve hukuğu ile ilgili konular ‘mitik’ bir düşünme tarzı ile anlatılmaya çalışılmıştır.
Fakat, aslında önemli tarihsel ipuçları vermesi gereken bu hikâyelerde Arkayik Çağ koşulları
tanınamayacak hale gelmiştir. M.Ö. 3. yüzyılda yaşamış olan Aleksandreia’lı (İskenderiye) ozan
Apollonios Rhodios’un, efsanevî Argo Gemicileri’nin (Argonautes’ler) Altın Post’u ararken başlarından
geçenleri anlattığı Argonautika adlı eseri buna örnek gösterilebilir.
Buna karşılık, Roma destan yazımının dünya ve tarihe daha yakın olduğu göze çarpmaktadır. M.Ö. 3.
yüzyılda yaşamış olan Romalı ozan Naevius, büyük bir bölümü bugün kaybolmuş bulunan Bellum
Poenicum (“Kartaca Savaşı”) adlı eserinde Romalılar’ın Kartaca ile mücadelelerinden nasıl başarı ile
çıktıklarını anlatır. Ennius (M.Ö. 239–169) ise, Annales (“Yıllıklar”) adlı yapıtında Roma halkını
(populus Romanus) yücelterek ‘Roma’nın ulusal destanı’nı yazmıştır. Ancak Vergilius’un da (M.Ö. 70–
19), kaleme aldığı 12 kitaplık kahramanlık destanı Aeneis ile, Ennius’un bu ününe ortak olduğunu
görürüz. Vergilius’un isteğine aykırı olarak İmparator Augustus’un emriyle Varius Rufus tarafından
yayımlanan bu destanda, Tanrıça Aphrodite ile Troia’lı Prens Ankhises’in oğlu olan Aineias’ın Troia’nın
Akalar’ın eline geçmesinden sonra Anadolu’dan İtalya’ya göçmesi ve Roma kentine temel olacak yeni
bir yurt kurması anlatılmaktadır. Roma erdemleri bundan böyle efsanevî Aineias’ın (Lât. Aeneas)
kişiliğinde ideal örneğini bulacak ve bu örnek Augustus tarafından yeniden düzenlenen Roma devleti
için önemli bir propaganda aracı olacaktır.

Roma İmparatorluk Çağı'nın ilk yüzyılında yazılan destanlar da gene önemli tarihsel olayları ele
almışlardır: Yukarıda sözünü ettiğimiz Lucanus (M.S. 39–65), Caesar–Pompeius çatışmasını konu ettiği
Pharsalia adlı destanı; Silius Italicus (M.S. 26–101) ise, 2. Kartaca Savaşı’nı dile getirdiği Punica
destanını yazmıştır. Bununla birlikte, bu destanlar da tarihsel gerçeklerden oldukça uzaktadırlar.

Şimdi doğal olarak şu soruyu sormak gerekiyor: Destanlar hangi bakımlardan tarihsel kaynak
olabilirler? Roma’daki örneklerde gördüğümüz gibi, eğer bilinen tarihsel bir konu destanlaştırılmışsa,
bu sorunun yanıtlanması o kadar zor değildir. Bu durumda tarihçi incelemeye aldığı destanı diğer
kaynaklarla karşılaştırarak, destanın bu kaynaklardaki bilgilere ek olarak yeni birtakım bilgiler verip
vermediğini ya da bazı tarihsel olaylardan neden söz etmediğini veya bu olayları neden farklı bir
biçime soktuğunu ortaya koyabilir. Fakat destanın ele aldığı konu mitik, yani efsanevî bir özellik
taşıyorsa, sorun çok daha karmaşıktır. Çünkü efsanelerde gerçeklere uygun düşmeyen birçok unsur
bulunmaktadır ve daha Antikçağ’da Herodotos gibi tarihçiler mythos’lara pek güvenmemişlerdir. Bu
bakımdan modern tarihçinin de mythos’larda güvenilir tarihsel bir öze ulaşması çok ender karşılaşılan
bir durumdur. Örneğin Vergilius’un Aeneis destanındaki Aeneas’ın Anadolu’dan İtalya’ya göç
etmesinin büyük Hellen kolonizasyon hareketi (M.Ö. 750–550) ile ne ölçüde ilgili olduğu bugün
yanıtlanması çok zor olan bir sorudur. Bununla birlikte, destanlar kültür tarihini ilgilendiren konularda
modern araştırmacıları daha fazla bilgilendirmektedirler. Homeros Destanları buna verilebilecek en iyi
örnektir. Bu destanlara yansıyan askerî, sosyal ve dinî koşullar, Hellen kültür tarihinin erken
dönemlerine ilişkin çok önemli ipuçlarıdır. Fakat bu koşulların Hellen Tarihi’nin hangi dönemine ait
oldukları; bunların destanların yazıldığı M.Ö. 8./7. yüzyılı mı, yoksa Troia Savaşı ve öncesi dönemini mi
(M.Ö. 13./12. yüzyıllar) yansıttıkları ya da “Birinci Kolonizasyon”u izleyen “Karanlık Yüzyıllar”
döneminin ve bu döneme özgü aristokratik Hellen toplumunun izlerini ne ölçüde taşıdıkları veya bu
olasılıkların destanların neresinde ve nasıl birbirlerinden ayrılmaları gerektiği soruları henüz tam
olarak yanıtlanabilmiş değildir.

You might also like