You are on page 1of 3

ANTİK ROMA’DA HALKIN ANAYASAL VE MEDENÎ HAKLAR BAKIMINDAN BÖLÜNÜŞÜ VE HALK

KURULTAYLARI

Roma’nın Cumhuriyet Devri’ndeki toplumsal ve siyasal yapısını kavrayabilmek için, Krallık Devri’ne
kadar uzanmak gerekmektedir. Çünkü Romalılar, Krallık yönetimine son verip Cumhuriyet'i kurmakla
birlikte, Krallık Devri’nin toplumsal ve siyasal kurumlarını büyük ölçüde Cumhuriyet Devri’nde de
muhafaza etmişlerdir.

Efsanevî bir şekilde Romulus ile başlatılan Roma Krallığı, bir “kabileler konfederasyonu” biçiminde
örgütlenmişti. Vatandaşlık haklarından yararlanan Roma halkı (populus Romanus), üç kabilede
(tribus) toplanmıştı. Her tribus, 10 curia’ya; her curia da 10 gens’e bölünmüştü. Böylece populus
Romanus’u oluşturan üç kabile 30 curia’yı ve 300 gens’i kapsıyordu ve bu örgütlenme yapay bir
biçimde gerçekleştirilmişti.

Siyasal haklar da dahil olmak üzere tüm vatandaşlık haklarından yararlananlar, yalnızca gens’lere üye
olan yetişkin erkeklerdi. Roma bir soy toplumu şeklinde örgütlenmiş olduğundan, siyasal yapıda yer
almak için toplumun benimsediği bir soya (gens) üye olmak gerekiyordu. Dolayısıyla hiçbir soy ve
kabileyle ilişkileri bulunmayan pleb’ler ve cliens’ler, vatandaş olmadıklarından, populus’un içinde yer
almadıkları için, özgür olmalarına ve mülk edinebilmelerine karşın, seçme-seçilme gibi siyasal
haklardan yoksun bırakılmışlardı. Bu toplumsal yapının en altında da, özgür olmayan ve hiçbir haktan
yararlanamayan köleler bulunuyordu.

Roma’nın 6. Kralı Servius Tullius’un gerçekleştirdiği kabul edilen ve Cumhuriyet Devri’ne aktarılan
anayasal reformlar ile vatandaşlık soya değil de, konaklama ile özel mülkiyet ilkesine bağlanmış ve
böylece Roma’daki vatandaş sayısı önemli ölçüde artırılmıştır. Bu düzenlemelere göre, vatandaşlar
patricius ve pleb olup olmadıklarına bakılmaksızın servet dilimleri ölçüt alınarak 5 sınıfa ayrılmışlar;
her sınıf, toplumsal ve askerî örgütlenme birimleri olan centuria’lara bölünmüştür. Mal varlıkları
olmadığından, ordudan, dolayısıyla da centuria örgütlenmesinden dışlanmış bir toplumsal kesim daha
vardı. Bu kesimi oluşturan yoksullara yalnızca çoluk çocuk (proles) ürettikleri için proletarii
deniliyordu.

Ancak son kral Tarquinius’un despotizme kayan yönetiminden hoşnut olmayan patricius’lar, kralı
kovup siyasal rejimi değiştirmişlerdir. Yeni düzene yönetim işinin halka ait olması anamında
“cumhuriyet” (res publica = “kamusal olan”, “kamuya ait”) adı verilmesine karşın, gerçekte yönetim
soylu bir oligarşinin elindeydi. Soylu patricius’lar Senatus’u oluşturmakta idiler ve yüksek devlet
memurluklarını ancak bunlar alabiliyorlardı. Pleb’ler, ekonomik ve siyasal açıdan ikinci sınıf vatandaş
konumundaydılar ve sürekli savaşlardan dolayı durumları daha da güçleşiyordu. Savaşlarda elde
edilen kamu topraklarından (ager publicus) yalnızca patricius’lar yararlanıyorlardı; pleb’ler ise,
borçlarını ödeyemedikleri takdirde bir tür borç kölesi (nexum) durumuna düşme tehlikesiyle karşı
karşıya kalıyorlardı. Demek ki Roma Cumhuriyeti birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış iki vatandaş
sınıfını içermekteydi. İşte tüm Cumhuriyet Devri boyunca Roma kurumlarında görülen sürekli
değişimin temel nedenini, “iç dinamikler” diye adlandırabileceğimiz patricius-pleb sınıf çatışması ve
dış savaşlar, yani devletin dışa doğru her bakımdan büyümesi şeklinde beliren “dış dinamikler”
oluşturmuştur.

Cumhuriyet Devri’nde M.Ö. 287'deki Hortensius Yasası ile patricius'lar ve pleb’ler arasında formel
eşitliğin sağlanmasından sonra halkın anayasal ve medenî haklar bakımından bölünüşü şöyleydi:

İlk grubu tam vatandaşlar (cives) oluşturmaktadır. Roma vatandaşı sayılmak için hukukî bir
evlenmeden doğmuş ya da kendisine vatandaşlık hakkı verilmiş olmak gerekiyordu. Roma vatandaşlık
hakkının (civitas) asıl bölümleri, medenî haklar alanına giren yetkilerden oluşmuştur: Örneğin
Roma’ca muteber bir evlenme yapabilmek yetkisi (ius conubii), mülkiyet hakkı alanında serbest
alışveriş yetkisi (ius commercii) gibi. Daha sonra kamu hukuku içine giren yetkiler gelmektedir:
Comitia’larda (halk meclislerinde ya da kurultaylarında) oylamalara katılma yetkisi (ius suffragii),
devlet memurluklarına aday olabilme yetkisi (ius honorum), memurların (magistratus) beden ve can
cezasıyla ilgili bütün hükümlerine karşı temyiz için halka başvurabilme yetkisi (ius provocationis).

Efendilerinin egemenliğinden manumissio ile azad edilmiş olan eski kölelerin oluşturduğu azadlılar
(liberti) sınırlı bir vatandaşlık hakkına sahip idiler. Bunlar ne devlet memurluklarına girebilirler, ne de
asker olabilirlerdi. Ancak üçüncü kuşakta bunların “özgür olmayan doğuşlarının lekesi temizlenmiş”
sayılırdı. Azad edilirken efendilerinin ön ve soyadlarını alırlar; kendi kölelik adları cognomen olarak
kalırdı (Örneğin ünlü M. Tullius Cicero’nun kölesinin adı M. Tullius Tiro olmuştur). Azadlı köle o
zamana kadarki efendisine karşı cliens’liği, yani yanaşmalığı andıran belirli bir bağlılık ilişkisi içinde
bulunurdu.

Yanaşmalar (clientes) ise aslında daha az hakları olan özgür kişiler olup, bir efendiye (patronus)
hizmetle mükellef idiler. Başlangıçta soylara (gentes) verilmiş olan bu cliens’ler, patronus’larına karşı
saygı göstermek, savaşta onlara yoldaşlık etmek zorundaydılar ve oylarını ona karşı kullanamazlardı.
Patronus ise yanaşmasını her yerde – özellikle mahkemede – korumakla yükümlü idi.

Roma’da patricius’larin egemen olduğu dönemde yaygın olan yanaşmalık kurumu, zamanla patronus
hukukunun zayıflaması üzerine nihayet yavaş yavaş ortadan kalkmıştır.

Ve nihayet köleler (servi) tamamiyle efendilerinin malı idiler. Bir efendi kölesine istediğini yapabilirdi.
Satın alınarak kazanılan köleye mancipium, efendisinin evinde doğmuş olana ise verna deniliyordu.
Bir mal sahibinin bütün kölelerine birden familia denirdi. Familia urbana (şehirli familia) şehirdeki
evin işleriyle uğraşıyordu. Dışarıda arazide çalışan köleler ise, familia rustica’dan idiler. Devlet, kentler
ve kamu tüzel kişilerinin de köleleri vardı. Servi publici denilen bu devlet kölelerinin birtakım hakları
bulunmaktaydı. Büyük işletmelerin yayıldığı dönemde sanayi ve tarım alanında çalıştırılan köleler,
insana yakışmayan davranışlara katlanmak zorunda bırakılmışlardır. Bunların başında kendisi de bir
köle ya da azadlı olan zalim bir villicus bulunurdu. Roma devlet ve ekonomi yaşamı, genel olarak bu
köle düzeni üzerine kurulmuştu.

Sadece Roma vatandaşlarından oluşan kurultayların (halk meclislerinin) sayısı ise üçtü:

Patricius’ların özel kurultayı olan Comitia Curiata Cumhuriyet’in sonlarına doğru önemini yitirmiştir.
Bu kurultay, ancak patricius’lar sınıfını ilgilendiren işler için söz konusu olmuştur.

Comitia Centuriata adını taşıyan kurultayda askerliğe elverişli tüm Roma vatandaşları (patricusi’lar ve
pleb’ler), centuria’lara (Roma lejyonlarının en küçük birimi) göre düzenlenmiş olarak, Roma surlarının
dışındaki Mars Alanı’nda (Campus Martius) toplanırdı. Cumhuriyet’in sonuna kadar yüksek
memurların (consul, praetor, censor) seçimlerini yapan Comitia Centuriata, yasamada ve savaş ve
barışa karar vermede Senatus’un onayını (patrum auctoritas) almaya mecbur idi.

Romalılar, Hellenler gibi kişisel olarak oy vermiyorlardı. Romalılar'da oy verme işi gruplar halinde
oluyordu. Centuria’lar içinde birleştikten sonra oy verildiği için, bu şekle centuriatim, yani
“centuria’lara göre” deniliyordu.

Comitia Tributa ya da Consilia Plebis denilen toplantılar pleb’lerin kurultayları idiler ve bu


toplantılarda seçilen halk tribunus’ları ile birlikte Roma anayasasının demokratik unsurunu
oluşturuyorlardı. Seçimler ve oy verme tek tek tribus’lara (Roma’daki yerleşim bölgeleri) göre
oluyordu. Bu kurultayların kararları için Comitia Centuriata’da olduğu gibi Senatus’un onayı (patrum
auctoritas) gerekmiyordu. M.Ö. 287’deki Lex Hortensia (Hortensius Yasası) ile bu kurultayın kararları
(plebi scita = halk kararları) tüm halk kurultaylarında çıkan yasalara (leges) eşit tutulmuştur.
Plebiscitum’ların lex mertebesine çıkarılmasında patricius'lar-pleb'ler sınıf mücadelesinin pleb’lerin
lehine sonuçlanması rol oynamıştır.

You might also like