Professional Documents
Culture Documents
Sri Nisargadatta Maharaj’ın BEN O’YUM (I’M THAT) ismi ile Türkçeye güzel bir üslup ile
çevirilmiş olan altı yüz sayfalık kitabını baştan sona defalarca okudum. Kitapta Yoga
düşüncesinin propagandası olmadığı gibi Yoga düşüncesinin, Hind inançlarının ve özellikle
de reenkarnasyonun sıkı bir eleştirisi yapılmaktadır.
Hindû olarak doğmuş bir insan, reenkarnasyon inancıyla şartlanmış bir beyin ve Yoga yapan
bir bilinç içinde yetiştiği ortamın akla ve evrensel gerçeklere uymayan yanlarını fark ederek
açıklamaktadır. Reenkarnasyonu reddini ona sorulan soru ve onun verdiği cevap ile ne kadar
güzel anlatmaktadır:
Maharaj: Kutsal metinler öyle söylüyorlar, fakat bunun hakkında hiç bir şey bilmiyorum.Ben
kendimi ben olarak biliyorum, nasıl görünmüş olduğum ya da görüneceğim benim deneyim
alanıma girmiyor. Hatırlamıyor değilim. Gerçekte hatırlanacak bir şey yok.Tekrar doğuş
yeniden bedene giren bir benliği öngörür. Böyle bir şey yoktur.
“Ben” denilen, bir anılar ve umutlar tomarı, kendisini ebediyen mevcud gibi imgeleyerek,
kendi sahte
ebediliğine yer yapmak için zamanı yaratmakta.Var olmak için geçmişe ve geleceğe ihtiyacım
yoktur.
Tüm deneyim imgelemeden doğmuştur; ben imgelemem, böylece de bana doğum ya da ölüm
vaki olmaz.
Ancak doğmuş olduklarına inananlar tekrar doğacaklarını düşünürler. Siz beni doğmuş
olmakla suçluyorsunuz- ben ise suçsuz olduğumu savunuyorum!.
Hindistan müslümanlarına da Allah’ın çok açık bir dil ile tanrı olmadığını O’nun “Mutlak
Hakikat” olduğunu söylüyor. Hz. Muhammed hakkındaki düşüncesi ise… “Varlıkta
Muhammed’den başka bir şey görünmüyor” cümlesi ile özetlenebilir. (Bu düşünceleri ne
yazık ki kitapta mevcut değildir.)
Allah’dan başka varlık olmadığını “Enel Hakk” sözü ile ilan eden Hallac-ı Mansur’u
çağrıştıran… Varlığı Mevlâna gibi yorumlayan… Tekliği İbn Arabî zekâsıyla anlatan… başka
bir inancın, başka bir kültürün, başka bir dilin rengi olan Maharaj okunması ve
değerlendirilmesi gereken bir bilgedir.
Maharaj hakkında bazı bilgileri ve onunla yapılan konuşmalardan bazı bölümleri aşağıda
sunuyoruz.
***
… İnsanlık bugün, her zaman olduğundan daha fazla aydınlanmaya, kendini, aslında ne
olduğunu bilmeye, özünü idrak etmeye ve iç huzuruna kavuşmaya şiddetle ihtiyaç
duymaktadır. Sri Nisargadatta, bir güzellik, sevgi ve sadelik örneği olan öğretisiyle okuru
gerçekdışı rüyasında, içinde bulunduğu zavallı, korku ve ıstırap dolu hayal dünyasından
uyanmaya, gerçek, sınırsız ve ebedî varlığını, özünü idrak etmeye çağırıyor. BEN O’YUM,
varoluşun gerçeğiyle ilgili tüm düşünce ve inançlarımızı derinden sarsarak, bizi bütünlük,
birlik ve mükemmellik içeren sınırsız bir anlayışla karşı karşıya getiriyor. Sri Nisargadatta
Maharaj, bağımlı olduğumuz, kendi kendimizi aldattığımız her şeyi elimizden alıp,
karşılığında ilahi gerçeği, insanın, hayatın, varoluşun sırrını veriyor ve asıl özgürlüğe
zamandan, uzaydan ve her türlü tariften öte olan o En Yüce Hal’e giden en kısa yolu
gösteriyor.
http://www.kitapalemi.com/46051-ben_oyum.kitap
MAHARAJ diyor ki: Tek gerçek beyan “Ben-im”dir. Diğer her şey başka şeylere göre varılan
sonuçlardan ibarettir.
İşte, gerçek deneyimlenen (deneyimi yaşayan) zihin değil, Ben, yani her şeyin onun içinde
meydana çiktigi, gorundugu ışıktır. Ben, tüm deneyimlerin kökenindeki ortak faktördür;
içinde her şeyin vaki olduğu (meydana geldiği) farkındalıktır.
Benim sorgulayışım, ben’im bilincinin enel-hak deyimine ne kadar yakın olduğudur. Benim
görüş açımla yukarıda Maharaj’ın anlattığı açıkladığı “ben’im/enel-hak’ ın bir başka
söylemidir. “Enel-hak” öncesizdir. Çünkü zaten yaratanın içinde olandır. Yaratandan bir ışık
olarak ayrılmak bir öncelik zaman oluşturmaz. Zaten kendi ışık partiküllerinde o öncesizliğin
bütün bilgisi mevcuttur. Esas olan deneyimlemek ve ben’im duygusuna ben değilimden yola
çıkarak ulaşmaktır.. İste ben değilimden yola çıkıldığında ben’ime ulaşıldığında söylenecek
tek sözcük enel-hak oluyor.. yani ben tanrının iradesiyim, tanrının rengi tanrının nefesiyim…
http://www.sanalcafe.com/archive/sri.nisargadatta.maharajben.oyum.-behi.html
“BEN O’YUM*un sürekli yeni baskılar yapması hiç de şaşırtıcı değil, çünkü Sri Nisargadatta
Maharaj’ın sözlerindeki yücelik, açıklık, O’nun En Yüce Olan’dan söz edişindeki berraklık bu
kitabı şimdiden olağanüstü öneme sahip bir eser kılmıştır. Aslında birçokları onu gerçekten
incelenmeğe değer tek spritüel öğreti olarak görmektedirler.”
Erasmus Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nden Douwe Tiemersma Ben O’yum adlı kitaba
yazdığı önsöze yukarıdaki satırlarla başlıyor. Böylece bir gerçeği bize yeniden hatırlatıyor:
Günümüzde, her geçen gün çok sayıda insan spritüel alana yöneliyor, maddi olana, tüketim
toplumunun yarattığı yapay dünyaya sırt çeviriyor. Tüketim toplumunun yarattığı ve medya
tarafından demagojik bir tavırla pompalanan değerlerle avunamayan mutsuz insanlar yeni
arayışlar içine giriyorlar. Maddi olandan kaçanlar doğal olarak manevi olana, metafiziğe,
ruhsal öğretilere yöneliyorlar.
Ancak Douwe Tiemersma’nın kitabın önsözünde değindiği gibi spritüel öğretilere yönelen
insanları bu alanda da düş kırıklıkları bekliyor. İnsanların peşlerine takıldıkları çeşitli ruhsal
öğretileri, sınırlılıkları ve uygulamadaki zorlukları nedeniyle terk etmek zorunda kalışları bu
insanların ruhsal dünyasında yeni ve daha derin yaralar açıyor. Arayıcı durumdaki bu insanlar
bir ruhsal öğretiden başka bir ruhsal öğretiye dolaşıp duruyorlar. Bu öğretilerde de çelişkiler
bularak umutsuzluğa kapılıyor, varoluşun sırrının çözülemeyeceği inancıyla geldikleri kaba
ve maddi dünyaya geri dönüyorlar ya da bulundukları konumda akıntıya kürek çekiyorlar.
İşte Sri Nisargadatta Maharaj’ın öğretisinin farklılığı ve önemi burada başlıyor. O arayıcı olan
insana eksiksiz, doyurucu ve kolay uygulanabilir bir öğreti sunuyor. O öğretisinde evreni ve
hatta evren ötesini yorumluyor, yeniden tanımlıyor, gerçeği arayan insana ışıklı ve güvenilir
bir yol gösteriyor. Ancak günümüz insanına, özellikle de Batı tarzı yaşam ve düşünce
biçimine sahip olanlara son derece aykırı gelecek bir yol bu.
Hemen tüm ruhsal öğretiler bu yolda ilerleyen yolcuyu en sonunda bir noktaya, bir “kapı”ya
getirir. Bu kapının adı BEN’dir veya Tasavvuf Felsefesinde söylendiği gibi NEFS’tir. Maddi
âlemden manevi âleme geçiş bu kapının aşılmasına bağlıdır. Sufilerin “ölmeden ölmek”
dedikleri şey budur. Sri Nisargadatta Maharaj’ın öğretisi işte bu BEN(ego) duygusunun
aşılması üzerine kurulmuştur.
Onun öğretisi klasik Hint düşüncesinin birçok öğesini içermesine karşın, sadeliği ve
uygulamadaki kolaylığı nedeniyle farklıdır. O kendi yogasına NİSARGA YOGA (Doğal
Yoga) adını vermektedir. Kitabında Nisarga Yoga’yı şöyle tanımlıyor:
“Kimseyi incitmeden, kimseye zarar vermeden yaşayın. Zararsızlık en güçlü yoga şeklidir. O
sizi süratle hedefinize götürür. Bu Nisarga Yoga, doğal yogadır. Bu barış ve uyum, dostluk ve
sevgi, içinde yaşama sanatıdır. Onun meyvesi mutluluktur, nedensiz ve sonsuz.”
*Ben O’yum. Siri Nisargadatta Maharaj. Çeviri: Jale Gizer Gürsoy. Akaşa Yayınları 1993
***
“Sorunlardan arınmış bir hayatın ne kusuru var? Kişilik, Gerçek olanın bir yansımasından
ibarettir. Neden yansıma orijinale otomatik olarak sadık kalmasın? Kişinin kendine özgü
modeller çizmeye ihtiyacı var mı? Hayat ki kişi onun bir ifadesidir, kişiye rehberlik edecektir.
Kişinin, Gerçeğin sadece bir gölgesi olduğunu, fakat gerçeğin, kendisi olmadığıni bir kez
idrak ettiğinizde, üzülüp dertlenmekten vazgeçersiniz. Kendi içinizden, içsel rehberiniz
tarafından yönlendirilmeyi kabul eder ve benimsersiniz ve hayat bilinmeyene doğru bir
yolculuk haline dönüşür.”
***
S: Hayır olmadım. Hoş olan devam etmiyor ve acı yeniden gelip yerleşiyor.
M: Hangi acı?
S: Zevk ve haz duyma arzusu, ıstırap çekme korkusu, her ikisi de üzüntü ve yılgınlığa neden
oluyor. Katışıksız bir zevk (haz) hali yok mudur?
M: Fiziksel ya da zihinsel her zevkin bir araca gereksinimi vardır. Hem fiziksel hem de
zihinsel araçlar maddeseldirler, yorulur ve yıpranırlar. Onların vereceği haz, yoğunluk ve süre
bakımından ister istemez sınırlıdır. Istırap sizin tüm hazlarınızın zeminidir. Siz ıstırap
çektiğiniz için onları istersiniz. Öte yandan, zevki arama hali başlı başına ıstırap kaynağıdır.
Bu bir kısır döngüdür.
Maharaj: Hayatta hiçbir şey engelleri aşmadan elde edilemez. Bir insanın gerçek varlığını
berrak bir biçimde idrak etmesini engelleyen şeyler haz arzusu ve ıstırap korkusudur.
Yolunuzu tıkayan şey haz-acı motivasyonudur. Bütün dürtülerden arınmış, hiçbir arzunun
ortaya çıkmadığı hal doğal haldir.
***
Soran: Arzulardan böylesine vazgeçiş zaman gerektirmez mi?
M: Eğer onu zamana bırakırsanız, milyonlarca yıl gerekecektir. Arzu ardından arzu terk
etmek sonu asla görünmeyen, çok uzun bir süreçtir. Arzularınızı ve korkularınızı kendi
hallerine bırakın ve tüm dikkatinizi özneye verin, arzu ve korku deneyiminin ardında bulunan
varlığa. Sorun; kim arzuluyor? Bırakın her bir arzu sizi kendinize getirsin.
S: Duyusal ve zihinsel zevklerin olsun, fiziksel ve zihinsel sağlıktan kaynaklanan genel iyilik
ve rahatlık duygusunun olsun, kökleri yine sizin anlattığınız gerçekte bulunmalı.
M: Onların kökleri hayal gücündedir. Kendisine bir taş verilen ve onun paha biçilmez bir
elmas olduğuna inandırılan bir insan yanıldığını fark edinceye kadar büyük mutluluk
duyabilir; aynı şekilde, öz varlık bilindiğinde zevkler lezzetlerini, acılar dikenlerini
yitireceklerdir. Her ikisi de oldukları gibi görünecekler -anılara ya da önyargılara dayanan
şartlı davranışlar, sadece tepkiler, basit çekimler, itilişler olarak. Genellikle zevk ve acı,
beklendiklerinde hissedilirler. Bu tamamen kazanılmış alışkanlıklar ve edinilmiş kanılar
sorunudur.
Soran: Yine de ölen insanın ne durumda olduğunu hiç olmazsa kendi geçmiş hayatlarınızdan
bilirsiniz.
Maharaj: Gurum ((( mürşidim))) ile karşılaşıncaya kadar, birçok şey biliyordum. Şimdi ise
hiçbir şey bilmiyorum, çünkü bütün bilgi rüya içindedir ve geçerli değildir. Ben kendimi
biliyorum ve içimde ne hayat, ne ölüm, sadece varoluş buluyorum-şu veya bu olmak değil,
yalnızca olmak. Fakat zihin kendi anılar birikimine bürünerek hayal kurmaya başladığı anda,
uzayı nesnelerle, zamanı dolaylarla doldurmaya başlar.Ben bu doğumu dahi bilmezken,
geçmiş doğumları nasıl bilebilirim?
Aslında, kendisi devinim halinde olduğu için her şeyi devinir gören ve zamanı yarattığı için
de geçmiş ve gelecek için tasa çeken zihindir.Tüm evren bilincin beşiğinde büyür ki orada
mükemmel düzen ve uyum hüküm sürer. Nasıl bütün dalgalar okyanusun içinde ise, fiziksel
ve zihinsel her şey de farkındalığın içinde (salt bilinç) yer alır. Demek oluyor ki önemli olan
yalnızca farkındalıktır, onun içerdikleri değil.
Kendi hakkınızdaki farkındalığınızı derinleştirin ve genişletin, o zaman bütün hayırlar ve
lütuflar akacaktır. Bir şeyler arama zorunda değilsiniz, her şey sizden doğal biçimde,
zorlamasız ve kolayca gelecek. Zihnin beş duyusu ve dört fonksiyonu -bellek, düşünce,
anlayış, benlik; beş unsur -toprak, su, ateş, eter(esir); yaradılışın iki yüzü -madde ve ruh, hepsi
farkındalık içinde yer alır.
“Ben” denilen, bir anılar ve umutlar tomarı, kendisini ebediyen mevcut gibi imgeleyerek,
kendi sahte
ebediliğine yer yapmak için zamanı yaratmakta. Var olmak için geçmişe ve geleceğe
ihtiyacım yoktur.
Tüm deneyim imgelemeden (((vehimden))) doğmuştur; ben imgelemem, böylece de bana
doğum ya da ölüm vaki olmaz.
Ancak doğmuş olduklarına inananlar tekrar doğacaklarını düşünürler. Siz beni doğmuş
olmakla suçluyorsunuz- ben ise suçsuz olduğumu savunuyorum!.
Bu yanmakta olan bir tütsü çubuğuna bakmaya benzer; önce çubuğu ve dumanı görürsünüz;
çubuğun ucundaki ateş noktasını fark ettiğinizde ise, onun dağlar gibi çubuk yığınlarını yakıp
yok edecek ve evreni dumanla dolduracak güce sahip olduğunu anlarsınız. Öz varlık, zaman
tanımaksızın ve sonsuz olanaklarını tüketmeksizin kendini gerçekleştirir.Tütsü çubuğu
benzetmesinde çubuk; bedendir ve duman zihindir.
Zihin kendi çarpıtmalarıyla meşgul olduğu sürece, kendi kaynağını idrak etmez. Guru
(((mürşit))) gelir ve dikkatinizi içinizdeki kıvılcıma çeker.
Doğası gereği zihin dışa dönüktür, o daima şeylerin kaynağını yine şeyler arasında, şeylerin
kendinde
arama eğilimindedir; kaynak için içe bakması söylendiğinde bu, bir anlamda yeni bir hayatın
başlangıcını oluşturur. Farkındalık bilincin yerini alır; bilinçte bilinçli olan “ben” vardır.
I am That
Sri Nisargadatta Maharaj
http://interlock.blogcu.com/2094054/
KİŞİ GERÇEK DEĞİLDİR
SORAN: Hiçlik.
MAHARAJ: Evet, boşluk kalır. Fakat o boşluk ağzına kadar doludur. O ebedi potansiyeldir;
bilincin ebedi edimsel oluşu gibi.
SORAN: Fakat boşluk, boşluk olduğuna göre bize pek yararı olmaz.
MAHARAJ: Nasıl böyle söyleyebilirsiniz? Süreklilikte bir kesinti olmadıkça (((bir üst
boyuta))) yeniden doğuş nasıl olabilirdi? Ölüm olmadıkça yenilenme olabilir mi? Uykunun
karanlığı bile tazeleyici ve gençleştiricidir. Ölüm olmasaydı biz sonsuza dek ebedi ihtiyarlığın
bataklığında gömülü kalırdık.
SORAN: Bu kendiliğinden karşılıklar kendini idrak etmenin sonucu mudur, yoksa bir tür
eğitimle mi elde edilir?
MAHARAJ: Her ikisinin de sonucudur. Hedefinize olan bağlılığınız sizi temiz ve düzgün bir
hayat, gerçeğin arayışına ve insanlara yardım etmeye adanmış bir hayat sürmeye sevk eder ve
kendini-idrak hali de arzular, korkular ve yanlış fikirler biçimindeki engelleri kaldırarak, yüce
ahlâkı ve erdemi kolayca ve kendiliğinden ulaşılabilir hale getirir.
SORAN: Ne anlamda?
MAHARAJ: Ben çifte ölüyüm. Sadece bedenime değil, zihnime de.
SORAN: Üzgünüm. Fakat hiç anlamıyorum. Ben sizi çok canlı ve açık seçik konuşur
görürken siz bedensiz ve zihinsiz olduğunuzu söylüyorsunuz.
MAHARAJ: Sizin beyninizde ve bedeninizde muazzam karmaşıklıkta bir iş sürüp gidiyor,
bunun bilincinde misiniz? Kesinlikle değilsiniz. Fakat dışarıdan biri için her şey zekice ve
maksatlı bir biçimde yürür görünüyor. Bireyin tüm kişisel hayatının, büyük ölçüde bilinç
eşiğinin altına gömülebileceğini, bununla birlikte faaliyetlerini sağlıklı ve düzgün biçimde
sürdürebileceğini neden kabul etmemeli?
Soran: Gerçek (hakikat) “bir”dir diyorsunuz. “Bir”lik ve birlik kişiye atfedilen bir niteliktir.
Öyleyse gerçek -bedeni evren olan- bir kişi midir?
Maharaj: Söyleyebileceğiniz her şey hem doğru hem de yanlış olacaktır. Sözcükler zihnin
ötesine geçemezler.
SORAN: Sadece anlamaya çalışıyorum. Siz bize Kişi’den, Öz’den, En Yüce’den (vyakti,
uyakta, avyakta) söz ediyorsunuz. Öz içinde “Ben-im” olarak odaklanan saf farkındalığın ışığı
(pragna) , bilinç (chetana) olarak zihni (antahkarana) aydınlatır ve hayat (prana) olarak da
bedeni (deha) canlandırır. Bütün bunlar sözcüklerde pek âlâ, fakat sıra kendi içimdeki kişiyi
Öz’den, Öz’ü de En Yüce’den ayırt etmeye geldiğinde, kafam karışıyor.
MAHARAJ: Kişi asla özne değildir. Siz bir kişi görebilirsiniz fakat siz kişi değilsiniz. Siz
daima En Yüce Olan’sınız ki O zamanın ve uzayın belli bir noktasında tanık olarak görünür;
En Yüce’nin saf farkındalığıyla kişinin pek çok katmanlı bilinci arasında bir köprü oluşturan
bir tanık olarak…
SORAN: Kendime baktığımda görüyorum ki, ben bedeni kullanma konusunda birbirleriyle
dövüşen birkaç kişiyim.
MAHARAJ: Bunlar zihnin çeşitli eğilimlerine (samskara) tekabül ederler.
SORAN: Şimdi anlayabiliyorum ki ben kişi değilim, fakat kişide yansıyanım, ona bir varlık
(varoluş) duygusu verenim. Şimdi En Yüce’ye gelelim. Kendimi En Yüce olarak nasıl
bilebilirim?
MAHARAJ: Bilincin kaynağı bilinç içindeki bir nesne olamaz. Kaynağı bilmek, kaynak
olmak demektir. Siz kişi olmadığınızı, saf ve dingin tanık olduğunuzu ve korkusuz
farkındalığın sizin asıl varlığınız olduğunu idrak ettiğinizde, siz o varlık olursunuz. O
kaynaktır, Tükenmez olandır.
SORAN: Birçok kaynak mı vardır, yoksa her şey için tek bir kaynak mı?
MAHARAJ: Bu ona nasıl baktığınıza, hangi uçtan baktığınıza bağlıdır. Dünyada birçok nesne
vardır fakat onlara bakan göz tektir. Daha yukarıda olan daha aşağıda olana daima bir gibi
görünür; daha aşağıdaki de daha yukarıdakine birçok gibi görünür.
SORAN: Öz varlık (Vyakta) ile En Yüce (Ayvakta) arasındaki bağlantı halkası nedir?
MAHARAJ: Öz varlığın görüş noktasından, dünya, bilinen’dir, En Yüce ise – Bilinmeyen.
Bilinmeyen bilineni doğurur ama yine de Bilinmeyen olarak kalır. Bilinen, sonsuzdur ama
Bilinmeyen, sonsuzlukların sonsuzluğudur. Nasıl, bir ışık huzmesi toz zerrecikleri tarafından
yakalanıncaya kadar görünmez ise, En Yüce de her şeyi görünür (bilinir) kılar, kendisi
bilinmez olarak kalır.
SORAN: Dünya arzularla dolu. Herkes şunu ya da bunu arzuluyor. Arzulayan kimdir? Kişi mi
yoksa Öz Varlık mı?
MAHARAJ: Öz Varlık. Bütün arzular, kutsal ya da kutsal olmayan, Öz Varlık’tan gelir;
onların hepsi “Ben-im” duygusuna asılıdır.
SORAN: En Yüce kendini bilir mi? Kişiliksiz (gayrı şahsi) Olan bilinçli midir?
MAHARAJ: Her şeyin kaynağı her şeye sahiptir. Ondan akıp gelen her şey zaten orada,
tohum halinde var olmalıdır. Ve nasıl bir tohum, sayısız tohumların bir sonuncusu olarak
sayısız ormanların deneyimini ve vaadini içermekteyse, Bilinmeyen de öylece bütün “olmuştu
ya da olmuş olabilirdi ve olacak ya da olacaktı” ları içerir. Tüm tezahür alanı açık ve
ulaşılabilirdir; geçmiş ve gelecek, ebedi şimdi’ de birlikte var olurlar.
SORAN: Ama o kadar çok sayıda jiva (((bireysel ruh, yüce Tanrı’nın ebedi zerresi)))
bedenleniyor. Kuşkusuz bu bir muhakeme hatası olamaz. Bir amaç olmalı. Bu ne olabilir?
MAHARAJ: İnsan kendini bilmek için karşıtıyla yüz yüze gelmelidir-kendisi olmayanla.
Arzu deneyime götürür. Deneyim de ayırt etmeye, bağımlılıklardan kopuşa, kendini-biliş’e
götürür -yani kurtuluşa. Ve kurtuluş nedir zaten? O doğumun ve ölümün ötesinde olduğunuzu
bilmektir. Kim olduğunuzu unutmakla ve kendinizi ölümlü bir yaratık olarak düşünmekle o
kadar çok dert yarattınız ki, uyanmanız gerek; kötü bir rüyadan uyanırcasına uyanmalısınız.
Sorgulama da sizi uyandırır. Istırap ve dert içinde olmanız gerekmez; mutluluğu araştırıp
sorgulamak daha iyidir, çünkü o zamanda zihin uyum ve huzur içindedir.
SORAN: Nihai deneyimleyen tam olarak kimdir -Öz Varlık mı, yoksa Bilinmeyen mi?
MAHARAJ: Elbette Öz Varlık.
SORAN: Ben kendini-idrak ya da gerçeğe varma deyimiyle harikulade bir huzur, iyilik ve
güzellik deneyimini kastediyorum; dünyanın bir anlam taşıdığı, madde ile öz’ün her şeye
nüfuz eden bir birlik halinde olduğu. Böyle bir deneyim kalıcı olmasa da unutulamaz. O
zihinde hem bir anı hem de bir özlem olarak parlar. Ben neden söz ettiğimi biliyorum, çünkü
böyle deneyimler yaşadım. Özgürlüğe ulaşmak derken de bu harikulade halde sürekli kalmayı
kastediyorum. Sorduğum şu: Acaba özgürlüğe ulaşmışlık haliyle bedenin sağ kalması birlikte
mümkün olabilir mi?
MAHARAJ: Bedenin ne kusuru var?
SORAN: Beden öylesine güçsüz ve kısa ömürlü ki. O ihtiyaçlar ve istekler yaratıyor. O insanı
üzücü bir biçimde kısıtlıyor.
MAHARAJ: Peki sonra? Varsın fiziksel ifadeler kısıtlı olsun. Ama özgürleşme, insanın kendi
kendine empoze etmiş olduğu yanlış fikirlerden kurtulmasıdır. Ne denli görkemli olursa
olsun, belli bir deneyim onu kapsayamaz.
SORAN: Tüm hayatımı böyle uygulamalara adayamam. Uğraşmam gereken görevlerim var.
MAHARAJ: Görevlerinizi elbette yerine getiriniz. Heyecanlarınızın işin içine karışmadığı,
yararlı olan ve ıstıraba neden olmayacak bir iş sizi bağlamaz, engellemez. Siz çeşitli yönlerde
isler üstlenmiş olabilir ve müthiş bir zevk ve şevkle çalışabilirsiniz, ama yine de her şeyi
etkilenmeden yansıtan, ayna gibi bir zihinle, içsel olarak özgür, sakin ve huzurlu
kalabilirsiniz.
SORAN: Ben bir profesörün öğretimi altında Sanskritçe öğreniyorum, fakat aslında sadece
kutsal metinler okuyorum. Kendini-idrakin arayışı içindeyim ve rehberliğe ihtiyacım var.
Lütfen söyleyin bana, ne yapmam gerek?
MAHARAJ: Mademki kutsal metinleri okuyorsunuz, neden bana soruyorsunuz?
SORAN: Yazılar genel yönleri, kuralları gösteriyorlar; bireyin ise kişisel talimatlara
gereksinimi var.
MAHARAJ: Sizin öz varlığınız en yüce öğretmendir (sadguru). Dıştaki öğretmen (guru)
yalnızca bir kilometre taşıdır. Sizinle birlikte hedefe yürüyecek olan ancak içteki öğretmendir;
çünkü o hedefin ta kendisidir.
SORAN: Ben içime baktığım zaman, duyular ve algılar, düşünceler ve duygular, arzular ve
korkular, anılar ve beklentiler buluyorum. Sonuçta, bir bulut içine gömülüyor ve hiçbir şey
göremiyorum.
MAHARAJ: İşte bütün bunları gören de, hiçbir şey görmeyen de içteki öğretmendir. Sadece o
vardır, diğer her şey var gibi görünürler. O sizin özünüzdür (fswarupa), sizin umudunuz ve
özgürlük güvencenizdir o; onu bulun, ona sarılın, o zaman kurtulacak ve emin ellerde
olacaksınız.
SORAN: Size gerçekten inanıyorum, fakat iş bu iç-benliği gerçekten bulmaya gelince, onun
benden kaçtığını görüyorum.
MAHARAJ: Bu “benden kaçıyor” fikri nereden kaynaklanıyor?
SORAN: Zihnimden.
MAHARAJ: Zihni kim biliyor?
SORAN: Benim.
MAHARAJ: Demek ki tanığı tanıyorsunuz, çünkü tanık sizsiniz. Tanığı ille de gözünüzün
önünde görmeniz gerekmez. Olmak, bilmektir.
SORAN: Evet, görüyorum ki tanık benim, farkındalığın kendisi. Fakat bunun bana nasıl bir
yararı olur?
MAHARAJ: Ne soru ama! Ne tür bir yarar umuyorsunuz? Ne olduğunuzu bilmek, bu
yeterince iyi bir şey değil midir?
Kemal GÖKDOĞAN
www.yorumsuzblog.org
kemalgokdogan@gmail.com