You are on page 1of 192

İstanbul - 1433 / 2012

Süleymaniye Vakfı Yayınları– 03

Kapak:
Çizgi Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti.

Baskı:
Erkam Matbaası
İkitelli Org. San. Bölg. Turgut Özal Cd. No: 117/4 Başakşehir/İst
T. 0212 671 07 00 • F. 0212 671 07 17

Altıncı baskı 2010


Yedinci baskı 2012

ISBN 978-605-89387-2-4
Copyright©Süleymaniye Vakfı 2010
Bu eserin tüm hakları Süleymaniye Vakfı’na aittir.
Yayıncının izni olmaksızın tümüyle veya kısmen yayınlanamaz,
kısmen de olsa fotokopi, film vb. tekniklerle çoğaltılamaz ve
elektronik ortamlarda yayınlanamaz.

Genel Dağıtım: Süleymaniye Vakfı Yayınları


Süleymaniye Vakfı Hoca Gıyaseddin Mah. Şifahane Sk. No: 14
34134 Fatih / İstanbul
Tel: 0(212) 513 00 93 Fax: 0 (212) 511 21 69

Abdulaziz Bayındır’la haberleşme adresi


Web: bilgi@suleymaniyevakfi.org
e-mail: bayindir@suleymaniyevakfi.org

KÜTÜPHANE BİLGİ KARTI


Süleymaniye Vakfı Yayınları
Bayındır, Abdülaziz
Kur’an Işığında Aracılık ve Şirk
KUR’AN IŞIĞINDA

TARİKATÇILIĞA
BAKIŞ
Gözden Geçirilmiş
Yedinci Baskı

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır


WEB SAYFALARIMIZ
www.suleymaniyevakfi.org/com/net
www.fetva.net
www.kurandersi.org/com/net
www.musulmanlar.org/com/net (Uygurca)
www.hablullah.com (Arapça)
www.koranika.com (Rusça)
www.muselmanlar.net/org/com (Azerice)
www.kuranformu.com
www.kuranansiklopedisi.com

kur’an sohbetleri
www.kurandersi.org/com/net
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah’a ve bu Elçi’ye inandık ve boyun eğdik”
derler. Sonra onun ardından bir kısmı sırt
çevirir. Onlar inanmış değillerdir.
Aralarında karar versin diye Allah’a ve
Elçisine çağrıldıkları zaman, bakarsın ki,
onların bir kısmı yan çiziyor. Hâlbuki haklı
olsalar, içten boyun eğerek gelirler.
Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüpheye
mi düştüler? Ya da Allah’ın ve Elçisi’nin
kendilerine haksızlık edeceğinden mi
korkuyorlar? Hayır, onlar zâlim kimselerdir.
Aralarında hüküm versin diye Allah’a
ve Elçisine çağrılan müminlerin sözü
sadece; “başüstüne, derhal” demeleri olur.
Umduklarına kavuşacak olanlar onlardır.
Kim Allaha ve Elçisine boyun eğer, Allah’tan
korkar ve çekinirse işte başaracak olanlar
onlardır.”
(Nur 24/47-52)
Önsöz • 7

ÖNSÖZ
Bismillahirrahmanirrahim
(İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla)
Her şeyimizi Allah’a borçluyuz. O ne yaparsa güzelini yapar. El-
çisi Muhammed, ailesi ve ona yürekten inananlar, hep destek gör-
sünler ve mutlu olsunlar.
Bir Şeyh Efendi ve etrafında yer alan hocaların bazı görüşleri
bana soruldu, yanlış buldum. Onlardan birine1 dedim ki; sizin bana
ulaşan görüşlerinizde yanlışlıklar buluyorum, bir araya gelelim de
bunları bana izah edin. O da konuyu kendilerine yazılı olarak iletme-
mi ve yapacakları bir hazırlıktan sonra görüşmemizin uygun olacağı-
nı söyledi. Bunun üzerine onlara bir yazı gönderdim.
Altı ay sonra, Şeyh Efendi ve tarikatın ileri gelen hocaları ile
uzun bir görüşme yaptık. O görüşmeyi küçük ilavelerle yazılı hale ge-
tirdim. Bu yazı büyük bir ilgi gördü. Elden ele dolaştı. Fotokopi ile
çoğaltıldı. Bazı dergiler ve gazeteler kısmen veya tümüyle bastılar.
Türkiye’de ve Avrupa’da kitapçık olarak yayımlayanlar oldu.
Bu kitap, yukarıdaki görüşmenin yanında başka birkaç şeyhe ve
yapılan itirazlara verdiğimiz cevaplardan oluşmaktadır. Burada bir-
den fazla şeyhin görüşüne yer verildiğinden Şeyh Efendi ifadesi ile
kast edilenin kim olduğunu öğrenmek için bölümün dipnotlarına bak-
mak gerekir.
İkinci baskı gözden geçirilmiş, “Müslümanları Batıran Şirk” bö-
lümüne, II. Abdulhamid’in ulema ile ilgili bazı tespitleri ve Osmanlı
Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girme kararı ile ilgili belgelerde
yer alan bir kısım ifadeler eklenmiştir.
Üçüncü baskı da gözden geçirilmiş, Kitabın sonunda yer alan

1. Bu şahıs, Bayram Ali Karamustafaoğlu, Şeyh Efendi ise Mahmut Efen-


di yani Mahmut Ustaosmanoğlu’dur.
8 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

“Medrese Eğitimi” bölümü yeniden yazılmış ancak altıncı baskıdan


itibaren bu bölüm çıkarılmıştır.
Dördüncü baskıya yeni bir şey eklenmemiştir.
Beşinci baskı büyük ölçüde gözden geçirilmiş, içinde meşiet ke-
limesi geçen âyetlere, daha önce irade anlamı verilmişken bu defa
“icad = bir şeyi var etme” anlamı verilmiş ve ayrıca âyetlerin Arapça
metinleri ilave edilmiştir.
Altıncı baskıda âyetlerin mealleri gözden geçirilmiş, tarikat ve
tasavvufla ilgili olmayan bölümler çıkarılmış ve bazı küçük düzeltme-
ler yapılmıştır.
Yedinci baskı da gözden geçirilmiş, Oğuzhan Türk’ün uyarıla-
rı dikkate alınarak “Her Müslüman Evliyadır” bölümü ile “Kerâmet”
bölümü yeniden yazılmıştır. Kendilerine teşekkür ederim.
Şeyhlerin sözleri Şeyh Efendi, diğerlerininki Mürit, cevaplar da
Bayındır başlığı ile verilmiştir.
Birinci baskı “Kur’an Işığında Tarikatçılık” adıyla çıkmıştı. Bu
ad, kitabın içeriğini tam yansıtmadığından ikinci baskıdan itibaren
“Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış” diye değiştirilmiştir.
Bu kitapta, Kur’an’a ve Sünnete açıkça aykırı gördüğümüz hu-
suslar yer almıştır. Bir hocaya manevi makamlar tanıyıp onu Allah ile
insan arasına koyan ve ona bağlanmaya çağıranların Allah’ı ikinci sı-
raya koydukları açıktır. Allah bunu asla kabul etmez.
Bütün gayretimiz dikkatleri, Kur’an - Sünnet bütünlüğüne çek-
mektir. Her şeye rağmen hatalarımız olabilir. Onları gösteren olursa,
düzelteceğimize ve bilimsel ölçülere uygun tenkitleri sonraki baskıla-
ra koyacağımıza söz veriyoruz.
Cennete giden yol açıktır, cehenneme giden yol da açık-
tır. Allah’ın tanıdığı cehenneme gitme hürriyeti engellenemez. Bi-
zim yaptığımız sadece duygularının esiri olmadan aklını çalıştıranları
Kur’an ile uyarmak ve öğüt vermektir.
Yüce Rabbim’den başarı niyaz ederim.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır
İçindekiler • 9

İÇİNDEKİLER
Önsöz....................................................................................7
1 - Tasavvuf.......................................................................... 11
2 - Ölüden Yardım İsteme...................................................... 12
3 - Aracılık (Vesile Ve Tevessül)............................................... 22
4- Her Müslüman Evliyadır..................................................... 28
5 - Evliyânın Yardımı.............................................................. 36
6 - Şeyhin Manevi Yardımı (Himmeti)...................................... 38
7 - Yüzü Suyu Hürmetine Dua................................................ 40
8 - Olağanüstü Yollarla Yardım............................................... 41
9 - Müslümanları Batıran Şirk................................................. 61
10 - Şehitlerin Savaşması........................................................ 85
11- Görünmez Erenler (Rical’ül-Gayb)...................................... 89
12 - Yüce ve Alçak (Süflî) Ruhlar............................................. 94
13 - Kur’an’da Allah’ın Elçileri................................................ 96
14 - Gaybı Bilmek................................................................ 102
15 - Şeyhlere Vahiy............................................................. 114
16 - Nebiye Mirasçı Olmak................................................... 118
17 - Mucize......................................................................... 123
18 - Kerâmet....................................................................... 124
19 - İstidrâc......................................................................... 129
20 - Gizli İlimler (İlm-İ Ledün - İlm-İ Bâtın).............................. 132
10 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

21- Keşf (Perdelerin Açılması)............................................... 138


22 - Sezgi (Feraset).............................................................. 140
23 - İlham........................................................................... 146
24 - Şefaat.......................................................................... 153
25 - Rabıta.......................................................................... 160
26 - İbadet.......................................................................... 166
27- Allah’ın Gözükmesi (Tecelli)............................................ 177
28 - Giyim Kuşam................................................................ 181
29 - Şeyh Öğretmen Olmalı* . .............................................. 183
30 - İslam’ın Yayılışı............................................................. 184
Sonuç................................................................................ 186
Kaynaklar........................................................................... 187
Tasavvuf • 11

1 - TASAVVUF 2
Mürit- Her şeyden önce şunu öğrenelim. Sen tasavvufu
kabul ediyor musun, etmiyor musun?
Bayındır- Sizce tasavvuf nedir?
Mürit- Bizim tasavvuf anlayışımızı sana okuyayım. İmam
Rabbanî Hazretleri Mektûbât’ında şöyle buyurur:
“Şunu bil ki, şeriatın üç bölümü vardır; ilim, amel ve ihlas.
Bu üç bölümün hepsi gerçekleşmedikçe şeriat gerçekleşmez.
Şeriat gerçekleşti mi, Allah Teâlâ’nın rızası kazanılmış olur.
Bu rıza, dünya ve ahiret mutluluklarının tamamından üstündür.
ِ ‫ورِ ضوان ِمن‬
‫الل اَ ْكبر‬
ُ َ ّٰ‫َ ْ َ ٌ َ ه‬
“Allah’ın rızası her şeyden büyüktür.” (Tevbe 9/72) Şeri-
at, dünya ve ahiretin tüm mutluluklarını garantilemiştir. Şeria-
tın ötesinde ihtiyaç karşılayacak bir istek kalmaz.
Tarikat ve hakikat ki, sufiler bunlarla öne çıkmışlardır,
üçüncü bölümü oluşturan ihlası olgunlaştırma hususunda şeri-
atın emrindedirler. Bu iki şeyden her birinin gayesi şeriatı mü-
kemmelleştirmektir. Şeriatın ötesinde bir şey yoktur3.”
Bayındır- Ama sizin yaptıklarınız buna uymuyor.
Mürit- Bizim ona aykırı bir şeyimiz yoktur.
Bayındır- Siz, Kur’an’ın açık ifadelerine aykırı şeyler yapı-
yorsunuz. Biz sadece onlara karşı çıkıyoruz. Yoksa Allah’a he-
sap veremeyiz.
2. Bu bölümdeki görüşler Mahmut Ustaosmanoğlu (Mahmut Efendi) ve
ekibi ile yaptığımız görüşmede dile getirilmiştir.
3. İmam Rabbânî, Mektûbât, (Arapça) 36. Mektup, c. I, s.50.
12 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

2 - ÖLÜDEN YARDIM İSTEME 4


Mürit- Şu hadisi kabul etmediğini söylemişsin:
“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabirlerdeki ölü-
lerden yardım isteyiniz.”5
Bunun nesine karşı çıkıyorsun? Kabirlerdeki ölüden yar-
dım istemek ondan ibret almak demektir.
Bayındır- Öyleyse neden “ölülerden ibret alın” denmiyor
da “yardım isteyin” deniyor?
Hadis diye uydurulmuş o sözün içinde “ölüden isteînû
‫ = استعينوا‬yardım isteyin” deniyor. Hâlbuki Fatiha suresin-
de, yalnız Allah’tan istememizi öğreten; “iyyâke nestaîn
‫ = إياك نستعين‬Yalnız senden yardım isteriz” âyeti vardır. Ha-
dis dediğiniz yukarıdaki sözle bu âyet açıkça çatışmıyor mu?
Fatiha’yı her namazda okuyup bu bilgiyi zihnimizde diri
tutmamızın bir sebebi yok mudur?
Yukarıdaki sözü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem
söyledi diye iftira edenlerin yanında yer almak size ağır gelmi-
yor mu? Hiç düşünmez misiniz, temel görevi Kur’an’ı anlat-
mak olan Muhammed aleyhisselamın Kur’an’a aykırı sözü olur
mu? Sonra bu sözü ondan duyan yok. Onunla birlikte ya da
ondan sonra yaşayanlardan böyle bir söz söylemiş olan yok.
Bunu nakletmiş sahih bir hadis kitabı da yok. Bunların hiç biri
yok.
4. Bu bölümdeki iddialar Mahmut Ustaosmanoğlu (Mahmut Efendi) ve eki-
bi ile yaptığımız görüşmede ortaya atılmıştır.
5. Mahmut Ustaosmanoğlu (Mahmut Efendi) başkanlığında bir heyet,
Ruhu’l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, s.82.
Ölüden Yardım İsteme • 13

Bunu size duyuralı çok oldu ama bu konuda siz de bir şey
bulamadınız. Çünkü olmayan şey bulunamaz.
Mürit- Aclûnî’nin Keşf’ül-Hafâ adlı kitabında var ya. Onun
kitabında olması bizim için yeterlidir. Aclûnî büyük bir hadis
âlimidir. O da İbn-i Kemâl’in el-Erbaîn’inden almış.
Bayındır- Aclûnî o kitabı, halk arasında hadis diye bilinen
sözlerin doğrusu ile asılsız olanını ayırmak için yazmıştır. Bu
sebeple o kitapta çok sayıda uydurma hadis vardır. Aclûnî, ki-
tabının başında Hafız ibn-i Hacer’in şu sözünü nakleder:
“Aslı olmayan hadisi kim naklederse Buhârî’nin rivayet et-
tiği, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözünün kap-
samına girer: “Kim benden söylemediğim bir şeyi nakle-
derse cehennemde oturacağı yere hazırlansın.”6
Aclûnî, kitabına aldığı hadislerin kaynaklarını verir. Bu söz-
le ilgili olarak sadece “İbn-i Kemal Paşa’nın el-Erbaîn’inde böy-
le geçmiştir.” der. İbn-i Kemal’in el-Erbaîn’ine baktığımızda da
hadis diye söylediği o söz için hiçbir kaynak göstermediğini gö-
rürüz7. Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislam’ı İbn-i Kemâl, Nebi
aleyhisselamı görmüş olamayacağına göre, aslı astarı olmayan
bu söze hadis diyenlerin “cehennemde oturacakları yere hazır-
lanmaları” gerekir.

6. İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşf’ul-hafâ, Beyrut 1988/1408, c. I, s. 8.


7. İbn-i Kemal Paşa, el-Erbeûn, v. 360. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad
Efendi, 1694.
İbn-i Kemal, Yavuz Sultan Selim’in meşhur Şeyhülislamı’dır. 1469’da
Tokat’ta doğmuş, 1534’te İstanbul’da ölmüştür. Peygamberimizle ara-
sında 900 seneden fazla bir zaman varken hiçbir kaynak göstermeden ve
anlamı da Kur’an’a taban tabana zıt olan bir sözü hadis olarak önümüze
sürmesi kabul edilemez. İbn-i Kemal bu eserinde, kaynak gösterme yeri-
ne, bu sözün hadis olduğunu ispat için hiçbir dini dayanağı olmayan fel-
sefi izahlara girmiştir.
14 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Mürit- Yaşayan bir insandan yardım istemiyor muyuz? Bir


veli ölünce ruhu, kınından çıkmış kılınç gibi olur8 ve daha çok
yardım yapma imkanı elde eder. Bunlar birçok tasarrufta bu-
lunurlar.
Bayındır- Yaşayan insandan yardım isteme konusuna bi-
raz sonra geleceğiz9. Ama veli ölünce ruhunun kınından çık-
mış kılınç gibi olduğunun Kur’an’dan ve sünnetten bir dayana-
ğı var mıdır? Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de ölmüş-
tür. Onu hatırladığımızda ve kabrini ziyaret ettiğimizde ona sa-
lat ve selam getiririz. Yani Allah’ın bereketi ve ebedi mutluluk
içinde olsun, deriz. Böylece Allah’tan, Nebimize olan ikramı-
nı daha da artırmasını isteriz. Ama hiçbir duamızda ondan bir
şey istemeyiz. Çünkü o zaman Hıristiyanların İsa aleyhissela-
ma yaptığını biz Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme yap-
mış oluruz ki; bu, yoldan çıkmaktan başka bir şey olmaz.
Ölmüş bir velinin daha çok tasarrufta bulunduğunu, yani
daha çok iş çevirebildiğini ifade ettiniz. Bu konuda dayanağı-
nız nedir?
Mürit- Bir veli ölünce ruhunun kınından çıkmış kılınç gibi
olduğunu söyleyen büyük âlimler var.
Bayındır- Ama her şeyi bilen Allah’ın Kitabı açıkça bunun
böyle olmadığını söylüyor.

‫ين َم ْو ِت َها َوا َّل ۪تي َلم َت ُم ْت ۪في َم َن ِام َها‬ ۪


َ ‫َا هّٰللُ َي َت َو َّفى اْالَ ْن ُف َس ح‬
ْ
‫َفي ْم ِس ُك ا َّل ۪تي َق ٰضى َع َلي َها ا ْل َم ْو َت َويُر ِس ُل اْال ُ ْخ ۤرى ِا ٰلۤى َا َج ٍل‬
ٰ ْ ْ ُ
.‫ُم َس ًّمى‬
8. Ruhu’l-Furkan, c. II, s. 67.
9. Bu konu, “Olağan Dışı Yollarla Yardım” bölümünde incelenmiştir.
Ölüden Yardım İsteme • 15

“Allah ölüm esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinki-


ni de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekile-
ri belli bir vakte kadar salıverir.” (Zümer 39/42)
Buna göre Allah, ölülerin ruhlarını tutmakta, bedenine
geri göndermemektedir.
Kabirdekilerle ilgili olarak da şöyle buyrulur:

‫الل يُ ْس ِم ُع َم ْن َي َشاۤ ُء‬ ِ ُ ‫وما يستوِ ي اْالَحياۤء و اَل اْالَمو‬


َ ّٰ‫ات ا َّن ه‬ َْ َ ُ َْ َ َْ َ َ
. ِ‫َو َماۤ اَ ْن َت ب ُِم ْس ِم ٍع َم ْن ِفي ا ْل ُقبور‬
ُ
“Dirilerle ölüler bir olmaz. Allah ölçüsüne uygun
olana işittirir. Sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin.”
(Fatır 35/22)

İsa aleyhisselamın ahirette yapacağı şu konuşmayı veren


âyeti düşünmek gerekir.

‫ت ۪فيهِ م َف َل َّما َت َو َّفي َت ۪ني ُك ْن َت اَ ْن َت‬


ُ ‫يدا َما ُد ْم‬
ً ۪‫ت َع َل ْيهِ ْم َشه‬
ُ ‫َو ُك ْن‬
ْ ْ
.‫يد‬ ٌ ۪‫يب َع َل ْيهِ ْم َواَ ْن َت َع ٰلى ُك ّ ِل َش ْي ٍء َشه‬ ۪
َ ‫الرق‬ َّ
“İçlerinde olduğum sürece onları görüyordum. Beni
vefat ettirince gözleyen yalnız sen oldun. Sen her şeye
şahitsin.” (Mâide 5/117)
Büyük Nebi İsa ölünce ümmetinden habersiz oluyorsa,
ölen velinin ruhu nasıl kınından çıkmış kılınç gibi olabilir? Her-
halde şu âyet, konuya nokta koyacaktır.

‫يب َل ُ ۤه ِا ٰلى‬ ِ ّٰ‫ون ه‬


ِ ‫ومن َا َض ُّل ِممن ي ْدعوا ِمن ُد‬
ُ ‫الل َم ْن اَل َي ْس َت ۪ج‬ ْ ُ َ ْ َّ ْ َ َ
َ ‫َي ْو ِم ا ْل ِق ٰي َم ِة َو ُه ْم َع ْن ُد َعاۤ ِئهِ ْم َغ ِاف ُل‬
.‫ون‬
16 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

“Kıyâmet gününe kadar kendine cevap veremeye-


cek bir kimseyi Allah ile arasına koyarak10 yardıma ça-
ğırandan daha sapık kimdir? Oysa bunlar onların çağ-
rısının farkında değillerdir.” (Ahkâf 46/5)
Bazı meâller, âyetlerde geçen dua kelimesini ibadet diye
tercüme ederek garip bir tutum içine girmişlerdir. Mesela bu
âyette; “‫ = يدعو‬yardıma çağırır ve ‫ = دعاء‬çağrı” kelimeleri var-
dır. Bunları ‫ = يعبد‬kulluk eder ve ‫= عبادة‬ibadet, kulluk diye tercü-
me etmek doğru olmaz. Çünkü Kur’an’da bu iki kelime de var-
dır. Her şeyi bilen ve yerli yerine koyan Allah uygun görseydi
burada o kelimeleri kullanırdı.
Örnek olarak Hasan Basri Çantay’ın ayete nasıl meal
verdiğine bakalım.
“Allah’ı bırakıp da kendisine kıyâmete kadar cevap
veremeyecek kişiye (nesneye) tapmakta olan kimseden
daha sapık kimdir? Hâlbuki bunlar, onların tapmala-
rından da habersizdirler.”11
Bu gibi mealleri okuyanlar, âyeti puta tapanlarla sınırlı tu-
tar, çevrelerinde gördükleri şirk uygulamalarıyla ilgi kurmazlar.
 yette ‫ دون‬geçmektedir. ‫ دون‬kelimesi ‫’ فوق‬in zıddıdır, en üst mertebeden
10. A
beri demektir, ondan aşağıca demektir. Bazıları bunun, ‫’ دنو‬deki harflerin
yer değiştirmesi ile oluştuğunu söylemiştir. ‫ = غير‬başka anlamına da gelir.
En yakın anlamında zarf da olur. Çok yakın anlamına ‫ هذا دونه‬denir. Ona
‫ = قبل‬önce manasına da verilir. (Firuzabâdî, Kamus Tercümesi, Mütercim
Asım, Bahriye Matbaası 1305.)
Buna göre ayetlerde geçen ‫ من دون اهلل‬ifadesi “Allah’ın yakınından,
Allah’tan aşağı, insanlardan yukarı, yani Allah ile insan arasında bir yer
anlamına gelir. Müşrikler, bir yönüyle Allah’a, bir yönüyle de kendileri-
ne yakın gördükleri, hem Allah’a hem de insana ait özellikler taşıdıkla-
rına inandıkları varlıkları, araya koyarak ilahlaştırır ve onların aracılığıy-
la Allah’a ulaşmaya çalışırlar. Allah insana şah damarından yakın olduğu
için bu inanç, Allah ile ilişkiyi keser ve insanı müşrik yapar.
11. Hasan Basri Çantay, Kur’an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, İstanbul 1974.
Ölüden Yardım İsteme • 17

Arapça tefsirlerde duanın ibadet manasında olduğu ifade


edilir. Bir Arabın böyle bir açıklamaya ihtiyacı olur. Çünkü Mu-
hammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dua
ibadetin kendisidir.”12 “Dua ibadetin iliğidir, özüdür.”13
Arap o açıklamayı okuyunca dua ile ibadet arasında ilgi kur-
muş olur. Ama yukarıdaki meali okuyan bir Türk’ün böyle bir
ilgiyi kurması imkânsızdir. Çünkü o, dua kelimesini göreme-
mektedir. Türkçe meallerde bu gibi şeylere çok dikkat etmek
gerekir.
Bu mealde “‫ = من دون اهلل‬Allah’ın dunundan” ifadesi “Allah’ı
bırakıp da...” şeklinde tercüme edilmiştir. Bu, birini olağan
dışı bir yolla yardıma çağıranın Allah’ı yok saydığı anlamını
içerir. Hâlbuki böyle biri Allah’ı yok saymaz. Yardıma çağır-
dığı varlığı, bir yönüyle Allah’a, bir yönüyle de kendine yakın
görür.
Onun hem Allah’a hem de insana ait özellikler taşıdığına
inanarak onun aracılığıyla Allah’a ulaşmaya ve isteklerini kabul
ettirmeye çalışır. Çünkü onun aracılığı ile yaptığı duanın kabul
edileceğine inanır. Bu, o varlığı ilahlaştırmaktır. Allah insana
şah damarından yakın olduğu için bu inanç, Allah ile ilişkiyi ke-
ser ve insanı müşrik yapar. Bu, insanların temel yanılgısıdır.14
Zaten şeytanlar insanın ayağını, Allah’ın adını kullanarak kay-
dırırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‫ور‬ ِ ّٰ‫و اَل ي ُغر َّن ُكم ب ه‬


ُ ‫ِالل ا ْل َغ ُر‬ ْ َّ َ َ
“O çok aldatan (şeytan), sakın sizi Allah ile aldat-
masın.” (Lokman 31/33)
12. Tirmizî, Dua,1, 3372 nolu hadis.
13. Tirmizî, Dua,1, 3371 nolu hadis.
14. Daha fazla bilgi için Olağan Dışı Yollarla Yardım bölümünde Hz. Ham­
za’ya yüklenen özelliklere bakınız.
18 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

İnsan ve cin şeytanları, Allah’tan başkasına kul olmaması


gereken insanı bu yolla kendilerine kul ederler. Tek dayanakla-
rı büyüklerden gelen sözlerdir. Allah’a ait sahada birilerini yet-
kili görmek onu o konuda Allah’a ortak saymaktır. İşte şirk bu-
dur. Yoksa hiç kimse Allah’ı yok saymaz.
Ateistlerin Allah’ı yok saydığı zannedilir, ama onlar da
başları daralınca Allah’a sığınırlar. Bu, onların Allah’ı yok say-
madıklarını gösterir.
Mürit- Kabirlere giderek hastalıklarına şifa bulanlar var.
Bunlar en güvenilir zatların ağzından anlatılıyor, ona ne diye-
ceksin?
Bayındır- Benim bir şey dememe gerek yok. Çünkü ayet-
ler bunun olamayacağını söylüyor.
Mürit- Bir değerli büyüğümüz bayram sohbetinde şöyle
demiş:
“Benim bir hemşirem (kız kardeşim) vardı, yürüyemez-
di. Adana’da o zaman bulunan bütün doktorlara gittik, dışa-
rıda hepsine gösterdik çare bulamadılar. Nihayet bize dediler
ki, Toroslarda bir zatın türbesi var, hastayı götürün, orada bir
gece durdurun. Allah’ın izniyle o zatın dua ve ruhaniyeti şifa
vesilesi olur. Biz artık her türlü tıbbî ümidimiz kesildikten sonra
oraya annemle birlikte hemşiremi sırtımızda götürdük. Gecele-
yin hemşirem birden bir feryat etti. Annem, acaba aklına, şuu-
runa bir şey mi oluyor, korkuyor mu? diye hemen yanına fırla-
dı. Hemşirem hâlâ bağırıyordu. “İyi oldum, iyi oldum, yürüyo-
rum, aman Allah’ım” diye haykırıyordu. Biz de hayretle yanı-
na vardık. Sabahı beklemeden oradan döndük. Sırtımızda gö-
türdüğümüz hemşirem yürüyerek eve geldi.”15
15. Ramazanoğlu Mahmut Sami, Bir Bayram Sohbeti, Altınoluk Mecmu-
ası, Şubat 1997, s. 13.
Ölüden Yardım İsteme • 19

Bu değerli zatın sözü ve tecrübesi bizim için önemlidir. Bu


konuda sen ne diyeceksin?
Bayındır- Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem demiyor
mu ki, “İnsan ölünce ameli yani işi biter. Üç kişi bunun dışında-
dır. Sadaka-i câriyesi olan, yararlanılan bir ilim bırakan ve ken-
di için dua eden salih bir evladı olan16.”
Sadaka-i câriye, cami, çeşme ve köprü gibi halkın yarar-
landığı şeylerdir. Bunlardan insanlar yararlandıkça bu şahsın işi
devam etmiş olur ve onun sevabından alır.
Yararlanılan ilim de sadaka-i câriye gibidir. Yaptığı bir ilmî
çalışmadan insanlar yararlanıyorlarsa bu şahsın işi o konuda
devam ediyor demektir ve bunun sevabından yararlanır. Hayır-
lı evlat da böyledir. Bunların hepsi hayatta iken yaptıkları işle-
rin birer devamıdır. Yoksa insan ölünce yapacağı bir işi kalmaz.
Anlattığınız olayda “Allah’ın izniyle o zatın dua ve ruhani-
yeti şifa vesilesi olur.” diye bir söz geçti. Bu söz şu ayete ne ka-
dar da uyuyor:

‫يب َل ُ ۤه ِا ٰلى‬ ِ ّٰ‫ون ه‬


ِ ‫ومن َا َض ُّل ِممن ي ْدعوا ِمن ُد‬
ُ ‫الل َم ْن اَل َي ْس َت ۪ج‬ ْ ُ َ ْ َّ ْ َ َ
َ ‫َي ْو ِم ا ْل ِق ٰي َم ِة َو ُه ْم َع ْن ُد َعاۤ ِئهِ ْم َغ ِاف ُل‬
.‫ون‬
“Kıyâmet gününe kadar kendine cevap veremeye-
cek bir kimseyi Allah ile arasına koyarak yardıma çağı-
randan daha sapık kimdir? Oysa bunlar onların çağrısı-
nın farkında değillerdir.” (Ahkâf 46/5)f
Ölülerin dirilerden nasıl haberi olur? Bu ayeti indiren Al-
lah, o zatın ruhaniyetini nasıl şifa vesilesi yapar? İnsanların
önüne dini lider diye geçenler hiç Kur’an okumazlar mı?
16. Müslim, vasiyet, 14; Ebû Davud, vesâyâ, 14; Nesaî, vesâyâ, 8.
20 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Her türlü tıbbî ümidin kesilmesinden sonra bir ölünün


kabrine gidip ondan şifa beklemek akıl kârı mıdır? Hiç düşün-
mez misiniz, dirilerin yapamadığını ölü nasıl yapar?
Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‫الل يُ ْس ِم ُع َم ْن َي َشاۤ ُء‬ ِ ُ ‫وما يستوِ ي اْالَحياۤء و اَل اْالَمو‬


َ ّٰ‫ات ا َّن ه‬ َْ َ ُ َْ َ َْ َ َ
. ِ‫َو َماۤ اَ ْن َت ب ُِم ْس ِم ٍع َم ْن ِفي ا ْل ُقبور‬
ُ
“Dirilerle ölüler bir olmaz. Allah ölçüsüne uygun
olana işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittire-
mezsin.” (Fatır 35/22)
Aslı astarı olmayan işleri halkın değer verdiği kişilerin yap-
ması, üstelik iyi bir şey yapmış gibi tutup onu insanlara anlat-
ması ne kötü!
Mürit- Ben bu zatın doğru söylediğine bütün kalbimle ina-
nıyorum. Sen şimdi bunun olmadığını mı iddia ediyorsun?
Bayındır- Bu iddia değil, ayetlerin hükmüdür.
O hasta orada gerçekten şifa bulmuş olabilir ama bunun
sebebi asla o kabirde yatan zatın dua ve ruhaniyeti olamaz.
Eğer böyle bir şey olsaydı o kabrin bulunduğu yere asfalt yol-
lar, oteller ve konaklama tesisleri yapılırdı.
Aslında biz sırat köprüsünü bu dünyada geçiyoruz. Yanlış
bir yorum ayağımızı kaydırabilir. Mesela Rufaî ve Kadirî tari-
katlarına mensup kişiler vücutlarına şiş batırırlar. Bazıları bunu,
o tarikata mahsus bir keramet sayar. Diğer taraftan Hintliler
özel dini günlerinde vücutlarına kılıç saplarlar. Bilek kalınlığın-
daki kamışları bir yanaklarından sokup diğer yanaklarından çı-
karırlar. Eğer Kadirilerinki kerâmet ise bunun daha büyük ke-
ramet sayılması gerekir. Aslında her ikisinin de dinle bir ilgisi
Ölüden Yardım İsteme • 21

yoktur. Yanlış olan onu din ile ilgilendirmektir. Bu bir hipnoz


olayıdır. Hipnoz, çeşitli metotlarla meydana getirilen, uyku
benzeri bir haldir. Bu sayede uyuşturmadan ameliyat bile yapı-
labiliyor. Televizyonda bu şekilde bir açık beyin ameliyatı gör-
düm. Doktor ameliyatla meşgul iken hastaya, acı duyup duy-
madığı soruluyor, o da gıdıklanma gibi bir şeyler hissettiğini
ama acı duymadığını söylüyordu.
Buna benzer konulara sık sık girilecektir. Vesile ve teves-
sül konusu da bunlardandır.
22 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

3 - ARACILIK
(Vesile ve Tevessül) 17
Vesile, birini diğerine yaklaştıran şey, aracı; tevessül de bir
şeyi vesile yapmak, aracı koymak demektir.
Bazı tarikatlarda veli ve şeyh ruhlarının Allah ile kul arasın-
da vesile ve vasıta olduğu kabul edilerek dua sırasında onların
ruhaniyetinden yardım istenir.
Şeyh Efendi- Sen vesileyi kabul etmiyorsun. Vesileye dair
delilimiz vardır. Bir zatın gözleri âmâ olmuştu. Muhammed sal-
lallahu aleyhi ve selleme geldi, ona dua etmesini söyledi. O da:
“Abdest al, iki rekat namaz kıl ve “Ya Rabbi elçini vesi-
le ederek senden şifa istiyorum.” diye dua et, buyurdu.
O şahıs bu dua ile beraber “Ya Rabbi Elçinin hakkımdaki
şefaatini kabul et.” dedi. Bu sahih hadistir. Bu hadisi kabul et-
mezsen biz de seni kabul etmeyiz.
Bayındır- Bu hadis, Tirmîzî’de, İbn Mâce’de ve Ahmed b.
Hanbel’in Müsned’inde geçer.
“Gözleri kör bir adam Muhammed sallallahu aleyhi ve sel-
leme gelir ve şöyle der:
- Allah’a dua et, bana şifa versin. Allah’ın Elçisi buyurur ki,
-İstersen dua ederim, istersen durumuna sabredersin
daha iyi olur. Adam;
“Dua et” der.
17. Bu bölümdeki iddialar Mahmut Ustaosmanoğlu (Mahmut Efendi) ve eki-
bi ile yaptığımız görüşmede ortaya atılmıştır.
Aracılık (Vesile ve Tevessül) • 23

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ona, güzelce ab-


dest almasını, iki rekat namaz kılmasını ve şöyle dua etmesi-
ni emreder: “Allah’ım senden istiyorum, rahmet nebisi Mu-
hammed ile birlikte sana yöneliyorum.”
- Ya Muhammed, şu ihtiyacımın görülmesi için seninle bir-
likte Allah’a yöneldim. Ya Rabb! Onu benim hakkımda şefa-
atçi kıl.”18
“... onu benim hakkımda şefaatçi kıl...” demek, “onun be-
nimle ilgili duasını kabul et” demektir. Çünkü şefaat, yardımcı
olmak ve istekte bulunmak için birine eşlik etmektir19. O, Ne-
biden, duasına eşlik etmesini istemiş, O da dua etmeye söz
vermiş ve onun da kendisiyle birlikte şöyle demesini istemiştir:

‫اللهم إني أسألك وأتوجه إليك بنبيك محمد نبي الرحمة‬


“Allah’ım senden istiyorum, rahmet Nebisi Muham-
med ile birlikte sana yöneliyorum.”
Nebi’nin başındaki bâ harf-i cerri yanıltıcı olabilir. Bu harf
ilsâq içindir. İlsaq yapıştırmak ve bir şeyi öbürünün parçası ha-
line getirmek demektir. Bu sebeple duanın doğru manası yu-
karıda yazıldığı gibidir. Aksini düşünmek şu âyete aykırı olur:

ّٰ‫ُق ْل اَل ۤ اَ ْم ِل ُك ِل َن ْف ۪سي َن ْف ًعا َو اَل َض ًّرا ِا اَّل َما َشاۤ َء ه‬


ُ‫الل‬
18. Tirmizî, Deavât, 119. Hadis no 3578. Tirmizi hadisin sonuna şu notu
düşmüştür: “Bu hasen, sahih, garib bir hadistir. Hadisi sadece bu vecih-
ten biliyoruz, Hatmî’li Ebu Cafer hadisinden.
İbn Mace, İkâmet’us-salat (hacet namazı), 189, no 1385; Ahmed b. Han-
bel, c. IV s.138.
19. ‫ اإلنضمام إلى آخر ناصرا له وسائال عنه‬:‫ الشفاعة‬Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât, Safvân
Adnan Davudî’nin tahkikiyle) Dımaşk ve Beyrut 1412/1992, ŞFA mad-
desi.
24 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

“(Ya Muhammed) De ki: “Benim kendime bile fay-


da ve zarar verecek gücüm yoktur; Allah verirse başka”
(Araf 7/188)

Şeyh Efendi- Şu âyet hakkında ne diyeceksin? Bu da te-


vessülün delilidir:

‫اس َت ْغ َفر‬ ‫اس َت ْغ َفروا الل و‬ ‫ولو انهم ِاذ ظلموا انفسهم جا ۧؤك ف‬
َ ْ َ َ ّٰ‫ه‬ ُ ْ َ َ ُ ۤ َ ْ ُ َ ُ ْ َ ۤ ُ َ َ ْ ْ ُ َّ َ ْ َ َ
.‫يما‬ ۪
ً ‫الل َت َّو ًابا َرح‬
َ ّٰ‫ول َل َو َج ُدوا ه‬
ُ ‫َل ُه ُم الر ُس‬
َّ
“... Onlar kendilerini kötü duruma düşürdüklerinde
sana gelseler; Allah’tan bağışlanma dileselerdi, bağış-
lanmaları için sen20 de dua etseydin o zaman, Allah’ın
tevbeleri kabul ettiğini ve merhametli olduğunu görür-
lerdi.” (Nisa 4/64)
Onlar Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme geliyorlar,
o da Allah’tan onları bağışlamasını istiyor. İşte insanlar da evli-
yaullaha gelir, onlar da Allah’ın onları bağışlamasını ister. Çün-
kü evliya Peygamberin varisidir. Peygamberin yaptığını onlar
da yaparlar.
Bayındır- Bilirsiniz, tevbe dönüş yapmak demektir. Kişi-
nin yaptığı günahtan pişmanlık duyup bir daha işlememeye
karar vermesi tevbedir. Allah’tan bağış dilemesi de istiğfardır.
Bu, onun tek başına yapacağı bir iştir. Onun için Kur’an’da,
tevbe ile ilgili emirler, doğrudan günahı işleyenlere yöneliktir.
Çünkü bizde, Hıristiyanlar gibi günah çıkarma yoktur. Tevbe
için bir hocanın yanına gitmek de gerekmez.
20. Ayetin asıl meali “Resul de onların bağışlanması için dua etseydi” şeklin-
dedir. “Sen de onların bağışlanması için dua etseydin” yerine böyle den-
mesi, Arap edebiyatındaki iltifat sanatından dolayıdır. Türkçede iltifat sa-
natı olmadığından âyete, cümlenin akışına göre anlam verilmiştir.
Aracılık (Vesile ve Tevessül) • 25

Okuduğunuz âyet tevbe ve istiğfardan bahsediyor. Yanlış


bir iş yaptıkları zaman Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme
gelmeleri, pişman olmaları demektir. Bu bir tevbedir. Allah’tan
bağış dilemeleri de istiğfardır. Allah’ın Elçisinin bağış dileme-
si ise onlar için Allah’a dua etmesidir. Allah’ın Elçisi’nin duası-
nı almak pek güzeldir.
Burada bir aracılık söz konusu değildir. Zaten Allah ona şu
emri vermiştir:

‫ين‬ ۪ ِ ِ َ ‫الل واست ْغ ِفر ِل َذ ْنب‬ ‫فاعلم انه ل ِاله ِال‬


َ ‫ِك َول ْل ُم ْؤمن‬ ْ َ ْ َ ُ ّٰ‫َ ْ َ ْ َ َّ ُ اَ ۤ ٰ َ اَّ ه‬
‫يكم‬ ‫ات والل يعلم متقلبكم ومثو‬ ِ ‫وا ْلم ْؤ ِم َن‬
ْ ُ ٰ ْ َ َ ْ ُ َ َّ َ َ ُ ُ َ ْ َ ُ ّٰ‫َ ه‬ ُ َ
“Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Kendi günahın
için; mümin erkek ve mümin kadınlar için bağışlanma
dile. Allah, dolaştığınız yeri de durduğunuz yeri de bi-
lir.” (Muhammed 47/19)
Okuduğunuz ayetin tamamı şöyledir:

‫ظ َل ُم ۤوا‬ ِ ّٰ‫ول ِا اَّل ِلي َطاع ب ِِا ْذ ِن ه‬


َ ‫الل َو َل ْو َا َّن ُه ْم ِا ْذ‬ ٍ ‫وماۤ َارس ْل َنا ِمن رس‬
َ ُ ُ َ ْ َ ْ َ َ
‫ول َل َو َج ُدوا‬ ُ ‫اس َت ْغ َف َر َل ُه ُم الر ُس‬ ۧ
َّ ْ ‫الل َو‬
َ ّٰ‫اس َت ْغ َف ُروا ه‬
ْ ‫اَ ْن ُف َس ُه ْم َجاۤ ُؤ َك َف‬
.‫يما‬ ۪
ً ‫الل َت َّو ًابا َرح‬
َ ّٰ‫ه‬
“Biz ne elçi göndermişsek Allah’ın izniyle kendisi-
ne boyun eğilsin diye göndeririz. Onlar kendilerini kötü
duruma düşürdüklerinde sana gelseler; Allah’tan ba-
ğışlanma dileselerdi, bağışlanmaları için sen21 de dua
21. Ayetin asıl meali “Resul de onların bağışlansı için dua etseydi” şeklinde-
dir. “Sen de onların bağışlanması için dua etseydin” yerine böyle denme-
26 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

etseydin Allah’ın tevbeleri kabul ettiğini ve merhametli


olduğunu görürlerdi.” (Nisa 4/64)
Şeyh Efendi- Siz ne derseniz deyin, biz Allah ile kullar
arasında evliyâullahın ve meşâyih-i izâm22 hazerâtının ruhları-
nın vasıta olduğuna inanırız. Onların ruhaniyetinden istimdâd
eder, istiânede23 bulunuruz.
Bayındır- Peki ya “iyyâke nestaîn, ‫ = إياك نستعين‬yalnız
senden yardım isteriz” (Fatiha 1/5) âyeti nerede kaldı? Bu aye-
ti günde en az kırk kere namazda okuruz. Bunun sebebi ne
olabilir?
Allah Teâlâ bir de şöyle buyurur:

‫ان َو َن ْع َلم َما ُت َو ْسوِ ُس ب ِ۪ه َن ْف ُس ُه َو َن ْح ُن‬ ِ ْ‫و َل َق ْد َخ َل ْقنا ا‬


َ ‫ال ْن َس‬
ُ َ َ
.‫اَ ْقر ُب ِا َلي ِه ِم ْن َحب ِل ا ْل َور۪ ِيد‬
ْ ْ َ
“İnsanı biz yarattık; nefsinin ona ne fısıldadığını bi-
liriz. Biz ona şah damarından da yakınız.” (Kaf 50/16)
Allah bize şah damarımızdan yakın olduğuna göre velile-
rin ve büyük şeyhlerin ruhları nerede boşluk bulur da araya gi-
rerler?
Şeyh Efendi- İlahiyat Fakültesi’nden iki kız talebe geldi ve
bana aynı şeyi sordular. Dediler ki, “Allah bize şah damarımız-

si, Arap edebiyatındaki iltifat sanatından dolayıdır. Türkçede iltifat sana-


tı olmadığından âyete, cümlenin akışına göre anlam verilmiştir.
22. Evliyaullah, Allah’ın veli kulları, meşâyih-i izâm da büyük şeyhler anla-
mına gelir.
23. İstimdâd ve istiâne yardım isteme anlamına gelir. Demek ki bunlar veli
bildikleri ölülerin ruhlarından yardım istiyor, onları Allah ile kendi arala-
rında vasıta sayıyorlar. Bunların kim olduğu, Ruhu’l-Furkan, c.II, s. 86’da
daha açık bir şekilde geçmektedir.
Aracılık (Vesile ve Tevessül) • 27

dan daha yakın olduğuna göre neden şeyhler araya giriyor-


lar?” Ben de dedim ki, “Siz Kur’an okuyor musunuz?” “Evet
dediler.” Dedim ki, “Kur’an’ı size kim okutuyor?” “Kur’an ho-
cası.” dediler. “Allah size Kur’an hocasından daha yakın de-
ğil mi, neden o okutmuyor da Kur’an öğrenmek için bir baş-
kasına ihtiyaç duyuyorsunuz?” diye sordum, “Tamam, haklı-
sın.” dediler.
Bayındır- Birisine Kur’an öğretmenin Allah ile kul arasın-
da aracılık yapmakla ne ilgisi var? Bunun nesi tevessüldür? Bir
başkasına bir şey öğreten herkes Allah ile kul arasında vesile
kılınıyorsa sizin durumunuzda milyarlarca insan var demektir.
Dünyada bir başkasına bir şey öğretmeyen yoktur. Sizin iddia-
nız şu âyete ters düşmektedir:

‫ون ۪ ۤه اَ ْو ِلياۤ َء‬


ِ ‫ِكم و اَل َتتبِعوا ِمن د‬ ِ ِ ِ
َ ُ ْ ُ َّ َ ْ ُ ‫ا َّتب ُِعوا َماۤ اُ ْنزِ َل ا َل ْي ُك ْم م ْن َر ّب‬
.‫ون‬َ ‫َق ۪ليلاً َما َت َذ َّك ُر‬
“Rabbinizden size ne indirilmişse ona uyun; onunla
aranıza koyduğunuz velilere uymayın. Bilginizi ne ka-
dar az kullanıyorsunuz.” (Araf 7/3)
28 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

4 - HER MÜSLÜMAN EVLİYADIR


Evliya, veli kelimesinin çoğuludur. Ancak Türkçe’de tekil
anlamında kullanılır.
Şeyh Efendi- Biz velilerden bahsediyoruz, sıradan insan-
lardan değil. Herkes Allah’ın velisi, hakiki Allah dostu olamaz.
Bayındır- Kim Allah’ın velisidir?
Şeyh Efendi- İşte anlatıyorum dinle. Veli olmanın başlan-
gıcı kul ile Mevlâ arasına giren düşüncelerin ve kulun, Allah’a
olan yabancılığının ortadan kaldırılmasıdır.
Mevlâ’nın ikramıyla onun dışında kalan her şey sâlikin24
gözünden silinir, Allah’tan başkasını görmez hale gelirse, fena-
fillah yani Allah’ta eriyip gitme adı verilen devlet hâsıl olur ve
tarikat hali sona erer. Böylece seyr-i ilallah yani Mevlâ’ya doğ-
ru olan manevi yürüyüş tamamlanmış olur.
Bundan sonra seyr-i fillah (Allah’da yürüyüş) denilen ispat
makamına girilir ve kalbe sadece Allah yerleşir. İşte bunları ka-
zanan kişiye “veli”, yani hakiki Allah dostu demek doğru olur.
Nefsi emmâre (sürekli kötülük emreden nefis) mutma-
inneye dönüşür; küfründen ve inkarından vazgeçer. O Mev­
lâ’sından, Mevlâ’sı da ondan razı olur. Nefsin tabiatında bulu-
nan ibadetlere karşı olan isteksizlik hali ortadan kalkar.25
Bayındır- Fenafillahtan, seyr ilallahtan ve seyr fillahtan
bahsediyor ve bunları önemli birer mertebe gibi gösteriyorsu-
nuz. Bunun Kur’ân’da ve sünnette delili var mıdır? Asr-ı Saa-
24. Sâlik, tarikata girmiş kimsedir.
25. Ruhu’l-Furkan, c. II, s. 63.
Her Müslüman Evliyadır • 29

dette26 bundan bahseden olmuş mudur? Bunlar Budizme ait


şeylerdir. Mevlâ’ya doğru olan manevi yürüyüşün daha hayatta
iken tamamlanmış olması ne ile açıklanabilir? Her neyse. Şim-
di bunlardan bahsetmek istemiyorum.27
Hiçbir âyete dayanmadan Allah’ın dostlarını belirliyorsu-
nuz. Bu hakkı size kim veriyor? Kendi dostunun kim olduğunu
Allah şöyle açıklıyor:
.‫ون‬ ِ ّٰ‫َا اَل ۤ ِا َّن َاو ِلياۤء ه‬
َ ُ‫الل اَل َخ ْو ٌف َع َل ْيهِ ْم َو اَل ُه ْم َي ْح َزن‬ َ َ ْ
.‫ون‬
َ ‫ين ٰا َمنُوا َو َكانُوا َي َّت ُق‬ ۪
َ ‫َا َّلذ‬
“Bilin ki Allah’ın velilerinin üstünde ne korku olur,
ne de üzülürler. Onlar inanmış olan ve takva sahibi
olan (korunan) kimselerdir.” (Yunus 10/62-63)
Bakara 2,3 ve 4. âyetlere göre takva sahibi olanlar; “İç-
ten inanan, namazı tam kılan, ellerindeki rızıktan yerli
yerince harcayan, Kur’ân’a ve ondan önce inmiş kitap-
lara inanan, Ahireti kesinkes kabul eden kimselerdir.”
Her müslüman bu tanıma girer. Bunların içinde büyük gü-
nahlardan kaçınanlar, doğrudan Cennete gireceklerdir. Allah
Teâlâ şöyle buyurur:

‫ون‬
َ ‫ اَل َي ْس َم ُع‬.ۙ‫ون‬ َ ‫ين َس َب َق ْت َل ُه ْم ِم َّنا ا ْل ُح ْس ٰنٓىۙ اُوۨ ٰلٓ ِئ َك َع ْن َها ُم ْب َع ُد‬ ۪ ِ
َ ‫ا َّن ا َّلذ‬
‫ اَل َي ْح ُزنُ ُهم‬.ۚ‫ون‬
ُ َ ‫يس َهاۚ َو ُه ْم ۪في َما ْاش َت َه ْت َا ْن ُف ُس ُه ْم َخ ِال ُد‬ َ ‫َحس‬
۪
.‫ون‬َ ‫وع ُد‬ ۪ ِٓ
َ ُ‫يه ُم ا ْل َم ٰلئ َك ُةۜ ٰه َذا َي ْو ُم ُك ُم ا َّلذي ُك ْن ُت ْم ت‬ ُ ‫ا ْل َف َز ُع اْالَ ْك َب ُر َو َت َت َل ّٰق‬
26. Asr-ı saadet, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin elçilik görevini yü-
rüttüğü döneme denir.
27. Bu konular için bkz. Abdulaziz Bayındır, Duada Evliyayı Aracı Koyma
ve Şirk, İstanbul 2001.
30 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

“Daha güzeli ile karşılama sözü verdiğimiz kimseler


Cehennemden uzak tutulacaklardır. O büyük dehşet on-
ları üzmeyecek, canlarının çektiği şeyler içinde ölümsüz-
leşeceklerdir. Melekler karşılarken; “bu sizin gününüz,
size söz verilen gündür” diyeceklerdir.” (Enbiya 21/101-103)
Bu sınıfa giren müminler şunlardır:

‫اؤا‬ُۧ ‫ين َا ٓس‬ ۪ ِ ۙ ِ ‫ات وما ِفي اْالَر‬ ِ ‫وللِ هّٰ ِ ما ِفي السمو‬
َ َ ‫ض ل َي ْجزِ َي ا َّلذ‬ ْ َ َ َ ٰ َّ َ َ
َ ‫ين َي ْج َت ِن ُب‬
‫ون‬ ۪
َ ‫ اَ َّلذ‬.ۚ‫ين اَ ْح َسنُوا بِا ْل ُح ْس ٰنى‬
۪ ِ
َ ‫ب َِما َعم ُلوا َو َي ْجزِ َي ا َّلذ‬
‫اح َش ِا اَّل ال َّل َم ۜم ِا َّن َر َّب َك َو ِاس ُع ا ْل َم ْغ ِفر ِةۜ ُه َو‬ ِ ‫ال ْث ِم وا ْل َفو‬ِ ْ‫َكب ِائر ا‬
َ َ َ َ َ َٓ
‫ون‬ِ ُ‫ِكم ِا ْذ اَ ْن َشاَ ُكم ِمن اْالَر ِض و ِا ْذ اَ ْن ُتم اَ ِج َّن ٌة ۪في بط‬ ‫اعلم ب‬
ُ ْ َ ْ َ ْ ُْ ََُْ
.۟‫اُ َّم َه ِات ُك ۚم فَلاَ ُت َز ُّكٓوا َا ْن ُف َس ُك ۜم ُه َو َا ْع َلم ب َِم ِن َّات ٰقى‬
ُ ْ ْ
“Göklerde ve yerdeki herşey Allahındır. Bu, kötü
yapanları yaptıklarına karşılık cezalandırsın; güzel ya-
panları da daha güzeli ile karşılasın diyedir. Güzel ya-
panlar, günahların büyüklerinden ve fuhuş çeşitlerin-
den28 kaçınanlardır; diğer günahlar başka. Senin Rab-
binin affı geniştir.” (Necm 53/31-32)
En büyük günah olan şirke düşmemiş, ama diğer büyük
günahları işlemiş olduğu için günahı ağır basanlar cehenneme
giderler ama yine de takva sahibi sayılırlar. Allah Teâlâ şöyle
buyurur:

28. Fuhuş çeşitleri diye tercüme ettiğimiz kelime fevâhiş’tir; fuhuş’un çoğulu-
dur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Kur’an’a göre zina ve erkek er-
keğe ilişki fuhuştur. Üçüncüsü kadın kadına yaşanan sevicilik olabilir.
Her Müslüman Evliyadır • 31

‫ين ثُم َلنُ ْح ِضر َّن ُهم َح ْو َل َج َه َّنم‬ ۪ ‫فوربِك لنحشرنهم والشي‬
‫اط‬
َ ْ َ َّ َ َ َّ َ ْ ُ َّ َ ُ ْ َ َ َ ّ َ َ َ
.ۚ‫يع ٍة َا ُّي ُهم َا َش ُّد َع َلى الر ْح ٰم ِن ِع ِت ًّيا‬ ۪ ِ ِ
َ ‫ ثُ َّم َل َن ْنزِ َع َّن م ْن ُك ّ ِل ش‬.ۚ‫ِجث ًّيا‬
َّ ْ
‫ َو ِا ْن ِم ْن ُكم ِا اَّل‬.‫ين ُهم َا ْو ٰلى ب َِها ِص ِل ًّيا‬ ‫ثم لنحن اعلم بِال ۪ذ‬
ْ ْ َ َّ ُ َ ْ َ ُ ْ َ َ َّ ُ
۪ ِ
‫ين َّات َق ْوا‬ َ ‫ ثُ َّم نُ َن ِ ّجي ا َّلذ‬.ۚ‫ان َع ٰلى َر ّب َِك َح ْت ًما َم ْقض ًّيا‬ َ ‫َوارِ ُد َهاۚ َك‬
.‫يها ِج ِث ًّيا‬ ۪ ‫و َن َذر الظَّ ِال ۪م‬
َ ‫ين ف‬َ ُ َ
“Rabbine and olsun, onları29 şeytanlarıyla beraber
toplayacak, ardından alevli ateşin çevresinde diz çök-
türeceğiz. Sonra her bir kümeden Rahman’a en güçlü
baş kaldıranları çekip ayıracağız. Cehennemde kızar-
mayı en çok kimin hak ettiğini iyi biliriz. Sizden30 ora-
ya uğramayacak31 yoktur. Bu, Rabbinin uygulamayı üst-
29. Bunlar, şu âyetin kapsamına girenlerdir: “Onların (İyi kimselerin) arka-
sından gelenler, arzularına uyarak namazı ihmal ettiler. Onlar yakın-
da yanlışlarıyla yüzleşeceklerdir.” (Meryem 19/59)
30. Meryem 59. Âyetin kapsamına girenlerinizden…
31. Ayette geçen vârid = ‫ َوارِ د‬su başına giden” (Müfredât) kelimesinden hare-
ketle, ayette, cehenneme girmekten değil, çevresinde toplanmaktan söz
edildiği, zaten; “Sonra diz çöktürerek cehennemin çevresine getirece-
ğiz” âyetinin bunu gösterdiği iddia edilir. Cehennem sözlükte, tutuşturul-
muş ateş demektir (Müfredât). Dolayısıyla ahiretteki cehennemin içi, ce-
hennemlerle dolu olacaktır. Vârid = ‫وارِ د‬, َ cehennem ile birlikte kullanı-
lınca suya gider gibi cehenneme gidenleri ifade eder. Bir âyet şöyledir:
ِ ِ
‫ود‬
ُ ‫ار َوب ِْئ َس ا ْلوِ ْر ُد ا ْل َم ْو ُر‬ َّ ‫َي ْق ُد ُم َق ْو َم ُه َي ْو َم ا ْلق َي َامة َفأَ ْو َر َد ُه ُم‬
َ ‫الن‬
“Firavun kıyamet günü halkının önüne düşecek, suya götürür gibi
onları ateşe götürecektir. Başına varılan su ne kötü sudur!” (Hud
11/98)
Bu kelime, cehenneme girme anlamına da kullanılmıştır. İlgili âyetlerden
biri şudur:
‫الل َح َص ُب َج َه َّنم أَ ُنتم َل َها َوارِ ُدون‬ ِ َّ‫ون ه‬ ِ ‫ون ِمن ُد‬ َ ‫إ َِّن ُك ْم َو َما َت ْع ُب ُد‬
ْ َ
“Siz ve Allah’tan başka kulluk ettikleriniz cehenneme atılacak şeylerdir.
32 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

lendiği kesin hükümdür. Sonra takva sahiplerini (şirke


düşmemiş olanları) kurtaracak, zalimleri de orada diz
çökmüş olarak bırakacağız.” (Meryem 19/68-72)
Kendilerini sırf şirkten korumuş olanlar bile takva sahibi
sayıldığına göre onlar da Allah’ın veli kulları olur. Öyleyse siz
neye dayanarak başka bir tanım yapıyorsunuz?
Veli, dost demektir. Karşıtı düşmandır. Hiçbir müsülüman
Allah’ın düşmanı olamaz.
Kimileri de şeytanı veli edinirler.

َ ُ‫ين اَل يُ ْؤ ِمن‬


.‫ون‬ ۪ ِ ِ ۪ َّ ‫ِا َّنا جع ْل َنا‬
َ ‫ين اَ ْول َياۤ َء ل َّلذ‬
َ ‫الش َياط‬ َ َ
“Şeytanları inanmayanların evliyası yaptık.” (Araf 7/27)

‫الضلاَ َل ُة ِا َّن ُهم َّات َخ ُذوا‬


َّ ‫َفر۪ ي ًقا َه ٰدى َو َفر۪ ي ًقا َح َّق َع َل ْيهِ ُم‬
ُ
.‫ون‬
َ ‫ون اَ َّن ُه ْم ُم ْه َت ُد‬ ِ ّٰ‫ون ه‬
َ ‫الل َو َي ْح َس ُب‬ ِ ‫اطين اَو ِلياۤء ِمن ُد‬ ۪ َّ
ْ َ َ ْ َ ‫الش َي‬
“Allah bir takımını yoluna kabul eder, bir takımı da
sapıklığı hak eder. Sapıklar şeytanları, Allah ile arala-
rındaki veliler sayarak onlara tutunan ama kendilerini
doğru yolda gören kimselerdir.” (Araf 7/30)

ِ ّٰ‫ون ه‬
.ًۜ‫الل َف َق ْد َخ ِسر ُخ ْسرا ًنا ُمب۪ ًينا‬ ِ ‫ان و ِليا ِمن ُد‬ َّ ‫َو َم ْن َي َّت ِخ ِذ‬
َ َ ْ ًّ َ َ ‫الش ْي َط‬
“Kim Şeytanı, Allah ile arasındaki veli sayarak ona
tutunursa açıkça kaybetmiş olur.” (Nisa 4/119)

Hepiniz oraya gireceksiniz.” (Enbiya 21/98)


Sonuç olarak günahı çok olan Müslümanlar da tutuşturulmuş cehennem
ateşinin çevresinde toplanacaklardır.
Her Müslüman Evliyadır • 33

Dostluk karşılıklı olur. Müminler Allah’ın velisi olduğu gibi


Allah da müminlerin velisidir. Şeytan da kendini veli bilenle-
rin velisidir.

ُّ ‫ات ِا َلى‬
ِ‫النور‬ ِ ‫اَ هّٰلل و ِلي ا َّل ۪ذين ٰامنُوا ي ْخرِ جهم ِمن الظُّ ُلم‬
َ َ ُْ ُ ُ َ َ ُّ َ ُ
ِ
‫النورِ ا َلى‬ ِ
ُّ ‫وت يُ ْخرِ ُجو َن ُه ْم م َن‬ ِ
ُ ‫ين َك َف ُر ۤوا َا ْول َياۤ ُۨؤ ُه ُم ال َّطا ُغ‬ ۪
َ ‫َوا َّلذ‬
َ ‫يها َخ ِال ُد‬
.‫ون‬ ۪
َ ‫النار ُه ْم ف‬
َّ ‫اب‬
ِ
ُ ‫الظُّ ُل َمات اُوۨ ٰلۤئ َك َا ْص َح‬
ِ

“Allah müminlerin velisidir, onları karanlıklardan


aydınlığa çıkarır. Allah’ı tanımazlık edenlerin evliya-
sı da zorbalardır. Bunlar onları aydınlıktan karanlıkla-
ra sokarlar. Onlar cehennemlik kimselerdir. Orada de-
vamlı kalacaklardır.” (Bakara 2/257)

‫الشي َطا ُن‬ ‫الل َل َق ْد َا ْر َس ْل َناۤ ِا ٰلى اُ َم ٍم ِمن قب ِلك فزين لهم‬ ِ ّٰ‫َت ه‬
ْ َّ ُ ُ َ َ َّ َ َ َ ْ َ ْ ۤ
.‫اب َا ۪ليم‬ ِ
ٌ ‫َا ْع َما َل ُه ْم َف ُه َو َول ُّي ُه ُم ا ْل َي ْو َم َو َل ُه ْم َع َذ‬
ٌ
“Allah’a and olsun, senden önceki topluluklara da
elçiler gönderdik. Ama şeytan onların işlerini kendileri-
ne güzel göstermişti. Bugün onların velisi odur. Onlar
için acıklı bir azap vardır.” (Nahl 16/63)
Müminler birbirlerinin velisidirler.

‫ينۚ َو َم ْن‬ ِ۪ ِ ِ ِ ِ َ ُ‫اَل َي َّت ِخ ِذ ا ْل ُم ْؤ ِمن‬


َ ‫ين َا ْول َيٓ َاء م ْن ُدون ا ْل ُم ْؤمن‬ َ ۪‫ون ا ْل َكافر‬
ۜ‫الل ۪في َشي ٍء ِا َّ آل َا ْن َت َّت ُقوا ِم ْن ُهم ُت ٰقي ًة‬ ِ ّٰ‫ي ْفع ْل ٰذ ِل َك َف َليس ِمن ه‬
َ َ ْ َ َ
ْ ْ
ِ ّٰ‫الل َن ْفس ۜه و ِا َلى ه‬
.‫الل ا ْل َم ۪صير‬ ِ
ُ َ ُ َ ُ ّٰ‫َويُ َح ّذ ُر ُك ُم ه‬
34 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

“Sakın müminler, müminlerden önce kafirleri veli


edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’tan bir beklen-
ti olmasın. Onlardan korunmak için yaparsanız başka.”
(Al-i İmran 3/28)

Bu konuda çok âyet vardır. Dostluğun dereceleri olur.


Öyle insanlar vardır ki, Allah’a iyi bir kul olmak için elinden
geleni yapar; malını, canını ve her şeyini onun yoluna koyar.
Tabii ki, Allah’ın böylelerine olan dostluğu fazla olur.

‫اب ُه َو ا ْل َح ُّق ُم َص ِّد ًقا ِل َما َبي َن‬ ِ ‫َوا َّل ۪ذ ۤي َا ْو َحي َناۤ ِا َلي َك ِم َن ا ْل ِك َت‬
ْ ْ ْ
‫ين‬ ۪ ِ ۪ ۪ ِ ِ ّٰ‫ي َدي ِه ِا َّن ه‬
َ ‫اب ا َّلذ‬ َ ‫ ثُ َّم اَ ْو َر ْث َنا ا ْلك َت‬.‫الل بِع َباده َل َخب۪ ٌير َبص ٌير‬ َ ْ َ
‫ظ ِالم ِل َن ْف ِس ۪ه َو ِم ْن ُهم ُم ْق َت ِص ٌد َو ِم ْن ُهم‬ ‫اصطفينا ِمن ِعب ِادنا ف ِمنهم‬
ْ ْ ٌ َ ْ ُ ْ َ َ َ ْ َََْ ْ
.‫الل ٰذ ِل َك ُه َو ا ْل َف ْض ُل ا ْل َكب۪ ير‬ ِ ّٰ‫ات ب ِِا ْذ ِن ه‬
ِ ‫ساب ٌِق بِا ْل َخير‬
ُ َْ َ
“Sana vahyettiğimiz bu Kitap gerçeğin kendisidir.
Kendinden öncekileri de doğrulamaktadır. Allah kul-
larından, kesinkes haberdardır ve onları görmektedir.
Sonra bu Kitab’ı kullarımız içinden seçtiklerimize bı-
raktık. Onlardan kimi kendini yanlışa sürükler, kimi
orta yolu tutturur, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda
öne geçmek için yarışır. İşte faziletin büyüğü budur.”
(Fatır 35/31-32)

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ۜ‫ث اَل َي ْح َت ِس ُب‬ُ ‫ َو َي ْر ُز ْق ُه ِم ْن َح ْي‬.ۙ‫الل َي ْج َع ْل َل ُه َم ْخ َر ًجا‬ َ ّٰ‫َو َم ْن َي َّت ِق ه‬


ّٰ‫الل َب ِال ُغ اَ ْمرِ ۪هۜ َق ْد َج َع َل ه‬ ِ ِ ّٰ‫ومن يتو َّك ْل ع َلى ه‬
ُ‫الل‬ َ ّٰ‫الل َف ُه َو َح ْس ُب ُ ۜه ا َّن ه‬ َ َ ََ ْ َ َ
.‫ِل ُك ّ ِل َشي ٍء َق ْد ًرا‬
ْ
Her Müslüman Evliyadır • 35

“Kim Allah’tan çekinirse Allah ona bir çıkış yolu


gösterir ve hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Al­
lah’a dayanırsa o, ona yeter. Allah işini tastamam ya-
par. Allah her şeye bir ölçü koymuştur.” (Talâq 65/2-3)
Bu fazileti elde edenler her zaman Allah’ın kendileriyle be-
raber olduğunu ve onun izniyle her güçlüğün üstesinden gele-
ceklerini bilir, Allah’a dayanıp yollarına devam ederler.
36 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

5 - EVLİYÂNIN YARDIMI 32
Bazı kimseler evliya sayılarak Allah ile insanların arasına
konuyor. Daha sonra onlar, birer aracı ilah haline getirilerek
insanlar din adına sömürülüyor. Çünkü dini kullanmadan sö-
mürü yapmak zordur.
İnsanlar onları Allah’ın özel dostu sayarlarsa Allah’a ait
bazı özellikleri onlara vermek zor olmaz. Sonra sıra, Allah’ı in-
sanlardan uzak göstermeye ve onları, haşa onun özel kalem
müdürü gibi kabul ettirmeye gelir. Bunu da başardılar mı onla-
rı şirke sokmuş olurlar. Artık insanlar Allah yerine o aracılara
yalvarmaya, onlardan yardım istemeye başlarlar.
Şeyh Efendi- Abdülkadir Geylânî hazretleri bir şiirlerinde
buyururlar ki:

‫مريدي إذا ماكان شرقا ومغربا‬


‫أغيثه إذا ما صار في أي بلدة‬
“Müridim ister doğuda olsun ister batıda
Hangi yerde olsa da yetişirim imdada”33
Bayındır- Bu, çok sayıda âyete açıkça aykırıdır. Allah
Teâlâ şöyle buyurur:

32. Bu bölümdeki iddialar Mahmut Efendi ve ekibi ile yaptığımız görüşmede


ortaya atılmıştır.
33. Bu şiir Said-i Nursi’nin Sikke-i Tasdik-i Gaybi adlı kitabında geçer. Bkz:
Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1995, c:II, s: 2083
Evliyânın Yardımı • 37

‫الس ۤو َء َو َي ْج َع ُل ُكم‬ ِ
ُّ ‫َو َي ْكش ُف‬ ‫يب ا ْل ُم ْض َطر ِا َذا َد َع ُاه‬ُ ‫اَ َّم ْن يُ ۪ج‬
ْ َّ
.‫ون‬
َ ‫َما َت َذ َّك ُر‬ ِ ّٰ‫ُخ َل َفاۤء اْالَر ِض ء ِا ٰله مع ه‬
ً‫الل َق ۪ليلا‬ َ َ ٌ َ ْ َ
“Darda kalmış kişi dua ettiğinde duasını kim ka-
bul ediyor da o sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün
hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir ilah mı
var? Bilginizi ne kadar az kullanıyorsunuz.” (Neml 27/62)
Güç yetirilemeyen konularda Allah’tan başkasından yar-
dım istenir, o da yardıma koşarsa artık kim Allah’a sığınma ih-
tiyacı duyar?
Şeyh Efendi- Abdülkadir Geylani’ye inanmıyorsan seninle
konuşacağımız bir şey yoktur.
Bayındır- Abdülkadir Geylani’ye inanmak imanın şartla-
rından değildir ama Kur’an’a inanmak imanın şartlarındandır.
Bana göre bu zatlarla ilgili bilgilerin çoğu uydurmadır. Yu-
karıdaki şiir de öyledir. Allah’ın Nebisi için hadis uyduranlar
Abdülkadir Geylani için, Mevlâna için, İmam Rabbânî için niye
bir şeyler uydurmasınlar?
Ama Abdülkadir Geylani’nin kendisi gelip bu sözü söyle-
se, bir bildiği vardır demez, tereddütsüz reddederiz. Çünkü biz,
Abdülkâdir Geylani’den değil, Kur'an’dan hesaba çekileceğiz.
38 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

6 - ŞEYHİN MANEVİ YARDIMI


(Himmeti)
Himmet, Arapça’da bir işi yapmaya azmetme ve güçlü bir
kararlılık içinde olma anlamlarına gelir. Türkçe’de ruhânî ve
manevi yardım, kayırma ve lütuf anlamlarında kullanılır. Tari-
katta bu kelime, şeyhin manevi yardımı anlamında kullanılır.
Onun, müritlerine olağan dışı yollarla yardım ettiğine ve bazı
sıkıntıları giderdiğine inanılır.
Mürit- Sen şeyhin himmetini de mi kabul etmiyorsun? İs-
ter inan, ister inanma, şeyhimin himmeti sayesinde her yer-
de işlerim gayet iyi gidiyor. Ben bunu görüyor ve yaşıyorum.
Bayındır- Şeyhin himmeti derken onun size özel ilgi gös-
termesini kastetmiyorsunuz her halde. Kastınız onun manevi
yardımıdır, değil mi?
Mürit- Doğru. Mesela hacca gittiğimde Arafat’tan iner-
ken şeyhimin himmetini gördüm. Hâlbuki, o Türkiye’deydi.
Arafat’tan o kadar kolay indim ki, şeytanı da taşladıktan sonra
sabahın sekizinde otelde idim.
Bayındır- Niye Allah’ın yardımı değil de “Şeyhinin him-
meti?”
Mürit- Şeyhimin Allah katındaki değerinden dolayı Allah
onun müritlerine yardım ediyor.
Bayındır- Hep aynı cevaplar. Peki ya saat sekizden önce
otele gelenlere kim himmet etti?
Bu konuda çok âyet geçti ama biraz da şu âyetler üzerin-
de düşünelim:
Şeyhin Manevi Yardımı (Himmeti) • 39

‫الض ِر‬
ّ ُّ َ ‫ون ِه َفالَ َي ْم ِل ُك‬
‫ون َك ْش َف‬ ِ ‫ُق ِل ادعو ْا ا َّل ِذين َزعمتم ِمن د‬
ُ ّ َُْ َ ُ ْ
ِ ِ
‫ون ِإ َلى َر ّبِهِ م‬
ُ َ ‫ون َي ْب َت ُغ‬
َ ‫ين َي ْد ُع‬ َ ‫ أُو َلـئ َك ا َّلذ‬.ً‫نك ْم َوالَ َت ْحوِ يال‬ ُ ‫َع‬
‫ون َع َذ َاب ُه إ َِّن‬
َ ‫ون َر ْح َم َت ُه َو َي َخا ُف‬ َ ‫ا ْل َو ِسي َل َة أَ ُّي ُه ْم أَ ْق َر ُب َو َي ْر ُج‬
.‫ورا‬
ً ‫ان َم ْح ُذ‬
َ ‫اب َر ّب َِك َك‬
َ ‫َع َذ‬
“De ki: “Allah ile aranızda var saydıklarınızı yardı-
ma çağırın; görürsünüz ki, sıkıntınızı ne gidermeye güç-
leri yeter ne de başka tarafa çevirmeye. Onlar; o yardı-
ma çağırdıklarınız34 da kendilerini rablerine daha çok
yaklaştıracak vesile ararlar.35 Onun ikramını bekler,
azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı kaçınılma-
sı gereken şeydir.” (İsra 17/56-57)
Siz şeyhinizin ahirette size şefaat edeceğine de inanıyor-
sunuz. Eğer şeyhler müritlerini hem dünyada hem de ahirette
kurtarabilirlerse onlar için şeyhlerini memnun etmek her şey-
den önemli olur. Artık Allah’a yalvarma gereği ortadan kalkar.
Bu batıl bir yoldur. Eğer hak yola gelmezseniz sonunuzun
çok kötü olacağından endişe ederim.

34. Ayetin asıl meali “yardıma çağırdıkları” şeklindedir. Böyle denmesi,


Arap edebiyatındaki iltifat sanatından dolayıdır. Türkçede iltifat sanatı ol-
madığından âyete, cümlenin akışına göre anlam verilmiştir.
35. Eyyu ismi mevsul olduğu için şu anlam verilmiştir.
‫ون ال َْوسِ ي َل َة التي تجعلهم َأ ْق َر َب ِإلَى َر ّبِهِ ُم‬ َ ‫ُأولَـئ‬
َ ِ‫ِك الَّذ‬
َ ‫ين َي ْد ُعون َ من المالئكة َي ْب َت ُغ‬
40 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

7 - YÜZÜ SUYU HÜRMETİNE DUA


Mürit- Bazı büyük zatların yüzü suyu hürmetine duamızı
kabul etmesini Allah’tan istemiyor muyuz? “Ya Rabbi Muham-
med hakkı için veya evliya-i kiram, şehitler ve salihler hürmeti-
ne duamı kabul et.” diye yalvarmıyor muyuz?
Bayındır- Evet, böyle dua edenler vardır. Bunlar Süley-
man Çelebi’nin mevlidi gibi kitaplarda da yer alır. Ama böy-
le dua olmaz. Bu konuda Hanefî âlimlerden İbn Eb’il-İzz şöy-
le diyor:
“Kişinin, Allah’tan başkasını duasının kabulüne sebep kıl-
ması ve onunla tevessülde bulunması caiz değildir... O şöyle
demek ister, “Falanca senin salih kullarından olduğu için du-
amı kabul eyle.” Onun Allah’ın salih kulu olmasıyla berikinin
duası arasında ne ilgi, ne bağlantı olabilir? Bu, duada taşkınlık
yapmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

.‫ين‬ ۪ ِ ِ
َ ‫اُ ْد ُعوا َر َّب ُك ْم َت َض ُّر ًعا َو ُخ ْف َي ًة ا َّن ُه اَل يُح ُّب ا ْل ُم ْع َتد‬
“Rabbinize için için yalvararak gizlice dua edin. O,
taşkınlık edenleri sevmez.” (Araf 7/55)
Bu ve benzeri dualar, sonradan uydurulmuştur. Böyle bir
dua ne Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemden, ne sahabe-
den, ne tabiînden, ne de imamların birinden aktarılmıştır. Al-
lah hepsinden razı olsun. Bu, ancak cahillerin ve bazı tarikatçı-
ların yazdığı tılsımlarda bulunabilir.”36

36. Ali b. Muhammed b. Ebî’l-İzz ed-Dimaşkî, (öl. 792 h./1390 m.) Şerh’ül-
akîdet’it-Tahâviyye, Beyrut, 1408/1988, c.I, s.295-297.
Olağanüstü Yollarla Yardım • 41

8 - OLAĞANÜSTÜ YOLLARLA YARDIM


Mürit- İnsanlar birbirinden yardım istemezler mi? Bu da
Allah’tan başkasından yardım istemek olmaz mı?
Bayındır- Yardımlaşmayı emreden çok sayıda âyet ve ha-
dis vardır. Ama herkes bilir ki, ruhanîlerden beklenen yardım
farklıdır. Onlardan insanların güç yetiremediği konularda ve
olağan dışı yollarla yardım istenir. Bu, ya bir korkudan kurtul-
mak veya bir isteğe kavuşmak için olur.
Mesela İstanbul’da Tuzla’da bindikleri otomobille sele
kapılıp sürüklenenlerden biri, “Ya Seyyidenâ Hamza!” diye
Hamza’yı yardıma çağırdığını yazıyor.37 Eğer bu zat orada bu-
lunan kişileri çağırsaydı yadırganmazdı. Ya da her şeyi her an
görüp gözeten Allah Teâlâ’dan yardım isteseydi güzel bir şey
yapmış olurdu. Ama o, İstanbul’dan binlerce kilometre uzak-
taki kabrinde yatan, olup bitenden haberi olmayan Hamza’yı
çağırıyor. Demek ki o, Hamza’nın çağrıyı işittiğine, oraya ge-
lip kendisini kurtaracak güç ve kuvvete sahip olduğuna inanı-
yor. Yoksa dar zamanda Hamza’yı hatırlar mıydı? Öyleyse, bu
zat, Hamza’da bazı insanüstü sıfatlar olduğunu hayal ediyor.
Bunlar hayat, ilim, semi, basar, irade ve kudret gibi sıfatlardır.
Hayat dirilik demektir. Bu zat Hamza’yı diri saymasaydı
yardıma çağırmazdı.
Mürit- Ama şehitler ölmez.
Bayındır- Doğru, Allah yolunda öldürülenler gerçekte öl-
müş olmazlar. Ayette şöyle buyurulur:

37. Küçük Dünyam-2, Zaman Gazetesi 28 Kasım 1996.


42 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

‫ات‬ ِ ّٰ‫يل ه‬
ِ ۪‫َو اَل َت ُقولُوا ِل َم ْن يُ ْق َت ُل ۪في َسب‬
ٌ ‫الل اَ ْم َو‬
.‫ون‬َ ‫َب ْل َا ْح َياۤ ٌء َو ٰل ِك ْن اَل َت ْش ُع ُر‬
“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin; onlar
diridirler, ama siz anlayamazsınız.” (Bakara 2/154)
Bu, bizim anlayacağımız bir dirilik değildir. Eğer öyle ol-
saydı, Hamza’nın şehit olmasına Muhammed sallallahu aleyhi
ve sellem o kadar üzülür müydü? Çağırınca gelse, zaman za-
man çağırır, hasret giderirdi.
Abdullah b. Mes’ud diyor ki; “Biz Resulullah sallallahu
aleyhi ve sellemin Hamza’ya ağladığı kadar bir şeye ağladığını
görmedik. Onu kıbleye doğru koydu, cenazesinin başında dur-
du ve sesli olarak hıçkıra hıçkıra ağladı.”38
Hamza’yı şehit eden Vahşî, yıllar sonra müslüman olunca
Muhammed ondan kendisine görünmemesini istemişti.39
Şehitler konusuna tekrar değineceğiz.
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ölünce, Allah on-
dan razı olsun, Ebu Bekir önemli bir konuşma yapmıştı. Abdul-
lah b. Abbas’ın bildirdiğine göre, şöyle demişti:
“Bakın! Sizden kim Muhammed sallallahu aleyhi ve selle-
me kulluk ediyorsa işte Muhammed ölmüştür. Kim de Allah’a
kulluk ediyorsa şüphesiz o diridir, ölmez. Allah Teâlâ buyuru-
yor ki:

38. Safiyy’ur-Rahmân el-Mübarekfûri, er-Rahik’ul-mahtûm, Beyrut 1408/


1988, s. 255-256.
39. Buhârî, Meğâzî, 23.
Olağanüstü Yollarla Yardım • 43

َ ‫الر ُس ُل اَ َف ۨا ِئ ْن َم‬
‫ات اَ ْو‬ ِِ ِ
ُّ ‫ول َق ْد َخ َل ْت م ْن َق ْبله‬ ٌ ‫َو َما ُم َح َّم ٌد ِا اَّل َر ُس‬
‫ِكم َو َم ْن َي ْن َق ِل ْب َع ٰلى َع ِقبي ِه َف َل ْن َي ُضر‬ ‫ق ِتل انقلبتم على اعقاب‬
َّ َْ ْ ُ َ ْ َ ۤ ٰ َ ْ ُ َْ َ ْ َ ُ
.‫ين‬ ِ َّ ‫الل‬
َ ۪‫الشاكر‬ ُ ّٰ‫الل َش ْيـًٔا َو َس َي ْجزِ ي ه‬َ ّٰ‫ه‬
“Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de nice
elçiler gelip geçti. O ölür veya öldürülürse gerisin geri-
ye mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse Allah’a
bir zarar veremez. Allah şükredenlere mükafat verecek-
tir.” (Al-i İmrân 3/144)
Abdullah b. Abbas diyor ki, “Ebu Bekir okuyuncaya kadar
Allah’ın böyle bir âyet indirdiğini sanki hiç kimse bilmiyordu.
Artık insanlardan kimi dinlesem bu âyeti okuyordu. Saîd b. el-
Müseyyeb de bana, Ömer’in şöyle dediğini bildirdi:
“Vallahi Ebu Bekir’in o âyeti okuduğunu işitince öyle ol-
dum ki, kendimden geçtim. Ayaklarım beni taşıyamaz oldu.
Ayeti okuduğunu duyunca yere yığıldım. Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem gerçekten ölmüştü.”40
Şu iki âyet de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile il-
gilidir:

َ ‫ت َف ُه ُم ا ْل َخ ِال ُد‬ ِ ِ ُ ‫َو َما َج َع ْل َنا ِل َب َشرٍ ِم ْن َق ْب ِل َك ا ْل‬


.‫ون‬ َّ ‫خ ْل َد َا َف ۨائ ْن م‬
“Senden önce hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, şimdi
sen ölürsen onlar ölümsüz mü olacaklardır?” (Enbiya 21/34)

.‫ون‬
َ ‫ِت َوإ َِّن ُه ْم َم ّي ُِت‬
ٌ ‫إ َِّن َك َم ّي‬
“Sen öleceksin; onlar da öleceklerdir.” (Zümer 39/30)

40. Buhârî, Meğâzî, 83.


44 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Buna göre Hamza’nın anlayabileceğimiz manada diri ol-


duğunu kim söyleyebilir?
Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ِ ‫ون ِمن ُد‬


‫ون‬ ۪ َ ُ‫ون َو َما ُت ْع ِلن‬
َ ‫اللُ َي ْع َل ُم َما ُت ِس ُّر‬
ْ َ ‫ين َي ْد ُع‬
َ ‫ َوا َّلذ‬.‫ون‬ ّٰ‫َو ه‬
‫ات َغير َا ْحياۤ ٍء َو َما‬ ‫ امو‬.‫الل ل يخلقون شيـا وهم يخلقون‬ ِ
َ ُ ْ ٌ َ ْ َ َ ُ َ ْ ُ ْ ُ َ ًٔ ْ َ َ ُ ُ ْ َ َ‫هّٰ ا‬
.‫ون‬
َ ُ‫ان يُ ْب َعث‬
َ ‫ون َا َّي‬
َ ‫َي ْش ُع ُر‬
“Allah neyi gizlediğinizi ve neyi açığa vurduğunuzu
bilir. Onların Allah ile aralarına koyup yardım istedik-
leri varlıklar bir şey yaratamazlar. Zaten kendileri ya-
ratılmıştır. Onlar ölüdürler, diri değillerdir. Ne zaman
diriltileceklerini de bilemezler.” (Nahl 16/19-21)
Maalesef bunlar, kendi kötü emellerine Muhammed sallal-
lahu aleyhi ve sellemi bile alet ediyorlar. İnsanlar üzerinde kur-
dukları baskının devamı için yalan ve iftira ile meşgul oluyorlar.
Bunca âyete rağmen Allah’ın Elçisinin sağ olduğunu ve onun-
la görüştüklerini iddia ediyor, hatta onun, bir müfettiş gibi de-
netleme yaptığını bile söyleyebiliyorlar.
Gözlerini hırs bürümüş bu insanların uslanması zor ama
birazcık aklını kullananlar için Ömer’in şu sözünü nakletmek
isterim:
“İsterdim ki, Allah’ın Elçisi yaşasın da bizden sonra ölsün.
Her ne kadar Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gerçek-
ten ölmüş ise de Allah aranıza bir nur koymuştur; siz onunla
hak yolu bulursunuz. Allah Muhammed’i de onunla hak yola
sokmuştur.”41

41. Buharî, Ahkâm, 51.


Olağanüstü Yollarla Yardım • 45

O nur, Kur’an’dır. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem


veda hutbesinde şöyle demiştir:
“Aranızda, sıkı sarılırsanız artık sapıtmayacağınız bir şey
bıraktım, Allah’ın kitabını.”42
İşte hak budur.

َّ ‫“ َف َما َذا َب ْع َد ا ْل َح ِّق ِا اَّل‬Hakkın ötesi sapıklık değildir


‫الضلاَ ُل‬
de nedir?” (Yunus 10/32)

Sözü geçen şahsın Hamza’da varsaydığı sıfatların ikincisi


ilim sıfatıdır. İlim, bilmek ve kavramak demektir. İnsanda da
ilim sıfatı vardır ama bu, onun öğrenebildiği ve kavrayabildiği
şeylerle sınırlıdır. Onları da zamanla unutur. Allah’ın ilmi sınır-
sızdır. O, her şeyi en ince ayrıntısına kadar en doğru biçimde
bilir ve asla unutmaz.
İstanbul’a hiç gelmemiş olan Hamza’nın çağrıldığı yere
gelmesi için, olayın geçtiği İstanbul- Ankara yolunun Tuzla’da-
ki bölümünü bilmesi gerekir. O şahıs Hamza’nın bilgisini, şüp-
hesiz Allah’ın bilgisi gibi saymaz. Ama onu böyle bir yere ça-
ğırdığına göre Allah Teâlâ’nın sınırsız bilgisinin bir bölümüne
ortak saymış olur.
Üçüncü sıfat sem’dir. Sem’, işitme gücüdür. Allah insana
işitme gücü vermiştir, ama bu, belli titreşimdeki seslerin bel-
li mesafeden işitilmesiyle sınırlıdır. Hele Hamza gibi kabirde
bulunanlara bir şey işittirmeye bizim gücümüz yetmez. Allah
Teâlâ şöyle buyurur:

‫الل يُ ْس ِم ُع َم ْن َي َشاۤ ُء‬ ِ ُ ‫وما يستوِ ي اْالَحياۤء و اَل اْالَمو‬


َ ّٰ‫ات ا َّن ه‬ َْ َ ُ َْ َ َْ َ َ
. ِ‫َو َماۤ َا ْن َت ب ُِم ْس ِم ٍع َم ْن ِفي ا ْل ُقبور‬
ُ
42. Müslim, Hac, bab 19, Hadis no 147-(1218).
46 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

“Dirilerle ölüler bir olmaz. Allah ölçüsüne uygun


olana işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittire-
mezsin.” (Fatır 35/22)
Allah her şeyi işitir. En gizli sesler, hareketler, içten yakarış-
lar ve her şey onun tarafından işitilir. Şimdi bu zat, İstanbul’dan,
“Ya Seyyidena Hamza!” dediği zaman Hamza’nın kendini işit-
tiğini hayal ettiğine göre onu Allah’ın işitme sıfatına ortak et-
miş olmaz mı? Çünkü bu şekilde bir işitme, Allah’tan başkası
için söz konusu değildir.
Dördüncü sıfat basar’dır. Basar, görme gücü demektir.
İnsanlarda da görme gücü vardır, ama bu çok sınırlıdır. Allah
Teâlâ, en küçük şeyleri bile en ince ayrıntısına kadar görür.
Kilometrelerce uzakta, kabirde yatan birini yardıma ça-
ğıran kişi, onun kendini gördüğünü kabul etmiş olur. Yoksa
onun durumunu nasıl kavrasın? Bu şekilde bir görme, yalnız
Allah’a mahsus olduğundan bu şahıs Hamza’yı Allah’ın görme
sıfatına da ortak saymış olur.
Beşincisi irade, altıncısı da kudret sıfatıdır. İrade, dilemek
ve tercih etmektir. Kudret de bir şeye güç yetirme anlamına
gelir.
İnsanın iradesi de kudreti de sınırlıdır. Ölünce bu konuda
hiçbir şeyi kalmaz. O şahıs Hamza’nın, bu çağrıyı kabul ede-
cek iradeye ve gerekli yardımı yapacak kudrete sahip olduğuna
inanmasa onu çağırmaz. Bu, olağan dışı bir irade ve kudret ya-
kıştırmasıdır. Bu anlamda irade ve kudret sahibi tek varlık Al-
lah Teâlâ’dır. Öyle ise o şahıs Hamza’yı Allah’ın bu iki sıfatına
da ortak saymış olur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Olağanüstü Yollarla Yardım • 47

‫وهم‬ ‫الل ِعباد امثالكم فادع‬ ِ ‫ون‬ ِ ‫ون ِمن ُد‬ ۪ ِ


ْ ُ ُ ْ َ ْ ُ ُ َ ْ َ ٌ َ ّٰ‫ه‬ ْ َ ‫ين َت ْد ُع‬ َ ‫ا َّن ا َّلذ‬
ِ۪ ِ
‫ون‬
َ ‫ َا َل ُه ْم َا ْر ُج ٌل َي ْم ُش‬.‫ين‬ َ ‫َف ْل َي ْس َت ۪ج ُيبوا َل ُك ْم ا ْن ُك ْن ُت ْم َصادق‬
‫ون ب َِها َا ْم‬ َ ‫ب َِها َا ْم َل ُه ْم َا ْي ٍد َي ْب ِط ُش‬
َ ‫ون ب َِها َا ْم َل ُه ْم َا ْع ُي ٌن يُ ْب ِص ُر‬
‫ون‬ِ ‫يد‬ ُ ‫ون ب َِها ُق ِل ْاد ُعوا ُش َر َكاۤ َء ُك ْم ثُ َّم ۪ك‬ َ ‫َل ُه ْم ٰا َذا ٌن َي ْس َم ُع‬
‫اب َو ُه َو َي َت َو َّلى‬ ِ ۪ ّٰ‫ ِا َّن و ِليِي ه‬.‫ون‬ ِ ‫فَلاَ ُت ْن ِظر‬
َ ‫اللُ ا َّلذي َن َّز َل ا ْلك َت‬ َّ َ ُ
‫ون َن ْصر ُكم‬ َ ‫يع‬ ۪ ۪ ِ ِ ۪ ِ۪
ْ َ ُ ‫ون م ْن ُدونه اَل َي ْس َتط‬ َ ‫ين َت ْد ُع‬ َ ‫ َوا َّلذ‬.‫ين‬ َ ‫الصالح‬ َّ
.‫ون‬ َ ‫َو اَل ۤ َا ْن ُف َس ُه ْم َي ْن ُص ُر‬
“Allah ile aranıza koyup yardım istedikleriniz de si-
zin gibi kullardır. Samimi iseniz, seslenin de size ce-
vap versinler. Ayakları mı var ki, yürüsünler. Elleri mi
var ki tutsunlar. Gözleri mi var ki, görsünler. Kulakla-
rı mı var ki, işitsinler. De ki: “çağırın ortaklarınızı, son-
ra bana tuzak kurun; hiç göz açtırmayın.” Benim velim,
bu Kitabı indiren Allah’tır. O, iyilere velilik eder. Allah
ile aranıza koyup yardıma çağırdıklarınız; size yardım
etmek şöyle dursun, kendilerine bile yardım edemez-
ler.” (Araf 7/194-197)

.‫ون‬ ِ ّٰ‫ون ه‬
َ ‫الل ٰا ِل َه ًة َل َع َّل ُه ْم يُ ْن َص ُر‬ ِ ‫و َّات َخ ُذوا ِمن ُد‬
ْ َ
.‫ون‬
َ ‫ون َن ْص َر ُه ْم َو ُه ْم َل ُه ْم ُج ْن ٌد ُم ْح َض ُر‬ َ ‫يع‬ ۪
ُ ‫اَل َي ْس َتط‬
“Belki yardımları dokunur diye Allah ile aralarına
ilahlar koyup, onlara tutundular. Onlar, bunlar için ha-
zır asker oldukları halde, Bunların onlara yardıma güç-
leri yetmez.” (Yasin 36/74-75)
48 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

ِ ّٰ‫ون ه‬
.‫الل ٰا ِل َه ًة ِلي ُكونُوا َل ُهم ِع ًّزا‬ ِ ‫و َّات َخ ُذوا ِمن ُد‬
ْ َ ْ َ
ِ
.‫ون َع َليهِ م ض ًّدا‬ ِ ِ
‫ك سيكفرون بِعبادتهِ م ويكون‬
ْ ْ َ ُ ُ َ َ ْ َ َ َ ُ ُ ْ َ َ َّ‫َ لا‬
Kendileri için bir güç olsun diye, Allah ile araları-
na koydukları ilahlara tutundular. Aksine onlar bunla-
rın kulluğunu tanımayacak ve bunlara ters düşecekler-
dir. (Meryem 19/81-82)
İşte şirk budur. Yani Allah’a yakın bilinen kimseleri yalnız
Allah’a ait bazı özelliklere sahip görüp yardımını istemek şirktir.
Mürit- Allah istese Hamza’ya bu özellikleri veremez mi?
Bayındır- Allah’ın gücü her şeye yeter ama Allah’ın gücü
ile delil getirilmez. Bunca âyet varken Hamza’ya özel bir güç
verildiğini kim iddia edebilir? Bakın, Allah’ın elçileri de dahil
hepimiz Allah’ın kulu, yani kölesiyiz. Allah da bizim Rabbimiz,
yani Efendimizdir. Kölenin efendisi karşısında hiçbir yetkisi ol-
maz. Bu sebeple elçiler de dahil hiçbir insanın Allah karşısında
bir yetkisi olmaz. Allah’ın verdiği yetkiler olursa o başka. Hele
yukarıdaki âyetlerde olduğu gibi Allah’ın kimseye yetki verme-
diğini açıkça belirttiği bir konuda bazılarını yetkili saymak affe-
dilemeyecek bir suç olur.
Mürit- Ama bu zat, bir başka yerde Hamza’nın yardıma
geldiğini bizzat görmüş. Diyor ki, “Cin diyebileceğim bir yara-
tık beni elimden tuttu ve götürmeye çalıştı. Çok bunaldım. Bir-
den istimdad ile “Ya Hamza!” dedim. O şanlı sahabi benim da-
vetime icabet etti ve adeta odanın içinde beliriverdi. Cin onu
görünce korkudan geri geri gitti ve duvardan süzülerek gözden
kayboldu.”43

43. Küçük Dünyam-2, Zaman Gazetesi 28 Kasım 1996.


Olağanüstü Yollarla Yardım • 49

Bayındır- Dara düşen herkese yardım eden Allah Teâlâ,


onun da sıkıntısını giderince, demek ki, o bunu Hamza’nın
yaptığını sanmış. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurur:

‫ين‬ ۪ ِ ِ ِ ِ ِ ِ‫ِ لل‬


َ ‫الس ٰم َوات َو َم ْن في اْالَ ْرض َو َما َي َّتب ُِع ا َّلذ‬ َّ ‫اَ اَل ۤ ا َّن هّٰ َم ْن في‬
‫ون ِا اَّل الظَّ َّن َو ِا ْن ُهم ِا اَّل‬ ِ ّٰ‫ون ه‬
َ ‫الل ُش َر َكاۤ َء ِا ْن َي َّتب ُِع‬ ِ ‫ون ِمن ُد‬
ْ ْ َ ‫َي ْد ُع‬
.‫ون‬
َ ‫َي ْخ ُر ُص‬
“Bilin ki göklerde kim var, yerde kim varsa Allah’ın-
dır. Allah ile aralarına koyduklarından yardım isteyen-
ler, ortaklara değil, sadece kuruntularına uyarlar. On-
lar sadece atarlar.” (Yunus 10/66)

‫الض ِر‬
ّ ُّ َ ‫ون ۪ه فَلاَ َي ْم ِل ُك‬
‫ون َك ْش َف‬ ِ ‫ُق ِل ادعوا ا َّل ۪ذين َزعمتم ِمن د‬
ُ ْ َُْْ َ ُ ْ
‫ون ِا ٰلى َر ّبِهِ م‬َ ‫ون َي ْب َت ُغ‬
َ ‫ين َي ْد ُع‬ ۪ ِ
َ ‫ اُوۨ ٰلۤئ َك ا َّلذ‬. ً‫َع ْن ُك ْم َو اَل َت ْح ۪ويلا‬
ُ
‫ون َع َذ َاب ُه ِا َّن‬
َ ‫ون َر ْح َم َت ُه َو َي َخا ُف‬ َ ‫ا ْل َو ۪سي َل َة اَ ُّي ُه ْم اَ ْق َر ُب َو َي ْر ُج‬
.‫ورا‬
ً ‫ان َم ْح ُذ‬ َ ‫اب َر ّب َِك َك‬ َ ‫َع َذ‬
“De ki: “Allah ile aranızda var saydıklarınızı yardı-
ma çağırın; görürsünüz ki, sıkıntınızı ne gidermeye güç-
leri yeter ne de başka tarafa çevirmeye. Onlar; o yardı-
ma çağırdıklarınız44 da kendilerini rablerine daha çok
yaklaştıracak vesile ararlar.45 Onun ikramını bekler,

44. Ayetin asıl meali “yardıma çağırdıkları” şeklindedir. Böyle denmesi,


Arap edebiyatındaki iltifat sanatından dolayıdır. Türkçede iltifat sanatı ol-
madığından âyete, cümlenin akışına göre anlam verilmiştir.
45. Eyyu ismi mevsul olduğu için şu anlam verilmiştir.
‫ون ا ْل َو ِسي َل َة التي تجعلهم أَ ْقر َب ِإ َلى َر ّبِهِ م‬ ِ ِ
َ ‫أُو َلـئ َك ا َّلذ‬
َ ‫ين َي ْد ُعون َمن المالئكة َي ْب َت ُغ‬
ُ َ
50 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı kaçınılma-


sı gereken şeydir.” (İsra 17/56-57)

a- Olağanüstü gücün kaynağı


Mürit- Hamza’yı yardıma çağıran kişinin asıl istediği şey,
Allah’ın Hamza’yı yardıma göndermesidir. Bunun Allah’tan
başkasını ilah edinmekle ne ilgisi olur?
Bayındır- O sözü inceleyelim:
1- O zat bir yerde diyor ki, “Büyük ve mukaddes ruhlardan
istimdâd (yardım talebi) olabilir.”46
Ama Allah Teâlâ bu iddiayı şöyle reddediyor:

ِ ‫يكم ِمن ظُ ُلم‬


‫ات ا ْلب ِر َوا ْلب ْحرِ َت ْد ُعو َن ُه َت َض ُّر ًعا‬
َ َّ َ ْ ْ ُ ‫ُق ْل َم ْن يُ َن ۪ ّج‬
ِ َّ ‫و ُخ ْفي ًة َل ِئن اَ ْنج َينا ِمن ه ِذ ۪ه َل َن ُكو َنن ِمن‬
ُ‫الل‬
ّٰ‫ ُق ِل ه‬.‫ين‬ َ ۪‫الشاكر‬ َ َّ ٰ ْ ٰ ْ َ َ
.‫ون‬ َ ‫يك ْم ِم ْن َها َو ِم ْن ُك ّ ِل َك ْر ٍب ثُ َّم اَ ْن ُت ْم ُت ْشرِ ُك‬
ُ ‫يُ َن ۪ ّج‬
“De ki: Gizlice yalvarıp, bizi bundan kurtarırsan
sana şükredenlerden oluruz” diye yakardığınız bir sı-
rada, sizi karanın ve denizin karanlıklarından kurtaran
kimdir?”
De ki: “Allah’tır. Sizi ondan ve her türlü sıkıntıdan
o kurtarır. Sonra yine de ona şirk koşarsınız” (En’am 6/63-64)
Yani sıkıntı sırasında yalnız Allah’a sığınırlar, sıkıntı geçin-
ce Hamza gibi birini çağırdıklarını, onun yardımıyla kurtulduk-
larını söylerler.

46. Küçük Dünyam-2, Zaman Gazetesi 28 Kasım 1996.


Olağanüstü Yollarla Yardım • 51

2- Hamza’ya bu gücü Allah’ın vereceğini hayal etmek


neyi değiştirir? Çünkü bunun bir delili yoktur. Hamza’nın bu
çağrıdan haberi bile olmaz. Şu ayetler üzerinde bir daha dü-
şünelim:

‫وني َما َذا َخ َل ُقوا ِم َن‬ ۪ ‫الل َار‬ ِ ِ ِ َ ‫ُق ْل َار َايتم ما َت ْدع‬
ُ ّٰ‫ون م ْن ُدون ه‬ ُ َ ُْْ َ
‫اب ِم ْن َقب ِل‬ ٍ ‫وني ب ِِك َت‬ ۪ ‫ات ۪ايت‬ ِ ‫اْالَر ِض اَم َلهم ِشر ٌك ِفي السمو‬
ْ ُ َ ٰ َّ ْ ُْ ْ ْ
‫ َو َم ْن اَ َض ُّل ِم َّم ْن‬.‫ين‬ ِ۪ ِ ٍ ِ ِ ٍ ‫ه َذاۤ اَو اَ َث‬
َ ‫ارة م ْن ع ْلم ا ْن ُك ْن ُت ْم َصادق‬ َ ْ ٰ
‫يب َل ُۤه ِا ٰلى َي ْو ِم ا ْل ِقي َم ِة َو ُهم‬ ِ ّٰ‫ون ه‬
ِ ‫ي ْدعوا ِمن ُد‬
ْ ٰ ُ ‫الل َم ْن اَل َي ْس َت ۪ج‬ ْ ُ َ
َ ‫َع ْن ُد َعاۤ ِئهِ ْم َغ ِاف ُل‬
.‫ون‬
“De ki, Allah ile aranıza koyup yardıma çağırdık-
larınıza baktınız mı? Gösterin bana, onlar yeryüzünde
neyi yaratmışlardır? Yoksa göklerde payları mı var? Sa-
mimi iseniz bana bu konuda, daha önce gelmiş bir ki-
tap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım.”
Kıyâmet gününe kadar kendine cevap veremeyecek
bir kimseyi Allah ile arasına koyarak yardıma çağıran-
dan daha sapık kimdir? Oysa bunlar onların çağrısının
farkında değillerdir.” (Ahkâf 46/4-5)
Müşrikler, ilahlarının gücünü Allah’tan aldığını hayal eder-
lerdi. Ama bu, dayanaksız bir iddiaydı. Müşriklerle ilgili şu
âyetleri biraz düşünmek gerekir.

‫الس ْم َع‬ ِ ِ ِ ِ
َّ ‫الس َماۤء َو اْالَ ْرض اَ َّم ْن َي ْمل ُك‬
َّ ‫ُق ْل َم ْن َي ْر ُز ُق ُك ْم م َن‬
‫ِت ِم َن‬ ِ ‫و اْالَبصار ومن ي ْخرِ ج ا ْلحي ِمن ا ْلمي‬
َ ‫ِت َويُ ْخرِ ُج ا ْل َم ّي‬ ّ َ َ َّ َ ُ ُ ْ َ َ َ َ ْ َ
52 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

‫ َف ٰذ ِل ُكم‬.‫ون‬
َ ‫اللُ َف ُق ْل اَفَلاَ َت َّت ُق‬
ّٰ‫ون ه‬
َ ُ‫ا ْل َح ِّي َو َم ْن يُ َد ّب ُِر اْالَ ْم َر َف َس َي ُقول‬
ُ
‫ون‬
َ ‫الضلاَ ُل َف َا ّٰنى ُت ْص َر ُف‬َّ ‫اللُ َر ُّب ُك ُم ا ْل َح ُّق َف َما َذا َب ْع َد ا ْل َح ِّق ِا اَّل‬
ّٰ‫ه‬
“Desen ki: “Size gökten ve yerden rızık veren kim?
İşitmeye ve gözlere hâkim olan kim? Ya ölüden diriyi çı-
karan, diriden de ölüyü çıkaran kim? Kimdir o bütün iş-
leri çekip çeviren? “Allah’tır” diyeceklerdir. De ki: “Hiç
çekinmez misiniz?”
Sizin gerçek Rabbiniz olan Allah işte budur. Hakkın
ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl oluyor da hal-
den hale sokuluyorsunuz? (Yunus 10/31-32)
Müşrikler Kâbe’yi tavaf ederken şöyle derlerdi:

‫لبيك الشريك لك إال شريك هو لك تملكه وما ملك‬


“Lebbeyk lâ şerîke lek illâ şerîkun huve lek temlikuhu ve
mâ melek”
“Emret Allah’ım, Senin hiçbir ortağın yoktur. Yalnız bir
ortağın vardır ki, onun da bütün yetkilerinin de sahibi sensin.”
Bunu bize nakleden İbn Abbas diyor ki, onlar “Lebbeyk lâ
şerîke lek = Emret Allah’ım, Senin hiçbir ortağın yoktur.” de-
diklerinde Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, “Yazık size,
burada kesin, burada kesin.” derdi47.
Allah’ın vermediği bir yetkiyi putlarında varsaymaları müş-
rik olmaları için yetiyordu. Puta bu yetkiyi verenin Allah oldu-
ğunu söylemeleri bir şeyi değiştirmiyordu.
Ayette şöyle buyuruluyor:
47. Müslim, Hacc, 22, Hadis no 1185.
Olağanüstü Yollarla Yardım • 53

ِ ّٰ‫ون ه‬
‫الل َما َلم يُ َن ِّز ْل ب ِ۪ه ُس ْل َطا ًنا َو َما َلي َس َل ُهم‬ ِ ‫ون ِمن ُد‬
ْ ْ ْ ْ َ ‫َو َي ْع ُب ُد‬
ٍ‫ين ِم ْن َن ۪صير‬ ِ۪ ِ ِ ۪
َ ‫بِه ع ْل ٌم َو َما لل َّظالم‬
“Allah ile aralarına koydukları öyle şeye kul olur-
lar ki, Allah onun hakkında bir belge indirmemiş olur.
Onunla ilgili bir bilgileri de bulunmaz. Bu zâlimlerin
yardımcısı olmaz.” (Hacc 22/71)
Mürit- Bu zat o çağrıdan sonra “Adeta Hamza odada be-
liriverdi.” diyor. Bir de şöyle bir hatırasını anlatıyor: “Eski bir
dostumun hanımı rahatsızdı. Çare aramadıkları yer kalmamış-
tı. İçinde Bedir Savaşı’na katılan sahabelerin isimleri de bulu-
nan bir dua mecmuasını vereyim diye kendilerine gittim. Gele-
ceğimden kimsenin haberi yoktu.
Ben merdivenlerden çıkarken bacımız trans48 halinde imiş.
Cinler ona, “Hoca geliyor; fakat biz onun hakkından da geli-
riz” diyorlarmış. Kapıyı çaldım. Arkadaşım beni görünce çok
şaşırdı.
“-Bu dua mecmuasını bacımız üzerinde taşısın, mutlaka
faydası olur, cinler yanına sokulamazlar.” dedim ve geçtim sa-
lona oturdum.
Sonra arkadaşım, bu dua mecmuasını hanımının üzerine
koymuş. Trans halindeki bacımız, “Nasıl, Hamza geldi diye ka-
çıyorsunuz değil mi?” diye bağırmaya başlamış.”49
Şimdi bütün bunlar yalan mı?

48. Trans Fransızca’dan dilimize geçmiş bir kelimedir. Anlamı şudur: Ken-
dinden geçme, uyaranlara karşı duyarlığın yok olduğu ve çevrede olup bi-
tenlerin algılanmadığı bir tür uyku durumu.
49. Küçük Dünyam-2, Zaman Gazetesi 28 Kasım 1996.
54 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Bayındır- O kadar ayete değil de bu iddialara kafayı tak-


mış olmanızı anlamak gerçekten çok zor. Bunlar sadece şeyta-
nın bir oyunu olabilir.

b- Ruhânîlerin hayatı
Mürit- Ben hâlâ tatmin olmuş değilim. Bildiğim kadarıyla
beş çeşit hayat vardır.
Birincisi bizim hayatımızdır.
İkincisi Hızır ve İlyas aleyhimesselâmın hayatıdır. Bir va-
kitte pek çok yerde bulunabilirler. İsterlerse bizim gibi yerler,
içerler.
Üçüncüsü İdris ve İsa aleyhimesselâmın hayatıdır. Bu, me-
lek hayatı gibi nurani bir hayattır.
Dördüncüsü şehitlerin hayatıdır.
Beşincisi kabirdekilerin hayatıdır.
Şehitler hayatlarını Allah yolunda feda ettikleri için Allah
da onlara berzah âleminde, dünya hayatına benzer, fakat ke-
dersiz, zahmetsiz bir hayat ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş
bilmez, daha iyi bir yere gitmiş bilirler. Çok mutlu olurlar. İşte
şehitlerin efendisi olan Hamza da böyle bir hayat yaşamakta-
dır. Kendine sığınan insanları koruması, dünya ile ilgili işlerini
görmesi ve gördürmesi mümkün olabilir50.
Bayındır- Allah yolunda öldürülmüş olanların aslında diri
oldukları doğru, ama Allah Teâlâ, “Siz onu anlayamazsınız.”
dediği halde anladığınızı iddia etmeniz nasıl bağışlanabilir? Şe-
hitlerle ilgili ayrı bir bölüm gelecektir.
50. Said Nursî, Mektubat, 1. Mektup, Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1994,
c.I, s. 347.
Olağanüstü Yollarla Yardım • 55

Hamza’nın, kendine sığınanlara yardım edemeyeceği konu-


sunda hâlâ şüpheniz varsa lütfen yukarıdaki âyetleri bir daha, ya-
vaş yavaş ve düşünerek okuyun. Eğer inanıyorsanız böyle bir şeyi
aklınızın ucundan bile geçiremezsiniz. O ayetlerden biri şöyledir:

‫يب َل ُۤه ِا ٰلى‬ ِ ّٰ‫ون ه‬


ِ ‫ومن اَ َض ُّل ِممن ي ْدعوا ِمن ُد‬
ُ ‫الل َم ْن اَل َي ْس َت ۪ج‬ ْ ُ َ ْ َّ ْ َ َ
َ ‫َي ْو ِم ا ْل ِق ٰي َم ِة َو ُه ْم َع ْن ُد َعاۤ ِئهِ ْم َغ ِاف ُل‬
‫ون‬
“Kıyâmet gününe kadar kendine cevap veremeye-
cek bir kimseyi Allah ile arasına koyarak yardıma çağı-
randan daha sapık kimdir? Oysa bunlar onların çağrısı-
nın farkında değillerdir.” (Ahkâf 46/5)
Mürit- Bizim yaşadığımız hayat malum, onda bir ihtilaf
yok. Şehitler konusu da anlaşıldı. Hayatın diğer üç çeşidi için
ne diyeceksiniz?
Bayındır- Soruyu benim sormam gerekir. Siz, Hızır ve İl-
yas, İdris ve İsa aleyhimüsselâmın hâlâ hayatta olduklarını söy-
lerken neye dayanıyorsunuz?
Mürit- Bunları ben uydurmuyorum. Bunları söyleyen zat,
böyle bir hayatın varlığını keşif sahibi evliyanın tevatür derece-
sine varan gözlemine dayandırıyor.
Bayındır- Keşif sahibi evliya ifadesi, gerçek dışı bir yakıştır-
madır. Gayb ile ilgili bir konu, hiçbir ilmi değeri olmayan keş-
fe dayandırılamaz. Keşif konusu ayrıca gelecektir, ona girmi-
yorum. Adı geçen dört nebiden yalnız İsa aleyhisselamın duru-
munu biliyoruz. Onu da şu ayetten anlıyoruz.

‫ت ۪فيهِ م َف َل َّما َت َو َّفي َت ۪ني ُك ْن َت اَ ْن َت‬


ُ ‫يدا َما ُد ْم‬
ً ۪‫ت َع َل ْيهِ ْم َشه‬
ُ ‫َو ُك ْن‬
ْ ْ
.‫يد‬ ٌ ۪‫يب َع َل ْيهِ ْم َواَ ْن َت َع ٰلى ُك ّ ِل َش ْي ٍء َشه‬ ۪
َ ‫الرق‬ َّ
56 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

“...Aralarında bulunduğum süre içinde onlara şahit-


tim. Beni vefat ettirdikten sonra onlar sadece senin göz-
lemin altındaydılar. Sen her şeye şahitsin.” (Mâide 5/117)
Burada İsa’nın vefat ettiği ve ümmetinden habersiz oldu-
ğu bildiriliyor. Artık onun için de bir hayat çeşidi hayal etme-
nin gereği yoktur.
İsa henüz hayatta iken Allah Teâlâ ona şöyle demişti:

‫يك َو َر ِاف ُع َك ِا َلي‬َ ‫اللُ َيا ۪ع ٰيس ۤى ِا ۪نّي ُم َت َو ۪ ّف‬


ّٰ‫ِا ْذ َق َال ه‬
َّ
‫ين َك َفروا‬ ‫ومطهِ رك ِمن ال ۪ذ‬
ُ َ َّ َ َ ُ ّ َ ُ َ
“Bir gün Allah şöyle dedi: Bak İsa, ben seni vefat et-
tireceğim ve katıma yükselteceğim. Seni o kâfirlerden
arındıracağım. Sana uyanları da kıyamet gününe ka-
dar, kâfirlere üstün kılacağım...”51 (Al-i İmrân 3/55)

c- Ölüm ve uyku
Mürit- Kabir hayatı konusunda ne diyeceksin?
Bayındır- Allah Teâlâ ölüm ile uykuyu aynı sayarak şöy-
le buyurur:

‫ين َم ْو ِت َها َوا َّل ۪تي َلم َت ُم ْت ۪في َم َن ِام َها‬ ۪


َ ‫َا هّٰللُ َي َت َو َّفى اْالَ ْن ُف َس ح‬
ْ
‫َفي ْم ِس ُك ا َّل ۪تي َق ٰضى َع َلي َها ا ْل َم ْو َت َويُر ِس ُل اْال ُ ْخر ۤى ِا ٰلى اَ َج ٍل‬
ۤ ٰ ْ ْ ُ
.‫ُم َس ًّمى‬

51. İsa’ya uyanlar, onu Allah’ın oğlu sayıp müşrik olan Hıristiyanlar değil,
onu Allah’ın peygamberi sayan müslümanlardır.
Olağanüstü Yollarla Yardım • 57

“Allah ölüm esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinki-


ni de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekini
belli bir vakte kadar salıverir.” (Zümer 39/42)
Demek ki, Allah ölülerin ruhunu, belli bir yerde tutmakta-
dır. Bir ayet de şöyledir:

‫ِالن َهارِ ثُم‬


َّ ُ ‫َو ُه َو ا َّل ۪ذي َي َت َو ّٰف‬
َّ ‫يك ْم بِا َّل ْي ِل َو َي ْع َل ُم َما َج َر ْح ُت ْم ب‬
‫َيب َعثُ ُكم ۪ف ِيه ِلي ْق ٰضى اَ َج ٌل ُم َس ًّمى‬
ۤ ُ ْ ْ
“Geceleyin sizi öldüren ve gündüzün ne yaptığınızı
bilen odur. Sonra belirli bir süre doluncaya kadar gün-
düzün sizi kaldırır.” (En’am 6/60)
Kıyâmetin kelime anlamı kalkıştır. Öldükten sonraki diril-
me yataktan kalkışa, sura üflenmesi de kalk borusunun çalın-
masına benzer. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

َ ‫اث ِا ٰلى َر ّبِهِ ْم َي ْن ِس ُل‬


.‫ون‬ ِ ‫ونُ ِف َخ ِفي الصورِ َف ِا َذا ُهم ِمن اْالَج َد‬
ْ َ ْ ُّ َ
‫َقالُوا َيا َو ْي َل َنا َم ْن َب َع َث َنا ِم ْن َمر َق ِد َنا‬
ْ
“Sura üflenir; Hep birden kabirlerinden Rablerine
doğru koşup giderler. “Yazık oldu bize! Bizi yattığımız
yerden kim kaldırdı? derler.” (Yasin 36/51-52)
Kur’an’a göre ölüm bir uyku, kabir bir uyuma yeri, öldük-
ten sonra dirilme de uykudan uyanmadan başka bir şey değil-
dir. Hadis-i şeriflerde belirtilen kabir azabı da uykuda görülen
kötü rüyalar gibi olmalıdır.
Uyuyan kişi, uykuda ne kadar zaman geçtiğini bilemez.
Ölü de aynıdır. Nitekim Kur’an’da biri ölü, diğeri uyuyanla il-
gili iki örnek vardır.
58 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Ashab-ı Kehf mağarada 309 yıl uyumuştu.52 Bu konuda Al-


lah Teâlâ şöyle buyurur:

‫اهم ِلي َت َساۤ َءلُوا َبي َن ُهم َق َال َقاۤ ِئ ٌل ِم ْن ُهم َكم َل ِب ْث ُتم‬ ‫وكذ ِلك بعثن‬
ْ ْ ْ ْ ْ َ ْ ُ َََْ َ ٰ َ َ
‫َقالُوا َل ِب ْث َنا َي ْو ًما َا ْو َب ْع َض َي ْو ٍم‬
“Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçle-
rinden biri: “Ne kadar kaldınız?” dedi. “Bir gün, belki
de daha az kaldık” dediler.” (Kehf 18/19)
Ölümle ilgili âyet de şudur:

‫وش َها َق َال اَ ّٰنى‬ ِ ‫اَو َكا َّل ۪ذي مر ع ٰلى َقري ٍة و ِهي َخ ِاوي ٌة ع ٰلى عر‬
ُُ َ َ َ َ َْ َ َّ َ ْ
‫اللُ ِمائَ َة َع ٍام ثُم َب َع َث ُه َق َال َكم‬ ّٰ‫اللُ َب ْع َد َم ْو ِت َها َفاَ َم َات ُه ه‬
ّٰ‫يُ ْح ۪ي ٰه ِذ ِه ه‬
ْ َّ
‫ت َي ْو ًما اَ ْو َب ْع َض َي ْو ٍم َق َال َب ْل َل ِب ْث َت ِمائَ َة َع ٍام َفا ْنظُر‬ ُ ‫َل ِب ْث َت َق َال َل ِب ْث‬
ْ
‫ط َع ِام َك َو َشراب َِك َلم َي َت َس َّن ْه َوا ْنظُر ِا ٰلى ِح َمارِ َك َو ِل َن ْج َع َل َك‬ َ ‫ِا ٰلى‬
ْ ْ َ
ِ
‫وها‬ َ ‫اس َوا ْنظُ ْر ِا َلى ا ْلع َظ ِام َك ْي َف نُ ْن ِش ُز َها ثُ َّم َن ْك ُس‬ ِ ‫ٰاي ًة ِللن‬
َّ َ
.‫الل َع ٰلى ُك ّ ِل َشي ٍء َق ۪دير‬ َ ّٰ‫َل ْح ًما َف َل َّما َت َب َّي َن َل ُه َق َال اَ ْع َل ُم اَ َّن ه‬
ٌ ْ
Şuna da bakmaz mısın53? Tavanları çökmüş ve du-
varları üzerlerine yıkılmış bir kente uğramıştı da “Al-
lah burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek?” demiş-
ti. Allah onu orada yüz yıl süreyle öldürdü, sonra dirilt-
ti. “Ne kadar kaldın?” diye sordu. “Bir gün kaldım; bel-
ki bir günden de az” dedi. Allah dedi ki: “Yok, tam yüz
52. Kehf suresi 18/25
53. Bu ayet, bir önceki ayetin başındaki “Görmedin mi?” ifadesine bağlı (at-
fedilmiş) olduğu için meale “Şuna da bakmaz mısın?” ilavesini yaptık.
Olağanüstü Yollarla Yardım • 59

yıl kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, hiç bozulmadı-


lar. Bir de eşeğine bak; bu seni insanlara bir belge yap-
mak içindir. Şimdi de (eşekten kalma) kemiklere bak.
Onları nasıl birleştireceğimizi sonra nasıl ete büründü-
receğimizi gör.” Bunları açık açık görünce, dedi ki: “Ar-
tık biliyorum! Allah’ın gücü, gerçekten, her şeye yeter.”
(Bakara 2/259)

Yüz sene ölü kalıp dirilen ile 309 sene uykuda kalanlar ora-
da, “Bir gün veya bir günden az.” kaldıklarını sanıyorlar.
İşte kabir hayatını anlamak isteyenler bu âyetlerden ders
alabilirler.
Uyuyan kişi, vücudundan nasıl habersizse ölü de haber-
sizdir. Uyuyanın ruhu gelip tekrar aynı bedene gireceği için
beden diri kalıyor. Ölenin ruhu geri dönmeyeceğinden beden
ölüyor. Ahirette yeniden yaratılan bedene gelen ruh kendini
uykudan uyanmış gibi hissediyor ve

‫َمن َب َع َث َنا ِم ْن َمر َق ِد َنا‬


ْ
“Bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı?” (Yasin 36/52)
diyor. Beden toprakta çürümüş, yeniden yaratılmış, ama o bu-
nun farkında değil. O, uyuyup uyandığını zannediyor. Aradan
geçen zamanın da farkında değil. İşte ölüm bize bir uyku ka-
dar, kıyâmet de uykudan uyanmak kadar yakındır.
Uyku, hayatta bir kesinti değil, süreklilik için zorunlu bir
dinlenmedir. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şu sözüy-
le tekrar dirilişin de dünya hayatının devamı gibi olacağını bil-
diriyor:
“Her kul, ne üzere öldüyse o şekilde diriltilir.”54
54. Müslim, Cennet, 19, Hadis no 83 -(2878).
60 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Veda Haccı’nda birisi bineğinden düşmüş boynu kırılmıştı.


Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki, onu su ve
sidr ile yıkayın, iki parça bez içinde kefenleyin, koku sürmeyin
ve başını örtmeyin. Çünkü kıyâmet günü telbiye55 getirir du-
rumda kaldırılacaktır.”56
Bu hadis gerçekten düşündürücüdür. Burada o şahsın ölü-
mü ihramlı57 bir hacının uyuması gibi sayılmıştır. İhramlı koku
sürünmez, uyurken başını örtmez. Uykudan kalkınca telbiye
getirir.
Mürit- O zaman kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe
veya cehennem çukurlarından bir çukur olmasını nasıl izah
edebiliriz?
Bayındır- Bunlar rüyaya benzetilebilir. Güzel rüya gören
onun hiç bitmemesini ister. Sıkıntılı rüya görenler de uyanınca
iyi ki, rüyaymış diye şükrederler. Doğrusunu Allah bilir.

55. Telbiye, hac veya umre için ihrama giren kişilerin okuduğu şu zikirdir:
Lebbeyk Allahumme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk. İnne’l-
hamde v’en-nimete leke v’el-mülk, lâ şerîke leke.
56. Buhârî, Cenâiz, 20.
57. İhram, hac veya umreye niyet edip telbiye getirdikten sonra bu ibadet-
lerle ilgili yasakların başlaması anlamına gelir. Erkeklerin ihram süresin-
ce başlarını örtmeleri yasaktır.
Müslümanları Batıran Şirk • 61

9 - MÜSLÜMANLARI BATIRAN ŞİRK


Mürit- Yetmiş yıldır bu ülkede yeterli dini eğitim yapıla-
madığı için hocalarımız bazı yanlışlar yapabiliyor. Biliyorsunuz
1924’te şeriat kaldırıldı. Bütün yasalar Batıdan alındı. Bir za-
manlar din eğitimi tamamen yasaklandı. Ezan Türkçe okundu.
Bunları uzatmak mümkün.
Bayındır- Bütün suçu başkasının üstüne at ve sen aradan
çekil. Ne kolay bir yaklaşım tarzı! Yetmiş yıl önceki şartlara du-
rup dururken mi gelindi? İslam âlemi Birinci Dünya Savaşı’nda
Batı karşısında niye kesin bir yenilgi aldı?
Mürit- Bunun siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri birçok se-
bebi var. Şimdi sen bunu da mı tarikatlara bağlayacaksın?
Bayındır- Bunu tarikatlara bağlamak da kolaya kaçmak
olur. Bu yenilginin siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri sebeple-
rini uzmanlarına bırakalım. Biz burada Kur’an’a uyma yerine
Kur’an’ı kendimize uydurmadan bahsedelim.
Kur’an’a taban tabana zıt nice sözler hadis, yani Nebinin
sözü diye ortaya atılmış ve Müslümanlar arasında kabul gör-
müştür. Şu söz onlardan biridir:
“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabirlerdeki ölü-
lerden yardım isteyin.”58
Bu sözü hadis diye ortaya atan, Yavuz Sultan Selim’in
meşhur şeyhülislamı İbn-i Kemal’dir. O, bununla da kalmamış,
doğruluğunu ispat için felsefi izahlara girmiştir. Bu sebeple sı-
kıntı ağırdır. Bu konu Ölülerden Yardım İsteme, başlığı altın-
da anlatılmıştı.
58. Ruhu’l-Furkan Tefsiri, c. II, s. 82.
62 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

İslam âlemi Kur’an’dan uzaklaşalı asırlar oluyor. Şeyh-


ler gibi mezhep imamları da kutsallaştırılmış, onların sözle-
ri Kur’an ve sünnetin yerini almıştır. Son bölümde, Kur’an’a
Dönmek başlığı altında bu konuya da girilecektir.
Birinci Dünya Savaşı’ndaki kesin yenilgi bir başlangıç de-
ğil, bir sonuçtur. Sizin o yetmiş yıllık uygulama diye tenkit etti-
ğiniz şeyler de bir sonuçtur. Birinci Dünya Savaşı’nda olan ye-
nilgiyi bir askeri yenilgi saymak kolaycılık olur. O, kendine gü-
venini yitirmiş bir toplumun yenilgisidir.
Mürit- Kendine güvenden ne anlıyorsunuz? Bir Müslüman
kendine değil, Allah’a güvenir.
Bayındır- Kendine güvenmek, inandığı değerlere güven-
mektir. İnandığı değerlere güvenmeyenin imanı da olmaz.
Mürit- Bunu biraz daha açar mısınız?
Bayındır- Bakın, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem
Allah’ın Elçisi olduğunu söyleyince ona gülenler, deli diyenler,
sihirbaz diyenler, onu alaya alanlar ve hakaret edenler olmuş-
tu. Eğer, bu davranışlar onun inandığı değerlere olan güvenini
sarssaydı, bunun etkisiyle “Ya bunlar haklıysa?” deseydi halkın
içine çıkıp bir iş yapabilir miydi?

‫وحى ِا َلي َك َو َضاۤ ِئ ٌق ب ِ۪ه َص ْد ُر َك َا ْن‬ ‫فلعلك تارِ ك بعض ما ي‬


ْ ۤ ٰ ُ َ َ ْ َ ٌ َ َ َّ َ َ َ
‫َي ُقولُوا َل ْو اَل ۤ اُ ْنزِ َل َع َلي ِه َك ْن ٌز َا ْو َجاۤ َء َم َع ُه َم َل ٌك ِا َّن َماۤ َا ْن َت َن ۪ذير‬
ٌ ْ
.‫يل‬ ٌ ‫اللُ َع ٰلى ُك ّ ِل َش ْي ٍء َو ۪ك‬ ّٰ‫َو ه‬
“Ona bir hazine indirilseydi veya beraberinde bir
melek gelseydi ya” derler diye sanki sana gelen vahiy-
den bir kısmını onlara okumayacak gibisin; bu da senin
Müslümanları Batıran Şirk • 63

içini daraltıyor. Ama sen yalnızca bir uyarıcısın. Her


şeye vekil olan Allah’tır.” (Hud 11/12)
Ona salat ve selam olsun, Muhammed’in inandığı değer-
lere güvenmesi ve Allah’ın Elçisi olduğu konusunda kuşkuya
düşmemesi için çok sayıda ayet inmiştir. Onlardan bir kısmı
şöyledir:

.‫ين‬ ۪ ِ ِ ِ ‫ وا ْل ُقر ٰا ِن ا ْلح ۪ك‬.‫يس‬


َ ‫ ا َّن َك َلم َن ا ْل ُم ْر َسل‬.‫يم‬ َ ْ َ ۤ ٰ
ٍ ‫اط مس َت ۪ق‬
‫يم‬ ٍ ِ
ْ ُ ‫َع ٰلى ص َر‬
“Ya Sîn. Doğru hükümler içeren Kur’ân’a yemin ol-
sun ki, sen Allah’ın elçilerindensin, doğru yoldasın.”
(Yasin 36/1-4)

‫اعر‬ ِ ‫ ام يقولون ش‬.‫ون‬ ٍ ‫اه ٍن ول مجن‬ ِ ‫َف َذ ِّكر َفماۤ َا ْن َت ب ِِنعم ِت رب َِك ب َِك‬
ٌ َ َ ُ ُ َ ْ َ ُ ْ َ َ‫َ ا‬ َّ َ ْ َ ْ
.‫ين‬ ۪ ِ ِ۪ ِ ۪
َ ‫ ُق ْل َت َر َّب ُصوا َفانّي َم َع ُك ْم م َن ا ْل ُم َت َر ّبِص‬.‫َن َت َر َّب ُص بِه َر ْي َب ا ْل َمنُون‬
‫ون‬
َ ُ‫ اَ ْم َي ُقول‬.‫ون‬ َ ‫طا ُغ‬ َ ‫اَ ْم َت ْا ُم ُر ُه ْم اَ ْحلاَ ُم ُه ْم ب ِٰه َذاۤ اَ ْم ُه ْم َق ْو ٌم‬
.‫ين‬ ِ۪ ِ ِ۪ ِ ٍ ۪ َ ُ‫َت َق َّو َل ُه َب ْل اَل يُ ْؤ ِمن‬
َ ‫ َف ْل َي ْا ُتوا ب َِحديث م ْثل ۤه ا ْن َكانُوا َصادق‬.‫ون‬
“Durma, öğüt ver; Rabbinin nimeti sayesinde sen,
ne bir kâhinsin ne de bir deli.
Yoksa şöyle mi diyorlar: “O bir şairdir, başına gele-
cekleri bekliyoruz.”
De ki: “Bekleyin, zaten ben de sizinle beraber bek-
leyenlerdenim.”
Yoksa bunu kendilerine akılları mı emrediyor. Ya
da onlar azgın bir takım mıdırlar?
64 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Yoksa “Onu kendi uydurdu” mu diyorlar? Hayır, as-


lında bunlar inanmıyorlar.
Öyleyse bunun dengi bir söz getirseler ya? Eğer doğ-
ruysalar.” (Tur 52/29-34)

‫ َو ِا َّن‬.‫ون‬
ٍ ُ‫ ماۤ َا ْن َت ب ِِنعم ِة رب َِك بِمجن‬.‫ون‬
ْ َ َّ َ ْ
ِ
َ َ ‫ۤن َوا ْل َق َلم َو َما َي ْس ُط ُر‬
‫ َف َس ُتب ِصر‬.‫يم‬ ٍ ‫ و ِا َّن َك َلع ٰلى ُخ ُل ٍق َع ۪ظ‬.‫ون‬ ٍ ُ‫َل َك اَلَجرا َغير ممن‬
ُ ْ َ َ َْ َْ ً ْ
‫ ِا َّن َر َّب َك ُه َو اَ ْع َلم ب َِم ْن َض َّل َع ْن‬.‫ ِباَيّ ُِكم ا ْل َم ْف ُتو ُن‬.‫ون‬ َ ‫َويُ ْب ِص ُر‬
ُ ُ
‫ َو ُّدوا َل ْو‬.‫۪ين‬ ِ ِ ۪ ِ۪
َ ‫ فَلاَ ُتط ِع ا ْل ُم َك ّذب‬.‫ين‬ َ ‫َسب۪ يله َو ُه َو اَ ْع َل ُم بِا ْل ُم ْه َتد‬
.‫ون‬ َ ُ‫ُت ْد ِه ُن َف ُي ْد ِهن‬
“Nun; kaleme ve yazdıklarına yemin ederim, sen
Rabbinin nimeti sayesinde cinlerin etkisinde değilsin.
Sana, tükenmek bilmeyen kesin bir ödül vardır. Sen
gerçekten büyük bir ahlaka sahipsin. Yakında sen de
görürsün, onlar da görürler; hanginizin fitne içinde ol-
duğunu.
Doğrusu senin Rabbin, yolundan sapanın kim oldu-
ğunu iyi bilir; o, yola gelenleri de iyi bilir. O halde ya-
lanlayanlara boyun eğme.
İstedikleri şudur: Keşke yağcılık yapsan da onlar da
yağcılık yapsalar.” (Nûn 68/1-9)

‫وت ِا ْذ َن ٰادى‬ ِ ‫اح ِب ا ْلح‬


ُ
ِ ‫َفاصبِر ِلح ْك ِم رب َِك و اَل َت ُكن َكص‬
َ ْ َ َّ ُ ْ ْ
‫ َل ْو اَل ۤ اَ ْن َت َد َار َك ُه ِن ْع َم ٌة ِم ْن َر ّب ِ۪ه َلنُب َِذ بِا ْل َعراۤ ِء َو ُه َو‬.‫وم‬ ٌ ُ‫َو ُه َو َم ْكظ‬
َ
‫ين‬ ۪ ِ ِ۪ ِ
َ ‫اد ا َّلذ‬ ُ ‫ َوا ْن َي َك‬.‫ين‬ َ ‫الصالح‬ َّ ‫يه َر ُّب ُه َف َج َع َل ُه م َن‬ ُ ‫اج َت ٰب‬
ْ ‫ َف‬.‫وم‬
ٌ ‫َم ْذ ُم‬
Müslümanları Batıran Şirk • 65

‫ون ِا َّن ُه‬ ّ ِ ‫َك َف ُروا َل ُي ْز ِل ُقو َن َك ِباَ ْب َصارِ ِه ْم َل َّما َس ِم ُعوا‬
َ ُ‫الذ ْك َر َو َي ُقول‬
.‫ين‬ ۪ ِ ِ ِ
َ ‫ َو َما ُه َو ا اَّل ذ ْك ٌر ل ْل َعا َلم‬.‫َل َم ْجنُو ٌن‬
“Rabbinin hükmüne katlan da sakın balığın yuttuğu
(Yunus) gibi olma, hani o nefesi içinde düğümlenmişken
yalvarıp yakarmıştı. Eğer ona Rabbinden bir nimet yetiş-
miş olmasaydı (balıkla beraber) boş bir yere fena bir hal-
de atılacaktı. Ama Rabbi onu seçip iyilerden yaptı.
O inkâr edenler, Kur’an’ı dinledikleri zaman ner-
deyse seni gözleriyle devireceklerdi. “O delidir” diyor-
lardı.
Oysaki Kur’an, herkes için bir öğütten başka bir şey
değildir.” (Nûn 68/48-52)
Bu ayetler Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme daima
güven tazeletiyordu. Bu anlamda çok ayet vardır. Allah Teâlâ,
geçmiş elçilerin çektiği sıkıntıları dile getirerek de onu teselli et-
miştir. Yoksa o büyük işi nasıl başarabilirdi?
Müslümanlar, her an değişen ve gelişen olaylar karşısın-
da kendilerine ve dinlerine olan güvenlerini diri tutmak için
Kur’an’ı düşünerek okumak zorundadırlar. Bunu yapmadıkları
için inandıkları değerlere olan güvenleri azalmış, nefislerini ıs-
lah etme adına kendilerini hakir saymış, kimi şahısları da oldu-
ğundan büyük görmeye ve onlar için hayali makamlar uydur-
maya koyulmuşlardır.
Sonra da bu şahısların kendilerine manevi yardım yapa-
cağına inanmışlardır. Bu inanç, toplumu kanser gibi sarmış ve
Birinci Dünya Savaşı’nda o koskoca gövde tarihe gömülmüş-
tür. Geride kalanlar, o yanlış inancı terk etmemektedirler.
66 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Ayette şöyle buyurulur:

ّٰ‫الل اَل يُ َغ ّي ُِر َما ِب َق ْو ٍم َح ّٰتى يُ َغ ّي ُِروا َما ِباَ ْن ُف ِسهِ ْم َو ِا َذاۤ اَ َر َاد ه‬
ُ‫الل‬
ِ
َ ّٰ‫ا َّن ه‬
.‫ال‬ٍ ‫ون ۪ه ِمن و‬ ِ ‫ِب َقو ٍم سوءا فَلاَ مرد َله وما َلهم ِمن د‬
َ ْ ُ ْ ْ ُ َ َ ُ َّ َ َ ًۤ ُ ْ
“Bir millet kendinde olanı bozmadıkça Allah onlar-
da olanı bozmaz. Allah bir millete ceza vermek istedi
mi artık onun önüne geçilemez. Zaten onların ondan
başka bir koruyucuları da yoktur.” (Ra’d 13/11)
Mürit- Yönetimde bozulma olduğu doğru.
Bayındır- Bana göre asıl suç âlimlerindir. Onlar, Kur’an’a
yöneleceklerine eski âlimlerin eserlerine saplanıp kalmışlar-
dır. Eğer Kur’an’ı anlamaya çalışsalardı zorunlu olarak hadisle-
ri de anlarlardı. Çünkü hadisler Kur’an’ın açıklamasıdır. Açık-
lama ile açıklananı bir arada okumak, konuyu doğru anlama-
yı sağlar. Eski âlimler, ancak o zaman doğru anlaşılır ve eser-
leri ufuk açıcı olurdu. Yaşadığı çağı Kur’an’a göre yorumlayan-
lardan örnek, Kur’an’ı o çağa uydurmak isteyenlerden de ib-
ret alınırdı.
Olayları Kur’an’a göre yorumlama zorunluluğunu duyan
âlim, her türlü yeniliğe açık olur. Bilimsel, teknik ve sosyal ge-
lişmeleri doğru yorumlar. Müslümanlar da bir başka arayış içi-
ne girmezler. Ama onlar, Kur’an’a, sünnete ve çevresine ka-
palı, çağın gerisinde bir ilim anlayışı ile kendi intiharlarını ha-
zırlamışlardır.
Sultan II. Abdulhamid’in bu konu ile ilgili çok acı hâtıraları
nakledilir.
Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens, kendisini
ziyarete gelir. İmparatorundan özel bir mektup getirir. Ondan
Müslümanları Batıran Şirk • 67

İslam dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, felsefesi-


ni, ibadet kaidelerini açıklayacak güçte dînî-ilmî bir heyet is-
ter. Sultan, Japonya’da İslam’ın yayılması için maddi sahada
mümkün olan her şeyi yapar ama İmparator’un istediği dinî-
ilmî heyeti gönderemez. O, Sultan’ın içinde hicran olmuş bir
hatıradır. Bunun sebebini şu cümlelerle ifade eder:
“Düşündüm ki, Japon İmparatoru’nun istediği müslü-
man din âlimleri kendi ülkemizde olsa ve onları ben bulabilsey-
dim Japonlardan evvel kendi milletimin ve halife olarak İslam
âleminin istifadesini temin ederdim...”
Sultan’a göre o âlimlerin ilmî kudretleri kadar dünyayı algı-
lama tarzları da İslam’ın geleceği üzerinde bu kadar büyük etki
yapacak bir konuyu ele almaya ve sonuçlandırmaya müsait de-
ğildir. O, bunun sebebini şöyle açıklar:
“Japon İmparatorunun istediği müslüman din âlimlerini
yetiştirecek feyyaz menbâlar artık mevcut değildi. Medreseleri-
miz birer ilim-irfan kaynağı olmaktan mahrumdu.59”
Mürit- Öyleyse tarikatlara bu kadar yüklenmek doğru ol-
maz. Âlimlerin Kur’an’dan uzaklaştığı bir yerde tarikat men-
suplarının yanlışları görmezlikten gelinebilir.
Bayındır- Allah’ın kabul etmeyeceği bir özrü biz kabul ede-
meyiz. Çünkü âlim ve cahil ayrımı olmadan herkes, Kur’an’a
aykırı davranışlarının hesabını Allah’a verecektir. Âlimlerin he-
sabı daha ağır olacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‫ات َوا ْل ُه ٰدى ِم ْن َب ْع ِد َما‬ ِ ‫ون ماۤ َا ْنز ْل َنا ِمن ا ْلبي َِن‬
َ َ َ ‫ين َي ْك ُت ُم‬
۪ ِ
َ ‫ا َّن ا َّلذ‬
َّ َ
.‫ون‬َ ُ‫اللُ َو َي ْل َعنُ ُه ُم اللاَّ ِعن‬ ِ ‫اس ِفي ا ْل ِك َت‬
ّٰ‫اب اُوۨ ٰلۤ ِئ َك َي ْل َعنُ ُه ُم ه‬ ِ ‫بيناه ِللن‬
َّ ُ َّ َّ َ
59. Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, İstanbul 1980, s.101-103.
68 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

‫وب َع َليهِ م َواَ َنا‬ ِ ۪ ِ


ْ ْ ُ ‫ين َت ُابوا َواَ ْص َل ُحوا َو َب َّينُوا َفاُوۨ ٰلۤئ َك اَ ُت‬ َ ‫ا اَّل ا َّلذ‬
‫ار اُوۨ ٰلۤ ِئ َك‬ ۪ ِ ‫التواب الر ۪ح‬
ٌ ‫ين َك َف ُروا َو َم ُاتوا َو ُه ْم ُك َّف‬ َ ‫ ا َّن ا َّلذ‬.‫يم‬ ُ َّ ُ َّ َّ
‫يها اَل‬ ۪ ‫ َخ ِال ۪د‬.‫اس َاجم ۪عين‬ ِ ‫الل وا ْلم ٰ ۤل ِئ َك ِة والن‬ ِ
َ ‫ين ف‬ َ َ َ ْ َّ َ َ َ ّٰ‫َع َل ْيهِ ْم َل ْع َن ُة ه‬
.‫ون‬ َ ‫اب َو اَل ُه ْم يُ ْن َظ ُر‬ ُ ‫يُ َخ َّف ُف َع ْن ُه ُم ا ْل َع َذ‬
“İndirdiğimiz açıklayıcı âyetleri ve ana yolu bu Ki-
tapta insanlara açıkladıktan sonra gizleyenler var ya
onları Allah dışlar. Dışlayacak olanlar da dışlarlar.
Tevbe edip kendini düzelten ve onları açıklayanlar
başka. Onların tevbesini kabul ederim. Ben her tevbeyi
kabul ederim, ikramım boldur.
Âyetlerimizi örten ve örtmüşken ölenler var ya, Al-
lah, melekleri ve bütün insanlar onları dışlayacaktır.
Sürekli dışlanmış olacaklar; ne azapları hafifletile-
cek, ne de ara verilecektir.” (Bakara 2/159-162)
Hurafe, sigara gibidir. Ona alışan, kötülüğünü bilir ama
vazgeçemez. Kur’an’dan uzaklaşma âlimleri de hurafe tiryaki-
si yapmış ve onların, Kur’an’a temelden aykırı nice şeyi nor-
mal görmelerine sebep olmuştur. Buna, şu çarpıcı örneği ve-
relim:
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi ile il-
gili resmi belgelerde, savaşı kazanmak için Muhammed sallal-
lahu aleyhi ve sellemin yardımcı olacağı vurgulanır. Sanki o,
Allah’ın elçisi değildir de hâşâ, Allah’ın yanında ikinci bir ilah-
dır. Sanki o, ölmemiştir de diridir. Sanki o, kendine yapılan
çağrıları işitir, olayın geçtiği yeri görür, gelir ve istediğine iste-
Müslümanları Batıran Şirk • 69

diği yardımı yapar. Ayrıca sanki o günkü âlimlere ve komuta


kademesine bu konuda söz vermiştir.60
Allah Teâlâ bunu en büyük sapıklık sayıyor.

‫يب َل ُۤه ِا ٰلى‬ ِ ّٰ‫ون ه‬


ِ ‫ومن اَ َض ُّل ِممن ي ْدعوا ِمن ُد‬
ُ ‫الل َم ْن اَل َي ْس َت ۪ج‬ ْ ُ َ ْ َّ ْ َ َ
َ ‫َي ْو ِم ا ْل ِق ٰي َم ِة َو ُه ْم َع ْن ُد َعاۤ ِئهِ ْم َغ ِاف ُل‬
.‫ون‬
“Kıyâmet gününe kadar kendine cevap veremeye-
cek bir kimseyi Allah ile arasına koyarak yardıma çağı-
randan daha sapık kimdir? Oysa bunlar onların çağrısı-
nın farkında değillerdir.” (Ahkâf 46/5)

Şimdi belgelerdeki ifadelere bakalım:

a- Sultan Reşat’ın savaş ilanı ile ilgili beyannâmesinin son


bölümünde yer alan ifadeler:

“...Hak ve adl bizde, zulüm ve udvan düşmanlarımızda ol-


duğundan düşmanlarımızı kahretmek içün Cenab-ı âdil-i mut-
lakın inâyet-i samadâniyesi ve Peygamber-i zîşânımızın imdâd-ı
maneviyesinin bize yâr u yaver olacağında şüphe yoktur...61”

Bu ifadeyi şöyle sadeleştirebiliriz:

“Biz haklı ve dürüst, düşmanlarımız ise zâlim ve saldırgan


olduğundan düşmanlarımızı yere sermek için adaleti şaşmaz
olan Allah’ın yüce desteğinin ve şanlı Peygamberimizin ma-
nevi yardımının bize yar ve yardımcı olacağında şüphe yok-
tur...”
60. Bu konu ile ilgili geniş bilgi, “Olağan Dışı Yollarla Yardım” başlığı altın-
da verilmiştir.
61. 22 Zilhicce, 1332 tarihli Beyannâme-i Hümâyûn, Cerîde-i İlmiyye, Mu-
harrem 1333 tarihli nüsha, Sayı 7, s. 436.
70 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

b- Başkumandan vekili62 Enver Paşanın beyannamesi şu


ifadelerle başlar:
“Allah’ın inayeti, Peygamberimizin imdâd-ı ruhâniyesi ve
mübarek Padişahımızın hayır duasıyla ordumuz düşmanlarımı-
zı kahredecektir.”
Beyannâme’nin orta yerinde şu ifadeler vardır:
“...Hepimiz düşünmeliyiz ki, başımızın ucunda peygam-
berimizin ve sahabe-i güzîn efendilerimizin ruhları uçuyor...63”
Bu ifadeler şöyle sadeleştirilebilir:
“Allah’ın desteği, Peygamberimizin ruhânî yardımı ve mü-
barek Padişahımızın hayır duasıyla ordumuz düşmanlarımızı
yere serecektir...”
“...Hepimiz düşünmeliyiz ki, başımızın ucunda Peygambe-
rimizin ve onun seçkin arkadaşlarının ruhları uçuyor...”
c- İslam ülkelerini cihada davet beyannamesi:
Bu beyannameyi Meclis-i Ali-i İlmî (Yüksek İlim Kurulu)
hazırlamış, halife sıfatıyla Sultan Reşat imzalamıştır. Beyan-
namede en üst seviyeden 34 âlimin imzası da vardır. Bunların
arasında üçü eski, birisi görevde olmak üzere dört şeyhülislam
ve Fetva Emini Ali Haydar Efendi de yer alır.
Beyannamenin dördüncü paragrafı şu ifadelerle bitmek-
tedir:
“...Dîn-i mübîn-i ilâhîsi namına cihada şitâbân olan müsli­
mîni her bir hususta mazhar-ı fevz ve nusret buyuracağı inâyet
62. Başkumandan padişah olduğu için Enver Paşa padişahtan sonra en yet-
kili askerdir.
63. Başkumandanlık Vekaletinin Beyannamesi, Cerîde-i İlmiyye, Muharrem
1333 tarihli nüsha, Sayı 7, s. 436 ve 437.
Müslümanları Batıran Şirk • 71

ve eltâf-ı celîle-i samâdânîden mev’ûd ve şeriat-ı garrây-ı Ah-


mediyenin i’lây-ı şânı içün fedây-ı cân ve mal eyleyen ümmet-i
nâciyesine zahîr ve destgîr olmak içün ruhâniyet-i mukaddese-i
nebeviyye hazır ve mevcuddur.”
Beyannâme’nin son paragrafı da şöyledir:
“Ey mücâhidîn-i İslâm! Cenab-ı Hakk’ın nusret ve inâyeti
ve Nebiyy-i muhteremimizin meded-i ruhâniyetiyle a’dây-ı dîni
kahr ve tedmîr ve kulûb-i müslimîni sermedî seâdetlerle tesrîr
eylemeniz va’d-ı celîl-i İlâhî ile müeyyed ve mübeşşerdir.”64
Bu ifadeleri şu şekilde sadeleştirebiliriz:
“Allah’ın açık dini adına hızla savaşa çıkan Müslümanla-
rı her konuda başarılı kılıp yardım edeceğine onun yüce lütuf-
larıyla söz verilmiştir. Ahmed’in65 aydınlık şeriatını yüceltmek
için canını ve malını feda eden ümmet-i nâciyesine66 arka çı-
kıp elinden tutmak için Peygamberin mukaddes ruhu hazır ve
mevcuttur...”
“... Ey İslam mücahitleri! Allah Teâlâ’nın yardımı ve des-
teği, muhterem Peygamberimizin ruhaniyetinin yardımı ile din
düşmanlarını yere serip yok etmeniz ve Müslümanların kalp-
lerini sonsuz mutluluklarla sevindirmeniz Yüce Allah’ın verdiği
söz ile teyit edilmiş ve müjdelenmiştir.”
Mürit- Müslümanlar kâfirlere karşı cihada çıkıyorlar. Bu,
Peygamberi memnun edecek bir davranıştır. Elbette o, ruhani-
yetiyle Müslümanlara yardım edecektir. Onun seçkin sahabe-
64. 4 Muharrem 1333 (23 Kasım 1914) tarihli Beyannâme, Cerîde-i İlmiyye,
Muharrem 1333 tarihli nüsha, Sayı 7, s. 456 ve 457.
65. Ahmed, Muhammed aleyhisselamın isimlerinden biridir.
66. Ümmet-i nâciye, Kur’an’ın istediği inanç ve davranış içinde bulunan üm-
met anlamınadır.
72 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

lerinin ruhlarının Müslümanların başları ucunda uçması da ya-


dırganamaz. Çünkü bu savaşta sahabeler de yer almak isterler.
Bayındır- Eğer Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve
onun seçkin arkadaşları hayatta olsaydı elbette bundan çok
memnun olur ve Müslümanların başarısı için ellerinden gelen
her şeyi yaparlardı. Ama artık onlar ölmüşlerdir. Bizim yap-
mamız gereken, kendi hayallerimize değil, Kur’an’a uymak-
tır. Allah Teâlâ kendinden başkasının yardıma çağrılmasını
Kur’an’da şirk saymış ve kesinkes yasaklamıştır. O şöyle diyor:
ِ ‫ون ۪ه ُهو ا ْلب‬
.‫اط ُل‬ ِ ‫ون ِمن د‬ ِ
َ َ ُ ْ َ ‫الل ُه َو ا ْل َح ُّق َواَ َّن َما َي ْد ُع‬
َ ّٰ‫ٰذل َك ِباَ َّن ه‬
“İşte böyle; Allah haktır ve onunla aralarına koyup
yardım istedikleri ise batıldır.” (Hac 22/62)
Zaten Allah’tan başka yardıma çağrılan kim olursa olsun
onun hiçbir şeye gücü yetmez.

َ ‫ون ۪ه َما َي ْم ِل ُك‬


‫ون‬ ِ ‫ون ِمن د‬
ُ ْ َ ‫ين َت ْد ُع‬
۪ ّٰ‫ٰذ ِل ُك ُم ه‬
َ ‫اللُ َر ُّب ُك ْم َل ُه ا ْل ُم ْل ُك َوا َّلذ‬
‫وهم اَل َي ْس َم ُعوا ُد َعاۤ َء ُكم َو َل ْو َس ِم ُعوا َما‬ ‫ ِان تدع‬. ٍ‫ِم ْن ِق ْط ۪مير‬
ْ ُْ ُ َْ ْ
‫ون ب ِِشر ِك ُكم َو اَل يُ َنبِئُ َك ِم ْث ُل‬‫استجابوا لكم ويوم ال ِقيم ِة يكفر‬
ّ ْ ْ َ ُ ُ ْ َ َ ٰ ْ َ َْ َ ُْ َ ُ َ َ ْ
. ٍ‫َخب۪ ير‬
“İşte Rabbiniz olan Allah, hakimiyet onundur.
Onunla aranıza koyup yardıma çağırdıklarınız bir çe-
kirdek zarına bile hükmedemezler.
Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsa-
lar bile size cevap veremezler; kıyâmet günü de sizin or-
tak koşmanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyi bi-
len Allah gibi haber veremez.” (Fatır 35/13-14)
Müslümanları Batıran Şirk • 73

Allah’tan başkasını olağan dışı yollarla yardıma çağırmak


şirktir. Allah böylelerine yardım etmez.

‫يما َن ُهم ِبظُ ْل ٍم اُوۨ ٰلۤ ِئ َك َل ُهم اْالَ ْم ُن‬ ‫ال ۪ذين امنوا ولم يلبِسوا ۪ا‬
ُ ْ َ ۤ ُ ْ َ ْ َ َ ُ َ ٰ َ َّ َ
.‫ون‬
َ ‫َو ُه ْم ُم ْه َت ُد‬
“İnananlar ve imanlarını şirkle67 örtmeyenler var ya
işte güven onların hakkıdır; doğru yolu tutturanlar on-
lardır.” (En’am 6/82)
Birinci Dünya Savaşı’nda Müslümanlarla savaşan İngiliz,
Fransız, İtalyan ve Yunanlılar da zafer için Allah’a dua etmi-
yorlar mıydı sanki. Ama onlar, Hıristiyan oldukları için Allah’ın
yanında İsa’yı da çağırıyorlardı. Üstelik onların kutsal kitabı
bunu teşvik ediyor.
Matta İncil’ine göre İsa çarmıha gerilip defnedildikten üç
gün sonra kabrinden çıkmış, 11 havarisine görünmüş ve şöy-
le demiştir:
“Gökte ve yeryüzünde bütün iktidar bana verilmiştir.
Şimdi gidin, bütün ulusları öğrenci yapın. Onları Babam,
Ben ve Kutsal Ruh adına vaftiz edin. Sizlere buyurduğum
her şeyi tutmalarını onlara öğretin. İşte dünyanın sonuna
kadar ben her an sizlerle beraberim.”68

67. Ayette şirk diye tercüme edilen kelime “zulüm” dür. Bu anlam hem bir
önceki ayetten, hem de Lokman suresinin 13. ayetindeki “Şirk gerçek-
ten büyük bir zulümdür.” ifadesinden anlaşılmaktadır.
68. Metin sadeleştirilmiştir. Elimizdeki nüshadaki ifadeler şöyledir. “Ve on
bir şakirtler Celil’e İsa’nın onlara emr etdigi dağa vardılar. ve Onu gö-
rünce ona secde kıldılar. Lakin bazısı şüphe etdiler. Ve İsa yanlarına ge-
lüb anlara hitaben dedi ki, semada ve zeminde bütün hükumet bana ve-
rildi. İmdi gidiniz, cümle milletleri şakird ediniz. Onları Peder ve Ben ve
Ruh’ul-Kudüs ismine vaftiz ediniz. Ve size emrettiğim şeylerin cümlesini
74 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Kur’an’a göre Allah’tan başkasını, bu şekilde yardıma ça-


ğırmak şirktir. Yukarıda konu ile ilgili çok sayıda ayet geçmişti.
Şu ayet de bunu, doğru yola girmişken geriye çevrilme ve açık
arazide şaşkına dönme olarak nitelemektedir.
ِ ّٰ‫ون ه‬
‫الل َما اَل َي ْن َف ُع َنا َو اَل َي ُض ُّر َنا َونُر ُّد َع ٰلى‬ ِ ‫ُق ْل اَ َن ْدعوا ِمن ُد‬
ۤ َ ْ ُ
‫ين ِفي اْالَ ْر ِض‬ ۪ َّ ‫الل َكا َّل ِذي استهو ْته‬ ِ
ُ ‫الش َياط‬ ُ ََْْ ُ ّٰ‫َا ْع َقاب َِنا َب ْع َد ا ْذ َه ٰد َينا ه‬
ِ ّٰ‫ان َله اَصحاب ي ْدعو َنه ِا َلى ا ْله َدى ا ْئ ِتنا ُق ْل ِا َّن ه َدى ه‬
‫الل‬ ُ َ ُ ُۤ ُ َ ٌ َ ْ ُۤ َ ‫َح ْي َر‬
.‫ين‬ ۪ ِ ِ ِ ِ
َ ‫ُه َو ا ْل ُه ٰدى َواُم ْر َنا لنُ ْسل َم ل َر ِّب ا ْل َعا َلم‬
“De ki: “Bize ne yararı olacak ne de zarar verebile-
cek birini Allah ile aramıza koyarak ondan yardım is-
teyelim de Allah bizi yola getirmişken izlerimiz üzerine
geriye mi döndürelim? Arkadaşları, “bize gel” diye doğ-
ru yola çağırdığı halde, bulunduğu yerde şeytanların
arzusuna uydurup şaşkına çevirdiği kimse gibi mi ola-
lım? De ki: “Doğru yol Allah’ın yoludur. Biz, varlıkların
Rabbine teslim olma emri aldık.” (En’am 6/71)
Mürit- Müslümanlar tarih boyunca çok yenilgiler almışlar-
dır. Bu, Allah’ın onları bir imtihanıdır. Nitekim Muhammed’in
ordusu da Uhud Savaşı’nda yenilmişti. Ama onun gayretleriy-
le daha sonra durum lehe çevrilmişti.
Bayındır- Burada Nebi sallallahu aleyhi ve sellem büyük
gayret göstermiş ve durumu lehine çevirmeyi başarmıştır. Ama
“Ben Allah’ın elçisiyim. Benim duam ve manevi desteğimle bu
savaş kazanılır.” dememişti.
hıfz etmeyi anlara tâlim ediniz ve işte dünyanın nihayetine degin ben her
vakt sizin ile beraberim.” ( Matta 16-20, Kitab-ı Mukaddes, Ahd-i Cedîd,
İbrani, Keldânî ve Yunan dillerinden tercüme. Dersaadet 1910. s. 43.)
Müslümanları Batıran Şirk • 75

Yenilgi dedik ya? Cephede yenilmek o kadar önemli de-


ğildir. Toparlanır, düşmana daha büyük bir darbe vurabilirsi-
niz. Asıl yenilgi içten yenilgidir. İşte o zaman yapacağınız bir
şey olmaz.
Müslümanlar içten yenilmişlerdir. Kendi siyasi, sosyal,
iktisâdî ve askerî düzenlerine güvenleri kalmamıştır. Bunla-
rın yerine başkasını koyma çabası bu güvensizliğin sonucudur.
Bunu anlamak isteyen, Müslümanların desteklediği okullarda
neyin öğretildiğine baksın. Büyük maddi imkanlarla destekle-
nip gayrimüslim ülkelere gönderilen öğrenciler, hangi sistemi
öğrenmeye gidiyorlar? Kendi sistemimizi öğretmek için harca-
dığımız çabayı bununla kıyaslarsak korkunç bir fark ortaya çı-
kar. İşte bunlar bugünkü dünya karşısında kafamızı dik tutma-
mızı engellemektedir.
Mürit- Peki tarikatlardan ne istiyorsun? Türkiye’de tarikat-
lar resmen kapalıdır.
Bayındır- Halka mal olmuş sosyal bir kurumu resmen
kapatmakla işi bitmez. Hurafeler yok olmaz. Burada asıl iş
ilim adamlarına düşer. Onlar halkı eğitmelidirler. Zihinler hu-
rafelerden temizlenmeli ve doğru bilgilerle donatılmalıdır.
İşte bu sahada yeterli çalışma yoktur. Halkımızın önemli bir
bölümünün hurafelere kanmaları bundandır. Bir de bu çalış-
malar sürekli olmalıdır. Küçük bir ihmal, hurafelere kapı aç-
mak olur.
Mürit- Bilgisi, sosyal ve ekonomik durumu iyi olan nice in-
san da bunlara katılmakta ve destek olmaktadır. Bu sizin tezi-
nizi çürütmez mi?
Bayındır- Bu insanlar birçok konuda bilgili olabilirler ama
dinlerini iyi bilmedikleri için kolay kandırılırlar. Öyleyse dini,
76 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

herkese doğru öğretmek gerekir. Bu, dindar olanların hurafe-


lere kaymalarını önler. Dinlerini yaşamak istemeyenler de hu-
rafe ile doğru dini ayırarak hurafeye karşı çıkıyorum diye din-
dar insanları üzecek davranışlara girmezler.
Mürit- Şimdiye kadar gelmiş geçmiş bunca âlim yanlış da
sen mi doğrusun? Senin ilmin onların ilimlerinden daha mı faz-
la?
Bayındır- İlmin fazlalığı veya noksanlığından çok o ilmi ne
maksatla kullandığınız önemlidir. Eğer insanlar üzülecek veya
size karşı gelecekler diye doğruları söylemezseniz ilminizin bü-
yüklüğü verdiğiniz zararı artırmaktan başka bir işe yaramaz.
Tanınmış bir âlim bana şöyle dedi:
- Abdulaziz Bey, tasavvuf ve tarikatla uğraşmayı bırak. Hu-
rafe olmazsa tasavvuf da olmaz.
Dedim ki;
- Bu hurafelerle mücadele, bizim temel görevimiz değil
mi? Bunlar insanları şirke sokmuyor mu?
Dedi;
- Doğru; ama bunlar ıslah olmazlar.
Dedim;
- İnsanlar ıslah olmaz diye mücadeleyi bırakan bir nebi var
mı? Bizim örneğimiz onlar değil mi?
Dedi;
- Ben senin iyiliğin için söylüyorum. Sen gençsin, istikba-
lin parlak, bunlar ise çok güçlüdür. Bunlarla başa çıkamazsın.
Geleceğini karartırlar.
Dedim;
Müslümanları Batıran Şirk • 77

- Bunlardan beklediğim bir şey yok ki. Ben Allah’a dayanı-


yorum, Allah’tan güçlüsü de yoktur.
Dedi;
- Ben senin için endişe ediyorum.
Dedim;
- Asıl ben sizin için endişe ediyorum. Sizin durumunuz cu-
martesi yasağını çiğneyen Yahudilere karşı mücadeleden kaçı-
nanlara benziyor.
Bilindiği gibi Yahudilerde cumartesi günü av yasağı vardır.
Davûd (a.s.) zamanında sahil kenti olan Eyle’de Yahudiler ya-
şardı. Yılın bir ayında her taraftan oraya balıklar akın eder, ba-
lık çokluğundan neredeyse su görünmezdi. O ayın dışında ise
sadece cumartesi günleri balık gelirdi. Derken deniz kenarın-
da havuzlar kazıp arklar açtılar. Balıklar cumartesi günü havuz-
lara doldu ve pazar günü onları avladılar. Kendilerince yasağı
çiğnememiş oldular. Cezalanacaklarından korka korka balık-
lardan yararlandılar.
Zamanla evlatlar babaların yolundan gitti. Mal mülk edin-
diler. Şehirden bu işi hoş karşılamayan bazı gruplar onları bun-
dan vazgeçirmeye çalıştılarsa da vazgeçmediler. Dediler ki,
“Ne zamandır biz bu işi yapıyoruz, bunun için Allah’tan hiçbir
ceza gelmedi.” Onlara denildi ki, “Aldanmayın, belki size bir
azap gelir, yok olursunuz.” Bunlar bir sabah alçak maymunlar
haline geldiler. Üç gün böyle yaşadılar, sonra helâk olup git-
tiler69.
Bakara sûresinin 65 ve 66. âyetlerinde konu ile ilgili olarak
şöyle buyurulmaktadır:

69. Fahrüddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr, Matbaa-i Amire, 1307, c.1 s.553.
78 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

‫السب ِت َف ُق ْل َنا َل ُهم ُكونُوا‬ ‫اع َت َد ْوا ِم ْن ُكم ِفي‬


ْ ‫ين‬
۪ ِ
َ ‫َو َل َق ْد َعل ْم ُت ُم ا َّلذ‬
ْ ْ َّ ْ
‫اها َن َك اًال ِل َما َبي َن َي َد ْي َها َو َما َخ ْل َف َها‬ ِ۪ ِ
ْ َ ‫ َف َج َع ْل َن‬.‫ين‬ َ ٔ ‫ق َر َد ًة َخاسـ‬
.‫ين‬ ۪ ِ ِ
َ ‫َو َم ْوع َظ ًة ل ْل ُم َّتق‬
“İçinizden cumartesi yasağını çiğneyenleri elbette
bilirsiniz; onlara “aşağılık maymunlar olun!” demiştik.
Bunu, o gün yaşayanlara ve sonrakilere bir ders ve Al-
lahtan çekinenlere bir öğüt olsun diye yapmıştık.”
Bir bölük yasağı çiğneyenlerle mücadele ederken,

‫اللُ ُم ْه ِل ُك ُهم َا ْو ُم َع ِ ّذ ُب ُهم‬


ْ ْ َ ُ‫َو ِا ْذ َقا َل ْت اُ َّم ٌة ِم ْن ُه ْم ِل َم َت ِعظ‬
ّٰ‫ون َق ْو ًما ِن ه‬
.‫ون‬َ ‫ِك ْم َو َل َع َّل ُه ْم َي َّت ُق‬ُ ‫يدا َقالُوا َم ْع ِذ َر ًة ِا ٰلى َر ّب‬
ً ‫َع َذ ًابا َش ۪د‬
“İçlerinden bir topluluk şöyle demişti: “Allah’ın
yok edeceği ya da şiddetli azap vereceği bir kavme niye
öğüt veriyorsunuz?” Dediler ki: “Rabbinize karşı yüzü-
müz olsun diye, belki de çekinirler.”
Ayetler şöyle devam ediyor:

‫الس ۤو ِء َو َا َخ ْذ َنا‬
ُّ ‫ين َي ْن َه ْو َن َع ِن‬
۪ ۪ ِ
َ ‫َف َل َّما َن ُسوا َما ُذ ّك ُروا ب ِۤه َا ْن َج ْي َنا ا َّلذ‬
ٍ ‫اب ب ۪ـ‬ ٍ ‫ظ َل ُموا ب َِع َذ‬
َ ‫ين‬ ۪
‫ َف َل َّما َع َت ْوا َع ْن‬.‫ون‬
َ ‫يس ب َِما َكانُوا َي ْف ُس ُق‬ َٔ َ ‫ا َّلذ‬
ِ۪ ِ
.‫ين‬َ ٔ ‫َما نُ ُهوا َع ْن ُه ُق ْل َنا َل ُه ْم ُكونُوا ق َر َد ًة َخاسـ‬
“Ne zaman ki, kendilerine verilen öğüdü dikkate
almadılar, kötülüğe karşı mücadele verenleri kurtar-
dık. O yanlışı yapanları da, yoldan çıkmalarına karşı-
lık kötü bir azaba çarptırdık. Yapılan engellemelere baş
Müslümanları Batıran Şirk • 79

kaldırıp direnince onlara, “aşağılık maymunlar olun”


dedik. (Araf 7/165-166)
Siz, bize destek vereceğinize, dolaylı olarak suçlulara des-
tek vermiş oluyorsunuz. Onların başına gelenlerin sizin başını-
za gelmeyeceğinden emin olabilir misiniz?
Dedi;
- Bilmem kardeşim, ben seni düşünüyorum.
Dedim;
- Bakın, bir nefes alacak kadar ömrümün kaldığını bilsem,
o bir nefesi bu gibi yanlışları düzeltmek için harcamak isterim.
Sonra bu mücadeleler elinizdeki kitabı oluşturdu. Bu zat,
kitabın birinci baskısını okudu ve bunun, önemli bir başarı ol-
duğunu söyledi.
Mürit- Evet, bu konuda haklısınız. Bazı âlimler, bile bile
mücadeleden kaçınıyorlar. Ama eskiden gerçek ilim sahiple-
ri vardı.
Bayındır- Gerçek ilim sahibi olmak yetmez. O ilmi yer-
li yerinde kullanmak da gerekir. Bu konuda Allah Teâlâ bize
Adem aleyhisselamı örnek veriyor.
Onun öğretmeni bizzat Allah Teâlâ idi.

‫َو َع َّلم ٰا َد َم اْالَ ْس َماۤ َء ُك َّل َها ثُم َعر َض ُهم َع َلى ا ْل َم ٰ ۤل ِئ َك ِة َف َق َال‬
ْ َ َّ َ
ِ۪ ِ ِ ِ ۪
‫ َقالُوا ُسب َحا َن َك اَل‬.‫ين‬
ْ َ ‫اَ ْنب ُِۧؤني ِباَ ْس َماۤء ٰ ۤه ُۨؤ اَلۤء ا ْن ُك ْن ُت ْم َصادق‬
‫ َق َال َياۤ ٰا َد ُم‬.‫ِع ْلم َل َناۤ ِا اَّل َما َع َّل ْم َت َنا ِا َّن َك اَ ْن َت ا ْل َع ۪ليم ا ْل َح ۪كيم‬
ُ ُ َ
۪ ِ ِ ِ
‫اَ ْنب ِْئ ُهم ِباَ ْس َماۤئهِ م َف َل َّماۤ اَ ْنباَ ُهم ِباَ ْس َماۤئهِ م َق َال اَ َلم اَ ُق ْل َل ُكم انّي‬
ۤ ْ ْ ْ ْ َ ْ ْ
80 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

َ ‫ات َو اْالَ ْر ِض َواَ ْع َل ُم َما ُت ْب ُد‬


‫ون َو َما ُك ْن ُتم‬
ْ
ِ ‫اَع َلم َغيب السمو‬
َ ٰ َّ َ ْ ُ ْ
.‫ون‬
َ ‫َت ْك ُت ُم‬
“Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları me-
leklere gösterdi. “Doğruysanız, bana şunların isimleri-
ni haber verin” dedi.
Melekler: “Biz sana içten boyun eğeriz. Bizde bir
bilgi olmaz; sen ne öğretmişsen odur. Bilen sen , yerin-
de karar veren sensin” dediler.
Bunun üzerine Allah, “Âdem! Meleklere şunların
isimlerini bildir” dedi. Âdem onlara o isimleri bildirin-
ce Allah: “Size dememiş miydim, ben göklerin ve yerin
gaybını bilirim. Neyi açığa vurur, neyi gizlerseniz onu
da bilirim” dedi.” (Bakara 2/31-33)
Sonra Allah, Adem’i ve eşini cennete yerleştirmiş ve Şey-
tanı göstererek şöyle demişti;

‫َف ُق ْل َنا َياۤ ٰا َد ُم ِا َّن ٰه َذا َع ُد ٌّو َل َك َو ِل َز ْو ِج َك فَلاَ يُ ْخرِ َج َّن ُك َما ِم َن‬
‫ َو َا َّن َك اَل‬.‫يها َو اَل َت ْعرى‬ ۪ ‫ ِا َّن َل َك َا اَّل َتج‬.‫ا ْلجن ِة َفت ْش ٰقى‬
ٰ َ ‫وع ف‬
َ ُ َ َّ َ
‫الشي َطا ُن َق َال َياۤ ٰا َد ُم‬ ‫ فوسوس ِالي ِه‬.‫يها َو اَل َت ْض ٰحى‬ ۪
َ ‫َت ْظ َم ُۨؤا ف‬
ْ َّ ْ َ َ َ ْ َ َ
.‫خ ْل ِد َو ُم ْل ٍك اَل َيب ٰلى‬
ُ ‫َه ْل اَ ُدل َُّك َع ٰلى َش َج َر ِة ا ْل‬
ْ
“Bak Adem! Bu, senin de eşinin de düşmanıdır. Sa-
kın sizi bahçeden çıkarmasın, yoksa mutsuz olursun.
Orada ne acıkacak, ne de çıplak kalacaksın; susuzluk
çekmeyecek ve güneşte kalmayacaksın.”
Sonra Şeytan ona vesvese verdi ve dedi ki:
Müslümanları Batıran Şirk • 81

“Adem! Sana o sonsuzluk ağacını ve yıpranmaya-


cak saltanatı göstereyim mi?” (Taha 20/117-120)
Bu cazip teklif, ona her şeyi unutturdu ve

ِ ‫ط ِف َقا ي ْخ ِص َف‬
‫ان َع َليهِ َما‬ ِ
ْ َ َ ‫َفاَ َكلاَ م ْن َها َف َب َد ْت َل ُه َما َس ْو ٰا ُت ُه َما َو‬
.‫ِم ْن َو َر ِق ا ْل َج َّن ِة َو َع ٰصى ٰا َد ُم َر َّب ُه َف َغ ٰوى‬
ۤ
“İkisi de o ağaçtan yedi. Sonra kendilerine ayıp yer-
leri göründü. Hemen bahçenin yaprağıyla örtünmeye
koyuldular. Adem Rabbine baş kaldırdı da yolunu şa-
şırdı.” (Taha 20/121)
İşte Âdem’in başına gelenler. Hiçbir âlim onun şartlarına
sahip olamaz. Öğretmeni Allah Teâlâ ve kaldığı yer güzel bir
bahçeydi. Ne kötü insanlar vardı, ne de ekonomik sıkıntılar.
Ama ebediyet ağacı ve çökmesi olmayan saltanat arzusu nasıl
Âdem’i isyana sürüklemiş ve şaşırtmışsa ünlü olma ve dünyalık
arzusu da nice âlimi, isyana sürükler ve şaşırtır. Çünkü Allah’ın
verdiği ve vermeyi vaadettiği ile yetinen çok az insan vardır. İn-
san hep daha çoğunu ister. Allah’la bütünleşmeyi ve daha da
ileri gitmeyi hedefleyenler bile vardır.70
İlim, helâl mala benzer. Helâl malıyla kötülük yapanlar
gibi ilmiyle halkı saptıranlar da vardır. Gerçek âlim, doğru dav-
ranan, karşı koyulacağını bile bile doğruları söylemekten çe-
kinmeyen âlimdir. Doğruları bilen çoktur ama söyleyen azdır.
Yoksa bunlar kimsenin bilmediği şeyler değildir.
Mürit- Müslümanların Batı karşısında kesin yenilgi aldı-

70. Bu konuda, “Duada Evliyayı Aracı Koyma ve Şirk” (İstanbul 2001) adlı
kitabımızın “Biz bilmeyiz, büyükler bilir” ve devamı bölümlerine bakıla-
bilir.
82 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

ğını söylemiştin. Batılıyı Müslümandan üstün göremezsin. Al-


lah Teâlâ,
.‫ين‬ ِ۪ ِ
َ ‫َو َا ْن ُت ُم اْالَ ْع َل ْو َن ا ْن ُك ْن ُت ْم ُم ْؤمن‬
“İnanıyorsanız üstün olan sizlersiniz.”71 demiyor mu?
Bayındır- Batılıyı Müslümandan üstün gören de kim? Ben
Müslümanların Müslümanlıktan uzaklaştığından bahsediyo-
rum. Madem gayrimüslimlerin uydusu haline gelmişiz ve bir
asırdan fazladır bu böyle devam ediyor, öyleyse bu işte bir yan-
lışlık var. Okuduğun âyet yanlış olamayacağına göre yanlışlık
bizim Müslümanlığımızda olmalıdır. İçinde bulunduğumuz du-
rumu da Allah’ın bize verdiği bir ceza olarak kabul etmemiz
gerekir.
Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de cezaya çarpılan kavimleri
anlattıktan sonra şöyle buyurur:

‫ َو َما‬.‫يد‬ ٌ ‫ٰذ ِل َك ِم ْن اَ ْن َباۤ ِء ا ْل ُق ٰرى َن ُق ُّص ُه َع َل ْي َك ِم ْن َها َقاۤ ِئ ٌم َو َح ۪ص‬


‫ظ َل ُم ۤوا َا ْن ُف َس ُهم َف َماۤ َا ْغ َن ْت َع ْن ُهم ٰا ِل َه ُت ُهم ا َّل ۪تي‬
َ ‫اه ْم َو ٰل ِك ْن‬
ُ ‫ظ َل ْم َن‬
َ
ُ ْ ْ
‫وهم‬ ‫الل ِمن شي ٍء لما جاء امر ربِك وما زاد‬ ِ ‫ون‬ ِ ‫ون ِمن ُد‬
ْ َ ‫َي ْد ُع‬
ْ ُ ُ َ َ َ َ ّ َ ُ ْ َ َ ۤ َ َّ َ ْ َ ْ ّٰ‫ه‬
.‫يب‬ٍ ۪‫َغ ْير َت ْتب‬
َ
“Sana anlattıklarımız, o ülkelerin başından geçen-
lerdir. Onlardan ayakta duran da var, biçilip gitmiş
olan da.
Onlara karşı bir yanlış yapmadık, yanlışı onlar ken-
dilerine yaptılar. Rabbinin emri gelince Allah ile arala-
rına koyarak yardım istedikleri ilahları hiç işlerine ya-
71. Al-i İmran 3/139.
Müslümanları Batıran Şirk • 83

ramadı. Kayıplarını artırmaktan başka bir katkıları ol-


madı.” (Hud 11/100-101)
Müslümanlar sırf Allah’ı değil, Allah’a yakın bildikleri kişi-
leri de yardıma çağırmaya devam ederlerse kayıpları daha da
artar.
Mürit- Hep müşriklerle ilgili âyetleri örnek veriyorsun. Bu
yaptığın doğru mu? Senin muhatapların müşrik değil ki, hep-
si de Müslüman.
Bayındır- Kur’an’ın büyük bir bölümü şirkle ilgilidir. Bu
konuda sadece Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi bu ko-
nuda uyaran şu âyet üzerinde düşünseniz bize hak verirsiniz.
ِ ّٰ‫ات ه‬
‫الل َب ْع َد ِا ْذ اُ ْنزِ َل ْت ِا َلي َك َو ْاد ُع ِا ٰلى َر ّب َِك‬ ِ ‫و اَل يص ُّد َّن َك عن ٰاي‬
ْ َ ْ َ ُ َ َ
‫الل ِا ٰل ًها ٰا َخر اَل ۤ ِا ٰل َه‬ِ ّٰ‫ و اَل َت ْدع مع ه‬.‫و اَل َت ُكو َنن ِمن ا ْلم ْشرِ ۪كين‬
َ َ َ ُ َ َ ُ َ َّ َ
.‫ون‬ َ ‫ِا اَّل ُه َو ُك ُّل َش ْي ٍء َه ِال ٌك ِا اَّل َو ْج َه ُه َل ُه ا ْل ُح ْك ُم َو ِا َل ْي ِه ُت ْر َج ُع‬
“Allah’ın âyetleri sana indirildikten sonra sakın
seni onlardan çevirmesinler. Rabbine çağır, sakın müş-
riklerden olma! Allah’la beraber başka bir ilah çağır-
ma. Ondan başka ilah yoktur. Her şey yok olacak yal-
nız onun zatı kalacaktır. Hüküm Onundur ve Ona dön-
dürüleceksiniz.” (Kasas 28/87-88)
Bu tenbih bizzat Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme
yapıldığına göre bize hak vermeniz gerekir. Müslümanlar bu
konuda birbirini daima uyarmalıdır.
Müslümanlar bugün layık oldukları konumda değillerse bu-
nun sebepleri vardır. Çünkü Allah Teâlâ hiçbir topluluğu boşu-
na helak etmez. Şu âyetler her şeyi ortaya koyuyor:
84 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

‫ون ِم ْن َقب ِل ُكم اُوۨ لُوا َب ِقي ٍة َي ْن َه ْو َن َع ِن ا ْل َف َس ِاد‬ ِ ‫ان ِمن ا ْل ُقر‬ ‫فلول ك‬
َّ ْ ْ ُ َ َ َ َ‫َ َ ْ ا‬
‫ظ َل ُموا‬َ ‫ين‬ ۪ ِ ِ ۪ ِ ِ ِ
َ ‫في اْالَ ْرض ا اَّل َقليلاً م َّم ْن َا ْن َج ْي َنا م ْن ُه ْم َو َّات َب َع ا َّلذ‬
‫ان َر ُّب َك ِلي ْه ِل َك ا ْل ُقرى‬ َ ‫ َو َما َك‬.‫ين‬ ۪ ِ ۪
َ ‫َماۤ اُ ْترِ ُفوا فيه َو َكانُوا ُم ْجرِ م‬
ٰ ُ
َ ‫ِبظُ ْل ٍم َواَ ْه ُل َها ُم ْص ِل ُح‬
.‫ون‬
“Sizden önceki dönemlerde birikimli olanlar o yer-
deki bozulmaya karşı çıksalardı olmaz mıydı? Kendile-
rini kurtardığımız az kimse dışında bunu yapan olmadı.
Yanlış yapanlar, şımartıldıkları şeyin arkasını bırakma-
dı ve günahkârlar haline geldiler. Yoksa senin Rabbin,
bozulmaya karşı koyan bir halkı varken, zalimlik edip
şehirleri yok edecek değildir. (Hud 11/116-117)
Şehitlerin Savaşması • 85

10 - ŞEHİTLERİN SAVAŞMASI
Mürit- Savaşlara katılan şehit ruhları için ne diyeceksin?
Bunu düşmanlar bile kabul ediyor. Şehitler ölmediğine göre bu
olamaz mı? Allahu Teâlâ şöyle buyurur:

‫ات َب ْل اَ ْحياۤ ٌء‬ ِ ّٰ‫يل ه‬


ِ ۪‫َو اَل َت ُقولُوا ِل َم ْن يُ ْق َت ُل ۪في َسب‬
َ ٌ ‫الل اَ ْم َو‬
“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin; onlar
diridirler.” (Bakara 2/154)
Bayındır- Ayetin sonunu da okuyun lütfen!

َ ‫َب ْل اَ ْح َياۤ ٌء َو ٰل ِك ْن اَل َت ْش ُع ُر‬


‫ون‬
… onlar diridirler ama siz anlayamazsınız.” Allah’ın
“anlayamazsınız” dediği bir konuda akıl yürütmek, Allah’a
karşı bilgiçlik taslamak ve yalan uydurmak olmaz mı? Allah
Teâlâ şöyle buyurur:

‫ون َع ٰلى‬ ِ ّٰ‫ومن اَ ْظ َلم ِمم ِن ا ْفترى ع َلى ه‬


َ ‫الل َك ِذ ًبا اُوۨ ٰلۤ ِئ َك يُ ْع َر ُض‬ َ َٰ َّ ُ ْ َ َ
‫ين َك َذ ُبوا َع ٰلى َر ّبِهِ م اَ اَل َل ْع َن ُة‬ ۪ ِ
ْ َ ‫اد ٰ ۤه ُۨؤ اَلۤء ا َّلذ‬
ُ ‫ول اْالَ ْش َه‬ُ ‫َر ّبِهِ ْم َو َي ُق‬
.‫ين‬ ِ۪ ِ ّٰ‫ه‬
َ ‫الل َع َلى الظَّالم‬
Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimi kimdir?
Onlar Rablerinin huzuruna çıkarılacak ve şahitler şöy-
le diyeceklerdir: ‘Rablerine karşı yalan söyleyenler bun-
lardır’. Bilin ki Allah’ın laneti o zalimleredir. (Hud 11/18)
86 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Allah Teâlâ Müslüman orduları, şehit ruhları ile değil, me-


leklerle destekler. Bedir Savaşı’nda öyle olmuştur:
ِ
.‫ون‬ َ ‫الل َل َع َّل ُك ْم َت ْش ُك ُر‬ َ ّٰ‫اللُ ب َِب ْدرٍ َواَ ْن ُت ْم اَذ َّل ٌة َف َّات ُقوا ه‬
ّٰ‫َو َل َق ْد َن َص َر ُك ُم ه‬
‫ين َا َل ْن َي ْك ِفي ُكم َا ْن يُ ِم َّد ُكم َر ُّب ُكم ِب َث ٰل َث ِة ٰا اَل ٍف ِم َن‬ ۪ ِ ِ ُ ‫ِا ْذ َت ُق‬
َ ‫ول ل ْل ُم ْؤمن‬
ْ ْ ْ َ
‫وكم ِم ْن َف ْورِ ِهم‬ ‫ بلى ِان تصبِروا وتتقوا ويات‬.‫المل ِئك ِة منز ۪لين‬
ْ ْ ُ ُ ْ َ َ ُ َّ َ َ ُ ْ َ ْ ۤ ٰ َ َ َ ْ ُ َ ۤ ٰ َ ْ
‫ َو َما‬.‫ين‬ ۪ ِ ِ ِ ٍ ِ َ ‫ه َذا يم ِدد ُكم رب ُكم ب‬
َ ‫ِخ ْم َسة ٰا اَلف م َن ا ْل َم ٰ ۤلئ َكة ُم َس ِّوم‬ ْ ُّ َ ْ ْ ْ ُ ٰ
‫الن ْصر ِا اَّل‬ ‫وب ُكم ب ِ۪ه وما‬ ‫جعله الل ِال بشرى لكم و ِلتطم ِئن قل‬
ُ َّ َ َ ْ ُ ُ ُ َّ َ ْ َ َ ْ ُ َ ٰ ْ ُ َّ‫َ َ َ ُ هّٰ ُ ا‬
.‫يم‬ِ ‫الل ا ْلعز۪ يزِ ا ْل َح ۪ك‬ ِ ِ ِ ِ
َ ّٰ‫م ْن ع ْند ه‬
“Bedir’de güvenlik zaafına düştüğünüz sırada72 Al-
lah yardımıyla sizi, tam bir zafere ulaştırmıştı. Öyleyse
Allah’tan çekinin. Belki şükredersiniz.
O gün müminlere şöyle diyordun: “Allah’ın, gökten
inen üç bin melekle yardım etmesi size yetmez mi?”
Yeter tabii. Ama eğer sabreder ve iyi korunursanız;
onlar da ani baskın yaparlarsa Rabbiniz size, onların
peşlerini bırakmayan beş bin melekle destek verecektir.
Allah bu desteği size, sadece zafer müjdesi olsun ve
kalpleriniz yatışsın diye verir. Yoksa zafer yalnızca Allah
katındandır; o güçlüdür, doğru karar verir.” (Al-i İmrân 3/123-12)
‫ين ٰا َمنُوا‬ ۪ ۪ ِ ِ ِ ۪ ِ
َ ‫ا ْذ يُوحي َر ُّب َك ا َلى ا ْل َم ٰ ۤلئ َكة اَنّي َم َع ُك ْم َف َث ّب ُِتوا ا َّلذ‬
ِ ‫اضرِ بوا َفو َق اْالَ ْع َن‬
‫اق‬ ۪ ِ ‫ساُ ْل ۪قي ۪في ُق ُل‬
ْ ُ ْ ‫الر ْع َب َف‬ ُّ ‫ين َك َف ُروا‬ َ ‫وب ا َّلذ‬ َ
.‫ان‬ٍ ‫اضرِ بوا ِم ْنهم ُك َّل ب َن‬
َ ُْ ُ ْ ‫َو‬
72. Güvenlik zaafı için bkz. Enfâl 67.
Şehitlerin Savaşması • 87

“O gün Rabbin meleklere şunu diyordu: “Ben sizin-


le beraberim, siz inananlara destek verin. Ben görmez-
lik edenlerin yüreklerine korku salacağım. Siz bunla-
rın boyunlarının üstüne ve parmak uçlarına vurun.” (En-
fal 8/12)

Mürit- Şehitler ölmediğine göre savaşlara niye katılmasın-


lar ki? Onların hayatını tam olarak anlayamazsak bir bölümü-
nü de mi anlayamayız?
Bayındır- Böyle bir konuda konuşmak için ya Kur’an’a ya
da sahih hadislere dayanmak gerekir. Geçmiş nebilerin veya
eskiden şehit olmuş müminlerin ruhlarının Muhammed sallal-
lahu aleyhi ve sellem ile veya ashabıyla birlikte savaşa katıldık-
larına dair tek bir delil yoktur.
Şehitlerle ilgili olarak şöyle buyruluyor:
ِ ّٰ‫يل ه‬
‫الل َا ْم َو ًاتا َب ْل َا ْحياۤ ٌء ِع ْن َد‬ ِ ۪‫ين ُق ِت ُلوا ۪في َسب‬ ۪
َ َ ‫َو اَل َت ْح َس َب َّن ا َّلذ‬
َ ‫اللُ ِم ْن َف ْض ِل ۪ه َو َي ْس َت ْب ِش ُر‬
‫ون‬ ّٰ‫يه ُم ه‬ ۪
ُ ‫ين ب َِماۤ ٰا ٰت‬
َ ‫ َفرِ ح‬.‫ون‬ َ ‫َر ّبِهِ ْم يُ ْر َز ُق‬
‫ين َلم َي ْل َح ُقوا بِهِ م ِم ْن َخ ْل ِفهِ م اَ اَّل َخ ْو ٌف َع َليهِ م َو اَل ُهم‬ ‫بِال ۪ذ‬
ْ ْ ْ ْ ْ ْ َ َّ
‫يع‬ ۪ ِ ّٰ‫ون ب ِِنعم ٍة ِمن ه‬ ِ
ُ ‫الل اَل يُض‬ َ ّٰ‫الل َو َف ْض ٍل َواَ َّن ه‬ َ َ ْ َ ‫ َي ْس َت ْبش ُر‬.‫ون‬ َ ُ‫َي ْح َزن‬
.‫ين‬ ِ۪
َ ‫َا ْج َر ا ْل ُم ْؤمن‬
“Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Onlar
Rableri katında diridirler. Kendilerine rızık verilir.
Allah’ın onlara yaptığı ikram ile mutlu olurlar. He-
nüz aralarına katılmamış olanlara da şu müjdeyi ver-
mek isterler: “Onların üstünde ne bir korku olacak, ne
de üzüleceklerdir.”
88 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Allah’ın nimetini ve ikramını da müjdelemek ister-


ler. Allah, müminlerin alacağı karşılığı azaltmayacak-
tır.” (Al-i imran 3/169–171)
İkramı bol olan Allah, kendi yolunda ölenleri diğer ölüler-
den ayırıp özel olarak ağırlıyor. Bunların savaşa gönderildiğini
kabul etmek için delil gerekir. Böyle bir delil olmadığına göre
şehitlerin savaşlara katıldığını kabul edemeyiz. Çünkü âyetlere
göre savaşa katılanlar meleklerdir.
Görünmez Erenler • 89

11 - GÖRÜNMEZ ERENLER
(rical’ül-gayb)
Mürit- Sen şimdi üçler, yediler, kırklar, kutuplar ve gavsla-
rı da mı kabul etmiyorsun?
Bilmez misin, velîlerin üstün vasıflı olanlarına “evtâd” (di-
rekler) denir. Onların üstünde “revâsî” (dağlar) vardır. Bir fela-
ket zamanında kullar evtâda yönelir, evtâd da revâsîye yönelir.
Revâsîyi Kutup idare eder.
Kutuptan sonra gelen iki kişiye “imâmân” denir. Bunlar-
dan birine “imam-ı yemîn”, diğerine “imam-ı yesâr” adı verilir.
İmam-ı yemîn kutbun hükümlerine, imam-ı yesâr da hakikati-
ne mazhardır. Kutup ölünce onun yerini imam-ı yesâr alır. Ku-
tup ile iki imam, üçleri oluşturur.
Kutup en büyük velîdir. Bütün erenlerin başı, Allah’ın iz-
niyle kâinatta tasarruf sahibidir.
Gavs: Darda kalındığında sığınılan ve istimdâd edilen yani
yardım istenilen kutuptur. Darda kalan sûfîler, “Yetiş ya Gavs!”
diye gavsa sığınırlar. Gavs, istimdad edene yardım elini uzatır.
Abdülkadir Geylânî, “Gavs-ı a’zam” lakabıyla ünlüdür.
Ancak bütün bu sığınma ve istimdâdlar, zahirde gavsa ise
de hakikatte Allah’adır. Çünkü âlemde yegane mutasarrıf Al-
lah Teâlâ’dır. Ondan başka fail-i mutlak yoktur. “Gavs” olarak
bilinenler, esmâ ve sıfât-ı ilahî mazharıdırlar.
Bunlardan başka, sayıları bir rivayette sekiz, diğer bir ri-
vayette kırk olan “nücebâ” ile, sayıları on ya da üç yüz olan
“nukabâ” denilen ve insanların iç dünyalarından haberdar olan
şahsiyetler vardır.
90 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Genel olarak ricâlü’l-gayb ve gayb erenleri olarak anılan


bu Hakk dostlarının makamı boş kalmaz. Ölenin yerine sırayla
kendisinden sonraki yükseltilir73.
Bayındır- Bu konuda bir dayanağınız var mı? Bunları neye
dayandırıyorsunuz?
Bir de “Kutup en büyük velidir, bütün erenlerin başı-
dır ve Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir” diyorsu-
nuz. Bu tanımınız Mekke müşriklerinin Kâbe’yi tavaf ederken,
“Emret Allah’ım, Senin hiçbir ortağın yoktur. Yalnız bir orta-
ğın vardır ki, onun da bütün yetkilerinin de sahibi sensin74.” de-
meleri gibi olmuyor mu?
Mürit- Allah dünyanın cismânî düzenini sağlamak için bazı
insanların birtakım görevler üstlenmesini murâd ettiği gibi,
âlemdeki manevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların te-
mini, kötülüklerin giderilmesi için de sevdiği bazı kullarını gö-
revlendirmiştir. Bunlar büyük nebilerin yerine geçen75 kişiler-
dir. “Allah’ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı” kimse-
ler olarak değerlendirilmiştir. Onlar âlemin intizam sebebidir.
İnsanların işlerini tanzim ettiklerine inanılır76.
Bayındır- Bunlar Allah’ın yeryüzünü kendilerine musah-
har kıldığı kimselerdir, diyorsunuz. Ama ifade tarzınız, buna
pek inanamadığınızı gösteriyor.
Musahhar kılma, bir hedefe doğru zorla sürükleme demek-
tir. Türkçe karşılığı boyun eğdirmedir.
77

73. Hasan Kamil Yılmaz, Altınoluk Mecmuası, Aralık 1995 sayısı.


74. Müslim, Hacc, 22, Hadis no 1185.
75. Bedel, bir şeyin yerini tutabilen şeye denir. Büyük peygamberlerden be-
del olmak da onların yerini tutabilmek demektir.
76. Hasan Kamil Yılmaz, Altınoluk Mecmuası, Aralık 1995 sayısı.
77. Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât, s. 402, SHR maddesi.
Görünmez Erenler • 91

Bütün varlıklara hâkim olan Allah şöyle diyor:

‫خر َل ُكم ا ْلب ْحر ِل َت ْجرِ َي ا ْل ُف ْل ُك ۪ف ِيه ِباَ ْمرِ ۪ه َو ِل َتب َت ُغوا‬ ‫اَ هّٰللُ ا َّل ۪ذي س‬
ْ َ َ ُ َ َّ َ
‫ات‬ ِ ‫خر َل ُكم ما ِفي السمو‬ َ ‫ِم ْن َف ْض ِل ۪ه َو َل َع َّل ُك ْم َت ْش ُك ُر‬
َ ٰ َّ َ ْ َ َّ ‫ َو َس‬.‫ون‬
‫ات ِل َق ْو ٍم‬ ٍ ‫لي‬ ِ ۪ ِ ِ
َ ٰ َ‫يعا م ْن ُه ا َّن في ٰذل َك ا‬
۪ ِ
ً ‫َو َما في اْالَ ْرض َجم‬
ِ
.‫ون‬َ ‫َي َت َف َّك ُر‬
“Gemiler emriyle yürüsün, siz de ikramından pay
arayasınız diye denizi hizmetinize veren Allah’tır. Bel-
ki şükredersiniz.
Göklerde ve yerde olan her şeyi hizmetinize o ver-
miştir. Düşünen bir toplum için bunda esaslı dersler
vardır.” (Câsiye 45/12-13)
Allah’ın musahhar kılması ile denizde, göklerde ve yerde
olan her şeyden yararlanırız. Onlar tüm insanlara musahhar kı-
lınmıştır. Bunlara karşılık Allah’ın bizden istediği bir teşekkür,
yani şükürdür. Bugün bu nimetlerden gayrimüslimler daha çok
yararlanmaktadır.
Musahhar kılma, kimi şahıslara ayrıcalık tanıma değildir.
Sizin durumunuz, topraklarından geçen ana yola köprü yapı-
lan köy halkının durumu gibidir. Açılışı yapan yetkili; “Köprü
emrinizdedir.” deyince, onu kendi malları sanmış, geçiş ücre-
ti koymuş ve ödemeyeni geçirmemişlerdir. Bu suçtur. Çünkü o
köprü yalnız o köyün değil, o yoldan geçen herkesin hizmetin-
dedir, herkese musahhar kılınmıştır.
Mürit- Üçler, yediler, kırklar, kutuplar ve gavslar sıradan
insanlar değil ki. Büyük nebilerin yerine, onlardan bedel kişi-
lerdir.
92 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Bayındır- Madem öyle, hangi nebiye “âlemdeki manevî ve


ruhanî düzenin korunması, hayırların temini ve kötülüklerin gi-
derilmesi” görevi verilmiştir?
İnsana sınırlı yetki veren Allah, Muhammed sallallahu aley-
hi ve selleme şöyle emrediyor:

‫ ُق ْل ِا ۪نّي َل ْن يُ ۪جير ۪ني‬.‫ُق ْل ِا ۪نّي اَل ۤ اَ ْم ِل ُك َل ُكم َضرا َو اَل َر َش ًدا‬


َ ًّ ْ
ِ‫الل‬ ِ ِ ّٰ‫ِمن ه‬
ّٰ‫ ا اَّل َبلاَ ًغا م َن ه‬.‫الل اَ َح ٌد َو َل ْن اَ ِج َد ِم ْن ُدونه ُم ْل َت َح ًدا‬
ِ ۪ ِ
َ
...‫َورِ َس اَال ِت ۪ه‬
“De ki: Ben, ne size zarar verecek ne de sizi olgun-
laştırcak bir güce sahibim.
De ki: Beni Allah’ın azabından kimse kurtaramaz.
Ondan başka sığınak da bulamam. Benimkisi yalnız
Allah’tan olanı, onun gönderdiklerini tebliğdir o ka-
dar.” (Cin 72/21-23)
“Âlemdeki manevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırla-
rın temini ve kötülüklerin giderilmesi” yalnız ve yalnız Allah’ın
elindedir. Bu konuda birilerini yetkili saymak şirk olur.
Eğer Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin gücü yetsey-
di kâfirleri imana zorlamak için her şeyi yapardı. Yüce Rabbi-
miz bu konuda şöyle buyurur:

‫ت َا ْن َتب َت ِغي َن َف ًقا‬ َ ‫اس َت َط ْع‬ ِِ ُ ‫ان َك ُب َر َع َل ْي َك ِا ْع َر‬َ ‫َو ِا ْن َك‬


َ ْ ْ ‫اض ُه ْم َفان‬
ّٰ‫الس َماۤ ِء َف َت ْا ِت َي ُه ْم ِب ٰا َي ٍة َو َل ْو َشاۤ َء ه‬
ُ‫الل‬
ِ
َّ ‫في اْالَ ْرض اَ ْو ُس َّل ًما في‬
ِ ِ
.‫ين‬ ِ۪ ِ
َ ‫َل َج َم َع ُه ْم َع َلى ا ْل ُه ٰدى فَلاَ َت ُكو َن َّن م َن ا ْل َجاهل‬
Görünmez Erenler • 93

“Yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, gücün de yeti-


yorsa yerde bir tünel açar yahut göğe merdiven dayar
bir mucize getirirsin. Allah emretseydi onları doğru yol-
da toplardı. Sakın bir cahillik yapma.” (En’âm 6/35)
Mucize göstermek elçinin elinde değildir. Allah ne zaman
isterse mucizeyi o zaman yaratır.

‫َو َل َق ْد َا ْر َس ْل َنا ُر ُسلاً ِم ْن َقب ِل َك ِم ْن ُهم َم ْن َق َص ْص َنا َع َلي َك َو ِم ْن ُهم‬


ْ ْ ْ ْ
‫ول اَ ْن َي ْا ِتي ِب ٰا َي ٍة ِا اَّل ب ِِا ْذ ِن‬
ٍ ‫ان ِلرس‬
ُ َ َ ‫َم ْن َل ْم َن ْق ُص ْص َع َل ْي َك َو َما َك‬
َ
ِ ّٰ‫الل َف ِا َذا جاۤء اَمر ه‬
َ ‫الل ُق ِض َي بِا ْل َح ِّق َو َخ ِس َر ُه َن ِال َك ا ْل ُم ْب ِط ُل‬
.‫ون‬ ِ ّٰ‫ه‬
ُْ َ َ
“Senden önce elçiler gönderdik; kimini sana anlat-
tık, kimini anlatmadık. Bir elçi, Allah’ın izni olmadan
mucize getiremez. Allah’ın emri gelince iş doğru bir şe-
kilde biter. Boşa uğraşanlar işte orada kaybederler.”
(Mümin 40/78)
94 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

12 - YÜCE VE ALÇAK (Süflî) RUHLAR


Yaşayan insanı kutsallaştırmak zordur ama iyi bir ad bı-
rakarak ölmüş olan kolayca kutsallaştırılabilir. İşte yüce ruhlar
derken kastedilen bu gibi kişilerin ruhlarıdır. Bunlara âlî ve te-
miz ruhlar da denir. Kötülerin ruhları ise süflî ruhlardır. Bun-
lara habis ve şerîr ruhlar da denir. Şeytanlar bu kapsama so-
kulur.
Mürit- Bir hocamız şöyle diyor:
“Âli ve temiz ruhlar insanlar için koruyuculuk vazifesi ya-
parken habis ve şerir ruhlar da insanlara zarar vermek için el-
lerinden gelen her şeyi yaparlar. Bunlar, aynı zamanda insan-
lara hasım ve düşmandırlar. Bütün şerlerin ve kötü şerarelerin
altında bunlar bulunurlar. Karakter, irade ve ruh bakımından
zayıf insanları tesir altına alır ve kullanırlar78.
Bayındır- Çok ağır bir iddia, hayır ve şer Allah’ın elinde-
dir. Ama “Âli ve temiz ruhların insanlar için koruyuculuk vazi-
fesi yaptığını, habis ve şerîr ruhların da insanlara zarar vermek
için ellerinden gelen her şeyi yaptığını” söylemek, hayrı yüce
ruhlardan, şerri de süflî ruhlardan beklemek olur.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
ِ ّٰ‫ماۤ َاصاب َك ِمن حسن ٍة َف ِمن ه‬
‫الل َو َماۤ َا َص َاب َك ِم ْن َسي َِئ ٍة َف ِم ْن‬
ّ َ َ َ َ ْ َ َ َ
.‫يدا‬ً ۪‫ِالل َشه‬ِ ّٰ‫ول َو َك ٰفى ب ه‬ ً‫اس َر ُس ا‬ ِ ‫َن ْف ِس َك و َارس ْل َنا َك ِللن‬
َّ َ ْ َ
“Sana gelen iyilik Allah’tan kötülük kendindendir.

78. Yüce ve Süflî Ruhlar, Zaman Gazetesi, 29 Eylül 1993.


Yüce ve Alçak (Süfli) Ruhlar • 95

Seni insanlara elçi gönderdik, şahit olarak Allah ye-


ter.” (Nisa 4/79)

ّٰ‫ُق ْل اَل ۤ اَ ْم ِل ُك ِل َن ْف ۪سي َن ْف ًعا َو اَل َض ًّرا ِا اَّل َما َشاۤ َء ه‬


ُ‫الل‬
“De ki: “Kendime fayda sağlamaya veya bir zarar
vermeye gücüm yetmez; Allah yaratırsa başka.” (Araf 7/188)
Allah, göklerin ve yerin hakimidir. Onları koruma yetkisi-
ni kimseye vermemiştir. Her namazın sonunda okuduğumuz
âyet’el-kürsîde şöyle buyruluyor:

‫ات َو اْالَ ْر َض َو اَل َي ُۧؤ ُد ُه ِح ْفظُ ُه َما َو ُه َو‬ ِ ‫و ِسع ُكر ِسيه السمو‬
َ ٰ َّ ُ ُّ ْ َ َ
.‫ا ْل َع ِلي ا ْل َع ۪ظيم‬
ُ ُّ
“Onun hakimiyeti gökleri de kaplar yeri de. İkisini
de korumak ona ağır gelmez. O yücedir, uludur.” (Baka-
ra 2/255)

ٌ ۪‫َو ُق ِل ا ْل َح ْم ُد للِ هّٰ ِ ا َّل ۪ذي َل ْم َي َّت ِخ ْذ َو َل ًدا َو َل ْم َي ُك ْن َل ُه َشر‬


‫يك ِفي‬
.‫ا ْل ُم ْل ِك َو َلم َي ُك ْن َل ُه َو ِلي ِم َن الذُّ ّ ِل َو َكبِر ُه َت ْكب۪ يرا‬
ً ّْ ٌّ ْ
“De ki: Çocuk edinmemiş olan, hakimiyette ortağı
olmayan, acizlikten ötürü bir veliye ihtiyacı bulunma-
yan Allah’a hamd olsun.” Onu büyükledikçe büyükle.”
(İsra 17/111)

Demek ki, Allah’ın bir veliye ihtiyacı yokmuş.


Hayırları bir grup ruhaniden, şerleri de bir başka grup ru-
haniden beklemek, hayır ilahları ve şer ilahları uydurmak olur.
Şimdi Allah’ın elçileri ile ilgili âyetlere bakıp hocanızın
sözü üzerinde biraz zihin yoralım.
96 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

13 - KUR’AN’DA ALLAH’IN ELÇİLERİ


Allah Teâlâ Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme şöy-
le demiştir:

‫يدا‬ ِ ّٰ‫ول و َك ٰفى ب ه‬


ً ۪‫ِالل َشه‬ ِ ِ
َ ً‫َواَ ْر َس ْل َنا َك ل َّلناس َر ُس ا‬
“Seni insanlara resul olarak gönderdik, şahit ola-
rak Allah yeter.” (Nisa 4/79)
Arapça’da elçilik görevini yüklenen kişiye resul denir79. Fı-
kıh terimi olarak resul, işe kendini karıştırmadan birinin sö-
zünü diğerine ulaştırmakla görevli kişidir80. Kendi sözlerini in-
sanlara ulaştırsın diye Allah tarafından görevlendirilen kişiye
Allah’ın Resulü (resulullah) denir. Türkçe karşılığı Allah’ın el-
çisidir.
a- Görevleri
Allah Teâlâ elçilerinin görevini üç şekilde belirlemiştir:
1) Emri yerine ulaştırma (tebliğ): Allah Teâlâ şöyle buyu-
rur:

‫ين‬ ِ
ُ ۪‫الر ُس ِل ا اَّل ا ْل َبلاَ ُغ ا ْل ُمب‬
ُّ ‫َف َه ْل َع َلى‬
“Elçilere apaçık tebliğden başka ne düşer?” (Nahl
16/35)

79. Rağıb el-İsfahânî, el- Müfredât, s.353, RSL maddesi.


80. Mecelle m. 1450. (Risalet, bir kimse tasarrufta dahli olmaksızın bir kimes-
nenin sözünü diğere tebliğ etmektir.
Ol kimseye resul ve ol kimesneye mürsil ve diğerine mürselun ileyh de-
nir.)
Kur'an'da Allah'ın Elçileri • 97

ِ ِ ِ ‫وما نُر ِس ُل ا ْلمرس ۪ل‬


َ ۪‫ين َو ُم ْنذر‬
‫ين َف َم ْن ٰا َم َن‬ َ ۪‫ين ا اَّل ُم َب ّشر‬
َ َ ُْ ْ َ َ
.‫ون‬
َ ُ‫َو َا ْص َل َح فَلاَ َخ ْو ٌف َع َل ْيهِ ْم َو اَل ُه ْم َي ْح َزن‬
“Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, bunu
yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun.” (Maide 5/67)

‫اس َب ۪شيرا َو َن ۪ذيرا َو ٰل ِك َّن اَ ْك َثر‬ ِ ‫وماۤ اَرس ْل َنا َك ِا اَّل َكاۤ َّف ًة ِللن‬
َ ً ً َّ َ ْ َ َ
‫ون‬
َ ‫اس اَل َي ْع َل ُم‬ ِ ‫الن‬
َّ
“Biz her elçiyi sadece kendi halkının diliyle gönde-
ririz ki, onlara açık açık anlatsın.” (İbrahim 14/4)

ْ ‫اب ِا اَّل ِل ُت َب ّي َِن َل ُه ُم ا َّل ِذي‬


‫اخ َت َل ُفوا ۪ف ِيه‬ ِ
َ ‫َو َماۤ َا ْن َز ْل َنا َع َل ْي َك ا ْلك َت‬
َ ُ‫َو ُه ًدى َو َر ْح َم ًة ِل َق ْو ٍم يُ ْؤ ِمن‬
.‫ون‬
“Biz bu Kitabı sana, sırf ayrılığa düştükleri şeyi on-
lara açıklayasın bir de inanan bir topluma yol gösterici
ve rahmet olsun diye indirdik.” (Nahl 16/64)
2) Emri uygulama:
Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‫ِا َّتب ِْع َماۤ اُ ۧو ِحي ِا َلي َك ِم ْن َر ّب َِك اَل ۤ ِا ٰل َه ِا اَّل ُه َو َواَ ْعرِ ْض َع ِن‬
ْ َ
‫ين‬ ۪
َ ‫ا ْل ُم ْشرِ ك‬
“Rabbin’den sana ne vahyedildiyse ona uy. Ondan
başka ilah yoktur, müşriklerden de yüz çevir.” (En’am 6/106)
3) Müjdeleme ve uyarma:
98 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Bu konuda şöyle buyruluyor:


ِ ِ ِ ِ
‫آم َن‬ َ ِ‫ين َو ُمنذر‬
َ ‫ين َف َم ْن‬ َ ِ‫ين ِإال َّ ُم َب ّشر‬
َ ‫َو َما نُ ْرس ُل ا ْل ُم ْر َسل‬
َ ُ‫َوأَ ْص َل َح َفالَ َخ ْو ٌف َع َل ْيهِ ْم َوالَ ُه ْم َي ْح َزن‬
‫ون‬
“Biz elçileri, sadece müjdeciler ve uyarıcılar olarak
göndeririz. İnanan ve kendini düzeltene bir korku yok-
tur. Onlar üzülmeyecekler de.” (En’am 6/48)
ِ ‫وماۤ اَرس ْل َنا َك ِا اَّل َكاۤ َّف ًة ِللن‬
‫اس َب ۪شيرا َو َن ۪ذيرا‬
ً ً َّ َ ْ َ َ
“Seni bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak
gönderdik.” (Sebe 34/28)
b- Elçinin yetkisiz olduğu durumlar:
1) Elçinin koruma görevi yoktur.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‫َف ِا ْن اَ ْعر ُضوا َف َماۤ اَ ْر َس ْل َنا َك َع َليهِ م َح ۪في ًظا ِا ْن َع َلي َك ِا اَّل ا ْلبلاَ ُغ‬
َ ْ ْ ْ َ
“Yüz çevirirlerse çevirsinler. Seni onlara bekçi gön-
dermedik. Sana düşen sadece tebliğdir.” (Şura 42/48)
2) Elçinin vekillik görevi yoktur.
Ne halka karşı Allah’ın vekilliğini, ne de Allah’a karşı hal-
kın vekilliğini yapar.
Vekilimiz Allah şöyle buyurur:

‫اللُ َماۤ اَ ْشر ُكوا َو َما َج َع ْل َنا َك َع َليهِ م َح ۪في ًظا‬


ّٰ‫َو َل ْو َشاۤ َء ه‬
ْ ْ َ
ٍ ‫َو َماۤ اَ ْن َت َع َل ْيهِ ْم ب َِو ۪ك‬
‫يل‬
Kur'an'da Allah'ın Elçileri • 99

“Allah emretseydi şirke düşmezlerdi. Seni onların


koruycusu yapmadık. Sen onların üzerinde vekil de de-
ğilsin.” (En’am 6/107)

ٌ ‫اللُ َع ٰلى ُك ّ ِل َش ْي ٍء َو ۪ك‬


‫يل‬ ّٰ‫ِا َّن َماۤ اَ ْن َت َن ۪ذ ٌير َو ه‬
“Sen sadece uyarıcısın; her şeye vekil olan Allah’tır.”
(Hud 11/12)

3) Elçi kimseyi yola getiremez.


Bizi yoluna kabul eden Rabbimiz şöyle buyurur:

‫الل َي ْه ۪دي َم ْن َي َشاۤ ُء‬ ِ ۪ ِ


َ ّٰ‫ا َّن َك اَل َت ْهدي َم ْن َا ْح َب ْب َت َو ٰلك َّن ه‬
‫ين‬ ۪
َ ‫َو ُه َو اَ ْع َل ُم بِا ْل ُم ْه َتد‬
“Sen, sevdiğini yola getiremezsin, ama Allah çaba
sarfedeni yola getirir. Doğru yola girenleri en iyi o bi-
lir.” (Kasas 28/56)
Elçi sadece doğru yolu gösterir: Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ٍ ‫اط مس َت ۪ق‬
‫يم‬ ٍ ِ ِ ۪ ِ
ْ ُ ‫َوا َّن َك َل َت ْهد ۤي ا ٰلى ص َر‬
“Sen kesinlikle doğru yolu gösterirsin.” (Şura 42/52)
4) Elçi baskı yapamaz.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:

. ٍ‫ َل ْس َت َع َليهِ م ب ُِم َصي ِطر‬.‫َف َذ ِّكر ِا َّن َماۤ اَ ْن َت ُم َذ ِّكر‬


ْ ْ ْ ٌ ْ
“Sen bilgi ver; görevin sadece bilgi vermektir. Tepe-
lerine dikilecek değilsin.” (Gaşiye 88/21-22)
100 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

4) Elçi kalpten geçeni bilmez.


Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‫ون َو ِم ْن َا ْه ِل ا ْل َم ۪د َين ِة‬


َ ‫اب ُم َن ِاف ُق‬ ِ ‫َو ِم َّم ْن َح ْو َل ُكم ِم َن اْالَ ْعر‬
َ ْ
‫اق اَل َت ْع َل ُم ُهم َن ْح ُن َن ْع َل ُم ُهم َسنُ َع ِ ّذ ُب ُهم َمر َتي ِن‬ ِ ‫مردوا ع َلى‬
ِ ‫النّ َف‬
ْ َّ ْ ْ ْ َ ُ ََ
ٍ ‫اب َع ۪ظ‬
.‫يم‬ ٍ ‫ون ِا ٰلى َع َذ‬
َ ‫ثُ َّم يُ َر ُّد‬
“Çevrenizdeki kimi çöl Arapları münafıktır. Medine
halkından da münafıklığa iyice alışmış olanlar vardır.
Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz. Onlara iki defa
azap edeceğiz; sonra da onlar büyük bir azaba itilecek-
lerdir.” (Tevbe 9/101)

‫َو ِا َذا َر َا ْي َت ُهم ُت ْع ِجب َك َا ْج َس ُام ُهم َو ِا ْن َي ُقولُوا َت ْس َم ْع ِل َق ْو ِلهِ م‬


ْ ْ ُ ْ
‫ون ُك َّل َصي َح ٍة َع َليهِ م ُهم ا ْل َع ُد ُّو‬ َ ‫ب ُم َس َّن َدةٌ َي ْح َس ُب‬ ٌ ‫َكاَ َّن ُه ْم ُخ ُش‬
ُ ْ ْ ْ
.‫ون‬
َ ‫اللُ اَ ّٰنى يُ ْؤ َف ُك‬
ّٰ‫اح َذ ْر ُه ْم َق َات َل ُه ُم ه‬
ْ ‫َف‬
“Münafıkları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gi-
der. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar dayalı
odunlar gibidirler. Her gürültüyü aleylerine sanırlar.
Asıl düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onları kah-
retsin, nasıl da yalana sürükleniyorlar.” (Münafikûn 63/4)
5) Elçi gaybı bilmez
O sadece Allah’ın vahyettiği şeyleri bilir. Allah Teâlâ şöy-
le buyurur:
Kur'an'da Allah'ın Elçileri • 101

‫ول‬ ِ ّٰ‫ول َل ُكم ِعن ۪دي َخزاۤ ِئن ه‬


ُ ‫الل َو اَل ۤ اَ ْع َل ُم ا ْل َغ ْي َب َو اَل ۤ اَ ُق‬ ُ ‫ُق ْل اَل ۤ اَ ُق‬
ُ َ ْ ْ
‫وحى ِا َلي ُق ْل َه ْل َي ْس َتوِ ي اْالَ ْع ٰمى‬ ‫َل ُكم ِا ۪نّي َم َل ٌك ِا ْن اَ َّتب ُِع ِا اَّل ما ي‬
َّ ۤ ٰ ُ َ ْ
.‫ون‬ ۪
َ ‫َوا ْل َبص ُير َافَلاَ َت َت َف َّك ُر‬
“De ki: “Allah’ın hazinelerinin yanımda olduğunu
söylemiyorum. Gaybı da bilmem. Size, ‘ben bir mele-
ğim’ de demiyorum. Bana ne vahyedilirse ona uyarım”
De ki: “Gören ile görmeyen bir olur mu? Hiç düşünmez
misiniz?” (En’am 6/50)

‫ت‬ ّٰ‫ُق ْل َ آل َا ْم ِل ُك ِل َن ْف ۪سي َن ْف ًعا َو اَل َض ًّرا ِا اَّل َما َ ٓش َاء ه‬
ُ ‫اللُۜ َو َل ْو ُك ْن‬
۬‫وء ِا ْن اَ َنا‬
ُ ‫الس‬ ٓ ُّ ‫ت ِم َن ا ْل َخ ْيرِ ۚ َو َما َم َّس ِني‬ ُ ‫اَ ْع َل ُم ا ْل َغ ْي َب اَل ْس َت ْك َث ْر‬
َ
َ ُ‫ِا اَّل َن ۪ذ ٌير َو َب ۪ش ٌير ِل َق ْو ٍم يُ ْؤ ِمن‬
. ۟‫ون‬
“De ki: “Allah’ın yarattığı dışında kendim için, ya-
rarlı veya zararlı bir iş yapmaya gücüm yetmez; Eğer
gaybı bilseydim, daha çok malım olur, bana bir kötü-
lük dokunmazdı. Ben, inanan bir toplum için sadece bir
uyarıcı ve bir müjdeciyim, o kadar.” (Araf 7/188)
Nebiler bu durumda ise ya diğer insanlar ne durumda olur?
102 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

14 - GAYBI BİLMEK
Gayb, duyulardan uzak olan ve kişinin hakkında bilgisi ol-
mayan şeye denir.81
Allah’tan başkasının bilemeyeceği şeylere gayb-ı mutlak
denir.
Bir başka kişinin bildiği şey gayb-ı mutlak olmaz. Mesela
içinizden geçeni ben bilmem ama siz bilirsiniz. O, bana göre
gayb olur, size göre olmaz.
Şeyhler gaybı bildiklerini iddia ederler. Hatta daha ileri gi-
derek kıyametin ne zaman kopacağını, yarın ne olacağını ve
nerede öleceğini bildiğini söyleyenler bile vardır. Şimdi bu ko-
nuda Kur’an’ın nasıl hiçe sayıldığına bir örnek verelim:
Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‫ث َو َي ْع َلم َما ِفي اْالَ ْر َح ِام‬َ ‫اع ِة َويُ َن ِّز ُل ا ْل َغ ْي‬


َ ‫الس‬
ِ ِ ّٰ‫ِا َّن ه‬
َّ ‫الل ع ْن َد ُه ع ْل ُم‬
َ
ُ
‫َو َما َت ْدر۪ ي َن ْف ٌس َما َذا َت ْك ِس ُب َغ ًدا َو َما َت ْدر۪ ي َن ْف ٌس ِباَ ِ ّى اَ ْر ٍض‬
.‫الل َع ۪ليم َخب۪ ير‬ ِ ُ ‫َتم‬
ٌ ٌ َ ّٰ‫وت ا َّن ه‬ ُ
“Kıyâmet saatinin bilgisi Allah katındadır. Yağmu-
ru o indirir, dölyataklarındakini o bilir. Kimse yarın ne
kazanacağını bilemez. Kimse nerede öleceğini de bile-
mez. Allah bilir, her şeyden haberdardır.” (Lokman 31/34)
Konuyla ilgili olarak Ahmed b. el-Mübârek şeyhi Abdula-
ziz ed-Debbağ’a soruyor:

81. Rağıb el-Isfahânî, el- Müfredât, s.616, GYB maddesi.


Gaybı Bilmek • 103

“-Efendim, zahir âlimlerinden hadisçiler ve başkala-


rı Kur’an’da Lokman suresinde geçen gaybla ilgili beş şeyi
Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin bilip bile-
mediği konusunda ihtilaf etmişlerdir.
Şöyle cevap veriyor:
- Gaybla ilgili bu beş şey nasıl Allah’ın Elçisi sallallahu aley-
hi ve sellem Efendimize meçhul kalır? Onun ümmetinden ta-
sarrufa yetkili82 birinin tasarrufta bulunabilmesi için mutlaka bu
beş şeyi bilmesi gerekir.”83
Demek ki, bunlar yarın ne olacağını, nerede öleceklerini
ve kıyâmetin ne zaman kopacağını biliyorlar. O zaman yuka-
rıdaki ayeti, haşa hükümsüz sayıyorlar. Şimdi bir de şu ayetle-
re bakalım:

‫يها ُق ْل ِا َّن َما ِع ْل ُم َها ِع ْن َد َر ّب۪ي‬


َ ‫ان ُم ْر ٰس‬ َ ‫اع ِة َا َّي‬َ ‫الس‬
َّ ‫َي ْسـ َٔ ُلو َن َك َع ِن‬
‫ات َو اْالَ ْر ِض اَل‬ ِ ‫اَل يج ۪ ّليها ِلو ْق ِتهاۤ ِا اَّل ُهو َث ُق َل ْت ِفي السمو‬
َ ٰ َّ َ َ َ َ َ ُ
‫يكم ِا اَّل َب ْغ َت ًة َي ْسـ َ ُلو َن َك َكاَ َّن َك َح ِفي َع ْن َها ُق ْل ِا َّن َما ِع ْل ُم َها‬ ‫تا ۪ت‬
ٌّ ٔ ْ ُ َْ
.‫ون‬ َ ‫اس اَل َي ْع َل ُم‬ ِ ‫الل و ٰل ِكن اَ ْك َثر الن‬ ِ ِ
َّ َ َّ َ ّٰ‫ع ْن َد ه‬
“Sana kıyamet saatini soruyorlar, ne zaman bastı-
rıp kalacak diye? De ki: “Onun bilgisi sadece Rabbim-
dedir. Onu vaktinde ortaya çıkaracak olan odur. O,
hem göklerde hem yerde ağır etkisini gösterecek, size
gelişi ansızın olacaktır.” Sanki biliyormuşsun gibi sana

82. Tasarruf yetkisi iddiası Kur’an’a temelden karşıdır ve Allah’a ortak koş-
madan başka bir şey değildir. Bu konu Görünmez Erenler başlığı altında
incelenmiştir.
83. Abdülaziz ed-Debbâğ, el-İbrîz, (Tercüme: Celal Yıldırım) İstanbul 1979,
c. I, s. 521-522.
104 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

soruyorlar. De ki:“Onu Allah’tan başka kimse bilemez.


Ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (Araf 7/187)

.‫يها‬ ِ ِ ‫ ۪ف‬.‫يها‬ َ ‫اع ِة اَ َّي‬


َ ‫يم اَ ْن َت م ْن ذ ْك ٰر‬َ َ ‫ان ُم ْر ٰس‬ َ ‫الس‬
َّ ‫َي ْسـ َٔ ُلو َن َك َع ِن‬
.‫يها‬ ِ َ ‫ ِا َّنماۤ َا ْن‬.‫ِا ٰلى رب َِك م ْنتهيها‬
َ ‫ت ُم ْنذ ُر َم ْن َي ْخ ٰش‬ َ َ َٰ ُ َّ
“Sana kıyametin vaktini soruyorlar, ne zaman bas-
tırıp kalacak diye. Sen nerede, onu bilmek nerede!
Onun bilgisi Rabbinin katındadır. Sen sadece böyle bir
günden korkanı uyarırsın, o kadar.” (Naziat 79/42-45)
Abdulaziz ed-Debbâğ gibi Kur’an’ı hiçe sayan ve kendini
Kur’an’ın üstünde gören sapıkların sözlerini buraya almak iste-
mezdim ama ne yazık ki Müslümanların inançları bu gibi söz-
lerle kirletilmektedir.
Öğrenci iken Hasan Basri Çantay’ın “Kur’an-ı Hakîm ve
Meâl-i Kerîm” adlı mealini çok okurdum. Orada Abdulaziz ed-
Debbâğ’a kutsallık verilmekte, onun sözlerini içeren el-İbrîz
adlı kitaptan alıntı yapılarak bazı ayetler açıklanmaktadır. Bu
sebeple el-İbrîz, çok merak ettiğim ve okumak istediğim kitap-
lar arasına girmişti.
Kitabı, Celal Yıldırım’ın yaptığı tercümeden okudum. Ce-
lal Yıldırım da önsözünde el-İbrîz’i kutsallaştırmaktadır. Ona
göre, “.. aynı konudaki diğer eserler arasında el-İbrîz, katıksız
ve karışıksız altın niteliğindedir.
Çünkü Abdulaziz ed-Debbâğ, kemâl derecesinde bü-
yük bir velidir. İlim adamlarını şaşırtan, akıllara durgunluk
veren, tasavvuf erbabını hayrete düşüren ledünnî bir ilme
ve irfana sahiptir. O, bu kitapta Resulüllah sallallahu aley-
hi ve sellem Efendimizin yüce ruhuyla yaptığı görüşmele-
Gaybı Bilmek • 105

ri, misal ve melekût âlemindeki gözlemlerini perde perde


sergilemektedir...84”
Misal âlemi, rüya âlemi anlamına gelir. Melekût âlemi ise
meleklerin ve ruhların bulunduğu ve duyularla algılanamayan
âlem anlamına gelir. Her ikisine birden gayb âlemi denebilir.
Bu, Platon’un ideler âlemi anlayışının tasavvufa yansımasıdır.
Bir kişinin misal ve melekut âleminde gözlemlerde bulunma-
sı kabul edilemeyeceği gibi Allah’ın Elçisi’nin ruhuyla konuştu-
ğu iddiası kabul edilemez. Rüya görme olayı bunun dışındadır.
Doğru rüyayı herkes görebilir.
El-İbrîz, Kur’an’a taban tabana zıt iddialarla doludur. Bazı
felsefi izahlara sığınarak ve sır perdesi arkasına saklayarak bu
iddiaları doğru gösterme çabası kime ne kazandırır? Kur’an
tefsiri yazmış birinin bu çabayı göstermesi ne kötüdür!
Şimdi siz varın, kitabı okuduğumda ne hale geldiğimi dü-
şünün. Okumayı çok istediğim kitabın, Kur’an’a açıkça aykı-
rı sözleri bir marifet saymasına mı yanayım, yoksa Kur’an-ı
Kerim’i tefsir eden kişilerin, Kur’an’ı göz ardı eden çirkin söz-
lerle dolu bir kitabı kutsallaştırmasına mı?
Müslümanlar bugünkü hale durup dururken gelmediler el-
bet.
Şimdi gayb ile ilgili görüşmeye geçelim.
Şeyh Efendi- Evliyaullahın insanın kalbinden geçeni bil-
mesi haktır ve vakidir; buna keşf-i zamâir, keşf ma fil-kulûb”
derler. Birçok tasavvuf kitabında, evliya terceme-i halinde mi-
salleri bol bol vardır. Batılı âlimler dahi buna benzer olağanüs-
tü olayları bilimsel olarak tespit etmişlerdir.

84. Celâl Yıldırım’ın el-İbrîz tercümesine yazdığı önsözün kısa bir özeti.
106 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

“İçini okumak”, “telepati”, “malum olmak” gibi isimlerle


halkımız da bilir. Bendeniz hocamdan bunun pek çok misalini
gördüm, yaşadım.
Bize sure-i En’am’ın 50. âyetini delil getirmeye kalkışıyor-
sun. Sen hem de fetva komisyonunda vazifelisin.85 Hayret et-
tim, hem acıdım, hem de ayıpladım doğrusu! İslâmî ilimler ar-
tık bu kadar da geriledi mi diye teessüf ettim.
Bu, şeriata aykırı değildir. Meşhur Kurb-ı nevâfil hadisin-
de Yüce Peygamberimiz, Allahu Teâlâ’nın “... O abid ve zahid
kulumu sevdiğim zaman onun gören gözü, işiten kulağı, söy-
leyen dili, tutan eli, yürüyen ayağı olurum; benimle görür, be-
nimle işitir, benimle söyler, benimle tutar, benimle yürür” bu-
yurduğunu bildiriyor ya işte o haldir!86
Bayındır- İslâmî ilimler bu kadar da geriledimi diye teessüf
ediyorsunuz ya, işte onda haklısınız. İslâmî ilimlerin kaybolup
yerine hurafelerin geçtiğini bana siz öğretmiş oldunuz.

85. Bu tartışmanın olduğu tarihlerde İstanbul Müftülüğü Fetva Komisyonu


Başkanı’ydım. Cenab-ı Hak Ağustos 1976’dan 17 Şubat 1997’ye kadar
müftülüğün fetva işlerini yürütme nimetini bana lutfetmiştir. Ona sonsuz
hamd ve senalar ederim (Bayındır).
86. Esat Coşan (Halil Necatioğlu), Evliyanın Kerameti Haktır, Başyazı, İs-
lam Dergisi, Ağustos 1992, Sayı 108.
Bu yazı, Süleymaniye Camii’nde yaptığım bir vaaza cevap olarak kale-
me alınmıştır. Esad Coşan 2001 yılında vefat etmiştir. Kendisi hem İs-
lam edebiyatı profesörü hem de Nakşi tarikatının Halidî kolu şeyhlerin-
dendi. Bu tarikat, İstanbul’da İskenderpaşa Camii imamı merhum M. Za-
hid Kotku’nun devamı olduğu için İskenderpaşa Cemaati diye de anılır.
O gün Prof. Coşan ve cemaatinden ileri gelenler, benden önce camiye
gelerek mihrabın önüne yerleşmiş ve yaptığım vaazdan fazlasıyla rahat-
sız olmuşlardı. O güne kadar tasavvuf ve tarikatlar hakkında yeterli bilgi-
ye sahip değildim. Sayın Coşan’ın bu yazısı benim tasavvuf ve tarikatlar-
la yakından ilgilenmeme sebep oldu. Elinizdeki kitapçık o zaman başla-
yan, sonra genişleyen tartışmaların ürünüdür.
Gaybı Bilmek • 107

Rahmetli Mehmed Zahid Kotku, Ehl-i Sünnet Akaidi adlı


kitabında, bir kimseyi kâfir eden sözleri ve halleri belirtirken
şunları yazıyor:
“Gaybı biliyorum” iddiasında bulunanı tasdik eyleyen.
Ben çalınan malları bilirim, diyen.
Bana cinler haber verir diyen ve onun bu sözünü tasdik ey-
leyenler (kâfir olurlar). Zira gaybı ne ins (insan) bilir, ne cin bi-
lir. Bilâkis yalnız Cenab-ı Hakk bilir.”87
Şimdi siz varın “Evliyaullahın insanın kalbinden geçeni bil-
mesi haktır ve vakidir.” diyen kişinin yerini tayin edin.88
Keşif konusu aşağıda gelecektir.
Şeyh Efendi- Sen gayb kelimesinin anlamını ve gaybın çe-
şitlerini bilmeden konuşuyorsun. Mutlak gaybı ancak Allah cel-
le celalühu Hazretleri bilir, bildirmezse peygamberler de, evli-
yaullah da bilemez; ama Rabb’ül-âlemîn bildirirse her şey bi-
linir, söylenir. Bir kimsenin kalbindeki, zihnindeki, niyetinde,
içinde sakladığı şey “gayb-ı mutlak” değildir, bilinebilir, adetâ
okunabilir.89
Bayındır- Allah’tan başkasının bilemeyeceği şeyler gayb-ı
mutlaktır. Bir şeyi Allah’ın dışında bir başkası da biliyorsa o
87. Mehmed Zahid Kotku, Ehl-i Sünnet Akaidi, Küfrü Mucip Sözler ve
Haller, Seha Neşriyat, İst. 1992, s. 134.
Bu kitabı yayınlayan Sayın Coşan’dır. Demek ki, böyle önemli bir konu-
da kendi hocasının yazdığını bile okumamış.
88. Esat Coşan, Ehl-i Sünnet Akaidi adlı kitabın başına, rahmetli Kotku ile
ilgili olarak şunları yazmış: “...İnsanın kalbinden geçirdiğini bilir, gele-
nin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç ol-
duğu şeyi bağışlardı...” Bunlar aynı kitabın 134. sayfasından yaptığımız
alıntıya göre inanarak söyleyeni kâfir eder.
89. Esat Coşan (Halil Necatioğlu takma adı ile), İslam Dergisi, Ağustos
1992, Sayı 108.
108 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

gayb-ı mutlak olmaz. Mesela içinizden ne geçtiğini ben bilmem


ama siz bilirsiniz.
Münafıkların kalplerinde olanlar gayb-ı mutlak değildir.
Çünkü onlar kendi içlerini bilirler. Ama âyet-i kerime Muham-
med sallallahu aleyhi ve sellemin onların kalplerinde olanı bil-
mediğini açıkça ifade ediyor. Şöyle buyruluyor:

‫ون َو ِم ْن َا ْه ِل ا ْل َم ۪د َين ِة‬ َ ‫اب ُم َن ِاف ُق‬ِ ‫َو ِم َّم ْن َح ْو َل ُكم ِم َن اْالَ ْعر‬
َ ْ
‫اق اَل َت ْع َل ُم ُهم َن ْح ُن َن ْع َل ُم ُهم‬ ِ ‫مردوا ع َلى‬
ِ ‫النّ َف‬
ْ ْ َ ُ ََ
“Çevrenizdeki kimi çöl Arapları münafıktır. Medine
halkından da münafıklığa iyice alışmış olanlar vardır.
Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz.” (Tevbe 9/101)
Şeyh Efendi- Bir konuda araştırma yapılırken konu ile il-
gili bütün detaylar toplanmazsa doğru sonuca ve hakikate ula-
şılamaz. Bir âyet-i kerimeyi delil olarak ileri sürüp o konuda-
ki başka âyetleri nazar-ı dikkate almamak nâkıslıktır, kusurdur,
suçtur, manevi bakımdan da büyük tehlikedir. Evet, En’am su-
resinin 50. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruluyor:

ِ ّٰ‫ول َل ُكم ِعن ۪دي َخزاۤ ِئن ه‬


ۤ ‫الل َو اَل ۤ اَ ْع َل ُم ا ْل َغ ْي َب َو اَل‬ ُ ‫ُق ْل اَل ۤ اَ ُق‬
ُ َ ْ ْ
‫وحى ِا َلي‬ ‫ول َل ُكم ِا ۪نّي َم َل ٌك ِا ْن اَ َّتب ُِع ِا اَّل ما ي‬ُ ‫اَ ُق‬
َّ ۤ ٰ ُ َ ْ
“De ki: “Allah’ın hazinelerinin yanımda olduğunu
söylemiyorum. Gaybı da bilmem. Size, ‘ben bir mele-
ğim’ de demiyorum. Bana ne vahyedilirse ben ona uya-
rım…”
Bu böyle ama Yusuf suresinin 96. âyetinde Yakub aleyhis-
selamın şöyle dediği anlatılıyor:
Gaybı Bilmek • 109

“... ve ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri Allah tarafın-


dan (bana bildirildiği için) bilirim.”90
Bayındır- Kendi sözünüzü kendiniz çürütüyorsunuz. “Bir
kimsenin kalbinde, zihninde, niyetinde, içinde sakladığı şey bi-
linebilir, adetâ okunabilir” ise Yakub aleyhisselam Yusuf’u ku-
yuya atmaya karar veren oğullarının içini neden okuyamadı da
onu onlara teslim etti?91
Peki ya Yusuf’u kuyuya attıktan sonra ağlayarak yanına
gelen oğullarının kalplerinde olanı okuyup da burnunun dibin-
deki kuyuda olan oğlunu neden kurtaramadı?
Biraz düşünseniz Yusuf suresinin 96. âyetinin de size delil
olmadığını anlarsınız.
Surenin başında Yusuf, gördüğü bir rüyayı babası Yakub’a
anlatmış, o da onun Allah’ın elçisi olacağını anlamıştı.
Bu sebeple, bir gün ortaya çıkacağına inanıyordu. Ayet-
ler şöyledir:
90. Esat Coşan, yukarıdaki yazının devamı.
91. Kardeşlerinin babalarından izin koparıp Yusuf’u götürmeleri ve kuyu-
ya atmaları Yusuf suresinde şöyle anlatılır: Kardeşleri: “Biz birbirimi-
ze bağlı bir topluluk olduğumuz halde, babamız, Yusuf’u ve kar-
deşini daha çok seviyor. Babamız gerçekten apaçık bir yanlışlık
içindedir.
Yusuf’u öldürün veya onu bir yere bırakıverin ki babanız size kalsın;
ondan sonra da iyi kimseler olursunuz” dediler.
İçlerinden biri: Yusuf’u öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine
bırakın. Böyle yaparsanız yolculardan onu bulup alan olur” dedi.
Bunun üzerine “Ey babamız! Yusuf’un iyiliğini istediğimiz halde,
onun hakkında niçin bize güvenmiyorsun? Yarın onu bizimle bera-
ber gönder de gezsin oynasın, biz onu iyi koruruz” dediler.
Babaları, “Onu götürmeniz beni üzüyor; siz farkına varmadan onu
kurdun yemesinden korkarım” dedi.
Dediler ki, “Biz bu kadar kişi olduğumuz halde yine de kurt onu yer-
se artık yazıklar olsun bize.” (Yusuf 12/8-13)
110 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

ِ۪ ِ ِ‫ا‬ ِ
‫ت اَ َح َد َع َشر َك ْو َكبا‬
ً َ ُ ‫وس ُف لَب۪يه َياۤ اَ َب ِت انّي َراَ ْي‬ ُ ُ‫ا ْذ َق َال ي‬
‫ َق َال َيا ُب َني اَل َت ْق ُص ْص‬.‫ين‬ ۪ ِ ‫الشمس و َا ْل َقمر ر َايتهم ۪لي س‬
َّ َ ‫اجد‬ َ ْ ُ ُ ْ َ َ َ َ َ ْ َّ َ
‫و‬
ِ ‫ان ِللاْ ِ ْنس‬
‫ان‬ َ َّ ‫يدوا َل َك َك ْي ًدا ِا َّن‬
َ ‫الش ْي َط‬ ُ ‫ُر ْء َيا َك َع ٰل ۤى ِا ْخ َو ِت َك َف َي ۪ك‬
ِ ‫يك َر ُّب َك َويُ َع ِّل ُم َك ِم ْن َت ْا ۪و‬
‫يل‬ َ ۪‫ َو َك ٰذ ِل َك َي ْج َتب‬.‫ين‬ ٌ ۪‫َع ُد ٌّو ُمب‬
‫وب َك َماۤ اَ َت َّم َها‬ ِ ِ ِ ِ ۪
َ ‫اْالَ َحاديث َويُت ُّم ن ْع َم َت ُه َع َل ْي َك َو َع ٰل ۤى ٰال َي ْع ُق‬
.‫َع ٰلى َا َب َو ْي َك ِم ْن َقب ُل ِا ْبر ۪هيم َو ِا ْس ٰح َق ِا َّن َر َّب َك َع ۪ليم َح ۪كيم‬
ٌ ٌ َ ٰ ْ ۤ
“Yusuf babasına: “Babacığım! Rüyamda on bir yıl-
dızı, güneşi ve ayı bana secde ederken gördüm” demişti.
Babası dedi ki; “Yavrucuğum! Rüyanı kardeşleri-
ne anlatma, sana tuzak kurarlar; şeytan insanın apa-
çık düşmanıdır.”
“Rabbin seni rüyandaki gibi (elçi) seçecek, sana
olayları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların
İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi, sana
ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Rabbin bilir,
dğru karar verir.” (Yusuf 12/4-6)
11 yıldız Yusuf’un 11 kardeşi, güneş ve ay da anne-baba-
sı diye yorumlanmıştı.92 Günün birinde bunlar onun karşısında
saygıyla eğileceklerdi. Yakub bunu bekliyordu.

‫يه َع ٰلى َو ْجهِ ۪ه َف ْار َت َّد َب ۪صيرا َق َال اَ َلم‬ ۪


ُ ‫َف َل َّماۤ اَ ْن َجاۤ َء ا ْل َبش ُير اَ ْل ٰق‬
ْ ً
‫ون‬
َ ‫الل َما اَل َت ْع َل ُم‬ ِ ّٰ‫اَ ُق ْل َل ُكم ِا ۪نّي اَع َلم ِمن ه‬
َ ُ ْ ۤ ْ
92. Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Tefsîr’üt-Taberî, Beyrut 1412/1992, c.
VII, s.149.
Gaybı Bilmek • 111

“Müjdeci gelip, gömleği Yakub’un yüzüne bırakın-


ca gözleri açıldı. Yakub dedi ki; “Size, sizin bilmediğini-
zi Allah’ın bildirmesiyle bilirim dememiş miydim?” (Yu-
suf 12/96)

Gaybı bilmeye delil getirdiğiniz âyet işte bu durumu orta-


ya koyuyor.
Sizin sözleriniz müritleri iyice şaşırtıyor93. Mesela Medine-i
Münevvere’de hacılarla sohbet ederken gaybı Allah’tan baş-
ka kimsenin bilemeyeceğinden bahsettim. Müridelerinizden bir
hanım dedi ki, “Siz öyle söylüyorsunuz ama ben biliyorum ki,
benim şeyhim gece yatakta kaç kere sağa sola döndüğümü
bile bilir.”
Şeyh Efendi- (İleri atılarak) Allah bildirirse bilemez mi?
Allah’ın buna gücü yetmez mi?
Bayındır- Allah’ın gücünün yetmediği ne var ki? Ama
Allah’ın gücüyle delil getirilmez. Allah dilese Muhammed sal-
lallahu aleyhi ve sellemi cehenneme, şeytanı cennete koyamaz
mı? Onun buna gücü yetmez mi?
Şeyh Efendi- Elbette yeter.
Bayındır- Ama o, şeytanı cehenneme koyacağını Muham-
med sallallahu aleyhi ve sellemi de cennette Makâm-ı Mahmud
denen en üst makama getireceğini bildirmiştir94.
Bütün gaybı bilen Rabbimiz şöyle buyurur: “Allah size
gaybı bildirecek değildir.” (Al-i İmran 3/179) O böyle dedikten
sonra artık kim bunun aksini iddia edebilir?

93. Bundan sonraki iddialar Mahmut Ustaosmanoğlu (Mahmut Efendi) ve


ekibi ile yaptığımız görüşmede ortaya atılmıştır.
94. Geceleyin uyanıp, yalnız sana mahsus olarak fazladan namaz kıl. Ba-
karsın Rabbin seni makam-ı mahmûda yükseltir. (İsra 17/79)
112 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Şeyh Efendi- Ama Allah Teâlâ bir de şöyle buyurur: “O


bütün gaybı bilir, gaybını kimseye açıklamaz. Ancak di-
lediği elçi bunun dışındadır.” (Cin 72/26-27)
Evliya Allah’ın Elçisi’nin varisi olduğu için Allah’ın Elçisi’ne
açıklanan onlara da açıklanır.
Bayındır- O âyetler, Elçilere vahyin geliş şekliyle ilgilidir.
Doğru anlamak için âyetlerin tamamını okumak gerekir.

‫ ِا اَّل َم ِن ْار َت ٰضى ِم ْن‬.‫َع ِالم ا ْل َغي ِب فَلاَ يُ ْظهِ ر َع ٰلى َغيب ۪ ِۤه اَ َح ًدا‬
ْ ُ ْ ُ
‫ لي ْع َلم اَ ْن‬.‫ول َف ِا َّن ُه َي ْس ُل ُك م ْن َبي ِن َي َد ْيه َوم ْن َخ ْلفه َر َص ًدا‬
ِ ۪ ِ ِ ِ ِ ٍ ‫رس‬
ُ َ
َ َ ْ
‫اط ب َِما َل َد ْيهِ م َو َا ْح ٰصى ُك َّل‬
ْ َ ‫َق ْد َا ْب َل ُغوا رِ َس اَال ِت َر ّبِهِ ْم َو َا َح‬
.‫َشي ٍء َع َد ًد‬
ْ
“Allah bütün gaybı bilir. O, seçtiği elçi dışında kim-
seye gaybını açmaz. Onun da önüne ve arkasına gözcü-
ler diker. Böylece o elçi, Rablerinin gönderdiklerini me-
leklerin ulaştırdığını, onların yanında olanın tamamı-
nı aldığını ve her şeyi bir bir kavradığını bilmiş olur.”
(Cin 72/26-28)

Allah’ın elçisine şeytan da gelebilir. Allah Teâlâ şöyle bu-


yurmuştur:

‫ول َو اَل َنب ٍِي ِا اَّل ۤ ِا َذا َت َم ّٰنى اَ ْل َقى‬


ٍ ‫وماۤ اَرس ْل َنا ِمن َقب ِل َك ِمن رس‬
ُ َ ْ
ۤ ّ ْ ْ َ ْ َ َ
ِ ِ ۪ ِ ۪
ّٰ‫الش ْي َطا ُن ف ۤي اُ ْمن َّي ِته َف َي ْن َس ُخ ه‬
ُ‫الل‬
ّٰ‫الش ْي َطا ُن ثُ َّم يُ ْحك ُم ه‬ َّ ‫اللُ َما يُ ْلقي‬ َّ
.‫اللُ َع ۪ليم َح ۪كيم‬
ٌ ٌ ّٰ‫ٰا َي ِات ۪ه َو ه‬
Gaybı Bilmek • 113

“Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebi ve elçi


yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzu-
suna vesvese karıştırmış olmasın. Allah şeytanın karış-
tırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini pekiştirir.
Allah bilendir, hakîmdir.” (Hacc 22/52)
Bazı tefsirlerde En’am suresinin inişi ile ilgili Enes b.
Malik’ten gelen şöyle bir rivayetten söz edilir: “Allah’ın Elçisi
şöyle dedi: Kur’an’dan En’am suresinin dışında bir sure bana
toptan inmedi. Şeytanlar bu sure için toplandıkları kadar hiç-
bir sure için toplanmamışlardı. Bu sure bana, Cebrail ile birlik-
te elli bin melekle gönderildi. Bunu kuşatmışlar, bir düğün deb-
debesiyle getirdiler.”95
Elçinin, kendine gelenin melek olduğuna ve söylediği söze
şeytan vesvesesi karışmadığına güvenmesi gerekir. Cenab-ı
Hakk’ın vahiy esnasında elçinin etrafına melekler dizmesi bun-
dandır.
Vahyin gelişi ile ilgili bir âyeti alıp gaybın bilinebileceğine
delil getirmeye imkan var mıdır?

95. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İst. 1936, c.
II, s. 1861-1862.
114 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

15 - ŞEYHLERE VAHİY 96
Vahiy, fısıldama ve gizli konuşma anlamlarına gelir. Allah
nebiler seçer ve insanlara duyurmak istediği sözlerini, Cebrail
aleyhisselam aracılığı ile onlara vahyeder. Cebrail’in konuşma-
sını o nebiden başkası duymadığı için ona vahiy denir.
Vahiy ilham anlamına da gelir. Çünkü ilham, Allah’ın in-
sanın içine doğurduğu şeydir. O da gizlidir ama kişiseldir; hiç
kimseye duyurulması gerekmez. Müslüman kâfir herkes ilham
alabilir. Bu konu ileride gelecektir.
Vahiy denince, çoğunlukla nebilere gelen vahiy anlaşılır.
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile nebilik bitmiş ve böy-
le bir vahyin kapısı kapanmıştır.
Şeyh Efendi- Allah bazı şeyleri şeyhlere vahyeder. Allah
Teâlâ Musa’nın annesine vahyetmedi mi? Ayette şöyle buyru-
luyor:
‫وسى َا ْن َا ْر ِض ۪ع ِيه‬ ‫واوحينا ِالى ا ِم م‬
ۤ ٰ ُ ُّ ۤ ٰ َْۤ َ َْ َ
“Musa’nın annesine onu emzir diye vahyettik.” (Ka-
sas 28/7)

Mürit- Allah arıya bile vahyetmiştir, şeyhlere niye etme-


sin. O, şöyle buyurur:

‫وتا َو ِم َن‬ ِ ‫النح ِل َا ِن َّات ِخ ۪ذي ِمن ا ْل ِجب‬


ً ‫ال ُب ُي‬ ِ
َ َ ْ َّ ‫َواَ ْو ٰحى َر ُّب َك ا َلى‬

96. Bu bölümdeki iddialar Mahmut Ustaosmanoğlu (Mahmut Efendi) ve eki-


bi ile yaptığımız görüşmede ortaya atılmıştır.
Şeyhlere Vahiy • 115

‫اس ُل ۪كي‬ ِ َّ ‫ ثُم ُك ۪لي ِمن ُك ّ ِل‬.‫ون‬


ْ ‫الث َم َرات َف‬ ‫الشجرِ و ِمما يعرِ ش‬
ْ َّ َ ُ ْ َ َّ َ َ َّ
. ً‫ُسب َل َر ّب ِِك ُذلُلا‬
ُ
“Rabbin bal arısına şunları vahyetti: Dağlarda,
ağaçlarda ve insanların yaptıkları çardaklarda kendi-
ne evler edin. Sonra bütün ürünlerden ye ve Rabbinin
sana gösterdiği yollara koyul.” (Nahl 16/68-69)
Bayındır- Bu âyetlerdeki vahiy, Allah’ın nebilerine yap-
tığı cinsten değildir. Yani bir arının, kendine vahyedileni bir
başka arıya anlatması gerekmez. Allah ona da aynı şeyi vah-
yetmiştir.
Vahyin çeşitleri ile ilgili olarak şöyle buyurulur:

ٍ ‫ائ ِح َج‬
‫اب‬ ِ ‫اللُ ِا اَّل َو ْحيا َا ْو ِم ْن َو َ ٓر‬ ّٰ‫ان ِل َب َشرٍ َا ْن يُ َك ِّل َم ُه ه‬
َ ‫َو َما َك‬
ً
ۜ ُ ‫وحي ب ِِا ْذ ِن ۪ه َما َي َ ٓش‬
. ‫اء ِا َّن ُه َع ِلي َح ۪كيم‬ ِ ‫او ير ِسل رسول في‬
ٌ ٌّ َ ُ َ ً‫َ ْ ُ ْ َ َ ُ ا‬
“Allah hiçbir insanla konuşmaz; ama vahiy ile per-
de arkasından yahut emrettiklerini izniyle vahyettirdiği
bir elçi göndermesi şeklinde olursa başka. O, yücedir,
doğru karar verir.” (Şûrâ 42/51)
Bu üç çeşit vahiyden birincisi her insana olur. Musa aley-
hisselamın annesine ve Meryem validemize gelen vahiy budur.
Buna ilham deriz. Perde arkasından olan vahiy de daha çok rü-
yalar şeklindedir. Yusuf aleyhisselamın ve Kıralın rüyasında ol-
duğu gibi Allah, bazı bilgileri bize rüyada ulaştırır. Bunlar için
müslüman olmak şart değildir.
Nebilere gelen vahiy bunların üçüncüsüdür. Onlar vah-
yi, insanlara tebliğ etmek ve uygulamak için aldıklarından her
116 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

nebi, aynı zamanda Allah’ın elçisidir. O vahyi, Allah’ın bir


başka elçisi olan Cebrail’den alır. Allah Teâlâ şöyle buyur-
muştur:

ٍ ‫ ِا َّنه َل َقو ُل رس‬.ۙ‫ والصب ِح ِا َذا َت َن َّفس‬.ۙ‫وا َّلي ِل ِا َذا عسعس‬


‫ول‬ ُ َ ْ ُ َ ْ ُّ َ َ َ ْ َ ْ َ
‫ َو َما‬.ۜ‫ين‬ٍ ‫ ُم َطا ٍع َث َّم اَ ۪م‬.ۙ‫ين‬ ٍ ‫ ۪ذي ُق َّو ٍة ِع ْن َد ِذي ا ْل َعر ِش َم ۪ك‬.ۙ‫يم‬ ٍ ۪‫َكر‬
ْ
‫ َو َما ُه َو َع َلى‬.ۚ‫ين‬ ٍ ُ‫احب ُكم بِمجن‬
ِ ۪‫ َو َل َق ْد َر ٰا ُه ب اِْال ُ ُف ِق ا ْل ُمب‬.ۚ‫ون‬ ِ
ْ َ ْ ُ ‫َص‬
.ۜ‫ون‬ ٍ ‫ان ر ۪ج‬
َ ‫ َف َا ْي َن َت ْذ َه ُب‬.ۚ‫يم‬ ٍ ِ
َ ‫ َو َما ُه َو ِب َق ْول َش ْي َط‬.ۚ‫ين‬ ٍ ‫ا ْل َغ ْي ِب ب َِض ۪ن‬
‫ َو َما‬.‫ ِل َم ْن َ ٓش َاء ِم ْن ُكم اَ ْن َي ْس َت ۪قيم‬.ۙ‫ين‬ ۪ ِ ِ ِ ِ
َ ْ َ ‫ا ْن ُه َو ا اَّل ذ ْك ٌر ل ْل َعا َلم‬
.‫ين‬ ۪
َ ‫اللُ َر ُّب ا ْل َعا َلم‬ ّٰ‫اؤ َ۫ن ِا َّ آل اَ ْن َي َ ٓش َاء ه‬ ُ ‫َت َ ٓش‬
Başlayınca geceye, nefeslenince sabaha yemin ede-
rim ki, Kur’ân değerli bir elçinin sözüdür. Güçlü, Arşın
sahibi yanında itibarlı, orada saygı gören, güvenilir elçi
Cebrail’in sözüdür. Sizin arkadaşınız (Muhammed ise)
cinlerin etkisinde değildir.
O, Cebrail’i apaçık ufukta görmüştür. Kendinde-
ki gayb bilgisini (aldığı vahyi) kimseden saklamaz. Bu
Kur’ân, taşlanmış Şeytan’ın sözü değildir. Öyleyse ne-
reye gidiyorsunuz? Kur’ân, herkes için zikirdir. Sizden
doğruluğu ölçü alanlar için. Doğru ölçünüz, sadece
Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın düzenine uyan ölçünüz-
dür.” (Tekvîr 81/17-29)
Rüya kesin bilgi ifade etmeyebilir. İlham da vesvese ile ka-
rışabilir. Ama nebî olan resule gelen vahyin kesin olması ge-
rekir. Bu sebeple vahyin bu çeşidi, Cebrail aleyhisselama eşlik
eden bir melek ordusuyla gelir. İlgili âyetler şöyledir:
Şeyhlere Vahiy • 117

‫ ِا اَّل َم ِن ْار َت ٰضى ِم ْن‬.ۙ‫َع ِالم ا ْل َغي ِب فَلاَ يُ ْظهِ ر َع ٰلى َغيب ِ۪هٓ اَ َح ًدا‬
ْ ُ ْ ُ
‫ لي ْع َلم َا ْن‬.ۙ‫ول َف ِا َّن ُه َي ْس ُل ُك م ْن َبي ِن َي َد ْيه َوم ْن َخ ْلفه َر َص ًدا‬
ِ ۪ ِ ِ ِ ِ ٍ ‫رس‬
ُ َ
َ َ ْ
‫اط ب َِما َل َد ْيهِ م َو َا ْح ٰصى ُك َّل‬
ْ َ ‫َق ْد َا ْب َل ُغوا رِ َس اَال ِت َر ّبِهِ ْم َو َا َح‬
.‫َشي ٍء َع َد ًدا‬
ْ
“Allah bütün gaybı bilir. O, seçtiği elçi dışında kim-
seye gaybını açmaz. Onun da önüne ve arkasına gözcü-
ler diker. Böylece o elçi, Rablerinin gönderdiklerini me-
leklerin ulaştırdığını, onların yanında olanın tamamı-
nı aldığını ve her şeyi bir bir kavradığını bilmiş olur.”
(Cin 72/26-28)

Nebilik bitmiş ve vahiy alma kapısı kapanmıştır. Bundan


sonra yapılacak tek iş, Allah’ın kitabını ve her biri birer hikmet
olan Sünneti iyi kavrayarak yaşamak ve onları insanlığa teb-
liğ etmektir.
118 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

16 - NEBİYE MİRASÇI OLMAK 97


Mürit- Allah’ın veli kulları Allah’ın Elçisi’nin halifesidir.
Şeyh Efendi- Allah’ın velileri peygamberlerin varisidir.
Onlara olanlar bunlara da olur.
Bayındır- Allah’ın nebisine varis olma işi pek anlaşılma-
mış galiba. Nebî, “değeri Allah tarafından yükseltilmiş kişi”
anlamına gelir98. Nebî olmak insanın elinde değildir. Kendine
Kitap verilenlerden başkası o makama getirilmez. AllahTeâlâ
şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar tek bir topluluktu. Sonra Allah onlara,
müjde veren ve uyarıda bulunan nebiler gönderdi. On-
larla birlikte doğruları gösteren kitap da indirdi ki, ay-
rılığa düştükleri konularda insanlar arasında hüküm
versin. Onda ayrılığa düşenler kendilerine Kitap veri-
lenlerden başkası olmadı.99
O açık belgeler geldikten sonra birbirlerinin hakla-
rına göz diktikleri için böyle oldu. Sonra Allah inanmış
olanları, anlaşamadıkları konuda, kendi izniyle doğru-
ya ulaştırdı. Allah, gayret göstereni doğruya yöneltir.”
(Bakara 2-213)

97. Bu bölümdeki iddialar Mahmut Ustaosmanoğlu (Mahmut Efendi) ve eki-


bi ile yaptığımız görüşmede ortaya atılmıştır.
98. Nebi = ‫النبي‬
ُّ kelimesi ٌ‫ فَعيل‬vezindedir; “değeri yükseltilmiş” anlamında ism-i
mef’uldür.
99. Kişi kendi durumunu Allah’ın kitabıyla karşılaştırmadan yolunun sapık
olduğunu anlayamaz. Bunu anlayanlardan kimi yolunu düzeltir, kimi de
bile bile sapıklık içinde kalır. Bu da kendine kitap ve peygamber gönde-
rilen toplumlarda ayrılıklara sebep olur.
Nebiye Mirasçı Olmak • 119

Nebi, çok değerlidir. Allah Teâlâ, son nebisi ile ilgili olarak
şöyle buyurmuştur:
Bu Nebî, müminler için kendi canlarından değerli-
dir, eşleri de analarıdır. (Ahzâb 33/6)
Allah Teâlâ, bu yüce makama getirdiği kişiler dışında hiç
kimseye nebî dememiştir. Nebîlik görevi muhammed aleyhis-
selam ile sona ermiştir.
“Muhammed, erkeklerinizden birinin babası değil-
dir ama Allah’ın resûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Al-
lah her şeyi bilir.” (Ahzab 33/40)
Resul elçi anlamındadır. Elçi, kendinden bir şey katma-
dan birinin sözünü diğerine ulaştırmakla görevli kişidir100. Elçi-
lik, nebi olmayan kişilerin de üstlenebileceği bir görevdir. Allah
Teâlâ, Mısır Kralının Yusuf aleyhisselama gönderdiği elçiye re-
sul (‫)الر ُسول‬,
َّ demiştir. Bununla ilgili âyet şöyledir:

‫ول َق َال ْار ِج ْع ِا ٰلى‬ ُ ‫وني ب ِ۪هۚ َف َل َّما َ ٓج َاء ُه الر ُس‬ ۪ ‫و َق َال ا ْلم ِل ُك ا ْئت‬
ُ َ َ
َّ
…‫ن‬ ۜ َّ ‫النّ ْس َو ِة ال ّٰ۪تي َق َّط ْع َن َا ْي ِد َي ُه‬
ِ ‫ال‬ ُ ‫َر ّب َِك َف ْسـ َ ْل ُه َما َب‬
ٔ
“Kralın resulü geldiğinde Yusuf dedi ki: “Efendine
dön de sor bakalım, ellerini kesen kadınların derdi ney-
miş?..” (Yusuf 12/50)
Demek ki, her resul nebî değildir ama her nebi resul olmak
zorundadır. Çünkü kendine verilen kitabı tebliğ etmezse nebi
olmasının bir anlamı olmaz. Allah Teâlâ İsmail aleyhisselam ile
ilgili olarak şöyle buyurur:

100. M
 ecelle m. 1450. (Risalet, bir kimse tasarrufta dahli olmaksızın bir ki-
mesnenin sözünü diğere tebliğ etmektir. Ol kimseye resul ve ol kimes-
neye mürsil ve diğerine mürselun ileyh denir.)
120 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

َ ‫ان َص ِاد َق ا ْل َو ْع ِد َو َك‬


‫ان‬ ۘ َ ‫اب ِا ْس ٰم ۪ع‬
َ ‫يل ِا َّن ُه َك‬ ِ ‫َوا ْذ ُكر ِفي ا ْل ِك َت‬
ْ
.ۚ‫ول َنب ًِّيا‬ ً‫َر ُس ا‬
Bu kitapta İsmail’i de an, o verdiği sözde durmuş-
tu; nebî olan resul idi. (Meryem 19/54)
Nebi olmayan resullerin vahiy alması gerekmez. Onlarla il-
gili olarak şöyle buyurulmuştur:

‫ين‬ ِ
ُ ۪‫الر ُس ِل ا اَّل ا ْل َبلاَ ُغ ا ْل ُمب‬
ُّ ‫َف َه ْل َع َلى‬
“Resullere apaçık tebliğden başka ne düşer?” (Nahl
16/35)

Bu sebeple vahiy almayan, sadece nebîye inmiş âyetleri


tebliğ eden resuller de vardır. Şu âyetler, onlardan bahseder:

.ۚ‫ين‬ ۪
َ ‫وح ا ْل ُم ْر َسل‬
ٍ ُ‫َك َّذ َب ْت َق ْو ُم ن‬
“Nuh kavmi resulleri yalanladı.” (Şuara 26/105)

‫ين‬ ِ
َ ‫اد ا ْل ُم ْر َسل‬
ٌ ‫َك َّذ َب ْت َع‬
“Ad kavmi resulleri yalanladı.” (Şuara 26/123)

.ۚ‫ين‬ ۪ ٍۨ
َ ‫َك َّذ َب ْت َق ْو ُم لُوط ا ْل ُم ْر َسل‬
“Lût kavmi resulleri yalanladı.” (Şuara 26/160)
Nuh kavmine Nuh, Ad kavmine Hûd, Lût kavmine de Lût
aleyhisselam nebi ve resul olarak gönderilmişti. Diğer resuller,
Nuh, Hûd ve Lût aleyhimusselama inen ayetleri tebliğ eden re-
sullerden başkası olamaz.
Nebiye Mirasçı Olmak • 121

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem son nebi olduğu


için artık vahiy alma ve mucize gösterme kapısı kapanmıştır.
Ona varis olma, ancak onun getirdiği Kur’an’ı insanlara anlat-
ma ve tebliğ etme şeklinde olabilir. Bu da her müslümana ve-
rilen görevdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah, kendilerine kitap verilenlerden kesin söz al-
dığında şunları söyledi: “O Kitabı insanlara kesinlikle
açıklayacaksınız ve asla gizlemeyeceksiniz.” Ama onlar
Kitabı arkalarına attılar ve karşılığında geçici bir bedel
aldılar. Aldıkları o şey ne kötüdür!” (Al-i İmran 3/187)
Kur’an’ı tebliğ görevini ihmal edenlerin düşeceği kötü du-
rum şu şekilde açıklanmıştır:
“İndirdiğimiz açık ayetleri ve doğru yolu Kitapta in-
sanlara açıklamamızdan sonra gizleyenleri Allah dış-
layacaktır. Dışlayacak olanlar da dışlayacaktır. Tevbe
edip kendini düzelten ve onları açıklayanlar başka. On-
ların tevbesini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul ede-
rim, ikramım boldur.” (Bakara 2/159-160)
“Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyenler ve
ona karşılık biraz çıkar sağlayanlar var ya, onlar karın-
larına sadece ateş doldururlar. Allah Kıyamet günü on-
larla konuşmaz. Onları aklamaz. Onlara acı bir azap
vardır.” (Bakara 2/174)
Muhammed aleyhisselam da şöyle demiştir:

‫بلغوا عني ولو آية‬


“Benden aldığınız bir âyet de olsa tebliğ edin.” (Buhârî, el-
Enbiyâ 50)
122 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Bu durumda her müslümanın Muhammed aleyhisselama


varisidir. Çünkü Kur’an’ı tebliğ görevi her müslümana veril-
miştir.
Size gelince; siz Allah’ın bir kısım âyetlerini gizlemek ve
dinde olmayan şeyleri dine yamamak için olağanüstü gayret
gösteriyorsunuz. Yaptığınız yamaları kabul ettirebilmek için de
vahiy aldığınızı iddia ediyorsunuz. Mucize yerine kerâmet gös-
terdiğinizi ima ederek kendinizi kutsallaştırıyorsunuz. Allah’ın
dinine ters düşmenize rağmen onun velisi olmayı da kimse-
ye bırakmıyorsunuz. “Allah’ın veli kulları peygamberlerin va-
risidir. Onlara olan şeyler bunlara da olur” diyerek yoldan çık-
mışlığınızı perçinliyorsunuz. Lütfen vakit varken tevbe edin ve
yola gelin.
Mucize • 123

17 - MUCİZE
Elçilerin mucizeleri vardır. Mucize, bir şahsın Allah’ın ne-
bisi ve elçisi olduğunun ispat belgesidir.
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin mucizesi Kur’an-ı
Kerim’dir. Kur’an ile tanışan herkes onu getirenin Allah’ın el-
çisi olması gerektiğini anlar. Çünkü o, insanın yazabileceği bir
kitap değildir. Bu, tıpkı İsa aleyhisselâmın Allah’ın izniyle ölü-
leri diriltmesi, kuş heykeli yapıp Allah’ın izniyle üfürünce can-
lı hale gelmesi; Salih aleyhisselâmın Allah’ın izniyle kayadan
bir deve çıkarması gibi hiç bir insanın benzerini yapamayaca-
ğı şeydir. Ama o kuş uçup gider, dirilen kişi tekrar ölür ve deve
kesilirse, bunlar ondan sonra gelenler için mucize olma özelli-
ğini yitirmiş olur.
Kur’an’ın mucizeliği süreklidir. Onu dünyanın neresinde,
kim ne zaman okur ve manasını anlarsa onun ancak Allah’ın
sözü, onu getiren kişinin de Allah’ın elçisi olabileceğini kavrar.
Allah Teâlâ Kur’an’ı korumayı bizzat üstlendiği için onun mu-
cizeliği kıyamete kadar devam edecektir. Kur’an var oldukça
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin Allah’ın elçisi olduğu-
na inanma mecburiyeti de var olacak ve yeni bir elçiye ihtiyaç
kalmayacaktır.
Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme varis olacak âlimin
yapacağı şey, insanları Kur’an’a çağırmaktır. Eğer Kur’an’ın
dışında başka bir şeye çağırırsa yoldan çıkmış olur.
124 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

18 - KERÂMET
Mürit- Sen kerâmeti inkâr mı ediyorsun?
Bayındır- Hayır, kerâmeti inkâr etmiyorum, bazı rastlantı-
ları ve uydurma hikâyeleri kerâmet adı altında mucize gibi kul-
lanmanızı yadırgıyorum. O yalanları, Allah’ın özel dostu oldu-
ğunuzun delili sayıyor, çevrenizdekilerle birlikte batıyorsunuz.
Kerâmet, değerli olmak demektir.101 Allah Teâlâ insanı
değerli (kerâmetli) yarattığını ve birçok şeyi onun emrine ver-
diğini açıklamıştır.

‫اهم‬ ‫اهم ِفي الب ِر والبحرِ ورزقن‬ ‫ولقد كرمنا ب ۪ني ادم وحملن‬
ْ ُ َْ َ َ َ ْ َْ َ ّ َْ ْ ُ َ ْ َ َ َ َ َ ٰ ۤ َ َ ْ َّ َ ْ َ َ َ
. ً‫اهم َع ٰلى َك ۪ثيرٍ ِم َّم ْن َخ َل ْق َنا َت ْف ۪ضيلا‬ ‫ات وفضلن‬ ِ ‫ِمن ال َّطيِب‬
ْ ُ َ ْ َّ َ َ َّ َ
“Âdemoğullarını değerli (kerametli) kıldık. Onları
karada ve denizde taşıdık. Onlara temiz ve lezzetli rı-
zıklar verdik. Yarattığımız birçok şeyden dea üstün kıl-
dık.” (İsra 17/70)
İnsanoğlunun dışında, gideceği yere başkaları tarafından
taşınan varlık yoktur. En büyük ikrâm, şirkten uzak bir imandır.

‫يما َن ُهم ِبظُ ْل ٍم اُوۨ ٰلۤ ِئ َك َل ُهم اْالَ ْم ُن‬ ‫ال ۪ذين امنوا ولم يلبِسوا ۪ا‬
ُ ْ َ ۤ ُ ْ َ ْ َ َ ُ َ ٰ َ َّ َ
.‫ون‬
َ ‫َو ُه ْم ُم ْه َت ُد‬
“İnanan ve imanlarına şirk102 bulaştırmayanlar var
101. Mütercim Asım, Kamus Tercümesi, c. IV, s.464,465.
102. A
 yette şirk diye tercüme edilen kelime “zulüm” dür. Bu anlam hem bir
önceki ayetten, hem de Lokman suresinin 13. ayetindeki “Şirk gerçek-
ten büyük bir zulümdür.” âyetinden anlaşılmaktadır.
Kerâmet • 125

ya işte güven onların hakkıdır; doğru yolu tutturanlar


onlardır.” (En’am 6/82)
Allah, en kerâmetli insanı şöyle açıklamıştır:

‫وبا‬ ُ ‫اك ْم ِم ْن َذ َكرٍ َواُ ْن ٰثى َو َج َع ْل َن‬


ً ‫اك ْم ُش ُع‬ ُ ‫اس ِا َّنا َخ َل ْق َن‬
ُ ‫الن‬
َّ ‫َياۤ اَ ُّي َها‬
.‫الل َع ِليم َخبِير‬ ِ ّٰ‫و َقباۤ ِئ َل ِلتعار ُفوا ِا َّن اَ ْكرم ُكم ِعن َد ه‬
ٌ ٌ َ َّ‫يك ْم ِإ َّن ه‬
ُ ‫الل اَ ْت ٰق‬ ْ ْ ََ َ ََ َ َ
“Ey insanlar, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.
Birbirinizi tanıyasınız diye sizi halklara ve kabilele-
re ayırdık. Allah katında en kerîm (kerametli) olanınız
takvâsı en iyi olanınızdır.” (Hucurât 49/13)
Kerâmet deyince yukarıda anlatılanlar değil, Allah’ın Elçi-
lerinin mucizeleri gibi olağanüstü şeyler kastedilir.
Allah’ın elçileri, onun sözlerini insanlara bildirmekle gö-
revlidirler. Böyle bir göreve getirilen kişide yalnız Allah’ın ve-
rebileceği bir belge olmalıdır. Yoksa herkes Allah’ın Elçisi ol-
duğunu iddia etmeye başlar. Bu yüzden mucize çok önemlidir.
Bu konu daha sonra anlatılacaktır.
Allah’ın veliliği veya evliyalık diye bir görev yoktur. Her
mümin Allah’ın velisidir. İman kalpte olduğundan kimin
Allah’ın velisi yani gerçek mümin olduğunu Allah’tan başkası
bilemez. Bu konu daha önce anlatılmıştı.
Allah, her mümine yardım sözü vermiştir. Onu önce ağır
bir imtihandan geçirir sonra yardım eder. O, şöyle buyurmuş-
tur:

‫ين‬ ِِ
َ ‫ان َح ًّقا َع َل ْي َنا َن ْص ُر ا ْل ُم ْؤمن‬
َ ‫َو َك‬
Mü’minlere yardım üzerimize borçtur. (Rum 30/47)
126 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

‫ث اَل َي ْح َت ِس ُب‬ُ ‫ َو َي ْر ُز ْق ُه ِم ْن َح ْي‬.‫الل َي ْج َع ْل َل ُه َم ْخ َر ًجا‬ َ ّٰ‫َو َم ْن َي َّت ِق ه‬


ّٰ‫الل َب ِال ُغ َا ْمرِ ۪ه َق ْد َج َع َل ه‬ ِ ِ ّٰ‫ومن يتو َّك ْل ع َلى ه‬
ُ‫الل‬ َ ّٰ‫الل َف ُه َو َح ْس ُب ُه ا َّن ه‬ َ َ ََ ْ َ َ
.‫ِل ُك ّ ِل َشي ٍء َق ْد ًرا‬
ْ
“Kim Allah’tan çekinirse ona bir çıkış yolu gösterir
ve ummadığı yerden rızık verir. Kim Allah’a dayanırsa,
ona yeter. Allah işini tam yapar. Allah her şeye bir ölçü
koymuştur.” (Talâq 65/2-3)
Bedir Savaşı’nda Müslümanların yardımına Allah Teâlâ
melekleri göndermiş ama zaferin meleklerin yardımıyla olma-
dığını da vurgulamıştır. Şu âyet zihinlerimizde yankılanmalıdır.

‫اب َل ُكم اَ ۪نّي ُم ِم ُّد ُكم ِباَ ْل ٍف ِم َن‬ َ ‫اس َت َج‬ َ ُ‫ِا ْذ َت ْس َت ۪غيث‬
ْ ‫ون َر َّب ُك ْم َف‬
ْ ْ
ۚ‫وب ُكم‬‫ وما جعله الل ِال بشرى و ِلتطم ِئن ب ِ۪ه قل‬.‫الملٓ ِئك ِة مر ِد ۪فين‬
ْ ُ ُ ُ َّ َ ْ َ َ ٰ ْ ُ َّ‫ْ َ ٰ َ ُ ْ َ َ َ َ َ َ ُ هّٰ ُ ا‬
.۟‫الل َعز۪ ٌيز َح ۪كيم‬ ِ ِۜ ّٰ‫وما النصر ِا اَّل ِمن ِع ْن ِد ه‬
ٌ َ ّٰ‫الل ا َّن ه‬ ْ ُ ْ َّ َ َ
“Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da “ard arda
bin melekle sizi destekliyorum” diye cevap vermişti. Al-
lah bunu, sırf size müjde olsun ve yürekleriniz yatışsın
diye yapmıştı. Zafer sadece Allah katındandır103. Allah
güçlüdür, doğru karar verir.” (Enfal 8/9-10)
Allah’ın yardımı gelince şımarmadan şükretmek gerekir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

‫ات َلي ْس َت ْخ ِل َف َّن ُهم‬


ِ ‫الل ا َّل ۪ذين ٰامنُوا ِم ْن ُكم وع ِم ُلوا الص ِالح‬
َ َّ َ َ ْ َ َ ُ ّٰ‫َو َع َد ه‬
ْ َ
‫ين ِم ْن َقب ِلهِ مۖ َو َلي َم ِّك َن َّن َل ُهم‬ ۪
َ ‫اس َت ْخ َل َف ا َّلذ‬
ِ
ْ ‫في اْالَ ْرض َك َما‬
ِ
ْ ُ ْ ْ
103. Allah’ın koyduğu kurala göredir.
Kerâmet • 127

ۜ‫۪د َين ُهم ا َّل ِذي ْار َت ٰضى َل ُهم َو َليب ِّد َل َّن ُهم ِم ْن َب ْع ِد َخ ْو ِفهِ م اَ ْم ًنا‬
ْ ْ َُ ْ ُ
ِ ٓ ِ
‫ون ب۪ي َشيـًاۜ َو َم ْن َك َفر َب ْع َد ٰذل َك َفاُو۬ ٰلئ َك‬ ۪
َ ‫َي ْع ُب ُدو َنني اَل يُ ْشرِ ُك‬
َ ْٔ
.‫ون‬ ِ ‫هم ا ْل َف‬
َ ‫اس ُق‬ ُُ
“Allah, içinizden inanan ve iyi iş yapanlara söz ver-
di; öncekileri hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne
hâkim kılacak, razı olduğu dini onlar için kökleştire-
cek ve korkularının ardından güven ortamı meydana
getirecektir. Bunlar Allah’a kulluk ederler ve ona hiçbir
şeyi ortak koşmazlar. Bundan sonra da görmezlik eden-
ler yoldan çıkmış olurlar.” (Nur 24/55)
Kerâmet iddiasında bulunanlar Allah’ın onları, dünyada
kayırdığına Ahirette de kayıracağına inandıklarından kendileri-
ni üstün görürler. Bu dünyada onlar gibi nice şımarıklar vardır.
Şu âyetler, şımarıkların acı sonunu gösterir:
“Onlara şu iki adamı örnek ver: Birine iki üzüm
bağı vermiş, etrafını hurma ağaçlarıyla çevirmiş; orta-
sını ekinlik yapmıştık. Bağların ikisi de ürün vermişti,
bir kusuru da yoktu. İkisinin arasından akıttığımız bir
de ırmak vardı. Adam güzel bir gelir sağlamış ve arka-
daşıyla konuşurken demişti ki:
“Benim malım seninkinden çok, adamlarım daha
güçlü.”
Adam bahçesine giriyor; kendini yüce104 görerek di-
yordu ki; “Buranın harap olacağını sanmam. Kıyame-
tin kopacağını da sanmam ya; kopsa da Rabbimin hu-
104. B
 akara 34’te “direnme ve büyüklenmenin” zalimlik sayılması sebebiyle
âyetteki ‫ظ ِالم ِلّ َن ْف ِس ِه‬
ٌ َ
sözüne bu meal verilmiştir.
128 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

zuruna çıkarılsam bundan daha iyisini bulacağımdan


eminim.”
Konuşma sırasında arkadaşı ona şöyle diyordu:
“Seni topraktan, sonra döllenmiş yumurtadan yarata-
nı, sonra bir erkek olarak düzenleyeni görmezlikten mi
geliyorsun? Bana göre o Allah’tır; benim Rabbimdir.
Ben hiç kimseyi Rabbime eş tutmam.
Beni mal ve evlat yönünden aşağı görürsen gör. Ama
bahçene girdiğinde keşke deseydin ki: “Bu, Allah’ın ya-
rattığıdır; gücü veren yalnız odur.”
Bakarsın Rabbim bana senin bahçenden iyisini ve-
rir; seninkine de gökten hesabını görecek bir şey gönde-
rir de çıplak ve kaygan bir toprağa çevirir. Ya da suyu
çekilir de su aramaya halin bile kalmaz.”
Derken ürünü kuşatıldı; Bahçe, çardakları üzerin-
de boş bir yığın haline geldi. O kişi, yaptığı harcamaya
karşılık ellerini ovuşturup şöyle demeye başladı: “Keş-
ke Rabbime hiç kimseyi eş tutmasaydım.”
Zaten Allah’tan başka ona yardım edecek kimse ol-
madı; bir yardım da görmedi.
İşte böyle. Kara gün dostu, gerçeğin kendisi olan
Allah’tır. En hayırlı karşılığı verecek olan da sonunu
hayırlı kılacak olan da odur.” (Kehf 18/32-44)
Yalanlar yığınına dönüştürülen kerâmeti bırakıp ölene ka-
dar yalnız Allah’a kullu etmek gerekir.
ِ ِ
ُ ‫اع ُب ْد َر َّب َك َح َّتى َي ْأت َي َك ا ْل َيق‬
‫ين‬ ْ ‫َو‬
“O açık gerçek (ölüm) gelene kadar Rabbine kul ol-
maya devam et.” (Hicr 15/99)
İstidrâc • 129

19 - İSTİDRÂC
İstidrâc, basamak basamak çıkarma veya indirme demek-
tir. Terim olarak kişiyi, arzusuna göre adım adım bir noktaya
kadar götürüp beklemediği bir felakete atmak anlamında kul-
lanılır. Ama kişi, bu gidişin kendi yararına olduğunu zanneder.
Allah Teâlâ, uyarıda bulunmadan kulunu bu hale sokmaz.
O, şöyle buyurur:

‫يهم َح ّٰتى يُبي َِن َل ُهم َما‬ ‫وما كان الل ِلي ِضل قوما بعد ِاذ هد‬
ْ َّ ْ ُ ٰ َ ْ َ ْ َ ً ْ َ َّ ُ ُ ّٰ‫َ َ َ َ ه‬
.‫ون‬
َ ‫َي َّت ُق‬
“Bir toplumu yola gelmiş saydıktan sonra, sakına-
cakları şeyi açıkça bildirmeden Allah onları yoldan çık-
tıklarını onaylayacak değildir.” (Tevbe 9/115)
Sapıtanlar, uyarıları dikkate almayanlardır.

‫اب ُك ّ ِل َشي ٍء َح ّٰتى‬ ۪ ِ


َ ‫َف َل َّما َن ُسوا َما ُذ ّك ُروا بِه َف َت ْح َنا َع َل ْيهِ ْم َا ْب َو‬
ۤ ْ
َ ‫اه ْم َب ْغ َت ًة َف ِا َذا ُه ْم ُم ْب ِل ُس‬
.‫ون‬ ِ
ُ ‫ا َذا َفرِ ُحوا ب َِماۤ اُ ۧوتُ ۤوا اَ َخ ْذ َن‬
“Ne zaman, yapılan uyarıları göz ardı ederlerse ön-
lerine her şeyin kapılarını açarız. Kendilerine verilen-
lerle tam ferahladıkları bir sırada onları kıskıvrak ya-
kalarız. Hepsi bir anda umutsuzluğa düşer.” (En’am 6/44)
Hâlbuki bunlar ellerindeki nimetlere bakarak hak yolda ol-
duklarını düşünme yerine açık ayetler üzerinde düşünselerdi bu
duruma düşmezlerdi.
130 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Siz de etrafınıza toplanan insanlara bakarak “Yolumuz


yanlış olsa bu kadar kişi peşimize takılmaz.” diyorsunuz. Çok-
luğa aldanmamalıdır. Çinli komünist lider Mao daha çok insan
toplamıştı ama bu onu kurtaramayacaktır.
Maddi imkanlarınızı, sizi dinleyenlerin çok olmasını ve hal-
kın saygı göstermesini de doğru yolda olmanızın delili sayıyor-
sunuz.
Sonunda iyice şımarıyor ve şeyhinizin kendine bağlananı,
hem dünyada hem de ahirette kurtaracağını söylemeye başlı-
yorsunuz. İşte bu, sizin kıskıvrak yakalanacağınız noktadır.
Lütfen aklınızı başınıza alın da Allah Teâlâ’nın Muham-
med sallallahu aleyhi ve selleme olan şu emrini iyice düşünün:

‫ ُق ْل ِا ۪نّي َل ْن يُ ۪جير ۪ني‬.‫ُق ْل ِا ۪نّي اَل ۤ َا ْم ِل ُك َل ُكم َضرا َو اَل َر َش ًدا‬


َ ًّ ْ
ِ ّٰ‫ ِا اَّل بلاَ ًغا ِمن ه‬.‫ون ۪ه م ْلتح ًدا‬
‫الل‬ ِ ‫الل اَح ٌد و َلن اَ ِج َد ِمن د‬ ِ ِ
َ َ َ َ ُ ُ ْ ْ َ َ ّٰ‫م َن ه‬
...‫َورِ َس اَال ِت ۪ه‬
“De ki: “Benim size ne zarar vermeye gücüm yeter,
ne de sizi olgunlaştırmaya. De ki: “Beni Allah’ın aza-
bından kimse kurtaramaz. Ondan başka sığınak da bu-
lamam.
Benimkisi yalnız Allah’tan olanı, onun gönderdikle-
rini tebliğdir o kadar.” (Cin 72/21-23)
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin varisi olmak için
insanlara açık ve net olarak yalnız Kur’an’ı anlatmak gerekir-
ken evliya ve meşayih dediğiniz kişilerin sözlerini alıyor, onla-
rı anlatıyorsunuz. Üstelik Kur’an’ı da ona göre yorumluyorsu-
nuz. Sizin durumunuzu en iyi şu âyet ortaya koymaktadır:
İstidrâc • 131

.‫ين‬
ٌ ۪‫الر ْح ٰم ِن نُ َق ّي ِْض َل ُه َش ْي َطا ًنا َف ُه َو َل ُه َقر‬ ِ‫ومن يعش عن ِذكر‬
َّ ْ ْ َ ُ ْ َ ْ َ َ
.‫ون‬
َ ‫ون َا َّن ُه ْم ُم ْه َت ُد‬
َ ‫يل َو َي ْح َس ُب‬ ِ ۪‫السب‬ ِ
َّ ‫َوا َّن ُه ْم َل َي ُص ُّدو َن ُه ْم َع ِن‬
“Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) bulanık görür-
se başına bir şeytan sararız; onun arkadaşı olur. Onlar
bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda ol-
duklarını sanırlar.” (Zuhruf 43/36-37)
Rahman’ın Zikr’i, Kur’an’dır. Siz de birçok âyeti görmez-
likten geliyor ama kendinizi hak yolun öncüleri sanıyorsunuz.
Önemli olduğu için Allah’ın Elçisi’ne varis olma konusu ile
zikrin ne olduğuna tekrar değineceğiz.
132 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

20 - GİZLİ İLİMLER
(İlm-i Ledün - İlm-i Bâtın)
İlm-i ledün, Allah tarafından verildiği iddia edilen özel bil-
gi anlamında kullanılır, ilm-i bâtın da öyledir. Kimi şeyhlere
böyle bir ilim verildiği iddia edilir. Bu iddia onların kutsallaştı-
rılmasına yol açar.
Şeyh Efendi- Manevi yolu iyi bilen ve salikleri o yola ulaş-
tırabilen bir şeyh aramak şeriatın emirlerindendir.105
Bayındır- Eğer doğru yolu gösterecek ve örnek olacak bir
öğretmene ihtiyaç olduğunu söylemek istiyorsanız doğrudur.
Her insanın bir terbiyeciye, bir ustaya ve öğretmene ihtiya-
cı vardır.
Şeyh Efendi- Şeyhlerin sahip olduğu ilim ilm-i bâtındır.
Bu herkese verilmemiştir. Allah ondan razı olsun, Ebu Hurey-
re şöyle demiştir: “Ben Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem-
den iki kap dolusu ilim aldım. Bunlardan birini size naklettim.
Diğerini de nakletmiş olsaydım boynumu vururdunuz.”106 İşte
bizim ilmimiz bu ilimdir.
Bayındır- Ebû Hureyre’nin nakletmediği ilmi kimden aldı-
nız? Kaynağı, delilleri ve dayanağı olmayan şey nasıl ilim ola-
bilir?
Şeyh Efendi- Kehf suresinde Hızır’la arkadaşlığı anlatılan
Musa, olayların gerçek yüzünü göremediği için itiraz etmişti.
Hızır aleyhisselamın ilm-i ledünnü olduğu için işin iç yüzüne
105. Ruhu’l-Furkan, c. II, s. 63.
106. Buharî, İlim, 42.
Gizli İlimler (İlm-i Ledün - İlm-i Bâtın) • 133

vakıf oluyordu. Ayette “Ona, kendi katımızdan bir ilim öğ-


retmiştik.” (Kehf 18/65) buyurulmaktadır. İşte ilm-i batın, ilm-i
ledün bu ilimdir.
Bayındır- Hızır’la beraber olan Musa bu ilmi öğreneme-
diyse siz nasıl öğrendiniz? Bu ilmin size de öğretildiğinin deli-
li nedir?
Şeyh Efendi- Ebu Hureyre’nin sözü.
Bayındır- Ebu Hureyre “Ben Resulüllah sallallahu aleyhi ve
sellemden iki kap dolusu ilim aldım. Bunlardan birini size nak-
lettim. Diğerini de nakletmiş olsaydım boynumu vururdunuz”107
diyor. O nakletmediğine göre siz nasıl öğrendiniz?
Musa aleyhisselam, genç adam ve Hızır arasında geçen
olay Kur’an’da şöyle anlatılır:
“Bir gün Musa genç arkadaşına şöyle dedi: “İki de-
nizin birleştiği yere varıncaya kadar durup dinlenme-
den gideceğim; isterse yıllarımı alsın. İki denizin birleş-
tiği yere varınca balıklarını unuttular. O da kayarak de-
nizde kayboldu. Oradan geçtikten sonra Musa genç ar-
kadaşına dedi ki: “Getir şu kuşluk yemeğimizi; bu yol-
culuk bizi iyice yordu.” Delikanlı: “Bakın şu işe, dedi;
kayada barındığımızda balığı unutmuştum. Onu aklım-
dan çıkarmama sebep olan ve bana unutturan Şeytan-
dan başkası değildir. Balık da şaşırtıcı bir şekilde de-
nizde yol alıp gitti. (Ama bunu sana söylemedim.)”
Musa; “İşte bizim aradığımız da bu ya” dedi. He-
men geldikleri yoldan gerisin geriye döndüler. Sonra
kullarımızdan bir kulu buldular. Ona katımızdan bir
ilim vererek ikramda bulunmuştuk.
107. Buharî, İlim, 42.
134 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Musa dedi ki: “Sana öğretilen olgunluk bilgisinden


bana öğretmen için senin yanında kalsam olmaz mı?”
“Sen benimle birlikte olmaya dayanamazsın, dedi.
İç yüzünü bilmediğin bir şeye nasıl dayanacaksın?”
Musa dedi ki: “İnşaallah dayandığımı göreceksin,
hiçbir işte sana karşı çıkmayacağım.”
O da; “Eğer yanımda kalacaksan, ben anlatıncaya
kadar sakın bir şey sorma” dedi.
Sonra kalkıp gittiler; derken bir gemiye bindiler. O
kişi gemiyi deldi. Musa dedi ki: “Onu, içindekileri boğ-
mak için mi deldin? Doğrusu, çok garip bir durum mey-
dana getirdin.”
“Sana demedim mi; sen benimle birlikte olmaya da-
yanamazsın” dedi.
Musa dedi ki: “Unuttuğum şeyi yüzüme vurma;
işimde beni zora sokma.”
Sonra yola koyuldular. Nihayet bir oğlan çocuğuy-
la karşılaştılar; o hemen çocuğu öldürdü. Musa dedi ki:
“Sen cana karşılık olmadan suçsuz birinin canına kıy-
dın ha? Doğrusu, anlaşılmaz bir durum meydana getir-
din.”
“Sana demedim mi; sen benimle birlikte olmaya da-
yanamazsın” dedi.
Musa dedi ki: “Bir daha sana bir şey sorarsam be-
nimle arkadaşlığı bitir; senden özür dileme hakkım ar-
tık bitmiş olur.”
Sonra tekrar yola koyuldular. Bir şehrin halkına va-
Gizli İlimler (İlm-i Ledün - İlm-i Bâtın) • 135

rıp yiyecek istediler. Onlar bunları misafir etmeye ya-


naşmadı. Sonra orada yıkılmak üzere olan bir duvara
rastladılar; hemen doğrultuverdi. Musa dedi ki; “uğraş-
saydın emeğinin karşılığını alırdın.”
Dedi ki; “İşte bu, benimle seni ayırır. Dayanamadı-
ğın şeylerin içyüzünü sana bildireceğim.
O gemi denizde çalışan miskinlere108 aitti, ilerisinde
her gemiye zorla el koyan bir kral vardı; bu sebeple onu
hasarlı hale getirmek istedim. Oğlana gelince, anası
babası mümin kimselerdi. Onları azgınlığa ve nankör-
lüğe sürüklemesinden korktuk. İstedik ki, rableri onun
yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir çocuk ver-
sin.
Duvar ise şehirdeki iki yetim oğlanındı. Altında on-
lara ait bir gömü vardı. Babaları iyi bir kimse idi. Rab-
bin istedi ki, erginlik çağına gelsinler de gömülerini çı-
karsınlar. Bu, Rabbinin bir ikramıdır. Ben bunları ken-
diliğimden yapmış değilim. İşte katlanmaya güç yetire-
mediğin işlerin iç yüzü budur.” (Kehf 18/60-82)
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buradaki bilge kişi-
nin Hızır, delikanlının da Yuşâ b. Nûn olduğunu söylemiştir.109
Ayetler üzerinde düşünülürse Hızır’ın insan olmadığı an-
cak bir melek olabileceği anlaşılır. O kişi gemiyi deliyor, Musa
aleyhisselamdan başkası görmüyor. Çocuğu öldürüyor, Musa
aleyhisselamdan başkası bir şey söylemiyor. Yıkılmak üzere
olan duvarı, yıkmadan düzeltiyor. Yıksaydı altından o çocukla-
ra ait hazine ortaya çıkardı. Musa aleyhisselamın görüp başka-
sının görmediği kişi ancak bir melek olabilir.
108. Gemileri alınırsa yapacak işleri kalmayacak kişilere.
109. Buhârî, İlim, 44.
136 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Muhammed aleyhisselamın bildirdiğine göre ilk karşılaş-


malarında Hızır Musa’ya şunu söylemiştir:
“Ben Allah’ın bana öğrettiği bir ilmi biliyorum ki sen onu
bilmezsin. Sen de Allah’ın sana öğrettiği bir ilmi bilirsin ki, ben
onu bilmem.”110
Eğer o zat bir insan olsaydı Allah’ın Musa’ya öğrettiği ilmi
öğrenmesi ve ona göre davranması gerekirdi. Ayetlerden,
Musa aleyhisselamın böyle bir bilgiye ihtiyacının olmadığı da
anlaşılmaktadır.
Musa aleyhisselam Allah’ın elçisidir. Elçiler Allah’ın kendi-
lerine verdiği görevi yaparlar. Bu da insanlara doğru yolu gös-
termek ve onlara rehberlik etmektir.
Elçilerde Hızır’ınkine benzer garip davranışlar görülmez.
Elçilerin gösterdikleri mucizeler ise onların elçiliklerini ispattan
başka bir anlam taşımaz.
Hızır aleyhisselâmın bilgisine elçilerin ihtiyacı yoktur.
Bunu anlamak için yukarıdaki üç olayın iç yüzünü anlatan şu
âyetleri tekrar okuyalım:
“(Hızır, Musa’ya dedi ki O gemi denizde çalışan mis-
kinlere111 aitti, ilerisinde her gemiye zorla el koyan bir
kral vardı; bu sebeple onu hasarlı hale getirmek iste-
dim. Oğlana gelince, anası babası mümin kimselerdi.
Onları azgınlığa ve nankörlüğe sürüklemesinden kork-
tuk. İstedik ki, rableri onun yerine daha hayırlı ve daha
merhametli bir çocuk versin.
Duvar ise şehirdeki iki yetim oğlanındı. Altında on-
lara ait bir gömü vardı. Babaları iyi bir kimse idi. Rab-
110. Buhârî, İlim, 44.
111. Gemileri alınırsa yapacak işleri kalmayacak kişilere.
Gizli İlimler (İlm-i Ledün - İlm-i Bâtın) • 137

bin istedi ki, erginlik çağına gelsinler de gömülerini çı-


karsınlar. Bu, Rabbinin bir ikramıdır. Ben bunları ken-
diliğimden yapmış değilim. İşte katlanmaya güç yetire-
mediğin işlerin iç yüzü budur.” (Kehf 18/78-82)
Bu olayın ibret verici birçok yönü vardır. Bize göre en
önemlisi şudur: Allah’tan gelen her şeye teslim olmak ve bi-
zim için hayırlı sonuçlar doğuracağına inanmak gerekir. Çün-
kü hoşumuza gitmeyen nice olaylar vardır ki, gerekli olduğu
daha sonra ortaya çıkar.
Elçilerde bu gibi garip davranışlar görülmez. Çünkü onla-
rın davranışları ümmetleri için örnektir. Ama Hızır’ın davranış-
ları örnek alınamaz.
Yukarıdaki işleri Musa yapsaydı ve bir Yahudi bunu örnek
alıp anasına babasına zahmet verecek diye bir çocuğu öldür-
seydi veya başkası gasp edecek diye birinin malına zarar ver-
seydi insanlar arasında emniyet ve huzur kalır mıydı? O za-
man herkes yaptığı garip davranışa bir kılıf bulup delil olarak
da Musa’yı göstermez miydi?
Yukarıdaki hadis, şu sözlerle bitmiştir:
“Musa’ya Allah rahmet eylesin; çok isterdik ki, sabır
göstersin de bize, birlikte yapacakları daha çok şey anla-
tılsın.”
Demek ki, Hızır’dan öğrenilenler âyette belirtilenlerle sı-
nırlıdır. Bu konuda Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bile
fazla bir şey bilmiyordu.
Bu gerçekler karşısında artık kim Hızır’a öğretilen ilmin
kendine de öğretildiğini iddia edebilir.
138 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

21- KEŞF (Perdelerin Açılması)


Mürit- İlham ve keşif yoluyla elde edilen bir hakikat bilgi-
si vardır. İşte ilm-i ledün odur. Bu, fikrî, zihnî ve de düşünce
temrinleriyle112 elde edilen bir bilgi türü değildir, Allah tarafın-
dandır113.
Bayındır- Ayette “Ona, kendi katımızdan bir ilim öğ-
retmiştik.” (Kehf 18/65) buyruluyor. Burada öğretmeden bahse-
dilmektedir. Hâlbuki ilham ve keşf birer ilim öğrenme yolu de-
ğildir.
Mürit- Keşf sözlükte perdenin açılması demektir. Tasavvuf
terimi olarak perdelerin arkasına gizlenmiş manalara ve olayla-
rın arkasındaki gerçeklere ulaşmak anlamında kullanılır.
Kur’an’da insanın gözünden gaflet perdesi kalkıp basiret-
le kâinata baktığında çok ince bazı sırlara aşina olabileceğine
işaret edilmiştir:
‫َل َق ْد ُك ْن َت ۪في َغ ْف َل ٍة ِم ْن ٰه َذا َف َك َش ْف َنا َع ْن َك ِغ َطاۤ َء َك َفب َصر َك‬
ُ َ
.‫يد‬ ٌ ‫ا ْل َي ْو َم َح ۪د‬
“Bunu böyle beklemiyordun; perdeni açtık. Artık
bugün gözün keskindir.” (Kaf, 50/22)
Yani artık ilahi incelikleri görebilecek basirete sahipsin,
denmiş oluyor.114

112. Temrin, alıştırma anlamındadır.


113. B
 kz. Hasan Kamil Yılmaz, Ledün İlmi ve Keşf, Altınoluk Dergisi,
Sayı 105, Kasım 1994, İstanbul, s. 31.
114. B
 kz. Hasan Kamil Yılmaz, Ledün İlmi ve Keşf, Altınoluk Dergisi,
Sayı 105, Kasım 1994, İstanbul, s. 31.
Keşf (Perdelerin Açılması) • 139

Bayındır- Bu âyetin sizin ifade ettiğiniz mana ile bir ilgisi


yoktur. Eğer âyetin öncesi ve sonrası okunursa bunun yalnızca
ahiretle ilgili olduğu açıkça anlaşılır.

‫ َو َجاۤ َء ْت ُك ُّل َن ْف ٍس َم َع َها‬.‫الصورِ ٰذ ِل َك َي ْو ُم ا ْل َو ۪ع ِيد‬ ِ ِ


ُّ ‫َونُف َخ في‬
‫ َل َق ْد ُك ْن َت ۪في َغ ْف َل ٍة ِم ْن ٰه َذا َف َك َش ْف َنا َع ْن َك‬.‫يد‬ ٌ ۪‫َساۤ ِئ ٌق َو َشه‬
.‫يد‬ٌ ‫ َو َق َال َقر۪ ينُ ُه ٰه َذا َما َل َد َّى َع ۪ت‬.‫يد‬ ٌ ‫ِغ َطاۤ َء َك َف َب َص ُر َك ا ْل َي ْو َم َح ۪د‬
.‫يب‬ ٍ ۪‫ َم َّنا ٍع ِل ْل َخ ْيرِ ُم ْع َت ٍد ُمر‬.‫َا ْل ِق َيا ۪في َج َه َّن َم ُك َّل َك َّفارٍ َع ۪ن ٍيد‬
.‫الش ۪د ِيد‬
َّ ‫اب‬ ِ ّٰ‫اَ َّل ۪ذي جع َل مع ه‬
ِ ‫الل ِا ٰل ًها ٰا َخر َفاَ ْل ِقي ُاه ِفي ا ْل َع َذ‬
َ َ َ َ َ َ
“Sura üfürüldüğü gün, tehdidin gerçekleşeceği gün-
dür. Herkes yanında, biri kılavuz öteki şahit, iki melek-
le gelir. (Ona denir ki:)
“Bunun böyle olacağını beklemiyordun; perdeni aç-
tık. Artık bugün gözün keskindir.”
Yoldaşı, benim yanımdaki hazırdır diyecek. (O me-
leklere denecek ki;) Atın cehenneme şu dik kafalı tanı-
mazların hepsini,
İyiliğe karşı duran, saldırgan ve işkiller içinde kıv-
ranan şu tanımazları da atın. Allah ile beraber başka
bir ilah daha edineni de en ağır azaba atın.” (Kaf 50/20-26)
Bakın, âyetin sizin dediğiniz mana ile hiçbir ilgisi yoktur. O
âyet tamamen ahiretle ilgilidir.
Ortada çok açık âyet ve hadisler varken onlara gözlerini-
zi kapıyor, konuyla ilgisi olmayan âyetlerden hüküm çıkarma-
ya çalışıyorsunuz.
140 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

22 - SEZGİ (Feraset)
Mürit- Yukarıda bir hadis-i kudsî geçmişti; onu niye atla-
dın? Allah Teâlâ buyuruyor ki; “...O abid ve zahid kulumu sev-
diğim zaman onun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tu-
tan eli, yürüyen ayağı olurum; benimle görür, benimle işitir,
benimle söyler, benimle tutar, benimle yürür.”
Sonra öyleleri var ki, kimsenin fark edemediği şeyleri fark
edebiliyor, kişinin aklından ve içinden neler geçtiğini doğruya
yakın biçimde bilebiliyor. Peki, bu nedir?
Bayındır- Bu ferasettir. Ferâset, ayrıntılara bakarak bir
görüş, tahmin ve kavrayışla doğruyu yakalamaktır.115
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, “Müminin ferase-
tinden çekinin, çünkü o Allah’ın nuruyla görür.”116 buyurmuş-
tur. Hadisi şu âyetlerle birlikte düşündüğümüzde konu iyice an-
laşılabilir.

‫الل َي ْج َع ْل َل ُكم ُفر َقا ًنا َويُ َك ِّفر‬ ِ ۪


ْ ْ ْ َ ّٰ‫ين ٰا َمنُ ۤوا ا ْن َت َّت ُقوا ه‬
َ ‫َياۤ َا ُّي َها ا َّلذ‬
.‫َع ْن ُكم َسيِـ َ ِات ُكم َو َي ْغ ِفر َل ُكم‬
ْ ْ ْ ّٔ ْ
“Müminler, eğer Allah’tan çekinirseniz o size doğ-
ruyu eğriden ayıracak bir güç verir, suçlarınızı örter ve
sizi bağışlar.” (Enfal 8/29)

115. M
 ütercim Asım, Kamus Tercümesi. Kelime Arapça’da firâset diye ses-
lendirilir.
116. Tirmizî, Hicr suresinin tefsiri, 6.
Sezgi (Feraset) • 141

‫ول ۪ه يُ ْؤ ِت ُكم ِك ْف َلي ِن‬


ِ ‫الل و ٰا ِمنُوا بِرس‬
ُ َ َ َ ّٰ‫ين ٰا َمنُوا َّات ُقوا ه‬
۪
َ ‫َياۤ اَ ُّي َها ا َّلذ‬
ْ ْ
.‫ون ب ِ۪ه َو َي ْغ ِفر َل ُكم‬َ ‫ورا َت ْم ُش‬ ِ۪
ً ُ‫م ْن َر ْح َمته َو َي ْج َع ْل َل ُك ْم ن‬
ِ
ْ ْ
“Müminler, Allah’tan çekinin ve elçisine inanın ki,
size ikramından iki pay versin, sizin için ışığında yürüye-
ceğiniz bir nur oluştursun ve sizi bağışlasın.” (Hadîd 57/28)
Bahsettiğiniz hadis-i kudsî117 şöyledir:
Allah Teâlâ buyurdu ki: “Kulumun, farz kıldığım şeylerle
bana yaklaşmasından iyisi yoktur. Kulum bana nafilelerle
de yaklaşmaya devam eder. Öyle olur ki artık onu severim.
Onu sevdim mi işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli ve
yürüdüğü ayağı olurum. Benden isterse kesinkes veririm.
Bana bir sığınsın, onu muhakkak korurum.”118
Bu hadis-i kudsî yukarıdaki âyetlerle uyumludur. Her mü-
min bu seviyeye ulaşabilir. Bu seviyeye ulaşanın feraseti artar.
Ama hiç kimse Allah’a, elçisinden fazla yaklaşamaz. Kur’an’da
elçilerin gaybı bilemeyeceği açıkça belirtilmiştir. Onlarda ilm-i
ledün veya ilm-i bâtın denen şeyin olmadığını da daha önce
görmüştük.
Allah’ın emir ve yasaklarına uyan kişi, emirlerin güzelliğini
ve yasaklanan şeylerin kötülüğünü kavrar. Yaptıklarını şuurlu
olarak yapar, izzetli ve şerefli olur. Her şeye helâller ve haram-
lar çerçevesinde bakacağı için kolay kolay kötü duruma düş-
mez. İşte esas feraset budur. Bu kişi öyle hale gelir ki, Allah’ın
emrine aykırı şeylere kulağını ve gözünü kapar. Allah’ın istedi-
ği şeyleri tutar ve Allah’ın istediği tarafa yürür. “Müminin fera-
117. H
 adis-i kudsî, Kur’an’da olmayan ama Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellemin, “Allah şöyle buyurdu.” diye bildirdiği söze denir.
118. Buhârî, Rikâk, 38.
142 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

setinden çekinin, çünkü o Allah’ın nuruyla görür.” hadis-i şeri-


fini böyle anlamalıdır.
Günahkâr Müslümanlar bunları görecek durumda değiller-
dir. Günahtan zevk almaları, Allah’ın emirlerini yerine getir-
memekten sıkılmamaları bundandır.
Feraseti de gözümüzde büyütmememiz gerekir. Bir kişi-
nin daha faziletli olması görüşünün doğru olduğu anlamına gel-
mez. Muhammed aleyhisselam ile ilgili şu olaylar zinciri bu ko-
nuda bize yeterli delildir.
Ebu Süfyan başkanlığında bir ticaret kervanının Şam’dan
gelmekte olduğu duyulmuştu. Kervanı takip için Allah’ın nebi-
si bir bölük Müslüman ile yola çıktı. Durumu haber alan Mek-
keliler de kervanı korumak için ordu çıkardılar. Allah da kerva-
nı veya Mekke ordusunu Müslümanlara vereceğini vaat etti. İl-
gili âyet şöyledir:

‫ون اَ َّن َغير‬


َْ ّٰ‫َو ِا ْذ َي ِع ُد ُك ُم ه‬
َ ‫اللُ ِا ْح َدى ال َّط ٓ ِائ َف َت ْي ِن اَ َّن َها َل ُك ْم َو َت َو ُّد‬
‫اللُ اَ ْن يُ ِح َّق ا ْل َح َّق ب َِك ِل َم ِات ۪ه‬ّٰ‫يد ه‬ُ ۪‫الش ْو َك ِة َت ُكو ُن َل ُك ْم َويُر‬ َّ ‫ات‬ ِ ‫َذ‬
.ۙ‫ين‬ ِ
َ ۪‫َو َي ْق َط َع َداب َِر ا ْل َكافر‬
“Bir gün Allah, o iki topluluktan birinin sizin olaca-
ğına dair söz vermişti. Siz silahsız olanı (kervanı) isti-
yordunuz. Allah da kendi sözleri gereği hakkı ortaya çı-
karmak ve o kâfirlerin kökünü kazımak (için Mekke or-
dusunu size vermek) istiyordu.” (Enfâl 8/7)
Allah, savaşta düşmana karşı şu ölçüleri koymuştu:

َ ‫َف ِا َّما َت ْث َق َف َّن ُه ْم ِفي ا ْل َح ْر ِب َف َش ِّر ْد بِهِ ْم َم ْن َخ ْل َف ُه ْم َل َع َّل ُه ْم َي َّذ َّك ُر‬
. ‫ون‬
Sezgi (Feraset) • 143

“Onları savaşta yakalarsan öyle bir dağıt ki, arkala-


rındakiler de dağılsınlar. Belki akıllarını başlarına alır-
lar.” (Enfal 8/57)

‫وهم‬ ‫اب حتٓى ِاذٓا اثخنتم‬ ۜ ِ ‫الر َق‬ ِ ‫ف ِاذا ل ۪قيتم ال ۪ذين كفروا فضرب‬
ْ ُ ُ ُ ْ َ ْ َ َ ّٰ َ ّ َ ْ َ َ ُ َ َ َ َّ ُ ُ َ َ َ
‫اقۙ َف ِا َّما َم ًّنا َب ْع ُد َو ِا َّما ِف َ ٓد ًاء َح ّٰتى َت َض َع ا ْل َحر ُب‬ َ ‫َف ُش ُّدوا ا ْل َو َث‬
ْ
‫اللُ اَل ْن َت َصر ِم ْن ُه ۙم َو ٰل ِك ْن ِليب ُل َو۬ا َب ْع َض ُكم‬ ُ ‫ك َو َل ْو َي َ ٓش‬
ّٰ‫اء ه‬ ۛۜ َ ‫َا ْو َز َار َهاۚۛ ٰذ ِل‬
ْ َْ ْ َ
.‫الل َف َل ْن يُ ِض َّل اَ ْع َما َل ُهم‬ ِ ّٰ‫يل ه‬
ِ ۪‫ين ُق ِت ُلوا ۪في َسب‬ ۪ ۜ ٍ ‫بِبع‬
ْ َ ‫ض َوا َّلذ‬ َْ
(Savaşta) Kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onları
yere serinceye kadar boyunlarını vurun. Sonra (aldığı-
nız esirlerin) bağını sıkı tutun. Daha sonra onları karşı-
lıklı veya karşılıksız serbest bırakın. O savaş, ağırlıkla-
rını bırakıncaya kadar böyle yapın… (Muhammed 47/4)
Bedir’de Müslümanlar canla başla savaşarak düşmana ağır
bir darbe indirdiler. Ama geri çekilen düşmanı takip edip da-
ğıtmadılar. Üstelik onlardan kalan ganimeti ve birkaç esiri alıp
döndüler. Allah Teâlâ bu davranışı kınayan şu âyetleri indirdi:

‫ون َل ُۤه اَ ْسرى َح ّٰتى يُ ْث ِخ َن ِفي اْالَ ْر ِض‬ َ ‫ان ِل َنب ٍِّي اَ ْن َي ُك‬
َ ‫َما َك‬
ٰ
.‫اللُ َعز۪ ٌيز َح ۪كيم‬
ّٰ‫ال ِخ َر َة َو ه‬
ٰ ْ‫يد ا‬ُ ۪‫اللُ يُر‬
ّٰ‫الد ْن َيا َو ه‬
ُّ ‫ون َع َر َض‬ َ ‫يد‬ ُ ۪‫ُتر‬
ٌ
.‫اب َع ۪ظيم‬ ۪ ِ ّٰ‫َلو اَل ِكتاب ِمن ه‬
ٌ ٌ ‫يماۤ َا َخ ْذ ُت ْم َع َذ‬
َ ‫الل َس َب َق َل َم َّس ُك ْم ف‬ َ ٌ َ ْ
“Hiçbir nebi, savaş meydanında ağırlığını iyice koy-
madan esir alma hakkına sahip değildir. Siz dünya ma-
lını istiyorsunuz. Allah ise sizin için Ahireti istiyor. Al-
lah güçlüdür, doğru karar verir. (Zafer sizin olacak
144 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

diye) Allah tarafından yazılmış bir yazı119 olmasaydı al-


dığınız (o esirlerden) dolayı sizi ağır bir azap yakalaya-
caktı. (Enfâl 8/67–68)
Allah sözünü tuttu ve Müslümanları galip getirdi. Ama
Muhammed aleyhisselam düşmanı takip etmedi. Eğer etsey-
di, doğru Mekke’ye girecek ve düşmanın kökü kazınacaktı. Bu
yüzden Allah Teâlâ onu azarlamıştı.
Hicretin 6. yılında, Hudeybiye antlaşmasıyla Mekke’yi fe-
tih fırsatı tekrar yakalamışlardı. Mekke’den dönerken inen Fe-
tih Suresi şöyle başlamaktadır:

ّٰ‫ ِل َي ْغ ِف َر َل َك ه‬.ۙ‫ِا َّنا َف َت ْح َنا َل َك َف ْت ًحا ُمب۪ ًينا‬


َ ‫اللُ َما َت َق َّد َم ِم ْن َذ ْنب‬
‫ِك‬
.ۙ‫يما‬ ۪
ً ‫طا ُم ْس َتق‬ ً ‫َو َما َت َا َّخ َر َويُ ِت َّم ِن ْع َم َت ُه َع َل ْي َك َو َي ْه ِد َي َك ِص َرا‬
“Senin için fethin önünü iyice açtık ki, Allah, ön-
ceki günahınla sonraki günahını bağışlasın, sana olan
nîmetini tamamlasın ve seni dosdoğru bir yola yönelt-
sin.” (Fetih 48/1-2)
Allah Teâlâ Muhammed aleyhisselamın Bedir’deki dav-
ranışını günah saydığı için o günahın bağışlanacağı zamanı,
Mekke’nin fethinden önce inen120 şu âyetlerde açıklanmıştır:

ِ ‫ون ۪في ۪د‬


‫ين‬ َ ‫اس َي ْد ُخ ُل‬ ِ ّٰ‫ِا َذا ٓجاء َنصر ه‬
َ ‫الن‬
َّ ‫ َو َراَ ْي َت‬.ۙ‫الل َوا ْل َف ْت ُح‬ ُ ْ َ َ
َ ‫اس َت ْغ ِف ْر ُ ۜه ِا َّن ُه َك‬
.‫ان َت َّو ًابا‬ ِ ِ ّٰ‫ه‬
ْ ‫ َف َس ّب ِْح ب َِح ْمد َر ّب َِك َو‬.ۙ‫اجا‬
ً ‫الل اَ ْف َو‬

119. Enfal 7. ayetle verdiği söz.


120. B
 u, çoğunluğun görüşüdür. Bkz. Ebu’s-suûd el-İmâdî (öl. 982 h.),
İrşad’ul-akl’is-selîm ilâ mezâyâ’l-Kur’ân’il-Kerîm, Beyrut, c. IX s. 208.
Sezgi (Feraset) • 145

“Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde; insanların


dalgalar halinde Allah’ın dinine girdiğini gördüğün-
de, her şeyi güzel yaptığından dolayı Rabbine yönel ve
bağışlanma dile. Çünkü o, kendine yönelenleri kabul
eder.” (Nasr 110/1-3)
Allah Teâlâ demiş oluyor ki; “Önce yaptığın hatayı düzelt,
sonra bağışlanma talebinde bulun.” Bu, son derece önemlidir.
Bu âyetler, müslümanların hayatında devrim yapacak nitelik-
tedir.
Demek ki, bilgisi ve fazileti ne olursa olsun herkes yanıla-
bilir ve yanlış yapabilir.
Durum açıkça meydanda iken siz çok aşırı gidiyor, Hızır
gibi olayların arka planını görebildiğinizi ve size yapılan itirazın
Musa’nın Hızır’a itirazları gibi olayların arkasındaki gerçekleri
görememekten kaynaklandığını, hiçbir bilgi ve belgeye dayan-
madan iddia edip duruyorsunuz. Bu batıl düşünceleri terk et-
mezseniz yola gelemezsiniz?
146 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

23 - İLHAM
İlham, Allah’ın, kulunun kalbine bir şey doğurmasıdır121.
Sezgi de bu anlamda kullanılır.
MÜRİT - İlhama inanıyor musun? Her ne kadar başkasını
bağlamasa bile ilham vardır.
Bayındır- Şüphesiz ilham vardır. Eğer Allah’ın ilhamı ol-
masa insanoğlu ilerleyemez. Bütün ilmi gelişmeler ve keşifler
Allah’ın ilhamıyla olur. Ama ilham şeyhlere veya Müslümanla-
ra has değildir. Kâfirler de ilham alır.
Bu kelime Kur’an’da yalnız bir yerde geçer. Allahu Teâlâ
şöyle buyurur:

.‫يها‬
َ ‫ َق ْد اَ ْف َل َح َم ْن َز ّٰك‬.‫يها‬
َ ‫ور َها َو َت ْق ٰو‬
َ ‫َفاَ ْل َه َم َها ُف ُج‬
.‫يها‬
َ ‫اب َم ْن َد ّٰس‬
َ ‫َو َق ْد َخ‬
Nefse, kötülüğünü ve iyiliğini ilham122 edene yemin
olsun, kendini geliştiren umduğunu elde eder. Kendini
pis işlere sokan da kaybeder.123 (Şems 91/8-10)
a- İsyankarlığı ilham
İsyankârlık, kişinin Allah’a, insanlara veya kendine kar-

121. F ahrüddin er-Razî, et-Tefsîr’ül-Kebîr, Matbaa-i Amire, c.VIII, s. 583.


122. İlham, Allah’ın, kulunun kalbine bir şey doğurmasıdır
123. ‫دس دسي دس و‬, sözlükte bir şeyi zorla ve baskıyla bir şeyin içine sokmak-
tır. (Lisan’ul-Arab) Kimileri kendini zorla pis işlere sokarak bazı hedef-
lere ulaşmaya çalışırlar. Ayetler böylelerinin Semud kavmi gibi kaybe-
deceklerini bildirmektedir.
İlham • 147

şı yanlış davranışıdır. Böyle biri, hem isyandan önce hem de


sonra bir huzursuzluk duyar. Buna iç sıkıntısı veya vicdan aza-
bı denir.
Yusuf aleyhisselamı Züleyha’dan uzaklaştıran bürhan,
Allah’ın “(Nefse) isyankârlığını ilham etmesi” olmalıdır. Yu-
suf suresinin 24. âyetinde şöyle buyruluyor:

‫ان َر ّب ِ۪ه‬
َ ‫َو َل َق ْد َه َّم ْت ب ِ۪ه َو َه َّم ب َِها َل ْو اَل ۤ َا ْن َر ٰا ُب ْر َه‬
“Kadın Yusuf’u gerçekten istiyordu. Rabbinin bür-
hanını görmeseydi Yusuf da onu isterdi...”
Günah karşısında insan önce irkilir, sonra ya vazgeçer ya
da günaha dalar. İşte insanı irkilten, Allah Teâlâ’nın “(Nefse)
isyankârlığını ilham etmesi”dir. Merhameti sonsuz Rabbimiz
günah işleyecek olana son bir ihtarda bulunarak “İsyana giri-
yorsun, dikkat et.” demiş olur. İsyandan sonra da bir iç sıkıntı-
sı vererek kişiyi tevbeye teşvik eder.
Bu irkilmenin Müslüman olmayan insanlarda da olduğunu
aşağıdaki âyetlerden anlayabiliriz. Önce âyetlerin inişine sebep
olan olaya bakalım.
Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme eziyet eden Ebu
Cehil, Ebu Leheb, Ebu Süfyan, Velîd b. Muğîre, Nadr b. Ha-
ris, Ümeyye b. Halef ve As b. Vail bir araya geldi ve dediler ki,
“Hac zamanında Arap heyetleri gelip bize Muhammed hakkın-
da soru soruyorlar, her birimiz bir başka cevap veriyoruz. Biri-
miz deli, diğerimiz kâhin, bir başkamız da şairdir diyor. Cevap-
ların farklı olmasından dolayı Araplar, bunların hepsinin yan-
lış olduğu sonucunu çıkarıyor. Gelin, Muhammed’e bir tek isim
vermek üzere anlaşalım.”
Birisi dedi ki, “O şairdir.” Velid b. Muğîre; “Ben Ubeyd b.
148 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

el-Ebras ve Ümeyye b. Ebî’s-Salt’ın şiirlerini dinledim, bunun


sözü onlarınkine benzemiyor.” dedi.
Bir başkası dedi ki, “O kâhindir.” Velid, “Kâhin kime der-
ler?” diye sordu. “Bazen doğru bazen de yalan söyleyen kim-
sedir.” dediler. Velid dedi ki, “Muhammed asla yalan söyleme-
miştir.”
Biri de “O delidir.” dedi. Velid, “Deli kime derler?” diye
sordu. “İnsanları korkutan kişiye.” dediler. Velid, “Şimdiye ka-
dar Muhammed’le kimse korkutulmamıştır.” dedi.
Sonra Velid kalktı, evine gitti. Herkes, Velid b. Muğîre din
değiştirdi, dedi. Ebu Cehil hemen onun yanına gitti ve dedi ki,
“Senin neyin var? İşte Kureyş, sana yardım topladı. Onlar se-
nin ihtiyaç içine düşüp dinini değiştirdiğin kanaatindeler.” Ve-
lid dedi ki, “benim ona ihtiyacım yok, ama Muhammed hak-
kında düşündüm; o sihirbazdır, diyorum. Çünkü sihirbaz, baba
ile oğulun, kardeş ile kardeşin, karı ile kocanın arasını ayırır.”
Sonra ona sihirbaz lakabı takmak için anlaştılar. Çıkıp
Mekke’de yüksek sesle bağırdılar. Halk toplu haldeydi, dediler
ki; “Muhammed gerçekten sihirbazdır.” Bu söz halk arasında
yankılandı. Bu, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve selleme çok
ağır geldi. Evine döndü ve üzerini elbisesiyle örttü. Bunun üze-
rine Müddessir suresi indi.124
Velid b. Muğîre’nin bu kararı verirken iç sıkıntısı çektiği ve
zorlandığı görülüyor. Çünkü büyük bir isyan içindeydi. Aşağı-
daki âyetler bunu ortaya koyuyor.

.‫ ثُم َن َظر‬.‫ ثُم ُق ِت َل َكي َف َق َّد َر‬.‫ َف ُق ِت َل َكي َف َق َّد َر‬.‫ِا َّن ُه َف َّكر َو َق َّد َر‬
َ َّ ْ َّ ْ َ
124. Fahrüddin er-Razî, c. VIII, s.347.
İlham • 149

‫ َف َق َال ِا ْن ٰه َذاۤ ِا اَّل ِس ْحر‬.‫اس َت ْكبر‬ ‫ ثم ادبر و‬.‫ثم عبس وبسر‬


ٌ َ َ ْ َ َ َ ْ َ َّ ُ َ َ َ َ َ َ َ َّ ُ
. ِ‫ ِا ْن ٰه َذاۤ ِا اَّل َق ْو ُل ا ْلب َشر‬.‫يُ ْؤ َثر‬
َ ُ
“O düşündü, ölçtü biçti. Kahrolası ne ölçme biç-
meydi o. Vah kahrolasıca vah, ne biçim ölçme biçmeydi
o. Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı ve surat astı. Son-
ra geri döndü, büyüklüklendi de şöyle dedi: “Bu olsa
olsa üstün bir sihir olur. Olsa olsa bir insan sözü olur.”
(Müddessir 74/18-25)

Müslümanlığa karşı çıkan herkes içten rahatsız olur ve sı-


kıntıya düşer. Bu yüzden davranış bozuklukları gösterirler.

.‫ين‬ ِ۪ ۪
َ ‫ين َك َف ُروا َل ْو َكانُوا ُم ْسلم‬
َ ‫ُر َب َما َي َو ُّد ا َّلذ‬
“Zaman olur kâfirler, keşke müslüman olsalar, diye
arzu duyarlar.” (Hicr 15/2)
Kâfirler hep kuşku içinde olurlar.

‫وب ُهم‬‫اَل َي َز ُال ُب ْنيانُ ُهم ا َّل ۪ذي َب َن ْوا ر۪ يب ًة ۪في قلوبِهِ م ِال ان تقطع قل‬
ْ ُ ُ ُ َ َّ َ َ ْ َ ۤ َّ‫ُ ُ ْ ا‬ َ ُ َ
“Kurdukları binalar, kalpleri parçalanıncaya ka-
dar, içlerinde bir kuşku olarak kalmaya devam eder.”
(Tevbe 9/110)

Bu kuşku, Allah’ın onlara olan merhametindendir. Kimi-


lerinin bu sayede akılları başlarına gelir ve girdikleri yanlış yol-
dan vazgeçerler.
Günahtan sonra devam eden vicdan rahatsızlığı da kişiyi
pişmanlığa ve tevbeye yönelten ilhamdır. İşte Allah’ın merha-
metinin büyüklüğü.
150 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

b- Takvâyı ilham
Takvâ, nefsi fenalıktan korumak demektir. Kişi, Allah’a
karşı, insanlara karşı ve kendine karşı fenalık yapmamalıdır.
Böyle bir davranış onu dünyada töhmet altına girmekten, ahi-
rette de cehennem azabından korur. Günahlardan kaçınmanın
ve sevap işlemenin neticesi budur. İnsan, takvaya götüren dav-
ranışlarının neşesini içinde duyar. İşte bu neşe Allah’ın ilhamı-
dır. Takvâya uygun davrananlarda görülen iç huzur ve kararlı-
lık Allah’ın ilhamıyla oluşur.
Hadis-i şerifte konunun çok güzel izahı vardır. Vabısa b.
Mabed diyor ki, Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme git-
tim buyurdu ki; “İyilikten ve günahtan sormak için mi gel-
din?”
Bunun üzerine parmaklarını bir araya getirerek göğsüne
vurdu ve üç kere şöyle dedi: “Nefsine danış, kalbine danış
Vabısa! İyilik, nefsin yatıştığı, kalbin yatıştığı şeydir. Gü-
nah da içe dokunan ve göğüste tereddüt doğuran şeydir.
İsterse insanlar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bulmuş
olsunlar.”125
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş-
tur: “Seni işkillendiren şeyi bırak, işkillendirmeyene geç.
Çünkü doğruluk iç huzuru verir, yalan da şüphe ve tered-
düt doğurur.”126
İçe doğan her şey ilham değildir, şeytan vesvesesi de olabi-
lir. Çünkü şeytan “İnsanlara vesvese veren, onların içini
karıştıran” (Nas 114/5) bir varlıktır. Şeytan Allah’tan Kıyamet
gününe kadar yaşama garantisi alınca şöyle demişti:
125. Sünen-i Dârimî, Büyû’, 2.
126. Tirmizî, Kıyame, 60.
İlham • 151

‫ ثُم‬.‫ط َك ا ْل ُم ْس َت ۪قيم‬
َّ َ َ ‫َق َال َفب َِماۤ اَ ْغ َو ْي َت ۪ني اَلَ ْق ُع َد َّن َل ُه ْم ِص َرا‬
‫ل ِتي َّن ُهم ِم ْن َبي ِن َا ْي ۪ديهِ م َو ِم ْن َخ ْل ِفهِ م َو َع ْن َا ْي َم ِانهِ م َو َع ْن‬
ْ ْ ْ ْ ْ َ ٰ َ‫ا‬
‫اخر ْج ِم ْن َها َم ْذ ُۧؤ ًما‬ ‫ قال‬.‫اكر۪ ين‬ ِ ‫َشماۤ ِئ ِلهِ م و اَل َت ِج ُد َا ْك َثرهم َش‬
ُ ْ َ َ َ ُْ َ َ ْ َ
.‫ين‬ ۪ ِ ِ
َ ‫ورا َل َم ْن َتب َِع َك م ْن ُه ْم اَلَ ْم َلـ َٔ َّن َج َه َّن َم م ْن ُك ْم اَ ْج َمع‬
ً ‫َم ْد ُح‬
“Beni azdırmana karşılık and olsun senin doğru yo-
lunun üstüne oturacağım. Sonra onlara, önlerinden ar-
kalarından, sağlarından sollarından sokulacağım. On-
ların çoğunun şükretmediğini göreceksin.”
Allah Teâlâ buyurdu ki; yerilmiş ve kovulmuş ola-
rak çık oradan. Onlardan kim sana uyarsa cehennemi
sizin hepinizle dolduracağım.” (A’raf 7/ 16-18)
Şeytan, bu yetkiyle elçiler de dâhil herkese sokulur ve on-
ları yanlış davranışlara yöneltmeye çalışır. Allah Teâlâ şöyle
buyurur:

‫ول َو اَل َنب ٍِي ِا اَّل ۤ ِا َذا َت َم ّٰنى َا ْل َقى‬


ٍ ‫وماۤ َارس ْل َنا ِمن َقب ِل َك ِمن رس‬
ُ َ ْ
ۤ ّ ْ ْ َ ْ َ َ
ّٰ‫الش ْي َطا ُن ثُ َّم يُ ْح ِك ُم ه‬
ُ‫الل‬ ّٰ‫الش ْي َطا ُن ۪ف ۤي اُ ْم ِن َّي ِت ۪ه َف َي ْن َس ُخ ه‬
َّ ‫اللُ َما يُ ْل ِقي‬ َّ
‫اللُ َع ۪ليم َح ۪كيم‬
ٌ ٌ ّٰ‫ٰا َي ِات ۪ه َو ه‬
“(Ya Muhammed!) Senden önce gönderdiğimiz tek
bir nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi kurguladığı zaman,
şeytan onun kurgusunun içine vesvese atmış olmasın.
Allah şeytanın attığını giderir, sonra Allah âyetlerini
pekiştirir. Allah bilir, doğru karar verir.” (Hacc 22/52)
152 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

İlham ile vesveseyi ayırabilmek için içimize gelen şeyi


Allah’ın emir ve yasakları yönünden denetlemek gerekir.
İşte nefs-i mülheme127 budur. Mümin-kâfir, herkesin nef-
si nefs-i mülhemedir. Allah ona, isyankârlığını ve takvâsını il-
ham eder.
Mürit- İsyankârlık ve takvâ dışında bir ilham olmaz mı?
Bayındır- Elbette olur. Allah insanın kalbine birçok şey
doğurur. Bu konu ile ilgili ayetler vahiy bölümünde geçmişti.
Bu da mümin ve kafir ayrımı olmadan her insanda olur. Şair-
ler ve buluş sahipleri buna örnek verilebilir.

127. G
 ünümüz tasavvufçuları buna nefs-i mülhime diyorlar. Mülhime, ilham
eden anlamına gelir. Nefis ilham etmez, ilham alır. Bu sebeple kendine
ilham edilen anlamına mülheme kelimesi kullanılmalıdır.
Şefaat • 153

24 - ŞEFAAT 128
Şefaat, bazı müminleri bağışlaması için, ahirette Allah’tan
istekte bulunma anlamında kullanılır.
Mürit- Biz burada Şeyh Efendi ile iyi geçiniyoruz ki, belki
ahirette eteğinden tutarız, belki bize faydası dokunur.
Bayındır- Yani size şefaat edeceğini mi söylüyorsunuz?
Şeyh Efendi- Neden olmasın? Büyük Şeyh Mustafa İsmet
Garibullah kuddise sirruhu hazretleri Risale-i Kudsiyye’sinde
şöyle buyurdu: Ebu Bekir’e varıncaya kadar bütün silsileden
yardım istemeyi adet et. Resulullah sallallahu aleyhi ve selle-
me vararak ondan da yardım iste. Şeyhini şefaatçi, aracı kıl ki,
seni sevinçle doldursun129.
Bayındır- Şeyh şefaat yetkisini kimden alıyor? Allah han-
gi şeyhe böyle bir yetki vermiştir?
Her namazın arkasından okuduğumuz Ayet’el-kürsî’de;

‫َمن َذا ا َّل ِذي َي ْش َف ُع ِع ْن َد ُه ِإال َّ ِب ِإ ْذ ِن ِه‬


“Onun izni olmadan onun katında şefaat edecek
olan da kimmiş?” buyrulmuyor mu?
Ebu Bekir’e varıncaya kadar bütün silsilenizden yardım is-
temeyi adet edinip kıyâmete kadar cevap veremeyecek kişile-
ri razı etmeye çalışacağınıza Allah’ı razı etmeye çalışsanız ol-
maz mı?
128. B
 u bölümdeki iddialar daha çok Mahmut Ustaosmanoğlu (Mahmut
Efendi) ve ekibi ile yaptığımız görüşmede ortaya atılmıştır.
129. Ruhu’l-Furkan, c. II, s.86.
154 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Mürit- Biz her şeyi Allah rızası için yaparız. Çünkü “Al­
lah’ın rızası her şeyden büyüktür.” (Tevbe 9/72)
Bayındır- Allah’ın şirk saydığı şeyleri yaparak onun rızası
kazanılır mı? Siz ne Kur’an’a uyuyorsunuz ne de aklınızı kulla-
nıyorsunuz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

َ ‫ين اَل َي ْع ِق ُل‬


‫ون‬ ۪
َ ‫الر ْج َس َع َلى ا َّلذ‬
ِ ‫ويجعل‬
ّ َُ ْ ََ
Allah “..pisliği aklını kullanmayanların üstüne bıra-
kır.” (Yunus 10/100)
Şu âyetler sanki sizi anlatıyor:

‫ون ِم ْث َق َال َذ َّر ٍة‬


َ ‫الل اَل َي ْم ِل ُك‬ ِ ّٰ‫ون ه‬
ِ ‫ُق ِل ْادعوا ا َّل ۪ذين َزعم ُتم ِمن ُد‬
ْ ْ َْ َ ُ
‫ات َو اَل ِفي اْالَ ْر ِض َو َما َل ُهم ۪فيهِ َما ِم ْن ِشر ٍك َو َما‬ ِ ‫ِفي السمو‬
َ ٰ َّ
ْ ْ
‫اع ُة ِع ْن َد ُۤه ِا اَّل ِل َم ْن اَ ِذ َن َل ُه‬ َ ‫َل ُه ِم ْن ُه ْم ِم ْن‬
َّ ‫ َو اَل َت ْن َف ُع‬. ٍ‫ظه۪ ير‬
َ ‫الش َف‬
‫َح ّٰتى ِا َذا ُف ِّز َع َع ْن ُق ُلوبِهِ م َقالُوا َما َذا َق َال َر ُّب ُكم َقالُوا ا ْل َح َّق‬
ْ ْ ۤ
ِ
.‫َو ُه َو ا ْل َعلي ا ْل َكب۪ ير‬
ُ ُّ
“De ki, Allah’a yakın sandıklarınıza yalvarıp durun.
Onların göklerde de yerde de zerre ağırlığında bir şeye
sözleri geçmez. Onların bu iki yerde ortaklıkları yoktur.
Allah’ın onlar arasından bir destekçisi de bulunmaz.
Allah katında şefaatin, onun izin verdiği kimseden baş-
kasına yararı olmaz.” (Sebe’ 34/22,23)

‫ون اَ ْن يُ ْح َشر ۤوا ِا ٰلى َر ّبِهِ م َلي َس َل ُهم ِم ْن‬ َ ‫ين َي َخا ُف‬ ۪ ِ ِ
َ ‫َواَ ْنذ ْر بِه ا َّلذ‬
ْ ْ ْ ُ
‫ون‬
َ ‫يع َل َع َّل ُه ْم َي َّت ُق‬ ۪ ِ ِ۪
ٌ ‫ُدونه َول ٌّي َو اَل َشف‬
Şefaat • 155

“Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkan-


ları Kur’an ile uyar; onların Allah’tan başka ne dostla-
rı ne de şefaatçileri vardır. Belki çekinirler.” (En’am 6/51)
Allah kime şefaat yetkisi verirse yalnız onlar, Allah’ın dile-
diği kimselere şefaat edebilirler.

‫ون ِا اَّل ِل َم ِن‬


َ ‫َي ْع َل ُم َما َب ْي َن َا ْي ۪ديهِ ْم َو َما َخ ْل َف ُه ْم َو اَل َي ْش َف ُع‬
َ ‫ْار َت ٰضى َو ُه ْم ِم ْن َخ ْش َي ِت ۪ه ُم ْش ِف ُق‬
.‫ون‬
“Allah, önlerindekini de arkalarındakini de bilir.
Onun razı olduğu kişiden başkasına şefaat edemezler.
Kendileri de onun korkusundan titrerler.” (Enbiya 21/28)
a-Şeyhin müridi savunması
Mürit- Bizim Şeyh Efendiye bakışımız, onun bize yardım-
cı olacağı yolundadır. Mesela bugün mahkemede avukat tutma
zorunluluğu yoktur. Ama genellikle avukat tutanlar davayı ka-
zanırlar. Şeyh Efendi de bizim avukatımızdır.
Bayındır- Siz, gizli açık her şeyi bilen Allah’ı hâkimle bir
mi tutuyorsunuz? Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‫ط ِلي ْو ِم ا ْل ِقي َم ِة فَلاَ ُت ْظ َلم َن ْف ٌس َشي ًئا‬ ‫ونضع المواز۪ ين ال ِقس‬


ْ ُ ٰ َ َ ْ ْ َ ََْ ُ َ ََ
.‫ين‬ ِ ٍ ِ ٍ ِ َ ‫و ِا ْن َك‬
َ ۪‫ان م ْث َق َال َح َّبة م ْن َخ ْر َدل َا َت ْي َنا ب َِها َو َك ٰفى ب َِنا َحاسب‬ َ
“Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; kimseye bir
haksızlık yapılmaz. Hardal tanesi ağırlığında da olsa
oraya getiririz. Hesap gören olarak biz yeteriz.” (Enbiya
21/47)
156 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

‫ات َج َزاۤ ُء َسي َِئ ٍة ب ِِم ْث ِل َها َو َتر َه ُق ُهم ِذ َّل ٌة َما‬
ِ ‫وا َّل ۪ذين َكسبوا الس ِيـ‬
َٔ ّ َّ
ْ ْ ّ ُ َ َ َ
ِ ِ
‫وه ُهم ق َط ًعا م َن ا َّلي ِل‬ ِ
‫الل م ْن َعاص ٍم كانما اغشيت وج‬ ِ ِ ِ ِ
ّٰ‫َل ُه ْم م َن ه‬
ْ ْ ُ ُ ُ ْ َ ْ ُ ۤ َ َّ َ َ
َ ‫يها َخ ِال ُد‬
.‫ون‬ ۪
َ ‫النارِ ُه ْم ف‬ َّ ‫اب‬
ِ ِ
ُ ‫ُم ْظل ًما اُوۨ ٰلۤئ َك َا ْص َح‬
“Kötü işlerle uğraşanların cezası o kötülüğün bir
kat fazlasıdır. Alçaklık her yanlarını sarar. Allah’tan
koruyacak kimseleri de olmaz. Yüzleri sanki gecenin
karanlık parçaları ile örtülmüş gibidir. İşte bunlar ce-
hennem ateşi için arkadaş olanlardır. Hep orada kala-
caklardır.” (Yunus 10/27)
Durum böyle iken Şeyh Efendi kimi kimden kurtaracaktır.
Allah, haşa haksızlık yapmasın diye devreye girecek ve müridi-
ni ona karşı koruyacak öyle mi? Bu ne büyük bir sapıklıktır!...
Ensar’dan Ümmü’l-alâ diyor ki, muhacirlere kur’a çekilin-
ce bize Osman b. Maz’ûn düştü. Onu evlerimize yerleştirdik.
Sonra ölümüne sebep olan hastalığa tutuldu. Vefat edince yı-
kandı ve kendi elbiseleri içine kefenlendi. Muhammed sallal-
lahu aleyhi ve sellem içeri girdi. O sırada dedim ki, “Ebu’s-
Sâib130! Allah sana rahmet eylesin. Allah’ın sana gerçekten
ikramda bulunduğuna şahidim.” Bunun üzerine Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Allah’ın ona ikram
ettiğini ne biliyorsun?” Dedim ki, “Babam sana kurban ey
Allah’ın Elçisi, Allah ya kime ikram eder?” Muhammed sal-
lallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki, “Evet ona kaçınılmaz ger-
çek geldi. Vallahi onun için hep hayırlar bekliyorum. Ama
ben Allah’ın Elçisi olduğum halde nasıl karşılanacağımı
vallahi bilmiyorum.”

130. Osman b. Maz’un radıyallahu anhın lakabıdır.


Şefaat • 157

Ümmü’l-alâ dedi ki, “Vallahi bundan sonra hiç kimseyi


tezkiye etmem.”131
Bir âyet şöyledir:

‫الر ُس ِل َو َماۤ َا ْدر۪ ي َما يُ ْف َع ُل ب۪ي َو اَل‬ ِ


ُّ ‫ت ب ِْد ًعا م َن‬ ُ ‫ُق ْل َما ُك ْن‬
۪ ِ ِ ِ ِ ُ ‫ب‬
ٌ ۪‫وح ۤى ا َل َّي َو َماۤ اَ َن ۨا ا اَّل َنذ ٌير ُمب‬
.‫ين‬ ٰ ُ‫ِك ْم ا ْن اَ َّتب ُِع ا اَّل َما ي‬
De ki: “Ben elçilerin ilki değilim; bana ve size ne ya-
pılacağını bilmem. Ben sadece bana vahyolunana uya-
rım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 46/9)
Ama siz şeyhinizin cennete gireceğinden emin olduğunuz
gibi sizi Allah’ın vereceği cezadan kurtaracağından da eminsi-
niz. Bu güven size nereden geliyor? Şu ayetler üzerinde çok
düşünmek gerekir:

‫الضلاَ َل ُۜة ِا َّن ُهم َّات َخ ُذوا‬


َّ ‫َفر۪ ي ًقا َه ٰدى َو َفر۪ ي ًقا َح َّق َع َل ْيهِ ُم‬
ُ
.‫ون‬
َ ‫ون اَ َّن ُه ْم ُم ْه َت ُد‬ ِ ّٰ‫ون ه‬
َ ‫الل َو َي ْح َس ُب‬ ِ ‫اطين اَو ِليٓاء ِمن ُد‬ ۪ َّ
ْ َ َ ْ َ ‫الش َي‬
“Allah bir takımını yoluna kabul eder, bir takımı da
sapıklığı hak eder. Sapıklar şeytanları, Allah ile arala-
rındaki veliler sayarak onlara tutunan ama kendilerini
doğru yolda gören kimselerdir.” (Araf 7/30)

.‫ين‬
ٌ ۪‫الر ْح ٰم ِن نُ َق ّي ِْض َل ُه َش ْي َطا ًنا َف ُه َو َل ُه َقر‬ ِ‫ومن يعش عن ِذكر‬
َّ ْ ْ َ ُ ْ َ ْ َ َ
.‫ون‬
َ ‫ون َا َّن ُه ْم ُم ْه َت ُد‬
َ ‫يل َو َي ْح َس ُب‬ ِ ۪‫السب‬ ِ
َّ ‫َوا َّن ُه ْم َل َي ُص ُّدو َن ُه ْم َع ِن‬

131. Buhârî, Cenâiz, 3.


158 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

“Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) bulanık görür-


se başına bir şeytan sararız; onun arkadaşı olur. Onlar
bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda ol-
duklarını sanırlar.” (Zuhruf 43/36-37)
Rahman’ın Zikr’i, Kur’an’dır. Siz, Kur’an’a zıt davranışlar
içinde olduğunuz halde bunu görmezlikten geliyor ve adına ev-
liya dediğiniz kişilerin arkasına takılıyorsunuz. Üstelik kendinizi
hak yolun ortasında zannediyorsunuz. Size bu şekilde yol gös-
terenler ancak şeytan olabilirler.
b- Müridi Allah’a takdim
Mürit- Müftülükte bir müftü ile görüşmek istesen araya bir
kapıcının girmesi, bir kişinin seni müftüye takdim etmesi gere-
kir. Araya kimse girmeden bir yetkiliyle, bir bakanla pat diye
görüşebilir misin? İşte Şeyh Efendi de bizimle Allah arasında
bir vesile, bir vasıta olmaktadır.
Bayındır- Bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah
Teâlâ için bu söz nasıl söylenebilir.
Bu müşriklerin inancıdır. Şirk, Allah ile kul arasına vasıta
koyup Allah’ı ikinci sıraya koymaktır. Zümer suresinde buna
dikkat çekilmektedir:

‫ون ۪ ۤه اَ ْو ِلياۤ َء َما‬


ِ ‫الدين ا ْل َخ ِالص وا َّل ۪ذين َّات َخ ُذوا ِمن د‬ ۪ ِ ِ‫لل‬
َ ُ ْ َ َ ُ ُ ّ ّٰ‫أَ اَل ه‬
‫الل َي ْح ُكم َبي َن ُهم ۪في َما‬ ِ ِ ّٰ‫َنعب ُدهم ِا اَّل ِلي َق ِربو َناۤ ِا َلى ه‬
ْ ْ ُ َ ّٰ‫الل ُز ْل ٰفى ا َّن ه‬ ُّ ُ ُْ ُْ
‫ار‬ ِ ۪ ِ َ ‫هم ۪ف ِيه ي ْخت ِل ُف‬
ٌ ‫ب َك َّف‬ ٌ ‫الل اَل َي ْهدي َم ْن ُه َو َكاذ‬ َ ّٰ‫ون ا َّن ه‬ َ َ ُْ
“İyi bil ki, saf din Allah’ın dinidir. Onunla aralarına
koydukları velilere tutunanlar; “Biz onlara başka değil
sadece bizi Allah’a daha da yaklaştırsınlar diye kulluk
Şefaat • 159

ederiz.” derler. Allah, onların tartışıp durdukları şey-


de hükmünü verecektir. Allah, yalancı nankörleri doğ-
ru yola sokmaz.” (Zümer 39/3)
Bu tür inanışlardan lütfen vazgeçin. Çünkü şeytan insanı
hep bu metotla saptırmaktadır.
Lütfen bana söyler misin, yaratan, besleyen, büyüten ve
sana senden yakın olan Allah mı seni daha iyi tanır, yoksa
Şeyh Efendi mi?
Mürit- Tabii ki, Allah tanır.
Bayındır- Peki Şeyh Efendi senin neyini Allah’a tanıta-
cak?
Mürit- ?!
160 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

25 - RABITA
Bayındır- Bir de rabıtanız var.
Şeyh Efendi- Evet doğru. Rabıta bir müridin, mürşid-i
kâmilinin ruhâniyetiyle beraber, suretini kalp gözünün önüne
getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesinden
ibarettir.132
Bayındır- Daha iyi anlamak için soruyorum, mürit şeyhini
yükseklerde görüyor, onun birçok yetkiye sahip olduğunu dü-
şünüyor, kendisini de düşük seviyede sayıyor. Sonra şeyhinin
hayalini karşısına getiriyor ve ondan yardım istiyor. Bunu şey-
hinin yanında yapmıyor değil mi?
Şeyh Efendi- Doğru. Bak! Bu işi biz uydurmadık. Halid-i
Bağdâdî Hazretleri, Risale-i Halidiye’sinde şöyle buyurur:
“Rabıtanın en üstün derecesi, iki gözün arasında olan ha-
yal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözü-
nün arasına bakmaktır. Zira orası feyiz kaynağıdır. Ondan son-
ra mürşide karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yal-
varmak ve onu Mevlâ ile kendi arana vesile kılmak üzere, mür-
şidin ruhaniyetinin hayal hazinesine girip oradan kalbine ve
derinliklerine yavaş yavaş indiğini düşünüp, senin de yavaş ya-
vaş oraya aktığını ve indiğini hayal ederek, şeyhini, kendi nef-
sinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir.”133
Bayındır- Aman Allahım! Söyler misiniz bana, bunu neye
dayandırıyorsunuz?

132. Ruhu’l-Furkan, c. II, s. 64.


133. Ruhu’l-Furkân, c. II, s. 79.
Rabıta • 161

Şeyh Efendi- Bunun delili vardır. Ebu Bekir radıyalla-


hu anh kaza-i hacet134 için Efendimiz sallallahu aleyhi ve sel-
lemden hali bir yer bulamadığından, bu durumu Efendimize
şikâyet etti. Efendimiz de ona ruhsat verdi135.
Bayındır- Yani Ebu Bekir, tuvalette, Allah’ın Elçisi’nin
ruhâniyetiyle beraber, suretini kalp gözünün önüne getirerek
hayal edip kalbiyle ondan yardım mı istiyordu?
Mürit- Hayır, öyle değil. Yani Ebu Bekir tuvalette, ihtiya-
cını karşılarken bile Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi ha-
yal ediyordu.
Bayındır- Çok sevdiği kişinin hayali insanın gözünün
önünden gitmez. Şair, sevgilisi için “Gündüz hayâlimde, gece
düşümde” diyor. Bu gayet normaldir. Ebu Bekir, Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellemi çok sevdiği için tuvalette bile aklın-
dan çıkaramadığını ifade etmektedir. Sizin tarif ettiğiniz rabı-
tayla bunun ne ilgisi var?
Siz rabıta sırasında şeyhin ruhaniyetinin müridin yanına
geldiğini iddia ediyorsunuz. Şeyhin ruhaniyeti müridin yanına
nereden geliyor ki mürit ondan yardım istesin?
Şeyh Efendi- Ruhaniyetin gözüktüğünün delili vardır. Yu-
suf suresinde şöyle buyruluyor:

‫ان َر ّب ِ۪ه‬
َ ‫َو َل َق ْد َه َّم ْت ب ِ۪ه َو َه َّم ب َِها َل ْو اَل ۤ اَ ْن َر ٰا ُب ْر َه‬
“(Yusuf aleyhisselâm kasıtsız olarak, elinden gel-
meyerek) ona (Züleyha’ya) meyletti. Rabbisinin burha-
nını (delilini) görmeseydi, (o meyline göre hareket ede-
bilirdi).” (Yusuf 12/24)
134. Tuvalet ihtiyacını gidermek.
135. Ruhu’l-Furkan, c.II, s.76.
162 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Bu âyetin tefsirinde ekseri müfessirler, Allah dostlarının ta-


sarruf ve imdadını (gücünü ve yardımını) açıklamışlardır. Mü-
fessirlerden Keşşaf, doğruluktan ayrıldığı ve Mutezile mezhe-
binin136 görüşüyle vasıflandığı halde Yakub aleyhisselâmın ru-
haniyyetinin, şaşkınlığından parmaklarını ısırmış olduğu halde
Yusuf aleyhisselâma gözükerek “O kadından sakın.” dediğini
açıklamıştır.”137
Bayındır- Siz herhalde Keşşâf Tefsiri’ni hiç okumadınız.
Yoksa bunu asla söylemezdiniz.
Yusuf suresinin 24. âyetinde Züleyha’nın Yusuf aleyhis­
selâm ile birleşmek için yaptıkları anlatılırken şöyle buyruluyor:

. ‫ان َر ّب ۪ ِۜه‬
َ ‫َو َل َق ْد َه َّم ْت ب ۪ ِۗه َو َه َّم ب َِهاۚ َل ْو َ آل اَ ْن َر ٰا ُب ْر َه‬
“Kadın Yusuf’u gerçekten istiyordu. Rabbinin bür-
hanını görmeseydi Yusuf da onu isterdi ...” (Yusuf 12/24)
Keşşaf Tefsiri, âyette geçen bürhan kelimesinin ne anlama
geldiğini açıkladıktan sonra şöyle devam ediyor:
Ayette geçen bürhan şu şekillerde de açıklanmıştır:
Yusuf aleyhisselâm bir ses duydu, “Aman kadına yaklaş-
ma!” diye, ama aldırmadı. İkinci kez duydu, demini bozma-
dı. Üçüncü kez duydu, beriye çekildi ama Yakub aleyhisselâmı
parmaklarını ısırmış halde görünceye kadar bir şeyden etkilen-
medi...”
Keşşaf’ta bu görüş sahipleri için aynen şu ifadeler yer alı-
yor:
136. M
 utezile, bir kelâm mezhebidir. Vasıl b. Ata ve taraftarları kurmuştur.
İnsanın kendi fiillerinin yaratıcısı olduğunu, Allah’ın bu konuda kimseye
karışmadığını savunurlar. Birçok konuda farklı görüşleri vardır.
137. Ruhu’l-Furkan, c. II, s. 65,66.
Rabıta • 163

“Bu ve bunun gibi şeyler hurafeci zorbaların tutunduk-


ları şeylerdir. Allah Teâlâ’ya ve nebilerine iftira bunların dini
olmuştur...”138
Biraz düşünülse bunun Yusuf suresindeki başka âyetlere
de aykırı olduğu görülür. Bir âyette şöyle buyruluyor:
“(Yakub) Onlardan yüz çevirdi. Vah Yusuf’um vah!”
dedi. Üzüntüden iki gözüne de ak düştü. Kederi içine
gömülüydü.” (Yusuf 12/84)
Bu olay, Yusuf’un, Mısır’a gelen kardeşlerinden Bünya­
min’i, hırsızlık bahanesiyle alıkoymasından sonra olmuştu.
Eğer Bünyamin’i Yusuf’un alıkoyduğunu bilseydi Yakub, böy-
le üzülür müydü?
Lütfen bunu rabıtanın delili sayıp da kendinizi daha da
kötü duruma sokmayın.
Şeyh Efendi- Ubeydullah el-Ahrâr es-Semerkandî hazret-
leri “Sadıklarla beraber olun.” (Tevbe 9/119) âyetinin tefsirin-
de şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz sadıklarla beraber olmak, su-
rette ve manada onlarla beraber olmaktır.” Sonra da manevi
beraberliği rabıta ve huzurla tefsir etmiştir ki, bu ehlince ma-
lum olan meşru bir iştir139.
Bayındır- Surette ve manada sadıklarla yani dürüst kim-
selerle beraber olmaktan ne anlıyorsunuz? Bir kimseyle bera-
ber olmak hem onun yanında yer almak hem de onunla aynı
duygu ve düşünceleri paylaşmak anlamına gelir. Yanında oldu-
ğunuz kişi ile aynı duygu ve düşünceleri paylaşmıyorsanız bu
tam bir beraberlik sayılmayacağı gibi aynı duygu ve düşünceyi

138. M
 ahmut b. Ömer ez-Zemâhşerî, el-Keşşâf, c. I, s. 467, el-Matbaat’üş-
Şarkiyye.
139. Ruhu’l-Furkan, c. II, s.66.
164 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

paylaştığınız kişinin yanında yer almazsanız gene beraber ol-


muş sayılmazsınız. Burada anlatılan odur. Bunun rabıta ile ne
ilgisi var?
Bazı şeyhler müritlerine resimlerini dağıtıyor ve rabıta ya-
parken ona bakmasını söylüyorlar. Siz de bunu yapıyor musu-
nuz?
Mürit- Bizde öyle bir şey yoktur. Peygamber resmi yasak-
lamıştır.
Bayındır- Eğer Peygamber yasaklamamış olsaydı yapar
mıydınız?
Mürit- Belki yapardık. Çünkü resme bakmak, şeyhi kalp
gözünün önüne getirerek hayal etmekten kolaydır. O zaman
şeyhin sureti baş gözüyle görülmüş olur.
Bayındır- Peki ya dinimizin heykeli yasak etmediğini farz
etsek o zaman da heykelini yapar mıydınız?
Mürit- Heykel yasak ama.
Bayındır- Yasak olmadığını farz edin.
Mürit- Belki o da yapılırdı. Her müridin evinde şeyhin bir
heykeli bulunabilirdi.
Bayındır- O zaman mürit, şeyhinin putu karşısına geçe-
cek, ona rabıta yapacak ve onun ruhaniyetinden yardım is-
teyecekti. Ona karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile
yalvaracaktı. Puta tapanların yaptığı zaten bundan başkası de-
ğildi. Aradan heykeli kaldırıp yerine şeyhin hayalini geçirmek
neyi değiştirir? Puta tapanlar da zaten taştan veya ağaçtan bir
şey beklemiyor, onun temsil ettiği varlığın ruhaniyetinden yar-
dım bekliyorlardı.
Sizin tarif ettiğiniz rabıtaya sadece şu âyet delil olabilir.
Rabıta • 165

‫ون ۪ ۤه اَ ْو ِلياۤ َء َما‬


ِ ‫الدين ا ْل َخ ِالص وا َّل ۪ذين َّات َخ ُذوا ِمن د‬ ۪ ِ ِ‫لل‬
َ ُ ْ َ َ ُ ُ ّ ّٰ‫أَ اَل ه‬
‫الل َي ْح ُكم َبي َن ُهم ۪في َما‬ ِ ِ ّٰ‫َنعب ُدهم ِا اَّل ِلي َق ِربو َناۤ ِا َلى ه‬
ْ ْ ُ َ ّٰ‫الل ُز ْل ٰفى ا َّن ه‬ ُّ ُ ُْ ُْ
.‫ار‬ ِ ۪ ِ َ ‫هم ۪ف ِيه ي ْخت ِل ُف‬
ٌ ‫ب َك َّف‬ ٌ ‫الل اَل َي ْهدي َم ْن ُه َو َكاذ‬ َ ّٰ‫ون ا َّن ه‬ َ َ ُْ
“İyi bil ki, saf din Allah’ın dinidir. Onunla aralarına
koydukları velilere tutunanlar; “Biz onlara başka değil
sadece bizi Allah’a daha da yaklaştırsınlar diye kulluk
ederiz.” derler. Allah, onların tartışıp durdukları şey-
de hükmünü verecektir. Allah, yalancı nankörleri doğ-
ru yola sokmaz.” (Zümer 39/3)
Bu âyet, Kur’an’da şirki tanımlayan âyettir.
166 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

26 - İBADET

Şeyh Efendi- Biz insanlara, bize ibadet edin, demiyoruz


ki.
Bayındır- Siz herhalde ibadetin ne olduğunu bilmiyorsu-
nuz. Söyler misiniz bana, mürit şeyhin yanında nasıl olmalıdır?
Şeyh Efendi- Bak, şimdi sana müridin adâbını söyleyeyim
de içinde ne varsa ortaya dök.
Müridin inancı şöyle olmalıdır: “Ben ancak bağlı bulundu-
ğum şeyhim ile hedefime ulaşabilirim.”140
Haklı dahi görünse mürîdin üstadına itirazı haramdır.141
Musa ile Hızır aleyhisselam kıssasında olduğu gibi şeyhe
itiraz çok çirkindir. İtirazcının özrü kabul edilemez. İtirazdan
doğan ayrılığın ilacı yoktur. Bu itirazın zararı, mürit üzerine
akan feyzin kapanmasıdır.142
Müride lazım olan şartlardan biri de şeyhin emrettiği şeyle-
ri tevil etmeyerek ve geciktirmeyerek yapmasıdır. Zira tevil ve
geciktirme büyük kesintiye sebeptir.143
Adabtan biri de şeyhinin sevmediği hoşlanmadığı şeyler-
den kaçınıp, şeyhinin güzel ahlakına ve yumuşaklığına aldanıp
da sevmediği şeyleri yapmamasıdır.144
140. Kotku, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 247, son paragraf.
141. Kotku, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 5, 2. paragraf.
142. Kotku, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 246, paragraf 3.
143. Kotku, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 246, paragraf 5.
144. Kotku, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 248.
İbadet • 167

Şeyh müride bir şey telkin ettiğinde devamlı onunla meş-


gul olmalı ve kalbine hayır ve şer bir şey getirmemelidir.145
Sadık müridin sermayesi sevgi ve bağlılıktır. İnatlık asasını
ve muhalefet sevdasını bırakıp şeyhin emri altında sükunettir.
Tarikata sevgisi ve şeyhine bağlılığı artan mürit tarikatta kal-
maktan emin olur.146
Bayındır- Yani kısaca mürit şeyhinin kölesi olacak. Hatta
köleden de öte bir bağlılığı olacak. Çünkü köle efendisine za-
man zaman baş kaldırır, baş kaldıramasa bile içinden homur-
danır ama mürit hem içi ile hem de dışı ile şeyhin tam kölesi
olacak. Şeyhin emri altında sessiz sedasız beklerse tarikattan
atılma korkusu olmayacak.
Şeyh Efendi- Mürit şeyhinin terbiyesinde ölü yıkayanın
elindeki ölü gibi olmalıdır ki, şeyh, müride istediği gibi hare-
ket edebilsin.147 Mürit tam bağlı olmazsa şeyh onu nasıl yetiş-
tirebilir?
Bayındır- Bağlılığın da bir sınırı var. Burada bütün sınırlar
aşılıyor. İnsanları kendine köle eden bir tek nebi yoktur. Böyle
bir şey Kur’an’a temelden karşıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‫ول‬
َ ‫الن ُب َّو َة ثُ َّم َي ُق‬
ُّ ‫اب َوا ْل ُح ْك َم َو‬ ِ ّٰ‫ان ِلب َشرٍ َا ْن ي ْؤ ِتيه ه‬
َ ‫اللُ ا ْلك َت‬ َُ ُ ‫ما ك‬
َ َ َ َ
‫الل َو ٰل ِك ْن ُكونُوا َر َّب ِاني َ۪ن ب َِما‬ِ ّٰ‫ون ه‬
ِ ‫ادا ۪لي ِمن ُد‬ ِ ِ ِ
ّ ْ ً ‫ل َّلناس ُكونُوا ع َب‬
.‫ون‬
َ ‫اب َوب َِما ُك ْن ُت ْم َت ْد ُر ُس‬ ِ َ ‫ُك ْنتم ُتع ِّلم‬
َ ‫ون ا ْلك َت‬ ُ َ ُْ
“Allah bir kimseye Kitap, hikmet ve nebîlik versin,
o da tutsun halka; “Allah’tan önce bana kul olun” de-
145. Kotku, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 248.
146. Kotku, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 250.
147. Kotku, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 245, 3. paragraf.
168 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

sin; bu kimsenin haddine değildir. Onun diyeceği şu-


dur: “Kitabı öğrettiğinize ve okuduğunuza göre sadece
Rabbe kul olun.” (Al-i İmrân 3/79)
Diyorsunuz ki, eğer müridin şeyhine bir itirazı olursa bu-
nun ilacı yoktur. Bunun için kölelik kelimesi de yetersiz kalır.
Peki bu, şeyhe ibadet değildir de ya nedir?
Mürit- Bunun neresi ibadettir, Allah aşkına!
Bayındır- Evet sadece ibadet yok, istiâne (yardım isteme)
de var. Her ne kadar günde kırk kere Fatiha suresini okuyup,

‫ين‬ ِ
ُ ‫إ َِّيا َك َن ْع ُب ُد وإ َِّيا َك َن ْس َتع‬
“(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız sen-
den istianede bulunuruz.” Deseniz bile söylenenlerde hem
Allah’tan başkasına ibadet var, hem de Allah’tan başkasından
istiane.
Mürit- Çok ağır bir ithamda bulundunuz. Beş vakit nama-
zını kılan, gece teheccüd namazına kalkan, bu kadar zikirler
yapan, İslam’a hizmet için müesseseler kuran bu insanları o şe-
kilde itham edemezsiniz?
Bayındır- Sizi Allah’ın açık ayetlerine çağırıyorum. Beni
suçlayacağınıza kendinizi düzeltmeye çalışsanız daha iyi olmaz
mı? Biraz düşünseniz sizin en büyük dostunuz olduğumu kolay-
lıkla anlarsınız. Bana karşı çıkacağınızı ve sert tavırlar koyaca-
ğınızı bile bile düştüğünüz bu kötü durumu size göstermek için
elimden geleni yapmaya çalışıyorum.
Mürit- Bunca kâfirler var, niye onlarla mücadele etmiyor-
sun da, Müslümanların birlik ve beraberlik içinde olmak zorun-
da olduğu şu günlerde bize saldırıyorsun? Bu kadar iyi işler ya-
pan insanları yok etmekle ne elde edeceksin?
İbadet • 169

Bayındır- Yeryüzünde iyi işlerle meşgul insanlar çoktur.


Japonların, Amerikalıların ve Avrupalıların içinde insanlığın
hayrı için gecesini gündüzüne katıp çalışanların sayısı az de-
ğildir. Hıristiyan keşişler mala, evlilik hayatına ve dünyalıkla-
ra karışmamak ve ömürlerini sırf ibadetle geçirmek için dağla-
rın ıssız tepelerinde kurulu manastırlara kapanırlar. Ama İsa’yı
Allah’ın oğlu saydıkları, Allah ile kendi aralarına aracı olarak
koydukları sürece hak yolda olamazlar.
İnanç çok önemlidir. İnsanın sevap namına bir şeyi olmasa
da şirkten uzak bir inancı olsa ve tevbe etmeden ölse Allah bu
şahsın günahlarını bağışlayabilir. Çünkü o, şöyle buyurmuştur:

‫ون ٰذ ِل َك ِل َم ْن َي َشاۤ ُء‬


َ ‫الل اَل َي ْغ ِف ُر َا ْن يُ ْش َر َك ب ِ۪ه َو َي ْغ ِف ُر َما ُد‬ ِ
َ ّٰ‫ا َّن ه‬
“Allah kendine ortak koşulmasını bağışlamaz, onun
altındaki günahı, düzenine uyan için bağışlar.” (Nisa 4/48)
İşte başkasına köle olmamızı kabul etmeyen Allah, nebisi-
ne şu emri vermiştir:

‫ َو َل َق ْد اُ ۧو ِحي ِا َلي َك‬.‫ون‬ َ ‫اه ُل‬ ِ ‫الل َت ْامرو ۪نّي اَعب ُد اَيها ا ْلج‬ ِ
ْ َ َ َ ُّ ُ ْ ۤ ۤ ُ ُ ّٰ‫ُق ْل اَ َف َغ ْي َر ه‬
‫ين ِم ْن َقب ِل َك َل ِئ ْن اَ ْشر ْك َت َلي ْحب َط َّن َع َم ُل َك َو َل َت ُكو َن َّن‬ ۪ ِ
َ َ َ ْ َ ‫َوا َلى ا َّلذ‬
‫ َو َما َق َد ُروا‬.‫ين‬ ِ َّ ‫الل َفاعب ْد و ُكن ِمن‬ ِ ِ
َ ۪‫الشاكر‬ َ ْ َ ُ ْ َ ّٰ‫ َب ِل ه‬.‫ين‬ َ ۪‫م َن ا ْل َخاسر‬
ِ ِ ۪ ۪
‫ات‬ ُ ‫الس ٰم َو‬ ً ‫الل َح َّق َق ْدرِ ه َو اْالَ ْر ُض َجم‬
َّ ‫يعا َق ْب َض ُت ُه َي ْو َم ا ْلق ٰي َمة َو‬ َ ّٰ‫ه‬
َ ‫ات ب َِي ۪م ِين ۪ه ُس ْب َحا َن ُه َو َت َعا ٰلى َع َّما يُ ْشرِ ُك‬
.‫ون‬ ٌ ‫َم ْطوِ َّي‬
“De ki: “Ey cahiller! Allah’tan başkasına kulluk et-
memi mi istiyorsunuz?”
170 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Sana da, senden önceki elçilere de şu muhakkak


vahyedilmiştir: “Eğer şirke düşersen yaptıkların yanar
gider ve sen, kaybedenlerden olursun.”

“Hayır; yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden


ol.”

Bunlar Allah’ı gereği gibi değerlendiremediler.


Oysa kıyâmet günü, bütün yeryüzü onun avucunda,
gökler de sağında dürülü olacaktır. O, ortak koştukla-
rından uzak ve yücedir.” (Zümer 39/64-67)

Mürit- Elimizdeki meallerde kulluk kelimesi kullanılıyor,


ama sen onun yerine “kölelik” kelimesini kullanıyorsun. Bu
yaptığın doğru mu?

Bayındır- Türkçe’de “kul” ile “köle” aynı anlamdadır. Yu-


nus Emre;

Tapduk’un tapusunda kul olduk kapusunda

Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdülillah.

derken “köle olduk kapusunda” demiş olur.

Kul ve kölenin Arapçası (‫ = )عبد‬abd kelimesidir. Muham-


med sallallahu aleyhi ve sellem de Allah’ın abdidir. Kelime-i şe-
hadette ‫ اشهد أن محمدا عبده ورسوله‬Ben şahitlik ederim ki, Muham-
med onun kulu ve elçisidir.” deriz.

Yalnız Allah’a köle olup başkasına olmamak hürriyetin do-


ruk noktasına ulaşmak demektir.

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile ilgili şu âyet


üzerinde düşünmek yerinde olur.
İbadet • 171

‫ادوا َلي ْف ِتنُو َن َك َع ِن ا َّل ۪ذ ۤي اَ ْو َحي َناۤ ِا َلي َك ِل َت ْف َترِ َي َع َلي َنا َغير ُه‬ ‫و ِان ك‬
َْ ْ ْ ْ َ ُ َ ْ َ
‫ َو َل ْو اَل ۤ َا ْن َثب ْت َنا َك َل َق ْد ِك ْد َت َتر َك ُن ِا َليهِ م‬. ً‫َو ِا ًذا اَل َّت َخ ُذو َك َخ ۪ليلا‬
ْ ْ ْ َّ
‫ات ثُم‬ ِ ‫وة و ِضع َف ا ْلمم‬ ِ ِ ِ ۪
َّ َ َ ْ َ ‫ ا ًذا اَلَ َذ ْق َنا َك ض ْع َف ا ْل َح ٰي‬. ً‫َش ْي ًئا َقليلا‬
.‫اَل َت ِج ُد َل َك َع َلي َنا َن ۪صيرا‬
ً ْ
“Başka bir şey uydurup üzerimize atasın diye sana
sıkıntı verip az kalsın vahyettiğimiz şeyden seni ayıra-
caklardı. O zaman seni dost edinirlerdi.
Eğer seni sağlam duruşlu yapmasaydık az da olsa
onlara meyledecek gibi olurdun.
Meyletseydin sana hayatın iki kat cezası ile birlik-
te ölümün de iki kat cezasını tattırırdık. Sonra bize kar-
şı sana yardım edecek birini de bulamazdın.” (İsra 17/73-75)
Allah’ın nebisi bile tehlikeye düşecek gibi olduğuna göre
çok dikkat etmemiz gerekmez mi?
Mürit- Tamam, bunları anladık. Şimdi sen yukarıdaki ağır
iddianı ispatla bakalım.
Bayındır- Allah’ın her nebisine söylediği şu söze tekrar ba-
kalım:

.‫ين‬ ِ ِ ِ
َ ۪‫َلئ ْن اَ ْش َر ْك َت َل َي ْح َب َط َّن َع َم ُل َك َو َل َت ُكو َن َّن م َن ا ْل َخاسر‬
“Şirke düşersen amelin kesinkes yanar ve sen kay-
bedenlerden olursun.” (Zümer 39/65)
172 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

A- ŞİRK
Şirk, Allah’a ait bazı özellikleri kimi varlıklarda da görerek,
onları bu özelliklerde Allah ile ortak saymaktır. Buna inanan,
öncelikle onları Allah’a yakın bilir ve Allah ile birlikte onlara da
köle olur. Çünkü Allah’a, bunların aracılığı ile yaklaşabilece-
ğine ve isteklerini ona ulaştırabileceğine inanır. O, Allah’ı bir
kral, bunları da onun yakınları gibi görür.
Mürit- Bizim yaptığımızın nesi şirk? Sen esas onu anlat.
Bayındır- Bakın, “İbadet” sözlükte taat anlamına gelir.
Taat boyun eğmek demektir, daha çok “emre uymak ve izin-
den gitmek.” anlamında kullanılır.148 Türkçe’de buna kulluk de-
nir.
Abd (‫ )عبد‬kul, yani köle anlamına gelir.
İnsanlar, güçlerinin yettiğini kendilerine köle etmeğe, güç
yetiremediklerine de köle olmağa yatkındırlar. Krallar halkı,
kendi köleleri gibi görmek istemişler, kayıtsız şartsız boyun eğ-
dirmeğe çalışmışlardır. Kur’an’da bunun örnekleri vardır:
Firavun halkı toplamış ve şöyle haykırmıştı:

‫َف َق َال أَ َن ۨا َر ُّب ُكم أْالَ ْع َلى‬


ُ
“En yüce efendiniz benim.” (Naziât 79/24)
148. İbnü Manzûr, Lisan’ul-Arab, Beyrut 1410/1990. İtaat, Tav’ (‫ )طوع‬kö-
kündendir. Tav’ boyun eğmek demektir. Zıddı kerih görmek, hoşlan-
mamaktır. Ayette şöyle buyurulur: “Sonra, duman halinde bulunan
göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: “İsteyerek veya istemeyerek buy-
ruğuma gelin” dedi. İkisi de “İsteyerek geldik” dediler.” (Fussilet
41/11)
Taat (‫ )طاعة‬da aynı köktendir, boyun eğmek anlamına gelir ve daha
çok “Emre uymak ve izinden gitmek.” anlamında kullanılır. (Rağıb el-
İsfahânî, el-Müfredât, s. 529, TVA maddesi)
İbadet • 173

Rab, efendi ve sahip demektir. Araplar kölenin sahibine


rab derler.149 Biz de efendi deriz. Allah’tan başkasına köle ol-
mayı reddedenler, Allah’tan başkasının kendi rableri ve efen-
dileri olmasını da kabul etmezler. Dikkat ederseniz efendi keli-
mesi tarikatlarda sıkça kullanılır.
Krallar siyasi ve askeri güçlerini kullanarak, zenginler pa-
ralarını, kimileri de dini kullanarak insanları kendilerine kul
ederler. Dini kullananlar bunların en kötüsüdür. Çünkü insan-
lar bunlara kulluk etmeyi Allah’a kulluğun bir parçası sayarlar.
Siz Allah ile birlikte şeyhinize de köle oluyorsunuz. Rabıta
sırasında şeyhinizin ruhaniyeti karşısında boyun eğiyorsunuz.
Hâlbuki Fatiha suresinde “Yalnız sana köle oluruz” diye
Allah’a söz veriyoruz.
Mürit- Kendine kulluk edilmesini isteyen şeyh var mı?
Bayındır- Önceki açıklamalar yeterli olmadı herhalde.
Şeyhe tam bağlanmak, ona rabıta etmek, kalple ondan yar-
dım istemek ve ona asla itiraz etmemek gerektiğini söylemiş-
tiniz. Hatta şeyhin önünde mürit, gassalın (ölü yıkayıcısının)
önündeki meyyit (ölü) gibi olmalıdır, demiştiniz. Bu köleliğin
son noktası değil midir? Bundan ileri bir kölelik düşünülebilir
mi? Allah’ın istediği, insanın yalnız kendine köle olması ve bu
şekilde hürriyetin doruğuna ulaşmasıdır.

149. Y
 usuf aleyhisselam köle olarak Mısır’ın bir yetkilisine satılmış, o yetki-
linin karısı Züleyhâ Hz. Yusuf’a aşık olmuş ve beraber olmak istemişti.
O sırada olanları anlatan ayet şöyledir:
“Evinde bulunduğu kadın onu kendine çağırdı, kapıları sıkı sıkı ka-
padı ve “gelsene” dedi. Yusuf: “Günah işlemekten Allah’a sığını-
rım, doğrusu senin kocan benim rabbimdir; bana iyi bakmıştır.
Zâlimler iflah olmazlar ki.” dedi. (Yusuf 12/23)
174 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

‫ين ِم ْن َقب ِل ُكم‬ ۪ ۪


َ ‫اع ُب ُدوا َر َّب ُك ُم ا َّلذي َخ َل َق ُك ْم َوا َّلذ‬
ْ ‫اس‬
ُ ‫الن‬
َّ ‫َيٓا اَ ُّي َها‬
ْ ْ
ۙ‫ون‬
َ ‫َل َع َّل ُك ْم َت َّت ُق‬
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rab-
binize kulluk edin ki, korunabilesiniz.” (Bakara 2/21)
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de Allah’ın köle-
sidir. Kelime-i şehadet getirirken “‫ اشهد أن محمدا عبده ورسوله‬- Ben
tanıklık ederim ki, Muhammed onun kulu ve elçisidir.” deriz.
Ona bundan başka bir makam vermek Hrıstiyanlara benze-
mek olur. Onlar İsa’ya Allah’ın oğlu demiş, onu Allah’a ha-
lef kılmış, ona ibadet etmeye ve ondan yardım dilemeye baş-
lamışlardır. Sanki hâşâ! baba emekli olmuş da oğul onun yeri-
ne oturtulmuş gibidir.
Bu sebeple ibadet etmiş olmak için puta secde eder gibi
şeyhe secde etmek gerekmez.

B- İSTİÂNE
Mürit- Bir de istiâne vardı.
Bayındır- Gelelim istianeye: İstiane, yardım istemek de-
mektir. Fatiha suresini her okuyuşumuzda “iyyâke nestaîn,
‫ اياك نستعين‬deriz. Yani “Allah’ım yalnız senden yardım iste-
riz” demektir. Bu konu daha önce anlatılmıştı. Burada Şeyh
Efendinin bir sözünü tekrarlamak yerinde olur. Şöyle demişti:
“Siz ne derseniz deyin, biz Allah ile kullar arasında
evliyâullahın ve meşâyih-i izâm hazerâtının ruhlarının vası-
ta olduğuna inanırız. Onların ruhaniyetinden istimdâd eder,
istiânede bulunuruz.”
İbadet • 175

Evliyanın ruhundan istianede bulunduğunuza göre sizin


“iyyâke nestaîn ‫ = اياك نستعين‬yalnız senden yardım isteriz” de-
meye hakkınız kalır mı?
Bir de rabıta yaparak şeyhin ruhaniyetiyle beraber, sureti-
ni kalp gözünün önüne getirip hayal etmeniz ve kalple ondan
yardım istemeniz var ya, işte o zaman tevhitle ilginiz kesilir.
Çünkü bu, olsa olsa şeyhe ibadetin bir parçası olur.
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem “Dua ibadetin
özüdür.”150 demiyor mu?
O, bir de, şöyle buyurmuştur: “Dua ibadetin ta kendi­
sidir.”151
Puta tapanlar ibadeti, putun rızasını kazanmak ve duaları-
nın kabulünü sağlamak için yaparlardı.
Bir çok âyette müşriklerin, Allah’tan başkasına dua ettik-
leri152 anlatılır. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme verdiği
bir emirde Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‫ُق ْل إ َِّن َما أَ ْد ُعو َر ّبِي َو اَل أُ ْشرِ ُك ب ِِه أَ َح ًد‬


“De ki: Ben yalnızca Rabbime dua ederim. Ona hiç-
bir varlığı ortak koşmam.” (Cin 72/20)

150. Tirmizî, Dua,1, 3371 nolu hadis.


151. Tirmizî, Dua,1, 3372 nolu hadis.
152. Nisa 4/117; En’am 6/40,41,56,71,108; Araf 7/37,194, 195, 197; Yu-
nus 10/38,66, 106; Hûd 11/101; Ra’d 13/14; Nahl 16/20,86; İsra
17/56, 57,67; Kehf 18/14; Meryem 19/48; Hacc 22/12,13,62,73;
Müminun 23/117; Furkân 25/68; Şuarâ 26/213; Kasas 28/64,88;
Ankebût 29/42; Lokman 31/30; Sebe’ 34/22; Fatır 35/13,14,40;
Saffât 37/125; Zümer 39/38; Mümin 40/20,66; Fussilet 41/48; Zuhruf
43/86; Ahkâf 46/4,5; Cin 72/18. 26 surede 47 ayet.
176 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

İbn Abbas demiştir ki: “Duanız imanınızdır.”153


İnsanlar öteden beri en çok dua ve ibadet konusunda ya-
nıldıkları için bütün elçilerin davetinin temelini bu iki husus
oluşturmuştur.
Namaz, oruç, hac, zekat, helâller ve haramlarla ilgili çok
az âyet olduğu halde Allah’tan başkasına ibadeti, darda kalın-
ca başkasından manevi yardım beklemeyi şirk sayıp yasakla-
yan çok sayıda ayet vardır. Kur’an’ın hemen her sayfasında bu
konu ile ilgili ayetler vardır.

‫وء َو َي ْج َع ُل ُكم‬ ٓ ُّ ‫َو َي ْك ِش ُف‬


َ ‫الس‬ ‫يب ا ْل ُم ْض َطر ِا َذا َد َع ُاه‬ ُ ‫اَ َّم ْن يُ ۪ج‬
ْ َّ
ِ ّٰ‫ض ء ِا ٰله مع ه‬
ً‫اللۜ َق ۪ليلا‬ ِ
.ۜ‫ون‬
َ ‫َما َت َذ َّك ُر‬ َ َ ٌ َ ۜ ‫ُخ َل َ ٓف َاء اْالَ ْر‬
“Darda kalmış kişi dua ettiğinde onun yardımına
kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün
hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir ilah mı
var? Ne kadar az düşünüyorsunuz.” (Neml 27/62)

153. Buhari, İman, 2.


Allah'ın Gözükmesi (Tecelli) • 177

27- ALLAH’IN GÖZÜKMESİ (Tecelli) 154


Tecelli, gözükmek, ortaya çıkmak anlamınadır. Allah’ın
tecelli etmesi de Allah’ın gözükmesi veya gücünün ortaya çık-
ması anlamında kullanılır.
Şeyh Efendi- (Kendi alnını göstererek) Şeyhlerin alnı bir
aynadır. Orada Cenab-ı Hak tecelli eder.
Bayındır- Allah Teâlâ bir insanda nasıl tecelli eder, nasıl
gözükür? Bunun delili nedir?
Şeyh Efendi- Allah Teâlâ şöyle buyurur:

‫وسى ِل ۪مي َق ِات َنا َو َك َّل َم ُه َر ُّب ُه َق َال َر ِّب اَرِ ۪ني اَ ْنظُر‬ ٰ ‫َو َل َّما َجاۤ َء ُم‬
ْ ۤ
‫اس َت َقر َم َكا َن ُه‬ ‫ِا َلي َك َق َال َل ْن َتر ۪يني َو ٰل ِك ِن ا ْنظُر ِا َلى ا ْل َجب ِل َف ِا ِن‬
َّ ْ َ ْ ٰ ْ
‫وسى‬ ِ ۪
ٰ ‫َف َس ْو َف َت ٰريني َف َل َّما َت َجلّٰى َر ُّب ُه ل ْل َج َب ِل َج َع َل ُه َد ًّكا َو َخ َّر ُم‬
.‫ين‬ ِ۪ ِ ‫اق َق َال سبحا َن َك ُتب‬
َ ‫ت ا َل ْي َك َو َا َن ۨا َا َّو ُل ا ْل ُم ْؤمن‬
ُ ْ َ ُْ َ ‫َص ِع ًقا َف َل َّماۤ َا َف‬
“Musa, tayin ettiğimiz vakitte (Sînâ dağına) gelip
de Rabbi onunla konuşunca “Rabbim, bana kendini
göster, seni göreyim.” dedi. (Rabbi) “Sen beni asla gö-
remezsin. Fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse
sen de beni göreceksin.” buyurdu. Rabbi o dağa tecel-
li edince dağı paramparça etti. Musa da baygın düştü.
Ayılınca dedi ki; Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim,
sana tevbe ettim ve ben inananların ilkiyim.” (Araf 7/143)
154. B
 u bölümdeki iddialar Mahmut Ustaosmanoğlu (Mahmut Efendi) ve
ekibi ile yaptığımız görüşmede ortaya atılmıştır.
178 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Allah bir dağda tecelli ettiğine göre bir insanda tecelli ede-
mez mi?
Bayındır- Allah dağa tecelli ettiği zaman dağ parçalandı,
Musa da baygın düştü.
Şeyh Efendi- İşte şeyh dağ yerinde, mürit de Musa
aleyhisselâm makamındadır.155
Bayındır- Bu ne biçim delil getirme, ne biçim bir kıyas-
tır? Allah Teâlâ dağda tecelli etmedi ki, dağa tecelli etti. Yani
dağda gözükmedi, dağa gözüktü. Allah’ın insana tecelli etme-
yeceği, yani bu dünyada bir insana gözükmeyeceği yukarıdaki
âyette açıkça belirtilmiştir.
Ayete aykırı olmasına rağmen farz edelim ki, sizin dediği-
niz doğrudur ve Allah dağa tecelli etmemiştir de dağda tecelli
etmiştir. Siz kendinizi dağa nasıl kıyaslarsınız? İnsan dağa ben-
zer mi? Böyle kıyaslara kıyas maâl fârık, yani ilgisiz şeyleri bir-
birine benzetmek denir. İnsanla dağ arasında nasıl bir benzer-
lik buluyorsunuz ki, bir âyetin dağ ile ilgili hükmünü insana ta-
şıyorsunuz.
Bir an için benzetmenin doğru olduğunu kabul etsek bile
varılacak hüküm, böyle bir tecelliden sonra şeyhin parçalanıp
yok olması olmaz mı? Çünkü Allah’ın tecellisinden sonra dağ
paramparça olmuştur. Ama böyle olmuyor, şeyhin alnı bu te-
celli ile Allah’ın aynası durumuna geliyor ve herkes şeyhin al-
nında Allah’ı görmeye başlıyor.
Şeyh Efendi- Allah şeyhleri korur. Allah’ın gücü buna yet-
mez mi?
Bayındır- Allah’ın gücünün yetmediği ne var ki; ama biz
155. M
 üridin, şeyhi önünde cezbeye gelip baygın düşmesi böyle bir şartlan-
madan dolayı olsa gerektir.
Allah'ın Gözükmesi (Tecelli) • 179

Allah’ın gücünden değil, ayetin hükmünden bahsediyoruz.


Allah’ın şeyhi koruyacağını nereden çıkarıyorsunuz?
Ayrıca Allah’ın dağa tecelli etmesi özel bir olaydır, bunun
kıyaslanacağı bir şey yoktur. Çünkü olağan dışı bir olaya ben-
zetme yapılarak bir hükme varılamaz156.
Şeyhin dağa, Musa’nın da müride benzetilmesine gelince;
doğrusu bunu hangi mantıkla yaptığınızı anlamak mümkün de-
ğildir. Şeyhi Musa’ya benzetmek isteseniz bunun bir yolu olur.
Çünkü insan olma bakımından ortak yönleri vardır. Dağ ile
şeyhin neyi birbirine benziyor?
Mürit- Tecelli meselesini niye yanlış değerlendiriyorsun?
Bu, Şeyh Efendinin bütün davranışlarıyla müritlerine örnek
hale gelmesinden başka bir şey değildir.
Bayındır- Yani Allah’ın şeyhin bedenine girdiğini mi söy-
lemek istiyorsunuz?
Mürit- Hayır, asla öyle demiyorum. Şeyhin müritlerine ör-
nek olmasından bahsediyorum.
Bayındır- Örnek olması için Allah’ın şeyhin alnında gö-
zükmesi mi gerekiyor?
Şeyh Efendi- Şeyhin iki gözünün arası feyiz kaynağıdır.
Rabıta yaparken iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile
mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasına ba-
kılır.157
Bayındır- Tamam, işin sırrı şimdi çözüldü. Şeyhin alnın-
da Allah Teâlâ’nın tecelli etmesine neden ihtiyaç duyduğunuzu
şimdi anladım. Bir yanlış sizi bir başka yanlışa zorluyor.
156. “ Alâ hilâf’il-kıyâs vâki olan şey sâire mekîsun aleyh olamaz.” Mecel-
le m. 15.
157. Ruhu’l-Furkan, c. II, s. 79.
180 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Rabıta diye bir şey uydurdunuz ya, onun kabul edilebilme-


si için bu defa da Allah’ın şeyhin alnında tecelli ettiğini uydur-
manız gerekti.
Çünkü mürit rabıta yaparken şeyhinin ruhaniyetini hayal
ediyor, onun iki gözünün arasına, yani alnının ortasına baktı-
ğını düşünüyor. Size göre orası feyiz kaynağıdır. Sonra şeyhi-
ne karşı kendini son derece alçaltarak ona yalvarıyor, onu Al-
lah ile kendi arasında vesile kılıyor158.
İşte burada şeyhin alnının bir ayna sayılmasına ve orada
Allah’ın gözükmesine ihtiyaç duyuyorsunuz. Yoksa müritleri
nasıl inandırırsınız.
Bazı tasavvuf kitaplarında daha ileri gidilerek Allah’ın isim-
lerinin ve sıfatlarının şeyhte gözüktüğü ifade edilmektedir159.
Bu nasıl kabul edilebilir? Bu durum sizde de var, siz de aynı id-
diaları tekrarlayıp duruyorsunuz. Ama, bu çirkinliği daha fazla
uzatmak istemiyorum.

158. Bkz. Ruhu’l-Furkan, c. II, s. 79.


159. Bkz. Kotku, Tasavvufî Ahlâk, c. II, s.184-185.
Giyim Kuşam • 181

28 - GİYİM KUŞAM
Mürit- Bütün bunları söylüyorsunuz ama gayrimüslimler
gibi elbise giyiniyorsunuz.
Bayındır- Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin zama-
nında Müslümanlarla gayrimüslimlerin ayrı elbiseler giydiğine
dair bir bilgi yoktur. Müslüman olan hiçbir gayrimüslime elbi-
sesinin modelini değiştirmesi söylenmemiştir. Ebu Cehil hangi
modelde elbise giyiniyorsa Müslümanlar da o modelde giyini-
yorlar ve bunu asla bir mesele yapmıyorlardı. Fıkıh kitapların-
da da kadın ve erkek için bir elbise modeli yoktur. Hiçbir mez-
hebin böyle bir görüşü yoktur. Onun için bu iddianın tutarlı bir
tarafı yoktur.
Bazı elbiseler vardır ki, bir üniforma olmuştur. Askerin ve
polisin üniforması gibi gayrimüslimlerin üniforması haline gel-
miş elbiseler olabilir. Yani bir elbise kafirlik simgesi haline gel-
miş olabilir. İşte o zaman onu giymek caiz olmaz. Asker ve po-
lis kıyafetleri zaman zaman değiştiği gibi gayrimüslimlerin sim-
gesi haline gelen elbiseler de zaman zaman değişebilir. Fıkıh
kitaplarımızda bu simgelerle ilgili hükümler vardır.
Simge bir ihtiyaçtan doğmuştur. İslam toplumunda yaşa-
yan gayrimüslimler içki içebilir, domuz eti yiyebilir ve domuz
besleyebilirler. Şarap içtiğini gördüğünüz kişi eğer Müslümansa
suçüstü yakalar hâkim önüne çıkarırsınız. Fakat Hıristiyan’sa
çıkaramazsınız. İslam devletleri, bir karışıklık olmasın diye gay-
rimüslimlere, özel bir başlık veya belli renk ve biçimde kuşak
giyinme zorunluluğu getirmişlerdir. O devirde bir Müslüman
tutar, aynı başlığı veya aynı kuşağı giyinirse Müslümanları al-
182 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

datmış olurdu. Bugün polis veya asker elbisesi giymenin suç


olması gibi bu da suçtu. Fıkıh kitaplarımızda gayrimüslim elbi-
seleri konusunda yer alan hükümler sadece bu gibi simgeler-
le ilgilidir.
Şeyh Öğretmen Olmalı • 183

29 - ŞEYH ÖĞRETMEN OLMALI 160*


Bayındır- Sıradan bir Müslüman olmak, diğer Müslüman-
lar gibi ibadetlerinizi yapıp işinize bakmak neyinize yetmiyor
ki, kendinize Allah ile kul arasında bir yer arıyorsunuz?
Şeyh Efendi- Allah Teâlâ âyette “De ki, hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer 39/9) diye buyurmuyor mu?
Bayındır- Tamam, bir öğretmen olarak, bir hoca olarak
saygı görün. Çünkü iyi bir şeyh, iyi bir öğretmen olmalıdır. De-
vamlı bilgilerini tazelemeli, bildiklerini öğretmeli ve yaşayışıy-
la örnek olmaya çalışmalıdır. Ama Allah ile kul arasında bir kı-
sım manevi makamlar uydurup kendinizi o makamlara yerleş-
tirmek de nereden çıktı?
Mürit- Herkes farklı değerlendiriyor ama biz şeyhimizi in-
san kabul ediyoruz, fakat farklı bir insan. O, diğer insanlara
benzemez.

160. B
 u bölümdeki iddialar Mahmut Ustaosmanoğlu (Mahmut Efendi) ve
ekibi ile yaptığımız görüşmede ortaya atılmıştır.
184 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

30 - İSLAM’IN YAYILIŞI
Mürit- Sen tarikatları yerin dibine sokuyorsun ama İslam
tarikatlar sayesinde yayılmıştır. Büyük âlim Muhammed Ha-
midullah da tarikatlara karşı iken İslam’ın sufiler sayesinde ya-
yıldığını görünce fikrinden vazgeçti. Tarikatları ortadan kaldır-
makla ne elde edeceksin?
Bayındır- Muhammed Hamidullah’ın öğrencisi ve be-
nim hocam olan Salih Tuğ, ondan şu sözü nakletti: “İslam
Avrupa’da hızla yayılıyor, ama tarikatların etkisiyle yayıldığı
için hiç bir varlık gösteremiyor. Bu insanlara keşke Kur’an’ı
öğretebilsek.”
Hatırlarsanız başta şöyle demiştik:
“Bizim karşı çıktığımız, sadece Kur’an’a açıkça aykırı olan
şeylerdir. Eğer bunlar Hanefî, Şafiî, Mâlikî, Eş’ârî, Maturîdî
gibi herhangi bir mezhebin görüşüne aykırı olsaydı bunu gö-
zümüzde büyütüp sert tavır ortaya koymazdık. Mütevâtir161 ol-
mayan hadis-i şeriflere aykırı bulsaydık üzerinde bu kadar dur-
mazdık. Siz Kur’an-ı Kerim’in çok açık ifadelerine aykırı şeyler
söylüyorsunuz. Bunlar karşısında susarsak hesap gününün tek
yetkilisi olan Allah’a, bunun hesabını veremeyiz.”
Mürit- Açık âyetlerine kim karşı çıkar?
Bayındır- Lütfen başa dönmeyelim. Baştan da öyle dedi-
niz ama konulara tek tek girince Kur’an’dan ne kadar uzakla-
şıldığı ortaya çıktı.
161. M
 ütevâtir hadis, yalan söylemek için bir araya gelmiş oldukları düşünü-
lemeyecek topluluklar zinciri tarafından bize ulaştırılan hadistir. Bunun
Peygamberimizin sözü olduğunda şüphe olmaz.
İslam'ın Yayılışı • 185

Kur’an’a aykırılıklarla dolu bir akımın İslam diye yayılma-


sının ne faydası olur? Bunun İslam ülkelerinde bir faydası yok
ki, Avrupa’da veya dünyanın bir başka yerinde faydası olsun.
186 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

SONUÇ
Son olarak şunun bilinmesini isterim ki, benim karşı çık-
tığım sadece Kur’an’a açıkça aykırı olan sözler ve davranışlar-
dır. Bu davranışlar hangi ad altında yapılırsa yapılsın, bunlara
karşı çıkmak her Müslümana farzdır. Muhammed aleyhissela-
mın yolunda gitmenin gereği budur.
Bir hocanın etrafında toplanıp cemaat oluşturmak, Kur’an
ve sünnete uygun olarak İslam’ı yaşamak sadece takdir edile-
cek bir davranıştır.
Tutar da o hocaya manevi makamlar tanır, onu Allah ile
kendi aranıza koyarak insanları ona bağlanmaya çağırır, Allah’ı
ikinci sıraya koyarsanız bunu kabul etmek mümkün olmaz.
Her türlü aşırılıktan uzak olarak Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellemin gösterdiği gibi yaşamalı, dünyamızı ve ahire-
timizi tehlikeye sokmamalıyız.
Bu tartışmalarda Allah rızasından başka bir gaye düşünül-
memiştir. İnsan olduğumuz için hata yapmış olabiliriz. Allah
rızası için sizden talebimiz şudur: Gördüğünüz hataları lütfen
Kur’an ve sünnet ışığında tenkit ediniz ve doğrunun ortaya çı-
karılmasına, İslam âleminin, düşülen bu bataklıktan sağ sâlim
çıkmasına yardımcı olunuz.
Hidayet elinde olan Rabb’imizden, bizi Kur’an’a döndür-
mesini niyaz ederiz.
Başarı Allah’tandır.
Kaynaklar • 187

KAYNAKLAR
Kur’an-ı Kerim.
Abdulaziz Bayındır, Duada Evliyayı Aracı Koyma ve Şirk, İstanbul
2001.
Abdullah b. Yusuf ez-Zeylaî, (öl. 762 h.) Nasb’ur-Râye li Ehâdîs’il-
Hidâye, Kahire.
Abdülaziz ed-Debbâğ, el-İbrîz, (Tercüme: Celal Yıldırım) İstanbul
1979.
Ahmed b. Hacer el-Heytemî, Tuhfet’ül-Muhtâc bi Şerh’il-Minhâc,
(Şirvânî ve Kasım el-İbâdî haşiyeleriyle birlikte.
Ahmed b. Hanbel, Musned, İstanbul 1402/1982.
Ahmed Naim, Mukaddime, Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih
Tercemesi ve Şerhi, Ankara 1979.
Ali b. Muhammed b. Ebî’l-İzz ed-Dimaşkî, (öl. 792 h./1390 m.)
Şerh’ül-akîdet’it-Tahâviyye, Beyrut 1408/1988.
Bedreddin el-Aynî, Umdet’ül-Kârî fî şerhi Sahîh’il-Buhârî, İstanbul
1308.
Cerîde-i İlmiyye, Muharrem 1333 tarihli nüsha, Sayı 7.
Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî el-Kurtubî, el-Cami’ li
Ahkâm’il-Kur’an, Beyrut 1408/1988.
Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid, Sünen-i İbn Mace.
Ebu Abdirrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesai, es-Sünen.
Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Tefsîr’ut-Taberî, Beyrut
1412/1992.
Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as es-Sicistani el-Ezdi, Sünen-i Ebi Davud.
188 • Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış

Ebu İsa Muhammed b. İsa es-Sülemi et-Tirmizi, Sünenü’t-Tirmizi.


Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccac el-Kuşeyri en-Neysaburi, Sahih-u
Müslim.
Ebussud Efendi, Ebu’s-suûd el-İmâdî (öl. 982 h.), İrşad’ul-akl’is-selîm
ilâ mezâyâ’l-Kur’ân’il-Kerîm, Beyrut.
Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, İst. 1936.
Esat Coşan (Halil Necatioğlu takma adı ile), İslam Dergisi, Ağustos
1992, Sayı 108.
Fahrüddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr, Matbaa-i Amire, 1307.
Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, İstanbul 1980.
Firuzabâdî, Kamus Tercümesi, Mütercim Asım, Bahriye Matbaası
1305.
Hasan Basri Çantay, Kur’an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, İstanbul
1974.
Hasan Kamil Yılmaz, Altınoluk Mecmuası, Aralık 1995 sayısı.
Hasan Kamil Yılmaz, Ledün İlmi ve Keşf, Altınoluk Dergisi, Sayı
105, Kasım 1994, İstanbul.
Hayrettin Karaman, İslam Hukukunda İctihad, Diyanet Yayınları,
Ankara, tarih yok.
İbn-i Kemal Paşa, el-Erbeûn, v. 360. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad
Efendi, 1694.
İbnü Manzûr, Lisan’ul-Arab, Beyrut 1410.
İmam Rabbânî, Mektûbât, (Arapça), İstanbul, tarih yok.
İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşf’ul-hafâ, Beyrut 1988/1408.
Kitab-ı Mukaddes, Ahd-i Cedîd, İbrani, Keldânî ve Yunan dillerinden
tercüme. Dersaadet 1910.
Kotku, Tasavvufî Ahlak, İst. 1982,
Kaynaklar • 189

Küçük Dünyam-2, Zaman Gazetesi 28 Kasım 1996.


Mahmut b. Ömer ez-Zemâhşerî, el-Keşşâf, c. I, s. 467, el-Matbaat’üş-
Şarkiyye.
Mahmut Ustaosmanoğlu (Mahmut Efendi) başkanlığında bir heyet,
Ruhu’l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992.
Malik b. Enes, el-Müdevvenet’ül-Kübrâ, Mısır.
Mehmed Zahid Kotku, Ehl-i Sünnet Akaidi, Küfrü Mucip Sözler ve
Haller, Seha Neşriyat, İst. 1992.
Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Tefsîr’üt-Taberî, Beyrut 1412/1992.
Muhammed b. İsmail el-Buhari, el-Camiu’s-Sahih.
Muvaffak’ud-din b. Kudâme, el-Muğnî (öl.630 h.) Beyrut 1404/1984.
Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslamiyye Kamusu, I/370, 392, İstan-
bul 1967.
Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât, Safvân Adnan Davudî’nin tahkikiyle)
Dımaşk ve Beyrut 1412/1992.
Ramazanoğlu Mahmut Sami, Bir Bayram Sohbeti, Altınoluk Mec-
muası, Şubat 1997.
Safiyy’ur-Rahmân el-Mübarekfûri, er-Rahik’ul-Mahtûm, Beyrut
1408/1988.
Said-i Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1995.
Subhi Salih, Ulûmu’l- Hadis ve Mustalahuh Beyrut 1969
Şemseddin Sami, Kamus-i Türkî, İstanbul 1319.
Şerîf Ali b. Muhammed el-Cürcânî, et-Tarifât, tarih ve yer yok.
Yüce ve Süflî Ruhlar, Zaman Gazetesi, 29 Eylül 1993.

You might also like