You are on page 1of 10

Öz

Macar bilim felsefecisi Imre Lakatos (ö. 1974), Bilimsel Araştırma Programlarının
Metodolojisi adlı eserinde temel olarak kendi araştırma programının sınırlarını çizmekte ve bu
anlayışı ile ayırıcı ölçütün rasyonel olarak sağlandığını iddia etmektedir. Araştırma programı,
sofistike matematiksel teknikleri sayesinde anomalileri sindirmekte ve olumlu kanıtlara
çevirmektedir. Çekirdek karakteristik bir özellik taşırken, kuşak esnektir ve sorun çözücü
düzeneğe sahiptir. Esas itibariyle bilimsel araştırma programlarına ilişkin bir metodoloji
önerisi sunan Lakatos, kendisinin “Kartezyen Metafizik” olarak bilinen araştırma programı
gibi belirli araştırma programlarını ele almakta ve bu örnek üzerinden söz konusu
metodolojiyi müşahhaslaştırmaktadır. Kuhn (ö. 1996) ve Popper’in (ö. 1994) bazı
yaklaşımlarına yer yer karşı çıkan düşünür, Kopernik'in (ö. 1543) araştırma programının
neden Batlamyusçu (ö. 168) programın yerini aldığı sorusununa “Bilimsel Araştırma
Programı” üzerinden yeni bir cevap önermeye çalışmaktadır. Diğer cevaplar sosyal, siyasi,
dini ve kültürel gibi dışsal unsurlara başvururken, bu soruya sadece bilimsel açıdan yaklaşan
Lakatos’un cevabının ise tamamen içsel olduğu görülmektedir. Temelde düşünürümüze göre
araştırma programlarının metodolojisi, elitistler ile görecilikçiler tarafından tümevarımcılığa,
yanlışlamacılığa ve diğerlerine yöneltilen eleştirilerin en azından bir kısmından kaçabilen yeni
bir sınır koyucu metodolojidir. Bu metodolojinin temel özelliklerine gelince, bu metodolojinin
değerlendirme birimi, tek başına bir hipotez değildir, bir tür "sorun-değişikliği"dir.
Gelişmekte olan bir kuram dizisinden meydana gelmektedir ve geniş bir yardımcı hipotezler
kuşağına sahiptir.

Rapor

Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi adlı eserinin Bilim ya da Sahte-Bilim


başlıklı giriş bölümünde Macar bilim felsefecisi Imre Lakatos (ö. 1974), ortaya attığı
araştırma programı anlayışı ile ayırıcı ölçütün rasyonel olarak sağlandığını iddia etmektedir.
Lakatos'a göre bilim, bir dizi deneme yanılma veya varsayım ve çürütmeden ibaret değildir.
Örneğin Newton (ö. 1727) bilimi, üç mekanik yasa ve bir kütle çekim yasasından oluşan bir
önerme kümesi değildir. Söz konusu dört önerme Newtoncu kuramın çekirdeğini
oluşturmakta ve yardımcı hipotezler tarafından çevrelenmiş bir koruyucu kuşak ile muhafaza
edilmektedir. Araştırma programı, sofistike matematiksel teknikleri sayesinde anomalileri
sindirmekte ve olumlu kanıtlara çevirmektedir. Çekirdek karakteristik bir özellik taşırken,

1
kuşak esnektir ve sorun çözücü düzeneğe sahiptir. İlerletici bilimsel olan bir araştırma
programında kuramlar o ana kadar bilinmeyen yeni olguların keşfine götürürken, yozlaştırıcı
sahte-bilimsel olan bir programda kuramlar ancak bilinen olgulara uyum sağlamak için öne
sürülmektedir. Popper'in (1994) iddia ettiğinin aksine, yanlışlamalar deneysel başarısızlık için
belirleyici sayılamazlar. Bilimsel kuramlar için önemli olan beklenmedik öngörülerdir.
Öngörülerin birkaçı dengeyi bozmak için yeterlidir. Kuramların olguların arkasından geldiği
yerde, yozlaştırıcı sahte-bilim iddiaları işliyor demektir. Bilimsel devrimler de rakip
programlardan birinin yozlaşması diğerinin ilerlemesiyle rasyonel olarak gerçekleşmektedir.
Ancak, yozlaşmaya başlayan programı düzeltip ilerletmeye çalışmak da bilimsel dürüstlüğe
uygun bir eylemdir. Çünkü programların deneysel olarak kendilerini toparlayıp ilerlemeye
başlaması uzun süreçler ve uğraşlar gerektirmektedir.

Yanlışlama ve Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisi başlıklı I. Bölümde


düşünür, ilk olarak akıl ve din bağlamında bilimi ele almaktadır. Buna göre, entelektüel
dürüstlük bir iddiayı kanıtlayarak sağlama alma veya kabul ettirme çabasından çok, bir iddiayı
hangi koşullar altında savunmaktan vazgeçmek gerektiğini kesin olarak belirtmeye
dayanmaktadır. Popper'a göre bilim "sürekli devrim" anlamına gelirken, buna yöneltilen
eleştiri bilimsel teşebbüsün özüdür. Kuhn'a (ö. 1996) göre ise, devrim istisnai bir durumdur ve
hatta bili-dışıdır. Ona göre, çürütme ile bir kuramın reddinin ve terk edilmesinin talep
edilebileceği fikri "naif" yanlışlamacılıktır, baskın kuramın eleştirilip yeni kuramın ortaya
çıkması ancak "bunalım" zamanlarında mümkündür. Doğrulamacılık ve yanlışlamacılık
ölçütlerinin başarısızlığa uğradığını farkeden Kuhn, bilimsel paradigmaların yapısını akıl dışı
bir ölçütle açıklama yoluna gitmiştir.

Düşünür daha sonra, yanlışlamacılığa karşı yanılabilircilik meselesini ele almaktadır.


Doğrulamacılara göre, bilimsel bilgi kanıtlanmış önermelerden meydana gelmektedir. Ancak
paradokslar ve programdaki tutarsızlıklar, anlaşmazlığa düşmelerine sebep olmuştur. Klasik
deneyciler ise, "değişmez olguları ifade eden dar bir "olgusal önermeler" kümesini
savumaktaydı. Bilimin deneysel temelini oluşturan bu doğruluk değeri, deneysel olanı
temellendirebilmek için güçlü bir tümevarımcı mantığa ihtiyaçları bulunmaktaydı. Birçok
bilim adamı değişmez bir olguyu ifade eden tekil bir önermenin evrensel bir iddiayı
çürütebileceği fikrine destek vermekte idi. Ancak olgusal önermeler kümesi evrensel kuramı
kanıtlamak için yeterli midir? Dolayısıyla, akılcılar Öklidçi (ö. mö. 330) olmayan
geometrilere ve Newtoncu olmayan bilime yenilirken, deneyciler de deneysel bir temel
kurmaç için gerekli güçlü tümevarım mantığını kurmanın olanaksızlığına yenik düşmüştür.

2
Bu gelişmelere binaen ortaya çıkan kuram olasılıkçılık olmuştur. Bilimselliği, olasılığı yüksek
kuramların savunulması ve işletilmesi olarak gören düşünürler, bu sayede safsatanın ve
bilimin yanılsama olduğu iddiasının önünü almaya çalışmıştır. Olasılığın kabulüyle beraber,
doğrulamacı düşünce bilim sahnesinden yavaşça kaybolmuştur. Popper, bu gelişmeler üzerine
bütün gelişmelerin yalnızca eşit derecede doğrulanamaz olmadığını, ayrıca eşit derecede
olasılık dışı olduğunu iddia etmiştir. Popper yanlışlamacılığı, net olmayan birçok düşünceyi
ve ikiyüzlülüğü ortadan kaldırarak bilimsel kuramlar içinde ilerleme sağlamıştır. Burada
Lakatos, dogmatik yanlışlamacılık, metodolojik yanlışlamacılık ve sofistike yanlışlamacılığa
değinmektedir. Dogmatik yanlışlamacılığın eleitirildiği ilk husus, gözlemsel ve kuramsal
önermeler arasına koyduğu doğal (psikolojik) sınırdır. Duyuların algısıyla alakalı böyle bir
varsayım, psikolojideki gelişmelerle çürütülmüştür. Önermelerimizin bu şekildeki ayrımını
varsayacak bir sınırımız yoktur. Metodolojik yanlışlamacılığın ise fazlasıyla katı olduğunu
belirten Lakatos, bu durumun bir tür keyfiliğe gitme tehlikesi olduğunu ifade etmektedir. Peki
metodolojik yanlışlamacılık kuramını çürütmek mümkün müdür? Lakatos'a göre, doğrulamacı
olmayan bir rasyonalite kuramı çürütülemez. Dolayısıyla, metodolojik yanlışlamacılık
yanlışlanmak isteniyorsa, bu durum bir kurama başvurulmadan yapılmalıdır. Lakatos,
eleştirilerini bilim tarihine müracaat ederek geliştirmektedir. Ona göre, bilim tarihinde ortaya
çıkan birçok ilerlemeci kuram, yanlışlamanın aşamalarından geçerek değil, aceleci kararlarla
gerçekleşmiş ve test edilmesi sonradan yapılmıştır. Sofistike yanlışlamacılığı diğer
yanlışlamacılık türlerden ayıran şeylerin başında ise, kuram yanlışlama kriteri gelmektedir.
Diğer yanlışlama teorilerinin aksine hiçbir deney, deney raporu, gözlem önermesi ya da çokça
desteklenmiş alt düzey yanlışlayıcı hipotez tek başına yanlışlamaya yol açmamaktadır. Daha
iyi bir kuram ortaya çıkmadan hiçbir yanlışlama gerçekleşmemektedir. Başka bir ifadeyle,
yanlışlama kuramcıyı daha iyi bir kuram aramaya zorlayamamaktadır. Çünkü, yanlışlama
daha iyi kuramdan önce gelememektedir.

Bunun ardından düşünür, bilimsel araştırma programlarına ilişkin bir metodoloji önerisi
sunmaktadır. Lakatos kendisinin “Kartezyen Metafizik” olarak bilinen araştırma programı
gibi belirli araştırma programlarını ele alacağını ifade eder ve bu örnek üzerinden söz konusu
metodolojiyi müşahhaslaştırır. Kartezyen metafizik, mekanik evren kuramıdır. Bu kurama
göre, evren devasa bir mekanizmadır ve bir girdaplar sistemidir. Hareketin tek nedeni, itmedir
ki güçlü bir höristik ilke işlevi görmektedir. Bu ilke, kuramı kendisiyle tutarsız -Newton'ın
uzaktan etki kuramı ve bu kuramın "özcü" versiyonu gibi- bilimsel kuramlar üzerinde
çalışmaktan caydırmıştır ki, buna olumsuz höristik denmektedir. Diğer yandan, kendisini -

3
Kepler'in (ö. 1630) elipsleri gibi- apaçık karşı kanıtlardan kurtarabilecek yardımcı hipotezler
üzerinde çalışmaya teşvik etmiştir ki, buna olumlu höristik denmektedir. Son olarak,
Lakatos’a göre can alıcı deney diye bir şey yoktur. En azından bununla bir araştırma
programını anında yıkıp alaşağı edebilecek bir deney kastediliyorsa, durum kesinlikle
böyledir. Aslında, bir araştırma programı yenilip yerini bir başkasına bıraktığında, bir deneyin
başarılı programa çarpıcı bir destekleyici olay sağladığı ve başarısız programa (başarısız
program içerisinde hiçbir zaman "ilerletici biçimde açıklanmamış olmak" anlamında) yenilgi
getirdiği anlaşılırsa -geriye dönük bir yorumlamayla- o deneyin can alıcı olduğu
söylenebilmektedir.

I. bölümde son olarak düşünür, Kuhncu araştırma programına karşı Poppercı


araştırma programını ele almaktadır. Kuhn'un naif yanlışlamacılığa karşı çıkarken ve bilimsel
gelişmenin sürekliliğini vurgularken haklı olduğunu görünmekle birlikte, Kuhn’un naif
yanlışlamacılığı gözden çıkarırken bu sayede yanlışlamacılığın tüm türlerini gözden
çıkardığını düşünmek de hatalıdır. Kuhn açısından keşfin mantığı değil, sadece psikolojisi
olabilir. Kuhn tarzı bir "bunalımın" ortaya çıkması için belirli bir rasyonel sebep yoktur.
"Bunalım" psikolojik bir kavramdır; bulaşıcı bir paniktir. Kuhrı'a göre bilimsel devrim
irrasyoneldir ve bir kitle psikolojisi meselesidir. Lakatos, Kuhn’un bu yaklaşımına karşı
çıkmaktadır. Popper’la alakalı sorunu ise değişimin hızıyla alakalı gibi görünmektedir. Ona
göre, Popper'ın başlangıçtaki versiyonundan temel farkı, eleştirinin Popper'ın hayal ettiği
kadar hızlı öldürmemesi ve öldürmemesi gerektiğidir. Çürütme ya da bir tutarsızlığın
gösterilmesi gibi, salt olumsuz, yıkıcı eleştiri bir programı saf dışı etmemektedir. Bir
programın eleştirisi, uzun ve sıklıkla hayal kırıklıklarına yol açan bir süreçtir. Gelişmekte olan
bir programa yumuşak davranmak gerekmektedir. Bir araştırma programının yozlaşması tabi
ki gösterilebilir, fakat sadece yapıcı eleştiri, rakip araştırma programlarının da yardımıyla,
gerçek bir başarı elde edebilmekte ve dramatik, görkemli sonuçlar ancak geriye dönük bir
bakışla ve rasyonel yeniden-inşayla görünür hale gelmektedir.

Bilim Tarihi ve Bilim Tarihinin Rasyonel Yeniden-İnşaları başlıklı II. bölümde


düşünür, ilk olarak bilimde rakip metodolojileri incelemektedir. Tümevarımcılık, olgulara
olan vurgusu ve kuramsal ya da metafizik çerçeveleri dışsal tarihin bir unsuru olarak görmesi
nedeniyle İslâm dünyasındaki fizik açıklamaları için uygun görünmemektedir. Çünkü birçok
şey, dışsal tarihe havale edilmek zorunda kalacaktır. Uzlaşımcılık ise, aykırılara direnme
gücünün fazla olması bakımından avantajlıdır. Ancak, sınıflandırma sistemlerine sadece bir
uzlaşı olarak bakması klasik dünya görüşüyle uyumlu değildir. Elbette ki bilim tarihçisinin

4
bilimi bizzat yapanlarla aynı şekilde düşünmesi, bir başka deyişle bilim tarihçisinin bilimin
mahiyetine ilişkin bilim adamlarıyla aynı şekilde yaklaşması zorunlu değildir. Ama her
hâlükârda içerik ve inceleme biçiminin birbiriyle uyumlu olması daha makul görünmektedir.
Bunun dışında, bu yaklaşım da yine olgulara çok fazla vurgu yapmaktadır. Yanlışlamacılık,
daima içerik artırıcı ilerlemeler ve başarılı olumsuz can alıcı deneyler aradığı için, proje
açısından uygun görünmemektedir. Çünkü, böylesi bir yaklaşımla birçok şeyi gözden kaçırma
riski bulunmaktadır. Lakatos’un metodolojisine göre, büyük bilimsel başarılar, ilerletici ve
yozlaştırıcı sorun-değişiklikleri üzerinden değerlendirilebilecek araştırma programlarıdır ve
bilimsel devrimler bir araştırma programının diğerinin yerini almasından (ilerlemede önüne
geçmesinden) ibarettir. Düşünür, devamında bunun yanlışlamacılık ve uzlaşımcılıkla olan
ilişkisini kurmaktadır. Buna göre, uzlaşımcılıktan, sadece uzay-zamansal açıdan tekil olgu
önermelerini değil, aynı zamanda uzay-zamansal açıdan evrensel kuramları da rasyonel olarak
uzlaşıyla kabul etme iznini almaktadır. Bu, bilimsel gelişmenin sürekliliğine ilişkin en önemli
ipucudur. Ardından düşünür, kendi programının ana hatlarını vermektedir. Buna göre,
değerlendirilecek temel birim tek başına bir kuram ya da kuramların birleşimi değil, uzlaşıyla
kabul edilmiş, dolayısıyla da geçici olarak “çürütülemeyeceği” kararı alınan bir çekirdek ile
önceden tasarlanmış bir plana göre sorunları tanımlayan, yardımcı hipotezlerin oluşturduğu
bir koruyucu kuşağın inşasını planlayan, aykırılıkları önceden tahmin edip başarıyla örneklere
dönüştüren olumlu höristik eşliğinde bir araştırma programı olmalıdır. Hangi sorunların
seçileceğini belirleyen şey, programın olumlu höristiğidir, aykırılıklar değildir. Metolodolojik
yanlışlamacının aksine, Lakatos’un programında en iyi açılış hamlesi, yanlışlanabilir
dolayısıyla tutarlı bir hipotez değil; bir araştırma programıdır. Bu metodolojiye göre, kabul
edilmiş hiçbir önerme tek başına bilim insanına bir kuramı reddetme hakkını vermemektedir.
Böyle bir çatışma (büyük ya da küçük çapta) sorun anlamına gelebilmektedir. Fakat hiçbir
koşulda bir başarı meydana getirmemektedir. Doğa hayır diye bağırabilir, fakat insan
yaratıcılığı daima daha yüksek bir sesle bağırmayı becerebilmektedir. Bir program
içerisindeki ilerleme ve yerinde sayma ölçütü, aynı zamanda araştırma programının
tamamıyla terk edilmesinin de ölçütüdür. Buna göre, bir araştırma programının kuramsal
gelişimi deneysel gelişimini öngördüğü, başka bir ifadeyle programın belli bir başarıyla yeni
olgular öngörmeye devam ettiği sürece, ilerlediği kabul edilmektedir ki, buna ilerletici sorun-
değişikliği denmektedir. Eğer programın kuramsal gelişimi deneysel gelişiminin gerisinde
kalıyorsa, yani rastlantısal keşiflere veya rakip bir programın öngördüğü ya da program içinde
keşfedilmiş olgulara yalnızca post hoc açıklamalar getirebiliyorsa, o halde program
durağanlaşmıştır ki, buna yozlaştırıcı sorun-değişikliği denmektedir. Bu programın ahlak

5
kaidesi: Ne mantıkçının tutarsızlık olduğunu kanıtlaması, ne de araştırmacı bilim insanının
aykırılığa dair hükmü bir araştırma programını tek darbede yıkabilmektedir.

Daha sonra, metodolojilerin eleştirel karşılaştırmasını yapan düşünür, bilimsel


rasyonelite kuramlarının iki başlık altında toplanabileceğini vurgulamaktadır. Bunlar: 1.
Doğrulamacı metodolojilerdir ki, oldukça yüksek epistemolojik standartlar koymaktadırlar.
Klasik doğrulamacılara göre, bir önerme ancak kanıtlanmışsa bilimseldir. Yeni
doğrulamacılara göre ise, bir önermenin bilimsel olabilmesi için kanıtlanma derecesinde olası
ya da desteklenmiş olması gerekmektedir. Bazıları da bilimsel kuramları kanıtlamak ya da
kanıtlanabilir şekilde olanaklılığını göstermek fikrinden vazgeçmişlerdir, ancak dogmatik
deneyci olarak kalmışlardır. Fakat tümevarımcılar, olasıcılar, uzlaşmacılar ya da
yanlışlamacılar, olgusal önermelerin kanıtlanabilirliğinden vazgeçmemektedirler. 2. Geriye
kalan alternatif metodolojilerdir ki, bunlar sadece küresel bir tümevarım ilkesiyle taçlanan
uygulamacı-uzlaşımcı metodolojilerdir. Uzlaşımcı metodolojiler, henüz kanıt ve çürütme,
doğruluk ve yanlışlığa ilişkin kuralları koymadan, ilk önce olgusal ve kuramsal önermeleri
kabul etme ve reddetme kurallarını koymaktadırlar. Böylelikle, elimizde bilimsel oyunun
kurallarına dair farklı sistemler olmaktadır. Yazar, burada üç farklı oyun türü zikretmektedir.
Bunların ilki olan Tümevarımcı oyun kabul edilebilir (kanıtlanmamış) veriler toplamaktan ve
onlardan kabul edilebilir (kanıtlanmamış) tümevarımlı genellemeler çıkarmaktan ibarettir.
Uzlaşımcı oyun ise, kabul edilebilir veriler toplamaktan ve onları mümkün olan en yalın
sınıflandırma sistemlerine göre düzenlemekten (ya da mümkün olan en yalın sınıflandırma
sistemlerini tasarlayıp onları kabul edilebilir verilerle doldurmaktan) ibarettir.

Popper’ın sınır koyma ve tümevarım üzerine düşünceleri başlıklı III. bölümde düşünür,
Popper’ın bilim oyununu, bu oyunun nasıl eleştirilebileceğini ve Poper’ın sınır koyma ölçütünün
yarı-polanyici bir yanlışlamasını tartışmaktadır. Lakatos, Popper’ın kendisi üzerinde ciddi etkisi
olduğunu, yirmi yıl benimsediği Hegel (ö. 1831) felsefesinden onun sayesinde koptuğunu ifade
etmektedir. Fakat aynı zamanda, Popper’la bir tür çatışma içine girdiğini de belirtmektedir. Lakatos,
ilk etapta Popper’ın Logik der Forschung (Bilimsel Keşfin Mantığı) adlı çalışmasının iki temel sorunu
olan “sınır koyma sorunu” ile “tümevarım sorunu” hakkındaki fikirlerini açıklamaktadır. Lakatos’a
göre, Popper’ın sınır koyma sorununa dair önerdiği çözüm büyük bir aşamadır fakat daha da
geliştirilebilmektedir. Tümevarım sorununa daha önce getirilen çözümlere dair yaklaşımı ise, ilk
dönem görüşlerinde eleştireldir ve buna dair çözümü de olumsuz yöndedir. Daha sonraki görüşünde
ise, hem sorun değişmiş, hem de soruna olumlu bir çözüm önermiştir. Lakatos’a göre Popper, kendi
başarısının anlamının farkında değildir. Bilim oyununun kuralları bir tanım olarak ifade edilebilirler.

6
Bu durumda tanımın açıklayıcı gücüne ve bir tür totoloji olmasına yönelik itirazlar gelmektedir.
Popper’ın buna cevabı şudur: “Bilim insanı, benim deneysel bilim tanımımın sadece sonuçlarından ve
bu tanıma dayanan metodolojik kararlardan, bu tanımın kendi çabalarının amacına ilişkin sezgisel
fikrine ne kadar uyduğunu görebilecektir.” Popper’ın bu cevabı, bilimsel kuralların oyunun amacına
dair herhangi bir şey söylememesi yönündeki genel konumuyla uyumludur. Buna karşılık, Popper’ın
yazılarında bilimin amacının “hakikat” olduğu fikrine de rastlanmakta fakat bu, ilk kez 1957’de
karşımıza çıkmaktadır. Bilimsel Keşif Mantığı eserinde ise, bilim insanları için hakikat, ancak
psikolojik bir güdü olabilir ama rasyonel değildir. Bu bağlamda Popper’da, bir sınır koyma ölçütünün,
diğerinden daha iyi hakikate ulaştıracağının nasıl tespit edileceği hakkında bir öneri yoktur. Aslında
metot ile başarı arasında doğru orantı kuran bu gibi bir argüman üretilemez diyen tez, Popper’ın 1920-
1970 yılları arası temel tezidir. Dolayısıyla Lakatos buradan, Popper’ın tutarlı ölçütlerin rasyonel
eleştirisi üzerine hiçbir teklifi olmadığı sonucuna varmaktadır. Mesela ona göre, Popper şunu
cevaplayamaz: “Hangi koşullarda sınır koyma ölçütünü terkederdin?” Popper’ın sınır koyma ölçütü,
yukarıda vazedilen meta-ölçüt ile kolayca yanlışlanabilir. Zira Popper’ın bu kabulünden, en iyi
bilimsel başarıların bilim dışı olduğu çıkmakta ve en iyi bilim adamlarının Popper’ın bilim oyununun
kurallarını bozduğu görülmektedir. Daha önce bir hipotez sahibinin, temel önermelerini hangi bilimsel
koşullar altında terk edeceğini söylemesi gerekmektedir. Halbuki Psikanalitikçiler, bu görevi
yapmamışlardı. Lakatoş’a göre, Psikanaliz hakkında Popper haklıydı. Zira onlardan hiçbir yanıt
gelmemiştir. Onlar, kendi varsayımlarını terk etmeye neden olacak bilimsel koşulları belirtmeyi
reddetmişlerdir. Popper için bunun anlamı, onların entelektüel dürüstlükten yoksun olmalarıdır. Fakat,
Popper penceresinden bakınca, aynı problem Newtoncılar için de geçerli değil midir? Zira onlar da söz
konusu bilimsel koşulları tartışıp temellendirmemişlerdir.

Düşünür daha sonra, tümevarım sorununa olumsuz ve olumlu çözümler sunmaktadır.


Lakatos’un teklifi şudur: Popper’da metodik değerlendirmelerin epistemolojik değerlendirmelerle
ilişkisi olmasa da, Tarski’nin (ö. 1983) doğruya yakınlık kuramı elimizdeyken, bu ikisinin ilişkisini
kurabilmekteyiz. Metodolojik değerlendirmeler analitiktir, fakat sentetik olarak yorumlanmadıkça
gerçek bir epistemolojik önemi yoktur. İşte bu tümevarım ilkesi yardımıyla, Popper’ın metodolojik
değerlendirmelerinin sentetik bir yorumu yapılabilmektedir. Böylece, tümevarım da olumlu bir şekilde
çözülmektedir. Lakatos’a göre Popper, doğruya yakınlık kuramı ile tümevarıma olumlu yaklaşacak
araçları elinde bulundurduğu halde, tümevarım sorununa dair olumlu bir çözümü hiç dile
getirmemiştir. Son olarak Lakatos, Popper’ın sınır koyma kuramına geliştirdiği eleştirilerin Popper
tarafından dikkate alınıp ıslah edildiğini, ancak tümevarıma ilişkin eleştirilerinde bu gibi bir geri
dönüş olmadığından yakınmaktadır. Akabinde kitaba sonraki baskılarında eklediği bir pasajda,
Popper’ın bir makale yayımladığı, bu makalede Lakatos’a cevap verdiği ve Lakatos’un bazı önerilerini

7
bazı ufak mevzular bağlamında benimsediğini ifade etmektedir. Söz gelimi Popper, artık cüretkarlığı
ad hoc olmama durumuyla, yani içerikten ziyade daha fazladan içerikle eşit tutmaktadır. İlaveten
çürütülmemiş bir kuramın desteklenme derecesinin, kendi sonuçlarından herhangi birinin desteklenme
derecesinden küçük olamayacağına dair benimsediği doktrinini de terk etmiştir.

Neden Kopernik'in Araştırma Programı Batlamyusçu Programın Yerini Aldı? başlıklı


IV. bölümde ise düşünür, “Bilimsel Araştırma Programı” üzerinden yeni bir cevap
önermektedir. Diğer cevaplar sosyal, siyasi, dini, kültürel yani dışsal unsurlara başvururken,
Lakatos’unki ise tamamen içseldir. O, bu soruya sadece bilimsel açıdan yaklaşarak cevap
vermektedir. Bilim felsefesinin temel meselesi bilimsel kuramların normatif değerlendirmesi
ve bir kuramı bilimsel yapan evrensel koşulları belirtme yani sınır koyma sorunudur. Bu
sorunu Viyana çevresi ve Karl Popper belirginleştirmiştir. Sınır koyma sorunu, bilimin
rasyonalitesi sorunuyla yakından ilgilidir. Bu soruna getirilecek çözümün, bize bilimsel bir
kuramın kabul edilmesinin ne zaman rasyonel ne zaman irrasyonel olduğunu göstermesi
beklenmektedir. Kopernikçi (ö. 1543) hipotezin üstünlüğünü savunanlar ya tümevarımcı ya
olasılıkçı ya da yanlışlamacıdırlar. Düşünüre göre de, hepsi sınıfta kalmıştır. Katı
tümevarımcılara göre bir kuramı diğerinden üstün kılan şey, rakibinin aksine kendisinin
olgulardan çıkarılmış olmasıdır. Aksi halde her ikisi de salt spekülasyondur ve eşit
derecededir. Ancak katı tümevanmcılık, Duhem (ö. 1916) ve Popper tarafından yıkılmıştır.
Olasılıkçı tümevarımcılara göre ise, bir kuramın diğerinden daha iyi olması, o dönemde
mevcut tüm kanıtlar göz önüne alındığında daha yüksek olasılığa sahip olmasına bağlıdır.
Ancak bu çabaların tamamı başarısız olmuştur. Yanlışlamacılar buna iki şekilde
yaklaşabilmektedir: 1. Batlamyus'un kuramı yanlışlanamaz (yani sahte-bilimsel) iken,
Kopernik'in kuramı yanlışlanabilir (yani bilimsel) idi. Eğer bu doğru olsaydı Kopernik
devrimi, çürütülemez spekülasyondan çürütülebilir bilime geçişi oluştururdu ki, bu söz
konusu değildir. 2. İki kuram da uzunca bir zaman eşit derecede yanlışlanabilirdir. Bunlar
birbiriyle tutarsız rakiplerdi, ikisi de çürütülmemişti. Fakat nihayetinde daha sonra
gerçekleştirilen bir can alıcı deney Batlamyus'u (ö. 168) çürütürken, Kopernik'i
desteklemiştir. Ne var ki, Batlamyus'un sisteminin çürütüldüğü ve aykırılıklarla dolu olduğu
Kopernik'ten çok önce bilinmekteydi. Peki, Kopernik'in üstünlüğünü gösteren can alıcı test,
Venüs'ün Galileo'nun (ö. 1642) 1616'da keşfettiği evreleri olabilir mi? İki rakip de aykırılıklar
okyanusuna eşit derecede gömülmüş olmasaydı, bu gayet makul bir cevap olabilirdi. 1838'de
Bessel (ö. 1846) tarafından yıldızlara ait uzaklık açısının keşfi, ikisi arasındaki can alıcı
deneydi. Ama keşif yapıldığında, Kopernik'in kuramı çoktan kabul görmüştü.

8
Düşünürümüze göre, araştırma programlarının metodolojisi, elitistler ile görecilikçiler
tarafından tümevarımcılığa, yanlışlamacılığa ve diğerlerine yöneltilen eleştirilerin en azından
bir kısmından kaçabilen yeni bir sınır koyucu metodolojidir. Bu metodolojinin temel
özelliklerine gelince, bu metodolojinin değerlendirme birimi, tek başına bir hipotez değildir,
bir tür "sorun-değişikliği"dir. Gelişmekte olan bir kuram dizisinden meydana gelmektedir ve
geniş bir yardımcı hipotezler kuşağına sahiptir. Newton'ın araştırma programındaki hareketin
üç yasası ve kütleçekim yasası gibi inatçı bir çekirdeği ve bir grup sorun çözme tekniği içeren
bir höristiği bulunmaktadır. Bu yardımcı hipotezler kuşağı, çekirdeği koruyan koruyucu
kuşaktır. Zira, aykırılıklar çekirdekten ziyade kuşaktaki birtakım hipotezleri çürütmektedir.
Kısmen empirik baskı altında olan bu koruyucu kuşak, sürekli değişmekte, genişlemekte ve
karmaşıklaşmaktayken, çekirdek el değmeden kalmaktadır.

Elie Zahar’ın yeniden düzenlediği bilimsel araştırma programlarının metodolojisinde


ise, en iyi “yeni olgular”, onu öngören kuram olmasaydı belki de hiç gözlemlenemeyecek
olgulardır. Bu tarz öngörülere en iyi örnek, Halley kuyrukluyıldızı, Neptün'ün keşfi, Einstein'a
(ö. 1955) borçlu olduğumuz ışık ışınlarının bükülmesi ve Davisson-Germer deneyidir.
Zahar'ın yaptığı değişiklik, temel olarak "yeni olgu" kavramına getirdiği yeni anlayıştır. Ona
göre Merkür'ün günberisinin açıklaması, alt düzey bir deneysel önerme olarak neredeyse yüz
yıldır bilinmesine rağmen, Einstein'ın kuramına çok önemli deneysel destek vermiş ve önemli
derecede desteklenmesini sağlamıştır. Zahar'ın getirdiği açıklama böylece Kopernik'in
başarısını Batlamyus'la kıyaslandığında hakiki bir ilerleme olarak açıklamaktadır.

Son olarak, Newton’ın bilimsel standartlara etkisi başlıklı V. bölümde düşünür,


psikolojizme ve mistisizme götüren doğrulamacı yol ve Newtoncı medotolojiye karşı
Newtoncı metot başlıklarına yer vermektedir. Düşünüre göre, bilginin sınırına dair farklı
görüşler bulunmaktadır. Bunlar, Pyrrhoncu (ö. mö. 365) şüpheciler, akademik şüphciler ve
Dogmacılar. İlkine göre, hiçbir önerme kanıtlanamaz iken, ikincisine göre bilemeyeceğimiz
bilgisi dışında bir önerme kanıtlanamaz. Dogmacılar ise, daha iyimserdir. Ayrıca, epistemenin
ne olduğuna dair de farklı görüşler bulunmaktadır. Bunların en önemlisi, özcülük ve
savunmacı pozitivizmdir. Özcülüğe göre, fenomeni betimlemek bilgi olmayıp doxadır.
Savunmacı pozitivistlerin düşüncelerinin merkezinde ise görünüşlere ilişkin kanıtlanmış
hakikatler ve mutlak olmayan doğrular yer almaktadır. Bu meyanda, Newton’a yöneltilen en
önemli eleştirilerden biri, Kartezyenlerin eleştirisidir. Kartezyen yaklaşıma göre, kabule layık
olan bilgiler sadece nihai hakikatlerdir. Olgular birçok farklı hipotezlerle belki açıklanabilir.
Burada kullanılan tümevarım tarzı açıklamalar kanıt değildir. Bu eleştiriye karşı Newton,

9
kendi araştırma programına devam etmeden önce kütleçekim kuramına Kartezyen bir kanıt
oluşturmaya çalışmıştır. Newtoncular, kütleçekimini tasavvur edebilecek biçimde
açıklanmasını sonraki nesillere bırakarak yine de kendi araştırma programlarının devam
edeceğini düşünmüşlerdir. Newton’un kendisi de deneysel kanıtların Kartezyen kanıtlar kadar
güçlü olmadığını düşünmektedir. Ona göre, tümevarım üzerinden tartışmak bizi genel
sonuçların ispatına götürmemektedir.

10

You might also like