You are on page 1of 10

ULUSLARARASI ORTAM

1Küreselleşmenin Ekonomik Etkileri

Bu ortamda gerek sermaye, gerekse bir bütün olarak ekonomik düzen dönüşmeye başladı.
Uluslararasılaşan sermaye , ikinci küreselleşmeden farklı olarak, büyük bir akışkanlık kazandı

2-AGİK(siyasal

1990'daki ikinci dorukta kabul edilen Paris Yasası tamamen insan haklarıyla ilgili oldu. Bu yasaya göre
kurumlar oluşturuldu ve kapitalizmin üst yapısı kurumsallaştırıldı. Küreselleşme insan haklarının da
dinamosunu oluşturmuş oldu.

3-AKKA (askeri)

Yine daha SSCB dağılmadan, küreselleşmenin siyasal zaferi askeri alanda da ilan edildi. Paris Yasasının
imzalandığı AGlK konferansında AKKA da imzalandı. Şimdiye kadar yapılmış en teknik ve en kapsamlı
silahsızlanma antlaşması olan AKKA'da SSCB bir süper devletin yapamayacağı kadar büyük ödünler
verdi ve konvansiyonel (yani nükleer, kimyasal ve biyolojik olmayan) silahlardaki büyük askeri
üstünlüğünün "yeni siyasal mimariyle uyumlu hale" getirilmesine razı olmak zorunda kaldı Türkiye
AKKA'dan askeri olarak karlı çıktı. Çünkü müttefiklerinin ülke tavanlarını aşan silahlarını bağış olarak
alarak (cascading uygulaması) , avantaj sağladı . En önemlisi de, doğu ve güneyindeki ülkeler AKKA'ya
dahil olmadıklarından, ülke toprağının yüzde 25'ini oluşturan bir alan bu sınırlamalar dışında bırakıldı

4-SSCB’NİN DAĞILMASI(yapısal)

Rusya'yı tehlikeli kılan bir nokta da, batı Avrupa'nın hem komünizmin sona ermesi, hem de "çifte
tampon" nedenleriyle RF'yi artık bir tehlike olarak görmemesiydi.

Sistem açısından: Denge kavramı bitti. Batı sistemi tek başına rakipsiz kaldı. Dolayısıyla, o zamana
kadar bu dengeden yararlanarak özerkliklerini koruyan ülkeler yeni ve daha zor bir dünyaya adım
attılar. Dünya barışı açısından: Riskli olarak adlandırılan, ama son zamanlarda riski de kalmamış olan
çok istikrarlı bir düzen gitti. Onun yerine, risksiz diye adlandırılan, ama elinde nükleer bomba bulunan
çok sayıda bağımsız ülke yüzünden çok riskli olan, üstelik tamamen istikrarsız bir düzen geldi. Nitekim,
bloklar döneminde görülmeyen çok sayıda bölgesel çatışma çıkacaktır.

ldeoloji açısından: En azından SSCB ve Doğu Avrupa'da uygulandığı biçimiyle, komünist ideoloji yıkıldı.
Bununla birlikte çok kimse, ulusal ve uluslararası gelir dengesizlikleri ve sömürü böyle gittiği takdirde
sömürüye karşı çıkacak benzer bir ideolojinin doğmakta gecikmeyeceği düşünmeye başladı.

Bölge açısından: Bölge alt üst oldu. Proletarya yokken veya zayıfken komünistleşen Doğu Avrupa,
burjuvazi yokken veya zayıfken kapitalistleşmeye başladı. Sonuç, mafyanın ekonomiye egemen olması
ve toplumsal değerlerin çöküşü oldu.

Türkiye açısından: Türkiye, SSCB gibi güçlü bir komşunun yerine yine güçlü Rusya gelmiş olmakla
birlikte, doğrudan kara komşuluğundan kurtuldu. Fakat çok önemli bir kayba uğradı: lkinci Dünya
Savaşından beri hep "Komünist SSCB" tehlikesi sayesinde Batı nezdinde yüksek tutabildiği jeostratejik
önemi bir anda çok azaldı.

Yeni Dünya Düzeni: Kapitalizm +İnsan hakları

Bölgesel: Yugoslavya dağıldı yeni devletler ve savaş ortamı, Ortadoğu İran nüfuz, İsrail yükseldi filistin
düştü. Kürt milliyetçiliği abd etkisine girdi. Kafkasya’daki boşluktan tr yararlanmak isteyecek.
İÇ ORTAM

Ekonomi

Dış borç yükselmişti. Popülist politikalar 94 ve 97-98 krizlerinde ekonomik daralmaya sebep olmuştu.
Tr IMF programına bağlı kaldı. Yarım yamalak uyguladı ve krizlerin etkileri daha sert oldu

1945'ten sonra Türkiye'ye kabul ettirilmek istenen, uluslararası ekonomide kendisine uygun görülen
tarımcı ve turizmci rolü benimsemesiydi. Özal döneminin getirdiği ekonomik ve hukuksal değişimler
A) 1990'larda Türkiye'yi kararlı biçimde bu "yapısal uyum"a götürdü. Yapısal uyum programının temel
aracı, özelleştirmeler oldu. Özelleştirme fikrinin ileri sürülen temel gerekçesi, KlT'lerin yani kamu
işletmelerinin zarar ettiği ve bu zararın bütçede sebep olduğu açık yüzünden ülke ekonomisinin bir
türlü düzelemediği idi.

B), bunlar satılırken yapılan sözleşmeler, bu kuruluşların esas işlevlerini ortadan kaldırarak
parçalanmalarına izin verecek biçimde hazırlandı. Örneğin Ankara Emniyet Müdürlüğünün yanında
çok büyük arazisi olan Et ve Balık Kurumu (EBK) Genel Müdürlüğü özelleştirilirken "üretime devam"
koşulu yeterince tanımlanmadığı ve ciddi yaptırıma bağlanmadığı için, alıcı özel kuruluş tek bir adet
büyükbaş hayvan kesimiyle bile sözleşme koşullarını yerine getirmiş oldu

Bütün bu özelleştirmelerden .elde edilen gelir, ekonominin cari harcamalarının ve borç faizi
ödemelerinin bir bölümünü kapatmaya tahsis edildi

Diğer yandan, bu özelleştirmeler, kamuoyunda 1980'lerde Emlak Kredi Bankası yolsuzluğuna adı
karışmış iş adamı Kemal Horzum'un adından türemiş "hortumlama" yakıştırmasıyla anılan yoğun bir
yolsuzluk ortamında yapıldı. Öyle ki, bir süre sonra, kamuoyu ve medya, devlet ihalelerinin ilke olarak
yolsuzluğa konu olduğuna kanaat getirdi ve devlete bütün güven yok oldu. Örneğin, yapılan kimi
araştırmaların gerekli olmadığını belirttiği elektrik kesintilerinin, nükleer santral ihalesi gündeme
gelsin diye yapıldığı tüm gazetelerde yazılmaya başlandı.

Siyaset: Siyasal İslam ve Kürt sorunu

Dış Politika Genel Görünümü

Şubat 1990-Haziran 1997 arasındaki 87 ay içinde 1 1 defa dışişleri bakanı değişmiş ve bakan başına
düşen görev süresi 7,9 ay olmuştur. Hele dış politika gibi özel bir alan için, aradaki fark ço'k rahatsız
edicidir.

Türkiye bu dönem içinde Batı'nın kendisine empoze ettiği altyapıyı (uluslararası kapitalizm) itirazsız
almış, yine empoze ettiği üstyapıyı (demokrasi ve insan haklan) almamak için büyük direnç
göstermiştir. Bu nedenle, ekonomik bakımdan dışa bağımlı hale gelirken, siyasal bakımdan özellikle
Avrupa tarafından tecrit edilen ,bir ülke olmuştur.

Dış politikada görece tutarlı bi yol izlendiği algısı iki hakimdir ve bunun ilk sebebi ABD ile yakın
ilişkilerdi. Bi diğer sebebi ise örneğin Kıbrıs gibi sorunların daha az etki gibisi AB ile ilişkilere aktarıldığı
içindir

1990'dan sonra Türkiye'nin birdenbire azalan önemi, çıkmaya başlayan çatışmalar sayesinde yeniden
artmıştır ve Türkiye çatışmalara ABD'nin yanı sıra müdahale ettiği için ve müdahale ettiği sürece
başarılı gözükmektedir.
ABD İLE İLİŞKİLER

Bu süreklilik öğelerinden ilki, iki ülke arasındaki ittifak ilişkisinin temelde stratejik ve siyasal işbirliğiyle
sürmesidir. Türkiye, bu dönemde de ABD'nin yakın müttefiki olmayı sürdürmüştür.

Çünkü

1-Yeni işbirliği alanları: Kafkasya Orta Aya ve Ortadoğu

2-Tek hegemon güç olarak kalan ABD ile yakın ilişkilerin Türkiye dış politikasına olumlu etki edeceği
fikri hakimdi.

3-ABD’nin insan haklarına önem vermeye başlaması Türkiye ile ilişkilerin gelişmesine ve bu alanda
daha ciddi davranması Türkiye’deki insan hakları ve demokrasi kavramlarına daha fazla önem
vermesine sebep oldu.

KÖRFEZ SAVAŞI

Turgu Özal ve Yıldırım Akbulut faktörü

ABD’nin istekleri

ABD bu kriz sırasında Ankara'dan 3 konuda yardım istedi. llki, Türkiye'deki üslerin Irak'a yönelik hava
harekatları sırasında kullandırılması; ikincisi Saddam'ın Kuveyt cephesindeki asker sayısını azaltması
için Türkiye'nin Irak sınırına asker kaydırması; üçüncüsü S. Arabistan'da toplanan müttefik
kuvvetlerine Türkiye'nin birlik göndermesi Türkiye bunlardan ilk ikisine olumlu cevap verirken,
üçüncüsüne Özal'ın ısrarına rağmen TSK'mn karşı çıkması sonucu uymamıştır.

Sonuçları

Ekonomik açıdan

Özal'ın ABD'den ve Körfez ülkelerinden yüksek oranda yardım beklentisi vardı. Özal bu beklentisini
Eylül 1990'da Washington'a yaptığı ziyarette dile getirmiş, tekstil ithalatına konan kısıtlamanın
kaldırılması, askeri modemizasyona destek olması ve borçların hafifletilmesi taleplerinde bulundu.
Başkan Bush buna Ocak 199l'de 82.000.000 dolarlık acil yardım verilmesini sağlayarak karşılık verdi.

Türkiye'nin ekonomik zararı; boru hattından elde ettiği transit gelirin durması, Irak'la yapılan ticaretin
ve sınır ticaretinin büyük ölçüde kesilmesi, bunun Güneydoğu bölgesinde işsizliği artırması, Irak'ın
Türkiye'ye olan borçlarını ödememesi ve müteahhitlik hizmetlerinin durmasından kaynaklanıyordu.
(10mr dolar)

Siyasal Açıdan

Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşanan ekonomik sorunlar Kürt sorununu ağırlaştırdı. Öncelikle,
bölgede işsizliğin artması PKK'nın çok işine yaradı. !kinci olarak kuzey lrak'ta oluşan güç boşluğu
sayesinde PKK buraya yerleşerek Türkiye'ye yönelik faaliyetlerini artırdı. Üçüncü olarak, 199l'den
itibaren Saddam'dan kaçarak Türkiye'ye sığınan Iraklı Kürtler, Türkiye'deki Kürtlerin bilincini tetikledi
ve Kürt sorununun ağırlaşmasına yol açtı.
ÇEKİÇ GÜÇ

İng-fra-avus-hol-abd-tr

OPC 2 aslında çekiç güçtü ve Türkiye bu harekata katılarak aslında çekiç güç’e katılmış oluyordu.

6aylık sürelerle katılan ülkelerin asker bulundurmasına onay verilmekteydi. Muhalefet partileri de
kamuoyu tepkisi sebebiyle katılmak durumunda kaldı Ancak tük dış politikasında çok tartışmalı
olmuştu.

Değerlendirilmesi

Kürt sorunu açısından yaklaşıldığında; Çekiç Güç Saddam'ın Kürtleri ezmesini ve Türkiye sınırına
yığılmalarını engellemekte, Türkiye Çekiç Güç'ün varlığı nedeniyle kuzey Iraklı Kürtlerin ezilmesine
engel olarak Kürt halkıyla bir sorunu olmadığım ileri sürebilmekte ve Çekiç Güç'ün sayesinde PKK'nın
kuzey Irak'ta güçlenmesini önlemekteydi.

ABD'yle ilişkiler açısından, Çekiç Güç yardım, bölgesel işbirliği ve kuzey Irak'a yönelik operasyonlar gibi
konularda Türkiye'nin elinde tuttuğu bir kozdu. En önemlisi de buydu.

Çekiç Güç'ün aleyhindeki görüşler ise bunun PKK'ya yardım ettiği, kuzey Irak'ta bir otorite boşluğu
yarattığı ve burada bir Kürt devleti kurulmasına yardımcı olduğu noktalarında toplanmaktaydı. Çekiç
Güç'ün göreve başlamasından sonra PKK faaliyetlerinde bir artış görülmesi, Türkiye basınında Çekiç
Güç'e ait helikopterlerin PKK'ya yardım malzemesi attığı ve PKK'lı yaralıları taşıdığı yolunda haberlerin
yer alması bu yöndeki kuşkuların ve rahatsızlığın artmasına neden olmuştu.

KUZEEY IRAK MESELESİ

Türkiye'nin kuzey Irak politikası burada oluşan otorite boşluğunun doldurulmasına Çalışmak, PKK'nın
burayı bir üs olarak kullanmasını önlemek ve bir Kürt oluşumunun önüne geçmek şeklinde belirlendi.
Genel hatlarıyla belirtmek gerekirse, Türkiye bölgedeki tüm oluşumların geçici olduğunu , yani kuzey
Irak'taki oluşumları, Bağdat yönetimi otoritesini burada yeniden kuruncaya dek yapılmış geçici
düzenlemeler olarak kabul ediyordu.

Türkiye bu bölgeye düzenli olarak askeri harekatlar gerçekleştirmekteydi ve sorunu bu açıdan ele
almaktaydı.

Operasyonlara ABD sessizliği nedenleri

Öncelikle, Türk tarafı bu operasyonlardan önce hem ABD'ye, hem de lngiltere ve Fransa'ya bilgi
veriyordu

lkinci olarak, ABD Çekiç Güç, kuzey Irak ve genel olarak Irak politikasında, Türkiye'nin işbirliğine
ihtiyaç duyuyordu. 3.Türkiye'de, ABD'nin kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurdurmakta olduğu yolunda
bir şüphe iyice yerleşmeye başlamıştı. Bu yüzden, ABD buna da karşı çıksaydı, söz konusu şüphe
derinleşecek ve ilişkiler bozulabilecekti. 4 Türkiye'nin buraya yönelik operasyonları daha çok PKK'ya
yönelikti. PKK ise Orta Doğu politikasında ABD'nin dayandığı asıl güç değildi. Hatta, PKK, kuzey Irak'ta
ABD'nin işbirliği yaptığı KDP ve KYB'ye rakip de olabiliyor, uzantısı olan PAK örgütüyle oradaki istikrarı
bozucu bir rol de oynuyordu. Bu yüzden, ABD'den çok Avrupa'ya dayalı olarak politika yürüten
PKK'nın bölgede ezilmesine ABD tepki göstermiyordu.
Çite Çevreleme

ABD Irak'ı denetim altında tutabilmek için, Körfez Savaşı sırasında başlattığı ekonomik yaptırım,
silahlanma programının denetimi, belli hedeflerin vurulması ve nihayet 1997'de açıkladığı, Irak
muhalefetini destekleme gibi yöntemlere de başvurdu. Türkiye ABD'nin Irak'ı çevreleme
politikasından birçok açıdan zarar gördüğü halde buna uymak ve bu konuda genel politika düzeyinde
işbirliğine gitmek zorunda kaldı. Ekonomik zorluklar, insan hakları

İran rahatsızlığı ise benzrdi

Türkiye'nin Kafkasya ve Orta Asya'ya Açılması ve ABD

Siyasal açıdan bu ülkelerin, Rus ve İran etkisinden uzak durmaları, Türkiye'yle siyasal ve askeri
bağlantılarını güçlendirmeleri ABD tarafından desteklenen gelişmelerdi. Bir yandan, Tacikistan
dışındaki bölge ülkeleri 1994'te NATO çerçevesinde Barış İçin Ortaklık (BlO) programı içine alınır ve
bölge ülkelerinden birçok subay Türkiye'de eğitim görürken, Eylül 1997'de Kazakistan, Özbekistan,
Kırgızistan ve Rusya'nın da katılımıyla ABD ve Türkiye bir tatbikat yaptılar.

Kültürel ve dinsel olarak da ABD Türkiye'nin bölgeye açılımını destekledi. Bu ülkelerin Kiril
alfabesinden Latin harflerine geçmeleri, Türkiye'nin bölgeye din adamları ve Latin harfleriyle yazılmış
Kur'an göndermesi ABD tarafından desteklenen girişimlerdi. Bu noktada, özellikle 1990'larda bölgeye'
yönelik radyo yayınlarına başlayan lran'ın radikal lslam anlayışının yerine, Türkiye'nin laik ve devlet
denetimindeki din anlayışının bu bölgede benimsenmesi de ABD tarafından tercih edildi.

lktisadi açıdan, ABD bu ülkelerin serbest pazar ekonomisine geçmesini istiyor ve Türkiye'nin 1980
başında yaşadığı deneyimi bu ülkelere aktarabileceğini düşünüyordu. Bu çerçevede Türkiye'yle
birlikte bu ülkelerin ruble bölgesinden çıkmalarını teşvik etti. Yine ABD bu bölgeye ekonomik olarak
girerken Türkiye'nin ve Türk işadamlarının yardımına ihtiyaç duydu

ABD- SEİA

1985'ten itibaren 5 yıllığına uzatılmıştı. 17 Aralık 1990'da süresi dolacak olan SElA, taraflar 3 ay
önceden sona ermesi yolunda ihbarda bulunmadıkları için 1990'da kendiliğinden 1 yıl uzadı. Bundan
sonra, 1990'lar boyunca Türkiye SElA'.nm hemen her uzatılma döneminde, anlaşmada değişiklikler
yapılması yönünde öneriler ortaya attıysa da, herhangi bir değişiklik yapılmasını sağlayamadı

Bazı Talepler

Çekiç Güç de SElA'.nın içine alınmalıdır.

-Savunma sanayii alanında teknoloji transferi yapılmalı, ABD eğitim tesisleri Türklere de açılmalı, ABD
ihtiyaç fazlası malzemenin müttefiklere sevk edilmesinde Türkiye'ye öncelik tanınmalıdır.

Ocak 1993'ten itibaren ABD'de Clinton yönetimi göreve başlayınca, Türkiye SElA konusunda bir
girişimde daha bulundu ve 1987'de Ek Mektup'la verilen güvencelerin anlaşmaya dahil edilmesini
istedi. Fakat Türkiye'nin beklentilerinin tersine, eskiden Kongre Türkiye ve Yunanistan'a yapılan
yardımda 7/10 oranını gözetirdi Yönetim buna karşı çıkarken, yeni Yönetimin bizzat kendisi bu oranı
önerdi. Bundan sonra, 1994'te Mümtaz Soysal'ın dışişleri bakanlığı döneminde, ABD'nin Türkiye'ye
yaptığı yardımda faiz oranlarını yükseltmesi üzerine SEI􀈼nın gözden geçirileceği uyarısı yapıldı ama
yine herhangi bir değişiklik olmadı. Hatta, 1996'de Erbakan'ın başbakanlığındaki Refahyol hükümeti
de SEI􀈼yı herhangi bir düzenleme önerisi bile getirmeden onayladı

KIBRIS VE ABD
ABD'nin Kıbrıs konusundaki politikasının temel ilkeleri şunlardı: 1) Sorunun çatışmaya dönüşmemesi
ve özellikle Türk-Yunan ilişkilerinde gerginliğe yol açmaması, 2) Statükonun (bölünmüşlüğün) kabul
edilmemesi, 3) BM çerçevesindeki görüşmelerin yürütülmesi, bunların takıldığı noktalarda ABD'nin
müdahale etmesi, 4) İki kesimli ve iki toplumlu bir federasyonun kurulması, 5) AB üyeliği konusunun
sorunu daha da ağırlaştırmamasının önlenmesi, üyeliğin bir federasyon içinde gerçekleşmesinin
desteklenmesi, 6) Rusya’nın bölgeye girme çabalarının engellenmesi.

ABD Kıbrıs sorununun çözümü için girişimlerini artırırken, Ağustos ve Ekim 1996'da Kıbrıslı Rumların
sınırı geçme eylemleri sırasında meydana gelen olaylar sırasında ABD Türk tarafım gereğinden fazla
güç kullanmakla eleştirdi. Aynı yıl Kardak bunalımının Türkiye ve Yunanistan'ı savaşın eşiğine getirmiş
olması, Kıbrıs konusundaki baskılarını artırmasına neden oldu. Hatta, Clinton yönetimi 1997'yi Kıbrıs
için çözüm yılı olarak ilan etti. ABD'nin Kıbrıs ve Türk-Yunan ilişkilerinde, Türkiye'nin istediği türden bir
yaklaşım içinde olmamakla birlikte, Türkiye'ye yönelik olarak yaptırım gücü bulunan politika
izlemekten kaçınmasıydı. ABD'nin Kıbrıs ya da Türk-Yunan sorunlarına yaklaşımının yalnızca
diplomatik girişimler ve zemin yoklamalarla sınırlı kalmasının nedeni bu dönemde Türkiye'yle birçok
alanda giriştiği işbirliği olsa gerektir.

Kürt Sorunu ve ABD'nin Tutumu

ABD yönetimi resmi açıklamalarında Türkiye’nin toprak bütünlüğünü desteklediğini belirtmiş ve hatta
PKK'yı terörist bir örgüt olarak tanımlayan ilk ülke olmuştu. Ayrıca, Türkiye'nin yürüttüğü mücadeleyi
ve askeri önlemlerini meşru savunma olarak gördüğünü ifade etmişti. Ama sorunun çözümü için
güneydoğunun ekonomik kalkınmasının gerekli olduğunu ve Kürtlere kendilerini dilleri ve kültürleriyle
ifade etme özgürlüğünün tanınması ve siyasal partilerini kurma hakkının verilmesi gerektiğini de ileri
sürüyordu. ABD'ye göre bu tür bir politika Türkiye'yi daha da güçlü kılardı

Kongre'de ise ABD'nin verdiği silahların PKK'ya karşı kullanılırken insan hakları ihlallerinin gerçekleştiği
ve bu yüzden yardımın ve silah satışının durdurulması gerektiği yolunda görüşler ortaya atılıyordu.
Yönetim insan hakları konusunda zaman zaman sert eleştiriler yöneltse de, Kongre'ye karşı kendi
politikasını savunurken Türkiye'yi de kollamış oluyordu.

Yönetimin olumlu tutumuna rağmen, ABD'nin Kürt sorunundaki bazı uygulamaları Türkiye'yi rahatsız
etmekteydi. Bunların başında da, Dışişleri.Bakanlığınca yayınlanan yıllık insan hakları raporları
gelmekteydi. Buna aşağıda insan hakları bağlamında değinilecektir. !kinci olarak, 1996'da
Washington'da, amacını Kürt sorununu dünyaya duyurmak ve Kürtlere yönelik insan haklan
uygulamalarını iyileştirmek olarak açıklayan bir Kürt Enstitüsünün açılmasıydı.

ÖCALAN ve İnsan Hakları

Basında yer alan bilgilere göre, 4 Şubat l 999'da CIA yetkilileri, MIT Müsteşarıyla görüşerek, adil
biçimde yargılanması koşuluyla Öcalan'ın yakalanmasına yardımcı olacaklarını söylemiş, bunun
üzerine hükümetin onayıyla bir mutabakat imzalanmıştı. Operasyon sona erdiğinde, ABD, resmi bir
açıklama yaparak, terörist Öcalan'ın yakalanmasından memnuniyet duyduğunu belirtirken, lsrail bu
operasyonla bir ilgisi olmadığını açıkladı

PKK'nın 1990'ların ortalarından itibaren gerilemeye başlaması da ABD'nin PKK' dan daha çok
uzaklaşmasına neden oldu. Türkiye'nin Kürt politikasına yönelik ABD eleştirilerinin en fazla
yoğunlaştığı dönemler, PKK'nın eylemlerinin ve etkisinin en yoğun olduğu dönemlere rastladı.
ABD'nin, Ocalan'ın yakalanışına, PKK'nın silahlı mücadeleyi kaybedeceği belli olduğunda yardım
etmesi önemliydi.
ABD, Öcalan'ın yakalanmasıyla, Orta Doğu politikasında PKK'yı kendisine karşı rekabette kullanmaya
çalışan Almanya, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerine karşı da, tıpkı Balkanlarda olduğu gibi bir kez daha
üstünlük sağlamış oluyordu.

PKK, 1997'den itibaren, ABD'nin dikkatlice oluşturmaya çalıştığı kuzey Irak'taki düzeni bozmaya ve
Saddam'dan destek almaya başlamıştı. Bu da ABD'yi rahatsız etmişti.

Sonuçları

Türkiye-ABD arasındaki yakınlaşma arttı. Böylece, Türkiye'nin PKK'yla mücadelesine ABD'nin verdiği
destek somutlaştı

ABD'nin Öcalan'ın yakalanmasından sonra Türkiye üzerinde, soruna siyasal çözüm bulunması ve
Kürtlere kültürel ve siyasal temsil haklarının verilmesi yolundaki politikasında daha ısrarlı olma
fırsatını buldu

ABD, Türkiye'deki insan hakları uygulamaları konusunda 1990'lar boyunca eleştirilerini sürdürdü.
Gerek dış politikaya ilgi duyan kamuoyunda ve entelektüel çevrelerde, gerekse Yönetim ve Kongre
çevrelerinde insan haklarıyla Kürt sorunu aynı bağlamda ele alınıyordu. Bu raporlarda, çoğunlukla
güneydoğuda olmak üzere, bazı insan hakları ihlali iddiaları tek tek ve ayrıntılı bir biçimde yer alırken,
DEP'in ve Kürt milliyetçiliğine sempatiyle bakan gazete ve dergilerin kapatılması eleştiriliyordu.

Ermeni Sorunu

Ermeni sorunu bu dönemde ilişkilerde birkaç biçimde gündeme geldi. Bunlar Ermenilerin, daha kolay
olan eyalet meclis ve senatolarından soykırım kararı geçirmeleri, Washington'da bir "soykırım
müzesi" açma girişimini başlatmaları ve Temsilciler Meclisinden soykırım kararının geçirilmesine
çalışmalarıydı. Bütün bu girişimlerde ABD içinde etkin biçimde örgütlenmiş olan Ermeni Ulusal
Enstitüsü (Armenian National Institute-ANI) ve Amerikan Ulusal Ermeni Komitesi (American National
Committee of Armeni􀋜ns-ANCA) gibi kuruluşlar öne çıkıyordu

1980'lerden farklı olarak 1990'lar boyunca böyle bir tasarı gündeme getirilmezken, seçim yılı olan
2000'de soykırım tasarısı Temsilciler Meclisi alt komisyonundaki oylamayla bir kez daha iki ülke
arasındaki ilişkilerde sorun yaşanmasına yol açtı. Bu süreçte özellikle Ermenilerin yoğun olarak
yaşadığı California eyaletinin temsilcileri önemli rol oynuyorlardı.

398 sayılı bu tasarı Temsilciler Meclisi Uluslararası llişkiler Komitesinin 14 üyeli Uluslararası
Operasyonlar ve lnsan Hakları Altkomitesinde 14 Eylül 2000'de görüşülmeye başlandı. Sözlü
oylamada komisyondan geçti

Türkiye bazı önemleri gündeme getirdi. Bu önlemler arasında Ermenistan'la Iran ve Gürcistan
üzerinden yapılan ticarete sınırlama getirilmesi ve hava koridorunun kapatılması bulunuyordu. Ayrıca,
resmen bağlantı kurmaktan kaçınsa da bu dönemde Türkiye'nin Bağdat'a büyükelçi atama konusunu
gündeme getirmesi, Çekiç Güç'ün uçuşlarına sınırla􀐩 getirebileceği mesajını vermesi, enerji bakanının
ABD büyükelçisiyle görüşerek enerji ihalelerinden Amerikan şirketlerinin olumsuz etkilenebileceğini
söylemesi, Türkiye'nin savunma ihalelerini gündeme getirmesi, hatta helikopterler için bilgisayar
üreten bir Amerikan firmasının listeden çıkarılması Ankara'nın verdiği tepkinin göstergeleriydi. Daha
önceden planlandığı halde genelkurmay başkanı da ABD gezisini iptal etmişti

Fakat bütün bu girişimler de bir sonuç vermedi ve 596 sayılı tasarı 3 Ekimde Uluslararası llişkiler
Komitesinden 24 olumlu, 11 olumsuz ve 2 çekimser oyla geçt ive böylece Temsilciler Meclisi Genel
Kurulunda oylanma aşamasına geldi
20 Ekimde 435 üyeli Temsilciler Meclisinde gündeme alınan tasarının buradan da geçmesi
beklenirken, sürpriz bir gelişme sonucu Başkan Clinton Temsilciler Meclisi başkanına bir mektup
göndererek söz konusu tasarıyı geri çekmesini istedi

Her ne kadar Türkiye tasarının geri çekilmesinden hoşnut olmuşsa da, Clinton mektubunda 1915-23
arasındaki "katliam"dan duyduğu üzüntüyü belirtmiş ve o sırada patlak veren Filistin ayaklanmasının
da etkisiyle bölgedeki gelişmeler doğrultusunda bunun gündeme alınmamasını istemişti. Dolayısıyla,
buradan çıkan anlam Başkanın tasarının kendisine ya da içeriğine değil yalnızca "zamanlamasına"
katılmadığı şeklindeydi. Üstelik, tarihin 1923'e kadar uzayarak Kurtuluş Savaşını da içine alması
ilginçti.

NATO

Türkiye 1990'lann başlarında NATO'nun ortadan kalkması, öneminin azalması ve ABD bağlantısının
zayıflayarak ittifakın Avrupa ayağının güçlenmesi yolundaki bütün yaklaşım ve gelişmelerden kaygı
duydu. Ayrıca, NATO'ya yeni üyelerin alınması konusunda , genelde isteksiz davrandı. NATO'nun
Soğuk Savaş sonrasında da, ABD'nin önderliğinde güçlü bir ittifak olarak varlığını sürdürmesi
konusunda ise Türkiye ABD'yle hemfikirdi ve iki tarafın çıkarları bu noktada da kesişti

Türkiye ayrıca, Atlantik ötesi bağlantının sürdürülmesini isteyerek, NATO içinde yine ABD ve
lngiltere'yle birlikte hareket etti ve ABD'nin Avrupa'dan uzaklaşmasına ve AB'nin kendi güvenlik
örgütüne sahip olmasına karşı çıktı. Türkiye bu yaklaşımı savunurken, özellikle Yugoslavya'daki etnik
çatışmalarda Avrupa kurumlarının başarısızlığı üzerinde durdu.

Dönemin NATO Genel Sekreteri Manfred Wörner Türkiye'nin doğrudan göç, aşırı dincilik, terörizm,
istikrarsızlık gibi riskler altında olduğunu ve Türkiye'nin bunu önlemede önemli bir rol
oynayabileceğini belirterek bu yaklaşımı ortaya koy'du. Türk yetkililer de Soğuk Savaş döneminde bir
kanat ülkesi olan Türkiye'nin yeni dönemde bir "cephe" ülkesi haline geldiğini belirttiler.

Türkiye, BAB ve AGSK

Türkiye Nisan 1987'de AT'ye tam üyelik için başvurduğunda, yeni canlandırılmaya çalışılan BAB'a da
başvurdu. Bu örgüte Avrupa'nın güvenlik kimliğinin oluşumunda özel bir yer atfeden AB üyeleri, AB'ye
tam üye olmayan ve tam üye olma olasılığı en azından orta vadede görülmeyen Türkiye'yi 1992'de
BAB'a "Ortak Üye" olarak kabul ettiler

BAB sisteminde NATO askerileri kullanılacak ama karar mekanizmasında Türkiye söz sahibi
olamayacaktı bu durum Türkiye’yi rahatsız etti

Bu dönem boyunca diğer bazı konularda olduğu gibi ABD ve Türkiye, farklı kaygılarla hareket
etmelerine rağmen Avrupa güvenliği konusunda aynı ya da benzeri noktalarda buluşabilmişlerdi.
ABD, Türkiye'nin BAB üyeliği konusunda doğrudan bir açıklama yapmamakla birlikte, NATO üyesi
Avrupalı ülkelerin BAB üyeliğine destek vererek ve bu üyelerin BAB karar mekanizması içinde yer
almalarını savunarak Türkiye'nin de arkasında durmuştu. Zaten, NATO içindeki görüşmelerde
doğrudan Türkiye'yi desteklemişti. Bunda ABD'nin giderek 'NATO'dan uzaklaşma eğilimi içine giren
AGSK'yı lngiltere'nin yanında, Türkiye aracılığıyla da denetlemek istemesi önemli rol oynadı.
GÜMRÜK BİRLİĞİ

Birincisi, özellikle Kıbrıs sorununda yaşanan tıkanıklığı ve Güney Kıbns'ın AB'ye tam üyelik
başvurusunu da kullanan Yunanistan, gittikçe artan bir biçimde Türkiye-AB ilişkilerinin önünde engel
oluşturmaktaydı 2 Avrupa Birliğinde yaşanan derinleşme hareketleri kısa vadede yeni bir genişlemeye
gidilmeyeceği yönünde bazı endişelere yol açmıştı 3 Üçüncüsü, özellikle tam üyeliğin ardından
gelecek serbest dolaşımın, başta Almanya olmak üzere, pek çok AB ülkesini bu yönde adım atmaktan
alı koyduğu yönünde kaygı oluşmuştu 4 gümrük birliğini gerçekleştirmek Türkiye'de siyasal iktidarlar
tarafından bir iç politika aracı olarak görülmeye başlamıştı 5 gümrük birliğinin Türkiye-AB arasında
bugüne değin kopuk olan siyasal diyalog ortamının yeniden kurulmasına katkıda bulunacağının
öngörülmesiydi. 6 Tek Senet ve Maastricht sonrası ulaşılan tek pazar ve yeni politika alanlarının
Topluluk yetkisine dahil edilmesi sonucu, Türkiye'nin uyum yükümlülüğü pek çok alanda artmış
bulunuyordu. Gümrük birliğinin düzgün işleyebilmesi açısından gerekli olan bu uyumu
gerçekleştirirken, Türkiye bir de ileride gerçekleşecek tam üyelik için hazırlık yapmak ve mesafe
kaydetmek niyetini taşıyordu

9 Kasım 1992'de yapılan Ortaklık Konseyi toplantısı, pek çok açıdan önemli gelişmelere yol açtı.
Gümrük lşbirliği Komitesi'nin toplanması Ekonomik ve Sosyal Komite'yle ilişkiler Trans-Avrupa
şebekelerine katılım, Yenileştirilmiş Akdeniz Politikasının uygulanması gibi başlıklar üzerinde teknik
nitelikli çalışmalar üzerinde duruldu. Böylece teknik çerçeve somut olarak ortaya koyulmuş oldu

8 Kasım 1993'teki Ortaklık Konseyi'nde çoğu konu üzerinde anlaşma sağlanamadı

1994 yılı boyunca Türkiye, gümrük indirimlerine ve mevzuat uyumu yönünde çabalarına devam
ederken, Avrupa tarafından gelen sesler, gümrük birliğinin AB açısından kendi içinde bir amaç
olduğuna ve tam üyeliğe geçişi kolaylaştırıcı bir etken olarak ele alınmasının yanlış olacağına işaret
ediyordu.

Türkiye ile Avrupa Topluluğu arasında kurulacak gümrük birliğinin yeni bir gümrük birliği alanı
oluşturduğu üzerinde mutabakata varıldıktan sonra, Türkiye'nin o zamana kadar, Katma Protokol'e
göre gecikmiş yükümlülüklerinin, gümrük birliğinin gerçekleşmesi için gerekli zaman olan 1995 yılının
sonundan önceye ve sonraya yayılarak nasıl yeniden ele alınacağı konusu üzerinde duruldu ve 1995
sonrasında politika ve mevzuat uyumlaştırma hususunda etkili olacak bir "Danışma Mekanizması"
oluşturuldu. lşte, Ortaklık Konseyinde 6 Mart 1995 günü karara bağlanan "Gümrük Birliği Kararı
( 1195 sayılı OKK) ve ekleri"nin içeriği böyle oluşturuldu. Ocak 1996’da ise yürürlüğe girdi

Gümrük birliği sonrası gelişmeler

Türkiye-AB ilişkilerinin dönüm noktası, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki'de yapılan AB Devlet ve
Hükümet Başkanları Zirvesi'dir. Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin adaylığı resmen onaylanmış ve diğer
aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir.

Helsinki Zirvesi'nde, diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de Katılım Ortaklığı Belgesi
hazırlanmasına karar verilmiştir. Türkiye için hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001
tarihinde AB Konseyi tarafından onaylanmıştır. Katılım Ortaklığı Belgesi'nde yer alan önceliklerin
hayata geçirilmesine yönelik program ve takvimimizi içeren Ulusal Program, 19 Mart 2001 tarihinde
Hükümetimiz tarafından onaylanarak Avrupa Komisyonuna 26 Mart 2001 tarihinde tevdi edilmiştir.
Orta Asya’daki gelişmeler.

1)işbirliği Fırsatı ve Risk Arttı: Rusya'nın ve eski SSCB'den ayrılarak bağımsızlıklarını kazanan 1 5 yeni
devletin komünist devlet yapısını terk ederek liberalleşmeye öncelik vermeleri, Soğuk Savaş
düşmanlıklarını geride bırakarak 20. Yüzyıl'da ilk defa büyük güçleri biraraya getirebilecek ciddi bir
küresel işbirliği fırsatı doğurdu. Fakat, Soğuk Savaş döneminin bölgesel çatışmaları önleme
mekanizmalarının da eski sistemle birlikte ortadan kalkması, bağımsızlıklarını yeni kazanan devletlerin
iç yapılanmalanndaki sürekli istikrarsızlık ve bunların birbirleriyle gerilimleri Türkiye'nin de yer aldığı
Avrasya coğrafyasında geniş çaplı iş savaş ve devletlerarası çatışma risklerini artırdı

2) istikrarsızlık Arttı: Sovyet sisteminin dağılması temelde ona karşı kurulmuş olan uluslararası ittifak
sistemlerini sorgulamaya açarak, eski Sovyet topraklarının ötesinde önemli sosyo-politik
istikrarsızlıklar doğurdu.

3)Bu devletlerin her konuda izleyecekleri "model" konusundaki tartışmalar sadece bu ülkelerin içinde
değil, aynı zamanda komşu devletler ve ilgili büyük devletler arasında da çekişmelere yol açtı. Öte
yandan, Sovyet çekilmesinden sonra Kafkasya ve Orta Asyada kısa dönemde ortaya çıkan güç ve etki
boşluğunu doldurmaya yönelen bölge içi ve dışı devletler arasındaki rekabet de yeni uluslararası
gerginlikler yaratmaya başladı.

Bu çerçevede, Türkiye bir taraftan bu devletlere yakından takip etmeleri gereken başarılı bir gelişme
modeli olarak sunulurken, diğer taraftan, bir takım Türkçü-Turancı fikirler yaygınlık kazandı. Buna
karşılık, bölgede lran yanlısı lslami rejimlerin kurulmasından çekinen Batı (özellikle ABD) açıkça
Türkiye'yi destekler ve Rusya Federasyonu aynı nedenle Türkiye'nin bölgedeki varlığına ve etkili olma
girişimlerine tarihte ilk kez göz yumarken, Kafkasya ve Orta Asya'da yeni bağımsızlıklarını kazanmış
Türk-Müslüman devletler de ilk günlerde bağımsızlıklarını sağlamlaştırabilmek, dünyada saygı
görmek, statü kazanmak ve değişimlerini gerçekleştirebilmek için Türkiye'ye bakıyorlardı.

Bu süreçte Türkiye Azerbaycan’dan başlamak üzere bölgedeki yeni devletlerin bağımsızlıklarını


tanıma sürecine girdi. Bu politika hazırlanırken temkinli davranılmış. Rusya’nın BDT kurulumu
çerçevesinde ülkelerle ilişkilerdeki mesafe düzenli ayarlanmaya çalışılmıştır. Ardından konsoloslukları
açmak yoluyla ilişkiler kurulmaya başlandı.

Bu çerçevede Türkçülük fikri yaygınlaşmıştı ve Türkiye dış politikasında Dış türkler tartışılmaya
başlanmıştı. Özellikle Demirel in Adriyatik’ten çin seddine kadar Türkçe konuşan ülkeler çıkışı bu
politikanın başlamasının ilk işaretlerinden biriydi. Daha sonra TİKA bölgeyle işbirliği ve yardım
amacıyla faaliyetleri koordine etmek için bu süreçte kuruldu.

Türkçe Konuşan Ülkeler Devlet Başkanlar Zirvesi, Hayal Kırıklığı, 1992 Fakat daha açılış konuşmasında
Cumhurbaşkanı Özal'm 2 1 . Yüzyıl'ın Türklerin çağı olduğunu ilan etmesi ve bir Türk Ortak Pazarı ile
Türk Kalkınma ve Yatırım Bankasının kurulması gerektiği yolundaki önerileri Azerbaycan
Cumhurbaşkanı Elçibey hariç, diğer liderleri ürkütmeye yetti. Özal ayrıca Kazakistan, Özbekistan ve
Türkmenistan'dan Türkiye'ye gelecek petrol ve doğal gaz boru hatları konusunda garantiler elde
edebilmek için bastırdı. Bunun bölgedeki ekonomik ve siyasi etkisini sürdürmek için tüm boru
hatlarının kendi topraklarından geçmesini isteyen Rusya'nın tepkisini çekmesi kaçınılmazdı. Sonuçta,
ilk Türkçe Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi tek bir belgenin imzalanmasıyla sona erdi.

You might also like