Professional Documents
Culture Documents
otoriter çizgisine olan muhalefet, hem de DP içinde Menderes'e karşı muhalefet artmaya başladı.
DP başlangıcından beri toplumun her kesiminden destekçi olan geniş bir koalisyon
oluşturmuşken, ancak DP'nin basın, üniversiteler ve yargıya karşı otoriter siyaseti nedeniyle bu
koalisyonun parçaları partiye karşı soğuyup uzaklaşmaya başlamıştı. (Zürcher, 2018)
Demokrat Parti döneminde Türk-Yunan ilişkileri
Temelleri Atatürk ve Venizelos tarafından atılan Türk-Yunan dostluğu, 1930'larda hızla
gelişti. İki ülke arasındaki komşuluk ilişkileri II. Dünya Savaşı sonrasında ve Demokrat Parti
iktidarında da sürdürüldü. 1952 yılında Celal Bayar ile Yunanistan Kralı Pavlos birbirlerinin
ülkelerini ziyaret ettiler. 1953'te Yugoslavya ile birlikte Balkan Paktı'nı kurdular. Türk-Yunan
dostluğunun gelişmesi, Batı Trakya'da yaşayan Türklerle birlikte İstanbul'daki Rum azınlığın da
hayatını olumlu yönde etkiledi. DP hükümeti azınlıklara dostça ve hoşgörülü bir tavır sergiledi.
Yunanistan ile ilişkilerin daha da gelişmesi adına özellikle Rum azınlıklara daha fazla ilgi
gösterildi, eğitim alanında Rumlar lehine adımlar atıldı, Fener Patriği ile karşılıklı ziyaretler
yapıldı. Hükümetin İstanbul’un fethinin 500. yılı kutlamalarının iptal edilmesi kararı ve basın
organlarından Rumları incitecek bir haber yapılmamasına dair talepte bulunmaları, bu dostluk
ilişkisine hükümet tarafından oldukça önem verildiğinin göstergesi olmuştur. DP Hükümetlerinin
azınlıklara karşı bu politikalarina, azınlıklar da aynı şekilde olumlu bir karşılık vererek DP
iktidarını sonuna kadar desteklemişler ve TBMM'ye DP saflarından pek çok milletvekili
göndermişlerdir. (Demir, 2007)
Kıbrıs meselesinin sorun haline gelmeye başlaması, DP Hükümeti ve Rum azınlıklar
arasındaki dostluk ilişkisinin sonunu getirmeye başladı. Hükümet, Rumlara belirgin bir mesafe
koydu, jestlerini sonlandırdı. Özellikle basında Kıbrıs üzerinden Rum azınlığa yönelik
sadakatsizlikle başlayan suçlamalar, ağır ithamlar ve hakaretleri beraberinde getirdi. Hükümetin
değişen azınlık politikasına ve basında Rumlar hakkında yazılanlara paralel olarak kamuoyunda
da, Rumlara yönelik bir tepki oluşmaya başladı. (Demir, 2007)
Kıbrıs Sorunu
“1878 yılında İngiltere’nin Kıbrıs adasının yönetimini üstlenmesinden itibaren Kıbrıslı
Rumların Enosis talepleri, II. Dünya Savaşı’ndan sonra artmıştır. 16 Ağustos 1954’te Birleşmiş
Milletler (BM) Genel Kurulu’na Yunanistan, “Eşit haklar ve self-determinasyon ilkelerinin, BM
koruyuculuğu altında Kıbrıs adasında yaşayan nüfusa uygulanması” maddesinin konulmasını
talep etmiştir. 17 Aralık 1954’te toplanan BM, Kıbrıs sorununa ilişkin bir karar almanın uygun
Simge İngün - 2017107042
HTR312.33 - Midterm Paper
olmayacağı açıklamasını yapmıştır” (Kar, 2018, s.3). Türk Hükümeti BM’nin kararından
memnun bir şekilde konunun kapandığını düşünmüş ve ısrarla Türk-Yunan dostluğunun zarar
göreceği argümanıyla konunun açılmamak üzere kapanmasını istemişti. Ancak BM tarafından
alınan karar, adadaki Rum ve Yunan gençlerini tatmin etmedi ve Atina'da İngiltere, ABD ve
Türkiye konsolosluklarına yönelik saldırılar düzenlenerek bu kararın protesto edildiği mitingler
yapıldı. (Demir, 2007). 10 Kasım 1954’te Enosis düşüncesiyle Grivas liderliğinde kurulan
EOKA (Etniki Organosi Kipriaku Agonos - Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü) Kıbrıs’ta iplerin
daha çok gerilmesine sebep olmuştur. 1 Nisan 1955’te başlayan ve 1963’e kadar süren EOKA
terör faaliyetleri, yüzlerce sivil Kıbrıslı Türk’ün hayatını kaybetmesine, binlercesinin de evlerini
terk etmesine yol açmıştır. Bu durum doğal olarak Türk milletinin ve hükümetin tepkisine sebep
olmuştur (Demir, 2007).
Kıbrıs davasında ve 6-7 Eylül olaylarında da baş aktör olan “Kıbrıs Türktür Cemiyeti”,
Kıbrıslı Türklerin haklarını savunmak amacıyla kurulmuş ve Türkiye’nin bazı bölgelerinde
şubeleri açılmıştır. Böylelikle Türk gençliğinin Kıbrıs davasına sahip çıkması sağlanmıştır. (Kar,
2018) Kıbrıs sorununu Türk kamuoyuna ve Türkiye hükümetlerine mal eden ve konunun ulusal
bir dava haline gelmesine en büyük desteği veren de basın olmuştur. Konuyu gündem eden
Hürriyet Gazetesi o dönemde başarılı bir satış hızına ulaşmış ve özellikle Kıbrıs konulu haberleri
ile kamuoyunu etkilemiştir. (Gürcan, 2006) Dışişleri Bakanı Fuad Köprülü ilk zamanlarda Türk
hükümetinin tutumunu, “Türkiye’nin Kıbrıs’a ilişkin bir sorunu yoktur” diyerek ortaya koymuş
olsa da, 1955’e yaklaşırken, Kıbrıs sorununa tepkisiz kalmayan ve Türkler ve azınlıklar
arasındaki gerginliği körükleyen basının da etkisiyle Türkiye bir Kıbrıs sorunu olduğunu kabul
etmiştir. İşte bu aşamada Türk Talebe Federasyonu ve Milli Türk Talebe Birliği de ortak
mitingler düzenleyerek meseleye dair tutumlarını ortaya koymuşlardır. Kıbrıs meselesi, Kıbrıs’ta
EOKA tarafından düzenlenen saldırıların da sonucunda bir Rum-Türk çatışmasına dönüşmüştür.
(Kar, 2018)
Londra Konferansı
Kıbrıs'ta akan kana ve her gün tırmanan teröre çözüm bulamayan İngiltere, çözümü
Türkiye'nin de katılacağı bir konferansta, Yunanistan ile birlikte sorunu diplomatik yollarla
çözmekte buldu. İngiltere böylece Kıbrıs sorununun; İngiltere ile Kıbrıslı Rumlar arasında
olmaktan çıkarıp, aslında Türkiye ile Yunanistan arasında olan uluslararası bir sorun olduğunu
Simge İngün - 2017107042
HTR312.33 - Midterm Paper
"kanıtlama" amacıyla Kıbrıs ile ilgili uluslararası görüşmelerde bu ana dek konuya dahil
olmayan Türkiye'yi konferansa davet etti. (Demir, 2007)
Konferans tarihinin 29 Ağustos olarak belirlenmesinden kısa bir süre sonra Yunanistan,
hükümet yetkililerinin Makarios ile sık sık görüşmesi ve gerekirse Birleşmiş Milletler'e
başvurma kararı almasıyla hemen hazırlıklara başladı. Türkiye'de medya konuyu özellikle ele
aldı, Kıbrıslı Türkler Başbakan'a bağlılıklarını ve güvenlerini telgrafla bildirdiler ve Türkiye'nin
iddialarını savunmak için bir heyetin Londra'da olacağını duyurdular. Bu yaklaşımlar hükümet
yetkililerini daha duyarlı hale getirdi ve Başbakan Adnan Menderes, 24 Ağustos 1955'te Liman
lokantasında bir nutuk vererek bu konudaki tutumunu ortaya koydu. (Gürcan, 2006) Menderes,
konuşmasında özellikle Türk-Yunan dostluğunun ve ittifakının önemine vurgu yaparak,
Türkiye'nin 1955 yılına kadar izlediği sakin ve tedbirli Kıbrıs politikasının temelinde ve bundan
sonra izlenecek politikaların da temelinde, Türk-Yunan dostluğuna ve ittifakına aynı derecede
değer vermenin bulunduğunu belirtmiştir. Kıbrıs'ta meydana gelen ve muhtemelen gelecekte de
yaşanacak olaylara karşı İngiltere'yi uyararak, Kıbrıslı Türklere sahip çıkmıştır. Menderes,
Londra'da adanın kaderinin self-determinasyon yoluyla belirlenmesi olasılığına da değinmiş,
Yunan iddialarına sert bir şekilde karşı çıkarken, Kurtuluş Savaşı ve Batı Trakya'nın kaderinin
belirlenmesini örnek göstermiştir. Kıbrıs'ın Türkiye açısından coğrafi ve jeopolitik öneminden
bahseden Menderes, Londra'ya gidecek Türk heyetinin statükonun korunmasını en az şart olarak
savunacağını açıklamıştır. (Demir, 2007) “Bu nutuk Türk hükümetinin artık meseleyi ne kadar
ciddiye aldığının bir göstergesi olarak Konferans öncesi Türk çevrelerinde memnuniyet
yaratırken özellikle Yunanistanda şaşkınlık yaratmıştır.” (Gürcan, 2006, s.65) Ülkede iktidarın ve
muhalefetin Kıbrıs konusuna dair tutumları ve hareketleri ortaklaşmıştı. (Demir, 2007)
29 Ağustos 1955’te Londra Konferansı başladı. Türkiye ve Yunanistan görüşlerini
belirtti. Dışişleri Bakan Fatin Rüştü Zorlu, İngiltere'nin Kıbrıs'taki hakimiyetinin devamını
desteklerken, Yunanlılar, Kıbrıs'ta yaşayanların (Rumlar'ın) adanın kaderini tayin etmesini talep
ettiler. Her iki tarafın görüşlerini dinleyen İngiltere’nin adaya İngiltere kontrolü altında özerklik
teklifi Türkiye ve Yunanistan tarafından reddedildi. 6 Eylül’de İstanbul, İzmir ve Ankara'da
yaşanan olaylar konferansın dağıtılmasına, görüşmelerin son bulmasına sebep oldu.
6-7 Eylül
EOKA’nın Kıbrıs’taki Kıbrıslı Türklere karşı yapılan terör faaliyetleri, hem Türk hem de
Yunan basını tarafından yapılan milliyetçi ve şiddetli haberler, Kıbrıs’taki Yunan tedhişçilerinin
Simge İngün - 2017107042
HTR312.33 - Midterm Paper
Kıbrıs Türklerine 28 Ağustos 1955 tarihinde yapacakları katliam haberinin duyulması 6-7
Eylül’ü tetikleyen sebeplerden olsa da, olayların fitilini 5 Eylül 1955 gecesi Atatürk'ün evinin
bulunduğu bahçenin yakınında bomba patlaması ateşlemiştir. (Atlı, 2014) (Demir, 2007) Süreç, 6
Eylül 1955 günü saat 13.00'te, devlet radyosunun Selanik'te Atatürk'ün doğduğu evin
bombalandığını haber vermesiyle başladı ve öğleden sonra İstanbul Ekspres gazetesinin iki ayrı
nüshasında yankılandı. (Kar, 2018) Gazete 16.00'da ikinci baskısında haberi "Atamızın Evi
Bomba ile Hasara Uğradı" manşetiyle yayınlamıştır. (Demir, 2007) “İddialara göre, İstanbul
Ekspres’in sahibi Mithat Perin ve Yazı İşleri Müdürü Gökşin Sipahioğlu, Selanik’te bombanın
patlayacağını önceden bildiklerinden kağıt stoku bile yapmışlar böylece günlük tirajı 30 bin
civarında olan İstanbul Ekspres, 6 Eylül günü tam 300 bin adet basılmıştır.” (Gürcan, 2006, s.
69) Yunanistan, olayın Türk hükümeti tarafından planlandığını iddia etti ve bunu gerçek bir
Yunanlının yapamayacağını söyledi. Yunanistan’ın iddiasına göre bomba Türkiye'den Selanik
Başkonsolos Yardımcısı Mehmet Ali Tekinalp tarafından diplomatik bir çanta içinde getirildi ve
Türkiye Başkonsolosluğu süvarisi Hasan Uçar tarafından bahçeye atıldı. Uçar’ın azmettiricisi
olarak Selanik Hukuk Fakültesi’nde öğrenci olan ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın bir elemanı
olduğu iddia edilen Oktay Engin belirtilmiştir. (Gürcan, 2006) Olayların yaşanacağının önceden
biliniyor olmasını destekleyen başka bir iddia ise olaylar başlamadan hemen önce ve başlangıcı
sıralarında İstanbul dışında olan belirli gelişmelerdir. Örnek olarak, 6 Eylül öncesinde
Eskişehir'de Demokrat Parti il teşkilatının şehirdeki işçileri trenlere doldurup, İstanbul'u görmeye
götürüldüğü iddia edilmiştir. Bu işçilerden birçoğu 6-7 Eylül olaylarında yağmalama yaptığı
iddiasıyla gözaltına alınmıştır. Yassıada duruşmalarında verilen bir diğer ifadede ise bir çiftçi 6
Eylül gecesi saat 04.30'da kamyonlarla taşınan insanların İstanbul’a doğru gittiğini gördüğünü,
kamyonlardan birine nereye doğru gittiklerini sorduğunu ve kamyondakilerin ‘Babalık,
İstanbul'da cümbüş var. Oraya gidiyoruz’ yanıtına rağmen anlamayarak ne cümbüşü olduğunu
sorduğundaysa kamyondakilerin ‘filmi yarın seyredersin’ diyerek hep birlikte gülüştüklerini
anlatmıştır. (Gürcan, 2006)
Kıbrıs Türktür Cemiyeti çatısı altında, İstanbul'daki öğrenci dernekleri, Atatürk'ün evinin
bombalanmasını protesto etmek için Taksim meydanında toplandılar. İnsanlar bayraklar ve
Atatürk posterleri ile "Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır" sloganı attılar. Taksim Meydanı
Cumhuriyet anıtı önünde toplanan kalabalık, İstiklal Marşını okudu ve Türk Bayrağını göndere
çekti. (Demir, 2007) Daha sonra ise bu protesto bir şiddet eylemine dönüştü.
Simge İngün - 2017107042
HTR312.33 - Midterm Paper
Olayların ilginç olan bir yönü eş zamanlı olarak ve aynı şekilde İstanbul'da Rumların
yoğun olarak yaşadığı semtlerde başlamasıdır. Olayların ardından birçok tanık ifadesi, Kıbrıs
Türktür Derneği'nden öğrencilerin, olayları organize eden grupların başında yer aldığını
gösteriyor. Hemen her semtte kullanılan sopaların aynı büyüklükte ve kalınlıkta olduğu da
belirtilenler arasındaydı. Ayrıca, Rumlara ait ev ve iş yerlerinin önceden belirlendiği, hatta bazı
yerlerde o gece tebeşirle işaretlendiği de dile getiriliyor. Öncelikli hedefin maddi zarar vermek
olsa da, yoksul ve yağmacı kalabalıklar kısa sürede cesaretlendi. Bu durum, olayların önceden
planlandığı ve insanları galeyana getirerek başlatıldığı izlenimini yaratıyor. (Gürcan, 2006)
Olaylar, organize edilmiş öncü birliklerin yönlendirmesiyle gerçekleştirildi. Bu birlikler
arasında "kışkırtıcılar, önderler ve tahripçiler" gibi sınıflandırmalar yapılmıştı ve yaklaşık yirmi
ila otuz kişiden oluşuyorlardı. Görevliler beklemekteydi ve bu gruptaki kişilerin, Türk bayrakları
ile Atatürk ve Celal Bayar'ın fotoğraflarını taşıdıkları, Kıbrıs Türktür Cemiyeti rozetlerini
dağıttıkları ve insanları evlerine, dükkanlarına ve arabalarına Türk bayrağı ile işaret koymaya
çağırdıkları iddia edilmiştir. (Gürcan, 2006) (Demir, 2007) Ayrıca, bazı kişiler kahvehanelerde
oturan erkeklerin doğrudan saldırılara katılmasını istediler ve hatta yayaların ve izleyicilerin
doğrudan hitap edilerek harekete geçirilmeye çalışıldığı iddia edildi. Grup liderleri, tahrip
edilecek nesneleri belirledi ve hatta gayrimüslimlerin ev ve işyerlerinin adreslerinin yazılı olduğu
listelere sahip oldukları iddia edildi. İddialara göre, uzak semtlerde yaşayan gayrimüslimlerin ev
ve işyerleri bile, adresler sayesinde kolayca bulunabilmiş ve bazı Rumlara ait eşya depolarına
zarar verilmiştir. Bazı semt sakinleri saldırganları yönlendirdi ve hatta gayrimüslim komşularını
ihbar ederek onlara Ermenilerin, Rumların ve Yahudilerin evlerini gösterdi. Bazı saldırganlar
isimleri Türkçe olmayan dükkanlara öncelikli olarak saldırdılar. Müslüman halk, kendi
mülklerini korumak için ev ve dükkanlarına Türk bayrakları asarak, duvarlara ‘Kıbrıs Türktür’
ve tüm ışıklarını yakarak çaba gösterdiler, ancak istisnai durumlarda hedef olmuşlardır.
Saldırılara katılmış bazı grupların, ellerinde taşların, kaldıraçların, lataların, küreklerin,
testerelerin ve kaynak makinelerinin bulunduğu iddia edilmiştir. Hatta bazıları, saldırılardan önce
bu araçları kentteki merkezi noktalarda veya otobüs duraklarında kamyonlarla hazır tutmuşlardır.
(Gürcan, 2006)
Olayların yayılma sürecinde, özel araçlar (araba, taksi, kamyon vb.) yoğun bir şekilde
kullanılmıştır ve saldırganlar için ulaşım imkanları sağlanmıştır. Bu sayede birçok noktaya
ulaşılabilmiş ve benzer yöntemlerle yağmalama olayları gerçekleştirilmiştir. Saldırganlar
Simge İngün - 2017107042
HTR312.33 - Midterm Paper
fuar pavyonu, Yunan Konsolosluğu binası ve İngiliz Kültür Enstitüsü binası saldırıya uğradı.
Olaylar sonucunda yedi kişi ağır, 50 kişi ise hafif şekilde yaralandı. (Kar, 2018)
Ankara'daki olaylar, azınlık nüfusunun az olması nedeniyle İstanbul ve İzmir'e göre daha
az şiddetliydi. Ayrıca, Vali, Emniyet Müdürü, Garnizon ve Merkez Komutanları Devlet Bakanı
Mükerrem Sarol tarafından uyarıldıkları için gerekli önlemleri almışlardı. Saat 01:00'den sonra,
yaklaşık 50 genç Ulus Meydanı'nda protesto etmeye başladı. Güvenlik güçleri hemen bu grubu
dağıttı. Daha sonra, sayıları artarak Cebeci'deki Konservatuar ve Yunan Büyükelçiliği'nin önünde
eylemlerini sürdürdüler. 1.500 kişilik göstericiden 479 kişi yakalandı ve 19 kişi tutuklandı ve
yargılandı. (Kar, 2018)
Polis ve itfaiye ekipleri, gayrimüslimlere yönelik yıkım ve yangın olaylarının başlaması
durumunda duyarsız kalmışlardır. Polisin bu tutumu, olaylara göz yumulmasını prensip olarak
benimseyen talimatlara uygun davrandıklarından kaynaklanmaktaydı. Asker, polis ve zabıta
güçleri olaylara müdahale etmeyince, kalabalık daha da cesaretlenmiştir. Ancak İstanbul'da böyle
bir olayın meydana gelmesi bekleniyordu ve önlemler de alınmıştı. Ülkede olası bir kötü olaya
karşı, güvenlik güçleri 28 Ağustos'tan itibaren alarm durumundaydı. 3 Eylül'den itibaren çevre
illerden takviye polisler getirildi ve Hilton Oteli, Fener Patrikhanesi ve Yunanistan Konsolosluğu
gibi uluslararası prestije sahip yerler kordon altına alınarak güvenlik sağlandı. Ancak, tüm bu
önlemler olay gününde yeterince etkili olamamıştır. İstanbul Valisi'nin 16.30-17.00 saatleri
arasında Menderes'i araması sonucu, Menderes İstanbul'da olağandışı gelişmeler olduğunu
öğrendi. Menderes, İstanbul Valisi'ne, "Hacet hininde askeri kuvvetlere müracaat etme lüzumu
sizce maluldür, tahmin ve tasavvurlarimza göre arzu ettiginiz miktarda bes kisinin dahi bir arada
toplanmamasina sureti katiyede mümanaat edeceksiniz" diyerek emir verdi. Bayar ve Menderes,
19.00 civarında Taksim'den geçerken toplanan kalabalığı gördüler, ancak şüpheli bir durum fark
etmediler. Olayların başladığından habersiz olan Bayar ve Menderes, Ankara'ya dönmek için
20.20 treniyle Haydarpaşa'dan hareket ettiler. Menderes'e, olayların tehlikeli bir boyuta ulaştığı
haberini, İzmit Valisi kanalıyla İzmit'te iletilmişti. Menderes, askeri birliklerin başındaki
komutanı arayarak asayişin sağlanması için gerekirse ateş edilmesi emrini verdi. Menderes,
olayların kontrol altına alınamadığını öğrendiğinde Sapanca'dan yaptığı telefon görüşmesiyle
hemen İstanbul'a geri döndü ve 01.00'da nümayişçilerin arasına katılarak olayları engellemeye
çalıştı. İstanbul'daki büyük yıkım, saat 22.00’da askeri birliklerin Beyoğlu'na girmesi ve ulaşım
yollarının kontrol altına alınmasıyla yavaşlamıştır. Saat 00.00’da sıkı yönetim ilan edilmiştir.
Simge İngün - 2017107042
HTR312.33 - Midterm Paper
Gece saat 00.00-05.00 arasında sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve saat 02.30'da askeri birlikler
İstanbul'u tamamen kontrol altına almışlardır. (Demir, 2007)
6-7 Eylül Olayları Sonrası
7 Eylül 1955 tarihli İcra Vekilleri kararıyla, Teşkılat-ı Esasiye’nin 86. Maddesi gereğince
olayların yaşandığı İstanbul, İzmir ve Ankara’da örfi idare ilan edilmiş ve hükümet durumu
tebliğ yayımlayarak duyurmuştur. Örfi idare 7 Eylül sabahı kaldırılmış ancak gerekli olduğu
görüldüğünden aynı gün yeniden ilan edilmiştir (Ayaz, 2015: 89). Örfi İdare Komutanlığı’na ise
General Nurettin Aknoz getirilmiştir. Üç şehirde gece sokağa çıkma yasağı uygulanmıştır.
Yapılan devriye kontrolleri ve tutuklamalar şiddet olaylarını engellemiştir. Eminönü 7. Sulh Ceza
Mahkemesi’nin 7 Eylül 1955 tarihli kararıyla Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti de kapatılmıştır (Aktaş,
2015: 82). Olaylar yaşanırken İstanbul’da bulunan İçişleri Bakanı Namık Gedik olayları
engelleyemediği için istifa etmiştir. Görevden alınan İstanbul Emniyet Genel Müdürü yerine
Beyoğlu Kaymakamı atanmıştır. Ankara Valisi’nin de görevi değiştirilmiştir (Ayaz, 2015: 90).
Olaylar sonucunda İstanbul'da 5.104 kişi tutuklanmıştır. Ankara'da 300 ile 469 arasında, İzmir'de
ise 50 ile 170 arasında kişi tutuklanmıştır. (Güven, 2014: 45). 10 Eylül 1955 günü bizzat
Sıkıyönetim Komutanı Nurettin Aknoz tarafından Harbiye’deki Sıkıyönetim Komutanlığı’nda
yapılan toplantıya tüm gazetelerin yazı işleri müdürleri katılmış ve bu toplantıda basına da bazı
kısıtlamalar getirilmiştir. (Kar, 2018)
“Olaylar sonrasında meydana gelen hasara dair farklı kaynaklarda farklı bilgiler yer
almaktadır. Resmi bir Türk kaynağına göre 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2
manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar vb. yerlerin bulunduğu 5.317 tesis saldırıya
uğramıştır. Nüfusun yüzde 15'inden fazlasını Rumların oluşturduğu Beyoğlu'nda, 2.293 yapıyla
en yüksek yıkım oranına ulaşılmıştır. Geleneksel olarak gayrimüslimlerin işyerlerinin ve
atölyelerinin bulunduğu Eminönü ise tahrip edilen 1.134 obje ile ikinci sırada yer almıştır. Yunan
kaynaklarına göre ise olaylar ardından ortaya çıkan hasar aşağıdaki gibidir: 4340 dükkân, 2000
ev, 110 lokanta; 3 tanesi kundaklanan, 35 tanesi saldırıya uğrayan ve talan edilen toplam 83
kilise, 27 eczane, 21 fabrika, 12 otel, 11 muayenehane, 5 dernek binası, 3 gazete matbaası, 2
mezarlık, 26 okul ve 5 spor kulübü (Akgönül, 2012: 206-207)” (Kar, 2018) Farklı kaynaklara
göre öldürülen ve yaralanan kişi sayısı 219'dur. Bazı kaynaklar 3 kişinin öldürüldüğünü
bildirirken, diğerleri 11 veya 15 kişinin öldürüldüğünü rapor etti. Ayrıca bilinmeyen sayıda
kadına tecavüz edildi ve erkekler sünnet edildi. (Akan, 2009)
Simge İngün - 2017107042
HTR312.33 - Midterm Paper
Kaynakça
Akan, A. (2009). Press Discourse in Turkey as An Agent of Discrimination Towards The
Non-Muslims: A Critical Analysis of The Press Coverage of The 1934 Thrace Events, 1942
Wealth Tax and 6/7 September 1955 Riots [Doctoral dissertation, Middle East Technical
University].
Atlı, C. (2014). İngiliz ve Cumhuriyet Arşiv Belgeleri Işığında 6-7 Eylül Olayları, Turkish
Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
(9/10), p. 1183-1197
Demir, Ş. (2012). ADNAN MENDERES VE 6/7 EYLÜL OLAYLARI . Yakın Dönem Türkiye
Araştırmaları , 0 (12) , 37-63
Gürcan, G. (2006). 6-7 Eylül 1955 Olayları [Yüksek Lisans Tezi]. Ankara Üniversitesi.
Kar, A.T. (2006). 6-7 Eylül Olayları Işığında Türk Basınında Yunan İmgesi [Yüksek Lisans
Tezi]. İstanbul Üniversitesi.
Zürcher, E. J. (2018). Modernlesen Türkiyenin Tarihi.