Professional Documents
Culture Documents
YATES
HAFIZA SANATI
Metis Sanatlar
HAFIZA SANATI
Frances A. Yates
İngilizce Basımı:
The Art of Memory
Routledge, 1966
ISBN-13: 978-605-316-181-3
Hafıza Sanatı
Çeviren:
Ayşe Deniz Temiz
�metis
İçindekiler
Onsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9
Dizin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 419
Önsöz
B
U KİTABIN KONUSU çoğu okura yabancı gelecektir. Pek çok sa
natı icat eden Yunanların bir hafıza sanatı da icat ettiği, bu sana
tın da tıpkı diğerleri gibi Roma'ya aktarıldığı, oradan da Avrupa
geleneğine geçtiği pek bilinmez. "Yer" ve "imgeler"i hafızaya nakşet
me yoluyla ezberlemeyi amaçlayan bir sanattır bu. Çoğunlukla "hafıza
tekniği" (mnemotechnics) olarak sınıflandırılan bu sanat, modem çağ
larda insan faaliyetinin oldukça önemsiz bir kolu gibi görünür. Oysa
matbaadan önceki devirlerde idmanlı bir hafıza yaşamsal önem taşıyor
du; hafızada imgelerin düzenlenmesi ise daima, zorunlu olarak, bir öl
çüde ruhun tamamını ilgilendiriyordu. Ayrıca hafıza yerleri oluşturmak
için döneminin mimarisini, hafıza imgeleri oluşturmak içinse dönemi
nin resmini kullanan bir sanat, tıpkı diğer sanatlarda olduğu üzere Kla
sik, Gotik ve Rönesans gibi dönemlere ayrılacaktır. Bu sanatın hafıza
tekniği yönü -gerek antik dönemde gerekse sonrasında- daima mevcut
olup bu sanat hakkındaki bir soruşturmanın verisel zeminini oluştur
makla birlikte, bu konuda yapılacak bir araştırma böyle tekniklerin ta
rihçesinden daha fazlasını içermelidir. Yunanlara göre Hafıza (Mne
mosyne) İlham Perilerinin anasıydı; insana özgü güçler içinde bu en te
mel ve tanımlaması en zor olanının eğitiminin tarihi, derin sulara dal
mamızı gerektirecek.
Bu konuya yönelik ilgim on beş yıl önce, Giordano Bruno'nun hafı
za hakkındaki yapıtlarını anlamak için umut dolu bir çabaya giriştiğim
dönemde başladı. Bruno'nun Gölgeler (veya İdeaların Gölgeleri) ya
pıtından çıkardığım hafıza sistemi (Resim 9.2) ilk kez Mayıs 1952'de
Warburg Enstitüsü'nde verdiğim bir seminerin konusunu oluşturuyor
du. İki yıl sonra, Ocak 1955 'te yine Enstitü'de yaptığım bir konuşma-
10 HAFIZA SANATI
Frances A. Yates
Warburg Enstitüsü,
Londra Üniversitesi
1
T
ESELYA'DA Skopas isminde bir soylunun verdiği bir ziyafette,
Keoslu şair Simonides evsahibinin şerefine lirik bir şiir okur;
gelgelelim şiirin bir bölümünde Kastor ve Polydeukes'ten öv
güyle söz edilmektedir. Bunun üstüne Skopas şairi tersleyerek methiye
için anlaştıkları ücretin sadece yarısını ödeyeceğini, geri kalanını şiirin
diğer yansını ithaf ettiği bu ikiz tanrılardan tahsil etmesini söyler. Biraz
sonra, Simonides'e bir haber gelir, dışarıda onu görmek isteyen iki genç
adam beklemektedir. Şair ziyafet masasından kalkıp dışarı çıkar, fakat
etrafta kimseyi göremez. O dışarıdayken, ziyafetin verildiği salonun ça
tısı çöker, Skopas' la birlikte bütün misafirler enkazın altında kalarak
can verir. Cesetler öylesine darmadağın olmuştur ki onları almaya gelen
yakınları yüzleri tanıyamaz. Fakat Simonides her birinin masada nerede
oturduğunu hatırladığı için, hangi cenazenin kime ait olduğunu göste
rebilmiştir. Simonides'i çağırtıp görünmez olan tanrılar, Kastor ve Poly
deukes, bina çökmeden hemen önce onu ziyafetten uzaklaştırmakla
methiyeden kendilerine düşen payın karşılığını gani gani ödemişlerdir.
Ü stelik bu deneyim şaire mucidi olarak anılacağı hafıza sanatının ilke-
bu; ön avlu , oturma odası, yatak odaları, salonların yanı sıra, odaları
süsleyen heykeller ve diğer süs eşyaları da bulunmalıdır. Söylevi hatır
latmak için kullanılacak imgeler ise -örnek olarak bir denizci çıpasını
veya silahı kullanabileceğimizi söyler- hayal gücü aracılığıyla, binanın
içinde seçilip ezberlenen yerlere yerleştirilir. Bundan sonra, olgulara
dair hafızanın canlandırılması gerektiği anda, bütün bu yerler tek tek
ziyaret edilerek emanetler bekçilerden istenir. Antik dönem hatibinin,
konuşmasını yaptığı sırada hayalinde binanın içinde gezinerek, ezber
lediği yerlerin her birinden oraya yerleştirdiği imgeleri geri aldığını ha
yal etmeliyiz. Bu yöntem konuşmada değinilecek noktaların doğru sı
rayla hatırlanmasını sağlar, çünkü bu sıra binanın içindeki yerlerin dü
zenine göre sabitlenmiştir. Quintilian'ın imge olarak çıpa ve silahı ör
nek vermesi, aklından geçen konuşmanın muhtemelen bir yerinde de
nizcilik meselelerinin, başka bir yerinde ise askeri harekatların ele alın
dığına işaret etmektedir.
Bu hafıza tekniği j imnastiğiyle ciddi olarak uğraşmaya hazırlıklı
olan herhangi biri için bu yöntemin işe yarayacağına kuşku yoktur. B iz
zat böyle bir işe hiç girişmedim, ancak bir profesörün çeşitli davetlerde
öğrencilerini eğlendirmek için her birine aklından bir nesne tutmasını
söylediğini, içlerinden birinin bütün bu nesneleri sırasıyla not ettiğini,
ilerleyen saatlerde profesörün listeyi doğru sırayla tekrar ederek herkesi
şaşkınlığa uğrattığını işittim. Bu küçük hafıza numarasını gerçekleşti
rebilmek için, her nesneyi adını duyduğu anda kah pencere pervazına
kah masanın üstüne kah çöp tenekesine yerleştiriyordu. Sonra, Quinti
lian'ın tavsiye ettiği gibi, bu yerleri sırayla ziyaret ederek orada sakla
nan şeyleri geri istiyordu. Klasik hafıza tekniği diye bir şeyi hayatında
duymamış, kendi yöntemini kendi başına keşfetmişti. Biraz daha ileri
gidip hafıza yerleri aracılığıyla kaydettiği nesneleri birer fikirle eşleş
tirmiş olsaydı, klasik dönem hatibinin söylevlerini ezbere verdiği gibi o
da derslerini ezberden anlatarak daha da büyük bir hayret yaratabilirdi.
Klasik sanatın uygulamaya dönük hafıza tekniği ilkelerine dayandı
ğını fark etmek önemli olmakla birlikte, bu sanata "hafıza tekniği" de
yip geçmek yanıltıcı olabilir. Klasik kaynaklar neredeyse inanılmaz
keskinlikte görsel izlenimlere dayanan birtakım içsel teknikler tasvir
etmektedir. Cicero'ya göre, S imonides'in hafıza sanatını icat etmesi,
yalnızca düzenin hafıza açısından ne denli önemli olduğunu keşfetme
sine değil, aynı zamanda görme duyusunun bütün duyular içinde en
güçlüsü olduğunu keşfetmesine dayanmaktadır.
18 HAFIZA SANATI
fızayı anlatmaya gelince,6 şöyle söze başlar: "Şimdi de gelin bütün icat
ların saklandığı hazine odası, belagatin bütün bölümlerinin muhafızı
olan hafızayı inceleyelim." İki tür hafıza olduğunu belirterek devam
eder; bunların biri doğal, diğeri yapay hafızadır. Doğal hafıza, düşün
ceyle aynı anda doğan, zihnimize nakşedilmiş olan hafızadır. Yapay ha
fıza ise eğitimle güçlendirilen ya da sağlamlaştırılan hafızadır. Bu sanat
aracılığıyla, doğuştan güçlü olan bir hafıza geliştirilebilir, o kadar iyi
olmayan bir hafıza da iyileştirilebilir.
Bu kısa girizgahtan sonra yazar birdenbire, "şimdi de yapay hafıza
dan söz edeceği"ni ilan eder.
Ad Herennium'un hafızayı konu alan bölümünde tarihin muazzam
ağırlığı hissedilir. Metin, hafıza eğitimini konu alan Yunan kaynakları
na başvurur; bunlar muhtemelen belagat hakkında Yunanca yazılmış ve
hiçbiri günümüze ulaşmamış olan birtakım risalelerin içinde yer alıyor
du. Bu konu hakkında günümüze kadar ulaşan yegane Latince risaledir
bu, çünkü Cicero ve Quintilian'ın incelemeleri konuyu a'dan z'ye ele al
maz; bunlarda okurun yapay hafızaya ve ilgili terminolojiye zaten aşina
olduğu kabul edilir. Bu durumda Ad Herennium gerek Yunan gerekse
Latin dünyasında, klasik hafıza sanatı hakkındaki ana kaynak, hatta bü
tünlük arz eden yegane kaynaktır. Klasik sanatın Ortaçağ ve Rönesans'a
aktarımında da benzersiz bir rol oynamıştır. Ortaçağ 'da yaygın olarak
bilinen ve sıkça başvurulan bir metin olan Ad Herennium, Cicero tara
fından yazıldığı zannedildiği için büyük bir prestije sahipti. Yapay hafı
zaya dair ileri sürdüğü ilkelerin bizzat Tullius tarafından ortaya atıldı
ğına inanılıyordu.
Kısacası, klasik hafıza sanatının nasıl bir şey olduğuna kafa yoran
her girişim büyük oranda Ad Herennium 'un hafızayla ilgili bölümüne
dayanmak zorundadır. Keza bu sanatın Batı geleneğindeki tarihini çö
zümlemek yönündeki bütün girişimler de geleneğin temel kaynağı ola
rak sürekli bu metne başvurmak zorundadır. Her Hafıza Sanatı (Ars me
morativa) risalesi, "yerler" ve "imgeler" hakkındaki kurallarıyla, "şey
lere dair h afıza" ve "sözcük hafızası" hakkındaki tartışmalarıyla, Ad
Herennium 'un planını, konusunu, hatta çoğu kez de kelimesi kelimesi
ne metnin kendisini tekrar eder. Elinizdeki kitapta yürütülen araştırma
nın başlıca hedefi olan hafıza sanatının on altıncı yüzyılda tanık olduğu
hayret verici gelişmeler bi le, bütün o karmaşık eklentilerin altında, Ad
yecektir. Hafıza yerleri için de aynısı geçerlidir. "Bunlar eğer sırayla di
zilmişse, imgeleri hatırladığımızda istediğimiz yerden başlayarak her
iki yönde hafıza yerlerine emanet ettiğimiz şeyleri sesli olarak tekrarla
yabiliriz.
Hafıza yerlerinin oluşturulması son derece önemlidir, çünkü bir dizi
yer farklı konuları hatırlamak için tekrar tekrar kullanılabilir. Bir grup
şeyi ezberlemek için bu yerlere yerleştirdiğimiz imgeler, onları kullan
madığımız zaman silinip kaybolur. Fakat yerler hafızadaki yerini korur;
farklı bir grup malzemeyi temsil eden farklı bir grup imge bu yerlere
yerleştirilerek yeniden kullanılabilir. Bu yerler, Üzerlerine yazılan şey
silindiğinde geride kalan ve yeniden üstüne yazılmaya hazır durumda
bekleyen balmumu tabletlere benzer.
Yerlerin sırasını hatırlarken hata yapmamak için, sıralama bakımın
dan beşin katlarına karşı lık gelen her hafıza yerine ayırt edici bir işaret
koymak yararlı olur. Örneğin beşinci sıraya altından bir el işareti koya
bilir, onuncuya ise adı Decimus* olan bir tanıdığımızın resmini yerleş
tirebiliriz. Takip eden her beşinci yere de başka bir işaret yerleştirerek
böylece devam edebiliriz.
Hafıza yerlerini ıssız bir mahalde oluşturmak daha iyi olur, çünkü
gelip geçen insan kalabalığı izlenimlerin zayıflamasına yol açar. İyi ta
nımlanıp netleştirilmiş bir dizi hafıza yeri edinmeye kararlı bir öğrenci
terk edilmiş bir binanın içindeki yerleri tercih edecektir.
Hafıza yerleri birbirine fazla benzer olmamalıdır; örneğin çok sayı
da sütunla çevrili mekanlar iyi değildir, çünkü birbirleriyle olan ben
zerlikleri kafa karışıklığı yaratacaktır. Orta büyüklükte mekanlar seçil
melidir; çok büyük bir mekan içine yerleştirilen imgeleri muğlak kılar,
çok küçük bir mekana yerleştirilen imgeler ise kalabalık yapar. Mekan
lar fazla aydınlık olmamalıdır, yoksa yerleşti rilen imgeler parlayarak
gözü alacaktır; fazla karanlık da olmamalıdır, yoksa gölgeler imgeleri
karartır. Yerler birbirine orta mesafede, yaklaşık on metre uzaklıkta ol
malıdır, "çünkü bir nesne çok yakına veya çok uzağa götürüldüğünde
tıpkı dış göz gibi düşüncenin iç gözünün de görüş yeteneği zayıflar".
Çeşitli deneyimlere sahip olan bir kimse istediği sayıda uygun hafı
za yerini kolayca edinebilir, yeterli sayıda kabul edilebilir yere sahip ol
madığını düşünen biri bile bu durumu telafi edebilir. "Zira düşünce her
hangi bir bölgeyi kucaklayarak içinde keyfince bir hafıza yeri inşa ede-
zaya sahip ol anlar tek tek her sözcük için bir imge ezberleme fi kri kar
şısında dehşete düşmüş olmalılar; zaten Cicero'nun kendisi de, ileride
göreceğimiz gibi, şeylere dair hafızanın yeterli olduğunu kabullenir.
İmgeler hakkındaki kurallara kaldığımız yerden devam edelim. Yer
ler hakkındaki kuralları, hangi türden yerler seçilerek ezberlenmesi ge
rektiğini yukarıda gördük. Peki bu yerlere yerleştirilerek ezberlenecek
imgelerin ne türden imgeler olması gerektiğine dair kurallar nelerdir?
Bu noktada risalenin en tuhaf ve şaşırtıcı bölümlerinden birine rastlıyo
ruz: hafıza imgelerinin seçiminde yazarın göz önüne alınmasını önerdi
ği psikolojik nedenler. Niçin bazı imgeler öylesine güçlü , keskin ve ha
fızayı uyandırmaya uygundur da, diğerleri hafızayı harekete geçirmeyi
başaramayacak kadar zayıf ve siliktir? Hangi imgelerden kaçınıp han
gilerini aramamız gerektiğini öğrenmek için bu soruyu araştırmalıyız.
Yazarımızın, ister güzel isterse tiksinti verici, ister gülünç isterse müs
tehcen olsun, bu çarpıcı ve alışılmışın dışındaki imgeler aracılığıyla
duygulanımlar uyandırarak hafızaya yardımcı olma fikrini iyice benim
sediği anlaşılıyor. Burada insan imgelerini kastettiği de açıktır; başında
tacı, sırtında peleriniyle, üstüne kan veya boya bulaşmış insan figürleri,
belirgin biçimde bir faaliyetle meşgul, bir şeyler yapmakta olan insan
figürleridir bunlar. Belagat öğrencisiyle birlikte yazarın önerdiği hafıza
yerlerini gözden geçirir, bu yerlerde böylesine tuhaf imgeleri hayal
ederken olağandışı bir dünyaya adım attığımızı hissederiz. Quintilian'ın
hafıza imgesi olarak önerdiği çıpa ve silah, çok daha az heyecan verici
olmakla birlikte, Ad H erennium yazarının bizi tanıştırdığı bu tuhaf fi
gürlerle dolu hafızaya kıyasla anlaşılması daha kolaydır.
Hafıza sanatının tarihi üstünde çalışan öğrenciyi bekleyen pek çok
güçlükten biri de, bir Hafıza Sanatı risalesinde daima kurallar sıralan
makla birlikte, bu kuralların somut uygulamasına, yani yerlerine yer
leştirilmiş hafıza imgelerinden oluşan bir sistemin ortaya konduğuna
pek nadir rastlanmasıdır. Bu geleneği bizzat b aşlatan Ad Herennium ya
zarına göre hafıza tekniği öğretmeninin görevi, imge oluşturma tekni
ğini öğretmek, birkaç örnek vermek, sonra da öğrenciyi kendi imgele
rini oluşturmaya teşvik etmekten ibarettir. Ö rneğin bir konuşmanın
"Giriş" bölümünü anlatırken bin tane hazır giriş taslağı getirip bunları
ezberlemesi için öğrenciye veremezsiniz. Yöntemi öğretir, sonra da onu
kendi yaratıcılığıyla baş başa bırakırsınız. Hafıza imgelerini öğretirken
de yapılması gereken budur.9 Eğitmenlik açısından bu her ne kadar hay
ranlık verici bir ilke olsa da, yazarı bize bir galeri dolusu çarpıcı ve sı
radışı etkin imge örneği vermekten alıkoymasına hayıflanmamak elde
değil. Tasvir ettiği üç örnekle yetinmek zorundayız.
Bunların ilki, şeylere dair hafıza imgesine örnektir. Hukuki bir da
vada sanık avukatı olduğumuzu farz etmemiz istenir. "Savcı sanığın bir
adamı zehirleyerek öldürdüğünü söylemiş, cinayet sebebinin miras ol
duğunu ileri sürmüş ve suçun pek çok tanığı ve kanıtı olduğunu beyan
etmiştir." Bütün dava için bir hafıza sistemi oluşturmamız gerekmekte-
dir; bunun için ilk hafıza yerine müvekkilimize yönelik suçlamayı ha
tırlatacak bir imge yerleşti rmek isteriz. İmge şudur:
Söz konusu adamı eğer şahsen tanıyorsak, yatağında hasta yattığını hayal
edeceğiz. Adamı tanımıyorsak tanıdığımız birini hasta adamın yerine koya
cağız, fakat bu kişi en alt sınıftan biri olmamalıdır ki kolayca aklımıza gelsin.
Sanığı ise adamın başucuna yerleştireceğiz; sağ elinde bir kupa, sol elinde
tabletler olacak, dördüncü parmağının üstünde ise koç yumurtası duracak.
Böylelikle zehirlenen adamı, şahitleri ve mirası hafızamıza yerleştirmiş ola
cağız. 1 0
1 0. A.g.y., III, xx, 33. Medico testiculos arietinos tenentem ifadesinin "dördüncü
parmağında bir koçun testisleri" biçiminde çevirisi hakkında bkz. Loeb basımındaki
çevirmenin notu, s. 214. Digitus medicinalis, sol elin dördüncü parmağıydı. Ortaçağ
okurları medico sözcüğünü anlayamadıklarından sahneye bir doktor eklediler; bkz.
ileride s. 77.
26 HAFIZA SANATi
bir konuşmacı için hafızanın ne kadar değerli, faydalı ve etkili olduğunu izah
etmek? Size anlatılan bir konu hakkındaki malumatı ve kendi oluşturduğu
nuz kanaati akılda tutmanın; sahip olduğunuz bütün fikirleri zihninize iyice
yerleştirip söz dağarcığınızı güzelce düzenlemenin; müvekkilinizin talimat
larına ve iddia makamının karşılık vermeniz beklenen konuşmasına, söyle
dikleri yalnızca kulağınıza dolmakla kalmayıp zihninize kazınacak derecede
dikkat kesilmenin öneminden bahsetmek? Bunun sonucunda yalnızca kuv
vetli bir hafızaya sahip olan kişiler ne söyleyeceklerini, ne süre boyunca, han
gi üslupta konuşacaklarını, hangi noktalara daha önce yanıt verdiklerini, ge
riye hangilerinin kaldığını bilirler. Ayrıca daha önce başka davalarda ileri
sürdükleri pek çok savın yanı sıra başkalarından işittikleri pek çoğunu da ha
tırlayabilirler. ı ı
19. Augustinus, De anima, Lib. iV, cap. vii; Türkçesi: Ruh Üstüne, çev. Ömer Ay
gün, Pinhan, 20 1 8.
20. A.d Herennium, 111, iii.
KLASİK DÖNEMDE LATİNCEDEKİ ÜÇ KAYNAK 31
Nihayetinde (herkesin gayet iyi bildiği bir konuda sözü uzatıp sıkıcı ol
mamak adına) yerlerin çok sayıda olması, bunların iyi aydınlatılmış, açık bir
düzen içinde yerleştirilmiş ve birbirine ortalama bir mesafede bulunması;
imgelerin ise aktif, keskin hatlarla tanımlanmış, olağandışı olması ve ruhla
hızlıca karşı karşıya gelip ona nüfuz etme gücüne sahip olması gerekir.23
Ardından her bir sözcüğü temsil edecek bir imge ezberlemeye çalışan,
(Ad Herennium yazarının "Yunanlar"a has olduğunu belirttiği) sözcük
hafızası türünden söz eder, fakat (Ad Herennium 'da olduğu gibi) bu sa
natın dalları arasında hatip için en yararlı olanın şeylere ilişkin hafıza
olduğunda karar kılar.
Bizler için elzem olan sözcük hafızasının ayırt edici özelliği, büyük bir
imge çeşitliliği gerektirmesidir [az önce bahsettiği, tek bir sözcüğün imgesi
ni bütün bir cümle için kullanmanın aksine], zira bir cümlenin parçalarını
birbirine bağlamaya yarayan eklemler olarak görev yapan çok sayıda sözcük
bulunur; bunlar herhangi bir teşbih kullanılarak oluşturulamaz - bunlar için
sürekli olarak kullanılacak imgeler oluşturmak gerekir. Oysa bir hatibe mah
sus özellik, şeylere dair hafızadır - bu şeyleri temsil eden çeşitli maskelerin
(singulis personis) maharetli bir şekilde düzenlenmesi yoluyla bunları aklı
mıza kazıyabiliriz, böylece fikirleri imgeler aracılığıyla, fikirlerin sırasını
ise yerler aracılığıyla kavrayabiliriz.25
Şeylere dair hafıza imgesini tasvir etmek için persona sözcüğünün kul
lanılması ilginç ve şaşırtıcıdır. Hafıza imgesinin trajik ya da gülünç yö
nünü abartarak, tıpkı maske takan bir aktörün yaptığı gibi, çarpıcı etki
sinin artırıldığı mı ima edilmektedir? Tiyatro sahnesinin çarpıcı hafı
za imgelerinin bulunabileceği bir kaynak olduğu mu ima edilmektedir?
Yoksa sözcük bu bağlamda ele alındığında, Ad Herennium yazarının
önerdiği üzere, hafıza imgesinin tanıdık bir kişiye benzediği, ancak o
kişisel maskeyi yalnızca hafızayı harekete geçirmek için taktığı anla
mına mı gelmektedir?
Cicero iyice yoğunlaştırılmış olan bu küçük Hafıza Sanatı risalesin
de bütün hususlardan alışılageldik sırasıyla bahseder. Simonides hika
yesinde ortaya atılan, hafıza sanatının yerler ve imgelerden meydana
geldiği ve balmumu üstüne yazılan içsel bir yazıyı andırdığı tespitinden
başlayıp, doğal ve yapay hafıza tartışmasına uzanır ve doğal yetinin sa
nat tarafından geliştirilebileceğini öne süren alışılageldik sonuca ulaşır.
Ardından yerler ve imgeler hakkındaki kurallara geçilir; sonra da şey
lere dair hafıza ve sözcük hafızası hakkındaki tartışma gelir. Yalnızca
şeylere dair hafızanın hatip için elzem olduğunu kabul etmekle birlikte,
bir sözcük hafızası alıştırmasını da denediği anlaşılır. Bu ahştırmada
olağandışı bir şekilde, usta bir ressamın eseriymişçesine içsel olarak
görselleştirdiği sözcükleri temsil eden imgeler hareket eder (?), ismin
farklı hallerine göre değişir (?), bütün bir cümleyi tek bir sözcüğün im
gesine sığdırırlar.
kendi adıma neredeyse ilahi olarak nitelenebilecek bir hafıza gücüne sahip
üstün kişilerle bizzat tanıştım, Atina'da Charmadas, Asya'da, hala hayatta ol
duğu söylenen Skepsisli Metrodoros; her ikisi de hatırlamak istedikleri şey
leri ellerinin altındaki birtakım yerlere imgeler biçiminde yazdıklarını söy
lüyorlardı, tıpkı balmumu üstüne harfleri yazıyormuş gibi. Buradan çıkan
sonuç şudur: Doğa vergisi bir hafıza yoksa bu yöntem hafızayı çağırmakta
kullanılamaz, ama hafıza bir yerlerde saklanıyorsa onu kuşkusuz çağırıp ge
tirebilir. 26
Ü stün derecede makul bir insan ve çok iyi bir eğitmen olan Quintilian
MS birinci yüzyılda Roma'nın en önde gelen belagat hocasıydı. Institu
tio oratoria yapıtını, Cicero'nun De oratore 'sinden yüzyılı aşkı bir süre
sonra yazmıştı. Cicero'nun yapay hafızayı savunmasına atfedilen öne
me karşın, Roma'nın önde gelen belagat çevrelerinde yapay hafızanın
değeri -anlaşıldığı kadarıyla- kendinden menkul görülmüyordu. Quin
tilian kendi döneminde kimilerinin belagati yalnızca üç kısma ayırdığı
nı, hafıza ve sunuşu "sanatın değil doğanın bir lütfu" olarak gördükle
rini söyler.29 Yapay hafızaya yönelik kendi tavrı ise muğlaktır, bununla
birlikte konuya epeyce geniş yer ayırır.
Cicero gibi o da yapay hafızayı anlatmaya başlarken bu sanatın S i
monides tarafından icadının hikayesiyle başlar; onun anlatımı da Cice
ro'nunkiyle temel noktalarda çakışır, ancak ayrıntılarda bazı farklılıklar
görülür. Yunan belagat uzmanlarının yapıtlarında hikayenin pek çok
farklı şeklinin olduğunu ve kendi döneminde yaygın olarak bilinmesi
nin Cicero sayesinde olduğunu ekler.
liriz. Tasvir ettiği sistem, hatırlanması gereken şeyleri temsilen çıpa ve
ya silah gibi işaretlerin kullanıldığı veya bu tür bir işaretin çağrıştırdığı
tek bir sözcüğün bütün bir cümleyi akla getirdiği sistem, gayet mümkün
görünür ve anlayışımız dahilindedir. Aslında hafıza tekniği adını ver
memiz gereken şeyin ta kendisidir bu. Demek ki antik dönemde de bu
sözcüğü bizim kullandığımız anlamıyla kullanan bir uygulama vardır.
Quintilian münferit etkin imgelerden bahsetmez, oysa onlardan kuş
kusuz haberdardır, çünkü Cicero'nun hafıza kurallarına dair verdiği
özeti aktarır; bu kurallar ise Ad Herennium 'a, daha doğrusu Ad Heren
nium 'da tarif edilen, tuhaf imgeler içeren hafıza pratiğine dayanır. Fakat
Cicero'nun tanımladığı biçimiyle kuralları aktarmasının ardından Quin
tilian, saygıdeğer belagat üstadına birdenbire karşı çıkma cüreti göste
rerek Skepsisli Metrodoros hakkında bambaşka bir hüküm verir. Cice
ro'ya göre Metrodoros "neredeyse ilahi" bir hafızaya sahipti. Quintili
an'a göre ise bu kibirli adam şarlatanın tekidir. Dahası Quintilian'dan -
ileride daha kapsamlı tartışılacak- ilginç bir gerçeği öğreniriz: Skepsis
li Metrodoros'un ilahi veya (kişinin bakış açısına göre) abartılmış hafı
zası, burçlar kuşağının on iki işaretine dayanmaktadır.
Quintilian'ın hafıza sanatı hakkındaki son sözü şudur:
Bu yöntemlerin bazı amaçlar için yararlı olabileceğini inkar edecek de
ğilim; örneğin pek çok nesnenin adını, işittiğimiz sırayla tekrar etmemiz ge
rektiğinde işe yarayabilir. Bu tür bir desteği kullananlar şeylerin kendisini
hafıza yerlerine yerleştirir. Örneğin ön avluya bir masa koyarlar, iç avluya
bir kürsü ve böylece devam ederler; sonra bu yerleri tekrar göz önüne getir
dikleri sırada bu nesneleri koydukları yerde bulurlar. Böyle bir yöntem bir
müzayededen sonra her bir müşteriye ne sattığını saymayı başarabilen, be
yanı tahsildarların defterlerinden kontrol edilerek teyit edilen kişiler için ya
rarlı olabilir; Hortensius'un gerçekleştirdiği söylenen bir numaradır bu. Gel
gelelim bir söylevin bölümlerini akılda tutmak için aynı derecede elverişli
değildir. Çünkü fikirler, maddi şeylerin aksine, zihinde imgeleri çağrıştırmaz,
bu yüzden onlar için başka bir şey icat edilmesi gerekir; gerçi bu noktada
bile belli bir yer, diyelim, orada birisiyle aramızda geçmiş olan bir konuşma
yı bize hatırlatabilir. Fakat böyle bir yöntem nasıl olup da birbiriyle bağlantılı
bütün bir sözcük dizisini kavrayabilir? Herhangi bir benzerlikle temsil etme
nin imkansız olduğu, örneğin bağlaçlar gibi, sözcükleri ise hiç saymıyorum.
Gerçi stenografların yaptığı gibi her şey için belli imgeler bulabilir, Verres'e
karşı ikinci tanıklığı içeren beş cüzün* tamamındaki sözcükleri hatırlamak
ç.n.
38 HAFIZA SANATI
için sonsuz sayıda yer kullanabilir, hatta hepsini sanki emanete verilmiş birer
şey gibi hatırlayabiliriz. Peki ama konuşmamızın akışı hafızamıza yüklenen
bu çifte iş yüzünden ister istemez kesintiye uğramayacak mıdır? Tek tek her
sözcük için ayn ayrı biçimlere dönüp bakmamız gerektiğinde sözcüklerimi
zin tutarlı bir konuşma biçiminde akması nasıl beklenebilir? Bu yüzden, az
önce değindiğim, Cicero'nun bu yöntemi kullandığından bahsettiği Charma
das ile Skepsisli Metrodoros'un sistemi varsın onlann olsun, ben daha basit
ilkeler önereceğim. 3 ı
K
ENDİLERİNİ BEKLEYEN dehşet verici sonla karşılaşmadan az ön
ce ziyafet sofrasındaki yerlerinde oturmakta olan insanların
yüzlerini tüyler ürpertici bir biçimde gündeme getiren Simoni
des'in hikayesi, insan imgelerinin Yunan medeniyetinden Roma'ya ak
tarılan hafıza sanatının ayrılmaz bir parçası olduğunu düşünmemize yol
açabilir. Quintilian'a göre hikayenin Yunan kaynaklarında birkaç biçimi
daha mevcuttur. 1 Buradan, hikayenin belagat hakkındaki ders kitapla
rında her zaman yapay hafıza bölümünün girişinde yer aldığı sonucuna
varılabilir. Yunancada kuşkusuz böyle pek çok kitap vardı, fakat bunla
rın hiçbiri günümüze ulaşmamıştır, bu nedenle Antik Yunan'da yapay
hafıza sanatı hakkında yürüteceğimiz bütün tahminlerde üç Latince
kaynağa bağlıyız.
Keoslu Simonides2 (MÖ 556-468) Sokrates öncesi döneme aittir.
Gençliği, Pythagoras'ın muhtemelen henüz hayatta olduğu döneme
rastlar. Antik Yunan'ın en çok hayranlık duyulan lirik şairlerinden biri
dir (şiirlerinden pek azı günümüze kalmıştır). Latinceye "Melicus" ola
rak çevrilen "ağzından bal damlayan" lakabıyla anılan Simonides, özel
likle kullandığı imgelerin güzelliğiyle dikkat çekiyordu. Ü stün bir yete-
neğe sahip olduğu anlaşılan bu özgün adama şiir alanında pek çok ye
nilik atfedilmekteydi. Yazdığı şiirler karşılığında ücret talep eden ilk
kişi olduğu söyleniyordu. Simonides'in bu açıkgözlülüğü, yazacağı bir
methiye için yaptığı sözleşme etrafında cereyan eden, hafıza sanatının
keşfine dair hikayede de görülür. Simonides'e bir başka yenilik atfeden
Plutarkhos ise, onun şiire özgü yöntemleri resim sanatının yöntemle
riyle eşitleyen ilk kişi olduğu kanaatindedir. Daha ileride Horatius'un
ünlü "şiir resim gibidir" tabirinde kısa ve öz biçimde dile getirilecek
olan anlayıştır bu. Plutarkhos'un aktardığına göre Simonides, "resmi
sessiz şiir olarak adlandırıyordu, şiiri ise konuşan resim; zira ressam
ların gerçekleşmekte olduğu anda tasvir ettikleri eylemleri, sözcükler
olup bittikten sonra tasvir eder".3
Şiiri resimle ilk kez mukayese eden kişinin Simonides olduğunun
düşünülmesi manidardır, çünkü bu mukayese hafıza sanatının icadıyla
ortak bir paydaya sahiptir. Cicero'ya göre hafıza sanatı, Simonides'in
görme duyusunun bütün diğer duyulara üstün olduğunu keşfetmesine
dayanıyordu. Şiir ile resim arasında bir denklik öne süren teori de gör
me duyusunun başatlığına dayanır; gerek şair gerekse ressam görsel
imgelerle düşünür; biri bunu şiirle ifade eder, diğeri ise resimle. Hafıza
sanatının tarihi boyunca süregiden ve içeriği tam kesinlik kazanmayan
diğer sanatlarla olan ilişkiler konusu demek ki efsanevi kaynakta, yani
şiir, resim ve hafıza tekniğini yoğun bir görselleştirme açısından ele
alan Simonides'e dair hikayelerde daha o zamandan mevcuttur. Burada
kısa bir anlığına ileriye, nihai hedefimiz olan Giordano Bruno'ya baka
cak olursak, hafıza tekniği hakkındaki yapıtlarından birinde, hafıza sa
natında imgelerin kullanılması ilkesini "Heykeltıraş Pheidias" ve "Res
sam Zeuxis" başlıkları altında ele aldığını görürüz, ve yine bu başlıklar
altında "şiir resim gibidir" teorisini tartışır.4
Araştırma konumuzun kurucusu, neredeyse tapınılan bir kahraman
olan Simonides'in bu icadına, yalnızca Cicero ve Quintilian değil, Plini
us, Aelianus, Ammianus Marcellinus, Suidas ve daha niceleri, ayrıca
bir de yazıt tanıklık eder. On yedinci yüzyılda Paros'ta bulunan ve yak
laşık MÖ 264 'e ait bir mermer tablet olan Parian Vakayinamesi, flütün
icadı, Ceres ve Triptolemos tarafından mısır ekiminin çiftçilere öğretil-
3. Plutarch, Glory of Athens, 3; krş. R. W Lee, "Ut pictura poesis: The Humanistic
Theory of Painting", Art Bul/etin, XXII (1940), s. 197.
4. Bkz. ileride s. 279.
42 HAFIZA SANATI
Büyük ve güzel bir icattır hafıza, hem eğitim hem de yaşam için daima
yararlı.
İ lk husus şudur: Eğer dikkatini verirsen [zihnini yönlendirirsen] , yargı
zihninde olup bitenleri daha iyi algılayacaktır.
İkincisi, işittiğin şeyi tekrar et, zira aynı şeyleri sıkça dinleyip söylemek
sayesinde öğrendiğin şey hafızana bütünüyle yerleşir.
Ü çüncüsü, işittiklerini, bildiklerinin üstüne yerleştir. Diyelim, Chrysip
pus'u (Xgiımruroç) hatırlaman gerekiyorsa, onu altının (xgvaÖç) ve atın (Lıt-
5. Lyra Graeca, II, s. 249. Bkz. E Jacoby, Die Fragmente der Griechischen Histo
riker, Berlin, 1 929, il, s. 1 000 ve Fragmente, Kommentar, Berlin, 1930, il, s. 694.
ANTİK YUNAN'DA HAFIZA SANATI: HAFIZA VE RUH 43
rroç) üstüne yerleştir. Başka bir örnek: Ateşböceğini ateşin ve parıltının üstü
ne yerleştir. Adlar için bu kadar.
Şeyler konusunda ise şöyle yap: Cesareti Mars ve Akhilleus'un, metal iş
çiliğini Vulcanus'un, korkaklığı Epeius'un üstüne yerleştir. 6
İ şte şeylere dair hafıza; sözcük (ya da isim) hafızası ! Yapay hafızanın
iki türünü tanımlayan bu teknik terimler daha MÖ 400 yılında kulla
nımdadır. Her iki tür hafıza da imgeleri kullanır; biri şeyleri temsil et
mek için, diğeri ise sözcükleri, ki bu da yine aşina olduğumuz kurallar
dandır. Gerçi yerlere ilişkin kurallar verilmemiştir ama burada tasvir
edilen, hatırlanması gereken fikri veya sözcüğü bizzat imgenin üstüne
yerleştirme pratiği, hafıza sanatının tarihi boyunca tekerrür edecektir
ve kökleri anlaşıldığı kadarıyla antik döneme dayanmaktadır.
Yapay hafızanın kuralları Simonides'in ölümünden yaklaşık yarım
yüzyıl sonra genel hatlarıyla ortaya çıkmıştır bile. Buradan onun "icat
ettiği" veya kodlarını oluşturduğu şeyin temelde Ad Herennium 'da rast
ladığımız kurallar olduğu sonucu çıkabilir, ancak bunlar dört yüzyıl
sonra Latin hocaya ulaşana kadar bizim bilmediğimiz birbirini izleyen
bir dizi metin tarafından damıtılmış ve genişletilmiş olmalıdır.
Bu bilinen en erken Hafıza Sanatı risalesinde sözcükleri temsil eden
imgeler, sözcüğün ilkel bir etimolojik kesitinden meydana gelir. Şeyleri
temsil eden imgelere verilen örneklerde, erdem ve kötülük gibi şeylerin
(yiğitlik, korkaklık) yanı sıra bir zanaat dalı da (metalürji) temsil edilir.
Bunlar tanrı ve insan imgeleri aracılığıyla (Mars, Akhilleus, Vulcanus,
Epeius) hafızaya yerleştirilir. Burada gördüğümüz, "şeyler"i temsil eden
insan figürleri, belki de ileride etkin imgelere dönüşecek olan şeyin il
kel ve basit biçimidir.
Dialexeis 'in sofist öğretiyi yansıtan bir yapıt olduğu, kitabın hafıza
bölümünün de Elisli sofist Hippias'ın7 hafıza tekniğini esas aldığı sanıl
maktadır. Hippias'ın adını taşıyan ve onu hicveden sahte-Platonik diya
loglarda, sofistin bir "hafıza bilimi"nin olduğu ve bir kez duyduğu elli
tane ismi, aynca kahramanların ve insanların soykütüklerini, şehirlerin
kuruluşunu ve daha pek çok malzemeyi ezberden okuyabilmekle övün
düğü rivayet edilmektedir. s Hippias'ın yapay hafızayı kullanıyor olması
6. H. Diels, Die Fragmente der Vorsokratiker, Bertin. 1922, il, s. 345 . Krş. H.
Gomperz, Sophistik und Rhetorik, Bertin, 1912, s. 1 49; Almanca çeviriyle birlikte.
7. Bkz. Gomperz, s. 1 79 vd.
8. Greater Hippias, 285 D- 286 A; Lesser Hippias, 368 D.
44 HAFIZA SANATI
Aristoteles yapay hafızaya hiç kuşkusuz aşinadır; dört kez atıfta bulun
duğu bu konuyu izah etmeye girişmiş olmasa da (gerçi Diogenes Laer
tius'a göre, hafıza tekniği hakkında bir kitap yazmış, ancak kitap günü
müze ulaşmamıştır9), zaman zaman, o an tartışmakta olduğu bir noktayı
netleştirmek için gündeme getirmiştir. Bu atıflardan biri, en sık karşıla
şılan sorular hakkındaki savların ezberlenmesini tavsiye ettiği Topikler
yapıtında yer alır:
Nasıl ki eğitilmiş bir hafızaya sahip kişi, şeylerin bulunduğu yerlerin (to
poi) bahsi geçtiği anda derhal şeylerin kendisini hatırlarsa, bu alışkanlıklar
da insanı akıl yürütmeye daha hazırlıklı kılar; çünkü önkabulleri, her biri ken
dine ait sayının altında tasnif edilmiş olarak, gözünün önüne getirir. ı o
niğini icat edip imgeler inşa edenlerin yaptığı gibi, şeyleri gözümüzün
önüne getirmek mümkündür." 12
Fakat bu dört atıf içinde en önemlisi ve ileride hafıza sanatının tari
hini en fazla etkileyecek olanı De memoria et reminiscentia'da (Hafıza
ve Hatırlama) karşımıza çıkar. Büyük skolastik düşünürler Albertus
Magnus ve Aquinolu Tommaso, vecizlere geçmiş keskin zekalarıyla Fi
lozof'un De memoria et reminiscentia'da sözünü ettiği hafıza sanatının
Tullius'un İkinci Belagatinde (Ad Herennium) anlatılanın aynısı oldu
ğunu fark ettiler. Aristoteles'in bu yapıtı böylelikle onlar için Tullius'
un kurallarıyla bir tutulması gereken, bu kurallara felsefi ve psikolojik
açıdan meşruiyet kazandıran bir tür hafıza risalesine dönüştü.
Aristoteles'in hafıza ve hatırlama üstüne teorisi, Ruh Üstüne'de or
taya attığı bilgi kuramına dayanır. Beş duyu tarafından aktarılan algılar
ilkin hayal gücü tarafından işlenir, böylelikle oluşan imgeler idrak yeti
sine malzeme sunar. Hayal gücü, algı ile düşünce arasında bir aracıdır.
O halde, her bilgi son kertede duyu algılarından türemiş olmakla birlik
te, düşünce ham haliyle duyu algılan üstünde değil, bunların hayal gücü
tarafından işlenmiş, özümsenmiş biçimi üstünde çalışır. Düşüncenin
daha üst süreçlerinin işleyişini mümkün kılan şey ruhun imge üreten
kısmıdır. Bu yüzden, "ruh hiçbir zaman zihinsel bir imge olmadan dü
şünemez"; 13 "düşünme yetisi, ürettiği biçimleri birer zihinsel imge ola
rak düşünür"; 14 "algı yetisi olmayan biri asla hiçbir şey öğrenemez, an
layamaz; farazi olarak düşünürken bile insan üstünde düşünebileceği
zihinsel bir imgeye sahip olmak zorundadır". 1 5
Skolastiklere v e onları izleyen hafıza geleneğine göre, hafıza tekniği
teorisi ile Aristotelesçi bilgi kuramı arasında her ikisinin de hayal gü
cüne atfettiği önem açısından bir temas noktası bulunuyordu. Hafıza
tekniğinde imgelerin kullanımına dayanak oluşturmak için, Aristoteles'
in zihinsel bir imge olmadan düşünmenin imkansızlığına dair önermesi
sürekli gündeme getirilir. Aristoteles'in kendisi de hayal gücü ve dü
şünce konusunda söylediklerini açıklamak için hafıza tekniği imgeleri
ne başvurur. Düşünmek, istediğimizde yapabildiğimiz bir şeydir, der,
"çünkü tıpkı hafıza tekniğini icat edenlerin imgeler inşa ederken yap
tıkları gibi, şeyleri gözümüzün önüne getirmek mümkündür". Ü stünde
düşünülecek zihinsel imgelerin bilinçli seçimini, hafıza tekniğinde ha-
Genel olarak baktığımızda orta nokta başlamak için iyi bir nokta gibi gö
rünür; çünkü insan buraya kadar hatırlamamışsa bile bu noktaya ulaştığında
Bir hatırlama dizisinin başlangıç noktasının daha önce bir hafıza yerine
benzetildiğini düşünürsek, bu bir hayli kafa karıştırıcı paragrafla ilgili
olarak, yapay hafızanın avantajlarından birinin, bu hafızaya sahip olan
kişinin zihnindeki hafıza yerlerinin herhangi birinden başlayıp bunları
herhangi bir yönde kat edebileceğini hatırlayabiliriz.
Skolastik düşünürler De memoria et reminiscentia 'nın yapay hafıza
için felsefi meşruiyet sağladığını ispatlayarak kendilerini düze çıkardı
lar. Gelgelelim Aristoteles'in kastettiği şeyin bu olduğu epeyce kuşku
ludur. Hafıza tekniğine atıfta bulunurken bunu yalnızca kendi savını
açıklamak için yaptığı izlenimi uyandırır.
23. De mem. et rem., 425a 1 6-25 . Elyazmasında bolca bulunan kafa karıştırıcı harf
dizileriyle ilgili düzeltme önerileri için bkz. Ross'un Parva naturalia basımındaki notu,
s. 247-48.
24. Institutio oratoria, XI, ii, 4.
ANTİK YUNAN'DA HAFIZA SANATI: HAFIZA VE RUH 49
27 . Phaedrus, 249 E-250 D (İng. çev. H. N. Fowler, Loeb; Türkçesi: Phaidros, çev.
Furkan Akderin, Say, 20 1 7).
ANTİK YUNAN'DA HAFIZA SANATI: HAFIZA VE RUH 51
olan her şeyin ebedi doğasını sonsuza dek saklamak arzusunda olan
bizlerin de . . . sözleri ebedi yerlere tayin etmemiz doğru olur."28
Sokrates Phaidros 'ta şu hikayeyi anlatır.
yapay hafızayı gizemli bir anlam taşıyan "içsel bir yazı" olarak İngilte
re' de yaymaya çalıştığı sırada, onun bir öğrencisi tarafından kullanıl
mıştır.32
Okurun farkına varmış olacağı gibi, bu bölümün planının bir parçası
da Yunanların hafızayı ele alış biçimini, hafıza sanatı tarihinin sonraki
dönemlerinde önem kazanacak olan şeylerin bakış açısından takip et
mektir. Aristoteles sanatın skolastik ve Ortaçağ 'a özgü biçimleri açısın
dan zaruridir; Platon ise sanatın Rönesans devrindeki tezahürleri açı
sından vazgeçilmezdir.
36. L. A. Post, "Ancient Memory Systems", Classical Weekly, New York, XV (1932),
s. 1 09.
54 HAFIZA SANATI
Pek çok yere seyahat eden Apollonios Hindistan'a da gider. Orada ko
nuştuğu bir Brahma rahibi ona: "Gördüğüm kadarıyla mükemmel bir
hafızan var, Apollonios," der, "bizim en çok saygı duyduğumuz tanrı
çadır bu". Apollonios'un Brahmin ile çalışmaları çok çetrefil konuları
kapsar, özellikle astroloji ve kehanete yönelik konulardır bunlar. Brah
min ona üstüne yedi gezegenin adlan nakşedilmiş yedi yüzük verir,
Apollonios bunların her birini haftanın belli bir gününde takar.40
Yüzyıllar boyunca gizli kapaklı uygulanıp çeşitli dönüşümlere ma
ruz kaldıktan sonra Ortaçağ 'da İ şaret S anatı4ı (Ars notoria) adıyla,
38. Philostratos, The Lives of the Sophists ve Eunapios, Life of Dionysius of Mile
tus, İng. çev. W C. Wright, Loeb Classical Library, s. 9 1 -93.
39. Philostratos, Life of Apollonios of Tyana, 1, 14; İng. çev. C. P. Ealls, Stanford
University Press, 1923 , s. 1 5 .
40. A.gy., III, 1 6, 4 1 ; ak.tanlan çeviri s. 7 1 , 85-86.
4 1 . İşaret Sanatı hakkında bkz. Lynn Thomdike, History ofMagic and Experimen
tal Science, il, 49. Bölüm.
56 HAFIZA SANATI
Bunca önemli sonuca yol açan bir güç bana kalırsa bütünüyle ilahidir.
Şeylere dair hafıza ve sözcük hafızası başka nasıl açıklanabilir? Peki ya icat-
lar? Kesinlikle, bundan daha kıymetli bir şey, Tanrı'da bile, öngörülemez ...
O nedenle ruh, dediğim gibi, ilahidir; Euripides'in büyük bir cüretle söyledi
ği gibi, Tanrı'dır . .46
.
Şeylere dair hafıza; sözcük hafızası ! Filozof sıfatıyla ruhun ilahi niteli
ğini kanıtlarken hatibin aklına yapay hafızanın teknik terimlerinin gel
mesi kuşkusuz dikkat çekicidir. Bu kanıt belagatin bölümlerinden hafı
za ve icat başlıklarına dahildir. Ruhun şeyleri ve kelimeleri hatırlaya
bilmesini sağlayan dikkat çekici gücü, tanrısal niteliğinin kanıtıdır; ke
za icat gücü de, ki burada kastedilen bir konuşmanın savlarını icat et
mek değil, genel anlamda icat ya da keşiflerdir. Cicero'nun icatlar ola
rak sıraladığı şeyler, insan medeniyetinin en ilkelden en gelişmiş çağla
ra kadar olan tarihini temsil eder. (Bu ele alış yeteneği başlı başına ha
fıza gücünün kanıtı olmalıdır; belagat kuramına göre, icat edilen şeyler
hafızanın hazine odasında saklanır.) Böylelikle, Tusculan Disputations'
da kullanıldığı anlamıyla hafıza ve icat belagatin kısımları olmaktan çı
kıp, hatip tarafından benimsenen felsefenin Platoncu kabulleri doğrul
tusunda, ruhun ilahi niteliğini kanıtlayan bölümlere dönüşür.
Bu yapıtını yazarken Cicero'nun aklında belki de üstadı Platon'un
Phaidros 'ta tarif ettiği mükemmel hatip vardı; hakikati bilen, ruhun do
ğasını tanıyan ve bu sayede ruhları hakikate ikna etme yetisine sahip
olan hatip. Veya şöyle diyebiliriz: Romalı hatip hafızanın ilahi güçleri
üstüne düşünürken, bir hatibin eğitilmiş hafızasını, şeyleri ve sözcükleri
temsil eden imgelerin depolandığı hafıza yerlerinin uçsuz bucaksız ve
ferah mimarisini hatırlamadan edemez. Hatibin salt uygulamaya yöne
lik olarak eğitilmiş hafızası, Platoncu filozofun hafızasına dönüşerek
ona ruhun tanrısal niteliğinin ve ölümsüzlüğünün kanıtını sunmaktadır.
Hafıza ve ruha dair sorunlar üstüne Augustinus'tan daha derinleme
sine kafa yoran pek az düşünür bulunur. Pagan belagat hocası Hıristi
yanlığa geçişini İtiraflar'ında anlatır. Bu yapıtın hafızayı konu alan ha
rika bir pasajını okurken Augustinus'un klasik hafıza tekniği çizgisinde
eğitilmiş bir hafızaya sahip olduğuna dair kuvvetli bir izlenim edinmek
mümkündür.
Hafızanın bahçelerine ve ferah saraylarına adım attığımda, sayısız imge
den oluşan hazine (thesauri) oradadır, duyuların algıladığı envai çeşit şeyler
getirmiştir onları. Duyunun rast geldiği şeyleri büyüterek ya da ufaltarak ve
ya başka şekillerde değiştirerek düşündüğümüz her şey orada saklanır; ayrı-
Hafıza üstüne tefekkür böyle başlar; ilk cümlesinde hafızanın, bir dizi
bina, "ferah saraylar" olarak resmedilmesi, içeriğinin ise thesaurus (ha
zine /hazne) sözcüğüyle tarif edilmesi , hatibin hafızayı tanımlarken kul
landığı "bütün icatların saklandığı hazine odası, belagatin bütün bö
lümlerinin muhafı zı" ifadesini akla getiriyor.
Augustinus duyu algıları yoluyla edinilen, hafızanın geniş sarayın
da, "geniş, uçsuz bucaksız odasında" muhafaza edilen imgelerden söz
ediyor. Kendi içine baktığında, bütün evreni imgelerde yansıtılmış ola
rak görür. Bu imgeler yalnızca nesnelerin kendisini değil, aralarındaki
uzaklığı dahi şaşırtıcı bir kesinlikle yeniden üretir. Ancak hafızanın ka
pasitesi bunlarla da sınırlı değildir, çünkü hafıza şunları da içerir:
sanatlar gibi somut varlık biçiminde, kah zihnin duygulanımları gibi birta
kım fikir ve izlenimler olarak. Zihin hissetmediğinde dahi hafıza bunları mu
hafaza eder, çünkü hafızada her ne varsa aynı zamanda zihindedir - bütün
bunların üstünden koşar, uçarım; bir o tarafa bir bu tarafa dalış yapar, elim
den geldiğince derine dalarım, ki dibi yoktur.49
Ardından hafızada Tanrı'yı bulmak için daha derine iner, fakat onu ne
bir imge olarak bulabilecektir, ne de herhangi bir yerde:
tensius'u okumanın, onu din hakkında ilk kez ciddi olarak düşünmeye
sevk eden, "duygularımı değiştirerek dualarımı, Ey Efendim, bizzat Sa
na yönelten" şey olduğunu söyler.s2
Yukarıda aktardığımız bölümlerde Augustinus yapay hafızayı tar
tışıyor veya tavsiye ediyor değildir. Yalnızca, olağanüstü kapasitesi ve
organizasyonu bakımından bizimkine hiç de benzemeyen bir hafıza
içindeki arayışları sırasında yapay hafıza adeta farkında olmadan ima
edilmektedir. Latin Kilise Babalan içinde en nüfuzlu olanının hafıza
sından yakaladığımız bu anlar, Hıristiyanlaştırılmış bir yapay hafızanın
neye benzeyebileceğine dair varsayımlara yol açar. İ nanç , Umut ve
Merhamet ve diğer erdem ve kötülükler veya bağımsız sanatlar gibi şey
lere dair insan imgelerine böyle bir hafıza içinde "yer" verilebilir miydi;
bu yerler artık kiliseler içinden mi seçilecekti?
Bütün tarihi boyunca tanımlanması son derece güç olmuş bu sanatla
ilgilenen öğrencinin zihnine bu türden sorular musallat olur. Bütün söy
leyebileceğimiz, bu sanatın, Antikçağ medeniyetinin tamamıyla birlikte
Karanlık Çağ 'a gömülmeden önce bize sunduğu bu dolaylı görüntüleri
nin oldukça uhrevi bir bağlamda ele alındığıdır. Augustinus'un hafıza
ya, ruhun üç kudretinden biri olmak gibi üstün bir şerefi bahşettiğini de
unutmamalıyız. Bu üç kudret, yani Hafıza, Kavrayış ve İrade, Teslisin
insandaki görüntüsüdür.
1.
ALAREİKS Roma'yı 4 1 0 yılında istila etti, Vandallar Kuzey Afri
ka'yı 429 yılında fethetti. Augustinus 430 yılında, Vandallar Hip
po şehrini kuşattığı sırada öldü. Bu korkunç çöküş döneminin bir
aralığında Martianus Capella, De nuptiis Philologiae et Mercurii'yi
(Philologia ve Merkür'ün Evliliği) yazdı; Antikçağ 'ın yedi bağımsız sa
nat (gramer, belagat, diyalektik, aritmetik, geometri, müzik, astronomi)
üstüne kurulu eğitim sistemini ana hatlarını muhafaza ederek Ortaçağ 'a
aktaran bir yapıttı bu. Martianus belagatin kısımlarını anlatırken hafıza
başlığı altında yapay hafızanın kısa bir tanımını vermişti. Böylece hafı
za sanatını bağımsız sanatlar şeması içindeki doğru yerine iyice yerleş
tirerek Ortaçağ 'a aktarmış oluyordu.
Martianus Kartacalıydı; Hıristiyan olmadan önce Augustinus'un da
ders verdiği çok iyi belagat okullarına evsahipliği yapan bir şehirdi bu
rası. Ad Herennium'un Kuzey Afrika belagat çevrelerinde gayet iyi bi
lindiğine kuşku yoktur; hatta risalenin Kuzey Afrika' da geç dönem bir
canlanma sürecinin ardından tekrar İtalya'ya yayıldığı ileri sürülmüş
tür. ' Aziz Hieronymus bu risaleden haberdardı; iki yerde bundan bah
sediyor ve Ortaçağ 'da adet olduğu üzere risaleyi Tullius'a atfediyordu.2
Gelgelelim yapay hafızanın bu metninin varlığından haberdar olmak
için, Augustinus ve Hieronymus gibi belagat eğitimi almış Kilise Baba
larına veya Martianus Capella gibi bir kafire ihtiyaç yoktu. Yapay hafıza
Şimdi de sıra hafızanın ilkelerine geldi; elbette doğa vergisi bir yetidir
bu, ancak teknik yoluyla desteklenebileceğine de kuşku yoktur. Bu sanat yal
nızca birkaç kurala dayanır fakat çokça alıştırma yapmayı gerektirir. Faydası,
kelimelerin ve şeylerin idrak tarafından çabucak ve kesin bir şekilde kavran
masını sağlamasıdır. Yalnızca kendi tasarladığımız şeyler değil, aynı zaman
da rakibimizin tartışmada öne sürdüğü şeyler de hafızada saklanmalıdır. Si
monides adındaki, şair ve aynı zamanda filozof olan kişinin bu sanatın ilke
lerini icat ettiği kabul edilir, çünkü bir ziyafet salonu aniden çökünce enkaz
altında kalanlar akrabaları tarafından tanınmayacak hale geldiğinde, davetli
lerin oturma düzenini ve hafızasına kaydetmiş olduğu isimlerini o sunmuştu.
Bu deneyimin sonucunda hafızanın ilkelerinin düzene dayandığını fark etti.
Bu ilkeler, şeylerin imgelerinin yerleştirildiği iyi aydınlatılmış yerlerde dü
şünülmelidir. Sözgelimi bir düğünü hatırlamak için, yüzü duvakla örtülü bir
kızı aklınıza getirebilirsiniz; veya bir katili hatırlamak için bir kılıç veya baş
ka bir silah düşünebilirsiniz; bu imgeleri bir yere emanet ettiğinizde, o yer
bunları hafızaya geri verecektir. Zira balmumu üstüne yazılan sözler harflerle
nasıl sabitlenirse, hafızada saklanan şeyler de -tıpkı balmumu bir tabletin ve
ya bir sayfanın üstüne işlenir gibi- yerlerin üstüne işlenir; şeylerin hatırlan
masını sağlayansa imgelerdir, her biri sanki birer harf gibi iş görür.
Fakat yukarıda belirtildiği gibi, bu konu çokça alıştırma ve çalışmayı ge
rektirir, bu yüzden de kolayca öğrenmek istediğimiz şeyleri yazmamız tavsi
ye edilir; eğer malzeme uzunsa, kısımlara bölündüğünde hafızada daha kolay
yer eder. Hatırlamak istediğimiz belli başlı noktalara işaretler koymakta fay
da vardır. Ezberleme sırasında eldeki metin yüksek sesle okunmamalı, mırıl
danmayla mütalaa edilmelidir. Ayrıca hafıza alıştırmasını gündüz yerine,
dört bir yana yayılan sessizliğin bize yardım ettiği gece vaktinde yapmak el
bette yeğdir, böylece duyularımız dikkatimizi dışarıya yöneltip dağıtmamış
olur.
Şeylere dair hafızanın yanı sıra bir de sözcük hafızası vardır, fakat söz
cüklerin ezberlenmesi her zaman şart değildir. Eğer mütalaa için fazla zaman
yoksa, hele de hafıza doğuştan kuvvetli değilse, hafızada yalnızca şeylerin
kendisini saklamak yeterli olacaktır.3
ilk matbu baskısı 1 470 yılında Venedik'te ortaya çıktığında iki yapıt
arasındaki güçlü ittifak haHi geçerliydi. Yapıt, De inventione ile birlikte
basılmış; iki yapıt başlık sayfasında geleneksel biçimde Rhetorica nova
et vetus (Yeni ve Eski Belagat) olarak tanımlanmıştı.
Bu bağlantı, yapay hafızanın Ortaçağ biçimini anlamak açısından
çok büyük önem taşır. Çünkü Tullius Birinci Belagatinde, hatibin ko
nuşmasında ele alması gereken "icatlar" veya şeyler olarak etik ve er
demlere büyük bir yer ayırmıştı. İkinci Belagatinde ise icat edilen şey
lerin hafızanın hazine odasında nasıl saklanacağına dair kurallar veri
yordu. Dindar Ortaçağ 'ın hatırlamak istediği başlıca şeyler nelerdi? Kuş
kusuz selamet veya lanet, imanın şartları, erdemler aracılığıyla Cen
net'e giden yol ve kötülükler aracılığıyla Cehennem'e giden yol ile ilgili
şeylerdi bunlar. Kilise ve katedrallerde heykeli yapılan, vitraylarda ve
fresklerde resmedilenler bunlardı. Ortaçağ didaktik düşüncesinin, kar
maşık bir malzemeyi hafızada sabitlemek için kullanılacak olan hafıza
sanatı aracılığıyla hatırlamayı umduğu şeylerin başında da yine bunlar
geliyordu. "Hafıza tekniği" ifadesinin -modem çağrışımlarıyla düşü
nüldüğünde- tarif etmekte yetersiz kaldığı bu süreci, klasik hafıza sa
natının Ortaçağ 'da geçirdiği dönüşüm olarak adlandırmak daha doğru
olur.
Ortaçağ yapay hafızasının bütünüyle, klasik sanatın diğer iki kayna
ğının yardımı olmaksızın incelenen Ad Herennium 'un hafıza hakkın
daki bölümüne dayandığını vurgulamak çok önemlidir. Ortaçağ 'ın di
ğer iki kaynaktan tamamen bihaber olduğunu söylemek doğru olmaya
bilir. De oratore Ortaçağ'da, özellikle on ikinci yüzyılda pek çok araş
tırmacı tarafından biliniyordu; 13 o dönemde dolaşımdakiler eksik nüs
halar dahi olsa, tamamlanmış metnin 1422 'de Lodi'de keşfedilene dek
bilinmediğini söylemek doğru olmaz. 14 Aynısı Quintilian'ın lnstitutio
yapıtı için de geçerlidir; Ortaçağ 'da eksik nüshalarıyla da olsa bilini
yordu; hafıza tekniği hakkındaki kısım, Poggio Bracciolini'nin 1 4 1 6 'da,
Aziz Gall Manastırı Kütüphanesi'nde büyük bir tantanayla duyurduğu,
1 2. Monarchia, il, 5 . Bölüm'de De inventione, I, 38, 68'den alıntı verir; krş. Marx,
s. 5 3.
13. Dokuzuncu yüzyılda Ferrieresli Lupus tarafından biliniyordu; bkz. C. H. Bee
son, "Lupus of Ferrieres as Scribe and Text Critic'', Mediaeval Academy of America,
1 930, s. 1 vd.
1 4. De oratore'nin aktarılması hakkında bkz. J. E. Sandys, History of Classical
Scholarship, I, s. 648 vd. ; R. Sabbadini, Storia e critica di testi /atini, s. 1 0 1 vd.
68 HAFIZA SANATI
26. Albertus Magnus, De bono, Opera omnia, haz. H. Kühle, C. Feckes, B. Geyer,
W. Kübel, Monasterii Westfalorum in aedibus Aschendorff, XXVIII (195 1 ),s. 82 vd.
28. A .gy., s. 245-46. 29. A.g.y. , s. 246-52. 30. 3. Nokta, a.g.y., s. 246.
ORTAÇAÖ 'DA HAFIZA SANATI 75
se ruhun idrakle ilgili kısmında yer almaz. Evet ama, burada bahsettiği
miz şey hafıza değil, kurgusal yerleri rasyonel amaçlar için kullanan
hatırlamadır.40 Hayal gücü gibi daha aşağı düzeydeki bir yetiyi ruhun
daha üst düzeydeki rasyonel kısmına doğru zorlar gibi görünen bir sa
natı tavsiye etmeden önce, Albertus'un bundan emin olması gerekir.
Ayrıca, biraz sonra yapacağı gibi, yapay hafızanın ikinci kolu olan
imgeler hakkındaki kurallara geçmeden önce, bir başka pürüzlü noktayı
daha açıklığa kavuşturması gerekir. Ruh Üstüne'de söylediği gibi (bu
rada o yapıta atıfta bulunur), hafıza -hayal gücünün aksine- yalnızca
bir biçim veya imge haznesi değil, aynı zamanda değerlendirme yetisi
nin bu imgelerden çıkarsadığı "maksatları" içeren bir haznedir. Öyleyse
yapay hafızada maksatları hatırlatmak için fazladan imgelere ihtiyaç
var mıdır?4I Yanıt bereket versin ki olumsuzdur, çünkü hafıza imgesi
maksadını kendi içinde barındırır. 42
Bu kıh kırk yaran düşünme tarzının çok önemli bir yanı vardır, ha
fıza imgesinin gücünün arttığı anlamına gelir. Kurt biçimini hatırlatan
bir imge aynı zamanda belli bir maksadı içinde barındırır: Kurt tehlikeli
bir hayvan olduğundan ondan kaçmak gerekir. Hayvanlara özgü hafıza
düzeyinde, bir kuzunun bir kurda dair zihinsel imgesi bu maksadı
içerir.43 Akılcı bir varlığın hafızasının ait olduğu daha üst düzeyde ise,
diyelim Adalet erdemini hatırlatması için seçilen bir imge, bu erdemi
edinmeye çalışma maksadını da içinde barındıracaktır. 44
Sırada, "bahsedilen yerlere yerleştirilecek imgeler" ile ilgili ilkeler
vardır. Tullius iki tür imge olduğunu söyler: şeylere dair olanlar ve söz
cüklere dair olanlar. Şeylere dair hafıza, imgeler aracılığıyla yalnızca
kavranılan hatırlatmaya çalışır; sözcük hafızası ise her sözcüğü bir im
ge aracılığıyla hatırlamayı amaçlar. Tullius'un tavsiye ettiği şey hafıza
için bir destekten çok engel gibi görünmektedir; çünkü bir defa, kav
ramların ve sözcüklerin sayısı kadar imgeye ihtiyaç vardır ve bu çokluk
hafızayı karıştırır. İkinci olarak, mecaz bir şeyi o şeyin bire bir tasviri
kadar doğru bir biçimde temsil edemez. Fakat Tullius hatırlama ama
cıyla şeyin kendisini mecaza tercüme etmemizi bekler; örneğin bir ada
mın diğerini miras yüzünden zehirlemekle suçlandığı bir davada, suçun
pek çok tanığı olduğu durumda, hasta yatağında bir adam imgesini,
onun yanında elinde bir bardak ve bir belgeyle ayakta duran sanığın ve
elinde koç yumurtası tutan bir doktorun imgelerini hafızaya yerleştir
mek gerekir. (Albertus, dördüncü parmak anlamına gelen medicus söz
cüğünü, doktor olarak anlamış, bu yüzden sahneye üçüncü bir kişi ek
lemiştir.) Peki ama bütün bunları hatırlamak için, bu mecazlar yerine
olguların kendisini akılda tutmak daha kolay olmaz mıydı?45
Klasik hafıza sanatı hakkında bizim aklımızdan geçenlere çok ben
zer endişeler taşıdığı için Albertus Magnus'u yüzyılların ötesinden se
lamlıyoruz. Fakat önerdiği çözüm, bu eleştiriyi bütünüyle tersine çevi
rir. Gerekçeleri şunlardır: 1) imgeler hafızaya yardımcı olur; 2) birkaç
imge kullanarak pek çok şeyin kendisi hatırlanabilir; 3) lafzi tasvir şey
lerin kendisi hakkında daha doğru bilgi vermekle birlikte, "mecaz ruhu
daha fazla etkiler, bu yüzden de hafızaya daha fazla yardımcı olur".46
Ardından, Reges tarafından dövülen Domitius ve Iphigeneia oyu
nundaki rolleri için hazırlanan Aisoposve Cimber gibi sözcük hafızası
imgeleriyle boğuşur.47 Albertus'un işi bizimkinden de zordur, çünkü Ad
Herennium 'un tahrif olmuş bir nüshasını kullanır. Biri Mars'ın oğullan
tarafından dövülen bir adama, diğeriyse Aisopos ile Cimber ve İphige
neia'ya ait olmak üzere son derece karışık iki imge vardır kafasında.48
Bunları ezberlenecek olan dizeyle çakıştırmak için elinden geleni yap
tıktan sonra, mahzun bir tavırla şu tespitte bulunur: "Bu mecazlar muğ
laktır ve hatırlanmaları kolay değildir". Buna karşın -Tullius'a olan
inancı o denli sağlamdır ki- benzer mecazların hafıza imgeleri olarak
kullanılması gerektiği, çünkü olağanüstü olanın hafızayı sıradan şey
lerden daha fazla etkilediği sonucuna ulaşır. İlk filozofların kendilerini
şiirle ifade etmelerinin nedeni de budur, çünkü Filozof'un dediği gibi
(Aristoteles'in Metafizik'ine atıfta bulunur) mucizelerden meydana ge
len kıssa, daha fazla tesir eder.49
Böylece yapay hafıza ahlaki bir zafer elde eder; Aklıselim ile birlikte
bindiği at arabasının sürücüsü Tullius, Birinci ve İkinci Belagat adında-
Yad etmek [yani salt hatırlamaktan ziyade daha ruhani ve idrake dair bir
şey yapmak] isteyen kimseler kamunun aydınlığından mahremiyetin loş ala
nına çekilirler: Çünkü kamusal aydınlıkta duyularla algılanabilen şeylerin
imgeleri dağınık ve hareketleri karmaşıktır. Oysa karanlıkta bu imgeler bir
leşir ve düzen içinde hareket eder. Bu nedenle Tullius İ kinci Belagatte yer
alan Hatırlama Sanatında az ışık alan loş yerler hayal etmemizi ve aramamızı
şart koşar. Ayrıca yad etmek bir değil birçok imgeyi gerektirdiğinden, akılda
kiler, çünkü beynin art tarafındaki kuru bölümde daha kuvvetli bir biçimde
yer eder: dumanı tüten melankolinin harareti ise bu suretleri harekete geçirir.
Bu hareket, soruşturma niteliğine bürünen bir hatırlamaya yol açar. Kuru mu
hafaza bölümü birçok sureti barındırır ve bunların arasından hatırlama hare
kete geçer. 58
ğının öğretildiği bir dönemde, bu türden içsel imgelerin dışsal bir ifade
ye dönüşmediğini varsaymak güçtür. Veya tersinden bakarsak, içsel im
geler aracılığıyla hatırlamaları gereken şeyler, Hıristiyan didaktik sana
tının imgeler aracılığıyla öğrettiği şeylerle aynı türden olduğunda, bu
sanatın yer ve imgelerinin bizzat hafızada yansıtılarak yapay hafızaya
dönüşmüş olduğunu varsayabiliriz.
iV
D
ÜZEN İÇİNDE sıralanmış cismani teşbihlerden oluşan hafıza sa
natının skolastizmin büyük azizi tarafından muazzam bir ısrar
la tavsiye edilmesinin uzun erimli sonuçlara yol açması kaçınıl
mazdı. Eğer Simonides hafıza sanatının mucidi, Tullius hocasıysa,
Aquinolu Tommaso da onun koruyucu azizi kabilinden bir şeye dö
nüşmüştü. Aşağıda, Tommaso'nun adının sonraki yüzyıllarda hafıza üs
tünde nasıl başat bir konum edindiğine dair çok geniş bir malzeme yı
ğını içinden derlenmiş birkaç örneği ele alacağız.
On beşinci yüzyılın ortasında Jacopo Ragone bir Hafıza Sanatı ri
salesi yazdı. Metnin Francesco Gonzaga'ya ithafnamesi şu sözcüklerle
başlıyordu: "Çok saygıdeğer Prens, yapay hafıza, Cicero'nun öğrettiği
ve Aquinolu Aziz Tommaso'nun teyit ettiği üzere, iki şey aracılığıyla
geliştirilir: yerler ve imgeler. " 1 Aynı yüzyılın ileriki döneminde, 1482'
de Venedik'te matbu kitabın erken ve güzel bir örneği ortaya çıktı; Ja
cobus Publicius'un belagat üstüne bir yapıtıydı bu, ekleri arasında ilk
basılı Hafıza S anatı risalesi bulunuyordu. Bu kitap her ne kadar Röne
sans'ın bir ürünü gibi görünse de, Tommaso'nun tanımladığı yapay ha
fızanın etkileriyle doludur; imgelere dair kuralların girişinde şu söz
cükler yer alır: "Yalın ve manevi maksatlar, cismani teşbihlere bağlan
madığı sürece hafızadan kayıp gidiverir."2 Matbu hafıza risaleleri ara
sında en kapsamlılarından ve en yaygın olarak atıfta bulunulanlardan
biri de 1 520'de Johann Host von Romberch adlı Dominiken keşiş tara
fından yayımlanan risaledir. Romberch imgelere dair kuralları tanım
larken şöyle der: "Cicero Ad Herennium 'da hafızanın salt doğal haliyle
mükemmel olmayıp, pek çok takviyeye ihtiyaç duyduğunu söyler. Aziz
Tommaso bunun nedenini il, il, 49 'da [Summa] açıklayarak yalın ve
manevi maksatların birtakım cismani teşbihlerle ilişkilendirilmediği
takdirde ruhtan kayıp gidiverdiğini söyler."3 Romberch'in yerlere iliş
kin kuralları, Tommaso'nun Tullius ile Aristoteles'i eşitlemesine daya
nır; bu konuda Tommaso'nun De memoria et reminiscentia şerhinden
bölümler aktarır.4 Romberch gibi Dominiken Tarikatı'na mensup biri
nin Tommaso'yu esas alması şaşırtıcı değildir, ancak Tommaso'nun ha
fızayla ilişkilendirilmesi Dominiken geleneği dışında da yaygın olarak
bilinen bir şeydi. Tommaso Garzoni tarafından 1 57 8'de yayımlanan Pi
azza Universale (Evrensel Meydan) genel bilginin halka yayılmasını
amaçlar; yapıtın hafızayı konu alan bölümünde Aquinolu Tommaso ün
lü hafıza hocaları arasında gayet olağan bir tavırla anılır.5 1 592 tarihli
Plutosofia adlı yapıtında F. Gesualdo ise hafıza konusunda Cicero ile
Aziz Tommaso'yu bir arada ele alır.6 On yedinci yüzyıl başlarına doğru
ilerlediğimizde Latinceden "Aristoteles, Cicero ve Aquinolu Tomma
so'da Yapay Hafızanın Temelleri" olarak tercüme edebileceğimiz bir
kitap çıkar karşımıza.7 Aynı sıralarda yapay hafızayı karşıtlarına karşı
savunmaya çalışan bir yazar da Cicero, Aristoteles ve Aziz Tommaso'
nun bu konuda söylediklerini hatırlatarak, Aziz Tommaso'nun il, il,
49 'da yapay hafızayı Aklıselimin parçası addettiğini vurgular.8 1 562 'de
William Fulwood tarafından İngilizceye The Castel of Memorie (Hafı
zanın Kalesi) başlığıyla çevrilen yapıtında Gratarolo da Aquinolu Tom
maso'nun hafızada yerlerin kullanımını tavsiye ettiğini belirtir;9 bu ifa
de 1 8 1 3'te yayımlanan bir Hafıza Sanatı 'nda Fulwood çevirisinden ak
tarılır. 1 0
1 2. Vaizlerin kullanımı için bu türden pek çok derleme yapılmıştır; bkz. J. T. Wel
ter, L'exemplum dans la litterature religieuse et didactique du Moyen Age, Paris-Tou
louse, 1 927.
1 3 . Bkz. G. R. Owst, Preaching in Mediaeval England, Cambridge, 1 926.
14. Bkz. A. Dondaine, "La vie et les oeuvres de Jean de San Gimignano", Archi
vum Fratrum Praedicatorum, il ( 1 939), s. 1 64. Yapıt, 1 298'den sonra ve muhtemelen
1 3 1 4 'ten önce yazılmış olmalıdır. Yazıldığı dönemde çok ilgi görmüştür (bkz. a.g.y.,
s. 1 60 vd.).
98 HAFIZA SANATI
Bir ayrımı kendimiz için açık kılmalıyız. Vaizin ele alması gereke
bilecek her şey için titizlikle teşbihler öneren San Gimignano'nun kita
bının tamamı, bir anlamda, hafıza ilkesine dayanmaktadır: İnsanların
bir şeyleri hatırlamasını sağlamak için onlara alışılmadık teşbihler kul
lanarak vaaz et, çünkü bunlar hafızada, bu tür teşbihlere büründürülme
miş manevi maksatlardan daha fazla yer eder. Bununla birlikte, vaazda
kullanılan teşbih, yapay hafızada kullanılan teşbihle tam olarak aynı
değildir. Çünkü hafıza imgesi görünmezdir, kullanan kişinin hafızasın
da saklı kalır, ancak dışsal bir imge dağarcığının gizli üreticisine de dö
nüşebilir.
Tommasocu hafıza kurallarını aktaran bir sonraki kişi, erken bir
yaşta Dominiken Tarikatı'na giren ve yaşamının büyük kısmını Piza'da
ki manastırda geçiren San Concordiolu Bartolomeo'dur (1262-1 347).
Hukuki mevzuata ilişkin bir derlemenin yazarı olarak ünlenmiştir; an
cak bizi burada ilgilendiren yanı Ammaestramenti degli antichi (Antik
Dönemin Öğretileri) , 16 yani antik dönem düşünürlerinin ahlaki yaşam
öğretileri üstüne yapıtıdır. On dördüncü yüzyıl başlarında, 1 323'ten ön
ceki bir tarihte yazılmıştır. ı7 Bartolomeo'nun yöntemi önce doğaçlama
bir beyanda bulunup daha sonra bunu antik dönemden ve Kilise Baba
larından bir dizi alıntıyla desteklemekti. Bu yöntem risalesine muhake
meye dayalı, neredeyse erken hümanist bir tat verse de, yapıt skolastik
bir temele oturmaktadır. B artolomeo -tıpkı Albertus ve Tommaso'nun
yaptığı gibi- Tullius'un De inventione 'de ortaya koyduğu etik anlayışın
kılavuzluğunda, Aristoteles etiğinin içinde hareket eder. Hafıza bir dizi
alıntının konusudur, hafıza sanatı ise diğer bir dizinin. Kitabın izleyen
bölümlerinin belirgin bir biçimde idrak ve öngörü ile ilgili olduğuna
bakılırsa, dindar Dominiken yazarın aklından geçen şüphesiz Aklıseli
min parçası olan hafızadır.
(Düzen hakkında).
Aristotile in libro memoria (Hafıza kitabında Aristoteles). İ çinde düzen
barındıran şeyler daha iyi hatırlanır. Tommaso bu konuda şu yorumu yapar:
Düzenli şeyler daha kolay hatırlanır; kötü düzenlenmiş şeyleri ise kolayca
hatırlayamayız. Ö yleyse insan hatırlamak istediği şeyleri düzene koymaya
çalışmalıdır.
Thommaso nella seconda della seconda. Kişi hafızasında tutmak istediği
şeyleri nasıl düzenleyeceğini düşünmeli, ki bir şeyi hatırladığında diğeri ak
lına gelsin.
(Teşbihler hakkında).
Thommaso nella seconda della seconda. Kişi hatırlamak istediği şeyler
için uygun teşbihler seçmelidir; bunlar çok sıradan olmamalıdır, çünkü sıra
dışı şeyler daha çok hayret uyandırır ve zihni daha güçlü biçimde harekete
geçirir.
Tommaso quivi medesimo. İ mgeler bulmak hafıza için yararlı ve gerekli
dir; çünkü yalın ve manevi maksatlar, cismani teşbihlere deyim yerindeyse
iliştirilmediği takdirde hafızadan kayıp gider.
Tullio ne! terzo della nuova Rettorica (Tullius'un Yeni Belagatinin Üçün
cü Cüzü) . Hatırlamak istediğimiz şeylere dair imge ve teşbihleri belli yerlere
yerleştirmeliyiz. Tullius yerlerin birer tablet veya kağıt parçasına, imgelerin
ise harflere benzediğini; imgeleri yerleştirmenin yazı yazmak gibi olduğunu,
konuşmanın ise okumak gibi olduğunu il ave eder. ı s
22. Bu iddia bana ait. Gelgelelim Bolonya muhabere okulunun belagat yapıtlarının
ilk tercümeleri üstünde etkili olduğu genel olarak kabul edilen bir görüştür. B kz. Mag
gini, s. 1.
23. On beşinci yüzyıl Vatikan elyazması Barb. Lat. 3929 f. 52 'de bulunur. Bu nüs
haya çağdaş dönemde eklenen bir not yapıtı hatalı biçimde Brunetto Latini'ye atfeder.
Brunetto Latini ve belagatlerin çevirileri konusunda çok fazla bulanıklık vardır;
açık olan ise, Brunetto'nun De inventione'nin serbest bir tercümesini yaptığı ama Ad
Herennium'u çevirmediğidir. Yapay hafızadan ise şüphesiz haberdardır, zira Tresor'un
III. Kitap'ında bu hafızaya atıfta bulunur (B. Latini, Li Livres dou Tresor, haz. F. J. Car
mody, Berkeley, 1948, s. 321).
24. Bu ilişkilendirme yalnızca her ikisi de on beşinci yüzyıla ait iki elyazmasında
bulunur. Ammaestramenti'nin en eski elyazması ( 1 342 tarihli Bibl. Naz., il. il. 3 19)
"Trattato"yu içermez.
25 . Bkz. daha önce s. 79.
1 02 HAFIZA SANATI
26. A. Matteo de' Corsini, Rosaio della vita, haz. F. Polidori, Floransa 1 845 .
27. Rosaio della vita'yı ezberlemek için kullanılacak olan Ars memorie artifıcalis
Rossi'nin Clavis universalis yapıtı içinde basılmıştır (s. 272-5).
28. Rossi, Clavis, s. 272.
29. Pal. 54 ve J. J. 47'nin içeriği (ki hemen hemen aynıdır, yalnızca J. 1. 47'nin so
nuna Aziz Bemard'ın bazı yapıtları eklenmiştir) şu şekildedir:
1) Rosaio de/la vita.
2) Trattato de/la memoria artifıciale (yani Ad Herennium 'un hafızayla ilgili bölü
münün Bono Giamboni tarafından yapılan çevirisi).
3) Jacopone da Todi'nin yaşamı.
ORTAÇAG' DA HAFIZA VE İMGELERİN OLUŞUMU 1 03
ğıyla 1 568'de Lyon'da Jean de Toumes tarafından basılan tuhaf yapıt, aslı kaybolmuş
olan bir el yazmasının tıpkıbasımıdır. İçerdiği sekiz maddenin bazıları şunlardır: 1) Tre
sor'un etik hakkındaki bölümünün İtalyanca tercümesi olan bir Etica bölümü, 4) Eti
ca 'nın sonunda yer alan, kötülükleri imgelerle eşleştirmeye yönelik bir parça, 7) Fiore
di Rettorica, yani hafıza üstüne bölümün en sona konduğu, Bono Giamboni'nin Ad
Herennium tercümesinin hatalarla dolu bir nüshası.
30. Bu resmin ikonografisi hakkında bkz. N. Rubenstein, "Political ldeas in Siene
se Art", Journal of the Warburg and Courtauld lnstitutes, XXI (1958), s. 198-227.
1 04 HAFIZA SANATI
4.1 Adalet ve Barış. Fresk (detay), Ambrogio Lorenzetti, Palazzo Pubblico, Siena. Fo
toğraf: Alinari.
3 1 . Bkz. s. 7 1.
1 06 HAFIZA SANATI
4.2 Sol Merhamet; 4.3 Sağ Haset. Fresk, Giotto, Arena Capella, Padova. Fotoğraf:
Alinari.
32. Bkz. s. 124-27, 1 3 1 -33, Resim 4.4 (s. 1 08) ve Resim 7 . 1 (s. 1 83).
33. Johann Host von Romberch, Congestorium artificiose memorie, Venedik,
1 533, s. 1 8 .
1 08 HAFIZA SANATI
4.4 Cehennem'de Bulunan Yerler. Fresk (detay), Nardo di Cione Santa Maria Novella
Manastırı, Floransa.
ORTAÇAG' DA HAFIZA VE İMGELERİN OLUŞUMU 1 09
34. L. Dolce, Dialogo ne/ quale si ragiona del modo di accrescere et conservar la
memoria (ilk basım 1 562), Venedik, 1 586, s. 1 5 arka yüz.
35. Bu tespite San Gimignano'nun Summa'sındaki Aklıselime dair teşbihlerden
ulaşmak mümkündür. İlahi Komedya'nın imge dağarcığına yönelik bir rehber olarak
bu yapıt hakkında bir inceleme yayımlamayı umuyorum.
1 10 HAFIZA SANATI
36. Beryl Smalley, English Friars and Antiquity in the Early Fourteenth Century,
Oxford, l 960.
37. A.g.y., s. 1 14-1 5 .
ORTAÇAG'DA HAFIZA VE İMGELERİN OLUŞUMU 111
Holcot hafıza imgelerinin çok tuhaf bir başka kullanımını daha tarif
eder. Bu türden imgeleri hayal gücünde kutsal bir metnin sayfaları üs
tüne yerleştirerek metni nasıl yorumlayacağını hatırlar. Hoşea'dan bir
sayfanın üstünde, onun bu günahtan bahsederken söyledikleri üstüne
kendisinin ne gibi yorumlar yapacağını hatırlatması için (Ridevall'dan
ödünç aldığı) Putperestlik imgesini hayal eder.44 Bu metnin üstüne elin
de yayı ve oklarıyla Cupido'nun bir imgesini yerleştirmeye kadar vardı
rır işi !45 Aşk tanrısı ve özellikleri, rahip tarafından ahlaki bir çerçeveye
oturtulur elbette ve bu "harekete geçirici" pagan imgesi metnin ahlaki
bir tefsiri yapılırken bir hafıza imgesi olarak kullanılır.
Bu İngiliz rahiplerin hafıza imgesi seçiminde Albertus Magnus'un
cevaz verdiği biçimde şairlerin kıssalarını tercih etmesi, Ortaçağ 'da pa-
46. Viyana ulusal Kütüphanesi, elyazması 2639, f. 33, ön ve arka yüz. Bu minya
türlerin Padova'daki kayıp bir freski model almış olma ihtimali hakkında bir tartışma
için bkz. Julius von Schlosser, "Guisto's Fresken in Padova und die Vorlaufen der Stan
za della Segnatura", Jahrbuch der Kunsthistorischen Sammlungen der Allerhöchsten
Kaiserhauses, XVII (1 896), s. 19 vd. Minyatürler, Chantilly'de bulunan bir elyazma
sında erdemler ve bağımsız sanatlar üstüne bir hatırlatma şiirini resimleyen minyatür
lerle ilişkilidir (bkz. L. Dorez, La canzone de/le virtu e de/le scienze, Bergamo, 1 894).
Bunların bir diğer nüshası da Floransa Ulusal Kütüphanesi il, 1, 27'de bulunur.
47. Schlosser figürlerin üstünde yer alan ibarelerin, Summa'da tanımlanan biçi
miyle erdemlerin kısımlarını kaydettiğini belirtir (s. 20).
ORTAÇAÖ'DA HAFIZA VE İMGELERİN OLUŞUMU 1 15
savın sırasını takip eden, Üzerlerinde ibareler yazılı olan imge dizilerin
den oluşması daha akla yatkındır. 48
Ortaçağ 'ın devasa içsel katedralleri bu yolla inşa edilmiş olabilir.
Aquinolu Aziz il, il, 49 'da çok sayıda yerin kullanımını öğütler; pek çok
ları, örneğin Francesco Petrarca da daha sonra bu kuralı izlemiştir . . so .
Bu ifade çok enteresandır, çünkü Tommaso il, il, 49 'da kaç yer kullan
mamız gerektiğine dair hiçbir şey söylemez; üstelik Petrarca'nın yapay
hafıza kurallarını tanımlayan, Romberch'in ona atfettiği gibi yerler hak
kında ayrıntılı tavsiyeler veren, günümüze ulaşmış herhangi bir yapıtı
da yoktur.
Belki de Romberch'in kitabının yarattığı etkinin bir sonucu olarak,
on altıncı yüzyıl hafıza risalelerinde Petrarca'nın adı sürekli tekrar edi
lir. Gesualdo, "Romberch' in hafıza konusunda izinden gittiği Petrarca"
dan söz eder.5 1 Garzoni ise Petrarca'yı ünlü "Hafıza Profesörleri" arası
na dahil eder.52 Heinrich Cornelius Agrippa, hafıza sanatının klasik
kaynaklarını sıraladıktan sonra, modern otoritelerin ilki olarak Petrarca'
yı anar.53 On yedinci yüzyılın başlarında Lambert Schenkel, hafıza sa-
Hafıza Risaleleri
• •
o
NCEKİ İKİ BÖLÜMDE ele alınan dönem, yapay hafıza hakkındaki
malzeme bakımından kıttır. Oysa şimdi eşiğinde durmakta ol-
duğumuz dönem, yani on beşinci ve on altıncı yüzyıllar için bu
nun tam tersi geçerlidir. Malzeme bol olduğundan, hikayemizi çok fazla
teferruata boğmamak açısından bir yığın hafıza risalesi arasından ı se
çim yapmak şarttır.
Gördüğüm Hafıza Sanatı konulu elyazmaları içinde -İtalya, Fransa
ve İngiltere'deki kütüphanelerde bunların pek çoğunu inceledim- on
beşinci yüzyıldan daha önce yazılmış olanı yoktur. Bunların bazıları,
daha önce yazılmış asılların nüshaları olabilir elbette. Sözgelimi Can
terbury Başpiskoposu Thomas Bradwardine'e atfedilen, on beşinci yüz
yıla ait iki nüshası bulunan risale,2 on dördüncü yüzyılda yazılmış ol
malıdır, çünkü Bradwardine 1 392 'de ölmüştür.
1482 'de ortaya çıkan ilk matbu hafıza risalesi, on altıncı yüzyıl bo
yunca ve on yedinci yüzyıl başlarına dek revaçta olacak bir türün ilk ör
neğini oluşturuyordu. İ ster el yazması olsun isterse matbu, hafıza risale-
nin 1 470'te Roma'da yapılan ilk basımını kısa süre sonra diğer basım
ları izlemişti. Daha önce vurguladığım gibi, klasik hafıza sanatının kla
sik döneme ait üç kaynağı içinde, sanatı açıkça bir hafıza tekniği olarak
tanımlayan kişi Quintilian'dır. Quintilian'la sanatın artık sektiler bir ez
ber tekniği olarak, Ortaçağ boyunca Ad Herennium kuralları etrafında
gelişen çağrışımlardan büsbütün sıyrılmış biçimde ele alınabilmesi
mümkün olmuştu. Girişimci bir kişinin hafıza sanatını yeni bir biçimde,
başarıya ulaştıran bir teknik olarak öğretmesinin yolu da böylece açıl
mış oluyordu. Her şeyi bilen antik dönem düşünürleri hafızanın nasıl
eğitilebileceğini de biliyorlardı; eğitimli bir hafızaya sahip olan kişi ise,
rekabetçi bir dünyada başkaları karşısında başarıya ulaşmasını sağlaya
cak bir üstünlük elde ediyordu. Artık daha iyi anlaşılmaya başlanan an
tik döneme özgü yapay hafızaya yönelik bir talep doğacaktı. Girişimci
bir kişi burada bir fırsat gördü ve onu kaçırmadı. Bu kişinin adı Raven
nalı Petrus'tu.
Ravennalı Petrus'un Phoenix, sive artificiosa memoria adlı yapıtı
(Anka veya Yapay Hafıza; ilk basımı Venedik, 1 49 1 ) hafıza hakkındaki
ders kitapları içinde en bilineniydi. Pek çok ülkede pek çok basımı 19 ve
çevirisi yapıldı,20 Gregor Reisch'ın rağbet gören genel bilgiler elkita
bında da yer aldı,21 matbu nüshaları amatörler tarafından kopyalandı.22
Kendi reklamını yapmakta Petrus'un üstüne yoktu, bu durum yöntem
lerinin yayılmasını sağladı; fakat bir hafıza hocası olarak kazandığı ünü
büyük ölçüde, ruhban sınıfından çok, sıradan insanları ezber teknikle
riyle tanıştırmasına borçluydu. Hafıza sanatını Cehennem'i hatırlamak
için değil pratik yaşamda kullanmak için öğrenmek isteyenler, Raven
nalı Petrus'un Phoenix'ine başvurabilirdi.
Petrus pratik tavsiyeler verir. Hafıza yerlerinin sessiz mahallerden
seçilmesini salık veren kuralı tartışırken, kullanılabilecek en iyi bina tü
rünün kimsenin uğramadığı bir kilise olduğunu söyler. Bu iş için seçtiği
19. Bunlar arasında 1492 Bolonya; 1 506, 1 608 Köln; 1 526, 1 533 Venedik; 1 54 1 ,
1 600 Viyana; ve 1 600 Vicenza basımları sayılabilir.
20. İngilizce çevirisi Robert Copland tarafından yapılmıştır; The Art of Memory
that is otherwise called the Phoenix, Londra, 1 548 dolayları. Bkz. ileride s. 286.
21. Gregor Reisch, Margarita philosophica, ilk basım 1 496, sonradan çok baskı
yapmıştır. Ravennalı Petrus'un hafıza sanatı Lib. III, Tract. il, cap. XXIIl'te bulunur.
22. Krş. Rossi, Clavis, s. 27n. Ravennalı'nın yapıtının Rossi'nin sözünü ettiği el
yazması nüshalarının yanı sıra bkz. Vatikan, Lat. 5347, f. 60 ve Paris, Lat. 8747, f. 1 '
dekiler.
23. Petrus Tommai (Ravennalı Petrus), Foenix, Venedik bas., 1 49 1 , sigs. b iii - b iv.
HAFIZA RİSALELERİ 1 29
25. Bunun örnekleri: Jodocus Weczdorff, Ars memorandi nova secretissima, 1 600
dolayları ve Weidalı Nicolaus Simonis, Ludus artificialis oblivionis, Leipzig, 1 5 1 0.
Yüklü miktarda büyü içeren bu yapıtların başlık sayfaları ve içerdikleri diyagramlar
Volkmann tarafından yayımlanmıştır; İllüstr. 1 68-7 1 .
26. 1 533 Venedik baskısını kullanıyorum. Romberch'i Ludovico Dolce'nin İtal
yanca çevirisinden incelemek daha kolaydır. Bkz. ileride s. 1 83-85 ve daha önce s. 1 09.
HAFIZA RİSALELERİ 131
27. Romberch, s. 2 arka yüz, 12 arka yüz, 14 ön yüz, 20 ön yüz, 26 arka yüz vb.
1 32 HAFIZA S ANATI
5.3 Manastır Hafıza Sistemi. 5.4 Manastır Hafıza Sisteminde Kullanılacak: İmgeler.
Johann Host von Romberch, Congestorium artificiose memorie, Venedik, 1 533.
lir; yerin imgeye kıyasla sahip olması gereken oranı göstermek için, in
san figürü yukarı ve yanlara doğru uzanmaktadır (Resim 5 .5). Bu kural,
yerlere dair klasik kurallarda görülen, mekan, ışık, uzaklığa dair sanat
sal bir duygudan doğar. Bu özelliğin Giotto'nun resmettiği hafıza yerle
ri üstündeki etkisinden daha önce bahsetmiştik. Anlaşıldığı kadarıyla
kural, hafıza imgelerini oluşturan nesneler için değil insan imgeleri için
geçerlidir; ayrıca yerlere ilişkin kuralların da benzer biçimde yorum
lanmasını gerektirebilir (düzenli bir sırayla yerleştirilmiş imgelerin ar
ka plandan sıyrılarak öne çıkmasını sağlama).
İmgeler konusunda ise, 34 Romberch imgelerin çarpıcı olması gerek
tiğine dair klasik kuralları korur, ancak pek çok yorum ve Tommaso'nun
cismani teşbihler üstüne yazdıklarından bolca alıntı ekler. Hep olduğu
gibi, hafıza imgelerinin çizimlerine yer verilmez, bu imgeler açıkça ta
rif de edilmez. Kendi imgelerimizi kurallar ışığında inşa etmemiz bek
lenir.
Kitabın bu bölümünde bazı tasvirler yer alır gerçi, ancak bunlar
"görsel alfabeler"dir. Görsel bir alfabe, alfabenin harflerini imgelerle
temsil etmenin bir yoludur. Bunlar farklı biçimlerde oluşturulur; sözge
limi biçimleri alfabenin harflerini hatırlatan nesnelerin resimleriyle
(Resim 5 .8), A harfi için pergel ya da merdiven gibi. Diğer bir yol, ad-
5.6 B ir hafıza imgesi olarak Gramer. Johann Host von Romberch, Congestorium arti
ficiose memorie, Venedik, 1533.
5.7 ve 5.8 Gramer imgesi üstünde yer alacak ibarelerde kullanılacak görsel alfabeler.
Johann Host von Romberch, Congestorium artificiose memorie, Venedik, 1 53 3 .
4 1 . Romberch kendi "kuşlar" alfabesine bağlı kalsaydı, A'yı temsil eden kuş Anser
olmalıydı (bkz. Resim 5.7), fakat metinde (s. 83 ön yüz) Gramerin koluna konan kuşun
Aquila olduğu belirtilir.
1 38 HAFIZA SANATI
5.9Yapay hafıza sistemi olarak Cehennem. 5 . 1 0 Yapay hafıza sistemi olarak Cennet.
Cosmas Rossellius, Thesaurus Artificiose Memoriae, Venedik, 1 579.
1 42 HAFIZA SANATI
ruyu ele almış, bir filolog olarak sahip olduğu büyük şöhretin ağırlığını
kullanarak bu yapıtın Cicero'ya atfedilmesinin yanlış olduğunu ortaya
koymuştur.s ı Yanlış atıf bir süre daha matbu baskılarda varlığını sür
dürse de,52 Ad Herennium 'un Cicero'ya ait olmadığı zaman içinde her
kesçe öğrenilir.
Bu bilgi Tullius'un Birinci ve İkinci Belagati arasındaki eski ittifa
kın çözülmesine neden olur. Tullius'un Birinci Belagatin, yani De in
ventione 'nin yazarı olduğu, hafızanın Aklıselimin parçası olduğunu
söylediği doğruydu. Fakat bunun ardından gelen ve her şeyi yerli yerine
oturtan ifade, Tullius'un İkinci Belagatte hafızanın yapay hafıza yoluyla
eğitilebileceğini söylediği iddiası, geçerliliğini yitirdi, çünkü İkinci Be
lagatin yazarı Tullius değildi. Ortaçağ'dan beri gelen hafıza geleneği
için bu yanlış atfın ne kadar önemli olduğu, bu geleneğe ait yazarların
hümanist filologların keşfini sistematik biçimde gözardı etmesinden de
anlaşılabilir. Romberch Ad Herennium 'dan aktardığı pasajları daima
Cicero'ya atfeder,53 keza Rossellius da.54 Giordano Bruno'nun Domini
ken hafıza geleneğinden geldiğini en açık biçimde gösteren kanıt, eski
keşişin 1582'de yayımlanan hafıza üstüne bir yapıtında hümanist eleş
tiri geleneğini hiç tereddütsüz gözardı ederek Ad Herennium 'dan yaptı
ğı bir alıntıyı şu sözlerle sunmasıdır: "Dinleyin, Tullius ne diyor."55
Rönesans döneminde sektiler hitabet sanatının canlandırılmasıyla
birlikte, hafıza sanatının Ortaçağ çağrışımlarından arınmış sektiler bir
teknik olarak yeniden rağbet görmesini beklememiz gerekir. Tıpkı An
tikçağ 'da olduğu gibi Rönesans döneminde de, dikkat çekici hafıza gös
terileri hayranlık uyandırıyordu. Bu sanatın hafıza tekniği olarak kulla
nımına yönelik yeni ve sektiler bir talep ortaya çıktı, ve Ravennalı Pet
rus gibi hafıza yazarları bu talebi karşılamaya yöneldi. Albrecht Dürer'
in arkadaşı Willibald Pirckheimer'a yazdığı bir mektupta, bu sanat ara
cılığıyla ezberlemek üzere bir konuşma hazırlamakta olan hümanist bir
hatibin gülünç bir anına tanık oluruz:
mına yazdığı sunuş, s. lxi. Comificius pek çok kez yapıtın yazarlığına aday gösterilmişse
de burada henüz kabul edilmemiştir; bkz. Caplan'ın Loeb basımına yazdığı sunuş.
5 1 . L. Yalla, Opera, Basel basımı, 1 540, s. 5 1 0; krş. Marx, Caplan.
52. Bkz. daha önce s. 66.
53. Romberch, s. 26 arka yüz, 44 ön yüz, vb.
54. Rossellius, önsöz, s. 1 arka yüz vb.
55. G. Bruno, Opere /atine, il (i), s. 25 1 .
HAFIZA RİSALELERİ 1 45
Bütün hafıza tanrılarının içine sığacağı bir odanın dörtten fazla köşesinin
olması gerek. Kafamı bunlarla dolduracak değilim; o işi sana bırakıyorum;
çünkü bana kalırsa kafada ne kadar çok oda olursa olsun, insan hepsine dol
duracak bir şeyler bulur. Marki böyle bir konuşmayı sonuna kadar dinleme
yecektir! 56
58. E Melanchthon, Rhetorica elementa, Venedik, 1 534, s. 4 arka yüz. Krş. Rossi,
Clavis, s . 89.
HAFIZA RİSALELERİ 1 47
ğıyla hafıza sanatı bir kez daha dönüşüm geçirdi, bu kez Hermesçi ya
da hatmi bir sanat halini aldı ve bu şekliyle Avrupa'nın merkezi bir ge
leneği içinde merkezi bir konumda yer almayı sürdürdü.
Hafıza sanatının Rönesans döneminde uğradığı dönüşümü incele
meye başlamak için nihayet hazırız; bu tarihsel dönüşümün ilk örneği
olarak Giulio Camillo'nun Hafıza Tiyatrosu'nu ele alacağız.
VI
Rönesans Hafızası: 1
Giulio Camillo'nun Hafıza Tiyatrosu
G
IULIO CAMILLO, ya da tam adıyla söylersek Giulio Camillo Del
minio, on altıncı yüzyılın en ünlü şahsiyetlerindendi.2 Sahip ol
duğu engin kabiliyetler nedeniyle çağdaşlarının hayretle izledi
ği insanlardan biriydi. Bütün İtalya ve Fransa onun tasarladığı tiyatro
dan bahsediyor, yapıtın esrarengiz ünü sanki her geçen yıl artıyordu .
Peki ama tam olarak neydi bu yapıt? İmgelerle bezeli, ahşap bir Tiyatro,
Venedik'te Erasmus'un mektuplaştığı birine bizzat Camillo tarafından
gösterilmişti; buna benzer bir şey daha sonra Paris'te de sergilenmişti.
Tam olarak nasıl işlediğinin sırrı ise dünyada yalnız bir kişiye, Fransa
Kralı'na açıklanacaktı. Camillo her daim hazırlamakta olduğu, yüce ta
sarılarını gelecek kuşaklar için muhafaza edecek olan o büyük kitabı
bir türlü tamamlayıp ortaya çıkaramadı. Öyleyse, çağdaşlarının "ilahi
1. Hafıza sanatı bu noktada Rönesans gizeminin etkisinde kalacağı bir evreye giri
yor. Marsilio Ficino'dan Pico della Mirandola'ya ve oradan da Bruno'nun ortaya çıkı
şına uzanan Rönesans dönemi Hermetik-Kabalacı geleneğin tarihini Giordano Bruno
and the Hermetic Tradition (Londra ve Chicago, 1964) başlıklı yapıtımın ilk on bölü
münde ortaya koymuştum. Bu kitap Camillo'dan bahsetmemekle birlikte onun Hafıza
Tiyatrosu'nda ifade bulan yaklaşımın arka planını sunuyor. Buradan itibaren kitaba ya
pılan atıflarda başlığın kısaltılmış biçimi G.B. and H.T olarak verilecek.
Ficino'nun büyüsü ve onun Hermetik Asclepios'a dayanan temelleri konusunda da
ha kapsamlı bir inceleme için bkz. D. P. Walker, Spiritual and Demonic Magic from Fi
cino to Campanella (Warburg Enstitüsü, Londra, 1958). Buradan itibaren kısaca Wal
ker, Magic olarak anılacak.
Camillo'nun başvurduğu Hermetik risalelerin en iyi modern basımı, A. D. Nock ve
A. J. Festugiere tarafından yayına hazırlanan Corpus Hermeticum'dur (Paris 1945 ve
1954, 4 cilt, Fransızca tercümesiyle birlikte; Türkçesi: Corpus Hermeticum: Hermetik
Öğreti, çev. Hürrem Gür Türer, Mavi Kalem 20 1 8).
2. Enciclopedia italiana'nın "Delminio, Giulio Camillo" maddesinde geçen bu
ifade abartılı değildir.
RÖNESANS HAFIZASI: CAMILLO'NUN HAFIZA TİYATROSU 149
Ona görüşünü savunmak için herhangi bir şey yazıp yazmadığını sordu
ğumda -zira bugün Cicero'yu böylesine büyük bir hevesle taklit etmeyi tas
vip etmeyen bir sürü insan var- çok şey yazdığı, ancak Kral'a ithafen İ tal
yanca olarak yazılmış ufak tefek birkaç şey hariç bunların çoğunu henüz ya
yımlamadığı cevabını verdi. Bütün enerjisini verdiği yapıtı tamamlar tamam
lamaz, salim bir vakitte konu hakkındaki görüşlerini yayımlamayı planlıyor.
Dediğine göre buna şimdiden 1 500 duka harcamış, oysa Kral ona şimdilik
sadece 500 duka vermiş. Fakat emeğinin meyvelerini toplamaya başladığı
vakit Kral'ın kendisini cömertçe ödüllendireceğini umuyor.7
7. A .g.y. , X, s. 29-30.
8. Carnillo'nun seyahatleri hakkında bilinenlerin bir özeti için bkz. Erasmus, Epist.,
IX, s. 479.
9. R. C. Christie, Etienne Dolet, Londra, 1 880, s. 142.
1 52 HAFIZA SANATI
dan uzun bir süre geçtikten sonra yazmaktadır. Tiyatroya ilişkin tasviri
Viglius'un mektuplarından kopyalanmıştır; mektuplar o dönemde he
nüz yayımlanmamış olsa da Erasmus'un sekreteri sıfatıyla Cousin on
lara ulaşabilmiştir. 10 Bu durum Cousin'in mektubunu Fransa'da gördük
lerinin ilk ağızdan anlatımı olarak değerlendirilmesini fazlasıyla güç
leştirir, ancak Fransa'da inşa edilen Tiyatronun Viglius'un Venedik'te
gördüğü makete çok benzer olması muhtemeldir. Tiyatronun Fransa'da
ki örneği erken bir tarihte ortadan kaybolmuş gibi görünmektedir. On
yedinci yüzyılda büyük Fransız antika koleksiyoncusu Montfaucon
onun nerede olduğunu araştırmış ancak izine rast gelmemiştir. 1 1
Camillo ve Tiyatrosu, İtalya'da olduğu kadar Fransız sarayında da
adından çok söz ettirmiştir; onun Fransa ziyareti hakkında söylenen çe
şitli efsaneler bugüne dek ulaşmıştır. Bunların içinde en ilgi çekici ola
nı, Betussi'nin 1 544 'te yayımlanan diyaloglarında bir versiyonunu ak
tardığı aslan hikayesidir. Dediğine göre, Giulio Camillo Paris'te bir gün,
Lorraine Kardinali Luigi Alamanni ve Betussi'nin de aralarında olduğu
bir grup soylu beyefendiyle birlikte, birtakım vahşi hayvanları görmeye
gider. Bu sırada bir aslan kafesinden kaçıp ziyaretçi kafilesine doğru
gelir.
1 0. Bkz. Erasmus'a not, Epist. IX, s. 475 . Coisin'in tiyatro hakkında Viglius'tan
yaptığı alıntılar için bkz. Cognati opera, Basel, 1 562, 1, s. 2 1 7- 1 8, 302-4, 3 1 7-19. Ay
nca krş. Secret, a.g.y. , s. 420.
1 1 . Liruti, s. 1 29.
12. G. Betussi, il Raverta, Venedik, 1 544; haz. G. Zonta, Bari, 1912, s. 1 3 3 .
RÖNESANS HAFIZASI: CAMILLO'NUN HAFIZA TİYATROSU 1 53
Ne yazık ki bunu izleyen Tiyatro tasviri, 1 550 yılında basılan l'idea del
Th eatro 'dan kelimesi kelimesine alıntılardan oluşmaktadır, dolayısıyla
villada bulunan yapıt hakkında güvenilir bir tasvir olarak kabul edile
mez. Villanın sahibi tiyatronun kendisini veya onun kopyalarından bi
rini satın alarak nadir eserler koleksiyonuna mı katmıştır? Tirabochi,
bahsi geçen "resimlerin" tiyatroyu süsleyen imgelerden hareketle ya
pılmış fresklerden oluştuğu kanaatindedir, ıs ancak tiyatronun somut bir
nesne olarak var olduğuna hiçbir zaman inanmamıştır, oysa biz var ol
duğunu biliyoruz. Bununla birlikte, resimler hakkındaki yorumu doğru
olabilir; zira L'idea del Theatro 'nun önsözünde yer alan, "böylesine şa
hane bir abideye ait düzeneğin tamamı bugün mevcut değildir" ifadesi,
1 550 İtalyası'nda somut bir nesne olarak bu tiyatronun izine rastlanma
dığına işaret eder.
Yapıtı bir bütün oluşturmamasına karşın, belki de tam da bu sebep
ten, Giulio Camillo'nun şöhreti ölümünden sonra eksilmemiş, aksine o
güne dek olduğundan daha parlak bir seviyeye ulaşmıştır. Ludovico Dol
ce adında, halkın ilgisini nelerin çektiği konusunda keskin bir sezgiye
sahip olan popüler bir yazar, 1 55 2 'de Camillo'nun bir nebze cılız külli
yatının toplu bir baskısı için yazdığı önsözde, böyle bir dahinin, tıpkı
Pico della Mirandola gibi yapıtını tamamlayamadan, "insani olmaktan
çok ilahi bir nitelik sergileyen zekası"nın meyvelerini tam olarak vere
meden erken yaşta ölmesine esef ediyordu. 19 Girolamo Muzio ise 1 5 88'
de Bolonya'da verdiği bir söylevde Ü ç Hikmetli Mercurius, Pythagoras,
Platon ve Pico della Mirandola'nın felsefelerinden övgüyle söz ederken,
Giulio Camillo'nun tiyatrosunu da bunlara dahil ediyordu.20 J. M. Tos
canus'un 1 57 8'de Paris'te yayımladığı Peplus Italiae yapıtında, İtalya'
nın yetiştirdiği ünlüler için yazılmış bir dizi Latince şiirin arasında,
muhteşem tiyatrosu dünyanın yedi harikası arasında anılması gereken
Camillo'ya ithaf ettiği bir şiir de bulunuyordu. Şiire eklenen bir notta
Camillo, İbranilerin Kabala adı verilen mistik gelenekleri hakkında son
derece bilgili, Mısırlılar, Pythagorasçılar ve Platoncuların felsefelerine
de derinden vakıf bir kişi olarak tarif ediliyordu.21
Rönesans döneminde "Mısırlıların felsefeleri" temelde Üç Hikmetli
Mercurius'un (ya da Ü ç Hikmetli Hermes veya Hermes Müselles) yaz
dığı varsayılan yapıtları, yani Ficino'nun derinlemesine mütalaa ettiği
Corpus Hermeticum: Hermetik Ö ğreti ve Asclepios 'u (Asklepios) ifade
eder. Pico della Mirandola bunlara Yahudi Kabalasının gizemlerini ek
lemiştir. Camillo adının hayranları tarafından sıklıkla Pico della Miran
dola ile birlikte anılması hiç de tesadüf değildir, zira Camillo, Pico'nun
temellerini attığı Hermesçi-Kabalacı geleneğin içinde bütünüyle ve
coşkuyla yerini almıştır.22 Yaşamının başyapıtı, bu geleneği klasik hafı-
19. G. Camillo, Tutte le opere, Venedik, 1 552; önsöz, Ludovico Dolce. 1 554-84
arasında Tutte le opere'nin hepsi Venedik'te olmak üzere en az dokuz baskısı daha ya
pılmıştır. B kz. C. W E., Catalogue of the Christie Collection, Manchester University
Press, 1 9 1 5 , s. 97-80.
20. Liruti, s. 1 26. 21. J. M. Toscanus, Peplus italiae, Paris, 1 578, s. 85
22. Bkz. G.B. and H.T., s. 84.
RÖNESANS HAFIZASI: CAMILLO'NUN HAFIZA TİYATROSU 1 55
zihni uyanık tutacak ve hafızayı harekete geçirecek olan bu yedi ölçüde bir
düzen bulmak olmuştur.29
Daha yukarıda yer alan altı kademenin her biri kendine has genel bir
sembolik anlama sahiptir; bu sembolik anlam aynı seviyede bulunan
yedi kapının hepsinin üstünde aynı imgeyle temsil edilir. Plan üstünde
bunu göstermek için, her bir seviyeye ait genel imgenin adını o seviye
de bulunan bütün kapıların üstünde belirttik (her kapının -düşey düz
lemde- hangi gezegen dizisine ait olduğunu bildiren gezegen karakter
lerinin yanı sıra).
Böylelikle, ikinci kademede bulunan bütün kapıların en üst kısmın
da okur "Şölen" ibaresini görecektir (Güneş hariç; Güneş dizisini diğer
gezegen dizilerinden ayırt etmek için "Şölen" birinci kademeye yerleş
tirilmiştir), çünkü Şölen imgesi bu seviyenin genel anlamını ifade eder.
"Tiyatronun ikinci kademesinde bütün kapıların üstüne aynı imge res
medilecek, ki bu da bir şölen imgesi olacak. Homeros Okeanos'un bütün
tanrılar için bir şölen verdiğini anlatır. Bu yüce ozanın icat ettiği böyle
bir hikaye gizemli ve yüce bir anlamdan yoksun değildir. " 3 1 Camillo'
nun açıklamasında Okeanos, "ilk madde"den (materia prima) önce var
olan bilgelik sulandır, davet edilen tanrılar ise tanrısal model içinde var
lığını sürdüren İdealardır. Benzer biçimde, Homeros'un destanındaki
şölen, Camillo'ya Aziz Yuhanna İncili'nden "Başlangıçta söz vardı" ifa
desini veya Tekvin'in girişindeki "Başlangıçta" sözünü çağrıştırır. Baş
ka bir deyişle tiyatronun ikinci kademesi aslında yaratılışın ilk günüdür;
Okeanos tarafından tanrılara verilen bir ziyafet olarak tahayyül edil
mektedir; bu tanrılar ise yaratılışın henüz ortaya çıkmaya başlayan ve
burada yalın, karışmamış biçimleriyle beliren unsurlarıdır.
" Üçüncü kademede yer alan kapıların her birinin üstünde Mağara
tasviri bulunacaktır; bunu Platon'un Devlet'te tasvir ettiği mağaradan
ayırt etmek için Homeros'un Mağarası olarak adlandıracağız." Odys
seia 'da tasvir edilen nympha ' ların mağarasında, periler kumaş dokuyor
anlarsa içeri girip çıkıyorlardı; Camillo'ya göre bu iki faaliyet de ele
mentlerin birbirleriyle karışarak elementata 'yı oluşturmasını ifade
eder: "Dileriz ki yedi mağaranın her biri kendisine ait olan karışımları
ve elementata 'yı, kendi gezegeninin doğasına uygun olarak muhafaza
3 1 . A.g.y., s. 17. Krş. Homeros, lliad, I, 423-25 ; Türkçesi: İlyada, çev. Azra Erhat
ve A. Kadir, Can, 1984. Camillo burada Macrobius'un mitoloji yorumunu düşünüyor
olabilir. Bu yoruma göre, Jüpiter'le birl ikte Okeanos'un davetine giden tanrılar, geze
genlerdir. Bkz. Macrobius, Commentary on the Dream of Scipio, İng. çev. W H. Stahl,
Columbia, 1952, s. 2 1 8 .
RÖNESANS HAFIZASI: CAMILLO'NUN HAFIZA TİYATROSU 1 59
etsin. "32 Öyleyse Mağara kademesi, yaratılışın daha ileri bir evresini
temsil eder; elementlerin karışarak yaratılmış şeyleri, yani elementata '
yı oluşturdukları evredir bu. Tekvin' in Kabalacı yorumlarından aktarı
lan bir alıntıyla açıklanır.
Dördüncü kademede insanın yaratılışına ulaşırız, daha doğrusu içsel
bir varlık olarak insanın, zihin ve ruhun yaratılışına. "Şimdi de, Tanrı'
nın kendi suretinde ve kendine benzer olarak yarattığı, yaratılanlar ara
sında en şereflisi olan iç insana ait dördüncü seviyeye çıkalım."33 Öy
leyse bu kademenin bütün kapıları üstünde resmedilen ana imge niçin
Hesiodos'un tasvir ettiği, tek bir gözü paylaşan üç Gorgon Kızkardeş
imgesidir?34 Çünkü Camillo Kabalacı kaynaklardan insanın üç ruha sa
hip olduğu görüşünü almaktadır. Tek göze sahip olan üç kız kardeş im
gesi, "her gezegenin doğasına göre farklılaşmak kaydıyla iç insana ait
olan şeyler"i içeren dördüncü seviye için kullanılabilir.35
Beşinci kademede insanın ruhu bedeniyle kaynaşır. Söz konusu
kaynaşma, bu kademedeki kapıların ana imgesi olan, Pasiphae ile Boğa
imgesiyle ifade edilir. "Çünkü Pasiphae'nin Boğa'ya aşık olması, Pla
tonculara göre, ruhun bedeni arzulayan bir hale düşmesini ifade eder. "36
Ruh yüksekten aşağı doğru yolculuğunda, bütün kürelerden geçerken,
saf ateşten aracı havadan menkul bir araca dönüşür ve bu sayede kaba
cismani biçimle kaynaşması mümkün olur. Bu çakışma Pasiphae'nin
Boğa'yla birleşmesi biçiminde sembolize edilir. Böylece, tiyatronun be
şinci kademesinde Pasiphae imgesi, bu kademede bulunan "bütün di
ğer imgelerin önüne geçecektir; bu kademede bulunan kapılara insa
nın yalnızca içsel yönüne değil, aynı zamanda dışsal yönüne ait olan ve
her gezegenin doğasına uygun olarak bedeninin parçalarını ilgilendiren
şeyler ve kelimelerle ilgili kitaplar iliştirilecektir. "37 Beşinci seviyede
bulunan kapıların her birinin üstündeki en son imge yalnız bir boğa ola
caktır; bu boğalar insan bedeninin farklı kısımlarını ve bunların on iki
burç simgesiyle olan ilişkilerini temsil edecektir. Plan üstünde bu boğa
lar, temsil ettikleri uzuvlar ve bunların her birine karşılık gelen burç
işaretleri, beşinci kademede bulunan kapıların her birinin en altında be
lirtilmiş tir.
32. L'idea del Theatro, s. 29. Krş. Homeros, Odyssea, XIII, 1 02 vd. Nymphalar
Mağarası'nın elementlerin karışımı olarak yorumlanması Porphyrios'un De antm
nympharum yapıtına dayanıyor.
33. L'idea del Theatro, s. 53. 34. Hesiodos, Shield of Hercules, s. 230.
35. L'idea del Theatro, s. 62. 36. A.g.y., s. 67 . 37. A.g.y., s. 68.
1 60 HAFIZA SANATI
yesinde aynı imge karışmış bir element olarak havayı; Merkür'ün San
daletleri seviyesinde doğal bir faaliyet olarak solunumu, iç çekişi; Pro
metheus seviyesinde ise havadan faydalanan sanatları, örneğin yel de
ğirmenlerini ifade eder. Jüpiter faydalı, munis, yatıştırıcı etkilere sahip
bir gezegendir. Jüpiter dizisinde Üç Kharit imgesi, Mağara düzeyinde,
yararlı şeyleri ifade eder; Pasiphae ve Boğa seviyesinde yararlı bir do
ğayı; Merkür'ün Sandaletleri seviyesinde ise hayırlı işler yapmayı ifade
eder. Bir imgenin, ana fikrini kaybetmeksizin farklı seviyelerde farklı
bir anlam edinmesi, tiyatronun imge düzeninin dikkatle tasarlanmış bir
niteliğini oluşturur. Gorgon Kızkardeşler düzeyinde özenle çizilmiş
Leylek ve Kadüse imgesi, Şen karakteri bütünüyle manevi veya zihin
sel olarak temsil eder: dingin ruhun göğe doğru yükselişi . . . tercih, hü
küm, tavsiye. Pasiphae ile Boğa seviyesinde bedenle kaynaşan Şen ki
şilik, iyilik, dost canlısı olmak, talih ve serveti çağrıştıran imgelerle tem
sil edilir. Neşeli doğal faaliyetler Merkür'ün Sandaletleri düzeyinde er
demin, dostluğun yaşama geçirilişini temsil eden imgeler biçiminde be
lirir. Prometheus seviyesinde, Neşeli karakter din ve yasayı çağrıştıran
imgelerle temsil edilir.
Veya bunun karşıtı olan Satürn dizisini ele alalım.42 Satürn'ün top
rak unsuruyla ilişkisi Şölen düzeyinde basit bir element olarak toprağı
ifade eden Kybele imgesi olarak belirir; Mağara düzeyinde Kybele, ka
rışmış bir element olarak topraktır; Merkür'ün Sandaletleri seviyesinde
Kybele toprakla ilişkili doğal faaliyetlerdir; Prometheus seviyesinde
Kybele, geometri, coğrafya ve ziraat gibi toprakla ilgili sanatlardır. Sa
türnvari mizacın hüzün ve yalnızlığı, Mağara, Pasiphae ve Merkür'ün
Sandaletleri düzeyinde tekrar tekrar görülen Yalnız Serçe imgesiyle ifa
de edilir. Satürnvari mizacın zihinsel nitelikleri Gorgon Kızkardeşler
seviyesinde, tefekkürün yüceliğine ulaşmak için dünyayla girişilen mü
cadeleyi ifade eden Hercules ve Antaeus imgesi olarak belirir (aynı se
viyede Jüpiterci zihnin kolayca, hafifçe yükselişiyle karşılaştırın). Sa
türn'ün zamanla olan ilişkisi Mağara düzeyinde, geçmiş, şimdiki zaman
ve geleceği simgeleyen birer kurt, aslan ve köpek kafası imgesiyle ifade
edilir.43 Bu gezegenin talihsizlik ve yoksullukla olan ilişkisi Mağara,
bakıldığında görülendir.
Gelgelelim bu görünüm, hatırlama tekniklerine ilişkin geleneksel
terminoloji kullanılarak, gayet bilinçli bir biçimde, klasik dönem hafıza
sanatının çerçevesine oturtulmuştur. Tiyatro hafıza yerlerinden oluşan
bir sistemdir, bu sistem her ne kadar "ulvi ve eşsiz bir düzen"e dayanı
yor olsa da. "Ona emanet ettiğimiz şeyleri, kelimeleri ve sanatları bizim
için muhafaza ederek", klasik bir hafıza sisteminin hatipler için gerçek
leştirdiği işlevin aynısını yerine getirir. Eski çağ hatipleri hatırlamak is
tedikleri konuşmaların bölümlerini "gelip geçici" yerlere emanet eder
lerdi, oysa "sözle ifade edilebilecek olan her şeyin ebedi doğasını son
suza dek saklamak" isteğindeki Camillo bunları "ebedi yerler"e tayin
etmektedir.
Tiyatroda bulunan temel imgeler, gezegenlerle özdeşleşen tanrılara
aittir. İyi bir hafıza imgesinde -kurallara göre- bulunması gereken duy
gulara hitap etme özelliği, Jüpiter'in dinginliğini, Mars'ın hiddetini, Sa
tüm'ün melankolisini, Venüs'ün sevgisini ifade eden bu imgelerde mev
cuttur. Tiyatro burada yine nedenlerden, çeşitli duyguların gezegenlere
bağlı nedenlerinden hareket etmekte; gezegenlerdeki kaynaklarından
çıkıp tiyatronun yedi katmanı arasında dolaşan farklı duygusal akımlar,
klasik sanatın önerdiği üzere hafızayı duygusal yoldan harekete geçir
me görevini yerine getirmekte, ancak bunu nedenlerle organik bir bağ
kurarak yapmaktadır.
Viglius'un tasvirinden anlaşıldığı kadarıyla tiyatroda imgelerin al
tında, içinde kağıt tomarları olan çekmeceler, kutular veya sandık ben
zeri bir şeyler bulunuyordu; bu kağıtların üstünde, imgelerin çağrıştır
dığı konularla ilgili, Cicero'nun yapıtlarına dayanan söylevler yazılıydı .
L'idea del Theatro da bu sisteme sıkça atıfta bulunulmaktadır; örneğin
'
47. L'idea del Theatro, s. 1 0; aktaran Ficino, Opera, Basel, 1 576, s. 1 837.
RÖNESANS HAFIZASI: CAMILLO'NUN HAFIZA TİYATROSU 1 67
Böylece içinde bütün güce sahip olduğu yaratım alanına dahil olduğunda
. . . Valiler ona hayran kaldı ve her biri ona kendi hükümdarlığından bir parça
verdi.48
yunca "şeytan" ve "cin" kavramları arasında oynak bir yerde durmuştur. Söz konusu
iki kavramdan hangisinin kastedildiği, ait olduğu tarihsel bağlam içinde değişim gös
terir. Bu kitabın Hermetik bağlamında "cin" karşılığı görece daha uygun görünüyor. -
ç.n.
50. A .g.y.
5 1 . Corpus Hermeticum XII, "On the common intellect" bölümünden alıntı, L'idea
del Theatro, s. 5 1 .
52. Camillo muhtemelen göğün katmanlarını gnostik bir biçimde kat ederek ilahi
kökenine yükselişini gerçekleştirmişti. Macrobius'a göre ruhlar, Akrep burcundan ge
çerek gök-ötesi alemi unutmalanna yol açan bir kadehten içmeleri sonucunda alçalı
yorlar, Oğlak burcundan geçerek tekrar yükseliyorlardı. Bkz. tiyatronun planında Sa
türn dizisi, Gorgon Kızkardeşler kademesi, "Bacchus'un kadehinden içen kız".
RÖNESANS HAFIZASI: CAMILLO'NUN HAFIZA TİYATROSU 1 69
haz. F. Secret, Roma, 1959, s. 13. Viterbolu Kardinal Egidio'nun çevresinde Kabalacı
çalışmalara derin ilgi duyan diğer isimler arasında, De harmonio mundi'nin yazarı
Francesco Giorgi ve Viterbolu Annio bulunur.
55. L'idea del Theatro, s. 56-57; krş. Zohar, I, 206a; il, 1 4 1 b; III, 70b (Türkçesi:
Zohar: İhtişamın Kitabı, çev. Ebru Yetiş, Dharrna, 1994) ve G. Gershom Scholem, Ma
jor Trends in Jewish Mysticism, Kudüs, 1 94 1 , s. 236-37.
56. Camillo, Tutte le opere, Venedik, 1 552, s 42-43.
RÖNESANS HAFIZASI : CAMILLO'NUN HAFIZA TİYATROSU 171
Nesime y a d a ruhun e n yüce kısmı, genel olarak ruh, rasyonel ruh, ruh
ve yaşam.
Camillo, tiyatrosunu Pico della Mirandola'nın manevi dünyası için
de inşa eder. Pico'nun tezleri, " İnsanın Değeri Ü stüne Söylev"i ve Hep
taplus 'unun (Yaratılışın Altı Gününün Yedi Açıdan İzahı) dahil olduğu
dünya, ve onun meleklere ait katmanları, Sefirotları, yaratılışın günleri
ile iç içe geçen Ü ç Hikmetli Mercurius, Platon, Plotinos, Aziz Yuhanna
İncili, Aziz Paulus'un mektuplan - paganlık, Musevilik veya Hıristi
yanlık gibi bambaşka kaynaklardan gelen bütün bu referanslar arasında
Pico, her kapıyı açan anahtarı bulmuşçasına, kendinden emin bir tavırla
dolaşmaktadır. Pico'nun elindeki anahtar Camillo'nunkiyle aynıdır.
Zihni Tanrı'nın suretinden yaratılmış olan insan, bu dünyada orta sevi
yede konumlanır (Gorgon Kızkardeşler kademesinin tiyatronun orta ka
demesini oluşturmasıyla karşılaştırın). İnsan bu dünyanın içinde fera
setle dolaşarak onu Hermetik ve Kabalacı incelikli dinsel büyüler ara
cılığıyla kendi içine çekebilir, böylelikle doğuştan hakkı olan o tanrısal
düzeye yeniden erişebilir. Kökeninde Yedi Vali ile doğal akraba olan
insan (Pico, Söylev' in başında Üç Hikmetli Mercurius'tan alıntıyla, "Ah
insan nasıl bir mucizedir," diye haykırmaktadır) dünyayı idare eden ye
di gezegenle iletişim kurabilir. Bunların da ötesine yükselerek Kabalacı
sırlar aracılığıyla meleklerle irtibat kurabilir - tanrısal aklı sayesinde
her üç dünya, yani gök-ötesi alem, göksel alem ve yeryüzü arasında ha
reket edebilir.57 Camillo'nun zihni de tiyatroda dünyalar arasında böyle
dolaşmaktadır. Pico bu tür şeylerin bir örtünün altında gizlenmesi ge
rektiğini belirtir. Mısırlılar tapınaklarının girişine, gizemli bilgilerin
saklı kalması gerektiğini ima eden bir sfenks koymuşlardır. Musa'ya
inen en yüce vahiyler Kabalada sır olarak tutulmaktadır. Tıpkı bunun
gibi Camillo da L'idea del Theatro 'nun girişinde yapıtının gizemlerin
den söz eder. " Üç Hikmetli Mercurius der ki Tanrı ile dopdolu olan din
sel konuşma, cahillerin araya girmesiyle tahrif olur. Bu nedenledir ki
eski insanlar . . . . mabetlerinin üstüne sfenks koyarlardı . . . Hezekiel gör
düklerini açığa vurduğu için . . . Kabalacılar tarafından azarlanmıştı . . .
şimdi Tanrı adına tiyatromuzdan söz etmeye geçelim."58
Camillo hafıza sanatını, bu dönemde Rönesans'ı etkisi altına alan
57. Pico della Mirandola, De hominis dignitate, haz. E. Garin, Floransa, 1942,
s. 1 57, 1 59.
58. L'idea del Theatro, s. 8-9.
1 72 HAFIZA SANATI
Peki böylesi bir batıni hafıza sistemi içinde büyünün yeri nedir; nasıl
işlemektedir, daha doğrusu nasıl işlemesi beklenmektedir?59 Ficino'nun
yıldız büyüsünden etkilenen Camillo bu büyüyü kullanmaya çalışı
yordu.
Ficino'nun "ruhani" büyüsü, Hermesçi Asclepios'ta tarif edilen, Mı
sırlıların, daha doğrusu Hermetik sahte Mısırlıların kozmosun ilahi
veya ecinni güçlerini çekerek heykelleri canlandırmalarını sağlayan
Hermetik büyü törenlerine dayanıyordu. De vita coelitus comparanda
(Göklerden Hayat S ağlamak) yapıtında Ficino, yıldızların yaşamını
aşağı çekmenin, gökten yeryüzüne doğru yıldız akışlarını yakalayarak
yaşam ve sağlık için kullanmanın yollarını tarif eder. Hermesçi kaynak
lara göre göksel yaşam ruh yahut spiritus üstünde taşınmaktadır; en
güçlü olduğu yer ise bunu yayan başlıca kaynak olan güneştir. Dolayı
sıyla Ficino güneşi işlemeye koyulur, geliştirdiği tedavi amaçlı yıldız
inancı da güneşe tapmanın yeniden canlandırılmasıdır.
Ficino'nun etkisi Camillo'nun tiyatrosunun her köşesinde mevcut
olmakla birlikte, en belirgin olduğu yer merkezde yer alan büyük Güneş
dizisidir. Ficino'nun güneş hakkındaki fikirlerinin çoğu, başka yapıtla
rında da yer yer belirmekle birlikte, De sole (Güneş) yapıtında6o bütü
nüyle ortaya konur. De sole'de güneş, "tanrı makamı" olarak adlandırı
lır ve Teslis yahut Üçleme ile karşılaştırılır. Güneş dizisinin Şölen ka
demesinde, Camillo Teslisi temsil eden bir piramit imgesi yerleştirir.
Bunun yukarısındaki, üstünde başat imge olarak Apollon'un bulunduğu
kapıya, Camillo bir "ışık" dizisi yerleştirir: Şems, Nur, Şavk, Ziya, Ha
raret, Feyz (yani Sol, Lux, Lumen, Splendor, Calor, Generatio). Ficino'
nun De sole yapıtında da benzer bir hiyerarşik ışık dizisi görülür. Güneş
öncelikle Tann'dır, ardından göklerdeki ışık, daha sonra ruhun bir biçi
mi olan Şavk, devamında Hararet, son olarak da Feyz yahut Yaratım.
Camillo'nun dizisi bunun tam olarak aynısı değildir; Ficino'nun ışık hi-
59. Ficino'nun büyüsü hakkında bkz. Walker, Magic, s . 30 vd.; Yates, G.B. and
H.T., s. 62 vd.
60. Ficino, Opera, s. 965-75; ayrıca bkz. De lumine, s. 976-86; krş. G.B. and H.T. ,
s . 120, 1 53 .
RÖNESANS HAFIZASI : CAMILLO'NUN HAFIZA TİYATROSU 1 73
6 1 . L'idea del Theatro, s. 39. "Horoz ve Aslan"ın esin kaynağı Proklos'un De sacra
et magia yapıtı olabilir. Yapıtta, güneşle özdeşleştirilen bu iki canlı arasında, doğan
güne şarkılar söyleyen horozun güneşle daha yakın bağının olduğu öne sürülmektedir.
Krş. Walter, Magic, s. 37, n. 2.
Horoz imgesi muhtemelen Fransa Kralı'na naziredir. Bkz. Bruno'da güneş timsali
Fransız horozu, G.B. and H.T., s. 202.
1 74 HAFIZA SANATI
68. G.B. and H . T , s. 49 vd. 69. Bkz. Walker, Magic, s. 1 -24 ve b.a.
1 76 HAFIZA SANATI
heykeller gibi, görevi bütün sözcükleri belli bir oran dahilinde bir arada tut
mak olan sözlü bir kompozisyonun da kulağa bir lütuf olduğunu düşünüyo
rum . . . Belli bir oran dahilinde bir araya getirilen sözcükler de, telaffuz edil
dikleri anda, ahenkle canlanmış gibi olurlar.7 1
Başka açılardan basiret sahibi, kibar bir yazar olan Giulio Camillo da Dis
corso in materia del suo theatro yapıtında Mısır heykellerinden bahseder
ken, nadir oranlara sahip olarak inşa edilen bu heykellere göksel etkilerin in
diğini söylerken bu yanlışın pek uzağında değildir. Bu konuda o da diğerleri
gibi hataya düşmektedir . 7 3
. .
7 1 . Giulio Camillo, Discorso in materia del suo Teatro, Tutte le opere, s. 33.
72. G.B. and H.T., s. 37'den alıntı.
73. Pietro Passi, De/la magic'arte, ouero deli Magia Naturale, Venedik, 1 6 1 4,
1 78 HAFIZA SANATI
s. 2 1 . Krş. Secret, s. 429-30. Hermes Müselles'e duyduğu yoğun dinsel inancı, oran
hakkında "İtalyanca eski bir kitap" (bkz. R. ve M. Wittkower, Born under Saturn, Lon
dra, 1963, s. 1 26 vd.) üstüne yoğun bir çalışmayla birleştiren, on sekizinci yüzyıldan
eksantrik Alman heykeltıraş F. X. Messerschmidt acaba Venedik akademilerinde akta
rılan gelenekten bir şeyler öğrenm iş miydi diye merak ediyor insan.
RÖNESANS HAFIZASI: CAMILLO'NUN HAFIZA TİYATROSU 1 79
uçtan bir uca yayılmasına vesile olacak olan De occulta philosopia (Ba
tıni Felsefe) yapıtını çoktan tamamlamı ştı. Tiyatrodaki buluşma Röne
sans'ın iki farklı yönünü oluşturan iki farklı tür zihin arasındaki çatış
mayı ifade eder. Erasmus-Viglius Rönesans'ın rasyonel hümanist boyu
tudur. Rasyonellik karşıtı Camillo ise Rönesans'ın hatmi tarafındandır.
Erasmus tarzı bir hümanist açısından, hafıza sanatının sonu gelmiş
ti; matbu kitabın çıkışıyla birlikte ölümcül darbesini almış, Ortaçağ 'ı
çağrıştırması nedeniyle gözden düşmüş, modem eğitimcilerin giderek
vazgeçtiği hantal bir sanattı bu. Hafıza sanatını yeniden devralan, yeni
biçimler altında genişleterek yeni bir yaşama kavuşturan güç batıni ge
lenek olacaktı.
Rasyonel okur, düşünce tarihine ilgi duyuyorsa eğer, ait oldukları
dönemlerde insanları harekete geçirme gücüne sahip olmuş bütün dü
şüncelerin hikayesini dinlemek isteyecektir. Camillo'nun hafıza sistemi
nin bize gösterdiği, psişenin yönelimindeki temel değişiklikler ile yeni
hareketlerin doğmasına yol açacak yaklaşım değişiklikleri arasında ya
şamsal bağlar vardır. Dünyaya ve işleyişine yönelik Hermetik itki, insan
zihnini bilime yönelten etkenlerden biridir. Camillo, Venedik akademi
lerinin karanlık köşelerinde kıpırdanmaya başlayan, henüz büyünün ör
tüsünü üstünden atmamış durumdaki bilimsel hareketlere, Erasmus'tan
daha yakındır.
Rönesans'ın sanatsal başarılarının ardında yatan yaratıcı itkilere,
tanrısal sanatçı ve şairlerin ustalıkla yapıtlarına kattıkları o mükemmel
oranların içerdiği göksel uyuma gelince, incelikli sanatsal büyüleriyle
tanrısal Camillo'nun bize bu konuda da söyleyeceği birkaç şey vardır.
VII
Camillo'nun Tiyatrosu
ve Venedik Rönesansı
B
İR ZAMANLAR öylesine ünlüyken çoktandır unutulmuş olan Ti
yatro vakası akla pek çok soru getirir. Bunların birkaçını bu bö
lümde ele alacağız, ancak hakkında başlı başına bir kitap da ya
zılabilecek bir konudur bu. Camillo hafıza sanatında meydana getirdiği
tarihsel dönüşümleri kendisi mi icat etmişti, yoksa onun esin kaynağını
oluşturan Floransa menşeli harekette bu dönüşümün ana hatları zaten
mevcut muydu? Hafızaya ilişkin böyle bir yaklaşım önceki hafıza gele
neğinden büsbütün bir kopuş olarak mı görülmekteydi, yoksa eski ile
yeni arasında herhangi bir süreklilik var mıydı? Son olarak, Camillo'
nun on altıncı yüzyıl başı Venedik Rönesansı'nın bağrında inşa ettiği
hafıza abidesi ile Rönesans'ın aynı yer ve zamanda ortaya çıkan diğer
tezahürleri arasında ne gibi bağlantılar bulunuyordu?
Ficino kuşkusuz hafıza sanatından haberdardır. Mektuplarından bi
rinde hafızayı güçlendirmeye yarayan birtakım ilkeler sıralarken şu ifa
deyi kullanır:
Hafıza söz konusu olduğunda Simonides adı klasik hafıza sanatını ima
eder; onun Aristoteles ile birlikte anılması ise, muhtemelen, skolastikler
tarafından aktarılan klasik sanatı ifade eder. Oran ve uyum ise, bildiğim
Bunlar her ne kadar bölük pörçük önermeler olsa da, batıni hafıza
sisteminin Camillo tarafından icat edilmiş olması -bana kalırsa- pek
muhtemel değildir. Daha büyük bir olasılıkla, Hermetik ve Kabalacı et
kilerin içsel bir kullanımını, ana hatları daha önce Ficino ve Pico tara
fından çizilen klasik hafıza sanatı çerçevesinde, Venedik'e özgü bir çev
rede geliştirmekteydi. Bununla birlikte, tiyatrosunun bütün çevrelerde
yepyeni ve çarpıcı bir başarı olarak karşılanması, Rönesans hatmi hafı
zasını ilk kez sağlam bir temele oturtan kişinin o olduğunu gösterir. Ha
fıza sanatı tarihçisi açısından bakıldığında, bu sanatın Rönesans Yeni
Platonculuğunda örtük olarak bulunan Hermetik ve Kabalacı etkiler so
nucu uğradığı dönüşümün hikayesinde, onun Tiyatrosu ilk büyük niren
gi noktasını teşkil eder.
nek alarak, o dönemde gözde olan diyalog formunu kullanan, gayet in
celikli bir üslupla yazılmış, hafıza üstüne İtalyanca bir kitap yayımla
mıştır.8 Konuşmacılardan biri, Cicero'nun yapıtındaki Hortensius'a na
zire olarak, Hortensio'dur. Bu ufak tefek kitap ilk bakışta, volgare yani
İtalyancanın klasik belagatini kullanarak yazılmış Venedik Ciceroculu
ğunun -ileride görüleceği gibi , Camillo'nun dahil olduğu Bembist oku
lun üslubudur bu- bir örneği gibi görünür. Peki ama Camillo hayranı
Dolce'nin hafıza üstüne yazdığı bu modem görünümlü diyalog da neyin
nesidir? Romberch'in Congestorium yapıtının bir tercümesi, daha doğ
rusu uyarlamasıdır. Alman Dominiken rahibin çetrefil Latincesi zarif
İtalyanca diyaloglara dönüştürülmüş, örneklerinden bazıları çağdaşlaş
tırılmıştır, ancak kitabın içeriği Romberch'e aittir. İmgeleri hafızayı ge
liştirmek için kullanmaya cevaz veren skolastik gerekçeyi Dolce'nin
Cicerovari İtalyancasının yumuşak tonundan işitiriz. Romberch'in di
yagramları da olduğu gibi kopyalanmıştır; bir kez daha onun Dantevari
yapay hafıza için çizdiği kozmik diyagramı ve tepeden tırnağa görsel
alfabelerle bezeli ihtiyar Gramer figürünü görürüz.
Dolce'nin tefsir ettiği Romberch'e ait metinler arasında daha önce
sözünü ettiğimiz, Dante'den Cehennem'i hatırlamak için bir rehber ola
rak bahsettiği metin de yer alır.9 Dolce'nin diğer uyarlamaları, hafıza
imgesi olarak kullanılmaya elverişli imgeler üreten modem ressamları
devreye sokarak Romberch'in hafıza hakkındaki talimatlarını çağdaş
laştırmayı içerir. Örneğin:
pay hafızanın güçlü bir izahı olmanın yanı sıra bu kitap birtakım daha
çağdaş eğilimleri de yansıtır. Bunun bir örneği Rossellius'un bilim ve
sanat alanının ünlü temsilcilerinin figürlerini hafıza imgeleri olarak se
çip bu alanlara ait hafıza yerlerine yerleştirmesidir. Yunan Antikçağı'
nın başlarına, Metalürjiyi temsilen Vulcanus imgesinin kullanıldığı dö
neme dek uzanan (bkz. daha önce s. 43), ve Ortaçağ örneğini Aquinolu
Tommaso'ya ithaf edilen Papazlar Meclisi freskinde bilim ve sanatların
önüne sıralanmış bir dizi figürde gördüğümüz bu kadim gelenek, Ros
sellius tarafından sürdürülmektedir:
1 3 . Camillo'nun Bembo'ya ithafen yazdığı, tiyatrodan söz eden bu şiir için bkz.
Paris elyazması, Lat. 8 1 39, 20. Camillo ve Bembo hakkında kaynaklar için bkz. Liruti,
s. 79, 8 1 .
CAMILLO'NUN TİYATROSU VE VENEDİK RÖNESANS! 1 87
14. Bkz. Erasmus, Epistolae, IX, 368, 3 9 1 , 398, 406, 442; X, 54, 98, 125, 1 30 vb.;
krş. Christie, Etienne Do/et, s. 1 94 vd.
1 5 . Liruti, s. 78.
16. Paolini'nin akademisi, Hebdomades ve bu yapıtta Camillo'nun tiyatrosuyla il
gili kısımlar hakkında bkz. Walker, Magic, s. 126-44, 1 83-85.
1 88 HAFIZA SANATI
1 7 . A .g.y., s. 126.
18. Paolini, Hebdomades, Venedik, 1 589 s. 3 1 3- 14. Paolini bu yedi melek ve sahip
oldukları güçler konusunda, Trithemius'un "uygulamaya dönük Kabala"yı yahut büyü
yoluyla çağırmayı konu alan risalesi De septem secundadeis yapıtına başvurur.
19. Walker, Magic, s. 1 39-40. Walker, Hermogenes'in (belagat hakkında yapıtlar
vermiş MS birinci yüzyılda yaşamış Yunan yazar) ortaya koyduğu iyi hitabetin yedi bi
çimine Paolini'nin duyduğu ilginin "yedi" sayısına dayanan gizemle bağlantılı olabile
ceğini ileri sürer. Camillo da Hermogenes'e ilgi duyuyordu; bkz. Discorso di M. Giulio
Camillo sopra Hermogene, Tutte opere, il, s. 77 vd.
Paolini, J. C. Scaliger'in Hermogenes'in yedi biçimine inandığını ve bunları "kıs
men Theatrum'da" gösterdiğini belirtir (Hehdomades, s. 24). Bu ifadenin Scaliger'in
hangi yapıtına işaret ettiğini bilmiyorum; ancak buradan hareketle, Paolini'nin Eras
mus'a muhalif olan bu adamı belagat ve hafıza alanında faaliyet gösteren gizemli "Ye
di" ekolünün üyesi olarak gördüğü sonucuna varılabilir.
20. Hebdomades, s. 27, L'idea del Theatro, s. 1 4 'ten alıntı; krş. Walker, s. 1 4 1 .
CAMILLO'NUN TİYATROSU VE VENEDİK RÖNESANS! 1 89
ronun arka planını izah edecek olan, ancak Camillo'nun hiçbir zaman
yazmayı başarmadığı o büyük yapıtın yerine geçebilir. Aynca metinden
bir tür "gezegen hitabeti"nin tasarlandığını öğreniyoruz. Burada konuş
macının kullandığı sözcükler gezegen etkilerini üstünde toplayacak ve
bu etkilerle harekete geçen sözcükler dinleyiciler üstünde eski çağlar
daki müziğin yarattığı rivayet edilen etkiye benzer bir etki yaratacaktı.
Hebdomades Camillo'nun tiyatrosuna ilişkin, başka türlü asla tah
min edemeyeceğimiz bir "sırrı" bizim için açığa çıkarır. Tiyatro Yedi
sayısı temeline dayanması dolayısıyla hatipler için büyünün harekete
geçirdiği bir hafıza sistemi sunmanın yanı sıra, hatibin hatırlamasını
sağladığı söylevleri de büyüyle harekete geçiriyor, gezegen erdemiyle
donatıyor, böylelikle dinleyiciler üstünde büyülü bir etki bırakmalan
nı sağlıyordu. Camillo'nun Asclepios 'un heykellerinin büyüsü hakkında
yaptığı yorumun burada önem kazandığı söylenebilir. Büyülü heykelle
rin gücünü göksel uyumu yansıtan mükemmel oranlarına borçlu olduğu
iddiası, hitabetin doğru, mükemmel, dolayısıyla büyülü biçimleri ile bü
yülü hafıza imgesinin ilişkilendirilmesini mümkün kılar. Ö yleyse, söz
gelimi Apollon'un büyülü imgesinin sahip olduğu mükemmel oranlar,
güneş hakkında, mükemmel bir orana sahip, dolayısıyla büyülü bir
söylevi meydana getirecektir. Venedikli büyücüler burada bize Röne
sans dönemi büyüsüne dair son derece incelikli yorumlar sunmaktadır.
Camillo'nun tiyatrosunun niçin böylesine büyük bir üne sahip oldu
ğunu şimdi anlamaya başlıyoruz. Tiyatro, Rönesans batıni geleneğinin
dışındaki kimselere tam bir şarlatanlık, sahtekarlık gibi görünüyordu.
Bu gelenekten gelenlerde ise sınırsız bir hayranlık uyandırıyordu. Pico'
nun " İnsanın Değeri Ü stüne Söylev"inde tarif edildiği gibi, Büyü ve
Kabala aracılığıyla kozmosun güçlerine gem vurabilecek olan, İ nsan
denen o Büyük Mucizenin, dünyanın ahenginin oranlarıyla bünyevi
olarak ilişkilenmiş bir hafızadan konuşarak, bir hatip olarak nasıl büyü
sel güçler geliştirebileceğini gösteriyordu. Ferraralı Hermetik filozof
Francesco Patrizi, Camillo'nun, belagat üstatlarının ilkelerini dar sınır
larından kurtarıp genişleterek "tüm dünyayı kapsayan bir tiyatronun
alabildiğine geniş mekanları" haline getirdiğinden huşu içinde söz
eder.21
Tiyatronun uyum içinde olduğu diğer bir Rönesans olgusu ise impresa
yahut amblem biçimindeki sembolik ifadelerdir. Tiyatrodaki imgeler
den bazıları, Camillo'nun zamanında Venedik'te çok moda olan impre
salarla büyük bir benzerlik gösterir. Impresa, daha önce de belirtildiği
gibi, hafıza imgesiyle ilişkilidir; impresalarla ilgili yorumlarda çoğu
kez, tiyatronun da esin kaynağını oluşturan türden Hermetik-Kabalacı
gizemciliğin bir karışımı bulunur. Bunun bir örneği, Ruscelli'nin gös
terdiği, yüzünü güneşe dönen ayçiçeği amblemidir; tefsirinde Üç Hik
metli Mercurius ve Kabalaya bolca nazire bulunur.24 O dönemde sem
boller ve impresa üstüne yazan pek çokları gibi, ünlü Camillo'nun çev
resine dahil olan Achilles Bocchius'un sembolleri arasında, başında Üç
Hikmetli'nin kanatlı şapkası olan, ama elinde yılanlı bir asa yerine Mah
şer' in yedi kollu altın şamdanını tutan bir figür görürüz (Resim 7.2).25
Eşlik eden Latince şiir bu figürün Ü ç Hikmetli Mercurius olduğunu
ha ileride Jacob Boehme de benzer şekilde manevi simyanın yedi biçimi üstüne Her
metik bir tefekkür yürütecektir.
1 92 HAFIZA SANATI
Bu iki bölüm boyunca yalnızca İtalya' da değil, daha sonra ihraç edildiği
Fransa'da da büyük bir ün kazanan, yitik bir ahşap tiyatroyu aslına uy
gun olarak yeniden inşa etmeye çalıştık. Bu yitik ahşap tiyatro niçin
C
AMILLO İLE BİRLİKTE şimdi her ne kadar Rönesans'a ulaşmış ol
sak da, bu bölümde gerisin geri Ortaçağ 'a dönmemiz gerekecek.
Çünkü Ortaçağ 'da başlayan, oradan Rönesans ve ötesine dek
varlığını sürdüren başka bir tür hafıza sanatı daha vardı. Rönesans dö
neminde pek çokları bunu klasik hafıza sanatıyla yeni bir sentezde bir
leştirmeyi, böylelikle hafızayı önceden görülmemiş bir kavrayış ve güç
seviyesine çıkarmayı amaç edinmişlerdi. Bu diğer hafıza sanatı Ramon
Llull'un Sanatıydı.
Llullculuk ve tarihi son derece güç bir konudur, üstelik araştırılması
için gerekli malzemenin tamamı henüz toplanmış değildir. Bizzat
Llull' un kaleme aldığı, bazıları hal§. yayımlanmamış olan yazıların sa
yısının çok fazla oluşu, Llull'un takipçilerinin yazdıklarından oluşan li
teratürün uçsuz bucaksız oluşu, Llullculuğun son derece karmaşık olu
şu, Avrupa geleneğinde kuşkusuz temel öneme sahip bu akım hakkında
kesin sonuçlara varmayı şimdilik imkansız kılıyor. Dolayısıyla benim
burada yapmam gereken şey, Ramon Llull'un sanatının mahiyeti, niçin
hafıza sanatının bir türü olduğu, klasik hafıza sanatından nasıl farklı
laştığı ve Llullculuğun Rönesans döneminde nasıl Rönesans klasik sa
natının biçimleri içinde özümsendiği hakkında genel bir fikir verecek,
pek uzun olmayan bir bölüm yazmak.
İmkansız bir işe kalkıştığım açık, yine de bunu yapmak gerekiyor,
çünkü elinizdeki kitabın sonraki kısımları açısından bu aşamada Llull
culuk hakkında bir taslak sunmak zaruri. Bu bölüm Ramon Llull'un sa
natı hakkında yazdığım iki makaleyi temel alıyor; 1 bir hafıza sanatı ola
rak Llullculuğun klasik sanatla karşılaştırılmasını amaçlıyor, ve salt
1 96 HAFIZA SANATI
1. "The Art of Ramon Llull: An Approach to it through Lull's Theory of the Ele
ments", Journal of the Warburg and Courtauld Institutes, XVII ( 1964), s. 1 1 5-73; "Ra
mon Llull and Johannes Scotus Eriugena", a.g.y., XXIII (1960), s. 1 -44. Bu makaleler
buradan itibaren "The Art of R.L." ve "R.L. and S.E." biçiminde anılacak.
2. Bkz. "The Art of R.L.", s. 1 62; T. ve J. Carreras y Artau, Historia de lafilosofia
espafıola, Madrid, 1939, 1943, 1, s. 534 vd. Augustinus'un ruhun üç kudreti ile Teslis
arasındaki ilişkiye dair tanımı De trinitate yapıtında verilmektedir.
LLULLCULUK 1 97
ne ait bir hafıza sanatı vardı zaten. Ancak vaiz rahiplerden oluşan diğer
büyük tarikat olan Fransiskenler Llull'a ilgi gösterdi. Nitekim Llullcu
luğun, tarihinin ileriki dönemlerinde çoğu kez Fransiskenlerle ilişki
içinde olduğu görülür.
Ortaçağ'a özgü en önemli iki hafıza yönteminin, bu dönemde dönü
şüm geçirmiş biçimiyle klasik hafıza sanatının ve Ramon Llull'un sa
natının birer dilenci tarikatla (ilkinin Dominikenler, diğerininse Fran
siskenlerle) ilişki içinde olması, tarihsel açıdan oldukça önemli bir ve
ridir. Keşişlerin yerleşik değil gezgin olması sayesinde, Ortaçağ 'a özgü
bu iki yöntem Avrupa çapında alabildiğine yayılmıştır.
Llull'un Sanatını bir yönüyle hafıza sanatı olarak görmek olanaklıy
sa da, bu sanat ile klasik hafıza sanatı arasında hemen her bakımdan
son derece köklü farklar bulunduğunu iyice vurgulamak gerekiyor. Bu
noktayı açık hale getirmek için, Llullculuğu tartışmaya başlamadan ön
ce öze ilişkin bu farklardan bazılarına değinmek istiyorum.
İ lk olarak, her birinin kökenini ele alalım. Bir hafıza sanatı olarak
Llullculuk, diğer hafıza sanatı gibi klasik belagat geleneği içinden doğ
muş değildir. Felsefi bir gelenekten, Augustinus'un Platonculuğundan
doğmuş, buna başka, çok daha güçlü Yeni Platoncu etkiler eklenmiştir.
Bu Sanat, Llull'un Tanrı'nın Sıfatları olarak adlandırdığı ilk nedenleri
bildiği iddiasındadır. Llull'un geliştirdiği sanatların hepsi Tanrı'nın Sı
fatlarına dayanır; bunlar, Llull'un etkilendiği Scotus Erigena'nın Yeni
Platoncu sisteminde olduğu gibi, ilk nedenler olarak tasavvur edilir.
Bu yaklaşımı, belagat geleneğinin içinden doğan ve hafızayı felsefi
"gerçekler"de temellendirmek gibi bir derdi olmayıp, yalnızca manevi
maksatları cismani teşbihlere büründürmeyi amaçlayan skolastik hafıza
ile karşılaştırın. Bu ayrışma, Llullculuk ile skolastik yaklaşım arasında
temel bir felsefi farka işaret eder. Lullus'un yaşamı her ne kadar skolas
tizmin yükseliş devrinde geçmiş olsa da, özünde on üçüncü değil on
ikinci yüzyıla ait bir adamdı o. Platoncuydu, Anselm ile Aziz Victor
Manastırı rahipleri tarafından şekillendirilen Hıristiyan Platonculuğuna
karşı tepkiliydi ve bütün bunları Scotus Erigena'dan aldığı daha aşırı
Yeni Platonculuğun yüksek bir dozuyla tamamlıyordu . Llull skolastik
değil Platoncuydu ve hafızayı Platoncu İdealara oldukça yakın biçimde
4. Llull'un kendisi hiçbir yerde Tanrısal Adlar veya Sıfatlardan bahsederken "İdea
lar" sözcüğünü kullanmaz, ama Scotus yaratıcı Adları İdealar ile özdeşleştirmiştir;
bkz. "R.L. and S.E. ", s. 7.
LLULLCULUK 1 99
8. History of Magic and Experimental Science, il, s. 865. Llull'un figürlerini çağ
rıştıran türden kozmolojik çarkların görsel çizimleri için bkz. H. Bober, "An illustrated
mediaeval school-book of Bede's De natura rerum", Journal of the Walters Art Gal
lery, XIX-XX (1956-7), s. 65-97.
9. Bkz. "The Art of R.L.", s. 1 1 8 vd. 10. A .g.y., s. 1 1 5 vd.
1 1 . A .g.y. , s. 1 5 8-59.
12. Bkz. "R.L. and S.E.". Bu makalede Llull'un Scotus'un sisteminden haberdar
olmasını sağlayan kanalları somut olarak tespit etmeyi başaramadıysam da, Honorius
Augustoduniensis'in aracılardan biri olabileceğini ileri sürmüştüm.
1 3 . Sanatın içerdiği üçlü veya bağıntılı yapılar hakkında bkz. R. D. E Pring-Mill,
"The Trinitarian World Picture of Ramon Llull", Romantisches Jahrbuch, VII (1955-
6), s. 229-56. Bağıntılılık yaklaşımı Scotus'un sisteminde de mevcuttur; bkz. "R.L.
and S.E. ", s. 23 vd.
LLULLCULUK 20 1
8.2 Sanatında kullandığı merdivenlerle birlikte Ramon Llull. 14. yüzyıl minyatürü,
Karlsruhe Kütüphanesi (Aziz Petrus 92).
14. Arhre de ciencia, R. Llull, Ohres essencials, Barcelona, 1957, 1, s. 829 (bu ya
pıtın Katalanca basımına ulaşmak Latince aslına göre daha kolaydır, çünkü Ohres es
sencials içinde yer alır); "The Art of R.L.", s. 1 50-5 l 'den alınmıştır.
206 HAFIZA SANATI
Hafıza Sanatı ifadesi her ne kadar genelde klasik sanat için kullanılsa
da, Llull'un sunduğu hafıza risalesiyle ezberlenmesini önerdiği şey as
lında kendi Sanatının ilkeleri, terimleri ve işlemleridir. Bu nokta, daha
sonra yazdığı, De memoria, De intellectu ve De voluntate'den (Hafıza,
İdrak ve İrade) oluşan üçlemede daha açık olarak dile getirilir. Bu üç ri
sale, her üç kudret tarafından kullanılacak olan Sanatın alet edevatının
hepsinin özetini verir. Her üç risale de Llull'da karakteristik olan ağaç
biçiminde ortaya konmuştur; "Hafıza Ağacı" bildik sınıflandırmayı
kullanarak S anatı bir diyagram şeklinde gözler önüne serer. Hafıza
530.
16. Arbre de ciencia, Obres essencials, 1 , s. 6 19.
LLULLCULUK 207
Ağacı bizi bir kez daha Llull'un Hafıza Sanatı'nın, Llull'a ait Sanatı ez
berlemekten oluştuğu varsayımına götürür. Ancak Hafıza Ağacı şu söz
lerle sona erer:
19. Bkz. "R.L. and S.E.", s. 39-40; E. Colomer, Nikolaus von Kues und Raimund
Lull, Berlin, 196 1 .
210 HAFIZA SANATI
23. Pico della Mirandola, Opera omnia, Basel, 1 572, s. 1 80; G. Scholem, "Zur
Geschichte der Anfange der christlichen Kabbala", Essays presented to L. Baeck, Lon
dra, 1954, s. 1 64; Yates, G.B. and H.T. , s. 94-96.
24. Bkz. Carreras y Artau, il, s. 20 1 .
2 5 . P. O. Kristeller, "Giovanni Pico della Mirandola and h i s Sources", L ' Opera e il
Pensiero di Giovanni Pico de/la Mirandola, İstituto Nazionale di Studi sul Rinasci
mento, Floransa, 1965 , 1, s. 75; M. Battlori, "Pico e il lullismo italiano", a.g.y., il, s. 9.
212 HAFIZA SANATI
26. Sahte-Llullcu simya hakkında bkz. F. Sherwood Taylor, The Alchemists, Lon
dra, 195 1 , s. 1 1 0 vd.
27. Bkz. "The Art of R.L.", s. 1 3 1 -32; "R.L. and S.E.", s. 40-4 1 .
28. İlk basımı 1 5 1 5'te Paris'te yapılan in Rhetoricen Isagoge'un başlık sayfasında
yapıt "ilahi ve aydınlanmış münzevi Ramon Llull"a atfedilir. Oysa gerçek yazarı, Sor-
LLULLCULUK 213
Peki bir önceki bölümde Rönesans döneminde batıni bir biçim aldı
ğını gördüğümüz belagat geleneğinin Llullculuk ve klasik hafıza sana
tına göre konumu ne olacaktır? Bir hafıza sanatı olarak Llullculuk, kla
sik hafıza sanatıyla kaynaşması söz konusu dahi olamayacak kadar bu
sanattan farklı mıdır? Yoksa her ikisi de Rönesans dönemi Hermesçi
Kabalacı gelenek açısından böylesine çekici olan Llullculuk ile klasik
hafıza sanatını birleştirmek için Rönesans atmosferi içinde bir yol mu
aranacaktır?
Llull'un hafıza üstüne, bu bölümde henüz değinmediğimiz, kısa bir
incelemesi bu bağlamda büyük önem kazanır. Yapıt Liber ad memo
riam confirmandam (Hafızayı Kuvvetlendirme Ü stüne Kitap) başlığını
taşır.29 Llull'un yapıtları arasında bir "hafıza risalesi"ne en çok yaklaşan
metin olan bu kısacık yapıt, hafızayı nasıl güçlendirmek ve korumak
gerektiğine dair talimatlar içeren bir risaledir. Sonuç kısmında "Piza
şehrinde Aziz Donnino Manastın'nda,30 Ramon Llull tarafından" yazıl
dığı belirtilmektedir. Bu ifade yapıtın, Llull'un Piza'da bulunduğu 1 308
yılı civarında yazıldığını çıkarmamızı sağlar. Yazar artık yaşlı bir adam
dır. Kuzey Afrika'ya yaptığı ikinci misyonerlik seyahatinin dönüşünde
Piza açıklarında bir deniz kazası geçirmiş, ardından Piza'da Sanatın son
biçimi olan Ars generalis ultima ya da Ars magna'yı tamamlamış, ayrı
ca yapıtın kısaltılmış biçimi olan Ars brevis'i yazmıştır. Öyleyse, yine
bu sıralarda Piza'da yazılmış olan Liber ad memoriam confirmandam,
Llull'un yaşamında Sanatına son şeklini verdiği döneme rastlar. Her ne
kadar fazlasıyla muğlak ve elyazması muhtemelen yer yer tahrif olmuş
olsa da, kesinkes Llull'a ait bir yapıttır bu - sahte-Llullcu bir ürünle
karşı karşıya değiliz.
Antik dönem düşünürlerine göre hafızanın iki türü vardır, der Llull ,
bunların biri doğal, diğeriyse yapay hafızadır. Antik düşünürlerin bu
görüşü ortaya attığı kaynak olarak da "hafıza üstüne bölüm"e atıfta bu
lunur. 3 1 Ad Herennium 'un hafızayla ilgili kısmından söz ediyor olmalı
dır. "Doğal hafıza," diye devam eder, "bir insanın yaratılıştan gelen ve
o sırada hakim gezegenden nasıl bir etki aldığına bağlı olan hafızasıdır.
Buna göre kimi insanların diğerlerinden daha iyi bir hafızaya sahip ol
duklarını görürüz". 32 Bu sözler Ad Herennium'da doğal hafıza hakkın
da söylenenlerin yankısıdır; bunun üstüne, doğal hafızayı belirleyen bir
etken olarak gezegenlerin etkisi eklenmiştir.
"Diğer tür hafıza," diye devam eder, "yapay hafızadır ve bunun da
iki türü bulunur". Biri, hafızayı geliştirmeye yarayan ilaç ve merhem
lerden oluşur (yazar bunları tavsiye etmemektedir). Diğeriyse, geviş ge
tiren bir öküz misali, hatırda tutulmak istenen şeyin sık sık üstünden
geçmektir. Çünkü "hafıza ve hatırlama hakkındaki kitapta söylendiği
gibi, sık tekrarlarla hafıza iyice kuvvetlendirilmiş olur". 33
Bunun üstüne düşünmemiz gerekiyor. Klasik hattı izleyecekmiş gibi
görünen bir hafıza risalesidir bu. Ad Herennium 'un hafızayla ilgili kıs
mına atıfta bulunduğuna göre, yazar antik dönem düşünürlerinin yapay
hafızayı oluşturan yerler ve imgeler hakkında söylediklerini biliyor ol
malıdır. Fakat Tullius'un kurallarını kasıtlı olarak gözardı eder. Dile ge
tirdiği yegane kural Aristoteles'in De memoria et reminiscentia 'sındaki
34. Bkz. daha önce s. 86. 35. Bkz. daha önce s. 98.
36. Vida coetania, R. Llull, Obres essencials, 1, s. 43. Hikaye Peers'in İngilizce
tercümesinde de aktarılır; Ramon Llull, s 236-38. Llull'un Piza'da kaldığı dönemden
önce cereyan etmiştir.
216 HAFIZA SANATI
38. Risalenin başlarında okura, "mucizevi şeylerin ele alındığı, her doğal varlık
hakkında bilgi edinebileceği yedi gezegen kitabında (Liber septem planetarum) B C D
ile belirtilen beşinci konuya gitmesi" söylenir. Son paragrafta ise okur yine iki kez, bü
tün hafızanın anahtarını içerdiği söylenen yedi gezegen kitabına yönlendirilir (Rossi,
Clavis, s. 262, 266, 267). Liber septem planetarum 'a yapılan bu üç atıf beş nüshada da
mevcuttur.
Rossi ("The Legacy of R.L.", s. 205-6) Liber ad memoriam confirmandam 'ın sa
hiden Llull'a ait olabileceğini, ancak hepsi on altıncı yüzyıl sonrasında yazılmış elyaz
ması nüshaların üstünde oynamalar yapılmış olabileceğini ileri sürmüştür. Eğer böyle
bir olasılık söz konusuysa, bana kalırsa müdahale, yedi gezegen kitabına yapılan atıf
ların eklenmesi olamaz. Kendisinin yazdığı diğer kitaplara verilen atıflar, Llull'un ya
pıtlarında her zaman görülen bir özelliktir. Biraz şaşırtıcı olan bir şey varsa, o da Ad
Herennium ve De memoria et reminiscentia'ya verilen atıflardır; zira Llull'un kendisi
ne ait olmayan yapıtlara atıfta bulunması fazlasıyla alışılmadık bir durumdur. Dolayı
sıyla bu atıfların, on altıncı yüzyılda metnin muhtemelen Levinheta'nın çevresinden
kişiler tarafından gözden geçirilmesi sırasında eklenmiş olduğu düşünülebilir. Bu atıf
lar gerçekten sonradan eklenmiş olsa dahi, bu durum Ad Herennium ve Aristoteles'ten
alındığı açık olan pasajlar içeren yapıtın hakim tonunu değiştirmeyecektir.
218 HAFIZA SANATI
39. lvo Salzinger, "Revelatio Secretorum Artis", R. Llull, Opera omnia, Mainz,
1 72 1 -42, 1, s. 1 54. Salzinger "beşinci konu"yu yıldızlar olarak yorumlar. Ne Tractatus
de astronomia ne de Liber ad memoriam confirmandam Mainz baskısında (ki hiçbir
zaman tamamlanmamıştır) yer alır; ancak Salzinger, "Revelation"ında bunlardan uzun
alıntılar yapar ve her ikisini de Sımn temeli olarak görüyor gibidir.
40. Konuyla ilgili iki yapıtın ikisi de Rönesans döneminde matbu halde bulunmu
yordu. Ancak Llull'un elyazmalan dolaşımdaydı. Lavinheta Liber ad memoriam con
firmandam'ı alıntılamıştır. G. Pirovanus ise Tractatus de astronomia'nın neredeyse ta
mamını (neden yedi gezegen bulunduğu hakkındaki bölüm dahil) aktarmıştır; Defensio
astronomiae, Milano, 1 507 (bkz. R.L. and S.E., s. 30, not). Böylelikle Tractatus de as
tronomia, Yedi'nin esrannı terennüm eden koronun sesini yükseltmesine katkı yapmış
olabilir (bkz. daha önce s. 1 89).
LLULLCULUK 219
Gelin bir kez daha Camillo'nun tiyatrosuna girip bu kez Rönesans Llull
culuğunun izlerini arayalım. Camillo'nun Llullculuğa ilgi duyduğu bi
linmektedir. L'idea del Theatro 'da "Raimundo Lulio"dan bahsedilerek
Testament (Ahit) yapıtından bir alıntı verilir.43 Simya üstüne sahte
Llullcu bir yapıttır bu. Demek ki Camillo, Llull'u bir simyager olarak
görüyordu. Tiyatrodaki yedi gezegenin Sefirotlar olarak gök-ötesi ale
me uzandığını gördüğümüzde, Camillo'nun De auditu kabbalistico ya
zarı Kabalacı Llull'dan da haberdar olup olmadığını merak edebiliriz.
Tiyatronun bir özelliği, aynı imgenin farklı kademelerde uğradığı anlam
değişikliği, B 'den K'ye kadar olan harflerin varlık merdiveninde yuka
rı-aşağı hareket ederken farklı anlamlara bürünmesini hatırlatabilir.
Ancak her ne kadar Llullculuğu Rönesans'ın batıni bir sanata dö
nüştürdüğü klasik hafıza ile karıştıran bir yaklaşımın gölgesi tiyatronun
üstüne düşse de, Giulio Camillo hemen hemen bütünüyle daha önceki
bir evreye aittir. Tiyatro tamamen, Ficino ve Pico'nun başını çektiği ha
reketlerden doğan Hermetik-Kabalacı etkilerle, yeni ve tuhaf bir yaşam
bulan klasik bir hafıza sanatı olarak açıklanabilir. Biçimsel bakış açı
sından, Tiyatro bütünüyle klasiktir. Batıni hafıza hala sıkı sıkıya bir bi-
Geçen yıl Frankfurt'ta olduğum sırada [diye belirtir Bruno Venedikli en
gizisyon yargıçlarına] Venedikli bir soylu olan S inyor Giovanni Mocenigo'
dan, kendisine hafıza sanatını öğretmemi rica eden . . . iyi karşılanacağımı va
deden iki mektup aldım. 6
6 . A .g.y. , s . 77.
7 . Giordano Bruno, Opere /atine, haz. F. Fiorentino ve diğ., Napoli ve Floransa,
1 879-91 , il (i), s. 1 -77.
8. A .g.y. , s. 1 79-257. 9. A.g.y., il (ii), s. 73-2 1 7 .
10. A.g.y., III, s. 1 -258. 1 1 . A.g.y. , il (iii), s. 87-322.
224 HAFIZA SANATI
Bu beş yapıt içinden ilk ikisi, Gölgeler ve Kirke, Bruno'nun Paris'e yap
tığı ilk ziyarete rastlar ( 1 5 8 1 -83); çok uzun olan Mühürler, İngiltere dö
nemine aittir ( 1 5 8 3-85); Heykeller ve imgeler ise Almanya döneminde
yazılmıştır (1 5 86-9 1 ).
Yapıtların üçü, Gölgeler, Kirke ve Mühürler, "hafıza sanatları"nı
içerir ve hafıza üstüne risalelerde bıkıp usanmadan kullanılan "yerlere
ilişkin kurallar" ve "imgelere ilişkin kurallar" ayrımında temellenir.
Gölgeler'in hafızayla ilgili bölümü bu terminolojiyi değiştirerek yer ye
rine "konu"yu, imge yerine ise "sıfat"ı koyar, ancak bu yeni kisvenin
altında, hafıza eğitiminin iki veçhesi arasında antik dönemden beri sü
regelen ayrımın olduğu açıkça görülür. Antik dönemin yerler ve imge
lere dair bütün kuralları ve bunların hafıza geleneği içinde aldığı damı
tılmış biçim Bruno'nun risalesinde de mevcuttur. Kirke içinde yer alan
hafıza risalesi yine antik şemayı izlemekle birlikte terminolojide deği
şiklik yapar; bu risale Mühürler'in içinde tekrar basılır. Bruno'nun bu
risalelerde ortaya koyduğu, büyüyle harekete geçen hayal gücüne iliş
kin felsefe, hafıza kurallarının skolastikler tarafından Aristotelesçi bir
yaklaşımla ve dikkatle rasyonel bir çerçeveye yerleştirilmesinden büs
bütün farklı olsa da, bu kuralların felsefi olarak temellendirilmesi görü
şü onun Dominiken geleneğinden miras aldığı bir fikirdir.
Giordano Bruno, Aquinolu Tommaso'ya duyduğu sonsuz hayranlığı
daima dile getiriyor, kendisinin de ait olduğu Tarikat'ın ünlü hafıza ge
leneğiyle gurur duyuyordu. Gölgeler'in başlangıcında Hermes, Philo
theos ve Logifer arasında, Hermes'in takdim ettiği bir kitap hakkında
bir tartışma yer alır. Hermetik hafıza sanatını anlatan, İdeaların gölge
leri hakkında bir kitaptır bu. Malumatfuruş Logifer, buna benzer yapıt
ların pek çok münevver muallim tarafından lüzumsuz ilan edildiğini
söyleyerek itiraz eder.
İ lahiyatçıların içinde en bilgilisi, edebiyatın en ince zekalı babası mual
lim Psicoteus, Tullius, Tommaso, Albertus, Llull ve diğer karanlık yazarların
sanatlarından kayda değer herhangi bir şey çıkarmanın mümkün olmadığını
söy lemiştir. 12
12. A .g.y., il (i), s. 14. Metinde "Alulidus" olarak geçen isim "Llullus"un hatalı ya
zımı olsa gerektir.
GIORDANO BRUNO: G ÖLGELER ' İ N SIRRI 225
su akla gelir, ancak bunu bir soru olarak bırakmak zorundayım. Manas
tır on altıncı yüzyıl sonlarında düzensizlik ve kargaşa içindedir; 15 bu te
laşın bir kısmı Rönesans'ın Dominiken hafıza sanatında yarattığı dönü
şümden kaynaklanmış olabilir.
Aquinolu Tommaso'nun hafızaya ilişkin kuralları büyüye yer ver
meyecek biçimde dikkatle tanımlanmış, Aristotelesçi ve rasyonel bir
çerçeveye oturtulmuştur. Tommaso'nun kurallarını özüne uygun biçim
de uygulayan hiç kimse, hafıza sanatını büyüyle uğraşan bir sanata çe
viremezdi. Sofu ve ahlaki bir çehreye bürünmüş bir sanattı bu, Tomma
so da onun bu yönünü vurguluyordu. Her halükarda kesin olan bir şey
varsa, onun tavsiye ettiği biçimiyle bu sanat büyüye dayanan bir sanat
değildi. Tommaso, Ortaçağ 'ın büyüye dayalı hafıza sanatı olan İ şaret
Sanatını 16 kesinkes lanetlemiş, Tullius'un hafıza kurallarını hangi ko
şullarda benimsediğini ise çok temkinli bir biçimde izah etmişti. Hatır
lama sanatı karşısında onun gösterdiği tavırla Albertus Magnus'unki ara
sındaki ince ayrım belki de, Albertus'un düşmüş olabileceği tuzaklar
dan kaçınma konusunda gösterdiği özenden kaynaklanıyordu . 17
Zira Albertus'un konumu bu denli açık değildir. Hafıza üstüne yaz
dıklarında, sözgelimi klasik bir hafıza imgesinin gece semalarında dev
bir koça dönüşmesi gibi, gayet tuhaf birtakım şeylere rast geldik . 1 8 Na
poli'deki manastırda, Rönesans döneminde büyünün yaygın biçimde
yeniden canlandırılmasının etkisi altında, hafıza sanatı Albertist bir
doğrultuda gelişiyor, Albertus'un kuşkusuz ilgi duyduğu tılsımlı yıldız
imgelerini kullanıyor olabilir miydi? Bunu yalnızca bir soru olarak or
taya atabilirim, zira Albertus Magnus'un gerek Ortaçağ gerekse -yapıt
larının yaygın olarak incelendiği- Rönesans dönemindeki konumu, bu
açılardan henüz hemen hiç el atılmamış bir alandır.
Aynca Bruno her ne kadar Aquinolu Tommaso'ya yoğun bir hayran
lık duymuşsa da, daha ileride Campanella tarafından geliştirilecek olan
Rönesans Tommasoculuğundaki bir eğilimi muhtemelen yansıtarak, ona
bir Büyücü vasfıyla hayranlık duymuştur, ki bu da hemen hiç el atılma
mış bir çalışma alanıdır. 19 Albertus Magnus'a Büyücü olarak yoğun hay
ranlık duymak için daha çok neden vardır, çünkü Albertus hakikaten bu
19. Bkz. G.B. and H.T., s. 25 1 , 272, 379 vd. 1 570'te yayımlanan Aquinolu Tomma
so'nun yapıtlarından yaptığı derlemede Kardinal Caietano muskaların kullanımını sa
vunur; bkz. Walker, Magic, s. 214- 1 5 , 2 1 8- 19.
20. G.B. and H.T., s. 347.
21. Thomdike, Porta'nın doğal büyüsünün, bir Ortaçağ yapıtı olan Secreta Alberti'
den büyük ölçüde etkilendiğini göstermiştir (History of Magic and Experimental Sci
ence, VI, s. 4 1 8 vd.). Bu yapıt, Albertus Magnus'a atfedilir, ancak muhtemelen onun
tarafından yazılmamıştır.
22. G. B. Porta, Physiognomiae coelestis libri sex, Napoli, 1 603.
23. G. B. Porta, De furtivis litterarum notis, Napoli, 1 563.
24. B u yapıt, Porta'nın 1 566'da Napoli'de yayımladığı L'arte del ricordare 'nin La
tince versiyonudur. Porta'nın burada tiyatro oyuncuları için bir hafıza tekniği sunma
yı amaçladığı iddia edilmiştir (Louise G. Clubb, Giambattista De/la Porta Dramatist,
Princeton, 1965, s. 14)
228 HAFIZA SANATI
Gölgeler'in okuru, kitapta birkaç kez tekrar edilen, üstünde otuz harf
yazılı çember figürünü hemen fark eder. Bu şekillerden bazılarında üs
tünde otuz harf yazılı iç içe geçmiş çemberler görülür (Resim 9 . 1 ) . On
altıncı yüzyıl Parisi Llullculuğun Avrupa çapında en önde gelen merke
ziydi, dolayısıyla herhangi bir Parislinin bu çemberlerin Llull Sanatının
ünlü bileşke çarkları olduğunu ıskalaması düşünülemezdi.
Klasik hafıza sanatını, yer ve imgelerini Llullculukla, onun devi
nimli şekilleri ve harfleriyle bağdaştırmanın bir yolunu bulmaya dönük
çabalar, on altıncı yüzyılın ikinci yansında da güç kazanmaya devam
etti . Sorun toplum genelinde büyük ilgi yaratmış olmalıydı; bunu günü
müzde yapay zeka makinelerine gösterilen ilgi ile kıyaslayabiliriz. Gar
zoni, yukarıda birden çok kez sözünü ettiğim popüler yapıtı Piazza uni
versale 'de (1 578), Rossellius ile Llull'u birleştiren evrensel bir hafıza
trionfante yapıtında bu noktayı ele alan bir pasaj yer alır (Dialoghi italiani, haz. G.
Aquilecchia, 1957, s. 782-83). Krş. G.B. and H.T., s. 269.
37. K. Preisendanz, Papyri Graeci Magicae, Berlin, 193 1 , s. 32. (Bu kaynak için
E. Jaffe 'ye teşekkür borçluyum.)
38. Thomdike bu "otuz"lardan söz etmektedir; History ofMagic and Experimental
Science, 1, s. 364-65.
39. Dee'nin bizzat yazdığı aslı için bkz. MS. Sloane 3 19 1 , f. 1 - 1 3 ; Ashmole'un ha
zırladığı bir nüshası için bkz. MS. Sloane 3678, f. 1 - 1 3 .
Steganographia 1 606'dan önce matbu olarak yayımlanmamıştı ama elyazması
nüshası yaygın olarak biliniyordu; bkz. Walker, Magic, s. 86. Bruno için hazırlanan
özet için bkz. Op. !at., 111, s. 496 vd.
234 HAFIZA SANATI
Peki şimdi okurun gözünün önüne getirilip konan bu tuhaf nesne de ne
dir? (Resim 9 .2) Mısır'ın çöllerinden kazılıp çıkarılmış, hayal edileme
yecek ölçüde eski bir disk veya papirüs mü? Hayır. Bu benim Gölgeler'
in "sırrı"nı gün ışığına çıkarma girişimim.
Burada otuz kısma bölünmüş, daha sonra bunların her biri de beşe
bölünmüş, toplamda yüz elli kısımdan oluşan iç içe geçmiş çarklar gö
rüyoruz. Her bir kısmın içinde birtakım ibareler yer alıyor, ancak bunlar
korkanın ki okunaklı olmayacak. Bunun pek fazla önemi yok, çünkü
bu nesneyi hiçbir zaman ayrıntısıyla anlamaya çalışmayacağız. Plan
yalnızca sistemin genel şeması, aynı zamanda göz korkutucu karmaşık
lığı hakkında biraz fikir vermeyi amaçlıyor.
Ben buna nasıl eriştim ve bu nesne nasıl olup da daha önce hiç kim
se tarafından görülmedi? Yanıt gayet basit. Kitapta sıralanan imgelerin,
otuzluk dizilerden oluşan yüz elli imgeyi içeren listelerin, metinde bir
kaç kez örneği verilenlere benzer (Resim 9 . 1 ) , iç içe geçmiş çarklar üs
tüne yerleştirilmesinin amaçlandığını daha önce hiç kimse fark etme
mişti. Llull'un yöntemince dönerek bileşimler üretmesi tasarlanan bu
çemberler, A'dan Z'ye harfler ve bunları izleyen Yunanca ve İbranice
harflerle işaretlenmiştir. Toplamda otuz harf bulunur. Kitapta yer alan
imge listeleri, her biri bir harfle belirtilen otuz bölüme ayrılmıştır; bö
lümlerin her biri de beş sesli harfle belirtilen beş altbölüme ayrılır. So
nuç olarak her biri yüz elli imgeden oluşan bu listelerin, iç içe geçmiş,
devinimli daireler üstüne yerleştirilmesi tasarlanmıştır. Ben de planı
oluştururken bu tasarıya uygun olarak otuz kısma bölünmüş, her biri de
beş altbölüme ayrılmış olan imgeleri iç içe geçmiş dairelerin üstüne
GIORDANO BRUNO: GÖLGELER ' İ N SIRRI 23 5
UU G I N E S F A C I E R V M Tauruı.
-
reum balthel1lll in b umeria g•tanı & in aiııistra
sceptrum.
Ariea.
Ba in ıert.ia vir ainistr& serpenteın pıtanı & dexte
ra hasteın ıiue Sı&gfüam, ante quem te.ta igııi ı,
AA Asceodit in prima fa. & aqum lııgena.
cie arietia homo niger,
immooicaı ıtaturaı , ar Gemini.
denübus oculia , seuero
vultu, atana eandlda pre..
Ba ln prima geminorum Cu·
cıinctu• palla.
cie, vir paratıu ad seruien •
·
eaııı
Ae in aecunda ınulier oon ll:ıue,ıı usla, alba ioduta thu·
dum, virgam babenı in dex·
oicJ, pallio verô tyrio eolore intincto ı;uperindut:ı .
tera. Vııltu hilari atque io·
ııoluta coma. & lauro coronata. cundo.
Ai ln tertia hoıno pallidu rotil eapilli rubris iııdutus Bı In ıecuoda, homo terram Condienı & laborant :
v•Ubus. in tioistr& aur gttlat11 arınillam, & lo�t. qoeın tibiooıı ııudis ealtans pcdibu. & eapite.
u robore baculum in dcır.tra, inquieü & iruceutiı Bo lıı terli& Morio tiblam dextera geatan•, in aiııittr&
pra • Cereoa v ultum cum cupita bona nequeat adi· pauerem & iuıta illum vir iratııı apprebendena
piaci nec prl!ltal'e. baculum.
9.3 Koça ait feleklerin imgeleri. 9.4 Boğa ve İkizlere ait feleklerin imgeleri. Giordano
Bruno, Gölgeler, Napoli, 1 886.
miştir.40 Burç halkasının üç yüz altmış derecesi, on iki burç işareti ara
sında bölünmüş, bunların her biri de onar derecelik üç "yüz"e ayrılmış
tır. Bu yüzler, her biri bir imgeyle eşleşen "felekler"dir. Feleklerin im
geleri antik Mısır'ın semavi zaman tanrılarına dek uzanır. Bunların lis
tesi Mısır tapınaklarının arşivlerinde saklanmış, buradan da, genelde
felek imge ve büyüleriyle bilhassa ilgili olan Hermes Müselles'e atfedi
len, metinler aracılığıyla geç antik dönem yıldız büyüsü inancına akta
rılmıştır. Bu imgeler bir kaynaktan diğerine farklılık göstermekle bir
likte, Bruno'nun kullandığı felek imgelerinin kaynağını bulmak için
uzağa gitmeye gerek yoktur. Bruno büyü yapıtlarının büyük kısmında
kolay ulaşılabilecek matbu kaynakları kullanmış, çoğunlukla da Hein
rich Comelius Agrippa'nın De occulta philosophia 'sına dayanmıştır. Ag
rippa, felek imgelerinden oluşan listesini şu sözlerle takdim eder: "Ba
billi Teukros'un yazdıklarından öğrendiğimiz üzere . . . burçlar kuşağın
da otuz altı imge vardır." Bruno bu başlığı kopyalamış, Agrippa'nın ver
diği listeden, üstünde ufak tefek bir-iki değişiklik yaparak, aldığı felek
imgelerini listesinin başına eklemiştir.41
Gölgeler'deki yıldız imgeleri listesinde, otuz altı felek imgesinin ar
dından, her gezegen için yedi adet olmak üzere kırk dokuz gezegen im
gesi gelir. Yedi imgeden oluşan her kümenin başında o gezegenin alışı
lageldik gravürü bulunur. Bu gezegen imgelerine birkaç örnek vermek
gerekirse:
Satüm'ün birinci imgesi: Geyik kafalı, ejderha gövdeli bir adam; sağ
elinde yılan yiyen bir baykuş.
Güneş'in üçüncü imgesi: Taçla süslenmiş başından demet demek ışık ya
yılan genç bir adam; elinde bir yay ve ok.
Merkür'ün birinci imgesi: Elinde asasıyla güzel bir genç adam; asaya sa
rılmış, yüzleri birbirine dönük iki yılan.
Ay'ın ilk imgesi: Yunus balığına binmiş boynuzlu bir kadın; sağ elinde
bir bukalemun, sol elinde bir zambak.
40. Felek imgeleri için bkz. G.B. and H.T., s. 45-48. Koçun feleklerinin Palazzio
Schifanoja'da bulunan tasvirleri için bkz. yine aynı kitapta İllüstr. 1 .
4 1 . H. C . Agrippa, D e occulta philosophia, II, 3 7 . Bruno'nun yaptığı değişiklikler
için bkz. G.B. and H.T., s. 196, n. 3 .
238 HAFIZA SANATI
42. H. C. Agrippa, De occulta philosophia, il, 37-44; krş. G.B. and H.T., s. 1 96.
43. H. C. Agrippa, De occulta philosophia, il, 46; krş. G.B. and H.T., s. 1 96.
44. L. Reymann, Nativitiit-Kalender, Nümberg, 1 5 1 5 ; bkz. A . Warburg, Gesam·
melte Schriften, Leipzig, 1932, il, İllüstr. LXXV.
GIORDANO BRUNO: G ÖLGELER ' İN SIRRI 239
Nasıl ki idealar şeylerin temel biçimiyse ve her şey bu biçimlere göre şe
killeniyorsa . . . biz de içimizde, her tür muhtemel oluşuma uyarlanabilecek
şekilde ideaların gölgelerini oluşturmalıyız . . . Onları içimizde oluşturmamız
çarkların devinimine benzer şekilde gerçekleşir. Başka bir yol biliyorsanız,
deneyin.48
Çarpık bir biçimi olan hayvanlar semada güzel bir biçime sahiptir. Mat
metaller ait oldukları gezegenlerde parlaktır. Burada ne insanlar ne hayvanlar
ne de metaller orada oldukları gibidir . . . aydınlatarak, canlandırarak, birleş
tirerek, üstün faillere riayet ederek türün üremesini ve muhafazasını gelişti
receksin.49
Ai Ceres in i u g a bouum
Ao Triptolemos serit
Au Pitumnus stercorat53
Ma Chiron ameliyat
Me Kirke cazibe
Mi Pharphacon ölüleri diriltme
Mo Aiguam çemberler
Mu Hostanes cinlerle irtibat kurma
Na Zerdüşt büyü
Ne Suah el falı
Ni Chaldaeus ateş falı
No Attalos su falı
Nu Prometheus boğa kurbanıss
Diğer müzik aletlerinin mucitleri bir sonraki grupta yer alır; derken, at
ları ehlileştiren Neptün üstünden, binicilik egzersizlerine ve savaş sa
natıyla ilişkili mucitlere ulaşırız.
Sonra temel bir icat gelir:
Bu ibare ilk bakışta bir muamma gibi görünse de gayet basit bir açıkla
ması var. Bruno Gölgeler yapıtı boyunca kendisinin yazdığı ancak gü
nümüze ulaşamamış olan bir kitaba, Clavis magna'ya atıfta bulunur.
Bu "lor." ibaresi de "anahtar" ve "gölgenin" mucidi, Clavis magna ve
De Umbris idearum 'un yazan Iordanus Brunus'un kısaltmasından baş
ka bir şey değildir. Yani Bruno kendi imgesini de çarkın üstüne yerleş-
tirmiştir; ne de olsa ortaya koyduğu şey çok büyük bir icat değil midir?
"İdeaların gölgeleri"ni Llull'un çarkları üstünde kullanmanın yolunu
keşfetmiştir!
Bu zirve noktasından sonra okur arkasına yaslanıp dinlenmeye mey
ledebilir. Fakat çarkı sonuna kadar izlemeliyiz, sondaki isimlerden yal
nızca birkaç tanesini seçerek bile olsa.61 İşte Eukleides; aynca "ruhun
özgürlüğü" ile öne çıkan Epikouros; ayrıca "şeylerde örtük olarak bu
lunan uyum"u açıklayan (ve Bruno'nun yapıtlarında her zaman Coper
nicus'un öncülü olarak bahsedilen) Philolaos; ve yine Bruno'nun en sev
diği filozoflardan olan Anaxagoras. Nihayet son isme, imgeleri hafıza
çarkının üstünde dönen yüz elli mucit ve büyük adamın sonuncusuna
ulaşıyoruz:
Melicus in memoriam62
Si stem nasıl işliyordu? Elbette büyü ile işliyor, büyülü mühürlerden olu
şan merkezi güç istasyonunda temelleniyordu. Ay-altı dünyadaki şeyle-
64. Bruno'nun "Mısır kökenli" ya da "Hermetik" bir dine duyduğu inanç hakkında
bkz. G.B. and H.T.
65. Bkz. daha önce s. 1 85 .
66. "Göstergeler, İşaretler, Karakterler v e Mühürler" - hepsi d e b u yüksek kudret
derecesine sahiptir; daha ayrıntılı bilgi için Bruno okuru Clavis magna adlı kayıp ya
pıtına yönlendirir (Op. lat., il (i), s. 62).
GIORDANO BRUNO: G ÖLGELER ' İ N SIRRI 247
rin imgelerine kıyasla gerçekliğe daha yakın olan, göksel güçleri aktar
ma görevi gören bu yıldız imgeleri, yıldızların ötesindeki ideal aıem67
ile gök-altı alemin nesne ve olayları arasında aracılık yapan birer "göl
ge"ydi .
Ancak yuvarlak bir ifadeyle hafıza çarklarının büyüyle işlediğini
söylemek yeterli değildir. Son derece sistematik bir büyü söz konusuy
du. Sistematikleştirme, Bruno'nun zihninin temel ilkelerinden biriydi.
Büyüye dayalı hafıza tekniği, sisteme ve sistemleştirmeye yönelik bir
takıntı barındırır; bu takıntı tasarımcısını yaşamı boyunca doğru sistemi
bulmak için bitmek bilmez bir arayışa sevk etmiştir. Burada sunduğum
plan, sistemin bütün karmaşıklığını, sözgel imi çarkın otuz bölümünden
her birindeki beş altbölümün bağımsız devinimini temsil etmekten
uzak.68 Böylece burçlar kuşağında bulunan her bir feleğin imgesi, ge
zegenlerin imgeleri, ayın evrelerinin imgeleri, konakların imgelerine
bağlı olarak, durmadan değişen kombinasyonlar halinde yeni biçimler
almaktaydı. Yıldız imgelerinin bu hiç durmadan değişen kombinasyon
larını kullanan hafıza sistemiyle Bruno, bir tür hayal gücü simyasının
oluşmasını mı amaçlıyordu? Gök-altı alemde bulunan nesnelerin -bit
kiler, hayvanlar, taşlar- mümkün olan bütün düzenleme ve kombinas
yonlarının algılanarak hatırlanabilmesini sağlayacak bir felsefe taşının
psişede oluşmasını mı tasarlıyordu? En içteki çarkın üstünde yer alan
yıldız imgelerinin tekrar tekrar şekillenmesine bağlı olarak mucit im
gelerinin tekrar tekrar şekillenmesiyle, bütün insanlık tarihinin, bütün
keşif, düşünce, felsefe ve ürünlerin yukarıdan bir bakışla hatırlanmasını
mı amaçlıyordu?
Böyle bir hafıza, kozmik güçlerin işleyişine koşulan muhayyilesi
sayesinde tanrısal güçler edinmiş bir Büyücünün, tanrısal bir insanın
hafızası olacaktı. Böyle bir girişim insanın, kökeninde dünyanın yıldız
valileriyle akraba, kainatı hem kendi şahsında yansıtma hem de denet
leme gücüne sahip ilahi bir zihne sahip olduğunu öne süren Hermetik
varsayım üstüne kurulacaktı.
Büyü, evreni boydan boya kat eden birtakım yasa ve güçlerin oldu
ğunu, ele geçirmenin yolunu öğrendiği anda kişinin onları kullanabile-
67. Ars memoriae 'nin başlarında yazar ebedi ideaların "yıldızların ortamından ge
çerek akın eder gibi" duyulduğunu söyler (a.g.y., s. 58). Pasaj, Ficino'nun De vita coe
litus comparanda 'sını hatırlatır.
68. Op. /at., il (i), s. 1 23'teki diyagramda görüldüğü gibi. Bu ayrıntıyı burada sun
duğum planda yansıtmaya çalışmadım.
248 HAFIZA SANATI
Bruno'nun ilk eseri olan bu olağandışı yapıt, öyle sanıyorum ki, onun
felsefesinin ve yaklaşımının bütününe yönelik bir Büyük Anahtar su
nar. Kısa süre sonra İngiltere'de yayımladığı İtalyan diyaloglarında
kendisi de bunu ifade edecektir. B aşka bir vesileyle belirtmiş olduğum
gibi,87 Gölgeler'in başında yer alan, Hermes'in hafıza üstüne bir kitabı
takdim ettiği diyalog, malumatfuruşların itirazına rağmen Mısır vahyi
nin yükselen güneşi biçiminde ifade edilmiştir. Copemicus'un güneş
merkezci kuramını malumatfuruşlara karşı savunan Bruno'nun Cena
de le ceneri (Kül Çarşambası Yemeği) yapıtında kullanılanlara çok ben
zer bir mecazdır bu. Gölgeler'de erişilen içteki Güneş, Bruno'nun ileri
de geliştireceği "Copemicusçuluğun", yani Mısır kökenli görüşün ve
Hermetik dinin geri dönüşünün bir tür habercisi olarak güneşmerkezci
liğin içsel ifadesidir.
Gölgeler'deki iki grupluk otuz veciz ifadenin içerdiği felsefe, Bru
no'nun İtalyan diyaloglarında bir kez daha karşımıza çıkacak olan fel
sefesidir. De la causa, principio e uno'da (Neden, İlke ve Bir) şöyle ya
zar:
B
ATiNİ HAFIZA S ANATININ böylece ivme kazandığı ve amaçların
da giderek daha cüretkar hale geldiği bu dönemde, yapay hafıza
ya -klasik belagatin parçası olan rasyonel hafıza tekniğinden söz
ediyorum- karşı hareket de çok daha fazla güç kazanmaktaydı. Önceki
bölümlerden birinde söz edildiği üzere, bu sanata taraftar olmayan
Quintilian'ın hümanistler üstündeki etkisi giderek pekişiyordu; Eras
mus da, görmüş olduğumuz gibi , hafızada düzenin önemine vurgu ya
parak Quintilian'ın hafıza yerleri ve imgeleri karşısındaki gönülsüz tav
rını tekrarlıyordu.
On altıncı yüzyıl ilerledikçe, hümanist eğitimciler ağırlıklı olarak
belagat ve kısımları üstüne kafa yormaya başladılar. Belagatin gelenek
sel olarak Cicero tarafından tanımlanan beş kısmı yerine, içinde hafıza
nın yer almadığı farklı düzenlemeler önerilmekteydi. ı Bu eğilimlerde
Quintilian'ın etkisi bir kez daha önem kazanıyordu, zira Quintilian ken
di döneminde kimi belagat uzmanlarının hafızayı belagatin parçaları
arasına dahil etmediklerinden söz ediyordu. Hafızayı belagatin bölüm
leri arasına dahil etmeyen yeni usul on altıncı yüzyıl eğitimcileri ara
sında Melanchthon da bulunuyordu. Hafızanın bel gata dahil edilmeme
si, haliyle, yapay hafızanın bir kenara atılması demekti; böylelikle tek
rar ya da ezber, tavsiye edilen yegane hafıza sanatı haline geliyordu.
On altıncı yüzyılda eğitim yöntemlerinde reformu savunanlar ara
sında en önde gelen ya da kendi reklamını en çok yapan kişi, Pierre de
la Ramee veya yaygın olarak bilinen adıyla Petrus Ramus'tur. Ramus
1. Bkz. W S. Howell, Logic and Rhetoric in England, 1500-1 700, Princeton, 1 956,
s. 64 vd.
256 HAFIZA SANATI
2. Özellikle W J. Ong, Ramus: Method and the Decay of Dialogue, Harvard Uni
versity Press, 195 8 ; Howell, Logic and Rhetoric, s. 1 46 vd. ; R. Tuve, Elizabethan and
Metaphysical lmagery, Chicago, 1947, s. 33 1 vd.; Paolo Rossi, Clavis Universalis, Mi
lano, 1 960, s. 1 35 vd. ; Neal W Gilbert, Renaissance Concepts of Method, Columbia
University Press, 1960, s. 129 vd.
3. Ong, Ramus, s. 280. 4. Rossi, Clavis, s. 140.
RAMUSÇULUK 257
5. P. Ramus, Scholae in liberales artes, Scholae rhetoricae, Lib. XIX (Basel bası
mı, 1 578, col. 309). Krş. Quintilian, lnstitutio oratoria, XI, ii, 36.
6. Ramus, s. 307 vd.
258 HAFIZA SANATI
7. A.g.y., s. 3 1 1 .
8 . E Saxl, " A Spiritual Encyclopedia o f the Later Middle Ages'', Journal of the
Warburg and Courtauld lnstitutes, V (1942), s. 82 vd.
9. B kz. daha önce s. 1 34-38 ve aynı yerde Resim 5.6, 5 . 7 ve 5 . 8 .
RAMUSÇULUK 259
(Eski çağ bilgeliğini bir silsileyi takip ederek sonunda Platon'a ulaştıran
Ficino'nun kadim ilahiyat sıralaması ile karşılaştırın.)22 Gelgelelim ka
dim, hakiki ve doğal diyalektik, Ramus'a göre diyalektiğe sunilik ve
sahtelik katan Aristoteles tarafından bozulmuş ve yozlaştırılmıştır. Ra
mus diyalektik sanatını "doğal" biçimine, Aristoteles öncesi, Sokratik,
kadim doğasına kavuşturmayı kendisine görev bilir. Bu doğal diyalek
tik, ebedi ilahi ışığın zihindeki imgesidir. Diyalektiğe dönüş, gölgeler
den ışığa dönüştür. Özel olandan genele, genelden özele çıkıp inmenin
bir yoludur, tıpkı Homeros'un dünyadan gökyüzüne gökyüzünden dün
yaya uzanan altın zinciri gibi.23 Sistemini tarif ederken Ramus "altın
zincir" imgesini tekrar tekrar kullanır; dahası, Dialecticae institutiones'
te yer alan uzunca bir pasajda, Vergilius'un vazgeçilmez "Ruh içeride
büyüyüp serpilir" (Spiritus intus alit) veczi dahil olmak üzere Rönesans
Yeni Platonculuğunun ana temalarından birçoğunu kullanır ve ortaya
attığı hakiki doğal diyalektiği bir tür Yeni Platoncu gizem, gölgelerden
ilahi zihnin ışığına dönüşün bir yolu olarak över. 24
Ramus'un düşüncesi bu bağlamda ele alındığında, diyalektik yön
tem rasyonelliğini biraz yitirmeye başlar. Ramus'un yeniden canlandır
dığı şey "kadim bir bilgelik"tir. Görünümler çokluğunu birleştirmeye
olanak veren şey, gerçekliğin doğasına ilişkin bir kavrayıştır. Her konu
ya diyalektik düzeni dayatarak zihin özelden genele doğru yükselişi ve
tam tersini gerçekleştirebilir. Ramusçu yöntem neredeyse, Tanrısal Sı
fatların soyutlamalarını her konuya dayatan ve böylelikle çıkış ve inişi
gerçekleştiren Ramon Llull'un sanatı kadar gizemli bir kavramsallaş
tırma gibi görünmeye başlar. Amaç bakımından ise, imgelerin düzen
lenmesi yoluyla birliğe yükseliş ve oradan tekrar aşağı inişi sağlayan
Camillo'nun tiyatrosundan ya da Bruno'nun Gölgeler'de zihnin gölge
lerden ışığa dönmesini sağlayacak birleştirici bir sistem arayışında kul
landığı yöntemden farksız gibi görünmeye başlar.
Nitekim bütün bu sistem ve yöntemler arasında temas noktaları bul-
22. "Kadim ilahiyat", Ficino'nun Hermes Müselles gibi eski çağ bilgelerine atıfla
kullandığı tabirdi. Hermes ve diğerlerinden Platon'a dek uzanan bir bilgelik akımı ola
rak görüyordu bunu. Bkz. D. P. Walker, "The Prisca Theologia in France", The Journal
of the Warburg and Courtauld Jnstitutes, XVII (1954), s. 204 vd.; Yates, G.B. and H.T.,
s. 1 4 vd. Ramus'un zihni de benzer bir çizgi izler, ancak kadim diyalektikçi olarak Pro
metheus'u alır ve bilgeliğin ondan Sokrates'e intikal ettiğini kabul eder.
23. P. Ramus, Aristotelicae animadversiones, Paris, 1 543, s. 2 ön yüz, 3 arka yüz.
24. Dialect. inst., s. 37 vd.; Ong, Ramus, s. 1 89 vd.
RAMUSÇULUK 26 5
mak için pek çok çaba gösterilecekti. Gördüğümüz gibi, Llullculuk ha
fıza sanatıyla kaynaştınlmıştı; onu Ramusçulukla kaynaştırma yönünde
girişimler de vardı. İster hatmi olsun isterse rasyonel, ister Llullcu ister
se Ramusçu vb. son derece karmaşık ve çetrefil yollarla yöntem arayışı,
dönemin temel bir özelliğiydi . Gelecekte nice sonuçlara gebe olan bü
tün bu yöntem arayışının tetikleyicisi, yaratıcısı, ortak kökeni ise hafı
zadır. Her kim yöntemsel düşüncenin kökenini ve gelişimini araştırmak
isterse hafıza sanatının tarihini, Ortaçağ 'da geçirdiği dönüşümü, batıni
dönüşümünü, Llullcu hafıza yöntemini, Ram usçu hafıza yöntemini in
celemelidir. Bu tarih eksiksiz biçimde yazıldığı zaman, hafıza alanında
gerçekleşen batıni dönüşümün, yöntem arayışı sürecinin bütününde
önemli bir evre oluşturduğu ortaya çıkabilir.
B
RUNO HAFIZA ÜSTÜNE hacimli kitabını İngiltere'ye gelişinden
hemen sonra, 1 583 yılının başlarında yayımlamış olsa gerekir.
Burada Mühürler1 olarak andığım yapıt aslında şu dört kısımdan
oluşmaktadır:
B aşlık sayfasında yapıtın basım yeri ve tarihi hakkında hiçbir bilgi yok
tur, fakat kitabın 1 583 başlarında yayımlandığı hemen hemen kesindir;
Londralı bir matbaacı olan John Charlewood tarafından basıldığı ise
kuşku götürmez.2 Ars reminiscendi yeni bir yapıt değil, bir önceki yıl
Paris'te yayımlanan Kirke3 adlı kitabın hafıza sanatıyla ilgili bölümü
nün yeniden basımıydı. Bu bölümün hemen öncesinde, Kirke'nin yedi
gezegene tüyler ürpertici yakarışları anlatılıyordu.4 Hafıza sanatının bü
yüsel niteliğini Parisli okurlar (Gölgeler gibi batıni bir yapıtı da okumuş
olmaları muhtemeldi) açısından apaçık kılan bu yakarışlar, İngiltere'de
yayımlanan yeniden basıma dahil edilmemişti. Buna karşılık İngiltere
basımında Ars reminiscendi ' ye yeni bir malzeme eklenmişti : "Otuz
Mühür'', "Otuz Mührün İzahatı" ve "Mühürlerin Mührü".
1. Kitabın tam adı için daha önce s. 223. Mühürler, G. Bruno, Op. /at., il (ii), s. 69-
2 1 7 ' de tekrar basılmıştır.
2. Bkz. G. Aquilecchia, "Lo stampatore londinese di Giordano Bruno", Studi di Fi
lologia Italiana, XVIII ( 1960), s. 1 0 1 vd.; krş. G.B. and H.T., s. 205 .
3. Bruno, Op. lat., il, (i), s. 21 1 -57.
4. Agrippa'nın De occulta philosophia sındakileri örnek alan bu yakarışları G.B.
'
1 1 . 1 Hafıza sanatının ilkelerini açıklayan resimler. Agostino del Riccio, Arte della
memoria locale, 1 595, Ulusal Kütüphane, Floransa, MS. il, 1, 1 3 .
270 HAFIZA SANATI
Kendi ülkesinde oldukça gizli saklı bir biçimde yayımlanan (ne yayın
yeri belirtilmiştir ne de yayın tarihi) bu tuhaf yapıtı anlamaya girişen
duğunu fark edecektir. Ancak Bruno, eski usullerin hepsini kullansa da,
bunları kullanmanın yeni ve daha iyi bir yolunu bulduğu iddiasındadır.
Bu yeni yol, "Kirke'nin Şarkısı" ile ilişkilidir22 (Ars reminiscendi'nin
İngiltere basımına dahil edilmeyen, Kirke yapıtında yer alan gezegenle
re yakarışı kastediyor olabilir). O halde bu hafıza risalesinin kalbinde
Kirke'yle ilişkili bir muamma vardır, fakat bunun tam olarak ne oldu
ğunu anlamakta Elizabeth dönemi okuru epeyce güçlük çekmiş olsa
gerektir. Ardından, okur "Otuz Mühür" gibi büyük bir engelle karşıla
şacaktır; büyüye dayalı hafızanın ilke ve teknikleri hakkındaki bu otuz
önermeden sonra ise, kimileri hemen hemen çözümsüz "yan-matema-
1 5 . Ars reminiscendi, Mühürler ile birlikte Op. !at., il (ii) 'de yer almaz, çünkü za-
ten Kirke ile birlikte Op. !at. , il, (i), s. 2 1 1 -57 'de verilmiştir.
1 6. Op. !at., il (i), s. 221 vd.
1 7 . A .g.y. , s. 224. 1 8. Bkz. daha önce s . 128-29.
19. Op. lat., il (i), s. 24 1 -46. 20. A .g.y. , s. 25 1 . Bkz. daha önce s. 1 44.
21. A .g.y., s . 229-3 1 . 22. A .g.y. , s . 25 1 .
GIORDANO BRUNO: MÜH ÜRLER ' İN SIRRI 273
c d
1 1 .2 a Sema.
b Çömlekçinin çarkı. Bruno, "Otuz Mühür", Mühürler, Londra, 1 583.
c Hafıza Sistemi. Bruno, Figuratio Aristotelici physici auditus, Paris, 1 586.
d Hafıza Sistemi. Bruno, İmgeler, Frankfurt, 1 59 1 .
GIORDANO BRUNO: M ÜH ÜRLER ' İ N SIRRI 275
bir kişinin imgesiyle hatırlamayı öngören ilginç bir "görsel alfabe" tü
rünü tanımlar. ET ve TE 'yi hatırlayabilmek için Eusebius ve Tomma
so'nun yer değiştirmesini isteyen Ravennalı Petrus, hatırlanacağı gibi,
bu yöntemin en parlak örneğini ortaya koymuştur.33 Bruno bu Mühürde
Ravennalı Petrus'tan hayranlıkla söz eder. 1 1. Mühür, "Bayrak",34 bir
grup şeyin bayraktarlığını yapan öncü imgeleri temsil eder; buna göre
Platon, Aristoteles, Diogenes, bir Pyrrhoncu, Epikourosçu yalnızca bu
kişileri değil, onlarla ilişkili pek çok fikri belirtmeye yarar. Sanat ve bi
lim alanında ünlü temsilcilerin imgelerini birer hafıza imgesi olarak ka
bul eden eski gelenektir bu. 1 4 . Mühür, "Daidalos",35 etrafında bir grup
anlamı düzenlemek üzere kullanılacak ana imgelere iliştirilecek ya da
yerleştirilecek nesnelerin listesini verir. Bruno'nun hafıza imgeleri bu
tür listeleri üreten eski geleneğin devamıdır. 1 5 . Mühür "Numaralandı
rıcı",36 biçimi itibarıyla belli bir sayıyı anımsatan nesneleri kullanarak
sayılara karşılık gelen imgeler oluşturmanın yolunu tarif eder. Sayıları
hatırlatacak nesne kümelerinin, görsel alfabelerle ya da harfleri anım
satan nesne kümeleriyle birlikte sunulduğu eski hafıza risalelerinde sık
ça yer verilen bir konudur bu. 1 8. Mühür, "Yüzyıl",37 yüz kişiden oluşan
bir arkadaş grubunu yüz ayrı yere yerleştirerek, tanıdığımız kişilere
benzer hafıza imgeleri oluşturmayı öngören klasik kuralın önemli bir
örneğini sunar. 19. Mühür, "Çemberin İçine Kare Çizmek"38 kaçınılmaz
burç diyagramına dayanır. Bruno antik dönemden gelen bu problemi
çözmek için, yarı-matematiksel yani büyüsel bir figürü bir hafıza yeri
sistemi olarak kullanır. 2 1 . Mühür, "Çömlekçinin Çarkı" (Resim 1 1 .2
b )39 ise yine bir burç diyagramıdır; yedi gezegenin adlarının ilk harfinin
yazılı olduğu bir çubuk çarkın içinde devinmektedir; çok zor bir sis
temdir bu. 23 . Mühür, "Doktor",40 Romberch'in kitabındaki gravürler
den birinde açıklanan yönteme benzer şekilde (Resim 5.3), kasap, fırın,
berber vb. çeşitli dükkanları birer hafıza yeri olarak kullanır. Ancak
Bruno'nun dükkanları o kadar açık seçik değildir. "Kirke'nin Arazisi ve
Bahçesi" (2 6. Mühür) ,4 1 göründüğü kadarıyla, ancak yedi gezegene
sesleniş başarıyla tamamlandıktan sonra gerçekleştirilebilecek son de
rece büyülü bir sistemdir. Burada unsurların oluşturduğu bileşikler -sı-
33. Bkz. daha önce s. 135. 34. Op. /at., il (ii), s. 84, 1 32-33.
35. A .g.y. , s . 1 39. 36. A .g.y., s. 86-87, 1 40-4 1 .
37 . A.g.y., s. 87-88, 1 4 1 . 3 8 . A.g.y., s . 8 8 , 1 4 1 -43 .
3 9 . A.g.y. , s . 90-9 1, 1 45-46. 40. A .g.y. , s. 92-93, 1 47.
4 1 . A.g.y., s. 95-96, 148-49.
GIORDANO BRUNO: MÜHÜRLER ' İN SIRRI 277
46. A.g.y.
GIORDANO BRUNO: MÜHÜRLER' İ N SIRRI 279
Son cümle, şekilsiz mermer kütlesini, onun içinde gördüğü biçimi açığa
çıkarmak için yontan Michelangelo'yu anımsatıyor. Hayal gücünün
heykeltıraşı Pheidias da aynı şekilde, hafızanın biçimsiz kaosunun için
den biçimleri açığa çıkarır. "Pheidias" Mühründe derin bir şey olduğu
Bir öznede "bir" bilgiyi müşahede ediyordum. Zira ana parçaların hepsi
ne birer ana biçim tayin edilmişti . . . bütün tali biçimler de ana parçalara ek
lemlenmişti. 53
54. A .g.y., s. 1 6 1 . 55. A.g.y., s. 1 62. 56. A .g.y., s. 1 63. 57. A .g.y., s . 165.
58. Agrippa'da yer alan bu paragraf ve Bruno üstündeki etkisi için bkz. G.B. and
H.T. , s. 1 35-36, 239-40.
282 HAFIZA SANATI
6 1 . Bruno'nun bu konudaki kafa karışıklığı için bkz. G.B. and H.T., s. 335-36.
62. Op. !at., il (ii), s. 1 74 vd. Bruno burada Vergilius'un ''zihin maddeyi harekete
geçirir" sözünü aktarıyor.
63 . Soyut bir dille ima edilir, a.g.y., s. 166. 64. A.g.y. , s. 1 67 vd.
65. Bruno, Dialoghi italiani, haz. Aquilechia, s. 969.
66. Op. /at., il (ii), s. 1 80 vd.
284 HAFIZA SANATI
leri varsa da dinlerin en iyisi olan, iyi "büyü dini"nden bahseder. Bu pa
sajları diğer kitabımda tartışmış,67 Bruno'nun büyüye dayalı din konu
sunda Cornelius Agrippa'yı izlediğini, bunu yaparken bir yandan da
Agrippa'yı daha uç doğrultulara taşıdığını göstermiştim. Tehlikeli be
yanlarını ortaya attığı yer burasıdır. Aquinolu Tommaso, en iyi "yoğun
laşma" türlerinden birini gerçekleştiren kişi sıfatıyla Zerdüşt ve Tarsus
lu Paulus ile eş tutulur.68 Bu yoğunlaşmalara ulaşmak için yalnız ve
münzevi dönemler geçirilmesi zorunludur. Horev Çölü'nden gelen Mu
sa, Firavun'un Büyücüleri önünde mucizeler yaratmıştır. Nazarethli İ sa
ancak çölde şeytanla boğuştuktan sonra mucizelerini gerçekleştirmiştir.
Ramon Llull, münzevi bir hayat sürdükten sonra pek çok icatta ne de
rece ilerlediğini kanıtlamıştır. Münzevi unvanını gururla taşıyan Para
celsus yeni bir tıp icat etmiştir. 69 Mısırlılar, Babilliler, Druidler, Farsiler,
Muhammediler arasından çıkan düşünürler daha yüce yoğunlaşmalara
ulaşmıştır. Çünkü hem aşağı şeylerin hem üstün şeylerin içinde bulunan
ve mucizevi güçlere sahip bütün büyük dini önderleri ortaya çıkaran
şey, aynı psişik güçtür.
Giordano Bruno bir din, Hermetik deneyim veya içsel gizem inanı
şı ortaya atan bir kişi sıfatıyla kendisini de bu önderlerden biri olarak
sunar. Bu inancın dört rehberi, ruhların ilahi bir hezeyan aracılığıyla
ilahi düzeye yükselmesini sağlayan Sevgi; kişinin dünyanın ruhuna da
hil olmasını mümkün kılan Sanat; sayıların büyüsel bir kullanımı olan
Mathesis; ve dini bir büyü olarak anlaşılan Büyüdür.70 Bu rehberleri iz
leyerek dört gayenin ne olduğunu görmeye başlayabiliriz. Bunların il
ki Işıktır.71 Mısırlıların sözünü ettiği kadim ışıktır bu (Hermetik Poi
mandres yapıtının kadim ışık hakkındaki bölümü kastediliyor). Kelda
niler, Mısırlılar, Pythagorasçılar, Platoncular, doğayı en iyi biçimde mü
şahede edenlerin hepsi, Platon'un en yüce Tanrı'nın imgesi olarak ad
landırdığı, doğuşunda Pythagoras'ın şarkılar söylediği, batışında Sokra
tes'in selamlayarak kendinden geçtiği o güneşe tutkulu bir hayranlık
beslemiştir.
Hafıza sanatı Giordano Bruno'nun dönüştürdüğü batıni biçimiyle,
büyüsel-dini bir tekniğe, Hermetik bir gizem inancının parçası olarak
dünyanın ruhuna dahil olmanın bir yolu haline gelmiştir. Hafızanın
67. G.B. and H.T., s. 27 1 vd. 68. Op. lat., il (ii), s. 190-91 . 69. A .g.y. , s . 1 8 1 .
70. A.g.y., s . 1 95 vd.; krş. G.B. and H.T. , s . 272-73.
7 1 . Op. lat., il (ii), s. 199 vd.
GIORDANO BRUNO: MÜHÜRLER 'İN SIRRI 285
Doğal olarak bir soru doğuyor. Bütün o nüfuz edilmesi imkansız, çetre
fil hafıza tekniği önerileriyle "Otuz Mühür", "Mühürlerin Mührü"nü
korumak, erginlenmiş olanlar dışındaki kimseleri kitabın nüvesine ulaş
maktan alıkoymak için inşa edilmiş bir set miydi? Bruno böylesine çet
refil bir biçimde tarif ettiği bir hafıza sanatına gerçekten inanıyor muy
du? Yoksa bu bir örtü müydü, anlaşılmaz sözcüklerden bir bulut yaratıp
bunun altına gizlenerek gizemli dinini yaymayı mı amaçlıyordu?
Böyle bir düşünce, Mühürler'e en azından kısmen rasyonel bir açık
lama getirerek neredeyse içimizi ferahlatır. Bu teoriye göre Mühürler,
erginlenmemiş okur ile "Mühürlerin Mührü" arasına aşılması imkansız
bir gizem perdesi çekmek için batınileştirilen, büyü iması yüklenip
"mühür" olarak adlandırılan her tür hafıza tekniğinin bütünüyle anla
şılmaz birer sunumu olacaktı. Kitabı en başından başlayarak inceleme
ye girişen pek çok okur, sonuna ulaşamadan onu bir kenara atacaktı.
Yapmaları istenen şey yoksa tam da bu muydu?
Bruno'nun hafıza üstüne yazdığı kitapların düzeninde gizleme mak
sadının rol oynamış olabileceği kanısındayım, ancak söz konusu kitap
ların tek açıklaması elbette bu değildir. Bruno kuşkusuz mümkün oldu
ğunu düşündüğü bir şeyi yapmak için samimi olarak çaba gösteriyor,
içsel birliği sağlayacak manidar imgeler düzenini bulmaya çalışıyordu.
"Dünyanın ruhuna dahil olmamızı sağlayacak olan" Sanat, onun ortaya
attığı dinin rehberlerinden biridir. Dini altına gizleyebileceği bir örtü
değildir bu ; onun asli bir parçası, başlıca tekniklerinden biridir.
Ü stelik, yukarıda gördüğümüz üzere, Bruno'nun hafıza konusunda
verdiği uğraşlar yalıtılmış birer olgu değildir. Belirli bir geleneğe, hafı
za sanatının batıni biçimleriyle ilişkili olan Rönesans batıni geleneğine
aittir. Bruno ile birlikte Hermetik hafıza tekniği alıştırmaları, bir dinin
manevi alıştırmalarına dönüşmekteydi. Temelinde dini bir gayreti tem
sil eden böyle bir çaba ise belli bir ihtişam taşır. Sevgi ve Büyünün dini,
Muhayyilenin Gücüne ve bir İmge Sanatına dayanır. Bu sanat sayesinde
Büyücü, incelikli çağrışım düzenlerini izleyerek biri diğerine dönüşen,
göklerin durmadan değişen devinimini yansıtan, duygulanımlarla yük
lü, birleştirici, sonsuza dek birleştirmeye çabalayan, büyük dünya mo
natını onun sureti olan insanın zihninde yansıtmaya çalışan imgeler ara
cılığıyla, bütün değişken biçimleri içinde evreni kavramaya ve içinde
286 HAFIZA SANATI
74. Bkz. G.B. and H.T., s. 210 vd.; ve bkz. daha önce s. 305-6, 34 1 -42.
75. Thomas Bradwardine'in erken dönem hafıza risalesi hakkında (bkz. daha önce
s. 121). Roger Bacon'ın bir Hafıza Sanatı risalesi yazdığına dair bir rivayet vardır, an
cak şimdiye dek böyle bir metnin izine rastlanmamıştır (bkz. Hajdu, Das Mnemotech
nische Schrifttum des Mittelalters, Viyana, 1936, s. 69-70.)
76. Bkz. daha önce s. 1 1 1 - 1 4.
288 HAFIZA SANATI
77. Bkz. G.B. and H.T., s. 1 5 1 . 78. A.g.y., s. 1 48 vd., 1 87 vd., vb.
79. Llull'u � Ars demonstrativa 'sının Dee tarafından yapılan bir çözümlemesi Bod
leian kütüphanesinde bulunur (Digby MS. 197). Dee'nin kütüphanesinin kataloğunda
Llull'a ait olan ve hatalı olarak ona atfedilen birçok yapıt bulunur. Bkz. J. O. Halliwell,
Private Diary of Dr. John Dee and Catalogue of his Library of Manuscripts, Londra,
Camden Society, 1 842, s. 72 vd.
80. G.B. and H.T. , İllüstr. 15 (a).
GIORDANO BRUNO: MÜHÜRLER 'İN SIRRI 289
1
NGİLTERE' DE, 1 5 84 yılında, hafıza sanatıyla ilgili olağanüstü bir
münakaşa patlak verdi. Bruno'nun hararetli bir öğrencisi ile Cam
bridgeli bir Ramusçuyu karşı karşıya getiren bu münakaşa, Eliza-
beth döneminin belki de en temel tartışmalarından biriydi. Tarafların
paylaşamadığı kozların ne olduğunu, Alexander Dicson'ın ı Brunocu
hafıza sanatının gölgeleri içinden Ramusçuluğa yönelttiği meydan oku
manın anlamını ve William Perkins'in niçin hiddetle karşılık vererek
Ramusçu yöntemi hafıza sanatının yegane hakiki biçimi olarak savun
duğunu ancak şimdi, hafıza sanatının tarihinde ulaştığımız bu noktada
anlamaya başlayabiliriz.
Tartışma,2 Bruno'nun Gölgeler (De umbris idearum) yapıtının çok
yakın bir taklidi olan, Dicson'ın De umbra rationis 'i (Aklın Gölgesi) ile
başlar. Kitapçığın -zira kitap olarak adlandırmak güçtür- basım tarihi
kapakta 1 5 83 olarak belirtilmiştir, ancak Leicester Kontu Robert Dud-
3. Münakaşaya konu olan dört yapıtın tam başlıkları şunlardır: Alexander Dicson,
De umbra rationis, Thomas Vautrollier, Londra, 1 583-4; "Heius Scepsius" (namı diğer
A. Dicson), Defensio pro Alexandro Dicsono, Thomas Vautrollier, Londra, 1 5 84; "G.
P. Cantabrigiensis", Antidicsonus ve Libellus in quo dilucide explicatur impia Dicsoni
artificiosa memoria, Henry Middleton, Londra, 1 5 84; G. P. Cantabrigiensis, Libellus
de memoria verissimaque bene recordandi scientia ve Admonitiuncula ad A. Dicso
num de Artificiosae Memoriae, quam publice profitetur, vanitate, Robert Waldegrave,
Londra, 1 584.
Dicson'ın Ramusçuluk karşıtı yapıtlarının, İngiltere'deki ilk Ramusçu yapıtları ya
yımlayan ve bir Huguenot olan Vautrollier tarafından basılmış olması, münakaşanın
tuhaf yanlarından biridir (bkz. Ong, Ramus, s. 301 ).
RAMUSÇU VE BRUNOCU ÇATIŞMA 293
1 3 . Corpus Hermeticum, haz. Nock-Festigiere, il, s. 200-9; krş. G.B. and H.T. , s.
28-3 1 .
1 4. D e umbra rationis, s . 6-8. Hermetik yenilenme deneyimini yaşamamış, hay
vandan farksız insan formu üstünde bu kadar durması, Bruno'nun Kirke yapıtındaki,
Kirke'nin büyüsünün insanın hayvansı tarafını ortaya çıkardığı için ahlaki açıdan ya
rarlı bir büyü olduğu yorumuyla bağlantılı olabilir. (bkz. G.B. and H.T., s. 202).
296 HAFIZA SANATI
2 1 . Lazzarelli'nin olağanüstü Crater Hermetis ' i için bkz. Walker, Spiritual and
Demonic Magic, s. 64-72; G.B. and H.T., s. 1 7 1 -72, vb.
22. Diyalogları izleyen hafıza sanatı hakkındaki bölümde Dicson "chiuslunun",
yani Keoslu Simonides'in bu sanatın mucidi zannedildiğini, ama sanatın kökeninin as
lında Mısır'a dayandığını ifade eder. "Mısır'dan ayrıldığı takdirde bütün gücünü yiti
rir." Ayrıca Druidlerin de bu sanattan haberdar olmuş olabileceğini ekler (De umbra
rationis, s. 37).
298 HAFIZA SANATI
3 1 . Antidicsonus, s. 30. Krş. Ramus, Scholae, col. 2 1 4 (Scholae rhetoricae, lib. 3).
32. Antidicsonus, s. 45 . 33. Bkz. daha önce s. 1 29.
300 HAFIZA SANATI
47. Dialoghi italiani, s. 47. Bruno bunu 1 5 84'te yayımlanan Cena de le ceneri'de
söyler.
48. G.B. and H.T., s. 205-1 1, s. 235 vd. , vb.
RAMUSÇU VE BRUNOCU ÇATIŞMA 305
55. Dialoghi italiani, s. 214. 56. A.g.y. , s. 260. 57. A .g.y., s . 227-28.
58. A .g.y. , s . 232. 59. A.g.y., s. 242 vd. 60. A .g.y., s. 272-4.
6 1 . A .g.y., s. 279. 62. A.g.y., s. 340. 63. A .gy. , s. 342 vd.
RAMUSÇU VE BRUNOCU ÇATIŞMA 307
Hafıza sanatı böylesine şimşekleri üstüne çeken bir konu haline gel
mişken, Sidney'nin çevresinden bir şair olan Thomas Watson'ın, 1 5 85
veya daha öncesinde, bir Compendium memoriae localis (Yerel Hafıza
Almanağı) yayımlaması cüretkar bir girişim olarak değerlendirilebilir.
Rasyonel bir hafıza tekniği olarak klasik sanatın kurallarını, uygulama
ya dair örneklerle birlikte sunan, bütünüyle sarih bir açıklama gibi gö
rünmektedir bu. Nitekim Watson önsözünde kendisini Bruno ve Dic
son' dan soyutlamaya özen gösterir.
En çok da bu ufacık yapıtımın Nolalı'nın derin bir birikime dayanan gi
zemli, büyülü mührü ya da Dicson'ın yapay gölgesi ile mukayese edilip, oku
ra fayda sağlamak yerine yazarının başına bela açmasından korkuyorum. 64
64. Thomas Watson, Compendium memoriae loca/is, basım yeri veya tarihi belir
tilmemiş, önsöz. S.TC. 'ye göre tahmini basım tarihi 1 585, yayımcı ise Vautrollier'dir.
Watson'ın yapıtının bir elyazması nüshası British Museum'da bulunur (Sloane,
375 1 ) .
6 5 . Krş. Howell, Logic and Rhetoric i n England, s . 204 vd.
66. Calender of State Papers, Scottish, X ( 1 589-93), s. 626; aktaran Durkan, s.
1 83 .
308 HAFIZA SANATI
68. Sör Philip S idney, An Apologie far Poetrie, haz. E. S. Shuckburgh, Cambridge
University Press, 1905, s. 36.
69. Plat, Jewel House, s. 8 1 . 70. A .gy., s. 82. 7 1 . A .g.y., s. 83.
310 HAFIZA SANATI
* İng. Rosicrucian; sözcük karşılığı "kızıl", "pembe" veya "güllü haç"tır. Türkçeye
zabeth döneminin kimi gizemlerinin daha net bir tarihsel anlam kazan
masını sağlayacak birtakım ipuçları sunabilir.
Hafıza sanatı içindeki tartışmanın hayal gücü etrafında döndüğünü
gördük. Bu tartışma Elizabeth dönemi insanlarını bir açmazla karşı kar
şıya getirmişti. Ya içsel imgeler Ramusçu yöntem tarafından tümüyle
ortadan kaldırılacak ya da büyü yoluyla gerçekliği kavramanın yegane
aracı olarak geliştirilecekti. Ortaçağ sofuluğunun cismani teşbihleri ya
paramparça edilecek ya da Rönesans'ın hayal gücü sanatçıları Zeuxis
ve Pheidias'ın şekillendirdiği dev figürlere dönüştürülecekti. Bu çatış
manın aciliyeti ve sancısı Shakespeare'in ortaya çıkışına katkıda bulun
muş olamaz mı?
XIII
Giordano Bruno:
Hafıza Üstüne Son Yapıtlar
1. Bruno'nun Paris'e ikinci ziyareti hakkında bkz. G.B. and H.T., s. 29 1 vd.
2. Camoeracensis Acrotismus, G. Bruno, Op. lat., 1 (i), s. 53 vd. Krş. G.B. and H.T.,
s. 298 vd.
BRUNO: HAFIZA ÜSTÜNE SON YAPITLAR 313
görünen bir hafıza yerleri sistemine yerleştirilecek bir dizi mitolojik ha
fıza imgesi aracılığıyla Aristoteles'in fizik üstüne yapıtının nasıl ezber
lenebileceğini anlatıyordu. Aristoteles'in fiziğini yapay hafıza yoluyla
ezberlemek Dominiken geleneğine özgü bir adetti anlaşılan, zira Rom
berch de o pek faydalı Congestorium artificiose memorie 'sinde şu hi
kayeyi anlatır:
Bu hafıza sanatından neredeyse bihaber olan genç bir adam, duvarlann
üstüne Aristoteles'in De auditu physico 'sunu sırayla okuyabilmek için ol
dukça anlamsız küçük figürler çiziktirdi; tasvirleri her ne kadar yapıtın içeri
ğiyle pek uyumlu olmasa da, onu hatırlamasına yardımcı oldu. Böylesine za
yıf araçlar bile hafızaya yardımcı oluyorsa, hafızanın temelini kullanım ve
alıştırmalarla güçlendirmek kimbilir ne kadar faydalı olur.4
3. Op. /at., 1 (iv), s. 1 29 vd. Kitap Paris'te basılmış ("ex Typographia Petri Cheuil
lot, in vico S. Ioannis Lateranensis, sub Rosa rubra") ve Belleville Rahibi Piero del Be
ne'ye ithaf edilmiştir. Bu ithafın önemi için bkz. G.B. and H.T., s. 303 vd.
4. Romberch, Congestorium artificiose memorie, s. 7 arka yüz 8 ön yüz.
-
21. Op. /at., il (iii), s. 85 vd. Krş. G.B. and H.T., s. 325 vd.
22. De immenso, innumerabilibus et infigurabilibus; De triplici minimo et mensu
ra; De monade numero et figura. Bu şiirlerin imge dağarcığı, burada irdelemeye giri
şemeyeceğimiz denli karmaşık biçimlerde, Heykeller ve İmgeler yapıtlarıyla bağlantı
lıdır.
BRUNO: HAFIZA ÜSTÜNE SON YAPITLAR 319
23. Op. !at., il (iii), s. 95. 24. A .g.y. , s. 121. 25. A .g.y., s. 1 13 .
320 HAFIZA SANATI
27. A .g.y. , s. 200 vd. 28. Bkz. G.B. and H.T., s. 326 vd.
322 HAFIZA SANATI
mını temsil ediyor olmalıdır. Göğü temsil eden yuvarlak binanın içinde
kare bir plan bulunur. Gök-ötesi ve gök-altı alemleri temsil eden bu bi
na, dünyanın tamamının üstten, birleştirici, düzenleyici, göksel seviye
den hatırlanmasını sağlar. Bu sistem Mühürler yapıtının 12. Mühür'ün
deki önermeyi yaşama geçiriyor olabilir. Bruno o yapıtta "hafızanın iki
şekli" olduğunu söyler;29 bunların biri yıldız imgelerinden oluşan gök
sel hafızadır, diğeriyse "ihtiyaca göre, binalar . . . oluşturarak" işleyen ha
fıza. Bu sistem, dairesel göksel sistemi, hafıza odalarından oluşan kare
sistemle birleştirerek hafızanın iki şeklini aynı anda kullanır.
Bu noktada diyagramda bulunan en iç dairenin üstünde yer alan
harfleri fark ediyoruz; bu harfler metnin hiçbir yerinde açıklanmaz (üs
telik yapıtın on dokuzuncu yüzyıl baskısına da doğru biçimde aktarıl
mamıştır). Büyülenmeye veya efsunlanmaya başladığımız düşünülebi
lir, ama bu dairenin üstündeki harfler yan yana gelince "Alta Astra"
(Yüksek Yıldızlar) ibaresini meydana getirmiyor mu? Bir yıldız dininin
hafıza tapınağıyla mı karşı karşıyayız?
ten Campanella da Güneş Kenti'nin veya onun bir modelinin yerel hafı
zaya yönelik olarak, "dünyayı bir kitap gibi kullanarak" her şeyi bilme
nin çok hızlı bir yolu 3 1 olarak kullanılabileceğini tekrar tekrar belirt
miştir. "Yerel hafıza" yöntemi olarak kullanıldığında, Güneş Kenti'nin
oldukça basit bir Rönesans hafıza sistemine dönüşeceği açıktır; binala
rın içindeki yerlerin ezberlenmesini öngören klasik ilkenin, Rönesans
usulünce, dünyayı temsil etme ihtiyacına uyarlandığı bir sistemdir bu.
Bir yıldız dinine dayalı bir Ütopya şehri olan Güneş Kenti, hafıza
sistemi olarak kullanıldığında, Bruno'nun gerek Gölgeler'de gerekse
İmgeler'de ortaya attığı sistemle karşılaştırılabilir. Bruno'nun sistemle
rinden çok daha basittir, çünkü bir Kentte sabitlenmiş durağan bir sis
temdir (tıpkı Camillo'nun sisteminin de bir Tiyatroda sabitlendiği gibi);
üstelik Bruno gibi ürkütücü derecede karmaşık düzenekler üretmeye de
kalkışmaz. Bununla beraber, İmgeler'de önerilen sistemin merkezi dai
resel sunağının üstünde bulunan "Alta Astra"yı, Güneş Kenti'nin mer
kezindeki daire biçimli tapınakla karşılaştıracak olursak, Bruno ve
Campanella'nın -ikisi de Napoli'deki Dominiken manastırında eğitim
görmüştür- "yerel hafıza"ya ilişkin tahayyülleri arasında birtakım ben
zerlikler ortaya çıkabilir.
3 1 . Bkz. Tommaso Campanella, Lettere, haz. V. Spampanato, Bari, 1927, s. 27, 28,
1 60, 194 ve L. Firpo, "Lista dell'opere di T. Campanella", Rivista di Filosofia, XXX
VIII (1947), s. 21 3-29. Krş. Rossi, Clavis universalis, s. 126; G.B. and H.T., s. 394-95 .
3 2 . Op. lat., il (iii), s . 1 03 ; krş. G.B. and H.T. , s . 335.
324 HAFIZA SANATI
33. Schenkel hakkında bkz. Biographie universelle, sub. nom.'daki ilgili madde ve
Encyclopaedia Britannica'daki "Mnemonics" maddesi; Hajdu, Das Mnemotechnische
Schrif.ftum des Mittelalters, s. 122-24; Rossi, Clavis universalis, s. 128, 1 54-55 , 250 vb.
34. 1 560'ta Louvain'da verilen ve daha sonra yayımlanan, Simonides hakkındaki
hararetli söyleve bakılırsa (N. Mameranus, Oratio pro memoria et de eloquentia integ
rum restituenda, Brüksel, 1 56 1 ) Hollanda'nın Katolik eyaletlerinde yapay hafızayı
canlandırmaya yönelik oldukça büyük bir ilgi vardı.
35. L. Schenkel, Le Magazin des Sciences, Paris, 1 623.
3 26 HAFIZA SANATI
36. Eisagoge, seu introductio facilis in praxim artificiosae memoriae, Lyon, 1 6 19;
ve Crisis, iani, phaosphori, in quo Schenkelius illustratur, Lyon, 1 6 19.
37. Paepp'in Bruno'yu zikrettiği pasajlara Rossi dikkat çekmiştir; Clavis universa
lis, s. 125 (N. Badaloni'nin bir makalesine atıfla). Ayrıca bkz. Rossi, "Note Bruniane",
Rivista critica di storia dellafilosofia, XIV (1959), s. 197-203.
38. Eisagoge, s. 36-1 1 3 ; Crisis, s. 12-3 vb.
39. Schenkelius detectus, s. 2 1 .
BRUNO: HAFIZA ÜSTÜNE SON YAPITLAR 327
Bütün o incelikli hafıza tavsiyesi, türlü türlü sistemler, sırlara vakıf ol
mayanların aklını karıştırmak, sırlara vakıf olanlara ise bütün bunların
gerisinde bir "Mühürlerin Mührü"nün, Hermetik bir tarikatın, hatta bel
ki de siyasi-dini bir örgütün bulunduğunu işaret etmek için konmuş bi
rer engel miydi?
Diğer kitabımda Bruno'nun Almanya'da "Giordanisti" adında gizli
bir tarikat kurduğuna dair söylentiye dikkat çekmiş,42 bunun Gül-Haç
lılarla bir ilgisinin olabileceğini belirtmiştim. On yedinci yüzyıl başla
rında Almanya'da bir dizi manifestoyla ilan edilen bu gizemli Gül-Haç
kardeşliği hakkında o kadar az şey bilinmektedir ki kimi araştırmacılar
böyle bir tarikatın hiçbir zaman var olmadığını savunur. Böyle rivayet
olunan Gül-Haçlılar ile, ilk kez 1 646 yılında İngiltere'de Elias Ash
mole'un örgüte katılmasıyla bir kuruluş olarak adı duyulan Hür Mason
luğun kökenleri arasında bir bağ olup olmadığı sorusu da yine bir mu
amma ve sonuca bağlanmamış bir soru olarak karşımızda duruyor. Her
halükarda Bruno görüşlerini hem İngiltere hem de Almanya'da yaydı
ğına göre, onun seyahatleri hem Gül-Haçlılar hem de Hür Masonluk
için ortak bir kaynak oluşturmuş olabifü.43 Hür Masonluğun, her ne ka
dar bilfiil duvarcılıkla uğraşanların loncalarından, yani inşaat ustaların
dan türediği varsayılsa da, kökenleri bir giz perdesiyle sarmalanmıştır.
Bu tür loncaların nasıl olup da farazi masonluğa, mason ritüellerinde
mimari imgelerin sembolik kullanımına dönüştüğünü açıklamayı kimse
başaramamıştır. Dizginsiz bir hayal gücüne sahip, eleştirellikten uzak
yazarlar için bir altın madeni haline gelen bu konulan sahici tarihsel ve
eleştirel yöntemlerle soruşturmanın zamanı gelmiştir ve bunun pek ya
kında gerçekleşebileceğine dair işaretler mevcuttur. Hür Masonluğun
doğuşunu konu alan bir kitabın önsözünde, Masonluk tarihinin ayrı bir
şey gibi değil, toplum tarihinin bir kolu, "tıpkı diğer kurumların tarihi
gibi araştırılarak yazılması gereken" belli bir kurum ve onun altında ya
tan fikirler hakkında bir inceleme olarak düşünülmesi gerektiği belirtil
mektedir.44 Konu hakkında yakın dönemde yazılan başka kitaplar kesin
tarihsel soruşturma yönünde ilerlemektedir, fakat bu tür kitapların ya
zarları da farazi Masonluğun, sütunlar, kemerler ve diğer mimari un
surları ve geometrik sembolizmi, kainatın ilahi mimarına yönelen ahla-
ki bir öğreti ve gizemli bir yaklaşım sunmayı sağlayan bir çerçeve ola
rak, sembolik biçimde kullanmasının nereden kaynaklandığı sorusunu
yanıtsız bırakmak zorunda kalmışlardır.
Bu sorunun yanıtının hafıza sanatının tarihi içinde aranabileceği,
Camillo'nun tiyatrosunda gördüğümüz ve Giordano Bruno tarafından
hararetle savunulan biçimiyle Rönesans dönemi batıni hafızasının,
mesleki duvar ustalığının gerçek mimarisini değil de hafıza sanatının
hayali ya da farazi mimarisini öğretilerinin aracı olarak kullanan, Her
metik ve gizemli bir hareketin asıl kökeni olabileceği kanaatindeyim.
Gerek Gül-Haçlıların gerekse Hür Masonların kullandığı sembolizmin
dikkatle incelenmesi bu hipotezi ileride doğrulayabilir. Böyle bir soruş
turma bu kitabın ufkuna dahil olmamakla birlikte, bunun hangi hatlar
dan yürütülebileceği hakkında birkaç ipucuna işaret edeceğim.
1 6 14 yılında yayımlanan, Gül-Haçlılara ait olduğu varsayılan mani
festo yani Fama, gizemli çarklardan ve kutsal bir "kubbe"den bahseder;
yapının duvarları, tavanı ve zemini, her biri birkaç figür veya cümle
içeren bölümlere aynlmıştır.45 Yapay hafızanın batıni kullanımına ben
zer bir şey olabilir bu. Hür Masonluk hakkında çok daha önceki tarih
lere giden bir kayıt bulunmadığından, burada ancak on yedinci yüzyılın
sonlarıyla on sekizinci yüzyıldaki Masonluk sembolizmi, özellikle de
Masonluğun Royal Arch* adı verilen kolunun kullandığı sembolizm ile
mukayese edilebilir. Royal Arch Masonluğu'nun eski matbuatından,
flama ve önlüklerinden bazıları, kemer, sütun, geometrik şekil ve am
blemlerden oluşan desenleriyle,46 pekala batıni hafıza geleneğine ait
olabilirmiş gibi görünmektedir. Bu gelenek tamamıyla unutulmuş ol
malıdır, bu yüzden Masonluğun ilk döneminin tarihine ilişkin bir boş
luk oluşmuştur.
Bu teorinin yaran, Hermetizm geleneğinin daha sonraki dönemde
gizli cemaatler içinde ortaya çıkışı ile ana Rönesans geleneği arasında
bir bağ sunmasıdır. Ne de olsa Bruno'nun sırrının erken Rönesans dö
neminde hemen hemen aleni bir sır olduğunu, Camillo'nun tiyatrosu-
nun ise dört bir yanda ilan edilen bir hadise olduğunu gördük. Sır, Her
metik inançların hafıza sanatının teknikleriyle birleştirilmesiydi. On al
tıncı yüzyıl başlarında bu sırrın doğal olarak bir Rönesans geleneğine,
Floransa'dan Venedik'e yayılmakta olan Ficino ve Pico'nun "Yeni Pla
tonculuk"una ait olduğu düşünülebilirdi. Bu sır, Hermetik kitapların Rö
nesans üstündeki etkisinin, insanların zihnini, dini ibadetin nesnesi ve
dinsel deneyimin kaynağı olduğu öne sürülen evrenin yaratılışına, dün
yanın ilahi mimanna döndürmesinin olağandışı bir örneğiydi. On altın
cı yüzyılın ileriki dönemlerinde, B runo'nun yaşamının geçtiği daha
buhranlı dönemde, zamanın gerek siyasi gerek dini baskısı "sırrı" gide
rek yeraltına itmiş olabilir, ancak Bruno'yu yalnızca gizli bir cemaatin
savunucusu (ki öyle olmuş olabilir) olarak görmek onun önemini ıska
lamak olur.
Zira onun sırrı yani Hermetik sır, bütün Rönesans'ın sırrıydı. Mısır
kökenli mesajıyla bir ülkeden diğerine seyahat ettiği sırada Bruno, Rö
nesans'ı çok geç ama bilhassa yoğun bir biçimde aktarmaktadır. Bu
adam Rönesans'ın yaratıcı gücüne tam anlamıyla sahiptir. Kozmik ha
yal gücünün devasa biçimlerini içsel olarak yaratır; bu biçimleri edebi
yaratıcılık olarak dışa vurduğunda, İngiltere'de yazdığı diyaloglarda
görüldüğü gibi, dahiyane yapıtlar meydana getirir. Hafızasında şekil
lendirdiği heykelleri ya da Spaccio de la bestia trionfante 'de resmettiği
yıldız kümesi imgelerinden oluşan muhteşem freski plastik sanat olarak
dışa vursaydı, büyük bir sanatçı ortaya çıkacaktı. Gelgelelim Bruno'nun
misyonu, içinde resmetmek ve şekillendirmek, ressam, şair ve filozofun
hepsinin bir olduğunu savunmaktır, çünkü İlham Perilerinin anası Ha
fızadır. İlk önce içeride şekillenmiş olmayan hiçbir şey dışa çıkamaz,
dolayısıyla önemli iş içeride yapılandır.
Bruno'nun hafıza sanatı kapsamında ele aldığı imge üretmenin mu
azzam gücünün Rönesans'ın hayal gücüne dayalı yaratıcı gücüne uygun
düştüğünü görebiliyoruz. Peki ya bu sanatları ortaya atarken kullandığı
o göz korkutucu miktardaki aynntı, Gölgeler'in sisteminde doğal ve in
sani dünyanın genel değil aynntılı içeriğiyle yüklü devinimli çarklar
veya İmgeler'in sisteminde yer alan daha da ürkütücü miktardaki yığın
larca hafıza odası? Bu sistemler yalnızca gizli bir cemaatin kodlarını ya
da törenlerini aktarmak için birer araç olarak mı inşa edilmiştir? Yok
eğer Bruno bunlara gerçekten inanıyor idiyse, bunlar kuşkusuz bir deli
nin işi değil miydi?
Bruno'nun başlıca özelliklerinden biri olan sistem oluşturma takın-
BRUNO: HAFIZA ÜSTÜNE SON YAPITLAR 33 1
B
RUNO'NUN TASAVVUR ETTİGİ biçimiyle hafıza sanatı, onun dü
şüncesinden ve dininden ayırt edilemez. Doğanın büyülü oldu
ğuna dair görüş, hayal gücünün bu doğayla temas kurmak için
sahip olduğu büyülü gücü var eden felsefedir. Bruno'nun dönüştürdüğü
biçimiyle hafıza sanatı ise hayal gücü yoluyla bu teması kurmayı sağla
yan araçtı. Bu hafıza sanatı aynı zamanda Bruno'nun dininin iç disipli
ni, görünümler dünyasını kavrama ve birliğe kavuşturma çabasında
başvurduğu içsel yordamdı. Dahası, tıpkı Camillo'nun tiyatrosunda ba
tıni hafızanın belagati büyüsel bir güçle donattığını düşündüğü gibi,
Bruno da sözlerini güçle donatma hevesi içindeydi. Hermetik doğa fel
sefesini ve onunla ilişkilendirdiği -ve pek yakında İngiltere'ye geri dö
neceği kehanetinde bulunduğu- Hermetik ya da Mısır kökenli dinini
gerek şiir gerekse nesir biçiminde ortaya dökerken, dünyaya ayna tut
manın yanı sıra dünya üstünde eylemde bulunma arzusundaydı.
Öyleyse, hafızayı konu alan yapıtlarda ele aldığımız batıni hafıza
motiflerinin izlerine Bruno'nun bütün yapıtlarında rastlamamız bekle
nir - özellikle de ününü borçlu olduğu, Fransız büyükelçinin Londra'
daki evinde, bütün canlılığıyla tasvir ettiği çalkantıların ortasında yaz
dığı o büyüleyici İtalyanca diyaloglar dizisi gibi bir yapıtta. 1
1 584 yılında İ ngiltere'de yayımlanan Cena de le ceneri, Bruno'nun
Oxford 'a yaptığı ziyareti ve Copemicus'un güneşmerkezci kuramına
zof görevini unutmamıştır. Karşı karşıya olduğu görev, zor olsa da im
kansız değildir. " İçlerinde kahramanca ve tanrısal bir şeyler barındıran
nadir bir ruha sahip olanlar, güçlüğün zirvesine tırmanarak çetin koşul
lardan ölümsüzlüğün nektarını damıtacaklar. Bitişe asla ulaşamasan,
ödülü alamasan da, yarışı bırakma."6 B öylece dirayetli olmaya karar
verirler ve Strand Caddesi üstünden Charing Cross Meydanı'na doğru
ilerlemeye başlarlar. Bu kez karşılarına hoyrat bir kalabalık çıkar, "üç
caddenin kesiştiği noktada bulunan malikanenin yanındaki piramit"e
(Charing Cross) vardıklarında Nolalı bir yumruğa maruz kalır ve bildiği
yegane İngilizce sözcüklerle kinayeli bir tonda, "Tanchi maester" (Te
şekkürler efendim) diyerek yanıt verir.
Sonunda gidecekleri yere varırlar. Tuhaf birkaç hadise yaşansa da
sonunda salondaki yerlerine yerleşirler. Masanın başında ismi verilme
yen (Philip Sidney olması muhtemel) bir şövalye oturmaktadır; Grevil
le, Florio'nun sağındadır, Bruno ise solunda. Bruno'nun yanında oturan
Torquato, tartışacağı akademisyenlerden biridir; diğeri, Nundinio ise
karşısında oturmaktadır.
Yolculuk hiç de açık değildir; başlarından geçenlere dair anlatım ya
rıda kesilir; Bruno yeni felsefesini, göğün katlarından geçerek engin bir
kozmosa dair özgür tahayyülüne doğru Hermetik yükselişini; "salt bir
matematikçi" olmasından dolayı yaptığı keşfin öneminin farkına var
mayan Copemicus'un güneşmerkezcilik kuramına dair kendi çok farklı
yorumunu açıklamaya başlar. Yemekte Bruno iki malumatfuruş doktor
la Güneş'in merkezde olup olmadığı konusunda tartışır; karşılıklı yanlış
anlamalar yaşanır; malumatfuruşlar baskın çıkmaya kalkışırlar, filozof
ise aşın derecede küstahlaşır. Son söz filozofundur; Aristoteles'e karşı
ve Hermes Müselles ile birlikte, dünyanın döndüğünü çünkü canlı ol
duğunu ileri sürer.
Bruno daha sonra engizisyon yargıçlarına bu yemeğin aslında Fran
sa Büyükelçiliği'nde gerçekleştiğini söyleyecektir.7 Ö yleyse Londra so
kakları ve kanallarında geçen yolculuk tümüyle hayali miydi? Ben bunu
şu şekilde anlıyorum: Yolculuk, batıni hafıza sistemine benzer bir şe
kilde, Bruno'nun yemekteki tartışmanın konularını hatırlamasını sağlı
yordu. Hafızayı konu alan kitaplarından birinde "Roma'daki yerlerin
hepsi bittikten sonra, bunu Paris'teki yerlerin ilkine bağlayabilirsiniz"
6. A .g.y., s . 63.
7. Documenti della vita di Giordano Bruno, haz. Spampanato, s. 121.
BRUNO'NUN İTALYAN DİYALOGLARI 335
19. Dialoghi italiani, s. 623-24; The Expulsion, s. 124-25 . Krş. G.B. and H.T., s. 226.
20. G.B. and H.T., s. 326 vd.
BRUNO'NUN İTALYAN DİYALOGLARI 34 1
2 1 . A .g.y., s. 2 1 1 vd.
22. Berowne'un Shakespeare'in Aşkın Emeği Boşuna yapıtında sevgi teması üstü
ne konuşmasında Spaccio'nun yankılan için bkz. G.B. and H.T., s. 356.
342 HAFIZA SANATI
24. A .g.y.
25 . David Lloyd, Statesmen and Favourites of England since the Reformation,
1 665, aktaran E. K. Chambers, William Shakespeare, Oxford, 1930, il, s. 250.
26. Bkz. T. W. Baldwin, The Organisation and Personnel of the Shakespearean
Company, Princeton, 1927, s. 29l n.
xv
1•
İNGİLİZ RÖNESANS! döneminde Hermetik etkiler Avrupa' da en üst
seviyesine ulaşmıştı, fakat 1 . James tahta geçene kadar Hermetik
felsefeyi kapsamlı olarak irdeleyen, bir İngiliz tarafından yazılmış
herhangi bir yapıt mevcut değildi. Robert Fludd, ı Hermetik filozofların
en tanınmışlarından biridir. Yazan olduğu, hemen hepsi hiyeroglifi an
dıran gravürlerle bezeli çok sayıdaki soyut yapıt, son yıllarda bir hayli
dikkat çekmektedir. Fludd, Ficino ve Pico della Mirandola'dan miras
kalan Rönesans Hermetik Kabalacı geleneğine bütünüyle dahildi. Fici
no'nun tercümesinden okuduğu Corpus Hermeticum'u ve Asclepios 'u
sular seller gibi biliyordu. Yapıtlarının neredeyse her sayfasında Her
mes Müselles'ten alıntılar bulunduğunu söylemek abartı olmaz. Aynı za
manda Kabalacıydı, bu geleneği Pico della Mirandola ve Reuchlin'den
miras almıştı. Fludd, Rönesans batıni geleneğinin öylesine sadık bir tem
silcisidir ki, erken dönem Rönesans sentezini açıklamak için onun ya
pıtlarında yer alan ve yaklaşımını diyagramlar biçiminde sunan gravür
ler kullanılabilir. 2
Gelgelelim Fludd, Rönesans usulü Hermesçi ve büyüye dayalı dü
şüncenin, yükselen on yedinci yüzyıl filozofları kuşağı tarafından hedef
alındığı bir dönemde yaşıyordu. 1 6 1 4 yılında Isaac Casaubon Hermetik
külliyatın Hıristiyanlık sonrası dönemde yazıldığını gösterince, bu ya
pıtların otoritesi sarsılmıştı.3 Fludd bu tarihlendirmeyi bütünüyle yok
olmadan basıldı, üstelik tam istediğim şekilde . . . "s Fludd gravür resim
ler içeren pek çok kitabı deniz ötesinde yayımlamış olsa da, bu ifadeyle
özellikle her iki cildi de kayda değer sayıda gravürle resimlenmiş Utri
usque Cosmi . . . Historia 'nın kastedildiği kesin gibidir.
Yapıtlarında kullanılan çizimler Fludd için çok önemliydi, çünkü
bunlar felsefesini görsel olarak ya da hiyerogliflerle sunma amacının
parçasıydı . Fludd 'ın felsefesinin bu yönü Kepler ile tartışması sırasında
gündeme geldi; Kepler, Fludd 'ın "resimleri" ve "hiyeroglifleri"ne sa
taşmış, sayıları -Kepler' in kendi yapıtlarındaki hakiki matematiksel di
yagramlara karşılık- "Hermetik bir tarzda" kullanmasıyla dalga geç
mişti .9 Fludd'ın resim ve hiyeroglifleri çoğu kez son derece karmaşıktı;
bunların karmaşık metinleriyle tam olarak çakışmasını çok önemsiyor
du. Peki Almanya'daki yayıncı ve gravürcüye tasvirler hakkındaki is
teklerini nasıl bildiriyordu?
Fludd eğer metnini ve görsel malzemeleri Oppenheim'a götürecek
güvenilir bir elçiye ihtiyaç duyduysa, Michael Maier bu iş için biçilmiş
kaftandı. İmparator il. Rudolf'un şürekasına dahil olan bu adam, Gül
Haçlılarm varlığına ve kendisinin onlardan biri olduğuna kesinkes ina
nıyordu. Gül-Haç Kardeşliğine ithaf edilen ve De Bry tarafından Op
penheim'da yayımlanan Tractatus Theologico-Philosophicus'u (İlahiyat
Felsefe Risalesi) yazması için Fludd'ı onun ikna ettiği söylenir. ıo Ü ste
lik Fludd'ın bu yapıtını basılması için Oppenheim'a getirenin de Maier
olduğu söylenir. ı ı Maier, Almanya ile İngiltere arasında pek çok kez gi
dip gelmişti ve aynı sıralarda kendi yapıtlarını da Oppenheim'da De
..
(
T R A, C T A T U S P R l �1 J .
S E C T 1 O N I S 1 1.
P O R. T l O m.
T it A
1 5 . 1 Ars memoriae'rtin ilk sayfası. Robert Fludd, Utriusque Cosmi . . . Historia, Cilt II,
Oppenheim, 1 6 19.
352 HAFIZA SANATI
bir polemiğe uzunca bir bölüm ayırır. 1 8 Bunu anlamak için "gerçek" ve
"kurgusal" hafıza yerleri arasında evvelden beri geçerli olan, Ad He
rennium ve diğer klasik dönem kaynaklarından gelen ayrımı hatırlama
lıyız. Gerçek yerler, hafıza tekniğinde yer oluşturmakta normal olarak
kullanılan, herhangi bir türden gerçek binalardır. Kurgusal yerler ise Ad
Herennium'un yazarının yeteri kadar gerçek yer bulunamadığında icat
edilebileceğini söylediği hayali binalar ya da herhangi bir türde hayali
yerlerdir. Gerçek ve kurgusal yerler arasındaki ayrım, hafıza risalele
rinde bıkıp usanmadan işlenen bir konudur; her iki tanım uzun uzadıya
açıklanır. Fludd, kare sanatta kurgusal binaların kullanılmasına son de
rece karşıdır. Bunlar hafızayı karıştırır, ona fazladan iş yükler. Daima
gerçek binaların içinden seçilmiş gerçek yerler kullanılmalıdır. "Bu sa
natın eğitimini görmüş olan kimileri kare sanatı hayal gücünün yarattığı
yahut inşa ettiği saraylara yerleştirmek istiyorlar. Bunun neden uygun
suz bir görüş olduğunu şimdi kısaca izah edeceğiz . " 19 Kare sanatta kur
gusal yerlerin kullanımını reddeden bölüm bu sözlerle başlar. Önemli
bir bölümdür bu, çünkü -kurgusal yerlere vargücüyle karşı çıkan bu
görüşlere sadık kaldıysa- Fludd'ın kendi hafıza sisteminde kullanacağı
binalar gerçek binalar olacaktır.
Dairesel sanat ile kare sanat arasındaki ayrımı ve her birinde kulla
nılacak farklı türden imgeleri böylece tanımladıktan ve kare sanatın
daima gerçek yerleri kullanması gerektiği görüşünü açıkça ortaya koy
duktan sonra, Fludd kendi hafıza sisteminin izahatına geçer. 20 Daire ile
karenin birleşimidir bu. Gökkubbenin yuvarlağı, burçlar kuşağı ve ge
zegen yörüngelerini temel alır, bunlarla birlikte semaya yerleştirilecek
binaları kullanır; bu binaların içerdiği hafıza yerlerine yerleştirilen ha
fıza imgeleri yıldızlarla organik bir bağa sahip olduğundan yıldızlar ta
rafından harekete geçirilir. Böyle bir şeyle daha önce karşılaşmıştık.
Aslında fikir, Bruno'nun İmgeler'inde rastladığımızın tamamen aynısı
dır;2ı Bruno da bir dizi oda, bölme ve "saha" kullanıyordu ve bunların
her biri de onun Dairesel sanatıyla bağlantısı sayesinde etkin hale gelen
imgelerle tıka basa doldurulmuştu. Göksel etkiler atfedilen tanrı ve tan
rıça imgeleri de bunlar arasındaydı. Fludd 'ın dairesel ve kare sanatlar
arasında yaptığı ayrımı, Bruno İngiltere'de yayımlanan Mühürler'inde
bundan otuz altı yıl önce tanımlamıştı.22
Dairesel sanatın "ortak yeri" Fludd 'a göre "dünyanın havai kısmıdır, ya
ni sekizinci küreden başlayarak numaralandırılan ve ayın küresinde son
bulan göksel yörüngelerdir".23 Bu ifade bir diyagramla açıklanır (Resim
1 5 .2); burada sekizinci küre yani burçlar kuşağı, üstüne işlenmiş burç
işaretleriyle belirtilir; gezegen yörüngelerini temsil eden yedi küre ve
en içte de unsurlar küresini temsil eden bir daire bulunur. Fludd'a göre
bu diyagram, burçlar kuşağını temel alan hafıza yerlerinin "doğal" dü
zenini ve aynı zamanda yörüngelerin zamana göre hareketini temel alan
zamansal bir düzeni temsil eder. 24
Koç burcunun her iki yanında küçük birer yapı görülür. Ufak birer
"tiyatro" veya sahnedir bunlar. Sahne cephesinde iki kapısı bulunan bu
iki tiyatro bir daha ne resmedilir ne de metinde söz konusu edilir. Batıni
bir hafıza sistemi açıklanmamış pek çok boşluk barındırır; burada da
Fludd'ın bu tiyatrolardan niçin bir daha hiç bahsetmediğini anlamıyo
rum. Olsa olsa, kozmik diyagramın üstüne yerleştirilen bu yapıların,
hafıza sisteminin ana ilkesini haber verdiğini, tiyatroların kare sanatın
gerektirdiği şekilde hafıza yerleri içeren birer bina olarak kullanılacağı
nı, ama dairesel sanatın başlıca ortak yeri olan burçlar kuşağının üstüne
yerleştirileceğini varsayabilirim.
Kitabın bir sonraki sayfasında, gökkubbeyi gösteren diyagramın
tam karşısında bir tiyatro gravürü yer alır (Resim 1 5 .3). Gökkubbeyi
gösteren diyagram ile tiyatronun resmi karşıl ıklı iki sayfaya öyle yer-
f4 T R A C T. 1. S E CT. I J. P O I. T. IU . Lll. f.
( A P. IX• •
""' -- __.,
_ �-,...,,
...._,. � *� �
' ..---. --
larla aralarında bir bağ kurulur, çünkü bu dendanlar asıl tiyatroların te
raslarındakilere benzer biçimdedir. Bu tali tiyatrolar da birer hafıza
odası olarak kullanılmak için tasarlanmıştır. Birinin üç kapısı vardır, di
ğerinin beş. Beş kapılı olanın içinde ana tiyatrodakine benzer, kaideler
de belirtilen ve kapılarla birlikte işleyen bir sütun sistemi bulunur. Bu
tali tiyatrolar ana tiyatrolarla ve onlar aracılığıyla gökkubbeyle irtibat
kurar.
Fludd 'ın sistemindeki hafıza yerlerinden bahsettik. Başlıca ortak yer
gökkubbedir, birer hafıza odası olan tiyatrolar gökkubbeyle bağlantılı
dır. Peki ya hafızanın ikinci unsuru olan "imgeler"? Fludd bunlar hak
kında ne söyleyecektir?
Temel ya da göksel imgeler olarak, Bruno'nun Gölgeler' in en iç çar
kında kullandığı türden efsunlu veya büyülü imgeler kullanır. Gökkub
benin planı üstünde burç işaretleri ve gezegenleri temsil eden semboller
görülür, ancak feleklerin, gezegenlerin ve konakların imgeleri yer al
maz. Yine de "gezegen yörüngeleri boyunca temel İdeaların düzeni"
hakkındaki bölümde Satüm'ün burçlar kuşağı boyunca ilerleyişini ana
liz ederken, Satüm'ü farklı burçlar altında farklı imgelerle temsil etti
ğinde ve aynısının diğer gezegenlere de uygulanabileceğini söylediğin
de Fludd'ın bu imgeleri aklından geçirdiğini anlayabiliriz.31 Bunlar sis
temin dairesel kısmında kullanılacak, göksel ya da büyüsel açıdan, iş
levsel imgeleri oluşturur.
"Temel İdealar"ın imgelerini ele alan bu bölümün ardından, tiyatro
larda kapılara ve sütunlara yerleştirilecek "daha tali imgeler" hakkında
ki bölüm gelir. Bunlar sanatın kare kısmında kullanılacak imgelerdir.
Fludd'ın çarpıcı imgelere ilişkin alıntılar verdiği Ad Herennium 'da ta
nımlanan kurallara uygun biçimde oluşturulacak olan bu imgeler,
Fludd 'ın büyülü sistemi çerçevesinde büyüsel birer imgeye dönüştürü
lecektir. Tiyatrolarda kullanılacak beş imgeden oluşan diziler arasında
altın post taşıyan İ ason, Medeia, Paris, Defne, Phoibos bulunur. Bir baş
ka dizi, beyaz kapının üstüne yerleştirilecek olan, büyülü bitkiler topla
yan Medeia imgesini; kırmızı kapının üstünde yer alan, erkek kardeşini
öldüren Medeia imgesini; ve geri kalan üç kapı üstüne yerleştirilen Me
deia'nın diğer hallerini içerir.32 Beş Medeia imgesinden oluşan bir dizi
daha vardır;33 aynca Kirke'ye dair birtakım imgeler de bulunur. Bu iki
büyücü kadının yaptığı büyü sistem için çok yararlı olmuştur anlaşılan.
34. Sayılar için de bir dizi görsel imge önerir; bu da eski geleneğe ait bir uygula
madır. Sayıları temsil eden imgelerle yüklü hafıza yerlerine örnekler kitabın ilk cildin
de, "De Arithmetica Memoriali" bölümünde görülür. Utriusque Cosmi . . . Historia, I,
2, s. 1 5 3 vd.
35. Bkz. daha önce s. 1 35 vd. 36. B kz. daha önce s. 276, 3 19-20.
37. Gerçi Llull, simyayı temsil eden bir hafıza imgesi olarak karşımıza çıkar (Ut
riusque Cosmi . . . Historia, il, 2, s. 68).
362 HAFIZA SANATI
38. Utriusque Cosmi . . . Historia, 1, 2, s. 7 1 8-20. Pasajın İngilizce bir çevirisi için
bkz. C. H. Josten, "Robert Fludd 's theory of geomancy and his experiences at Avignon
in the winter of 1 60 1 to 1602", Journal of the Warburg and Courtauld lnstitutes, XXVII
( 1964), s. 327-35. Bu makale, Fludd'ın Utriusque Cosmi . . . Historia'da hafıza sanatını
ele aldıktan hemen sonra tanımladığı yerküre kehaneti teorisini (il, 2, s. 37 vd.) tartış
maktadır. Bu teorinin Fludd'ın hafıza sanatıyla karşılaştınlması yararlı olabilir.
39. A .g.y. , il, 2, s. 48.
FLUDD'IN TİYATRO HAFIZA SİSTEMİ 363
yatrodan oluşan bir hafıza sisteminin tarif edildiği John Willis'in Mne
monica; sive Ars reminiscendi (Hafıza Tekniği veya Hatırlama Sanatı)
yapıtıydı.40 Willis "tiyatro" ya da kendi deyimiyle "depo"larından biri
nin çizimini verir (Resim 1 5 .4). Tek katlı bir yapıdır bu, içine bakılabil
sin diye ön duvarı çıkarılmış ve arka duvarın yakınındaki bir sütunla
mekan ikiye bölünmüştür. Bu bölünme Willis'e her birinin içinde farklı
yerler hayal edebileceği iki hafıza odası sağlar. Depo ya da tiyatroların
hafızada birbirlerinden ayırt edilebilmeleri için farklı renklerde hayal
edilmeleri gerekir; hafıza imgeleri de ait oldukları tiyatronun rengini
hatırlatacak bir özelliğe sahip olmalıdır. Willis, bir adama pazara çıktı
ğında halletmesi gereken işleri hatırlatmak için "altın" rengi tiyatroda
kullanılması gereken imgelere ilişkin şu örnekleri verir.
40. John Willis, Mnemonica; sive Ars Reminiscendi: e puris artis naturae-quefon
tibus hausta , Londra, 1 6 1 8. Yapıtın bir kısmının İngilizce çevirisi üç yıl sonra yazar
...
olsun; böylece Hafıza Deposunun altın sansı rengi, hatırlanması istenen Fik
re aktarılmış olur . . .
Yapılması gereken ikinci i ş , meranın otlarını biçmek için bir biçki maki
nesi temin etmektir. Öyleyse ilk Deponun içinde bulunan ikinci yerde, hay
vancılıkla uğraşan üç-dört adamın oraklarını bilediklerini farz edelim; orak
ların bıçakları, Hafıza Deposunun rengiyle uyumlu, yani altındandır . . . Bu
Fikir bir öncekiyle konum bakımından ilişkilidir, çünkü her iki Fikir de bi
rinci Hafıza Deposunun sahnesine yerleştirilmiştir . . . 41
Sanatın doğrudan bir hafıza tekniği olarak, son derece rasyonel bir
kullanımı gibi görünen bir örnektir bu. Yazarın dediği gibi, "kağıt, mü
rekkep ya da not defterlerinin yardımından yoksun"42 olduğumuz za
manlarda içsel bir alışveriş listesi olarak pekala işe yarayabilirdi. Gel
gelelim Fludd'ın kullandığı, sütunları birer hafıza odası görevi gören ti
yatrolarla olan benzerliği çarpıcıdır. Hafıza yerlerini birbirinden ayırt
etmek için her birini farklı renklerde seçme vurgusu da bir o kadar şa
şırtıcıdır. Willis'in "hafızaya gündüz kaydedilen şeyler en geç uykudan
önce depolanmalı, gece kaydedilen şeyler ise uykudan hemen sonra de
polanmalıdır"43 öğüdü ise Fludd 'ın burçlar kuşağı üstüne yerleştirilen
muhteşem Gündüz ve Gece tiyatrolarının mütevazı bir kökeni olabilir.
Rasyonel bir hafıza sistemini alıp "batınileştirerek" büyüye dayalı
bir sisteme dönüştürmek Bruno'nun adetiydi; bunu yaptığına tekrar tek
rar tanık olduk. Fludd da Willis'in hafıza odası görevi gören tiyatro di
zilerine aynı işlemi uygulamış olabilir. Onları burçlar kuşağı ile ilişki
lendirerek, batıni büyü faaliyetine uyarlamıştır. Diğer yandan, aynı sı
ralarda Fransa' da Paepp'in nasıl Schenkel'i "tespit ettiğini",44 onun ras
yonel gibi görünen hafıza sanatı tanımlarının içindeki batıni damarı na
sıl ortaya serdiğini hatırlayacak olursak, Willis'in Mnemonica 'sında da
ilk bakışta görünenin ötesinde bir şeyler olup olmadığını merak edebi
liriz. Bu küçük sorunu çözme olanağım yok, ancak gündeme getirilmesi
gerekiyor, çünkü bir dizi tiyatro ya da sahneyi hafıza odaları olarak kul
lanan bir hafıza sanatının Fludd'ın sisteminin yayımlanmasından bir yıl
önce İngiltere'de yayımlanmış olması önemlidir; zira Fludd'ın hafıza
sanatından haberdar olmasını belki de yurtdışı seyahatlerine borçlu ol
madığını işaret eder.
Her halükarda, Fludd 'ın hafıza sistemi bizi yıllar öncesine, Skepsisli
Metrodoros ve yapay hafızada burçlar kuşağının kullanımı ve bunun
beraberinde getireceği sonuçlar etrafında cereyan eden büyük münaka
şalar dönemine götürür. Fludd'ın kitabı yayımlandığında William Per
kins hala yaşıyor olsaydı , orada mutlaka bir Skepsisçinin "kafir yapay
hafıza"sını görecekti.
Mersenne, Fludd'a yönelik saldırılarından birinde, Fludd'ın sözünü
ettiği iki alemin, insanın dünyayı içinde barındırdığına dair Mısır kö
kenli mesnetsiz bir öğretiye (yani Hermetica'daki öğretiye) ve Üç Hik
metli Mercurius'un (Asclepios 'ta geçen) insanın büyük bir mucize ol
duğu ve Tanrı'nın suretinde yaratıldığı ifadesine dayandığını söylüyor
du. Mersenne burada Fludd 'ın iki alem fikrinin Hermetik temellerini
isabetli bir biçimde yakalıyordu.45 Fludd'a göre bir mikrokozmos olan
insan, dünyayı içinde barındırdığından onu içinde yansıtabilir. Fludd 'ın
hatmi hafıza sanatı, mikrokozmosun içinde barındırdığı dünyayı, ya
ni makrokozmosun imgesini, yani Tanrı'nın imgesini, hafızasında tesis
ederek ya da şekillendirerek, yani bilinçli kılarak, makrokozmos-mik
rokozmos ilişkisini yeniden üretmek ya da yeniden yaratmak için veri
len bir çabadır. Bunu, hafıza sanatının hatmi versiyonundaki göksel im
geler aracılığıyla insanın içindeki yıldızları kullanarak yapma gayreti,
Bruno'nun bütün o Herculesvari çabasının temelinde yatan şeydir ve
Fludd da bunu taklit etmektedir.
Ne var ki, gerek Bruno gerekse Fludd kendi hatmi hafıza sistemine
Hermetik felsefeler aracılığıyla yön vermekle birlikte, bu iki felsefe öz
deş değildir. Fludd 'ınki Rönesans'ın erken dönemine özgü bir yakla
şımdır. Buna göre "üç dünya" veya yaratılışın üç evresi (elementler ale
mi, göksel alem, gök-ötesi alem), gök-ötesi alem ile Sahte-Dionysos'un
Hıristiyanhğa uyarladığı, melekler hiyerarşisinin özdeşleştirilmesi yo
luyla Hıristiyan bir niteliğe bürünür. Bu sayede Hıristiyanlığa uyarla
nan, meleklere ve Üçlemeye dayanan bir zirvenin bütün sistemin tepe
sine yerleştirilmesi mümkün olur. Camillo bu yaklaşıma dahildir. Onun
"Dünya Tiyatrosu" yıldızların ötesinde sefirotlar ve meleklerle irtibat
kurar; Rönesans döneminde yaşayan Hıristiyan bir Hermetik filozofun
zihninde bunlar, Hıristiyanlığın melekler hiyerarşisiyle -Üçleme imge
siyle- özdeştir.
de "kamara" adı verilen bir oda ve pencereler vardı. Bunun üstünde bir
üçüncü kat daha vardı, burada sahne düzeneklerinin konduğu "baraka
lar" bulunuyordu. Kostüm evinin duvarından oluşan cephenin önünde
uzanan sahne, bir platform üstünde yükseltilmiş olarak "bahçeye" doğ
ru çıkma yapıyordu . Çatısı bulunmayan tiyatroda bahçe tabir edilen bu
açık mekan, oyunu cüzi bir ücret ödeyerek ayakta izleyenlerin bulun
duğu kısımdı. Koltuk ücreti ödeyebilenler ise, binayı çepeçevre kuşa
tan galerilerde oturuyorlardı. Bu genel plan, de Witt'in Swan Tiyatrosu
eskizinde de görülebilir. Kostüm evinin duvarına tekabül eden sahne
cephesinin önünde bahçeye doğru çıkma yapan sahne ve onu çeveleyen
galeriler bulunur. Bu eskizdeki sahnenin zemin katında yalnızca iki
menteşeli kapı görürüz; bir iç sahneye açılan başka bir kapıya dair her
hangi bir ipucu yoktur. Ü st katta ise herhangi bir "kamara" veya pence
reler yoktur; yalnızca izleyicilere ayrılmış gibi görünen, ancak kimi za
man oyuncular tarafından da kullanılıyor olması muhtemel bir galeri
bulunur. Gelgelelim bu çizimde karşımızda duran sahne zaten Glo
be' un sahnesi değildir.
Rekonstrüksiyonlarda açıkça beliren bir özellik, bu tiyatrolarda sah
nenin bir bölümünün, kostüm evinin duvarından sahnenin üstüne doğru
uzanan ve kolonlar ya da "direkler"le desteklenen bir çatıyla örtülü ol
duğudur.s De Witt'in çiziminde, sahnede bu türden iki kolon ya da dire
ğin böyle bir çatı örtüsünü taşıdığı görülür. Yalnızca sahnenin iç kısmı
bu şekilde korunuyordu; dış kısmın ise, de Witt çiziminde görüldüğü
gibi, üstü açıktı. Bu çatının alt yüzünün gökyüzünü temsil edecek bi
çimde boyandığı bilinmektedir. Globe'un Adams tarafından gerçekleş
tirilen rekonstrüksiyonunda, iç sahnenin tavanına burç işaretleri ve
burçlar kuşağının içine gelişigüzel serpiştirilmiş bazı yıldızların resme
dildiği görülür.9 Tabii bu tavanı yeniden inşa etme yönünde modem bir
girişimdir; tiyatrolarda kullanılan bu gökyüzü resimlerinden hiçbir nu
mune günümüze ulaşmamıştır. Bunların hasbelkader yıldızların serpiş
tirildiği dekoratif bir gökyüzü temsilinden ibaret olduğunu kuşkusuz
düşünemeyiz. Yedi gezegenin yörüngelerine ait on iki işareti içeren
burçlar kuşağını temsil ediyor olmalıydılar; belki bazen oldukça basit,
bazen de daha gelişkin temsillerdi bunlar. 10 Taahhütname ve benzeri
yatroyu tasvir eder. Tiyatroyu süsleyen "uhrevi gökkubbe"nin üstü genelde "Yıldız ta
bir edilen altın gözyaşlarıyla bezelidir. Orada semanın bütün sakinlerini içeren İmpa
ratorluk Ordusu canlı bir biçimde resmedilmiştir" (Chambers, Elizabethan Stage, III,
s. 72).
1 1 . Chambers, Elizabethan Stage, il, s. 466, 544-46; III, s. 30, 75-77, 90, 108, 1 32,
50 1 .
1 2 . Örneğin Fortune'un taahhütnamesinde; Chambers, i l , s . 437, 544-45.
1 3 . Richard Bernheimer, "Another Globe Theater", Shakespeare Quarterly, IX
(Kış 1958), s. 19-29.
1955 'te Warburg Enstitüsü'nde tiyatro üstüne malzeme topladığı sırada, Profesör
Bernheimer'in dikkatini Fludd'ın gravürüne çeken kişinin ben olduğumu söylemekte
bir sakınca yoktur herhalde. Gravür ile Globe Tiyatrosu arasında herhangi bir bağlantı
olabileceğine dair o sırada benim de hiçbir fikrim yoktu.
FLUDD'IN HAFIZA TİYATROSU VE GLOBE TİYATROSU 373
Şimdi, eğer Fludd, bizzat ifade ettiği gibi (ki Bemheimer onun bu beya
nını gözden kaçırmıştır), ortaya koyduğu dünya hafızası sisteminin sah
nesi olarak gerçek bir halk tiyatrosunu kullanıyorsa, Londra'nın halk ti
yatroları içinde en ünlüsü olan ve bizzat adı dünyayı ima eden Globe'
dan daha uygun neresi olabilirdi? Ü stelik, yapıtının ilk cildi 1. James'e
ithaf edildiğine göre, yeniden inşası o sıralarda tamamlanmış olan, in
şaatına James'in büyük ölçüde katkıda bulunduğu ve ona bağlı olan
kumpanyanın, yani Kral'ın adamlarının oyunlarını icra ettiği tiyatro
olan, Globe'a hafıza sistemiyle ilgili bölümde atıfta bulunmak hüküm
darın ilgisini ikinci ciltte de diri tutmanın iyi bir yolu olamaz mıydı?
Theatrum Orbi gravüründeki unsurlar arasında Fludd 'ın metninde
sözünü ettiği ve hafıza tekniğinde kullandığı, yalnızca sahne cephesin
de yer alan beş kapı ya da giriş ve bunların "karşısına" denk gelen ve
gravürde yalnızca kaideleri görülen beş sütundur. Gravürde açıkça tas
vir edilen cumba, dendanlı teras, alt katta açıklıkların bulunduğu yan
duvarlar gibi diğer unsurlardan ise metinde hiç bahsetmez ve hafıza
tekniğinde bunları kullanmaz. Sahne cephesi üstündeki beş girişten ise
sürekli bahsedilmekle birlikte -beş hafıza yerinden oluşan şemanın te
melidir aslında bunlar- gravürde görülen beş girişin aralarındaki farklar
hiçbir yerde tanımlanmaz, ortadaki kapının menteşeli büyük bir kapı
374 HAFIZA SANATI
rosunun karşı sayfasında yer alan diyagramda olduğu gibi, burçlar ku
şağı ve gezegen yörüngeleri görülür, ancak burç işaretleri yalnızca birer
simge biçiminde belirtilmiştir. Her birinin imgesini tasvir etmek gibi
bir çaba içine girilmemiştir. Zaten burada verilmek istenen, Globe'da
resmedilen gökkubbenin yaklaşık olarak neye benzediğini gösteren ka
ba bir taslaktır yalnızca. Soylulara mahsus odalar veya localar olması
gereken yere, sahnenin her iki yanında yer alan galerilere yerleştirilmiş
tir. Bir hafıza odasına dönüştürülmek yerine, burada kostüm evinin du
varından bahçeye doğru yanlan açık kalacak biçimde uzanan sahne, iç
sahnenin üstünü örten gökkubbeyi taşıyan direklerle birlikte açıkça gö
rülmektedir.
Bu eskiz Witt çizimiyle de karşılaştırılacak olursa, kostüm evinin
duvarı, öne doğru çıkma yapan sahne, direkler ve izleyici galerileri gibi
temel unsurlar bakımından onunla bağdaştığı görülebilir. Aradaki tek
fark -ki büyük bir farktır- burada görülenin Swan'ın değil Globe'un sah
nesi olmasıdır.
Fludd 'ın gravürü böylece Shakespeare sahnesi açısından temel
önemde bir belge halini alır. Fludd 'ın bu son derece çetrefil yöntemle I.
James'e hatırlatmak istediği, 1 6 1 3'teki yangından sonra yeniden inşa
edilen ikinci Globe'dur kuşkusuz. Shakespeare'in pek çok oyununun
sahnelendiği yer ise birinci Globe'dur. 1 6 1 6 'da, Shakespeare'in ölü
münden yalnızca üç yıl önce ilk Globe yangında tahrip olmuştur. Fakat
eski tiyatronun temelleri üstünde yenisi yükselmiştir. Eski Globe'un sah
nesi ve iç kısmının neredeyse tıpkısı olarak yeniden inşa edildiği yaygın
kabul görür. Fludd gravürünün bize ikinci Globe'un sahnesini gösterdi
ğini, üstelik bunu büyüye dayalı hafızanın çarpıtıcı aynasında yansıyan
biçimiyle gösterdiğini saklamadım. Ancak sunduğum eskiz (Resim
1 6.2) belli başlı çarpıtmalar olduğunu sandığım unsurları bertaraf edi
yor. Fludd hafıza sisteminde gerçek bir "halk tiyatrosu" kullanmak ni
yetindeydi; bunu kendisi söyler, kurgusal değil gerçek hafıza yerleri
kullandığını tekrar tekrar vurgular. Globe'un sahnesi hakkında bize
gösterdiği -her ne kadar girişlerin, odanın ve terasın kesin konumu bi
linmiyor idiyse de- orada olduğunu zaten bildiğimiz ya da olduğu iddia
edilen şeylerdir.
Fludd bize sahnenin beş girişi olduğunu gösterir; üçü zemin katta,
ikisi ise terasa açılan üst kattadır. Bu yerleşim düzeni, üçten fazla giriş
olması gerektiğini düşünen, ancak giriş katında daha fazla kapıya yer
olmadığı için açmaza düşen araştırmacıların sorusuna çözüm getirir.
FLUDD' IN HAFIZA TİYATROSU VE GLOBE TİYATROSU 377
Büyük bir cümle kapısı üstünde konsollar üstüne oturan bir cumba, Tu
dor mimarisinin alışılageldik bir unsuruydu. Hengrave Hall (1 5 36) ör
neğinde dendanlı bir nizamiyenin konsol üstüne oturan çıkma pencere
leri görülür. 1 8 Nizamiyenin, on altıncı yüzyıl İngiliz malikanelerinin
ana bir unsuru olduğu söylenir; 19 önceki dönemlerin tahkim edilmiş,
dendanlı nizamiyelerinin mirasçısı olan bu yapıda dendanlar çoğu kez
muhafaza edilmiştir. Nizamiye benzeri bir girişten geçilerek girilen,
konsollu çıkma pencereleri olan bir başka malikane örneği de Hamp
shire'de bulunan Bramshill'dir ( 1 605- 1 2).20 Üç giriş kapısı ve her iki
yanı terasa açılan cumbasıyla bu yapı, Fludd'ın tasvir ettiği sahneyi ha
tırlatır. Bu karşılaştırmaları verirken amacım, Fludd'ın bize gösterdiği
1 7 . Bu sorun hakkında bir tartışma için bkz. lrwin Smith, Shakespeare's Globe
Playhouse, s. 1 24 vd.
1 8. Bkz. John Summerson, Architecture in Britain 1530 to 1830 (Pelican History
of Art), Londra, 1953, İllüstr. 8 .
19. A .gy., s . 1 3 . 20. A.g.y., İllüstr. 26.
FLUDD'IN HAFIZA TİYATROSU VE GLOBE TİYATROSU 379
23. Burada işaret edilen oyunların bazıları ilk seferinde başka tiyatrolarda sahne
lenmiş olsa da, bir dönem Globe'da icra edildikleri hemen hemen kesindir. Shake
speare oyunları ayrıca sarayda ve 1608'den sonra Blackfriars Tiyatrosu'nda da sahne
lenmiştir elbette.
24. Örneğin Romberch, Congestorium artificiose memorie, s. 29 arka yüz - 30 ön
yüz; Bruno, Op. lat., il, ii, s. 87 (Mühürler).
FLUDD' IN HAFIZA TİYATROSU VE GLOBE TİYATROSU 381
rinden ayırt etmek için ana tiyatroyu "rustik işçilik"le, tali olanları ise
sırasıyla sade taş bloklar ve ahşap kirişlerden imal etmiştir. Bununla
birlikte Fludd, her zaman olduğu gibi, bu tali tiyatroların da kurgusal
değil gerçek yerler olduğunda ısrar eder. Birisinin altında "hakiki bir ti
yatronun resmi" biçiminde bir ibare yer alır.25 Öyleyse, tıpkı ana tiyatro
gibi, tali tiyatrolar da yalnızca birer büyülü hafıza tiyatrosu değil, Glo
be'da görülen "gerçek" ya da hakiki bir şeyin yansımasıdır.
Yerelliğe özgü durumların ana sahnede nasıl temsil edildiği sorusu
Shakespeare üstüne çalışan araştırmacılara epeyce güçlük çıkarmıştır.
Buna bir örnek, Juliet'in penceresinin altına gelebilmek için Romeo'
nun üstünden atladığı Capulet bağlarının duvarlarıdır. Chambers, kah
ramanın üstünden atlaması için bir duvarın olması gerektiğini öne sür
müş ve benzer pek çok sahneye işaret etmiştir. Örneğin düşman ordula
rın karargahlarının görüldüğü sahnelerde, duvar veya benzeri bir sınırla
mekanlar birbirinden ayrılmış olmalı, bunun için sahneye duvar benzeri
dekorlar getirilmiş olmalıydı.26 Glynn Wickham ise sahne belgelerinde
manzara unsuru olarak "kale dendanları"ndan söz eden pek çok pasajı
derlemiştir. 27
Fludd'ın iki tali tiyatrosunun da dendanlı duvarları hatırlatan bu tür
birer sahne dekoru ya da paravan olduğunu düşünüyorum. Bunlar üstü
boyalı çadır beziyle kaplı, hafif ahşap bir iskeletten yapılmış, kolayca
taşınabilir yapılar olmalıydı. Fludd önemli bir ifşada bulunarak bu ya
pıların üstünde girişler olduğunu, böylece giriş-çıkışları gerektiren sah
nelerin icrasında kullanılabilmelerinin mümkün hale geldiğini gösterir.
Bir oyunun gerektirdiği ve sabit sahne cephesinin sunduğu olanaklarla
icra edilemeyecek olan sahneler için bu dekorların sahneye önceden
yerleştirildiğini düşünebiliriz. Sözgelimi, Romeo ve Juliet için, Capu
letlerin bahçesini ve Rahip Laurence'ın hücresini -bu kırlık mekana ge
len ziyaretçiler bir kapıdan geçerek içeri giriyorlardı- tasvir eden fazla
dan sahne dekoru. Veya fil. Richard'da, düşman orduların karargahla
rının birinden diğerine hızlı sahne geçişlerini ele alalım. Fludd'ın tali ti
yatrolarına benzer konstrüksiyonların düşman kamplar şeklinde kulla
nıldığını düşünecek olursak, bu sahnelerin nasıl icra edildiği sorunu çö
züme kavuşur.
Fludd bir kez daha bize bugüne dek hakkında hiçbir görsel kanıtın
bulunmadığı bir şeyi göstermektedir. Dendanlarla çevrili bu tali tiyat
roların, ana tiyatronun dendanlı terasıyla süreklilik arz etmesi, bu sahne
konstrüksiyonlarının sahnenin bütününün ayrılmaz bir parçası olarak
düşünüldüğünü gösterir. Tıpkı teras ile oda arasındaki ilişki gibi, bu if
şaat da Shakespeare'in oyunlarındaki sahne geçişlerini şimdiye dek ol
duğundan daha açık biçimde anlamamızı sağlayabilir.
S ahne hakkında bize bunca şey anlatan Fludd 'ın, bir bütün olarak
Globe Tiyatrosu'nun biçim ve planı konusunda bize söyleyecek hiçbir
şeyi yok mudur? İnanıyorum ki belli bir yöntem çerçevesinde dikkatle
yaklaşılırsa Fludd 'ın sunduğu kanıttan bütün tiyatronun planını çizmek
için yeterli bilgi çıkarılabilir. Elbette merdivenler ve benzeri unsurların
konumunu gösteren ayrıntılı bir mimari plan olmayacaktır bu, ancak ti
yatronun inşasında kullanılan temel geometrik biçimleri gösteren bir
plan elde etmek mümkündür. Fludd 'ın bir bütün olarak tiyatronun planı
hakkında iki şekilde bilgi verdiğine inanıyorum: ilk olarak, beş sütun
kaidesinin biçimlerinden bahsederken; ikinci olarak da sahne cephesin
de beş giriş olduğu konusunda ısrar ederken.
Theatrum Orbi'nin gravüründe görülen beş sütun kaidesi, sırasıyla,
daire, kare, altıgen, kare ve dairedir. Gravürde görülen bu şekiller aynca
metinde de ifade edilir.
Globe'un dış biçimine dair yegane görsel kanıt, daha önce belirtil
diği gibi, tiyatroyu nehir kıyısında ufak bir leke olarak gösteren en eski
Londra haritalarıdır. B azı haritalarda Globe çokgen bir yapı olarak, ba
zılarında ise dairesel bir yapı biçiminde işaretlenmiştir. Haritalardaki bu
belli belirsiz lekeleri pür dikkat inceleyen Adams, bunlardan birinde se
kiz kenarlı bir biçimi seçebildiği kanaatindeydi, bu nedenle titiz Globe
rekonstrüksiyonu için sekizgen formu temel aldı. Başkaları ise dairesel
Globe teorisini benimsemişlerdir. Haritaların sunduğu kanıt hakikaten
oldukça muğlaktır.
Buna karşılık Globe'un biçiminde dair, her ne kadar bazı araştırma
cılar tarafından güvenilmez bulunmuş olsa da, birinci elden bir tanığın
beyanına sahibiz. Dr. Johnson'ın arkadaşı Hester Thrale, on sekizinci
yüzyılın ortalarında, Globe'un arsasının yakınında yaşıyordu; Globe
1 644 'te, Commonwealth yönetimi sırasında yıkılmıştı, ancak bazı ka
lıntıları hala -onun tasviriyle- "kapkara bir moloz yığını" halinde gö
rülebiliyordu. Bayan Thrale romantik bir ilgi duyduğu eski tiyatro hak-
384 HAFIZA SANATI
kında şu tespitte bulunur: "Dıştan altıgen bir biçime sahip olduğu halde
içi yuvarlak olan Globe Oyunevi'nden geriye cidden garip bir enkaz
kalmıştı. "28
Bayan Thrale'den cesaret alarak, Fludd'ın beş sütun kaidesinin bi
çimleri aracılığıyla Globe'un inşasında kullanılan biçimleri işaret etti
ğini düşünüyorum, yani altıgen, daire ve kare.
Şimdi de Fludd 'ın ısrarla üstünde durduğu bir meseleyi, gravürde
sahnenin beş ayrı girişinin gösterilmesini irdeleyelim. Fludd'ın bu ko
nuda sunduğu kanıt, Globe'un sahnesinde -tıpkı klasik tiyatroda olduğu
gibi- beş girişin bulunması gerektiğine dair Chambers'ın ortaya attığı
soruna gayet tatminkar bir çözüm getirir. Hakikaten beş giriş vardı, an
cak bunların hepsi klasik tiyatroda olduğu gibi zemin katta değildi; üçü
zemin, ikisiyse üst katta bulunuyordu - klasik sahnenin beş giriş ilkesi
nin çokkatlı bir tiyatroya uyarlanmış biçimiydi bu . Klasik sahneyle ara
sındaki, çokkatlılıktan kaynaklanan bu temel farka rağmen, Globe'un
beş girişi yine de tasarımında Vitruvius'a dayanan klasik etkilere mi işa
ret eder?
Vitruvius'un tarif ettiği biçimiyle Roma tiyatrosunda sahne cephe
sinin konumu, sahnenin beş girişi ve izleyici salonundaki koltuklara
ulaşmayı sağlayan yedi koridor, bir çemberin içine çizilmiş dört eşkenar
üçgenle tespit edilir. Bu dört üçgen, Palladio'nun Vitruvius tiyatrosu için
yaptığı rekonstrüksiyonda bir diyagramla gösterilir. B arbaro'nun Vitru
vius üstüne yazdığı, ilk kez 1 556'da basılan yorumda bu diyagramın bir
kopyası mevcuttur (Resim 1 6.5) .29 Burada, üçgenlerden birinin tabanı
nın nasıl sahne cephesinin bulunduğu çizgiyi belirlediğini, tepe nokta
sının ise izleyici salonundaki ana koridoru işaret ettiğini görürüz. Tepe
noktalarından üçü, sahne cephesindeki üç ana girişin, yani kapının ko
numunu belirler. Bunlardan başka iki tepe noktası sahneye yanlardan
girişleri tespit eder. Geriye kalan altı tepe noktası ise izleyici salonun
daki altı koridoru belirler. (Tabanı sahne cephesinin konumunu belirle
yen üçgenin tepe noktası tarafından belirlenen ortadaki ana koridor ise
yedinciyi oluşturur.) Vitruvius bu dört adet üçgeni, astrologların burçlar
kisine işaret eder, zira Vitruvius Roma'da halk tiyatrolarının pek çoğu
nun ahşaptan yapıldığını belirtir.34 Londra'nın pek çok halk tiyatrosunu
inceleyen yabancı ziyaretçilerin tespitleri de bu yapılarda klasik dönem
etkisini gördüklerine işaret eder. De Witt Londra'nın "amfiteatrları"
ndan bahseder.35 1 600'de Londra'yı ziyaret eden bir gezgin, "antik Ro
ma üslubunda ahşaptan inşa edilmiş" bir tiyatroda bir İngiliz komedyası
izlediğini söyler.36 Fludd'ın ortaya çıkardığı biçimiyle Globe'un tasarı
mı da dönemin yalnız Vitruvius'tan değil, İtalyan Rönesansı'nın Vitru
vius yorumlarından da haberdar olduğuna işaret eder.
İngiliz Rönesansı'nın ilk ahşap tiyatrosu James Burbage tarafından
1 576'da Shoreditch'te inşa edilen "The Theatre" idi.37 The Theatre yeni
üslup ahşap tiyatroların hepsinin ilk örneğiydi. Ü stelik Globe'un orta
ya çıkışıyla özel bir ilişkisi vardı, çünkü The Theatre'dan alınan ahşap,
nehrin karşı kıyısına taşınarak 1 599 'da ilk Globe'un inşasında kullanıl
mıştı.38 İtalyan Rönesansı'nda Vitruvius'un yeniden canlandırılmasının
Globe'un kökeni üstündeki etkileri eğer aranacak ise, bunlar The Thea
tre'ın inşa edildiği 1 576 yılından önce mevcut olmalıdır. Shute'un mi
mari üstüne kitabının (1 563) yanı sıra, İngiltere'de bu gibi etkiler hak
kındaki bir başka kaynak da Philip Sidney ve çevresinin hocası, Her
metik filozof John Dee'dir.
1 570 yılında (yani The Theatre'ın inşasından altı yıl önce) Londra'
da John Day tarafından çok önemli bir kitap yayımlanmıştır. Eukleides'
in bu ilk İngilizce tercümesi, Londralı H. Billingsley tarafından yapıl
mıştır. 39 Tercüme metinden önce John Dee tarafından yazılan İngilizce
çok uzun bir önsöz yer alır.40 Dee burada, gerek Platonik ve mistik sayı
teorisinin bakış açısından, gerekse zanaatkarlara pratik bir fayda sun
mak amacıyla bütün matematik bilimlerini gözden geçirir. Bu önsözde
Globe, Hope ve Swan'ı "üç ünlü amfiteatr" olarak tasvir eden alıntı.
36. A.g.y., s. 366. 37. A.g.y., s. 384 vd.
38. A .g.y. , s. 399. The Theatre, Shakespeare'in kumpanyası, Lord Chamberlain'in
oyuncularının Globe'un inşasından önce kullandığı başlıca tiyatro olması bakımından
da Globe ile ilişkilidir.
39. "The Elements of the Geometry of the most ancient Philosopher Euclide ofMe
gara, Faithfully (now first) translated into the English toung, by H. Billingsley, Citizen
ofLandon . . . With a very fruitfull Praeface made by M. /. Dee. . " lohn Daye tarafından
.
Dee, Vitruvius'tan pek çok alıntıya yer verir. İnsanın "cüzi alem" oldu
ğunu tartıştığı kısımda, "Vitruvius'a bakın" diyerek Vitruvius'un üçün
cü kitabının ilk bölümüne, yani Vitruvius'un kare ve çember içindeki
insanı tarif ettiği bölüme atıfta bulunur.41 Bu önsözün mimari hakkın
daki kısmında ise Dee, Vitruvius'un mimariyi bilimlerin en asil olanı ve
mimarı da, yalnızca mesleğinin pratik ve mekanik yönlerine değil, bil
ginin bütün dallarına aşina olması gereken evrensel insan olarak tarif
eden kuramını aktarır. Ü stelik Dee burada yalnızca "Romalı Vitru
vius"u değil, "Floransalı Leo Baptista Albertus"u da kullanmaktadır.
Hem Vitruvius'a hem de Alberti'ye dayanan Dee, mükemmel mimariyi
gayri maddi bir sanat olarak tarif eder. "Marangozun eli Mimarın aleti
dir'', mimarın "zihninde ve Muhayyilesinde" belirlediği şeyi gerçekleş
tirir. "Zihin ve Muhayyilede bütün maddi gereçlerden soyutlanmış ola
rak biçimleri bütünüyle tarif edebiliriz."42
İtalyan Rönesansı'nda yeniden canlandırılan Vitruvius'un idealleri
ne coşkulu bir biçimde atıfta bulunan Dee'nin önsözünün bu denli az
dikkat çekmesi tuhaftır. Bu ihmal belki de Dee'nin "batıni bir filozof"
olmasından ileri gelen önyargıyla açıklanabilir. Bununla birlikte, R.
Wittkower İngiliz mimari teorisi hakkında yayımlayacağı yeni kitapta,
anladığım kadarıyla, Dee'ye yer verecektir.
Dee mimari planlara dair ayrıntılara girmez, ancak mimarın bilmesi
gereken bilimlerden biri olarak müziği tartışırken antik tiyatronun bir
unsurundan, Vitruvius'un koltukların altında yer aldığını söylediği şu
gizemli ses yükselticilerden bahseder:
44. Shakespeare tiyatrosundaki bir başka Ortaçağ kalıntısı da Fludd 'ın tasvir ettiği,
aynı anda farklı yerleri temsil etmek için kullanılan ve Ortaçağ "malikane'' mimarisini
taklit eden tali tiyatrolardır.
Böylece Shakespeare tiyatrosu, Vitruvius tiyatrosunun Rönesans döneminde ger
çekleştirilen uyarlamaları içinde en ilginç ve en güçlülerinden biri olarak ortaya çıkıyor
(bu konuda bkz. R. Klein ve H. Zemer, "Vitruve et le theatre de la Renaissance italien
ne", Le Lieu Theatrale a la Renaissance içinde, haz. J. Jacquot, CNRS, 1964, s. 49-60.)
Dee'nin önsözünde, Daniele Barbaro'nun Vitruvius üstüne yommunu, Palladio'
nun Roma tiyatrosu rekonstrüksiyonunun (İllüst. l Oa) olduğu kitabı bildiğine dair ka
nıtlar bulunabilir. Dee, Vitruvius'un yapıtını ithaf ettiği Augustinus'tan bahsederken,
"yüce Efendimiz onun zamanından doğmuştur" diye ekler (önsöz, sig. d iii ön yüz).
Barbam yorumunun başında ( 1 5 67 Venedik basımında s. 2) "Efendimiz İsa Mesih'in
doğduğu" Augustinus çağının evrensel huzuru üstünde durur.
Önemli olabilecek bir diğer nokta da, Anthony a Wood'a göre (Athenae Oxonien
ses, Londra, 1 69 1 , cols. 284-5), Eukleides üstüne matematik çalışmalarına devam eder
ken Billingsley'ye yardım eden Augustinusçu Keşiş Whytehead'dir. Keşiş, VIII. Henry
zamanında Oxford'daki manastırından atılmış ve Billingsley'nin Londra'daki evinde
yaşamıştır. Bu çevre bağlamında, sayılar ve Reform öncesi dönemden ayakta kalan
simgesel anlamı konusunda bir uzman vardır.
392 HAFIZA SANATI
"Bütün dünya bir sahnedir." Fludd bize bu tanıdık sözleri yeniden dü
şünmeyi öğretiyor. O yitip gitmiş eski ahşap binayı tasarlayanların, kai
natın oranlarının incelikleri konusunda ne denli maharetli oldukları da
ha önce hiç kimsenin aklına gelmemişti. Gerçi Ben Johnson konudan
kuşkusuz haberdardı, zira yangından sonra ilk Globe'dan artakalanları
incelerken, "Dünya'nın enkazına bakın ! " diye haykırmıştı.45
"Mikrokozmos ile makrokozmosun birbirine tekabül ettiğine, evre
nin ahenkli bir yapısı olduğuna, Tanrı'nın matematiksel semboller ara
cılığıyla anlaşılabileceğine dair inanç . . . kökenleri Antikçağ 'a uzanan
ve Ortaçağ felsefesi ve ilahiyatının sorgusuz sualsiz kabul edilen ilkele
rine dahil olan, bütün bu birbiriyle yakından ilişkili fikirler, Rönesans'ta
yeni bir yaşama kavuştu ve görsel ifadesini Rönesans kilisesinde bul
du."46 Rudolf Wittkower Rönesans dönemi kiliselerinde dairesel biçi-
47 . A.g.y. , s. 4.
48. Bkz. diyagramlar, a.g.y., s. 3 . Serlio'nun altıgen kilise planı için bkz. a.g.y., İl
lüstr. 6.
394 HAFIZA SANATI
için görünür oluyordu.49 Fırtına'nın ilk kez Globe'da mı, yoksa Domi
niken Tarikatı'na ait eski manastır binasının, 1 608'de Kral'ın kumpan
yası tarafından alınarak düzenlenmesiyle kurulan Blackfriars'da mı sah
nelendiği bilinmiyor. Fakat Blackfriars Tiyatrosu'nda kuşkusuz bir gök
kubbe bulunuyordu; dolayısıyla Prospero'nun ilk kez "tepede göründü
ğü" yer ister Globe isterse B lackfriars olsun, bu şekilde belirmesi, İdea
ların gölgelerini aşarak birleştirici yüce görüşe yükselen munis Büyü
cünün tanrı katına ermesi olarak eşsiz bir etki yaratacaktı .
Bu bölümün sonunda, burada ele alınan konuları, Shakespeare türü
tiyatronun rekonstrüksiyonunda bugüne dek mevcut olmayan bir mal
zemeyi değerlendirmek yönünde, yalnızca bir ilk deneme olarak gördü
ğümü vurgulamak isterim. Bu malzeme öncelikle Fludd'ın hafıza siste
minin gravürlerinden oluşuyor; ikinci olarak ise, Billingsley'nin Euk
leides tercümesine Dee'nin yazdığı önsözü kullanarak, ilk İngiliz Vit
ruvius'unun (lnigo Jones değil) Dee olduğunu, dolayısıyla Vitruvius et
kilerinin Elizabeth döneminin ilk tiyatrosunu ve haleflerini tasarlayan
kişilerin ellerinin altındaki bir kaynak olduğunu kanıtlamayı içeriyor.
Uzmanlar kuşkusuz burada yazılanları inceleyip eleştireceklerdir, böy
lelikle konu kuşkusuz benim getirmeyi başardığımdan daha öteye taşı
nacaktır. Ö zellikle de Fludd 'ın yapıtının basımının Almanya cephesi
hakkında (tiyatro gravürünü yapan kişinin kim olduğu sorusu böylelik
le aydınlatılabilir) ve gerek Fludd gerekse Dee üstündeki Vitruvius et
kisi hakkında daha pek çok araştırma yapılması gerekmektedir.
Hafıza sanatı hakkındaki bu kitabın koordinatlarından sapmaması
için bölümü olabildiğince yoğunlaştırmak zorunda kaldım. Gelgelelim
bu bölümün bu kitap içinde yer alması gerekiyordu, çünkü Fludd'ın ha
fıza sisteminin gerçek bir tiyatroyla olan ilişkisi ancak hafıza sanatının
tarihi bağlamında anlaşılabilir. Ancak ve ancak hafıza sanatı tarihinin
izini sürmemiz sayesinde yolumuz Shakespeare tiyatrosuna çıktı. Bu
sıradışı deneyimi kime borçluyuz? Keoslu Simonides ve Skepsisli Met
rodoros'a, Tullius ve Aquinolu Tommaso'ya, Guilio Camillo ve Gior
dano Bruno'ya. Hafıza sanatıyla çağlar boyunca süren uzun yolculuğu
muza çıkmış olmasaydık, Fludd'ın gravürlerinde -Bemheimer'in yap
tığı gibi- heyecan verici bir şeyler görsek bile bunun ne olduğunu anla
yamayacaktık. Ancak hafıza sanatı tarihinin izini sürerken oluşturdu-
49. The Tempest, il, iii; Türkçesi: Fırtına, çev. Özdemir Nutku, İş Kültür, 20 1 5;
krş. Irwin Smith, Shakespeare's Globe Playhouse, s. 1 40.
FLUDD' IN HAFIZA TİYATROSU VE GLOBE TİYATROSU 395
Hafıza Sanatı ve
Bilimsel Yöntemin Doğuşu
B
u KİTAP, Avrupa geleneğinin sinir ağı içinde yer alan büyük mer
kezlerde hafıza sanatının sahip olduğu konumu göstermeyi amaç
edindi. Ortaçağ 'da, skolastik düşünürler tarafından teorik olarak
formüle edilen, uygulamada ise sanat ve mimarinin bütününde hakim
olan Ortaçağ 'a özgü imge dağarcığıyla ve Dante'nin İlahi Komedya'sı
gibi edebi abidelerle bağlantılı olan bu sanat, merkezi bir konuma sa
hipti. Rönesans döneminde önemi, saf hümanist gelenek içinde her ne
kadar gerilediyse de, Hermetizm geleneği içinde devasa boyutlara ulaş
tı. Tarihçemiz içinde on yedinci yüzyıla ulaştığımız bu noktada, sanat
nihayet ortadan silinecek midir, yoksa merkezi konumunu terk ederek
varlığını kıyıda köşede mi sürdürecektir? Robert Fludd tam tekmil Rö
nesans Hermetizm geleneğinin son bekçisidir. Yeni bilimsel hareketin
temsilcileri olan Kepler ve Mersenne ile çatışma halindedir. Öyleyse
onun Shakespeare'in Globe Tiyatrosu'nu temel alan Hermetik hafıza
sistemi de bızzat hafıza sanatının son bekçisi midir? On yedinci yüzyıl
da tanık olunan ilerleme karşısında Simonides'in kadim sanatının çağ
dışı addedilerek bir kenara bırakılmak üzere olduğunun işareti midir?
Hafıza sanatının on yedinci yüzyılda yalnızca hala Rönesans gele
neğini takip etmekte olan Robert Fludd gibi bir yazar tarafından değil,
Francis Bacan, Descartes, Leibniz gibi yeni doğrultulara yönelen düşü
nürler tarafından da bilinmekte ve tartışılmakta oluşu şaşırtıcı olduğu
kadar da önemli bir noktadır. Çünkü bu yüzyılda hafıza sanatı bir kez
daha dönüşüm geçirerek, bilginin ansiklopedisini ezberlemenin, dün
yayı hafızada yansıtmanın yöntemi olmaktan çıkıp, yeni bilgiyi keşfet
mek amacıyla ansiklopediyi ve dünyayı sorgulamanın aracı haline gel-
398 HAFIZA SANATI
Francis Bacon hafıza sanatı hakkında çok kapsamlı bir bilgiye sahip ol
makla kalmıyor, bu sanatı bizzat kullanıyordu.6 Aubrey'nin Bacon bi
yografisinde, "yerel hafıza" amacıyla kullanılan gerçek bir bina planı
nın nadir örneklerinden birine rastlarız. Aubrey'nin dediğine göre, Ba
con'ın Gorhambury'deki evinin galerilerinden birinde renkli vitraylar
vardı ve "her çerçevede birkaç hayvan, kuş ve çiçek motifi bulunuyor
du: Belki de Beyefendi hazretleri bunları kısmi konular olarak kul1 anı
yordu".7 B acon'ın hafıza sanatına verdiği önem, bu sanatın Advance
ment of Learning (Eğitimde İlerleme) yapıtında gerek yöntem gerekse
kullanım amacı bakımından ıslah edilmesi gereken sanat ve bilimlerden
biri olarak öne çıkmasından da anlaşılır. B acon'a göre mevcut hafıza
sanatı ıslah edilmeli, boş gösteriş için değil yararlı amaçlar için kulla
nılmalıydı. Advancement'ın sanat ve bilimlerin geliştirilmesi ve yararlı
Bu hafıza sanatı yalnız iki düşünce üstüne kuruludur; bunlardan biri ön
fikir, diğeriyse amblemdir. Önfikir, hatırlamak istediğimiz şeyi tanımsız bir
şekilde aramaktan bizi kurtararak dar bir sahada, yani hafızamızda kaydedil
diği yere yakın bir bölgede aramaya yöneltir. Amblem ise idrakle kavranabi
len kavramları, hafızada daha derin bir etki uyandıran somut imgelere indir
ger. Bu aksiyomlardan şu an kullanımda olanın daha iyisi bir uygulama türe
tilebilir . . s
.
Farklı türde hafıza yerlerine ilişkin böyle bir tanım doğrudan hafıza
tekniği ders kitaplarından alınmıştır.
"Amblemler" olarak adlandırılan imgelerin tanımı ise De augmentis
scientiarum 'da (Bilimlerin Tasnifi) genişletilir:
Amblemler, idrakle kavranabilir olanı duyularla algılanabilen şeylere in
dirger; çünkü duyularla algılanabilen şeyler daima hafızayı daha güçlü bir
biçimde etkiler ve idrakle kavranabilen şeylere kıyasla hafızada daha kolay
yer eder . . . Bu yüzden, tavşan avlayan bir avcı, ilaç kutularını düzenleyen bir
eczacı veya söylev veren bir hatip, şiir ezberleyen bir çocuk veya rolünü oy
nayan bir aktörün imgesini akılda tutmak, bunlara tekabül eden buluş, dü
zenleme, üslup, hafıza ve jest kavramlarını akılda tutmaktan daha kolaydır. 10
8. F. Bacon, Advancement of Learning, II, xv, 2; Works, haz. Spedding, ili, s. 398-
99.
9. Novum Organum, il, xxvi; Türkçesi: Yöntem Üstüne Konuşma, çev. Talip Kaba
dayı, BilgeSu, 20 1 5 ; Spedding, 1, s. 275 .
BİLİMSEL YÖNTEMİN DOGUŞU 40 1
Konuyu bilimsel olarak ele almakla birlikte Bacon hafıza imgesinin gü
cünü hayal gücünü harekete geçirmekten aldığı yönündeki klasik inancı
bütünüyle benimsemiştir ve bunu "muhayyile gücü" hileleriyle bağdaş
tırır. Bu düşünce hattı, hafıza sanatını Rönesans döneminde büyücünün
araçları arasına katan etkenlerden biriydi. Bacon, anlaşılan, hala bu tür
bağlantılar kurmaktadır.
Ben başka bir yol düşündüm; bağlantısız imgeler içinden hepsine ortak
olan yeni imgeler oluşturmalı veya öyle bir imge oluşturulmalı ki yalnızca
kendisine en yakındaki imgeyi değil bütün diğer imgeleri de çağrıştırsın -
böylece beşinci imge yere saplanan bir mızrak aracılığıyla birinciye, aşağı
inilen bir merdiven aracılığıyla ortadaki imgeye, fırlatılan bir ok aracılığıyla
ikinci imgeye atıfta bulunmalı, üçüncü imgeye de benzer şekilde gerçek veya
kurgusal bir yolla bağlanmalı. ı 4
İ şin tuhaf y anı, Descartes'm hafıza için önerdiği reform, "batıni" ilkele
re B acon'ın önerisinden daha yakındır, zira batıni hafıza tam da her şeyi
varsayılan nedenlerine indirger ve nedenlerin imgeleri hafızaya işlendi
ği vakit bağlantılı olan imgeleri de düzene koyacağına inanılır. Des
cartes "Schenkel'i tespit etme"15 konusunda Paepp'e başvurmuş olsay
dı, bunu bilirdi. Silinip giden bütün imgelerin "nedenlerin hafızaya iş
lenmesi" sayesinde bulunabileceği ifade s i , pekala bir batıni hafıza sa
natçısı tarafından dile getirilmiş olabilirdi. Tabii ki Descartes kesinlikle
bu minvalde düşünüyor değildir ama hafızayı nedenler etrafında dü
zenlemeye dönük bu yepyeni parlak fikri, batıni hafızanın rasyonelize
edilmesine şaşırtıcı biçimde benzerlik gösterir. Birbiriyle bağlantılı im
geler oluşturmaya dair diğer fikirleri ise yeni olmaktan uzaktır, döne
min hemen hemen bütün ders kitaplarında örnekleri bulunabilir.
Descartes yerel hafızadan bir hayli faydalanmış gibi görünmemek
tedir. Bailet'nin biyografisindeki alıntılara bakılacak olursa, içimizde
bulunan, azalıp çoğalması mümkün olmayan "idrake dayalı hafıza"nın
aksine, "bizim dışımızda" var olan "cismani bir hafıza" olarak gördüğü
bu sanatı inzivaya çekildiği dönemde pek uygulamamıştır. 1 6 Bu olağan
üstü kaba fikir Descartes'ın, hayal gücü ve işleyişi karşısındaki ilgi
sizliğiyle tutarlıdır. Bununla birlikte Rossi, düzen ve düzenlemeye dair
hafıza ilkelerinin B acon'ı olduğu gibi Descartes'ı da etkilediğini ileri
sürer.
20. J.-H. Alsted, Systema mnemonicum duplex . . . in quo artis memorativae prae
cepta plene et methodice traduntur, Frankfurt, 1 6 1 0.
21. Systema mnemonicum, s. 5, aktaran Rossi, Clavis, s. 1 82. Etkili bir yapıt olan
De auditu kabbalistico (bkz. burada s. 2 1 1 , 219, 23 1 ), önsözünde geçen "yöntem" söz
cüğünün yayılmasına katkı sağlamış olabilir (R. Llull, Opera, Strazburg, 1598, s. 45)
22. T. ve J. Carreras y Artau, Filosofia Cristiana de fos siglos XIll al XV, Madrid,
1943, il, s. 244.
23. Yapıtlanndan biri, Methodus admirandorum mathematicorum novem libris ex
hihens universam mathesim başlığını taşır (Herbom, 1623). Bkz. Carreras y Artau, s.
239.
24. J.-H. Alsted, Clavis artis Lullianae, Strasburg, 1633, önsöz; bkz. Carreras y
Artau, s. 24 1 ; Rossi, Clavis, s. 1 80.
25. Bruno'nun 1 587'de Wittenberg'de yazdığı Artificium perorandi yapıtı Alsted
tarafından 1 6 1 2 'de Frankfurt'ta basılmıştır. Bkz. Salvestrini-Firpo, Bibliografia di Gi
ordano Bruno, Floransa, 1958, N. 2 1 3 , 285 .
406 HAFIZA SANATI
ıslah edilmiş bir biçimine doğru bir hareketin sürmekte olduğu anlaşılı
yor. Alsted hakkında kapsamlı bir çalışma, Bruno'nun Almanya'daki se
yahatleri sırasında ektiği tohumların filizlendiğini, ancak yeni çağa uy
gun meyveler verdiğini ortaya çıkarabilir. Ancak Alsted 'in geniş külli
yatını araştırmak için kitap uzunluğunda bir çalışma gereklidir.
26. Orbis sensualium pictus, Nümberg, 1 658. Comenius'un dile giriş kitabı Janua
linguarum'dan farklı bir yapıttır bu. Comenius Alsted'in öğrencisiydi.
27. Yeniden basımı Allardyce Nicoll, Stuart Masques and the Renaissance Stage,
Londra, 1937, şekil 1 1 3'te bulunabilir.
28. Bkz. R. Latta, sunuş, Leibniz, Monadology içinde, Oxford, 1 898, s. 1 ; Türkçe
si: Monadoloji, çev. Aziz Yardımlı, İdea, 1 997.
29. Bkz. Rossi, Clavis, s. 1 86.
BİLİMSEL YÖNTEMİN DOGUŞU 407
37. Bkz. L. Couturat, La logique de Leibniz, Paris, 190 1 , s. 36 vd.; ve daha önce s.
4 1 0- 12.
38. L. Couturat, Opuscules et fragments inedits de Leibniz, Hildesheim, 196 1 , s.
37; Rossi, Clavis, s. 250-53. Hafıza tekniğinden bahis Phil. Vl. 1 9 ve Phil. VII.B.
III.7'de yer alır (Leibniz'in Hannover'da bulunan yayımlanmamış elyazmaları).
39. Leibniz, Philosophische Schriften, haz. P. Ritter, 1 (1930), s. 277-79.
410 HAFIZA SANATI
40. J. C. Frey, Opera, Paris, 1 645-46'da hafıza üstüne bir bölüm vardır.
4 1 . Philosophische Schriften, haz. Ritter, 1, s. 367.
42. Couturat, Opuscules, s. 28 1 .
BİLİMSEL YÖNTEMİN DOÖUŞU 41 1
pıtın girişinde yer alan, dört elementin meydana getirdiği kare ile man
tıksal karşıtlığı ifade eden kareyi ilişkilendiren diyagram, 43 Leibniz'in
Llullculuğu doğal bir mantık olarak kavradığını gösterir.44 Önsöz'de,
aralarında Agrippa, Alsted, Kircher'in de olduğu modem Llullculardan
söz ederken "Jordanus Brunus"u da atlamaz. Bruno'nun Llullcu Sanatı
bir "bileşke sistemi" olarak adlandırdığını söyler45 - Leibniz kendi ye
ni Llullculuğu için bu tabiri kullanır. Llullculuğu aritmetikle ve Fran
cis Bacon'ın geliştirmek istediği "yaratıcı mantık"la yorumlamaktadır.
Burada Alsted, Izquierdo ve Kircher'de başlangıcını gördüğümüz, bi
leşke sistemini matematikle birlikte kullanma düşüncesi şimdiden mev
cuttur.
Bu yeni matematiksel-Llullcu sanatta, Leibniz'in dediğine göre, işa
retler bir alfabe olarak kullanılacaktır. Bu işaretler, evrensel bir yazı gi
bi, mümkün olduğunca doğal olmalıdır. Bunlar geometrik şekillere
benzer olabileceği gibi, Mısırlılar ve Çinlilerin kullandığı "resimler"
gibi de olabilir, gerçi Leibniz'e has yeni işaretler "hafıza" için bu hiye
rogliflerden daha elverişli olacaktır.46 Leibniz'in işaretlerine rastladığı
mız diğer bağlamda, bunların kesin bir biçimde hafıza geleneğiyle bağ
lantılı olduğunu ve klasik sanatın talep ettiği türden imgeleri andırdığını
görüyoruz. İ şaretler burada da hafıza ile bağlantılıdır. Leibniz'in bir Rö
nesans geleneğinden -Llullculuğu klasik hafıza sanatıyla birleştirmeye
dönük o bitmek bilmez çabalardan- geldiği son derece açıktır.
Dissertatio de arte combinatoria Leibniz'in ilk dönem yapıtların
dandır; Paris'te kaldığı (1 672-76), Huyghens ve diğerlerinden ileri ma
tematik alanındaki bütün yeni gelişmeleri öğrenip matematik çalışma
larını ilerlettiği dönemden önce yazılmıştır. Gelişimini bu yapıttan ha
reketle gerçekleştirecektir, sonsuz küçükler kalkülüsünün ortaya çıkışı
da bu tarihe dahildir. Leibniz bu hesap yöntemine, anlaşıldığı kadarıyla,
o sıralarda benzer bir hat izlemekte olan Isaac Newton'dan tamamen
bağımsız olarak ulaşmıştır. Newton konusunda söyleyecek bir şeyim
yok, ancak bu hesap yönteminin Leibniz'de ortaya çıkış bağlamı, bu ki
tapta izi sürülen tarihin parçasıdır. Leibniz kendisi de daha sonraki dü
şünüş tarzının tohumlarının Dissertatio de arte combinatoria 'da bulun
duğunu söylemiştir.
43 . Philosophische Schriften, haz. Ritter, 1, s. 166. 44. Bkz. daha önce s. 200.
45 . Philosophische Schriften, haz. Ritter, 1, s. 1 94. Leibniz önsözünde Bruno'nun
De Specierum scrutinio yapıtına atıfta bulunur (Op. !at., il, ii, s. 333).
46. Philosophische Schriften, haz. Ritter, 1. s. 302; krş. Rossi, Clavis, s. 242.
412 HAFIZA SANATI
52. Leibniz, Opera philosophica, haz. J. E. Erdman, Berlin, 1 840, s. 92-93 . Ayrıca
Philosophische Schrijten, haz. Gerhardt, Berlin, 1 8 80, VII, s. 204-5 'te çok benzer bir
metne rastlıyoruz.
Leibniz'in "lingua Adamaica"ya, yani Adem' in varlıkları adlandırmak için kullan
dığı büyülü dile duyduğu ilgi hakkında bkz. Couturat, Logique, s. 77.
53. Leibniz, Siimtliche Schriften und Briefe, haz. Ritter, 1, C. il, Darmstad, 1 927, s.
1 67-69; aktaran Rossi, Clavis, s. 255 .
5 4 . Introductio a d Encyclopaediam arcanam, Couturat, Opuscules, s . 5 1 1 - 12. Krş.
Rossi, Clavis, s. 255 .
BİLİMSEL YÖNTEMİN DOGUŞU 415
tematik dininin vahyine yol açacak olan, o çılgın büyülü hafıza sistem
lerini takdim ettiği konuşmayı. Bu eski usul cafcaflı söz bulutundan
Leibniz'in gerçekten bir Büyük Anahtar bulduğunu kim tahmin edebi
lirdi? Hakiki Anahtar, der karakter sistemi hakkındaki bir denemede,
bugüne dek bilinmiyordu; kitaplar dolusu büyünün kifayetsizliği bu
yüzdendir.56 Bütün bunlarda eksik olan hakikatin ışığını ancak mate
matiksel disiplin sağlayabilir.57
Şimdi geriye dönüp, Bruno'nun Gölgeler'inden bulup çıkardığımız
o tuhaf diyagrama tekrar bakalım (Resim 9.2). En içteki çarkın üstünde
devinen büyülü yıldız imgeleri, diğer çarklar üstündeki unsurlar dünya
sına ait imgeleri ve en dış çarktaki, insanın bütün faaliyetlerini temsil
eden imgeleri kontrol eder. Yahut, eski bir Dominiken keşişi olan hafıza
uzmanının bildiği bütün hafıza yöntemlerini bıkıp usanmadan, tekrar
tekrar çeşitli kombinasyonlar halinde denediği Mühürler'i hatırlayalım;
sonucun ne derece etkili olduğu, seçilen hafıza imgesinin ne ölçüde
(varsayılan) büyü gücüne sahip olduğuna bağlıdır. Bir kez daha Mühür
ler'in sonundaki pasajı (ki Bruno'nun hafıza üstüne yazdığı bütün diğer
kitaplarda benzerleri bulunabilir) okuyalım. Batıni hafıza sanatçısı bu
rada Llullcu bileşke çarklarında hangi türden imgelerin kullanılabilece
ğini sıralar; bunlar arasında işaret, karakter ve mühürler öne çıkar.58 Ve
ya tanrı ve tanrıça heykellerinin gösterisini düşünelim; yıldızlara ben
zetilmiş, hem gerçekliğin büyülü imgeleri hem de imkan dahilindeki
bütün kavramları içeren hafıza imgeleri olarak Heykeller'deki çarkın
üstünde devinmektedirler. Veya İmgeler'deki karmakarışık labirenti dü
şünelim; elementler dünyasındaki her şeye dair imgelerle tıka basa do
ludur, Olymposlu tanrıların manidar imgeleri tarafından kontrol edilir.
Bu çılgınlık, içinde fazlasıyla karmaşık bir yöntemi barındırıyordu.
Peki amacı neydi? Gerçekliğe dair manidar imgeleri birleştirerek ev
rensel bilgiye ulaşmak. Her defasında, hafıza imgelerine dair bir hesap
yöntemini, Llullcu devinim ilkesi ile gerçekliğe ait karakterleri kulla
nan, büyüye dayalı bir hafıza tekniğini, her nasılsa birleştirecek bir ha
fıza düzenini bulmak için verilen, o sonsuz incelikli çabada belirir gibi
olan, kısmen hayal edilen, kehanetvari bir biçimde öngörülen geleceğin
yöntemini bulmak için Hermetik düzlemde yılmaz bir uğraş verirken,
60. Gelgelelim, muhteşem bir araştırmacı olan Couturat, Leibniz'in hiç tereddüt
süz Gül-Haçlıların bir üyesi olduğunu kabul eder: "Leibniz'in 1 666'da Nümberg'de
Gül-Haç gizli cemiyetine üye olduğunu biliyoruz" (Logique de Leibniz, s. 1 3 1 , n. 3).
Leibniz'in kendisi de Gül-Haçlı üyesi olduğunu ima etmiş olabilir (Philosophische
Schriften, haz. Ritter, 1, 1930, s. 276). Tasarladığı "Hayırseverlik Tarikatı"nın kuralları
(Couturat, Opuscules, s. 3-4) Gül-Haçlı manifestosu Fama'dan alınmıştır. Yapıtların
dan buna dair başka kanıtlar da derlemek mümkündür, ancak konu kısmi bir analizden
daha fazlasını gerektiriyor.
6 1 . Bkz. daha önce s. 3 1 8- 19.
62. Leibniz, Monadology, İng. çev. R. Latta, Oxford, 1 898, s. 230, 253, 266 vb.
418 HAFIZA SANATI
Bu tarihi Leibniz ile sonlandırmayı seçtim, çünkü belli bir yerde dur
maya mecburuz ve çünkü hafıza sanatının Avrupa'daki temel gelişmeler
üstündeki etkisinin burada son bulduğu düşünülebilir. Ancak sonraki
yüzyıllarda da bu sanat pek çok biçimde varlığını sürdürecektir. Hafıza
sanatı hakkında hala bariz biçimde klasik geleneği izleyen kitaplar ya
yımlanmaya devam etmiştir; hatmi hafıza geleneklerinin kaybolmuş
veya önemli hareketler üstündeki etkisini yitirmiş olması pek muhtemel
değildir. Konuyu sonraki yüzyıllara taşıyacak bir kitap yazmak müm
kün olabilir.
Bu kitap her ne kadar ele alınan dönemler içinde hafıza sanatının ta
rihini açıklamaya çalıştıysa da, hiçbir biçimde tamamlanmış veya nihai
bir tarihçe olarak görülmemelidir. Bu geniş konuyu incelerken mevcut
veya ileriki araştırmalarda ortaya konması muhtemel olan malzemenin
ancak küçük bir kısmını kullandım. Unutulmuş olan bu sanatın ciddi bi
çimde araştırılmaya henüz başladığı söylenebilir. Bu ve benzeri konular
modem kurumsal akademi aygıtının desteğini henüz arkasına alabilmiş
değildir; normal müfredata dahil kabul edilmez, dışarıda bırakılır. Ha
fıza sanatı, alışılageldik disiplinlerin hiçbirine dahil görülmeyen, kim
senin üstüne vazife olmadığı için ihmal edilen, kıyıda köşede kalmış
bir konuya apaçık bir örnektir. Gelgelelim, bir bakıma, herkesi ilgilen
diren bir mesele olduğu ortaya çıkmıştır. Hafızanın organizasyonunun
tarihi, yaşamsal noktalarda, din ve etik tarihine, felsefe ve psikoloji ta
rihine, sanat ve edebiyat tarihine, bilimsel yöntem tarihine temas eder.
Belagatin bir parçası olan yapay hafıza, belagat geleneğine dahildir; ru
hun bir gücü olarak ele alınan hafıza ise ilahiyatın alanına dahildir. Bu
derin bağlantılar üstüne düşündüğümüzde, böyle bir konu üstüne yapı
lan bir incelemenin kültürümüzün belli başlı tezahürleri hakkında yep
yeni görüşlere yol açması ihtimali hiç de şaşırtıcı değildir.
Geriye dönüp baktığımda, Simonides'in felaketle sonuçlanan o ef
sanevi ziyafetin ardından icat ettiği rivayet edilen sanatın çağlar boyun
ca taşıdığı önemi pek az anlamış olduğumu fark ediyorum.
Dizin
Cambridge, 287, 304, 307 1 20, 1 26, 1 32, 1 39, 1 83-84, 190, 397
Campanella, Thomasso, Hafıza sistemi Davud, 1 70
olarak Güneş Kenti, 322-23, 406 Day, John, 389
Citta del Sole, 322, 406-7 De auditu kabbalistico, 2 1 1 , 219, 23 1 ,
Canticle, 249-50 280n, 405
Cameades, 257, 28 1 De Bry, John Theodore, 348-49
Casaubon, Isaac, 344 de Witt, Johannes, 369-7 1 , 375, 386, 389
Cassiodorus, 65 Dee, John, 190n, 233, 288-89, 308,
Caxton, William, 286 366-67, 389-9 1 , 394-95 , 4 1 3
Cecco d'Ascoli, 239 Defne, 360
Cennet ve Cehennem, 70-72, 78, 88, del Bene, Piero, 3 1 3n
101, 1 07, 1 09, 124-26, 1 32, 1 40, del Riccio, Agostino, 268-69, 27 1 , 287,
1 63 , 1 86, 208, 2 1 5 , 254 337
Cennet ve Cehennem, Ortaçağ yapay ha del Rio, Martin, 3 1 O
fızası, 7 1 -72, 78, 88, 1 0 1 , 1 07, del Vasto, Alfonso Davalos, 1 5 3
1 09- 1 0, 124-26, 208, 1 39-40, 1 4 l r Demokritos, 122-23
Ceres, 4 1 , 242 Descartes, 397, 399, 402-4, 408
Charlewood, John, 223, 267, 289 Dialexeis, 42-43
Charmadas (Atinalı), 33, 38, 54, 57 Diana, 1 69
Chartres Manastın, 92 Dicson, Alexander, 291 -3 1 1 , 3 12, 3 1 8,
Cicero 337, 342, 362
Birinci ve İkinci Belagat bkz. Hermetica
(De inventione, Ad Herennium), 34, didaktik, imgelerin kullanımı, 67, 88,
78-79, 127-28, 1 44 90, 93, 1 32, 260
D e oratore, 1 6, 26, 30, 67, 1 19, 1 45 , Diderot, 1 1 8
1 83 , 1 86, 327 Dido, 228
"Cicerocular", 1 84, 1 86-87 Diogenes Laertius, 44, 55, 276
Cimber (oyuncu), 277, 77, 259 Dionysos, Miletuslu, 199
Ciotto, Giovanni Battista, 222, 227 Dirayet, 34, 35, 66, 73, 84, 1 03 , 1 1 5r,
Citolini, Alessandro, 163, 263 1 16, 1 1 8
Cizvitler, 288, 3 1 O, 408 Dolce, Ludvico, 1 09, 1 30n, 1 54, 1 83-84
Colonna, Francesco, 1 42 Dolet, Etienne, 1 5 1
Comenius, J. A., 406-7 Dominiken Tarikatı, Dominikenler
Copemicus, 173-74, 245, 332, 334-35 72, 9 1 , 95-99, 107, 1 1 7, 124, 1 30,
Copland, R., 128n, 286n 139-40, 1 85-86, 196-97, 21 5 , 27 1
Comificius, 1 43-44 Bruno ve, 1 44, 221 -22, 224, 27 1 , 3 1 6,
Corsini, Matteo de' , 1 02 323
Cotta, Pamponio, 1 53 Donatus, 92
Cousin, Gilbert, 1 52-52 Druidler, 284, 297n
Cupido, 1 1 3, 3 1 3 Dudley, Robert, Leicester Kontu, 286,
Cyrus, 54 29 1
"Dunsluk", 300, 30 1
çağrışım, yasaları, 47, 122 Dürer, Albrecht, 1 44-45
Dyer, Edward, 289
daire, sembolizmi, 192, 198, 2 1 8,
234-38, 270, 321 -23, 350-58 Egerton, Şansölye, 343
Dalgamo, J., 407 Egidio, Viterbolu, Kardinal, 1 69-70
Dante, 66 Egnatio, Baptista, 1 49
ve Ortaçağ yapay hafızası, 1 0, 1 09- 1 0, engizisyon, 1 40, 222-23, 3 1 8, 322n, 334
422 HAFIZA SANATI