You are on page 1of 244

Fatih ġengül

SABĠR, SEKEL, AVAR VE BULGAR


ETNĠK MESELELERĠNĠN ÇÖZÜMÜ
ĠÇĠNDEKĠLER

ÖNSÖZ
I. BÖLÜM
Oğuz Kağan Destanı

1.Destâni Rivâyetler IĢığında Kimmerlerin Yurdu……………………………………………...


1.2.Urum Kağan…………………………………………………………………………………
1.3.Karanlık Ülke………………………………………………………………………………..
1.4.Saklap ve Kalaç Kavimleri………………………………………………………………….
1.5.Herodot ve Oğuz Kağan-Ġt Barak Mücadelesi………………………………………………

II. BÖLÜM
Sabir Bahsi

2.1.Suvarlar, Sabirler ve Göç Hadisesi………………………………………………………….


2.1.1.Hudûd-ul el-âlem Eserinin Coğrafi Yansıması ve Lebedia………………………….....
2.2.Sabirler‟in Göçü……………………………………………………………………………..
2.3.Suvar/Sabar/Sabir, Oğur ve Uğor Kavim Adlarının Kökenbilimsel Ġzâhı…………………..
2.3.1.Ergenekon Destanı ve Sabir Bağlantısı……………………………………………………

III. BÖLÜM
Avar Meselesi
3.1.Avar Göçü‟nün Gizemi……………………………………………………………………

IV. BÖLÜM
Bulgarlar‟ın Etnik Kökeni

4.1.Etnik Bulgarlar ve Siyasi Bulgarlar…………………………………………………………


4.2.Büyük Bulgaristan‟ın Coğrafi Mevkii………………………………………………………

V. BÖLÜM
Hunların Dili

5.1.Ortak Altay Dilleri ve Hunca………………………………………………………………..


5.1.1.Ortak Altay Dilleri………………………………………………………………………
5.1.2.KarĢılaĢtırmalı Altayistik AraĢtırmaları…………………………………………………
5.1.3.Hunların Dili ile Ġlgili Meseleler
5.1.3.1.Çin Tarihi Kaynaklarındaki Hunlar…………………………………………………...
5.1.3.1.Batı Tarih Kaynaklarındaki Hunlar……………………………………………………
5.1.4.Hunların Dili Mevzusu
5.1.4.1.Hunca Hakkında……………………………………………………………………….
5.2. Hun Diline Âit Meseleler…………………………………………………………………...
5.2.1..Hun Dilbilimi…………………………………………………………………………...
5.2.2..Kimi Hunca Tâbirler……………………………………………………………………
5.3.Xiongnu Lîsanı ve Avrupa Huncası Arasındaki Dilsel Bağlantılar…………………………
5.3.1.Avrupa Hunlarına Âit Dil Malzemeleri…………………………………………………...
5.3.2.Hun ġahıs Adları………………………………………………………………………...
5.3.3. Proto-Bulgarca(Hunca) Kimi Kelimeler………………………………………………..
5.3.4. Xiongnu Diline Âit Bazı Sözcükler……………………………………………….........

Kaynakça………………………………………………………………………………………...

Dizin……………………………………………………………………………………………..
ÖNSÖZ
Kaynaklar ne kadar kıt olursa olsun her tarihi meselenin bir çözümü vardır. Çözümsüzlük
tarihçinin bakıĢ açısından kaynaklanır. Doğu Avrupa tarihinde bugüne değin iç yüzüne
muvaffak olamadığımız Bulgarların etnik kimliği, Macarların göçü ve onların Sabirler ile olan
iliĢkisi yine Avarların Orta Asya‟dan batıya muhacereti gibi sonuca bağlanamamıĢ bir dizi
mevzunun temelinde bu tarihi hadiselere dâir kaynakların sunduğu verilerin geçerliliği değil
onların bir türlü tarihçi gözüyle yorumlanamaması yatmaktadır. Doğu Avrupa tarihinde
yığılagelmiĢ tarihi meselelerin ardında yatan ana sebep coğrafya ilminin bilimadamları
tarafından gözardı edilmesidir ki bu, tarihçileri basmakalıp fikirlere hapsetmiĢtir. Bu esaretten
kurtuluĢun tek yolu coğrafya ilmi ile haĢır neĢir olmaktır. Tarihin kendine özgü bir ruhu ve de
mantığı vardır. Bu ruhu ve de mantığı kavramanın yegâne yolu coğrafyadır. Bozkurt Güvenç
hocanın güzel tesbitiyle “Coğrafya Tarihin Anayurdudur.”

Bu çalıĢmada Bulgar, Sabir ve Avarların etnik kimliği Ģimdiye dek yapılan tüm
çalıĢmalardan ayrı olarak coğrafya ilmi esas alınarak değerlendirilecektir. Coğrafyanın
müĢkülatlı tarihi meselelerde olağanüstü derecede kilit rol oynadığını lisans öğrencisi
olduğumuz dönemde keĢfetmiĢizdir. Elinizde tutmuĢ olduğunuz bu eser her ne kadar bu sene
zarfında yayınlanmıĢsa da gerçekte lisans öğrencisi olduğum 2005-2010 yılına ait olup,
tamamı bir temele oturtulmuĢ savları içermektedir. Kitabı baĢtan sona kadar okuyan herkes bu
derece iddialı bir açıklamanın arkasında durduğumuzu görecektir. Fakat bu beyanatımızdan
asla kendimizi beğenmiĢlik türünde bir halet-i ruhiyeye sahip olduğumuz yargısı
çıkarılmamalıdır. Rütbenin ve Ģerefin değil sadece ve sadece tarihsel hadiselerin özünde yatan
esrarın peĢinde olan biri olarak ortaya sürdüğümüz nazariyeleri ve fikirleri çürüten savlar ve
görüĢler her zaman takdirimizi ve saygımızı kazanacaktır. EleĢtiri olmadığı sürece hiçbir ilmi
sahanın bir arpa boyu dahi yol alamayacağı fikrini kendimize rehber olarak gördüğümüzden
her türlü eleĢtiriye peĢinen açık olduğumuzu okuyucunun bilmesini isteriz.

Tarih okumaya karar verdiğimizde Türk tarihinin anlaĢılmasının ve sağlam bir temele
oturtulmasının ancak ve ancak Ġskitler mevzunun tam manası ile idrak edilebilmesiyle
mümkün olacağına kanaat getirerek Ġskit sahası ile ilgilenmeye baĢlamıĢızdır. Ġleriki
sayfalarda göreceğiniz Bulgar meselesinin çözümü ile alâkalı ipucunu gerçekte Ġskitler
üzerindeki yoğunlaĢmamız sağlamıĢtır. Herodot‟un Ġskitlerin yurdu ile ilintili bahisde
zikrettiği Hypan adlı ırmak Büyük Bulgaristan‟ın kurulduğu sahanın neresi olduğu üzerine
savı kurmamıza dayanak teĢkil etmiĢ ve gerisi âdeta bir çorap söküğü gibi gelmiĢtir. Bu
çalıĢmada Büyük Bulgaristan‟ın kurulduğu muhitin birebir coğrafi koordinatlarını
sunmayacağız. Onu ileride yayınlayacağımız ayrı bir çalıĢmaya saklamaktayız. Bununla
beraber, elinizde tuttuğunuz eser aracılığıyla Büyük Bulgaristan‟ın kesinkes Ukrayna
topraklarında kurulmuĢ olduğunu kabataslak bir Ģekilde göstermeye çalıĢacağız.

Hypan Irmağı sayesinde yalnızca Bulgar meselesinin çözümüne dönük bağlantıyı


keĢfetmemiĢdir aynı zamanda Ġskitler‟in daha doğudan gelip Ukrayna bozkırlarına
varmasından evvel Kuzey Karadeniz sahasında Çiftçi Ġskitler adında yerli bir topluluğun
varlığını ortaya çıkartmıĢızdır. Yine bahsolunan ırmak sayesinde Çiftçi Ġskitlerin yaĢadığı
sahanın Ukrayna‟nın yerli temelde inkiĢaf etmiĢ arkeolojik kültürlerinden olan Çernolis
Kültürü ile ayniliğini göstererek Türklüğün doğum yerinin Ukrayna toprakları olduğu türünde
bir iddiayı ilk kez de olsa öne sürmüĢüzdür. Bununla ilgili yazmıĢ olduğumuz kitap maalesef
anlaĢmıĢ olduğumuz yayınevlerinin içerisinde bulunduğu maddi imkansızlıklar nedeniyle
basılamamıĢtır. Ancak, aynı çalıĢmamızın bir kısmı 2009 senesinde Çiftçi Ġskitler adı altında
Lisans tezi olarak sunulmuĢtur. Bu çalıĢmamızda Bulgar, Avar ve Sabir meselelerini Ukrayna
coğrafyasındaki ilk Türklükten itibaren ele alarak okuyucuyla paylaĢmak arzusundaydık fakat
geçirmiĢ olduğumuz sağlık sorunları bu arzumuza engel çıkartmıĢtır. Türklüğün Doğu
Avrupa‟daki doğuĢu ile ilgili bir kitabı ileri zaman zarfında yayınlamayı düĢünmekteyiz.

5 Nisan 2010 tarihinde Bilecik‟de düzenlenen Uluslararası Karay ÇalıĢmaları


Sempozyomu‟nda buluĢtuğumuz sayın Karatay ile muhabbetimiz sırasında kendisine Sabirler
ile ilgili olarak bu kavime saldırıp onları batıya iten gücün çok daha doğudan gelmiĢ olması
gerektiğini söyleyerek Sabir mevzunu çözdüğümüzü ifade etmiĢizdir. Bilecik dönüĢünden bir
müddet sonra elektronik posta aracılığıyla ileriki sayfalarda Sabir göçü ile alâkalı bölümde
sergilenen ve Doğu Avrupa tarihinin 9.yüzyıl içerisindeki yurtlarının neresi olduğuna dönük
tesbitleri içeren haritaları sunmuĢ ve kısa bir açıklama ile Sabir muhaceretinin Azak Gölü ile
Hazar arasındaki kesiminde nasıl gerçekleĢmiĢ olacağına dönük savımızı kendisiyle
paylaĢmıĢızdır. Karatay cevabında bizim fikrimize sıcak bakmadığını ifade etmiĢse de
sonrasında, ileriki sayfalarda okuyacağınız Macar göçü ve Sabirler ile ilintili tüm savlarımızı
onaylamıĢtır. Avrasya coğrafyasında birbirinde tamamıyla farklı beĢ Sabir topluluğunun var
olduğunu bilim dünyasında ilk kez fark eden biri olarak bu çalıĢmada Macarların Doğu
Avrupa‟ya muhacereti en ince ayrıntısına kadar aydınlatılacaktır.

Bu kitap sadece Doğu Avrupa tarihinin en karmaĢık dört meselesinin çözümünü değil aynı
zamanda Bulgar ve Sabirlerin konuĢtukları dil ile ilgili tespitleri de içermektedir. Tarihte
Bulgar adı altında arz-ı endam eden ve kökleri Attila‟ya dayanan topluluğun Hun olduğu
konusunda en ufak bir Ģüphe dahi taĢımamaktayız. Bu sebepten, Proto-Bulgar dili ile Asya
Hunları arasındaki dilsel bağlantıları da içeren ayrı bir bölüm kitabın son kısmında açılmıĢtır.
Hun dili konusunda okuyucunun bir fikre sahip olabilmesi için sayın Prof.Dr.Geng Shimin ve
Prof.Dr.Borbála Obrusánszky‟in makâleleri de esere eklenmiĢtir.

Bu eserin yazımı sırasında baĢta bizlere çalıĢmalarını kibarlıkla gönderen Prof Dr.
Alexander Vovin olmak üzere değerli dostlarımız Prof. Dr. Geng Shimin‟e, Prof.Dr. Mihael
Videiko‟ya, Prof.Dr.Plamen S.Tzvetkov‟a, Prof.Dr.Andras Róna-Tas‟a, Prof. Dr.Borbála
Obrusánszky‟ ye, Prof.Dr. Katalin Csornai‟ye, Prof.Dr. Uchiraltu‟ya, Ukraynalı değerli
dostumuz Valentyn Stetsyuk‟a, kimi kaynakça konusundaki yardımları için Doç.Dr. Osman
Karatay‟a, Doç.Dr. Mehmet Tezcan‟a, kimi noktalardaki sorularımıza içtenlikle cevap veren
Prof.Dr. Mehmet Ölmez‟e, sayın Adilhan Adiloğlu beye, manevi destekleri için Prof. Dr.
Yücel Öztürk‟e, Prof.Dr.Turan Gökçe‟ye ve Doç.Dr.Abdullah Temizkan‟a ve de Prof.Dr.
Geng Shimin‟in çalıĢmasını Türkçe‟ye kazandıran Prof.Dr. Alimcan Ġnayet hocamıza
teĢekkür ederiz.

Bu kitap tek amacı Rusya‟da arkeoloji eğitimi alıp, adamakıllı Ġskitoloji kurmak olan
ancak hayalleri, umutları ve bilime olan aĢkı ile beraber karĢıki mezara gömülen idealist bir
gencin kendini üniversite kapılarından kovan sözde bilim tayfasına verdiği cevabıdır. Umarız
bir gün bu topraklarda biz ve bizim gibi bu ilme geceleri uykusunu bölüp, emek verenleri
horlayıp, bir köĢeye itip her türlü angarya iĢlerde çalıĢtırmaya mahkûm ederken öte taraftan,
tarihle en ufak bir ilgisi dahi olmayanları üniversitelere asistan yapıp, onları bir de seyahat
amacıyla yurt dıĢına gönderen köhnemiĢ bilim anlayıĢına dur diyecek, asistanlığı bu ilimden
bihaber yaĢanlara iĢ bulma sahası olmaktan kurtaracak birileri ve ruhunu kendinden sonra
gelenlerin kendini geçecek korkusundan soyutlamıĢ bir akademisyen topluluğu çıkacaktır.

Bizim Rusya‟da Ġskitoloji eğitimi almamız konusunda bırakın elimizden tutacak birilerinin
çıkmasını Ġskit sahasının ne derece önemli olduğunu ne anlayan ne de anlayabilecek birine
rastlamıĢızdır. Önümüzü açacağımızı düĢündüklerimizin ise hakkımızdaki tasarruflarının
tamamen farklı olduğunu geç de olsa yaĢadığımız acı tecrübelerle idrak etmiĢizdir. Bizim bu
sahanın Türkiye‟ye taĢınması konusunda kendimizce verdiğimiz çabanın hakkını 50 sene
sonraki bilim dünyası takdir edecektir. Hiç Ģüphemiz yoktur ki, bu ülkede tarih ilmi ile
meĢgul olanlar Eskiçağ tarihinin arkeolojisini kavramadan Ortaçağ tarihinin yazılamayacağını
er geç anlayacaktır.

Fatih ġengül

Haziran 2012
e-posta:sengulf@gmail.com
Bu kitap, “Biz ölsek bile kahramanlığımız Ģerefi kalacaktır. Yalnız bu Ģeref dahi kendi
torunlarımızı baĢka milletlerin efendisi kılmaya yeter.” diye haykırarak serden geçen büyük
Hun baĢbuğu Çiçi Han‟ın ve onunla birlikte Ģehadet Ģerbetini içen 1518 dava arkadaĢının
aziz ruhlarına ithaf edilmiĢtir.
Kitap Ġçindeki Kısaltmalar

A.g.e. : Adı Geçen Eser


A.g.m. : Adı Geçen Makale
DAI: Da Administrando Imperio
DLT: Divan-ü Lûgat-it-Türk
F.ġ. :Fatih ġengül
vb. : ve benzeri
v.dğr. : ve diğerleri
I.BÖLÜM

OĞUZ KAĞAN DESTANI

1.DESTÂNĠ RĠVÂYETLER IġIĞINDA KĠMMERLERĠN YURDU


Oğuz Kağan Destanı ile ilgili bu yazı Türklüğün Ukrayna toprakları üzerinde neĢet ettiği
hususunda yazmıĢ olduğumuz çalıĢmadan bir bölümü içermektedir. Ġskitlerin Ukrayna
topraklarında Kimmerlerin ise Azak‟ın doğu tarafında yaĢadığına kesin olarak inandığımız ve
bu fikrimize dayanak teĢkil edecek verileri ileriki dönemde çıkartmayı düĢündüğümüz baĢka
bir kitapta yayınlayacağımız için burada Oğuz Kağan Destanı içerisinde ilk kez kanıtlanacak
olan Kimmer varlığı ve onların mesken tuttukları saha kendi inandığımız görüĢ açısı uyarınca
Kafkasya olarak ele alınacaktır. Oğuz Kağan Destanı‟nı bu kitapta incelememizin asıl amacı
Bulgarlar ile alâkalı öne süreceğimiz savı temellendirecek malumatları önceden ortaya
çıkarmaktır.

Destanlar; bir milletin yüzlerce belki binlerce yıllık süreç içerisindeki tarihsel
serüvenlerinden, deneyimlerinden süzülegelen, özünde tarihi gerçekleri saklayan sözlü ya da
yazılı anlatımlardır. Yazının bulunmadığı yahut henüz varlığından haberdar olunmadığı
dönemlerde halklar yaĢadıklarını, acı, tatlı tecrübelerini kendi manevi dünyaları içerisinde
tutmaya itina göstermiĢler, böylelikle asırları aĢıp günümüze dek ulaĢan tarihi belgeler
bırakmıĢlardır. Dünyanın en eski milletlerinden biri olan Türkler de onca uzun süreli ve de
köklü mazileri içerisinde çok sayıda destan oluĢturmuĢ ve bunları nesilden nesile kimi zaman
yazılı, kimi zamansa sözlü olarak aktarmayı baĢarmıĢtır. Bu destanların baĢında Türklerin
cihangirlik faaliyetlerine dair oldukça zengin bilgi sunan Oğuz Kağan destanı gelmektedir. Bu
destana ait Ģimdi elimizde bulunan en eski metinler, 13. yy‟da yazılmıĢtır. Bunlardan birisi,
Uygur dil ve yazısı ile kaleme alınmıĢtır. Uygurca Oğuzname maalesef baĢtan, ortadan ve
sondan olmak üzere muhtelif yerlerinden eksiktir. Oğuz Destan‟ının diğer bir Ģekli, Türklere
ait baĢka hatıralarla birlikte, gene aynı asırda ünlü Moğol tarihçisi (Ġlhanlı sarayının Ġranlı
tarihçisi) ReĢidüddin tarafından tespit olunmuĢtur. Müellifin “Camiü‟t-Tevarih” adlı büyük
eserindeki “Tarih-i Turkanü Oğuz ve Hikayeti Cihangir” yâni, “Türkler‟in ve Oğuz‟un Tarihi
ve onun cihangirliğinin hikâyesi” kısmı bu suretle meydana gelmiĢtir.1

Hakîkaten, bahsi geçen destanda Oğuz Kağan‟ın fethettiği coğrafi mekanlar oldukça geniĢ
bir sahayı kapsamakta olup, o zamanın dünya görüĢüne göre bir cihan hükümdarlığı fikrinden
bahsetmek mümkündür. Ancak gerek Oğuz Kağan‟ın Ģahsiyeti, gerekse ele geçirilen
memleket ve bölgeler, keza Oğuz Kağan‟ın hangi ırklara mensup kavimlerle temasa geçip
savaĢtığı her türlü görüĢe açıktır. Oğuz Kağan‟ın seferleri neticesinde ele geçirdiği ülkeler ile
ilgili genel görüĢler Ģu Ģekildedir:2

a) Ġskitlerin M.Ö. VII. yüzyılda Karadeniz kıyılarında devlet kurmalarıdır.


Firdevsi ġehnamesi‟nde tasvir edilen Afrasiyab‟ın akınları ve onun Derbent‟ten,
Mugan‟dan geçip Ġran‟ı ve Damavend‟i almasıdır.
b) Mete zamanındaki Hun akınları, Hunların Ġtil çayını geçip Karadeniz
sahillerine çıkmaları ve Bizanslılarla karĢılaĢmalarıdır.
c) Batı Hunlarının Avrupa‟yı istilasıdır.

1
Anadol – Abbasova 2001:140
2
Bayat 2002:520
d) Göktürk istilasıdır. Göktürklerin Moğolistan bozkırlarından Balkanlara kadar
yayılmaları ve Kafkas‟ın yeniden Türklerin eline geçmesidir.3
e) Selçuklu seferleri sonucunda Anadolu‟nun, Ön-Asya‟nın yeniden Oğuzların
eline geçmesi. Arap ülkelerinin çoğunun (Mısır‟ın, Suriye‟nin, Irak‟ın) TürkleĢmesi,
Memlukların Mısır‟da hakimiyeti ele almaları.
f) Gaznelilerin Hindistan, Çin seferleri, Tibet‟in Türklerin idaresi altına girmesi
g) Moğolların Ġdil‟i geçerek Rusya‟yı zaptetmeleri, Arap hilafetine son vermeleri,
Moğol yürüyüĢleri önünde Türklerin Ön Asya‟ya toplu akınları.4

Bu destanda bahsi geçtiği söylenen Mete zamanındaki Hun akınları ve Batı Hunlarının
Avrupa‟yı istilası belki de destanın en tutarsız yorumlama biçimidir. Destanın ilk teĢekkül
ettiği çağ ile ilgili kimi çevreler tarafından öne sürülen Hiong-nu (Asya Hun) periyodu en
baĢta pek çok eksik ve de yazılı kaynaklar tarafından açıklanması güç noktaya sahiptir. Çünkü
destanın en çarpıcı özelliği, Oğuz Kağan önderliğinde Türk milletinin Ön-Asya‟ya yönelik
fetih hareketleridir. Asya Hunlarının ise o dönemde bu kadar uzak bir alana yayıldığına dair
herhangi bir bilgi mevcut değildir. M.S II. yy‟da Ptolemeus da geçen Khuni5 Ģeklini doğrudan
doğruya Hunlar olarak alsak dahi, bu kavmin o dönem içerisinde Ön-Asya‟ya yönelik bir
seferinden bahsetmek, hele hele Mısır gibi oldukça uzak bir memlekete ulaĢtığını iddia etmek
bilimsel gerçekleri zorlamadan öteye geçemez.

Hiong-nu dönemiyle iliĢkilendirilemeyecek kadar açık olan Oğuz Kağan‟ın yaĢadıklarıyla,


Saka Türklerinin tarihsel süreç içerisinde fethettikleri bölgeler ve ülkeler arasında ekseriyetle
benzerlik bulunmakta, özellikle de Oğuz Kağan‟ın Hazar Denizi üzerinden dolanıp güneye
inmesi ve Mısır kapılarına varması, tamamıyla Ġskitlerin doğudan gelip Kimmerleri takip
ederek Ön-Asya‟ya ulaĢıp Mısır‟a kadar saldırılarda bulunmasıyla birebir örtüĢmektedir.
Ġskitlerle Oğuz Kağan arasındaki pek çok ortak noktanın varlığı ister istemez araĢtırmacıları
bahsi geçen konu üzerinde düĢünmeye sevk etmektedir. Togan‟ın açtığı çığır ile Oğuz Kağan
destanında Ġskit varlığı ortaya çıkmıĢtır. Ancak Togan aynı destanda Kimmerlerin var
olduğunu sezememiĢtir.

Bu babda Herodot‟un Ġskitlere dair bilgileri derlediği kitabın dördüncü kısmı olan
Melpomene‟deki bölüm 11‟de Ġskit (Saka) ve Kimmerlere dair sarfettiği aĢağıdaki malumatla
Oğuz Kağan‟ın Urum Kağan‟la mücadelesinde var olduğuna inandığımız kimi parelellikleri
göstermeye çalıĢacağız. Oğuz Kağan destanında milletler ve ülkeler çoğunlukla o halk ve
memleketleri idare eden yöneticinin adıyla belirtilir. Bu nedenle destanda geçen Urum adının
gerçekte Kimmer halkını temsil ettiği fikrine kesin olarak inandığımızdan, okuyucunun
aĢağıdaki her iki anlatı arasında ortak noktalar bulabilmesi için Urum ile Kimmer kavim
adlarını aynı halk olarak alması hatırlatmasını yaparak asıl mevzuya gireceğiz.

“Bir anlatı daha var. Ben de onu tutuyorum, o da Ģu: Göçebe Skyth‟ler, Asya‟daydılar;
Massaget‟lerle yaptıkları bir savaĢtan yenik çıktılar, Araxes ırmağını geçtiler, Kimmer‟lerin
yanına göç ettiler. (Skyth‟lerin oturdukları yerler eskiden Kimmer‟lerinmiĢ, öyle derler).
Skyth‟ler geldikleri zaman, Kimmer‟ler büyük bir istila karĢısında oldukları düĢüncesiyle
toplanıp görüĢtüler. DüĢünceler bölündü, iki taraf da dediğinden ĢaĢmadı, ama krallardan
yana olanların düĢüncesi daha bir yürekliydi. Halkın eğilimi kendiliklerinden çıkıp gitmekti,
böylesini uygun buluyordu; bu çapulcu alayını beklemek büyük bir tehlikeye atılmaktı; krallar
ise yurtlarını bu istilacılara karĢı sonuna kadar savunmak istiyorlardı. Ne halk krallarının

3
A.g.e.,:524
4
A.g.e.,205
5
Ptolemy 2011:80
dediğine olur diyordu, ne de krallar halkın dediğine. Halk, savaĢmadan yurtlarını düĢmana
bırakıp çekilmeyi düĢünüyordu; ama krallar, halkla beraber kaçıp gitmektense yurtlarında
kalıp ölmeye karar verdiler; Ģimdiye kadar yurtlarının sefasını sürmüĢlerdi ve onu
bırakırlarsa baĢlarına gelmedik bela kalmayacaktı, durum öyle gösteriyordu. Sonunda halk
ve kralları ikiye bölündüler ve sayıları birbirine denk olduğundan, birbirleriyle dövüĢtüler ve
Kimmer halkı kardeĢ eliyle ölenleri Tyras ırmağı kıyılarına gömdü, mezarları hala durur.
Geride kalanlar, onları mezarlarına koyduktan sonra yurtlarını bırakıp çıktılar. Skyth‟ler
geldiğinde kimseler kalmamıĢtı.” (Tarih, IV-16)

… Sol yanda Urum denen bir Kağan vardı. Bu kağanın çerisi çok çok, Ģehirleri çok çoktu.
Bu Urum Kağan, Oğuz Kağan‟ın buyuruğunu dinlemezdi; onun arkasından varmazdı. „„
Onun sözünü tutmaz ben!‟‟ deyip yarlığına bakmadı.

Oğuz Kağan gazaba gelip onun üzerine atlanmak diledi. Çeri ile atlanıp tuğlarını tutup
(bayraklarını açıp) gitti. Kırk Günden sonra, Muz Dağı denen dağın eteğine geldi. Çadırını
kurdurdu. Sessiz kalıp uyudu. Ertesi gün, gün doğarken Oğuz Kağan‟ın çadırına güneĢ gibi
bir ıĢık girdi. O ıĢıktan gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt çıktı. O kurt Oğuz Kağan‟a
söz söyledi. Dedi ki: “Ey ey Oğuz! Sen Urum üzerine atlamak (yürümek) dileğindesin. Ey ey
Oğuz! Ben senin hizmetinde yürümek istiyorum.” dedi.

Gene ondan sonra Oğuz Kağan çadırını dürdürdü, gitti, gördü ki çerinin önünde gök tüylü
gök yeleli, büyük bir erkek kurt yürümektedir. O kurdun ardı sıra ordu yürümektedir. Bir nice
günlerden sonra gök tüylü, gök yeleli büyük erkek kurt durdu. Oğuz dahi çerisi ile durdu.
Burada Ġtil Müren denen bir deniz vardı. Ġtil Müren‟in yanında bir kara dağ önünde vuruĢ
tutuldu. Okla, çıda ile, kılıçla vuruĢtular.

Çerigler-ninğ aralarında
Köp telim boldı uruşgu
İlkünler-ninğ köngülleride
Köp telim boldı kaygu

TutuĢma ve vuruĢma öyle yaman oldu ki Ġtil Müren‟in suyu kıpkızıl zencefre gibi oldu.
Oğuz Kağan yendi. Urum Kağan kaçtı. Oğuz Kağan, Urum Kağan‟ın kağanlığını aldı, halkını
aldı; ordusuna çok büyük cansız ganimet, çok delim canlı ganimet düĢtü. Urum Kağan‟ın bir
kardeĢi vardı. Uruz Beg denilirdi. Bu Uruz beg, oğlunu dağ baĢında derin ırmak arasında, iyi
tahkim edilmiĢ bir Ģehre yolladı. Dahi dedi ki: ‹‹ ġehri korumak gerektir; sen Ģehri bize sakla
ve vuruĢmalardan sonra gel!›› dedi.

Oğuz Kağan bu Ģehre yürüdü. Uruz Beg‟in oğlu, ona çok altın, gümüĢ yolladı. Dahi dedi
ki: ‹‹ Ey (Oğuz Kağan) sen benim kağanımsın. Bana babam bu Ģehri verdi. Dahi dedi ki:
‹‹ġehri korumak gerektir. Sen de Ģehri bana sakla ve vuruĢmalardan sonra gel, dedi. Babamın
sana kızması benim suçum olur mu? Ben senin buyruğunu yerine getirmeğe hazırım. Bizim
saadetimiz senin saadetin olmuĢ. Bizim soyumuz, senin ağacının yemiĢindendir. Tanrı sana
yer verip buyurmuĢtur. Ben sana baĢımı ve kut‟umu veriyorum. (Sana) Vergi verir, dostluktan
çıkmam.›› dedi.
Oğuz Kağan, yiğidin sözünü güzel gördü, sevindi, güldü dahi dedi ki:
Men-ge köp altun yumşap sen
Baluk-nı yahşı saklap sen

ġehri yakĢı saklapsın (korumuĢsun) dedi. Onun için ona Saklap adını koydu. (Ona) dostluk
gösterdi. Gene çeri ile Oğuz Kağan, Ġtil denen ırmağa geldi. Ġtil denen, büyük bir ırmaktır.
Oğuz Kağan onu gördü. Dahi dedi ki: Ġtil‟in suyundan nasıl geçeriz? dedi.6

*
Belki ilk bakıĢta bu iki anlatı arasında ortak bir nokta yokmuĢ gibi gözükebilir. Ancak,
destanları tarihi gerçeklerin birebir kopyası olmayıp, buna karĢın kendi bünyelerinde bu
gerçekliklerden bir nebze de olsa taĢıyan ve insan zihninde yaĢanmıĢ herhangi bir olayla
bağlantılı olabilecek Ģekilde çağrıĢım uyandıran belgeler olarak değerlendirip, meseleye bu
Ģekilde yaklaĢtığımızda aĢağıda görülebileceği gibi her iki parçanın kendi içerisinde kimi
benzer ve ortak yanlara sahip oldukları âĢikar hale gelmektedir.

Ġlk olarak, Herodot‟un bahsettiği Ġskitler, Asya‟dan yani Kimmer yurdunun doğu
taraflarındaki ana yurtlarından koparak Hazar denizi üzerinden geçip Azak denizi çevresine
geliyorlar. Genel kanının da etkisiyle Oğuz Kağan‟ın da Ġskitler gibi aynı yolu takip ederek
Hazar denizinin kuzey kesimlerinden batıya, Ġdil Nehri (?) muhitine vardığını söylemek
mümkündür. Acaba Oğuz Kağan‟ın gerçekten de vardığı muhit umumi görüĢün savunduğu
gibi Ġdil boyları mıydı?

Destanın bir bölümünde de geçen “Ġdil Müren” ifadesi ve Oğuz Kağan‟ın Urum Kağan ile
Ġdil Müren yakınlarında Karadağ önünde cenge girmesi beyanında algılanması güç bir nokta
mevcuttur. O da; Ġdil nehrinin, doğduğu Moskova‟nın batısındaki Valdai tepelerinden sularını
boĢalttığı Hazar denizine7 kadar uzun yollu macerası içerisinde hiçbir yerinde, çevresindeki
alan dahilinde bir dağ oluĢumuna rastlanmadığı gerçeğidir. Gerçi, Volga‟nın Don ile
yakınlaĢtığı alanda Hippos “At” denilen, dağdan ziyade tepelik alanların mevcudiyeti de söz
konusudur. Ancak, Oğuz Kağan‟ın Urum Kağan‟ı yenilgiye uğrattıktan sonra tıpkı Ġskitler
gibi Kafkas dağlarını tâkiben doğu tarafa yâni Derbent tarafına doğru yönelmesi Urum
Kağan-Oğuz Kağan karĢılaĢmasının Derbent‟in kuzey taraflarında bir coğrafi bölgede vûku
bulmuĢ olmasını ister istemez akıllara getirmektedir. Dahası, Kafkaslar‟ın Daryal‟dan sonraki
doğu bölümlerinin tıpkı destanda olduğu gibi Karadağ olarak adlandırılması8 da her iki
kağanın Kafkasya civarında karĢılaĢmıĢ olduğu yönündeki çıkarımımızı güçlendirmekte ve
doğrulamaktadır. Destanda anılan Karadağ Orta Kafkaslar gözüküyor.

Bu durumda Ġdil ile Orta Kafkas dağları arasında nasıl bir savaĢ meydana gelmiĢ
olabileceğine bir izahat getirilmelidir. Zikredilen Ġdil yakınındaki mücadele muhtemelen
Kimmer öncü birlikleri ile Ġskitler arasındaki ilk vuruĢma idi. Kimmerler Ġskit birliklerini ilk
olarak burada karĢılamıĢ olmalıdırlar. Sonrasında bu mücadele Kafkasya içlerine yönelmiĢ ve
Karadağ önündeki ölüm kalım savaĢıyla son bulmuĢtur.

Oğuz Kağan‟ın Urum Kağan‟la silahlı çatıĢmaya girdiği saha aynı zamanda o sahanın
Urum Kağan‟ın yurdu olduğu anlamına geldiğinden, oldukça kanlı bir muharebenin
yaĢandığı, sularının kan rengine boyandığı Ġdil Müren isimli denizin sularıyla bu muharebenin

6
Banarlı 1971:19
7
GUE 20/109
8
Kırzıoğlu 1972:98-99
etkisinin Karadağ önlerine kadar kendisini hissettirdiği yönündeki emarelerden Ġdil Irmağının
Hazar Denizine döküldüğü kesim ile Orta Kafkaslardaki Daryal geçidi arasındaki mevkinin
yâni Kuzey Osetya‟nın doğu kesimleri, Çeçenistan ve Dağıstan özerk cumhuriyetlerini içine
alan bölgenin Urum Kağan‟ın mesken tuttuğu alanlar olduğuna inanabiliriz.

Destanın Urum Kağan ile savaĢın nerede yaĢanmıĢ olduğu yönünde bizlere sunmuĢ olduğu
topoğrafik adlar içerisinde bir tarihsel gerçek daha gizlidir. SavaĢ, Urum Kağan ordusuyla
Oğuz Kağan ordusunun Hazar kıyılarını takip ederek güneye inen kolu arasında Ġdil deltası
çevresinde geçmesi sonrasında Karadağ adlı coğrafi sahanın yakınlarına kadar devam ediyor
ve akabinde Urum Kağan ve maiyetindeki birlikler kaçarak, gözden kayboluyor. Ġlginç olan
Ģu ki, Oğuz Kağan ve ordusu hiçbir Ģekilde Urum Kağan‟ı takip yolunu seçmiyor ve
Herodot‟un bir rivayetinde geçen bilgileri teyit eder derecede Kafkas dağlarını izlemek
suretiyle yönünü Derbent tarafına çeviriyor. Dediğimiz üzere Karadağ Daryal (Gürcü askeri
yolu) geçidinin hemen yanı baĢındaki coğrafi bir oluĢumu temsil etmektedir. Oğuz Kağan‟ın
Karadağ adlı coğrafi saha önünde sıkıĢtırdığı Urum Kağan Derbent‟e yönelmediğine göre
Kafkasya‟yı en kısa Ģekilde Karadağ adlı coğrafi oluĢumun bitiĢiğindeki Daryal‟ı kullanmak
suretiyle boĢaltmıĢtı. Aslında destan burada Karadağ adıyla Daryal geçidine göndermede
bulunmakta ve bizlere Kimmerlerin uyguladığı mükemmel bir askeri stratejinin ipuçlarını da
vermektedir. Karadağ önünde Ġskitlere karĢı çetin bir savaĢa girilmesi yönünde Kimmerlerin
almıĢ oldukları karar katiyyen rastlantısal değildir. Kimmerler Ġskitlerle girilecek bir savaĢta
alacakları olası bir yenilginin kendileri adına tamamen bir yok oluĢla sonuçlanmaması ve bu
yenilginin akabinde Kafkasya‟yı en kısa sürede boĢaltabilmek keza Kafkasya‟nın
coğrafyasına âĢina olmayan Ġskitlerin kendilerini takip edebilmelerini imkansız hale getirmek
maksadıyla bu dağ önünde muharebeye karar kıldılar. Âdeta sırtlarını kurtuluĢlarının reçetesi
olarak gördükleri Karadağ‟a dayamıĢlardı. ġayet Kimmerler Ġskitler karĢısında bir soykırıma
uğramaktan kurtulmuĢlarsa o da savaĢ için seçilen bu coğrafi alan sayesinde olmuĢtur. Bu
saha Kimmerlerle ilgili baĢka bir gerçeği daha önümüze sermektedir. Kimmerlerin
Kafkasya‟dan sonraki ilk durakları ve dinlenme sahaları Trans-Kafkasyadır. Yâni Kafkasya
sıradağlarının güneyi, Güney Osetya ve Kuzey Gürcistan topraklarıdır. Sonraki bir zamanda
bu topluluk yeni yurtları Trans-Kafkasya‟dan daha güneye ve Anadolu‟nun iç kesimlerine
doğru harekete geçtiler.

Belki üstteki bu coğrafi eĢleĢtirmelerin yalnızca sesçil benzerliklere dayandığı öne


sürülebilir. Lâkin, destan bünyesinde öyle ilginç tarihsel hakîkatler ve toponomik adları
barındırmaktadır ki, bunlar âdeta insanı Oğuz Kağan-Urum Kağan hikayesinin esasen Ġskit ve
Kimmer dünyasıyla ilintili olduğu gerçeğini kabul etmeye zorlamaktadır. ġimdi bu
düĢüncemizi pekiĢtiren bir delil sunacağız. Bekmıradov‟un Oğuz Kağan‟ın hikayesinde bahsi
geçen kimi kelimelerin sonraki Türkçede kazandığı biçimler arasındaki ses değiĢmelerinden
yola çıkarak savunduğu Oğuz Kağan‟ın oldukça eski tarihsel bir geçmiĢe sahip olması gerekir
yönündeki beyanatları dikkat çekicidir. Oğuz Kağan‟ın hikâyesini tarihsel bir hadise olarak
kabul eden ve hikâyenin Ģekillenmesini 13. yy. evveline götüren A. Bekmıradov, kanaatlerini
ispat etmek için destanda da geçen 6-8. yüzyıllarda Türkçede kullanılan adak, adık, bedük,
sugı, çırağı gibi kelimeleri örnek olarak göstererek bunları 11. yy. dilci âlimi KaĢgarlı
Mahmut‟un sözlüğündeki ayak, ayık, beyük, suvu, çırayı Ģeklinde yazılan kelimelerle
karĢılaĢtırır ve Oğuz Kağan hikâyesinin Ģekillendiği tarihi daha eski zaman dilimine çekmeye
çalıĢır.9 Aslında destan öyle bir tarihi dilsel kanıt barındırmaktadır ki, bu kanıt destanın
oluĢum evresini değil 6-8. yüzyıllar arasındaki bir tarihsel zaman dilimine sıkıĢtırılmasını, en
aĢağı Miladi I. yüzyıla kadar geriye götürmemizi mümkün hâle getirmektedir.

9
Bayat 2006: 46-47
Tarihçi Plinius (M.S.23-79) Ġskitlerin Kafkas dağlarına Graukas/Craukas dediklerini,
bunun Ġskitlerin dilinde “kar sebebiyle beyaz” anlamına geldiğini kaydetmektedir.10
Hakîkaten, bu Ġskitçe sözlük olağanüstü bir Ģekilde bu halkın dilinin Türkçe olduğunu
haykırmaktadır. Zekiev krau‟yu “kar, kırç” sözcükleriyle açıklar. Kas içinse “kaya, kayalık
dağ” Ģeklinde bir açıklamada bulunur.11 Miziev ise bu Ġskitçe kelimeyi Karaçay - Balkar
dilinde “karla örtülmüĢ dağ” anlamına gelen kar-au-kas ile ilintiler.12

Miziev ve Zekiyev‟in açıklamalarını kabul etmekle beraber, Ġskitçe sözcüğün îzahatını


daha farklı bir açıdan değerlendireceğiz. Crau sözcüğünün son hecesi -au yazı dilinde bu
biçimde yazılmıĢ olmasına karĢın, konuĢma dilinde –av olarak telaffuz edilir.13 Yâni grau
sözcüğün aslı grav‟dır. Grav, Türkçe kırav sözcüğünün –ı harfi düĢmüĢ biçimde yazılıĢıdır.
Kırav, kırağı sözcüğünün muhtelif yazılıĢ ve söyleniĢ Ģekillerinden biridir. Aslen 93 harbi
göçmeni Kafkasyalı bir Türk ailenin efradı olarak kırav sözcüğünün büyüdüğüm çevre
içerisinde kimi kereler “kar” manası ile kullanıldığına da Ģahit olmuĢ olmama ek olarak
bahsolunan sözcüğün Yakutça karĢılığı olan kırıa biçimi aynı zamanda “kar” anlamını da
muhafaza etmektedir.14 Sözcük bunlardan ayrı olarak gıravı “çığ”15 manası ile de
kullanılmaktadır. Ġskitçe sözcüğün kar manasını bu Ģekilde halletmiĢ olduktan sonra Ģimdi
“beyaz” anlamına geçebiliriz.

Kar manası ile kırav sözcüğü renk itibariyle beyazdır. Karaçay-Malkarca‟da kırav hem
kırağı hem de kırçıl yâni “kır renkli, ak” anlamlarını taĢır.16Ve tabii ki Türkçe kır “aklaĢmıĢ,,
ak” sıfatından gelir. ĠĢte Almanca‟da aynı zamanda “beyaz” manasını ifade etmek için
kulanılan grau sıfatı ve onun Ġngilizce karĢılığı grey de Ġskitçe üzerinden Cermen dillerine
intikal etmiĢ en eski Türkçe ödünçlemelerdendir. Özetle, Ġskitçe Craucas esasen Türkçe kırav
+ kas “kar /beyaz + dağ” tabirinin birebir karĢılığıdır. Kas sözcüğü üstte Zekiyev‟in güzel bir
Ģekilde temellendirdiği gibi dağ manasındadır. Kas sözcüğünün sonundaki –s, ileriki
sayfalarda askhü örneğinde görüleceği üzere –Ģ harfi yerine kullanılmıĢ olabilir. Yâni
kelimenin aslının kaĢ “tepe ve dağ”17olması da ihtimal dahilindedir. Bu arada, mevzubahis
Ġskitçe sözcüğün Türkçe olduğunu doğrulayan Mayaların dilinde k‟az “dağ”18 kelimesini de
zikretmemiz gerekiyor. Türk lehçelerinde beyaz sıfatı için kullanılan sarıg ve ÇuvaĢça Ģuri
sıfatları da bir Ģekilde bu Ġskitçe sözcük ile bağlantılı olmalıdırlar. ġimdi Oğuz Kağan
Destanı‟na göz atalım:

“Oğuz Kağan bir alaca aygır ata binerdi. O, bu aygır atı pek severdi. Yolda bu aygır at
gözden yitip kaçtı, gitti. Burada ulu bir dağ vardı. En üstünde don ve buz vardı. Onun başı
soğuktan ap aktı. Onun için onun adı Buz Dağ’dır. Oğuz Kağan‟ın atı Buz Dağ içine kaçıp
gitti. Oğuz Kağan bundan çok acı çekti.”19

Oğuz Kağan, Urum Kağan‟ı yenilgiye uğrattıktan sonra tıpkı Ġskitler gibi Orta
Kafkaslardan doğuya yönelerek Derbent istikametinde yola çıkar, fakat birdenbire üstte

10
Plinius 1961:375 ;Taylor 2005:324
11
Zekiyev 2006:179
12
Mızı-Ulu 1993:32
13
Sandalcı 2006:24.
14
Pekarskiy 1945:504
15
DS VI:2053
16
Tavkul 2000:260
17
DS VIII:2676.
18
Doğan 2007:165
19
Banarlı 1971:19
anlatıldığı üzere, atı Derbent yakınlarındaki bir dağa kaçar. Derbent civarındaki yegâne dağ
Kafkaslardır. Destan ilginç bir Ģekilde tıpkı Plinius‟un Ġskitlerin Kafkas dağlarını neden
Kraukas olarak adlandırdıklarını açıklama zorunluluğu duyarken dile getirdiği beyanata
benzer Ģekilde Kafkas dağları için niçin “Buz Dağ” terimini kullandığını da açıklıyor. “Buz
Dağ” tâbiri birebir Ġskitlerin Kraukas ifadesinin karĢılığıdır. “Kraukas - buz dağ”
eĢleĢtirmesine peĢinen itirazlar olabilir. Fakat burada bir Ģeye dikkat çekmek isteriz. Destanın
bir baĢka yerinde de Buz Dağ ifadesi geçmesine karĢın, hiçbir zaman Kafkasya dıĢındaki bu
dağ için destanda en ufak bir açıklama yapılmamakta, yalnızca Kafkasya için böylesi bir
beyanatta bulunulmaktadır. Üstelik buz, kırağı ve de kar sözcükleri birbirleriyle semantik
açıdan bağlantılıdırlar. SözgeliĢi Ġng. snow besbelli Ural-Altay kökenli bir kökten
gelmektedir. Eski Japonca. simo “don, kırağı”~Moğolca söng “ırmak üzerindeki buz
parçacıkları”~ ÇuvaĢça Ģĭn “don, kırağı” [<*siöñ<*sö:ñ, Ģĭn-“donmak”<*sö:ñ ] ~ Evenkice
siñiv, sinil- “kar yağmak”, siñilgen “kar”, siñikse “don, kar” Evenkice hiñelen “kar” <*
siñelgen, hiñi-“kırağı kaplamak”, Nanayca suñgu “don”, suñgu- “kırağı kaplamak”, Mançuca
su-“kırağı kaplanmak”20 yine ÇuvaĢca san “yarı donmuĢ sonbahar buzu, tepeli kar” ve
Anadolu‟da hala kulanılan sen “ırmak üzerindeki buzullar” sözcüğünün buz ile iliĢkili
olduğunu ortaya koymaktadır. Ġngilizce ice (“buz”) ile ÇuvaĢça usa (“kırağı”) ve hatta buna
Türkçemizdeki üĢümek fiilinin kökü –üĢü ~ Sümerce Ģe (“üĢümek”) ve Türkmence üĢe-mek
de dahil edebilir- arasındaki tartıĢılamaz semantik bağlantı, Ġskitçe krau daha uygun tabirle
kırav (“kırağı”) ile Oğuz Kağan‟ın adlandırması buz Ģekillerinde açıkça kendini
göstermektedir. Bir haber, Oğuz destanının, Sasaniler devrinde Farsçaya ve bundan da
Arapça‟ya tercüme olunduğunu21 söyler. Lâkin ne tercümeler, ne de onlara esas olan Türkçe
“Oğuzname”, zamanımıza kadar gelebilmiĢtir. Oğuz Kağan destanının Ģu anda elimizde
mevcut olmayan en erken nüshasında “Buz Dağ” tabirinin karĢılığı olarak Kraukas ifadesinin
geçiyor olması kuvvetli ihtimaldir.

Ġkincisi, Grek yazarının bahsettiği gibi Ġskitler çok büyük bir olasılıkla günümüz
Kabarday-Balkar, Karaçay-Çerkez ve komĢu topraklarda yaĢayan Kimmerlerin yurtlarına
karĢı askeri bir saldırıda bulunuyor. Oğuz Kağan da Urum hakanını bu civarda yenerek onun
ve halkının bu topraklar üzerindeki hakimiyetine bir son veriyor. Hülâsa, her iki saldırı
olayının gerçekleĢtiği mekanlar aynı coğrafi saha olarak karĢımıza çıkmaktadır.

Üçüncüsü, Urum Kağan Oğuz Kağan‟la giriĢtiği meydan muharebesinde yenilgiye


uğramayı müteakip kendi yurdunu bırakarak kaçmak zorunda kalıyor. Aynı olaylar, Ġskit‟lerin
Kimmerlere saldırısından sonraki süreç içerisinde Kimmer‟lerin yurtlarından ayrılarak daha
güneye inmeleriyle de karĢımıza çıkıyor. Gerek Ġskit-Kimmer, gerekse Oğuz Kağan-Urum
Kağan karĢılaĢmalarınının ardından her iki yerli etnosun, asıl sahipleri oldukları toprakları
yeni efendilerinin mülkiyetine bırakarak doğrudan çekilmeye maruz kalmaları yâhut böyle bir
zoraki tercihi kabullenmeleri Urum Kağan‟ın esasen Kimmerler olduğu fikrini
güçlendirmektedir.

Dördüncüsü ve bizce Urum kelimesinin gerçekte Kimmerleri temsil ettiğine inandığımız


asıl aynilik ise Ģu açıklamalarda gizlidir. Herodot‟un bahsettiği gibi kendi yurtlarını iĢgal eden
düĢman birlikleri karĢısında Kimmer halkı arasında iki görüĢ ortaya çıkıyor; BaĢını Kimmer
kralının çektiği bir kesim savaĢmak isterken diğer kesim bu istila harekâtı karĢısında durup
beklemenin anlamsızlığını savunarak âdeta gönüllü bir Ģekilde Ġskit boyundurluğuna girmeye
meyilli bir görüntü sergiliyor.

20
Tekin 1993:81
21
Anadol – Abbasova 2001:139
“…Halkın eğilimi kendiliklerinden çıkıp gitmekti; böylesini uygun buluyordu; bu çapulcu
alayını beklemek büyük bir tehlikeye atılmaktı; krallar ise yurtlarını bu istilacılara karĢı
sonuna kadar savunmak istiyorlardı…Halk, savaĢmadan yurtlarını düĢmana bırakıp
çekilmeyi düĢünüyordu; ama krallar, halkla beraber kaçıp gitmektense yurtlarında kalıp
ölmeye karar verdiler… Sonunda halk ve kralları ikiye bölündüler…” (Tarih, IV-11)

Benzer Ģekilde, tarihi destanda da Oğuz Kağan ve ordusunun istila tehlikesiyle yüz yüze
kalmıĢ, kendi topraklarını koruma hususunda kararlı olan Urum Kağan, kardeĢi Uruz Beg‟i
dağ baĢında, derin ırmak arasında iyi tahkim edilmiĢ bir Ģehre yollayarak ona, Ģehri Oğuz
Kağan‟ın ordusuna karĢı savunması telkininde bulunuyor. Lâkin, Uruz Beğ Urum Kağan‟la
tamamen zıt bir düĢünceye sahip olduğundan düĢman kuvvetleriyle savaĢmak, onlara karĢı
koymak yerine Oğuz Kağan‟a tabi olmayı yeğliyor.

“... Ey (Oğuz Kağan) sen benim kağanımsın. Bana babam bu Ģehri verdi. Dahi dedi ki:
‹‹ġehri korumak gerektir. Sen de Ģehri bana sakla ve vuruĢmalardan sonra gel, dedi. Babamın
sana kızması benim suçum olur mu? Ben senin buyruğunu yerine getirmeğe hazırım. Bizim
saadetimiz senin saadetin olmuĢ... Vergi verir, dostluktan çıkmam.›› dedi.”22

Hem Herodot hem de Oğuz Kağan anlatısı içerisinde birbirine taban tabana zıt iki
düĢünceyi görmek mümkündür.

22
Banarlı 1971:19
1.2.URUM KAĞAN

Destanda geçen Urum kelimesi hususunda genel kanı bu kelimenin Rum‟u (Bizans‟ı)
temsil ettiği yönündedir.23 Kırzıoğlu “Oruz” adının, Türkçe “örs” {demirci örsü} sözünden
kaynaklandığını söyler.24 Urus ismi ise Baskakov gibi bilim dünyasının geniĢ çevreleri
tarafından Rus adıyla özdeĢleĢtirilir.25 Saklap da ise Slav kavim adının imlendiği iddia
edilir.26 Aslında tüm bu eĢleĢtirme teĢebbüsleri üstte ifade ettiğimiz gibi tarihi gerçekliklerden
ziyâde, sesçil benzerliklere dayalı açıklamalardır. Bunları gerçekten de sarsılmaz derecede
doğru beyanatlar olarak kabul etsek dahi Ģu güçlükleri aĢmaya imkan yoktur.

Mevcut kanıya göre destanda geçen Urum kelimesi Roma‟yı (Bizans), bu devletle de
Pontus bozkırlarında muharebeye girmiĢ Oğuz Kağan da Mete Han idaresindeki Hunları
temsil etsin. Bu türden bir izahata tamamıyla karĢı çıkmamıza rağmen, parçada geçen Oğuz
Kağan ordusunun doğrudan doğruya Asya Hunlarından ziyâde Avrupa Hunları olarak
alınmasının daha mantıklı olacağı kanaatindeyiz. Çünkü Asya Hunlarının o dönem içerisinde
Ġdil çayını geçerek batıya yöneldiğini gösteren herhangi bir emâre elimizde mevcut değildir.
Asya Hunlarının oldukça eski bir tarihte Ön-Asya civarına yakın bir muhitteki varlığına delil
olarak kabul edilen Ptolemeus‟daki Khuni Ģekli altında ise kimilerine göre Kazak bozkırları
ve oradaki Hunlar ima edilmekteydi.27 Farz edelim ki, parçada geçen Oğuz Kağan Avrupa
Hunlarını temsil etmektedir. Lâkin, Hunlar Avrupa‟ya vardıklarında o bölgede cenge
tutuĢtukları halk Roma değil Cermen kavimleriydi ve o dönemde Bizans‟da Ukrayna
topraklarına hâkim olmak Ģöyle dursun hükümranlığını Tuna‟nın güneyindeki eyaletlere bile
kabul ettirmede zorluk çeken siyasi bir irade iĢbaĢındaydı ve hiçbir zaman da Hunlar ile Roma
arasında küçük çapta çatıĢmalar dıĢında devasa büyüklükte iki devletin mukadderatını
etkileyecek bir meydan muharebesi cereyan etmemiĢti. Öte yandan, yukarıda açıkladığımız
üzere, Oğuz Kağan‟ın Urum Kağan ile savaĢtığı coğrafi mevkinin, Ukrayna bozkırları yâhut
daha batı yönlü bir sahadan ziyade karĢımıza Kafkasya olarak çıkması Urum antroponiminin
gerçekte Roma‟yı temsil ettiği fikrine gölge düĢürmektedir. Zîra, Türk tarihinin bilinen hiçbir
safhasında Kafkasya sınırları dâhilinde ve civar mecralarda herhangi bir Türk topluluğu Roma
kuvvetleriyle doğrudan doğruya bir silahlı çatıĢmaya girmemiĢtir. Roma imparatorluğunun
doğudaki devamı Bizans ise Hunların baĢlattığı ve sonrasında diğer Asyalı kavimdaĢlarının
devam ettirdiği tehlike karĢısında, merkezden uzak Kafkasya‟ya ordu sevketmek Ģöyle
dursun, hemen yanıbaĢındaki Balkanlarda, sürekli kendisine sorun çıkartan ve hâkimiyet
sahasını her geçen gün kendi aleyhinde geniĢleten Türk topluluklarının defterini dahi silahlı
mücadeleyle dürme konusunda acziyet içerisindeydi ve aynı devlet bu türden musibetlerin
üstesinden gelmeyi, yine bu topluluklarla aynı kanı taĢıyan diğer Türk zümrelerine havale
edip iĢin içinden sıyrılma yolunu seçmiĢti. Bununla birlikte, destanın vermek istediği bir
düĢünce üzerinde de yeterince dikkatli durulmadığı inancındayız. Oğuz Kağan Urum Kağan‟ı
yalnızca yenmekle kalmıyor; bir de onun hükümranlığını ortadan kaldırıyor. Yâni bir bakıma
kendi karĢısına çıkma cesareti gösteren bir devleti sonrasında yeniden toparlanamayacak
derecede güçsüz bir konuma sokarak onun sahip olduğu toprakları da hâkimiyet zincirine
dâhil ediyor. Dahası, her iki devletin kaderleri tek bir savaĢın ortaya çıkardığı neticeyle
çiziliyor. Bu Ģablona ne Roma ne de Bizans girer. Türklerin batıyı en fazla titretmiĢ kolu
Hunlar bile çağın en önde gelen iki devletini {Roma ve Doğu Roma („Bizans‟)} yok olmaya

23
Anadol – Abbasova 2001:141;Bayat 2006:524
24
Kırzıoğlu 1972:.187-199
25
Baskakov 1997:15
26
Anadol – Abbasova 2001:143; Bayat 2006:524
27
Vásary 2007:88
götürecek bir mücadele içerisine girmediği gibi Roma‟yı, batıda kendisine sorun çıkartan
Cermen kitlelerine karĢı uzunca bir süre müttefik olarak seçmiĢ, doğuda Bizans‟ı ise askeri
kuvvetten ziyade siyasi olarak baskı altında tutmuĢtu28 ve de Hunlar asla her iki
imparatorluğun yurtlarını ele geçirip onları baĢka bölgelerde yeni yaĢam sahaları bulma
macerasına itmemiĢti. Hunlarla Bizans arasında vûkubulan sürtüĢmeler hiçbir Ģekilde büyük
bir savaĢın kıvılcımını yakmadığı gibi, Bizans‟ı hedef alan iki büyük Hun seferi daha
büyümeden, Romalı kumandan Aetius‟un gayretleriyle baĢlangıç aĢamasında Hunlar lehinde
sonuçlanan antlaĢmalarla sekteye uğramıĢ, Attila‟nın Ġtalya seferi ise tüm Hristyan Batı
dünyasının dualarını arkasına alan Papa Leo‟un Ģahsında göğüslenmiĢti. Hunların batıdaki
rakiplerinin âkibeti, bu rakiplerin Hunlarla giriĢtiği tek bir mücadelenin tayin ettiği sonuca
göre Ģekil kazanmadığı gibi oldukça uzun bir süre sonrasında belirmeye baĢlamıĢ, Avrupa‟yı
uzunca bir süre hallaç pamuğu gibi atan Hun kasırgası, Attila‟nın ölümünü tâkiben iç
bölünmelerle durulmuĢ, nihâi süreçte Bizans ve onun müttefiklerine karĢı giriĢilen harplerde
yenilgiyle ayrılan taraf; bir zamanların fâtih, efendi ve mağrur topluluğu Hunlar olmuĢtu.

28
Hunların Avrupa‟da kısa zamanlı hüküm sürmelerine karĢın Avrupalının bilinç altında bu derece tesiri yüksek
bir etki yaratmaları kanaatimizce o dönem batının siyasi arenadaki oyuncularının son derece basit ve deneyimsiz,
bir o kadar da halk arasında Hunlar için yaratılmıĢ korku furyası ve Hun yenilmezliği türünden hikayelerle
büyüyen yönetici ve askeri takımı olmuĢtur. Batı alemi zaten Attila‟ya kadar geçen süre zarfında psikolojik
manada Hunlar namına bütün Batı‟nın fethi ve ayaklar altına alınması için gerekli tüm yolları kendi elleriyle
açmıĢtı. Aslında bu psikolojik üstünlük Hunların batılı milletler nezninde kendi istekleri olmaksızın ortaya
çıkmıĢ bir durumdu. BaĢka kavimler üzerinde tesis edilen efendilik, beraberinde o efendilere karĢı kendi
tebaasının bir psikolojik savunma mekanizması olarak nefreti de doğurur. Bu sadece Hunlar için değil kurulan ve
yıkılan tüm büyük devletler için de geçerlidir. Sözgelimi baĢta Yunanlılar olmak üzere Türklerle etnik, dilsel ve
dinsel akrabalığı olmayan pek çok Balkan milletin, tarih boyunca Osmanlının kaymağıyla geçinmesine karĢın
hala Türklere karĢı böylesi hasmane bir tutum takınmaların altında yatan fikri temelin kökleri efendi-köle
iliĢkisinde aranmalıdır. Çünkü efendiler her zaman nefret edilir. Korku, devletin bekası noktasında olan
idarecinin kimi kereler kendi tebasını hizaya getirmek için baĢvurduğu kırbacıyken, nefret her vakit idare altında
tutulanın silahı olmuĢtur. Bu nefretin akislerini, baskı aracı olarak görülen bir otoriteden kurtulmayı müteakip o
toplumdan çıkan yazarların ve araĢtırmacıların ortaya koyduğu eserlerdeki önceki döneme ait tasvirlerde bariz
bir Ģekilde bulmak mümkündür. Kaynağını nefretten alan tarihi hafızalarda gerçekliklere yer yoktur. Hunları
sözüm ona barbar yapan görüĢ; esasen onlara maledilen yakıp yıkma gibi bir dizi türetilmiĢ senaryodan ziyade
bu senaryoyu hazırlayan halkların kendi efendilerine karĢı beslediği hissiyattan kaynaklanmaktadır. Batılı
böylesi masallar üretmek ve yaptıkları fenalıkları dahi Hunlar üzerine yıkmak yerine kendileri için efendileri
karĢısında adamakıllı durabilecek önder yetiĢtirmeye dönük bir altyapı hazırlayıp, Attila gibi ağzından çıkan her
sözü ferman hükmünde olan, muhtelif ırklardan pek çok kavmi etrafında toplamaya muktedir bir Ģahsiyet
çıkartmıĢ olsaydı, ana savaĢ gücünü Cermenlerden alan, Orta Asya‟nın bilinmez bir köĢesinden çıkıp gelmiĢ
topluluk Romanın da müttefiki, o dönem Avrupa‟nın nufüs açısından yegane savaĢ kaynağı diğer Cermen
boylarına karĢı giriĢilen muharebelerde nasıl Avrupayı dize getirebilirdi? Ya da kader, açık alandaki
muhaberelerde bir kasırga gibi esen, buna mukabil tahkimatlı Ģehirleri zapt etmede fevkalede baĢarısız olduğu
tarih yazarlarının gözlemlerinden kaçmayan bozkırın Hun adlı karayağız cengaverlerin karĢısına korkak
Theodosiusus yerine haraç ödemeyi peĢinen reddeden halefi cesur Marcianos‟u daha evvelinde çıkartsaydı Batı
macerası Hunlar adına ne Ģekilde sonuçlanırdı? Tarih bazen korkaklar ve cesurların savaĢıdır. Sonucu liderlerin
halet-i ruhiyesi belirler. Theodosiusus‟un, Hunların batı alemi üzerindeki hakimiyetlerini tam anlamıyla ve kesin
bir biçimde pekiĢtirmeye yönelik arzularını uygulama safhasına döktükleri bir süreçte yöneticilik makamında yer
alması esasen Hunlar adına bulunmaz ve de kaçırılmayacak bir fırsat olmuĢtur. Bu nedenledir ki Hunlar, kendi
etrafında maruz kaldığı tehdidi ne siyasi ne de askeri yöntemlerle çözemeyeceğine peĢin karar vererek efendisine
karĢı baĢarısız bir suikast tertibine giren, bu vesileyle de siyasi zekadan ne derece yoksun ve aciz olduğunu bilfiil
kanıtlayan Theodosiusus‟un sayesinde Batı Avrupa‟da cereyan eden olaylara daha yakından müdahale etme
imkanına nail olmuĢtur. Büyük batı harekatı sırasında Hunlar, arkalarında kalan Bizans cephesini psikolojik
üstünlükle zaten devreden çıkartmıĢlardı. Çoğu zaman Hunların Bizans karĢısında kaba kuvvet gösterileri tatbik
etmesine hiç mi hiç gerek yoktu. Zira, Hun müfrezelerinin Konstantinopolis‟e doğru yola çıktığı türünde
yayılacak bir haber bile baĢkenti dize getirmeye kafi idi. Psikolojik üstünlük zaten onlara siyasi üstünlüğü de
beraberinde getirmiĢti. Hunların günümüzdeki Ģöhreti hala korkudan beslenir. Ne yazık ki Batı üzerinden bir
türlü atamadığı Hun korkusundan sıyrılıp da, esasen o korkuyu yaratan halkın devlet teĢkilatlanması ve disiplini
yaratma noktasında ne derece mahir bir topluluk olduğunu anlama gibi bir seçeneği incelemeye meyilli
olmamıĢtır. Halbuki bazen korkuyu yaratmak bile bir diplomatik baĢarıdır.
Önceki asrın son çeyreğinde Avrupa içlerine mızrak gibi daldıklarında karĢılarında çelik bir
iradeyle duran ilk kurbanları, yaĢlı ve cesur Got kralı Ermanarik‟i, esaret ve ölüm arasında bir
tercihe zorlayarak intihara sürükleyen Hunlar, Ģimdi Attila‟dan sonraki en haĢmetli kağanları
Dengizik‟in hayatına mal olan bir savaĢla birlikte Avrupa sahnesinden çekiliyorlardı hem de
geride Konstantinapolis‟de bir sirk bahçesinin giriĢindeki mızrak üzerinde baĢbuğlarının
kellesini bırakarak. Tarihi, yaĢadıkları süre boyunca Hunlar yazmıĢsa da son noktayı koyanlar
hep düĢmanları olmuĢtur. Atası Çiçi Han‟la aynı âkibeti paylaĢan Dengizik‟in kahpece can
veriĢini müteakip bir çil yavrusu gibi dağılan Hunlar, umutsuzca kendilerini kaderin azgın
sularına bırakmıĢlardır. GeçmiĢin muzafferleri kadim ve köklü Roma geleneğinin
entrikalarından ziyadesiyle payına düĢeni almıĢ ve artık kendileri için biçilmiĢ rolü giymek
üzere gerisin geri Kuzey Karadeniz bozkırlarına çekilmiĢlerdir. Görüldüğü gibi, Hunların
yazgılarıyla destanın bize naklettiği Oğuz Kağan‟ın batı ile olan ve bugüne dek sürekli bir
biçimde savunulagelmiĢ muhabbeti arasında en ufak bir benzerlik göze çarpmaz. Netice
itibariyle, Urum Kağan‟ın Roma yahut Bizans olarak değerlendirilmesi için elimizde mesnet
yoktur. Aksine, tüm bulgu ve gerçekler topyekün halinde Urum Kağan‟ın Kimmerler olması
gerektiği fikrine çıkmaktadır. ĠĢte Urum Kağan‟ın esasen Kimmerler olduğunu farklı açıdan
doğrulayacak baĢka bir bağlantı daha.

Homeros Kimmerlerin yurdunu tarif ederken

“GüneĢ batarken ve kararırken tekmil yollar


Vardık sınırlarına derin akıĢlı Okeanos‟un,
Ordadır Kimmerlerin ülkesi ve kenti,
Oldum olası bol sisle ve bulutlarla örtülü,
Parlak güneĢ onları ıĢınlarıyla göremez hiçbir vakit,
Ne yükseldiği vakit yıldızlı göğe,
Ne de gökten toprağa döndüğü vakit.
Öylece serilir durur bir uğursuz gece
Bu zavallı ölümlülerin üstünde”29

türünden bir beyanatta bulunur.

Kimmer ülkesine dair bu beyanatlar üzerinde durup yorumda bulunan muhtemelen ilk kiĢi
olan Strabon, Homeros‟un neden bu türden bir tanımlamada bulunduğunu çözemeyerek onu
Ģu Ģekilde tenkite tabii tutmuĢtur: “Ozan (Homeros), Kimmerlerin Bosporus Kimmerius‟un
kuzeyindeki kasvetli yerlerde oturduklarını bildiği için, Hades (ölüler ülkesi)‟e yerleĢtirmiĢtir.
Belki de Ġyonyalıların bu kavime karĢı olan derin düĢmanlıkları yüzünden böyle yapmıĢtır.”30
Günümüzde kimi bilginler Strabon‟un bu ifadelerinden ilham alarak Kimmerlerin yurdunu
Greklerin “Yeraltı Dünyasının GiriĢi” olarak düĢündüğü Don Nehrinin ağzı31 olduğuna kanaat
getirirken, Vásary de kendince Homeros‟un açıklamalarına Ģu Ģekilde bir mana vermektedir:
“Homeros, Yunan medeniyetinin dıĢındakilere güneĢ ıĢığını bile çok görüyor; barbarların
payına ancak karanlık, bulut ve sis düĢüyor”32

Homeros‟un Kimmer ülkesini hakikaten kendi gözleriyle görüp göremediği ya da bu


topluluğun memleketinde bulunup bulunmadığı bir muammadır. Yazarın Kimmerlerin
yurduna dair açıklamalarına oldukça sert bir Ģekilde eleĢtiri getiren Ozan Apolondōros‟a

29
Homeros 2006:198
30
Tarhan 2002:602
31
Haussing 2001:24
32
Vásary 2007:44
inanacak olursak, Homeros‟un Kimmerlerin yurdu Ģöyle dursun Kuzey Karadeniz
bozkırlarındaki ırmaklardan ve burada yaĢayan kavimlerden bile haberder olmadığı yönünde
bir sonuç ortaya çıkacaktır.33 Burada Apolondōros karĢısında Strabon‟un yaptığı gibi
Homeros‟un avukatlığına soyunmayacağız, ancak yine de yazarın bu kavime dâir dile
getirdiği kimi bilgilerin bir doğruluk payı taĢıdığını söylemeden geçemeyiz. Bugüne kadar
Kimmerlerin yurduna ait Homeros‟un betimlemeleri üzerine kafa yoran hiç kimse yazarın bu
açıklamaları altında etimolojik bir gerçeğe vurgu yaptığını aklının ucuna dahi getirmemiĢtir.
Acaba Homeros‟un ifadelerinde bir tarihsel gerçeklik yatıyor olamaz mı? Yâni yazar burada
Kimmer yurdunu ima ederken esasen Kimmer etnonominin de “sis ve karanlık” tarzı bir
söylemle bağlantılı olduğunu bizlere sezdirmek istemiĢ midir? Tam bu noktada bunu
irdelemeye çalıĢalım.

Zekiev Kimmer etnonomini kime (kayık) + ar (halk) “su boyunca hareket edebilen
insanlar, kayıklı kabile” olarak kurar.34 Miziev Karaçay-Kimmer bağlantısını kurarken
Kimmer sözünün kökenini Türk dilindeki "Karaçay" kelimesinin anlamında arar. Türk dilinde
"kara" sözünün bir anlamı da "büyük, güçlü, kudretli" demektir. "Çay/say" sözü Türk
lehçelerinde "nehir" ve "nehir yatağı" anlamına gelmektedir. Ona göre bu açıklamadan,
"Karaçay" sözünden "büyük, güçlü, kudretli, nehir" anlamı çıkmaktadır. “Tarihte, bazı
milletlerin adları nehir adlarından da oluĢabilmektedir. Bu duruma Türk dünyasında çok sık
rastlanmaktadır. Nitekim, "Karaçay" sözü de "nehir adamları" anlamına gelmektedir. Ama
Türk lehçelerinde nehire bir de "kam" veya "kem" kelimesi kullanılmaktadır. Örneğin;
Yenisey nehrine eskiden "Kem", Yenisey'in koluna da "Kemçik" deniliyordu. Bu sözden, "su
ile ayrılmıĢ" anlamına gelen Karaçay-Malkar dilindeki "ayrıkam" kelimesi oluĢmaktadır.
Buna benzer olarak, Tuna nehrinin bir diğer adı da "Kamçiya"dır. Böylece "Kam-er", veya
"Kim-er" sözlerinin Türk dilinde "nehir adamı" anlamına geldiğini ortaya çıkmaktadır. "Suv-
ar", "Sub-ar [Sümer], "Bulg-ar" [Balkar] sözleri yine bu Ģekilde oluĢan sözlerdir.”35
Miziev‟in bu açıklaması akla yatkın görünse de, Kimmerlerin iyi denizci bir kavim olduğu
Ģüphelidir. Her iki bilim adamının son hecedeki Türkçede en yaygın etnonim eki olarak
kullanılan –er iĢtihakı dıĢındaki açıklamalarına katılamayacağız. Yâni her iki yazardan da
ayrıldığımız nokta ilk hecede geçen “kim” ifadesinin esasen farklı bir manaya sahip olduğu
doğrultusundadır.

Ġlginç Ģekilde karanlık anlamına gelen Fince hämärä, Kürtçe xumari ile Vepsce hämär
(“alacakaranlık”)36, Çağatayca keme “karanlık, gece”37 [bunlara Türkçe kömür, ÇuvaĢça
hĭmĭr “kahverengi” ve hatta Anadolu‟da kullanılan konur (“esmer, açık kestane renginde
olan”) kelimelerin de eklenilmesi mümkün] sözcüklerinin Kimmer etnonominin ve onun diğer
kimi kaynaklarda geçtiği Ģekilleri olan Yunanca Κιμμέριοι , Akkadca Gamir(e) , Ermenice
Gamir-k, Gürcüce Gmiri38, Tevrat Gomer ve Asurca Gimirrai39 yine Bulgar‟ları bir Kimmer
kökene bağlayan Ortaçağ Arap kaynağı Mücmel el-Tavârîh‟de Bulgarların babasının adı
olarak geçen Kemârî40 arasındaki sesçil benzerliği kelimenin tam anlamıyla olağanüstüdür.
Dahası, Homeros‟un ifadesinde geçen sis kelimesinin Türkçe karĢılığı olan “duman > tuman”
sözcüğü Hint-Avrupa dillerindeki “tamas-“karanlık” Eski Hintçe tamah (Avesta), tamsa
“karanlık”, tima-“karanlık”(Litvanyaca), demar- “alacakaranlık” (Eski Hintçe), temnota-
33
Strabon 2001:36-37
34
Zekiyev 2006:71
35
Miziyev 1994:32-33
36
Stetsyuk 2006:10
37
TL 1945:14
38
Golden 1992:46
39
MemiĢ 2005:190
40
ġeĢen 1985:30
“karanlık” “Rusça” vb. kelimeleriyle doğrudan bağlantılıdır.41 DLT‟de var olan tün-“gece”,
tüne-“gecelemek”, tüner-“karanlık olmak, kararmak, tünerik-“karanlık”, tünet-“geceletmek”
sözcükleriyle duman sözcüğünün ilk hecesi, siyah renk için kullanılan sıfat “tum” yine Türkçe
ile bağlantılara sahip olan Bask dilindeki karanlık anlamını taĢıyan “dündü”42 kelimesi üstteki
Hint-Avrupa dilleriyle aynı kökenden gelmektedirler. Yâni karanlık, sis (duman) ve yine bu
bağlamda Max Vasmer‟in semantik yönden Fince hämärä sözcüğüyle iliĢkisine dikkat çektiği
Ukrayince‟deki khmara (bulut)43 kelimeleri hem aynı kökten gelmekte hem de hep birlikte
Homeros‟ta Kimmer‟lerin yurdunu betimleme de kullanılmaktadırlar. Durumu Ģimdilik Ģu
Ģekilde özetlemek mümkündür:

Betimleyici Betimlenen

Karanlık ↔ Sis ↔ Bulut → Kimmer Yurdu

↨ ↨

Hämärä ~ Xumari ~ Hämär ↔ Khmara → Kimmer ?

Üstteki Fince ve Kürtçe kelimeler öte yandan sözbaĢı k > s geçiĢini doğrulayan diğer
argumanlardır. Gerçekten de gerek Türkçenin kendi lehçeleri içerisinde ve gerekse de Türkçe
ile diğer yabancı diller arasındaki pek çok kelimede k > s geçiĢini doğrulayan ses denklikleri
hali hazırda mevcut bulunmaktadır. Örneklere gelecek olursak, Türkiye‟de hâlâ halk dilinde
kullanılan sınık kelimesi insan vücudunun kemiğinin kırılmasını ifade eden bir tâbir olup
buradan kırık, çıkık bağlayan kimse, yani çıkan kemiği eski yerine monte eden sınıkçı
kelimesi türemiĢtir. Sın hemen hemen bütün Türk lehçelerinde kırılmak anlamlarına gelir.
Bununla beraber, kimi kereler Teleütçede olduğu gibi aynı anlamın yanında bir de bel kemiği
gibi bir manaya da sahiptir ki, bunun sümük/süngük ile bağlantısı açıktır. Türkiye
Türkçemizde bilmeden de olsa kemik kelimesini sınık Ģekliyle hala yaĢatmaktayız. Korku,
cesaret sözcüğüyle semantik manada akrabadır. Fiilin kökü kork değil, zannımızca kor olması
gerekir. Mesela Erzurum ağzında bir kiĢinin hevesini kırmak, onun gözünü korkutmak “kor-
utmak” fiiliyle açıklanır. Latincede de korkmak fiili horr Ģeklindedir. Buradan horrible ve
horror gibi korkuyla bağlantılı sözcükler türetilmiĢtir. Erzurum ağzındaki korut fiilinin zıt
anlamda birebir karĢılığı Ġng. encourage fiilidir. Encourage fiili courage‟den gelmektedir.
Kor fiilinden türemiĢ kork-mak ve korku Türkçemizde ÇuvaĢ karakteri taĢıyan bir lehçeye ait
olsa gerekir. Çünkü DLT‟de kezik (“cesaret”) demektir ve yine Altayca‟da kezer (”cesur”) ve
kezet (“korkutmak”) anlamlarındadır. Sim ya da kim sözcüğünü günümüzde daha ziyade
kuyumcu sözcüğünde yaĢatmaktayız. Kök, Sümerce “gümüĢ, kuyumcu” anlamlarına gelen
kudim olmalıdır.

Eski devirlerde k > s geçiĢinin var olabileceğini gösteren Proto-Bulgar karakterli Ģu ses
denkliklerini de burada anmak gerekir: Arapça sirr > sır ~ Türkçe kiz (giz), KaĢgarlı‟nın
sözcüğünde sür (sar-ser) ~ kız (mak) denklikleri. Kürtçe sor “kırmızı”~ Rus. kpacньıй ~ Çuv.
hirli (“kırmızı, kızıl”) ~ Türkçe kız-ıl (“kızıl kelimesinin kökü kız olup bu kök -ıl sıfatlaĢtırma
eki alarak kızıl Ģekline dönüĢmüĢtür. Kızarmak, kızarıklık gibi sözcükler neticede allaĢma
anlamındaki kız kökünden türemiĢtir”) denklikleri. Dilbilim çalıĢmalarında, zıt anlama sahip

41
Süleyman 2001:263
42
KoĢay 1972:77
43
Stetsyuk 2006:10
iki kelime arasında sesçil bir benzerlik varsa bu kelimelerin aynı kökten geldikleri kabul
edilir. Divanı-ı Lügat it-Türk‟te geçen çok anlamındaki büte‟nin Ġngilizce de tamamen karĢıt
bir anlama bürünerek “bit” Ģekline girmesine benzer Ģekilde Türkçe ber (“ver”) fiilinin
Rusça‟da брат (“almak”) Ģeklini kazanmasında olduğu gibi, Türkçe kalın ~ Ġngilizce slim ile
Türkçe kabar (“baĢ kaldırmak, isyan etmek”) ~ ÇuvaĢca sapir “yavaĢ, sakin, barıĢçı,
barıĢsever”, bu kökten türemiĢ ÇuvaĢça sapirla “teskin etmek, yatıĢtırmak, barıĢtırmak” ve
yine sapirlan “sinmek, sessizleĢmek, sabretmek” ile Arapça sabır kelimeleri arasında da
benzer ses geçiĢinden bahsetmek mümkündür. Üstte değinilen slim ~ kalın, sür ~ kız
denkliklerinde Proto-Bulgar lehçesinde gözüken r < z, m < n geçiĢleri göze çarpmaktadır.
Üstelik Ģu iki örnek Saka çağında bu denkliğin var olduğunu ve hatta bu dönemin çok
ötesinde de bulunduğuna kesin bir Ģekilde delâlet etmektedirler: Latince similis “gibi” ~ same
< Azerice kimi (benzer) < Karaçay-Malkarca kibik (gibi) < Kırgızca sımak (benzeyiĢi ifade
eden bir sözcük) < ÇuvaĢca sim (benzerlik ) ~ ÇuvaĢca samay “aynı, tam” ~ Sümerce gim
“gibi”. Ġtalyanca “assimiliato" ve Yunanca homo da bu kökle iliĢkilidir. Benzer Ģekilde,
Türkçe dağ manasına gelen kar - aslında “dağlı gelin” anlamını taĢıyan “sarı gelin” adlı
türküde geçen Ermenice sar (“dağ”) ve Kürtçe sar (“dağ”), Avrasya coğrafyası içerisinde
oldukça yaygın olan kar-sar eĢitliğini doğrulayacak baĢka dillerdeki karĢılıklarını burada
yazmaya gerek duymuyoruz. Orhun yazıtlarından önceki döneme âit Yenisey yazıtında geçen
kadır “Ģiddetli, güçlü, sert” ~ Karaçay-Malkarca kadar “kuvvet” ~ ÇuvaĢça satur “kuvvetli,
güçlü”, Ġngilizce strong ~ Almanca stark “kuvvetli, Ģiddetli” ~ Arapça kâdir eĢitlikleri. Tüm
bunlar k > s geçiĢinin ortak bir Yafesi kökene gittiği izlenimini vermektedir. Ancak Ġngilizce
strong kelimesinin ata bir kökenden ziyade Türkçe‟den geçmiĢ olması çok muhtemeldir. Zîra
ilk hece yanında kelimenin son hecesi ong da Türkçe‟de “güç ve kudret” anlamlarını taĢır
(Satur + ong ~ strong). Ġngilizce strenght ile Arapça kudret sözcüklerini de burada anmak
yerinde olacaktır. Bu listeye aynı zamanda Türkçe sub (suw) ~ Fince kva (su), Ġngilizce stag ~
ÇuvaĢca kayăk, Türkçe söv-mek ~ Ġng. swear ~ Arapca küfür ~ Kırgızca kabıĢ “sövüĢmek”,
kabar “haber, dedikodu”~ Kırgızca kep “söz, konuĢma”~ Arapca haber ~ ÇuvaĢca simah
“söz”, simahla “konuĢmak”, simsa ve simsi “ağız, gaga”, Ġngilizce speak ~ speech ~
Almanca sprechen ~ Orhun abideleri sab “söz, haber” ~ Ġngilizce saw (“atasözü”). Buna
Mayaların dilinde çok konuĢan, geveze anlamındaki seb aaj‟ ve nargile kültürüyle ilgili bir
terim olan sipsi‟yi de (nargilelerde ağızlık) eklemek gerekecektir. DLT‟de geçen sumlı
“Türkçe‟den baĢka bir dille konuĢmak”, sumlım “Türkçe bilmeyen kimse” sumlıĢ “yabancı dil
konuĢmak” da yine bu listeye dahil edilebilir. Kök herhalde Sümerce‟de konuĢmak manasına
gelen kıpu44 olmalıdır. Buna ek olarak ÇuvaĢca simah ile DLT sumlı fiili ve Türkçe kon-
uĢmak fiilinin bâriz kökü -kon arasında da k ~ s ve m ~ n geçiĢlerinden bahsetmek
mümkündür. Sümerce sar “saç kesmek” yine Sümerce sır “yolmak, koparmak” ~ Türkmence
sıyr-mak “sakal kesmek”~ Türkçe. sıyır-mak “kesmek” ~ kazı-mak; k > s ve r > z geçiĢleri.
Bu sözcüğün Türkiye Türkçe‟sinde bir karĢılığı da yüz-mek fiili olmalıdır. Ön-türkçe
kelimelerde sözbaĢı –y‟nin karĢılığı –s kabul edildiğinden ve z < r geçiĢi de yaygın bir Ģekilde
varoluğundan yüz muhtemelen sar gibi bir biçimle kendini belli edecektir ki, bu da k > s
değiĢikliği bağlamında değerlendirilebilir. Arapca su‟d (sa‟adet kelimesinin kökü) ~ Türkçe
kut ~ Altayca kadık ~ Farsça(?) Ģad. Sümerce kın “göndermek” ~ Türkçe gön-dermek ~
Ġngilizce send ~ Alm. senden. Hunlardan beri kullanılageldiği bilinen Tanrı‟nın yeryüzündeki
onun adına dünyayı yönetmekle olan vekilin ünvanı kut Moğolca‟da bir biçim olarak sut
haliyle de bulunur. Ġngilizce storm ~ DLT kad “kar fırtınası”. (Orhun abideleri) kıyın
(“ceza”) ~ Altayca kıyın (“ıstırap, acı, azap, iĢkence”) ~ Karaçay-Malkarca kabın (“ceza”) ~
kin (“eziyet, iĢkence, felaket”) ~ÇuvaĢca hin (“acı, ıstırab”) ~ Farsca günah ~ Ġngilizce sin.
Günah ile ceza ya da iĢkence arasında bir bağlantı yok gibi durduğu dillendirilebilir. Ancak

44
Gerey 2004:210
her iĢlenen günah beraberinde bir cezaya müstehak görülür. Bu nedenle günah ve ceza
kavramları bir bakıma birbirleriyle bağlantılı durmaktadırlar. Türkçe ile dilsel açıdan pek çok
bağlantıya sahip Maya‟ların dilindeki ke‟ban (“suç, günah, acılık”) sözcüğünde suç ve günah
kavramları bir arada korunmuĢtur. ÇuvaĢca site “katmak-eklemek” ~ Türkiye Türkçesi kat-
mak, ÇuvaĢca sirim “karbondioksit, boğucu duman,” ~ Türkiye Türkçesi kurum “ocak
bacalarında biriken kalın is”, sevinç ~ kıvanç, kemiz “sıska, cılız”~ semiz “ĢiĢman” ~ ÇuvaĢca
samir “yağlı ĢiĢman”, Karaçay Türkçesi karamlı “boylu-poslu, endamlı” ~ ÇuvaĢca karin
“uzanmak, boy vermek” ~ Türkiye Türkçesi sırım (ayrıca m < n geçiĢi), kızak ~ Yakutca
sıarğa ~ Karaçay-Malkarca serece, kenek “sakat” ~ sınık “sakat”, Altayca sürlü “güzel, hoĢ,
yakıĢıklı” ~ kir “güzellik” ~ körk “güzellik" ~ Türkiye Türkçesi güz -el (Türkçemizde
kullandığımız güzel sıfatının kökü açıkça güz‟ dür). Kök sıfatlaĢma eki –el‟i alarak sıfat
haline dönüĢmüĢtür. Bu kelime r > z geçiĢi için oldukça güzel bir örnek teĢkil etmektedir),
Teleütce karam “cimri”~ ÇuvaĢca saran “cimri”, ÇuvaĢca sin “adam, halk” ~ Türkçe kün
“halk, adam”; kün kelimesi Türkiye Türkçe‟sinde “ele güne karĢı” ve “gün yüzüne çıkacak
yüzüm kalmadı” gibi deyimsel formlarda hala yaĢamaktadır, Özbekce kez “zaman, vakit” ~
Karaçay-Malkarca közüv “zaman, süre” ~ Türkiye Türkçesi süre ~ Rusca cpok- k > s ve r > z
geçiĢleri Ġngilizce hour‟da r‟li biçim olarak buraya dâhil edilir zannındayız. Eski Japoncaca
kata “yan, bir yan, yarım”~Türkçe kıyı “yan” ~ Ġngilizce side. Sümerce sal (“kadın”) ~
Ġngilizce gal “kadın” ~ Türkce kal “yaĢlı adam”, gelin ( = ġor Türkçesi: keli, Ostyakca kili;
Mordvince: kel; Fince: kely ) ve hala sözcüklerinin bu sözcüklerle ilintili olup olmadığı
değerlendirilmelidir. Soğuk sıfatı kimi ağızlarda ve Anadolu‟da pek çok yerde savuk Ģekliyle
ifade edilir. Son hece –uk besbelli kök –sav‟a eklenilen isimden sıfat yapma eki olmalıdır,
çünkü yine bu sav kökünden türetilmiĢ savutmak (yani soğutmak) fiili Türkçe‟de mevcuttur
ki, sözcüğün –ut eki bariz bir biçimde fiil yapma ekidir. Kök her halükarda –sav‟dır. Zıt
anlamlı iki kelime arasındaki sesçil benzerlik her iki sözcüğün aynı kökten türemiĢ olduğuna
iĢaret eder kuralından hareket edecek olursak Türkçe‟de belirli sıcaklığa ulaĢma anlamına
gelen –kav ile –sav sözcüklerinin her ikisinin de ortak bir kökten türemiĢ olduğu söylenebilir
ve k > s değiĢikliğine bir delil olarak alınabilir.

Almanca sehr (“çok”) ~ bir Kırgız lehçesinde ser “bol” ~ Yakutça karı “az”. Ġngilizce sad
~ Arapca keder ~ Kırgızca keyi (kederlenmek) ~ Karaçay-Malkarca katuv “acı, keder, kaygı,
tasa” ~ Farsca sitem ~ Mayaca sits “kaygı, endiĢe” aynı doğrultuda Altayca korodo
(kederlenmek, üzülmek”), korodoĢ “üzüntü” - karuzı “hüzünlenmek, acımak, endiĢelenmek”
~ ÇuvaĢca sor “ağlamak, sızlamak” ~ Ġngilizce sorrow, sorry ve sorrow sözcükleri k > s
değiĢikliğinin doğruluğuna taraf oluĢturmaktadırlar.

Hülasa, k > s geçiĢinin geçmiĢi Herodot‟un yaĢadığı Ġskit döneminden çok daha öncesine
uzanmaktadır. Hint-Avrupa dil ailesinin Pers, Ermeni, Hint, Frig, Ġllir, Baltık zümrelerinin
dahil olduğu Satem grubu eski Hint-Avrupa kelime baĢındaki K yerine S sesi bulunmasına
göre tanzim edilmiĢtir. Türkçenin hem kendi iç lehçeleri arasında k - s değiĢikliğini teyit eden
pek çok sayıda sözcüğün hali hazırda bulunuĢu hem de dilsel anlamda etkileĢim içerisinde
kaldığı yabancı lisanlarda kimi Türkçe sözcüklerin varlığı, Türkçede dahi K>S değiĢikliğinin
tâ Sümerceden itibaren mevcut olduğu ve bu değiĢikliğin yalnızca Hint-Avrupa dillerine has
bir özellik olmadığı yönünde tanıklıkta bulunmaktadırlar.

Homeros‟un andığı Kimmer‟lerin yurdunun karanlık ve sislerle örtülü ifadesi Kimmer


kavim adıyla semantik manada yakından ilgilidir. Kimmer etnonominin ilk hecesinde geçen
“kim”, günümüzde Korece‟de kām “siyah”ve ÇuvaĢça‟da k ~ s geçiĢiyle sim “karanlık”
sözcüklerinde hâlâ yaĢamaktadır. Özetlenecek olursa Kimmer etnonomi son hecedeki –er ya
da –eri iĢtikakıyla birlikte esasen kimer - kimeri < sim (karanlık) + er - eri ~“karanlık halkı”
gibi bir anlama gelmekteydi. Karanlık~duman arasındaki iliĢki Çuv. sim ile Ġng. smoke
kelimeler arasında doğrudan doğruya bir bağlantıyı da ortaya çıkarıyor. Benzer biçimde Oğuz
Kağan destanında da Oğuz ilinin doğusunda yerleĢen Altun Kağan, destanda ak (beyaz)
renkle, batıda yerleĢen Oğuz ilinin düĢmanı Urum Kağan kara renkle sembolleĢir.45 Hatta
Oğuz Kağan Urum Kağan‟la Karadağ isminde bir dağın önünde cenge tutuĢmaktadır. Yeri
gelmiĢken burada Urum Kağan‟ın kara renkle özdeĢleĢtirilmesiyle ilgili kendi gözlemimizi de
aktaralım. Erzurum ili ve çevresinde ebeveynler kimi kereler kendi çocuklarının fiziksel
özelliklerine atıfta bulunarak onlara değiĢik türden lakaplar takmaktadırlar. Çocuk sarıĢınsa
Rus esmer yahut esmere yakın tenli ise Urum adı verilmektedir. Tüm bunlara ilaveten Ģu
malumatlara da kulak vermek gerekir.

1635-1653 yılları arasında misyonerlik faaliyetleri yürütmek amacıyla Kafkasya‟da


bulunan Ġtalyan misyoner Archangelo Lamberti, 1654 yılında Napoli‟de yayımlanan
“Relatione Della Colchide Boggi Detta Mengrellia” adlı eserinde Karaçay Türklerinden
“Karaçioli (Karaçaylı) Ģeklinde bahsetmekte ve Ģunları söylemektedir:

“Kafkasyanın kuzey eteklerinde Karaçioli (Karaçaylı) veya Kara Çerkes denilen bir kavim
yaĢar. Onlara Kara Çerkes adı esmer tenli olduklarından verilmemiĢtir. Bilakis onlar beyaz
tenlidir. Herhalde onlara bu ad ülkelerinde gökyüzü sürekli bulutlu ve karanlık olduğundan
verilmiĢ olmalıdır.”46

Bu beyanatlar Homeros‟un Kimmer yurduna ait betimlemeleriyle aynı paraleliktedir. Üstte


geçen Kimmer kavim adıyla alakadar sözcük listesindeki hämärä, xumari ve hämär
(“alacakaranlık”) vb. sözcüklerini adeta çağrıĢtıran Xumara isminde bir Ģehir adı Karaçay
topraklarında vardır. Acaba bu kentin ismi Kimmerlerden mi kalmıĢtır?

Bundan baĢka, Kimmerlerin Kafkasya bölgesini mesken tuttuğunu güçlendiren dayanaklar


olarak Ģunları da dile getirebiliriz. Melpomene‟de Azak denizinin doğu yakasında, Hazar‟ın
ise batı tarafındaki bir kabile Sind adı ile zikredilir. Sind adını tarihi destanda da bulmaktayız

“BaĢı Uygur, ardı Yığaç-Er (Ağaç-Eri) bile,


Bularnınğ barında yok-erdi kile”…………

“Ya Sind u Tariki (?)…Serkan (?) birle,


Secistan u Kabul, Gur, Mahan (?) birle”

ReĢideddin ve Uygurca oğuznamelerinde geçmeyen ancak Çağatay ağzı ile manzum olarak
XV. yüzyılda yazıldığı anlaĢılan ve Edirne‟nin Uzunköprü ilçesindeki bir aile (Vahid Lütfi
SALCI‟nın dedeleri) kütüphanesinde bulunup, merhum Hüseyin Namık ORKUN tarafından
neĢredilen Uzunköprü Oğuznamesi‟nin47 üstteki beyitinde Sind ülkesi, savunulan Orta
Asya‟daki bir coğrafi bölge adından ziyade Kafkasya‟daki Sind ülkesi olması çok daha
kuvvetlidir. Sind ülkesi destanda Tariki ile bir nakledilir. Herodot Azak‟ın doğu tarafını Sind
ülkesi olarak betimlerken batı yakasını yâni Kırım çevresini Taur adında bir kavmin ülkesi
Taurika (Tarih, IV-99 ) olarak kitabında anar. Sind adı altında Kafkasya‟daki Sind ülkesini
Tariki adı ile de Kırım çevresindeki Taurika‟yı görmek bu durumda daha mâkul gözüküyor.
Tarık adına Yafesi geleneklerde de rastlamaktayız. Yafes Nuh‟un gemisinden indikten sonra
Ġdil ve Ural kıyılarına yerleĢir. Türk olan sekiz oğlu vardır; Kazar, Saklap, Rus, Ming, ġin,

45
Bayat 2006:226
46
Adiloğlu 2005:61
47
Kırzıoğlu 1992:9
Kımari ve Tarık.48 Tariki adının bu kavimle ve coğrafi manada da Kafkasya ile ilintilenmesi
bu bağlamda uygun düĢmektedir.

Üstelik Kimmerlerin ülkesinin Ġncil‟de Kafkasya olarak zikrediliĢi49 de bu kavmin


Kafkasya‟yı mesken tutmuĢ olduğunu gösteren bir baĢka delildir.

Kimmer etnonomiyle bağlantılı olarak yukarıda dile getirdiğimiz görüĢ yine Homeros‟un
adı geçen kavmin yurdu hakkında sarfetmiĢ olduğu betimlemeler ve de Kimmerlerin yaĢadığı
sahanın neresi olduğu hususunda ileri sürdüğümüz coğrafi bölge Oğuz Kağan destanında
geçen Kafkasya muhitindeki “Karanlık Ülke” adlı bir coğrafi sahanın varlığıyla da ayrıca teyit
edilmektedir.

48
Cahun 2006:57
49
Cahun 2006:57
1.3.KARANLIK ÜLKE

ReĢideddün Oğuznamesi‟nde anılan “Karanlık Ülke” koordinat olarak Ġdil ile Ġt-Barak
kavminin yaĢadığı memleket arasına yerleĢtirilir.50 Togan Ġt-Barakları bir Fin kabilesi olarak
görür ve bu kabilenin yaĢadığı ülkeyi Ġdil nehrinin kuzey cenubunda Ġdil-Ural bölgesiyle
eĢleĢtirme teĢebbüsünde bulunur.51 Ancak Ġt-Baraklara dâir en ayrıntılı bilgiyi bizlere sunan
ġecere-i Terakime‟de bu kavmin yurdu bir tarafı deniz diğer tarafı dağlık bir saha olarak
resmedilmektedir.52 Oğuz Kağan‟ın Ġt-Barak kavmiyle olan hikâyesi Hazar‟ın batı yakasında
geçmektedir. Dolayısıyla, mesele Ģöyle kabataslak bir Ģekilde incelendiğinde, Ġt-Barak‟ın
yurdunu ne Ġdil‟in ne de Hazar‟ın doğusunda aramamız gerekir. Buna artı olarak Oğuz
Kağan-Ġt-Barak mücadelesi Hazar havzasının güneyinde de asla gerçekleĢmeyecektir. Çünkü
Oğuz Kağan “karanlık ülke”ye saldırıdan sonra güneyde kalan Derbent‟e doğru harekete
geçer. Dolayısıyla “Karanlık Ülke” Derbent‟in kuzey taraflarında yer almaktadır. Buradan
hem Hazar‟ın hem de Ġdil‟in kuzeyinde, doğusunda ve de güneyinde Ġt-Barak kavminin
yurduna dair bir emâre bulunamayacağı sonucuna rahatlıkla ulaĢılabilir. Tüm ipuçları Ġt-
Barak‟ın Ġdil‟in batısında yaĢamıĢ olduğu yönündedir. Ġdil‟in ( burada geçen Ġdil ifadesini Ġdil
deltası olarak okumak daha uygundur) karĢı yakasında kalan Kırım yarımadası ya da bu
yarımadanın karĢı sahilindeki Karaçay-Malkar toprağı ile Karadeniz arasındaki muhitin Ġt-
Barakların yurdu ile bağlantılı olabileceğini öne sürebiliriz. Bunlardan evvela Kırım Ģıkkını
inceleyelim.

Bu yarımada Ġdil‟in karĢısında kalmakta bir yanı deniz, diğer tarafıysa yükseltisi 2000
metreye yaklaĢan Kırım (Yayla) dağıyla çevrelenmiĢ bir yeryüzü manzarası sergilemekte53 ve
ġecere-i Terakime‟de geçen tanımlamaya denk düĢmektedir. Kırım yarımadasının yerli halkı
ta en eski çağlardan beri bu yarımadayı mesken tutmuĢ Taurlardır ve de ülkelerinin adı
kaynaklarda Taurika olarak zikredilir. Ancak Kırım yarımadasının tek yerli halkı onlar
değildir. Strabon Kimmerlerin eski dönemlerde Azak‟ın Karadeniz ile buluĢtuğu boğaz
çevresinde çok güçlü bir nüfuza sahip olduklarını ve onların bu kudretine binaen Azak
Boğazı‟nın Kimmer Boğazı olarak adlandırıldığını söyler ve Azak‟ın batı yakasında, Kırım‟ın
ise en doğusunda olduğu tarihçilikte çok iyi bilinen Kimmericum adlı bir Ģehirden bahseder
ve Kimmerleri bir zamanlar Azak Denizin‟den Ġonia‟ya kadar uzanan sahanın iç kesimlerinde
bulunmuĢ bir halk olarak târif eder.54

Kırım yarımadasının hemen doğu sahili üzerinden boğazın öte tarafına geçen bir
coğrafyayı hesaba kattığımızda doğrudan doğruya kimi Eskiçağ kaynaklarının Kimmer
kökeni vurgusu yaptıkları Utrigur ve Kutrigurların yurduna varırız. Prokopius Azak‟ın
kuzeyini mesken tutmuĢ Kuturgurların Azak‟ın hemen doğusunda yaĢayan Uturgurlardan
ayrılarak o muhite yerleĢtiğinden bahseder.55 Ve geride anayurtta kalan Uturgurlara ise bir
zamanlar Kimmer denildiğini nakleder.56

Urus sözcüğünün Rus‟u temsil ettiğine dair klasik yorumlama teĢebbüslerinin aksine
Adilhan Adiloğlu destanda geçen Urus kelimesini Rusların tarih sahnesine çıktığı IX. yy‟ın

50
Togan 1982:27
51
Togan 1981:161
52
Ebulgazi 1996:238
53
Yiğit 2000:45
54
Strabo 1928:197
55
Procopius 1962:89
56
A.g.e.,85
çok öncesinde geçen efsanevi Saka hükümdarı Alp Tonga‟nın oğlu “Alp Arız‟a, M.Ö 66
yıllarında, Alazon ırmağı ile Hazar denizi arasındaki yerlerin, yani Kafkasya‟nın hâkimi ve
Partların (Saka-ArĢaklıların) da müttefiki olan, Saka soyundan Albanlar hükümdarı “Oroiz‟e
bağlayarak57 bir nebze de olsa gerçekçi bir iliĢkilendirmede bulunmuĢtur. Dede Korkut
destanlarında geçen Kazan Han‟ın oğlu Uruz‟un adı dahi aslında bu kökle bir Ģekilde irtibatı
olabilecek antroponimlerdir.

Rus isminin tarih sahnesine çıkıĢı 838 yılıdır. Ortaçağ Avrupa‟sında çok eĢli yaĢamı seçen
Vikingler, artan nüfus baskısı ve iktisadi yapılarında baĢ gösteren bozulma nedeniyle
Ġskandinavya toprakları dıĢına çıkmak zorunda kalmıĢlardı.58 Kimilerine göreyse Viking‟lerin
Ġskandinavya dıĢına taĢmaları demografik nedenlerden ziyade iktidar mücadelesi çerçevesinde
geçici olarak tahttan uzaklaĢtırılan adayların para ve saygınlık aramak gayesine
dayanmaktaydı.59 Nedenleri ne olursa olsun memleketleri dıĢına ayak basan Vikinglerin
önceleri Karadeniz sahilleriyle ticari seviyede ilerleyen iliĢkileri zamanla fetih hareketine
dönüĢtü. Kuzeybatı Rusya‟da yerleĢik hayata geçmeleriyle tarih sahnesine Vikinglerin
yönettiği Rus adında yeni bir halk ortaya çıktı. Eski Ġsveç dilinde “gemici” anlamına gelen
“Ruotsi-Ross-Rus”, Slav-Fin kabilelerinin Vikinglere verdiği addı. Ġdareleri altına aldıkları
Slavlarla karıĢan Vikingler, kendilerine Rus denilmesine neden oldular.60 Urus kelimesinin
yazılı kaynaklarda ilk geçiĢ tarihi üstte değinildiği üzere M.Ö. 66 yılına kadar uzanır ve arada
yaklaĢık 900 yıl gibi uzunca bir zaman mevcuttur. Dolayısıyla, iki kelime arasında herhangi
bir iliĢki kurulamaz. Adiloğlu‟nun Urus kelimesinin kökünü Yunan mitolojisindeki Ares‟le
iliĢkilendirme giriĢimine61 ise hiçbir Ģekilde katılamayacağız. Çünkü, Oğuz Kağan destanında
geçen antroponimler ekseriyetle halkları ya da devletleri temsil ettiğinden Urus kelimesinin
Urum (Kimmer) halkı ile bağlantılı ve onunla akraba bir topluluk olmasının daha uygun
olacağı düĢüncesinden hareketle Urus kavmi Kafkasya bölgesine ait Dede Korkut
hikayelerinde zikredilen Uruz Bey ile ilgili olmalıdır.

47° paralelin güneyi ile Derbent arasındaki coğrafi sahanın doğu yakasını mesken tutmuĢ
olan bir Kimmer grubu Urum Kağan‟ın nezdinde Karadağ, Hazar Denizi ve Derbent
arasındaki mevkide yâni bu coğrafi sahanın doğu bölgelerinde yaĢıyorlardıysa, Kimmer
topluluğunun bir diğer kolu olan Urus Bey‟in yönettiği topraklar; sınırları üstte ana hatlarıyla
çizilmiĢ bölgenin batı taraflarında, kısaca bugünkü Karaçay-Çerkes, Kuzey Osetya‟nın diğer
kesimleri ve Kabartay-Malkar arazileri olmalıdır. Urus kavmi yurdu için vardığımız coğrafi
alan aynı zamanda hâlâ aynı bölgede Urus isminde bir Türk tayfasının varlığıyla da teyit
edilmektedir. Destanda anılan Urus kavmi Karaçay-Malkar Türklerinin en kadim üç
topluluğundan birisini oluĢturan Uruslardan62 baĢkası değildir. Buna ilaveten günümüzde
Dağlık Kabardin beylerinin soyundan gelen bir sülalenin Urus adını taĢıdığı, benzer Ģekilde
Karaçaylarda Urusbiev adının var olduğu bilinmektedir.63 Hatta Rus tarihinde mühim rol
oynamıĢ Türk kökenli ailelerin birisinin de Urusov adını taĢıdığı bilinen bir gerçektir.64
Bundan dolayı, Urus adının eski Kimmer coğrafyasının üstteki çağdaĢ sâkinleriyle
iliĢkilendirilmesi Ģüphesiz bu noktada en akılcı ve de tarihi hakikatlerle örtüĢen açıklama
olacaktır. Oğuz Kağan destanının Urum Kağan ve Urus Kağan‟ın yurduna dâir bizlere sunmuĢ
olduğu ipuçları her iki kağanın devletin batı ve doğu taraflarında yaĢayıp buraları idare
57
Adiloğlu 2001:31
58
Diamond 2006:214, 217; Aladağ 2005:78
59
Bauduin 2006:55
60
Öztuna 2005:176
61
Adiloğlu 2001:31
62
Caferoğlu 1988:50
63
Baskakov 1997:153
64
Kurat 2002:150; Halikov 1995:101
etmekte olduklarını bizlere iĢaret etmektedir. Bu ayrıyeten Kimmer‟lerin Türklüğünü
doğrulayan bir baĢka delildir ve ülke topraklarının hükümdar oğulları arasında pay edilmesi
esasına dayanan eski Türk yönetim sistemine denk gelmektedir.

ġimdi Karaçay-Çerkes, Kuzey Osetya‟nın doğu kesimlerinin ve Kabartay-Malkar


topraklarının hâkimi Urus kağanın, oğlunu yolladığı dağ baĢında derin ırmak arasında, iyi
tahkim edilmiĢ Ģehrin, daha doğrusu muhitin Kafkasya civarında neresi olduğuna kimi
ipuçları ıĢığında ıĢık tutmaya çalıĢalım.

Bir kere bu Ģehir ya da muhit Urum Kağan‟ın hakimiyet sahasında değil Urus kağanın
egemenlik sınırları dâhilinde meydana gelmektedir ki, bu izini sürdüğümüz coğrafi sahanın,
Karaçay-Çerkes, Kuzey Osetya ve Kabartay-Malkar ülkelerinin toprakları içerisinde bir yer
olduğunu imlemektedir, ama hangisidir? Bu Ģehrin ya da alanın coğrafi koordinatları her ne
olursa olsun Kuzey Osetya civarında bulunmuĢ olması mümkün değildir. Çünkü Oğuz Kağan
Hazar Denizini sahil boyu inerken kendi bölüğünden bir kolu Urus kağan‟ın oğlunun yaĢadığı
sahaya gönderiyor. Sonrasında da bizzat kendisi Urum Kağan ile batı – doğu yönlü akarak
Hazar‟a boĢalan Ġdil deltası yakınlarından baĢlayarak Daryal geçidi önünde son bulacak bir
cenge giriyor. Bu, Ģu sonuca çıkar: Ġdil deltasında Urum kağanın ordusuyla silahlı mücadeleye
giren Oğuz Kağan ya bu deltaya varmadan ya da deltada meydana gelen savaĢın hemen
akabinde kendi bölüğünündn bir kesimi batı istikametinde seferle vazifelendirmiĢtir. Hazar‟ın
kuzeydoğusundan –güneybatı istikametine doğru inen bahsi geçen bölük Urus Kağan‟la değil
Urus Kağan‟ın, oğlunu savunulması amacıyla gönderdiği topraklara ulaĢmıĢtır, yâni ortada
henüz ne Urus Kağan neden onun yurdu mevcuttur. Muhatap alınan kesim Urus Kağan‟ın,
babasından tamamen farklı bir düĢünce anlayıĢına sahip ve kendi memleketini gönül rızasıyla
düĢman boyundurluğuna girmesine razı oğlu ve onun savunmakla görevlendirildiği
topraklardır. Kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda inen bir ordunun karĢılaĢtığı ilk kavmin
yurdu doğal olarak en kuzeyde kalacağından Kafkas dağlarına yakın bir mecrayı kaplayan
Kuzey Osetya Ģıkkı burada kendi kendini elemektedir. Kimmer yurdunu Herodot‟un
rivayetleri ıĢığında değerlendirirken, Kimmerlerin Ġskit hükümranlığına bağlılık yemini
etmeye gönül rızasıyla hazır kesiminin yaĢadığı mevkinin Tiras ırmağı civarı ve Tiras
ırmağının da ancak Kafkasya sınırları dâhilinde yer alan bir ırmak olması gerekir türünde
çıkarımda bulunmuĢtuk. Ġlginç bir Ģekilde Oğuz Kağan‟ın tabiyyetini benimseyen Urus
Kağan‟ın savunulması amacıyla kardeĢini gönderdiği coğrafi saha da Tireng ırmağı
çevresindedir. Destanda bahsi geçen ırmak adı kimilerince bir sıfat manası (derin) verilerek
değerlendirildiği gibi, kimilerince de esasen bir ırmak adı olarak alınmıĢtır. Son görüĢ
muhtemelen gerçeğe en yakın görüĢtür. Gerek Melpomene‟de geçen Tiras, gerekse destanda
anılan Tireng sesçil açıdan Kafkasya‟daki Terek nehrini akla getirmektedir. Herhalde Herodot
Ġskitlerin ilerleyiĢi esnasında Kimmerlerin ölülerini gömdüğü yer olarak tarif ettiği Tiras
ırmağıyla, Kafkasya‟da Terek ırmağı üzerinde bir sahada bulunan ve Kimmerlerden kaldığına
inanılan Pyatigorsk kurganlarından65 bahsetmektedir. Dolayısıyla, Urus Kağan‟ın memleketi
bu kurgan sahaları da içine alan bir muhitti.

65
Grousset 1999:22
1.4.SAKLAP VE KALAÇ KAVĠMLERĠ

Destanda Saklap kavim adına dair Ģöyle bir bilgi sunulmaktadır.

“Oğuz Kağan, yiğidin sözünü güzel gördü, sevindi, güldü dahi dedi ki:

“Men-ge köp altun yumşap sen

Baluk-nı yahşı saklap sen”

dedi. Onun için ona Saklap adını koydu.66

Burada sanılanın aksine Saklap adıyla herhangi bir kavime göndermede bulunulduğunu
zannetmiyoruz. Çünkü Urus Kağan‟ın oğlu zaten babasının adının ima ettiği bir kavmi temsil
etmektedir. Ona baĢka bir ad ile hitap edilmesi Urus Kağan‟ın oğlunun milliyetinin değiĢtiği
anlamına gelmez. Saklap Slav ile özdeĢtirilse bile Urus Kağan‟ın ve de onun oğlunun yurdu
Kafkasya‟dır, Slavların türeneği ise tarihçilikte genel kabul gören saha itibariyle Pripet nehri
havzası olup, bu muhit oldukça düz bir topografyaya sahiptir. Destanda Urus Kağan‟ın oğlu
ile Oğuz Kağan‟ın karĢılaĢtığı yer dağlık bir sahada gerçekleĢmiĢ izlenimini veriyor. Bu
sebepten dolayı, Pripet nehri havzasının sınırları içerisinde kaldığı Beyaz Rusya‟nın en
yüksek noktası 346 m. yükseltiye sahip Dzercinska tepesi67 dahi dağ olarak
vasıflandırılabilecek bir yeryüzü Ģekline sahip değildir. Zira, coğrafya ilminde bir yeryüzü
Ģeklinin dağ olarak nitelenebilmesi için en az beĢ yüz (500) m. yükseltiye68 sahip olması
gerekir. Saklap‟ın Togan‟ın öne sürdüğü gibi sonradan destana sokulmuĢ bir teferruat
olması69 çok daha uygun bir teĢhistir.

Üstelik, destanda gözden kaçan bir nokta var. Oğuz Kağan‟ın hükümranlığını tanıyan Urus
Kağan‟ın oğlunun yeni efendisine söylediği Ģu söz “…Bizim soyumuz, senin ağacının
yemiĢindendir.”70 onun hangi etnik kökenden geldiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu
sebepten, gerek Oğuz Kağan‟ın temsil ettiği Sakalar (Ġskitler) gerek Urus ve gerekse Urum
(Kimmer) halkları kökleri itibariyle aynı ağaçtan türemiĢtir ve özbeöz Türk‟tür. Hal
böyleyken bu halklar için baĢka etnik kökenler yaratma teĢebbüsleri inandırıcılıktan
yoksundur. Destanın özünün açıkça iĢaret ettiği gibi Urum (Kimmer) ve Oğuz Kağan (Ġskit)
aynı soydan gelmektedir ki bu, günümüz akademisyenlerin çoğunluğunun üzerinde fikir
birliğine vardığı Kimmerlerin ve Ġskitlerin aynı ırk ve kültürel kökenden türedikleri görüĢüyle
uyum içindedir. Urus Kağan‟ın oğlunun sözü aynı zamanda Türklerin Hun göçünden önce
Doğu Avrupa‟da var olduklarının kesin bir kanıtıdır. Yine bu söz Urum Kağan‟ın Roma‟yı
temsil ettiği yönündeki iddiayı da geçersiz kılmaktadır. Oğuz Kağan destanında Urum adı
etrafında anılan Urus ve Saklap gibi çeĢitli zümreler Kimmerlerin kendi toprakları içerisinde
pek çok ulustan meydana geldiği biçiminde de yorumlanabilir.

„„…Yine yolda büyük bir ev gördü. O evin duvarları altındandı. Pencereleri gümüĢtendi.
Çatıları demirdendi. Kapalı idi. Açağı yoktu. Çeride bir iyi, becerikli er vardı. Onun adı (na)

66
Banarlı 1971:19
67
BAA 1993:60
68
Sanır 2000:75
69
Togan 1986:24
70
Togan 1986:19
Tömürdü Kağul denirdi. Oğuz Kağan), ona yarlık verdi dedi ki: „„ Sen burada kal, aç! Çatıyı
açtıktan sonra orduya gel.‟‟ Bundan (dolayı) ona Kalaç ad(ını) koydu; ileri gitti.‟‟71

Bugüne dek yapılan tüm yorumlama teĢebbüsleri her zamanki gibi destanda bahsi geçen
Kalaç‟ı günümüz Ġran‟da yaĢayan, eskicil özelliklere sahip bir Türkçe konuĢan topluluk olan
Halaçlara bağlamıĢtır. Sahiden de her iki kelime arasındaki sesçil benzerlik Ģüphe götürmez
Ģekilde Kalaç‟ı Halaç kavim adıyla özdeĢleĢtirse de, üstteki cümlede Oğuz Kağan‟ın
ordusuna engel teĢkil eden kapalı bir evin varlığı, onun Tömürdü Kağul tarafından açılması ve
nihayetinde Halaç kelimesinin ortaya çıkıĢı ister istemez insanı bu etnonimi Derbent
civarlarında yaĢayan Kaspilerle aynileĢtirmeye itmektedir. Oğuz Kağan‟ın Urum Kağan‟ı
kovaladıktan sonra doğuya yöneldiğinde meydana gelen “çatı” açma olayı -daha uygun bir
tabirle “kapı” açma olayı- Kafkas dağlarının doğu taraflarında meydana gelmiĢ olmalıdır.

Kafkas kelimesi “kapı” sözcüğüyle iliĢkilidir. Araplar Kafkasya‟ya, “Kab”/”Gabg”, Persler


ise “Kaf”/”Gaf” adını vermiĢlerdir. Bu terimler Türkçe “Kapu”/”Kapıg” sözcükleriyle
bağlantılıdır. Kafkas kelimesi de Türkçe “Kapu” (kapı/giriĢ) + “kas” etnonominden
oluĢmaktadır. Eski Kaspiler Hazar Denizi‟nin batı kıyılarında ve Derbent bölgesinde
yaĢamıĢlardır. Eski dönemde Derbent kapıları “Kasların Kapıları” (Kafkaz”) diye
adlandırılmıĢtır.72 Oğuz Kağan bu kapı açıldıktan sonra Ön-Asya dünyasıyla tanıĢır. Yâni
Oğuz Kağan‟ın vardığı yer esasen Derbent muhitidir ve Oğuz ile ordusunun Derbent
kapılarından geçiĢi anlatılmaktadır. Bu çıkarım Oğuz Kağan‟ın Urum Kağan ile Kafkasya‟da
karĢılaĢmıĢ olduğu savımızı doğrulayan bir baĢka tarihi delili teĢkil etmektedir.

Herodot kimi yerlerde Hazar Denizi çevresinde yaĢayan Kaspi adlı bir ulustan bahseder.
(Tarih, III-92,93, VII-67, 89) Strabon Kaspi Denizi adının bu deniz sahillerinde yaĢayan
kabilelerin adından geldiğini belirterek, Kaspilerin diğer halklar arasında eridiklerini, bu
yüzden belli bir varlıklarının olmadığını kaydetmektedir.73 Belli oranda Kaspilerin eridiği
muhakkak ise de, XII. yy. Albanya eyaletleri ve yerleĢim birimlerin isimlerinin geçtiği
coğrafya kitaplarında diğer tayfaların yanında Kaspia tayfasının da adı geçmektedir.
Azerbaycan‟ın eski toponomik adları arasında Kaspiana da vardır.74 Prof. E. Demircizade
Hazarlar ile Kaspileri özdeĢleĢtirir. Hem Hazar hem de Kaspi etnonimlerinin son hecesindeki
–ar ve ve –pi eklerini çoğul hali olduğunu iddia ederek Haz ve Kas kavimlerinin aynı halk
olduğuna kanaat getirir.75

71
Anadol – Abbasova 2001:36
72
Laypanov-Miziyev 2010:110
73
Zekiyev 2006:170
74
Albayrak 2004:54
75
A.g.e.,54-55
1.5.HERODOT VE OĞUZ KAĞAN – ĠT BARAK MÜCADELESĠ

Bu noktada ilk sözü Abdülkadir Ġnan hocanın Ģu açıklamalarına bırakalım: “Kuzey ve Doğu
Türklerinin “it baĢlı, sığır ayaklı” bir ulus bulunduğu hakkında çok yaygın bir efsane vardır.
BaĢkurtlarda ve Sibirya Türklerinde bu efsaneyi bilmiyen yoktur. XIII. yüzyılda da bu
efsanenin çok yaygın olduğu anlaĢılmaktadır. 1245 yılında Papa Innocent VI. Tarafından
Moğolistan‟a gönderilen Plano Karpini Moğol seferlerinden bahsederken Moğol ordusunun
Kuzeyde Samogit‟lere ve “Ġt baĢlı, sığır ayaklı” bir kavme rastladıklarını iĢittiğini
kaydetmektedir. P.Karpini bu efsaneyi Kıpçak bozkırlarında yahut Baskatir(BaĢkurt)
ülkesinde iĢitmiĢ olsa gerektir. Ebulgazi Han, savaĢ için toplanan Özbek kalabalığını tasvir
ederken “Ġt baĢlı, sığır ayaklıdan baĢka ne varsa hepsi orada…” diyor. Oğuz destanın da
hikaye edilen Ġt Barak Han menkıbesi de bu “Ġt baĢlı ulus” hakkındaki efsanenin yankısı olsa
gerektir. Bu efsane, destan veya mitoloji motifi olarak eski Yunan edebiyatında da
görülmektedir. M.Ö.IV. yüzyılın sonlarında yaĢamıĢ olan gramerci ve destan Ģairi Rodoslu
Simmiy bir destanında (Apollon) Ģöyle diyor: “Adamlarının yarısı köpek olan garip bir kavim
gördüm. Güzel omuzlarında çeneleri kuvvetli olan köpek kafası taĢırlar. Bunlar köpek gibi
havlarlar, baĢka fanilerin dilinden anlamazlar”. Bu “Ġt baĢlı ulus” efsanesini Çin kaynakları
da biliyor. “Han sülalesi hükümdarlarından Than-gen‟in padiĢahlığının beĢinci yılında yani
Miladi 506 yılında Phu-an ülkesinden bir adam denizde sefer ederken rüzgarın
sürüklemesiyle bir adaya düĢmüĢ. Sahile çıkarken Orta Çin ahalisine benziyen adamlar
görmüĢ, fakat dillerini anlıyamamıĢ. Erkekleri insan suretinde olmakla beraber köpek kafalı
idi. Sesleri köpek havlamasına benziyordu…” “Ġt baĢlı ulus” hakkındaki bu efsanenin
kaynağı çok eski çağlarda olsa gerektir. M.Ö.IV.yüzyılda Rodoslu Simmiy tarafından yazılan
efsane ile M.S.VI.yüzyılda Çinli vak‟anüvis tarafından nakledilen efsane arasındaki benzerlik
dikakti çekmektedir. XIII.yüzyılda bu efsaneyi Kıpçak bozkırlarında iĢitmiĢ olan Plano
Karpini buna inanarak kaydetmiĢtir. Bu efsanenin Ġskit efsanesi olması mümkündür.”76

Herodot‟un rivâyetine göre Ġskitler Ön-Asya‟daki hâkimiyetleri kaybedip geri


döndüklerinde Kırım çevresinde aĢağıdaki Ģekilde bir olayla karĢılaĢmıĢlardı.

“ Bu kölelerle Skyth kadınlarından bir gençlik yetiĢti, bunlar dünyaya nasıl geldiklerini
öğrendiler ve Media‟da dönen Skhyth‟lerin karĢısına dikildiler. Önce Tauris dağlarından,
Palus-Maiotis‟in en geniĢ olduğu yere kadar geniĢ bir hendek kazdılar, böylece yurtlarını
ayırmıĢ oluyorlardı. Skyth‟ler hendeği geçmek istediler; düĢmanları gelip karĢılarına kamp
kurdu ve savaĢ oldu. Üst üste savaĢtılar, ama Skyth‟ler bir adım bile ilerleyemediler; o zaman
içlerinden birisi bağırdı.: “Nedir bu yaptığınız ey Skyth‟ler, dedi, kendi kölelerimizle
dövüĢüyoruz. Bizi öldürüyorlar, gittikçe azalıyoruz; biz de onları öldürüyoruz, yarın iĢlerimizi
gördürmek için elimizde köle kalmayacak. Bence oku ve mızrağı bırakalım. Kırbaçlarımızı
alalım ve öyle yürüyelim üstlerine. Bizi elde silah gördükçe, kendilerini bizimle bir tutuyorlar,
bizim kanımızdan sayıyorlar. Ama bizim elimizde silah değil kırbaç görünce kölelerimiz
olduklarını anlayacaklar, bunu anlayınca da bize karĢı duramayacaklardır.”( Tarih, IV-3)

“Bu öğüdü dinlediler ve öyle yaptılar. Bu hali gören düĢmanları ĢaĢırdılar, savaĢı
bıraktılar ve kaçtılar. Asya‟da egemen olduktan sonra Med‟lerin kovaladığı Skyth‟ler,
yurtlarına böyle döndüler. Ve iĢte Dareious, ordusunu, onların bu haddini bilmezliklerinin
cezasını vermek, onlara karĢı yürümek için topluyordu.”( Tarih, IV-4)

76
Ġnan 1998:217-218
Tarihi Oğuz Kağan destanında Oğuz Kağan‟ın Batı‟da giriĢtiği en ilginç serüvenlerinden
birini Ġt-Barak ile olan mücadelesi oluĢturur. DüĢüncemiz Oğuz Kağan‟ın bu adı geçen kavim
ile ilintili aĢağıdaki malumatlar ile Herodot‟un naklettiği rivayet arasında kimi benzerliklerin
var olduğu doğrultusundadır.

“Qıl-baraq dünyanın karanlık tarafında bir ülkedir. Bu kavmin erkekleri kara renkli,
çirkin yüzlü ve köpek gibi, kadınları ise temiz yüzlüdürler. Oğuz onların yakınlarına gelince
dokuz atlıyı elçi olarak onlara gönderdi. Dedi ki: pek çok Ģehir ve ülke bize il olup, itaat
etmiĢ, vergi vermeyi kabul etmiĢlerdir. Eğer siz de illiği ve vergi vermeyi kabul edip söz
verirseniz ne ala; aksi halde savaĢ ve dövüĢe hazır olunuz ki, hemen geliyoruz. Onlar elçilere
Ģu Ģekilde cevap verdiler.: “Siz dokuz kiĢi eğer bizden iki kiĢi ile savaĢır ve galib
gelebilirseniz vergi vermeyi kabul ederiz. Yenilirseniz buradan geri döneceksiniz”. Elçiler bu
Ģekilde karĢılıklı dövüĢ teklifini reddetiler ve dediler ki: “Madem ki dövüĢmek istiyorsunuz
bizden iki, sizden de iki kiĢi dövüĢsün”. Kıl-baraqlıların âdeti Ģöyle idi: dövüĢ olacağı zaman
iki havuzdan birisini kara, birisini de ak tutkalla doldururlardı. DövüĢten önce ak tutkal
havuzuna çıplak olarak girerler, bu tutkal onların kıllarına yapıĢırdı. O havuzdan çıkınca
beyaz kumda yuvarlanırlardı. Oradan kara tutkal havuzuna girerler ve kara kum üzerinde
yuvarlanırlardı. Bu madde üç defa vücutlarında kuruduktan sonra, gövdelerine hiçbir silah
tesir etmezdi. Kıl baraqlılardan dövüĢe giren bu iki kiĢi böyle yapıp Oğuz‟un iki elçisi ile
vuruĢmaya baĢladılar. Silahlarla gövdelerine yapılan vuruĢlar tesir etmedi. Sonunda bu iki
kiĢi elçi, onların elinde öldüler. Yedi kiĢi de oradan dönerek durumu Oğuz‟a anlattılar. Oğuz
buna hiç aldırıĢ aldırıĢ etmeyerek Kıl-baraklılara karĢı gidip savaĢtı. DüĢmanlar galip
geldiler ve Oğuz‟un askerlerinden pek çok kimse öldürüldü ve diğerleri de dağıldılar. Oğuz
bu iĢte savaĢ ve mücadelenin fayda vermiyeceğini anladı. Döndü ve büyük bir ırmağa geldi.
Askerin bir kısmı bunu gemi ve sallara binerek, bir kısmı da yüzerek geçtiler. Kıl-baraklılar
köpekler gibi çıplak ve yaya olduklarından onların bu ırmaktan geçmeleri imkansız idi. Oğuz
“iki su arası”na indi ve periĢan olup dağılan askerlerini toplamak üzere orada
yerleĢti.Oğuz‟un adamlarından birisi, tesadüfen Baraklılar arasında kalmıĢ ve kadınlar
arasında gizlenmiĢti. Bu kadınların kocaları pis vücutlu, çirkin yüzlü ve köpek gibi
olduklarından kadınlar onu çok beğendiler ve hepsi yanına toplandılar.Onunla münâsebeti
arzu ettiler ve bir hediye olarak, onların büyüğü Ġt-Barak‟ın kadını huzuruna götürdüler.
Kadının bu erkekle konuĢması ve münâsebeti çok hoĢuna gitti. Çünkü kendisi kocası ile
temasda bulunamadığından çok kederleniyordu. Ġt-Barak‟ın karısı bu cinsî arzusu ve sevinci
yüzünden Oğuz‟un tarafına meyil gösterdi ve gizlice Oğuz‟a elçi göndererek “eğer düĢmanı
yenip ülkesini almak istiyorsanız tutacağınız yol Ģudur” diye bir haber gönderdi: “Demirden
dikenli çiviler yaptırınız ve askerlerinizden herbiri bu demir dikenlerden bir miktarını terkiye
bağlasınlar ve savaĢta bunları düĢman üzerine serpsinler. Fakat kendi atlarınızın ayaklarına
bu dikenli demir parçalarından bir zarar gelmemesi için uygun nallar yaptırmalısınız. Sonra
da düĢmanların burunları ve vücudlarının kenarları çıplak ve tutkalsız olduğundan oralarına
ok yağdırınız”. Oğuz bu durumu iĢitince çok sevinip memnun oldu ve bu” iki su arası”nı
kendisine üs edindi. Gemiler yaptırdı ve yakıĢıklı kimselerden Ġt-Barak‟ın kadınlarına arka
arkaya elçiler gönderdi. Kadınların çok yardım ettikleri bu elçiler, Oğuz‟a gerekli bütün âlet
ve malzemeyi yavaĢ yavaĢ temin edip hepsini Oğuz!a gönderdiler. Bazı kadınlar da bu
erkekleri çok sevdiklerinden onlarla birlikte döndüler. Bu yolla bu ülke alındı.”77

Her iki alıntının karĢılaĢtırılmasına gelecek olursak, Herodot anlattığı hikayenin


ayrıntılarına dâir fazlaca bir bilgi sunmasa da vermiĢ olduğu kıt bilgilerin bile Oğuz Kağan
destanında kimi karĢılıkları mevcuttur. Evvela Herodot bu olayın Kırım civarında vûku

77
Togan 1982:24-25
bulduğunu nakleder. Herodot‟un naklettiği hendek olayına birebir uyan coğrafya Strabon
tarafından üstte zikredilen Kimmericum adlı köydür. Zîra Strabon bu Ģehrin Azak Boğazı‟nı
hendek ve bir tepe aracılığıyla kapattığından bahseder.78 Kimmerlerden kaldığı çok açık olan
Kimmericum adlı Ģehir Herodot‟un anlattığı hâdisenin yaĢandığı coğrafyayı bünyesinde
barındırmaktadır. Dolayısıyla, Herodot‟un naklettiği hendek olayını Azak Boğazı
çevresindeki Kimmer halkı ile ilintili olarak ele almak icap edecektir.

Oğuz Kağan‟ın Ġt-Barak kavmi ile olan mücadelesi de Kırım çevresinde yâni Kimmer
ülkesi içerisinde meydana gelmektedir. Kimmer yurdu Bulgar bahsinde ayrıntılı olarak tetkik
edilecek olan Bulgar kavminin öz çekirdeğini oluĢturan Uturgur ve Kuturgurların doğduğu
topraklardır ve Cafer Tarihi adlı eser de Bulgar adını “köpek “baĢ” olarak açıklamaktadır.79

Grek yazarı Ġskitlere karĢı düĢmanların savunma amacıyla Tauris dağlarından, Palus-
Maiotis‟in en geniĢ olduğu yere kadar geniĢ bir hendek kazdılarından bahseder. Oğuz
Kağan‟da ise Ġt-Barak kavmi, adeta Ġskit hikâyesindeki hendeği hatırlatacak Ģekilde savunma
amaçlı olarak içerisine ak tutkal ve kara tutkalla doldurulmuĢ olan havuzlara girmektedirler.
Bir tarafta hendek öte tarafta havuz düĢmana karĢı bir nevi siper görevi görmektedir. Yâni
savunma amacıyla uygulanan taktik her iki anlatıda da hemen hemen aynıdır. Ġkincisi Herodot
aslında Ġskitlere dâir anlattığı hikâyede bizlere Ġskitlerin dilinin Türkçe olduğunu teyit eden
baĢka bir ipucu ve tarihsel bir veri sunuyor.

Dikkat buyurun, hendek olayının yaĢandığı coğrafya olan Kırım, Türkçe‟de “hendek”
demektir. XIV. Yüzyılda yazılan Türkçe eserlerden Rabguzi‟nin Kısas-ı Enbiya adlı eserinde
Kur‟an-ı Kerim‟deki “Uhdud” ifadesi Türkçe‟ye Kırım yâni “hendek” olarak çevrilmiĢtir.80
Kırım Ġskitlerin o coğrafyaya verdikleri ad demek olup, aynı zamanda Ġskit dilinde hendek
anlamına gelmekteydi. Azak Denizi adlandırmasının ilk öğesi olan Azak‟ın Türkçe‟de Özük
“oyularak havuz yapılan her yer”81 sözcüğü ile gayet iyi uyuĢtuğu kanaatindeyiz. Hendek
olayının Azak Denizi çevresinde yapıldığını dolaylı da olsa teyit eden bir diğer veri de budur.

Kıl-Barak anlatısına ilginç bir Ģekilde benzeĢen hikâyeyi Nibelungen destanında


bulmaktayız. Bu destanda Etzel(Attila)‟in evlendiği Kriemhild adlı soylu kadının eski eĢi olan
ve av sırasında tertip edilen bir tuzakla öldürülen Siegfried, genç yaĢında ormanda yaĢayan bir
ejderhayı öldürür. Öldürdüğü ejderhanın kanına parmağını bandıran delikanlı, parmağının
hiçbir kılıcın kesemeyeceği Ģekilde zırhla kaplandığını görür ve bunun üzerine sırtında
tesâdüfen bir ıhlamur yaprağının örttüğü küçük bir bölge haricinde tepeden tırnağa tüm
vücudunu ejderha kanına bular. Siegfried‟in en zayıf noktasının vücudundaki ejderha kanının
değmediği yer olduğunu öğrenen hasımları onu buradan avlayarak hayatına son verirler.82

Kıl-Barak erkekleri de Siegfried‟in kan ile zırh özelliğine sahip olması gibi havuz iĢlemi
ardından kumlarda yuvarlanmak suretiyle hiçbir silahın tesir edemediği bir mâhiyete
bürünmektedirler. Ancak bu halkın erkeklerinin de Siegfried gibi zayıf bir noktaları vardır.
Onlar da burunları ile vücudlarının kenarlarına aldıkları ok ile Oğuz Kağan‟ın ordusu
tarafından ortadan kaldırılırlar. Oğuz Kağan‟ın Hazar‟ın batı yakasına ait olduğunu teyit eden
delillerden biri de onun bu Cermen destanındaki akislerdir. Plano Carpini‟nin, Oğuz Kağan
Destanı‟nda geçen bilgilerle neredeyse birebir benzerlik arzeden Kıl-Barak halkına dâir

78
Strabo 1928:197
79
Bakshi 1993:III:158
80
Özcan 2006:29
81
DLT I:71
82
Nibelungen 2001:13, 53-54
naklettiği hikâyenin gerçekliğini Rus rahiplere dayandırması 83 Oğuz Kağan Destanı‟nın
sadece Cermenler değil aynı zaman da Ruslar tarafından bilindiğini göstermektedir.

83
Carpini 1966:60
II.BÖLÜM

SABĠR BAHSĠ

2.1.SUVARLAR, SABĠRLER ve GÖÇ HADĠSESĠ

Bu çalıĢma Sabir göçü ile alâkalı olarak gerek kendi sahasında gerek Macar göçünün hangi
güzergâhları izleyerek gerçekleĢtiği hususunda gerekse 9.yüzyıl Doğu Avrupa sahasında
yaĢayan halkların coğrafyalarının neresi olduğuna dönük tespitleri içeren Türkiye‟deki ilk
çalıĢmadır. Bu çalıĢmada bilim dünyasında ilk kez tarafımızdan ortaya atılan ve Macarların
göçü hususunda çıkıĢ noktamızı teĢkil eden Peçeneklerin Orta Asya‟dan göç ettikten sonra
Doğu Avrupa coğrafyasına BaĢkurdistan üzerinden dolanarak girdiği ve Doğu Avrupa
tarihinde etnik esrarı bir türlü çözülemeyen Sekel kavminin Peçenek göçü ile Doğu
Avrupa‟ya vardığı ve sonrasında Macar göçüne iĢtirak ederek bugünkü Macaristan‟a gittiği
yönündeki savlarımız delilleriyle kanıtlanacaktır.

2.1.1.Hudûd-ul el-âlem Eserinin Coğrafi Yansıması ve Lebedia

Meseleye Doğu Avrupa coğrafyasına iliĢkin bugüne değin yazılmıĢ en olağanüstü ve de


etkileyici çalıĢma olarak gördüğümüz Hudûd-ul el-âlem adlı eserinin tetkiki ile baĢlayacağız.
Bu kitap, çıkıĢ noktamız olan Macarların batıya göçü meselesinde önümüzü aydınlatan bir
kılavuz görevi görecektir.

DAI(Da Administrando Imperio)‟nın Volga ve Yayık Irmakları arasına Peçenekleri, Yayık


Irmağı‟nın doğu tarafına Oğuzları yerleĢtiren coğrafi betimlerden yola çıkıp Peçeneklerin
yurdunun hemen kuzeyine de Volga Bulgarlarını yerleĢtiren klasik coğrafi yorumlamalarının
tersine Hudûd-ul el-âlem meseleyi daha farklı değerlendirmemize imkan veren çok daha farklı
verileri barındırmaktadır. Bu veriler üzerine aĢağıda bulunacağımız tetkikler Lebedia‟nın Don
ve Donetz Irmakları arası olduğu görüĢünü1 daha farklı açılardan teyit edecektir. Macar ve
Sabir göçlerinin keza Sabirlerin etnik kimliğinin aydınlatılması yönünde en büyük katkıyı
sağlayacağını düĢündüğümüz Macarların Magna Hungaria (BaĢkurdistan)‟dan sonraki
Lebedia adlı sahayla ilintili coğrafyanın tespiti hususunda ilk baĢlangıç noktamız olan
Bulgarların yurduna dâir Hudûd-ul el-âlem adlı tarihi kaynakta Ģu betimlemeler zikredilir:
“Doğusu Mirvat, güneyi Gürz Denizi, batısı Saklablar, kuzeyi Rus Dağlarıdır…” Bulgarların
doğusuna yerleĢtirilen Mirvat ülkesi içinse Ģu cümlelere yer verilir “ Bu ülkenin doğusunda
dağlar ve bir kısım Hazar Peçenekleri, güneyinde bir kısım Hazar Peçenekleri ve Gurz
Denizi, batısında Gurz Denizinin bir kısmı ve Ġç Bulgarlar, kuzeyinde Bulgarlardan bir kısım
ve Vanandar dağları bulunur…” ve Hazar Peçeneklerinin ülkesi de Ģu Ģekilde tasvir edilir
“Bunların doğusunda Hazar dağı, güneyinde Alanlar, batısında Gürz denizi, kuzeyinde
Mirvat ülkesi yer almaktadır…”

Üstte zikredilen Gürz Denizinden kasıt Karadeniz ve onun kuzey uzantısı Azak Denizi‟dir.
Bu bahsolunan tarihi eser açık bir Ģekilde 9.yüzyıla ait Doğu Avrupa coğrafyasının bir
betimlemesini sunuyor. Ġleriki sayfalarda daha tefarruatlı bir biçimde ele alınacak Büyük
Bulgaristan‟ın kurulduğu yer meselesi ile alâkalı olarak Hudûd-ul el-âlem burada çok önemli
bir mantıki veri sunuyor ve de Ģu türden bir sonuç çıkarmamıza imkan veriyor.
1
Pritsak 1976:30; Brook 2006:140; Fodor 1986:218
ġayet Bulgarlar o dönemde Kafkasya‟daki Kuban boylarında devlet kurmuĢ olsalardı Gürz
Denizi onların batısında kalacaktı güneyinde değil. Hâlbuki, Gürz Denizi‟nin kendilerine
göre batıda kaldığı topluluk Ġç Bulgarlar olması gerekirken muhatap alınan topluluk Hazar
Peçenekleridir. Hazar Peçeneklerinin Alanların kuzeyinde kalması da onların yaĢadığı sahanın
doğal olarak Kuban boylarını içine alan bir coğrafyaya tekâbül ettiğine Ģahitlik eder. Kuban
boylarında o sıralar Hazar Peçeneklerinin var olduğunu Mirvat ülkesinin coğrafi koordinatları
da desteklemektedir. Zikrolunan eserde Mirvatların yurdunun hem güney hem de batı
istikametten Gürz Denizi ile sınırdaĢ olduğu ima ediliyor. Böylesi tasvire uygun düĢebilecek
tek coğrafya ancak Azak Denizi‟nin en kuzey ucudur. ġayet bir ülkenin Azak‟ın en kuzey
ucunda ve kuzeydoğu kesiminde, Don ırmağının Azak Denizi‟ne döküldüğü delta çevresinde
bir toprağı var ise o ülke Azak‟a yani Gürz Denizi‟ne hem güney hem de batı yönünden sınır
teĢkil edebilir. Dolayısıyla, Mirvat ülkesi açık bir Ģekilde Don ırmağının Azak Denizi‟ne
döküldüğü kesimin hem batı hem de bir derece güney taraflarını kapsamaktaydı. Ġç
Bulgarların ülkesi onların daha batısında Azak‟ın hemen üst tarafında kalırken, Hazar
Peçenekleri daha güneyde Azak‟ın doğusu boyunca yaĢamaktaydılar.

9.yüzyılda Bulgarların nerede yaĢadıkları bir tartıĢma konusu olmasına karĢın onların
mesken tuttukları sahanın Azak‟ın üst tarafında olduğunu bilim dünyası içerisinde kanıt
getirerek iddia eden ilk kiĢiyizdir. Ġç Bulgarlardan kasıt Bulgar bahsinde daha yakından tetkik
edileceği üzere, aynı dönem zarfında Konstantine Phorphyrogenitus tarafından Kara
Bulgarlar2 olarak anılan topluluktur. Kara Bulgarların 8. ve 9. yüzyıllar içerisinde Azak‟ın
hemen üst tarafında olduğu görüĢümüz bu çıkarımımızı kendisiyle paylaĢtığımız, Bulgarların
aynı dönem zarfında Kafkasya‟da olduğu görüĢünün tartıĢılmaz bir Ģekilde savunucularından
olan sayın Karatay tarafından da kabul edilmiĢtir.3

Hudûd-ul el-âlem coğrafyasının Mirvat ve Hazar Peçeneklerine dâir verdiği bilgilerden


Ģüphe duyulabilir. Fakat bu mâlumatlarla aynı paralel de baĢka veriler ve bu mâlumatlardan
yola çıkılarak ulaĢılacak tarihi gerçeklikler var. Aynı eser Mirvatlardan daha ayrıntılı olarak
Ģöyle bahseder: “…Bunlar Hristyan olup iki dil konuĢurlar: Arapça ve Rumi diller. Araplar
gibi giyinirler. Türkler ve Rumlarla iyi geçinirler. Çadırlar ve hargahları vardır.”4

Arap ve Rumların bu coğrafyada yer almasının muhtemel sebebi köle ticareti olmalıdır.
Aynı eser Arap ülkelerine getirilen Hazar esirlerinin çoğunun Hazar Peçenekleri olduklarını
söylüyor.5 Hal böyle olunca Mirvat ülkesinin coğrafi olarak köle ihtiyacını rahatlıkla
karĢılayacak bir konumda bulunduğu hemen ortaya çıkmaktadır. Herhalde aynı muhit o
dönem zarfında özerk bir ticaret sahası idi. Arapların buradaki bulunuĢuna bir diğer
göndermeyi Mesûdi‟de bulmaktayız. Mesûdi Ģu türden bir olayı nakleder: “…Müslümanlar
ġam hudutlarından biri olan Tarsus‟tan Sugur emiri Zülfi diye tanınan Selm el-Hadim ile
onun emrindeki ġamlılar ve Basralıların gemileriyle 312 yılında gaza yaptıkları,
Konstantıniyye Boğazını ve Akdeniz‟den çıkıĢı olmayan baĢka bir boğazı geçtikleri ve
Fendiyye ülkesine ulaĢtıkları zaman, Bulgarlardan bir gurup yardım etmek için onların
yanına gelmiĢlerdir. Bu, bizim Bulgarların akınlarının Akdeniz‟e kadar vardığı hususundaki
anlattıklarımıza delildir. Bahsedilen Bulgarlardan bir birlik Tarsusluların gemilerine binerek
onlarla Tarsus‟a geldiler”.6
2
DAI 1967:187
3
Karatay 2010:112
4
Minorsky 2008:68
5
A.g.e.,69
6
A.g.e.,48
Arapların Konstantıniye Boğazı‟nı geçtikten sonra geçebilecekleri tek boğaz Azak
Boğazı‟dır. Dolayısıyla, Fendiyye adıyla andığı coğrafya Mirvat‟larla bağlantılı gözüküyor.
Arapların bu coğrafyadaki varlığını teyit eden diğer bir delil bu ülkenin civar sahalarında
ortaya çıkartılan Arap sikkeleridir.7 Hudûd-ul el-âlem coğrafyası aynı zamanda Bulgarların
çevresindeki komĢularıyla ticari iliĢkiler içerisinde olduğunu kaydediyor.8 Bu sebepten,
Bulgar ve Araplar arasında bir ticari iliĢkinin varlığına inanmak için her türlü neden vardır.

Aynı eserde Barazas (Baradhas) Ülkesi Ģu Ģekilde tasvir edilir: “Doğusu Atil Nehri, güneyi
Hazarlar, batısı Venender, kuzeyi Türk Peçenek (Becenak)‟lerdir.”9
Venender ülkesi ise Ģöyle betimlenir: Doğusu Barazas (B.radhas), güneyi Hazarlar, batısı
dağlar, kuzeyi de Macğariler (Macarlar)‟dir.10
Hazar ülkesi: Ülkenin doğu tarafında dağlar ve deniz arasında bir sur uzanmaktadır.
Diğer tarafında deniz ve Atil Nehri‟nin bazı kısımları bulunmaktadır. Güneyi Serir, batısı
dağlar, kuzeyi ise Brazas ve Nenender (Venender)‟dir.”11 Ģeklinde tarif edilir.
Venender ülkesinin batısına düĢen dağ, Don Irmağı‟nın Azak Denizi‟ne döküldüğü kısmı
merkez tutmuĢ Mirvatların doğusuna düĢen dağdır. Bu dağ için tek seçenek günümüzde
Kafkasya içlerinden doğup, güney-kuzey yönlü akarak Don Irmağına karıĢan Maniç
Irmağı‟nın hemen doğusuna düĢen Salsk-Maniç Sırtları‟dır.
Bu sırtlardan Gerdizi de bahseder ve Hudûd-ul el-âlem‟deki mâlumatları tasdik edecek
Ģekilde Ģunları söyler “…Macarlar nehrin kıyısında oturdukları için Nenderleri görürler.
Nenderlerin alt tarafında nehrin kıyısında büyük bir dağ vardır. Bu dağın sırtından bir su
çıkar. Bu dağın eteğinde hristyanlardan bir kavim yaĢar. Bunlara Mirvat derler. Bunlarla
Nenderler arasında bir günlük yol vardır. Bunlar kalabalık bir kavimdir. Bunların elbiseleri
Arapların elbiseleri gibi sarık, gömlek ve cübbeden ibârettir…”12

Görüldüğü üzere, aynı coğrafyadan bahseden her iki kaynağın (Hudûd-ul el-âlem ve
Gerdizi) sunmuĢ oldukları veriler birbiriyle uyuĢmaktadır. Nenderler yani Onogurlar Salsk-
Maniç Sırtları‟nın hemen bitiĢiğinde ve de Don Irmağı‟nın güneyinde yaĢamaktadırlar.
Macarlar ise Don‟un kuzey taraflarını îskan etmektedirler.

Hem Hudûd-ul el-âlem hem de Gerdizi‟nin malumatları ıĢığında Mirvatlara âit dağ
silsilesinden doğu istikamette yer alan Ġdil Irmağı‟na varıncaya kadar uzanan saha dâhilinde
önce Venenderlerin onların hemen ardından da Baradasların meskûn oldukları
söylenebilmektedir. Çünkü aynı eserde Baradasların yaĢadığı coğrafyanın sınırı Ġdil
Irmağı‟nda sona ermektedir. Bu sebepten, Baradasların yurdu birebir bugünkü Kalmukistan
coğrafyasına çıkar.
Zikri geçen eserin diğer halklara dönük betimlemeleri de Ģöyledir:

7
Artomonov 1962:322
8
ġeĢen 1985:68
9
Minorsky 2008:123
10
A.g.e.,123
11
A.g.e.,122
12
ġeĢen 1985:84
Rus ülkesi: Bu ülkenin doğusu Peçeneklerin dağları, güneyi Ruta Nehri, batısı Saklablar,
kuzeyi ise kuzeyin gayri meskûn topraklarıdır.13
Macar ülkesi: Macar ülkesinin doğusunda bir dağ vardır. Güneyinde ise Venender denilen
Hıristyan bir kabilenin yaĢadığı topraklar bulunmaktadır. Kuzeyi ve batısı ise Rus
bölgeleridir.14
Peçenek ülkesi “Bu ülkenin doğusu Guz sınırları, güneyi Burtas ve Barazas sınırları, batısı
Macğari ve Rus sınırları, kuzeyi Rusa nehridir.”15
Burtas (Bulgar) ülkesi hakkında: Doğu ve güneyi Guz, batısı Atil Nehri ve kuzeyi de
Peçenek ülkesidir.16
Venenderlerin yani Onogurların kuzeyine düĢen coğrafyada Macarlar yaĢamakta idiler.
Macarların doğusuna düĢen dağ aynı eserde Rus ülkesinin doğu sınırında yaĢayan ve Peçenek
Dağları olarak geçen coğrafi oluĢumdan baĢkası değildir. Bahsi geçen kaynak Ruta adında bir
nehrin Peçenek, Macar ve Rusların arasındaki sınırda bulunan bir dağdan çıkarak Rus
sınırlarına girdiğini buradan Saklab bölgesine akarak orada Hurdab Ģehrine ulaĢtığını
nakleder.17
Rus Nehri için kullanılan ifâdeler de aynen Ģöyledir: “Bir diğer nehir, Saklab ülkesinden
çıkan ve Rus sınırlarına varıncaya kadar doğuya doğru akan Rus Nehri‟dir. Daha sonra bu
nehir, Ruslara ait olan Urtab, Salab ve Kuyafe Ģehirleri ile Hıfçah (Kıpçak) sınırlarının
kenarından geçer. Daha sonra yönünü değiĢtirir ve Peçeneklerin (Becenak) sınırları
istikametinde güneye doğu akarak Atil Nehri‟ne dökülür.18 Bu ırmak Rusların güney tarafına
düĢmektedir.
Saklap ülkesi ise “Bu ülkenin doğusu Ġç Bulgarlar ve Rus‟un bazı kesimleri, güneyi Gürz
Denizi‟nin ve Rum‟un bazı kesimleri, batısı ve kuzeyi kuzeyin meskûn olmayan ülkelerinin
çölleridir.”19 Ģeklinde tasvir edilir.
Hudûd-ul el-âlem görüldüğü üzere Ruta Nehri ismi altında, Azak Denizi‟nin kuzeyini (Don
ile Dinyeper arası) mesken tutmuĢ Bulgarların hemen batısında kalan Saklap yurdu ile Macar,
Peçenek ve Rus coğrafyalarının arasındaki bir dağdan akıĢına baĢlayan ve Karadeniz‟in
hemen kuzeyindeki Saklap ülkesinden geçmek suretiyle Karadeniz‟e dökülen ırmaktan
bahsediyor. Ortaçağ‟da Don ve Ġdil‟in Ģimdiki Volgagrad kenti yakınında birleĢip ayrıldığı
yaygın bir inançtı.20AĢağıda Bulgar bahsinde de göreceğimiz üzere Ruta Kuphis Irmağı‟ndan
baĢkası değildir ve bu ırmak da Don ve Ġdil‟in birleĢtiği Hippos Dağı‟ndan doğup Hudûd-ul
el-âlem‟de Saklap toprakları için çizilmiĢ bir coğrafya içerisinden geçerek sularını
Karadeniz‟e boĢaltmaktadır. Bu çıkarımımız Macarların doğusundaki dağın Hippos yani At
Dağı olduğunu tahmini olarak değil tam manası ile birebir doğrulamaktadır.
Dolayısıyla, Hippos (At) Dağı Peçenekler, Ruslar ve de Macarlar arasında bir sınır teĢkil
etmekteydi. Peçeneklerin batı sınırının At Dağı olduğunu tasdik eden bir diğer veri Baradas
coğrafyasıdır. Çünkü Baradas ülkesinin en doğu ucu Ġdil Nehri‟nde son bulmaktadır. Bu

13
Minorsky 2008:120
14
A.g.e.,56
15
A.g.e.,55
16
A.g.e.,123
17
A.g.e.,6
18
A.g.e.,75
19
A.g.e.,119
20
Rona-Tas 2000:10
sebepten, Peçeneklerin en batı kesiminin günümüz Kalmukistan topraklarının üst tarafına
yerleĢmiĢ olduğu sonucu ortaya çıkar. Aynı eser ıĢığında Baradasların Peçeneklerin
güneyinde kalması, Peçeneklerin ancak At Dağı'nın bulunduğu muhiti iĢgal etmeleriyle
mümkün olacaktır.
Son alıntıda zikredilen Rus Irmağı‟nın Saklab bölgesinden doğup Atil Irmağı‟na
döküldüğü mâlumatı Atil Irmağı‟nın aynı zamanda Volga değil Don Irmağı‟nı da imlediğini
ortaya koymaktadır. Çünkü Ģayet burada zikredilen Atil‟den kasıt Volga olmuĢ olsaydı daha
batıdan doğup doğu istikametinde akan bir ırmağın Volga ile birleĢebilmesi için evvela Don
Irmağı‟nın çıktığı kaynağın kuzeyini dolandıktan sonra daha doğudaki Volga‟ya sularını
dökmesi gerekirdi ki, bu hiçbir Ģekilde mümkün değildir ve Doğu Avrupa coğrafyasında
böylesi bir güzergâhı katederek Volga ile buluĢan hiçbir ırmak yoktur. Dolayısıyla, Atil izâfi
bir ırmak adıdır ve ona dökülen Rus Irmağı ancak ve ancak Donets olacaktır.

Hudüd-ul El-Alem’e Göre Doğu Avrupa-I

Rusiya(Rus) Irmağı‟ndan Arab coğrafyacı El-Ġdrisi de bahseder ve bu hususta Ģunları


söyler: “Altı büyük nehir sularını üstte adı geçen Rusiya(Rus) Irmağı‟nın suyu ile
birleĢtirirler; onların kaynakları Ripean Dağlarındadır.”21 Ripean Dağları‟nın klasik
yorumlama teĢebbüsleriyle Ural Dağları olduğunu gösteren çalıĢmaları burada
zikretmeyeceğiz fakat aynı dağa dâir en ilginç ipucu Jordanes‟den gelir. Got tarihçisi Tanais
Irmağı‟nın doğduğu ve döküldüğü yeri açıklarken Ģöyle bir ifadede bulunur. “Tanais adı ile
ben Rhipaeian dağlarından aĢağı akan ırmağı kastediyorum” 22der ve hemen akabinde
“BaĢkaları için Tanais, Khrinni dağlarından doğup Kaspian (Hazar) Denizi‟ne dökülen

21
Pritsak 1974:24
22
Jordanes 1915:62
ırmaktır.”23 diye ek bir bilgi sunar. Jordanes‟in naklettiği Khrinni Dağı aĢağıda Büyük Bulgar
bahsinde daha ayrıntılı bir Ģekilde tetkik edileceği üzere Ananias ġirakeci‟nin eserindeki
Keraunian24 Dağı‟nın yâni Hippos (At) Dağı‟nın ta kendisidir. Nitekim, her iki adlandırma
arasındaki bariz sesçil benzerlik de coğrafi aynilik dıĢında bunu açıkça ifĢa ediyor. Jordanes
esâsen bu tefarruatla bir gerçeği yâni Khrinni ile Rhipaeian Dağları‟nın aynı dağ olduğunu
farkında olmaksızın açıklamıĢtır. Don ve Ġdil‟in At Dağı‟nda birleĢip ayrılarak farklı
istikametlere aktığı yaygın bir Ortaçağ inancı olduğundan Don Irmağı Hippos Dağları‟nı
geçtikten sonra güneybatı yönüne sularını çevirerek Azak Denizi‟ne, Ġdil ise aynı dağdan
güneydoğu istikametine kıvrılarak Hazar Denizi‟ne sularını boĢaltır. Simon Kézai‟nin Macar
yıllığı Don Irmağı‟nın Ġskitya‟da doğduğunu, bu ırmağa Macarların Etul adını verdiklerini
fakat aynı ırmağın Rifean Dağları‟nı geçince Don ismini aldığını söyler. 25 Kézai‟nin
eserindeki bu veri de Rifean Dağlarının At Dağı olduğunu tasdik etmektedir.

Görüldüğü üzere, Hudûd-ul el-âlem‟in mâlumatlarıyla kanıtlamıĢ olduğumuz Rus


Irmağı‟nın Donetz Irmağı olduğu verisini El-Ġdrisi‟nin zikrettiği bilgilerden Rus Irmağı‟nın
Donetz olduğu yönünde yapılmıĢ çıkarım da26 doğrular.

Donetz havzasının Lebedia olduğuna inanan Pritsak, Ġdrisî‟nin zikrettiği Rus Irmağı
havzası içerisinde yer alan Nb‟ryh adlı ülke isminde Lebedia‟yı görür ve bunu Proto-Bulgarca
–l harfinin Moğolca –n harfine karĢılık gelmesinden ve yine 8. Yüzyıl –Bulgarcasında –d
harfinin hece sonunda ve bir sesli önünde –r harfine dönüĢmesi kuralından yola çıkarak aynı
adlandırmayı Lebedia olarak tasarlar.27 Pritsak‟ın bu noktada Moğolca‟ya baĢvurması onun
Sabirlerin köken itibari ile Moğol olduğuna ve Macarlığın oluĢumunda ana kaynak vazifesi
gördüğüne inanıp, tarihi kaynaklarda Juan-Juan‟ların yönetici adı olarak geçen Mu-jung ya da
diğer Ģekliyle Mu-yü kên biçimlerini Macar kavim adı ile bağlantılı görmesinden
kaynaklanmaktadır.28 Üstad Pritsak‟ın savunduğu iddianın hiçbir ilmi zemini olmadığı gibi
Juan-Juan kavim adı bile ancak Türkçe izah edilebilir.

Wei-shu adlı Çin yıllığı Juan-Juan‟ların Tung-hu kökenli olduğunu ve yönetici uruğunun
isminin, T‟opa Shen Yüan (Lieh-wei, 220-277) zamanında bir Wei atlısı tarafından ele
geçirilen bir köle olan ataları Yü-chiu-lü‟den geldiğini söyler. Sonra, bu köle kendi ismini
hatırlamadığından, kendisine “kafa kelleĢti” anlamına gelen Mu-ku-lü (yâniMukri29) isminin
verildiği hikayesini anlatır.30Aynı yıllık Juan-Juan‟ların Tung-hu (Tunguz) kökenli olduğunu
ve bir T‟o-pa yağmacısının lâkabı olarak geçen bu sözcüğün “kabak kafalı, dazlak” anlamına
geldiğini nakleder.31 Tekin bu sözcüğü Shiratori‟ye uyarak “kör, küt, yuvarlak, boynuzsuz”
anlamlarına gelen Moğolca muxur < muqur sözcüğü ile bağlantılı ele almıĢtır.32Ancak,
Moğolca sözcüğün verdiği manalar ile Çince kaynağın bahsettiği anlam arasında hiçbir
benzerlik yoktur. Aksine, kelimenin Türk dünyası içerisindeki karĢılığı Moğolca biçimden
çok daha tutarlıdır.

23
A.g.e.,62
24
Ananias 1992:55
25
Simon 1999:21
26
Pritsak 1974:24
27
A.g.e.,27
28
A.g.e.,28-30
29
Tekin, 1993:31
30
Golden, 1992:77
31
Tekin 1993:31.
32
A.g.e.,31
Yakutça‟da “kel” anlamına gelen mocu(uğ)nnağh adlı bir sözcük vardır.33 Bu Yakutça
kelimenin kökeni “kellik” demek olan mocun, moncuğn ve moncundur. Sondaki -nağh eki
aslında Türkçe –lık,-lik,-luk gibi yapım eklerinin Yakutça‟daki karĢılığıdır. Yakutça‟da yapım
eki olan +laax, +leex eklendiği kelimenin sonu –m, -ŋ, -n ile bitiyorsa +naax, +neex, +noox,
+nööx biçimlerine döner.34 Nitekim, Pekarskiy sözlüğünde bahsi geçen kelimenin önüne
“mocu(uğ)n+lah‟tan” Ģeklinde bir açıklama koymuĢtur. To-pa dilindeki muhkuhlu(k) biçimi
*mocuğnluh < mocuuğnlah < mocuuğnnağh kelimesi ile çok daha mükemmel bir koĢutluğa
sahiptir ve sözcüğün Moğolca değil Türkçe olduğunu gösterir. Bu halkın köken itibariyle âit
olduğu Tunguz kavim adı bile kanaatimizce Türkçe kökenlidir ve de Türkçe‟de tıngır “kel”35
sözcüğünün r>z geçiĢi almıĢ halidir. Mocuğnağh ve de tunguz < tungur <tıngır* anlam
itibariyle aynı noktada birleĢmektedirler.

Pritsak, Konstantine Phorphyrogenitus‟un Macarların Don boylarında yurt tuttukları


dönemle alâkalı zikrettiği “…ġimdi bu yerde, mezkûr Lebedia‟da, aynı zamanda Khingilous
da denen Khidmas adlı nehir akar.”36 mâlumatındaki Khingilous Irmağı isminde Don
Irmağı‟nı görür ve etimolojik olarak bu ırmak adını yine Moğolca açıklamaya çalıĢır.
Konstantine‟nin eserinin bir diğer yerinde Syngoul37 olarak geçen baĢka bir ırmağı Khinguoul
ile eĢleĢtiren yazar Plinius Secundus‟un eserindeki Don Irmağı‟nın adı olarak kaydedilen
Sinus‟un ilk hecesini Syngoul Irmak adının ilk hecesi Syn ile özdeĢleĢtirir ve ikinci hecede
geçen goul biçimini ise Moğolca ırmak manasına gelen gol sözcüğüne bağlar.38 Pritsak‟ın
Macarların sözde Moğol kökenine dönük akrabalık takıntısı burada da kendini baskın Ģekilde
hissettirmektedir. Goul hecesi için pekçok Fin-Ugor eĢitlikler sürülebilir. Züryance kõla, kola,
“bir gölün ya da ormanlık gölün küçük ağız noktası”,Vogulca keeli “bataklık”, Ostyakca
kõlǝg “bir çeĢit bataklık” Selkup Samoyedcesi keel, kuel “bir gölün ya da ırmağın koyu,
körfezi.”39DLT‟de zikredilen kewli “ırmak ağzı”40 sözcüğü de bunlarla ilintilidir.

Gesta Hungarorum Macarların ve Hunların atalarının yaĢadığı sahayı “Meotis Bataklıkları”


olarak gösterir.41 Ġleriki sayfalarda bataklık adlandırmasının tamamıyla göreceli bir ifade
olduğu ve bu adlandırmadan kastın ancak Don Irmağı ve Azak Denizi olduğu görülecektir.
ġahsi kanaatimiz Khingil Irmağı adına “Don Bataklığı” yâni “Don Irmağı” manasının
yüklendiğidir. Gil hecesinde bataklık manası saklıdır ve Khingil gerçekte “Don bataklığı”
diğer bir deyiĢle “Don Irmağı” demektir. Fince‟de suo, Estonca‟da soo bataklık manalarına
gelir. Her iki sözcük Kazan-Tatar Türkçesi‟ndeki su(suv) (“1.su,2.akarsu, dere, ırmak, 3.nem,
ıslaklık,4.meyve suyu”)42, Hakasça‟da suğ (“1.su,2.ırmak”)43 ve Türkçemizdeki su
kelimeleriyle aynı kökten gelirler. Ġngilizce sea, Almanca see “göl”, Ġzlanda‟ca sjó “deniz”,
Ġsveçce sjó “göl”, Danca sø “göl” biçimleri de bununla alâkalıdırlar. Görüldüğü üzere,
bataklık ile ırmak arasında bir bağlantı söz konusudur ve gil hecesininin bataklık üzerinden
ırmak anlamını taĢıdığı üstteki sözcükler de teyit etmektedir.

33
Pekarskiy 1945:636
34
KiriĢçioğlu 1999: 45
35
DS X:3915
36
DAI 1967:171
37
A.g.e.,185
38
Pritsak 1976:22-23
39
Collinder 1955:22
40
DLT III:442
41
Simon 1999:17
42
Öner 2009:244
43
Naskali 2007:467
Bununla birlikte, Khingil sözcüğünün etimolojik değerlendirmesi konusunda elzem
bulduğumuz baĢka bir çözüme de değinmeliyiz. ġiraklı Ananias eserinde nereden doğduğunu
zikretmediği, Azak Körfezi‟ne doğru aktığı gözüken bir ırmağın adını Korax olarak verir ve
bu adın “karga” manasına geldiğini söyler.44 Ancak Ģunu hatırlatmakta fayda var ki,
Ananias‟ın çalıĢmasında çok yoğun bir Ģekilde Ptolemeus‟un etkisi görülür. Nitekim, onun
eserindeki Korax Irmağı gerçekte Ptolemeus‟un kendi kitabında Korax Dağı‟ndan doğarak
Karadeniz‟e döküldüğünü söylediği Korax45 adlı ırmaktan baĢkası değildir. Her ne kadar
Ptolemeus Korax adı ile Kafkas Dağ sırasının Azak Denizi‟ne bakan en batı ucunu ifade etse
de onun bu ad altında kastettiği coğrafi oluĢumun At Dağı olduğu aĢağıda müĢahade
edilecektir.

Korax Yunanca‟da “karga ve karabatak” demektir. Fakat bu Yunanca biçim Türkçe karga
sözcüğünün ÇuvaĢça biçimi olan kurak46 ile mükemmel uyuĢur. Yunanca‟daki bu sözün aslı
Türkçe olmalıdır. Ananias‟ın çalıĢmasında Don Irmağı‟nın adı Tana(is) olarak geçtiği için
Korax aynı bölgedeki Donetz‟in adı olabilir. Yunanca Korax özellikle de onun ÇuvaĢça
koĢutluğu olan Kurak biçimi Donetz nehrinin Herodot çağındaki adı Hyrg(is) (Tarih, IV-57)
ile rahatlıkla uyuĢur Kurak>Kurk <Hyrg. KuĢ temelinde Vogulca‟da kỡrak “kartal”47,
Çağatyca‟da karagu “bir tür Ģahin”48, korgi “kartal”49 vb. sözcükler de burada anılmalıdır.
ġayet Donetz Irmağı‟nın adında bir karga manasını arayacak olursak, Khingil biçiminin ilk
hecesi khing, Çağatayca‟da karga için kullanılan tâbirlerden biri olan konk50 ise mükemmel
uyuĢur. Sondaki uol ise Türkçe‟de ırmak manasına gelen yıl ya da il sözcükleri ile
karĢılanabilir khingil >konkyıl. Derleme Sözlüğü‟nde geçen Gonguluk “baykuĢ”51ile Khingil
arasında bir iliĢki de kurulabilir ancak sondaki –uk fazlalığının açıklanma zorunluluğu vardır.
Bu ekin Türkçe küçültme eki –uk olması gayet olasıdır. Hyngoul‟un Don‟a değil Donetz‟e bir
gönderme olması pekâlâ mümkündür. Aynı ırmak adı üzerine yapmıĢ olduğumuz iki
açıklamadan ilkinin gerçeği yansıttığı kaanatindeyiz.

Magister P. Adlı biri tarafından 1205 yılında kaleme alınmıĢ eski bir Macar yıllığı
Macarların Don bataklıkları çevresinde yaĢadıklarından bahseder ve burayı Dentumogeria
olarak adlandırır. Aynı eser adı geçen ülkenin öte tarafında Don adında büyük bataklıklara
sâhip bir ırmağın mevcudiyetinden ve bu ırmağın bulunduğu mansabda olağanüstü bollukta
samur kürklerin var olduğundan bahseder.52 Bu ek bilgi Jordanes‟in kürk ticareti ile meĢgul
olduklarını bildirdiği, Don Irmağı‟nın bitiĢiğindeki Onogur53 ülkesine bir göndermedir.
Zikredilen eserde ilginç bir veri daha vardır. Dentumoger yurdunun doğu tarafında, komĢu
Ġskitya‟da Gog ve Magor (“Ye‟cüc ve Me‟cüc) halkları yaĢarlar ve bu iki halkın etrafları
Büyük Ġskender (Alexander) seddi tarafından çevrelenmiĢtir.54 Bahsolunan set Ptolemeus‟un
Hippik yâni At Dağı‟nın bitiĢiğine (güneybatı) konuĢlandırdığı Alexandri(Ġskender)

44
Ananias 1992:52
45
Ptolemy 2011:121
46
Bayram 2007:119
47
Collinder 1955:79
48
Kúnos 1902:120
49
DS XII:4565
50
Kúnos 1902:134
51
DS VI:2101
52
AMR 2010:5,7
53
Jordanes 1915:60
54
AMR 2010:7
Colomnae55 adlı yapıdan baĢkası değildir. Bu mâlumat Dentumoger ülkesinin en doğu
kesiminin Hippos(At) Dağı olduğunu teyit eden bir baĢka bilgidir. Hippik Dağı‟nın hemen
güneybatısı Don boyundaki Sarkel kalesinin inĢaa edildiği muhite çıkar. Ancak Sarkel
Ptolemeus‟un döneminden çok daha sonraları kurulmuĢ bir Hazar kalesidir ve ondan evvel bu
topraklarda böyle bir yapının olduğundan Skylitzes de dâhil olmak üzere herhangi bir kaynak
bahsetmez. Ġbn Hurdazbih Abbasi halifesi El-Vâsık‟ın(842-847) rüyasında Ye‟cüc ve Me‟cüc
seddinin yıkıldığını gördüğünü, bunun üzerine çevirmen Sellâm‟ı seddin yıkılıp yıkılmadığını
teftiĢ için gönderdiğini, Sellâm‟ın Kafkasya üzerinden geçerek seddi teftiĢ ettiğini sonra da
Orta Asya üzerinden tekrar geri döndüğünü yazar.56 Muhtelif kaynaklarda bu sed adı altında
birden fazla coğrafyada birden fazla yapıya göndermeler olsa da onlardan birisinin Don boyu
olması muhakkaktır. Üstelik Hurdazbih Sellâm‟ın uğradığı seddin yanında Arapça konuĢan
bir halkın57 varlığından da bahseder ki, bu Hudûd-ul el-âlem‟in de doğruladığı üzere Sarkel
kalesinin inĢa edildiği Don boyundaki Onogur ülkesinin hemen yanıbaĢına konuĢlu Mirvat
ülkesindeki Arapça konuĢan topluluğu akla getirir.
Pritsak, Dentumoger adlandırmasını Dentu ve Moger olmak üzere iki kısma ayırır. Ġlk
kısımdaki Den hecesinin Don Irmağı olduğuna inanan yazar tu hecesi için uygun ve tatminkâr
bir açıklama sunmaz.58 Rásonyi ise aynı adlandırmayı Den-tö-Moggeria (Don Nehri mansabı
Macaristan‟ı) olarak açıklar.59Fakat tu/tö sözcüğünün Fin-Ugor dillerinde ırmak anlamına
gelen doğrudan bir karĢılığı namevcuttur. Don Irmağı‟nın ismi Evliya Çelebi‟nin
seyahatnamesinde Ten Suyu olarak geçer.60 Dentu adlandırması Ten Suyu‟nun birebir
karĢılığı durduğundan Tu hecesinin anlam itibariyle Su ile özdeĢleĢtirilmesi gerekir. Tu hecesi
t>s geçiĢi üzerinden Türkçe‟de ırmak anlamını da veren Su kelimesinin karĢılığı olabilir. Bu
fârâzi yaklaĢımları bir tarafa bırakıp mevcut literatürü tarayacak olursak, tu biçiminin
Klavdiya Zakharovna Plotnikova-Andzhighatova adındaki son konuĢanının 1989 yılında
hayata gözlerini kapaması neticesiyle Sayan Samoyed dillerinin artık ölmüĢ bir lehçesi haline
dönüĢmüĢ Kamasça‟nın yazıya geçirilerek kurtarılabilmiĢ dil yâdigarlarından olan tu “(ırmak)
kolu”61 sözcüğünden baĢka bir Ģey olmadığını söyleyeceğiz. Yâni Dentumogeria “Don Kolu
Macar Ülkesi” anlamına gelmektedir. Don kolu‟ndan kasıt Don Irmağı‟nın esas kolunu
oluĢturan Donets Irmağı olabileceği gibi burada kastedilen Ģey belki de Don ve onun kolunu
teĢkil eden Donets arasındaki sahaya dönük bir adlandırmadır. Bu adlandırmanın vermiĢ
olduğu mana “Donetz mansabı Macar Ülkesi” olmalıdır. Fakat biz bilim dünyasından ayrı
olarak bu adın asla tek bir ülkeyi imlediği kanaatinde değiliz. Bizim savımız Dentumogeria
adına hem Lebedia hem de Etelközü ülke isimlerinin serpiĢtirildiğidir. Nitekim, durumun
çizdiğimiz Ģekilde olduğu Etelközü bahsinde görülecektir.
Bu arada Don Irmağı‟nın ismi olan ve tarihi kaynaklarda Tana(is) olarak geçen
adlandırmanın sadece Hint-Avrupa dilleri içerisinde karĢılığı olduğu fikrini burada yeri
gelmiĢken irdelemek gerekir. Anadolu Türkçesinde “çiğ, nem” anlamına gelen iba sözcüğü
Türkçe ile bağlantılı Bask dilinde ibai “nehir, ırmak” kelimesinde yaĢamaktadır.62 Bu
sebepten tan ya da Çelebi‟deki biçimiyle ten adlandırmasının Türkçe‟de “nem, çiy”
manalarına gelen ten ÇuvaĢça‟da tan “ ilkbaharda ve sonbaharda göl ve ırmakların üzerinde

55
Ptolemy 2011:121
56
Ġbn Hurdazbih 2008:140-145
57
A.g.e.,141
58
Pritsak 1976:23
59
Rásonyi 1971:120
60
Çelebi 2011:693,743
61
Collinder 1959:62
62
KoĢay 1972:76
görülen su”63 ve Eski Türkçe‟de tengiz “deniz” adlandırmasının ilk hecesi olan Teng>Ten
biçimleri Don Irmağı adı ile ilintilidirler ve bu adın Türkçe bir köken akrabalığı tartıĢılmazdır.
Tekrar meseleye dönecek olursak, Baradaslar Ġdil‟in batı yakasındaki araziyi mesken tutup,
Peçeneklerin güneyinde kaldığına göre güneyinde kalan bir diğer topluluk Burtaslar ancak
doğu istikametinde bugünkü Kalmukistan‟ın karĢı tarafına düĢen Ġdil‟in doğu tarafını iĢgal
etmeleri gerekir. Nitekim, Burtas(Bulgar)‟ların batı ucunun Atil nehrinden itibaren baĢlaması
bu çıkarımımızı doğrular. Bu tarihi eserde dikkat çekmeyen çok ince bir ayrıntı söz
konusudur. Bu ayrıntıda Burtasların güneyi ve doğusu Guzların coğrafyasına
dayandırılmaktadır. Guz ülkesi ise “Doğusu Guz Çölü ve Maveraünnehir Ģehirleri, güneyi
aynı çölün bazı kısımları ve Hazar Denizi, batısı ve kuzeyi Atil Nehri‟dir”64 Ģeklinde tasvir
edilir. Peki batı istikametinden Burtaslar‟la yâni en batı sınırının Ġdil‟den baĢladığı Bulgar‟lar
ile komĢu olan Guzlar nasıl olurda hem batı hem de kuzeyden Atil yâni Ġdil Irmağı ile komĢu
olabilirler? Guzlar ile Atil (Ġdil/Volga) arasındaki saha açık bir Ģekilde Burtaslar tarafından
mesken tutulduğuna göre bu nasıl mümkün olabilir? Gözden kaçırılan bu veri, Hudûd-ul el-
âlem adlı eserde üç Atil Irmağı‟nın var olduğuna delalet eder. Bunlardan birisi asıl Ġdil,
ikincisi Don Irmağı ve üçüncüsü ise aĢağıda görüleceği üzere Türklerin Yayık adını verdiği
Ural Irmağı‟dır.
Ġdil Nehri‟nin Guzların batısında kalması için Guzların bu ırmağın doğu yakasını mesken
tutmuĢ olmaları mecburidir. Aynı Guzların zikredilen ırmağa kuzeyden komĢu olabilmesi için
güney istikametten bu ırmağın her iki yakasına düĢen coğrafyayı iĢgal etmeleri gerekir.
Guzlar Don‟un hemen bitiĢiğinde bulunan ve sonradan doğu yönlü bir yay çizerek Hazar
Denizi‟ne dökülen Atil (Ġdil/Volga) Irmağı‟nın her iki yakasını mesken tutmuĢ olamazlar
çünkü o dönemde bu coğrafyaya Hazarlar hâkimdi. Burada geçen Atil Irmağı ifadesini Ural
Irmağı olarak aldığımız zaman tablo berraklaĢmaktadır. Üstelik bu savımıza delil yine aynı
eserden gelir. Hudûd-ul el-âlem Atil Irmağı‟nın kaynağının UrtuĢ (ĠrtiĢ) Irmağının çıktığı dağ
olduğunu, bu dağdan çıktıktan sonra Atil‟in Guz ve Kimak arasındaki sınır hattı boyunca
batıya doğru aktığını ve buradan da Türk Peçeneklerini ve Burtas arasını takip ederek güneye
doğru döndüğünü ve Hazar‟a döküldüğünü söyler.65 Bu, Guz ve Burtaslar arasında sınır teĢkil
eden Atil‟in esasen Ural Irmağı olduğu sonucuna bizleri götürür. Çünkü daha batıda kalan asıl
Ġdil/Volga Irmağı bir dağdan değil Moskova‟nın kuzeydoğusundaki Valdai Bataklıkların
bitiĢiğindeki coğrafyadan doğmaktadır66 bu bir.
Ġkincisi, Atil Irmağı (Ural Irmağı) doğu-batı yönlü akarken Peçeneklerin ve de Burtasların
bulunduğu muhit çevresine geldiği vakit güneye doğru bükülmektedir. Bu veriye birebir uyan
coğrafya BaĢkurdistan‟ın batı taraflarıdır. En batıda At Dağı‟na dayanan Peçeneklerin
yaĢadığı coğrafyanın en doğu ucu günümüz BaĢkurdistan‟ın Ural Irmağı‟nın batı yönlü akarak
güneye kıvrıldığı muhite çıkar. Hudûd-ul el-âlem Peçeneklerin en doğu ucunu Orenburg‟un
batı yakasına düĢen topraklar olduğunu alenen tasdik etmektedir.
Hudüd-ul El-Alem’e Göre Doğu Avrupa-II

63
Bayram 2007:218
64
Minorsky 2008:55
65
A.g.e.,28
66
McNeese 2005:2
Ve de üçüncüsü Ģu ki, aynı eser Yayık (Ural) Nehri ile Hazar‟ın doğu yakasını mesken
tutmuĢ Guz ülkesi içerisinde Ras isminde bir ırmaktan bahseder ve bu ırmağın Kimak ve
Kırgız ülkeleri arasındaki bir dağdan çıkıp Guz ülkesini geçerek Hazar Denizi‟ne
döküldüğünü kaydeder.67ĠĢte, Ras ırmağının kaynağını aldığı dağdan UrtuĢ Nehri de
doğmakta fakat o, Kimak ülkesindeki Cubin köyüne ulaĢıncaya kadar Guz ve Kimak ülkeleri
arasında akmaktadır.68 Yâni, UrtuĢ Nehri Ras‟ın aktığı istikametin tam tersi yönünde seyrini
sürdürmektedir.
Hazar‟ın kuzeydoğu istikametindeki bu tasvire uyan yegâne dağ günümüz Kazakistan
topraklarındaki Mugocari tepecikleridir. Buradan Emba Irmağı doğup Hazar Denizi‟ne
dökülürken, hemen bitiĢiğindeki Ural Irmağı‟nın bir kolunu oluĢturan Ġlek Irmağı ise kuzeye
doğru akıp, kuzey-güney yönlü bir seyir izleyen Ural‟ın asıl kolu ile birleĢerek Ural
Irmağı‟nın esas su kütlelerini teĢkil etmektedirler. Dolayısıyla, Ras Irmağı tartıĢmasız bir
Ģekilde Emba, UrtuĢ ise Ġlek Irmağıdır. Tarihçiliğin bugüne değin çok daha doğudaki ĠrtiĢ
Irmağı olarak gördüğü UrtuĢ‟un ne uzak ne de yakın ĠrtiĢ ile bir ilgisi vardır.
Kıpçakların ülkesi ise aynı kitapta Ģu Ģekilde bahsedilir “…Kıpçak ülkesinin güney sınırı
Becenaklar(Peçenekler)‟in sınırlarına, geri kalan diğer sınırlarının tamamı, içinde hiçbir
canlının bulunmadığı kuzeydeki gayri bölgeye dayanmaktadır. Kıpçaklar, Kimaklardan
ayrılan bir kavimdirler. Onlardan ayrıldıktan sonra gelip yerleĢmiĢlerdir. Ancak Kıpçaklar
Kimaklardan daha tehlikelidir. Melikleri ise Kimaklar tarafından atanmaktadır.”69

67
Minorsky 2008:28
68
A.g.e.,28
69
A.g.e.,55-56
Hudûd-ul el-âlem‟e göre Kıpçakların yurdu Peçeneklerin coğrafyasının kuzeyinde, doğuda
Kimek bölgesinden yukarıda Rus Irmağı bahsinde gördüğümüz üzere en batıda Rus
coğrafyasına kadar uzanan bir alanı mesken kapsamaktaydı. Kıpçakların Peçeneklerin
kuzeyinde kaldığına dâir malumatlar Avfi ve Gerdizi‟den de gelmektedir.70
Kazakistan‟ın güney vilayetlerinin Eskiçağ‟daki adı Kang-kü idi ve buradaki Kang Tohar
dilinde “taĢ” anlamına gelmekteydi. Pritsak‟ın savına göre Türkler bu kelimeyi tercüme
ederek kendi dillerinde adlandırmıĢlardır. TaĢkent de oradan gelmektedir. Buradan ayrılan bir
topluluk Kang-eri “Kanglı, Kang adamı” adıyla batıya muhaceret etmiĢtir. Peçeneklerin esas
kısmını tesis eden Kangarlar bunlardır ve bu sebepten Peçenekler köken itibariyle Türk
değildir.71
Rusça‟da Печенeги, Türkçe‟de Peçenek(ler), Macarca‟da Besenyő(k), Hırvatça‟da
Pečenei, Bulgarca‟da Печенeги, Печенeзи, Печенeги, pechenezi, Sırpça‟da Печенeзи,
Latinca‟de Pacinacae, Pizenaci, Bysseni, Bessi, Bisseni, DLT‟de ‫ب آجان آك‬, Yunanca‟da
Πατδηλάθνη, Πετσελέγνη, Πατδηλαθίταη, Gürcüce პაჭანიკი adlarıyla anılmıĢ olan bu kavim
adının esas Ģekli Gombocz ve Bang‟a göre Beçenek72 iken, 11.yüzyıl Ġspanya‟sının en büyük
tarihçisi olan Ġbn Hayyân‟ın Al-muqtabas adlı eserinde geçen BĢnak biçimini temel alan ve
Arapların kendi dillerinde bulunmayan –ç harfi yerine –Ģ harfini kullandığı kuralını dayanak
noktası olarak gören Schamiloglu‟na göre ise Baçanak‟tır ve Macarca Besenyö biçimi Kıpçak
Türkçesi‟nden Macarcaya geçmiĢ bir ödünçlemedir.73 Schamiloglu‟nun bu görüĢü ġecere-i
Terākime‟de Peçenek kavminin adı olarak geçen Beçene74 biçimiyle de tasdik edilir.
Pritsak‟ın ortaya koyduğu bu sonuç doğrultusunda bir kelimeyi paylaĢmak isteriz.
Sözcüğümüz “taĢlık, kayalık” manasına gelen Becene‟dir.75 Bu, Pritsak‟ın vardığı netice ile
aynıdır. Peçenek kavim adının sonundaki –k, çoğul eki olmalıdır. Bu halka verilen Kang
kelimesi gerçekte Türkçe Becene(k)/Peçene(k) kelimesinin birebir Toharlar tarafından
tercümesidir. Dolayısıyla, ortada Türklerin Toharlardan aldığı bir kavim adı ödünçlemesi yok
tersine onların Türklerden aldığı ve kendi dillerindeki karĢılıkla ifade ettikleri bir ödünçleme
söz konusudur.
Fakat Konstantine‟deki bir mâlumat Kangar kavim adının “taĢ” manasından tamamıyla
farklı bir anlamı taĢıdığını söyler. DAI kangar sözcüğünün “cesaret ve asalet” ile ilgili
anlamına vurgu yapar.76 Bu bağlamda kangar kelimesinin Yakutça‟da kienneğh “muhterem,
saygılı”77 sözcüğüyle uyuĢtuğu müĢahade edilebilir. Kienneğh sıfatı ile “kavim, adam”
alamlarına gelen ar sözcüğünün birleĢimiyle belki de “muhterem, saygılı adam” manasına
gelen kangar ortaya çıkmıĢtır kienneğhar >kienğhar> kangar. Kienneğh sıfatının kökü
“güzellik, azamet, hürmet ve saygı” manalarına gelen kien‟dir.78Kral anlamına gelen Ġngilizce
king, Almanca könig, Ġsveçce kung, Danca konge, Norveçce konge, Estonca kuningas, Fince
kuningas vb. sözcükler bu kök ve de kenger ünvanı ile bağlantılı olmalıdırlar. Özellikle kral
ünvanının Ġzlandaca‟daki karĢılığı olan konungur biçimi ile kenger sözcüğünün aslı olduğunu
düĢündüğümüz kienneğher arasında yadsınamak bir sesçil ve anlamsal iliĢki mevcuttur.

70
ġeĢen 1985:.81;93
71
Pritsak 1975:212-213
72
Kurat 1937:25-26.
73
Schamiloglu 1984:215-222
74
Ebulgazi 1996:168
75
DS II:592
76
DAI 1967:171
77
Pekarskiy 1945:518
78
A.g.e.,518
Paul Pelliot, 629-636 yılları arasında derlenmiĢ Sui-Ģu isimli Çin kaynağının Ful-in
(Bizans)‟ın doğu tarafında yaĢayan kabilelerden biri olarak zikrettiği Pei-ju kavim adını
Peçenek ile özdeĢleĢtirmiĢ ve bu evrensel olarak kabul görmüĢtür.79 Ancak burada eksik olan
nokta Bizans‟ın doğusunda yaĢayan bu kavmin coğrafyasının neresi olduğunun
bilinememesidir.

Hudüd-ul El-Alem’e Göre Doğu Avrupa-III

Öte yandan, aynı Çin kaynağı Kang ülkesi‟nin (Semerkant) kuzeyinde A-t (Sırderya)
Nehri‟nin kenarında yaĢayan boylardan biirnin adını Pits‟ien‟80olarak kaydetmiĢtir. ġahsi
kanaatimiz Peçenek olarak teĢhis edilmesi gereken bir boy adı var ise o da bu kavmin olması
gerektiğidir. Üstelik bahsi geçen boyun yaĢadığı saha Peçeneklerin bilinen yurtlarıyla örtüĢür.
Buna ek olarak, Peçenek kavim adının Sırderya bölgesi ile iliĢkisini ve bu halkın o sahanın
kadim bir halkı olduğunu Strabon‟un vermiĢ olduğu bir bilgi de doğrular. Grek yazarı
Jaxartes (Sırderya) Nehri‟nin öte tarafından gelip Baktriana bölgesini Greklerin elinden alan
kabilelerden birinin adını Pasiani olarak kaydetmiĢtir.81Bu kavim adının Peçeneklere âit
olduğu konusunda zerre kadar Ģüphe taĢımamaktayız. Üstelik, aynı yazar Pasiani halkının
Sakarauli, Asii ve Tohar toplulukları ile beraber Baktriana‟yı ele geçirdiklerini 82 söyler ki,

79
Pritsak 1975:.211
80
Lıu Mau-Tsaı 2006:171
81
Strabo 1928:261
82
A.g.e.,261
yine burada da Peçenekleri Toharlar ile birlikte bulmaktayız. Toharların Ġrani bir kökene
dayandırılması bile kanaatimizce Ģüphelidir.
Peçeneklerin batıya göçünü anlatan baĢlıca kaynak Uygurca bir raporun, 8. Yüzyıla ait
Tibet diline çevirisidir. Bu çeviride Peçeneklerin Hor‟larla savaĢtıkları yazılıdır83 ve Hor
kavim adının Oguz‟u temsil ettiği düĢünülür.84 ġecere-i Terākime‟de Peçeneklerin Salır boyu
ile yaptığı mücadelelere vurgu yapılırken85Mesûdi Peçeneklerin batıya muhaceretinin
sebebini, onların Oğuzlar, Karluklar ve Kimaklar arasında cereyan eden savaĢ olduğunu
nakletmiĢtir.86 Peçenek‟lerin göçü ile bugüne değin gözden kaçırılmıĢ bir baĢka veri de Doğu
Avrupa coğrafyasında Macarların ve Peçeneklerin yurtlarının hemen bitiĢiğinde Bulgar
boylarından biri olarak zikredilen Eskil adlı bir kavmin varlığıdır. Ġbn Rusteh
“…(Bulgarların) bir kısmına Bursula, baĢka bir sınıfına Esğil üçüncü sınıfına ise Bulgar
denir” Ģeklinde ifade de bulunurken, Hudûd-ul el-âlem onu Bulgarların bir kabilesi olarak
zikreder.87Gerdizi ise Eskil ülkesinin Bulgarlardan olduğunu yazar.88 Kanaatimizce Eskilleri
Bulgarlardan bir tayfa olarak gösteren tarihi kaynakların hiçbir ilmi değeri yoktur. Bu kavmin
Doğu Avrupa sahnesinde arz-ı endam etmesinin yegâne sebebi ancak ve ancak Peçenek
göçüdür.
Mesûdi‟nin Peçenek halkının muhacereti ile alâkalı olarak kayıtlara geçirmiĢ olduğu
mâlumat Karluklar arasında bir iç savaĢ yaĢanmıĢ olduğu türünden bir çıkarıma bizleri sevk
etmektedir. Zîra, Eskil kavmi Karlukların üç boyundan birini teĢkil eden Askeli89 boyundan
baĢkası değildir. Bu boyun Peçenekler ile beraber batıya göç edip, Macarlar, Bulgarlar ve
Peçenekler ile beraber ortak bir coğrafya içerisinde yaĢadıkları açıktır. Dolayısıyla, bunları
Bulgar soyu olarak görmek tarihi kaynakların hatası olarak değerlendirilmelidir. Üstte
Peçenek adını “taĢlık” manası türünden bir îzahata bağlamıĢtık. Karluk boylarından bahseden
Çin yıllıkları bu kavmin teĢekkülündeki kabilelerden birini T‟aschi-li yâni TaĢlık olarak
kaydetmiĢtir.90 ġayet bunu bir tarihsel gerçeklik olarak ele alacak olursak TaĢlık kavim adında
Peçenek kavmini görmemiz için hiçbir neden kalmayacaktır. Hudûd-ul el-âlem‟de Karluk
boylarından biri olarak gösterilen Çiğil‟leri bu açıdan TaĢlık kavminin devamı görmek ve
Peçenek kavminin bâkiyesi olarak almak uygun düĢecektir. Zîra, Çiğil sözcüğü de “çakıl
taĢı”91manasına gelir. Peçenek ve Eskil‟lerin Karluk boylarından olduğunu kabul edersek
Peçenek göçünün her iki boyu da bünyesinde barındıran Karluk kavmi içerisinde yaĢanan iç
çekiĢmeye Oğuzların ve Kimeklerin dıĢarıdan müdahelede bulunduklarını ve bunun
neticesinde Peçenek ve Eskillerin batı yönünde göç etmek zorunda kaldıklarına inanmamız
gerekir. Uygurca raporda zikredilen Hor adının Oğur değil Karluklara bir gönderme olduğu
kuvvetle muhtemeldir. Peçenek muhacereti içerisinde Don havzasına ayak basan Eskiller
sonrasında Macar göçü ile birlikte bu sahadan günümüzdeki Macaristan‟a göç edecek ve
Sekel adı ile bilineceklerdir. Nitekim, bu savımıza destek Gesta Hungarorum‟dan gelir. Bu
kaynak da Székely‟lerin yâni Sekel‟lerin Macarlar ile beraber Panonya‟yı yurt tutma
hadisesine bilfiil iĢtirak ettiklerini dile getirir.92

83
Pálóczi-Horváth 1989:11
84
Golden 1992:265
85
Ebulgazi 1996:168
86
ġeĢen, 1985:56
87
Minorsky 2008:123
88
ġeĢen 1985:84
89
Necef 2005:62
90
A.g.e.,72
91
DS III:1207
92
Simon 1999:71
Hakikaten, Hudûd-ul el-âlem coğrafyası Mesûdi‟nin zikrettiği Peçeneklerin göçüne sebeb
olan kavimlere dönük beyânatlarını doğrular. Bu eserde Peçenek coğrafyasının hemen
doğusunda Kimekleri güney ve güneydoğu kesimlerinde ise Oğuzları bulmaktayız. Bu eser
çok açık bir Ģekilde Peçeneklerin Hazar‟ın üst tarafından kuzeybatı istikametinde bir yol
izlediklerini ve Orenburg üzerinden batıya göç edip, Ġdil ve hemen batısı ile Yayık Nehri‟nin
en üst kısmını mesken tuttuklarını göstermektedir. Fakat Peçeneklerin böylesi bir yolu tercih
edebilmeleri için batı yönündeki coğrafyanın yâni Hazar‟ın en kuzey ve kuzeydoğu
kesimlerinin baĢka bir kavim tarafından kesilmiĢ olması gerekir. Hudûd-ul el-âlem‟de
bahsigeçen bölgenin halkı olarak Oğuzları müĢahede etmekteyiz. Peçeneklerin Orta Asya‟dan
batıya göçe baĢlamadan evvel Oğuzların o sahaları ele geçirmiĢ oldukları kesindir.
Ancak bu alandaki bir coğrafi veri, üzerinde düĢünmemiz gerektiği konusunda bizlere
uyarıda bulunmaktadır. AĢağıdaki haritada da görüldüğü üzere, Hazar Denizi‟nin
kuzeydoğusunda bugünkü Kazakistan toprakları içerisinde kalan bir coğrafi yerin adı
Bolgarka (49° 38' 53" Kuzey, 56° 31' 53" Doğu)‟dır. Bu adın Bulgarlardan kalmıĢ olduğu
kesindir. Sondaki Slavca ek –ka çıkarıldığında ortaya Bolgar adı kalır. Ortada baĢlıbaĢına bir
muamma var. Büyük Bulgaristan dağıldıktan sonra Kotrag‟ın ordusunun kendine bağlı
kitlelerle devlet kurduğu Yukarı Volga-Ġdil Bulgar devletinin, tarihinin hiçbir döneminde
Hazar‟ın hemen kuzeydoğusundaki coğrafyayı ele geçirdiğine ya da burada hüküm
sürdüklerine dair bir veri yok. Acaba bilimdünyasındaki mevcut yargının tersine Kotrag‟ın
idaresindeki zümrenin Büyük Bulgaristan dağıldıktan sonra bu sahaya yerleĢmiĢ olmaları
mümkün müdür? Buna Bulgar bahsinde daha ayrıntılı değineceğiz. Burada, Ģunu da
hatırlatmak isteriz ki, Hudûd-ul el-âlem‟e göre Bulgarlar, doğu tarafında Bolgarka yer adının
bulunduğu Yayık Irmağı‟nın batı tarafında yaĢamaktaydılar. Bu coğrafi yakınlık Yayık‟ın
doğu yakasındaki sahanın bir zamanlar Bulgarlar tarafından mesken tutulmuĢ olduğunu
fısıldamaktadır. Bu coğrafyada yaĢayan Bulgarların daha güneyden Oğuz tazyikiyle bugünkü
Yukarı Volga sahasına muhaceret ettikleri, kalanların ise Yayık ile Ġdil Irmakları arasında
hüküm sürmüĢ oldukları ihtimal dâhilindedir.
Peçenek ile Hudûd-ul el-âlem‟ın coğrafi açıdan ortak noktalarına gelecek olursak, evvela
Peçeneklerin Ġdil ve Ural arasındaki yurtlarından sürülmesini hususunda DAI‟nin
mâlumatlarına göz atalım: “Peçeneklerin yurdu aslında, Hazarlar ve sözde Oğuzlarla ortak
sınıra sahip olarak, Ġdil Nehrinde ve aynı Ģekilde Yayık (Γεήρ) Nehrinde idi. Fakat 50 yıl önce
sözde Oğuzlar Hazarlarla iĢbirliği yaptılar ve Peçeneklerle savaĢa katıldılar ve onlara üstün
geldiler ve onları ülkelerinden sürdüler ki, bu ülkeyi bugüne kadar Oğuzlar ellerinde
tutmuĢtur. Peçenekler kaçtılar ve yerleĢmek için bir yer arayıĢıyla etrafta gezindiler ve Ģimdi
sahip oldukları araziye vardıklarında ve burada Türkleri yaĢıyor bulduklarında onları
savaĢta yendiler ve sürdüler ve dağıttılar ve buraya yerleĢtiler ve söylendiği gibi, bugüne
kadar 55 yıldır bu memleketin efendisi oldular.”93
Görüldüğü üzere DAI‟de geçen Peçeneklerin yaĢadığı muhitin Ġdil ve Yayık Irmakları
arasında olduğunu ve Yayık (Ural) Irmağının Oğuzlar ve Peçenekler arasında bir sınır teĢkil
ettiğini Hudûd-ul el-âlem de bizzat tasdiklemektedir. Aynı eserin DAI (De Administarando
Imperio)‟yi teyit eden baĢka bir verisi Peçeneklerin batı istikametinde Don ile Ġtil‟in orta
akımlarının birbirlerine yakınlaĢtığı At Dağı‟nın kuzeybatı kesimlerine düĢen bir alanda da
yaĢadıklarını ortaya koymasıdır. Bu sonuç Sarkel kalesinin Peçenek saldırısına karĢı
yapıldığını94 söyleyen Skylitzes‟in beyanatını tasdik etmektedir. Çünkü Hudûd-ul el-âlem‟in
Peçeneklerin en batı ucunun yaĢadığı muhit için ortaya koyduğu coğrafya kuzeyden gelen

93
DAI 1967:167
94
Skylitzes 2010:74
saldırılara karĢı daha güneyde inĢa edilmiĢ Sarkel‟in tam karĢısına yâni Don Irmağı ile Ġdil
Nehri arasına tekabül etmektedir ki, Skylitzes de Peçeneklerin Don Irmağı bölgesi içerisinde
olduğunu söyler.95

Bolgarka Yer Adı ve Peçenek Göçü

{Hudûd-ul el-âlem‟in aksine Bulgarların yurdunun Yukarı Volga çevresinde yer aldığını
söyleyen kaynakları dayanak noktası olarak aldığımızda Peçenek Göçü‟nü Ģu Ģekilde
resmedebilmekteyiz.}.

Diğer Kaynaklar IĢığında Peçenek Göçü

95
A.g.e.,74
Pritsak Avrupa coğrafyasında Macarların iki yurdu îskan eyledikleri fikrindedir. Ukraynalı
tarihçi bu yargıya Ġbn Rusteh‟in Macarların mesken tuttuğu coğrafya üzerine naklettiği
beyânatlar üzerinde bulunduğu tetkik neticesinde varmıĢtır. Ġbn Rusteh Macar yurdu
hususunda konumuzla alâkalı Ģunları söyler: “Peçeneklerin ülkesiyle Bulgarlardan Eskillerin
ülkesi arasında Macar hudutları baĢlar…Ülkeleri geniĢtir. Bu ülkenin hudutlarından biri
Rum Denizi(Kara Deniz)‟ne bitiĢir. Bu denize iki nehir dökülür. Bunlardan biri Ceyhun‟dan
daha büyüktür. Macarların oturdukları yerler bu iki nehrin arasında kalır… Slavlar üzerine
yağma akını yaparak aldıkları esirleri deniz sâhiline götürürler. Bu esirleri Rum ülkesinin
giriĢindeki Kerh(çarĢı) denen yere götürürler. Rivâyet edildiğine göre, eski zamanda
Hazarlar, Macarlardan ve etraflarındaki diğer komĢulardan korunabilmek için onlarla
aralarına hendek kazmıĢlardı. Kerh denen yere getirince Rumlar denizden çıkar ve
bahsedilen yerde çarĢı kurarlar. Macarlar onlara Rum dibâsı, zilliya(*)v.s. gibi rum eĢyaları
alırlar.”96
Ukraynalı tarihçi, Ġbn Rusteh‟in Macarların Volga Bulgar sahasına yakın bir coğrafyayı
mesken tuttuğuna dönük betimlemelerinin kaynağını tanınmıĢ matematikçi, gökbilimci,
coğrafyacı ve tarihçi Muhammed b.Musa el-Harezmi‟nin çalıĢmalarına dayandırırken onun
AĢağı Don havzasındaki yurtlarına dönük açıklamaları ise sonrasında Bizans sarayında
hizmetlerde bulunmuĢ Suriyeli Ebu Muslim el-Jermi‟nin eserinden alıntı olduğu
kanaatindedir.97Ona göre Volga Bulgarlarına dönük mâlumatlar 830 civarına, Don havzasıyla
ilintili bilgiler ise 840‟dan daha geç olmayan bir döneme âittir ve Macarlar 830 ile 840 yılları

96
ġeĢen 1985:38
97
Pritsak 1976:19
arasında yurt değiĢtirmiĢlerdir98 Buna ilaveten, Macarların Donetz sahasına inmeden evvelki
durakları Macar adına binaen Meščer-a adı ile anılacak olan Oka havzasıdır.99 Pritsak‟ın
Meščer-a sahasından aĢağıya bir Macar göçü olduğu savı gerçekte Imre Boba‟nın
çalıĢmasından100 ilham alır. Pritsak‟ın bu savına katılmadığımızı söylemeliyiz. Pritsak‟ın
iddiasını bir gerçeklik olarak kabul etsek dahi Ġbn Rusteh‟in çalıĢmasının bir benzeri olan
Gerdizi‟nin eserindeki mâlumatlar onun savına gölge düĢürür.
“Bulgar ülkesiyle onlardan olan Eskil ülkesi arasında Macarların hududu
baĢlar…Ülkeleri Rum Denizi‟ne bitiĢiktir. Bu denize büyük bir ırmak dökülür. Macarlar bu
nehrin kolları arasında otururlar…Zikredilen iki nehirden birine Etil diğerine Dûbâ denir…
Macarlar nehir kıyısında oturdukları için Nenderleri görürler.”101
Gerdizi‟nin eserinde geçen Rum Denizi ifadesi tamamıyla alıntılanan kaynaklardan
yapılmıĢ yanlıĢ bir yorumlamadan ibarettir. Hudûd-ul el-âlem‟de Onogur ve Macarların
yaĢadığı yurt ile Azak Denizi arasında Mirvat ülkesi olduğuna ve Mirvat ülkesinde yaĢayan
halkın Arapça ve Bulgarca konuĢtuklarına yukarıda değinmiĢtik. Rum Denizi ifadesi bu
noktada Rumca konuĢan halkın yaĢadığı ülke yâni Mirvat ülkesi olarak alınmalıdır. Nitekim,
bu iddiamızı El-Bekri‟nin “Onların(Macarlar) ülkesinin bir sınırı Rum ülkesine bitiĢiktir.”102
Ģeklinde düĢtüğü bilgi de doğrular. Gerdizi ve Rusteh‟deki Rum Denizi beyanatı El-Bekri‟nin
eserinde Rum ülkesine dönüĢmüĢtür. Avfi de “Onların oturdukları yer Rum ülkesine bitiĢiktir.
Bunların oturdukları yer deniz kenarındadır.”103 diyerek hem Gerdizi ile Ġbn Rusteh‟in
yaptığı yanlıĢı devam ettirmiĢ hem de El-Bekri gibi olayın iç yüzüne odaklı bir mâlumat
sunmuĢtur.
Ġbn Rusteh‟in Macarların yurdunun Peçenekler ile Eskiller arasında baĢladığı yönünde
naklettiği mâlumatların doğru olduğunu kabul ediyoruz. El-Bekri de bu gerçeği teyit eder.104
Bu yazarların aksine, Gerdizi Macar hududunu Peçenek ülkesi ile Eskil ülkesi arasında değil
Bulgar ülkesiyle Eskil ülkesi arasında baĢlatır. Bu veri Macar coğrafyasını Volga bölgesine
çekmemiz gerektiğini öğütlese de hemen ardından gelen “Macarların Rum Denizi‟ne dökülen
ırmağın kolları arasındaki muhiti mesken tutmuĢlardır.” bilgisi herĢeyi özetler. Rum
Denizi‟ne ya da daha uygun deyiĢle Azak Denizi‟ne dökülen ırmak Don‟dur ve Don bir ana
kol ve aĢağı akımında kendisine katılan Donetz kolundan ibâret nehri temsil etmektedir. Bu
ırmağın Don olduğunu Macar yurdunun Nenderler(Onogurlar)‟in karĢısında kaldığı ve her iki
topluluğun yurtları arasında Don Irmağı‟nın aktığı verisi de doğrular. Don Irmağı, Onogur ile
Macar yurdu arasındaki sınırı teĢkil etmekteydi. Etil ve Dûbâ adlandırmasından birinin Don
olduğunu rahatlıkla söylemekteyiz. Etil diğer kimi kaynakların da teyit ettiği üzere Don
Irmağı‟dır. Dûbâ ise Donetz‟dir. Eskil‟in Bulgarlardan bir tayfa olamayacağını üstte
gerekçeleriyle birlikte ifade etmiĢtik. Böylesi bir fikrin arka planında Eskillerin Macarlar ile
beraber Don havzasından Peçenek baskısı ile kaçmasını müteakip süreçte onlardan geriye
kalan kesimin daha kuzeydeki Bulgar ülkesine tabii olmaları yatmaktadır. Suvarların da yine
Peçenek göçü neticesinde Bulgar ülkesine sığındıkları ve onlardan bir topluluk oldukları
görülecektir. Ne Suvarların ne de Eskillerin Bulgarlar ile kan akrabalığı vardı. Her iki
topluluğun kaderleri farklı mecralarda yol almıĢ, ortak noktada birleĢtiklerinde ise Bulgar adı
altında zikredilir olmuĢlardır. Bu sebepten, Macar yurdunun Eskil yurdu ile Peçenek ülkesi

98
A.g.e.,19
99
A.g.e.,29-30
100
Boba 1967:93
101
ġeĢen 1985:84
102
Macartney 1930:206
103
ġeĢen 1985:94
104
Macartney 1930:206
arasında baĢladığı mâlumatından Don ve Donetz arasındaki sahayı mesken tutmuĢ Macarlar
ile At Dağı‟nın hemen kuzey tarafını îskan eylemiĢ ve Macarlar ile sınırdaĢ Peçenek yurdunun
bitiĢiğinde Eskil ülkesinin baĢlamıĢ olması gerekir. Eskiller Don Irmağı‟nın At Dağı‟nı
geçtikten sonra kuzeybatı yönünde (doğduğu kaynak istikametinde) kıvrıldığı noktanın üst
tarafını mesken tutmuĢ olacaklardır. Hudûd-ul el-âlem‟in sunduğu mâlumatlar ile Eskil ülkesi
çıkarımını harita üzerine Ģu Ģekilde yerleĢtirebilmekteyiz.

Macar Göçü Öncesi Doğu Avrupa Coğrafyası

Kézai‟nin Gesta Hungarorum‟u Macarların bugünkü yurtlarına göç etme hadisesinden


bahsederken Sekellerin onların bünyesine Ruthenya sınırına gelerek katıldıklarını söyler.105
Ruthenya Rusların ülkesine verilmiĢ Latince isimlendirmedir. ġayet Sekellerin yurdunu Volga
Bulgar ülkesi bitiĢiği olarak ve Macarların yaĢadığı yurdu da hem Don-Donetz hem de Don-
Yukarı Dinyeper arası alsa idik Sekellerin Macarlara o bölgede(Don-Yukarı Dinyeper)
katılması gerekirdi. Hâlbuki, Sekeller Don ve Donetz arasını mesken tuttuğu âĢikar olan
Macar yurdunun batısında yaĢayan ve kendileriyle yakın bir coğrafyayı mesken tutmuĢ Rus
ülkesi sınırlarında Macar milletine iĢtirak etmektedirler. Bu gerçek hem Macar hem Sekel
yurtlarının savunduğumuz coğrafyalarda yaĢadıklarını kanıtladığı gibi hem de Sekel ile
Eskillerin aynı halk olduklarını teyit etmektedir. Çünkü Sekeller Rus sınırında Macarlara
katıldıklarına göre böylesi bir hâdiseyi güneydeki Onogur ya da Mirvat ülkesi içerisinden
geçmek suretiyle gerçekleĢtiremezlerdi. Zîra, her iki ülkenin coğrafi açıdan zâten Macar

105
Simon 1998:71
ülkesi ile sınırı vardı. Sekeller‟in Macarlara katılması ancak daha kuzeyden gelmeleri ile
mümkün olacaktır ki, bu bizi doğrudan doğruya Eskillerin bulunduğu sahaya çıkartır.
Hudûd-ul el-âlem coğrafyasına bakarak Ģöylesi bir savı rahatlıkla söyleyebilmekteyiz:
Peçenekler ve Askeliler Aral‟ın üst tarafından batı istikametinde göç ederken Hazar‟ın üst
kesiminin Bulgar (?), Oğuz ve Hazarın doğu ve kuzeydoğu kesimlerinin Oğuzlar tarafından
iĢgal edilmesinden ötürü Oğuzların yurdunun üst tarafından dolanmak zorunda kalıyorlar.
Verdikleri bu tercih Peçenekleri Orenburg bölgesine çıkarıyor. O bölgenin sâkinleri Macarlar
Peçenek ve Askeli/Eskil darbesinin etkisiyle mecburen bu bölgeden ayrılarak önce batıya
kaçıp Baradas‟ların üzerine düĢüyor, sonrasında ise güneye inerek Hazarlara
sığınıyorlar. Baradaslar daha güneye inip Kalmukya topraklarını mesken tutarken Macarlar
onların coğrafyasının üst kesiminden dolanarak Don ve Donets arasındaki muhite
yerleĢiyorlar. Macarların Don ve Donetz arasına gelmeden evvel Don Irmağı‟nın At Dağı‟na
vardığı muhitin üst kesimi ile Yukarı Ġdil arasını iĢgal etmiĢ olduğu da Pritsak gibi öne
sürülebilir. Ve belki de bu muhiti mesken tutarlarken BaĢkurdistan tarafından gelen ikinci bir
Eskil baskısı ile onların bir kısmı Don‟un aĢağısına sarkmıĢlar, diğer kısmı ise Don‟un
yukarısına uzanmıĢlardır. Bunlardan ayrı olarak, Macarların BaĢkurdistan‟da yedikleri
darbeden ötürü ikiye bölünerek bir kesimin doğrudan kuzeybatı yönünde göç edip, Oka
havzasına çekilirken diğer kesimin daha güneydeki Don ve Donetz sahasına inmiĢ oldukları
da söylenebilir. Ancak tüm bunlar farâzi olmaktan öteye geçemez ve Meščer-a adının
Macarlardan kalma bir yer adı olduğunu kanıtlamak Ģu an için mümkün değildir. Bu yer adı
gerçekte o bölgenin sâkinlerinden MiĢerlerin yaĢadığı coğrafyayı imlemektedir.
Tüm bu gerçekler ıĢığında ne Macarların Sabir göçü ile beraber Don boylarına doğrudan
geldiğini savunan Karatay‟ın savına106 ne de aynı görüĢü dile getiren Nemeth gibi
akademisyenlerin iddialarına107 sıcak bakmak mümkün gözükmemektedir. Don boylarındaki
Macar varlığı sonraki bir süreçte Peçeneklerin BaĢkurdistan‟dan onları kovmasıyla
gerçekleĢmiĢtir.
Pritsak Ġbn Rütseh‟in açıklamaları konusunda bir noktayı sezememiĢtir. Eskil‟in Volga
Bulgar kabilesi olarak almanın mümkün olamayacağını ve onların ancak Don‟un hemen
kuzeyini mesken tutmuĢ olmaları gerektiğini üstte gerekçeleriyle gösterdik. Rusteh Macar
yurdu ile ilgili mâlumatları zikrettiği kitabı, Macarların Lebedia‟dan Dinyeper havzasındaki
Etelközü‟ne muhaceret ettikleri döneme çok yakın bir zaman diliminde yâni 903 senesinde
bitirmiĢtir. Bu sebepten yazarın “Karadeniz‟e iki ırmak dökülür bunlardan biri Ceyhun‟dan
daha büyüktür ve Macarlar bu iki ırmağın kolları arasında oturur.” Ģeklindeki beyânatı hem
Lebedia hem de Etelközü coğrafyasını içeren açıklamaları yansıtıyor. Ceyhun gerçekte
Ġdrisi‟nin eserinde Don Irmağı‟nın adı olarak geçen Seyfu‟dan baĢkası değildir. Bundan daha
büyük olan ırmak ancak Dinyeper olacaktır. Ġkincisi, Ibn Rusteh‟in bu çalıĢması Boba‟nın
haklı bir Ģekilde belirttiği üzere Samani devlet adamlarından ve âlimlerinden Ceyhani‟nin
çalıĢmasının tamamıyla bir kopyasıdır.108 Ve her ne kadar Macar Göçü üzerine en güvenilir
kaynak olarak kabul edilse de Ġbn Rusteh‟in eserindeki bilgilere Ģüphe ile yaklaĢmakta her
zaman yarar vardır.
DAI‟nin yazarı Konstantine Porphyrogenitus‟un Macarlar‟ın Lebedia‟dan Etelközü‟ne
muhaceretini Ģu Ģekilde nakleder; “Türk milletinin yurdu eskiden Hazar‟ın yanında, ilk
voyvodaları (voevodos) adına ithafen Lebedia denen yerde idi; bu voyvoda Lebedias kiĢi
adıyla adlanırdı, fakat makamının rütbesine, ondan sonra diğerlerinde olduğu gibi, voyvoda

106
Karatay 2010:112
107
Tüzel 2003:90
108
Boba 1967:89
denir. ġimdi bu yerde, mezkûr Lebedia‟da, aynı zamanda Khingilous da denen Khidmas adlı
nehir akar. Bunlar o zaman Türk adlanmıyordu, fakat Ģu veya bu sebeple „Sabartoi asphaloi‟
ismine sahiptiler. Türkler yedi uruktu ve baĢlarında yerli veya yabancı asla bir prens
bulunmazdı; aralarında voyvodalar vardı; bu voyvodaların ilki adıgeçen Lebedias idi. Bunlar
Hazarlarla birlikte üç yıl yaĢadılar ve Hazarlarla ittifak halinde tüm savaĢlarına katıldılar.
Cesaretleri ve ittifaklarından dolayı Hazar‟ın kağan-prensi (khaganos arkhon) Türklerin
Lebedias adlı ilk voyvodalarına, yiğitliğinin ününden ve soyunun parlaklığından ötürü, eĢ
olarak asil bir Hazar bayanı verdi, ta ki ondan çocukları olsun; fakat öyle tecelli etti ve bu
Lebedias‟ın bu aynı Hazar hanımdan çocuğu olmadı. ġimdi, önceden Kangar adlanan
Peçenekler (çünkü bu „Kangar‟ onların arasında asalet ve cesarete iĢaret eden bir isimdi),
bunlar, o zaman Hazarlara karĢı savaĢa kalkıĢtılar ve yenilerek kendi topraklarını boĢaltmak
ve Türklerin topraklarına yerleĢmek zorunda kaldılar. Ve Türklerle o zamanlar Kangar
adlanan Peçenekler arasında savaĢ gerçekleĢtiğinde, Türklerin ordusu yenildi ve iki kısma
ayrıldı. Bir kısım doğuya doğru gitti ve Ġran bölgesine yerleĢti ve onlar bugün hala Türklerin
eski ismi olan „Sabartoi asphaloi‟109 ile adlanırlar; fakat öbür kısım voyvodaları ve önderleri
Lebedias‟la birlikte batı bölgesinde, Ģimdi Peçeneklerin yaĢadığı Atelkouzou adlı yerlerde
yerleĢti. Bundan kısa bir süre sonra, Hazar‟ın o zamanki kağan-prensi Türklere ilk
voyvodaları Lebedias‟ın ona gönderilmesini isteyen bir haber gönderdi. Bunun üzerine
Lebedias Hazar hakanına geldi ve ona kendisini gelmesi için çağırtmasının sebebini sordu.
Kağan ona dedi: “Biz seni Ģu sebeple çağırdık ki, sen Türkler arasında asil ve bilge ve yiğit
ve ilk olduğundan, seni milletine prens atayalım ve sen bizim sözümüze ve emrimize muti
olasın.” Fakat o karĢılık olarak hakana cevap verdi: “Sizin bana teveccühünüz ve benden
beklentinize büyük saygı duyuyorum ve münasip Ģükranlarımı ifade ediyorum, fakat ben bu
hükümdarlık için yeterince güçlü olmadığımdan size itaat edemem, öte yandan benden baĢka
Almoutzis adında bir voyvoda ve onun Arpad adında bir oğlu vardır; bunlardan birisi, ya
Almoutzis ya da oğlu Arpad prens yapılsın ve sizin sözünüze muti olsun.” Kağan bu ifadeden
hoĢlandı ve adamlarından bazılarını onun yanına verdi ve onları Türklere gönderdi ve onlar
konuyu Türkler ile konuĢtuktan sonra, Türkler babası Almoutzis‟den ziyade Arpad‟ın prens
olmasını yeğlediler, çünkü o daha kabiliyetliydi ve bilgeliği ve basireti ve yiğitliğiyle büyük
hayranlık duyuluyordu ve bu idareye yetenekliydi ve böylece bir kalkan üzerinde kaldırarak
Hazarların âdetine veya zakonona göre onu prens yaptılar. Arpad‟dan önce Türklerin hiçbir
zaman hiçbir prensleri olmamıĢtı ve öyle ki, bugün bile Türkiye‟nin prensi onun ailesindendir.
Birkaç yıl sonra Peçenekler Türklerin üzerine çöktüler ve prensleri Arpad‟la birlikte onları
sürdüler. Kaçan ve yerleĢecek toprak arayan Türkler geldiler ve onlar da Büyük Moravya‟nın
sakinlerini sürdüler ve onların arazisine yerleĢtiler ki, bugün Türkler burada
yaĢamaktadırlar. Ve o zamandan beri Türkler Peçeneklerin bir saldırısına maruz kalmadılar.
Doğuda, Ġran bölgelerinde yerleĢen adı geçen Türk milletine batı bölgelerine doğru oturan bu
bahsedilen Türkler hala onları yoklayıp sık sık resmi haberler getiren tüccarlar
gönderirler.110
Konstantine Porphyrogenitus‟un Macarlar‟ın Lebedia‟dan (Don ve Donetz arası)
Etelközü‟ne göçü hususunda naklettiği ifâdelerin doğruluğundan en ufak bir Ģüphe
duymuyoruz. Ġki coğrafya arasındaki olası bir Macar göçünün hâlâ tartıĢılmasına ve
Konstantine‟nin bu husustaki mâlumatlarında bir Ģüphe aranmıĢ olmasına sebebiyet veren
yegâne bilgi aynı yazarın “…Türkler yedi uruktu ve baĢlarında yerli veya yabancı asla bir
prens bulunmazdı; aralarında voyvodalar vardı; bu voyvodaların ilki adıgeçen Lebedias idi.
Bunlar Hazarlarla birlikte üç yıl yaĢadılar ve Hazarlarla ittifak halinde tüm savaĢlarına
katıldılar.” cümlesinde dile getirdiği üç yıl ifadesi ile gözlerden kaçırılan “bunlar” zamiridir.

109
DAI 1967:171,173,175
110
A.g.e.,173,175
Kimi tarihçiler üç yıl ifadesinden Macarların Hazar bitiĢiğinde üç yıl yaĢadığı türünden bir
çıkarıma vararken kimileri de bunda 300 yıl gibi bir anlamın saklı olduğu
düĢüncesindedirler.111 Bu farâzi yaklaĢımları bir tarafa bırakacak olursak Porphyrogenitus‟un
zikrettiği üç yıl beyanatının baĢka bir manayı taĢıması gerektiğini söylemeliyiz. Zîra herhangi
bir coğrafyada bu kadar kısa bir müddet yaĢayan bir kavim hiçbir surette baĢta Hudûd-ul el-
âlem olmak üzere Arab yazarların eserlerinde kendi muhitlerinden bu derece etkili bir
biçimde ve de devamlı olarak bahsettiremezler. Dolayısıyla, Macarların Lebedia‟da üç yıldan
çok daha uzun müddet kalmıĢ oldukları kesindir. Peki üç yıl nasıl yorumlanabilir?

Hazar Peçeneklerinin Göçü

Konstantine‟nin Macar göçünün çözümü ile alâkalı sarf ettiği ifadelerindeki asıl esrar
“bunlar” zamiridir ve bugüne değin araĢtırmacıların tamamı bunu Macar Milleti olarak alarak
hataya düĢmüĢlerdir. Hâlbuki, Konstantine bu zamirin hemen yukarısında Voyvodolardan
bahsediyor. Bunlar zamirinin geçtiği cümlenin geliĢi Macar milletine değil Voyvodolara
yönelik bir açıklamanın devamıdır. ĠĢin ilginç tarafı Ģu ki; Macarların Don bölgesini mesken
tuttuğunu söyleyen kaynakların hiçbiri onların yönetici takımının Voyvoda ünvanını
kullandığından bahsetmez.
Örneğin Avfi “… (Macarlar) hükümdarlarına künde derler.”112 diye nakilde bulunurken
“Ġbn Rusteh “…(Macarlar) baĢkanları 20.000 süvari ile sefere çıkar. Bu büyük reise Künde
denir. Bu isim hükümdarlarının ünvanıdır. Zîra onların baĢındaki hükümdarın adı

111
Vâsary 2007:228
112
ġeĢen 1985:94
Jula‟dır.”113 Ģeklinde not düĢer. Gerdizi ise “…Künde bunların en büyük hükümdarlarının
ünvanıdır. Devlet iĢlerini yürüten kumandana Jula derler.”114 türünden bir ifadede bulunur.
Hudûd-ul el-âlem de Macarların hükümdarlarına Jula dendiğini kaydeder.115
Voyvoda ünvanı gerçekten de Macarlar arasında bu derece yaygın ve de en baĢından
itibaren kullanılıyor olmuĢ olsa idi diğer kaynaklara da bir Ģekilde yansıması gerekirdi. Avfi,
Rusteh, Gerdizi, Hudûd-ul el-âlem ve de Konstantine‟nin verilerini değerlendirmeye tabii
tuttuğumuzda Konstantine‟nin eserinde zikredilen ünvanın, Macarlar‟ın Lebedia‟yı mesken
tutarken çok daha sonraki bir zaman diliminde benimsedikleri ünvan olduğu görülecektir.
Künde ve Jula ise Macarların en eski ünvanlarından iken zaman içerisinde Voyvoda ile yer
değiĢtirmiĢtir. Ve üç yılda Macarların künde ve jula ünvanlarını bırakarak voyvoda ünvanını
benimsemiĢ olmaları mümkün değildir.

Peçenek Saldırısı ve Macarların Göçü

Konstantine‟nin “Bunlar Hazarlarla birlikte üç yıl yaĢadılar ve Hazarlarla ittifak halinde


tüm savaĢlarına katıldılar.” ifadesinden çıkarılması gereken netice Macar halkının Hazarlarla
birlikte üç yıl yaĢayıp onlarla beraber seferlere katılmalarına yönelik bir gönderme değil
aksine Voyvodaların Hazarlarla beraber icra ettikleri askeri harekâtlarına dönük bir
göndermedir. Üstelik Porphyrogenitus‟un bu babda en üstte zikrettiği Macar yurdunun Hazar
yurdunun yanında olduğu verisi de bunlar zamirinden hiçbir surette Macar kavmi gibi bir
anlamın çıkarılamayacağını öğütlemektedir. Üç yıl boyunca beraber yaĢanabilmesi için
113
A.g.e.,38
114
A.g.e.,84
115
Minorsky 2008:56
coğrafi manada bir ayniliğin olması gerekir ki, Konstantine zaten böyle bir Ģey olmadığı en
baĢtan ilan ediyor. Üç yıl Voyvodoların kendi askeri mahiyetleriyle beraber Macarlar ve
Hazarlar arasında tesis edilen askeri ittifaklığın bir sonucu olarak Voyvodaların muhtemelen
Peçeneklere karĢı bahsolunan zaman zarfı müddetince Hazarlarla beraber cephelerde yanyana
bulunmalarıdır. Nitekim, Hazar‟a verilen üç yıllık desteğin semeresi Hazar Kağanı‟nın
Voyvoda Lebedia‟yı asil bir Hazar hanımı ile mükafatlandırması ile tezâhür eder.
Ravennas Anonymos adlı bir kaynak Macarların Lebedia‟dan kesin ayrılıĢ tarihini 889 yılı
olarak verir.116 Bu tarih baĢka yazılı kaynakların karĢılaĢtırılması ile birkaç sene öne
çekilebileceği gibi yukarısına da götürülebilir. DüĢülen bu tarihi, gerçeklik olarak kabul
edecek olursak Macar Voyvodalarının Hazarlar ile beraber Peçeneklere karĢı savaĢa girdikleri
tarih yaklaĢık 886 yılı olarak karĢımıza çıkacaktır. 3 yıl sonra Peçenekler kuzeyden yüklenip
Macarları batıya iterek, Don ve Donetz arasını mesken tutacaklardır ki, 6 sene sonra onlarda
burada Hazar ve Oğuz‟ların nihâi darbesini yiyeceklerdir. Dikkat çekmeye çalıĢtığımız nokta,
Macarlar‟ın Ukrayna topraklarında iken eski yurtlarının Peçenekler tarafından îskan edilmiĢ
olduğudur. Peçenekler Oğuz-Hazar ittifakın indirdiği nihâi darbeyi Lebedia‟da almıĢlardır.
Gelelim Karatay‟ın Macarların son Peçenek taarruzuna uğrayarak kovulduğu en son
yurdun Don boyu olduğu savına.117 Karatay‟ın Konstantine‟nin mâlumatları içerisinde dikkat
etmediği bir veri kendi iddiasıyla tamamen çeliĢir. Kontsantine‟nin Peçeneklerin Macarlara
indirdiği nihâi darbe hususunda naklettiği mâlumatlar arasında çok ince bir ayrıntı söz
konusudur. O, aynen Ģunu söyler: “…Peçenekler kaçtılar ve yerleĢmek için bir yer arayıĢıyla
etrafta gezindiler ve Ģimdi sahip oldukları araziye vardıklarında ve burada Türkleri yaĢıyor
bulduklarında onları savaĢta yendiler ve sürdüler ve dağıttılar ve buraya yerleĢtiler ve
söylendiği gibi, bugüne kadar 55 yıldır bu memleketin efendisi oldular.”
Üstteki verilerde Konstantine Peçenekler‟in Oğuz ve Hazarların müĢterek ittifakı ile batı
istikametinde kaçmak zorunda kaldıklarını anlatıyor. Burada en çarpıcı nokta doğu batı yönlü
bir kaçma harekâtında bulunan Peçeneklerin batı yönünde ilerlerken hiç ummadıkları bir
Ģekilde ve de o yön boyunca yaĢadıklarını bilmedikleri Macarların yurduna hasbelkader bir
biçimde varmalarıdır. ġayet Macarların Peçenek darbesini yedikleri son yurt Karatay‟ın
savunduğu gibi Don boyu olmuĢ olsaydı böyle bir kaçıĢ ve Macarlar üzerine yıkılma hadisesi
hiçbir surette Konstantine‟nin bize naklettiği biçimde gerçekleĢemezdi. Çünkü Macarlar‟ın
Don Irmağı mansabında bulunduklarını yazan kaynakların neredeyse tamamı Peçeneklerin
Macar ülkesi ile coğrafi manada sınırdaĢ olduğunu yazmaktadırlar. Bu sebepten, Peçenekler
Oğuz ve Hazar baskısı ile batıya kaçmak zorunda kaldıklarında hemen bitiĢiklerinde ve batı
istikametlerinde yer alan Macarların ülkesine etrafta bir müddet dolanmadan, doğrudan
doğruya varmıĢ olmaları gerekirdi.
Ġkincisi, Don boylarında yaĢayan Macarlar ve onların hemen kuzey ve kuzey doğusunu
mesken tutmuĢ Peçeneklerin uzun müddet cereyan eden komĢuluk iliĢkileri neticesinde
birbirlerinin yaĢadıkları yurtları gayet iyi bilmiĢ olmaları beklenir. Hâlbuki, Konstantine‟nin
mâlumatları Peçeneklerin Macarların yurduna vardıklarında onları orada yaĢıyor bulduklarını
söylüyor. Yâni oraya varmadan evvel Peçeneklerin Macarların orada yaĢadıklarına dâir en
ufak bir bilgileri yok. Böylesi bir hadise asla ve asla coğrafi açıdan birbirleri ile komĢuluk
yapan iki kavmin bulunduğu bir sahaya âit olamaz. Konstantine‟nin sunduğu bilgiler
Peçeneklerin nihâi Oğuz ve Hazar darbesini yedikleri yurt ile hemen akabinde Macarlara
saldırarak onlara son darbeyi indirdikleri yurt arasında coğrafi açıdan bir boĢluk olması
gerektiğini açık bir Ģekilde ortaya koymaktadır. Bu boĢluğun tekâbül ettiği saha hiçbir surette
116
Dunlop 2008:212
117
Karatay 2004:51
Macar ve Peçeneklerin birbirine bitiĢik yaĢadığı Don boyları değildir. Aksine bu boĢluk ancak
ve ancak Dinyeper merkezli Etelközü‟de Macarların, Don sahası muhitinde de Peçeneklerin
yaĢaması ile gerçekleĢebilir. Dolayısıyla, ortada baĢlıca kaynağın alenen doğruladığı iki
Macar yurdu vardır. Birincisi Don boyları ikincisi ise Dinyeper çevresidir.
ġimdi Macarların bugünkü yurtları olan Macaristan‟a ulaĢtığı 895 yılı ile Ravennas adlı
kaynağın Macarların Lebedia‟dan göçü için düĢtüğü tarih (889) arasındaki kısa zaman
dilimini ele alalım.
Lebedia‟nın kuzey ve de kuzeydoğusundan inen ana Peçenek darbesinin tesiriyle
Macarlardan bir kesim güneye; Kafkasya‟ya doğru göç ederken diğer bir kesim Azak
Denizi‟nin üst kesimini mesken tutmuĢ Ġç Bulgarların(Kara Bulgar) toprakları içerisinden
geçmek ya da onların yaĢadığı coğrafyanın üst kesimini dolanmak suretiyle Etelközü olarak
adlandırılan sahaya muhaceret etti. Lebedia‟dan batıya göç etmek zorunda bıraktırılan
Macarlar Konstantine‟nin anlattığına göre Dinyeper civarındaki Etelközü‟de birkaç yıl
tutunabilmiĢlerdir. Bu kısa zaman dilimi Macarların neden Dinyeperin yakınlarında kesin
arkeolojik deliller bırakmadığının118 da kanıtıdır. Eğer Macarlar Etelközü‟nde uzun müddet
yaĢamıĢ olsa idiler arkalarında kendilerine özgü apaçık bir arkeolojik kalıntı bırakmıĢ
olacaklardı. Bununla birlikte, 10. ve 17. yy. arasında Macaristan‟da yaygın olarak bulunan
kimi metal öğelerin benzerlerine Karpat ve Dinyester arasındaki sahada rastlanmaktadır. Bu
metalden yapılma nesneler DăneĢti (Vaslui Beldesi –Romanya) merkezli Dridu kültürü
yerleĢmelerin izlerini taĢır. Hem Macar hem de Dridu kültürü arasındaki nesnelerin üslup
benzerliği bugünkü yurtlarına varmadan evvel Macarların o bölgenin yerel halkı ile olan
kültürel temasına delil olarak gösterilir.119Öte taraftan, Macarların bugünkü yurda
yerleĢmeden evvel maddi kültür açısından kuzeyli halkların, özellikle de Kiev devlet
örgütlenmesinin etkisi altına girdiği bölge Dinyeper ve Dinyester arasıdır ve tam bu alan
arkaeolojik bakımdan kimilerince Etelközü olarak görülür.120
Etelközü‟nün neresi olduğuna dönük farâzi öneriler Konstantine‟nin beyanatlarından ilham
alır. O, eskiden Macarların Ģimdi ise Peçeneklerin yaĢadığını söylediği Etelközü adlı yurdun,
adını bahsi geçen coğrafya içerisinde akan Etel ve Kouzou adlı ırmaklardan aldığını dile
getirir.121Fakat Konstantine eserinin baĢka bir yerinde eskiden Macarların Ģimdi ise
Peçeneklerin yaĢadığı sahanın, o muhitteki yerel ırmakların isimlerine binaen adlandırıldığını
yazar. Bu ırmaklar ise Barouch, Koubou, Troullos, Broutos ve Seret‟tir.122.Bahsi geçen
ırmaklardan ilki ileriki sayfalarda Borysthenes Irmağı ile alâkalı bölümde ayrıntılı bir
açıklaması yapılacak olan Dinyeper‟dir.123 Diğerleri Koubou (Buğ), Troullos (Dinyester),
Broutos (Prut) ve Seret (Dinyeper‟in bir kolu olan Seret)‟tir.124Konstantine‟de geçen ve
tarihçilerin istisnasız tamamı tarafından Buğ olarak teĢhis edilmiĢ ırmağın sadece Buğ
Irmağı‟nı değil Ġngulets‟i de imlediği Bulgar bahsinde gösterilecektir. Yazar bir baĢka
bölümde ise Peçenek kabilelerinin yaĢadığı muhitlerden bahsederken onların bir kısmını
Dinyeper‟in doğusuna bir kısmını da aynı ırmağın batısına konuĢlandırır.125 Aynı yazar bir
diğer sayfada da Peçeneklerin Tuna‟dan Don boylarında inĢa edilmiĢ Sarkel Ģehrine kadar

118
Sipnei 2009:67
202
A.g.e.,70
203
Fodor 1986:218
204
DAI 1967:177
205
A.g.e.,175
206
engül 2008:265
207
Macartney 1930:94
208
DAI 1967:168-169
uzanan sahayı mesken tuttuğunu kaydeder.126 Etelközü‟nü Peçeneklerin Karadeniz‟in
kuzeyinde yaĢadığı saha olarak kabul edecek olursak Konstantine‟nin sunduğu mâlumatlardan
hangisine inanacağız? Tuna‟dan Sarkel‟e kadar uzanan mâlumata mı, yine bu ifadesiyle aynı
paralellikteki Dinyeper‟in doğu ve batısında Peçenek kabilelerinin konuĢlandığını söylediği
mâlumata mı yoksa Etel ve Kouzou adlı ırmaklardan ismini alan Etelkouzou adlı ülkeye dair
sarfettiği mâlumata mı?

Tarihçiler Konstantine‟nin sunduğu Tuna‟dan Sarkel‟e kadar uzanan saha bilgisine


güvendiklerinden Kara Bulgarların yaĢadığı sahayı Kafkasya‟ya hapsetmiĢlerdir. Bu sava
Hudûd-ul el-âlem‟in Ġç Bulgarlar‟ın yaĢadığı sahanın Kara Bulgarlar olduğunu ispatlamak
suretiyle cevap vermiĢizdir. Tuna‟dan Sarkel‟e kadar uzanan sahanın Peçenekler tarafından
îskan edildiği mâlumatı yine Porphyrogenitus‟un Peçenek ülkesinin Doğu Avrupa‟yı mesken
tutan diğer kavimlerin yurduna olan uzaklıklarına dâir dile getirdiği bilgiler tarafından tekzip
edilir. DAI bu hususta Ģunları söyler: “Peçenek yurdu Uz (Oğuz) ve Hazarlar ülkelerinden on
beĢ gün, Alanya‟dan altı gün, Türkiye(Macaristan)‟den dört gün, Mord ülkesinden on gün
Rusya‟dan bir gün, Bulgaristan‟dan yarım gün uzaklıktadır...”127

Üstteki Bulgaristan ifadesinin Tuna Bulgar devletine mi yoksa Hudûd-ul el-âlem‟in


doğruladığı gibi Don ve Dinyeper arasında yaĢayan Ġç Bulgarlara dönük bir adlandırma olup
olmadığını kesin bir doğrulukla ifade etmek zor. Ancak Ģayet o dönemde Bulgarlar Alanlar‟ın
hemen bitiĢiğindeki bir muhiti (Kafkasya) mesken tutsalardı Peçeneklerden yarım gün
mesafede olmayacaklardı. Ġkincisi, Peçenekler Sarkel‟e kadar uzanan bir coğrafyayı ellerinde
bulundursalardı Oğuzlar, Peçenekler ve Hazarlardan bu kadar uzakta yer almayacaklardı. Bu
sebepten, Sarkel‟e kadar ulaĢan Peçenek yurdu verisi bir hikâyeden ibarettir. Azak‟ın üst
tarafında o dönem Kara Bulgarlar yaĢadığı için Etelközü en geniĢ Ģekliyle Kara Bulgarların
yurdu ile Karpat havzasında kalan bir alanın adı olacaktır. Bununla beraber, Peçeneklerin
yaĢadığı en doğu ucu, Azak‟ın üst yakasını mesken tutmuĢ Kara Bulgarların yurdunun
yukarısındaki coğrafyaya denk gelen günümüz Karkov Ģehrinin hemen güneydoğusuna düĢen
bir coğrafi ad olan Pecénegi128 olarak almak isâbetli durmaktadır. Konstantine‟nin
Peçeneklerin yurdunu Macaristan‟dan dört günlük mesafeye yerleĢtirmesi Peçeneklerin
mesken tuttuğu sahanın Karpatların daha gerisinden baĢlaması gerektiğini ve Macar ile
Peçenek ülkeleri arasında coğrafi bir boĢluk olduğunu bizlere îkaz etmektedir.

Kouzo isimli ırmağın ġiraklı Ananias‟ın Dinyeper havzasından bahsederken bir yerde dile
getirdiği ve Karadeniz‟e döküldüğünü söylediği Kočo129 isimli ırmak olduğu muhakkaktır. Bu
adlandırmanın günümüzde hangi ırmağı imlediğini belirleyemesek de onun Kırım‟ın batı
yakasında kalan ve Karadeniz‟e sularını boĢaltan Kača130 adlı bir ırmak olduğunu
söyleyebilmekteyiz. Dinyeper‟i imlemediği kesin gözüken Etel adı ise gerek Kézai‟nin Getsa
Hungarorum isimli eserinin gerekse Hudûd-ul el-âlem‟in kanıtladığı üzere izâfi bir tâbir
olduğu için bu adlandırmanın, Buğ ya da Dinyester‟den hangisine bir gönderme olduğunu
ifade edememekteyiz. Fodor‟un dile getirdiği kazıbilimsel malzemeler üzerinden
Etelközü‟nün doğuda Kırım‟ın batısındaki Kača adlı ırmaktan ve yine Karkov Ģehrindeki
Pecénegi adlı coğrafi yer adından baĢlamak üzere batıda Dinyester‟e kadar uzanan bir muhit
olduğunu dile getirebiliriz. Konstantine‟nin zikrettiği veriler ıĢığında Peçeneklerin yurdunun

126
DAI 1967:183
127
DAI 1967:169
128
BDA 1993:116
129
Ananias 1992:48
130
Trubaçef 1999:243
en batı ucunu Karpatların biraz gerisine çekmemiz gerekir ki, burası bizi doğrudan Dinyester
muhitine çıkaracaktır.
8.yüzyılın ortalarından baĢlayıp 9. ve 10.yüzyıl sonlarına kadar devam eden Donetz
havzasındaki Saltovo-Mayaki arkeolojik kültürünün tâkip eden dönem içerisinde Kuzey
Kafkasya, Dağıstan, Yukarı Don ve AĢağı Don havzaları ile Dinyeper‟in hem doğu hem de
batısına düĢen kazıbilimsel yerli kültürel biçimleri ortaya çıkmıĢtır. 131 Saltovo kültürünün
sonraki dönemde arz-ı endam eden Dinyeper‟in doğu ve batısına konuĢlu arkeolojik kültür
sahası Kırım‟ın orta noktasına tekâbül eden muhitte kuzeydoğu-güneybatı yönlü çizilecek bir
hattan baĢlayarak kuzeydoğuda Pecénegi coğrafi yer adının bulunduğu Karkov Ģehri
yakınlarına oradan da batı yönlü olarak Buğ ve Dinyester arasına kadar ulaĢır.132 ĠĢte Saltovo
kültürünün Dinyeper‟in doğu ve batısını kapsayan ancak bir türlü hangi topluluğa ait olduğu
tespit edilemeyen133 varyantının içerdiği alan, Etelközü yurdu için yukarıda çizmiĢ olduğumuz
coğrafi bölge ile mükemmel uyuĢur. Peçenek ve Etelközü yurtları için en uygun coğrafya
Saltovo kültürünün Dinyeper boyundaki mezkûr sahasıdır. Etelközü birebir Peçeneklerin
mesken tuttuğu yurt değildi ancak onların elinde tuttukları alan Etelközü‟nün kapsadığı saha
ile kabaca uyuĢmaktaydı.

Saltovo-Mayaki Kültürünün Dinyeper Ayağı ve Etelközü

131
Róna -Tas 1999:139
132
A.g.e.,140
133
A.g.e.,140
Macarların Etellközü civarında iken 892 ve 894 yılları içerisinde Moravya‟ya ve
Panonya‟ya seferler yaptıklarına Ģahit oluyoruz. Fulda manastırının yıllığına Macarların 894
yılındaki seferle tüm Panonya‟yı harabeye çevirdikleri notu düĢülmüĢtür.134 Muhtemelen bu,
yurt tutuĢ önceki Macarların gerçekleĢtirdikleri en büyük ve son seferdi.
Tüm veriler Macarların Doğu Avrupa coğrafyası içerisinde kademeli olarak mesken
tuttukları üç sahanın {Magna Hungaria(BaĢkurdistan), Lebedia(Don ve Donetz sahası) ve
Etelközü(Dinyeper havzası)‟nün mevcudiyetini doğrulamaktadır.
Magister P. Adlı Macar kaynağının Macarların yaĢadığı yurdu Dentumoger olarak
adlandırdığını yukarıda görmüĢtük. Bu mâlumatla koĢutluk arzeden bir veri Kézai‟nin Gesta
Hungarorum‟undan gelir. Onun çalıĢmasında Ġskitya‟nın yönetimsel olarak Barsatia, Dencia
ve Mogoria olmak üzere üçe ayrıldığı yazılıdır.135Ġlk bakıĢta Dencia ve Mogoria biçimlerinde
bir Dentumoger adının gizlendiği söylenecektir. Ancak ne hikmettir bu eserin yazarı Dencia
ve Mogoria‟yı ayrı toprak parçaları olarak sunuyor.
ġahsi kanaatimiz yazarın burada üç yönetim adı altında vermeye çalıĢtığı anlamın
Macarların Doğu Avrupa toprakları dâhilinde mesken tuttukları üç sahaya yönelik
göndermeler olduğudur. Ġlk ad Barsatia Carpini‟nin Bascart136, Rubruck‟lı William‟ın ise
Pascatu137 olarak kaydettiği Magna Hungaria‟nın kurulduğu BaĢkurdistan‟ı, Dencia Donetz
mansabındaki Lebedia‟yı, Mogoria ise Dinyeper merkezli Etelközü‟nü içermektedir.
Mogoria‟nın en son yerleĢilen ülke olan Dinyeper havzası olduğuna dönük mâlumat 13.
134
AOF 2012:129
135
Simon 1999:23
136
Carpini 1966:68
137
William 1990:86,138
yüzyıldaki Split(Hırvatistan) Ģehrinin Katolik baĢdiyakozu ve tarihçi Thomas‟ın Macarların
Panonya‟ya varıĢından bahsettiği bölümde dile getirdiği Ģu ifadelerle de tasdik edilir: “O
vakitlerde Massagetlerden bir grup Mageria adlı kendi bölgelerini oldukça kalabalık bir kitle
halinde terk ederek ve de karĢılaĢtıkları her Ģeyi yakıp yıkarak ilerlediler. Tuna‟nın her iki
tarafındaki tüm Panonya topraklarını iskân eylediler.”138
Üstteki beyanatlarda zikredilen Mageria, Massaget adı ile anılan Macarların Panonya‟yı
mesken tutmadan evvel yaĢadıkları son sahayı iĢaret etmektedir ki, burası açıkça
Etelközü‟dür. Mageria‟nın Etelközü olduğunu doğrulayan bir diğer veri bu ülkeden
Panonya‟ya ilerlerken Macarların önlerine çıkan herĢeyi yağmalamalarıdır. Nitekim aynı
hâdiseleri Fulda yıllıkları da teyit eder. Lebedia‟dan Etelközü‟ne muhaceret esnasında bu
halkın tahribat yaptığını söyleyen herhangi bir tarihi kaynak mevcut değildir. Dolayısıyla,
tartıĢmasız bir Ģekilde Mogoria isminin kendisi olan Mageria Dinyeper havzasını
imlemektedir. Magister P. Adlı Ģahıs tarafından yazılan Macar yıllığındaki Dentumoger
ifadesindeki Moger de açıkça Etelközü‟nü ifade etmektedir. Ve Dentumoger adında hem
Lebedia hem de Etelközü manası gizlidir.
Doğu Avrupa coğrafyasını mesken tutmuĢ Peçenekler‟in tarihinin aslında iki alt zümre
dâhilinde incelenmesi gerekir. Bu zümrelerden ilkinin akibetinden DAI vasıtasıyla haberdarız.
Fakat ikinci zümre olarak adlandırabileceğimiz ve de Hudûd-ul el-âlem dıĢında hiçbir
kaynakta adları geçmeyen Hazar Peçenekleri‟nin kaderleri nasıl cereyan etti? Bu gruba
üzerine muhtemelen Ģunları söylemek mümkündür.

Azak Denizi‟nin doğu tarafında berhayat bulacak Hazar Peçenekleri adlı grup ana Peçenek
kitlesinden ayrılmak suretiyle, güney taraflarında yaĢayan Don ve Donets Irmakları arasındaki
Saltovo kültür bölgesinin sâkinleri Macarlar ve daha güneyde hayatlarını idame ettiren
Onogurlar Ģahsında Hazarlara karĢı askeri baskılarda bulunuyorlar. Bu baskılar neticesinde
Sarkel kalesi inĢa ediliyor. Nihayetinde kuzeyden inen gücün karĢı konulamaz kudreti
Peçeneklerden bir kesimin güneye sarkıp Azak Denizi‟nin doğu kesimlerini mesken
tutmasının yolunu açıyor. Asıl Peçenek kitlesi ise Don ve Ġdil arasında kalmaya devam ediyor
tâ ki, Oğuzların Hazarlar ile birlikte tesis ettikleri müttefikliğin Peçenek gücünü bu sahadan
batı istikametinde göçe zorladığı 889 yılında kadar. Bu Peçenek zümresinin 889 yılındaki esas
göç sırasında ana gruptan ayrılarak buraya yerleĢmiĢ olma ihtimalleri varsa da biz iki Peçenek
saldırısının olduğu türünden bir fikre sıcak bakmaktayız. Nitekim, Hudûd-ul el-âlem 889
yılından evvelki bir dönem zarfında Hazar Peçeneklerinin Azak‟ın doğu yakasını mesken
tuttuklarını alenen söylemektedir. Çünkü aynı esere göre Hazar Peçenekleri Azak‟ın
doğusunda iken Macarlar Don ve Donetz arasında asıl Peçenek grubu da Macarların hemen
gerisindedir. Peki bu Peçenek zümresi bu sahaya ne vakit intikal etmiĢ olabilir?
9. yüzyıl bir Frank-Latin yazması olan Bertin Yıllıkları 862 senesinde Macar adlı bir
kavmin Almanya‟ya yönelik olan saldırılarından bahseder. “…Bugüne değin bu halklarca
bilinmeyen Macar adlı düĢmanlar onun krallığını yağmaladılar.”139 Bu bilgi Macarların batı
kaynaklarında ilk zikridir. ġayet Hazar Peçeneklerinin kuzeyden Don ve Donetz arasındaki
Macarlara bir baskı yaparak güneye indiği dönem zarfında bu baskıdan kaçan Macarların
batıya intikal ettiklerini göz önüne alacak olursak 862 senesi öncesi olası bir göçten
bahsedebilir ve Macarların batı yönlü ilk uzantılarının Almanya ile temasını Hazar
Peçeneklerinin baskısına dayandırabiliriz.

138
Thomas 2006:63
139
AOB 1991:102
Peçeneklerin yaĢadığı coğrafyalarda aynı zamanda Basiana adına da rastlıyoruz. Hudûd-ul
el-âlem coğrafyası aynı zamanda ana kitleden ayrılarak kendine baĢka bir yol çizmiĢ olan
Hazar Peçeneklerinin Hazar Dağları (Kafkas Dağları, F.ġ.) üzerindeki otlak yerlerde
gezindiklerini140 de söyleyerek bu topluluğun Kafkasya eteklerine yerleĢmeden önce orayı
tanıma teĢebbüslerine göndermede bulunuyor. Peçeneklerin sonraki dönemde Kafkasya‟nın
yüksek kesimlerine çekilmesiyle Karaçay-Malkar toprakları bir müddet sonra Basiana adı ile
anılmaya baĢlayacaktır. Peçenek adı artık unutularak yerine As adı ile bilinen topluluk ortaya
çıkacaktır. ĠĢte Alanlardan kaldığı söylenen Karaçay-Malkar topraklarındaki Zelençuk yazıtı
ve Kafkasya‟dan Kumanlarla birlikte Moğol baskısıyla Macaristan‟a göç eden Aslar gerçekte
bu Peçenekler idi Alanlar değil. Aslar Kafkasya‟nın daha kuzeyini Alanlar ise daha güneyini
mesken tutmuĢlardı. Nitekim el-Mağribi “Gürcistan‟ın doğusunda Alan ülkesi bulunur.
Bunlar HristyanlaĢan Türklerdendir… Alanlardan sonra Türklerden As denen kavim
bulunur”141 diyerek güney-kuzey istikametinde Asların daha kuzeyde kaldığı yönündeki
iddiamızı desteklemektedir.

Peçenekler‟in Kuban boyundaki varlığını Karaçay-Malkar efsaneleri de teyit etmektedir.


Bu efsanelerde Ģöyle malumatlar anlatılır: “Tarihi belli olmayan bir zamanda Kuma Irmağı
civarında “Macar” adlı bir Ģehrin hükümdarı olan “Cambek” isimli bir hükümdarın oğulları
olan “Basiyat” ve “Badinat” adında iki kardeĢ, Prensk Misak‟ın yönetimindeki Malkar
ülkesine gelmiĢler. Basiyat ve Badinat adlı bu iki kardeĢ, Çerek ve Holam ırmakları
arasındaki sahada yaĢayan bütün Tavlularla savaĢarak onları hâkimiyetleri altına almıĢlar.
Ġki kardeĢ fethettikleri bu toprakları kendi aralarında bölüĢmüĢler. Badinat adlı kardeĢ kendi
payına düĢen Digor (Kuzey Osetya) topraklarının hükümdarı olarak buraya yerleĢmiĢ. Daha
sonra Prens Badinat, Karaçaylıların KırımĢahval adlı prens sülalesine mensup bir prensesle
evlenmiĢ. Badinat ile Karaçaylı prensesten doğan yedi erkek çocuk Digorların prens
sülalelerinin baĢlangıcı olmuĢlar… Öteki kardeĢ Basiyat‟ın payına ise Malkar toprakları
düĢmüĢ. Basiyat da Malkar topraklarının tek hâkimi olmuĢ ve aynı Ģekilde Malkarların
meĢhur prens sülalelerinin soy atası olmuĢ. Malkarların Abay, Aydabol, Canhot ve ġahan
adlı prens sülaleleri Prens Basiyat‟ın soyundan gelmekteymiĢ…”142

Malkarların “Malkar Basiyatı-Düger Badinatı” adlı üstteki destanda açık bir Ģekilde
Badinat adı ile Alanlara Basiyat adı ile de Karaçay-Malkarlıların etnik oluĢumunda pay sahibi
olan As‟lara atıfta bulunuluyor. Basiyat adı Peçeneklerin Latince adı Pizeneci, Bisseni,
Bysseni, Bessi, Besseneu, ve Macarca Besenyö ve de Orta Asya‟da Peçeneklerle bağlantılı
olan bölge adı Asiana diğer adıyla Basiyana Ģekillerine çok yakın durmaktadır. Nitekim,
Strabo‟nın kaydettiği Pasiani adı da aynı doğrultudadır.

Peçeneklerin Kafkas Dağlarını mesken tuttuklarını doğrulayan bir baĢka veri Saltovo-
Mayaki kültürü ile Alan kültürü arasındaki bağlantıdır. Kafkasya‟daki Alanların Saltovo-
Mayaki kültürü ile olan bağlantısı bir türlü çözülememiĢtir.143Aslında Kafkasya ile Donetz
havzası arasındaki arkeolojik bağlantı Saltovo kültürünün hemen bitiĢiğini mesken tutan
Peçeneklerin sonrasında bu kültür öğelerini göç yolu ile Kafkasya‟ya taĢımasından ibarettir.
Bu savımız Hazar Peçeneklerinin göç hadisesini farklı bir açıdan doğrulamaktadır.

140
ġeĢen 1985:69
141
A.g.e.,203
142
Adiloğlu 2005:55-56
143
Róna Tas 1999:139
2.2.SABĠRLER’ĠN GÖÇÜ
Avrupa Hun kağanlığının çöktüğü dönemin hemen akabindeki süre dâhilinde doğudan
kopup gelen yeni halk kitleleri Bizanslı yazarların görüĢ alanına girmiĢlerdi. Onlarla ilgili
mâlumatlar Priskos‟un eserine Ģu Ģekilde yansımıĢtır.

“…AĢağı yukarı bu sıralarda Saragur, Uroğ ve Onogurlar Doğu Romalılara elçiler


gönderdiler. Bu kavimler Sabirlerle yapılan harp neticesinde meskûn oldukları yerlerden
çıkartılmıĢlardı ve komĢu ülkelerin topraklarını istila etmiĢlerdi. Sabirleri Abarlar
püskürtmüĢlerdi. Abarları ise okyanus kıyısında oturan ve bir yerden denizden yükselen büyük
buharlarla sislerin, diğer taraftan Ģimdiye kadar duyulmamıĢ pek çok yırtıcı kuĢun (grifon)
yaklaĢmasından kaçan kavimler vatanlarından çıkartmıĢlardı ki, bu yırtıcı kuĢların insan
soyunu yiyip bitirmeden yok olmayacakları söylentisi vardı ve insanları paralıyorlardı. Bu
felaketler neticesi hareketlenerek komĢu ülkelere hücum ettiler. Bütün bu kavimler, hücumun
Ģiddetinden dolayı mukavemet edemeden bulundukları yerleri terk edip kaçıyorlardı. Öyle ki,
yeni bir yurt arayan Saragurlar ilerlediler ve Akatir Hunlarına rastladılar. Onları harple
yenerek tabi kıldılar ve özellikle Romalıların dostluğunu kazanmak maksadıyla elçiler
yolladılar. Ġmparator elçileri kabul etti ve hediyelerle memnun ederek geri gönderdi.”144

Yukarıdaki ifadelerde zikredilen göçün bir kuĢa dayandırılması verisinin Herodot‟un


çalıĢmasından aparılma olduğu açıktır.145 Tarihçiler bu hakikate istinaden aynı ifadelerin
Moğol kökenli bir kavim olan Abar/Avar olarak okunması gerektiği konusunda
hemfikirdirler. Ancak, biz bu kanaatte değiliz. Gerek Priskos gerekse de aĢağıda zikredilecek
Herodot‟un naklettiği ifadeler karĢılaĢtırıldığında esasen coğrafi manada bir gerçeklik ve bu
gerçeklik temelinde kavim adları ortaya çıkmaktadır.

Bir kere, Priskos‟un eserindeki Abar kavim adı Türk Ģamanizmine ait veri olan Abar‟a
uygun düĢmektedir. Altay Ģamanlığında Erlik adlı bir ruh vardır. Bu ruh insanlara felaketler
ve musibetler gönderir. Erlik‟in karargahı bir rivayete göre Doymadım (Toybodım) ırmağı
yakınında iken diğer bir rivayete göre ise Bay Deniz (Bay Tengis) civarındadır. Karargah ise
korkunç canavarlar ile doludur.146Canavarlara ise abura ya da abra‟denir.147 Yine abra
Ģaman giysisinin üzerinde bulunan bakır parçaları ve baykuĢ tüyleri ile tasvir edilen mistik
devin adıdır.148

Bahsolunan canavarların insanların baĢına getirdiği belalar ve onlara reva gördüğü


iĢkenceler “çok kızmak, öfkelenmek, hiddetlenmek, sinirlenmek, gazebe etmek”
manalarındaki abar149 sözcüğünde de bir baĢka anlam bulmuĢtur.

Görüldüğü üzere, Priskos‟un beyanatları Altay Ģamanizmindeki mâlumatlar ile örtüĢüyor.


Buna binaen, Bizanslı yazarın yaptığı tek Ģeyin bu dinsel inanıĢta geçen Abura ya da Abra‟yı
Abar kavim adı ile alâkalı bir biçimde bizlere sunmuĢ olduğu öne sürülebilir. (Lākin ileriki
sayfalarda görüleceği üzere Abarlar bir Sabir boyu olan Kabarlar idi). Bu sunuĢta var olan
gizli verilerin en önemli yanı dinsel inancın Altay coğrafyasını imlemesidir. Priskos‟taki Abar
ile Moğol Avar kavim adlarını aynileĢtirme noktasında ne coğrafi açıdan ne de kavim

144
Ahmetbeyoğlu 1995:65
145
Golden 1992:92-93
146
Anohin 1998:406
147
A.g.m.,408
148
Naskali-Duranlı 2007:19
149
Pekarskiy 1945:1
adlarının sesçil benzerliği açısından hiçbir sorun gözükmüyor. Bununla birlikte, Herodot‟un
Ġskitlerin diline dâir sunduğu bir sözcük Apar‟ın Avar olduğu yaygın kanıyı baĢtanbaĢa
ortadan kaldırmaktadır. ġimdi Tarihin Babası‟nın konumuzla ilgili naklettiklerine tek tek göz
atalım.

“…Ġssedonların ötesinde tek gözlü Arimaspes ırkının yaĢadığını, bunların ötesinde de


kutsal altına bekçilik eden Griffon‟ların, daha uzakta denize çıkan yerde Hyperbore
uluslarının yaĢadıklarını söyler. Bunların hepsi, diye ekler sözlerine, kendi sınırlarında
bulunanlar, Hyperbore‟lilerden gayrısı, birbiriyle dalaĢmak için bahaneler bulurlardı; ilk
baĢlayanlar Arimaspenes‟lerdi. Bu arimaspes‟ler, Ġssedonos‟ları yurtlarından atmıĢlardı...”
(Tarih, IV-13.)

Yazar üstte Aristeas adlı bir baĢka yazarın çalıĢmasına atfen bu ifadeleri nakleder. Kendi
ise bizzat Ģunları dile getirir.

“Bu uluslar zaten biliniyorlardı ama ötede, kuzeyde tek gözlü adamlar varmıĢ ve kutsal
altına bekçilik yapan Griffon‟lar varmıĢ, bunları yalnız Ġssedon‟lardan öğreniyoruz;
Skyth‟ler, onların anlattıklarını tekrar ederler, o kadar; bize de bu inanç Skyth‟lerden
gelmiĢtir ve birincilere Arimaspes demekle bir Skyth sözcüğü kullanmıĢ oluyoruz, zira
“arima” Skyth dilinde tek, “spu” ise göz anlamına gelir.” (Tarih, IV-27)

“En büyük altın yatakları, öyle anlaĢılıyor ki, Avrupa‟nın kuzeyinde bulunmaktadır; ama
bu altın nereden geliyor? Buna da kesin bir cevap veremem. Arimaspes‟ler varmıĢ derler, tek
gözlü olurlarmıĢ, altını bunlar Griffon‟lardan koparırlarmıĢ. Ama baĢka her bakımdan öbür
insanlar gibi olsunlar da tek gözlü doğsunlar, ben böyle bir Ģeye de inanmam. Ama bizim için
en güzel ve en az rastlanan Ģeylerin, yeryüzünün en uzak uçlarında, yeryüzünü kuĢatan
çemberin üzerinde bulunduklarını söyleyebiliriz.” (Tarih, III-116)

Üstteki açıklamalarda Grek yazarının vurguladığı yegâne gerçek, benzer betimlemelerle


Priskos‟un eserinde de geçen Griffonlar ile Arimaspes adlı kavmin ayrı ayrı ama birbirine
yakın coğrafyaları mesken tutmalarıdır. Grek yazarı Arimaspe(s) olarak kaydettiği kelimeyi
açıklarken son hecedeki -spe sözcüğününün –spu Ģekline döndüğü de gözden
kaçırılmamalıdır.

Herodot üstte görüldüğü üzere Arimaspe(s) kavmini “tek göz” olarak kaydetmiĢtir. Buna
istinaden, Zekiyev arima sözcüğünü Türkçe “yarım”150 sözcüğüyle ilintiler. Lākin bu tür bir
kökenbilimsel izahat Grek yazarının naklettiği manayı aksettirmede yetersiz kalmaktadır. Ġskit
dilindeki bahsolunan sözcüğün Türk lehçelerinde “farklı, diğer” anlamına gelen ayrı
sıfatından baĢka bir Ģey olmadığı kanaatindeyiz. Bu sıfat Herodot‟taki Ģekline oldukça yakın
bir biçimde Tatarcada ayrım151 ve Uygurcada ayrim152 Ģeklinde yer alır. Farkında olmadan
Türkçemiz‟de bu sıfatı günlük dilde “tek” anlamını verecek Ģekilde kullanmaktayız. Örneğin
Ģu ifadelerde ayrı sözcüğümüz âdeta “tek” anlamıyla özdeĢleĢmektedir.

Ġçeri ayrı ayrı girilecek !

Ġçeri tek tek girilecek!

150
Zekiyev 2003:156.
151
KTLS 1991:39
152
A.g.e.,9;Necip 1995:25
Lütfen herkes ayrı otursun !

Lütfen herkes tek otursun !

Bu mallar raflara ayrı ayrı dizilecek !

Bu mallar raflara tek tek dizilecek !

Tüm bu kısımlar ileride ayrı ayrı ele alınacak.

Tüm bu kısımlar ileride tek tek ele alınacak.

Bu tür cümleler sayısız örneklerle zenginleĢtirilebilir. Burada bizi asıl ilgilendiren Ģey, tek
sözcüğünün günümüz Türkçesinde “ayrı” sıfatıyla da adlandırıldığı gerçeğinin ortaya
konmasıdır. Nitekim Karaçay-Malkar Türkçesinde ayrım sözcüğünün “ayrı” anlamı hâricinde
“tek, yalnız”153 gibi bir anlam ifade etmesi de bizim savımıza taraftır. Örneğin, Karaçay
Malkarca‟da ayrım terek; “tek ağaç” örneğinde ayrım “tek” anlamında kullanılmıĢtır. Öte
yandan, Türk lehçelerindeki “ayrim, ayrı” sıfatı tabiiki “ayır-mak” ve onun ön Ģekli “adır-
mak” fiilinden getirilecektir. ġahsen Herodot‟un arima biçiminde doğruyu söylediğini
düĢünmekteyiz. Sözcüğün ilk hecesi ari, ayır-mak biçiminin kökünden tamamıyla farklıdır,
lâkin en doğrusudur da. ġayet ayrim ile arima sıfatları aynı kökten türemiĢse, ayrim biçiminde
yer alan –d > y Türkçenin sonraki dönemde kazandığı Ģeklidir.

Bu görüĢümüz ayrı sözcüğünün Fincede –y eki almaksızın eri (“diğer, farklı”) biçiminde
var olmasıyla da doğrulanmaktadır. Bu sıfat büyük bir olasılıkla Türkçedeki kesmek anlamına
gelen –ar fiiliyle aynı kaynaktan türemiĢtir ve Ġskitçe‟deki arima‟nın köküdür. Ġkinci hecede
geçen –spu ise Türkçe‟de “kızarık, hasta göz” anlamına gelen Ģipik154 sözcüğünden baĢkası
değildir. ġipik kelimesindeki son ek –k gerçekte {ayak, yanak, dudak, bacak, kulak vb.} organ
adlarında da sıklıkla karĢımıza çıkan Türkçe çoğul eki –k‟dır.155 Yâni kelimenin aslı Ģipi‟dir.
Bu ise Grek tarihçisinin naklettiği spu‟nun birebir aynıdır. Yunanca‟da Türkçe‟deki Ģ harfinin
karĢılığı yoktur. Bu sebepten, –Ģ harfi yerine Grekler kimi kereler –s harfini yazmayı tercih
etmiĢlerdir.

Bu Ġskitçe kelime Avrupa dillerine de geçmiĢ gözüküyor. Etrüskler aracılığıyla önce


Latince‟ye sonrada oradan tüm Batı dillerine yayılmıĢtır. Etrüskçe‟de haruspex “hayvanların
karnını, karaciğerini ve diğer iç uzuvlarını muayene ederek geleceğe dönük kehanetlerde
bulunan din adamlarına” verilen ad idi. Dilbilimciler haruspex sözcüğünün baĢındaki haru‟yu
karın manası ile ilintilerlerken spex‟in ise Latince bakmak fiili specer ile ilintili olduğu
kanatindedirler.156 Hâlbuki, bugün Batı dillerindeki spect, spectators, inspection, retrospective
ve perspektif gibi pek çok kelimede ve de terimde karĢımıza çıkan speks/spex sözcüğü
Latince‟ye değil üstte kanıtlandığı üzere Ġskitçe‟ye aittir ve de günümüzde hala kullanılan
Ģipik sözcüğünde varlığını sürdürmektedir.

Gelgelelim Arimaspu kavim adından ne tür bir izahatın çıkarılması gerektiği meselesine.
Herodot‟un bu kavmin tüm fertlerinin diğer tüm halkların tersine tek bir göze sahip
olamayacağı konusundaki görüĢü elbette doğrudur. Peki o zaman bu verinin asıl vermeye

153
Tavkul 2000:104
154
DS X:3782
155
Bu konuda güzel bir makale için Bkn. BaĢdaĢ 2004:53-64
156
Ayda1992:250
çalıĢtığı mana nedir? Sıradan bir insan gözü ile çekik göz arasındaki tek farklılık çekik göze
ait göz kapağının normal göz kapağına kıyasla daha aĢağıda yer almasıdır. Esasen Grek
yazarının burada dile getirdiği ancak bir türlü esrarına muvaffak olamadığı kelimeden maada
Ġskitlerin bu isim altında çekik gözlü bir kavmi yâni Moğolları imledikleridir. Arimaspe
gerçekte Ġskitlerin Moğollara verdikleri addır. Böylesi kökenbilimsel çıkarımımız Türkleri
antropolojik açıdan Moğol yapma uğraĢı içerisindeki çevrelere bizzat Türkler tarafından
verilmiĢ en iyi cevaptır ve bu adlandırma Türklerin ağzından Türk antropolojisinin baĢlangıcı
olarak alınmalıdır. Hepsinden öte, bahsi geçen sözcük bizi doğrudan doğruya Moğolistan
topraklarına götürür. ġimdi Arimaspe örneğinde olduğu gibi Türklerin Moğollara bu türden
verdiği adlandırmalara örnek teĢkil edecek iki veri sunacağız.

Bunlardan birincisi, önde gelen Moğol kabilelerinden biri olan Kalmuk adının
etimolojisidir. Bu kavim adının ne olduğuna dâir kimi izahatlar getirilmesine karĢın, kabul
edilen gerçek Kalmuk isminin Türkler tarafından bu kavme verilmiĢ bir adlandırma
olduğudur.157 Pekâlâ, zikredilen kavim adı “göz kapağı” manasındaki Kalmuk158 sözcüğü ile
irtibatlandırılabilir. Bu türden bir îzahat Ġskitlerin Moğollara verdikleri Arimaspe(s) “tek göz,
yarım göz, yarım göz kapağı” adlandırması ile aynı kapıya çıkar. Ġkincisi ve de en önemlisi
ise, Sabirleri batıya ittiği önü sürülen Avar kavim adının üsteki etimolojik çözümlememizi
doğrudan doğruya teyit edecek Ģekilde “tek gözü kör olan”159 bir anlama sahip olmasıdır. Öte
yandan bu etimolojik önerimiz Arimaspu ile Avar kavimlerinin aynı halk olduklarını ortaya
koymakla beraber onların coğrafyalarının da gerçekte aynı olması gerektiğini imlemektedir.
Avar sözcüğünün Arapça kökenli olduğu söylenir. Bu gerçek Avar sözcüğünün bizim
çalıĢmamız açısından önemini değiĢtirmez.

Vardığımız bu sonucu Priskos‟da geçen ifadelere uyarladığımızda Abarların Avarlar olarak


görülmesi noktasında herhangi bir itirazın gelmemesi beklenecektir. Fakat, Grek yazarının
Griffon‟ları “kutsal altına bekçilik yapanlar” olarak tanımlaması, üzerinde düĢünülmeyi
gerektirmektedir. Türkçe‟de abramak diye bir fiil vardır. Anlamı “korumak, muhafaza etmek
ve kollamaktır.”160 Fiilin kökü açık bir Ģekilde abra‟dır. Abra Herodot‟ta “kutsal altını
korumakla mükellef” griffonlara denk düĢerken, Priskos‟da ise abralar yırtıcı kuĢların
hıĢmından kaçan topluluğa dönük bir adlandırmadır. Buna bakarak, Herodot‟taki griffonları
Priskos‟da geçen Abar olarak görmemiz gayet makuldür. Amma velakin, aĢağıda Oğur ve
Sabir kavim adlarının kökenbilimsel izahatında görüleceği üzere, etimolojik temelde Abar
kavim adı DAI‟de geçen ve Macarlar ile birlikte bugünkü Macaristan‟a muhaceret eden Sabir
kökenli Kabar adlı kabile ile aynı anlama gelmektedir. Dahası Herodot griffonlar ile Arimaspu
kavmini birbirinden tamamıyla farklı değerlendirir.

Etimolojik temelde vardığımız Arimaspu, Moğolları ve de Moğol coğrafyasını


imlemektedir savımızı yine Tarihin Babası‟nın bu halkın yaĢadığı coğrafyaya dair verdiği
mâlumatlar da tasdik eder.

Herodot Yukarı Ġdil sahasında yaĢayan Ġskit soyundan olmayan Argipeia isimli bir etnos
hakkında kimi yerlerde ilginç bir o kadar da ayrıntılı bilgiler nakleder. Yazar, Argipeia‟ların
kuzeyinde kalan bölge için Ģu ifadeleri kullanır: “Kel adamların (Argipeia‟lar) kuzeyinde
kalan bölge için kimse bir Ģey söyleyemez. Çünkü çevresi dağlarla kesilmiĢtir…Kel adamların
doğusuna düĢen ülkede Ġssedon‟ların yaĢamakta oldukları kesindir.... ” (Tarih, IV-25)

157
Ġrimbek 2011:11-14
158
DS VIII, 2610
159
DS I:376
160
DS I:28
Bahsi geçen dağların gerçekte Ural Dağları, Argipeia‟ların yaĢadığı coğrafyanın ise Ural
Dağları‟nın orta noktası olduğu gösterilmiĢtir.161

Tarihin babası, Historia‟nın birinci kısmı “Klio” adlı bölümde Ġssedon‟ların Massaget‟lerin
karĢısında oturduklarını dile getirir. (Tarih, I:201) Tarihçilikte genel itibariyle Massaget‟lerin
yaĢadığı saha Aral Gölü‟nün doğusundan baĢlayarak güney istikametinde Harezm‟e kadar
uzanan Amuderya ve Sırderya Irmakları arası kabul edilir. 162 Massagetlerin burası ile olan
iliĢkisine bir destek Ptolemeus‟un çalıĢmasından gelir. Ptolemeus‟un eserinde Massagetler
günümüz Güney Kazakistan‟ında yer alan Karatav/Karatau adlı dağ olduğuna kanaat
getirdiğimiz Askatankas Dağı‟nın hemen batısında Jaxartes Irmağı(Seyhun) boyunca yaĢayan
bir halk olarak gösterilmektedirler.163Bu bilgi Massagetlerin Aral Gölü çevresine yakın bir
muhiti mesken tuttuklarını baĢka bir açıdan doğrulamaktadır.

Ġssedon‟lar Massaget‟lerin daha kuzeyinde kaldığından dolayı bu halkın ancak Aral‟ın


kuzey kesimlerine yani Astana çevresi ve Turgay platosunu batı-doğu doğrultusunda mesken
tuttukları rahatlıkla ve katiiyetle söylenebilir ki, bu saha Uralların doğusuna düĢer.
Ġssedon‟ların Fin-Ugor topluluğunun Ugor boyunun ortak adı olduğu noktasında en ufak bir
Ģüphe taĢımıyoruz. Yukarıda Grek yazarının da ifade ettiği üzere Arimaspu‟lar, Ġssedonların
yani Ural‟lardan baĢlayarak doğu yönünde uzanan bir Ugor kavimler federasyonunun en doğu
ucundaki bir coğrafyada yaĢamaktaydılar. Bu ise bizi tarihsel coğrafya temelinde Yenisey
bozkırlarına kadar uzanan Ugor topluluklarının aĢağı yakasındaki Moğolistan coğrafyasına
götürür. Arimaspu‟ları Moğol olarak teĢhis ettikten sonra onların yanındaki coğrafyaya
konuĢlu “kutsal altın” ve de “griffonlar” mefhumunu Ģu Ģekilde yorumlayacağız.
Moğolistan‟ın yukarısındaki Tuva cumhuriyetinin baĢkentinin adı Kızıl-yar‟dır. Kızıl
Türkçe‟de “altın” demektir.164 Kızıl gibi “al” anlamına gelen kırmızı sözcüğü de yine “altın”
manasını taĢır.165 BaĢkent Kızıl-yar (Kızıl Sahil)‟ın etimolojik manada “altın yeri” manasını
taĢıması pekâlâ mümkündür.

Priskos‟un ifadelerinde geçen okyanus kıyısının bulunduğu coğrafyanın Altay bölgesi


olduğunu pekiĢtiren bir veri Plano Carpini‟nin seyahatnamesinden gelir. Carpini doğu
yönünde halkları listelerken Samoyetlerin hemen bitiĢiğinde, okyanusun kıyısını mesken
tutmuĢ bir halkı “it yüzlüler”166 olarak adlandırır. Samoyetlerin hemen bitiĢiğindeki saha
Altay coğrafyasıdır. Tüm veriler Eskiçağ Grek imgelemindeki okyanusun Altay coğrafyasını
imlediğini göstermektedir. Ġleriki sayfalarda daha ayrıntılı ele alınacak Hazar kavim adının
îzahını yapan kimi çevreler bu adın qasar“köpek” anlamını yansıttığı
167
düĢüncesindedirler. Her iki verinin karĢılaĢtırılması coğrafi açıdan Altay bölgesini
gösteriyor. Hudûd-ul el-âlem de en batıda Emba Irmağı‟nın hemen bitiĢiğinde yaĢadığını
söylediği Kırgızların mesken tuttukları sahanın en doğuda Doğu Okyanus‟a kadar ulaĢtığını
nakleder.168 Doğu Okyanusu ise aynı kaynakta günümüz Uygur toprakları içerisinde yer alan
Taklamakan ve Cungarya Çölü‟nün doğu taraflarına yerleĢtirilir.169 Çin kaynaklarında Kuzey

161
ġengül 2008:259
162
Slumirskiy 2008:42-43
163
Ptolemaios 2006:2:657
164
DS VIII:2963
165
DS VIII, s.2834
166
Carpini1996:103
167
Golden 1980:132
168
Minorsky 2008:50
169
A.g.e.,33
Denizi‟nin Baykal Gölü‟nü imlediğini170 de yeri gelmiĢken hatırlatmamız gerekir. Tüm bu
betimlemeler Kırgızların bilinen ilk yurtları olan Altay bölgesini imlediği gibi Doğu
Okyanus‟un o bölgedeki en büyük su kitlesi olan Baykal Gölü olacağını göstermektedir.
Eskiçağlardan beri Yunan imgelemindeki Okyanus esasen Baykal Gölü‟nden baĢka bir Ģey
değildi.

Priskos‟un ifadesinde adı geçen Sabir göçünü baĢlatan yırtıcı kuĢların insan soyunu yiyip
bitirmeleri ile bağlantılı tasvirin benzerini yine Hudûd-ul el-âlem‟de bulmaktayız. Eserde
Altay coğrafyasındaki Kırgızların yurdunun doğusunda yaĢayan vahĢi, merhametsiz, insan
yiyen ve de diğer Kırgızlardan farklı bir dil konuĢan bir Kırgız kabilesi Furi adıyla
zikredilir.171 Barthold Furi kavim adının Arap alfabesindeki “K” ve “F” harflerinin birbirine
olan benzerliğine istinaden aynı coğrafyada isimleri zikredilen Kuri,Kuli,Kurıkan kavim
adlarında Furi‟yi görme taraftarıdır.172 Ġlginç olan nokta Türkçe kurukan “ölü”173 sözcüğünün
bir derece bozuk Ģekli olarak duran Kurıkan kavim adının insan yiyen Furi etnonimini
çağrıĢtırmasıdır. Ġnsan yiyen topluluğun Altay coğrafyasındaki varlığı o bölge halklarının
manevi kültür dünyasına da yansımıĢtır. Hakasların tarihi foklorunda eski zamanlarda Hakas-
Minusink bölgesinde yaĢayan olağanüstü özelliğe sahip Musmal adlı bir halkın Hakas(Kırgız)
köylerine geceleri saldırıp insanları yediği motifi yer alırken, ġorların efsanelerinde ise aynı
insan yiyenler “HaĢhalar” adıyla anılırlar. Mezkûr topluluk Çulım Tatarlarında “Kırgızlar”,
Altaylılarda “Kırsagallar”, Tuvalılarda ise “Bürüsler” olarak isimlendirilmiĢtir.174ĠĢte Altay
coğrafyasından türeyen Abarlar insan yiyen bu Furi kabilesinin korkusuyla hemen
bitiĢiklerinde, batı taraflarında yaĢayan Sabirlerin üzerine düĢmüĢlerdi.

Tuva civarı ve Yenisey bozkırları Kırgızların, Teleütlerin, ġorların ve de diğer Türk


toplulukların bilinen ilk yurtlarıdır. Sabirlerin bu bölgede aranmasını bizlere ikaz eden bir
diğer veri ise Sibirya‟ya seyahat gerçekleĢtiren Radloff‟un Kırgızların Sarı-BagıĢ kabilesinin
Ġsängül boyuna mensup bir oymağın adını Sabar olarak zikretmesidir.175 Kırgız bünyesindeki
Sabar isimli oymak Sabir176 ve Sabur177 adı ile de kaynaklarda geçer. Moğolların gizli
tarihindeki Yenisey Irmağının yukarı akımını Kırgızlar ile beraber mesken tutmuĢ ġibir178
kavmi de gerçekte bu Kırgız kabilesi Sabar/ġibir idi. Ġkinci olarak, Sabarlar/Sabirler
tarihçilikte demircilikleriyle tanınmıĢ ve meĢhur olmuĢ bir kavimdir.179 Orta Asya‟da
demircilikle ilgili kültürler Güney Sibirya, Yenisey, Minusinsk havzası, Kuznetsk vadisi,
Sırderya‟ya ve Moğolistan‟a kadar uzanan coğrafyaya hâkim olan Karasuk arkeolojik kültürü
ve180 onun devamı olarak kabul edilen Tagar kültürü‟dür.181 Karasuk-kültürü ile Tagar
kültürü arasında ayırt edici bir fark yoktur.182 Kabaca bugünkü Hakas, Kemerova ve
Krasnoyarsk sahalarını içine alan bir coğrafyayı elinde tutan Tagar kültürünü yaratan halkın
ākibeti bilinmemektedir. Onların yükselen Xiong-nu (Hun) gücünün yapmıĢ olduğu tazyik

170
Czeglédy 1999:56-57
171
Minorsky 2008:51
172
Barthold 2002:43
173
DS VIII:3011
174
Butanayev-Butanayeva 2007:36
175
Radloff 1994:223; Lezina-Superanskaya 2009:454
176
Lezina,- Superanskaya 2009:455; Karatayev 2003: 155
177
Lezina,- Superanskaya 2009:456
178
MGT 2010:229
179
Togan 1981:31
180
Jacobson 1993:17.
181
Askarov - Nasraim.1992:459
182
Jacobson 1993:18
neticesinde ortadan kalktığı ve Yenisey‟in kuzey ve kuzeybatısındaki sahalara çekildikleri
düĢünülür.183 Buraya kadar sunulan verilerin tetkiki sayesinde Priskos‟da zikredilen ve
Herodot‟taki verilerle karĢılaĢtırdığımızda benzerliklerini müĢahade ettiğimiz Abarların ve
onların baskısıyla batıya kaçan Sabirlerin yaĢadıkları coğrafyayı bulduk. ġimdi görüleceği
üzere, bu coğrafyadan kalkarak Hazar Denizi‟nin hemen batısındaki sahayı mesken tutacak
Sabirlerin, Macarların oluĢumunda ana rollerden birini oynamıĢ Sabartoi Asfaloi‟ler ile ne
uzak ne de yakın bir ilgisi var idi.

Herodot’a Göre Argipea-Ġssedon-Arimaspu-Massaget Coğrafyası

183
A.g.e.,18
2.3.SUVAR/SABAR/SEBER/SABĠR, OĞUR ve UROĞ KAVĠM
ADLARININ KÖKENBĠLĠMSEL ÎZAHI
Buraya kadar Macar meselesi ile ilgili olarak bilim dünyasında mevcut adlandırmaları
kullandık. Yâni Sabartoi Asfal‟ları Macarlar ile özdeĢleĢtirerek meseleye bu gözle baktık.
AĢağıda Sabir etnik kimliği mevzusu daha ayrıntılı ele alınmadan evvel kendi savımıza dâir
bir noktanın okuyucu tarafından bilinmesini istiyoruz. Bizim savımız Macarların Kara Ogur
topluluğu ile herhangi bir ilgisinin olmadığıdır. O zaman Ģöyle bir soru sorulacaktır? Neden o
vakit Macarlar Sabartoi Asfaloi‟ler ile özdeĢletirilmektedirler? ĠĢte bu soruların cevapları bu
babda verilecektir. ġimdi yine bilim dünyası içerisinde mevcut adlandırmalarla Macarları,
Kara Ogur nam-ı diğer Sabartoi Asfal‟lar alarak meseleyi incelemeye devam edelim. Bu
bölümün sonunda okuyucu burada savunduğumuz görüĢümüze kesinlikle hak verecektir.

Yukarıda DAI‟nin zikrettiği üzere Σάβαξτνη άσυαινη (Sabartoi Asfaloi) yâni Macarların da
aralarında bulunduğu ve Kara Oğur Türklerinin baĢını çektiği kavimler federasyonu (kısaca
Macarlar) Peçeneklerin darbesiyle ikiye bölünmüĢler, bir kısmı batıya Etelközü‟ne göç
ederken, diğer bir kesim Kafkasya‟ya inmiĢlerdi. Ancak bu muhaceretle ilintili kimsenin
hesaba katmadığı bir veri var. 10.yüzyılın baĢlarına yakın bir tarihte cereyan etmiĢ böylesi bir
hâdiseden haberi dahi olmayan ve 1154 yılında tamamlayıp Norman kralı II.Roger‟e hediye
ettiği Nüshet el-müĢtâk adlı eserinde Ġdrisi Macarlara âit Matriye isminde Seyfu Irmağı
bitiĢiğinde yer alan bir Ģehirden bahseder.184 Yazarın bu mâlumatlarını hemen akabinde Seyfu
Irmağı‟nın Don olduğu yönündeki dolaylı veriler izler.185 Aynı kitapta Seyfu yâni Don
Irmağı‟nın Sakyu, Matriye‟nin ise Matrayâ adlarıyla da zikredildiği görülür.186Ve
Seyfu(Sakyu) Irmağı mezkûr Macar kenti ile Rusların Ģehri arasında Buntus Denizi(Azak
Denizi)‟ne dökülmektedir.187 Arasında edatı nehrin doğu yakasının bir halk diğer yakasının
ise öteki halk tarafından mesken tutulduğunu îkaz ediyor. Batı yakasının Ruslar tarafından
tutulduğu kesin olduğundan Macarların Don‟un Azak Denizi‟ne döküldüğü kısmın hemen
doğu yakasını iĢgal ettiklerini söyleyebilmekteyiz.

Matriye Ģehrine dâir ne Arap ne de Acem kaynaklarında herhangi bir gönderme


mevcuttur. Gerçekte bu Ģehir yüz yıl sonra Doğu dünyasında hıristyanlığı yaymak amacıyla
yola çıkan misyoner rahip Rubruck‟lu William‟ın Don Irmağı‟nın Azak‟a döküldüğü yerde
kurulu Ģehir olarak adını zikrettiği Matrica‟dır.188Ġdrisi‟deki mâlumat Lebedia‟daki Peçenek
baskısından sonra bir kısım Macarların göç etmeyip, aynı muhit çevresinde yaĢamayı
sürdürdüklerini gösteriyor. Ġdrisi ile William‟in naklettiği bilgiler arasındaki yegâne fark
BaĢkurtların Macarlarla aynı dili konuĢtuklarını bizzat müĢahade edip, bunu kayıda geçiren
William‟ın Matrica Ģehrine dâir Macarlarla veyahut onların dili ile ilintili herhangi bir veri
sunmamasıdır. Belki de yüzyıllık zaman zarfı içerisinde sayıca az olan Macar halkı bu
topraklarda tamamen erimiĢlerdi. William‟den bir asır sonra 1330‟lı yıllara tekâbül eden bir
zamanda Azak‟dan doğu istikametinde yola çıkan Ortaçağ‟ın en büyük seyyahı Ġbn Battuta
Moğol baĢkenti Saray‟a varmadan evvel Macar Ģehrine uğradıklarından bahseder. 189 Fakat
yazar bahsi geçen Ģehrin Kuma adlı bir ırmağın yanında olduğunu söyler.190Ki, böylesi bir
veri doğrudan doğruya Kafkasya‟daki Kuma Irmağı‟na bir göndermedir. Muhtemelen burası,

184
ġeĢen 1985:118
185
A.g.e.,120,124
186
A.g.e.,120
187
A.g.e.,124
188
William 1990:64
189
Ġbn-i Battuta 1907:245
190
A.g.e.,245
Matrica/Matriye Ģehri ile ilintili olmayıp, DAI‟nin zikrettiği güney yönünde kaçan Macarların
Kafkasya‟da yerleĢtikleri muhitlerden birisiydi. William‟ın ve Ġdrisi‟nin sunmuĢ olduğu
bilgiler ıĢığında Macarların iki farklı yöne dağılma hâdisesine ek olarak onlardan bir kesimin
hiçbir yere göç etmeyip Lebedia civarında yaĢadıklarını söyleyebilmekteyiz.

Kuma Nehri çevresindeki Macarların varlığı Karaçay-Malkar Türklerinin efsanelerinde


geçen ve önceki sayfalarda Peçenek bahsi ile ilintili olarak zikredilen, mezkûr ırmağın (Kuma
Irmağı) yanındaki Macar adlı bir Ģehrin varlığıyla da teyit edilmektedir.191Kafkasya‟daki
Macar mevcudiyetine dâir bir diğer göndermeyi Evliya Çelebi‟nin eserinde bulmaktayız.
17.yüzyılın bu meĢhur seyyahı Kafkasya‟da Macar adlı bir oymağın varlığından bahseder. 192

Batıya göç eden Macarlar Rus yıllığı Povest Vremmenih Let tarafından Kara
Ogurlar(Черные Угры) olarak kayıda geçirilirken193, Güney Kafkasya‟ya inen topluluğun
adı ise Acem eserlerine “kara çocuk” ve Ermeni eserlerine“kara oğullar”olarak
çevrilmiĢtir.194 Her ne kadar, bu noktada bilim dünyasındaki mevcut anlayıĢa uyarak Acem ve
Ermeni kaynaklarında bu türden adlandırmalarla anılan kavmi Macar olarak alsak da bunların
aslının Kara Oğur olduğu ve de onların Macarlarla bir ilgisinin olmadığı ileriki sayfalarda
ortaya çıkacaktır. Kendi savımıza dâir bir diğer noktayı da burada açıklamakta yarar
görmekteyiz. Macarlar Tobol çevresinden batı yönlü göç ederlerken bir kol Kara Oğurlar ile
BaĢkurdistan tarafına gitmiĢ diğer bir kol ise Kara Oğurlar ile Kafkasya‟ya inmiĢtir.
BaĢkurdistan‟da kalan Macar ve Kara Oğurlar diğer topluluklar ile kaynaĢma sürecine dâhil
olurken Kafkasya‟ya inen Kara Oğurlar ile Macarlar birbirlerinden bağımsız olarak kendi
kaderlerini çizmiĢlerdir. Acem ve Ermeni kaynaklarındaki “kara çocuk” ve “kara oğullar”
ifadeleri asla ve asla bir kaynaĢma sürecine dâhil olmayan Kafkasya‟daki Kara Oğurlara
dönük adlandırmayı temsil etmektedirler Macarları değil. BaĢkurdistan‟daki kaynaĢma süreci
içerisinde Kara Oğur etnonimi üst kimlik adı olarak baĢta Macarlar olmak üzere diğer
topluluklar tarafından da benimsenecektir. Dolayısıyla, bilim dünyasının Rus Yıllığı‟nda adı
zikredilen kavim ile Acem ve Ermeni kaynaklarında isimleri geçen kavmi aynileĢtirmesi
sadece ve sadece bir isim benzerliğinden kaynaklanmaktadır. Kafkasya kaynaklarına adlarını
kazıyan topluluk saf bir Kara Oğur topluluğu iken Rus Yıllığı‟nda teĢhis edilen kavim ise
gerçekte kendilerinin üst kimlik adı olan Kara Oğur‟u benimsemiĢ Macarlar ve diğer
topluluklardır. 9.yüzyılda Peçenek darbesi ile daha güneye itilecek olan Macarlar ile “kara
çocuk” ya da “kara oğullar” ismi ile anılan Sevordi(k) ya da diğer isimleriyle Sawardiyah adlı
kavim arasında isim ayniliği dıĢında doğrudan bir ilgi yoktur.

Peçenek darbesinin indiği Macarların muhtelif istikametlerde dağılmak zorunda kaldıkları


889 yılındaki olay Don boylarında yâni Lebedia‟da gerçekleĢmiĢti. Ancak Lebedia‟dan evvel
bu kavim bugünkü BaĢkurdistan ya da Plano Carpini‟nin ve Rubruck‟lu William‟ın
ifadeleriyle Büyük Macaristan195 sahası içerisinde ilk defa Peçenek saldırısına mâruz
kalmıĢtır. Bahsi geçen alanda (BaĢkurdistan) Peçenekler tarafından alınan darbe ile
Macarlar‟dan bir kesim güneybatı yönünde bugünkü Don boylarına iltica ederlerken, diğer bir
kesim daha kuzeye Volga Bulgar sahasına çekildiler. ĠĢte bu kuzeye çekilenler sonrasında Ġbn
Fazlan tarafından Suvâr196 adı ile anılacaklardır.

191
Adiloğlu 2005:55
192
Adiloğlu 2005:60
193
Povest‟ 1950:210; Yücel 2007:99
194
BaĢtav 1941:74-75
195
Carpini 1996:103;William 1990:86
196
Ġbn Fazlan 1995:64
Bugüne değin hiçbir araĢtırmacı Sabartoi Asphal‟lar ile ilgili olarak ne Ermeni ne de Acem
kaynaklarına yansıyan böylesi ifadelerle (“Kara çocuk, Kara Oğullar”) esâsen tarihi ve dilsel
bir gerçekliğe vurgu yapıldığını aklına dahi getirememiĢtir. BaĢtav ise Ermeni kaynağındaki
Sevordi(k)‟in Sev-orgi < Sev-ogri Ģeklinden getirilmesine bir halk etimolojisinden baĢka bir
kıymeti yoktur Ģeklinde nokta koymuĢtur.197

Hâlbuki, Rus yıllığı da bu halkın adında bir kara sıfatına gönderme de bulunuyor. Rus
yıllığı ile Ermeni ve Acem kaynaklarının karĢılaĢtırılması (kara Ogur = kara çocuk/Oğullar ?)
Ogur kavim adının “çocuk ve oğul” anlamına gelmesi gerektiğini söylemektedir. ġimdi
inandığımız bu görüĢ doğrultusunda kaynaklarda adlarına Suvar, Sabar ve Savar olarak
rastlanan, Ptolemeus‟un coğrafya kitabının en son ortaya çıkartılan nüshasında ise Seber
olarak anılan Sabartoi Asfal kavim adının etimolojisini yapacağız. Biz Ptolemeus‟da geçen
biçimin en gerçeği yansıttığını ve bu kavmin asıl adının Seber olarak alınması gerektiği
kanaatindeyiz.

Sabartoi Asfaloi adından baĢlayacak olursak, Gürcüce‟de “kara” manasını taĢıyan შავი
“šavi” sıfatı ile Yakutça‟da art “ düĢük çocuk”198 ve de ärdo “kocaya gitme vakti gelmiĢ genç
kız”199 kelimeleri birleĢtirildiğinde ortaya doğrudan doğruya Acem ve Ermeni kaynaklarının
naklettiği “kara çocuk” manası çıkmaktadır; Šaviart/ šaviärdo<Sevordi(k). Nitekim, ilk
hecenin “kara” manasına geldiğini Sevordi(k) sözcüğündeki Sev hecesi de tasdikler. Zîra, bu
hece “kara” manasına gelen Ermenice սեվ “sev” sıfatından baĢkası değildir. Aynı topluluğun
diğer kaynaklara yansımıĢ Ģekli olan Siyawerdi biçimi kara mânasında Türkçeye de geçmiĢ
Farsça ‫( س یاه‬siyau/siyah) sözcüğüdür. Ordi(k) hecesinin sonundaki –k Ermenice çoğul ekidir
ve asıl biçim olan ordi esâsen Ermenice‟de oğul anlamına gelen Որդի (vordi) sözcüğünden
baĢkası değildir. Sondaki Asfal(oi) ise Türkler tarafından Çince‟den ödünç alınmıĢ ve cesur
anlamına gelen ĠĢpara ünvanının l>r geçisi hâli olabilir. ĠĢpara >iĢpal >asphal(oi). Sabartoi
Asfaloi “cesur kara çocuk =Kara Ogur” mânasını taĢıyabilir. Zâten yukarıdaki Macar bahsinde
gördüğümüz üzere DAI de onların (Sabartoi Asfaloi) cesaretlerine yönelik vurgu da
bulunmaktadır.

Sabartoi/Sevordik çözümlememiz bir tarihi hakîkatı gün yüzüne çıkarmıĢtır; gerek


Oğur/Ogur sözcüğü gerekse bu kavim (Sabar/Suvar>Seber) adının sonundaki ar hecesi tıpkı
art ve ärdo örneklerinde olduğu gibi etimolojik temelde “çocuk, oğul” mânasını
yansıtmaktadır. Dikkat buyurun, Oğur Salar Türkçesi‟nde “oğlan, delikanlı”200 anlamına
gelmektedir. Türkçemizde aynı mânayı taĢıyan Oğul sözcüğü açıkça Oğur kelimesinin r>l
geçiĢi üzerinden aldığı biçimdir. Aynı Ģekilde “ar” kelimesi “erkek çocuk, er, adam”201
mânalarına gelir. Priskos‟un yukarıda Sabir göçüne dâir verdiği beyânatlar arasında zikredilen
Uroğ kavim adında kimilerinin görmeye çalıĢtığı gibi Ugor kavmine dönük herhangi bir
emâre yoktur. Tersine Uroğ biçimi Tuvaca‟da “çocuk, kız çocuğu” anlamına gelen Urug202
sözcüğünden baĢkası değildir ve de bu gerçek Uroğ‟un Ogur‟un değiĢik bir yazımı olduğunun
kanıtıdır. Halk etimolojisi olarak görülen Sev-orgi biçiminde de bir çocuk manasına gelen
Urug kelimesi gizlenmiĢtir. Sev-orgi açıkça “kara çocuk” demektir.

197
BaĢtav 1941:75
198
Pekarskiy 1945:34
199
Binler 2007:33
200
A.g.e.,219
201
A.g.e.,32
202
Arıkoğlu, 2005:112
Türkçe‟de –sav/sev “kara” sıfatına dönük bir adlandırma bulamadık. ÇuvaĢça‟daki
“karanlık ve koyu” mânasına gelen sim203 sözcüğü, b >m geçiĢi üzerinden Sabar
/Savar>Seber kavim adının ilk hecesi olan “kara” manasındaki sab, sav ve seb sözcüklerine
denk düĢer. Ancak bu sözcük büyük olasılıkla Marice “kara” mânasına gelen šimɘ, šim ve
Hanti lehçesindeki sim “karanlık” sözcüklerinin bir ödünçlemesidir. Sabartoi sözcüğünün
Sabar yahut Sabart hecesi Cermen lehçelerinde “kara” mânasına gelen Almanca schwarz,
Ġsveçce svart, Norveçce svart, Ġzlandaca svart kelimeleriyle de örtüĢür. Fakat, itiraf etmeliyiz
ki, kara sıfatına dâir en iyi veriyi Gürcü ve Ermeni dilleri ile Farsca‟da bulmaktayız.

Šaviart =Kara Çocuk


Šaviar<Savar/suvar =Kara Çocuk
Sevordi(k)=Kara çocuk
Siyawerdi <Siyauard/ ärdo=Kara Çocuk
Kara Oğur =Kara Çocuk

ġor Türkçe‟sinde töl kelimesi a) evlat, ahfat b) boy, kabile, soy, sop c) aĢiret d) aile204
anlamlarına taĢır. Görüldüğü üzere, töl sözcüğü evlat kelimesinden baĢlayıp aĢiret kavramına
kadar giden geniĢ bir manayı barındırıyor. Aynı denkliği Türkçe oğlan sözcüğüyle
iliĢkilendirilen Etrüskçe klan “oğul”205 kelimesinde de bulmaktayız. Bu sözcük klan “kabile,
soy” teriminde baĢka bir anlama bürünmüĢtür. Bu sebepten, Oğur sözcüğü çocuk anlamından
baĢlayarak “kabile, aile ve soy” anlamına ulaĢan Türk içtimâi hayatına dâir bir mâna
derinliğini kendi bünyesinde barındırmaktaydı. Kaynaklar sadece bu anlam yelpazesinin
“çocuk” ile ilgili noktasına gönderme yapıyor.

Suvar/Savar adını bundan sonra kafa karıĢıklığına yol açmamak için Seber olarak alacağız.
Seber‟ler “Kara Oğur”, Sarogur‟lar “Ak Oğur” ise neden Oğur birliğinin diğer bir dalını ve
kolunu teĢkil eden Onogur‟ların kavim adı mâna itibariyle “On Oğur” yani “on kabileden
teĢekkül etmiĢ bir siyasi birliği” aksettirsin? Biz bu kavim adında diğer kardeĢ soylar gibi “bir
renk” sıfatının aranması gerektiği kanaatindeyiz.

ġahsi düĢüncemiz Ģu ki; Sarogur, Seber ve Onogur kavimlerinin ilk çıktığı yer ve ad
Oğurlar idi. Bu Oğurlardan ayrılıp daha kuzeyde yaĢamaya baĢlayanlar Kara Oğur yâni
“Seber” adını batıda yaĢayamayı seçenler Sarogur yani “Ak Oğur” isimlerini aldılar. O
zaman, bu birlikten ayrılıp güneyde yaĢamaya baĢlayanların “Kırmızı, Kızıl, Al Oğur”
adlandırmasını almaları gerekir ve de beklenir. Çünkü aĢağıdaki Ģekilde de görüldüğü üzere
Eski Türk yön verme sistemine göre kırmızı güneyi temsil etmekteydi.206 Ana kitle olan
Oğurlar ise merkezde ve daha doğuda yaĢamaktaydılar.

203
Paasonen 1950:125, Bayram 2007:186
204
TannagaĢeva – Akalın 1995: 117
205
Friedrich 2000:186
206
Küçük 2010:195
Bu açıdan meseleye yaklaĢtığımızda Theophilaktos Simokattes‟in eserinde Onogurlara dâir
düĢtüğü bir verinin ne derece kıymetli olduğunu anlamaktayız. Bizanslı yazar Onogurların bir
zamanlar depremde yıkılan Bakath isminde bir Ģehirleri olduğundan bahseder.207 Adı geçen
Ģehrin Semerkant‟ın kuzeydoğusundaki Fagkat kenti olduğu ortaya çıkartılmıĢtır.208

Yukarıda değinildiği üzere, Herodot‟un Ġssedon‟ların karĢı tarafında Massagetlerin


yaĢadığını not düĢmesi gibi Ġssedonlar‟ın yaĢadığı coğrafyayı; Tobol ve çevresini mesken
tutmuĢ Seber‟ler, bir zamanlar Massagetlerin konuĢlandığı coğrafyada hüküm süren
Onogurların kuzeyine düĢen sahaları iĢgal etmekteydiler. Yâni Onogurlar Türk yön verme
sistemine göre kuzey kesimleri mesken tutmuĢ Seber‟lerin güney taraflarına düĢen toprakları
iĢgal etmiĢlerdi. Bu ise Onogur kavminin baĢındaki on sözcüğünün “kırmızı” gibi bir manayı
aksettirmiĢ olması gerektiği sonucuna bizleri götürür. Onogur kavim adının sonundaki on
sözcüğünün asli biçimi kanatimizce oŋ idi.

ġimdi oŋ sıfatının Türkçe‟de “kırmızı” anlamı ile kullanılıp kullanılmadığını sorgulamak


îcap ediyor. Bu noktada Xiong-nu (Asya Hun) diline âit bir sözcüğün etimolojik izahatı
yapmak konumuz açısından bir ipucu görevini görmektedir.

Çin yıllıklarında Xiong-nu (Asya Hun) diline dâir zapta geçen “hükümdar hanımı, eĢi”
anlamındaki terim o-shih >*at-teh‟tir ve Pulleyblank bu kelimeyi Türkçe kadın sözcüğü ile
ilintilenir.209 Bu Hunca kelimenin eski telaffuzu ise hat-tei‟dir.210

Yakutça‟daki hatıay / hatıy (“kız”)211, Tuvaca kat-iye (“kayın valide, kocanın annesi veya
kendisinden büyük ablası”), Özbekçe kattaya (“nine, büyük anne”) ve - her ne kadar

207
Simocatta, 1986: VII:8.13
208
Zimonyi 2002:607
209
Pulleyblank 1962: 262-264
210
A.g.m.,262
Tuvaca‟da “kayın peder, kayın, bir erkeğin karısının babası veya ağabeyleri” anlamını taĢısa
da - konumuz açısından Teleütçe‟deki (“karı, eĢ”) anlamını veren katı212 ve Derleme
Sözlüğü‟ndeki hata “büyükanne”213 sözcükleri hat-tei kelimesi ile gayet uyumludurlar.
Tuvaca‟daki kaday (“eĢ, zevce, karı, avrat”)214 sözcüğü Hunca sözcük ile birebir özdeĢlik
taĢımaktadır. Bu kelime ile asıl değerlendirilmesi gereken koĢutluklar Almanca‟daki gatte
(“koca, eĢ”) ve gattin (“karı, eĢ”) kelimeleri ile Yurak Samoyetçesindeki haada (“anneanne,
nine”) ile Yenisey dilinin Baiha lehçesindeki kada'a (“anneanne, nine”)‟dır.215 Bu sözcükler
çok büyük bir olasılıkla Hunca üzerinden bu dillere geçmiĢlerdir.

Bahsi geçen Hunca sözcüğün ilk iĢareti at, ot, hat, hot, y veya yen Ģeklinde telaffuz
edilebilmektedir. Shiji‟nin yazarı bu kelimeyi hat-ti veya hat-te, Sin Han Shu‟nun yazarı ise
birinci hecenin yen, ikinci hecenin ki olarak telaffuz edildiğini ileri sürmüĢtür.216 Bu nedenle
sözcüğün iki tür okunuĢu mevcuttur. Eski Çin dili uzmanları O-shih kelimesinin ilk hecesinin
Eski Çince, Geç Han dönemi ve Orta Çince biçimlerini ât217, ikinci hecenin Eski Çince
biçimini ge, Geç Han Dönemini dźe>gie ve Orta Çince Ģeklini ise źje218 olarak kurarlarken,
yenchih/ yānzhī sözcüğünün ilk hecesinin Eski ve Geç Han Dönemi biçimlerinin an, Orta
Çince Ģeklinin ise jän olduğu kanaatindedirler.219 Ġkinci hecenin ise birden fazla okunuĢu
vardır ve genel itibariyle Orta Çince Ģekli zhi220 ve ki221 olarak kurulur. AĢağıdaki Türkçe
koĢutlukların da göstereceği üzere kelime en uygun biçimiyle jänki >yenchi (yenki)
olmalıdır.

Yenchi kelimesini Tekin, Türk dillerinde sıklıkla geçen “kadın”, “eĢ” ve “zevce”
mânalarındaki epçi, ipçi gibi kelimelerle açıklamaya çalıĢır.222 Bu hususta yukarıdaki izâhata
katılamayacağız. Nedenine gelince, Çin yıllıkları bu kelimeyi sadece “kadın” ve “eĢ” anlamı
ile sınırlandırmıyor, ona yükledikleri diğer anlamlar da mevcut. Hunlar bu sözcüğü
“hükümdar hatunu” dıĢında “evlenmiĢ kızlar” için de kullanmıĢlardır. Yine bahsi geçen
sözcük, “bir çiçek” ismi ve “tütün” çiçeğinden yapılan, kadınların kullandıkları “bir makyaj
malzemesi” için de verilen bir adlandırmadır.223 Bu makyaj malzemesi allık, kırmızı boya
yâni rujdur.224 Tüm bunlara ek olarak kelime, Çin kaynaklarında “dağ” anlamıyla (Yanqi
shan: Yengi dağı) da zikredilmiĢtir.225

Yenci üzerinden, “hükümdar eĢi” ya da “genç kız” anlamlarını çağrıĢtıracak bir kelime
önerisinde bulunmadan evvel, bu sözcüğün diğer anlamlarıyla ilgili olarak Türkçede var olan
yakın anlamlı kelimeleri ortaya çıkarmanın faydalı olacağı kanaatindeyiz.

211
Pekarskiy 1945: 351
212
Ryumina – KuçigaĢeva: 2000: 50
213
DS VII:2305
214
MonguĢ 2005: 63
215
Collinder 1955:12
216
De Groot – Asena 2011: 72
217
Schuessler 2009: 1-28/K.270a
218
A.g.e.,7-6/K.867.
219
A.g.e.,24-14/K.200
220
A.g.e.,7-3/K.864.
221
A.g.e.,26-6/K.552
222
Tekin 1993:15.
223
Ġnayet 2008: 280
224
Yıng-Shıh Yü 1990:130; Pulleyblank 1966: 20
225
Pulleyblank 1962:2;Pulleyblank 1966: 20
Pulleyblank, Hunca sözcüğün Eski Han Dönemi‟ndeki Ģeklini ean-kah ya da ankeh gibi bir
biçim olarak yeniden kurar.226 ĠĢte bu biçim yukarıda zikredildiği üzere tütünden yapılan bir
makyaj malzemesi anlamında isbat-ı vücut bulan ayanga / ayınga / ayınka (“tütün”)227
kelimesinden baĢkası değildir. Ayınga‟ya “kadın” manası ile yakın duran åyyäŋŋä (“ağabeyin
karısı”)228sözcüğü vardır.

Yenci kelimesinin Çin yıllıklarında “dağ” manasında geçtiği Ģekli temel alacak olursak
aynı anlam Yakutça‟da enie, eyi, ennie, engiye ve engiy 229 biçimlerinde korunmuĢ bir mânası
da “ufak tepe” olan, ancak daha ziyade “dağ yamacı” manasındaki sözcüklerde
yaĢatılmaktadır. Yakutça‟daki bu biçimlerin, Kuman Lehçesindeki enlik (“renklik. Eskiden
Ģeker boyası yapılan bir diken köküdür, kızılca da denilir”),230 eŋlik (“kadınların yüzlerine
yaptıkları allık”)231, enniyh “allık ve ruj”232, eŋgi, eŋgli “edelvays çiçeğinden yapılmıĢ yüz ve
dudak boyası”233, enlik “boyacılıkta kullanılan bir çeĢit ot” ve de “yağ ya da balmumu ile
karıĢtırılarak merhem yapılan bir çeĢit ot”234 ile “yüze sürülen kırmızı bir ot” olan enlik235
(Divanü Lügati‟t-Türk‟de enğlik236 olarak geçer) sözcükleriyle sesçil benzerlikleri açıktır.

Bunlara Kıpçakca yeŋ “kırmızı, kırmızılık”237, yeng “renk”238, yaŋgal “bir tarafı kızıl
olan”,239 Yakutça‟da “yanaklardaki kırmızılık” anlamını veren inğ240, Ġbnü-Mühennâ
Lǔgati‟ndeki eŋlik “yanaktaki kırmızılık”241 ve eŋ “yanak”242kelimelerini de ekleyebiliriz.
Türkçe yanak sözcüğünün kökü olan yaŋ kelimesi de bu Hunca sözcük ile bağlantılıdır.
Çünkü allık yanağa sürülür. Hunca kelimenin muhtemel kökü allık manasındaki bu yeŋ
sözcüğüdür ki, Eski Türkçe‟de “yüzün rengi” demek olan ang ya da eng243 de bahsolunan
kelime ile ilintilidir. Hunca sözcüğün Uygurca‟da eŋlik244,Azerice‟de ennik/enlik245ve diğer
Türk lehçelerinde benzer biçimlerde hâlâ kullanıldığını da dile getirmeliyiz. Sözcük Moğollar
tarafından da ödünç alınmıĢtır. Moğolca‟daki enggesge “allık, ruj”246 sözcüğünün kökü
değerli dostumuz Obrusánszky‟nin bize verdiği mâlumata göre “pudra” mânasına gelen engge
ya da ingge‟dir. Yeng kelimesi ıĢığında Hunların dilinde yanak için kullanılan sözcüğün
yeng/yang ya da yengek/yangak gibi bir biçim olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Buradan yanak kelimesinin Almanca karĢılığı wange, Hollandaca karĢılığı wang ve
Felemenkçe karĢılığı wang biçimlerinin Hunca ile irtibatlı olduğu sonucu çıkarılabilir. Çünkü
diğer Cermen lehçelerindeki karĢılıkların bu adlandırmalarla bir ilgisi yoktur.

226
DS I: 406
227
DS I: 407
228
Binler 2007: 43
229
Pekarskiy 1945, 285, 286
230
Yudahin 1998: 74
231
A.g.e.,a.y.
232
DS V: 1760
233
Bayniyazov- BaĢkapan 2003: 141
234
DS V:1759
235
A.g.e:,1759
236
DLT I: 115
237
Toparlı-Vural-Karaatlı 2007:318
238
Çağbayır 2007:5289
239
Çağbayır 2009:529
240
Pekarskiy 1945: 448
241
Battal 1934: 29
242
A.g.e.,a.y.
243
Ögel 1991: VI,421
244
Necip 1995: 114
245
Akdoğan 1999: 267
246
Boberg 1954: 444
Hunca kelimenin dağ manasına geri dönecek olursak, Çinlilerin zapta geçirdiği Xiong-
nuların kendi lîsanında Yenchi Dağı‟nı kaybetmeleri nedeniyle dile getirdikleri bir Ģiirin
aĢağıdaki dizesinde geçen
“Çi-lyen dağlarını kaybettikten beri, hayvanlarımız artık çoğalmıyor.
Yenchi Dağlarımızı kaybettikten beri, kadınlarımız yanaklarını neĢelendirecek allık
bulamıyor.”247
Yen-chi Dağı kelime bazında Altay Dağları ile eĢleĢtirilebilir. Bugüne değin Altay
Dağı‟nın kökenbilimsel açıklamasını yapanlar bu adı “altın” sözcüğüne bağlamak dıĢında
hiçbir sonuç ortaya koyamamıĢlardır. Hâlbuki, aynı adlandırmanın ilk hecesi olan al,
“kırmızı” sıfatının karĢılığı iken tay sözcüğü Türkçe dağ/tau kelimesinin bir derece farklı
yazımı olabilir. Dolayısıyladır ki, Hunlar Yenchi kelimesi adı altında diğer olası dağları yahut
dağ sıraları yanında Altay dağını “kızıl dağ/kırmızı dağ” kastetmiĢ olabilirler. Altay‟ın
Yenchi‟nin sonraki dönemde aldığı biçim olabilmesi mümkündür.

Diğer dağ adlandırmasına gelecek olursak, Çi-lyen ya da diğer telaffuzuyla Qilian dağı
olarak geçen coğrafi oluĢum ise Tanrı Dağları‟dır. Çünkü [Xiongnu dilinde] “Gök, tanrı” <
Hun. (HWC: 283) anlamına geldiği söylenen sözcük Qílián‟dır.248 Bu Hunca kelime
Yakutça‟da hallağn “gök, açık hava”249, xallaan (“gök”)250 biçimlerinde korunmuĢtur. Aynı
lehçede, (gökle ilgili olarak) “bulutlardan temizlenmek, açılmak, yıldızlanma, yıldız peyda
olmak” manalarındaki halın251 sözcüğü de bununla bağlantılıdır. Dolayısıyla, Çi-lyen <
Qilian Dağı “Tanrı Dağlarına” Hunların verdikleri addır. Hunların dilinde gök için verilen
adlandırma bu iken Ġskitlerin aynı kavram için verdikleri terime ise Eski Yunanca‟da
rastlamaktayız. Eski Türkçe döneminden sadece Karahanlı Türkçe‟sinde ve On Ġki Hayvan
Takvimi‟nin Bulgarca Ģeklinde görülen evren252 sözcüğünü M.Ö‟ki dönemde Yunanca‟da
νύξαλ(όο)253 biçiminde bulmaktayız.

Tüm bu veriler ıĢığında bu Hunca sözcüğün verdiği “kadın” ve “kız” anlamlarını


karĢılayacak Türkçe kelime, ebçi gibi kelime ortasında –b değil –n ya da -ng gibi sessizleri
barındıran bir sözcük olmalıdır. Bu noktada cange (“yetiĢkin kadın”)254, inke (“gelin kız,
yaĢça büyük olan evli kadın”)255, inge (“yenge, ağabey veya amcanın karısı”)256, iŋge (“kız
kardeĢ”)257, eŋke258, eŋge (“ağabeyin karısı”)259, inge (“yenge ve yaĢça büyük kadınlar”)260,
yenge ve ziŋi261 vb. sözcüklerin çok daha mâkul durduğunu söyleyebiliriz. Üstte görüldüğü
gibi, Hunca kelimenin kapsadığı anlamlara dâir öne sürdüğümüz kelimeler arasında sesçil
açıdan bir benzerlik mevcuttur.

247
Yıng-Shıh Yü 1990:130
248
Ġnayet 2008: 279; De Groot - Asena 2011: 119;Eberhard 1996:157
249
Pekarskiy 1945: 319
250
Vasiliev 1995: 99
251
Pekarskiy 1945: 318
252
Kabadayı 2007:73;ÜĢenmez 2010:98
253
Çelgin 2011:482
254
Binler 2007: 72
255
A.g.e.,162
256
A.g.e.,161
257
A.g.e.,162
258
A.g.e.,117
259
A.g.e.,116
260
Bayram 2007:81
261
Binler 2007:302
Macarca‟daki ángy (“büyük kardeĢin ya da daha yaĢlı bir akrabanın eĢi”), Ostyakça ãńǝgǝ
(“büyük erkek kardeĢin, amcanın hanımı, üvey anne, teyze”), Züryance õńa (“elti, görümce”),
Vogulca ååńy ~ ååńgǝ (“yaĢlı bir akrabanın hanımı”) vb.262 koĢutlukların hepsi Hun dilinin
günümüzdeki bâkiyeleridirler.

Vovin, Hunca at-teh ünvanını Ketçe alit, al:it, alat (“karı”) ve Assan lehçesindeki alit
(“karı”) sözcükleriyle ilintilemeye çalıĢır.263 Bu sözcüklerin, Hunca ünvan için aday olma
bazında herhangi bir değeri yoktur ve de at-teh‟den ziyade Türkçe elti kelimesine yakın
durmaktadırlar.

Tüm bu açıklamaların konumuz açısından önemi engi sözcüğünün “kırmızı” manası ile
bağlantılı olarak ortaya konulmuĢ olmasıdır. Nitekim, Uygurca‟da “renk” manasına gelen
eñ264 sözcüğünden eñlik “ruj”265 kelimesinin türetilmiĢ olması ulaĢtığımız sonucu
özetlemektedir.

Görüldüğü üzere, Xiong-nu dilinde “allık” anlamına gelen sözcüğün engi olduğu
kanıtlanmıĢtır. ġimdi kendi savımız doğrultusunda engi sözcüğünün oŋogur ile bağlantısına
geçeceğiz.

Sui-shu isminde bir Çin yıllığı Fu-lin (Doğu Roma)‟in doğusunda bugünkü Kafkasya
coğrafyasına bitiĢik sahaları mesken tutmuĢ kavimlerden birinin adını en-k‟ü olarak
kaydetmiĢtir ki, bu çok açık bir biçimde oŋogur‟a göndermedir. Böylesi bir yazılım gerçekte
en-k‟ü kavim adının –r harfinin bulunmadığı Çince‟de, almıĢ olduğu biçimdir: en-k‟ü(r)>
oŋogur. Yukarıda Ogur kavminin “çocuk” manasına geldiğine değinmiĢtik. En-k‟ü kavim
adının Ogur kavmine dönük bir adlandırma olduğunu Türkçe‟de engi “çocuk”266 kelimesi de
tasdik etmektedir. Engi sözcüğü gerçekte Mesûdi tarafından Peçenekler ile birlikte zikredilen
yecni kavim adının birebir kendisidir ki, bu kavim adının Hunca yenchi sözcüğünün bir derece
metateze uğramıĢ hali olduğunu da hatırlatmak isteriz yenchi >yecni. Dolayısıyladır ki,
onogur kavim adının gerçek biçimi oŋogur “kızıl ogur”dur. Bir yanda kırmızılık diğer yanda
çocuk kavramı burada kendini baskın bir Ģekilde hissettirmektedir.

Bugünkü Macaristan‟a göç eden Sabartoi Asfal kavminin gerçekte Kara Oğur olduğu
izâhatı Macar muhaceretinin gerçekleĢtiği dönemde Doğu Avrupa tarihi içerisinde etnik
açıdan birbirinden tamamıyla farklı iki Sabir kavminin var olduğunu alenen ortaya
çıkarmıĢtır. Bu gerçeği DAI‟de geçen fakat gözden kaçırılan bir veri apaçık bir Ģekilde
haykırmaktadır. Mesûdi Hazarların Türkçe‟de Sabir Farsça‟da ise Hazaran olarak
adlandırıldığını nakleder.267 DAI ise Hazar soylu bir halk olan Kabarların Hazar Devleti
içerisinde patlak veren bir savaĢtan kaçarak Türklere (Macarlara) katıldıklarını, Türklerden
onların dillerini öğrenirken kendilerinin de onlara dillerini öğrettiklerini not etmiĢtir.268

262
Collinder 1955:3
263
Vovin 2003:392
264
Necip 1994:114
265
Necip 1995:114
266
DS V:1754
267
Golden 1992:236
351
DAI 1976:175
352
Czeglédy 1962:25
ĠĢte bu küçük ayrıntı her Ģeyi özetliyor. Sabartoi Asfaloi‟ler nam-ı diğer Kara Ogurlar
Mesûdi‟nin vurguladığı gibi aslen Sabir olan Hazarlar ile aynı kökten gelmiĢ olsalardı
Kabarlar, Macarlar(Kara Ogurlar)‟dan onların dilini öğrenmek gibi bir uğraĢ içerisine
girmeyeceklerdi. Aynı Ģekilde, Kara Ogurlar da Kabarların dilini öğrenmek için çaba
harcamayacaklardı. Bu gerçek, Hazarların yâni Sabirlerin Kara Oğur‟lardan tamamıyle farklı
bir halk olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer bir deyiĢle, Sabirler(Hazarlar) Kara Oğurlar ile
aynı topluluk olsaydı ortak kökten gelen Kabarlar‟ın ana dili Kara Oğurların konuĢtuğu lehçe
olacaktı. Bu çeliĢki Doğu Avrupa tarihinde aynı müddet zarfında aynı ada sahip fakat farklı
Türk lehçelerini konuĢan iki topluluğun var olduğu ortaya koymaktadır.

Bu lehçe farkını esas alacak olursak C.M. Fraehn tarafından 1835 yılında ÇuvaĢ dili
temelinde šar “beyaz” ve kil “ev” Ģeklinde etimolojisi yapılan Šarkel269 kalesine gerçekte o
adlandırmayı veren topluluğun Oŋogur‟lar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bilim
dünyasında yaygın olan görüĢe uyarak Ogurların Türkçenin ÇuvaĢlar gibi bir –R dili
konuĢtuğunu hesaba kattığımızda Šarkel‟in ÇuvaĢça ile aynı lehçeye sahip Oŋogurların diline
âit bir sözcük olduğunu müĢahade edebilmekteyiz. Dolayısıyla, sadece Šarkel adına bakarak
Hazarların dilinin –R lehçesi konuĢan bir Türk topluluğu olduğu hükmüne varan savın270
geçerliliği kalmamıĢtır. Çünkü Hazarlar Oŋogurların tersine Türkçe‟nin –Z lehçesini
konuĢmaktaydılar. Artık etnik kimliği gerçekte Kırgız kökenli olarak ortaya çıkmıĢ Sabir
Türklerinin Kırgız eksenli ve de Altay coğrafyasına ait kimliksel âidiyetlerini doğrulayacak
bir diğer dilsel delile geçelim.

Kırgızlarda tarihsel süreç içerisinde Aca, Ajo, Aco olarak da kullanıldığı kayıtlara geçen,
gerçek anlamı “baba, amca” olan ve Eski Türkçe‟de “ağabey, amca” manasındaki äçi
ünvanıyla iliĢkili olarak değerlendirilen Aje “hükümdar, devlet baĢkanı” isimli bir ünvan
vardır.271 Çin yıllıklarındaki bu ünvanın asli biçimi Schott‟un okuyuĢuna göre A-śe, Kyuner‟in
okuyuĢuna göre ise Aje‟dir272 ve zikredilen ünvan bugün dahi Kırgız toplumu içerisinde
kullanılmaktadır. Barthold bu ünvana Türk kaynaklarının hiçbirinde rastlanılmadığı
273
kanısındadır.

Ġbn Rusteh Hazarların hükümdar için ĠĢa274 ünvanını kullandıklarını kaydetmiĢtir. Bu


Hazar ünvanı aslında Fin-Ugor dillerine âit Fince Ġsä “baba”, Estonca Ġsa “baba”, Lap
lehçesinde âččĕ~âʒe “amca, baba”, Vogulca ääći “dede”, Yukagirce ećie “baba”,Macarca ὅs
“ata”, Çeremisçe ǝzä “büyük kardeĢ, amca”, Selkup Samoyedcesinde ǝsy “amca”, Yenisey
Samoyedcesinde ese “baba”vb.275 sözcüklerinin ve de hepsinden önemlisi Kırgızca Aje
ünvanının ta kendisidir. .M.A.Castrẻn ise aynı sözcüğü es ve ässe biçimleriyle kayıda
geçirmiĢtir.276 Barthold‟un aksine Ibn Rusteh‟in de bu ünvanı kaydettiğini artık
söyleyebilmekteyiz. Orhun Abideleri‟nde geçen eçü “ecdad, ata, büyük baba”277 sözcüğü de
bununla ilintilidir. Büyük bir olasılıkla Fin-Ugor dillerinden coğrafi yakınlık sebebiyle
Kırgızca‟ya geçmiĢ olan bu ünvan, Hazarların yâni Sabirlerin Kırgız kökenli olduğunu

269
Czeglédy 1962:25
270
A.g.m.,25
271
Alimov 2011:45-46
272
A.g.m.,46
273
Barthold 2002:19
274
Collinder 1955:2,16
275
A.g.e.,16
276
A.g.e.,16
277
Ergin 2002:93
doğruladığı gibi onların dilsel açıdan Ugor ve Samoyed dilleriyle yakın bir coğrafyadan bu
ödünçlenmeyi aldığına delâlet eder ki, bu coğrafya ancak ve ancak Altay çevresidir. ġahsi
kanaatimiz Ugor topluluklarının ortak ismi olan Herodot‟un kaydettiği Ġssedon kavim adının
ilk hecesi Ġsse biçiminde de bu anlamın var olduğudur. Ġssedon etnonimi Ugor topluluklarının
üst kimlik adlandırmasıdır. Büyük bir olasılıkla, sondaki –don hecesi Teleütce‟de ve
Kumandıca‟da “halk, toplum” manası ile korunmuĢ d‟on278sözcüğüdür. Kırgızca‟da rastlanan
bu ünvanın Anadolu‟da ici “baba”279 ve ece “baba”280 kelimelerinde yaĢadığını rahatlıkla
söyleyebilmekteyiz.

Gelelim Kabar‟ların kimliği ile Kabar ve Sabir/Hazar kavim adlarının etimolojik izahı
meselesine. Elimizde bu halkın (Kabarların) kökenlerinin Hazar olduğunu söyleyen DAI
dıĢında baĢka bir verimiz yok. Ancak dilbilimcilerin Kabar adını Vámbéry‟ye uyarak “isyan
edenler”, “âsiler” mânasına gelen kelime ile ilintili gördüklerini söylemeliyiz. Bununla
bağlantılı olarak Osmanlıca ve Nogayca‟da qaba sıfatı “kalın”, “iri”, “dolgun”, “kabarık”
mânalarına gelmektedir. Ayrıca Osmanlıca‟da qabar esas anlamı “yükselmek”, “kabarmak”
olmak ile beraber “kabarcık”, “kaynar”, çıban” mânalarını da taĢırken, Kazan Tatarcası,
Çağatayca‟da v.dğr. qabar- “yükselmek”, “kabarmak”, “ĢiĢmek”, Osmanlıca‟da qabarjık
(qabar kökünden hareketle), “kaynar”, “çıban”, “kabarcık” anlamlarına gelir. Ve son olarak
Uygurca, Çağatayca v.dğr. “yükselmek” anlamına sahip olan qop-fiil kökü, Çağatayca‟da
“ayaklanmak”, “isyan etmek” mânalarına da sahiptir.”281

Sabir göçü ile alâkalı olarak Priskos‟un ifade ettiği beyânatlar Sabirler ile Abarlar arasında
herhangi bir sürtüĢmenin olmadığını sadece ve sadece zikrigeçen her iki topluluğun da daha
doğuda cereyan eden hâdiselerden ötürü batıya kaçtıklarını gösteriyor. Bu sebepten, Ģimdi
etimolojik açıklamamızın da teyit edeceği üzere Abarlar Kabarlar idi ve Abar‟ın Moğol olarak
görülen kavim ile de herhangi bir ilgisi yoktu.

Yakutça‟da habar “kabarmak, kibirlenmek, kızmak”282 mânalarını taĢır. Pekarskiy


sözlüğüne bu kelimenin Buryatça karĢılığı olan heber “kızgın” kelimesini de eklemiĢtir. Aynı
sözlüğe habarın karĢılığı olarak abar sözcüğü de konulmuĢtur. Abar da Yakutça‟da “çok
kızmak, öfkelenmek, hiddetlenmek, sinirlenmek, galebe çalmak” manalarına gelir.283 Abar
kavim adı esâsen Kabar kavim adının bir baĢka söyleniĢ tarzıdır.

Yukarıda gerek Karasuk gerekse Tagar kültürünün Altay dünyasıyla ve de demir kültürü
ile bağlantılı olduğunu, Sabirlerin de demirci bir kavim olduğunu gördük. Pekâlâ Sabir kavim
adının etimolojik îzâhı da bu yönde yapılabilir. Demirci manasındaki Estonca sepp ve Fince
seppä sözcükleri ile kavim anlamını veren Türkçe –er/r sözcüğü birleĢtirildiğinde ortaya
“demirci kavim, demirci halk belki demirci” gibi bir anlam çıkar. Belki de Sabir sözcüğünün
sonundaki –r/er takısı çoğul manasındadır ve Sepper/ Seppär <Sabir “demirciler” gibi bir
anlama sahiptir. Bu son önerimizin yâni “demirciler” adlandırmasının Sabir kavminin gerçek
anlamını aksettirdiği kanaatindeyiz.

278
DS VII:2503
279
Ryumina-SırkaĢeva-KuciğaĢeva 2000:31;Binler 2007:91
280
DS V:1659
281
Golden, 1980:140; Golden 1971:153
282
Pekarskiy 1945:305
283
Pekarskiy 1945:1
Muhtemelen bu kavim adı Sabirlere Fin-Ugor toplulukları tarafından takılmıĢ bir
adlandırma idi. Günümüzde Orta Asya içerisinde yaĢayan ġor Türkleri, Sabirlerin günümüz
bâkiyeleri olabilirler. Zîra ġor Türkleri de demircilikleriyle ünlüdürler ve Rusların kendi
coğrafyalarına gelmelerinden evvel tüm Sibirya‟nın demirciliğini yapmakta idiler. Rusların
onlara verdikleri isim ise кузнец yâni demircidir.284 ġor adı bu halka onların yaĢadığı sahaya
Radlloff tarafından yapılan seyahatte verilmiĢ bir adlandırmadır285 ve zamanla bu ad ile anılır
olmuĢlardır. Ġsmi geçen Türk topluluğunun gerçekte kendilerine verdiği adlandırmanın ne
olduğunu bilmiyoruz. Belki de geçmiĢte öz adlandırma olarak Sabir etnonimini
kullanmaktaydılar.

Eğer Mesûdi‟nin Sabir = Hazar eĢleĢtirmesi ve bizim öne sürdüğümüz etimolojik izahat
doğru ise Arap ve Fars kaynaklarında Xzr (= Hazar), Ġbranice‟de Xazar, Xozar, Qazar,
Süryanice Kazārāye, Bizans kaynaklarında Χάδαξνη, Slavca‟da Козаръь, Козарь, Козарин,
Gürcüce‟de Xazar-i, Ermenice‟de Xazir‟k, Latince‟de Chazari, Chaziri, Gazari, Cazari,
Macarca‟da Kazar, Kazár, Kozár, Çince‟de Ho-sa olarak geçen Kazar286 kavim adı da “demir”
ile bağlantılı bir mana taĢımalıdır.

Konumuza uyan tek sözcüğü Kırgızca‟da buluyoruz. Kırgız halkınca kullanılan ve


yağmurdan sonra yerden toplandığı söylenen özel bir demir türünün Çince iĢaretlerle yazılmıĢ
adı kaša‟dır ve Moğolca konuĢan Kitanların dilindeki koĢu “demir” sözü ile bir ve aynıdır.287
KoĢu kelimesi Mançurya‟da yaĢayan Dahurların arkaik Moğol lehçesinde ve Sibirya‟daki
Selkup Samoyedlerinin dilinde bugün hâlâ kәәzy biçiminde yaĢamaktadır.288 Finli dilbilimci
Kai Donner bu sözcüğü çalıĢmasına kuōsә olarak düĢmüĢtür.289Kelimenin Kırgızca‟daki
varlığı Eski Sibirya dillerinden, Samoyedce‟den getirilmeye çalıĢılır.290Bu veri dahi bizi Ugor
gruplarıyla bağlantılı bir dünyaya yâni Altay coğrafyasına götürür. Kuōsә Ģekli Hazar‟ların
Çin kaynaklarındaki biçimi olan Ho-sa ile neredeyse birebir aynıdır. Kuōsә sözcüğü ile
Türkçe‟deki budun yapım eki er‟i birleĢtirdiğimiz zaman ortaya Sabir kavmi hususunda
ulaĢtığımız bir sonuç ortaya çıkar: “demir halkı muhtemelen demirci”. Bu ad Rusların ġor
Türklerine vermiĢ oldukları adlandırmanın aynısıdır. Kırgızlarda demir aynı zamanda hura291
biçimiyle de mevcuttur ki, Salkup Samoyedcesindeki kәәzy biçimi ile arada kadim r>z geçiĢi
mevcuttur. Fakat Kırgızca hura kelimesinin en önemli ve de ĢaĢırtıcı denkliğini
Ġspanyolca‟daki hierro “demir” sözcüğünde bulmaktayız.

Buraya kadarki mâlumatlar ıĢığında meseleyi Ģu Ģekilde özetlemek mümkündür. Aslen


Kırgız bünyesi içerisinde yer alan Sabir (belki de onlardan ayrılıp baĢka adı benimsemiĢ ġor
Türkleri )kavmi daha doğudaki Furi adlı kavmin baskısıyla hemen bitiĢiklerindeki Abar
(Kabar) adlı toplulukla birlikte Hakas bozkırlarından batı istikametinde göç ederek Tobol
çevresini mesken tutmuĢ kendilerine yakın bir adı taĢıyan Seberlerin üzerine düĢtüler. Bu
coğrafyanın sākinleri Seberler kuzeydoğudan gelen tazyik neticesinde önce güney sonrada
kuzeybatı yönünde bir yol takip ederek Orenburg bölgesine kaçtılar. Önlerinden kaçan ilk

284
Bağcı 2011:19;Yüksek 2006:65.
285
Radloff 1994, II:118.
286
Golden 1992:233
287
Sinor 1994:291
288
Collinder 1955:66;Sinor 1994:291; Doerfer 1993:85
289
Collinder 1955:66
290
Doerfer 1993:85
291
Butanayev-Butanayeva 2007:147
kafileyi takip etmeyen ana Sabir kitlesi daha güneye inerek, depremle yerle bir olmuĢ Bakath
adlı Ģehri terk ederek muhtemelen Aral Gölü‟nün kuzey tarafına çekilen Oŋogur‟lara çarptılar.

Seber/Macar← Sabir/Abar (Kabar) ← Griffon(Furi)

Sabirlerin Göçü ve Ġzledikleri Güzergâh


Oŋogurlar darbenin etkisiyle batıya kaçmak zorunda kaldılar ve Türk renk verme sistemine
göre Azak Gölü'nden kuzeybatı istikametinde bir mansabı tutmuĢ olması muhakkak olan
Sarogurların üzerine yıkıldılar. Böylelikle yönünü Orenburg‟a çeviren ilk kitlenin saldırıdan
kurtulmasına karĢın daha güneyde kalanlar mecburen batıya göç ettiler ve Doğu Avrupa
coğrafyasına giriĢ yaptılar. Bu kavimler göçüne sayıca küçük olan Ogur grupları da
katılmıĢlardı. Hazar‟ın kuzeyini dolanan Sabirler yönlerini daha doğuya çevirerek Hazar
Denizi‟nin batı yakasını mesken tuttular. Sarogurlar Orta Dinyeper boylarını kendilerine yurt
edinmiĢ Akatir halkının coğrafyasına doğru ilerlerken, Oŋogurlar Don ve Donetz Irmaklarının
birleĢtikleri sahanın hemen doğusunu iskân eylediler. Böylelikle, Büyük Macaristan(Magna
Hungaria)‟nın kuruluĢ tarihinin tam tamına 463 Sabir göçü olduğunu artık gönül rahatlığıyla
söyleyebilmekteyiz. Ve Macarlar Peçenek saldırısına kadar burada kaldılar. Sibirya‟ya ismini
veren kavim Tobol çevresini mesken tutmuĢ Seber kavmi değil Altay bölgesini yurt edinmiĢ
Kırgız kökenli Sabirlerdir ve tarihte Kırgızlar tarafından kurulan ilk devletin Hazar Devleti
olarak alınması gerekir. ġimdi neden Sabartoi Asfal‟lar yâni nam-ı diğer Kara Oğurlar için
Seber adlandırmasını kullandığımız ve de Macarların Seberlerden tamamen farklı olduğu
meselesine geçelim.

Ptolemeus‟un eserinde zikredilen ve Ural Dağı‟nın doğu yakasını tuttuğu gösterilen


Massaei etnoniminin292 Macar <Massaei(r) <Massaei ve onun bitiĢiğindeki Syebi293
adlandırmasının ise Seber<Syebi(r) kavmi olduğu kanatindeyiz. Ptolemeus‟un coğrafi
eserinin asıl nüshası kayıptır. Bu Grek yazarının çalıĢmasının en erken Ģeklini gören Mesudi
onun eserinde 200‟ün üzerinde dağın ve de 4530 Ģehrin renkli olarak çizilmiĢ olduğundan
bahseder. 13.yüzyılın son döneminin Doğu Roma baĢkentinde görevli bir papaz olan
Maximus Planudes 1295 yılında Ptolemeus‟un çalıĢmasının bir nüshasını bulmuĢtur. Fakat
bulunan nüshada haritalar yoktur ve papaz elindeki metinde geçen coğrafi koordinatları
kullanarak kendi çalıĢmasını oluĢturur. Sonrasında bu çalıĢmanın bir nüshası 1397 yılında,
Venedik‟te Doğu Roma elçisi olarak görev yapan Emanuel Chrysoloras tarafından Floransa‟lı
Palla Strozzi adlı zengin bir kitap koleksiyoncusuna hediye edilmiĢtir. ĠĢte bu 13. Yüzyıla âit
Ptolemeus‟un çalıĢmasının bilinen en eski nüshası olan Codex Seragliensis GI 57 isimli
çalıĢma Ġstanbul‟da Topkapı Sarayı‟nda yakın bir zamanda gün yüzüne çıkartıldı. Maalesef,
kendi ülkemizde ortaya çıkartılmasına karĢın Türkiye‟deki bilim dünyasının bihaber olduğu
kaynağı yabancı araĢtırmacılar Almanca‟ya tercüme ederek ve o eserde nakledilen coğrafi
koordinatları kullanarak yeni bir Ptolemeus çalıĢması yayınladılar. Elimizin altında olan
Ptolemeus‟un en son yayınlanan nüshasında Syebi kavminin adı Syeber olarak
geçmektedir.294ġu an itibariyle bilinen en eski nüsha, Syebe‟nin gerçekte Syeber>Seberler
olduğu çıkarımımızı doğrulamaktadır. Aynı esere göre Syeberler, Syebe adlı bir dağın
çevresini mesken tutmuĢlardır.295 Syebe isimli coğrafi oluĢum Macarların bildiğimiz en erken
yurtları olan Tobol ve çevresinin hemen doğusuna düĢen Kazak-Rus sınırının bitiĢiğindeki
Kökçetav‟dan baĢkası olamaz. Ptolemeus‟un eserinde zikredilen, Don boylarını mesken
tutmuĢ ve bilim dünyası tarafından Sabirler ile özdeĢleĢtirilen Savar296 adlı kavmin ne Sabirler
ne de Syeber/Seberler ile bir ilgisi vardı.

Bu topluluklar (Massaei ve Seber) Ural‟ın doğusundan batısına Sabir göçü ile gelmiĢlerdi.
Günümüz Kazakistan topraklarında, Macaristan‟ın yetiĢtirdiği en önde gelen antropologlardan
biri olan Tibor Toth tarafından 1960‟lı yıllarda keĢfedilen Madiyar adlı bir kavim

292
Ptolemy 2011:144
293
A.g.e.,144
294
Ptolemaios 2006:2:661
295
A.g.e.,659
296
Ptolemy 2011:80
yaĢamaktadır.297 ġayet bu topluluk doğrudan Macarların soyundan geliyorsa onların Kazak
bozkırlarında bulunuĢu Altay‟dan göç ile gelen baskı neticesinde bulundukları muhiti
terkeden Macarlardan bir kesimin ana Macar kitlesinden ayrı düĢerek, Sabir baskısıyla güneye
itilmesiyle gerçekleĢmiĢtir.

Asıl Macar kitlesi Seberler ile birlikte BaĢkurdistan‟ın yolunu tutarken diğer bir zümre ise
Sabirler‟in önünden kaçarak Kafkasya coğrafyasına giriĢ yaptılar. Kısacası bugüne değin
tarihçilikte Macar mevzu ile ilintili görünen karmaĢık meselenin temelinde Macarlar ve
Seberlerin daha doğudan gelen Sabir baskısıyla hem Kafkasya‟ya hem de BaĢkurdistan‟a
birlikte göç etmeleri yatmaktadır. Her iki topluluğun aynı anda göç edip aynı kafile ile iki
farklı coğrafyaya yerleĢmeleri tarihçileri her iki topluluğu aynı halk olarak adlandırmasına yol
açmıĢtır. Durumun asla ve asla böyle olmadığını üstteki ifadelerimiz kanıtlamaktadır.

ġimdi buradan hareketle meseleyi yeni baĢtan ele alalım. Adlarına Acem ve Ermeni
kaynaklarında “kara çocuk” ve “kara oğullar” olarak rastlanan ve bilim dünyasında Macar
halkı olduğu sanılan topluluk (Sawardiyah) gerçekte Seberler idi. Sawardiyah‟ı Macarlar
olarak teĢhis eden bilim dünyasının aksine bu adlandırmanın sadece Seber Türklerine verilmiĢ
bir isim olduğunu ve bu ismin Macarlar ile ilintili olmadığını belirtmeliyiz. ġahsi kanaatimiz
Kafkasya‟ya Sabir göçü ile itilen Seber ve Macarların birbirlerinden tamamıyla farklı hareket
ettikleri ve kaderlerinin farklı cereyan ettiğidir. BaĢkurdistan‟da kalan Macarlar zaman
içerisinde diğer boylarla birlikte Seberler etrafında birleĢerek Sabartoi Asfal adı ile
anılacaklardır. Seber gerçekte Macarların üst kimlik adlandırmasıdır. Sabir baskısıyla asıl
Macar kitlesi BaĢkurdistan tarafına göç ederken esâs Seber kitlesi ise Kafkasya‟ya indi.
BaĢkurdistan‟da kalan Seberlerin nüfusunun Macarlardan az olduğu görülmektedir. Bu durum
zaman içerisinde Macarların üst kimlik adlandırmaları olan Seber yâni Kara Ogur adı ile
anılmasına sebebiyet verirken Seberlerin sayıca kendilerinden fazla olan Macar kavmi
içerisinde eridiği görülmektedir. Macarların tarih içerisinde Türk adı ile özdeĢleĢmesinin
nedeni budur. Konstantine‟nin Sabir kökenli Kabarların Sabir devleti içerisinde patlak veren
bir isyan neticesinde Türklere yâni Macarlara sığınıp onlara kendi dillerini öğretirken
onlardan da Türk(Macar) dilini öğrenmeleri Kara Oğurların Sabartoi Asfal birliği içerisinde
eridiğini buna karĢılık Macarlığın ön plana çıktığını göstermektedir. Bu netice itibariyle dile
de yansımıĢtır. ġimdi burada bize ikisi de Türk soylu halk olan Kabarlar ile Kara Ogurların
dileri arasındaki farklılığın sadece lehçe farkından kaynaklanmıĢ olabileceği Ģeklinde bir itiraz
gelecektir. Böylesi bir sualin sorulması tabiidir. Ancak Ģahsi kanaatimiz Kabarların Macar
milletine iltica ettikleri zaman zarfı içerisinde Türk adının üst kimlik adlandırması olarak,
Türklüğün ise ağırlık itibariyle Macarlığın gölgesinde kaldığı yönündedir. Sabir baskısı ile
Tobol civarından Kafkasya‟ya inen Seber ve Macarlar ise asla bir birliktelik oluĢturmamıĢa
benziyorlar.

Ġlk Ġslam fetihlerini anlatan “Derbentname” adlı eser 660 ve 721 yıllarında cereyan eden
olayları zikrederken, Dağıstan‟ın kuzeybatı kesimlerinde Hazarların elinde bulunan “Ulu
Macar” ve “Kiçi Macar” adlı iki müstahkem kentin Araplar tarafından fethediliĢinden
bahseder.298 Belâzurî‟nin naklettiği Sawardiyah kavmi de 755-760 yıllarına denk gelen bir
zaman diliminde Kafkasya‟da Araplar ile çatıĢmıĢtır.299 Hem Derbentname‟nin hem de
Belâzurî‟nin değindiği bu topluluklar ana Sabir göçü ile bu bölgeye intikal etmiĢlerdi. Her iki

297
Mihály 2003:6-10; Lezina-Superenskaya 2009:402; Kushkumbayev 2009:I:4:59
298
TD 1898:51-52;Özüyılmaz 2010:184
299
Belâzurî 2002:297
topluluğun Kafkasya bölgesindeki maceraları farklı cereyan etmiĢ gözüküyor. Peçenek
baskısıyla sonrasında Lebedia‟dan Kafkasya‟ya inen topluluk ise tarihte fazla bir iz
bırakmamıĢa benziyor. Evliya Çelebi‟nin bahsettiği Macar adlı oymak Lebedia‟dan güneye
intikal etmiĢ bu topluluk olabilir.

Buraya kadar anlatılanları kısaca özetleyecek olursak, Macarlar gerçekte Tobol ve


çevresini mesken tutmuĢ, Seber adlı bir topluluğun komĢuluğunda yaĢayan Ptolemeus‟un
zikrettiği Massei adlı kavimdi. Bunlar Sabir baskısıyla üçe kola ayrıldılar. Esas kol
BaĢkurdistan tarafına göç ederken diğer bir kol Kafkasya‟ya indi. Her iki muhaceret sırasında
Macarlar Seberler ile ortak hareket etmiĢlerdi. Üçüncü bir kol ise doğrudan Aral Gölü tarafına
muhaceret etti. ĠĢte bu son grup bugünkü Madiyar adlı topluluğu teĢkil etmektedir.
BaĢkurdistan‟a ulaĢan Macarlar sonrasında Peçenek baskısı ile buralardan sökülerek güneye
itilecekler ve Don boylarındaki Lebedia‟yı îskân edeceklerdir. Ancak Macarların bir kolu
hiçbir yere ayrılmayıp BaĢkurdistan‟ı mesken tutmaya devam edecektir. Lebedia‟ya dönük
ileriki bir zaman diliminde gerçekleĢecek Peçenek taarruzu ile Macarların bir kısmı Lebedia
çevresi civarında yaĢamaya devam ederken, bir diğer kısım Kafkasya‟ya inecek esas kitle ise
Etelközü‟ne göç edip, bir müddet sonrada oradan bugünkü Macaristan topraklarına muhaceret
edecektir.

Macarların Türk olduğu yönündeki görüĢlere Ģu an itibariyle mümkün gözükmemektedir.


Türk ve Ugor dünyası arasında coğrafi açıdan tampon bir bölgeyi iĢgal etmiĢ Macarlığın esâas
tartıĢılması gereken noktası bu kavmin UgorlaĢmıĢ Türk olup olmadıklarıdır. Tarih bize bunu
ileride verecektir.

Sabir Baskısı ve Macarların Göçü


Sabir Baskısı ve Seber(Syeber) Göçü

Sonrasında Macaristan topraklarında ortaya çıkan Macar kavim adları ile BaĢkurdistan
arâzisinde kalan boylar arasında benzerlikler sürekli vurgulanmıĢtır.

Macar Boy Adı BaĢkurt Boy Adı

Yeno Yeney

Nyék Nägmän

Keszi Kese-Tabın

Tarián Gayna-Tarkan

Megyer MiĢer

Gyula (unvan) Yulaman (boy adı)

Gyarmat Yurmatı300

300
Rásonyi 1971:124-125
Üsteki listede sergilenen Magna Hungaria diğer bir deyiĢle bugünkü BaĢkurdistan
topraklarının bünyesinde rastlanan Yedi Macar uruğunun hepsinin Ural‟ların doğu tarafından
buraya intikal ettiğini ya da yerli olduğunu söyleyecek kadar kesin bir mâlumata sahip değiliz.
Belki bir kısmı daha doğudan Seber muhacereti ile buralara geldiler. Bir topluluk geçiĢi olsa
bile listelenen boylardan hangilerinin Uralların doğusundan batısına geçiĢ yaptığını kestirmek
oldukça güç. Ancak Tarian kavim adının Gayna-Tarkan gibi bir boy adından ziyâde Avar
bahsinde gördüğümüz Aral Gölü‟nün kuzeyindeki alanları mesken tutmuĢ Ogur boyu olan
Tarniah‟a yakın durduğunu da söylemeliyiz.

Örneğin, aynı listedeki Yurmati kavmi István Mándoky Kongur tarafından yapılan
etimolojik çözüme göre Herodot döneminden itibaren bu sahayı mesken tutmuĢ Sarmat
halkıdır.301 Böylesi bir çözümlemeyi kabul etmekle beraber Mándoky bir noktayı
sezememiĢtir. Sarmat halkının adı Herodot‟da Sauromat(Tarih,IV-21,57) biçimiyle geçer ve
bu adın –Uromat hecesi Yurmatı adının neredeyse aynıdır; Yurmatı<Yromat <Uromat. O
vakit baĢtaki –Sa hecesinin bir anlamı olmak zorundadır. Bu noktada bir Hunca sözcük
üzerinde yapılacak çözümlemeye baĢvuralım.

Hunların Türklerin değil Ket‟lerin atası olduğu türünden son derece inandırıcılıktan yoksun
bir savın taraftarı olan Pulleyblank, Xiong-nu (Asya Hun) diline âit Çin kaynakları tarafından
zapta geçirilmiĢ (“tereyağı”) manasına gelen su you sözcüğü için Ket dilinde tam bir karĢılık
bulamaz ve bunu açıkça itiraf eder.302 Yine aynı savın bir diğer savunucusu olan Vovin ise
çalıĢmalarında bahsolunan sözcüğe Yenisey dilinde bir îzâhat getiremediği için değinmez
bile. Kanadalı bilim adamı (Pulleyblank), Hunca sözcük için ne Moğolca‟da, ne de Türkçe‟de
herhangi bir karĢılık olduğu kanaatindedir. Hâlbuki, Ģimdi görüleceği üzere bir veri böylesi
bir fikri tamamen çürütüyor. Bu Hunca kelimenin îzâhatında bugüne değin gözden kaçırılan
ve kaale alınmayan bir ipucu var. Pulleyblank sözcüğün su biçimine ek olarak su you “su yağ”
Ģeklinde de kayıtlarda geçtiğine dâir kısa da olsa bir yerde not düĢer ve su sözcüğünün Orta
Çince telaffuzunun sou olduğunu, bunun ise daha erken bir sah kökünden geldiğini belirtir.303

Kısa da olsa düĢülen bu ayrıntı kelimenin çözümü için gerekli olan verileri bünyesinde
barındırmaktadır. Pulleyblank‟ın makalesinden edindiğimiz izlenim Ģu ki, Kanadalı bilim
adamı burada bilinçli olarak taraflı bir davranıĢ sergilemiĢ ve su you tabirinin ikinci hecesinde
zikredilen yağ manasındaki you üzerinde hiçbir Ģekilde durmak istememiĢtir. Zirâ, kelime o
kadar bâriz bir Ģekilde Türkçe‟dir ki, bunu görmemek âdeta imkansızdır. Pulleyblank, Türk
lehçelerindeki en yaygın sözcüklerden olan “yağ” sözcüğüne âĢinadır. Nitekim aynı babda bir
dizi sözcük sıralarken Türkçe yağ kelimesini de zikreder. Su sözcüğünün daha erken
biçimlerine göndermelerde bulunurken aynısını you için yapmaması, kendi yazısından
edindiğimiz olumsuz intibâyı güçlendiren diğer bir dayanak noktasını teĢkil etmektedir.
Pulleyblank, açıkça you hecesinin Türkçe yuh ya da yag gibi bir ön kurulma olasılığına
girmeyerek - ki bu, sözcüğün ancak Türkçe kökenli olduğunu ortaya çıkaracaktır -, sözüm ona
kelimenin Türkçeyle irtibatlandırılacak tüm yolları kapadığını düĢünmüĢtür.

“Su you” biçiminin sonundaki you eki besbelli bir Ģekilde Türkçe yağ sözcüğünün
karĢılığıdır ve yau “yağ”304 ile mükemmel uyuĢur. Kimi Türk lehçelerinde yağ sözcüğü
kelime baĢı ünsüzünden sonra sonuna ünlü uzaması alır. Örneğin Eski Türkçe “y” harfinin d

301
Berta 2002:58
302
Pulleyblank 1962: 254
303
A.g.m., a.y.
304
Nemeth 1990: 57
olarak geliĢtiği Teleütçe‟de duu “yağ” manasını verir.305 ÇuvaĢça‟da kelime baĢındaki “y”
harfi “ś”ye dönüĢür. Bu lehçede śu “yağ ve kaymak”306 manalarına gelir vb. ġimdi Hunca
kelime için kökenbilimsel önerimizi yapabiliriz.

Çinlilerin kayda geçirdiği bu biçimler aslında Uygurca saġ yaġ “tereyağı”307, DLT sağ
yağ308 “tereyağı” ve Türkçe sag yag “tereyağı”309 sözcüğünden baĢkası değildir. Aynı ünlü
uzamasının olduğu Bulgaristan Türklüğünün dilindeki sā yā “tereyağı”310 biçimi Hunca
Ģeklin birebir aynıdır. Bu sözcüğün, diğer bir yazılıĢı olan su biçiminin sah kökünden geldiği
noktasından hareketle Kıpçak Türkçesi‟ndeki saġay (“tereyağı”)311 sözcüğünde korunduğunu
da söylemeliyiz. Bunun diğer bir koĢutluğu sağ (“inek yağı”)312 kelimesidir. Bu
çözümlememiz, sadece Hunların tereyağ için verdiği adlandırmanın ne olduğunu ortaya
çıkarmakla kalmamıĢ, aynı zamanda bir diğer öz Türkçe sözcük “yağ” kelimesinin de
Hunların dilindeki varlığını kanıtlamıĢtır.

Bununla beraber, sağ yağ adlandırmasındaki sağ sözcüğünün bir anlamı olması gerekir. Bu
anlam asla ve asla yön manası ile kullandığımız sağ sözcüğü ya da ineklerle alâkalı bir fiil
olan sağ-mak olamaz. Asıl dikkatinize çekmek istediğimiz nokta Türkçe‟de “tereyağ”
adlandırması için kullanılan bir diğer tâbirin sarı yağ313olduğudur. Eğer meseleye bu açıdan
yaklaĢırsak Hunların dilinde ve de Eski Türkçe‟de sağ/sag/sak gibi bir kelimenin sarı
manasını vermesi gerekir.

Eski Türkçe‟de sağ kelimesinin “sarı” manasına geldiğini söyleyen herhangi bir dilsel
kaynağa rastlayamasak da buna uyan tek denkliği Derleme Sözlüğü‟ndeki sağas “sarı”314
biçiminde bulmaktayız. Bu noktadan hareketle, Sauromat halkının Sarı Yurmat türünden
yenibaĢtan bir kurgulanmasının yapılması gerekir. Bugün Kazaklar arasındaki bir boyun adı
Sarı-Jumart‟dır315 Herodot‟un naklettiği adlandırmaya oldukça yakın duran bir diğer boy adı
da bir Kırgız boyu Sarımaut‟dır.316 BaĢkurt boy adının Ural‟ın doğusundan gelen Sarı-Jumart
ya da Kırgız boyu Sarımaut olabilmesi de pekâlâ mümkündür.

2.3.1.Ergenekon Destanı ve Sabir Bağlantısı

Gelgelelim Sapir ve de Subar adlarını taĢıyan diğer Ortadoğulu halkın ya da uygun bir
tâbirle halkların kimliklerine ve de aynı kavim adına sahip diğer topluluklarla olan iliĢkisine.
Bundan evvel, Altay Dağlarında demircilikle uğraĢırken sonrasında Rouranlara(Moğol
Avarlar) isyan ederek çağının en büyük kağanlıklarından birini kuran Türklerin kavim adının
ortaya çıkıĢına dâir bir Çin yıllığında dile getirilen Ģu ifadelere göz atmakta yarar var:

“T‟u-küe‟ler, Hiung-nu (Hun)ların özel bir ırkıdır. Soyadları A-Ģina‟dır.


Önce Hunlardan bağımsız bir kabile kurdular; ama daha sonra bir komĢu
305
Ryumina – KuçigaĢeva 2000: 32
306
Paasonen 1950:209
307
Caferoğlu 1968:193
308
DLT III:154; III:159
392
Karaağaç 1987: 175
310
Dallı 1991: 189
311
Toparlı-Vural-Karaatlı 2007:222
312
Alizade 1992:120
313
DS X:3546
314
DS X:3512
315
Lezina-Superenskaya 2009:466
316
A.g.e.,467
ülkenin saldırısına uğradılar. On yaĢında bir oğlan çocuğuna varıncaya kadar
bütün kabile kılıçtan geçirilerek yok edildi. DüĢman askerleri, oğlanın daha çok
küçük olduğunu görünce, onu öldürmeye yürekleri elvermedi. Sonunda
ayaklarını keserek, üzeri otlarla kaplı bir bataklığın içine attılar. Bataklığın
içinde, bir diĢi kurt vardı, çocuğu etle besledi. Böylece oğlan çocuk serpildi
büyüdü, diĢi kurtla iliĢkiye girdi, kurt ondan hamile kaldı. KomĢu devletlerin
kralı gencin hâlâ sağ olduğunu öğrenince, onu öldürmeleri için adamlarını
yeniden oraya gönderdi. Gelenler, gencin yanında diĢi kurdu görünce, onu da
öldürmek istediler. Bunun üzerine diĢi kurt, Kao-ç‟ang (Turfan) Devleti‟nin
kuzeyinde bulunan bir dağa kaçarak sığındı. Bu dağda bir mağara vardı,
mağaranın içinde, üzeri otla kaplı alabildiğine geniĢ bir ova uzanıyordu.
Yüzlerce li geniĢliğindeki ova dağlarla çevriliydi. DiĢi kurt dağlara saklandı.
Orada on erkek çocuk dünyaya getirdi. Oğlanlar büyüdüklerinde, mağaradan
çıkarak dıĢarıdaki kadınlarla evlendiler, onlar da çok sayıda çocuk dünyaya
getirdiler. Her nesil kendine bir soyadı koydu, biri kendine A-Ģi-na adını verdi.
Onun çocukları ile çocuklarının çocukları giderek çoğaldılar ve yüzlerce aile
oldular. Birkaç nesil sonra, Ju-ju‟ların hizmetinde demirci ustası olarak
çalıĢtılar. Kin-Ģan dağı bir miğfere benziyordu, onlar da miğfere T‟u-küe
dedikleri için, kendilerine T‟u-kü adını koydular.”317

Bir milletin kökeninin iyi anlaĢılabilmesi için evvela o kavmin adında dil açısından bir
tarihi gerçekliğin saklı olup olmadığı tetkik edilmelidir. Türk kavim adı da bunlardan biridir.
Üstte zikredilen ve Türkleri bir Hun kökenine bağlayan malumatlardaki miğfer manasının ne
tür bir Ģekilde Türk kavim adı ile bağlantılı olduğunu açıklamak için muhtelif kökenbilim
îzâhlar da bulunulmasına318 karĢın, bu doğrultuda tatminkâr bir açıklamaya varılabilmiĢ
değildir. Aslında hâlâ ortada doldurulmayı bekleyen boĢluklar varsa bunun ana nedeni miğfer
manasının kesin bir hakikatmıĢ gibi görülmek istenmesi hadisesidir. Hâlbuki, milletler kimi
kereler istedikleri sözlere mecâzi anlamlar yüklerler. Türk kavim adına da pekâlâ böylesi bir
mecâzi anlamın giydirilmiĢ olabilmesi olasılık dâhilindedir ki, Ģahsi düĢüncemiz de bu
doğrultudadır. Miğfer, savaĢçıların cenk esnasında baĢlarını düĢman darbelerinden korumak
amacıyla giymiĢ oldukları savaĢ baĢlığının adıdır. Dolayısıyla, mesele bu açıdan
değerlendirildiğinde Türk sözünün asıl vermeye çalıĢtığı anlamın, Altaylara sığınan AĢina
ailesini ve tabiiyetini dıĢ unsurlardan koruyan ve onların hayati tehlikeleri bertaraf
edebilmesini sağlayacak bir coğrafi yapıyı bünyesinde barındıran bir dağ ve / veya dağ kitlesi
olduğu ortaya çıkacaktır.

Türk kelimesinin Orhun abidelerinde genellikle Türük olarak geçmesinden ve Çin


yıllığının naklettiği “Altaylara sığınma” hadisesinden hareketle Türk kavim adını çağrıĢtıran
Ģu türden sözcüklere rastlamaktayız:

KaĢgarlı Mahmud, Divanü Lügati‟t-Türk adlı ölümsüz eserinde turuğ diye bir kelimeden
bahseder. Turuğ kelimesi “dağlarda sığınılacak yer”319 demektir. Aynı sözlükten devam
edelim: turuğlak (“durulan, durulacak olan yer”), turuk (“durmak, toplanmak, korkudan
ikamet yerini bırakmak”)320. Tuvaca‟daki turug (“sarp, kayalı yer”)321 da aynı yönde bir

317
Liu 2010: 13-14
318
Orkun 2004: 25
319
DLT 1999: I, 373
320
DLT 1999: II, 115
321
Arıkoğlu – Kuular 2003: 109
anlamı korumaktadır. “Dağlarda sığınılacak yer” manası özellikle dikkat çekicidir. Zîra,
dağları bir nevi kurtuluĢ reçetesi olarak gören bir halk, arkasında acı bir hatıra bırakmıĢ
olmalıdır. Öte yandan, kendisine sığınmak amacıyla kaçanlara bağrını açan bir coğrafyanın da
elbette onlara kol kanat gerecek dağlık bir yapıya sahip olması gerekir. Bu veriler ıĢığında
Türk kelimesinin neden miğfer gibi bir manayı aksettirdiğini anlamak mümkündür. Bununla
birlikte Hakasça‟da“her çeĢit askeri alet, araç ve gereç” manasına gelen tirig adlı bir sözcük
vardır.322Bu sözcük pekâlâ miğfer anlamı olarak da kullanılmıĢ olmalıdır. Kafkas dillerinden
olan Lezginin bir kolu Tabasaran lehçesindeki derku “yay”, Kafkasya‟da kullanılan diğer
dillerden Agul lehçesinde aynı anlama gelen dirka, Dargince derga “yay”, Kaytag
lehçesindeki dereke “yay”ile Karatin lehçesindeki tirka-č “oklar ve yaylar” sözcükleri ile
Sami dilindeki darak “deri kalkan” ile Doğu Kalik dilindeki darak “kalkan”323 sözcüklerinin
de bu bağlamda hesaba katılması gerekir. Son iki sözcük Eski Türkçe yarak “silah”
sözcüğüne bağlanabilirken diğerleri Hakasça sözcükle ilintilenebilir.

Özellikle üstte geçen “korkudan ikamet yerini bırakmak” ve “dağlara sığınmak” birbiriyle
alâkalı fiillerdir ve de en önemlisi, Göktürkler ile bağlantılı Ergenekon Destanının ruhuna
uygun düĢmektedirler. Çünkü bu destanda da Göktürkler düĢmanların saldırıları karĢısında bir
dağa sığınmıĢlardır. Öyle ki, ulaĢmanın imkânsız olduğu, sarp ve geçilmez manzaraya sahip
bir dağ. Burada Türk mülteciler demircilikle uğraĢmıĢlar, nihayetinde demir madenlerinin
olduğu bir dağı eritmek suretiyle kendilerine geçit yapıp dıĢarı çıkmıĢlar ve atalarının
intikamını almıĢlardır.324 Gerek Ergenekon destanında anlatılanlar, gerekse Çin yıllıklarında
geçen AĢina‟lıların Altaylara sığınıp demircilikle uğraĢması hadisesi birbiriyle tamamen
örtüĢmektedir.

Ergenekon kelimesi bugüne değin açıklanamamıĢ bir adlandırmadır. Bu tarihi destanı


ayrıntılı bir Ģekilde tetkik eden Yıldırım Ergenekon kelimesinin gibi bir anlama geldiğine
kanaat getirirken, destanı Moğollara âitmiĢ gibi gösteren Moğol dönemi Ġlhanlı tarihçisi
ReĢidüddin‟in Camiü‟t-Tevarih adlı eserine bel bağlayan bazı akademisyenler325 ise bu
destanın Türklere ait olmadığını iddia eder duruma gelmiĢlerdir. Bununla beraber, Ergenekon
adını etimolojik açıdan bile Türkçe izâh etmek mümkündür. Bahsi geçen adlandırmanın ilk
kısmı olan ergeneyi ele alalım. Bu, Türkçe‟de “maden”326 ve “maden yeri”327 manasına gelen
ergene kelimesinin bizatihi kendisidir. Kon, Çağatayca‟da mesken anlamına gelir. 328 Bu
sebepten, Ergenekon kelimesi “ maden yeri, (demir)madeninin olduğu yer” gibi bir anlama
gelmiĢ olmalıdır. Altay Dağlarına kaçıp yerleĢen zümrenin yaĢadığı yerin hemen yanıbaĢında
büyük bir olasılıkla demir madeni vardı. ReĢidüddin, Ergenekon sözcüğünü ergene (“sarp”)
ve kon (“dağ beli, geçit”) olarak açıklar.329 Bu izâhat Tuvaca‟daki turug sözcüğünün verdiği
mana ile birebir aynıdır. ReĢidüddin‟in verdiği açıklama uygun olabilir, lâkin biz destanın özü
olan demir madeninin eritilip yol yapılması hadisesini ana gerçeklik olarak gördüğümüz için
madenlerle bağlantılı kelimenin bu bağlamda gayet iyi düĢtüğü fikrindeyiz. Ergene
sözcüğünün madenler içerisinden demire dönük adlandırmayı sadece Laz dilinde
bulmaktayız. Lazca‟da ერკინა (erkina) ve Gürcüce რკინა (rkina) sözcükleri demir manasına

322
Naskali 2007:513
323
Orel 1994:42
324
Ögel 1998: 22-23; Banarlı 1971: 25-26
325
Tekin 1993:2; Ölmez 2003: 70-71
326
DS 1972: V: 1768
327
TS 2005: 643
328
Kúnos 1902:134
329
Özcan 2006: 65
gelir. Ermenice gökyüzü demek olan երկին (erkin) sözcüğü de bununla ilgilidir. Çünkü
demir gökyüzünden indiği bilinen tek madendir. Ergene sözcüğünün sadece ve sadece Laz ve
Gürcü dillerinde bulunması bir tesadüf müdür? Hayır bu sözcük büyük bir olasılıkla Lazların
ve de Gürcülerin yaĢadığı coğrafyayı Eskiçağ‟da mesken tutmuĢ, kaynakların demiri ilk bulup
iĢleyen kavim olarak andığı Khalyp330 ismindeki halktan alınmıĢ bir ödünçlemedir. Bu
noktada Türkçe‟ye geçmiĢ bir ödünçleme olduğu söylenen kolye kelimesinin îzâhatını ele
almak bizlere fikir verecektir.

Batı dillerinde kullanılan collier sözcüğü Latince collare (“boyun tasması”) kelimesinden
gelmektedir. Türkçe‟deki kolye sözcüğü de Latince kökenli bir dil olan Fransızca‟nın collier
“kolye” sözcüğünden getirilir. Sözcük –r harfi almaksızın Yunanca‟da κολιέ (“kolye”)
biçimindedir. ġimdi bu Yunanca kelimenin Türkçe ile daha önce fark edilmemiĢ bir
denkliğini göstermeye çalıĢacağız. Öne süreceğimiz denkliğin dayanak noktası KaĢgarlı‟nın
Oğuzların dilinde “gerdanlık” manasına geldiğini söylediği kılide331 sözcüğüdür. Yüzük
manasına gelen Rusça кольцо, Belarusça кальцо, Ukrayince кільце ve Anadolu‟da hâlâ
kullanılan kilte (“toka”)332 kelimeleri ile Oğuzca kılide arasında sesçil ve anlamsal benzerlik
kendini açıkça hissettirmektedir. Oğuzca kılide sözcüğünün menĢei hususunda ise Ögel
peĢinen bir nokta koymuĢtur: “…Oğuz süslerinin, Arapça kılâda sözünden geldikleri
hususunda hiçbir Ģüphemiz yoktur”.333

Farzedelim ki, Oğuzca kılidenin kökeni Arapça‟dır. Peki, milattan önceki dönemlerde Türk
birliğinden ayrılıp kendine özgü bir yol tutan Yakutlardaki kılyığ (“gerdanlık”)334 sözcüğünün
kökenini nasıl îzah edeceğiz? Ġskitlere dair elimizin altında hali hazırda gerek yazılı
kaynaklarda geçen gerekse kaynaklarda bahsedilmemesine rağmen kendi araĢtırmalarımız
neticesinde bulduğumuz sözcükler var. Ġskitçe üzerinden Batı dillerine de geçmiĢ o
sözcüklerden, ismini Ģu an telaffuz edemeyeceğimiz birini ĢaĢırtıcı derecede Arapça lisânında
bulmaktayız. Diğer Türk lehçelerinde de olağanüstü koĢutluğu olan bu Ġskitçe sözcüğün
Türkiye Türkçesi‟ndeki karĢılığını etimoloji sözlükleri Arapça‟dan getirmektedir. Türklüğü
ve Türkçe‟yi Altaylara kafesleyen zihniyete göre bu sözcük de ancak Arapça‟dan Türkçe‟ye
geçmiĢ olmalıdır. Nedeni ise gayet açıktır; çünkü her iki dil arasındaki dilsel etkileĢimler çok
daha sonraki zamanda baĢlamıĢtır ve Eski Türkçe‟de böyle bir kelimenin varlığı tam olarak
bilinemediğinden menĢenin ancak Arapça‟ya ait olduğu söylenebilir. Ġskitçe sözcüğün Arapça
ile bağlantısını bir tarafa bırakalım, Skyth adına göz atmak bile Türkçe ile Arapça arasındaki
iliĢkinin sanılandan çok daha öncelere gittiğine tanıklık eder.

Yunanlıların Saka kavmi için kullandıkları Skyth adının Altayca‟daki sayıt (“bey, efendi,
soylu kiĢi”) ve Tuva Türkçesindeki sayıt (“bakan, vekil”) sözcükleri ile ilintili olduğu
fikrindeyiz.335 Türkçe sayıt ile Arapça seyyid (“hükümdar”) sözcükleri arasındaki bağlantıyı
da yine Arapça‟ya mı mal edeceğiz? Tarihte geriye doğru gidildikçe hakikaten Türkçe‟nin
zaman ve mekan boyutu Thompsen‟in “Türklerin vatanı müstakil tüm dünyadır.” sözünü
doğrular cinsten bilinen sınırların çok ötesine taĢmakta ve bizleri hayretler içerisinde
bırakmaktadır. Dolayısıyla, Ögel gibi peĢin hükümlü olmaktansa meseleyi daha geniĢ bir
açıdan değerlendirmek her zaman için önümüzü aydınlatacaktır.

330
Marcellinus 1940:227
331
DLT I: 432
332
DS XII: 4560
333
Ögel 1991:V,257
334
Pekarskiy 1945: 497
335
ġengül 2010: 53
Gerdan yapım aĢamasında mutlaka bir madenden imal edilir. Bu sebepten altının kimi
dillerdeki karĢılığı olan Estonyaca kuld, Fince kulta, Ġngilizce gold, Almanca gold, Ġsveççe
guld ve Danca guld sözcükleri de Oğuzca kılide kelimesi ile ilgili olmalıdır. Çünkü
Anadolu‟da kullanılan külte “altından süslü kadın gerdanlığı”336 sözcüğü gerdanlık anlamı
yanında altın mânasını da muhafaza etmektedir. Yukarıdaki kelimeler içerisinde kılide ile
Fince kulta arasındaki benzerlik fevkalade değerdedir. Bunlara Farsça kökenli olarak dilimize
girdiği söylenen ve kuyumculukda kullanılan bir tabir olan külçe “eritilerek kalıba dökülmüĢ
maden veya alaĢım” kelimesini de eklemek gerekir. Kılide, kolye < *kolde ve diğer
koĢutlukların ortak noktası Ġskit çağı mıdır yahut Ġskitler mi bu adı kullanmıĢtır bilemeyiz
fakat dünyada altını en iyi iĢlemiĢ medeniyet olmaları hasebiyle Ġskitlerin bu maden için bir
adlandırma vermiĢ olmaları gerekir.

Ġlginç olan taraf Ģu ki, dilimize Ġskit olarak çevirdiğimiz bu halk için kullanılan Saka ve
Yunanlıların onlara verdiği isim Skyth kavim adları da altın ile alâkadar anlamları
bünyelerinde barındırmaktadırlar. Saka “kadınların boyunlarına taktıkları süs altını”337
manasına gelirken saxt KaĢgarlı‟nın sözlüğünde “eğerlere, kemerin baĢına, tokalara iĢlenen
altın ve gümüĢ iĢleme”338 manasındadır. Skyth‟in bu anlamda olduğunu gösteren bir ipucu
Homeros‟dan gelir.

Grek yazarı Ġlyada Destanı‟nda “Odios ve Epishtrophos, gümüĢün çıktığı uzak Alybe‟den
gelmiĢ olan Alizonların komutanları idiler”339 der. Alybe‟lerden bahseden diğer bir yazar
Strabon‟dur fakat o, bu kavmin Karadeniz‟in Kuzeyi‟ndeki bulunuĢlarının tersine
Anadolu‟daki varlıklarından bahseder. Strabon Alybe‟lerin kimilerince Alope ya da Alobe340
olarak telaffuz edildiğini belirterek o devirde var olan Alybe kavim adının Khalybe kavim adı
ile olan aynı olup olmadığını tartıĢır.341 Yazar gerek Alybe gerekse Herodot‟un eserinde
bahsedilen Alizon kavimlerinin Anadolu‟daki varlığını, Troya‟lılara yardım için
Boryshthenes(Dinyeper) Irmağı‟nın ötesinden gelen birleĢik bir kuvvete dayandırma
taraftarıdır.342Herodot da bir yerde Çiftçi Ġskitlerin kendilerine Olbiopolit dediklerini yazar
(Tarih IV.18). Kelimenin ilk hecesi Olbio açıkçası Alobe‟den baĢkası değildir.

Burada bizim açımızdan önemli olan nokta ise, Strabon‟un kendi dönemindeki Khaldai
kavmine eskiden Khalybes (Alyobe‟ler ile aynı olduğu düĢünülen) denildiğini 343 yazmasıdır.
Alobe nasıl “gümüĢün çıktığı yer” manasına geliyorsa Khaldai de külçe, külte, kılide vb.
sözcüklerin o dönemdeki karĢılığı olabilir. Hint-Avrupa dillerinde özellikle de Germen ve
Slav lehçelerinde altın ile ilgili karĢımıza çıkan kelimelerin Ġskit çağına götürülmesi
muhtemeldir. Ġngilizce gold kelimesi “sarı” anlamındaki bir Hint-Avrupa ghlo/ghel
biçiminden getirilir ki, bunun Türkçe‟de kula “sarıĢın ve mavi gözlü” keza “kumral” ve gula
“krem rengi açık, sarı” sözcükleri ile bağlantısı tartıĢmasızdır.

Madenler bazından meseleyi irdeleyecek olursak bizce en ilginç bağlantı Hun kağanı
Attila‟nın babasının adı olan ve Türkçe “boyundan asılan değerli taĢ” anlamı ile îzâhatı
yapılan muncuk kelimesi ile onun günümüz Ġrlandaca‟ki karĢılığı muince (“gerdanlık”)

336
Bozyiğit 1982:182
337
DS X: 3517
338
DLT I: 107
339
Homeros 2004:50
340
Strabon, XII.3-20
341
A.g.e.,XII.3-21
342
A.g.e.,XII.3-22
343
A.g.e.,XII.3-19
arasındadır. Bu dilsel benzerlik Keltler ile Türkler arasında Hun çağından da öncesine giden
bir iliĢkinin ispatı olmalıdır.

Altın Kavim Adı

Saka Saka

Saxt Sakıt < Skyth*

Tolstoya Kurganı (Altın Gerdanlık) - Ukrayna

Üstteki resimde Ukrayna‟da Tolstoya Kurganından çıkartılan Ġskitlere ait altın bir
gerdanlık resmini görmekteyiz. Tabii ki Ġskitler bu gerdanlık için bir ad vermiĢlerdi. Türkçe-
Slav Dilleri-Yunanca ve Arapça arasında gerdanlık/yüzük için kullanılan terimlerden yola
çıkarak tüm bu diller arasındaki tesisin Ġskitler tarafından kurulmuĢ olabileceği
söylenebileceği gibi sözcüklerin ortak bir atadan gelmiĢ de olabilmesi de mümkündür.

ĠĢte Strabon‟un andığı Khalybler‟in demiri ilk bulup iĢleyen kavim olma hasebiyle buna bir
ad vermiĢ olmaları gerekir. ġahsi kanaatimiz bu kavmin demir için verdiği adlandırmanın
“ergene” sözcüğüne yakın bir isim olduğudur. Aynı kavmin yazılı kaynaklar tarafından dile
getirilen gümüĢ ile bağlantısına üstte değindik. GümüĢ ve gümüĢi(renk) sıfatlarının Batı
dillerindeki karĢılıkları da Lazca ve Gürcü‟ce biçimlerle uyuĢur. Örneğin Romence argint,
Ġngilizce argent, Arnavutca argjend, Danca argent, Ġrlandaca argent, Ġsveçce argent,
Ġspanyolca argén vb. kelimeler ile Lazca ve Gürcüce koĢutluklar arasındaki bağlantılar
tartıĢılmazdır. Ergene sözcüğü bugün Güney Amerika‟nın en güney kesimi olan Arjantin ülke
adında canlı olarak yaĢamaktadır. Zira Arjantin kelimesi “gümüĢ ülkesi” demektir. Lazca ve
Gürcüce‟deki bu biçimler büyük bir olasılıkla Ksenephon tarafından Phasis(Erzurum ili
Pasinler/Hasankale ilçesi‟ndeki Pasinler çayı) 344 Irmağı‟nın doğusuna Harpasos(Arpaçay)345
Irmağı‟nın ise batısına düĢen toprakları mesken tuttuğu dile getirilen Khalyb‟lerin346 coğrafi
yakınlık vasıtasıyla Lazca ve Gürcüce‟ye vermiĢ oldukları ödünçlemeden baĢka bir Ģey
değildir.

Kral Arthur‟uyn efsanesindeki sihirli kılıç Excalibur‟un ismi Kafkaslardaki demirci bir
kavim olan Kalyb‟e bağlanır.347 Kafkaslardaki Kalyb adının Kuzeydoğu Anadolu‟yu mesken
tutmuĢ Khalyb adı ile iliĢkisi ortadadır. Khalyb adı etimolojik açıdan Yunanca çelik manasına
gelen khalyps sözcüğünden getirilir ve bu adlandırma aynı kavim adının Helen ağzına
uydurulmuĢ biçimidir.348 Yâni bu halkın gerçek adının üstte değinilen Alobe olması pekâlâ
mümkün görülmektedir. Anadolu‟da demir ile alâkalı olarak ergene sözcüğü ile birlikte
değerlendirilmesi gereken bir baĢka veri Diyarbakır‟ın Ergani ilçesidir ve burası dünyanın
bilinen en eski bakır madeninin iĢletildiği sahadır. Bu ilçenin Eskiçağ‟daki adı
Arkania‟dır.349Elazığ‟ın Ergani-Maden kasabası da yine demir madenleri bakımından zengin
olduğu bilinen yerdir.

ĠĢin en ilginç tarafı Ģu ki; Ergenekon Destanı‟nın neredeyse birebir denkliğini Kürtlerin
doğuĢ efsanesi olan Kava Destanı‟nda bulmaktayız.350 Kürtler ile Türkler arasında destani
ortaklığın sırrı ne olabilir? Eğer uzun bir zamandan beri dile getirilen Orta Asya‟daki
Sabirlerin Ön-Asya topraklarını mesken tutmuĢ Subar isimli bir topluluk ile ilintili olduğu
savını351 gerçeklik olarak düĢünecek olursak, Sabirlerin yurdu olarak kanıtladığımız Hakas
civarı bozkırlarına Subar ile beraber Ön-Asya‟dan bu sahaya muhaceret etmiĢ olası Kürt adlı
bir kavmin mevcudiyetini hesaba katmak gerekecektir. Nitekim, aynı bölgede bulunmuĢ
ElegeĢ yazıtlarında Kürt kavim adı geçer.352 Ancak, Tekin‟e göre bahsi geçen yazıtda
zikredilen Kürt sözcüğünün aslı biçimi güzel manasına gelen Körtle‟dir ve onun Kürt kavim
adı ile bir ilgisi yoktur.353 Tekin‟in ifadeleri bir açıdan gerçeği yansıtmıĢa benziyor. Biz
burada bu tartıĢmanın ayrıntılarına girmeyeceğiz. Herodot‟ta Saspeir (Tarih, I-104, III-94)
olarak geçen ve Herzfeld tarafından baĢtaki Sa ön takısıyla kelimenin asli biçiminin Sapir
olduğuna kanaat getirilerek bugünkü Erzurum ili Ġspir ilçesinin adının onlara bağlandığı
Sapeir(es) kavminin354 bırakın Orta Asya‟daki Sabir ve Seber isimli Türk kavimleriyle
ilintilenme hadisesine coğrafi açıdan Saspeir(es)‟lerin daha güneyinde yaĢayan Subar kavmi
ile aynı etnik aidiyete sahip olduğuna dahi sıcak bakmamaktayız. Herodot‟ta Saspeir olarak
geçen ve Herzfeld‟in Sapeir olarak kurduğu bu kavim adına sonrasında Ammianus
Marcellinus‟un çalıĢmasında rastlanır ve onlardan Khalyb‟lerin yaĢadığı sahanın bitiĢiğindeki
topluluklardan biri (Sapires) olarak bahsedilir.355 Ergenekon Destanı, Kava Destanı ile Lazca
erkina sözcüğü hesaba katılmadan açıklanmayacak bir destandır. Bu destanın sahiplerinin
Subar ya da Çiftçi Ġskitler olup olmadığını zaman gösterecektir.

344
Umar 1993:660
345
A.g.e.,305
346
Ksenephon 2011:321,335
347
Littleton –Thomas 1978:513-527
348
Umar 1993:363
349
A.g.e.,100
350
EDDK 1992:16-20 Ergenekon ve Kava Destanlarının güzel bir karĢılaĢtırılması eserde yapılmıĢtır.
351
Özer 1937:7-9
352
Orkun 1994:590
353
Tekin 1995:23
354
Umar 1993:349
355
Marcellinus 1940:227
III.BÖLÜM

AVAR MESELESĠ

3.1. AVAR GÖÇÜ’NÜN GĠZEMĠ


Avar meselesinin tetkiki için Hudûd-ul el-âlem adlı kitabın Orta Asya‟daki Türk yurtları
ile alâkalı vermiĢ olduğu malumatları zikredip onları harita üzerine yerleĢtirmeye devam
edelim. Aynı eserde Türk kabilelerinin mesken tuttuğu coğrafyalar Ģu Ģekilde tasvir edilir:

Ğuz ülkesi : “Doğusu Ğuz Çölü ve Maveraünnehir Ģehirleri, güneyi aynı çölün bazı
kısımları ve Hazar Denizi, batısı ve kuzeyi Atil Nehri‟dir.”1

Toğuzoğuz ülkesinin doğusu Çin, güneyi Tibet ve Halluh (Karluk) ülkesinin bazı kısımları,
batısı Hırhîzların (Kırgızların) bazı kısımları, kuzeyi de Toğuzğuz ülkesi boyunca yayılan
Hırhîz (Kırgızlar)dır.2

Yağmaların ülkesi ve Ģehirleri : “Yağmaların doğusu Toğuzğuz Ülkesi, güneyi Kuçâ


Nehri‟ne akan Hûland Ğün Nehri, batısı ise Halluhların (Karluk) sınırlarıdır. Bu ülkede
tarım fazla yapılmamakta, bol miktarda kürk üretilmektedir. Ülkede bol miktarda av hayvanı
bulunmaktadır.”3

Hırhîz (Kırgız) ülkesi : “ Doğusu Çin ülkesi ve Doğu Okyanusu, güneyi Toğuzğuz sınırları
Halluhların (Karluk) bazı kısımları, batısı Kîmak ülkesi, kuzeyi ise kuzeyin meskûn olmayan
bölgeleridir. Hırhîzların ülkesinin sınırları dıĢında insan yoktur ve bu bölge kuzeyin meskûn
olmayan bölümüdür. Burada insanlar aĢırı soğuk yüzünden yaĢayamazlar.”4

Halluh (Karluk) Ülkesi: “Halluh ülkesinin doğusu Tibet‟in bazı kısımları, Yağma ve
Toğuzğuzların sınırları, güneyi Yağmaların bazı kısımları ile Maveraünnehir bölgesi, batısı
Ğuz sınırları, kuzeyi Tuhsilerin, Çiğillerin ve Toğuzğuzların sınırlarıdır.”5

Çiğil ülkesi: “Aslında Halluh(Karluk)lara âit, nüfusu kalabalık olan bir ülkedir. Doğusu ve
güneyi Tuhsilerin sınırlarıdır.”6

Tuhsi ülkesi “Doğusu Çiğil sınırları, güneyi Halluhlar (Karluklar) ve dağları, batısı
Hırhîzların bir gurubu, kuzeyi ise Çiğillerdir.”7

Kimak Ülkesi : “Bu ülkenin doğusunda Hırhîzların bir kabilesi yaĢar. Güneyinde ArtuĢ ve
Ġtil Nehirleri batısında bazı Hıfçah (Kıpçak) ve kuzeydeki meskûn ülkelerin bazı bölgeleri
bulunmaktadır.”8

1
Minorsky 2008:55
2
A.g.e.,48
3
A.g.e.,50
4
A.g.e.,50-51
5
A.g.e.,51
6
A.g.e.,53.
7
A.g.e.,53
8
A.g.e.,54
Üstte Lebedia bahsinde Ras Irmağı‟nın Kimaklar ile Kırgızlar arasındaki bir dağdan neĢet
edip daha güneye akarak Hazar‟a döküldüğünü, Oğuz ve Kırgızlar arasında bir sınır teĢkil
ettiğini ve adı geçen ırmağın Emba Irmağı olduğunu ortaya koymuĢtuk. Bu çıkarım bize Ras
Irmağı‟nın doğduğu Mugocari tepeciklerinin üst tarafında Kimakların güney taraflarında ise
Kırgızların yaĢadığını göstermektedir. Kırgızlar aynı esere göre hem batıdan hem de
kuzeyden Toğuzoğuz ülkesi ile sınırdaĢtır.

Mugocari tepecikleri Aral Gölü‟nün kuzeybatısına düĢer. Bu sebepten zikredilen tepecik


ile Aral Gölü arasındaki sahanın Kırgızlar tarafından mesken tutulduğu kesindir. Kırgızların
batı kesiminin her iki coğrafi oluĢumun ortasına denk düĢen saha olması ve Toğuzoğuzlar‟ın
da onların doğusunda ve güneyinde kaldığı verisi Toğuzoğuzlar‟ın yaĢadığı coğrafyanın Aral
Gölü‟nün tam kuzey tarafı olduğuna iĢaret eder. Kırgızlar Aral‟ın kuzeydoğu taraflarından
baĢlayarak güneybatı-kuzeydoğu istikametinde yay çizerek Aral Gölü‟nün hemen üst
yakasındaki Toğuzoğuzlar‟ın yurdunun kuzeyini dolanarak Çin‟e ve Doğu Okyanusu‟na
kadar uzanan bir alana hükmetmekteydiler. Avar bahsinde Yunan imgelemindeki Okean
(Okyanus) kavramının gerçekte Altay Dünyası olduğunu söylemiĢtik. Nitekim Hudûd-ul el-
âlem‟de zikredilen Kırgızların yurdunun Doğu Okyanusu‟na kadar ulaĢtığı bilgisi bu halkın
bilinen ilk yurtları olan Altay coğrafyasına yâni Hakas bozkırına bir göndermedir. Hudûd-ul
el-âlem Okean‟ın Altay coğrafyası olduğunu ayrıyaten tasdik etmektedir. Eser ıĢığında
Kırgızların coğrafyasının Aral Gölü‟nün batı yakasına ulaĢtığı çıkarımına Ģüphe ile
yaklaĢılabilir. Burada Ģunu hatırlatmamız gerekir ki, bugün dahi Hazar Denizi‟nin kuzey
taraflarına düĢen Kazak bozkırları Kırgız stepi olarak adlandırılmaktadır. Bu açıkça
Kırgızların o bölgede kalmalarının bir tezâhürüdür. Kırgızlar aynı zamanda Ural Dağları‟nın
her iki yakasını mesken tutmuĢ Kimaklara daha doğudan sınırdaĢtılar.

Hudûd-ul el-âlem Karlukların üst tarafına Tuhsileri onların yukarısına Çiğilleri ve onların
yukarısına da Kırgızları yerleĢtirmektedir. Peki o zaman Kırgızlar nasıl güneyden Karluklar
ile sınırdaĢ olabilirler? Böylesi bir izahat uyarınca Kırgız ve Karluklar ancak Aral Denizi‟nin
en batı tarafından birbirlerine bitiĢik bir coğrafyayı paylaĢmıĢ olmaları gerekir. Yâni Aral‟ın
batı ve hemen kuzeybatısında Kırgızlar güneyinde ise Karluklar yaĢamalıdırlar. Nitekim bu
çıkarımızı aynı eserdeki baĢka malumatlar da destekler. Üzgend Nehri ve onunla bağlantılı
anlatılan diğer nehirler zikredilen kitapta Ģu Ģekilde anlatılır “… Bir diğer nehir
Halluh(Karluk) Dağlarının arkasından çıkan Üzgend Nehri‟dir. Üzgend, Bab, Ahsiket,
Hocend ve Benaket Ģehirlerinin kenarından geçerek Çaç sınırlarına doğru ilerler. Daha
sonra Cend ve Cevare sınırına kadar Sütkend, Parab ve daha birçok Ģehrin kenarından geçer.
Sonunda Harizm Denizi‟ne dökülür.”9

“Bir diğer nehir, Halluh(Karluk) Dağlarının kuzey kısmında Buttaman sınırının sonundan
çıkan Hursab Nehri‟dir. Hursab Ģehrinin yanında Uzgend Nehri ile birleĢir.”10

“…Bir diğer nehir ÜĢ Nehri‟dir. Aynı dağdan çıkar, ÜĢ ve ÜraĢt arasından geçerek
Üzgend Nehri ile birleĢir.”11

Çaç bugünkü TaĢkent Ģehrinin Eskiçağdaki adı idi. Bu kentin yakınlarından geçen yegâne
ırmak Sırderya‟dır. Üzgend Sırderya‟nın Hudûd-ul el-âlem‟deki adıdır. Harizm Denizi ise
Aral Gölü‟dür. Sırderya diğer adıyla Seyhun Nehri‟nin kaynağı Kırgızistan‟daki Narin ve

9
A.g.e.,25
10
A.g.e.,25
11
A.g.e.,25
Kara Derya adlı nehirlerdir. Bunlar Fergana vadisinde bir araya gelirler ve Sırderya‟yı
oluĢtururlar. Hursab Irmağı çok büyük olasılıkla daha kuzeyde yer alan Narin Irmağı idi.
Karluk Dağları açık bir Ģekilde hem Kazak Kırgız sınırları içerisinde baĢlayan ve
Kazakistan‟ın iç kesimlerine doğru uzanan Karatau Dağları hem de Karatau Dağları ile bitiĢik
Kırgız dağ silsileleridir.

ÜĢ Irmağı‟ndan kasıt açıkca Karatau Dağları‟nın güneybatı tarafına doğru akarak Üzgend
yâni Sırderya ile birleĢen Aris Irmağı‟dır. Yazarının kim olduğu bilinmeyen Hudûd-ul el-
âlem‟in ġeĢen tarafından yapılan tercümesinde ise aynı ırmak Ösh olarak gösterilmiĢtir.12 ÜĢ
ya da Ösh adlı ırmak Strabon‟un Amuderya ve Sırderya Irmaklarının kaynağı olan dağ
silsilesinden doğduğunu söylediği Och(us) Irmağı13 ile Zemarkos‟un Türk hakanını ziyaretten
dönerken ve de Aral gölüne varmadan evvel geçtikleri Oekh14 adlı ırmaktan baĢkası değildir.
Bu dilsel benzerlik Menander‟de zikri geçen Oekh‟in Aris olduğunun kanıtıdır.

Tuhsilerin, güneyden hem Karatau olarak ortaya çıkarttığımız Karluk Dağları hem de
Karluklar ile komĢu olmaları Karlukların yaĢadığı yurdun Karatau Dağının bitiĢiğinden batı
istikâmetine doğru uzandığını ortaya koyar ki, bu yurt Aral gölünün güney ve güneydoğu
kısımlarına denk gelir. Tuhsilerin batıdan Kırgızlar ile komĢu olabilmeleri için Aral gölünün
bitiĢiğinde bir coğrafyayı mesken tutmaları gerekir. Bu sebepten, Hudûd-ul el-âlem‟de
meselemiz açısından adı geçen coğrafyayı harita üzerine Ģu Ģekilde resmetmemiz gerekiyor.

Hudüd-ul El-Alem’e Göre Orta Asya

12
ġeĢen 1985:59
13
Strabon 1928:253
14
Menander 2006:125
ġimdi batıya kaçan Avarların kimliği meselesine geçebiliriz. 552 senesinde Türk adını
taĢıyan ilk Türk krallığı Avarlara isyan ederek bağımsızlığı elde etmiĢ ve diğer topluluklar
üzerinde hâkimiyet kurma mücadelesine giriĢmiĢti. Tarihçilerin kabul ettiği görüĢe göre bu
isyan neticesinde Juan-Juan‟lar yâni Avarlar batıya kaçarak Avrupa‟da ortaya çıkarlar. Fakat
Avarlara dâir gözden kaçırılan bir veri bu dalganın batı yönlü gerçekleĢmiĢ olabileceğini
imkansız hale getiriyor. Bu kaçıĢ hususunda neredeyse tek kaynağımız Bizans tarihçisi
Theophilaktos Simokattes‟in eseridir. Simokattes eserinde Türk kağanının 598 yılında elçileri
aracılığıyla Bizans kralı Maurikius‟a bir mektup gönderdiğinden ve kağanın bu mektupta
kendi kağanlığının kurulmasını sağlayan bir dizi olaylardan bahsettiğini dile getirerek, kimi
yerlerde bu olaylara dönük kendi düĢüncelerini zikreder.

"Kafkaslara doğru uzanan bölgelerde yaĢayan Ġskitler‟den ve kuzey yönündeki halklardan


bahsettiğime göre, aynı dönemde bu büyük milletin baĢına gelenlerden de söz etmeliyim.” Bu
yılın (598) baĢlangıcında doğuda Türklerin meĢhur kağanı Ġmparator Maurice‟e elçiler ve
çok parlak ifadelerinden bahsettiği bir de mektup gönderdi. Mektubun adresi Ģöyle yazılmıĢtı:
“Yedi halkın uluğ hakanı ve dünyanın yedi ikliminin sahibinden Roma (Bizans)
imparatoruna.” Gerçekten bu kağan savaĢta Abdellerin (yani Eftalitler denilen halkın)
prensini yenmiĢ ve halkını itaat altına almıĢtı. Zaferiyle gururlanarak ve Stembi kağanla silah
arkadaĢı olarak Avar halkını köle haline getirdi. Avarların Avrupa‟ya ve Pannonya‟ya
yerleĢtiklerini ve oraya Ġmparator Maurice‟den önce geldiklerini düĢünerek, o dönemin
olayları arasında kaybolup gittiğimi zannetmeyin. Aslında sahte bir isimle Ġster Irmağı (Tuna)
kıyılarına yerleĢen barbarlar Avar giysisine büründüler. Avarlar yenilmiĢ olduklarından (bu
konuya da tekrar döneceğiz) aralarından bazıları Taugast‟ı iĢgal edenlerin yanına sığınmaya
geldiler. Taugast, Türk denilen halktan bin beĢ yüz mil uzakta meĢhur bir Ģehirdir. Hintlilerle
sınırdaĢtır. Taugast bölgesinde oturan barbarlar çok cesur ve çok kalabalıktır; nüfus
cihetinden dünyanın hiçbir milletiyle karĢılaĢtırılamaz. Avarların diğerleri bozgunlarından
sonra daha sefil bir kaderin eline düĢerek Mukri denilen halkın arasına karıĢmaya geldiler.
Bu halk Taugast‟a çok yakındır. Tehlikeler karĢısında katı ruhlu olmaları kadar, günlük vücut
alıĢtırmaları sayesinde savaĢlarda oldukça zorludurlar.15

Kağan o sıralar yeni bir giriĢimle tüm Ogur‟ları itaat altına aldı. Bunlar, kalabalık nüfusu
ve savaĢtaki gözüpekliği ile en zorlu halklardandır. Doğuda Türklerin Kara dedikleri Til
nehrinin mansabında yaĢarlar. Bu halkın en eski reisleri Uar ve Hunni idi. Uar ve Hunni
isimlerini taĢıyan birkaç halk, adlarını bu kiĢilerden almıĢtır.16

Ogor‟lara karĢı muhteĢem bir zafer kazandıktan sonra Kolkh (halkı) reisini de kılıçtan
geçirdi.17

SavaĢta bu halktan ölüp gidenlerin sayısı en az üç yüz bindir. Öyle ki, dört günlük yol
boyunca cesetler saçılmıĢtı18.

Zaferin kağana gülümsediği sırada Türkler arasında bir iç savaĢ baĢladı. Kağan‟ın
akrabalarından Turum adlı bir Türk darbe yaparak büyük bir ordu topladı.19

Kağan, gasıbın savaĢta üstünlük kazanması üzerine, Sparzögun, Kunaksola ve Tuldih adlı
diğer üç kağana adamlar gönderdi.20

15
Simocatta 1986:VII.12
16
A.g.e.,VII.13
17
A.g.e., VII.8.6
18
A.g.e.,VII.8.7
19
A.g.e.,VII.8.8
20
A.g.e.,VII.8.9
Böylece tüm birlikler toplandıktan ve geniĢ vadiler içinde yer alan Ikar bölgesinde savaĢa
tutuĢtuktan sonra, düĢmanların kahramanca çarpıĢmasının ardından gasıp mağlup oldu ve
ona bağlı ordular geri dönüp kaçtılar. Büyük bir katliamdan sonra kağan tekrar topraklarına
sahip oldu21.

Kağan elçiler vasıtasıyla Ġmparator Maurice‟e bu baĢarılardan bahsetti22. “

“Ikar, Altın Dağ diye adlandırılan dağa dört yüz mil mesafededir. Bu dağ, güneĢin
doğduğu yöndedir. Yerlilerin ona Altın Dağ demelerinin sebebi ise hem burada bol meyve
bulunması, hem de büyük ve küçükbaĢ hayvanların yetiĢiyor olmasıdır. Altın dağın en güçlü
kağana bırakılması Türkler arasında bir töredir.23

Türk milleti çok önemli iki hususda övünür ki, gerçekten de bu bölgede en eski çağlardan
beri küçük bir salgın hastalık bile görülmemiĢ ve çok nadiren deprem olmuĢtur. Hâlbuki
Unnugurlar‟ın bir zamanlar bir Ģehir kurdukları Beket depremlerle yok olup gitmiĢtir.
Soğdiyana ise depremler ve salgın hastalıklardan dolayı muzdariptir.”

Bu esnada Uar ve Hunnilerden inen Tarniah ve Kotzagerler, Türklerden uzağa kaçtılar ve


Avrupa‟ya gelerek Avarların kağanına bağlı olanlara katıldılar.24

Zabenderlerin de Uar ve Hunni halkından olduğu söylenir. Avarlara katılan destek


gücünün on bin kiĢi olduğu tahmin ediliyor.25

“Türklerin kağanı iç savaĢa son verdikten sonra, iĢlerini huzurlu bir Ģekilde yönetti. Ve
böylece soğukkanlılıkla hareket ederek, zayıf bir devleti ayakta tutabilmek için Taugastlarla
bir anlaĢma yaptı.26

Üstteki ifadelerde Simokattes, Avrupaya ulaĢan Avarların asıl Avar olmadığını, onların
Uar ve Hunni isimlerini taĢıyan iki kabile olduğunu, asıl Avarların ise Türklere yenildikten
sonra Hint sınırındaki Taugast Ģehrine kaçtığını, onlardan bir kesimin ise yine Taugast
yakınlarında yaĢayan Mukri denilen halka sığındıklarını bu mektuba dayanarak
anlatmaktadır.27 Mukri kelimesini tarihçiler Bökli adlı bir kabile olarak görerek Avarların göç
ettikleri yerlerden birinin Kore olduğuna kanaat getirirler.28 Fakat, Theophilaktos‟in verileri
bu kavmin Altay dağlarının çok ötesindeki Kore topraklarını imleyen herhangi bir ipucu
sunmuyor. Üstelik, yazarımız Taugast Ģehrinin Hintlilerle sınırdaĢ olduğundan bahsediyor.
Dolayısıyla, Avarların Kore‟ye yahut da batıya kaçmıĢ oldukları hikâyesinin inandırıcı bir
yanı yoktur. Simokattes naklettiği Mukri adı ile Avar göçü hususunda ortaya koyduğu hem
sahte ve asıl Avar kavramlarını hem de Mukri‟lerin yaĢadığı coğrafyaya iltica edenlerin asıl
Avar kitlesi olduğunu farkında olmaksızın teyit etmektedir. Çünkü, Avarların Mukri adlı
kabileye sığınmasında özel bir neden vardı. Üstte Sabir bahsinde Juan-Juan‟ların yönetici
takımının ismi olan Mu-ku-lü (yani Mukri) adının etimolojik izahını Türkçe olarak yapmıĢtık.
Gerek etimolojik çözümlememiz gerekse etnik manada zikredilen kavimler (Juan-Juan ve
21
A.g.e.,VII.8.10
22
A.g.e.,VII.8.11
23
A.g.e.,VII.8.12
24
A.g.e.,VII:8.16
25
A.g.e., VII:8.17
26
A.g.e.,VII:9.1
27
Chavannes 2007:311; Czeglédy 1999:116
28
Czeglédy 1999:116
Mukri) arasındaki yakınlık Avarların bilinçli olarak atalarının yaĢadığı topraklara iltica
ettiğini gösterir. Simokattes, Wei-shu‟nun sunduğu veriyi yâni iki kavim arasında mevcut olan
akrabalık iliĢkisini meselenin özüne vâkıf olmaksızın teyit etmiĢtir.

Mukriler, sonrasında ReĢidüddin‟in ne Moğol ne de Uygur olarak andığı, Uyguristan‟ın


dağlık bölgelerinde yaĢayan ve farklı dile sahip bir kavim olarak zikrettiği Mukrin‟ler29
olabilirler. Fakat, Ģahsi düĢüncemiz onlardan bir kesimin Türkler arasında eriyerek
günümüzde Tacikistan ve Afganistan‟da yaĢayan bir Türkmen boyu Mukrı‟ları
30
oluĢturduklarıdır ki, bu coğrafyalar Theophilaktos‟un vurguladığı Hintliler ile sınırdaĢtır
verisi ile birebir örtüĢmektedir.

Esas meseleye dönecek olursak, Ģayet gerçekten Türkler intikam amacıyla Avarlara saldırı
da bulunsaydı onların atlarını batıya değil güneye çevirmeleri gerekirdi. Hâlbuki, Taugast
Ģehrine sığınan Avarlara karĢı herhangi bir askeri müdahele seçeneğini gözden geçirmek
veyahut Avarların bahsi geçen sahaya iltica eden bâkiyelerini ortadan kaldırmak Ģöyle dursun
Türklerin Turum adlı gasıbı yenilgiye uğrattıktan hemen sonra Taugast bölgesinin
yöneticisiyle karĢılıklı iyi iliĢkilere dayalı bir antlaĢma yaptığını görmekteyiz. Kısa bir
müddet sonra tüm Asya‟ya kök söktürecek Türkler hakîkaten Tanrı Dağları‟ndan kalkıp onca
uzun mesafeyi katederek Avrupa‟ya sözde eski efendilerinden intikam almak gibi bir siyaset
gütselerdi en azından Taugast Ģehrinin yöneticisinden o Ģehre muhaceret etmiĢ Avarların
kendilerine verilmesi türünden bir talepte bulunmaları gerekirdi ve de beklenirdi. Lâkin, böyle
bir tercih sözkonusu bile değil. Dolayısıyla, Theophilaktos‟un sahte ve asıl Avarlar hususuna
dâir söyledikleri yâni Avrupa‟ya varan Avarların gerçekte Uar ve Hun adlı kavimler olduğu
bilgisi kesinlikle gerçekleri yansıtmaktadır. Nitekim, Avrupa‟ya varan topluluğun Uar ve
Hunni olduğunu Bizans elçisi Valentinos‟un Türksanthos ile yaptığı görüĢmeyi nakleden
Menander de Uarkhonitai(Varhonit) olarak kaydetmiĢtir.31 Dolayısıyla, Maurikius‟a ulaĢan
mektupta Avarların Taugust‟a kaçtığını söyleyen Türk kağanı ile Avrupa Avarlarının esasen
Varhonitler olduğunu söyleyen Türk baĢbuğunun yanılmıĢ olmaları imkansızdır. Türklerin
aynı coğrafyada yaĢamaları sebebiyle Varhonit ve Avarların gerçekte kimler olduklarını ve
nereye kaçtıklarını gayet iyi bilmeleri beklenir. Peki o zaman Avrupa‟ya Türk baskısı nedeni
ile kaçan gerçek Avarlar yâni Varhonitler kimler idi? Tarihi gerçekler ayrıntılarda gizlidir.
AĢağıda görüleceği üzere, Türk kimliğinin Göktürk kağanlığı Ģahsında Ģaha kalktığı ve
esaretten özgürlüğe uzanan ilk yıllarda birbirine yakın tarihlerde gerçekleĢen üç göç olayı
vardır. ġimdi bu göç hâdiselerini bizzat Simokatta‟nın sunduğu veriler ıĢığında yeni baĢtan
tetkik edelim.

Yazarımız o dönemin olaylarını anlatırken Türk kağanının mektubunu da göz önüne alarak
Ģöyle bir yol takip eder. Türkler önce Juan-Juanları/Avarları yenmiĢlerdir. Avarların kaçıĢı
birinci muhacereti teĢkil eder ve onların nereye gittiği bellidir. Ġkinci kaçıĢ hikâyesi Türklerin
Ogurlardan hemen sonra Kolkh halkını tam manasıyla hezimete uğratmasına ramak kala
patlak veren bir iç savaĢa müdâhil olan taraflar arasında vûku bulan cengi takiben yenilgiye
uğrayanların kimsenin nereye gittiğini bilmediği kaçıĢ hikâyesidir ki, Simokatte bu hezimeti
yaĢayanların hemen ardından Tarniah ve Kotzagerlerin Avrupa‟ya iltica ettiklerini ve
Avarlara (UarHunlara) tabii olan kuvvetlere katıldıklarını söylemektedir. Üçüncüsü ise
muhtemelen Türklerin baskısına mâruz kalmıĢ Varhonit topluluğunun ama çok daha büyük
bir olasılıkla Türklerin batı yönünde yayılma stratejisi doğrultusunda Eftalitlerle giriĢmiĢ
olduğu silahlı mücadelenin Ġç Asya‟yı özellikle de Soğdiyana bölgesini harap bir hale

29
Gumilyev 2004:383;Menander 2006:175
30
Atanızayov 2005:222
31
Menander 2006:173
getirmesi neticesinde bu bölgenin ve diğer çevre coğrafyaların sâkinlerinden Bulgarların,
Eftalitlerin, Kolkhların Abdellerin vb. diğer etnik unsurların Kafkasya‟da göç etmesini
tetikleyen kavimler göçü hâdisesidir. Bu hâdisenin yankılarını Suriyeli yazar hatip
Zakharias‟ın eserine yansıyan Kafkasya‟da Hazar Kapısı‟ndan baĢlamak üzere öte tarafa
doğru uzanan toprakları mesken tutan Alan, Bulgar, Avar, Bagarsik, Khulas, Abdel, Ephtalite,
Sarurgur, Dirmar, Khorthrigor, Unnogur vb.32 bir dizi kavim adları ile bulmaktayız.

Üstteki gözlemden ve Juan-Juan‟ların batıya değil aslında güneye kaçtıkları verisinden


hareketle mektup ıĢığında varabileceğimiz tek sonuç, Avrupa Avarlarının Ġkar bölgesinde
yenilgiye uğrayan kitleden arta kalanlar olduğudur.

Avar göçünün gizemi hususunda bir derece aydınlatıcı çalıĢma Macar âlim Czeglédy‟e
âittir. O, Eftalit devleti ile Juan-Juan‟ların dayandığı iki temel boyun Uar ve Hun isimlerini
taĢıdığını, bunların aynı soydan geldiklerini, Eftalitlerin temelini oluĢturan Uarların Juan-
Juan‟lardan indiğini, Türklerin Juan-Juan‟ların iĢini bitirdikten sonra Eftalitler ile mücadeleye
girdiklerini ve onları ezerek batıya göç ettirdikleri kanaatindedir.33

Czeglédy‟nin Uar ve Hunnilerin hem Eftalit hem de Avarları oluĢturan boy olduğu savı
doğru olsa bile Eftalitlere dâir bir noktayı anlamak mümkün değil. Bu topluluk hâtip
Zakharias‟ın listesinde Kafkaslarda yaĢayan bir halk olarak zikredilirler. Türkler ise daha
sonra Hazar‟ın kuzeyinden geçip, Doğu Avrupa topraklarına Varhonitlerden intikam amacıyla
girdiklerinde evvela Kafkasları mesken tutmuĢ Eftalitlere saldırı da bulunmaları gerekirdi.
Fakat böylesi bir hadisenin yaĢandığına dâir herhangi bir veri dahi yok. Türklerin bu derece
intikam ateĢi hırsıyla dolu olması için geçmiĢte kendilerine kök söktürmüĢ bir kuvvetten en
âzami derecede tepelenmeleri keza kendi gurur ve asâletlerini rencide edebilecek bir
muameleye maruz kalmaları gerekirdi ki, sözde düĢmanlarından intikam alabilmek için onca
uzun mesafeyi kat etmeyi göz önüne alabilsinler. Türk Kağanlığın ilk yıllarına bakıldığında
bu topluluğu silahlı manada zorlayan ve onlara en öldürücü darbeyi indiren tek zümrenin
Turum‟un baĢını çektiği Ġkar bölgesindeki âsi grubun olduğu görülmektedir. Nitekim, gasıpın
ordusu karĢısında kendilerini âciz hisseden Türkler düĢmanı galebe çalabilmek için diğer
boylardan ittifaklık tesis etmeyi elzem görmüĢlerdi. Son derece çetin bir savaĢtan galip ve
yorgun çıkan Türkler bir müddet soluklanmak ve dinlenmek amacıyla Taugast halkı ile barıĢ
anlaĢmasını yapmayı kendi açılarından uygun buldular. Bu anlaĢma gerçekte Ġkar
mansabındaki savaĢın doğal bir sonucuydu. Ġkinci olarak, Avarlara katılan Hunni
topluluğunun Hunlar olduğunu kanıtlayacak veriye sahip olmadığımız gibi bu topluluğun adı
ile Hun etnonimi arasındaki yakınlık gerçekte sesçil boyuttan öteye geçemez. Büyük bir
olasılıkla, Oğurlardan inme bu topluluk Ptolemeus‟un eserinde zikredilen Chuni
topluluğuydu.

Zikredilen Ġkar bölgesinin neresi olduğuna dâir bir saptama Avrupa Avarlarının kimliğiyle
ilgili öne sürdüğümüz savı teyit etme noktasında elimizi güçlendirebilir. Bahsi geçen coğrafi
sahanın koordinatları hususunda yegâne bilgimiz, onun Türklerin Altın Dağ diye
adlandırdıkları dağdan dört yüz mil uzakta olduğudur. 1 mil yaklaĢık 1609 m‟ye tekâbül eder.
Dolayısıyla, 400 mil aĢağı yukarı 643 km‟ye denk gelir. Bu, Turum‟un ordusu ile Türkler
arasındaki savaĢın Altın Dağ‟dan 643 km ötede gerçekleĢtiğini beyân etmektedir. Bir kere
Altın Dağ‟ın güneybatı-kuzeydoğu istikâmetinde Orta Asya‟yı iki parçaya ve iki zıt dünyaya
ayıran Tanrı ve onun hemen üst tarafındaki Altay dağ silsilesine veyahut bu silsile içerisinde
aynı isim ile anılan bir dağ kitlesine âit adlandırma olduğu tartıĢmasızdır. Her iki ordu
32
Zachariah 1899:328
33
Czeglédy 2009:100,130-131
arasındaki çatıĢmanın yaĢandığı saha bu sıradağlardan 643 km doğuda gerçekleĢmiĢ olamaz.
Bu kadar uzak bir mesafe Çinlilerin yaĢadığı coğrafyaya bizleri çıkarır ki, böylesi bir savaĢın
bu coğrafya dâhilinde cereyan edebilmesi hiçbir surette mümkün değildir. Her iki taraf
arasındaki çatıĢmanın yaĢandığı muhitin aynı sıradağların batısına ya da kuzeyine düĢen bir
coğrafyaya denk gelmesi zarûridir.

Theopylaktos‟un “Altın Dağ” olarak nitelediği dağ sonrasında Zemarkos‟un Ġstemi‟yi


gördüğü ve Kök Türklerin dilinde Altındağ demek olarak kaydettiği Ektağ‟dan34 baĢkası
değildir.

Ektağ sözcüğünün etimolojisini yapan dilbilimcilerin tamamı ilk hecedeki –ek biçimini
Türkçedeki ak “beyaz” sıfatı ile ilintilemiĢler ve ona “beyaz dağ” gibi bir anlam vermeye
çalıĢmıĢlardır.35Burada sunacağımız etimolojik açıklama Ektağ‟ın farklı bir anlam ve neden
Türkler arasında kutsallık taĢıdığını ortaya koyacaktır. Bunun için çok daha eskilere Herodot
çağına dönelim ve bir Ġskitçe sözcüğe göz atalım.

Tarihin Babası, Ġskitlerin dilinde Exampai adlı bir kelimeden bahseder ve bunun Ġskitlerin
dilinde “kutsal (dere) yollar” (Tarih, IV-52) anlamına geldiğini kaydeder. Grek yazarının
bildirdiğine göre Exampai, Hypan adlı ırmağa karıĢan bir çay ya da deredir. Kelimenin ilk
kısmını teĢkil eden –ex hecesinin sonundaki –x harfinin Latince yazılımda karĢılığı –ks‟dir.
Ġskitçe ile Yunanca tamamıyla birbirinden farklı ses değerlerine sahip olduklarına göre –ks ses
değerinin Ġskit dilindeki karĢılığı nedir? ġahsi kanaatimiz bunun Ġskitçe‟deki koĢutluğunun –
ğ/-k harfleri olduğudur. ġimdi bu savımıza destek çıkacak birkaç dilsel delil sunacağız.

Yunanca‟dan Ġngilizce‟ye geçmiĢ ve de kökeni bilinmeyen box “kutu” adlı sözcük Türkçe
boğu “niĢanlı kız tarafından erkeğe gönderilen hediye bohçası”36 ile bağlantılıdır. Bu örnek
Yunanca -x harfinin Türkçe karĢılığının üstte ifade ettiğimiz bir sese denk geldiğini
söylemektedir. Diğer misala geçecek olursak, Ġskitli okçuların M.Ö.5 yüzyılın ikinci
yarısından îtîbaren Atina Ģehrinin düzenini sağlayan polis gücü olarak bu Ģehirde görev
aldılar.37 Bu askeri gücün hizmeti sonrası Yunanca‟da sıklıkla kullanılagelen τόμεπκα “ok,
okun menzili, erimi” τνμεπτήο “okçu” , τόμ-νλ “yay, oklar: yay ve oklar”,ve τνμόότεο “ok,
okçu”38sözcüklerine rastlanılır olmuĢtur. Hiçbir tarihi kaynak bu Yunanca sözcüklerin
kökeninin Ġskitçe olduğunu söylemese de bahsigeçen tâbirlerin Ġskitçe‟den Yunanca‟ya
verilmiĢ ödünçlemeler olduğu hususunda zerre kadar Ģüphe taĢımamaktayız. Nitekim, üstteki
sözcüklerin nihâi biçiminin alıntı bir sözcük olmasının muhtemel olduğu söylenir.39 Günümüz
Yunanca‟da bu kelime τόμν biçimindedir. Bu ses denkliğini Yunanca τόμν biçimine
uyguladığımızda Ġskitçe sözcüğün aslı Türkçe tak “yay”40ve Hakasça teek “yayın kertiği”41
olarak ortaya çıkacaktır. Yunanca biçimin Ġskitler tarafından bir ödünçlenme olduğunu
günümüz Estonca‟da süngü manasına gelen tääk sözcüğünün varlığı da kanıtlar. Estonlar ile
Yunanlılar arasında tarihsel bir yakınlık ve dilsel iliĢki yaĢanmamasından dolayı iki dil
arasındaki benzer kelimelerin varlığı sözcüğün Ġskitçe üzerinden her iki dile intikal ettiğini
göstermektedir. Yunanca ve Ġskitçe ses değerlerine dönük savımıza bir baĢka delili
Herodot‟un Ġskit bahsinde zikrettiği Askhu (ἄσρπ) adlı sözcüğün Türkçe izahında da
34
Menander 2006:119
35
Dobrovits 2011:387
36
DS II:730
37
Andocides 1941:503; Aeschines 2001:190;Demir 2001:905
38
Çelgin 2011:661
39
Sinanoğlu 1953:271
40
DS X:3804
41
Naskali 2007:498
görebilmekteyiz. Bu kelimenin Türkçe kökenli açıklamasını ileriki bölümlerde Hunların dili
için ayırdığımız babda yapacağız.

ġimdi konumuza ara vererek Ġskitçe sözcük üzerinden bir akıl yürütme iĢlemine geçelim.
AĢağıda iki resim görmektesiniz. Bunlardan soldaki Orhun alfabesindeki “T” harfi için
kullanılan Ģekli ifade ederken, hemen sağ taraftaki ise yaydan çıkmaya hazır bir oku
resmetmektedir. Orhun alfabesindeki “t” harfinin, bu harfi temsil eden Ģeklin tağ>dağa
benzemesine binaen ortaya çıktığı ileri sürülür.42Açıkça söylemek gerekirse, hiçbir zaman
böylesi bir fikre sıcak bakamamıĢızdır. Bu harf dağdan ziyade gerilmiĢ bir yay ve o yaydan
dıĢarı savrulmuĢ bir okun yaydan çıktığı anda birlikte oluĢturacağı Ģeklin neredeyse birebir
aynıdır. T harfinin asıl çıkıĢ yeri Ġskit dili olup, bu harf tağ değil tak “yay ve muhtemelen ok”
kelimesinden ilham alınarak vücuda getirilmiĢtir. Zaten Yunanca‟da kelimeyi hem ok hem de
yay manalarıyla ilintili bulmamız bu savımıza destek çıkar.

Meseleye dönecek olursak, kanıtlar getirerek savunduğumuz bu koĢutluğu Exampai


sözcüğüne uyguladığımız zaman –ex hecesi üzerinden Yunanca kutsal manasına gelen ag [άγ-
(ηνο) “kutsal, ulu, mübarek”] sözcüğüne çıkarız. Bu Yunanca sözcük de Ġskitçe‟den
bahsolunan dile intikal etmiĢ gözüküyor. Diğer taraftan, Macarca‟ya geçmiĢ en eski Türkçe
ödünçlemelerden birinin egy “kutsal”43 olması da Yunanca ve Macarca‟nın Ġskitçe‟den bu
kelimeyi aldığını kanıtlamaktadır. Sondaki –ampai hecesi Yakutça‟da “dere, dere yolları”
manasına gelen appa44sözcüğü ile açıklanabilir egyappa >egampai<exampai. Egyappa
“kutsal dere yolları” sözcüğü egampai >exampai “kutsal (dere) yollar” adlandırmasıyla gayet
iyi uyuĢmaktadır. Burada tek sorun m>p denkliğidir ki, bunun izâhını dilbilimcilerine
bırakıyoruz.

Hülâsa, Ektağ (Altın Dağ) tâbiri gerçekte Kutsal Dağ manasına gelmekteydi. Tarihi
kaynaklarda Göktürklerin baĢkenti olarak geçen Miŋ Bulak‟ın günümüzde Güney
Kazakistan‟ın Kırgızistan ile birleĢtiği noktadaki Jambıl vilayetindeki Merke ilçesine 60 km.
uzaklıkta yer alan Miŋ Bulak olduğu kanıtlanmıĢtır.45 Kazaklar buradaki dağı (Alatav) kendi
dillerinde Kiyeli Dağ “Kutsal Dağ”46 olarak nitelendirmektedirler. Kazaklar tarafından verilen
bu adlandırma Ektağ adının esasen “Kutsal Dağ” manasına geldiği çıkarımımızı tasdik
etmektedir. ĠĢte bu dağdan 643 km‟lik batı yönlü çizilecek bir mesafe bizi Ogurların yurdu

42
Ergin 2002:XXIX
43
Ràsonyi 1971:33
44
Pekarskiy 1945:25
45
Deniz 2008:116
46
A.g.m.,116
olan Aral Gölü çevresine çıkaracaktır. Öte taraftan, Simokattes‟in zikrettiği uzunluk verisine
Ģüpheci yaklaĢmakta yarar vardır.

Kolklar Hudûd-ul el-âlem adlı eserde çok eski zamanlardan beri Aral Gölü‟nün güneyini
mesken tuttuğu görülen Halluklar yâni Karluklar idi. Simokattes Türklerin ilk olarak Ogurları
yenilgiye uğrattıklarını, sonrasında Kolkları ortadan kaldırma iĢi ile iĢtigal olduklarını
belirtmektedir. Bu veri Türklerin Orta Asya fetih stratejisinin kuzeyden güneye doğru bir
fütûhat olduğunu gösterir. Ogurların o dönem içerisinde Aral Gölü‟nün kuzeyinden
baĢlayarak Kırgız-Kazak sınırının kuzeyine düĢen bozkırlara ve BalkaĢ Gölü‟ne kadarki bir
sahayı mesken tuttukları kesindir. Simokattes, Ogurların aynı zaman müddetince Türklerin
Kara dedikleri Til adlı bir ırmağın mansabında yaĢadıklarından bahseder. Buradaki kara
sıfatının sularının renginden dolayı bu ırmağa verilmiĢ bir yakıĢtırma olduğu âĢikardır. Til‟in
Türkçe‟de ırmak manasına gelen Etil adının farklı bir yazımı olduğu muhakkaktır. ġimdi Kara
Til (Irmak) adının Avrasya coğrafyası içerisinde hangi ırmağı imlediğini irdeleyelim.

Haussing‟e göre Simokattes‟in zikrettiği bu ırmak Don‟dur.47 Faka,t böylesi bir çıkarım
tarihi gerçekleri coğrafya mantığının dıĢına taĢıran bir zorlamadır. Orta Asya‟da Juan-Juan
engelini ortadan kaldıran bir halkın hemen sonra Don boylarındaki bir topluluğu
boyundurluğu altına alması olanak dıĢıdır. Meselenin çözümüne dönük olarak burada iki
farklı öneri getireceğiz. Ġlk açıklamaya geçecek olursak, Sabir bahsinde sularının renginin
kara olduğu Ras Irmağı‟nın Emba olduğunu kanıtlamıĢtık. Emba ise Aral Gölü‟nün kuzey
tarafına düĢmektedir. Kara Til Irmağı‟nın Emba olması muhtemeldir. Kara Til Emba
denkliğine dönük baĢka bir izâhat da Ģu Ģekilde yapılabilir. Ġsyankâr zümre ile Türkler
arasında cereyan eden savaĢ Simokatta‟nın bildirdiğine göre Ikar bölgesinde meydana
gelmiĢti. Ikar sözcüğünün ilk hecesi –Ik Emba Irmağı‟nın Menander‟in eserindeki karĢılığı
olan Ikh48 adlandırmasının ikinci hecedeki -ar ise Türkçe‟de yer manasını veren –er
sözcüğünün muadili olabilirler. Yâni Ġkar “Emba mansabı” gibi bir anlama gelebilir. Böylesi
bir sonuç Kara Til adlandırmasının Emba Irmağı olduğu yönündeki bir savı destekler.

Ġkinci önerimiz ise bir tarihi gerçeklikten ilham alır. Kara Til Irmağı hususunda sağlam bir
mâlumatın var olduğunu söylemeliyiz. XVI.yüzyıla âit bazı kaynaklarda, Ģimdiki Türkistan
Ģehri yakınlarındaki bir ırmağın ismi Karasu olarak geçer.49 Karasu sözcüğünün sonundaki –
su hecesi Türkçe‟de ırmak manasını verir. Türkistan Ģehri ise Kazakistan‟ın güney kesiminde,
Seyhun Nehri‟ne yakın bir kentin adıdır. Günümüzde aynı coğrafyada Karatau Dağı‟ndan
gelen Karaçuk isimli bir ırmak daha vardır ve bahsolunan bu ırmak Türkistan vilayetinin 8
km kuzeydoğusunda yer alır. Öte yandan, Karaçuk Irmağı‟nın Karasu‟yu imleyip imlemediği
bilinmemektedir.50 Karasu Irmağı‟nın bulunduğu muhit Türklerin o dönemdeki merkezi Miŋ
Bulak‟ın kuzey istikâmetine düĢer. Gerek Emba çevresi ve gerekse Türkistan vilayetinin
sınırları içerisindeki ırmak adı bizi doğrudan Ogurların yaĢadığı coğrafyaya götürür. Üstte
sunduğumuz iki açıklamayı göz önüne alacak olursak, son beyânatın yol gösterdiği coğrafi
bilgileri ihtiva eden önerinin kendi nezdimizde ağır bastığını söylemeliyiz. Büyük olasılıkla
Ogurler ile Türk orduları arasındaki savaĢ BalkaĢ gölünün güneybatısına düĢen Kazak
toprakları içerisinde cereyan etmiĢti.

Tüm veriler Avrupa‟ya varan Avarların Ogur kökenli olduğunu ve Turum adlı isyankâr
etrafında yurtlarını Türklerden almak amacıyla mücadeleye giriĢtiklerini ortaya koymaktadır.

47
Haussig:2005:227
48
Menander 2006:125
49
Moldabayeva 2005:3
50
A.g.m.,3
Nitekim, Simokattes‟in bahsettiği Türklerin Turum adlı gasıbı yenilgiye uğrattıktan sonra
kaybettiği toprakları yeniden ele geçirdiği verisi, doğrudan doğruya kaybedilip sonrasında
yeniden zapt edilen toprakların Ogur ülkesi olduğunu kanıtlamaktadır. Zîra, Türkler Kolklar
ülkesini feth etmeden evvel ilk olarak Ogurların ülkesini ele geçirmiĢlerdir ve de Kolklar
üzerinde tam bir egemenlik sağlayamadan Turum ve mahiyetindeki birlikler ile mücadele
etmek zorunda kalmıĢlardır. Ġsyankâr zümrenin ortadan kaldırılmasından sonra Ogur
topraklarına yeniden sahip olunduğuna ve de Tarniah, Kotzager ve Zabender isimli üç Ogur
grubunun da hemen kaçarak kendi soylarından gelen Avrupa Avarlarına katıldığı verisini göz
önüne aldığımızda Avrupa Avarlarının Ogur kavmi olduğunu rahatlıkla söyleyebilmekteyiz
ki, Simokattes de zâten onların Ogur kökenli olduğunu çok açık bir biçimde dile
getirmektedir. Varhunniden inen bahsi geçen üç boy Ġkar bölgesindeki Türk galibiyetinden
sonra katliamın kendilerine geleceğini sezdikleri için kaçmak yolunu seçtiler.

Kotzager adlı topluluğun Ptolemeus‟un son yayınlanan çalıĢmasında zikri geçen Aral Gölü
yakınlarında bir coğrafi bölgeyi mesken tutmuĢ Kachager51, Tarniah‟ın ise Asya‟da ikamet
eden Toornae52 adlı kavimler olduğu kanaatindeyiz. Hunni‟nin ise yine aynı yazarın eserinde
geçen Chuni adlı ulus ile eĢleĢtirilmesi gerektiğini yukarıda söylemiĢtik.

51
Ptolemaios 2006:2:661
52
Ptolemy 2011:144
IV.BÖLÜM

BULGAR ETNĠK MESELESĠ

4.1. ETNĠK BULGARLAR ve SĠYASĠ BULGARLAR

Doğu Avrupa tarihinin en karmaĢık meselelerinden biri olan Bulgarların kimliği ve


Hunların Bulgarlar ile olan akrabalık iliĢkisi bugüne değin sürekli bir biçimde gündemde
kalmıĢ, ancak mevcut iliĢkinin aydınlatılamaması tarihçilikte aynı mevzu üzerinde sayısız
savların türetilmesine zemin hazırlamıĢtır. Bu çalıĢmamızda proto-Bulgarların tarihi ile
ilgilenen araĢtırmacıların gözden kaçırdıkları kimi noktaları göstermeye çalıĢıp, öte yandan
kendisiyle aynı fikirde olduğumuz Andras Róna Tas‟ın tüm bilim çevrelerini karĢısına alarak
savunduğu fakat somut deliller getiremediği Büyük Bulgaristan‟ın kurulduğu coğrafyanın
Kafkasya değil Kuzey Karadeniz bozkırları olması gerektiği savını deliller sunarak
müdaafasını yapacağız.

Doğu Avrupa tarihi içerisinde Bulgarların etnik kökeninin ve de Büyük Bulgaristan‟ın


kurulduğu saha ile ilgili münakaĢanın temelinde Ġrnak komutası altındaki Hun birliklerinin
Attila‟dan sonraki dönem zarfında hangi coğrafi bölgeleri kendilerine mesken tuttuklarının
kesin olarak bilinememesi yatmaktadır. Tarihçiliğin ezici bir Ģekilde Hun bâkiyelerinin
Kafkasya‟yı mesken tuttuğu türünden bir sava körü körüne bağlı kalmıĢ olmasına karĢın bilim
dünyasında en mantıklı sav Zlatarski tarafından ortaya atılmıĢtır. Kuturgurların Azak‟ın
batısında Uturgurlar‟ın ise Azak‟ın doğu tarafında yaĢadıklarını söyleyen Prokopius‟un
verilerini göz önüne alan Bulgar tarihçi, Ġrnak‟ın doğuya doğru çekilmeyi müteâkip süreçte
Kuturgurların baĢına geçtiğini öne sürmüĢtür.1 Zlatarski‟nin bu görüĢünün ne derece doğru
olduğu takip eden sayfalarda görülecektir.

Büyük Bulgaristan‟ın ve de Bulgarların kimler olduğu mevzusunu tetkik ederken kimi


kereler Ġskit çağına uzanacağız. Zîra, Doğu Avrupa tarihi tarihsel süreçler açısından bir
bütünlük arzeder. Bu coğrafya dâhilindeki bir tarihi meselenin sonucu diğer bir tarihi
hadisenin nedenini teĢkil ettiğinden aynı bölge dâhilindeki pek çok tarihi olayın çözüm
noktaları çok daha evvelki Ġskit dönemiyle bağlantılıdır. Bulgar meselesinin çözümünün
baĢlangıcını da Ġskit dönemiyle ilintili gördüğümüzden bu meselenin aydınlatılması
noktasında çıkıĢ noktamız Jordanes‟de zikredilen Akathir kavminin yaĢadığı çoğrafyanın
neresi olduğunun ve bu topluluğun tarihsel süreç içerisindeki serüveninin belirlenmesi
olacaktır.

Meseleye Agathyrslerle baĢlarsak, Batı tarihçiliğinde Ġskit çağındaki Agathyrs ile Hun
dönemindeki Akathir kavim adı arasında olası bir iliĢkinin mevcudiyeti pek çok kereler
tartıĢılmasına karĢın, sürekli bir biçimde savsaklana gelmiĢtir. Burada esasen bir kasıt yatar.
BaĢını Thompson‟ın çektiği Ģarkiyatçılığın önde gelen kalemlerinin Agathyrs ile Akathir
kavim adları arasındaki olası bir savın dillendiriliĢine kulak tıkamalarının2 altında yatan

1
Zlatarski 2007:41
2
Thompson 2008:118
yegâne sebeb, Ġskitlerin Ġrani bir kökenden geldiği yaygarasının Ģaibe altında kalacağı
korkusudur. Çünkü Agathyrsleri Akathirlerle özdeĢleĢtirmek Ġskitleri ister istemez Türk
yapmak demektir.

Tüm olumsuz ve siyasi kaygılar bir tarafa bırakılıp Doğu Avrupa coğrafyasında ortaya
çıkan kimi etnik kayboluĢ yâhut yeniden oluĢum süreçleri ve de dıĢ baskıların iç dinamikleri
tetiklediği göç olgusu hesaba katıldığında bu iki etnos arasında bir iliĢkinin kurulabileceği
ayan beyan ortadadır.

Bir kere, Agathyrs ile Akathir kavim adları arasında hiçbir Ģekilde reddedilemeyecek sesçil
bir bağlantı ve coğrafi aynilik mevcuttur. Ġkincisi, Hun çağında siyasi arenada beliren Akathir
ulusunun Hunlarla birlikte bu bölgeye intikal ettiğine dâir herhangi bir tarihi vesîka Ģu an için
mevcut değildir. Binaenaleyh, Akathirlerin Hunlarla birlikte bu bölgede ortaya çıktıklarını
savunan görüĢ temsilcileri kadar, böylesi bir fikri reddederek onları yerli bir halk olarak
görmek isteyenler ve hatta Ġskit çağındaki Agathyrslerle ilintilemeye çalıĢanlar da kendileri
açısından haklı gerekçelere sahiptir. Zîra, ortada bu kavmin köklerine dâir kesin ve
kanıtlanmıĢ hiçbir somut gerçeklik yoktur ve mevzu her türlü görüĢe ve sava açıktır. ġahsi
düĢüncemiz de Ġskit ve Sarmat çağında yaĢanılan siyasi ve etnik süreçlerin Agathyrs kavminin
Hun çağında Akathir etnosu olarak karĢımıza çıktığı yönündeki bir varsayıma taraftır.

Doğu Avrupa coğrafyasında Ġskit etnosunun sönmesiyle ortaya çıkan etnik süreçlerin tam
manasıyla açık bir Ģekilde takip edilememesi, yazılı kaynakların araĢtırmacılara son derece kıt
bir bilgi kaynağı sunması yanında, baĢta Tarihin Babası Herodot olmak üzere diğer yazarların
eserlerinden Ġskit coğrafyasına dâir elde edilen bilgilerin günümüzde dosdoğru bir Ģekilde
harita üzerine aktarılamaması yatmaktadır. Aktarılırken de izlenen yol Ġskitlere dâir
mâlumatları Don ve Tuna arasındaki bir coğrafyaya hapsetmek olmuĢtur. Ġskit çalıĢmalarıyla
meĢgul olan akademisyenler Ģayet Ġskit topluluklarının yaĢadığı coğrafyanın Don ve
Karpatların öte taraflarına taĢtıklarına bir vesile imkan tanımıĢ olsalardı Ġskit çalıĢmalarının
karanlıkta kalmıĢ pek çok noktası aydınlanmıĢ olurdu. Maalesef, baĢta Agathyrs ve Gelonlar
olmak üzere Ġskit çağındaki öteki halklar da kendilerine yaĢam sahası olarak Don ve Tuna
arasındaki mecrayı biçen dar bir bakıĢ açısı nedeniyle payına düĢeni ziyadesiyle almıĢtır. Bu
nedenle de bu halklara yöneltilen gerek yaĢadığı coğrafyaların hangi alanlara tekabül ettiği
gerek hangi ırklarla dilsel bağlantıya sahip olduğu ve gerekse bu halkların günümüzdeki etnik
bakiyelerinin kimlerle ilintilendirilmesi gerektiği Ģeklindeki sorular cevapsız kalmaktadır.
Hâlbuki, bu türden bir düĢünce biçimini terk ettiğimizde Ġskit çalıĢmaları bizlere pek çok yeni
ufuklar açmakta ve Agathyrs-Akathir denkliğine imkan sağlamaktadır. Üstte eleĢtiriye tabii
tutulan bakıĢ açısından kurtulunduğunda Herodot‟un naklettiği Agathyrs kavminin
Akathirlerle bir Ģekilde de olsa rahatlıkla iliĢkilendirilebileceği görülecektir.

Ġskitler hakkındaki en kapsamlı bilgi kaynağımız olan Grek yazarı Herodot, Agathyrs
kavminden bahsederken “Ġstros‟la (Tuna) birleĢen Maris ırmağı Agathyrslerin ülkesinden
gelir”(Tarih,IV-48) demekle bizlere bu etnosun yaĢadığı toprakları tayin etme hususunda bir
ipucu sunmaktadır. Maris ismi Romanya sınırları dâhilindeki MüreĢ ırmağını hatırlatır. Fakat
MüreĢ ırmağının Erdel (Transilvanya) bölgesinde doğup batı yönlü akması ve hiç bir noktada
doğrudan Tuna‟yla birleĢmemesi, iki nehir arasında sesçil benzerlik dıĢında bir iliĢkinin
olmadığını gösterir. Bu nehir için tartıĢmasız en iyi aday Prut ırmağıdır ve Tarihin Babası,
Melpomene‟de açıkça Maris‟i Prut nehri için kullanmıĢtır.3

Prut, Doğu Karpatlardan doğmakta Ukrayna‟nın Çernovsti Ģehrinden geçip güney


doğrultusunda aktıktan bir müddet sonra Romanya‟nın Galati kenti yakınlarında Tuna‟ya
karıĢarak Karadeniz‟e dökülmektedir.4 Bunun yanında Herodot‟un, kitabının bir baĢka
yerinde Agathyrslerin yurdunun Ġskitya‟nın en kuzey ve batı kesiminde olduğu (Tarih, IV-
100) yönünde vermiĢ olduğu bilgi de Agathyslerin yaĢadığı coğrafyanın günümüz itibariyle
Batı Ukrayna topraklarına denk düĢtüğüne tanıklık eder. Hun çağı Akathirlerin mesken
tuttuğu sahanın ise Jordanes‟in naklettiği bir ifadeden Azak denizinin yukarı taraflarında, Don
ve Yukarı Dinyeper arasındaki muhit5 olduğuna kanaat getirilir.

Görüldüğü gibi, Herodot ile sonraki yüzyıllar içerisinde onlardan bahseden kaynaklar
arasında yer hususunda bir çeliĢki, daha uygun bir tâbirle, batı-doğu yönlü bir göç olayı söz
konusudur. Bu yer değiĢtirme hadisesi büyük bir olasılıkla Ġskit gücünün sönmesiyle birlikte
bozkırda ortaya çıkan boĢluğu dolduran Sarmat hâkimiyetinin M.S. III. yüzyılda ortadan
kalkmasıyla6 meydana gelmiĢtir. Sarmat birliğinin çözülmesi ve boyların dört bir yana
dağılması Doğu Avrupa bozkırlarında bir otorite boĢluğu doğurmuĢ ve bu boĢluk aynı yüzyıl
zarfı içerisinde kuzeyden inen Gotların Ukrayna topraklarını istilasıyla doldurulmuĢtur.
Cermen kavimlerinin baskısı, bu bölgeyi yüzyıllardan beri mesken tutan Agathyrsleri doğu
istikametinde mecburi bir göçe tabii tutmuĢ ve Dinyeper‟in öte tarafına itelemiĢtir.
Dolayısıyla, Hunlar Doğu Avrupa bozkırlarına adım attıklarında Agathyrs‟ler, geçen süre
zarfında Akathir etnonomini almıĢ olarak bu bölgenin yerli unsurlarından birini teĢkil
etmekteydiler.

Napolyon “bir ülkenin coğrafyası o ülkenin kaderidir” der. Hakîkaten, ulusların bir yerde
sönüp bir baĢka yerde parlamaları, onların alınyazıları gereği mesken tuttukları saha itibariyle
maruz kaldıkları dıĢ ve bir o kadar da iç etmenlerin ortak aldıkları bir karardır. Agathyrslerin
kaderini de coğrafyaları belirlemiĢtir.

Agathyrslerin Hun göçünden evvel bu topraklarda bulunduğunu söyleyen en büyük delil


Ptolemeus‟dan gelir ve onun eserinde bu kavmin adı bizzat Agathyrs olarak geçer ve aynı
topluluk Riphaen Dağı‟nın yukarılarında Gelon‟ların aĢağı tarafında yer alan Hippopodes ve
Melanklaeni kavimlerinin alt tarafını mesken tutan bir kavim olarak gösterilmiĢtir.7 Bununla
birlikte, Ptolemeus‟un çalıĢmasına bakarak Agathyrslerin o dönem zarfında Kuzey Karadeniz
coğrafyası içerisinde hangi sahayı mesken tuttuğunu söyleyememekteyiz.

Sonraki süreçte Akathirler olarak ortaya çıkan bu insanlar yaĢadıkları coğrafi bölgeleri
bizlere bıraktıkları toponomlarla belli etmiĢlerdir. Donetz nehrinin yukarı kısımlarında,
Ukrayna‟nın kuzeybatısındaki Sumi Ģehri sınırları içerisinde kalan ve Harkov kentinin hemen
kuzeybatısına düĢen Akhtyrka (50° 19‟ K 34° 55‟ D) 8 kasabası -ki bu kasaba bulunduğu
mevki itibariyle kabaca Dinyeper ile Don nehirlerinin orta kısmına düĢer- ve Sumi vilayetinin

3
ġengül 2008:246
4
ABA 18/185
5
Féher 1984.21, 25
6
Chailand 2001:35
7
Ptolemy 2011:80
8
ġengül 2008:26;ġengül 2009:12
kuzeydoğusunda, Ģimdiki Rusya topraklarına bağlı Orlovskaya bölgesi sınırları içerisinde yer
alan ve Kursk kentinin kuzeydoğusunda bulunan Akhtyrka (52° 18‟ 15‟‟ K, 36° 55‟ 27‟‟) 9
adlı toponomiler açıkça onlardan kalmadır.

Son zamanlarda yapılan arkeolojik çalıĢmalar da Agathryslerle ilgili gözüken kimi


bağlantıları ister istemez gündeme taĢımıĢtır. Daha kuzeyde yer alan Akhtyrka {Kursk‟un
kuzeydoğusu, Orlovskaya bölgesi} toponomunun bulunduğu coğrafi sahanın hemen
bitiĢiğinde (doğu tarafında), Lipetsk bölgesi sınırları içerisinde uzanan Zadonsk ve Khlevnoye
yörelerinde, Don ve Voronez ırmaklarının kıyısında 1995 yılından beri devam eden kazı
çalıĢmaları neticesinde Hunlara ait yerleĢim merkezleri ortaya çıkartılmıĢtır.10 Bu bölgedeki
Hun varlığı ya bu alanda yaĢayan Akatir kavminin baĢına Attila‟nın, oğlu Ernak/Ġrnak‟ı kral
olarak tayin etmesiyle, ya da Hun imparatorluğunun çöküĢünü takiben Hunlardan bir kesimin
daha kuzeye göç ederek yerleĢmesiyle ilgilidir ki, birinci Ģık bu bağlamda çok daha gerçekçi
ve tarihi hakikatlerle uyuĢan bir tespit olarak durmaktadır.

Akathir (Ağaç-eri) halkı V. yy‟ın ikinci yarısından sonra cereyan eden Ogur göçüyle derin
bir darbe almıĢ, Sarı Ogurlar tarafından ciddi bir tazyike maruz kalmıĢ ve bir süre sonrada
tarih sahnesinden çekilmiĢlerdir. Togan bu kabilenin önce Azerbaycan‟a, oradan da
Anadolu‟ya geçtikleri kanısındadır.11

Azak denizinin hemen güneyinde, Kuzey Kafkasya sıradağlarının en kuzey ucuna yakın bir
sahada, Karaçay-Çerkes özerk cumhuriyetinin kuzey tarafında, Krasnodar Krayı toprakları
dahilinde, Kuban nehri çevresinde yer alan Akhtyrskiy12 adında bir baĢka yerleĢim merkezi
daha mevcuttur. ġayet Cermen kavimlerinin tazyikiyle Agathyrs‟lerden bir grup göç harekâtı
esnasında asıl ana kitleden kopup Kafkasya‟ya inmediyse, ya da ana Ġskit topluluğunun
Kimmerleri takiben girdikleri Ön-Asya‟da tesis ettikleri 28 yıl ve hatta daha uzun müddet
süren hâkimiyetlerinin çöküĢü sonrasında yine Kafkasya üzerinden kuzeydeki ana yerleĢim
sahalarına dönüĢleri sırasında olası bir Agathyrs grubu bu alana yerleĢmediyse, adı geçen yer
adı Togan‟ın öne sürdüğü Ogur göçünü takip eden dönem içerisinde Akatir etnosunun güneye
indiği yönündeki savı13 bir bakıma doğrulamaktadır. Muhtemelen Akatirlerden bir grup Oğur
göçünü takip eden dönem içerisinde Ġran‟a yapılan akınlarda müttefik olarak Bizans safında
yer alan Sarogur‟larla birlikte Sasanilere karĢı açılan askeri seferler14 sırasında bu bölgeye
yerleĢmiĢ ve adlarını yâdigar bırakmıĢlardır.

Akhtyrka ve Akhtyrskiy coğrafi adları doğrudan doğruya Akathir kavim adı ile bağlantılı
olarak ortaya çıkar. Zîra, Akhtyrka yer adının sonundaki “-ka” Slavca‟da toponomiler için de
kullanılan diĢileĢtirme ve küçültme eki olurken, Akhtyrskiy coğrafi adında geçen–skiy (-
ский) ise tüm Slav dillerinde isimlerden sıfat yapmada faydalanılan bir ektir. Bunlar
atıldığında her üç coğrafi yer adı “Akhtyr” olarak belirir. Herodot‟taki Agathyrs biçimi Slav
dillerine girerken ünlü yitimine uğrayarak ortadaki “a” düĢmüĢ, yerini “g (kh) ” ve hemen
bitiĢiğindeki “t”ye bırakmıĢtır.

9
ġengül 2008:249
10
A.g.m.,250
11
Togan 1981:170.
12
ġengül 2008:250
13
A.g.m;248
14
Gumilev 2006:303
Karadeniz‟in kuzeybatı sahilleriyle AĢağı Dinyeper‟de var olan yerleĢim birimlerini
ortadan kaldırarak Karpatlar‟dan Yukarı Donetz‟e kadar Ukrayna‟nın tüm orman-bozkır
Ģeridine yayılan Çernyachovsk kültürü15 Gotlarla iliĢkilendirilir.16 Öne sürdüğümüz
Karadeniz‟in kuzey tarafına düĢen Akhtyrka (Orlovskaya bölgesi) adlı coğrafi yer adı konum
itibariyle Yukarı Donetz ve onun kuzeydoğusuna tekâbül eder. Yâni, bir bakıma Got
baskısının neden olduğu göçü tâkiben doğuya yönelen Agathyrsler, kendilerini Çernyachovsk
kültürünün tesiri ve görüĢ alanı dıĢında tutarak Hun dönemine varıncaya kadar bu alanda
sessiz ve sakin bir yaĢam sürmüĢler, Hun istilasıyla da yeni efendilerinin egemenliği altına
girmiĢlerdir. Bununla birlikte, Agathyrslerin batı-doğu istikametindeki maceralarını Gotlar
karĢısında fire vermeksizin tamamlamıĢ oldukları düĢünülemez. Hiç Ģüphe yoktur ki, Cermen
kavimlerinin hâkimiyetine giren Agathyrslerin bir kısmı onlar arasında erimiĢ, bir kısmı ise
sonraki bir zaman diliminde vûku bulan kavimler göçünün neden olduğu Doğu Avrupa
mecrasındaki ırkların mecburi batı yönlü kaçarak hayatta kalma stratejisi uyarınca Avrupa
kıtasının içlerine diğer Cermen boylarıyla yol almıĢlardır. Nitekim, Agathyrs etnosunun tarih
boyunca en ilginç Ģekilde anıldığı yerin kendisini bizlere besbelli bir Ģekilde bıraktığı
toponomik adlarla ifĢa ettirdiği Doğu Avrupa topraklarından ziyâde Britanya toprakları
olması bir rastlantı değildir. Özellikle de kökleri hala gizemini koruyan, Britanya adasının en
eski topluluklarından birini oluĢturan Pikt kabilesinin XIX. yy‟ın geç dönemlerine kadar batılı
kaynaklar tarafından Agathyrslerle özdeĢleĢtirilmesi17 bu husus üzerinde durulmasını zarûri
kılmaktadır.

Pek çok ödünç Türkçe kelimeyi bünyesinde barındıran Ġngilizcenin (buna Almanca da
dahil) Türkçeyle en erken temaslarını nasıl gerçekleĢtirdiği yahut her iki dil arasında bu kadar
yoğun dilsel etkileĢimin hangi zaman diliminde oluĢmaya baĢladığı konusunda bahsolunan
kabilenin Agathyrslerle bağlantısının ortaya çıkartılması bir nebzede olsa önemli fayda
sağlayacaktır.

465 yılında Akathir‟lerin Kafkasya‟nın Ģimalinden Azerbaycan‟a geçiĢ yaptıklarına dair


Sasani kitabesinde bir kayıt mevcuttur.18 Günümüzde Ġran‟ın Kuzistan eyaletinde yer alan bir
yerleĢim alanının ismi Ağaçeri 19 herhalde bu Akathirlere aittir.

Doğudan gelerek Akathyrleri bu topraklarda tepeleyen Sarı Ogurlar‟ın Rus


vâkayinamelerinde adı Белые Угры „Ak Ogurlar‟ olarak geçer. Bu kavim sonrasında
Zakharia Rhetor‟un “Hun bölgesi sınırları dâhilinde” tanıdığı 13 göçebe halka yer verdiği
listede Sirigurlar olarak ortaya çıkar. AĢağıda Sarı Ogurlar ile ilgili Doğu Avrupa
coğrafyasında bulduğumuz kimi coğrafi adları görmektesiniz.

Belogorka → 50°.42 K 53°.27 D {Kazakistan sınırları dahilinde yer alan bu toponomi


Hazar Denizi‟nin en kuzey kesimin üst taraflarında Rusya sınırına yakın bir coğrafi sahanın
adıdır }

Bu mansab belki de Sarı Ogurların, Ogur göçü baĢlangıcı esnasında yurt tuttukları coğrafi
saha idi.

15
Artomonov 1962:45-46
16
A.g.e.,47
17
ġengül 2008:250
18
Togan 1981:170
19
ġengül 2008:250.
Belogorye → 50°.30 K 40°.01 D {Don Dağları‟nın hemen bitiĢiğindeki coğrafi saha}

En kuzeydeki Akhtyrka adlı toponomun hemen doğu tarafındaki bu coğrafi isim açıkça
Sarı Ogurlardan kalmadır ve onların bu muhitte yaĢadığını teyit eden bir diğer delildir
Belogorye → 50°.01 K 26°.25 D {Lvov ile Jitomir Ģehirleri arasındadır.}

Tüm bu coğrafi adlar Sarı Ogurların daha ziyade 50.K paralelinin geçtiği Harkov ve Lvov
kentleri arasında çizilecek hattın üst kısımlarını mesken tuttuklarını göstermektedir. Sonraki
zaman diliminde bu hat doğrultusunda Ukrayna‟nın en kuzeybatı kesimine muhaceret eden
Sarı Ogurlar ulaĢtıkları muhit içerisinde yaĢayan Slavların baĢına geçip, onları örgütleyerek
ileride kurulacak olan Hırvat devletinin temellerini atmıĢlardır. Agathysrlerin yurdunun
Akhytrka adlı coğrafi adlar tarafından mesken tutulan Orta Dinyeper ve Donetz arasındaki
saha olduğunu kanıtladıktan sonra tarihi eserlerin Bulgarlar hakkında söylediklerini
inceleyebiliriz.

Jordanes‟den baĢlayacak olursak, Got Tarihçisi Ogur göçünden sonraki dönem Doğu
Avrupa manzarasını betimleyen Ģu ifadeleri kullanır: “…Bunun dıĢında; sel gibi akan Vistula
Nehri‟nin sularını boĢalttığı üç ağzının yer aldığı okyanus kıyılarında, pek çok kabileyi
uhdesinde toplamıĢ bir halk olan Vidivariuslar yaĢarlar. Keza onların ötesinde diğer bir
kavim Aestler okyanusun kıyısını tutarlar. Güneyde tarım yapmasını bilmeyen, koyun sürüleri
ve avcılıkla geçinen çok cesur bir kabile olan Acatzirler yaĢarlar. Daha uzağı ve
Karadeniz‟in yukarı kısımları, ihmalimiz nedeniyle maruz bıraktıkları felaketlerle ünlü
olan Bulgarların yurtlarıdır. Yiğit kabilelerin bereketli kökü olan Hunlar; bu coğrafyadan, iki
kalabalık topluluğa iki tomurcuk verdiler. Bu tomurcuklardan biri Altziagirler ve diğeri
Savirlerdir. Onlar farklı yerlerde meskûn olmuĢlardır. Altziagirler, para canlısı tüccarların
Asya‟nın mallarını getirdiği Chersona yakınlarını ele geçirmiĢlerdir. Yazları egemenlikleri
altındaki engin düzlüklerdeki sığırları için otlak olabilecek her yer onları çeker, kıĢları ise
Karadeniz‟in ötesine geri dönerek hayvanlarını otlatırlar. ġimdi biliyoruz ki, Hunugurlar
sansar derisi ticareti yaparlar. Fakat kendilerinden daha cesur olan komĢularından
sinmiĢlerdir.”20

Üstte Got Tarihçisi “Akathirlerin yurdu Pribaltık‟da yaĢayan Estler ile Karadeniz
sahillerini iĢgal eden Bolgarlar arasındadır” demekte ve Akatirlerin yurdunu betimlerken
Sklavin ve And kabilelerinden bahsetmektedir. Antlara dâir mevcut diğer kaynaklar onların
Dinyeper ile Dinyester arasındaki muhiti mesken tuttuklarını dile getirirler. 21Akathyrlerin
Yukarı Donetz ve bu ırmağın her iki tarafını mesken tuttuklarını onlardan kalan coğrafi
adların açık bir Ģekilde ortaya koyduğuna üstte değindik. Bu topluluk için öne sürdüğümüz
coğrafya aynı zamanda Antların hemen doğusuna düĢüyor.

Estler açık bir Ģekilde Belarus topraklarının orta ve doğu ile daha kuzeyinde yer
almaktadır. Bu coğrafya, Baltların günümüz torunları olan Litvanya ve Letonyalıların
yaĢadığı sahanın arka tarafına tekabül etmekte ve dolayısıyla güney-kuzey istikametinde
Pribaltık (ön Baltık) adlandırmasına uygun gelmektedir. Got Tarihçisi her üç halkı (Estler,
Akathirler ve Bulgarlar) kuzey-güney (kuzeybatı-güneydoğu) yönlü bir hat içerisinde birbiri
ardına yerleĢtiriyor. En kuzeyde Estler kaldığına göre Bulgarlar hattın en güney tarafını yani
Azak‟ın kuzeyini daha uygun bir betimlemeyle Don ile Dinyeper arasındaki sahayı mesken
tutmuĢlardı. Jordanes, Bulgarların vatanını betimlerken kullandığı “Karadeniz‟in yukarı
kısımları” ifadesiyle aslında Azak Denizi‟nin üst tarafını ima etmektedir.

20
Üstün:2007:60; Jordanes 1915:60
21
Artamonov 1962:57
Üstte Jordanes Ogur göçünü takiben Doğu Avrupa coğrafyasında meydana gelen
değiĢiklikleri gayet aslına yakın bir biçimde naklediyor, fakat eksik olan nokta yazarın
eserinde Priskos‟un Ogur göçünden sonra Akathir ulusunun Sarı Ogurlar tarafından
boyunduruk altına alındığı hikâyesine yer vermemesidir. Bunun ana sebebi, muhtemelen Sarı
Ogurlar‟ın Ukrayna toprakları içerisinde siyasi manada köklü bir iz bırakamamıĢ olmasıdır.
Nitekim, göçü takiben kısa bir müddet sonra onların bu coğrafyada sesleri kesilir. Jordanes,
Kırım bozkırlarında Altsigirlerin yaĢadığını belirtir. Yine tarihçilikte Kırım içlerinde
Gotlardan kimi kalıntıların var olduğu iyi bilinir. Tüm bunların ıĢığında Ġrnak döneminde
Hunlar için kalan hâkimiyet sahası batıda Tuna doğuda Bulgar ki, hemen aĢağıda bunların
Kuturgurlar olduğu görülecektir, kuzeyde Antların memleketi, kuzeydoğuda Bulgarların üst
tarafında yer alan, bir müddet sonra Sarı Ogurlar tarafından zaptedilecek Akathirlerin
barındığı muhit ve güneyde Karadeniz ile Got ve Altsiagirler tarafından mesken tutulmuĢ
Kırım yarımadasından müteĢekkil bir coğrafyayı kapsıyordu.

Ogur göçünü takip eden süreçte Don‟u geçen tek topluluk açıkçası Sarı Ogurlardır.
Ogurları batıya iten Sabirler, bu topluluğu Göktürklerin Avarları kovaladıkları gibi takip
etmeyerek, Ural ile Hazar arasındaki koridoru aĢtıktan sonra yön değiĢtirip Hazar Denizi
kıyılarını takiben güneye inmiĢler ve Dağıstan topraklarını mesken tutmuĢlardı. Dolayısıyla
Ogurları batıya iten kuvvetin yönünü daha güneye çevirmesiyle birlikte Ogur ilerleyiĢi de
Don‟un doğusunda durmuĢtur. Ogur kavimlerinden yalnızca Sarı Ogurların Azak‟ın hemen
kuzey tarafının güçlü Kuturgurlar tarafından mesken tutulması nedeniyle daha kuzeyden
dolanarak Akatirlerin ülkesini hedef aldığı görülüyor. Hal böyleyken Bulgarların, Ġrnak
idaresindeki Hun kütlelerinin doğuya çekilip Ogur gruplarıyla birleĢmesinden ortaya çıkmıĢ
olduğu savın coğrafi geçerliliği yoktur. Tüm bu halklar tek bir kavmi oluĢturacak Ģekilde
hangi coğrafyada birbirlerini özümsemiĢlerdir? Buna verilecek cevap her zaman için bilinmez
kalacaktır. Hunların Ogur gruplarıyla birleĢmediğini aksine Kuzey Karadeniz bozkırlarında
Kutrigurlarla birlikte yaĢadıklarını gösteren kimi delilleri aĢağıda sunacağız. Ancak ondan
evvel sorgulanması gereken bir nokta var. O da, Hunların Ġrnak yönetimi altında neden
doğuya çekilmek gibi bir arayıĢ içerisine girmek istedikleri Ģeklinde bilim dünyasında yaygın
olan kanaat.

Bir kere o esnada batıda Hunları tehdit eden güçler yok idi ve bölgenin siyasi baĢ aktörü
olan Bizans da kuzeyli saldırganlara karĢı kesin bir üstünlük kurabilme gücüne mâlik değildi.
Saldırıya açık hedef olan Bizans aynı dönem zarfında kuzeyden gelen tehditkâr hücumlara
karĢı Silivri‟den Terkos‟a kadar uzanan Anastasia surunu inĢa etmek zorunda kalmıĢ,
Hunların baĢ rakipleri Gotlar da bir müddet sonra Ġtalya‟nın yolunu tutmuĢtu. KomĢu
Gepidlerin ise izledikleri siyasi iliĢkiler doğrultusunda çoğu kereler Hunlar ile müttefiklik
kurduklarına ve hatta zora düĢtüklerinde Hun gücüne ihtiyaç duyduklarına Ģahit oluyoruz.
Dolayısıyla, her ne kadar Hunlar Karpatların öte tarafına itilmiĢlerse de bu, Hunların gücünün
söndüğü ve onları batıdan Karadeniz‟in ve Kafkasya‟nın ücra kesimlerine itecek bir baĢka
gücün var olduğu anlamına gelmemektedir. Ogur göçü de Hunların aleyhine herhangi bir
sorun çıkarmamıĢtır. Üstelik, Jordanes‟in naklettiği Ġrnak‟ın kendine bağlı kitlelerle Küçük
Ġskitya‟nın uzak kısımlarını kendine mesken tuttuğu22 mâlumatı gerçekten doğru ise o vakit
önümüzde Hunların daha doğuya muhaceretinin iki Ģekilde gerçekleĢmiĢ olduğunu farz etmek
mecburiyetindeyiz. Bunlardan birincisi, çekilme siyaseti benimseyen Hunlar‟ın Ġrnak‟ın
idaresindeki topluluk olmadığıdır. Daha mâkul bir ifadeyle Ġrnak Tuna boyunda yaĢamayı
yeğlerken diğer bir Hun kitlesi Ġrnak‟tan ayrılarak gerisin geri çekilmeyi benimsedi veyahut

22
Jordanes 1915:127
AĢağı Ġskitya‟nın kuzey sahalarını kendine yurt olarak benimseyen Ġrnak‟a, daha geriye
çekilmek istememesinin bedeli kendi ordası tarafından eceliyle ödettirildi ve geriye kalan
Hunlar da daha doğuya çekildiler. Ġrnak‟ın iç çatıĢmaya kurban gittiği yönünde tek bir veri var
o da Nibelungen destanıdır.

Bu destanda Ortlieb isminde Attila‟nın bir oğlu zikredilir. Attila‟nın birden çok oğlu
olduğu bilindiğine göre Ortlieb bunlardan hangisi olabilir? AĢağıda destanın verileri ve
Priskos‟un ifadeleri karĢılaĢtırıldığında Ortlieb‟in gerçekte Ernak olduğu ortaya çıkıyor.
Nibelungen‟in bir bölümünde Etzel adı ile zikredilen Attila‟nın, oğlu Ortlieb‟e Hun sofrasında
göstermiĢ olduğu muhabbete Priskos‟da da benzer Ģekilde rastlamaktayız. Nibelungen‟de
Etzel, Cermen konuklar için düzenlediği yemekte oğlu Ortlieb‟i yanına getirterek sofrada
bulunanlara “Bakın… Bu benim tek oğlum. Bir gün gelecek tacımı alacak ve on iki ülkeye
hükmedecek…”23 diye seslenirken, Attila‟nın Konstantinapolis‟den dönenlerin Ģerefine
verdirdiği ziyafete bizzat katılan Priskos ise benzer bir olayı Ģu Ģekilde nakletmektedir.

“…Zaten Attila‟yı hiç gülerken görmedik. Yalnız küçük oğlu Ernak (Ġrnak) geldiği zaman
doğru babasının yanına sokuldu, o da oğlunun yanağını okĢadı ve gülümseyerek yüzüne baktı.
Attila‟nın diğer oğullarıyla bu kadar alakadar olmaması, bu çocuğa daha fazla alaka
göstermesi dikkatimi çekti. Yanımda oturan ve Latince bilen bir barbar eğer kimseye
bahsetmezsem bunun sebebini anlatabileceğini söyledi. Kahinlerin, Attila‟nın vefatından
sonra soyunun dağılacağını, yalnız bu çocuğun bu soyu tekrar yükseltebileceğini
söylediklerini bana anlattı…”24

Ġki olayın geçtiği mekânlar aynı iken Hun sarayındaki yemek salonu, olayın sadece
oyuncuları farklı. Attila, Priskos‟un heyetine ziyâfet tertip ederken, destanda ise aynı ziyâfet
Cermen misâfirler için veriliyor. Her iki anlatıda yemek sırasında Attila‟nın oğlu Ģölene dâhil
oluyor ve Hun kağanının oğlunun geleceğine dönük göndermeler de bulunuluyor. Attila‟nın
kendi kağanlığının asıl halefi olarak Ġrnak‟ı gördüğü her iki tarihi kaynak tarafından da
doğrulanıyor.

Üstteki karĢılaĢtırmalar destandaki Ortlieb‟in Ġrnak olduğunu imliyor. Ort Almanca‟da


“yer”, lieb “sevgili, sevimli, hoĢ” anlamlarına gelirken, er Türkçe‟de “yer”25 ınak “sevgili”26
ve nak “sevimli, hoĢ”27 manalarını vermektedir. Ortlieb > Ernak /Erınak ayniliğini teyit eden
bir baĢka delil de bu olsa gerekir.

Nibelungen‟in yazarı her kimse gerçekten çok baĢarılı ve pek çok tarihi olaydan da haberi
var. Hakîkaten, V.yy‟a ait Priskos‟un üstteki anılarının 13 yy.da yazıya geçirildiği28 söylenen
Nibelungen‟in olay örgüsüne uygun düĢecek Ģekilde yazarı tarafından bu derece titizlikle ve
doğrulukla nasıl iĢlendiğini anlayabilmiĢ değiliz. Kimi tarihi delilleri içeren Cermen
destanında Ortlieb Hun sarayında bir Cermen kılıcıyla öldürülür.29 Acaba destanın yazarı
Ġrnak/Ernak‟ın iç çatıĢmaya gittiği bilgisinden haberi vardı da bunu kendi destanının
geliĢimine uygun olarak mı iĢledi? Bunu Ģu an için belirlemek imkânsız görünüyor. Ġrnak‟ın
23
Nibelungen 2001:91
514
Ahmetbeyoğlu 1995: 49-50.
515
Arıkoğlu – Kuular 2003: 56
516
Gürsoy - Duranlı 1999: 136
517
Pritsak 1982: 458
28
Akkaya1943-44:567
29
Nibelungen 2001:94
iç çatıĢmaya kurban gittiği yönünde Nibelungen Destanı‟ndaki dolaylı gönderme dıĢında
hiçbir malumata sâhip değiliz fakat Bulgarların 48030 yılında ortaya çıktığı dönemden sonraki
süreç içerisinde

Jordanes’e Göre Ukrayna Bozkırı

30
Marcellinus 1995:108
Ġrnak adının hiçbir surette anılmaması Ġrnak‟ın 469 yılı ile 480 yılı arasındaki zaman
diliminde ortadan kaldırılmıĢ olabileceği ihtimalini gündeme getirmektedir. Ġrnak‟ın hayatını
kaybetmesi - Ģayet eceliyle değil de bu Ģekilde gerçekleĢmiĢ ise- 470 yılını aĢmamıĢ
olmalıdır. Ancak tüm bu kurgulamalar gerçekte elde baĢka eserlerin namevcut olmasından
ötürü doğrulayamayacağımız savlar olmadan öteye geçemeyecektir.

Ġkincisi ise Ġrnak‟ın gönüllü bir biçimde Tuna çevresinden kalkarak ordasıyla daha doğuya
yönelmiĢ olduğudur ki, bunu 1680 yılında Ġman BakĢi adlı biri tarafından yazıldığı söylenen
ancak asıl nüshası elimizde olmadığından dolayı bilim dünyası içerisinde kabul görmeyen
Cafer Tarihi isimli kitapta bulmaktayız. Bahsolunan esere göre Attila‟nın oğlu Bel-Kermek
(Ġrnak, F.ġ) Tuna bölgesinden kardeĢi Tingiz (Dengizik, F.ġ) ile beraber Dinyeper Nehri
civarına göç etmektedir.31 Bu muhacereti fısıldayan bir mâlumat Jordanes‟den gelir. Got
tarihçi Ostrogotlar ile yapılan ve Hunlar adına ağır bir yenilgiyle sonuçlanan savaĢın akabinde
Hunların Dinyeper Irmağı muhitine sürüldüğünden bahseder.32 Muhtemelen Ġrnak da bu
hezimetin ardından kendi ulusuyla beraber mesken tuttuğu Küçük Ġskitya yâni Dobruca‟dan
kalkarak Dinyeper çevresine gelmiĢti. Ki, Cafer Tarihi hâlihazırda bunu teyit etmektedir.
Cafer Tarihi ile Jordanes‟in bilgileri bu noktada mükemmel uyuĢmaktadır. Ġki kardeĢin kendi
adlarına çizdikleri yol burada kesinleĢmiĢe benziyor. Bizim savımız Dinyeper boylarında iken
Ġrnak‟ın yüzünü doğuya çevirip Kuturgurlar ile kader ortaklığı tesis ederken, Dengizik‟in
kendisine bağlı halk için yaĢam sahası olarak batıda kalan toprakları seçtiğidir. Diğer bir
deyiĢle, Dengizik ile Ġrnak tamamıyla birbirinden farklı hareket etmiĢlerdir. Sonrasında batı
kaynaklarında Dengizik‟in adına ve faaliyetlerine yer verilirken Irnak isminin ise hiçbir
Ģekilde esâmesinin dahi geçmemesinin sebebi bu olsa gerekir. Batıyı meĢguliyet sahası olarak
seçen ancak bu hususta baĢarısız olan Dengizik‟in tarih sahnesine karıĢmasından bir müddet
sonra Bulgar isminde bir halkın Bizans‟ı hedef alan kuzey yönlü yoğun saldırılara baĢladığını
müĢahade etmekteyiz.

Bulgarlar, 480 yılında Bizans görüĢ alanına girdikten sonra düzenli olarak hem Bizans hem
de Latin kaynakları tarafından zikredilirler. Bu kaynakların aktardıklarına göre bahsolunan
kavim 488 yılında Ġtalya‟ya göç eden Gotların karĢısına Gepidlerle birlikte dikilmiĢler, 493
yılı civarında Trakya‟ya karĢı bir gece vakti gerçekleĢtirdikleri harekâtta Bizans komutanının
hayatına son vermiĢler, 499‟da daha çaplı bir saldırı ile Trakya‟yı yakıp yıkmıĢlar, 502
tarihinde Ġllirya‟yı ve Trakya‟yı hedef alan saldırıdan ise ganimetle geri dönmüĢlerdi. Bu
topluluğun, Balkan topraklarını hedef alan bitmez tükenmez akınlara devam ettiğine, öte
taraftan kimi kereler de altın karĢılığında Bizans‟a hizmet ettiklerine Ģâhid oluyoruz. 505‟te
maceraperest Mundo‟ya karĢı gönderilen Bizans ordusu saflarında bu maksatla yer almıĢlar,
513-515‟te Vitalianus ayaklanmasında ise Bizans aleyhine hareket etmiĢlerdi.33

Bizans‟ın Bulgar olarak adlandırdığı bu kavim ile cebelleĢmesi sürekli bir Ģekilde devam
etti fakat resmi olarak ilk kez kayıtlara geçtikleri tarihten baĢlayarak Balkan topraklarına
akınlar yapan ve Konstantinapolis‟in baĢına bela olan topluluğu kimi kereler Hun ama
çoğunluk itibariyle Bulgarlar olarak adlandıragelen Bizanslılar 548 yılında dini meseleleri
görüĢmek amacıyla Konstantinapolis‟e gelen Kırım‟daki Got elçilerinin Kutrigurlar hakkında
verdiği malumatlardan haberdar olunca tarihi bir gerçeğin farkına vardılar.

Bu gerçeği Prokopius Ģu Ģekilde dile getirir: “Kırım Got‟larının Bizans‟a gelen elçileri,
547-548‟de Bizanslıları aydınlatarak, Don ve Dinyeper arasında oturan kavmin Kutrigur,

31
Bakshi 1993:I:14;Miftakov 2002: 619-620
32
Jordanes 1915:128
33
Marcellinus 1995:110,111,112; Zimonyi 2002:608; Agathias1975:146-147,159
Kuban ile Don arasında oturan kardeĢlerinin Uturgur olduklarını söylüyorlar.”34 Prokopius bu
gerçekten haberdar olduktan sonra 551-552 yılları arasında Gepidlere yardım eden, Bizans‟a
kafa tutan ve o vakite kadar Hun adı ile naklettiği topluluğu artık Kutrigur olarak
zikretmiĢtir.35Bu arada Got elçilerinin Kutrigurlar için biçtikleri yurdun tamamıyla
Jordanes‟in Azak‟ın kuzeyini mesken tuttuklarını söylediği Bulgarların yurduna - Don ve
Dinyeper arasına - çıktığını hatırlatmak isteriz. Yâni aslında Bizans‟a 480 yılında Got baskısı
karĢısında yardım eden Bulgarlar esasen Kutrigurlardan baĢkası değildi. Bu Kutrigurların batı
yönünde ittifak ağına çekilebilmesi ise ancak batıdaki geliĢmelerden haberdar olup, o
istikametteki olayları yorumlayabilme kabiliyetine sahip olan Hunların onların baĢında
hükümranlık sürmesiyle ilgili olabilir. Hunların Kutrigurlarla olan münasebetini doğrudan
doğruya hiçbir belge teyit etmiyor. Fakat mevcut kaynakların içlerine sinmiĢ, bu
münâsebetlerin izlerini taĢıyan Ģu türden göndermeler var.

Bizans sarayı 548 yılında Gotlar ile yapılan görüĢme sonrasında Utrigurlar ile temasa
geçmiĢ ve Kutrigurların, daha mâkul bir ifadeyle Bulgarların (Hun ve Kutrigur) Balkanlar
yönünde yaptıkları her harekât esnasında onları arkadan vurma göreviyle vazifelendirmiĢti.
Kutrigurlar 550‟li yıllardan itibaren Avarlar gelinceye kadar doğudan Utrigur tehdidiyle
boğuĢmak zorunda kalmıĢtır. Bizans yazarlarından Menander‟in anlattığına göre Utrigurları
kardeĢleri Kutrigurların üzerine salmanın meyvelerini toplayan Bizans Ġmparatoru, Utrigur
kralına Kutrigurları tamamıyla yok etmesi halinde muazzam bir servete kavuĢacağı vaadine
karĢın Utrigur kralı Sandil‟in buna cevaben “kendileriyle aynı dili konuĢan, aynı hayat tarzını
paylaĢan, aynı elbiseleri giyen ve baĢka kumandanların yönetimi altında bulunsalar bile
kabiledaĢları”36olarak tanımladığı Kutrigurların tamamen tarihten silinmesine razı
olamayacağını ifade etmiĢtir.

Karatay, Utrigur hanının bu ifadelerini en mâkul izaha oturtulacak Ģekilde yorumlayarak,


Utrigurların sülalesinin yerli olmasına mukâbil Kutrigurların sülalesinin dıĢarıdan geldiğini ve
bu sülalenin olağan Ģartlarda ancak Hunlardan olması gerektiğini öne sürmüĢtür.37 Ancak,
Karatay bu tutarlı tespitine karĢın Hunların Ġrnak‟ın baĢında Kafkasya‟ya indiği tezini ısrarla
savunmuĢtur.

Biz Utrigur hanının dolaylı da olsa zikrettiği, Hunların Kutrigurların baĢında olduğu
tarihsel gerçeğin doğruluğundan en ufak bir Ģüphe duymuyoruz. Zâten, Kutrigurlara hükmünü
geçirecek civar mecralarda baĢka hiçbir gücün o dönem içerisinde var olmaması bunu
ayrıyeten teyit eden ikinci bir vâkâdır. ġayet Utrigur hanı Sandil bu sözü bir müddet sonra
yaĢanacak Avar ya da Göktürk hâkimiyet devresinde söylese idi belki bu ifadeyi baĢka türlü
algılayabilirdik. Fakat mantık kuralları Kutrigurların baĢında o dönem zarfında Hunlardan
gayrı hiçbir erkin olamayacağını açık bir Ģekilde beyan etmektedir. Nitekim, Kutrigurların
Hunlarla olan iliĢkisini Bulgar Hanları Listesi de doğruluyor.

Hunların Kutrigurların baĢına geçtiğini ve onlarla birlikte hükümranlık sürdüğünü


doğrulayan en kuvvetli delil Bulgar Hanları Listesi‟nde geçen ve bugüne değin tüm
tarihçilerin, dilbilimcilerin ve araĢtırmacıların gözünden kaçan Ģu beyanatta gizlidir. Bahsi
geçen listede, kimi itirazlar dıĢında tarihçilerin çoğunluğu tarafından Attila olarak teĢhis

34
Féher 1984:28
35
A.g.e., 28
36
Menander 2006:45
37
Karatay 2003:32
edilen en baĢtaki kiĢi Avitohol‟dan baĢlanarak ilk beĢ yöneticinin adı verilir ve hemen
ardından Ģöyle bir açıklama getirilir : “Bu 5 han Tuna‟nın öbür tarafında kazınmıĢ baĢlarla
hüküm sürdüler ve sonra Ġsperih Han Tuna‟nın bu tarafına geldi; ve iĢte hâlâ(hüküm
sürüyor)”38

KazınmıĢ baĢlar ifadesi Bulgar hanlarının yahut halkının saçlarını kazıttıkları Ģeklinde
düĢünülmüĢtür.39 Lâkin, cümle Bulgar hanlarının saçlarını kazıttığını doğrulayacak bir emâre
barındırmıyor. Aksine, bu açıklama yöneticilik makamındaki Hun soyundan gelen Bulgar
hanlarının kader birliği yaptıkları bir topluluk için kullanılmaktadır.

Tekin, Nemeth‟in kutrigur sözcüğünün ilk hecesinde görmeye çalıĢtığı Genel Türkçe tokuz
“9” kelimesinin Bulgar Türkçesindeki r‟li biçimi tokur‟un metatez Ģekli olduğu fikrine karĢı
çıktığı yazısında bu sözcüğün “kel, dazlak” anlamlarına gelen Kotur ~ Kutur sıfatıyla da
ilintilenebileceğini ve -gur hecesinin Altay kavim adlarının sonundaki çokluk eki – gir‟in
yuvarlak ünlülü Ģekli olarak da açıklanabileceğini öne sürmüĢtür.40 Amma velâkin o da
kıyısından yakaladığı bu anlamın gerçek özüne vākıf olamayarak aynı kavim adı hususunda
bilim dünyasında mevcut olan görüĢü benimsemekte karar kılmıĢtır. Esasen Hanlar
Listesi‟nde zikredilen [kazınmıĢ baĢlılar (=kel baĢlılar)] ifâdesinden kastın tartıĢmasız
Kutrigurlar olduğunu rahatlıkla öne sürebilmekteyiz. Böylelikle, sayın Tekin getirdiği önerme
ile Hunların Kutrigurların baĢında olduğu savımızı tarihsel gerçeklerin farkında olmaksızın
doğrulamıĢtır. Görüldüğü üzere, Sandil‟in ifadeleri Bulgar Hanları Listesi‟nde geçen
beyanatlarla birebir örtüĢüyor.

Kel baĢlar ile alâkalı baĢka bir veriye Dede Korkut Oğuznameleri‟nde de rastlamaktayız.
Bu Oğuznamelerde Kafkasya bölgesinde kimi mâceralarına yer verilen BaĢı Açuk isimli bir
kavim zikredilir.41 Bu kavmin gerçekte Kuturgurlara yönelik bir gönderme olduğu âĢikardır.
Kel adamlarla ilgili bir diğer bahisi Plano Carpini‟nin eserinde bulmaktayız. O, çalıĢmasının
bir yerinde saçlarını kazıyan Burtaçi isminde bir halktan bahseder.42 Burtaçi‟in Hudûd-ul el-
âlem‟de Bulgarların adı olarak zikredilen Burtas‟dan baĢka bir Ģey olmadığı kesin gibi
duruyor. Ancak yine de bu kavmin etnik kimliği hususunda temkinli olmakta fayda vardır.
Zîra Carpini, Brutaçi halkının Yahudi kökenli olduğunun söylendiği Ģeklinde ek bir bilgi
sunmaktadır.43 Mücmel el-tavârih adlı eser Yafes‟in oğullarından Kemârî‟nin evlatlarından
birinin Bulgar diğerinin ise Burtas olduğunu söyler.44 Burada da Burtas‟ı yine Bulgarlar ile
bağlantılı bulmaktayız.

ġayet Bulgar Hanları Listesi‟nde geçen bu veriyi dayanak noktası olarak alırsak Hunların
doğudan kopup gelen Ogur gruplarıyla birleĢerek Bulgar kavminin çekirdeğini teĢkil ettiği
hikâyesinin hiçbir geçerliliği kalmamaktadır. Liste, Hunların sadece Kuturgurlar ile ittifak
tesis ettiğini ayan beyan bir Ģekilde ortaya koyuyor.

Bulgar Hanları Listesi‟nde sırasıyla Avitohol, Irnak, Gostun, Kurt, Bezmer Ģeklinde bir
Ģecere verilerek hemen ardından Asparuk‟a atlanır. Bahsi geçen beĢ kiĢi içerisinden yalnızca,
38
Tekin 1987:13;Petkov 2008:4
39
A.g.e.,66
40
A.g.e.,66
41
Kırzıoğlu 1952:77
42
Carpini 1996:103
43
A.g.e.,83,103
44
ġeĢen 1985:30
iki yıl nâiplik yaptığı söylenen Gostun‟un kabilesi Hunların soyundan farklıdır. Onun sülalesi
Ermi olarak kaydedilmiĢtir.45 Nâiplik, hükümdarın olmadığı yâhut hükümdar olmaya namzet
Ģahsın henüz o makam için uygun yaĢa ve olgunluğa eriĢmediği zaman baĢvurulan bir
uygulamadır. Dolayısıyla, Bulgarlara bu ihtiyaç hâsıl olduğunda destek veren Gostun‟un Ermi
sülalesi Hunların kader ortakları Kuturgurların ya da sonrasında Bulgarlar ile anılacak olan
Onogurların kendi öz boyu olmalıdır. Gostun büyük bir olasılıkla Kubrat‟ın dayısı olduğu
söylenen Organa46 idi.

Ermi sülalesinin etnik kimliği üzerine yapılmıĢ ve yapılacak tüm açıklamalar baĢka bir
tarihi kaynağın namevcut olmasından ötürü farâzi olmaktan öteye geçemeyecektir. Yine de
bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Ptolemeus eserinde Rha(Volga) ile Daix(Yayık/Ural)
Irmakları arasında yaĢayan topluluğu Erymmi olarak kaydetmiĢtir.47 Daix adı Fehér‟in haklı
bir Ģekilde ifade ettiği üzere Doğu Türklerinin Yayık olarak adlandırmasının Ogurca biçimidir
ve bu ad bahsolunan muhitin o dönem zarfında Ogur boyları tarafından mesken tutulduğunun
kanıtıdır.48 Ptolemeus‟daki Erymmi kavmi Bulgar Hanları listesindeki Ermi sülalesinin
kaynağı ise bahsolunan sülaleyi Ogur‟lardan inme bir kol görmek uygun düĢecektir.

Hun-Kutrigur müttefikliğine delil sayılabilecek bir baĢka veri Theophanes‟in ve Malalas‟ın


beyanatları gösterilebilir. Bizanslı yazarlar dini gerekçelerle Konstantinapole tahtına oturma
rüyaları kuran Vitalianus‟un 515 yılında Ģimdiki Varna yakınlarında Bizans kuvvetleriyle
çarpıĢmaya giren birliklerinin büyük çoğunluğunun Hun ve Bulgarlardan teĢekkül ettiğini
belirtmektedirler.49 Aynı kuvvetlerden bahseden Marcellinus Comes ise ordunun sadece
Bulgarlardan îbâret olduğunu dile getirir.50 Gerek Theophanes gerek Malalas tarafından
zikredilen Bulgarlardan kasıt yine Kutrigurlardır. O dönem yazarları, Hunni-Savirlerin yani
Sabirlerin aynı esnada Kafkasya‟nın kuzeyinden Ermenistan ve Küçük Asya‟ya
düzenledikleri tahripkâr saldırıların da yine Vitalianus tarafından tertip edildiğini
yazmaktadırlar.51 Burada asıl öneme hâiz olan nokta Hunların ve Bulgarlar adı altında
Kutrigurların bir arada zikredilmeleri ve batıda gösterilmeleridir. Hunlar o dönem zarfında
Kafkasya‟da olsalardı Sabirlerle müttefik olarak güneye akın yapan birlik içerisinde saf
tutmuĢ olurlardı Vitalianus‟un batıdaki ordusunda değil.

Bulgar mevzu ile alâkalı taĢlar yerli yerine oturunca Ģu hakikat ortaya çıkmaktadır. Sandil
üstteki beyanatları 550‟li yıllarda zikrederek aslında V.asrın ortalarında hâlâ Hunların Kuzey
Karadeniz bozkırlarında olduğunu doğrulamıĢtır. Utrigur hanının ağzından çıkan bu
açıklamalar Doğu Avrupa tarihi ve coğrafyası içerisinde siyasi ve etnik iki Bulgar kavim
adının var olduğunu gözler önüne sermesi açısından büyük önem taĢımaktadır. Tam bu
noktada dikkatinizi muteber kaynaklarda Bulgar kavim adının ilk zikrediliĢ tarihine çekmek
istiyoruz.

Tarihçiler Suriyeli yazar Hatip Zakharias eserinde “Kendi dili olan ve


Hunların52 ülkesindeki Kaspi Kapıları‟na doğru uzanıp bitiĢen Bazgon ülkesi. Ve Kapılar‟ın

45
Tekin 1987:13
46
John 2007:190
47
Ptolemy 2011:144
48
Fehér 1984:6
49
Theophanes 1982:243; Malalas 1986:226
50
Marcellinus 1995:117
51
Artomonov 1962:80
52
A.g.e.,81
ardında kendi dilleri bulunan, kâfir ve barbar bir halk olan Bulgarlar vardır ve Ģehirlere
maliktirler; ve Alanlar ve beĢ kentleri vardır; ve Dadu milletinin insanları, bunlar dağlarda
yaĢarlar ve kaleleri vardır. „wngwr, çadırlarda yaĢayan bir halk, „wgor, sbr, bwrgr, kwrtrgr,
„br, ksr, dyrmr, srwrgwr, b‟grsyq, kwls, „bdl, „ftlyt; bu 13 halk çadırlarda oturur
ve mallarının, balık ve yabani hayvanların etini yiyip, silahlarıyla yaĢarlar”.53 biçiminde
Kafkasya‟da yaĢayan halkları ve onların coğrafyalarını betimlediği babda zikrettiği bwrgr
kavim adının burgar > bulgar‟ı imlediği noktasında hemfikirdirler.

Listede geçen ve Abar > Avar adına dönük bir gönderme olduğu düĢünülen „br kavim adı
gerçekten de eĢleĢtirilen topluluğa bir gönderme ise Zakharias eserini Avar‟ların Doğu
Avrupa‟ya geliĢ tarihi olan 557-558 yılından sonra tamamlamıĢ olması gerekir.

Attila‟nın soyundan gelen hükümdarlar tarafından yönetilen Tuna Bulgar devletini


kuranlar Ģayet Kafkasya‟da bahsi geçen bu Bulgar topluluğu olmuĢ olsaydı Hunların
Kutrigurların baĢında değil o esnada Kafkasya‟da olup, bu zümre ile bağlantılı olarak
gözükmesi gerekirdi. Hunlar aynı anda hem Karadeniz bozkırlarında hem de Kafkasya‟da
olamazlar. Üstelik Kafkasya‟da yaĢadığı varsayılan Bulgar topluluğu ile Karadeniz‟in
kuzeyini yurt tutmuĢ Hunlar arasında doğrudan bir bağlantı da kurulamaz zîra Azak‟ın hemen
Doğu tarafını Kuban‟dan Don‟a kadar mesken tutmuĢ olan Utrigurlar bulundukları konumdan
ve Bizans yanlısı izledikleri siyasetten ötürü Azak‟ın her iki yakasında kalan bu kavimler
arasında tesis edilecek olası bir bağlantıyı da ortadan kaldırmıĢlardı. Dahası, her iki topluluk
aynı kavim olsaydı ve de birbiriyle ortaklaĢa hareket etseydi Utrigurlar Bizans ekseninde bir
siyasete meyilli olamayacak ve Kutrigurlara ( Bulgarlara) her saldırı teĢebbüslerinde daha
gerilerindeki Bulgarların hücumuna maruz kalacaklardı.

Aslında Zakharias‟ın listesinde baĢta Bulgar olarak teĢhis edilen bwrgr olmak üzere
wgor(bize göre ogur), kwrtrgr(kuturgur/kotzager?), „br (abar), b‟grsyq(bagrasik), kwls (kwalis
>Kolch), „bdl,(Abdel), „ftly (Eftalit) toplulukları gerçekte aynı dönem zarfı içerisinde Orta
Asya‟da bulmaktayız.

Avar bahsinde zikredilen kavimlerin Zakharias‟ın eserinde ortaya çıkmasının yegâne


nedeninin gerçekte Kök Türk kağanlığını kuran zümrenin Orta Asya‟da arz-ı endam edip
Juan-Juan‟lara baĢkaldırdığı dönemde Türklerin baskısına maruz kalmıĢ Varhonit (batıda
Avar olarak tanınmıĢtır) topluluğunun ama çok daha büyük bir olasılıkla Kök Türklerin batı
yönünde yayılma stratejisi doğrultusunda Eftalitlerle giriĢmiĢ olduğu silahlı mücadelenin Ġç
Asya‟yı özellikle de Soğdiyana bölgesini harap bir hale getirmesi neticesinde bu bölgenin ve
diğer çevre coğrafyaların sâkinlerinden Bulgarların, Eftalitlerin, Kolkhların Abdellerin vb.
diğer etnik unsurların Kafkasya‟da göç etmesini tetikleyen kavimler göçü olduğunu Avar
bahsinde gerekçeleriyle birlikte göstermiĢtik.

Hatip Zakharias‟ın listesinde zikredilen Bagrasik muhtemelen Fahreddin MüberakĢah‟ın


Türk kavim adları ile ilgili verdiği listede bahsi geçen Bekrez54 adlı Türk topluluğudur.
Sondaki – ik ise küçültme eki olmalı. Bulgarların Orta Asya‟da özellikle de günümüz
Özbekistan topraklarına tekabül eden sahada yaĢadıkları iyi bilinen bir gerçektir. Bulgar
kavim adına coğrafi isim olarak Orta Asya içerisinde Yukarı ZerefĢan havalisinde de

53
Zachariah 1899:328
54
ġeĢen 1985:153
rastlanır55 ki, bu saha Kuzey Afganistan merkezli Eftalit devletinin kuzeyine yani Özbekistan
topraklarına tekabül eder. Dolayısıyla, batı yönlü Eftalit göçünün, hemen bitiĢiklerinde
yaĢayan Bulgarları da etkilemesi coğrafi açıdan kaçınılmazdır. Kafkas kapılarına yakın bir
coğrafyayı mesken tutmuĢ ve kendilerine özgü bir dili olan bu Bulgarların ne Attila‟dan inen
Hunlarla ne de Büyük Bulgaristan‟ı oluĢturan esas Bulgar kitlesiyle bir ilgisi vardı. Esas
Bulgar kitlesi ise hiçbir zaman Don‟un ötesine geçmemiĢti ve Dinyeper ile Don arasındaki
muhitte bir müddet sonra neĢv-ü nema bulacak anı beklemekteydi.

4.2.BÜYÜK BULGARĠSTAN’IN COĞRAFĠ MEVKĠĠ

55
Barthold1990:182-183
Büyük Bulgaristan‟ın kurulduğu coğrafyanın neresi olduğuna yönelik mâlumatlar
incelendiğinde de etnik ve siyasi Bulgar olmak üzere iki Bulgar kimliğinin var olduğu
rahatlıkla görülecektir.

Büyük Bulgaristanın coğrafi koordinatlarına dâir en kapsamlı ve de en ayrıntılı verileri


sunan Theophanes‟tir. Onu Nikephoros takip eder. Gerçi ġiraklı Ananias‟ın eserlerinde de bu
mevzu ile bağlantılı dolaylı kimi göndermeler bulunsa da bahsi geçen yazarın aynı hususda
sunmuĢ oldukları verilerin hiçbiri Theophanes ile Nikephoros‟unkilerle kıyas dahi kabul
edilemez. Herodot‟un Historia(Tarih) adlı eseri nasıl Ġskitler konusunda yegâne bilgi
kaynağımız ise Theophanes ve Nikephoros‟un çalıĢmaları da Büyük Bulgaristan konusunda
asıl baĢucu kitaplarımızdır.

ġimdi Theophanes‟in ve Nikephoros‟un eserlerinden konumuzla bağlantılı olacak bahisleri


tek tek sıralayarak asıl mevzuya geçelim.

“…Karadeniz‟in kuzeyinde Maeotis gölünün ötesinde, Sarmat topraklarında okyanusa


doğru uzanan bu sahada büyük Ġtil Irmağı akar. Kafkas dağlarındaki Daryal geçidinden
geçen Don ırmağı, Ġtil Nehri‟ne yakındır. Maeotis gölünün yukarılarından değiĢik yönlere
akan Don ve Ġtil‟in yakınlarında Kuphis Nehri doğar ve Krioproson (Koç BaĢı/Koç Yüzü)
burnundaki Necropolis yakınlarında Pontus Denizi‟ne dökülür. Maeotis gölünün doğu
sahillerinde Phanagoria ötesinde Yahudiler yanında birçok halk yaĢar. Bu gölün öte
tarafında Bulgarların xistan balığı avladıkları Kuphis‟in yukarı taraflarında Büyük Bulgar
devleti bulunur ve orada Bulgarların akrabaları Kotrigurlar yaĢarlar.”56

“…Batbayan ismindeki ilk oğul babasının sözüne uyarak bugüne değin ata yurdunda kaldı.
Kotrag adlı ikinci oğul Don Nehri‟ni geçti ve ilkinin karĢısına yerleĢti. Üçüncü ve dördüncü
oğullar ise Ġster (yani Tuna)‟i geçtiler. Onlardan biri Panonya‟daki Avar topraklarına gelip,
Avar kağanının tebaası olmayı seçerek kendine bağlı güçlerle orada kalırken diğer kardeĢ
Ravenna civarındaki (beĢ Ģehre) varıp, hıristyanların egemenliğine girdi. Üçüncü oğul
Asparuk Dinyeper ve Dinyester‟i geçip Oglos‟a ulaĢtı…”57

“Maeotic(Azak) Gölü sahasında Kuphis Nehri yanında Büyük Bulgaristan yer alır ve
burada (Bulgarlarla) aynı soydan gelen Kotragoi‟lar yaĢarlar. Kubrat öldüğünde kendilerine
karĢılıklı dostlukları sayesinde mülklerinin korunabilmesi için hiçbir durumda
ayrıĢmamalarını öğütlediği beĢ oğul bıraktı. Fakat baba nasihatine fazla kulak vermediler ve
kısa bir müddet sonra her biri haklarından kendi payını alarak ayrıldı. Bayan adlı en büyük
oğul babasının buyruğuna uyarak bugüne değin ata topraklarında kaldı. Kotrag adlı ikincisi
Don nehrini geçti ve birincinin karĢı tarafına yerleĢti. Dördüncüsü Tuna Irmağına giderek
Ģimdi Avar idaresinde olan Panonya‟ya yerleĢerek yerel halkın müttefiki oldu. BeĢincisi
Ravenna Pentapolis‟ine(BeĢ Ģehir) yerleĢti ve Romalıların haraçgüzarı oldu. Adı Asparuh
olan diğer üçüncü kardeĢ Dnyeper(Özü) ve Dnyester(Turla) nehirlerini geçip Tuna
yakınlarına yerleĢti.”58

Róna-tas ipuçlarından birincisi ve en önemlisi olan Büyük Bulgaristan Don ve Kuphis


ırmakları arasındadır mâlumatında geçen Kuphis sözcüğünü Kuban ırmağı olarak değil Buğ

56
Theophanes 1982:55
57
Theophanes 1982:55-56
58
Nicephoros 1990:89
ve Dinyeper‟in ortak halici olarak görür ve kendi savını X.yy.daki Bizans imparatoru ve
yazarı Konstantine‟nin ünlü eseri De Administrando Imperio‟nın 42. bölümünde Dinyeper
ağzından sonra geldiği zikredilen ve Dinyeper ile Dinyester arasındaki bir ırmak için
kullanıldığı sanılan “Kouphis ho Bogou”59 ifadesine dayandırır.60 Róna-tas‟ın haklı bir Ģekilde
ifade ettiği gibi Don ve Ġdil‟in Ģimdiki Volgagrad kenti yakınında birleĢip ayrıldığı yaygın bir
inançtı.61Yukarıda Ruta Irmağı bahsinde açıklandığı üzere eski dönemlerde At Dağı ile
Dinyeper arasında, bir ırmağın akıĢına baĢlayıp sonlandırdığına inanılırdı. Kouphis‟in burası
ile bağlantısını Ermeni kaynağı (ġiraklı Ananias) Ananias ġirakeçi‟deki veri de
tasdiklemektedir. O, bu hususta Ģunları zikreder:

“…Asya‟nın onsekizinci ülkesi Sarmat topraklarıdır. O, doğudan Ripaean Dağları,


Tanais(Don) Irmağı ve Azak Körfezi batıdan ise Pontus Euxinus (Kara Deniz) tarafından
çevrilidir. Aynı sahile doğru doğu – batı istikametinde “karga” anlamına gelen Korax Irmağı
akar. Burası (Sarmatya) Kafkas Dağlarına, Iberya‟ya, Albanya‟ya ve Soana Nehri ağzındaki
Hazar Denizi‟ne kadar uzanır fakat bu Soana Nehri tarafımızca bilinmemektedir. Sarmatya
Azak Denizi‟ne akan kırk beĢ ırmağın doğduğu Keraunian ve Hippik Dağları‟nı barındırır.
Kafkasya iki ırmak çıkartır. (Bunlardan biri) Vardanes, Kafkasya‟nın karĢı tarafından
baĢlayıp, kuzeybatı yönünde geniĢleyerek Pontus ile Azak Denizi arasında son bulan Koraxic
Dağlarından dökülür. … Kuzeyde Türkler ile isimlerini ırmaklardan alan Kup‟i Bulgar, Duč‟i
Bulgar, Olxontor Bulgar ve Č‟dar Bulgar adlı Bulgar halkları yaĢarlar. Ptolemeus bu
isimleri bilmezdi. Kubrat‟ın oğlu, Hippik Dağları‟ndan kaçmıĢtır.”62

Róna-tas, Ananias‟ın naklettiği bilgilerin nihâi kaynağının Ptolemeus, Ptolemeus‟un


eserinde bahsi geçen dağın ise Hippikos yâni At Dağı ve Azak‟ın kuzeybatısı ile Pontus
arasında akan Vardanis adlı nehrin ise Kuban Irmağı‟nın Ermenice adlandırılması olduğu
yönünde beyanatta bulunmuĢtur.63Macar âlim, Ananias‟ın eserinde zikredilen Vardanes‟in
Ptolemeus‟un çalıĢmasında adı geçen Vardanes olduğu konusunda haklıdır ancak
Ptolemeus‟un eserinde Vardanes hiçbir dağdan doğmaz sadece Kafkas toprakları içerisinde
doğu batı istikametinde Kafkas Dağ silsilesinin üst tarafını uzunlamasına katederek Azak
Denizi‟ne dökülür.64 Ananias‟ın Koraxic olarak andığı dağ Ptolemeus‟da Kafkasların en batı
tarafına dönük adlandırmayı temsil eden Korax Dağı‟dır.65 Ġdil(Volga) Irmağı‟nın adı
Ptolemeus‟un eserinde Rha66 olarak anılır ki, bu nehir adı Herodot‟ta Volga Irmağı‟nın ismi
olarak geçtiğine kanaat getirdiğimiz Oar(os) Irmağı(Tarih,IV-123,124)‟nın biraz bozulmuĢ
bir Ģeklidir.67 Mordvince konuĢan Erza‟ların dilinde Ravo Denizi Volga Nehri demek iken
MokĢa ağzında Rava ırmak manasına gelmektedir.68 Her iki örnek Rha tâbirinin o dillere ait
olduğunu gösterse de bu adlandırmalar gerçekte Oar(os) isminde de saklı olan Türkler
tarafından ırmak için sıklıkla kullanılan Var teriminden baĢkası değildir.69
Hippik Dağı ise Ptolemeus‟un haritasında Don ve Rha yâni Volga Irmaklarının birleĢtiği
noktanın aĢağı taraflarında, Azak Denizi‟nin doğu istikametinde ve Kafkasya‟nın kuzey

59
DAI 42/59
60
Róna Tas 2000:11
61
Róna Tas 2000:10
62
Ananais 1992:52
63
Róna Tas 2000:14
64
Ptolemy 2011:120; Ptolemaios 2006:2:533
65
Ptolemy 2011:121
66
Ptolemy 2011:121
67
ġengül 2008:265
68
Collinder 1955:135
69
ġengül 2008:265
taraflarında kalacak Ģekilde resmedilmiĢtir.70 Vardanes‟in Kuban adlı ırmağın Ptolemeus‟un
eserindeki adı olduğu doğrudur fakat baĢta Róna-tas olmak üzere tüm araĢtırmacıların dikkat
etmediği bir veri var. ġimdi görüleceği üzere, Ptolemeus kitabında muhtelif adlar altında bir
değil üç Kuban Irmağı‟ndan bahsetmektedir.

Konstantine‟nin eserinde geçen “Kouphis ho Bogou” ifadesi altında zikredilen ırmak


esâsen Herodot‟un milattan önceki çağlarda aynı bölgedeki bir ırmak için kullandığı Hypanis(
Tarih, IV-17)’den baĢkası değildir.71 Nitekim, Hypanis Irmağı‟nın hem Kuban Irmağı‟na
dönük adlandırma olduğu hem de Ukrayna ve Kafkasya topraklarında aynı adı taĢıyan iki
ırmağın mevcudiyeti Strabon tarafından doğrulanmaktadır. O, Kafkasya‟da Maeotis Denizi
(Azak Denizi)‟ne dökülen Anticienties adlı bir Irmaktan bahseder ve hem bu ırmağa hem de
Borysthenes(Dinyeper)‟in yanındaki ırmağa kimilerince Hypanis adı verildiğini dile getirir.72
Bu veri bizi doğrudan doğruya Hypan(is) = Kuban eĢleĢmesine götürür.

Strabon‟un yardımıyla Anticienties adlı ırmağın aynı zamanda Kuban Irmağı‟nı imlediğini
öğreniyoruz. Ptolemeus da bu ırmağı Vardanes‟in üst tarafına yerleĢtirir ve onu Anticites
adıyla anar.73 Yine aynı yazar Borysthenes(Dinyeper)‟in hemen bitiĢiğindeki bir ırmağı
Hypan(is) adıyla kaydetmiĢtir.74 Bu gerçekler Ptolemeus‟un eserinde üç Kuban Irmağı
olduğunu doğrulamaktadır.

Bununla birlikte, bugüne değin araĢtırmacıların tümünün Hypan Irmağı ile alâkalı gözden
kaçırdıkları bir baĢka mâlumat daha var. Herodot kitabında bu ırmak adını Kuzey Karadeniz
sahasındaki iki ırmak için kullanmaktadır. Grek yazarının Hypan(is) adıyla Melpomene‟nin
17., 47. ve 52. bölümlerinde Buğ nehrini kastettiğine hiç Ģüphe yoktur. Fakat, aynı ırmak
hakkında mâlumatların geçtiği 18. ve 53. bölümler ise çok açık bir Ģekilde Ġngulets ırmağına
göndermeleri içeriyor.75

“… Denizin hemen yakınında Hypanis‟in suları Borysthenes‟e dökülür ve ikisi beraber


uçsuz bucaksız bir su birikintisini meydana getirirler. Bu iki ırmak arasında kalan bir çeĢit
toprak çıkıntısı vardır. Hippolas burnu derler; üzerinde bir Demeter tapınağı yükselir;
tapınağın üst yanında, Hypanis üzerinde Borysthenes‟liler otururlar.” (Tarih, IV-53)

Eğer bu ırmağı Buğ olarak ele alacak olursak yanılgıya düĢeriz çünkü Buğ‟un suları hiçbir
zaman Dinyeper ile birleĢmez; aksine birleĢen Ġngulets‟dir. Dolayısıyla burada yazarımız
doğrudan doğruya Ġngulets‟i ima ediyor.

Tüm bu gerçekler ıĢığında Doğu Avrupa tarihi ve coğrafyası dâhilinde Hypanis adı altında
üç Kuban Irmağının (Kafkasya‟daki Kuban, Bug Irmağı‟nı imleyen Kuban, Ġngulets‟i imleyen
Kuban) var olduğunu ve Hippos yâni At Dağı‟ndan doğarak Karadeniz‟e dökülen hayali
Kouphis Irmağı‟nın ise bunlardan Ġngulets76olduğunu rahatlıkla söyleyebilmekteyiz.
Ptolemeus‟un eserinde zikredilen, üstte ifade ettiğimiz üç Kuban Irmağı‟nın hiçbiri Hippik
Dağı‟ndan doğarak Karadeniz‟e dökülmez. Zâten Ptolemeus‟un her türlü Ģüpheyi barındıran

70
Ptolemy 2011:121
71
ġengül 2009:67
72
Strabon 1928:199
73
Ptolemy 2011:120
74
Ptolemy 2011:79
75
ġengül 2009:66-68 Bu konuda ayrıntılı bir açıklama Lisans Tezimizde sunulmuĢtur.
76
ġengül 2009:67
Sarmatya ülkesine dâir betimlemeleri kesin sonuçlar çıkarmamıza engel teĢkil eder. Ancak
üstte Ananias‟ın Ptolemeus‟un Korax olarak kaydettiği dağı Koraxic olarak andığını ve
Hypan Irmağı‟nın da bu dağdan döküldüğünü söylediğini dile getirmiĢtik.

Aslında Ermeni yazar kendi bile farkında olmaksızın Vardanes‟in Koraxic dağlarından
doğduğunu söyleyerek bahsi geçen dağın Hipp/At Dağı olduğunu teyit etmektedir. Ananias
Ptolemeus‟un Korax (Dağı) tâbiriyle “at yavrusu” manasına gelen Ermenice քուռակ (kʿuṙak)
ve Pehlevice kurrak77 sözcüklerini ifade ettiğini anlayamamıĢtır. Anadolu‟da kullanılan “ at
yavrusu” manasına gelen kurik78 ve kurka79 sözcükleri de bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Dolayısıyla, Vardanes‟in doğduğu yer sabit ve açıktır orası da At Dağı‟dır. Ananias‟ın
Keraunian Dağı olarak kaydettiği coğrafi oluĢum üstte Sabir bahsinde kanıtladığımız üzere,
Khrinni yâni Hippos Dağı‟dır. Nitekim, bu gerçeği baĢka bir açıklaması ile de doğrular:
““…Keraunian Dağları‟nın doğu kısmında, iki kaynağını da Bilinmeyen Ülke‟nin kuzeyinden
alan Rha adlı ırmağa varıncaya kadarki bir sahayı mesken tutmuĢ Amazonlar ( kadın
savaĢçılar) yaĢarlar. Bunlar, Azak Denizi‟ne dökülen Don Irmağı‟nın bir kolunun aktığı
Hippik dağları‟nın yakınlarında birleĢirler. O (Rha) sonrasında Keraunian Dağları‟nın karĢı
istikametine doğru yâni doğuya döner. Rhumikian isimli kuzey dağlarının doğusundan gelen
diğer iki nehir vardır ve bunlar Türklerin Etil adını verdikleri yetmiĢ kollu bir ırmağı
oluĢtururlar. Onun ortasında Hazar mültecileri Baslk‟ların ve kıĢ mevsimi müddetince buraya
doğudan ve batıdan gelen Bwšxk‟ların olduğu bir ada vardır. Ona “Kara Ada” denir. Bunun
sebebi Baslk miletinin insan ve hayvan sürüleriyle birlikte buraya akın etmeleridir. Ptolemeus
burayı “Kargaların Adası” olarak isimlendirir. Etil‟in kolları birleĢip Ġskitlerin ülkesini
Sarmatya‟dan ayıran Hazar Denizi‟ne dökülürler.”80

Volga/Ġdil Irmağı Hippik Dağları‟nı geçtikten sonra doğuya dönerek Hazar Denizi‟ne
dökülür. Ġdil‟in doğuya kıvrıldığı nokta At Dağı‟dır. Bu noktayı Ananias üstte Keraunian
Dağları olarak zikrederek Keraunian Dağı‟nın esasen At Dağı olduğunu ayan beyan bir
Ģekilde ortaya koymaktadır. Ananias‟daki bu ifade aynı zamanda Jordanes‟deki Khrinni
Dağı‟na dönük açıklamaları da teyit eder. Khrinni/Keraunian ismi Çağatayca‟da harun “azgın
at”81, Kürtçe kurin “ sıpa”82 ve Anadolu‟da kullanılan küren “doru at” ve “alnında beyaz
lekesi olan sarı at”83 sözcüklerinin muadili durmaktadır.

Ġster Keraunian ister Hippos isterse Koraxic ya da Korax dağları diyelim netice itibariyle
ortada sadece ve sadece “at” manası esas alınarak baĢka dillere çevirisi yapılan tek bir dağ
vardır. At dağlarından doğduğuna inanılan(hiçbir ilmi zemini olmamasına rağmen) Kouphis,
Ġngulets isimli bir ırmağı imlemektedir.

Yukarıda, Theophanes‟in Kouphis Irmağı‟nın Nekropela yakınlarında Karadeniz‟e


döküldüğünü yönünde84altını çizdiği malumat bu ırmağın Ġngulets olduğu savımızı destekler.
Çünkü görüleceği üzere Nekropela Ukrayna toprakları içerisindeki bir coğrafi oluĢuma
göndermedir Kafkasya‟daki herhangi bir coğrafi ada değil.

77
Bailey 1985:30
78
DS XII:4572
79
DS VIII:3008
80
Ananias 1992:48
81
ġengül 2009:67 Bu konuda ayrıntılı bir tetkik için Lisans Tezimize bakılabilir.
82
Umar 1993:485
83
DS VIII:3044
84
Theophanes 1982:55
Aynı yazar eserininin bir yerini Bizans taht mücadeleleri ile alâkalı olarak Justinianus‟un
yaĢadıklarına ayırmıĢtır. Ona dâir naklettiği bilgiler Büyük Bulgaristan‟ın Ukrayna toprakları
içerisinde kurulduğunu göstermektedir.

695 yılında Leontios tarafından tahtından alaĢağı edilen Bizans imparatoru II.Justinianus
Kerson‟a sürgüne gönderilir. Fakat Leontios‟un hükümranlığı da fazla uzun sürmez o da üç
sene sonra Apsimar (II.Tiberios) tarafından devrilir. Yeni imparator ilk iĢ olarak
Konstantinapolis‟de çok fazla taraftarı olduğunu bildiği ve ileride kendine sorun teĢkil
edeceğini düĢündüğü II.Justinianus‟u ortadan kaldırmak adına faaliyetlere giriĢmeye baĢlar.
Durumdan haberdar olan Justinianus o dönemde Kırım coğrafyasındaki Hazarlara ait Dori
(Doris) kalesine sığınır ve Hazar hükümdarıyla görüĢme talebinde bulunur. Talep yerine
getirilir. Bizans kaynaklarında Ġbuzir Glyavan olarak geçen kağan Justinianus‟u güler yüzle
karĢıladıktan baĢka, ona yardım sözü vererek kızı Theodora ile evlendirir ve onların
Thanagurya‟da yaĢamasına müsaade eder.85

Lākin Apsimar Justinianus‟un bir Ģekilde ortadan kaldırılması hususunda kararlıdır ve


Hazar kağanına bir elçilik heyeti gönderir. Gelen heyet Justinianus‟un ölü ya da diri olarak
kendilerine verilmesi talebinde bulunur. Ve Ģayet bu istek yerine getirildiği takdirde kağanlık
yüklü miktarda hediyelerle ödüllendirilecektir. Bir müddet sonra Hazar kağanı, Bizans heyeti
ve yanındaki kuvvetlerle Justinianus‟un kaldığı sarayı kuĢatır. O sırada Justinianus‟un karısı
Theodora Hazar kağanının emri altındaki birliklerin maksadının ne olduğunu bir Ģekilde
öğrenmiĢtir ve kocasına kaçması gerektiği telkininde bulunur. Bunun üzerine Justinianus
kendine sadık birkaç adamıyla beraber bir balıkçı teknesine binerek Thanagurya‟dan kaçıp,
Tuna Bulgar devletine sığınır. Ve orada Tervel handan almıĢ olduğu yardım sayesinde Bizans
tahtına tekrar oturur.86

ĠĢte Theophanes, Thanagurya‟dan Tuna Bulgar devletine sığınma hadisesinden


bahsederken Justinianus‟un geçmiĢ olduğu güzergâhları tek tek zikreder ve onun
beraberindeki mâhiyetiyle birlikte Kerson fenerini geçtikten sonra Nekropela‟yı sonra
Dinyeper akabinde de Dinyester ağızlarını geçerek Tuna nehrine ulaĢtığını belirtir.87

Bizans tarihçisinin naklettiği kaçıĢ hikayesi doğu-batı yönlü cereyan etmiĢ bir hâdisedir.
Burada da yine Nekropela Kerson yakınlarında bir saha ve Dinyeper‟in ağız kısmının berisine
düĢen bir coğrafya olarak karĢımıza çıkıyor. Aynı körfezi Konstantine Porphyrogenitus
Dinyeper Irmağı bitiĢiğindeki Nekropyla88 adıyla anarken Plinius bu yeri Negropoli Körfezi
olarak kaydetmiĢtir.89

Theophanes‟in eserinde Nekropela adı üç yerde zikredilir. Bunlardan ikisini yukarıda


gördük. Üçüncü geçtiği yer ise Bizanslı yazarın 764 yılına ait soğuk bir kıĢ döneminden
bahsettiği bölümdür. Bu bölümde Theophanes o yıl çok soğuk bir kıĢ yaĢandığını ve
Karadeniz‟in, kuzey kıyı hattı dâhilinde iç kesimlere varıncaya kadar donduğunu söyler ve
donmuĢ sahanın coğrafyasını naklederken Ģu ifade de bulunur: “ …Ninkhia‟dan Tuna Nehrine

85
Theophanes 1997:520-521
86
Theophanes 1997:521
87
Theophanes 1997:521
88
DAI 1967:187
89
Plinius 1961:183
(Kuphis, Dinyester, Dinyeper, Nekropela da dâhil olmak üzere )Mesembria ve Media‟ya
kadarki denize doğru uzanan tüm kara parçaları dondu.”90

Bu açıklamada Kuphis‟in hangi ırmak olduğunu söyleyen doğrudan bir emâre olmasa da
Nekropela Dinyeper‟in hemen ardından gelmektedir.

Üstüne üstlük, Theophane‟sin yukarıda alıntılanan ifadelerinde gözlerden kaçırılan bir veri
daha var. Hypan Irmağı Karadenize dökülmektedir. Nitekim, bu gerçeği Ptolemeus da
doğrular. Onun eserindeki Hypan Irmağı‟nın Azak‟ın doğu yakasındaki karĢılıkları olan olan
Vardanes ve Anticites de sularını Azak Denizi‟ne boĢaltmaktadırlar.91 Ptolemeus her iki
ırmağı Azak Denizi ile ilintilerken Borysthenes(Dinyeper)‟in hemen bitiĢiğine
konuĢlandırdığı Hypanis Irmağı‟nın ise Karadeniz‟e sularını boĢalttığını haritasında
resmetmektedir.92 Bu veri Hypan‟ın Ukrayna toprakları içerisindeki ırmak olduğunun bir

Kafkasya’daki Kuban Irmağının Ġzlediği Güzergah (Mavi Hat)

diğer kanıtıdır. Çünkü Kafkasya‟daki Hypan Irmağı Azak Gölü ile buluĢurken Karadeniz‟in
kuzeyindeki aynı adı taĢıyan ırmak ise doğrudan Karadeniz‟e sularını boĢaltır. Üstelik,
Nikephoros‟un beyanatları da bu gerçeği doğrular. O, Büyük Bulgaristan‟ın yer aldığı Kuphis
Nehri yanında Kotragoi halkının da yaĢadığını ifade eder.93 Kotragoi ismiyle anılan topluluk
tartıĢılmaz bir Ģekilde Kuturgur halkıdır. Kuturgurlar Prokopius‟un bildirdiğine göre Büyük
Kavimler Göçü‟nün yaĢandığı tarihe yakın bir zaman diliminde ilk yurtları olan Azak‟ın doğu

90
Theophanes 1982:123
91
Ptolemy 2011:120
92
Ptolemy 2011:79
93
Nicephoros 1990:89
yakasından göç ederek batı yakasına geçmiĢler ve o vakitten sonra bu muhiti kendilerine yurt
edinmiĢlerdi.94 Kuphis Irmağı yanında Kotrag‟ların yaĢadığı bilgisi, bahsolunan ırmağın
Karadeniz‟in kuzeyinde kaldığının delilidir.

Theophanes, Maeotis Gölü ve Karadeniz arasındaki ayrımın çok iyi farkındadır. Hypan‟ın
Kafkasya‟daki bir ırmağa dönük adlandırma olmadığını teyit eden bir baĢka veri yine yazarın
Maeotis Gölü'ne dönük tasvirlerinden gelir. Onun “Maeotis gölünün doğu sahillerinde
Phanagoria ötesinde Yahudiler yanında birçok halk yaĢar. Bu gölün öte tarafında
Bulgarların xistan balığı avladıkları Kuphis‟in yukarı taraflarında Büyük Bulgar devleti
bulunur ve orada Bulgarların akrabaları Kotrigurlar yaĢarlar.” ifadesi de bu gerçeği
tasdiklemektedir. Zîra, yazarımız Maeotis gölünün doğu sahillerini anlatırken hemen akabinde
kullandığı “ … bu gölün öte tarafında..” ifâdesi Azak Denizi‟nin doğu yakasının tam karĢısını
yâni batı yakasını iĢaret eder. Dolayısıyladır ki, Hypan Irmağı Kafkasya‟da değil aksine
Ukrayna topraklarındadır. Kuphis diğer adıyla Kuban Irmağı‟nın yanıbaĢında Kotrigurlar‟ın
yaĢıyor olması ayrıyaten bu ırmağın Ukrayna topraklarında olduğununun kanıtıdır. Zîra üstte
ifade ettiğimiz üzere Kotragoi Kotrigur‟dur ve onların yaĢadığı saha da Azak‟ın üst tarafıdır.

Theophanes‟in Büyük Bulgaristan ile alâkalı kullandığı Krioproson adlı coğrafi saha kendi
çalıĢmasının yayınlandığı çevirilere Koç BaĢı Burnu95 ya da Koç Yüzü Burnu96 olarak
girmiĢtir. ĠĢte bu coğrafi buruna dâir düĢülen veriler Büyük Bulgaristan‟ın kurulduğu sahanın
Kafkasya değil Ukrayna coğrafyası olduğunu doğrulayan en büyük ipucunu teĢkil
etmektedirler. Çünkü Kuzey Karadeniz bölgesinin coğrafyasından bahseden Yunan
yazarlarının istisnasız tamamı Koç BaĢı adlı coğrafi burnu zikreder ve ondan Ģu Ģekilde
bahsederler.

Pomponius Mela “… Koç BaĢı adlı burun Asya( Anadolu)‟daki öncesinde bahsettiğimiz
Karambis noktasına denktir ve onun karĢısında yer alır.”97 der. Mela bahsettiği Karampis
noktasını ise kitabında eski adı Heraclea Ģimdiki adı ise Zonguldak‟ın bir ilçesi olan
Ereğli‟nin doğu taraflarında bir yerlere konuĢlandırır.98

Strabon da Koç BaĢı burnunun Paphlagonia bölgesine ve Amastris yani Amasra99 yönüne
uzandığını dile getirdikten sonra onun Karambis noktasının karĢısında kaldığını zikreder.100
Plinius, Koç BaĢı burnunun Kerempi burnunun karĢısında kaldığını söyler.101 Ammianus
Marcellinus da ismi geçen burnun Kerembis isimli tepenin öte tarafına düĢtüğünü anlatır.102
Bu coğrafi burundan Ptolemeus da bahseder ve o da aynı sahayı Kerson yakınlarındaki bir
coğrafi oluĢum olarak haritasına nakleder.103

94
Procopius 1962:89
95
Theophanes 1997:498
96
Theophanes 1982:55
97
Pomponius 1998:69
98
Pomponius 1998:64
99
Umar 1993:59
100
Strabo 1983:235
101
Plinius 1961:185
102
Marcellinus 1940:227
103
Ptolemy 2011:81
Paphlagonia batıda Filyos doğuda ise Kızılırmak isimli coğrafi sahayı içine alan bölgeye
Eskiçağda verilmiĢ ad idi.104 Kerempe Burnu ise günümüzde Paphlagonia coğrafyasının
takribi karĢılığı olan Batı Karadeniz sahası sınırlarındaki Kastamonu ilinin Doğanyurt ilçesi
yakınlarında Cide ile Ġnebolu arasındaki bir coğrafi oluĢumun adıdır.105 Ptolemeus bahsi
geçen Kerempe Burnu‟nun Ģimdiki Cide ve Ġnebolu‟nun arasında kalan saha olduğunu
haritasında göstermiĢtir.106 Kerempe Burnu‟nun coğrafi koordinatları 42°01‟ Kuzey boylamı –
33°21‟ Doğu enlemidir.107 Üstte Theophanes‟in verilerinden Kuban Irmağı‟nın Kerson
yakınlarındaki bir coğrafi oluĢuma göndermede bulunduğunu ifade etmiĢtik. Kerson‟un
coğrafi koordinatları ise 46°38‟ Kuzey boylamları ve 32°35‟ Doğu enlemleridir.108 Kuzey
güney istikametinde (enlem itibariyle) neredeyse birbirine denk düĢen iki sahadan
bahsetmekteyiz.

Üstte tarih yazarlarının vermiĢ olduğu mâlumatlar Büyük Bulgaristan‟ın kurulduğu sahanın
Batı Karadeniz‟in karĢı tarafına yâni Dinyeper Irmağı çevresine düĢtüğünü alenen ortaya
koymaktadır. Eğer gerçekten Hypan Irmağı ve onun yakınındaki Koç BaĢı adlı coğrafi burun
Kafkasya‟da olsa idi Kerembis Burnu‟nun Romanya ve çevresindeki bir coğrafi sahaya denk
gelmesi gerekirdi.

Gelelim Büyük Bulgaristan coğrafyasının bulunduğu muhitle alâkalı Maeotis Bataklıkları


verisine, bu bataklıkların bulunduğu saha ile ilintili geçen mâlumat hiçbir surette Büyük
Bulgaristan‟ın konuĢlandığı bölgeyi kesin bir biçimde ortaya koymamaktadır. Maeotis(Azak)
Bataklıklarının Büyük Bulgaristan ile olan bağlantısına dönük bilgiyi Ravennas Anonymos
adlı bir Latince yazma sunar. Bu kaynağa göre Onogur ülkesi Karadeniz civarında, Ģehirleri
Livanius ise Azak Bataklıkları çevresindedir.109Onogur yurdu hususundaki betimlemelerden
yola çıkılarak Büyük Bulgaristan‟ın Azak Bataklıkları çevresiyle ilintilenmesi, Nikephoros‟un
Kubrat Han‟ı Onogurların reisi olarak göstermesinden ilham alır.110 Buna bakılarak Onogur
ülkesi üzerinden Büyük Bulgaristan coğrafyasına pay biçilir. Ancak Azak Bataklıklarına
yönelik mâlumatların geçtiği yazılı kaynakların tetkiki, bataklık adlandırmasının izâfi bir
kavram olduğunu gözler önüne sermektedir.

Örneğin Jordanes bu hususda Ģöyle bir beyanat da bulunur: “…Ġskitya‟nın ortasında Asya
ve Avrupa‟yı birbirinden ayıran güçlü Don Irmağı‟nın döküldüğü Rhipaen Dağları yer alır.
Bu Irmak (Don), sularının sekiz küpten daha az bir derinliğe asla düĢmediği ve yüz dört millik
bir alanı çevreleyen, bir bataklık olan Maeotis‟e dökülür.”111 Böylesi bir açıklamada
zikredilen Maeotis bataklığından kasıt Azak Denizi‟dir. Nitekim Pomponius Mela da aynı
türden bir malumat sunar: “…Bataklık ile Karkinites adlı körfez arasında kalan sahaya
Tapharae denir.”112 Yazarın Tapharae olarak adlandırdığı alan Azak Denizi ile Karadeniz
arasında kalan ince toprak parçası yâni Perekop Kıstağı‟dır. Bu coğrafi muhitin(Tapharae)
Kırım‟ın Ukrayna coğrafyasına giriĢ noktası olduğunu Plinius ve Ptolemeus da

104
Umar 1993:636
105
Umar 1993:420
106
Ptolemy 2011:115
107
BDA 1993:154
108
BDA 1993:116
109
Róna- Tas 2000:13
110
Nikephoros 1990:71
111
Jordanes 1915:59
112
Pomponius 1998:69
doğrulamaktadır.113 Karkinites, bahsolunan toprak parçasının hemen batısına düĢen
günümüzdeki Karkinitskiy Körfezi‟dir. Perekop Kıstağı‟nın doğusunda ise Azak Denizi yer
alır. Görüldüğü üzere, Pomponius da Jordanes gibi Bataklık tâbiriyle Azak Denizi‟nden
bahsediyor.

Tarihi kaynaklar yardımıyla Onogurların yurdunun, Don Irmağı‟nın Azak Denizi‟e


döküldüğü en kuzeybatı ucunun hemen doğusu olduğunu bilmekteyiz. Onogurların Ģehri olan
Livanius‟un Azak Bataklığı çevresinde olduğu mâlumatı, Macar kaynağı Gesta
Hungarorum‟un Onogurların yurduna dolaylı bir göndermesi ile aynı koĢutluklara sahiptir.
Yukarıda, Dentumoger adlı ülkenin coğrafi koordinatları ile alâkalı adı geçen Macar
kaynağının bu ülkenin samur kürkünün bol miktarda bulunduğu Don adlı büyük bataklıkları
olan bir ırmağın yanıbaĢında olduğu türünde bir veri sunduğunu ve bu samur kürkünden
kastın Onogur ülkesine dönük bir açıklama olduğunu görmüĢtük. Gesta Hungarorum‟daki
Don Bataklıkları Ravennas Anonymos‟un Azak Bataklığı verisiyle birebir örtüĢür.

Simon Kézai‟nin Gesta Hungarorum‟una göre Macarların ataları Maeotis Bataklıkları‟nda


yaĢadıktan sonra buradan çıkıp ilerlerken bozkırda erkeksiz eğlenen Belar‟ın kızlarına
rastlarlar ve onlarla evlenirler. Evlilik neticesinde Hunlar ortaya çıkar.114 Bu mâlumattaki
bataklıktan kasıt Jordanes ve Pomponius Mela‟nın gönderimde bulunduğu Azak Denizi
olamaz. Çünkü deniz üzerine yurt kuran hiçbir kavim yoktur keza bir millet asla ve asla
bataklık olan bir sahayı mesken tutmaz. Dolayısıyla, mezkûr eserde bataklık tâbiriyle asıl
vurgulanan coğrafi oluĢum Don Irmağı‟dır. Maeotis Bataklığı ülkesi esâsen Don Irmağı
sahasıdır. Gesta Hungarorum, bataklık ifadesinin Azak Denizi‟nden ayrı olarak Don Irmağı
demek olduğunu da kanıtlamaktadır. Belar ismi Bulgar kavim adı ile özdeĢleĢtirilir.115 Bu
ırmağın muhitinden çıkıldığı vakit rastlanılan Belar‟ın ülkesi ancak Azak‟ın hemen üst
baĢındaki saha olacaktır.

Azak bataklıkları adlandırmasının Don Irmağı mansabı olduğu çıkarımımıza bir destek
Rubruck‟lu William‟den gelir. O, bizzat müĢahade ettiği Doğu Avrupa coğrafyasına dâir
hatıralarının bir yerinde Ģöyle bir ifade de bulunur “… Ġskender‟in demir kapısı ve Alran
Dağları‟nın yer aldığı bu denizin(Hazar Denizi) batı tarafındaki muhitten Don Irmağı‟nın
doğduğu kuzeydeki Azak bataklıklarına ve Kuzey Okyanusu‟na kadarki tüm bölge Albanya
olarak bilinmekteydi.”116

Üstte William‟in naklettiği demir kapı gerçekte Marco Polo‟nun seyahatnamesinde Büyük
Ġskender seddi ile ilgili olarak Gürcüler arasında Moğollara karĢı yapıldığı Ģeklinde bir
kanının var olduğunu ancak gerçekte Kuman isimli bir kavime karĢı inĢa edildiğini söylediği
Ġskender‟in demir kapısı117 adıyla anılan Derbent geçididir. En güneyde Derbent‟den baĢlayan
Albanya‟nın, bittiği en kuzey ucu olan Don Irmağı‟nın doğduğu sahayı kapsıyan bataklıklar
ifâdesi Azak Denizi‟ne dönük göndermeleri içermez aksine Don Irmağı ve Don Irmağı‟nın
kolları arasında kalan coğrafyaya yâni Lebedia‟nın bulunduğu sahaya dönük tasvirleri içerir.

113
Plinius 1961:185; Ptolemaios 2006:309 Ptolemeus‟un çalıĢmasında aynı coğrafi yer Taphr(os) olarak geçer.
114
Simonis 1999:17
115
Eckhart 1949:3
116
William 1990:130
117
Marco Polo 1926:27
Büyük Bulgaristan‟ın Ukrayna toprakları ve de Azak Denizi‟nin üst kısmı olduğunu
doğrulayan delillerden bir diğeri Bar Hebraus‟un sunduğu Ģu malumatlardan gelir. “… Bu
sıralarda Ġç Ġskitya‟dan 30 bin Ġskit ile birlikte 3 kardeĢ geldiler. Ġçlerinden Bulgaris adını
taĢıyan biri Tanis nehrini geçti ve karargahını Tanis ve Dunbir nehirleri arasında kurdu.
Daha sonra bu adam Mauricios‟a haber göndererek yerleĢmek üzere toprak istedi ve
Romalıların müttefiki olacağını söyledi. Mauricius bunlara Yukarı ve AĢağı Mizya‟yı
(Bulgaristan) verdi. Bunlar Ġskit oldukları halde Romalılar bunlara Bulgar diyorlardı. Diğer
iki kardeĢ Salia adı ile tanınan Alan ülkesine, yâni Bulgarların ve Panguryalıların Türkler
kapısı adını verdikleri Hazar Ģehirlerine geldiler.”118

Bar Hebraus‟un zamanlama konusunda yanlıĢ bir tarihe göndermede bulunmasına ve de


coğrafi adlar hususundaki çeliĢkilerine rağmen üstteki mâlumatlarda açıkça Asparuk Han‟ın
Balkanlara göçü anlatılmaktadır. ġimdi dikkatinizi göç hadisesinin baĢlangıcı olan Ġç Ġskitya
adlı coğrafi sahanın neresi olduğuna çekmek istiyoruz.

Ġskitler M.Ö. IV-III yüzyıllar içerisinde ikiye ayrılmıĢlar. Onlardan bir kısmı Kırım ve
Ukrayna‟dan Dinyeper‟e kadar uzanan bölgede hüküm sürerken bir diğeri Bulgaristan‟da
hüküm sürmeye baĢlamıĢlardı.119 O vakitten sonra bugünkü Bulgaristan ve Romanya‟nın
bulunduğu sahalar Küçük Ġskitya adı ile anılmaya baĢlanacaktır. Büyük sıfatı kuvvetin özünü
temsil eder. Kuvvet etrafa dağıldıkça ufalan her parça küçük tabiri ile ifade edilmeye baĢlar.
Kuvvet içeride en azami seviyededir. Bu sebepten, Büyük sıfatı Ġç sıfatı ile Küçük ise DıĢ
sıfatı ile bağlantılıdır. Küçük Ġskitya sonrasında Ġskitlerin yerleĢtiği bir toprak sahası ise
ayrıldıkları yer Büyük Ġskitya olmalıdır. Her ne kadar kaynaklarda Büyük iskitya diye bir
adlandırma olmasa da Kırım ile Dinyeper arasındaki muhiti Büyük Bulgaristan olarak
farzetmek yerinde olacaktır ki, bu ülke Hudûd-ul el-âlem‟de zikredilen Ġç Bulgaristan‟ın
bulunduğu saha ile birebir özdeĢtir.

Irmak bazında Büyük Bulgaristan‟ın Ukrayna topraklarında olduğunu, en baĢından beri


Bulgarların Ukrayna topraklarında yaĢadığını belirten bir baĢka ipucu Mağribi‟den gelir. O,
Bulgarların Tanâbers Irmağının yanında yaĢadıklarını söyler.120 Bu ırmak adında ilk bakıĢta
Tanais adı ile bilinen Don Irmağı‟nın ya da Volga Irmağı‟nın görülmesi gerektiği öne
sürülebilir. Ancak bu ad Jordanes‟in Dinyeper Irmağı‟nın ismi olarak zikrettiği
Danaber‟den121baĢkası değildir.

ġimdi Kubrat‟ın devletinin kurulduğu sahanın Kuzey Kafkasya olamayacağını Pritsak‟ın


Kara Bulgar‟lar hakkında dile getirdiği Ģu ifadeler ıĢığında kanıtlamaya çalıĢalım. Üstat
Pritsak, 10.yy yazarlarından Nedim‟in Halife Me‟mun ile Burghar (Bulgar) kralı hakkındaki
haberleĢmeden yola çıkarak, bu kimsenin Kuban boylarındaki Kara, yani Büyük Bulgar
yöneticisi olduğunu söyledikten sonra Konstantine Porphyrogenitus‟un 944‟teki Rus-Bizans
anlaĢmasında Kara Bulgarları zikrettiğini ve Kuban Bulgarlarından günümüze hiçbir yazılı
metin kalmadığı gerçeğini not düĢer.122Yukarıda Sabir bahsinde geçtiği üzere, Kara
Bulgarların 9.yüzyıl içerisinde Azak‟ın üst kesiminde yaĢamıĢ olması gerektiğini Hudûd-ul el-
âlem‟deki Ġç Bulgar bahsi doğrulamaktadır. Lisans öğrenimi yıllarında vardığımız bu kanının

118
Gregory 1999:165
119
Chailand 2001:35
120
ġeĢen 1985:203
121
Jordanes 1915:62
122
Pritsak 2002:511-512
yâni Kara Bulgarların yaĢadığı yurdun Azak‟ın yukarısı olduğu fikrinin meselesinin özünü
yansıttığı düĢüncesindeyiz.

944‟teki Rus-Bizans antlaĢması ise Kırımdaki Kerson Ģehrinin Kara Bulgarlara karĢı Ruslar
tarafından korunması temeline dayanıyordu. Kırım yarımadasının en batı kesiminde, Dinyeper
haliçi civarındaki Kerson Ģehrine ciddi ve sürekli tehdit Kuban boylarını mesken tuttuğuna
inanılan hayali bir kavimden gelemez tersine böylesi bir tehditi Azak‟ın batı yakasında
konuĢlanmıĢ ve Kırım‟a yakın coğrafyayı mesken tutmuĢ bir topluluk yaratabilir. Bulgarlar‟ın
Kuban boylarında yazılı kaynak bırakmadığı doğrudur. Zâten hiçbir zaman o muhitte
yaĢamamıĢ bir topluluktan da yazılı kaynak bırakması beklenilemez. Dolayısıyla, tüm
akademisyenlerin bu konu hakkındaki görüĢlerine katılmaya imkan yoktur.

Kara Bulgarların yurdunun Ukrayna toprakları olduğu gerçeği Cafer Tarihi adlı eser
tarafından da doğrulanmaktadır. Bu eserde Kara Bulgarların yurdu bugünkü Ukrayna
toprakları olarak gösterilerek Kara sıfatının “Büyük manasına geldiğinden hareketle Kara
Bulgarlar Büyük Bulgarlar olarak anılmaktadır.123 Bu tarihi eser o dönemde yaĢayan Kara
Bulgarların Büyük Bulgaristan‟dan ayrılmayıp atayurtta kalan Bulgarların yâni Bat Bayan‟ın
bâkiyeleri olduğunu alenen teyit etmektedir.

Kaynakların verdiği ipuçlarından bir diğeri olan Kotrag‟ın, babasının ölümünden sonra
komĢu Hazar baskısı karĢısında(?) Don nehrinin diğer yakasına geçtiği ifadesini Macar âlim
Don nehrinin öbür tarafı doğusu da olabilir batısı da diyerek yorumlamıĢtır.124

Kotrag‟ın idaresindeki Bulgarların Volga Bulgar devletinin öz nüvesini teĢkil etmiĢ olduğu
kabul ediliyor. Kotrag‟ın Kafkasya‟dan koptuktan sonra bu coğrafyaya Don nehrini geçmeden
de ulaĢmıĢ olması mümkünken terk edilen saha Azak‟ın batı yakası olması halinde bu nehrin
geçilmesi kendisi ve tabiiyeti için zaruridir. Üstelik Kotrag ve kitlesi güneyden kuzeye doğru
muhaceret etmiĢ olsa, bu ırmağı iki defa geçmek zorunda kalacaktır ki, kendileri için zaman
kaybı demek olan böylesi bir güzergâhı hiçbir topluluk tercih etmez. Üçüncüsü, Kotrag
Kafkasya‟dan kaçarak Don‟u geçmiĢ ise izleyeceği yol önce Don‟un Azak‟a döküldüğü hattın
üst kesimlerine çıkmak sonra da Don‟u doğu yönlü geçmek olacaktır. Dolayısıyla her
hâlükarda Kotrag‟ın ordasının Azak‟ın üst kesiminde yaĢayan bir topluluğun karĢısına
düĢecek bir coğrafyaya yerleĢmesi icap edecektir. Hülâsa, bu ipucu Bulgarların Kafkasya‟yı
mesken tuttuklarını doğrulamak için sağlam bir dayanak noktası olarak alınamaz. Karatay
Róna-Tas‟ın iddiasını “Hazarlar Don nehrinden geçip kendi yanıbaĢlarına gelen Kotrag‟ı
bırakıp, onun üzerinden aĢarak, nasıl oluyor da nehrin batı tarafında, uzak bir noktada
oturan Bayan‟ı haraca bağlıyorlar.”125Ģeklinde eleĢtirir. Ancak gözlerden kaçırılan bir nokta
var. Nikephoros Bulgar halkının babaları Kubrat‟ın nasihatine kulak asmamaları neticesinde
bölünüp, dağıldıkları vakit Hazarların Bersilia içlerinden gelerek Büyük Bulgaristan‟ı istila
ettiklerini kaydeder.126Yâni genel kanının aksine Büyük Bulgaristan Hazar‟ın son darbeyi
indirmesi ile değil son darbenin inmesine ramak kala dağılmıĢtır. Ġkincisi, Azak‟ın yukarısına
düĢen Büyük Bulgaristan‟dan doğuya göç ederken Kotrag‟ın Hazarlarla karĢılaĢmaması son
derece doğaldır. Çünkü Hazarlar o vakitlerde Kafkasya‟ya sıkıĢmıĢtı ve kuzey yönlü bir
toprağa sahip değillerdi. Dolayısıyla Kotrag Han Don‟u batı-doğu yönlü olarak Hazarların

123
Bakshi 1993:II:17
614
Róna -Tas 2002:626
125
Karatay 2003:41
126
Nicephoros 1990:89
geliĢinden evvel geçmesinde Ģüphe aramamak gerekir. Muhtemelen Hazarlar Kubrat‟ın
oğulları arasındaki iç çekiĢmeleri fırsat bilerek bu ülkeyi ilhak etme teĢebbüslerine
giriĢmiĢlerdir.

Kotrag‟ın göç ettiği yer ile alâkalı olarak Hudûd-ul el-âlem bize iki Bulgar topluluğunun
yaĢadığı coğrafyayı vermiĢti. Bunlardan biri Azak‟ın üst tarafı diğeri ise Hazar Denizi‟nin
hemen yukarısıydı. Theophanes‟in Büyük Bulgar‟ın Hazar baskısı neticesinde dağılıĢı ile
bağlantılı naklettiği Kotrag‟ın kendine bağlı kitle ile Don‟u geçip ata yurdunda kalan Bat
Bayan‟ın konuĢlandığı coğrafyanın tam karĢısına geçtiği verisi Hudûd-ul el-âlem‟deki veriler
ile karĢılaĢtırıldığında Büyük Bulgaristan‟ın Azak‟ın üst tarafı olduğu ayrıyeten teyit
edilmektedir. Ancak Hudûd-ul el-âlem‟in Bulgarları Hazar Denizi‟nin hemen üst yakasında
göstermesi her türlü Ģüpheyi barındırmaktadır.

Kotrag ismi Nikephoros‟un Kuturgur halkı için kullandığı Kotragoi kavim adı ile hoĢ bir
benzerliğe sahiptir. ġayet Karadeniz‟in kuzeyinde yaĢayan Kotragoi halkını Kotrag‟ın tebaası
olarak kabul edecek olursak, Nikephoros‟un zikrettiği “Büyük Bulgaristan‟ın dağılmasından
sonra Kotrag‟ın halkı ile beraber göç edip, Don‟u geçerek ata yurdunda kalan Bat-Bayan‟ın
yaĢadığı toprakların karĢı yakasına yerleĢtiği” verisi ıĢığında Büyük Bulgaristan‟ın ve Bat-
Bayan‟ın ata yurdunun Azak‟ın doğu yakası yâni Kafkasya olduğuna, Kotragoi halkının ise
Azak‟ın üst tarafına yâni batı yakasına göç ederek burayı yurt tuttuğuna inanabiliriz. Ancak
Nikephoros‟un Kotragoi halkının yurdunu ve Büyük Bulgaristan‟ın bulunduğu muhiti Kuphis
Irmağı yanına yerleĢtirdiğini ve bu muhitin bulunduğu sahanın Karadeniz‟in kuzeyi olduğunu
yukarıda özetlemiĢtik. Bu sebepten, gerçekten de Kotragoi ismi Kotrag‟ın topluluğuna bir
gönderme ise Kuphis Irmağı‟nın Kotragoi halkının yaĢadığı muhitte değil göç ettiği toprak
olan Bat-Bayan‟ın mesken tuttuğu Büyük Bulgaristan‟da olması gerekir. Hâlbuki, Kuphis
Kotragoi yurdunun ve Büyük Bulgaristan coğrafyasının yanıbaĢındadır. Bu açıklamalarımız
Kotragoi Kotrag eĢitiliği üzerinden Büyük Bulgaristan‟ın kurulduğu muhitin Kafkasya olduğu
savını yine de savunmak isteyecek teĢebbüslere verilmiĢ peĢin cevabımızdır.

Bu arada ismi doğrudan geçmese de baĢka kaynaklar vasıtasıyla tespit edilebilen Alzeco
adındaki diğer oğulun adının Hunlarla bir ilgisi olmayıp Kırım‟ı mesken tutan ancak Hazar
baskısıyla Ġtalya‟ya göç etmesi muhtemelen olan Altsigir kavmi ile irtibatlandırılması gerekir.
Sondaki –ir hecesi kavim ya da çoğul manasına gelen Türkçe‟deki –er sözcüğüden baĢkası
değildir. Bilim dünyasında ilk kez de olsa tarafımızca öne sürülen ve Karay konferansı
sırasında Karatay‟a da kabul ettirdiğimiz Altsigir kavim adının “Alzeco‟nun halkı” demek
olduğu fikrininin doğruluğunu akademisyen hocalarımıza bırakıyoruz.

Elimizdeki mevcut tüm kaynaklar Attila‟dan sonra Hunların doğuya dönüp Azak‟ın üst
yakasını mesken tutan Kuturgurlar ile bir kader ittifaklığı yaptığını göstermektedir.
Bulgarların Hun ve Ogur kavimlerinin birleĢmesinden ortaya çıktığı yönündeki savın Bulgar
meselesinin özünü yansıtamadığını üstte sunduğumuz deliller göstermektedir. ġayet gerçekten
de bir karıĢma hadisesi olmuĢ olsaydı evvela Kuturgur halkının Hun bünyesi içerisinde
erimesi ve onların adının tarih sahnesinden silinmesi gerekirdi. Diğer Ogur gruplarının Bulgar
adı etrafında bir etnik oluĢum sürecine girmesi Ģöyle dursun Kutrigur ve Hun ortaklığının
yüzyıllara dayanan müĢterek yaĢamından bile yeni bir ırk husule gelmemiĢtir. Jordanes‟in
Bulgar yurdu hususunda naklettiği malumatlardan Konstantine Porphyrogenetis‟in zikrettiği
Kara Bulgar yurdu verisine kadar Karadeniz‟in kuzeyinde bir Bulgar topluluğunun
mevcudiyeti tartıĢılmazdır. Asıl anlaĢılamayan ve de tartıĢılması gereken, tek bir tarihi kaynak
tarafından dahi doğrulanamayan Büyük Bulgaristan‟ın kurulduğu sahanın Kafkasya olduğu
savına sarsılmaz bir hakikatmiĢ derecesinde bel bağlanılmasıdır. Kafkasya nazariyesi gerçekte
bir hikâyeden öteye geçemez. Gelelim Bulgar adı ile hangi topluluğun alınması gerektiği
mevzuuna.

Zlatarski Bulgar adının izafi bir kavram, onun Azak‟ın doğusunu mesken tutmuĢ Uturgurlar
ile Azak‟ın batı yakasını iskân eylemiĢ Kuturgurların ortak adı olduğunu, zaman içerisinde bu
ad yerine Kuturgur ve Uturgur adlarının ön plana çıktığı Ģeklinde bir tespitte bulunmuĢtur.127
Bulgar bilim adamı ile aynı fikri paylaĢmaktayız.

Esas Bulgarlar Kutrigur ve Utrigurlar idiler. Onların müĢterek adı olan Bulgar çok daha
sonraları Hun Kutrigur ortak yaĢamı içerisinde sadece Hunları imleyecek Ģekilde tek bir
kavime indirgendi ve Hun ismi unutulup Bulgar ismi ön plana çıktı. Bulgar adının geçen
yüzyıllar zarfında sadece Hunları tesmiye ettiğine Ģahit olmaktayız. Nitekim bu gerçeğe Hun-
Kutrigur ortaklığının geç devirlerinin etnik bileĢimine göndermelerde bulunan kaynaklar
vasıtasıyla Ģahit olmaktayız.

Kuturgurları bir tarafa alacak olursak, Ģayet ortada Bulgar adını benimsemiĢ Hunlar dıĢında
gerçekten de Bulgar isimli bir topluluk var olsaydı Bulgar Hanları Listesi‟ni yazan kiĢi “Bu
beĢ Han Tuna‟nın öteki tarafında Bulgarlar ile hüküm sürdüler” Ģeklinde bir not düĢmesi
gerekirdi. Lakin böylesi bir durum söz konusu bile değil. Bulgar Hanları Listesi‟ni yazan kiĢi,
Hun soylu hükümdarların kendine bağlı kitleyle beraber “kel baĢlar” yâni Kuturgurlar ile
yaĢadığını belirterek gerçekte Bulgarların Kuturgurları kapsayan bir kavim adı değil sadece
onlarla (Kuturgurlar) birlikte yaĢayan ancak Bulgar adını benimsemiĢ Hunlar gerçeğine iĢaret
etmiĢtir. Yâni bu tarihi listenin yazarı Bulgar adının Kuturgurlara yönelik bir adlandırma
olmadığını aksine onların baĢına geçen ve Bulgar adını benimseyen bir halka yönelik
adlandırma olduğunu kanıtlamıĢtır. Aynısını Theophanes‟in eserinde de görmekteyiz. O da
Kubrat Han‟ı “Bulgarların ve Kuturgurların hükümdarı”128 olarak kaydederek, Bulgarların
etnik açıdan Kuturgurlardan farklı olduğunu vurgulamıĢtır. Peki Kuturgurlardan farklı olan
kavim hangisidir? Sabirler mi, Uturgurlar mı, Onogurlar mı? Hayır hiçbiri bu kavim adı
sadece Hunları imlemektedir. Nikephoros da aynı istikamette beyanatta bulunur. O, Kuturgur
kabilesinin kendi eserinde geçtiği biçim olan Kotraglardan bahsederken bu topluluğun Bulgar
yâni Hunlar ile aynı kökenden geldiklerini söyleyerek129 Bulgar adının kendi döneminde
Hunlar için kullanıldığını ve Kuturgurların bu ad altında zikredilmediğinin hem altına çizer
hem de Hun -Kuturgur ayrımını yapar. Bulgar adının Hun ile anılmasına bir baĢka örnek 8.yy
yazarlarından Paulus Diaconus‟un Lombard Tarihi adlı eserinden gelir. Bu esere göre
efsanevi Lombard kralı Agelmund‟un çok eski tarihlerde Bulgar adlı bir halk tarafından
öldürüldüğü, Agelmund‟un yerine geçen Lamiskon‟un ise intikam amacıyla Bulgarlara
saldırdığı ancak kendisinin ve ordusunun mağlubiyete uğrayıp kaçtığı anlatılır.130 Bu hikâye
kimi açılardan Jordanes‟in naklettiği Got kralı Ermanarik‟in Hunlar tarafından mağlubiyete
uğratıldığı ve onun akabinde Got önderi Vinitarius‟un Hunlara karĢı koyup kendi mahiyetiyle
yok edildiği131 türünden malumatlarına çok benzer. Paulous Diaconus aslında Bulgar adı

127
Zlatarski 2007:30-34/36-39
128
Theophanes 1982:55
129
Nicephoros 1990:89
130
Deacon 2003:29
131
Jordanes 1915:20-21
altında Hunlar ile Gotların mücadelelerinden bahsediyor. Onun eserine Hun yerine Bulgar
adını iĢlemesi kendi döneminde Bulgar adının Hun adı ile özdeĢleĢdiğini göstermektedir.

Üstte bahsettiğimiz üzere Bulgar, Uturgur ve Kuturgur adlı iki topluluğun ortak adı idi ve
Oğuz Kağan Destanı‟ndaki Kıl-Barak kavminin hem etimolojik açıdan hem de coğrafi açıdan
ta kendileriydiler. Burada Bulgar kavim adının etimolojisine dönük bir dizi açıklamaları tek
tek tenkite tabii tutmayacağız. Ancak Cafer Tarihi eski bir tarihi kaynağın Bulgar kavim adını
Bulg(kara) ve Ar(baĢ) ile “karabaĢ yâni kurt baĢ, köpek baĢ”132 türünden ilginç bir izahata
bağlamıĢ olduğunu söylemeliyiz. Bu noktada ilginç duran bir baĢka veri Bulgar boyunu
oluĢturan Kotur kelimesinin de köpek manası ile bağlantılı olduğudur. Çağatayca‟da kutuz
“azmıĢ köpek”133 anlamına gelir. Kuturgur ve Uturgurların Türkçe‟nin –R‟li dil konuĢan
topluluğu olduğu yönündeki yaygın inancı göz önüne aldığımızda kutuz sözcüğünün Kuturgur
dönemindeki Ģekli kutur olarak ortaya çıkacaktır. Yine Kıpçakça‟da kutur sözcüğü “kuduz
köpek” manasındadır.134 Burada elimizi güçlendiren bir delil Almanca köter “köpek, it” adlı
sözcükten gelir. Köpek manası ile değerlendirilmesi gereken bir diğer kavim adı bilinen Hun
boylarından olan Bittigur‟dur. Bunlar Attila‟nın ölümünün hemen akabinde sesi kesilen Hun
boylarındandır. ĠĢin ilginç tarafı Ģu ki, Attila‟nın vefatından sonra artık Doğu Avrupa
coğrafyası içerisinde en fazla sesi gür çıkan kavim Hunlar ile beraber Kuturgurlardır. Bittigur
sözcüğünün ilk hecesi olan Bitti, elimizin altında olan fakat dipnot düĢmeye uygun olmayan
Kırım Tatarcası Sözlüğü‟nde geçen Bıttı (köpek) kelimesi ile mükemmel uyuĢtuğunun
hakkını teslim etmeliyiz. Bittigur sözcüğünün Kuturgur kavim adının Attila çağı müddetince
kullanılmıĢ ismi olup olmadığını zaman gösterecektir. Köpek BaĢlılar belki de sonrasında Kel
BaĢlılara dönüĢtüler. Bununla birlikte, Mansi lehçesinde “kara” manasına gelen piti adlı bir
sözcük daha var. Buradan yola çıkarak Bittigur kavim adını “Kara Ogur” olarak kurabiliriz.
Ancak bu seçeneğe fazla Ģans tanımamaktayız. Jordanes Hun avcılarının geyiği takip ederken
Azak Denizi‟nin batı yakasına göç ettiğinden bahseder.135 Got tarihçi naklettiği bu hikayeyle
aslında iyi bildiğimiz Kuturgurların Azak‟ın doğu yakasından batı yakasına geçiĢ
serüvenlerini anlatmaktadır. Kazakça‟da Küdir “Altay dağlarında yaĢayan bir tür geyik”136
manasına gelir. Kuturgur sözcüğü aynı zamanda geyik manası ile de açıklanabilir.

Bulgarlar her nekadar resmi olarak Bizans kralı Zeno‟nun Balkanlardaki Ostrogot‟lara
karĢı yardım talebinde bulunduğu 480137 yılında ilk kez tarih sahnesinde arz-ı endam etseler
de bu tarihten yaklaĢık 146 yıl evveline yâni 334 yılına ait bir Latin yazmasında “Ziezi ex quo
Vulgares”138 ismiyle anılırlar. Ziezi isminde bir kavimden olduğu söylenen Vulgares‟in
Bulgar kavmi olduğu hususunda bir Ģüphe yoktur. Ziezi kavim adı 6.yüzyıl yazarlarından
Prokopius‟un Kafkasya bölgesindeki halklardan bahsederken dile getirdiği Ģu açıklamalarda :
“Kafkas sıradağları boyunca Abasgi hudutlarının ötesini Abasgi‟ler ve Alan‟lar arasında
kalan Bruchiler mesken tutmuĢlardır. Karadeniz‟in kıyı hattında ise kendi meskenlerine sahip
Zechiler yer alır.”139ismine rastlanan Zechi kavminden baĢkası değildir.

132
Bakshhi 1993:III:158
133
Kúnos 1902:140
134
Toparlı – Vural – Karaatlı 2007:166
135
Jordanes 1915:86
136
Bayniyazov – BaĢkapan 2003:254
137
Marcellinus 1995:108
138
Mommsen 1892:105
139
Procopius 1962:83
Plinius‟un Azak Denizi çevresini mesken tutmuĢ kabilelerden biri olarak kaydettiği
Zigae140 ve Strabon‟daki Zygi141 biçimlerinin de bu halk olması mümkündür. Ziezi yâni Zechi
halkının bitiĢiğinde yaĢayan Vulgar(Bulgar) halkının ilk yurtları Azak‟ın hemen doğusu olan
Uturgur ve Kuturgurların yurduna denk düĢer. Zaten Prokopius da Kuturgurların ilk
yurtlarının kardeĢleri Uturgurların yaĢadığı Azak Denizi‟nin doğusu olduğunu sonrasında o
bölgeden göç ederek Azak‟ın üst tarafını mesken tuttuklarını açık bir Ģekilde anlatır ve
Kuturgur ve Uturgurları köken itibariyle Kimmerlere bağlar.142 Cafer Tarihi isimli eser
Bulgarların atasının Utig ve Xot isminde iki kabile olduğunu ve bu her iki boyun atalarının da
Kimmerler olduğunu söyler.143 Utig‟in Uturgur, Xot‟un ise Kuturgur olduğu çok açıktır.
Mücmel el-tevârih adlı eser de Bulgarların kökenini Kimmer olduğu çok açık olan Kemâri
adlı bir Ģahısdan getirir.144Uturgur ve Kutugurların Kimmer soyundan neĢet ettiklerini bir
gerçeklik olarak kabul edecek olursak her iki topluluğu Ptolemeus‟un Azak‟ın doğusunu
mesken tutmuĢ bir kabile olarak andığı Cimmeri145yâni Kimmer‟e bağlamamız gerekir. Tüm
bu gerçekler Bulgar adı olarak zikredilen kavmin çıktığı sahanın Azak‟ın doğu yakası
olduğunu göstermektedir.

Bulgarların bu bölgede Hunların gelmesinden evvel yaĢadığını söyleyen baĢka bir çalıĢma
da Horenli Musa‟ya aittir. O, Suriyeli yazar Mar-Abbas-Katina‟ya dayanarak M.Ö. II.
Yüzyıla dâir Ģöyle bir olaydan bahseder “… O sıralarda Büyük Kafkasya Dağı yöresinde
Bulgar ülkesinde bir kargaĢa meydana geldi. Onlardan büyükçe bir bölüm ayrılarak bizim
ülkemize geldiler ve Kol‟un aĢağısında buğday açısından verimli toprakları uzunca bir süre
mesken tuttular.”146 Zikredilen bu verilerin hepsi Hun göçünden evvel Azak‟ın doğu
yakasında bir Bulgar varlığını kanıtlamaktadır.

Buraya kadarki tüm gerçekler ıĢığında Doğu Avrupa tarihinde Bulgar adını taĢıyan üç
kavmin var olduğunu, bunlardan ilkinin Uturgur ve Kuturgurlara verilen ad, diğerinin Hunlar
tarafından benimsenen ad ve bir diğerinin de Avar ya da Eftalit göçü ile Hazar‟ın batı
yakasına kaçabilmiĢ Bulgar topluluğu olduğunu söyleyebilmekteyiz. Hun ve Ogurların
birleĢerek Bulgar diye bir topluluk yaratmadığını hesaba kattığımızda bugüne değin
tarihçilikte Bulgar diye bilinen topluluğun özbeöz Hunlar ve Proto-Bulgar yazıtları diye
bilinen yazıtların Hunlardan kalmıĢ olduğunu rahatlıkla söyleyebilmekteyiz. Attila‟dan inen
ve zaman içerisinde Bulgar adını kullanan Hunların ne daha doğudan Kafkasya‟ya ulaĢan
Burgar isimli kavimle ve ne de Hunlara Bulgar adını ödünç veren Kuturgurlarla bir ilgisi
vardı.

140
Plinius 1961:351
141
Strabo 1928:191
142
Procopius 1962:85,89
143
Bakshi 1993:I:10-14
144
ġeĢen 1985:30
145
Ptolemy 2011:122
146
Khorenatsi 1978:145
V.BÖLÜM

HUNLARIN DĠLĠ

5.1.ORTAK ALTAY DĠLLERĠ VE HUNCA


Prof.Dr.Geng Shıh-min
Çeviren: Prof.Dr.Alimcan Ġnayet

5.1.1.Ortak Altay Dilleri


Bu henüz kesin olarak doğrulanmamıĢ bir hipotezdir. Önce Ural-Altay (Uralic-Altaic) dil
ailesini tanıtacağız. ÇağdaĢ dilcilik tasnifi bakımından, Avrasya ana karasında biri Ural dilleri
(Fince, Hungarca gibi, bu diller Fin-Ugur dilleri diye de adlandırılır), diğeri Altay dilleri
olmak üzere iki büyük dil grubu bulunmaktadır. Bunun dıĢında, Eski Sibirya dili ve Eski Asya
dili gibi diller de vardır. 18. yüzyılın ilk yarısında, Ural dilleri ile Altay dilleri arasında
akrabalık iliĢkisinin bulunduğunu düĢünen bilim adamları vardı. Bu görüĢ 1) ünlü uyumu, 2)
isimde cinsiyet farkının olmaması, 3) tanımlığın olmaması, 4) kelime çekiminin sondan
eklemeyle yapılması, kelime kökünde değiĢikliğin olmaması, 5) edatın kullanılması, 6)
yardımcı fiil, 7) farklı anlamları ifade eden kısa ifadelerin bulunması gibi dil yapısındaki
benzerliklere göre ortaya atılmıĢtı. Bu teoriyi ilk ortaya atan Ġsveçli Johann von
Strahlenberg‟tir. O savaĢta Çarlık ordusuna esir düĢmüĢ ve Sibirya‟da uzun müddet kalmıĢtır.
Bu sırada o Fin, Ugur, Türk ve Moğol dillerini araĢtırmıĢtır. Strahlenberg bu dillerin tümünü
“Tatarca”, bu dillerin konuĢulduğu bölgeyi “Tatarya” diye adlandırmıĢtır. O, sadece yapısal
benzerliklere dayanarak bu dilleri altı gruba ayırmıĢtır:

1. Uighur (Burada Uygurca değil, Ugur-Fin dilleri kastedilmiĢtir.)


2. Türk-Moğol
3. Samoyed
4. Moğol-Mançu
5. Tungus
6. Karadeniz ve Hazar denizi arasındaki kavimlerin dilleri

Bugün baktığımızda, bu tasnif eskimiĢtir, ayrıca tasnifte bazı yanlıĢlıklar da bulunmaktadır


( Strahlenberg‟in “Avrasya‟nın Kuzeyi ve Doğusu” [Das nord-und oestliche Theil von Europe
und Asia, Stockholm, 1730] adlı kitabına bakınız.)

Bilimsel anlamdaki karĢılaĢtırmalı Ural-Altay dilciliği 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya
çıkmıĢtır. 19. yüzyılda karĢılaĢtırmalı Hint-Avrupa dilciliği önemli mesafe kat etmiĢti. Hint-
Avrupa dilciliğinin etkisiyle, bazı bilim adamları bu tür araĢtırma metodunu Ural-Altay dilleri
üzendeki araĢtırmalar için de tatbik edeceklerdi. Onlar yapısal benzerliklerin dıĢında, bu
dillerin fonetik, gramer ve leksik yöndeki ortaklıklarını bulmaya çalıĢtılar. Burada önce Fin
âlimi M. Castren‟den bahsedeceğiz. O, Sibirya bölgesindeki Yakutlarla ilgili araĢtırmalarında
Ural-Altay dilleri üzerindeki araĢtırmaların ilmi yolunu açmıĢtır. Ona göre, sadece yüzeysel
özelliklere dayanarak araĢtırma yapmak yetmez, morfem yönünden de ortak noktalar bulmak
gerekir. O, ihtiyatlı davranarak yeterli derecede araĢtırılmamıĢ dilleri eserine almamıĢtır. O,


Bu yazı yayımlanmamıĢ eski makale temelinde düzeltilerek yazılmıĢtır.
sadece Ural dilleri, Türkçe, Tungus-Mançuca ve Moğolcayı Altay dil ailesine almıĢtır. Bu
diller Ģahıs ekleri bakımından birbirlerine benzemektedir. Ayrıca, o Altay dil ailesinde Hint-
Avrupa dil ailesinde olduğu gibi o kadar fazla ortaklığın bulunmadığı görüĢündedir.
Dolayısıyla, bunların bir dil ailesinde gösterilip gösterilmemesi için gelecekteki araĢtırmaları
beklemek gerekiyordu. Onun burada dile getirdiği Altay dil ailesi bugün bizim bahsettiğimiz
Ural-Altay dil ailesini gösteriyordu. O, bu dil ailesini Ural grubu ve Altay grubu olmak üzere
iki büyük gruba ayırmıĢtır. Görüldüğü gibi, Castren‟in bahsettiği Altay dil ailesi ile bizim
bugün sözünü ettiğimiz Altay dil ailesi aynı değildir. Onun bahsettiği Altay dil ailesi Ural
dillerini kapsamaktaydı. Bununla birlikte, Ural-Altay dilleri üzerindeki araĢtırmalar için katkı
veren W. Schott da vardır. Ona göre de sadece yapısal benzerliklere dayanmak yeterli
değildir, kelime çekimleri ve kelime hazinesinin de araĢtırılması gerekir. O, Ural dillerini
“Chudic” terimiyle belirtmiĢ, Altay dilleri için ise “Tatar” terimini kullanmıĢtır. Dolayısıyla, o
bütün dil ailesini “Chudic-Tatar dil ailesi” diye adlandırmıĢtır. Ona göre, bir dil ailesinde dil
iliĢkilerinin yakınlığı çeĢitli düzeylerde olur. Schott‟un diğer bir katkısı da ilk olarak ÇuvaĢça
(Rusya‟nın Ġdil nehri vadisindeki ÇuvaĢ Muhtar Cumhuriyeti)‟nın Türkçeye en yakın
olduğunu ( Bkz. “Altay Dilleri ya da Fin-Tatar Dillerinin Aidiyeti Üzerine” [Uber das
altaische oder finnisch-tatarische Sprachengeschlecht], Berlin, 1849. ) ortaya koymasıdır.
Schott‟tan sonra, bilim adamları Ural-Altay dillerinin dâhili iliĢkilerini daha dikkatli
araĢtırmaya baĢlamıĢ, Ural-Altay dilleri arasındaki genel karĢılaĢtırmalı araĢtırmalara yeterli
özen göstermemiĢlerdir. Ancak bu yöndeki araĢtırmalar tamamen durmuĢ değildir. Schott‟tan
sonra, diğer bir Alman bilim adamı olan H. Winkler‟in “Ural-Altay Kavimleri ve Dilleri”
(Ural-altaische Voelker und Sprachen, Berlin, 1884) adlı eseri bulunmaktadır. O, “Ural-Altay
Dilleri ve Bunların Tasnifi” ( Das Uralaltaische und seine Gruppen, Berlin, 1886) baĢlıklı
diğer bir eserinde Ural-Altay dillerini biri “Fin-Ugur-Samoyed-Tunguz dilleri” (Finno-Ugric-
Samoyed-Tungus), diğeri Türk dilleri olmak üzere iki gruba ayırma usulünü ortaya
koymuĢtur. Ona göre, Mançuca Japonca ile Fin-Ugur dilleri arasında yer alır.

Fransız bilim adamı A. Sauvageot “Ural-Altay Dillerinin Leksikolojisi Üzerindeki


AraĢtırmalar” (Recherches sur le vocabulaire des langues ouralo-altaiques, Paris, 1930) adlı
kitabında önceki araĢtırmaların zayıf noktasının sadece yüzeysel benzerliklere dikkat edilmiĢ,
kurallı denklik iliĢkisine dikkat edilmemiĢ olduğunu göstermiĢtir. ÇağdaĢ bilim adamları
arasında Ural-Altay dil ailesini destekleyenlerden Finlandiyalı bilim adamı M. Rasanen ve
Avusturyalı bilim adamı K. Menges bulunmaktadır. Buna kuĢkuyla bakanlardan B. Colinder
de vardır. (Onun UAJb Ural-Altay Yıllığı, tam adı: Ural-Altaische Jahrbuecher. SavaĢtan
önce Macaristan Yıllığı diye adlandırılmıĢ, savaĢtan sonra 1951 yılında tekrar eski adıyla
yılda bir sayı çıkarılmıĢtır., Sayı. 24, 1952‟de yayımlanmıĢ eserine bakınız. ). O, eserinde
Ural-Altay dilleri ile ilgili araĢtırmaların tarihi ve geliĢim yolunu anlatmıĢtır. Son olarak
Nicholas Poppe (1897‟de ülkemizin Shandong bölgesinde doğmuĢtur. Alman asıllı Rus‟tur.
Aslında Sovyetler Birliği‟nin ĠletiĢim akademisyeni idi. 2. Dünya savaĢında Almanya‟ya
gitmiĢ, 1949 yılında Amerika‟ya göç etmiĢtir.) den bahsetmek gerekir. O da Ural dilleri ile
Altay dilleri arasında çok eskilere dayanan dönemlerde akrabalık iliĢkisi bulunduğu
görüĢündedir.

5.1.2.KarĢılaĢtırmalı Altayistik AraĢtırmaları


Bilimsel karĢılaĢtırmalı Altayistik dilciliğinin kurulması Finlandiyalı bilim adamı G. J.
Ramstedt adından ayrı düĢünülemez. O meĢhur Altayistiktir, hem de Altayistiğin temelini
atan kiĢidir. 1898 yılında Moğolcanın diyalekt malzemesini derlemek üzere DıĢ Moğolistan‟a
gitmiĢtir. (Bu gezi sırasında eski Türkçe “Katkıda BulunmuĢ Uygur Bilge Kağan Yazıtı”nı
keĢfetmiĢtir.). Sonra Ġdil bölgesindeki Kalmuk Moğolcasını araĢtırmıĢtır. Ramstedt geniĢ bilgi
sahibi yetenekli kiĢidir, ancak o Ural-Altay teorisini desteklemez (O bu dilleri bilmediği için
desteklememiĢ değildir, aksine Finlandiyalı olup diğer Fin-Ugur dillerini de biliyordu). O
baĢlangıçta hatta Proto-Altay dili (Proto-Altaic)nin mevcut olup olmadığından bile
kuĢkulanmıĢtır. O zaman Ramstedt, Moğolca ile Türkçe arasındaki ortak noktaların kökenden
değil, karĢılıklı kelime alıĢ veriĢinden kaynaklandığı görüĢündeydi. Sonra bu görüĢü terk
etmiĢ, bu diller arasında köken iliĢkisi olduğunu, yâni bir ortak Altay dilleri (common-
Altaic)nden geldiği görüĢünü benimsemiĢtir. O ortak Altay dillerindeki seslerin denklik
kuralını tespit etmiĢtir. Mesela, Moğolcada kelime ortası ve kelime sonundaki r, Türkçede z
olmaktadır: oker = ögüz “öküz”; aragha = azygh/azuw = arghau (Mançu.) “diĢ”; Moğolcada
l, Türkçede sh/s olmaktadır: djaluu = yash “genç”; chilaghun/choluu = tash / tas “taĢ”;
gOlige = kYσηik “enik”.
Ramstedt öncekiler gibi, baĢlangıçta Moğolca‟daki r ve l nin z ve sh/s den geldiği
görüĢündeydi. Ama sonraki derin araĢtırmaları neticesinde durumun bunun tam tersi olduğunu
ispatladı. Bu mesele ile ilgili olarak onun “ÇuvaĢçanın Yeri Meselesi Hakkında” (Zur Frage
nach der Stellung des Tschuwassischen, JSFOu 38:1, 1922) adlı ünlü eserine bakınız. Ayrıca,
o yine Moğolca ile Türkçedeki kelime baĢı denklik kuralını keĢfetmiĢtir. n-, d-, dj-, y-
(Moğ. ) = *y- (Türk.).Örneğin “Ural nehri” ne Kazaklar Djayiq nehri demektedirler, hâlbuki
eski Yunanlılar Dayix nehri diyorlardı. Onun karĢılaĢtırmalı Altayistik araĢtırmaları
alanındaki önemli eseri “KarĢılaĢtırmalı Altayistik Bilimine GiriĢ” (Einfuehrung in die
altaische Sprachwissenschaft, 1952 – 1957, II: Cilt)tir. Ramstedt ilk olarak Koreceyi Altay dil
ailesine sokmuĢ ve bu konuda önemli eser yayımlamıĢtır. Ona göre, ortak Altay dillerini dört
gruba ayırmak mümkündür: 1. Ġlkel Korece, 2. Ġlkel Türkçe, 3. Ġlkel Moğolca, 4. Ġlkel
Tungus-Mançuca. Coğrafya bakımından, 1. ve 2. ler ortak Altay dillerinin güney kısmında
yer alır, 3. ve 4. ler ortak Altay dillerinin kuzey kısmında yer alır; baĢka bir ifadeyle: 1. ve 4.
ler doğuda yer alır; 2. ve 3. ler batıda yer alır. Bunu aĢağıdaki Ģemayla Ģöyle göstermek
mümkündür:

Tablo:

Moğol Tunguz-Mançu

Türk Kore

Ramstedt‟ten sonra Altay dil ailesinin mevcutluğunu savunanlardan Polonyalı W. Kowicz,


N. Poppe, N. A. Baskakov, P. Aalto, M. Rasanen, O. Pritsak 1 gibi bilim adamları
bulunmaktadır. Bu teoriye karĢı olanlardan Ġngiliz G. Clauson ve Alman G. Doerfer gibi
kiĢiler vardır.

5.1.3.Hunların Dili ile Ġlgili Meseleler

5.1.3.1.Çin Tarih Kaynaklarındaki Hunlar

1
Bay Pritsak Sincan (Doğu Türkistan – ç.) Karahanlılar tarihi üzerindeki araĢtırmalara büyük katkılar sağlamıĢtır.
Onun doktora tezi bu konu üzerinedir. Bunun dıĢında o Hunca, özelikle Avrupa Huncası üzerinde epey araĢtırma
yapmıĢtır. Onun “Türk Dili ve Edebiyatının Temelleri” (Philologiae Turcicae Fundamenta)nin 1. cildinde
yayımladığı çağdaĢ Uygurca ile ilgili makalesi de dikkate değerdir (“Dil ve Tercüme” dergisinin 2002/3
Sayısında yayımlanan “ÇağdaĢ Uygur Dili ve Bununla Ġlgili AraĢtırmalar” baĢlıklı alıntı nüshasına bakınız.)
“Hun” sözü milattan önceki 3. yüzyılda görülmektedir. Bay Wang Guo-wei‟e göre, Çince
tarih kaynaklarındaki “gui-fang”, “xian-yun” Hun sözcüğünden önceki adlardır (Bkz. Guan-
tang-ji-lin “Guantang Mecmuası”). Milattan önceki 2. yüzyılda Hun lideri Mao-tun resmen
Hun imparatorluğunu kurmuĢ ve Batı Han Hanedanlığı için büyük tehdit oluĢturmuĢtur.
Hunların liderine “Chanyu” (Türk dönemindeki kağana yakındır) denmekte, bunların ana
kabilesi luan-ti ( sonraki Türk kağanlığının AĢina kabilesi, Uygur kağanlığının Yağlakar
kabilesi gibi) ve diğer etkili kabilelerden oluĢmaktadır. Hunlar ile Han Hanedanlığı‟nın
kapıĢtığı hedeflerden biri Sincan ( Doğu Türkistan – ç.) idi. M.Ö. 59-46 yıllarında Hun
kabileler konfederasyonunda Tu-ge (Tuğıt), Hu-yan (Koyan) Xu-bu ( ġübu) kabileleri ortaya
çıktı. Doğal felaketler yüzünden, Hunların içerisinde karıĢıklık meydana gelince, ikiye
bölündüler. Hu Han-xie (M.Ö. 58 – 31) yönetimindeki bir bölümüne Güney Hunları dendi,
diğer bölümü onun kardeĢi Çi-Çi(Zhı-zhi) (M.Ö. 56 - 36) yönetimindeki Kuzey Hunları idi.
Öncekisi Wang Shao-jun‟un kocası olup MÖ. 52 yılında Han Hanedanlığı‟na biat etti. Çi-çi
(Zhi-zhi) ise Han Hanedanlığı hükümetinin baskısıyla bugünkü Kazakistan‟ın
güneydoğusundaki Tuz Gölü ile Issık Göl arasındaki bölgelere çekildi. Sonra Han
Hanedanlığı‟nın batı garnizonu tarafından yok edildi. Bu Hunların batıya göçünün ilk
aĢamasıdır. 4. yüzyılda Avrupa‟ya giren Hunlar (Çi-Çi) Zhi-zhi‟nın evlatlarından olsa gerek.
M.Ö. 2. yüzyılda Hunlar Büyük Yue-shileri yenilgiye uğrattılar. Büyük Yue-shiler batıya göç
ederken Ġli nehri vadisindeki Sakaları kovdular. Sakalar güneye indiler, muhtemelen bu sırada
Sakaların bir kolu Sincan (Doğu Türkistan – ç.) ın güney bölgelerine girdi. Tang Xuan-
zang‟ın “Da-tang xi-yu-ji” (Büyük Tang Dönemindeki Batı Bölge Ġle Ġlgili kayıtlar) nin 12.
cildinde bahsettiği Hoten‟in doğusundaki “Tuhar / Eski Tohar ülkesi”, bana göre, muhtemelen
Büyük Yue-shilerin batıya göç ederken bıraktığı bir bölüktür.
M.Ö. 200 yılları civarında, Hunlar bir daha bölündüler. Bu sırada Han Hanedanlığı‟nın
içerisinde karıĢıklık meydana gelip Wang Mang tahtı ele geçirince, Hunlar eski gücünü elde
etmeye kalkıĢtılar. M.Ö. 2. yüzyılda Hunlar Siyenpilerin baskısıyla Moğol platolarından
ayrılıp tekrar batıya göç ettiler. ĠĢte bu olay Hunların Avrupa‟da ortaya çıkmasıyla
iliĢkilendiriliyor. Sonra M.S. 4. ve 5. yüzyıllara kadar geride kalan Hunlar Çin‟in kuzeyinde
uzun bir süre daha yaĢadılar. BeĢ Hu On Altı Hanlık (Wu-hu shi-liu-guo) arasındaki Qian-
zhao Hanedanlığı (310-350) ve Hou- zhao Hanedanlığı (319-352) Hunların kurduğu
hakimiyetlerdir.

5.1.3.2.Batı Tarih Kaynaklarındaki Hunlar

Hunların Avrupa‟ya ulaĢmaları sürecinin ayrıntıları net değildir. Onların gelmeleri Avrupa
kavimlerinin büyük göçlerine neden oluĢtur. Macaristan devletinin ortaya çıkması Avrupa‟nın
kalbine bir bıçak gibi saplanmıĢtır. Bulgarlar gerçekte SlavlaĢan Bulgar Türkleriydi. Hunlar 4.
yüzyılın ortalarında Avrupa‟da görüldüler. M.S. 375 yılında onlar Tuna‟ya ulaĢmıĢlardı.
Hunların gelmeleri Germenlerin Vandal boyunun batıya göç etmelerine, dolayısıyla bir sürü
Avrupa kavimlerinin göçlerine sebep olmuĢtu. 5. yüzyıla gelince, Hunların arasından Atilla
adlı ünlü bir Ģahsiyet ortaya çıktı. 451 yılında Hunlara önderlik ederek Roma ordusuyla ünlü
Catalaunim savaĢını yaptı. Almanya‟nın ünlü Nibelungen destanı iĢte bu savaĢı tasvir eder.
Bu savaĢta Roma imparatorluğu neredeyse yıkılıyordu. 453 yılında Atilla öldü. 453 yılında
Hunlar Macaristan‟a çekildiler. Sonra tekrar doğu istikametinde Ukrayna‟nın güney batısına
çekildiler. Atilla‟nın oğlu Ġrnak Güney Rusya yaylalarındaki Don Nehri civarında faaliyet
gösterdi. O zaman Doğu Roma tarih kaynaklarında Bulgar Devleti (Bulgharei) ile Ġrnak
hakimiyeti ifade edilir olmuĢtu. Böylece, Hun ve Bulgarlar birbirleriyle iliĢkilendirilebilir.
Bulgarca hakkındaki malzemeler daha fazla saklanmıĢtır. 7. yüzyılın baĢlarında bir kısım
Bulgarlar daha doğudaki Ġdil ve Kama Nehri bölgesine çekildiler. Moğol dönemi (Altın Ordu
Hanlığı)ne gelindiğinde onlar Kıpçaklar tarafından TürkleĢtirilerek bugünkü Kazan
bölgesindeki Tatarları oluĢturdular. ġimdi Kuzey Kafkasya‟da yaĢayan Balkarların da
tarihteki Bulgarlar ile iliĢkisi vardır. Bugünkü Ġdil nehri vadisindeki ÇuvaĢlar da muhtemelen
eski Bulgarların soyundandır.

5.1.4.Hunların Dili Mevzusu

5.1.4.1.Hunca Hakkında

M.Ö. 3. yüzyıldan M.S. 5. yüzyıla kadar olan Hunca, birçok bilim adamına göre, Türkçeye
aitti. Bir önceki dönem hipotez olarak kurgulansa da, Hun dönemine gelince, Hunca hakkında
biraz vesikaya sahibiz. Çince tarih kayıtlarında Çince karakterlerle kaydedilmiĢ bazı Hun
rütbe adları ve sözcükler korunmuĢtur. Avrupa‟da da Hunların diliyle ilgili bazı malzemeler
saklanmıĢtır. Birçok bilim adamına göre, Hiungnu(Asya Hunları) ile Hunlar aynıdır. AĢağıda
Hun dili ile ilgili beĢ teoriyi tanıtacağız:
1. Türk dili teorisi. Yâni Hunların Türkçe konuĢtukları görüĢü. Bu görüĢte olanlardan
Fransız bilim adamı Remusat, Klaproth, Japonya‟dan Shiratori Kurakichi (1900 yılı) ve
Ramstedt, von Gabain, Pritsak gibi kiĢiler bulunmaktadır.
2. Moğol dili teorisi. Shiratori Kurakichi (1923 yılından sonra önceki görüĢünü
değiĢtirmiĢtir), Fransa‟dan Pelliot.
3. Hunların birçok kavimden oluĢan siyasi grup olduğu görüĢü. Örneğin Fransız
Lacouperie.
4. Hunların dilinin ölmüĢ Jie / Chieh (Keti – Kiti) dili (Eski Sibirya dili ya da Çin-Tibet
diline ait) olduğu görüĢü. Bu görüĢte olan iki ünlü bilim adamı olup, onların biri Macar L.
Ligeti, diğeri Kanadalı Sinolog E. Pulleybank‟tır.

Burada ağırlıklı olarak Bay O. Pritsak‟ın Hun dili hakkındaki görüĢlerini tanıtacağız. O
1954 yılında “Hunların Dili ve Kültürü” (Kultur und Sprache der Hunnen, in Festschrift
fuerCuzevskyj, Berlin, 1954) baĢlıklı önemli bir makale yayımladı (Bu makalenin benim
çevirdiğim Çince tercümesine bakınız. “Milletlerle Ġlgili Tercümeler”, 1989, Sayı. 5). Ona
göre, Ģimdiye kadar Hunca üzerindeki araĢtırma giriĢimleri baĢarısız olmuĢtur. Çünkü ilk
olarak malzeme yetersizdir, ikinci olarak metot doğru değildir. Örneğin Japon Shiratori
Kurakichi Çince malzemelerde korunan sözde Hunca sözcüklerin transkripsiyonunu ÇağdaĢ
Çincenin telaffuzuna göre yapmıĢ, sonra bunları çağdaĢ Moğolca ya da Türkçe ile
karĢılaĢtırmıĢtır. Bu çok gülünç ve çocukça gözüküyor. Bunun dıĢında, o Hun dili üzerindeki
araĢtırmalarda iĢe eski Bulgar dilini araĢtırmakla baĢlamak gerektiğini savunmuĢtur. Bulgarca
ile ilgili malzemelerden Bulgaristan‟da bulunan M.S. 9. yüzyıla ait Bulgarca sözcükler
(Yunan yazısıyla yazılmıĢ yazıtlar), Kilise Slavcasıyla yazılmıĢ Bulgar krallarının isim listesi
ve onların tahtta oturdukları tarihler bulunmaktadır. Diğer bir kısım malzemeler ise Huncada
korunmuĢ alıntılardır. Ayrıca 12-13. yüzyılda Arap yazısıyla yazılmıĢ Hazar Hanlığı‟na ait
mezar yazıtları da vardır. Bulgarca 1) Tuna diyalekti, 2) Ġdil diyalekti, 3)Güney Rusya Kuban
diyalekti olmak üzere aĢağı yukarı üç diyalekte ayrılabilir. Bulgarcanın yaĢayan örneği Ġdil
Nehri‟nin orta mecralarındaki çağdaĢ ÇuvaĢçadır. ÇuvaĢça ile Türkçe arasındaki denklik
iliĢkisi kuĢku götürmez. Örnekler aĢağıdaki gibidir:

ÇuvaĢça Türkçe Türkiye Türkçesi


r / z denkliği:
her qiz kız
par buz /muz buz
ker küz küz
yer iz iz, leke
warah uzaq uzak, uzun

l / s denkliği:

hel qis kıĢ


chul tas taĢ
pilek bes beĢ
alak esik eĢik, kapı
ilt- isit- iĢit-
ÇuvaĢça ile Türkçe arasındaki denklik iliĢkisi ÇuvaĢça ile Moğolca arasındaki denklik
iliĢkisi ( Moğolcada r Türkçede z; Moğolcada l Türkçede s /sh olmaktadır.) gibidir.
Ayrıca yine:
t‟vir < tovir “dokuz” (Tuna Bulg.) = toxir ( Çuv.) = toquz / dokuz (Türk.)
borju “buzağı” (Tuna Bulg. > Mac.) = poru (Çuv.) = buzaghu (Türk.) = biraghu (Moğ.)
bex (be l‟ x) “beĢ” (Tuna Bulg. ) = belx (Ġdil Bulg.) = pilak (Çuv.) = bes /beĢ (Türk.)
Eski Yunan yazarı Ptolemous “Coğrafya” adlı eserinde Ģimdiki Ural nehrine daix (=Dayix
= Yayiq) demiĢtir. O yine Türklerin nehre öküz dediklerini ifade eder. Kıpçaklar Dinyeper
nehrine özäk – özän (Kazakça özen) derler. Buna göre, doğu Türklerinin nehre öz (äk)
dedikleri ( äk küçültme ekini gösterir) varsayılabilir. Kurguya göre, Bulgarcada bu sözcük
*var / war olmalıdır. Nitekim bu sözcük Yunanlı yazar Jordanes‟in kitabında Roma elçisi
Priskus‟tan nakledilen sözler arasında rastlar ki, Ģöyle denir: “…quas Danapri amnis fluenta
praetermeant, quam lingua sua Huni Var appellant ( Hunlar kendi dillerinde Dinyeper nehrine
Var derler.). Bu çok güçlü bir delildir.
Burada Çince tarih kaynaklarında korunmuĢ Hunca ile ilgili kalıntılara temas edeceğiz.
“Jinshu” (Jin Tarihi) nın 95. cildindeki “Fo Tu-cheng Biyografisi”nde Ģöyle bir olay
kaydedilmiĢtir. Qianzhao (Önceki Zhao Hanedanlığı) nın lideri Shi Li, Houzhao (Sonraki
Zhao Hanedanlığı) nın lideri Liu Yao‟ya karĢı sefer düzenlemek ister, Shi Li rahip Fo Tu-
cheng‟e bu seferin sonucunu sorar. Rahip bir mısra Hun Ģiiri söyler: “Xiu zhi ti li gang, pu gu
gou tu dang” (秀支替戾冈, 仆谷够吐当 ). Olayın meydana geldiği tarih M.S. 4.
yüzyıldır. Çince açıklaması Ģöyledir: xiu zhi “asker”; ti li gang “çıkmak”; pu gu “Liu Yao Hu
tahtındadır”. Guo tu dang “yakalamak”. ġu ana kadar, Ramstedt, Bazin, von Gabain, Talat
Tekin gibi zatların bu konuyla ilgili kurguları bulunmaktadır. Herkesin kurgusunda ayrıntılı
sözcükler farklı ise de, hepsinde eski Türkçe temel alınmıĢtır. Alimlerin fikirleri birleĢtirilirse,
kurgu Ģöyle yapılabilir: σΥγ ταιςζζαλ βΟγΥγτνζταλγ  “sü:kä tılıkang bugukǐ tuktang !”
(SavaĢa çıkın, Buguk‟u tutun!), sü “asker, ordu”, -g akuzatif ekidir). Pritsak tüm metnin
kurgusunu yapmamıĢ, sadece 出 “çıkmak” karakterinin Türkçedeki “τασεςζ-” e yakın
olduğunu ortaya koymuĢtur, halbuki tarihi karĢılaĢtırmalı dilciliğe göre, “τασεςζ-” yi
“ταιςζ” (>αιςζζαλ) Ģeklinde açıklamak mümkündür.
Elbette Hunların dilinin Türkçe olmadığını savunan bilim adamları da vardır. Örneğin
Kanadalı bilim adamı E. Pulleyblank‟ göre, Hunca ölmüĢ bir dil olan Jie / Chieh (Kit
/Ketçe)cedir. Çince vesikalar da Jie / Chiehlerin Hunların farklı bir boyu olduğunu söyler.
Yine Pulleyblank‟a göre, Jie / Chieh, “Kit (< Kiat)” ın transkripsiyonudur ki, kit “taĢ”
anlamına gelir, dolayısıyla Shi Li‟nin soyadı “Shi”dır, vb.
5.2.HUN DĠLĠNE ÂĠT MESELELER
Prof.Dr. Borbála OBRUSÁNSZKY
Avrupa‟da Hunların dili ile alâkalı çalıĢmalar 18. Yüzyılda Fransız misyoner Deguignes‟in
Hunların fiiliyatlarını kayıda geçiren Çince kaynakları tercüme etmesini müteakiben
baĢlamıĢtır. Fransız bilgin neĢriyatında Uzak Doğu kaynaklarındaki Hiung-nu‟ların Avrupa ve
Orta Asya kaynaklı vesikalarda geçen Hunlar yahut da Huna‟lar ile özdeĢ olduğunu ifade
etmiĢtir. O, aynı zamanda Hunların mirasının onların torunlarının (Türk halkları, Macarlar ve
Moğollar) yaĢayan dillerinde bulunabileceğini belirtmiĢtir. Sonrasında meselenin Macarca
boyutu üzerinde George Pray tarafından derinlemesine durulmuĢtur. Aynı yüzyıl müddetince,
Hun kabilelerine dönük tetkikler süregeldi ve kimi âlimler pek çok kadim tarihi kaynakları
tahkik ettiler. Genel manada 19.yüzyılın sonuna değin üstte bahsi geçen araĢtırmaların sadece
kaynaklara dayalı olduğunu, dilsel yayınların ise onları takip ettiğini söyleyebiliriz.
Dönemin dilbilimcileri Hunların lîsanını yanlızca tek bir etnik zümreyle değil Avrasya
bozkırının uçsuz bucaksız topraklarında yaĢamıĢ ve gelenek itibariyle Hunlarla irtibatlı
olanlarla iliĢkilendirmiĢtir. O zamanda yapay dil aileleri savı yaygın değildi. Bu sebepten,
araĢtırmacılar Türk, Moğol ve Macar dillerinin kökünde Ġskit ve Hun dillerinin olduklarına
inanıyorlardı.
19.yüzyılın sonundan itibaren yanlızca birkaç dilbilimci geniĢ kapsamlı bir kuram
tasarlarken dilbilimcilerin çoğu Darvinizme dayalı bir dilsel kavramı kabul edip, sözde bir dil
akrabalığı ağacı yarattılar ve birbirleriyle gerçek bir tarihi bağlantıya sahip olmayan dil
aileleri saptamasında bulundular.2 Yeni dilsel kavram temelinde onlar Ön-Dilleri yeni baĢtan
kurma ile iĢtigal oldular. Gábor Bálint‟e göre bu tamamen gereksizdi. Tarihçiler arasında
bozkır kabilelerinin tüm efsanelerini ve hikayelerini yadsıyan müspetçilik yaygın hale
gelmiĢti.Bunun sonucu olarak da onlar bu toplulukların tarihi geleneklerini kabul etmediler.
Bu dönem zarfında, önceleri hayranlık duyulan Hun halkı canavar ve barbar bir toplum
olup çıkmıĢtı ve bilim adamları barbarlar, vahĢiler vb. tamamen menfi damgalamalar yazmak
zorunda kalmıĢlardı. Hunlara dönük yayınlarda onlar sabit meskenleri, Ģehirleri olmayanlar,
yazıyı bilmeyenler ve herĢeyi medeni halklardan yani Hint-Avrupalılardan öğrenenler olarak
tasvir edilmekteydiler. Yeni tarihsel yaklaĢım ve dilbilim faraziyeleri, neticelere büsbütün
gölge düĢürmüĢtü ve maalesef onun menfi etkileri günümüzde hâlâ, özellikle de bu köhne
savların tahakkümündeki resmi Macar bilim çevrelerinde kendini hissettirmektedir.
Batı Avrupa Dilleri yeni dilbilimsel sınıflandırmadan etkilenmezken, Hun bilincine sahip
milletler bilhassa Macarlar kökeni bilinmeyen Sibiryalı budunlar olarak listelendiler.
Yüzyılın dönümünde meselenin ağırlık merkezi eğreti olarak Türk ırkı lehinde yön değiĢti.
Kimi Macar alimleri ,baĢlıca olarak Janos Fogarasi ve Gábor Bálint de Szentkatolna Moğol
ve Mançu dillerini tetkik ederek üstte zikredilen dillerin Macarca ile çok yakın olduğunu
keĢfettiler. Onlar bu gerçeği Hun Ġmparatorluğundan kalma ortak dilsel miras olarak
yorumladılar. Ne yazık ki, bu mütehassıs inceleme yöntemi sonraki bilim adamları tarafından


Bu makale Journal of Eurasian Studies dergisinin 2011 yılının ġubat-Mart dönemine ait “Hunnic Linquistic
Issues “ ve “Hun Diline Ait Meseleler” adlarıyla hem Ġngilizce hem de Türkçe olarak yayınlanmıĢ çalıĢmanın
tarafımızdan yapılan Türkçe çevirisinin kitaba aktarılmıĢ Ģeklidir. Dostumuz Borbála her ne kadar çalıĢmasında
Hunları dilsel açıdan Moğol kavmi gibi gösterme uğraĢında olsa da bu fikrinden vazgeçtiğini en son
yazıĢmalarımızda bize iletmiĢtir.
2
Marcantonio:2006
terkedildi ve Macar dilbilimciler Macar dilinin Hunca mirası üzerinde daha fazla durmadılar.
Gyula Nemeth ve Zoltan Gombocz bu hususta yegâne istisnayı teĢkil etmektedirler.
Günümüzde Hun dili araĢtırmaları resmi Macar Dilbilim sahasından tamamıyla çıkartılmıĢ
durumdadır ve Moğolcanın yahut akraba herhangi bir Ġç Asya dilinin ehemmiyeti kafi
derecede ilgiyi haketmemektedir.3
Doerfer Hun diline dair neĢrettiği görkemli çalıĢmasında Barthold, AĢmarin ve Pritsak‟ın
bu lisanı ÇuvaĢ –Türk zümresinin bir üyesi olarak gördüklerini yazar. Bu beyanat Macar
dilinin kökeni açısından önemlidir zîra araĢtırmacılar Macarca‟daki Türkçe ödünçlemelerin”
ekseriyetinin ÇuvaĢça karakteri taĢıdığını ifade etmiĢlerdir. Gábor Bálint‟in4 Macarca
hususunda ÇuvaĢ dilinin etkisini reddettiği kaydedilmelidir. Ona göre Macarca ve Moğolca
Macarca ve ÇuvaĢça‟dan daha yakındır. Bu görüĢü Nicholas Poppe de yinelemiĢtir.5 Poppe
bu benzerliklerin ortak bir Hun soyu ile bağlantılı olduğu fikrindedir.
Doerfer iki büyük dilbilimci Klaproth ve Semenov‟un Hun dilini Macarca ile
özdeĢleĢtirdiklerinden bahseder. Bu görüĢün mühim derecede Macarların kökeni
araĢtırmalarını etkileyecek olmasına karĢın Macar dilbilimciler tarafından nazar-ı itibara
alınmamıĢ olması tuhaftır.
Diğer araĢtırmacılar ( Venelin, Velitman, Zabelin, vb.) Hun dilinin vârislerinin Slavlar
olduklarını düĢünmüĢlerdir.6 Slav dillerinin pek çok Hunca kelimeyi ve kültürel öğeyi
muhafaza etmesinden dolayı bu tesâdüfi değildir.
Günümüzde pekçok bilimadamı için Hunların dilinin yanlızca tek bir halk ya da zümre
tarafından korunmuĢ olduğu tasvip edilemezdir. Dahası, onların yegâne torunları olarak
Sibiryalı küçük toplulukları görmek kâbil değildir. Bu fikri Pulleyblank öne sürmüĢ, Vovin ve
Ligeti de onaylamıĢlardır. Fakat bu nasıl gerçek olabilir? Kadim, uzun ömürlü ve Ģumüllü bir
imparatorluk mirasının sadece, yaĢam alanının Hunların merkezi sahasının çok uzağında
konuĢlu küçük bir halk zümresi ile kalmıĢ olduğu mantığa aykırıdır. Ne Ostyaklar ne de
Ketler bağımsız bir devlet kurabilmiĢlerdir. Onlar kadim dünyanın en büyük imparatorluğunu
yaratmıĢ Hunların tersine kabile tarzlı bir topluluk hayatı sürdüregelmiĢlerdir.
BaĢka araĢtırmacıların da kanıtladığı gibi Hun dili mirası yanlızca tek bir halk tarafından
değil tüm Avrasya bozkır sahasındaki pek çok millet tarafından muhafaza edilmiĢtir.
Izabella Horvath, Hun dilinin kökeni üzerine savların karĢılaĢtırmalı tanıtımını ortaya
koyan bir çalıĢma yayınlayıp, Hunların Moğol, Türk, Slav, Fin vb. kökenli olduğunu düĢünen
yazarların bir dökümünü çıkardı.
O, Çinli araĢtırmacıların sonuçlarını özetleyen ilk kiĢiydi. En ilginç görüĢlerden biri , Hun
dönemi müddetince Altay dillerinin bölümlere ayrılmadığını, bu sebepten Huncanın Ön-Altay
dili olarak kabul edilebileceğini ifade eden Çinli Wu‟nun görüĢüdür.7
Üstte alıntılanan savlar Hunların Avrasya‟daki değiĢik milletlerin dilleri içerisinde derin
izler bıraktıklarını ve onların dünya tarihine büyük bir etkide bulunduklarını göstermekte ve
dahası Hunların birdenbire ortadan kalmadıklarını imlemektedir. Maalesef, Eski Ġç Asya
halklarına yönelik araĢtırmalar müĢkülatsız değildir. En büyük sorun yarım yüzyılı aĢkın bir
3
Orta Asya Türk Dilleri ya da Saka Dilleri
4
Bálint 18777/VII
5
Marcantonio 2006
6
Doerfer 1973:13
7
Wu 2005: 10
süredir dilbilimcilerin eski devirlerin muhtelif halklarını Hint-Avrupalılar, Fin-Ugorlar vb.
kimi hayâli dil ailelerine göre tasniflendirmeleridir.8 Tutarlı hiçbir vesika olmamasına ve
tarihsel sürecin Perslerin birçok Ġskitçe kelimeyi ve askeri teçhizatı benimsediklerine delalet
etmesine karĢın Ġskitler hâlâ Ġrani halklar arasında zikredilmekte ve kabul edilmektedirler.
Birkaç Ġskitçe sözcük ve kültürel öğe tüm Avrasya bölgesine yayılmıĢtır ve bunların sadece
üstteki dil ile irtibatı yoktur.
Rasmus Mask ve 19. yüzyılın benzeri diğer dilbilimcilerin yaptığı gibi daha erken halkları
Ġskit ve Hun dili zümresi ile bağlantılı bir biçimde kendi isimleri altında zikretmek çok daha
iyi olacaktır. Schöning son zamanlarda Moğol dilleri üzerine yapılan çalıĢmaların derlemesini
yayınladı ve Türk ve Moğol dillerinin yüksek oranda benzerliğinin ortak bir köken göstergesi
olabileceği, bunun da temelinin Hun ya da Sien-pi veyahut Hun-Sienpi dili olduğu iddiasında
bulundu.9
Ġki Ġç Moğolistanlı bilimadamı Hugjiltu ve Uchiraltu kendi tarihi dilbilimsel araĢtırmaları
temelinde aynı sonuca varmıĢlardır. Onlara göre, Türk ve Moğol dilleri arasında muhtemelen
ortak bir ataya (Hun dili) çıkan, benzerlik arzedebilen binin üzerinde kelime vardır. Hugjiltu
bununla beraber ortak sözcüklerin ödünçlemeler olamayabileceklerini; onların gerçekte Türk
ve Moğol halklarının eski zamanlardan günümüze değin yakın bir bağlantıya sahip olduklarını
gösterdiği iddiasındadır. Bu gerçek yanlızca dilsel benzeĢmeler ile değil aynı zamanda
müĢterek bir yaĢam biçimi ve hatta siyasi teĢkilatlanma ile de ortaya konulmaktadır.10 Kimi
bilim adamları Türk-Moğol münasebetlerinin sadece coğrafi bazlı iliĢkilere dayalı olduğu
düĢüncesindedirler. Rassadin‟e göre bu da sadece Orta Asya‟da vûku bulmuĢtur. Moğolların
orada ancak 13.yüzyılda ortaya çıkmıĢ olmasından ötürü bu doğru bir sav değildir.
Son on yıl içinde pekçok dilbilimci11 dil aileleri savlarının meĢruiyetini sorguladı, bu
nedenle gelecek on yıllarda uluslararası bilim dahilinde yeni savların ortaya çıkacağı ve
19.yüzyıldan kalma miâdını doldurmuĢ dilbilim yöntemlerinin yavaĢ yavaĢ unutulmaya yüz
tutacağı fazlasıyla beklenmektedir. Ġlginç bir teĢebbüs, dünya dilleri arasında tek kaynak
ihtimalini araĢtıran Santa Fe üniversitesindeki geniĢ bir beynelmilel araĢtırma programıdır.
Uluslararası yazının Ġskitçe‟nin Hint-Avrupalı yâhut Ġranlı kökenli olduğuna ayan beyan
bir biçimde sahip çıkmasından dolayı onların dili üzerine hemen hemen hiçbir tartıĢmanın
yaĢanmaması ilginçtir. Hunların dili ise oldukça ihtilaflıdır; bunun temelinde onun hangi
Türk diline ÇuvaĢça türünden bir r” Türkçesi‟ne mi yoksa Ortak Türkçe gibi z” Türkçe‟sine
mi ait olup olmadığı yatmaktadır. Çünkü Attila‟nın ortanca oğlu Dengizik‟in adında –z sesi
vardır. Dilbilimciler bunu Avrupa Hunlarınn Ortak Türk Dilini konuĢtukları yargısına delil
olarak alırlar. ġahsi kanaatim tartıĢmanın harareti içerisinde insanlar bir kaç Ģeyi açıklığa
kavuĢturmayı unutmuĢlardır: "r" ve"z" gerçekte bu ayrı Türk dillerinin mühim bir farklılığını
mı teĢkil etmektedir yoksa yanlızca lehçe farklılıklarını mı içermektedir.
Uchiraltu‟nun ifade ettiği üzere, Hun kabileleri sonraki diğer bozkır halkları gibi
sınıflandırılmıĢ, resmi sabit bir lisana malik değillerdi. Bu sebepten, Hunların dili bölgelere
göre değiĢmekteydi. Çindeki Çin Seddi‟nden Karpat havzasına kadarki alan dahilinde
muazzam sayıda lehçe türünün var olduğu hesaba katıldığında bu mevzunun lehçe
içerisindeki küçük bir farklılıktan baĢka birĢey olmadığı ziyadesiyle muhtemeldir.

8
Marcantonio 2006
9
Schönig 2006.
10
Hugjiltu 2002:188.
11
Marcantonio sözde bir Hint-Avrupa dil ailesinin Georgi Stephan da sözde bir Altayca dil ailesinin olmadığını
kanıtlamıĢtır.
Bir diğer çözüme kavuĢturulmamıĢ mesele Hun adının kökenbilimsel izahıdır. Hunların bir
tür Türkçe konuĢtuğunu kabul edenlerin aynı zamanda imparatorluğun adının(“Hun”)
Moğolca bir kelime olduğunu tasdik etmeleri ilginçtir. Onlar bunu adam manasına gelen
“hun” (ya da kümün) sözcüğünden getirmektedirler ki, bu baĢlı baĢına büyük bir çeliĢkidir.
Hunlar Türkçe konuĢtu iseler neden onlar kendi adlarını yabancı bir dilden ödünç aldılar?
Böylesi geliĢmiĢ bir medeniyet yaratabilmiĢ Hunlar kendilerini adlandıracak bir kelimeye
sahip değiller miydi?
Hunlarla ilgili meseleye dönersek, günümüz araĢtırmalarının odağı yeni dilsel savlar
yaratma ve muhtelif bozkır halklarının yakınlığı mevzunu çözüme kavuĢturmaya yöneliktir.
Birçok Hunca kelimeyi korumuĢ Eski Çin kaynaklarının bilimadamlarına yararı
dokunmaktadır. Bu kayıtlarda zaptedilen Hunca sözcükler yanlızca Türk dilleri içerisinde
değil aynı zamanda Moğol, Mançu ve hatta Macar dillerinde de bulunabilmektedir ki bu, Hun
devlet ve kültürünün tüm Avrasya bozkır topluluklarına kati bir suretle tesirde bulunması ile
uyumlu olarak birçok lisanın Hunların dili ile bağlantılı olduğunu keza üstte bahsi geçen
halkların Hunların torunları olduklarını göstermektedir.
Çince kaynaklarda muhafaza edilmiĢ Hunca sözcüklerin ehemmiyetine Otto Maenchen-
Helfen tarafından dikkat çekilmiĢtir. Hakikaten, Çin dili oldukça yüksek oranda kökenleri su
götürür yabancı kelimeyi muhteva ediyor. Çin dili ve medeniyeti hususunda tanınmıĢ Macar
uzman Peter Polonyi at yetiĢtiriciliği ile alakalı Macarca kelimelerin Çince kelimelere çok
benzediğini bunun da ortak bir kökeni akla getirdiğini yazmıĢtır.12 Her iki dilin de onları
Hunlardan almıĢ olması bir hayli muhtemeldir. Ġç Moğolistan üniversitesinden Mang Muren
2004‟te bir makale yayınladı ve Çinliler arasında hararetle tartıĢılan ilginç bir savı tanıttı.13 O,
Çin dili içinde Moğolca sözcüklerle benzeĢen yaklaĢık dörtbin kelimenin mevcut olduğunu
iddia eder. Bu muazzam miktardaki sözcükleri tetkik edersek sonuç bizi Hunlara götürebilir.
Gelecek yıllarda Ġskitlere ve Hunlara dönük uluslararası araĢtırma sonuçlarının çok
miktardaki dilsel ve tarihi meseleyi açıklığa kavuĢturacağı ve bunun tarih öncesi Macar
araĢtırmalarını da etkileyeceği umulmaktadır.

5.2.1.Hun Dilbilimi
Ġç Moğolistanlı Uchiraltu beynelmilel dilbilim araĢtırmalarına yeni bir renk getirmiĢtir.
Üstte bahsi geçen bilim adamları yanlızca birkaç kelime ve tâbiri ele alırken o, Çin vesikaları
içerisinde kalan sözcüklerin yeni baĢtan kurumu için bir sistem yaratmıĢ, kelimeleri Eski Çin
ses değerlerine göre dönüĢtürüp aktarmıĢ, Erken Türk ve Moğol sözlüklerine göz atmıĢ ve
onlar için en uygun karĢılıkları bulmaya çalıĢmıĢtır bu sebepten de Hunca kelimelerle
mukayese edilecek en erken sözcük ve tâbirleri saptamaya gayret göstermiĢtir. Türkçenin
Hunların dili ile aynı, farkın ise bir lehçe farkından daha az olduğunu kaydeden Wei-
shu‟nun14 malumatları Uchiraltu‟yu Erken Türk ve Moğol dillerinin Hun lisanının
kelimelerini sağlıklı bir Ģekilde muhafaza ettikleri sonucunu çıkartmaya sevketmiĢtir. Onun
ana kaynakları Erken Türkçe yazıtlar, sözlükler ve 13.yüzyıla ait Moğolların Gizli Tarihi idi.
Ġki imparatorluk mevki itibariyle Hun imparatorluğundan çok uzakta değillerdi; Hunlar M.S
5.yüzyıla kadar Orta Asya ve Avrupa bozkır sahasının çoğunluğuna hakimdiler sonrasında
baĢat sıfatlarını kaybettiler. Yeni tarihsel sonuçlara göre Hun kabileleri 8. yüzyıla kadar kendi
baĢlarına varlıklarını devam ettirmiĢlerdir.15 Uchiraltu‟nun dilsel çalıĢması yanlızca konusu
açısından dolayı değil aynı zamanda mutlak dilsel görüĢlerinden ötürü de heyecan yaratmıĢtır.

12
Polonyi 1986: 220.
13
www.china.org.cn/english/culture/120785.htm
14
Wei-shu, VIII: 250.
15
Obrusánszky2010:323
Bunun yanında o, dilsel araĢtırmalarında tarihi, dilsel ve etnografik çalıĢmaların neticelerini
de kullanmıĢ; bu yöntem kendi beyânatlarının doğruluğunu mühim seviyede
kıymetlendirmiĢtir. O, dilsel seviyede kalmamıĢ; kendi görüĢünü sadece sonuç kültürel ve
tarihi gerçekler tarafından desteklendiğinde yazıya geçirmiĢtir. Bu, dilsel araĢtırma için çok
ehemmiyet arzeden bir yöntemdir; aĢağıdaki Macarca örnekler denkliğin yüzeysel tarzda bir
benzerlik iliĢkisinin çok ötesine geçtiğini ispatlamaktadır.
Onun araĢtırması Macar-Hun bağlantılarına tesir edecek kimi önemli öğeler içeriyor.
Uchiraltu‟nun çalıĢmaları Erken Türk ve Moğolca kelimelerin Hun dilinde mevcut olduğunu,
ödünçlemelere dair bahsetmemizin doğru olmayacağını bundan ziyade Türkçe, Moğolca,
Macarca ve diğer akraba halkların Ġskit ve Hun dillerinden mürekkep bir sistemle yakınen
iliĢkili olduklarını göstermektedir. Onun çalıĢması muhtemelen Hun dili araĢtırmalara ilave
bir itici güç kazandıracaktır.

5.2.1.2.Kimi Hunca Tabirler


A.Mühür
Uchiraltunun çalıĢması Hunların “mühürdar” için sonraları Türk, Moğol ve hatta Sanskrit
dillerinde ortaya çıkan pichigechi ünvanını kullandıklarını gösteriyor. Bununla beraber,
kelimeye Macar dilinde ise pecsét olarak rastlanabilmektedir. Macar Tarihi Etimolojik
Sözlüğü onu bir Slavca ödünçleme olarak tanımlar fakat Slavca kelimenin bizatihi menĢei
açıklanamamaktadır.
Kök “pichi” yanlızca “mühür” değil aynı zamanda “mektup” anlamına da gelir. 16 Bichi
Moğol dilinde “yazmak” demektir, bichig “yazı” manasındadır. Clauson‟un sözlüğünde
“bich-“ kökü, runik yazının eski yazılıĢ yöntemi ile alakalı “kesmek, oymak” manalarını ifade
eder. Avrasya bozkırlarının kadim halkları kendi yazı sistemine yahut runik sistemine
maliktiler. Kimi Kuzeybatı Türk lehçelerinde pichu Ģekli mevcuttur. Ağacın oyulduğu nesneyi
temsil eden, bir çeĢit bıçak anlamındaki Macarca ”bichka”yı da anmak gerekir. Clauson‟un
sözlüğüne göre bu kelime Eski Türk dillerinde „bıçak, kılıç„ manasına gelmekteydi.17
Yazı(bich) ve yazma aracının birbiriyle irtibatlı olması kuvvetle muhtemeldir. Uchiraltu
tarafından yeni baĢtan kurulan pichik sözcüğü yazı ve oyma iĢinin birbiriyle yakınen irtibatlı
olduklarını gösteriyor. Tüm Ġç Asya içerisindeki muhtelif simgeler (yaĢam ağacı iĢaretleri,
gamalı haç vb.) bizleri bozkır halklarına götürebiliyor. Ayrica erken Türkçe "irü" sözcüğü
üstte bahsi geçen yazı sözcüğü ile bağlantılı olabilir fakat Clauson onu „belgü‟ iĢareti yahut
„damga‟18 ile iliĢkilendirmiĢtir.
Macarca‟daki yazı ile alakalı sözcüğün bizi Orta ve Ġç Asya‟ya çıkarması da dikkate
değerdir.
Gerçi Macar Etimolojik sözlüğü Macarca „ìr‟ („yazma‟) kelimesinin ÇuvaĢça karakterli
Eski Türk dilinde 'yaz-' olduğunu ifade etse bile varsayılan asli Ģekil *ir* olabilir. Bu sözcük,
Hunların diğer bir bağı olan Moğol dilinde de keĢfedilmiĢtir.19 Szentkatolnai‟ya göre Macarca
„ìr‟ sözcüğü Moğolca „ira‟ ile ilintilidir. Sonuncusu „oyma‟ manasına sahiptir.20

16
TESz III:141.
17
Clauson, 1972:293.
18
Clauson, 1972: 197. Macarca ‟bélyeg‟ sözcüğü Moğolca‟daki belge‟dir.
19
Clauson, 1972: 293.
20
Bálint, 1877:24.
Aynı neticeye onu, “iĢaret, simge” ile irtibatlandıran Czuczor Fogarasi Sözlüğünün21
yazarları da varmıĢtır. Yakınlarda Katalin Csornai Macarca „ró‟nun („oyma‟) bir Hunca kelime
olarak Çin vesikalarında „lu‟ Ģeklinde var olduğunu 22 ve de oyma yazıların ve bu yazma iĢinin
kutsal görüldüğünü ortaya koymuĢtur.
Macar etimoloji sözlüğü „ró‟ kelimesinin kökenine dair herhangi bir görüĢ sunmuyor.23
Üstte bahsi geçen üç kelimenin son on yıllar boyunca keĢfedilen Orta Asya dahilindeki runik
abidelerin bulgularıyla tamamlanan böylesi erken bir dönem içerisinde bulunduğu gerçeği,
bozkır halklarının sonradan Türk, Avar, Eftalit ve diğerleri arasında varlığını sürdüren,
geliĢmiĢ bir edebi kültüre sahip olduklarının apaçık bir delilidir.

B.Kadar, BaĢ Yargıç


Uchiraltu‟ya göre „godouhou‟ Çin kaynaklarının kaydettiği üzere Hunların önemli bir
ünvanıydı. Moğol dilbilimci onu „kutugu‟ olarak yeni baĢtan kurar. Eski Türk halkları arasında
ilintili bir ünvan olarak „kut‟ ya da „gut‟a rastlanabilmektedir. Clauson‟a göre menĢeyi belirsiz
olan „idikut‟ ünvanı Uygurlar, Türkler ve vesaire arasında kabilelerin yöneticilerinin rütbesi
idi.24Uchiraltu Çin ve Orta Asya kaynaklarını tetkik etmiĢ ve Hunlar arasında baĢ yargıç
rütbesinin „kutugu‟ olduğunu bulmuĢtur. Moğollar „kukuktu‟ sözcüğünü muhafaza etmiĢler ve
onu hala Budist azizlerini tanımlamak amacıyla kullanmaktadırlar. Eski Türk dillerinde kut
sözcüğü Tanrının inayeti manasına gelirdi fakat aynı zamanda güç ve cenap da demekti. 25
Yazar Çinli dilbilimcilerine atıfta bulunarak, Batı Hunlarının göç süreci esnasında kimi
dilsel değiĢmelerin vuku bulduğunu: 'a'‟ya tercihen 'u' sesinin kullanıldığını, böylelikle esas
„kutugu‟ Ģeklinin „katagu‟ ya da „kadagu‟ olduğunu ifade eder.26 Çince malumatlar Hunların
baĢ yargıcının Kadar olarak geçtiği eski Macar yıllıklarının doğruluğunu kanıtlamıĢtır. Ek
veriye de sahibiz örneğin Türkçe‟ye çevrilen ve uzunca bir süre Türkiye‟de bulunan Tarihi
Üngürüs. Onun içinde Hunların baĢ kumandanı, „kadar‟‟ın bir biçimi olabilecek „Kattar‟‟dı.
Ünlü macar tarihçi Arnold Ipolyi „kadar‟ın eski yargıç-rahip sisteminin temsilcisi olduğunu
düĢünmüĢtür.27 Benzer Ģekilde Podhracky, Türkçe „kad‟ ve „kadı‟ ile benzerlik arzeden Partça
'cat‟, „kad' ya da „cat-ousi‟ gibi „kadar‟ın esasen keĢiĢ ve rahip olduğu yönünde bir izahatta
bulunmuĢtur.28 Onun keza kimi değiĢik biçimleri de mevcuttur örneğin György Győrffy‟a göre
„kadir‟ bir Hazar rütbesi idi ve aynı ada Erken macar Krallığı içerisinde, kimi Ģahıs ve yer
isimlerinde ve Kadarkaluz kabile adında rastlanabilmektedir.29 Macar Tarihi Etimolojik
Sözlüğü onu Bulgarca‟dan getirtir. 30 Eski Bulgar tarihi kaynaklarından ve Bulgar Hanları
listesinden bildiğimiz üzere baĢtaki zümre Attila‟dan inmiĢtir.

C.Ġnanç (Hit)
Uchiraltu‟ya göre inanç sözcüğü önem teĢkil eden bir Hunca ünvandı. Moğol bilimadamı
onu Moğolca Toprak Ana kültü ile yakınen iliĢkili bulmuĢtur. Bu yeni veri, etimoloji

21
Czuczor-Fogarasi2003.
22
DeGroot, 2006: 69/ 554
23
TESz III: 426
24
Clauson, 1972: 46.
25
Clauson, 1972:594.
26
Uchiraltu, 1996/3:55
27
Ipolyi, 1854: 465
28
Ipolyi, 1854:466.
29
TESz II:301
30
TESz II:302
sözlüğünün kökeni bilinmeyen olarak tanımladığı31 inanç sözcüğünü anlamanın yeni bir
anahtarıdır. Orta Asya‟nın bozkır halklarının Tanrıçası çoğunlukla Toprak Ana diye hürmet
gösterdikleri Etügen (birkaç değiĢik adlandırmalar var olsa da ) adıyla tanınır. Tarihi
kaynaklarda o farklı Ģekillerde zikredilir: kimi yerlerde o Etügen‟dir, bir Türk kaynağı ona
kutsal dağ ve ormanı ifade eden Ötüken adını verir. Moğolistan‟da coğrafi isimlere sıklıkla Eej
yani Ana adı verilmiĢtir; örnekler: Ana Kayalık, Ana Ağaç ya da Dindar Ana. Diğer Ana adları
Ana Tanrıça ya da Yeryüzü Anası‟dır. Zundui Altangerel‟e göre Budist öncesi Moğolistan‟da
herbir yurt içinde Toprak Ana(Etügen ilahı)‟nın sunağı asılıydı.32
Etügen, Ötüken, Idugan Ģekillerine geç Türk ve Moğol kaynaklarında rastlanılmaktadır
fakat onun kökeni daha az incelenmiĢtir. Toprak Ana inancını araĢtırdığımda üstteki terimlerin
hepsinin Macarca „hit‟ (‟inanç‟)33 sözcüğü ile ilintili olduğunu farkettim. Uchiraltu‟nun onu
Çin yıllıklarındaki Hunca kelimeler arasında o dönemin bir ünvanı olan „hitü‟ ya da „hidü‟
Ģekli ile bulması benim için büyük bir sürpriz olmuĢtur.34
Türkçe belgelerde „iduq‟35 aziz anlamı ile geçer. Bunun Macarca inanç sözcüğünün bir
akrabası olabilmesi mümkündür. Ġnanç sözcüğünün Macarca taydaĢına gelince, ünlü Macar
Türkolog Ármin Vámbéry onu Yakut dilinde „itegel‟ olarak Gábor Bálint ise Moğolca‟da
„itegen‟ ya da „sitügen‟ olarak bulmuĢtur: lakin bu yorumlamalar tam bir denklik
arzedebilmelerine karĢın diğer Macar dilbilimciler tarafından dikkate alınmamıĢlardır.36 Bu
sözcüğün Hun dili ile bağlantılı olduğuna onun Türkçe, Moğolca, Macarca yanında Eski
Bulgarca‟da da „aziz‟ anlamına gelen „itzig‟ 37 biçimiyle bulunabilmesinden daha iyi bir kanıt
olamaz. Sanskritçe‟de o, „iyi‟, „iyilik yapan‟, „arkadaĢlık‟, „iyi eylem‟, „iyi niyet‟ anlamlarına
gelir.38

D.Horde, Yüce Hükümdarın BaĢĢehri


Eski zamanlarda Orta ve Ġç Asya halkları arasında „horde‟ sözcüğü çok önemli bir terimdi.
Clauson‟un sözlüğünde „ordu‟ kelimesi hükümdar sarayı ve meskeni anlamıyla Türklere
geçmiĢ Moğolca bir ödünçlemedir. Horde kabile önderlerinin, sonrasında kağanların ya da
yüce hükümdarların merkezi idi. Uchiraltu, sözcüğün Hunlar arasında Çinlilerin kaydettiği yu-
tu biçimiyle bulunabildiği düĢüncesindedir. Erken Türk halkları için 'orta' 'arada olma‟,
„merkez‟ demekti.39 Ruslar onu „gorod‟ olarak hala kullanmaktadırlar.40 ġehir anlamını veren
bu kelime „ghordas‟ olarak telaffuz edilir, bu nedenle de horde‟ye bağlanabilmektedir.
Dolayısıyla, kimi Macarca yer adlarında geçen –grad son ekinin Slavca kökenli olabileceği
Ģüphelidir ve ona daha ziyade Hunların mirası nazarıyla bakmamız gerekir. Uchiraltu Horde‟yi
aynı merkez anlamına gelen fakat sonrasında bir aile ismi „hane‟ye dönüĢen „yurt‟ (ikamet
yeri, yuvarlak bir çadır) ile irtibatlandırır.

31
TESz. II:129
32
ZUNDUI Altangerel‟in malumatı
33
UCHIRALTU 1997:113
34
UCHIRALTU 1997:114
35
CLAUSON 1972: 46
36
Macarca ‟hit‟ sözcüğü kimi Macarca dilbilimciler için bilinmeyen bir kelimedir. Eski Türk ve Moğol dilleri
sözbaĢı h‟ sesini muhteva etmiĢlerdi, bu sebepten, eski biçim ‟hid / hit‟ olabilir.
37
Dobrev 2006:347
38
Éva Aradi‟nin malumatı. Hint kökenli sözcüklere gelince, onları kadim Ġskit ve Ġskit-Hun ya da Hun mirası
olarak saymalıyız.
39
Clauson, 1972:203.
40
Clauson, 1972:203.
E.Süt (Tong)
Uchiraltu süt anlamındaki Hunca „dong / tong‟ sözcüğünü yeni baĢtan kurmuĢ ve onun
Moğolca „sün‟ (süt) ile olan bağlantısını belirtmiĢtir. O, aynı zamanda Doğu Moğolca gorlos
lehçesindeki süt kelimesinin bu lehçeyi konuĢanların „s‟ yerine „t‟ kullanmasına binaen „tun‟
ya da „tün‟ olduğunu bildirmiĢtir. Bu veri Macarlar için de ehemmiyet arzedebilir. Gábor
Bálint de Szentkatolna süt sözcüğünün Moğolca ve Macarca biçimleri arasındaki koĢutlukları
sezmesine karĢın onların birbirleri ile nasıl bağlantılı olduklarına tam manasıyla ikna edici bir
izahat getirememiĢti. Uchiraltu Ģimdi izahatı ortaya koymuĢ durumdadır. Gerçekten de, Macar
Czuczor-Fogarasi etimoloji sözlüğü kıymetli bir veri sunuyor: süt, Sekel lehçesinde „té‟
biçimindedir. Orta Asya Çağatay dilinde üstte zikredilen Hunca tabir ile bağlantıya sahip „sai‟
sözcüğünü buluyoruz. 41 Çağatay dili Eskicil Moğolca‟da bulunabilen pek çok sözcüğü
muhteva etmektedir. Etimolojik sözlüğe göre Macarca‟daki süt kelimesi Ġrani kökenli bir
ödünçlemedir ve „emmek‟ anlamına gelen Eski Ġranca „dhayati‟ fiilinden gelir. Ayrıca sütanne
kelimesi ile de ilintilidir; zira sütanne ve göğüsteki süt yakinen irtibatlıdır. Moğolca veri ayrıca
„sayı‟nın „sağma‟ ve „dolu‟nun „iki kere emzirilmiĢ kuzu‟ manasına gelmesiyle de benzer bir
uyuĢma gösterir. Ben bir dilbilimci değilim fakat yüksek derecedeki benzerlikten dolayı hem
Ġrani hem de Moğolca biçimlerin Macarca ile ilintili olabileceğine bunun da bu sözcüğün ortak
bir kaynağa yani Hunlara kadar uzandığı manasının çıkarılması gerektiğine inanmaktayım. Bu
tamamıyle akla yatkın durmaktadır çünkü tüm hayvan adları ve süt ile alakalı terimler Avrasya
bozkır dünyası kökenlidir ve sıkı bir biçimde Hunlarla bağlantılıdır.

F.Kreması AlınmıĢ Süt


Etimoloji sözlüğü ‟kreması alınmıĢ süt‟ için Macarca kelimeyi, en erken Ģekli *irago‟
biçiminde olan eski bir ÇuvaĢça ödünçleme olarak görür. Uchiraltu‟nun metninde Çine özgü
bir süt mamülünü lao olarak bulabilmekteyiz. Katalin Csornai Çin halkının o dönemlerde süt
ürünlerini tüketmediğinden, onun yaygın kullanımına ve Ģimdilerde baĢlıca tüketilen mayalı
ürünlerden biri olduğuna son birkaç yıldır müĢahede edildiğinden hareketle bu sözcüğün de
Hunca menĢeli olduğu sonucunu çıkartmıĢtır. GeçmiĢte süt ürünleri esasen bozkır halkları
tarafından tüketilmekteydi. Bozkır halklarıyla alakalı etnografik gözlemlerden ve tarihi
kayıtlardan ekĢimsi süt mamüllerinin oldukça yaygın olduğunu, bununla beraber, taze sütün
yanlızca çocuklar, yaĢlılar ve manevi önderler tarafından içildiğini bilmekteyiz. Kreması
alınmıĢ süt kelimesine dönecek olursak, Gábor Bálint de Szentkatolnai onu biçimsel ve sesçil
nedenlerden dolayı Moğolca airag42 (mayalanmıĢ süt kabı) ile bağlantılı görür. Sonrasında,
György Kara Macarca „író ya da kreması alınmıĢ süt ile Moğolca agurag, uurag arasında bir
bağlantı tesis etmiĢtir. ġahsi düĢüncem Szentkatolnai‟nın tetkikinin Kara‟nınkinden daha
doğru olduğu yönündedir zira kelime ürünün mayalanmıĢ olması gerektiğine iĢaret
etmektedir.

G.Bű ya da Sihir
Bű (sihir) ve báj (tılsım) kelimeleri kimi eski tedavi yöntemlerini imlemektedir. Sadece
kelime değil aynı zamanda Avrasya kökenli tüm tedavi usulleri bir zamanlar Hunlar
tarafından mesken tutulmuĢ geniĢ topraklar içerisinde varlığını sürdürmüĢtür. Onun değiĢik
biçimleri Ġç Asya ve Macar entellektüel kültürü ve hatta halk tıbbı içerisinde hala
gözlemlenebilmektedir. Bű, kadim doğa dini yani Ģamanizmi uygulayan, büyücü manasındaki

41
TESz III:876
42
Szentkatolnai, 1877:24
Türkçe ve Moğolca „böge‟ sözcüğü ile koĢutluklara sahiptir.43 Tibet‟de bu eski inanca Bön (
Batı yazınında bon) denir. Bu kelime zümresinin en batı üyesi, akademisyen Arnold Ipolyi‟ye
göre esasen ”afsun” manasına gelen Macarca „bű‟ sözcüğüdür.44 Czuczor-Fogarasi Lügatı
aĢağıdaki izahatı veriyor: bizi gizem ve merak içerisinde bırakan bir çekicilik. Bir kimsenin
ya da birĢeyin, hayranlık duyulacak bir sevgi uyandıran ve kendisine bağlayan cinsten sevimli
özelliği. 45
Tüm bunlar büsbütün Avrasya bölgesi dahilinde Ġskit ve Hunların dini olan doğaya ait
kadim bir inancın var olduğunu ve buna da „büyü‟ denildiğini göstermektedir. Kimi
araĢtırmacılar inanç büyüsünün, kaynakların sıklıkla sihirli bir kadın „Wu‟dan bahsettiği
Kadim Çin medeniyetinde de var olduğu konusunda mutabıktırlar. Maspero, Uchiraltu,
MacKenzie ve diğerleri Eski Çin kaynaklarına istinaden yanlızca Çince „wu‟ kelimesinin
değil aynı zamanda tüm tedavi yöntemlerinin bozkır halklarından çıktığı iddiasındadırlar.46
„Bű‟ sözcüğünün, 'büyü‟, „sihirbazlık' anlamına gelen Eski Türkçe kökenli olduğu kabul edilir.
Czuczor-Fogarasi sözlüğü „bű‟ ve „báj‟ı ortak bir kaynaktan türemiĢ iki kelime olarak
tanımlar. Ve akademik düzeyde iki dilbilimci her iki sözcüğü „gizemli, sihirli Ģeyleri kavrama
konusunda mahir‟ anlamındaki „bölcs‟(„akıllı‟) sözcüğü ile irtibatlandırmıĢtır. 47 „Báj‟
kelimesi hususunda Macar Tarihi Etimolojik Sözlüğü onu sihir manasına gelen Eski Türkçe
kökenli olarak tarif eder. 48

KAYNAKÇA

 ALTAD, Damba: 2003 Hunud bolon mongol. (Huns and Hungarians) Höhhot:
Belső-Mongóliai Népi Kiadó
 BAJANBATU: 1985 Mongolin böögijn sasin. (The Mongolian Shamanism)
Höhhot: Belső-Mongóliai Népi Kiadó
 BÁLINT, Gábor: 1877 Párhuzam a mongol és magyar nyelv terén. (Parallels
between the Mongols and Hungarians) Budapest: Hornyánszky
 BANZAROV, Dordzs: 1980 The Black faith, or Shamanism among the Mongols.
In: Mongolian Studies Vol. 6.
 BARÁTHOSI, Balogh Benedek: 2001 A hunok három világbirodalma. (The Three
Empires of the Huns.) Magyar Ház, Budapest
 BATSZAJHAN, Zagd: 2002 Hunnu. (Huns) Ulaanbaatar: Mongol Állami Egyetem
 BENKŐ, Lóránd: 1976 TESZ. Történeti Etimológiai Szótár. III. (Hungarian
Historical Etymological Dictionary) Budapest: Akadémiai Kiadó
 CZUCZOR, Gergely–FOGARASI, János (2003): A magyar nyelv szótára. (The
Dictionary of the Hungarian language) CD kiadás, Arcanum kiadó, Budapest

43
ġaman eski dinsel lideri ifade eden Tunguzca kökenli bir sözcüktür. Eski Ġç Asya kaynakları onun için bő, bű,
ya da bön sözcüğünü kullanmıĢlardı.
44
Macar Etimoloji Sözlüğüne göre, bű, bűv (tılsım) Eski Türkçe kökenlidir ve Uygurca bögü (sihir) ve
Çağatayca büyü‟ye yakın duraktadır fakat Moğolca böge ve Kalmukça bö‟yü de listeye dahil etmeliyiz. TESz I.
405.
45
Czuczor-Fogarasi, 2003.
46
Maspero, 1978. 166.
47
TESz I. 400.
48
TESz I. 218.
 CLAUSON, Gerald: 1972 An Etimological dictionary of Pre-thirteenth century
Turkish. Oxford: Oxford University Press
 DE GROOT, J.J M.: 2006. Hunok és kínaiak. A hunok története a Kr.sz. előtti
évszázadokban – kínai források alapján. (Huns and Chinese. History of the Huns
before Christ – ccording to the Chinese sources) Raspensa, Budapest.
 DOBREV, Ivan: 2005 Zlatnoto sikrovise na bilgarskite hanove ot Atila do Simeon.
Riva, Sofi
 DOERFER, Gerard: 1973. Zur Sprache der Hunnen. In: CAJ. 1-50.
 DU, Yaxiong – HORVÁTH, Izabella: 2000 A hunok legkorábbi története. Shi Ji
110. könyvének fordítása. (The earliest history of the Huns, Translation of Shi Ji)
Budapest: Magyar Ház
 DULAM, Bum-Ocsir: 2002. Mongol bööni zan ujl. (The ceremony of the
Mongolian Shamans) Ulaanbaatar: Mönhijn useg
 FOGARASI, János: 1862. A székely népköltészetről. (Ont he Szekely folk poetry)
In: Nyelvtudományi Közlemények. Budapest
 GYŐRFFY, György: 1986 A magyarok elődeiről és a honfoglalásról. (About the
ancient Hungarians and the conquest) Budapest: Szépirodalmi Kiadó
 GYŐRFFY, György: 1993. Krónikáink és magyar őstörténet. Régi kérdések, új
válaszok. (Chronicles and ancient Hungarian history. Old questions and new
answers.) Balassi Kiadó, Budapest
 HORVÁTH, Izabella: 2007 Uygur Scholars‟s significiant discovery. In: Eurasian
Studies. 79. 59-67.
 IPOLYI, Arnold: 1854. Magyar Mythologia. Heckenast Gusztáv. Pest.
 LIGETI, Lajos (ford): 1962 A mongolok titkos története. (The Secret History of the
Mongols) Gondolat, Budapest.
 LIGETI, Lajos (szerk.): 1986 A magyarság őstörténete. (The ancient History of the
Hungarians) Akadémiai Kiadó, Budapest.
 LOEVWE, Michael–TWITCHETT, Denis (eds.): 1986 The Cambridge History of
China. Chin and Han Empires. Vol. I. Cambridge University Press, London, New
York, Melbourne.
 MARCANTONIO, Angela: 2006.Az uráli nyelvcsalád. (The Uralic Family Tree)
Magyar Ház, Budapest
 MASPERO, Henri: 1978 Az ókori Kína. (The ancient China) Gondolat, Budapest.
 NÉMETH, Gyula (ed.): 1986 Attila és hunjai. (Attila and His Huns) Akadémiai
Kiadó, Budapest
 NÉMETH, Gyula: 1991 A honfoglaló magyarság kialakulása. (Creation of the
Hungarian tribes) Akadémia Kiadó, Budapest.
 POLONYI, Péter: 1986 Kína. (China) Panoráma útikönyvek sorozat. Budapest.
 PUSZTAY, János: 1977 Az „ugor-török háború” után. Fejezetek a magyar
nyelvhasonlítás történetéből. (After the Ugrian-Turkic war) Magvető Kiadó,
Budapest.
 PRITSAK, Omeljan: 1954. Kultur und Schrache der Hunnen. In: Festschrift Dmytro
Chyzhewskiy zum 60. Geburstag. Berlin, Harrasowitz, 239-249.
 PRUSEK: 1971 Chinese statelets and the Northern Barbarian in the Period 1400-
300 BC. Dordrecht, D. Reidel Publishing Co.
 PULLEYBLANK: (1962): „The Hsiung-nu Language”. In: Asia Major, n.s. 9. 239–
265.
 SCHÖNIG, Claus: 2006 Turko-Mongolic relations. 403-420. In: The Mongolic
languages. Edited by Juha Janhunen. Routledge, London and New York
 UCHIRALTU (1996): Hunnu-jin keszeg üge-jin szojol szergügelde. (Néhány hun
szó rekonstrukciója) 1. In: Journal of Inner Mongolian University Philosophy &
Social Sciences in Mongolian. Hohhot, China. 52–66.
 UCHIRALTU (1996): Hunnu-jin keszeg üge-jin szojol szergügelde. (Néhány hun
szó rekonstrukciója) 2. In: Journal of Inner Mongolian University Philosophy &
Social Sciences in Mongolian. Hohhot, China. 101–109.
 UCHIRALTU (1996): Hunnu-jin keszeg üge-jin szojol szergügelde. (Néhány hun
szó rekonstrukciója) 3. In: Journal of Inner Mongolian University Philosophy &
Social Sciences in Mongolian. Hohhot, China. 53–67.
 UCHIRALTU (1996): Hunnu-jin keszeg üge-jin szojol szergügelde. (Néhány hun
szó rekonstrukciója) 4. In: Journal of Inner Mongolian University Philosophy &
Social Sciences in Mongolian. Hohhot, China. 101–119.
 UCHIRALTU (1997): Hunnu-jin keszeg üge-jin szojol szergügelde. (Néhány hun
szó rekonstrukciója) 5. In: Journal of Inner Mongolian University Philosophy &
Social Sciences in Mongolian. Hohhot, China. 104–120.
 UCHIRALTU (2004): Hunnu kemekü üge-jin sergügelen. (A hun szó
rekonstrukciója) In: Journal of Inner Mongolian University Philosophy & Social
Sciences in Mongolian. Hohhot, China. 63–69.
 YAMADA, Nobuo (1989): The formation of the Hsiung-nu nomadic state. The case
of Hsiung-nu. In: Historical studies of nomadic peoples in North-Asia. Tokyo
University Press, Tokyo. 295–304.
 WU, Mu: 2005 Xiongnu shi yanjiu (The Study of Hun‟s History). Beijing. Minority
Press
 VÁMBÉRY, Ármin: 1870 Magyar és török-tatár szóegyezések. (Hungarian and
Turk-Tatar related words) In: Nyelvtudományi Közlemények. 8. 109-190.
5.3.XĠONGNU LĠSANI ve AVRUPA HUNCASI ARASINDAKĠ DĠLSEL
BAĞLANTILAR

ġimdi Hunların dili ile alâkalı meseleye geçebiliriz. Üstte, Türkler üzerinden bir giriĢ
yapmamızdaki ana gaye Türklerin, Çin kaynaklarının da doğruladığı gibi, Hunlarla olan
bağlantısının destanlar üzerinden de olsa bir tarihi hakikatı teyit ettiği gerçeğinin göz önüne
sunulmasıdır. Zaten Hunlara ait günümüze kadar gelen dil yadigârları da Türkçe dıĢında
hiçbir dilde doyurucu olarak açıklanamamıĢtır.

Batı bilimi bugüne değin ısrarla Hunları yazıyı bilmeyen bir topluluk olarak görmüĢtür,
daha doğrusu görmek istemiĢtir. Hâlbuki bu savın ne kadar geçersiz olduğunu Priskos‟da
geçen bir olay çürütüyor. Avrupa Hunlarının kendilerine özgü bir yazısı olduğunu Priskos‟un
kendi anıları açıkca teyit etmektedir. Grek yazarı, Attila‟nın sarayında yaĢadığı bir olaydan
bahsederken Hun hükümdarının kendi kâtibine verdiği emre binaen o kiĢinin, elindeki tomara
bakarak Bizans‟a kaçan Hun kiĢilerinin adlarını tek tek okuduğu Ģeklinde bir bilgi
kaydetmiĢtir.49 Bu, Hunların kendilerine ait yazıları olduğunun apaçık bir ispatıdır. Hunlar
Ġrnak/Ernak kumandanlığında daha geriye muhaceret edip, Türk zümreleriyle sözde karıĢma
sürecine dâhil olurlarken elbette yanlarında yazılarını da getirmiĢlerdi. Bulgarların yazıyı
Hunlardan aldığı seçeneğine itiraz etmeye hakkımız yok, fakat Bulgarların daha
aydınlatılamayan ve de hiçbir tarihi vesikada geçmeyen karıĢma hadisesine sözde iĢtirak etmiĢ
diğer Türk zümrelerinden yazıyı almıĢ olabileceğine ise her türlü itiraz hakkımız var. Çünkü
Hunlarla karıĢtığı öne sürülen Türk zümreleri hayali olmaktan öteye geçememektedir.
Dolayısıyla, Bulgarları Hunlar olarak görmek için haklı gerekçelerimiz mevcuttur.

Bu çalıĢmanın ana çerçevesi her ne kadar Hunların, Türklerin değil Yenisey topluluğunun
atası olduğunu kanıtlamaya çalıĢan E. G. Pulleyblank ve A. Vovin‟in savlarına cevap vermeye
ve Avrupa Hunları ile Xiongnu‟ların dili arasındaki koĢutlukları ortaya sermeye ayrılmıĢsa da
Türklüğün ve Türkçe‟nin zaman ve mekan boyutlarını idrak etmek adına zaman zaman Ġskit
çağına da değinilecektir. Çünkü Ġskitler, Türklüğü ve Türkçe‟yi sadece Göktürk çağıyla
baĢlatmak ve Hunları baĢka kavimlere yamamak isteyen zihniyetin elini kolunu bağlayan en
büyük alandır. Ancak bu engin saha maalesef gerek tarih ilminin sadece Osmanlı ve Türkiye
Cumhuriyeti tarihleriyle ibaret göründüğü Türkiye‟de, gerekse Türkçe konuĢulan ülkelerde
öksüz bırakılmıĢ ve batılı tarafgir kolların kucağına itilmiĢtir. Türklüğün ve Türkçenin doğum
yeri ve tarihi asla Ġskitler tetkik edilmeden belirlenemez. Buna Hunların dili ve tarihi de
dâhildir.

49
Ahmetbeyoğlu 1995: 35
5.3.I. AVRUPA HUNLARINA ÂĠT DĠL MALZEMELERĠ

Avrupa Hunlarına ait yazılı materyaller Proto-Bulgar yazıtları dıĢında hemen hemen hiç
yoktur. Bu kapsama giren malzeme sadece kimi yazarlar tarafından kayıda geçirilmiĢ
sözcükler ile Hunca Ģahıs adlarından ibarettir. Bu kelimelere aĢağıda daha ayrıntılı
değineceğiz. ġahıs adlarında ise bazı Hun adlarının daha farklı bir açıdan îzâhını yapacağız.

1.Mead ve Kamum:

Priskos, Hunların diline ait medus (“mayalandırılmıĢ bal ve sudan yapılan alkollü bir
içecek”) ile onların arpadan imal ettikleri camum (“kamum”) adlı içkilerden bahseder.50 Bilim
dünyasındaki hâkim olan yargı bu sözcüklerin esasen Indo-Cermenlere ait olduğu yönündedir.
Sebebi ise çok açıktır: sözcüklerin Ġndo-Cermen dillerde koĢutlukları olmasına karĢın Türkçe
ile bir ilintilerinin bulunmaması ve de camum‟un çok daha evvelinde M.Ö. III. yüzyılda
camus Ģeklinde kayıtlara geçmiĢ olmasıdır.51 Hunlardan önce de Avrupa‟da Türk kavmi
bulunmadığına göre her ikisinin kaynağı ancak bu dil ailesine ait olmalıdır.

Bir kere böylesi bir iddia tamamıyla kasıtlıdır ve hayal ürünü tezler üzerine kuruludur.
Türklüğü Doğu Avrupa‟da Hun çağından evvel baĢlatmama hastalığının gerekçeleri kesinlikle
haksız temellere dayanırken kam(us)‟u Türkçe kımız ile bağlama teĢebbüslerinin inandırıcı bir
yanı olmadığı yargısı52 ise elbette tutarlıdır. ġahsi kanaatimiz, Türkçe kımız sözcüğünün ilk
hecesi kım‟ın “bağlanmıĢ at” anlamına gelen kım53 sözcüğü ile ilintili olduğu Ģeklindedir.
Ġkinci hece ız ise Türk lehçelerinde “süt” anlamına gelen uz/uuz sözcüğünden baĢka bir Ģey
değildir. Kım sözü ile aĢağıda değinilecek olan Ġskitlerin dilinde “at” anlamını veren hipp
sözcüğü arasında da çok yaygın olan m > b değiĢikliği söz konusudur kım >kıb > hipp. Eski
Türkçe kon (“at”) sözcüğünün Slav lehçelerindeki karĢılıkları olan Hırvatça konj, Sırpça коњ,
Bulgarca кон, Belarusça конь, Rusça, конь Ukraynaca коня, Lehçe koń, Çekçe kůň, Slovence
konj, Slovakça kôň ve Makedonca коњ sözcükleri ile kım arasında kadim bir m>n geçiĢinin
var olduğunun da altını çizmek gerekir.

ġimdi, Türklüğün Hun çağından önce baĢlatılamayacağı Ģeklinde taraflı bir hükme varmıĢ
olanlara, elimizde hâlihazırda mevcut olan en eski Türkçe kelimelerden bazı örnekler sunmak
suretiyle yanıt vermeye çalıĢacağız. Bu örnekleri vermemizin gâyelerinden biri, hem Batı
dilleri ile Türkçe arasındaki dil etkileĢiminin Hun çağından çok daha evvel baĢladığı
yönündeki Ģüpheleri bir nebze de olsa ortadan kaldırmak, hem de Hun diline ait kalıntıların
değerlendirilmesinde zaman boyutunun Türklüğün lehinde iĢlediğini ortaya koymaktır.

a. Butter: Hippokrates [M.Ö 460-370] kendi döneminde yaĢayan Ġskitlerden bahsederken


onların diline ait iki hayvansal ürünü zikreder. Bunlardan biri “kısrak peyniri”
anlamına gelen hippake54 olup, diğeri ise πηρετξόπ “pikhetrou / pikhetroν” olarak
kaydettiği Ġskitçe “tereyağ” sözcüğüdür.55 Ġlk sözcük hippake‟nin Türkçe, Yunancadaki
hipp sözcüğünün esasen Ġskitlerden alınan bir ödünçleme, ak sözcüğünün ise (“peynir”)

50
A.g.e.,38
51
Nemeth 1996: 148
52
Maenchen-Helfen 1973: 425
53
DS VIII: 2801
54
Hippocrates 2009:VI.94
55
Braund 1999:521
manasına gelen özbeöz Türkçe bir temele sahip sözcük olduklarını bir çalıĢmamızda56
göstermeye çalıĢmıĢ ve Ģöyle bir çözüme ulaĢmıĢtık:

Kısrak anlamını taĢıyan “hipp” sözcüğü, Karaçay-Malkarca“ak”, Yakutça sesli ile biten
sözcüğün sonuna eklenen iyelik eki –a, -e ile birleĢtirildiğinde ortaya “kısrak peyniri ~
kısrağın peyniri” anlamı çıkar; Hipp + ak + e = Hippake
↓ ↓ ↓ ↓
Kısrak Peynir i = Kısrak Peyniri

Yunanca “kısrak” manasındaki hipp/hippe sözcüğünü günümüzde h>s geçiĢiyle


Hakasca‟da sıp57, Divanü Lügati‟t-Türk‟de sıp (“iki yaĢına girmiĢ tay”),58 sipik “tay”59-ki ,
sondaki –k harfi besbelli bir biçimde küçültme ekidir ve de sözcüğün aslının sip yahut sipi
olduğunun teyitidir- Urfa ağzında “süppe”60 ve Anadolu‟da hala kullanılan sıpa ve küpe (“bir
ile üç yaĢ arasındaki diĢi tay”)61 biçimlerinde yaĢatmaktayız. Sözüm ona saf bir Hint-Avrupalı
kavmin dili olarak ele alınan Ġskitçe bu kelimeye dönük Hint-Avrupa dilleri içerisindeki tek
benzerliğe Kotan Saka metinlerinde at olarak yorumlanan kabä biçiminde rastlanır ve bu
kelime Latince at manasına gelen caballos ile yine Latince cabō,ōnis “büyük at” ile Eski
Slavca‟daki kobyla “kısrak” biçimlerine bağlanır.62ĠĢte Aryanistlerin bugüne değin
göremediği Ġskitçe sözcüğün Ġrani olabileceğinin tek delili de bizim tarafımızdan dile
getirilmektedir. Bu biçimler sadece ve sadece Türkçe‟den o dillere geçmiĢ ödünçlemedirler.
Ödünçlemelere güzel bir örneği de Fin-Ugor dillerinden Lavince‟deki keev “kısrak”63
kelimesi teĢkil eder. Latince cabal ve Slavca‟daki kobyla biçimleri esasen Türk mitolojisi
içerisinde at için verilen adlandırma olan kevel‟den baĢka bir Ģey değildir.

Türkler ile kadim bir dilsel akrabalığı olan Mayaların lisanında xob “kısrak”64 kelimesini
bulmamız özbeöz bir Türk lehçesi olan Ġskitçe‟deki bu sözcüğün kadimliğini ortaya koyması
açısından hakikaten mânidardır ve de Yunanca kelimenin Türkçe kökenli olduğunu teyit eden
diğer bir delili teĢkil etmektedir. Zirâ, Yunanlılar tarih boyunca yerleĢik yaĢamı benimseyip,
kendi sahaları dıĢına taĢmamıĢ bir halk iken Ġskitler Ģahsında Türkler Asya‟nın
derinliklerinden Avrupa‟nın en ücra yerlerine varan bu devasa coğrafyada âdeta mekik
döĢemiĢlerdir. Dolayısıyla, Mayaların dilindeki bu sözcüğün esas ait olduğu yer Türk
dünyasıdır. Atları durdurmak için kullanılan hop65 sözcüğü büyük bir olasılıkla Ġskitçe
sözcüğün köküdür ve de hoplamak fiili de bununla bağlantılıdır. Muhtemelen sözcüğün –s
harfi ile baĢladığı biçimler de zıplamak fiilinin kökü ile ilintilidirler. Yunanca‟da at ile alakalı
kullanılan baĢka bir terim daha vardır. Bu άλογο (“alogo”)‟dur. Ne hikmettir bu sözcük dahi
Türkçe ile irtibatlıdır. Herhalde Yunanca‟daki terim KaĢgarlı‟nın sözlüğünde bahsettiği ulaga
(“savaĢ atı”)66 kelimesinin Yunanca‟ya intikalinden baĢka birĢey değildir. Buna bir de tarih
içerisinde “postacı” veya “haberci” anlamında kullanılmıĢ ulak kelimesini eklemeliyiz. Çünkü
bu sözcük at manası ile de kullanılmıĢtır.67

56
ġengül 2008: 43-44
57
Arıkoğlu 2005: 426
58
DLT I: 319, 207, III: 158
59
DS X: 3644
60
Sezgin – Aras: 1986: 34
61
DS VIII: 3040
62
Bailey 1979:52
63
Collinder 1955:23
64
Doğan 2007: 192
65
DS VII: 2418
66
DLT III: 172
67
Ögel 1991: I, 363
Bir diğer hayvansal ürün ise Hippokrates‟in πηρετξόπ olarak zikredip “inek sütünden
yapılan tereyağ” olarak çevirdiği sözcüktür ki, aynı sözcük bir baĢka Yunanlı yazar Galen
tarafından βνπτξνπ “bovtrov” olarak kaydedilmiĢtir.68 ĠĢte Batı dillerine intikal eden Ġngilizce
butter, Almanca butter, Maltaca butir, Makedonca путер vb. biçimler Ġskitçe‟den
Yunanca‟ya intikal etmiĢ bu sözcükten gelir.69Ġlk hece pikhe‟nin Türkçe buka/boğa ve de
buğu (“yabani inek”)70 ile iliĢkisi tartıĢmasızdır. Βνπ (“bov”) hecesi, Eski Yunanca‟ya (“öküz
ve inek”)71 anlamları ile girmiĢ bir sözcüktür. Türkçe‟de bav (“ahır hayvanı, ahır”)72 kelimesi
Galen‟in verdiği biçime gayet denk düĢüyor.

Günümüzde Yunanca‟da bu Ġskitçe sözlük βνύτξνπ (“tereyağ”) Ģekliyle hâlâ


kullanılmaktadır. Ġskitçe kelimenin diğer hecesi τξόπ Eski Yunanca peynir manasını
taĢımakta olup73, çağdaĢ Yunanca‟da aynı anlamdaki τπξí (“turi”) sözcüğünde yaĢamaktadır.
Bu dilsel kanıt bize iki tarihi gerçeği ortaya çıkartmıĢtır: Birincisi, G. Vernadskiy‟nin 2000 yıl
önce Slav dillerindeki ortak kelimelerden biri olarak zikrettiği bik, bık, byk (“boğa > bike”)74
sözcüğünün Ġskit çağında Slavca‟ya geçtiğidir. Çünkü o kadar erken bir vakitte Avrupa
coğrafyasında olan Türk kavmi Ġskitler idi, Hunlar değil. Hunların Batı‟ya göçü sonraki
dönemde cereyan etmiĢ bir hadisedir. Ġkincisi ise, Bulgar lehçesinden Macarca‟ya geçtiği
iddia edilen bika =boğa75 ve túro (“peynir”)76 sözcüklerinin çok daha erken bir tarihte Ġskitler
üzerinden Macarca‟ya ödünç verildiği gerçeğidir ki, bu dilin Bulgarca‟dan aldığı öne sürülen
ödünçleme kelimelerin bir kısmı hatta büyükçe bir kısmı kesinlikle Ġskitlere aittir.

b. Askhü: “Tarihin Babası” Herodotos [Tahmini M.Ö 484-425] Ġskitler bahsinde “kel
insanlar” olarak nitelendirdiği, Ġskitlerin komĢuluğunda yaĢayan Argipea ulusundan söz
ederken, onların Askhü (ἄσρπ) isimli içeceğine dair Ģunları dile getirir:
…Yağ çıkardıkları ağaca pontik ağacı derler. AĢağı yukarı incir ağacı büyüklüğünde
olur; bakla iriliğinde yemiĢ verir, çekirdekli bir yemiĢtir bu. Bu yemiĢ olgunlaĢınca bez
içinde ezip özünü süzerler, koyu ve siyah bir öz akar; bu akan sıvıya Askhü derler;
zevkle içerler, sütle karıĢtırıp öyle de içerler; tortusu yapıĢkan bir macun kıvamında
olur, bundan da çörekler yapıp saklarlar…(Tarih, IV.23)
Argipea adlandırmasının sonundaki pea Karatay‟a göre Fince pää (“baĢ”) kelimesidir.77
Bizim düĢüncemiz ise pea‟nın Finlilerle akraba Estonyalıların dilindeki pea (“baĢ”)
sözcüğüyle birebir aynı olduğudur. Pea “baĢ” anlamına geliyorsa argi o vakit “kel” manasını
vermelidir. Argi‟yi Avrasya coğrafyasında “kel” manası ile eĢleĢtirebilecek herhangi bir dilde
karĢılık bulamadık. Türkçe‟de yaygın bir Ģekilde mevcut olan l > r geçiĢi bu cihette yol
gösterici olabilir.

68
BMM 1809: II: 98; Hehn 1976:VII:128
69
Helweg 1956:43
70
DS II:781
71
Çelgin 2011:124
72
DS II: 573
73
Çelgin 2011:667
74
Karatay 2003:197
75
Saifutdinov 2002: C.3:682
76
Karaağaç 1987:IV:176
77
Karatay 2004:10-11
KaĢgarlı, sözlüğünde Oğuzca‟da geçen aluk (“kel, daz”)78 diye bir kelimeden bahseder. Bu
ses geçiĢine müracaat edersek aluk > aruk >arku üzerinden argi biçimine rahatlıkla
ulaĢabiliriz. Aluk sözcüğünün arık Ģekli ile kullanıldığını gösteren bir baĢka veri Türkçe‟de
“zayıf, cılız” manalarına gelen arık sözcüğüdür; zira KaĢgarlı, aluk kelimesinin bir baĢka
anlamının da “kaba, haĢin”79 olduğunu kaydeder. “Zıt anlamlı sözcükler arasındaki sesçil ve
manasal iliĢki onların aynı kökten geldiğini gösterir” noktasından hareketle aluk (“kaba,
haĢin”) ve arık (“zayıf, cılız, sıska”) kelimelerinin ortak bir atadan türediklerini ve aralarında
sadece l> r geçiĢinin var olduğunu söyleyebilmekteyiz. Bu, aluk (“kel, dazlak”) kelimesinin
aynı zamanda aruk olarak yaĢadığını da teyit etmektedir.

Ġskit çağında böylesi bir lisani geçiĢin varlığını kanıtlayan baĢka deliller olarak
(“alfı”) sözcüğü ile süt manasındaki γάια(“gala”) kelimeleri zikredilebilir. Γάλα (“süt”)
ile Türkçe kere (“tereyağı”) - Azerice kere (“tereyağı”)80 “arpa”) ile arpa arasında bu
denklikler müĢahade edilebilir. Kere sözcüğünün Yunancadaki gala biçimini teyit edecek
cinsden Anadolu‟da hâlâ hullanılan “erimiĢ kuyruk yağı ile sade yağın karıĢımından elde
edilen bir çeĢit yağ” anlamına gelen galle81 adlı bir kelime vardır.

Herodot, Argipeaların yüksek dağlar arasındaki geniĢ bir alanda yaĢayan bir millet
olduğunu belirtir (Tarih, IV.23). Bu noktada Türkçe argu (“iki dağ arası”)82, arka “ dağın
kuz tarafı”83 ve erk “çevresi yüksek kayalık ve taĢlık arazi”84 sözcüklerinn argi kelimesi ile
örtüĢtüğü de görülür. Ancak biz argi kelimesinin “kel” anlamı doğrultusunda izâhının
yapılması gerektiği kanaatindeyiz. ġimdi asıl meseleye tekrar dönebiliriz.

Askhü kelmesinin bugüne değin hiçbir dilde açıklaması yapılamamıĢtır ve kanaatimiz


Ģudur ki, aynı sözcüğün Türkçe dıĢında herhangi bir lisanda açıklamasının yapılabilmesi de
mümkün değildir. Askhü çok açık bir Ģekilde Anadolu‟daki eĢgi /eĢki kelimesinin Ġskit
çağındaki birebir karĢılığıdır. Bu sözcüğün Derleme Sözlüğü‟nde, “üzüm Ģırasından yapılan
tadı ekĢimsi bir çeĢit tatlı”85 ve “erik ezmesi”86 gibi manalara geldiği yazılıdır. Her iki anlam
da askhü ile aynı doğrultudadır. Ancak burada sözlüğe geçirilmeyen daha ayrıntılı bir veriyi
paylaĢmak istiyoruz:

Çocukluk yıllarımıza dönüp baktığımızda Erzurum‟da çoğunlukla kuzeydeki Tortum


ilçesinde yetiĢen kızılcık ağaçlarından toplanan kızılcıkları kadınların süzüp, suyundan içecek
elde ettiklerini hatırlamaktayız. Süzme iĢlemi bittikten sonra geriye kalan posasından ya da
diğer adıyla tortusundan yemek ve pestil yapılırdı. ĠĢte kızılcık ile ilgili tüm bu ürünlere aynı
yörede eĢgi denir. Anadolu‟da eĢgi hem erik, hem de kızılcık ağaçlarının meyvelerinden
yapılır. Herodot‟un anlattığı ağacın kızılcık ağacı mı yoksa erik ağacı mı olduğu noktasında,
bunun kızılcık ağacı olduğunu söylemede zorlanmayacağız. Çünkü her iki ağacın meyvesinin

78
DLT I: 67. Kel manası doğrultusunda aluk „tan çok daha sağlam irik diye bir sözcük vardır. DLT‟nin dizininde
“kel, uyuzun baĢı” diye açıklanan bu kelime asıl metindeki anlamı ile uyuĢmuyor. Bu sebepten, aluk sözcüğünü
çalıĢmamıza almayı daha uygun gördük.
79
A.g.e.,a.y.
80
TL 1945: IV: 64
81
DS VI: 1903.
82
DLT I: 127
83
DLT I:308
84
DS V:1773
85
DS V:1791
86
DS V:1794
de çekirdekli olmasına karĢın kızılcık, boyut itibariyle bakla büyüklüğündedir. Tersine, erik
ise çok daha iridir. Üstelik kızılcığının suyu erikten çok daha koyu renktedir. Grek yazarının
dile getirdiği, bunun tortusundan çörek yapılıp saklanması ise açıkça pestile bir göndermedir.
Zîra, çörek yapıldıktan sonra tüketilmesi icap eden bir yiyecektir. Halbuki pestil yıllarca
dayanabilme özelliğine sahiptir ve bu sebepten uzunca bir süre saklanır. Kızılcık ürünleri
ekĢimsi tada sahiptirler. Tat manası ile kullanılan ekĢi sıfatının aynı zamanda eĢki (“ekĢimsi
tad”) 87anlamı ile de korunduğu rahatlıkla söylenebilir.

Bu babda günümüz Macarca‟sında “yemin, ant” anlamına gelen eskü88 sözcüğü ile “içkili
and içme” anlamına gelen Bulgarca eskü89 kelimesi de açıkça askhü ile ilgilidir ve Ġskit
töresinin bir özelliği olan kan andı ile bağlantılı olmalıdırlar. Hâlâ kullandığımız “ant içmek”
sözü esasen Ġskit çağından kalma bir geleneğin yansıması ve kırıntısı olarak karĢımıza çıkıyor.
ġunu her zaman kendimize sormuĢuz ve cevap aramaya çalıĢmıĢızdır: Neden ant içilir de
yenilmez ya da bu kelime baĢka bir fiille kullanılmaz? Habuki pekâlâ ant, örnekte olduğu gibi
yenilebilirdi de. Lâkin bu türden bir söylemin çok bâriz olarak tarihi ve kültürel bir olguya
göndermeleri var. ĠĢte bu olguyu tasdik eden Ġskitler ile ilgili bir diğer söylem daha: “Sakalım
yok ki, lafım dinlene”.

Herodot, Ġskitlerle ilgili bir köken efsanesinde bir nevi Ģecere olarak adlandırılabilecek
birtakım Ģahıs adlarından bahseder ve bir yerde Ģöyle bir beyanatta bulunur (Tarih, IV.6):

Lipoxais‟ten, denilen Skyth‟ler doğmuĢtur. Ortancadan, Arpoxais‟ten


inenler Katiari‟ler ve Traspies‟lerdir ve en küçüklerinden de kralları çıkmıĢtır ki, adları
Paralatai‟lardır. Tümü de Skoloti diye anılırlar ki, bu kralların lakabıdır. Bunlara
Skyth‟ler adını Yunanlılar takmıĢlardır.

“Sakal” sözcüğü kimi Türk lehçelerinde sokol ve sokal biçimlerindedir. Örneğin bu kelime
kalın k (q) harfini almıĢ olarak Özbekçede soqol90 olarak mevcuttur. Öte yandan, Türk
lehçeleri içerisinde en yaygın sıfat yapım eklerinden birisi –lı, -li, -lu, -lü‟dür. Bu ekin kimi
lehçelerdeki koĢutlukları ise –ti, -tı, -tu, -tü olarak karĢımıza çıkar. “Skoloti”, esasen sakallı
sözcüğünün soqol + tı eki almıĢ olarak Ġskit dilinde ortaya çıkmıĢ hâlidir. Sözcüğümüz baĢta
S ve K sessizleri arasında bir sesli düĢmesi sonucu “Skoloti” Ģeklini almıĢtır. Nitekim
Moğolların diline ait kimi kelimelerden bahseden bir Ermeni kaynağında da “sakal” (sakhal)
sözcüğünü “skal”91 biçimiyle bulmamız bunu ayrıca teyit etmektedir.92 Belki burada lı>tı
denkliğinin Türk lehçelerinde son zamanlarda görülen bir ses değiĢimi olduğu savı
dillendirilebilir fakat elimizde bu sav ile bağlantılı yabancı dillerde bulduğumuz baĢka
sözcüklerinde hâlihazırda var olduğunu söylememiz gerekir. Bu denklik hiçbir suretle yakın
bir zamana ait bir dil değiĢimi olarak alınamaz.

Sakal + lı
↓ ↓
Soqol + tı ~ Sokoltı → Skoloti

87
DS V:1794
88
GüngörmüĢ 2007: 74
89
Ràsonyi 2006: 95
90
Yusuf –Tulum, 1994: 130
91
Oktay 2007: 54
92
ġengül 2010: 53
E. Pekarski, Türkçe kaan (kağan, hükümdar) kelimesini “ulu, büyük, saygı gösterilen,
hürmet edilen”93 Ģeklinde açıklar. Pekarski‟nin bu ifadeleriyle aynı paralelde Altayca
sagalduu (“saygı duyulacak yaĢtaki”) ~ Kırgızca sakalduu (“sakallı, yaĢlı adam, hürmete
değer bir yaĢta olan kimse”) sözcükleri var. Üstelik bu sözcükle bağlantılı olarak Türk
lehçeleri içerisinde bir de “aksakal” adında “toplumun önde gelenleri, toplumun üst
kademesinde bulunanlar” anlamına gelen yaygın bir sözcük mevcuttur. Hülasa, “Sakalım yok
ki, lafım dinlene” sözünde geçen “sakal” sözcüğü bir nevi büyüklük, kiĢinin diğer kiĢi ya da
kiĢilerden üstünlüğünü kanıtlayan, onlara sözünü dinlettiren bir unvan durumundadır. En
önemlisi de, Eski Türk içtimâi hayat geleneklerinden günümüze kadar gelmiĢ bir öğe
olmasıdır. Öte yandan aynı sözcük Ġskitlerin zâdegan takımının Türk kökenli olduğunu
kanıtlayan en sağlam delillerden biridir.

Askhü üzerine söyleyeceğimiz son koĢutluk KaĢgarlı‟nın Sözlüğü‟ndeki eskü “kalbur,


elek”94 kelimesidir. Herodot askhü meyvesinin kadınlar tarafından bir bezin içinde ezilip,
suyunun çıkarıldığını dile getirir. Bez burada elek vezifesini îfa etmektedir. Herhalde eskü
“elek” ile “askhü arasındaki bu türden bir bağlantı tesadüflüğün çok ötesindedir.

c. Cheese: KoĢay, Türkçe ile yakın lisani iliĢkiye sahip, Ġspanya‟nın Bask bölgesinin yerli
halkının dilindeki zuta “süt” kelimesinden yola çıkarak Türklerin Basklarla hiç olmazsa
hayvan yetiĢtirme çağında komĢu olduklarına kanaat getirir.95 Gerçi Türkçe‟nin Bask
dilindeki varlığı, kaynakların ezici çoğunluğunun Türk dediği, ancak Batılı akademisyenlerin
ısrarla Ġrani olarak gördüğü bir diğer kavim Alanların, Gotlarla birlikte Ġspanya içlerine
sokulup, orada erimesi ve kendi dillerine âit sözcükleri yerli unsurlara aktarmaları Ģeklinde bir
sav ile de îzâhı yapılabilir. Nitekim, bir Bask bölgesi olan Katalan ismi bile Got-Alan
kavimlerinin adından gelmektedir. Her ne olursa olsun, zuta oldukça eski bir devire âit Türkçe
bir ödünçleme gözüküyor. Türkçe‟nin Hint-Avrupa dillerine ne türden tesirde bulunduğuna,
onlara hayvancılıkla alâkadar hangi ödünçlemeleri verdiğine güzel bir örnek de “peynir”
anlamına gelen Ġngilizce cheese, Almanca käse, Hollandaca kaas, Ġrlandaca cáis, Portekizce
queijo, Ġspanyolca queso, muhtemelen sömürgecilik döneminde Uzakdoğu dilerine geçen
Endonezyaca‟daki keju ve Filipince keso sözcükleridir. Avrupa dillerindeki kelimeler Latince
caseus “peynir” ve Hint-Avrupa dillerinden Eski Slavca kvasŭ “mayalamak”, kysĕti
“ekĢimek” ile Prakritce‟deki chāsi “ayran” sözcüklerine bağlanır.96

Kesin bir temele bağlanamayan bu sözcüğe mükemmel bir karĢılık Türkçe‟de mevcuttur.
Türk lehçelerinde keĢi (“yağsız, kuru peynir”)97 ile keĢ ve kiĢ “kuru yoğurt - yağsız peynir”
anlamlarına gelir.98 Bu sözcükle irtibatlı DLT‟de geçen “süt ve un gibi Ģeylerin tencere
dibinde yapıĢıp kalan parçaları” anlamına gelen kez adlı sözcüğü de bu listeye ekleyebiliriz.
Altay dilleri teorisine göre, Ana Altay dilindeki sözcük ve ek sonlarındaki kısa ve zayıf
ünlüler Ana Türkçe‟de düĢmüĢtür. Bu kuralı göz önüne alacak olursak keĢ sözcüğü Almanca
ve Ġngilizce biçimlerini doğrulayacak Ģekilde daha erken bir keĢe biçimine girecektir. Belki
üstte îzâhını yaptığımız Ġskitçe ake sözcüğünün sonundaki –e harfinde de bu dilsel kuralın
varlığı söz konusudur. ġimdi Ġskit dilinde Altay dilleri kuramının bu ses düĢüĢüne uyan baĢka
bir delili göstereceğiz.

93
Beydilli 2003: 233
94
DLT I: 129
95
KoĢay 1972: 76
96
Klein 1966:I:272
97
DS XII: 4549
98
TL 1945: IV: 80
Bu dilsel delil Ġskitya‟daki Ağaçlık Bölge‟nin adı Hyla(ia)‟dır.99 Sondaki –ia Yunanca
ektir. Yâni sözcüğün kökü hyla‟dır. Ġrani diller temelinde hiçbir karĢılığı olmayan bahsi geçen
sözcüğün Türkçe ile kimi koĢutluklarına geçelim. Anadolu‟da kullanılan hola “orman ve
ağaçlık yerlerin kuytu kesimleri”100 ve kol “orman”101 biçimleri Ġskitçe kelimenin Türkçe
olduğuna delâlet eder. Buna kilâ “geminin en altında ve bir baĢtan diğer baĢa kadar uzanan
ağaç”102 ve l > r geçiĢi üzerinden gür “sık çalılık; ormanlık”103 sözcüklerini de eklemek
gerekir.

Üstteki listede geçen kelimelerden kimilerinin Ġskit çağına tarihlenebilmesi de ihtimal


dahilindedir. Bundan öte, Türkçe orman anlamındaki kol kelimesi tıpkı keĢ >keĢe biçiminde
olduğu gibi daha erken bir kola >hila biçimine girmiĢ gözüküyor. Yine, Orhun Abidelerinde
de geçen kiĢ (orman ) sözcüğünün l>Ģ geçiĢinden kil ve daha evvel bir kile biçimine girmesini
bekleyebiliriz.

d. Bread: Hamit Z. KoĢay‟ın Türkçe ile dünya dilleri arasındaki lîsâni etkileĢimle alâkalı
nebatat ve çiftçiliğe dâir listesinde kara buğday ile iliĢkili sunmuĢ olduğu Türkçe buzay, Fince
puuro, Korece pori “arpa”, Yunanca puro “buğday”, Litvanyaca pūraĭ , Klasik Arapça burr
“buğday”, Gürcüce puri “ekmek”104 denklikleri bu konuda güzel bir emsal teĢkil etmektedir.

Schiemann ve Solms-Laubach‟ın, beyaz buğdayın bir Asya kavmi tarafından Avrupa‟ya


getirildiğine dâir öne sürmüĢ oldukları görüĢ105 bizi bu kelimeye köken belirleme bazında
doğrudan doğruya Ġskitya coğrafyasına ve Çiftçi Ġskitlere götürmektedir. Herodot, sırf
Ġskitlere ayırdığı kendi kitabının Melpomene adlı bölümünde aynen Ģunu söyler
“…Halizonların yukarısında Çiftçi Ġskitler vardır; bunlar da buğday ekerler, ama yemek için
değil, satmak için.” (Tarih, IV.17) Ġskitlerin bitiĢiğindeki komĢuları da kendi ihtiyaçları için
buğday ektiğine göre acaba Ġskitler bu buğdayı kime satıyorlardı? Tabii ki sattıkları
milletlerin baĢında Yunanlıların geliyor olması pek tabiidir ve de beklenir. Hububat
konusunda Yunanca ile Türkçe arasındaki bağlantı yalnızca buğday ile de sınırlı değildir.
Yunanca buğday) ile bağlantılı olarak Ġngilizce bread ve Almanca brot sözcükleri de
değerlendirme kapsamında tutulmalıdır. Çünkü ekmeğin ana malzemesi buğdaydır. Günümüz
Sakha (Yakut) Türkçesinde ekmek için kullanılan kelime burduk‟tur. V.L.SeroĢevsky,
Yakutlardaki bu sözcüğün kökeninin bilinmediği kanısındadır.106 Hâlbuki aynı sözcük bürtük
(“tahıl tanesi”)107 ve Kıpçakça bürtük (“taneli tohum/hububat, buğday”)108 kelimeleriyle
akrabadır. Buna burçak kelimesi de dâhildir. Buğdayın Batı dillerindeki karĢılıkları Ġngilizce
wheat, Danca hvede, Ġsveçce vede, Norveçce hvete ve Ġzlandaca hveiti ile Türkçe budi / buday
(“buğday”) sözcükleri arasındaki denklikler keza arpanın Cermen lehçelerindeki karĢılıkları
Norveçce bygg, Ġzlandaca bygg ve Danca byg ile Türkçe buğday arasındaki koĢutluklar da
ayrıca dikkate değerdir ve Türkler ile Cermenler arasındaki çok eski tarihlere kadar giden
birlikteliğe iĢaret eder. Kara buğdayın Tatarca karĢılığı boray109 neredeyse Yunanca sözcüğün

99
Herodotos 2005:214
736
D S VII: 2396
101
DS VIII:2906
102
TL 1945:251
103
Çağbayır 2009:387
104
KoĢay 1939: 369
105
A.g.m.,a.y.
106
SeroĢevsky 2007: 75
107
DS II: 828
108
Toparlı – Vural - Karaatlı 2007: 40
109
Ganiyev 1997: 55
aynıdır. Kelime çok büyük bir olasılıkla Ġskit çağında Yunanca ve diğer dillere intikal etmiĢtir
ve ekmekle ilgili adlandırmalar da bu çağla bağlantılıdır.

e. Crouton: Ġngilizcedeki “bread” sözcüğünün Ġskitler üzerinden batı dillerine intikal


ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda pek çok Batı lisanında “ (çorbaya konulan) küp
biçimindeki doğranmıĢ kızarmıĢ ekmek” sözcüğünün de bu dillere çok evvel bir tarihte büyük
olasılıkla Ġskitler üzerinden intikal ettirildiği kanaatindeyiz. Ġngilizce‟deki bu sözcük en
mükemmel karĢılığıyla Karaçay-Malkar Türkçe‟sinde varlığını sürdürmektedir. Bu lehçede
var olan gürden “ekmek” ve gürten “peynirli börek, poğaça”110 sözcükleri Ġngilizce sözcük
için biçilmiĢ kaftandır. Yine Altayca‟daki kurtan (“Yağ ve soğanla piĢirilmiĢ böbrek ve koyun
etiyle yapılmıĢ yemek”)111 sözcüğü de burada değerlendirilmelidir.

f. Cream: Moğolca‟da kirem/kirm-e “sulandırılarak kaynatılmıĢ süt”112, Azerice köremes


(“yoğurtla karıĢık süt”)113 ve göremez (“süt çalınmıĢ yoğurt, bir çeĢit peynir”)114 sözcükleriyle
bağlantılı olmalıdır. Göremezi kaynaklar Farsça‟dan getirme niyetinde olsalarda sözcüğün
Farsça‟ya Türkçe üzerinden geçmiĢ olması daha kuvvetli bir ihtimaldir. Nitekim, Moğolca
koĢutluk da bu savı güçlendirir.

g. Gerrh(os): Herodot Ġskit coğrafyasına dair tasvirlerden bahsederken bir yerde Gerrhos
adlı ırmaktan bahseder ve bu ırmağın ismi ile alâkalı bölgeyi Ģöyle zikreder:

“…Yedinci ırmak Gerrhos‟tur. Borysthenes‟in ayaklarından biridir, bu ırmaktan


Borysthenes‟in artık bilinmediği bir yerde ayrılır, bundan sonra ayrı sayılır ve Gerrhos adını
alır, bu bölgenin adı da budur.” (Tarih, IV-19)

Herodot burada Ġskitlerin krallarının defin iĢlemlerinin gerçekleĢtirildiği Gerrh(os)


ülkesinin adının Gerrh(os) ırmağıyla bağlantılı olduğunu açıkça söylemektedir. Gerrhos
bölgesi için ise Ģu ifadeleri kullanır:

“ … Kral mezarları Gerrhos topraklarında, yani Borysthenes‟in üzerinde gemilerin


gidebildikleri son bölgedir. Kralları öldüğü zaman, o bölgede eni boyu bir dörtgen, büyük bir
mezar kazarlar ve hazır olduğu zaman ölüyü getirirler…”(Tarih, IV-71)

Grek yazarının Ġskit kralların öldüğü vakit gömüldüğü saha olarak naklettiği bu adlandırma
bugüne değin kimsenin dikkatini çekmeyen olağanüstü bir dilsel veriyi saklamaktadır. Kendi
Ģüpheciliğimizden yola çıkarsak Gerrhos ırmağı ile Gerrhos ülkesi arasındaki adlandırmaların
tesadüfü bir izahının olmayacağını söyleyeceğiz. Gerrhos sözcüğündeki Yunanca ek –os
çıkarıldığında sözcüğün asıl biçimi olan Gerrh‟e ulaĢırız. Türkçe bir sözcüğün bir yabancı dile
çevrilirken çoğunluk itibariyle sesli yitimine uğradığı gerçeğini göz önüne alırsak Gerrh
kelimesi Gerrih/ Gerrıh/ Gerruh/ Gerrüh/ vb. bir Ģekille kurulacaktır. Türkçe‟de bu biçimlere
benzeyen ırmak ile bağlantılı harık “su yolu”115 ve harh “su yolu”116 sözcüğü vardır.
Anadolu‟da kullanılan gerek “yazın kuruyup, kıĢın akan su”117 ve garık “bahçe ve

110
Tavkul 2000: 211
111
Naskali – Duranlı 1999: 126
112
Karaağaç 1987: 175
113
TL 1945: 162
114
Toparlı - Vural - Karaatlı 2007: 87
115
DS VII:2289
116
DS VII:2288
117
DS VI:1997
bostanlarda, sulama için açılan ark, hendek”118, Moğolca‟da küçük ırmak ve dere manasındaki
ġoruh-a / ġorih-a(guruh-a)119 ve Latince corrugus (“kanal”) besbelli bununla bağlantılıdırlar.
Gerrh‟i aynı zamanda defin ile alakalı bir terim olarak değerlendirirsek bunun Hakas
Türkçe‟sinde horığ “defin gömme”120 sözcüğüyle de karĢılandığını söyleyebilmekteyiz.
Sadece Hakasçadaki bu sözcük değil Barthold‟un verdiği Ģu malumatlar dahi tek baĢına
Ġskitlerin dilindeki mezar için kullanılan sözcüğün ne olduğunu çıkarmamıza yeterli
gelmektedir.

“…Hanedana mensup Moğolların bütün Moğol Ġmparatorluğunda müĢkülatla


eriĢilecek yerlerde, bilhassa yüksek dağ tepelerinde defin edildikleri hakkında bütün
kaynaklar müttefiktir; han mezarları asker müfrezeleriyle korunan yasaklı yerdi; bu
müfrezede bulunanlar bile han mezarının nerede bulunduğunu bilmiyorlardı; han mezarına
hiçbir iĢaret konulmazdı. Han mezarı, yasak yer olduğundan, her yerde aynı terim ile Türkçe
kuruk kelimesiyle ifade edilmiĢtir ki, kurık ve guruk Ģekillerinde yazılır. Moğol devrinden önce
kuruk kelimesinin kullanıldığına dair ancak bir misal bulabildim; bu misal 1068-1080
yıllarında Semerkant ve Buhara‟yı idare eden ġems-ül-mülk Nasır hakkında NerĢehi‟nin
hikayesinde bulunuyor. ġems-el-mülk, Buhara‟nın güneyinde, Ģimdiki namazgâhın bulunduğu
yerde toprak satın almıĢ, burada malikâne kurarak kuruk tesmiye etmiĢtir. Bu malikane
yüksek duvarla çevrilmiĢ ve çevresi bir mil, yâni 2-3 kilometre kadar bir sahayı içine almıĢ
idi, duvarın içinde hanın at sürülerine mahsus otlak, saray, güvercinlik ve yabani hayvanlara
mahsus park vardı. Türkçe terimin gösterdiği veçhile kuruk mefhumu Karahanlılar tarafından
iĢgal ettikleri sabık hilafet idaresine giren yerli halklardan alınmamıĢ, fakat Uygur alfabesi
ve Kutadgu Bilig‟de rastlanan baĢka kültür kelimeleriyle beraber Doğu Asya bölgesine
Karahanlılar ve daha sonra Moğollar tarafından getirilmiĢ ve bu terimler, kültürlü Doğu
Türklerinden olan Uygurlardan alınmıĢtır…Bu kelime zaman içerisinde çeĢitli yan anlamlara
bürünerek hususi mülk olan toprak, bilhassa hükümdara ait malikâne, saray, harem vb. hepsi
birden kuruk ile ifade edilmeye baĢlanmıĢtır. Han mezarlarının muhafızlarına kurukçu
denildiği gibi, hanın harem dairesinin kapıcılarına da kurukçu denilmiĢtir. Cengiz Han‟ın ve
bazı torunlarının mezarlarına büyük kuruk, Moğolca yehe kuruk denirdi. Moğolca sıfat olan
yehe kelimesinin kullanılması gösteriyor ki, kuruk kelimesi han mezarı anlamıyla Moğolca‟ya
da geçmiĢtir. Bununla beraber, bu anlamıyla Moğolca‟da yerleĢememiĢtir. B.Vladimirstov‟un
haber verdiğine göre, Ģimdiki Moğolca‟da hurıg “yasak yer”, bilhassa hanın ikametgâhı
anlamına gelmektedir.”121

Barthold ilginç bir Ģekilde Türkistan‟a ve Moğolistan‟a sokulan Uygurca kuruk kelimesinin
Çin devlet teĢkilatı tesiri ile gelen bir mefhum olabileceğini ve Moğol devrinden önce kuruk
kelimesinin kullanıldığına dâir yalnızca bir misal bulduğunu ifade etmektedir. Tipik bir
Ģarkiyatçı mantığıyla hareket ettiğinden Barthold‟un bu sözcüğü Çince‟ye dayandırması gâyet
doğaldır. Halbuki aynı sözcük çok daha evvelinde Ġskitçe‟de gerrh biçimiyle karĢımıza
çıkıyor. Çünkü Ġskitçe gerrh biçimi Yakutça hargı “koruma, müdafaa”122 sözcüğü ile
bağlantılıdır. Kurık/hurığ “etrafı çevrilmiĢ ve korunmuĢ yer” kelimesi aynı zamanda Türk
lehçelerinde küral ve karuk biçimleri ile de mevcuttur.123 Kuruk sözcüğü günümüzde
Anadolu‟da “ilkbahar mevsimi boyunca ot elde etmek için korunan ekilmemiĢ tarla”
manasındaki goruh124 biçiminde yaĢatılmaktadır. Tüm bunlara Anadolu‟da meftanın
118
DS VI:1925
119
Lessing 2003:I:576
120
Naskali 2007: 187
121
Barthold 1998:70-71
122
Pekarskiy 1945:341
123
TL 1945:151
124
DS VI:2106
ölümünün kırkıncı günü yapılan âyin inancını da eklemeliyiz. Bu inanç temelinde
sorgulanması gereken nokta kırk sayısıdır. Neden elli, altmıĢ, yetmiĢ değil de kırk? Ġslam
dini ile alâkası olmayan böylesi bir inanıĢın izlerini Ġslam tesirinden uzak kalmıĢ Ģamanist
inanca sahip Türk topluluklarının inançlarında bulmaktayız. Örneğin, Altay Türklerinin
dilinde kırık “kırkıncı gündeki âyin, tören”125anlamına gelirken Hakasca hırıh sayı itibariyle
kırk, hırığı ise “ölümün kırkıncı günü”126anlamlarındadır ve hepsinden önemlisi Ġskitçe gerrh
kelimesi ile bağlantılı durmaktadırlar. ġimdi Ġskitçe biçimi bir tarafa bırakıp, Barthold‟un
Moğol devri evveline dair bir örnek bulabildiği yönündeki açıklamasını baĢtan baĢa yıkan bir
veri sunacağız.

A.Ġnan Ģamanizmdeki âyin, tören ve bayramlar ile alâkalı çalıĢmasında, Yakutça‟da kurban
anlamına gelen kereh sözcüğününün Eski Türk yazıtlarında Kültegin ve Bilge Kağan için
„öldü‟ yerine kullanılan „kergek boldı‟ kelimesi ile aynı kökten gelmiĢ olabileceğini öne
sürmüĢ ve kergek sözcüğünün ancak hükümdar ailesi için kullanılmıĢ bir tâbir olması
gerektiği sonucuna varmıĢtır.127 Ġnan‟ın bu çıkarımı hakikaten takdire Ģâyandır. Moğolistan‟da
taĢ döĢeli eski mezarlıklar kereh-surt olarak adlandırılır ki, buradaki kerek “kurban” ve surt
“mera” anlamlarındadır.128 Bu gerçek kurban sözcüğü ile mezar arasında bir bağlantının var
olduğuna apaçık bir kanıttır. Çok büyük bir sevgi hissi ile bağlı bulunulan birisi ya da bir dava
uğruna ölmek anlamıyla kullandığımız “kurban olmak” tâbiri de bununla ilintilidir.

Orhun yazıtlarında geçen kergek boldı ifadesindeki kergek sözcüğü “gerek, lüzumlu,
ihtiyaç, yokluk, yok”129 mânaları ile izah edilmiĢtir. ġahsi kanaatimiz aynı kelimenin anlam
itibariyle yokluk değil kabir gibi bir manayı taĢımıĢ olması gerektiği Ģeklindedir. Bu türden
bir sonuca varmamızda günlük hayatta edindiğimiz kimi deneyimlerin faydası olmuĢtur.
Burada, Erzurum ilinin ova köylerinde bizzat yaĢadığımız bir tecrübe ıĢığında kergek
sözcüğünün ancak mezar anlamına gelmiĢ olacağını öne süreceğiz.

Bu köylerdeki kiĢiler karĢısındaki insanlara sevgilerini belirtmek isterlerken Ģöyle bir tâbir
kullanırlar: seni tump olasan!. Kulağa sanki beddua gibi gelen bu tâbir her ne kadar tamamen
zıt bir mana içerse de görünüĢ itibariyle seni mezar olasın! yâni seni ölesin! demektir.
Buradaki tump sözcüğü mezar manasına gelir ve Batı dillerinde aynı anlamı taĢıyan Ġngilizce
tomb, Ġspanyolca tumba, Katalanca tomba vb. sözcüğünün ta kendisidir. Orhun yazıtlarındaki
kergek bolmak (ölmek) tâbiri tump olmak (ölmek) biçiminin yâni mezar olmak = ölmek
denkliğinin Göktürk çağındaki hâlidir ve kergek kelimesinin asıl verdiği anlamın mezar
olduğuna delildir. Göktürk çağındaki sözcüğün en erken biçimi ise Ġskitçe‟deki gerrh‟dir.
Gerrh kelimesi Skoloti sözcüğü ile birlikte Ġskitlerin yönetici takımının Ġrani olduğu savını
tamamen ortadan kaldıran en büyük kanıttır.

tump olmak --» mezar olmak = ölmek


gergek bolmak --» mezar olmak =ölmek

Ġskitlerin mezar için verdikleri adlandırmalardan biri budur bir diğeri ise Eski Yunanca
ταυή (taphe) “mezar, gömme, gömü”130 kelimesidir. Günümüzde ταυoο Ģekli ile Yunanca‟da
hâlâ kullanılan bu sözcüğün kökeni de açıkça Türkçe‟dir ve Ġskitçe üzerinden Yunanca‟ya

125
Naskali-Duranlı 1999:109
126
Naskali 2007:172
127
Ġnan 2006:98
128
SeroĢevskiy 2007:233
129
Ergin 2002:100
130
Çelgin 2011:650
intikal etmiĢ bir ödünçleme gözüküyor. Çünkü ταυή biçimi Makdisi‟nin “Türkler mezara tepe
derler.”131 Ģeklinde ifade ettiği tepe sözcüğünden baĢkası değildir. Türkçe‟deki tepe-lemek
“vurup öldürmek”132 fiili de bununla bağlantılıdır.
AĢağıda sayın T.Tekin‟e ait listede zikredilen EJ. tum-u “yığmak, toplamak, toparlamak”,
Türk. tüm-“yuvarlaĢmak, kabarık biçim almak”, tümsek “tepe, tepecik”, Trkm. tümmek, Tat.
tümgek, Kzk, tömpe “tümsek, tepecik”<*tömbe <*töm-me, tömpeĢik <* tömme-çik, töm
“yığmak, yığılmak”, Mo. tömö-sün “yuvarlak, soğanımsı bitkiler, patates”, Tung.(Evk.) tum-
“sarmak, yumak yapmak” <*tüm-tumir “yumak, çile” <*tümir, Ulça, Orok, Nanay tumu-
“toplamak, toparlamak, yığmak” <*tümü-, Nanay tumuli- “yumak yapmak”133 ile birlikte yine
Moğolca dobo “tepe”~ Latin. teba “tepe”~ Grek.τάβα “kaya”~ Munda. dhopo, dopo “daha
küçük tepe”134, Sümerce dubur “yumru”135 ve Ġtalya yarımadasının en erken sakinlerinden
olup, kökenleri bugüne kadar hep gizemlerini korumuĢ Pelasg‟ların dilindeki, Varron adlı bir
bilginin kaydettiği bilinen tek sözcük olan tepae (“tepe”)136 sözcükleri mezar anlamına gelen
tepe sözcükleri ile ilintilidirler.

Üstte listelenen kelimelere töm “küçük toprak yığını”, töm “küçük orman”, “küçük toprak
yığınları ya da yuvarlak tepecikler anlamına gelen” tömbek ve bu manayı saklayan tömbe,
tömbü, töme, tömek, tömrü, tömrük kelimeleri ile tump “toprak yığını, tümsek,” keza tumb
“bahçelerde topraktan yapılan yüksekçe bölme”, tumba “kabarık” vb. adlandırmalar da
eklenebilir. Tüm bunlar mezar sözcüğünün sadece kabir manasını değil baĢka anlamları da
bünyesinde barındıran bir kelime olduğuna iĢaret eder. Batı dillerinde kabrin bir diğer terimsel
karĢılığı olan tümülüs kelimesi yukarıda zikredilen sözcüklerden bağımsız değildir. Yakutlar
da mezar yapımı için seçilen, genellikle yaĢlı melez ağaçların çoklukla bulunduğu alanlara
verilen ad olan tumul ile yine Türkçe m>b/p geçiĢinden tumulu <tumlu <tublu/tuplu
“mezar”137 sözcükleri elbetteki Tümülüs ile akrabadır özellikle Yakutça denkliği Ģamanist
inancını ve bu inancın Batı coğrafyasındaki temsilcisi Ġskitleri akla getirmektedir.

Ġskit mezarları ise bilim sahasında kurgan terimi ile ifade edilir. Bu terim Hakasça kürgen
“tepe, höyük, tümülüs”138 ve kurukan “ölü”139 sözcüklerinde kendini belli ettiği üzere Türkçe
kökenlidir. Hakasça‟da kürgen sözcüğünün bir diğer yazılıĢ Ģekli olan kürken biçimi kurgan,
höyük anlamına ek olarak müstahkem ev manasına da gelmektedir.140 Aynı Ģekilde tump
kelimesi mezar manası dıĢında Türkçe‟de yuva anlamını da verir.141

Kurganlarda ölenin eĢyalarının, atının, günlük hayatta kendisi için lazım olan ve de
kullandığı eĢyalarla birlikte defnedilmesini, kiĢinin bütün “evi” ile beraber öbür dünyaya
gönderilmesi Ģeklinde yorumlayan Adji‟nin Türkçe‟ye evcik diye tercüme edilebilecek
“damovina” kelimesini yine kurgan kültürüyle bağlantılı olarak ele alması142 bu sebepten
haklı gerekçelere dayanmaktadır. Tıpkı Çinlilerin Göktürkler hakkındaki gözlemlerini dile
getirdiği “Onlar mezarın üzerine bir ev inĢâ ettiler. Duvarlarına ölünün hayatta iken katıldığı

131
ġeĢen 1995:144
132
DS XII:4752
133
Tekin 1993:79-80
134
KoĢay 1939:375
135
Tuna 1997:21
136
Ayda 1982:486
137
DLT I:430
138
Naskali 2007:282
139
DS VIII:3011
140
Naskali 2007:282
141
DS X:3992
142
Adji 2001:98-99
harpleri temsil eden sahnelerin resimlerini ve ölünün resmini yaptılar.”143 açıklamasında
geçtiği üzere Türklerin manevi dünyası içerisinde mezar sadece ölünün gömüldüğü yeri temsil
etmemekteydi. Kabrin sonradan dirileceğine inanılan medfa için her türlü ihtiyaca cevap
verecek Ģekilde, ev tarzında teçhiz edilmesi âdeti yanlızca Göktürkler‟de değil diğer Türk
halklarında da mevcuttu.

Codex Cumanicus‟ta “kurgan” kelimesinin “iv” kelimesi eklenilmek suretiyle “des dosen
hws” yani “ölü evi” olarak açıklanması144 bir tesadüf olmasa gerektir. Dolayısıyla, Türkçe‟de
kullandığımız mesken anlamındaki “dam”ve Arapça‟dan bir ödünçleme olarak aldığımız
“tabut” kelimelerinin pekâlâ bu tümülüs~teu-lo~toplu~tepe sözcükleriyle ilintilenmesi
mümkündür ki, özellikle tabut kelimesinin Türkçe tepe kelimesiyle bağlantısı su götürmez
derecede açıktır.

Son olarak Çince‟den Türkçeye geçdiği söylenen sin “mezar” kelimesine dair birkaç söz
söylememiz icab ediyor. Bu Çince kelime Tekin‟in listelediği EJ. sin-u “ölmek, yok olmak”,
ET sön- “sönmek, yok olmak, EAT söyün- ay.<*sö:n-, Trk, sö:n-, ay. Trk. vb. sön-
ay.145kelimeler ile anlamsal ve sesçil açıdan aynı kökten geliyor izlenimini vermektedir. Buna
Türkçemizde kullandığımız son sözcüğünün de eklenilmesi mümkündür. ġayet h>s geçiĢini
göz önüne alırsak Çince olduğu öne sürülen sin sözcüğü Hakasca hıŋ “ceset, naaĢ”146 kelimesi
ile akraba olarak karĢımıza çıkacaktır. Ölmek, yok olmak, dünyadan kaybolmak kabir
sözcüğüyle bağlantılıdırlar. Yukarıda zikrettiğimiz tump sözcüğü ile alâkalı Ģu denklik bu
savımızı teyit etmektedir.

Karaçay-Malkar Türkçesine Kafkas dilerinden girdiği söylenen kelimelerden biri


“kaybolmak, yok olmak” anlamlarına gelen dump sözcüğüdür. Bu sözcüğün Kabardey dump
ve Abaza tump Ģekillerinden bu Türk lehçesine nüfuz ettiği iddia edilir.147 Bu geçiĢ biçimi sin
“mezar”~ sin “yok olmak, ölmek” Ģeklinde kurduğumuz semantik bağlantının tump “mezar,
tepe” ~ tump “yok olmak, kaybolmak” biçimine oldukça güzel bir emsal teĢkil etmektedir.

h. Orakel: Herodot‟u okuyanlar iyi bilir. Grek yazarı kendi kitabının pek çok yerinde
kâhin ve kehanet anlamı için orakl sözcüğünü kullanır (Tarih, IV. 13). Sözcük Latince‟ye
oraculum olarak geçmiĢ ve sonrasında hemen hemen Avrupa kıtasındaki tüm dillere girmiĢtir.
Örneğin Ġngilizce oracle, Almanca orakel, Belarusça aрaкул, Bulgarca oрaкул vb. Özellikle
Apollon tapınaklarında mesleklerini icra eden antik çağın Anadolu ve Yunanistan kâhinlerine
verilen ad olan orakl sözcüğü ĢaĢırtıcı bir biçimde karĢımıza Türkçe olarak çıkmaktadır.

Oğuz Kağan destanının ReĢidedin tarafından yazılan Farsça parçalarına göre “Türk töre ve
âyinlerini ilk koyan bilge Irkıl Hoca olmuĢtur”.148 Irkıl adı Irk kökünden getirilir ve bu kök
Divan-ü Lugati‟t-Türk‟te kehânet ve saklıları ortaya çıkarma diye geçerken Yakutça‟da ırala
“iĢi olmasından önce sezmek” ve “fal açma “ manalarındadır.149 Yakutların inançlarına göre
ilk kamın adı Argıl‟dır.150 Almanca‟da orakel kehanet demektir ve açıkça Irkıl ve Argıl
sözcükleriyle ilgilidir. A.Ġnan, Irkıl Ata‟ya dâir makalesinde ırk sözcüğünün tâli manasını da
taĢıdığını belirttikten sonra bütün Doğu Türkçesi‟ndeki tâli manasını karĢılayan ırs
143
ġeĢen 1995:144
144
Barthold 1998:365
145
Tekin 1993:81
146
Naskali 2007:169
147
Tavkul 2003:107
148
Ġnan 1998:196
149
A.g.m.,197
150
A.g.m.,196; Ġnan 2006:151
sözcüğünün bugün itibariyle tüm Türk ağızlarında türkü ve Ģarkı manasına geldiğinden
hareketle ırk sözcüğünün tarihten önceki çağlarda “ilahi” ve tanrıların sesleri manasına geldiği
sonucuna ulaĢır.151ġimdi Ġnan‟ın bu husustaki çıkarımını teyit edecek bir veri sunacağız.

ġamanlar dini uygulamaları kendi inanç sahası dahilindeki kimi kereler müzik aletleri ile
icra ederlerdi. Bu sebepten Ģaman ile müzik terimleri arasında sıkı bir iliĢkinin olması gâyet
doğaldır ve de beklenir. Türkçe ırk sözcüğü nasıl org enstrümanı ile uyuĢuyor ise Irkıl/Argıl
sözcüğü de Almanca müzik âleti orgel “org” ile gayet iyi örtüĢmektedir. Tabii ki bu Almanca
kelime Ģamanizm kökenini esas alırsak Türkçe argıl “aynı boyda iki kamıĢ düdüğünün
birleĢtirilmesi ile yapılan, çingenelerin tulumla ve çobanların ağızla çaldıkları bir çalgı”152 ile
ortak bir kökten gelmektedir. Ġskitçe kelime Cermen dillerine çok erken bir devirde întikal
etmiĢ gözüküyor. Türk Ģamanizmine dâir belki de bilinen en eski adlandırma olan Argıl/Irkıl
sözcüğü Türklüğü Orta Asya‟ya yerleĢtirmeye peĢinen karar vermiĢ zihniyeti sukut-u hayale
uğratmıĢtır. ġamanizmin bilinen en eski izleri görüldüğü üzere Hazar‟ın doğusunda bir
yerlerde değil batısındadır.

Değerli dostumuz Obrusánszky bize Macarca‟da var olan ve Macar dilbilimciler tarafından
bilinmeyen Argyelus isminde bir sözcüğün varlığından bahsetmiĢ ve onun Türkçe Arkıl/Irkıl
ile bağlantılı olabileceği yönünde ek bir bilgi sağlamıĢtır. Bahsolunan Macarca kelime
“Tanrı” manasına gelmektedir. Herhalde Tanrı ile Ģaman arasında anlamsal açıdan bir
bağlantının olduğu yadsınamaz bir gerçekliktir.

i. Enare : Herodot Ġskitler arasında enare diye falcılıkla uğraĢan bir grubu “eĢcinseller”
olarak tanımlar (Tarih, IV.67).

Bugüne değin Herodot‟un enare‟lerle ilgili tasvirine en mükemmel yorumlamayı yapanlar


A. R. Seyfi ve V.N.Basilov olmuĢtur.

“…. AnlaĢılıyor ki: Herodot bu masalı söylerken Orta Asya ve Doğu Asyası ulusları içindeki
ġamanlardan bahsetmektedir. Bu ġamanların pek tuhaf esvaplar giyerek baĢlarını ve esvaplarını yine
tuhaf surette süsledikleri ve kadınlarla cinsi münasebetten çekindikleri biliniyor”153

Yâni yazarımıza göre Grek yazarı esasen burada enarelerle Ģamanları imlemektedir.
Hakikaten bu oldukça gerçekçi ve ikna edici bir açıklamadır. Çünkü aynı enareler Ġskitlerde
hem falcılıkla (fal yoluyla gelecekten haber verme iĢiyle), hem de hekimlikle
ilgilenmektedirler(Tarih,IV-68). Bu tür tasvirler Ģamanist inanca ait bariz öğelerdir. Bu
konuyla alâkalı mükemmel bir makale yazan Basilov da enarelerin günümüzde ġamanist
inancı hâlâ yaĢatan Türk halkları arasındaki varlığını mükemmel bir Ģekilde dile getirmiĢ ve
Türk dünya içerisinde bulunan bu olgunun enarelerle bağlantısını gündeme taĢımıĢtır.

“… KarĢı cins gibi giyinme veya cinsiyet değiĢimi, özellikle Kamchadal, Kayraklar
ve Chukchiler arasındaki Ģamanizme mahsustur. Bu Sibirya halklarının inançlarında, bir
kiĢiyi Ģaman olmaya zorlayan ruh o kiĢinin cinsiyet değiĢtirmesini de ister. Genellikle bu bir
erkekten istenir; ruhların isteğini yerine getirirken kiĢi her bakımdan bir kadın gibi
görünmeye çalıĢır ve hatta “bir erkekle evlenir” ve onunla beraber yaĢar. Bu olgunun
temelini teĢkil eden Ģey, dini inançlarda biyolojik modelden ayrılıĢın doğaüstü güçlerin

151
Ġnan 2006:197
152
DS I:311
153
Seyfi 1934:16-17
müdahele etmesinin bir neticesi olarak gösterilmesi ve diğer taraftan geleneksel kültürün
ayrılmaz bir parçası olarak muhafaza edilmesidir.”154

K. L. Zadykhina‟nın bizzat kendi gözlemleri de bu konuya dâir mükemmel bir bilgi


kaynağı oluĢturuyor. Zadykhina, Karakalpaklar arasında Avez isminde bir Ģamana rastlar.
Bıyıklı ve sakallı bu Ģamanın, duasını bir erkek gibi yaptığını fakat kadın elbisesi giydiğini,
tüm kadın iĢlerini, evde ve kadınlar arasındaki tüm görenekleri uyguladığını, Ģamanın
arkadaĢlarının ise Ģamanı “eĢcinsel” olarak kabul ettiklerini yazmaktadır.155 Görüldüğü üzere,
J. G. Frazer‟in travestisizm adını verdiği156 bu olgunun günümüze dek gelen varlığını Yunan
kaynaklarının mâlumatları tasdik etmektedir.

Gelgelelim enare sözcüğünün kökenbilimsel îzâhatı meselesine. Türkçe‟ye özgü nazal ŋ


harfi yabancı dillerde mevcut olmadığından ötürü Grek yazarının bu harfi sade -n olarak
kayıda geçirmiĢ olduğu âĢikardır. Yâni sözcüğün aslı eŋare ya da hippake örneğinde olduğu
gibi sondaki –e harfinin Yunanca‟ya has fazladan bir yazılıĢ tarzı olduğu düĢünüldüğünde
eŋar olarak karĢımıza çıkacaktır.

Türkçede ene ( igdiĢ yani hadım etmek ) demektir. Bu sözcüğün Eski Türkçede fiilden
ettirgen fiil yapım eki olan –r‟yi alarak hadım ettirmek ya da hadım edilmek biçimini
kazandığı ve sonrasında da –e ekini alarak (“hadım, igdiĢ edilmiĢ kiĢi” ) gibi bir anlama
büründüğü söylenebilir. Fakat bu Ġskitçe kelimenin ene kökünden zîyade Türkçe “güç”
anlamına gelen eŋ157 kelimesi ile irtibatlı olduğuna inanmaktayız. Derleme Sözlüğü‟nde aŋsız
“cinsi kudretini kaybetmiyen kimse”158 kelimesindeki aŋ sözcüğü güç kelimesinin aynı zaman
da cinsi kudret manasına geldiğinin de kanıtıdır. Dolayısıyladır ki, eŋare/eŋar cinsel güç
manasındaki ang/aŋ kelimesinden türemiĢtir. Özellikle Halaçca‟da karĢımıza çıkan ve günlük
hayatta kimi örneklerine rastladığımız kelime baĢında –h harfinin türemesi kuralına müracat
eder isek eŋare/ eŋar kelimesinin eŋar > heŋar gibi kurgulama üzerinden günümüzde hingir
“kısır erkek”159 ve hıngir “kısır erkek”160 sözcüklerinde korunduğunu rahatlıkla
söyleyebilmekteyiz.

Seyfi‟nin Herodot‟un aktardığı enarelerin Ġskitlerin Ön-Asya seferi esnasında Askalon


tapınağını yağma etmeleri sonucunda tanrıça tarafından çarpılarak bu tür bir hastalığa
tutulmuĢ oldukları rivayetinin (Tarih, I.105) türetilmiĢ bir Yunan masalı olduğu161 çıkarımını
da fevkalede yerinde bulmaktayız.

j. Boreus/вορéας : Ion lehçesinde вνξéεο Ģeklinde geçen ve kuzey rüzgarı162 demek olan
bu Yunanca sözcük Herodot‟un kitabında “Rüzgar Tanrısı” anlamında kullanılmıĢtır (Tarih,
VIII, 189). O dönem zarfında Ġskitler Yunanlıların kuzey tarafında bugünkü Ukrayna
topraklarında yaĢıyorlar idi. Dolayısıyla, sözcüğün kuzeyli Ġskitler tarafından rüzgara verilmiĢ
bir adlandırma olduğu çok güçlü bir ihtimal, Ģahsi kanaatimize göre ise onun Ġskit dünyasına
ait bir adlandırma ve Ġskitçe‟den Yunancaya aktarılan bir ödünçleme olduğunun Ģüpheye
mahal bırakmayacak kadar kesin olduğudur.

154
Basilov 1997:27
155
A.g.m.,28
156
A.g.m.,31
157
Pekarskiy 1945:286
158
DS I:280
159
Binler 2007:153
160
DS VII:2365
161
Seyfi 1934:17
162
Çelgin 2011:123
Ġskitçe bore(us) sözcüğünü ilk olarak Orhun Abidelerinde bulmaktayız. Bu yazıtlarda bor
“fırtına, bora, tipi”163manalarına gelir. Osmanlıca‟da sözcük bora biçimine girmiĢtir. Diğer
Altay Dil ailesine giren öteki lîsanlara da geçen bu kelimenin artık gönül rahatlığı ile
kökeninin Ġskitçe olduğunu söyleyebilmekteyiz.
l.Amazon: Herodot‟ta ve diğer Yunan kaynaklarında zikredilen savaĢçı kadınlara verilen
ad. Bu adlandırma Yakutça emeğsin “ihtiyar kadın, kocakarı ve karı”164sözcüğünden baĢkası
değildir. Bahsolunan sözcüğün Altay dünyasına ait olduğunu doğrulayan bir baĢka veri bir
Moğol kavmi olan Kalmukların dilinde “güçlü kadın kahraman” anlamına gelen
aemetzaine165 sözcüğüdür.

k. Okean: Okean Yunan mitolojisinde bütün evreni kuĢatan bir nehirdir.166 Ġngilizce ocean
sözcüğü de buradan gelir. Kelime önce Yunanca‟dan Latince‟ye oceanus oradan da
Fransızca‟ya occean olarak geçmiĢ ve bu dilden diğer dillere yayılmıĢtır. Su ile alakalı bu
adlandırmanın en önemli yanı kelimenin kökeninin bilinmediğidir.167 Bahsi geçen Yunanca
sözcüğün ilginç bir Ģekilde sadece Türkçe ile bağlantısı var. Su hendeği, su kanalı anlayıĢı
için kullanılan eski Türkçe sözcük ögen‟dir.168 Azerice ahın “dere”169 ve Anadolu‟da
kullanılan akkın “akıntılı hızlı akan su ve akıntılı su kanalları”170 sözcüğü de bununla
bağlantılıdır. Yunanca sözcüğün aslı tartıĢma götürmez bir Ģekilde Ġskitçe‟ye âit duruyor.
Sabir bahsinde gerçekte Okean kavramıyla bahsedilen coğrafi oluĢumun Baykal Gölü
olduğunu gerekçeleriyle birlikte açıklamıĢtık.Yunanca‟daki bu sözcük tartıĢılmaz bir Ģekilde
Türkçe kökenlidir.

Görülebildiği gibi bırakın diğer kelimeleri sadece askhü sözcüğü bile Doğu Avrupa‟da M.S
III. yüzyıl (Hun Çağı) Ģöyle dursun, M.Ö.V. yüzyıldaki Türkçe‟nin varlığını tek baĢına
kanıtlamaya yeter. Aynı Ģekilde Hunların dilindeki medus sözcüğü Evliya Çelebi‟nin Kazan
vilayetinde içilen bir içki adı olarak kaydettiği med171Anadolu‟daki mat (“bir çeĢit helva”),
(“koyu pekmez”), (“Ģeker ya da pekmez ağdası”)172, mot (“pekmez”)173 mut (“üzüm
pekmezi”)174 ve arpadan yapıldığı söylenen kamum ya da kamus sözcüğünün kökeni olan kam
biçiminin Türkçe‟deki küm (“buğday yığını)175”, Mayaca chiim (“buğday”)176, k>s geçiĢi
üzerinden ÇuvaĢça sim (“bir tür bira”)177 ve Deliorman ağzındaki süüm (“pekmez ve macun
kaynatılırken tavaya konulan bir piĢirimlik Ģıra veya malzeme”)178 ile ilintili olmalıdırlar.
ÇuvaĢça‟da kamus sözcüğü ile ilintili olarak değerlendirilmesi gereken bir diğer terim ise
kĭmĭs (“eskimiĢ bira üzerindeki beyaz tortu”)179 sözcüğüdür. Üstte Skoloti bahsinde l>t
geçiĢinin oldukça eski bir kökene dayalı olduğunu ima etmiĢtik. Hakikaten, bal sözcüğü Türk
163
Ergin 2002:90.
164
Pekarskiy 1945:282
165
Sobol 1999:145
166
Estin-Laporte 2002:94
167
Klein 1966:I:1072
168
Ögel 1995:364
169
KTLS 1991:164
170
DS I:156
171
Çelebi 2011:703
172
DS IX:3135
173
DS XII:4598
174
DS IX:3225
175
Toparlı - Vural - Karaatlı 2007: 168
176
Doğan 2007: 159
177
Bayram 2007: 189
178
Cebeci 2010:234
179
Bayram 2007: 103
dilleri içerisinde yaygın olan b>m geçiĢi ile oldukça eski bir evveliyatı olduğuna inandığımız
l>t geçiĢi üzerinden daha erken bir mat biçimine girmesi oldukça olasılık dâhilindedir. Hint-
Avrupa dillerinde yaygın olarak bulunan bu sözcüğün aslen aslı olan Çince‟ye sözcük Türkçe
üzerinden geçmiĢ olabilir.

2. Quiver (ok mahfazası, sadak)180


Bu Ġngilizce sözcüğün Türkçe bir temelden geldiği kesindir. Kelimenin kökeninin ortaya
çıkarılamamasının ana sebebi, Türkçe‟de yaygın olan kelime ortasındaki –v sessizinin -b
sessizine döndüğü kuralının görülememesidir. Bu kurala uyup, quiver‟in ortasındaki –v yerine
–b‟yi tatbik edersek ortaya çıkan quiber biçimi bizi doğrudan Çağatayca kibur (“yassı demir
ok”)181 ve Karaçay lehçesindeki kübür (“muhafaza, sandık, çekmece”)182, Kırgızca kabur
(“kubur, tabanca kılıfı”)183 sözcüklerine götürür. Buna ek olarak aynı sözcüğün Anadolu‟da
da karĢılığı vardır. ġimdi Türk Dil Kurumu‟nun çıkartmıĢ olduğu sözlükteki kubur bahsine
dair dile getirilenlere Ģöyle bir göz atalım: Kubur: esk. 1.“Tuvalet deliğinden lağıma inen
boru” (Özbekçe quvur “boru”184 sözcüğünü de burada zikretmek gerekir.) 2. boru biçiminde
kab: ok kuburu “bir çeĢit tabanca, dolma tabanca” 3. bir çeĢit tabanca, dolma tabanca: kubur
sıkmak: silah atmak, tabanca sıkmak. 185
Kuburluk: 1. tabancı kılıfı, 2. Sadak.186 Derleme Sözlüğü‟nde ise Ģunları bulabilmekteyiz:
Kubur: 1. Dolma tabanca, çakmaklık tabanca 2. Tabanca kılıfı 3. Sahtiyandan yapılmıĢ enli
bir çeĢit kuĢak silahlık.187 Kuburluk: deriden yapılmıĢ çakı ve silah kabı.188

Maenchen-Helfen, quiver sözcüğü Altayca kökenli ise bunun Hunca‟dan ziyade Avarca
olması gerektiğini iddia etmiĢtir.189 Artık biz gönül rahatlığı içerisinde bu kelimenin Altayca
bir menĢeden gelip, Türkçe olduğunu savunabilmekteyiz. Köken Türkçe olduğuna göre
kelimenin Ġngilizce‟ye geçiĢ tarihinin tesbiti noktasında Ģu mantığı göz önüne alacağız: Bir
kere Avarlar ile Ġngilizler arasında doğrudan bir dil etkileĢimi sürecinin yaĢanması son derece
muğlâktır. Tersine Hunca ile Ġngilizce lisanî alıĢveriĢin gerçekleĢtiği ise tartıĢmasızdır. Ġkinci
olarak, Derleme Sözlüğü‟nde kubur sözcüğü taĢıdığı manalar itibariyle kubuz “tüfeğin çakmak
kısmı”, kubuz “körüklü el harmonikası, akordeon” ve kubuz atmak “yalan söylemek”
biçimleri ile de mevcuttur. Bu Ģu anlama gelir: kubur ile kubuz sözcükleri arasında kadim bir r
> z geçiĢi vardır. Quiver o zaman -r lehçesi konuĢan bir Türk lehçesinden Batı dillerine
girmiĢtir.

Bizim için farazi bir Bulgarca dili yoktur, esasen Hunca vardır. Bu sebepten Türkçe‟nin bir
-r lehçesini konuĢan Hunca‟dan bu dile geçmesi gayet olasıdır. Hunlardan evvel de bugünkü
Ukrayna coğrafyasını mesken tutmuĢ diğer bir Türk topluluğu Ġskitler aracılığıyla kelimenin
Ġngilizceye intikal etmesi olasılık dâhilindedir. Türklerin doğum yerinin Hazar‟ın batı yakası
olduğunu, buradan kalkarak daha doğuya göç eden Türklerin oralardaki yerli unsurlarla

180
Hun dilinden gelmiĢ olabileceği öne sürülmüĢtür Maenchen 1973:427 ve aynı sözcüğün çoğunlukla Cermen
dillerde koĢutluğu olduğundan Cermen kökenli olabileceğine kanaat getirilir. Klein 1966:II:427
181
TL 1945: IV: 231
182
Pröhle 1991: 61
183
Yudahin 1998: 379
184
TS 2005: 1245
185
Yusuf – Tulum 1994: 212
186
TS 2005: 1245
187
DS VIII: 2988
188
A.g.e.,2989
189
Maenchen-Helfen 1973:427
karıĢarak Moğolumsu özellikler kazandığını kesin olarak kabul eden biri olarak ilk Türklere
has sarıĢınlık ve mavi gözlülük gibi fiziksel özellikleri göz önüne aldığımızda onların dilinin
en saf Ģekilde Kıpçakların dilinde muhafaza edilmiĢ olmaları gerektiğini söyleyeceğiz. Zira
Kıpçaklar sarıĢınlık ve mavi gözlülüğü diğer Türk unsurlardan çok daha saf bir Ģekilde
korumuĢlardır. Bu durum, Kıpçakların Asya‟nın yerli halkının mesken tuttukları sahalardan
uzak muhtemelen daha kuzey bir coğrafyada tek baĢlarına yaĢamıĢ olmalarıyla ilgili
olmalıdır. Coğrafi soyutlanmıĢlık bu halka, sadece kendi ata ırkının fiziksel hususiyetlerini
muhafaza etmelerini sağlamakla kalmamıĢ ayrıyeten öz dillerini diğer halkların tesirinden
uzak tutmalarına da vesile olmuĢtur. Bir Kıpçak lehçesi olan Karaçay-Malkar dilinde Ġskitlere
özgü sözcükler bulmamızın nedeni bu olmalıdır. Ġskitçe‟nin kimi proto-ÇuvaĢça karakteri
özellikler sergileyen bir Kıpçakça ve Yakutça lehçelerine yakın duran -z lehçesine âit Türkçe
olduğuna inanan biri olarak kelime için -R lehçesi konuĢan Hunca‟nın en mantıklı seçenek
olduğunu söyleyeceğiz. Kaldı ki, sadağın Ġskitlerin dilinde karĢılığı ise goryt‟dir190 ve
Yunanca‟ya γσрπτ(όο)191 olarak girmiĢtir. Bu ise Altayca kortı “boynuzdan yapılan ve
avlanırken boyunda taĢınan barut muhafazası”192 sözcüğünde korunmuĢtur. Arada, zamanla
değiĢen içtimâi hayata bağlı olarak silahın yerini barutun alması hâdisesi var. Yine “dolmalık
tabanca, çakma tabanca” olarak korunmuĢ korota193 kelimesi de burada değerlendirme
kapsamında tutulmalıdır.

Sözcük, sadece Türklerde sadak için kullanılan, Batı dillerine intikal etmiĢ bir sözcüğü
ortaya çıkarmamıĢtır, aynı zamanda Cermen dillerine intikal etmiĢ örneğin, Almanca gewher
(“tüfek”) ve Ġsveçce gevär (“tüfek”) sözcüklerinin de Türkçe olduğunu kanıtlamıĢtır. Quiver
sözcüğünün Hunca‟dan geçip geçmediğini kestirmek zor, ancak onun Hun dönemi ya da
Hunlardan önceki bir dönemde batıya götürülmüĢ olduğunu görebilmek hiç de zor değildir.
Hun bağlantısını destekleyen bir veri Tuna Bulgar yazıtlarından gelir. Bu yazıtlarda geçen boy
adlarından biri kuviar,194 kiĢi adlarından biri ise kuver > kuber‟dir. Aynı yazıtlarda geçen
Bulgarca küpe “zırh”195 kelimesi de bu bağlamda dikkate değerdir. Zırh insan vücudunu
muhafaza ederken, kubur okların korunup, muhafaza edildiği yerdir.

J. Hubschmid, (“ok mahfazası”) anlamına gelen Orta Yunanca‟daki τούτοσρον, Orta


Latince cucurum, Eski Ġngilizce cocer sözcüklerinin Hunca‟dan geçtiğin iddia etmiĢ, fakat bir
türlü uygun bir açıklama getirememiĢti.196 Bu listeye Cermen dillerindeki Almanca kocher,
Norveçce kogger, Ġsveçce koger ve Danca pilekogger (baĢtaki pile “ok” manasındadır)
sözcükleri de eklenmelidir. Ġngilizce quiver sözcüğünün sanılanın aksine Cermen dillerindeki
denkliklerle ya da Eski Ġngilizce cocer biçimiyle bir ilgisi yoktur. Ġkisi birbirinden tamamen
farklıdır, fakat ikisi de Türkçe kökenlidir. Üstteki etimolojik izahta bu sözcüğün Proto-
Cermen dilinde “kap” anlamına geldiği söylenmiĢti. Türkçe‟de cocer kelimesi ile bağlantılı
“ok muhafazası” manasını veren uygun bir kelime yoktur. Lakin, Proto-Cermence‟de
kayıtlara geçirilen onun “kap” anlamını verdiği mâlumatı iĢimizi kolaylaĢtırıyor. Örneğin,
Karaçay lehçesinde kap sözcüğü “kap” ve “kılıf, kın”197 gibi iki mânada kullanılırken Altayca
sözlükde kap “yanları geniĢ deri çuval” ve “silah, balta için muhafaza” gibi anlamlar
taĢımaktadır. Bu sebepten, cocer sözcüğünün kökeni olduğunu düĢündüğümüz Yakutça

190
Rice 1957:74,126
191
Çelgin 2011:136
192
Gürsoy - Duranlı 1999: 118
193
DS VIII: 2927
194
Tekin 1987:57-58
195
A.g.e., 36
196
Maenchen-Helfen 1972: 427
197
Pröhle 1991: 47
köğüör (“yağı muhafaza etmek için kullanılan büyük tulum ya da tekne”)198, Kırgızca köökör
(“kımız için kullanılan ve deve derisinden yapılan kap”)199, l > r geçiĢinden kukul “ağzına
kadar dolu kap”200 kukul < kukur* ve KaĢgar ağzında kükür “çanak ve kâse”201 sözcüklerinde
sadece Proto-Cermence‟de olduğu gibi kap anlamı korunmuĢtur. “Ok mahfazası” mânasının
Türk lehçelerinde zaman içerisinde düĢtüğü görülüyor. Sözcüğe aynı zamanda Moğolca‟da
kökǖr “Ģarap koyulan tulum”202 biçimiyle de rastlanır. Tüm bunlardan ayrı olarak konu ile
alâkadar baĢka bir veriye daha değinmek arzusundayız.

Macar bilim adamı Á.Berta Macaristan‟a göç eden Türk boylarından biri olan Kürt-
Gyarmat kavim adındaki Kürt (ilk Macarca biçimi ile Kürtü) ismini ÇuvaĢça gögüs anlamına
gelen kökör ile bağlantılı olarak ele almıĢtır.203 Ġskitçe gorit ya da diğer bir deyiĢle
günümüzdeki karĢılığı kortı sözcüğü kürt/kürtü kavim adına denk düĢerken, “kap, sadak”
anlamlarındaki kökör ÇuvaĢça kökör (gögüs) ile aynı olarak karĢımıza çıkmaktadır. Eğer
Berta‟nın önerdiği izahat doğru ise Kürt kavim adının anlamı “sadak” olmalıdır. Bir Hun
kabilesi olan sadagari/sadagir kavim adı sadak + eri yani “sadak halkı “Ģeklinde etimolojik
bir çerçeveye oturtulduğunda kelime bazında Kürt “sadak” ile ilintilenebilir. Belki de
Sadagari halkı Kürt halkının sonraki dönemde aldığı isimdir.

3. Strava: “Attila‟nın cenaze töreninde dağıtılan yemek”204 anlamıyla kayıtlara geçen bu


sözcük Slavca‟ya da girmiĢtir. ÇuvaĢça‟da aynı anlamda sitarva sözcüğü vardır ve bu sözcük
sitar “yedirmek” kökünden gelir.205 Hunların ÇuvaĢ lehçesi bir dil konuĢtuğunu delillendiren
en güçlü verilerden biri de budur. Bizce bu Hunca sözcük aynı zamanda “açlıktan ölmek,
kurtlar gibi acıkmak, çok acıkmak” vb. manalara gelen Ġngilizce starve fiili ile de ilintilidir.
Çünkü yemek, acıkmak eylemi ile bağlantılıdır.

Bu kelimenin ölmek anlamı tâbii ki Almanca sterben fiili ile ilintilidir ve Cermen
dillerindeki bu fiil menĢe itibariyle Slavca storbati „ölmek” gibi bir köke bağlanır.206
Muhtemelen sesçil açıdan birbirine yakın duran Hunca strava sözcüğü ve Almanca sterben
fiilleri zaman içerisinde Ġngilizce‟de iki anlamı muhafaza edecek biçimde tek bir kullanım
Ģekline indirgenmiĢtir. Bu Hunca kelime bağlamında değerlendirilmesi gereken bir diğer
kelime Hakas Türklerinin un ve yağı katarak yaptıkları milli yemekleri Satırma‟dır.207 Bu
yemek adı m > b > v geçiĢinden oluĢturulacak Satırma > Satırba >Satırva gibi bir biçimle
Hunca strava sözcüğüne dayandırılabilir.

4. Var/Borysthenes (Dinyeper Nehri): Jordanes‟in, Hunların Dnyeper ırmağına


verdikleri ad olarak kaydettiği Var208 sözcüğün en iyi açıklamasını yapan kiĢi Pritsak
olmuĢtur. Hunca‟nın ÇuvaĢça karakteri bir dil konuĢtuğuna inanan Pritsak, bahsolunan
sözcüğü ÇuvaĢça va / ve, Doğu Türkçesi –ö ve ÇuvaĢça –r, Doğu Türkçesi –z geçiĢleri

198
Pekarskiy 1945:I:533
199
Yudahin 1998:504
200
DS VIII:2992
201
Kúnos 1902:140
202
ZemahĢeri 2009:185
203
Berta 2002: 50-57
204
Jordanes 1915:124;Nemeth 1996: 150
205
Karatay 2002:543
206
Orel 2003: 375
207
Arıkoğlu 2005:415
208
Jordanes 1915:128
üzerinden Türklerin aynı ırmağa verdikleri ad olan özi sözcüğü ile ilintilemiĢtir.209
KaĢgarlı‟nın Sözlüğü‟nde öz “iki dağ arasında bulunan dere”210 olarak kaydedilmiĢtir. Bu
kelime Anadolu‟da öz (“dere, ırmak, çay, küçük göl vb.”)211 olarak kullanılmaktadır.

Daha önce bir çalıĢmamızda ifade ettiğimiz üzere bu Hunca sözcüğü ilk olarak Roma
öncesi dönemde Kuzey Ġtalya ile Fransa‟nın güneyini mesken tutmuĢ bir Hint-Avrupa kökenli
olmayan halk Ligurların dilinde Var “su yolu” Ģekliyle bulmaktayız.212 Hatta Güneybatı
Fransa‟da yer alan bir ırmağın adı da günümüzde Var olarak yaĢamaktadır. ġahsi kanaatimiz
Herodot‟un Don Irmağının doğu tarafına konuĢlandırdığı Oar(os) Irmağının Hunların
dilindeki Var sözcüğü ile ilintili olup günümüzdeki Volga ırmağına dönük bir adlandırma
olduğu yönündedir.213 Ġlginç bir Ģekilde Ligur halkına Türk dünyası içerisinde kimi
etnonimlerde rastlamaktayız. Hazarlar arasında Ġbn Rusta‟nın anılarında da bahsettiği, bu
kavim adını çağrıĢtıran bir “Lugar” kabilesi mevcuttur keza MiĢarlar, gayr-i MiĢar Tatarlar‟a
“Lohır” veya “Lugır” demektedirler214 ki, bu gerçekler Türklüğün eski çağını aydınlatma
hususunda bildiğimiz her Ģeyi yeni baĢtan incelememiz gerektiğini öğütlemektedir. Aynı
sözcük Hsiung-nu dilinde “nehir” anlamına gelen “Var” yahut “Uar”215 kelimesi ile
iliĢkilidir.” Altaylarda Ursul (veya Urusul) nehrine günümüzde dahi “Uar” denilmektedir.216

Borysthenes hususunda bizim önerimiz bu ırmağa verilen adlandırmanın ilk hecesinin


Jordanes‟deki Var ve Konstantine Porphyrogenitus‟daki Varuh biçimlerinin aynısı
olduğudur.217 Ki, Ġngilizce brook sözcüğünün temelinde de Varuh biçiminin yattığı
kanısındayız. Jordanes‟in naklettiği Var‟ı Borysthenes‟e bağlayıp oradan da Türkçe Özi ile
olan yakın iliĢkisini göz önüne alarak ilk Türklüğün ve de ilk Türkçe‟nin Ukrayna
topraklarında olduğu savını ortaya atan ilk kiĢi olarak Herodot‟ta geçen Oar(os) Irmağı
isminde de Türkçe Var sözcüğünün bulunduğu kanaatindeyiz. Ancak Oar(os) Borysthenes‟i
değil doğrudan doğruya Volga Nehri‟ni imlemektedir.218Herodot‟un Ġran-Ġskit savaĢları
bahsinde vermiĢ olduğu mâlumatlar bizim savımızı destekler.

Dareious‟un Ġskitya‟yı hedef alan seferi hakkında Grek yazarının vermiĢ olduğu bilgiler
baĢlı baĢına bir muammadır ve çeliĢkilerle doludur. Çünkü Grek yazarı Ġranlıların Ġskitya
üzerine düzenledikleri seferi anlattığı kendi kitabının dördüncü bölümü Melpomene‟nin
hemen akabindeki beĢinci bölüm olan Terpsikhore‟in baĢlarında zikrettiği Ģu ifade ile bu
çıkartmanın tamamen bir hayal ürünü olduğunu alenen ortaya koymaktadır:

…Zaten Dareios‟un emri de buydu, Trakya‟ya baĢ eğdirmek. (Tarih, V.2)

Herodot Dareious‟un yaptığı çıkartmanın Kuzey Karadeniz topraklarını kapsayan


Ġskitya‟ya değil Trakya‟ya dönük olduğunu itiraf ederek kendi savını bizzat kendisi
çürütmüĢtür. Grek yazarın Ġranlıların Tuna‟yı geçip doğu yönünde çekilen Ġskit ordusunu
izledikleri ve bu askeri çıkartmanın, sınırı Don‟un doğu tarafından baĢlayan Sarmat ülkesinin
üzerindeki Budin ve Gelon topraklarına kadar uzandığı yönünde verdiği mâlumatlar (Tarih,

209
Pritsak 2002:509
210
DLT I:46
211
DS IX:3367
212
ġengül 2008:266
213
ġengül 2008:266
214
Zekiev 2006:69;Golden 2006:115
215
Gumilev 2003:232
216
Gumilev 2003:232
217
ġengül 2008:265
218
ġengül 2008:265
IV.122-123) Ġranlıların günümüz Ġdil-Ural sahasına kadar gidip döndüğüne iĢaret eder ki,
Ġskitler ve Ġranlılar arasında böylesi büyük bir coğrafyayı kapsayacak bir kovalamacanın
yaĢanmıĢ olması imkansızdır. Herodot, Budin ve Gelon topraklarına yönelik olan çıkartmadan
umduğunu bulamayan Dareios‟un Oar(os) üzerinde tahkimatlar yaptırmaya baĢladığını ancak
sonrasında yön değiĢtirip, batıya yürüyerek Skythia‟ya girdiğini söyler (Tarih, IV.124-125)
Dolayısıyla, bu veri açık bir Ģekilde Oaros‟un Don Irmağı‟nın ancak doğusunda olduğuna
delâlettir. Dinyeper Irmağı ise sınırları Tuna ile Don arasında yer alan Skythia topraklarının
tam ortasına denk düĢer. Oaros(un) Ukrayna topraklarında olduğunu çağrıĢtıracak tek bir veri
vardır:
…Stepin üst yanında Thyssageteia‟lar vardır, Maiotis‟lerin topraklarını geçip
Palus-Maitois denilen göle dökülen dört büyük ırmağın kaynakları oradadır. Bunlar Lykos,
Oaros, Tanais ve Syrgis ırmaklarıdır. (Tarih, IV.123)

Fakat bu bilgi dahi Oar(os)‟un Dinyeper eĢitliğine tam manası ile güçlü bir kanıt teĢkil
etmez. Neden mi iĢte kanıtı: Herodot Budinlerden bahsederken bu kavmi “bit yiyenler” olarak
niteler (Tarih, IV.109). Bit yeme hususundaki beyânatları Ġdil-Ural sahasına Tarihin
Babası‟ndan yaklaĢık 1400 yıl sonra seyahat gerçekleĢtiren Ġbn Fazlan‟ın anılarında da
bulmak mümkündür. Ġbn Fazlan, BaĢkurtların bit yediklerini kaydeder.219 Görüldüğü üzere bu
alıĢkanlık tâ Herodot‟taki Budinlerden BaĢkurtlara varıncaya kadar devam ettirilegelmiĢtir.
Budinler çok büyük bir olasılıkla günümüz BaĢkurtların atalarının bir kısmıydılar. Budin -
BaĢkurt alakası yalnızca “bit yeme” gibi aynı davranıĢ modelleriyle değil, her iki sözcüğün
kavim adı etimolojileriyle de teyit edilebilir. Bir çalıĢmamızda Herodot‟un “bit yiyenler”
olarak tanımladığı “Budin” kavim adının ilk hecesinin, son hecedeki Türkçe‟de budun isim
yapma eki –in atıldığında bâriz bir Ģekilde Türkçe “bit” sözcüğüyle ilgili olarak karĢımıza
çıkabileceğini belirtmiĢ, Budin kelimesinin ilk hecesinin Türkçe bit ile olan bağlantısının, bit
kelimesinin Latince karĢılığı olan “pudis” biçimiyle de doğrulanabileceğini göstermiĢ ve
Herodot‟daki “bud” biçiminin “bit” sözcüğünün ön Ģekli olarak alınabileceğini öne
sürmüĢtük.220 Bu görüĢümüzü ayrıyeten teyit eden bir diğer vâka da Budin sözcüğünün ilk
hecesi bud‟un Karaçay-Malkar Türkçesinde “kurd” manasına gelmesidir.221 Budin etimolojik
açıdan büyük bir olasılıkla “bit kavmi” ya da “kurt kavmi” gibi bir anlama gelmekte idi.

Sarmat ülkesinin hemen üst tarafındaki coğrafyayı mesken tuttuğu Ġbn Fazlan tarafından
sunulan bir ipucu tarafından da doğrulanan Budinlerin yanında Gelonlar ve onların yukarı
kısımlarında da Thyssaget ve Iurkai halkları yaĢadığından kaynağını Ġdil-Ural sahasından alıp
da Palus Maitous(“Azak Denizi”)‟a dökülen hiçbir ırmağın olamayacağı kendiliğinden ortaya
çıkacaktır. Grek yazarının, ırmaklarla ilgili olarak zikrettiği Palus Maoitos ile ancak Hazar
Denizi‟ni kastetmiĢ olabileceğine inanılabilir. Herodot Terpsikhore‟de Tuna Irmağı‟nın üst
tarafında oturan Siginnai halkı için Ģu ifadelerde bulunur:

…Bu ırmağın üst yanında yaĢadığını öğrenebildiğim tek ulus, Med‟lerin ulusal
giyimlerini giyen Siginnai‟lerdir…Bunun Media‟dan gelme bir koloni olduğu söylenir. Bu
Med kolonisi nasıl kurulmuĢtur? Bunu ben bir türlü anlayamadım; ama yüzyılların akıĢı
içinde her Ģey olabilir. Sigynnai, Massalia‟nın kuzeyinde, iç bölgedeki Ligurya‟lıların, küçük
gezginci satıcılara verdikleri adır: Kıbrıslılar da kargıya böyle derler. (Tarih, V.9)

Grek yazarının bir türlü anlam veremediği Med kolonisinin bu coğrafyadaki varlığının
esrarına dönük cevap Ġskitya‟yı temel alan sözde bir hayâli seferi değil Trakya hedefli Ġran

219
ġeĢen 1995:46
220
ġengül 2008:41
221
Tavkul 2000:128
çıkartması esnasında kimi Med zümrelerin bu topraklara yerleĢmesi ile alâkalı olmalıdır. Grek
yazarının üstteki ifadelerinde bizi asıl cezbeden tarafın bir savaĢ aleti olan kargının
Kıbrıslıların dilindeki adlandırması ile Türkçe yine bir savaĢ aracı olan okun kimi lehçelerde
bulunan sugun, sogun vb. biçimleri arasındaki ĢaĢırtıcı benzerliğin yattığını da yeri gelmiĢken
söylemeliyiz.

ġimdi Hunca Var sözcüğüne yeni baĢtan dönecek olursak, Maenchen-Helfen, Pritsak‟ın bu
Hunca sözcüğe yönelik çözümlemesini eleĢtirerek aynı adın Ġrani olması gerektiğini, zira
sözcüğün Herodot‟un Dnyeper ırmağı için zikrettiği Borysthene(s) biçimine yakın durduğunu,
bu sebepten Hunca sözcüğün menĢei itibariyle Ġrani dünyaya ait olması gerektiğini dile
getirmiĢtir.222 Aynı ırmağın Abaev ve Vasmer gibi aryanist zümre tarafından yapılan
kökenbilimsel açıklamaları olan “geniĢ” anlamındaki Avesta vouru, Osetçe wäräx ile Irani
dilindeki stana “mevki, yer”223 türünden, su ile alakalı ne uzak ne de yakın bir çözümlemeyi
içeriğinde barındırmayan bir tutarsız îzâhata bel bağlayan Maenchen-Helfen, bu çıkarımın
doğruluğunu teyit etmek amacıyla Kafkasya‟daki Terek Irmağı‟nın bir kolu olan Urux isimli
akarsuya aynı anlam doğrultusunda îzâhat getirir.224 Hâlbuki, Urux sözcüğü mana itibariyle
“geniĢ” sıfatı ile bir iliĢkisi olmayıp, Yakutça‟daki ürex “dere”225 sözcüğünün ta kendisidir.
Herodot‟un kendi kitabında zikrettiği Arax Irmağı da açıkça bahsigeçen Ürex kelimesi ile
ilintilidir.

Farz edelim ki, Türkler Doğu Avrupa coğrafyasında o kadar eski bir tarihte yoktular. Peki,
Ġranilerin aynı sahada mevcudiyetinin delili nedir? Acaba Ġskit çağından kalma Ġranilere ait
herhangi bir lîsâni kanıt var mıdır? Batı tarihçiliğinde en alt ünvandaki zevattan en üst
rütbedeki zevata kadar hiçbir kimse gerçekte Ġskitleri Ġrani kökenli bir kavim yapan bulgu ya
da bulguların ne olduğunu bilmemekte ve üstteki soruya ne hikmetse hiçbir vakit cevap
getirememektedir. Zaten dil açısından onları bir Ġrani kökene yamama teĢebbüslerine ise
etimoloji çalıĢmaları tamamen kırmızı kart çıkartmaktadır. ĠĢte bu kırmızı kartlardan biri
daha; Herodot, Ġskit tanrıları ile Yunan tanrılarını eĢleĢtirme çalıĢmasında Yunanca‟daki deniz
tanrısının (Poseidon) Ġskitçe karĢılığının Thagimasada olduğunu söyler (Tarih, IV.59). Bu
sözcüğün tüm teĢebbüslere rağmen Ġrani dilinde herhangi bir îzâhı yapılamamıĢtır. Türkçe
temelinde yapılan, sözcüğü doğrudan doğruya tengiz sözcüğüne bağlama, ya da onu Miziev‟in
yaptığı gibi Karaçay-Malkarca‟da “deniz tanrısı” FukmaĢak (PukmaĢak) ile ilintilendirme
çalıĢmalarının da hiçbir ikna edici tarafı yoktur.

Ġskitler Ukrayna‟nın kıyı hatlarından ziyade orman-bozkır Ģeridini mesken tutmuĢlardı. Bu


sebepten, Grek yazarının “Poseidon” sözcüğü doğrudan doğruya Ġskit dilinde “deniz”
sözcüğünün karĢılığı olarak alınamaz. Ġskitler bu ad altında nehir ve ırmak tanrısını kastetmiĢ
olmalıdırlar. Zâten Türkçedeki deniz sözcüğü bile aslında nehir kökenlidir ve sonrasında
“deniz” anlamına bürünmüĢtür. Dolayısıyla, sözcüğün ilk hecesi Karaçay-Malkarca‟da tagı
“ormanlık araziden geçen dere, akarsu, suyun çıktığı yer, kaynak”226 sözcüğünden baĢkası
değildir. Almanca‟daki teich “küçük göl” sözcüğü Ġskitçe bir ödünçleme gözüküyor. Yine
Mayaların dilinde tech “çay”227 sözcüğü de bununla bağlantılı duruyor. Burada geriye kalan
masad ya da masada hecesine dâir deneme kabilinden bir önermede bulunacağız.

222
Maenchen-Helfen 1973:424
223
Trubaçef 1999:231
224
Maenchen-Helfen 1973:424
225
Vasiliev 1995:64
226
Tavkul 2000:371
227
Doğan 2007:184
Thagimasada‟nın ortasındaki –mas “su” manasına gelen maz228 sözcüğü ile
irtibatlandırılabilir. Sözcüğün son hecesi olan masada Kırgızca‟da su ile ilgili bir terim maĢat
(“ pınar, kaynak”)229 ile de ilintilenebilir. Bununla birlikte, değerlendirilmesi icap eden asıl
veri ÇuvaĢların dinsel inanıĢlarında yer tutan amiĢe “ana” kavramıdır. Örneğin, ÇuvaĢlarda
Ģıv amiĢe “su anası” anlamına gelir.230 Aynı Ģekilde Su Tanrısının Karaçay-Malkar mitolojisi
içerisinde adı Su Ana (Su anası)‟dır.231 Bu sebepten, masada hecesinde bir ana kavramının
aranması taraftarıyız. Sondaki –da hecesi muhtemelen Türk lehçelerinde küçültme saygı
manasını veren –day yahut –tay biçimleri ile alâkadardır. Tagi sözcüğü ÇuvaĢça amiĢe ve day
sözcükleri ile birleĢir ise TagiamiĢeday “ırmak anası” yâni ırmak tanrısı anlamı ortaya çıkar.
Thagimasada >thagimaĢada muhtemelen TagiamiĢeday‟ın Grek tarihçisi tarafından yazılmıĢ
hâlidir.

Hülâsa, Maenchen ve onun gibilerinin var sözcüğünün kökeninin Ġrani olduğu savlarının
artık hiçbir geçerliliği kalmamıĢtır. Sadece tagi sözcüğü bile Türklüğün Ġskit çağında o
bölgede varlığını reddedenleri reddetmektedir. Ġskitler ırmak için Tagi sözcüğünü
kullandığına göre deniz için hangi adlandırmayı kullandığı hususunda milattan önceki
dönemlerde Karadeniz için Yunanlılar tarafından verildiği söylenen Pontos Euxenius
sözcüğündeki Pont(os) “deniz” kelimesi hemen yanı baĢımızda durmaktadır. Yunanca bu
adlandırma esasen Türkçe‟deki buuntı (“küçük göl, havuz”)232 teriminin Ġskitçe üzerinden
Yunanca‟ya intikalinden baĢka bir Ģey değildir ve arada sadece Türkçe‟de yaygın olarak
karĢımıza çıkan b/p geçiĢi mevcuttur. Ġngilizce gölet manasını taĢıyan pond kelimesi de netice
itibariyle Ġskitçe üzerinden Türkçe kökenli olarak karĢımıza çıkmaktadır. Görülebildiği üzere,
dilsel veriler Karadeniz‟in kuzeyindeki sahayı saf bir Ġrani anayurdu yapan aryanist tayfanın
çürük temeller üzerine inĢa ettiği hayali savların tamamen aksini söylemektedir. Altayca
sözlükte bu kelimenin yanıbaĢında muadili olarak buuk “havuz, küçük göl” kelimesi de
verilmiĢtir. Bu kelime dahi Batı dillerinde karĢımıza çıkmaktadır. Dere kelimesi için Cermen
dillerinde kullanılan Ģu biçimler; Almanca bach, Danca bæk, Felemenkçe beek, Ġsveçce bäck,
Hollandaca beek ve Norveçce bekk, Altayca‟daki buuk ile ilgilidir. Tarihi kaynaklarda kimi
kereler zikredilen Ukrayna topraklarındaki Buğ Irmağı‟nın adı da bu Türkçe sözcük ile
ilintilidir.

Borysthene sözcüğünün sonundaki sthene/ystene Türkçe tüne (“ufak dere”)233 ve özden


(“suların geçtiği yer, su geçidi”)234 kelimeleriyle bağlantılı olmalıdır. Ġkinci hecede geçen
ysthen aynı zamanda günümüz Tatarca‟da bir çay adı ĠĢten suı (ĠĢten suyu) 235 olarak geçen
ĠĢten‟e çok yakın duruyor. Bu Ġskitlerden kalma sözcük, VIII. yüzyılda yazıldığı söylenen Bir
Bulgar-Tatar eseri ġan Kızı Destanı‟nda “Buri-Çay” (Dinyeper Irmağı) olarak geçer.236
Buradaki “çay” yerine dere manasındaki tüne”yi ya da özden‟i koyar isek oluĢacak olan Buri-
tüne/Buri-özden biçimi bizi doğrudan Herodot‟un çağındaki Borysthene‟ye götürecektir. Bu
Hunca daha doğru bir ifade ile Ġskitçe kelime günümüz Bulgarcası‟nda бара (“göl,
bataklık”)237, Anadolu‟da bere “tarlalar arasında akan ince su”, “suyun aktığı

228
DS IX:3142
229
Yudahin 1998:555
230
DurmuĢ 2005:163
231
Tram-Semen 2008:89-93
232
Naskali– Duranlı 1999:46
233
DS X:4011
234
DS IX:3369
235
Fattah 2004:143
236
Mikail BaĢtu Ġbn ġemsi 1991:128
237
Yenisoy 1998: 69
yer”238Romence‟de pârâu “dere”, Fince‟de puro “dere” ve Arnavutça përrua “dere”
Ģekillerinde yaĢamaktadır. Yine Latince ferre “dere” sözcüğünü de bu listeye dâhil etmeliyiz.

Üstte zikredilen maz “su” sözcüğü m>b ve r>z geçiĢleri üzerinden bar > var gibi bir biçime
de götürülebilir. Muhtemelen Latince‟de deniz mânasına gelen mare sözcüğünün kökü, r>z
geçiĢi temelinden mare >maze > gibi bir kurgulama ile Türkçe maz ve onun Ana Türkçe
biçimi olduğu düĢünülen mür, Kırgızca‟da mürok < *mür-ök “dirim suyu”, Uygurca müren
“ırmak , nehir”, Sarı Uygurca mörin ay., Orta Moğolca mörün “büyük ırmak”, Buryatça
murẹn ay., Evenkice mū “su”, Solonca mū ay., Korece mır < *mör “su”239 vb. dil ve
lehçelerdeki biçimler ile aynı kökten gelmekteydi. Borysthenes‟in Ġrani değil özbeöz Türkçe
kökenli olduğunu ortaya koyduktan sonra Ģimdi de bu çıkarımın sağlamasını yapacağız.

Herodot‟un Borysthenes yani Dinyeper Irmağı‟nda tutulan bir çeĢit balık olarak naklettiği
sözcük maalesef hyla‟nın doğrudan doğruya “ağaçlık bölge” olarak aktarılmasında olduğu
gibi Türkçe‟ye “mersinbalığı” olarak çevrilmiĢtir(Tarih, IV.53). Melpomene‟de bu doğrudan
doğruya antakae olarak geçer.240 Bugüne değin bir izahı yapılamayan bu Ġskitçe
kelime en mükemmel Ģekli ile Yakutça‟da korunmuĢtur. Bu lehçede andı balık “bir çeĢit
beyaz balık”241 manasına gelir ve Ġskitçe sözcük ile alâkası ayan beyan bir Ģekilde ortadadır.
Son hece kae muhtemelen Yakutça hağha “güneĢte kurutulmuĢ balık”242 yine Yakutca keçe
“mersin balığı”243 ve Hakasça hoğay “küçük turna balığı”244 sözcüklerinin karĢılığıdır.
Andakae terimi Andı hağha >Andıhağha kelimesinin Yunanca yazımı ve Andı balık biçiminin
Ġskit çağındaki karĢılığı olabilir. Pekarskiy, sözlüğünde aynı lehçede “göl adı” olarak
kullanılan andıga ve andıkay sözcüklerinin andı‟dan geldiği Ģeklinde bir ibare koymuĢtur.
Çünkü balık ile bir su kitlesi olan göl arasında iliĢki mevcuttur. Su, balık için olmazsa olmaz
Ģarttır. Bu sebepten, andıga ve andıkay biçimleri her halükârda Ġskitçe antakay ile
bağlantılıdırlar. Andakay doğrudan doğruya Yakutça‟da andıga ve andıgay biçimlerinde
korunmuĢ iken balık manası zaman içerisinde andı Ģekline indirgenmiĢtir.

Görüldüğü gibi, bırakın Dinyeper Irmağının Ġskit çağındaki adının Türkçe menĢeli
olmasını aynı ırmak içerisinde tutulan balığın ismi bile Türkçedir. Türklerin doğum yerinin
Ukrayna coğrafyası ve M.ÖV.Binyılın sonlarında ortaya çıkan Seredniy Stoh adlı kazıbilimsel
kültür sahası olduğuna inanan Ukraynalı araĢtırmacı Stetsyuk‟un balık adlarını göz önüne
alarak Türklerin türeneğinin Ġç Asya‟nın susuz bozkırlarına yerleĢtirilemeyeceğini ve
Türklerin Ukrayna topraklarında uzun bir balıkçılık geçmiĢine sahip olduğu sonucuna
varması245 hakikaten oldukça yerinde bir tespittir. Tüm bu gerçekler, etimolojik açıdan
Ġskitlerin Ġranı olduğunu nazariyesinin tutarsız kökenbilimsel îzâhatlarının, Doğu Avrupa‟da
Türklüğün milattan önceki varlığını öne süren sava meydan okuyabilmesinin imkansız
olduğunu göstermektedir.

238
DS II:632
239
Choi 2010:136
240
Gavriljuk 2005:107
241
Pekarskiy 1945:21
242
A.g.e.,360
243
A.g.e.,469
244
Naskali 2007:180
245
Stetsyuk 2008: 218
5.3.2.HUN ġAHIS ADLARI
1. Αττίλας (Attila): Attila bugüne değin üzerinde en çok durulan fakat bir türlü çözüme
kavuĢturulamayan Hunca adlardan biridir. Genel kanaat, Attila isminin Cermen dillerine ait
olduğu ve Got dilindeki Atta veyahut Ata sözcüklerine küçükleĢtirme eki -ila eklenilmesi
suretiyle oluĢan Attaila > Attila (“Babacık, Atacık”) olduğu yönündedir.246 Bu adı Türkçe
açıklamaya çalıĢanlar Ġdil (Etil) Irmağı‟nın Yunan kaynaklarında geçtiği biçim olan Attelas
Ģeklini dayanak noktası alarak onu ırmak ile ilintileme çabasındadırlar.247 Pritsak ise Attila
adını Estila Ģeklinde kurarak ona “büyük okyanus” gibi bir anlam yükleme çabasındadır.248
Tüm bu yorumlama teĢebbüsleri kendileri açısından bir doğruluk payı taĢıyor olsa da Attila
adı ile ilgili olarak araĢtırmacıların dikkatini çekmeyen bir nokta var.

Bulgar Hanları Listesi‟nde zikredilen Avitohol249 adına ġan Kızı Destanı‟nda Attila olduğu
su götürmez olan Audan /Avdan Dulo Ģekliyle rastlamaktayız.250 Avdan ÇuvaĢça‟da “horoz”
anlamına gelirken251 Avit, yine aynı Türk lehçesinde (horoz ve guguk kuĢu için) “ötmek”
demektir.252 Avit adını Mayaların dilinde awat { “avaz”, “bağırmak”, “ağlamak”, “çığlık”,
“melemek”, “miyavlamak”, “haykırma” }253 biçiminde bulmamız sözcüğün oldukça eski bir
kökene sahip olduğunun delilidir. Muhtemelen avaz kelimesinin kökü de avitdir. Birbirine
bağlı kavramlar olan “ötmek” fiili ile “horoz” sözcüğünün Attila adı ile ne alâkası var
denilebilir. Ġlginç bir Ģekilde Teleütçe‟de Etil, hem Ġdil Irmağı anlamına gelirken hem de Etil
kuĢ (ötücü kuĢ)254 örneğinde olduğu gibi yine üstteki kelimelerle bağlantılı bir mana
taĢımaktadır. Buna Altayca‟daki edil “melodik; hoĢ, güzel sesli”255 sözcüğünü de eklemek
gerekir. Mayaların dilinde “çığlık atmak” anlamına gelen Awat256 kelimesi de açıkça bununla
ilgilidir. Avit (“ötmek”) ile avdan (“horoz”) arasındaki bağlantı, etil (“ötücü”) ile Kazakça
äteĢ (“horoz”), BaĢkurtça ätäs (“horoz”) ve Tatarca ätäç (“horoz”) kelimeleri arasında da
gözlenmektedir. Özellikle de Kazakça äteĢ ile etil arasında kadim bir l > Ģ geçiĢi baskın bir
Ģekilde kendini hissettiriyor.

Avdan Dulo adına gelirsek, ÇuvaĢça‟daki horoz anlamını veren avdan sözcüğünün “ötmek”
manasındaki avit kökünden Türkçe‟de hayvan adlarında sıklıkla rastladığımız –an ekini
almak suretiyle oluĢturulmuĢ bir kelime gibi durduğunu söylemede zorlanmayacağız. Bu
nedenle Avdan Dulo, daha ön Ģekil Avitdulo olarak kurulmalıdır. Attila adındaki son hece olan
-Tila, Hunların hanedanının adı Dulo‟nun karĢılığı iken ilk hece At ise Avit sözcüğünün
ortadaki –vi harflerinin düĢmesi sonucu oluĢmuĢ biçimidir. Attila adı esasen Avitdulo‟nun ses
yitimiyle beraber Cermenler tarafından telaffuzundan baĢka bir Ģey değildir: Avitdulo >Atdulo
>Attila. Bu sebepten, Avitohol‟un Attila olduğundan Ģüphe duyulamaz. Avitohol adındaki
Ohol hecesi ise Dulo kelimesinin muhtemelen önce Bulgarca‟dan Yunanca‟ya, sonra da
Yunanca‟dan Eski Slavca‟ya tercümesinde ortaya çıkan bir bozulma ile alâkalı olmalıdır.

246
Vaczy 1996: 83; BaĢtav 1998: 44
247
Ràsonyi 1971: 70
248
Pritsak 1982: 444
249
Tekin 1987:12
250
Mikail BaĢtu Ġbn ġems 1991: 132-400
251
Bayram 2007: 30
252
Paasonen 1950: 8; Bayram 2007: 30
253
Doğan 2007: 153
254
Ryumina – KuçigaĢeva 2000: 60
255
Naskali – Duranlı 1999: 80
256
Doğan 2007: 108
Öte yandan, G. Fehér, Avitohol adının –ohol hecesinde “oğul” kelimesini görme
taraftarıdır.257 Attila adının –tila hecesi bu bağlamda tille (“çocuk”)258 ve onun aynı anlamdaki
sesçil muadili tula (“çocuk”)259 sözcükleriyle örtüĢür gibi durmaktadır. Belki de Volga Bulgar
Kitabeleri‟nde geçen oğul anlamındaki awli260 kelimesi yine Nogayca ve Baraba Tatarcası
uwıl (“oğul”)261 ile uwul (“oğul”)262 ohol hecesinin karĢılıkları idi. Türkçe‟de töl “oğul”
sözcüğü nasıl tille ve tula ile bağlantılı oluyorsa aynı Ģekilde Hunların hanedanının adı olan
dulo ile de ilintilidir. ġorca töl sözcüğünün evlat sözcüğünden baĢlayıp aĢiret kavramına kadar
giden geniĢ bir anlamı barındırdığını yukarıda görmüĢtük. Hunca dulo muhtemelen aĢiret ve
kabile anlamına gelmekte idi ki, Fehér‟in aynı sözcük içerisinde bir de oğul manasını aramıĢ
olmasının esasen bu anlam yelpazesi içerisinde mantıki bir zemini vardır. Diğer taraftan,
G.Nemeth Dulo kelimesini Macar ünvanlarından Gyula ile iliĢkilendirmiĢtir.263 Aynı
sözcüğün cula ve yula söyleniĢlerine de rastlanır.264 Bu görüĢü sıcak bakıyoruz. Bununla
birlikte, Dulo hecesinin baĢka bir anlama da geldiği kanısındayız.

Belki de en ilginç bağlantı Çin yıllıklarında Hun tanhusu Mete‟nin (Ma-tun) ailesinin
adının ejder (Luan-t‟e, Hi-lien-te, yani Liong ) olarak geçmesidir265. Shiratoriy ve Eberhard
Asya Hunlarında yılan kültünün varlığına dikkat çekmiĢ266, fakat bilim dünyası bu mevzuda
çok fazla durmamıĢtır. ġayet Pritsak‟ın öne sürdüğü gibi Avrupa Hun ve onun ardılı
Bulgarların hanedanın ismi olan Dulo doğrudan Mot-un‟un ailesinin adından geliyorsa, Dulo
isminin yılan adının eksik bir yazımı olduğu ve yılan anlamını taĢıdığı Ģeklinde bir görüĢ dile
getirilebilir. Nitekim, Proto-Bulgarca‟da yılan anlamına gelen “Dilom” kelimesinin modern
Bulgarca‟da kimi erkek Ģahıs isimlerinde Дило (“Dilo”) Ģeklinde korunması, “Dulo” hanedan
isminin gerçekte “yılan” anlamına geldiği yönündeki görüĢümüze güçlü bir delil
oluĢturmaktadır. Prof.Tzvetkov‟un bize verdiği bilgiye göre aynı kelime bir erkek adı
“Дилян” (“Dilyan”) olarak da hâlâ Bulgarcada varlığını sürdürmektedir. Eberhard‟ın Hsiung-
nu‟ların yılan kültüne sahip olabileceği yönündeki beyânatı tekrar gözden geçirilmeyi hak
ediyor. “Liong” ile “Dulo” hanedan adlarının gerçekte “yılan” manasına geldiği kanıtlanırsa
bu, Hun-Hsiung-nu bağlantısı için güçlü bir delil teĢkil edecektir. Dulo‟nun gerçekte yılanı
temsil ettiği ve Avrupa Hun hanedanı Dulo‟nun Asya Hun hanedanı [Ejder soyu] Liong‟un
devamı olduğu yönündeki görüĢümüz Sayın Tzvetkov tarafından da kabul edilmiĢtir. ġahsen
Dulo ismini Fin-Ugor kavimlerinde bir totem olan ve Latince karĢılığı “Gulo Gulo”267 olduğu
söylenen kanatlı porsukla iliĢkilendirmekte hiçbir sakınca görmüyoruz.

Aynı hayvanın hem Latince hem de Fin topluluklarıyla bağlantısı ise Ġskitya üzerinden
gerçekleĢmiĢ olmalı. Gulo Gulo muhtemelen Yunanlı yazar Hesiuchus‟un boynuzları
olmayan erkek keçi (teke) olarak andığı Strabon‟un ise rengi beyaz, koçtan büyük geyikten
küçük fakat her ikisinden daha hızlı koĢan, burun delikleriyle su içip bunu depolayabilen ve
susuz topraklarda bundan faydalanabilen dört ayaklı bir hayvan olarak zikrettiği Ġskitya
257
Fehér 1984: 41
258
DS X: 3932
259
A.g.e., 3987
260
Tekin 1988: 22
261
Binler 2007: 279
262
A.g.e., 279 Attila adı belki “horoz oğlu” gibi bir manaya gelmekteydi. Türkiye‟deki hakem camiasının önde
gelen isimlerinden biri olan Mustafa Kabil Abitoğlu‟nun soyadı bir ihtimal bu Avitohol adının günümüzdeki
yansımasıdır.
263
Donuk 1988:65
264
A.g.e.,65
265
Kafesoğlu 2004:298
266
A.g.e.,312; Eberhard 1996: 77
267
Ràsonyi 1942:.43, 44, 45
topraklarında yaĢayan Kolo(s)268‟dan baĢkası değildir. Bu Ġskitçe kelimenin Türkçe kökenli
olduğu kesin. Sözlükler tarandığında bununla alakalı Ģöyle bir liste çıkarılabilir. Kola “kulağı
kısa olan koyun ve keçi”269 kolo “boynuzlu olması gerektiği halde, boynuzsuz ya da kısa ve
kırık boynuzlu olan hayvan”270 kulu “at ve eĢek yavrusu”271 gollo “kuyruksuz ya da kısa
kuyruklu tavuk vb. hayvanlar”272, kil (kuzu)273 vb. Her iki hayvandan daha hızlı olduğu bilgisi
bunun koyun ya da keçi ile ilintilenmesini imkansızlaĢtırmaktadır. Burun delikleriyle suyu
depolayabilmesi verisi bunun at ile de bağlantısını güçleĢtiriyor. Bu, muhtemelen yabani ve
yırtıcı bir hayvan olmalı. Yakutça‟da canavar manasındaki kııl274 ve Karaçay-Malkarca‟da
callı “kurt, canavar, vahĢi hayvan”275 herhalde bu kolo ile alakalı sözcüklerdir. Ġskitler de bu
kelime adı altında muhtemelen iki hayvan zikredilmekteydi. Strabon her iki hayvana has
özellikleri bir arada zikrederek kaynaklarda eĢleĢtirme yapılabilmekten çok uzak bir hayvan
tasviri çiziyor. Ġskitlerin sanatında da kanatlı yırtıcı hayvanların varlığına rastlanır.
Muhtemelen kolo(s), Ġskitlere has maddi kültür örneklerinde görülen bu hayvana aynı
topluluğunun verdiği bir adlandırmaydı. Ġskit sanatındaki kanatlı hayvan figürüne Etrüsklerin
sanatında da rastlanır. Latince gulo gulo adlandırması herhalde Etrüskçe üzerinde bu dile
intikal etmiĢ olmalıdır. Bu sözcük muhtemelen günümüzde Fince‟de koljo “dev”, Estonca‟da
kol‟l “hayalet”, Zuryance kul “kötü ruh”, Votyakça kyl‟ “hastalıklara sebep olan kötü ruh”
vb.276 sözcükler de yaĢamaktadır.

Bu hayvan sonraki Türk topluluklarınca da devam ettirilegelmiĢe benziyor. Yakut


Ģamanizminde hala aydınlığa kavuĢturulamayan ije kııl adlı (ana hayvan) totem vardır.277
SeroĢevsky, Yakutlardaki bu hayvanı i(j)e kıla olarak kaydetmiĢtir.278 Dulo adının diğer bir
Ģekli olan Altay Ģamanizmindeki Yula‟nın bu ije kııl ile ilintili olduğu düĢünülür.279
ġamanların kıla‟sı boğa, aygır, kartal, geyik, köpek ve siyah ayı 280 gibi birden fazla hayvanı
kapsayabilmekteydi. Bu sebepten, hem hayvan hem de hanedan adı yerine kullanılmıĢ Dulo,
kökenini Ģamanizm inançlarından almıĢ bir ögeyi andırıyor Muhtemelen Türklerin kendilerine
ongun olarak benimsediği kurdun asıl adı da bu idi.

Attila adının “horoz” ile bağlantılı kökenbilimsel bir temele yakın durduğu bu noktada
Attila‟nın kardeĢi Βλήδα (Bleda)‟nın isminin Türkçe‟de bolada (“ötmeyen horoz”)281 ile
benzerliği hoĢ bir tevafuka mı, yoksa tarihi bir gerçeğe mi iĢaret etmektedir? Bunu
okuyucunun takdirine bırakıyoruz.

3. Κρέκαν /Krekan: Pritsak‟ın Nicholas Poppe‟ye dayanarak Moğolca‟da kadın manasına


gelen gergei kelimesinin çoğul Ģekli olarak yazılı Moğolca‟da geçen gergen282 ile bağlantılı
gördüğü Attila‟nın hanımının adı olan Priskos‟da creca ve cerca biçimleri ile zikredilen ve

904
Strabo 1995: 249
905
DS VIII:2907
906
A.g.e.,2911
907
A.g.e.,2996
908
DS VI:2097
909
TL 1945:251
910
Vasiliev 1995:46
911
Tavkul 2000:136
912
Collinder 1955:90
913
SeroĢevsky 2007:212
914
Ġnan 1989:461
915
SeroĢevsky 2007:212
916
Ġnan 1989:461
917
SeroĢevsky 2007:212
918
DS III: 1145
Cermen dillerinde herche, helche, hrekja ve erke adları ile kullanılmıĢ, Nibelungen
Destanı‟nda ise Ortlieb‟i yani Ernak‟ı dünyaya getiren kraliçe kriemhild283 adı ile geçen bu
Ģahıs ismi üzerinde gelen itibariyle W.Bang tarafında öne sürülen arıkan izahı kabul
edilmiĢtir.284 Moğolca‟daki gergen‟in Yakutça‟da kergen (“zevce, refika”)285 biçiminde
yaĢadığını da eklemeliyiz. Yakutça‟da bu isimden bir de kergennen “yuva kurmak, evlenmek”
fiili türetilmiĢtir.

Yunanca‟da ç harfi olmamasından ötürü pekâlâ creca ve cerca adlarının birinci ve ikinci
hecelerindeki –c harfinin –ç harfi yerine de kullanılmıĢ olunabileceği akılda tutulmalıdır. Bu
doğrultuda meseleye yaklaĢırsak, Anadolu‟daki çereke “genç kız”286 ve ÇuvaĢça hiraça “kız
çocuk”287sözcüklerinin bahsi geçen Hun Ģahıs adına yakın durduğunu söyleyebilmekteyiz.
Cermen denkliklerin yanında kimi Slav dillerinde kız çocuğu anlamına gelen Sırpça ћерка ve
Makedonca ќерка da bu Türkçe sözcüklerle ilintili gözüküyorlar. Tüm bunlara Türklerin
sevimli, sempatik kızlar için verdikleri kirke “kaya balığı”288 adı da eklenmelidir. ĠĢin en
ilginç tarafı Yunan mitolojisinde Helios (güneĢ tanrısı)‟un kızının adının aynı Ģekilde kirke289
olmasıdır.

4. Δελγίςίχ/Dengizikh: Hunların bir l-r lehçesini mi yoksa Ģ-z lehçesini mi konuĢtığu


yönündeki tartıĢmalar dönüp dolaĢıp bu Hunca adının açıklanması meselesinde
düğümlenmektedir. Avrupa Hunlarının bir ÇuvaĢça dili konuĢmadığına inananlar için en
büyük delil dengisik > dengizik adında bir –z harfinin mevcut olmasıdır. Burada bu hararetli
tartıĢmaya müdahil olmayacağız. Bununla birlikte, Proto-Bulgarca olarak bilinen dilin kesin
olarak Hunlara ait olduğuna inandığımızdan ötürü kelimenin ortasındaki –s harfinin –z değil,
olduğu gibi alınması taraftarıyız. Dengisik adı pekâlâ Yakutça‟daki “hükümetin tayin ettiği
paraya mukabil maznunu mahkemeye davet eden mübaĢir” ve “Elleyin torunlarından olan altı
büyük kabile reislerinden biri” manalarındaki denğsik 290 sözcüğü ile de açıklanabilir.

5. Οδπταρος / Octar: Sokrates (M.S. 380-440) tarafından Οδπταρος, Getica‟da ise


Jordanes tarafından Octar291 olarak kaydedilen ve sonuncu biçimin asıl Ģekli yansıttığı
düĢünülen bu Hun ismine tam mânası ile bir îzâhat getirilememiĢtir.

Pritsak mevzubahis Hun Ģahıs adı ile bağlantılı Türkçe ökte/oktä “cesaretlendirmek,
birisine gönül koymak” kökünden bir oktar sözcüğü yaratır ve onun en muhtemel anlamının
“güçlü, gözüpek, buyurgan” gibi bir mânayı ifade ettiği kanısındadır.292

Ukraynalı tarihçinin çözüme kavuĢturmak için baĢka bir yola baĢvurduğu bu adın sözcük
bazında Türkçe‟de birebir karĢılığı vardır. ġor lehçesinde oktar “cephane, mühimmat”293

919
Nibelungen 2001:69
920
Nemeth 1996:151:8; Maenchen-Helfen 1978:408
921
Pekarskiy 1945: 481
922
DS III: 1145
923
Bayram 2007:269
924
Zekiyev 2006:129
925
Estin – Laporte: 2002:172
926
Pekarskiy 1945: 32
927
Pritsak 1982: 440
928
A.g.m.,441
929
TannagaĢeva – Akalın 1995: 68 Günümüzde Oktar ismine hem ad hem de soyad olarak rastlayabilmekteyiz.
Örneğin, kamuoyunca tanınan Adnan Oktar ve Oktar Babuna vb. Ģahsiyetlerin hem ad hem de soyadında Oktar
ismi kendini alenen ifĢa ediyor.
demektir ve “tüfek doldurmak, mermi koymak” manalarındaki okta294 fiilinden türemiĢtir.
Tuvaca‟daki oktaar “silaha mermi koymak” ve “atmak”295 fiili de bununla bağlantılıdır.
Kelime Teleütçe‟de de geçer: ok-taarı “mühimmat, cephane”296

5. Χαράτων/ Karaton: Bir Hun kralının adı olarak zikredilen bu ismin genel itibariyle
Türkçe kara don yani “siyah elbise”297 ile izahatı yapılmıĢtır. Bu açıklamayı doğrulayan bir
veriyi Elazığ ağzındaki ġaradon sözcüğünde bulmaktayız. Bahsolunan kelime bu yörede
kadın Ģalvarı298 demektir. Aynı Ģahıs adı Hazar Denizi‟nin kuzeydoğu kesiminde bugünkü
Kazakistan toprakları içerisinde kalan Charaton /Karaton299 coğrafi yer adında da
korunmuĢur.

294
TannagaĢeva – Akalın 1995:68
295
Arıkoğlu – Kuular 2003: 82
296
Ryumina – KuçigaĢeva: 2000: 75
297
Pritsak 1982:438
298
Buran – Ġlhan 2008:80
299
BDA 1993: 46° 25‟ K 53° 30‟ D: 122
5.3.3. PROTO-BULGARCA(HUNCA) KĠMĠ KELĠMELER
Proto-Bulgarca adı ile bilinen yazıtların Hunlara ait olduğuna kesin olarak inandığımızdan
Proto-Bulgar yazıtlarında geçen sözcükleri Hun diline ait dil yâdigarları olarak bu listeye
dâhil etmekte hiçbir sakınca görmemekteyiz.

ġimdi, Doğu Avrupa tarihinde Hunlar ile özellikle Cermenler arasında yoğun bir dil
etkileĢimi yaĢanmıĢ olduğu gerçeğinden hareketle Proto-Bulgar yazıtlarında geçen ve
Bulgarlara ait olduğu söylenilen kimi sözcüklerden yola çıkarak diğer dillerdeki bazı
sonuçlara ulaĢmaya çalıĢacağız. Bundan evvel Tuna Bulgar yazıtında geçen bir ibareye dönük
kendi Ģahsi kanaatimizi zikretmek isteriz:

“Buyla Jopan tesi dügetoigi, Butaul jopan tagrogi. Ġçigi tesi”


“Buyla Çoban tası doldurdu, Butaul Çoban (mezara) taktı (=astı), içki tası”300

Üstte Tuna Bulgar yazıtında geçen tagrogi kelimesini Pritsak takdoki biçiminden
getirmiĢtir.301 Bu sözcük bir fiilden ziyade bir ad olabilir mi? Madem yazıtta “su” ile alakalı
ifadeler zikrediliyor ve hemen ardından “içki tası” ifadesi geçiyor, o vakit takdoki sözcüğünün
“sürahi” manasındaki taktaku302 ve “kulpsuz, küçük su testisi” almanına gelen ve tıktık ve
toktuku gibi farklı yazılıĢ biçimleri de olan toktakı303 kelimeleriyle bir bağlantıya sahip
olabilme ihtimalini dilbilimcilerin değerlendirmesine sunuyoruz.

1. Girl: Ġngilizcedeki bu sözcüğün Türkçe kökenli olduğu iddiası304 doğrudur. Volga


Bulgar kitabelerinde hir305 olarak geçen sözcük ÇuvaĢça‟da aynı Ģeklinde korunmuĢtur.
Burada açıklanması gereken Ģey sondaki –l sessizidir. Sondaki sessizin ne olduğu mantığı
Eski Türkçe‟de aranmalıdır. Sayın Adnan Atabek‟in girl kelimesinin kökeni hususuna dair
Türkoloji forumundaki yazıĢmalarda dile getirmiĢ olduğu sondaki –l harfinin Türkçe‟deki
oğul anlamına gelen ul sözcüğü olması gerektiği yönündeki teĢhisini kabul ediyoruz. Eski
Türklerde oğul, ister kız olsun isterse oğlan “evlat” manasına gelmekteydi. Eski Türk
yazıtlarında geçen Qız Oyul (“kız evlat”)306 sadece bu denkliklerden biridir. Qıs pala (“genç
kız, genç evlat”)307, kız oğul (“kız çocuk”)308, Kırgızca kız bala (“kız çocuk”)309 ve Altayca kız
bala (“kız çocuğu”)310vb. sözcüklerde bunlara rastlamaktayız. Girl kelimesinin sonundaki
muhtemelen, oğul anlamına gelen ul ekidir ve girl sözcüğü, anlam itibariyle “kız çocuk”
manasının birebir karĢılığı gibi durmaktadır.

Volga Bulgarca‟sında hir biçimine aslında Hunlardan çok daha evvel Avrupa toprakları
içerisinde rastlamaktayız. Bu sözcük tabii ki Eski Yunanca кόρη “kız çocuk, genç kız, genç
kadın, süs bebek”311 ve onun bugünkü karĢılığı olan κορίτσι (koriçi) yani “kız çocuğu ile
ilintilidir. Yunanca koriçi üstte krekan bahsinde zikredilen Sırpça, Makedonca ve ÇuvaĢça

300
Tekin 1987: 29
301
A.g.e., 28
302
DS X: 3811
303
DS X:3949
304
Bikkinin 2002: 704
305
Tekin 1988: 31
306
Binler 2007: 240
307
A.g.e.,239
308
A.g.e.,189
309
A.g.e.,188
310
A.g.e.,187
311
Çelgin 2011:382
biçimler ile akrabadır. Kelime çok büyük bir olasılıkla Ġskitler üzerinden Batı dillerine intikal
etmiĢe benziyor.

2. Duck: Bulgar Hanları Listesi‟nde geçen toh (“tavuk”)312 sözcüğünün Anadolu‟daki


diğer karĢılıkları ise tak (“hindi”)313 ve tök (“hindi”)314 vb. kelimelerdir. Diğer Cermen
lehçelerinde karĢılığı bulunmayan Ġngilizcedeki duck (“ördek”) sözcüğünün kökeni de büyük
bir ihtimalle bununla alakalıdır ve Hunca üzerinden bu dile intikal etmiĢ gözüküyor.

3. Bige: Fince‟ye Vikingler tarafından verilen Bulgarca ödünçlemelerden biri piika


(“hizmetçi kız”) sözcüğüdür.315 Dolayısıyla, Viking soylu halklardan günümüz
Danimarkalıların dilinde kullanılan pige (“kız”) kelimesi de Hunca kökenden gelmektedir.
Bulgarca sözcük en yakın akrabası ÇuvaĢça‟da pike (“güzel kadın, dilber, küçük hanım”)316
Ģekliyle arz-ı endam ederken pike‟nin aynı lehçede erkekler için karĢılığı ise hem “prens,
yakıĢıklı güzel erkek”, hem de “dağ baĢı” anlamlarına gelen pik‟tir.317Ġngilizcedeki peak
(“zirve”) ve onun Danca peak ile Norveçce peak karĢılıkları da Hunca üzerinden geçmiĢ
gözüküyor.

4. Tok: Asya Hun lisanındaki kelimelerden biri olan tok (“kalın, kuvvetli”)318 sözcüğü
Avrupa Hunları tarafından Batıya götürülmüĢe benziyor. Cermen kökenli dillerdeki Ġngilizce
thick, Almanca dick, Danca tyk , Ġsveçce tjock,, Norveçce tykke ve Hollandaca dike denklikleri
ile Hunca kelime arasındaki benzerlik tartıĢmasızdır. Kelimenin Hunlardan evvel Ġskitler
vasıtasıyla bu dilere geçmiĢ olması da ihtimal dâhilindedir.

312
Tekin 1987:18
313
DS XII: 4733
314
A.g.e., 4772
315
Öner – Öner 2004:150
316
Bayram 2007:160
317
A.g.e.,a.y.
318
Ràsonyi 971:12
5.3.4.XĠONGNU DĠLĠNE ÂĠT BAZI SÖZCÜKLER

1. Chengli Kudu Shanyu: Asya Hunlarına (Xiongnu) ait dil malzemelerinin baĢında Hun
kağanının tam ünvanı olan bu söz öbeği gelir. Kelimenin ilk baĢındaki Chengli (“Tanrı”)
manasındadır. Ġkinci hecedeki Kudu sözcüğü (“oğul”) anlamına gelir ve hükümdar demek
olan son hecedeki Shanyü ise anlam itibariyle “sonsuz geniĢlik, yücelik, ululuk”319 manasını
taĢır.

Çin yıllıkları Xiongnu‟ların dilinin, bilim dünyasının Türkçe konuĢtuğunu ittifaken kabul
ettiği Ting-ling/Tiehle‟lerin, diğer adları ile Ka‟oche//Ka‟ochü(Yüksek Arabalılar)‟lerin diline
yakın olduğunu belirtmektedirler320 ki, Kanadalı bilim adamı E. G. Pulleyblank da Tiehle
kabilesinin Türk kökenli olduğunu kabul edenlerin baĢında gelir.321 Bu kavmin Çinlilerce
verilmiĢ adı olan Kaoche//Ka‟ochü sözcüğü ÇuvaĢça kuçer “arabacı”322 ve Tatarca kuçěr “at
arabası sürücüsü”323 Macarca kocsi “araba” sözcüklerinde yaĢatılmaktadır. Ġbn-i Battuta‟nın
Azak Türk ülkesi ile ilgili betimlemeler sırasında zikrettiği at arabacısı anlamındaki kıĢĢı324
sözcüğü de bununla ilintilidir. ÇuvaĢça ve Tatarca kelimelerin sonundaki –r harfi kiĢi
anlamına gelen Türkçe er sözcüğünden baĢkası değildir. Buradan her iki biçimin aslı olarak
duran kuçe kökünün araba manasına gelmesi gerektiği ortaya çıkar. Anadolu‟da kullanılan
“gelin arabası” manasını taĢıyan koço//koçu325 sözcüklerinde doğrudan doğruya araba manası
korunmuĢtur. Osmanlı döneminin Ġstanbul‟unun hayvan koĢulu ilk arabasının ismi olan
koçu326 sözcüğü de yine bu bağlamda değerlendirilecek sözcüklerdendir.

Pulleyblank, J.R.Hamilton‟a uyarak Ting-ling sözcüğünü tejng-lenjng >tägräk üzerinden


üzerinden KaĢgarlı‟nın Sözlüğü‟ndeki “çember ve daire” manalarındaki tegrek kelimesi ile
ilintilemeye meyillidir.327 Tägräk kelimesi günümüzde tegerek “oyuncak araba”328
kelimesinde hâlâ yaĢamaktadır. Bununla beraber, üstte Pulleyblank‟ın kurumunda da
gözlendiği üzere Çince‟de –r harfinin olmaması ve bu harf yerine çoğunlukla –l harfinin
kullanılması nedeniyle sözcük tägräk biçiminde tasarlanmıĢtır. Tieh-le sözcüğünün ti-lig329
Ģeklindeki kurumunu hesaba katacak olursak bu biçimin Deliorman Türk ağzındaki taliga “”at
arabası”330 ve Anadolu‟da aynı biçimde rastlanan taliga “çeĢitli biçimlerde at arabası”331
sözcüklerinden baĢka bir Ģey olmadığı görülecektir. Derleme Sözlüğü‟nde taliga farklı yazılıĢ
biçimleri ile talaka, talıka ve talika Ģeklileri ile de mevcuttur. Yine Türk lehçelerinde “araba
tekerleği” olarak kullanılan tegelek, döngelek, döngölök vb. ile yuvarlak anlamına gelen
tengerlek, tengelek, tenğellek vesaire bir dizi sözcük de bu bağlamda değerlendirilmesi
gereken kelimelerdendir. Kök muhtemelen Tengri(Tanrı) sözcüğünün kökünü de teĢkil eden
yuvarlak manasındaki teng‟dir.

319
Donuk 1988:37
320
Gumilev 2002: 64; Almas 2010: 49
321
Pulleyblank 1990:21-26
322
Bayram 2007:121
323
Öner 2009:144
324
Ġbn-i Battuta 1907:249
325
DS VIII:2895
326
ġahin 2005:170
327
Pulleyblank 1990:22
328
DS VIII:3863
329
Golden 2002:75
330
Cebeci 2010:244
331
DS X:38115
Bu topluluk tilki, sansar ve de özellikle sincap kürkü ile meĢhur olduğundan onların kavim
adını Türkçe teyin (sincap) sözcüğüne bağlayan kökenbilimsel îzâhatlarda da bulunulmuĢtur.
Meseleyi bu açıdan değerlendirirsek sincap anlamına gelen tangala332 kelimesinin teyin‟den
ziyâde tingling sözcüğü ile çok daha iyi örtüĢtüğü müĢahade edilebilir. Tangala aynı zaman da
tankale, tankile ve tankale gibi muhtelif söyleniĢ biçimleri ile de mevcuttur. Bu kavim adının
bir diğer kuruluĢ biçimi olan ti-lig biçimi ise l>r geçiĢi temelinde tirik “sincap”333 sözcüğü
olarak karĢımıza çıkar. Mevzubahis halkın sincap ile bağlantılı adlandırması bir tarihsel
gerçekliğe sahipse o zaman Tirik ile Orhun yazıtlarındaki Türk kavim adının yazılıĢı olan
Türük biçimi arasında sesçil benzerlik dıĢında doğrudan doğruya nesepsel bir âynilik söz
konusu olduğundan bahsedilebilir.

Görüldüğü üzere, kavim adının da dili gibi Türkçe olduğu bu Türk ulusu ile Hun lisânı
arasındaki dilsel bağlantıya kaynakların göndermede bulunmasına rağmen Pulleyblank‟ın
Hunların dili hususunda Çin kaynaklarının yazıya geçirdiği böylesi bir tarihi veriyi göz ardı
ederek bu topluluğun lisânını Yenisey diline hangi gerekçelerle ilintilemeye çalıĢtığını da
anlamak mümkün değildir.

O, Çin yıllıklarına giren Xiongnu kelimelerinde geçen “-d” sessizinin gerçekte “–l”
harfine karĢılık geldiğine inanır ve üstte zikredilen Xiongnu dilindeki kudu “oğul” sözcüğünü
kudu >kala >kalak olarak yeni baĢtan kurarak bunu Ketçe “torun, oğul” anlamındaki kalak334
sözcüğü ile ilintiler. Bu Hunca söz öbeğinin diğer kelimelerini Yenisey diliyle açıklamaya
bile tenezzül etmez, zirâ bu sözcüklerin hiçbir suretle inandığı dil ailesinde karĢılığı
olmadığının bilincindedir. AĢağıda guduhou bahsinde onun d > l geçiĢi savına yanıt vererek
bu Hunca unvanda kendi görüĢüne destek bulduğunu düĢündüğü tek dalı da çürüteceğiz.

Hunca söz öbeğinde zikredilen Chengli‟nin Türkçe ve Moğolca‟da “tanrı” manasını veren
tengri olduğu tartıĢmasızdır. TartıĢmalı olan kudu ve shanyu kelimeleridir. Burada her iki
kelime için yapılan kökenbilim izahlarına tek tek değinmeyeceğiz. Yalnız Eski Türkler‟de
hükümdar “Tanrı adına halkı ve devleti yönetir” anlayıĢı hâkimdi. Bu nedenle hükümdarların
hükümranlıklarını meĢrulaĢtıran tanrıdan kut alma geleneği vardı. Kudu kelimesinin kökenini
bu Ģekilde açıklayan görüĢe335 sıcak bakmaktayız.

Sondaki “geniĢ” anlamına gelen ve ekseriyetle yabgu sözcüğünün yazılıĢı olarak kabul
edilen shanyu ünvanı hususundaki yaygın kanıyı reddeden Pulleyblank kelimenin eski Çince
telaffuzunu dân-hwah olarak kurup, onu targan sözcüğü ile ilintilemiĢtir.336 Pulleyblank‟ın bu
kurumu doğru ise sözcüğün Türkçe tan (“ululuk”)337kelimesiyle bir iliĢkiye sahip olduğu
açıktır. Muhtemelen Yakutça denğ (“oldukça, pek çok, yüksek derecede”)338 sözcüğü de tan
ile bağlantılıdır. Burada değerlendirilmesi gereken bir diğer koĢutluk olarak Kırgızca (“Ģöhret,
ün, tanınmıĢ olmaklık”) manasındaki danğkı, danğk339 ve danğduu (“maruf, tanınmıĢ;
mümtaz”)340 sözcükleri alınabilir. Yabgu‟nun shanyu ile ilintilenemeyeceği hususunda
Pulleyblank ile aynı görüĢteyiz. Ancak, onun tarkan çıkarımına da sıcak bakmadığımızı ifade
etmeliyiz.

332
DS X:3820
333
DS X:3938
334
Pulleyblank 1962:254
335
De Groot - Asena 2011: 77
336
Pulleybank 1962: 255-256
337
DS X: 3818
338
Pekarskiy 1945: 256
339
Yudahin 1998:296-297
340
A.g.e.,296
Bu ünvanı baĢka bir Çin kaynağı hok-hu olarak kaydetmiĢtir.341Acaba bu yazım
Bikkinin‟in Ġngilizce‟deki king sözcüğünün temeli olarak gördüğü kağan sözcüğünün bir
değiĢik biçimi midir? Zira king Uygurca‟da “geniĢ” manasına gelir. Türkçe‟de king “geniĢ”
sözcüğü keng, kenge ve kieng gibi biçimlerle de hali hazırda mevcuttur. Bununla beraber,
shanyu adı ile alakadar değerlendirilmesi gereken esas bağlantı ġarki Türkistan‟ın Müslüman
ahali ile meskûn olan mahallerinde kullanılan Kırgızca Ģangıya (“nahiye müdürü, aksakal”)342
kelimesidir. Bu kelime “azamet, ihtiĢam” anlamlarına gelen Ģang sözcüğünden gelir. Fakat,
Yudahin‟in sözlüğünde hem Ģang hem de Ģangıya Çince kökenli olarak gösterilmiĢlerdir. Öte
taraftan, bu kelime sadece Kırgızca‟da geçmez. Karaçay-Malkar atasözlerinde geçen Ģanüy
(“han, devlet baĢkanı”)343kelimesi de besbelli bir biçimde Kırgızca ve Hunca sözcükler ile
ilintilidir.

Pekin dahil olmak üzere Çin'in kuzey bölgelerinde h ile baĢlayan kelimeler Ģ Ģeklinde
telaffuz edilir.344 ġayet bu türden bir telaffuz bahsolunan Hunca ünvanın kaydedildiği
dönemde de var idiyse Ģang sözcüğünün kökeni Ģang >hang üzerinden Türkçe keng “geniĢ”
sözcüğü olarak karĢımıza çıkacaktır. ġangıya >ġangiye >ġaniye >Ģanyü esasen “Ģan sahibi”
gibi bir anlamı taĢıyor olabilir. Hunca sözlük ile alâkalı olarak değerlendirmeye tabii
tutulması gereken bir diğer sözcük Proto-Bulgar yazıtlarında kana/kanna/kane Ģekilleriyle
geçen ve Türkçe‟nin morfolojisi açısından îzâh edilemeyen345 ünvandır. Bu ünvan Yakutça‟da
“hürmet, saygı ve azamet” manalarına gelen kien346 ve kiennegh “muhterem, saygılı”347
kelimelerini çağrıĢtırdığı gibi belki Hunca shanyu sözcüğünün de ta kendisidir. Belki de aynı
kelime tüm bunlardan ayrı olarak geniĢ manasına gelen kenge sıfatının nazal ŋ olmaksızın
yazımı idi. Kana >kaŋa >keŋe.

Chengli kudu öbeğinin aynı zamanda chēnglìdúgū “Gök oğlu” < Hun. tängri toğ (HWC:
65) olarak da geçtiği söylenir.348 Bu malumatın doğruluğunu sorgulayacak durumda değiliz.
Yine de burada son hece dúgū‟da herkes gibi bir oğul anlamı görülmesi gerektiğini
düĢünmüyoruz. Chēnglìdúgū ancak Altayca‟daki teŋeridegi “(mitolojide) ilah olmayan;
ruh”349 biçiminin muadili olabilir. Tengri kudu ve teŋeridegi arasındaki olası bağlantı kudu
sözcüğünün oğul manası ile değil ruh manasındaki kut350 ile ilintili olduğuna delâlettir.

Burada konu ile doğrudan bağlantısı olmasa da“oğul” anlamındaki toğ kelimesinden yola
çıkarak ulaĢtığımız Ģu denklikleri okuyucuyla paylaĢmak isteriz; Ġngilizce daughter, Almanca
Tochter, Yunanca , Yakutça d‟axtar “kadın” – Vepsçe t‟ütar, Mordince tejter‟,
Estonyaca tütar ve Fince tytür “kız” vb. Daughter ve Tochter sözcüklerinin ilk hecesinin
Türkçe doğ (“anne baba bir, ya da sadece anneleri bir olan kardeĢler”)351 ile bağlantılı olduğu
kanaatindeyiz. Sondaki –ter ya da –ther eki ise Türkçe tur (“genç, delikanlı”)352sözcüğünün o
dillerdeki karĢılığı olmalıdır. Muhtemelen Bagatur kelimesindeki tur ekinin verdiği anlamda
ve Türkçe baldız -aynı sözcüğe bazı kereler baldır biçimi ile de kaynaklarda rastlanır-

341
De Groot - Asena 2011:78
342
Yudahin 1998: 679
343
Semenova 2006 :134
344
De Groot - Asena 2011:37
345
Tekin 1987: 42
346
Pekarskiy 1945:518
347
A.g.e.,518
348
Ġnayet 2008: 279
349
Gürsoy - Duranlı 1999: 174
350
Pekarskiy 1945: 570
351
Binler 2007: 93
352
DS X:3993
kelimesinin son hecesindeki –dız ya da –dır eklerinde de bu gerçek gizlidir. Baldır
kelimesindeki –tır hecesi öte taraftan tir “abla, kız kardeĢ”353 sözcüğü ile de ilintili olabilir.

Doğ sözcüğü Türkçe‟nin en geç, Hun döneminden Batılı diller ile irtibatlı olduğunun,
Batılı diller ile Türkçe arasındaki dilsel etkileĢimin Hun döneminden daha önce baĢladığının
güçlü kanıtlardan biri olduğuna iĢaret etmektedir. Baldız kelimesinin baldır biçiminde de
bulunması açıkça sözcüğün l-r ve Ģ-z Türkçelerinde aldığı biçimlerle alâkalıdır.

2. Saktak: Pulleyblank ve Vovin‟in Xiongnu‟ların dilinin bir Yenisey topluluğuna ait


olduğunu kanıtlamak için bin dereden su getirdikleri makalelerinde Xiongnu dili ile Yenisey
topluluğunun lisânı arasında yegâne kaale alınabilecek sözcük, kanaatimizce bu olmalıdır.
Diğer Hunca sözüklerin hiçbir suretle Yenisey temelinden izahını yapmak mümkün değildir.

L. Ligeti tarafından ortaya atılan Hunca Saktak (“çizme”) ile Ketçe Sāgdi (“çizme”)
sözcükleri arasında bir iliĢki olduğu görüĢü, sonrasında Pulleyblank ve Vovin tarafından el
üstünde tutulmuĢtur. ġunu da hatırlatmakta yarar vardır: Bu sözcük Yenisey dilinin yalnızca
Ketçe lehçesinde ve bu lehçenin de alt lehçesi olarak bilinen (Imbazk) ağzında sāgdi,
(Bakhta) ağzında ise śagdi biçimlerinde mevcuttur ve diğer lehçelerde olup olmadığı ise o
lehçelere ait yeterli dil malzemesinin olmayıĢından ötürü bilinememektedir.354

Gumilev‟in bahsi geçen Hunca sözcük için getirmiĢ olduğu izahat da kayda değerdir. O, bu
hususta Ģunları söyler:
… kelimenin eski Rusça‟daki “sagaydak” yani sadak kelimesiyle doğrudan
bir bağlantısı olabilir. Bu kelime elbette Türkçe-Moğolca orijinlidir ve XVI-
XVII. Yüzyılda kullanılmaktaydı.”Sagaydak”ın Hunca “Sağdak” kelimesiyle
iliĢkisi olduğu gayet açıktır. Çünkü Hunlar sadağa sığmayan okları çizme
koncunun içine sokuyorlardı ki, bilahere Ruslar da çizme koncuna bıcak
koymuĢlardır.355

Çizme koncuna ok koymuĢ bir Hun savaĢcısının, kendi lisanında sadak olarak iĢlev gören
bir çizmeyi saktak olarak adlandırabileceği gibi, aynı savaĢçının, saktak sözü ile çizme‟ye
değil de esasen konç‟a bir göndermede bulunduğunu, ancak bu sözcüğü kayda geçiren
Çinlinin, yanlıĢ anlama sonucu ona “çizme, sokman” anlamı yüklemiĢ olma ihtimali de
oldukça yüksektir ve değerlendirilmeye tâbi tutulmalıdır. Sözcük sadece eski Rusça‟da
kullanılmamıĢtır, günümüzde dahi Ukrayna dilinde sadağın karĢılığı сагайдак (“sagaydak”)
Ģeklindedir.

Gumilev‟in çıkarımı doğrultusunda Saktak sözcüğünün geriye doğru izdüĢümü


yapıldığında karĢımıza Skhyt (Saka) kavim adı çıkar. Saka etnonimini Hint-Avrupa dillerinde
açıklamak isteyenlerin çoğunluk itibariyle benimsediği kurama göre sözcük, Ġrani skuda, Eski
Yüksek Almanca skuzzo, Eski Ġngilizce scytta gibi kelimelere dayanılarak önerilen ve “okçu”
anlamına gelen skeuta kökünden gelmektedir, Yunanca Σθύζαη, Sami Ažkuzai, Iškuzai,
Aškenaz vs. = Iran. Skuda, skuδa “okçu” < Hint-Av. *skeuta (krĢ. Ger. Skutjan, Eski Yük.
Alm. skuzzo, Eski Ġng. scytta “atıcı, okçu”).356 Bunlara Latince sagita “okçu” kelimesi de

353
Kúnos 1902:190
354
Vovin 2003: 390
355
Gumilev 2002:64
356
Golden 2002:7
eklenilmelidir. Kelimenin “okçu” anlamı dıĢında günümüz Romence‟de săgeată (“ok”),
Ġrlandaca saigheada (“ok”), Galce saethau (“ok”), Latince sagittis (“ok”) ve sagittarius (“yay
burcu”) biçiminde olduğu üzere “yay” anlamıyla da korunduğu görülür.

Saf Hint-Avrupalı duran üstteki bu biçimler, aslında Asya kökenli bozkırlı savaĢçı
toplulukların dillerinden alıntılar dıĢında baĢka bir Ģey değildir. W.Bang, yıllar önce
Latince‟deki sagita sözcüğünün Türk lehçelerinde “silah, araç, zırh” anlamlarına gelen sagıt
sözcüğüyle bağlantılı olup olamayacağını araĢtırma teĢebbüsüne giriĢmiĢti.357 Türk
lehçelerinde bu doğrultuda rastlanan mesela Codex Cumanicus‟da sagıt (“araç, zırh”),
sagitlan (“silahlanmak”)358, Karaçay-Malkarca‟da savut (“silah, teçhizat”), yine savutlan
(“silahlanmak”)359, saut (“silah”)360, savut “tabanca, silah ve aygıt”,361 sıyda (“temren, ok
ucu”)362 ve sayta (“yay”)363 sözcükleri, esasen Türkçe sadak > sakdak ile aynı kapıya çıkar.
Yabancı kaynaklarda zikredilen bir Hun adı olan Σκόττα “Skottä”364da belki Sagita sözcüğü
gizlidir. Tüm bu Avrupa dilleri ve Türk lehçelerindeki biçimlerin kökü Yakutça‟da tüfek
anlamına gelen sağ olmalıdır.

Saktak‟ın izahatında, değerlendirilmemiĢ baĢka bir yola baĢvurulmasını elzem buluyoruz.


Ana Altayca söziçi ünsüz takımı *kt, Ana Moğolcada ġt/gt ünsüz takımına değiĢmiĢ, Ön
Türkçede ise, söz sonundaki zayıf ya da tonsuz ünlünün de yitimi ile, -t olmuĢtur.365 Bu ünsüz
yitiminin varlığına dair çok az lisanî delil getirilir. Biz Sadak sözcüğünün Hunca Saktak
biçimindeki –k ünsüzünün yitimi neticesinde bugünkü Ģeklini almıĢ olduğu fikrindeyiz.
Nitekim, Yakutçada aynı sözcüğü Sağdak biçiminde bulmamız, bu sessiz yitiminin varlığına
dönük savımızı perçinlemektedir ki, Sadak üzerinden daha ön bir Sakdak > Saktak biçimi,
Hunca sözcüğün birebir aynıdır. Saktak > Sadak örneği, böyle bir ünlü yitimini savunan lîsani
geçiĢin, Türkçede sadece –t ünlüsü ile değil aynı zamanda –d ile de korunduğuna kanıttır.
Nitekim, üstte bread bahsinde zikredilen buğdayın Batı dillerindeki karĢılıkları Ġngilizce
wheat, Danca hvede, Ġsveçce vede, Norveçce hvete ve Ġzlandaca hveiti biçimlerinin kökü olan
budi / buday sözcüğü ile buğday arasında da bir ğd > d denklemi açıkça gözükmektedir.

Her ne kadar, biçimsel bazda bu ses geçiĢi uyarınca sadak >saktakın birebir aynısı olarak
ortaya çıksa da Hunca çizme manasını veren Türkçe kelime bununla ilintili olup, lâkin bundan
daha farklıdır. ġahsi düĢüncemize göre Ģimdiye dek bu Hunca sözcüğün Türk dili içerisinde
izahatının yapılamamasının iki nedeni vardır: birincisi, üstte Tekin‟in zikrettiği dilsel kuralın
kimse tarafından göz önünde bulundurulmaması, ikincisi ise kelime baĢındaki –s harfi ile
baĢlayan bir sözcüğün Türk lehçeleri içerisinde bulunması konusunda ısrar edilmesidir.
Türkçe‟deki kelime baĢı –s harfi Yakutça‟nın Dolgan ağzında ve BaĢkurtça‟da kurallı bir
biçimde -h harfine döner. Bahsi geçen ses değiĢimine sadece bu lehçelerde değil günümüzde
kullandığımız pek çok sözcükte de rastlanır. Ġkinci bir ses geçiĢi ise s harfinin y harfine
dönüĢtüğü gerçeğidir. ġayet meseleyi *kt> ġt/gt>t denkliklerini de hesaba katacak Ģekilde
incelersek ulaĢacağımız sonuçlar Hunca saktak sözcüğünün Türkçe olduğu sonucuna ister
istemez çıkacaktır. Uzun lafın kısası, söylemeye çalıĢtığımız Ģey Hunca saktak‟ın Türk

357
Maenchen-Helfen 1973: 454
358
Grönbech 1992: 158
359
Tavkul 2000: 335
360
Nemeth 1990: 45
361
DS X:3556
362
Arıkoğlu-Kuular 2003: 93
363
DS X: 3561
364
Pritsak 1982: 460
365
Tekin 2003: 93
lehçeleri içerisinde hadak/hatak, hağdak/haktak, yadak/yatak veyahut yağdak/yaktak vb. diğer
biçimlerle de bulunmuĢ olması gerektiği gerçeğidir.

ġimdi bu doğrultuda ulaĢtığımız sözcükleri paylaĢacağız. Ġlk sözcüğümüz (“çocuk


ayakkabısı, patik”) anlamına gelen gediktir.366 Gedik‟in diğer karĢılığı kedik (“küçük çocuk
ayakkabısı”)367 ve hadik (“kar üzerinde gezerken batmamak için giyilen, altı gönden kesilmiĢ
Ģeritlerle ya da fındık çubuklarıyla örülmüĢ daire biçiminde ayakkabı”)368 kelimeleridir. Hadik
aynı manada hağdik369 biçiminde de hâlâ varlığını sürdürüyor. ĠĢte bu hağdik Ģekli Hunca
sözcüğün Türkçe‟deki koĢutluğunu doğruladığı gibi aynı zamanda *kt> ġt/gt>t geçiĢini
delillendiren baĢka bir kanıtı teĢkil etmektedir. Hağdik > Sağdik >Saktak denklemi Hunca
sözcüğe aday olma noktasında sondaki –k harfine de açıklama getirmesi hasebiyle Ketçe
biçimden daha sağlam duruyor. Buna bir de Yakutça‟da “kısa çizme” manasına gelen
hağtanğka 370sözcüğü eklenmelidir.

Türk lehçelerinde çizme için kullanılan Kara Kalpakça etik, Nogayca etik, Kazakça etik,
Kırgızca ötük, Tatarca itik, Türkmence edik, Altayca, Teleütçe, Sagayca ve ġorca ödük vb.
diğer biçimler aslında hadik ile bağlantılıdırlar. Derleme Sözlüğü‟nde hadik‟in diğer karĢılığı
olarak {“kara batmamak için ayağa giyilen, altı Ģerit Ģeklinde kesilmiĢ gönlerle kaplı,
yuvarlak bir çeĢit kar ayakkabısı”, “çocuk ayakkabısı, patik” ve “örme terlik”} mânalarındaki
hedik371 ve hetik372 sözcükleri gösterilmiĢtir. Hedik bahsigeçen sözlükde hidik373 ve hide
(“ayakkabı”)374 biçimleriyle de mevcuttur. Hedik ile edik “çizme” arasında Halaçça‟da
sıklıkla rastladığımız baĢta bir –h türemesi vardır. Tüm bunlar, Eski Türkçe‟de adak biçimi ile
karĢımıza çıkan ayak sözcüğüyle ilintili gözüküyorlar. Yakutça‟da ayak sözcüğü atah
biçimindedir ve bu biçim Dolgan ağzında “çocuk ayakkabısı”375 mânasına da gelir. Ayak
kelimesi Halaçça‟da hadak Ģeklinde yaĢamaktadır ki, hadak “ayak” ile hadik “bir çeĢit
ayakkabı” arasında Yakutça {atah “ayak”- atah “ayakkabı”} örneğinde olduğu gibi bir
bağlantının varlığı gün gibi ortadadır. Ayak ile ayakkabı arasındaki bir diğer bağlantı Türk
lehçelerinde ayak, bacak manasına gelen bud/but sözcüğü - ki, aslında Ġngilizce foot kelimesi
de bununla ilintilidir- ile çizme anlamını taĢıyan Ġngilizce boot, Bulgarca ботуш, Baskça
boot, Çekçe bota, Danca boot, Ġspanyolca bota, Arnavutça boot vb. ile Lehçe but “ayakkabı”
sözcükleri arasında da görülmektedir.

Türk lehçelerinde çizme manasına gelen etik sözcüğü *kt> ġt/gt>t biçimlerini göze
aldığımızda daha evvelinde ektik biçimine girecektir. Buna, Halaçça‟daki sözbaĢı – h
türemesini de eklersek hektik Ģekline ulaĢmamız kaçınılmazdır ki, hağdik ve onun koĢutluğu
gözüken sağdik de besbelli bir biçimde bununla ilgilidir. Hele Halaçca‟daki hadak biçiminin
daha erken muhtemel bir hakdak Ģekli sakdak‟ın kelime baĢı h > s değiĢimi dıĢında neredeyse
birebir aynıdır. Altayistler, Ana Altayca kelime baĢı p- harfinin Ön Türkçe‟de h- ile
karĢılandığına kanat getirdiklerinden ötürü Halaçca‟daki hadak kelimesini patak biçimine

366
DS VI: 1967
367
DS VIII: 2718
368
DS VII: 2250
369
A.g.e.,2251
370
Pekarskiy 1945:365
371
DS VII: 2327
372
A.g.e:2350
373
A.g.e:2384
374
A.g.e:2384
375
Pekarskiy 1945: 39
bağlamak arzusunda olduklarını da hatırlatmalıyız. Patak, hadaktan ziyade “çizme, ayakkabı”
ile ilintili olarak aĢağıda zikredilecek kelimeler ile yakınlığa sahiptir.

Hunca sakdak ile alâkalı değerlendirilmesi gereken bir diğer bağlantı hiç Ģüphe yoktur ki,
tam olarak bir karĢılık teĢkil etmese de çizme ile ilintili setük “topuk, ökçe”376 adlı sözcüktür.
ġimdi “topuk” ile alâkalı Slav dillerinde mevcut olan aĢağıdaki kelime listesiyle ayak ve
ayakkabı ile ilintili sözcükleri karĢılaĢtıralım.

Çekçe pata, Bulgarca пета, Makedonca пета, Sırpça пета, Hırvatça peta, Lehce pięta,
Slovakça päta, Slovence pete, Ukraynaca п'ята, Rusca пятка, Belarusca пятка ile pa
“ayak”377, pati “küçük çocuk ayağı”378, Kars ağzında pata “örme, çarık”379, patik “bir çeĢit
kadın terliği”380, petik “çocuk ayakkabısı”381vb. Görüldüğü gibi, “topuk, ökçe” ile “ayakkabı”
arasındaki bağlantı bârizdir.

“Topuk, ökçe” ile “ayakkabı” arasındaki bağlantıyı teyit edecek Cermen kökenli diller ile
Türkçe arasındaki baĢka bir örneğe geçelim. Eski Ġngilizce‟deki Ģekli hela olan günümüzdeki
biçimiyle heel, Danca hæl, Ġzlandaca hæl, Ġsveçce häl, Felemenkçe hiel, Norveçce hael,
Hollandaca hiel sözcükleri ÇuvaĢça kĭle “topuk, ökçe”382 ile apaçık bir iliĢkiye sahiptirler.
Tüm bunlar Kerkük Türkmen dilindeki kala “altı lastik, beyaz ketenden spor ayakkabı”383 ve
kalleĢ “gelin ayakkabısı”384 ile ilintilidirler.

Latince‟de calig “askeri çizme, bot”385 kelimesi Anadolu‟da kelik “eski ayakkabı”386, kelek
“eski ayakkabı” 387, Erzurum‟da kalig biçimindedir ve sözcük Erzurum‟da öylesine yaygındır
ki, bu adlandırma ile ilgili “kalig sürütmek” ya da “kalig eskitmek” ( = çok dolaĢmak) gibi
deyimlerin de türetildiğine Ģahit olunur. Aynı kelimeyi Uygurca‟da kalligi “ayakkabı
ökçesi”388 Ģeklinde bulmaktayız.

Görüldüğü üzere, “topuk, ökçe” ile “ayakkabı” arasındaki bir bağlantının var olduğu
alenen ortadadır. Bu sebepten, setük < *sektük, Halaçca hatak > *haktak >*saktak gibi olası
bir biçim ve hağdik > *sağdik ile Hunca saktak arasında reddedilemez bir iliĢki kendini açıkça
belli ediyor. Dolayısıyla, Hunca saktakın Türkçe bağlantısının olmadığı yönündeki savların
artık geçerliliği kalmamıĢtır.

3. Kudohou: Hunlarda yüksek bir rütbeyi temsil eden bu ünvan, kökenbilimsel açıdan
bugüne değin kimse tarafından açıklanamamıĢtır. Hunlardan kalma dil yâdigarlarını daha
yakından tetkik ederken kudohou ile Eski Türkçe‟de “damat” anlamına gelen küdegü sözcüğü

376
DS X: 3593
377
Alizade 1992:119
378
DS IX: 3436
379
Altan 2007:46
380
DS XII: 4639
381
DS IX: 3436
382
Bayram 2007: 107
383
DS VIII: 2606
384
DS VIII: 2610
385
Kabaağaç – Alova 1995: 373
386
DS VIII: 2732
387
DS VIII: 2
388
Necip 1995: 190
arasındaki olağanüstü ses benzerliğini asla kaçırmadığımızı itiraf etmeliyiz. Bu Hunca
sözcüğün “damat” ile ne gibi bir bağlantıya sahip olduğu konusunu aydınlatacak elimizde
hiçbir belge olmamasından ötürü kudohou = küdegü bağlantısını öne sürememiĢizdir, tâ ki
Macar bilim adamı Katalin Csornai‟nin çalıĢmasını okuyuncaya kadar. Csornai, Hun
Devleti‟nin yönetici tabakasının Kudohou‟lar ile iç evlilikler yaptığını, her ne zaman iç
evlilikler gerçekleĢtiğinde gelinin Hun yönetici sınıfından, damadın ise Kudohou‟lardan
geldiğine dikkat çekerek Kudohou sözcüğünün “damat” manasını taĢıdığı noktasından hareket
edip, onu Moğolca‟da akrabalık manasına gelen “kuda” ile ilintilemeye çalıĢmıĢtır.389
Csornai, mükemmel bir sonuca ulaĢmıĢ, ancak “damat” anlamına gelen ve ilk olarak Uyuk
Turan kitabesinde rastlanan Türkçe “küdegü”390 sözcüğünü görememiĢtir.

Hunların dili hususunda dünyanın en önde gelen bilim adamlarından biri olan
Uchiraltu‟nun bize söylediğine göre Kudohou sözcüğü ilk olarak, Çin tarihinin Qin Hanedanı
(M.Ö 221-2O6) zamanında, yâni üstte Pulleyblank‟ın Ketçe galak sözcüğünün eski hali
olarak gördüğü Hunca kudu sözcüğünün zikredildiği Eski Han Hanedanı‟ndan (M.Ö 202-M.S
220) bir önceki dönemde zikredilmiĢtir. ġimdi meseleyi Ģu Ģekilde ele alalım. Çok bâriz bir
Ģekilde Türkçe olan bu Hunca sözcük, her ne hikmetse Qin Hanedanı döneminde Kudohou
olarak zikredilip sonrasında farazi olarak Eski Han Hanedanı döneminde –l Ģekline büründü
ve sonrasında da Küdegü olarak varlığını devam ettirip günümüzde daha ziyade “gelin
güveyi” (gelin ve damat) Ģekli ile yaĢatılageldi? ġayet Kudohou sözcüğü –l sözcüğüne
büründü ise neden sonrasında –l Ģekli ile yaĢatılmadı da tekrar -d Ģekli ile devam edegeldi? Bu
çözümlememiz, Pulleyblank‟ın Hunların dili üzerine en büyük iddiası olan d < l geçiĢi savını
tamamen yıkmıĢtır.

“Damat” anlamına gelen ve kökeni hala meçhul Ġngilizce groom sözcüğünün Türkçe‟deki
yine evlilik yoluyla edinilen bir akrabalık kavramı görüm, Altayca‟da “düğün” anlamına
gelen kurum391 ve Anadolu‟da görüm “gelin ya da damat için alınan elbise”392 sözcüğü ile
sesçil ve anlam iliĢkisine de değinmeden geçemeyeceğiz. Belki, Bulgar Hanı Kurum‟un adı
da bu manada idi.

4. Tuchi: Tuchi, Asya Hunlarında devletin sağ ve sol kanadını yönetenlere verilen ünvanın
adı idi. Hun devlet örgütlenmesinde devlet ikiye ayrılır ve bu iki kanada Hun hükümdarının
oğulları atanırdı. Pulleyblank bu Hunca sözcüğü, Türkçe kökenli olmayıp Türkçe‟ye geçmiĢ
bir ödünçleme ünvan olduğuna inandığı (“hükümdar oğlu ya da oğulları”) mânasındaki tegin
ile iliĢkilendirmiĢtir.393

Pulleyblank, tuchi için geçen dou-gji‟yi < dah-ge(h) olarak kurar. Bu karakterlerdeki dou-
gji‟nin Tuva lehçesinde “prens” anlamındaki tajı394 ve tayjı395 kelimelerine yakın durduğunu
söylemeliyiz. Bu, Tuva‟daki bir Moğol kaynağına iĢaret ediyor olabilir. Fakat Çin kaynağı
Hanshu‟nun kaydettiği gibi bahsi geçen ünvanın “akıllı” manasına gelmesi, gözümüzü
mecburen Türkçe tegin kelimesine çevirmemizi öğütlüyor. Çin kaynağı bu mânayı Çince
xian(“hsien”) ünvanı ile iliĢkilendirir. Bu ünvanın Türkçe karĢılığını bugüne değin tüm
389
Csornai 2009: 37
390
Ġnan 1998: 335
391
Gürsoy – Duranlı 1999:126
392
DS VI:2163
393
Pulleyblank 1962:257
394
Arıkoğlu – Kuular 2003:105
395
MonguĢ 2005:198
araĢtırmacılar “bilge” olarak yorumlamıĢlardır. Biz bu fikre iĢtirak etmiyoruz. Bahsi geçen
ünvanın asıl anlamı “bilge” değil “akıllı”dır. Ve bu mâna sadece ve sadece Türkçe‟de
korunmuĢtur.

Türkçe‟de tek durmak (“uslu durmak”),396 yine tekin durmak (“uslu durmak”)397 söylemleri
ile tek (“uslu”)398 ve tekin (“uslu”)399sözcükleri bâriz bir Ģekilde bu Hunca ünvan ile
bağlantılıdır ve sözcüğün asıl mânasının bilge değil akıllı olduğunu gösterir. Dolayısıyla
Pulleyblank‟ın Türkçe‟ye geçmiĢ bir ödünçleme çıkarımının hiçbir bilimsel dayanağı yoktur,
çünkü ünvan özbeöz Türkçe‟dir. Hunca tuchi Ģekli Türkçe tegin sözcüğünün diğer bir
söyleniĢi olan tigin biçimine daha yakın duruyor. Tegin/tigin sözcünün sonundaki –n çoğul
ekidir. Bu ünvanın Hun hükümdar takımının kendi oğullarına verdiği bir adlandırma olduğu
noktasından hareket edersek bahsolunan sözcüğün tıkı “yaĢı büyük, bedeni az geliĢmiĢ, akıllı
çocuk”400 kelimesi ile de örtüĢtüğü söylenebilir. Bu sözcük bazı kereler Çin kaynaklarında
Tuchi Wang olarak da geçer. Wang Çincede “kral, prens”401 demektir. Wang ünvanının
Çinceye Türkler tarafından verilmiĢ bir ödünçlenme olması kuvvetle muhtemeldir. Herhalde
bu ünvan Proto-Bulgarların dilinde de mevcut olup, Karaçay Malkarca‟da van (“kral”)402
olarak korunmuĢ, ban ünvanının Türkçeye özgü nazal ŋ biçimiyle Çin diline aktarılmıĢ hâli
olmalıdır; Vaŋ > Waŋ.

5. Huyu: Pulleyblank, Xiongnu dilinde bir ünvan olan, Çin kaynaklarının Huyu olarak
kaydettiği sözcüğü hou-hjou > hwax-hwah olarak yeniden kurar. O, sözcüğün asıl Ģeklinin
ywaywa yahut da gaga gibi bir biçim olduğu kanısındadır.403 Türkçe kağan sözcüğünün
kökeninin de bununla bağlantılı olduğunu düĢünür. Sözcük için Yenisey dili lehçelerinde
“Ģehzâde, prens” gibi anlamlara gelen ky, kykn, hiji, hijee, hijan, hikn gibi bir dizi kelime ile
karĢılaĢtırma yapan ancak uygun bir karĢılık bulamayan Pulleyblank‟ın Ketçe ile
iliĢkilendirme hususunda oldukça Ģüpheli davranmasına ve kesin bir yargıdan kaçınmasına
karĢın Vovin, bunu kâti suretle “Ģehzâde” olarak alır ve Ketçe bu manayı taĢıyan kelimelerin
Xiongnu‟ların sözcüğüyle gayet iyi örtüĢtüğü görüĢündedir.404

Üstte görüldüğü gibi Hun dilinde “Ģehzâde” manasını veren ünvan tegin‟dir, huyu değil.
Üstelik gerek Pulleyblank, gerekse Vovin bir noktada yanılmaktadırlar. Bu ünvanın
zikredildiği Çin yıllığı olan Hanshu aynen Ģunu söyler: “Hu-yu‟nun rütbesi (ġanyü‟den sonra
F.ġ.) en muteberlisiydi. Shanyu‟nun halefi olarak hükümdar olacaktı.”405 Bu ifadelerde asıl
anlatılmak istenen Ģey Ģudur; Xiongnu tahtına oturmak için ortada birden fazla Ģehzâde adayı
mevcuttur ve Huyu, bu adayların yâni teginlerin içerisinde buna nâil olacak kiĢiye verilen
ünvanın adıdır, Shanyu‟nun oğluna ya da oğullarına verilmiĢ genel bir ad değildir.

Değerli dostumuz Uchiraltu bize, Ģayet Hun toplumunda birden fazla Ģehzâde varsa
geleneğe göre tahta yaĢça daha büyük oğulun geçeceğini söylemiĢtir. Catalin ise makalesinde

396
DS XII: 4747; Bozyiğit 1998:243
397
DS XII: 4747; Bozyiğit 1998:243
398
Bozyiğit 1998:243
399
A.g.e.,a.y.
400
DS XII:4758.
401
Eberhard 2000: 185
402
Semenova 2006: 141
403
Pulleyblank 1962: 261
404
Vovin 2003: 392.
405
Pulleyblank 1962: 261
bu hususa değinerek Hun tanhusu (shanyu) öldüğü zaman en yüksek rütbeye hâiz olan Ģahıs
yani sol kanattaki teginin tahta geçtiğini, bu kanattaki “tegin” ünvanının ise her zaman
tanhunun en yaĢlı ve akıllı oğlu tarafından doldurulduğunu belirtir.406

Dolayısıyla, burada adı geçen ünvandan kasıt, Ģehzâdelerin yaĢça daha büyük olanıdır.
Türk toplumunda daha büyük ve en büyük erkek kardeĢe “ağabey” denir. Dikkat buyurun,
Türkçe gaga (“ağabey”)407 manasındadır ve bu, Kanadalı bilim adamının kelimenin asıl Ģekli
olarak görmek istediği gaga sözcüğünden baĢkası değildir. Hou-hjou biçimi için ise
Türkçe‟de kuku (“ağabey”)408 sözcüğünün gayet iyi düĢtüğünü söylemeliyiz. Derleme
Sözlüğü‟nden topladığımız ağabey anlamına gelen ve dipnot düĢmeye gerek duymadığımız Ģu
sözcükler de nazar-ı itibare alınmalıdır: kaka, kako, kakko, keki, kığa, gakko, gıga, gegi, gıka,
gağa, geko, gakko vb.

Kuku sözcüğünün Yüe-chi‟lerin dilinde valiler için kullanılan hi-hou409 ünvanı ile de
mükemmel uyuĢtuğunun altını çizmeliyiz. Bu Hunca ünvan sonrasında idarecilik ile bağlantılı
olarak karĢımıza çıkan gege “hanzadelerin mürebbibleri, lala, atabek.”410, kāya “muhtar”411,
kiya “muhtar, köy bekçisi, köy kahyası”412 ve koha “muhtar”413sözcüklerinde de muhafaza
edilmiĢe benziyor.

Yöneticilik temelinde kullanılan bahsigeçen Hunca ünvan, bir manası da “önder, lider”
demek olan Ġngilizce cock kelimesi ile de irtibatlı gözüküyor. Cock Ġngilizce‟de aynı zamanda
“erkeklik organı” ve “horoz” manasına da gelir. Kaka Türkçe‟de ağabeyi dıĢında örneğin
Uygurca‟da kaka “erkek cinsel organı”414 ve Kırgızca keke “erkeklik organı”415 manalarını
verirken bir diğer biçim olan kuku ise Deliorman ağzında kuku “kadın cinsel organı”416
demektir. Öte yandan, cock kelimesinin erkeklik organı anlamı Türkçe çük ile, horoz manası
ise ÇuvaĢça çĭhĭ/çĭh “tavuk”417- buna chickeni de eklemek mümkündür- ile
karĢılanabilmektedir. Her iki dilin sözcükleri arasındaki sesçil ve manasal iliĢkiler gayet açık
bir Ģekilde kendini belli ediyor. Cinsel organ bazında tüm bunlara bir de Ġngilizce diĢilik
organı anlamına gelen pussy ile onun Altay dilerindeki kimi koĢutlukları; Japonca potö418,
Korece poci419, Türkçe bıt420 ve de ÇuvaĢça pĭtĭ “gebe, hamile”421kelimeleri arasındaki iliĢkiyi
de yeri gelmiĢken eklemeliyiz.

406
Csornai 2009:35.
407
Binler 2007:125
408
A.g.e.,98
409
Laufer 1917: 6
410
TL 1945: 10
411
DS VIII:2695
412
A.g.e.,2888
413
A.g.e.,2904
414
Necip 1995: 190
415
Yudahin 1998:430
416
Cebeci 2010:171
417
Bayram 2007:287
418
Tekin 1993:78
419
A.g.e.,79
420
DS II:671
421
Bayram 2007: 159
6. Guli: Gulì, “Hunlarda askeri ve memuri iĢleri idare eden, yabğu derecesinin altında bir
memurî görev adıdır” (< Hun. Tura, HWC: 124).422 Burada hatırlatmakta yarar var; adı geçen
Hunca ünvanın tura biçiminde kurulması bize âit değildir. Bu, bizzat Çinli dilbilimcilerin
tetkiklerine dayanmakta olup, kelimenin asli Ģeklini imlemektedir. Bu bağlamda ÇuvaĢça türe
(“yargıç, hakim, hakem ve memur, bürokrat”)423 ve türe(“subay ve komutan”)424sözcüklerinin
gayet uygun düĢtüğünü vurgulamamız gerekir. Çince‟de r sessizi olmadığından çoğu zaman l
sessizi r sessizi yerine kullanılmaktadır. ġayet durum böyle değil ise yâni l sessizi bir r yerine
kullanılmadı ise bunun Karaçay-Malkarca kula (“hakim, lider, prens, bey”)425ve gola (“kol
ağası, kıdemli yüzbaĢı”)426 sözcükleriyle bağlantısı olmalıdır. Tüm bunlardan ayrı olarak bu
Hunca sözcükte aĢağıdaki müĢahade edildiği üzere bir l > Ģ geçiĢi varsa kelime pekala koĢu
(“asker”)427kelimesi ile de bağlantılı olabilir.

7. Aoijan: Uchiraltu, Hunca bir unvan olan Aoijan sözcüğünde Türk ve Moğol
devletlerinde yaygın olarak kullanılmıĢ Erkin ünvanını görme arzusundadır.428 Aynı sözcüğün
aslı De Groot‟a göre orkhon biçimindedir.429 Kelime, Ġskit kökenli gözüküyor. Bu ünvanın
Hunlardan evvel Ġskitler üzerinden Yunanca‟ya intikal ettirildiği kanaatindeyiz.

Yunanca‟da “yönetici” anlamında kullanılan Arkhon ile Türkçe Erkin arasında bir bağlantı
var gibi duruyor. Arkhon‟un kökü olan arkho fiil olarak Yunanca‟da “yönetmek”430
mânasındadır ki, Tuvaca‟da ergeleer “yönetmek, idare etmek”, ergelekçi “müdür, yönetici”
ve ergelel “yönetim, idare”431vb. bir dizi söcüğün kökeni gibi duran erge/erg kelimesi ile aynı
kökten gelir. Bunlara bir de Türkçe‟deki erk “iktidar, kudret, nüfuz ” sözcüğü eklenmelidir.
Yâni hem Yunanca hem de Türkçe biçimlerin her ikisi de aynı menĢeden gelmektedirler. Yine
bu listeye, Türkçe künde ünvanı ile Batı medeniyetinde kullanılan, Latince‟den geçme Comte
(“kont”) ünvanı arasındaki bağlantıyı da katmak mümkündür. Makalemizin baĢında da
dediğimiz üzere Türk tarihi ve dili Ġskitler hesaba katılmadan asla anlaĢılamaz.

8. Jueti [ / kuaiti]: Pulleyblank Jueti (“at”) sözcüğünü kwet-dei < kwetdeh olarak yeni
baĢtan kurar. Yazar bu biçimle karĢılaĢtırılacak ne Moğolcada, ne de Türkçede uygun
herhangi bir kelimenin bulunmadığı432 kanaatindedir. O, sözcüğü Yenisey lehçelerinden biri
olan Pumpokolsk‟da yaĢayan kut (“at”) kelimesi ile ilintiler.433 Vovin ise bu hususta bir
noktaya dikkat çekmektedir: Kut biçimi, sondaki –t sessiziyle Yenisey dilinin sadece bu
lehçesinde kullanılırken diğer lehçelerde at için hâli hazırda mevcut olan terimler kus, hus ve
hucan‟dır. Bu sebepten, kut kelimesi baĢka dilden alınma bir ödünçleme olabilir.434

Vovin, hakikatın farkındadır. Görüleceği üzere, bu sözcük ancak Türkçe üzerinden geçmiĢ
bir ödünçleme olabilir. Biz sadece Yenisey dilindeki kut sözcüğünün değil aynı zamanda at
422
Ġnayet 2008: 279
423
Bayram 2007: 244
424
DS X: 4013
425
Tavkul 2000: 279
426
DS VI:.2097
427
DS VIII: 2934
428
Uchiraltu 2009: 86
429
Csornai 2011: 35
430
Sandalcı 2006: 179
431
Arıkoğlu – Kuular 2003: 42
432
Pulleyblank 1962: 246
433
A.g.m.,247
434
Vovin 2000: 91
için kullanılan diğer biçimlerin de Yenisey diline ait olduğu kanaatinde değiliz. Çünkü bu
topluluk hiçbir zaman atlı bir kültüre mâlik olamamıĢtır. Aksine, dâima avcılık ve balıkçılıkla
hayatlarını idame ettirmiĢlerdir. Kus kelimesinin kökeninin Türkçe kısrak ile iliĢkisi olup
olamayacağı göz önünde bulundurulmalıdır ki, Ġngilizcede kökeni tespit edilemeyen horse
(“at”)435 kelimesi de bu bağlamda değerlendirilmelidir. Horse biçimi kısrak sözcüğünün
metatez Ģekli olabileceği gibi Türkçe kürrüĢ (“at ve eĢek yavrusu”)436, kürsük (“at ve eĢek
yavrusu”)437 ve ÇuvaĢça kisre (“kısrak, yavru kısrak”)438 sözcükleriyle de ilintilenebilir.

Shuowen adlı Çin kaynağı, jueti kelimesinin “aygır ve katır sıpası” olduğunu nakleder.
Pulleyblank bu ifadeyi imkânsız olarak görür ve aynı kaynakta geçen metnin, “bir aygır ile
diĢi eĢekten olma katır” Ģeklinde okunup düzeltilmesi gerektiği fikrindedir.439 Tabii ki, yazar
bu iddiasını savunurken baĢka bir kaynak olan Shiji‟de geçen, bunun Kuzey Barbarları
arasında üstün bir at türü olduğu bilgisini kendisine dayanak noktası olarak almıĢtır. Kanadalı
bilim adamının itibar etmediği bir veri var: Aynı Çin kaynağı jueti sözcüğünü “daima büyük
bir güç ile sıçramaya istekli” olarak açıklar.440 Bir yanda Ģıçramak ve atlamak fiilleri, öte
tarafta katır ve aygır sıpası.

Kocapınar köyü ağzı göt “(hayvanlar için) hoplayıp zıplayarak gitmek”441, Yakutça köt
(“uçmak, havalanmak, sıçramak, atlamak”)442, kötük (“at hakkında: çitler üzerinden atlayan,
sıçrayan”)443 ve kötüğ (“uçma, sıçrama, sıçrayıĢ, atlama”)444 kelimeleri, bu cihetten Hunca
sözcüğe mükemmel uymaktadırlar. Keza Türk lehçelerinde bu anlam doğrultusunda değiĢik
yazılıĢ biçimleriyle birlikte çok yaygın olarak bulunan kotak (“aygır sıpası”)445, kutuk
(“yabani eĢek yavrusu”)446, koduk (“eĢek sıpası”)447, godak (“tay, at yavrusu”)448 vb.
sözcükler de Hunca kelime ile bağlantılıdırlar. Bunlara ek olarak Yakutça hat (hıat) (“atları
fazla koĢturmak için çıkarılan ses”)449 ve ÇuvaĢça kuda (“at ve sığır sürüsü sürülürken
kullanılan nida”)450 sözcükleri de bu listeye eklenebilir. Kelimenin A. Von Gabain‟in
görmeye çalıĢtığı gibi katır451 biçimiyle de hiçbir ilgisi yoktur.

Hunların dilinde at ile alakalı baĢka iki adlandırma daha vardır. Bunlardan biri taotu,
ikincisi ise tuoxi > (to-hi)‟dir.452 Çince kaynakta to-hi sözcüğünün “yabâni at” olduğu
yazılıdır.453 Bu anlam itibariyle, Moğolca‟da “vahĢi at” manasına gelen taki/tahi 454 ya da

435
Klein 1966:I:744
436
DS VIII: 3046
437
DS VIII: 3046
438
Bayram 2007: 110
439
Pulleyblank 1962: 246
440
Kafesoğlu 2003: 222
441
Çağbayır 2009:377
442
Pekarskiy 1945: 546
443
A.g.e.,547
444
A.g.e.,548
445
Pröhle 1991: 56
446
Toparlı – Vural – Karaatlı 2007: 165
447
A.g.e;152
448
DS VI: 2091
449
Pekarskiy 1945:348
450
Paasonen 1950: 79
451
Von Gabain 2009: 37
452
Pulleyblank 1962: 245; De Groot – Asena 2011: 38-39;Nienhauser 2010:240
453
De Groot - Asena 2011:39
454
Lessing 2003:1189
diğer yazılıĢı ile takhi455 biçiminin Hunca kelime ile fevkalâde güzel uyuĢtuğu gerçeğinin
hakkını vermeliyiz. Yabâni anlamı ise Kazakça tağı “yabâni, ehlileĢmemiĢ”456 biçiminde
korunmuĢtur. Tatarca tuv “yıllarca koĢulmadan kalan, besili at”457 kelimesi yine bu doğrultuda
sesçil ve mânasal ilintiye sahiptir. Öte taraftan, sözcüğün diğer Türkçe bağlantıları da
mevcuttur.

Vovin, l>d geçiĢinden taotu‟yu *lala olarak yeniden kurarken, to-hi >dayge sözcüğünü ise
Türkçe aygır ile ilintili görme eğilimindedir.458 Hunca dayge biçimi, ÇuvaĢça tıyha (“tay”)459,
tıha (“tay”)460 kelimeleri ve toh (“yeni doğmuĢ tay”)461 sözcüğü ile irtibatlı gözüküyor. Eğer
tuoxi sözcüğünün sonunda Çince‟de mevcut olmayan bir –r harfi gizli ise asıl Ģekil olarak
alacağımız tuoxi(r) biçiminin Kazakça tuğır “iĢe koĢulan at”462ve Çağatayca‟daki töker “at”463
ile birebir aynı çıkacağını da not etmeliyiz.

Taotu kelimesi ise taotu > tata(h) üzerinden dāhdāk (“çocuk dilinde at eĢek gibi binek
hayvanları”)464 ve dadak (“çocuk dilinde at, eĢek gibi hayvanlar”)465 sözcükleriyle gayet iyi
örtüĢüyor. Ancak, Hunca tauto en mükemmel Ģekli ile Çağatayca‟daki tatu “at, tay ve
aygır”466 kelimesinde korunmuĢtur.

Tüm bunlara Türkçe‟de “at yavrusu” anlamıyla kullandığımız tay sözcüğünü de eklememiz
gerekiyor. Tay daha eski bir tah kökünden geliyor izlenimini vermektedir. Binek hayvanları
yürütmek için kullanılan deh ve deha kelimeleri de açıkça Hunca sözcük ile bağlantılıdırlar.
Türkçe‟de atları koĢturmak için kullandığımız ünlemlerin Kırgızca karĢılığı tak‟tır.467 Türk
lehçelerinde yaygın olarak kullanılan taka “at nalı” isimli bir sözcük vardır. Hem Uygurca
takiçi “nalbant” ve takiraŋ “dörtnal”468 hem de taka Hunca kelime ile aynı kökten gelirler.

GeçmiĢte atlı kültüre sahip olduğuna dâir herhangi bir tarihi vesikanın bulunmadığı
Yenisey topluluğunun dilindeki kut kelimesine bakarak bu topluluğun, en önde gelen atlı
savaĢçı kavimlerden Hunların günümüz torunları olduğu iddiasında bulunmak
Endonezyaca‟daki kuda (“at”) sözcüğünü göz önüne alarak Endonezyalılar ile Hunlar
arasında bir bağlantı vardır Ģeklinde bir savı öne sürmek kadar yersiz ve temelsizdir. Dahası,
reddedilmelidir.

9. Tung/Tong/Dung/Dong: Çin yıllıklarında Xiongnu dilinde belli belirsiz bir Ģekilde


“süt” anlamına gelen bu sözcük, M.Ö. 296 yılından önceki bir tarihe götürülür. AĢağıda
irdeleneceği üzere bu kelimeyi zikreden kaynaklar, ona süt anlamı yanında farklı manalar da

455
Boberg 1954:268
456
Kenesbayoğlu 1984:258
457
Öner 2009:297
458
Vovin 2003:393;Katona 1966:201
459
Bayram 2007:222
460
A.g.e.,237
461
DS XII:4765
462
Kenesbayoğlu 1984:277
463
Kúnos 1902:194
464
DS IV1328
465
DS IV:1318
466
Kúnos 1902:184
467
Yudahin 1998: 697
468
Necip 1995:385
yüklemiĢlerdir. Pulleyblank kelimeyi Ketçe ten (“süt”), Pumpokolsk lehçesinde ten (“süt”) ve
Arin lehçesinde teŋul (“süt”) mânalarıyla ilintiler. Teŋul kelimesindeki teŋ (“meme ucu”) ve
ul “su” manalarına gelir.469 Yazarımız, ne Türkçe‟de ne de Moğolca‟da bu kelimeye uygun bir
karĢılık bulamadığını da aynı çalıĢmada sözlerine ekler. Bahsi geçen sözcüğün Moğolca
„sün‟(süt) ile bağlantılı olduğuna inanan Uchiraltu ise onu Doğu Moğolca Gorlos lehçesinde
süt manasına gelen „tun‟ ya da „tün‟ sözcükleri ile ilintilemiĢtir.470 Moğol bilimadamı bu
dilsel denkliği Gorlos ağzında „s‟ harfinin „t‟ ile yer değiĢtirmesi kuralı üzerine inĢa etmiĢtir.
Sün “süt” sözcüğü Çağatayca‟da da aynı Ģekilde mevcuttur.471

Ġtiraf etmeliyiz ki, bahsi geçen Hunca sözcüğe birebir Türkçe karĢılık bulamadık. Belki de
bunun asıl sebebi elimizde yeterli miktarda bir sözlüğe sahip olamamızdır. Ancak her Ģeye
rağmen bulduğumuz Ģu örnekler de en az Yenisey lehçelerindeki kadar ilgiyi hak etmektedir.
Birinci sözcüğümüz dünek (“maya konulduktan sonra üzerinden bir gece geçmiĢ ve uyumuĢ
yoğurt”)472 terimidir. Halk arasından bu sözcüğü derleyen Ģahıs, gerçekten olağanüstü bir iĢi
baĢarmıĢ, ancak bir hata yapmıĢtır. Yoğurt uyumaya bırakılmaz. Süt uyumaya bırakılır ve
sütün uyuma iĢlemi sonucunda yoğurt oluĢur. Nitekim süt uyutmak lafı “yoğurt
mayalamak”demektir.473 Dolayısıyla, buradaki mâna, kesinlikle süte bir göndermedir. Dünek
>Dünk >Dung. Üstelik dünek sözcüğü “gece” anlamındaki dün ve dünemek “üzerinden bir
gece geçmek”474 fiili ile apaçık bir iliĢkiye dayalıdır ki, buradan uyutulan nesnenin süt olduğu
sonucu doğrudan doğruya ortaya çıkar. Çağatayca‟daki tonlamak “geceyi geçirmek ve sabaha
kadar oturmak”475 fiili de tong sözcüğü ile irtibatlı gözükmektedir.

Yine aynı sözlükte geçen dinga yoğurdu (“yağı alınmıĢ sütten yapılan yoğurt”)476 söylemi
de ilginç duruyor. Muhtemelen buradaki dinga “yağı alınmıĢ süt” anlamına gelmektedir.
Dinga‟nın bu manada olduğunu gösteren bir baĢka kelime dingaz (“yağı alınmıĢ sütten
yapılan peynir”) sözcüğüdür.477 Her iki örneğin ilk hecesindeki din eki yağ manasını veriyor
olmalıdır. Çünkü dinsiz (“yağsız, kupkuru”) mânasına gelir ki, buradaki din açıkça “yağ”
anlamındadır. O vakit dinga sözcüğündeki din eki, “yağı alınmıĢ” demektir ve eksik olan
nokta, dinga‟nın “süt” manası ile kayıtlara geçirilmemiĢ olmasıdır. Belki bu sözcüğün baĢka
Türk lehçelerinde bu Ģekilde hâlâ yaĢadığı kesindir, ancak Ģu an itibariyle o kaynaklara
ulaĢma imkânına sahip değiliz.

Kutadgu Bilig‟de tong yağ 478Ģeklinde bir ibare geçer. W. Radloff‟un “don yağı” olarak
gördüğü buradaki tong sözcüğünü R. Rahmeti Arat yüng olarak düzeltmiĢtir.479 Ancak
Radloff‟un çıkarımı doğrudur. Donmak fiilinin eski hali tong‟dur ve Anadolu‟da bu sözcük
“don yağı” olarak geçer. ġimdi bu Hunca sözcük hususunda bir Çin kaynağının dile getirdiği
Ģu cümleleri daha yakın bir tetkike tabii tutalım. Sonuç bizi ister istemez yağ ile alâkalı bir
sonuca çıkartacaktır.

469
Pulleyblank 1962:252
470
Obrusánszky 2011:41.
471
ZemahĢerî 2009:135
472
DS IV:1631
473
DS X: 3727; Bozyiğit 1998:257
474
DS IV: 1631
475
Kúnos 1902: 193
476
DS IV:1503
477
A.g.e.,1463
478
Ögel 1991:IV:35
479
A.g.e., a.y.
Tong kelimesiyle alâkadar Çin kaynağı Ru Zhun Ģu ifadelerde bulunur: “…birkaç tou (ölçü
birimi, F.ġ.) kapasitesine sahip bir deri çuval (kaap-tu) yapılır ve içi kısrak sütüyle
doldurulur. Onu çalkalarlar ve (sütün) üzerine çıkan yağı alırlar. Bundan dolayı, onlara tong
atları denir.”480 Pulleyblank, mevzubahis kaap-tu(h) (“deri çuval”) sözcüğünü Türkçe ve
Moğolca (“deri torba, kap vb.”) anlamlara gelen xabtagan ve Türkçe xaptırga kelimeleriyle
ilintiler.481

Hunca kaaptuh kelimesi esasen Eski Uygurca Sözlük‟teki ķapçuk “keten torba”482, Yeni
Uygurca Sözlük‟teki ķapçuķ “çuval, torba”483, Karaçay-Malkarca kabcık (“deri çuval”)484,
Anadolu‟daki kapçık (“deri torba”)485, kapcık (“kıl ya da yünden yapılmıĢ çuval”)486, ġorca
kapçık (“para kesesi”)487, Kırgızca kapçık “çuval, torba”488, köpçük (“eğer çantası”)489 vb.
sözcüklerden baĢka bir Ģey değildir. Xabtagan ya da xaptırga‟nın kaaptuh ile bağlantısı
yoktur. Bu noktada kaaptuh sözcüğü bize Hunların dili ile alakalı baĢka bir dilsel gerçeği
ortaya çıkarmıĢtır. Türkçe‟de –cık,-cik/-çık,-çik ekleri eklendiği kelimenin asıl manasını
değiĢtirmeden ona bir küçültme anlamı katmaktadırlar. ĠĢte –tuh hecesi, küçültme anlamı
veren –çık ekinin Çinliler tarafından kayıtlara geçirilmiĢ Ģeklidir. Sözcüğün kökeni zâten
“çanta, tulum, torba vb.” anlamlara gelen kaptır.

Kapçık ile bağlantılı Slav dillerinde var olan bir koĢutluğa da hazır konu açılmıĢken
değinmekte yarar görmekteyiz. Sözcüğümüz Sırpça kovçeg (“sandık”)‟dir. Kovçeğ‟i Karatay
Türkçe üzerinden “koyacak” gibi bir kelimeden getirmek arzusundadır.490 Kapçığın tarih
içerisinde “kese, çanta ve kutu”491 mânaları ile de kullanıldığını göz önüne aldığımızda Hunca
kapçık sözcüğünün Sırpça kovçeg>*kopçek ile bağlantısı yadsınamaz bir gerçeklik olarak
karĢımızda duruyor.

Bununla beraber, en eski Ģeklini Hunca‟da bulduğumuz kap sözcüğünün Hami-Sami dil
ailelerindeki bağlantıları da yadsınamaz bir Ģekilde ilginç durmaktadır. Akadca‟da quppu
“kutu”, Arabca quff-at “sepet” ve yine Arabca qappatu “sepet”, Doğu Kadikce “kwap “kutu”,
Mokilkaca “koop” ile Kuzey Kafkas dilindeki qqwap‟wa “bir tür tas”, Nakh Dağıstan
lehçesinde qqwāp‟wa “testi”, Bagvalin lehçesi qapa “testi”, Lezgice “Xwap “çuval”, Çeçen
dilinde qāba “balçıktan yapılma testi”vb.492sözcüklerin hepsi Türklüğün coğrafi manada
ulaĢtığı boyutu göstermesi açısından fevkâlede değerde kıymet taĢımaktadırlar.

Ru Zhun‟un îzâhatına dönecek olursak, Pulleyblank, Çin kaynağının verdiği yukarıdaki


bilgilerde geçen Çince karakterlerden yola çıkarak Tong kelimesinin “haraket ettirmek”
anlamına geldiğini söyler. Çince kaynaklarda Hunca tong ile bağlantılı bir baĢka sözcükten de
bahsedilir. Yine sütün çalkalanması ile elde edilen bu içeceğin adı tungma‟dır.493

480
Pulleyblank 1962:251
481
A.g.m.,a.y.
482
Caferoğlu 1968: 166
483
Necip 1995: 220
484
Semenova 2006: 118
485
A.g.e.,2632
486
A.g.e.,2630
487
TannagaĢeva – Akalın 1995: 41
488
Yudahin 1998:400
489
Ögel 1991:V,63
490
Karatay 2003:203
491
Ögel 1991:III,291
492
Orel 1994:40
493
Pulleyblank 1962: 251
Bahsolunan bu içecek ile ilintili güzel bir denkliği Kırgızca‟da bulmaktayız. Kırgızlarda
kımız, gün boyunca içildikten sonra geri kalanı tekrar sabaha kadar saba (bir çeĢit tulum)
içine konulur. Zaman geçtikçe ekĢileĢen kımız sabaha kadar bekledikten sonra ekĢiliği artar
ve sözlü bilgilere göre kımızdan “tundurma” veya “kımızdın gülü” denilen bir nevi Ģarap
yapılır. Sabadaki kımızın tortu kısmı sabaha kadar çöker ve suyu yukarıda kalır. Kırgızcada
suyun yukarıda durmasına veya üzerine çıkmasına “tunma” ve kımız suyundan elde edilen
içeceğe de tundurma adı verilir.494 Yukarı Karaçay köyü ağzında döndürme “ kaynatılarak
koyulaĢtırılmıĢ koyun sütü”495 sözcüğü de açıkca bununla alâkalıdır.

Gerek tungma ve gerekse tung sözcükleri ile alâkalı olarak zikredilen ifadelerde geçen 挏
bu Çince karakter Çin kaynağına göre tung sesini vermektedir.496 Sayın Uchiraltu ve Alimcan
Ġnayet beylerin bizimle paylaĢtıkları mâlumata göre bahsi geçen Çince karakter “birĢeyi
karıĢtırmak, çalkalamak” anlamlarına gelir. Aslında burada “hareket ettirmek”ten kasıt yayık
yaymaktır. Yayık yayılırken torbanın içindeki süt bir oraya bir buraya çarpar ve ses çıkarır.
ĠĢte Çin kaynağının yorumunda verilmek istenen ifade de aynen budur. Bu ise sözcüğün
Türkçe olduğunun apaçık bir ispatıdır.

Yakutça donğ/tonğ “davula vurmaktan hâsıl olan ses”497 sözcüğü, DLT‟deki tonğ tung et “
katı bir Ģeyin sert bir Ģey üzerine düĢerek verdiği ses”498 Uygurca tonglamak “vurmak”499 ve
Türkçe tıngırdatmak “ses çıkarmak” fiillerinin kökü olan tong/tıng” Hunca sözcüğün Türkçe
olduğunu kanıtlamaya yeter. Bu listeye bir de tongura “davar ya da köpeklerin boynuna
takılan çan”500, ton “koyun ve keçilere takılan büyük çan”501vb. kelimeleri de eklememiz
gerekir. Çünkü bu sözcükler de açıkça tong kökünden türemiĢtir. Çan anlamındaki ton‟da
zamanla –g harfi düĢmüĢtür. Bahsolunan Hunca kelimeyi Orhun Abideleri‟ndeki tiŋ(lemek)
fiilinin ön Ģekli olarak almak da mümkündür

Öte taraftan, aynı bilginin geçtiği yerde ilginç bir veri kendini hissettirmektedir. Kaynak
doğrudan doğruya süte göndermede bulunmuyor. Tersine o babda asıl iĢlenen tema tong‟un
(yağ) nasıl meydana geldiğidir. Nitekim “sütün üzerine çıkan yağı” lafından hemen sonra
gelen “…Bundan dolayı bunlara Tong atları derler…” ifadesi doğrudan doğruya yağa bir
göndermedir süte değil. Tong sözcüğü Hun dilinde belli belirsiz bir Ģekilde süt anlamı dıĢında
yağ, hareket ettirmek ve ses ile alâkalı mânaları ifade etmekteydi.

10.Tihu: “Temiz kımız ve sade yağ (tereyağ)”; Pulleyblank, bu kelime için Ketçe‟de
herhangi bir karĢılık bulamaz. Aynı makalede Kanadalı bilim adamı, sözcüğün
sıfatlandırmaları olan temiz, saf ve sade ile ilintilenecek Yenisey dilinde bir karĢılık görmeyi
tercih ettiğini bizzat itiraf eder, lâkin bunlara denk gelebilecek bir sözcük bulamadığını da
belirtir.502 Vovin, Pulleyblank‟in görmek istediği mânada uygun herhangi bir taydaĢa
ulaĢamaz; bununla birlikte, yazar sözcüğü Yenisey dilinde açıklamak için kendince baĢka bir
yol bulmuĢtur. O, Moğolca caga (“kaynatılmıĢ kımız”) sözcüğünden Yazılı Moğolca‟daki
cagan (“beyaz, temiz”) sıfatı arasında bir bağlantıya ulaĢır ve bunu dayanak noktası alarak,
494
Belek 2008: 59
495
Çağbayır 2009:298
496
Pulleyblank 1962: 251
497
Pekarskiy 1945: 263
498
DLT III:356
499
Caferoğlu 1968.:246
500
DS X: 3960
501
DS X: 3958
502
Pulleyblank 1962: 255
Yenisey lehçelerinde mevcut olan beyaz anlamındaki Kotça the:kam, the:gam, Ketçe tagam,
Arince ta:ma, tamo, Pumpolskca tam-xo vb. sözcükler üzerinden Proto Yenisey dilinde täk ya
da tik503 gibi bir kök ortaya koyup, güya sözcüğü inandığı görüĢ doğrultusunda aydınlığa
kavuĢturur.

Pulleyblank, bu Hunca sözcüğün Çin kaynaklarındaki dei-hou/teiohu biçimini *deh-gah


türünden yeni baĢtan bir kurgulamasını yapar504 fakat bu kurgulamaya uygun herhangi bir
karĢılık bulamaması sebebiyle baĢka bir çözüm seçeneğine meyillidir. Kanadalı akademisyen,
Proto-Moğolca –ti ekinin Ortak Moğolca‟da -či‟ye döndüğünden haraketle tihu sözcüğünü
Moğolca‟da “kısrak sütünden elde edilen kımız” manasındaki čige(n) ile ilintilemeye
çalıĢmıĢtır.505 Öte yandan, sözcük, sade yağ, kımız ve temiz anlamları dıĢında “kesilmiĢ süt
suyu”506 manasını da vermektedir.

Meseleyi bu doğrultuda daha iyi idrak edebilme adına evvela süt ürünlerinin nasıl
yapıldığına göz atmakta fayda görmekteyiz. Sağılan çiğ süt hemen akabinde yayık
makinelerine aktarılır ve çekilir. Bu iĢlem neticesinde süt bir tarafa onun içindeki yağ baĢka
bir tarafa ayrılır. Üstte tong bahsinde de görüldüğü üzere makine ile yapılan bu iĢlemler eski
zamanlarda deri kaplar ve torbalar içerisinde gerçekleĢtirilirdi. Sütten ayrılan yağa kaymak
denir. Sonrasında bu kaymak yayığa konur ve yayılır. Yayılırken kaymağın üst tarafında
tereyağ diğer adı ile sarı yağ ortaya çıkar. Sarı yağ tabakasının altında kalan sıvı ise baĢka bir
kapta kaynatılmaya tabii tutulur. Bu sıvı tabakasının kaynatılma iĢlemi sırasında yüzey
üzerinde sarımsı ve yeĢilimsi bir su ortaya çıkarken altına çöken tabaka bildiğimiz çökelek
peynirini meydana getirir. ĠĢte bu sarımsı yeĢilimsi suya kesilmiĢ sütün suyu ya da peyniraltı
suyu denir.

ġimdi Hunca sözcüğün taĢıdığı manalara dönük Ģu terimleri sıralayabiliriz: Çiğ yav (“sade
yağ”)507, çıh (“saf, temiz”)508, çık (“temiz, karıĢığı olmayan”)509, çığ (“süt üzerinde toplanan
kaymak”)510, çığ suyu (“kaymak, yağ yapıldıktan sonra kalan su”) ve (“çökelek suyu”)511 -
burada geçen çığ suyu kesilmiĢ süt suyu yâni peyniraltı suyu anlamına gelir- Türk
lehçelerinde bir içecek olan ve günümüzde daha ziyâde çakırkeyf (“sarhoĢ olma durumu”)
Ģeklinde kullandığımız çakır (“Ģarap, karıĢık içki”)512 – ki, bunun Yakutça‟da karĢılığı
çıkır‟dır513 - sözcüğünün kökü de muhtemelen çığ kökü ile ilgilidir. Hatta temiz manası ile
kullandığımız “leke çıkartmak” yâni “leke temizlemek” cümlesindeki “çıkartmak” fiilinin
kökü olan çıkın dahi bununla bağlantılıdır. Çigen sadece Moğollarca değil Türk kavimlerince
de kullanılmıĢtır. Örneğin, Radloff Altay bölgesinde kımızın çegan olarak adlandırıldığını ve
Kazakların düğüne iĢtirak eden misafirlere bunlardan ikram edildiğinden bahseder.514
Altayca‟daki çiğ ve çiğen bağlamında Çin kaynağının verdiği anlamlara uygun düĢen Türkçe
karĢılıkların olduğu görülmektedir.

503
Vovin 2003: 392-393
504
Pulleyblank 1962:255
505
A.g.m.,255
506
A.g.m.,255
507
DS III: 1212
508
A.g.e.,1164
509
A.g.e.,1165
510
A.g.e.,1159
511
A.g.e.,1211
512
A.g.e.,1044
513
Pekarskiy 1945: 213
514
Radloff 1956:306, 436
Anlam Türkçe

KesilmiĢ süt suyu Çığ suyu

Kımız Çıkır/Çakır

Temiz Çiğ

Sade yağ Çiğ yav

Kımız mânasındaki çigen kelimesinin menĢe itibariyle Moğollara mı ya da Türklere mi ait


olduğunu burada tartıĢmayacağız. Fakat, bu Hunca sözcüğün îzâhatı doğrultusunda Kanadalı
bilim adamının hesaba katamadığı baĢka bir yola da kulak vermemiz gerekiyor.

Bahsolunan Hunca kelimenin Pulleyblank tarafından kurumu olan dei-hou/teihou < *deh-
gah biçimi çigen kelimesinden ziyâde Eski Türkçe‟de “içki ve Ģarap” manasına gelen tökük515
sözcüğüne çok daha yakın durmaktadır. Aynı kelimeyi “temiz ve saf” temelinde
değerlendirecek olursak Türkçe‟deki töke (“saf, temiz”)516 sıfatı burada mükemmel bir
karĢılık olarak çıkacaktır. Yine tihu‟ya yakın duran bir baĢka terim, Rusça‟ya geçen süt
ürünleri ile ilgili Türkçe ödünçlemelerden tuk‟dur. Anlamı ise “donmuĢ yağ ve tereyağı”dır.517
Görüldüğü üzere, Hunca sözcüğün açıklanmasında önümüzde iki ayrı seçenek vardır ve Ģahsi
düĢüncemiz bu seçenekler içerisinde Hunca tihu sözcüğüne aday olma noktasında tökük‟ün
çiğen‟den daha fazla sesçil benzerliğe sahip olduğu yönündedir.

Anlam Türkçe
Kımız Tökük

Temiz Töke

Sade yağ Tuk

11. Lao/Lo: Xiongnu dilinden zaptedilen ve günümüz Çincesi‟nde de kullanılan bu kelime


taĢıdığı ilk anlam itibariyle “yoğurt” demektir. Fakat, sözcük zaman içerisinde, tereyağı,
kımız, peynir vb. anlamlara bürünmüĢ ve kullanılmıĢtır.518Pulleyblank, kelimeyi lao > lak
olarak kurar ve Çince‟de mevcut olmayan –r harfi yerine çoğu kereler –l kullanılması kuralı
temelinde onu Türkçe ayran ile ayranın Moğolca karĢılığı olan airag ile ilintilemiĢtir.519

Mesele kımız temelinde ele alınacak olursa, bahsigeçen sözcüğün Türk lehçelerinde yaygın
bir Ģekilde rastlanılan içki, Ģarap anlamındaki arak yahut araki biçimleriyle ilintili olduğu
rahatlıkla görülecektir. Lak biçimi Türkçe rakı sözcüğüne daha yakın durmaktadır. Rakı
kelimesini Arapça bir kökene bağlayan etimoloji sözlüklerini burada tek tek eleĢtiriye tabii
tutmayacağız. Ancak, Türkçe arak/araki kelimesi ile rakı arasında sadece baĢtaki –a harfinin
düĢtüğü apaçık bir Ģekilde ortadadır. ġimdi oldukça kadim bir kelime ile onun kimi Türk

515
Koç 2002: 521
516
DS X:3978
517
Karaağaç 1987:177
518
Pulleyblank 1962: 253
519
A.g.e., 253
lehçelerindeki koĢutlukları arasındaki kendini hissettiren bir dilsel geçiĢi baĢta –a düĢmesine
dayanak olarak kullanacağız.

Sözcüğümüz Ġskitlerin lisanında “kılıç, hançer, kama ve bıçak” mânalarına gelen


akinak‟dır.520 Bu Ġskitçe adlandırma günümüz Türkçesi‟nde kanak “av çakısı”521 ve
Çağatayca‟da ğunek “büyük silah”522 manası ile korunmuĢtur. Kanak kelimesi baĢına –a harfi
almıĢ olsa oluĢacak olan akanak biçimi akinak sözcüğünün birebir aynıdır. Aynı Ģekilde
ğunek sözcüğü de baĢta –a harfi almıĢ olsa ağunek >akinak olarak ortaya çıkacaktır.
Görüldüğü üzere, arak/araki ile rakı arasında da baĢta bir –a düĢüĢü mevcut olduğuna hem de
en eski dilsel deliller aracılığında kanaat getirmek mümkündür.

Türkologlarımız Ġskitçe akinak sözcüğünü aĢağıda kim-li-lu bahsinde ele alınacak olan
Hunların dilindeki kingirak “bıçak” sözcüğü ile ilintilemeye meyilli olsalar da sözcük esasen
kanak ve ğunek ile bağlantılıdır. Öte taraftan, Türkologlarımızla bir konuda hemfikiriz.
Kingirak sözcüğü (“eğri, kıvrık”) manasındaki kingir sözcüğünden türemiĢtir.523 Yâni
sözcüğümüz kingir (“eğri”) + ak ekiyle kılıç anlamına gelmiĢtir. Aynı mantığı akinak için
uyguladığımızda karĢımıza Karaçay-Malkarca‟da (“eğri”) manasındaki akkun524 ve
Anadolu‟da yakın anlamda kullanılan agın (“eğik”)525 sözcükleri çıkar. Ġskitçe sözcük tıpkı
kingirak‟da olduğu gibi akkun (eğri) + ak ile oluĢmuĢ ancak Türkçe mantığı ile
açıklanabilecek bir kelimedir. Persler tarafından da ödünç alınan akinak sözcüğü Eski
Yunanca‟ya ve Latince‟ye de geçmiĢtir.

Bu sözcüğün bir diğer söyleniĢ biçimi olan lo526 sözcüğünde Ģayet bir l > Ģ geçiĢi var ise ve
de –r harfinin Çince‟de olmaması sebebiyle çoğunlukla yazı dilinde zikredilmemesi kuralına
binaen sözcük Ģo > Ģo > Ģo(r) olarak yeni baĢtan kurulabilir. ġor‟un Azerice‟de bir anlamı da
“süzme yoğurttur”527 ki, nitekim Çin kaynağı bunun asıl anlamının yoğurt olduğunu nakleder.
ġor aynı zamanda “tuzlu ayran, bir çeĢit peynir”528 ve kımız anlamı doğrultusunda “rakı
artığı”529 mânalarına da gelir.

12.Miluo: Bu Hunca sözcüğü açıklamadan evvel, [Çin kaynağı Jinshu vasıtasıyla]


günümüze kadar gelen aĢağıdaki tek cümlelik Hunca metine bir göz atılması taraftarıyız.
Rahip Fo-t‟u-teng‟in yaĢam öyküsünün anlatıldığı bölümde geçen bu Hunca metin, iktidar
mücadelesine girmiĢ Hun beyleri ġi Lo ve Liu Yao arasında yaĢanan Liu Yao‟nun ġi Lo‟nun
sarayını kuĢatması sırasında kumandan ġi Lo‟nun danıĢmanı Fo-t‟u-teng‟in Liu Yao‟nın
kuvvetleri üzerine düzenlenecek seferin neticeleri üzerine bulunduğu kehanetle alâkalı bir fal
metnidir ve bu metin Çin kaynaklarında Ģu Ģekilde kaydedilmiĢtir.

秀支 替戾剛 僕谷 劬禿當
Sūx-keh Thei-lei-kaŋ B ok-kuk Giou-thuktaŋ530

520
Okladnikov 1959: 49
521
DS VIII: 2617
522
Kúnos 1902:76
523
Tekin 1993:14
524
Tavkul 2000: 76
525
Derleme Sözlüğü I, s.76
526
Eberhard 1996: 92; Cosmo 2002: 281
527
Akdoğan 1999: 708
528
DS X: 3790
529
DS X: 3790
530
Pulleyblank 1962: 264
Metindeki ilk sözcük, Eski Türkçe “ordu” ve “savaĢ” anlamındaki sü ya da süü
sözcüğünün –ke ekli verme (datif) durumudur. Ġkinci sözcük, Eski Türkçe taĢık- “çıkmak”
eyleminin ilk hece ünlüsü daralıp /ı/ya değiĢmiĢ l- Türkçesi biçimi olan tılık (< *talık)
eylemidir, daha doğrusu bu eylemin buyurma kipidir ve Eski Türkçe taĢıgıŋ ya da taĢıgaŋ
„çıkın!‟ sözcüklerinin karĢılığıdır. Üçüncü sözcük, Hun liderinin baĢkentini kuĢatan (ve
kendisi de Hun asıllı olan) düĢman ordusunun lideri Liu Yao‟nun ünvanıdır ve Eski Türkçe
metinlerde bukuk olarak saptanmıĢ unvan ile bir ve aynıdır. Dördüncü sözcüğün ilk hecesi,
bukuk ünvanının belirli nesne (akuzatif) durumu eki –gu‟dur (= Eski Türkçe –g) ve Çince
kaynakta yanlıĢlıkla son sözcüğün ilk hecesi sanılmıĢtır; dördüncü sözcük de son iki iĢaretten
oluĢan t‟uk-tang, yani tutaŋ “tutan [tutun!]?” sözcüğüdür (= Eski Türkçe tutaŋ ya tu tutuŋ).
Bu beyitte geçen ve ET taĢıkıŋ ya da taĢıgaŋ sözcüklerine eĢit olan t‟ı-lıt-kang ya da tiligang
(= *tılıkaŋ) sözcüğü, Ramstedt‟e göre, Huncanın bir Ģ- dili değil, bir l- dili olduğunu gösterir
ve bu bakımdan önemlidir.531

Tekin ‟in yukarıda bu Hunca cümlenin yorumlanıĢına dâir dile getirdiği tüm beyanatları
kabul ediyoruz. Bununla birlikte, Hunca cümlenin yorumlanıĢında yapılan noksanlıklardan
biri, cümlenin baĢındaki ilk iki sözcüğün tek tek ele alınarak açıklanmasıdır. Halbûki, süke
tiligang biçiminin her ikisi birlikte değerlendirildiğinde bu biçimin, Orhun abidelerinde geçen
Amġa Korġan kıĢlap yazınġa Oġuzġaru sü taĢıktımız “Amga kalesinde kıĢlayıp ilk baharında
Oğuza doğru ordu çıkarttık”532 cümlesindeki sü taĢık- “sefere çıkmak”533 kalıbından baĢkası
olmadığı görülecektir. Huncadaki biçim, doğrudan doğruya Orhun Abidelerinde korunmuĢtur.
Tilik fiili tıĢık534 Ģekli ile KaĢgarlı‟nın sözlüğünde de geçer. Yâni Hunca fiil KaĢgarlı‟da
geçen biçimin birebir –l harfi almıĢ hâlidir.

Bahsi geçen Hunca cümle üzerinde duran son kiĢi De La Vaissiere olmuĢtur. O, adeta
Hunca metnin Türkçe olduğunu teyit edecek cinsden kü-tütang cümlesinin ilk hecesi olan –
kü‟yü bir önceki kelimeye bağlayıp, metni Ģu Ģekilde yeni baĢtan tanzim etmiĢtir.

秀支 替戾剛 僕谷 劬 禿當[]
Xiù zhī Tì lì gāng Púgǔ qú Tū dāng

Bahsi geçen Hunca metindeki (“kumandan”) manasına gelen bog sözcüğü günümüzde
Bulgarca‟da bog (“baĢ, amir”)535 olarak yaĢatılmaktadır. Sayın.Tzvetkov, Bulgarca‟daki
bog‟un asıl anlamının “tanrı” manasına gelse de kelimenin bu anlamı da taĢıdığı, çok eski bir
kökene sahip olduğu ve de hepsinden önemlisi onun Bulgaristan‟da yaĢayan Türklerin
dilinden Bulgarca‟ya geçmiĢ bir ödünçleme olmadığı yönünde bizleri aydınlatmıĢtır. O zaman
Bulgarca‟daki bu sözcüğün Attila‟dan inen ve günümüz Bulgaristan‟ını kuran Hunların
dilinden kalma bir yadigâr olması en mâkul Ģık olarak karĢımızda durmaktadır. ġimdi Miluo
sözcüğünün Türkçe temelinde izahı meselesine geçebiliriz.
Bu Hunca Miluo sözcüğünden bahseden kiĢi, Ģair Yang Xiong‟dur. O, Ġmparator Wudi
(M.Ö. 141-87)‟nin idaresi altında Xiongnu‟lara karĢı kazanılan zaferlerden bahsederken
“Onların tekerlekli arabalarını („biwen-uen‟) parçaladık, çadırlarını („khiuŋ-lio‟) harap ettik

531
Tekin – Ölmez 1999: 13
532
Ergin 2002: 26-27
533
Aksan 2000: 66
534
DLT II: 116

[ÇĠNCE METĠN VE OKUNUġU, DE LA VAISSIERE‟YE GÖRE YENĠDEN DÜZENLENMĠġTĠR]
535
DS II: 722
ve onların miluo „mek-lwa (veya -lie)‟larını yaktık” der.536 BaĢka yerde rastlanılmayan bu
sözcüğün manasını Çinli yorumcu Zhang Yen, “kurutulmuĢ çökelek” olarak açıklar [ve,
“lao‟(nun) mayası için bunu kullanırlar” diye de ilave eder]. 537 Miluo biçimi, Pulleyblank‟ın
mek-lwa ya da mek-lie sözcüğünü yeniden kurması hadisesidir. Yazar, Miluo biçiminin daha
erken kurulumuna dair herhangi bir teĢebbüste bulunmuyor. Belki de bulunmuĢ olsa kelimeyi
diğer Hunca sözcükleri açıkladığı gibi sonuna –h sessizi eklemek suretiyle miluh olarak
tasarlayacaktı.

Pulleyblank yazısında kelimenin Yenisey dili, Moğolca ve Türkçe karĢılığına dâir herhangi
bir veri de sunmuyor. Bizce bu Hunca sözcük, Ramstedt‟in yıllar önce, günümüze kadar
ulaĢmıĢ tek Hunca metinde geçen tilik fiilinden yola çıkarak ortaya attığı Hunca‟nın bir Proto-
ÇuvaĢça karakteri olduğu iddiasını teyit eder cinsten lîsani bir geçiĢle yâni l>Ģ denklemi ile
izah edilebilir.

Rusça‟da мeшок “çuval, torba”, Ukraynaca‟da мiшок “çanta” ve Belarusça‟da мяшок


“çanta” biçimlerinde rastladığımız Anadolu‟da hala kullanılan meĢik “ekin çuvalı”538,
Yakutça mösöğk “çuval, keten torba”539 ve Türkmence meĢük “tulum, kırba”540 isimli
sözcükler vardır. MeĢik kelimesinin mana itibariyle diğer karĢılığı meĢük‟tür.541 MeĢik aynı
zamanda “ezilerek küçük parçalara bölünmüĢ yağsız peynir”542 anlamına da gelirken meĢük
(“kurutulmuĢ çökelek”)543 demektir. Milu(h) > MiĢu(h) > MeĢü(h) = MeĢük/MeĢik. Bu,
Ramsted‟in savını tasdik eden bir baĢka delildir.

Çağatayca meske yağı “taze tereyağı”544 ile Anadolu‟da Giresun çevresinde kullanılan
mılk “eritilmiĢ yağ”545, müĢĢek “yayığın uzun saplı döveceği”546, miĢek “yayık kolu”547,
Türkmence mesğe “tereyağı”548 ve Uygurca mäĢkä “tereyağı”549 sözcükleri de bu bağlamda
değerlendirme kapsamında tutulmalıdır. Hunca miluh biçimi ister istemez Hint-Avrupa
dillerinde süt anlamına gelen Rusça mолоко, Almanca milch, Ġngilizce milk, Danca mælk,
Hollandaca melk, Ġsveçce mjölk, Norveçce mjölk vb. denklikleri ortaya çıkartmıĢtır.

Çadır anlamına gelen “khiuŋ-lio” sözcüğü en mükemmel Ģekli ile Dede Korkut
hikayelerinde muhafaza edilmiĢtir. Bu hikâyelerin Ģu ifadelerinde {" Günlügi alturluça
odasına geldiler."550, " Aruz dahi altun günlügin dikmiĢidi."551 , "Basat altunlu günlügin tiküp
oturur iken..."552} zikredilen günlük sözcüğü “Ģemsiye, Ģemsiye Ģeklinde çadır, Ģemsiyeli

536
Pulleyblank 1962: 255
537
A.g.m., 255-256
538
DS, IX: 3173
539
Pekarskiy 1945: 647
540
Tekin – Ölmez 1995: 456
541
DS IX: 3173.
542
A.g.e., a.y.
543
A.g.e., a.y.
544
TL 1945: 385
545
Sezgin - Aras 1986: 41
546
DS IX:3231.
547
DS IX:3204
548
Tekin – Ölmez 1995: 455
549
Necip 1995: 269
550
Ergin 1989: 33
551
A.g.e., 224
552
A.g.e., 209
çadır ve Ģemsiyeli otağ”553 demektir. Nitekim könük (“Ģemsiye, çadır”)554 kelimesinde hem
Ģemsiye hem de çadır mânaları korunmuĢtur.

Çinliler tarafından kaydedilen bu sözcük Hunların lîsanına dair üç önemli dilsel gerçeği
gün yüzüne çıkartmıĢtır: birincisi çadır mânasının Huncadaki karĢılığını, ikincisi güneĢ
anlamına gelen Türkçe kün(“güneĢ”) sözcüğünün Hunların lîsanındaki varlığını ve üçüncü
olarak da Türkçe‟de isimden isim yapma eki olan –lük ekinin Hunların dilinde de aynı Ģekilde
var olduğunu.

Bahsolunan Hunca kelime mâna itibariyle tabii ki güneĢ ile bağlantılıdır. Hem Ģemsiye
hem de çadırın vazifesi güneĢten korumadır. Nitekim baĢka bir kaynakta günlük kelimesinin
“gölgelik ve çadır”555 manaları ile açıklanmıĢ olması bu çıkarımı teyit eder. Gün(“güneĢ”)
sözcüğü Orhun Kitabelerinde kün Ģeklindedir. Çince kaynaktaki nazal ŋ biçimi belki de
Hunların dilinde kelimenin bu Ģekilde var olduğunun bir göstergesidir. Hunca sözcük khiuŋ-
lio esasen küŋlük “kün+lük” eklerinin birleĢmesiyle meydana gelmiĢ özbeöz Türkçe
sözcüktür. Kün, Türkçe‟de “güneĢ” anlamı dıĢında “gün, gündüz” manalarını da verir. 24
saatlik bir zaman dilimi demek olan gün kavramı gün(güneĢ)‟ün hareketine bağlı olarak
ortaya çıkmıĢtır. Dolayısıyladır ki, gün ve güneĢ birbiri ile bağlantılıdırlar. Volga Bulgar
yazıtlarında kimi kereler karĢımız çıkan küwen/kün556 biçimi Avrupa Huncası ile Xiong-nu
dili arasındaki diğer bir dilsel bağlantıyı resmetmektedir. Bahsolunan Hunca kelimenin
sonundaki –lük eki M.Ö‟ki döneme âit olması hasebiyle bizce Türkçe‟de Ģu anda bilinen en
eski isimden isim türetme ekidir.

Tekerlekli araba („biwen-uen‟) manasına gelen bu Hunca sözcüğün ise Ģu an itibariyle


çözümünden uzağız. Fakat yine de deneme kabilinden bir çözüm sunacağız. ġahsi kanaatimiz
bahsi geçen sözcüğün aslında evleri arabalar üzerinde olan Hunların bu ev arabaları için
verdiği adlandırma olduğu yönündedir.

Cengiz Han‟ın ordo ger terke “saray otağı arabası” lafını Çinliler “saray evi arabası”
olarak adlandırmıĢlar ve chang-fang “çadır evi” olarak çevirmiĢlerdir.557 Çince‟de fang “ev”
manasına geldiği gibi “araba üzerindeki çadırlar” da demektir.558 Buradan yola çıkar isek
biwen-uen ya da yeni baĢtan kurumuyla fen-wen559 sözcüğünün Dede Korkut Destanlarında
“süslü, görkemli çadır ve ev” manalarına gelen ban ev560 ile iliĢkilendirilebileceği öne
sürülebilir. Ban ev biçimindeki ev kelimesini Çinliler chang-fang çevirisinde olduğu gibi
doğrudan Çince karĢılığı olan fang biçimi ile yazmıĢ olabilirler. Yâni demek istediğimiz Ģey
ban fang‟ın biwen-uen (fen-wen) olarak Çinceye çevrilmiĢ olabileceğidir.

13. Jie: O. Pritsak‟a göre, Ģimdiki Kazakistan‟ın güney vilayetlerinin Eskiçağ‟daki ismi
Kangju idi ve buradaki Kang, Tohar dilinde “taĢ” anlamına geliyordu. Türkler bu kelimeyi
tercüme ederek kendi dillerinde adlandırmıĢlardır; “TaĢkent” adı da oradan gelmektedir. Aynı
muhit, Arap kaynaklarında Arapça‟da “ç” harfi olmadığı için “Ģ” harfiyle geçer. Bu ise “taĢ”

553
Ergin 1997: 130
554
DS VIII:2959
555
Alizade 1992: 114
556
Tekin 1988: 145
557
Ögel 1991: VII,81
558
Ögel 1991: VII,72
559
Cosma 2002: 281
560
Muharrem 1989:125
kelimesinin Bulgarca, bizzat Pritsak‟a göre de Hunca biçimidir. 561 Pritsak bu Hunca kelimeyi
ÇuvaĢça “taĢ” anlamındaki çul sözcüğüne bağlamıĢtır.562 Her ne kadar Türkiye Türkçesi bir
ÇuvaĢça karakteri taĢımasa da bu sözcük Anadolu‟da “taĢlık yer ve çıplak tepe” anlamlarına
gelen çal563 Ģeklinde hala yaĢamaktadır. “Çal” sözcüğü coğrafi ad olarak da varlığını
sürdürmektedir. Denizli‟nin bir ilçesi bu adı taĢırken Kocaeli‟nin merkezi ile Kandıra ilçesi
arasındaki bir beldenin adı da Çal‟dır ve bu ad, orada yaĢayan halkın dilinde “taĢlık yer”
demektir.

Hunların bir Proto-Bulgarca dili konuĢtuğuna inanan Pritsak, Çin kaynaklarının kaydettiği
taĢ manasını taĢıyan Hunca Jie sözcüğünü “Chalch” olarak yeniden kurup ÇuvaĢça “çal”564
sözcüğü ile irtibatlandırmaya çalıĢırken, Pulleyblank, aynı sözcüğü önce Kieh, sonra da
kiat<kāt olarak tasarlayarak onu Yenisey dilindeki taĢ manasına gelen khes ve kit565
sözcükleri ile ilintilemiĢtir. Jie sözcüğünün izâhında ne Pritsak, ne de Pulleyblank‟ın yaptığı
gibi bir kurgulama kâfi gelmektedir. Hele Kanadalı bilim adamının, kelimenin sonundaki –h
harfinden –t harfine geçiĢ yapması ise bir hayli zorlamadır. Kieh biçimi Türkçe kuka “değerli
bir taĢ ve bu taĢtan yapılan tespih, ağızlık vb.”566, göğe “kaba ve hafif taĢ”567 ve Çağatayca
kaja “sert iri olan taĢ”568 sözcüğü ile ilintilenebilirken kiat biçimi ise katı “taĢlık”569, hot
“biçimi yuvarlak olan taĢ”570, kadı “çelik çomak oyununda yan yana konmuĢ iki taĢ”571 ve kac
“topraktan sıyrılarak dıĢarı çıkmıĢ Ģerit biçiminde uzanan taĢ çıkıntıları”572vb. sözcüklerle
irtibatlı durmaktadırlar. Bunlara Çeremis ağzındaki kü, küj (“değirmen taĢı”),Votyakça kö, kõ
(“değirmen taĢı”), Ostyakça köh~kög (“taĢ”) vb.573denklikleri de eklemek gerekir. Tüm bu
denklikleri kapsayan biçimler ortak bir kökenden gelmiĢ olabilirler fakat bizce bu Hunca
kelimeye en yakın duran karĢılık, günümüzde Bulgarca‟da korunmuĢ чука adlı sözcüktür.

Tzvetkov yıllar önceki yazıĢmalarımız sırasında bize Bulgarca‟da kökeni bilinmeyen чука
(“taĢlı zirve”) adlı bir kelimenin varlığından bahsetmiĢ, bahsolunan sözcüğün P. Dobrev
tarafından PeĢtun dilindeki “tsuka” kelimesiyle ilintilenme çabalarına, yine bir baĢka Bulgar
bilim adamı Stefan Mladenov tarafından ise Hint-Avrupa dilindeki “keu” ile Got dilindeki
“hauhs” (yüksek) ve Almanca “hoch” (yüksek) kelimelerine yönelik ikna edici olmayan bazı
bağlama teĢebbüslerine değinmiĢ ve adı geçen sözcüğün Hunca Jie biçimiyle aynı kökten
gelebileceğini ima etmiĢti. Чука hakikaten özbeöz Türkçe‟dir. Anadolu‟da hâlâ kullanılan
çoku ve çoka (“tarla ve bağlardaki taĢ yığını”)574, çuğ (“kaya”)575, çöğ (“zirve ve kayalık
yer”)576, cıka (“taĢla oynanan çocuk oyunu”)577, coğe (“top oyununda niĢan alınan taĢ”)578,

561
Karatay 2003: 63-64
562
Pritsak 2002: 509
563
TS 2005:385
564
Pritsak 2002: 509
565
Pulleyblank 1962: 246
566
DS XII: 4571
567
DS VI: 2127
568
Kúnos 1902:113
569
TS 2005:1104
570
DS VII: 2418
571
DS VIII:2590
572
DS VIII:2585
573
Collinder 1955:89
574
DS III: 1259
575
A.g.e.,1301
576
A.g.e.,1277
577
A.g.e.,905
578
A.g.e., 995
Uygurca çokka “tepe”579, çokuluk “tepe”580 ve çoku (“tepe, dağ tepesi, dağ sırtı”)581
günümüzde Bulgarca‟da yaĢayan sözcüğün Türkçe olduğunu kanıtlamaya yettiği gibi aynı
zamanda onun, Hunların dil yadigârlarından biri olduğu görüĢümüze dayanak teĢkil
etmektedir. Lap lehçesindeki čok‟kâ “zirve, dağ, tepe” ve Züryance ćuk “dağ, koni Ģekilli dağ,
koni biçimli zirve”582 sözcüklerini de listeye eklemek gerekir.

Burada hazır konu açılmıĢken ilginç bir bağlantıya da değinmek arzusundayız; Çaç/çeç
kelimesi Türkçe‟de “taĢ”583anlamına geldiği gibi aynı zamanda “saç”584 manasını da
vermektedir. TaĢ ve saç arasında ilginç duran bu bağlantıya bir diğer örnek de Ģudur: Sümerce
har (“değirmen taĢı”)585 ve DLT‟de kayır (“ince taĢ, kum”), kair (“kum taĢı”)586, Ġng. hair
(“saç”) ve Almanca haar (“saç”). TaĢın saç ile bağlantısını teyit eden Türkçe çığa (“yüze
dökülen saç telleri”)587, çiğa (“yanağa dökülen saç”)588, çak (“baĢta saçların birleĢtiği yer”)589
ve çokı (“baĢ, kafa, tepe”)590 sözcüklerini de anmak gerekir.

ġimdi, Bulgarca‟da çoku kelimesinin neden “zirve” manasına geldiğini anlayabiliriz, zira
saç, bir insan vücudunda en uç noktayı yani zirveyi temsil eder. Ġngilizce head sözcüğü de
yine bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu sebepten, Türkçe‟deki kaya (“taĢ”) sözcüğünün
asıl Ģekli olan kada biçiminin Moğolca‟da “tepe” manasını taĢımasına ek olarak Macarca‟da
“haj” (“saç”) biçiminde yaĢadığını öne sürmemiz olanaklıdır.

14. Guoluo: “Kemer” < Hun. qwağlag / qwağrag (HWC: 127)591. Sözcük, “kurmak” fiili
ile iliĢkilendirilir592. Bu Hunca sözcüğe yakın bir kelimeye Toba‟ların dilinde de
rastlamaktayız. Çin yıllıklarında Toba‟ların diline ait hu-lo-çen < ğuo-lakçin (“hükümdarı
silahla donatan, kuĢandıran görevli, teçhizatçı baĢı”) diye bir sözcük var. Sözcüğün asıl Ģekli
“kurlakçı”dır.

Tekin, bu ünvanın kökenini açıklarken, Yakutça “kuĢanmak” manasındaki “kurda”


eyleminden daha eski bir “kurla” biçimine ulaĢır ve sözcüğü bu fiille iliĢkilendirir.593 Bu
sözcüğün îzâhı için o kadar açılımlarda bulunmaya gerek yok. Sözcük, en mükemmel Ģekliyle
Anadolu‟da “silah, tuzak, kapan gibi kurulacak araçlar” anlamındaki kurlak594 biçiminde hâlâ
yaĢamaktadır.

KuĢak ve kuĢanmak ile bağlantılı Ġngilizce girdle (“ kemer, kuĢak”), Almanca gurte
(“kemer, kuĢak”) ve gürtel (“kemer, kuĢak”) sözcüklerinin Türkçe temelden geldiği kesindir.

579
Necip 1995: 84
580
A.g.e.,84
581
Yudahin 1998: 278
582
Collinder 1955:8
583
Gerey 2005:204
584
DS III:1104
585
A.g.e.,1031
586
Nemeth 1990:29.
587
DS XII: 4478
588
DS III: 899
589
DS III: 1040
590
Naskali – Duranlı 1999:76
591
Ġnayet 2008:279
592
Von Gabain 2009:37
593
Tekin 1993:27.
594
DS VIII:3008
Özellikle Almanca gürtel ile Türkçe hırtal (“kadınların çene altından geirdikleri kordon ya da
kurdele”)595 arasındaki yakınlık olağanüstüdür. Yine bu listeye Ġtalyanlar‟dan alıp
kullandığımız cordella yani “kurdela” sözcüğünü de eklemeliyiz. Kök, Türkçe kur “kuĢak”596
gözüküyor. Bu kelimenin Ġskit dili üzerinden Batıya intikal ettiğini gösteren bir veriye
sahibiz. Priskos‟un kaydettiği, Hun göçünden de evvel o sahayı mesken tutan Ġskit kavmi
Akatir‟lerin baĢı kuridak‟ın597 adı herhalde Altayca‟da kurdak (“Ģamanın tören giysisinin
kemeri”)598 ile özdeĢtir.

Biz bu Hunca sözcüğün îzâhında kurlak gibi bir köken aramaktan ziyade l>Ģ denkliğini göz
önünde bulundurarak bir sonuca varmak arzusundayız. ġayet bu ses geçiĢinden haraket
edecek olursak Hunca guolok sözcüğü, “kemer” manasına gelen kuĢak biçimine girecektir.
ÇuvaĢça‟ya has bu dil özelliğinin Xiongnu lîsânındaki varlığını kanıtlayan bir baĢka dilsel
delil de herhalde bu olmalıdır.

Belki de Hunca sözcük, üstteki îzâhatlar sonucunda ulaĢılan biçimlerle bir ilgisi olmayıp,
“at, eĢek vb. hayvanların semerini veya eyerini bağlamak için göğsünden aĢırılarak sıkılan
yassı kemer”, “dokuma, deri, kenevir vb. maddelerden yapılan yassı ve enlice bağ”, “yünden
ve iplikten yapılmıĢ, üzeri iĢli ince kuĢak” anlamlarına gelen kolan599 sözcüğünü
imlemektedir; Guoluo > Gola(n). Yakutça‟da “kayıĢ” anlamına gelen holun600 sözcüğünün,
burada Hunca kelimeye daha uygun düĢtüğünü de eklemeliyiz. Her halükarda, sözcüğün
Türkçe terimlerle akrabalığı tartıĢmasızdır.

KuĢak sözcüğünün günümüz Bulgarca‟daki karĢılığı колан‟dır. Türkçe‟den Bulgarca‟ya


geçtiği düĢünülen bu sözcüğün kökeni hususunda Tzvetkov onun eski Bulgarca bir kelime
olma ihtimalinin oldukça yüksek olduğu yönünde bizleri bilgilendirmiĢtir. ġayet bu açıklama
tarihsel bir gerçeği yansıtıyorsa sözcük Bulgarca‟daki Hun dilinden kalma yâdigarlardan
biridir.

15. Pipa: Ġngilizce‟de bir anlamı, musiki aleti olarak kaval, düdük manalarına gelen pipe
sözcüğünün Almanca karĢılığı pfeife ve Ġzlandaca koĢutluğu ise pipa‟dır. “Pipe / pipa” için
neredeyse biçilmiĢ kaftan olan etimoloji, Hunların konuĢtuğu dilde mevcuttur. Çinliler
Hunların kullandığı musiki aletlerinden bahsederlerken Pipa diye bir çalgıyı anarlar.601 Bu
âleti kaynaklar bir çeĢit gitar olarak adlandırır. Çin kaynakları milattan önceki dönemlere dair
Kangü ve Soğdlardan bahsederlerken onların kullandıkları pipa adlı müzik âletini
zikrederler.602Bahsolunan çalgının kökeni tartıĢmalıdır. BaĢka bir Çin kaynağı bu aletin
Hunlar tarafından Çin‟e getirildiğini söyler.603 Hunca sözcükten çok daha sonraları, Türk
müzik dünyasının pirlerinden Meragalı Abdülkadir, Doğu Türkistan'da XV. yüzyılda milli
çalgı olarak kullanılan "pi-pa" diye bir çalgıdan bahseder.604 Cermen denklikler ile Hunca
arasındaki bağlantı tartıĢmasızdır. Bu sözcük, M.Ö‟ki bir devire ait olması hasebiyle Ģu an

595
DS VII:2372
596
MonguĢ 2005:121
597
Ahmetbeyoğlu 1995:37
598
Naskali – Duranlı 1999:125
599
TS 2005: 1198
600
Pekarskiy 1945: 377
601
Eberhard 1942:198;Kafesoğlu 2003: 342; Koç 2002: 15
602
Eberhard 1942:142,147, 174
603
Eberhard 1942:VII-VIII:174;Eberhard 1942:198
604
Gürdal 2010: 122
itibariyle Cermen dillerindeki en eski Hunca ödünçlemedir. Bu sözcüğün Hunlardan önceki
bir zaman diliminde Ġskitler aracılığıyla Cermen dillerine girmiĢ olması muhtemeldir.

Hunca pi‟pa ile onun Batı dillerindeki karĢılıkları arasındaki biçimler her ne kadar farklı
müzik çalgılarına iĢaret etse de önemli olan adlandırmaların aynı olmasıdır. Tıpkı Türk
toplulukları içerisinde “Ģaman tefi, Ģaman davulu” demek olan çalu 605sözcüğü ile Batı
dillerinde bir çalgı aleti olarak kullanılan ve Türkçe‟ye çello olarak geçmiĢ chello müzik aleti
arasındaki benzerlikte olduğu üzere iki farklı aletin neredeyse aynı sesçil yazıma ve okunuĢa
sahip bir adlandırma ile ifade edilmesidir.

16. Konghou: Bir baĢka Hunca çalgısı da budur.606 Eski kaynaklarda buna “Hun çalgı
aleti” denirdi.607 Bu cihette bahsolunan çalgıya Yakutça‟da honğho (“küçük zil, çıngırak”)608,
Tuvaca‟da koŋga “zil”609 ve Uygurca‟da ise ķunķu610 ile ķungķau611 biçimlerinde
rastladığımız müzik aleti adı mükemmel bir karĢılık olarak durmaktadır. Honğho sözcüğünün
kökü (“kof bir Ģeye vurmaktan hasıl olan ses”) manasına gelen hong‟dur612 ve onun Altayca
kongko (“eskiden Ģamanın tören elbisesinin kemerine iĢlenmiĢ çıngıraklar”)613 ile bağlantısı
bârizdir. Türkçe‟mizde kullandığımız “höng höng öksürmek” ve “hüngür hüngür ağlamak”
tâbirlerindeki höng ve hüngürün kökü hüng de bununla irtibatlıdır.

17. Bili: Bambudan bir boru veyahut sazdan bir değnektir. Dokuz deliği vardır. 614 Yâni
diğer bir deyiĢle kaval ya da flütün Hunca‟daki adıdır. Hiç Ģüphesiz ki, bu Hunca musiki aleti
için en mükemmel koĢutluklar bülü (“borazan”)615 ve billi “ekin saplarından yapılan çalgı”616
kelimeleridir. Hunca bilinin bambu ve sazdan imal edilmesi gibi billi çalgısı da ekin
saplarından yapılmaktadır. ġayet buradaki –l ünsüzü, –r ünsüzü yerine kullanılmıĢsa sözcük,
Türkçe boru kelimesinin karĢılığı olabilir ancak billi Hunca sözcüğün birebir karĢılığıdır.
ġahsi kanaatimiz Fince pilli (“ıslık”) sözcüğünün de Hunca kelime ile bağlantılı olduğudur.

18. Dada: luòtuo “Deve” < Hun. dada (HWC: 219)617 Günümüz Çince‟de hala
kullanılan618 bu Hunca sözcük Anadolu‟da duda “deve”619 biçimiyle yaĢatılmaktadır. Eğer
kelimenin asli biçiminde bir –r harfi var idiyse sözcük titir “diĢi deve”620 ile ilintili olmalıdır.

19. Xīngxīng: “ġempanze” < Hun. (HWC: 374–375).621 Xiongnu dilinde Ģempanze
anlamına gelen bu kelime Ģekilbilimsel açıdan tekrar eden iki hecenin birleĢimine dayanıyor.
Bu, muhtemelen sözcüğün ilk ve ikinci hecelerinin sesçil bakımdan birbirine benzer
605
Ryumina – KuçigaĢeva: 2000:12
606
Kafesoğlu 2003: 342; Eberhard 1942: VII-VIII:142:Eberhard 2000:2007
607
Eberhard 1942: VII-VIII:174
608
Pekarskiy 1945:383
609
Arıkoğlu – Kuular 2003:70
610
Caferoğlu 1968: 186
611
A.g.e.,185
612
A.g.e., a.y.
613
Naskali - Duranlı 1999:117
614
Özerdim 1943:59; Eberhard 1996:69-70
615
DS II: 820
616
DS II:694
617
Ġnayet 2008: 279
618
Eberhard 2000: 93; Ġnayet 2008: 279
619
DS IV: 1595
620
Orkun 1994:113
621
Ġnayet 2008: 280
olmalarından kaynaklanmaktadır. Çinliler her iki hecedeki ses yakınlığını aynı sanıp kelimeyi
iki kez tekrar etmiĢe benziyorlar. Bu mantık doğrultusunda meseleyi irdelersek ulaĢacağımız
sonuç Teleütçe‟de ve Altayca‟da “maymun” manasına gelen kiji kiyik sözcüğüdür.622 Çinliler
kiyik sözcüğünün baĢındaki k harfinin Hunlar tarafından kijinin sonunda da telaffuz edildiğini
düĢünmüĢlerdir. Hakikaten kiji sonuna k harfi almıĢ olsa oluĢacak olan kijik biçimi kiyik
kelimesinin neredeyse birebir aynıdır kiji(k)kiyik > kijikkiyik > xingxing. Kiyik kelimesi Türk
lehçelerinde eklendiği kelimelere yeni hayvan adları kazandıran “yabâni” manasındaki
sözcüğün ta kendisidir ve Orhun yazıtlarında geyik manası dıĢında bu anlamı ile de
korunmuĢtur. ġimdi aynı sözcüğün Orhun öncesi dönemdeki varlığından gönül rahatlığıyla
söz edebilmekteyiz.

20. Shībǐ: “Hunlar tarafından kullanılan, üzerinde serbi denilen hayvanın sembolü iĢlenmiĢ
bir çeĢit kemer” < Hun. serbi (HWC: 315).623 Hayvan adı olarak bu Hunca sözcüğe yakın
duran Tuvaca‟da sırbık “sincap”624, ġorca‟da Ģarbak “sincap”625, sarbaga “bir yılını
tamamlamamıĢ tay”626 adlı kelimeler mevcut. Bu Türk lehçelerinde sincap için kullanılan
sözcüğün Yakutça‟daki koĢutluğu ise sārba‟dır.627 Buna ilaveten, sibi “ördek”628 ve Ģibi
“ördek ve kaz”629 kelimeleri de bu bağlamda değerlendirilmeyi haketmektedirler. Yine de
sārba sözcüğünün Hunca serbi‟ye çok daha yakın durduğunu söylemeliyiz.

21. Teulo: Hunlarda mezar anlamına gelen bu kelimeyi Tekin kimi Türkçe kaynaklarda
aynı anlama sahip toplu, tuplu sözcüğü ile ilintilemiĢtir.630 Bu doğru bir izahat olabilir ancak
aynı sözcük ile alâkadar değinmeden geçemeyeceğiz bir diğer bağlantıyı bu vesile ile
paylaĢmak isteriz.

ġayet bu Hunca kelimenin ortasındaki l diğer Türk lehçelerinde Ģ harfinin karĢılığı ise
sözcük o vakit teulo>teuĢo(h) gibi bir kurgulamadan teĢik “sin, gömüt”631 biçiminin karĢılığı
olarak çıkacaktır. Hunca teulo sözcüğünün günümüzde talıka “aile mezarlığı”632 sözcüğünde
yaĢatıldığı rahatlıkla söylenebilir. TeĢik ile talıka arasında görüldüğü üzere bir l>Ģ geçiĢi
kendini açıkca hissettiriyor. ġayet öne sürdüğümüz bu beyânat tarihi bir gerçekliği ifade
ediyorsa bu, Hunların ÇuvaĢça karakteri taĢıyan dil konuĢtuklarını teyit eden baĢka bir dilsel
dayanak noktasını teĢkil etmektedir.

22. Kim-li-lu: Xiongnu shanyusu Huhanye'nin Çin'e tabi olmasi münasebetiyle Çin
elçileri ile olan yemin (daha doğrusu bu münasebetle "and" içme) toreni sirasinda yaĢananlara
dâir Çin kaynağı Ģu betimlemelerde bulunur:
…Yeminden sonra Hun Lok Irmağı‟nın doğusundaki bir dağa çıkan Tanrıkut, bakanları ve Hen
elçileri, orada bir beyaz at kestiler. Tanrıkut, bir king-lu (bıçağı) ve kim-li-lu ile atın kanı ve Ģarabı
birbirine karıĢtırdı ve onu Tanrıkut Kök Han‟ın kestiği Gurat Kralının kafatasına doldurdular ve kan
andı içtiler.633

622
Ryumina – KuçigaĢeva: 2000: 58; Naskali – Duranlı 1999: 113
623
Ġnayet 2008: 279
624
Arıkoğlu-Kuular 2003: 93
625
TannagaĢeva – Akalın 1995: 100
626
Ryumina – KuçigaĢeva: 2000: 95
627
Ölmez 2001: 209
628
DS X: 3629
629
DS X: 3775.
630
Tekin 1993: 16
631
DS X: 3897
632
DS X:3815
633
De Groot – Asena 2011: 172
Ying ġao‟nun verdiği bilgiye göre, kinglu çok kıymetli bir Hun bıçağı veya kılıcı, kimlilu
ise altından yapılma bir pirinç kaĢığıdır. Kinglu sözcüğünün Türk lehçelerinde kullanılan
kingirak “bir çeĢit bıçak” olduğu F. Hirth tarafından ortaya konulmuĢtur.634 Kafatasındaki
Ģarabı karıĢtırmak için kılıç elveriĢli değildir ve de zoraki olmadığı sürece tercih edilmez. Bu
ayrıntı king-lu‟nun esasen “bıçak” manasına geldiğini gösterir.

Gelelim kimlilu kelimesine. Türk dilinde tarih içerisinde kepçe ve kaĢık çoğu kereler aynı
sözcüklerle ifade edilmiĢlerdir. Örneğin, Türkmence‟de “kaĢık” anlamına gelen çemçe
kelimesi az bir söyleniĢ farkı ile Azerice‟de çömçä “kepçe”, Uygurca çömüç “kepçe”,
Özbekçe çömiç vb. biçimlerindedir. Hunca kaĢık sözcüğü en mükemmel Ģekli ile Tuva
dilindeki hımıĢ “kepçe, çömçe”635 biçiminde muhafaza edilmiĢe benziyor. Üstte kimi Hunca
sözcüklerin îzâhatında baĢvurduğumuz l >Ģ geçiĢine müracaat edecek olursak sözcük hımıĢ >
hımıl olarak karĢımıza çıkacaktır ki, bu da kimlilu sözcüğünün ilk hecesi kiml > *kimil ile
mükemmel uyuĢmaktadır.

Pulleyblank, Ting-ling‟ler yâni “yüksek arabalılar” adlı Türk kavmine dair makalesinde
Türkçe altın kelimesi ile açıklanan bir Ting-ling önderinin dedesinin adı olan, Çince yazılıĢı
ile Pei-hou-li isminin îzâhatında sondaki –li hecesinin Çinliler tarafından yabancı kökenli
sözcüklere Çinceye aktarım sırasında yapılan düzenli bir kural uyarınca konulduğunu ve bu
adın asıl biçiminin Pei-hou olduğunu söyler.636 Büyük bir olasılıkla kimlilu sözcüğünün
sonundaki –ilu/lu hecesinde de bahsolunan bu kural mevcuttu.

Bu türden bir îzâhat dıĢında sözcüğün Ģöyle bir açıklaması da yapılabilir. ġayet kimlilu
sözcüğünün ortasındaki l harflerinden ilki –Ģ harfi, sonrası ise –r harfi yerine kullanılmıĢ ise
sözcüğü yeni baĢtan kimliru olarak kurmak gerekecektir. Kelimenin ilk hecesi dört harfi kiml
ÇuvaĢça‟da korunmuĢ kǐmǐl (“gümüĢ”)637 ve iru ise Hakas Türkçesindeki iro (“ak ağaçtan
yapılma çatal”)638 sözcüklerinin muadili olabilmektedirler. Hakasça‟daki sözcüğün eski
zamanlarda kaĢık anlamına gelmiĢ olduğunu Fince‟de kuiri “büyük kaĢık”, Karel lehçesindeki
kuirri (“ağaçtan yapılma kaĢık”)639 biçimleri de doğrulamaktadır. Çünkü her iki kuiri Ģekli
Hakasça iro sözcüğünün baĢta –k almıĢ halidir. Hunca kimlilu sözcüğü muhtemelen “gümüĢ
kaĢık” manasına gelen bir sözcük idi. Bu sözcüğü kayda geçiren Çinli esasen gümüĢü altın ile
karıĢtırmıĢa benziyor.

23.Wŭsī: “Kağanlık sarayı” < Hun. (HWC: 363).640 Çince‟de r harfinin olmaması
hasebiyle Hunca r harfinin Çince çevirilerde geçmediği kuralını göz önüne alır ve wŭsī
sözcüğünde bir r harfinin gizli olduğunu düĢünürsek wüsi biçimini wüsir olarak
tasarlayabiliriz. Böylesi bir kurgulama ile wüsi > *wüsir > Türkçe “saray ve köĢk” manasına
gelen küzür641 biçimine denk gelir. Bu sözcükle alakalı olarak değerlendirilmesi gereken bir
baĢka kelime daha var ki, o da aynı anlamdaki karĢı sözcüğüdür. Bu sözcük Arapça kasr,
kasır sözcüğünün karĢılığı olarak yorumlanmıĢtır. Orta Asya‟nın yerli dilinden Türkçe‟ye

634
Tekin 1995: 14
635
Arıkoğlu – Kuular 2003:51
636
Pulleyblank 1990:26.
637
Bayram 2007:108
638
Naskali 2007:205
639
Collinder 1955:26
640
Ġnayet 2008: 279
641
Ögel 1991:VII, 120
geçtiği düĢünülen bu kelime642ile Hunların hükümdar karargâhı, otağı anlamındaki
orto/ortu643 sözcüğü ile aynı doğrultuda bir manayı barındırıyor olabilir.

Hun siyasi örgütlenmesinde devlet sağ ve sol kanat olmak üzere iki kısma ayrılır ve
devletin karargâhı her iki kanadın orta noktasına tekabül ederdi. Dolayısıyladır ki, Türkler
hükümdar sarayının devletin orta noktasına tekabül etmesinden ötürü ona orto gibi bir anlam
ifade ettikleri kesindir. Bu gerçeği Rubruck‟lu William kesin olarak doğrular ve Moğol Han‟ı
Batu‟nun otağını anlattığı bölümde “hükümdar sarayı” demek olan Orta sözcüğünün gerçekte
“arasında” manasını taĢıyan “orta” kelimesi olduğunu açıkça belirtir.644 Yakutça‟da orta sıfatı
orto645 biçimindedir. Buradan, Doerfer‟in Türkler‟in bu kelimeyi Hunlardan ödünç aldığı
Ģeklinde varmıĢ olduğu yersiz ve taraflı bir hükmün ne derece geçersiz olduğu sonucu
çıkacaktır. Orto diğer Hunca kelime gaga “ağabey” gibi ancak Türk düĢünce sistemi ile
açıklanabilecek sözcüklerden biridir. KarĢı “hükümdar karargâhı” orto bağlamında îzâhatı
yapılabilir. Devletin karargahı sağ ve sol kanadın tam karĢısına denk düĢmektedir. Bu
sebepten, Türklerin orto gibi aynı sözcüğe böyle bir sıfat anlamını giydirmiĢ olmaları pekâlâ
ihtimal dâhilindedir. Wusi bu türden bir manayı barındırıyorsa karĢı kelimesinin Deliorman
ağzındaki kaaĢı646 biçimine daha yakın durduğunu ifade etmeliyiz.

Bu arada Hunca orto kelimesi ile alâkalı olarak Çin kaynaklarının kaydettiği bu sözcüğün
aynı zaman da “Xiong-nuların Çinliler için pusuya yattıkları yer”647 mânası günümüzde or
“düĢman saldırısına karĢı koymak için düzenlenmiĢ yer”648 sözcüğünde hâlâ yaĢatıldığını da
yeri gelmiĢken belirtmeliyiz. Bu arada Hunca orto kelimesi ile alâkalı olarak Çin
kaynaklarının kaydettiği bu sözcüğün aynı zaman da “Xiong-nuların Çinliler için pusuya
yattıkları yer”649 mânası günümüzde or “düĢman saldırısına karĢı koymak için düzenlenmiĢ
yer”650 sözcüğünde hâlâ yaĢatıldığını da yeri gelmiĢken belirtmeliyiz. Hakascadaki orda “in,
yuva, baĢkent, karargâh, merkez”651sözcüklerinde Hunca sözcüğün günümüzdeki
karĢılıklarını korunmuĢtur.

Değerlendirme

Avrupa Hunları ile Asyalı Xiongnular Türk dilinin aynı lehçesini konuĢmuĢlar mıdır
bilemeyiz lâkin bildiğimiz bir gerçek var ki, mevcut deliller Xiong-nuların yönetici takımının
Türkçe konuĢtuğuna ve onlara ait dilsel kalıntıların Avrupa Hun diline ait malzemeler ile
birleĢtirildiğinde bu halkın lîsanının ÇuvaĢça karakteri taĢıdığına delâlet etmektedir. Bununla
beraber, ÇuvaĢları doğrudan doğruya Avrupa Hunların torunları kabul eder isek kavim adları
arasında ilginç bir benzerlik gün yüzüne çıkacaktır. Dilbilimciler Hun sözcüğünde “adam ve
halk” anlamlarına gelen eski Türkçe kün kelimesini görmek arzusundadırlar. Kün bu manalar

642
Ögel 1993:VII, 103
643
Tekin 1993:18.
644
William 1990:131
645
Vasliev 1995:206
646
Cebeci: 2010:154
647
Tekin 1993:17
648
DS IX:3285
649
Tekin 1993:17
650
DS IX:3285
651
Naskali 2007:338
dıĢında güneĢ de demektir. Bu bağlamda, ÇuvaĢ kavim adının da güneĢ 652 manasını vermesi
bir tesadüf müdür yoksa bir tarihsel gerçeklik midir?

Bu çalıĢmada bir lir lehçesi konuĢan Avrupa Hunları ile Xiong-nuların dilleri arasındaki
kimi lir özelliği taĢıyan dilsel bağlantıları göstermeye çalıĢtık. Üstte zikredilen Hunca
metindeki tilik fiili ve miloh/miluh sözcüğü Xiongnu lîsanının ÇuvaĢça karakteri taĢıdığına
delâlettir. Kimlilu, gouluo ve teulo kelimeleri de bu bağlamda güçlü kanıt olarak alınabilirler.
Xiong-nu‟lar ile Avrupa Hunları arasındaki diğer bağlantılar günümüz Bulgarca‟da varlığını
sürdüren bog ve çuka sözcükleri yanında Xiongnu dilindeki kün ve Volga Bulgarcası‟ndaki
küwen kelimeleridir. Xiong-nuların lîsanında bulduğumuz tok ve kapçık‟a ilaveten çalgı aleti
olarak pipa ve bili sözcüklerinin Hunlar tarafından Batı dillerine intikal ettirildiğini de
söyleyebilmekteyiz. Yukarıda dile getirdiğimiz Hunca sözcükler içerisinde kapçık ve küŋlük
kelimeleri Huncanın Türkçe olduğunun bizce en büyük delilleridir. Diğer Hunca
sözcüklerinin farzımahal Türkler tarafından ödünç alındığını kabul etsek bile kelimelerin
sonundaki –çık ve –lük eklerini nasıl açıklayacağız? ġayet Türkler sonradan ve de birdenbire
ortaya çıktı iseler Huncadaki bu yapım ve küçültme eklerini nasıl kullanmaya devam ettiler?
Bu soruların tek bir cevabı olabilir o da: tarihi kaynakların da dile getirdiği gibi Hunların
özbeöz Türklerin ataları olduğu gerçeğidir.

Sonuç

Bu çalıĢmada belli baĢlı Hunca sözcüklere değindik. Değindiğimiz sözcükler Hunların dili
hususunda bilim dünyasında hâkim olan görüĢü, yâni onların Türkçe konuĢtuğu savını
pekiĢtirmiĢ, öte taraftan tek bir dilsel dayanağı dâhi olmayan Yenisey savını ise boĢa
çıkarmıĢtır. Hunların diline aday olma noktasında Türkçe hâlâ rakipsizdir. G.Doerfer
yaĢasaydı eminiz küdegü, sağ yağ, yağ, gaga, tekin, kokor, kapçık, bili, küŋlük vb. Hunca
sözcüklerin Türkçe‟de bulunuĢunu bir ödünçleme olarak görüp, Türk - Hun bağlantısına her
zamanki gibi sırtını dönecekti. Tesâdüfî olarak tek bir Ġrani kelimenin dahi bulunmadığı
Ġskitlerin dilinin Ġrani olduğu türünden, dünya tarihinin son yüz elli yıldır tanıklık ettiği en
mesnetsiz hikayeye toz kondurmayan fakat ne hikmetse sıra Hunlara geldiğinde onların
Türklükle bağlantısını alayvâri bir biçimde reddeden sözde bîtaraf(!) zihniyetin ipliği pazara
çıkartılmıĢtır ve de çıkartılmaya devam edilecektir.

KAYNAKÇA

ABA, Ana Britanica Ansiklopedisi, cilt 18

652
DS XII:4481
Adiloğlu, Adilhan, (2005),Karaçay Malkar Türkleri, Yeni Zamanlar Dağıtım, Ankara

Adji, Murat, (2001), Kaybolan Millet (DeĢt-i Kıpçak Medeniyeti), Atatürk Kültür Merkezi
BaĢkanlığı Yayınları, Ankara

Aeschines, (2001), Against Timarchos, Oxford University Press, New York

Agathias, (1975), The Histories(Corpus, Fontium Historiae Byzantine), De Groyter, Berlin

Ahmetbeyoğlu, Ali, (1995), Grek Seyyahı Priskos (V.Asır)‟a Göre Avrupa Hunları, TDAV
yay., Ġstanbul
Aksan Doğan, (2000), En Eski Türkçe‟nin Ġzlerinde, Simurg yay., Ġstanbul
Akdoğan YaĢar, (1999), Azerbaycan Türkçe‟sinden Türkiye Türkçe‟sine Büyük Sözlük, BeĢir
yay., Ġstanbul
Albayrak, Recep, (2004),Toponim Teknikleri ve Kafkasya-Borçalı Yer Adları, Berikan yay.,
Ankara
Alimov, Rysbek (2011), “Bugünkü Kırgızca‟da Bir Hayalet Kelime: Aco", III. Uluslarasrası
Türkiyat AraĢtırmaları Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Hacettepe Üniversitesi Basmevi, Cilt:I,
s.43-49, Ankara
Almas, Turgun, (2010), Uygurlar, Selenge yay.,(Çev. D.A.Batur), Ġstanbul
Altan, Özlem, (2007), Mustafa Aydın‟ın Hayatı, Sanatı ve ġiirleri, Gazi Üni. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Türk Halk Edebiyatı Ana Bilim Dalı,
Master Tezi, Ankara
AMR (2010), Anonymus and Master Roger, Gesta Hungarorum, The Deeds of the
Hungarians, Epistola in Miserable Carmen Super Destructione Regni Hungarie Per Tartaros
Facta, Epistle to the Sorrowful Lament Upon the Destruction of the Kingdom of Hungary by
the Tatars, (çev:Jânos M.Bak ve Martyn Rady), Central European University Press, Budapest
Anadol, Cemal – Abbasova, Fâzile, (2001), Türk Kültür ve Medeniyeti, IQ Kültürsanat
yayıncılık, Ġstanbul
Ananias of Širak,(1992), The Geography of Ananias of Širak, Dr. Ludwig Reichert,
Wiesbaden
Anohin, A.V,. (1998), “Altay ġamanlığına Ait Maddeler”, Makaleler ve Ġncelemeler (çev:
Abdülkadir Ġnan), TTK Yayınevi, Ankara, 1. Cilt, s.404-453
Andocides, Antiphon, (1941), Minor Attic Orators, Harvard University Press, Cambridge,
Cilt:I
AOB (1991), The Annals of Bertin, Manchester University Press, Manchester, Cilt:I
AOF (2012), The Annals of Fulda, Manchester University Press, Manchester&New York
Arık, DurmuĢ,(2005), HıristyianlaĢtırlan Türkler(ÇuvaĢlar), Aziz Andaç yay., Ankara
Arıkoğlu, Ekrem (2005), Örnekli Hakasça-Türkçe Sözlük, Akçağ yay., Ankara
--------------------, – Kuular, Klara (2003), Tuva Türkçesi Sözlüğü, TDK yay., Ankara
Askarov,A. – Volkov, V.- Ser-Odjav, Nasraim (1992), “Pastoral And Nomadic Tribes At The
Beginning of the First Millenium B.C.”, History of Civilizations Of Central Asia, (ed. Ahmet
Hasan Dani, Vadim Mikhailovich Massar, Unesco yay., 1992, Fransa., Cilt 1. s.459-472
Artomonov, M.Ġ, (1962), Istoriya Xazar, Yo Yo Media, Leningrad
Atanızayov, SoltanĢa,(2005), ġecere Ansiklopedik Türkmen Etnik Adları Sözlüğü, Tablet
Yay., Konya
Ayda, Adile (1982), “Pelasglar Kim Ġdiler”, Belleten, C.XLVI, sayı:183, s.475-486.
---------------------,(1992), Etrüskler (Tursakalar) Türk Ġdiler, Ankara
Bağcı, Atilla, (2011), ġor Destancılık Geleneği ve ġor Kahramanlık Destanı “Künnö Körçen
Küün –Köök” Üzerinde Mukayeseli Bir ÇalıĢma, Hacettepe Üni. Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Türk Halk Bilimi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi,
Ankara
Bailey, H.W., (1979), Dictionary of Khotan Saka, Cambridge University Press, London-NY-
Melbourne
-----------------------,(1985), Indo-Scythian Studies: Being Khotanese Texts, New York
Bakshi, Ġman, (1993), Djağfar Tarikhy, Cilt:I,II,III, Orenburg
Banarlı, Nihat Sami (1971), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Fasikül:1, Devlet Yay., Ġstanbul
Barthold, Vasilij Vladimiroviç (1990), Moğol Ġstilasına Kadar Türkistan, TTK, Ankara, 1990

-----------------------,(1998), “Türklerde ve Moğollarda Defin Meselesine Dâir”, (Çev.


Abdulkadir Ġnan), Makale ve Ġncelemeler I, TTK yay., Ankara. s.362-386.

-----------------------,(2002),Kırgızlar, Kömen Yay., Konya

Basilov, V.N. (1997), “Orta Asya ġamanizminde Kadınsı Giyinmenin Ġzleri” Çev. Handan Er,
, Anayurttan Atayurda Türk Dünyası, sayı:13, s.27–32

Baskakov, N.A, (1997), Türk Kökenli Rus Soy Adları, Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek
Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları.684, Ankara

BaĢtaĢ, Cahit, (2004), “Türkçe Organ Adlarında Kelime Sonu –k Ünsüzü ve Çokluk”, Sosyal
Bilimler Dergisi, Mart, Sayı:5, s.53-64

BaĢtav, ġerif (1941), “Sabir Türkleri”, Belleten, XVII-XVIII, s.53-99

---------------------,(1998), Büyük Hun Kağanı Attila, Kültür Bakanlığı yay., Ankara


Battal, Aptullah (1934), Ġbnü-Mühennâ Lǔgati, TDK yay., Ġstanbul
Bayat, Fuzuli, (2002), “Oğuz Kağan Destanı Üzerine Yeni DüĢünceler”, Türkler, Ankara,
2002

---------------------,(2006), Oğuz Destan Dünyası (Oğuznamelerin Tarihi, Mitolojik Kökenleri


ve TeĢekkülü), Ötüken yayınevi, Ġstanbul

Bayniyazov, Ayabek- BaĢkapan, Vehpi (2003), Kazak Türkçesi-Türkiye Türkçesi Sözlüğü,


Akçağ yayınları, Ankara

Bayram, Bülent (2007), ÇuvaĢ Türkçesi - Türkiye Türkçesi Sözlük, Tablet Yay., Konya
BDA (1993), Büyük Dünya Atlası, Maden Teknik Arama Genel Müdürlüğü (Mc.Nally and
Company ve Mitchell Bearley Publishers Ltd. firmalarının katkılarıyla), Ankara
Belâzurî (2002), Fütûhu‟l-Buldân, (Çev. Mustafa Fayda), Kültür Bakanlığı yay.,Ankara

Beydilli, Celal (2003), Türk Mitolojisi, Yurt Kitap yay., Ankara


Bikkinin, Ġrek (2002), “Ġngilizcedeki En Eski Hunca Ödünçlemeler”, Türkler, C. 3, Ankara,
s.704-710
Binler, Mehmet Ziya (2007), Türk Dünyası Aile ve Akrabalık Terimleri Sözlüğü, Selenge yay.,
Ġstanbul
BMM (1809), Belfast Monthly Magazine, January 31, Vol. II, s.98-100
Boba, Ġmre, (1967), Nomads, Northmen and Slavs, Mouton&Co.N.V., Paris-The Hague
Boberg, Folke (1954), Mongolian-English Dictionary, Cit:I-III, Stockholm, Forlaget
Filadelfia, Kopenhagen
Bozyiğit, A.Esat (1998), Ankara Ġli Ağzı Sözlüğü, T.C.Kültür Bakanlığı yay., Ankara
Braund, D., (1999), “Greeks, Scythians and Hippake, or „Reading Mare‟s-Cheese‟”, Ancient
Greeks West&&East, (Editör: Gocha R. Tsetskhladze), Köninklijke Brill, Leiden, s.521-530
Brook, Kevin Alan, (2006), The Jews of Khazaria, Rowman & Littlefield Publishers,
Maryland
Buran, Ahmet – Ġlhan, Nadir (2008), Elazığ Yöresi Söz Varlığı, TDK yay., Ankara
Butanayev Viktor – Butanayeva Ġrina, (2007), Yenisey Kırgızları, Ötüken yay., Ġstanbul
Caferoğlu, Ahmet (1968), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, TDK yay., Ġstanbul
Cahun Leon, Asya Tarihine GiriĢ, Seç yay. Ġstanbul, 2006

Carpini, Friar Geovanni Di Plano, (1966), The Story of the Mongols Whom We Call the
Tartars, Branden publishing, Boston

Cebeci, Ġsa (2010), Örneklerle Deliorman Türk Ağzı Sözlüğü, TDK yay., Ankara
Ceylan, Emine (1997), ÇuvaĢça Çok Zamanlı Ses Bilgisi, TDK yay., Ankara
Chailand, Gérard, (2001), Göçebe Ġmparatorluklar Moğolistan‟dan Tuna‟ya, Doğan
Kitapçılık yay., Ġstanbul
Chavannes, Edouard (2007), Batı Türkleri, Selenge yay., Ġstanbul
Choi, Han-Woo (2010), Türkçe, Moğolca ve Mançu-Tunguzcanın KarĢılaĢtırmalı Ses ve
Biçim Bilgisi, TDK yay., Ankara.
Collinder, Björn (1955), Fenno-Ugric Vocabulary (An Etymological Dictionary of the Uralic
Languages), (yay: Almqvist&Wiksell), Stockholm
---------------------, (2009), Yukarı Karaçay (Kocapınar) Köyü Ağzı, Ötüken yay., Ġstanbul
Cosmo, Nicola Di (2002), Ancient China and Its Enemies, the Rise of Nomadic Power in East
Asian History, Cambridge University Press, Cambridge
Czeglédy, Károly, (1962), “Šarkel An Ancient Turkish Word For „House‟”,Aspect of Altaic
Civilization, (ed. Denis Sinor), Uralic and Altaic Series, Sayı: 23,Indiana University yay.,
Hollanda, s.23-31
---------------------, (1999), Turan kavimlerinin Göçü, Turan Kültür Vakfı yay.,
Csornai, Katalin (2009), “Where Huns‟ Blood Drew”, Journal Of Eurasian Studies, Cilt.I,
Sayı 3, s.29-43
---------------------, (2011), “The Literary Remains of the Hun Language in the Ancient
Chinese Chronicles”, Journal Of Eurasian Studies, Cilt:III, Sayı: 2, s.30-38
Çağbayır, YaĢar (2007), Ötüken Türkçe Sözlük, C.5, Ġstanbul
---------------------, (2009), Yukarı Karaçay (Kocapınar) Köyü Ağzı, Ötüken yay., Ġstanbul
Çelebi, Evliya, (2011), Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, (haz. Seyit Ali Kahraman), 7.kitap,
Cilt:II, Yapı Kredi Yay., Ġstanbul
Çelgin, Güler ,(2011), Eski Yunanca-Türkçe Sözlük, Kabalcı yay., Ġstanbul
Dallı, Hüseyin (1991), Kuzeydoğu Bulgaristan Türk Ağızları Üzerine AlıĢtırmalar, TDK yay:
450, Ankara
DAI (De Administando Imperio), (1967), Konstantine Porphyrogenitus, yay. Gyula
Moravcsik-R.J.H.Jenkins, Washington
Deacon the Paul, (2003),History of the Lombards, University of Pennsylvania Press,
Philadelphia
De Groot, J. M. - Asena, G.Ahmetcan (2011), Hunlar ve Türkistan, Pan yay., Ġstanbul.
Demir, Muzaffer, (2001), “Ġskitli Okçuların Atina‟ya GetiriliĢ Tarihi Üzerine Yeni Bir Yorum
(M.Ö.5 Yüzyıl)”, Belleten 45, NO.244, s.905-910
Dobrovits, Mihály, (2011), “The Altaic World Through Byzantine Eyes: Some Remarks On
The Historical Circumstance Of Zemarchus‟ Journey to the Turks (AD 569-570)”, Acta
Orientalia Academiae Scientiarum Hung. Cilt: 64(4), s.373-409
Doerfer, Gerhard (1993), “The Older Mongolian Layer in Ancient Turkic”, Türk Dilleri
AraĢtırmaları, Cilt.3, s.79-86
Doğan, Ġsmail (2007), Mayalar ve Türklük, Ahmet Yesevi Üni. Yay., Ankara.
Donuk, Abdülkadir (1988), Eski Türk Devletlerinde Ġdârî-Askerî Ünvan ve Terimler, TDAV,
Ġstanbul.
Dunlop, D.M. (2008), Hazar Yahudi Tarihi, Selenge yay, Ġstanbul
DS (1972), Derleme Sözlüğü, TDK yay., Ankara, Cilt: I, II, III, IV, V, VI, VII, VIII, IX, X,
XI, XII
DS (1982), Derleme Sözlüğü EK-I, TDK yay., Ankara
DLT (1999), KaĢgarlı Mahmud, Divanü Lügati‟t-Türk, TDK yay., Ankara, I-II.
Eberhard, Wolfram (1942), Lokalkulturen im Alten China: Erster Teil Die Lokalkulturen Des
Nordens und Westens, Brill Leiden, T‟oung pao, V.37 supplément
---------------------, (1942), “Çin Kaynaklarına Göre Orta ve Garbi Halkların Medeniyeti”,
Türkiyat Mecmuası, Cilt: VII-VIII,s.125-191
---------------------, (1996), Çin‟in ġimal KomĢuları, TTK yay., Ankara
---------------------, (2000), Çin Simgeleri Sözlüğü, Kabalcı yay., Ġstanbul
Ebulgazi bahadır Han,(1996), ġecere-i Terākime (Türkmenlerin Soykütüğü), (haz: Zuhal
Kargı Ölmez), Simurg yay., Ankara
Eckhart, F., (1949), Macaristan Tarihi, TTK Basımevi, Ankara
EDDK (1992), Ergenekon Destanı ve Demirci Kava, Kemalist Atılım Birliği Yayını, Ankara
Ergin, Muharrem (1989), Dede Korkut Kitabı I, TDK yay., Ankara
---------------------, (1997),Dede Korkut Kitabı II , TDK yay., Ankara
---------------------, (2002), Orhun Abideleri, Boğaziçi yay., Ġstanbul
Estin, Colette – Laporte, Héléne (2002), Yunan ve Roma Mitolojisi, Tübitak yay.,(23.baskı),
Ankara
Fehér, Géza (1984), Bulgar Türkleri Tarihi, TTK yay., Ankara
Fattah, Nurihan, (2004),Tanrıların ve Firavunların Dili, Selenge yayınları, Ġstanbul

Fodor, Ġstván, (1986), “The Contacts Of Hungarians with The Baltic Area In the 9th-11th
Centuries (From an Archaeologist‟s Point of View)”, Hungarian Studies, 2/2, Akadémiai
Kiadó, s.217-226, Budapest
Friedrich, Johannes, (2000), Kayıp Yazılar ve Diller, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, Ġstanbul

Ganiyev, Fuat – Ahmet‟yanov, Rifkat – Açıkgöz, Halil (1997), Tatarca-Türkçe Sözlük,


Kazan-Moskova

Gavriljuk, N.A. (2005), “Fishery in the Life of the Nomadic Population of the Northern Black
Sea Area in the Early Iron Age”, Ancient Fishing and Fish Processing in the Black Sea
Region, (Ed. T-Bekker Nielsen), Aarhus, s.105-113
Gerey, Begmyrat, (2004), 5000 Yıllık Sümer-Türkmen Bağları, IQ Kültürsanat Yayıncılık,
Ġstanbul
Golden, Peter B.,(1971), “Hazar Dili”, Türk Dili AraĢtırmaları Yıllığı Belleten, TDK
yayınları, Sayı:338, s.147-157
-----------------, (1980), Khazar Studies, An Historico-Philological Inquiry into the Origins of
the Khazars, Cilt I, Akadémiai Kiadá, Budapest
-----------------, (1992), “An Introduction to the History of the Turkic Peoples Ethnogenesis
and State-Formation in Medieval and Early Modern Eurasia and the Middle East”,
Wiesbaden- Harrassowitz

GUE, Grolier Universal Encyclopedia, cilt:20

Grakov, B.N, (2006), Ġskitler, Selenge yayınları, Ġstanbul

Grönbech, K. (1992), Kuman Lehçesi Sözlüğü (Codex Cumanicus‟un Türkçe Sözlük Dizini),
(Kemal Aytaç), Kültür Bakanlığı yay., Ankara
Gregory Abû‟l-Farac (Bar Hebraus), (1999), Abû‟l-Farac Tarihi, Cilt1, TTK yay., Ankara
Gumilev, L.N. (2002), Hunlar, (D.Ahsen Batur) Selenge yay., Ġstanbul
-----------------, (2004), Eski Türkler, (D.Ahsen Batur), Selenge yay., Ġstanbul
-----------------, (2004),Drevnie Tyurki, ACT, Moskva
Gumilev, L.N, (2006), Avrasya‟dan Makaleler-1, Selenge yayınevi, Ġstanbul

Gürsoy, Emine - Duranlı, Muvaffak (1999), Altayca –Türkçe Sözlük, TDK yay., Ankara
GüngörmüĢ, Naciye (2007), Macarca Sözlük, Engin Yayınevi, 2.baskı, Ankara
Gürdal, Ġrfan (2010), “Türk Dünyası Halk Çalgıları”, Türk Yurdu, Ocak, sayı:269, s.122-126
Gürsoy, Emine - Duranlı, Muvaffak (1999), Altayca –Türkçe Sözlük, TDK yay., Ankara
Haussing, W.Hans, (2001), Ġpek Yolu ve Orta Asya Kültür Tarihi, Ötüken yayınevi, Ġstanbul

-----------------, (2005), “Hun ve Avar Adlarının Anlamı Hakkında”, Türk Kültürü


Ġncelemeleri Dergisi 13, s.225-236

Helweg, Richard (1956), The Comlete Guide To Making Cheese, Butter and Yogurt At Home,
Florida
Hehn, Victor (1976), Cultivated Plants and Domesticated Animals in their Migration from
Asia to Europea; Historico-Linguistic Studies, Amsterdam, Cilt:7
Herodotos (2004), Herodot Tarihi, (Müntekim Ökmen), Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yay.,
Ġstanbul
-----------------, (2005), The Histories, (çev. G.C.Macaulay), Barne & Noble Books, New York
Hippocrates (2009), On Airs, Waters And Places, Kessinger Publishing
Homeros (2004), Ġlyada, ArkadaĢ yay. Ankara

-----------------, (2006),Odysseia, XI, 14, Can yayınları, 2006

Ġbn-i Battuta, (1907), Büyük Dünya Seyahatnamesi, (Ġlk çeviri: M.ġerif PaĢa), Yeni ġafak
Kültür Armağanı

Ġbn Fazlan, (1995), Ġbn Fazlan Seyahatnamesi, (çev. Ramazan ġeĢen), Bedir Yayınevi,
Ġstanbul

Ġbn Hurdazbih, (2008), Yollar ve Ülkeler Kitabı, (çev:Murat Ağarı), Ġstanbul

Ġnan, Abdülkadir (1998), Güvey, Makaleler ve Ġncelemeler, TTK Yayınevi, Ankara, 1. Cilt, s.
335-340.
-----------------, (1998), “Oğuz Destanındaki Irkıl Ata”, Makaleler ve Ġncelemeler, TTK
Yayınevi, Ankara, 1. Cilt, s. 196-197
-----------------, (1998), “Ġt BaĢlı Ulus Efsanesi”, Makaleler ve Ġncelemeler, TTK Yayınevi,
Ankara, 1. Cilt, s.217-219
Ġnayet, Alimcan (2008), “Hanyu Waılaıcın‟a (HWC) Göre Çinceye Geçen Türkçe Kelimeler
Üzerine”, Turkish Studies, International Periodical for the Languages, Literature and History
of Turkish or Turkic, Volume 3/1 Winter, s.122-126
Ġrimbek Kızı, Cibek, (2011), GeçmiĢten Günümüze Kalmukların Dini Tarihi ve Halk ĠnanıĢı,
Anka Üni. Sosyal Bilimler Enst. Felsefe ve Din Bilimleri ABD, Dinler tarihi Bilim Dalı,
Yüksek Lisans Tezi, Ankara
Jacobson, Esther, (1993), The Deer Goddess of Ancient Siberia: A Study in The Ecology of
Belief, , Leiden
John (2007), The Chronicle of John, Bishop of Nikiu: Translated from Zotenberg‟s Ethiopic
Text(Christian Roman Empire), (Çev. R.H.Charles, D.Litt., D.D.,), Evolution Publishing
Merchantville, New Jersey
Jordanes, (1915),The Gothic History of Jordanes, Princeton University Press
Kabadayı, Osman (2007), Eski Türkçe Gök Bilimi (Astronomi) Terimleri, Kırıkkale Üni.
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Yüksek lisans Tezi,
Kırıkkale
Kabağaç, Sina – Alova, Erdal, (1995), Latince – Türkçe Sözlük, Sosyal yay., Ġstanbul
Kafesoğlu, Ġbrahim, (2004), Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınevi, yirmibeĢinci baskı,
Ġstanbul
Karaağaç, Günay (1987), “Türkçenin Süt Ürünleriyle Ġlgili Sözleri Üzerine”, Türk Dünyası
Dil ve Edebiyat Dergisi,C. IV, s.173-178
Karatay, Osman (2002), “Türk-Slav Dil ĠliĢkilerinin BaĢlangıç Dönemleri Üzerine”, Türkler,
C. 2, Ankara, s.536-546
--------------------, (2003), Ġran ile Turan (Hayali Milletler Çağında Avrasya ve Ortadoğu),
Karam yay., Ankara.
--------------------,(2003) “Kafkasya Bulgarları Tarihi”, Karaçay-Balkarlar: Tarih, Toplum ve
Kültür, yay. U. Tavkul - Y. Kalafat, Ankara, s.18-45
--------------------, (2004), “III. Yüzyılda Trabzon‟a Saldıran Boranlar Kimlerdir?”,
Uluslararası Karadeniz Ġncelemeleri Dergisi, sayı:1, s.9-18
--------------------, (2004), “Doğu Avrupa Türk Tarihi”, Karadeniz AraĢtırmaları Dergisi,
Sayı:3
--------------------, (2010), “Suvarlar: Doğu Avrupa‟nın Esrarengiz Kavmi”, Türk Dünyası
Ġncelemeleri Dergisi, Cilt:X, Sayı I, s.99-116
Karatayev, Olcobay, (2003) Kırgız Etnonimler Sözlüğü, Kırgızistan-Türkiye Manas
Üniversitesi Yayınları, BiĢkek
Katona, Louis K., “Sur la Language des Hioung-Nous”, Cultura Turcica, Türk Kültürünü
AraĢtırma Enstitüsü, Cilt.III, Sayı:2, s.196-201
Kenesbayoğlu, Ġ.K.(Editör), (1984), Kazak Türkçesi Sözlüğü, (Çev. Hasan Oraltay, Nuri
Yüce, Saadet Pınar), TDAV yay., Ġstanbul.
Khorenatsi, Moses,(1978), History of the Armenians, Harvard University Press, Cambridge,
Massachusetts, London
KiriĢçioğlu, Fatih, (1999), Saha(Yakut) Türkçesi Grameri, TDK yay., Ankara
Kırzıoğlu, M.Fahrettin, (1952), Dede-Korkut Oğuznameleri, AKMB yay., Ġstanbul
--------------------, (1972), Dede-Korkut Oğuznamelerine Göre Kars‟ın Anı {Arpaçayı boyu}
ve Kağızman kesimindeki Kamsarakan/KalbaĢ Hanedanı, VII.Türk Tarih Kongresi Bildiriler,
Cilt I, TTK Yayınları, Ankara
Klein, Ernest (1966), A Comprehensive Etymological Dictionary of the English Language,
Cilt:I,II, Elsevier Publishing Company, Amsterdam Newyork London

Koç, Nurettin (2002), Ġslamlıktan Önce Türk Dili ve Edebiyatı, Ġnkılap Kitabevi, Ġstanbul
KoĢay, H. Z. (1939), “Türkçe‟nin Dünya Dilleri Arasındaki Mevkii”, Belleten, C. III, s. 363-
376
----------------,(1972), “Türk Dili Ġle Ġlgili Prehistorik Ġzler”, Belleten, C. XXXVI, No: 141,
Ocak, s.71-77
KTLS (1991), KarĢılaĢtırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I, TDK yay., Ankara.
Kúnos, Ignaz (1902), Sejx Sülejman Efendi‟s Čagataj-Osmanisches Wörterbuch, Soc été
Ethnographique Hongroise, Budapest
Kurat. A.N.,(1937), Peçenek Tarihi, Devlet Basımevi, Ġstanbul
Kushkumbayev, Aybolat, (2009), The Magyar (Madžar, Madiar) Ethnonym in Medieval
Written Sources, Journal of Eurasian Studies, Cilt:1, Sayı:4, s.52-61
Küçük, Salim (2010), Eski Türk Kültüründe Renk Kavramı, Bilig Dergisi, sayı:54, s.185-210
Ksenephon, (2011), Anabasis Onbinlerin DönüĢü, Kabalcı yay., Ġstanbul
Laufer, Berthold, (1917), The language of the Yue-chi or Indo-Scythians, R.R. Donnelley &
sons company edition, Chicago
Laypanov, Kaz T. – Miziyev, Ġsmail M., (2010), Türk Halklarının Kökeni, Selenge yay.,
Ġstanbul
Littleton, C.Scott-Thomas, Ann C.,(1978), The Sarmatian Connection: New Light on the
Origins of the Arthurian and Holy Grail Legend, The Journal of American Folklore, Cilt
91/359, s.513-527
Liu Mau-Tsai (2010), Doğu Türkleri, Selenge Yay., Ġstanbul.
Lezina, N.N.-Superanskaya, A.V. (2009), Bütün Türk Halkları Türk Onomastikası (Çin
Seddi‟nden Viyana Kapılarına Kadar Bütün)),Selenge yay., Ġstanbul
Maenchen-Helfen, Otto J. (1973). The World of the Huns: Studies in Their History and
Culture. Ed. by Max Knight. Berkeley and Los Angeles: Univ. of California Press
Malalas, John, (1986), The Chronicle of John Malalas, Australian Association, Melbourne
Macartney.C.A.,(1930), The Magyars in the Ninth Century, Cambridge University Press,
Cambridge
Marcellinus, Ammianus, (1940), Ammianus Marcellinus II with an English Translation,
Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts, London, England
Marcellinus Comes, (1995),The Chronicle of Marcellinus, Australian Association, Sydney
Marco Polo, (1926), The Travels of Marco Polo, Boni&Liveright, New York
Menander (2006), The history of Menander the Guardsman, (Yay:R.C. Blockley), Cambridge
McNeese, Tim, Rivers in World History: The Volga River, Chealsea House Publishers, New
York, 2005
MemiĢ, Ekrem, ( 2005) , Eskiçağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitabevi, Konya
MGT (2010), Moğolların Gizli Tarihi ,( Çev: Ahmet Temür), TTK, Ankara
Miftakov, Zufar, Z.,(2002), “Ġlk Bulgar Devlet OluĢumları”, Türkler, cilt:II, Yeni Türkiye
yay, Ankara, s. 619-620
Mihály, Benkő, (2003), A Torgaji Madiarok, Timp Kiadó, Budapest
Mikail BaĢtu Ġbn ġems (1991), ġan Kızı Destanı, (Çev.Avidan Aydın), Kültür Bakanlığı yay.,
Ankara.
Miziulu, Ġsmail, ( 1993 ), Merkezi Gafgaz‟ın Etnik Tarihinin Köklerine Doğru, TDAV yay,
Ġstanbul.
----------------,(1994), Ġstoriya Karaçaevo Balkarskogo Naroda s DrevneyĢih Vremen Do
Prisoedineniya k Rossi, Nalçik
Moldabayeva, Dânâ, (2005), “Sır Derya” Havzasının Türk Tarihindeki Yeri ve Önemi, Bilig,
Güz Dönemi, sayı:35, s.1-16
Mommsen, Theodor, (1892), Monumenta Germanica Historica. Auctores Antiquisimi.
Chronica Minora Saec. IV.V.VI.VII. Cilt:I
MonguĢ, D. A., (2005), Tuvaca – Türkçe Sözlük, Kızıl
Naskali, Emine Gürsoy – Duranlı Muvaffak (1999), Altayca – Türkçe Sözlük, TDK Yay.,
Ankara
Naskali, Emine Gürsoy - Butaneyev, Viktor - Ġsina, Almagül, - ġahin, Erdal – ġahin, Liasan –
Koç, Aylin (2007), Hakasça – Türkçe Sözlük, TDK yay., Ankara
Necef, Ekber N., (2005), Karahanlılar, Selenge yay., Ġstanbul
Necip, Emir Necipoviç (1995), Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü, (Çev.Ġklil Kurban), TDK Yay.,
Ankara
Nemeth, Gyula, (1990), Kumuk ve Balkar Lehçeleri Sözlüğü, (Çev.Kemal Aytaç), Kültür
Bakanlığı Yay., Ankara
----------------, (1996), “Hunlar Hangi Dili KonuĢurdu”, Hunlar ve Tanrının Kırbacı Attila
(editör: Gyula Nemeth), (Tarık Demirkan), Yapı Kredi Yay., Ġstanbul
Nibelungen (2001), Nibelungen. Bin Yıllık Cermen Destanı, (Çev: Cem Demir), Asa Kitabevi,
Bursa
Nicephoros (1990), Patriarch of Constantinople Short History, (yay: Cyril Mango),
Washington
Nienhauser, W. H. (2010), The Grand Scribe's Records: The Memoirs of Han China, Volume
IX. The Memoirs of Han China, Part II. Ssu-ma Ch‟ien, (Editör: William H. Nienhauser, Jr.,
çeviri: J. Michael Farmer, Enno Giele, Christiane Haupt, Li He, Elisabeth Ssu, William H.
Nienhauser, Jr., Marc Nürnberger, and Ying Qin,) Indiana University Press
Obrusánszky, Borbála (2011), “Hunnic Linguistic Issues”, Journal Of Eurasian Studies,
Volume III, Issue:1, s.34-45
Oktay, Hasan (2007), Ermeni Kaynaklarında Türkler ve Moğollar, Selenge yay., Ġstanbul
Okladnikov, Aleksei Pavlovich (1959), Ancient Population of Siberia and Its Cultures,
Cambridge, (Harvard University. Peabody Museum of Archaeology and Ethnology, Russian
Translation Series; Vol. I, No1)
Orel, Vladimir (1994), “On the Ancient Contacts Between Hamito-Semitic and North
Caucasian”, Folia Linguistica Historica, Cilt 15(1-2), s.37-46
----------------, (2003), A Handbook Of Germanic Etymology, Leiden & Boston: Brill
Orkun, Hüseyin Namık (1994), Eski Türk Yazıtları, TDK yay., Ankara
----------------, (2004), Türk Sözünün Aslı, TDK yay., Ankara
Ögel, Bahaeddin (1991), Türk Kültür Tarihine GiriĢ, Kültür Bakanlığı yay., Ankara, Cilt.
I,III,IV,V,VII.
----------------, (1998), Türk Mitolojisi, I, 3. baskı, TTK yay., Ankara
Öner, Ferah – Öner, Mustafa (2004), “Fincedeki Türkçe Alıntılar”, Türkçenin Dünya
Dillerine Etkisi, (Haz: Günay Karaağaç), Akçağ yay., Ankara
Öner, Mustafa, (2009), Kazan-Tatar Türkçesi Sözlüğü, TDK yay., Ankara
Ölmez, Mehmet (2003), “Türkçe‟nin ve Türk Dillerinin YaĢı Konusu”, Toplum ve Bilim,
sayı:96, s. 62-74
----------------,(2001),”Sibirya Tanıtmaları:1”, Türk Dilleri AraĢtırmaları, Sayı:11, s.191-236
Özcan, Yüksel (2006), “Ergenekon ġor Türkleri”, Atlas Dergisi, Ocak, sayı:154, s.58-86
Özcan, Kemal,(2006), “Kırım Hanlığı‟nın KuruluĢ Süreci”, Karadeniz AraĢtırmaları, Sayı 5,
s.28-36

Özer, Y.Ziya, (1937), Son Arkeolojik Nazariyeler ve Subarlar, Devlet Basımevi, Ġstanbul

Özerdim, Muhaddere N. (1957), “M.S. IV-V.‟nci Yüz Yıllarda Çin‟in Kuzeyinde Hanedan
Kuran Türk‟lerin ġiirleri”, DTCFD, Cilt: 13, Sayı:3, s.51-96

Öztuna, Yılmaz, (2005), Devletler Ve Hanedanlar, Öncü Basımevi, Ankara


Özüyılmaz, Metin, (2010), Gurmanc ve Kürtlerin Kökenleri, Kara Kutu yayınları, Ġstanbul

Paasonen, H. (1950), ÇuvaĢ Sözlüğü, Ġbrahim Horoz Basımevi, Ġstanbul


Pálóczi-Horváth, András, (1989), Pechenegs, Cumans, Iasians (Steppe Peoples in Medieval
Hungary), Corvina, Budapest
Pekarskiy, E.K. (1945), Yakut Dili Sözlüğü, TDK yay, Ebüzziya Matbaası, Ġstanbul.
Petkov, Kiril, The Voices of Medieval Bulgaria, Seventh-Fifteenth Century, Thev Records of
A Bygone Culture, (Ed.Florin Curta), Koninklinjke Brill, Leiden-Boston, 2008
Plinius, (1961), Natural History, Harvard University Press, Londra, Cilt:II, Kitap III-VII
Pomponius Mela (1998), Pomponius Mela‟s Decription of the World, The University of
Michigan Press, Michigan
Povest‟ (1950), Povest‟ Vremennıx Let Po Lavrent‟evskoy Letopisi, (ed. B.A.Romanov –
D.S.Lihaçev), Moskva-Leningrad
Procopius of Caesarea, (1928), History of the Wars: VII, the Gothic War, Harvard University
Press, Cambridge, Massachusetts
Pritsak, Omeljan (1974), “From the Säbirs to the Hungarians”, Studies in Honour of Julius
Nemeth, Editör: Gy.Káldy-Nagy, Loránd Eötvös Universitesi, Budapest
--------------------, (1975), “The Pechenegs: A Social of Economic and Social Transformation”,
Archivum, Eurasiae Medii Aevi, 211-235
--------------------, (1982), “The Hunnic Language of the Attila Clan”, Harvard Ukrainian
Studies, VI / 4, s.428-476
--------------------, (2002), “Güneydoğu Avrupa‟nın Türk Göçebeleri”, (Türk-Slav Ortak
yaĢamı)”, Türkler, C. 2, Ankara, s. 509-521
Pröhle, Wilhelm (1991), Karaçay Lehçesi Sözlüğü, ( Kemal Aytaç) Kültür Bakanlığı yay.,
Ankara
Ptolemaios, (2006), Handbuch Der Geographie, (yay. Alfred Stückelberger ve Gerd
Graßhoff), Cilt 1-2, Scwabe Verlag Basel, Muttenz/Basel
Ptolemy, Claudius, (2011), Geography of Claudius Ptolemy, Cosimo Classics, New York
Pulleyblank, E. (1962), “The Consonantal System Of Old Chinese: part II”, Asia Major, 16,
s. 206-265
--------------------, (1966), “Chinese and Indo-Europeans”, Journal of the Royal Asiatic
Society, VOL. 98, PART 1, s.9-39
-------------------,(1990), The High Carts: A Turkish Speaking People Before the Turks, Asia
Major, 3:21-26
Radloff, W., (1994), Sibirya‟dan, (Çev. A.Temir), Maarif Basımevi, Cilt: I,II, Ankara
-------------------, (1956), Sibirya‟dan, (Çev. A.Temir), Maarif Basımevi, II.Cilt. Ġstanbul.
Ràsonyi, Làszlo, (1942), Tarihte Türklük, Ġdeal Matbaa, Ankara.
-------------------,(1971), Tarihte Türklük, Türk Kültürünü AraĢtırma Enstitüsü yay., Ankara.
-------------------,(2006), Doğu Avrupa‟da Türklük, (Yusuf Gedikli), Selenge yayınevi,
Ġstanbul.
Rice, Tamara Talbot (1957), The Scythians, yay. F.A. Praeger, New York
Róna-tas, Andreas (1999), Hungarians&Europea in the Early Middle Ages:An Introduction to
Early Hungarian History, Central European University Press, Budapest
--------------------, (2000), “Where Was Khuvrat‟s Bulgharia?”, Acta Orientalia Academia
Scientiarum Hun. sayı 53(1-2)
--------------------, (2002), “Kubrat Han‟ın Büyük Bulgar Devleti” Türkler Ansiklopedisi, cilt:2,
Ankara
Ryumina-SırkaĢeva, L.T. – KuçigaĢeva, N.A. (2000), Teleüt Ağzı Sözlüğü, TDK Yay., Ankara
Saifutdinov, Rishat (2002), “Macar Dilinde Bulunan Osmanlı Öncesi Türkçe Kelimeler”,
Türkler Ansiklopedisi, Cilt:3, s.678-683
Sandalcı, Sema (2006), Eski Yunanca Dilbilgisi ve Cümle Yapısı, I. Kitap, Pencere yay.,
Ġstanbul
Schamiloglu, Ali, (1984), “The Name of the Pechenegs According to Ibn Hayyan‟s Al-
muqtabas”, Turks, Hungarians and Kıpchaks, A Festschrift in Honor of Tibor Halasi-Kun,
Harvard University Press, Florida, s.215-22
Schuessler, Alex, (2009), Minimal Old Chinese and Later Han Chinese. A Companion to
Grammata Serica Recensa, ABC Chinese Dictionary, University of Hawai„i Press, Honolulu
Semenova, Soufilia (2006), Nart Boyu Türkleri Hun Karaçaylıların Atasözleri, Kaynak yay.
SeroĢevsky, V. L. (2007), Saka Yakutlar, Selenge yay., (Arif Acaloğlu), Ġstanbul
Seyfi, Ali Rıza (1934), Ġskitler ve Ġskitler Hakkında Herodot‟un Verdiği Bilgiler, Resimli Ay
Matbaası T.L. ġirketi NeĢri, Ġstanbul

Sezgin, Fatih – Aras, Sıtkı (1986), “Hayvancılık Terimleri”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi,
sayı:11, Ocak, s. 41-44

Simocattes, Theophylact (1986), The History of Theophylact Simocatta: An English


Translation with Introduction, Oxford University Press, (yay: Michael and Mary Whitby),
New York
Simon Kezai, (1999), The Deeds of the Hungarians, (yay. László Veszprémy, Frank Schaer,
Jenő Szűcs), Budapest
Skylitzes, John, (2010), A Synopsis of Byzantine History 811-1057, Cambridge University
Press, New York
Schuessler, Alex, (2009), Minimal Old Chinese and Later Han Chinese. A Companion to
Grammata Serica Recensa, ABC Chinese Dictionary, University of Hawai„i Press, Honolulu
Sinor, Denis, (1994), “The Establishment and Dissolution of the Türk Empire”, History of
Early Inner Asia, (Ed. Ord. Prof.Dr. Denis Sinor), Cambridge University Press, s.285-316
Slumirskiy, Tadeusc,(2008), Sarmatı Drevniy Narod Yuga Russii, Tsentproigraf, Moskova
Sobol, Donald J. (1999), Yunan Mitolojisinde Amazonlar, Öteki yay., Ankara

Spinei, Victor, (2009),The Romanians and the Turkic Nomads North of the Danube Delta
from the Tenth to the Mid-Thirteenth Century, (Ed.Florin Curta), Brill, Leiden-Boston

Strabo (1928), The Geography of Strabo, Harvard University Press. Cambridge, Cilt:10-12
----------------, (1995), Geography, (çev.John Robert Sitlington Sterrett), Harvard University
Press.
----------------, (2000), Geographika (Antik Anadolu Coğrafyası), Arkeoloji ve Sanat
Yayınları, Ġstanbul

Stetsyuk, Valentyn, (2006), “Kürtlerin Karadeniz Kuzeyindeki Anayurdu”, Karadeniz


araĢtırmaları dergisi, sayı:8, s.1-11

----------------,(2008), “Seredniy Stoh ve Yamnaya Kültürleri”, Akademik BakıĢ Dergisi,


Cilt:1, Sayı: 2, s.215-223

Süleyman, Olcas, (2001), Yazı‟nın Dili, Türk Dünyası AraĢtırmaları Vakfı, Ġstanbul

ġahin, ġayan Ulusan, (2005), Bilig, sayı:32, s.165-178


ġeĢen, Ramazan, (1985), Ġslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Türk
Kültürünü AraĢtırma Enstitüsü Yayınları, Ankara
ġengül, Fatih (2008),Homeros‟a Göre Kimmer Kavim Adı Etimolojisi, Karadeniz
AraĢtırmaları Dergisi, Cilt:5, Sayı:17, s.33-42
----------------, (2008), Hippos ile Hippace”, Karadeniz AraĢtırmaları Dergisi, Sayı:19, 43-44
----------------, (2008) “Herodotos‟a Göre Ġskit Boylarının Yurdu”, Fuzuli Bayat Armağanı,
(hazırlayan; Eyüp Ay), Ankara, s.242-287
--------------------, (2009), Çiftçi Ġskitler, Sakarya Üni. FEF, YayınlanmamıĢ Lisans Tezi,
Sakarya
----------------, (2010), “Saka ve Skoloti Mefhumlarının Kökeni”, Türk Dünyası Tarih Kültür
Dergisi, Ekim -286, s.48-53
ġeĢen, Ramazan (1995), Ġbn-Fazlan Seyahatnamesi, Bedir yay., Ġstanbul
TannagaĢeva, Nadejda.N. KurpeĢko – Akalın, Haluk (1995), ġor Sözlüğü, Çukurova Üni.
Yay., Adana
Tarhan, M.Taner, (2002), “Ön Asya Dünyasında Ġlk Türkler; Kimmerler ve Ġskitler”, Türkler,
Ankara, c.1,s.597-610

TD (Tarih-i Derbentname), (1898), (Ed. M. Alihanov-Avarskogo), Tiflis

Tavkul, Ufuk (2000), Karaçay-Malkar Türkçesi Sözlüğü, TDK yay., Ankara


----------------, (2003), “Karaçay-Malkar Türkçesi”, Karaçay-Balkarlar, (Derleyenler: Ufuk
Tavkul – YaĢar Kalafat), Ankara, s.76-109
Taylor, Isaac (2005), Words and Places or Etymological Illustrations of History, Ethnology
and Geography, Kessinger publishing
Tekin, Talat (1987), Tuna Bulgarları ve Dilleri, Ankara, TDK yay.
--------------, (1988), Volga Bulgar Kitabeleri ve Volga Bulgarcası, TDK yay., Ankara
--------------, (1993), Hunların Dili, Doruk yay., Ankara
--------------, (1993), Japonca ve Altay Dilleri, Doruk yay., Ankara
--------------, (19.4.1993), “Türk Kurultayı, Nevrûz ve Ergenekon”, Cumhuriyet gazetesi, s.2
--------------, Ölmez, Mehmet (1995), Türkmence Sözlük, Simurg yay., Ankara
--------------, (1995), “ElegeĢt (Körtle Han) Yazıtı”, Türk Dilleri AraĢtırmaları 5, Simurg
Yayınları, Ankara
--------------, – Ölmez, Mehmet (1999), Türk Dilleri (GiriĢ), Simurg yay., Ġstanbul
--------------, (2003), “Ön Türkçede Ünsüz Yitimi”, Altayistik (Makaleler) -1, Grafiker yay.,
Ankara, s. 93-109
Thampson, Elizabeth A., (2008), Gunnı (Groznıye Voynı Stepey), Tsentripoligraf, Moskva
Theophanes Confessor, (1982),The Chronicle of Theophanes Confessor, University of
Pennsylvania Press, Philadelphia
--------------, (1997), The Chronicle of Theophanes Confessor, Byzantine and Near Eastern
History AD 284-813, Clarendon Press, Oxford
Theophylact Simocatta, (1986), The History of Theophylact Simocatta (Çeviri: Michael and
Mary Whitby), Oxford University Press Academic Monograph Reprints, New York
TL (1945), Hüseyin Kazım Kadri, Türk Lûgati. Türk Dillerinin ĠĢtikakı ve Edebi Lügatları,
TDK yay., C. IV, Ġstanbul
Thomas of Split, (2006), History of the Bishops of Salona and Split, Central Euopean
University Press, Budapest-New York
Togan, Zeki Velidi, (1981), Umumi Türk Tarihine GiriĢ, Enderun Kitabevi, Ġstanbul
----------------------, (1982),Oğuz Destanı ReĢideddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlili,
Enderun Kitabevi, Ġstanbul
Toparlı, Recep - Vural, Hanifi - Karaatlı, Recep (2007), Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, TDK yay.,
Ankara
Tram-semen, Sofi (2008), Nart Boyu Türkleri Hun-Karaçaylıların Mitolojisi, Kaynak yay.,
Ġstanbul
Trubaçef, O.H., (1999), Indoarica f Severnom Priçernomorye, Rossisykaya Akademiya Nauk,
Moskva
TS (2005), Türkçe Sözlük, TDK yay., Ankara
Tüzel, Hakkı Murat, (2003), Yurt TutuĢ Öncesi Macar Tarihi, Ankara Üni. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Batı Dilleri ve Edebiyatları(Hungaroloji) Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi
Umar, Bilge, (1993), Türkiye‟deki Tarihsel Adlar, Ġnkılap yayınları, 2. Baskı, Ġstanbul
Uchiraltu, (2009), “Reconstruction of the Hunnic Title „„Aojian‟” , Journal Of Eurasian
Studies, Volume I, Issue: 3, 72-87
ÜĢenmez, Emek, (2010), Karahanlı Türkçesinin Sözlüğü, Doğu Kitapevi yayınları, Ġstanbul
William of Rubruck, (1990), The Mission of Friar William of Rubruck (His journey to the
Court of the Great Khan Möngke, 1253-1255), Hackeet Publishing Company,
Indianapolis/Cambridge
Vaczy, Peter (1996), “Avrupa‟da Hunlar”, Hunlar ve Tanrının Kırbacı Attila, (editör: Gyula
Nemeth) Yapı Kredi Yay., Ġstanbul, s.40-95
Valentyn Stetsyuk (2008), “Seredniy Stoh ve Yamnaya Kültürleri”, Gazi Akademik BakıĢ
Dergisi, Cilt:1, Sayı:2, s.215-223
Vasiliev, Yuriy (1995), Türkçe-Sahaca (Yakutça) Sözlük, TDK Yay., Ankara
Von Gabain, Anne Marie (2009), Türkoloji Makaleleri, (Yusuf Gedikli), Bile Oğuz yay.,
Ġstanbul
Vovin, Alexander (2000), “Did The Xiong-nu Speak A Yeniseian language?”, Central Asiatic
Journal 44.1, 87–104
----------------------, (2003), “Did the Xiongnu Speak a Yeniseian Language? Part 2:
Vocabulary, Vocabulary”', in Altaica Budapestinensia MMII, Proceedings of the 45th
Permanent International Altaistic Conference, Budapest, June 23-28, 2002, Edited by Alice
Sárközi and Attila Rákos, Research Group for Altaic Studies, - Hungarian Academy of
Sciences, Department of Inner Asian Studies, Eötvös Loránd University, Budapest, s. 389-394
Vásary, István, (2007), Eski Ġç Asya‟nın Tarihi, Ötüken yay, Ġstanbul
Yenisoy, Hayriye Süleymanoğlu (1998), Tarih Boyunca Slav-Türk Dil ĠliĢkileri, TDK yay.,
Ankara
Yıldırım, Dursun,(2002), “Ergenekon Destanı”, Türkler, Cilt: 3, Yeni Türkiye, Ankara, s.527-
543
Yıng-Shıh Yü (1990), “The Hsiung-nu”, The Cambridge History of Early Inner Asia, (Ed.by
Ord. Prof.Dr. Denis Sinor), Cambridge University Press, s.118-150
----------------------,(2009), “Hsiung-nu”, Erken Ġç Asya Tarihi, (Derleyen: Ord.Prof.Dr. Denis
Sinor), Cambridge Üniversitesi Baskısı, (Çev. Selçuk Esenbel), ĠletiĢim yay., Ġstanbul, s.167-
201
Yudahin, K. K. (1998), Kırgız Sözlüğü, (Türkçeye Çev.: A. Battal), TDK yay., Ankara
Yusuf, Berdak – Tulum, Mehmet Mahur (1994), Özbekçe - Türkçe Sözlük, TDAV yay.,
Ġstanbul
Yücel, Mualla Uydu,(2007), Ġlk Rus Yıllıklarına Göre Türkler, TTK yay.,, Ankara
Yüksek, Özcan,(2006), “Efsanenin Coğrafyasında Büyük KeĢif Ergenekon ġor Türkleri”,
Atlas Dergisi, Ocak sayısı, s.58-82
Zachariah, (1899), The Syriac Chronicle Known as That of Zachariah of Mitylene, çev.F.J.
HamiltonE.W.Brooks, London
Zekiyev, Mirfatih (2003) Z.Zakiev, Proisxojdenie Tyurkov i Tatar, Moskva
----------------------,(2006), Türklerin ve Tatarların Kökeni, Selenge yay., Ġstanbul
ZemahĢerî, (2009), Mukaddimetü‟l-Edeb, (haz. N.N.Poppe), (çev. Mustafa S.Kaçalin), TDK
yay., Ankara
Zimonyi, Ġstvan, (2002), “Bulgarlar ve Ogurlar”, Türkler, Cilt: II, Yeni Türkiye yay, Ankara,
2002, s.606-616
Zlatarski, Vasil, (2007), Ġstoriya na Bılgarskata Dırjava prez Srednite Vekove, cilt:I, Sofia
Coğrafi Adlar
Altın Dağ, Hursab Irmağı,
Alatau, Hyrg(is) Irmağı,
Akhtyrka, Hypan Irmağı,
Albanya, Ikar,
Alexandri Colomnae, Ġdil Irmağı,
Amuderya, Ġdil Müren Irmağı,
Anticienties, Ġngulets Irmağı,
Anticites, Jaxartes Irmağı,
As, Karatau Dağı,
A-t Nehri(Sırderya), Kaspian Denizi,
At Dağı, Kerson,
Atil Irmağı, Kouzou Irmağı,
Azak Bataklıkları, Korax Irmağı,
Azak Boğazı, Koraxic Dağı,
Bakath, Kara Derya Irmağı,
Baktriana, Karanlık Ülke,
Barouch Irmağı, Keraunan Dağı,
Basiyana, Karatau Dağı,
Bay Deniz, Karkinites Körfezi,
Baykal Gölü, Kerempes Burnu,
Borysthenes Irmağı, Kerh,
Broutos Irmağı, Khidmas Irmağı,
Buğ Irmağı, Khrinni Dağı,
Ceyhun Irmağı, Kimmericum
Cubin Köyü, Konstantiniyye Boğazı,
Craucas , Kača Irmağı,
Daix Irmağı, Kočo Irmağı,
Danaber Irmağı, Koubou Irmağı,
Dentumogeria, Kouzou Irmağı,
Dinyeper Irmağı, Koç BaĢı Burnu,
Dinyester Irmağı, Koç Yüzü Burnu,
Donetz Irmağı, Korax Dağı,
Doymadım Irmağı, Koraxic Dağı,
Dûbâ Irmağı, Korax Irmağı,
Ektağ, Kuban Irmağı,
Emba Irmağı, Ku‟pi Irmağı,
Etel Irmağı, Kuphis Irmağı,
Etelközü, Lebedia,
Etul Irmağı, Maeotis Gölü,
Fendiyye, Magna Hungaria,
Fergana, Maveraünnehir,
Ful‟in, Meščer-a,
Guz Çölü, Mirvat Ülkesi,
Gürz Denizi, Mugocori Tepecikleri,
Nekropela, Alobe(Alope),
Oar(os) Irmağı, Altsiagir,

Hippik Dağı, Narin Irmağı,


Hippos Dağı,
Oka Havzası, Alybe,
Palus-Maiotis, Ant,
Panonya, Arab,
Pećenegi, Argipea,
Perekop Kıstası , Arimaspea,
Pontus Euxonis, Arimaspu,
Ras Irmağı, As,
Rhipaeian Dağı, Asii,
Rum Denizi, Askeli,
Ruta Irmağı, Bagarsik,
Rüta Irmağı, Baradas,
Rusiya(Rus) Irmağı, Bökli,
Ruthenya, Bulgar,
Salsk-Maniç Sırtları, Brâdhâs,
Saltovo-Mayaki Kültürü, Brazas,
Sarkel, Burtaç,
Semerkant, Burtas,
Seret Irmağı, Bürüs,
Soğdiana, Çiğil,
Synguol Irmağı, Dirmar,
Tagar Kültürü, Eftalit,
Tanabers Irmağı, Erza,
Tanais Irmağı, Erymmi,
Tapharae, Eskil,
Tarsus, Furi,
TaĢkent, Gamir,
Taugast, Gayna-Tarkan,
Taurika, Gog ve Magog,
Terek Irmağı, Guz,
Tiras Irmağı, Gyarmat,
Tobol, HaĢhalar,
Troullos Irmağı, Hazar,
Ural Irmağı, Hazaran,
UrtuĢ Irmağı, Hor,
Üzgend Irmağı, Hun,
Var Irmağı, Hunni,
Volgagrad, Ġskit,
Yayık Irmağı, Ġt-Barak,
Yenisey, Ġt-BaĢlı Ulus,
Ġt Yüzlüler,
Kavim Adları Juan-Juan,
Abar, Kabar,
Abdel, Kalaç,
Agathyrs, Kalmuk,
Akathir,
Alan,
Kangar, Ruotsi-Ross-Rus,
Kara Bulgarlar, Rus,
Kara Ogurlar, Sabar,
Karluk, Sabir,
Kaslar, Sabur,
Kaspi, Saka,
Kazar, Sakarauli,
KazınmıĢ BaĢlar, Saklap,
Kese-Tabın, Salur,
Keszi, Samoyit/Samoyed,
Khalyb, Sarı-bağıĢ,
Khulas, Saspeir,
Khorthrigor, Sarmat,
Khuni, Sarı-Jurmart,
Kıl-Barak, Sarımaut,
Kıpçak, Sarurgur/Sarogur,
Kırgız, Sauromat,
Kırsagallar, Seber,
Kimak, Sekel,
Kimari, Sığır Ayaklı,
Kimmer, Sind,
Kolkh, Skyth,
Kotzager, Suvar,
Kuli, Szekely,
Kuri, Syebi,
Kurıkan, Syeber
Kutrigur/Kuturgur, ġibir,
Macar, ġin,
Macğari, ġor ,
Massaei, Tarık,
Massaget, Tarian,
Med, Tarniah,
Megyer, T‟aschi-li/TaĢlık,
Ming, Taur,
MiĢer, Tohar,
Mu-ku-lü(Mukri), Tuhsi,
Musmal, Tunghu,
Nägmän, Uar,
Nender, Uarkhonitai,
Nyék, Unnogur,
Ogur, Urus,
Olbiopolit, Uturgur/Utrigur,
Onogur, Uygur,
Part, Varhonit,
Pasiani, Venender,
Peçenek, Viking,
Pei-ji, Ye‟cüc ve Me‟cüc,
Pits‟ien, Yeno,
Pers, Yığaç-er,
Yurmat/Yurmati,
Zabender,
Ziezi ex Quo Vulgares,
Eser Adları Ortlieb,
Bertin Yıllıkları, Papa Innocent VI,
Cafer Tarihi, Sandil,
Camiüt-Tevarih, Selm el-Hadim,
Dai Administrando Imperio, Siegfried,
Della Colchide Boggi Detta Mengrellia, Than-gen,
Divanu-Lügati it-Türk, Theodora,
Ergenekon Destanı, T‟opa Shen Yüan/Lieh-wei,
Gizli Tarih, Tömürdü Kağul,
Havalar, Sular ve Mevkiler, Urum Kağan,
Hudûd-ul el-âlem, Urus,
Kava Destanı, Urusbiev,
Kısas-ı Enbiya, Yafes,
Nibelungen, Yü-chiu-lü,
Povest Vremennih Let, Zemarkos,
Shiji,
Shuowen, Yazar Adları
Sui-Ģi, Alexander Vovin,
ġecere-i Terakime, A.Sauvageot,
Tarih, Archalengo Lambarti,
Uzunköprü Oğuznamesi, Avfi,
Wei-shu, Bekmıradov,
Boba,
ġahıs Adları Borbala Obrusânszky,
Agelmund, Czeglédy,
Alp Arız, Ebu Muslim el-Jermi,
Afrasiyab, E.Demircizade,
Alzeco, El-Bekri,
Apsimar(II.Tiberius), El-Ġdrisi,
Ares, Fahreddin MübarekĢah,
Arız, Firdevsi,
Attila, Gerdizi
Avitohol, G.Doerfer,
Bleda, Gyula Nemeth,
Ceyhani, Herodot,
Dengizik, Herzfeld,
Krekan, Hippokrates,
Etzel, Homeros,
Firdevsi, Hüseyin Namık Orkun,
Irkıl Ata, István Mándoky,
Ġbuzir Glyavan, Ġbn Rusteh,
Ġrnak, Jordanes,
Ġstemi, Kai Donner,
Justinianus, Karatay,
K.Z. Plotnikova-Andzhighatova, Katalin Csornai,
Kriemhild, K.Menges,
Magister P., Konstantine Porphyrogenitus,
Maurice, M.A.Castren,
Mete Han(Ma-tun), M.Rasanen,
Mundo, Menander,
Oğuz Kağan,

Mesûdi, Çilyen/Qilian,
Miziev, Dada,
Muhammed b.Musa el-Harezmi, Dung,
Nicholas Poppe, Engiyh,
Nikephoros,, Epçi,
O.Haelfen Maenchen, Erkina,
Pekarskiy, EĢkü,
Plano Karpini, Exampai,
Plinius, Evren,
Pomponius Mela, Garuk,
Priskos, Gerrhos,
Pritsak, Guli,
Prokopius, Gerrh(os),
Pulleyblank, Goulou,
P.S.Tzvetkov, Gyula,
Ptolemy, Hağdik,
Rabguzi, Hippake,
Radloff, Hu-yu,
Rásonyi, Hyla,
Simmiy, Jie,
Simon Kézai, Jueti/Kuaiti,
Skylitzes, Jula,
Strabon, Kamum,
ġiraklı Ananias Kaptuh/Kapçuk,
Theophanes Kim-li-lu,
Theophilaktos Simokattes, Kolo(s),
Thompson, Konghou,
Togan, Kudohou,
Uchiraltu, Künde,
ReĢidüddin, KoĢu,
Zakharias, Kraukas,
Zekiyev, Lao/Lo,
Zlatarski, Mead,
Ünvan ve Kelimeler Miluo,
Aje, Quiver,
Amazon, Okean,
Andakae, Orakel,
Aoijan, Pipa,
Askhu, Saktak,
Asfaloi, Shibi,
Atteh/Hatte-i, Skoloti,
Boreus, Strava,
Bouturo, Su yu,
Bread, Tagimasada,
Butter, Tautu,
Chengli Kudu Shanyu, Teulo,
Cheese, Tieba,
Cream, Tihu,
Crouton, To-hi,
Tong,
Tuchi,
Xīngxing,
Wŭsi,
Voyvoda,
Yenchi,

You might also like