You are on page 1of 123

KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI: 1043

2»u(îîn

Doç. Dr. Mücteba UĞUR

TURK b ü y ü k l e r i D İZ İS İ: 111
KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI: 1043

A A.
BUHARI

Doç. Dr. Mücteba UĞUR

TÜRK BÜYÜKLERİ D İZ İS İ: 111


K apak Düzeni: Saim ONAN

ISBN 975 - 17 - 0368 - 9


© Kültür Bakanlığı, 1989

Onay : 16.1.1989 tarih ve 928.1-200 sayı


Birinci baskı.
Baskı sayısı: 15.000.

MAS MATBAACILIK - ANKARA


BAŞTAN SÖYXENECEKLER

B u h â a tek kelimeyle Buhâralı demek. Buhârâ’da


doğmuş; Buhârâ’da büyümüş, Buhârâ’yı vatan bilerek ora­
da yerleşmiş kimse. Oranm havasmı soluyan, toprağını iş­
leyen, ekinini ekip biçen, suyunu içen, ekmeğini yiyen, ku­
maşını giyen insan. Kısacası oranın kültürü içinde yetiş­
miş, mekteplerinde okuyan, hocaları önünde diz çöküp
oturan kişi...

Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde bir Buhâra-


lıyı o çevrenin insanlarından ve kültüründen ayrı saymaya
imkân yoktur.

Özellikle Hadîs ilimlerinde erişilmez yüksek bir yeri


olan Muhammed b. İsmail el-Buhârî de öyledir. Doğup
büyüme Buhâralıdır. On bir asır şu kadar yıl öncesinin
Mâverâunnehir Türkellerinde yetişmiş; kendini o devrin
Türk Kültürü içinde bulmuştur. Kişiliğini o kültürle kazan­
dığına, ahlakını o kültürle yoğurduğuna şüphe yoktur. Bu
bakımdan o da o çevrenin insanlarından ayrı düşünüle­
mez.

Türk Milletine has kendine güven, pratik zekâ,


metânet, fedâkârlık, cesaret, çalışma di­
siplini ve benzeri birçok önemli hasletleri benliğinde ya­
şatmış nice İnsanımız ezelden ebede akıp giden zaman
içİnde bu fânî âlemden gelip geçmiştir. Bunlar, sahip ol­
dukları üstün yeteneklerini zamanlarmın ilmi, irfanı ve yıl­
mak yoruİrnak bilmeyen gayretleriyle birleştirerek çevrele­
rine, milletine, insanlığa ve insanhğın ortak mah olan ilim
ve medeniyete unutulmaz hizmetler vermişlerdir. Böylele-
ri sayılamayacak kadar çoktur. Ne var kİ, büyük çoğunluğu
bazı sabeplerle Türklükten uzak görülmüş; en azından
Türk dünyasmdan uzak gösterilmiştir. Halen de gösîeril-

V
mektedir. Öte yandan gıpta diyemiyoruz, hasedden kay­
naklanan, en önemlisi de düşmanca duygulardan beslenen
kimi sebeplerle de nice âlimimiz Türklükten ayrı tutulma-
ya çalışılmıştır. Çalışılmaktadır da...

Buhârî de İsrarla Türklükle hiçbir ilgisi yokmuş gibi


gösterilmeye çalışılan isim yapmış sayısız âlimlerden biri­
dir. Onu kasıtlı bir şekilde Türk dünyasmdan uzak görme­
ye ve göstermeye çalışanlar bir hayli fazladır. Oysa Buhâ­
rî, en azından, öz be öz Türk Kültürü içinde yetişmiştir.
Kendini Türk dünyası içinde bulmuş, kişiliğini o dünyaya
has kültürle kazanmıştır.İsIâm Dini’nin ikinci ana kaynağı­
nı oluşturan Hadîsle ilgili ilim dallarında ve İslâm Huku­
kunda önce yetenekleri ve bilgisi, sonra biraz da o kültürün
kendisine kazandırdığı hasletlerle doruğa ulaşmıştır.

Gerçek böyle iken bütün tarihî kaynaklar Buhârî’nin


Türk dünyasıyla ilgisi konusunda son derece ketum dav­
ranmışlardır. Bilhassa Hz. Peygamber’in isminin veya pey­
gamberlik vasfının sonuna hemen her zaman bir arabî (a-
rap) sıfatını eklemeyi İhı lal etmeyenler, sanki Türk olmak
suçmuş gibi bu konuda susmayı tercih etmişlerdir. Müsteş­
rikler gibi kimileri de böyle bir âlimi Türklüğe yakıştıra­
madıklarından mıdır nedir, onun İran asıllı olduğunu ileri
sürmüşlerdir. Ancak bunu ispat edecek herhangi bir delil
bulamamışlardır. Burada düşünmeli, Buhârî’nin Türk
dünyasıyla hiçbir ilgisi olmadığını iddia edenlerin ellerin­
de bunu ispat edecek en küçük bir delil olsaydı kimbiür
çnu ne kadar ustalıkla işlerler, neler söylemezlerdi? Eğer
İran asıllı olsaydı ona önce iranlılar sahip çıkarlardı. Oysa
böyle bir şeyi yapamamışlardır. Yapamazlar da.. Bu ba­
kımdan Buhârî’yi Türklükten uzak görmeye ve göstermeye
çahşanlarm bütün gayretlerinin sonucu iddia ve zandan
üeri gidememiştir. Halbuki iddia ve zan ilim değildir. Ger­
çeği de hiçbir zaman ifâde etmez. Şu hale göre Buhârî’yi
en basit bir ölçüyle yetiştiği çevrenin kültürüyle olgunlaş­

VI
mış bir âlim olduğunu bile bile Türklükten ayrı görmek
bizce açık bir çelişkidir. Ne yazık ki, pek çok Tarih ve Bi­
yografi kaynakları Buhârî’nİn Türk olduğu kanaati yaygın
la d^^^ Çelişkiye düşmekten kurtulamamış-

Buhârîyi tanıtmak maksadiyle kaleme alınan böyle


bir eserde kaynakların - bizce - kasıtlı olarak üzerinde dur-
m a d ^ a rı, daha doğrusu duramadıkları bu önemU konu
üzerinde bir nebze olsun durmak gerekirdi. Bunu biliyo­
ruz. Ancak bu yapılmamıştır. Yapılamamıştır demiyoruz;
karşılık onun Türk dünyasının yetiştir-
dığı bir kimse olduğunu göstermeye yarayacak birkaç aklî
delil üzerinde durmakla yetinilmiştir. Bunun sebebi, ilim
anlayışımızdır. Yoksa şahsî kanaatimiz pek çok ilim ve fi-
kır adamı gibi, Buhârî’nin Türk dünyasının çok kıymetli
bir ferdi olduğudur. Öyle olunca bu konuda son sözü biz de
Tarihe bırakıyoruz. Bizi bağışlayacaklarını umduğumuz
okuyucularımızın sağduyusuna ise güvenimiz tamdır.

olursa olsun, geçmişte yaşayan bü­


yüklerimizi tanımanın, hayat hikâyelerini, çalışmalarını,
eserlerini ve düşüncelerini öğrenmenin sayısız yararlannı
saymaya gerek var mıdır? Bilmiyoruz. Ancak burada şu
kadarını söylemekle yetinelim ki, geleceğe uzanan köprü­
nün ayakları geçmiştedir. Geçmişini bilmeyenin geleceğini
bilemjyeceği; üstelik geleceğinden emin olamayacağı kuş­
kusuzdur. Bu önemli nokta göz önüne alındığında büyük
ahm Buhârî’nin üim tarihini süsleyen hayatını, bilhassa ilim
uğruna katlandığı güçlükleri öğrenmek; onun ruh yüceliği-
ne, örnek ahlâkına, düşünce ve duygularına dair bilgiler
edinmek, gerek kültür tarihimiz, gerekse geleceğin ümidi
olarak görmek istediğimiz gençlerimize örnek göstermek
yönünden son derece önemlidir. Bunun yanısıra Buhârî gi­
bi buyuk bir âlimin hayat hikâyesi ve çahşmaları on bir asır
ötesinden de olsa, günümüz insanına, bize, bizlere çok şev­
ler söyleyecek niteliktedir.

VII
Şu küçük hacimli çalışmada bunları birlikte görece­
ğiz...

Bilinen bir gerçektir ki, Tarih ve Biyo^afi kaynakla­


rı birbirlerinden nakillerle doludur. Sonrakiler öncekiler­
den alıntılar ve aktarmalar yapagelmişlerdir. Biz bu çalış­
mamızda bunu göz önünde tutarak en çok iki ^ a p ç a
naktan faydalanmayı tercih ettik. Bunlardan birincisi, Tâ-
rîhu Bağdâd’dır. Malazgirt Savaşından on bir gün so n p ve
zafer müjdesini alamadan ölen el-Hatîbu’l-Bağdâdî nin bu
eseri, elimizde bulunan en eski ve güvenilir bir iki kaynak­
tan biridir. îkincisi ise ilim tarihine ismini yazdırmış Türk-
lerden Semsuddin Muhammed b. Ahmed b. Osmân b.
K a y m a z ' ez-Zehebî’nin büyük biyografik eseri Siyeru AUâ-
mi’n-Nubelâ’nın Buhârî’ye ayrılmış kısmıdır. Büyük boyda
84 sayfa tutan bu kısımda ez-Zehebî, bir yandan Nişâburlu
el-Hâkim’in Târîhu Nîşâbûru ile Buhârâh Guncâr’ın Târî-
hu Buhârâsı gibi iki eski ve değerli kaynaktan faydalan­
mış; diğer taraftan da Buhârî’nin arkadaşı ve kâtibi yine
Buhârah Ebu Ca’fer Muhammed b. Ebî Hâtim tarafından
yazılan Şemâilu’l-Buhârî isimli kitabını baştan sona aktar­
mıştır. Buhârî hakkında yazılan biyografik eserlerin ilki
olan bu kitap hem güvenilir bir kaynaktır; hem de başka
kaynaklarda görülmeyen hayli faydalı bilgiler vermektedir.
Bu itibarla bu önemli nokta göz önünde tutularak çalışma­
mızda fazla kitap kanştırmaktansa daha çok ikisi de eski
ve güvenilir iki kaynak ön planda tutulmuştur. Ayrıca me­
tinde isimleri geçen şahısların tesbİt edilebilen doğum-Ölüm
tarihleri Türkçenin akıcüığını bozduğu düşüncesiyle son
kısımda İsimler Sırası başlığı altında verUmiştir. Kullanılan
bu İlmî metotlar sebebiyle alışılmış usul dışına çıkışımız
mazur görülmelidir.

VIII
Asıl konumuza girmeden söyleyeceğimiz son söz
oiarak başta Buhârî olmak üzere gerek sosyal,gerek pozi­
tif, gerekse manevî ilimler alanlarmda çalışmış, emeği geç­
miş ve eser vermiş; isimleri bilinen ve bilinmeyen Türk
âlimlerini minnet ve şükranla anıyor, hepsine yüce Allah’
tan sınırsız rahmetler diliyoruz. Çalışmak bizden, başarı
O’ndandır.

Doç. Dr. Mücteba UĞUR


İÇİNDEKİLER

Baştan Söylenecekler.................................................. V

Giriş. Dokuzuncu Asırda Buhârâ ve Ç evresi.......... 1

1. H ay atı....................................................................... 5
Çocukluğa.............................................................. 6
Öğrenim H ayatı...................................................... 7
Eşsiz H afızası......................................................... 10
İlim Yolculukları.................................................... 11
Hicaz Yolculuğu..................................................... 13
Mısır Yolculuğu...................................................... 15
Basra Yolculuğu.................................................... 16
Diğer İlim_ Yolculukları ve H ocaları.................... 18
Bağdat’ta îmtihan Edilm esi.................................. 19
H ocaları.................................................................... 21
Horasan’a D önüşü................................................ 23
ez-Zuhlî İle İlişkisi ve Sonucu.............................. 27
Buhâra Valisi ile Başından G eçenler.................. 34
Ö lüm ü..................................................................... 39
Spor Sevgisi.............................................................42
2. Kişiliği ve Fikri Y apısı.................. •...................... 43
A hlakı............................................ ........................ 43
İlmî Yeri ve D eğeri.............................................. 49
M etodu................................................................... 5 3
Bazı G örüşleri...................................................... 56
3. E se rle ri.................................................................... 65
el-Câmi’u’S‘S ahîh................................................. 63
Yazılışı..................................................................... 64
Özellikleri................................................................ 66
Türk Kültüründeki Y e ri...................................... 68
4. Sahih’ten Seçm eler................................................ 72
Faydalanılan E serler............................................ 101
İsimler D izisi........................................................ 103
Sözlük.................................................................... 107
GİRİŞ

Dokuzuncu Asırda Buhârâ ve Çevresi

Büyük âlim Buhârî’nin hayat hikâyesine başlamadan


önce Buhârâ ve çevresinin dokuzuncu asır başlarmdaki
sosyal ve ekonomik hayatma dair kısa bilgiler vermek isti­
yoruz. Böylece Buhâri’nin doğup büyüdüğü, uzun yıllar
içinde yaşadığı çevreyi az da olsa tanımış olacağız. Bununla
onun kişiliğine tesir eden faktörlerin neler olduğu bir neb­
ze olsun açıklık kazanacaktır.

Bugün Sovyetler Birliği sınırları içinde bulunan Bu­


hârâ, Mâverâunnehir’de Zerefşân Vadisi üzerinde bulunan
tarihî bir şehirdir. Orta Asya’nın en önemli yerleşim mer­
kezlerinden biri olarak anılır. Ceyhun (Amû Derya) Irma­
ğına oldukça yakındır. Arazisi çok eskilerden beri su ka­
nallarıyla sulanmaktadır. Yakınındaki Mâverâunnehir’in
en büyük kenti olan Semerkant’a anayolla bağlıdır. Ayrıca
Buhârâ’yı güneyindeki Tirmiz’e; oradan Belh’e bağlayan
bir yolla, kuzey batıdaki Harezm bölgesine ve güney batısı­
na düşen Merv üzerinden Nişâbur’a*bağlayan işlek yollar
burasını Mâverâunnehir bölgesinin önemli bir ticaret mer­
kezi haline getirmiştir. Narşahî’nin kaydettiğine bakılırsa
Buhârâ adı bazı kaynaklarda Şehr-i Bâzargânân (Tüccar­
lar Şehri) olarak geçer.^^^ Bu ismin önemli bir ticaret mer­
kezi olduğundan dolayı verildiğine şüphe yoktur.

Diğer taraftan Buhârâ, bölgeye hâkim bir şehirdir.


Çok eskilerde de var olduğu kaydedilen kanallarla sulama
imkânı olduğundan çevresi bağlık bahçeliktir. Tarıma elve­
rişlidir.

(1) Buhârâ, 39.


Buhârâ’nın da içinde bulunduğu bölge daha çok Orta
Asya’daki göçebe Türk boylarının bulunduğu bölgedir.
Ceyhûn Irmağının batı yakası meskun bölge olduğundan
burası göçebe boylarla İran’daki yerleşik halkın arasını
ayıran sınır noktası gibidir.

Hicretin beşinci yılına (627) kadar Buhârâ ve çev­


resinde bir Türk hânedânı hüküm sürmüştür. Bu hânedâ-
nın adının Buhâr-Hudât veya Buhârâ-Huzâh olduğu kay­
dedilir. Bölgeyi yirmi iki batın idare etmişlerdir. Îlmî araş­
tırmalar kesinlikle olmasa bile bu hanedanm Gök-Türkler-
den olduğunu açığa çıkarmıştır.

Dört Halife Devri’nin sonlarında Horasan içlerine


kadar ulaşan İslâm fetihleri Mâverâunnehir’e ilk olarak
yedinci asrın sonlarına doğru gelmiştir. Nitekim ilk Müslü­
man Arap ordularının 54 (674) te Buhârâ önlerinde görül­
düğü söylenir. Bu sıralarda Buhârâ’da daha önce ölmüş
bulunan Türk hükümdânnm "Hatun" denilen dul eşi hüküm
sürmektedir. Buhârâ yöresinde İslâm hakimiyetini ilk ola­
rak sağlam bir şekilde yerleştiren Kuteybe b. Müslim ol­
muştur. Bununla birlikte, Buhârâ ve çevresinde Emevi-A-
rap Hâkimiyetine karşı isyanlar çıkmış ve bu tarihî şehir
zaman zaman Türklerin eline geçmişse de daha sonra
Araplar tarafından geri alınmıştır.

Abbasî Halifesi Mehdî devrinde Buhâr-Hudât Hâ-


nedânı’nın Buhârâ idaresinde önemi kalmamıştır. Gerçek­
ten Buhârî’nin doğduğu dokuzuncu asrm başlarında Buhâ­
râ ve çevresi Merv’de bulunan Horasan emirine tâbi idi ve
Arap asıllı valiler tarafından yönetiliyordu. Bu asır içinde
Horasan emirleri hi\kûmet merkezini Nişâbur’a nakledin­
ce Buhârâ’nm idaresi Mâverâunnehir’in diğer kısımların­
dan ayrı kaldı. Buhârî’nin hayata veda ettiği sıralarda ise
doğrudan doğruya Horasan bölgesinde yönetimi ellerinde
tutan Tâhirîlere karşı sorumlu bir valinin idaresinde bulu­
nuyordu.

îlım âleminin bilgisi dışmda kalmamıştır ki, Maverâ-


unnehır bo gesı dokuzuncu asırda Türk boylarmın yoöun
olduğu bir bölgedir. Buhârâ ve çevresinin uzun yıUar bir
lu rk hanedanı tarafından yönetilmiş olmasımn lükleri
buralara çektiğine şüphe yoktur. Bölgede genel olarak
ha^jancılıida birlikte o devirler Türk boylarınm yasayısla-
nnda temel unsurlar olarak görülen hususlardan binicilik,
silah kullanmak gibi unsurlara rastlanması ve öteki bazı
kültürel değerler bizi buralarda geniş çapta Türk boyları-
nın bulunduğu sonucuna götürmektedir. Nitekim Buhârî’
nın olumu üzerinden çok geçmeden bölgeye hâkim olan
bamaoguUarı devrmm hemen başlarında Buhârâ ve çevre­
sinde halkın hayat seviyesi oldukça yüksektir. Buna zemin
hazırlayan sanayi ve ticaret mallarından pek çoğu Türk
kuUurunde asü unsurlar niteliği taşımaktadır. Elimizde söz
konusu devirde Buhârâ ve çevresinde bulunan çeşitli şe­
hirlerde üretilip ticareti yapüan malların bir listesi vardır.
Bu listeden Buhâra’ya yakın çevrenin sanayi ve ticaret ha-
ruz^” ihraç mallarını nakletmekte fayda görüyo-

Buhârâ’dan yumuşak kumaşlar, seccâdeler, hânla­


ra mahsus yaygılar, örtüler, bakır kandiUer, kumaşlar, ha­
pishanede dokunan at kolanları, iç yağı, koyun postu, baş

Semerkant’tan sîmgûn denilen gümüş renkli kumaş­


lar, Semerkandî adı verilen oraya has kumaşlar, büyük ba-
kır kaplar, zarîf kadehler, çadırlar, gem, kayış, başlık,
üzengi gibi koşum araçları..

(2) Islâm Ans., Buhârâ maddesinden özet, 1/762,3.


Fergana ve îsticâb’dan beyaz kumaşiar, silâh ve kı­
lıçlar, bakır, demir..
Tirmiz’den sabun ve kumaş, Harezm’den çeşitli kürk
hayvanlarmın derileri, mum, ok ve yay, külâh, balık tutka­
lı, kehribar, bal, fındık, kılıç, zırh ve benzeri mallar..

Bununla birlikte Buhârâ’nın etleri, |â f veya şâk de-


nilen bir cins kavunu, Harezm’in yayları, sâş’ın porselenle­
ri ve Semerkânt’ın kağıtları emsalsizdir. ^ Bu malların ço­
ğunlukla Türk kültüründe önemli yerleri olduğu şüphe gö­
türmez. Şu hale göre dokuzuncu asırda Buhârâ ve çevre­
sinde geniş çapta Türklerin bulunduğunu söylemek hata
sayılmasa gerektir.

Oldukça yüksek bir hayat seviyesine sahip olan Bu­


hârâ ve çevresinde ilim ve kültür hayatı da oldukça ileri­
dir. En küçük birimlere varıncaya kadar hemen bütün yer­
leşim merkezlerinde eğitim vazgeçilmez esas olarak görül­
mektedir. Gerçekten bilhassa büyük yerleşim merkezlerin­
de Kur’an öğretimi veren ve genelde mescitlerde yapılan
derslerin yanında pek çok yerde Küttâb denilen ve Kur’an
esas olmak üzere çocuklara okuma yazma öğreten okullar
vardır. Bu okullar varlıklarını asırlarca sürdürmüşlerdir.
Camilerde ayrıca dinî ilimler ağırlıklı halka açık dersler
verilmektedir. Bunun yanısıra hangâh, ribât isimleri veri­
len kuruluşlarda ve medreselerde çeşitli ilimler okutul-
makdadır. Bu yönüyle çevre, başta Buhârâ olmak üzere
dokuzuncu asrın en önemli ilim merkezi id i." İslâmî ilim­
lerin en fazla revaç bulduğu ve büyük tekâmül gösterdiği
yer buralardı." Bütün bu hususlar dikkate alındığında de­
nilebilir ki Buhârî böyle büyük çapta Türk Kültürünün hâ­
kim olduğu bir ortamda yetişmiştir. Bu bakımdan onu en
basit bir ölçüyle bu kültürden ayrı bir kültürün insanı say­
maya imkân yoktur.

(3) Borthold, 299, 300.


(4) T ürk Ans., Buhara Mad., 6/347.
4
1. HAYATI

Asırların ender yetiştirdiği büyük âiim Buhârî, bütün


Kaynaklarda Ebu Abdülâh künyesi ve Muhammed b İs-
maıl b. İbrahim. Mugîre el-Cu’fî ei-Buhârî ismiyle anılır,
ısmmdekı son iki kelimeden ilki büyük dedesiyle ilgilidir. O
devirlerin âdeti olarak bir kimse birisinin aracılığı ile Müs-
iüman olduğu takdirde ona nisbet edilerek anılmıştır. Bu-
1 dedesi el-Mugîre de zamanın Buhâra Valisi
ei-Yemânu’l Cu’fî vasıtasiyle müslüman olduğundan, ara-
1 şahsa nibet edilerek ona da
f ' AX p iğ er kelime ise Buhârî’ye aittir. Bu­
harı, Muhammed b. İsmail isminde çok bu isimle meşhur
olmuştur.

Genel olarak kabul edilmiş tarihle 194 hicrî yılı


Şevval ayının 13. (19 Temmuz 810 M.) Cuma günü öğle
vakti dünyaya geldi. Babası İsmail Buhârâ ve çevresinde
zamanın ısım yapmış âlimlerindendir. Daha çok hadîs il­
miyle meşgul olmuştur. Bir hac ziyareti sonrası Medine’de
bir sure kalarak büyük âlim İmam Malik’le görüşmüş; on­
dan hadîs almıştır. Ayrıca Hammâd b. Zeyd ve ünlü Türk
mimi Abdullah İbnul-M übârek’ten de rivayetleri vardır
Yaşadığı devir itibariyle Hz. Peygamber’den sonra gelen
dördüncü tabaka âlimlerinden sayılmıştır. Buhârî’nin an­
lattığına bakılırsa İsmail b. İbrahim temiz ahlâklı, iyilik se-
ver, cömert ve Allah korkusunu benliğine sindirmiş sami­
mi bir mü’mindir.2

Ardında Buhârî gibi bir büyük insan ve eşsiz bir âlim


bırakan İsmail, oldukça varlıklı bir kimsedir. Talebesi Ah-

(1) Bağdâd, 2/6.


(2) K ebîr, 1-1/943.
med b. Hafs anlatmıştır: " İsmail b. İbrahim’i ziyarete git­
tim. Ölüm döşeğinde yatıyordu. Bir ara bana ” Şu kadar
malım mülküm var. Ancak içinde ne haram olan, ne de
haram şühesi bulunan bir dirhemlik bir şey olduğunu zan-
netmiyorum"dedi.^ Bu sözlerden anlaşıldığına göre Buhâ-
rfnin babası servetini çalışarak alm teri, göz nuru ve el
emeği ile kazanmıştır.

Buhârî’nin annesi de soylu bir ailedendir. Üstün ye­


tenek ve hasletlere sahip, her bakımdan övülmeye lâyık bir
kadındır.

Çocukluğu:

Buhârî, henüz çocuk denecek yaşlarda iken babası


kısa bir hastalıktan sonra ölünce büyük kadeşi Ahmet’le
birlikte yetim kaldı. Çevresinde hatırı sayılan bir kişi olan
babasmın nee zaman öldüğü bilinmemektedir. Babalarınm
ölümü üzerine iki kardeşin tahsil ve terbiyeleriyle anneleri
meşgul olmaya başladı. Hali vakti yerinde bir aile oldukla-
rmdan geçim sıkmtısına düşmediler. Fedâkar anneleri de
yetimlerinin eğitim ve öğretimlerini sağlamak uğruna hiç­
bir fedâkârlıktan kaçınmadı.

Kaynaklarda anlatıldığına bakılırsa Buhârî, bir ara


ağır bir hastalık geçirdi. Gözleri görmez oldu. Tedavisi ile
meşgul olunmasına rağmen bir sonuç alınamadı. Bunun
üzerine o şefkatli anne çocuğunun sağlığma kavuşması için
günlerce Allah’a dua etti. G öztaşı döktü. Yalvardı, yakar­
dı. Derken bir gece düşünde İbrahim Peygamber’i gördü.
Bu ulu peygamber ona içten duygularla Allah’a çok dua et­
tiği; gece gündüz demeden gözyaşı dökerek yalvardığı için
Yüce Âİfab’ıft oğlunu sağlığma kavuşturacağını söyledi.
Sabah uyaranca bir de ne görsün, oğlunun gözleri iyi ol­
muş, görmeye başlamış."*

(3) Şâfi’iyye, 2/3.


(4) Irşâd, 1/30.
_ Buharının hayat hikâyesini veren kaynakların ço-
gunda yer alan bu olay ilk bakışta pozitif ilimlere ve de­
neyle elde edıtoış bilgilere aykırı görülebilir. Ancak unut­
mamak gerekir ki, bu gibi olayları müsbet bilgiler ısı&nda
açıklamak gerçekten çok zordur. Böyle ohnakla birlikte
inanarak ve içten gelen duygularla Yüce Yaratan’a sığınıp
edilen duaların boşa çıkmayacağı umulur. Kuşkusuz Allah
her şeye kadirdir. Verdiği derdin dermanını da verir. Öte
yandan dikkat edilirse Buhârî, hastalığının hemen başında
tedavi görmüştür. Zamanın basit ölçüleri içinde de olsa
uygulanan tedâyînin gün gelip olumlu sonuç vermesi ve
s a lg ın a bu tedâvî sonucu kavuşması akla hiç de uzak de­
ğildir.

Öğrenim Hayatı

. Buhârî, zamanm âdeti gereği ilk öğrenimine Kur’-


an-ı Kerim ı ezberlemekle başladı. İlk bilgileri babasmdan
aldığı nakledilmiştir. Buna göre Kur’ân okumayı babasm­
dan öğrendiği söylenebilir. On yaşlarında iken Küttâb de-
n ı l ^ ve çocuklara okuma yazma öğreten okula devam et­
ti. J^taba ve okumaya çok düşkündü. Bulduğu kitabı oku.
yordu. Bu sırada hadîs ezberlemeye başladı. Kendisi şöyle
ı_ iken içime hadîs ezberleme arzusu doe-
du: Ezberlemeye başladım ." Bu sırada kaç yaşmda oldu^ı
sorusuna B uharı" on yaşındaydım; yahut daha küçüktüm"
cevabmı vermiştir.

.. eğitimden sonra küttabı bitirince Bu­


hara J^nmmış âlimlerinin derslerine devam etmeye
başladı, ilk olarak ed-Dâhilî isimli bir âlimin ders halkası­
na p ıd ı. Aşıl adı bilinmeyen bu âlim bir gün derste bir ha­
disin senedini" Sufyân-Ebu’z - Zubeyr - İbrahim " seklinde
okuyunca Buharı itiraz etti; Ebu’z - Zubeyr’in İbrahim’den
rivayeti olmadığını, dolayısıyle hata ettiğini söyledi. Hoca­
sı, talebelermın onunde on yaşında bir çocuğun böyle bir
uyarısı ile karşılaşınca mahcup oldu. Kızdı ve Buhârî’yi
azarladı. O da mahcup olmuştu. Ancak, kendisine güveni­
yordu. Bildiklerini doğru olarak bildiğinden emindi. "Ya­
nındaysa kitabına Bak" dedi. ed-Dâhilî’nin kitabı yanında
değildi. İçeri gitti, baktı. Dönünce Buhârî’ye doğrusunu
sordu. B uhârî," O râvî Ebu’z-Zubeyr değil; Zubeyr b. Adî­
dir. İbrâhim’den Ebu'z-Zubeyr’in rivâyeti yoktur; Zubeyr
b. Adî’nin rivâyeti vardır" cevabını verdi. Bunun üzerine
ed-Dâhilî "hakhsın" dedi. Buhârî’nin elinden kalemi aldı ve
kitabını onun dediği gibi düzeltti.^

Bu olaydan sonra Buhârî, bilgisi, keskin zekâsı ve


olağanüstü hafıza gücü ile meşhur oldu. Parlak ve üstün
zekâh bir öğrenci kabul edüdi. Yerine göre ilim yoluna yıl­
larını vermiş yaşlılar bile ona sorular sormaya ve geniş bil­
gisinden faydalanmaya başladılar. Kendisi şöyle anlatmış­
tır: "ed-Dâhilî’nin ilim mecUslerine devam eden bir ihtiyar
vardı. Sık sık yanıma gelirdi. Ona bildiğim sahîh hadîsleri
söylerdim. Söylediğim hadîslerle birlikte âlimlerin o hadis
hakkındaki görüşlerini de haber verirdim. Bir gün bana
"Ebu AbdiUah dedi ; bizim reisimiz Ebucâddadır. Bana
ulaştığına göre senin bir şeyi kolayca ezberleyebilmek için
"belâzur" denilen bir ilâç içtiğini söylemiş. Doğru mu?" Ben
de ona gizlice " Öyle insanın içince daha iyi ezberleyeceği
bir ilâç var mı?" diye sordum. "Bilmiyorum" diye cevap
verdi. Sonra bana yaklaştı ve "Bir şeyi ezberlemek için ki­
şinin azminden ve devamh olarak ezberleyeceği şeyle meş­
gul olmasından daha yararlı bir ilâç bilmiyorum" dedi."^

Buhârî, bir yandan ed-Dâhilî’nin derslerine devam


ederken bir yandan da Buhârâ’nın öteki tanınmış âlimleri-

(5) Bağdâd, 2/7.


(6) Nubelâ, 406.

8
nin ilim meclislerine katılıyordu. .İçindeki karşı konulmaz
hadîs öğrenme arzusu onu daha çok hadîs meclislerine iti­
yordu. Diğer derslerini ilgi ile takip etmekle birlikte hadîs
derslerine daha fazla dikkat ve itina gösteriyordu. Bu ara­
da en çok Beykentli olup Buhârâ’ya yerleşmiş iki âlimin,
Muhammed b. Yusuf ile Muhammed b. Selâm’m; bunlar­
dan arta kalan zamanlarda ise İbrâhim İbnu’l-Eş’as, Ab­
dullah b. Muhammed el-Musnedî ve daha birkaç ünlü âli­
min ders halkalarına katıldı. Zaman içinde bazı çevre
kentlere yolculuk yaptı. Buralarda bulunan kimi isim yap­
mış âlimlerin derslerini takip etti. 209 (824) yılında Nişâ-
bur’a giderek ilk ilim yolculuğunu yaptı. O zamanların bu
büyük ilim merkezinde Yahya b. Yahya’dan ders aldı. îs-
hak b. Râhûye’nin meclislerine katıldı. Hadîs okudu. Daha
sonra Merv’e gitti. Orada da devrin ileri gelen Hadîs ve İs-
lâm Hukuku âlimlerinden dersler aldı. Merv’e gittiği gün­
lerde yaşı o kadar küçüktü ki ders verilen yere girdiği za­
man selâm vermekten utanıyordu. Bir gün smrfta sükûneti
sağlayan mü’eddib denilen görevli o gün için kaç hadîs
yazdığını sordu. Buhârî iki hadîs yazdığmı söyleyince ders
arkadaşları güldüler. İçlerinden yaşh biri gülenleri uyardı
ve şunları söyledi: "Gülmeyin. Bir gün gelir belki de o size
güler.."^

Buhârî, bütün bu şehirlerde gördüğü derslerde yaşı­


nın o zamanın ölçülerine göre küçük olmasına r a ^ e n
sağlam bilgisi, parlak zekâsı ve hafıza gücüyle dikkatleri
üzerinde topluyordu. Söz gelimi bir gün Ahmed b. Hafs’m
dersinde Sufyânu’s-Sevrî’nin Kitâbu”I-Câmi’ isimli eserin­
den hadîs okunuyordu. Buhârî bu kitabı babasmın kitapla­
rı arasında bulmuş, baştan sona kadar okuyarak ezberle­
mişti. O gün derse kitabıyla birlikte gelmişti. Bir ara Ah­
med b.Hafs, Buhârî’nin kitabında olmayan bir kelime oku­
du. Buhârî durumu söyleyerek uyardı. Hoca istifini boz­
madan okunmaya devam edince tekrar uyardı. Bu sefer

(7) Nubelâ, 401.


hoca "Benim söylediğim gibi olacak" dedi. Buhârî üçüncü
defa aynı uyarıyı yapmca sustu. "Kim bu? diye sordu. "Mu-
hammed b. İsmail" cevabını verdiler. Bunun üzerine "De­
dikleri kadar varmış. Ondan hadîs yazın. Gün gelir bu, bü­
yük bir âlim olur" diyerek Buhârî’yi takdir etmekten ken­
dini alamadı.® Ahmed b. Hafs’m bu tavsiyesi üzerine hadîs
meraklıları ile kendisini ilim yoluna adayanlar daha tale­
belik günlerinden itibaren Buhârî’den hadîs almaya başla­
dılar.

Eşsiz Hafızası

Buhârî, }olmak yorulmak bilmeyen çahşmalarına de­


vam ediyordu. Daha on beş yaşına girmeden yetmiş bin
hadîs ezberlemişti. Süleyman b. Mücâhid anlatmıştır: Bir
gün Muhammed b. Selâm el-Bîkendî’nin yanmda idim.
Bana "Az önce gelseydin yetmiş bin hadîs ezberleyen bir
çocuk görürdün" dedi. Doğrusu merak etmiştim. Onu gör­
mek için dışarı çıktım. H er harafta aramaya başladım. Ni­
hayet buldum. Ona "Yetmiş bin hadîs ezberlediğini söyle­
yen sen misin?" diye sordum. "Evet, cevabını verdi; hatta
daha fazlasını ezberledim. Sahâbe yahut Tâbiîlerden bir
tek hadîs rivayet etsem, çoğunun doğum ve ölüm tarihleri­
ne, yerleştikleri yerlere dair bilgim vardır. Ayrıca Sahâbe
ve Tâbiîn hadîslerinden Kur’ân-ı Kerîm ile Hz. Peygam-
ber’in sünnetinden aslını bilmediğim hiçbir hadîs rivayet
etmedim."^ Buradan anlaşılıyor ki Buhârî, ilerde zirvesine
çıkacağı hadîs bilgisini başlangıçta sağlam temeller üzerine
oturtmuştur. Gerçekten o, hadîsleri yalnızca ezberlemekle
kalmamış, râvîlerini, râvîlerden herbirinin hayat hikâyele­
rini, doğum ve ölüm tarihlerini, metinlerinin anlaşılmayan
yerlerini de öğrenmiştir. Bütün bu bilgilerin hadîs değer­
lendirmesinde büyük önemi vardır.

(8) Bağdâd, 2/11.


(9) Ş âü ’iyye, 2/5.


On altı yaşına girdiği hicretin 210. yılında (M.825)
Buhârî, Abdullah İbnu’l-Mubârek ve Veki’ İbnu’l-Cerrâh’
m hadîs kitaplarını ezberlemiş bulunuyordu. Bunların ya-
nısıra müctehidlerin İslâm Hukukunun çeşitli konularm-
daki re’y adı verilen görüşlerini ve fetvalarını da öğrenmiş­
ti.

İlim Yolculukları

Buhârî ve en önemli eseri el-CâmiVs-Sahîh (Sa-


hîh-i Buhâri) üzerine en geniş araştırma sayılabilecek ça­
lışmanın sahibi on beşinci asrın değerli âlimi mısırlı ft>n
Haceri’l-Askalânî, Buhârî’nin ilk ilim yolculuğuna 210
(825) yılında çıktığını kaydeder. Ona göre Buhârî, tahsil
hayatmın hemen başında Buhârâ’dan çıkarak ilim yolcu­
luklarına başlamış olsaydı akranlarının yetiştiği, kendisinin
de yetişebileceği en büyük âlimlerin tabakasına yetişebile­
cekti. Oysa yetişme imkânı olduğu halde bu tabakaya yeti-
şememiş; onlarm yerine Buhârâlı bir aileden gelen Yezîd
b. Hârûn, Ebu Dâvud et-Tayâlisî gibi âlimlere yetişmiştir.
Bu âlimler o tabakanın yakınlarıdır. Yemenli hadîs âİm i
Abdurrezzâk b. Hemmâm zamanına da'yetişmiş; ondan ri­
vayette bulunmak maksadiyle Yemende kadar gitmek iste­
miştir. Ne var ki, Abdurrezzâk’m öldüğünü duyunca bu is­
te m d e n vazgeçmiştir.

B ü ^ k Hadîs, Biyoğrafi ve Tarih âlimi İbn Hacer’in


naklettiği bu bilgiler üzerinde takip ettiğimiz ilmî metot
yönünden bir nebze durmak istiyoruz. Bu vesileyle önce
şunu söylememiz gerekir ki Buhârî, gerçekten birazdan da
görece^m iz gibi, anılan tarihte Hicaz yolculuğuna çıkmış;
bu bölgede birkaç yıl kalmıştır. Diğer taraftan az önce söz
konusu edildiği üzere Horasan bölgesinin Belh, Merv, Ni-

(10) Hedy. 479.

11
şâbur ve Rey gibi önemli kentlerine ilim yolculuklan yap­
mış; buradaki meşhur âlimlerin derslerine katılmıştır. Bu
âlimlerden bir kısmının ölüm tarihleri kendisinin Hicaz
bölgesinde olduğu yıllara rastlamaktadır. Bu durum da
Buhârî’nin Hicaz yolculuğuna çıkmazdan önce Buhârâ’ya
yakm bazı şehirlere gittiğini belgelemektedir. Şu da var ki,
onun hacca gitmek maksadiyle çıktığı ve sonradan ilim
yolculuğuna çevirdiği seyahatin altı yıl sürdüğü bilinmekte­
dir. Ayrıca 213 (828) de Şam’da; 217 (832) de Mısır’da
olduğu; buradan önce Basra’ya, daha sonra Buhârâ’ya
döndüğü, bu yolculuğu böylece tamamladığı da bilinmek­
tedir. Öyle olunca Buhârî’nin Belh, Merv, Nişâbur ve Rey
gibi Horasan yöresinin büyük yerleşim merkezlerinde
derslerine katıldığı bazı âlimlerin ölüm tarihlerinin bu süre
içinde oluşu bizi ister istemez bu şehirlere ilk defa Hicaz
yolculuğuna çıkmadan gittiği sonucuna götürmektedir. Ak­
si halde Hicaz bölgesinden kısa bir süre sonra döndüğü
kabul edilmek zorunda kalınacaktır. Halbuki bu husus bel­
li değildir. Şu hale göre Buhârî, ilk ilim yolculuklarma
yakın çevreden başlamıştır. Olayları kronolojik sıra içinde
incelemek metodunun bizi ulaştırdığı sonuç budur. Öyleyse
büjmk âlim ve tarihçi İbn Haceri’l-Askalânî’nin verdiği
tarihi, Buhârâ’dan ayrdış tarihi olarak ^değil; çevreden
ayrılış tarihi olarak almak daha uygun olacaktır.

Öte yandan bilinen bir gerçektir ki, tarihi olaylar kar­


şısında ihtimallerin değeri yoktur. Bilinen tarihi gerçek,
Buhârî’nin ilk ilim öğrenimini Buhârâ ve çevresinde yaptı­
ğıdır. Böyle iken, "öğrenim hayatının ilk yıllarında ilim
yolculuklarına çıkmış olsaydı, büyük âlimlerin oluşturduğu
tabakaya yetişecekti. Onlara değil, yakınlarına yetişti" de­
menin pratikte bir faydası olmamak gerekir. İlim seyahat­
lerine çıkışından bir yıl sora ölen Abdurrezzâk b. Hem-
mâm’a yetişmesinden bahsetmek de öyledir. Kaldı ki, on­
dan rivâyette bulunmak üzere Yemen’e gitmek istemesin­
den söz etmek de oldukça gariptir; zira Abdurrezzâk, öm­

12
rünün sonlarına d o ^ u ağır bir ihtiiât geçirmiş; gözleri
g o m ez olmuş bir âlimdir. Bunun sonucu olarak hadîsleri­
ni birbirlerine karıştırdığı gibi telkine maruz kalarak baş-
kalan tarafından kendi rivayetleri gibi gösterilen hadîsleri
kabullenmiştir. Bu yüzden hadîs rivâyetinin ana kaidesi
olan güvenilir olma özelliğini yitirmiştir. Genel olarak
kendisinden 200 (815) tarihinden sonra ahnan, özellikle de
^tabm da bulunmayan rivâyetleri sahih sayılmamıştır.
Bunları Buhârfnin bilmemesine imkân yoktur. Eğer bil-
m ^eydı, genç yaşlarında iken kaleme aldığı meşhur eseri
et-Tarıhu’l-Kebîrde ondan bahsederken "Kitabmdan rivâ-
yet ettiği hadîsler sahihtir" demezdi.ı^ Buhârî’nin bu sözle-
rmin mânâsmı açıklamanın yeri burası değildir. Asimda
buna gerek de yoktur. Burada ancak şu kadarmı söylemek
gerekir kı, Buhârî’nin ilim elde etmek uğruna uzun yolcu­
luklara çıkışından bir yıl sonra ölen bir hadîs âliminden
hadîs almaya kalkışmasını kabul etmek
oldukça zordur. Buhârî gibi hadîsler üzerinde kıh kırk ya-
rarcasına titizlik gösteren bir hadîsçinin hadîs rivâyetinde
akıp ettiği metodu düşünüldüğünde ise bunu kabul etmek
imkansız hale gelir. Bu itibarla İbn Haceri’l-Askalânî’nin
nalUettığı bu bilşnin zayıf olma ihtimali bir yana, yerinde
verilmiş tutarlı bir bilgi sayılması imkân dışıdır.

Hicaz Yolculuğu

, '^erdikten sonra asıl konumuza döne­


biliriz. Buhârî, yukarıda da andığımız 210 (825) yılmda an-
nesı ve kardeşiyle birlikte hâcca gitmek maksadıyla yola
r f r'x— Bağdat’a uğradılar. Buhârî, Abbasi Ha-
lıleüğının başkentinde büyük âlim Ahmed b. H anbelle gö-
ruştu. Ayrıca o günlerin meşhur hadîsçüerinden M u’allâ b.
Mansur er-Râzî’yi ziyaret etti.

(11) Tehzîb, 6/312.


(12) Kebîr, 3-2/130.

13
Bağdat’ta kısa bir süre kaldıktan sonra karadan ya­
pıldığı anlaşılan uzun ve çetin bir yolculukluktan sonra
Mekke’ye vardılar. Hac vazifelerini yaptılar. Üzerlerine
borç olan ibadetlerini bitirmce annesi ile kardeşi Buhârâ’
ya geri döndüler. O Mekke’de kaldı. Oradaki âlimlerden
hadîs yazmaya, bunun yanısıra başka Şâfiî hukuk sistemi
olmak üzere değişik İslâmî ilimler öğrenimine devam etti.
Bilgisini artırdı. Özellikle el Humeydî’nin derslerine ilgi
gösterdi. El-Humeydî Buhârî’ye çok itibar ediyor, bilgisine
güveniyordu. Bir gün Buhârî yanına vardığı zaman hocası­
nı birisiyle bir hadîs hakkında tartışırken buldu. El-Hü-
meydî Buhârî’yi görünce "îşte aramızı bulacak kişi geldi”
dedi. Buhârî, tartışılan konuyu ve iki tarafın görüşünü din­
ledikten sonra el-Humeydî’yi haklı buldu. Karşı görüşte
olan ise Buhârî’nin kararını kabul etmek zorunda kaldı.

O q sekiz yaşına geldiği bu yıllarda Buhârî ayrıca Sa-


hâbe ve Tâbiîlerin günlük hayatta karşılaşılan pek çok
konudaki görüşlerini toplayıp sistematik bir şekilde düzene'
koydu.

Yaklaşık iki yıldan fazla Mekke’de kalan Buhârî,


oradan Medîne’ye geçti. Burada da bir yandan hadîs yaz­
makla, diğer taraftan o zamana kadarki birikimini düzenli
bir şekilde kâğıda dökmekle meşgul oldu. Biyografik dev
eseri et-Târîhu’l-Kebîri kaleme aldı. Bu kitabmı önceden
elde ettiği bilgileri yazdığı notlarından faydalanarak kısa
denilebilecek bir zaman içinde bitirdi. Gündüzün yoğun
çalışması ile yetinmeyip geceleri ay ışığında ve Hz. Pey-
gamber’in mezarı başında çalışmasını sürdürüyordu. Böy-
lesine sürekli ve yorucu bir çalışmanın ürünü olan bu eser
bugün elimizde bulunan paha biçilmez hazine niteliğinde
ölümsüz bir kaynaktır.

Bu çalışmasının yanında Buhârî, fırsat buldukça is­


mini ölümsüzleştiren asıl büyük eseri el-Câmi’us-Sahîhin

14
malzemelerini tamamlamakla meşgul oluyordu. Bu de­
mektir kı, M edine’de kaldığı günler bir yandan önemli bir
kuruyonJu^*^’ yandan ise benzersiz eserinin çatısını

^ X.. .^ “^^rî’nin bu ilk gelişinde Medine’de ne kadar kal­


dığı b ^ m e m e k te d ır. Hicaz yolculuğu için Buhârâ’dan ay-
rdışmdan uç yü sonra 213 (828) de Şam’a geldi. Emevaerin
v l İyas, Muhammed b.
Yusuf el-Fıryabı gibi âlimlerin ders halkasına girdi. Şöhre-
^ o zamanlar her tarafa yayıhmş olmalı ki burada bir
yandan ders alırken bir yandan da isteyenlere hadîs yazdı­
rıyordu. Ebu Bekr b. Ayyâş’m söylediğine göre "henüz bı-
V olduğu çağda-hocası Mu-
hammedb. Yusuf el-Fıryabî’nm kapısında bekleyenler Bu-
yazmışlardır. el-Firyâbî o günlerin tamnmış
hadis alimlerinden bindir. Kapısında Bûhârfden hadîs ya­
zılması onun hocası kadar olmasa bile beğenilen meşhur­
lar arasına girmeye başladığının açık belgesidir.

Mısır Yolculuğu

Hicaz yolculuğundan sonra Buhârî 217


^ 3 2 ) yılmda Mısır’a geçti. 13 Mısır’a doğrudan Şam’dan'
mı, yoksa tekrar Medine veya Mekke’ye giderek oradan
m geçtiği bümmemektedir. Mısır’da da bir süre kalan
AKH^ıî Meryem, Ahmed b. İşkâb,
R— ^ 1 ? gibi âlimlerden hadîs yazdı.
Buyuk bir ıhtımaUe sahâbî Abdullah b. Abbas’tan gelen
tets^ rivayetlerinin bir araya toplandığı Ali b. Ebî Talha
S I" • S î ' V v u l ^ ' ^ bulunan son
ravısı E bu Salih ten rıvâyet etti.^^

(13) Kebîr, 1-2/5.


(14) Sezgin, 122.

15
Basra Yolculuğu
Daha sonra yanında kitapları olduğu halde Mısır dan
Basra’ya geldi. Bir rivâyete göre Basra’da beş yü gibi uzun
bir müddet kaldı. Bu müddet içinde her yıl zamanı geldi­
ğinde haccetmek için Mekke’ye gider; oradan Medine ye
geçerek bir süre de orada kalır, sonra geri dönerdi.

Kaynaklarımızın verdiği bilgilerden anlaşıldığına gö­


re Buhârî, Basra’da kaldığı süre içinde bir yandan oradaki
meşhur hadîs âlimlerinin derslerine devam ederek hadîs
dinler; diğer taraftan isteyenlere hadîs yazdırırdı. Hâmıd
b. İsmail ve bir arkadaşınm anlattıklarına göre bir an boş
durmaz; hadîs âlimlerinin meclislerini dolaşırdı. O su*alar
henüz gençlik çağlarındaydı. İşittiği hadîsleri yazmaz, sa­
dece dinlerdi. Böyle birkaç gün geçince arkadaşları dinle­
diği hadîsleri niçin yazmadığını sordular. "Çok oldunuz
ama, diye cevap verdi; siz bana yazdıklarınızı getirin" Ola­
yı anlatanlar devam ederek diyorlar ki "Yazdığımız hadîs­
leri çıkardık. On beş binden fazlaydı. Hepsini ezberinden
teker teker okudu. Sonra şunları söyledi: "Görüyorsunuz
hadîs meclislerini boşuna gezmiyor; vaktimi boşa harcamı­
yorum. "O zaman anladık ki, onu kimse geçemez. Dahası,
hadîs ilmini az çok bilenler ondan hadîs işitebilmek için
arkasından koşarlardı. Kendisine yetiştiklerinde yolda bile
olsa durur; oturduktan sonra etrafında toplananlara hadîs
yazdırırdı. Bunların çoğunu daha önce kendisinden hadîs
yazmış olanlar oluştururdu."^®

Yusuf b. Musa el-Mervezî anlatmıştır; Basra Ca-


mi-i’nde bulunuyordum. Bir ara birinin ”Ey ilim ehli! Mu-
hammed b. İsmail el-Buhârî Basra’ya geldi"diye bağırdığı­
nı duydum. Bu sözleri işitince camide ne kadar insan varsa
hemen ayağa kalktılar. Ben de kalkanlar arasmdaydım.
Derken gözüm bir direğin arkasında namaz kılmakta olan

(15> Şafi’iyye, 2/5.


genç bir adama ilişti. Namazını bitirince etrafmı sardılar.
Kendilerine hadîs yazdırması için meclis tertip etmesini is­
tediler. Basralılann bu isteğini kabul etti. Ertesi gün kuru­
lan hadîs meclisinde binlerce kişİ toplandı. Buhârî geİdi,
kendisine ayrılan yere oturdu. "Basralılar, diye söze başla­
dı; ben daha gencim. Oysa siz benden hadîs rivayet etme-
rni istiyorsunuz. Size memleketinizden yetişmiş hadîsçile-
rin hadîslerini rivayet edeceğim. Umarım hepsinden fay-
daianırsmız. Bize hemşeriniz Abdullah b. Osman rivâyet
etti... Enes’ten nakledildiğine göre çölden gelen bir bedevi
A rap Hz. Peygamber’in yanma vardı. "Yâ Resûlallâh, de­
di; adam olan milletini sever..." Bunun üzerine Hz. Pey­
gamber şöyle buyurdu: "İnsan sevdikleriyle beraberdir."l*^
Buhârî bu hadîsi naklettikten sonra sözlerine şöyle devam
etti: "Bu hadîs sizde yoktur. Sizin bildiğiniz şekli başkadır.
" Daha sonraki günler derslerine hep aynı şekilde devam
etti ve Basralı hadîscilerin hadîslerini yazdırdı."^^

Şu hale göre Buhârî, Basra'dâ kaldığı süre içinde za­


manını en verimli biçimde geçirmiş, her ânmı değerlendir­
miştir. Durmadan çalışarak ilmine ilim kattığı gibi yetenek
ve kıymetini anlayıp hadîs bilgisinden faydalanmak üzere
her fırsatta etrafında toplanan binlerce kişiye ilim aktar­
mıştır. Onun bu tutumu zamanı iyi değerlendirmek gerek­
tiği kadar bir işte başarı kazanmanın her şeyden önce
azmetmeye ve gayret göstermeye bağU olduğunun ifâdesi­
dir. Demek oluyor ki ilim, erbabının ayağına gidilerek,
peşinden koşularak elde edilir. Alim olabilmenin ilk şartı
ise ilim elde etmeye azmetmek; yolunda çile çekmek; güç­
lüklere katlanıp zoruklara göğüs germektir.

(16) Hadis için bk. Sahîh, 7/113.


(17) Bağdâd, 2/16.

17
Diğer îlim Yolculukları ve Hocaları

Buhârî’nin Buhârâ yakınlarından başlayan ve hac­


cetmek maksadiyle annesi ve kardeşiyle birlikte Mekke’ye
gitmesiyle devam eden ilim yolculukları yıllarca sürmüş­
tür. O günlerin şartları içinde genellikle yaya yapılan bu
çetin yolculuklar Hicaz’dan sonra Mısır,Şam-Irak ve Ho­
rasan beldelerine yapılanlarla tamamlanmıştır. O genellik­
le bu beldelerin en büyük yerleşim merkezlerinde bulun­
muş; oraların en tanınmış âlimlerine öğrencilik yapmıştır.
Onun ilim yolculuklarında uğradığı, kiminde kısa denilebi­
lecek bir süre, kiminde ise uzun yülar kaldığı şehirlerle bu­
ralarda ders alıp hadîs işittiği âlimlerin anılmaya değer
olanları yakın çevresinden başlamak üzere şöyle sıralana­
bilir;

Buhârâ’ya yakın çevrede Belh, Merv, Nişâbur ve


Rey’de bulunmuştur. Zamanın en önemli ilim merkezleri
arasında yer alan bu kentlerden,

Belh’te Mekkî b. İbrâhim-Hz. Peygamber’e en yakın


isnâdını ondan rivayetleriyle elde etmiştir ve Yahyâ b.
Bişr;

Merv’de Abdân (Abdullah) b. Osmân el-M ervezî,


Ali İbnu’l-Hasen b. Şakîk ve Sadaka Îbnul-Fadi;

Nişâbur’da Yahya b.Yahya, Bişr Îbnu’l-Hakem ve


îshâk b. Râhûye;

Rey’de ise İbrahim b. Musa.

Irak’ta bulunduğu ve hadîs işittiği şehirler arasında


Bağdat, Basra ve Küfe en önemlileridir. Bizzat kendisi
Bağdat’a sekiz kere gittiğini söylemiştir. H er gidişinde
ister hadîs almak için, isterse sırf ziyaret maksadiyle olsun,
Ahmed b. Hanbel’Je görüşmüştür. Burada ayrıca Muham-
med b. îsâ Îbnu’t-Tabbâ’, Sureye İbnu’n-Nu’mân, Muham-
med b- Sâbık, Affân b. Müslim, Ali İbnul-M edînî ve Yahya
b. Ma în gibi devrin önde gelen hadîs âlimleriyle görüşerek
derslar almış, hadîs yazmıştır.^*

Bağdat’ta İmtihan Edilmesi

Bağdat’a gelişlerinden birinde imtihana çe-


keskin zekâsını, bildiklerini tam anlamıyla
büdığinı gösteren parlak bir başarıyla sonuçlanan imtihan
şöyle olmuştur: Henüz genç yaşlarında buraya geldiğinde
meclisler tertip ederek isteklilere hadîs yazdırmaktadır.Bu
meclisler kimi zaman aşın derecede İcalabahk olmakta,
gelenlerin sayısı bazı günler göz karanyla sayıldığında yir­
mi bin kişiye, hatta daha fazlasına ulaşmaktadır. Bir gün
Bağdathlardan birkaç fıkıh âlimi onu denemek isterler,
f a l a n n d a karar vererek yüz hadîs seçerler. Sonra da bu
hadîslerden herbirinin metnini bir başkasma, onun sene­
dim diğerine ekleyerek birbirlerine iyice karıştırırlar. Böy-
lece karıştırdıkları yüz hadîsi onar onar on kişiye dağıtır­
lar. Hepsine de hadîs meclisine geldiğinde Buhârî’ye sor­
malarını tenbih ederler: Derken meclis toplanır. Buhârî
gelerek kendisine ayrılan yere oturur. Tam derse başlaya-
zaman bu on kişiden biri kalkar. Kendisine verilen
hadîsleri teker teker sorar. Herbİr hadîs sorulduğunda
Buhârî "bihniyorum" diye cevap verir. Neler olup bittiğinin
larkma varanlar birbirlerine bakarak gözleriyle "durumu
anladı derler. Anlamayanlar ise Buhârî’nİn aczine, bilgi­
sizliğine ve anlayışsızlığına verirler. Daha sonra bir diğeri
kalkar. Metni ve senedi birbirine karıştırılmış ilk hadîsini
sorar. Buhârî ona da "bilmiyorum" cevabını verir. Diğerini
sorar; tekrar "bümiyorum" cevabını alır. O da kendisine
verilen on hadîsin sıra ile hepsini sorduğunda herbiri için
aynı cevabını alır. Sonra üçüncü, dördüncü., kişiler kalka­
rak aynı şekilde hadîslerini sorarlar. Buhârî’nİn onlara

(18) Nubelâ, 394.

19
verdiği cevap da değişmez. Nihayet onuncu, sonuncu hadî­
sini sorduğunda da "bilmiyorum” dan başka cevap alamaz.

Buhârî, sorunun bittiğini anlaymca ilk adama döner.


"İlk hadîsin şöyledir. İkincisi şöyledir. Üçüncü şöyle, dör­
düncü böyle, beşinci şu şekilde olacak.. ” diyerek sorduğu
bütün hadîslerin doğrusunu söyler. Sonra İkinciye döner.
Onun sorduğu bütün hadîsleri de teker teker düzeltir.
Arkasından üçüncü, dördüncü, beşinci.. Onuncuya kadar
adamların sordukları bütün hadîslerin birer birer doğrusu­
nu söyler. Bunun üzerine herkez onun hadîs ilminde ger­
çek bir otorite olduğunu kabul etmek zorunda kalır.^®

Basra’ya birkaç kere giden Buhârî, yukarıda da de­


ğindiğimiz gibi, burada en uzun süre olarak beş yıl kalmış­
tır. Bu şehirde görüşüp ders aldığı ve hadîs yazdığı âlimler
Ebu Asım en-Nebîl, Basra Kadısı Muhammed b. Abdillah
el-Ensârî, Abdurrahmân b. Hammâd eş-Şu’aysî, Muham­
med b. A r’ara, Haccâc b. Minhâl, Bedl Ibnu’l-Muhabbir,
Abdullah b. Recâ ve Bündâr lâkabıyle tanınmış Muham­
med b. Beşşâr;

Kûfe’de UbeyduUah b, Musa, Ebu Nu’aym el-Fadl


b. Dukeyn, Hâlid b. Mahled, Talk b. Gannâm, Halîd b.
Yezîd el-Mukrî;

Hicaz bölgesinden Mekke’de Ebu Abdirrahmân


el-Mukrî, Hallâd b. Yahya, Hassân b. Hassân el-Basrî,
Ebu’l-Velid Ahmed b. Muhammed el-Ezrakî, el-Humeydî;

Medine’de, Abduîazîz el-Uveysî, Eyyûb b. Süley-


mân, îsma’il b. Ebî Uveys;

(19) Bağdâd, 2/2 0,1,

20
- Ebu’l-Yemân, Adem b. Ebî îyâs, Ali b. Ay­
yaş, Bişr b. Şu’ayb, Muhammed b. Yusuf el-Firyâbî, Ebu
Mushır; ^

AK^ l İ ^ ı î ^ u b . Ebî Meryem, Ahmed b. îşkâb,


Abdullah b. Yusuf ve Esbağ.. 20

Hocaları

_ _ Buhârî’nin gittiği bu şehirler zamanmda İslâm âle-


mmın ılım merkezleri, oralarda ders aldığı ve hadîs işittiöi
alimler en tanmmış isimlerdir. Bunlar Hadîs Metodolojisi
açısından genelde beş kısma ayrıimışlardıc:

‘1 1 kısım, Hz. Peygamber’den sonraki ikinci ne-


b Tabiilerden hadîs almış olanlardır. Belh’te hadîs
pn M*'!-'! f L*’- Basra’da ders aldığı Ebu Asım
f ^ ® halkalarına katıldığı Ebu Nu’aym
el-radl b. Dukeyn bu kısma girerler.

»•n kısım hocalarım Tabiîlerin büyüklerine yetiş­


tikleri halde onlardan rivayeti olmayanlar teşkil ederler
c İyas, Mısır’da ders
aldığı Sa ıd b. Ebı Meryem bunlardandır.

Üçüncü grubu, Tabiîlerden sonra gelen nesle yetişe-


rek onlardan hadîs alanlar oluştururlar. Aralarında hicrî
uçuncu, mUadı dokuzuncu yüzyılın başlarında büyük üne
kavuşmuş alimlerin de bulunduğu Süleyman b. Harb, Ku-
vJhv h v *’■ Ali İbnu’l-Medînî,
Yahya b Sa ıd el-Kattan, Ahmet b. Hanbel, İshâk b. Râ-
hûye; kardeş olan Ebu Bekr b. Ebî Şeybe ve Osmân b. Ebî
Şeybe bu gruba girerler.

(20) Nubelâ, 394,5.


Buhârî’nin hocaların dördüncü kısmını, akranları ol-
makia birlikte kendisinden çok az önce hadîs işitmeye
başlayanlar oluştururlar. Sonraları aralarmda soğukluk
meydana gelen Muhammed b. Yahya ez-Zuhlî, Ebu Hâtim
er-Râzî ve Abd b. Humeyd bunlar arasında anılmaya de­
ğer olanlardır. Burada işaret etmek yerinde olur ki Buhârî
bu âlimlerden yalnızca başka hadîscilerden elde edemedi­
ği hadîsleri yazmıştır.

Beşinci kısma gelince Abdullah b. Hammâd el-Ami-


lî, Abdullah b. Ebî’I-As el-Harzemî gibi gerek yaşça, gerek­
se hadîs ilmindeki yerleri itibariyle kendisinden küçük
olanlardan meydana gelir. Buhârî’nin, talebesi durumunda
olan bu gibi âlimlerden hadîs almış olmasını garipseme­
mek gerekir; zira böylelerinden rivâyet ettiği hadîsler bir­
kaç taneyi geçmez. Şu da var ki, bu durumda olanlardan
hadîs alması bir faydaya bağlıdır. Ayrıca bu konuda meş­
hur hadîs âlimlerinden el-Veki Îbnu’l-Cerrâh’ın bir sözünü*
prensip olarak aldığı anlaşılmaktadır. el-Vekî’ye göre bir
ilim yolcusu kendisinden üstün, kendi düzeyinde ve kendi­
sinden aşağı seviyede olanlardan ilim almadıkça asla âlim
olamaz. Hadîsçi de kendisinden büyük, kendi akranı ve
kendisinden küçüklerden hadîs almadıkça olgun hadîsci
haline gelemez. Anlaşılıyor ki Bûhârî, yaşça ve hadîs ili-
mindeki yerleri itibariyle kendisinden aşağı seviyede bulu­
nan birkaç hadîsçiden hadîs almakla bu prensibi uygulamış
olmaktadır.

^ Az veya çok, Buhârî’ye ders okutmuş bütün âlimler,


özellikle ilk dört gruptan olanlar Hadîs Metodoljisi kaide­
lerine göre tam anlamıyla güvenilir kimselerdir. İçlerinde
rivâyet ettikleri hadîsleri reddetmeye sebep olacak şekil-
de-günlük hayatta bile olsa-yalancüığı açığa çıkmış veya
yalan söylemek ithamına maruz kalmış bir tek kişi bile
yoktur.

Hepsi de özüne ve sözüne sadık, dürüst kimselerdir.


22
Buharı bu hocalarım genel olarak hadîs ilminde ehil kişiler
ve H Buhârî’nin ders aldığı
ve hadis ışıttığı ahmlerın hepsi, halk deyişiyle, çekirdekten
yetişme hadıscılerdır. Hadîs iHmlerini geçimlerini sağla­
dır gayesiyle ögrenmemişler-
hiçbirisi devrin iman konusundaki tartışma-
^ * ^ ‘^351 Buhârî’nin hocaları saf ve
ler H benliğinde yaşatan kimse-
t o . a r m la n d ı? .'

Horasan’a Dönüşü

Böylece zamanınm en büyük âlimlerinden parlak bir


eğitim gören Buhârî, yıllarca Irak bölgesinde kaldıktan
eUenne döndü. Kendini hadîs öğretimine
ve halkın alimlerden beklediği hizmetlere verdi. Bu hiz-
^hİfpiTn t u ®Sitjm-öğretim geliyordu. Bunun yanısıra
yolunu kaybetmiş halkı aydm-
irı-^v n ^ j *’ yerine getirmek
Şm yıllarca yorulmadan çalıştı. Gerek halkın eğitim^öğre-
aydınlatılması konularında üzerine düşeni
hakkıyla yerine getirdi.

E|ıtım-öğretim görevini üstlendiği yıllarda onu Irak’


r merkezlerin­
de hadis mec islen kurarak yıllarca ders verdi. Eneİn ü-
mınden yararlanmak üzere derslerine katılan binlerce ta-
ffr. 1 ^^ha önce görüşmek
vSmavı n r'-h tanmmış âlimlerinden hadîs
ihmal etmedi. Horasan yöresinden gelerek
(Muhammed b.
Beşşar) bun ardandın Kendisinin anlattığına göre Bündâr’
m <^ersıne ilk gittiği gün bu büyük hadîsçi onu görünce
Z c â °Fb "Buhârahyım" cevabmı
eeld^^" (Buharî’yi) bırakıp buralara niye
geldin, dedi. Buharı sustu; bu soruya cevap vermedi.

23
Derstekilerden bazıları" Ebu AbdİUah odur” deyince Bün-
dâr hemen kalktı. Yanına geldi. EUerini tutup onu kucak­
ladı. "Yıllardır iftihar ettiğimiz kişi, merhaba" dedi. Bün-
dar, daha sonraki derslerde de Buhârfye iyi davrandı. Ona
olan sevgi ve takdirini çeşitli vesilelerle açıkça ortaya koy­
du. O zamana kadar Buhârî gibi bir ilim adamı görmediği­
ni söyledi.^^

Buhârî 249 (863) yılına kadar Irak dolaylarında kal-


d ıP Gittiği yerlerde hadîs okuttu.Bu arada zaman zaman
Horasan ve Harezm bölgesine de geçti. Nişâbur, Belh, Se-
merkant, Buhârâ ve Firebr (Farab) gibi şehirlere uğradı.
Buralarda '^a yıllarca kalıp dersler verdi. Gittiği her yerde
büyük saygı görüyor; takdir topluyordu. Ebu Bekir el-Me-
dînî anlatmıştır: "îshâk b. Râhûye’nin yanında bulunuyor­
duk. Muhammed b. İsmail de vardı. İshak bir hadîs üzerin-
-de duruyordu. Hadîsin isnadındaki sahâbî isminden önce
A tâ’u’l-Keyharânî adında bir râvî ismi vardı. İshak Buhârî’
ye "Ebu AbdiUah (sen söyle) bu Keyharân nedir?" diye
sordu. Buhârî bu soruya "Yemen’d eb ir kasabadır. Mu’âvi-
ye b. Ebî Sufyân, adı Ebu Bekr olan bir Sahâbîyi Yemen’e
göndermişti. O sahâbînin yolu Keyharân’a uğradı. Atâ da
orada ondan iki hadîs rivâyet etti" cevabını verdi. Bunun
üzerine İshak ona "Onları sanki gözünle görmüş gibisin"
demekten kendini alamadı."^'*

Gittiği yerlerde büyük sevgi ve saygı görmekle bir­


likte arada bir kıskançhktan kaynaklanan bazı olaylarla da
karşılaşıyordu. Nitekim Nişâbur’da başmdan böyle olaylar
geçmişti. Bunlardan birini kendisi şöyle anlatmıştır: "Nişâ-

(21) Bağdâd, 2/17.


(22) Hedy, 483
(23) Tezhîb, 9/51.
(24) Bağdâd, 2/8.

24
bur’da Camide kalıyordum. Amr b. Zurâre ile Ishâk b. Râ-
hûye Valiye ^d erek benden söz etmiş (ügilenmesini iste­
miş) 1er. Vali onlara bana karşı gereken ilgiyi göstereme­
diğinden bahsetmiş, "Bizde usuldür, demiş; bilmediğimiz
bir yabancıyı durumu açığa çıkıncaya kadar bir yere bırak-
mayız." Bunun üzerine orada bulunanlardan biri Valiye
Buhârî nin senin hakkında doğru dürüst namaz kılmaz"
j kulağımıza geldi. Bu durumda nasıl oturur (hakkın­
da bir şeyler yapmaz) sın" diyerek beni Valiye şikâyet et­
miş. Vah ona şu karşılığı vermiş: "Bu konuda bana bir şey­
ler söylenmiş olsaydı bu meclisten sadece namazla ilgili on
beş bin hadîs rivayet etmeden kalkmazdım."^^ Bu olaydan
anlıyoruz ki Nişabur’da BuhârîVe karşı kötü niyet besle-
yenlef vardır. Fırsat buldukça onu Valiye şikâyet etmekten
gen kalmamaktadırlar. Ancak Vali bu dedikodulara değer
vermemektedir. Böylece bazı kötü niyetliler nivetlerini
gerçekleştirme imkânı bulmamaktadırlar.

Yine Nişâbur’da bazıları da Buhârî’yi bir şey bilme­


mekle suçlayarak halkın gözünden düşürmeye çalışmışlar­
dır. Recâ isimli birisinin yaptığı bundan başka bir şey
değildir. Buhârî’nin yazıcısından dinleyelim:

. , Recâ Nişâbur’a geldi. Buhârî’nin ziyaretine


^ ttı. Ona geleceğimi duyduğun zaman bana neler hazırla­
dın, neye baktın?" diye sordu. Buhârî "Ne bir şey hazırla­
dım, ne de bir şeye b,aktım. Eğer bin şey sormak istersen
sor cevabını verdi..Recâ onunla çeşitli konularda tartış­
maya girdi. Nerede, kimin yânında olduğunu bilmeden bir
sure tartışmayı devam ettirdi. Bir ara Buhârî sordu,

- Daha söyleyeceğin var mı? Recâ sıkılarak,

=Evet, dedi. Buhârî


, . ■İstediğini sor. Bunun üzerine Recâ Eyyûb’un isim­
lerini saymaya başladı. On üç kadar isim saydı. Buhârî sus-
(25) Nubelâ, 412.
; 25
muş dinliyordu. Recâ sözünü bitirince,

- İyi yaptın dedi. Recâ Buhârî’nin bu sözünden zan­


netti ki bir şeyler yaptı. Buhârî’ye dönerek

- Birçok şeyi kaçırmış, elde edememişsin., dedi.

Buhârî bu söz üzerine Recâ’nın söylediklerinin yedi


ya da sekiz tanesinin yanlış olduğunu ortaya çıkardı. Üste­
lik doğru olanlarına altmıştan fazla isim ekledi. Daha son­
ra Recâ,

- Siyah sarık sarmak hakkında kaç hadîs rivayet et­


tin? diye sordu. Buhârî,

- Sen kaç tane rivayet ettin, getir bakahm dedi. Ar-


kasmdan da ekledi:

- Biz o konuda kırka yakın hadîs rivâyet ediyoruz.


Bunun üzerine Recâ mahcup oldu. Utancından ağzı kuru-
du.^^

Buhârî, Semerkant’a geldiğinde Bağdat’ta geçirdiği


imtihana benzer bir imtihanla karşılaştı. Bu târihî şehirde
o sıralar 400 kadar hadîs öğrenimi gören talebe vardı.
Bunlar Buhârî’yi şaşırtmak için yedi gün bir araya geldi­
ler. Uğraştılar; Şamlıların isnadlarını İraklıların isnadları-
na, Yemenlilerinkileri Hicazlılannkine karıştırdılar. Ne
var ki Buhârî’yi ne isnadlarda ne de metinlerde yanıltmayı
başarabildiler.^^

Belh’e geldiğinde ise burah hadîscilere rivâyette bu­


lunduğu bin ayrı şeyhten bin hadîs yazdırdı.^*

(26) Nubeiâ, 414.


(27) A.g.e., 411.
(28) A.g.e.414.

26
C e ^ u n N ehrinin doğu kıyısında B uhârâ’ya yakın bir
yer olan Fırebr (F arab) da da bir m üddet kaldı. Burada
kendi parasıyla hadîs okutm ak üzere bir okul yaptırdı.

™ ^ rc a îrak Horasan ve Harezm eUerinde dolasan


Buharı son olarak 249 (863) yine îrak bölgesindeydi.29 Bir
yıJ sonra oradan Horasan bölgesine geçti. Önce Rey’e gitti.
Burada fazla kalmadı, Nışâbur’a gitti. Nlşâbur’da görülme-
^ M . tarafından karşüandı. Beş yıl Nişâbur’da
kaidı. Hadis okuttu, dersler verdi. Ne var ki kıskandık yü-
zunden hocası ez-Zuhlı ile arası açıldı. Bir olay üzerine Ni-
şabur u terketmek zorunda kaldı. Doğup büyüdüğü Buha-
ra ya geçti. Ancak ne yazık ki Buhârâ’da da fazla kalama-
1 . Vali ile araları açıldığından sürgün edildi. Semerkant’a
gitmek niyetiyle buradan da ayrıldı. Yol üzerinde bulunan
Hartenk e vardığında oradaki akrabaları bırakmadılar. Bu
yüzden Semerkant’a gitmekten vazgeçti. Hartenk’te kaldı.
ez-Zuhlî iîe İlişkisi ve Sonucu

. î^un^reE -öğ^enim devresinin ardından yıllarca çe-


şıth yerföşım merkezlerinde hadîs dersleri veren Buhârî
Nışabur da yıkarın birikiminin olgun meyvelerini verirken
beklenmedik bir olayla karşılaştı. Bu olay görünüşte ilim
adamının kıskançlığı sonucuydu. A ncak, birazdan görece-

Buhârî nin ez-Zuhlî ile ilişkilerine ve Nisâbur’da


meydana gelen olaya geçmeden önce o devirlerin fikir
hareketlen içinde önemli bir yeri olan ve Hilâfet maka-
mından başîa5ap ilim adamlarını hatta halkı yıllarca tesiri
altında tutan bir akıma kısaca değinmekte yarar görüyo-
(29) Şezerât, 2/134,5.

27
ruz. Buhârî’nin Nişâbur’da karşılaştığı üzüncü olayın te­
melinde yatan asıl sebep aslında bu akımın yol açtığı tar­
tışmalar ve tartışmalarm saptırılmasmdan başka bir şey
değildir.

Dört Halife Devrinin sonlarına doğru Arap Yarıma-


dası’nm kuzeyinde Suriye ve Filistin; daha yukarılarda
Azerbeycan İslâm orduları tarafmdan fethedilmiş, Anado­
lu içlerine kadar gelinmişti. Kuzey doğuda ise Mezopo­
tamya Havzası baştan başa Müslümanların hâkimiyetine
girmiş; Horasan içlerine kadar İslâm ülkelerine katılmıştı.
Fethedilen yerlerde değişik inanç ve kültürlerde yaşayan
insanlardan bir kısmı İslâm Dinini yürekten benimsemişti.
Bir kısmı ise eski dininde kalmıştı. Bir üçüncü kısmı ise
inanmış görünerek içindeki inaçsızhğını gizlemeyi başar­
mıştı. Böyleleri içinde çıkarı zedelendiği için yeni dine
düşman kesilenler vardı ve sayılan hayli yekun tutuyordu.
Zamanla değişik kütürlerin uyumsuzluğundan da kaynak­
lanan toplum çalkantıları bu düşmanlıkla birleşince fikir
kıpırdanmaları başladı. Eski Yunan Felsefesinin izleri si­
linmeden başlayan bu kıpırdanmalar yerine göre birçok
konuda İslâm inanç sistemine ters düşüyordu. Sonunda bu
fikir hareketleri eyleme dönüştü. Hz. Osman’m, arkasın­
dan Hz. Ali’nin şehit edilmelerine ve toplum birliğinin
parçalanmasına yol açtı. Siyâsî görüşlerin ağırlık kazandığı
mezheplerle felsefi düşünceden kaynaklanan bazı mezhep­
ler doğdu. Ortaya atılan kimi metafizik konuların tartışıl­
ması bu mezheplerin herbirinin diğerlerine karşı sert ta­
vırlar almalarıyla; dahası, zaman zaman kaba kuvvete baş
vurmalarıyla sonuçlandı. Pek çok kan aktı, can yandı. Bir
hayli ocak söndü.

Buhârî’nin tahsil çağında olduğu sıralarda Allah’m


sıfatları konusu en çok tartışılan metafizik konuların ba­
şında geliyordu. Zamanla bununla ve kulun işlediği fiilleri
üe ilgili olarak ortaya Kur’ân-ı Kerim yaratılmış mıdır, de­
ğil midir? tartışması çıktı. Bahis konusu tartışma bazı Ab­
28
basî H alîfelerinden destek görünce şiddetlendi. İslâm ale­
minin her tarafm da bulunan âlimler resm î makamlarca bu
konudaki görüş ve düşüncelerini bildirmeye zorlandılar,
içlerinde hapse atılanlar, işkence görenler oldu. Sonunda
bu âlimler üç grup oluşturdular. Özetle "Kur’ân-ı Kerim
Allah sözüdür. Yaratılmamıştır. O sebeple ezelîdir. İnsan­
ların onu okumaları, yazmaları, okurken kelime ve harfle­
rini telaffuz etm eleri kendi fiilleridir. Dolayısiyle onlar ya­
ratılmıştır" görüşünde olan çoğunluk; aksini söyleyenler ve
nihayet ne o tarafta ne de bu tarafta bir görüş bildirmeyip
tarafsız kalanlar..

Buhârî^nin N işâbur’a geldiği 250 (S56) yılında bu


tartışm alar ne bitmiş, ne de doğurduğu ürkeklik gitmişti.

ez- Zuhlî’ye gelince, asıl adı M uham m ed b, Yahya


dır. Nişâburluların şeyhi olup yalnız N işâbur’da değil o yö­
rede hatırı sayılır, ders verdiği ilim meclisleri dolup taşan
bir hadîs âlimidir. Uzak-yakın bütün çevrede büyük itibarı
vardır. Aynı zam anda Buhârî, ondan ders almış; hadis din­
lemiştir. ölüm süz eseri el-C âm iV s-Sahîhe, ismini açıkça
söylememekle birlikte, ondan rivayet ettiği 34 hadîs almış­
tır. ez-Zuhlî de B uhârî’yi takdir etmekte, fırsat buldukça
onun^ ilminden faydalanmaktadır: Nitekim m eşhur âlim
O sm ân b. Sa’id’in cenazesinde bir araya gelmişlerdir.
ez-Zuhlî ayak üstü B uhârî’ye hadîs râvilerinin isimleri,
künyeleri, bazı hadîslerde bulunan ve kimsenin anhyama-
dığı illet denilen kusurlarla ilgili sorular sormuştur. Buhâ­
rî, hocasının sorduğu bütün sorular âdeta "kul huvarilâhu
Ahad" Suresini okuyormuşçasına süratli ve doyurucu ce­
vaplar yemiştir.

B uhârî N işâbur’a girm eden önce ez-Zuhlî talebeleri­


ne karşılam alarını söylemiş, kendisi de şehir dışına giderek
onu karşılamıştır. Böylece Buhârî’yi ne kadar takdir ettiği­
ni göstermiştir.

29
ez- Zuhlî ile talebesi arasındaki böylesine sıcak ilişki
ve yakınlık çok geçmeden soğukluğa dönmüştür. Bu so­
ğulduk etraftan kışkırtmalarla birleşince hoca ile talebesi­
nin arasına ayrılık girmesiyle sonuçlanmıştır. Bundan son>
rasmı başlangıcından itibaren konuya yer veren bir riva­
yetten öğrenelim:

"Müslim anlatnııştır: Muhammed b. İsmail el-Buhâ-


rî Nişâbur’a geldiği zaman öylesine içten saygı ve öylesine
kalabalık bir halk kitlesi tarafından karşılandı ki, o zamana
kadar böyle bir saygı ne başka bir âlime gösterilmişti ne de
bir valiye. Şehre iki yahut üç fersah uzaklıkta kendisini
karşıladılar. Bir gün önce o zamanların Nişâbur şeyhi olan
Muhammed b. Yahya ez-Zuhlî, dersinde talebelerine "Ya­
rın Muhammed b. İsmail b. Nişâbur’a gelecekmiş. İsteyen
gitsin, karşılasın*Ben de onu karşılamaya gideceğim" de­
mişti. Aralarında ez-Zuhlî’nin de bulunduğu bütün Nişâ­
bur âlimleri büyük bir kalabalık halinde şehrin dışma çıka­
rak Buhârî’yi karşıladılar. Buhârî şehre girdi. Doğruca bu-
haralılann kaldığı semte gitti. Yanlarına indi.

ez-Zuhlî bir başka dersinde telebelerlne "Sakın ona


kelâm konusunda bir şey sormayın. Olur ki, bizim görüşü­
müze ters düşen bir cevap verir. Onunla aramız açılır. H o­
rasan yöresinde ne kadar Nâsibî, Râfızî, Mürci’î varsa bize
karşı şamata çıkarır" diye sıkıca tenbih etmişti.

Çok geçmeden Buhârî’den bir şeyler öğrenmek iste­


yenler etrafında toplandılar. O kadar ki kaldığı ev çatısına
kadar doldu. Nişâbur’a gelişinin ikinci ya da üçüncü gü­
nüydü. Kendisini dinlemeye gelenlerden biri kalkarak
Kur’ân-ı Kerim okurken lâfızlarmı telaffuz etmenin yara­
tılmış olup olmadığını sordu. Bu soruya Buhârî "Fiillerimiz
(yaptığımız işler) yaratılmıştır. Telâffuzumuz da fillerimiz­
den biridir" diyerek cevap verdi. Onun bu cevabı üzerine
orada bulunanlar arasında anlaşmazlık başgösterdi. Kimi
Buhârî’nin "Kur’an okurken kelimelerini telâffuz edişimiz

30
yaratılmıştır" dediğini söyledi. Kimi de "Öyle demedi” dl-
yerek aksini iddia etti. Derken münakaşaya tutuştular. O
kadar kı tartışma kızıştı. İki taraf birbirlerine düştüler. Bu­
nu gören ev halkı bir araya gelerek münakaşa edenleri dı­
şarı attüar."30

■n yıllarca süren kısır tartışmalara sü­


rükleyen, onları bir çıkmaza sokan, aralarmda uçurumlar
açan, birbirlerine düşman hale getiren, yüzlerce günahsız
Kanını akıtmaya kadar varan bu tartışmalardan
öuharı nın elbette haberi vardı. O, konuyu en ince nokta­
ları kadar araştırmış, bir de kitap yazmıştı. Rivayete göre
uç kere sorulması sonucu verdiği yukarıdaki cevap, kita-
bmda savunduğu kanaatinin özüydü. Gayet açık ve net ol­
duğu halde ilminden faydalanmak üzere gelenlerden bir
k ™ ı tarafından yanlış anlaşılmıştı. Belliydi ki, verüen ce-
vabı duyanlar onu j'a kafa yapılarına göre ve önceden taşı­
dıkları peşin fikir doğrultusunda anlamışlardı; ya da hiç bir
şey anlamamışlardı.

Konu bu kadarla kalsaydı bir şey değildi. Ne yazık ki


kalmadı. H er zaman, her yerde ve her arandığında yüzler-
cesı bulunabilecek koğucular, laf taşıyıcılar, insanların ara­
sını açmakta becerikli olanlar Nişâbur’da da vardı. Araya
onların girmesi ve kışkırtmasıyla iş büyüdü. ez-Zuhlî’nin
ayağına kadar giderek karşıladığı; böylece
takdir ettı^n ı göstermiş olduğu seçkin talebesi aleyhine
soylenmesıyle; hatta onu dine bir şeyler sokmakla suçla-
masıyla sonuçlandı. Ebu Hâmid eş-Şarkî’nin "Kulağımla
ışıttım kaydıyla anlattığına göre olaydan sonra ez-Zuhlî
talebelerine şöyle demişti:

"Kur’an-ı Kerim Allah sözüdür. Yaratümış değildir.


Onu okurken kelimelerini telâffuz edişimiz yaratılmıştır”
diyenler dme aslından olmayan bir şeyler sokuşturan bid’

(30) Nubelâ, 12/458.

31
atçılardır. Böyleleriyle bir mecliste beraber oturulmaz.
Onlarla asla konuşulmaz. Bundan böyle Muhammed b. Is-
mâ’il el-Buhârî’nin ilim meclislerine gitmeyin; zira onun
yanma sadece onunla aynı görüşte olanlar giderler.^^

ez-Zuhlî’nin Buhârî’yi kendisinden farklı düşündüğü


için kötüleyerek düştüğü bir âlime yakışmayacak durumu
bir yana bırakalım. Talebelerine karşılamalarmı söylediği,
bizzat kendisi de giderek karşıladığı, hepsinden önemlisi
ondan bir şeyler öğrenmek suretiyle değer verdiğini açıkça
gösterdiği bir âlim hakkındaki görüşünü böylesine değişti­
ren sebep acaba neydi?

Kaynaklarımız bu soruya âlimin âlimi çekememesi


cevabını veriyorlar. Bu cevabı haklı çıkaracak sebepler
vardır. Nakledildiğine göre Buhârî, Nişâbur’a gelince halk
onun derslerine rağbet göstererek etrafında toplanmıştır.
Tabiatiyle ez-Zuhlî’nin meclisleri de boşalmıştır. Gerçek­
ten içlerine Müslim ve Ahmet b. Seleme gibi sonraları ha­
dîs ilminde en yüksek dereceleri almış âlimlerin de bulun­
duğu pek çok kişi yukarıda naklettiğimiz sözlerinden sonra
ez-Zuhlî’nin meclisine uğramaz olmuşlardır. H atta Müslim
daha da ileri giderek ondan yazdığı hadîsleri bir hamalla
geri göndermiştir.

İster âlim, isterse orta halli bir insan olsun, hased ,


kin ve nefret kimde varsa, o insan bir gün küçülmeye mah­
kûm demektir. ez-Zuhlî de önceleri öğdüğü talebesini bir
başka gün yermek; üstelik Nişâbur’dan çıkmaya mecbur
bırakmakla son derece küçülmüştür. Rivâyete bakılırsa ar­
kasından Buhârî’ye tehdit edici haberler göndermiştir. Bil­
hassa Müslim’in, kendisinden yazdığı bütün hadîsleri geri
göndermesi üzerine" Artık bu adamla bu şehirde beraber
kalamam" demiştir. Böylesine açık bir tehdit üzerine Bu­
hârî, Nişabur’da can güvenliğinin kalmadığını sezerek ora-

(31) Şâfi’lyye, 2/12.

32
dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Bir talebesi ez-Zuhlî’nin
Nişâbur ve çevresinde tutulan bir âlim olduğunu, nedense
kendisine karşı çıktığını, halkın bu hale seyirci kalarak bir
§ey yapamadığını, kimsenin sesini çıkaramadığmı belirt­
mesi üzerine o büyük âlim şunları söylemiştir:

"Ben işimi Allah’a bırakıyorum. Kuşkusuz Allah,


kullarını görendir."^^ Ya Rabbi! Nişâbur’da bir makam ya
da bir mevki istemediğimi biliyorsun. Yine biliyorsun ki
ben liderlik de istemiyorum. Böyle iken bir hayli insan ba­
na karşı çıktı. Onun için artık gönlüm vatanıma dönmek
istiyor... Bu adam bana hased kastında. Sebebi Allah’m ba­
na,başkasına vermediği ilmi ihsan etmesi.. Yarm buradan
gidiyorum: Artık siz benim yüzümden onun ders meclisle­
rinden ve hadîslerinden mahrum kalmayın."^^

Burada Buhârî’nin ne büyük bir insan, ne kadar en­


gin bir ruh sahibi olduğunu söylemeden geçemiyeceğiz.
Kuşkusuz büyük insan olmak göründüğü kadar kolay de­
ğildir. Bir de büyüklük, başkaları tarafmdan büyük sözlerle
öğülmekle değil, biraz da tehlikeler karşısında m etâneti ve
soğukkanlılığı elden bırakmamakla, büyüklüğe yakışır bi­
çimde hareket etmekle olur.

Buhârî’nin başına gelen bu beklenmedik olayın dik­


katle üzerinde durulması gereken yönlerinden birisi, bizce
toplumdaki fikir kargaşasının ne büyük çaİkîtntılara yol
açabileceğidir. Bilinen bir gerçektir ki, toplum fertlerinin
bügi ve kültür seviyesi düşükse, değil karmaşık; en basit
konuları bile doğru olarak anlayabilmelerine imkân yok­
tun İyice anlaşılamayan konularda her zaman için yanhş
yapma ihtimali doğar. Yanlışı savunmak kişileri olduğ^ı
kadar toplumları da onarıirnası çok zor hatalara sürtikler.
En basiti, böyle yanlışlara sürüklenmek sonucu toplumu

(32) M ü’min Suresi 44. ayetten alıntıdır.


(33) Nubelâ, 459,60.
birleştirici değer ölçülerinde sapmalar meydana gelir. Bu­
nun sonu ise kavram kargaşasma çıkar. Bir toplum kavram
kargaşasına düşerse artık doğru ve yararlı olan anlaşıla­
maz; haklı ile haksız ayırt edilemez duruma gelir. Dolayı-
siyle toplumda çözülme, fertler arasındaki bağların kop­
ması gibi tehlikelere yol açıhr. Bundan ise fertlerin zarar
gördüğü ölçüde toplum rahatsız olur.

Böylesine bir haksızlıkla karşılaşan Buhârî son dere­


ce üzgün; ancak soğukkanlılığını kaybetmeden Nişâbur’dan
ayrılarak öz vatanı olan Buhârâ’ya geldi. Fakat, gerçek
mânâda ilim adamlarmın çok kere yüzüne gülmeyen kötü
talih burada da peşini bırakmadı. Yalnızca ilmin ve ilim
adammın şerefini korumak istediğinden başı öz vatanmda
da derde ^rd i. Buhârâ Emiri (Valisi) ile arası açıldı. Bu
yüzden o güzel kentten de ayrılmak zorunda kaldı.

Buhârâ Valisi ile Başından Geçenler

Buhârî, öz vatanı Buhârâ’da buharalılann büyük


sevgi gösterileriyle karşılandı. Geçtiği yollara para ve şe­
ker saçıldı.^*^ Kimseye yük olmak istemediğinden kendisine
şehrin dışında büyükçe bir özel ç&dır kuruldu. Oraya yer­
leşti. İlk ayrılışından kırk bu kadar yıl sonra kendisinden
beklenen hizmetleri memleketi için vermeye başladı.

Aradan çok geçmedi. Tâhirî Hânedânına mensup


Buhârâ Valisi Hâlid b. Ahmed ez-Zuhlî haber göndererek
ondan değerli eserleri el-Câmi’u*s Sahîh ile et-Târîhu’l -
Kebîri saraya getirerek kendisine okutmasmı istedi. Vali­
nin bu isteği aslında Buhârî’nin ilminden faydalanmak,
benzersiz eserlerini okumak üzere yalnızca kendisinin ka­
tılacağı özel dersler vermesini emretmekten başka bir an­
lama gelmiyordu. Buhârî ise kendisini ve ilmini toplum ya­
rarına adamıştı. Emirle iş görmeyecek kadar vekarma

(34) Nubelâ, 463.


34
u E’ ! -f aynealık-tamyarak özel ders
ilîm saygılıydı- Kısacası ümi korumaya
adamının haysıyefmi koUamaya kararlıydı. Valinin
a ra & M ^ d f t " a§a|ılayamam. Kimsenin
1 götüremem. Vaimm üme ihtiyacı varsa halka
açık derslere katılmak üzere mescide gelsin. Yahutda evi-
netid S a r a k T ' karışmak istemezse yö-
" 1 ''®™ekten men eder. Bu da Kıya-
S i h?n“ H •matında benim için bir mazeret olur; çün-
Peygamber’ın "ilmini gizleyenin ağzına &ya-
me Gunu ateşten bir gem vurulur" buyurduğunu büe büe
Jm ı gızleyemem. "Buhârî’nin bu cevabı vah üe aralarmm
açılmasına sebep oldu 35 ‘»^arının

kısa '^aldığı yurduna gelişinden


bâskd Bnh«r- aralarmm açılması bu olayla
başladı Buharı, verdiği cevabm o günlerin şartları içinde
S d ? B e l k f b ü m e y e c e k i n s a n
A Belki de başma geleceklen büe bUe bu cevabı ver-
S a f™ anlayışı va-

hM m .f “ Ç?'i5iP emek vererek elde ettiği baha


ö n e ı^ f nl '’“ “’®S"’1 halka zaten açmıştı. İlim yolunda
ra k ^ tla n m a k ı'^ v f ^ l ''® ^orlukla-
i;. t ; öğrenmek arzusu varsa gelme-
ö eren m ft derslere devam etmeliydi. İlme saygı üe
k S ı s Z k l n '^ T gerektirirdi. Eğer vali halk araşma
e S 7 a T â r- vermekten men
hS n, T ‘' “Çü*' düşürme
hakkını kendisinde goremıyordu. Şu da vardı ki bövle
özel dersler vermek bir anlamda idarecilerle yakın ilişküe-
e lf r '^ ^ 7 ^ ^ bıtebUirdi Bunun sonunda ise az da olsa bir
o ™ B nhârf “r - f ’ farketmeyebüirdi.
m fsı g t w ^ i n t L V n “

(35) Bagdâd, 2/33.


35
Bunun üzerine vaH, ikinci bir haber göndererek Bu-
hârî’den saray d.şında en uygun yer olarak
larma özel hİr zaman ayırarak ders vermesi isteğinde bu
lundu Bu istek bir bakıma valinin yumuşaması anlamına
geliyordu Kendisi ilmin ayağma gelmemişti ama çocuMa-
L ı göndermeye razı olmuştu. Artık B'fhan a r i a y ı ^
meli küçük bir ayrıcalık tanıyarak valinin çocuklarına za
man ayırmalı, onlara özel dersler vermeliydi.

Rııhârâ Emîri böyle düşünse de Hadîsçilerin Emîri


B u h â r f S l e ^ n m ü y o r d u . valinin bu teklifini de geri
çevirdi. Onun vali çocuklarına bile olsa ayrıcalık tanımayan
acık tutumu a d â le t anlayışımn ve ilim adamı haysiyetinin
g l ^ i S e n başka bi^ şey değildi. Her ne k a t o ^
deöerİni düşürmemek, üım adamlannm emirle ış gören,
e S d â l I t s i z davramşlarda " a b to e k kışüer ^
dıklarmı i^östermek istegmden kaynaklanıyor idiyse de
kuşkusuz valinin onuruna dokunm uşta buharı ye hadd™
bUdirmek için uygun fırsat kollamaya başladı. Aradan çok
geçmeden aradığı fırsat eline geçti.
Nakledildiğine göre Buharî’nin Nişâbur’dan ayrıbp
Buhârâ’va eeldiei günlerde ez-Zuhlî valiye bir mektup ya-
S o b ü y f S n sünnete karşı tutumlar izlemekte ol­
duğunu açıkça ortaya koyduğunu “^dı. Vali zam^^^^^^^
betmeden dellâl çağırtarak bu mektubu ^alka duyurdu.
Şu var ki, halkm büyük çoğunluğa
yürekten inanıyor, saygı gosterıyordu. Durumun gergın^^^^^
L z ik olmasma rağmen Buharı nm
caklarmı açıkça büdirdüer, O zaman vali, k al» kuvvete
başvurdu. Buhârî’nin halka açık ilim
istidiyse de başaramadı. Nihayet etrafındaküerm kışkırt-

Kay
“ « S S S î sempozyum unda sunulan neşredilmem.»
S.2 vd.

(3?) Nuîjelâ, 463.


36
masiyle Buhâri’ye doğup büyüdüğü öz yurdundan çıkması­
nı emretti. Valinin bu emri üzerine Buhârî, çocukluk yılla­
rıyla gençlik devresine girdiği günlerin bir kısmını geçirdi­
ği vatanından çıkmaya mecbur kaldı.

Burada yeri gelmişken olaym bazı önemli noktalan


üzerinde kısaca durmak yerinde olacaktır. Buhârî gibi şöh­
reti dört bir yanı tutmuş bir âlim yakm bir şehre gelecek,
orada bazı olaylarla karşılaşacak.. Buhârâ Valisinin o gü­
nün smırh imkânlarıyla da olsa bunları öğrenmemiş, olup
bitenlerin iç yüzünü anlamamış olması imkân dışıdır. Öte
yandan o, devrinin isim yapmış hadîs âlimlerinden biridir.
Böyle olmakla birlikte bir rivâyete göre Mu’teziledendir.
Bir diğerine göre ise harîcî görüşlüdür. Dolayısiyle bazı
önemli konularda Buhârî ile arsmda önemsiz d6 olsa görüş
ayrılıkları vardır. Buhârî’nin Nişâbur’dan ayrılmak zorunda
bıraküışmda en önemli rolü oynadığı şüphe götürmeyen
bir konuda da ondan farklı bir görüşe sahip olması son de­
rece tabiîdir. Bununla beraber vali olarak halk arasmda
kendi görüşünü yaymaya ve o görüşü yaymak uğruna her
fırsatı değerlendirmeye çalışacağı gözden uzak tutulamaz.
Şu hale göre söz konusu olayı, valinin Buhârî’yi sarayına
davet ettiğinde gayesinin sadece eserlerini okumak olma­
yıp onu saraya bağlayarak yaygın şöhretinden ve halk üze­
rindeki tesirinden faydalanmak istemiş olacağı noktasmı
dikkate almadan değerlendirmek noksan kalacaktır.

Öte yandan dikkat edilirse vali de zuhlîdir. Dolayı-


siyle ez-Zuhlî ile aralarında en azından aynı kabileden ol-
ınak Ş b i bir yakınlığın olması ihtimali vardır. Özellikle
Buhârî Nişâbur’dan gittiği için her şeyin normale dönme­
si; parlayan hased alevlerinin sönmesi beklenen bir za­
manda ez-Zuhlî’nin Buhârâ Valisine mektup yazarak -söz­
ler aynen onundur-'Bu adam sünnete aykırı tavrmı açıkça
ortaya koymuştur” demesinin ayrı bİr mânâsı olmak gere-
kjr. Bütün bunlardan şu sonuç çıkar ki ez-Zuhlî’nin Buhâ­
rî’yi Buhârâ Valisine şikâyet etmesi, yanızca kıskançlığı
37
eseri sayılamaz.Bizce olayda o devirlerin tabiî bir hali olan
mezhep tutuculuğunun tesiri de vardır ve oldukça mühim
derecededir. Valinin ez-Zuhlî’nin mektubunu halka du­
yurması kadar onları Buhârî’nin derslerinde bulunmaktan
men etmeye çahşmasmm mezhep tutuculuğundan ayn dü­
şünmek yanlış olur. Bütün bunlar göz önünde tutulduğun­
da söylenebilir ki, Buhârâ Valisi Buhârî’yi, sadece istekle­
rini kabul etmediği, emirlerini dinlemeyip kendisini halkm
gözünde küçük düşürdüğü, nihayet etrafmdakiler tarafın­
dan kışkırtıldığı için Buhârâ’dan sürgün etmemiştir. Onu
yurdundan çıkarmasına başta kendi görüşlerinin aksini sa­
vunması, halk arasmda daha çok onun görüşlerini benim­
senmesi sebep olmuştur.

Doğup büyüdüğü, yıUarmın geçtiği vatanından çıka­


rılmak Buhârî’ye Nişabur’dan çıkmaktafn daha ağır gelmiş­
ti. Nişâbur’dan çıkarken hiç değilse vatanına gitmek, orada
yerleşerek aralarından yetiştiği insanlara hizmet götürmek
umudu vardı. O zaman diUnden dökülen niyaz cümleleri
arasmda bu umudunu açığa çıkarmıştı. Oysa şimdi öz yur­
dunda kalmak hakkından mahrum bırakılmıştı. Vatanmda
kendisine bir yabancı gibi davranılmıştı. Bununla birlikte
yüreğini ferahlatan önemli bir nokta vardı. İlmin ve ilim
adamınm şerefini korumuş, inancından, fikirlerinden ve
doğru bildiklerinden fedakârhk yapmamış; taviz verme­
mişti. Sürgün edilmek, çile çekmek pahasına da olsa bun-
lan savunmuş, üzerlerine gölge düşmemişti. Kırılmıştı ama
eğilmemişti. Şahsiyetini yoğuran bu tutumunu kendisi dile
getirmiştir: "Buhârâ’ya ük geldiğin gün başından para ve
şeker saçılmıştı. Oysa bu gün.. Buna ne dersin?" Diyen bi­
rine verdiği şu cevap ne kadar anlamlıdır: "Hiç önemi
yok.. İnandığım şeylere zarar gelmesin yeter!"^®

Bununla birlikte inancı ne kadar sağlam, kişiliği ne


derece güçlü olursa olsun, Buhârî de bir insandı. Etten ke-

(38) Nub^lâ, 463.


38
inikten yaratılmıştı. Hizmet aşkıyla geldiği vatanından sür­
gün edilmenin ezikliği içinde bir an karmaşık duygulara
kapılmış, kendisini tutamayıp valiye ve etrafmdaki dalka­
vuk ruhlu yardakçılarına ilenmekten kendini alamamıştı:
"Allah’ım! Bana yapmak istediklerini onlara da göster!""

Kaynaklarımızın kaydettiklerine göre aradan bir ay


bile geçmeden vali, zahirîlerden gelen bir emir üzerine
halk tarafmdan yuhalanmış ve semersiz bir katır sırtında
Buhârâ’dan sürgün edilmiştir.^^ Daha sonraları ise bir hac
yolculuğu sırasmda Bağdat’a geldiğinde tutuklanarak zin­
dana atılmıştır. Ömrünün kalan kısmmı Bağdat zindanla-
rmda geçirerek perişan bir şekilde öhnüştür. Onu Buhârî’
ye karşı kışkırtanlara gelince, herbiri ya ailesinden ya da
çocuklarından bir zarar görmüştür.

Ölümü

Buhârî, vatanı olan Buhârâ’dan çıktıktan sonra, yu­


karıda da değindiğimiz gibi, semerkantlıların israrh davet­
lerine dayanamayıp Semerkant’a gitmek üzere yola düştü.
Yol üzerinde Orta Asya’nın bu târihî şehrine üç mil uzak­
lıktaki Hartenk Kasabasında akrabaları-vardı. Oraya var-
dığmda kendisini bırakmadılar. Yanlarına inmek zorunda
kaldı. Bu arada Buhârî’nin Semerkant’a gideceğini işiten
Buhârâ Valisi haber göndererek Semerkant’tan da çıkarıl-
masmı emeretmişti. H aber H artenk’e ulaştığında Buhârî’
nin üzüntüsü ^bir kat daha arttı. Öte yandan Hartenklilere,
bilhassa burada yerleşmiş bulunan ve yanlarmda kaldığı
a^abalarm a kendisi yüzünden bir zarar gelmesinden çeki­
niyordu. Bu yüzden artık orada kalamayacağmı düşündü.
Yola çıkmak üzere binek ha)^anı hazırlanmasmı istedi.
Hemen hazırladılar. Kaldığı yerden çıkıp hayvana binmek
üzere yirmi-otuz adım kadar gitmişti ki birdenbire vücu­
dundan soğuk bir ter boşandı. Anlaşılan hastalanmıştı. Ar-

(39) Bağdâd, 2/34.

39
tık bu durumda yola çıkamazdı. Çıksa bile kesinlikle yarı
yolda kalırdı. Zaten günlerden Ramazandı. Oruç aymı bu­
rada tamamlamaya karar vererek yolculuktan vaz geçti.

Son yıllarda başından geçenler kendisini hayli yor­


muş, yıpratmıştı. Bir gece ellerini gökyüzüne kaldırmış,
derin bir vecd içinde şöyle dua ettiği duyuldu; "Yâ Rabbi!
Artık Dünya bana dar gelmeye başladı. Ruhumu yanma
al!.." Aradan biraç gün geçti. Ramazanm son gecesi yatsı
vaktinden az sonra hayata gözlerini yumdu."*®

Cenazesi Semerkant’a götürülerek orada toprağa


verilmek istendiyse de son nefesini verdiği yerde gömül­
mesi daha uygun görüldü. Ramazan Bayramınm ilk günü­
ne rastlayan ertesi 1 Şevvâl 256 hicrî, (1 Eylül 870 milâdî)
Cuma günü Cuma namazı kılmdıktan sonra toprağa veril­
di.

Kaynaklarm çoğunda kaydedildiğine göre toprağa


verilişi üzerinden çok geçmedi. Halk arasında mezarma
bir ışık hüzmesinin indiği ve toprağından güzel bir koku­
nun yayıldığı söylentisi çıktı. Bunun üzerine gömüldüğü
yer halkın hücumuna uğradı.Kadın-erkek demeden meza­
rını ziyarete gelenler dönüşlerinde avuç avuç mezar topra­
ğı götürüyorlardı. Bu durum günlerce devam etti. Sonunda
neredeyse mezarın üzerini örten toprak tükeneyazdı. Ce­
set açığa çıkacak hale gelmişti. Bu durumu gören Buhârî’
nin akrabaları mezara kimseyi yaklaştırmamak için bekçi
tuttular. Ancak bu tedbirle de halkm hücumunun ve toprak
götürmesinin önüne geçemediler. Nihayet mezar etrafma
yüksekçe bir tahta perde yaptırdılar. Toprak ahnanm önü­
ne ancak böyle geçebildiler.'*^

(40) Bağdâd, 2/7.


(41) Şâfı’iyye, 2/15.

40
Buhârî’mn mezarı bugün H artenk’le birlikte Sovyet-
1er Bırlı|ı_ sınırları içinde kalmıştır. Halen Hartenk Kasa-
/ mıaret avlusu içinde bulunmaktadır. 1394 hicrî
5^ d a doğumunun hicrî takvim itibariyle
yudönümü hâtırası olarak başucuna yüksekçe bir taş
dikilmiştir. Üzerinde Arapça şunlar yazılıdır:

"Rahman ve Râhîm olan Allah’m adıyla.."Her can


olumu tadıcıdır." Ebediyet Bir Tek AUah’a mahsustur.

t AbdiUah Muhammed b.
Isma ıl b İbrahim b. Berdızbeh el-Buhârî el-Cu’fî’nin me-
ilminde hüccettir. el-Câmi’u’s-Sahîh’in
sahibidir. Hz. Peygamberin hadislerine yardımcı, ilim mi-
rasınm nâşırıdir. Allah razı olsun, 194 yılı Şevvalinin 13.
Cuma gunu Cuma Namazından sonra Buhârâ’da doğdu
B u h y âh hocalardan ilim aldıktan sonra hadis ilmini öğ-.
rendi. On altı yaşmı geçmeden anası ve kardeşi A hmet’le
bırükte hac yolculuğuna çıktı. Dört yü Mekke’de kaldıktan
şehirlere gitti. Ülkeler dolaştı. Büyük âHmlere
mülaki oldu. Sonunda hocalarmm sayısı bini geçti. İmâm
M usim, et-Tırmizî... ve el-Firebrî gibi birçok hadîs âHmi
kendisinden hadîs aldılar. İlim yolculuklarını tamamladık-
Un sonra vatanı Buhârâ’ya döndü. Burada bir süre kaldı.
Hadis okuttu.....çıkmcaya kadar halk ondan sahih hadîs­
ler aldüar....Yol üzerinde H artenk’e ulaştı. Akrabalarmın
yanına indi. Derken hastalandı. Çok geçmeden 256 yılı
Ramazan Bayramı gecesi (ne rastlayan) Cumartesi gecesi
Yatsı Namazı esnasında vefat etti....Buhârî gibi hâfız ve
muhaddıs...... Sahih hadîsleri topladı. Ömrü boyunca sevi»
a ÎÎ oldu). Yüce Allah’ın rahmet nuruna göçtü,
^ a h ondan razı olsun. Kendisinden razı etsin ve onu
Müslümanlarla birlikte hayırla ödüllendirsin. Amin.

11? olmalıdır; çünkü Buhari’nin Cuma gecesi öldüğü ko­


nusunda butun kaynaklar birleşmiştir. °

41
Bu mübarek ve bu değerli imaretle çevrili mezar
îmâm Buhârî ’nin doğumunun 12. asrı (1200) yıldönümü
münasebetiyle, sahibi üzerine selam ve saygı olsun, 1394
hicri yılmda............ "

Ayın görünüşü hesabma dayanan hicrî takvim itiba­


riyle altmış iki yıldan on üç gün eksik, milâdî takvime göre
ise altmış yıl, bir ay, on gün ömür sürmüş olan Buhârî,
kaynaklarda zayıf ve ince yapılı, uzuna yakm orta boylu ve
sağlam bünyeli biri olarak tanıtılmıştır.

Spor Sevgisi

Haklı şöhreti İslâm dünyasmm dört bir yanmı tutan


Buhârî, ata binmekte, bilhassa ok atmakta son derece us­
taydı. Kâtibi Ebu Ca’fer’in anlattığma göre ok atıcılığına
uzun yıllar devam etmiştir. Bu sporda hiçbir zaman geçil-
mediği gibi, attığı oklar sadece iki kere hedefini vurma-
mıştır.**^

Buhârî’nin Türklere has ata sporu olan güreşi de çok


sevdiği söylenmiştir. Tahsil hayatının başlamasından itiba­
ren kendisini daha çok ilme verdiği; hemen bütün vaktini
ilim aldığı; bunun yanı sıra uzun yıllarla spor olarak okçu­
luğu yeğlediği düşünülürse güreşe sadece gençlik yıllarmda
merak ettiği söylenebilir.

Kaynaklarımızda Buhârî’nin Ahmet isimli bir oğlun­


dan söz edilmiştir.

(43) Nubelâ, 437.

42
2. KİŞİLİĞİ VE FİKRÎ YAPISI
Ahlâkı

M âv rastlanan üstün bir kişüiee yüksek bir

tardid^sa s
^ konuşur; az uyurdu
nduzlerı yufka ekmeği yemez; onun yerine bazen iki üc
bahara, kİuan?
mazdı ^ y iy ip az uyumakla israftan kaçarak vaktini de
gerlendınrdı. Böylece hem kendi y e d ik le rd e n S a r î
na da İkram etmek fırsatı bulur; hem de ü m ^ ^ M a h 'a
kulluk vazrfe erine daha fazla zaman â y ıra b ^ M ^ ko
nuşmakla birlikte hoş sohbetti. Sözlerini agır a&r tane ta-
Soyleı dı. Son derece doğru sözlüydü. "Müslümanın va
lüman? »htiyacı yoktur" derdi. Bu sözleriyle m L "
umanların ozuyle sözüyle doğru ve dürüst o l S g ^ e k
f n a rz ^ e n -s M ü slü m a n rk fn d ti
ıçm arzü e ttı|ı şeyleri toplum için de birlikte yasadık kar
^ ş le n n e de layık göreceğine, bir de mahnın iL t o f y e r e "

(1) Nubelâ, 450.


43
Başkaları hakkında daima yumuşak bir dil kullanır;
kimsenin dedikodusunu yapmazdı. Gıybet denilen kötülü­
ğe asla yanaşmazdı. "Allah’ın huzuruna ömür boyu kimse­
nin gıybetinde bulunmadan çıkmak istiyorum "diyordu.^ Bu
sözüyle dedikodusuz hayatı benimsediğini vurgulamıştı. Bu
hasletini o derece ileri götürmüştü ki, hadîs râvîleri hak­
kında yazdığı meşhur eserinde ağır tenkit ifadeleri kullan­
maktan dikkatle kaçınmıştı. Bir gün etrafmda halka ol­
muş, söylediklerini can kullağıyla dinleyenlere "Kıyamet
günü kimsenin bana hasım olacağını zannetmiyorum" de­
di. Dinleyenler arasında bulunan kâtibi, "Bazıları et-Târî-
hu’l-Kebîr de insanların gıybetinde bulunduğunu söylüyor­
lar. Onlar sana hasım olurlar" deyince şunları söyledi: "O
kitapta hadîs râvileri hakkında söylediklerimizi kenjdiliği-
mizden söylemedik. Sadece işittiklerimizi rivâyet ettik". Bu
cevabı ile "gıybetin haram olduğunu öğrendiğimden bu ya­
na kimsenin dedikodusunu yapmadım" sözü^ Buhârî’nin bu
konudaki titiz tutumunu belgeler. Anlaşıldığına göre o, İs­
lâm ahlakının gıybet, dedikodu, başkalarmı çekiştirmek gi­
bi dil belâsı sayılan kötülükleri yasaklama prensibine haya­
tı boyunca uymuştur. ^

Buhârî’nin üstün ahlâkını oluşturan hasletlerinden


birisi de onun sözünde olduğu kadar özünde de dürüst ol­
masıdır. Dürüstlük Buhârî’nin kişiliğini daha da yüceltmiş-
tir. Nitekim kaynaklarımızın söz birliği etmişçesine bildir­
diklerine göre o, ömrü boyunca gerçek dışı herhangi bir
söz söylemediği gibi başkalarını kandırmak, iş ilişkilerinde
verdiği sözden dönmek gibi hallere de düşmemiştir. Bu
hasletinin bir görüntüsü olarak zarar görmek bahasma da­
hî olsa sözünden asla dışarı çıkmaz; söylediğinin aksini
yapmazdı. Şu olay bunu açıkça belgeler:Buhârî Buhârâ ve
Farab’da bulunduğu sıralarda babasmdan kalan toprakları

(2) Şâfı’iyye, 2/14.


(3) Hedy, 481.

44
emek sermaye ortaklığı yoluyla işletirdi. Bir hasat mevsimi
sonunda ortağı payına düşen çok miktarda ürün getirdi.
Arkasından birkaç tüccar gelerek bu ürünü satm almak is­
tediklerini söylediler. Pazarlık yapıldı. Buhârî tüccarların
verdikleri beş bin dirhem kâra razı olarak malını sattı. An­
cak vakit hayli ilerlemiş, karanlık basmıştı. Tüccarlara "Sa­
bah ola, hayır ola. Şimdi gidin. Mahnızı sabahleyin götü­
rün" dedi. Sabah olunca erkenden başka tüccarlar geldiler.
Aynı mallan öncekilerin verdiğinin iki katı kârla almak is­
tediler. Buhârî kabul etmedi. İsrar ettiler. "Bu mah dün
gelenlere satmaya karar verdim. Kararımdan dönmek ho­
şuma gitmez" dedi. Malı da bir gün önce söz verdiği tüc­
carlara teslim etti.**

Sözüne sadık oluşunun yanında son derece dürüsttü.


Rivayetlere bakıhrsa ölçü ve tartıda noksan yahut fazla öl­
çer tartarım; yahut bilmeden bir haksızlığa sebep olurum
korkusuyla hayatı boyunca elini ne bir ölçü veya tartı aleti­
ne sürmüş, ne de bir şey satın almıştır. Kağıt kaleme kadar
bütün ihtiyaçlarını rica ettiği tanıdıklannm veyahut hiz­
metçilerinin aldığını söylemiştir. îhtiyaçlarmı kendi adma
alanların eksik veya fazla tartabileceklerini yahutta hile
yaparak korktuğu haksızlığı onların yapabileceklerini söy­
lediklerinde " Ben onlarla yetiniyorum" demiştir.^

İç dünyası böylesine temiz ve zengin olan Buhârî, dış


dünyasmda da son derece temiz ve düzenli idi. Dilini ya­
landan dedikodu ve gıybetten temizlediği ölçüde bedenini,
elbiselerini ve kaldığı yeri temiz tutar, eşyalarmın tertipli
olmasına itina gösterirdi. Nakledildiğine göre ağızda kötü
kokması yi^ünden soğan, sarmısak, pırasa ve sümüklü
pancar denilen yiyecekleri hayatında bir kere bile olsun çiğ
olarak yememiştir.^

(4) Hedy, 480.


(5) Nubeiâ, 445.
(6) Nubeiâ, 445.
•ı-s
Buhârî’nin ahlâkına yücelik veren bir önemli hasleti
de herkesin iyiliğine çalışması; kimsenin kötülüğünü iste­
memesidir. Başkalarına zarar vermekten son derece kaçı-
nır; kimsenin zararına sebep olmak istemezdi. Nitekim
Buhârâ Valisinin Semerkantlılara onu şehirlerine sokma-
m al^ını emrettiği haberi H artenk’e ulaştığında oradaki
diğer hartenklilere kendi yüzünden bir
kötülük gelmesini istemediğinden hemen oradan ayrılma­
ya kalkışmıştı.
Kâtibi Ebu Cafer’in anlattığma göre bir keresinde
bırme hayli miktarda mal vermişti. Bir gün Farab’da bulu-
nuyorken Buhârî’ye borçlu olan adamm Amul’e geldiğini
haber verdiler ve "Oraya kadar gitmen lâzım. Şayet kendin
gidersen mahna karşılık adamı tutarsın” dediler. Buhârî
b a c a k lı olduğumuz adamı korkutmak bize yakışmaz" de­
di. Aradan zaman geçti. Borçlu Farab’daki dükkânma gel­
di. Ancak çok durmadı; Harzem’e gitti. Bu sefer Buhârî’ye
Amul Valisine adamın tutuklanarak hakkının geri alm-
ması için Harzem’e mektup yazmasmı söylemelisin" dedi-
1er. Ben onlardan bu konuda bir yazı alırsam onlar da
benden başka konularda yazı (fetva) almak isterler. Ben
dünya malı karşılığı dinimi satamam" cevabıîıı verdi. Ne
kadar uğraştılarsa da râzı olmadı. Nihayet onun izni olma­
dan valiye söylediler. Vali Harzem Valisine durumu bildi­
ren bir mektup yazdı. Buhârî bunu duyunca çok kızdı. "Ba­
na benden fazla şefkatli olmayın" dedi. Mecbur kalarak, bir
^ z ı da o yazdı. Yazısına gerekli belgeleri ekledi. Ayrıca
Harzem’de bulunan bazı tanıdıklarına borçluya iyi davra-
nıhnasını yazdı. Çok geçmeden borçlu Harzem’den Amul’e
döndü ve Merv taraflarına gitmeye kalktı. Bunun üzerine
Amul tüccarları bir araya geldüer. Valiye Buhârî’nin ken­
disine borcu olan adamı aramaya çıktığını haber verdiler.
Vali adama karşı zor kullanılmasını emrettiyse de Buhârî
buna razı olmadı. Borçlu ile her yıl on dirhem gibi az bir
para vererek borcunu ödemek üzere anlaştı. Borcun tutarı
yıım ı beş bin dirhemdi. Sonunda ise Buhârî’nin eline bu
borçtan bir kuruş bile geçmedi.^
(7) Nubelâ, 446.

46
Buhârî kimseye zarar vermediği gibi kimseyi hor da
görmezdi. Herkesin bir kıymet olduğuna ve değer taşıdığı­
na inanırdı. însanlann ırk, soy, mevki gibi gelip geçici
esaslara göre değil, Allah korkusundan kaynaklanan ahlâk
ve faziletle yüceleceklerini inanç haline getirmişti. Bundan
dolayı kimseyle alay etmez, kimseye karşı kibirlenmezdi.
Bu hasletlerini belgeyen iki olay vardır: Anlatıldığma göre
arkadaşı ve katibi Ebu Ca’fer ile birlikte bir gün Farab’da
ok atmak maksadiyle şehirden oldukça uzak bir yere gitti­
ler. Irmak kıyısında bulunan su arkma çıkan gedik üstüne
çıktılar. Atışa başladılar. Derken Buhârfnin attığı oklardan
biri ırmak üzerinde bulunan köprünün ayağma isabet etti
veoyağı kırdı. Buhârî bunu görünce atından indi. Oku çı­
kardı. Atışa son verdi. Arkadaşına artık döneceklerini söy­
ledi. Eve geldiklerinde ona,

-Bir isteğim var yapar mısm? diye sordu.

-Emrin itaat demektir. Buhârî ekledi,

-İsteğim kutlu kişileri rahatlatacak önemli bir istek.

Daha sonra oradakilere döndü,

- Ebu Ca’ferle birlikte siz de gidin. İsteğimi yerine


getirmede ona yardım edin, dedi. Bunun üzerine Ebu Ca’
fer,
•Hangi isteğin?diye sordu.

-Yerine getirecek misin?

-Tabii, emrin can baş üstüne!

- Köprünün sahibine git. Ona köprü ayaklarmdan bi­


rini kırdığımı; böylece ona zararım dokunduğunu haber
ver. Yerine yenisini dikmek için izin istediğimi; ya da be­
delini ödeyeceğimi söyle. Bana ve arkadaşlarıma hakkmı
helâl etsin. ı
I4 7
Köprünün sahibi farablı birisiydi. Ebu Ca’fer Buhâ-
ri’nin söylediklerini ulaştırınca şöyle dedi: - Buhârî’ye selam
söyle. De ki, ben hakkımı helal ediyorum. Mahm mülküm
sana fedâ olsun. Bunları nefsim için söylüyorsam yalan
söylemiş olayım. Ancak değil bir köprü ayağı, bütün malım
için bana değer vermesini de istemem.

Ebu Ca’fer "Bunları Buhârî’ye söylediğim zaman di­


yor; sevinçten gözleri parladı. Yüzünü belli bir aydınlık
kapladı. Sevindiğini açıkça belli ediyordu. O gün sevincin­
den kimsesiz gariplere beş yüz hadis yazdırdı. Üç yüz dir­
hem sadaka verdi.

Bir gün doğuştan gözleri görmeyen Ebu Ma’şer’le


aralarında şöyle bir konuşma geçti:

- Ebu Ma’şer! Bana hakkmı helâl et.

- Neden?

- Bir gün bir hadîs rivayet ettim. Sana baktım, hadîs


çok hoşuna gitmiş olmalı ki durmadan başmı ve elini saUı-
yordun. Bu halini görünce kendimi tutamayıp güldüm.
Onun için...

-Allah iyiliğini verin (bunun için hak mı geçer). Ben­


den yana bir hak varsa helâl olsun,®

Üstün ahlâkın bütün hasletlerini nefsinde yaşatan


Buhârî son derece cömertti. Hadîs derslerinden ücret al­
mazdı. Arazisinin geliri ve çahşarak kazandıklarıyla geçi­
nirdi. Kazancının çok az bir kısmını kendi ihtiyaçları ve evi
için ayırır; geri kalanını yoksullara, kimsesizlere ve hadîs
öğrencilerine sadaka olarak verirdi. Farab’da Buhârâ yolu
üzerinde kendi parasıyla rîbât denilen hadis okutacak bir
okul yaptırmıştı. Bina yapıhrken imeceye gelenler arasmda

(S) Nubelâ, 443,4.


kendisi de çalışmış; kerpiç ve zenbü taşımıştı, b ir gün çalı-
şanlara inek kesti, ikram etti. Yemekte Farâb’dan getirilen
ekmeklerin hepsi yendi. Sadece bir tek has pide kaldı. O
günlerde ekmeğin beş menni bir dirheme satılıyordu.^

Cömertliğinin yanı sıra kanaatkârdı. Hırs, tamah ne­


dir bilmezdi. Varlığa fazla sevinmeyen; yokluğa yerinme­
yen yaratılıştaydı. Bulduğuyla yetinir; bulamazsa sabreder-
di. Kimseden bir şey istemezdi. Talebe olarak Basra’da
bulunduğu sırada bir gün ortadan kayboldu. Birkaç gün
görünmedi. Arkadaşları aradılar. Bir evde çıplak vaziyette
buldular. Belki de günlerdir yiyecek bir şey bulamamış; so­
nunda elbise ve çamaşırlarını satmak zorunda kalmıştı.
Arkadaşları para verdiler. Yeni elbise ahp giydirdiler.

İlmî Yeri ve Değeri

Bütün Doğu ve Batı ilim adamları Buhârî’nin tarihin


kaydettiği en büyük hadîs âlimi olduğunda birleşmişlerdir.
Gerçekten o, yalnız devfinin değil, devirlerin âlimidir.
Yaygm şöhretine hadîs ilmindeki otoritesiyle birlikte İslâm
Hukukundaki ayrı yeriyle ulaşmıştır. .

Hayat hikâyesini anlatırken çeşitli vesilelerle söz ko­


nusu edildiği gibi, olağanüstü bir hafızaya sahipti. Okuduğu
bir kitabı hemen hafızasma alıyordu. Ebu Bekir el-Kelva-
zânî şöyle demiştir: "Muhammed b. AbdiUah el-Buhârî gi­
bisini görmedim. Alimlerden kitap alıyor, okuyordu. Oku­
duğu kitaptaki hadîsleri değişik rivayetleriye birlikte bir
okuyuşta ezberliyordu.”^®

Denilir ki, ilim zor kazanılır, ancak kolay kaybedilir.


Öyle görünüyor ki Buhârî bu sözün istisnasıdır; zira daha
önce de görüldüğü üzere öğrendiklerini sağlam bir şekilde

(9) Aynı eser, 450. Bir men 257 dirhem tutan bir ağırlık ölçüsüdür. Doku­
zuncu asırda Buhârâ ve çevresinde ekmek narhını gösteren bir belge ola­
rak aynen almayı uygun gördük.
(10) Nubelâ, 416. 49
öğrenmiştir. Bunu gerçekleştirebilmek için yılmadan çalış­
mış, yorulmak bilmez gayret göstermiştir. Buhâralı Mu-
hammed b. Yusufun anlattıkları bunu gösterir:"Bir gece
Buhârî’nin evinde kalmıştım. Saydım, bir şeylere bakmak
ve notlar almak maksadiyle bir gecede tam on sekiz kere
kalktı. Kandili yaktı, çalıştı." Kâtibi ve arkadaşı da aşağı
yukan aynı şeyleri söylemiştir: "Buhârî ile beraber yolculuk
yaptığımız zaman arada bir sıcak yaz günleri dışında hep
aynı yerde kalırdık. Bakardım da bir gecede on beş, yirmi
kere kalkar; çakmağını çakarak önce ateş yakar; sonra
kandili ateşlerdi. Sonra da birkaç tane hadîs çıkarır, onları
öğrenirdi.^^

Bununla birlikte Buhârî, öğrenimini yaparken öğ­


rendiklerini tek yönlü olarak değil, daha iyi anlamasma
yardımcı olacak şekilde detaylarıyla öğrenmişti. Daha kü­
çük yaşlardan itibaren hadîsleri râvileri hakkındaki bilgile­
rin yanısıra sahih olup olmakdıklanyla birlikte öğrenmesi
bunun görüntüsüdür. Bu yan bilgilerin daha iyi öğrenmeye
yol açarak işini kolaylaştırdığma ve öğrendiklerini unut­
mamasında geniş ölçüde yardımcı olduğuna şüphe yoktur.
Şu sözleri hadîsler üzerinde gösterdiği titizlik kadar onlan
sağlam bir şekilde ve etraflıca öğrendiğinin ayrı bir belge­
sidir: "Öğrendiğim nice hadîsler vardır ki, Basra’da işittiğim
halde Şam’da yazdım. Öyle hadîsler de var ki, Şam’da işit­
tim; ancak Mısır’da yazdım."^

Şu hale göre Buhârî, bir hadîs meclisine gittiği za­


man orada okutulan hadîsleri değerlendirerek ve unutul-
mamasına yardımcı olacak şekilde etraflıca öğrenmiştir.
Bu sağlam öğrenim metodunun ona çok şeyler kazandırdı­
ğı muhakkaktır.

(11) Bağdâd, 2/13.


(12) Bağdâd, 1/11.

50
D u-' ^'astlanmayan bir kimse olan
Buharı, bilgi yönünden de benzersizdi. Henüz gençlik yıl­
larında, hatta çocukluk günlerinde iken zaman zaman bil-
gısme başvurulduğunun örnekleri yukarıda geçmişti. Ken­
disi de bunu söylemiştir: "Hadîs öğrenmek için hangi âU-
mm yanına gittıysem, ondan faydalandığımdan çok o ben­
den istifade etti." 3 Gerçekten daha ders aldığı yıllarda pek
çok hocasmm hatasmı düzeltti. Hadîslerini gözden geçirip
sahıhlermı sahih olmayanlardan ayırt etti. Söz gelişi hocası
ismaü b. E bı Uyeys onun inceleyip beğendiği hadîsleri
kopya etmişti. Bir çok hadîs âlimi hadîslerini Buhârî’nin
beğendiğim söyleyerek savunurlardı.

Buhârî nin olağanüstü hadîs bilgisi pek çok âlime


korku vermiştir. Buhârâ’da iken derslerine katıldığı Mu-
hammed b. Selâm bu konuda "Bu çocuk ne zaman dersime
gelse ıçımı bir ürperti kaplıyor. Şaşırıyor, hadîsleri birbiri-
O dersten gidinceye kadar korku
turlu gitmiyor" demiştir.l^

Buhârî’nin hadîs ilmindeki otoritesini açıkça ortaya


koyan pek çok olay vardır. Birkaçmı daha kaydetmeden
geçemeyeceğiz. ’

fti- • Nişâbur’da hadîs okutuyordu. Meşhur hadîs


âlımı Müslim de oradaydı. Derken mecliste bulunanlardan
om Kalkarak dedikodu yapılan bir meclisten kalkarken dua
edü^se yapüan dedikoduların keffâreti olacağı konusun»
daia hadisi Ibn Cureyc-Musa b. Ukbe-Suheyl b. E bî Sâ-
üh-Babası-Ebu Hureyre isnadiyle rivayet etti ve Buhârî’ve
n ^konusundaki fikrini sordu. Müslim hemen atıla­
rak Dünyada bundan sağlam isnad var mıdır? Baksana,
Ibn Cureyc Musa b. Ukbe’den, o da Süheyl b. Ebî Sâlih’ten
rivayet etmiş. Bu kadar kuvvetli bir isnatla gelen hiçbir

(13) Nubelâ, 211.


(14) Nubelâ, 411.
51
hadîs gördün mü?" dedi. Fakat Buhârî Müslim’e katılma­
dı. "Güzel bir hadîstir. Ancak gizli bir kusuru vardır" de­
mekle yetindi. Bunun üzerine Müslim’i bir titreme aldı.
”Sübhânâllâh! dedi; gizli kusuru neyse söyle de görelim."
İsrar etti ama Buhârî o hadîsin taşıdığı gizli kusuru söyle­
mek istemedi. Müslim İsrar etti. Kajktı, Buhârî’nin yanma
gelerek başını öptü. Neredeyse ağlayacak hale geldi. Bu
kadar İsrarı gören Buhârî dayanamadı, "öyleyse yaz, dedi,
haddesenâ Musa b. İsmail; haddesenâ Vuheyb; Haddesa-
nâ Mûsa b. Ukbe; an Avn b. Abdillâh kâle, kâle Resûlullâh
(s.a) ...”15 ve aynı hadîsi rivayet etti. Buhârî’nin bu sözü
üzerine Müslim, hadîsteki kimsenin farkedemediği sahâbî-
nin atlanmasından ibaret kusuru ortaya konulduğundan
kendisini tutamadı, "Sana kin besleyen ancak hasedinden
besler. Dünyada senin bir benzerin olmadığma şehadet
ederim" dedi.^^

Bir gün Abdullah b. Abdirrahmân ed-Dârimî’ye


"Yalancı nefsi kendisine ihanet ettiği için yalan söyler" ha­
dîsini sordular ve Buhârî’nin bu hadîse sahîh dediğini söy­
lediler. Dârimî şöyle dedi; "Buhârî benden daha derin gö­
rüşlüdür; çünkü onun işi gücü hadîstir. Bense hastayım.
Başka işlerim de var. O, Allah’tan (gelen kabiliyetle) Kur
an’daki emir ve yasakları iyi anlamıştır. AUah’m Peygaın-
berinin dilinden emredip yasakladıklarını da çok iyi bi-
Ur..."17

Amr b. Ali el-Fellâs’ın talebelerinden biri Buhârî’ye


bir gün bir hadîs sorar. Buhârî "bilmiyorum" cevabmı ve­
rir. el-Fellâs’ın adamları bunu duyunca "Demek Buharî’nin

(15) Bir hadisin rivayet yolunu böyle sözler kullanarak haber vermeye is-
nad adı verilir. Buhârî burada o hadisin kendisine ulaşıncaya kadar takıp
ettiği rivâyet yolunu vaber vermiş oluyor. Ondan sonra Avn. b. AbdiUah
isimli râvînin tabunden olduğu halde "Hz. P(^gamber şöyle buyurdu di­
yerek hadisi naklettiğini bildiriyor.
(16) Tecrîd Mukaddimesi, 177, 8.
(17)N ubeIâ, 427.
52
bilmediği hadîs de varmış" diyerek çok sevinirler. el-Fel-
lâs’a giderek durumu haber verirler. Onun söylediği şu
sözler Buhârî’nin hadîs ilmindeki otoritesinin en özlü ifa­
desinden başka bir şey değildir: "Buhârî’nin bilmediği ha­
dîse hadîs denilmez.."

Metodu

Buhârî’yi hadîs ilminde eşsiz bir otorite haline geti­


ren hususlar vardır. Bunlardan ilki ve en önemlisi kullan­
dığı sağlam İlmî metotlarıdır. O seleflerinin yıllarca uygu­
ladıkları metotları geliştirmiş, daha düzenli ve yaradı şekle
getirmiştir. Bunun yanısıra getirdiği yeniliklerle hadîs me­
todolojisinin sağlam kaidelerini daha da sağlamlaştırmış­
tır. Söz gelimi, kendisinden önceki hadîs âlimleri eserleri­
ne Hz. Peygamber’in hadîsleriyle birlikte sahâbilerin söz­
lerini, onlardan sonra gelen nesil olan Tâbi’îlerden gelen
rivâyetleri de almışlardır. Bunun yanısıra Buhârî’den önce
yazılan hadîs kitaplarında sahih hadîslerle birlikte hasen
denilen ve sahihle zayıf arası hadîsler ve zayıf olanlar da
vardır. Oysa Buhârî ölümsüz eseri el-C âm iV s-Sahîh’de
sadece sahih olan hadîslere yer vermiştir. Bu kuşkusuz
devrine göre önemli sayılabilecek bir yenilik olduğu gibi,
sağlam bir ilmi metottur.

Bununla birlikte onun el-C âm iV s-Sahihe aldığı ha­


dîsler hemen hemen bütünüyle rivayet zinciri kesiksiz
olanlardır. Ayrıca rivayet zincirini oluşturan râvilerin he­
men hepsi Hadîs Metodolojisi açısından rivayetini redde
sebep olan yalancıhk, yalan söylemekle itham edilmiş ol­
mak gibi kusurlarla tenkide uğramamış kimselerdir. Buhâ­
rî’nin, hakkında haklı veya haksız eleştiri olan râvilerden
aldığı hadîsler son derece azdır. Sahihte şayet böyle kim­
selerden aldıp hadîse yer vermişse metot olarak aynı ha­
dîsin başka rivayet kanahndan nakledilen şeklini de vere­
rek onu kuvvetlendirmiştir.

Buhârî’nin Hadîs Metodolojisi ilmine getirdiği en


53
önemli yenilik, kendisinin koymuş olduğu, bir hadîsin sahih
sayılabilmesi için onu riyavet eden râvilerin birbirleriyle
görüşmüş ve birbirlerinden hadîs almış kişiler olması şartı­
dır. Ona göre bir râvi, hadîs oldığı hocası ile görüşmüş ve
ondan hadîs almışsa hadîsinde yalan olma ihtimali kal­
maz. Ayrıca hadîsin sıhhatine engel teşkil eden rivayet zin­
cirinde kopukluk olma ihtimali son derece azalır; hatta or­
tadan kalkar. Dolayısiyle hadîse güven hasıl olur. Bu me­
tot onun kronolojiyi İlmî tenkitte kuUamşmın açık bir gö­
rüntüsüdür.

Özellikle el-C âm îV s-Sahîh’te kullandığı İlmî metot­


lardan birisi de bir hadîsi konusuna göre bölerek değişik
yerlerde vermesidir. Onun bu metodu şöyle anlatılmıştır:
"Allah’ın rahmeti üzerine olsun, Buhârî, bazan bir hadîsi
birkaç yerde verir. Her verdiği yerde o bölümün gerektir­
diği mânâyı çıkaracak kısmını nakleder. Aynı isnad ve aynı
metinle bir hadîsi iki yerde tekrar ettiği son derece nâdir­
dir. B ir hadîsi tekrar ettiğinde başka yoldan rivayet eduen
şeklini verir ve bundan bazı faydalar gözetir. Söz gelişi bir
hadîsi bir sahâbîden rivayet etmiş bulunursa maksadı o
hadîsi meşhur hadîs haline getirmektir. Bu uygulamanın
görünüşe göre tekrardan bir farkı da bazı râvîlerin tam
olarak, diğer bazılarının ise kısaltarak rivayet ettikleri aynı
hadîsin hangi lafızlarmın han^ râvîye ait olduğunu ayırt
ederek göstermektir. Bunun için de her birinden nasıl
nakledilmişse hadîsi öylece rivayet eder. Hadîsi nakleden
râvide bir şüphe varsa böylece gidermiş olur..."^®

Diğer taraftan Buhârî, kendi zamanına kadar hiçbir


hadîs âliminin uygulamadığı bir metot uygulayarak kitabı­
nın bölüm başlıklarına İslâm Hukuku’nun çeşitli meşeleri­
ni delilleriyle birlikte serpiştirmiştir. Bunu yaparken yerine
göre delil olarak verdiği hadîsleri isnadsız olarak naklet-
miştir.

(1 8 ) N u b e lâ ,4 2 4 .,
Bütün bunlar ya Buhârî tarafından ilk defa ortaya
konulmuş, ya da daha önceden uygulanmakla birlikte onun
tarafmdan daha tertipli ve sağlam bir şekle getirilmiş ümî
metotlardır. Hepsi de pratikte faydah olduklarından sağlam
İlmî metotlar olarak benimsenmişlerdir. Buhârî de bu me­
totları gerek geliştirerek, gerekse kullanarak büyük takdir
toplamış, hadîs ilminde büyük bir otorite sayılmıştır. Ayn»
ca böyece İlmî tenkidin bir koluna öncülük etmiştir.

Kısacası engin hadîs bilgisi, keskin zekâsı, güçlü hâ-


fızası ve son derece sağlam ilmî metodu Buhârî’yi devirle­
rin eşsiz hadîs âlimi haline getirmiştir. Nitekim Basra,
Şam, Hicaz, Küfe ve Bağdat gibi zamanının en büyük ilim
merkezlerinde yaşayan isim yapmış âlimler onu bütün
âlimlerden üstün tutmuşlardır. Onun sanki hadîs ilmi îçin
yaratılmış olduğunu söyleyenler hiç de az değildir. Dahası
var, hadîsle meşgul olup Buhârî’nin yanına gitmemeyi, on­
dan ders almamayı büyük kusur sayanlar da olmuştur. Bu
konuda şöyle bir olay anlatılır: "Bir keresinde İbn Münîr
isimli bir hadîs âliminin talebelerinden biri, bir iş için Bu-
hârâ’ya gitmişti. Döndüğü zaman İbn Münîr ona Buhârî’yi
görüp görmediğini sordu. Talebe görmediğini söyledi. Bu­
nun üzerine "Buhârâ’ya gidiyorsun, Buhârî’nin yanma uğ­
ramadan geliyorsun. Artık senden hayır gelmez" diyerek
yanından kovdu."^^

Her yönüyle olgun bir insan, benzeri görülmemiş


büyük bir âlim olan Buhârî’yi İbn Sâ’id isimli bir âlim, sırf
ilimdeki ciddi tutumunu, araştırıcı ve tenkitçi zihniyetini ve
tuttuğunu koparan dirâyetini göz önünde tutarak oldukça
garip görülebilecek şu sözlerle nitelemiştir: el-Keb§u’n-
Nattâh, yâni inatçı keçi.. Ne var ki, bu sözlerin onu yer­
mekten çok, azmini ve bilhassa ilim disiplinini öğen bir de­
yim olarak kabul edilmesi gerektiğine işaret etmeliyiz.

(19^ Tecrîd Tercümesi, I/VII.


Bazı Görüşleri

Buhârî, zamanın siyasî ihtilâflarına karışmamış,


mezhep kavgalarına girmemiştir. O, yerinde bir deyişle
hasbî bir ilim adamıdır. İlmi her şeyin üstünde tutmuş; il­
min ve ilim adamının şerefini korumasını bilmiştir. Bunu
sağlamak uğruna karşılaştığı bazı güçlüklerden yukarıda
bir nebze söz edildi. O ilim hayatı boyunca aynı zamanda
ilim adamının ilmini toplum yararına adaması gerektiğini
de göstermiştir. Bu düşünce ile idarecilere yakın olmama­
ya dikkat etmiştir. Denilebilir ki bütün ömrünü ilme, özel­
likle hadîse ayırmıştır. Ona göre hadîs öğrenmek Allah’ın
Son Elçisi Hz. Muhammed’le birlikte olmaktır.

Ahlâk yönünden yumuşak huylu oluşu birçok husus­


ta kendini belli eder. Ancak dînî ve inancı konusunda son
derece dikkatlidir. Bunlarda asla taviz vermemek tarafta­
rıdır. Nitekim Hz. Peygamberin ağzından hadîs uydurarak
dini kökünden sarsmaya varacak kadar ileri gidenlere
merhamet edilmemesi görüşündedir. Ona göre böyleleri
şiddetle dövülmeli, ömür boyu hapsedilmelidir. Böylesine
sert ve acımasız davramiması gerektiği onun dinini uydur­
malardan ve hurafelerden uzak asıl şekliyle korunması
inancından kaynaklanır.

Buhârî’ye göre bir irtsan, bir işe girişeceği zaman iyi


düşünmeli, önünü sonunu en küçük noktalarına kadar he­
sap ederek karar vermeli, karar verdikten sonra da azim
ve cesaretle uygulamalı, karşılaşacağı güçlüklere göğüs
germelidir. Onun bu görüşüne dair bir de rivayet vardır.
Aynen nakledilmesinde fayda görüyoruz.

"... Buhârâh Ebu Muzaffer Muhammed b. Ahmet


anlatmıştır: "Ebu’l-Abbâs el-Velîd b. İbrahim el-Hemedâ-
nî Rey kadılığından alındığı zaman Buhârâ’ya geldi. Bir
gün hocam İshâk b. İbrâhim el-Huttelî beni aldı, ziyaretine
götürdü. "Sizden bu ,çocuğa hocalarınızdan işitti^niz ha­
dîsleri öğretmenizi rica ediyorum" dedi. el-Velîd, "Benim
56
hadîs işitmişliğim yoktur" cevabını verdi. Ebu Muzaffer
"Fıkıh bilginisiniz. Nasıl hadîs işitmiş olmazsınız?" deyince
şunları anlattı: "Erginlik çağına henüz ulaştığım sıralarda
iç ^ d e hadîs öğrenmek arzusu uyanmıştı. O sırada Buhâ-
râ’da bulunan büyük hadîs âlimi Buhârî’nin yanına gittim.
Ona hadîs öğrenmek istediğimi söyledim. Beni talebeliğe
kabul etmesini rica ettim. Sözlerimi dikkatle dinledikten
sonra bana,

- Bak oğlum dedi; önünü sonunu düşünmeden, bir


de güçlüğünü göze almadan sakın bir işe girişme. Ben,

- Sizden istediğim şeyin önünü sonunu bana anlatın,


dedim. Şunları söyledi;

- Şunu iyi bil ki insan şunları yapmadıkça olgun bir


hadîsçi olamaz: Dört şeyle beraber dört şeyi yazmadıkça..
Tıpkı dört şey gibi; dört şeyi yazdığı gibi.. D ört halde; dört
yerde.. Dört nesne üstüne; dört kişiden; dört şey için yaz­
madıkça...
Bu dört şeyin hepsi ancak dört şeyle olur; dört şey­
le gerçekleşir. Bunların hepsİ tamamlanınca artık dört şe­
yin sırası gelmiştir. O zaman da dört belâ ile karşılaşır.
Bunlara sabrederse Allah onu Dünyada dört nimetle yü­
celtir. Ahirette de yİne dört nimetle ödüllendirir. Ebu
Muzzaffer bü sözler üzerine,

- İyi yürekli bir insan için bu dörtler nelerdir? Bun­


ları yeterince açıklayın da içimiz ferahlasın, dedi. Buhârî,

- Peki, cevabını verdi ve açıklamaya başladı. Hadîsçi


olacak kimsenin yazmak ihtiyacında, olduğu dört şey Hz.
Peygamber’in hadîsleri; Yüce Allah tarafından getirdiği
dine ait hükümler; sahabîler ve sayıları; tabiîler ve öteki
âlimlerle herbirinin hayat hikâyeleri, halleri, doğum ve
ölüm tarihleridir. Bunları hadîsleri rivayet edenlerin isim­
leri; künye veya lâkabları; yerleştikleri yerler ve yaşadıkla­
rı devirlerle birlikte yazmalıdır.
57
Hepsini, hatibin sözlerine Allah’a hamdederek baş­
laması, dua ederken kelimeleri tane tane söylemek; bir su­
reyi okumadan önce "Besmele" çekmek; tekbir aldıktan
sonra Hz. Peygamber’e salavat getirmek gibi tabii bir şe­
kilde yazıya geçirmelidir...

İsnadı tam olan hadîsleri yazdığı gibi, rivayet zinci­


rinde sahâbinin atlandığı mürsel hadîsleri, sahâbi sözlerin­
den ibaret mevkuf; tabiîlerin sözlerinden oluşan maktu ri­
vayetleri de yazmalıdır. Küçük yaşlarda; aklı erdiğinde;
gençliğinde ve olgunluk çağında, bu dört halde yazmah...

Başka işi de olsa; boş zamanında; fakir de olsa; zen­


gin de olsa yazmalıdır... Dağ başında bulunsa; karada ya­
hut denizde olsa yazmalı; çölde gitse yine yazmalıdır. Kâ­
ğıda geçirinceye İcadar taş, deri, kemik, düz ve saykal ne
bulduysa onun üstüne...

İlimde kendisinden üstün olandan; kendi akranm-


dan; daha aşağı durumda olandan; babasının kitabı oldu­
ğunu kesinlikle bildiği kitaptan yazmalıdu*...

Sırf Allah rızasını kazanmak; Allah’ın kitabı Kur’


ân*ı Kerim’e uyanlarıyla amel etme; isteklileri arasında
yayılmasını, bir de öldükten sonra isiminin yaşamasını sağ­
layacak eser vermek için yazmalıdır.

Bütün bunlar ancak okuma yazma bilmek; çok çalış­


mak; konuştuğu dili iyi bilmek, nihayet o dilin gramerini
iyice öğrenmekle olur. Allah vergisi kabiliyet; sıhhat; azim
ve gayret, son olarak da öğrendiklerini akılda tutmakla
gerçekleşir.

İlim yolcusu bunları tamamlayınca artık evlenmek;


çoluk çocuk sahibi olmak; helâlinden ihtiyacına yetecek
kadar mal-mülk edinmek; bir yere yerleşip orayı vatan bil­
mek sırası gelmiş demektir. Şu var ki, bunları yaptığında
düşmanlıkla; dostlarının acı sitemleriyle; cahil ayak takı-
minin dil uzzatmasıyla; dahası bilginlerin hasediyle karşı­
laşır. Bu sıkıntılara katlanırsa Allah onu Dünyada kanaatle
itibar, ilim lezzeti ve isminin ebediyete kadar yaşaması ni­
metleriyle yüceltir. Ebedî hayatta ise Şefaat; Allah’ın kud­
retinden başka kudretin olmadığı hesap günü Arş’ın gölge­
sinde barınmak; Hz. Muhammed’in Kevser Havuzundan
kana kana içmek; Peygamberlere, Sıddıklara, Allah yolun­
da ve vatan uğruna cari vermiş, kan akıtmış şehitlere yakın
olmakla ödüllendirir.. İşte böyle yavrum! Sana hocalarım­
dan öğrendiklerimi özlüce aktardım. Benden istediğini
bunları göz önüne alarak iyi düşün, öyle kabul et. Gözün
kesmezse bırak."

Buhârî’nin bu sözleri beni endişelendirmişti. Bir şey


diyemedim. Başım önümde düşünmeye başladım. Benim
bu hâlimi görünce sözlerine şöyle devam etti.

- Bütün bu sıkıntılara gögüs geremezsen sana İslâm


Hukuku öğrenmeni tavsiye ederim. O ilmi evinde de öğ­
renmek imkânın var. Ayrıca İslam Hukuku öğrenmek için
uzak yerlere yolculuk yapmak, ülkeler dolaşmak, denizler
aşmak ihtiyacı da duymazsın. O ilinj de Hadîs İlminin
meyvesidir. Onu öğrenen âlimin Ahiretteki sevabı hadîs
öğrenenin sevabından hiç de az değildir. Şerefi de hadîsle
meşgul olanın sevabından aşağı kalmaz.

"Buhârî’nin bu sözlerini işitince içimdeki hadîs öğ­


renmek azmi kırıldı. Onun yerine gönlüme İslam Hukuku
öğrenmek arzusu düştü. Bu ilme çalışmaya başladım. O
yüzden bu çocuka öğretecek hadîsim yok.."^®

(20) el-İlmâ’, 30-34.


3. e s e r l e r i

Buhârî’nin ismini ebediyete kadar ölümsüzleştiren


hayli kıymetli eseri vardır. Uzun yılların ve yılmak yorul-
fnak bilmez gayretlerin mahsulü olan bu eserlerini liste ha­
linde sıralayıp herbiri hakkında kısa bilgiler veriyoruz.

1. el-Câmi’u’s-Sahîh: Bu büyük eserden ilerde ayrıca


söz edilecektir.

2. et-Târîhu’l-K ebîn Zamanına gelinceye kadar ya-


şanii§ hadîs râvileri hakkında çok değerli bir eserdir. Bu-
hârî bu eserini henüz on sekiz yaşlarında iken Medine’de
yazmıştır.

Hz. Peygamber’e saygı için olacak, Muhammed


isiiTilüerden başlayıp daha sonra harf sırasına göre sırala­
n a n hadîs râvileri hakkında kısa bilgiler ve çok kere hadîs
ilniinde güvenilir olup olmadıklarına dair verilmiş hüküm­
lere yer veren benzersiz bir kaynak eserdir.

Yaklaşık on üç bin kadar râvî hakkında bilgiler ve­


ren, elimizdeki en eski kaynaklardan biri olan et-Târîhu’
ul-Kebîr’in İstanbul’da Süleymaniye Kütüphanesi Ayasof-
ya Bölündü; Topkapı Sarayı Kütüphanesi 3. Ahmet Bölümü
ve Köprülü Kütüphanelerinde kısımlar halinde kıymetli
yazmaları vardır. 1941-1945 ve 1959-1963 tarihleri arasında
iki kere basılmıştır.

Mısırh bir âlimden nakledildiğine göre Duhârî za­


manında otuz kadar âlim Dünyada tek ihtiyaçlarının bu ki-
tabı olduğunu söylerlermiş!^

3. et-Târîhu’I-Evsat: Adından et-Târîhu’l-Kebîr’in


kısaltılmışı olduğu anlaşılmaktadır.

^l^^Nubelâ, 426.

60
4. et-Târîhu’s-Sağîn Bu da değişik bir metotla e t -
Târihu’l-Kebîr*den özetlenmiştir. Dolayısiyle o kitapta ve­
rilen bilgiler bu eserde daha da kısaltılarak ve tertipleri
değiştirilerek verilmiştir.

Bu kitabını Buhârî şöyle tanıtmıştır: " Bu, Hz. Pey­


gamber, Muhacirler, Ensâr, Tabiîn ve daha sonra gelenle­
rin tabakaları, ölüm tarihleri, nesebleri, künyeleri ile hadî­
sine rağbet edilen muhaddisler konularındaki muhtasar bir
kitaptır..." ^ Buradan anlaşılmaktadır ki Buhârî, bu eserin­
de Hz. Peygamber zamanından başlayıp Islâm Tarihinin
yaklaşık ilk iki asrında yaşayan bazı önemli şahıslar hak­
kında kısa târihî bilgiler vermiştir.

et-Târîhu’s-Sagîr de iki kere basılmıştır. Bunlardan


ilki 1325/1907 tarihli Hindistan; İkincisi ise 1397/1977 ta­
rihini taşıyan Kâhire baskısıdır.

5. Kitabu’d-Du’afâ’rs-Sağîr: Hadîs Metodolojisi ka­


idelerine göre rivayetine güvenilemeyecek zayıf râvilere
ayrılmış küçük hacimli bir eserdir. İstanbul Lâleli Kütüp­
hanesinde bir yazma nüshası bulunmaktadır. Basılmıştır.

6. et-Târîh fî MaVifeti Ruvâtri-Hadis ve N akaletf


l-Asâr ve ’s-Sunen ve Temyizi Sikâtihim min Du^afâ’ihlm:
Bu eser de admdan anlaşılacağı üzere bir kısım hadîs râvi-
lerinin güvenilir olanları ile zayıflarına ve bazılarının ölüm
tarihlerine dairdir. Topkapı Sarayı Kütüphanesi Medîne
kısmında bir yazma nüshası bulunmaktadır.

7. et-Tevârîh ve’l>£nsâb: Bazı hadîsçilere dair fayda­


lı tarihi bilgiler veren bu eser ne yazık ki tertipsizdir. Top-
kapı Sarayı 3. Ahmet Kütüphanesinde yazma bir nüshası
vardır. Henüz basılmamıştır.

(2 ) S a g î r ,I /l .
8. KitâbuU-Kunâ; Daha çok künyeleriyle tanınan
hadîsçilerin isinılerine dairdir. Künye veya lakablanyla bi­
linip isimleri bilinmeyen şahıslarm kim olduklarını bilmek
bakımından son derece faydalı olan bu kitap önce
1360/194rde Haydarabat’ta, daha sonra ise et-Târîhu’
I-Kebîr’in dokuzuncu cildi olarak yine Haydarâbat’ta ba­
sılmıştır.

9. el-Edebu’I-Mufred: İslam ahlâk ilkelerine dair ha­


dîsleri bir arada toplayan değerli bir kaynaktır. İstanbul’da
Feyzullah Efendi, Topkapı 3. Ahmet Kütüphanelerinde bi­
rer yazması bulunmaktadır. İlk olarak 1306/1888 yılında
İstanbul’da daha sonra Kâhire’de de basılmıştır. Türkçeye
çevrilerek "Ahlâk Hadîsleri" başlığı altmda iki cilt halinde
İstanbul’da yayınlanmıştır.

10. R eru’I-Yedeyn fi’s-Salat: Namaza başlarken elle­


ri kaldırmak konusuyla ilgili küçük boyda bir risâledir. Or­
duca tercümesiyle birlikte 1256/ 1840’ta Kalküta’da basıl­
mıştır. 1299/1881 tarihli Delhi baskısı da vardır.

11. Kitâbu4-Kırâ*ati Halfe’l-îmâm: Cemaatle namaz


kılarken imamın arkasında okumak konusundadır ve risâle
şeklindedir. 1299/1881 tarihfnde orduca tercümesiyle be­
raber "Haynı’l-Kelâm fiU-Kırâ’ati Halfe’l-îmâm" başlığıyla
Delhi’de basılmıştır. 1320/1902 tarihli ayrı bir baskısı daha
vardır.

12. Halku E fâ iri-İb â d ve^r-Reddu ale’l-Cehmîyyes


Kelâm ilminde önemli bir konu olarak görünmüş olan ku­
lun fiillerinin yaratılmış olup olmadığı problemine ayrıl­
mıştır. Ayrıca Ehli Sünnet dışı bir itikadı mezhep olan
Cehmiyenin görüşlerine cevap mahiyetindedir. İstanbul’da
Reisu’l-Küttâb kitaplığında bir yazma nüshası bulunmak­
tadır. 1306/1888 de Delhi’de basılmıştır. Bu kitap, Buharı’
nin aynı zamanda bir kelâmcı olduğunu ortaya koymakta­
dır.
62
13. el-Akîde (veya) et*Tevhîd; Bir Allah’a inanmak
konusunda kaleme alınmış ciddî bir çalışmadır.

14. Ahbâru^s-Sıfât^s İsminden Allah’ın sıfatları ko­


nusunda yazümış bir eser olduğu anlaşılmaktadır. Bu ve
bundan önceki eser Kelâm ilmiyle ilgilidir.

Buhârî’ye nisbet edilen bunlardan başka bazı eserler


daha vardır. Ancak bunların Buhârî’ye*"ait olduğu şüpheli­
dir.

el-CâmiVs-Sahih

Muhammed b. İsmail veya Buhârî ismini ölümsüz­


leştiren eser, Sahîh-i Buhârî adıyla da bilinen el- Câmi’u’
s-Sahîh’tir.Tamamen sahîh hadîslerden meydana gelen bu
eserine Buhârî, el-Câmru’s-Sahihu4-MusneduU-Muhta-
sanı min Umûri Resûlillâh (s.a) ve Sunenihî ve Eyyâmihî
adını vermiştir. Bu uzun isim kısa adiyle Sahîh’in bütün
özelliklerini gösterecek nitelikte görülmüştür. Buna göre o
isimdeki el-Cârnl’u kelimesi kitabın câmi türünde bir eser
olduğunu ve belli başh konulardaki bütün hadîsleri bir ara­
ya topladığını ifade eder. es-Sahîhu sıfatından sadece sa­
hîh hadîslere yer verdiği anlaşılır. el-Musnedu kelimesi, is­
nadı kesiksiz hadîslerden meydana geldiğini gösterir.
el'Muhtasaru kelimesi de bütün hadîsleri değil, Buhârî’nin
bu kitabını tertip ederken göz önünde tuttuğu şartlara
uyan sahîh hadîslerden bir kısmını aldığını bildirir. Diğer
kelimeler ise onu yalnızca hadislere değil, bu hadîslerin ta­
şıdıkları dînî hükümlere de yer verdiğine delâlet eder. Bu­
nunla birlikte bu değerli eser Dünya literatüründe daha
çok el-CâmiVs-Sahih, halk arasında ise Sahih-i Buhârî
adiyle tanınır.

(3) Turâs. 1/204-206.


Yazılışı

Daha önce de kısaca söz konusu ettiğimiz gibi el Câ-


m iV s-Sah ıh ’ten önce yazılan hadîs kitaplarında sahîh ha­
dîslerle birlikte hasen denilen sahihle zayıf arasındakiler
ve zayıf olanlar da vardı. Ayrıca Hz Peygamber’e ait olan
hadîslerin yanısıra sahâbilere ve tâbiîlere ait olan rivayet­
ler de bulunuyordu. Bu durumda sadece sahîh hadîslerin
yer aldığı ayrı ve güvenilir bİr kitaba şiddetle ihtiyaç duyu­
luyordu. Buhârî, Sahîh’i işte bu ihtiyacı karşılamak üzere
yazdı. Şu da var ki, Sahîh’i yazmasında hocası İshak b. Râ-
hûye’nin teşvikinin mühim tesiri olduğu muhakkaktır. Bu­
nu kendisinden öğreniyoruz: "İshak b. Râhûye’nin yanında
idik. Bize "Hz. Peygamber (s.a) in sünnetinin sahih olanla­
rını bir kitapta toplasanız" dedi. Onun bu sözü üzerine
gönlüme bu işi yapmak düştü. Sahîh hadîsleri toplamaya
başladım. Bu kitaba sahîh olan hadîslerden başkasını yaz­
madım, Kitap uzamasın diye yazmadığım sahîh hadîsler,
yazdıklarımdan çoktur. Yazdıklarımı altı yüz bin hadîs
içinden seçtim. Sahihe, iki rekat namaz kılıp Allah’a isti­
hare ettikten sonra sahîh olduğuna kesinlikle kanaat getir­
diğim hadîslerden başkasını koymadım." ^

Buhârî Sahîh’ini on altı yılda yazmıştır. Ancak bu


süre devamlı bir çalışmadan çok kitabın son şeklini alması­
na kadar geçen zaman olmalıdır. Nitekim ilim yolculukları
sırasında Medine’de bulunuyorken bir yandan et-Târîhu’-l
Kebir’i yazarken diğer taraftan Sahîh’in çatısını kurduğun­
dan yukarıda söz etmiştik. Bunlardan malzemelerini uzun
süre topladığı, sonra tasnif ettiği, fırsat buldukça kâğıda
geçirdiği ve bu işin on altı yılda tamamlandığı söylenebilir.
Rivayete göre Buhârî, eserini tamamladıktan sonra Yahya
b. Ma’în, Ali İbnu’l-Medînî ve Ahmed b. Hanbel gibi dev­
rin en büyük hadîs âlimlerine göstermiştir. Bu âlimlerin
hepsi Sahîh’i beğenmişler; içinde bulunan bütün ha-

(4) Bağdâd, 2/8,9.

64
dişlerin sahîh olduğuna şahitlik edeceklerini söylemişler­
dir. Bu âlimlerin öiüm tarihleri dikkate almdığmda Sahîh’
in 233 (847) yılmdan önce tamamlanmış olduğunu söyle­
mek mümkündür.

Sahîh, Islâm âlimlerinin tamamma yakm çoğunluğu


tarafmdan Kur’ân-ı Kerim ’den sonra en sahîh kitap olarak
kabul edilmiştir.

Ona böylesine itibar edilmesi elbette boşuna değil­


dir. Bu görüşü haklı çıkaracak sebepler çoktur. B ir kere
Buhârî, yukarıda da söz konusu edildiği gibi, gerçek bir
hadîs otoritesidir. İsim disiplini her türlü takdirin üzerin­
dedir. Bunun yanısıra hadîsler üzerinde kılı kırk yararcası­
na titizliUe duran bir âlimdir. Ayrıca kitabını hazırlarken
kendisini maksadına en emin şekilde ulaştıracak sağlam
bir İlmî metot kullanmıştır. Gerçekten eserini binlerce sa­
hîh hadîs arasından seçtiklerinden meydana getirmiştir.
Seçtiği hadîsler, Hadîs Metodolojisi açısından incelendi­
ğinde hepsinin râvileri güvenilir, rivayet zinciri kesiksiz,
herhangi bir gizli kusur taşımayan, benzeri başkaları tara­
fından da rivayet edildiklerinden hakkında sahîh hükmü
verilmiş bulunan hadîslerdir. B ir başka deyişle İlmî tenkit
sonucu Hz. Peygamber’e ait olduklarına kesin kanaat geti­
rilenlerdir. Bizzat Buhârî’nin söylediği "Nice sahîh hadîsle­
ri sırf râvisinin ufak bir kusuru yüzünden Sahîh’e alma­
dım" sözü kitabına aldığı hadîsleri seçerken ne kadar titiz
davrandığını, ne derece sağlam bir yol tuttuğunu göster­
meye yeterlidir.

Bununla birlikte Buhârî, gibi metodu konusunda da


söz konusu edildiği gibi kitabına aldıkları hadîsleri rivayet
edenlerin birbirleriyle görüşmüş olmalarını şart koşmuş­
tur. Onun bu şartı tarih bilgisini pratikte kullanmak demek
olduğundan sağlam bir ilmî metot olarak görülmüştür.

Gerek Buhârî’nin hadîs ilmindeki otoritesi, gerekse


aldığı hadîslerin Hadîs Metodolojisi açısmdan sahîh oluşu,

65
gerekse onu tertip ederken takip ettiği sağlam İlmî metot
bu ölümsüz esere güneni sağlayan başlıca âmiller olmuş­
tur.

Sahîh-i Buhârî’nin rivayeti de sağlam ve güvenilir bir


şekilde yapılmıştır. Rivayetlere bakılırsa onu Buhârî’den
doksan bir kişi dinlemiştir. Bunlar arasında beş kişi ilk râ-
vileri olarak bilinenlerdir. Herbiri zamanın önde gelen
âlimleri olan bu beş kişinin Buhârî’den dinleyip yazarak
elde ettikleri Sahîh nüshaları içinde en yaygın olanı Fârâb-
lı Muhammed b. Ebî Hâtim nüshasma dayanır. Muham-
med b. Yusuf, bu nüshasını Buhârî’den 248 (862)’de Fâ-
râb’da; 252 (866) da Buhârâ’da olmak üzere iki kere dinle­
miştir. Sonradan bu nüsha çoğaltılmış ve yaygın hale gel­
miştir.

Hicrî yedinci (milâdî on üçüncü) asır sonlarında Ali


b. Abdullah el-Yûninî isimli bir âlim Fârâblı Muhammed
b. Yusuf un söz konusu nüshasından çoğaltılan ve öna da­
yanan rivayetlerin arasım birleştirmiş; diğer meşhur nüs­
halarla karşılaştırarak Sahîh’in bugün elimizde bulunan
nüshasını meydana getirmiştir. Diğer nüshalar bu arada
unutulmuştur. İstanbul Kütüphanelerinden birinde bulu­
nan ve yapılacak baskıya esas teşkil etmek üzere Sultan
Abdülhamid’in emriyle M ısır’a gönderilen çok eski bir el-
Yûninî nüshası, eser basıldıktan sonra ortadan kaybolmuş,
bir daha geri gelmemiştir.

SahihUn Özellikleri

Sahîh-i Buhârî’nin en önemli özelliklerinden birisi


mukaddimesinin olmayışıdır. Gerçekten Sahîh, "(İnsanla­
rın yaptıkları) işler (in kıymeti) ancak niyetlerine bağlı­
dır.." hadîsiyle başlar. Sahîh’e ilkönce bu hadîsin alınması­
nı, Buhârî’nin eserini yazarken niyetinin hâlisane olduğunu
ifadesi olarak yorumlayanlar; dolayısiyie bu hadîsi önsöz
yerine koyanlar vardır.
66
Buhârî, hadîsleri yerine göre bölerek konusuna, da­
ha doğrusu taşıdığı hükme göre birkaç yerde vermiştir. Bu
uygulaması da Sahîh’in önemli özelliklerinden birisi sayı­
lır. Sahîh’in üzerinde durmaya değer diğer bir özelliği de
bölüm başlıklarında görülür. Şöyle ki Buhârî’nin aynı ko­
nudaki hadîsleri bir arada topladığı bölümlere koyduğu te-
râcüm denilen başlıklar çok kere çeşitli meselelerdeki hü­
kümleri, bu hükümlerle birlikte kendi görüşlerini yansıta­
cak şekilde düzenlenmiştir. Bunun için "Buhârî’ntn fıkhı
terâcümündedir" denilmiştir, ki bu meşhur sözün mânâsı,
Islâm Hukuku’nun çeşitli meselelerine dair Buhârî’nin gö­
rüşleri Sahihin bölüm başlıklarmdadır, demektir.

Sahîh’in değer hadîs kitaplarından farklı bir özelliği


de mu’allak hadîsleridir. Genelde isnadsız olarak nakledi­
len bu tür hadîslerin menşeinin Sahîh-i Buhârî olduğu söy­
lenmiştir. Bu şekildeki rivayetler 1341 adettir ve yukarıda
da değinildiği gibi daha çok bölüm başlıklarmdadır.

Son olarak Sahîh’i diğer hadîs kitaplarından ayıran


mühim bir özelliğe de yer vermeden geçemiyeceğiz. Bu
özellik Kur’ân-ı Kerîm ayetlerini açıklayan hadîslerle ayet­
lerin iniş sebeplerine yer veren rivayetlerin bir arada bu­
lunduğu Kitâbu’t-Tefsîr bölümüdür. Burası Sahîh’te diğer
hadîs kitaplarına, Mesela Müslim Sahihine nisbetle daha
geniş hacinüıdir. Ayrıca burada ayetlerde geçen bazı keli­
melerin mânâsına dair hayli mühim etimolojik bilgiler
mevcuttur.

^ Ana batlarıyla bu gibi özelliklere sahip olan Sahîh-i


Buhârî’de bulunan hadîsleri rivayet eden hadîsçiler içinde
yalancılık, yalan ithamına maruz kalmak, sahibini dinden
çıkaran bid’atlarla tenkit edilmiş olmak gibi kusurları bu­
lunan kimse yoktur. Sahîh, bu yönüyle de Islâm âlimlerinin
güvenini kazanmış ve yukarıda da bahis konusu ettiğimiz
gibi, Kur’ân-ı Kerim’den sonra en sahîh kitap sayılmıştır'.
Pek çok âlim tarafından şerhedilmiştir. Bundan başka ha­
dîslerine, bölüm başhklarma, anlaşılmayan yerlerine, râvi-
67
lerine, insatsız verilen hadîslerine ve çeşitli konularına dair
hayli kitap yazılmıştır. Denilebilir ki, îslâm âleminde etra­
fında geniş bir edebiyatın oluştuğu ikinci kitap Sahîh-i Bıı-
hârrdir.

Sahîh üzerinde batılı ilim adamları da durmuşlardır.


Bilhassa Fransız, İngiliz, Alman ve İtalyan müsteşriklerinin
Sahîh’in çeşitli yönleriyle ilgili hayli araştırmaları vardır.
Bu önemli eser ayrıca İngilizce ve Fransızcaya da tercüme
edilerek yayınlanmıştır.

Birçok kere basılan Sahîh’in Sultan Abdulhamid’in


emriyle basılan Mısır baskısı ile Mekteb-i Suhânî (Galata­
saray Lisesi) Arapça Öğretmeni Hacı Zihni Efendi’nin
kontrolü altında basılan 1315 (1897) tarihli Matbaa-yı
Amire (Devlet Basımevi) baskısı tertip bakımından en gü­
zel, İlmî açıdan en güvenilir baskılardır.

SahîhUn Türk Kültüründeki Yeri

Bütün ilim dallarına olduğu gibi hadîs ilmine de bü­


yük ilgi gösteren Türklerin kültür hayatında Sahîh-i Buhâ-
rî’nin özel bir yeri vardır. Bu yeri belirleyebilmek üzere
önce şunu söylemek gerekir. Sahîh’in ilk defa ciddi bir şe­
kilde basılmasına bir Türk hükümdarı önayak olmuştur.
Bugün elde bulunan en güzel ve İlmî bakımdan güvenilir
baskısını yapmak da yine Türklere nasip olmuştur. Bugün
Türkiye’de küçük yerleşim birimlerine varıncaya kadar ne­
resine gidilirse gidilsin gerek resmi, gerekse şahıslara ait
hususî kütüphanelerde muhakkak bir Buharî nüshasına
rastlamak zor değildir. Ayrıca kıymetli yazmaları bulunur.
Yazmaları içinde öyleleri vardır ki, en usta hattatlar tara­
fından yazılmış; büyük sanatkârların mahir elleri ve göz
nuru ile nefİs bir şekilde tezhip edilmiştir. Bunlar bir an­
lamda Sahîh’e gösterilen ilginin sonucu olduğu kadar ta­
rihte kültür mirasına sahip çıkan milletimizin ona verdiği
değerin önemli bir görüntüsüdür. Bu eserler kuşkusuz ne
eşsiz bir sanat eseri olması, ne dolaplara kilitlenmesi, ne
de kitaplıkların tozlu raflarında veya karanlık mahzenle­
rinde durması için yazılmış ve basılmıştır. Öyle olduğu
içindir ki, asırlar boyu okunmuş ve okutulmuştur. Bir baş­
ka deyişle bu değerli eser, Türklerin ilim ve eğitim haya-
tmda önemli bir yer almıştır. Nitekim medreselerde, dâ-
rülhadîs denilen ve sadece hadîs okunmak üzere açılan
özel medreselerde, mescitlerde halka açık derslerde ve
dergâhlarda asırlarca Sahîh okunmuştur. Hatta yalnızca
Sahih okutmak gayesiyle vakıf kuranlar; kurduğu vakfa
Sahîh okunması için imkân ayıran veya şartlar koyan ha­
yırseverler görülmüştür. Bunlarm saj^arı bir hayli fazla­
dır. Böyle bir himmetin sonunda zamanla Buhârihanlık
yani Sahîh-i Buhârî okutmak görevi ortaya çıkmış ve âdeta
bir meslek haline gelmiştir. Buhârihân adiyle anılan ve
herhangi bir yerde Sahîh okutan âlimler her devirde toplum
içinde büyük itibar görmüşlerdir.

Öte yandan tarih içinde bir de Türkler arasında Bu­


hârî Hâfızlan görülmüştür. Bazı dönemlerde sayıları hayli
fazla olan Buhârî hafızlan Sahîh’i baştan sona ezberlemiş­
lerdir. Böyle bir tutumun her şeyden önce Sahîh’in kaybol-
nraadan nesilden nesile geçmesini sağladığı gibi, ona göste­
rilen ilgiden ve verilen kıymetten kaynaklandığına şüphe
yoktur.

Diğer taraftan kıtlık, zelzele, harp, salgın hastalık gi­


bi kötü ve zor günlerde Sahîh-i Buhârî hatimleri okumak
öteden beri Türkler arasında âdet olmuştur. Nitekim B i­
rinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ^ r e s i (Bahkesir)
Milletvekili olarak görev yapan Rahmetli Haşan Basri
Çantay’tan duyduğumuza göre, 23 Nisan 1920’de Meclis
açılmadan önce Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle Hacı-
ba^am Camii ile Zincirli Cami’de Kur’ân-ı Kerim Hatim­
lerinin ardmdan Sahîh-i Buhârî hatimleri okunmuştur.
Ayrıca Mustafa Kemal yayınladığı bir beyanname ile bütün
Anadolu camilerinde bir hafta boyunca Sahîh okunmasını
69
emretmiş ve okutmuştur.^ Aynı şey Sakarya Meydan Mu-
harebesi’nden önce de yapılmış, yİne Atatürk’ün emriyle
Libyalı Şeyh Ahmet es-Sunûsi tarafından Sahîh hatmi
okunmuştur. Bu da gösterir ki Türklüğün Anadolu daki
ölüm kalım savaşı Kur’ân-ı Kerim ve Sahîh-i Buhârî ha­
timlerini manevi desteğiyle başlatılmıştır. Hem de Başku-
mandanınm resmî emriyle...

Cumhuriyetin ilanı üzerinden çok geçmeden Rah­


metli Atatürk Kur’ân-ı Kerim için bir tefsir yazdırmayı is­
tiyordu. Zamanın Diyânet İşleri Reisliği bu arzuya Buhârî
tercümesini de ilave etti. Kurtuluş Savaşı’nın ardından,
yıllar süren harplerin sebep olduğu bakımsızlık ve yolduk­
tan harabe haiine gelen vatan topraklarını îmara girişirken
milletin mânevi hayatının esasmı oluşturan İki önemli kay­
nağın gözden uzak tutulmaması üzerinde dikkatle durul­
maya değer bir teşebbüstür. Bununla ilgüi olarak İkinci
Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir kanun teklifi
verilmiş ve Meclis Kur’ân-ı Kerim ile Sahîh-i Buhârî nin
Türkçeye tercüme edilmesini kabul etmiştir.^ Şu var ki bu
karar Sahîh’in baştan sona değil, muhtasarının tercüme
edilerek gerekli yerlerinde açıklamalar yapılması şeklinde
uygulanmıştır. Böylece Türk Kültürüne büyük değer veren
Atatürk’ün attığı yerinde bir adım kültürümüze ve kütüp­
hanelerimize Ahmed Naim Bey ve Kâmil Miras’ın kalem­
lerinden Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-î Sarîh Tercü­
mesi ve Şerhi isimli vazgeçemiyeceğımiz bir dinî ve sosyal
kültür hâzinesi kazandırmıştır. Bu hayırlı işe emeği geçen­
leri minnet ve şükranla anmamak, hepsine Yüce Allah’tan
rahmet dilememek ne mümkün?

(5) C.Kutay,Kunulu§un ve Cumhuriyetin Mânevi Mimarlan, 199 v.d. An­


kara, 1973.
(6) Mehmet Akif, 469.

70
Sahihle Emeği Geçen Bazı Türkler

'T - I Buhârî üzerinde çalışmalar yapmış hayli


l urk âlımı vardır. Bunlardan Antepli Bedrüddin Mahmud
el-Aynî ile Muhammed b. Ahmed ez-Zehebî ilk akla ge-
^nlerdir. Onbeşinci asır âlimlerinden el-Aynî’nin Buhârî
Şerhi Islânı Hukuku açısından son derece mühim bir kay­
nak niteliğindedir. ez-Zehebî’nin de Sahîh üzerine de^şik
önemli çalışmaları vardır.

'7 ' ' başka Sahîh-i Buhârî’yi özetleyen Ömer


Zıyaeddın Bey’i anmadan geçemeyeceğiz. Asnmızm başla»
nnda yaşamış olan bu âlimin Zubdetu^-Buhâri isimli eseri
Turkçeye de çevrilmiş ve birkaç kere basılmıştır.

^ Son yıllarda Sahîh’in tam bir Türkçe Tercümesinin


neşrme başlanmıştır. Eski İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü
Tefsir Oğretİm Üyesi Rahmetli Mehmet Sofuoğlu tarafın-
dan yapılan söz konusu tercümenin bu güne kadar on iki
cüdı yayınlanmıştır.

* *
4. SAHİHTEN SEÇM ELER

Sahîh’i Buhârî genelde iman, ibadet ve ahlâk konu­


sundaki hadîslerden oluşur. Bununla birlikte bu kaynak
eserde ilim, tarih, siyer ve meğâzî denilen Hz. Peygamber’
le ilgili olaylar gibi ikinci derecedeki konularla ilgili riva­
yetler de yer alır. Daha önce bir vesile ile değinmiştik, Sa­
hih niyet hadîsi ile başlar. Daha sonra Hz. Peygamber’e ilk
vahyin gelişini anlatan Hz. Aişe hadîsi gelir. Bu hadîste
Son Peygamber’in İslam öncesi devrede yaşattığı ahlâkî
hasletlerinden bir kısmına da kısa ve özlü bir biçimde yer
verilir. Bu tarihi olayı anlatan hadîs söyledir.

İlk vahyin Gelişi

1 - "... Hz. Aişe anlatır; Hz. Peygamber (s.a) e iik va­


hiy uykuda sâlih rüyalar görmekle başladı. Öyle ki, gördü­
ğü bütün rüyalar sabah aydınlığı berraklığıyla açığa çıkar­
dı. On,dan sonra kalbine yalnızlık sevgisi konuldu. Artık
Hıra (Dağın)’daki mağaraya çekilir; orada ailesini özleyip
yanına dönünceye kadar birkaç gün (kalarak) tahannüs
eder; - tahannüs, bir çeşit ibadet demektir- sonra döner
mağarada geçireceği günler için azık alırdı. Sonra tekrar
Hatice’nin yanına döner; bir o kadar zaman için azık teda­
rik ederdi. Sonunda bir gün Hıra Mağarası’nda bulunduğu
sırada Hak (emir) geldi. Şöyle ki, Melek ona gelerek "oku”
dedi. O, "ben okuma bilmem" cevabını verdi. (Olayın bun­
dan sonrasını anlatan Hz. Peygamber) "O zaman demiştir;
melek beni alıp takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra
bırakıp tekrar " oku" dedi. Ben yine "okuma bilmem" de­
dim. Bu sefer de beni alıp ikinci defa takatim kesilinceye
kadar sıkıştırdı. Sonra bırakıp yine "oku" dedi. Ben yine
"okuma bilmem” dedim. Nihayet beni alıp üçüncü defa sı­
kıştırdı. Sonra bırakıp "yaratan Rabbinin adiyle oku. Oku..
Senin Rabbin keremine son olmayandır. O ki kalemle yaz-
masmı öğretti. İnsana bilmediklerini de O öğretti" dedi.

72
Bu olay üzerine Hz. Peygamber (s.a) bu ayetler se­
bebiyle korkudan yüreği titreyerek eve döndü. Karısı Hati­
ce’nin yanına girerek "beni örtün, beni örtün.." dedi. Kor­
kusu gidinceye kadar bir örtüyle üstünü sarıp örttüler. On­
dan sonra başından geçenleri Hz. Hatice’ye anlattı. "Ken­
dimden korkuyorum" dedi. Hz. Hatice "Öyle deme. Allah’a
yemin ederim ki AUah seni asla mahzun etmez; çünkü
sen, akrabanı gözetir; âcizlerin yükünü yüklenirsin. Fakire
verir (kimsenin kazandıramadığmı) kazandırırsın. Misafiri
ağırlarsın. Hak yolunda karşılaşılan engelleri aşmada (hal­
ka) yardımcı olursun" diye cevap verdi.

Daha sonra Hz. Hatice Peygamber (s.a) i ahp amca-


smın oğlu Varaka b. Nevfel’e götürdü. Varaka, Câhiliye
devrinde Hristiyan olmuş biriydi. İbranice yazı bilir, İncil­
den Allah ne verdiyse yazardı. Gözleri görmeyen yaşh bir
ihtiyardı. Hatice, yanına vardıklarmda Varaka’ya "Amca
oğlu, dedi; dinle bak. Kardeşinin oğlu ne söylüyor?" Vara­
ka "Ne var kardeşimin oğlu?" diye sordu. Hz. Peygamber
cevap vererek gördüklerini bir bir anlattı. Bunun üzerine
Varaka şunları söyledi: "Gördüğün Allah’m Hz. Musa’ya
indirmiş olduğu Nâmûs-u Ekber (Gizli Sırlar Taşıyan En
Büyük M elek)’tir. Ne olurdu, halkı dâvşt edeceğin günler­
de genç olaydım. Keşki kavmin seni yurdundan çıkarırken
sağ olabilsem." Bunun üzerine Hz. Peygamber "Beni yur­
dumdan çıkarırlar mı?" diye sordu. Varaka "Evet; zira se­
nin gibi Allah’tan vahiy getirmiş olan hiçbir kimse yoktur
ki düşmanhga uğramış olmasın. Eğer senin davet günlerine
yetişirsem sana gücüm yettiği kadar yardım ederim" ceva­
bını verdi. Ondan sonra çok geçmedi Varaka öldü. Vahiy
de bir süre için kesildi." (Bed’u’I-Vahy, 1/3.)

Bizans Kiralının Hz. Peygamber Hakkında Düşün­


celeri

Sahîh-i Buhârî'de yerine göre altıncı miladi asrın


başlarındaki Arap toplum hayatı, Arapların civar devlet­
lerle ilişkileri gibi sosyal konularda târihî bilgilere de rast­

73
lanır. Bu gibi bilgileri veren rivayetlerin birinde Hz. Pey­
gamberin Peygamberliğini ilân etmesinin komşu devlet B i­
zans İmparatoru Herakliyus üzerinde ne gibi tesirleri ol­
duğu; Herakliyus’un Son Peygamber hakkmda bilgi almak
istediği; Hz. Peygamber’in ona yolladığı mektup gibi
önemli olaylar naldedilir.

Bu tarihî belgeyi aynen ahyoruz.

2"'’.. Ebu Süfyân b. Harb, Hz. Peygamber (s.a)’in ge­


rek kendisiyle gerekse Kureyş kâfirleriyle Hudeybiye’de
yaptığı barış anlaşması süresi içinde ticaret maksadiyle
Şam ’a giden Kureyş kervanmdaydı. Şam ’da bulundukları
sırada bir gün Bizans Kıralı Herakliyus tarafmdan saraya
çağırıldı. Ebu Süfyan- ve birkaç arkadaşı a günlerde Kudüs’
te bulunan Herakliyus’un huzuruna çıktüar. Herakliyus,
yanında Bizansh konulanların ve ileri gelenlerin bulunduğu
bir toplantıda onları huzuruna kabul etti. Tercümanının da
gelmesini emretti. Tercüman kralın huzuruna çıkan Ebu
Süfyan ve arkadaşlarına "Peygamber olduğunu iddia eden
kişiye en yakm olanınız kim?" diye sordu. Olayı anlatan
Ebu Süfyan bundan sonrasmı şöyle nakletmiştir:

"Ona en yakm kişi benim dedim. Bunun üzerine H e­


rakliyus" O bana yalan dursupz. Arkadaşlan da yanına ge­
lerek arkasında dursunlar" emrini verdi. Sonra tercümana
dönüp şunları söyledi: " Söyle onlara, Bu adama peygam­
ber olduğunu ileri süren kişiye dair bazı sorular soraca­
ğım, Eğer bana yalan söylerse yalanını açığa vursunlar."

Ebu Süfyan sözün burasında," arkadaşlarımm ötede


beride yalan söylediğimi anlatmalarında utanmasaydım
onun hakkmda yalan yanlış şeyler söyleyecektim" dedi.
Sonra devam etti, "Daha sonra kral bana ük soruyu yönelt­
ti.

- Peygamber olduğunu iddia eden kimsenin ai


nasıldır?
74
- Asîl bir ailedendir,

- Ondan önce içinizden biri çıkıp böyle bir iddiada


bulundu mu?

- Hayır bulunmadı.

- Atalarmdan melik olan var mı?

“ Hayır, yok»

“ Halkm ileri gelenleri mi peşinden gidiyor, yoksa alt


tabakadan olanları mı?

“ Alt tabakalardan olanları.

“ Ona bağlananlar artıyor mu, eksiliyor mu?

“ Eksilmiyor; aksine gün geçtikçe artıyor.

“ Ona bağlandıktan sonra beğenmeyip dinini terke-


den oluyor mu?

° Hayır, olmuyor.

- Söylediklerini söylemeden önce yalan söyler miy­


di.?
- Hayır söylemezdi. Yalan söylediğini görmedik.

“ Verdiği sözden döner mi?

“ Hayır. Ancak şu sıralar onunla bir süre için anlaş­


ma yapmış durumdayız. Bu süre içinde ne yapacağmı bil­
miyoruz.

Ebu Süfyan burada "sözlerime bunlardan başka ken­


diliğimden bir şeyler katmak imkânı olmadı" dedi ve şöyle
devam etti. Herakliyus, y-
- Onunla hiç harbettiniz mi?

- Evet ettik.

- Sonucu nasıl oldu?

- Harp talihi aramızda nöbetledir. Kâh o bize üstün­


lük sağlar; kah biz ona.

- Peki, size neler emrediyor?

- Sadece Allah’a ibadet ediniz. O ’na hiçbir şeyi ortak


koşmaymız. Atalarmızın inandığı putları bırakınız, diyor;
namaz kılmayı, mahn zekâtmı vermeyi, doğru olmayı, ha­
ramdan kaçınmayı, akrabalarla ilişkileri kesmemeyi emre-

Bunun üzerine Herakliyus tercümana dönerek,

“ Ona söyle dedi; peygamber olduğunu ileri süren bu


kişinin ailesini sordum. Asîl bir aileden geldiğini söyledin.
Peygamberler öyledir; milleti içinde yüksek mevkiye sahip
aileler arasından çıkar. *' Ondan önce içinizden böyle bir
söz söyleyen oldu mu?" dedim. Olmadığmı belirttin. Ondan
önce biri onun söylediklerine benzer bir söz söylemiş ol­
saydı bu da kendisinden önce söylenen sözleri tekrar edi­
yor derdim. "Ataları içinde melik olan var mıydı?" diye
sordum. Olmadığmı söyledin. Şayet ataları içinde melik
olan birisi olsaydı, hakkında babasının hükümdarhğmı geri
almak istiyor, derdim. ” Böyle bir dâvâda bulunmadan ön­
ce yalan söyler miydi?" diye sordum; "Hayır, yalan söyledi­
ğini görmedik" dedin. İyi biliyorum ki, halka yalan söyle­
meyen biri sonradan Allah adına yalan söylemez. "Halkm
ileri gelenleri mi ona tâbi oluyor, yoksa alt tabakalardan
olanlar mı?" diye sordum. Ona bağlananlarm daha çok alt
tabakalardan olduklarmı söyledin. Peygamberlere bağla­
nanlar daha çok halkın alt tabakalardan olanlarıdır. "Ona
bağlananlar çoğahyor mu, yoksa eksiliyor mu?" diye sor­
76
dum; eksilmedikleri, aksine gün geçtikçe arttıkları cevabı­
nı verdin. İman, tamam oluncaya kadar böyledir. "Ona
inandıktan sonra dinini beğenmeyip terkeden oldu mu?"
diye sordum; bu sorumu "olmadı" diye cevapladm. İmanm
verdiği huzur kalbe yerleşip kökleşince böyle olur. "Verdi­
ği sözden döner mi?" dedim; bu sorumu da "hayır dönmez"
şeklinde cevaplandırdm. Bütün peygamberler öyledir. Bir
söz verdikten sonra asla dönmezler. Size neler emrettiğini
sordum; yalnızca Allah’a ibadet etmenizi; O ’na hiçbir şeyi
ortak tanımamanızı; putlara tapmayı bırakmanızı; namaz
kılmayı; mahn zekâtmı vermeyi; doğru olmayı; haramdan
kaçmmayı; akrabalarla ilişkileri kesmemeyi emrettiğini
söyledin. Eğer bu dediklerin doğru ise o kişi peygamber­
dir. Yakında şu ayaklarımı bastığım yerlerde onun hükmü
geçecektir. Bu peygamberin gelece^ni kesinlikle biliyor­
dum. Ama sizden olacağını tahmin etmiyordum. Yanma
varabileceğimi bilsem, onunla karşılaşabilmek için her
zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım ona hizmet eder,
saygı göstermek için ayaklarmı yıkardım.

Herakliyus bunları söyledikten sonra Dihye vasıta­


sıyla Basra Valisine gönderilen, onun da Herakliyus’a yol­
ladığı Hz. Peygamber’in mektubunu istedi. Verdiler. Okut­
turdu. Mektupta şunlar yazılıydı:

" Rahman ve Rahim olan Allah’ın adiyle.. Allah’m


kulu ve peygamberi MuhammedMen Bizans Krah Hiı'akl’
e.. Hidayete uyan; doğru yola girenlere selâm olsun...
Bundan sonra asıl konuya geliyor ve seni İslam Dinine
girmeye davet ediyorum. Müslüman ol ki kurtuluşa ere­
sin. Allah da seni iki kat ödüllendirsin. Eğer yüz çevirir­
sen bU ki, fakir halkın günâhı senin boynunadır."

"Ey Kitap Ehli! Gelin, hem bizce; hem de sizce uy­


gun ve makbul olan gerçek bir söz üzerinde birleşelim.
Artık Allah’tan başkasma ibadet etmeyelim. O’na hiçbir
şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp birbirimizi rab
77
edinmeyelim. Eğer aldırmazlarsa onlara "öyle ise şahit
olun, biz Müslümanlanz” deyiniz".

Ebu Süfyan bundan sonrasını şöyle anlatmıştır: "He-


rakliyus diyeceğini dedikten, Hz. Peygamber’in mektubunu
okumayı bitirdikten sonra etrafmdaki gürültü çoğaldı. Ses­
ler yükseldi. Bizler de yanından çıkarıldık. Dışarı çıktığı­
mızda arkadaşlarıma "İbn Ebî Kebşe’nin (Muhammed’in)
işi iş dedim; baksanız a Beni Asfar (Rum) Meliki ondan
korkuyor. "Bu hâdise üzerine Hz. Peygamberin zafere ula­
şacağına olan inancım, Allah İslam Dinini kalbime yerleş-
tirinceye kadar devam etti."

"İlya Sahibi (Valisi); Herakliyus’un arkadaşı olup


Sam Hristiyanlarma piskopos tayin edilen İbnu’n-Nâtûr’un
anlattığına göre Herakliyus İliya’ya geldiği sıralarda pek
canı sıkılmış idi. Bu durumu gören devlet erkânmdan bazı­
ları "doğrusu bu halini pek yadu*gadık" dediler. Îbnu’n-Nâ-
tûr şöyle der: "Herakliyus yıldızlara bakan kâhin biriydi.
Devlet erkânınm bu şekildeki soruları üzerine "Bu gece
dedi; yıldızlara baktığımda "sünnetlilerin meliki"nin çıktı­
ğını gördüm. Bu ümmet içinde kimler sünnet olurlar?" C e­
vap verildi: "Yahudîlerden başka sünnet olan yoktur. On­
lardan da endişelenme. Emrin altındaki şehirlere mektup
yaz, oralarda bulunan Yahudîleri hemen öldürsünler."On-
1ar bu konuda konuşurlarken Herakliyus’un huzuruna Hz.
Peygamber’e dair haberler vermek üzere Gassan Meliki
tarafmdan gönderilen bir adam getirdiler. Herakliyus bu
adamdan Hz. Peygamber hakkında yeteri kadar bilgi alm-
ca adamlarma "gidin bakm, bu adam sünnetli mi, değil
m i?" emrini verdi. (Adamı götürüp) baktılar ve Herakli-
yus’a sünnetli olduğunu söylediler. Bunun üzerine Herak­
liyus adama Arapların (sünnet olup olmadıklarmı) sordu.
Adam "Araplar sünnet olurlar" diye cevap verdi. Bunun
üzerine "Bu ümmetin meliki artık çıkmıştır," dedi. Ondan
sonra Rom a’da (bulunan astroloji) ilminde kendisine denk
78
olan bir dostuna mektup yazıp Humus’a gitti. Humus’tan
ayrılmadan o dostundan Hz. Peygamber (s.a) in zuhur et­
tiğine kendisinin peygamber olduğuna dair Herakliyus’un
görüşüne uygun bir mektup geldi.

Daha sonra Herakliyus Humus’ta bulunan köşküne


Bizans ulularmı davet etti. Geldiklerinde kapıların kapatıl­
masını emretti. Sonra yüksekçe bir yere çıkıp davetlilere
hitap etti. "Ey Rum topluluğu dedi; sizler bu Peygambere
uyarak kurutuluşa ve yüceliğe ermeyi, mülkünüzün pâyi-
dâr olmasını istemez misiniz? "Bu sözler üzerine davetliler
yaban eşekleri gibi ürkerek kapılara koşuştular. Ne var ki
kapıları kapanmış buldular. Herakliyus onların (bu dere­
ce) nefret ettiklerini görünce "yanuna getirin şunları" em­
rini verdi ve sonra onlara dönüp "Deminki sözlerimi dini­
nize olan sıkı sıkıya bağblığmızı öğrenmek için söyledim.
İstediğimi gözümle gördüm" dedi. Herakliyus’un bu sözle­
ri üzerine davetlilerin hepsi de saygı için yere kapandılar
ve kendisinden razı olduldarms belirttiler."

"Herakliyus^un (İslam’a davet) konusunun sonu işte


budur." (BedVl-Vahy, 1/5-7.)

İslamcın Temelleri

"..Hz. Peygamber, "îslam Dini beş temel üzerine ku­


rulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına; Muhammed’in
O kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah’ın kulu ve el­
çisi olduğuna (gözle görmüşçesine kesin bir şekilde) inan­
mak; namazı dosdoğru kılmak; maîın zekâtını vermek; K a­
be’yi ziyaret etmek; Ramazan orucu tutmak "buyurdu." (t-
man, 1/8.)

Münafığın Özellikleri

İslâm Dini insanları inanç yönünden üç gruba ayırır.


79
Bunlardan ilki müzminlerdir. İkincisi kâfir denilen inan­
mayanlardır. Üçücüsü ise dıştan inanır göründüğü halde
içinden inanmayanlardır, Hz. Peygamber üçüncü grubun
bazı özelliklerini Buhârî’nin naldettiği bir hadîste şöyle
açıklamışlardır:

3- "Dört hal vardır ki, kimde varsa o kişi halis müna­


fıktır. Bunlardan birisi veya ikisi kimde bulunursa onda
onları terkedinceye kadar münafıklıktan bir iz var demek­
tir: Kendisine bir şey emânet edildiğinde hiyânet eder; ko­
nuştuğunda yalan söyler; söz verdiğmde sözünden döner;
düşmanhk ettiği zaman zulmeder.."(Iınan, 1/14).

tman ve İhsan nedir?

4- Ebu Hureyre anlatmıştır. "Hz. Peygamber bir gün


müslümanlarm yanına varmıştı. Derken yanma bir adam
geldi. "îman nedir?" diye sordu. Hz. Peygamber bu soruya
inan Allah’a, meleklerine, Alîah’m huzuruna çıkacağma,
AUah’m peygamberlerine ve öldükten sonra dirilip hesaba
çekileceğine inanmaktır" cevabmı verdi. Adam (ikinci ola­
rak) "îslam nedir?" diye sordu. Allah elçisi bu soruya da
"İslam, sadece Allah’a ibadet edip O ’na hiçbir şeyi ortak
tanımamak, namazı hakkını vererek kılman, mabnm farz
olan zekatmı vermendir" şeklinde cevap verdi. Adam bu
sefer de "ihsan nedir?" şeklinde bir soru sordu. Hz. Pey­
gamber bu soruyu ise "Allah’a sanki O ’nu görüyormuşsun
gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O ’nu göremezsen
de O seni görür" diyerek cevaplandırdı. Adam "Kıyamet ne
zaman kopacak?"diye sorduğunda is e " o konuda kendisine
soru sorulan kimse sorandan daha bilgili değildir" diyerek
cevap verdi.." (İmân, 1/18).
Müslüman Neye Benzer?

5- "Hz. Ömer’in oğlu Abdullah anlatmıştır: "Hz. Pey­


gamber bir gün etrafında halka olmuş oturan Müslüman-
lara şöyle bir soru sordu: " Ağaçlar içinde öyle bir ağaç
vardır ki yapraklan hiçbir şeküde dökülmez. O tıpkı bir
müslümana benzer. Söyleyin bana, o ağaç hangisidir?"

Bu soru üzerine çölde yetişen ağaç isimleri söyledi­


ler. Abdullah diyor k i " benim aklıma bû ağacın hurma ola­
bileceği geldi. (Ne var ki, orada bulunanların en küçüğü
bendim. Utancımdan söyleyemedim). Bunun üzerine "Ya
Resûlallah, dediler; siz söyleyin. Söylediğiniz ağaç hangisi­
dir? Hz. Peygamber" O ağaç hurmadır" buyurdu"., (Ilm,
1/22^6).

İlk Resmi Mühür

6- "Enes b. Mâlik anlatmıştır; "Hz. Peygamper


(komşu devlet başkanlarına İslam’a davet) mektupları yazr
dırdı. Kendisine "mühürlü olmayınca bu mektupları oku­
mazlar" dediler. Bunun üzerine kendisine üzerinde "Allah
Elçisi Muhammed” kelimeleri kazınmış gümüş bir mühür
yaptırdı." (İlm, 1/24).

İlim karşısmda İnsanlar

Öğrenmek ve öğrendiklerinden faydalanmak bir ilgi


işi olduğu kadar dikkat ve itina işidir. Hz. Muhammed bu­
nu basit bir misalle vurgulamıştır. Buhârî’nin bu konudaki
rivayeti şöyledir;

7- "Hz. Peygamber buyurdular ki, "Ailah’ın benimle


gönderdiği ilim ve hidâyet tıpkı bol yağmura benzer. Bu

81
yağmur bazen öyle bir toprağa düşer ki, bir kısmı suyu he­
men tutar. Gür otlar ve çayırlar yetiştirir. Bir kısmı da var­
dır, kurak olur; suyu tutar. Allah insanları onunla fayda­
landırır. Ondan hem kendileri içer, hem hayvanlarmı suva­
rırlar. Ekin eker, mahsul alırlar. Aynı şekilde bu yağmur
bir kısım toprağa daha düşer ki bu toprak düz ve kaygan­
dır. Ne suyu yüzünde tutar ne de, üzerinde bitki yetiştirir,
îşte Allah’m dinini anlayıp benim aracılığımla gönderdiği
ilim ve hidayetten istifade eden ve bunları başkalarına bil­
diren kimse ile işittiği halde (kibirinden) başmı bile kaldır­
mayan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidayetini kabul et­
meyenlerin durumu böyledir." (îlm, 1/28).

Kadınların Eğitimi

Bir toplumun gelişme kaydedebilmesi için sadece


erkeklerin değil kadınların da iyi eğitilmeleri gerekir. Bu
gerçeği Hz.Peygamber bir tatbikatı ile göstermiştir. Ebu
Saidi’l-Hudrî isimli sahâbîden dinleyelim.

8» Kadınlar Hz. Peygamber’e "Erkekler seninle biz­


den çok fazla beraber oluyorlar. Kendinden bize de bir gün
ayır" dediler. Kadmlarm bu isteği üzerine Hz. Peygamber
kadınlara da bir gün ayıracağına söz verdi. Gerçekten o
gün gider, toplanan kadınlara va’z eder, öğütler verirdi.
Onlara söyledikleri arasmda "üç çocuğu kendisinden önce
ölen bir kadına (bu belaya sabrederse) o ölen çocukları
Cehennem’e karşı siper olur" sözü de vardı. Onun bu sö­
zünü işiten kadınlardan biri "iki tane çocuğu ölen öyle de­
ğil mi" diye sorunca "iki tane cocuğu ölen de öyledir" bu-
yurdu."(İlm, 1/34).

Hadîslerin Toplanması

Yukarıda da değinmiştik, Sahîh-i Buhârî’de yalnızca


Hz. Peygamber’e ait hadîsler yoktur; sahabilerle tabiilere,
bir başka deyişle Hz. Peygamberdin çevresini oluşturan
müzminlerle onlardan sonra gelen nesle ait önemli olayları
nakleden rivayetler de yer alır. Böyle rivayetlerden birisi
Emevi Halifesi Ömer b. Abdilaziz’in hadîslerin toplanma-
sma dair Mekke Valisine yazdığı mektuptur. İslam Tarihi=
nin ilk devresine dair önemli bügilerin korunması için ya­
zılan bu târihî m.ektüp hadîslerin derlenerek yazümasma
yol açmıştır. Öteki ifadesiyle bu mektup Hz. Peygamberle
ilgili bilgilerin toplanmasmı resmi şekle sokmuştur. Ayrıca
kaybolmalarmı önlemiştir. Bu itibarla sadece Tefsir, Hadîs
ve İslam Hukuku gibi Islami ilimler değil Tarih, Edebiyat
Sosyoloji, Folklor ve benzer sosyal ilimler de Halifenin bu
mektubu üzerine toplanan hadîsler arasmda zengin malze»
me elde etmek imkanma kavuşmuşlardır. Sahih'teki bu
mektupla ilgili rivayet şöyledir:

9- "..Halife Ömer b. Abdilaziz Mekke Valisi Ebube-


kir b. Hazm’a şöyle bir mektup yazdı: "Hz. Peygamberdin
hadîslerini araştır ve yazdır; çünkü ben, âlimlerin Dünya=
dan çekilmeleriyle ümin yok olacağmdan korkuyorum.. B i­
len ler. bildiklerini halk arasmda yaysınlar. Bilmeyenlere
öğretmek için otursun (ders versin) 1er; çünkü ilim gizli
kalmadıkça yok olmaz.." (İlm, 1/36). '

ilmin Kalkması

10- "..Amr îbnu’İ-As’dan rivayet edilmiştir. Hz. Pey­


gamber "Allah kullarından ilmi sökerek almaz. Ancak
âlimlerin ruhunu kabzederek ahr. O kadar ki. Yeryüzünde
(gerçek anlamda) âlim kahnaz. Halk da birtakım cahil
kimseleri âlim zannederek peşlerinden gider. Onlara soru­
lar.sorar. Onlar da bilmeden cevap verirler. Böylece Ken­
dileri sapıttıkları gibi soru soranları da sapıtırlar" buyur
muştur." (İlm, 1/33,4).
83
Şehitlik ve Gâzilik

Hz. Peygamber’in hadîslerinde şehitlik ve gazilik en


büyük mertebe olarak öğülmüştür. Bunlardan birisinde,

11- "..Müslümanın Allah yolunda (ve vatanı uğruna)


savaşırken aldığı her yara Kıyamet Gününde vurulduğu
andaki görünüşüyle kan fışkırıyor gibi görünür. Rengi kan
rengi, fakat kokusu misk kokusu olarak.." buyuruhnuştur.
(Vudû 67,1/64,5).

Ağız, Diş ve Vücut Temizliği

12" Huzeyfe b. el-Yem ân’dan rivayet edildiğine göre


şöyle demiştir: "Hz. Peygamber gece kalkmca ağzmı mis­
vak ile oğarak temizlerdi." (Vudû 73,1/66).

13- "İnsanlara zorluk vereceğini bilmeseydim her na­


mazdan önce misvakla dişlerini temizlemelerini emreder­
dim." (Cumu’a, 1/214).

14- "Hz. Peygamber "Her Müslümanm her yedi gün­


de bir gün (haftada bir kere olsun) yıkanması gerekir. Y ı­
kandığı gün başmı ve vücudunu yıkamalıdır" buyurdu."
(Cumu’a, 11/216).

İnsanı Yücelten Bazı İşler

İnsanlar yaptıkları bazı işler yüzünden yüce merte­


belere yükselirler. Sahih’te rivayet edilen bir hadîste böyle
yüce mertebelere yükselecekler asasmda yedi kişiden bah­
sedilir.
15- Allah yedi kişiyi kendi gölgesinden başka gölge­
nin olmadığı (Kıyamet) Gün(ü) Arş’m gölgesinde barmdı-
racaktır.. Bunlardan birincisi emrinde çalışanlara adaletli
davranan yönetici; İkincisi Rabbine ibadetle yetişen genç;
Üçüncüsü Allah için birbirini seven, bu sevgi ile bir araya
gelen bu sevgi uğruna birbirinden ayrılan iki kişi; Dördün­
cüsü gönlü mescitlere bağh kişi; Beşincisi güzel ve mevki
sahibi bir kadm kendisini davet ettiği halde "ben Allah’tan
korkarım" diyerek (zinadan) kaçan İdşi; Altmcısı sağ elinin
verdiğini sol eli bilmeyecek derecede gizlice sadaka veren
kişi; yedincisi ise gizlice Allah’ı anıp da gözleri yaşla dolup
taşan kimse.." (Ezân, 1/161).

Sorumluluk

İnsan başıboş olarak yaratılmış bir varhk değildir.


Yaratıldığı andan ölesiye kadar geçen zaman içinde belli
yaşa geldiği andan itibaren bazı sorumluluklar yüklenir.
Günlük hayattaki sorumluluklarmdan bir kısmmı Hz. Pey­
gamber,

16- "..Hepiniz çobansmız ve elinizin altmdakilerden


sorumlusunuz. Devlet Adamlan birer çobandır ve idare
ettikleri halktan sorumludurlar. İnsan ailesi içinde bir ço­
bandır ve ailesinden sorumludur. Kadm evinin çobanıdır, o
da evinden sorumludur. Hizmetçi (işçi) efendisine (işvere­
ne) ait mahn çobanıdır. O da elinin altmdakilerden so­
rumludur" buyurarak açıklamıştır. (Cumu’a, 1/215).

Bayram Sevinci

17- Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre şöyle demiş­


tir: "Bir keresinde (Kurban Bayrammda) Hz» Peygamber
yanıma geldi. Yanımda def çalarak "Bu’âs" ezgileri okuyan
85
iki kız vardı. O gitti yatağına uzandı. Derken Babam Ebu-
bekir geldi. "Allah Elçisinin yanında Şeytan mizmarı mı
çalınıyor? Bu ne hal?" diyerek beni azarladı. Bunun üzeri­
ne Hz. Peygamber ona dönerek "onlara ilişme" buyurdu.
(Babamın) zihni meşgulken ben kızlara işaret ettim, gitti­
ler.

- Yine bir bayram günüydü. O gün habeşli zenciler


kalkan-mızrak oyunu oynuyorlardı. (Aradan zaman geçti,
kesinlikle hatırlamıyorm ama) ya Hz. Peygamber’den oyun
oynayanları seyretmek için izin istedim (verdi) ya da (ken­
diliğinden) "oynayanlara bakmak istiyor musun" diye sor­
du? ben "Evet istiyorum” dedim. Bunun üzerine beni ^ana-
ğuîi yanağma değecek şekilde arkasmda durdurdu. Oyna­
yan Habeşlilere "devam edin" buyurdu. Nihayet seyret­
mekten usandığımda "artık yeter mı" diye sordu. "Evet"
dedim. "Öyleyse eve git" buyurdu." (İdeyn 2, 2/3).

Güneş ve Ay Tutulması

18- Hz. Peygamberdin Oğlu İbrahim öldüğü gün Gü­


neş tutuldu. Halk "Güneş İbrahim’in öknesi yüzünden tu­
tuldu" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) "Gü­
neşle ay ne kimsenin ölümü ne de hayatı yüzünden tutu-
lur. Her ikisi de Allah’m (kudretine delalet eden) ayetler­
den iki ayettir. Böyle Güneş veya Ay tutulduğunu gördü-'
ğünüz zaman hemen namaza durup Allah’a dua edin" bu­
yurdu." (Kusûf, 2/24,29).

« ^«

Şiir

19“ "..Ebu Hureyre arada bir dostlarma menkıbeler


anlatırken Hz. Peygamber (s.a) i de anar; onun Şair Ab­
dullah b. Revâhayı kasdederek "Kardeşiniz bâtıl söz söyle-
86
mez" dediğini haber verir; sonra da Abdullah’ın bir şiirini
naklederdi:

^Aramızda Allah Elçisi, ne mutlu bize,


Tan yeri aığarırken kitabmı okuyor.

Gözlerimizin görmediği günlerden sonra,


Bize hidayeti gösterdi. Artık gönüllerimiz

Ona inandı ki, bize neler duyurmuşsa


Gerçektir ve olmuştur.,

O kutlu Peygamberin yanları


Geceleri döşek görmez.»

Allah’a şirk koşanların bedenleri


Rahat döşeklerinde ağırlaşırken..." (Tehec-
cüd,2/49)

Sakınılacak Şeylerden Bazıları

Bir edibimiz " Altından kendini gözet; zira zehri te­


neke kupa içinde sunmazlar" diyor. Çok doğru. însanm gö­
züne cazip görünen öyle şeyler vardır ki maddi zararı bir
yana manevi hayatma da onarılması imkânsız zararlar ve­
rebilir. Bakın, aynı konuda Sahîh’teki bir hadîs neler buyu­
ruluyor.

20- "Ebu Saidi’l-Hudri’nin şöyle dediği rivayet edil­


miştir: "Bir gün Allah Elçisi minber üstünde oturuyordu.
Biz de onun etrafmda oturuyorduk. Bu halde iken bize,

- Ben ebedi hayata kavuştuktan sonra dünya çiçekle­


rinin gözlerinizi kamaştırmasından korkuyorum, buvnrdu.
Bu sözü üzerine sahâbilerden birisi,
87
“ Ey Allah’ın Resûlü! Hiç hayır ve nimet kötülük ge­
tirir mi? diye sordu. Hz. Peygamber sustu, cevap vermedi.
Onun sustuğunu gören diğer sahâbiler soruyu sorana,

“ Sen kim oluyor da Hz. Peygamber’e soru soruyor­


sun? Görmüyor musun sana cevap bile vermiyor, dediler. O
sırada biz Allah Elçisine vahiy gelmekte olduğunu anladık.
Çok geçmedi Hz.Peygamber alnmdan akan terleri sildi ve
- O soruyu soran nerede? diye sordu. Sonra da
“ Hakikaten hayır ve nimet kötülük getirmez (fakat
kötülüğe sebep olabilir. Bilirsiniz) baharm- bitirdiği otlar
içinde zehirli olanları da vardır. Böyle otlar yiyeni öldürür,
ya da ölüme yaklaştırır. Lakın yeşil ot böyle değildir. Onu
otlayan hayvan ölüm tehlikesinden uzaktır. Bu hayvan o
yeşil otu yer. Böğürleri şişer. Sonra güneşler; kolayca güb­
re çıkarır, su döker. Böylece semirir. Yine bol bol yer. işte
bu dünya mah da tıpkı yeşil otlar gibi caziptir. Tath gelir.
Bu nimetten fakire, yetime, yurdundan ayn düşmüş garip­
lere yardım eden zengin Müslüman ne hayırh kişidir.
(Haksız kazanan), mal biriktiren, hırsh, kendinden başka-
smı düşünmeyen pintiler ise bir türlü doymayan obura
benzer. Kıyamet günü böyle mallar sahibinin cimri olduğu­
na şahitlik edecektir " buyurdu." (Zekât 47: 2/127).

ft « «

Çalışıp Alın Teri île Geçinmek

En büyük nimetlerden biri sıhhat içinde geçen ve


faydah işler yapılan zamandır. En tath yiyecek ise insanm
kendi el emeğiyle çalışarak kazandığıdır. Tembellik, hele
çahşmaya gücü yettiği halde başkasmm sırtmdan geçin­
mek, başkalarma el avuç açmak asla doğru değildir. Nite­
kim Hz.Peygamber,

21- ”..Hayatım kudret ellerinde olan (Allah) a yem


ederim ki, sîzden birinizin urganmı alarak sırtmda odun
88
taşı (yıp geçimini Sağla) ması birine gelip de ondan dilen­
mesinden elbette daha hayırlıdır. (Kim bilir) o, ya verir
(böylece minnet altına girersiniz); ya da vermez (horlanır-
smız)" buyurmuştur." (Zekât 50, 2/129).

Yurt Hasreti

22- "Hz. Aişe anlatır: "Allah Elçisi Medine'ye hicret


ettiğinde Babarn Ebubekir ile BilaPi sıtma tuttu. Ebubekir
sıtma nöbeti gelip ateşlendikçe

'Tesrib diyarında herkes


Ailesi içinde mutlu sabahlarken
Ölüm ansızm yakalar
Akşama sağ bırakmaz.»" diyerek şiir söylerdi. Bilal
de aynı şekilde sıtma nöbeti gelip de geçince gözlerini
açar, o da şiir söylerdi:

"Bir daha Mekke vadisinde geceler miyim,


Ah j)ir bilsem..

Etrafunda yemyeşil otlar..


Gün gelir de Mecenne Pmarı başına
Varabilir miyim, ah bir bilsem..

Mekke’nin Şâme ve Tufeyl Dağlarını


Bir daha görebilir miyim,'ah bir bilsem.." Y i­
ne Bilal, "Ya Rabbi! bizi ana yurdumuzdan çıkardıkları,
veba yurduna gelmeye mecbur ettikleri iç in .... ı kahreyle!
diye Mekkelilere beddua ederdi. Allah Elçisi (Muhacirle­
rin sıla hasreti çektiklerini) işitince, "Ya Rab! Bizlere
M ekke’yi nasıl sevdirdinse Medîneyi de öyle sevdir. Hatta
ondan daha fazla sevdir. Y a Rab! Sâ ile Müd ile ölçülen
erzakımıza bereket ver. Ya Rabbi! Medine’nin havasmı
hastahktan sâlim kıl. Hummasmı da, sıtmasmı da Mekke’
nin Cuhfesine naklet!" diye dua etti. (Hicret, 4/264).
RQ
Çalışıp Başkasına Muhtaç Olmamak

23- Abdurrahman b. A vftan şöyle dediği riva


edilmiştir: "Biz hicret edip Medine’ye geldiğimiz zaman
Hz. Peygamber (s.a) beni Sa’d b. Rebi ile kardeş yapmıştı.
Sa’d bir gün,

- Ben Ensârm en zenginiyim. Malımın yarısını sana


ayırdım. İstersen seni evlendireyim, dedi. Abdurrahman,

=Aliah malına bereket versin. Benim bunlara ihtiya-


cim yoktur. Ticaret yaptığmız bir çarşınız yok mu? Sen ba­
na pazar göster ticaret yapayım, dedi. Sa’d ,.

- Kaynuka Kabilesinin çarşısı var, dedi.

Abdurrahman bunu öğrenince Kaynuka Pazarma


satmak için yağ ve keş götürdü. Ertesi gün yine gitti. Çok
geçmeden Hz. Peygamber’i ziyarete gitti. Allah Elçisi ona,

-Evlendin mi? diye sordu. Abdurrahman,

- Evet evlendim, cevabını vardı.

- Kiminle evlendin?

- Ensârdan bir kadınla. Daha sonra Hz. Peygamber


ne kadar mehir verdiğini sorunca Abdurrahman bir çekir­
dek ağırhğmda altm verdiğini söyledi. Bunun üzerine Hz.
Peygamber
- Bir koyun keserek bile olsa düğün yap, buyurdu."
(Buyû’68: 6/142).

Kadın Gözüyle Erkek

Sahîh-i Buhârî’de de rivayet edilen ve adma "Ummu


90
Z er Hadîsi" denilen bir edebî metin vardır. Arap halk ede­
biyatının şaheseri sayılan bu metin üzerinde çok durul­
muştur. Özellikle mecaz, kinaye, teşbih gibi edebi sanatla-
rm çokça kullanıldığı bu hadîs metni üzerine şerhler yapıl­
mıştır. İnsan psikolojisinin görüntülerini sergileyen söz ko­
nusu metin şudur:

24- Hz. A işe’den nakledilmiştir. Demiştir ki, "Bir za­


manlar onbirkadm bir araya toplanmışlar konuşuyorlardı.
Herbiri kendi eşinin kişiliğini açıkça anlatmak üzere söz-
ieşmişlerdi. İlk kadm eşinin davranışlarmı şöyle dile getir-

" Benim kocam, dağ başındaki taşlık arazide bulunan


arık deve etine benzer. Kolay çıkılmaz. Semiz ohnadığm-
dan elde etmek güç gelir. Onunla uğraşmaya değmez."

İkinci kadın erkeğini şu sözlerle anlattı; "Ben, hayat


arkadaşımm halini imkânı yok anlatamam; çünkü onun
kötülüklerini saymaya kalkışsam gizli-açık her halini söyle­
mek zorunda kahrım. Bu ise imkânsızdır."

Üçüncü kadm ise şöyle dedi: "Benim eşimin pek akh


başmda değüdir. Ayıplarını söylesem beni başmdan atar.
Sussam kendinden uzak tutar."

Söz sırası dördüncü kadma geldiğinde eşini şu söz­


lerle övdü: "O çölün gece hayatı gibidir. Ne sıcaktır ne de
soğuk. Bu yüzden evimizin içinde ne korku vardır ne de
keder; ne darıhnak vardır ne de kırgmiık.."

Sıra beşinci kadındadır. O da eşini Över, "Benim eşim


evine geldiği zaman avdan gelen bir pars gibidir. Bulduğu-
nu evine taşır. Evden çıktığında ise sanki aslandır. Geçimi­
mizi sağlamak için aslan gibi gözüpek ve girgin çahşır. Ev­
de yapılan masrafları hiç sormaz. Bilir ki, yerli yerine har­
canmıştır" der.
91
Altıncı kadın eşinden şikâyetçidir. Şöyle anlatır ha­
yat arkadaşını: "Benimki oburun tekidir. Yemekleri siler
süpürür. Su içerken kabmı kurutur. Damla bile bırakmaz.
Uykusu geldiğinde tek başma bir köşeye çekilir; uyur ka­
lır. Bu durumun beni ne kadar üzdüğünü sormak büe iste­
mez."

Yedinci kadm ise eşini anlatırken "Kocam der; işini


bilmez biridir. Sanki her dert onun başına birikmiştir. Bu­
nu düşünmez, benim başıma dert olur."

Sekizinci kadm ise eşinden yumuşak huylu biri ola­


rak söz eder. Dokuzuncu ise eşinin cömertüğini dile geti­
rerek evinin açık olduğundan, ocağında külün eksümedi-
ğinden bahseder.

Onuncu kadına gelince o da eşinin cömertliğini


över. "O der; her iyiliğe sahiptir. Develeri vardır; geniş
alanlarda çöker. Ne var ki, yaylım yeri azdır. Bir konuk ge­
lirse yayılmalarma zaman kalmaz. Hemen kesilir, konuğa
ikram edilir. Öyle ki eve bir misafir gelse develeri kesile­
ceklerini bilir; yayhma gitmezler."

On birinci kadm Ummu Z er’dir. O da eşini Överek


şöyle der: "Benim eşim Ebu Z er’dir. Bilseniz ne kadar iyi;
ne yüksek ahlak sahibidir. Evinin her ihtiyacını görür. B e ­
ni bir dağ eteğinde buldu. AÜan kişner, develeri böğürür,
ekinleri sürülür, taneleri sapmdan ayrılır bir topluluk içine
getirdi. Benim hiçbir sözümü kırmaz. Evinde sabahlara
kadar uyurum kimse rahatsız etmez. Doyasıya yerim, ka-
nasıya içerim, karışan olmaz. Anası da uslu kadındır. Onun
da evi geniş, gönlü boldur. Misafirlerine yedireceği yiye­
ceklerin saklandığı ambarları, eşya koyduğu hararları bü­
yüktür. Oğlum da nazik biridir. Tığ gibi delikarüıdır. Çok
yemez. Kızım da öyledir. O da kibar ve terbiyeli bir çocuk­
tur. Babasma itaatlidir. Anasının sözünden ç ıta a z . Ço­
cuklarımız ailemizin süsüdür. Babasının da benim de göz-
bebeğimizdir.

92
Yanımızda çalışanlar.. Onlar da son derece sadıktır­
lar. A ile sırlarımızı kimseye söylemezler. Evimize gelen yi­
yecekleri israf etmezler. Bozulmaya bırakmaz, pişirir sof­
raya getirirler. Evimizde çör çöp koymaz temizlerler. Aile
namusuna leke getirecek en küçük bir halden kaçmırlar."
(Nikâh, 6/146).

Ağaç Dikmek

25- "Enes b. Mâlik’ten Hz. Peygamber’in şöyje bu­


yurduğu rivayet edilmiştir: "Bir Müslüman ağaç diker de
onun mahsulünden bir insan ya da hayvan yerse yenilen
şey ağacı diken için sadakadır." (Edeb, 7/78).

Hayvanlara Merhamet Etmek

îslâm Dini sadece insanlara karşı şefkat ve merha­


m et duygularıyla bağlı olmayı emir ve tavsiye etmez, hay­
vanlara karşı bile merhametli olunmasını öngörür. Bu ko­
nuda Sahîh’te mevcut bir hadîs şöyledir:

26- "..Adamın biri bir gün yolda jmrüyordu. Son de­


rece susamış, susuzluk canma tak etmişti. Derken bir su
kuyusu buldu. Kuyuya indi, kana kana içti. Sonra yukarı
çıktı. B ir de baktı kı bir köpek susuzluktan dili sarkmış,
nemli toprağı yalıyor. Kendi kendine, "susuzluktan benim
başıma gelen anlaşılan bu köpeğin başma da gelmiş" diye
mırıldandı. Sonra tekrar kuyuya indi. Su getirecek bir kabı
olmadığı için meşini doldurdu. Sonra su dolu mesi ağzma
aldı. Dişleriyle tutarak çıktı. Köpeği suladı. Allah da bu
' iyiliğinden dolayı onu bağışladı. Bunun üzerine sahabiier
"Yâ Resulallah! Dediler; bizim için hayvanlara iyi davran­
maktan da sevap var mıdu*? "Hz. Peygamber bu soruya "E-
vet, herbir ciğeri yaş (can taşıyan) hayvana iyilik etmekte
elbette sevap vardır" buyurdu." (Edeb; 7/77).
93
Çocuklara Şefkatli Davranmak

anlatmıştır: "Allah Elçisinin huzuru­


na havazınlı esirler getirilmişti. Bunlar içinde emzikli bir
vardı. Çocuğunu yitirmişti. Bu kadın göğsüne biriken
sütü sağıyor, diğer çocuklara veriyor; yahut o S a rı da emzi­
riyordu. Derken esirler arasmda yavrusunu buldu. Onu öy­
le bir bağrma bastı ki.„ Sonra da emzirmeye başladı. Bu
şefkat tablosunu görünce Hz. Peygamber,

" Şu kadının çocuğunu ateşe atacağmı zanneder mi­


siniz, dedi. Biz,

yettiği sürece atmaz, dedik. Bu sözü-


müz üzerine Hz. Peygamber,

- îşte Yüce Allah kuUarma bu kadınm şefkatinden


daha çok rahmetlidir, buyurdu." (Edeb, 7/78).

28- "..Hz. Peygamber "Yüce Allah rahmetini 3^


parça yaptı. Doksan dokuz parçasını kendi yüce katında
tuttu. Bir parçasını Yer 3âizüne indirdi. İşte bu bir parça
rahmet sebebiyle bütün yaratıklar birbirlerine acırlar (a-
cıkmadıkca saldırmazlar). Hatta kısrak yavrusunu emzirir­
ken dokunur korkusuyla toynağını yukarı kaldırır" buyur­
du." (Edeb).

iyilik Sadaka Gibidir

29- Hz. Peygamber 'İyilik sadakadır" buyurmuştur."


(Edeb, 7/8). ^
94
Koğuculuk

İslâm Dini insanlar arasındaki ilişkilere büyük önem


vermiştir. Bundan dolayı bu ilişkileri bozacak her türlü kö­
tü ve ahlâk dışı davranışı yasaklamıştır. Koğuculuk denilen
insanların arasmı açmak için laf taşımak da böyledir. Nite­
kim Allah Elçisi bir hadîslerinde böylelerinin Cennet’ten
mahrum kalacaklarma işaret etmiştir:

30- "Hz. Peygamber buyurdu ki, "İnsanlarm arasım


açmak için koğuculuk edenler Cennet’e giremezler." (E-
deb,7/86).

m Yüzlülük

31- "..Ebu Hureyre’den rivayet edildiğine göre Hz.


Peygamber(s.a) "Kıyamet Günü Allah katında azabı en
şiddetli olanlar, şuna bir yüzle buna bir yüzle gelen iki yüz­
lü münafıklardır. (Edeb, 7/87).

Düşmanlık

32- "Ebu Hüreyre’den Hz. Peygamber (s.a) in şöyle


buyurduğu rivayet edilmiştir: "Zandan sakınm; zira zan,
sözün yalanı en çok olanıdır. Birbirinizin ayıbmı araştır­
mayan. Birbirinizin özel hayatmm peşine düşmeyin. Birbi­
rinize hased etmeyin. Birbirinizden yüz çevirip uzaklaşma-
ym. Birbirinize karşı kin tutmaym. Ey Allah’m kulları!
Kardeş olun. B ir Müslümamn din kardeşine üç günden
fazla küs durması helal değildir." (Edeb, 7/88)o

95
■öfkelenmemek

Öfke aklı yok eder. Birçok kötülük kızgınlık halinde


işlenir.Bu sebeple Hz. Peygamber her zaman kişinin ken­
disine hakim olmasmı öğütlemişlerdir. Bu konudaki bir
hadîsleri şöyledir:

33- ",.Hz. Peygamber "Yiğit olan, onu bunu güreşte


yenen değildir. Gerçek mânâda yiğit, öfkelendiği an kendi­
sini tutabilendir" buyurdu." (Edeb, 7/99).

Hayâ (Utanma)

Güzel ahlâkın en önemli hasletlerinden birisi de ha­


yâ yâni utanma duygusudur. Allah vergisi bu haslet insanm
kendi kendisini kontrolde en etkili tesiri yapar. Sahîh’te
böylesine mühim bu ahlâki hasletle ilgili hayli hadîs var­
dır. Bunlardan birisinde hayânm insana hayırdan bir diğer
deyişle iyilikten başka bir şey getirmeyeceği, diğerinde ise
bütün peygamberlerin insanlara bu hasleti tavsiye ettikleri
belirtilir. Bu iki hadîs şöyledir; ^

34- "..Hz. Peygamber (s.a) "Hayâ ancak hayır getirir"


buyurmuştur." (Edeb, 7/100).

35- "..Hz. Allah Elçisi şöyle buyurdu. "Utanmadıktan


sonra dilediğini yap" sözü insanlara ulaşan ilk peygamber­
lik sözlerinden biridir." (Edeb, 7/101).

Allah İçin Sevmek

36- Enes b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre Hz.


Peygamber (s.a) "Üç haslet vardır ki kimde olursa imanm
tadmı bulur. Bunlardan birincisi Allah ve Resûlû kendisine
96
her şeyden daha sevgili olmak; İkincisi, birini sırf Allah için
sevmek; üçüncüsü ise Allah kurtardıktan sonra küfre dön­
meyi ateşe atılmaktan daha kötü görmek" buyurmuştur"
(im a n , 1/11; Edeb, 7/ 83). "

Susmasını Bilmek

Konuşmak ne kadar önemli ise, yerine göre susma-


smı bilmek de o derece önemlidir. İnsan ahlâkında bu iki
hususun büyük yeri vardır. Nitekim Hz.Peygâmber güzel
ahlakm dört önemli hasletini sayarken bu hususa da ver
vermiştir. Şöyle ki, ^

"Ebu Şureyh el-Adevî’den rivayet edildiğine göre


şöyle demiştir; "Hz. Peygamber şu sözleri söylerken kula-
^ duydu, gözlerim onu gördü: "Kim Allah’a ve Ahiret
Ounüne iman ederse komşusuna iyilik etsin. Allah’a ve
A n ır^ Gününe inanan kimse misafirine ikramda bulun­
sun. Kim de Allah’a ve Ahiret Gününe iman etmişse ya
hayrı soylesm ya da sussun." (Edeb, 7/79).

Her İyilik Sadaka Gibidir

. . Musa el-Eş’arî’den rivayet edihniştir. De-


mıştır kı, Hz. Peygamber şöyle dedi: "Her Müslümamn
r j ^ bunca nimetin şükür borcunu ödemek için
elmden geldığmce) sadaka vermesi gerekir. "Bunun üzeri­
ne bu sözlerini dinleyenler" Eğer sadaka verecek bir sevi
y ^ s a ne yapsm" diye sordular. Hz. Peygamber "Gücü yet-
tığıjcadar çahşır. Kazandıklarıyla hem kendisi geçinir, hem
de fazlasmı sadaka olarak verir" buyurdu. Tekrar sordular
çalışam ayacak durumda ise ne yapsm?" "Darda kahnısla-
ra yardımcı olur (böylece sadaka vermiş sayıhr)" cevabmı
verdi. Onu da yapamazsa ne yapsm" diye sorduklarmda
97
ise "iyiliği emreder, iyiliğin yayılmasına çalışır. Bunu da ya­
pamazsa kendisini kötülükten çeker. Bu da onun için bir
sadaka sayıhr" diye cevap verdi." (Edeb, 7/79).

Kötülük Yapmamanın Mükâfatı Vardır

İnsanlığa gönderilmiş son din olan İslâm insanların


yaptıkları işler konusunda son derece sağlam ölçüler getir­
miştir. Bu ölçülerden birine göre iyilik yapıldığında sevabı
kat kat olur. Buna karşılık iyiliğe niyet edilir de yapılamaz­
sa yine sevap kazanılır. Ayrıca kötülüğe niyet ediÛr ve A l­
lah korkusuyla o kötülükten vazgeçilirse karşılığında yine
mükâfat olarak sevap vardır. Yapılmayan işten sevap ka»
zanmak gibi bir ölçüyü koyan hadîsin Sahîh’teki metni şey­
ledir.

39- "..Hz. Peygamber Rabbi Yüce Allah’tan naklett


ği bir hadiste şöyle demiştir: "Yüce Allah iyilik ile kötülüğü
yazmış (ezelde takdir etmiş) tir. Sonra da bunları açıkla­
mıştır. Buna göre kim bir iyilik yapmaya niyet eder, sonra
da o niyetini yerine getirir (niyet ettiği iyiliği yapmaz) sa
Yüce Allah onu Yüce katmda bir bütün iyilik sevabı olarak
yazar. Eğer niyet eder de işlerse ona da Yüce Katında on
iyilikten yediyüz katına kadar, hatta daha da fazlasıyla ya­
zar. Her kim de bir kötülük yapmaya kalkışır; onu işle­
mezse, onu da Yüce Katında bir bütün iyilik olarak yazar."
(Rikâk, 7/187).

Şüpheli Şeylerden Kaçınma

40- "..en-Nu’mân b. Beşîr’den rivayet edildiğine gör


şöyle demiştir. "Hz. Peygam beri şöyle derken duydum:
"Helal olan şeyler belli, haram olanlar da bellidir. İkisi ara-
smda birtaîam şüpheli şeyler vardır ki insanlardan çoğu
bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakmırsa dinini
ve ırzmı korumuş olur.Kim de şüpheli şeylere dalarsa ha-
98
“PV yasaklanmış)
S e v s e ‘'i>
y. duşurup otlatma tehlikesi vardır Dik­
kat edın^. H er malığın bir koruluğu olur. İyi bilin AUah’m '
Şeylerdir.Sakın gâfü olmaym' Vücut
f P ° l ” sa bütün vücut yi o Z

S v lE .“.7 S, ’ “ " '" ■

99
Faydalanılan Eserler

Bağdâd: el-Hatîbu’l-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd,l-14, Kahire.

Barthold: V .V Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Hz. Hakkı


Dursun Yıldız, İst., 1981.

Buhârâ: Muhammed b. Ca’fer en-Ner§ahî, Târîhu Bubârâ, Arapçaya çe­


virenler, D r. Emin Abdulmecid Bedevi ve NasruUah Mübeş§ir etTirâzî,
Kahire.

Buldan: Y â ’kût el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, M ısır 1323/1906.

Dersler: V .V. Barthold, O rta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Yayı­
na hazırlayanlar, Dr. Kazım Yaşar Kopraman, Dr. Afşar İsmail Aka, Kül­
tür Bakanhğı Kültür Yayınlan, Ank., 1975.

Hedy: İbn Haceri’l-A ^alânî, Ahmed b. Ali, Hedyu’s-Sârî Mukaddimetu


Fethi’i-Bârî, Mısu’ 1301.

eİ'İIm â: Kadı İyad b. Mûsâ el-Yahsubî, el-İlmâ ilâ M a’rifeti Usûli’r-Ri-


vâye ve Takyîdl’s-Semâ’, Kahire 1389/1970.

İslâm Ansiklopedisi

K ebîn El-Buhârî, Muhammed b. İsmâ’il, et-Tarîhu’l-Kebîr, 1-9, Haydarâ-


bâd.

Mehmet Akif. M . Emin Erişirgil, Mehmet Akif, İslâmcı B ir Şairin Ro­


manı, Ank. 1956.

Nubelâ: ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed, Siyeru A lâm i’n-Nubelâ,


(12.dlt), 2.Bs., Beyrut 1404/1984.

Tecrid: Sahîh-i Buhari M uhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercümesi,


Tecrîd Mukaddimesi: Ahmed Naim, Sahîh-i Buhari M uhtasan Tecrîd-i
Sarih Tercümesi ve Şerhi Mukaddimesi, Ank. 1970.

Tehzîb: İbn Haceri’l-Askalânî, Ahmed b. Aii,Tehzîhü’t-Tehzîb, 1-12 Hay-


darâbâd.

Tezkire: ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed, Tezkiretu’NHuffâz, 1-4, Hay-


darâbâd, 1956.

Turâs: Dr. Fuat Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, Arapçaya çevirenler Dr.


Mahmûd Fehmi Hicâzî, Dr. Fehmi Ebu’l-Fadi, 1-2 Kahire 1977.

101
Türk Ansiklopedisi

Sağın el-Buhârî, Muhammed b. İsmail, et-Târîhu’s-Sağîr, 1-2, Kahire


1397/1977.

Salıîiı: el-Buhârî, Muhammed b. İsmail, el-Câmi’u’s-Sahîlı 1-8, İst. 1315.

S e ^ n : Dr. Fuat Sezgin, Buhârinia Kaynaklan Hakkında A raştınnalar,


İst. 1956.

Şâfî’iyye: es-Subkî, Abdulvehâb b. Takiyyudin, et>Tabakâtu’ş>Şâfi*iyyeti’


1-Kubrâ, 1-6, Kahire.

Sezerât: İbnu’l-İmâd el-Hanbeli, Şezerâtu’z-Zebeb, Kahire.

102
îsim ler Dizisi

-A -

Abd b. Humeyd (249/863)


Abdân, AbduUah b. Osmân (221/835)
Abduaziz el-üveyâ (?)
Abdân, AbduUah b. Osmân (221/835)
AduUah b. E bi’l-As el-Harzemî (? )
Abdullah b. Hammâd el-Amüî (273/886)
Abdullah b. Muhammed el-Musnedî (229/843)
Abdullah b. Ömer (73/692)
AbduUah b. R ecâ (220/835)
AbduUah b. Revâha (8/629)
AbduUah b. Yusuf (218/833)
Abdurrahman b. A vf (32/652)
Abdurrahman b. Hammâd eş Şu’aysî (212/827)
Abdurrezzâk b. Hemmâm (116-211^34-826)
Adem b. E b î lyâs (220/835)
Affân b. MüsUm (220/835)
Ahmed b. Hafs (258/871)
Ahmed b. Hanbel (164-241/870-855)
Ahmed b. I§kâb (218/833)
Ahmed b. Muhammed el-Ezrakî (222/836)
Ahmed b. Seleme (?)
Ahmed es-Sunûsî (?)
Ahmed Naim (1872-1934)
Hz. Ai§e (57/876)
Ali b. AbdiUah el-Yûninî (672/1273)
AH b.Ayyâş (218/833)
AU b. E b î TaUıa (143/760)
Ali Ibnu’l-Hasen b. Şakîk (212/827)
A li Ibnu’l-Medmî (161-234/777-848)
Amr b. AH el-fellâs (160-249/776-863)
Am r b. Zurâre (238/852)
Amr İbnu’l-As (43/663)
Atatürk (1881-1938)
A tâ’u’l-K ^harânî (?)
Avn b. AbdiUâh (124/741)

-B -

Bedl İbnu’l-Muhabbir (215/830)


Bedruddin Mahmud el-Aynî (762-855/1360-1451)
B iş rb .Ş u ’ayb (213/828)
Bi§r Ibnu’l-Hakem (238/852)
Bündâr, Muhammed b. Beşşâr (167-252/783-866)
103
-D-
ed-Dâhüî (?)

.E -

Ebu Abdirrahmân el-Mukrî, Abdullah b. Yezîd (213/828)


Ebu Asım en-Nebîl, Dahhâk b. Mahled (122-262/739>875)
Hz. Ebu Bekir (13/634)
Ebu Bekir b. Ayyâş (193/808)
Ebu Bekir b. E bî Şeybe (235/849)
Ebu Bekir b. Hazm (1177/735)
E bu Bekir el-Kelvâzânî (? )
Ebu Bekir el-Medîm (?)
Ebu Dâvud et-Tayâlisî, Süleymân b. Dâvud (204/819)
Ebu Hâmid e§-Şarkî, Muhammed İbnu’l-Hasen (325/936)
Ebu Hatim er-Râzî (195-277/810-890)
Ebu Hureyre (59/678)
Ebu Mushir, Abdul’A ’lâ b. Mushir (218/833)
Ebu’l-Yemân, el-Hakem b. Nâfi’ (138-222/755-837)
Ebu’z-Zubeyr, Muhammed b. Müslim (126/743)
Esbağ İbnu’l-Ferec (225/839)
Eyyub b. Süleymân ( ^ / 8 3 8 )

-G -

Guncâr, Muhammed b. Ahmed (412/1021)

-H -

H a a Zihni Efendi (1845-1914)


Haccâc b. Minhâl (217/832)
el-Hâkim, Muhammed b. Abdillah (321-405/933-1014)
Halid b. Ahmed ez-Zuhlî (269/882)
HaHd b. Mahled (213/828)
Halid b. Yezîd, el-Mukrî (212/827)
H allâdb. Yahya (213/828)
Hammâd b. Zeyd (98-179/716-795)
Haşan Basri Çantay (1887-1964)
Hassân b. H akân el-Basrî(213/828)
Hz.Hatice ( Hicretten önce )
Hâtim b. İsma’il (186/802)
Heraküyus (?) . '
el-Huineydfi, Abdullah İbnu’z-Zubeyr (219/834)
H u z ^ e b . el-Yemân (36/656)

104
İbn Cureyc. Abdulmelik (707-150/689-767)
İbn Haceri’l-Askalânî, A lm ed b. A li (773-852/1371-1448)
İbn Munîr, Abdullah (243/857)
İbn Sâ’id, Yahya b. Muhamraed (228-318/842-930)
|bnu’n-Nâtûr (?)
İbrahim.(Hz. Peygamber’in oğlu,?)
İbrahim b. Mûsâ (220/835 den sonra)
ftrahim İbnu’l-Eş’as (?)
İmam Mâük: Bk. Malik b. Enes
İshak b. İbrahim el-Huttelî (? )
İsh âkb. Râhûye (161-238/77-852)
İsmail b. E b î U v ^ s (216/831)
İsmail b. İbrahim b. Mugîre (Buhârî’nin Babası, ?)

Kâmil Miras (1874-1957)


K a t i b e b. Müslim (49-97/669-715)
K u t^ b e b. Said (240/854)
Malik b: Enes (93-179/711-795)
Mehmet Şofuoğlu (1923/-1987)
Mekki b. İbrahim (214/829)
Mualla b. Mansur er-Râzî (211/826)
Muaviye b. E b î Süfyân (60/679)
Muhaıiımed b. Abdillah el-Ensârî (215/830)
Muhammed b. A r’ara (213/828)
Muhammet b. E bî Hatim, Ebu C a’fer (?)
Muhammed b. İsa İbnu’t-Tabbâ’ (224/838)
Muhammed b. Sabık (214/829)
Muhammed b. Selam el-Bîkendî (215/830)
Muhammed b. Yahya ez-Zuhlî (258/871)
Muhammed b. Yusuf el-Bîkendî (?)
Muhammed b. Yusuf el-Firyâbî (120-212/738-827)
Musa b. İsmail (223/837)
Musa b .U k b e (141/758)
Müslim b. Haccâc el-Ku§eyrî (206-261/821-874)

-N~
Narşahî, Muhammed b. Ca’fer (286-348/899-957)
Nua’ym b. Hammâd (228/842)

-O -
Osman b- E b î Şeybe (239/853)
Osman b. Said, es-Sâ’iğ (? ) 105
-o-
Hz. Ömer (23/643) Ömer.
Adilaziz (101/71)

-R -
R ecâ (?)

-S-'

Sa’d b. R ebî’ (?)


Sadaka İbnu’l-Fadi (226/840)
Sa’id b . E bî Meryem (144-224/761-838)
Sufvân es-Sevrî (77-161/696-777)
Süheyl b. E bi Salih (138/755)
Süleym b. Mücahid (?)
Süleyman b. Harb (140-224/757-838)
Süreye İbnu’n-Nu’mân (217/832)

•T -

T alk b . Gannâm (211/826)

- U -

Ubeydullah b. Musa (213/828)

-V -

Varaka b. Nevfel (?)


Veki İbnu’l-Cerrâh (129-196/746-811)
Vuheyb (?)

-Y -

Yahya b. Bişr (232/846)


Yahya b. M a’în (157-233/773-847)
Yahya b. Sa’id el-Kattân (188/803)
Yahya b. Yahya (223-847)
Yezid b. Harun (117-206/735-821)
Yusuf b. Musa el-Mervezî (253/867)

-Z -

ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed (673-748/1274-1347)


Zubeyr b. Adî (131/748)

106
SOZLUK

-B -

Batın; Nesil.

Bid’atçı: Dine aslından olmayan şeyler ekleyen kimse.

Biyografi: B ir âlim v ^ a meşhur kimsenin hayat hikâyesi.

Biyografik; B ir âlim veya meşhur kimsenin hayat hikâyesiyle ilgili.

-D -

Dirâyet: E le ahnan işi ba§anya ulaştırmak için gösterilen azim, akılhca


davranmak ve beceriklilik.

-E -

Eosâr: Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde ona ve onunla birlikte


gelen muhacirlere kucak açıp yardımcı olan Medineli Müslümanlar.

Emîr: Emreden, vali gibi yönetici.

Fâoî; Gelip geçici, yok olucu.

Hadîs: Hz. Peygamber’in sözlerini, fillerini ve onunla ilgih diğer konulan


aktaran rivayet.

Hadîs meclisi: Bir âlimin isteyenlere hadîs yazdırarak öğrettiği ders otu­
rumu.

Hadîs Metodolojisi: Hadîslerin sahîh olup olmadıklarım tesbite yarayacak


kaide ve metotlar ilmi. Hadîs usulü.

Hafız: Ezberleyen. Hadîs ihnınde yüksek dereceleri olmış âlim.

Ilangâh: Toplu halde ders görülen tekke tipi kuruluş.

H aricî: Sıffîn Savaşmdan sonra Hz. AH safmdan aynlan Müslümanlann


oluşturduğu mezhebe mensup olan.

107
Hasbî: İşini karşılık beklemeden sırf Allah rızası için yapan.

Hasen: Nakledende bulunan küçük bir kusur yüzünden sahîh kabul edil­
meyen ancak zayıf da olmayan, sahihle zayıf arası hadîs.

Hüccet: Delil, belge. Hadîs İlminde yüksek dereceleri ahnış, görüşü tar­
tışmasız kabuİ edilen âlim.

İhtilat: Görüş ayrılığı.

İhtilaf: Hastalık veya yaşhlık yüzünden bir kimsenin zihninin kanşması ve


bildiklerini kanştırması.

İllet: Hastahk. Bazı hacüslerde bulunan ve dışandan farkedilmeyen, an­


cak büyük âlimlerin ortaya çıkarabildikleri gizli kusur.

îsoâd: Hadîsi çeşitli sözlerle Hz. Peygamber’e kadar ulaştıran rivâyet zin­
ciri:

-K -

K âtip: Yazıcı, sekreter.

Ketum: Ağzı sıkı. Bir şeyi gizleyen ve k im s^ e haber vermeyen.

Kronolojik: Tarih sırasına göre.

=M’-
Maktû: Kesilmiş, kesik. Hadîs ilminde sahabeden sonra gelen ikinci nesil
olan Tâbî’üerden birinin sözü veya görüşü, yahutta onunla ilgili haber.

Meskûn: Oturulan yer. içinde insan yaşayan arazi parçası.

M etânet: Sağlamlık, Dayanıkhiık, güç kuvvet.

M etin: Metânet sahibi, sağlam, dayanıklı, güçlü kuvvetli.

Mevkuf: Durduruhnuş; Hadîs İbîiinde Hz Peygamber’den sonra gelen sa-


hâbe neslinden birine ait söz veya davramşı bildiren haber.

Muhaddis: Hadîs ilmiyle uğraşan, bu ilimde belli bir yere gelmiş âlim.

M u’tezile: Akla fazla önem veren bir mezhep, bu mezhebe mensup olan­
lar.
108
Mü’eddib. Terbiye eden. Çok e ^ d e n okullarda öğrenciler arasında sü­
kûneti sağlayan görevli.

Mülâld: Kavuşan, bir araya gelen.

Mttrci’î: Mürci’e denilen mezhebe mensup olan kişi.

Mürsel: Bağlanmış, ulaştırılmış. Ha<Ks İlminde Hz. Peygamber’den son­


raki ikinci nesil olan tâbî’îlerden birinin, kendinden önceki sahabinin adı-
m anmaksızm Hz. Peygamber şöyle d e^ gibi bir ifade ile ondan duyma­
dığı bir sözü nakletmesiyle oluşan hadîs.

Müsteşrik: Oryantalizm de denilen Doğubilimle meşgul olan batüı ilim


adamı.

-N -

Nâsibî: Nâsibiyye denilen mezhebe mensup olan.

Nâ§ir: Neşreden, yayan, yaygm hale getiren.

Nesep: Soy, bir kimsenin atalanndan oluşan zincir.

-R -

Râfızî: İran’da çıkmış mezhebe mensup aşın taraftar.

Râvî: Rivâyet eden, nakleden, öğrenen kimse. .

Ribât: Hana benzer konaklama yeri.

Rivâyet: Nakletme. Ha<Msi bilenden alma veya bildiği hadîsi bir başkasma
aktarma.

Sahabe: Sahâbî çoğulu. Hz. Peygamber’i gören müslümanlar.

Sahâbî: Hz. Peygamber’i gören, onunla konuşan müslüman.

Sahîh: Sağlam, sıhhatli. Gerekli şartlan taşıdığı için Hz. Peygamber’e ait
olduğu anlaşılan hadîs.

Şayka: Cilalı, kaygan.

Selef: Önce gelen. Daha evvel yaşamış olan.


Şevval: Hicri takvimin onuncu ayı.

-T -

Tabaka: Bir devirde yaşayan âlimlerin oluşturduğu grup.

Tâbî: Tabi olan, bağlanan, izinden giden, görüşlerini benims^en.

Tâbi’îler: Sahâbilerle göriişüp onlardan ilim öğrenen Hz, Peygamber’den


sonraki ikinci nesil.

Tahannüs: Bir çeşit ibadet. Issız, tenha yerlere çekilip düşünce yoluyla
ibadet etmek.

Telkin: Birine bir şey anlatarak onu tesir altma alma, yönlendirme.

Terâcüm:Hadîs kitaplarmda belli konudaki hadîslerin b^r araya toplandı­


ğı bölümlere konulan başlıklar.

-V -

Vasıf: Özellik, nitelik.

Vecd: Derin düşüncelere dalarak kendinden geçme.

-Z -

Zâhirî: Zâhiriye adındaki mezhebe bağlı olan kişi.

110
,{»İ;-.u<ot.';.?i;-:-‘'iü.
Sosyal ilimler tarihine ismini altın harflerle yaz-
dırmış^büyük ilim adamı Buhârî, dokuzuncu asır Mâ-
verâunnehir Türk Kültürü ortamında yetişmiş ender
şahsiyetlerdendir. Gerek Hadîs gerekse İslâm Hukuku
dallarında devirlerin otoritesidir. Bu ve diğer İslâmî
ilimlerde sağlam metodu, engin bilgisi ve benzersiz
eserleriyle büyük üne kavuşmuştur. Ölümsüz eseri Sa­
hihi benzersiz bir kaynak eser oluşunun yanında geniş
bir İlmî literatürün de konusu olmuştur. Dünya sosyal,
ilimler tarihinde etrafında alabildiğince geniş bir ede-
biyatm oluştuğu ikinci kitap olan Sahihin Türk ilim ve
kültür tarihinde de son cfcrece önemli bir yeri vardır.

İlmi, irfanı, çaüşma disiplini, metodu ve eserleri


göz önünde tutulduğunda asırların zor yetiştirdiği yü­
ce bir şahsiyet olduğu kolayca söylenebilecek Buhârî’
nin uzun yıllar ötesinden de olsa günümüz insanına
ulaştırdığı hayli önemli mesajları vardır.

Okuyucu, şu küçük çaph eserde bunlardan bir


kısmmı bulacaktır.

!SBN 97S • 17 >0368 >9


Fiyatı:! 100 TL

You might also like