Professional Documents
Culture Documents
Birinci Basım
Aralık 1966
Bi�Gi YAYlNEVi
Sakarya Caddesi B
Yenişehir, Ankara
Tel: 17 74 03- 17 89 30
Simone de Beauvoir
Sessiz bir ölüm
Bil gi Yayınevi
Kapak düzeni : Ozan SAÖDIÇ
Dylan Thomas
8
' I çim hiç sıkılmazkan bu kez sıkıldı', dediydi bana.
Bereket, görüşmemizden az sonra kız kardeşim onu
iki haftalığına Alsace'da konuk etmişti. Şimdi arka
daşları yeniden Paris'teydi, ben de dönüyordum: Şu
kırı k olmasaydı onu muhakkak kendini toparlamış
bulurdum. Kalbi sapasağlam, kan basıncı· genç bir
kadının ki kadard ı : Başına ağı r bir kaza gelir diye
içime korku girmemişti hiç.
Saat altıya doğru kliniğe telefon ettim. Paris'e
döndüğümü, kendisini görrneğe geleceğimi söyle
dim. Bana karars ız b i r sesle karş ı l ı k verd i . Profesör
B. telefonu e l i nden a l ıp konuştu : Cumartesi sabahı
amel iyat edecekti onu.
Yatağına yaklaştığımda: 'Beni iki ay mektupsuz
bıraktın ! ' dedi bana. Nasıl olur? ded i m ; görüşmüş
tük, Roma'dan yazmıştım kendisine. Inanmıyormuş
gibi dinledi ben i . Alnı, elleri ateş içi ndeydi ; hafifçe
çarpılmış ağzından güçlükle çıkıyordu sözler, kafa·
sı biraz bulanık gibiyd i . Geçirdiği sarsıntının etkisi
miydi bu? Yoksa ufak bir kalp nöbeti geldiği için
mi düşmüştü yere? Bir tiki vard ı , oldum olas ı . (Ha
yır, oldum olası öyleydi diyemem, ama uzun zaman
dan beri vard ı . Ne zamandan beri ki?) Gözlerini kır
pıştırıyor, kaş ları kalkıyor, alnı kırışıyordu. Ben ya
nındayken bu kıpırdanması b i r an durmadı . Yal ız,
gergin göz kapakları nı indirdiği zaman gözbebekle·
ri tamamıyle örtül üyordu. Asistanlardan Doktor J.,
annemin yanına uğrad ı : Amel iyat gereksizdi , uyluk
kemiği yerinden oynamamıştı, üç ay istirahatle kay
nayacaktı kendi l iğinden. Annemin sıkıntısı b i raz
azalmış göründü. Teletona ulaşmak için gösterdiği
çabayı , kaygısın ı ; Bost i l e Olga'nın inceliğini biraz
karışıkça anlattı . Boucicaut'ya sırtı ndaki sabahlık
la getirilmişti, yanına bir şey almamıştı . Olga, erte-
si gün, kendisine. g iyip çıkaracak bir iki şey, kolon·
ya, beyaz yünlüden güzel bir h ı rka getirmişti . Ken
disine teşekkür ettiğinde, Olga, 'Aman Hanımefen·
di', d iye karş ı l ı k vermişti , 'sizi seviyoruz, yaparız
tabii. Annem, birkaç kez, dalgın, kanmış b ir hal l e:
'Sizi seviyoruz, yaparız tabii, ded i ' diye yineled i .
' Bizleri . ted i rgin etmekten öylesine utanır, ken
disi için yapı lanlar karşısında öyle ölçüsüz b ir iç
yükü mü duyar b i r hali vardı ki ! insanın yüreği par
çalanıyordu', dedi Olga bana o akşam. Doktor D.'den
öfkeyl e söz etti. Doktor Bayan Lacroix'nı n çağ ı rıl·
. m ış olmasından al ı nmış, perşembe günü Boucicaut'·
·ya uğrayıp annemi görmek i stememişti . 'Yirmi daki·
ka kendisine dert aniatmağa çal ıştım telefonda', de
di Olga. ' Geçird iği sarsıntıdan, hastanede sabah
layışından sonra anneniz, kendisine her zaman ba
kan doktorun, yüreğine btraz su serpmesini . gerek·
serdi. Adam Nuh ded i , Peygamber demed i . ' Bost'a
göre annem b i r. kalp nöbeti geçirmemişti : Onu yer·
den kald ı rdığı zaman, b i raz şaşkın b i r hali varmı ş
ama aklı başı ndaymış. Ancak ü ç ayda kal kabi lece
ğ i ne Bost'un akl ı pek yatmıyordu: Uyluk boynu kı·
rığı , tek başına, korkulacak bir şey değ i l d ir ; ama
uzun süre kımı ldamadan yatmak, yatalak yaraları·
na yol açar, bu yaralar da, yaşlı kimselerde, kapan
mak bi lmez. Yatık durmak akciğerleri yorar: Hasta·
nı n göğsüne kan yürür, bu da götürür onu . Pek te·
l aşlanmadı m . Sakatlanmıştı ama sağ lamdı annem.
Hem, artık, ölecek yaşa da gelmişti .
Bost kız kardeşime de haber vermişti ; onunl a
telefonda uzun uzun konuştum: ' Bekl iyordum zaten
böyle b i r şey ! ' dedi kardeşim. Al sace'da annemi öy
l esine yaşlanmış, enezleşmiş görmüştü ki Lionel 'e:
'Annarn bu kışı çıkaramayacak', demişti . B i r gece ·
10
annem, karn ında zorlu sancı lar duymuştu : Kendi si
ni hastaneye kaldırmalarını i stemesine ramak kal
mıştı . Ama o gecenin sabahı , iyi leşmişti . Alsace'da
geçi rdiği günlerin büyük sevinci, kıvancı içinde,
kendisini arabayla Paris'e geti rdikleri zaman, yeni
den güçlenmiş, keyiflenmiş bir haldeydi . Bununla
birl ikte, ekim .ortalarında, kazayı geçirmesinden on
gün kadar önce, Francine Diato kız kardeşime te
lefon etm iş: 'Az önce, yemekte, annenizin yan ı nday
dım. Kendisini öyle kötü durumda buldum ki s ize
haber vermek istedim' , demiş. B i r bahane uydura
rak hemen Paris'e gelmiş ·oıan kız kardeşim annemi
bir röntgenciye götürmüştü . Fil imleri i nceledikten
sonra, heki m i , kesinl ikle şunu söylemişti : ' Kaygı
lanmanızı gerektirecek bir şey yok. Barsağı nda bir
çeşit cep oluşmuş, boşaltımı güçleştiren b ir dışkı
cebi . . . Hem anneniz pek az yemek yiyor; bu, birta
kım eksikliklere yol açab i l i r ; ancak, tehl ikel i b i r
durum yok.' Anneme, daha i y i beslemmeğe bakma
sını öğütlemiş, yen i , pek güçlü i laçlar vermişti . Pou
pette bana : 'Gene de merak içimleyd im', ded i . 'An
neme yalvardım, yanına bir gece bakıcısı alsın d iye.
B i r türlü kabul etmed i ; tanımadığı b i r i nsanı n gece
leri {}vinde yatması düşüncesine ısı namıyordu hiç.'
Poupette'le anlaştı k; iki hafta sorıra, ben i m Prag'a
hareket etmeği tasarladığım sırada, Paris'e gele
cekti.
Ertesi gün annemin ağzı hala çarp ık, konuşma
sı hala düzensizd i ; sarkık göz kapakları gözlerini
ö rtüyor, kaşları oynayıp duruyordu. Yirmi y ı l önce
bisikletten düşerek kırmış olduğu sağ kolu iyi kay
namamıştı ; geçen günkü düşüştı sol kolunu i ncit;
m�ti : Kol larını ancak kımıldatabil iyordu. Bereket,
büyük b i r titizlikle, özenle bakılıyordu hastanede.
11
Odası bir bahçeye bakıyordu, sokak gürültüsünden
uzaktı. Yatağın yeri değiştirilmiş, pencereye koşut
duvara yanaştırı lmıştı; böyle likle, duvara ası l ı du
ran telefona kolaylıkla uzanabi l ecekti. Arkasına ko
nan yastıklarla, yatmaktan çok oturuyor gibiyd i : Ci
ğerleri yorulmayacaktı . Elektrikli bir aygıta bağ l ı
şişirme şi ltesi titreşiyor, bedenine masaj yapıyor
d u : Böylelikle yatalak yaraların ın oluşumu önlene
cekti. Her sabah , devinimle sağaltma uzmanı bir
kadı n , bacaklarını çal ıştırıyordu. Bost'un saydığı
tehli keler savuşturulmuşa benziyordu. B i raz uykul u
sesiyle annem, oda hizmetçileri nden birinin yemek
yemesine yardım ettiğini, etini kestiğini, yemekie
rin pek güzel olduğunu anlattı. Oysa Boucicaut'da
kendisine patatesli sucuk vermişlerd i ! 'Sucuk! D ü
şün bir! Hastalara sucuk! ' B i r gün öncesine göre
daha konuşkandı . Yerde sürünerek, telefonun kor
donunu el ine geçirip aygıtı kendine doğru çekip çe
kemeyeceğini düşünerek geçirdiği kaygı dolu iki
saati anlatıp duruyordu. 'Bir gün, Bayan Marchand'a,
-bi l iyorsun , o da yalnız başına oturuyor- Allahtan
telefon var, demiştim. O da, iyi ama, ona uzanabil
meniz de gerek, diye karş ı l ı k vermişti .' Bilgece bir
şey söylercesine annem bu sözl eri üst üste yinele
d i ; sonra şunu ulad ı : 'Telefona ulaşamasaydı m ha
l im dumand ı . '
Kendini işittirecek kadar seslenebilecek m iydi
acaba? Seslenemezdi muhakkak. Sıkı ntısını, kaygı
sını canlandırab i liyordum kafamda. Tanrıya inanırd ı ;
ama i leri yaşına, sakatlıklarına, hasta lıkianna karş ı n
yeryüzüne bütün gücüyle tutunuyordu; ö lümden hay
vanların korktuğu kadar korkuyordu. Sık. s ı k gördü
'ğü bir karabasanı aniatmıştı kız kardeşime: 'Kova
lıyorlar ben i , koşuyorum , koşuyorum, bir duvara ge-
12
lip çatıyorum ; bu duv;:ırdan atlayıp aşmam gerek
ama arkası nda ne var duvarın , bilmiyorum ; korku
yorum.' Ona şöyle de söylemişti : ' Beni korkutan
ölümün kendi değ i l : Sıçrayıştan yıl ıyorum.' Yerde
sürünürken, sıçramanın vakti gelip eriştiğine i nan
mıştı . Kendisine sordum : ' Düştüğü nde canı n çok
yanmış olacak herhalde . . . - Hayır. Hatı rlamıyorum.
Canım yanmadı bile.' Demek, ·kendinden geçmiş, .di
ye d üşündüm. Bir baş dönmesi geçirdiğini anılıyor
du; birkaç gün önce, yeni veri l m iş ilaçlarından bi
rini aldıktan sonra , dizlerinin bağı çözül ü r gibi ol
duğunu anlattı arkası ndan; sedirine dar atmıştı ken
d i ni . Evi nden, birçok başka eşyayla birl i kte genç tey
ze kızı mız Marthe Cordonnier'ye getirttiğ i şişelere
kuşkuyla baktı m. Bu ilaçlara devam etmeğe n iyet
l iydi : Uygun olur muydu öyle yapması ?
Aksam üzeri Profesör B . onu görrneğe geldi,
arkasından geçeneğe çıktım : iyi leşti kten sonra an
nem i n eskisinden farksız yürüyebil eceğini söyledi:
' Gündel i k yaşayışını yeniden sürdürebil ecek.' Anne
min bir bayg ınlık geçirdiğini düşünmüyor muydu?
Hiç de öyle düşünmüyordu. Barsak rahatsızl ıkları
çektiğini söylediğim zaman şaşırmış göründü. Bou
cicaut, bir uyluk boynu kırığı bildirm işti, o da bu
nunla yetinmişti. Şimdi annemi bir dahiliyeciye bak
tıracaktı .
'Tıpkı eskisi gibi yürüyeb i l eceksin', dedim an
neme. 'Yaşayışını eskisi gibi sürdürebi leceksin.'
' Ha', ded i , ' o eve ayağ ımı basmam ben bir daha.
Görmek istemiyorum artık arasını. Hiç. i ki dünya
bir araya gelse de! '
Oysa b u eviyle öyle gururlanmıştı ki! Yaşianan
babamın merak illetine uğrayıp huysuzluğunun gü-
13
rültü l ü çıkışlarıyle doldurduğu Rennes caddesinde
ki evden soğumuştu. Babamın ölümü nden sonra
-çok geçmeden. de büyükannem ölmüştü- anıla
rını geri d. e bı rakıp uzaklaşmak. istemişti . Yıllarca
önce arkadaşlarından biri bir atelyeye taşınmış, bu
çağ yen i l iğ i ne uyuş karşısında annemin gözleri ka
maşmıştı . 1942'de, b i l i nen sebeplerden ötürü, ev
bulmak kolaydı ; annem de d üşünü gerçekleştirebi l
d i : Blomet sokağ ında, açık çıkmal ı , geniş tek oda-
lı bir ev tuttu . Karartı lmış armut tahtasından yap ıl ı
yazı masasını, ll. Henri üsiQbu yemek odası takımı
·
nı, kocasıyle yıl larca yatmı ş olduğu karyolayı, kuy
ruklu piyanoyu sattı ; öbür eşyalarla, eskimiş kırmı
zı döşeme kadifesinin bir parçasını saklad ı . Duvar
lara kız kardeşimin tablolarını astı. Odasına bir se
d i r yerleştird i . O zamanlar evin içi ndeki merdiven-
den keyifle i nip çıkıyordu. Doğrusu, ben burayı pek
iç açıcı bulmuyordum : ikinci katta olduğu için, bü
yük cami ı kiarına karş ın az ışık g i riyordu bu daire
ye. Merdivenin üst başı ndaki gözler -oda, mutfak,
banyo- hep loş ka lıyordu. Merdiveni n her basama
ğının kendisini inletmeğe başladığı zamandan bu
yana annem hep buralarda oturuyordu . Yirmi yıl için
de duvarlar, eşyalar, halı, her şey kirlenmiş, yıpran
mıştı. 1960 yı lında evin sahibi değiştiğ i , evden çıka
rı lma tehl ikesiyle karşı karşıya kaldığını sandığ ı sı
rada annem bir d inl enmeevine çekilmeği düşünmüş
tü . Kendine uygun görünen b i r şey bulamam ıştı ; hem
evine pek bağ l ıyd ı . Kend isini evden çı karmağa hak
ları olmadığını öğrenince Blomet sokağında kal mış
tı. Ama şimd i , arkadaşları, ben, iç açıcı bir dinl en-
.
meevi arayacak, iyileş i r iyi l eşmez oraya yerleştire
cektik onu: ' B i omet sakağına hiç dönmeyeceksi n
artık,. söz veriyorum', dedim kendisine.
14
Pazar günü, gözleri hala yarı kapa lı, bel leği uyu
şuktu ; sözler ağzından ağda l ı dam lalar halinde dö
küi üyordu. Büyük iç acısını yeniden betimledi ba
na. Onu avutan b i r şey vardı gene de: Aşı rı bir
değer biçtiğ i bu kliniğe getirilmiş olmas ı . ' Boucicaut'
da kalsaydım beni dün ameliyat ederlerd i l Bura
sı Paris'in en iyi kliniğiymiş, öyle diyorlar.' Annem ,
b i r şeyi beğenmenin tadına, aynı anda başka b i r şe
yi kınarnakla varı rdı ancak; bu yüzden: komşu b i r
kuruluşu anıştırarak şunu ekl iyordu : 'G. klini ği nden
çok daha iyiymiş buras ı . işlttiğ i me göre G. kliniği
hiç m i hiç iyi deği l m iş ! '
' N e zamandır bu kadar iyi uyumamıştım', dedi
pazartesi günü. Yüzü normal leşmişti, sesi açık se
çik çı kıyordu, gözleri görüyordu. Anıları düzene g i r
mişti . ' Bayan Doktor Lacroix'ya çiçek göndermek
gerekir.' Bu işi üstüme aldım. 'Ya pol isler? Onlara
da bir şey vermem iz gerekmez m i ? Tedi rg i n ettim
onları.' Onu caydırıncaya dek uğraşmam gerekti.
Yastıklarına dayandı , gözlerim i n içine baktı , kararlı
bi r sesle, 'Ne var, bil iyo r musun?' ded i , 'Ayaklarımı
uzattım , yorganı n boyunu düşünmedim; çok yordum
kendi m i , işim bitmlş artık. Yaşlarıdığımı kabul et
rneğe yanaşmadım b i r türl ü. Ama i nsan her şeyi
olduğu g ibi görmesini bi lmel i ; bi rkaç güne dek yet
miş sekiz yaşımı dolduracağım, az şey değ i l bu. Va
şayışımı ona göre düzenlemeliyim. Yaprağı çevi re
ceğ im artık.'
Anneme, hayranlık duyarak baktım . Uzun za
man, kendi n i genç bel iernekte ayak d i remişti. Da
madının düşüncesizce söylediği b i r söze, günün bi
rinde, gücenik bir sesle şöyle karş ı l ı k vermişti : 'Bi
l iyorum, yaşlıyım, yeteri nce de canımı sı kıyor bu
durum , ama yaşl ı l ığımın bana hatıriatı l mas ını .da
15
istemiyorum.' Ansızın, üç gün boyunca içinde sü
rüklendiği sislerden sıyrıl ıyor, uyanık, kararlı, yet
miş sekiz yaşıyle yüz yüze gelecek ·gücü buluyordu
kendinde, 'Yaprağı çevireceğim artık.'
Babamı n ölümünden sonra da, şaşırtıcı bir yü
rek pekliğiyle bir yaprak daha çevirmişti. Bu ölüm
karşısında pek yaman bir acı duymuştu. Ama g eç.
mişine saplanıp kalmamıştı . Yeniden kavuştuğu öz
gürl üğünden yararlapıp, kendine, dileğ ince bir yaşa
yış kurmağa çal ışmıştı. Babam ölürken kendisine
bir kuruş para bırakmamıştı . Annem e l l i dört yaşın
daydı o zaman. Sınaviara girmiş, stajlar yapmış, Kı
zı l haç görevlisi olarak kitap l ı k uzman yardımcı l ı ğ ı n
da çalışması olanağını veren bir belge almıştı. işi
ne gitmek için bisiklete binmeği yeniden öğrenmiş·
ti . Savaştan sonra, evinde terzi l i k yapmağı tasa.rlı
yordu. O s ı ralar kendisine yardım edebil ecek bir
durumdaydım. Ama işsiz güçsüz durmak ona uy
gun gelmiyordu. Artık, d ileğince yaşamağa can atı
yordu, kendine bir yığın iş uydurup duruyordu. Pa
ris dolaylarında bir prevantoryumun kitaplığı, daha
sonra da mahallesindeki bir katali k derneğinin ki
taplığı ile gönül l ü olarak uğraşmıştı. Kitapları e l le
meği, indirip kaldırmağı , kaplamağ ı , sınıflandırmağı ,
fişlerini tutmağ ı , okurlara öğütle r vermeği seviyor
du. Almanca, italyanca çalışıyor, ingilizcesini yitir
merneğe bakıyordu. iyil i ksever i ş l i klerinde nakış iş
l iyor,·· yardımsever satış larına katılıyor, konferans
Iara gidiyordu. Pek çok yeni arkadaş edinmişti ; ba
bamın h ı rçınlığının uzaklaştırdığ ı eski ahbaplarla,
akrabalarla yeniden görüşüyordu, Hepsini, keyifle,
evi nd e bir araya getiriyordu. En köklü isteklerinden
birini, yolculuğa çıkıp gezmek isteğini, sonunda, ger
çekleştirebilmişti . Bacaklarını katıl aştıran eklem
16
kaynaşmasına bütün gücüyle karşı koyuyor, savaşı
yordu. Kız kardeşimi görmeğe, Viyana'ya, M i lano'ya,
gitti. Yazın Floransa'nın, Roma'nın sokaklarında
ufak ufak adımlarla dolaşıyordu. Belçika'nın,
Hol landa'nı n müze l erin i geziyordu. Son zamanlarda,
neredeyse kötürümleşmiş, dünya kazan o kepçe do
laşmaktan vaz geçmişti . Ama arkadaşl arı, akrabaları
kendisini yaz l ı k evlerine ya da taşraya çağırdıkları
zaman engel tan ı mıyordu; kendisini trene bindirme
sini kondüktörden isternekten şuncacık çekinmiyor
du. En büyük sevinci, araba yolculuğu yapmaktı . Kı
sa bir süre önce, yeğeninin kızı Catherine, gecel e
yin, onu iki beygirl i k Citroen'iyle M eyrignac'a gö
türmüştü. 450 km.'yi aşan bir yolculuktu bu. Araba
dan indiğinde annem kutudan yeni çıkmış g i bi ta
zeymiş.
Annem i n canl ı lığına hayrandım , yiğitliğine say
gı duyuyordum. N iye, konuşabilecek hale gel i r gel
mez, kanımı donduran şeyler söylüyordu şimdi? Bou
cicaut'da geçirdiği geceyi anarak: ' B i l i rsin nasıl
olduğunu halk kad ınlarının: Sızlanıp dururlar', dedi
bana. ' Hastanelerdeki hemşire ler, paradan başka
bir şey düşünmezler. Öyle olunca da . . .' Göreneğe
uyularak, soluk alırcasına, d üşünülmeden, alışagel i n
d iğ i üzere söylenen l afiardı bunlar; ama gene de
bil inçliyd i sözleri ; bu sözlere, sıkıntı duymadan ku
lak vermek olacak şey değildi. Acı çeken gövdesi
nin gerçekliğiyle, kafası nın için i doldurmuş ipsiz
sapsız saçmalar arası ndaki karşıtl ı ktan ötürü içlme
bir üzüntü çöküyordu.
Devinimle sağaltma uzmanı yatağa yaklaştı ,
çarşafı indird i , annemin sol hacağını yakalad ı : Ge
cel iğ i açıl mıştı , kırış kırış buruşuk karn ın ı, dazlaş
mış kasığını umursamaz bir hal l e gösteriyordu an-
17
nem. Şaşırmış bir halle: 'Artık utanmam sıkıimam
kalmadı hiç', dedi. ' Öyle, doğrusun', dedim. Ama ba
şımı çevirip bahçeyi seyre daldım. Annemin c i nsel
ö rgenini görmek beni allak bullak etmişti . Benim
için, onun gövdesinden daha az -daha çok- var
olan b i r gövde daha yoktu. Çocukken o gövdeyi can
dan sevmiş, e rgenl iğimde, tedi rg i n bir i ğ renme duy
muştum karşısında; herkeste böyledir bu, b i l i nir;
hem i ğrendirici hem kutsal olmak gibi çifte bir
özel l ik taş ı masını düzgülü buluyordum: B ir tabu'ydu
bu. Gene de, duyduğum hoşnutsuzluğun zorluluğu
şaşırttı ben i . Annemi n tasasızca eremi , . bu hoşnut
suzluğu büsbütün artırıyordu ; ömrü boyunca kendisini
baskısı altında tutmuş olan yasaklardan, buyruklar
dan vazgeçiveriyordu; böyle yapmasını doğru bulu
yordum. Yal nız, gövdeden başka bir şey olmama
yolunda verdiği kararla ansızın eks i l en , azalan bu
gövde, artık b ir soyuntudan, b ir posttan başka bir
şey değildi pek: Zava l l ı , savunmasız, uz e li erin tu•
tup yokladığı, oynattığ ı , dirimin ancak a l ı kça bir dur
gunlukla sürüp gider gibi olduğu bir i nsan çatıs ı .. .
Beni m gözümde annem hep varolmuştu; günün bi
rinde, yakında, yok olacağı n ı göreceğim hiç akl ım a
gelmemişti . Sonu, doğumu g i b i , b i r masal zamanı
na karışıyordu. Kendi kendime, ' Ö l ecek yaşa geldi'
dediqim zaman, birçok başka sözl er gibi, bomboş
sözler söylüyormuşum. Şimdi, i l k o larak, onda, or
taya çıkması ertelenmiş bir ceset görüyordum.
Ertesi sabah, hemşire lerin istemiş o ldukları ge
cel i kleri satın almağa g ittim . Kısa olmalıydı bunlar
çünkü uzunları, kaba etierin altında kırışıyor, yata
lak yaralarma yol açıyordu. 'Minik gece l ikler m l is
tiyorsunuz? Baby-dol l gömlekler mi?' d iye. soruyor
du· satıcı kızlar. Genç, şen gövdeler için yapı lmış,
18
renkle ri tatlı , köpük köpük, adı kadar delişman iç
çamaşırlarını yokluyordum. Güzel b i r g ü z günüydü,
gök masmaviyd i : Kurşun renkl i b i r dünyanı n içi nden
yürüyordum; anne m i n uğradığı kazanın, beni, düşü·
nebil eceğimden çok. daha fazl a üzdüğünü anladım
b i rden. Nedenini de pek kestiremiyordum. Kaza, an
nemi çerçevesi nden, rol ünden, kendisini içine ka
patıp hapsetti ğim donmuş i mgelerden çekip kopar
mıştı . Bu yatağa düşmüş kadında annemi buluyor,
tanıyordum ama içimde uyandırdığı acıma i l e b ir çe
şit şaşkınlık, bana yabancı geliyordu, tanıyamıyor
dum onları. Sonunda, beyaz benekli, pembe, uyluk
başına dek inen gece l i kleri alınağa karar verdim .
Annemi n gen e l durumunu gözetmekle görevl i
Doktor T., onu, ben yanındayken görrneğe geldi. 'Çok
az yemek yiyormuşsunuz, öyle mi? - Bu yaz bi raz
sıkıntı lıydım. Yemek yemek içimden gelmiyordu. -
Yemek pişirmeğe üşeniyor muydunuz? - Vallahi,
güzel güzel aşlar yapıyordum ya kendime, sonradan
elimi bile sürmüyordum. - Ha! Demek tembe l l i k
değildi sizinkisi, güzel güzel aşlar yapıyordunuz ken
dinize, öyl e m i ?' Annem di kkatini topladı : ' B i r ke•
zinde kendime peynir li b i r ' souftle' yaptım , iki kaşık
aldım, tamam. - Anl ıyorum', dedi doktor; gönül i n·
dirir gibi gülümsüyordu.
Doktor J., Profesör B., Doktor T.: iki d i rhem b ir
çekirdek, taralı, tımarlı , yücelerden eğil iyorlardı şu
saçı dağınıkça, biraz yabanıliaşmış yaşl ı kadının
üzerine d oğru; efendi lerdi bunlar. Yen i değ il di, ta
nıyordum bu kof önem l i l i ğ i : Boynunu ipte n kurtar
mak için ç ı rpınan b i r sanığın karşısında ağır ceza
yargıçlarının takındığı - önem i i i i kti bu. ' Güzel güzel
aşlar yapıyordunuz kendinize, öyl e mi?' Annem, g ü- •
19
lümsemeğ e kalkışman ı n yeri yoktu: Sağ l ı ğ ı n ı kur
tarmak istiyordu annem. Hem B., ne hakla: 'Günde·
lik yaşayışını yeniden sürdürebil ecek', demişti ba·
na? Ö lçülerini reddediyordu m onun. Annem i n ağ
zından, bu seçkinler katına yaraşır sözler çıktığı
zaman öfkeden tüyüm tüsüm d ike l iyordu ama bu
·
20
lesmis
. s ı rtında beyaz benekli pembe geeelikle 01-
''
ga 'nın verdiği h ı rka, saçı koca bir örgü halinde top
lanmış annem, artık hastaya benzemiyordu. Sol ko
lunu yeniden kul lanabiliyordu. Yard ı m gereksinme
den gazeteyi, kitabını açabi l iyor, telefon almacını
kaldırabil iyordu. Çarşamba. Perşembe. Cuma. Cu
martesi . Bulmaca çözüyor, Voltaire'in Aşkları üze
rine bir kitapla Jean de lery'nin Brezilya gezisini
anlattığ ı günlük yazıları okuyor, Figaro'yu, France
Soir'ı karıştırıyordu. Her sabah onu görrneğe gidi
yordum; bir iki saat kalıyordum ancak; yanı nda da
ha çok kalmamı dilemiyordu; odası ziyaretçiyle do
lup taşıyordu; ziyaretçi çokluğundan yakındığı bile
oluyordu: 'Bugün beni arayanlar pek çoktu.' Oda çi
çekle doluydu: Tavşankulakları, açalyalar, gül ler,
manisalaleleri; baş ucundaki masanı n üzerinde ye
miş ezmeleri, çukulata, akide şekeri kutuları yığılı
yordu. Soruyordum kendisine: 'Sıkılmıyorsun ya?
- Daha neler! . Hiç sıkılmıyorum! ' Kendisine hizmet
edilen, bakı lan,\ süslenen bir i nsan hal i ne gelmenin
tad ı n ı duymağa, öğrenmeğe başlıyordu. Eskiden, bir
ayakçağa basarak banyo teknesinin kenanndan ba- ·
21
biri , Paris'ten bir saat uzaktaki dinlen meevlerinden
söz etmişti ona: ' Kimseler beni görrneğe gelmeye
cek, yapayalnız kalacağı m ! ' demişti, mutsuz bir ses
le. inandırmağa çalışmıştım kendisin i ; uzağa, yal
nızlık çekeceği bir yere gitmek zorunda kal mayacak
tı ; deriediğim adresler l istesini göstermiştim ona.
Neuilly'deki bir pansiyonun bahçesi nde oturup gü
neşte kitap okuduğunu, örgü ördüğünü seve seve
getiriyordu gözünün önüne. B i raz yerinerek, ama se
s i ne biraz da muziplik katarak: ' Mahalleli beni göra
rneyince üzüm üzüm üzülecek artık', d iyordu bana.
' Dernekteki hanımlar beni çok özleyecek.' Bir ka
zinde, ' Başkaları n ı n derd ine koşarak çok ömür ge
çird i m ', demişti ; 'Artık yalnız kendini düşünerek ya
şayan o bencil yaşl ı hanı mlardan biri olacağı m .'
Kendisini tasalandı ran bir şey vard ı : ' Kendi kendi.
me yıkanıp taranamayacak, g iyinemeyeceğim.' Avu
tuyordum onu, bir bakıcı, bir hemşire, bu işi üzeri
ne alacaktı . Şimdilik ' Paris'in en iyi kliniğinin, G .
kliniğinden d e çok daha iyi b i r kliniğin' yatakların
dan birinde, zevk içinde yatıyordu sere serpe. Yakın
dan izl iyorlardı durumunu. Çeki len röntgen tilimie
ri nden başka b i rçok kez kanı da alınmıştı. Her şey
yolundaydı , düzgülüydü. Akşamları biraz ateşi çıkı
yordu; nedenini bilmek isterd i m ya ben, hemşireler
buna hiç önem vermiyor gibi görünüyorlard ı .
' Dün çok gelen oldu, bayağı yoruldum', dedi pa
zar günü. Canı fena s ı kkındı. Her zamanki hemşire
leri izinliyd i ; acemilerden biri sidik dolu ördeği de
virmişti ; yatak s ı rı ls ı klam olmuştu, yastık bile. Sık
s ı k gözlerini yumuyordu, anıları biri birine karışıyor
du. Doktor T., Doktor D.'nin ulaştırdı ğ ı ti limieri iyi
okuyam ıyord u ; ertesi gün yeniden barsakların fi lm i
çekilecekti : ' Baryum oksitli tenkıye yapacaklar ba·
22
na; i nsan ı n canı çok yanıyor! ' ded i ; 'Gene sarsacak
lar ben i , bir yerden bir yere itip kakacaklar; ne olur,
beni kendi hal ime bıraksaları . . . ' Nem l i , biraz da so
ğuk elini s ıkıyordum. 'Şimdiden düşünüp keyfini ka
çırma. Kaygı lara kap ı l ma. Kaygı lanmak dakunuyor
sana.' Yavaş yavaş tasası dağı l d ı ; ama bir gün ön·
cesine göre daha halsiz görünüyordu. Birkaç arkadaşı
telefon etti, teletona ben çıktım . ' iyi vallahi ! ' dedim.
'Ardı kesilmiyor. ingi ltere Kraliçesini bile bundan
çok şımartmazlard ı herhalde; çiçekler, mektuplar,
kutu kutu şekerler, telefonlar! Seni düşünen amma
da çok insan varm ı ş ! ' Yorgun eli el imdeyd i ; gözle·
rini açmadı ama üzgün ağzında bir gülümseme ı ş ıl·
dad ı : 'Şen kad ınım da onun için seviyorlar beni.'
Pazartesi günü çok ziyaretçisi gelecekti, benim
de işim vard ı . Ancak sal ı sabahı gidebildim yanı na.
Kapıyı itmemle yerimd e donup kal mam bir· oldu. O
kadar zayıf olan annem daha da zayıflamış, kuruyup
büzülmüş gibiydi: Çatlak çatlak olmuş, kurumuş,
pembemsi bir sarmaş ık dalı gibi . . . B i raz dalgın bir
sesle m ı rı ldandı : ' Beni susuz bıraktı lar, kuruttular.'
Röntgen filminin çekilmesi için akşama dek bekle
mişti, yirmi saat boyunca da bir şey içmesine izin
vermemişlerd i . Baryum oksitli tenkıye can ı n ı acıt·
mamıştı ama susuzlukla kaygı bitirmişti onu. Yüzü ,
erimişti, mutsuzluktan kasılmış kalmıştı . Ne göste
riyordu filim ler? Hemşire ler, ürkmüş bir, hall e : 'On·
ları okuması n ı bilmeyiz biz', d iye karş ı l ı k verdiler
bana. Doktor T.'yi görmenin yol un u buldum . B u kez
d e tilmin gösterdi kleri pek belirl i değildi; T.'ye gö
re 'cep' falan yoktu ama barsak, bir gün öncesi nden
beri işlemesini engelleyen , sinirsel kökenli birta
kım kasınmal arla düğümlenmişti . Gerçi iyimserli·
ğinde diraşkendi annem, bununla birl i kte, sinirli,
23
kayg ı l ı bir insandı : likleri n i n nedeni de buydu. Zi·
yaretçi kabul ederneyecek kadar bitkin olduğu için,
günah çıkaran papazına, Pere P.'ye tel efonla haber
verip gelmemesini söylememi istedi. Benimle he
men hemen konuşmadı; bir kez olsun gülümse
med i .
G iderken, 'Yarı n akşama gellrim', dedim. O ge
ce kız kardeşim Paris'e gelecek, ertesi sabah klini
ğe g idecekti. O akşam dokuzda telefon çald ı . Pro
fesör B . 'ydi telefon eden. 'Anneniz hanımefendinin
yanına bir g eeeel vermemi kabul eder misiniz? Du
rumu iyi değ i l . Ancak yarın akşama gelmeği düşü
nüyormuşsunuz, sabahtan gelmeniz daha iyi olacak
sanırım.' Sonunda, i nce barsağı bir urun tıkamakta
olduğunu söyledi : Annem kanserdi.
Kanser. Aklıma gelmiş olmalıydı ş imdiye dek.
Gözden kaçacak g i bi bile değil d i : Gözlerin çevre
s i ndeki o morartılar, o zayıflı k . . . Ama hekimi öyl e
bir şey düşünrneğe h i ç yanaşmam ı ştı. Hem iyi b ili
nen bir şeydir: Analar babalar oğulları n ı n dellrdiği
ni, çocuklar annelerinin kanser olduğunu en son ka
bul eden kimselerdir. Annem bütün ömrü boyunca
kanserden korkmuş olduğundan böyle b i r şeye
inanmak bizim için büsbütün güçleşiyordu. Kırk ya
şındayken göğsünü bir yere çarpsa, çılgına dönüyor,
"Göğüs kanseri olacağı m ', diyordu. Geçen kış, arka
daşlarımdan biri, mide kanseri ameliyatı geçirm iş
ti : ' Bak görGrsün, benim de başıma gelecek', demiş
ti annem. Omuz s ilkm iştim; kanserle, demirhindi
reçel i yenerek otanan bir barsak tembelfiği ara
s ında önem l i b i r ayrım vard ı r. Annem i n sapiantısı
nın bir gün gelip doğru çıkabileceği akl ımızın köşe
sinden geçmiyordu. Bunun la birlikte Francine Dia
to'nun -sonraları söyledi bunu bize- aklına i l k
24
gelen şey kanser ol muş: 'Yüzünün halinden b i l d i m.
Hem', diye eklemi şti, 'o koku vard ı . ' Her şey aydın
lan ıyordu. Annemin Alsace'da geç i rd i ğ i nöbet,
urundan i leri geliyordu. Bayg ı n l ı ğ ı , yere düşmesi
hep kanserdendi. Yatakta geçird i ğ i b u iki hafta, uzun
süredi r kend i s i n i bekleyen teh l iken i n , barsak tıkan·
mas ı n ı n , bir an önce gel i p çatmasına yol açmıştı.
Annerne b i rçok kez telefon etmiş olan Poupet
te, onun sağ l ı k durumunu çok iyi sanıyordu. Annem
le benden daha i ç l i d ı ş l ı o l d uğ u g i bi ona benden
daha çok bağ l ıyd ı . K l in iğe gel i p ansızın ölümcül b i r
hasta yüzüyle karş ı l aşmasına meydan veremezd i m .
Trenin varış saati nden az sonra D i ato'ların evinde
telefonla aradım onu. Yatıp uyumuştu b i l e : Ne acı
uyanış!
O 6 kası m çarşamba günü , taşıt, havagazı, elek
trik grevi vard ı . Bost'tan g e l i p arabasıyle beni al
mas ı n ı i stemişti m . O gel meden, Profesör B . bana
gene telefon etti: Annem bütün gece kusmuştu; o
günün akşamına çı kamayacaktı herhalde.
Vol lardaki tıkanıkfık korktuğum kadar ç ı kma
d ı . Saat ona doğru, Poupette ' l e , 114 sayı l ı odanın
kap ısı önünde bul uştuk. Profesör B.'nin dediklerini
yineledim. Poupette de, sabahtan beri, can landırma
uzmanı Doktor N .'nin anneml e uğraşmakta olduğu
nu haber verd i ; midesini tem i zlemek i ç i n burnundan
bir sonda salacaktı ş i m d i . Poupette, ağiaya ağlaya,
'Madem umut yok, niye i şkence ediyorlar sanki? Bı
raks ı n lar bari , rahat rahat ölsün', dedi bana. Salon
da bekl eyen Bost'un yanına yol ladım onu; Bost, gö
türüp bir kahve içirirdi kıza. Doktor N. önümden
geçti , odaya girecekti , yol unu kestim . Beyaz göm
lekli , başında beyaz bir takke, genç, kapan ı k yüzlü
b i r adamdı : ' N iye sonda salacaksını z? Madem artık
25
umut yok niye i ş kence edel i m anneme?' Bakışıyle
beni ezercesine, 'Ne yapmam gerekiyorsa onu yapı
yorum ', dedi . Kapıyı itti . B i raz sonra bir hemşire
içeri g irmemi söyled i .
Yatak, odanı n ortasında, b a ş u c u duvara daya
lıyd ı ; eski yerine geti r i l mişti . Solda, annemi n kolu
na takı l ı b i r serum şişesi vard ı . Annemin burnundan
saydam bir p l astik boru çı kıyor, karmaş ı k birtakım
aygıtlardan geçerek bir kavanoza ulaşıyordu. Anne
m i n burun del i kl eri s ı kı k, yüzü daha da kırış ı ktı; gö
nül y ı kı k l ı ğ ı n ı n uysal l ığ ı vardı bu yüzde. B i r m ı n i
danma içinde, sondanı n kend i s i n i pek tedirg i n et
mediği n i , ancak geceleyin çok acı çekmiş olduğunu
söyledt. Susamıştı ama bir şey içmemeliyd i ; hemşi·
re bir bardak suyun i ç i nde duran bir p ipeti ağzına
yaklaştı rıyordu; annem, suyu yutmadan, dudakları
nı ı s latıyord u ; ince tüylerin gölgeledi ğ i , (çocuklu
ğumda, annemin hoşnutsuzluk duyduğu, yahut, can ı
b i r şeye s ı k ı l d ı ğ ı zamanlarda gördüğüm üzere ka
barmış), bu dudağ ı n , hem obur hem kendini tutan
şu emme hareketi büyülüyar g i b iydi beni. Sarımsı
birtakım şeylerle dolu kavanozu göstererek Doktor
N., çatı cı b i r sesle: ' Bunları m idesinde mi b ı rakal ı m
istiyordunuz?' ded i . Karş ı l ı k vermedi m . Geçenekte
bana dönd ü : ' Gün doğarken, ancak dört saatlik bir
ömrü kalmıştı . D i ri l ttim onu.' Kend i s i ne, 'Ne için?'
diye sormak cesaretin i bulamadı m .
26
yüzünden el ektri kler kes i k ; aldı kları kanı n b i razını,
elektrik üretme aygıtı bulunan Amerikan hastanesi
ne yol l uyorlar. Amel iyata g i rişmeği mi düşünüyor
lar? Odadan ç ı karken cerrah : ' Olacak şey değ i l ' , d i
yor bana, 'hasta pek arık.' Uzaklaşıyor, söylediğini
işitm i ş olan Bayan Gontrand adı nda yaş l ı b i r hem
ş i re, atı l ıyor bana doğru: 'Amel iyat ettirmey i n sa
kın!· Sonra e l i n i ağzına örtüyor: 'Doktor N. s i ze böy
le b i r şey söyled i ğ i m i i şitecek olsa!. . . Kendi an
nem m i ş g i b i söyl edim s i ze bunu!' S oruyorum ken
d is i ne: 'Amel iyat yap ı lsa ne o l ur k i ? ' Ama kadı n
sustu artık, soruma karş ı l ı k vermiyor.
27
yan ı l maz acılar i çi nde olmasından fena halde, kor
kuyord um .
B i r saat sonra Poupette telefonda hüngür hün
gür ağlıyordu: 'Hemen gel . Açmı şlar; kocaman bir
ur bulmuşlar, kanser uru.,' Sartre ben i m l e b i rl ·i kte
aşağı indi, taksiyle kl iniğe dek götürdü beni . Korku
dan boğazım düğüm düğümdü. B i r erkek hastabakı
c ı , g i ri ş sal onuyle amel iyat odası n ı n arasında, k ı z
kardeşi m i n beklemekte olduğu ara l ı ğ ı gösterd i . Pou
pette o kadar kötü durumdaydı ki kendisi için ya
tıştı rıcı b i r i laç istedi m . Anlattığ ı n a göre heki mler,
h e r günkü hal l eriyle , fi l i m çek i l meden önce yatıştı
rıcı b i r i ğ ne yapılacağ ı n ı söylemişler anneme; Dok
tor N. bayı ltm ıştı onu; bütün bu bayıltma süresi nce
Poupette anne m i n e l i n i el i nde tutm uştu; annes i n i n
gövdesi o l a n bu yaş l ı , yıkı k gövdeyi çırılçıplak gör
menin kend isine ne büyük b i r acı vermi ş olacağı n ı
tasarlayabi l i yordum. Gözler arkaya doğru kaymı ş ,
ağzı açı l m ı ş... B u yüzü de h i ç unutamayacaktı artık.
Annem i amel iyat odası na götürmüşler, b i r süre son
ra D oktor N. dışarı çıkmış: Karnın içinde i ki litre
irin varmış, karınzarı patlakmı ş , kocaman b i r ur
bulmuşlar, kanserin en kötü çeş idinden . . . Cerra h ,
çı karı l a b i l ecek her şeyi çıkarmaktaymış. B i z bekler
ken, kızı Chanta l ' l a b i r l i kte teyze kızım Jeanne g i r
d i i çeri ; Limoges'dan gel iyordu; annemi rahat rahat
hasta yatağında yatar bulacağı n ı sanıyormuş; Chantal
b i r bulmaca kitabı getirmişti ona. Anneme, uya n ı p
kend ine g e l d i ğ i nd e ne diyeceği m i zi konuştuk ara
m ı zda. Kolayd ı : F i l i m b i r perıtoni t göstermişti, he
men amel iyata g i d i l mesi kararlaştı rı l m ıştı.
28
yanm ıştı. En yen i anestezi yöntemleri yüreği n , akci
ğerleri n , bütün örge n l i ğ i n düzg ü l ü işlerneğe devam
etmes i n i sağlamıştı. Ş üphes i z, gösterişli b i r teknik
başarı elde etm işti ; sonuçları n sorumunu ise, şüp
hesiz, üzerine a l ın ıyordu. Kız kardeşi m , cerraha: 'An
nemi ameliyat edi n', demişti; 'ama kanser ç ı karsa,
acı çekmesi ne, meydan bı rakmayacağ ı n ı za söz ve
rin bana.' Cerrah söz vermişti . Bu sözünün değeri
neyd i ?
Annem, s ı rt üstü , yastıks ı z, yüzü m u m gibi,
burnu incelmi ş , ağzı a ç ı k , uyuyordu. K ı z kardeşimle
bir hemşire başında bekleyeceklerd i . Evime dön
düm, Sartre'la oturup konuştuk, Bartok dinledik. An
s ı z ı n , gece n i n onbirinde, handiyse çığrından çıkıp
s i n i r nöbeti hal i n i alan bir ağlama nöbeti . . .
29
Annem i n mutlu bir çocukluk geç i rmiş olduğ u
nu sanm ıyorum. Zaman zaman akl ı na gelen b i r tek
hoş a n ı s ı n ı b i l i ri m : Lorrai ne'in köylerinden b i rinde
n i nesin i n bahçesi; ağacın dalından yenen, sıcacık,
cins c i ns erikler. Verdun'de geçirdiği çocukluğu üze
ri ne bana h i ç b i r şey anlatmam ıştır. B i r fotoğrafta,
sekiz yaşlarında, papatya k ı l ı ğ ı nda görmüşümdür
onu: 'Güzel giysiyrfılş .' 'Evet', diye karş ı l ı k vermiş
ti , 'ama yeşil çorapları m ın boyası akmıştı, renk de
rime geçmişti ; ancak üç gün sonra boyayı temi zle
yeb i l d i k.' Sesi somurtkand ı : Acı l ıkla dolu koca b i r
geçmişi anı l ıyordu. Kaç kez, annes i n i n sertl iği nden,
soğukluğundan yakındıydı bana! Ninem, el l i yaşın
da, soğuk, hatta kibirli duran, az g ü l en , çok dedi ko
du eden, annerne ancak pek a l ı ş ı lagel miş çeşidin
den bir sevgi gösteren bir kadındı ; kocasına bağ
nazcası na . bağl ı olduğu için çocukları , yaşay ı ş ı nda
ancak i kinci l bir yer tutabi l mişlerdi . Dedemden söz
açarken annem sık s ı k, h ınçla, şöyle demişti bana:
'Gönlünde bir tek i nsan vardı onun : Varsa yoksa Li
li teyzen . . .' Kendi s i nden beş yaş küçük, sarışın, pem-
30
be pembe b i r k ı z o l an Lil i , abias ı nda zorlu, s i l inmek
b i l meyen b i r kıskançl ı k uyand ı rm ı ştı . Ergenl iğe yak·
laştığ ı m y ı l l ara dek annem en yüksek anl ı k n itel i kle
riyle tinsel nite l i kleri yakıştı rırdı bana:. Kendine b i r
özdeş l i k buluyordu bende ; k ı z kardeş i m i aşağ ı l ıyor,
kırıyordu: Küçük kardeşti o , sarı ş ı n d ı , pembe pem
beyd i , farkına varmadan annem öcünü ondan alıyor
du.
' Kuşlar' Okulundan, kendi s i ne gösterd i ğ i ilgi,
verd i ğ i değerle öz sevg i s i n i avunduran baş rahibe
den, gururla söz. açard ı . S ı n ı f ı n ı n bir fotoğrafı n ı gös
term i şti : İki rahibe arası nda, geniş bir bahçede otu
ran altı k ı z. Dördü yatı l ı öğrenci , karalar giym i ş ;
i k i s i gündüzlü, ak giys i l i : Annemle b i r arkadaşı . Hep
s i nde boyunlarını b i l e örten g iysi ler, uzun etekl i k
ler, ağı rbaş l ı topuzlar. Gözlerinde h i ç b i r şey okun
muyor. Anttem, dört yanı en sert i l kelerle bağlanmış
b i r halde atı l mıştı hayata : Taşranın gerekl i , uygun
gördüğü davranışl ar, rahibe okulu öğrenci leri n i n ah
lak anlayı ş ı . . .
Yirmi yaşı ndayken, yeniden, duygusal yönden
bir başarı s ı zl ı kla karşı laş m ı ş : Tutkun olduğ u amca
sı oğlu başka b i r amca kızını yeğ tutmuş: Germaine
teyze m i . Bu umut kırıklı klarından kendisinde, bütün
ömrü boyunca, b i r a l ı ngan l ı k, b i r h ı nç tem e l i kaldı .
Babam ı n yanında açı l mış. Kocas ı n ı seviyordu,
ona hayrandı ; on yıl boyunca babam da onun beden·
ce istekleri ni bütünüyle karşı lamış olsa gerek. Ka
d ı nlara bayı l ıyormuş babam, başından pek çok serü
ven geçm i ş ; büyük zevk duyarak okuduğu M areel
Prevost g i b i , i nsan ı n , genç karı s ı n a , sevg i l i lerine ne
kadar ateş l i davranıyorsa, o kadar ateşl i davranma·
sı gerektiğ i n i düşünürmüş. Üst dudağı n ı gölgeleyen
o i nce tüyleriyle annemi n yüzü , s ıcak b i r nefis düş·
31
künlüğünü açığa vuruyordu. Anlaştıkları hemen bel
l i oluyordu: Babam annemi n kol ları n ı okşar, onu peh
pehler, sevecenl i k dolu basma kal ıp laflar ederdi
ona. Gözümün önüne g e l iyor; b i r sabah -altı yedi
yaşlarındaydım- geçeneği n kırmızı halısı üzerinde
yal ı nayak, s ı rtında uzun patiska gece l i ğ iyle annem . . .
Burup b ı raktığı saçı ensesine dökül üyordu; kapı s ı n
dan çıktığ ı bu odaya g i zemsel bir bağ l a b ağ l ı diye
düşündüğüm g ü lümsemesi n i n ı ş ı ldayış ı , şaşırt!ll ı ştı
ben i ; bu parı l parı l görüntüde, annem ded i ğ i m o say
g ıdeğer büyük insan ı , zar zor tanıyordum.
32
yorum gozumun onune. Babam, parıltı l ı , güzel bir
kadı n olan, aradş s ı rada kocasıyle b i ze gelen son
sevg i l i s i n i n fotoğraf ı n ı yazı masası nda sakl ıyordu.
Otuz y ı l sonra b i r g ü n , gülerek, annerne 'Resm i or
tadan kaid ı rd ı n ' , demişti . Annem bunu yadsıdı amı:ı
onu kandı ramadı . Muhakkak olan, annemi n daha ha
layında, gerek sevg i s i nde gerek gururunda acı çek
tiğidir. Zorl u, her yanıyle tutarl ı b i r kişi l iğ i olduğu
i çi n a l d ı ğ ı yaralar güç onuyordu.
Sonra dedem iflas etm i ş . Annem bu durumun
o kadar onur kırıcı olduğunu sanmı ş ki Verdun'deki
bütün arkadaşlarıyle arayı açmı ş , görüşmez olmuş.
Babama veri l ecek olan drahoma veri l memiş. Bun
dan ötürü babamın kendisine kızg ı n o l mamas ı n ı , an
nem, yüce gön ü l l ü l ük saym ı ş , ömrü boyunca koca
s ı n ı n karş ı s ı nda kendini suçlu görmüş.
·
Ne o l u rsa olsu n : Başarı l ı b i r evl i l ik, kendi s i n e
candan bağ l ı i k i k ı z, az çok hal i vakti. yerinde ol mak,
savaş sonuna dek annemi n h a l i nden yan ı kmas ı n a
meydan b ı rakmadı . Sevecen , ş e n b i r i nsand ı , g ü lüm
sayişi içiıne kıvanç sal ı yordu.
Babam ı n durumu değişip yarı yoksul b i r hale
düştüğümüzde annem evi yard ı mcısız çekip çevir
rneğe karar verd i . Ne yazı k ki ev işleri kendis i n i
bunaltıyordu, kend ini bu i ş lere vermekle kişi l i ğ i ne
yakışmayan b i r şey yaptığı düşüncesine kap ı l ıyor
du. Babam için, bizler i ç i n , kend i n i şuncacı k düşün
meks i zi n , her türlü şeyi yapabi l i rd i . Ama h i ç k i mse,
içinde b i r acı l ı k duymadan, ' Kend i m i feda ediyo
rum', diyemez. Annemin çelişikl iklerinden b i r i , b i r
yandan öz esirgemezl i ğ i n i n büyü kl üğüne i nanı rken,
bir yandan da, kend i s i n i üzen, s ı kan şeylerden tik- .
s inmemesini o l anaks ı z kıl acak ölçüde zorlayıcı eği
l i mleri , iğrenti le ri , istekleri olmasıyd ı . Kendi kendi-
33
ne uyg ulad ı ğ ı baskı larla yoksun luklara karş ı , durma
dan baş kal d ı rıyordu.
Yirmi y ı l s'onra akl ı n ı n yattığ ı çözüm yolunu
başından beri kabul etmesine ön yarg ı ların engel
olmuş olmas ı , üzülünecek şey, doğrusu. Bu çozum
yolu, dışarıda çal ışmaktı. D i reşken, işine çok özen ·
gösteren , bel leği kuwetl i b i r insand ı ; b i r ki tapl ıkta
görev a l ı r, katibe olurdu: Kendi gözünde değeri
yüksel.ir, kend i n i küçü lmüş duymazd ı . Özel i l işkile
ri olacaktı o zaman. Geleneğ i n kendisine değalm ı ş
gibi kabul ettirdiği a m a yarad ı l ı ş ma h i ç de uyma·
yan b i r bağ ı m l ı l ı ktan kaçm ış olacaktı böyl ece. O
zaman, katlanmak zorunda kal d ı ğ ı yoksl!nluğa daha
bir güçle dayanırdı herhalde.
35
geçmemişti hal a ; pohpohlanmak !g önlünü okşuyor
du; bu pohpohl ara ci lvel i b i r hal l e karş ı l ı k veriyor
du. Babamın arkadaşlarından b i ri (kendi, hesabı na
yay ı m l attığ ı ) bir kitabı , içine 'Yaşayışına hayran ol
duğum Françoise de Beauvoir'a' diye yazarak arma
ğan ettiği zaman kurum kurum kurumlanmıştı . B i r
garip övgüydü bu: Kendisini hayran kazanmaktan
yoksun kılan b i r s i l i k davranışla, hayran olunacak
bir kadı n hal i ne gel iyordu.
36
ıçın işled i , patlak verd i ; annemi n denges i n i yeniden
bulmasına yard ı m etmedi bunlar.
37
çok resmi akşam yemekl e ri nde annemin sözü baş·
kalarına b ırakmamakta gösterd iği kendine güven,
kız kardeşi m i b i rçok kezl er büyük üzüntü lere sal·
mış. Bu can s ı k ı c ı , olur olmaz araya g i rişl eri , bu ken·
d ine önem verd i rme nöbetleri , annem için öç alrna·
nın b i r biçimiyd i : Kendini kabul etti rm e fırsatını
bulmazdı s ı k sık. Pek az ki mse i le görüşüyordu; ba·
bam yanında olduğu zamanlar ise, gösterişi o ya
pardı. Bizi kızd ı ran ' Hakkım vardı r elbette' cümle·
s i , gerçekte, kendine güven duymaktan yana için·
deki eks i k l i ğ i n tanıtıydı. S ı rasında kend i ni ne ya):>·
sa tutamayan, cadalozlaşan annem, ölçü l ü l üğü al·
çakgönü l l ü lüğe vard ı rırdı soğukkanl ı davrandı ğ ı za·
man lar. inc i r ' çekirdeği doldurmayacak şeyler yü
zünden babamla çeki ş i r dururdu; ama ondan para
isternekten çekinir, kend ine hiç harcamaz, bizim
içinse elden geldiğince az harcard ı ; babamın he.r
akşamını dışarıda geçi rmesi ne , pazarları sokağa
yal nız başına çı kmasına b i r şey dem iyordu, Babamı n
ölümünden sonra, her şeyini b i zden b e k l e r duruma
geldiğinde, bizim karş ı m ı zda da aynı titizl i ğ i göster·
d i : B i zi ted i rg i n etmerneğe çal ıştı. J y i l i ğ i m i zi bekler
olduğu, iyi l i k borçlusu durumuna geçtiği için, duy
gularını bize göstermek üzere başka b i r yol kalmı·
yordu karş ısı nda; oysa eskiden, bize gösterd i ğ i özen,
bak ı m , bizi baskı altında tutmasını -kendi görüşü·
ne göre- haklı kılıyor, tem i ze çı karıyordu.
38
larl a. . . Bize karş ı , sad iR: olmaktan çok düşünce s i z·
ce yap ı l m ı ş sayılacak kötü davranışlarda bulunurdu
s ı k s ı k : isted i ğ i , m utsuzl uğlimuz değ i l , kendi gücü
n ü kendi gözünde tanıtlamaktı . Tati l i m i Zaza'lann
ovinde geçirirken kız kardeş i m
· bana mektup yaz
mıştı; yeni yetme b i r kızın deyişiyle, gön l ü nden,
ruhundan, çözmek zorunda kal d ı ğ ı sorunlardan söz
açıyordu; mektubuna karş ı l ı k yazd ı m . Annem rnek
tuburnu açmı ş , Poupette'in önünde yüksek sesle
okumuş, kızın bana açtığı s ı rlara kahkahayla gülmüş.
Öfkeden kaskatı kesi len Poupette,' onu aşağsayıcı
bakışlanyle ezm i ş , annemi hiç bir zaman bağ ı ş lama
yacağına ant içmiş. Annem hıçkıra hıçkıra ağlamış ;
sonra bana mektup yazarak kendileri n i barıştırmam
i ç i n yal vard ı : Ben de istediğini yaptı m .
39
desime kırı lan, hep s ı ziamin babam, ona metelik
ko k latmıyor, ancak aç kalmayacağı ölçüde besliyor
du onu. Annemse kardeşimi savunuyor, ona yard ı m
etmek için el inden geleni esirgemiyordu. Babamı n
ölümünden sonra b i r k ı z arkadaş ı m l a birlikte yolcu
l uğa ç ı kmam i ç i n nasıl b i r gönül hoşluğuyle beni
isteklend i rd i ğ i n i unutmad ı m , kendi hesabıma; oysa
b i r tek iç çekişiyle beni g i tmekten vaz geçirebil i rd i .
40
laşmazd ı ; Kuşlar Okul unun baş rah i besi i l e babam
arasında herhangi b i r ortak nokta yoktu. Bu karşıt
l ı ğ ı , ben, düşünceleri m i n oluşması sı rasında yaşa
d ı m , düşüncel erim ol uşup oturduktan sonra değ i l ;
çocukluğurnun i l k yıllarında kazand ı ğ ı m b i r kendime
güvenim vardı benim , annem bundan yoksundu;
sonradan beni m g i rd i ğ i m yol , ' karşı durma, karşı
durum takınma' yolu, ona kapalıyd ı . O, ters i ne, baş
kaları ne diyorsa onlar g i b i düşünmek yol unu tuttu:
Son söz alan, son konuşan kimse, o hakl ıyd ı . Çok
okurdu; ama sağlam b i r belleği olduğu halde, he
men her okuduğunu unuturd u: Kesin b i r b i l g i , kesi
lip atı l m ı ş b i r düşünce, b i r kanış, i l eride, durumun,
kendis i ni kabul etmek zorunda b ı rakabiieceği yüz
seksen derecel i k dönüşleri , değişmeleri , olanaks ı z
kılard ı . Baba m ı n ölümünden sonra b i l e bu sakıntıyı
elden b ı rakmadı . O zaman, görüştüğü kimseler dü
şüncelerine daha da uyan insanlar oldu. 'Bütüncü'
!ere karşı 'aydın' katali klerden yanaydı . Bununla
birl ikte ahbaplı k ettiğ i kişiler arasında görüş ayrı
l ı kları vard ı . Ayrıca, yaşay ı ş ı m ı yanl ış b i r yol a sür
müştüm ama b i rçok konuda düşüncelerim onun için
öneml iydi: Kız kardeşi m i n de, lione l ' i n de.. . B i ze
'akıls ı z görünmek'ten pek korkard ı . Böyl e l i kle, kafa
s ı ndaki s is leri dağ ıtmadan sürdürdü, h i ç b i r şeye
şaşmadan, her şeye ' evet' d iyerek yaşadı . Son yıl·
larında b i r 'çeşit tutarlığa erişm işti ; ama duygusal
yaşamının en acılı döneminde bu yaşamı ussallaş
tırmak için ne öğretis i , ne kavramları , ne de sözler
vardı . e l i ni n altında. Ürküntü lü ted irginliği bundan
i l eri geliyordu işte.
41
içi istek doluydu ama bütün gücünü bu istekleri
bastı rmağa harcamış, bu yadsı maya öfkeyle katlan
m ıştı . Çocukluğunda, bedeni', gönlü, kafas ı , i lkeler
le yasaklardan örü lü bir koşumun içine s ı kıştı rıl
m ı ştı . Kolanları n ı , kendi el iyle çekip iyice s ı kması
belletil mişti ona. Kanlı canlı , ateşli bir kadının var
l ı ğı sürüp gidiyordu içinde: Ama eciş bücüş, sakat
lanmış, kendine yabancı kesilm iş bir varlıktı bu.
42
Uyanı r uyanmaz, kız kardeşime tel efon etti m.
Annem gece l eyin kendine gelm i ş ; amel iyat edi ldiği
ni b i l iyormuş, buna şaşm ış bir h a l i yokmuş pek. B i r
taksi çev i rd i m . Aynı yol , aynı ı l ı k , mavi güz, aynı
k l i n i k . . . Ama ş i m d i başka b i r öyküye g i riyordum :
N ekahat yerine, b i r can çekişme öyküsüne . . . Daha
önceleri buraya dümdüz, yans ı z saatler geçi rmeğe
gel iyord um ; i lgisizl i k içinde geçiyordum sal ondan.
Kapal ı kapı ların ardında ürkünç o laylar olup b i tiyor
d u : H iç b i ri n i n kokusu çıkmıyordu ama. Bundan
böyle, bu ürkünç olayl ardan b i ri de, benim başım
dan geçecekti. Merdivenden, e l i mden geld i ğ i nce
hızl ı , e l i mden g e l d i ğ i nce yavaş ç ı ktım. Ş i m d i kapıya
b i r yazı asmışlard ı : Ziyaretçi Kabul Edilmez, diye.
Odanın düzeni değişm işti . Yatak, b i r gün önceki gi
b i , iki yanı açık duruyordu. Şekerler dalap iara s ı ra
lanmı ştı, k i taplar da. Köşedeki geniş masanı n üze
rinde artı k çiçek yok, şişeler, cam balonlar, deney
kapl a r vard ı . Annem uyuyordu, b urnunda sonda yok
tu , yüzüne bakmak eski si kadar üzücü olmuyor.du;
ama yatağın al tında, m ideye, barsağa bağlanm ış ka-
43
vanozlar, borular göze çarpıyordu. Sol koluna b i r se
rum şişesi takılıyd ı . Artık tek b i r giysi yoktu s ı rtın
da: H ı rka, çıplak göğsü i le omuzlarının üzerine örtü
gibi yayı lm ıştı . Sahneye yeni b i r kişi çı kmıştı : Özel bir
hemşire, b i r Ingres portresi kadar sevimli Bayan
Leblon; saçını mavi b i r başlı ğ ı n altına toplamı ştı,
ayakları ak kumaşiara sarı lıyd ı ; serum şişesini gö
zetiyor, içindeki plazmayı eritmek i ç i n b i r cam ba
lonu sallıyordu. Kız kardeşi m , doktorların . söyledi
ğ i ne göre, ölümün birkaç haftalığına, belki de b i r
kaç aylığ ı na ertelenm i ş olabi leceğ ini anlattı. Profe
sör B . 'ye sormuş kardeşi m : ' H astalık başka b i r ye
rine kol attığı zaman annerne ne söyleyeceğiz? -
Merak etmeyin. B i r şeyler buluruz. B i r şeyler her
zaman bulunur. Hasta da her zaman inanır s i ze.'
44
besin aktanımıştı birkaç kez; annemin yuzune renk
gelmiş, sağ l ı k l ı bir hal almıştı. B i r gün önce bu ya
tağa seri lmiş yatan, acılar içi ndeki zavall ı nesne git
miş, bir kad ın gelmişti yerine.
Anneme, Chantal ' i n getirdiği bul maca kitabını
gösterdim. Hemşireye dönerek m ı rı ldandı : ' Koca
man bir Larousse sözlüğüm var, yenisi ; bulmaca
çözmek için aldımdı kendime.' Bu sözlük, son se
vinçlerinden biri olmuştu ; almadan önce uzun uzun
sözünü etmişti bana; ne zaman o sözlüğe başvur
sam , yüzü aydınlanırd ı . ' Getiririz onu sana', dedim.
' Geti rin ya. Yeni Oidipus'u da geti ri n , ikisine de ba
karım . . .' Soluk verirken güçlükle çıkarabildiği söz
leri dudaklarından devşirmelv zorunda kalıyorduk; bu
sözlerin anlaşılmasındaki güçlük, onları bir Tanrı ya
nıtı gibi, şaşırtıcı kılıyordu. Anı ları , istekleri , tasa
ları , zaman dışında dalgalanıyor; çocuksu ses i , ö l ü
münün bugüne yarına beklenınes i , onları gerçek d ı
şı, i nsanın yi.i[eğine işleyen düşler haline sokuyordu.
Çok uyudu; arada bir pipetten birkaç damla su
emiyor, hemş i renin ağzına bastırdığı kağıt peçete
lere tükürüyordu. Akşam üzeri öksürmeğe başlad ı ;
onu yoklamağa gelmiş olan Bayan Laurent, s ı rtını
doğrulttu, masaj yaptı , balgam çıkarması na yardım
etti . O zaman annem ona dönüp candan gülümsed i :
Dört günden beri i l k gülümseyişiydi bu.
Poupette, geceleri klinikte kalmağa karar ver·
mişti : ' Babamı n , n inemin öldüğünü gördün sen; ben
o zamanlar uzaklardaydım', dedi bana, ' annemi ben
alıyorum üstüme. Hem, yanında kalmak da istiyorum.'
Kabul ettim. Annem şaştı : ' N iye burada kalmak iSti
yorsun? -Amel iyat olduğu zaman Lion e l'in odası n
da kalmıştı m geceleri : Her zaman böyl e olur. - Ha,
peki öyleyse! '
45
Eve döndüğümde ateşi m vard ı , grip ol muştum.
Aşırı sıcak klinikten Çıkı nca nem l i güz havası çarp
mıştı ben i , soğuk alm ıştım ; yuttuğum . haplardan
· serseme dönmüş, yattım. Telefonun fişini çekme
d i m ; annem her an göçeb i l i rd i , hekimlerin deyimiy
le, ' mum g i b i' sönebi l i rd i ; kız kardeşimle, en ufak
b i r teh l i ke karşısında bana haber verecek d iye an
laşmıştık. Telefonun z iliyle yerimden sıçrayarak
uyandı m : Sabahın dördüydü. ' B itmi ştir.' Atmacı tut
tuğum gibi kald ırd ı m, yabancı b i r ' ses geldi kulağı
ma: Yan l ı ş numaraym ış! Ancak gün sökerken uyu
yabildim yeniden. Sekiz buçukta b i r z i l daha ; ken
dimi teletona do_ğru attım : Ö nemsiz b i r konuşma.
Tiks i niyordum şu cenaze arabası renkli aygıttan :
'Anneniz kanser. - Anneniz sabaha çıkmaz belki.'
Bugünlerden biri nde kulaklarımda c ı rlayacak: ' B it
ti ', d iye.
Bahçeden geçiyorum. Salona g iriyorum. i nsan
bir hava alanında sanabi l i r kend i n i : Alçacrk masa
lar, çağcıl koltuklar, günaydı n ya da güle güle d iye
rek kucaklaşan, öpüşen insanlar, bekleyen i nsanlar,
yol çantaları, torbalar, vazolarda çiçekler, uçaktan
inecek yolcuları karşı lamak içinmişçes in e mumlu
kağ ıda sarı l ı çiçek demetle r i . . . Ama yüzlerde, fısıl
tı l arda,, şüphel i b i r şeyler sezinliyor i nsan. Ara ara,
dipteki kapıda tepeden tırnağa aklar giyinmiş bi r
adam beliriyor, terliklerinde kanlar. . . B i r kat yukarı
çıkıyorum. Sol umda, odaların açıldığı uzun b i r ge- ·
46
sürgüsü, ördeği, pamukları, kavanozlarıyle, ayakyolu ;
sağda, annemin öteberisinin s ı ralandığı bir gömme
dolap ; tozdan kirlenmiş kırmızı saba h l ı k askıda,. ası l ı .
' B u sabahlığı b i r daha görmek b i l e istemiyorum.' İ kin
ci kapıyı açıyo rum. Eskiden, bu yerlerden, gözüm
bir şey görmeden geçiyordum. Ş i mdi , ömrümün so
nuna dek yaşayış ı m ı n bir parçası olacakların ı b i l i
yorum bunların.
' Çok iyiyi m: . dedi annem. M uzip bir sesle ek- �
le d i : ' Dün, doktorlar kendi a ralarında konuşurlarke n ,
dediklerini işittim ; müthiş b i r şey! d iyorlard ı .' Bu
söze bayıl ıyord u : i yi leşmesinin inancası n ı sağl ayan
büyülü bir form ülmüş gibi, yapma b i r ağı rbaş l ı l ıkla
s ık s ı k söylüyordu onu. Bununla birlikte, kendi n i pek
enez duyuyordu daha; en güçlü i steğ i , en ufak ça
badan olsun kaçınmaktı. Bütün ömrünce, serum şi
şesi yoluyle beslenme düşleri kuruyordu : 'Artık hiç
yemek yemeyeceğim. - Ne? Sen öyl e düşkünken bo
ğazına bir � amanlar . . . - Hayı r. Artık h i ç yeme k"'ye
meyeceğim.' Bayan Leblon, saçını taramak için e l i
ne b i r tarakla b i r .fırça almıştı ; annem kes i n b i r ses
le buyurd u : 'Saçımı kesi n ! ' Hep karşı durduk bu
düşünceye. 'Aman, yoracaksı nız ben i : Kesseniz e,
canı m ! ' Tuhaf b i r d i renişle bekin iyordu: Bt>yl e bi r
özveri hareketiyle kesin b i r dinginl iğe e rişme hak
kını e lde etmek istermiş gibi . . . Bayan Leblon, ya
vaşça, saçının örgüsünü çözdü, karnıakarış ı k saç..
larını açtı ; sonra ördü onları, gümüş renk l i örgüyü
annem i n başı çevresinde dolandı ra rak fl rketelerle
tutturdu; annemin gevşemiş yüzü şaşı rtıcı bir arı
·
47
eskiden.' B iraz gizli bir şey söylermiş gibi, hemşi
reye : ' G üzel saçiarım vardı, ortadan ayı rır, kaşl arı
mm üzerinden kulaklarıma doğru çekerek tarardım.'
Kendinden söz etmeğe başl ad ı : Nas ı l küçük bir ki
tap l ı k görevlisi belgesi almış olduğunu, kitaplara
sevgisini anlattı . Bayan Leblon, bir yandan da bir
serum şişesi hazırl ıyor, karş ı l ı k veriyordu; _ bana
açıkladığına göre bu duru serum içinde g l i koz il e
tuzlar da vard ı . 'Tam bir kokteyl , deseniz e ', dedim.
Bütün gün ortaya attığımız tasarıtarla annemi
serseme çevirdik. Gözlerini kapayarak dinl iyordu
bizi . Kız kardeşimle kocası Alsace'da eski bir çift
l i k evi satın almışlardı kısa bir süre önce; orayı dü
zene koyacakl_ar, derleyip toparlayacakla rd ı . Anne
me orada büyük bir oda verilecekti , tek başına ka
labi leceği bir oda ; nekahet süresini orada doldura
caktı . ' Uzun süre kalmam Lione l 'in canını s ıkmaz m ı
ama ? - N e münasebet? S ı ka r m ı hiç? - Evet, ora
da sizleri ted i rgin etmem. Scharrachbergen'deki ev
pek küçüktü, s ıkıyordum sizi.' Meyrignac'tan söz aç
tık. Annem i n gençl i k anıları gel iyordu aklına. Yıllar
dan beri , oranı n nas ı l güzelleştiğinl bana hayranl ı k
la betimlemiş, anlata anlata biti rememişti. Jeanne'ı
çok severd i ; Jeanne'ın Paris'te oturan, kliniğe s ı k s ı k
gelerek annemi yoklayan ü ç büyük kızı , güze l , taze,
şen kızlard ı : 'Benim torunum yok, o kızların da ninesi
yok', diye anlattı Bayan Leblon'a. 'Onlara ninel i k edi
yorum ben de.' O uyuklarkan ben de bir gazeteye göz
attım ; gözlerini açınca sordu: ' Neler oluyor_ Saygon'
da?' Anlattım neler olduğunu. B i r ara, yüzü gülerek, si
tem yol lu : ' H ınzırca yapıl d ı bu amel iyat bana ! ' dedi ;
doktor P. içeri g iri nce de: 'işte cellat! ' d iye seslen
di ama sesi gülüyord u . Doktor biraz kaldı annemin
yanrnda; kendisine: ' i nsan her yaşta öğrenir', deyince
48
annem, biraz ağ ırbaş l ı b ir sesle karş ı l ık verd i.: ' Evet
ya! Peritonit olduğum u öğrend i m .' Kendisiy le şaka
laştım : ' Başkaları na hiç benzemiy orsun, Allah için!
Uyluk kemiğini onartınağa geliyorsun , peritonit ame
liyatına yatı rıyorlar sen i ! - Doğru. Pek benzernem
başkalarına ! ' Günlerce, bu 'yan l ış l ı k' şakasıyle eğ
lendi : ' Profesör B.'ye iyi bir oyun oynadı m doğru
su. Uyluk kemiğ imden o amel iyat edecekti ben i .
B i r d e baktık k i Doktor P . , beni. peritonit amel iyatı
na yatı rmış . . .
'
49
du. (istor bozuktu, indirilemiyordu; ama daha ön
celeri ı ş ı k annemi ted irg in etmiyordu.) Annem ala
ca karanlıkta, gözleri yumulu yatıyordu. Elini elime
aldım, m ı rı ldand ı : 'Simone bu! Ama göremiyorum
seni ! ' Poupette gitti, ben de b ir polis romanı aldım
elime. Ara ara annem içini çekiyordu: 'Akl ı m ba
ş ı mda değil.' Doktor P.'ye yakındı : 'Komadayım.
- Komada olsanız, olduğunuzu b il mezd iniz.' Bu kar
ş ı l ı k annemi yüreklendird i . Az sonra, derin düşün
celere dal mış gibi bir halle, 'Ağ ı r bir ameliyat ge
çirdim', dedi bana; 'ağır amel iyatlı bir hastayım.'
B u sözlerini destekledim, daha çoğunu bile söyle
dim, yavaş yavaş tasası dağ ı l d ı . ' Dün akşam', gözle
ri 'açık olduğu halde' , düş gördüğünü aniatmağa
başlad ı : 'Adamlar varm ı ş odada, mavi ler giymiş, kö
tü adamlar; bun i ar beni götürmek, bana kokteyller
içirmek istiyorlarm ış. Kardeşin kovalamış sonra on
ları . . . ' Bayan Leblon'un hazırlad ı ğ ı karışım dolayı
sıyle kokteyl sözünü ben etmiştim ; Bayan Leblon'
un başında mavi b ir başl ı k vard ı ; adamlarsa, anne
mi ameliyat odası na götürmüş olan erkek hastaba
kıcılard ı . ' Evet. Öyle olsa gerek . . . ' Pencereyi açma
mı istedi bende n : 'Serin hava, ne güzel şey ! ' Kuş
lar öttü, kendi nden geçecek gibi oldu: 'Ah, kuşlar! '
Yanından ayrı lmadan önce de, 'Tuhaf', dedi bana,
'Sol yanağı mda sarı bir ışık duyuyoru m . Yanağı mda
sarı bir kağıt varmış gibi bir şey. Sarı bir kağıttan
geçen güzel b i r ış ık: Çok hoş bir şey bu.' Doktor
P.'ye sordum: 'Amel iyatın kendi, başarı l ı oldu m u ?
- Barsakl a r yeniden işlerneğe başlarsa, o zaman
amel iyat başarı l ı olmuş demektir. i ki üç gün içinde
anlarız bunu.'
Doktor P.'ye yakı nlı k duyuyord u m . i nsanlara te
peden bakmıyor, annemle, b ir insanla nas ı l konu-
so
d
şu l ursa, öy l e konuşuyo r. soru l arına yüksünme en,
gönül hoşluğuy le karşıl ı k veriyordu . Buna karş ı l ı k,
Doktor N . i l e hiç sevi şmiyordu k. Zarif, sporcu d i na
mik, teknik del isi b i r adamdı ; annemi candan b i r is
tekle diriltmeğe bakıyordu : Ne var ki onun gözünde
annem bir i nsan değ i l , i lginç bir deneyim konusuy
du. Korkutuyordu bizi bu adam. Annemi n , altı ayd ır
komada yaşatılan yaş l ı b i r akrabası vard ı . ' Beni de
böyle yaşatıp durmalarına izin vermezsiniz, umarım ;
korkunç bir şey bu ! ' demişti bize. Doktor N . rekor
kırmağı akl ına koyacak olursa, teh l i ke l i b i r hasım
çıkardı ortaya .
Pazar sabahı Poupette, büyük b i r üzüntü içinde:
'Annemi, bir şeyler yapmak için uykusundan uyan
dırdı , üstel i k sonuç da alamad ı ', ded i . ' N iye acı çek
tiriyor ona sanki ?' N .'nin yolunu kestim: Kendi l iğ i n
den hiç bir zaman konuşmazdı benimle. Yalvardı m
bir daha: 'Acı çekti rmeyin ona.' �amusuna dakunui
muş g ibi bir sesle karş ı l ı k verdi gene : 'Acı çektir·
miyorum ona. Ne yapmam gerekiyorsa onu yapıyo
rum.'
Mavi perde yukarı kaldırı lmıştı , oda daha az
loştu. Annem kara gözlük ald ı rm ıştı kendine. i çeri
g irdiğimde gözlüğü çıkard ı : ' Şükür! Bugün seni gö
rüyorum ! ' iyi d uyuyordu kend i n i . Rahat b i r sesle
sordu: ' Baksan a Simone, bir sağ yan ım var m ı be
nim? - O nas ı l söz, öyle? El bette var. - Tuhaf
doğrusu; dün, iyi görünüyorsunuz, d iyorlardı bana.
Ama yalnız sol yan ı mdan iyi görünüyordum. Ö bür
yanım boydan boya kül rengi gibi gel iyordu bana.
Sağ yanım kal mamış g ibiyd i sanki , i kiye bölünmüş
tüm. Ş i mdi yen iden bir araya gelmiş gibiyim blr
parça.' Sağ yanağına dokundum : ' D uyuyor musun
e l i m i ? - Duyuyorum ya, düş içi ndeymi ş g i b i .' Sol
51
yanağına dokundum : ' B a k, bu gerçe k işte ! ' dedi b a
na. Kırıl mı ş uyl uk -kemiği, yara, yara tımarı , sonda
lar, damardan besin akta rı m ı , her şey sol yanda
olup bitiyordu. Ö bür yanı artık yokmuş gibi gelme
si bundan mıydı acaba? ' Gerçekten pek iyi görünü
yorsun', dedim kesin b i r ses l e ; ' Doktorlar senden
pek memnunlarmış. - Hayır, Doktor N. memnun
değ i l : Yel l eneyim d iye tutturuyor.' Kendi kendine
gülümsed i : ' Bu radan çıkınca kendisine bir kutu çu
kulata l ı 'crotte ' ( 1 ) yaptı rıp göndereceğim.'
Şişirme şi lte �erisine masaj yapıyordu, bir
çemberle yukarıda tutulan çarşafların değmedi ğ i
d izleri arasına ufak yastı klar yerleşti rilmişti ; b aşka
bir aygıt, topuklarının, _ara çarşafına değmasini ön
lüyordu : Gene de yatalak yaraları kap lamağa başl ı
yordu gövdesi n i . Kalçaları , eklem rahatsızlığ ı ndan
kötürümleşmiş, sağ kolu yarı yarıya sakat, sol kolu
serum ş i şesi ne perçinli hal iyle, en ufak bir devime
g i ri şemezd i . ' Kaldır beni biraz', d iyordu arasıra. Yal
nızkan buna cesaret edemiyord u m . Çıplakl ığı beni
tedi rg i n etmiyordu: Annem değ i l d i o a rtık, ö l üm ce
zasına çarpı l m ış , işkence edilmiş, zava l l ı b i r gövdey
d i . Bununla birlikte, gözümün önüne h i ç getireme·
d iğ i m halde, sargı bezlerini n altında sezdiğim kor
kunç giz, gözümü y ı ld ırıyord u ; canı n ı acıtmaktan
korkuyordum. O sabah kendisi ne bir daha tenkıye
yap ı lması gerekiyordu, Bayan Leblon yardımımı is
ted i . Nem l i , mavi leşmiş bir deriyle kap l ı bu iskele
ti koltuk a ltlarından kavradı m . Annem b i r yan ına ya
tı rıldığı zaman yüzü kas ı l ıyor, bakışları kayıyor, ço·
cuk vıyaklaması gibi b i r ses çıkarıyord u : ' Düşece-
52
(ıl ın.' Düşüşü gel iyordu akl ı na. Baş ucunda ayakta
duruyor, onu tutuyor, kaygısını dağıtıyordwın .
53
bul etmesi , beni msemesi, b i r çeşit yürek pekliğiydi
ayn ı zamanda.
Altın ı değiştird i l er, s ildi l e r, kolonya i le ovdu
lar. G ereği gibi atmadığı üreyi , sanırım, yok etmeğe
yarayacak, oldukça acıtıcı b i r iğnenin yapı l ması sa
ati gelmişti şimd i . O kadar halsiz görünüyordu ki
Bayan Leblon duraksadı : 'Yapın', dedi annem. ' Ma
dem iyi l i ğ i m için . . . ' Gene b i r yanı na çevi rd ik; onu
tutuyor, şaşkı n l ı ğ ı n , yürekl i l iğ i n , umudun, kaygı n ı n
karıştığı yüzüne bakıyordum. ' M adem iyiliği m i ç i n . . .'
I yileşrnek için. Ö lmek için. B irinden, b i ri l erinden,
bağışlanmak d i lemek geliyordu içimden.
Ertesi gün öğrendiğime göre, o günün öğleden
sonrası iyi geçmiş. Genç bir erkek hastabakıcı gel
miş Bayan Leblon'u ri yerine. Poupette, anneme : 'Bu
kadar genç, bu kadar hoş b i r bakıcı bulmuşsun , ya
kınamazsı n artık! ' demiş. ' Evet', demiş annem, 'gü
zel erkek. - Erkekten de anlarsı n han i ! - Yok ca
n ı m ! O kadar da değ i l ' , sesi nde b i raz özlem varmış.
' Nasıl ? Yerindiğin b i r şeyler m i var? - Va, ya! Ve
ğeni m i n kıziarına söylüyorum hep: Yavrularım, gün
lerinizi boşuna harcamayın. - Seni niye bu kadar
sevdiklerini anl ıyorum. Ama kıziarına böyle b i r şey
söylemezdi n herhalde?' O zaman annem, sesi an
sızın sertleşerek: ' Kızlarıma m ı ? Hiç b i r zaman söy
lemezd i m ! ' Doktor P., ertesi gün ame l iyat edece ğ i ,
ameliyattan korkan, seksen yaşında b i r hastasını
annemin yan ına getirm i ş : Annem, kend i durumunu
örnek göstererek, adamı bir güzel azarlamış.
Pazartesi günü, bu işi eğlencel i bulmuş gibi bir
hal l e : ' Beni tanıtma işlerinde kul l an ıyorlar artık', de
d i . Sordu sonra 'Sağ yan ı m yerine gelmiş m i ? Ger
çekten b i r sağ yanım var m ı ? - Tabii ya, baksan
a yüzüne', dedi kız kardeşi m . Annem, aynaya, i nan-
54
ınnz, sert, kurumlu bir bakış l a d ikti gözlerin i : ' Ben
ı ı ı lylm bu? - Tabii ya. Pekala görüyorsun, yüzünün
ti'ıınli yerinde duruyor. - Kül gibiyim, baksan a ! -
Iş ıktan öyle görünüyor. Yüzün pembe pembe.' Ger
çekten de pek iyi görünüyordu. Bununla birl i kte Ba
yan Leblon'a g ü lümsediği zaman: ' Bakın', dedi, ' bu
kez size ağz ı ının tümüyle gülümsedim. Eskiden an
cak yarım b i r gülümsernem vardı .'
55
n a ası l ı , gogsunun üzerinde duran saatin i kurmal ıy
dım. Bu bağ ı m l ı l ıktan hoşlanıyordu annem, durg u
durak bilmeden i lgimizi istiyordu. Ama evime dön
d üğüm zaman, bu son günlerin bütün üzüntüsü, bütün
yılgısı omuzlarıma çöktü. Beni de bir kanser yeyip
bitiriyordu : Pişmanl ı k acı s ı . 'Ameliyat ettirmeyin sa
kın.' Bense hiç b ir şeyi önlemem işti m . Hastaları n ,
uzun süre büyük acı çektiklerini gördüğüm zaman
lar, yakın ların ı n durgunluğu karşısında s ı k s ı k öfke
ye kapı lm ıştım: ' Ben olsam, ö ldürürdüm onu. ' Oysa
i l k sınavda yelkenleri suya i nd i rmişti m : Top lumsal
ahlaka yen i l m i ş , kend i ahlakımı yads'ı'm ışt!ım . ' Ha
yır', demişti bana Sartre, ' tekniğe yeni ldiniz: Başka
türlü de olamazd ı bu.' Gerçekten de öyl e. Uzmanla
rın tanısı, i leri si için tahmini eri, kararları karşı s ı n
da güçsüz, çaresiz kala ri i nsan, bir d i ş l i çark düze
nine kıs ı l ıp ka lmıştır. Hasta hekimlerin mal ı olmuş
tur: A l ı n onu el lerinden güven iyorsanız kendinizel
Çarşamba günü bir tek seçi m durumu vard ı : Ya
ameliyat yap ı l ı rd ı , ya da eziyet çekmemesi için an
nem öldürülürdü. Kal bi sağlam, iyice canlandırıl m ı ş
d a olduğu için, kadın barsak tıkanmasına uzun s üre
dayanır, cehennem azabı çekerd i ; hekiml er, eziyet
çekmemesi için öldürülmesini kabul etmezlerd i çün
kü. Sabahın altısı nda orada bulunmuş olma�n gere
kird i ayrıca. Ama o zaman b i l e N .'ye ' B ı rakın da
kendi l iğ i nden ölsün', derneğe cesaret edecek m iy
d i m ? ' i şkence etmeyi n ona', �iye yalvardığım za
man derneğe getird iğim buyd u ; o ise, ödevleri n i
iyi b il en bir adamın büyüklenişiyle terslemişti be
n i . Bana: 'Onu, belki de yıl lar sürecek b i r yaşayış
tan yoksun kıl ıyorsunuz' , d iyeceklerd i . Ben de bu
bu dediklerine boyun eğmek zorundayd ı m . Böyle
düşünüyordum ama bu düşünce düzeni içimi yatış-
56
tı rınıyordu. Gelecek, içi me büyük bir korku sal)yor
du. On beş yaşıındayken Maurice arncam mide kan
serinden ölmüştü . Günlerce: 'Vurun ben i . Tabanca
mı verin. Acıyın bana', diye acı acı haykı rdığını an
latın ı şlardı bana. Doktor P. sözünde duracak mıy
d ı ? 'Acı çekıneyecek' demişti . Ö lümle işkence ara
sında bir yarışına başlam iştı . Sevdiğiniz bir insan
size : 'Acı bana ! ' diye haykırınış, bu haykırısı boşa
gitınişse, arkasından nas ı l yaşayab il ir, bu yaşayışı
nasıl kabullenebi l i rsi niz? Buydu kafaındaki soru.
Bu yarış ı ölüm kazansa bile, ne ti ksindirici bir
yutturınacaydı bu! Annem bizi yanı başı nda sanıyor
du ; oysa biz, şimdiden onun öyküsünün öte yan ına
1
geçıni şti k. Her şeyi bilen kötücül bir cindiın ben ;
elindeki kağ ıdı görüyor, oyunun içyüzünü bi l iyor
dum ; o ise, pek uzaklarda, insan yalnızl ığı içerisin
de çabalaınaktayd ı . i yi leşrnek için bütün gücüyle
gösterdiği çaba, sabrı , yiğitl i ğ i , her şey, bi r aldat
ınacaya alet edi lmişti. Çektiğ i acı ların hiç birinin kar
ş ı l ı ğ ı n ı göreıneyecekti . Yüzü gözümün önüne gel i
yord u : ' Madem iyi liğiın için.' Sorum l usu olmadığım
halde, benim olan, hiç bir zaman da bağ ışlataınaya
cağ ıın bir günahın, umutsuzluk içinde, cezası n ı çe
kiyorduın.
Annem geceyi rahat geçirmişti ; hemşire, ne
kadar tedirgin olduğunu gördüğü için elini elinden
bı rakınaın ıştı . Onu incitıneden altına surguyu sür
ınenin yolunu bulmuşlard ı . Yerıiden yemek yeme
ğe başl ıyordu, yakında daınardan besin aktarırnma
son veri lecekti . 'Bu akşam son verin! ' diye yalvarı
yordu. ' Belki bu akşam, belki yarın', diyordu N. Bu
koşul lar altında, başında bir hemşire geceleri onu
gene bekleyecek ama kız kardeşim, arkadaşlarında
kalacaktı. Doktor P.'ye danıştıın . Ertesi gün Sartre,
57
uçakla Prag'a gidecekti ; ben de onunl a gitse m iy
dim? ' Her an, her şey olabilir. Ama bu durum ay
larca da süreb il ir. Beklersek hiç b i r zaman gideme
yiz. Prag, Paris'ten bir buçuk saatli k yolda, telefon
etmek de kolay.' Annerne bu tasarıdan söz açtı m .
'A el bet! Gidiver. Sana ihtiyacı m yok', ded i . Gidi
şim, teh l i kede olmadığına büsbütün i nandı rıyordu
onu: ' Beni nerelerden döndürdüler! Vetmiş sekiz
yaş ımda peritonit! Allahtan burada yatıyormuşum !
A l lahtan beni uyluk kemiğimden amel iyat etmemiş
ler! ' Sargı larından kurtulan sol kolunun şişliği biraz
i nm işti . Özen li bir halle elini yüzüne götürüyor; bur
nunu, ağzı n ı yokluyor, denetl iyord u : ' Gözlerim, ya
naklarımın orta yerinde, burnumsa, iyicene çarpıl
mış, yüzümün en altı ndaymış gibi gel iyordu bana.
Tuhaf bir şey .. . '
Annem kendini gözlem altınd-a tutmağa alışık
deği ld i . Şimdi, gövdesi , kendini zorla kabul ettiri
yordu ona. Bu safrayla, artık bulutlar arası nda süzü
lüp durmuyor, benim gücüme gidecek şeyler artık
hiç söylemiyordu. Boucicaut'yu anmas ı, koğuşta yat
mak zorunda kalan hastalara acımak içind i . Kendi le
rini sömüren yönetmen l iğe karşı hemşirelerden ya
na çı kıyordu. Durumunun ağırlığına karşın, her za
man göstermiş olduğu ölçül ülükten ayrı lmıyor, vaz
geçmiyordu. Bayan Leblon'u çok çal ıştırmaktan, u ğ
raştırmaktan korkuyor, kaygı lanıyordu. Teşekkür
ediyor, özür d il iyordu: 'Yazı k değ i l m i , yaş l ı bir ka
dına harcanan bunca kana; oysa n e gençlerin buna
ihtiyacı olabi l ir! ' Vakti mi aldığı için kendini suçl u
görüyordu: 'Senin yapacak işlerin var, oysa bura
da saatleri e vakit harcıyorsun : Ü zülüyorum buna ! '
Sesinde bi raz gurur, ama biraz d a yerinmeyle: 'Za
val l ı kızlarım ' , diyordu, 'sizi de amma çok üzdüm .
58
uçakla Prag'a gidecekti ; ben de onunla gitse m iy
d i m ? ' Her an, her şey olabilir. Ama bu durum ay
larca da sürebil ir. Beklersak hiç b i r zaman gideme
yiz. Prag, Paris 'ten bir buçuk saatli k yolda, telefon
etmek de kolay.' Annerne bu tasarıdan söz açtı m.
'A e lbet! Gidiver. Sana ihtiyacı m yok', ded i . G idi
şim, tehl i kede olmadığına büsbütün i nandırıyordu
onu: ' Beni nerelerden döndürdüler! Vetmiş sekiz
yaşımda peritonit! Allahtan burada yatıyormuşum !
A l lahta !l beni uyluk kemiğimden ameliyat etmemiş
ler! ' Sarg ıl arı ndan kurtulan sol kolunun şişli ği biraz
i nm işti. Özen l i bir halle elini yüzüne götürüyor; bur
nunu, ağzını yokluyor, denetl iyordu : ' Gözleri m , ya
nakları mı n orta yerinde, burnumsa, iyicene çarp ı l
mış, yüzümün en altındaymış gibi gel iyordu bana.
Tuhaf bir şey . . . '
Annem kendini gözlem altında tutmağa alışık
deği ld i . Şimdi, gövdesi , kendini zorla kabul ettiri
yordu ona. Bu safrayla, artık bulutlar arasında süzü
lüp durmuyor, benim gücüme gidecek şeyler artık ·
58
çok iyi ', diye karş ı l ı k vermişti annem, 'yalnız, onu
hemen bugünlerde gidip görmeği canım istemiyor
doğrusu.' Beng i l i k, bengi d irim, şu yeryüzünde öl
mek anlamına gel iyordu; annemse ölmeği kabul et
miyordu. Tabii, çevresindeki sofular, annemin istek
lerine karşı geldiğimizi düşünüyorlard ı ; bizi b irta
kım oldubitti lere getirrneğe yeltendiler. Kapıda Zi·
yaretçi Kabul Edilmez yazısı durduğu halde, kız kar
deşim b i r sabah, açılan kapının arkasında bir papaz
cüppesi görmüş ; hızla gidip, içeri girmesini önle
miş: ' Ben Rahip Avri l . Dost olarak geliyorum. - Na
s ı l gel i rseniz gelin. S ı rtınızdaki giysi annemi korku
tab i l ir.' Pazartesi günü kapı gene zorlanm ı ş : Bayan
de Saint-Ange'ı g iriş aralığına doğru sürükleyerek
götürürken: 'Annem kimseyi kabul etm iyor', dem iş
kız kardeşim. ' Öyle olsun. Ancak sizinle son derece
öneml i b i r konuyu görüşmem gerek: Annenizin ka
nışlarını, i nançlarını b i l iyorum . . . - Onları ben de
bil iyorum', demiş kız kardeşim, soğuk b i r sesle. 'An
nemin aklı tamamıyle başında. B i r papazla konuşmak
dilediği gün, onunla konuşacaktır.' Çarşamba sabahı
Prag uçağına bindiğim ana dek, annem papazl a gö
rüşmeği dilemem işti .
60
Ö ğl eyi n telefon etti m. Poupette sesimi o kadar
ıyı işitiyordu ki ' G itmedin demek! ' dedi bana. An
nemin durumu çok iyiymiş; perşembe günü de öy
l e ; cuma günü, bu kadar uzaktan telefon etmemden
ötürü gu ruru okşanmış, benimle konuştu annem. Bi
r m kitap okuyor, bulmaca çözüyormuş. Cumartesi
günü telefon edemedim. Pazar akşamı , saat on bir
buçukta, D iato'ların numaras ı n ı arattım. Telefonun
bağlanmasını odamda beklerken b ir telgraf getirdi
ler: 'Annem pek yorgun .. Döneb i l i r misin?' Francine,
Poupette'in klinikte yattığını haber verdi . Az sonra
onunla konuşuyordum telefonda : ' Korkunç b i r gün
geçirdik', ded i . 'Aralıksız, annemi n elini elimde tut
tum ; yalvarıyordu hep : B ı rakma beni , gitmeyeyim.
Simone'u b i r daha göremeyeceğim, deyip duruyor
du. Şimdi equan i l verd iler, uyuyor.'
Ertesi gün saat on buçukta kal kan uçakta bana
lıir yer ayırtılmasını kapıcıdan istedim . Söz veril
ı ı ı i şt i b i rtakım yerlere, Sartre b ir iki gün daha bek
lcnıemi salı k veriyordu : Olacak şey değ il d i. Anne
ı ı ı i ölümünden önce b i r daha görrneğe pek öyle can
�ı tıyor değ i l d i m ; ama onun beni bi r daha görmeye-
61
ceği düşüncesine kat l anmak o l ana ksızd ı . An ı d i ye
bir şey kalmayacağına göre, b i r ana bu kadar önem
vermek niye? Gönül onarımı diye bir şey de olma ·
yacaktı . Can çeki şen b ir i nsanı n son anlarına, saltı
ğın sığdırı labi leceğini, kendi hesab ı ma. kemi kleri
min i l iğine dek anlad ı m .
Pazartesi günü b ir buçukta , 1 1 4 sayıl ı odaya
g i rd i m . Geleceğimi haber alan annem, bu dönüşü
tasarılarıma uygun sanıyord u . Kara gözlüğünü çıkar
d ı , bana gülümsed i . Yatıştırıcı i l açların etkisinde,
bir esenlik duygusu içi ndeyd i . Yüzü değişmişti ; ben
zi sararın ıştı ; sağ gözünün altında, burnu boyunca
inen şiş bir kıvrım vard ı . Buna karş ı l ı k, masaların
hepsinin üzerinde çiçekler duruyordu yeniden. Ba
yan Leblon gitmişti ; damla damla besin aktarımına
son verildiği için annem özel bir hemşireyi gerek
semiyordu. Gittiğimin akşamı Bayan Leblon iki saat
sürecek olarr b ir kan aktarım ı na girişmiş: Aşırı ça
l ıştırı lmış damarlar, kana, plazmaya göre daha da az
dayanabi l iyormuş. Beş dakika boyunca annem hay
kırmış durmuş. ' Kesin artık ! ' demiş Poupette. Hem
ş i re yanaşmayacak olmuş: ' Doktor N . ne der sonra ?
� Bütün sorumu üzerime al ıyorum.' Gerçekten d e
N . pek öfkelenmiş: 'Yaranın kapanması daha uzun
sürecek.' Oysa yaranın kapanmayacağını pek güzel
bil iyord u ; içinden barsağın boşaldığı bir akarca mey
dana gelmişti : Yeni bir tıkanmayı önleyen de buydu ,
çünkü barsak hareketi durmuştu . Annem ne kadar
dayanabi i i rd i daha? Yapı lan çözüm lernelere göre ur,
son derece azgın bir sarkomdu, örgenl iğin her ya
nına yayı lmağa başlamıştı ; bununla birlikte, anne:·
m in yaşından ötürü , evrimi oldukça uzun süreb il ird i .
Annem son i k i günün olaylarını anlattı bana.
Ctımartes i günü Simenan'un bir romanına başlamış,
62
bulmacalarda Poupette'i yenmişti . M asas ı n ı n üze
rinde gazetel erden kestiği bulmacalar yı ğ ı l ıyordu.
Pazar günü, boğazından b i r türlü geçmeyen b i r pa
tates ezmesi yemişti öğle yemeğinde (gerçekte, onu
kırıp geçiren , hastalığın kol atmas ı n ı n başlamasıy
d ı ) ; arkası ndan, uykuya dalmadan, uzun b i r karaba
sana uğramıştı : ' B i r del iğin üzerinde, mavi bir çar
şafın içindeymişim, kız kardeşi n tutuyormuş çarşa
fı, yalvarıyormuşum ona: B ı rakma ben i , del iğe düş
meyeyim . . . - Tutuyorum , düşmezs i n ' , d iyormuş
Poupette. Geceyi , b i r koltukta oturarak geçirmişti ;
her zaman kardeşimin uykusunu kendine tasa edi
nen annem, ona: ' Uyuma', diyormuş, ' bırakma ben i ,
.
gitmeyeyim. Uyuyaka l ı rsam uyand ı r ben i : Uyurken
gitmeme meydan verme, bırakma beni.' Kız kard eşi
min anlattığına göre annem bir ara, bitki n , gözleri
ni kapamış. Ell eri çarşafları pençeler gibi olmuş,
hece hece söyleyerek: 'Yaşamak! Yaşamak! ' demiş.
Kendisini bu bağucu kaygılardan kurtarmak için
hekimler equanil haplarıyle iğneleri yazmışlar: An
nem, doymazcası na, isteyip duruyormuş bunları . B ü
tün gün keyfi pek yerindeyd i . i zlen i m lerinin tuhaflığı
üzerinde uzun uzun durdu, konuştu: 'Karşımda beni
yoran bir yuvarlak vard ı . Kardeşi n görmüyordu onu.
Ona, ört şu yuvarlağ ı , gözden sakla, d iyordum. O
ise yuvarlak falan görmüyordu.' Pencerenin söve
pervazına çakı l ı ufak bir maden yaprakmış bu gör
düğü; çok şükür, artık onarıl m ı ş olan istoru bi raz
indirerek örtmüşlerdi onu. Chantal'le Catherine gel
di ler; annem sevi nçle bize dedi ki: ' Doktor P . akı l
l ıca davrandığımı söyled i ; akı l l ı ca davranmış ını her
şeyde: Ameliyattan sonra, sağl ığını düzel irken uy
luk kemiğim de kaynıyormuş.' O akşam, b i r gece
öncesi gözünü hemen hemen kırpmamış olan kız
63
kardeşi m i n yer i ne annemin başında ben bekleyeyim
dedim ; ama annem ona al ışm ıştı ; Lionel'e de bak
m ı ş olduğu için onu benden çok daha usta, çok daha
yetki l i bel l iyordu.
Salı günü iyi geçti . Gecesi gene karabasanlara
uğramış. ' Beni bir kutuya yerleşti riyorlar', diyormuş
kız kardeşi me . ' Buradayım ama kutunun içindeyim .
Ben'im bu, ama artık ben d e değ i l i m . Adamlar var,
kutuyu götürüyorlar ı ' Ç ı rpı nıyormuş: ' B ı rakma beni ,
götürmesinler ! ' Poupette , uzun süre , elini annemin
alnında tutmuş : 'Söz veriyorum. Seni kutuya yerleş
tirmeyecekler.' Annem b i r daha equan i l ver i lmesi
ni istemiş. · Gördüğü hayal l erden, sonunda, kurtulan
annem , kız kardeşime sormuş durmuş: 'Ama ne de
mek ol uyor bunlar, bu kutu, bu adamlar? - Ameli
yatı ndan anı lardı heps i : Bakıcı lar seni sedyede gö
türüyor! ar. Onu görüyorsun.' Annem uyuyakalmış.
Ama sabahı , çares iz kal m ı ş hayvanların bütün üzün
cü vardı gözlerinde. Hemşireler yatağ ını düzelttiğ i ,
sonra da b i r sonda sal arak onu işettiğ i zaman canı
yand ı , ini lded i ; ölgün b i r sesle sordu bana: 'Atlata·
cak mıyım dersin?' Payladım onu. Doktor N .'ye çe
kingen bi r sesle sord u: ' Benden memnun musunuz?'
Hekim, söylediğine pek inanmayan bir halle ' evet'
diye karş ı l ı k verd i , ama annem , denize düşen in yı
lana sar ı l ması gibi sıkı s ıkı sarı ldı bu ' evet'e. Aşırı
yorgunluğunu hakl ı gösterecek en sağlam sebeple
ri uydurup buluyordu hep. Çok su yitirmişti ; yediği
patates ezmesi pek ağır gelmişti ; o gün, bir gün
önceki yara tımarı dört kez yapı lacak yerde üç kez
yapılmış diye sitem ediyordu hemş i relere : ' Doktor
N . , akşam, pek kızd ı ' , dedi bana. 'Onları bir güzel
haşlad ı . Görecektin ! ' Ü st üste, hoşuna gittiği bell i
olarak: ' Pek kızd ı ! ' ded i . Yüzü güzel l iğini yitirmişti ;
64
tik ler oynatıyordu her yanı nı ; sesinde, yeniden, hınç,
hakkı nı arama beli riyor, sivril iyordu.
· o kadar yorgun um ki', d iye çekiyordu içi n i . O
gün, öğleden sonra, Marthe'ın genç bir cizvit olan
kardeşiyle görüşmeği kabul etmişti. ' Başka zaman
gelmesini söyleyeyim, istiyor musun? - Hayır. Kız
kardeşin sevinecek gelmesine. i lah iyat konuları
açarlar her görüşmelerinde. Ben gözlerimi kapaya
cağ ı m , konuşmam gerekli ol mayacak.' O gün öğ
le yemeği yemed i . Başı gogsune eğik, uyuya
kal d ı : Poupette kapıyı açıp girince, her şey bitti d i
ye korktu. Charles Cord onnier ancak beş dakika
kaldı yanımızda. Babas ının her hafta annemi çağ ı r
dığı öğl e yemeklerinden söz açtı : ' Raspail Bulva
rındaki evde bu yakınlarda bir perşembe günü sizi
yeniden görebi l eceğimi umarım ' , ded i . Annem , ina
namayan, içi yıkık bir halle baktı ona : ' Gene gelir
miyi m dersin?' Yüzünde böyle b ir umutsuzluk hava
s ı n ı , o güne dek hiç görmemiştim: O gün, artık umu
lacak bir şey kalmadı ğ ı n ı , anlamıştı . Sonunun öyle
sine yakın olduğunu d üşünüyorduk ki, Poupette gel
d i ğ i nde ben ayrı lmad ı m . Annem mırıldand ı : 'Halim
daha kötü demek, ikiniz de burada olduğunuza gö
re . . . - Hep buradayız ya ! - Ama ikiniz birden kal
mazsı nız.' Gene, kızmış gibi yaptım yalandan : ' Yü
reğinde güç kalmamış da ondan buradayız. Ama kal
mam seni kayg ı landırmaktan başka işe yaramıyor
sa, giderim . - Yo, yo, kal ' , dedi annem. utanmış,
sıkı lmış gibi. Haksız yere sert davranı ş ı m beni çok
üzüyord u . Gerçeğ in kendisini ezd i ğ i, b irtakı m söz
ler yardı mıyle bu gerçekten kurtul mağa uğraşacağı
s ı rada, onu susmaya mahkum ediyorduk; tasa larını
içine atıp söylememeğe, kuşku ların ı bastırmağa zor
luyorduk kend isin i ; yaşayışında bunca kez duyduğu
65
şeyi yeniden duyuyordu : Hem suçlu hem an l aşılma
mış bir kişi olduğunu . . . Ama bizim de başka bi r şey
yapmamız olanaksızd ı : Umut, gereksindiği şeylerin
başı nda gel iyordu. Annemin yüzü, Chantal'le Cathe
rine'i o kadar korkuttu ki, annelerine Paris'e dönme
sini öğütlernek üzere Li moges'a telefon ettiler.
Poupette'in ayakta duracak hali yoktu artık. Ka
rar verd i m : ' Bu gece, burada, ben kalacağı m . ' An
nem bi raz ted irgin göründü : ' B i l ecek misin? Kara
basanlar gelince elini alnıma koymas ı n ı bilecek mi
sin? - Tabii, anne ! ' Akl ı ndan bir şeyler geçird i ; gö
zümün içine içine baktı : 'Sen, ü rkütüyorsun ben i.'
Bana, düşünce adamı olarak verd iği değerden
ötürü annem, her zaman biraz çekinmişti benden ;
oysa küçük kızına böyle b i r değer vermekten bile
bile sakınmıştı . Karş ı l ı kl ı olarak, pek erken yaşta,
annemi n utangaçça davranışı beni buz gibi dondw
muştu . Ben her şeye açık, özgü r b ir çocuktum; son
ra sonra, büyüklere bakmı ş , her birinin özel küçük
duvarları arasına kapanarak yaşadığını görmüştü m ;
annem arasıra bu duvarda b ir ged i k açıyor, sonra
hemen kapatıyordu onu. Kendine öneml i bir eda ve
rerek: ' Kadı ncağız bana sırlarını açtı ' , d iye fısıldı
yordu. Ya da, dışarıdan, o duva rl arda b i r çatlakl ı ğ ı n
farkına var ı l ıyordu: ' Her şeyi gizli tutmağa p e k me
rakl ı d ı r; hiç b ir ş.ey söylememişti bana, ama anla
ş ı ldığı na göre . . . ' i tiraflarla ded i kodu l arda, beni iğ
rendiren bir kaçakl ık, b ir gizl i l i k vard ı ; kendi d uvar
larım ın gediksiz olmas ı nı istedim. Özel l ikle annerne
bir şey açmamağa, sezdirmemeğe özen gösteriyor
dum, şaşkınlığa düşmesinden korkuyordum, bana
kınar gibi bakacağı düşüncesi beni yıldı rıyordu. Kı
sa zaman sonra annem bana artık hiç bir şey sor
ma.z oldu. i nansızl ığım üzeri ne yaptığımız kısa, çe-
66
kişmeli konuşma, iki mizin de oldukça büyük bir ça
ba göstermemizi gerektird i . Göz yaşları yureg ıme
dokundu. Ama, içimde olup bitenleri pek düşünme
d i ğ i n i , kendi başarısızlığına ağlamakta olduğunu ça
buk kavradı m . Dostluk yerine yı l gıyı yeğ tutmakla
beni büsbütün ürkekleştird i . Herkesi n , ruhum ıçın
dua etmesini isteyecek yerde bana biraz güven , bi
raz yakın l ı k göstermiş ol saydı , anlaşmamız gene de
mümkün olabi l i rdi . Bunu yapması n ı önleyen neyd i ,
b i l iyorum şimdi. Çok öcü vardı a l ı nacak, çok yara
sı vardı sarı lacak . . . Kendin i, kolay kolay, başkası
nın yerine koyamaz, dünyaya başkasının gözüyle ba
kamazdı . Yaptığ ı işlerde, eylemlerinde , özveriyle dav
ranıyordu ama heyecanları kendi çerçevesinden çık
masına meydan verm iyordu. Hem, kendi gönlünde
olup biteni görmekten kaçındığına göre beni anla
mağa çalışması düşünülebi l i r miyd i ? Birliğimizi boz
mayacak bir davranış türetmeğe gel ince, yaşayışın
da kendisini böyle bir işe hazırlayacak bir şey ol
mamıştı ; beklenmed ik olaylar onu şaşkınlıktan çıl
gına döndürüyordu, çünkü ancak haz ı r birtakı m çer
çeveler içerisi nde düşünmeğe, davranmağa, duyma
ğa al ıştırılm ıştı .
Aramızdaki susku, büsbütün saydamsızlaştı .
L'l nvitee adl ı kitabıının çıkışına dek yaşayışım üze
rine hemen hemen hiç b ir şey bilmiyordu. Hiç de
ği lse, töre konusunda 'ağı rbaş l ı ' davrandığıma inan
dırmağa çal ışm ıştı kend ini. H erkesin açıkça yaptığ ı
ded i kodular, annemin b u hayalini yıktı ; a m a o sıra
da i l işkilerimizde değişiklik olmuştu . Maddi bakım
dan bana bağl ıydı ; bana danışmadan herhangi b ir
kı l gın karara varmıyord u; ail e n in ortadi reğiyd im , oğ
lu gibiydi m bir bakıma. Öte yandan, tanı nan bir ya
zard ı m . Durumun bu özel liğ i, yaşayışımın kural lara
67
uymazlığını bir kerteye d e k hoş gösteriyordu; zaten,
yaşayışımı da, kendince, en yal ın hal ine indirgiyor
d u : Ne olursa olsun, medeni nikahtan dine daha az
aykırı bir özgür birleşme içi ndeydim. Kitaplarımın
içeriği sık sık gücüne gidiyordu ama kazandıkları
başarı karşısında da gurur duyuyordu. Ancak, bu ba
şarının bana kendi gözünde kazandırdığı yetki, onun
bu tedi rginfiğini artırıyord u . Her türlü tartışmadan
kaçı nıyordum; ama ne kadar kaçınsam da -as lın
da, belki de, kaçındığıın için- kendisini yargıladı
ğ ı mı düşünüyord u . Poupette'in, ' küçük'ün, annemle
daha özgür, rahat i l işki leri vard ı ; annem onu daha
az sayard ı , o da ( annemin daha az etkis inde kalmış
olduğu için) onun kadar katı l ı k göstermezdi davra
nışlarında. Memoires d'une Jeune Fiile Rangee adlı
anı kitabım ç ıktığı zaman, onu elden geldiğince ya
tıştırma işini Poupette üzerine a l mışt ı. Bense, bir
iki sözle özür di leyerek kendisine b ir demet çiçek
götürmekl e yetind im: Zaten bu, onu hem şaş irttı
hem de duygulandı rd ı . Günün b irinde bana: 'Analar
babalar, çocuklarını anlamıyorlar', ded i , ' ama bu,
karş ı l ı kl ı oluyor . . . '; bu yanlış anlaşı lmalar üzerine
konuştuk ama genel görünüml eri üzerinde durduk
ancak. Bir daha da bu konuya hiç dönmedik. Kapısı
nı çalardım. Hafifçe sızlandığını , döşeme tahtaları
üzerinde terliklerini sürüdüğünü, sonra, iç çekişini,
işitird i m ; bu kez, konuşabi leceğ i miz birtakım konu
lar. bulacağıma, bir anlaşma alanı yaratacağıma söz
verirdim kendi kendime. Ama daha beş daki ka geç
meden , gene yenilmiş olurdum oyunda : Ortaklaşa il-
gilerimiz o kadar azdı ki ! Kitaplarını karıştın rdı m :
Aynı kitapları okumuyorduk. Onu konuştururdum,
dinlerdim söylediklerini, yorumlardı m . Ama, annem
olduğu için, başka bir ağız söylese daha az dokuna-
68
cak tats ız cümleleri , bana büsbütün tatsız gel iyordu.
Yirmi yaşı ndayken , alışageldiğim beceriksizli ğ iyle
b i r içli d ı ş l ı l ı k havası yaratmağa kal ktığı zamanlarda
ki kadar, kasıl ıyordum gene. ('BiLiyorum, akl ı m ı be
ğenmezsi n sen. Ama bu canlı l ı ğ ı n ı da, iste isteme,
benden almışsın ; hoşuma gid iyor', derdi.) Can l ı l ı k
tan yana kendisine çektiğ i mi yürekten söyler, katı
l ı rd ım bu sözlerine; ama cümlesinin başlangıcı hı
zımı kesiyordu. Öylelikle, b i ribirimizi karş ı lı k lı ola
rak kötürümleşti riyorduk. Beni tepeden tırnağa sü
zerek: 'Sen, ürkütüyorsun beni.' d ediği zaman, i şte
bütün bunları anlatmak istemişti.
Kız kardeşi m i n gecel iğini s ı rtıma geç i rd i m , an
nemin yatağının yan ı ndaki sedire uzandı m : Benim
de içimde birtakım kaygı lar vard ı . Hava kararırken,
annem istoru i ndirttiğ i , ortalığı yalnız baş ucundaki
lamba aydınlattığı için, oda iç karartıcı bir hal alı
yordu. Karanl ık, odanı n ölüm üzüncü dolu gizini da
ha da koyulaştı rıyor g i bi geliyordu bana. Gerçekte,
o gece de, ondan sonraki üç gece de, kendi evimde
kinden daha rahat uyku uyudum; telefon çalacak
d iye kaygılanmıyor, karmakarışık kuruntulara kap
tı rmıyordum kendimi : Oradaydım, annemi n yanında;
bir şey de düşünmüyordum.
Annem o geceler karabasan görmed i . i lk gece,
sık sık uyandı, su istedi . ikinci gece pöç kemiği
çok ağrı d ı ; Bayan Cournot annemi sağ yan ı na yatır
dı : Bu kez de kolu hiç rahat vermed i . Tutup bir las
ti k s imide oturttular; böyle li kl e ağrı l ı yeri rahatl ı
yordu ama kaba etlerinin o kadar mavi, o kadar na
zik olan derisi n i n zedelenmesi tehlikesi çıkıyordu
ortaya. Cuma, cumartesi günleri oldukça iyi uyudu.
Daha perşembe gününden, verilen equani l 'le kendi
ne yeniden güven duymağa başlam ıştı. 'Atlatır mı-
69
yım ders i n ? ' diye sormuyordu artık, ' Düzgülü b i r
yaşayışa yeniden başlayabi l i r miyim dersin?' d iyor
du. ' Çok şükür! Bugün seni görüyorum ! ' dedi bana,
mutlu bir sesle. ' Dün görmüyordum ! ' Ertesi gün ,
Limoges'dan gelen Jeanne, yüzünü korktuğundan
daha az bozu lmuş buldu. B i r saate yakın süre ko
nuştular. Cumartesi sabahı Chantal'le birlikte ge
ne geldiği zaman, annem, şakrak b ir sesle onlara :
'Gördünüz ya ! Keteni yırttım ! ' ded i . 'Yüz yaşıma
dek yaşarım artık: Benden kurtulmanız için öldür
meniz gerek! ' Doktor P. iyice şaşırmıştı . 'Anneniz
kon �sunda, önceden bir şey söylenemez bu duru m
da ! O kadar canlı bir i nsan ki ! ' Bu son sözü anne
me i l ettim : ' Evet ya, canlı b ir insan ı m ! ' dedi sevinç
le. B iraz şaşmıyor değ i l d i : Barsakları artık işlemi
yordu , oysa hekimler tasalanır görünmüyorlard ı .
' Ö nemli olan, b i r kez işlemeleri : Böyle l i kle, işlemez
hale gelmedikleri tanıtlanmı ş oldu. Doktorlar pek
memnunlar. - Memnunlarsa mesele yok, önem l i
olan o . '
Cumartesi akşamı, uyumadan önce, konuştuk.
'Tuhaf', dedi dalgın bir sesle, ' Bayan Leblon'u düşün
düğüm zamanlar, onu evimde görüyorum, öyle geli
yor gözümün önüne: B i r çeşit manken gibi ; şişiril
miş, kolsuz ; hani ütücülerdeki gibi . . . Doktor P.,
karnı mı n üzerinde b ir kara kağıt şeri d i . Arkasından,
adamı karşı mda, etten kemi kten bir i nsan olarak
görünce, tuhafıma gid iyor.' ' Gördün mü', ded i m , 'ba
na al ıştı n şimdi : Seni ürkütmüyorum artık. - Yok
canım. - Seni ürküttüğümü söylemişti n de . . . -
Öyle mi dedim sana? i nsan tuhaf şeyler söylüyor . . . '
Ben d e al ışm ıştım b u yaşayışa. Akşamı n seki
zinde gel iyordum hastaneye ; Poupette bana günün
haberlerin i veriyord u ; Doktor N . uğruyordu sonra.
70
B;ıyon Cournot gel iyor, yarayı tırnar ederken ben
de giriş aral ığında kitap okuyordum. G ünde dört kez,
odaya üzeri sargı lar, gaz bezle ri. bezler, pamuk, ya
kı, demir kutular, küçük leğenler, makaslar yüklü te
kerlekl i bir masa getiriliyord u ; masa odadan çıkarıl
dığı s ı ra gözlerimi hemen başka yana çevi riyordum .
Bayan Cournot, arkadaşlarından b i r hemşireni n d e
ycırd ı m ıyle annemi n temizl i ğ i n i yapıyor, uykuya ha
zırl ıyordu onu. Yatıyordum. Bayan Cournot, annerne
çeşitli iğneler vurduktan sonra, ben annemi n baş
ucunda yanan lambanın ışığ ı nda kitap okurken, b i r
fincan kahve içmeğe gidiyordu. Dönüyor, biraz ı ş ı k
gelsin d iye aralık bıraktığı kapının yanında oturu
yord u ; okuyor, örgü örüyordu. Ş i lteyi titreştiren e lek
trikli aygıtı n hafif uğu ltusu işiti l iyordu. Uykuya dalı
yordum. Saat yedide uyan ıyordum. Yara tımarı ya
p ı l ı rken, yüzümü duvara dönüyor, n ezleden burnu
mun tıkalı olmasına sevin iyordum: Poupette'e koku
lar pek dokunuyordu ; bense, annemin a lnıyle yanak
larına s ı k s ı k sürdüğüm kolonyan ı n tatl ımsı, i ç bay
dı rıcı kokusu dışında hemen hemen herhangi b ir ko
ku almıyordum: Bu marka kolonyayı artık hiç kul la
namam.
Bayan Cournot gidiyord u ; ben giyinip kahvaltı
ediyordum. Annerne beyazımtrak bir i laç hazırl ıyor
dum ; dediğine göre, pek tatsız b i r şeymi ş bu; ama
sind i rim ine yard ım ediyormuş . Sonra, içine b i r bis
küvit ufaladığım çayı kaşık kaşı k içi riyordum ona.
Oda h izmetçisi ortalığı s i l ip topluyordu . Ben çiçek
leri suluyor, düzeltiyordum. Telefonun z i l i çalıyordu
s ı k s ı k ; giriş aral ığına koşuyordum; kapılan ardım
dan kapıyordum ama annemi n beni i şitmeyeceği n
den emin değild im, ondan, sakıntıl ı konuşuyordum.
' Bayan Raymond, uyl uk kemiğinin ne alenıde oldu-
71
ğunu sordu', d iye anlattığım zamanlar gül üyordu :
' B i r şeyc i kler anlamıyorlard ı r zava l l ılar, olan biten
lerden ! ' Sık s ık beni bir hemş i renin çağ ı rdığı da
olurd u : Annemin arkadaşları , akrabalar, hatırını sor
nıağa gel iyorlard ı . Genellikle, kendi l erini kabul ede
cek gücü olmazdı ama kendisini d üşünüp merak et"
meleri onu pek sevi ndi riyordu . Yarası tınıar ed i li r·
. ken dışarı çıkıyordum. f:onra öğle yemeğini yediri
yordum : Çiğneyemediği için ancak ezmeler, bula
maçlar, pek i nce kıyılmış etler, kompostolar, kı-ema ..
72
ııolarla yüklü, tekerlekl i masaların gürültüsü, utanç
duyul ması gereken bir şey gibi gel iyordu bana. Dü
şüncesiz bir oda hizmetçi si, uyuklaınakta olan an
nemden, ertesi gün ne yemek istediğini kararlaştır
masını ('yağda kızarmış tavşan eti m i , hanımefen
d i , p i l i ç kızartması m ı ?') rica ettiği zaman fena öf
keleniyordum. Ö ğ l e yemeğine , söz veri len beyin ye
rine pek iştah açıcı ol mayan b ir kıymalı yemek ge
tirildiği zaman da kızıyordum. Annemi n cana yakın
bulduklarını -Bayan Cournot'yu, Bayan Laurent'ı,
Martin ' l e Parent'ı- ben de cana yakın bul uyordum :
Bayan Gontrand, bana da, pek geveze b i r kadın ola
rak görünüyord u : 'izne çıktığı öğleden sonrasını kı
zına pabuç aramakla geçirdiğini anlatıyor ö rneğ i n :
Bana n e bundan, değ i l mi ama?'
Bu kliniği sevmiyordum artık. Güleç yüzl ü , ha
marat hemşire ler, i şten baş alamıyord u ; paralan az
dı, kendil erine sertlikle davranıl ıyordu. Bayan Cour
not kendi kahvesini kendi getiriyordu: Buradan an
cak sıcak su veriliyordu. Hemşirelerin , uykusuz ge
çirdi kleri bir geceden sonra üstlerine baş larına çe
kidüzen verecekleri , boyalarını taze leyecekleri ne
bir duş odaları vard ı , ne de bir ayrı ayakyol l arı . . .
Bayan Cournot, a l lak bul lak olmuş, gözetmenle da
laşlarını anlatıyordu bize. Gözetmen, b i r sabah, kah
verengi ayakkabı giyiyor diye Bayan Cournot'ya si
tem etmi ş : 'Ama ökçeleri yok. - Beyaz ol ması ge
rek ama.' Bayan Cournot, boynu bükük, bel i bükük
bir hal almış. ' Daha işi nize başlamadan , öyle, canı
çıkmış gibi durmayın ! ' diye bağ ı rmış gözetmen. An
nem, iki gün sonrasına dek, durup durup, bu cümle
yi, öfkelenerek, hatırladı, söyled i : Her zaman biri
lerine karşı başka birilerini tutmaktan, yamanlıkla
savunmaktan hoşlanmıştı . B i r akşam, Bayan Cour-
73
not'nun arkadaşı göz yaşları içinde odaya gird i : Has
tası artık kendisiyle konuşmamağa karar vermişti . . .
Bu genç kızların, mesleklerinden ötürü her an tanı
ğı oldukları tragedyalar, kişisel yaşayışlarının ufak
tefek dramiarına b i r türlü kanıksatmıyordu kendile
rini.
74
öze l l ikle üzen şey, annemin can çekişmeleri, diril
rneleri, b i r de kendi çel işmelerimizdi . Acı i l e ölü
mün giriştiği bu yanşta, ölümün birinci . gelmesini
cnndan dilemekteydi k. Bununl a birlikte, annem, yü
zü cansız, uyuduğu zamanlar, beyaz hırkan ı n üzerin
de saatin as ı l ı olduğu siyah kurdelenin bel l i bel i r
siz kımı ltısını kaygılar içinde gözetl iyorduk: Sonuncu
knsınmanın korkusundan midemiz buruluyordu .
Pazar g ü nü öğle sonrası n ı n i l k saatlerinde ya
n ı ndan ayrı ldığım zaman durumu iyiydi . . Pazartesi
sabahı arık yüzü beni korkuttu ; derisiyle kemi kleri
nrasında hücrelerini yeyip biti ren gizemli sürülerin
yaptığı iş, hemen göze çarpıyordu . Akşamı n onunda
Poupette hemşirenin el ine b i r kağ ıt sokuşturuver
m i ş : 'Ablamı çağı rsam m ı ? ' H emşire başıyle ' hayı r'
demiş: Kalbi dayanıyordu daha. Ama yeni yeni sı
kıntılar gel ecekti başı mıza. Bayan Gontrand anne
m i n sağ böğrünü gösterdi : Gözeneklerinden daml a
damla s u l a r sızı nıyordu, çarşafla r sırılsıklamdı. Si
dik hemen hemen hiç gelmiyordu artık, etlerini b i r
ödem şişiriyordu. E llerine bakıyor, sucuk g i b i şiş
m iş parmaklarını şaşkınlıkla oynatıyordu: ' Hareket
siz durmaktan oluyor', dedi m ona.
Equan i l 'le morfin onu yatıştı rmıştı ; yorgunlu
ğunun farkına varıyor ama sabı�la katlanıyordu : ' Ken
dimi a rtık iyileşmiş sandığım bir gün, kardeşi n ba
na b i r şey söyled i ; çok da iyi oldu söyled i ğ i ; yeni
den yorgunluk duyacağım ı haber vermişti o gün.
Onun için şimdi bunun normal olduğunu b i l iyorum.'
Bayan de Saint-Ange yan ına gird i, kısa b i r süre gö
rüştü ler; ona ' H a ! Şimdi çok iyiyi m ! ' ded i . Gülü m
sed i , diş leri meydana çıktı : Şimdiden b i r iskeletin
ölüm s ı rıtışıydı bu ; buna karş ı l ı k gözleri biraz hum
rmı l ı bir arı l ıkla parl ıyordu. Yemeğini yed i kten son-
75
ra rahatsızland ı ; hemşireyi çağırmak için zi l i üst
üste çal d ı m ; d i lediğim gerçekleşiyordu, can veri
yordu, bense çılgına dönmüştü m . B i r gül li 3ç onu ye
niden canlandı rd ı .
Akşam, ölmüştür diye düşünüyordum; b u dü
şünce içimi parçal ıyordu. Sabahı, Poupette : ' Bel l i b i r
s ı n ı r içerisinde, daha i y i olduğu b i l e söylenebi l i r' ,
dedi ; bel i m büküldü. Annem o kadar iyiydi k i b irkaç
sayfa S imenan okudu. O günün gecesi çok acı çek
m i ş : ' Her yanım ağrı içinde ! ' Martin iğnesi yapm ış
lar. G ündüz, gözlerini açtığı zaman bakışı donuktu.
' B u kez, artık tamam', diye düşündü m . Yen iden uy
kuya daldı . N . 'ye sordum : ' Bitti mi her şey? - Yo,
hayı r ! ' dedi adam ; yarı acır g i b i , yarı övünçlüydü se
s i : 'Onu iyice nei canlandırd ı k, kolay kolay g itmez ! '
O halde, yarışı acı mı kazanacaktı ? Vurun beni. Ta·
bancamı verin. Acıyın bana. Annem : ' Her yanı m ağ
rı içinde', diyordu. Şişmiş parmakları nı kayg ıyla oy
natıyordu . Güvenini yitiriyordu: 'Bu doktorlar canı
mı s ı kmağa baş lad ı . Bana hep, daha iyisiniz, d iyor
lar. Oysa ben daha fena duyuyorum kend i m i .'
Bu ö lümcül kadı na bağlanmıştı m . Alaca karan
l ı kta onunla konuşurken eski b i r p işmanlığımı yatış
tı rıyordum : Yeni yetmeliğim s ı rasında kesilen , ye
niden başlaması na aramızdaki ayrımlarla, benzerli
ğimizin bir türlü meydan vermediği söyleşiyi baş
tan ele al ıyordum. Büsbütün sönmüş sandığım eski
sevecenli k, özentisiz sözlerle konuşmağa, özentisiz
davranışlarda bulunmağa başlayab i ld iğ i m izden beri ,
dir i lmekteydi .
Bakıyordum ona. Orada duruyordu işte ; b i l i nç
l iydi ama yaşad ığı öyküden tamamıyle habersizdi .
Derimizin altında neler olup bittiğini b i lmemek, düz
gülü b i r şey. Ama annemin, gövdesi n i n dışından bi l e
76
l ıni)Qri yoktu : Yaralı karnı ndan , akarcasından, ora
ıl:ııı akıp g iden pisliklerden, üst derisinin mavi ren
ı p ı Hk n , ÇJözeneklerinden sızınan sıvıdan bile haberi
y1 1ktu. Handiyse kötürümleşmiş el leriyle yoklanamı
yor , bakı m ı yap ı ldığı zamansa, başı ark9ya atıl m ı Ş
·
olı ıyordu. Ayna istememişti bir daha : Yüzünün, can
ı,:ukişeıı bir insan yüzü olduğunu b i l miyordu. Çürü
ııH:kte olan etinden sonsuz uzakta, yatıyor, kulakla
ı ı ı ı d n yalanlarımızın uğu ltusu, bütün varl ığıyle tut
kı ı l u bir umuda, onmak umuduna sığınmış, düşlere
ı l:ıl ıyordu. Gereksiz yere canının sıkılmasını, üzül
ı ı H:sini istemiyordum. ' Bu i l ikı artık almasan da
ı ı l ı ır. - Yo, al ayı m, daha iyidir.' O alçı gibi s ıvıyı
y ı ı tuveriyordu arkası ndan. Yemekte güçlük çekiyor
du: 'Zorlama kend i n i ; yeter, yeme artık. - Öyle mi
ı lı:rsin?' Tabağı i ncel iyor, duraksıyordu: ' Haydi , bi
'"" d a h a ver.' Sonunda tabağı el çabukluğuyle orta
ıl:m kaldırı yordum: ' B itti ', diyordum kendisine. ikin
ı l i l ()ri b i r kase yoğurdu yemeğe kendini zorluyordu.
S ı k s ı k, meyva suyu istiyordu bizden. Kol larını bi
r<ıL oynatıyor, el lerini kaldırıyor, biribirine yaklaştı
rı yordu, ağ ı r, sakıntı l ı bir devim l e ; benim, bir yan
ıinn b ı rakmadığım, bardağı el yardamıyle buluyor,
ı ı ı tuyordu. Kendisine iyi gelecek vitaminleri pipetin
i ı,: i ııden emiyordu: Bir gulyabani ağzı , istekle, içine
ı,:ekip yutuyordu diri m i .
Kuruyup gitmiş yüzünde gözleri kocamaniaşmış
lı: on ları fal taşı gibi açıyor, kımı ltısızlaştırıyord u ;
: : ı ı ı ı rsız bir çaba göstererek içinde bulunduğu bel l i
:;izl ik kuyularından kendini koparıyor, bu kara ışık
qii l lcrinin yüzüne çıkmağa uğraşıyordu ; bütün varl ı
ı i ı ııı veriyordu bu işe ; heyecan verici bir durağanlık
l;ı yiyecekm iş gibi yüzüme bakıyordu : Bakış denen
:,a :yi yeni bulmuş, yeni türetmişçesine . . . 'Görüyo-
77
rum seni ! ' Her kezinde b u bakışı karanl ı klard an ye-
.
niden koparması, elde etmesi gerekiyordu. Tırnakla
rını çarşafiara nasıl taktıysa, yitmemek, yok ol ma
mak için bakışını dünyaya öyle takıyor, yeryüzüne
onunla tutunuyordu. ' Yaşamak. Yaşamak.'
O çarşamba akşamı, beni götüren takside, ne
de üzgündüm ! Kibar mahalleler içinden geçerek gi
den bu yolu ezbere b i l iyordum artık: Lancôme, Hou
bigant, Hermes, Lanvin. Çoğu zaman, kırmızı ışı
ğın yanması yüzünden Card i n ' i n önünde duruyorduk:
Fötr şapkalar, yelekler, boyun mend i l leri, ayakkabı
lar, potini er görüyordum; hepsinde alay eder gibi
b i r zariflik vard ı . Daha ötede, tatlı renk l i , tüylü tüy
tü güzel sabahl ı klar; ' kırmızı ev antarisinin yerine
giysin diye bunlardan birini atırım ona', diye düşün
müştüm. Lavantalar, kürkler, çamaşırlar, mücevher
ler: Ö lüme yer veri lmeyen bir dünyanı n şatafatl ı
kibriydi bunlar; ama ölüm, bu dış görünüşün, b u gös
terişin arkasında, kliniklerin, hastanelerin, kapal ı
odaların bozsu gizl i l iğ i nde saklanıp bekl iyordu . Ben
se artı k başka bir gerçeklik tanımıyordum.
Perşembe günü, her gün olduğu gibi, annemin
yüzü içimi yıktı : Bir gün öncesinden biraz daha süz
gündü, biraz daha acı l ıyd ı . Ama gözleri görüyordu.
Beni tepeden tı rnağa süzdü: 'Sana bakıyorum. Saçı
nın tümü kestane reng i . - Tabii, bil iyorsun öyle ol
duğunu. - Hayı r, senin de, kardeşinin de, kocaman,
ağarmış b i r tutarn saçınız vardı da . . . Tutunayı m di
yeydi o, düşmeyeyim diye.' Parmaklarını aynattı :
'Şişl ikieri i n iyor, değ i l m i ? ' Uyudu. Gözlerini açın
ca: ' Büyük, beyaz bir kol l u k gördüğüm zaman, uya
nacağımı anl ıyorum', dedi bana, ' uykuya daldığım
�aman da, iç eteklikl�ri arasında uyuyoru m .' Katası
nı bürüyen, hangi anı lard ı , hangi görüntülerdi ki bun-
78
lar? Bütün ömrünce dı ş dünyaya dönük olarak yaşa
nııştı ; onu ansızın kendi içine dalnıış, yitnıi ş gör
mek içinıe dokunuyordu. Bu dünyası ndan uzaklaştı
rıl ması hiç hoşuna gitnıiyordu artık. Arkadaşl arı ndan
biri , Bayan Vauthi er, o gün kendisine, biraz aşı rı b i r
can l ı l ıkla, b i r günde l i kçi kad ı n öyküsü anlatnı ıştı .
Annemi n gözleri kapandığı için Bayan Vauthi er'yi
hemen uzaklaştırd ı m . Yanına döndüğüm zaman, an
nem : ' i nsan hastalara kendi başından geçenleri an
'
latmanıal ı , hastayı ilgi lendirmez bunlar', ded i .
O geceyi yan ı nda geçi rd i nı . Ağrıdan n e kadar
korkuyarsa karabasan lardan da o kada r korkuyord u .
Doktor N . g eldiği zaman, a n n e m : ' Gerektiği kadar
iğne yapın', ded i , i ğneyi saplayan hemşi re n i n çal ı
mını benzetledi. ' Bak sen ! ' dedi N . , 'Adamakıl l ı mor
fin düşkünü olup çı kacaksınız ! ' Şakacı b i r sesle ek
led i : ' Çok elveriş l i b i r fiyata size nıorfin sağlarım,
isterseniz . . . ' Yüzü çatı ldı, bana döndü, sert bir ses
le: ' Kendine sayıgısı olan bir hekim, iki konuda, taş
çatlasa, doğru bildiğinden şaşmaz: Uyuşturucu mad
deler, bir; çocuk düşürme, iki.'
Cuma günü s ıkı ntısız geçti . Cumartesi günü an
nem hep uyudu. ' i yi oldu öyle', dedi Poupette. ' D i n
lennıiş oldun.' Annem içini çekti : ' Bugün yaşama
m ı ş ı nı ! '
i nsan yaşanıayı bu kadar sevince, ölmek güç
iş doğrusu. Hekimler o akşam bize: ' i ki üç ay da
yanab i l i r', dediler. Öyleyse, yaşayışımızı yeni bir
düzene sokmak, annemi bizsiz birkaç saat geçi rnıe
ğe al ıştırmak gerekti . Kocası b ir gece önce Paris'e
gelmiş olduğu için kız kardeşim annemi bu gece Ba
yan Cournot ile tek başına bırakınağa karar verdi .
Sabaha gelecekti ; M arthe, i ki buçuğa doğru; ben
de, beşte, gelecektik.
79
Saat beşte kapıyı ittim. i stor i nd i ri l m işti , orta
l ı k hemen hemen karanl ı ktı . Marthe, b itkin, acı n ı l a·
cak halde sağ yan ına y ıkı l m ı ş annemin e li n i tutuyor·
d u : Annemin sol kaba etindeki yatalak yaraları iyi·
ce açı l m ıştı ; öyle yatınca canı daha az acıyordu ama
durumunun rahatsızlığı onu b itiriyordu . Saat on bi·
re dek, Poupette' l e Lionel'in gelmesini kayg ı l ar için
de beklemişti ; z i l i n kordonunu çarşafına i l iştirmeği
unutmuşlardı çünkü ; zil düğmesi, erişebil eceği bir
yerde değ i ld i ; ne yapsa, birini çağ ı ramazdı . Arkada·
şı Bayan Tardieu uğrayıp hatırını sormuş ama an
nem, gene de, kız kardeşi me : ' Beni canavarların e l i ne
bı rakıyorsun i ' demiş. (Pazar günü çal ışan hemş i re ler-
. den ti ksiniyordu.) Sonra da Lionel'e takılacak kadar
canl ı l ığını toparlayabi lm i ş : ' Kaynananızdan kurtula
cağı nızı ummuştunuz, değ i l m i ? Olmayacak işte, bu·
radayız daha.' Öğle yemeğinden sonra bir saat yal·
nız kal ı nca gene kaygıya kap ı l m ı ş . H eyecanl ı bir
sesle : ' Beni yalnız bırakmamalısınız', dedi bana, ' pek
halsizim daha. Beni canavarların e l i ne b ı rakmayın !
- B i r daha bı rakmayacağız.'
Marthe gitti, annem uykuya daldı , yerinden sıç
rayarak uyand ı : Sağ kaba eti acıyordu. Bayan Gont
rand durumunu değ iştird i . Annem yakınmağa devam
etti. Bir daha zile uzanacak oldu m : ' Nafi l e . Gene
Bayan Gontrand gelecektir. O, bilm iyor bu i ş i . ' An·
nemin ağrı ları hiç de kuruotudan doğma değ i l d i ; ne
denleri örgenseld i , bel i rl iydi . Bununla birlikte, bell i
b i r eşiğin altında kaldıkça, Parent ya d a Marti n hem·
ş irelerin yaptıkları , bu ağrıları d indiriyord u ; Bayan
· Gontrand aynı şeyl eri yaptığ ı halde ağrıları aza l m ı
yordu. Ama gene de uykuya daldı . Altı buçukta, kı
vançla, haşlama suyu içti , krema yedi . Ansızın ba
ğırdı sonra, sol kaba eti cayı r cayı r yanıyord u . Şa-
80
�ıı lacak b i r şey değildi bu. i neele ineele derisi kal
mamış gövdesi , gözeneklerinden sızınan sidik asi
diyle s ı rılsıklamd ı ; hemşireler, ara çarşafını değiş
tird i kleri zaman parmakları yanıyordu. Ü rküye kapıl
mıştı m ; zili çaldım, çald ım ; saniyeler ne kadar da
uzundu! Annemin elini e l i mde tutuyordum , elimi al
nına götürüyorduriı, b ir şeyler söylüyordum: 'Sana
i ğne yaparlar ş i md i . Artık canı n yanmaz. B i r daki
ka. B i r dakikac ı k sabret.' Kasılmış, avaz avaz bağır
mamak için kendini güç tutuyor, inl iyord u : 'Yanıyo
rum, korkunç bir şey bu, dayanamıyorum. Dayana
mayacağım.' Sonra, handiyse h ıçkırır gibi, içimi par
çalayan o çocuksu sesiyle: 'Yarabbim ! Nedir b u çek
tiğim', ded i . Ne kadar yalnızdı ! Ona dokunuyordum,
onunla konuşuyordum ama acısına saku labilmek
olanaksızdı. Yüreği çılgına dönüyordu, gözleri kayı
yordu , ' Ö i üyor', d iye d üşündüm ; ' Bayı lacağım', diye
mırı ldand ı . Neden sonra Bayan Gontrand b i r morfin
iğnesi yaptı. Bir şeye yaramadı . Gene zili çaldım.
Yanında kimsenin beklemediği, her hangi birini ça
ğı ramayacağı o sabah bu ağrı böyle, ansızın, başla
yabil irdi, o zaman ne olurdu, diye düşündüm, aklım
başı mdan g itti : Bir dakika olsun yanından ayr ı lmak
söz konusu değildi artık. Bu kez hemşi rele r annerne
equan i l verd i ler, ara çarşafını d eğ iştirdiler, yarala
rına, el lerine madensi madensi yansılar veren b i r
melhem sürdü ler. Yanma geçti ; b i r çeyrek saat sür-
müştü yalnız: Bitmeyecek ölçüde uzun bi r süre . . .
81
Pazartesi sabahı Poupette'le telefonda goruş
tük: Ö lüm yakındı . Ödem dağ ı lmıyord u ; karın ka
panmıyordu. H ekimler, yatıştı rıcı ilaçlarla annemi
serseml eşti rmekten başka yapılacak bir şey kalma
dığını sö}tl emişlerdi hemşirelere.
82
man annem hala uyuyordu herhalde. Ancak, o gece
çekm i ş olduğu korkuları hatırlayı nca, Poupette'e :
' Gözlerini açınca kendini bir daha yapayalnız bulma
mal ı ' , dedim. Kız kardeşim kapıyı açtı ; sonra beti
benzi atmış, bana doğru döndü , hıçkıra hıçkıra, ken
dini, oturduğum sıranın üzerine attı : 'Karnı n ı gör
düm! ' Ona biraz equanil bulmağa gittim . Doktor P.
bir daha yarıımıza geldiğinde, kardeşim ona d a : 'Kar
nı n ı gördüm! Korkunç bir şey ! ' dedi. 'Yok canım, hep
öyle olur', dedi doktor, biraz sıkılmış gibi. . . Poupet
"
te: ' Diri diri çürüyor', dedi bana ; ben de ona baş
ka bir şey sormadı m . Oturup konuştuk. Sonra anne
m i n baş ucuna oturdum : H ırkanın akl ığ ı üzerinde i n
ce siyah kaytanın solukla birl ikte bel l i belirsiz kı
m ı ltısı ol masa annemi ölmüş bellerdim. Saat altıya
doğru gözlerin i açtı : 'Saat kaç Allahaşkına? Anlamı
yorum. Akşam mı oldu gene? - Öğ leden sonra hep
uyudı:ın . - Kırk sekiz saat uyumuşum demek?
- Yok canım ! ' Bir gece öncesinin olaylarını hatır
lattı'm . Camın arkası ndan uzaklara, karanl ığa, neon
lu tabelalara bakıyordu. incinmiş bir hall e, 'Anlamı
yorum', d iye yineledi. Hatırı nı sormağa gelenleri,
telefon edenleri saydım. ' Umurumda değ il', dedi.
Kendisini şaşırtan şeyi evirip çeviriyordu kafasında :
' Hekimlerin ded iğini işitti m ; onu serseml eştirmeli,
diyorlardı.' Bu kez dikkatl i davranmakta kusur etmiş
lerd i işte. Açıkladım: Dün geeeki gibi boşu boşuna
niye acı çeksindi? Yatalak yaraları kapanıncaya dek
onu bol bol uyutacaklardı. ' Evet', ded i ; ses inde si
tem vard ı ; ' evet ama, günleri m i harcıyor, yitiriyo
rum.'
' Bugün yaşamamışım. - G ün lerim i harcıyor, yi
tiriyorum.' G eçen her gününün bir değeri vardı onca;
başka hiç bir şeyi n, yeri ni tutamayacağı bir değer.
83
ölecekti de. B i lmiyordu bunu: Ama ben b i liyordum.
Onun adına ben boyun eğemiyordum b u olacağa.
Biraz haşlama suyu içti, Poupette'i bekledik:
'Burada yatmak yoruyor onu', dedi annem. 'Yok ca
n ı m , o nas ı l söz?' içini çekti : 'Umurumda değil.' Bir
an düşündükten sonra da e kl e d i : ' Ben i tasalandı ran,
hiç b i r şeyin umurumda olmaması .' Bir daha uykuya
daimadan önce, kuşkul u bir halle sordu: 'Ama in·
san böyle sersemleşti ri l i r m l ? ' Protesto muydu bu?
Kendisine güven vermemi d i l ediğini sanıyorum da
ha çok: Uyuşukli.ığu I l açla yaratı l m ı ştı, Inginlik be
l i rtisi değ i l d i.
Bayan Cournot Içeri girdiği zaman annem göz
lerini araladı . Onları yuvalarında sağa sola kaydı rd ı ,
bakışı n ı düzeltlp uyum yaptı , dünyayı yeni tanıma
ğa başlayan çocuğunkindeA de dokunaklı bir ağır
baş l ı l ı kl a hemşireye d i kkatle baktı. 'Siz kimsiniz ki?
- Bayan Cournot bu. - N iye buradasınız? Bu sa
atte? - Gece oldu', dedim gene. Fal taşı gibi açtığ ı
gözleriyle Bayan Cournot'yu sorguya çekiyordu: 'Peki
ama niye? - B i l iyorsunuz ya; geceleri hep yanı n ı z
da oturup bekl iyorum .' Annem, biraz ı c ı k kınar g i b i :
'Ya ! ' ded i , 'Tuhaf şey! N iye sanki? ' G itrneğe haz ı r
land ı m . 'Gidiyor musun? - Gitmem canı n ı s ı kar
m ı ? ' Gene aynı karş ı lığı verd i : 'Umurumda değ i l.
H iç bir şey umurumda değil.'
Hemen kal kı p gitmed i m ; gündüzcü hemşireler
annemin herhalde sabaha ç ı kamayacağı n ı söylüyor
lard ı . Nabız 48'den 1 00 'e atl ıyordu. Saat ona doğru
duruldu. Poupette yattı ; ben evime dönd ü m . P.'nin
bizi aldatmad ığına emindim şimdi. Annem bir i ki
güne dek, çok çekmeden, göçüp gidiverecekti .
Uyandı ğ ı nda akl ı başındaymı ş . Ağrı duyar duy
maz, d indirici i laç veriliyordu. Üçte g i rd i m yanına;
84
uyuyordu, baş ucunda Chantal bekliyordu; biraz
sonra: 'Zava l l ı Chantal', dedi bana dönerek, 'O ka
dar çok i ş i var, bense vaktini al ıyorum. - Ama o
buraya seve seve gel iyor. Seni çok sever, bi l i rsin.'
Annem uzun uzun düşünd ü ; şaş ı rmış, içten üzülmüş
bir halle: ' Ben ki msecikleri sevip sevmediğimi bile
m iyorum artık', dedi.
Gururunu hatırlıyordum : 'Şen kadınım da onun
için seviyorlar beni.' Yavaş yavaş, birçok kimseler
ona usandırıcı gelrneğ e başlamıştı . Ş i mdi gönlü büs
bütün• uyuşmuştu : Yorgunluk, her şeyini almıştı
e l i nden. N e var ki , en sevecen sözle rinin b ir teki
bile, bu umursamazl ı k bildirisi kadar dokunmamış
tı bana. Eskiden, kendisine belieti imiş resmi davra
nışlar, alışılagelmiş çal ımlar, gerçek duygularını ör
tüyor, kapat!ıyordu. Bu duyguların sıcaklığ ın ı, yok
l uklarının kendis i nde yarattığı soğukluğa vurarak
ölçüyordum.
Uyuyakaldı ; soluğu o kadar beli rsizdi ki düşle
re daldı m : 'Sarsı ntısızca, b ir dursa, bir durabllse . . . '
Ama i nce siyah kaytan kalkıyor, i niyordu: Sıçrayış
o kadar kolay olmayacaktı . istemiş olduğu üzere,
kendisine yağurt yedi rmek için onu beşte uyandı r
d ı m : ' Kardeşin yememi istiyor: iyi geli rmiş bana.'
i ki üç kaşı k yed i : Birtakım yerlerde ölülerin mezar
Iarına bırakı lan yiyecekleri düşünüyordum. B i r gün
önce Catherine'in getirmiş olduğu gülü koklattım
kendisine: ' M eyrignac'ın son gülüymüş.' Dalg ı n dal
gm bir göz atmakla yeti ndi. Gene uykuya dald ı ; ka
ba etinde duyd1.1ğu yanma il e uyandı bu uykudan .
Martin iğnesl : Sonuç alınmad ı . iki gün öncesi gibi
elini e l imde tutuyor, yüreklendirecek şeyler söyiO·
yordum kendisine: ' B i r dakika. iğne şimdi etkisini
gösterir. B i r dakika sonra tamam. - Çin işkencesi
85
bu', ded i ; sesi renksizdi , karşı durmağa bile artık
gücü yetmiyordu. Gene zili çaldım, üsteledim: İkin
ci iğne vuruldu. Parant hemşire yatağı düzeltti, ye
niden uykuya dalmış olan, elleri buz gibi annemin
durumunu biraz değiştirdi . Oda hizmetçisi, saat al
tıda getirdiği akşam yemeğini geri çevirdiğim için
homurdandı : Can çekişmenin, ölümün gündelik olay
lardan olduğu kl inikierin değişrnek bilmez görene
ğ i l Saat yedi buçukta annem : ' Bak', dedi , 'şimdi iyi
duyuyorum kendimi. Gerçekten iyi. Uzun zamandır
kendimi bu kadar iyi duymamı ştım.' Jeanne'ın bü
yük kızı geldi, ona biraz haşlama suyu ile kahveli
krema içirip yedirmeme yard ı m etti. Bunu yapmak
güçtü çünkü öksürüyord u : Solunum darlığının baş
langıcıydı bu. Poupette'le Bayan Cournot gitmemi
öğütlediler. Bu gece herhalde bir şey ol mayacaktı ,
burada kalmarnsa annemi kuşku landırabi lirdi. Onu
öptü m ; o da, o korkunç gülürrıseyişiyle: 'Seviniyo
rum', dedi, 'beni o kadar iyi gördüğüne! '
Beliadenal aldıktan sonra, yarımda yattım .
Uyandım; telefon çal ıyordu: 'B i rkaç dakikası kaldı
artı k. Mareel arabayla seni almağa geliyor.' Mareel
-Lionel'in amca oğlu- ben i , hızlı h ızl ı , ıssız bir
- Paris'in içi nden geçird i . Champerret kapısının ya-
kı nlarında ışığı kırmızı kırmızı parlayan bir kahve- '
nin tezgahında birer kahve yuvarlad ı k. Poupette, kli
niğin bahçesinde bizi karşılad ı : ' B itti.' Yukarı ç ı k
tı k. Annemin yerinde yatakta yatan bu ceset o ka
dar beklendik, ama o kadar akıl almaz bir şeydi ki . . .
Eli, alnı soğumuştu. Hala oydu bu, değişmeyecek
yokluğuydu aynı zamanda. Bir gaz bezi çenesini tu
tuyor, kıpırtısız yüzünü çerçeveliyordu. Kız kardeşi m
Blomat sokağındaki eve gi_d ip g iysiler getirmek isti
yord u : ' N eye san k i ? - Töre öyleymiş. - Biz uyma-
.
86
yacağız.' Anneme, dışarıda bir yere yemeğe gidiyor•
muş gibi, giysi l er, ayakkabı lar giydirmeği akl ı m al
·
yordu; kendisinin de böyle bir şey d i l eyeceğini san-
mıyordum; ö lüsünün ne olacağ ına i lgi duymadığını
sık sık söylemişti. Bayan Cournot'ya: ' Uzun gece l i k
lerinden birini giyd irmek yeter', dedim. Masanın gö
ızünden halkayı alarak: 'Ya nişan yüzüğü ? ' diye sor
du Poupette. Halkayı parmağına geçirdik. Niye m i ?
Bu yeryüzünde şu küçük altın hal kaya artık hiç yer
yoktu da ondan herhalde.
Poupette'in ayakta duracak hali kal mamıştı . Ar
tık annem olmayan o ölüye son bir kez baktıktan
sonra, kız kardeşimi hızla aldım, götürdüm. Mareel '
l e birlikte Dôme kahvesinin barında birer bardak
bir şeyler içti k. Poupette anlattı :
Saat dokuzda N . oı:ladan çıkmış, öfke l i bir hal
le: 'Bir dikiş daha atmış. Kendisi için bunca şey ya
pıldıktan sonra gene böyle olsun ! insan ineiniyar
doğrusu! ' demiş. Kız kardeşim, şaşkın l ı k içinde, ar
kas ından bakakalmış. El leri buz gibi olduğu halde
annem s ıcaktan yakınıyor, biraz güçlükle solunuyor
muş. Bir iğne yapmışlar, uykuya dalmış. Poupette
soyunmuş, yatmış, eline bir polis romanı alıp oku
mağa çalışmış. Gece yarısına doğru annem kıpırdan
mağa başlam ış. Poupette'le hemşire yatağına yak
laşmışlar. Gözlerini açmı ş : ' N e yapıyorsunuz bura
da? Niye kayg ı l ı gibisiniz? Ben çok iyiyim . - Kara
basan görmüş olacaksın, ondan yanına geldik.' Çar
şaflarını düzeltirken, Bayan Cournot ayaklarına do
kunmuş: Ö lümün soğukluğu onları kaplamışmış bi
le. Kız kardeşim, bana haber vermesi gerekip gerek
mediğini kestirememiş. Bu saatte orada bulunmam,
aklı tümüyle başı nda olan annemi ürkütebilird i . Ge
ne yatmış. Saat bird e annem yeniden kıpırdanmış.
87
Canl ı bi r sesle, babamın söylediği eski b i r şarkının
sözleri n i m ı rı l danmış: ' G idiyorsun, b ırakıyorsun biz
leri . . . ' Poupette: ' Ne münasebet! Seni bırakmıyo
rum', demiş; annem de hafif hafif, anlayı ş l ı b i r hal
l e g ü lümsemiş. Soluk alması g itgid e güçleşiyormuş .
B i r iğne daha yap ı ld ıktan sonra, bi raz güç anlaş ı l ır
bi r sesle: ' Ö lümü . . . sonraya . . . bırakmal ı . . . ', demiş ..
'Elimi m i bı rakma l ı ?' Anne m : ' Hayır', demiş, ' Ö l ü
mü.' Ö lüm sözcüğünün üzerine basa basa. Ulam ı ş
sonra : 'Ölmek istemiyorum . - A m a iyi leştin zate n ! '
Daha sonra dalgınlık içi nde birtakım saçma şeyler
söylemiş: ' Kitabı m ı ortaya çıkaracak vaktim kalsın
isterd im . . . Kimi arnzirrnek istiyorsa onu emzirsin.'
Kız kardeşim giyinmiş: Annem bilincini hemen he
men yitirmiş durumdaymış. Ansızın bağı rm ı ş : ' B o
ğuluyorum.' Ağzı açı l m ı ş ; et kalmamış bu yüzde
gözleri kocaman, f ırlak: B i r kasınınayla komaya g i r
miş. ' Gidip telefon edin', demiş Bayan Cournot. Pou
pette beni aramış , ben karş ı l ı k vermemişim. Sant
ralcı kız beni uyand ı rıncaya dek yarı m saat z i l i m l
çal m ı ş durmuş. Bu a ra Poupette, artı k b i l i nçsiz olan
annemin yan ına dönmüş; yüreği atıyormuş, yastık
lara yas l ı , soluk a l ıyormuş ; donuk gözleri artık hiç
b i r şey görmüyormuş. Sonra gitm i ş : ' D oktorlar mum
gibi tükenip gidecek demişlerd i : Öyle olmad ı , hiç de
öyle olmadı', demiş kardeşim, hıçkırıklar içi nde.
Hemşire : 'Aman Hanımefendi ' , d iye karş ı l ı k vermiş,
'emin olun pek zahmetsiz, pek sessiz b i r ölüm oldu
bu.'
88
Ö mrü boyunca annem kanserden çok korkmuş
tu ; klinikte röhtgen fi lmi çekildiği zaman bel ki d e
hala korkuyordu. Amel iyattan sonra i s e bir an bile
kanser akl ına gelmedi. Gün oldu, yaşına göre pek
sert bir sarsıntıya dayanamaz da, ö l ü r d iye korktu.
Ama kuşku, akl ının köşesinden bile geçmedi : Ka
rınzarı yangısından amel iyat ed i lmişti , hasta l ı k ağı r
dı ama onacak cinstendi.
Bizi daha çok şaşırtan, bir papazın gelip kendi
siyle görüşmesini hiç bir zaman istemiş ol mamas ı ;
'Simone'u bir daha göremeyeceğim ! ' diye üzüm üzüm
üzüldüğü gün b ile ! Marthe'ın getirmiş olduğu dua
lar kitabı n ı , i sal ı haçı , dua tesbihini çekmecesinden
çıkarmad ı . Jeanne, bir sabah, ' Bugün pazar, Franço
ise teyze ; kudas ayinihe katıl mak istemez misiniz?'
diye sormuştu. 'Aman yavrum! Çok yorgunum, dua
edecek halim yok; Tanrı bağışlar ben i ! ' d iye karşı
l ı k vermişti annem. Bayan _ Tard ieu, Poupette'in ya
n ı nda, günah çıkaracağı papazı görmek isteyip iste
mediğini daha bir üsteleyerek sormuştu; ann�min
yüzü sertl eşmişti : ' Çok yorgunum.' Konuşmaya son
89
vermek için de gözlerini yummuştu . Başka bir eski
arkadaşının hatı r sormağa gelişinden so,nra Jeanne'a
d em i şti ki : 'Şu garip Louise de, amma tuhaf şeyler
soruyor: Kliniğe bağ l ı bir papaz olup olmadığını öğ
renmek istedi . Hani çok umurumdaydı da! . . . '
90
Birtakı m . kimseler şöyle düşüneceklerdir: 'Acı
nın, ölümün karşısı nda yenilcliğine göre, inanı ancak
yüzeydeydi , sözde kal ı yordu.' Ben, i nan ned i r, bil
miyorum. Ama din, annemin yaşayışının ekseniyd i ,
tözüyd ü : Çekmece lerinde bulunan kağıtlar, bunun
böyle olduğunu gerçekledi. ·Duan ın , mekani k bir mı
rı ltıdan başka bir şey olduğuna inanmasayd ı , tesbi
hini çekmek, onu, bulmaca çözmekten daha çok yor
mazdı . Çekimsemesi , tersine, Tanrıya yakarmayı ,
dikkati , düşüncey i , bel l i bir tin durumunu gerektiren
bir iş diye gördüğüne inandırıyor beni . Tannya n e
"
söylemesi gerekece ğ in i b il iyordu: 'Tanrım , iyi l eşti r
ben i ; ama sen ne yazmışsan o olsun: Ö l meği kabul
ediyorum.' Kabul etmiyordu oysa. Yalanın artı k hük
mü kalmadığı şu s ı rada, içinden gelmeyen her han
gi bir söz söylemek istemiyordu. Bununla birlikte
başkaldırmak hakkını da tanı mıyordu kendine. Susu
yordu : 'Tanrı iyidir.'
Bayan Vauthier, ürkmüş, şaşkın , 'Anlamıyorum',
demişti bana. 'Anneniz ki o kadar inanı sağlam, o
kadar dini bütün . . . Ö lümden öyl esine korkuyor ki ! '
Ermiş l erin de, s ı rasında, çığlık ata ata, çarpına ka
s ı l a öldüklerini bilmiyor muydu? Zaten annem n e
Tanrıdan korkuyordu, ne şeytandan." Veryüzünden
ayrıl maktan kofkuyordu yalnız. N i nem, göçtüğünün
farkındaydı . Sevi nmiş gibi bir hal l e : 'Son olarak ra
fadan yumurtarnı yiyeyim, sonra da gidip Gustave'ı
bulayım', demişti. Yaşamaya büyük şevkle sarı lma
mıştı hiç; seksen dört yaşında, üzgün · üzgün , bitki
ler gibi, davranışsız, yaşayıp gid iyordu: Ö lmek onu
tedirgin etmiyordu. Baqamın gösterdiği yürek pek
l iği daha az olmamıştı : 'Annene söyle, papaz getirt
mesin. Oyun oynamak istemiyorum', demişti bana.
Sonra, kı lgın birtakım konulardaki isteklerini anlat-
91
m ıştı . Ninem cennete göçmeği ne kadar d i nginli kle
kabul etmişse, babam da, yıkılmış. h ı rç ınlaş m ı ş ha
liyle yokluğa göçmeği o kadar d i n g inli kle kabul edi
yordu . Annem yaşamayı , benim sevd i ğ i m ölçüde se
viyord u ; ölüm karş ı s ı nda da, ben i m g i b i , başkaldı rı
yordu. O can çekişedu rurken, yeni ç ı kan k i tabı m ı
açı mlayan b i rçok mektup almıştı m : B i rtakım sofu
ki mseler, zeh i r g i bi b i r acıma gösterisi içinde, 'ina
n ı n ı zı yiti rmemiş olsayd ı n ız, ölüm s i zi bu kadar kor
kutmazd ı ' , diye yazıyorlardı . Iyi dilekli okurlar, beni
sözleriyle yüreklendiriyor, 'Yok olmak önemli deği l :
Ard ı n ı zda yapı t ı n ı z kalacaktır', diyorlard ı . Hepsine
içimden şu karşılığı veriyord u m : 'Aldanıyorsunuz.'
D i n , annerne ne verabi i i rdi ki? Ölümümden sonra
başarı kazanmak umudu bana ne vera b i i i rd i ki? Ya
şamaya s ı kı s ı kı sarılmışsanı z , s i zce ister gökyü
zünde, ister yeryü zünde olsun, ölümsüzlük ölümün
acıs ı n ı s i ze unutturamaz, s i zi avutamaz.
92
Anne m i n heki m i , daha i_l k bel i rtilerinden kanse
ri tanı lamış olsaydı ne ol urdu? l ş ın larla bu kansere
karşı savaşı l ı r, annem de iki üç yıl daha yaşardı h er
halde. Ama hasta l ı ğ ı n ı n ne olduğunu b i l ecek, h i ç de
ğ i lse, sezecek, ömrünün sonunu boğucu s ıkıntı l ar
içinde geçirecekti . Bizim yandı ğ ı m ız, heki m i n yap
tığı yanlı ş l ı ğ ı n , b i zi aldatm ı ş olmas ı ; yoksa annemi
mutluluğa eriştirrnek başl ıca tasam ı z haline gel i rd i .
Jeanne'la Poupette ' i n o yaz karş ı l aştıkları güçlükle
re hiç önem veri lmezd i . Ben annemi daha s ı k görür,
kendisine yeni yeni eğl enceler yaratmağa çal ış ı rd ı m .
Doktorların kendisini canlandırmalarına, ameliyat
etmelerine de yerinme l i m i , yeri nmem e l i mi? Bir
gün b i le kaçırmak, yitirmek istemeyen annem, böy
lece otuz gün ' kazanmış' o l d u ; bu otuz gün kendisi
ne sevinçler de getird i , kaygı lar, acı l ar da. Zaman
zaman karşısına dikildiğini san d ı ğ ı m tehlikeden, o
korkunç acıları çekmekten, yakasını kurtardı ğ ı n a
göre, onun a d ı n a bu konuda b i r karara varamam.
Kız kardeşim için, annemi daha ilk gördüğü g ü n yi
tirmesi , kendi s i n i pek güç toparlayabi leceği bir sar-
93
s ı ntı o lurdu. Va ben? Annem o gün ö l müş o lsaydı ,
ark�sından gelen dört haftanın getird i ğ i i mgeleti ,
karabasanları , üzüntü leri b i l meyecekti m . Ancak, o
gün ö l mesi karşısında nas ı l b i r sarsıntı geçirird i m ,
ölçemem, kestiremem ; üzüntüm h i ç de ummad ı ğ ı m
b i r b i ç i mde patlak verdi çünkü. B u ertelenişten ke
s i n l i kle şu kazancı sağlad ı k: Pişman l ı k acısı duy
maktan kurtulduk; hemen hemen kurtulduk, h i ç de- .
ğ i l se . . . Sevd i ğ i m iz b i r kişi öldüğü zaman, sağ kal
mak suçunun kafaretini yüreğ im ize işleyen yegı n
b i r pişman l ı k l a öderiz. Ölümü, bu kişi n i n ne kadar
eşsi z benzersiz olduğunu açı kça anlatır bize; varl ı ğ ı
n ı n , b i r zamanlar, bütünüyle var k ı l d ı ğı , yokluğunun,
kendi bakı m ı ndan ortadan kal d ı rd ı ğ ı dünya kadar uç
suz bucaksız hale gel i r bu ö l ü ; yaşamamııda daha
çok yer tutmas ı , g ide g ide yaşamamızın tümünü kap
laması gerekirdi g i bi g e l i r bize. Kendimizi sıyırı rı z
sonra bu sersemleyişte n : O d a , öbürleri arası nda,
öbürleri g i bi bir bi reydi , o kadar, diyoruz. Ancak,
kimsecikler i ç i n e l i mizden geleni -hiç bir zaman
yapmad ı ğ ı m ızdan, (kendi e l i m izle çizdiğimiz, tartı
ş ı l a b i l ecek s ı n ı rlar içerisi nde b i l e e l i mizden geleni
yapmadı ğ ı m ızdan,) kend i mize, gene de, bol bol s i�
tem edecek sebepler buluruz. Şu son y ı l larda, an
nem i n karşısı nda, öze l l i kl e savsaklamalardan, yap ı l
m a s ı gerekeni g e r i b ı rakmaktan, çekimsernelerden
suç l uyduk. Kendisine adad ı ğ ı m ız bu günl er, geceler
ie; orada bulunuşumuzun ona verd i ğ i eri nçl e ; kor
kuya, acıya karşı kazanılan utku larla ; bu suçları mı�
zı bağışlattı k g i b i geldi bize. D i rengen uyan ı k l ı ğ ı m ız
ol masayd ı , çok daha fazla acı çekerdi annem.
94
çağı rı rnda bulunamayacak olanları düşünüyordum:
Kendini savunmasız kal mış duymak, yazg ısı, tamamıy
le, aldırışsız heki mlerle aşırı ölçüde çal ıştırılan, yor
gun, bezgi n hemşirelerin el inde ol mak, ne korkunç
'
şey! Yıı gıya kapıldıkları zaman alınlarıha kimse elini
koymayacak; ağrılarla kıvranmağa başlar başlamaz
yatıştırıcı ilaçlar verilmeyecek; yokluğun sessizliği
n i dolduracak yalan dolu gevezel ikler yapılmayacak.
'Yirmi dört saat içinde kırk y ı l birden yaşlanmış . . . '
B u cümle d e uzun süre aklımdan çıkmamıştı . Bugün,
·h ala, korkunç can çekişmeler oluyor. .Niye? Sonra
,
şu da var: Koğuşlarda, son saati yaklaştığı zaman,
ölümcül hastanın yatağını bir paravanayla çevreler
ler; ertesi gün boş duran başka yatakların çevresin
de de bu paravanayı görmüştür hasta: Ne olacağır.ı
bilir. Annemi , kimseni n gözünü di kerek bakamadığı
bu kara güneş karşı sında, gözleri kamaşmış, saat- �
lerce yatar halde getiriyordum gözümün önüne: Fal
taşı gibi açı lmış, bebekleri irileşmiş gözlerindeki
büyük korkuyu imgel iyordum . . . Annemi n ölümü ger�
çekten zahmetsiz, sessiz oldu; herkese nasip olmaz
böyle ölüm.
95
Poupette o gece bende kald ı . Sabahı n onunda
, kliniğe g i tti k gene: Ote l lerde olduğu g i b i , odanın
öğleden önce boşaltıl ması gerekiyordu. B i r kez da
ha merdivenden ç ı ktık, i ki kapıdan geçtik: Yatak
boştu. Duvar, pencere, lambalar, eşyalar, her şey
yerl i yerindeyd i ; çarşaf apak, dümdüz duruyordu.
B i r şey i n olaca ğ ı n ı kestirrnek başka, olduğunu gör
mek, b il mek başka: Bu tokmağın başımıza i necaği
ni hiç b i lmeseydik, ancak bu kadar sars ı l a bi l irdik.
Gömme dolaptan bavul ları ç ı kard ı k, kitapları , çama
şırları, ufak tefek tuvaJet eşyası n ı , kağıtları , i çleri
ne yığd ı k : Yalanların yozlaştırd ı ğ ı altı hafta l ı k bir
iç l i d ı ş l ı l ı ktan artakalanlar. .. Kırmızı sabah l ı ğ ı ora
da b ı raktık. Bahçeden geçti k: D i b i nde b i r yerlerde,
yeşi l l i ğ i n i ç i nde gizl i , bir morg vard ı ; i çinde de, çe
nesi bağ l ı , annem i n cesedi . Hem kendi i stedi ğ i i ç i n ,
h e m de öyle rast geldiği için, en sert sars ı ntı l a rı
geçirmi ş olan Poupette o kadar bitkindi k i , cesedi
bir daha görmesi n i öneremedi m . Ken d i m de, onu
görmek isted iğima pek emin değ i l d i m .
96
Bavu l l arı . B lomet sokağı ndaki eve, kapıcıya bı
raktık. Cenaze kaldırma i şleriyle uğraşan b i r yer
i l i şti gözümüze : 'Ha buna kaldırtmışız, ha başkası
na.' Karalar g iymiş i ki bay, ne isted i ğ i m izi sordu.
Türlü tabut örneklerin i n fotoğrafların ı gösterdi b i ze:
'Şu tabut daha güze l .' Poupette hıçkırıkla karış ı k b i r
g ü l m e tutturdu: ' Daha güzel ha! Şu . kutu ! Bu kutu
ya konmak istemiyordu ! ' Arine m i n iki gün sonra, cu
ma günü gömüleceği kararlaştırıl d ı . Çiçek istiyor
muyduk? ' Evet', ded i k, n iye öyl e ded i ğ i m iz i b i l me
den: Ne haç, ne çelenk; yal nız koca bir demet çi
çek. Tamam : Her şeyi onlar yapacaktı . Öğleden son
ra bavu l ları annemin dairesine çıkard ı k ; Bayan Leb
lon evi n b i ç i m i n i değişti rmişti ; daha tem i z , daha i ç
açıcıydı ş i m d i , g ü ç tanı d ı k evi : Daha iyiydi öyle ol
mas ı . H ı rka i l e gece l i klerin bulunduğu bavulu bir do·
laba tıkıştırd ı k, kitapları b i r yere s ı raladık, kolonya
yı, şekerleri , tuvalet eşyas ı n ı , döktük, attık; gerisi
n i de evime götürdük. Gece uyku tutmadı ben i . Ya-
n ından son ayrı l ı şı mda, 'Sevin iyorum beni öyle iyi
gördüğüne', ded i ğ i için, gittiğ i m e yeri n m i yord u m .
A m a cesed i n i n yanından b i raz a ş ı r ı b i r evecenl i kl e
ç ı k ı p uzaklaştığ ı m i ç i n suçlu bul uyordum kend i m i .
O d a , k ı z kardeşi m de: 'Ceset, h i ç b i r şey değildir
artı k', diyorlard ı . Bununla birl i kte, annemin etiydi
bu, annemin kem ikleriydi , daha b i r süre için de, an
nemin yüzüydü. Babamı n , benim için artık b i r nes
ne oluverd i ğ i ana dek, yanı nda kal m ı ştı m ; var ol
ma hal i nden hiçl iğe geç i ş i , ağ ı r ağ ı r sindirm i ştim
içime. Oysa, sarı l ı p öptükten aşağı yukarı hemen
sonra yan ı ndan ayrı l d ı ğ ı m için, morgun sağuğunda
yapayalnız yatan , hala, annemmiş gibi geliyordu ba
na. Tabuda ertesi günü, öğleden sonra konacaktı :
Ben de bulunacak m ıydı m orada?
97
Hesabı görmek için saat dörde doğru kliniğe
g itti m. Annerne mektuplar, bir kese dolusu da ye
miş ezmesi gelmişti. Yukarı ç ı kıp hemşirel ere a l l a
haısmarladı k dedim. Martin i l e Parent hemşirel eri ,
o geneaci k kızları fı kırdıyor buldum geçenekte. Bo
ğaz ı m düğüm düğümdü, i ki lafı güç ç ı karabi l d i m .
1 14 sayı l ı odanı n kapı s ı önünden geçtim ; Ziyaretçi
Kabul Edilmez yaftasını i nd i rmişl erd i . Bahçede b i r
ara duraksadı m : Yüreğ i m elvermed i ; hem neye ya
rard ı ? G ittim . Card i n ' i n caml ı ğ ı i le, güzel saba h l ı k
ları gene gördüm. B i r daha, diyordum kendi kendi
me, bir daha g iriş aral ı ğ ı nda oturmayacak, beyaz al
macı kaldırmayacak, bu yoldan geçmeyeceği m ; an
nem iyi leşmiş olsaydı bu al ışkan l ı klardan sevine se
v!ne vaz geçerd i m ; ama Içimde, ş i m d i , bir özlem
kal ıyordu, çünkü bu al ı ş ka n l ı kları , annemi yiti rd i ğ i m
için yltiriyordum.
·
Yakınlarına bi rkaç anmal ı k dağıtmak istiyorduk.
Bitmemiş bir örgü, yün yumakları i l e dolu has ı r iş
torbası n ı n , kurutma kağıtlı yazı altl ı ğ ı n ı n , makas ı n ı n ,
yüksüğünün önünde bir ş e y geldi , boğazımıza tıkan
d ı . Nesnelerin gücü, b i l inen şeyd i r : Yaşayış bunlar
da donuverir, katı l aşıveri r; h i ç erişmediği ölçüde
bir . gerçekl i k nite l i ğ i kazanı r. Hepsi masamın üzeri
ne dağ ı l mı ş yatıyordu, öksüz, gereks iz; gözden düş
müş, atı l m ı ş şeyler olacaklar, ya da başka b i r kim
.
l i k edineceklerd i : ' Françoise teyzernden kalma bir
kutu bu .. . ' Saatin i M arthe'a verecekti k. Siyah . kay
tanı çözerken Poupette ağlamağa baş l ad ı . 'Saçma
bir şey bu; fetiş merakl ısı değ i l i m ya, bu kurde(eyi
atamıyorum. - Sakla.' Ölümü diri m l e b i r araya ge
tirmeğe, ussal olmayan b i r şey karş ı s ı nd a usçulca
davranmağa yeltenrnek boş şey: Vars ı n , herkes, duy
guları n ı n karı ş ı k l ı ğ ı içinde b i l d i ğ i g i b i sıyrı l s ı n işin
98
i çi nden. Son istekleri n heps i n i , daha daha, i nsan ı n
h i ç b i r s o n isteği ol mamasın ı , anl ıyoru m ; i nsan, is
terse ölüsünün kem i klerini bağrına bastırsı n , i ster
se sevd i ğ i n i n cesed i n i ö l ü l erin ayrımsız gömüldüğü
çukura b ı rakıvers i n. Kız kardeş i m annemi g iydi rmek
te ya da nişan yüzüğünü saklamakta beki n m i ş ol
sayd ı , kendi tepkil erim ölçüsünde, bu tepkiyi de
doğru bulur, kabul ederd i m . Cenaze alayı konusun
da herhangi b i r sorunla karşı laşmamıştık. Annemi n is
tekleri ni b i l d i ğ i m iz i sanıyorduk, bu ıstekiere uymuş
tuk.
Zaten, ölüm kadar ürkünç güçlükler d i k i l iyordu
karş ım ıza. Pere-Lachaise mezarl ı ğ ı nda, büyük dede
m i z i n kız kardeşi , M ignot adı nda b i r han ı m ı n yüz
otuz y ı l önce satın a l d ı ğ ı b i r yerim i z vard ı . Bu ka
d ı n , dedem, karı s ı , kardeşi , Gaston amcam, baba m ,
hep oraya gömül m ü ş l erdi . Yer kalmamıştı artık. Bu
g i b i duru m larda, ö l üyü geçici o larak başka b i r me
zara gömerler; kend i s i nden önce göm ü l müş kimse
l erin kem i kleri b i r tek tabuda yerleşti ri l d i kten sonra
a i l e mezarına a l ı rlar. Ancak, mezarl ı k toprağı n ı n de
ğeri pek yüksek olduğu için yönetmenl ik, sürekl i
olarak veri l m i ş yerleri geri almaii_a çalışmaktad ır:
O yerin sahibinden otuz yılda b i r, hakların ı kesi n l e·
mes i n i istemektedir. Bu süre geçmi şti . Bu hakları
yitireb i l eceği miz, bize, gerekl i süre i çerisinde b i l d i ·
rilmemişti ; dolayısıyle hakkı m ı z e l i mizden al ı namı
yord u : Meğer ki M ignot ai lesinden b i ri meydana çı
ka da bu yerde hak i leri süre . . . Bir noter, bu ko
nuyu sağ lama bağ layıncaya dek annemin cesedi b i r
depoda saklanacaktı .
Ertesi günkü törenden fena korkuyorduk. Yatış·
tırıcı i laçlar aldık, saat yediye dek uyuduk, çay iç
tik, bir şeyler yedik, gene yatıştırıcı haplar aldık.
Sekizden az önce, kara bir yük arabası ıssız sokakta
durdu: Gün ağarmadan önce kliniğe g itmiş, gizli bir
kapıdan çıkarıl an cesedi almıştı . Sabahın soğuk sisi
içinden geçerek arabaya bindik, oturduk; Poupette,
şoförle Bay Durand'lardan biri n i n arasında; bense,
d i pte, maden bir sandığa benzeyen bir nesnen i n ya
nında: Kız kardeşim, 'Orada m ı ?' diye sordu. ' Evet.'
Kısa bir hıçkırıktan sonra bana döndü, ' Beni avutan
tek şey', dedi, 'bunun beni m de başıma gelecek ol
ması . . . Öyle olmasaydı zaten, büyük haksızltk olur
d u ! ' Evet. Bizim için yapı lacak toprağa verme töre
nin i n genel provasına katıl ıyorduk böyle. Ne var ki,
işin kötü yan ı şu: Herkesin başından geçmiş geçe
cek bu serüveni, kişi tek başına yaşar. Annemin ne
kahetten ayırt edemediği can çekişınesi sırası n
da yanından ayrılmamıştık ya, ondan kesin l i kl e ayrı
bir yerlerde durmuştuk.
Paris'in içinden geçerken, hiç bir şey düşünme
rneğe çalışarak, sokaklara, adamlara bakıyordum .
Mezarlığın kapısında bekleyen arabalar vard ı : Aile
üyeleri. Ard ı mızdan küçük kiliseye dek geldiler. Her
kes arabasından indi. M ortocular tabudu indirirkan
Poupette'i, yüzü ağlamaktan kızarmı ş teyzem i n ya
n ı na sürükledim. Alay düzenine girdik; kilise tıklım
tıklımdı. Katafalkın üzerinde çiçek yoktu, cenaze ş i r
ketinin adamları arabada unutmuşlardı onları : Ö ne
mi yoktu bunun.
Ayi n kaftanının a ltına pantolon giymiş genç bir
papaz, ayini bitirdi, tuhaf bir üzünç taşıyan kısa b i r
konuşma yaptı ; 'Tanrı ç o k uzakta', ded i . ' i çinizde
inanı en sağlam olanlar için bi le, kimi gün Tanrı o
kadar uzaktadır ki yokmuş gibi görünür. insan Tan
rın ı n savsayıcı olduğunu bile söyleyebil ir. Ama bize
oğlunu gönderd i o .. .' Kudas ayin i için iki dua is-
100
kemlesi kondu ortaya. Hemen hemen herkes ayine
katı ldı . Papaz biraz daha konuştu. Her ' Françoise de
Beauvoir' , deyişinde, ikimizin d e boğazım ıza b i r şey
gelip tıkanıyordu; bu sözler annemi di ri ltiyor, -ço
cukluğundan evli liğine, dulluğuna, tabuduna dek uza
nan- ömrünün toplamını ç,ı karıyordu; Françoise de
Beauvoir: Bu s i l i k kad ın, yaşarken adı o kadar sey
rek söylenmiş olan kadın, bir öneml i kişi o luveri
yordu.
H erkes önümüzden geçip baş sağ l ı ğ ı diledi; ka
d ı nlardan birkaçı ağl ıyordu. Mortocular tabudu kili
seden çıkardı kları sırada biz hala el s ı kmaktaydı k ;
b u kez Poupette tabudu gördü, omuzuma yıkı l d ı :
'Onu b u kutuya sokmayacaklarına söz verm iştim! '
Annemin öbür yakarışı n ı , ' B ı rakma beni, o deliğe
düşmeyeyim deyişini anı lamak zorunda kalmadı, be
reket versin. Bay Durand'lardan biri, yardı mcı lara,
dağı labi l ecekleri ni bildirdi . Geriaze arabası tek ba
şına yola çıktı, nereye gittiğini bile bilmiyoru m .
Klinikten alıp getirdiğim kurutma kağıtl ı bir alt
I ı kta, ensiz bir kağıdın üzerine annemin, yirmi ya
şındaki kadar dik, kesin bir yazıyla yazmış olduğu
iki satır buldum: ' Pek yal ı n bir törenle gömülmek is
terim . Ne çiçek, ne çelenk. Yal nız bol bol dua.' Ta
mamdı işte ! Vasiyetini yerine getirmiştik; çiçekler
unutulmuş olduğu için daha bile uymuştuk ısmarla
dığına .
01
Annemi n ölümü niye beni bu kadar derinden
sarstı ? Evden çıktığ ı m günden bu yana, ancak bi rkaç
kaz, gönül atı lışiarı uyandırmıştı bende. Babamı yi
tirdiği zaman duyduğu üzüntünün yeğ i n l i ğ i , özenti
s iz l i ğ i , heyecanlandırmıştıı ben i ; bir de, o s ı rada,
·
102
önemli yeri tutardı : Sartre'la karı ş ı p aynı insan ha·
l i ne g e l i rd i ; b i rl i kte mutlu olurduk. Sonz-a da düşilm
karabasana dönüşürd ü : N iye yeniden onunla b i rl i kte
oturuyord u m ? Boyunduruğu a ltına nasıl g i rm i ştim
yeniden? Eski i l işkimiz, çifte yüzüyle, hem sevi len
hem ti ks i n i ien bir bağ ı m l ı l ı k hal iyle , i ç i mde yaşa
mas ı n ı sürdürüyordu demek. Annemi n geçird i ğ i ka·
za, hasta l ı ğ ı , ö l ü m ü , şimdilerde i l işkilerimizi düzen·
leyen göreneği a ltüst edince, bu eski i l i ş ki bütün
gücüyle d i ri l d i . Bu dünyadan göçüp gidenlerin ardın·
dan zaman yok olur; ayrıca , yaşı m I leriediği ölçilde
geç m i ş i m de büzülüp küçülüyor. On yaşlarıının 'sev
g i l i anneciği m ' i , yeni yetmel i ğ i m i baskısı altında
ezen, düşmanca davranan kadından ayı rt edi l ecek gi·
bi değil artık; yaşl ı annemin ard ı ndan ağlad ı ğ ı m za
man, bunların her i kisine de ağlamış oldum. Artık
s ineye çekti ğ i m i san d ı ğ ı m başarısızfı ğ ı m ız ı n. uzun
tüsil yeniden gel d i , yüreğime yerleşti . Aynı y ı l lar·
dan kalma res i m i erimize bakıyoru m . Ben on sekiz
yaşınday ı m , o k ı rk ı na merdiven dayamı ş . Bugün, ne
redeyse, onun anas ı , üzgün bakış l ı bu genç kızın da
ninesi olabil i rd i m . iki s i ne de acıyoru m ; kendi m e , o
kadar genç olduğum, dünyayı anlamad ı ğ ı m i ç i n ; ona
da, gel eceği kapan m ı ş , hiç b i r zaman h i ç bir şey an·
lamamı ş olduğu için . . . N e var k i , h i ç birine her han·
gi b i r öğüt verrneğe kal k ışmazd ı m . Annemi n , -be
ni mutsuz kı l ması na kendisi n i mahkum eden, ona
da bu yüzden acı çektiren,- çocukluk mutsuzl ukla·
rı n ı yok etmek e l imden gel mezd i . Annem, ömrümün
b i rçok y ı l ı n ı ağılad ı ; ama ben de, -isteyerek ol·
masa da,- ona b i r o kadarı n ı ettim . Ruhumurı öbür
dünyadaki esen l iğ i n i düşünerek kayg ı lara kapı lm ı ş
tı. Bu dünyadaysa, başarı lanından sevinç duyuyor
ama çevresi ndeki i nsanların davr anışları m ı rezalet
103
diye ayıplaması , kı namas ı , onu fena halde üzüyord u .
Amca çocukları mızdan b i r i n i n 'Simone, ailenin yüz
karası', ded iğini işitmek hoşuna gidecek şey değil
di.
104
yaşlarındayken bana N i etzsche'den, G i de'den, er
kin l i kten söz açacak etki l i , kand ı rıcı b i r ağabey kar
şıma ç ı k m ı ş olsaydı , baba ocağıyle . i l işkimi keser
d i m . ' Bu dosyay ı , gazeteden kes i l m i ş b i r yazı bütün
lüyordu : Jean-Paul Sartre bir ruh kurtardı. Bu yazı
da Remy Roure -as l ı · fasl ı o lmayan- şu öyküyü
anlatıyor: Stalag XII D'de, Bariona' n ı n aynanmasm
dan sonra, tanrı tan ımaz bir hekim d ine dönmüştü . . •
mek istemiyorum.'
105
Ö lümü, as ı l annemin baş ucunda gördüm : Bu Ö lü�
mün yüzü, annemi n yüzüydü, kocaman bir bilmezl ik
gülümseyişiyle dişle ri sı rıtan . . .
' Ö lecek yaşa geldi artık.' Çok kocamış kimse
lerin üzüncü, sürgün lüğü . . . Çoğu, bu yaşı n kendi
leri için de gelip çattığını düşünmez. Ben de, an
nemden söz ederken bile, bu beylik lakırdıyı ettim .
Yetmişi aşmış b ir ananın, b i r atanı n , ağanları n ar
kasından içtenlikle ağlanabileceğ ini aklım kesm i
yordu. Annesini yiti rd iği için bitkin, bel i bükük, e l l i
yaşında bir kadına ras ladığım zaman, s in ir hastası
bi r kişi diye bakard ı m ona: Hepimiz ölümlüyüz çün
kü; i nsan seksen yaşına gelmişse, ölecek yaşa ar
tık gelmiş demektir, d iyordum.
Öyle değ i lmiş. insan doğduğu için, yaşamış ol
duğu için, yaşlandığı, kocadığı için ölmüyor. Bir şey
lerden ölüyor. Annemin, yaşının gereği , ister iste
mez yakında yok olacağını bilmek, beklenmed i k ola
yı n -sarkom olmasının- ürkünçlüğünü hiç de
azaltmad ı . Kanser, atardamar tıkanması, a kciğere
kan akını . . . B i r motorun göğün orta yerinde duru
vermesi kadar kaba, beklenmedi k şeyler. . . Annem,
yatalak, ölümsek hal iyle, her anın paha biçilmez de
ğerini kesinlerken, i nsana iyimserl i k aşıl ıyordu; ama,
sonunda b i r işe yaramayan, yaşamaya dört elle sa
rılışı da, günde lik orta malı yaşayışın güven verici
perdesini boydan boya yırtıyordu. Doğal ölüm diye
bir şey yoktur: insanı n varlığ ı, dünyanı n düzenini
konuşma, tartışma konusu hal i ne getirdiğine göre,
onun başına gelenlerin de hiç biri hiç bir zaman do
ğal sayılamaz. Bütün i nsanlar ölümlüdür: Ama her
i nsan için, ölümü, bir çaparızd ı r; ölümünün gelece
ğ i n i bilse bile, ona boyun eğse bile, i nsan için, bu
ölüm, o lağana aykırı b ir yaman l ı k taşı r.
106
Ölüm karşısındaki korkusunu, kaygısuu,
sık sık dile getirmiş olan Simone de
Beauvoir, ölümcül hasta annesinin başm
da ölümü bambaşka bir gözle görmege
başladıgı, başkalannın ölümüne bir se
yircinin usçul davramşı içerisinde bak
maktan vaz geçtigi için bu kitabı yaz ılı.
Bir can çekişme olayının anlatıldıgı .bu
kitapta incelik, güzellik aranamazdı; ge
reginden çok söz söylenmez, duygululuga
da gidilmezdi. Yazar, öz yazmak kaygısıy
le, yer yer güç anlaşılacak kertede arın·
nuş, yontulmuş bir deyişe ulaşıyor. Baş·
ka kitaplannda 'her şeyi söylemek, belir
siz noktalar bırakmamak' düşüncesiyle
sık sık sözü uzatmasma karşılık, bura
da, 'dogrulugu' kısalık, sertlik nitelikleri
ni taşıyan, iç burkucu bir deyişte anyor.
Çeşitli topluluklann, katlann, yaradılış
Iann ölüm karşısındaki davranışları, duy
gulan, elbette, başka başka. Ama 'acı
çekmeden, sessizce ölen' kadının ölümü
üzerine Sinrone de Beauvoir'm yazdıkla
nna katılmamak güç olsa gerek.