You are on page 1of 107

BiLGi YAYlNLARI 35

DENEME, ANI Dizisi 7

Birinci Basım
Aralık 1966

Bi�Gi YAYlNEVi
Sakarya Caddesi B
Yenişehir, Ankara
Tel: 17 74 03- 17 89 30
Simone de Beauvoir
Sessiz bir ölüm

TÜRKÇESi BiLGE KARASU

Bil gi Yayınevi
Kapak düzeni : Ozan SAÖDIÇ

Başnur Matbaası, Ankara - 1966


Do not go gentle into that good night.
Old age should burn and rave at close of day;
Rage, rage against the dying of the light . (1) . .

Dylan Thomas

(1) G i rme sessiz sessiz bu iyi geceye.


Yan ı p yakı lmal ı , haykırma l ı yaşl ı lar gün
kara randa ;
Işık sö n üp giderken kurtulmal ı öfkeden . . .
Kız kardeşime

24 ekim 1963 perşembe günü, i kindi üstü saat


dörtte, Roma'da, M inerva ote l i 'n deki odamdaydım ,
ertesi g ü n uçakla Paris'e dönecekti m , kağıtlarımı dü,
zeniiyordum, tam o sırada telefon çaldı. Bost, Paris:
ten telefon ediy_prdu. 'Anneniz bir kaza geçird i ', de·
di. Bir otomobil çarp ı p devirmiştir kadını, d i ye dü,
�ündüm. Bastonuna dayanmış, güçlükl e. voldan kal,
dı rı ma çı kınağa uğraşırken bir araba çarpmı ştı mu,
hakkak. 'Banyoda düşmüş, uyluk boynunu k ı rmış',
dedi Bost. Annemin oturd uğu binada oturuyordu o
da. O gece, saat ona doğru Olga i l e birlikte merd i,
venden çı karken önlerinden giden üç. kişi, b i r ka,
d ı n l a iki pol is memuru, d ikkatlerini çekm i ş . 'ikinci
katla üçüncü kat arasındaki dairede', diyormuş ka,
d ı n . Bayan de Beauvoir'a b i r şey mi olmuştu yok,
sa? Evet. Düşmüşmüş. İ ki saat boyunca döşemen i n
üzerinde sürüne sürüne ilerledi kten sonra teletona
ulaşabi l miş, arkadaşlarından Bayan Tard i eu'den, ·ka�
pıyı kırıp girmelerini istemiş. Bost'l a Olga,. öbürleri,
nin yanında dai reye g i rmişler. Annemi , sırtında kır•
mızı, fitill i kadifeden sabah l ı ğ ı , yerde yatar bul mu�,
lar. Aynı evde oturan kadın doktor Lacroix'ya göre
uyluk boynu kı rı l m ı ştı . Boucicaut hastanesi ilk yar­
dım servisine kaldırı lan annem, geceyi koğuşta ge­
çirmi şt i . 'Ama onu C. kliniğine kaldı rıyorum şim­
di ', dedi Bost. ' En iyi kemik cerrahiarından biri,
Profesör B . , orada. Anneniz orayı istemedi, masrac
fı size ağı r gel i r diye üzülüyordu. Ama sonunda,
kandı rabildim onu.'

Zava l l ı anneciğim! Beş hafta önce, Moskova'­


dan dönüşümde, kendisiyle oturup bir öğle yemeği
yemiştim ; her zamanki g i bi, pek iyi görünmüyordu.
B i r zamanlar -hem de daha dün gibi bir zamanlar­
yaşından genç gösterdiğ i içi n övünürdü; ama artık
işin su götürür yanı yoktu: Vetmiş yedi yaşı n da,
pek yıpranmış, çökmüş b i r kadındı . Savaştan sonra
baş gösteren kalça ekiemi rahats ızlığ ı , Aix-les-Bains
ı l ıcalarına gittiği, masaj lar yaptırdığı halde y ı l dan
yıla kötül eşmişti : Bir mahal leyi dolanıp gelmek b i r
saatini a l ı yordu. A c ı çekiyor, doğru dürüst uyku
uyuyamıyordu, her gün altı tane aspirin yuttuğu
halde . . . İki üç yıldır, özel likl e geçen kıştan bu ya­
na, gözlerinin altını çürümüş, burnunu ince l m i ş , ya­
nakların ı çökmüş görüyordum hep. Hakimi, Doktor
D., merak edi lecek bir şey yok, diyordu: Karaciğer
bozukl uğuy,du, barsak tembe l l iğiydi; b i rtakım ilaç­
lar yazıyor, pekl iğe karşı dem i rh i ndi reçel i veriyor­
du. O gün 'keyfinin bozuk' o l uşuna şaşmadı m ; ama
üzül düğüm, kötü bir yaz geçirmiş ol masıydı . Vazlı­
ğa ç ı kı p bir otelde ya da konuk kabul eden bir ma­
nastı rda kalab i l irdi . Ama her y ı l ki g i bi, kendisini,
teyze kızı m Jeanne' ı n Meyrignac'a, kız kardeşimin
de Scharrachbergen'e çağı racakları n ı bekl iyordu.
Birtakım engeller yüzünden i kisi de çağ ı ramamıştı
onu. Bomboş, yağmurlu bir Paris'te kal mı ştı annem.

8
' I çim hiç sıkılmazkan bu kez sıkıldı', dediydi bana.
Bereket, görüşmemizden az sonra kız kardeşim onu
iki haftalığına Alsace'da konuk etmişti. Şimdi arka­
daşları yeniden Paris'teydi, ben de dönüyordum: Şu
kırı k olmasaydı onu muhakkak kendini toparlamış
bulurdum. Kalbi sapasağlam, kan basıncı· genç bir
kadının ki kadard ı : Başına ağı r bir kaza gelir diye
içime korku girmemişti hiç.
Saat altıya doğru kliniğe telefon ettim. Paris'e
döndüğümü, kendisini görrneğe geleceğimi söyle­
dim. Bana karars ız b i r sesle karş ı l ı k verd i . Profesör
B. telefonu e l i nden a l ıp konuştu : Cumartesi sabahı
amel iyat edecekti onu.
Yatağına yaklaştığımda: 'Beni iki ay mektupsuz
bıraktın ! ' dedi bana. Nasıl olur? ded i m ; görüşmüş­
tük, Roma'dan yazmıştım kendisine. Inanmıyormuş
gibi dinledi ben i . Alnı, elleri ateş içi ndeydi ; hafifçe
çarpılmış ağzından güçlükle çıkıyordu sözler, kafa·
sı biraz bulanık gibiyd i . Geçirdiği sarsıntının etkisi
miydi bu? Yoksa ufak bir kalp nöbeti geldiği için
mi düşmüştü yere? Bir tiki vard ı , oldum olas ı . (Ha­
yır, oldum olası öyleydi diyemem, ama uzun zaman­
dan beri vard ı . Ne zamandan beri ki?) Gözlerini kır­
pıştırıyor, kaş ları kalkıyor, alnı kırışıyordu. Ben ya­
nındayken bu kıpırdanması b i r an durmadı . Yal ız,
gergin göz kapakları nı indirdiği zaman gözbebekle·
ri tamamıyle örtül üyordu. Asistanlardan Doktor J.,
annemin yanına uğrad ı : Amel iyat gereksizdi , uyluk
kemiği yerinden oynamamıştı, üç ay istirahatle kay­
nayacaktı kendi l iğinden. Annemin sıkıntısı b i raz
azalmış göründü. Teletona ulaşmak için gösterdiği
çabayı , kaygısın ı ; Bost i l e Olga'nın inceliğini biraz
karışıkça anlattı . Boucicaut'ya sırtı ndaki sabahlık­
la getirilmişti, yanına bir şey almamıştı . Olga, erte-
si gün, kendisine. g iyip çıkaracak bir iki şey, kolon·
ya, beyaz yünlüden güzel bir h ı rka getirmişti . Ken­
disine teşekkür ettiğinde, Olga, 'Aman Hanımefen·
di', d iye karş ı l ı k vermişti , 'sizi seviyoruz, yaparız
tabii. Annem, birkaç kez, dalgın, kanmış b ir hal l e:
'Sizi seviyoruz, yaparız tabii, ded i ' diye yineled i .
' Bizleri . ted i rgin etmekten öylesine utanır, ken­
disi için yapı lanlar karşısında öyle ölçüsüz b ir iç
yükü mü duyar b i r hali vardı ki ! insanın yüreği par­
çalanıyordu', dedi Olga bana o akşam. Doktor D.'den
öfkeyl e söz etti. Doktor Bayan Lacroix'nı n çağ ı rıl·
. m ış olmasından al ı nmış, perşembe günü Boucicaut'·
·ya uğrayıp annemi görmek i stememişti . 'Yirmi daki·
ka kendisine dert aniatmağa çal ıştım telefonda', de­
di Olga. ' Geçird iği sarsıntıdan, hastanede sabah­
layışından sonra anneniz, kendisine her zaman ba­
kan doktorun, yüreğine btraz su serpmesini . gerek·
serdi. Adam Nuh ded i , Peygamber demed i . ' Bost'a
göre annem b i r. kalp nöbeti geçirmemişti : Onu yer·
den kald ı rdığı zaman, b i raz şaşkın b i r hali varmı ş
ama aklı başı ndaymış. Ancak ü ç ayda kal kabi lece­
ğ i ne Bost'un akl ı pek yatmıyordu: Uyluk boynu kı·
rığı , tek başına, korkulacak bir şey değ i l d ir ; ama
uzun süre kımı ldamadan yatmak, yatalak yaraları·
na yol açar, bu yaralar da, yaşlı kimselerde, kapan­
mak bi lmez. Yatık durmak akciğerleri yorar: Hasta·
nı n göğsüne kan yürür, bu da götürür onu . Pek te·
l aşlanmadı m . Sakatlanmıştı ama sağ lamdı annem.
Hem, artık, ölecek yaşa da gelmişti .
Bost kız kardeşime de haber vermişti ; onunl a
telefonda uzun uzun konuştum: ' Bekl iyordum zaten
böyle b i r şey ! ' dedi kardeşim. Al sace'da annemi öy­
l esine yaşlanmış, enezleşmiş görmüştü ki Lionel 'e:
'Annarn bu kışı çıkaramayacak', demişti . B i r gece ·

10
annem, karn ında zorlu sancı lar duymuştu : Kendi si­
ni hastaneye kaldırmalarını i stemesine ramak kal ­
mıştı . Ama o gecenin sabahı , iyi leşmişti . Alsace'da
geçi rdiği günlerin büyük sevinci, kıvancı içinde,
kendisini arabayla Paris'e geti rdikleri zaman, yeni­
den güçlenmiş, keyiflenmiş bir haldeydi . Bununla
birl ikte, ekim .ortalarında, kazayı geçirmesinden on
gün kadar önce, Francine Diato kız kardeşime te­
lefon etm iş: 'Az önce, yemekte, annenizin yan ı nday­
dım. Kendisini öyle kötü durumda buldum ki s ize
haber vermek istedim' , demiş. B i r bahane uydura­
rak hemen Paris'e gelmiş ·oıan kız kardeşim annemi
bir röntgenciye götürmüştü . Fil imleri i nceledikten
sonra, heki m i , kesinl ikle şunu söylemişti : ' Kaygı­
lanmanızı gerektirecek bir şey yok. Barsağı nda bir
çeşit cep oluşmuş, boşaltımı güçleştiren b ir dışkı
cebi . . . Hem anneniz pek az yemek yiyor; bu, birta­
kım eksikliklere yol açab i l i r ; ancak, tehl ikel i b i r
durum yok.' Anneme, daha i y i beslemmeğe bakma­
sını öğütlemiş, yen i , pek güçlü i laçlar vermişti . Pou­
pette bana : 'Gene de merak içimleyd im', ded i . 'An­
neme yalvardım, yanına bir gece bakıcısı alsın d iye.
B i r türlü kabul etmed i ; tanımadığı b i r i nsanı n gece­
leri {}vinde yatması düşüncesine ısı namıyordu hiç.'
Poupette'le anlaştı k; iki hafta sorıra, ben i m Prag'a
hareket etmeği tasarladığım sırada, Paris'e gele­
cekti.
Ertesi gün annemin ağzı hala çarp ık, konuşma­
sı hala düzensizd i ; sarkık göz kapakları gözlerini
ö rtüyor, kaşları oynayıp duruyordu. Yirmi y ı l önce
bisikletten düşerek kırmış olduğu sağ kolu iyi kay­
namamıştı ; geçen günkü düşüştı sol kolunu i ncit;
m�ti : Kol larını ancak kımıldatabil iyordu. Bereket,
büyük b i r titizlikle, özenle bakılıyordu hastanede.

11
Odası bir bahçeye bakıyordu, sokak gürültüsünden
uzaktı. Yatağın yeri değiştirilmiş, pencereye koşut
duvara yanaştırı lmıştı; böyle likle, duvara ası l ı du­
ran telefona kolaylıkla uzanabi l ecekti. Arkasına ko­
nan yastıklarla, yatmaktan çok oturuyor gibiyd i : Ci­
ğerleri yorulmayacaktı . Elektrikli bir aygıta bağ l ı
şişirme şi ltesi titreşiyor, bedenine masaj yapıyor­
d u : Böylelikle yatalak yaraların ın oluşumu önlene­
cekti. Her sabah , devinimle sağaltma uzmanı bir
kadı n , bacaklarını çal ıştırıyordu. Bost'un saydığı
tehli keler savuşturulmuşa benziyordu. B i raz uykul u
sesiyle annem, oda hizmetçileri nden birinin yemek
yemesine yardım ettiğini, etini kestiğini, yemekie­
rin pek güzel olduğunu anlattı. Oysa Boucicaut'da
kendisine patatesli sucuk vermişlerd i ! 'Sucuk! D ü­
şün bir! Hastalara sucuk! ' B i r gün öncesine göre
daha konuşkandı . Yerde sürünerek, telefonun kor­
donunu el ine geçirip aygıtı kendine doğru çekip çe­
kemeyeceğini düşünerek geçirdiği kaygı dolu iki
saati anlatıp duruyordu. 'Bir gün, Bayan Marchand'a,
-bi l iyorsun , o da yalnız başına oturuyor- Allahtan
telefon var, demiştim. O da, iyi ama, ona uzanabil­
meniz de gerek, diye karş ı l ı k vermişti .' Bilgece bir
şey söylercesine annem bu sözl eri üst üste yinele­
d i ; sonra şunu ulad ı : 'Telefona ulaşamasaydı m ha­
l im dumand ı . '
Kendini işittirecek kadar seslenebilecek m iydi
acaba? Seslenemezdi muhakkak. Sıkı ntısını, kaygı­
sını canlandırab i liyordum kafamda. Tanrıya inanırd ı ;
ama i leri yaşına, sakatlıklarına, hasta lıkianna karş ı n
yeryüzüne bütün gücüyle tutunuyordu; ö lümden hay­
vanların korktuğu kadar korkuyordu. Sık. s ı k gördü­
'ğü bir karabasanı aniatmıştı kız kardeşime: 'Kova­
lıyorlar ben i , koşuyorum , koşuyorum, bir duvara ge-

12
lip çatıyorum ; bu duv;:ırdan atlayıp aşmam gerek
ama arkası nda ne var duvarın , bilmiyorum ; korku­
yorum.' Ona şöyle de söylemişti : ' Beni korkutan
ölümün kendi değ i l : Sıçrayıştan yıl ıyorum.' Yerde
sürünürken, sıçramanın vakti gelip eriştiğine i nan­
mıştı . Kendisine sordum : ' Düştüğü nde canı n çok
yanmış olacak herhalde . . . - Hayır. Hatı rlamıyorum.
Canım yanmadı bile.' Demek, ·kendinden geçmiş, .di­
ye d üşündüm. Bir baş dönmesi geçirdiğini anılıyor­
du; birkaç gün önce, yeni veri l m iş ilaçlarından bi­
rini aldıktan sonra , dizlerinin bağı çözül ü r gibi ol­
duğunu anlattı arkası ndan; sedirine dar atmıştı ken­
d i ni . Evi nden, birçok başka eşyayla birl i kte genç tey­
ze kızı mız Marthe Cordonnier'ye getirttiğ i şişelere
kuşkuyla baktı m. Bu ilaçlara devam etmeğe n iyet­
l iydi : Uygun olur muydu öyle yapması ?
Aksam üzeri Profesör B . onu görrneğe geldi,
arkasından geçeneğe çıktım : iyi leşti kten sonra an­
nem i n eskisinden farksız yürüyebil eceğini söyledi:
' Gündel i k yaşayışını yeniden sürdürebil ecek.' Anne­
min bir bayg ınlık geçirdiğini düşünmüyor muydu?
Hiç de öyle düşünmüyordu. Barsak rahatsızl ıkları
çektiğini söylediğim zaman şaşırmış göründü. Bou­
cicaut, bir uyluk boynu kırığı bildirm işti, o da bu­
nunla yetinmişti. Şimdi annemi bir dahiliyeciye bak­
tıracaktı .
'Tıpkı eskisi gibi yürüyeb i l eceksin', dedim an­
neme. 'Yaşayışını eskisi gibi sürdürebi leceksin.'
' Ha', ded i , ' o eve ayağ ımı basmam ben bir daha.
Görmek istemiyorum artık arasını. Hiç. i ki dünya
bir araya gelse de! '
Oysa b u eviyle öyle gururlanmıştı ki! Yaşianan
babamın merak illetine uğrayıp huysuzluğunun gü-

13
rültü l ü çıkışlarıyle doldurduğu Rennes caddesinde­
ki evden soğumuştu. Babamın ölümü nden sonra
-çok geçmeden. de büyükannem ölmüştü- anıla­
rını geri d. e bı rakıp uzaklaşmak. istemişti . Yıllarca
önce arkadaşlarından biri bir atelyeye taşınmış, bu
çağ yen i l iğ i ne uyuş karşısında annemin gözleri ka­
maşmıştı . 1942'de, b i l i nen sebeplerden ötürü, ev
bulmak kolaydı ; annem de d üşünü gerçekleştirebi l­
d i : Blomet sokağ ında, açık çıkmal ı , geniş tek oda-
lı bir ev tuttu . Karartı lmış armut tahtasından yap ıl ı
yazı masasını, ll. Henri üsiQbu yemek odası takımı­
·
nı, kocasıyle yıl larca yatmı ş olduğu karyolayı, kuy­
ruklu piyanoyu sattı ; öbür eşyalarla, eskimiş kırmı­
zı döşeme kadifesinin bir parçasını saklad ı . Duvar­
lara kız kardeşimin tablolarını astı. Odasına bir se­
d i r yerleştird i . O zamanlar evin içi ndeki merdiven-
den keyifle i nip çıkıyordu. Doğrusu, ben burayı pek
iç açıcı bulmuyordum : ikinci katta olduğu için, bü­
yük cami ı kiarına karş ın az ışık g i riyordu bu daire­
ye. Merdivenin üst başı ndaki gözler -oda, mutfak,
banyo- hep loş ka lıyordu. Merdiveni n her basama­
ğının kendisini inletmeğe başladığı zamandan bu
yana annem hep buralarda oturuyordu . Yirmi yıl için­
de duvarlar, eşyalar, halı, her şey kirlenmiş, yıpran­
mıştı. 1960 yı lında evin sahibi değiştiğ i , evden çıka­
rı lma tehl ikesiyle karşı karşıya kaldığını sandığ ı sı­
rada annem bir d inl enmeevine çekilmeği düşünmüş­
tü . Kendine uygun görünen b i r şey bulamam ıştı ; hem
evine pek bağ l ıyd ı . Kend isini evden çı karmağa hak­
ları olmadığını öğrenince Blomet sokağında kal mış­
tı. Ama şimd i , arkadaşları, ben, iç açıcı bir dinl en-
.
meevi arayacak, iyileş i r iyi l eşmez oraya yerleştire­
cektik onu: ' B i omet sakağına hiç dönmeyeceksi n
artık,. söz veriyorum', dedim kendisine.

14
Pazar günü, gözleri hala yarı kapa lı, bel leği uyu­
şuktu ; sözler ağzından ağda l ı dam lalar halinde dö­
küi üyordu. Büyük iç acısını yeniden betimledi ba­
na. Onu avutan b i r şey vardı gene de: Aşı rı bir
değer biçtiğ i bu kliniğe getirilmiş olmas ı . ' Boucicaut'
da kalsaydım beni dün ameliyat ederlerd i l Bura­
sı Paris'in en iyi kliniğiymiş, öyle diyorlar.' Annem ,
b i r şeyi beğenmenin tadına, aynı anda başka b i r şe­
yi kınarnakla varı rdı ancak; bu yüzden: komşu b i r
kuruluşu anıştırarak şunu ekl iyordu : 'G. klini ği nden
çok daha iyiymiş buras ı . işlttiğ i me göre G. kliniği
hiç m i hiç iyi deği l m iş ! '
' N e zamandır bu kadar iyi uyumamıştım', dedi
pazartesi günü. Yüzü normal leşmişti, sesi açık se­
çik çı kıyordu, gözleri görüyordu. Anıları düzene g i r­
mişti . ' Bayan Doktor Lacroix'ya çiçek göndermek
gerekir.' Bu işi üstüme aldım. 'Ya pol isler? Onlara
da bir şey vermem iz gerekmez m i ? Tedi rg i n ettim
onları.' Onu caydırıncaya dek uğraşmam gerekti.
Yastıklarına dayandı , gözlerim i n içine baktı , kararlı
bi r sesle, 'Ne var, bil iyo r musun?' ded i , 'Ayaklarımı
uzattım , yorganı n boyunu düşünmedim; çok yordum
kendi m i , işim bitmlş artık. Yaşlarıdığımı kabul et­
rneğe yanaşmadım b i r türl ü. Ama i nsan her şeyi
olduğu g ibi görmesini bi lmel i ; bi rkaç güne dek yet­
miş sekiz yaşımı dolduracağım, az şey değ i l bu. Va­
şayışımı ona göre düzenlemeliyim. Yaprağı çevi re­
ceğ im artık.'
Anneme, hayranlık duyarak baktım . Uzun za­
man, kendi n i genç bel iernekte ayak d i remişti. Da­
madının düşüncesizce söylediği b i r söze, günün bi­
rinde, gücenik bir sesle şöyle karş ı l ı k vermişti : 'Bi­
l iyorum, yaşlıyım, yeteri nce de canımı sı kıyor bu
durum , ama yaşl ı l ığımın bana hatıriatı l mas ını .da

15
istemiyorum.' Ansızın, üç gün boyunca içinde sü­
rüklendiği sislerden sıyrıl ıyor, uyanık, kararlı, yet­
miş sekiz yaşıyle yüz yüze gelecek ·gücü buluyordu
kendinde, 'Yaprağı çevireceğim artık.'
Babamı n ölümünden sonra da, şaşırtıcı bir yü­
rek pekliğiyle bir yaprak daha çevirmişti. Bu ölüm
karşısında pek yaman bir acı duymuştu. Ama g eç.
mişine saplanıp kalmamıştı . Yeniden kavuştuğu öz­
gürl üğünden yararlapıp, kendine, dileğ ince bir yaşa­
yış kurmağa çal ışmıştı. Babam ölürken kendisine
bir kuruş para bırakmamıştı . Annem e l l i dört yaşın­
daydı o zaman. Sınaviara girmiş, stajlar yapmış, Kı­
zı l haç görevlisi olarak kitap l ı k uzman yardımcı l ı ğ ı n­
da çalışması olanağını veren bir belge almıştı. işi­
ne gitmek için bisiklete binmeği yeniden öğrenmiş·
ti . Savaştan sonra, evinde terzi l i k yapmağı tasa.rlı­
yordu. O s ı ralar kendisine yardım edebil ecek bir
durumdaydım. Ama işsiz güçsüz durmak ona uy­
gun gelmiyordu. Artık, d ileğince yaşamağa can atı­
yordu, kendine bir yığın iş uydurup duruyordu. Pa­
ris dolaylarında bir prevantoryumun kitaplığı, daha
sonra da mahallesindeki bir katali k derneğinin ki­
taplığı ile gönül l ü olarak uğraşmıştı. Kitapları e l le­
meği, indirip kaldırmağı , kaplamağ ı , sınıflandırmağı ,
fişlerini tutmağ ı , okurlara öğütle r vermeği seviyor­
du. Almanca, italyanca çalışıyor, ingilizcesini yitir­
merneğe bakıyordu. iyil i ksever i ş l i klerinde nakış iş­
l iyor,·· yardımsever satış larına katılıyor, konferans­
Iara gidiyordu. Pek çok yeni arkadaş edinmişti ; ba­
bamın h ı rçınlığının uzaklaştırdığ ı eski ahbaplarla,
akrabalarla yeniden görüşüyordu, Hepsini, keyifle,
evi nd e bir araya getiriyordu. En köklü isteklerinden
birini, yolculuğa çıkıp gezmek isteğini, sonunda, ger­
çekleştirebilmişti . Bacaklarını katıl aştıran eklem

16
kaynaşmasına bütün gücüyle karşı koyuyor, savaşı­
yordu. Kız kardeşimi görmeğe, Viyana'ya, M i lano'ya,
gitti. Yazın Floransa'nın, Roma'nın sokaklarında
ufak ufak adımlarla dolaşıyordu. Belçika'nın,
Hol landa'nı n müze l erin i geziyordu. Son zamanlarda,
neredeyse kötürümleşmiş, dünya kazan o kepçe do­
laşmaktan vaz geçmişti . Ama arkadaşl arı, akrabaları
kendisini yaz l ı k evlerine ya da taşraya çağırdıkları
zaman engel tan ı mıyordu; kendisini trene bindirme­
sini kondüktörden isternekten şuncacık çekinmiyor­
du. En büyük sevinci, araba yolculuğu yapmaktı . Kı­
sa bir süre önce, yeğeninin kızı Catherine, gecel e­
yin, onu iki beygirl i k Citroen'iyle M eyrignac'a gö­
türmüştü. 450 km.'yi aşan bir yolculuktu bu. Araba­
dan indiğinde annem kutudan yeni çıkmış g i bi ta­
zeymiş.
Annem i n canl ı lığına hayrandım , yiğitliğine say­
gı duyuyordum. N iye, konuşabilecek hale gel i r gel­
mez, kanımı donduran şeyler söylüyordu şimdi? Bou­
cicaut'da geçirdiği geceyi anarak: ' B i l i rsin nasıl
olduğunu halk kad ınlarının: Sızlanıp dururlar', dedi
bana. ' Hastanelerdeki hemşire ler, paradan başka
bir şey düşünmezler. Öyle olunca da . . .' Göreneğe
uyularak, soluk alırcasına, d üşünülmeden, alışagel i n­
d iğ i üzere söylenen l afiardı bunlar; ama gene de
bil inçliyd i sözleri ; bu sözlere, sıkıntı duymadan ku­
lak vermek olacak şey değildi. Acı çeken gövdesi­
nin gerçekliğiyle, kafası nın için i doldurmuş ipsiz
sapsız saçmalar arası ndaki karşıtl ı ktan ötürü içlme
bir üzüntü çöküyordu.
Devinimle sağaltma uzmanı yatağa yaklaştı ,
çarşafı indird i , annemin sol hacağını yakalad ı : Ge­
cel iğ i açıl mıştı , kırış kırış buruşuk karn ın ı, dazlaş­
mış kasığını umursamaz bir hal l e gösteriyordu an-

17
nem. Şaşırmış bir halle: 'Artık utanmam sıkıimam
kalmadı hiç', dedi. ' Öyle, doğrusun', dedim. Ama ba­
şımı çevirip bahçeyi seyre daldım. Annemin c i nsel
ö rgenini görmek beni allak bullak etmişti . Benim
için, onun gövdesinden daha az -daha çok- var­
olan b i r gövde daha yoktu. Çocukken o gövdeyi can­
dan sevmiş, e rgenl iğimde, tedi rg i n bir i ğ renme duy­
muştum karşısında; herkeste böyledir bu, b i l i nir;
hem i ğrendirici hem kutsal olmak gibi çifte bir
özel l ik taş ı masını düzgülü buluyordum: B ir tabu'ydu
bu. Gene de, duyduğum hoşnutsuzluğun zorluluğu
şaşırttı ben i . Annemi n tasasızca eremi , . bu hoşnut­
suzluğu büsbütün artırıyordu ; ömrü boyunca kendisini
baskısı altında tutmuş olan yasaklardan, buyruklar­
dan vazgeçiveriyordu; böyle yapmasını doğru bulu­
yordum. Yal nız, gövdeden başka bir şey olmama
yolunda verdiği kararla ansızın eks i l en , azalan bu
gövde, artık b ir soyuntudan, b ir posttan başka bir
şey değildi pek: Zava l l ı , savunmasız, uz e li erin tu•
tup yokladığı, oynattığ ı , dirimin ancak a l ı kça bir dur­
gunlukla sürüp gider gibi olduğu bir i nsan çatıs ı .. .
Beni m gözümde annem hep varolmuştu; günün bi­
rinde, yakında, yok olacağı n ı göreceğim hiç akl ım a
gelmemişti . Sonu, doğumu g i b i , b i r masal zamanı­
na karışıyordu. Kendi kendime, ' Ö l ecek yaşa geldi'
dediqim zaman, birçok başka sözl er gibi, bomboş
sözler söylüyormuşum. Şimdi, i l k o larak, onda, or­
taya çıkması ertelenmiş bir ceset görüyordum.
Ertesi sabah, hemşire lerin istemiş o ldukları ge­
cel i kleri satın almağa g ittim . Kısa olmalıydı bunlar
çünkü uzunları, kaba etierin altında kırışıyor, yata­
lak yaralarma yol açıyordu. 'Minik gece l ikler m l is­
tiyorsunuz? Baby-dol l gömlekler mi?' d iye. soruyor­
du· satıcı kızlar. Genç, şen gövdeler için yapı lmış,

18
renkle ri tatlı , köpük köpük, adı kadar delişman iç
çamaşırlarını yokluyordum. Güzel b i r g ü z günüydü,
gök masmaviyd i : Kurşun renkl i b i r dünyanı n içi nden
yürüyordum; anne m i n uğradığı kazanın, beni, düşü·
nebil eceğimden çok. daha fazl a üzdüğünü anladım
b i rden. Nedenini de pek kestiremiyordum. Kaza, an­
nemi çerçevesi nden, rol ünden, kendisini içine ka­
patıp hapsetti ğim donmuş i mgelerden çekip kopar­
mıştı . Bu yatağa düşmüş kadında annemi buluyor,
tanıyordum ama içimde uyandırdığı acıma i l e b ir çe­
şit şaşkınlık, bana yabancı geliyordu, tanıyamıyor­
dum onları. Sonunda, beyaz benekli, pembe, uyluk
başına dek inen gece l i kleri alınağa karar verdim .
Annemi n gen e l durumunu gözetmekle görevl i
Doktor T., onu, ben yanındayken görrneğe geldi. 'Çok
az yemek yiyormuşsunuz, öyle mi? - Bu yaz bi raz
sıkıntı lıydım. Yemek yemek içimden gelmiyordu. -
Yemek pişirmeğe üşeniyor muydunuz? - Vallahi,
güzel güzel aşlar yapıyordum ya kendime, sonradan
elimi bile sürmüyordum. - Ha! Demek tembe l l i k
değildi sizinkisi, güzel güzel aşlar yapıyordunuz ken­
dinize, öyl e m i ?' Annem di kkatini topladı : ' B i r ke•
zinde kendime peynir li b i r ' souftle' yaptım , iki kaşık
aldım, tamam. - Anl ıyorum', dedi doktor; gönül i n·
dirir gibi gülümsüyordu.
Doktor J., Profesör B., Doktor T.: iki d i rhem b ir
çekirdek, taralı, tımarlı , yücelerden eğil iyorlardı şu
saçı dağınıkça, biraz yabanıliaşmış yaşl ı kadının
üzerine d oğru; efendi lerdi bunlar. Yen i değ il di, ta­
nıyordum bu kof önem l i l i ğ i : Boynunu ipte n kurtar­
mak için ç ı rpınan b i r sanığın karşısında ağır ceza
yargıçlarının takındığı - önem i i i i kti bu. ' Güzel güzel
aşlar yapıyordunuz kendinize, öyl e mi?' Annem, g ü- •

ven duyarak, iyi niyetle kendi kendini yoklarken , gü-

19
lümsemeğ e kalkışman ı n yeri yoktu: Sağ l ı ğ ı n ı kur­
tarmak istiyordu annem. Hem B., ne hakla: 'Günde·
lik yaşayışını yeniden sürdürebil ecek', demişti ba·
na? Ö lçülerini reddediyordu m onun. Annem i n ağ­
zından, bu seçkinler katına yaraşır sözler çıktığı
zaman öfkeden tüyüm tüsüm d ike l iyordu ama bu
·

yatağa mıhlanmış, felci, ölümü yan ı na yaklaştırma­


rriak için didinen, çırp ı nan hasta kad ı n l a dayanışma
halindeydim.
Buna karş ı l ık, hemşirelere yakı n l ı k duyuyor­
dum; hastaları için alçaltıcı, kendi leri için iğrendi­
rici angaryaların yarattı ğ ı teklifsizlikle hastalarına
bağlı olan hemşirelerin annerne gösterdi kleri ilgi,
arkadaşlığa benziyordu hiç değ ilse. Genç, güzel,
işinde yetki l i , devinimle sağaltma uzmanı Bayan
Laurent annemi yüreklendirmeği , ona güven verme­
ğ i , onu yatıştırmağı biliyor, bunları hiçbir zaman üs­
tünlük taslamadan yapıyordu.
Doktor T., 'Yarı n midenizin filmi çekilecek', diye
bitirdi sözünü. Annem telaşlandı: 'O tatsızın tatsı zı ,
berbat ilacı yutturacaksı nı z bana o halde. - Canım,
o kadar da berbat değ i l ! - Hah! Hem de nası l .ber­
bat!' Benimle yal nı z kal ınca sızlandı : 'Bi l emezsin ne
berbat bir şey olduğunu! Öyle pis bir tadı var ki ! -
Şimdiden düşünme bari .' Ama başka bir şey düşün­
mek e l i nden gelmiyordu. Kliniğe yata l ı beri baş l ı ca
tasas ı , yiyecekti. Çocukça kaygı s ı gene de şaşırttı
beni. N ice keyifsizliğe, acıya g ı k demeden katlanmı ş­
tı. Tatsız bir i laç karşısında duyduğu korku daha de·
rindeki bir kaygıyı mı g izl iyordu? O anda bunun üze­
rinde durmadı m .
Ertes i g ü n , m i d e i l e ciğerlerin fi lminin çekilme­
, sinde herhangi bir güçlükle karşılaşılmadı ğ ı söylen­
di bqna; bir aksaklık falan da yoktu. Yüzü d i ng in-

20
lesmis
. s ı rtında beyaz benekli pembe geeelikle 01-
''
ga 'nın verdiği h ı rka, saçı koca bir örgü halinde top­
lanmış annem, artık hastaya benzemiyordu. Sol ko­
lunu yeniden kul lanabiliyordu. Yard ı m gereksinme­
den gazeteyi, kitabını açabi l iyor, telefon almacını
kaldırabil iyordu. Çarşamba. Perşembe. Cuma. Cu­
martesi . Bulmaca çözüyor, Voltaire'in Aşkları üze­
rine bir kitapla Jean de lery'nin Brezilya gezisini
anlattığ ı günlük yazıları okuyor, Figaro'yu, France­
Soir'ı karıştırıyordu. Her sabah onu görrneğe gidi­
yordum; bir iki saat kalıyordum ancak; yanı nda da­
ha çok kalmamı dilemiyordu; odası ziyaretçiyle do­
lup taşıyordu; ziyaretçi çokluğundan yakındığı bile
oluyordu: 'Bugün beni arayanlar pek çoktu.' Oda çi­
çekle doluydu: Tavşankulakları, açalyalar, gül ler,
manisalaleleri; baş ucundaki masanı n üzerinde ye­
miş ezmeleri, çukulata, akide şekeri kutuları yığılı­
yordu. Soruyordum kendisine: 'Sıkılmıyorsun ya?
- Daha neler! . Hiç sıkılmıyorum! ' Kendisine hizmet
edilen, bakı lan,\ süslenen bir i nsan hal i ne gelmenin
tad ı n ı duymağa, öğrenmeğe başlıyordu. Eskiden, bir
ayakçağa basarak banyo teknesinin kenanndan ba- ·

cağı n ı aşırmak çetin bir çabay ı , çorabı n ı g iyrnek ağ­


rıl ı bir cimnastiği gerektiriyordu. Şimdi, sabah ak­
şam bir hemşire gövdesini kolanya il e ovuyor, tal k­
l a pudralıyordu. Yemekleri n i bir tepside geti riyor­
l ardı : 'Beni sin irfendiren bir hemşire var', d iyordu
bana ; ' N e zaman ayrı lınağı düşünüyorsunuz, d iye
sorup duruyor. Ben buradan çıkmak istemiyorum
ki ! ' Yakında bir koltukta oturabiieceği, daha sonra
da bir nekahetevine götürüreceği kendisine söylen­
diği zaman keyfi kaçıyordu: 'Oramdan buramdan çe­
kiştirecekler, itip kakacaklar.' Ama zaman zaman ,
geleceğine de i lgi gösteriyordu. Arkadaşlarından

21
biri , Paris'ten bir saat uzaktaki dinlen meevlerinden
söz etmişti ona: ' Kimseler beni görrneğe gelmeye­
cek, yapayalnız kalacağı m ! ' demişti, mutsuz bir ses­
le. inandırmağa çalışmıştım kendisin i ; uzağa, yal­
nızlık çekeceği bir yere gitmek zorunda kal mayacak­
tı ; deriediğim adresler l istesini göstermiştim ona.
Neuilly'deki bir pansiyonun bahçesi nde oturup gü­
neşte kitap okuduğunu, örgü ördüğünü seve seve
getiriyordu gözünün önüne. B i raz yerinerek, ama se­
s i ne biraz da muziplik katarak: ' Mahalleli beni göra­
rneyince üzüm üzüm üzülecek artık', d iyordu bana.
' Dernekteki hanımlar beni çok özleyecek.' Bir ka­
zinde, ' Başkaları n ı n derd ine koşarak çok ömür ge­
çird i m ', demişti ; 'Artık yalnız kendini düşünerek ya­
şayan o bencil yaşl ı hanı mlardan biri olacağı m .'
Kendisini tasalandı ran bir şey vard ı : ' Kendi kendi.
me yıkanıp taranamayacak, g iyinemeyeceğim.' Avu­
tuyordum onu, bir bakıcı, bir hemşire, bu işi üzeri­
ne alacaktı . Şimdilik ' Paris'in en iyi kliniğinin, G .
kliniğinden d e çok daha iyi b i r kliniğin' yatakların­
dan birinde, zevk içinde yatıyordu sere serpe. Yakın­
dan izl iyorlardı durumunu. Çeki len röntgen tilimie­
ri nden başka b i rçok kez kanı da alınmıştı. Her şey
yolundaydı , düzgülüydü. Akşamları biraz ateşi çıkı­
yordu; nedenini bilmek isterd i m ya ben, hemşireler
buna hiç önem vermiyor gibi görünüyorlard ı .
' Dün çok gelen oldu, bayağı yoruldum', dedi pa­
zar günü. Canı fena s ı kkındı. Her zamanki hemşire­
leri izinliyd i ; acemilerden biri sidik dolu ördeği de­
virmişti ; yatak s ı rı ls ı klam olmuştu, yastık bile. Sık
s ı k gözlerini yumuyordu, anıları biri birine karışıyor­
du. Doktor T., Doktor D.'nin ulaştırdı ğ ı ti limieri iyi
okuyam ıyord u ; ertesi gün yeniden barsakların fi lm i
çekilecekti : ' Baryum oksitli tenkıye yapacaklar ba·

22
na; i nsan ı n canı çok yanıyor! ' ded i ; 'Gene sarsacak­
lar ben i , bir yerden bir yere itip kakacaklar; ne olur,
beni kendi hal ime bıraksaları . . . ' Nem l i , biraz da so­
ğuk elini s ıkıyordum. 'Şimdiden düşünüp keyfini ka­
çırma. Kaygı lara kap ı l ma. Kaygı lanmak dakunuyor
sana.' Yavaş yavaş tasası dağı l d ı ; ama bir gün ön·
cesine göre daha halsiz görünüyordu. Birkaç arkadaşı
telefon etti, teletona ben çıktım . ' iyi vallahi ! ' dedim.
'Ardı kesilmiyor. ingi ltere Kraliçesini bile bundan
çok şımartmazlard ı herhalde; çiçekler, mektuplar,
kutu kutu şekerler, telefonlar! Seni düşünen amma
da çok insan varm ı ş ! ' Yorgun eli el imdeyd i ; gözle·
rini açmadı ama üzgün ağzında bir gülümseme ı ş ıl·
dad ı : 'Şen kad ınım da onun için seviyorlar beni.'
Pazartesi günü çok ziyaretçisi gelecekti, benim
de işim vard ı . Ancak sal ı sabahı gidebildim yanı na.
Kapıyı itmemle yerimd e donup kal mam bir· oldu. O
kadar zayıf olan annem daha da zayıflamış, kuruyup
büzülmüş gibiydi: Çatlak çatlak olmuş, kurumuş,
pembemsi bir sarmaş ık dalı gibi . . . B i raz dalgın bir
sesle m ı rı ldandı : ' Beni susuz bıraktı lar, kuruttular.'
Röntgen filminin çekilmesi için akşama dek bekle­
mişti, yirmi saat boyunca da bir şey içmesine izin
vermemişlerd i . Baryum oksitli tenkıye can ı n ı acıt·
mamıştı ama susuzlukla kaygı bitirmişti onu. Yüzü ,
erimişti, mutsuzluktan kasılmış kalmıştı . Ne göste­
riyordu filim ler? Hemşire ler, ürkmüş bir, hall e : 'On·
ları okuması n ı bilmeyiz biz', d iye karş ı l ı k verdiler
bana. Doktor T.'yi görmenin yol un u buldum . B u kez
d e tilmin gösterdi kleri pek belirl i değildi; T.'ye gö­
re 'cep' falan yoktu ama barsak, bir gün öncesi nden
beri işlemesini engelleyen , sinirsel kökenli birta­
kım kasınmal arla düğümlenmişti . Gerçi iyimserli·
ğinde diraşkendi annem, bununla birl i kte, sinirli,

23
kayg ı l ı bir insandı : likleri n i n nedeni de buydu. Zi·
yaretçi kabul ederneyecek kadar bitkin olduğu için,
günah çıkaran papazına, Pere P.'ye tel efonla haber
verip gelmemesini söylememi istedi. Benimle he­
men hemen konuşmadı; bir kez olsun gülümse­
med i .
G iderken, 'Yarı n akşama gellrim', dedim. O ge­
ce kız kardeşim Paris'e gelecek, ertesi sabah klini­
ğe g idecekti. O akşam dokuzda telefon çald ı . Pro­
fesör B . 'ydi telefon eden. 'Anneniz hanımefendinin
yanına bir g eeeel vermemi kabul eder misiniz? Du­
rumu iyi değ i l . Ancak yarın akşama gelmeği düşü­
nüyormuşsunuz, sabahtan gelmeniz daha iyi olacak
sanırım.' Sonunda, i nce barsağı bir urun tıkamakta
olduğunu söyledi : Annem kanserdi.
Kanser. Aklıma gelmiş olmalıydı ş imdiye dek.
Gözden kaçacak g i bi bile değil d i : Gözlerin çevre­
s i ndeki o morartılar, o zayıflı k . . . Ama hekimi öyl e
bir şey düşünrneğe h i ç yanaşmam ı ştı. Hem iyi b ili­
nen bir şeydir: Analar babalar oğulları n ı n dellrdiği­
ni, çocuklar annelerinin kanser olduğunu en son ka­
bul eden kimselerdir. Annem bütün ömrü boyunca
kanserden korkmuş olduğundan böyle b i r şeye
inanmak bizim için büsbütün güçleşiyordu. Kırk ya­
şındayken göğsünü bir yere çarpsa, çılgına dönüyor,
"Göğüs kanseri olacağı m ', diyordu. Geçen kış, arka­
daşlarımdan biri, mide kanseri ameliyatı geçirm iş­
ti : ' Bak görGrsün, benim de başıma gelecek', demiş­
ti annem. Omuz s ilkm iştim; kanserle, demirhindi
reçel i yenerek otanan bir barsak tembelfiği ara­
s ında önem l i b i r ayrım vard ı r. Annem i n sapiantısı­
nın bir gün gelip doğru çıkabileceği akl ımızın köşe­
sinden geçmiyordu. Bunun la birlikte Francine Dia­
to'nun -sonraları söyledi bunu bize- aklına i l k

24
gelen şey kanser ol muş: 'Yüzünün halinden b i l d i m.
Hem', diye eklemi şti, 'o koku vard ı . ' Her şey aydın­
lan ıyordu. Annemin Alsace'da geç i rd i ğ i nöbet,
urundan i leri geliyordu. Bayg ı n l ı ğ ı , yere düşmesi
hep kanserdendi. Yatakta geçird i ğ i b u iki hafta, uzun
süredi r kend i s i n i bekleyen teh l iken i n , barsak tıkan·
mas ı n ı n , bir an önce gel i p çatmasına yol açmıştı.
Annerne b i rçok kez telefon etmiş olan Poupet­
te, onun sağ l ı k durumunu çok iyi sanıyordu. Annem­
le benden daha i ç l i d ı ş l ı o l d uğ u g i bi ona benden
daha çok bağ l ıyd ı . K l in iğe gel i p ansızın ölümcül b i r
hasta yüzüyle karş ı l aşmasına meydan veremezd i m .
Trenin varış saati nden az sonra D i ato'ların evinde
telefonla aradım onu. Yatıp uyumuştu b i l e : Ne acı
uyanış!
O 6 kası m çarşamba günü , taşıt, havagazı, elek­
trik grevi vard ı . Bost'tan g e l i p arabasıyle beni al­
mas ı n ı i stemişti m . O gel meden, Profesör B . bana
gene telefon etti: Annem bütün gece kusmuştu; o
günün akşamına çı kamayacaktı herhalde.
Vol lardaki tıkanıkfık korktuğum kadar ç ı kma­
d ı . Saat ona doğru, Poupette ' l e , 114 sayı l ı odanın
kap ısı önünde bul uştuk. Profesör B.'nin dediklerini
yineledim. Poupette de, sabahtan beri, can landırma
uzmanı Doktor N .'nin anneml e uğraşmakta olduğu­
nu haber verd i ; midesini tem i zlemek i ç i n burnundan
bir sonda salacaktı ş i m d i . Poupette, ağiaya ağlaya,
'Madem umut yok, niye i şkence ediyorlar sanki? Bı­
raks ı n lar bari , rahat rahat ölsün', dedi bana. Salon­
da bekl eyen Bost'un yanına yol ladım onu; Bost, gö­
türüp bir kahve içirirdi kıza. Doktor N. önümden
geçti , odaya girecekti , yol unu kestim . Beyaz göm­
lekli , başında beyaz bir takke, genç, kapan ı k yüzlü
b i r adamdı : ' N iye sonda salacaksını z? Madem artık

25
umut yok niye i ş kence edel i m anneme?' Bakışıyle
beni ezercesine, 'Ne yapmam gerekiyorsa onu yapı­
yorum ', dedi . Kapıyı itti . B i raz sonra bir hemşire
içeri g irmemi söyled i .
Yatak, odanı n ortasında, b a ş u c u duvara daya­
lıyd ı ; eski yerine geti r i l mişti . Solda, annemi n kolu­
na takı l ı b i r serum şişesi vard ı . Annemin burnundan
saydam bir p l astik boru çı kıyor, karmaş ı k birtakım
aygıtlardan geçerek bir kavanoza ulaşıyordu. Anne­
m i n burun del i kl eri s ı kı k, yüzü daha da kırış ı ktı; gö­
nül y ı kı k l ı ğ ı n ı n uysal l ığ ı vardı bu yüzde. B i r m ı n i­
danma içinde, sondanı n kend i s i n i pek tedirg i n et­
mediği n i , ancak geceleyin çok acı çekmiş olduğunu
söyledt. Susamıştı ama bir şey içmemeliyd i ; hemşi·
re bir bardak suyun i ç i nde duran bir p ipeti ağzına
yaklaştı rıyordu; annem, suyu yutmadan, dudakları­
nı ı s latıyord u ; ince tüylerin gölgeledi ğ i , (çocuklu­
ğumda, annemin hoşnutsuzluk duyduğu, yahut, can ı
b i r şeye s ı k ı l d ı ğ ı zamanlarda gördüğüm üzere ka­
barmış), bu dudağ ı n , hem obur hem kendini tutan
şu emme hareketi büyülüyar g i b iydi beni. Sarımsı
birtakım şeylerle dolu kavanozu göstererek Doktor
N., çatı cı b i r sesle: ' Bunları m idesinde mi b ı rakal ı m
istiyordunuz?' ded i . Karş ı l ı k vermedi m . Geçenekte
bana dönd ü : ' Gün doğarken, ancak dört saatlik bir
ömrü kalmıştı . D i ri l ttim onu.' Kend i s i ne, 'Ne için?'
diye sormak cesaretin i bulamadı m .

Uzmanların dan ı ş ı m ı . B i r heki m l e Doktor P . ad­


l ı b i r cerra h ı n , ş i ş m i ş karnı elleriyle yokladı kları sı­
rada , k ı z kardeş i m yan ımda duruyor. Annem, par­
makları n ı n altında inl iyor, bağ ı rıyor. M orfin iğnesi.
Annem hala i n i ld iyor. R ica ediyoruz: ' B i r iğne da­
ha yapın!' itiraz ediyorlar; - morfi n i n fazlası barsağı
kötürüm leştire b i l i rm i ş . Ne umuyorlar o halde? G rev

26
yüzünden el ektri kler kes i k ; aldı kları kanı n b i razını,
elektrik üretme aygıtı bulunan Amerikan hastanesi­
ne yol l uyorlar. Amel iyata g i rişmeği mi düşünüyor­
lar? Odadan ç ı karken cerrah : ' Olacak şey değ i l ' , d i­
yor bana, 'hasta pek arık.' Uzaklaşıyor, söylediğini
işitm i ş olan Bayan Gontrand adı nda yaş l ı b i r hem­
ş i re, atı l ıyor bana doğru: 'Amel iyat ettirmey i n sa­
kın!· Sonra e l i n i ağzına örtüyor: 'Doktor N. s i ze böy­
le b i r şey söyled i ğ i m i i şitecek olsa!. . . Kendi an­
nem m i ş g i b i söyl edim s i ze bunu!' S oruyorum ken­
d is i ne: 'Amel iyat yap ı lsa ne o l ur k i ? ' Ama kadı n
sustu artık, soruma karş ı l ı k vermiyor.

Annem uyuyakal m ı ştı ; Poupette'e telefon nu­


maraları b ı rakarak hastaneden ayrı l d ı m . Beşe doğru
Sartre ' ı n evine telefon ettiğ i nde sesi nde umut var­
d ı : 'Cerrah amel iyatı denemek istiyor. Kan çözüm­
lemeleri pek yüreklendiriciym i ş ; annem gücünü b i ­
raz toplamış durumda, kal b i dayanabi lecekm i ş . H e m
hasta l ı ğ ı n kanser olduğu yüzde yüz kesi n değ i l : Bel­
ki de düpedüz bir peritonit. Öyle bir şeyse, bir umut
var demek. Kabul ediyor musun? -(Ameliyat ettir­
meyin sakın.) Kabul . Kaçta olacak? -ikide burada
o l . Annerne amel iyat olacağı söylenmeyecek, bir
daha f i l i m a l ı n ıyor denecek.'
'Amel i yat ettirmeyin sakın.' Bir uzmanı n kararı­
na, k ı z kardeşimin umutlarına karşı ç ı karı lacak pek
daya n ı ks ı z b i r kanıt bu. Annem amel iyat masasından
bir daha kalkamaz m ı yd ı ? Çözümlerin en kötüsü bu
değ i ld i . Hem bir cerra h ı n bu teh l i keyi göze alacağı­
n ı düşünmüyordum. Annem yakayı kurtaracakt ı . Ame­
l iyat hasta l ı ğ ı n evri m i n i h ı zland ı racak m ı yd ı ? Bayan
Gontrand ' ı n söylemek istedi ğ i buydu herhalde. An­
cak barsak tıkanması n ı n o günkü durumuyla annem
üç gün daha yaşayamazd ı ; can çekişmes i n i n de da-

27
yan ı l maz acılar i çi nde olmasından fena halde, kor­
kuyord um .
B i r saat sonra Poupette telefonda hüngür hün­
gür ağlıyordu: 'Hemen gel . Açmı şlar; kocaman bir
ur bulmuşlar, kanser uru.,' Sartre ben i m l e b i rl ·i kte
aşağı indi, taksiyle kl iniğe dek götürdü beni . Korku­
dan boğazım düğüm düğümdü. B i r erkek hastabakı­
c ı , g i ri ş sal onuyle amel iyat odası n ı n arasında, k ı z
kardeşi m i n beklemekte olduğu ara l ı ğ ı gösterd i . Pou­
pette o kadar kötü durumdaydı ki kendisi için ya­
tıştı rıcı b i r i laç istedi m . Anlattığ ı n a göre heki mler,
h e r günkü hal l eriyle , fi l i m çek i l meden önce yatıştı­
rıcı b i r i ğ ne yapılacağ ı n ı söylemişler anneme; Dok­
tor N. bayı ltm ıştı onu; bütün bu bayıltma süresi nce
Poupette anne m i n e l i n i el i nde tutm uştu; annes i n i n
gövdesi o l a n bu yaş l ı , yıkı k gövdeyi çırılçıplak gör­
menin kend isine ne büyük b i r acı vermi ş olacağı n ı
tasarlayabi l i yordum. Gözler arkaya doğru kaymı ş ,
ağzı açı l m ı ş... B u yüzü de h i ç unutamayacaktı artık.
Annem i amel iyat odası na götürmüşler, b i r süre son­
ra D oktor N. dışarı çıkmış: Karnın içinde i ki litre
irin varmış, karınzarı patlakmı ş , kocaman b i r ur
bulmuşlar, kanserin en kötü çeş idinden . . . Cerra h ,
çı karı l a b i l ecek her şeyi çıkarmaktaymış. B i z bekler­
ken, kızı Chanta l ' l a b i r l i kte teyze kızım Jeanne g i r­
d i i çeri ; Limoges'dan gel iyordu; annemi rahat rahat
hasta yatağında yatar bulacağı n ı sanıyormuş; Chantal
b i r bulmaca kitabı getirmişti ona. Anneme, uya n ı p
kend ine g e l d i ğ i nd e ne diyeceği m i zi konuştuk ara­
m ı zda. Kolayd ı : F i l i m b i r perıtoni t göstermişti, he­
men amel iyata g i d i l mesi kararlaştı rı l m ıştı.

N., anne m i n odasına çıkarıldığın ı haber verdi.


Büyük b i r sevinç i çi ndeyd i : Bu sabah yarı cansız
yatan annem uzun , ağır b i r ameliyata pek gü zel da-

28
yanm ıştı. En yen i anestezi yöntemleri yüreği n , akci­
ğerleri n , bütün örge n l i ğ i n düzg ü l ü işlerneğe devam
etmes i n i sağlamıştı. Ş üphes i z, gösterişli b i r teknik
başarı elde etm işti ; sonuçları n sorumunu ise, şüp­
hesiz, üzerine a l ın ıyordu. Kız kardeşi m , cerraha: 'An­
nemi ameliyat edi n', demişti; 'ama kanser ç ı karsa,
acı çekmesi ne, meydan bı rakmayacağ ı n ı za söz ve­
rin bana.' Cerrah söz vermişti . Bu sözünün değeri
neyd i ?
Annem, s ı rt üstü , yastıks ı z, yüzü m u m gibi,
burnu incelmi ş , ağzı a ç ı k , uyuyordu. K ı z kardeşimle
bir hemşire başında bekleyeceklerd i . Evime dön­
düm, Sartre'la oturup konuştuk, Bartok dinledik. An­
s ı z ı n , gece n i n onbirinde, handiyse çığrından çıkıp
s i n i r nöbeti hal i n i alan bir ağlama nöbeti . . .

Donakald ı m . Babam öldüğü zaman gözümden


b i r damla yaş gelmemişti. Kız kardeşime: 'Annem
için öylesi de b i r, böylesi de', demiştim. O geceye
dek bütün üzüntü lerimi anlamıştı m : Gücümü aştık­
ları zaman b i le bu üzüntülerde kend i m i bulab i l iyor­
dum. Bu kez, büyük acımı denet altında tutamıyor­
dum : içimde benden başka biri ağlıyordu. O sabah
gördüğüm haliyle, üzerinde okuya b i l di klerimle, an­
nemin ağzından söz açtı m Sartre 'a: Geri çevrilen
b i r oburluk, handiyse kölece denecek b i r alçak gö­
nül lülük, umut, gönül darl ı ğ ı , kendini açıkça göster­
mek istemeyen b i r yal n ı zl ı k -ölümünün yal n ı zl ı ğ ı ,
yaşayı ş ı n ı n yalnızlığı-, bunlar vardı o a ğ ı zd a . . . Be­
n i m ağzım da beni diniemiyormuş artı k ; öyle dedi
Sartre ; yüzümün üzerine annemi n ağzı n ı yerleştir­
m i ş , istemeden, farkına varmadan, bütün k ı p ı rdanış­
Iarını benzetl iyormuşum. Annemin bütün kiş i l i ğ i , bü­
tün ömrü ağzımda b i ç i mleniyor, ona duyduğum acı­
ma i ç i m i paramparça ediyordu.

29
Annem i n mutlu bir çocukluk geç i rmiş olduğ u­
nu sanm ıyorum. Zaman zaman akl ı na gelen b i r tek
hoş a n ı s ı n ı b i l i ri m : Lorrai ne'in köylerinden b i rinde
n i nesin i n bahçesi; ağacın dalından yenen, sıcacık,
cins c i ns erikler. Verdun'de geçirdiği çocukluğu üze­
ri ne bana h i ç b i r şey anlatmam ıştır. B i r fotoğrafta,
sekiz yaşlarında, papatya k ı l ı ğ ı nda görmüşümdür
onu: 'Güzel giysiyrfılş .' 'Evet', diye karş ı l ı k vermiş­
ti , 'ama yeşil çorapları m ın boyası akmıştı, renk de­
rime geçmişti ; ancak üç gün sonra boyayı temi zle­
yeb i l d i k.' Sesi somurtkand ı : Acı l ıkla dolu koca b i r
geçmişi anı l ıyordu. Kaç kez, annes i n i n sertl iği nden,
soğukluğundan yakındıydı bana! Ninem, el l i yaşın­
da, soğuk, hatta kibirli duran, az g ü l en , çok dedi ko­
du eden, annerne ancak pek a l ı ş ı lagel miş çeşidin­
den bir sevgi gösteren bir kadındı ; kocasına bağ­
nazcası na . bağl ı olduğu için çocukları , yaşay ı ş ı nda
ancak i kinci l bir yer tutabi l mişlerdi . Dedemden söz
açarken annem sık s ı k, h ınçla, şöyle demişti bana:
'Gönlünde bir tek i nsan vardı onun : Varsa yoksa Li­
li teyzen . . .' Kendi s i nden beş yaş küçük, sarışın, pem-

30
be pembe b i r k ı z o l an Lil i , abias ı nda zorlu, s i l inmek
b i l meyen b i r kıskançl ı k uyand ı rm ı ştı . Ergenl iğe yak·
laştığ ı m y ı l l ara dek annem en yüksek anl ı k n itel i kle­
riyle tinsel nite l i kleri yakıştı rırdı bana:. Kendine b i r
özdeş l i k buluyordu bende ; k ı z kardeş i m i aşağ ı l ıyor,
kırıyordu: Küçük kardeşti o , sarı ş ı n d ı , pembe pem­
beyd i , farkına varmadan annem öcünü ondan alıyor­
du.
' Kuşlar' Okulundan, kendi s i ne gösterd i ğ i ilgi,
verd i ğ i değerle öz sevg i s i n i avunduran baş rahibe­
den, gururla söz. açard ı . S ı n ı f ı n ı n bir fotoğrafı n ı gös­
term i şti : İki rahibe arası nda, geniş bir bahçede otu­
ran altı k ı z. Dördü yatı l ı öğrenci , karalar giym i ş ;
i k i s i gündüzlü, ak giys i l i : Annemle b i r arkadaşı . Hep­
s i nde boyunlarını b i l e örten g iysi ler, uzun etekl i k­
ler, ağı rbaş l ı topuzlar. Gözlerinde h i ç b i r şey okun­
muyor. Anttem, dört yanı en sert i l kelerle bağlanmış
b i r halde atı l mıştı hayata : Taşranın gerekl i , uygun
gördüğü davranışl ar, rahibe okulu öğrenci leri n i n ah­
lak anlayı ş ı . . .
Yirmi yaşı ndayken, yeniden, duygusal yönden
bir başarı s ı zl ı kla karşı laş m ı ş : Tutkun olduğ u amca­
sı oğlu başka b i r amca kızını yeğ tutmuş: Germaine
teyze m i . Bu umut kırıklı klarından kendisinde, bütün
ömrü boyunca, b i r a l ı ngan l ı k, b i r h ı nç tem e l i kaldı .
Babam ı n yanında açı l mış. Kocas ı n ı seviyordu,
ona hayrandı ; on yıl boyunca babam da onun beden·
ce istekleri ni bütünüyle karşı lamış olsa gerek. Ka­
d ı nlara bayı l ıyormuş babam, başından pek çok serü­
ven geçm i ş ; büyük zevk duyarak okuduğu M areel
Prevost g i b i , i nsan ı n , genç karı s ı n a , sevg i l i lerine ne
kadar ateş l i davranıyorsa, o kadar ateşl i davranma·
sı gerektiğ i n i düşünürmüş. Üst dudağı n ı gölgeleyen
o i nce tüyleriyle annemi n yüzü , s ıcak b i r nefis düş·

31
künlüğünü açığa vuruyordu. Anlaştıkları hemen bel­
l i oluyordu: Babam annemi n kol ları n ı okşar, onu peh­
pehler, sevecenl i k dolu basma kal ıp laflar ederdi
ona. Gözümün önüne g e l iyor; b i r sabah -altı yedi
yaşlarındaydım- geçeneği n kırmızı halısı üzerinde
yal ı nayak, s ı rtında uzun patiska gece l i ğ iyle annem . . .
Burup b ı raktığı saçı ensesine dökül üyordu; kapı s ı n­
dan çıktığ ı bu odaya g i zemsel bir bağ l a b ağ l ı diye
düşündüğüm g ü lümsemesi n i n ı ş ı ldayış ı , şaşırt!ll ı ştı
ben i ; bu parı l parı l görüntüde, annem ded i ğ i m o say­
g ıdeğer büyük insan ı , zar zor tanıyordum.

Ama hiç b i r şey, hiç bir zaman, çocukluğumuzu


s i l emez, unutturamaz. Annemi n mutluluğu da, göl­
ges i z sürüp gitmed i . Daha balayı yolculuklarında ba­
bamı n benc i l l i ğ i patlak vermi ş ; annem italya gölle­
rini görmek d i l ermiş , oysa yai"ış mevs i m i açılmak ·
üzere olduğu i ç i n Nice'de kal m ı ş l ar. Bu umut k ı rı k­
l ığ ı n ı s ı k s ı k, h ı nç duymadan, ama b i r parçacık ye­
rinerek anılard ı . Yolculuktan hoşla n ı rd ı . 'Gezg i n ol­
mak isterd i m ' , derd i . Gençl i ğ i n i n en g ü zel anları ,
Vosges'larla Luxembourg içlerinde dedemin düzen­
lediği yaya ya �a b isi kletl i gezinti lerd i . Pek çok dü­
şünden vazgeçmek zorunda kal m ı ş annem : Baba­
m ı n istekleri hep kendi isteklerinden önce gel iyor­
muş. Kendi arkadaşlarıyle de, babam kocalarını can
s ı kıcı bulduğu i ç i n , görüşmez o l m uş. Babam yal n ı z
salonlardan, tiyatrolardan hoşlanırd ı . Annem seve
seve g iderdi arkası ndan öyle yerlere; topluluklarda
bulunmağı severd i . Ama güzel l i ğ i onu kötü yürekli­
l iğe karşı korumuyordu; taşra l ıydı , pek açıkgöz de­
ğ i ld i ; adamakı l l ı Parisli olan b u ortamda, annemin
beceri ksi zliğine gülümseyenler çıkmış. Bu insanl ar
arasında karşılaştığı birtakim kadınların, babamla
ilişki leri o l muştu: F ı s ı ltıları , dalavereleri getirebi l i-

32
yorum gozumun onune. Babam, parıltı l ı , güzel bir
kadı n olan, aradş s ı rada kocasıyle b i ze gelen son
sevg i l i s i n i n fotoğraf ı n ı yazı masası nda sakl ıyordu.
Otuz y ı l sonra b i r g ü n , gülerek, annerne 'Resm i or­
tadan kaid ı rd ı n ' , demişti . Annem bunu yadsıdı amı:ı
onu kandı ramadı . Muhakkak olan, annemi n daha ha­
layında, gerek sevg i s i nde gerek gururunda acı çek­
tiğidir. Zorl u, her yanıyle tutarl ı b i r kişi l iğ i olduğu
i çi n a l d ı ğ ı yaralar güç onuyordu.
Sonra dedem iflas etm i ş . Annem bu durumun
o kadar onur kırıcı olduğunu sanmı ş ki Verdun'deki
bütün arkadaşlarıyle arayı açmı ş , görüşmez olmuş.
Babama veri l ecek olan drahoma veri l memiş. Bun­
dan ötürü babamın kendisine kızg ı n o l mamas ı n ı , an­
nem, yüce gön ü l l ü l ük saym ı ş , ömrü boyunca koca­
s ı n ı n karş ı s ı nda kendini suçlu görmüş.
·
Ne o l u rsa olsu n : Başarı l ı b i r evl i l ik, kendi s i n e
candan bağ l ı i k i k ı z, az çok hal i vakti. yerinde ol mak,
savaş sonuna dek annemi n h a l i nden yan ı kmas ı n a
meydan b ı rakmadı . Sevecen , ş e n b i r i nsand ı , g ü lüm­
sayişi içiıne kıvanç sal ı yordu.
Babam ı n durumu değişip yarı yoksul b i r hale
düştüğümüzde annem evi yard ı mcısız çekip çevir­
rneğe karar verd i . Ne yazı k ki ev işleri kendis i n i
bunaltıyordu, kend ini bu i ş lere vermekle kişi l i ğ i ne
yakışmayan b i r şey yaptığı düşüncesine kap ı l ıyor­
du. Babam için, bizler i ç i n , kend i n i şuncacı k düşün­
meks i zi n , her türlü şeyi yapabi l i rd i . Ama h i ç k i mse,
içinde b i r acı l ı k duymadan, ' Kend i m i feda ediyo­
rum', diyemez. Annemin çelişikl iklerinden b i r i , b i r
yandan öz esirgemezl i ğ i n i n büyü kl üğüne i nanı rken,
bir yandan da, kend i s i n i üzen, s ı kan şeylerden tik- .
s inmemesini o l anaks ı z kıl acak ölçüde zorlayıcı eği­
l i mleri , iğrenti le ri , istekleri olmasıyd ı . Kendi kendi-

33
ne uyg ulad ı ğ ı baskı larla yoksun luklara karş ı , durma­
dan baş kal d ı rıyordu.
Yirmi y ı l s'onra akl ı n ı n yattığ ı çözüm yolunu
başından beri kabul etmesine ön yarg ı ların engel
olmuş olmas ı , üzülünecek şey, doğrusu. Bu çozum
yolu, dışarıda çal ışmaktı. D i reşken, işine çok özen ·
gösteren , bel leği kuwetl i b i r insand ı ; b i r ki tapl ıkta
görev a l ı r, katibe olurdu: Kendi gözünde değeri
yüksel.ir, kend i n i küçü lmüş duymazd ı . Özel i l işkile­
ri olacaktı o zaman. Geleneğ i n kendisine değalm ı ş
gibi kabul ettirdiği a m a yarad ı l ı ş ma h i ç de uyma·
yan b i r bağ ı m l ı l ı ktan kaçm ış olacaktı böyl ece. O
zaman, katlanmak zorunda kal d ı ğ ı yoksl!nluğa daha
bir güçle dayanırdı herhalde.

Babamı kınamıyorum. Erkekte al ı ş kan l ı ğ ı n i ste­


ğ i öldürdüğü iyi b i l i nen b i r şeyd i r. Annem i l k taze­
l iğ in! yitirmişti , babam da ateş l i l i ğ i n i . Bu a,teşi n i
uyandırmak iÇiP! Versai l l es kahvesi n i n meslekten
kadı n i arına ya da Sphinx'in sermayelerine başvuru·
yordu . On beş i l e yirmi yaşiarım aras ında kaç kez,
saba h ı n sekizinde, içki kokarak eve döndüğünü, sı­
kı ntı l ı b i r halle briç ya da poker hi kayeleri anlattı­
ğ ı n ı gördüm! Annem ağlayıp sızianmaks ızın karşı­
lardı ortu; ted i rgin edici gerçeklerden kaçmağa o
kadar a l ı ş ı ktı ki, kim b i l i r, babamın anlattı klarına
i nanıyordu bel ki de. Ancak, baba m ı n i lgisiz l i k gös·
termesi n i , soğuk davranmas ı n ı hoş karş ı lamazdı .
Burjuva evl i l i ğ i n doğaya aykı rı b i r kurum olduğuna
kanmam i ç i n , annemi n durumuna bakmam, onu gör­
mem, yete b i l i rd i . Parmağı na geç i rdi � i n işan hal kası
kendisine zevki tatma hakkını verm işti ; nefs i çok
,.şey ıstemeği öğrenmişti; otuz beş yaşında, olgun­
l uk çağ ında, bu isteklerini dayurması na artık mey­
dan. veri l m iyordu. Sevdiğ i , ama kendisiyle artık he-
men hemen hiç sevi şmeyen erkeğ i n yanında uyu­
mağa devam ed iyordu: Umuyor, bekl iyor,'' yanıp tü­
keniyordu, ama hepsi boş yereydi bunların. Tam bir
perhiz, bu çeşit bir yakınlıktan herhalde daha az
zedelerdi gururunu. H uyunun değişip bozul masına
şaşmıyorum : Tokatlar, bağırıp çağırmalar,.. çekişme
sahneleri (hem yalnız kendi aramızda d eğ i l , konuk­
ların yanında bile) s ı k sıl< görü lür oldu. Babam ,
' Françoise'ın huyu berbat mı berbat', d iyordu. An­
nem ' kolayca öfkelendiğini' kabul ediyordu. Ama
birtakım i nsanları n 'Françoise öyle kötümser ki ! ' , ya
da, ' Françoise'ın sinirleri fena halde bozulmuş', de­
diklerini işitti ği zaman çok kırılıyor, çok üzülüyor­
du.
Gençti daha, süslenip püslenmeği pek seviyor­
du. Yan ımda ablammış gibi durduğu söylend i ğ i za­
man yüzü ışıyordu. Babamın, viyolonsel çalan, piya­
noda annemin eşli k ettiği amca oğullarından biri,
ona pek saygılı bir biçimde i lg i gösteriyordu: Bu
adam evlendiği zaman annem karıs ından tiksi ndi .
Gerek ci nsel, gerek toplum içindeki yaşayışı bozul­
duğu zaman, 'özenli giyinme'nin zorunlu olduğu pek
önemli haller dışında annem üstüne baş ına özen­
mez oldu. Bir tati l dönüşümüzü anı larım ; bizi istas­
yonda bekl iyordu, başı nda güzel bir kad ife şapka,
bir tü l peçe vard ı , yüzüne biraz pudra sürmüştü. Kız
kardeşim, hayranlıkla: 'Anneciğim, ş ı k han ımiara
benzemişsin ! ' , diye haykırmıştı . Annem artık zarif­
liğe özenınediği için herhangi bir art düşüneeye ka- -
pılmadan gülmüştü. Rahibe okulunda bedeni aşağ­
saması öğreti lmişti kendisine; bu aşağsamayı, ge­
rek kızları gerek kendi için, sağl ığa önem verme­
rneğe dek vardı rıyordu. Bununla birlikte -çelişme­
lerinden b i ri de buydu- hoşa gitme hevesinden vaz

35
geçmemişti hal a ; pohpohlanmak !g önlünü okşuyor­
du; bu pohpohl ara ci lvel i b i r hal l e karş ı l ı k veriyor­
du. Babamın arkadaşlarından b i ri (kendi, hesabı na
yay ı m l attığ ı ) bir kitabı , içine 'Yaşayışına hayran ol­
duğum Françoise de Beauvoir'a' diye yazarak arma­
ğan ettiği zaman kurum kurum kurumlanmıştı . B i r
garip övgüydü bu: Kendisini hayran kazanmaktan
yoksun kılan b i r s i l i k davranışla, hayran olunacak
bir kadı n hal i ne gel iyordu.

Beden hazlarından kes i l m i ş , kend i n i sivri itme­


n i n hoşnutluğuna eremeyen, canı n ı s ı kan, ken­
disini utandıran angaryaların kölesi ol muş bu gu­
rurlu, d i k kafal ı kad ı n ı n , olacağa boyun eğecek b i r
yarad ı l ışı yoktu. Öfke nöbetleri arası nda durmadan
şarkı söyler, şakalar yapar, g evezel i k eder, gönlünün
m ı rı ldanışlarını gürültüye boğard ı . Babamın öl ümün­
den sonra Germaine teyzem , söz aras ında: ' Kusursuz
bir koca değ i l d i ' , diyecek olduydu da annem onu fe­
na terslem i ş : ' Bana her zaman büyük b i r mutluluk
vermesi n i b i l d i o', dem işti . Kendi kend i ne, bunun
böyle olduğunu hep söylemi ş , öyl e olduğuna ken­
d i n i i nand ı rm ıştır muhakkak. Gene de, bu iğreti iyim­
serl ik, susuzluğunu giderrneğe yetmiyordu. Karşısına
çıkan tek kurtuluş yoluna atmıştı kend i n i : Yükümü­
nü taşıdığı genç d i ri mieri e beslenme yoluna . . . ' H i ç
değ i l s e ben, h i ç b i r zaman benci l olmad ı m ; başka­
ları için yaşad ı m ' , dediydi bana sonraları . Evet, baş­
kaları Jçin, ama aynı zamanda başkalarından da bes­
lenerek. . . Her şeyi yal n ı z kendine isteyen, h erkese
egemen o l mak d i l eyen b i r kadındı ; eli nden gelse,
bizleri , tümümüzle, avucunun i çi nde tutmak isterdi.
Ama dertleri ne bulduğu bu em kend isine g erek l i
hale g eldiği s ı ralarda b i z d e erkin l i ğ i , yal n ı z başına
kalabil meği di ler o l m uştuk. B i rtakım çatışmalar için

36
ıçın işled i , patlak verd i ; annemi n denges i n i yeniden
bulmasına yard ı m etmedi bunlar.

Bununla b i r l i kte en güçlümüz oydu; onun dedi­


ği o l uyordu. Evde, bütün kapı ların açık bırakılması
gerekt i ; gözlerin i n önünde çal ışmalıyd ı m , üstel i k
oturduğu odada. Geceleri, kız kardeş i m l e b i rlikte,
yatakları m ı zda karşı karşıya gevezel i k etti ğ i m i z za­
man, i ç i n i merak kemlrerek kulağı n ı duvara yapış­
tırır, seslanird i b i ze : 'Susun artı k ! ' Yüzme öğren­
mem i zi h i ç istemed i , babam ı n b i zlere b i s i klet alma­
sına engel oldu: Paylaşmayacağı bu zevkler, bi ze,
ondan kaçıp kurtulma olanağ ı n ı verecekti . Bütün eğ­
lencelerimlze karışmak istemesi, kendinin pek az
eğlencesi olmasından ileri gelmlyordu yaln ı z : Kök­
l eri herhalde kendi çocukluğunda bulunan birtakım
sebeplerden ötürü, b i r topluluğun d ı ş ı n a ç ı karıldı­
ğını duymağa katlanamıyordu. istenmed i ğ i n i bildiği
zamanlar b i le, kendini zorla kabul ettirmekten çe­
kinmezd i . La G ri l lere'de, b i r gece, amca çocukları­
m ızın arkadaşları birtakım oğlanlar kızlar, m utfakta
toplanmıştı k : Fener ı ş ı ğ ı nda az önce tuttuğumuz
yengeçleri p i ş iriyorduk. Annem ansızın ortaya ç ı k­
tı ; tek erg i n kişiydi aramızda: 'Si zinle b i rl i kte yemek
yemeğe hakkım vardı r elbette.' Coşkunluğumuz sön­
müş gitmişti, dondurmuştu b i zi ; ama yanı m ı zda kal­
d ı . Daha sonraları arncam oğlu Jacques, kız karde­
ş i m l e bana, Güz Serg i s i n i n kapısı önünde buluşmak
üzere söz vermişti ; annem de geldi b i zi mle b i rl i k­
te; çocuk görünmedi o gün. Ertesi g ü n : 'Anneni gör­
düm, durmadım, g i ttim', dediydi bana. Yan ı m ı zda
bulunduğu zaman varl ı ğ ı ken d i n i bell i ediyordu. Ar­
kadaşları m ı zı ağ ı rlad ı ğ ı m ı z zamanlar ...;;.. ' Sizi nle i ki n­
di kahvaltısı etmeğe hakkım vard ı r elbette'- ko­
nuşmaları tekel i ne alı rd ı . Viyana'da, M i l ano'da, az

37
çok resmi akşam yemekl e ri nde annemin sözü baş·
kalarına b ırakmamakta gösterd iği kendine güven,
kız kardeşi m i b i rçok kezl er büyük üzüntü lere sal·
mış. Bu can s ı k ı c ı , olur olmaz araya g i rişl eri , bu ken·
d ine önem verd i rme nöbetleri , annem için öç alrna·
nın b i r biçimiyd i : Kendini kabul etti rm e fırsatını
bulmazdı s ı k sık. Pek az ki mse i le görüşüyordu; ba·
bam yanında olduğu zamanlar ise, gösterişi o ya­
pardı. Bizi kızd ı ran ' Hakkım vardı r elbette' cümle·
s i , gerçekte, kendine güven duymaktan yana için·
deki eks i k l i ğ i n tanıtıydı. S ı rasında kend i ni ne ya):>·
sa tutamayan, cadalozlaşan annem, ölçü l ü l üğü al·
çakgönü l l ü lüğe vard ı rırdı soğukkanl ı davrandı ğ ı za·
man lar. inc i r ' çekirdeği doldurmayacak şeyler yü­
zünden babamla çeki ş i r dururdu; ama ondan para
isternekten çekinir, kend ine hiç harcamaz, bizim
içinse elden geldiğince az harcard ı ; babamın he.r
akşamını dışarıda geçi rmesi ne , pazarları sokağa
yal nız başına çı kmasına b i r şey dem iyordu, Babamı n
ölümünden sonra, her şeyini b i zden b e k l e r duruma
geldiğinde, bizim karş ı m ı zda da aynı titizl i ğ i göster·
d i : B i zi ted i rg i n etmerneğe çal ıştı. J y i l i ğ i m i zi bekler
olduğu, iyi l i k borçlusu durumuna geçtiği için, duy­
gularını bize göstermek üzere başka b i r yol kalmı·
yordu karş ısı nda; oysa eskiden, bize gösterd i ğ i özen,
bak ı m , bizi baskı altında tutmasını -kendi görüşü·
ne göre- haklı kılıyor, tem i ze çı karıyordu.

B i ze bes lediği sevgi hem derin hem de kıs·


kanç bir sevgiyd i ; bu sevginin bizde yarattığı acı
çekişme, kendi iç çatı şmalarını yansıtıyordu. Pek
kolay i ne i nen bir i nsan olduğu için -bir sitem i , b i r
yergiyi , yirmi y ı l , kırk "yı l , gevip durab i l i rdi- gön·
lündeki yayg ı n h ı nç , sataşkan davranışlarla açığa
vurutdu kendini : Hoyratça açık sözlülükle, ağ ı r alay-

38
larl a. . . Bize karş ı , sad iR: olmaktan çok düşünce s i z·
ce yap ı l m ı ş sayılacak kötü davranışlarda bulunurdu
s ı k s ı k : isted i ğ i , m utsuzl uğlimuz değ i l , kendi gücü­
n ü kendi gözünde tanıtlamaktı . Tati l i m i Zaza'lann
ovinde geçirirken kız kardeş i m
· bana mektup yaz­
mıştı; yeni yetme b i r kızın deyişiyle, gön l ü nden,
ruhundan, çözmek zorunda kal d ı ğ ı sorunlardan söz
açıyordu; mektubuna karş ı l ı k yazd ı m . Annem rnek­
tuburnu açmı ş , Poupette'in önünde yüksek sesle
okumuş, kızın bana açtığı s ı rlara kahkahayla gülmüş.
Öfkeden kaskatı kesi len Poupette,' onu aşağsayıcı
bakışlanyle ezm i ş , annemi hiç bir zaman bağ ı ş lama­
yacağına ant içmiş. Annem hıçkıra hıçkıra ağlamış ;
sonra bana mektup yazarak kendileri n i barıştırmam
i ç i n yal vard ı : Ben de istediğini yaptı m .

Özell ikl e, kız kardeşim üzerindeki erk i n i ber­


kitmeğe bakıyor, aram ı zdaki arkadaşl ı ktan gocunu­
yordu. D i n inancımı yiti rd i ğ i m i öğrendi ğ i zaman,
kardeşime taşkın bir öfkeyl e bağ ı rm ı ş : 'Seni onun
etkisine karşı savunacağı m . Koruyacağı m seni ! ' O
yaz tati l i nde baş başa kal mamızı yasak etti: B i z g i z·
l ice kestaneli kte bul uşuyorduk. Bu kıskançl ı k , an­
nemi ömrü boyunca kı vrandırd ı ; b i z de, buluşmala­
rı m ı zı n çoğunu kend isinden g i z l i tutma a l ı şkanl ığı- .
m rzı sonuna dek sürdürdük.
Ama çoğu zaman da sevg i s i n i n s ı cakl ı ğ ı içimi­
ze tatl ı bir heyecan salard ı . On yedi yaşları ndayken
Poupette, babamla, en iyi arkadaşı saydı ğ ı 'Ad ri en
amca'nın birib i rierine darı l malarına, istemeyerek
yol açmıştı ; o günden sonra kızıyle aylar boyunca
konuşmayan babama karşı kız kardeşi m i bütün ya­
manl ığıyle savunmuştu annem. Daha sonra, ekmek
getirecek işler yapmak uğruna resi m anıklığından
vaz geçmed i ğ i , evde yeyip i ç i p yattığ ı için, kız kar-

39
desime kırı lan, hep s ı ziamin babam, ona metelik
ko k latmıyor, ancak aç kalmayacağı ölçüde besliyor­
du onu. Annemse kardeşimi savunuyor, ona yard ı m
etmek için el inden geleni esirgemiyordu. Babamı n
ölümünden sonra b i r k ı z arkadaş ı m l a birlikte yolcu­
l uğa ç ı kmam i ç i n nasıl b i r gönül hoşluğuyle beni
isteklend i rd i ğ i n i unutmad ı m , kendi hesabıma; oysa
b i r tek iç çekişiyle beni g i tmekten vaz geçirebil i rd i .

Başkalarıyle i l işki lerini beceriks i zliğ inden bozu­


yordu: Kız kardeşimi benden uzaklaştırmak için gös­
terd i ğ i çabadan daha acınacak b i r şey olamazd ı .
Amca oğlumuz Jacques, Rennes sokağındaki evi­
mize daha seyrek gelrneğe başladığı zaman -ba­
basına beslemiş olduğu sevg i n i n b i razı nı annem ona
yönelttiğ i için- her kezinde, kend i n i n güler yüzlü
sandığı ama Jacques 'ın kızd ı rıcı bulduğu birtakım
yanı kmalar, söylenmelerle karş ı l ıyordu onu: Çocuk,
bize gelişlerini g i tgida seyrekleştiriyordu. Ninemin
evine yerleşti ğ i m zaman annem ağlamakl ı oldu ama
bir acındırm a sahnesi başiatmağa bile kalkmayışı­
na, doğrusu ya, çok sevindi m : Böyle sahnelerden
hep kaçı nmıştır annem. Gene de, o y ı l , ne zaman
eve yemeğe gelsem, aifemi önemsamediğim yol l u
hamur hamur söylenird i ; oysa gerçekte, onlara s ı k
s ı k g i tmekteydi m . B i r şey sorması na, b i r şey iste­
mesine, gururu, i l keleri engel o l uyordu; sonra da
kendis i ne pek az şey veriliyor diye yakınıyor, s ı zla­
nıyordu.
Karş ı l aştığı güçlüklerden kimseye söz açamaz­
d ı , kendine b i l e . Ne i ç i n i açıkl ık, ayd ı n l ı k içinde, ol­
duğu gibi görrneğe a l ı ştırı lm ıştı , ne de herhangi b i r
işte kendi yarg ı lama gücünü kul lanmağa. Yetk i l i ki­
ş i l e ri n gölgesine s ı ğ ı nması gerekiyordu: Ne var
ki, saygı duyduğu bu yetk i l i kişi lerin görüşleri uz-

40
laşmazd ı ; Kuşlar Okul unun baş rah i besi i l e babam
arasında herhangi b i r ortak nokta yoktu. Bu karşıt­
l ı ğ ı , ben, düşünceleri m i n oluşması sı rasında yaşa­
d ı m , düşüncel erim ol uşup oturduktan sonra değ i l ;
çocukluğurnun i l k yıllarında kazand ı ğ ı m b i r kendime
güvenim vardı benim , annem bundan yoksundu;
sonradan beni m g i rd i ğ i m yol , ' karşı durma, karşı
durum takınma' yolu, ona kapalıyd ı . O, ters i ne, baş­
kaları ne diyorsa onlar g i b i düşünmek yol unu tuttu:
Son söz alan, son konuşan kimse, o hakl ıyd ı . Çok
okurdu; ama sağlam b i r belleği olduğu halde, he­
men her okuduğunu unuturd u: Kesin b i r b i l g i , kesi­
lip atı l m ı ş b i r düşünce, b i r kanış, i l eride, durumun,
kendis i ni kabul etmek zorunda b ı rakabiieceği yüz
seksen derecel i k dönüşleri , değişmeleri , olanaks ı z
kılard ı . Baba m ı n ölümünden sonra b i l e bu sakıntıyı
elden b ı rakmadı . O zaman, görüştüğü kimseler dü­
şüncelerine daha da uyan insanlar oldu. 'Bütüncü'
!ere karşı 'aydın' katali klerden yanaydı . Bununla
birl ikte ahbaplı k ettiğ i kişiler arasında görüş ayrı­
l ı kları vard ı . Ayrıca, yaşay ı ş ı m ı yanl ış b i r yol a sür­
müştüm ama b i rçok konuda düşüncelerim onun için
öneml iydi: Kız kardeşi m i n de, lione l ' i n de.. . B i ze
'akıls ı z görünmek'ten pek korkard ı . Böyl e l i kle, kafa­
s ı ndaki s is leri dağ ıtmadan sürdürdü, h i ç b i r şeye
şaşmadan, her şeye ' evet' d iyerek yaşadı . Son yıl·
larında b i r 'çeşit tutarlığa erişm işti ; ama duygusal
yaşamının en acılı döneminde bu yaşamı ussallaş­
tırmak için ne öğretis i , ne kavramları , ne de sözler
vardı . e l i ni n altında. Ürküntü lü ted irginliği bundan
i l eri geliyordu işte.

Kend i ne aykırı şeyler düşünmenin verim l i oldu­


ğu s ı k s ı k görü l müştür; ama annemin hali bambaş­
kayd ı : Onun yaşayı ş ı, kend isine aykırı düşüyordu.

41
içi istek doluydu ama bütün gücünü bu istekleri
bastı rmağa harcamış, bu yadsı maya öfkeyle katlan­
m ıştı . Çocukluğunda, bedeni', gönlü, kafas ı , i lkeler­
le yasaklardan örü lü bir koşumun içine s ı kıştı rıl­
m ı ştı . Kolanları n ı , kendi el iyle çekip iyice s ı kması
belletil mişti ona. Kanlı canlı , ateşli bir kadının var­
l ı ğı sürüp gidiyordu içinde: Ama eciş bücüş, sakat­
lanmış, kendine yabancı kesilm iş bir varlıktı bu.

42
Uyanı r uyanmaz, kız kardeşime tel efon etti m.
Annem gece l eyin kendine gelm i ş ; amel iyat edi ldiği­
ni b i l iyormuş, buna şaşm ış bir h a l i yokmuş pek. B i r
taksi çev i rd i m . Aynı yol , aynı ı l ı k , mavi güz, aynı
k l i n i k . . . Ama ş i m d i başka b i r öyküye g i riyordum :
N ekahat yerine, b i r can çekişme öyküsüne . . . Daha
önceleri buraya dümdüz, yans ı z saatler geçi rmeğe
gel iyord um ; i lgisizl i k içinde geçiyordum sal ondan.
Kapal ı kapı ların ardında ürkünç o laylar olup b i tiyor­
d u : H iç b i ri n i n kokusu çıkmıyordu ama. Bundan
böyle, bu ürkünç olayl ardan b i ri de, benim başım­
dan geçecekti. Merdivenden, e l i mden geld i ğ i nce
hızl ı , e l i mden g e l d i ğ i nce yavaş ç ı ktım. Ş i m d i kapıya
b i r yazı asmışlard ı : Ziyaretçi Kabul Edilmez, diye.
Odanın düzeni değişm işti . Yatak, b i r gün önceki gi­
b i , iki yanı açık duruyordu. Şekerler dalap iara s ı ra­
lanmı ştı, k i taplar da. Köşedeki geniş masanı n üze­
rinde artı k çiçek yok, şişeler, cam balonlar, deney­
kapl a r vard ı . Annem uyuyordu, b urnunda sonda yok­
tu , yüzüne bakmak eski si kadar üzücü olmuyor.du;
ama yatağın al tında, m ideye, barsağa bağlanm ış ka-

43
vanozlar, borular göze çarpıyordu. Sol koluna b i r se­
rum şişesi takılıyd ı . Artık tek b i r giysi yoktu s ı rtın­
da: H ı rka, çıplak göğsü i le omuzlarının üzerine örtü
gibi yayı lm ıştı . Sahneye yeni b i r kişi çı kmıştı : Özel bir
hemşire, b i r Ingres portresi kadar sevimli Bayan
Leblon; saçını mavi b i r başlı ğ ı n altına toplamı ştı,
ayakları ak kumaşiara sarı lıyd ı ; serum şişesini gö­
zetiyor, içindeki plazmayı eritmek i ç i n b i r cam ba­
lonu sallıyordu. Kız kardeşi m , doktorların . söyledi­
ğ i ne göre, ölümün birkaç haftalığına, belki de b i r­
kaç aylığ ı na ertelenm i ş olabi leceğ ini anlattı. Profe­
sör B . 'ye sormuş kardeşi m : ' H astalık başka b i r ye­
rine kol attığı zaman annerne ne söyleyeceğiz? -
Merak etmeyin. B i r şeyler buluruz. B i r şeyler her
zaman bulunur. Hasta da her zaman inanır s i ze.'

Öğledem sonra, annemin gözleri açı ktı ; konuşu­


yor, söyledi kleri ancak anlaşı labi liyordu ama aklı
başı ndaydı . 'Gördün m ü ? ' ded i m , ' Bacağını kırars ı n ,
s e n i apand is itten ameliyat ederler!' B i r parmağ ını
kald ı rd ı , b i raz da gurur duyarak: 'Apand isit deği l.
Pe-ri-to-nit', d iye f ı s ı ldad ı . Şu sözleri ekled i : ' Bere­
ket vers i n. . . burada olmam . . . - Benim burada ol­
duğuma m ı seviniyorsun? - Hayır, kend i m i n . . . '
Hastalı ğ ı peritonitti! Onu kurtaran da b u klini kte
yatmasıydı ! Aldatmaca başlıyordu. ' Ne iyi artık bu
sondayı taşı mamakl O kadar iyi ki!' Bir gün önce
karnını ş i ş i ren pisli kler boşaltı ldı ğ ı için artı k acı
çekmiyordu. iki kızı da baş ucunda bekleyi nce ken­
dini güvenlik içinde sanıyordu. Doktor N. i le Doktor
P. içeri g i rd i ğ i zaman, gözlerini yeniden kapamadan
önce, hoşnut b i r ses le : ' Beni yüzüstü bırakmadı lar',
ded i . Yorumlar yaptılar aralarında: ' l nanılır g i b i de­
ğ i l, ne kadar çabuk toparlanmış! M üthi ş b i r şey!'
Öyl.ı:ıydi de. Kan veri lm i ş , damardan damla damla

44
besin aktanımıştı birkaç kez; annemin yuzune renk
gelmiş, sağ l ı k l ı bir hal almıştı. B i r gün önce bu ya­
tağa seri lmiş yatan, acılar içi ndeki zavall ı nesne git­
miş, bir kad ın gelmişti yerine.
Anneme, Chantal ' i n getirdiği bul maca kitabını
gösterdim. Hemşireye dönerek m ı rı ldandı : ' Koca­
man bir Larousse sözlüğüm var, yenisi ; bulmaca
çözmek için aldımdı kendime.' Bu sözlük, son se­
vinçlerinden biri olmuştu ; almadan önce uzun uzun
sözünü etmişti bana; ne zaman o sözlüğe başvur­
sam , yüzü aydınlanırd ı . ' Getiririz onu sana', dedim.
' Geti rin ya. Yeni Oidipus'u da geti ri n , ikisine de ba­
karım . . .' Soluk verirken güçlükle çıkarabildiği söz­
leri dudaklarından devşirmelv zorunda kalıyorduk; bu
sözlerin anlaşılmasındaki güçlük, onları bir Tanrı ya­
nıtı gibi, şaşırtıcı kılıyordu. Anı ları , istekleri , tasa­
ları , zaman dışında dalgalanıyor; çocuksu ses i , ö l ü­
münün bugüne yarına beklenınes i , onları gerçek d ı­
şı, i nsanın yi.i[eğine işleyen düşler haline sokuyordu.
Çok uyudu; arada bir pipetten birkaç damla su
emiyor, hemş i renin ağzına bastırdığı kağıt peçete­
lere tükürüyordu. Akşam üzeri öksürmeğe başlad ı ;
onu yoklamağa gelmiş olan Bayan Laurent, s ı rtını
doğrulttu, masaj yaptı , balgam çıkarması na yardım
etti . O zaman annem ona dönüp candan gülümsed i :
Dört günden beri i l k gülümseyişiydi bu.
Poupette, geceleri klinikte kalmağa karar ver·
mişti : ' Babamı n , n inemin öldüğünü gördün sen; ben
o zamanlar uzaklardaydım', dedi bana, ' annemi ben
alıyorum üstüme. Hem, yanında kalmak da istiyorum.'
Kabul ettim. Annem şaştı : ' N iye burada kalmak iSti­
yorsun? -Amel iyat olduğu zaman Lion e l'in odası n­
da kalmıştı m geceleri : Her zaman böyl e olur. - Ha,
peki öyleyse! '

45
Eve döndüğümde ateşi m vard ı , grip ol muştum.
Aşırı sıcak klinikten Çıkı nca nem l i güz havası çarp­
mıştı ben i , soğuk alm ıştım ; yuttuğum . haplardan
· serseme dönmüş, yattım. Telefonun fişini çekme­
d i m ; annem her an göçeb i l i rd i , hekimlerin deyimiy­
le, ' mum g i b i' sönebi l i rd i ; kız kardeşimle, en ufak
b i r teh l i ke karşısında bana haber verecek d iye an­
laşmıştık. Telefonun z iliyle yerimden sıçrayarak
uyandı m : Sabahın dördüydü. ' B itmi ştir.' Atmacı tut­
tuğum gibi kald ırd ı m, yabancı b i r ' ses geldi kulağı­
ma: Yan l ı ş numaraym ış! Ancak gün sökerken uyu­
yabildim yeniden. Sekiz buçukta b i r z i l daha ; ken­
dimi teletona do_ğru attım : Ö nemsiz b i r konuşma.
Tiks i niyordum şu cenaze arabası renkli aygıttan :
'Anneniz kanser. - Anneniz sabaha çıkmaz belki.'
Bugünlerden biri nde kulaklarımda c ı rlayacak: ' B it­
ti ', d iye.
Bahçeden geçiyorum. Salona g iriyorum. i nsan
bir hava alanında sanabi l i r kend i n i : Alçacrk masa­
lar, çağcıl koltuklar, günaydı n ya da güle güle d iye­
rek kucaklaşan, öpüşen insanlar, bekleyen i nsanlar,
yol çantaları, torbalar, vazolarda çiçekler, uçaktan
inecek yolcuları karşı lamak içinmişçes in e mumlu
kağ ıda sarı l ı çiçek demetle r i . . . Ama yüzlerde, fısıl­
tı l arda,, şüphel i b i r şeyler sezinliyor i nsan. Ara ara,
dipteki kapıda tepeden tırnağa aklar giyinmiş bi r
adam beliriyor, terliklerinde kanlar. . . B i r kat yukarı
çıkıyorum. Sol umda, odaların açıldığı uzun b i r ge- ·

çenek, hemş i reler odas ı , hizmetçiler odas ı . Sağda,


·

dört köşe b i r giriş aralığı ; içinde arkal ı ksız b i r s ı ra,


üzerine beyaz bir telefon konmuş b i r yazı masas ı . Bu
aralı ğ ı n bir yan ı bir bekleme salonuna, öbür yan ı da
1 1 4 say ı l ı odaya açı lıyor. Ziyaretçi Kabul Edilmez. Ka­
pınlJl ardında kısa, dar b i r ara l ı k buluyorum: Solda,

46
sürgüsü, ördeği, pamukları, kavanozlarıyle, ayakyolu ;
sağda, annemin öteberisinin s ı ralandığı bir gömme
dolap ; tozdan kirlenmiş kırmızı saba h l ı k askıda,. ası l ı .
' B u sabahlığı b i r daha görmek b i l e istemiyorum.' İ kin­
ci kapıyı açıyo rum. Eskiden, bu yerlerden, gözüm
bir şey görmeden geçiyordum. Ş i mdi , ömrümün so­
nuna dek yaşayış ı m ı n bir parçası olacakların ı b i l i ­
yorum bunların.
' Çok iyiyi m: . dedi annem. M uzip bir sesle ek- �
le d i : ' Dün, doktorlar kendi a ralarında konuşurlarke n ,
dediklerini işittim ; müthiş b i r şey! d iyorlard ı .' Bu
söze bayıl ıyord u : i yi leşmesinin inancası n ı sağl ayan
büyülü bir form ülmüş gibi, yapma b i r ağı rbaş l ı l ıkla
s ık s ı k söylüyordu onu. Bununla birlikte, kendi n i pek
enez duyuyordu daha; en güçlü i steğ i , en ufak ça­
badan olsun kaçınmaktı. Bütün ömrünce, serum şi­
şesi yoluyle beslenme düşleri kuruyordu : 'Artık hiç
yemek yemeyeceğim. - Ne? Sen öyl e düşkünken bo­
ğazına bir � amanlar . . . - Hayı r. Artık h i ç yeme k"'ye­
meyeceğim.' Bayan Leblon, saçını taramak için e l i­
ne b i r tarakla b i r .fırça almıştı ; annem kes i n b i r ses­
le buyurd u : 'Saçımı kesi n ! ' Hep karşı durduk bu
düşünceye. 'Aman, yoracaksı nız ben i : Kesseniz e,
canı m ! ' Tuhaf b i r d i renişle bekin iyordu: Bt>yl e bi r
özveri hareketiyle kesin b i r dinginl iğe e rişme hak­
kını e lde etmek istermiş gibi . . . Bayan Leblon, ya­
vaşça, saçının örgüsünü çözdü, karnıakarış ı k saç..
larını açtı ; sonra ördü onları, gümüş renk l i örgüyü
annem i n başı çevresinde dolandı ra rak fl rketelerle
tutturdu; annemin gevşemiş yüzü şaşı rtıcı bir arı­
·

lığa kavuşmuştu yeniden. Leonarda da Vinci'nin çok


güzel bir yaşlı kad ını gösteren bir resm i geldi ak­
l ı ma : ' B i r Leonarda resmi kadar güzelsin', dedim
kendisine. G ü lümsed i : ' Pek de kötü değ i ld i m hani

47
eskiden.' B iraz gizli bir şey söylermiş gibi, hemşi­
reye : ' G üzel saçiarım vardı, ortadan ayı rır, kaşl arı­
mm üzerinden kulaklarıma doğru çekerek tarardım.'
Kendinden söz etmeğe başl ad ı : Nas ı l küçük bir ki­
tap l ı k görevlisi belgesi almış olduğunu, kitaplara
sevgisini anlattı . Bayan Leblon, bir yandan da bir
serum şişesi hazırl ıyor, karş ı l ı k veriyordu; _ bana
açıkladığına göre bu duru serum içinde g l i koz il e
tuzlar da vard ı . 'Tam bir kokteyl , deseniz e ', dedim.
Bütün gün ortaya attığımız tasarıtarla annemi
serseme çevirdik. Gözlerini kapayarak dinl iyordu
bizi . Kız kardeşimle kocası Alsace'da eski bir çift­
l i k evi satın almışlardı kısa bir süre önce; orayı dü­
zene koyacakl_ar, derleyip toparlayacakla rd ı . Anne­
me orada büyük bir oda verilecekti , tek başına ka­
labi leceği bir oda ; nekahet süresini orada doldura­
caktı . ' Uzun süre kalmam Lione l 'in canını s ıkmaz m ı
ama ? - N e münasebet? S ı ka r m ı hiç? - Evet, ora­
da sizleri ted i rgin etmem. Scharrachbergen'deki ev
pek küçüktü, s ıkıyordum sizi.' Meyrignac'tan söz aç­
tık. Annem i n gençl i k anıları gel iyordu aklına. Yıllar­
dan beri , oranı n nas ı l güzelleştiğinl bana hayranl ı k­
la betimlemiş, anlata anlata biti rememişti. Jeanne'ı
çok severd i ; Jeanne'ın Paris'te oturan, kliniğe s ı k s ı k
gelerek annemi yoklayan ü ç büyük kızı , güze l , taze,
şen kızlard ı : 'Benim torunum yok, o kızların da ninesi
yok', diye anlattı Bayan Leblon'a. 'Onlara ninel i k edi­
yorum ben de.' O uyuklarkan ben de bir gazeteye göz
attım ; gözlerini açınca sordu: ' Neler oluyor_ Saygon'­
da?' Anlattım neler olduğunu. B i r ara, yüzü gülerek, si­
tem yol lu : ' H ınzırca yapıl d ı bu amel iyat bana ! ' dedi ;
doktor P. içeri g iri nce de: 'işte cellat! ' d iye seslen­
di ama sesi gülüyord u . Doktor biraz kaldı annemin
yanrnda; kendisine: ' i nsan her yaşta öğrenir', deyince

48
annem, biraz ağ ırbaş l ı b ir sesle karş ı l ık verd i.: ' Evet
ya! Peritonit olduğum u öğrend i m .' Kendisiy le şaka­
laştım : ' Başkaları na hiç benzemiy orsun, Allah için!
Uyluk kemiğini onartınağa geliyorsun , peritonit ame­
liyatına yatı rıyorlar sen i ! - Doğru. Pek benzernem
başkalarına ! ' Günlerce, bu 'yan l ış l ı k' şakasıyle eğ­
lendi : ' Profesör B.'ye iyi bir oyun oynadı m doğru­
su. Uyluk kemiğ imden o amel iyat edecekti ben i .
B i r d e baktık k i Doktor P . , beni. peritonit amel iyatı­
na yatı rmış . . .
'

Bizim o gün içimize dokunan şey, hoş duyum­


ların en küçüğüne bile gösterdi ğ i d ikkat oldu : San­
ki yetmiş sekiz yaşı nda, yaşama muciz�sine yeni­
der; açı l ıyordu göz le ri . Hemşire yastıkları n ı düzel­
tirken, borulardan b i rinin madeni, uyluğuna dokun­
muş: 'Ah, seri nmiş! Ne güze l ! ' Kolonyanın, tal k
pudrasının kokusunu çekiyordu içine: 'G üzel koku­
yor.' Çiçek demetleriyle saksı ları n ı tekerlekli masa­
nın üzerine dizdirdi : ' Küçük k ı rmızı güller Meyri­
gnac'tan geldi. Meyrignac'ta gül ler açıyor hala' Pen­
cereyi örten perdeyi kaldırmamızı istedi, cam ı n ar­
kas ı ndaki ağaçların altın renkli yaprakları na baktı :
' G üzel bu! Benim evden bunu göremezdim ! ' Gülüm­
süyordu. Kız kardeşimle ben aynı şeyi düşünmü­
şüz o zaman: M i nicik çocuklarken gözlerimiZi ka­
maştıran gül ümseyiş i , genç biı- kad ı n ı n ı ş ı l ı ş ı l gü­
lümseyişini görüyorduk gene. Araya g i ren yı l l arda
ne ol muştu bu gülümseyişe?
Poupette, ' B i rkaç gün olsun, böyle, mutluluk
duyabilirse, onu biraz daha yaşatmağa çal ı ş mamız
bir işe yaramış olacak' , dedi bana. i yi ama, us pa­
hası ne olacaktı bu hareketin?
Ertesi gün, ' b i r ölü odası bu', d iye düşündüm .
Ağır b i r mavi perde peııcereyi tamamıyle kapatıyor-

49
du. (istor bozuktu, indirilemiyordu; ama daha ön­
celeri ı ş ı k annemi ted irg in etmiyordu.) Annem ala­
ca karanlıkta, gözleri yumulu yatıyordu. Elini elime
aldım, m ı rı ldand ı : 'Simone bu! Ama göremiyorum
seni ! ' Poupette gitti, ben de b ir polis romanı aldım
elime. Ara ara annem içini çekiyordu: 'Akl ı m ba­
ş ı mda değil.' Doktor P.'ye yakındı : 'Komadayım.
- Komada olsanız, olduğunuzu b il mezd iniz.' Bu kar­
ş ı l ı k annemi yüreklendird i . Az sonra, derin düşün­
celere dal mış gibi bir halle, 'Ağ ı r bir ameliyat ge­
çirdim', dedi bana; 'ağır amel iyatlı bir hastayım.'
B u sözlerini destekledim, daha çoğunu bile söyle­
dim, yavaş yavaş tasası dağ ı l d ı . ' Dün akşam', gözle­
ri 'açık olduğu halde' , düş gördüğünü aniatmağa
başlad ı : 'Adamlar varm ı ş odada, mavi ler giymiş, kö­
tü adamlar; bun i ar beni götürmek, bana kokteyller
içirmek istiyorlarm ış. Kardeşin kovalamış sonra on­
ları . . . ' Bayan Leblon'un hazırlad ı ğ ı karışım dolayı­
sıyle kokteyl sözünü ben etmiştim ; Bayan Leblon'­
un başında mavi b ir başl ı k vard ı ; adamlarsa, anne­
mi ameliyat odası na götürmüş olan erkek hastaba­
kıcılard ı . ' Evet. Öyle olsa gerek . . . ' Pencereyi açma­
mı istedi bende n : 'Serin hava, ne güzel şey ! ' Kuş­
lar öttü, kendi nden geçecek gibi oldu: 'Ah, kuşlar! '
Yanından ayrı lmadan önce de, 'Tuhaf', dedi bana,
'Sol yanağı mda sarı bir ışık duyuyoru m . Yanağı mda
sarı bir kağıt varmış gibi bir şey. Sarı bir kağıttan
geçen güzel b i r ış ık: Çok hoş bir şey bu.' Doktor
P.'ye sordum: 'Amel iyatın kendi, başarı l ı oldu m u ?
- Barsakl a r yeniden işlerneğe başlarsa, o zaman
amel iyat başarı l ı olmuş demektir. i ki üç gün içinde
anlarız bunu.'
Doktor P.'ye yakı nlı k duyuyord u m . i nsanlara te­
peden bakmıyor, annemle, b ir insanla nas ı l konu-

so
d
şu l ursa, öy l e konuşuyo r. soru l arına yüksünme en,
gönül hoşluğuy le karşıl ı k veriyordu . Buna karş ı l ı k,
Doktor N . i l e hiç sevi şmiyordu k. Zarif, sporcu d i na­
mik, teknik del isi b i r adamdı ; annemi candan b i r is­
tekle diriltmeğe bakıyordu : Ne var ki onun gözünde
annem bir i nsan değ i l , i lginç bir deneyim konusuy­
du. Korkutuyordu bizi bu adam. Annemi n , altı ayd ır
komada yaşatılan yaş l ı b i r akrabası vard ı . ' Beni de
böyle yaşatıp durmalarına izin vermezsiniz, umarım ;
korkunç bir şey bu ! ' demişti bize. Doktor N . rekor
kırmağı akl ına koyacak olursa, teh l i ke l i b i r hasım
çıkardı ortaya .
Pazar sabahı Poupette, büyük b i r üzüntü içinde:
'Annemi, bir şeyler yapmak için uykusundan uyan­
dırdı , üstel i k sonuç da alamad ı ', ded i . ' N iye acı çek­
tiriyor ona sanki ?' N .'nin yolunu kestim: Kendi l iğ i n­
den hiç bir zaman konuşmazdı benimle. Yalvardı m
bir daha: 'Acı çekti rmeyin ona.' �amusuna dakunui­
muş g ibi bir sesle karş ı l ı k verdi gene : 'Acı çektir·
miyorum ona. Ne yapmam gerekiyorsa onu yapıyo­
rum.'
Mavi perde yukarı kaldırı lmıştı , oda daha az
loştu. Annem kara gözlük ald ı rm ıştı kendine. i çeri
g irdiğimde gözlüğü çıkard ı : ' Şükür! Bugün seni gö­
rüyorum ! ' iyi d uyuyordu kend i n i . Rahat b i r sesle
sordu: ' Baksan a Simone, bir sağ yan ım var m ı be­
nim? - O nas ı l söz, öyle? El bette var. - Tuhaf
doğrusu; dün, iyi görünüyorsunuz, d iyorlardı bana.
Ama yalnız sol yan ı mdan iyi görünüyordum. Ö bür
yanım boydan boya kül rengi gibi gel iyordu bana.
Sağ yanım kal mamış g ibiyd i sanki , i kiye bölünmüş­
tüm. Ş i mdi yen iden bir araya gelmiş gibiyim blr
parça.' Sağ yanağına dokundum : ' D uyuyor musun
e l i m i ? - Duyuyorum ya, düş içi ndeymi ş g i b i .' Sol

51
yanağına dokundum : ' B a k, bu gerçe k işte ! ' dedi b a­
na. Kırıl mı ş uyl uk -kemiği, yara, yara tımarı , sonda­
lar, damardan besin akta rı m ı , her şey sol yanda
olup bitiyordu. Ö bür yanı artık yokmuş gibi gelme­
si bundan mıydı acaba? ' Gerçekten pek iyi görünü­
yorsun', dedim kesin b i r ses l e ; ' Doktorlar senden
pek memnunlarmış. - Hayır, Doktor N. memnun
değ i l : Yel l eneyim d iye tutturuyor.' Kendi kendine
gülümsed i : ' Bu radan çıkınca kendisine bir kutu çu­
kulata l ı 'crotte ' ( 1 ) yaptı rıp göndereceğim.'
Şişirme şi lte �erisine masaj yapıyordu, bir
çemberle yukarıda tutulan çarşafların değmedi ğ i
d izleri arasına ufak yastı klar yerleşti rilmişti ; b aşka
bir aygıt, topuklarının, _ara çarşafına değmasini ön­
lüyordu : Gene de yatalak yaraları kap lamağa başl ı ­
yordu gövdesi n i . Kalçaları , eklem rahatsızlığ ı ndan
kötürümleşmiş, sağ kolu yarı yarıya sakat, sol kolu
serum ş i şesi ne perçinli hal iyle, en ufak bir devime
g i ri şemezd i . ' Kaldır beni biraz', d iyordu arasıra. Yal­
nızkan buna cesaret edemiyord u m . Çıplakl ığı beni
tedi rg i n etmiyordu: Annem değ i l d i o a rtık, ö l üm ce­
zasına çarpı l m ış , işkence edilmiş, zava l l ı b i r gövdey­
d i . Bununla birlikte, gözümün önüne h i ç getireme·
d iğ i m halde, sargı bezlerini n altında sezdiğim kor­
kunç giz, gözümü y ı ld ırıyord u ; canı n ı acıtmaktan
korkuyordum. O sabah kendisi ne bir daha tenkıye
yap ı lması gerekiyordu, Bayan Leblon yardımımı is­
ted i . Nem l i , mavi leşmiş bir deriyle kap l ı bu iskele­
ti koltuk a ltlarından kavradı m . Annem b i r yan ına ya­
tı rıldığı zaman yüzü kas ı l ıyor, bakışları kayıyor, ço·
cuk vıyaklaması gibi b i r ses çıkarıyord u : ' Düşece-

(1) Crotte. bir çeşit çuku l a ta l ı şekerleme n i n adı olduğu kadar


' ,

koyun, keçi gibi hayvan l a r ı n d ı ş k ı s r n a da verilen addır.

52
(ıl ın.' Düşüşü gel iyordu akl ı na. Baş ucunda ayakta
duruyor, onu tutuyor, kaygısını dağıtıyordwın .

Yeniden sırt üstü yatırdık, yastıklarına iyite


yorleştirdik. Biraz sonra haykırd ı : 'Ye l l endiın ! ' Az
duha sonra : ' Çabuk! Sürgüyü veri n ! ' dedi. Bayan
Leblon 'la kızı l saçl ı bir hemşire onu sürgünün üze·
rine yerleştirmek istediler; annem bağı rd ı ; acı l ı
etiyle ınadenin sert parıltısını görünce onu bıçak
ağızları üzerine yatırıyorlarınış gibi geldi bana. i ki
kad ın bekiniyor, onu çekiştirip duruyordu; kız ı l s&ç·
lı s ı annerne sert davranıyor, anneınse, gövdesi acıy·
la gerilmiş, bağı rıyordu. 'Aman! B ırakın onu ! ' d iye
seslendi m. Hemşire l erle birlikte dışarı çıktı m : 'Ne
yapa l ı m ! Çarşafların içine yapıversin. - Aman efen·
d i ın', d iye karşı durdu Bayan Leblon, 'o kadar gurur
k ı rıcı bir şeydi r ki! Hastalar bundan pek fena uta­
nı rlar. - Hem üstü ıslanacak, yatalak yaraları ıçın
pek kötü bir şey', dedi kızı l saçl ısı. 'Altını hemen de·
ğiştirirsiniz.' Annemin yanına döndüm : 'Şu kızı l saç­
I ı sı var ya, pek kötü yürekl i', d iye çocuksu sesiyle i n·
l ed i . Büyük bir üzüntü içinde, 'Kendimi o kadar da
nazlı sanmıyordum doğrusu', diye ekledi . ' Değilsin',
ded i m . Arkası ndan, söyledim : 'Sen de rahatına bak,
surgusuz yapıver ış ı n ı : Çarşafl arını değiştirirler,
güç bir i ş değ i l ki. - Evet', d iye karş ı l ı k verdi sözü·
me; kaşları çatı lmış, yüzü azi m l i , meydan okurca­
s ı na konuştu: ' Ö lüler pekala çarşafların içine ya­
parlar.'

Ağzım bir karış açıldı. 'O kadar gurur kırıcı bir


şeyd i r ki .. . ' Her yanı kibirli alıngan l ıklarla korun·
muş olarak ömrünü geçirmiş annemse, şuncacı k
utanç duymuyordu. Tinselciliği özenti l i olan b u i n·
sanın, hayvan yanımızı böylesine b ir kararlı l ıkla ka·

53
bul etmesi , beni msemesi, b i r çeşit yürek pekliğiydi
ayn ı zamanda.
Altın ı değiştird i l er, s ildi l e r, kolonya i le ovdu­
lar. G ereği gibi atmadığı üreyi , sanırım, yok etmeğe
yarayacak, oldukça acıtıcı b i r iğnenin yapı l ması sa­
ati gelmişti şimd i . O kadar halsiz görünüyordu ki
Bayan Leblon duraksadı : 'Yapın', dedi annem. ' Ma­
dem iyi l i ğ i m için . . . ' Gene b i r yanı na çevi rd ik; onu
tutuyor, şaşkı n l ı ğ ı n , yürekl i l iğ i n , umudun, kaygı n ı n
karıştığı yüzüne bakıyordum. ' M adem iyiliği m i ç i n . . .'
I yileşrnek için. Ö lmek için. B irinden, b i ri l erinden,
bağışlanmak d i lemek geliyordu içimden.
Ertesi gün öğrendiğime göre, o günün öğleden
sonrası iyi geçmiş. Genç bir erkek hastabakıcı gel­
miş Bayan Leblon'u ri yerine. Poupette, anneme : 'Bu
kadar genç, bu kadar hoş b i r bakıcı bulmuşsun , ya­
kınamazsı n artık! ' demiş. ' Evet', demiş annem, 'gü­
zel erkek. - Erkekten de anlarsı n han i ! - Yok ca­
n ı m ! O kadar da değ i l ' , sesi nde b i raz özlem varmış.
' Nasıl ? Yerindiğin b i r şeyler m i var? - Va, ya! Ve­
ğeni m i n kıziarına söylüyorum hep: Yavrularım, gün­
lerinizi boşuna harcamayın. - Seni niye bu kadar
sevdiklerini anl ıyorum. Ama kıziarına böyle b i r şey
söylemezdi n herhalde?' O zaman annem, sesi an­
sızın sertleşerek: ' Kızlarıma m ı ? Hiç b i r zaman söy­
lemezd i m ! ' Doktor P., ertesi gün ame l iyat edece ğ i ,
ameliyattan korkan, seksen yaşında b i r hastasını
annemin yan ına getirm i ş : Annem, kend i durumunu
örnek göstererek, adamı bir güzel azarlamış.
Pazartesi günü, bu işi eğlencel i bulmuş gibi bir
hal l e : ' Beni tanıtma işlerinde kul l an ıyorlar artık', de­
d i . Sordu sonra 'Sağ yan ı m yerine gelmiş m i ? Ger­
çekten b i r sağ yanım var m ı ? - Tabii ya, baksan
a yüzüne', dedi kız kardeşi m . Annem, aynaya, i nan-

54
ınnz, sert, kurumlu bir bakış l a d ikti gözlerin i : ' Ben
ı ı ı lylm bu? - Tabii ya. Pekala görüyorsun, yüzünün
ti'ıınli yerinde duruyor. - Kül gibiyim, baksan a ! -
Iş ıktan öyle görünüyor. Yüzün pembe pembe.' Ger­
çekten de pek iyi görünüyordu. Bununla birl i kte Ba­
yan Leblon'a g ü lümsediği zaman: ' Bakın', dedi, ' bu
kez size ağz ı ının tümüyle gülümsedim. Eskiden an­
cak yarım b i r gülümsernem vardı .'

Öğleden sonra gülümsemiyordu artık. Ü st üs­


te, hem şaşkı nlıkla hem kınar gibi, yineledi : ' Ken­
dim i aynada görünce öyle çirkin buldum k i ! ' Bir ge­
ce önce serum şişesinde b i r şeyler bozulmuştu; bo­
ruyu çekmek sonra yeniden damara takmak gerek­
m i ş t i ; gececi hemş i re iğneyi birkaç kez sokup ç ıkar­
mı ştı damarı buluncaya dek; sıvı derin in altına ak­
mış, annemin çok canı yanmıştı . Davul gibi olmuş,
morarmış kolunu s ı kı sıkı sarmışlardı sargı larla.
Şimdi aygıt sağ koluna takılıyd ı ; yorgun damarları
serumu, çok zorlanmadan, kabul ediyordu; ama plaz­
ma inletiyordu onu. Akşam üzeri yüreğine bir sıkı n­
tı g i rd i : Geceden , yeni bir kazadan, acı çekmekte n
korkuyordu. Yüzü kası lmış, yalvarıyordu : 'Serum ş işe­
sine aman d ikkat edin ! ' O akşam da, bir daha, artık
tedi rg i n l i kten, acıdan başka bir şey olmayan bir · d i­
rimi n akıtı ldığı koluna bakarak, kendi kendime sor­
dum: ' N iye bütün bunlar?'

Klinikte, olup bitenler üzerine fazla düşünrneğe


vaktim yoktu. Annemi n tükürmesine yard ı m etme­
liyd i m , su içirmel iydim ona, yastıkların ı ya da saçı­
nın örgüsünü düzeltmeliydim, bacağı n ı n yerin i de­
ğiştirmel iydim, çiçekleri n i sulamalı , penceresi n i aç­
mal ı , kapamal ı , kendisine gazete okumalıyd ı m , so­
ru larına karş ı l ı k vermel iydim, siyah, i nce b ir kayta-

55
n a ası l ı , gogsunun üzerinde duran saatin i kurmal ıy­
dım. Bu bağ ı m l ı l ıktan hoşlanıyordu annem, durg u
durak bilmeden i lgimizi istiyordu. Ama evime dön­
d üğüm zaman, bu son günlerin bütün üzüntüsü, bütün
yılgısı omuzlarıma çöktü. Beni de bir kanser yeyip
bitiriyordu : Pişmanl ı k acı s ı . 'Ameliyat ettirmeyin sa­
kın.' Bense hiç b ir şeyi önlemem işti m . Hastaları n ,
uzun süre büyük acı çektiklerini gördüğüm zaman­
lar, yakın ların ı n durgunluğu karşısında s ı k s ı k öfke­
ye kapı lm ıştım: ' Ben olsam, ö ldürürdüm onu. ' Oysa
i l k sınavda yelkenleri suya i nd i rmişti m : Top lumsal
ahlaka yen i l m i ş , kend i ahlakımı yads'ı'm ışt!ım . ' Ha­
yır', demişti bana Sartre, ' tekniğe yeni ldiniz: Başka
türlü de olamazd ı bu.' Gerçekten de öyl e. Uzmanla­
rın tanısı, i leri si için tahmini eri, kararları karşı s ı n­
da güçsüz, çaresiz kala ri i nsan, bir d i ş l i çark düze­
nine kıs ı l ıp ka lmıştır. Hasta hekimlerin mal ı olmuş­
tur: A l ı n onu el lerinden güven iyorsanız kendinizel
Çarşamba günü bir tek seçi m durumu vard ı : Ya
ameliyat yap ı l ı rd ı , ya da eziyet çekmemesi için an­
nem öldürülürdü. Kal bi sağlam, iyice canlandırıl m ı ş
d a olduğu için, kadın barsak tıkanmasına uzun s üre
dayanır, cehennem azabı çekerd i ; hekiml er, eziyet
çekmemesi için öldürülmesini kabul etmezlerd i çün­
kü. Sabahın altısı nda orada bulunmuş olma�n gere­
kird i ayrıca. Ama o zaman b i l e N .'ye ' B ı rakın da
kendi l iğ i nden ölsün', derneğe cesaret edecek m iy­
d i m ? ' i şkence etmeyi n ona', �iye yalvardığım za­
man derneğe getird iğim buyd u ; o ise, ödevleri n i
iyi b il en bir adamın büyüklenişiyle terslemişti be­
n i . Bana: 'Onu, belki de yıl lar sürecek b i r yaşayış­
tan yoksun kıl ıyorsunuz' , d iyeceklerd i . Ben de bu
bu dediklerine boyun eğmek zorundayd ı m . Böyle
düşünüyordum ama bu düşünce düzeni içimi yatış-

56
tı rınıyordu. Gelecek, içi me büyük bir korku sal)yor­
du. On beş yaşıındayken Maurice arncam mide kan­
serinden ölmüştü . Günlerce: 'Vurun ben i . Tabanca­
mı verin. Acıyın bana', diye acı acı haykı rdığını an­
latın ı şlardı bana. Doktor P. sözünde duracak mıy­
d ı ? 'Acı çekıneyecek' demişti . Ö lümle işkence ara­
sında bir yarışına başlam iştı . Sevdiğiniz bir insan
size : 'Acı bana ! ' diye haykırınış, bu haykırısı boşa
gitınişse, arkasından nas ı l yaşayab il ir, bu yaşayışı
nasıl kabullenebi l i rsi niz? Buydu kafaındaki soru.
Bu yarış ı ölüm kazansa bile, ne ti ksindirici bir
yutturınacaydı bu! Annem bizi yanı başı nda sanıyor­
du ; oysa biz, şimdiden onun öyküsünün öte yan ına
1
geçıni şti k. Her şeyi bilen kötücül bir cindiın ben ;
elindeki kağ ıdı görüyor, oyunun içyüzünü bi l iyor­
dum ; o ise, pek uzaklarda, insan yalnızl ığı içerisin­
de çabalaınaktayd ı . i yi leşrnek için bütün gücüyle
gösterdiği çaba, sabrı , yiğitl i ğ i , her şey, bi r aldat­
ınacaya alet edi lmişti. Çektiğ i acı ların hiç birinin kar­
ş ı l ı ğ ı n ı göreıneyecekti . Yüzü gözümün önüne gel i­
yord u : ' Madem iyi liğiın için.' Sorum l usu olmadığım
halde, benim olan, hiç bir zaman da bağ ışlataınaya­
cağ ıın bir günahın, umutsuzluk içinde, cezası n ı çe­
kiyorduın.
Annem geceyi rahat geçirmişti ; hemşire, ne
kadar tedirgin olduğunu gördüğü için elini elinden
bı rakınaın ıştı . Onu incitıneden altına surguyu sür­
ınenin yolunu bulmuşlard ı . Yerıiden yemek yeme­
ğe başl ıyordu, yakında daınardan besin aktarırnma
son veri lecekti . 'Bu akşam son verin! ' diye yalvarı­
yordu. ' Belki bu akşam, belki yarın', diyordu N. Bu
koşul lar altında, başında bir hemşire geceleri onu
gene bekleyecek ama kız kardeşim, arkadaşlarında
kalacaktı. Doktor P.'ye danıştıın . Ertesi gün Sartre,

57
uçakla Prag'a gidecekti ; ben de onunl a gitse m iy­
dim? ' Her an, her şey olabilir. Ama bu durum ay­
larca da süreb il ir. Beklersek hiç b i r zaman gideme­
yiz. Prag, Paris'ten bir buçuk saatli k yolda, telefon
etmek de kolay.' Annerne bu tasarıdan söz açtı m .
'A el bet! Gidiver. Sana ihtiyacı m yok', ded i . Gidi­
şim, teh l i kede olmadığına büsbütün i nandı rıyordu
onu: ' Beni nerelerden döndürdüler! Vetmiş sekiz
yaş ımda peritonit! Allahtan burada yatıyormuşum !
A l lahtan beni uyluk kemiğimden amel iyat etmemiş­
ler! ' Sargı larından kurtulan sol kolunun şişliği biraz
i nm işti . Özen li bir halle elini yüzüne götürüyor; bur­
nunu, ağzı n ı yokluyor, denetl iyord u : ' Gözlerim, ya­
naklarımın orta yerinde, burnumsa, iyicene çarpıl­
mış, yüzümün en altı ndaymış gibi gel iyordu bana.
Tuhaf bir şey .. . '
Annem kendini gözlem altınd-a tutmağa alışık
deği ld i . Şimdi, gövdesi , kendini zorla kabul ettiri­
yordu ona. Bu safrayla, artık bulutlar arası nda süzü­
lüp durmuyor, benim gücüme gidecek şeyler artık
hiç söylemiyordu. Boucicaut'yu anmas ı, koğuşta yat­
mak zorunda kalan hastalara acımak içind i . Kendi le­
rini sömüren yönetmen l iğe karşı hemşirelerden ya­
na çı kıyordu. Durumunun ağırlığına karşın, her za­
man göstermiş olduğu ölçül ülükten ayrı lmıyor, vaz
geçmiyordu. Bayan Leblon'u çok çal ıştırmaktan, u ğ­
raştırmaktan korkuyor, kaygı lanıyordu. Teşekkür
ediyor, özür d il iyordu: 'Yazı k değ i l m i , yaş l ı bir ka­
dına harcanan bunca kana; oysa n e gençlerin buna
ihtiyacı olabi l ir! ' Vakti mi aldığı için kendini suçl u
görüyordu: 'Senin yapacak işlerin var, oysa bura­
da saatleri e vakit harcıyorsun : Ü zülüyorum buna ! '
Sesinde bi raz gurur, ama biraz d a yerinmeyle: 'Za­
val l ı kızlarım ' , diyordu, 'sizi de amma çok üzdüm .

58
uçakla Prag'a gidecekti ; ben de onunla gitse m iy­
d i m ? ' Her an, her şey olabilir. Ama bu durum ay­
larca da sürebil ir. Beklersak hiç b i r zaman gideme­
yiz. Prag, Paris 'ten bir buçuk saatli k yolda, telefon
etmek de kolay.' Annerne bu tasarıdan söz açtı m.
'A e lbet! Gidiver. Sana ihtiyacı m yok', ded i . G idi­
şim, tehl i kede olmadığına büsbütün i nandırıyordu
onu: ' Beni nerelerden döndürdüler! Vetmiş sekiz
yaşımda peritonit! Allahtan burada yatıyormuşum !
A l lahta !l beni uyluk kemiğimden ameliyat etmemiş­
ler! ' Sarg ıl arı ndan kurtulan sol kolunun şişli ği biraz
i nm işti. Özen l i bir halle elini yüzüne götürüyor; bur­
nunu, ağzını yokluyor, denetl iyordu : ' Gözleri m , ya­
nakları mı n orta yerinde, burnumsa, iyicene çarp ı l­
mış, yüzümün en altındaymış gibi gel iyordu bana.
Tuhaf bir şey . . . '
Annem kendini gözlem altında tutmağa alışık
deği ld i . Şimdi, gövdesi , kendini zorla kabul ettiri­
yordu ona. Bu safrayla, artık bulutlar arasında süzü­
lüp durmuyor, benim gücüme gidecek şeyler artık ·

hiç söylemiyordu. Boucicaut'yu anması , koğuşta yat­


mak zorunda kalan hastalara acımak içind i . Kendi le­
rini sömüren yönetmen l iğe karşı hemşirelerden ya­
na çıkıyordu. Durumunun ağırl ığına karşın, her za­
man göstermiş olduğu ölçü l ü lükten ayrılmıyor, vaz
geçmiyordu. Bayan Leblon'u çok çalıştırmaktan, uğ­
raştırmaktan korkuyor, kayg ılanıyordu. Teşekkür
ediyor, özür d i l iyord u : 'Yaz ı k değ i l mi, yaşl ı bir ka­
d ı na harcanan bunca kana; oysa ne gençlerin buna
i htiyacı olabi l i r ! ' Vaktimi aldığı için kendini suçlu
gôrüyordu: 'Senin yapacak işlerin var, oysa bura­
da saatleri e vakit harcıyorsun: Ü zül üyorum buna ! '
Sesinde biraz gurur, ama biraz da yerinmeyle : 'Za­
val l ı kızlarım', diyordu, ' sizi de amma çok üzdüm .

58
çok iyi ', diye karş ı l ı k vermişti annem, 'yalnız, onu
hemen bugünlerde gidip görmeği canım istemiyor
doğrusu.' Beng i l i k, bengi d irim, şu yeryüzünde öl­
mek anlamına gel iyordu; annemse ölmeği kabul et­
miyordu. Tabii, çevresindeki sofular, annemin istek­
lerine karşı geldiğimizi düşünüyorlard ı ; bizi b irta­
kım oldubitti lere getirrneğe yeltendiler. Kapıda Zi·
yaretçi Kabul Edilmez yazısı durduğu halde, kız kar­
deşim b i r sabah, açılan kapının arkasında bir papaz
cüppesi görmüş ; hızla gidip, içeri girmesini önle­
miş: ' Ben Rahip Avri l . Dost olarak geliyorum. - Na­
s ı l gel i rseniz gelin. S ı rtınızdaki giysi annemi korku­
tab i l ir.' Pazartesi günü kapı gene zorlanm ı ş : Bayan
de Saint-Ange'ı g iriş aralığına doğru sürükleyerek
götürürken: 'Annem kimseyi kabul etm iyor', dem iş
kız kardeşim. ' Öyle olsun. Ancak sizinle son derece
öneml i b i r konuyu görüşmem gerek: Annenizin ka­
nışlarını, i nançlarını b i l iyorum . . . - Onları ben de
bil iyorum', demiş kız kardeşim, soğuk b i r sesle. 'An­
nemin aklı tamamıyle başında. B i r papazla konuşmak
dilediği gün, onunla konuşacaktır.' Çarşamba sabahı
Prag uçağına bindiğim ana dek, annem papazl a gö­
rüşmeği dilemem işti .

60
Ö ğl eyi n telefon etti m. Poupette sesimi o kadar
ıyı işitiyordu ki ' G itmedin demek! ' dedi bana. An­
nemin durumu çok iyiymiş; perşembe günü de öy­
l e ; cuma günü, bu kadar uzaktan telefon etmemden
ötürü gu ruru okşanmış, benimle konuştu annem. Bi­
r m kitap okuyor, bulmaca çözüyormuş. Cumartesi
günü telefon edemedim. Pazar akşamı , saat on bir
buçukta, D iato'ların numaras ı n ı arattım. Telefonun
bağlanmasını odamda beklerken b ir telgraf getirdi­
ler: 'Annem pek yorgun .. Döneb i l i r misin?' Francine,
Poupette'in klinikte yattığını haber verdi . Az sonra
onunla konuşuyordum telefonda : ' Korkunç b i r gün
geçirdik', ded i . 'Aralıksız, annemi n elini elimde tut­
tum ; yalvarıyordu hep : B ı rakma beni , gitmeyeyim.
Simone'u b i r daha göremeyeceğim, deyip duruyor­
du. Şimdi equan i l verd iler, uyuyor.'
Ertesi gün saat on buçukta kal kan uçakta bana
lıir yer ayırtılmasını kapıcıdan istedim . Söz veril­
ı ı ı i şt i b i rtakım yerlere, Sartre b ir iki gün daha bek­
lcnıemi salı k veriyordu : Olacak şey değ il d i. Anne­
ı ı ı i ölümünden önce b i r daha görrneğe pek öyle can
�ı tıyor değ i l d i m ; ama onun beni bi r daha görmeye-

61
ceği düşüncesine kat l anmak o l ana ksızd ı . An ı d i ye
bir şey kalmayacağına göre, b i r ana bu kadar önem
vermek niye? Gönül onarımı diye bir şey de olma ·
yacaktı . Can çeki şen b ir i nsanı n son anlarına, saltı­
ğın sığdırı labi leceğini, kendi hesab ı ma. kemi kleri­
min i l iğine dek anlad ı m .
Pazartesi günü b ir buçukta , 1 1 4 sayıl ı odaya
g i rd i m . Geleceğimi haber alan annem, bu dönüşü
tasarılarıma uygun sanıyord u . Kara gözlüğünü çıkar­
d ı , bana gülümsed i . Yatıştırıcı i l açların etkisinde,
bir esenlik duygusu içi ndeyd i . Yüzü değişmişti ; ben­
zi sararın ıştı ; sağ gözünün altında, burnu boyunca
inen şiş bir kıvrım vard ı . Buna karş ı l ı k, masaların
hepsinin üzerinde çiçekler duruyordu yeniden. Ba­
yan Leblon gitmişti ; damla damla besin aktarımına
son verildiği için annem özel bir hemşireyi gerek­
semiyordu. Gittiğimin akşamı Bayan Leblon iki saat
sürecek olarr b ir kan aktarım ı na girişmiş: Aşırı ça­
l ıştırı lmış damarlar, kana, plazmaya göre daha da az
dayanabi l iyormuş. Beş dakika boyunca annem hay­
kırmış durmuş. ' Kesin artık ! ' demiş Poupette. Hem­
ş i re yanaşmayacak olmuş: ' Doktor N . ne der sonra ?
� Bütün sorumu üzerime al ıyorum.' Gerçekten d e
N . pek öfkelenmiş: 'Yaranın kapanması daha uzun
sürecek.' Oysa yaranın kapanmayacağını pek güzel
bil iyord u ; içinden barsağın boşaldığı bir akarca mey­
dana gelmişti : Yeni bir tıkanmayı önleyen de buydu ,
çünkü barsak hareketi durmuştu . Annem ne kadar
dayanabi i i rd i daha? Yapı lan çözüm lernelere göre ur,
son derece azgın bir sarkomdu, örgenl iğin her ya­
nına yayı lmağa başlamıştı ; bununla birlikte, anne:·
m in yaşından ötürü , evrimi oldukça uzun süreb il ird i .
Annem son i k i günün olaylarını anlattı bana.
Ctımartes i günü Simenan'un bir romanına başlamış,

62
bulmacalarda Poupette'i yenmişti . M asas ı n ı n üze­
rinde gazetel erden kestiği bulmacalar yı ğ ı l ıyordu.
Pazar günü, boğazından b i r türlü geçmeyen b i r pa­
tates ezmesi yemişti öğle yemeğinde (gerçekte, onu
kırıp geçiren , hastalığın kol atmas ı n ı n başlamasıy­
d ı ) ; arkası ndan, uykuya dalmadan, uzun b i r karaba­
sana uğramıştı : ' B i r del iğin üzerinde, mavi bir çar­
şafın içindeymişim, kız kardeşi n tutuyormuş çarşa­
fı, yalvarıyormuşum ona: B ı rakma ben i , del iğe düş­
meyeyim . . . - Tutuyorum , düşmezs i n ' , d iyormuş
Poupette. Geceyi , b i r koltukta oturarak geçirmişti ;
her zaman kardeşimin uykusunu kendine tasa edi­
nen annem, ona: ' Uyuma', diyormuş, ' bırakma ben i ,
.
gitmeyeyim. Uyuyaka l ı rsam uyand ı r ben i : Uyurken
gitmeme meydan verme, bırakma beni.' Kız kard eşi­
min anlattığına göre annem bir ara, bitki n , gözleri­
ni kapamış. Ell eri çarşafları pençeler gibi olmuş,
hece hece söyleyerek: 'Yaşamak! Yaşamak! ' demiş.
Kendisini bu bağucu kaygılardan kurtarmak için
hekimler equanil haplarıyle iğneleri yazmışlar: An­
nem, doymazcası na, isteyip duruyormuş bunları . B ü­
tün gün keyfi pek yerindeyd i . i zlen i m lerinin tuhaflığı
üzerinde uzun uzun durdu, konuştu: 'Karşımda beni
yoran bir yuvarlak vard ı . Kardeşi n görmüyordu onu.
Ona, ört şu yuvarlağ ı , gözden sakla, d iyordum. O
ise yuvarlak falan görmüyordu.' Pencerenin söve
pervazına çakı l ı ufak bir maden yaprakmış bu gör­
düğü; çok şükür, artık onarıl m ı ş olan istoru bi raz
indirerek örtmüşlerdi onu. Chantal'le Catherine gel­
di ler; annem sevi nçle bize dedi ki: ' Doktor P . akı l­
l ıca davrandığımı söyled i ; akı l l ı ca davranmış ını her
şeyde: Ameliyattan sonra, sağl ığını düzel irken uy­
luk kemiğim de kaynıyormuş.' O akşam, b i r gece
öncesi gözünü hemen hemen kırpmamış olan kız

63
kardeşi m i n yer i ne annemin başında ben bekleyeyim
dedim ; ama annem ona al ışm ıştı ; Lionel'e de bak­
m ı ş olduğu için onu benden çok daha usta, çok daha
yetki l i bel l iyordu.
Salı günü iyi geçti . Gecesi gene karabasanlara
uğramış. ' Beni bir kutuya yerleşti riyorlar', diyormuş
kız kardeşi me . ' Buradayım ama kutunun içindeyim .
Ben'im bu, ama artık ben d e değ i l i m . Adamlar var,
kutuyu götürüyorlar ı ' Ç ı rpı nıyormuş: ' B ı rakma beni ,
götürmesinler ! ' Poupette , uzun süre , elini annemin
alnında tutmuş : 'Söz veriyorum. Seni kutuya yerleş­
tirmeyecekler.' Annem b i r daha equan i l ver i lmesi­
ni istemiş. · Gördüğü hayal l erden, sonunda, kurtulan
annem , kız kardeşime sormuş durmuş: 'Ama ne de­
mek ol uyor bunlar, bu kutu, bu adamlar? - Ameli­
yatı ndan anı lardı heps i : Bakıcı lar seni sedyede gö­
türüyor! ar. Onu görüyorsun.' Annem uyuyakalmış.
Ama sabahı , çares iz kal m ı ş hayvanların bütün üzün­
cü vardı gözlerinde. Hemşireler yatağ ını düzelttiğ i ,
sonra da b i r sonda sal arak onu işettiğ i zaman canı
yand ı , ini lded i ; ölgün b i r sesle sordu bana: 'Atlata·
cak mıyım dersin?' Payladım onu. Doktor N .'ye çe­
kingen bi r sesle sord u: ' Benden memnun musunuz?'
Hekim, söylediğine pek inanmayan bir halle ' evet'
diye karş ı l ı k verd i , ama annem , denize düşen in yı­
lana sar ı l ması gibi sıkı s ıkı sarı ldı bu ' evet'e. Aşırı
yorgunluğunu hakl ı gösterecek en sağlam sebeple­
ri uydurup buluyordu hep. Çok su yitirmişti ; yediği
patates ezmesi pek ağır gelmişti ; o gün, bir gün
önceki yara tımarı dört kez yapı lacak yerde üç kez
yapılmış diye sitem ediyordu hemş i relere : ' Doktor
N . , akşam, pek kızd ı ' , dedi bana. 'Onları bir güzel
haşlad ı . Görecektin ! ' Ü st üste, hoşuna gittiği bell i
olarak: ' Pek kızd ı ! ' ded i . Yüzü güzel l iğini yitirmişti ;

64
tik ler oynatıyordu her yanı nı ; sesinde, yeniden, hınç,
hakkı nı arama beli riyor, sivril iyordu.
· o kadar yorgun um ki', d iye çekiyordu içi n i . O
gün, öğleden sonra, Marthe'ın genç bir cizvit olan
kardeşiyle görüşmeği kabul etmişti. ' Başka zaman
gelmesini söyleyeyim, istiyor musun? - Hayır. Kız
kardeşin sevinecek gelmesine. i lah iyat konuları
açarlar her görüşmelerinde. Ben gözlerimi kapaya­
cağ ı m , konuşmam gerekli ol mayacak.' O gün öğ­
le yemeği yemed i . Başı gogsune eğik, uyuya­
kal d ı : Poupette kapıyı açıp girince, her şey bitti d i­
ye korktu. Charles Cord onnier ancak beş dakika
kaldı yanımızda. Babas ının her hafta annemi çağ ı r­
dığı öğl e yemeklerinden söz açtı : ' Raspail Bulva­
rındaki evde bu yakınlarda bir perşembe günü sizi
yeniden görebi l eceğimi umarım ' , ded i . Annem , ina­
namayan, içi yıkık bir halle baktı ona : ' Gene gelir
miyi m dersin?' Yüzünde böyle b ir umutsuzluk hava­
s ı n ı , o güne dek hiç görmemiştim: O gün, artık umu­
lacak bir şey kalmadı ğ ı n ı , anlamıştı . Sonunun öyle­
sine yakın olduğunu d üşünüyorduk ki, Poupette gel­
d i ğ i nde ben ayrı lmad ı m . Annem mırıldand ı : 'Halim
daha kötü demek, ikiniz de burada olduğunuza gö­
re . . . - Hep buradayız ya ! - Ama ikiniz birden kal­
mazsı nız.' Gene, kızmış gibi yaptım yalandan : ' Yü­
reğinde güç kalmamış da ondan buradayız. Ama kal­
mam seni kayg ı landırmaktan başka işe yaramıyor­
sa, giderim . - Yo, yo, kal ' , dedi annem. utanmış,
sıkı lmış gibi. Haksız yere sert davranı ş ı m beni çok
üzüyord u . Gerçeğ in kendisini ezd i ğ i, b irtakı m söz­
ler yardı mıyle bu gerçekten kurtul mağa uğraşacağı
s ı rada, onu susmaya mahkum ediyorduk; tasa larını
içine atıp söylememeğe, kuşku ların ı bastırmağa zor­
luyorduk kend isin i ; yaşayışında bunca kez duyduğu

65
şeyi yeniden duyuyordu : Hem suçlu hem an l aşılma­
mış bir kişi olduğunu . . . Ama bizim de başka bi r şey
yapmamız olanaksızd ı : Umut, gereksindiği şeylerin
başı nda gel iyordu. Annemin yüzü, Chantal'le Cathe­
rine'i o kadar korkuttu ki, annelerine Paris'e dönme­
sini öğütlernek üzere Li moges'a telefon ettiler.
Poupette'in ayakta duracak hali yoktu artık. Ka­
rar verd i m : ' Bu gece, burada, ben kalacağı m . ' An­
nem bi raz ted irgin göründü : ' B i l ecek misin? Kara­
basanlar gelince elini alnıma koymas ı n ı bilecek mi­
sin? - Tabii, anne ! ' Akl ı ndan bir şeyler geçird i ; gö­
zümün içine içine baktı : 'Sen, ü rkütüyorsun ben i.'
Bana, düşünce adamı olarak verd iği değerden
ötürü annem, her zaman biraz çekinmişti benden ;
oysa küçük kızına böyle b i r değer vermekten bile
bile sakınmıştı . Karş ı l ı kl ı olarak, pek erken yaşta,
annemi n utangaçça davranışı beni buz gibi dondw­
muştu . Ben her şeye açık, özgü r b ir çocuktum; son­
ra sonra, büyüklere bakmı ş , her birinin özel küçük
duvarları arasına kapanarak yaşadığını görmüştü m ;
annem arasıra bu duvarda b ir ged i k açıyor, sonra
hemen kapatıyordu onu. Kendine öneml i bir eda ve­
rerek: ' Kadı ncağız bana sırlarını açtı ' , d iye fısıldı­
yordu. Ya da, dışarıdan, o duva rl arda b i r çatlakl ı ğ ı n
farkına var ı l ıyordu: ' Her şeyi gizli tutmağa p e k me­
rakl ı d ı r; hiç b ir ş.ey söylememişti bana, ama anla­
ş ı ldığı na göre . . . ' i tiraflarla ded i kodu l arda, beni iğ­
rendiren bir kaçakl ık, b ir gizl i l i k vard ı ; kendi d uvar­
larım ın gediksiz olmas ı nı istedim. Özel l ikle annerne
bir şey açmamağa, sezdirmemeğe özen gösteriyor­
dum, şaşkınlığa düşmesinden korkuyordum, bana
kınar gibi bakacağı düşüncesi beni yıldı rıyordu. Kı­
sa zaman sonra annem bana artık hiç bir şey sor­
ma.z oldu. i nansızl ığım üzeri ne yaptığımız kısa, çe-

66
kişmeli konuşma, iki mizin de oldukça büyük bir ça­
ba göstermemizi gerektird i . Göz yaşları yureg ıme
dokundu. Ama, içimde olup bitenleri pek düşünme­
d i ğ i n i , kendi başarısızlığına ağlamakta olduğunu ça­
buk kavradı m . Dostluk yerine yı l gıyı yeğ tutmakla
beni büsbütün ürkekleştird i . Herkesi n , ruhum ıçın
dua etmesini isteyecek yerde bana biraz güven , bi­
raz yakın l ı k göstermiş ol saydı , anlaşmamız gene de
mümkün olabi l i rdi . Bunu yapması n ı önleyen neyd i ,
b i l iyorum şimdi. Çok öcü vardı a l ı nacak, çok yara­
sı vardı sarı lacak . . . Kendin i, kolay kolay, başkası­
nın yerine koyamaz, dünyaya başkasının gözüyle ba­
kamazdı . Yaptığ ı işlerde, eylemlerinde , özveriyle dav­
ranıyordu ama heyecanları kendi çerçevesinden çık­
masına meydan verm iyordu. Hem, kendi gönlünde
olup biteni görmekten kaçındığına göre beni anla­
mağa çalışması düşünülebi l i r miyd i ? Birliğimizi boz­
mayacak bir davranış türetmeğe gel ince, yaşayışın­
da kendisini böyle bir işe hazırlayacak bir şey ol­
mamıştı ; beklenmed ik olaylar onu şaşkınlıktan çıl­
gına döndürüyordu, çünkü ancak haz ı r birtakı m çer­
çeveler içerisi nde düşünmeğe, davranmağa, duyma­
ğa al ıştırılm ıştı .
Aramızdaki susku, büsbütün saydamsızlaştı .
L'l nvitee adl ı kitabıının çıkışına dek yaşayışım üze­
rine hemen hemen hiç b ir şey bilmiyordu. Hiç de­
ği lse, töre konusunda 'ağı rbaş l ı ' davrandığıma inan­
dırmağa çal ışm ıştı kend ini. H erkesin açıkça yaptığ ı
ded i kodular, annemin b u hayalini yıktı ; a m a o sıra­
da i l işkilerimizde değişiklik olmuştu . Maddi bakım­
dan bana bağl ıydı ; bana danışmadan herhangi b ir
kı l gın karara varmıyord u; ail e n in ortadi reğiyd im , oğ­
lu gibiydi m bir bakıma. Öte yandan, tanı nan bir ya­
zard ı m . Durumun bu özel liğ i, yaşayışımın kural lara

67
uymazlığını bir kerteye d e k hoş gösteriyordu; zaten,
yaşayışımı da, kendince, en yal ın hal ine indirgiyor­
d u : Ne olursa olsun, medeni nikahtan dine daha az
aykırı bir özgür birleşme içi ndeydim. Kitaplarımın
içeriği sık sık gücüne gidiyordu ama kazandıkları
başarı karşısında da gurur duyuyordu. Ancak, bu ba­
şarının bana kendi gözünde kazandırdığı yetki, onun
bu tedi rginfiğini artırıyord u . Her türlü tartışmadan
kaçı nıyordum; ama ne kadar kaçınsam da -as lın­
da, belki de, kaçındığıın için- kendisini yargıladı­
ğ ı mı düşünüyord u . Poupette'in, ' küçük'ün, annemle
daha özgür, rahat i l işki leri vard ı ; annem onu daha
az sayard ı , o da ( annemin daha az etkis inde kalmış
olduğu için) onun kadar katı l ı k göstermezdi davra­
nışlarında. Memoires d'une Jeune Fiile Rangee adlı
anı kitabım ç ıktığı zaman, onu elden geldiğince ya­
tıştırma işini Poupette üzerine a l mışt ı. Bense, bir
iki sözle özür di leyerek kendisine b ir demet çiçek
götürmekl e yetind im: Zaten bu, onu hem şaş irttı
hem de duygulandı rd ı . Günün b irinde bana: 'Analar
babalar, çocuklarını anlamıyorlar', ded i , ' ama bu,
karş ı l ı kl ı oluyor . . . '; bu yanlış anlaşı lmalar üzerine
konuştuk ama genel görünüml eri üzerinde durduk
ancak. Bir daha da bu konuya hiç dönmedik. Kapısı­
nı çalardım. Hafifçe sızlandığını , döşeme tahtaları
üzerinde terliklerini sürüdüğünü, sonra, iç çekişini,
işitird i m ; bu kez, konuşabi leceğ i miz birtakım konu­
lar. bulacağıma, bir anlaşma alanı yaratacağıma söz
verirdim kendi kendime. Ama daha beş daki ka geç­
meden , gene yenilmiş olurdum oyunda : Ortaklaşa il-
gilerimiz o kadar azdı ki ! Kitaplarını karıştın rdı m :
Aynı kitapları okumuyorduk. Onu konuştururdum,
dinlerdim söylediklerini, yorumlardı m . Ama, annem
olduğu için, başka bir ağız söylese daha az dokuna-

68
cak tats ız cümleleri , bana büsbütün tatsız gel iyordu.
Yirmi yaşı ndayken , alışageldiğim beceriksizli ğ iyle
b i r içli d ı ş l ı l ı k havası yaratmağa kal ktığı zamanlarda­
ki kadar, kasıl ıyordum gene. ('BiLiyorum, akl ı m ı be­
ğenmezsi n sen. Ama bu canlı l ı ğ ı n ı da, iste isteme,
benden almışsın ; hoşuma gid iyor', derdi.) Can l ı l ı k­
tan yana kendisine çektiğ i mi yürekten söyler, katı­
l ı rd ım bu sözlerine; ama cümlesinin başlangıcı hı­
zımı kesiyordu. Öylelikle, b i ribirimizi karş ı lı k lı ola­
rak kötürümleşti riyorduk. Beni tepeden tırnağa sü­
zerek: 'Sen, ürkütüyorsun beni.' d ediği zaman, i şte
bütün bunları anlatmak istemişti.
Kız kardeşi m i n gecel iğini s ı rtıma geç i rd i m , an­
nemin yatağının yan ı ndaki sedire uzandı m : Benim
de içimde birtakım kaygı lar vard ı . Hava kararırken,
annem istoru i ndirttiğ i , ortalığı yalnız baş ucundaki
lamba aydınlattığı için, oda iç karartıcı bir hal alı­
yordu. Karanl ık, odanı n ölüm üzüncü dolu gizini da­
ha da koyulaştı rıyor g i bi geliyordu bana. Gerçekte,
o gece de, ondan sonraki üç gece de, kendi evimde­
kinden daha rahat uyku uyudum; telefon çalacak
d iye kaygılanmıyor, karmakarışık kuruntulara kap­
tı rmıyordum kendimi : Oradaydım, annemi n yanında;
bir şey de düşünmüyordum.
Annem o geceler karabasan görmed i . i lk gece,
sık sık uyandı, su istedi . ikinci gece pöç kemiği
çok ağrı d ı ; Bayan Cournot annemi sağ yan ı na yatır­
dı : Bu kez de kolu hiç rahat vermed i . Tutup bir las­
ti k s imide oturttular; böyle li kl e ağrı l ı yeri rahatl ı­
yordu ama kaba etlerinin o kadar mavi, o kadar na­
zik olan derisi n i n zedelenmesi tehlikesi çıkıyordu
ortaya. Cuma, cumartesi günleri oldukça iyi uyudu.
Daha perşembe gününden, verilen equani l 'le kendi­
ne yeniden güven duymağa başlam ıştı. 'Atlatır mı-

69
yım ders i n ? ' diye sormuyordu artık, ' Düzgülü b i r
yaşayışa yeniden başlayabi l i r miyim dersin?' d iyor­
du. ' Çok şükür! Bugün seni görüyorum ! ' dedi bana,
mutlu bir sesle. ' Dün görmüyordum ! ' Ertesi gün ,
Limoges'dan gelen Jeanne, yüzünü korktuğundan
daha az bozu lmuş buldu. B i r saate yakın süre ko­
nuştular. Cumartesi sabahı Chantal'le birlikte ge­
ne geldiği zaman, annem, şakrak b ir sesle onlara :
'Gördünüz ya ! Keteni yırttım ! ' ded i . 'Yüz yaşıma
dek yaşarım artık: Benden kurtulmanız için öldür­
meniz gerek! ' Doktor P. iyice şaşırmıştı . 'Anneniz
kon �sunda, önceden bir şey söylenemez bu duru m­
da ! O kadar canlı bir i nsan ki ! ' Bu son sözü anne­
me i l ettim : ' Evet ya, canlı b ir insan ı m ! ' dedi sevinç­
le. B iraz şaşmıyor değ i l d i : Barsakları artık işlemi­
yordu , oysa hekimler tasalanır görünmüyorlard ı .
' Ö nemli olan, b i r kez işlemeleri : Böyle l i kle, işlemez
hale gelmedikleri tanıtlanmı ş oldu. Doktorlar pek
memnunlar. - Memnunlarsa mesele yok, önem l i
olan o . '
Cumartesi akşamı, uyumadan önce, konuştuk.
'Tuhaf', dedi dalgın bir sesle, ' Bayan Leblon'u düşün­
düğüm zamanlar, onu evimde görüyorum, öyle geli­
yor gözümün önüne: B i r çeşit manken gibi ; şişiril­
miş, kolsuz ; hani ütücülerdeki gibi . . . Doktor P.,
karnı mı n üzerinde b ir kara kağıt şeri d i . Arkasından,
adamı karşı mda, etten kemi kten bir i nsan olarak
görünce, tuhafıma gid iyor.' ' Gördün mü', ded i m , 'ba­
na al ıştı n şimdi : Seni ürkütmüyorum artık. - Yok
canım. - Seni ürküttüğümü söylemişti n de . . . -
Öyle mi dedim sana? i nsan tuhaf şeyler söylüyor . . . '
Ben d e al ışm ıştım b u yaşayışa. Akşamı n seki­
zinde gel iyordum hastaneye ; Poupette bana günün
haberlerin i veriyord u ; Doktor N . uğruyordu sonra.

70
B;ıyon Cournot gel iyor, yarayı tırnar ederken ben
de giriş aral ığında kitap okuyordum. G ünde dört kez,
odaya üzeri sargı lar, gaz bezle ri. bezler, pamuk, ya­
kı, demir kutular, küçük leğenler, makaslar yüklü te­
kerlekl i bir masa getiriliyord u ; masa odadan çıkarıl­
dığı s ı ra gözlerimi hemen başka yana çevi riyordum .
Bayan Cournot, arkadaşlarından b i r hemşireni n d e
ycırd ı m ıyle annemi n temizl i ğ i n i yapıyor, uykuya ha­
zırl ıyordu onu. Yatıyordum. Bayan Cournot, annerne
çeşitli iğneler vurduktan sonra, ben annemi n baş
ucunda yanan lambanın ışığ ı nda kitap okurken, b i r
fincan kahve içmeğe gidiyordu. Dönüyor, biraz ı ş ı k
gelsin d iye aralık bıraktığı kapının yanında oturu­
yord u ; okuyor, örgü örüyordu. Ş i lteyi titreştiren e lek­
trikli aygıtı n hafif uğu ltusu işiti l iyordu. Uykuya dalı­
yordum. Saat yedide uyan ıyordum. Yara tımarı ya­
p ı l ı rken, yüzümü duvara dönüyor, n ezleden burnu­
mun tıkalı olmasına sevin iyordum: Poupette'e koku­
lar pek dokunuyordu ; bense, annemin a lnıyle yanak­
larına s ı k s ı k sürdüğüm kolonyan ı n tatl ımsı, i ç bay­
dı rıcı kokusu dışında hemen hemen herhangi b ir ko­
ku almıyordum: Bu marka kolonyayı artık hiç kul la­
namam.
Bayan Cournot gidiyord u ; ben giyinip kahvaltı
ediyordum. Annerne beyazımtrak bir i laç hazırl ıyor­
dum ; dediğine göre, pek tatsız b i r şeymi ş bu; ama
sind i rim ine yard ım ediyormuş . Sonra, içine b i r bis­
küvit ufaladığım çayı kaşık kaşı k içi riyordum ona.
Oda h izmetçisi ortalığı s i l ip topluyordu . Ben çiçek
leri suluyor, düzeltiyordum. Telefonun z i l i çalıyordu
s ı k s ı k ; giriş aral ığına koşuyordum; kapılan ardım­
dan kapıyordum ama annemi n beni i şitmeyeceği n­
den emin değild im, ondan, sakıntıl ı konuşuyordum.
' Bayan Raymond, uyl uk kemiğinin ne alenıde oldu-

71
ğunu sordu', d iye anlattığım zamanlar gül üyordu :
' B i r şeyc i kler anlamıyorlard ı r zava l l ılar, olan biten­
lerden ! ' Sık s ık beni bir hemş i renin çağ ı rdığı da
olurd u : Annemin arkadaşları , akrabalar, hatırını sor­
nıağa gel iyorlard ı . Genellikle, kendi l erini kabul ede­
cek gücü olmazdı ama kendisini d üşünüp merak et"
meleri onu pek sevi ndi riyordu . Yarası tınıar ed i li r·
. ken dışarı çıkıyordum. f:onra öğle yemeğini yediri­
yordum : Çiğneyemediği için ancak ezmeler, bula­
maçlar, pek i nce kıyılmış etler, kompostolar, kı-ema ..

lar yiyord u ; tab ağındaki yemeği son lokmasına dek


yemeğe zorluyordu kendini : ' Beslenmel iyim.' Ye­
mekler arasında, b i r tcıze meyva suları karışım ın ı
yudumluyord u : 'Vitamin bunlar. Yarıyer bana.' Saat
ikiye doğru Poupette gel iyord u : ' Pek iyi oluyor böy­
le, bu usul ', diyordu annem. B i r gün, yerinerek: ' Ya­
zıklar olsun ! ' ded i , ' ikiniz de yanı mda bulunun da,
k ı rk yılda bir; ben hasta olay ı m ! Şu işe bak! '
Prag'a g id işi mden öncesine göre daha d i ng in­
d i m . Annemi n can l ı bir ceset haline geçiş süreci
kes i n l i kl e tamamlanmıştı . Dünya küçül müş. odası­
nın boyutla rı na sığmışt ı : Taksinin içinde Pari s ' i n so­
kaklarından geçti ğim zamanlar, ancak, ortasında fi-
, güranların dol aştığı b i r tiyatro dekoru gör üyordum
artık. Gerçek yaşayışını annemin yan ı ndaki yaşayı­
şınıd ı ; bir tek anıacı vardı bu yeşayışı n : Onu kcıru­
nıak. Geceleri , en ufak pıtırtı bana korkunç bir gü­
rültü gibi geliyordu : Bayan Cournot' nun gö;: gezd i r­
diği gazetenin hışırtı s ı , b i r el ektrik motorunun h ı rı l -'
tısı . . . Gündüzün, pabuçlarımı çıkarıp geziyordurn
odanın içinde. Merdivendeki , tepem izdeki geliş gi­
d işler, kulak zarlarını patiatıyordu i nsanın. Saat on
birl e öğle vakti a rasında, sahanlıktan geçirilen, to�
kuş � n demir tabaklar, güğümler, nıataralar, karava-

72
ııolarla yüklü, tekerlekl i masaların gürültüsü, utanç
duyul ması gereken bir şey gibi gel iyordu bana. Dü­
şüncesiz bir oda hizmetçi si, uyuklaınakta olan an­
nemden, ertesi gün ne yemek istediğini kararlaştır­
masını ('yağda kızarmış tavşan eti m i , hanımefen­
d i , p i l i ç kızartması m ı ?') rica ettiği zaman fena öf­
keleniyordum. Ö ğ l e yemeğine , söz veri len beyin ye­
rine pek iştah açıcı ol mayan b ir kıymalı yemek ge­
tirildiği zaman da kızıyordum. Annemi n cana yakın
bulduklarını -Bayan Cournot'yu, Bayan Laurent'ı,
Martin ' l e Parent'ı- ben de cana yakın bul uyordum :
Bayan Gontrand, bana da, pek geveze b i r kadın ola­
rak görünüyord u : 'izne çıktığı öğleden sonrasını kı­
zına pabuç aramakla geçirdiğini anlatıyor ö rneğ i n :
Bana n e bundan, değ i l mi ama?'
Bu kliniği sevmiyordum artık. Güleç yüzl ü , ha­
marat hemşire ler, i şten baş alamıyord u ; paralan az­
dı, kendil erine sertlikle davranıl ıyordu. Bayan Cour­
not kendi kahvesini kendi getiriyordu: Buradan an­
cak sıcak su veriliyordu. Hemşirelerin , uykusuz ge­
çirdi kleri bir geceden sonra üstlerine baş larına çe­
kidüzen verecekleri , boyalarını taze leyecekleri ne
bir duş odaları vard ı , ne de bir ayrı ayakyol l arı . . .
Bayan Cournot, a l lak bul lak olmuş, gözetmenle da­
laşlarını anlatıyordu bize. Gözetmen, b i r sabah, kah­
verengi ayakkabı giyiyor diye Bayan Cournot'ya si­
tem etmi ş : 'Ama ökçeleri yok. - Beyaz ol ması ge­
rek ama.' Bayan Cournot, boynu bükük, bel i bükük
bir hal almış. ' Daha işi nize başlamadan , öyle, canı
çıkmış gibi durmayın ! ' diye bağ ı rmış gözetmen. An­
nem, iki gün sonrasına dek, durup durup, bu cümle­
yi, öfkelenerek, hatırladı, söyled i : Her zaman biri­
lerine karşı başka birilerini tutmaktan, yamanlıkla
savunmaktan hoşlanmıştı . B i r akşam, Bayan Cour-

73
not'nun arkadaşı göz yaşları içinde odaya gird i : Has­
tası artık kendisiyle konuşmamağa karar vermişti . . .
Bu genç kızların, mesleklerinden ötürü her an tanı­
ğı oldukları tragedyalar, kişisel yaşayışlarının ufak
tefek dramiarına b i r türlü kanıksatmıyordu kendile­
rini.

' i nsan, beyninin sulanmağa başladığını duyar


gibi oluyor burada', diyordu Poupette. Ben, konuş­
maların saçmalığına, şakaların basma kal ıplığına al­
d ı rışsızl ı kla katlanıyordum: ' Profesör B.'ye ne güzel
oyun oynadı n ! - Bu kara gözlüğü takı nca Greta
Garbo'ya benziyorsun ı ' Ama konuştuğum d !l ağzım­
da çürüyor, soysuzlaşıyordu. Nereye gitse m , sahne­
ye çıkmış, oyun oynuyormuşum gibi gel iyord u . Ya­
kında yeni bir eve çıkacak eski b i r arkadaşımla, ta­
şı nmasından söz ederken, sesimdeki can l ı l ı k bana
düzmece gibi gel iyordu; b i r birahane yönetmenine,
içimden gerçekten öyle geldiği için: ' Pek iyiyd i bu
içtiği m , pek güzeldi bu yediğim', dediğim zaman iyi
niyetle yalan söylüyordum sanki, öyle duyuyordum
içimden. Arasıra da, dünya kı l ı k değişti riyor, tanın·
mayacak hale girmiş g ibi oluyordu. B i r otel görü­
yordum, kı l ı k değiştirmiş b i r klinik gibi görünüyor­
du gözüme; oda hizmetçi lerini hemşire sanıyordum ;
l okantalardaki kadın sofraer iarı d a . . . Bunların yaptı­
ğı da, yemek yemeğe dayanan bir bakı m uygulamak­
tı bana. Aklı m, giysi lerinin altında gizlenen karma­
ş ı k borular düzenine saplanmış, i nsanlara yeni b i r
gözle bakıyordum. B e n b i l e , a rasıra, b i r emme bas­
ma tulumbaya, bir ceplerle hortumlar dizgesine dö­
nüyordum.
Poupette sürekl i bir sinirl i l i k içindeydi . Benim
kan basıncı m yüksekti , kan başıma çıkıyordu. Bizi

74
öze l l ikle üzen şey, annemin can çekişmeleri, diril­
rneleri, b i r de kendi çel işmelerimizdi . Acı i l e ölü­
mün giriştiği bu yanşta, ölümün birinci . gelmesini
cnndan dilemekteydi k. Bununl a birlikte, annem, yü­
zü cansız, uyuduğu zamanlar, beyaz hırkan ı n üzerin­
de saatin as ı l ı olduğu siyah kurdelenin bel l i bel i r­
siz kımı ltısını kaygılar içinde gözetl iyorduk: Sonuncu
knsınmanın korkusundan midemiz buruluyordu .
Pazar g ü nü öğle sonrası n ı n i l k saatlerinde ya­
n ı ndan ayrı ldığım zaman durumu iyiydi . . Pazartesi
sabahı arık yüzü beni korkuttu ; derisiyle kemi kleri
nrasında hücrelerini yeyip biti ren gizemli sürülerin
yaptığı iş, hemen göze çarpıyordu . Akşamı n onunda
Poupette hemşirenin el ine b i r kağ ıt sokuşturuver­
m i ş : 'Ablamı çağı rsam m ı ? ' H emşire başıyle ' hayı r'
demiş: Kalbi dayanıyordu daha. Ama yeni yeni sı­
kıntılar gel ecekti başı mıza. Bayan Gontrand anne­
m i n sağ böğrünü gösterdi : Gözeneklerinden daml a
damla s u l a r sızı nıyordu, çarşafla r sırılsıklamdı. Si­
dik hemen hemen hiç gelmiyordu artık, etlerini b i r
ödem şişiriyordu. E llerine bakıyor, sucuk g i b i şiş­
m iş parmaklarını şaşkınlıkla oynatıyordu: ' Hareket­
siz durmaktan oluyor', dedi m ona.
Equan i l 'le morfin onu yatıştı rmıştı ; yorgunlu­
ğunun farkına varıyor ama sabı�la katlanıyordu : ' Ken­
dimi a rtık iyileşmiş sandığım bir gün, kardeşi n ba­
na b i r şey söyled i ; çok da iyi oldu söyled i ğ i ; yeni­
den yorgunluk duyacağım ı haber vermişti o gün.
Onun için şimdi bunun normal olduğunu b i l iyorum.'
Bayan de Saint-Ange yan ına gird i, kısa b i r süre gö­
rüştü ler; ona ' H a ! Şimdi çok iyiyi m ! ' ded i . Gülü m­
sed i , diş leri meydana çıktı : Şimdiden b i r iskeletin
ölüm s ı rıtışıydı bu ; buna karş ı l ı k gözleri biraz hum­
rmı l ı bir arı l ıkla parl ıyordu. Yemeğini yed i kten son-

75
ra rahatsızland ı ; hemşireyi çağırmak için zi l i üst
üste çal d ı m ; d i lediğim gerçekleşiyordu, can veri­
yordu, bense çılgına dönmüştü m . B i r gül li 3ç onu ye­
niden canlandı rd ı .
Akşam, ölmüştür diye düşünüyordum; b u dü­
şünce içimi parçal ıyordu. Sabahı, Poupette : ' Bel l i b i r
s ı n ı r içerisinde, daha i y i olduğu b i l e söylenebi l i r' ,
dedi ; bel i m büküldü. Annem o kadar iyiydi k i b irkaç
sayfa S imenan okudu. O günün gecesi çok acı çek­
m i ş : ' Her yanım ağrı içinde ! ' Martin iğnesi yapm ış­
lar. G ündüz, gözlerini açtığı zaman bakışı donuktu.
' B u kez, artık tamam', diye düşündü m . Yen iden uy­
kuya daldı . N . 'ye sordum : ' Bitti mi her şey? - Yo,
hayı r ! ' dedi adam ; yarı acır g i b i , yarı övünçlüydü se­
s i : 'Onu iyice nei canlandırd ı k, kolay kolay g itmez ! '
O halde, yarışı acı mı kazanacaktı ? Vurun beni. Ta·
bancamı verin. Acıyın bana. Annem : ' Her yanı m ağ­
rı içinde', diyordu. Şişmiş parmakları nı kayg ıyla oy­
natıyordu . Güvenini yitiriyordu: 'Bu doktorlar canı­
mı s ı kmağa baş lad ı . Bana hep, daha iyisiniz, d iyor­
lar. Oysa ben daha fena duyuyorum kend i m i .'
Bu ö lümcül kadı na bağlanmıştı m . Alaca karan­
l ı kta onunla konuşurken eski b i r p işmanlığımı yatış­
tı rıyordum : Yeni yetmeliğim s ı rasında kesilen , ye­
niden başlaması na aramızdaki ayrımlarla, benzerli­
ğimizin bir türlü meydan vermediği söyleşiyi baş­
tan ele al ıyordum. Büsbütün sönmüş sandığım eski
sevecenli k, özentisiz sözlerle konuşmağa, özentisiz
davranışlarda bulunmağa başlayab i ld iğ i m izden beri ,
dir i lmekteydi .
Bakıyordum ona. Orada duruyordu işte ; b i l i nç­
l iydi ama yaşad ığı öyküden tamamıyle habersizdi .
Derimizin altında neler olup bittiğini b i lmemek, düz­
gülü b i r şey. Ama annemin, gövdesi n i n dışından bi l e

76
l ıni)Qri yoktu : Yaralı karnı ndan , akarcasından, ora­
ıl:ııı akıp g iden pisliklerden, üst derisinin mavi ren­
ı p ı Hk n , ÇJözeneklerinden sızınan sıvıdan bile haberi
y1 1ktu. Handiyse kötürümleşmiş el leriyle yoklanamı­
yor , bakı m ı yap ı ldığı zamansa, başı ark9ya atıl m ı Ş
·
olı ıyordu. Ayna istememişti bir daha : Yüzünün, can
ı,:ukişeıı bir insan yüzü olduğunu b i l miyordu. Çürü­
ııH:kte olan etinden sonsuz uzakta, yatıyor, kulakla­
ı ı ı ı d n yalanlarımızın uğu ltusu, bütün varl ığıyle tut­
kı ı l u bir umuda, onmak umuduna sığınmış, düşlere
ı l:ıl ıyordu. Gereksiz yere canının sıkılmasını, üzül­
ı ı H:sini istemiyordum. ' Bu i l ikı artık almasan da
ı ı l ı ır. - Yo, al ayı m, daha iyidir.' O alçı gibi s ıvıyı
y ı ı tuveriyordu arkası ndan. Yemekte güçlük çekiyor­
du: 'Zorlama kend i n i ; yeter, yeme artık. - Öyle mi
ı lı:rsin?' Tabağı i ncel iyor, duraksıyordu: ' Haydi , bi­
'"" d a h a ver.' Sonunda tabağı el çabukluğuyle orta­
ıl:m kaldırı yordum: ' B itti ', diyordum kendisine. ikin­
ı l i l ()ri b i r kase yoğurdu yemeğe kendini zorluyordu.
S ı k s ı k, meyva suyu istiyordu bizden. Kol larını bi­
r<ıL oynatıyor, el lerini kaldırıyor, biribirine yaklaştı­
rı yordu, ağ ı r, sakıntı l ı bir devim l e ; benim, bir yan­
ıinn b ı rakmadığım, bardağı el yardamıyle buluyor,
ı ı ı tuyordu. Kendisine iyi gelecek vitaminleri pipetin
i ı,: i ııden emiyordu: Bir gulyabani ağzı , istekle, içine
ı,:ekip yutuyordu diri m i .
Kuruyup gitmiş yüzünde gözleri kocamaniaşmış­
lı: on ları fal taşı gibi açıyor, kımı ltısızlaştırıyord u ;
: : ı ı ı ı rsız bir çaba göstererek içinde bulunduğu bel l i­
:;izl ik kuyularından kendini koparıyor, bu kara ışık
qii l lcrinin yüzüne çıkmağa uğraşıyordu ; bütün varl ı­
ı i ı ııı veriyordu bu işe ; heyecan verici bir durağanlık­
l;ı yiyecekm iş gibi yüzüme bakıyordu : Bakış denen
:,a :yi yeni bulmuş, yeni türetmişçesine . . . 'Görüyo-

77
rum seni ! ' Her kezinde b u bakışı karanl ı klard an ye-
.
niden koparması, elde etmesi gerekiyordu. Tırnakla­
rını çarşafiara nasıl taktıysa, yitmemek, yok ol ma­
mak için bakışını dünyaya öyle takıyor, yeryüzüne
onunla tutunuyordu. ' Yaşamak. Yaşamak.'
O çarşamba akşamı, beni götüren takside, ne
de üzgündüm ! Kibar mahalleler içinden geçerek gi­
den bu yolu ezbere b i l iyordum artık: Lancôme, Hou­
bigant, Hermes, Lanvin. Çoğu zaman, kırmızı ışı­
ğın yanması yüzünden Card i n ' i n önünde duruyorduk:
Fötr şapkalar, yelekler, boyun mend i l leri, ayakkabı­
lar, potini er görüyordum; hepsinde alay eder gibi
b i r zariflik vard ı . Daha ötede, tatlı renk l i , tüylü tüy­
tü güzel sabahl ı klar; ' kırmızı ev antarisinin yerine
giysin diye bunlardan birini atırım ona', diye düşün­
müştüm. Lavantalar, kürkler, çamaşırlar, mücevher­
ler: Ö lüme yer veri lmeyen bir dünyanı n şatafatl ı
kibriydi bunlar; ama ölüm, bu dış görünüşün, b u gös­
terişin arkasında, kliniklerin, hastanelerin, kapal ı
odaların bozsu gizl i l iğ i nde saklanıp bekl iyordu . Ben­
se artı k başka bir gerçeklik tanımıyordum.
Perşembe günü, her gün olduğu gibi, annemin
yüzü içimi yıktı : Bir gün öncesinden biraz daha süz­
gündü, biraz daha acı l ıyd ı . Ama gözleri görüyordu.
Beni tepeden tı rnağa süzdü: 'Sana bakıyorum. Saçı­
nın tümü kestane reng i . - Tabii, bil iyorsun öyle ol­
duğunu. - Hayı r, senin de, kardeşinin de, kocaman,
ağarmış b i r tutarn saçınız vardı da . . . Tutunayı m di­
yeydi o, düşmeyeyim diye.' Parmaklarını aynattı :
'Şişl ikieri i n iyor, değ i l m i ? ' Uyudu. Gözlerini açın­
ca: ' Büyük, beyaz bir kol l u k gördüğüm zaman, uya­
nacağımı anl ıyorum', dedi bana, ' uykuya daldığım
�aman da, iç eteklikl�ri arasında uyuyoru m .' Katası­
nı bürüyen, hangi anı lard ı , hangi görüntülerdi ki bun-

78
lar? Bütün ömrünce dı ş dünyaya dönük olarak yaşa­
nııştı ; onu ansızın kendi içine dalnıış, yitnıi ş gör­
mek içinıe dokunuyordu. Bu dünyası ndan uzaklaştı­
rıl ması hiç hoşuna gitnıiyordu artık. Arkadaşl arı ndan
biri , Bayan Vauthi er, o gün kendisine, biraz aşı rı b i r
can l ı l ıkla, b i r günde l i kçi kad ı n öyküsü anlatnı ıştı .
Annemi n gözleri kapandığı için Bayan Vauthi er'yi
hemen uzaklaştırd ı m . Yanına döndüğüm zaman, an­
nem : ' i nsan hastalara kendi başından geçenleri an­
'
latmanıal ı , hastayı ilgi lendirmez bunlar', ded i .
O geceyi yan ı nda geçi rd i nı . Ağrıdan n e kadar
korkuyarsa karabasan lardan da o kada r korkuyord u .
Doktor N . g eldiği zaman, a n n e m : ' Gerektiği kadar
iğne yapın', ded i , i ğneyi saplayan hemşi re n i n çal ı­
mını benzetledi. ' Bak sen ! ' dedi N . , 'Adamakıl l ı mor­
fin düşkünü olup çı kacaksınız ! ' Şakacı b i r sesle ek­
led i : ' Çok elveriş l i b i r fiyata size nıorfin sağlarım,
isterseniz . . . ' Yüzü çatı ldı, bana döndü, sert bir ses­
le: ' Kendine sayıgısı olan bir hekim, iki konuda, taş
çatlasa, doğru bildiğinden şaşmaz: Uyuşturucu mad­
deler, bir; çocuk düşürme, iki.'
Cuma günü s ıkı ntısız geçti . Cumartesi günü an­
nem hep uyudu. ' i yi oldu öyle', dedi Poupette. ' D i n­
lennıiş oldun.' Annem içini çekti : ' Bugün yaşama­
m ı ş ı nı ! '
i nsan yaşanıayı bu kadar sevince, ölmek güç
iş doğrusu. Hekimler o akşam bize: ' i ki üç ay da­
yanab i l i r', dediler. Öyleyse, yaşayışımızı yeni bir
düzene sokmak, annemi bizsiz birkaç saat geçi rnıe­
ğe al ıştırmak gerekti . Kocası b ir gece önce Paris'e
gelmiş olduğu için kız kardeşim annemi bu gece Ba­
yan Cournot ile tek başına bırakınağa karar verdi .
Sabaha gelecekti ; M arthe, i ki buçuğa doğru; ben
de, beşte, gelecektik.

79
Saat beşte kapıyı ittim. i stor i nd i ri l m işti , orta­
l ı k hemen hemen karanl ı ktı . Marthe, b itkin, acı n ı l a·
cak halde sağ yan ına y ıkı l m ı ş annemin e li n i tutuyor·
d u : Annemin sol kaba etindeki yatalak yaraları iyi·
ce açı l m ıştı ; öyle yatınca canı daha az acıyordu ama
durumunun rahatsızlığı onu b itiriyordu . Saat on bi·
re dek, Poupette' l e Lionel'in gelmesini kayg ı l ar için­
de beklemişti ; z i l i n kordonunu çarşafına i l iştirmeği
unutmuşlardı çünkü ; zil düğmesi, erişebil eceği bir
yerde değ i ld i ; ne yapsa, birini çağ ı ramazdı . Arkada·
şı Bayan Tardieu uğrayıp hatırını sormuş ama an­
nem, gene de, kız kardeşi me : ' Beni canavarların e l i ne
bı rakıyorsun i ' demiş. (Pazar günü çal ışan hemş i re ler-
. den ti ksiniyordu.) Sonra da Lionel'e takılacak kadar
canl ı l ığını toparlayabi lm i ş : ' Kaynananızdan kurtula­
cağı nızı ummuştunuz, değ i l m i ? Olmayacak işte, bu·
radayız daha.' Öğle yemeğinden sonra bir saat yal·
nız kal ı nca gene kaygıya kap ı l m ı ş . H eyecanl ı bir
sesle : ' Beni yalnız bırakmamalısınız', dedi bana, ' pek
halsizim daha. Beni canavarların e l i ne b ı rakmayın !
- B i r daha bı rakmayacağız.'
Marthe gitti, annem uykuya daldı , yerinden sıç­
rayarak uyand ı : Sağ kaba eti acıyordu. Bayan Gont­
rand durumunu değ iştird i . Annem yakınmağa devam
etti. Bir daha zile uzanacak oldu m : ' Nafi l e . Gene
Bayan Gontrand gelecektir. O, bilm iyor bu i ş i . ' An·
nemin ağrı ları hiç de kuruotudan doğma değ i l d i ; ne­
denleri örgenseld i , bel i rl iydi . Bununla birlikte, bell i
b i r eşiğin altında kaldıkça, Parent ya d a Marti n hem·
ş irelerin yaptıkları , bu ağrıları d indiriyord u ; Bayan
· Gontrand aynı şeyl eri yaptığ ı halde ağrıları aza l m ı­
yordu. Ama gene de uykuya daldı . Altı buçukta, kı­
vançla, haşlama suyu içti , krema yedi . Ansızın ba­
ğırdı sonra, sol kaba eti cayı r cayı r yanıyord u . Şa-

80
�ıı lacak b i r şey değildi bu. i neele ineele derisi kal­
mamış gövdesi , gözeneklerinden sızınan sidik asi­
diyle s ı rılsıklamd ı ; hemşireler, ara çarşafını değiş­
tird i kleri zaman parmakları yanıyordu. Ü rküye kapıl­
mıştı m ; zili çaldım, çald ım ; saniyeler ne kadar da
uzundu! Annemin elini e l i mde tutuyordum , elimi al­
nına götürüyorduriı, b ir şeyler söylüyordum: 'Sana
i ğne yaparlar ş i md i . Artık canı n yanmaz. B i r daki­
ka. B i r dakikac ı k sabret.' Kasılmış, avaz avaz bağır­
mamak için kendini güç tutuyor, inl iyord u : 'Yanıyo­
rum, korkunç bir şey bu, dayanamıyorum. Dayana­
mayacağım.' Sonra, handiyse h ıçkırır gibi, içimi par­
çalayan o çocuksu sesiyle: 'Yarabbim ! Nedir b u çek­
tiğim', ded i . Ne kadar yalnızdı ! Ona dokunuyordum,
onunla konuşuyordum ama acısına saku labilmek
olanaksızdı. Yüreği çılgına dönüyordu, gözleri kayı­
yordu , ' Ö i üyor', d iye d üşündüm ; ' Bayı lacağım', diye
mırı ldand ı . Neden sonra Bayan Gontrand b i r morfin
iğnesi yaptı. Bir şeye yaramadı . Gene zili çaldım.
Yanında kimsenin beklemediği, her hangi birini ça­
ğı ramayacağı o sabah bu ağrı böyle, ansızın, başla­
yabil irdi, o zaman ne olurdu, diye düşündüm, aklım
başı mdan g itti : Bir dakika olsun yanından ayr ı lmak
söz konusu değildi artık. Bu kez hemşi rele r annerne
equan i l verd i ler, ara çarşafını d eğ iştirdiler, yarala­
rına, el lerine madensi madensi yansılar veren b i r
melhem sürdü ler. Yanma geçti ; b i r çeyrek saat sür-
müştü yalnız: Bitmeyecek ölçüde uzun bi r süre . . .

Saatlerce avaz avaz haykırdı durdu. 'Ne manasız


şey', d iyordu annem, 'ne manasız şey, yarabbi m ! '
Evet: Oturup ağianacak kadar manasız b ir şeydi bu.
Artık hekimleri de, kardeşimi de, kendimi d e anla­
yamıyordum . Bu boşu boşuna i şkenceyle geçen an­
ları , hiç, ama hiç b ir şey hakl ı gösteremezdi .

81
Pazartesi sabahı Poupette'le telefonda goruş­
tük: Ö lüm yakındı . Ödem dağ ı lmıyord u ; karın ka­
panmıyordu. H ekimler, yatıştı rıcı ilaçlarla annemi
serseml eşti rmekten başka yapılacak bir şey kalma­
dığını sö}tl emişlerdi hemşirelere.

Saat ikide, 1 14 say ı l ı kap ı n ı n önünde, kız kar­


deş i m i kendi nden geçm iş halde buldum. Bayan Mar­
tin'e: Anne rn e dünkü gibi acı çektirmeyin', demiş­
·

ti. 'Aman Hanımefendi , yalnız yatalak yaraları için


bu kadar iğne yaparsak, büyük ağrı lar geldiği gün
morfin etkisiz kalacaktır.'· S ıkıştırıl ı nca açıklamı ştı :
Genel l i kle, anneminkine benzer hal lerde, hasta ü r­
künç ağrı lar çekerek öl ürdü. Acıyın bana. Vurun be·
n i . Doktor P. yalan m ı söylemişti o halde? B i r ta·
banca edinmek, annemi vurmak; onu boğmak. . . Ro­
mantik, saçma, boş düşünceler . . . Ama annemin sa·
atler saati avaz avaz haykırdığını oturup işitmek d e
akl ı m ı n alacağı iş değildi. ' Gidip P. i l e görüşelim.'
Geliyormuş; yakalad ı k onu: ' Acı çekmeyeceğine söz
·
vermiştiniz. - Acı çekmeyecek.' N e olursa olsun
onu yaşatmak, bir hafta boyunca ona büyük acılar
çekti'rmek isteniyorsa, yeniden amel iyat yap ı lması,
kan veri lmes i , güçlendirici iğneler vuru lması gere­
keceğini bel irtti . Evet. N . bile, o sabah Poupette 'e:
' Bir umut kaldıkça yap ı lması gereken her şeyi yap·
tık', demişti. 'Şimdiden sonra ölümünü geciktirme­
ğe kalkmak, sadizm olur.' Ancak, bu çekimsema yet­
m iyordu bize. P.'ye sorduk: 'Morfin büyük ağrıları ön­
leyebi lecek m i ? - Gerekli düzeleri vereceğiz ona.'

• Kesinl ikl e konuşmuştu; hali güven veriyordu


bize. Yatıştı k. Yarasını yeniden tırnar etmek için an­
nemin odasına gird i : 'Uyuyor', dedik kendisine. ' Gel­
diğimin farkına bile varmayacak.' Odadan çıktığı za-

82
man annem hala uyuyordu herhalde. Ancak, o gece
çekm i ş olduğu korkuları hatırlayı nca, Poupette'e :
' Gözlerini açınca kendini bir daha yapayalnız bulma­
mal ı ' , dedim. Kız kardeşim kapıyı açtı ; sonra beti
benzi atmış, bana doğru döndü , hıçkıra hıçkıra, ken­
dini, oturduğum sıranın üzerine attı : 'Karnı n ı gör­
düm! ' Ona biraz equanil bulmağa gittim . Doktor P.
bir daha yarıımıza geldiğinde, kardeşim ona d a : 'Kar­
nı n ı gördüm! Korkunç bir şey ! ' dedi. 'Yok canım, hep
öyle olur', dedi doktor, biraz sıkılmış gibi. . . Poupet­
"
te: ' Diri diri çürüyor', dedi bana ; ben de ona baş­
ka bir şey sormadı m . Oturup konuştuk. Sonra anne­
m i n baş ucuna oturdum : H ırkanın akl ığ ı üzerinde i n­
ce siyah kaytanın solukla birl ikte bel l i belirsiz kı­
m ı ltısı ol masa annemi ölmüş bellerdim. Saat altıya
doğru gözlerin i açtı : 'Saat kaç Allahaşkına? Anlamı­
yorum. Akşam mı oldu gene? - Öğ leden sonra hep
uyudı:ın . - Kırk sekiz saat uyumuşum demek?
- Yok canım ! ' Bir gece öncesinin olaylarını hatır­
lattı'm . Camın arkası ndan uzaklara, karanl ığa, neon­
lu tabelalara bakıyordu. incinmiş bir hall e, 'Anlamı­
yorum', d iye yineledi. Hatırı nı sormağa gelenleri,
telefon edenleri saydım. ' Umurumda değ il', dedi.
Kendisini şaşırtan şeyi evirip çeviriyordu kafasında :
' Hekimlerin ded iğini işitti m ; onu serseml eştirmeli,
diyorlardı.' Bu kez dikkatl i davranmakta kusur etmiş­
lerd i işte. Açıkladım: Dün geeeki gibi boşu boşuna
niye acı çeksindi? Yatalak yaraları kapanıncaya dek
onu bol bol uyutacaklardı. ' Evet', ded i ; ses inde si­
tem vard ı ; ' evet ama, günleri m i harcıyor, yitiriyo­
rum.'
' Bugün yaşamamışım. - G ün lerim i harcıyor, yi­
tiriyorum.' G eçen her gününün bir değeri vardı onca;
başka hiç bir şeyi n, yeri ni tutamayacağı bir değer.

83
ölecekti de. B i lmiyordu bunu: Ama ben b i liyordum.
Onun adına ben boyun eğemiyordum b u olacağa.
Biraz haşlama suyu içti, Poupette'i bekledik:
'Burada yatmak yoruyor onu', dedi annem. 'Yok ca­
n ı m , o nas ı l söz?' içini çekti : 'Umurumda değil.' Bir
an düşündükten sonra da e kl e d i : ' Ben i tasalandı ran,
hiç b i r şeyin umurumda olmaması .' Bir daha uykuya
daimadan önce, kuşkul u bir halle sordu: 'Ama in·
san böyle sersemleşti ri l i r m l ? ' Protesto muydu bu?
Kendisine güven vermemi d i l ediğini sanıyorum da­
ha çok: Uyuşukli.ığu I l açla yaratı l m ı ştı, Inginlik be­
l i rtisi değ i l d i.
Bayan Cournot Içeri girdiği zaman annem göz­
lerini araladı . Onları yuvalarında sağa sola kaydı rd ı ,
bakışı n ı düzeltlp uyum yaptı , dünyayı yeni tanıma­
ğa başlayan çocuğunkindeA de dokunaklı bir ağır­
baş l ı l ı kl a hemşireye d i kkatle baktı. 'Siz kimsiniz ki?
- Bayan Cournot bu. - N iye buradasınız? Bu sa­
atte? - Gece oldu', dedim gene. Fal taşı gibi açtığ ı
gözleriyle Bayan Cournot'yu sorguya çekiyordu: 'Peki
ama niye? - B i l iyorsunuz ya; geceleri hep yanı n ı z­
da oturup bekl iyorum .' Annem, biraz ı c ı k kınar g i b i :
'Ya ! ' ded i , 'Tuhaf şey! N iye sanki? ' G itrneğe haz ı r­
land ı m . 'Gidiyor musun? - Gitmem canı n ı s ı kar
m ı ? ' Gene aynı karş ı lığı verd i : 'Umurumda değ i l.
H iç bir şey umurumda değil.'
Hemen kal kı p gitmed i m ; gündüzcü hemşireler
annemin herhalde sabaha ç ı kamayacağı n ı söylüyor­
lard ı . Nabız 48'den 1 00 'e atl ıyordu. Saat ona doğru
duruldu. Poupette yattı ; ben evime dönd ü m . P.'nin
bizi aldatmad ığına emindim şimdi. Annem bir i ki
güne dek, çok çekmeden, göçüp gidiverecekti .
Uyandı ğ ı nda akl ı başındaymı ş . Ağrı duyar duy­
maz, d indirici i laç veriliyordu. Üçte g i rd i m yanına;

84
uyuyordu, baş ucunda Chantal bekliyordu; biraz
sonra: 'Zava l l ı Chantal', dedi bana dönerek, 'O ka­
dar çok i ş i var, bense vaktini al ıyorum. - Ama o
buraya seve seve gel iyor. Seni çok sever, bi l i rsin.'
Annem uzun uzun düşünd ü ; şaş ı rmış, içten üzülmüş
bir halle: ' Ben ki msecikleri sevip sevmediğimi bile­
m iyorum artık', dedi.
Gururunu hatırlıyordum : 'Şen kadınım da onun
için seviyorlar beni.' Yavaş yavaş, birçok kimseler
ona usandırıcı gelrneğ e başlamıştı . Ş i mdi gönlü büs­
bütün• uyuşmuştu : Yorgunluk, her şeyini almıştı
e l i nden. N e var ki , en sevecen sözle rinin b ir teki
bile, bu umursamazl ı k bildirisi kadar dokunmamış­
tı bana. Eskiden, kendisine belieti imiş resmi davra­
nışlar, alışılagelmiş çal ımlar, gerçek duygularını ör­
tüyor, kapat!ıyordu. Bu duyguların sıcaklığ ın ı, yok­
l uklarının kendis i nde yarattığı soğukluğa vurarak
ölçüyordum.
Uyuyakaldı ; soluğu o kadar beli rsizdi ki düşle­
re daldı m : 'Sarsı ntısızca, b ir dursa, bir durabllse . . . '
Ama i nce siyah kaytan kalkıyor, i niyordu: Sıçrayış
o kadar kolay olmayacaktı . istemiş olduğu üzere,
kendisine yağurt yedi rmek için onu beşte uyandı r­
d ı m : ' Kardeşin yememi istiyor: iyi geli rmiş bana.'
i ki üç kaşı k yed i : Birtakım yerlerde ölülerin mezar­
Iarına bırakı lan yiyecekleri düşünüyordum. B i r gün
önce Catherine'in getirmiş olduğu gülü koklattım
kendisine: ' M eyrignac'ın son gülüymüş.' Dalg ı n dal­
gm bir göz atmakla yeti ndi. Gene uykuya dald ı ; ka­
ba etinde duyd1.1ğu yanma il e uyandı bu uykudan .
Martin iğnesl : Sonuç alınmad ı . iki gün öncesi gibi
elini e l imde tutuyor, yüreklendirecek şeyler söyiO·
yordum kendisine: ' B i r dakika. iğne şimdi etkisini
gösterir. B i r dakika sonra tamam. - Çin işkencesi

85
bu', ded i ; sesi renksizdi , karşı durmağa bile artık
gücü yetmiyordu. Gene zili çaldım, üsteledim: İkin­
ci iğne vuruldu. Parant hemşire yatağı düzeltti, ye­
niden uykuya dalmış olan, elleri buz gibi annemin
durumunu biraz değiştirdi . Oda hizmetçisi, saat al­
tıda getirdiği akşam yemeğini geri çevirdiğim için
homurdandı : Can çekişmenin, ölümün gündelik olay­
lardan olduğu kl inikierin değişrnek bilmez görene­
ğ i l Saat yedi buçukta annem : ' Bak', dedi , 'şimdi iyi
duyuyorum kendimi. Gerçekten iyi. Uzun zamandır
kendimi bu kadar iyi duymamı ştım.' Jeanne'ın bü­
yük kızı geldi, ona biraz haşlama suyu ile kahveli
krema içirip yedirmeme yard ı m etti. Bunu yapmak
güçtü çünkü öksürüyord u : Solunum darlığının baş­
langıcıydı bu. Poupette'le Bayan Cournot gitmemi
öğütlediler. Bu gece herhalde bir şey ol mayacaktı ,
burada kalmarnsa annemi kuşku landırabi lirdi. Onu
öptü m ; o da, o korkunç gülürrıseyişiyle: 'Seviniyo­
rum', dedi, 'beni o kadar iyi gördüğüne! '
Beliadenal aldıktan sonra, yarımda yattım .
Uyandım; telefon çal ıyordu: 'B i rkaç dakikası kaldı
artı k. Mareel arabayla seni almağa geliyor.' Mareel
-Lionel'in amca oğlu- ben i , hızlı h ızl ı , ıssız bir
- Paris'in içi nden geçird i . Champerret kapısının ya-
kı nlarında ışığı kırmızı kırmızı parlayan bir kahve- '
nin tezgahında birer kahve yuvarlad ı k. Poupette, kli­
niğin bahçesinde bizi karşılad ı : ' B itti.' Yukarı ç ı k­
tı k. Annemin yerinde yatakta yatan bu ceset o ka­
dar beklendik, ama o kadar akıl almaz bir şeydi ki . . .
Eli, alnı soğumuştu. Hala oydu bu, değişmeyecek
yokluğuydu aynı zamanda. Bir gaz bezi çenesini tu­
tuyor, kıpırtısız yüzünü çerçeveliyordu. Kız kardeşi m
Blomat sokağındaki eve gi_d ip g iysiler getirmek isti­
yord u : ' N eye san k i ? - Töre öyleymiş. - Biz uyma-
.

86
yacağız.' Anneme, dışarıda bir yere yemeğe gidiyor•
muş gibi, giysi l er, ayakkabı lar giydirmeği akl ı m al­
·
yordu; kendisinin de böyle bir şey d i l eyeceğini san-
mıyordum; ö lüsünün ne olacağ ına i lgi duymadığını
sık sık söylemişti. Bayan Cournot'ya: ' Uzun gece l i k
lerinden birini giyd irmek yeter', dedim. Masanın gö­
ızünden halkayı alarak: 'Ya nişan yüzüğü ? ' diye sor­
du Poupette. Halkayı parmağına geçirdik. Niye m i ?
Bu yeryüzünde şu küçük altın hal kaya artık hiç yer
yoktu da ondan herhalde.
Poupette'in ayakta duracak hali kal mamıştı . Ar­
tık annem olmayan o ölüye son bir kez baktıktan
sonra, kız kardeşimi hızla aldım, götürdüm. Mareel '­
l e birlikte Dôme kahvesinin barında birer bardak
bir şeyler içti k. Poupette anlattı :
Saat dokuzda N . oı:ladan çıkmış, öfke l i bir hal­
le: 'Bir dikiş daha atmış. Kendisi için bunca şey ya­
pıldıktan sonra gene böyle olsun ! insan ineiniyar
doğrusu! ' demiş. Kız kardeşim, şaşkın l ı k içinde, ar­
kas ından bakakalmış. El leri buz gibi olduğu halde
annem s ıcaktan yakınıyor, biraz güçlükle solunuyor­
muş. Bir iğne yapmışlar, uykuya dalmış. Poupette
soyunmuş, yatmış, eline bir polis romanı alıp oku­
mağa çalışmış. Gece yarısına doğru annem kıpırdan­
mağa başlam ış. Poupette'le hemşire yatağına yak­
laşmışlar. Gözlerini açmı ş : ' N e yapıyorsunuz bura­
da? Niye kayg ı l ı gibisiniz? Ben çok iyiyim . - Kara­
basan görmüş olacaksın, ondan yanına geldik.' Çar­
şaflarını düzeltirken, Bayan Cournot ayaklarına do­
kunmuş: Ö lümün soğukluğu onları kaplamışmış bi­
le. Kız kardeşim, bana haber vermesi gerekip gerek­
mediğini kestirememiş. Bu saatte orada bulunmam,
aklı tümüyle başı nda olan annemi ürkütebilird i . Ge­
ne yatmış. Saat bird e annem yeniden kıpırdanmış.

87
Canl ı bi r sesle, babamın söylediği eski b i r şarkının
sözleri n i m ı rı l danmış: ' G idiyorsun, b ırakıyorsun biz­
leri . . . ' Poupette: ' Ne münasebet! Seni bırakmıyo­
rum', demiş; annem de hafif hafif, anlayı ş l ı b i r hal­
l e g ü lümsemiş. Soluk alması g itgid e güçleşiyormuş .
B i r iğne daha yap ı ld ıktan sonra, bi raz güç anlaş ı l ır
bi r sesle: ' Ö lümü . . . sonraya . . . bırakmal ı . . . ', demiş ..
'Elimi m i bı rakma l ı ?' Anne m : ' Hayır', demiş, ' Ö l ü­
mü.' Ö lüm sözcüğünün üzerine basa basa. Ulam ı ş
sonra : 'Ölmek istemiyorum . - A m a iyi leştin zate n ! '
Daha sonra dalgınlık içi nde birtakım saçma şeyler
söylemiş: ' Kitabı m ı ortaya çıkaracak vaktim kalsın
isterd im . . . Kimi arnzirrnek istiyorsa onu emzirsin.'
Kız kardeşim giyinmiş: Annem bilincini hemen he­
men yitirmiş durumdaymış. Ansızın bağı rm ı ş : ' B o­
ğuluyorum.' Ağzı açı l m ı ş ; et kalmamış bu yüzde
gözleri kocaman, f ırlak: B i r kasınınayla komaya g i r­
miş. ' Gidip telefon edin', demiş Bayan Cournot. Pou­
pette beni aramış , ben karş ı l ı k vermemişim. Sant­
ralcı kız beni uyand ı rıncaya dek yarı m saat z i l i m l
çal m ı ş durmuş. Bu a ra Poupette, artı k b i l i nçsiz olan
annemin yan ına dönmüş; yüreği atıyormuş, yastık­
lara yas l ı , soluk a l ıyormuş ; donuk gözleri artık hiç
b i r şey görmüyormuş. Sonra gitm i ş : ' D oktorlar mum
gibi tükenip gidecek demişlerd i : Öyle olmad ı , hiç de
öyle olmadı', demiş kardeşim, hıçkırıklar içi nde.
Hemşire : 'Aman Hanımefendi ' , d iye karş ı l ı k vermiş,
'emin olun pek zahmetsiz, pek sessiz b i r ölüm oldu
bu.'

88
Ö mrü boyunca annem kanserden çok korkmuş­
tu ; klinikte röhtgen fi lmi çekildiği zaman bel ki d e
hala korkuyordu. Amel iyattan sonra i s e bir an bile
kanser akl ına gelmedi. Gün oldu, yaşına göre pek
sert bir sarsıntıya dayanamaz da, ö l ü r d iye korktu.
Ama kuşku, akl ının köşesinden bile geçmedi : Ka­
rınzarı yangısından amel iyat ed i lmişti , hasta l ı k ağı r­
dı ama onacak cinstendi.
Bizi daha çok şaşırtan, bir papazın gelip kendi­
siyle görüşmesini hiç bir zaman istemiş ol mamas ı ;
'Simone'u bir daha göremeyeceğim ! ' diye üzüm üzüm
üzüldüğü gün b ile ! Marthe'ın getirmiş olduğu dua­
lar kitabı n ı , i sal ı haçı , dua tesbihini çekmecesinden
çıkarmad ı . Jeanne, bir sabah, ' Bugün pazar, Franço­
ise teyze ; kudas ayinihe katıl mak istemez misiniz?'
diye sormuştu. 'Aman yavrum! Çok yorgunum, dua
edecek halim yok; Tanrı bağışlar ben i ! ' d iye karşı­
l ı k vermişti annem. Bayan _ Tard ieu, Poupette'in ya­
n ı nda, günah çıkaracağı papazı görmek isteyip iste­
mediğini daha bir üsteleyerek sormuştu; ann�min
yüzü sertl eşmişti : ' Çok yorgunum.' Konuşmaya son

89
vermek için de gözlerini yummuştu . Başka bir eski
arkadaşının hatı r sormağa gelişinden so,nra Jeanne'a
d em i şti ki : 'Şu garip Louise de, amma tuhaf şeyler
soruyor: Kliniğe bağ l ı bir papaz olup olmadığını öğ­
renmek istedi . Hani çok umurumdaydı da! . . . '

Bayan de Saint-Ange bizi canımızdan bezdiriyor­


d u : ' Madem kaygı ları var, dinin avuncunu Istemesi
gerekir. - Ama istemiyor. - Bana da, başka arka­
daşlarına da söz verd irmişti, din kural larına uygun
biçimde ölmesine yard ım ede l i m diye. - Şu anda,
istediği, iyi l eşmesine yard ım edilmesi.' Bizi kınıyor­
lard ı. Annerne son dinsel h izmetlerin uygulanmasını,
.m uhakkak ki, enge lliyor değildik, am� bunları ken­
disine zorla kabul ettirmeğe de kalkmıyorduk. Ken­
disine uyarmada bulunmamız gerekecekti : 'Kanser­
sin. Ö l eceksin.' Eminim, kendilerini annemle baş ·

başa bıraksaydık, birtakım kaba sofu kadı n lar, onu


da yaparla rd ı . (Onların yerinde olsaydım, annemin
yüzyı l larca Arafta kalmasına yol açacak bir 'başkal­
d ı rma günahına' girmesinden korkardım.) Annem
bunlarla baş başa kalmağı zaten istemiyordu. Yata­
ğının çevresinde genç gülümseylşler görmek dile­
ğindeydi : 'Benim gibi yasl ı kad ı nl arı , dinlenmeevine
'
çeki ldiğim zama� bol bol göreceğim n'ası l olsa', d i­
yordu yeğen kızlarına. Jeanne'la, Marthe'la birl i kte
olduğ u zaman, dindar ama anlayı ş l ı , yalanlarımızı da
,
yerinde bulan iki · üç arkadaşı geldiği zaman, güven­
l i k içinde duyuyôrdu kendini. Ö bürlerine güvenmi­
yor, içlerinden bi rkaçının sözünü ettiği zaman se­
sinde hınç sez i l iyordu: Şaşırtıcı bir içgüdüyle , han­
gi kimselerin va r l ığının, iç diHiğini bozabi leceğin i
bi l iyordu sanki : 'Şu Dernekteki han ı ml arı görrneğe
g itmeyeceği m b i r . daha. Oraya bir daha ayak basma­
yac,ağım.'

90
Birtakı m . kimseler şöyle düşüneceklerdir: 'Acı­
nın, ölümün karşısı nda yenilcliğine göre, inanı ancak
yüzeydeydi , sözde kal ı yordu.' Ben, i nan ned i r, bil­
miyorum. Ama din, annemin yaşayışının ekseniyd i ,
tözüyd ü : Çekmece lerinde bulunan kağıtlar, bunun
böyle olduğunu gerçekledi. ·Duan ın , mekani k bir mı­
rı ltıdan başka bir şey olduğuna inanmasayd ı , tesbi­
hini çekmek, onu, bulmaca çözmekten daha çok yor­
mazdı . Çekimsemesi , tersine, Tanrıya yakarmayı ,
dikkati , düşüncey i , bel l i bir tin durumunu gerektiren
bir iş diye gördüğüne inandırıyor beni . Tannya n e
"
söylemesi gerekece ğ in i b il iyordu: 'Tanrım , iyi l eşti r
ben i ; ama sen ne yazmışsan o olsun: Ö l meği kabul
ediyorum.' Kabul etmiyordu oysa. Yalanın artı k hük­
mü kalmadığı şu s ı rada, içinden gelmeyen her han­
gi bir söz söylemek istemiyordu. Bununla birlikte
başkaldırmak hakkını da tanı mıyordu kendine. Susu­
yordu : 'Tanrı iyidir.'
Bayan Vauthier, ürkmüş, şaşkın , 'Anlamıyorum',
demişti bana. 'Anneniz ki o kadar inanı sağlam, o
kadar dini bütün . . . Ö lümden öyl esine korkuyor ki ! '
Ermiş l erin de, s ı rasında, çığlık ata ata, çarpına ka­
s ı l a öldüklerini bilmiyor muydu? Zaten annem n e
Tanrıdan korkuyordu, ne şeytandan." Veryüzünden
ayrıl maktan kofkuyordu yalnız. N i nem, göçtüğünün
farkındaydı . Sevi nmiş gibi bir hal l e : 'Son olarak ra­
fadan yumurtarnı yiyeyim, sonra da gidip Gustave'ı
bulayım', demişti. Yaşamaya büyük şevkle sarı lma­
mıştı hiç; seksen dört yaşında, üzgün · üzgün , bitki­
ler gibi, davranışsız, yaşayıp gid iyordu: Ö lmek onu
tedirgin etmiyordu. Baqamın gösterdiği yürek pek­
l iği daha az olmamıştı : 'Annene söyle, papaz getirt­
mesin. Oyun oynamak istemiyorum', demişti bana.
Sonra, kı lgın birtakım konulardaki isteklerini anlat-

91
m ıştı . Ninem cennete göçmeği ne kadar d i nginli kle
kabul etmişse, babam da, yıkılmış. h ı rç ınlaş m ı ş ha­
liyle yokluğa göçmeği o kadar d i n g inli kle kabul edi­
yordu . Annem yaşamayı , benim sevd i ğ i m ölçüde se­
viyord u ; ölüm karş ı s ı nda da, ben i m g i b i , başkaldı rı­
yordu. O can çekişedu rurken, yeni ç ı kan k i tabı m ı
açı mlayan b i rçok mektup almıştı m : B i rtakım sofu
ki mseler, zeh i r g i bi b i r acıma gösterisi içinde, 'ina­
n ı n ı zı yiti rmemiş olsayd ı n ız, ölüm s i zi bu kadar kor­
kutmazd ı ' , diye yazıyorlardı . Iyi dilekli okurlar, beni
sözleriyle yüreklendiriyor, 'Yok olmak önemli deği l :
Ard ı n ı zda yapı t ı n ı z kalacaktır', diyorlard ı . Hepsine
içimden şu karşılığı veriyord u m : 'Aldanıyorsunuz.'
D i n , annerne ne verabi i i rdi ki? Ölümümden sonra
başarı kazanmak umudu bana ne vera b i i i rd i ki? Ya­
şamaya s ı kı s ı kı sarılmışsanı z , s i zce ister gökyü­
zünde, ister yeryü zünde olsun, ölümsüzlük ölümün
acıs ı n ı s i ze unutturamaz, s i zi avutamaz.

92
Anne m i n heki m i , daha i_l k bel i rtilerinden kanse­
ri tanı lamış olsaydı ne ol urdu? l ş ın larla bu kansere
karşı savaşı l ı r, annem de iki üç yıl daha yaşardı h er­
halde. Ama hasta l ı ğ ı n ı n ne olduğunu b i l ecek, h i ç de­
ğ i lse, sezecek, ömrünün sonunu boğucu s ıkıntı l ar
içinde geçirecekti . Bizim yandı ğ ı m ız, heki m i n yap­
tığı yanlı ş l ı ğ ı n , b i zi aldatm ı ş olmas ı ; yoksa annemi
mutluluğa eriştirrnek başl ıca tasam ı z haline gel i rd i .
Jeanne'la Poupette ' i n o yaz karş ı l aştıkları güçlükle­
re hiç önem veri lmezd i . Ben annemi daha s ı k görür,
kendisine yeni yeni eğl enceler yaratmağa çal ış ı rd ı m .
Doktorların kendisini canlandırmalarına, ameliyat
etmelerine de yerinme l i m i , yeri nmem e l i mi? Bir
gün b i le kaçırmak, yitirmek istemeyen annem, böy­
lece otuz gün ' kazanmış' o l d u ; bu otuz gün kendisi­
ne sevinçler de getird i , kaygı lar, acı l ar da. Zaman
zaman karşısına dikildiğini san d ı ğ ı m tehlikeden, o
korkunç acıları çekmekten, yakasını kurtardı ğ ı n a
göre, onun a d ı n a bu konuda b i r karara varamam.
Kız kardeşim için, annemi daha ilk gördüğü g ü n yi­
tirmesi , kendi s i n i pek güç toparlayabi leceği bir sar-

93
s ı ntı o lurdu. Va ben? Annem o gün ö l müş o lsaydı ,
ark�sından gelen dört haftanın getird i ğ i i mgeleti ,
karabasanları , üzüntü leri b i l meyecekti m . Ancak, o
gün ö l mesi karşısında nas ı l b i r sarsıntı geçirird i m ,
ölçemem, kestiremem ; üzüntüm h i ç de ummad ı ğ ı m
b i r b i ç i mde patlak verdi çünkü. B u ertelenişten ke­
s i n l i kle şu kazancı sağlad ı k: Pişman l ı k acısı duy­
maktan kurtulduk; hemen hemen kurtulduk, h i ç de- .
ğ i l se . . . Sevd i ğ i m iz b i r kişi öldüğü zaman, sağ kal­
mak suçunun kafaretini yüreğ im ize işleyen yegı n
b i r pişman l ı k l a öderiz. Ölümü, bu kişi n i n ne kadar
eşsi z benzersiz olduğunu açı kça anlatır bize; varl ı ğ ı­
n ı n , b i r zamanlar, bütünüyle var k ı l d ı ğı , yokluğunun,
kendi bakı m ı ndan ortadan kal d ı rd ı ğ ı dünya kadar uç­
suz bucaksız hale gel i r bu ö l ü ; yaşamamııda daha
çok yer tutmas ı , g ide g ide yaşamamızın tümünü kap­
laması gerekirdi g i bi g e l i r bize. Kendimizi sıyırı rı z
sonra bu sersemleyişte n : O d a , öbürleri arası nda,
öbürleri g i bi bir bi reydi , o kadar, diyoruz. Ancak,
kimsecikler i ç i n e l i mizden geleni -hiç bir zaman­
yapmad ı ğ ı m ızdan, (kendi e l i m izle çizdiğimiz, tartı­
ş ı l a b i l ecek s ı n ı rlar içerisi nde b i l e e l i mizden geleni
yapmadı ğ ı m ızdan,) kend i mize, gene de, bol bol s i�
tem edecek sebepler buluruz. Şu son y ı l larda, an­
nem i n karşısı nda, öze l l i kl e savsaklamalardan, yap ı l ­
m a s ı gerekeni g e r i b ı rakmaktan, çekimsernelerden
suç l uyduk. Kendisine adad ı ğ ı m ız bu günl er, geceler­
ie; orada bulunuşumuzun ona verd i ğ i eri nçl e ; kor­
kuya, acıya karşı kazanılan utku larla ; bu suçları mı�
zı bağışlattı k g i b i geldi bize. D i rengen uyan ı k l ı ğ ı m ız
ol masayd ı , çok daha fazla acı çekerdi annem.

Çünkü, başka ö l üm l erle karş ı l aştı rı l ı nca, ölümü


gerçekten zahmetsiz, sessiz oldu. ' Beni canavar­
l arırı e l i ne b ı rakmayı n . ' Kimseelkiere böyle bir

94
çağı rı rnda bulunamayacak olanları düşünüyordum:
Kendini savunmasız kal mış duymak, yazg ısı, tamamıy­
le, aldırışsız heki mlerle aşırı ölçüde çal ıştırılan, yor­
gun, bezgi n hemşirelerin el inde ol mak, ne korkunç
'
şey! Yıı gıya kapıldıkları zaman alınlarıha kimse elini
koymayacak; ağrılarla kıvranmağa başlar başlamaz
yatıştırıcı ilaçlar verilmeyecek; yokluğun sessizliği­
n i dolduracak yalan dolu gevezel ikler yapılmayacak.
'Yirmi dört saat içinde kırk y ı l birden yaşlanmış . . . '
B u cümle d e uzun süre aklımdan çıkmamıştı . Bugün,
·h ala, korkunç can çekişmeler oluyor. .Niye? Sonra
,
şu da var: Koğuşlarda, son saati yaklaştığı zaman,
ölümcül hastanın yatağını bir paravanayla çevreler­
ler; ertesi gün boş duran başka yatakların çevresin­
de de bu paravanayı görmüştür hasta: Ne olacağır.ı
bilir. Annemi , kimseni n gözünü di kerek bakamadığı
bu kara güneş karşı sında, gözleri kamaşmış, saat- �
lerce yatar halde getiriyordum gözümün önüne: Fal
taşı gibi açı lmış, bebekleri irileşmiş gözlerindeki
büyük korkuyu imgel iyordum . . . Annemi n ölümü ger�
çekten zahmetsiz, sessiz oldu; herkese nasip olmaz
böyle ölüm.

95
Poupette o gece bende kald ı . Sabahı n onunda
, kliniğe g i tti k gene: Ote l lerde olduğu g i b i , odanın
öğleden önce boşaltıl ması gerekiyordu. B i r kez da­
ha merdivenden ç ı ktık, i ki kapıdan geçtik: Yatak
boştu. Duvar, pencere, lambalar, eşyalar, her şey
yerl i yerindeyd i ; çarşaf apak, dümdüz duruyordu.
B i r şey i n olaca ğ ı n ı kestirrnek başka, olduğunu gör­
mek, b il mek başka: Bu tokmağın başımıza i necaği­
ni hiç b i lmeseydik, ancak bu kadar sars ı l a bi l irdik.
Gömme dolaptan bavul ları ç ı kard ı k, kitapları , çama­
şırları, ufak tefek tuvaJet eşyası n ı , kağıtları , i çleri­
ne yığd ı k : Yalanların yozlaştırd ı ğ ı altı hafta l ı k bir
iç l i d ı ş l ı l ı ktan artakalanlar. .. Kırmızı sabah l ı ğ ı ora­
da b ı raktık. Bahçeden geçti k: D i b i nde b i r yerlerde,
yeşi l l i ğ i n i ç i nde gizl i , bir morg vard ı ; i çinde de, çe­
nesi bağ l ı , annem i n cesedi . Hem kendi i stedi ğ i i ç i n ,
h e m de öyle rast geldiği için, en sert sars ı ntı l a rı
geçirmi ş olan Poupette o kadar bitkindi k i , cesedi
bir daha görmesi n i öneremedi m . Ken d i m de, onu
görmek isted iğima pek emin değ i l d i m .

96
Bavu l l arı . B lomet sokağı ndaki eve, kapıcıya bı­
raktık. Cenaze kaldırma i şleriyle uğraşan b i r yer
i l i şti gözümüze : 'Ha buna kaldırtmışız, ha başkası­
na.' Karalar g iymiş i ki bay, ne isted i ğ i m izi sordu.
Türlü tabut örneklerin i n fotoğrafların ı gösterdi b i ze:
'Şu tabut daha güze l .' Poupette hıçkırıkla karış ı k b i r
g ü l m e tutturdu: ' Daha güzel ha! Şu . kutu ! Bu kutu­
ya konmak istemiyordu ! ' Arine m i n iki gün sonra, cu­
ma günü gömüleceği kararlaştırıl d ı . Çiçek istiyor
muyduk? ' Evet', ded i k, n iye öyl e ded i ğ i m iz i b i l me­
den: Ne haç, ne çelenk; yal nız koca bir demet çi­
çek. Tamam : Her şeyi onlar yapacaktı . Öğleden son­
ra bavu l ları annemin dairesine çıkard ı k ; Bayan Leb­
lon evi n b i ç i m i n i değişti rmişti ; daha tem i z , daha i ç
açıcıydı ş i m d i , g ü ç tanı d ı k evi : Daha iyiydi öyle ol­
mas ı . H ı rka i l e gece l i klerin bulunduğu bavulu bir do·
laba tıkıştırd ı k, kitapları b i r yere s ı raladık, kolonya­
yı, şekerleri , tuvalet eşyas ı n ı , döktük, attık; gerisi­
n i de evime götürdük. Gece uyku tutmadı ben i . Ya-
n ından son ayrı l ı şı mda, 'Sevin iyorum beni öyle iyi
gördüğüne', ded i ğ i için, gittiğ i m e yeri n m i yord u m .
A m a cesed i n i n yanından b i raz a ş ı r ı b i r evecenl i kl e
ç ı k ı p uzaklaştığ ı m i ç i n suçlu bul uyordum kend i m i .
O d a , k ı z kardeşi m de: 'Ceset, h i ç b i r şey değildir
artı k', diyorlard ı . Bununla birl i kte, annemin etiydi
bu, annemin kem ikleriydi , daha b i r süre için de, an­
nemin yüzüydü. Babamı n , benim için artık b i r nes­
ne oluverd i ğ i ana dek, yanı nda kal m ı ştı m ; var ol­
ma hal i nden hiçl iğe geç i ş i , ağ ı r ağ ı r sindirm i ştim
içime. Oysa, sarı l ı p öptükten aşağı yukarı hemen
sonra yan ı ndan ayrı l d ı ğ ı m için, morgun sağuğunda
yapayalnız yatan , hala, annemmiş gibi geliyordu ba­
na. Tabuda ertesi günü, öğleden sonra konacaktı :
Ben de bulunacak m ıydı m orada?

97
Hesabı görmek için saat dörde doğru kliniğe
g itti m. Annerne mektuplar, bir kese dolusu da ye­
miş ezmesi gelmişti. Yukarı ç ı kıp hemşirel ere a l l a­
haısmarladı k dedim. Martin i l e Parent hemşirel eri ,
o geneaci k kızları fı kırdıyor buldum geçenekte. Bo­
ğaz ı m düğüm düğümdü, i ki lafı güç ç ı karabi l d i m .
1 14 sayı l ı odanı n kapı s ı önünden geçtim ; Ziyaretçi
Kabul Edilmez yaftasını i nd i rmişl erd i . Bahçede b i r
ara duraksadı m : Yüreğ i m elvermed i ; hem neye ya­
rard ı ? G ittim . Card i n ' i n caml ı ğ ı i le, güzel saba h l ı k­
ları gene gördüm. B i r daha, diyordum kendi kendi­
me, bir daha g iriş aral ı ğ ı nda oturmayacak, beyaz al­
macı kaldırmayacak, bu yoldan geçmeyeceği m ; an­
nem iyi leşmiş olsaydı bu al ışkan l ı klardan sevine se­
v!ne vaz geçerd i m ; ama Içimde, ş i m d i , bir özlem
kal ıyordu, çünkü bu al ı ş ka n l ı kları , annemi yiti rd i ğ i m
için yltiriyordum.
·
Yakınlarına bi rkaç anmal ı k dağıtmak istiyorduk.
Bitmemiş bir örgü, yün yumakları i l e dolu has ı r iş
torbası n ı n , kurutma kağıtlı yazı altl ı ğ ı n ı n , makas ı n ı n ,
yüksüğünün önünde bir ş e y geldi , boğazımıza tıkan­
d ı . Nesnelerin gücü, b i l inen şeyd i r : Yaşayış bunlar­
da donuverir, katı l aşıveri r; h i ç erişmediği ölçüde
bir . gerçekl i k nite l i ğ i kazanı r. Hepsi masamın üzeri­
ne dağ ı l mı ş yatıyordu, öksüz, gereks iz; gözden düş­
müş, atı l m ı ş şeyler olacaklar, ya da başka b i r kim­
.
l i k edineceklerd i : ' Françoise teyzernden kalma bir
kutu bu .. . ' Saatin i M arthe'a verecekti k. Siyah . kay­
tanı çözerken Poupette ağlamağa baş l ad ı . 'Saçma
bir şey bu; fetiş merakl ısı değ i l i m ya, bu kurde(eyi
atamıyorum. - Sakla.' Ölümü diri m l e b i r araya ge­
tirmeğe, ussal olmayan b i r şey karş ı s ı nd a usçulca
davranmağa yeltenrnek boş şey: Vars ı n , herkes, duy­
guları n ı n karı ş ı k l ı ğ ı içinde b i l d i ğ i g i b i sıyrı l s ı n işin

98
i çi nden. Son istekleri n heps i n i , daha daha, i nsan ı n
h i ç b i r s o n isteği ol mamasın ı , anl ıyoru m ; i nsan, is­
terse ölüsünün kem i klerini bağrına bastırsı n , i ster­
se sevd i ğ i n i n cesed i n i ö l ü l erin ayrımsız gömüldüğü
çukura b ı rakıvers i n. Kız kardeş i m annemi g iydi rmek­
te ya da nişan yüzüğünü saklamakta beki n m i ş ol­
sayd ı , kendi tepkil erim ölçüsünde, bu tepkiyi de
doğru bulur, kabul ederd i m . Cenaze alayı konusun­
da herhangi b i r sorunla karşı laşmamıştık. Annemi n is­
tekleri ni b i l d i ğ i m iz i sanıyorduk, bu ıstekiere uymuş­
tuk.
Zaten, ölüm kadar ürkünç güçlükler d i k i l iyordu
karş ım ıza. Pere-Lachaise mezarl ı ğ ı nda, büyük dede­
m i z i n kız kardeşi , M ignot adı nda b i r han ı m ı n yüz
otuz y ı l önce satın a l d ı ğ ı b i r yerim i z vard ı . Bu ka­
d ı n , dedem, karı s ı , kardeşi , Gaston amcam, baba m ,
hep oraya gömül m ü ş l erdi . Yer kalmamıştı artık. Bu
g i b i duru m larda, ö l üyü geçici o larak başka b i r me­
zara gömerler; kend i s i nden önce göm ü l müş kimse­
l erin kem i kleri b i r tek tabuda yerleşti ri l d i kten sonra
a i l e mezarına a l ı rlar. Ancak, mezarl ı k toprağı n ı n de­
ğeri pek yüksek olduğu için yönetmenl ik, sürekl i
olarak veri l m i ş yerleri geri almaii_a çalışmaktad ır:
O yerin sahibinden otuz yılda b i r, hakların ı kesi n l e·
mes i n i istemektedir. Bu süre geçmi şti . Bu hakları
yitireb i l eceği miz, bize, gerekl i süre i çerisinde b i l d i ·
rilmemişti ; dolayısıyle hakkı m ı z e l i mizden al ı namı­
yord u : Meğer ki M ignot ai lesinden b i ri meydana çı­
ka da bu yerde hak i leri süre . . . Bir noter, bu ko­
nuyu sağ lama bağ layıncaya dek annemin cesedi b i r
depoda saklanacaktı .
Ertesi günkü törenden fena korkuyorduk. Yatış·
tırıcı i laçlar aldık, saat yediye dek uyuduk, çay iç­
tik, bir şeyler yedik, gene yatıştırıcı haplar aldık.
Sekizden az önce, kara bir yük arabası ıssız sokakta
durdu: Gün ağarmadan önce kliniğe g itmiş, gizli bir
kapıdan çıkarıl an cesedi almıştı . Sabahın soğuk sisi
içinden geçerek arabaya bindik, oturduk; Poupette,
şoförle Bay Durand'lardan biri n i n arasında; bense,
d i pte, maden bir sandığa benzeyen bir nesnen i n ya­
nında: Kız kardeşim, 'Orada m ı ?' diye sordu. ' Evet.'
Kısa bir hıçkırıktan sonra bana döndü, ' Beni avutan
tek şey', dedi, 'bunun beni m de başıma gelecek ol­
ması . . . Öyle olmasaydı zaten, büyük haksızltk olur­
d u ! ' Evet. Bizim için yapı lacak toprağa verme töre­
nin i n genel provasına katıl ıyorduk böyle. Ne var ki,
işin kötü yan ı şu: Herkesin başından geçmiş geçe­
cek bu serüveni, kişi tek başına yaşar. Annemin ne­
kahetten ayırt edemediği can çekişınesi sırası n­
da yanından ayrılmamıştık ya, ondan kesin l i kl e ayrı
bir yerlerde durmuştuk.
Paris'in içinden geçerken, hiç bir şey düşünme­
rneğe çalışarak, sokaklara, adamlara bakıyordum .
Mezarlığın kapısında bekleyen arabalar vard ı : Aile
üyeleri. Ard ı mızdan küçük kiliseye dek geldiler. Her­
kes arabasından indi. M ortocular tabudu indirirkan
Poupette'i, yüzü ağlamaktan kızarmı ş teyzem i n ya­
n ı na sürükledim. Alay düzenine girdik; kilise tıklım
tıklımdı. Katafalkın üzerinde çiçek yoktu, cenaze ş i r­
ketinin adamları arabada unutmuşlardı onları : Ö ne­
mi yoktu bunun.
Ayi n kaftanının a ltına pantolon giymiş genç bir
papaz, ayini bitirdi, tuhaf bir üzünç taşıyan kısa b i r
konuşma yaptı ; 'Tanrı ç o k uzakta', ded i . ' i çinizde
inanı en sağlam olanlar için bi le, kimi gün Tanrı o
kadar uzaktadır ki yokmuş gibi görünür. insan Tan­
rın ı n savsayıcı olduğunu bile söyleyebil ir. Ama bize
oğlunu gönderd i o .. .' Kudas ayin i için iki dua is-

100
kemlesi kondu ortaya. Hemen hemen herkes ayine
katı ldı . Papaz biraz daha konuştu. Her ' Françoise de
Beauvoir' , deyişinde, ikimizin d e boğazım ıza b i r şey
gelip tıkanıyordu; bu sözler annemi di ri ltiyor, -ço­
cukluğundan evli liğine, dulluğuna, tabuduna dek uza­
nan- ömrünün toplamını ç,ı karıyordu; Françoise de
Beauvoir: Bu s i l i k kad ın, yaşarken adı o kadar sey­
rek söylenmiş olan kadın, bir öneml i kişi o luveri­
yordu.
H erkes önümüzden geçip baş sağ l ı ğ ı diledi; ka­
d ı nlardan birkaçı ağl ıyordu. Mortocular tabudu kili­
seden çıkardı kları sırada biz hala el s ı kmaktaydı k ;
b u kez Poupette tabudu gördü, omuzuma yıkı l d ı :
'Onu b u kutuya sokmayacaklarına söz verm iştim! '
Annemin öbür yakarışı n ı , ' B ı rakma beni, o deliğe
düşmeyeyim deyişini anı lamak zorunda kalmadı, be­
reket versin. Bay Durand'lardan biri, yardı mcı lara,
dağı labi l ecekleri ni bildirdi . Geriaze arabası tek ba­
şına yola çıktı, nereye gittiğini bile bilmiyoru m .
Klinikten alıp getirdiğim kurutma kağıtl ı bir alt­
I ı kta, ensiz bir kağıdın üzerine annemin, yirmi ya­
şındaki kadar dik, kesin bir yazıyla yazmış olduğu
iki satır buldum: ' Pek yal ı n bir törenle gömülmek is­
terim . Ne çiçek, ne çelenk. Yal nız bol bol dua.' Ta­
mamdı işte ! Vasiyetini yerine getirmiştik; çiçekler
unutulmuş olduğu için daha bile uymuştuk ısmarla­
dığına .

01
Annemi n ölümü niye beni bu kadar derinden
sarstı ? Evden çıktığ ı m günden bu yana, ancak bi rkaç
kaz, gönül atı lışiarı uyandırmıştı bende. Babamı yi­
tirdiği zaman duyduğu üzüntünün yeğ i n l i ğ i , özenti­
s iz l i ğ i , heyecanlandırmıştıı ben i ; bir de, o s ı rada,
·

ben i m için duyduğu kaygı içime dokunmuştu: Ken­


di üzüntüsünü artırmamak için göz yaş larımı tuttu­
ğumu düşünerek bana: 'Sen kendini üzme, s ıkma',
d iyordu. Bir yıl sonra, annesinin can çekişmesi , acı­
sını tazeleyerek, kocasınınki n i anı latmıştı : Cenaze
günü, sinir bozukluğundan ötürü yatağından ç ı ka­
mamı ştı. Geceyi yanı başında geçirmiştim ; içinde
doğduğum, babamın ö l düğü bu evl i l ik döşeğine duy­
duğum iğrentiyi u nutarak, annemin uyuyuşuna bak­
m ıştı m ; e l l i beş yaş ında, gözleri kapal ı , yüzü d i n· .
ginleş mi ş haliyle, hala güzeldi ; zorl u heyecanları­
n ı n i radesi nden baskın çıkışına hayranlık duyuyor·
dum. Genell i kle, onu düşündüğümde, aldırışsızl ık
duyard ı m içimde. Bununla birl i kte uykularımda -ba·
barnın ancak pek seyrek, o da, beni etkilemeyecek
biçimde, düşüme g i rmesine karş ı l ı k- s ı k s ı k en

102
önemli yeri tutardı : Sartre'la karı ş ı p aynı insan ha·
l i ne g e l i rd i ; b i rl i kte mutlu olurduk. Sonz-a da düşilm
karabasana dönüşürd ü : N iye yeniden onunla b i rl i kte
oturuyord u m ? Boyunduruğu a ltına nasıl g i rm i ştim
yeniden? Eski i l işkimiz, çifte yüzüyle, hem sevi len
hem ti ks i n i ien bir bağ ı m l ı l ı k hal iyle , i ç i mde yaşa­
mas ı n ı sürdürüyordu demek. Annemi n geçird i ğ i ka·
za, hasta l ı ğ ı , ö l ü m ü , şimdilerde i l işkilerimizi düzen·
leyen göreneği a ltüst edince, bu eski i l i ş ki bütün
gücüyle d i ri l d i . Bu dünyadan göçüp gidenlerin ardın·
dan zaman yok olur; ayrıca , yaşı m I leriediği ölçilde
geç m i ş i m de büzülüp küçülüyor. On yaşlarıının 'sev­
g i l i anneciği m ' i , yeni yetmel i ğ i m i baskısı altında
ezen, düşmanca davranan kadından ayı rt edi l ecek gi·
bi değil artık; yaşl ı annemin ard ı ndan ağlad ı ğ ı m za­
man, bunların her i kisine de ağlamış oldum. Artık
s ineye çekti ğ i m i san d ı ğ ı m başarısızfı ğ ı m ız ı n. uzun­
tüsil yeniden gel d i , yüreğime yerleşti . Aynı y ı l lar·
dan kalma res i m i erimize bakıyoru m . Ben on sekiz
yaşınday ı m , o k ı rk ı na merdiven dayamı ş . Bugün, ne­
redeyse, onun anas ı , üzgün bakış l ı bu genç kızın da
ninesi olabil i rd i m . iki s i ne de acıyoru m ; kendi m e , o
kadar genç olduğum, dünyayı anlamad ı ğ ı m i ç i n ; ona
da, gel eceği kapan m ı ş , hiç b i r zaman h i ç bir şey an·
lamamı ş olduğu için . . . N e var k i , h i ç birine her han·
gi b i r öğüt verrneğe kal k ışmazd ı m . Annemi n , -be­
ni mutsuz kı l ması na kendisi n i mahkum eden, ona
da bu yüzden acı çektiren,- çocukluk mutsuzl ukla·
rı n ı yok etmek e l imden gel mezd i . Annem, ömrümün
b i rçok y ı l ı n ı ağılad ı ; ama ben de, -isteyerek ol·
masa da,- ona b i r o kadarı n ı ettim . Ruhumurı öbür
dünyadaki esen l iğ i n i düşünerek kayg ı lara kapı lm ı ş­
tı. Bu dünyadaysa, başarı lanından sevinç duyuyor
ama çevresi ndeki i nsanların davr anışları m ı rezalet

103
diye ayıplaması , kı namas ı , onu fena halde üzüyord u .
Amca çocukları mızdan b i r i n i n 'Simone, ailenin yüz­
karası', ded iğini işitmek hoşuna gidecek şey değil­
di.

Hasta l ı ğ ı s ı rası nda annemde meydana çıelerı


değişiklikler, pişman f ı ğ ı m ı büsbütün artırd ı . Daha
önce de söyledi m : Sağlam, ateşli bir yarad ı l ı ş ı ol­
duğu halde, b i rçok şeyden el çekmesi kendisini yo­
lundan sapıtm ı ş , tedirgin edici b i r kişi yapmıştı . Ya­
tağa düşünce, kendi yaşayışı ndan başka b i r şey dü­
şünmemeğe karar verm i ş , gene de, başkaları için
kayg ı duymaktan geri durma m ı ştı : iç çatışmaların­
dan bir uyum doğmuş ç ı k m ıştı . Babam, kendi top­
l umsal kişi l iğ ine tamamıyle uyuyord u : Konuştuğu
zaman, aynı seste, hem kendi ağzı söylüyordu, hem
d e sınıfının ağzı . . . Son sözleri - 'Sen erkenden
hayatını kazand ı n : Kız kardeşin bana pahalıya mal
oldu' - i nsanı ağlamaktan vaz geçirecek sözlerd i .
Annemse, tinselci b i r öğretiye kulaklarına dek bat­
m ı ştı ; ama hayvanları n k i ne benzer b i r tutkuyla ya­
şamaya sarı l m ı ştı ; yürek pekliğinin kaynağı buydu ;
gövdesinin ağı r l ı ğ ı n ı duyduğu, kavradığı zaman da
onu hakikate yaklaştıran buydu. içinde, candan, çe­
kici ne varsa, örtüp gizleyen basma kalıplı klardan
kendini kurtardı . O zaman, kıskanç l ığ ı n s ı k s ı k biçi­
mini bozmuş olduğu, açığa vurmakta, anlatmakta
bu kadar beceriksizlik gösterdiği b i r sevecenliğin
s ıcakl ı ğ ı n ı duydum. Kağıtların ı n aras ı nd a buna ta­
n ı kl ı k edecek pek dokunaklı belgeler buldum. Beni m
günün birinde Tanrı yoluna, i nana yeniden dönece­
ğ i m i nancas ı n ı veren, -birini b i r cizvitin yazd ı ğ ı ,
öbürünü bir arkadaşı n ı n yol ladığı- i k i mektubu, b i r
yana ayı rm ıştı . Chamson'dan b i r parçayı kendi el­
ceğiziyle kopya etmişti ; parçanı n özü şuyd u : 'Yirmi

104
yaşlarındayken bana N i etzsche'den, G i de'den, er­
kin l i kten söz açacak etki l i , kand ı rıcı b i r ağabey kar­
şıma ç ı k m ı ş olsaydı , baba ocağıyle . i l işkimi keser­
d i m . ' Bu dosyay ı , gazeteden kes i l m i ş b i r yazı bütün­
lüyordu : Jean-Paul Sartre bir ruh kurtardı. Bu yazı­
da Remy Roure -as l ı · fasl ı o lmayan- şu öyküyü
anlatıyor: Stalag XII D'de, Bariona' n ı n aynanmasm­
dan sonra, tanrı tan ımaz bir hekim d ine dönmüştü . . •

Annemin b u yaz ı l a rdan n e beklediğini çok iyi b i l iyo­


rum : Benim için duyduğu kayg ıyı dağıtmaları n ı , ken­
disine güven vermelerini bekl iyord u ; ne var ki ru­
humun ese n l i ğ i baş kayg ı s ı o l masaydı , bu güve n i ,
bu avuntuyu da gereksemezd i . 'Elbette cennete
gitmek isteri m ' , d i ye yazmıştı genç bir rahibeye,
'ama yal n ı z g itmek, kızlarım yanı mda ol maks ı z ı n g it- ··

mek istemiyorum.'

Aşkın, dostluğu n , arkadaşl ığ ı n , pek seyrek de


olsa, ölümün yalnızl ı ğ ı n ı yend i ğ i görülür; görünüşe
karş ı n , annemin e l i n i el imde tuttuğum zamanlar b i l e ,
onunla birlikte değ i l d i m : Yalan söylüyordum ona.
Kendisine hep yalanlar yutturul muş olduğu i ç i n , bu
en büyük, en son aldatmaca, yutturmaca, bana tik­
sinç görünüyordu. Kendisine kıyan yazgı s ı n ı n ya r­
dakçısı o l uyordum . Bununla birl i kte, gövdemin her
hücresi , ölümü istemeyişinde, ö l üme karşı başkaidı­
rışı nda ondan yana ç ı kıyor, onu destekl iyord u : Uğ­
rad ı ğ ı bozgunun beni yere vurması n ı n bir nedeni de
bu. Can verdiği zaman yan ı nda bulunmad ı ğ ı m halde
-buna karş ı l ı k, can çekişen b i r insa n ı n son anları­
n ı , üç kez, yanı başında durarak gördüğüm , yaşadı­
d ı ğ ı m halde- sı rıtkanl ı ğ ı , alayc ı l ı ğ ıyle, ö l ü m dans­
ları n ı n Ölümünü, aksam oturmalarında anlatılan ma­
sal ların e l i nde · tı rpa � ı kapıyı vuran Ölümünü, başka
bir yerlerden gelen yabancı , insan l ı ktan uzak, kıyıcı

105
Ö lümü, as ı l annemin baş ucunda gördüm : Bu Ö lü�
mün yüzü, annemi n yüzüydü, kocaman bir bilmezl ik
gülümseyişiyle dişle ri sı rıtan . . .
' Ö lecek yaşa geldi artık.' Çok kocamış kimse­
lerin üzüncü, sürgün lüğü . . . Çoğu, bu yaşı n kendi­
leri için de gelip çattığını düşünmez. Ben de, an­
nemden söz ederken bile, bu beylik lakırdıyı ettim .
Yetmişi aşmış b ir ananın, b i r atanı n , ağanları n ar­
kasından içtenlikle ağlanabileceğ ini aklım kesm i­
yordu. Annesini yiti rd iği için bitkin, bel i bükük, e l l i
yaşında bir kadına ras ladığım zaman, s in ir hastası
bi r kişi diye bakard ı m ona: Hepimiz ölümlüyüz çün­
kü; i nsan seksen yaşına gelmişse, ölecek yaşa ar­
tık gelmiş demektir, d iyordum.
Öyle değ i lmiş. insan doğduğu için, yaşamış ol­
duğu için, yaşlandığı, kocadığı için ölmüyor. Bir şey­
lerden ölüyor. Annemin, yaşının gereği , ister iste­
mez yakında yok olacağını bilmek, beklenmed i k ola­
yı n -sarkom olmasının- ürkünçlüğünü hiç de
azaltmad ı . Kanser, atardamar tıkanması, a kciğere
kan akını . . . B i r motorun göğün orta yerinde duru­
vermesi kadar kaba, beklenmedi k şeyler. . . Annem,
yatalak, ölümsek hal iyle, her anın paha biçilmez de­
ğerini kesinlerken, i nsana iyimserl i k aşıl ıyordu; ama,
sonunda b i r işe yaramayan, yaşamaya dört elle sa­
rılışı da, günde lik orta malı yaşayışın güven verici
perdesini boydan boya yırtıyordu. Doğal ölüm diye
bir şey yoktur: insanı n varlığ ı, dünyanı n düzenini
konuşma, tartışma konusu hal i ne getirdiğine göre,
onun başına gelenlerin de hiç biri hiç bir zaman do­
ğal sayılamaz. Bütün i nsanlar ölümlüdür: Ama her
i nsan için, ölümü, bir çaparızd ı r; ölümünün gelece­
ğ i n i bilse bile, ona boyun eğse bile, i nsan için, bu
ölüm, o lağana aykırı b ir yaman l ı k taşı r.

106
Ölüm karşısındaki korkusunu, kaygısuu,
sık sık dile getirmiş olan Simone de
Beauvoir, ölümcül hasta annesinin başm­
da ölümü bambaşka bir gözle görmege
başladıgı, başkalannın ölümüne bir se­
yircinin usçul davramşı içerisinde bak­
maktan vaz geçtigi için bu kitabı yaz ılı.
Bir can çekişme olayının anlatıldıgı .bu
kitapta incelik, güzellik aranamazdı; ge­
reginden çok söz söylenmez, duygululuga
da gidilmezdi. Yazar, öz yazmak kaygısıy­
le, yer yer güç anlaşılacak kertede arın·
nuş, yontulmuş bir deyişe ulaşıyor. Baş·
ka kitaplannda 'her şeyi söylemek, belir­
siz noktalar bırakmamak' düşüncesiyle
sık sık sözü uzatmasma karşılık, bura­
da, 'dogrulugu' kısalık, sertlik nitelikleri­
ni taşıyan, iç burkucu bir deyişte anyor.
Çeşitli topluluklann, katlann, yaradılış­
Iann ölüm karşısındaki davranışları, duy­
gulan, elbette, başka başka. Ama 'acı
çekmeden, sessizce ölen' kadının ölümü
üzerine Sinrone de Beauvoir'm yazdıkla­
nna katılmamak güç olsa gerek.

Baş n u r Matbaası, Ankara - 1 967 4 Lira

You might also like