Professional Documents
Culture Documents
ISBN 978-975-434-353-3
Hazırlayan ve Çeviren:
Osman Deniztekin
VARLIK
İÇİNDEKİLER
MATEJ BO&ATAJ
7
J i kle Sloven u lusal ordusunda, ba§arısıyla ün yapını§ herhangi bir
Sloven generalinin bulunmaması, siyasetçilerin ise pragmatizm ve
ödüncülüğe mahkum olmasıydı. Slovence yazılmı§ ilk metin olan
9. yüzyıla ait Briiinski spoıneniki (Freising fragmanları) hariç, ede
biyat yalnızca u l usal kimliğin temeli olan dili korumanın bir aracı
olmaktan öte, çaresiz ko§ullarda bir protesto a racı ve daha parlak
bir gelecek umudu idi. Efsanedeki Orfe gibi, §air kendisine geleceği
öngörme ve insan ları bir cemaat içinde birlqtirme gücü bah§edil
mi§ olan, edebiyatın en üst unsurud ur. Slovenyalı lar gibi §aİrane
vizyonlar sayesinde yükselip korunduğu n u i ronisiz olarak iddia
edebilecek çok az ulus vardır.
Prderen'in tekn ik an lamda nqeli, hafifbir meyhane §a rkısı -ve
l 990 'larda bağımsızlığın ilanından sonra Sloven u l usal mar§ı- olan
1 50 yıldan eski "Zdravlj ica" (Şerefe) ba§lıklı §iiri, Slovenlerin bu
gü n Avrupa B i rl iği diye bilinen topluluk içi nde kayna§ffil§, diğer
Avrupa u luslarına qit bir u l us olarak birlqmelerine göndermeler
içerir. Slovenya kısa bir süre önce Avrupa Birliği' ne katılmı§tır.
Ulusal mar§ın dizeleri 1 9. yüzyıl ı n ilk yarısında her §eyden önce
ü topyacı olmakla beraber, Avusturya-Macaristan İ mparatorlu
ğu'nda yasaklanacak kadar da siyaseten kı§kırtıcıydı: "Kade/ılerimi
zi kaldıralım/ Her ulusun görmesine o parlakgiiniin doğuşunu/ Doğup
batan güneşin altında/ Kavganın silinmesine yeıyiiziinden/ Herkesin
özgürce kardeş/ Komşuların barış içinde olmasına.
Bu vizyonun yine de gerçeklqmݧ olması, o zamandan bugüne
gelen ktı§akların en uzak görüşlü dü§li nü rlerinin inancı sayesinde
dir her §eyden önce.
3. Mitoloji ve Edebiyat
4. Dünyaya Açılış
13
Başlıca Avrupa ve Anglo-Amerikan edebiyatlarının en önemli eser
lerinin hemen hepsi Slovenceye çevrildi. Daha küçük ulusal edebi
yatlar hakkında da hayli ayrıntılı bir içgörüye sahibiz. Eski Yugos
lavya ülkeleriyle bağlantılar yeni leniyor ve edebi dergiler dünyanın
her yerinde olup biteni yakı ndan izliyor.
Ayrıca, kurumsal düzeyde birçok uluslararası etkilqim de olu
yor. Savaş sonrası ulusla rarası edebiyat dünyasından birçok ünlü
konuğun katılı mıyla Bled'de yapılan PEN kongreleri, hem Do
ğu'dan hem de Batı'dan yazarların ağırlandığı ilk toplantılardandı.
Bu da iki blok arasındaki konumu dolayısıyla, ancak Slovenya'da
mümkün olabilirdi. PEN, Balkanlar'daki katliamlar üzerinde dur
masıyla, tartışmalarda en sorunlu konuların masaya yatırılması ve
geniş bir alanda yankı yapmasıyla daha sonraları da çok önemli bir
rol oynadı. Slovenya PEN'inin yararlarından biri, Yugoslav top
raklarındaki savaşın tüm kurbanlarının insani i h tiyaçlarına dikkat
çekmesi ve etn i k temizlik adına bilerek işlenen suçları açıkça ipret
etmesiydi.
Sloven ve yabancı edebiyat dergileri arasında karşılıklı olarak
tüm edebiyat kuşaklarını kapsayan yaygın bir alışveriş cereyan
ediyor. Sloven Yazarlar Derneği Sloven edebiyatını en iyi temsil
eden yazarların başlıca yabancı dillere çevirilerini sunarak, onla
rın çalışmaları ha kkında en azından kabaca bir fiki r veren ve ilgi
uyanmasını sağlayan Litterae S/ovenicae başlığı altında süreli bir
yayın çıkarıyor. Sloven Yazarlar Birliği, Vi lenica'da her yıl toplanan
ve önde gelen bir Avrupalı yazarın ödüllendirildiği, katılımcıların
Orta Avru pa'nın en acil soruları üzerinde tartıştıkları, ul uslararası
konvansiyonun kurucusu ve düzenleyicisidir. Vilenica festivali nin
d iğer bir ku ruluş nedeni de Slovenya'nın Orta Avrupa kültürüyle
geleneksel beraberliğini vurgulamak ve bölgenin özellikleriyle fark
lı lıklarını saptamaktı. Sloven Edebiyat Merkezi'nin ana etkinliği
uluslara rası işbirliğini sağlamaktır; bugüne kadar Sloven yazarlar
için -özellikle henüz etkileşim kanallarının açılmamış olduğu ül
keleri kapsayan- önemli yurtdışı gezileri düzenlemiştir.
14
2000 yılında benimsenen Ulusal Kültür P ro g r ;ı m ı ' ııı ı ı lınlcli,
sanatsal üretimin uluslararası dola§ımında rol oynayan dağıııık
tim
. lar ve kurumları tek bir çatı altında birlqtirmektir: Trubar Vak
fı . Kurum adını, tarihteki ilk Slovence yayınlara imza atan, kar§ı
n:formasyon sırasında anavatanını terk edip Almanya'da çalı§mak
zorunda kalan bir Protestan yazardan alır. Vakıf, hem doğrudan,
hem de uluslararası ili§kiler ve ikili anla§malar yoluyla Sloven ya
zarların yurtdı§ında mümkün olan en yaygın §ekilde ve en yüksek
kalitede temsilini sağla maya ve ayrıntılı, en tegre bir veritabanı olu§
turmaya çalı§maktadır. İ ki milyon nüfuslu bir ulus varlığı nı sürdür
mek için kültürel geli§melerde etkin bir rol oyn a rken aynı zamanda
farklı lı klarını koruma hakkı n ı da kullanmak durumundadır. Küre
selle§meye ko§Ut olarak, özgü nlüğü ve farklılığı besleyen, yerel ve
bölgesel özelliklere odaklanan tersine bir sürecin de i§liyor olma
sından cesaret alabi liriz. Ulusal Kü ltür Programı, marjinal olgu
ların yapmasını sağlarken, sanatta mü mkün olan en iyi ürünlerin
verilmesi için gerekli ko§ulları yaratmayı amaç edinmi§ti r. Sorun §U
ki , kültür üzerine stratejik bir program belgesi, beli rli nicelikler içe
ren somut bir politikayla desteklenmediği sü rece üstünde bir sürü
bo§ vaat olan bir kağıt parçasından ibarettir. İ ktidarda hangi siya
sal ka nat olursa olsu n, durmadan dile getirdikleri iyimserliğe kar
§ın Sloven yayıncılığı gerilemekte, yazarların tel i fleri azaltılmakta,
kü ltür alan ında kendi hesabına çalıprak hayatını kazanmak için
gerekli ko§ullar giderek daha zor sağlanmaktadır; görece küçük ya
yı ncıların üstündeki yük ağı rla§ma kta ve ticari programlardan öz
gün edebiyat ürünlerine fon transferi günden gü ne zorla§maktadır.
Bu arada u luslararası kültürel alı§veri§te belirleyici bir rol oynayan
bir ku rumun "kendi" yazarlarına, yani günün iktida rı na yakın ki§i
lere iltimas yapması kolaylıkla mümkündür. Küçük bir ülke olması
nedeniyle Slovenya, ayrıcalıklar verilirken el altından i§ görmeye
daha açıktır.
l 'i
5. Yayıncılık
16
yaklaştığı n ı n ipretidir. Ancak b u n u n tersine, temelde olumsuz bır
eğilim de var Sloven yayı ncılığı nda; rasgele özellqtirmenin sonucu
olarak sermayenin bir kesimi, hemen hemen tüm önem li yayı nev
leri n i -geleceklerin e dair bir vizyona sahip olmaksızın- devraldı ve
sonra onları ana rakipleri ne sattı; böylece kamuoyundaki imajına
aldı rmayan ve özgün Sloven edebiyatına tepeden bakan bir tekel
ortaya çıktı.
Baskı mi kta rları n ı n görece küçük olması, Slovenya'da okuma
kültürü n ü n azgelişmiş old uğu anlamına gelmiyor; özelli kle özgün
Sloven edebiyatı ve çeviri yapıtlar okurlara kütüphaneler aracılığıy
la ulaşıyor. Hemen hemen bedava h izmet veren ve halka açık olan
yoğun bir kütüphane ağı var; kütüphaneler özgün yerli edebiyat
yapıtları n ı satın almak yükü m l ü l üğü nü taşıyor. Dolayısıyla baprılı
Sloven yazarlar, okur kitlesince iyi ta n ı n ıyor.
Devlet, ayrıca 70 kadar kü ltü r ve bi lim dergisini de destekle
mekte. Bunların a rasında en tanın m ışları, edebiyat yaşamın ı n canlı
merkezleridir; Nova revija, Literatııra, Sodobnost ve kitap dizisiyle
Apo!(alipsa farklı eği lim leri temsil ediyorlar. 1 960'1ı yıllarda edebiyat
sah nesinde yer edinen ve kuramsal yoldaşlarıyla birlikte demokrat
la§ma sü reci nde etkin rol oynayan Nova revija, sayfalarında önce
likle modernist kuşağı bir araya getiriyor. Kuramsal a rka planında
Heidegger'in felsefesi ve fenomenoloji bulun uyor; yazınsal eğilimi,
modernizm ve türevleri ise yavaş yava§ radikalliği ni yitiriyor. Li
teratura, farklı edebi ya klaşımlarına karşın, sıkl ı kla postmodern ist
olara k s ı nı fla ndırılan, 1980 ve 90'lı kuşağı barındırıyor. Avrupa'nın
en eski beş edebiyat dergisinden biri ola n Sodobnost, 1 998'e kadar
geleneksel yazarlara ağı rlı k vermişse de, artık yeni ku§aklara da
sayfalarını açtı ve bu taze kan la güçlenerek, gerçekten çağdaş ve
küresel yönelimli bir dergiye dönüştü. Genci olarak, Sloven ede
biyat dü nyası n ı n başlıca n iteliklerinden biri, farklı tarzlarda yazan
edebiyatçıları n karşılıklı hoşgörüsü ve birlikte yaşayabilmeleridir.
Rekabetçi ve dışlayıcı olmaktansa, edebi eğilimler birbiriyle iç içe
geçerek birlikte var oluyor, hatta bazen bi rleşiyor; ancak bu estetik
17
kıstaslardan çok hayli pragmatik, mal i çıka rlar temelinde yapılıyor,
özellikle i§ bir numaralı sponsor olan Kü ltür Bakan lığı' na gelince.
Doğal olarak edebiyat dergileri kendi özgül kimliklerin i de geli§tir
mek i htiyacında olduklarından, yurt içinde ve dışında bu ki mliği
vurgu layacak olguları arıyorlar. Slovenya'nın edebiyat ikl i m i n i n
üretkenliği tqvik ettiğine inanmakla beraber, şimdiki görece iyi
zamanların daha iyisini göreceğimizden kuşku d uyuyoruz; küçük
yayınevleri üzeri ndeki yüklerin artması ve kültür alanında serbest
meslek sahibi olarak h ayatını kazanmak isteyenlerin içinde bulun
duğu şartların ağırlaşması bunu gösteriyor. Y ine de Sloven kültürü
nü temsil yeteneğine sah i p ürü nler ortaya çıkmakta ve dünya oku r
larına sunulabilmektedir.
Bu seçkinin, okurları Sloven edcbiyatı nı daha fazla araştırmaya
tqvik edeceği ni um uyoruz; çün kü tüm çqitlilik ve farklılıkları nı
görmek a ncak da ha ayrıntılı bir çalışmayla mümkün olabilir.
18
An drej Blat n ik
Andrej Blatnik, (Lj ubljana, 1 963) bir punk grubunda bas gitar
çaldı, pek çok konuda eğitim aldı, en son unda İleti§im Ara§tırmaları
dalında doktora sahibi oldu. Halen editör ve yarı-zamanlı yaratıcı
yazarlık öğretmeni olarak hayatını kazanıyor. Andrej, Slovence
dilinde romanlar, dört öykü ve üç derleme kitabının yanı sıra,
Ispanyolca (Cambios del piel, Libertarias/Prodhufı, 1 977), Hırvatça,
İ ngilizce (Skinıvaps, Northwcstern University Press, 1 998) , Çekçe,
M acarca, Slovakça, Makedonca ve Almanca (Der Tag, am dem Tito
starb, Folio, 2005) gibi ba§ka dillerde kitaplar da yayımlamı§tır.
Dünyanın çqitli yerlerinde öyküler oku m u §, Fulbright dahil olmak
üzere birçok burs ve edebiyat ödülü kazanmı§tır. Cebinde az parayla
yolculuğa çıkmaktan ho§lanır. Yayınları n ı n listesi, birkaç örnekle
b irlikte, www.andrejblatnik.com adresinde bulunabilir.
20
ELEKTROGİTAR
21
Çocuk olaca kla rı n ı dü§i.i n iiyor ve göz pınarları nda ya§lar bi
rikiyor. İ §in en kötü yanı, mü ziği seviyor olması. Gece yatağında
yatarken gözlerini sımsıkı yumup, kendini televizyonda gördüğü,
bir kon ser salonunda eli nde bir keman la sahnen i n ortasında du
rup seyirciler CO§kuyla a l kı§larken reverans yapan beyaz smokinli
ve papyonlu çocuk olarak h ayal ediyor. Gerçekliğiyse farkl ı : Onun
tek izleyicisi babası ve hiç de nqeyle el çırpm ıyor.
Çocuk neyi n yan lı§ olduğun u , doğru nota ları neden bulamadı
ğı n ı biliyor. Elektrogitarın büyüsüne kapılmı§. Her yer<le o var. Bü
tün doğru notalar onda ve a kordiyonuna birini bile bırakmayacak.
Çocuğun kafasına girip, rakiplerin yakla§masına izin vermeyen be
yaz bir vızıltıyla dold urmu§. İ §te bu yüzden onun titrek n ağmeleri
bir melodi halinde birli kte akam ıyor. Elektrogitar akm<ılarına izin
vermiyor. Yol u her zaman bulan elektrogitar. Bunu da televizyonda
görmܧtÜ. Her §eyin nasıl ba§ladığı n ı görmܧtÜ. Çok uza klarda,
Afrika 'da bir yerlerde, §eytan gitar çalıp öyle bir büyü yapıyordu ki,
sah ibi dı§ımla kimse onu çalam ıyordu. Diğer he rkes tıka n ı p ka lı
yord u.Yanıp kül ol uyordu. Ycık ediliyord u. Gita rl a r bu yüzden te hli
kelidir. İ çlerinde en güçl ü olan c lektrogita rsa, en tehl ikelisidir. Eğer
ona uygu n ki§i değilseniz tabii. Gerçek bir elektrogi ta rım olsaydı,
bunu yapabilirdim, diye dü§ün üyor çocu k. Ona uygun ki§i olur ve
notaları kaçırmadan çalabil irdi, babası da kemerini pa n tolon u n d a n
çıkarmak yerine kol larını a ç ı p kendisini havaya kaldırır ve o n u n
l a gu rur duyduğu n u söylerd i, izleyiciler alkı§lardı v e o papyon u n u
düzeltip kemanı beyaz smokinine bastıra rak sahneden ayrı la ra k,
beyaz ve siyah tu§lar ü zerinde doğru çizgiyi bulmayı umarsızca
denediği saa tlerde tozun amansızca üstüne sindiği i ki oyuncağın
kendisini beklediği odaya dönerdi. Sonra da kem anı bırakıp onlar
la, a n nesinin gittiği ni ama yakı nda onu a l maya ge leceği ni ve onu
sevdiği n i bildiren notu üstüne iğnelediği oyu ncakla, küçük kız
kardqinin her §eyden çok onunla konu§tuğu halde geride bıraktığı
Ba rbie bebekle oyna rdı. Başka oyuncakla rla da, artık sahip olmadı
ğı pek çok oyunca kla .
22
Çocuk bunun bir fa ntazi old uğu nu bil iyor. Akordi yoııLı gn.;rn
saatlerde kurduğu tüm hayalleri boş. Gerçek olan tek şey, cli ndekı
ciyaklayan kutu ve melodiyi çıka ramadan ba ktığı nota sehpas ı ı ıdaki
kağıt. Elektrogitarsa kafasının içinde. O tüm melod ileri çalabil iyor
ve her şeyi biliyor.
Çocuk düşün üyor: Babası elektrogitarın o kadar tehl ikeli oldu
ğu nu nasıl ta h m i n etmişti acaba ? İ stediği nde al maması gerektiğin i
nasıl bil mişti) Çocuğu n eline geçerse ateş saçacağın ı nasıl a nlamış
tı ? Babası bu akordiyon u n bir zamanlar ke ndisinin, daha önce de
babasının ve büyükbabasının çaldığı nı ve evine gitar gi rmeyeceğin i
söylemişti. Asl ında odasına demek istemişti, ç ü n kü onlar evde değil
bir odada yaşıyorlardı, ama çocuk her halüka rda anlam ıştı. Ve hay
ret etmişti. Evet, babası müzikten anlıyor, durmadan yeni notalar
getirip, çocuğun tükeninceye dek ba ktı kları n ı n üstüne yerleşti riyor.
Ama n<ısıl oluyor da elektrogitarın herkesten gizli tutulan ve yalnız
ca çocuğa it§a edilmiş olan s ı rrı nı da biliyordu � Çocuk elektrogita
rın öl üleri geri getirebileceği n i ve yaşayan la rı bedenlerinde tek bir
yaşam belirtisi bırakmayaca k şekilde sarsabi leceğin i arkadaşlarına
ne za man söylese, kıkırdayarak birbi rleri ne göz kırpıyorlar, sesini
kesi p sırtını dönd üğü nde ise arkasından onun biraz çatlak oldu
ğu nu fısı ldıyorlardı. Evet, açıkça duymuştu: Biraz çatlak. Ama o
babasının çok ağı r, fazlasıyla ağır vuruşları dışında kimseden ya
da hiçbir şeyden kafas ına darbe yememişti. Bu deyi min ne anlama
geld iği ni biliyord u : Biraz uçuk, anormal old uğu nu düşünüyorlar
dı. Yu mrukları n ı sıkı p sessiz ka ldı. Ve kendini düşündü: Bir elekt
rogi tarım olsaydı gösterirdim onlara . Elektrogi tarın sadece seslerin
nası l çıkarılabi leceği ni bilen lere iizgü bir şey olduğu n u san ıyorl a r.
Ve bu seslerin de sırf bundan ibaret olduğu n u : Ya ln ızca ses. Ne bili
yor ki onlar! Elektrogitarın kendine özgü bir iradesi, kendi n e özgü
bir yaşamı olduğu n u ve o konuda dikkatli, çok di kkatli olun ması
gerektiği ni bilmiyorla r.
Çocuk elındeki akordiyona, biçimsiz hırıltılar çıkaran o soğuk,
ölü nesneye bir göz atıyor. İ çi nden onu yere tirlatmak ve üstünde te-
23
pin mek geliyor. Bir ihtimal, bu ona biraz enerji verebilirdi. Ama ne
olursa olsun, h içbir zaman bir cle ktrogitara dönü§ıneyecekti. Tıpkı
kendisinin hiçbi r zaman konser salonun sahnesinde seyirciler CO§
kuyla alkı§larkerı elinde bir kem anla revera ns yapan beyaz smoki n
içindeki o papyonlu çocuk olmayacağı gibi . Ve de tıpkı babasının
kemeri n i n , babası henüz alı§veri§ için evden çıkmasına izin verdiği
sıralarda a n nesi nin pazar günleri pi§i rdiği o tarhunlu pastaya hiçbir
zaman dönü§meyeceği gibi.
Çocuk tekrar tekrar aynı sarsak nağmeyle uğraşıyor. Y1pa mıyor,
yapam ıyor işte. Tu şlar kayıp gidiyor ve çocuk başaramayacağı n ı
biliyor. Bir köşede, oda nın kö�es inde, ka fası n ın köşesinde, evrenin
köşesinde, elektrogi tar pusuya yatmış bekliyor.
Elektri k her şeye giiç verir, çocuğu n onsuz başaramamasında
şaşılacak bir §ey yok. Elektrik giirii olmadan müzik de olmaz. Çı
kardığı nağmelerin pelte gibi olmasında ve parmakla rının birbiri
üstünde tökezlemesinde şa§ılacak bir §ey yok. Bana bir elektrogitar
lazım, diye düşü nüyor çocuk. Y.ı da en azından elektri k. O her şeye
güç verir.
Çocuk kaygı içinde, merdiven bo§l uğundan ses geliyor mu diye
kulak kabartıyor. Şimdilik babasının ağı r ayak sesleri n i duyamıyor,
ama çok geçmeden gelecekler. Çocuk babasının zar zor kontrol
edebildiği bir öfkeyle için için kaynadığını biliyor. Bunu düşün
dükçe kendini kötü h issed iyor, çünkü babasının kendisini sevdiği
ni bil iyor ve melodinin umarsızca pqine dü§en çocuğu defalarca
dinlerken n e denli hayal kırı klığı n a uğrad ığı nı tah m i n edebil iyor.
Eskiden babasının evden çıka rken sık sık onu da yanına aldığı n ı ve
başka hiçbir şey yapmadan nasıl saatlerce sokakla rda yürüdüklerini
ve babası kolunu omzuna doladığında b u n u n ona nasıl iyi geldiği n i
anı msıyor. Bir gü n hariç; o gün eve geldiklerinde a n nesiyle kız kar
dqi gitm i§, geride yalnı zca oyuncak ayıyla Barbic bebek ka lmı§tı.
Bir de a n nesi n i n yakında onu al maya geleceği n i bildiren not. Ama
gelmemi§ti. Ne o zaman, ne de beklemesine rağmen, daha sonra.
24
Babası ona, kadınlarda sor u m l u l u k duygusu ol madığı için an
nesiyle kız kardqinin gittikleri ni ve a rtık kendi ba§larının çaresinc
bakmaları gerektiğini açıkla mı §tı, ama çocuk yine de bulundukları
yerde ka labi lecekleri ni, babası n ı n o n u fa rkl ı bir okula yazdırdığı, ka
pıda farklı bir ismin bulunduğu ve babas ının ona çokta n u n u ttuğu,
önceki n i n yarısı kadar bile ho§lanmadığı farklı bir adla seslendiği
bir ba§ka kasabaya taşınmaları n ı n gereksiz olduğu nu hissediyordu.
Ö nceden yaşadıkları yerde, daireleri daha büyüktü ve İnsa n l a r daha
nazikti. Sık sık ona a n nesi nin nerede olduğu n u sora r ve saygı l a rı n ı
gönderirlerdi. Şimdiyse saygı diye bir §ey yoktu v e kimse onun bir
zamanlar bir a n nesi olduğu n u bile bilm iyord u.
Çocuk melodinin a kordiyonda n çıkamayacağı n ı fark ediyor.
Hayır, elektrik olmadan çıkmayaca k. Nağmeye yardımcı olması
gerekiyor, ezici körüğün içinde kıstırıl mı§ du ru mda kendini iyi his
sedemez, dışarı çıkmak İstiyor olma lı, diye dü§ünüyor çocuk. Evet,
elektri k; elektrik gücü olmadan nağme dışarı çıkamaz.
Çocuk babasının aletleri sa klad ığı dolapta uzatma kablosunu
buluyor. Akordiyonu uzun süre elinde evirip çevi riyor, uygun bir
soket bula mıyor. Ö nce suçu kara n l ığa atıyor, ama en sonunda her
şeyi yanlı§ yaptığı n ı fark ediyor: Kablonun a korcliyona uyacak şe
kilde değiştiril mesi gerekiyor, tersi deği l. Geceleri defalarca bağı
rıncaya kadar üstüne eği lip ondan sıcak hava soluyan kara adamın
geri gelme ihtimaline karşı yastığının altında sakladığı bıçağı kulla
n a rak, duvara ta kılmayan ucundan kabloyu kesip telleri birer birer
akord iyonun gövdesine tuttu ruyor, ta ki hepsinin bir şeye bağlı ol
duğu n u ve işinin bittiği ni hissedene dek.
Fişi duvar prizine sokarken , merdiven lere.le bir ses duyuyor. Ba
bası geri geliyor. Her adımda tökezleyecek, son ra anahta rı kilide
sokma k için uzun uzad ıya uğraşacak ve a nahtar her zamanki gibi
sıkışıp ka lacak; derken kapıyı bir §ekilde açıp içeri gi recek. Çocuk
kendisini bekleyen §eyin ne olduğu nu biliyor ve bu onu tt: lç ediyor;
akordiyonu, sehpan ı n üzeri ndeki nota ları, babası eve geldiği nde
25
yemek istediği için �u an kaynar suyun içinde karı§tırıyor olması
gereken hazır çorbayı unutuyor.
Duvarla gardırop arasındaki, genellikle akordiyonunu sakladığı
bo§luğa s ı kışıp, bazen yaptığı gibi çekip gideceğini, babasının onun
çalmasını dinleyecek gücü bu lamayacağını, yatağa devri lip ayakka
bılarını bile firlatıp atmadan uyuyup kalacağını umuyor. O zaman
çocuğun yapması gereken tek §ey, ayakkabılarını dikkatlice çıkar
mak olacak.
Babası odaya giriyor. Ağzının içinde bel irsiz bir §eyler gevel iyor.
Masaya yürüyor, bir iskemleyi tekmeleyip parçal ıyor. Çoc u k aralık
ta iyice büzülüyor; b u rası çok dar bir yer old uğundan, babasının
peşinden gelemeyeceğini umuyor. Çünkü eğer gelirse, çocuk bil iyor
ki kötü şeyler olacak ve hiç bitmeyecek.
Oda kapkaranlık olsa da, balıası yerdeki akord iyonu görüyor.
Keskin bir biçimde bir §eyler homurdanıyor ve onu kaldırmak için
eğiliyor, ama eline alı rken ürperiyor, titremeye başlıyor, ba§ını ar
kaya atıyor, alışılmad ı k bir ritimde biraz sıradı§ı bir dans yapıyor ve
bu sürdükçe sürüyor. Derken akordeon parmaklarından kayıyor ve
zemine çarptığında körükten boğuk bir inilti yayılırken babası yere
yığıl ıyor. Ağzından salyalar akıyor.
Çocuk bekliyor. Çirkin, kaba, ama daha önce de gördüğü bir
görüntü bu. Çocu k babasının bu kez yatağa ulaşamadığını düşü
nüyor. Bu da daha önce olmu§ bir şey; babası her zaman yatağa
u laşamıyor. Dolayısıyla ayakkabılarını çı karması gerekmiyor, çün
kü kirlenecek bir yatak çarşati yok.
Uzun bir zaman boyunca babası yerinden kıpırdamıyor. Çocu k
bir sonraki aşamayı dü§ünüyor. Genellikle babası bir süre sonra in
ler, mırıldanır, bağırırdı. Ama bu kez h içbir §ey yok. H içbir §ey. Ha
reketsiz yatıyor. Çocuk bu kez duru mun farklı olduğunu anlamaya
ba§lıyor. Ve ne yapacağını bilemiyor.
Sonunda saklandığı yerden sürünerek çı kıyor, kabloyu tl§ten
çekiyor ve tekrar dolaba kaldı rıyor. Babası ona her zaman eşyaları
kaldırmasını söylerdi; eğer kaldı rmazsan h er tara tin toz toprak olur,
26
eşyaları kaldırman, tem i z ve düzenli olman, pisliği silip lıcdeıııııı
kirden arındırman hızım, derdi. Ve çocuğun bedenini çok uz ı ııı lıir
süre yıkardı, ta ki uzun süre kullanılan sıcak su bittiğinden, soğuk
su altında tir tir titreyene dek; sonra babası onu yatağa ta§ır ve giiz
kapaklarını eliyle kapatır, sonra da çocuk çok uzun bir süre babası
nın kendisine baktığını h isseder ve ona iyi geceler, kara adam ya ela
yanağına değen soluğu olmaksızın tatlı rüyalar dilediğini bilirdi.
Çocuk çok uzun bir süre babasına bakıyor ama o hala kıpırda
mıyor. Çocuk dü§ünüyor. Sonsuza dek böyle kalamaz, d iye dü§Ü
nüyor. En sonunda anahtarları babasının göğüs cebinden çı karıyor.
Babasının kilidi bulması bir ası r sürse de, anahtarları kald ırmakta
her zaman hızlı davranı r. Her zaman. Çocuk evde yalnızken kapıyı
açıp §U gitarı almak üzere i\fri ka'ya gitmeye daha önce de çalı§mı§,
ama anah tarları bir kez olsun bu lamamı§tı. Pencerelcrse o kadar
yüksekti ki baktığında ba§ı dönüyordu , altında dipsiz bir uçurum
vardı.
Çocu k merdivende duruyor ve tereddüt ediyor. Yüreği daralıyor
çünkü ortalık §İmdiden çok karanlık, hem aydınlık olsaydı bile, yolu
bilmiyordu ki. Bi ldiği tek bir yol bile yoktu, çünkü dı§arı ç ı kması,
okula gitmesi gerektiğinde her seterinde babası yanında oluyord u .
A m a çocuk seçme pnsı olmadığını biliyor. Te k bir seçenek var:
Annesini bulması gerekiyor. Kö§ede onu tanıyan biri var mı diye
soracak. Adını anımsıyordu, o notu bırakıp gittiğinden beri babası
defalarca tekrarlamı§tı. Bi rileri onu mutlaka tanıyord u. Bu kii§ede
değilse de, sonrakinde ya da ondan sonrakinde; her zaman bir kö§e
daha vardır. Er ya da geç onu bulacaktı. Annesini bulması lazımdı.
O bundan sonra ne yapılacağını bili r, olup bitenleri açıklardı. Ve
belki de, bir i h timal, alınmasını istediği elektrogitar hakkında ko
nu§masına izin verirdi.
27
Ig or Brat oz
lgor Bratoz, 1960'ta doğdu. Ljubljaııa Güzel Sanatlar Fa kültesi'nde
eğitim gönlü (ana lisans: Kar§ıla§tırmalı Edebiyat; yard ı mcı l ısans:
Kültür Sosyolijisi). İlgisizliğin Parıltısı adlı bir öykü kitabı yayımladı
( Pozlata pozabe, 1988; Altın Ku§ Ödülü) ve Veıja11ko'l11 Roslin adlı
öykü anto loj isinin yazarları arasında yer aldı. Öyküleri Avustu rya,
İngiltere, Macaristan. ABD. Almanya, 1 l ı rvatistan, Yunanistan ve
Çek Cumhuriyeti'nde yayım land ı. Raymond Clıanulcr. Ridıanl
Brautigan, Raymond Carver, Donald Bartlıclme, Woody Ailen.
Salman Rüşdi ve 1 larold Bloonı gibi yazarla rın yapıtl arını Slovcnceye
çevirdi. 2005 yazından beri (Slovenya'ııııı eıı büyük gazetesi olan)
!Je/o'nun edebiyat ekinin yayın yönetmenliğini yapıyor. Eşi ve kızıyla
birlikte Ljubljana 'da yaşıyor.
30
IVIR ZIVIR TUTANAGI
(*) :\ğ:ıt. i\lozart'ın ülüınüntlcn hl·nu:n ôncc yaptığı son beste..:. (çn.)
(**)'"Tanrım. hizc :.ıcı'' hôlümü. lçn.)
il
Ayin biterken işi ni tamamladı. Yüzü nde bir gül ümsemeyle elekt
ronik sayacı bir kenara koydu ve birden sessizliğe bürünen stüdyoda
vaku r bir i fadeyle konuştu: HHcr ton u n , tıpkı sözcükler gibi kendine
özgü bir a n lamı var, ancak bunlar çevrilemez. Bu yüzden: Geri' Kay
n ağın köklerine! Euterpa, şimdi ve sonsuza dek yanımda dur1'"
Aygıtın a rka s ı n a iki i nce u z u n siyah ç a n ta yerl eşti rd i, mi nder
li pi lot kol tuğu na otu rd u , e m n iyet kemeri ni taka rken önündeki
gösterge panelindeki b i rkaç değişik renkl i d üğmeye bastı ve stüd
yoyu a n s ı z ı n kaplaya n kör edici ışıkta ortad a n kaybol d u . B i r a n d a ,
kend i n i Pa ris'te, S e i n e Nelıri'n i n taşl ı b i r kıyısında bu ldu. Ta ri h ,
1 778 Ağustos'u ydu.
Bakımsız bir kem evi nin salon u nda, birbirinden çok farklı gi
y i m l i iki erkek oturmuş ikindi çaylarını yuduml uyorlardı. Siyah
t u l u m l u , saka llı adam b iiyiik bir mnakla etrafi na bakıyord u . Rengi
atmış bir tığ işiyle yarı örtülü yuva rlak bir masa, iki iskemle ve boş
bir kuş ka tCsi nden başka, tek mobilya parçası bir köşede u n utu lm uş
klavsend i . Çizi l m iş yüzeyinde, üstüne kargacık burgacık notalar
kara l a n m ış büyük boy b i r nota yığın ı d u ruyord u . füışımla gü nlerdir
pudra yüzü görmemiş bir peruka b u l u n a n öteki adam, alışı l madık
bir giysi içi ndeki yeni gelen kişiye kıpırdamadan bakıyordu .
"Saygıdeğer ismin izi bağışlar m ıs ı n ı z, efendi m�·· d i ye sordu
WoHga ng Amadeus Mozart, kon uğ u na ve kendisine birer fincan
taze ç:ıy koyarken. "Ne yazık ki b u rada bizi uygun bir biçimde ta
n ıştırabilccek kimse yok," diye ekled i .
"Neysem oyum; a m a siz bana Viaggiatore diye sesleneb i l i rsi
niz, dedi Gezgi n.
"Peki cüreti mi bağışla rsanız, niçin b u rada old uğu n u z u öğre
nebi l i r miyim, Si nyor Viaggiatore?" diye sord u , hala merak içi nde
olan i'v[ozart.
"Her şey ve hiçbi r şey için, sevgi li Moz;:ırt. l'vlüziği n izden söz
etmek isteri m. dedi Gezgi n , "zam a n tuhaf bir şeyd i r, bilirsiniz.
Za man içinde artık yitip gitmiş bazı kişi ler, zamana her şeyi n me
zarcısı derlerdi ve b u n u n ol u m l u a n l a md a söylenip söylen med iği
32
uzun süre anlaşılamadı." Mozart kı pırdamadan hala yeni gelene
bakıyordu. Aslında onu görmüyordu , gözlerini daha çok sınırsız
bir derinliğe dikmiş gibiyd i. Gezgi nin konuşması sırasında bir
kaç kez masa örtüsünün kenarı n a asılmış, dalgın bir edayla onu
sertçe kıvırıp burn u n u n altına çekmişti. "Benim geldiğim yerde,"
diye devam etti Gezgin, "gelecek bizi artık o kadar ilgilendirmiyor.
Onu çok farklı biçimlerde tah ayyül edebildiğimiz için , biliyoruz ki
sonbahar rüzgarı kadar aldatıcıdı r. Şimdiki zamansa parçalardan
ibarettir. Bizi asıl ilgilendiren, geçmişteki büyük öyküler; bunlar
kendi küçük öykülerimizin sergilendiği büyük ağı dokuduğu muz
ipliklerdir." Gezgin bir süre sustu, sonra sakin bir tavırla devam etti:
"B izler benzersiziz, ben benzersizim, Mozart. Müziğinizle, çalış
man ızla o kadar ilgilenmemin nedeni de bu ... "
"Doğrudur, Sinyor Viaggiatore," diye yanıtladı Mozart bezgin
bir sesle, "hangi cennet ya da cehennem için çalıştığımızı hiç bil
miyoruz."
"Öyleyse, maestro, söyleyin bana, neler yapıyorsunuz? Paris'te
ki ilk performansınız olağanüstü başarılıydı. Y ine de bazıları, sizin
artık Mozart olmadığınızı, Parislilerin beğenisine uyup, yerel din
leyiciler için yazdığınızı öne sürdü."
"Paris şeytani bir yer," diye yanıtladı Mozart. "Mesafeler ve yollar
yürünemeyecek kadar uzak ya da çamurludur ve Pa ris, esrarengiz
Sinyor, tarif edilemeyecek kadar pistir. Arabayla gittiğimde, günde
dört-beş üniformalı hizmetkara i htiyacım oluyor -ve ne için ? !- bu
rada insanlar övgüden başka bir şey vermiyor ki. Belirli bir günüm
dolu olduğu nda," diye öfkeyle patladı, "çalıyorum -sonra şu sözleri
duyuyorum: Olı, c'est un P rodigel (Ah, bu bir deha!)- ardından elve
da. B u raya ilk geldiğimde, sağa sola gitmeye epeyce para harcadı m ,
gerçi genellikle beyhude bir yatırımdı bu, çünkü insanları evde bile
bulamıyord u m. Burada yaşa mıyorsanız, sinyor Viaggiatore, buııuıı
ne kadar önemli olduğu n u düşünmek zor gelir. Paris çok dcği�ıııı�
ve Fransızlar da bir süred ir on beş yıl önce oldukları kadar kilıaı
değil. Davranışları oldukça bayağı ve kendileri İnanı lmaz kıhıı l ı.
il
"Peki bunun dı§ında," diye sordu ziyaretçi, "i§ durumu, para
durumu nasıl?"
"Ne diyebilirim ki ? Berbat!" diye yanıtladı Mozart ve finca nına
dü§en bir pasta parçasını parmaklarıyla çıkardı. "Bestelerimi basar
ken korkunç hatalar yapıyorlar. Versaillcs'da orgcu pozisyonu tek
lif edildi bana, ama daha iyi bir §ey bulabileceğimi dü§ünerek geri
çevirdim . . . sonra da h içbir §ey çıkmadı. İ stenmediğimden değil,
sadece Paris'in bana ihtiyacı yok gibi. Dolayısıyla para da yok. Şu
lanet Hindi Hollandal ı," diye çıkı§tı, çaya batmı§ pastayı tıkınarak,
"Dejeux,1 ya da adı her neyse, bana vaat edilen iki yüz yerine yal
nızca bit bürümü§ altmı§ altı İ ngiliz altını ödedi. Babam ondan hiç
ho§lanmamı§tı. Ba§ka yerlerde de durum farklı değil. Guiness Dü
kü'n ü n kızına iki§er saatlik yirmi diirt kompozisyon dersi verdim ve
adam cebime üç Louis altını sıkı§tırmaya çalı§tı, geri çevirdim."
"Daha önce de bahsettiğiniz flüt kuartetleri m i ? Onların birinci
sınıf, qsiz olduğu n u söyleyebilirim," dedi Sinyor Viaggiatore ki
barca.
"Siz ne diyorsunuz Ta nrı a§kına . . . " Mozart ba§ını sallayarak
bo§ fincanı masaya koyd u.
"Doğru, Mozart, doğru. Çok değerli oldukları konusunda her
kes mutabık . . . " diye onun içini rahatlatmaya çalı§tı Gezgin. "Bir
flütçüye virtüözlüğünü göstermesi ve bu aletin ses güzelliğini sergi
lemesi için olağa nüstü imkanlar tanı nıyor. Birçok müzikoloğa göre,
kuartetler çok eğlendirici, gerçek bir divertimento."
l) Mozart, ba§ka yönleri bilinmeyen, olağanüstü zrngin bir müzik hamisi l'vlösyo 1 )c Jean
ya da Duchamp'dan söz ediyor. Söylentiye göre, adam aynı zamanda mükemmel bir
llütçüymü§. Bestekar hiç ku§kusuz onunla Mannheim'da, Wendling adlı bir flütçünün
evinde tanı§ffil§ olmalı. Mozart'ın babasına yazdığı 19 Aralık 1977 tarihli mektubundan,
Duchamp'dan iki yüz İngiliz altını kar§ılığında üç konçerıina ve üç kısa kuartet sipari§i
aldığını biliyoruz. Sipari§ edilen çalı§manın ancak bir kısmını -onu da büyük gecik
meyle- teslim ettiği için, Duchamp ona ilk tutardan daha azını ödemeye hazırlanın•§·
Mozart'ın mektubunda rasrladığımız "Hindi Hollandalı" deyimi, herhalde Duchamp'ın
servetini sahibi olduğu bir Doğu Hint plantasyonundan kazanını§ olmasına yapılan bir
auf.
34
"Aman Ta n rı m ! Ama ben oda müziğinde solo enstrüman olarak
flüte katla namadığımı kimseye anlatamıyorum. B u rada sanki her
kes, özellikle de her alqam Opera-Comique çevresinde toplanan
u kala müzikseverler, yalnızca kemanlarla flütlerin rahatsız edici
çakı§masın ı , içi bo§ süslemeleri, aynı varyasyonları duymak İstiyor
gibi . . . Bana öyle geliyor ki onlar müzikten çok, gecikmeden Saint
Lazare'a sevk edilmesi gereken §U sefahat dü§künü kızlarla ilgile
n iyor," diye acı bir sonuca vardı Mozart.
"Ba§ka din leyiciler de var, maestro," dedi Sinyor Viaggiatore,
"belki Paris'te yok.. . ama yine de . . . "
"Evet, ama bu ba§ka dinleyici toplulukları nasıl ? Ve neredeler?
Kim onlar?" diye homurdandı Mozart elleri n i sallayarak.
"Uzman din leyiciler, d iyeli m . Ya da müzik uzmanları. Zaman
içinde, sözcükler, belki de çok fazla sözcük sel gibi yağacaktır. Ö rne
ğin müzikle ilgili her konuda yanılmaz bir h a kem olan Wendling,
sizin piyano ve orkestra için O-Minör konçcrtonuzu öyle hassas bir
biçimde çözümledi ki, yanılmıyorsam ancak Alman topraklarında
bulunan, çoğu zaman kaba bir §ekilde Endülüslü diye anılan bir el
tarafindan doğru dürüst çal ın abilecek, piyano için bir bölüm bul
d u ."1
Gezgin sıkıldığı açıkça belli olan Mozart'a bakıp, u zla§tırıcı
bir biçimde ekledi: "Eh, besteleme hız ınız göz önüne alınırsa,
hatalar an la§ılabilir. . . bağı§lanabilir olacaktır. . . her bakımdan
bağı§lanabilir . . . "
2) Konçenonun ilk bölümünde ilginç bir kısım vardır. Piyano için iki mezürdc, Mozan
sol el için (timbal vuruşlarıyla yankılanan) dört alçak notayı, iki oktav yüksek bir akorla
yazmıştır; aynı zamanda sağ elin de hızlı bir arpeggio çalması gerekir. Açıkçası üç ok
tava uzanabilecek bir el olmadığından, biraz sıradışı, hatta tuhaf açıklamalar sunan iki
kuram vardır: Daha pratik düşünceliler, konçertonun, devam kısmı çalınabilsin diye
fozladan bir pedal klavyeyle (orgdan bildiğimiz gibi) donatılmış sıradışı bir piyano türü
için yazıldığını savunurlar. Günümüzde en akla yakın açıklama şu olabilir: �ozarı ilk
önce alçak notaları yazmış, derken tikrini değiştirerek (dahi Mozart'tan söz ediyor u z ' ) .
sonradan akoru eklemiş ve daha önce yazdıklarını silmeyi ya da hiç değilse üstünü �iz
meyi unutmuştur. Parçanın tartışmalı bölümünün kanıtladığı şey (tabii bir ş<·y bııı ılı
yorsa), gezgin Mozarı"ın sabahları beste yapmak üzere klavyenin başına oıurduğ11111l.1
her zaman ayık ve aklı başında olamadığıdır.
\ 'i
Mozart 'bo§ver' dercesine elini sallayarak yanıtladı: "Ne yapabi
lird i m ki ? Bitmek bilmez yolculukları mı n sonucuydu bu. Wasser
burg'dan Augsburg Hohen-Altei m, Mannheim, Metz ve Clcrmonı
üzerinden Paris'e gitmek, çok uzun ve çok yorucu bir yolculuktur,
Sinyor Viaggiatore. Kı§ın Mannheim 'den Kirchhei nbola n den 'e,
Prenses Carol i ne Nassau-Weilburg'u n sarayına yaptığım hiç de ne
§eli olmayan yolculuklar da cab;:ısı." ı
"Kuartetlerden söz ettiği mize göre," diye sohbeti sürdürdü me
raklı Gezgin , "lütfen söyler misin iz, A-majör kuarteti tam olarak ne
zaman bestelediniz ? "�
"Peki ama n;:ısıl ::ı n ladınız? Şu anda kendime bu yüzden eziyet
ediyorum. Sipari§lcr bildiğiniz gibi zaman ında teslim edilmelidir.
Öyle kötü gidiyor ki, lanet olası flütü ikiye bölmek geliyor içim
den," de<li Mozart öfkelenerek.
"Tamam, tamam, biraz sabredin, maestro, o kadar öfkelenme
yin. Onu yazacağınızı b iliyorum . . . Şimdiden duyabiliyorum." Es-
3) I. Bama, bir yerele şu sözleri yazmıştır: ( . . . ) aslında (n) 1 778 başında pek bir şey hes
tclemedi. Bunun yerine sosyal yaşama <laldı, hu yüzden bahası Leopol<l'dan firçalı bir
mekiup aldı.
4) Gezgin kuşkusuz KV 298, flüt ve yaylılar için A-majii r 4 . no'lu kua rteti soruyor. Kuartetin
özgün clyazımı korunmuş, ama ne yazık ki üstünde tarih yok. Mozart yapıtları üzerin
de çalıpn tanınmış bir araştırmacı olan Dr. Marie Oliver Gcorges Pou l a i n Saint-Foix
( 11174- 1 945) -kuartetin son parçasının aslında Paiseillc"in ( i l k kez 17116 Eylül"ün<lc
Viyana' da icra edilen) La Gare Gmero;e adlı operasındaki b i r tema üzerine varyasyonlar
dizisi okluğu gerçeğine dayalı olarak- l'vlozart'ın söz konusu kuarteti ancak o yıldan
sonra bestelemiş olabileceği sonucuna varmıştır. l'vlozart"ın daha önce Dr. Ludwig Ritıcr
von Köchcl tarafindan derlenen yapıtlarının l i stesini yeni çalışıp düzenleyen bir başka
önem l i araştırmacı olan Dr. Al fred Einstein ( 1880-1952) İse, ilk hakışta makul ve ye
rinde olan bu varsayımı desteklememektedir. Einstein açık bir şekilde, Paisiclle"in 1 77'11
ıarihli operasıyla şaşırtıcı melodik benzerliğine karşın, A-majör kuarteıin -tüm beste
n i n ama özellikle üçüncü parçanın- yapıtları şövalye döneminden itibaren İtalyan oda
müziğinin (sonatal:ır) gelişmesi açısından önemli olınası dışında Paris"te ikamet etıniş
ikincil bir İtalyan besteci olan Giovanni Giuseppe Cambiıı i " n i n ( 1 746- 11125) bestelediği
Quaıoım d"ir; d i yaloglarının hafifbir parodisi olabileceğini iine siirer. Her halükarda. bu
iki kuram üzücü bir hayal gücü eksikliğiyle suçlanabilir, çünkü ikisi <le !\lozart"ın birisi
-siizgelimi, o zamanlar (bugün de olduğu gibi) tarihin içi n<le dolanan esrarengiz kara
giysili yabancılardan biri- tarafından aydınlatılmış, dolayısıyla <la kuarteti sekiz yıl önce
tamamlamış nlahi lecej\ı ihtimalini göz önüne a l mamaktadır.
36
rarengiz S inyor Viaggiatore sakin gülü§üyle Moza rt'ı rah atlatma
ya çal ı§tı. ''.Ancak," diye devam etti daha ciddi bir sesle, "siz henüz
bunu bilmiyors u nuz, aslında buralarda bunu b ilen tek ki§i benim
herhalde: Viyana 'daki Österreichische Nationalbibliothek* kuarte
tin bir el yazımını ele geçirecek ve kena rında, sizin elinizden çık
mayan § U sözler ya zılı olacak:
QUATOUR ORIGINAL COMPOSE PAR
WOLFGANG AMADE US MOZART.
A PARIS, 1 778, MANUSCRIT DU
COMPOSITEUR, RECU DU BARON
DE JACQUIN**
Yazılanlar doğru mu ? Onayl ıyor musunuz ? "
"Elbette! Yılı doğru . . . ve B aron d a benim arkada§ımdır," diye
yanıtladı kafası karı§an Mozart ve kol ları n ı göğsünde kavu§tura
rak ayağa kal ktı. ''.Ancak Sinyor, bunu bir kenara bırakalım, kuartet
henüz bitmedi, yarısı bile tamamla n madı. Bana ba§ka bir §ey söy
lemenizi . . . "
38
l ütfen, tekrar dinlemek istiyoru m . Kendim de parçalara inanmaya
ba§lıyorum. Bunu size tam olarak açıklayamam . . . ca nımı acıtan
bir çqit bo§luk . . . asla giderilmeyecek bir tür özlem . . . Hiç bitmi-
yor . . . sonsuza dek sü rüyor. . . günbegü n büyüyor . . . parçalardan
olu§turduğunuz sıradı§ı bir d uygu . . . yine de birkaçı her zaman ek
sik kalıyor. . . evet, evet, l ütfen biraz daha çalın . . . "
Gezgin, bestecinin bu sözlerin i duyunca gülümsedi. "Şu ݧe
bakın, ben i m çağımdan biri gibi konu§uyorsun uz, maestro. Sanki
biliyormU§SU n uz gibi . . . ama onlar yalnızca yaratıcı süreç hakkında
kon u§urlar. Kalp nerededi r, ondan söz etmezler. Kalp açılıp kapa
n a n kitapların ritmiyle atar ve menfezlerden ya§lar akar. Evet, as
lında onlar kütüphaneleri n i n labirentlerinden , müzik koleksiyon
larından, diskografilerinden geçinirler."
Gezgin kaseti değݧtirdi ve Alman lied'leri söyleyen solo bir ses
odada çınladı. İ ki adam sessizce sonu na dek dinlediler.
"Bir §ey beni rahatsız ettiği nde yalnız olmakta n hiç ho§lanmam,
ama §İmdi l ütfen, yalvarırım ben i yalnız bırakın," dedi Mozart aya
ğa kalkarak. "Çalı§mal ıyım . . . m ü§terilerim her bir notayı bekliyor
lar. Yarın l ütfe n yine buyru n . Hangi saatte isterseniz."
"Hizmetin izdeyim," d iye yanıtladı Gezgin ve ayrıldı.
Sadece birkaç dakika sonra kapıya sertçe vuruldu; Sinyor Vi
aggiatore elinde daha da büyük çantayla qikte duruyordu. "Nere
deyse u nutuyordum; size bir armağan getirdim." İ nce uzun çantayı
dikkatlice klavse n i n kapağın a koyup açtı. Tamponla desteklenmi§
içinden bir klavye ı§ıldıyordu.
"Bu, maestro, Uzakdoğu 'dan gelen en son teknoloji harikası . . .
Bir bilgisayarı . . . ve de yazıcısı var. . . nasıl açıklasam � Klavyeyi ve
bi lgisayarı çalı§tıran mekan izma. Ama on yıl daha beklerseniz, sa
n ı rı m Luigi Galvani diye biri . . . kurbağa vıraklaması n ı . . . sütü . . .
kıvırcık salatayı icat edecek . . . Ah, bu uzun bir hikaye, pek çok hi
kayeden biri . . . "
"Sorumu bağı§layın , efendim, ama a nlarsı nız: kalemim olduk.;a
eski, enstrü ma nlarım da öyle. Ayn ı delikten son yirmi iki yı ldır "
ı•ı
çıyorum ve hiç yıpra n m adı ... Ü steli k kimbilir kaç kez sıçtım . . . öyle
ya da böyle. Anlayın ben i, ku§kuları m ızı yenerken ölçülü olmalı
yız. B u yüzden, sorarım size, bu ta§ınabilir klavseni nasıl kullana
cağı m ? " diye sordu Mozart, klavyeyi parmaklarıyla ok§ayarak.
" İ stediği n i z her §ekilde, Mozart ! " diye ya nıtladı Gezgi n . "Sarı
ten l i küç ü k i ns a n l a r dokuz yüz doks a n dokuz yoldan beste yapa
bileceği n iz §eki lde i mal etmi§ler b u n u ; i§kence a leti olarak kulla
n ıl m a s ı n ı s aymazsak tabii . İ stediği n i z ezgiyi ya da m ırıltıyı seçip
bestenizde ku llanabilirsin iz. Ö rneği n otuz üç çeşit d alga m ı rı l tısı,
rüzgarın uğu ltusu, orgun , klavse n i n , boraza nların, arpleri n , flüt
lerin, düdükleri n , viyolaların, kem a n ların ton u , iki kema n , yüz
kema n ı n soylu a korları . . . Ilesteyi yazdığı n ızda, tekrarlayabi lir,
d üzeltebil i r, deği§tireb i l i r, enstrü m a n l a rı n farklı kombinasyonla
r ı n ı deneyebil i r, perküsyonları, ha tta konser salonu n u n ya nkısını
ve daha b i n lerce efekt ekleyeb i l i rsiniz. Sadece b i r d üğmeye bastı
ğın ızda, tüm beste n i n nota ları otomatik olarak kağıda basılacak;
olasılıklar sonsuz . . . Ya da gerçek fa n atiklerin en son propagan
dasında söylendiği gib i ; Ludwig bu klavyeyle, bestelerine ha rca
d ığı s ü re n i n ü çte biri nde, top h ı m ürettiği n i n iki katı kadar beste
yapabilirdi . . . " Gezgi n , kon U§masını bir rekla m ajansı yöneticisi
gibi bitirdi.
"Çok ho§uma gitti," diye bağırdı Mozart. "Sakl ayacağım
bunu!"
"Dileri m büyük b i r zevk ve ilham alırsınız, maestro," dedi siyah
giysili ziyaretçi, b u n u n bir n imet m i yoksa hıyanet m i olduğu nu
merak ederek ayrı lırken.
Wolfgang Amadeus hu§U içinde otu rup, bir çeşit sahnedeymiş
çesine, salon u n ortasındaki klavsenin üstünde gelݧigüzel duran
klavyeye dokun urken evinde gaz lambaları yanıyordu. G üzel ve §a
şırtıcı bir §eki lde birörnek tu§ların üstünde parmakları nı gezdi rme
ye ba§larken, bir yandan da pencereden Pa ris gecesinin derin l iğine
bakıyord u. Gece vakti çok sayıda farklı melodi duyulabi liyordu, kah
bir İ talyan diverti mentosuna benzer, sorgu layan ve sıcak bir §ey, kah
ııı
bir Hoffmeister pastorali gibi özlem dolu bir §ey, sonra eğlendirici
hafif bir Fransız melodisi . fi . .
Sabah.
"Nasıl gitti, Salzburglu Wol ferl ? " diye sordu Si nyor Viaggiatore
çok resmi bir §ekilde.
"Yoksa öldüğü mü - yok olduğumu - n a l ları diktiğimi mi dü
§Ündünüz, ya da sand ı n ı z ? " diye haykırdı Mozart. "Ama hayır, rica
ederi m, asla böyle bir §ey dü§ün meyin, ç ü n kü dü§ü n mek ve altına
etmek çok farklı §eylerdir. Ö lseyd im bu kadar güzel bir §eyi nasıl
yazabilird i m ? Bu nasıl mü mkün olurd u ? Geriye' - köklerden kay
nağa . . .
·1 1
B i r d üğmeye bastı ve klavyen i n yazıcısından kuartet için yaz
d ığı nota ların ç ı ktısı n ı a l ıp, çözüle meyecek kadar gizemli bir gü
l ü msemeyle siyah giys i l i ziya retç isine uzattı. Gezgi n kağıda bir
göz attı ve tehlikeli m üzikal döngü n ü n a n l a m ı n a hemen va kıf
oldu. Ç ı lgı n a dönmüşçesi ne evden koşara k çıktı ve kağıdı Seine
nehrine attı.
Nehir kağıdı denize taşıdı ve böyle konularda bi lgi sah ibi olan
ların söylediği ne göre, o zamandan beri gelgitler düzen l i bir ritim
içi nde yükselip a lçalıyor. Müziğe daha duyarlı bazı canlar, dalga la
rı n şapırtı s ı n ı n üzerinde uzak enstrü manları n , göksel yan kı ların,
hari kulade bir müziğin ezgisini duyar gibi oluyor. Okya nus bilim
ciler bunu kabul etmiyor.
Akşam.
"Nasıl gitti, Salzburglu Wolkrl ? " diye sordu Si nyor Viaggiatore
çok resmi bir şekilde.
"Yoksa öldüğü m ü - yok olduğum u - nalları diktiği mi m i dü
şündünüz, ya da sand ı n ı z ? " diye haykırdı Mozart. "Ama hayır, rica
ederim asla böyle bir şey düşün meyin, çünkü düşünmek ve altına
etmek çok farklı şeylerdir. Ö lseydim bu kadar güzel bir şeyi nasıl
yazabilirdim ? B u nasıl m ü mkün olabilird i ? Geriye ' köklerden
kaynağa . . .
Bir düğmeye bastı ve klavyenin yazıcısından kuartet için yazdığı
n ota ları n bir çıktısını alıp, çözü lemeyecek kadar gizemli bir gü lüm
semeyle siyah giysili ziyaretçisine uzattı. Gezgin kağıda bir göz attı
ve tehlikeli müzikal döngü n ü n anlamına hemen vakıf oldu. Çıl
gı n a dönmüşçesine pencereye koştu, telaşla açtı ve kağıdı karanlık
avl uya attı.
Rüzgar kağıd ı havalandırdı. Yerin üstünde bir yerlerde, siyah bir
kuş hışırdayan kağıdı kapıp gece n i n içine uçtu . O günden itibaren,
bu tür konularda bilgi sahibi olanların söylediğine göre kuşların sa
bah cıvıltısı ahenklendi. l'vl üziğe daha duyarlı bazı canlar, parklarda
ve ormanlarda uzak enstrümanların, göksel yankıların, harikulade
42
bir müziğin ezgisini duyar gibi ol uyor. Ku§bil i mciler bunu rnldl'I
mi yor. ;
Sabah.
"Nasıl gitti, Salzburglu Wolferl ? " diye sordu Si nyor Viaggiatorc
çok resmi bir §ekilde.
Bir düğmeye bastı ve klavyenin yazıcısından kua rtet için yazdığı
notaların bir çıktısı n ı alıp, çözülemeyecek kadar gizemli bir gülüm
semeyle siyah giysili ziyaretçisine uzattı. Gezgin kağıda bir göz attı
ve tehlikeli müzikal döngü n ü n anlamına hemen vakıf oldu. Çılgı
na dön mü§çesi ne §Ömineye ko§tU ve kağıdı a levlerin içine attı.
Bacadan gökyüzüne küçü k bir beyaz duman bulutu yü kseldi ve
bu tür konularda bilgi sahibi olanların söylediğin e göre, o günden
itibaren geceleri gökyüzündeki yıldızların düzeni sakin bir biçimde
dengelendi. Müziğe daha duyarlı olan bazı canlar yıldız burçların
da uzak enstrü manların, göksel yankıları n , hari ku lade bir mü ziğin
ezgisini duyar gibi oluyor. Astrologla r bunu reddetm iyor.
Sabah.
"Nasıl gitti, Salzburglu Wolferl ? " diye sordu Sinyor Viaggiatore
çok resmi bir §eki ide.
"Yoksa öldüğümü - yok olduğu m u - nalları diktiğimi mi dü
§ündü nüz, ya da sandınız ? " diye haykırdı Mozart. 'i\ma hayır, rica
ederim asla böyle bir §ey dü§Ün meyi n , ç ü n kü dü§Ün mek ve altına
etmek çok farklı §eylerdir. Ö lseyd im bu kadar güzel bir §eyi nasıl
yazabi lird i m ? Bu nasıl mümkün olabilirdi ? Geriye' - köklerden
kaynağa . . .
7) \\'ol (ı;ang Hildcshei m<·r',· güre. :\hızarı hn zaman yanımla bir çqıt kuı b u l u n s u n is
tl·rcli. İ lk ünce hir sığ:ırcıgı olmuştu. ı\nlında n . hl·stl·c i n i n ülümürnkn hirkaç gün iinn·
odasından ç ı kard ığ:ı b i r kanaryası. I-lcr h a l ü k:inla. sığırnğ:ın hayallıllla i>ncmlı hir n:ı ı
olmuıtu. 27 \layıs l 78rte, onu kat<:,iylc birlikte otuz diirt Avusturya kreuızcri ka r\ı l ı ·
ğ:ında satın alını� \T ikisi üç y ı l hirli kl<: ya�;un ı�ıı. �[ozar1 '1n kl·ndi k;ıyı lları na ınan;ıLık
ohı rs.ık -ki inanmamak için b i r nnlcn yoktur- s ığ ı rcık Sol maıör piyano konı_;L-rlo, 1 1 1 1 1 1 1 1
( KV ·l 'i ) ) rondosundaki i l k b q m e z ü r ü pkı yab i l iyımlu . H a l i h a z ı r bilim d ü n ,-.ı , , , l ., · l ı ı ı
tığ.i miz g:ihi. hunu reddetmiyor.
·1 1
Bir düğmeye bastı ve klavyenin yazıcısından kuartet için yazdığı
notaların bir çıktısını alıp, çözülemeyecek kadar gizemli bir gülüm
semeyle bestesini çalmaya başlad ı. B u tür konularda bilgi sahibi
olanları n söylediğine göre, bunu hala bir yerlerde çalıyor. Mü ziğe
daha duyarlı ola nlar, sakin akşamlarda ya da zamanın deri nlikleri
üzeri ne düşündükleri sırada, uzak enstrümanları n , göksel yan kı
ların, harikulade m üziğin ezgisini duyar gibi oluyor. Psikiyatrlar
bunu reddetmiyor.
44
Ales C a r
Ald Car, 1 97 1 'de, Slovcnya'nın batısında bir maden kasabası
olan ldriya'da doğdu. Ljubljana'daki Fen Edebiyat Fakültesi'nde
kar§ıla§tırmalı edebiyat öğrenimi gördü. Yazar, reklamcı, çevirmen
ve senaryo yazarı olan Car, lgra angelov i11 netopiıjev (Yarasalarla
Meleklerin Oyun u , 1 977) ve Pasji tango (Köpek Tangosu, 1 999)
adlı iki roman, ayrıca Vokvari ( Düzensiz, 200 1 ) adlı bir öykü kitabı
yayı mlamı�tır.
46
KATLAR
48
Ta bii ki bunun neden yasak olduğu n u anlam ıyordum. Asl ında kur
banın ki m olduğu n u hala bil mi yorum; bedenimi gön üllü ola rak
cezaya tabi tuttuğumda üstümdeki kötü lük m ü , yoksa ben mi.
Sonradan ağabeyimin karısı olacak Mateja'yı ilk kez eve getir
dim. Onu mahalledeki bir çocuğun doğumgü n ü partisinde fark et
mi ştim. Bu tü r olaylarda bir kardeş ruh bulma hevesiyle, gen ellikle
bir köşeye saklan ırım. Mateja mahal lede yeni ve içine kapa n ı ktı.
Gü zel bir kızd ı, saçları mavi bir bantla toplan mıştı, ama bir Barbie
güzell iği deği ldi onunkisi. Dar bir ağız ve küçücük bir burun ona
tuhaf bir kayıtsız görün tü veriyordu. Gözüm ü a l a n şey onun kayıt
sızlığıydı (sa n ı rım, ağabeyim de sonrada n o n u n kayıtsızlığına aşık
old u ) . Ona doğru ilerlediği mde, tuhaf bir bakış attı ba n a ve kaynaş
tık. Gece boyunca konuştuk ve arkadaş olduk. Yıllar sonra, bir hafta
önce, sesini telefonda duydum. Ağabeyim televizyonda hı rpalan
mış bedenimi gördüğü için a ramıştı. Bir şeye ihtiyacı m var mı, iyi
m iyim diye sordu. Paraya ihtiyac ın varsa söyle, dedi, ne gerekiyorsa
söyle. Derken a rka planda Mateja'nın sesini duydum. Matic'in de,
ben i m de hasta olduğum uzu, deli olduğum için beni kapatma ları
ya da akıl hastanesine yatı rmaları gerektiğin i haykırıyordu. On i ki
yaşından, yani arkadaş olduğum u z zamandan beri kafasındaki şeyi
nihayet dile getirdiği ni anladım.
Çoğu zaman ben im odamda ta kı l ırd ı k. Tam olarak ne yapardık
bil miyorum. Kafamda onu kollarında bir ayıcık, başı kopmuş bir
bebek tutarken, beni de bir penseyle yatağım ı n ken a rındaki bir tahta
parçası üzeri nde çalışırken gösteren bir resi m var. Bir seferi nde ayı
cığı ondan aldım ve boynuna ip bağl ayıp bir avizeden astı m. Bunu
kom i k buldu. Birkaç gün sonra, plastik bebeğin bacakla rı n ı koparıp
ka rnını makasla oydum. Mateja hiçbir şey söylemedi. Sonra çok ile
ri gitti m. Oturma odasından katCsteki papağan ı alıp kendi oda ma
getirdim. Ö nce sadece baktık ve onunla kon uştuk, son ra katl:si ııdl' ıı
çıkarıp odanın içinde kova ladık. Son unda onu yakaladığı mda, ı p ı
bacaklarından birine bağlayıp öteki ni penseyle tuttu m. Pense ı a ı ı ı
da beş santimetre kadar havalanıp son ra aşağı i n mesine, d n k n ı
.ı•ı
yeniden havalanıp yeniden i n mesine yetecek ağırlıktaydı. İ kimiz
de gü ld ü k. Artık ta içinde aynen benim gibi olduğu n u ve benden
b u n u n için nefret ettiğin i biliyorum. Ayrıca ağabeyime aynı türden
şeyler yaptığı n ı da biliyorum, dört duvarın arkasında saklı kalacak
şeki lde, bazı güçlü ilaçlarla u yuşmuş vaziyette, tam da dominant bir
qle normal bir evlilik diye tanımlanmasına yetecek düzeyde. Şunu
da biliyoru m ki, artık öğrenmiş olduğum şeylerle, zevkin nereden
geldiği ni ya da nereye dü ştüğü nü bilmeden, onu aklının bulana
cağı, eşikte duraksayacağı noktaya getirebilirdim. Ama o sıralarda
genç ve gözükarayd ım. İ şler kontrolden çıktı. Papağan ı kavrayıp
bir iğneyi kapalı gagasından içeri ittim . İ ğnenin ucu başı n ı n öbür
ya n ı ndan dışarı çıktı. Sessizliği hatırlıyoru m . Bana şaşkın şaşkı n
bakan pa pağa n ı n sessizliği n i , kafamdaki sisin sıca klığını. Matej a
gözlerine inanmalı mı, inanmamalı mı bi lemeden , hayretten ağzı
açık kaldı. Birkaç saniye sonra avaz avaz bağırarak odadan dışa rı
koştu, ben de pencereyi açıp papağa nı komşu evin çatısına ti rlattım.
Bir süre sonra kapı açıldı ve a nnem girdi içeri.
"Mateja'nın babası a radı," dedi, "Mateja tamamen ken dinden
geçmiş. Senin Piki'nin kafasına bir iğne soktuğu nu söylemiş."
"Yalan söylüyor," dedim. "Papağan pencereden uçtu. Onun yü
zünden. Pencereyi o açtı."
Büyük bir şey kaybettiği m i bildiğim için o gece ağladım. Sanı
rım bundan böyle yalnız olacağımı bil iyordum. Hen ü z on üç ya
şındaydım ama şimdiden kendimi normal erotizmden ve dünyanın
geri ka lan ından tamamen ayırmıştım. Küçü k partilerde gösteri len
sempatiden , samimiyetten; her halükarda bu sorun deği ldi çü n kü
kimse beni zaten h içbir yere davet etmediği gibi, yüzüme de bak
mıyordu . Artık pek bir şey beklemiyordum. Aslında o sıralarda, ina
n ı lmaz fiziksel çirkinliğimi özel bir şey, hayatı m ı belirleyen , beni
kendi yalnız yoluma koşan bir şey olara k kabu l etmiştim.
Birkaç ay sonra, Mateja ağabeyimle arkadaş oldu ve sonradan
evlendiler.
50
Bundan sonra uzun bir süre boyunca pek bir §ey olmadı. Za ma
na ihtiyacım vardı. Bazen geceleyin pencereden balkona tırman ıyor
ve yere i n iyordum. Kara n l ı kta saklanara k duvarlar boyunca yürü
yor, evsiz barksız sarho§ları, ba§ı çerçöp içinde yerde yatan kadı n ı
seyrediyordum. Sanırı m a n nemle babam ne yaptığım ı b il iyor a m a
görmezden geliyorlardı. Ba§ka konularda yaptıkları gibi. Eve geldi
ğimde, biri banyoya gidiyor, diğeri de kapımın dı§ında duruyordu.
Ama hepsi bundan ibaretti.
Yazın, kom§U sokaktaki bir ev boş ka l mıştı. Birtakım serseriler
ikinci katla tavanarasın a el koydular, ben de zemin katına giden dar
bir delik keşfettim. Sürü nerek içinden geçtim ve kartonlar, dolaplar
ve diğer pılı p ırtı a rasında siyah bir kedi buldum. Hayvanlar da,
kalbi m i insanlar kadar değilse de, birçok kez kırını§ olduklarından,
düzenli olara k onlara işkence etmeye başladı m . Zemi n katını te
mizledim, süpürdüm, pencere e§ikleri n i sabitledim, dolapları n bi
rinden aldığım bir rafi kullara k a let edevatı m ı düzenlediğim bir yer
hazırladım. Ele geçirdiğim kediyi önce okşuyor, tüyleri n i tarıyor,
seviyordum. Bu, güven olmadan heyecan vermez. O sıralarda n e
a radığımı bilmiyordum. Şimdi elbette ki, güve n i n v e onun uzantı
sının, hayvan eninde sonunda anlık bir özbil i n ç pırı ltısıyla ba§ına
gelen leri anladığında ve durumunun, içinden yava§ça akıp giden
yaşamın, ölümü n ü n farkın a vardığı nda patlayan duygun u n önemli
bir böl ü m ü n ü temsil ettiğin i biliyoru m . Şokun deri n l iği önemli bir
unsurdu. Çivi ansızın pençesine saplandığında, i leride neler olaca
ğın ı a nladığında kademeli §aşkın l ı k ve gözlerindeki boşlu k - korku,
u mut, sürün me, yalvarma - sonra i kinci çivi - derken üçüncü ve
dörd üncü çivi, bir bıçak yarığı, pensenin baskısı, çekilen tırnaklar,
bo§alan göz çuku rları, bilinç yiti m i ve en son unda çivileri çıkarıp
yaralarını deze n fekte ederek onu serbest bıra ktığımda aynı durum
da yeniden canlanmanın verdiği deh§et...
Bugün a rtık biliyorum ki heyecan ı m ı n nedeni kedinin üstünde
ki haki miyetim deği l, onunla özdqlqmemdi. Verdiğim acıdan <.;<>k,
kendini ansızın ağzında bir macun topla masanın üstü ndl' l ı: ı ı ı : ı ,
'i l
işkencecisine bakarken bulduğunda, kendimi onun yerine koymam
önemliydi. Ne yaptığı mı ve n asıl devam edeceği mi düşünüyord um.
Nadiren öldürüyordum. Ö lümle birli kte, doyum hissim yeri ni ka
yıtsızl ığa bırakıyordu. Heyecan yerine, salt boğazlama. Bir gece, bir
kedinin karnı n ı deştim, iç organları n ı suda duruladım, gen yerleş
tirip kediyi diktim . Bunu neden yaptığı mı söyleyemem, belki de
a raştı rmayla ve tabii ki böyle bir yola koyulmaya cesaret etmeniz
durumunda aklınıza her türlü fikri n gelmesiyle i lgiliydi. Son uçta,
ölüm güzeldi. Her zaman yaklaştığım bir şeydi . İ ş kence sayesinde
ölümle oynuyordum, ç ü n kü ban a eziyet edenin, zevk alırken , gü
c ü n ü ku rbanının ruhsal ve fiziksel çöküşü a rasındaki i nce qikte
durd urmayı bileceği nden asla emin olamazdı m. Uzak, her yerde
hazır ve nazır ve rastlantısal bir şey olan ölüm güzeldir, işe giderken
yanından geçtiği niz bir a raba kazasında ölmüş birin i n i ki büklüm
cesed i n i n güzelliği gibi.
Ked ilere işkence ediyor, yaralarını sa rıyor, son ra da -şekilsiz, a k
sak, tek gözlü ya da tamamen kör, pençesiz ya da kırı k pençeli, ku
laksız ya d a kuyruksuz du rumda- sokağa salıyordum. Onlar benim
Trieste sokaklarını dolduran küçük can larımdı. Sokaklarda topal
ladıkları n ı gören şefkatli insanlar duruyor, dehşet içinde başları nı
sallıyorla rd ı. Hatta bir kısmı kaldırımda diz çöküp on ları okşa maya
çalışıyor, ama kedi ler pan iğe kapılıp -elleri nden geldiğince- kaçı
yorlardı. Trieste çok geçmeden bir sürü sakat kedi, köpek, güvercin
ve serçeyle doldu. Dedi kodular başladı. Ben fdç edici karanlı klarda
saklı kalıyor, normal olan her şeye karşı şefkatimi yutuyordum.
On altı yaşıma geldiğimde, yaşayan bir kişiye ihtiyacım olduğu
nu a n ladım. Okuyarak ve dü nyamı a raştı ra rak başlad ım. Kişinin
cin siyetini umursam ıyordum (bu yüzden sanırım ben biseksüel i m ) .
Ya lnızca duygu lar, bilinç, özbilinç, b i r düşü nce bileşimi, a rzular ve:
ihtiyaçlardan oluşan net bir yapıya ihtiyacım vardı. Bütün bu hisler
de yaln ızca insanla rda kesin olarak ayrışmıştır.
Temel meka nizma ben i m için çok açıktı. Fizi ksel acıyla özel
ilişki m , psikolojik sadizme karşı güçlü bir arzuyla dengelenen ti-
52
ziksel mazoşizmde berra klaşm ı§Cı. Bu i ki uçca ki zevki n mükemme
len gerçe klqmesi için, söylediğim gibi, gerçek bir ki§iye ihciyacım
vardı. Bir insanoğluna.
On sekiz ya§ımda, öğrenim için Lj ubljan a'ya Ca§ındım. O kulda
gayec başarılıydım. Geçemediğim ilk ve cek sınav, ikinci yıl sosyal
ancropoloji protesörü n ü n sınavı oldu. Tedirgin olmalıydım, ç ü n kü
her şeyi bi liyord u m ; dersi rahacça ve zevkle çalışmışcı m. İ kinci kez
geldiğimde, sözlü sınava yeniden gireceklerin l iscesinde sonuncu
isim benimkiydi. Salona ötkeyle gird i m, ama profesör ismimin
yanına en yü ksek nocu yazdı -hiç soru sormadı- ve beni dışarda
kahve içmeye davec eni. Hayacımdaki en önemli kadını, parlak bir
ü n iversice kariyeri olan bir ölü seviciyi işce böyle canıdım. Ne yap
cığı nı biliyordu. Zekam ve aşırı fiziksel kusurlarım, varoluşun ve
aşkın erocik boyucunu bi raz fa rklı bir biçimde yaşamış biri için baş
ca n çıka rıcıydı. Coşkulu, icaac ecmeye hevesliydim. Soyun uyor, diş
leri m i n a rasına bir iğne yerleşciriyor ve kadavra gibi harekecsiz yere
uzan ıyordum. Genel likle ben i soğuk suyla dolu bir küvece koyup,
yüzüme bazen mavimcrak, bazen her carati kesik bir cesec maske
si çiziyordu. Sonra beni yere çekip, içine bir buz parçası sokcuğu
soğu kca n h issizleşmiş cinsel orga nımın dudaklarına ku n ilingus
yapıyordu. İ ğneyle dilimi ve da mağı mı cekrar cekrar deliyordum.
Orgazma ya kl aşcığı mı zda, yüzüme soku lup ağzımdan bir ceseccen
çıkıyormuşçasına boşa lccığı m ka n ı göğüslerine sürüyordu.
Ö cekisi eczanede çalışan bir uyuşcurucu bağı ml ısıyd ı : lezbiyen
ve oldukça icici bir kadın (gerçi ben imle kıyaslandığında solda sı
fır ka lı rdı ) . Bazen bir a raya geliyorduk ve her seferi nde olay olup
biuikcen sonra a rcık a rzu edil meyen acıya kar§ı bana büyük dozda
morfin veriyord u .
Sonra hayaccaki cek v e gerçek a§kım Macic geldi. O arcık b i r ölü,
ben i m yaralı ve hırpalanmı§ bedeni mse gazecclcrde, tclevızyı ııı
da ve her yerde cqhir edil iyor; insanlar bu du rumda a�kı a ı ı ı ı a ' ı l
söz edebi ldiği m i soruyorlar bana. Şöyle: Hayva na! lıalı ı.; c , ı ı ı d l ' , l ı ı ı
maymun ka fCsinin önü nde ka r§ıla§cık. Maymunl a ra , 1 1 1L l \ 1 1 1 a l ı ı ı
., ,
iğne batı rılmış bir ekmek parçası atıyordum. O ne yaptığımı gör
dü ve gülmeye başladık. Bu kadar komik olan nedir, diye sordum,
bir şey söylemedi, sadece bana bakıp kafası n ı salladı. Bi rkaç daki ka
boyu nca onun dilsiz olduğunu düşündüm, ama sonra kon uştu ve
i n a nılmaz derecede kekeme olduğu nu a n ladım. Kahve ve brendi
içmeye gitti k ve her içişte biraz daha gevşeyip daha düzgün konuş
tu. Birbiri mizi işte böyle bulduk (ikimiz için de b u bir ilkti ) . Bir saat
sonra, beni sevdiği n i a n ladım.
Veterinerlik eğitimi alıyordu. Mükemmel, yani fotoğra fi k bir
belleği vardı. Doğası itibariyle, çekingen ve nazikti. İ nce bir duy
gusal yaratıktı. Fazlasıyla i nce. Aşırı duyarlı lığının (ve kekemeliği
n i n ) tek ilacı içkiydi . Her kadehte biraz daha iyi oluyordu. Belli bir
sarhoşluk aşamasında, gerçekten komiklqiyordu. Ancak alkol onu
a nalitik ve sentezci düşünce ba kı mından beter ediyordu. Hepsi bir
a raya geldiğinde, ben i m için doğru bileşim oluşuyordu: zihi nsel sı
n ı rlamalar, istisnai duygusal duyarlıl ı k, i ktidarsızlık ve m ükem mel
a n atom i bilgisi. Yaşamsal orga nlara zara r vermeden bana nasıl vu
racağın ı ve şişleyeceği ni biliyordu. Bedenimi bir acı aleti gibi oku
yordu. Ayrıca inanılmaz miktardaki kötü sözlerime ve aşağı layıcı
tacizime katlanabiliyordu.
Tan ışmamızdan altı ay sonra, bana evlilik tekl i f etti . Ne diyece
ğimi bilemedim. Zamanla, bunun bana bir şeyler ifade edebi leceği
ni anlattım ona. Evet, dedi m. Birkaç ay sonra, onun yanına taşın
dım ve her şey normal göründüğü için, ka ldım. İ kimiz de mezun
old u k. Matic Tarım Bakanl ığı'nda bürokrat oldu, ben de en sevdi
ğı ı n proti:sörü mle lisansüstü progra mında çalışmaya gittim. Matic
l ı ı ı n ı l a n hiç hoşla n m adı ve onun son derece kıskanç biri olduğu n u
; 1 1 1 L ı ı l ı ırı. Ö nceleri bundan korkuyordum, son rada n bunun işi so-
1 1 1 1 1 1 ; 1 ka d a r götürmek için iyi bir mekanizma olduğu ortaya çıktı.
� l . ı ı ı r ı�t" gid iyordu, ben tezim i yazıyor ve ev işleri yapıyordum;
l ı . ı l ı . 1 , 1 1 1 1 1 . ı rı i s e b a ş başa kalıyorduk (ikimiz de a ilemizle bağlantı-
1 1 1 1 1 1 k ı ı ı •. ı ı ı ı ı ı � ı ı k ) . Cumartesileri küçük gezilere çıkıyorduk, pazar
" \ ı ı ı ı l . ı ı . ı . ı v ı r d ı ,ı!, ı ın ı z �ü ndü. Sabahtan bira içmeye başlıyor ve
ben i m çabucak tepem atıyord u . Öğle vakti m asaya vuruyor, uba k
ları ters çevirip haykırıyord u m . Öğleden sonra, gözleri donukla§l l
ğında, aklıma gelen herha ngi b i r şey yüzünden o n a saldırıyordum.
Sın ırlamala rı, pratik olmayan yapısı, asosya lliği, de mine tarzı, en
gel lenmişliği, üzerindeki psikoloji k baskı , çocuksuluğu, i ktidarsız
lığı ve geride kalan her şeyin sebebi olan alçaltıcı derecedeki küçük
pen isi ... Patlamanın eşiği ne vardığı mızda profesörümü görmeye gi
diyordum. bu da onun gibi kıskanç biri n i deli ediyordu. Profesörle
bir-iki kadeh içki içiyordum. Eve geldiği mde, saçlarımdan kavrayıp
kafamı duvara çarpması, sıkılı yumruklarıyla beni kovalaması, yere
atıp tekmelemesi, dairenin içinde saçımdan çekerek sü rüklemesi,
başımı tuvaletin içine sokması, küvette boğazımı sıkması, uylukla
rımı iğneyle del mesi , karn ımı sigarayla yakması, ağzıma ve yüzüme
işemesi, çalışır duru mdaki elektrik süpürgesinin borusunu ü ç deli
ğimden birine sokması için genelli kle küçü k bir şey daha söylemem
yetiyordu.
Hayatımda ilk kez birini sevdi m . Gerçekten sevdim. O n u n la
birlikte yaşa maya başladıktan i ki yıl sonra, nihayet evlenmemiz
gerektiğine karar verdim. Birkaç ha fta içinde evlendik ve her şey
berbat oldu.
Hiçbir hayalim yok. Matic hepsi n i yok etti. Bütü n suç bende. Bu
bir şikayet deği l, bir gerçek. Şimdi kendi kafama vuruyorum. Her
şey önceden olduğu gibi açık, mantı klıydı, ama artık bitti. O tabii ki
evli liği en sıradan , en gündelik ma nasıyla a n lıyordu. Açı kçası, yal
n ızca a nlaşılması gerekeni a n lıyordu. Bunu önceden görmeliydim.
Her şey marazi bir hal alan kıskançlığıyla başladı. Hayatımda
ki i ki kadınla her türlü bağlantımı kesmemi İstedi benden. Bunu
yapmam i mkansızdı, ç ü n kü öncelikle tezimi ta mamlıyordum. Ve
her halükarda, onlafla ci nsel ya da diğer ilişki leri mi biti rmeyi lıiı;
istemiyordum. Dönüşüm eşzamanlı bir biçimde meydana geld i :
Gitgide daha fazla içiyor, a m a şiddeti n doruğu na varmak yeri ııe ı; i i
küyordu. Titremeye, ağlamaya ve onu sevip sevmediği mi s o r ıı ı . ı v . ı
başl ıyord u: .. Gerçekten seviyor musu n ? Beni gerçekten s c v ı v o r 1 1 1 1 1
., .,
sun ' " Bu dördü ncü ya da bqinci kez tekra rlandığı nda, ne anlama
geldiği ni ve neler olup bittiği n ı anladım. Adam gözlcrımin önünde
param parça ol uyordu.
İ şten sa rhoş dönmeye başladı. Durmadan içiyordu. Akşam üstü
genellikle ağlıyor ve beni seviyor musun, diye soruyordu. Bu tam
bir kabus haline geldi. Evde gitgide daha az ka lıyor, profesörü n
evi ne gidiyordum. Kendime ayrı bir daire tuttu m. İ ç kisi yüzünden
işinden kovul muştu . Gün boyu evdeydi ve sadece içiyordu. Sonba
h arda diplomamı aldım ve asista nlık için üniversiteye başvu ruda
bulundum. Onunla kon uşmayı denedim; iyileşmek zorunda ol
duğuna, acilen eski haline dönmesi gerektiğine, yeni bir başlangıç
yapmanın tek yolu n u n bu olduğu na onu ikn a etmek istiyord um.
Hiçbir sonuç alamadım. Enkaz haline ge lmiş bir erkekle bu kısır
m ücadelelerden altı ay sonra, valizlerimi top layıp taşındım. Nisan
ayıydı. Bir ay sonra polis oturma odası nda çü rüyen cesedi n i buldu.
Komşular polisi apartma n a yayı lan iğrenç koku nedeniyle çağır
m ışlardı. Matic kendini içkiyle zeh irlemişti. Ocak ayı nın ilk gü n ü
toprağa verildi.
İ ki hafi:a sonra, iki sivil polis kapıma geldi. Bazı bilgileri doğru
lamak isted i klerini söyleyi p bana birtakım soru lar sord u lar. Apart
mandaki komşular Matic'le ben i m ara mda olup bitenleri a n latmış
lardı. Ö zelli kle de haftasonu yaşa n a n ları. Ta rtışmalardan çığlıklara,
kırılıp dökülen qyalara ve �iddetli kavga lara kadar. Polislerin anlat
tığı na göre, yalnızca çığl ı klarım işitilmiş olsa da, ko mşular alçakgö
nüllü ve nazik bir adam olan Matic'in böylesi bir dayak atmasın ı n
pek olası olmadığı nı söylemişlerdi. l\fatic'in b i r hamamböceği ni
bile ezmekten aciz olduğu n u fark etmiş görü nüyorlardı. Beni döv
müş m üydü, ya da ben onu � Dövmüşse bunu kanıtlayabilir mi
yim, diye sordular. Bugün bile bunu neden yaptığımı bilmiyorum.
Onları başka yollardan ikna edebi lirdim; buna eminim. Bluzumu
\ ı ka rd ı m ve geniş pantolonumu yere indirdim. Nefesleri kesi ldi.
);ı ralar, morluklar, kesikler. Yere bakıp giyi nmemi söylediler. Baş
k . ı l ı ı r �ev sormadılar. Bir süre sonra. bir kadın yardım grubu ndan
�ı.
a ktivistler kapımı çalJı lar. Onların ardından da gaY.cll'cıln. �ıddl'I
m ağd u r u kadın kon u l u h i kayem medyada bir bomba gibi ı ıa ı l a d ı .
0
'r:ıpyanları ve ölüleri sarstı . Başka gazeteciler d e geldi, sonra radyo,
a rdından da televizyon. İ şkence ku rba n ı , zu lmedilmi� kadın lıaliııl'
geldim. Istı ra p çeken, aç, hasta olanla r için bir havari. Televizyonda
bir reklam, şehirdeki ilan pa nolarında bir resim oldum. Coca Cola
old um.
'I
Eva ld F l i s a r
Evald Flisar, romancı, öykü , oyun, deneme yazarı ve 1 933'tcn beri
yayım lanan, en eski Sloven edebiyat dergisi Sodobııost'un editörüdür.
Slovenya'daki Lj ubljarıa Üniversiıesi'nde karşıla§tırma l ı edebiyat, on
yedi yılını geçirdiği Londra 'da ise İngilizce öğrenimi gördü, (başka
işlerle birlikte) bir bilim ansikloped isinin editiirl üğünü yaptı, öyküler
ve BBC için radyo oyunları yazdı. Yapıtları (İzlandaca, Arapça,
Malezce, Bengalce, Marathi ve Hintçe d;ı h i l ) 25 dile çevrildi. 80'den
fazla ülkeyi gezdi ve Avustralya 'dan ABD'ye, ( ; üncy Amerika'dan
İskandinavya 'ya, d ünyanın pek çok yerinde halka açık okumalar
yaptı. En tanınmış romanı Va/ı�·i Kt1plt111la Citmcl(tir (Carovnikov
\'ajcnec, ilk basım 1 986, yedinci basım 2007) . Flisar' ııı kaleme ald ığı
on dört oyun arasında şunlar da yer alır: Birçok ülkede ve Londra'nın
tiyatro merkezi \Vest Enci' de sahnelenen /,eontırdo 'ya Ne Oldu (Yılın
F.ıı İyi Oyunu Ödü l ü ) . on sekiz ülkede sahnelenen Yarm (Preseren
h ı ı ı ı ı ()dülü) vı: yine birçok ü l kede sahndeııcn Nora Nora (Yıl ın En
İ n ( > v ı ı ı ı ı ı Öd ü l ii ) . "l iıplu Oyunları 2006'da New Yıırk'ta 'ICxturc
l 'ı n' ı . ı ı . ı f i ıulan y.ıv ı n ı la n d ı . Flisa r"ın yayı mlanmış iki öykü kitabı
1 . il .ı i l
C ELLATLAR
lı l
Tabii ya! Çoc u k güç durumda olduğumuzu görm ü§ ve akıl ver
mek için yaklaşmıştı . Bisikletle rimizi duvara dayama mızı öneriyor
du, yüzündeki ifadeye bakıl ırsa orada emniyette olacaklardı. Başka
seçenek ol madığından, tam da iiyk yaptık. Bu onu daha fazla yar
dım önermeye yüre klendirdi. Bisikleti eski moda bir zincirle sağla
ma almak üzere apğı eğildiği mde, birden bacaklarımın a rasında
s uratı beliriverdi.
"Grrr, grrr;" diye mırıldanarak pa ntolonumu çeki§tirdi. Anahta rı
elimden kapıp paslı kilitle kısa bir mücadeleye girişti. İ ş tamamlan
dığı nda, qimin bisikleti ndeki ki lide saldırdı. Bu biraz daha uzun
sürdü, ama ba§ladığı i§i biti rmeye ka rarlıydı.
"Gırr, b rrr," dedi, yüzü gu rurla pa rlıyordu. Anahtarları almak
üze re uzandığı mda, çocuk başı n ı sallayarak a rkasına sakladı. Sonra
bana doğru ko§u p pantolon umun cebine bıraktı. En son unda geri
çekildi ve bir bana bir qime bakarak bir onay i§areti bekled i.
Gülümseyip çenesinin a l tı n ı gıdıkladım. Ö nce rahatladığı nı
gösteren işitilebilir bir iç geçi rme, ardı ndan havada yarım düzine
sıç rama geldi.
''Adın ne seni n ' " diye sordum sakinleştiğinde.
Cevap veremedi; neler olup bittiği ni görmek ıçın koştu rmuş
olan a rkadaşları n a bizi göstererek caka satmakla mqgu ldü. Soruyu
tekra rladım, ama yine cevap gelmedi. Çocuğun sağır ve dilsiz oldu
j!;unu fark eden eşim oldu.
Dudaklarımı çok yavaş hareket ettirerek tekra rladım: "Ad ı n ne
senin ' "
G üzleri bulutlandı. Anlayamadığı ndan, heni hoşn ut cdcme
vn-ekı i. Bu olası lık onu dehşete düşü rmüş gibiydi. Arkadaşlarına
d i i ı ı d i i , a ma onlar da kendisi kadar çaresizdi.
z. . k ı lıir kiiçük kız birden a n layıverdi. "Uki," diye bağırdı, kü
'• ' ' " ' ı i ı ı ı i i kl ı i a rkadaşımızı işaret ederek, "Uki ! "
l ! ı i ı i i k i i l �; i i d e rahatlayan çocuk kı kır kıkır güldü v e "G rrr, grrr,
• 1. , L ' " ı l 1 1T .. kinli. Elime asılıp beni meydana çekıneye başladı.
•
,, '
pagoıb, yontma, heykel resimleri çizdi, ya da bize öyle geldi. Ö nü
m üzde tavşan gibi sıçrayara k, bizi bir yan yola soktu, köşeyi dön ü n
c e a na meydana çıkm ıştık. Meyda n Nepal'de gördüklerimızden
daha ince ve daha süslü ola n zari f tapmaklarla çevri liydi. Manzara
netes kesiciydi. "Güzellikler şehri" canlanm ıştı.
"'Grrr, grrr, brrr, ek," diye açıkladı çocuk, birden ciddi ve kendi
ni önemseyen bir havaya bürünerek. Bu o n u n kasabasıydı, bunlar
onun tapın a klarıydı, bütün bu güzellikler ona ai tti . Ve hepsin i ar
mağa n olarak bize veriyord u.
Meydanda binadan binaya geçerek, sütun larla sivri kule tepele
ri n i işaret etmesine ve özellikle i lginç oymalara dikkatimizi çekme
sine ti rsat vermek üzere dura klayarak onu takip ettik. "G rrr, gı rrr,
brrr, ek, ek, brrr," diye çağıldıyordu görevi n i n keyfini çıka ra rak.
Sıkılmış olabileceği mizden endişelenerek, a ra sıra yüzümüze
bir göz atıyordu. En u fa k bir i lgisizlik işareti fark ettiğinde, hemen
köşebaşında bir başka mimarlık harikası bulunduğu n u hatırlamış
çasına elini alnına vuruyordu. Onu m utlu etmek için, işaret etmeyi
seçtiği herhangi bir şeye karşı hayra n lığı mızı i fade ediyord u k, o şey
yaln ızca dökü len bir duvar olsa bile.
Çok geçmeden Uki ' n i n hevesinin tü müyle özgeci ol madığı
açıklık kazandı. Rehberlik ettiği bu gez i n i n sonunda i ki-üç rupi ka
zanacağın ı umuyordu. Bu kılıkta, i nceci k kısa kollu gömleği ve eski
püskü şortuyla hiç kuşkusuz en cimri yaba ncının bile sempatisi ni
kazanırdı.
Ya lnız bir askerin önünde nöbet tuttuğu kraliyet hamamınııı
bahçesine girdi k. Belli ki askerle Uki a rkadaştılar.
"Grrr, brrr," dedi çocu k içeri girdiğimizde. Askerin kar�ısıııda
durdu, hazırola geçti ve selam çaktı. Ken disi de çocuktan biraz lıii
yükçe olan asker ona dostça sırıttı ve selam ı n a karşı lık vnd ı. 1 Lı
mamda kısa bir tur attıkta n sonra biraz dinlen meye ka r;ı r Vl" t ı l ı k .
Girişin yan ı nda, açıkta kalmış bir kirişe tü nedik. Bi raz iiıı<T <"�ı ı ı ı
bi rkaç m u z satın alm ıştı, biri n i Uki'ye i kram eni.
lı 1
Çoc u k b u n u ne yapacağı ndan pek emin deği ldi. Güldü, ciddi
lqti, yine güldü.
"'G rrr, brrr, brrr," diye açıkladı en sonunda ve muzu şortunu tu
tan ipin a rkasına itti. Ö zür di lercesine bir gü lümsemeyle, onu daha
son ra yemek üzere sakla maya ka rar verdiği ni işaret etti . Eşim he
men ona bir muz daha verdi. H u onun kafasını ka rıştırdı. İ l k önce
i kinciyi de ipin a rkasına itmeye çalıştı, ama son ra fi kri ni değiştirdi.
Yı da öyle görü ndü, ç ü n kü bir san iye sonra yine ne yapacağı ndan
emin deği ldi.
Eşim muzu çocuğun elinden a ldı, kabuğu n u soyd u, i kiye böldü
ve bu i ki parçayı ellerine geri koyd u . Artık seçeneği kalmam ıştı. İ ki
eli nde birer parça tutarak, gizlemediği bir zevkle yemeğe koyu ldu,
sırayla her i ki yarıdan birer lokma ısı rıyord u . Bi tirdiğinde, parmak
larını yalayara k keyifli bir dakika daha geçi rdi . Sonra ilk m u zu ipin
a rkasından çeki p, mutlu bir gülümseyişle seyretti. En sonunda geri
iterek, "G rrr, grrr, e k, ek, brrr," diye açıkladı; herhalde geleceği de
düşünmek hızım, demek istiyordu.
Gitmek üzere ayağa kal ktığı mı zda, muz şortu n u n içine kayd ı,
bacağı ndan aşağı indi ve ayağı nın dibine düştü. Eşimle ben gül
mekten ke ndimizi ala madık. Kısa bir duraksamadan sonra çocu k
d a bize katıldı v e keyifli b i r olayda yer almasına fi rsat verild iği için
m i n n et du ygusuyla, kendinden geçerek gü ldü.
Muzu yerden alıp askere döndü. "Grrr, brrr, ek, ek? " diye sordu,
avl u n u n karşı tarati n ı işaret ederek. Asker başını sa llayarak onay
layınca, Uki karşı köşeye ko§tU ve muzu bir kereste parçasının ar
kasına sakladı. Son ra koşarak geri geldi, elleri m i zden tuttu ve bizi
ç ı kışa doğru çekmeye başladı.
Asker birden kon u ştu . "'Annesi babası yok, dedi. Ev ya ndı. Ö l
ı l ii l e r. Uki ' n i rı abisiyle birlikte. Ve i ki küçük kız kardeşiyle.
""Nerede yaşıyor � " diye sordu eşi m.
· · ı ı n \"e nle, dedi asker. "'Bazen hava çok soğuk deği lse, geceyi
fı 1
Kasaba curuna devam etmek ü zere ayrıldık. Ancak çok geçme
den görülecek yerlerin çoğu n u görmüş olduğu muz anlaşıldı. Ço
cuğu n hevesi de uçup gidiyord u . Yorgun ve sıkılmış görü nüyordu.
Ö d ü l ü n ü bekliyordu ki a rkadaşlarının yan m a dönebi lsin. Bozuk
para bulamadığımızda n, on r u pi l i k bir kağıt para verdik. Sarardı,
tüm bedeni sarsı ldı. Parayı tutup göz h izamıza kaldıra ra k kaygıyla
sord u : "G rrr, brrr, e k � "
Evet, diye başımızla onayladık, para onundu. B i r türlü inana
mıyordu. Evet, diye ısra r ettik, parayı cebi ne koyabilirdi, ona aitti.
Ve onu ciddi olduğu muza inand ırabilmek için, bir on rupi daha
verdik.
"Grrr, brrr, grrr ? " diye tekrarladı, şimdi ka fası büsbütün karış
m ıştı.
Evet, dedik, i kisi de onund u , saklayabilirdi. Yüzü nqe ve min
net karışımıyla aydınlandı. Her iki di nde tuttuğu kağıt paraları
havaya kaldırıp meydanda dans etmeye başladı. Gani meti şaşkın
a rkadaşlarına gösterdi. Onlar da etrafinı sarıp, yol un sonuna kadar
bağırıp gülerek, dinleyen herkese Uki'nin ne kadar para kazandığı
n ı gu rurla açıklaya ra k onu takip etti ler. İ nsanlar gülümseyip şanslı
çocuğun başı nı okşuyordu. Uki, düşmesin diye şapkasını sürekli
düzeltiyordu.
Sessizce bisikletleri m ize binip ayrıldık. Kasaban ı n bir kilometre
kadar uzağında, d i k bir yokuşun yarısında, nefessiz ka lıp bisiklet
ten indik. On daki ka sonra tepeye vardığımızda, Pathan'a son bir
kez bakm a k için a rkaya dön d ü k.
B i rkaç metre a rkam ızda, yüzü suçl uluk ve isyan duygusuyla kı
zarmış, bitkin vaziyetteki küçük sağır d i lsiz çoc u k yolun ortasında
dur uyordu. Bakışları birimi zden öteki ne kayarak, şaşkı n lığımızın
sevi nce mi, öfkeye mi dönüşeceği n i görmek için bekliyord u. < ; İ İ ·
vensiz bir kıkırdama çıktı ağzından.
"Grrr, grrr, ga, ga, ek, brrr," diye açıklamaya çalıştı.
Gözlerindeki yalvaran bakış yavaş yavaş yerin i üzüıııiiyl" l ıı
raktı. Akıl edebildiğimiz her türlü el kol hareketiyle, onu l 'a ı l ı.ı ı ı '.ı
,,..,
dönmesi için ikna etmeye çalı§tık. Katmandu ' n u n çok büyük ol
duğunu, kaybolacağı nı söyledik. Hindistan'a gidiyord u k ve onunla
i lgilenemezdik.
Anlayabildiği tek §ey onu geri gönderdiği miz, reddettiğimizdi.
Birden yüzü aydınlandı. Bana doğru ko§tU, §apkasını çıkardı ve
onu toz bezi gibi kullanarak ayakkabı larımı temizlemeye ba§ladı.
Son ra eşi m i n önünde çömel ip sa nda letleri n i temizlemeye koyuldu.
Son olarak da, §apkayı tersyüz ederek bisikletimizin kromlu kısım
larını parl atmaya giri§ti.
"Kusura bakma," dedik. "Geri dönmelisin."
Bisi kletlerimize a tlayıp yola koyulduk. Bizi tıpı§ tıpı§ takip eden
küçük ayaklar sonunda yü reği m izi yu m upttı. Çocu k bunun ola
cağı nı biliyor olmalıydı. Bize yeti§mcsini bekledi k. Yan ı mı za vardı
ğında bacakları çözüldü ve toprağa çöktü. Gücü tüken mi§ti, yalnız
ca "Grrr, brrr, ek," diye mutlu gurultular çıka rabil iyordu.
O n u kaldırıp bisikletim i n önüne oturttum ve Katma ndu 'ya
doğru yola koyulduk. Ba§ını a rkaya çevirip bana baktı. Gözleri ra
hatlama ve min net du ygusuyla, ama aynı zamanda beni sarsan bir
§eyle dol uydu: saf sevgiye yakı n bir şeyle. Bir kez daha m utlu bir
kı kırdama çıktı ağzından.
Niyetimiz onu Katmandu'ya götürmek, i lginç yerleri göster
mek, öğle yemeği yedirmek, son ra da a kpma doğru Pathan'a geri
getirmekti. Ama büyük bir kentte bulunduğu için öyle sevi nçl iydi
ki, geceyi bizimle geçirmesine karar verdik. O n u kaldığımız ote
le götü rdü k. Banyoyu hazırladık, giysilerini çıka rd ı k, onu ka ldırıp
küvete koyd u k. İ l k ba§ta ürktü ve dı§a rı ç ı kmak için çılgı nca bir
<;alıa lıarcadı, ama sonra ya va§ ya va§ sakin lqti ve bu yeni deneyimin
ı .ıd ı ı ı ı <;ıkarmaya ba§ladı. Kısa bir süre sonra keyif çığlıkları atarak
h.ı ı ı v o ı ı ı ı ı ı her yeri ne su sıçratıyordu.
< lıııı <'il yakın markete götürüp yen i bir gömlek, §Ort ve yumu§ak
• l ı - ı ı ,,ı ı ıı l .ı l< 'ı inaldık. Yüzü ağırba§lı bir i fadeye büründü, duru§U
1. . ı ı ı l . ı ·: ı ı. ı l 1 1,t:.ı l l 1 .Q ı ı ı ı yitirdi. Yeni giysileri içi nde ken d i n i yadırgamış-
,,,,
tı.Dü kkan sahibi eski giysilerini kö§edeki bir sü prüntü yığınının
üstüne savurunca , Uki §iddetli bir .. G rrr, brrr, ek, ek"le itiraz etti.
Eski gömleğiyle §Ortu n u dertop edip sımsıkı göğsüne bastırdı.
'"Ga, ga, brrr, grrr," d iye mırıldandı. Kendini içi nde bulduğu bu
mucizevi dünya onu korkutmaya ba§lamı§tı. Giys ileri geçmi§iylc
tek bağı, arkasında bıraktığı tan ıd ı k dü nyayı hatırlata n tek §eydi.
Akpma doğru onu bir Ç i n loka ntası n a götürdü k. Ö nce önü
müze koydu kları dumanı tüten ye meklerin gerçek olduğu na ina
namadı; her birini parmaklarıyla dikkatlice yokladı . E§im ve ben
yemeğe ba§ladığı m ızda, bu yemeklerin yalnız bizim için oraya
kon m u§ olduğu kanısındaydı hala. Ancak qim tabağın a yiyecekleri
yığı nca ka§ığın ı kaldıracak cesareti bulabildi.
Yemeğe ba§lar ba§lamaz da, durdurulması imkansız bir hal aldı.
Lenduha ka§ığı beceriksizce, normalde bizim bıçağı tuttuğumuz
gibi tutarak, yiyecekleri tabaktan ağzına zigzaglar çizerek götürü
yordu , ağzı sıklıkla ıskaladığı belirsiz bir hedefti. Çok geçmeden yü
zünün her yeri, yeni gömleği ve §Ortu §ehriye ve sosa battı. Ü çüncü
denemesin i n yarısına doğru birden yoruldu. Ba§ı m asaya gömüldü.
Ka§ığı elinden bırakmadan uyur kaldı.
Onu otele ta§ıdık, giysilerin i çıka rdık, elini yüzünü yıkadık ve
yatağa yatırd ı k. Kütük gibi uyuyordu. Gece yarısı uyandı. "Ga, ga,
grrr, grrr, ek," dedi büyük bir tela§la. Nerede olduğu hakkında en
u fa k bir fikri yoktu. Küçük parm a kları etra fı yoklamaya ba§ladı.
Koluma rastladıklarında bir an için ara verip, sonra yine devam
ettiler. Bi leği m i , i§aret parmağımı, ba§pa rmağı mı buldular. Biraz
duraksadıktan sonra, ba§parm ağıma sımsıkı dolandılar. Yüzü ya
kın la§tı, hala Çin yemeği kokan sıcak soluğu n u h issedebiliyordum.
Rahatlayara k, "Ek, ek, grrr, grr," diye m ırıldandı kulağıma.
Sabah onu §ehir turuna götü rd ük. Kraliyet sarayını gösterd ik.
Gösteri§li bir biçimde süslenmi§ ü ç fil ana kapıda n paytak bir yii
rüyü§le yola çıka rılıyordu. Uki keyiften bir çığlı k attı. Fi lleri oıı
daki ka takip etmek zorunda kaldık. Katmandu'nun rnerkezı ııde
gezinirken , içine cinler girmi§ gibi atlayıp zıplayarak, ko l l a rıı ı ı l ı ; ı
"'
vaya ka ldırıp onu bunu işaret ederek, gülerek, açıklayara k, merak
ederek etrafta koşturdu. Kaşla göz a rasında, Katmandu 'nun ilginç
yerlerini bize gösteren Uki olmuştu.
Bir çekçek kiraladık. Sürücü cafcafl ı a racına ka laba l ı k içinde
cesurca ma nevra yaptırırken, Uki bağırarak onu dürtüklüyordu;
nöbet geçiriyormuş gibi titreyip sarsılıyordu, düşmesini engellemek
zor işti doğrusu. Gu rultular, h ırıltılar çıka rıyor, gülüyord u : dünya,
bu h arikulade dünya sihirli bir dönmedolap gibi etratinda dönüyor
du. Dünyanın en mutlu çocuğuydu.
Bir gece daha kaldı.
E rtesi sabah Maymun Tapınağı 'nı görmek üzere bisikletle şehir
den çıktık. Altın kubbe Uki'yi öyle çok etkiledi ki sessizleşip nere
deyse on daki ka boyunca bakışlarını ondan ayırmadı. Maym unları
eğlenceli buld u, ama içlerinden biri gruptan kaçıp ona doğru iler
leyi nce, çığlığı basıp kollarıma atıldı. Yokuşun başında bıraktığımız
bisikletlere döndüğümüze sevi nd i.
"G rrr, brrr, ek," dedi onu kaldırıp önüme otu rttuğu mda.
Katmandu'dan ayrılıp, güneye giden tozlu bir yola u laştık.
Uki'den yolu tanıdığına, ya da onu Pathan'a geri götürdüğü mü
zü anladığına dair hiçbir işaret gelmiyord u. Ancak dar yan yollara
girdiğimiz zaman ta nıdık nirengi noktalarını fark etmeye başladı.
Eski dünyanın değişmemiş olara k halii orada d urduğuna şaşırmış
ve sevinmiş gibiydi. Çarşıya va rd ığı mızda, a rkadaşlarından bir gru p
çarptı gözüne.
"Grrr, brrr, ek!" diye haykırdı, kollarını çılgınca sallayarak.
Çocuklar onu tanıdı ve neşeli bir hoş geldin çığlığıyla bize doğru
koştular. Bisikletten indiğimizde, çevremiz tamamen sarılmıştı.
Çocuklar Uki ' n i n yeni gömleğiyle şortuna dokunmak, sanda let
leri ni sıvazlamak istiyorla rdı. Aklıma Uki'nin Ç i n lokan tası ndaki
davranışları geldi; o da gerçek olduğu n u anlamak için yemeklere
doku nma gereği n i duymuştu. Arkadaşlarının hayran l ığı hoşuna gi
d i yordu. Yü zünün her yanından gurur, başarı duygusu oku nuyor-
du. Ama tavrı nda en ufak bir kendini beğenmişlik yoktu, dostça Vl'
sıcak davra n mayı sürdü rüyord u .
Derken, b i r ivedilik duygusuyla, u z u n b i r açıklam aya giriştı.
··G rrr, brrr, ek, ek, brrr," diye geveledi bitmek bilmez bir şekilde.
Görmüş olduğu tüm harikaları havada çi zmeye çal ışırcasına kol la
rını salladı; fi lleri, maymun ları, sarayları, her şeyi, her şeyi . . .
Di kkatlice bisi kleti m ize bindik ve pedalla rı çevirerek meydan
dan çıktık. Yürek paralayıcı bir ağlamayla durdurulduk. Bir saniye
sonra Uki yanımd aydı, pantolon u m u çekiyor, ben i bisi kletten in
dirmeye çalışıyordu. Gözlerine inanamadan ba n a ba kıyordu. Eşi
me doğru koşup onu bisikletten aşağı çekmeye çalıştı. Bana döndü,
gidona asıldı ve kendini çevik bir hareketle bisikletin üstüne çekti.
Bizimle kal ma k, bizimle Katmandu 'ya, herha ngi bir yere dön mek
istiyordu.
" Ek, brrr, grrr, grrr," diye yalvardı.
Onu yerinden oyn atmaya ça lıştım ama ellerini bıra kmadı. Tüm
gücü küçük parmaklarında toplanmıştı. Sonunda ellerin den biri n i
gidonqan zorla koparmayı başardım, ama i ki nci eline aynısını yap
maya başlarken, birincisi gidona daha da güçlü bir biçimde yeniden
ası lmıştı.
Sonra beklen medik bir biçimde -birden havası kaçıveren gergin
bir futbol topu gibi- sakinleşti. Sesini kesti ve elleri gidondan aşağı
kayd ı. Onu yere bıraktığımda itiraz etmedi. Bir süre etra ti şaşkın
a rkad aşlarıyla çevri li olarak orada durup ayaklarına baktı. Son ra
yavaşça başı n ı kaldırdı ve gözle ri min içine baktı.
Gerçekten bitmiş miydi ?
Bittiği ni a n lad ığı an, başını tekrar ka ldırdı, döndü ve meydan
daki en yakın binanın duvarına doğru yürüdü. Va rdığı nda, ya nına
otu rdu, başını duvara dayad ı, bizi görmemek için yüzü nü çevird i.
Ö ylece ka ldı, harekets iz.
Eşim en yakın tezga ha kadar yürüyüp bir muz hevengi s; ı ı ı ı ı
aldı. Uki 'yc götürüp kucağına koyd u. Çocuk gözlerini açtı v e voı
gu n, isteksiz bir '"Grrr, brrr, ga, ga, ek," çıktı ağzından. Son r;ı gı i ı
)erini yine kapattı. A§ağı inip avucuna yüz rupi sıkı§tırdım. İ lgi len
meden baktı paraya. Eli cansızdı, para yere kayt"l ı.
Çenesinin altını gıdı kladım. Onu nqelcndirmek, gülü msediği
ni görmek istiyordum. Bana bakmayı reddecci. Meydandan ayrıl
madan hemen önce arkama döndü m .
Sırtı d uvara dayalı, bir i n fa z m angası taratindan i d a m edi len b i r
rehine gibi görünüyordu.
70
Dra go J a n car
Drago Janear, l 948'de Slovenya 'nın 1\laribor §eh rinde doğdu. Yur t
içinde ve dı§ında e n iyi tanınan Sloven yazarlardan biri olan J anear,
h u ku k eğitimi gördü, gazetecilik. editörl ük ve serbest yazarlık yaptı.
!985'te, Fulbright bursuyla ABD' de ka ldı, !988'de Almanya'da
yaşadı. Sloven PEN Merkezi'nin ba§kamyken ( 1987- 199 1 ) Slovenya
ve Yugoslavya'da demokrasinin geli§tirilmcsiyle ilgilendi. Romanları
ve öykü leri çqi ıli Avrupa dil lerine çevrildi, Avrupa ve ABD'de
yayımlandı. l 99.3 'te Sloven edebiyatının en büyük ödülü olan
Preseren Ödü l ü 'ne layık görü ldü. l 994 'te, Almanya ' nın J\msbeg
kentinde Avru pa Öykü Ödülü'nü kazandı. Ljubljana'da ya§ıyor.
En ünl ü öyküleri "Kuzey l§ıkları", 't\laycı Arzu" ve "Katarina,
'favu skU§U ve Cizvit"tir. En ünlü oyunları ise Biiyiik Görf(emli Vııls ve
f fallstaı'ıır. Ovgüyle anılan ödüllü deneme kita pları yazmı§tır.
Ü STÜN YARATIK
Fra nc Rutar, uzun süre önce nemli bir öğle sonrası nda gözleri n i
yan ı nda otu ra n kadının dizleri nde tuttuğu bir kitabın iri h a rflerine
dikmemi§ olsayd ı, her §ey çok daha iyi bitecekti. O korku nç §eyle
ri ya§amamı§ olacaktı; yıllar sonra bi le, acı verici bir ra hatsızlık ve
korku karı§ımıyla dü§ü ndüğün de, bunlar kötü bir rüyadan ka lan
i mgeler gibi görün üyordu. Uyku ile uyanıklık a rasındaki anlardan
kalan i mgeler. . . Ama b u n u n bir rüya olmadığın ı biliyordu; her §ey
büyük, uzak bir §ehi rde meydana gel mݧtİ ve bu §ehrin rüyaları an
dıran resi mleri, yapmına televizyon ekra n ından geliyordu. Nemli
bir öğleden son ra yeraltına dal ıyordu ve orada tan ı§tığı Tan rı siyah
ve ürkütücüydü. E n azında n , krn disi "I:ırırı olduğu nu iddia etmݧtİ
ve Franc Rutar her ne kad a r o sırad a , hatıa §İmdi bık, onun ba§ka
biri, Tanrı'nın karanlık antitezi olduğıınu d ii§iinse de, iiyle tan ımı§
tı onu. Tan rı böyle ucuz sahtekl rl ı kLı r dü§ünmez, böyle d u rmu§
otu rmu§ insanların zayıf anla rı nda açıklarını yakalamaya çalı§maz.
O tatsız olay gerilerde ka ldıkça. Fra ıır Rutar bundan gitgide daha
emin oluyordu.
Satı§ temsilcisi Franc Ru tar, açgiizlü bir okuyucuydu. Ra kam
larla harflerin çoğu kez yorgun giiz lcrinin önünde dans etmesi ne
kar§ın, tesadüfen görü§ alanına giren her bir sözcüğü ve ha rfi yu
tarcasına oku m a ktan kendini ala mıyordu. Bekleme oda l a rı nda,
otobüslerde ya da herha ngi bir yerde kendine ait olmayan gazete ve
kita pları okuyan insanla rdan biriydi. Bu tipler başka biri n i n elinde
tuttuğu gazete n i n ba§ sayfasına bir göz atmaktan kendileri n i ala
mazlar. Bi rçoğu bunu tembellikten ya da sıkıntıda n , bazılarıysa
hırsızlık güdüsüyle yapar: gazeteyi sa hibinin omzu üzerinden okur
ve b u n u n ne denli rahatsız edici olduğunu bildiğinden, her sefe
rinde suçüstü ya kalanmadan hemen önce pencereden dıprı ya da
ayakkabıları n ı n ucuna bakmaya başlar. Bu okuyucuları n bir kısm ı,
aslında bir kadı n bedeninin parça ları gibi, masadan a l ı na n bir ek
mek gibi, bir başkasına ait olanı gözleriyle harfi harfine çaldıkları
n ı hiç düşün mezler bile. Franc Rutar, uluslara rası ticaretle ilgili ya
da diğer okuma materyalleri n i n kıtlığı ndan yakına mazdı. Yine de,
başkaları n ı n elinde tuttuğu gazete ve kitapları oku ma k onun kont
rol edilemez tutkusu haline gelm işti. Bunu yapa rken, tekrar tekrar
keskin zihnini sın ıyordu; Fran c Rutar, saat gibi i şleyen bir dimağa
ve mükemmel belleğe sahip biriydi. Dans eden başlıklarla sayfa
lardan parçaları hemen evirip çevirerek mantıklı bütün ler halinde
birbiri ne bağla rdı; bir spor haberi asla siyasi bir haberle karışmazdı.
Düzenli bir kafa ya pısı olan herkes dü nya n ı n düzeni n i kavrayabi
lir ve hata lar meydana gelmez. En büyük zevki, bir çapraz bulma
cadaki boşlukları yakalamaktı ; bu ani mücadele ve riskin yarattığı
karıncalanmayı hissedebiliyordu. Bey n i n i n hızlı işleyişini test ede
biliyordu: riskli editoryal a nlaşma ları sonuçlandırmakta kullandığı
en büyük kaynakları n d a n biriydi bu; çabuk düşün me, hızlı karar.
Çok dikkatli hesaplamala rla kel i meleri harmanlayarak, bulmacala
rı i ki durak a rasında çözmeyi başarıyordu . Fran c Rutar, Yaratı l ış'ın
en üstün başarılarından biri olduğu kanısı ndaydı .
Çalıştığı şirketten , New York'a beraber gel m iş old uğu bir iş ar
kadaşına bunu daha i l k günden kan ıtladı. Dev ken tte birkaç saat
kaldıktan sonra, ona ortalama bir çapraz b ul macadan daha zor
gelmeyen Manhattan caddelerinin matematiğin i çözmüştü. O n un
sayesinde incelikl i dış ticaret a nl aşmalarını çabucak tamamlayabi
liyorlardı. Ü çüncü gü n , iş alem i n i n bu i nsa n i karınca yuvasında
kendini evinde h issetm iş, a rkadaşının övgüsüyle yüzü ışı ldamıştı;
Fra nc Ruta r'ın zihninin o ünlü maha reti ve dehası buydu işte, tat
m i n olması için yeterince neden vardı. Ü çüncü gün öğleden sonra
-boğucu, okyanusun rutubeti ne doymuş bir öğle sonrası- bir fiw
food loka ntasında ucuz kızarmış tavukla açlığı n ı bastırdıktan son
ra bile ... Onu Wa ll Street civarında biraz yürümek İstediği Battery
Park'a doğru götürecek olan metroda memnun mesut otu ruyordu.
74
New York'taydı, i§leri yol u n a girmi§, karnı doymu§tu ; dü nya keyif
li, hayat güzeldi. Ancak d ü nya n ı n tepesindeyken dibine d ü§mek en
kötüsüdü r.
Açı k bir gazete bulmak için etra fı n a bakındı. İ ki durak arasın
da parçaları m a n tı klı bütü n ler hali nde birlqtirmek gibi riskli bir
oyunla m ü kemmel İ ngi lizcesini sınayacaktı. Bir elinde katlan mı§
bir gazete tuta n , ötekiyle de yuka rıdan sallanan tuta n ağı kavrayan
bir adamın a rkası n a geçmek üzereyken, daha iyi, o ho§nutluk anına
daha uygun bir fırsat belirdi. Ya n ı n a güzel bir siyahi kız otu rmu§tu;
daha doğrusu hem bir kız, hem de bir kad ı n . Kucağın a bir kitap açtı
ve kısa sürede okumaya daldı. Franc Rutar'ın boyn unu uzatması
na, bir ba§kasının a rkasında durup omzun u n üstünden bakması
na gerek yoktu, hemen oracıkta, çikolata renkli yuvarlak dizlerin
üstü nde rahat rahat oku ma olanağı açıktı. Ha rfler iri olduğundan,
basit İ ngil izceyle ya zılmı§ metni ra hatlıkl a takip edebiliyordu. Ne
redeyse fazla basit bir i§ti bu. Ama yemekten daha yen i kal km ı§tı,
kızarmı§ tavukla karı§ı k sıcak madde bedeninde tembel ve mutlu
bir biçimde dola§ıyordu. İ ri h arflere ve kara n l ı k yeraltında sallana
rak h ızla ilerleyen metroya bıraktı kendi n i .
Birden heyecan la ndığı nı v e uyandığını hissetti. Yu ka rıda ki bo
ğucu gün ü n ortasında çin iyle kaplı metroda mis gibi serin leyen
çıplak çikolata ren kl i bacakların üstünde duran metin sarsıcıydı.
Fra nc Rutar hiç böyle bir §ey okumamı§tı, en azından bir metroda:
Kitabı n sol sayfasının ortaları n a doğru genç bir kadı n kendinden
ya§lı, aslında kısa sü rede i htiyar olduğu anla§ılan, bir adamla yat
mak üzereydi . Ö ykü birinci §ahıs ağzından yazılmı§tl, an latıcı ka
dındı. Arkası ndan dai resi n i n kapısını kili tleyen kadın, gömleğinin
düğmelerin i açıyor, bir sonraki sayfa n ı n ba§ında adamın boynuna
doğru eğilip sarho§ olmu§ gibi bir arzuyla onun ya§l ı tenini koklu
yordu.
Franc Ru tar her türlü uçarılıktan, tensel kı§kırtmala rdan tCna
halde tiksin irdi, yabancılarla i li§ki kurmak da aklının i§leyi§ine ters
dü§erdi. B azı çalı§ma a rkada§ları n ı n i§ gezilerinde alenen a radığı
75
her §eyden kaçınırdı. Bir keresi nde Hamburg'daki genelev vitri n
lerindeki kadınlara bakmıştı, ancak zor kazandığı pa rayı onlara
h a rcamak rüyasında bile aklından geçmezdi. Ne var ki , dürtü daha
zihnine ulaşmadan, daha önce hiç ya§amamış olduğu sarsıcı bir
çı lgı nlık nöbeti ne tutulmuştu. Nem li gün mü, yoksa henüz bir ka
dın bile olmayan genç kızın yanında oturup böyle şeyler okuması
gibi akıl almaz bir olgu m uydu bunun sebebi ? Ö yküyü zihninde
ta mamlamak ü zere trenden in meyip, ta m tersine dizlerin ü zerinde
dura n şeyi okumaya karar vermesi de kendiliği nden olmuştu; dü
şü ncenin deği l, beyni ndeki ve bedenindeki bilinmeyen bir dürtü n ü n
ürünüydü b u . Saçma sapan eroti k sahnenin deva m ettiği b i r sonra
ki sayfayı yuta rcasına okudu ve ancak kitaptaki kızın ya sarhoş, ya
deli, ya da tuhaf bir şekilde aşık old uğu sonucu n a varabildi. Yavaş
okuyan kızın sayfayı çevirmesini sabırsızlıkla bekled i. Ona daha iyi
bakmak için kullanabi leceği uzun bir süresi vardı. Kızın kıpırdayan
dudakları n ı gördü. Nemli, kırmızı dudaklar. İ neceği istasyonu ka
çırdı, ama kız hala sayfayı çevirmemişti. Dizini oynatıyordu. Naif
bir kız, d iye düşündü, hayatına i ri puntolu ucuz aşk roma nlarıyla
renk katıyor. Şu b üyük mağazaların birinde çalışıyor ve beceriksiz
parmaklarıyla gün boyu giysileri paketliyor olmalı. Kız bacak bacak
üstüne attı ve aynı zama nda sayfayı çevirdi . Her şey kend iliğinden
oldu, kızın sıcak kalçası uzun bir a n boyunca kendisininkine öyle
güçlü bir baskı yaptı ki, beyn i nden ve organından aynı anda göğsü
ne akan bir şey hızla kalbine doğru ilerledi ve bu içi boş şey oraya,
m idesinin üstüne yerleşip kaldı. Harfler gözlerin i n önü nde yanıp
sön meye başlad ı .
Metrodan i n medi. Yera ltında bir yerlere doğru hızla i lerleyen
trenin gü mbürtüsünü duyuyordu. Kız kitabın kapağın ı kaldırdı ve
Fra nc Ru tar şaşkın gözlerine inen sisin a rasından tloresanlı kırmızı
kapakta kadının göğüsleri a rasındaki çukurluğu, göğü slerin üstün
deki kırık kolyeyi, şeffaf ter ya da su damlalarını gördü. Şimşek hı
zıyla ki tabı n başl ığı nı okudu: Dünya Evli Erl(eklerle Dolıı. Kalbini
pençesine alan şey gevşedi ve midesinin üstü nde duran içi boş şey,
76
her neyse, çözüldü. Fran c Ru tar i rkildi ve keskin beyn i bilgisayar
h ızıyla çalışmaya başladı, o kadar ki ka fatasının tam altı nda bir
şeyler yorgu n l u ktan bi rkaç kez çatırdadı. B u rada olan şey, diye dü
şündü, bu şey bir tezgah. Bu kız, diye devam etti d i kkatli zihni, sırf
b u n u n için metroda otu ruyor. B i r başkası okuyabilsin diye harfler
iri, kitabın altında çikolata d izler... Yi ne de h arcadığı çabadan ka
fası çatlıyordu: Niye ? Para için farklı bir şekilde yapılır bu. Çünkü,
diye yanıtladı hızlı beyni, çünkü kız tam da bu deneyi mi yaşamak
istiyor. Siyah tenli, ayrımcılığa maruz kalmış, hüsra na uğramış. Bir
iş adamını, kendi nden yaşlı, hatta i htiyar bir adamı metrodan baş
ka n erede bulabilir ki ? Metresi olabil i rdi; bu tür erkeklerin en gizli
düşlerinde hiç akla gelmeyecek maceralar, genç melez kızlar hayal
ettikleri malumdu. Vardığı bu sonuç üzeri ne yine kendinden hoşnut
kaldı, ancak heyecanı hiç azalmadı; bi rkaç daki ka önce yaln ızca he
yecanlı ve daha da önce yalnızca hoşnutkcn, şimdi hem heyecanlı
hem hoş nuttu. Heyecanlı ten, hoşnut zihin . . . Kız başkasın ı n değil,
o n u n yanına oturmuştu. B i raz göbek saldığı ve başın ı n tepesinde
bel l i olmasa da kqişlerinki gibi bir dazlaklık olduğu doğruydu.
Yine de dizlerin üstünde d u ra n kitabın tuhaf sayfalarında o kadar
tutkuyla anlatılan yaşlı adamdan çok daha ilginç olmalıydı. Kız ne
rede i nerse ben de orada ineceği m, ne olacaksa olsun , d iye karar
verd i. Sonuçta, hemen ardından bir son raki trenle geri dönebil irdi.
B u denli hızlı bir karar alması pşırtmıştı onu. Kız para isterse, diye
düşündü ve düşüncesin i genişleterek bir m ütalaaya dönüştürdü,
b u konuyu yeri geldiğinde ele alabilirim. Kendinden memnundu;
muhakemesinden ve hoşnutluğundan, biraz da heyecanından kay
naklanan bir karard ı bu.
Tre n o anda hızla Brooklyn'e doğru ilerl iyordu. Suyun altın
dan geçiyoruz, diye düşündü, ne macera ama, yuka rıda köprün liıı
film lerden bildiğimiz o kocam a n , kara n l ı k kütlesi bulunuyor; krn
disi, Fran c Rutar, köprü n ü n altında yol alıyor, siyahi bir k ı z o ı ı u
baştan çıkarıyor. Kızın dizlerine, dizüstüne çekilmiş ctcğ i ı ı ı ı ı ki'
narına bakıyordu, dirseğiyle i nce bluzunun altındaki kahı ı rgalaı ı ı ı . ı
"
doku nuyor, bakışı kara ten i ne sabitlenmi� olarak onun içinde ge
ziniyordu. Derma, dedi beyni çabucak, bir çapra z bilmecedeki bq
h arfli sözcüğü hatırlayarak. Ne oluyor ba na, diye düşündü, nereye
gid iyor u m ?
Kız ayağa kal kıp eteğin i düzeltti. O da hemen arkasından kapı
ya doğru i lerledi. Kravatı nı düzelti rken kısa süre sonra çözüp çıka
racağın ı düşündü, tıpkı kızın şu anda terli kol u n u n altında sımsıkı
tuttuğu kitabı n sayfaları ndaki gibi. Pe ronda kız dosdoğru gözleri
nin içine baktı, o da bu bakışın içine işlediği ni hissetti . Hayır, hiç
kuşku yoktu. Kalbi hızla çarpıyordu. Şimdi yapması gereken tek
şey ona seslenme cesareti n i bul maktı. Kon uşmadan olmazdı bu.
Hızla söyleyeceği sözcükleri a rıyordu. Sloven a ksan ı n ı gizlemek
için boğuk bir biçimde, hafif burundan kon uşacaktı. Kızın ka lçaları
gözlerin i n önü nde salın ıyor, caddeden gelen ışık ve üstündeki kırık
dökük cepheli ev yakı n laşıyordu. Yüksek sesle kon uşacak, genç kız
böylece kalbinin gümbür gümbür atışın ı duyamayacaktı . Yu karıya
varmadan önce doğru sözcükleri bulmuştu . " İ lginç kitap, değil m i ? "
dedi. "Ne ? " Kı z inci gibi beyaz dişleriyle güldü, "Ne ? " Burunda n
gelen deri n bir sesle, "Ki tap," dedi Rutar. " H a evet, kitap," dedi kız
ı�ıltılı bir gü lüşle. Çevik bir hareketle son birkaç basamağı atlayan
Ruca r'la birlikte caddeye çıkmışlardı a rtı k. Kafatasının içindeki boş
a l anda yine ne söyleyeceği ni düşünüp dura n Rutar, sonunda bul
ı l ı ı . "'Size bir kahve ikram edebilir miyi m ? " dedi daha da derinden
gelen bir sesle. "Ben size i kram etsem," dedi kız, o da bunun bir
davet mi, yoksa i ronik bir ret mi olduğu nu bilemedi. Buraya kadar
.L:l ' i n ıı� kc n , dedi ansızın karara varan beyn i, son u n a kadar devam
..ı );ı da belki hiçbir şey söylemedi. Satış tems ilcisi Franc Rutar,
l ı l ' l l d de hayatında gerçekleşmiş bütün bu beklenmedik şeyler ne
ı l ı · ı ı ı r k . ı � :ınla�malarını sonuçland ırmasın a ve çapraz b ul maca ları
l ı ı ı ı l l ' l ı l ı l ı a � a rı yL ı çözmesine yardım etmiş olan beyninden yoksun
l ı l ı ı ı ı �ı ı B ı · n ı ı veri n de olsaydı, New York'un her yan ı dökülen bir
..
ı•ı
adam gird i içeri. Kayıtsız bir tavı rla çiklet çiğniyordu. "Ne olu yor
burad a ? " diye sord u, biraz a n laşılmaz bir biçimde lafi ağzı nda ge
veleyerek; Franc Ruta r'ın çoktan anladığı şeyi kastediyor olmalıyd ı :
a d a m kızın koruyucusuydu. " B a n a tecavüz etmek istedi." dedi kız,
saat dört der gibi. Ç i klet çiğneyen adam suçlayıcı ve pşkın bir ifa
deyle Rutar'a baktı. "Kim ? " diye sord u. Kı z pa rmağıyla gösterdi :
"'O."
O a nda beyni n ihayet gen i ş önsezi alanından gelen leri algıladı.
Tuzağa düşmüştü. Beyni aptalca çalışan, aptalca içgüdüleri takip
eden salak, kendinden hoşnut biri olduğunu düşündü. Nasıl olup
da orada bulund uğu n u birden a n layamadı. "Ben," dedi, "tesadü
fe n . . . " İ kna edici gel miyordu sesi.
Soğuk terler döküyor ve kafası n ı n içi nde tuhaf bir boşluğu n , ta
mamen belirsiz bir şeyin, h içbir şey gibi bir şeyin yayıldığın ı h isse
diyordu. " Ö zür di lerim," dedi, " Ö zür dilerim," ve kapıya doğru bir
adım a ttı. Genç siyah adam sırtını kapıya dayadı. Bu yerden öyle
sine ayrı l m a k i m kansızdı. Caddede kapkaççıların seni durdurması
ihtimaline karşı, diye fisıldadı belleği. cebinde o n dolar hazır bu
lunsun. Tek kelime etmeden parayı hemen ver onlara. Ceketi n i n
cebin e uzanıp para n ı n h a l a orada durduğu nu kqfederek rahatladı.
Franc Rutar dikkatli bir adamdı, her şeye hazırdı, sokakta serseriler
taratindan durdurulmaya bile. Ama sokakta deği ldi. Kentin bilin
meyen bir yerin de, bilinmeyen bir dairedeydi , bu bata khaneden çı
kı�, çiklet çiğneyen ve boynu ndaki zincirle oynayan genç bir adam
t a ra ti ndan engellenmişti. Adam paraya hiç bakmadı bile, kapıyı
; u.; ı ı ı l ı i rileri n i çağırdı.
İ kı lıaşka adam hemen içeri girdi, bel li ki çok uzakta değil lerdi.
l \ ı r t a nesi ka pı önü nde nöbeti devraldı; öteki, uzun boylu i n cecik
1 1 1 . 1 1 1 1 . odada dolaşmaya koyuldu. Beyaz bir keten ceket vardı üstün
ı lc, l ı .i l .i d ı � ;ı rı ti rlamış yayın yanında oturan kızla İ spa n yolca bi rkaç
• ı ı ı ı ı l c - k1 1 1 1 1 1 � 1 1 1 . Sonra da umut dolu gözlerle hareketlerini ve ko
ı ı ı ı ) ı ı ı . ı ·. ı ı ı ı ı ı lc v n ı Fra nc Rutar'a döndü. Pol is çağıraca kları n ı söyle
.
Hll
genç ve uzun boylu olanı ötekilerle uzun uzad ıya bakıştı. "Hayır,"
dedi Fra nc Ru tar, "polis çağırmaya gerek yok. " ··Beyekndi," dedi
zincirli genç adam, " Beyefendi, boyu nbağı nız çözü lmüş." Çenesini
ka ldırdı, kravatı nı öyle sıktı ki, nefesi kesildi Rutar'ın. Bu çok an
lamsız, diye düşü ndü Franc Ru tar, çok a n lamsız. Uzun boylu adam
ona kızın ya nında yer gösterdi. Fra nc Ruta r içine çöktü ve gözlerini
indirdi. Uzu n boylu adam odada volta atarak kı za sorular sordu,
o da feryatlarla, acı çığl ı klarla, hayal edilen çikolata dermalı kızın
m ide bulandırıcı haykırmasıyla yanıtladı. Lafları ağzı nda geveleyen
genç adam da katı ldı konuşmaya, bir tek üçüncüsü kapın ı n önü nde
sessizce du ruyordu. Aman Tan rım, diye düşündü satış temsilcisi,
av için kavga ediyorla r. Üstü n ü a ramak üzere onu duvara dayayıp
kol ları n ı kaldırtmışlardı. Sonra ceplerini boşaltmak zorunda kal
dı ve odada masa bulunmadığından, her şeyi yere bıra ktı . Zincirli
genç adam birdenbire çok öfkelendi. )erdeki eşyalar arasında cüz
dan yoktu. Anlaşılmaz bir şeyler haykırdı, dans edercesi n e etrafinda
döndü ve yarı açık yumruğuyla ensesine öyle sert vurdu ki, Franc
Rutar a nında yere çöktü. Hemen cüzda n ı n ı ona uzattı. Beyaz ceket
li ona bir şey sordu. Anlamadı, ne cevap vereceği ni bilemedi. Adam
saçından yakalayıp zava llı başını sarstı, Rutar o n u n nefesini ense
si nde h issetti. Anlam ıyor, a n layamıyor, neler olduğu nu bil miyordu.
An neciğim, diye m ı rıldandı kendi kendine, a n n eciği m, Franci'nin
şu başına gelenlere bak. Kız evra k çantası n ı açıp kanepenin üstüne
boşalttı. Kıskaç hareketleriyle evra kları n ı eşeledi, hesap makinesiy
le gözlüğü n ü kitabın kapa kları a rasında koydu ; u z u n boylu adanı
çantayı aldı. Bu korku nç bir şey, diye düşündü, evinden çok uzak
larda Franc'ın başına gelenler çok korkunç; karısı öğrenseydi . . . çok
uzaklardaki sevdiği İnsanları düşündü. Ancak o ana kadar ola nlar,
son rakilerle karşı laştırıldığında bir hiçti.
Giysileri ni çıkarttı rd ılar. Katlayıp ka nepen i n üstüne kovdu
Kapının yan ı nda kon uşmada n d uran üçüncü adanı cclıi ı ı ı k ı ı h ı ı
çakı çıkardı, açtı, keskin kenarını boyn unun altı n;ı ıLı v;ı ı l ı . Soı ı ı . ı
orga n ı n a kadar indirdi. Kesi p ağzıma koyacak, d i ye d i i � i i ı ı ı l ı ı h . ı ı ı ı
Hl
Rutar. Kız kendinden gcçm i§çesinc giysileri n i elliyordu. Odanın
içinde onu itip kakıyor ve birbirleri ne bağırıyorlardı. Kızın çığlık
ları kulaklarını, kulak zarı nı delerek beyn inin yumu§ak dokusuna
nüfuz ediyordu. Birisi radyoyu açtı, bir ba§kası bir teneke birayı ka
fasına dikerken Ruta r'ın üstüne sıçrattı. Gürültü korku nçtu . Sonra
bir a n oda n ı n içinde sessizlik oldu, bir sis perdesinin a rkasından
koyu ren k ceketli, uzun boylu bir siyah adamın yakla§tığı nı gördü.
Adam iyice yakla§tı ve sakin bir tavı rla, netesiyle sesi ba§ının için
deki bo§l ukta yankılanacak §eki lde kulağına tisıldadı. '" Ben sen i n
Tanrınım," dedi, "anl ıyor musun ? " Franc ba§ını salladı. "Tekra rla,
dedi, "tekrarla, kimim ben ? " "Ta n rı," dedi Franc, "ben im Tanrım.
"Senin yüce Tan rın," dedi siyah adam, ayağa ka lktığında ba§ı ne
redeyse tavana değiyordu , Fra nc Rutar yerde yatıyordu, yüce Ta n
rı'nın küçü k ba§ı yukarılardaydı . "Benim yüce Tan rım," dedi yük
sek sesle, tekrarlayabildiği kadar tekra rladı. Sesinin bo§ mekanda
kaybolu§unu, sanki kocaman bir dehlizde konu§uyormu§çasına,
ya n kı l a n a ra k geri gel i§ini duyuyord u.
O n u zorla yere yatı rıp elleri n i ensesinde kavu§tu rmasını söyle
mi§lerdi. Odada dolaprak yi ne yüksek sesle konu§uyorlardı. Arada
bir ona takılıp sendeliyorlardı, hatta birisi bir an için üstüne oturdu.
Şimdi . . . diye dü§ünJü . . . sustalı. Ya da . . . kafaya bir darbe. Bro
oklyn Köprüsü'nün altında yüzen cesedini, üstte dev köprü nün
gölgesini, altta, suyu n altında, tı ngı rdayan metroyu görebil iyordu.
Eskiden bi ldiği bir duayı a n ı msadı, pis ahpp zemine bastırılmı§,
titreyen dudakları n ı kıpırdatmaya ba§ladı: Ey yüce tanrım . . . Gü
rültü patırtı uza klardayd ı, ba hçelerde ve balkonlarda müzikal bir
kqmekq h ü küm sü rüyord u. Gözleri karard ı, seslerle sözcü kler,
çığlıklarla kapı çarpmaları birbi rine karı§tı. Bedeni duya rsızla§tı,
çevresinde siyah gölgeler dans ediyordu. Kaynayan bir kazana atı
larak etratinda dans edilen küçük bir çocuğa dönü§tÜ. Şimdi beni
parça layacaklar, diye dü§ündü yata kta rüya gören çocu k, beni o
kazanın içi ne, a n nemin eskiden içi nde reçel pi§irdiği o kocaman
tencereye koyacaklar. Bunun üzerine u yuduğu n u ve beyaz cesedi-
82
nin köprü nün altında, onun kocaman gölgesin i n içinde yüzüşünü
görd üğü nü sandı. Karnı hafif şişikti , kemin uğu lrusu uza klardan
geliyordu. Uğultu tiz, cızırtılı bir gürü ltüye dönüştü. Bir pipodan
cızı rtıyla duman süzülüyord u . Yi n e be lli bir mesafeden gelen İ s
p;ınyolca sözcükler duydu, sonra sözcükler Latinceye dönüştü; ko
nuşan kişi üstünde beyaz ceket olan uzun boylu adam mıydı ? İ ki
sözcüğü açık seçik duyabil mişti; bir ça praz bu lmacadan, dedi bell i
k i hala çalışma kta olan beyni , zor b i r bulmacada n . Ultima creatu
ra , * dedi. Ultima creatur a . Harfleri çabuca k karelere yerleştirdi, iç
gözü kareleri ve ortaya çıka n o i ki sözcüğü gördü. Bu siyahi ta n rılar
L;ıtince mi konuşuyorla r :: diye düşündü şaşı rarak; belli bir mantığı
va r bunun, diye düşündü, tan rılar her zaman Lati nce konuşu rlar,
siya hi Tanrı'nın ona söylediği şey bu m u ?
Uzun bir süre uzaktan, caddeden, herhalde komşu b i n aları n
balkon larından gelen bağırışlarla birlikte uyan;ın bilincine nüfuz
eden b uh;ırın tıslam;ısını dinledi. Gözleri ni ;ıçtı. Oda karan l ı ktı,
c;ıddeden beyaz beden ine belli bir ;ıçıyla bir ışık h uzmesi düşüyor
du. Anc;ık o zaman fark etti ki, boş dairedeki pencerelerde cam yok
tu; ru tubet, bozu n m uş duvar kağıdı, çürük tahta kokuyordu. Tüm
duyul;ırı ç;ılışır durumd;ıydı: kokl ama, görme, duyma, sızlaya n be
den. Zemi nde del i kler v;ırdı, giysileri buruş buruş yerde duruyor
du, köşede bey;ız, derbeder bir yığı n h;ılinde bir z;ımanlar gömlek
ol;ın gömleği. Kr;ıv;ıt delinmiş kanepeden fi rlay;ın yay;ı ;ısılmıştı.
Giyindi. K;ır;ınlıkt;ı el yord;ım ıyl;ı, evin ısl;ık merdive nlerini indi.
S;ıb;ıha karşı otelim· v;ırdı. B;ışın;ı neler geldiğin i kimseye anlat
madı. K;ıpıyı ç;ılan ;ırkad;ışın;ı, bir pa rkta yağmalandığın ı söylc:ı li.
Herha ngi bir açıklam;ı yapmaya gerek duymadı. Arkadaşı yarı açık
kapıdan şaşkı nlıkla kendisine ba kıp kulağından ağzına kad a r uza
nan derin yarayı fark ettiği nde, kapıyı kapatıp yatağ;ı uzandı. l l i ı.;
bir açıklama yapma. Hiçbir şey söyleme. Hatta hiçbir �ey dii�ü ı ı
mc. Ü l keye diinmek üzere ayrılıncaya dek odadan çıkııı;ıdı. ):ı ı ag.ı
uzanıp, vata n ında aldığı tavsiye üzerine otel kasasında k i l i ı l ı k.ı L ı ı ı
( * ) Üstün yar�ııık.
uçak biletiyle pasaportun a sevgiyle baktı. Satı§ temsilcisi Fra nc Ru
tar dikkatli ve duyarlı biriydi. E n azından, hala ho§nut olmak için
ufak bir nedeni vardı.
Yıllarca rüyasında a nnesi n i n içinde reçel pi§irdiği o kocaman
kazan a konduğu n u hissetti. Devasa bir köprü n ü n gölgesinde, be
yaz ve şişmiş göbeğiyle yüzdü . Boş bir odada, siyah bir tanrı üstüne
eğilip kulağın a bilinmeyen korku nç sözcükler soludu. Bilinmeyen
bir kentin ya da köprün ü n silueti ekranda görü ndüğünde televiz
yonu kapattı ve nedenini a nlayamayan karısıyla kavga etti. Büyük
mağazalardaki genç melez kızlardan kaçı ndı. Neyse ki ü l kesinde
sayıları çok d a fazla değildi. Bir daha asla bir başkası n ı n okuduğu
şeyi omzu üstünden dikizlemedi ve b ul maca çözmedi.
New York gezisinden birkaç yıl sonra , bir kış gecesi, banliyö
lerdeki evinin bahçe çitinin yan ında kendisinden bozuk para iste
yen bir sarhoş serseyi yere devirdi. Yaratık, yaratık, diye bağırarak,
yerde hırı ldayan yığı n ı tekmeledi. Olay, adını gizli tutup yalnızca
baş harflerini yayımlayan yerel gazeteye h aber konusu oldu. Hepsi
buydu, ol u p bitenler herhangi birimizin başına gelebilecek §eyler
den hiç de farklı değildi.
H l
Milan Klec
Milan Klec, 1 954'de doğdu, düzyazı ve oyun yazarı olarak çok sa yıda
öykü kitabı ve çoc u klar için radyo oyu n l a rı ka leme aldı. E n tanın mı§
kitapları ş u n lar: Saç, Denge, Bisiklet liırsızlan, I itila Yalmz, Çok İyi
Bir İnsan ve Diiriist Bir A rkadaj. Prese ren Fon u Edebiyat Ö d ü l ü ' ne
layık görülen Klec ' i n eserleri birçok d i le çevri l d i .
86
SKILAN
Daha dün Skilan ha kkı nda hiçbir şey bil miyordum. Şimdi bu satır
ları yazdığıma göre, bir şeylerden gerçekten etkilenmiş olmalıyı m.
Ona karşı ilgim tesadüfen, eve dönerken otobüste uyan mıştı. Ka
fam o kadar mqgu ldü ki, bir şeyleri n dikkati mi çekmeyi başarmış
olması beni daha fazla şaşırtmıştı. Ö nü mde oturan, tanımadığım
i ki yolcu, yabanmersini toplarken bir kaza geçirdiği a nlaşılan S ki
lan adlı birinden söz ediyorla rdı. Yüksek sesle güldü ler ve bel li ki
Ski l a n vakasını daha iyi bilen yolcu, Skilan'ın ancak merdiven yar
dımıyla yaban mersini toplayabildiğini ekledi. Söyledi kleri n i doğru
duyup duymadığımdan em i n deği lim, tabii ki hiç araştırmad ım;
görüldüğü kadarıyla bir yerlerde bir adam olduğu, adının pekala
Skilan olabileceği ve bu adamın bir merdivenle y:.ıbanmersini top
lamak zorunda ka ldığı düşüncesi benim için yeterliydi. Bir mer
divenle ormanda dolaşan, merdiven i her bir yabanmersini çalılığı
na d ayayıp üstüne tırmanan, meyveleri toplayıp telaş içinde aşağı
inerek küçü k bir sepete yerlqtiren ufak tefek bir adamı gözümün
önüne getirebiliyordum. Ne ki İnsan kolaylıkla portatif merd ivenin
bir basamağını ıskalayabilir ve eyva h ! Al sana bir kaza ! Şy Skilan'ı,
yabanmersinine nasıl uzandığını, merdiven in rüzgarda sallandığı
nı ya da çalılığın biraz gevşek olduğun u gözümün önünde gayet
iyi ca nlandırabiliyord u m ; adamın düşüşünü, sonra bulunduğu
yerden eve doğru sürünüşünü, oradan da götürülüp, a lçıya alı nışını
görebi liyordum. Neden i n i bi lmesem de, şu Skilan'a tam a n lamıy
la güven miştim. Bu da az şey değildi; demek İstediğim, uzun bir
süre sonra, bir merdivenle yaban mersinleri n i topla mış olsun ya da
olmasın, birisine güvenebilmiştim. Onu çok düşündüm. Geceleyin
her nedense uyuyamadım. Kalkıp sigara içtim. Ve başucu lambası
nın düğmesin i sürekli açıp kapattı m. Bir süre otu rdum, son ra yürii -
düm. Ayrıca pencereden dıprı baktım. Deri n netcslcr alıp veriyor
dum, ama rahatsız olduğu m için deği l. Kendimi iyi hissediyor ve o
hatif heyecanı hiç umursam ıyordum. Hava da sıcak sayı lırdı. Ay ı§ı
ğında aynı bu lutları gördüm. Ö zel olara k bir §eyler dü§ündüğümü
söyleyemem. Kendimi hiç de yalnız hissetmiyordum, oysa benzer
d u rumla rda yalnızlık duygusuna ka pılırdım. Bu çok tedirgin edici
bir §eydi. Ayrıca, sabahları ruLİnimi hiç değİ §tİrmezdim . Nedendir
bilmem ama ansızın eski bir bav u l u bulup çıka rdım. Onunla se
yahat ederd im ve görü ntümüz lıer yıl biraz daha tuhafüı§mı§ olsa
gerek. İ çinin tozu n u alırken ho� a n ları anımsadım. Gü zel bir eski
bavul, diye dü�ünüp lıo� içine baktım. Brnse tam tersi ne doluydum.
B u yüzden onu bir şeylerle doldurmam gerektiği ni bil iyordum. Yol
culuğa çıkmaya hiç niyetli olmasam da . . . Yava�ça od ada dola§arak,
bavulu doldurmaya ba§ladım. Yim m som un ekmek, ciğer ezme
si, biraz salam ve bi rkaç kadeh l i k p rap. Bu kadarı yeterli değildi.
Her §eyi bir kumap sardım, bavul u n içine koydu m ve kapattım .
Dolmu§tu. Biraz daha aya kta kaldım. Derken p fa k söktü. Daha
önce de belirttiğim gibi, güzel bir sabah olacaktı ve de güzel bir
gün . Sağla m ayakkabılar giydim ve mevsim için uygun olmasa da,
bir mont geçirdim üstüme; a ltına yegane takım clbisemı giymݧtİ m.
Beyaz gömlek bi raz sararmı§tı, ama bu konuda hiçbir §ey yapamaz
dım. Odayı kilitledim ve kısa bir süre sonra tarlalara u la§tım. Ne
reye gittiğim i hiç bilmiyordum. Gözümüzü ka patıp bir içgüd ü n ü n
pqinden gittiğimiz anlar için İnsanların söylediği gibi, bir yerlere
sürü klenm ݧtİm ve bunu dü§ü ndüğüm an, aynı zamanda öyle biri
olmadığımı da fark ctcim. Ya da belki öyle biri ol uyordum. Kızlı
erkekli bi rkaç çocukla kar§ıla§tım, dıprıda onl ardan ba§ka kimse
yoktu, Skilan'ın nerede yapdığı nı sordum. Her çocuğu n yaptığı
gibi, yarı pka yarı ciddi, parma kla rıyla uzaklarda bir yeri ipret et
tiler. Birçok tarlanın içinden yürüdüm, bir nehri ve ormanları a§tım
ve bir demi ryol u n u n üstünden atlaya rak geçti m. Köyler a rkamda
kaldı. Ve bir ev gerçekten de orma nın iyice içine kaymı§tı. S ki la n
mı, e v m i ? İ kisi birlikte. O eve va rdım. Küçük bir ev. Yaban mersirıi
88
coplayan Ski lan ·ı a ı ı ıın sadım. Gerçekten de lıi rkaç merdiven gör
düm, bir tanesi kı rıktı ve o peka la kazaya yol aça ı ı merdiven olabi
lirdi. Kapıya vurduııı. (>nce kimse karşılık ve rmedi. daha da hızlı
vurdum, bunun üzerine içeride bir şeyler kıpırdad ı. Hir ses duydum
ve Skilan'ırı krnıiklerinin kırıldığı nı, yürü mekte zorlanıyor olabi
leceği n i hatırlaya rak içeri giriverdim, sonra evi 11 içinde ilerledim.
Onu gördüm. Koltuk değnekleri nin üstünde avaf�a kal kmaya ha
zırlan ıyordu. "Adınız Skilan m ı ? " diye sordum, s ı rflıır şey söylemiş
olmak için. Sanki içime doğm uş gibi doğru yere ge l m işti m. O da
sırf bir şey yapmış olmak için başıyla onayladı. ( ; c n.;ckten de gü
venilir biriydi. İ l k ba kışta . Ufak tefek ve sıcacık. " N ;ı\ılsınız J " diye
sordum, öylesine. "Eh işte," dedi. Sonra bir süıT \t" \ \ I /. ka ldık, a ma
sözcükleri bulmakta zorlandığı mız için ıleğı 1 . Skı l.ı ıı \ 0 1 1 derece
zorlanarak oturdu, "B uraya ölmek için ıı ı ı gc l d ı ı ı 1 1. ) "' ılı ye sordu.
Göz göze gelmek İsteyerek başı mı sal Lıılııı ı , ; 1 1 1 1 . 1 o parnı ağıyla sol
tarati ndaki odayı işaret etti, bavulu mla oraya gıı t ı ı ı ı \T kii 1_; i i k bir
masaya oturup bu okudukları n ızı yazd ı ı ı ı .
89
Feri La i n s cek
Feri Lainslek, 1 959'<la kuzey-doğu Slovenya'da Prekmurje'<le doğdu
ve ro manlarıyla tan ı ndı. Ayrıca §iir, oyun ve çocuk kitapları da yazdı.
Kijoge megla pri11e;/a (Sisle Gelen) ile Presercn Fon u Ödülü'ne,
Namesıo koga roza eveti (Onun Yerine Açan Çiçek) i le Yılın En İyi
Romanı Ödülü'ne, bir masal kitabı ile Yılın En İyi Çocuk Kitabı
Ödülü'ne ve daha pek çok ödüle layık görüldü. Üç romanı filme
çekildi.
, , '
KALBE DAiR MA SALLAR
AGNES VE MELEK
Büyüksu köyünün yakın larında, bir zamanlar güçlü duva rları ve
yü ksek kuleleri olan bir şato varmış. Bu şatoda bir kont ve kontes
tek kızlarıyla birl i kte yaşarlarmış; erkek çocukları yokmuş. Agnes
adlı kızları güzel, terbiyeli ve a kıllıymış. Yi ne de a n nesiyle babası
ondan hiç memn u n deği llermiş. En kötüsü de, kız kendisine bir
koca bulmakta çok nazlı davra ndığı ndan, kon tluk unvanını devre
decekleri bir vel iaht ka lmayacağı ndan korkuyorlarmış.
Agnes küçükken şato hizmetçi lerinden biri ona şatonun çevre
sindeki küçük gölü kabarcı klarla dolduran kaynağın altındaki gizli
bir doğal havuzu göstermiş. Sabah gün ışırken, melekler gel i p insan
gözünün hiç görmediği kadar temiz ve saf ola n bu suda yıkan ırlar
mış. Parmak uçlarına basa basa havuzun kenarına kadar yürüme
şansına sahip olanlar, orada yüzen melekleri gizlice seyredebilirler
miş. Melekler kan atlarını çiyle ıslanmış çimen lere bırakıp koşarak
havuza atlar ve etra fa su sıçratırlarmış. Derin sularda yüzer, taklalar
atar ve neşeyle coşan balıklarla oyn arlarmış. Ancak melekler bir in
sa noğl u n u n yaklaştığın ı hissedecek olurlarsa, çabuca k kanatlarını
takar, uçup giderlermiş.
"Bir eş bu lma za manı geldiği nde," demiş Angcl, '"seçeceğim
koca, tıpkı bu meleklerden biri gibi olmalı."
Hizmetçiler gülerek, "Hayatı n ı n son una kadar arasan bile. bıı
dü nyada asla bu kadar saf bir güzellik bulamazsın, demişle r.
"O zaman," diye yanıtlamış inatçı Agnes, "Benim de bir ml'kkk
evlenmem gerekecek."
O sırada henüz bir çocu k olmasın a ka rşın, bu yemin ka l l ı ı ı l l ' k.ı
zınmış ve bir daha hiç un utamamış. Sık sık melekleri ii rkii ı ı wı lı ı ı
,, \
ya nlarına nasıl yaklapcağını dü§ünüp duruyormu§. Meleklcnkn
biri n i n kendisini fark edeceğin i ve kad ınsı cazibesi nden gözlerini
alam ayacağını hayal ediyormu§.
Şa con un ya§lı bahçıva nı, bütün bu yıllar boyu nca Agnes'i izliyor
ve gizli arzusunu bil iyorm u�. Dü§ünü gerçeklqtirmesini sağlayacak
bir yol bi ldiğine inanıyorm u§: "Melekler yüzerken gizlice gölcüğe
yakla§ıp bir çift ka nadı sakla rsan, meleklerden biri artık uçup gide
mez," diye fısıldamı§ kızın kulağı n a . "Ve eğer o meleği n ka n atları n ı
suya batırırsa n , ağırla§ırlar, melek de mecbu ren h e p sen i n yanında
ka lır," diye eklemi§. "Ama böyle bir §ey yapmadan önce iyice dü§ün.
Her zaman dünyada ka lması gereken bir melek ara sıra hüzü nlene
cekti r ve üzü ntüden ka lbinin kırılabileceğin i dü§Ün men gerekir."
J\gnes gece boyu bahçıva nın söyledikleri ni dü§ünmܧ ve fi kir
ona direnemeyeceği kadar çekıci gel mi§.
Genç kız, her sabah suyun yanındaki çiçekli bir çalılığı n a rkası
n a saklanıp meleklerin gelmesini beklemi§. Nih ayet bir sabah yere
indi klerinde, içlerinden en gü zeli ı§ıl ı§ıl ka natlarını yere bırakmı§.
Agnes öne atılıp kanatları kaptığı gibi suya atını§. Su birdenbi re
yoğun bir girdap halinde tini firıl dön meye ba§lamı§ ve havuz ba
loncuklarla dolmu�. Karmap içinde, meleklerin çoğu ka natlarını
kapıp dosdoğru gökyü züne uçmu§lar. Geride ya lnızca bo§ yere ka
n atlarını arayan en güzeli kal ını§. En sonunda iki yanından gev
§ekçe sarkan kol larıyla bir kayan ı n üstüne oturup sol u k almaya
çab::ıla mı§.
Nihayet ba§ını ka ldırdığında, ''B u n u ben yaptım," diye fısıl
damı§ Agnes, "çünkü yüreği mdeki a rzuya artık direnemiyordum.
Ama sana söz veriyorum, sevgim hiç bitmeyecek ve yeryüzündeki
ya�a m ı n ı n güzel olması için elimden gelen i yapacağı m."
:\frlek, sessizce J\gnes'in uzanan elini tutmu§ ve onunla birlik-
1 (" � ; ı to y a gitmi§. Agnes'in a n nesiyle babası uzun süredir kızları n ı n
< ' l rnın·.Q inclen umudu kestikleri i ç i n ç o k sevinm i§ler. Sonra ki yedi
•ı.ı
süla lede kuşaklar boyu elden ele geçen mücevherli kılıcı devretmiş.
Bütün bunlar göklerden gelen meleğin a rtık dünyevi bir soyluya
dönü ştüğü ve Büyüks u ' n u n çevresindeki geniş, veri mli diyarın
efendisi olduğu anlamına geliyorm uş.
Gel zaman, git zaman, gen ç kont bir gün m ü l kü n ü gezdiğin de,
tüm tebaasının vergi ödemek zorunda olduğu n u ve hasadın büyük
bir kısmını şatonun ambarları n a getirdiği ni keşfetm iş. Hüzünlen
miş, bu da onu seven ve üzüntüden ka lbin i n kırılmasından korkan
genç kontesi endişelendirmiş. Ayn ı gü n , kontun tebaasın ı n a rtık
vergi ödemesine gerek olmadığını ilan eden yeni yasa lar kaydedil
miş kütü klere. Şatonun tahıl ambarlarına geli nce, kontu n tebaasın a
u ygun buldukl arı katkıyı yapma i z ı ı i veri lmiş.
Kısa bir süre son ra , genç kont diyardaki köyleri ve pazarları gör
meye gitmiş ve köşe bucak her yerde yoks u l l u k ve sıkı ntı olduğun u
keşfetmiş. B u n a üzülmüş ve yoksullar acıktıklarında gel i p yemek
yiyebilsinler ya da evleri barkları yoksa uyuyabilsinler diye, şato ka
pıları nın gece gü ndüz açık tutulması gerektiğine kontesi i kna et
miş. Böylece Büyüksu'daki şato, avareler ve çocukları n ı beslemek
ten aciz aç ai leler için bir sığınak haline gelmiş.
Bir pazar gü nü, yeni evliler komşu şatoyu ziyarete gitmişler.
Genç kont, buradaki toprak yeterince verim l i olmadığı ve vadi a rt
a rda yıllarca kuraklık çektiği için, bölgede herkesi n yoksul l aştığın ı
fark etmiş hemen. İ çi merha metle dolm uş v e o n u n ka lbi n i n kırıl
masından korkan genç kontes, topraklarının bir kısmının komşu
şatonun a razisine katılmasını kabul etmiş.
Böylece zor durumdakilere yardım etmeyi s ü rdürm üşler. Bu
yü zden h a l kın onlara karşı sevgi ve saygısı, sıradan insanların efe n
di lerine duydu kları sevgi v e saygıdan d a h a fazlaymış. U z a k yerler
deki insanlar şefkatli ve cömert kont hakkında a n latılanları d ıı y ·
m u ş v e çok geçmeden onun merhametinden yara rlanmak iizen·
en ücra köşelerden çıkıp gel mişler. Yavaş yavaş, Büyüksu ı l iya r ı ı ı ı l ;ı
yüzyı llardır birikmiş olan tüm serveti alıp götürmüşler, t ; ı kı gn ı d l '
ya l nızca şatonu n kendisi kal ı n caya dek. Ancak genç kı ı ı ı ı L ı kıııı
' l "i
tes bu durumu hiç dert etmemişler. Agnes, meleğin i dünyadaki her
şeyden daha çok seviyor ve hiç üzülmemesi için büyük bir özen
gösteriyormuş.
Sonunda ellerinde hiçbir şey kalmayınca, genç kon t ve kontes
yalınaya k dünyayı keşfe çıkmışlar. Varacakları yeri düşün mede n
dolaşan ve yaln ızca günleri n i dertsiz tasasız yaşamak isteyen gez
ginlerin özgü rlüğü ne sahipmişler. Onları tanıyan herkes, pek az
kişiye nasip olacak kadar mu tlu ve birbirine aşık oldu kların ı göre
bil iyormuş.
B i r gün yol ları Blatograd'ın girişinde, bazı h ırsızla rı n işledi kleri
suç için ya rgı landıkları büyük pazara düşmüş. Suçla nanlar a rasın
da, geceleyin şatoyu soyup kralın tacından bir avuç değerli t a ş almış
olan bir Çingene ile karısı da varmış. Yargıcın gözünde suçları öyle
büyükmüş ki, çevrelerinde umarsızca toplanan yedi küçü k çocuk
ları olması n a karşın, hiçbir af umudu yokm uş.
Yolcu luğu sırasında giydiği çaputlar içinde bir serseri gibi gö
rünen genç kont, bu çelimsiz ve hasta l ıklı çocu klara acımış. Hiç
düşün meden , yargıcın karş ısına ç ı kıp şöyle demiş: " İ tiraf ediyo
rum, kralın tacı ndan mücevherlnı çalan bendim, onları bir sosis ve
pretzel ka qılığında şu Çingerı e'ye sattı m. Bu yüzden , uygun cezayı
bana vermenizi ve zavallı aç çocuklarına bakabilmesi için bu ma
sum babayı zincirlerinden salıvermenizi rica ediyorum . "
Yargıç b u itirafa çok şaşırmış v e i n a n ma k İstememiş.
""M ücevherlerin çalındığı saray odasında, bir kadının çıplak ayak
izleri de bulundu," diye yanıtlamış isteksizce. "Demek ki işin için
de i ki hırsız va rdı ve söz konusu hırsızl ığı ancak şu anda ka rşı mda
dura n bu u fak tefek İ nsanlar vapmış olabil i r. İ tirafi nızı yedi küçük
çocuğa acıdığınız içın uydurdunuz."
O anda, sıradan bir serseri gibi çaputlara bürü n m üş olan kon
ıcs J\grıes de yargıcın ka rşısına çıkmış: " İ tiraf ediyoru m, o değerli
ı ı ı i iccvlıc rkri çalan i kinci h ı rsız bend i m ve onl arı bir sosis ve pret
ıı·I k; ı r� ı l ı,0,ı �u Çi ngene'ye sattık. Bu yüzden , uygun cezayı bana
vermenizi ve zavallı ve aç çocu klarına bakabil mesi için bu masum
a n neyi zincirleri nden salıvermenizi rica ediyoru m . "
Yargıcın Çingene i l e karısını serbest bıra kıp, s u ç u kendi İradele
riyle itira f eden bu iki serseriyi tutuklama ktan başka çaresi kalma
mış. Ö lüm cezasına çarptırmış onları.
"Sen in aşkın şimdiye kadar gördüğüm en güzel şeydi ve bu ne
denle bu d ü nyada bir insan olarak yaşadığım için pişman değilim,"
demiş genç kont Agnes'e, boyn u n u cell adın baltasına teslim etme
den önce.
"Senin iyiliğin bu dii nyaya gelmiş geçmiş en güzel şeydi ve b u
nedenle, şimdi öleceğim için üzülm üyoru m," diye yanıtlamış genç
kontes, başını eğerken .
Z a l i m celladı n görevin i yerine geti rmesinden kısa bir süre son ra,
Agnes bir başka dünyada u yanarak şaşırmış. Yi ne melek kanatları n ı
takmış o l a n genç kocası da yanı ndaymış v e onu gülü mseyerek se
lamlam ış. Agnes onun kendisine uzattığı eli tutm u ş ve ayakların ı n
altında zemi n i h i ssedememesine karşın ayağa kalkmış. Düşeceği n
d e n korkarak çığlı k atmış. "Kanatları n ı çırp, sevgi li meleği m," de
miş kocası, uçsuz bucaksız semalara yükselmesin e rehberl ik ederek
elini bırakmış. Agnes kanatları n ı çırpınca, onu kolaylıkla izleyebil
d iği n i fark etmiş. O da bir melekmiş artık.
Aradan uzun yıllar geçti ve Büyüksu şatosu a rtık yok.
Geride kalan tek şey, dedelerin ve n i nelerin iyi ka lpli kon t ve
onun sevgi dolu kontesi hakkında toru nlarına anlattığı masal.
Küçük göl ve kaynağın altındaki berrak havuz da hala duruyor ve
rivayete göre kontla kontes kimi zaman geri gelip orada yıkanı
yorlarmış. Ancak kimse sabah erkenden onları gizlice seyretmeye
gitmiyor. Mutl u l u kları n ı ve bu yere onca iyilik getiren ebedi sevgi
leri n i kimse bozmak istemiyor.
'>7
GÜZEL ANGELICA
Bu öykü, Ma nastır'ın h515 büyük bir pazar kenti olduğu ve şehrin
geniş ve güzel evleri nde yaln ızca en zengi nlerin yaşadığı dönemde
yaşanmış. Angelica caddenin sonundaki beyaz bir villada h izmet
karlarıyla birlikte yaşıyormuş. An nesiyle babası öld ü klerinde ona
öyle büyük bir miras bırakmışlar ki, parmağı n ı bile kıpırdatmada n
İstediği her şeyi elde edebiliyormu§. Büyük serveti yetmiycırm uş
gibi , kader ona öyle çarpıcı bir güzellik bahşetm iş ki, gözleri takı lan
herkesin nefesi kesilir ve talipleri önünde yerlere eği lirmiş. Ancak
bütün bun lara karşın, kimse ona uygun görü n mediği ve kendisi
servetini kimseyle paylaş mak İstemediği için, Angelica hep yalnız
mış.
Raba Nehri'nin kıyısındaki bir kulübede, Layoş adlı genç bir
a rabacı yaşıyorm uş. Saba hları Manastır'daki ça rşıya sebze ve meyve
taşı r, akşa mları da yorgun köylüleri evlerine getirirmiş. Ya kışıklı ve
hoş bir delikanl ıymı�; daima herkese söyleyecek güzel bir sözü var
m ış ve insanlar onu bunun için severmiş. Mütevazi bir yaşa m sür
mesine ve ki mi zaman ka rnını kuru ekmekle doyurmasına karşın,
verdiği hizmet ka rşıl ı,i!;ı nda asla yüksek bir ücret istemezmiş. Söy
lenen lere göre, sıcak yiircğini öldüğünde ona bir a rabayla dört at
bırakan çingene babasın dan m i ras almış. Alça kgönüllülüğü n ü ise,
kendisi Çi ngene olmasa da, bir Çingene'ye aşık olup onunla evlen
miş olan a n nesi n den almış. Ö ldüğünde, oğl una yal n ı zca Budapeşte
çarşısından aldığı esansla dolu küçük bir bakır kap bırakabilmiş.
Layoş nereye giderse gitsin, bu küçük kabı her zaman boynu ndaki
deri kayışın ucunda taşırmış. Sora n herkese bunun kendisine şans
getirdiğini ve kendi gözü nde dünyada her şeyden daha büyük bir
anlamı olduğun u söylermiş.
Değirmenci bir sabah, genç a rabacıdan en iyi beyaz unundan bir
c_; ııval teslim etmek ü zere kendisini yol u n son u ndaki beyaz villaya
.ı..: i iı ii rmesini istemiş. Kaderin ci lvesiyle, ka hvaltısın ı çoktan bitirmiş
. . L ı ı ı ı\ ııgelic.ı o sırada bahçeye çıkmış, gezin iyormuş. Layoş göz
l ı · ı ı ı ı ı 0 1 1 1 1 1 1 iri kahverengi gözlerine dikmesiyle bir daha ba kışını
•ıs
ayıramamı§. B u n u n bir erkeğin h ayatında ancak bir kez yapdığı bir
a n olduğu hissine kapılmı§. Göğsünde çılgınca a ta n ka lbi, bu hissi
doğruluyormU§. Ba§kalarında yol açtığı mahcubiyete zaten alı§kın
olan Angelica, Layo§'un haline bakıp yüksek sesle güldüğünde,
gü ne§ in altında saf inci gibi parlayan güzel d i §lcri genç adamın gö
zünü kama§tırmı§.
Zava llı Layo§ bahçeden nasıl a y r ı l d ı ğ ı n ı ve a t l a r ı nın gün boyu
yolu nasıl buldukla rı n ı a nlayamamı§ b i l e . ( ; c ııç a ra bacı öylesine
büyülenmi§ ki, insan lara gö rme d e n l ıa kıyor ve u za t t ı k l a r ı parayı al
mayı u n u tuyormu§. Akl ı fikri b a h ç e d e ki g i i z c l kadındaymı§. Onu
bir kez daha görmenin bir yol unu l rn l ı ı ı ; ı k i ç ı n ka fa p a t l a t m ış. Gece
boyu gözlerini bir a n b i l e o l s u n k a pa t a ın a ı ı ı ı .� . ( ; i i n a ğa r ı n :ı z d a n
hemen önce, aklına bir fi kir ge l mi§. 1 kği rıııcıır i ye g ı d ı p , d i nde ka
lan ü ç-bq kuru§la en iyi beyaz u n u ndan bir ç u va l s a t ı n ;ı l n ı ı � . O n ıı
yolun sonu ndaki beyaz villanın önüne getirmi§ ve genç ka d ı ıı ba h
çeye çıktığında, a rabasın ı dosdoğru avlu n u n i ç i n e sü rıııii§.
Hizmetkarlar ba§ların ı sallayarak, " Bugü n size bir s i p a r i � ver
medik," demi§ler.
" Ö yleyse değirmenci bir yanlı§lık yapını§ olmalı," diye kar§ılık
vermi§ a rabacı. '1\ma yine de bunu kullanabilirsin i z herhalde." Çu
valı omzuna vurup h izmetkarların önü nde yere bırakmı§.
Angelica gülerek, "Bana öyle geliyor ki yanlı§lığı yapan değir
menci değil, sensin ," demi§. "Beni basit bir u n çuvalıyla satın alaca
ğı n ı dü§ünüyor olamazsı n , değil m i ? "
"Tabii ki öyle dü§ünm üyorum," diye yanıtlamı§ Layo§. ''Ama
sizi tekrar görebi lmcmin tek yolu buydu. G üzell iğiniz beni öyle
büyüledi ki, sırf sizi bir kez daha görmek i ç i n ba§ım ı n ü stündeki
çatıyı verebil i ri m . "
Güzel kadın buyurgan bakı§larını onun gözlerine dikerek,
"Söylediğin doğruysa eğer, yap ba kalım," demi§. "Şimdiye kadar
kimse beni m uğruma evin i satmadı ve kimse bana kar§ı sevgisinin
bundan büyük bir kan ı tı n ı sunmadı."
l)l)
Genç arabacı alt dudağın ı kanatırcasına ısırmı§, ama kadının
kı§kırtmasına direnememiş. Küç ü k ku lübe, zorlu çalışması karşılı
ğı nda kazandığı tek şey olsa da, büyü leyici kadının gön l ü n ü kazan
mak için duyduğu a rzu, sağduyusundan baskın çıkmış. "Bu ger
çekten sevgim i n ka n ıtı olur m u ? " diye sormuş. "Ve bunu yaparsam,
un getirmeme gerek kalmadan sizi görmeye gelebilir miyim ? "
"Elbette geleb il i rsin, diye yanıtlamış Angclica, gözleri ni baş
tan çıka rıcı bir biçimde yere indirerek. "Hangi iyi adamın n amuslu
bir evi ziyaret etmesine izin verilmez ki ? "
Sersemleyen a rabacı, atlamış arabasına, ama o günden sonra
Manastı r çarşısına meyve ve sebze taşımadığı gibi, köylüleri evle
rine de taşımamış. Yiı ln ızca kulübesine bir a l ıcı bulmak için etrafta
dörtnala dolaşmış. Zengi n olanlar teklif ettiği şeyle dalga geçmişler.
Ne de olsa, zavallının çalınacak parası olmadığından yoksulluğun
dan yararlanmaları m ümkün değilmiş. Derken bir a kşam tavernada
tesadüfen bir tür sarratla ta nışmış ve adam külü beye karşılık ona üç
a ltın tekl i f etmiş. Fiyatın düşük olmasına kaqın, Layoş m i n nettar
kalmış. O gece a rabasında yatmış ve ertesi gün bu paralarla ucun
dan bir zü mrüt sarkan altın bir kolye satın almış.
Bah çesinde Angclica 'yı görmeye geldiğinde, çiçek aç :l;n elma
ağacın ı n a ltında onu bekleyen tek talip kendisiymiş. Layoş'un saç
ları karmaka rışık, yanakları endişeden içine çökük, ama gözleri
mutluluktan ışıl ışılmış ve gül ümseyen ağzı kulaklarına varıyor
muş. Kadının önünde eğilip a rm ağanını sunmuş.
"Karşı l ığında yalnızca i nce bir altın zincir ve küçücük bir züm
rüt aldıysan, demek ki evi n i n değeri pek azmış," demiş kadı n , ama
bir yandan da kolyeyi boynu n a takmış. "Yine de kahvaltıda konu
ğum olacaksın, herhalde açsı ndır."
Layoş zengin sofraya oturmuş ama yiyeceklere elini bile sürme
ı ı ı ı � . Bakışları önündekileri zevkle yiyen latif kadı n ı n görüntüsüne
d a 1 ıııış ve onun olağan üstü güzell iğin i içmekle yetinmiş. Haya
l l ı H Lı d:ılıa önce aşktan hiç bu kadar sarhoş olmadığı ve bu kadar
i i l ı, i i l n ı w z lıir mutluluk tatmadığı hissine kapılmış. Ama o sırada
ı oo
Angelica ağzının kenarları n ı kar beyazı bir peçeteyle silip kolyeyi
boyn undan ç ıka rmış. "Hakkımda kötü düşünmemelisi n," demiş.
''.Ama zümrüt bana yeterince yakışm ıyor." Kolyeyi masa n ı n üstün
de önüne koymuş. " İ nciler bana daha göz alıcı geliyor ve görünü
şümün görkemine kimin uğr u n a gölge düşürecekmişim ki ? Ger
çekten bilmiyorum."
Serseme dönen a rabacı kad ı n ı n gözleri n i n içine bakmış ve çok
geçmeden incilerin gerçekten de o n u n yüzüne yaraşan yegane takı
olduğu kan ısına varmış. Zümrüt kolyeyi alıp çarşıya götü rmüş. İ n
ci leri yalnızca Sopron'da bul abi leceği ni hemen öğrenmiş. Atlarıyla
bu uzun yolcu luğa çıkmaktan başka yapabileceği bir şey yokmuş.
Bir gü n ve bir gece boyu atları nı sürmüş. En yaşlı atı öyle bitkin
düşmüş ki, boyunduruğu n u çözüp onu yol u n ke na rında bırakmış.
Geride kalan üç atı arabayla birlikte Sopron çarşısında satm ış. Sa
hip olduğu son şey karşılığında ya lnızca üç altın geçmiş eline, ama
bu paralar ve zümrütle bir inci kolye a labileceği için mem n u n muş.
Manastır'a yayan dönmüş. Ü ç gün üç gece yürümüş ve ayakka
bıları n ı n tabanları b u yolculuğun sonuna doğru öylesine yıpra nmış
ki, ayakları n ı n altında sadece toz toprak kal m ış. Ü stelik Layoş'un
yen i ayakkabılar almak için tek kuruşu bile yokmuş. Ancak aşı rı
bitki n l iğine karş ı n , göğüs cebi nde sevdiği hanımı kesin l i kle nqe
lendirecek bir armağan taşıdığı için ıslık çalıyormuş.
Nihayet yol u n sonundaki beyaz villan ı n avlusuna girdiğinde
a kşam olmak üzereymiş. Angelica fenerlerle aydın latılan vera nda
sında oturup kağıt oynayarak zaman geçiriyormuş. "Beni u n uttu
ğu nu sanmıştım," demiş, o n u n uzun ve zor bir yolculuktan gel
diği ni bilm iyorm uşçasına. "Am a itiraf etmeliyim ki gelmen ben i m
i ç i n ç o k i y i oldu, çünkü uşağı m kağıt oyu n unda um utsuz vaka Vl'
onunla körcliyorum."
Layoş aşırı yorgun luğuna direnerek kadının dağıttığı ktiğı ıla ı .ı
uzan m ış. Kartla rdaki yüzler gözleri n i n önünde dans nl ivor VI' '"
1111
fena halde güçlük çekiyormU§. İ nci kolyeyi vermek için daha fazla
beklemek istemediğinden , oyu n u çabucak kaybetmi§.
Angelica küçümseyen bir edayla ba§ını sallamır "Hizmetkarla
rı m ı n en aptalından bile daha kötü oynuyorsu n. Bu a k§am bana bir
hayrın olmayacağın ı §İmdiden görebi liyoru m . "
"Yaptığım yolculuklar beni ç o k yordu, diye iç çekmݧ a rabacı.
"Ta Sopron'a kadar gidip geldi m . Bakın size ne getird i m . " İ nci di
zili kolyeyi göğüs cebinden çıkarın ı§, beklentiyle dolu olara k, masa
nın üstüne, genç kadının önüne koymu§.
" İ nsanın benim gi bi ölesiye ca n ı sıkıl ıyorsa, inciler bile ݧe yara
maz," diye ka r§ılık vermi� J\ngelica ve önünde duran i ncelere do
ku nmamı§ bile.
"Gece gü ndüz taban teptim. Sahip olduğum her §eyi size kar§ı
h islerimi kanıtlamak için sattı m," demi§ Layo§ ti treyerek.
"As lı nda kanıtladın ve sana i n a n ıyorum," demi§ mağrur güzel
gülü mseyerek ve kağıtları toplamı§. "Aramızdaki bu mesele a rtık
bittiğine göre memnun olmalısın . " Ayağa kalkmı§ ve h izmetkarı na
onu evden çıkarmasını ݧaret etmݧ.
"Ama d u r u n ! " diye bağırmı§ çaresiz kalan genç adam. "Artı k ba
§lffil sokacağım bir dam bile yok, bana azıcık para kazandıra n atla
rımı da elden çıkard ı m ! Şimdi de beni evi nizden kovuyorsunuz!"
"Seni kovuyoru m, ç ü n kü asla vaat etmediğim bir §eyi talep edi
yorsun benden," d iye terslemݧ kadı n . "Kızgın ı m , ç ü n kü evimin
etrafı ndaki tel örgü kadar değeri olmayan bir kolyeyle beni satın
alabileceği ni sanıyorsun . "
Arabacı sesini kesmݧ. Son unda, gi tmek istemi§.
Am a ayağa kal kmaya çalı§tığında, yapa madığı n ı fark etmi§.
Uzun yürüyü§ yüzünden, yorgun bacakları masa n ı n altında kaska
tı kesilmi§ ve sırtı keskin bir acıyla tutu lmu§. Hizmetkarlar yanına
ko§up onu ayağa kald ırmaya çalı§nıı§lar ama çok geçmeden, iyice
din lenmedikçe tek bir adım atamayacağı sonucuna varmı§lar.
Angelica n iyahet biraz merhamet göstermi§: "Oturma odasında
bir yatak hazırlayın ve bırakı n orada uyusun. Ama sabah ben uyan-
1 02
madan gitmesini sağlayı n . Sabah saatleri m i daya nıl maz ya lvarma
sıyla ma hvetmesini istemiyorum."
Hizmetkarlar onun söyled iği n i ya pmışlar ve yol u n son undaki
beyaz villaya kara n l ı k çökmüş. Layoş yatırıldığı an uyur kalmış.
Fena halde i htiyaç duyduğu uyku ya dalı nca, ka lbi ni sıkıştıran acı
en azından bir sürel iği ne uza klaşmış. Katı kalpli güzelin yüzüne
söyled iği tüm sözcükler doğru. Yi ne de sevecen gözleri olayları as
lından farklı bir biçimde gördü yse, ya da sevecen kulakları duymak
istediği şeyleri duyduysa, b u n u n sorumlusu Layoş olamaz.
O gece Angel ica'yı u yku tutmamış. E n son unda, h u zur bula
mayınca, kal kı p oturma odasına bir göz atmış. Layoş peykenin üs
tünde yatarken, u ykusunun a rasında, parmaklarının a ra sında tut
tuğu m i n i k bakır kabı yanağı n a bastırıp öpüyor ve ke ndi kendine
m ırıldan ıyormuş: "An neciğim, sen aşkı n ne old uğu n u bilirsin, bir
Ç ingene'ye duyduğun aşk uğruna her şeyden vazgeçtin . Hiç değil
se sen beni anla rsın. Ben de n i h ayet bunun sen i n yü reği nden gelen
bir a rmağan olduğun u ve diğer tüm zengin l iklerden ölçü lemeye
cek derecede daha fazla değer taşıdığı n ı a n lıyorum. Affet ben i . Öyle
kördü m ki, bu gece katı kalpli Angelica'ya bunu bile verebi lirdim.
Ama dersimi aldım ve sana söz veriyoru m, bir daha asla mucize
vi armağan ı n ı değersiz bir kad ı n ı n eline bırakmak gibi bir a ptallık
yapmayacağım."
Angelica gizlend iği ka pı a ralığı ndan duyduğu bu tutkul u söz
c üklere uzun süre kafa yorm uş. Genç a rabacı nın bahçesine gelip
gittiği bütün o günler boyunca, içi nde ya n a n güçlü aşk alevine,
kimsenin kendi kalbinde yakamadığı o aleve hayret etmişmiş. Kaç
ateşli ve becerikli talip onu kazanmaya çalışı rsa çalışsın, kalbi soğuk
kalmış ve en dayanıklıları bile son unda ken disinden vazgeçmişmiş.
Şi mdi ise şu sersem genc i n boynuna astığı minik kapta kalbinin
buzların ı eritebilecek bir iksir bulun uyor olabileceğin i düşün üyor
muş. Gencin derin uykuya dalmasını ve kabın parmakları n ı n ara
sından kayması n ı bekleyen Angelica, ayak uçlarına basarak oturma
1 03
odasına girmݧ. Deri kayı§ı makasla kesmݧ ve değerli kabı dikkatle
çekip çıka rını§.
Hizmetkarlar gün ağarmadan Layo§'u evden çıkarmı§lar. Kötü
n iyetli ki§İlerin §İmdiden onun m utsuz a§kı n ı n masa lını tekrarla
d ı kları bu yerden ayrı lmı§. Manastır'da bir daha d a hiç görülme
m ı§.
Angclica ertesi sabah gizl ice bakır kutuyu açmı§. Kutunun içi n
d e ceviz kabuğu kokulu v e Budapqte çevresindeki çar§ılarda b u
l u n a n u c u z parfümden ibaret bi rkaç d a m l a altın sarısı sıvı varmı§.
"Ne aptallık," diye homu rdanmı§ genç kadın. "Bir Ç i ngene'n i n ka
d ı n ı yoksul oğluna bayat bir eski parfümden ba§ka ne bırakabilirdi
ki ? " Kabı bir kenara İterken birkaç damla parmağın a dökü lü nce,
kadınsı alı§ka nlığıyla sıvıyı yüzüne sü rüvermݧ. Damlalar öyle sı
cakmı§ ve öyle uzun süre ten i n i yakını§ ki, yüzünü bir süre avuçla
rıyla örtmܧ. Y;.ın ma bitmeyi nce, yüzü nü aynaya doğru kaldırmı§ ve
deh§et içinde haykırmı§. Pürüzsüz teni, birden buru§ buru§ bir hal
a l mı§nı ı§. O sabah, güzel Angelica ya§lı bir koca karı haline gelmݧ.
Yü zünü yıkamı§, ovalamı§, silmݧ ama hiçbir §ey ݧe yaramı§.
Budapqte'den Viyan a 'ya kadar en iyi doktorlara görün m ü § ama
hiçbiri yardımcı ola mamı§. Tüm parasını kremlere ve merhemlere
h arcamı§, hatta yolun sonu nda ki beyaz villayı bile satmı§ ama yüzü
buru§ buru§ kalmı§. Ö yle yoksul ve çirkinmݧ ki, insanlar sokakta
ondan kaçıyor ve çocu klar korku içinde ba§larını öte yana çeviri
yorlarmı§. Ama Ma nastır'da kimse ona pek acımamı§. Gururu ve
kibiri neden iyle bunun hak ettiği ceza old uğu na inanmı§lar.
1 04
REBECCA VE ÇİNGENE
Her şey uzun süre önce, Raba ve Mura Nehi rleri arasındaki yollar
yazın tozlu. sonbaharda çamurlu olduğu ve kışın da neredeyse geçit
vermediği sırada meydana gel m iş. Derebeyleri bu yol ları at sı rtı nda
geçer, köylüler öküz araba larıyla yol alır, dilenci ler de yürürmüş.
Ama bu yolları nasıl katederlerse etsin ler, hepsi de Ç i ngene keman
cı Gusti ile da nsöz Rebecca'yla karşılaşırlarmış. Bu ikili, başka ev
leri bulun madığından hep yollarda olurlarmış. Rebecca ve Çi ngene
kavşaktan kavşağa, köyden köye, kentten kente dol aşır ve gittikleri
her yere mutlu luk saçarla rmış. Çarşı meydanlarında y;ı da insanla
rın durup onları izleyebileceği herhangi bir yerde mola veri rlermiş.
Ama in cinin top oynadığı bir yerde çalıp dans ettikleri nde, hatta
tarlalardaki hayvanlardan başka izleyicileri olmadığı nda bile, tüm
ka lpleriyle icra ederlerm iş sanatları n ı . Onları bir kez görüp dinle
yen biri, bu zevki tekrar tekrar yaşamak İstermiş.
İ nsanlar Gusti 'n iıı kemanından çıkan seslere bayılır, ama Re
becca' n ı n uçarcasına dans edişiyle daha da mest olu rlarmış. Kadın
kend i n i müziğe verd iği nde, artık başka bir dünyaya ait olurmuş.
Çıplak ayakları nem li çimen lerde tavşan gibi zıplar, bedeni bahar
rüzgfi rın a kapılmış bir söğüt gibi kıvrılıp bükülür ve yüzü alçak
ova lara vuran sabah günqi gibi parlarmış. Genç ve kimselere ben
zemeyen bir güzelliği varmış, yürekten gü lüşüyse bulaşıcıymış. Ta r
lalardaki işçiler onun ka hka hasını duyduklarında, çapaları n ı yere
bırakırlarmış. Tavernalarda en aç mü şteriler bile kaşıkları n ı nereye
koyacakları n ı un utu rlarmış. O la tif sesi duyduklarında, zamanın
bir an için durduğu , güzel bir �evin yü rekleri ne yerleşi p rahatlık ve
sıcaklık yaydığı hi ssi ne ka pılırlarmı�.
Her nasılsa bir bahar gü nü Blatograd'ın genç kra lı alabalık tut
mak için Raba Nehri 'ne doğru yola çıkmış. Şatafatlı arabası kala
balık bir insan grubunun topla ndığı bir köşede durmuş. Kocaman
bir halka oluşturarak, büyük bir beceriyle kendileri n i eğlendiren bir
kema ncıyla dansözü izliyorlarmış. Kra lın ma iyeti mera kla onlara
ka tı lmış ve kralın kendisi de Rehecca'n ı n çın layan ka hkahasını du-
1 05
yunca bir süre halkı n a rasında oyala n m ı§. Büyülcnmݧ gibi onun
i n cecik beden ine bakakalmı§ ve kara gözlerındcn çıkan kıvı lcımlar
yü reği n i tutu§tu rmu§. Ne yaptığın ı n fa rkı na varmadan, dansözün
tini tini dönen eteklerine dokunu ncaya dek, yakla§tı kça yakla§mı§,
son ra da onu elinden yakalamı§.
"Sizin dansınızdan daha güzel bir §ey görmedim hiç," demi§
genç kral, G usti kema n ı n ı yere bıra ktığı nda. "Sizin kahkahan ız
dan daha keyifli bir §ey duymadım hiç." Rebecca ' n ı n elini tutmu§.
Kadın §a§kı n lıktan donakalmı§, " İ l k olarak, bütü n bu iyi insanların
önü nde yemin ederim ki ben asla sözünden dön meyen biriyim ve
ikincisi, hanı mdendi, soylu elimi uzatarak size evl ilik teklif ediyo
rum."
"Majesteleri, diye yanıtlamı§ Rebl:cca v e o n u n soylu e l i n i öp
mܧ. "Hayatımda hiç bu kadar o n u rl a n d ı rı l m a m ı§ ya da duygulan
mamı§tım. Ama ne yazık ki teklifi n izi kabul edemem ç ü n kü kal
bim bir ba§kasına ait: Çingene kemancı Gusti 'ye. Ve biz yalnızca
büyük a§kımız sayesinde ba§kalarına bu kadar mutl u luk ve nqe
verebiliyoruz."
"Siz gezgin bir kemancıya ait olamayacak kadar güzel ve değer
lisiniz," demi§ genç kral gülümseyerek. "Tüm ülkede güzelliğinize
ve a lbenize layık bir yuva sunabilecek tek ki§İ benim," diye eklemi§
kendinden emin bir edayla. "Sarayımda istediğiniz her §eye sahip
olacaksın ız. Hizmetkarlarımın tümü emrinize amade olacak."
"Am a majesteleri, ben ovalardan gelen ve saçları m ı n içinde esen
rüzgardan ve bu oluk ol u k, otlar bürümü§ keçiyollarında bana gü
venli bir biçi mde rehberlik eden Gusti'nin elinden ba§ka bir §ey
İstemiyorum," diye açıklamı§ Rebecca genç kra la. " İ stediği nizde,
sarayınıza gelip sizi ve maiyetinizi nqelendiririz, ama §İmdi beni
her §eyden çok sevdiğim adamla bırakmanızı rica ediyoru m.
Ancak kralın emrine itaat etmek gerektiğinden, hizmetkarları
Rebecca'yı yaldızlı a rabaya ta§ıyarak Gusti'yi toprak yolda ya lnız
bırakmı§lar. Çingene kemancı kavpktan kavpğa, köyden köye,
kentten kente dola§mı§. Yıllard ı r gezdiği her yere gitmݧ, ama p r-
1 06
kısı a rtık h ü z ü nlüymü§. Sonsuz acısını nağmelere döküyor ve bu
n ağmeler din leyenlerin yüreğine ݧleyip gözlerini yaprtıyormu§.
Ama kimse ona yardı m edememݧ.
Yı llar geçmiş.
Rebecca a romalı yağlarla ovu lmu§, i pekl i ler giydiril mݧ ve ba§ı
na kraliçelik tacı takılını§. Yed i nedime gece gündüz onunla ilgile
niyor ve yedi U§ak sü rekli h izmetine ko§uyorm u§. Her sabah kral
ona uzak ülkelerden gelen en iyi yiyecek ve içecekleri sunuyormu§.
Ü l kedeki en iyi müzisyen ler onu nağmelerle uyandırıyor ve en iyi
dansçılar a k§a mları n ı n kasvetini dağıtmaya çalı§ıyormU§. Ama Re
becca yalnızca gözlerini kapatıyormu§. Kraliyet sarayında yapdı
ğı uzun yıllar boyu nca bir kez olsun gülmemi§. Onu tüm kalbiyle
seven ve nqelendirmenin her yol u n u deneyen kral da hüzünleni
yorm u§. Blatograd'daki sarayı büyük bir üzüntü sarını§. Yüz ya§ın
daki ihtiyarlar, bu denli üzüntülü bir dönem a nımsamıyorlarmı§ ve
uzun süre önce ölmü§ ataları da onlara hiç böyle bir dönemden söz
etmemݧmݧ.
Derken bir pazar gü nü, kra lla kraliçe bir sığı r panayırına gitmݧ
ler. Tesadüfen, üzüntüsüyle bütün ü l keyi dola§mı§ olan kemancı
Gusti de aynı yolda n gcçiyormU§. Rebecca kemanının sesi n i uzak
tan duyduğunda, hemen tanımı§. Altın yaldızlı ayakkabılarını çı
karıp insanların a rasına dalarak, bir tayfu n u n içi nde dönercesine
meydanın ortasında dans etmeye ba§lamı§. Mutlu ka h kahası ha
vada çınlamı§ ve tüccarlar mܧteri leri n i u n utup parayı ceplerinden
dü§Ürmü§ler. Bütün bunları gören ve duyan kra l, yü reğinde bir ağrı
hissetmݧ ve bir fikir gelmݧ aklına. ܧağı n ı n kulağına fisıldayarak,
gezgin çalgıc ı n ı n kentten ayrı l maması için gerekeni yapmasını söy
lemi§. Sonra kral içeyle birlikte sarayın a dönmüş.
O gece kral, a rabacı ların meyhanesinin a rkasındaki ahırda uyu
ya n Gusti'nin yanına varmı§ gizlice. Bir günlüğüne giysilerini değݧ
toku§ etmelerin i rica etmݧ. Kra l içesi n i nqelendirmek, dudaklarına
o çok istediği gülü msemeyi kondurmak için gezgin kemancı gibi
giyinmek istiyormu§. Tüm üzüntüsüne kar§ın, iyi kalpli Gusti
1 07
mutsuz krala acımış. Ö nerisini kabul etmiş. Eski püskü , yıpranmış
pırtısını çıka rıp çabucak kra l ı n muhteşem giysilerin i geçirmiş üstü
ne. Kral da Gusti'nin eskilerine bürünmüş ve kemanını da omzu na
asmış.
Şato n u n muhafızları kraliyet giysileri içinde gayet iyi duran
Gusti'nin saraya girmesine izin verince, kemancı yalnızlıkla dolu
onca yıldan sonra geceyi sevgili Rcbecca'sının yan ı nda geçirmiş.
Ertesi sabah, şatonun kapılarında gezgin bir kemancı belirmiş, ama
kral olara k tan ınmadığından uzaklaştırılmış. Böylece Gusti kral
olmuş. Rebecca'nın yüzü yine gülümsüyor ve güzelliğinden kim
se gözlerini alamıyorm uş. Kral, h:.ıyatı nın son una kadar kavşaktan
kavşağa, köyden köye, kentten kente dobşmış. Tuhaf kaderin i an
latıp durm uş, ama kimse ona in:.ı n mamış.
1 08
Vinko Möderndorfer
Vinko Möderndorfer, yönetmen, oyun yazarı, §air ve yazardır.
l 958'de doğdu ve Lj ubljana Tiyatro, Radyo, Fil m ve Televizyon
Akademisi'nin (AGRFT) tiyatro bölümünden mezun oldu. Son
yirmi be§ yıl içinde yüzün üzerine.le tiyatro ve opera gösterisi nin
yönetmenliğini yaptı. Baııliyöler adlı filmi aynı gün içinde hem 6 1 .
Venedik Film Fcstivali'nin, hem d e 28. Montreal Fi lm Festivali'nin
açılı§ında gösterildi. Vinko Mödcrndorfcr oyun, §iir (çocuk §iirleri
de) , öykü , roman TV ve film senaryoları, çocuklar ve yeti§ki nler
için radyo oyu n ları yazıyor. Borstnik En İyi Yönetmen Ödülü'ne
( 1 986), Krog male mırıi ( Küçük Ölüm Çemberi ) adlı öykü kitabıyb
Lj ubljana Şehri'nin Zupancic Ödülü 'ne, Nekatere ljııbezııi ( Bazı
A§klar) adlı öykü kitabıyla Preseren Fonu Ödülü'ne ve daha birçok
ödüle layık görüldü.
l10
PAYLAŞILAN BİR ANI
1 1 1
bizim onun içinde yalnız olduğu muzu kavrayışımız) , olaylarıysa
bazen beni mser ve gerçekten bizim başımızdan geçmiş gibi sözünü
ederiz. Bir çocuğun kocaman gövdeli bir ağacın altında d urduğu
vadide gerçekleşen olaysa şöyleydi: Ö nce bir ses gel mişti. Yaklaşan
h a fi f bir uğu ltu . . . Yoldan geçen bir araba . . . Yükselen toz. Araba
tuh a f bir şekilde kavisler çizerek ilerliyor. Ağacın a ltındaki çocuk
gözlerini u fu ktan yola indiriyor . . . Kocaman dünyada kayıp ve yal
nız olmaktan duyduğu korku bir an için hafifliyor. . . Hava titriyor.
Göz arabayı takip ediyor . . . Bu artık yalnızca bir imge değil. İmgenin
devamı. Hafif bir dönemeçte araba savruluyor ve hendeğe yuvar
lanıyor. Manzaranın sesleri uzaklara çekiliyor . . . A rdından sağır bir
sessizlik oluyor . . . H- devam ediy01: Sürdükçe siiriiyoı: Sanki bir ömür
boyu. Arabadan beyaz bir duman yükseliyor. Sonra da aracın par
layışı, yavaş ve uzu n , cızırtılı alevlerle yanışı . . . Tarladan insanlar
koşup geliyor. Daha önce orada değillerdi. Daha önce orada yal
n ızca manzara ve göğü kesen çamların düzensiz ufuk çizgisi vardı.
Şimdi ise insanlar var, bir şeyler oluyor, artık imge bir anıya dönü
şecek. Çocuk devasa, güvenli bir şemsiyeye benzeyen ağacın a ltında
du ruyor, çaresizlik içinde sahneyi seyrediyor. Çiftçiler arabadan bir
çocuğu, sonra bir adamı çekip çıkarıyorlar. Kızın üstünde kırmı
zı bir etek var. Siyah ayakkabısı toz toprak içinde yatıyor . . . Araba
yanıyor . . . Kimse ölmemiş . . . Direksiyonda bulunan, belli ki kızın
babası olan adam, şaşkınlık için arabanın etra fı nda koşuyor. . . Bu
n u n dışında her şey yolunda . . . Manzara yava§ yavaş sakinleşiyor.
İ çindeki yara iyileşiyor. Sesler geri geliyor: kuşların ötüşü, arıların
vızıltısı, çi mendeki ağustosböcekleri, ağaçlardaki rüzgar. . . Şimdi
birisi ağacın a ltında dura n çocuğu elinden kavrıyor, ağaç gövdesi
lıircknbire o kadar büyük, o kadar korunakl ı ve güvenli olmaktan
ı.;ı kıyor. . Buldum seni! diyor çocuğun elini tutan kadın. Ve ona sarı
.
l ı vor. Eteği nin kokusu da zihne kazınıyor. Seni bulmak için lıer yere
/ı,ı4·ııli. Smi !(aybettiğimi sandım . . . Kadın hıçkıra h ıçkıra ağlıyor.
l �ı · · l ı ı ı ı . ı d a o lay bitiyor ve anı başlıyor.
1 1 .'
Bütün bunları n nerede gerçekleştiğin i a rtık bil miyoru m . . . Çok
az ol:.ısı yer var. . . Beş yaşındayken bi rkaç ayımı geçirdiğim deniz
kenarındaki köy . . . Ancak orada çam ağaçları yok . . . Belleğimdeki
çamlar <la yoğun ve çok koyu yeşildi . . . Belki de olay günübirlik bir
dağ gezisinde gerçekleşmiştir . . . Ama belleği mde kaya lık ya maçlar
değil, sadece bir ova ve göğü bölen çamların zik-zak çizgisi var. . .
Annem bana bir kez kaybolduğumu söyled i, ama bunun kentte,
yağm u rlu bir cuma rtesi gü n ü çarşıda olduğu nu iddia ediyor. . .
Korku mun kaynağın ı n orası olması gerektiğin i de . . . Belki de a n ı
fa rkl ı parçalardan oluşuyor: ça m l a r b i r olaydan , ağaç bir başkasın
dan, a raba yine bir başka yerden, kırmızı etkekli kız ile toza toprağa
bulanmış ayakkabı ise kimbilir nereden gelmiş . . .
Yı llar sonra, vadideki olayın a n ısı silikleştiğinde ve geride yal
n ızca, sanki başka biri onu izl iyorm uş, sanki başka biri sonu ol
m ayan bir roman yazıyormuş gibi ağacın al tındaki çocuğu n i mgesi
ka ldığında, kızla ka rşılaştım . . . O da oldukça sı radandı, ben de öy
leydim. Kız yaz yağmuru kokuyordu ve ka rşılaştığı mız o yaz günü
yağm ur yağıyord u . Bacağı nın i ç kısmında, dizinin hemen üstünde,
avuç büyü klüğü nde bir iz vardı . . . Ben !(iiçiikken bir araba kazası
geçirdi!(. Beni arabadan çekip çıl(arırlarl(en yanmışım.
Ben yangının bu genç ve güzel koku lu bedende bıraktığı eski or
tak anımızın izi ni öperken de, kız şöyle dedi: Bir ağaç vardı. Alımda
da bir çocıık d11myord11. A111ınsayabildiğim tel( şey bu.
1 1 1
Maj a Novak
Maja Novak, 1 960'ta Slovenya'nın Jesenice kentinde doğdu.
Lj ubljana Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Hukuk mesleğinde
i§ bulamayınca, serbest çevirmen ve yazar olarak çalı§maya ba§lad ı .
1 990'de Ürdün'ün Mafrak kentindeki b i r i npat alanında sekreter
ve çevirmenlik yaparak bir yıl geçirdikten son ra gazeteciliğe ba§ladı.
Yeti§ki nler ve çocuklar için on ki tap yayım ladı ve yakl a§ık kırk kitap
çevirdi. Pek ço k önemli edebiyat ödülüne aday gösterildi ve 1 997'de
l 'rcseren Fon u Ödülü'nü kazandı. İ ngilizce, İtalyanca, Fra nsızca ve
Sırpçadan çeviri yapıyo r. 1 999'da, Meclisin ÖtCJ"i adlı romanı Finceye
\l'Vri lip yayımlandı. Oykü leri birçok a nto lojiye alındı.
ı ı ı.
ERKEK KEDİ
Küçük bir kızken bile yetişkin, olgun bir kişinin haya tta ancak tek
bir amacı olabileceğine İnanırd ı m : öldü kten sonra bir erkek kedi
olarak yeniden dü nyaya gel mek.
Yine de birçok kişi aday gösteril iyor, ama çok azı seçiliyor. Bu da
iyi bir şey. Ne de olsa, hepimiz erkek kedi olamayız; inek ve domuz
lar olmasaydı bu dünyada ne yerdik biz J Bir de balıklar, ama ben
onları saymıyorum. Konservelerimdeki balıklar öl ü. Ta mamen.
Çok ama çok uzun süredir ölü.
Dolayısıyla iyi ve terbiyel iysen karşılığı nın ne olacağı nı bilmek
yeterli değildir, biraz da çab;ı harcamak gerekir. Azıcık bir çaba, faz
la deği l. Yıllarca bir erkek kediye dönüşmemi engelleyen yan l ışlık
da burada yatıyor. Deneme eksikliği değildi söz konusu olan. De
nedim; hatta çok denedim. Sağl ıklı ked iler günde en az on altı saat
horul horul uyurlar. Bilim İnsanları bu imrenilecek yeteneği neye
borçlu olduklarını henüz kqfetmiş değil. Bir erkek kedi u ya n ı k
olduğunda, bu z a m a n ı şekerleme yaparak geçirir; bense hiperaktif
bir çocuktum ; aslında öyle hiperakti ftim ki , dış dünyayla ilk karşı
laşmam aynı anda resmi yetki lilerle bir karşılaşma oldu.
Bir aynasız, pol is köpeği nin kuyruğuna bira şişesin i ki min bağ
ladığını öğrenmek istedi . "Güpegü ndüz!" diye yakınacaktı annem
son radan, "ve yolun ortasın d a ! " B;ıbam, " Ü stel ik de bir Labra
dor'a ! " diye şişenin nereye bağla ndığı n ı ayrı ntısıyla tanım larken ,
ne kadar çalışırsa çalışsın h;ıyranl ığı nı gizleyemeyecekti.
Labrador belleğimde kaldı, çünkü öykü tamamen ben i m le i l
giliydi v e köpeğin cinsi ona ancak fazladan b i r cazibe k:ı ı ı ymd ı ı
Yoksa bugün h a l a bir tazıyla Alman çobanını birbi rirı ı k ı ı a y ı rı ('e l('
mem. Köpek köpektir. Polisin köpeği ben im gözü mdl' i i n ı d ı k l ı · v ı ·
sadece bir köpekti - gördüğü m anda ondan IC rıa l ı a l dl' ı ı k\ ı ı ıd ı �: ı ı ı ı ı
1 1 '
a n ladım. Kokusu bir kedininkinden farklıydı ve bilinmesi gereken
de bundan ibaret.
Ü ç ya§ındaki diğer çocukların an neleriyle baba ları evlatları
köpeklerden deli gibi korktu kları için çileden çıka rken, ben im an
nemle babam onlardan korkmayı aklımdan bile geçi rmediği m için
çileden çıka rdı.
Beni mkilerin kaygısı öyle fazlaydı ki, bana da bulaştı. Ne zaman
annemin tırnak makasıyla saf bir cinsin kuyruğu nu ü ç renkli bir
kokarda dön ܧtÜrsem, sonrasında derin bir üzün tüye kapı lırdım.
Ya§ıtlarımın çığlıklar atarak kaçıp kendilerini doğruca bir kamyo
n u n tekerleri altına atm aları beklen irken, benim neden o manka
falılara yakla§maya yeltendiğimi kendi kendime sorup dururdum;
normal olm adığımı dü§ündükçe de tir tir titrerd im.
Ta ki Donovan'la tan ışın caya dek.
Donova n, baba mın teyzelerinden lıi rine ait bir İ ra n kedisiydi ve
o öldükten sonra bize miras kaldı. Kayısılı dondu rmayla sıvamadan
(bu nu kazayla yaptığım söylenemez) önceki haliyle en iyi beyaz tif
tik kazağım l a aynı renkteydi ve görüntüsün ü yaratıcı bir biçi mde
deği§tirmemden önceki haliyle o kazağım kadar tüylüydü.
Sıfatları çok kulla ndığım izlen i m i ne m i kapılıyorsu n u z ? Sıfat
ları severi m. Beya z. Mavi. Siyah. Miyav.
Donovan yeterince normal bir kediydi. Normal bir kedi için, iye
lik ka lıcı bir §eydi r. Yakı nlarını emanet, miras, ya da satın aldıktan
ya da on ları kumarda kazandıktan -ya da belki kendisine a rmağan
edildikten- sonra, bir timsa h esneyişiyle onları kabul eder, sonra da
tamamen unutur. Son raları, ancak ihtiyacı olduğu nda onları raftan
a l ı r; bunun dı§ımla onlarl a zamanını boşa harcamaz. Bir kedinin
günde ya ln ızca sekiz s:ı.at uyanık ka ldığı nı ve bu zamanı ela şekerle
me yaparak geçirdiği ni akı lda tutmak önemlidir. Belleği de parlak
deği ldir. Bu neden le, günbegün, bu yetersiz bı rkaç sa:ı.t içi nde her
şeyi yapmaya zorla n ı r ve bunlar, çoğunluğu muzun istatiksel olarak
bize biçilen yetmiş sekiz yıllık yaşam süresinin tamamında yaşaya
mayacağı şeylerdir. "Bugün seks yapmayacağı m , çü nkü geçen yıl
1 18
zaten yapmı§tım ve dolayısıyla nasıl yapı lacağı nı bi liyor um, di yen
bir kedi dü§ünebiliyor musunuz? Tabii ki hayır. B i r kedi her sa
bah yen iden doğar ve buna çok sevi n i r. Deneyi mler te krar tekrar
yeniden yapnmalıdır, insanlarsa b i r kedi n i n ufkundaki sabit yı1-
dızlardır (her kitabı yalnızca bir kere okur ve genelde aynı çocuğa
yakla§ık yirmi yıl katla n ı rlar) , dolayısıyla sıkıcı sayılı rlar.
Donovan insanların içinden geçerd i.
Onların ya kın ı ndan değil de, tam anlamıyla içinden. Ben buna
inanmazdım, ta ki kendi gözlerimle görünceye dek. Ama bu kez
bana kimse İnanmadı. Benim de bir erkek kedi olmak üzere doğ
mu§ olmam sayesinde bunu görebildiğimi ancak son radan fark et
tim. Şöyle oldu: Annem elinde bir tarak ve fırçayla evimizin içi nde
dola§ıyordu. Onu taramak istediği nden , "Don nic, Don niel" diye
sesleniyordu. Donovan tıpkı a n nem- gibi dü mdiiz i lerleyerek ona
yakla§ıyordu. Ancak a nnemi ya da taranmayı dü§ü nmüyord u. Dı
p rıda b i r mimoza dalına tüne mݧ bir serçeyi dü§ünüyor ve ba§ı ol
mayan bir serçen i n neye benzeyeceğin i merak ediyordu. Donovan
dü§ü ncelcriylc öyle ha§ır nqirdi ki dosdoğru annemin bacaklarının
içinden yürüyüp (bacaklarının a rasından değil, bu hiç de di kkat
çekici olmazd ı ) , sanki annem yokmu§ gibi beden inden geçti. B i r
sihirle yön lcndiriliyormu§çasına, kendini a n nemin varislerinden
ötü rü sarılıp sarmalanmı§ §İ§ bacağın ı n diğer ya n ı n a aktardı ken
dini. Ve benim dı§ımda kimse bir §ey fark etmedi. Donova n bir §ey
fark etmedi , çünkü dü§Üncclerine dalmı§tı; annem de bir §ey fark
etmedi, çü nkü o yal nızca bir insandı, dolayısıyla i flah olm ayacak
kadar uyu§uktu.
Ama ben Donovan ' ı a n nemle birlikte gördükten son ra bir de
köpeğin biriyle gördüm.
Donovan'ı seyretmek bir zevkti. On bir kiloyd u. Asık su ratı, bir
boğa nınki kada r güçl ü ve kaslı olan ensesinin altından sa rka rd ı.
A§k ya§adığı nda, bütün ev pahalı, biraz kızı§mı§ bir Fransız par
fü mü kokardı. Koca man kalçalarıyla kapalı bir ka pıya çarpmayı
seçmesi duru munda, bir darbede açabilirdi. Ama tabii ki o böyle
1 19
bir şey yapmayı hiç düşü nmezdi. Tersine, kendini ne zaman iyice
açılmış olara k onu saygıyla bekle mek yerine hatif aralık duran hir
k::ı pının ka rşısında bulsa. oturur ve sakin sakin bi risinin gelip kapıyı
İterek bir metre uzunluğundaki ipeksi bıyıkları nın engellen meden
geçebileceği kadar açmasını beklerd i.
Mızmızlık etmezd i. Hiç yakın mazdı. Hiç alın mazdı. Sadece
oturur, sabırla beklerdi. Onu en son gördüğü mde saatlerdir otu
ruyor ve bekliyordu. Kapıyı itip açtığı mda, tirladı ve acelesi varmış
gibi yürüyüp geçti.
Ama Donova n'ın güçlü e rkekli.� ine ka rşı n, şu da bir gerçek ki
sözün ü ettiği miz köpek ondan en az dört kat büyüktü . Donovan
derin düşü nceler içi nde sokağı mızda uzun adımla rla i lerliyordu.
Bi rkaç kez durakladı, üst dudağı nı ya ladı, kendinden memnundu:
kokusu sokağa sin mişti, demek ki uluslararası hukuk uyarınca, bu
rası onun mıntı kasıydı. Gelgclelim köpek, orada belirme cüretini
göstermişti. Donovan onun önünü kesti. Köpek hı rladı: Seni gidi
u fa kl ı k, bana nerede yürüyeceğimi söylemek ne haddine? Ve başını
indirdi.
İ nsa nlar bunun saldırı anlamına geldiğin i söylediler. Sandık
larının a ksine, köpekle Donova n bunun ne old uğu n u tam olara k
biliyorlardı. Bir oyu ndu b u , b i r alaycılık gösteris i : E y küçüğüm,
seni daha iyi görmek için başımı mı indirmcliyi m ? Donovan çöme
lip sindi. Asfalta yapışık olara k, yaklaşık hir metre boyunda, yarım
metre genişl iğinde ve bir milim yükseklikte dikey bir kedi izdüşü
m ü du ruyordu. Donovan çömelip köpek salağı nın bundan sonra
ne yapacağın ı görmek için bekled i. Köpek salağı şaka n ı n tadını ka
çırdı, tüm o yavan esprilere imzası n ı atanlar gibi, bir de ka hk::ı ha
patlattı.
Ne acıkl ı ! Ne kadar da dengesız! Biz erkek kedi ler, sadece şu
çılgın İ spanyol kedisi n in , yöredeki ked ilerle yağm acı bir aylak ara
sındaki m ıntıka kavgalarına karıştığı, "yeşil, seni seviyoru m yeşil"
diye yazarken aklında sevgilisinin gözlerinden başka bir şey olma
dığı için mi bir kulağı nın eksi k olduğu nu tartışıyoru z . . .
1 20
Akl ım mı karı§ıyor? Ta n rı aşkı n a , biz erkek kediler fareleri düz
hat üstünde kovalamayız! Söylemeye ça lıştığım �ey şu: bizim so
yumuz en azından bayat görü n seler bile yepl gözlerle ilgi li yazınsal
ifadelerin neden işe yaradığı nı tartışıyoı; köpeklerse hala, daha ünce
hiç tırmanmadığı bir dağa tırma ndığı için bir başka köpeğin kıçı na
deri kayışla vurmayı en iyi eğlence olarak görüyorlar. . . İ nanılır şey
deği l. Sanki her yer aynı deği lmݧ gibi. Y.ı senin kokun sinm iştir, ya
el a sinmemiştir. . . B i l i n mesi gereken tek şey bu.
Her neyse, köpek Donova n 'a güldü ve izlemek için çevrede
toplanan insanlar (annemin terli eli ben i m ki n i h isterik bir biçi mde
kavrarken ) , onun hı rladığı nı söylediler. Donovan tek bir kası n ı bile
kıpı rdatmadan yavaş yavaş öne doğru ha reket ed ip yılan gibi tısladı.
Köpeğin havladığını söylediler. ( ; erçckte, hayvan dil inden İ n san di
line çevri ldiğinde ya klaşık ola rak şu a n la m a ge lecek bir şeyler söyle
mişti: "Si . . mi cm, anasını si . . . . min si . . . rnişi" Bariz laf ka laba l ığına
rağmen bir köpek için hayli zekice sa y ı l ı rdı. Donovan bir adım geri
ledi. İ nsanlar b u n u n teslim iyet anlamına geldiğin i söyled iler. Oysa
gerçekte bir nutuk atmıştı, şöyle bir ka hramanca n u tu k: "Helenlere
sayısız ıstırap verm iş ola n şu Peleus'un oğlu Aşi l ' i n lanetli öfkesinin
şa rkısı nı söyle, ey Tan rıça." Bu tür n utuklar belli bir mesafeden atıl
dığında kulağa daha iyi gelir kuşkusuz.
Köpek, Miloscviç'ten alı ntı yaparak, "Seni duyamıyor u m ! " dedi
ve dişleri n i gösterdi.
" Ö ldü recek o n u ! " dedi i nsanlar. Çoğu köpeği kastederken, bir
kaç aydınlanmış kişi (annem onlardan biri değildi) kediyi kastedi
yord u.
Donova n ken d i n i yapıştığı yerden kopardı ve büyü yapılmış
çasına boyut değiştirdi. Eni-boyu yarım metre, yüksekliği bir mi
l imetrelik bir erkek ked i n i n izdüşümü olan şey, buradan sonsuz
luğa uzanan bir ok h a line geldi . Köpeğin ağzı açıldı. Şaşkın l ı ktan .
" İ şini bitirecek! " diye haykırdı, yüzde doksa n ı insanlardan oluşa n ,
ara l a rında beş kedinin bulunduğu izleyici kitlesi coşkuyla. Kediler
121
m üthiş bir sıkıntı içi nde pençele rini bi liyorlardı, çünkü köpek ve
Donovan onların h i kayesinin bir parçası deği ldi.
Ked i, köpeğin sa lya ları akan açık çenesinin içinden uçarak ge
çip (bll manevra annemin bacaklarıyla ilgi li hikayeden bize tan ıdık
gelecek) , gözüne iniş yaptı. Köpek tek göz lü ka ldı, kediyse gümüş
mavisi pençelerine bulaşmış bir lekeyle . . . Donovan'ın sokağı nda ki
köpeklerin sayısı bir anda kayda değer biçimde azaldı. Eskiden ora
da sırıtan (ya da bakış açın ıza göre, havlaya n ) tek bir köpek vardı,
sonrasında ise hiç kalmadı. Artık orada b u l u nmayan köpek, yürek
paralayıcı bir biçimde inliyordu.
Karma ve reen ka rnasyon anlayışımı miras aldığım babam, hay
ranlıkla, "Tanrııı m ! " dedi. Annem beıı ı sürükleyerek oradan u zak
laştırmaya çalıştı. Baba m Donova ı ı ' ı ok�a ııı�ıyı denedi.
Donova ı ı oııa küçü mseyerek bakt ı : " Ey değersiz İnsan, ka hra
man lara özgü hüzünlü ve acı za ti:r anımda beni neden rah atsız
ediyorsu n - "
Babam hafitÇe önünde eğilerek el lerini geri çekti.
Donova n onun pençelerine ba ktı ve ke ndi sismolojik ölçeğinde
beş şiddeti nde bir tiksinme sinyali verdi.
Donovan'ın sismolojik ölçeği kedi mamasının kalitesine ilişkin
ölçüm lerde geçerlidir, ama zaman zaman içinde yaşamaya tenez
zül ettiği dü nyaya dair daha derin duygularla ahla ki ya rgıları i fade
etmek için ku llanıl ır.
Birbiri n i n peşi sıra kasten titreti len dört pençe, en yüksek düzey
de teya kkuz ifadesidir, ama kolayca insan diline çevrilebi lir. İ şa retin
a n lamı sadece şudur: Evet, bunu bizzat benim yakaladığım doğru,
ama onu yemek aklımın köşesinden bile geçmez.
Donovan'ın tek bir pençe darbesiyle köpeği berta raf ettiği n i gör
d ü kten son ra, bu hayvan ci nsinden korkmadığım için utanmayı bı
raktım. Bazıl arı korkm uyor işte, babamsa onaylayarak "l;ı n rıı ı m ! "
diyor. B i r erkek kedi o l an Donovan 'a bu �ekilde sevgisini ifade ed i
yor. Ama köpeklerden ben de korkmuyorum. Köpeklerden kork
madığımda, annem gözlerinden yaşlar akarak bahama şöyle diyor:
1 22
'"Bu kız bize § Ll la net kediyi bırakan ve ken d i h atası yüzünden iilen
teyzene benziyor; :! det döneminde buz gibi Bohınj Giili.i'mk yüz
mek nereden aklına ge lmiş, bilmem ki ' " Babam ise a n neme gülü
yor ve izin verseydi Donovan 'a yapacağı gibi başımı sıvazlıyor. Bir
erkek kedi gibi davrandığı mda, babam ben i erkek kediyı öd üllen
di receği gibi öd üllendiriyor. Demek ki, biri önemli diğeri önemsiz
olan bu i ki önermeye dayalı olarak, rahatlıkla §U çıka rsamayı yapa
biliriz: Babam benı bir erkek kedi olduğum için seviyor.
Donovan'ın bu şekilde tecellisinin bir olumlu yönü daha vardı:
Kısa boylu olmakta n ötürü çekinge n l iğimi aşmama yardımcı oldu.
Ya§ıtlarımda n daha kısa boylu olduğu m u n idraki, be nim ya
nımda fısıldanan bölük pürçük konuşmaları n hatırlanmasıyla qza
manlı oldu. B u n la r öyle empatiyle fısıldan ıyord u ki, sanki a n nemle
babam özellikle on ları bel leği me kazı mamı istiyorlardı, ayrıca o
kada r sık fısıldan ıyordu ki, böyle yapmaktan başka seçeneği m yok
tu, hem de o gün lerde ba§l ıca ilgi a la n ı m ı n Donovan'ın kaç pençe
darbesiyle bir karatavuğu n varlığı na son verebileceği n i öğre n mek
olmasına karşın . . .
"Tıpkı n alct teyzene ben ziyor . . . O n u n da büyüdüğü nde boyu
bir kırktı . Kad ı n ın yüzerken iilmüş olmasına şaşmamalı. Hem de
:!det dönem inde! Üstelik soğuk mu soğuk Bohinj Gölü'nde! Bana
ka zayla olduğu nu söyleme sakı n . Kadın canından bezmişti . . . " di
yor a n nem babama. Kısa bacaklarım kon usunda endişelendiğini
mi, yoksa hata nın başkasında; örneğin ben doğm adan neredeyse
bir yıl önce ölen halamda olmasına sevindiği n i mi belli etmeden
söylüyor bunu.
Alışılmadık bir şekilde, baba m şimdiden eve dönmüş. Ç ü n kü
Donova n'ın sokağı ndaki bütün bira haneleri ka patmışlar. Ya nında
içki a rkadaşlarını da getirmiş. B u ona cesaret veriyor. Çokluktan
güç doğar. Annemin bir arkadaşına ka rşılık, baba m ı n yirmi yıl önce
bir tür ü niversiteden neredeyse mezun olmasından bu yana ona
hayra n olan hemen hemen aklıbaşında üç içkı a rka daşı var. Babam
çoook a kıllı biri. Ne yazık ki m a n i k depn:si f ve Korzak sendromlu.
1 23
Ancık bu gece babam cesaretl i . Annem i n onu ca nından bezdi
ren bir a rkada§ı ııa kar§ı lık, kendisinin üç içki a rkada§ı var etrafta!
R i r de babamın haklı olara k kendisini destekleyeceği n i varsaydığı
ben ve Donova n . Ö ce ya ndan, ben ve kedi haklı olarak, onun man
tıklı davra nacağını, can sıkıntısıyla esneyerek a n nem i n baca kları nın
içinden (baca kla rı n ı n a rası ndan değil tabii ki) geçerek güven li yata
ğına doğru yürüyeceği n i varsayıyoruz. Sahne babamın muzaHera ne
çıkı§ı için tamamen hazır; böylece rol yaparak, geride kalan azıcık
onurunu koruyacak. En azından onun yerinde olsaydı Donovan'ın
yapacağı §ey buydu: Utanç verici bir du rumdan sıyrılmak.
Şu ݧe bak. İ nsanlar her zaman her §eyi berbat etmek zorunda
sanki. Kadın dırdı r ediyor. Yi ne de masan ı n üstüne açılmamı§ bir
§naps §İ§eSİ koyuyor. Biiylece baba mın arkada§ları ma ntıklı dav
ra n mayı bırakıp aptalca sı rıtmaya ba§l ıyorlar. Donovan bana göz
kırp a ra k İnsan ırkına güve n i lemeyeceğini beli rtiyor, daha sonra
olacakları din lerken ba§ımı dayamam için de bana kayısı rengi kür
künü ödünç veriyor. Daha sonra olanlar ben im anlayı§ımı a§ıyor,
ama Donova n 'dan açıklık getirmesini İstediğimde, yal nızca ba§ını
sallayıp şöyle diyor:
"Büyüdüğünde an larsın."
Bu a rada, babam ve diğer Korzak kardqler benim vücudumla
i lgi li ayrıntılı bir sohbete giriyorlar.
"Zehi r küçü k §i§eler içi nde gel i r," diyor birisi, içine zehir a lıyor
mu§ gibi bir el h areketi yaparak. Kafam ka rı§ıyor. Kendimi zehir
leyecek olsam, a rsen i k ya da herha ngi bir zehri boğazımdan apğı
tıkardım, pa ntolonumun ferm uarından içeri deği l.
Babam bo§ bo§ gülümsüyor. Annem tava uzu n süre önce yan
mamı§ ol saydı orada kıza rtacağı §eye dikiyor gözlerini.
"Bacakların en öneml i ya nı," diyor bir a rkacla§ı, §naps dolu bir
kadehe güvenle demir atmı§ vaziyette, "yere kadar eri §meleridir."
"Ya da yukarıdaki §eye . . . " diye ekliyor diğer Korzak kardq ima
l ı bir §ekilde ve kı kırdıyor.
1 24
"Ya da etrafina," diyor gizeml i b i r §ekilde üçüncüsü ve Ta n rı'y;ı
şükür son uncusu. Hiç de açık olmayan yor u m u kah kahalarla kar
şılanıyor. An nem kavrulmu§ tavayı birisinin ka fasına tirlatmay<ı
n iyetliymiş gibi sallıyor. Şimdiye kadar herha ngi bir mantı klı kedi
çokta n bıkmı§ olur<l u. Hayatlarının bir <löneminde bir çqit ün iver
siteden mezun olmalarına ra m a k ka lını§ Korzak kardqlerse bıkmış
deği l.
Ardından sanat tarihini ele a lıyorlar. Baba mın öğrencilik yılla
rından kalma, önemli görünen tabloların reprod ü ksiyon larını içe
ren deri ka plı yığı nla kitap sayesi nde, hiç değilse bunu takip ede
biliyoru m. Ama her nedense hala benden söz ettikleri izlen imini
ediniyorum.
"Toulouse-La utrec," diyor babam, bir uzman edasıyla.
"Ne sanatçıydı ama!" diyo r, baba mın ba hsettiği kişi hakkında
en azın<lan bir fi kir sahibi olan iki n u ma ralı Korzak.
"Bütün o fahi§elerin resmi n i yapını§," diye ekliyor, i ki numaray
la telepatik bir an la§ması bulunan üç numara l ı Korzak.
"Şeye rağmen . . . " diyor babam, bir seksen boyundaki panto
lonunu ipret ederek; Donova n pa ntolonu siyah esnek <ludağının
kendine özgü bir biçimde kıvrık kö§esiyle inceliyor. Küçü k bir alay
cı aslan gibi . . . Baba mın i fadesi hakkın<la fikir sahibi ol mad ığı, ama
pantolonun iğrenç kokuyor olmasının onu fona halde rahatsız etti
ği sonucunu çıka rıyorum.
"Şü phesiz birçoğunu becerm iştir," <liye yor u mda bulun uyor To
ulouse-Lautrcc'in kim olduğundan tamamen habersiz <lört numa
ralı Korzak, ama onun sağlıklı, ayağı yere basa n çıka rsaması, sanat
ne zaman gün<leme geli rse gelsin, mutlaka müstehcen bir §eyler
içerdiği yolunda.
''.Ah, evet," diye on aylıyor Korza k kar<lqler hevesle.
·'Şeye rağme n . . . <liyor babam, kendinden mem nun bir halde
pantolon unu okpyarak.
Donovan aniden doğru luyor. Ö n pençelerini m uşa rıılıa ı l i i �l·
meye gömüp, a rka bacaklarıyla gi<lebildi kleri kadar gerıvc ı l ı ıg ı 1 1
l .' 'I
yü rümeye ba�lıyor ön bacaklarını kıpırdatmadan. Bu kedi bir viya
d ü kü andı rıyor. Bir viyadük kurarken d e fü tursuzca esniyor.
"Gidelim, diyor.
"Nereye � ·· diye soruyor u m, p§ıra rak.
Nazik, acıyan gözlerle ba kıyor bana. "Ne demek nereye? Dı§arı.
Dıprısı ka ranlık. Kokuyor. Koku ların nereden geldiği ni öğren meye
çalı§mak öyle eğlenceli ki. Ü stünde yürüdüğün çite burnunu yak
l a§tırmazsan, hiç öğrenemezsin. Ren klerse yal n ı zca siyah, beyaz ve
mavi, öyle güzel ki ... Cırcır böcekleri ötüyor ama bu seni kandır
masın -küçük §eyta nlar yakalanmayacak kadar hızlıdır- ama ger
çekten p ns lıysan kocaman, tombul, al ınga n bır fareye rastlayabilir
sin. Çitin üstünde bıra ktığı koku seni ona götürecektir. İ nan bana,
yapman gereken tek §ey çite tırmanmak, gerisi kendiliği nden gelir."
Ü st dudağını yalıyor ve pençesini atıp mupmbada bir yarık açıyor,
bunu gören annemse gözya§larına boğuluyor.
''Ama Don ovan," diyorum heyecan ve özlem ka rı§ımı bir i fadey
le, ''ben bir çitin üstünde dengemi bulamam ki."
Apğı layıcı bir bakı§ atıyor bana. "Hiç denemediğine göre," diye
miyavlıyor soğu kça , "nereden biliyorsun bunu � "
B u a rada gündüzleri oku la gitmeyi sürdü rüyord um ve hiç ol
madığım kadar hipera ktifı:im. Annemle babam da beni ne yapa
c;ıklarını bilemediklerinden l iseye yazdırdılar ve ün iversitede ne
okuyacağı m kon usundaki kararı bana bıraktı l a r. Bu poy posla (kısa
bacaklarımı hatırl ıyorsunuz, değil m i ? ) orman müh endisi olmam
imkansızdı; diğer ü niversiteler çok fazla çalı§ma gerektiriyord u, bu
da uykuyla geçi rd iğim zamanı -on altı saate ihtiyacım olduğunu
a n ı msıyor olmalısınız- kısıtlayacaktı. Böylelikle geriye ka lan tek
seçenek, sanatla ilgili herha ngi bir §eydi.
İ §te o zaman, biri leri nin bir ara, bir yerlerde ''Tou louse-La u trec"
dediği ni a n ımsadım. İ yi ya, diye dü§ündüm, öyle olsu n. Kı rmızı bir
daire içi nde kırmızı ba§ ha rflerle adımı i mzala mayı öğrendim ve
§İ§man annemin iç çama§ırlarıyla bir portresini çizdim; son seksen
yıl içi nde onu iç çama§ırla rı yla görme tirsatını bulan birine görüne-
1 26
ceği şeki lde. Diğer tü m açı lardan tarzım hiç de orijinal, özel ya da
olağa n üstü olmadığı ndan, sanat a kadem isi nde her zaman yetenek
li, özgü n genç rakip lere karşı teya kkuz halinde olan protcsörlerim
beni kabullenmekte sorun ya pmadı lar. İ şler yolundaydı.
Ne ki, her şey o kada r iyi gitmiyordu, çünkü babam Korzak
sendromu yüzü nden Polje'deki a kıl hastanesine a l ı nmış, te k vesa
yet an neme verilmiş, bu da geleceğim konusunda onun karar ver
mesini m ü m kün kılmıştı. Ü stelik en başından beri kalbinde h u ku k
stajyerliği oku l u yatıyord u. "Böyle b i r eğitimle," demişti, "en azın
dan kendini geçindirebilirs i n . "
Çocuklarımı geçindirmemin sözü bile edilm iyordu, ç ü n kü ço
cuk sahibi olm;:ıyacağım kon usunda dile geti rilmeyen bir anlaşma
vardı: Yetişkin bir kadındım ve boyum bir kı rkın üzerinde deği ldi.
Adet dönemime girdiğimde bunu an nemden gizlemek zoru nd;:ıy
dım, a ksi ta kdirde soğu k suyla dolu bir kü vetin bulunduğu ba nyo
nun ;:ınaht;:ı rını benden saklıyordu. Her kedi gibi temiz p;:ık olmayı
sevdiğimden, o anahtar için amansızca savaşıyordum. Bununla
birlikte, küvetin üstünde asılı duran aynayl;:ı o kadar ilgilenm iyor
dum, gerçi oradaki görün tü hepten itici değildi -üçgen bir yüz,
geniş bir alın, koc;:ıman kehribar gözler, küçük çene ve canlı bir
ağız- ama a n nem asb bir erkeğim olmayacağı n ı buyurduğundan
mesele kap;:ı n mıştı. An nemi n görüşleri ruhs;:ıl tClci nden ötürü ne
kadar bulanık ol urs;:ı olsun, her şeye uy;:ın at;:ı letim nedeniyle her
zam;:ın eninde sonunda kabul ediyordum.
Onu mutlu etmek için hukuk st;:ıjyerliği okuluna bir göz atmaya
gıttım.
Koridorl ar dardı, ked ilerin nefret ettiği neon ışığıyla aydınlatı
lıyordu ve s ;:ı n ki şüpheli bir koku sinm işti her yere. Çok geçmeden
nedenini anladı m : Öğrenci leri i l k kez gördüğümde, bir Doberııı ;ırı ,
Kaniş ve İ spanyol Cocker ka ncıkları sürüsü içi nde dolaştığı m ı ı l ii
şündüm. Ancak daha yakından bakınca fa rk ettim kız olıl u k L ı rı ı ı ı
Kuyruklarını s;:ıll ıyor, itişip kakışıyor, birbirine s ü rti.i n iiyor \T l l l ' V I '
c a n l a ciyak ciyak bağırıyorlardı. Dilleri dıprı sa rkıyor v e ı w / . 1 1 1 1 . 1 1 1
I .' 1
bir erkek köpek yaklaşsa salyaları a kıyordu . İ çlerinden biri derste
aldığı notları titizlikle saklıyordu. Öteki ler, sah ipleri kıskançlık
la üstlerine çökerken havayı koklu yor, davetsiz misafirlere ötkeyle
havlıyordu. Ad ına sınav denen, köpeklere değer biçme zamanıydı.
Proksör olara k da bilinen y;ırgıç içlerinden birini odasına çağı r
dığında, kız sessizce sızlan ıyor, aşı olmak üzereymiş gibi i ki yanı
kabarıyor ve onu yakasından tu tup sürükkdikleri nde bacakları mu
şamba zemin üzerinde kayıyordu. Kız bu durumu atlatı rsa ötekiler
çevresinde toplaşıp takdirle sırtı n ı sıvazlıyor, sevinç çığlıkları atara k
terbiyesizce hoplayıp zıplıyordu.
Eve döndüm ve anneme yardımcı huku k stajyerliğin i şu malum
yerine sokm asını söyled im, valizimi topladım ve vakur bir edayla
onun ya rdımı olmadan sanal akademisinde okuyabi leceği mi açık
ladım. Donovan 'ın veda edecek zamanı yoktu. Komşu bir erkek
kediyle, Donovan'ın mama kabından fü tursuzca tıkınan .cılız bir
Siyam ked isi yüzünden bir ölüm-kalım savaşına girişmişti.
Sanal a kademisi nde Donovan gibi kokan ve cesaretim i n ya nı
sıra ken disine bell i belirsiz Toulouse-Laulrec'i a n ı msatıyor olmam
dan da hoşlandığı n ı söyleyen tüylü bir öğrenciyle tanıştım. B i rlikte
Ljubljanica Nehri kıyısında bir çatı stüdyosu kiraladık. Onu sevmi
yor ama canı gön ülden katlan ıyordum, çünkü birlikte geçirdiğimiz
gecelerden sonra kendimi her zamankinden daha a z gergin hisse
diyor ve en sonunda bana da birisi m i ras ka ldığı için çok sevi niyor
dum.
Açlıktan ölüyorduk.
Aç old uğu n uzda üzül meseniz de (açl ı k üzüntü ye yer bırakmaz)
için izden ağlamak geliyor, aynı anda bir başkasının ağlayıp sızlanı
�ını seyrediyor ve bu yü zden ondan tiksiniyormuşçasına, kendinizi
lıclli bir mesafoden gözlem liyorsu nuz. Kendinizden nefret ediyor
" ı n ı ı z. Çevrenizdeki herkesten nefret ediyorsunuz. Karnı dolu olan
ı i"ı ı ı ı ı ıı s:ı n ları öld ü rmek istiyorsunuz. İ çinizden bir devri me öndcr-
1 ı L v . ı p ı ı ı ; ı k geliyor, bir şeyleri deği ştirmek için değil de, öldü rme
ı ı ı l ı , . 1 1 1 1 1 . 1 ' ; ı l ı ip olmak için. Bir tabancayla deği l, bıça kla; parmakla-
1 'S
rınızın a rasında sıcak yapı§ yapı§ ka n ı h issedebilmek için çıplak
ellerinizle. Evet, öld ü rebil irsi niz, ama §U anda bir transistörlü rad
yoyu bile açamayacak kadar atıl durumdasınız. Radyo sizi çıldır
tıyor. Ondan nefret ediyorsun u z. Sabah kahvaltı ettiği için siyaset
yorumcusu n u n sesinden nefret ediyorsu n uz. Açlıktan ölen Etiyop
ya halkından tiksiniyorsu nuz, çünkü onlar da sizin kadar iğrenç
koka n, duygusuz, ka rmaka rı§ık saçları olan yapı§kan bir yığı n.
Doğal olarak, resim yapam ıyorsunuz, çünkü sefa letin en iyi sanatı
doğurduğu yolundaki yaygın inançta bir nebze bile hakikat payı
yok. Resim yapa mayı§ınızı pek u m u rsam ıyorsunuz. Eri§im alanı
nızın dı§ında olduğu için tablolardan ve güzel olan her §eyden net:.
ret ediyorsunuz. Oysa ressam Utrillo'nun en iyi eseri size verilse,
gözünüzü bile kırpmazdınız. Artık ne istediği nizi bilem iyorsunuz.
Pencereden bakıldığında ho§ bir manzara var. Görüntüden nefret
ediyorsunuz, manzaradan söz ettiği için birlikte ya§adığı n ı z ki§iden
de nefret ediyorsunuz.
Güvercinler uçup gidiyor. Güvercin ler dik bir çatıya yuva yapı
yor.
"Nereye gidiyorsu n ? " diye soruyor tüylü erkeğim. İç i bo§ bir §e
kilde, ilgisizce, çünkü ka rnı aç.
İ çimde bir §ey gev§ek bir yelken gibi titriyor. Burun deliklerimin
iç indeki zar yanıyor ve dudaklarım §i§iyor sanki . Kan basıncıyla
zonkluyorlar. Tırnaklarımın al tı ka§ınıyor. Çevremdeki qyaların
an ahatları bir pala kadar keskin ve renkler yağmu r sonrası yaz gece
leri kadar tertemiz. Ansızın bir nqe dalgası ve tüylü erkeğime kar§ı
müthi§ bir sevgi duyuyorum. İ çimde güç ve §ehvet h issediyoru m ,
yatağın gideremeyeceği b i r §ehvet.
Bir sıçrayı§ta pencere pervazı nın kenarına u la§arak parmakla
rımla sıkıca tutuyorum. Parmaklarımdaki incecik, çelik gibı ka s
l a n hissediyorum v e bu kadar u z u n v e esnek olmala rı bana kl"yıl
veriyor. Kendimi ellerimin üstünde yukarı çekiyor, omuı.la rı ı ııl.ı
pencere kanadını itip açıyor ve dar a ralıktan yılan gibi �ıi ı ı i l ı iyı ı
rum. Çatıya tırmanıyorum. Rengi turuncu. Tu rıııırııvıı " · vı·ı 1 1 1 1
' ·"'
Çömelerek, kiremi tlerin üzerinde saçağa doğru koşuyorum. Kar
şımda şişman, incimsi kurşuni renkte bir güvercin var. Aşırı gergin
kollarımı kiremitlere bastırıyor, sırtımı yay gibi büküyor, midemi
ve leğen kemiğimi sıcak çatıya yapıştırıyorum. Sıcaklığı severi m.
Midem ve leğen kemiğim kiremitlerin sıcaklığın ı içiyor. Aya klarımı
büküp parmaklarımı kıvırıyorum. Ozon ve yasemin kokan rüzgar
sağ yönden esiyor. Güvercin beni fa rk etmedi. Rüzgarı kokluyorum
ve hareketlerimi hiç düşünmeden kend imi kuşu n üstünde bu luyo
rum. On parmağımla onun kabarık göğsüne yapışıyor, tırnaklarımı
yumuşak etine gömüyor ve ph damarından ısırıyoru m . Tatlı kan
seğirmeler halinde tişkırıyor, çenemden aşağı inip bluzuma ve gö
ğüslerime daml ıyor. Yine de avımı bıra km ıyorum. Çatının üstü n
de sere serpe yatıp gevşiyoru m. Sonra da hoş bir yorgu n l u k içinde,
hafif ve ağır, pencereye doğru aşağı kayıp, dizlerimi kıvırmak zo
runda kalmadan baca klarımın üstünde yere d üşüyoru m. Güverci n i
dişlerimde tutuyorum. Kanatları boynumu gıdı klıyor. K a n l ı bluz
göğüslerime yapışıyor. Yiyecek. Tüylü erkeğim bakıyor. Onu sevi
yorum. Avı m ı onunla paylaşmak için getirdim. Kuşu ayaklarına
bırakıp topuklarımın üstüne otur uyoru m. Topuklarımın üstüne
oturup onu seyrediyoru m. Onunla sevişmek istiyorum. Göbeğimin
alt kısmı ılık ılık seğiriyor. Meme uçlarım bluzu mdaki kırm ızı le
kelerin altında kabarıyor.
E rkeğim ürküyor, gözleri n i kaç ırıyor, yum ruğu n u ağzına bastı
rıyor, ta rif edilemez bir tiksinmeyle, bir karabasandan yeni u yanmış
da hala nerede olduğun u bilmiyorm uşçasına etrafa bakın ıyor. Son
ra da sa n ki cehennemdeki tüm şeyta nlar taratindan kova lanıyor
ın uş gibi stüdyodan dışarı ti rlıyor.
Aşkta ve sanana yenilgiye uğra mış (ve aç) olarak, o sonbahar
ı._ ;ı ı ı nıd aki tüm kuşlar gicci kten sonra, Donova n'a ve a n neme dönü-
\'1 1 1 1 1 1 1 ) .
1 111
gösteriyor. Donovan yavrularını hiç u m u rsamıyor. Dünya n ı n ken
disi kadar ya§lı o. Son zamanlarda, annemin kı§ aylarında sobanın
üstü nde kuru ttuğu çama§ırları n üstüne yatmayı alı§kanlık edin mi§
ve yi yeceği nin de sobanın ka r§ısı n a kon ması gerekiyor. Polje Akıl
Hastanesi'nde, baba m kendini bir kapı tokmağına asını§.
Hala zaman zaman resim yapıyoru m .
Eserlerim değersiz. Ve ne z a m a n kendi kısır tuval leri mle y ü z
yüze gelmek zoru nda kalsam, kendimi sanki herkesin ön ü nde tek
melenmi§ gibi apğılanmı§ h issediyorum. Hiçbir i§e yara mıyoru m .
Resim lerimde eksik o l a n § e y öyle bariz bir biçimde eksik k i , kendini
somutla§tırmı§ ve beni mle onlar a rasında §eki lsiz bir gri heykel gibi
d u ruyor. Bacaklarımla ilgili bütün o fisıltılı kon u§malar; birli kte
olduğum ki§ilere ka r§ı her zaman hissettiğim küçümseme; a§k ha
yatımdaki bütün o ba§a rısızlıklar ve zaten hiç sevgilim olmayacağı
yolundaki bütün o uğursuz kehanetler; adet dönemim nedeniyle
yıka n mamın yasakla ndığı bütün o günler; asla unutulamayaca k bü
tün o açl ı k, babamın a rkasından tutulan bütün o kısa süreli matem,
anneme kaqı hissettiğim bütün o horgörü; bunların tümü kırılgan
kısırl ığımdan daha az korkunç. Kar§ımda büyüdükçe büyü yen ve
asılı kalan gri renkli biçimsiz heykelin bir parças ı haline geldi . . .
Yava§ yava§ a klımı yiti rdiğimi biliyorum.
Günlerimi tuvallcrim i n kar§ ısında tırnaklarımı törpüleyerek ge
çırıyorum.
Tı rna klarım zariftir. Tırnaklarımı severi m. Doğu§tan badem
biçimli, saydam ve sağlamdırlar. Artık onla rı iyice uzattım ve ı§ıl
dayan bir elmas törpüyle alacakaranl ığa kadar çalıprak saatler ge
çiriyorum (yaptığım i§i görmek için ı§ığa ih tiyacım yok). Bir bıçak
kadar sivri ve keskin olmalarını istiyorum. Onla rı saydam bir tırnak
ci lasıyla üç kat kapladı m ; buz gibi parlıyorla r. Sanki beni m trn iııı
den ve kanımdan gel i§memi§ (çatılara tırmanmayı bırakıığıııııLııı
beri tenim ve kanım artık bana zevk vermi yor) , usta kııyu ııır ı ı Lı ı v . ı
da belki silah yapımcıları tarafi ndan -süs olarak deği l, dalıa <;cık lw
nim onlara bakarak keyif almam ve hayran lığımd a n zevk d ı ı v ı ı ı . ı ı ı ı
1 il
için- parmaklarımın ucuna konmak üzere yapı lmışlar gibi geliyor
bana. Onları avuçlarımın sıcak etine gömüp yumruğu mu sıktıkça
hissettiğim acı ho§uma gidiyor. Tırnaklarımı gerçekten seviyorum.
Jilet gibi keskinler. Bir o kadar da verimli.
Etra fim tablolarla çevrili. Siyah, beyaz ve mavi renkte ve bu çok
güzel. Yi ne de bir §eyler eksik. Ben kısırım. Kendi yara rsızlığı mdan
duyduğum nefret kısır. Kısır nefretim büyüyerek bir hiddete dön ü
§Üyor. Ö ldürmek geliyor içimden ama ku§lar güneye uçtu.
Derken kasvetli bir a k§amüstü yatağı mdan fi rlayıp pençelerimi
uzatarak en yakın tuvalin üstüne atlıyoru m. Göğü slerimin a ltında
tuval bel veriyor (iyi gerilmi§; ben kötü bir ressa mım ama iyi bir el
i§çisiyim ) , ancak yırtılmıyor. Yi ne de tırnaklarımın dengi deği l. Sağ
kolumu ba§ımın üstüne kadar kaldırıp blçama doğru sallıyoru m.
Sol elimin parmaklarını kumap saplıyor, beden imin tüm ağırlığın ı
onları n üstüne veriyor ve gerisini yerçekiminin yapmasını bekliyo
rum. Tuval on yerinden yarıl ıyor ama hiila çerçeveye yapı§ı k. Ya
raların kenarları parça parça ya da delik dqik değil de, dezenfekte
edilmi§ gibi pürüzsüz ve tem iz. Gece boyunca on tabloyu daha
m ahvediyorum.
Ba§arıyı n ihayet yakaladım. Son eserimin elqtirilerini okurken,
burada birileri kafadan çatla k olmalı diye dü§ün üyorum. Tırnaklar
la delik dqik cdilmi§ tuvalleri elqtirmcnler §öyle yorumluyor: "Za
man ötesi bir a§kınlık içinde özgü n, bireyci bir izlenim a rayı§ındaki
bir sanat paradigması, d ı§arıdan çıka rsananları n i nce deneyiminin
d ahiyane i fadesi . " (Ya da içeriden çıka rsanan, ha ngisi ho§Un uza
giderse.) "Gerçek di§iliğin ve yumu§aklığın ironik deklarasyonu . "
( Ş u i§e bak!) "Toplumsal açıdan a ngaje b i r sanat. Feminist entelek
tüel devri m için bir çağrı. Kli§elerin kl asisist pre-determinasyon te
meli nde reddi." Ve en az yaratıcı olanları önümüzde yepyeni bir §ey
old uğu kon usunda emin bir i fadeyle ken dilerini tatmin ediyorlar.
1 kr gün üç-dört tuval boyayıp paramparça ediyorum . Anneme
l ı ı ı kii rk manto satın alıyorum. Donovan'ı bana yardım etmesi için
ı k ı ı ; ı c · ı ı ı ıcye ça lı§ıyorum. Çalı gibi kuyruğuyla i l k katmam boyayabi-
1 \ .'
lir -ki bu da, nereden bakarsanız bakın, tam da "ressamın isyanının
somutla§mış nesnesi "dir. Ama o, kendini kirletmeye yanaşmıyor.
Donovan kapının ka rşısında oturmuş, sabırla birisinin bir metre
uzunluğundaki beyaz ipeksi bıyıkları nın zarar görmeden geçebile
ceği kad a r açmasını bekliyor. Dört saattir orada. Kapıyı İterek açtı
ğımda tirlayıp acelesi varmış gibi geçiyor. Ama acelesi olan benim.
İ pek ve inciler içerisinde ilk retrospekti fim için ayrılıyorum. Başa
rı lı oldum. Ni hayet başardım. Donovan ve ben evi mizin önü ndeki
sokakta ka rşıdan ka rşıya geçmeyi bekliyoruz. Topuğu ma sürtü nü
yor ve asfalta adımını atıyor.
Ked inin bir gözü kör ve gelen kamyonu görmüyor. Çığlık atıp
m ua zzam bir sıçramayla onu geri çekmeye çalışıyorum. Çok geç.
Kamyonun beni havaya fı rlatmasından hemen önce, kucağımda
Donovan'la birlikte ön cama iniş yapıp bedenimin al tında onu pa
ramparça etmemden hemen önce, asl ında başarılı olmadığımı ve
hiçbir zaman ol mayacağımı fark ediyorum.
Kendime geldiğimde yumuşak ve sıcak, canlı bir şeyin içinde sa
rılıyım, süt kokan bir şey burnumu gıdıklıyor, beni tuhaf bir şekilde
defalarca hapşırtıyor. Üstü nde yattığım şey, bir çello teli gibi titriyor,
dostane bir deprem gibi kabarıyor. Gözlerimi açamıyorum ama beni
sarıp sarmalayan ka ranlıkta rahatladığımı ve gevşediğimi h issediyo
rum. Burnumun önündeki sütü mü içmeliyim, yoksa yine kestirmeli
miyim, karar verem iyorum; ama neye karar verirsem vereyim doğru
olacağından eminim. Güvendeyim. Uyku okşayan bir el gibi üstüme
inerken hayatımda ilk kez kend imi güvende hissediyorum.
B irisi nazikçe beni ensemden tutup kaldırırarak sırtüstü çevi
riyor ve yuvarlak ke na rlı bir şeyin içine yerleştiriyor; bu belki h ı r
beş i k, belki koca man çuku rlaşmış eller.
"Bu bir erkek," diyor bir çocuk sesi.
Aslında ben erkek değilim, elemek İstiyoru m ; ama u y ı ı ı ı ı a ı ı ı ;ı
izin veri ldiği sürece hunun hiç önemi yok. Bu evde gii nl li ı ı ı i i ı ı ı ' ı "
diğince uyuyabi leceğimi bir şekilde bi liyorum işte.
"Donova n koyacağım adını," diye karar veriyor ı.;on ı k .
1 "
Andrej E . Skubic
Andrej E. Skubic, 1 967'de Ljublja na'da doğdu. 1 990'dan bu ya na
Sloven edebiyat dergi lerinde öykü leri yayımlan ıyor. İlk romanı Greııkı
med (Acı Bal) l 990'<la yayımlandı ve 2000'de Kresnik En İyi Roman
Öclülü 'ne layık görüldü. ikinci romanı Fuziwki bluz ( Fuzin Rlues)
200 1 'de çıktı ve ertesi yıl Kresn i k Ödülü'ne aday gösterildi. Çekçe
ve Rusçaya çevrildi ve Slovenya Ulusal Tiyatrosu taratindan 200'i'te
1 \ı,
HER ŞEY YOLUNA GİRECEK
"Peki bunun üzerine büyü kbaba ne yaptı ? " diye soruyorum. Bir gö
zümle televizyon seyretmeye ça lışıyor u m ama beyhude. La na, bir
li kte yüzmeye giden b i r fare ve tavukla i lgili resimli bir kitap tutu
yor elinde. l'vfavi gözleri mera k dolu. Sol kulağı mın ta içine bakıyor.
Öyle mavi ve öyle ciddi ki bu gözler. Şaka ve kaça mak yanıtlar bir
suç. "Büyükbaba ne yapıyor ? " diye tekrar soruyorum, bi raz dalgın
bir i fadeyle. Heves deği l, katılım gerekli. Hem ana haberler çoktan
bitti. Büyükbaba da La na'nın bu öyküyle ilgili yorumunu duymaya
pek hevesli deği l, oysa bu yoru m onun hayal güc ünde belli bir ilerle
me olduğu nun işareti. Resimli kitap h a kkındaki açıklamasına göre,
ben küçük havuzu şişiren fareyim, Lana da havuzu suyla dolduran
tavuk. Resimli kitaptaki farenin -hiçbirine sahip ol madığım- koca
man bir burnu, bıyığı ve mor gömleğine ek olara k, bir de kuyruğu
nun olması, biraz ka fasını karıştı rıyor. Ama çok deği l. Hatta ben im,
ya ni '"da-da"sın ı n da aslmda bir kuyruğu olduğu nda ısrarcı; sadece
henüz onu nasıl bulacağını bil miyor. Ama bu önemsiz bir sorun.
Bazen diğer insanların evrendeki yerlerini nasıl bulduklarını merak
ediyorum. Hiç emin değilim. La na'nın gözünde ben gerçek olanın,
zaman içi nde bozulmuş mu hteşem bir türün, ya ni ataları m ızın sa
h i p old u kları, havada ha rika bir biçi mde kıvrılabilen etkileyici bir
kuyruğu da içeren tüm gerekli aksesuarlarla birlikte tam da olması
gerektiği gibi olan, da-da-izmin esas ve sahici doğasına sahip mii
kemmcl "da-da"nın bir tür acınacak kopyasıyım herhalde. Laııa 'yı
bisikletimle gezdi rirken, saklı dura n uzun orga nı bulma u ı ı ı u d ı ı y l . ı
tişörtüm ü kaldırıp parmağını kuyruksokumumda dola �tırııı;ıya l ı.ı
yılıyor. '"Çi ki bum bu m ! " diye bağırıyor zafer ka zanmı�ı.;; ı s ı ı ı ; ı . 1 l.ı
vuz dolduğu nda, üstünde koca man bir bornoz o l a ıı ( ; ; ı s p . ı ı ;ıd l ı l ı l
giriyor sahneye ve kendini suya atıyor; böylece m : b rl'Vl' \'ı· ı k . ı l ı vı ı ı ,
1 "
ne de tavuğa. Bu, öykün ü n çarpıcı doruk noktası. Bana öyle geliyor
ki, büyü kbaba nın sinirine dokunan da öykü nün bu bölü müyle ilgili
La na'nın yorumu oluyor. Büyükbabanın niyefil olması gereksin ki 1
Öyküde çok daha ilgi nç hayva nlar var. Aslan fi lan olmak zorunda
değildi -abartmayı sevmezdi- ama dcveku§ları ve porsukla r var . . .
"Bum b u m ! "
La na kendini kıçüstü havuza a tarak h e r tarafa su sıçratıyor. B u
kaplıca larda böyle yüzmen i n c a n ı cehenneme. B u n u n emekli lere
bile ne yararı var, anlamıyorum. Ne buluyorlar buralard a ? Yız ay
larını bir yana bırak, hele kışın ?
Burada bir insan sürüsü var. Herkes neredeyse otuz derecelik
bulanık bir su birikintisinde dolanıp duru yor. Ta mamen gev§em iş
görü nüyor ve meselenin bundan iba ret olduğu, dı§arısı sıcakken
biraz ıslanmamn normal olduğu izlenimi veriyorla r. Sıcağa daha
kolay katlanabileceği niz izlenimi ... Anladığım kadarıyla hava sıcak
olduğunda ıslanmak, serinlemek anlamına geliyor, ya da bunun gibi
bir §ey.
Toprak ananın bağrından, yaz ortasında sıcak suyun içinde ıs
lanmalarını buyuran bir zeka düzeyi ne ula§mı§ yüzlerce terli homo
sapiens'in üstüne fݧkıran ı l ı k bir su . . . Ne anlamı var ki bunu n ?
Yi ne d e onlarla birlikte buradayım i§te, çoc u k havuzunda karın üstü
yatıyorum. Dirsekleri me yaslanıyoru m ve ıslak atkuyruğum boğa r
casına boyn u ma dolanıyor. Ne lüks.
Lana meseleyi ça kıyor. Yı l ı n en sıcak ayında sıcak su onun için
sorun deği l; su, sudur. Mavimtırak su ka natları ışıl ı§ıl. Ağzı kulak
larında sırıtara k, çenesini yuka rı ve öne uzatıyor. K.lara havuzun
karşı tarafi nda yüzüstü yatını§, La na 'ya gülümsüyor. Kim gü l ümse
mez ki ? Karnımda neden bu kadar baskı hissettiğim i bilmiyor um.
ı ıs
yıldırım düşse, gerçek, hatta tehlikeli bir görüntü ol u rdu . Birileri
kaplıcanın yüzme havuzunda elektrik çarpmasıyla ölmü§ müdür
h i ç ? Ya binlerce terli müdavi min hepsi birden ? Büyük bir olay olur
du doğrusu.
D ıp rıda boğuk bir gümbü rtü var. Lana ü rkerek koltuğun sı rtı
na dayal ı omzundan yuka rıya, sonra da bana bakıyor. Üstümüzde,
gökyüzünde gümbürtü sürüp gidiyor: Yeterince uzakta olduğun
dan, yankılar dıprıya, yüzlerce metre dışarıya doğru savrul uyo r.
La na'nın yüzü nde beklenti dolu bir bakı§ var. Da-da ?
"Gökgü rü lti.isü mü bu � -· d iyorum. Kafamı hafifÇe çeviriyor um;
tüm bedenimi çevirmek gelmiyor içimden. Evet, fi rtı na yaklaşıyor.
Yava§ yava§ a kp m oluyo r, ama orta l ı k norm a l zamanlara göre daha
ka ranlık. Evin bizim bulunduğu muz tarafindan o kadar fazla bulut
görülmez. Herhalde tam üstü m i.izde, §İmd iden hayli kararını§ olan
binanın çatısının üstü ndeler. Pencerenin kar§ısında kara ran hava
neta meli değil , yalnızca biraz hüzünlü görünüyor.
"Eveeet," diyor Lana.
D ıp rıda hafifbir rüzgarın h a reketlendirdiği yapraklar titrqiyor.
La n a bana bakıyor ve adeta gü lümsüyor.
Beceriksiz bir elle, ka rahindiba sapını koparıyor ve bana arsızca
bir bakı§ atıyor. B i r çayırın hemen kenarındaki uzun otla rı n ara
sında du ruyoruz. Klara yakla§ık otuz metre uzakta, çantamızla
kamera mızın ve yiyeceklerimizin bulunduğu peykenin yan ında,
biraz daha yüksek bir yerde duruyor. Ho§ bir ikindi vakti. O kadar
yüksekte olmasak da, ma nzara enfes. Bir ta ra fta Nazarje, Bona olı
D reti, Nova Stifta'ya kadar her yeri, diğer ta raftaysa kesif Roboııov
Kot Dağı ' n ı görebiliyoruz. Bira z daha aşağıda, yaklaşık üç yüz l l ll' l
r e uzakta b i r ev seçi lebi liyor; büyük bir çiftlik evi, b i r çqit kırd
turizm bölgesi burası. Güzel bir ortam, ancak daha fazla a l ı ya ı ı ı v a
ihtiyacı var sanki. Ö rneğin çocu kla r için bir oyun alanı y o k . l \ ıı ı. . ı
manlar bu tür şeyleri dü§ünmezdim. Arkamızdaki orıı ı a ı ı l ı ı ı ı •. 1 1 1, a
p u s l u , gökyüzüyse gri bir perde . . . Hava da biraz �c r ı ı ı l "' l ı . ı ı ı ı k ,
aslında iyi de oldu. Yeterince sıcak görd ü k. La rıa ı �: ı ı ı l ıi 'ı \' l n ı ı ı l ı - . ı l
1 ,,,
"Aaaayyy ' " Çıplak bacağı mı karahi ndiba sapıyla gıdıklıyor. Ken
dimi biraz a ptal gibi hissetsem de u m utlanmaya ba§l ıyoru m: benim
rol ü m bu işte; böyle §eylere alışmak. Buna saygı duyuyorum. Lana
beni gıdıkl ıyor. Lana "da-da"yı gıdıklıyor. Lana ağzı ku l a kl a rına
vara rak gü l ümsüyor. La na'nın keyfi yeri nde. Tu haf ama ona baktı
ğımda, mutlu luğuna rağmen bakı§ı a l ı§ılmadık bir biçimde don uk
mu§ gibi geliyor bana. Ku§ku uyandıracak kadar donuk.
"Komik mi ? " diye sorup, ba§ımı biraz daha çevi riyorum. Evet,
esmeye ba§ladı: kesi n l ikle bir firtı n a gel iyor. ''Evet," diyor La na ve
resim l i kitabı yere bırakıyor. 'ı'<ıva§ça doğru lup ka nepenin sırtına
tutu nuyor ve dıprıya bakıyor. Ani bir rüzga rla ağaç yaprakları ür
periyor; pencere ka palı ama a kçaağaçların hı§ırtısı neredeyse hisse
dilebiliyor. Aslında bunun ya lnızca §iirsel bir yanılsama olduğun
dan eminim, çünkü pencereler yeni, p lastik ve bu tür yabani doğal
sesler içeri giremesi n diye bq kez macunlanmı§. Lana yapraklara
CO§kuyla bakıyor.
"Da-da!" diye bağı rıyor, salınan dalların içinde dönüşümlü ola
rak açığa çıkan yaprakların gü ınü§i alt ya nını ipret ederek.
"Ne var, La na ? " diyerek, siyahlık gökyüzü n ü ka plamı§ mı, yoksa
bulutların dağılması i h timali hala var mı diye yukarı bakıyorum.
"Aa," diyor Lana ka rarsız bir §eki ide.
"Bana bir §ey mi söylemek istiyorsu n ? " Her za manki gibi, bu
soru nun a rdından kısa bir sessizlik oluyor. Lana kanepenin sırtına
sarılıp dıprıya bir göz atıyor.
"Eveeet," diyor bir süre sonra.
Onu yandan izliyorum. B u tuhaf yarı karanlıkta seçil mesi hala
epey kolay olan dü§ü nceli bir p rofili var.
"Baban da sana bir §CY söylemek istiyor,"' diyoru m. Bana doğru
dönüyor, gü lümsüyor, sonra eği l iyor. Küçük sıcak parmak uçları
yüzümü tutuyor. Yüzümü yanakları na, neredeyse ağzına bastırıyor.
Yum upcık minik dudaklar. Dü nyadaki en yumupk dudaklar.
"Sana bir yapra k kopa rmamı ister misi n ? " diye soruyorum.
1 40
Lan a suyu n içinde güçlü adımlarla yürüyor. Ya da daha doğ
rusu, adıml arı güçlü izlenimi veriyor, çünkü sağda solda çalım
satar gibi yü rü rken, aslında sürekli düşmen i n sınırında dolanıyor.
Tü m yüzüyle gü lümsüyor. Aç ı k mavi bornozu üstünden gevşek
çe sarkıyor. Derken gülümsemesi bir an katılaşıyor, gözleri dalıyor
ve adımları bir an kararsız bir hal alıyor. Yal n ızca bir an, ama bu
midemi sıkıştırmaya yetiyor. Sonra derin kısmı n sınırında durarak
tekrar gül ümsüyor ve i lerliyor. K.J ara ve ben birbirim ize bakıyoruz.
İ kimiz de tam olara k aynı şeyi düşün üyoruz. Hiç kuşku yok. De
neyi m lerimiz öyle ortak ve öyle yıpratıcı ki . . . B irimizin başka bir
şey düşünmesi mümkün değil. Ama her şey yolunda. Yalnızca bir
saniye sürdü ve biz böyle san iyelere alışkınız. Onlarla yaşamak so
r u n değil. Sıcak su her yere sıçrıyor. Belki de çok sıcak; işte bu sorun
olabilir. Lana çok sıcağa gelemez. Çok fazla sıcak bir felaket olur,
berbat bir felaket.
"Yaaa,'' diye şarkı söylüyor. G ü lmek zorunda kalıyorum. Pence
reni n a ltındaki yapraklar daha da güçlü esintilere kapılmış titriyor.
Aşağı sokakta, küçük toz girdapları asfaltta oraya buraya sürükle
niyor. Belki de dolu yağacak; koşullar çok uygun. Kla ra şehirde.
Arabayı nereye park ettiğini Ta nrı bilir. Yine kaporta nın her tarati
içeri göçecek. Daha önce de yaşa m ıştık bunu.
"Lana,'' diyorum, "Baban sana yaprak koparamıyor. Çok uzak-
ta."
Lana ayağa kalkıyor ve biraz şaşkın görü nüyor. Mavi gözleri
sanki neden ona en başından öneride bulu nduğumu soruyor. [ );ı
da, beni böyle ka ndırmayacağın konusunda anlaşmıştık.
" Baba yaprağa uzanırsa sokağa düşer,'' diyorum, paçayı ' ı yıı
mak için.
Yine o sorgu layıcı bakış.
"Baam," diye açıklamaya çalışıyorum daha anla�ılır l ı ı r l ı u , ı ı ı ıdt"
Lana kolunu kanepenin sırtın a dayayarak gü lüııısiiyo ı. < ; ı l lıl ııı"·
me ka tılaşıyor, kanepenin sırtındaki el ge riliyor vı· ı l ır " · '- 1 1 1 1 1 1·1 1 1
1 ·1 1
Ö nce bakışı, sonra tüm yüzü birden sağa kayıyor. O anda anl ıyo
rum.
La na çıplak bacaklarımı karahi ndiba sapıyla gıdıkla rken yü zii
alabildiğine gizemli. Gülü mseyerek beni izliyor ama sa n ki beni
görmüyor. Gözleri bulunduğum yerin bir milim soluna sabitlenmiş
gibi. Şu anda durduğum yerden belki de on santim uzağa oda k
lan ıyor. Ama o gülü msemeyi ve didiklenmiş ka rahindiba çiçeği ni
bana doğru ti rlatmayı sü rdü rüyor. Ne düşü neceği mi bilemiyorum.
Ö yle mutlu ki. Daha önce hiç böyle olmamıştı. Yere çömeliyorum.
Bana ba kıyor ama beni görmüyor. Gülü mseyişı de zayıflıyor. Göz
leri ciddi, dalgın.
''Lana," diyorum, "babaya bakabilir misi n � "
"Hayır," diyor düşünceli bir tavırla. J-L"ila konuşuyor. İ nanılır
gibi deği l .
"Lana, kendini kötü mü hissediyorsun � ·· diye soruyorum. Bakışı
daha da s ağa kayıyor, ama hala ayakta duruyor, hala yanıt veriyor.
"Evet," diyor.
Devrilen bir ağaç gibi suya yuvarlanıyor. B u çok açık, ama s ıcak
suyun içinde ka rı nüstü yattığı m için hemen ka lkıp yardım edem i
yorum. Tıpkı koşmaya çalıştığınız ama koşamadığı n ız rüya larda
old uğu gibi. Kollarımı sal layarak ayağa ka lkmaya, suyu yara ra k ona
doğru atılmaya çalışıyorum. Çiçekli bonesiyle küçük kafası, kaplı
ca havuzunun minik dalgaları altında ördek gibi salınıyor. Ta n rı'ya
§ükür, başı arkaya kıvrılmış. Düşmeden önce, kol la rı dua edercesi
ne öne ve yukarıya uzanmıştı; §İmdi yatay durduğundan, kolları o
konumda katıla§ıp çenesini sudan çıkarmış. Arkadan bakıld ığı nda,
h a füÇe hareket ettiği görülebiliyor: bir yukarı, bir aşağı ; bir yukarı,
lı ır aşağı . . .
Birden kanepede öne atılıp onu kavrıyoru m . Kollarımda tu
ı ı ı vo r u m onu, ama bir türlü durduramıyorum: usul usul ağl ıyor,
� ı ı ı ı ı l ı ı l e n uzaklara çeki liyor. Her saniye ondan bir §eyler eksi İ tiyor.
) < ' ı v ı ı / i i ı ı ı l c onu durdurabilecek h içbir güç yok. Dudakları bükülü-
1 1 1 1 , l ı ı ı k i i �; i i k i n l e m e daha, son ra enerjisi tükeniyor. Gitti.
1 1 '
Kaygan zem inin izin verdiği kadar hızlı bir biçi mde ona doğru
atılıyorum. \ava§ çeki mdeyim s a n ki . Zaman -ve bu herhalde yal
nızca bir san iye meselesi- bütü n havuzun çevresi ne yayı lan sayı
sız parçaya böl ü nüyor gibi : memnun mesut suyun içinde yatan en
uzakta kilere, kafeteryada Coca -Cola içen ya da külahta dondurma
sını yal aya nlara, rahat ve sıcak şezlongla rda, havlu üstünde yatan
lara kadar. Harika. Onlar için sorun yok. Lana a rtık kucağı mda.
Koltuka ltlarından tutuyo ru m onu. Kaskatı kesilmiş, elleri ha ntal.
İ çindeki mekanizmanın bir parçası ta kı ld ığı ndan tekerleği durma
dan dönerek i lerletmeye çalıpn, ters dönmܧ bir oyu ncak gibi ya
vaşça yu karıya doğru itil iyor. Ama hiçbir yere gitmiyor. Artık onu
görmem bile gerekmiyor. Bi liyorum ki beyaz porselen gözlerle
dümdüz yuka rı bakıyor. Biliyorum, ç ü n kü avuçla rı mla destekle
diğim her i ki koltukaltı da tam anlamıyla aynı şeki lde titriyor; bu
ise beyninin her i ki yarıküresinin de §iddetle sarsı ldığı a n lamına
gel iyor. Küçük bacakları n ın hafifçe içe dönük, gergin ama güçsüz
olduğu n u biliyoru m . B ütün b u n la rı biliyorum, tıpkı Kla ra'nın §ez
longumuzun yan ı ndaki çanta m ıza doğru ko§tuğunu, gözlerinin
kocaman açık, ama adrenalinle yoğu nla§mı§ olduğunu bildiğim
gibi.
Onu kanepeye yatırdığımda, bir ceset gibi görünüyor. Gözleri
sağa dönmü§, ölü bir hayva n ı n gözleri gibi hareketsiz. Çok koyu
renkte, ba§ka bir yere sabitlen mişler. Ne gördüğü nü Tan rı bilir.
Bunu düşü nerek sık sık beynimi patlatıyorum. Bir zamanlar buna
ilahi hasta l ı k demelerine p§mamalı. Başladığında, beden sa nki
kendi nden geçmi§, ilahi varlık sanki tüm görkemiyle yavaş yav;ı�
ortaya çıkıyormU§ gibi gergi nlqiyor. Yüz gitgide morarıyor, alı d u .
dak yava§ yava§, neredeyse görülmez b i r biçimde kasılıyor, rıı ıııık
hareket ba§lıyor: yukarı-apğı, yuka rı -apğı. Belki de güçlii kuyrıı
ğuyla da-da'yı görüyordur. Bilmiyorum. Omuzlarından ı ı ı ı ı q ı o ı ı . ı
bakıyoru m .
"La n a ? " diyorum. "Lana ? "
1 1 1
Ona başka bir şey söylemek istiyorum ama nedir bilmiyorum;
yararlı olacak, duyabileceği bir şey. Titreyen sıcak omzu nu usu lca
öperken sakalımı batırsam da fark etmiyor: kendinden geçmiş. En
kötüsü gözleri; nereye ba kıyorlar, bilmiyorum. Onu kucakladığım
da, parmaklarım dosdoğru içinden geçiyor.
1 ·1 1
n a bir parça sıkıyorum. Son ra da onu ku tuyla birlikte masaya geri
atıyoru m . Elimde yalnızca plastik §İşe var. Şi§enin koni §eklindeki
boğazını çabucak yağlıyorum. Son ra küçük kapağı tutup çevirerek
kırıyoru m . Hazırız.
Lana'nın pantolonuyla altbezi ni a§ağı çekiyorum. Poposu koca
man altbezinin yanında öyle m i n i k görünüyor ki. Onu kavrayıp al
tını bir §ekilde düzelttiğimde, La na ürperiyor. Tuhaf §ey. Tamamen
bilin çsiz olduğuna yemi n edebilirdim, ama küç ü k bir parçası hala
burada sanki. B u rada ve ad ı n ı si iy k d i ğ i m de dinl iyor.
"Lana, La na," diyoru m . T ü p i i n u rn n u küçücük m a katından
içeri i ttiğimde, isıncesııw yine sarsılmaya ba§
kaç ı p u za kla � m a k
l ıyor. Ama kaça mıyor ç ii n kii s ı k ı � m ı � d u ru mda ve ba§ka yerde,
§U minik plastik tüpii içine i ı ı ı ı e k i i zeıc o l d u ğ u m bedeninin bu
l u nd uğu yerde değil. "Lana, d i y o r u m , " Balıa � i m d i s a ı ı a kend i n i
daha i y i h issetmen i ç i n ilaç verecek. Kc l i m d c r ı n i � c ya r a m a dığ ı
nı biliyorum. Açıklamanın h içbir §ey ifode eı m ed i ğ ı ı ı i l ıil i y o r u m .
M u h temelen a rtık burada olmadığı için direnm iyor, oysa az iincc
neredeyse buradaydı. Anca k §İmdi burada ol m a dı ğ ı kesin. Şimdi
d ü nyada en çok sevdiğim kݧİdcn geriye kala n tek §ey o n u n t i t reyen
kasları . . .
Tüpü yarı ya rıya itip bastırıyorum.
Yan ı m ızdaki j a kuzide üç ya§lı adam var. Yüzü bize dönü k ola
nın gözleri kapalı. Bu durum ne kadar sü recek? Çok uzun sürerse,
La na'nın ba§ı dertte demektir. Kla ra üstüne eğil iyor, ba§ını tutup
ku lağına fisıldıyor. La na bir elektrik devresine bağlan mı§çası n a sar
sılıyor. B i r m ililitre m idazalom aldı. Çok geçmeden etkisini göster
mesi gerekir. Eğer bq dakika i çi nde göstermezse, yarım doz daha
vereceğiz ve bu da i§e yaramazsa, ona yardım etmek için yapabi
leceğimiz h içbir §ey kalmayacak. Elimde tuttuğum ampul bir tel
parçası kadar sert geliyor. B u rada çok fazla su, çok fazla sıcak su
var. Böyle bir §eyin çok uzu n sü rmesi durumunda, beyne nöron la r
açısından tehl i keli olacak m i ktarda kalsiyum ve su girip, anıla rı
mıza v e bizi b i z yapan h e r §eye zarar verir. Çok fazla s u var. S u ,
l · l 'i
gluta matı serbest bırakıyor, bu da daha fazla kalsiyuma ka pı açıyor.
Nöron lar gitgide daha fazla ga leyana gelip zonkla maya başlıyor,
bütün o i yonlarla elektron ların ritmimle atarak, dü nya gezegeniyle
birl i kte dönen tüm bedenini sarsıyor. Bütün o ka lsiyu m ise daha
da fazla glutamatı serbest bırakıyor, kapılar açıldıkça açılıyor ve su
her yeri kaplıyor: daireyi, mobi lyaları, oyun alanını, albümdeki fo
toğrafları, da-da'nın bilgisayarı nı, oyuncakları. Çok uzun sürerse,
da-da ismini yok edecek. Ve son olara k, sanırım anne ismini de yok
edecek. Her şeyi yok edecek. Kurbağa Ö rdek'e koşacak, ama Ö r
dek'in evi çoktan sular altında olacak. Birlikte Domuz'a koşacaklar,
ama Domuz su basmış evinin çatı penceresinden dışa rı bakıyor ola
cak. Sonra hep birlikte seli n önünde koşaca kla r, ta ki evi bir tepede,
azgın sulara karşı koru naklı olan Tavşan'a ulaşı ncaya dek. O rada
bi rlikte yemek yiyecekkr. Tavpn'ın evinde ıspanakla havuç, elma
ve ekmek var, ama günün birinde sadece bir somun ekmeğinin kal
dığı n ı görecek ve kısa süre sonra o da bitmiş olacak.
Kanepe dizime batıyor. Lana'nın korkunç kara görü n üşü, koca
man açılmış gözkapakları, tamamen sağa kaymış bakışı yüzünden
büyük bir kısmı Samanyolu gibi bembeyaz görü nen gözleri, üstün
de de karanlık ve havasızlık . . . Evren onun gözleri gibi dön üyor:
Venüs, Jüpiter, asteroidler, gök cisimleri ve kara delikler. Hepsi bir
ya na kayıyor ve son ra ayrılıyor. Lana'yı seyrediyoru m : Elleri yavaş
ça titremeye başlıyor, sonra daha güçlü sarsılmalar geliyor. B u iyi
ye ipret olabi l i r, ya da olmayabilir. Titreme evresi genellikle uzun
sürmüyor. Ben ya lnızca onun yokluk halinde kalmayacağın ı u mu
yorum. Nöbetleri inanılmaz karmaşık, herhangi bir elkitabında
a n latılandan çok daha karmaşık. La na tüm clkitapları n ı altediyor.
Bacağının yumuşak derisi yan a klarıma sürtü nüyor. Her yanı sar
sılıyor.
"Lana," diyorum. "Lana."
Derken a nsızı n, anlık bir katılaşma oluyor. Kafamı şiddetle kal
dırıyorum. Lana katılaşıyor, yü ksek sesle inl iyor ve nefesi n i veriyor.
1 46
Sanırı m ben de nefesi m i veriyorum. Sanki bir çığ kütlesi kaymış
gibi. Yine nefes veriyor. Aman Tanrım.
Lana gözleri n i kapatıyor. Aman Tan rım. Gözlerini kapatıp ne
tes alıyor. Netes alıyor, veriyor. Nefes verişi zorlayıcı, iniltili, ama
her şey yoluna girecek. Her şey yol una girecek. Hatta harika ola
cak. Gözleri kapalı, yüzü gevşemiş. Dudakların ı n etrafinda salya
var, ama her şey yol una girecek. Evet, her şey yoluna girecek.
Kanepeye u za n ıyoru m .
Dışarıda rüzgar hala uğulduyor v e yağmu r damlaları camı kam
çılıyor, ama bu da soru n değil. Masa n ı n üstünde kenara atılmış kü
çük kutu, boşalmış fitil tüpü, u za ktan ku mandanın yanında kırık
kapak, buruşmuş dergi, küçük kırmızı kaşıklı sarı plastik kap du
ruyor. Televizyonda haber sun ucusu hala kadın hentbol takı mının
yenilgisinden söz ediyor. Fare ve tavuk konu l u kitap yerde; ona bü
yükbabasını a n ımsatan küçük fil de öyle. Sor un yok, Lana. D ışarı
da firtına kopsa da, her yere dolu yağsa da, her şey yoluna girecek.
Orada öylece yatıp gözlerim i kapatıyorum. Düşüncelerim yavaş
yavaş benden uzaklarda geri sarılıyor. Havuzun yanındaki plastik
şezlongda geçen sefer de aynısı olmuştu. Lan a h ırıltıl ı bir ses çı
kardı, ndes verdi, i n ledi ve ağladı. Genellikle ağlamaz, ama sorun
değildi, sonra titremelerden tamamen kurtulmuş olmasına rağmen
birkaç dakika uyuya madı; etrafinda çok fazla gürültü vardı. Emzi
ğin i istedi, ama yan ı mızda yoktu. En son unda onsuz uyudu. Hatta
Robanov Kot'a doğru giderken Nazarje'nin o harika manzarası nın
üzerindeyken bile, e n son u nd a gözlerin i ka patıp iç çekti. Bedeni
gevşedi ve rüyaları kadar ndes alıp verdi, h içbir şey onu rahatsız
etmed i, n e bulutlar ne de başka bir şey. Yirmi dakika sürmüş, ama
bitmişti. Rüyamda bu bitişi görüyorum, yalnı zca bitişleri görüyo
rum, o n u n ndes verdiğini görüyorum, ciğerlerindeki hav;ıyı, gii
neşle ayın ve göz kırpa n yıldızların şarkısını düşlüyoru m: huzur.
Elimi pencerenin dışına, karanlığa, soğuğa ve yağmura u za ı ı ı
ğı m ı , rüzgarın ve yağm u r u n darbeleri altında u m a rsızca d a ı ı � l'l k ı ı
ışıltılı bir ıslak yaprağı koparmak üzere uzandığımı l ı ı "" c l n l, ı · ı ı ,
1 ·I /
herha lde yarı rüya görüyorum. Elim -geril iyor ve yal n ızca nefretlik
gökyüzünü, teni m i kamçılayan lanet gökyüzünü hissedebil iyorum,
sonra artı k hiçbir §ey hissetmez oluyorum. l§ıltılı yaprak sol uk ı§ıkta
elimden kaçıyor, onu hiç alamayacağı m ; yakla§ı yor, sonra buz gibi
bir küçümsemeyle geri çekiliyor, beni mle oyun oyn uyor ve yüzüm
fݧkıran yağmur damlalarına gömülüyor, gözlerim yediği kamçılar
dan ötürü neredeyse kapalı, derken tümüyle ka pan ıyor. Bulutlar
nasıl bana böyle bir §ey yapabilir, diyorum kendi kendime, o sırada
neredeyse tam a men h issizlqmi§ kaskatı elimin ta ucunda, onun bi
leği m i tutan, arayı§ içindeki küçük, sıcak parmaklarının n a ri n yu
m u§aklığı n ı duyumsuyoru m ve parmaklarından sımsıkı tutup onu
içeri çekiyorum.
ı ıs
M i l a n Vincetic
Milan Vincetic, Kuzey Doğu Slovenya 'nın Murska Sobota kentinde
doğdu ve Ljubljana Sanat Fakültesi'nden Sloven Dil ve Edebiyatı
diplomasıyla mezun oldu. Halen doğduğu kentte yapyan yazar,
on iki şiir, yedi öykü kitabı ve iki roman yayı mladı. Ayrıca radyo
oyu n ları, denemeler ve kitap eleştirileri yazan Vincctic, şiirleriyle i ki
önemli ödül kazandı: 2004 Prekren Fon u ve 2007 Ebccliyat Kupası
Ödülü.
1 dl
BO HUMİL HRABAl:IN MAZERETİ *
(*) Ç e k yazar lln h u ı n i l Hraba l " ı ıı Sıkı f.:oııtml F.dilen Treııler ( Evcrnr ):ını ı l.ıı ı . •ııı ı ; ı .ı.tlı
kitabına aıfrn. ( ç n . l
"Mi los Hrma, stajyer hareket memuru, istasyon §dinin yardım
cısı," diyerek kendini tanım.
Yine parmağını dudaklarına bastırdı. Ve kapıyı kapa nı . Çünkü
köprü yapım ından kalan ka laslarla inşa edilmi§ bu baraka gözler
den tümüy le sakl ı değildi. Evet, bir asma kilitle güvenli hale geti ri
lebilirdi, ama istasyon §efı uzun süre önce burayı kil itlemeyi bı rak
mı§tı. Kimse bizden bel, kazma ya da çekiç çalmaz Mi losçuğum,
çünkü sen bunla rla ça lı§mak zorundasın. Bir kez söylediği ni yüz
kez tekrar eder ve a n ah tarını onun dı§ ında ya lnızca kırmızı süslü,
fi rçalanmı§ kepinin asıl ması n a izin verilen kancaya asardı daima .
.
B i r süre sonra Milos, s ıcak bir çayda nlıkla geri geldi.
"Yüzünüze renk verir," diyerek dikkatle yere oturdu ve kapıyı
arkasından kapanı.
"Bana çok iyi davranıyorsunuz, pan Mi los dedi kadın, ayakları
nı a rkasında kıvırarak.
"Cesur davrandınız, Jitka. B iraz d;ı delilik kokuyordu ama ... "
diye kar§ı lık verdi çayı bop kı rken. "Bir sandviçin size zararı olmaz,
değil m i ? " Ceketine uzandı.
Kadını sessizce inceled i : kend isinden yakla§ı k on ya§ büyüktü,
küçük bir karın beli rmeye ba§ lıyo r olsa da, §ekli §emaili yerindeydi.
Boynu pürüzsüz ve beyazdı, yaln ızca dudaklarının çevresinc.leki di
ki§ gibi küçük kırı§ıklar belli ediyordu ya§ını.
"Beni hamile bırakabilmesi için denize ginik," dedi kadın dobra
dobra.
"Sizi hamile bırakmak m ı ? " Ada m ı n nefesi tutulmuştu.
" Doktorların tavsiyesiydi b u . " Kadı n gözlerini i ndirdi.
Dudağı n ı ısırdı ve ipret pa rmağıyla toprakta izler açmaya ko-
vuldu.
·�:\h §U benim Va5ek, §U 'hclav, alçak herif. . . " Bir sessizlikten
'"ııra, "kabahat bende deği l," dedi sakin bir i fadeyle, "tutmama
, 1 1 1 1 1 1 blıalıati bende deği l . . . Her §eyin suçu biz kadın larda, c.leğil
; .
1111. l l /. 1 1 1 1 kahverengi saçlarını savurdu.
ı n ı ı ı l ı ı ı ı� blasların yarı klarından bir ağanı sızıyordu.
"Beni ihbar edecek m isiniz, pan Milos ? " d iye sordu titreyerek.
"Kimse sizi burada a ramaz, Jitka. Bir §ekilde çaresine bakaca
ğız . " Om uzları çöktü.
"Y1pacağız, edeceğiz," sözleri dökü ldü kad ının dudaklarından.
·vasko'mun ağzından §U 'yapacağız, edeceğiz' lafı hiç dü§ mezdi.
Ta ki §U ötekiyle tanı§ana dek, nasıl desem . . .
"Sah ilde mi, Jitka ? "
"Ba§ka nerede olaca k � Kızışan herkes sahile gider zaten. Dü
§Ünsenize, pan Mi los," içi dı§ına ç ı karılıyormu§çasına h ıçkırm aya
ba§ladı, ''bir ç ıkı§ vizesi alabilmemiz ü ç yıl sürdü, üç yıl, her tür
lü klinikten Yugoslav den izinin en iyi Baltık kaplıcasının daha
iyi geleceğine dair bir toma r evra k almamız da, üç yıl . . . " Gözleri
buğu l a nmı§tı. "Sonra o, i ki nci gün, §U �lerija denen Moravyal ı
koketle . . . Biz doğulula rı," adama sıkıntılı bir ba kış atarak devam
etti; "sendika üyelerine ayrılan tatil treylerlerinin içine doldurdular,
herhalde bir gözleri üstümüzde olsun diye, son ra da hemen ertesi
gün, şu küçük aşifteye tutuldu benimki . . . Her şey yolu n a girecek,
d iye horozlandı, sadece bir düzüşme, bir yaz macerası işte. Sen de
yapmalısın bunu Jitka, yakı§ıklı bir Dalmaçyalıyla. Bel ki şans biraz
yüzüne güler, diye kon U§tU durdu, ta ki ben . . . "
"Ta ki siz kulaklarını yumrukl ayana dek," <liyc tamamladı
adam.
Ba§ını eğip sümkürdü kadı n . Ağzının içinde geveleyerek, yeni
kız a rkada§ının üstünden inmeyen Vasek'le bu şekilde devam ede
meyeceğin i ; kendisi, yani karısı bir ta§ra senatoryu munu boylarken
onun kızla birli kte ya§amaya n iyetlendiğin i söyledi.
" İ yi ki sizi fark etmemi§ler, sleena Jitka," diye sözü n ü kcsı i
adam.
Bundan emin olmayan J itka omuz silkti: günq zerreciklcrı s ; u.;
ları n<la ve ensesinde dans ediyordu.
"Kusura bakmayın pan Milos, kendime hakim olam;ıdıı ıı . S ı z
beni din leyen i l k kişisiniz." Saçlarını geri savurdu ve d u v.ıı.ı v.ı,
landı.
I' ı
"Bütün bunlar aramızda ka lmalı, Jitka," diye ekledi Mi los. "Her
h;.ılük5 rda a kşama kadar beklemek zoru ndayız.
"Bu barakada mı ' "
"Başka seçenek yok, Jitka. İ stasyon şefi çoktan yola çıkmış-
tır. . .
" Beni yetkililere teslim etmek için m i � "
"VanJiyası için," diyerek onun içini ra hatlattı.
Gözlerinin ta içi nde gümüşi bir ışık halkası parıldadı kad ı n ı n .
"Karanlığa alışırsın," dedi ada m.
Jitka artık bir çocuğa da, henüz bir erkeğe de ait olmayan o yüze
baktı. Gözle görü lür biçi mdt: ti treyen dudaklarına, altından a ka n
terin don makta olduğu gömleği ne d i kti bakışlarını.
"Size güveniyor u m . parı Milos." Gözlerini ka ldırdı. "Başka se
çeneğim yok . . . "
"Benim de yok, slecn;I . " Boğazında takılı kal mayacağın ı uma
rak bu Çekçe heceyi uzatmıştı adam.
1 1
İ stifini bozmamı§ Dubçek; 'Doğru, i§te bu yüzden gece va kti ine
ceği z ! ' ''
B u , istasyon §cfİne hiç de kom i k gelmedi. Tüm gücüyle radyo
n u n üstüne vurdu, a ntene giden kabloyu salladı ve kulağını hopar
löre dayadı.
"Peki ya b u ? " Kabloyu �ımsıkı gerdi. "Bu da senin Çekoslovak
Sovyet uzay programının bir pa rçası mı � "
"'Bu rası Ç e k Kuzey Radyos u , burası Çek Kuzey Radyosu," ses
uzaklardan gd i yorı l u . "'Kl i novec aktarıcısı havaya uçuruldu . . .
T6pl ice'de tüm soka k ı a lıe l : ı L ı rı o r t a d a n ka lktığı için yakla§ık elli
ta n k daireler ç i z ere k dola n d ı . <"">.Q rrnıl i.Q i ın ize gii re Sovyct komu
tası askerlerin moralini ı l ü �ii ı ı nek pl"k çok b i ri ı ı ı i geri çe k ı ı ı i � . Gö
revlerin i n gerçek amacını iiğ rc n ı l i kı c ı ı soı ı ra rt"s:ı rı· ı i k ı r ı l a n a s ke ri n
çökmü§ . . . C cpkov Demir Eılıri k a s ı fı rı n Lı rı n ı ka p: ı ı ı ı ı : ı k ı. o ru ı ı d a
ka laca k ve yetkili lerden m ü m kü n o ld ı ığ u ı ı c ı k ı s a , i .ı r n l e p e t ro l yağı
dağıtmalarını istiyoruz . . . İ ddialara giire )( ı l ı L ı � S ı ı ı rkı"ı v � k ı ' y ı t ııı ı ı k
lamı§ olan i§bi rlikçi M6rnar'a bir uyarı göı ı d n ı yor ı ı ı.. ' l t· y; ı k k ı w Lı
ka lın, teyakkuzda ka l ı n ! .. TrcnCin radyo istasyon u , BI . 'i'i 1 0 p l a k a l ı
ı ·.,,
da ne va r � Çek sokaklarında ka n a kıyor ve onlar yağlı popola rı n ı
bizim denizimizde seri nletiyorlar. Sence d e öyle değil m i , stajyer
yoldaş ' "
Stajyer bir fa reden d e ufa k v e b i r o kadar kurnaz görü nüyordu.
'Ve bır şey daha," istasyon şefi dalgın bir ifadeyle kel noktasını
kaşıdı, "ya bize gönderdikleri bu sözde çaresiz Çek turistler aslın
da . . .
"Casuslar . . . " diye cıyakladı çıra k.
"Ne kafa var sende ' " İ stasyon şdl, gözleri n i n içi gülerek kanalı
değiştirdi.
"Burası Hradec Kralowe, i ki n umaralı a ktarıcı," diye ses verdi
radyo. " İ şga lcileri görmezden gel in. Yan ı n ı zdan geçerlerken onlara
sırtınızı dön ü n . D ü n sosyalizmi inşa ettiği mizi ilan ettik, bugün
onları görmezden gel iyoruz . . . Barbilek, Indra , K6l<ler ve daha bir
çok kişi, yazıklar olsun size. İ simlerinizi a hlaklı İnsanlar l istesinden
sildik. İ şgalciye açıkça hizmet eden gizli polis şefi S aldovic' e daha
da yazıklar olsun . . . "
" İ şte bu yüzden," Cosmo yen iden cızırdamaya başladığı nda
istasyon şefi bir kah i n gibi başı n ı ka ldırdı, "gözü müzü dört açma
lıyız. Tüm Çek turistlerin casus olduğu n u söylemiyorum. B azıları
gerçekten turist, bazıları da değil . Bak," cebinden buruşuk bir kağıt
parçası çı ka rıp masa n ı n üstüne yaydı, "bu küçü k kağıt, bu küçük
telgraf birkaç saat önce geldi. O kursan her şeyi açıkça a n larsın, be
n i m iyi yoldaşım stajyer Milos ! "
D a h a başını eğip kağıda ba kmadan, MiloS'un üstüne b i r ka ra n
lık i n d i . İ stasyon şefi sakin b i r biçi mde yüksek sesle okurken, lıt:r
sözcüğün üstüne parmağı n ı koyuyordu :
"Tüm istasyon şeflerine. Stop. 20 Ağustos 1968 Salı gü ı ı ii . ı d ı
likeli b i r Çek kadın tu rist 5361 no'lu yolcu treninden kayıpLı r;ı k.ı
rıştı. Stop. Lütfen tüm gerekli yasal önlemleri a l ı n . Sıııp. l in ı ı i ı l ı ı
şüpheli faaliyeti haber verin. Stop.
İ stasyon şefi n i n nefesi yakasından aşağı iniyord u . :\ l ı l ı ı \ 1 1 1 1 1 1 1 1
hızlı solumasını, ensesi n i delen dikili gö z l e ri n i l ı i " ı · ı ı ı . S . ı ı ı k ı l \ l . 1 \
yon §eti onu arkası ndan kavrayacak, kaburgalarını çatır<latacak, he
men itirafta bulun mazsa §di n soylu demi ryolu kasketinin sakince
asılı d urduğu küçük kan caya topu kla rından ası lacaktı.
''Artık bizim kendi Çekoslavak Sosya list Cumhuriyetimiz var,
§ef yolda§." Mi los kend i n i topla mayı zar zor baprm ı§tl.
"Bütün bunla r a ra mı zda ka lmalı, stajyer yolda§," diye §dkatten
çok korku dolu bir sesle kaqılık verdi istasyon §Cfİ, "gü nqe in mekle
i lgili olan da.
1 ıS
"Sola takmal ıyım onu, yoksa kaybedeceği m. Bel ki de geçen ak
pm kompartmanın penceresi n den fı rlatıp atsayd ım daha iyi olur
du, sence de öyle değil m i ? " Gözlerini adama dikti.
Kadın son birkaç saat içinde gözle görül ü r biçimde solgun la§
m ı§tı. Cildi bile daha ya§lı görü n üyord u . Y.ı da belki sadece sıcakta
kalaslardan sızan toprak ve katra n kokusu üstüne sin mi§ti.
"Pencereden atsaydın, seni kolayca bulabilirlerdi . . . coıpııs delic
ti [suç unsuru J , dedi adam.
" İ çine onun adı ve n i kah tarihi kazılı old uğu için m i ? "
Ba§ın ı salladı. Solıl ıctkri uzun aralarla bölü n üyordu . Sessizlik
cümlelerin a rasıı ı d a asılı ka lıyord u . Çoğun l ukla yere bakıyor ya da
gözlerini birbirleri ııdeıı kaç ı rıyorlard ı .
"Benden korkuyor ı ı ı ı ı s ı ı ı ı , Milos ? " Ayağa kalkıp kapıya doğru
yürüdü kadın .
Giysi leri vücud u n u n l ı a ı L ır ı ıı ı giisıniyordu ; kap ı n ı n kasasın a
yaslandı ve bir sigara almak i ç i ı ı ı i'ı ı ıiği ı ı i ıı cebi ndeki pakete uzan
dı.
"Drina," paketi ellerinde ç c v ın l ı . " B i r ka d ı ı ı için ne ho§ bir
ısım."
"Irmak, sleena Jitka."
"Peki, ırmak, Milos," dedi. " Be ıı gc ı ı cl l ı kk ' ıga r;ı iç ı ı ı e ı ıı , " lıa�ı
nı salladı, "biliyor musun," diye ekledi l ı i rd rn , " l ıd k i de ilı ıiyatsıı.
davrandım . . . Sen ne dü§ünüyorsuıı � V: ı .� c k ' i ı ı ı ,adn l· lıi r;ız oyııa§
mak istemi§ti . . . " Onun yan ına otu rd u , "Bu o k a d a r d a korkıı ııç bir
hata değil. Küçük bir kaçam a k evliliği p e rç i ıı l n ı ı ı ı � . derl e r. Sen ne
dü§ünüyorsun ? "
Milos onun soluğu nu ve dumanın i çind e y i i ı.rn ,(izrü klcrdeki
vaadi hissedebiliyord u.
"Ben öyle biri değilim, Milos," dedi ka d ı ıı ı ı z ı ı ıı l ı i r sess izlikten
sonra. "Ya sen ? "
Elini onun dizine bıraktı v e dosdoğru giii'. l n ı ı ı i ıı içine baktı.
Kestane rengiydiler. Milos gözkapa kla r ı n ı indirdi.
"Ben hen üz evli deği lim Jitka, aslında . . .
159
·' Sürekli bir ili�kin var mı ? '' Bi leği n i tuttu.
'"Hem evet, hem hayır," diye huzursuzca kıpırdadı adam, '·as
lında . . .
Jitka dizleri n i açıkta bıraka n eteğini düzeltip yeni bir sigara al
mak için uzandı.
"Dün gece, iki buçuk sularında, bir askeri nakil a racı geçti . . .
Gayet net olara k en az bir düzine tan k görd üm, ka m u fle edilmi§
lcrd i . . .
Milos ba§ını eğip, parmaklarıyla trampet çaldı.
·'Sadece sıradan manevralar, Jitka," diye yanıtladı bo§luğa baka
rak ve ya n a n izmariti topuğuyla ezdi.
'"Çekoslavakya'da dostan e ma nevralar bir ay kadar sü rer, pan
Milos . . . iç çekti, sonra da MiloS'u n küçük b i r sandığın üstüne
koyduğu sıcak su kovasına doğru seğirtti.
Mi los birden ayağa ka lktı. "Sabunla havlu getireyim."
" İ stersen beni seyredebili rsin de," dedi kadı n sakin bir ifadeyle
ve bluzunu ba§ının üstüne çekip çıka rdı.
'"Uygun olmaz, slecna Jitka." Adam, gözlerini çevirdi.
"Sanki bu ma nevra l a r, sen i n ki ve ben i m kiler i.ıygu nmu§ gibi , "
diyen Jitka eteği ni yere indirdi. "Bir §ey daha," ka pıya doğru ilerle
di, ··giysi lerimi yıkamam için bana biraz daha su getir."
" Uygundan da öte olaca k," diye m ı rıldandı Mi los ve topuğu n u n
üzerinde döndü. Kad ı n saklanmak i ç i n gölgelik yere geçmeden,
acele etmesi için ona ipret etti.
1 1.1 1
··Device Demiryol ları Müfrccişi 'yle her za man res m i hir biçimde
konuşma lısın, diye ders verdi İstasyon şefi . ··Fazla samimi d avra n
m a m aya dikkac ec," diyerek, MiloS'un gereksiz yere hapşırmasının
hile uygun düş meyeceğini ka fa s ı n a sokcu.
Milos uzun bir sopayla yedek a racı ra ylardan çekip kara n l ığa sü
rükledi . Aşırı ısıcmış lar, diye düşündü, yakıc borusunu kapatı rken.
'ı:ı l nızca bir �eycan onu bu şeki lde ku llan ır, cechizacı bu kadar çok
çalışcırı r, diye lıorıı ı ı ı rd:ı ııdı kayıcsızca yağ lekeleri ni si lerken.
'· B ur:ıya g e l , s L ı j vc r yolda�:· diye ses l e n d i jandarma çavuş.
Bu :'vi ilos"un 0 1 1 1 1 ilk giirii � ii yd ii . İ ki yıldızlıydı ve kavrayışlı biri
gibi görünüyordu . Ü n i l ( ı r ı ı ı a s ı lıii lgc p o l i s l e r i n i n ki gibi ihmal edil
memiş, kemeri d i k b ı l i rc ba,Q l : ı ı ı m ı � ı ı ve sırm a l a rı, demi ryolu mü
feccişininki gibi, t e l ı d ı ı e d ı r i l ı ı r a l ı ı ı ı p a r L ı k l ı,i!, ı ı ı d a y d ı .
·' İ kinizin de h e r h a l d e l ı i l d i .Q i g i h ı , d ı ı ı ı ı ı ı ı s ı ı ı ı d nnT ridd i," d u l ı
Müfecci�, çavuş bu a rada kii�<' l ı u r : ı .Q ı k ı ı k l . ı ı ı ı : ı y . ı l ı a � l . ı r k< " ı ı .
"Anl ıyorum, Müfccciş yolda§, d i y<' ı ı ı ı a y L ı d ı ı 'ı . ı wı ı ı ı �di v i i ksek
sesle.
"Y::ılnızca anlam::ık az gelir, şef yol d a � , l\li' ı k ı ı ı � ı ı. ı ıı ı ı : ı ğ ı ı ı ı k a l
''
dırdı.
''B i r radyonuz v::ır m ı ? " diye sordu çavu�.
"Gü nü müzde radyonuz yoks::ı, çavuş yolda�. sa .Q ır s ı ı ı ı ı. d rn ı d;
ti r, " diyerek bir servis bacca n i yesiyle örttükleri Cos ı ıı o y a d oğ r u l ı ı z '
l a yürüdü.
l'v! üfrttiş muz::ıffer bir edayla radyonu n üstün ü açtı, b a ı ı a ı ı iyeyı
bir iskem leye attı ve yaptığı işa ret üzerine çavuş ceketi n i n ceb ı ı ı e
elini atarak masanın üstü ne bir defter koydu.
··Her şeyi not etmemiz lazım, şef yoldaş, " dedi Mütcttiş.
"Radyon u n bağla ntısı nı da koparmalıyız, diye ekledi çavuş
aceleyle.
" İ l k önce radyonun en son ha ı'ıgi frekansa ayarlı olduğu nu not
etmeliyiz, diye devam erci Müfecciş.
··nen yayıncı Jan Petrak," diye hışırtı lı bir ses geldi hoparlörd rn .
··Prap;'dan yeni döndii m . Ulusal müze yanıyo r, h e r yerde ı a ı ı k l a r
1 <ı l
var. Tek vaha Saint Vaclav heykeli. Gençler eline bir bayrak tutuştu
rup heykel i n üstüne yabancılara çekip gitmelerin i söyleyen işaretler
çizmişler. Birisi bu mücadeleyi kaza nabilir miyiz diye soracak olsa,
tereddüt etmeden şu cevabı veri rdim: himaye a ltında deği l de, öz
gürce yaşamak istiyorsak, kazanmalıyız. Prag'da insan lar kan bağı
ş ı yapıyor, hastaneler özveriyle çalışıyor. Bu uzun bir gece olacak.
İ şga lci askerlerle temas kuranlar, onları n buraya sadece geçen ay
boyu nca yapılmış olan askeri tatbikatlar için geldiğine iyice ikna
old u kları n ı söylüyorlar. Yorgu n , aç ve hayal kırıklığına uğramış du
ru mdalar ve evleri ne dönmek İstiyorla r.
''Ben size demem iş miydim, şef yoldaş," diye söz aldı yardımcısı
kendisine sorulmadan, "sadece bir askeri tatbikat." Müfrttiş sanki
orada değilmiş gibi ona arkasını döndü.
"Çavuş yoldaş, yaz ş u n u : Radyo Brno, radyo büyü k R i le," diye
em retti M ü frttiş ifadesiz bir sesle.
" Radyo Brno, radyo büyük R ile," diye heceleyerek yazdı çavuş
ve altını i ki kere çizdi.
İ stasyon şefiyle ya rdımcısı n ı n üstüne kasvet çöktü.
"Bağlantısını kes, diye emir verdi Mü frttiş. Çavuş rüya görü
yormuş gibi a nten i dikkatlice çekip çıkardı, sonra da tereddüt etme
den, zorla bağlantı kablosunu söktü .
Cosmo önce zangırdadı, sonra azıcık bir duman saldı. En so
n u nda da ka rardı.
"Bütün bunlar düşman propaga ndası nın yaydığı dezenformas
yondan ibaret." Müfettiş favorilerini kaşıdı, "bu yüzden de . . . "
"Bu yüzden de erişi m i n olmaması daha iyi," diye sonuca bağla
dı çavuş bir üstün l ü k edasıyla, bir düğmesini çekiştirerek.
İ stasyon şefi tedirgin bir biçimde mend ille alnını kuruladı ve
ı ıa rıııaklarının altından hareket defteri ne uzanmakta olan Mütet
ı ı �< · l ı a kt ı .
. . l i n �ey düzgü n d ü r, Müfettiş yoldaş . " İ stasyon şefi göğsünü ş i
': 1 1 • 1 1 k ddini mürekkepli kalemini yerleştirmiş old uğu sayfasından
ı ı. '
··Hangi n iz 5361 no'lu yolcu trenine hareket s i n y a l i verd i ? " Ka§
larını kald ırdı.
·'Ben verdim," diye gönüllü oldu §ef yardımcısı.
"Çavu§ yolda§, ya z:" ÇaVU§ bo§ bir sayfa hulıııak için defterini
ka rı§tı rı rken Müfetti§ d i kte etmeye ba§ladı. "20 :\ğ u s t os 1 968 Salı
gü nü saat 20.43'te Hareket Memuru Yolda§ Milos 1 1 . 536 1 sefer
no'lıı yolcu trenine sinyal vermi§tir. Kırmızı i � a rct l ı ı ı ı ii l a h a za ha
nesi bo§ bırakı lm ı§tır. Nokta. İ mza." Kalemi ç ı rağa u za t t ı .
M i loS'un parmak eklemleri gerildi. Kartu§lll ka l rn ı a ğ ı r ve han
tal geliyordu eline. Parm a kları n ı n a rasında yan ı yor gıhıydi, imzası
düzgü n ve okun a kl ı olmazsa MüfCtti§ bir z a ı ı ı a ı ı ki ii.l: rc t ı ı ı c n kri
gibi parmaklarına vuracaktı sanki.
"Buraya da." Müfetti§ parmağı n ı 536 1/an no'lıı yolı u t rrn i yazı
l ı satırın üstüne koydu. "Peki §U 'an' ne demek ol uyor . l ı ;ı ' B 1 1 ı ı l a r
resmi demiryolu si mgeleri mi, s tajyer yolda § ? " ( ; i i i'. l i i ğii ı ı ii d ii zc l t
1 63
"Biz sivillerle ilgili meseleleri h a l letmek için b u radayız, diye
a raya girdi çavuş en sonun da.
" Öyleyse, §U küçük Çek ku§unu yakalayıp kabe koyabilirsiniz,
yolda§ memur. " MütCttݧ a rtık neredeyse patla m a k üzereydi. ''En
azından o za man nihayet biraz huzura kavuşabiliriz. Siz i kiniz ça
VU§la ben i m niçin burada olduğumuzu biliyor musunuz acaba ? "
d iye bağırdı istasyon şefine.
"Meseleleri çözmek için, Müfrtti§ yoldaş, diye ya nıt vermeyi
denedi istasyon §efİ.
"Ve de tutkuları," diye ekledi yardımcısı.
B u n u n ü zeri ne, Mü frttݧ tüm üyle kontrolden çıktı. Elleri n i
sallayarak onlara bağı rmaya ba§ladı, rütbelerin i indirmek, onları
hapse yollama kla tehdit ed iyor, sümüklü çocuklar gibi <lavra n m a k
la suçl uyord u, zira Cosmo'd an gelen §U bo§boğa zlıkların tümü de
zen formasyon olsa da, sın ırlar her an tamamen kapatılabilird i ve §U
Çek güvercine geli nce, ellerine bir geçerse, tüylerini yolup boyn u n u
koparacaklardı .
"Belki de kız sadece biraz gözükara biridir," diye önerdi çavu§.
"Hepi nizi kandırabili rler, çavU§ yolda§ a ma beni asla! Ben de
m i ryol u n u n bu bölü mü nden soru mluyum ve kimsen in bana kül
yutturmasına izin vermeyeceğim i " diye bağırdı Müfetti§.
"Fermua rı nız açık ka lını§, Müfottݧ yolda§," diye mırıldandı is
tasyon §efİ.
"Ara sıra bu da olur, Lıdislav yolda§." Müfrtti§ biraz sakin leşi
yordu.
'"Her zaman olduğu gibi ," ded i, rahat bir nefrs alan §Cf yardım-
, ,, 1
İ stasyon �eti cevap vermeden beli ndeki anahtar toma rını şı ngı r
Jattı.
" Ol ması gerektiği gibi, §ef yoldaş, dedi Müfrttݧ.
··salak heriÇ diye mırıldandı şef yardımcısı, Müfrtti§ aracı
birinci vitese geçirırkerı.
"'Dilini tut, diye aza rladı İstasyon şefi ve küçük kırmızı sinyal
bayrağı nı ka ldırdı, ama bunu çavuşu uyarmadan yaptığı ndan, a raç
öne atıldığı nda ada nı neredeyse dengesini yiti recekti.
Sivil polis bambaşka bir hikayeydi: Kil itlemeye bile gerek gör
mediği devlet malı Zastava model a rabası 1 300 kadar tükenmiş ve
bereliydi. Boyun düğmesi açık bir giim lek vardı üstünde ve gü neş
gözlükleri, sanda llarıyla bir turist giirürı ü m ü rıdeydi, tıraş losyonu
ve sivilce yaraları n ı örtmek için ya naklarına sürdüğü güneş kremi
kokuyordu.
" Ü ç gün oldu ve ben hala süt kasesi nin çevresinde dola n a n bir
kedi gibiyim." Ellerini kalçalarına koyd u.
"Düşündüğü n üz şey sakın . . . " İ stasyon §di n i n endişesi yüzün
den okun uyordu.
Milos sı rtı ka ranlıkta, ayakta du ruyordu. Göm leği derisine tut
kal gibi yapışmıştı. Sivil polis sadece yoldan geçerken uğradığı nı
söylemiş olsa da, kend ini gergin hissediyordu.
"'Yeni bir şey var m ı ? " Stajyer, sivil polisi tepeden tırnağa süzdü.
"Dün Demi ryolu Mü frttişiyle bir çavuş buradaydı," dedi istas
yo n şefi.
Polis ona doğru döndü. '"Uzun boyl u oları mı J Eh, en azından
düzgün birini göndermişler. Ü niformalılar her zaman beladır, "
kaşlarını çattı, ··her şeyi bildikleri n i sanırlar. . . "
İ stasyon şefi boğazını tem izledi, sivil polis de gözlüğü n ü ı.; ı b ı
d ı . :\sık suratıyla otuzunda n çok daha yaşlı gö rün üyord u . Soı ı ı .ı
yınc a rabasına daldı, tela§la bir §ey a rıyorm uş gibiydi.
"l-Iiçbir şey göründüğü gibi değildir, yolda�Lı r. d ı vn ı · k }�"ı
kırptı; en güvenilir sınlaşlarıydıl a r sanki.
l tı ,
Üçü birden hareket bürosuna gittiler. Sivil polis zaten kapı ara lı
ğından bekleme odasına bakmış ve ya nından geçerken de od u n l uğa
çabucak bir göz atmıştı .
"Kadının bölgede saklandığına dair sağlam delillerimiz var,"
dedi sır veri r gibi. ''Aslında daha ziyade kayıp kişinin, kadın mülte
c i n i n bu sınır bölgesinde bulunduğu n a dair i pucu ve imalar. . .
Hareket memuru iskemlesini geri İtti, kasayı kili tledi ve odanın
içinde volta atmaya başladı.
"Tabii ki h içbir şey kanıtlan mış değil; bel ki de çoktan sınırı aşıp
kaçmıştır, bu ise daha da dikkatli olmamız gerektiğini gösterir.
Ada mlarımızın dediğine göre bize gereken şey . . .
"Tavşan gibi ku lakları dikmek," diye önerdi İstasyon şefi.
"Ya da kurt gibi veya daha da iyisi," diye ekledi sivil polis ve asık
suratla hareket defterini karıştırdı.
İ stasyon şefi a nsızın ter içinde ka ldı. Sıca kta ndır, dedi kendi
kendine, masaya dayana ra k.
" Ha ngi şeytan bu ra ka m ı n altını çizdi, şef yold a ş ? " diyen sivil
polis ona doğru döndü.
"Mi.iffettiş yoldaş ve sizin adamın ız," diye öne çıktı stajyer.
"Tren sen i n vardi yanda mı geldi ) "
"Evet, Müfettiş yoldaş."
"Peki şu 'an' ne an lama geliyor? Mü fettiş yoldaş altını iki kere
çizmiş."
"Askeri nazik bilgi," diye ceva p verdi stajyer hemen.
Sivil polis kararsız bir biçimde ayağa ka l kıp gömleği nin bir düğ
mesini daha açtı .
"Şimdi şu 'askeri nazik bilgi'yi güzelce, gereğince açıkla baka
lıııı lıana, staj yer yoldaş. Birer birer anlat. . .
S i v ı l pol isin i fadesi ta mamen değişmiş, birden sertleşip keski n
l · · � ı ı ı ı � ı ı . İ stasyon şet) gözleri n i kapatıp içinden sövüp sayd ı . Sivil
I " ' ' ' , . , , . kl'ııa rına yaslandı, orta parmağıyla tra mpet çal ara k ortaya
ı,. " 1 i l � l 1 1 .
ı : , · kl l \ 0 1 1 1 1 1 1 . hii l;'i bekliyorum . . . evet, bekliyorum . . .
ı ı.ı,
Milos çaresizdi. Masan ı n ken a rı n a yapı§ıp kekelemeye ba§ladı;
si mgeyi o uydurmuştu, demi ryolu yönetmeliğinde yer a lm ıyordu,
aklına gelen ilk ha rtknli bunla r, kısaltma a nlamsızdı.
"An lamsız mı dediıı ) " Sivil polis ona doğru döndü.
Artı k tama men deği�ınişti. Yan a kları seği rdi ve gözlerinde katı
bir §eyler topla ndı. Sanki her an Zatstava 1 330'una dönecek, evrak
çantası n ı açacak ve kcl qıçeleri çıka racakmı§ gibi görü nüyordu.
"Ya §U od u n l uk, yol da� ) diyerek küçü k baraka konusuna döndü ,
"o da mı anlamsız ) "
" O da," dedi ler istasyon şefi yle yard ı mcısı boğuk bir sesle.
"Şimdi lik, i kinizi ra hat lıırakacağı m," diyen sivilin yüzü yumu
§amı§tı, "ama bildiği miz b a z ı �ey l e r var. Bu tü r bir Cosmo'nun
a ntene ihtiyacı yoktu r," to p u k l a r ı ii zeri nde döndü, "ve de koca
sını sorguladığı m ı z için bi l i yoruz ki, Çek kadı n §U kısırl ı k hika
yesini uydurmuş. Ayrıca, p a r ı ı ı ağ ı ı ı ı ka ldırdı, "kadı n ı n b u radan
çok uzakta olmadığını ve er ya d a geç çiizü lecek olan bu vaka n ı n
göründüğü kada r masum o l m a d ı ğı n ı d a b i l i yo r u z , bütü n bunl arın
a n l a m ıysa
Cümlesini bitirmeden a rabası n a doğru diindii .
ikinizin de §Üpheli o l m a d ığ ı d ı r. i\ l .1\;1 1 1 1 n a�ınınış yüzeyi
ne bir Baretta bıraktı. " İ stasyon şcli n i ı ı iin i'ı n d c l ı i r kağıt parçasını
açarak, "Bu, tabancanın ruhsatı d ı r. Tıbii ki ya l n ı zcı kend i n i savu n
mak için kullanılabilir," parmağı n ı sallayıp en alı çekmeceyi ipret
etti. "Minik ku§ ne kadar u faksa, kaçması da o kadar kolaydır."
"Hayırlısı," diye yanıtladı İstasyon �eli, sıvil p o l isin eli ni sı kar
ken .
"Hayırlısı," diye onayladı sivil polis ve küçük b i r timsah işlen
miş göğüs cebin e hafifÇe vurdu.
1 67
pol i s s a k l a n d ığı veri b u l a ma m ış t ı , gerçi pek em i n değil d i a m a , i ki n
c i s i bı rkaç res m i n ı çekmiş olabi l i rd i bu a ra d a .
Yuv a s ı n ı ken d i ne göre, e n k ü ç ü k i h tiyaçla rını ka rşılayac a k �e
k i l d e d ii z e n le m i ş t i kad ı n . Önceki gü n , M i los kasabaya gidip bi rkaç
parça kad ı n eşyası s a t ı n a l ın ı ş t ı : banyo sabu n u , yeni kes i l m iş ç i men
koku l u bir s p rey, bir pa ket kad ı n bağı, ge n i ş dişli b i r tarak, i k i ç i ti
çora p , üç külot ve i kı destekli s u tyen.
'' Ş a n s l ı a d a m s ı n sta j ye r yoldaş, d e m i şti kasiyer kız, ken a rları
siyah şeri t l i s u tyen i kaldırarak, "bu ö l ç ü l e r m ü t h i ş . Yen i mi ,ı "
Stajyer k ı z a rı p bozarm ıştı. Kadı n l a rdan h i ç söz etmezdi, tan ı d ığı
i k i - ü ç t::ınesi de o n u n l a alay etmişti. Erken boşa l m a , dem işti steno
c u B reda ve yeniden ağz ı n a a l m ıştı, a ma onu n ki bir türlü başını
ka l d ı r m a m ış t ı . Lent'te n * önceki paza r g ü n ü yatağa attığı h e m ş i re
S i lvana da benzer b i r teş h i s koy m u ş t u .
" B u i l k o l m a d ığı na giire. a n la rsın va :\ I i los, d i y e e klemişti kas i
y e r giiz kı rpa rak, " e n iinem l i s i a ş k t ı r, şu i ç i m izdeki şey. " Sol giiğsü
ne h a fi fÇe vurmuştu.
Tah t a gibi d ü m d ü z , diye d ü ş ü n m üştü M i los, soğu k b i r i fadeyle
c ü z d a n ı n a uza n ı rke n .
Ses i n i a l ç al ta ra k, " prezervatif de satıyoru z, demişti tezga htar,
gömleği n i n kol u n d a n çekiştirerek. " H a n i şu a leti n i tam kökü nden
s ı ka n l a rd a n , 1\.Iilos." Kasan ı n a l t ı na u za n m ı şt ı . "I ) u n:x, i pek kadar
i nce, tutkuların kada r güçlü," d iye fis ı l d a y ı p küçük paketi pantolon
cebine tıkmıştı.
··nen her şeyi görü rü m , p a n Mi los, dedi J i tka , o t u r u p d i zl e ri n i
l:enesine çekerke n . "Göste r i ş l i göz l ü k t a ka n ı n s a n ı r ı m küç ü k b i r fo
ı o,Q r a f m a ki n esi vard ı . " Hala kaşı n ı n a l t ı n d a n i z l i yordu o n u . "ı\ra
l ı ; ı -. ı ı ı ı l a l ı i rta k ı m kutuları a rıyormuş gibi yapıyord u , a m a a s l ı n d a
l ı ı ı k;1 1 11 e rası \·a rd ı. Görd ü m o n u . " K ü l ü s t ü r Zastava LBO ' u n park
• ı l ı l ı l ı .0.ı yiin ü İ p ret ett i . " B i r çocuğu n a vucu çapı nda ka ra bir d e l i k
· . ı ı ı • · k l ı l ı ı ı viine bakıyord u . . . Söyle nene göre a d a m la rı m ı z ı n k ı z ı -
1 . . ı n ı ı : ı ı ı L ı r; ı tepki veren benzer izleme aygı tları v a r m ı ş . bu yüz-
;\ f i los gizlice onu izl iyord u : a ktris m iyd i . casus ımıyd ı ı , yoba
sadece Va sek diye biri n i n mutsuz ettiği bir kad ı n m ı ) Belki � l i lo \ ' ı ı
a z ı c ı k kızı§tırıp pa rmağı nda oynatmak için o n u da uydurm ı ı �ı ı ı .
"Sadece benim küçük kuku m u ellerken bazı ked ilcri ıı l a rk l ı ol
d uğ u n u söylerdi, ya l n ı z cabii ki o sözcüğü kullannı:ızılı gı ı l ı l ı ı .
d u d a kl a rı n ı ıslattı.
Son ra d a üst iiste attığı bacaklarını i n d i rip eı ı-.L: ı ı ı ı , ı 1 1-. . ı , ı l ı
ı ı.•ı
"Beni biraz seri nletebilir misin, pan Milos J " Ustaca bir hare
ketle kendine doğru çekti onu.
Mi los hiç dü§ü nmeden gömleğini çıkarıp kadı n ı yclp::ızelemeyc
ba§ladı. J itka'nın yüzü oluğu n içindeki kedinin ifadesine büründü,
dudakları n ı zevkle kıvı rıyor ve ken d i n i seri n h ava dalgalarına bı ra
kıyordu ; devam et, diye mırıldandı, ellerin altı n , elleri n . . .
"Ne kadar da güçlü, erkeksi ellerin var, pan Milos. " Nem li göz
kapaklarını büzdü.
Çekin meden, bluzu nu açıp sırtı n ı döndü .
"Sutyenimi çöz, pan Milos," dedi mırılda narak, ··§u Yugoslav
sutyenlerin i n öyle acemice dikilmi§ kancaları var ki . . . "
1 70
"Biz erkeklerin fazla aceleci olmasından deği l, siz kad ı n la rın
yavaşl ığından." Başını eğdi.
"Bu onun lafi olmalı." Başıyla peronu ipret etti kad ı n .
Sta jyer, kadı n c.l ıprıyı görebi lsin diye ya n döndü. Kadı n , peron
boyu nca yürüyerek raylarda çatlak olup olmadığı n ı kontrol eden
İstasyon şefini seyretti. Haber verilmemiş bir tren her an göriiş
a l a n ı n a girebilirmiş gibi siyah kepinin siperliği altında n bakışını
izledi .
"Ka rısına sormam gerekir," dedi esneyerek, "gerçekten o kadar
büyük bir kahraman mı, diye."
Acelesi varmış gibi giy i n meye başladı.
"Sora mazsı n , Jitka," dedi M ilas, " karısı menopozda.
"Demek bu yüzden istasyon şefi hep böyle dertli ve saldırganca
bakıyor, Milas."
"Dertli ve saldırgan m ı , Ji tk:ı ? "
"Vahşi biri gibi, sanki saldırıya geçecek," diye i ç çekti.
"O halde sen in burada old uğunu bil iyor, yoksa yaln ızca h issedi
yor mu, skena Jitka ? "
"Her i kisi de, pan Milas," diyerek küç ük parm ağı n ı sıktı erke
ği n . "Daha ilk gü nden, ikimizin ve sürekli bize sırıtan şu kocaman
erkek kedi n i n bildiği kadar çok şey biliyordu," dedi ve burn u n u n
ucuna bir öpücük ko ndurdu. O sırada c.lıprıda geçersiz ' a n ' baş
ha rfleriyle işaretlenmiş bir tren gürü ldeyerek geçti ve küçük bara
kayı kibrit kutusu gibi sarstı. Geçerken, tren in makin istleri ne.len biri
sucuğu n u kazayla perona düşürdü.
Krem renkli Zastava 1 330 oraya yanaştı. Fren yapıp yarım da
ire çizerek dönerken çıkard ığı egzos dumanı hiç de hayra alamet
deği ldi.
"Nasıl oluyor da stajyer yoldaş, gün ortasında uyuyabi liyo rsu n ? "
Mükttiş ka pıya vuruyord u . .. Ü lke teya kku z halinde ve sc n ı n kıçın
da sinekler uçuşuyor."
171
Hareket mem u ru n u n d a rm ad ığın kafası ancak, çıvu§ ıstasyonu
l istes inden çıkarıp atma kla tehdit edınce kap ı n ı n eşiği nde bel i rd i .
Ccketi n i n a ltına, bir elekle yakalamı§ old uğu ü rkek b i r güvercin s ı
kı§tı rıl mı§tı.
"Şimdi güverci n yetݧtİrmc zamanı deği l, stajyer yolda§, diye
öne atıldı sivil polis ve rozeti n i M i loS' u n b u rn u n u n altına dayadı.
" B i r h a ftadı r peşi ndeyd i m ve n i h ayet yaka l adım o n u . Gerçek bir
tüylü güverc i n . '' Ceketinin a ltındaki tümseği iprct etti. Mi los gü
verc i n i sakin leşti rmeyi pek beceremiyord u : Okp m a k için uzattığı
el ku§U daha da fazla korkutu yord u .
"Neden o n u n yerine pilicin pcşi nc clli§med i n ? " diye sordu ça
VU§.
" H a ngi piliç. vold a � ; B u güvcrcin tek ba §ına, ama ona b i r q
bulm:ıya ç a l ı §ıycı r u m . G ü vercin ler hiç de İnsanlar kad a r seçici de
ği ldirler. . .
··ı;ı bizi aptal yeri ne koyuyorsu n , stajyer yolda§, diye öfkeyle
gürled i l\I ü !Ctti§, "ya da . . . " i ki e l i n i beline dayad ı , ''yoksa sen ...
" B i r d a m la bile içmedim, l'vlü tCttݧ yolda§,'' diye yan ı tladı M i los
sakin bir i fadeyle. ':ı\sl ı n a bakılırsa, vardiya bende deği l. İstasyon
§di.yle vardiya sıramı değݧtİrmݧtİm .
Arkasını d ö n ü p büroya gird i . Vernikli kiraz ağacından d u v a r sa-
ati bile her zama n kinden d a ha yava§ i lerl iyor gibiyd i .
"Her §ey o l m a s ı gerektiği gibi," d iye dikte etti �-li.i tCttݧ.
Çavu§ itaatkar bir §eki ide bu yor u m u kaydett i .
" Kasa n ı n alt çekmecesinde zorlama belirtisi yoktu r. Nokta,"
diye soğu k bir sesle okudu sivil pol i s . "İmzalı ru hsatı olan B aretta ,
22 Ağu stos 1 968\le, İstasyon §efiyle ya rd ı mcısı n ı n önünde İstasyona
bırakılmı§ ve fazladan bir p rjörle birlikte kaybol m u §tur. Nokta .
Yü ksek sesle oku masını biti rd i .
MülCltݧ s i n i rden öks ü rd ü , cebine u z a n ı p bir m e n d i l çı kardı ve
a l n ı n ı kuruladı. A§ı rı s ıca k basmı§tı. Boyun damarı dıprı ti rladı.
Dizleri n i n bağı çözülecekmݧ gibiyd i . Masa n ı n kenarına tutundu
ve biraz sallandı.
1 72
"Temiz havaya ihtiyacı n ız var, Müfettiş yoldaş, dedi çavuş.
"'lı da soğuk havaya," d iye yoru mda bulundu sivil polis ve staj
yere döndü, yakasından tutara k, "biliyor musunuz, amiriniz dün
gece vuruldu. Cin ayet olduğu ndan a rtık eminim.
" B a retta'nın nerede olduğu n u bil iyor olabilir misiniz ' " diye
söze karıştı MütCttiş . "Şu küçük od u n l uğu a radık," baş ı n ı ba rakaya
doğru salladı, "hem de baştan aşağı . . . "
"Ve hiçbir şey bulamad ı n ız, öyle m i ; " stajyerin ağzı açık kaldı.
"Soruşturma sürdüğü için herhangi bir delili açıklamamız, hat
ta sanıkların geride bıraktığı ipuçlarından söz etmemiz mümkün
deği l. Ama yine de suç mahalline kadar bize eşlik etmenizi rica edi
yoruz."
Od u n l uğa kadar kısa yürüyüş sonsuza kadar sürüyor gibiydi.
Müfettiş geride paytak paytak yürüyor, bir ya ndan da sık sık elini
göğsüne bastı rıyord u.
"Görüyorsu nuz ya, stajyer yoldaş Milos l l rına. Sivil pol is si
yah m uşambayı kaldırdı, "suç mahalli yoldaş Lıdislav H.'niıı va h
şice öldürüldüğü ne işa ret ediyor. Adli tabibe göre, ölüm bu yılın
23 Ağustos Çarşamba günü, sabah O l .30'da gerçekleşmiş ve hepsi
bu kadar da değil." Ken a ra atı l mış bir çaputa elini si ldi. '"Cinayeti
iş leyen ler bir ya da belki i ki . . . "
'"Ferm uarınız açık kalmış, sivil yoldaş," dedi Müfettiş ifadesiz
bir sesle.
"Suçsuzluğumu kan ı tlayacak bir mazeretim var," diye a raya gir
di stajyer.
"Mazeret m i ? " diye bağırdı Müfettiş.
·'Bohu mi l Hraba l"ın mazereti," diye açıkladı stajyer sakin bir
sesle, hiçbir şeyin farkı nda olmayan güvercinin, kedinin h:ila uyu k
ladığı ve sıcakta titrek titrek parıldaya n yağm ur oluğu na doğru ka
nat çırparak hava l a ndığı n ı fark etmeden.
1 73
Jani Vi rk
Jani Virk, J 962'de Lj ublj:ına 'cla doğdu, Alman edebiyatı ve çağda�
edebiyat eğitimi gördü. Roman ve öyküler yazıyor ve Alma ncalbn
çeviri ya pıyor. Birçok gazete ve dergide editör olarak çalı§tı; halen
Sloven Ulusal 'lelcvizyo n u 'nda Kü ltür Progra mları'ıı ı n Genci
Yönetmeni olarak görev yapıyor. Preseren Fon u Edebiyat Öcl ü l ii 'ııc
layık görü ldü. En iyi bilinen kitapları §tınlar: Ra/ıela (rom a n ) ,
Sergij'in Son Bııilım Çıkm·ıiı (roma n ) . • l riımi ( roma n ) , Kapı ve Diğer
Öykiiler (öykü ler), Tyclıo Bralıe 'ye Bakma!( (öykü ler) ve Talıııı Perdrnin
,,1rd111daki Kıılıkıılıa ( ro m a n ) . Y.ı pıtları çok sayıda dile çevrilmi §tır.
1 76
SINIRDA
Günün birinde bunun olacağını biliyordu. Çok iyi biliyord u . J\ma ya
nında bir bıçak ya da tabanca götü rmediğine pi§mandı. Akpm köye
giderken, ceket cebinde her zaman bir silah ta§ırdı, kim i zaman po
lisle ba§ı derde girse bile. Arazisine giden dar §OSC yolun kar§ısında
kereste yükl ü bir araba du ruyordu; yolda bir min ibüs arkasından ya
n a§ıp uzun farlarını yaktı. Durdu; ne ileri ne geri gidebiliyordu. Onlar
olduğun u anladı: kom§uları, bq bi rader. Kapıyı açtı, cipten atlayıp
ormana doğru ko§tU , ağaçların karanlık siluetleri arasından bir çıkı§
gördü, ama ç ı kı§ imkilnı yoktu. Önünde bir köpek havlaması duydu
ve bir saniye sonra kiipek üzerine atladı; dirseğiyle di§lerine vu rmaya
çalı§tı ve ısırmayı SJVU§tUrmayı lxıprdı ama dengesi n i yitirdi. Dü§cr
ken sinirli adımbr duydu ve lıır san iye sonra ensesinde derin bi r sızı
h issetti. "Ba§ına değil, ba§ına değil,., diye bir ses geldi karanlıkt::ın, sesi
ta nıdı, cenin pozisyonunda dertop olup tekmelerle sopa darbeleri ::ıra
sında manevra yaptı , birisi bir ayakkabıyla yüzüne vurdu. sıcak kan
a ktı dudakl::ırına; birdenbire acı duymaz oldu; yerde yuvarlanı rken bir
ta§ kapmayı baprdı, h avaya kaldırıp biraderlerin en yakında olan ına
tirlattı. Bir d::ırbeni n çıkardığı boğuk ses ve acı dolu bir çığlık duyuldu;
darbeler a ltı nda çöküp bilincini yitirinceye dek parmakbrıyla etratinı
yokladı.
Yerde kıpırdamadan y;.ı tmasına ka r§ı n , onu tekmekyip sopalarla
vu rmayı sürd ü rd ü ler, ta ki içlerinden biri, "Oııu öldürmü§ olmalı
yız, d u ra l ı m , d i yene dek. Sıcak ba har gecesi nde adamların h ı rı l tı
lı solu kları duyu labi liyor, mehtap yol u n kenarı n d a ki seyrek otl ::ı ra
yüzü göm ü l ü olara k yerde h a reketsiz yatan adam ı n üstünde parl ı
yord u . "Öldürd ü k onu, diye tekrarladı erke k sesi v e asabi, sarsıntılı
b i r gü l m e krizine tutuldu, ..öldürd ü k o n u , la yığı n ı buldu.
Bedeninden tutup onu arabaya doğru sü rüklediler, sürücü kol
tuğuna yerlqtirdi ler, kafası ön cama çarptı, ka pıyı kapattıl a r, adam
koltuğa devri ldi, çok a rka larda bir yerde minicik bir bilinç noktası
a lgıladı, onun bilinciydi bu, kendini koltukta kanlar içinde yatar
ken gördü, ağzından sızıyordu kan ; sol u k aldı, kalın ya pı§kan sı
vıdan geçen i ncecik bir taze hava esintisi ciğerle rine girdi, birisinin
cipin baga j ı n ı açtığı n ı duydu, benzin ve sonra da ya nan plastik ko
kusu aldı, arka kol tu ktan çatırtılı alevler yükseldi, pembe I§Ik göz
ka pakla rından geçip göz üne n ü fuz etti, ölen babasın ı n traktörün
altı nda sıkı§mI§ yata n , soıı nefeslerinde kan kusan görü ntüsü geç
ti belleği nden. Şi§mi§ dudakla rının arasından, "Kavga bitti a rtık, "
diye fisıldadı kendi kendine, "iite tara fa geçiyorum, hayatın nehir
yatağından apğı akıp toprağa batacağı m." Motorun meta l i k uğu l
tusunu duydu, biraderler a rabayla geldikleri yöne dön üyorlardı,
''piç kuruları, beni diivdü lcr," diye dü§ündü ve yoğu n, topak topak,
boğucu dumanın içinde sol u k almaya çalı§tı, "yakında a levin !§I
ğı, kara nlığın kucağı ııda kızgı n zerre olacağım , havada çözü necek,
çam iğnelerinin kokusuna ve kargaların tüylerine karıpcağım .
Gözleri n i n önü nden a razisin i n , hayvan sürüsü n ü n , kızgın köpek
lerin, an nesiyle babasının orman ken a rındaki mezarların ı n görün
tüsü geçti h ızla, "her §ey para m parça olacak, diye dü§ündü, "her
§eyin üstünde ormanlar bitecek." Elini ka pıya doğru uzatıp par
makla rının boğ"u mlarıyla cama vu rdu, parmakları n ı kapı kol una
indirdi, ama kapıyı açacak gücü yoktu ; ka nla yoğun dumanın yapı§
yapı§ ka rı§ımı içinde nefrsi kes ildi, serbest elini hel ine koy up ken
dini dizlerinin üstü ne çekmeye çal ı§tı, boğul uyord u ve can havliyle
kendini dizleri üstünde kapıya doğru itip kapı kol u n u çevirmeye
yetecek gücü toplamayı baprdı; ba§ın ı kapıya dayayıp beden i n i se
rin bahar gecesi ne bıraktı . Güc ü n ü n son ka lıntısıyla a raçtan dıprı
vuvarlandı, sivri çakı lların üstüne dü§tÜ ve yine bilincini yiti rerek,
ı ı.;güdüsel olarak hendeğe yuvarlandı.
B i r patla ma sesi geceye yayı lara k tepelerde ya n kılandı; ay I§Iğın
ı l.ı . ı r : ı cı ı ı havaya uça n parçaları yola ve ağaçlara yağıyordu. Patla-
mada bedeni sarsı ldı, ama kendisi uyanmadı; hendekte kalçası n ı n
üstünde yatıyordu, ağzından s ı z a n ka n ya naklarında pıhtılaşmıştı,
alnı ndan h5Ia kapalı gözkapakları n a yavaş yava§ sıcak ka n damlı
yordu. Nerede olduğu n u bilmiyor, kim olduğu nu düşünmüyordu,
sudan hafif ve havadan ağır olan maddenin içi nde asılı ka lmıştı,
devasa beyaz sütu n lardan soyu l m u ş litlmsi taba ka lar etrafa s ıçrayıp
yeni sütunlar halinde bir araya geliyordu, her şey çözülüp yeniden
beli rme hali ndeyd i, hiçbir yerde tek bir canlı yoktu, yalnızca mırıl
d a n a rak girda pl a r olu§tu ra n şekilsiz yaşam, pul pul akan enerj i , ta
n ı madığı varl ı k türü nün saf ışığı vardı . Annesi n in sesi ni, anl amasa
da onu yatıştıran yumuşak sesi n i , onun ok§ayan sesini, şekilsiz du
dakları n ı n yumuşak doku nuşu nu, koku suz sıcak nefes inin serpin
tisi ni duyuyordu. Değişen biçimler a rasında hati f ve yarı sayda m,
pul pul beyaz doku ha linde havada asılı bir halde, çiizii lüp yeniden
birleşiyor ve yi ne de hep a y n ı kalıyord u, uzaıı lalıilir ve yok edilemez
bilinç noktası nda hep farklı ve hep kendisi . . .
Minibüs tozlu şose yolda hoplayıp zıplaya rak ilerliyordu. Bira
derlerden i kisinin yüzü ezilmi§ti; ta§ en gen çlerinin dudağı n ı yar
mış ve bi rkaç dişini kırmıştı. Pencereye dayanara k in ledi ve şi§miş
ağzından ıslık gibi ses çıka rdı.
"Ona yavaş yavaş işkence yapmalıydık," dedi.
"Hayır," dedi ba§ka biri. "Onu öldürm üş olmamız yeterli.
"Hayı r," dedi ba§ka biri. "Taşlarla tüm dişlerini kırma lı ve yavaş
yava§ işini bitirmeliydik."
''Hayı r," dedi başka biri , "Biz doğru ola nı ya ptık. () I d ii ya,
önemli olan da bu.
"Hayır," dedi ba§ka biri, "onu aşamalı ola rak, pa rça pa rça öl
dü rmeliydik, ona şimdi işkence ediyor olmalı yd ık. İ � ı n ı çok çabu k
bitirdik. Ö ldü gitti, a rtık acı çekmiyor, a m a u Lı k lık hayatı boyunca
dişlerinin arası ndaki boşluğa katlanmak zorunda ka lacak.
"Daha da kötüsü, hayatı boyunca ölü olacak, dedi başka biri ve
kaba bir öksürü kle gü ldü.
"Evde ne söyleyeceğiz ? " diye sordu başka biri.
1 79
"Kereste arabamıza vurduğu n u ve cipinin alev a ldığını söyleye
ceğiz," dedi başka biri.
"Evet," dedi başka biri ve ağır, çarpık bir kahkaha attı, ·'olup biten
lerin kabahati bizde deği l."
"Evet," dedi başka biri, "kabahat bizde değil. B u n u a ra n ıyordu.
Çok uzun süre kafamızı ütülemişti . "
M inibüs meskenin önünde durduğu nda, vakit geceyarısını epey
ce geçtiği halde m u tfakta hala ışık yan ıyordu. Bi raderlerden i kisi
en genç olanı koltu kaltlarından kavradı ve eve girdi ler. Mutfakta
babal a rı tekerlekli koltuğunda uyuyor, anneleriyle kız kardqleri de
m asaya tabakları yerlqtiriyordu. Anne onla rı görünce durdu; iki
ka n l ı yüzü fa rk etmişti.
"Ne oldu ? " diye sordu.
"Bir ağaç yıkıldı ve altında ka ldılar," dedi yaşça en büyük ol an
ları.
"Neden daha önce geti rmediniz on l arı ? " diye sordu anne.
"Neredeyse işimiz bitmek üzereyken oldu," diye yan ı tladı, "zi
firi karan lıktı; bu kada r kötü olduğun u bilmiyorduk. İ şi bitirelim
istiyorla rdı. Hala yardım edebi l iyorlardı . "
" Sonra da yük arabasını dışarı çıka rmak istediği m izde," dedi bir
başkası, "komşu oradan geçerken çarptı . "
Seksen yaşındaki baba, yaşlılıkta n v e yeni uyandığı uykudan
kızarmış ve şaşkın gözlerle boş boş etra fa bakı ndı. Tekerlekli koltu
ğunda doğru ldu, maden gıcırdadı, herkes ona doğru baktı.
"Ona ne oldu ? " diye h ı rladı, boğuk ve kaba bir sesle oğullarına.
"'Ya ndı," dedi biraderlerden biri.
"'Ya rdım etmediniz m i ? " diye sordu yaşlı adam .
..
Hayır," dedi en büyükleri .
.. 1 )o.ı!; ru olanı yapmışsınız," dedi yaşlı adam, "'yolum uza çıka n -
1 . ı ı ı ı ı l ı : ı� ı ı ı :ı gelecek o l a n budur işte. Çok uzun sürdü. Benim için
'."ı .. .ı·.ı·ı, S ı i'. sevinin."
i Si i
)'CJğu n kılcal damarlarda n kızarmı§ gözleriyle odayı taradı, kim
se b a kı § ı n ı kelimelerle kesmeye cesaret edemedi. A§ağıl a rca sına gü
lümsüyordu, derken ba§ı omzu n a dü§tÜ ve yine uyur kaldı.
"Onu öldürdünüz," dedi a nne. "Babanıza onu öldürdüğü nüzü
söyleseydiniz ya, mutlu olurd u . "
"Onu b i z öldü rmed i k, a n ne," dedi en büyükleri, "öldü rseyd ik,
bizi tu tuklayabilirlerdi, biliyors u n . Kendi kend i n i öldürdü, yan m ı§
tı ve ona yardım etmed i k, hepsi bu. Sana söyledim ya, a rabam ıza
çarptı, yük arabamıza. Hepsi o n u n yüzünden."
"Evet, onun yüzün den ," dedi bir ba§kası.
Kadın onla ra İ n a n m adı, ama önemli değildi. Ö nemli olan tek
§ey genç kom§unun ölmesi ve bir süreliği ne hu zur bulmalarıyd ı."
"Klara, baba n ı yatağa götür," dedi anne kızına, "Yemekleri n i
ben veririm."
Kız tekerlekli koltuğun fren ini gev§etip babasını m u tfakta n
çıkardı. Adam horluyordu; ısla k od u n u n üstünde gev§ekçe ve gı
cırdayarak kayan paslı testere di§leri gibi bir ses çı karıyordu. Klara
babasından nefret ediyordu, ama korkuyla karı§ık bir saygı da du
yuyordu. Bq yıldır tekerlekli koltuğa bağl ı olmasına kar§ın, çiftlikte
ya da ormanda onsuz hiçbir §ey ol m uyordu. Her bir ağacı , toprağın
her bir karı§ını, arazisi üzerindeki her bir hayvanı tanırdı. İ nsanları,
oğullarını ta n ı rdı, on l ara gözdağı verip kilolarca altın hikayesiyle
h izada tutmazsa -sakat olduğu ndan- üstüne atlayıp i§ini biti rmeye
kal kı§acaklarını b ilirdi. Avustra lya' da yirmi yıl geçirmi§, kırk ya§ın
da geri gelmݧ, bir ilan vererek genç bir kız satın a l ını§ ve altı ço
cuğu olmu§tU. Tasarruf ettiği büyük miktarda parayı yurtdı§ından
geri getirip topra klarına ve çevredeki a razilerin satın alımına yatır
ffil§tl. Herkes ona boyun eğiyordu; gerekirse, araziye değeri nin Ü\
katı para ödüyordu. Bir tek ya§lı kom§usu sorun çıkarmı§tı; ada ıııııı
traktör altında kalarak ölmesinde p§ılacak bir §ey yoktu, oğı ı l l a ı ı
traktörün devrilerek onu nasıl ezdiğin i görmü§lerdi, daha so ııı a ı l . ı
tek sorun genç kom§USU olmu§tu ; onun da kereste yığıııııı.ı ._ . ı ı l '
1x1
ması nda pşı lacak bir şey yoktu, oğu lları kereste yüklü a rabaya nasıl
ça rptığı nı görmüşlerdi.
" Uyuduğu mu sanıyorlar, "' diye söylendi yarı uyuklar vaziyette,
kızı onu tekerlekli koltuğunda mu tfaktan çıka rı rken. Ağzından kö
pek sa lyası n ı a ndıran koyu kahverengi bir nikoti nli sıvı sızıyordu.
''/\! tı n ki.i lçelerinin nereye gömülü olduğunu söylemeden ölebi
liri m , diye korkudan titriyor hepsi, sırt la nlar' Ö lü rken dilimi ağ
z ı ndan çekip kopartsalar da, hiçbir söylemeyeceği m, diye söylendi
sımsıkı dişlerinin a rasından. Kendi kendine gülümsedi, on larca yıl
önce i\vustralya 'dan geti rip a razi n i ı ı bir yeriııe giirrıdüğü ni.i tekrar
layıp dursa da, ortada altın külçesi illan yoktu. Getirdiği tek şey,
üstünde altı n ı n izleri parıldayan bir cevher kütlesiydi ; o da şimdi
şömine üzerinde bir servet ve iktidar vaadi gibi hareketsiz duruyor
du; oğu l la rı yanından geçerken tevazuyla başları n ı eğip babaları n ı ,
bilen kişiyi, a rdında lı ı r servet b ı ra kıp onları mutlu edecek kişiyi
selamlıyordu.
"Şimdi yol açık," dedı en büyü k oğlu mutfakta. "Arabayla etra fta
dol a n mamıza gerek yok a rtık."
"Evet," dedi iiteki. "telleri kesip kapıyı yıkarız."
"Köpekleri n i vu r u ruz, dedi bir başkası.
"Hayır, zelı irleriz onları, dedi bir başkası.
"Hayvanlarını kesip satarız," dedi bir başkası.
''/\n nesiyle babasının mezarları n ı dümdüz ederiz," dedi bir baş
kası , "ölü ya da diri , yanıbaşı mızda hiçbirinin varlığına katlanama
yız."
Anne oğu l ları n ı gu rurla izl iyord u. "Büyüyüp adam oldular,"
diye düşünüyordu, " ne kadar da sert ve cesurlar, yine de bana ve
baba larına çok yumuşak davran ıyorla r. Tan rı bilir ya, kötü insan
değil hiçbiri, ama buralarda hayat zor. Tan rı aslı nda iyi ve mütevazı
old u klarını, ama damarları nda bi raz da babalarının ateşli ka n ı n ı n
. ı kı ı,Q ı n ı biliyor."
" ' N e dü§ü nüyorsu n , onu öldürdüler, değil mi ' " diye sordu Kla
l ı. ı l ı. 1 <; 1 1 1 ı tekerlekli kol t uğunda yatağa götürü rken . İ htiyarın boy-
1s .
nu kırı l m ı§ gibi, ba§ı omzuna dü§müştü. "Uykusu nda kon uşuyor,"
di ye dü§ündü kız, "ölmü§ ve konu§uyor. "
"Bilmiyorum, dedi sessizce kendi kendine v e kom§uyu d ü
ş ü n d ü . T ü m ai lesi gibi o n d a n nefret ediyord u, ama onunkisi farklı
bir nefretti. Dört yıl önce vadi n i n aşağısındaki i l köğretim okulunu
bitirdi kten sonra, yaba ncı insan ların a rasında h iç ya lnız ka lmamı�
tı. Çiftlikte çalı§ıyor ve ancak a rada bir ağabeyleriyle alı§veri§e gi
diyordu. Yen i yüzleri çoğu kez televizyonda görüyordu, çatıda bir
uydu antenleri vardı, kocaman bir beyaz çanak; cumartesileri gece
geç va kte kadar, a n lamakta zorl u k çektiği İ ngilizce programları
seyrediyordu. Babasının sözü n ü ettiği taze ceset tanıdıktı; onu sık
sık gözlerdi, a razisi onla rınkinin ya nı ndaydı ve dere boyu nca iki
çiftliği birbirinden ayıran bir ornıa ı ı �eridi olmasına ka r� ın, kendi
duvarlarından on larınkini giirdıil iycırd u . Ko mşuyu ya kı ndan hiç
görmemi§ olsa da, yüzünü gayet iyi tan ıyordu. Ağabeyleriyle bi r
likte mavzerin teleskopik giirünıüsü nden onu nasıl seyretti kleri ni
ve kimi zaman evi n i n teneke çatısında dururken ba§ının hemen
üstü n ü hedef aldıklarını ya da hayva n larından birini vurd u kları
nı a n ı msıyordu. Kend isi de bazen duvarda sürünüp onu dürbünle
seyrederdi; ağabeylerinden daha iyi bir endamı vardı, neredeyse her
zaman sakalsız ve bıyıksızdı ve kot tulumuyla fa n i lasını giydiği nde,
geni§ yüzü ve güçlü dişleriyle ona televizyonda blue jean reklamın
da giirdüğü adamı hatı rlatırdı ve kimi zaman bedeninde hafi f bir
ürperme hisseder, eli a§ağı kayıp karn ı n ı n altındaki yu muşak, sıcak
tüylerin üstünde du rurdu. Bunun doğru olup olmadığı n ı bi lmez,
son rası nda daima ken dinden tiksi nirdi, sı n ı rın ötesindeki erkek
ten nefret ederdi, ç ü n kü nefret etmek zorundaydı, ailesi nde herkes
onda n nefret ediyordu, gene de bazen ona ba ktığında karn ı n ı n a l
tındaki sıcak tüyler adeta alev alır v e o d a b u duyuma direnemez,
direnmek istemezdi. Ki mi zaman diki§ nakı§ın ı duvarın üstü ne
çıkarır ve ona ba kmayı sürdürü rdü, tarlada çalı§masını, hayvanla
rı nı besleyi§ini ve vah§İ köpekleri ne ka nlı et parçaları atışı n ı sey
rederdi. Ayrıca zaman zaman ta hta sırıklar a rasına bir tual yayıp,
1 83
saatlerce resim yaptığı nı görü rd ü. Kendi evinde kimse böyle bir §ey
yapmadığı ndan. bu ona tuhaf gelirdi; dürbünle ı u aldeki renkleri
izler ve kend i n i iyi hissederdi . .. Güzel. diye dü§ü nürdü, .. bu ada
m ı n yaptığı §ey ne ga rip, diye tisıldardı kendi kendine. Bazen de
ağabeyleri nden biri kom§ u n u n ku rumakta olan tu ali evin a rkasına
saklamayı u n uttuğunu fa rk edip, resmi ku r§u nlarl a delerdi. Kız her
seterinde gülerdi; hayatı ke ndilerine ze hir eden yakı§ ıklı kom§U
ya kar§ı nefret duygusu damarlarına işlcmi§ti. Ondan açıkça nefret
eder ve aileye tek başına direnme cesaretini gösterdiği için de gizlice
hayra n lık duyardı; genç adam onların süt güğii mleri n i deld iği nde,
ağabeylerinden birine aşağı vadide dayak attığı nda ya da köpekleri
kendi hayva n l a rından biri n i boğazLıdığında ona kızardı; sakalsız
bıyıksız, güzel yüzü nün derisini nasıl tırmalayacağı n ı düşü n ü r ve
içinde bunu yapmak için duyduğu derin, şehvetli a rzuyla ürperir
di.
Babasın ı yatağa yatırdı, §i§man, yaşlı bedenini örttü ve evden
dıprı süzüldü.
Adam yüzünde ıslak bir karıncala n ma h issetti; gözlerini açtı ve
ağrıyan şişlikler a rasından yüzü n ü yalayan St. Bernard köpeği n i
görd ü. Saba h günqi parlıyor, yerden soluk, ağa rtı lı dalga lar halinde
nem yüksel iyordu. Zorlanarak ba§ını ha reket ettirdi, etra fa baktı, ne
old uğu n u hatırlaya madı, son ra birden kafası na dank etti. "Komşu
lar," diyerek içini çekti. Tüm vücudu ağrıyordu, oynatmaya çal ı§tığı
eli pösteki gibi sık tüylü örtü nün üstüne kaydı; gözleri n i indirip
bedenine baktı. Geceleyin birisi üstüne battaniye örtmܧtÜ, kim
oLı bi lcceği üzerinde durmadı; hunu yapacak birini ta n ı m ıyord u .
Köpeğin boyn una tutun u p oturdu, kaburgal arı nda <lelici bir sancı
hissetti, öksürdü ve pıhtılaşmı§ bir kan tükü rdü. "\olun üstünde bir
ı ı ı l' tal yığın ı ve araba lastiği kal ı ntıları gördü. " Benden geriye h içbir
� ı · v ka lmayacaktı," diye söylendi, .. belki §OSenin üstünde bir di§, yol
k ı · ı ı ; ı r ı ı ıdaki çalılıklar a rasında bir düğme." Tüm bedeni ağrı ve sı
ı ı l . ı ı ı , ı ııdl' yd i, yine de ayağa ka lktı, çi menden kuru bir değnek aldı
" ı ı ı l d l ' \'crck yiirüd ü. Bacakları titriyordu ; bi rkaç adım attıktan
1s1
sonra, yolun kar§ısındaki tom r u kların önü nde durdu, değm:ğe da
y a n ı p bacağı n ı ka ldı rmaya çalı§tı, a ma yapamadı, başı dönd ü , tom
r u kl a rın üstüne dü §tÜ ve omzu sertçe tah taya ça rptı . Sı rtüstü yatıp
kaldı ve berrak gökyüzüne baktı; çaresizlik duygusuna alışıktı, bir
keresinde dağlarda kaya k yaparken, çığla sü rüklenmi§ ve ka rların
a ltına gömül müştü, bi rkaç daki ka son ra aklı pes etse de öyle güçlü
bir yaşama a rzusu hissetmi§ti ki , buna direnemeyip hiç dü§Ünme
dcn karları kaza kaza dıprı çı kını§ ve kırık b i r bacakla sürüklenerek
vadiden apğı in mişti. Günq gözleri n i acı tıyordu, bir süre son ra
bacağı nı kerestelere dayayarak karınüstü yuva rlandı, bede n i ni ke
restelerin üstünde kaydırıp ayağa kalktı. "Bu iş burada bitmedi,"
diye söylendi, "henüz bitmedi," diye tekra rladı ve aya kta du rmayı
zar zor başa rarak, yaln ızca bi rkaç metre uza ktaki evine doğru sen
deled i.
Zincirin ki lidini aç ı p çililiğirı in gıc ırdayan geni� ka pısındaıı
içeri yü rüdüğünde, köpek sü riisü koşarak ona doğr u gcl d ı . <,: i t lere
daya n a rak öylece d u rd u ; üstü ııe atlayıp onu yere dnırılı ln, pılı t ı
laşınış kan ı n ı yalayıp hırladıla r. '"Bana saldıracaklar, dı yc ı l ii � ii ıı
d ü , '"efendileri i ç i n dövüşecek, gözü kör kana susa ı ı ı ı � lıayvaııcı
sevgi leriyle onu para mparça edecekler." Korkm uyord u ; �i�ıııı� göz
ka pakl a rı n ı n a ra lığı ndan, kan bürümüş, aç, sadık gii/.lni ı ı ı , a kan
salya larını, tüyleri n i n salıa h gü nqinde parlayışını gii nlii. ( >nlara
adlarıyla seslenip, sivri dişlerine elleriyle dokunuyord u . ' ' B u dü nya
daki tek sadık yaratı kla r hayva n l a r, " diye düşündü ağ rı va ıı \'e dönen
başı n ı n içinde, son ra keskin bir ıslık çaldı; köpekler l'\'l' ko�up basa
makla rın üstüne otu rd ul:ı r. Adam doğruldu ve sekerek e\T yü rüd ü,
buzdolabından bi rkaç parça çiğ et alıp dışarı tirl a t t ı . Banyoya gitti,
al tüst olmuş suratına bakacak gücü yoktu, kend ini yatağa sürükle
di, içine düştü ve hemen uyudu.
Öğleden sonra şiddetli bir havla mayla uyandı, çabucak kalktı,
acıyla i n ledi, pencereye yanaştı ve silah atışını duvd u. Nereden gel
diğini biliyordu; tüfeğini kapıp pencereyi açtı. Bıradcrler çit i n i n ve
elektri kli tellerin a rkası ndaki koru lukta durmu�. köpeklerine ateş
1 85
ediyorlardı. iki köpeği nin kıpırdamadan yerde yanığı n ı görebi ldi;
ti Hcği ni ka ldırıp kom§ulara atq etmeye ba§ladı. Daha önce hiç on
lara doğrudan nişan almamı§tı, ama §İmdi onları öld ü rü rse neler
olacağı um urunda hile değildi. Ba,ğmlıklarını duydu, birisi haykı
rarak yerde yuva rlanıyord u. B i ri n i vurduğu n u a nladı, yerde yatan
adamı nişan alıyordu, savu n masız bir hedefti, tetiği çekti ve bir an
durdu. İ çi nefretle doluydu, burun deli klerinden hava aldı, ihtihap
lı kabu rga ları sızladı, kend i n i kırılmak üzere olan bir porselen gibi
hissetti. Havaya, ağ;ıçların tepesine atq etti, bi raderlerden hiçbiri,
ağlaya rak omzunu tutan yaralıya yakla§ma cesaretini gösteremiyor
du.
Arazinin üstünde gergin lıi r sessizlik asılı duruyordu, adam
kom§U çiftlikten sınıra doğru ko§an genç kad ı n ı seyretti, onun kız
kardqleri olduğunu bil iyordu, ağabeyleriyle a l ı§verݧe geldiği nde
köyde bi rkaç kez ka r§ı la§mı§lardı. Güzel bir vücudu, iri göğüsleri
vardı; eskiden, otuz ya şının biraz üzeri ndeyken, bu tür kad ı n la rdan
ho§lanırdı. Hepsi geçmݧte kalmı§tı; yıllardır bir kad ı n la birl i kte ol
mamı§ ve olmayı da özlememݧtİ. "Güzel bir i ntikam olurdu," diye
dü§ündü ve tükğiyle n i p n alarak kadını izledi. B i raderlerin çığl ık
larını duydu, kızın yaralıya ula§masını enge llemek istiyorlardı, ama
o yine de ko§Up üstüne eği ldi; adamın e lleri titriyordu, gözleri n i
ka patıp tetiği nasıl çekeceği n i hayal etti, ku r§u nun ı l ı k b a h a r hava
sını yararak uçu§unu ve genç kadının alnında olu§acak minicik kan
damlasını gözü n ü n önüne getirdi. Hayır; ona ateş edemezdi, göz
leri n i açıp kızın ağabeyini ormana doğru sürüklediği ni gördii, tar
lada vurulan iki köpeği nin ayırdına vardı, havaya bir kur§Un daha
�ıktı ve yatağı na döndü.
'ı:ı ra lı birader eve sürü klenmݧtİ; sızlanıyor ve deri n ndcsler a l ı p
vnı vordu.
· · ı ı ı risi onu omzundan vurdu," dedi en büyükleri, gi rݧİn önün
ı l ı ı d;nlckli koltuğu nda oturan babaya.
· · ı •< " k ı o ı ı ; ı ı ı c yaptı n ı z ? " diye sordu ya§lı adam.
l l ı ı . l ı ı r �l' \', dedi, "biz dıprıdayd ık, o ise evde saklanıyord u.
1 �i , '
'üı§lı adam sopası nı salladı, ama ona ulaşamadı.
"Budalalar' Kim olduğu n u san ıyorsunuz, ha ? " diye tısladı oğu l-
la rı na, h ı§ırtıl ı bir fisı ltı §ekl i nde çıka n lıir sesle.
··o deği ldi," dedi birisi, "dün a rabanı n içinde ya n m ı§tı.
"Benzinle ıslatıp :ıtqe verdik onu, dedi birisi.
"Bugü n gidip kon trol ettim, dedi birisi, ''ondan ka lan hiçbir §CY
yoktu , yalnızca bir meta l yığı n ı .
" Ö ldüresiye dövüp yaktık onu," dedi birisi, "hepimiz iildüğü nü
gö rdük. "
"Dün onu öldürmediğinizi söylcmi§tiniz, diye in ledi ya§ l ı
adam.
'' Ö ldürdük onu, baba," dedi en büvükleri.
'' Ö ldürdük onu," diye tekra rladı bir ba§kası.
" Ö ldürmemi§siniz onu, dedi ya§lı adam sessiz, tehditkar bir
i fadeyle. "Şimdi her §ey yeniden ba§la yacak." B:ıcakl a rı n ı örten bat
taniyenin :ıltından bir tabanc:ı çık:ırı p, titrek el iyle şarjör bop lan:ı
kadar kom§unun çiftliği ne doğru atq ett i .
\';ı ra lı bir:ıder evin içine ta§ı n ı ı ı ı §tı, Klara ağabeylerin in kur§U
nu onun omzundan çıkarmaya çalı§maları n ı izliyordu. Kom§uyu
dü§ündü, geceleyin üstüne batta niye örttüğü için pı§rnandı, "Ken
disini hendekte canlı bulduğumu söylemeliydim onlara, d iye dü
§Ündü ama sesi ni çı karmaya cesa ret edemedi.
"Onu aşağı , vadiye götürmemiz gerekecek," dedi en büyükleri.
"Ne diyeceği z ? " d iye sordu birisi.
"Hiçbir §ey," dedi en büyükleri, ''bir av kazası.
" Ö cümüzü a lacağız," dedi birisi.
"Evet, öcümüzü alacağız," dedi birisi.
"Bu kez onu öldü receğiz," dedi birisi.
"Onu zaten öldü rmܧtük," dedi birisi.
"Hayır, onu öldürmedik," dedi birisi. "Evdeki ki§İ oyd u, ih tıya r
h:ı kl ı . füı§ka kim olabilirdi ki ? "
"Birkaç gün bekleyip evi yakarız," dedi birisi.
"Evet," dedi en büyükleri, "bu kadarı fazla. Ö yle ya p:ı rı z .
1SI
Kardqleriıı i min ibüse koyup köye götürdüler. Baba sert sert
ba ktı a rkalarından, dudaklarının a rasında bir sigara duruyord u,
yüzü nikotinden sapsarıydı, sigarayı eliyle tutmayı uzun süredir
bıra kmı§tı, bir tane yakıp dudakl a rının arasında tutuyor, kül ler h ı r
kasına ve batta niyesine dü§üyor, ağzının kena rlarından n i koti n l i
salya a kıyordu . Yı ralı oğlu i ç i n üzül müyordu; o n u n i ç i n çocuklar
hayva nlarından farksızd ı: mal ve mülkünün bir parçası. "Her §eyi
ben yaptım , diye söylendi kendi kendine, "her §eyi kendim a kl ı m,
onlarsa sadece zıba rma mı bekliyorlar. Ama zıbarmayacağım; on
lardan fazla yapyacağım," dedi ınatla. füı§ı göğsüne dü§tÜ , kızı
korkuyla acıma karı§ımı bir d u yguyla onu izliyordu, yanına yak
la§tı ve için için yanan izma riti ağzıııdan aldı. Yı§lı adam uyumu
yor, ya nındakinin o olduğunu biliyord u, "Klara ben im her §eyim ,
diye dü§ündü, kapa lı gözka paklarının a ltında ya§lar toplanıyordu,
"Toprağı satıp parayı ona bı rakacağım," diye mırıldandı ve yanakla
rından apğı bir damla ya§ a ktı. "Vadide kendine bir erkek bulmalı,
eskiden benim olduğum gibi birini," diye hıçkırdı. Ti z, boğuk bir
sesle sızlan ıyord u, karısı evden çıkıp sorun nedir diye sordu; ya§lı
adam ba§ını ka ldırmadan sopayı kadına fırlattı ve tesel li edilemez
bir biçimde hıçkırmayı sürdürdü.
Akpm üstü biraderler döndü, yaral a rı olan a ra l a rı nda deği ldi;
h astanede onu alıkoymu§lardı. Yemekte baba kasvetli bakı§ları
n ı üstlerine dikti, kimse sesini yükseltmeye cesaret edemedi. Ya§lı
adam ko nya k kadehlerini üst üste yuvarlıyor, korkunç solgu n yü
zündeki kan bürü mü§ gözleri bo§ bo§ bakıyord u. Bo§ l u k gözleri nin
önünde çözülüyord u; gördüğü tek §ey birbirinden ayırt edileme
yen mobilya parçalarıyla ağı r bir hava dalga lanması ve onun içinde
yüzen suratlardı. Eliyle ba§ı nın üstünde daireler çiziyor, gördüğü
ımgcleri, çözül mü§, birbirinin yerini alan suratlar kütlesini silip at
ı ı ı ; ı k istiyordu. Sessizlikleri onu deli ediyordu, on lara bağı rdığını
l l'\· a p vermed iklerini dü§ündü, oysa aslında sesini çıkarmam ı§
ı s :-:
ya'ya gidiyorum," diye guruldadı sa rho§ ağzıyla, geği rdi ve kend ini
masadan geriye i tti; koltuk duvara savru ldu, metal kl i n k diye bir
ses çıka ra rak tahtaya ça rptı ve ihtiyarın rafa vuran ba§ı sarsı ldı. Şa··
kağında küçük, keskin bir acı duydu, sanki birisi ba§ına bir iğne
batırıyormu§ç;ısı n a , nemli sancıyı kafatası derisi n i n al tında hissetti,
beyni yle gözleri kanla doluyormU§ gibi geldi ona.
Sabah uyanmadı. Öğle yemeğine kadar onu yatakta bıraktılar,
sonra ka rısı onu koltuğu na yerlqtirmeye çal ı§tığı nda öldüğü nü
fa rk etti . Mutfağa gid ip ötekilere söyled i . Ses çıka rmada n ona bo§
bo§ ba kıyorlardı, yal nızca kızın gözleri nde ya§lar vardı.
"Sana söyledi m i - " diye sordu en büyü kleri sonunda.
"Neyi ? " diye sordu a nne.
"Altını nereye gömdüğünü."
Kadın oğullarının bo§, gergi n, d ü§manca yüzleri ne ba ktı. Hayır,
kocası ona da söylemem i§ti.
"Bana söyledi. Kom§uyu hakladığın ızda, size gösteririm," dedi
sakin ve kararlı bir sesle.
"Evet, ihtiyarın ölümü nden o soru mlu, dedi en büyük oğu l.
"Evet," dedi birisi, "artık hiç seçeneğimiz yok.
"Evet," dedi birisi, "öldürmeliyiz onu."
" Ö ldüreceğim onu," dedi birisi.
"Hayı r, birlikte öldüreceğiz onu," dedi en büyükleri.
"Evet, bunu birli kte yapmak zorundasınız," dedi a n ne. "Bunu
baban ız için yapmak zorundan ız,"
Baba ertesi gün gömüldü. Bardaktan bo§a nırcasına yağmur yağı
yordu ve yolları kirli kahverengi seller basmı§tı.
'/\rtık beni din leyeceksiniz," eledi en büyük birader, ça mura bat
mı§ olara k eve döndü klerinde.
"Hayır, kom§udan kurtu lup altını çıka rıncaya kadar beni d i ı ı lc
yeceksiniz," dedi a n ne.
"Evet, onu din leyeceğiz," dedi bir ba§kası.
"Doğru söylüyor, onu din leyeceğiz," dedi ötekiler.
ı s•ı
Sonraki günlerde biraderlerden biri dü rbün le sürekli komşu n u n
evin i izledi. Kom§uları bi rkaç gü n dışarı çıkmadı, vad iye indiği
ni, kaçtığı n ı dü§ündü ler, ama çiftliğine geçmeye cesaret edemedi
ler, yal n ızca uzaktan köpeklerine atq ediyorl a rd ı . Derken bir gün
kom§U evin önünde ortaya çıktı, i ki büklüm yü rüyordu , güçsü zdü,
bir hafta dan uzun bir sü reyi yata kta geçi rmi§ti; günde bir kez kö
peklerine pencereden biraz yiyecek atıyor, a kşamları da memeleri
çürümesin diye inekleri sağıyord u. Yüzü mavimtrak morl u klarla
kaplıydı, kaburga ları hala sızl ıyor ve gü n ışığı gözleri n i incitiyord u .
"Yiyecek a l mak için vadiye i nmeliyim, diye clü§ündü, ama a raba
s ı yoktu , at süremeyecek kadar da güçsüzd ü . Kom§uların kendi
sini seyrettikleri ni bil iyordu , dü§manca, donuk bakı§ları n ı üstün
de hissediyord u ; korkm uyor, ya lnızca fa rklı bir yaşam süremediği
için üzülüyordu. Aile çiftliği nden ayrılamamıştı ve zaman zaman
satıp ta§ı nmayı düşü nse de, bunu yapmak istemiyord u ; dağları n
koyn u n d a ki çiftliğine, an nesiyle babası n ı n ormanın ken arındaki
sessiz meza rla rı na, komşuların saldırganlığıyla kısıtlanan özgürlü
ğüne çok bağl ıydı. Bütün bu olup bitenlerden sonra pes edemezd i.
B abası nın ölümü nden bira derlerin sorumlu olduğuna emindi; pes
etmeyere k öcünü alıyordu. Evi nin metal kısmına bir kur§un isabet
etti, sini rli deği ldi, yal nızca sata§tı kları n ı bil iyord u, onu öylesine öl
d ü rmeye cesaret edemezlerdi, yangın ya da a ttan düşme gibi pis bir
küçük kaza daha tezga hlamaya çalışacaklardı. Kovaya biraz ki reç
koyup i ki çiftliği birbirinden ayıran ormana doğru yavaşça yürüdü;
öldürülen iki köpek tüyleri n i n a ltında çürüyüp koku§uyor, bir sinek
sürüsü üstlerinde daireler çiziyordu ; üstlerine kireç serpti ve sağı r,
çü rüyen kı llı kulaklarına adlarını söyled i.
Kız d ü rbünle onu n içine göçmüş geniş yüzüne, güçlü yanak
l a rıyla çenesinin arası ndaki sarkık deriye, eğik omuzlarına baktı.
Tiıprağa tohum eken bir ekici gibi köpeklerin üstü n e kireç tozu ser
f ' İ yordu, onu seyrederken sıcak bir duyguya kapıldı, o gece üstünü
i i rı ı iiğü için pi§man değildi a rtık. B abasının ölümünden sonra ilk
k o g ii ı ı i i n birinde çiftlikten kesi n olarak ayrılacağın ı düşündü; bu
1 ')()
dü nya ansızın onun dü nyası olmaktan çıkm ıştı, ağabeyleri kendi
a ralarında kavga etmeye başlam ışlardı, neredeyse her gece içiyor
l ardı ve an nesi onları pek frenleyemiyordu. Ayrıca en büyük ağa
bey i n i n kendisini bir kadın gibi izlemeye başlad ığı n ı hissediyor ve
kendisine gerçekten kötü bir şey yapabileceği düşüncesiyle midesi
bulanıyordu; buna izin vermektense önce kendisini, yok hayır, önce
onu öldürü rdü.
Geceleyin siyah plastik bir torlnıya biraz ekmek, peynir ve şeh
riye koyup gizlice komşu n u n çitine götürd ü. Adam köpekleri n i n
havlamasını duydu, silahı alıp pencereye ilerled i . Köpekler bir süre
vahşice havlamayı sürd ü rd ü kten sonra sakinleştiler. Gözleri sabit
bir biçimde karan l ığa dikiliydi, elektrikli tel örgün ü n şalteri n i n açık
olup olmadığı n ı kontrol etti, tCneri yaktı ve araziyi taradı; görün ü r
de sıradışı bir şey olmadığından, yatağa döndü ve silahı da ya nına
aldı.
Sabah tel örgü n ü n yanı nda delik deşik bir plastik torba gördü.
"Yi ne zehir atmışlar," diye düşündü. Etrafa baktı, ama köpekleri
nin h içbiri acı çekiyormuş gibi görü nm üyordu, her zamanki gibi
kuyrukları havada koşarak ona doğru geldi ler. Torbaya yaklaştı ve
aya kkabısının ucuyla d ürtüp şehriyeleri, peyn iri ve ekmek kal ı n
tılarını açığa çıkard ı , hepsini a l ı p eve götürdü. B u n u n ne a nlama
geldiğini bilemedi, "beni o kada r kolay ele geçiremeyecekler," dedi
ve yiyecekleri çöpe attı .
Ertesi gece aşağı yukarı aynı s aatte yine h avlama duydu, silahını
a ldı ve tel örgüye doğru sürü n d ü , ama hiç kimseyi göremedi; yal
n ızca yerde yi yecekle dolu siyah bir torba duruyordu. Torbayı eve
sürükledi ve holde bıra ktı.
''Geceleyin b i risi dışarı çıktı," dedi en büyük bi rader, sabah or-
mana doğru yola çıktıklarında.
"Çıkan ben değildim, dedi birisi.
"Ben de deği ldim," dedi birisi.
"B izden biri deği ldi," dedi birisi.
"Kimdi öyleyse ? " d iye sordu en büyükleri.
191
"Bi lmiyoruz," dedi içlerinden biri.
E rtesi gün genç adam traktörü tarlava sürecek kada r gü çlen
mişti; hava ti rtına öncesi gibi geri limliydi, kuşlar alçaktan uçuyor
ve hayva n la r a h ı rda duruyordu. Adam izlendiği ni bil iyordu; silah
cebi ndeydi. Onlardan kormuyordu, kimseden korkmuyordu, her
a n vuru labileceği gerçeğine a l ı şmıştı, ama korku içinde yaşa mak
istem iyordu, pes ermek için çok geçti. <,,: al ışmaya daha yen i başla
m ışcı ki, hava boğuk bir gök gürlemesiyle ritredi, dağlar çöküp onu
alrlarına gömecekmiş gibiydi, sağa n a k yağmaya başlad ı , ama bi rkaç
dakika sonra başladığı kadar ani bir biçi mde durdu. Adam a kşa
ma kad ar tarlada çalışcı, bedeni hiilfı sızlıyordu, ama olaydan iyi
sıyrıldığı n ı h isseni, bedeni güçlü, zorlu klara ve darbelere alışkındı,
ondan daha güçlüydü.
Geceleyin silahını aldı, tel örgü n ü n cereya n ı n ı kesti ve çite doğ
ru süründü. Aradan geçti ve ormanda saklandı. Komşuların evi
ka ra n lıktı; neredeyse bir saat boyunca h a reketsız kara n l ığı gözledi.
Dönmek üzereydi ki, komşu meskenin tepesinden birisinin aşa
ğı indiği ni fark eni. Sakla n ı p genç kızın nazik, sessiz adımla rı n ı
izledi. Kız tel örgüsüne yaklaşrı, köpekler havlamaya başladı, kız
torbayı içeri atıp arkaya döndü. Adam silahı indirip onun yol u n u
kesti. K ı z korkup kaçmak İstedi, a m a a d a m elini c u n u . Kız çığl ık
anı ve ku rtu l maya çalıştı. Adam b ı ra km:ıdı, kol unu onun beline do
lad ı , kız direndi, onu boynundan kavradı ve i kisi birden yere düştü .
Adam kaburg:ı larında delici bir ağrı hi sseni, yapra k b rı n içine yu
varlandıl ar: kız ı n sağlam, yumuşak bedeni güçlüydü, adam onu zor
zapted iyordu. Kol ları n ı indirdi, ağrıyan göğsüyle onu yere yapış
tırdı ve bacakla rı n ı kendi baca klarıyla sabirkdi. Kız derin soluklar
al ıyordu. derın gözleri sabit bir hıçimde kendi gözlerine dikiliydi,
ıslak dudakları ay ışığında parlı yordu, yumuşa k memeleri kalbi ni
yumupnı. Kı z kendini deli gibi verircesine soluyordu; gözlerini ka
panı . ba�ı nı geriye eğdi, a ralanan dudaklarından dili dı şarı uzand ı .
Adam ağz ı n ı yavaşçı onunkine doğru indirdi ve dudaklarıyla diline
dokundu. Yüzünü küçük şa pırtı lı öpüc üklere boğdu, kız yumuşak
1 92
ve isce kl iydi, sıcak bedenini ona veriyor, ü scü ndeki adamı sevıyor ve
ondan nefret ediyor, diren mek İstemiyord u ; adam giysilcrıni ç ı ka
rı rken keskin, boğuk iç geç irmelerle sessizliği sekteye uğratıyordu.
Tel örgü n ü n yan ı ndaki kiipeklcr onların mücadelesine, kızın solu
masına vah§ice havlıyorlardı: soluk ay ı§ığında, ten lerinde topla nan
terler parıldıyordu.
Ü nce bir silah atı§ı ı l ı k bahar geces ini delip geçti, derken her
ya ndan darbeler geldi. Ağaçlar ansızın titredi ve hava ti ni fırıl dö
nen yaprakların yoğun m ı rıltısıyla doldu, toprakta n bozu n m u§
hayva nlarla çürümܧ köklerin kokusu yükseldi, yıldızlar eriyerek
kocaman sarı halı lara dönü§t Ü . Adam bedenini içine çeken beyaz
ı§ık hun isinde a§ağı kayıyordu. Kızın güçlü kuca klayı§ını hissetti ,
dudakları ndaki gülü msemeyi gii rdü, i ncecik yaşa m bağı havada tit
red i; bir kan gölcüğü içinde ha rekecsiz ka ldılar.
1 93
Vla d o Zabot
Vlado Zabot, 1 958'de doğdu, Lj ubljana Ün iversitesi "nde Sloven edebi
yatı ve kar§ıla§tırmalı edebiyat okudu ve kısa bir süre gazetecilik yaptı.
Bııkovska mati (Anne Kitabı) adlı öykü kitabı ile Stari Pil (Y.1şlı Pil) adlı
romanının yayımlanmasından sonra serbest yazarlığa ba§ladı. 2003 'ten
beıi Sloven Y.1zarlar Birliği'nin başka nlığı n ı sürdürüyor. Ya pıtları ço k
sayıda saygın ödüle değer bulundu (Preseren Fonu Odü l ü , Yılın En İyi
Romanı Ödülü, Kaj u h Ödülü). Diğer romanları şunlardır: Pastorala
( Pastoral, l\fa kedoncaya çevrildi ) , Volcje Naci ( Kurt Geceleri, Al man
caya çevrild i ) , Nimfa ( Peri ) ve Sııkııb (Succubus, l ngılizceye çevrildi.)
1 'J85'ten i tibaren birçok büyük kültür projesinde baprıyla yer aldı;
Sloven yazarlarına kütüphanelerden alınan kitapları için telif hakkı
i H lcnmesini başlattı ve ba§lıca savunucusu oldu.
ı •)(ı
SUKKUBUS
( pa rç a l a r )
1 97
fetle dı§ görü nü§lcrin sahtekarlıktan ibaret olduğu n u bilc.lirmcliydi
ona. Ama kend isini dinlemeyeceğin i bil iyorc.l u , bir n uktac.la ikisi de
kaybolmu§, birbirlerin i kaybetm ݧlerdi. Karısı §İmdiden çok uzak
lardaydı. Aralarına çok fazla mesafe, çok fazla yabancılık girmݧ
ti. Aslında doğru olmayan çok fazla dü nyevi gerçek vardı ve §İmdi
bütü n bu sözümona gerçeklerin a rasında, birbirlerini bir daha asla
bulamayabilirlerdi. Kendileri n i de. Ruhlarına sanki sessiz, sinsi bir
gölge dü§mܧtÜ . . . Karısı -sessizlikten korkuyormu§çasına- hala
kon u§uyordu. Ba§ka §eyler arasında, "Bay" Mario'n u n telefon etti
ği n i de söyledi. Onda n , Valen t'ten bir §ey istemi§ ve acil olduğun u
söylemݧti. Karısı "Bay " Mario'yla ne i§İ olabi leceğin i sorduğunda
Valcnt kar§ılık vermed i. Tüten c.lumana ve kenti n üstünde asılı du
ran hafif mor sise baka rak dü§ün meyi sürc.lünlü; dü§ü ncelcri lo§ bir
ı§ıkta parlıyor, koyu, yapı§kan bir madde içinde tutsak kalmı§çasına
ancak a rada bir azıcık netlqtiyordu, ama bu da yaln ızca bir san rı
olabi lirdi. Doğrulan ması olanaksızdı. Hiçbir §ey kesi n olarak ka
n ıtlanamazdı. Geriye dönüp o küçük kızın nasıl olduğu n u görmek
istiyordu . . . Ama bu tam da onların istediği §ey olabilirdi, ç ü n kü
herhalde bel irsizlik yüzünden eziyet çektiği ni, b u n u n da aklından
geçebilecek herhangi bir dü§üncenin mantıksız, dolayısıyla a ptalca,
a nlamsız ve gereksiz görünmesini sağladığını bil iyorlardı.
Karısı nihayet konu§mayı kesm ݧtİ; sesi onu terk etmݧtİ sanki.
Ama yatak oc.lasından ayrı lmamı§tı. Yi ne de, Valcnt hala dü§üncele
rini sigara dumanına ve kentin gün l ü k yemeğin i takviye etmek için
her gü n i htiyaç duyulan yüzlerce sığıra odaklamaya çalı§ıyordu,
ama bu tür dü§Ü nceler, Kremavc'ın dairesi nde sanki birisi gizlice
ama sebatla bir çizgi çekiyormu§ gibi, duva r boyunca bir u çtan diğe
rine boğuk kazıma sesini bastıramıyordu. Midesi nde ya da oralarda
bir yerde hafif bir ü rperti h issetti. Dudaklarında ve yüz ifadesinde
ele bir §eyler oluyorc.lu, bütün bun ların az-çok ikna edici bir kendini
toplama gösterisi içine.le halledilmesi gerekl iyc.li.
"Hepsi saçma, Olga ," dec.li ba§ını sallayarak, istediği ba§lıca §ey
onun içini rahatlatmakmı§ gibi . Kulağa daha yatı§tırıcı ve yumuşak
gelsin diye sesini biraz alçaltmaya da çalıştı. Duva ra kadar yürüdü.
Bir süre di kkatle d inledikten sonra, yine başını salladı. Ve omzunu
silkti . Ardından , başı nın üstünde bir tür hışırtı duymuş olabilece
ği n i düşün ü yorm u ş gibi tava n a baktı . Aslı nda, ona göre en iyisi,
evin içi nde kendi kon u m u n u savunabil mek, ka rısı na, a nlamlı bir
biçimde yükselen bir tonda, bir qin yapması gerektiği gibi onun ta
ra fı n ı tutamamasına çok üzü ldüğü n ü hatırlatmaktı; bundan kastı,
ikisinin de inanabileceği h içbir şey ol madığı ve birisi var oldukları
na ina nsa bile yanıtların bulun madığıyd ı . . . 1:ıbii ki, sözgelimi in
sanlar kişinin cin ayet işlediğinden, yan i hiç kuşkusuz her gü n işle
nen, işlenmeye de devam eden ve gün lerin kendileri gibi u nutulup
giden birçok cinayetten biri n i n faili olduğundan kuşku la ndığı nda,
h aysiyeti ni koruyabilmesi için yeterli cesareti yine de birbirlerine
aşılayabilirlerdi. Ona Shalimar ile küçük kızdan söz etmek ve şim
dilik sadece onu taki p ederek şu ya da b u duva rdan gözlemliyor
olabileceklerini, b u n u n da büyük olasılıkla her an onu ziyaret ede
bi lecekleri anlamına geldiğini vurgu lamak istiyordu. Tabii ki bunu
çoktan yapmış olurlardı, a kıllarında başka amaçlar olmasaydı. Baş
ka a maçlar! diyecekti empatiyle - başka amaçlar' Ve belki de al
tını çizmek için işaret parmağı n ı da kaldıracaktı. Belki karısı ona
şaşkın lıkla bakaca ktı sadece. Belki onun herhangi biri, ya ni sadece
bir pembe dizi karakteri olmadığı n ı a n layacaktı nihayet. Ö nemli
olan, hen üz onu alıp götü rmemiş olmaları n ı n ne a n lama geldiği n i
bil mesiydi. Ah, şu amaçlar! diye tekrarlayacaktı, yine uygu n b i r şe
kilde vurgulayarak. Şu amaçlar, canım' Her şey b u n u n la ilgili -şu
duva rdaki kazıntı, şu parfü m l ü mektup ve Mario ve tabii ki emni
yet a miri de, bu tür pek çok a m i r, bu tür pek çok l\fario ve başka
insan lar da, şu anda sorgu lamamız gerekmeyen başka şeyler de . . .
hepsi bu a maçları n birer parçası. Tabii ki sesini böyle yükseltip her
§eyi açıklaması duru munda, ka rısı olsa olsa kendi n i daha kötü his
sederd i. Zaten herhalde söyledikleri ne i n a n m ayacaktı, ona saba hın
köründe "dağ"ı gösterecek olsa bile.
"Bu da bir başka sorun," dedi, biraz dalgın bir biçi mde.
Karısı, yüzündeki b i r şey kendisi ni korkutmaya başlamış gibi
bakıyordu ona.
''Ya n i ," kafası karı§ıyordu, "bi r sor u n , evet, demek isted iği m
bana inanmazsan bu bir sorun olur. "
Kad ının anla madığı belliydi.
Ama bu pek de önemli deği ldi.
"Tuhafsın," demekten kendini alamadı karısı .
"Hepimiz tuh atiz, O lga . . .
"Valent ! "
"Ne yapalım, ben böyle düşünüyorum."
"Senin b i r sorunun var, bayım."
"Heh, heh, heh." A)!;zını gerektiği nden biraz fazla açtı ve dişle
rini gösterd i. Ve de tava na haktı. Sonra yine ona baktı. Bunu tekrar
tekra r yapmayı sürdü recekti kuşkusuz. ama ka rısı sanki poposuna
bir şey batmış gibi yatak odasından dıprı tirladı.
"Sesleri sen de duyacaksı n , evet, duyacaksın! Hch, heh ! Niye
duymayası n ki ? " diye mırıldandı Valent kendi kendine bir çqit is
tihzayla, sonra yine pencereye gidip karısının nasıl şu anda en güç
l ü yatıştı rıcı ilaçlarına el atıyor olacağını düşündü. Ve şu sığı r sürü
leri n i n her gün kentin gırtladığı nda nasıl yok olduklarını ve nasıl
bu düşü nceyle kimsenin h içbir yere varamayacağını da.
"Doğru," diye onayladı, kendi kendine sesini yükselterek. "Kim
se hiçbir yere varam ayaca k ... Ç ü n kü hepimiz tuzağa düşürüldük.
Heh, heh. Ç ü n kü sen de tuzağa düşürüldün karıcığı m ! " O n u n du
yacağı kadar yüksek sesle konu şuyord u, sonra da kendi kendine,
"Ve çünkü onlar da tuzağa düşürüldü, dedi.
''Telefonda seni istiyorlar. " Ka rısı n ı n yatak odası na geri geldi
ği n i duymamı§tı. Fazlada n yatıştırıcı almış olduğu nu düşündü;
kadın pişman görü nüyor ve sanki karşısı nda bir ceset varmış gibi
hareket ediyor ve kon u§uyordu. Kocası pencereden hemen ayrıl
mayınca, onun sağı rlığıyla i lgilı bir şeyler hom urda ndı; tabii ki te
lefo n u n u mu runda bile olmadığı nı ve ondan bir şeyler isteyen her
kimse, bir s ü re bekleyebi leceği ni anla mıyordu. Kad ın telefonda
200
onu İsted iklerin i yeniden, bu kez çok daha yü ksek bir sesle hatır
latıncaya dek yerinden kıpırdamadı; son ra telefona gitti ve yavaş
ça, la li ağzında yaya rak, "Alo, ded i . .. Bay" Mario' n u n sesi ni duyar
duymaz yü reği daraldı. "Kosmına � 1 " Ada m ona böyle saygısızca
h itap edecek kadar küsta htı. Bir uyarı gibi geldi kulağına. ''Bu gece
saat 1 2 : 3 7'dc, Gustav Kremavc'ın dairesinde ol." Hepsi bu kadardı.
Aynen böyle. Hoşça kal bile demedi. On i ki otuz yedi. Sonra da bu
sözele ..beyc!cndi" telefonu kapatıverdi. İ yi mi? Ada m telefonu çat
diye ka patmıştı. Açı klama yok. Hiçbir şey yok. Şimdi de karısı kapı
a ralığı ndan bakarak, hattın öbü r ucundaki sess izl iğe anlam verme
ye çalışmasını, sonra da hiisran duygusuyla haklı ola rak almacı vu
ra rak yerine koymasını izliyord u .
"Kız ne istedi ? " diye sordu. Sesi nde üstü iinülü a nı a sıkı bir
kara rl ı l ı k vardı. sanki bir açıklama istiyorm uş, sanki tele fo n giirüş
mesinin kendisiyle bir al akası varmış ya da esasında kendisiyle il
giliymiş gibi.
"Kız da ne demek? Bu kişi . . . Anlayamamıştı. Sıkı la ra k başka
yere baktı. Aslında ne diyeceği hakkında en ufa k bir fi kri yoktu.
"Kimdi o küçük kız, Va lent ? " Belli ki karısı sıkı n tısını yanlış
a n lamam ıştı. O da yalnızca oyu n oynadığın ı söyleyemezdi. Ancak
telefonu belki de gerçekten küçük bir kızın açtığı nı, ama konuştuğu
kiş inin hiç kuşkusuz "Bay" Mario olduğu n u açıklamaya çalışsaydı,
hiilfı şu Ma rio denen kişinin durup dururken ne İstediği gibi zor bir
soru kalaca ktı ortada.
"Şu senin pek sevdiğin adam," diye açıklamaya başladı, bütün
bunlardan bıkmış gibi. ''Şu Mario, ya da adı her neyse, yeni bir iş
a rıyor," artık bir şey bulmuştu, "ve bir yerlerde onu tavsiye etmem için
kafamı ütüledi . " Hem sesi hem de gözleriyle, en azından kendisi açı
sından bu konuşmanın sona erdiğin i karısına belirtmeye çalıştı. Ama
bu ya ln ızca bir saniyeliğine işe yaradı, o saniye içi nde de duvara bir
çizginin ka zındığı nı duydu.
''A rayan küçü k kız bizzat sen i n le konuşmak istedi. diye devam
etti karısı, gözlerin i ondan a yırmada n . Komşuların duyması nı is-
20 1
temiyormu§ gibi alça k bir tonda konu§mU§tu. ama aynı zamanda
sesindeki bariz gerginlik, oyunlarına btlanmayacağı nı söylüyordu
kocasına.
"Ama ka r§ı mdaki ki§i sadece Mario'ydu . . . " Yine de i§i §akaya
vurmaya çalı§ıyordu, sanki §U "küçük kız"ın daha ısrarlı olmama
sına üzülmü§ gibi.
"Ya, öyle m i ? " dedi karısı, daha da buz gibi bir bakı§la. "Bay
Mario hiç de i§ falan aramıyor."
O ise buna gü lmenin bile anlamı yokmu§ gibi omzunu silkmek
le yetindi.
ıo
Dü§ü ncelcri Ta n rı bilir nerede üst üste yığılmı§ ağı r bir yük gibiydi .
B irbirinin pqi sıra, ka rman çorman, parçalar halinde y a da berbat,
fark edilmez, anla§ılmaz bir kütle halinde geliyorlardı ve genelde
hepsi de yararsızdı. Kısır. Asl ında sıradan , gündelik dü§ü ncelerdi,
herkesin bildiği, i kinci el, beyli k, bi rçoğu çoktan lime lime olmu§
türden ve h içbiri de onu bir yere götürmüyor ya da ona herha ngi bir
yan ı t vermiyordu. Esas olara k, kafası n ı n içindeki bütün b u §eylerin
yaptığı, karabasan gibi bir tela§ h issiyle onu huzursuz etmekti, yu
ka rıda birisinin durmadan körüklediği yangı n ı n çıtırtılı kıvılcım ları
gibi alevlen i p sönüyorlardı ve kavranabilecek ya da an la§ ı labilecek
bir yanı yoktu, ç ü n kü kݧİnin böylesi ko§u llar içinde yol u n u bulma
sı imkansızdı, ç ü n kü ya§am ve §ehir ve her §ey ayn ı anda hem yavan
hem de sinir boz ucu görünüyordu, ç ü n kü herhangi bir §eye nasıl ya
da neyle veya ha ngi amaçla anlam verebileceği ni bilmiyord u, çün kü
bütün bunlar onu sarsıyordu ve yapabi leceği tek §ey, bunun öyle ya
da böyle, bir §eki ide sona ermesini dilemekti. Caddeden ve bina lar
dan ve de İ n sanlardan gelen bütün bu §eylerin , parça parça ve bazen
tan ı n mayacak kadar çarpıtılmı§ olarak onu ele geçirdiği duygusuna
kap ı lıyordu; bütün bu ko§U§tu rmalar, televizyon setinden gelen bü
tün bu sesler, her §eye rağmen her gü n beslenmek İsteyen bütün bu
amaçsızlık, an lamsızlık, değersizlik, aslı nda çaresizlik, p§kı n l ı k ve
kafa ka rı§ı klığın ı n biçim leri olan bütün bu dı§ görünü§lcr ve kisve
ler de; bu arada belki birisi sıçrı yor ya da dü§üyor ve çığl ı k atıyordu
ve elbette §U ya da bu ki§İnin ölmesi, §U ya da bu ki§inin birisini öz
lemesi ya da birisini öldürmesi kimse n i n umurunda deği ldi, çünkü
bu sırada televizyonda yaptıkl a rı §eyi yapmayı sürdürüyorlardı ve
h içbiri daha a kı l lanmı� değildi, ne burada, ne orada, ne de herhan
gi bir yerde. Sizin öyle ya da böyle olmanız -sözgelimi bir keçi ya
da karınca olman ız- belki ta m da bu noktada önemsiz oluyord u;
§Una ya da buna i n a n ma n ı z ya da ina nmamanız pek önemli de
ğildi; önemli olan, gü nlük yemeği n veri lmesi ve hiçbir §eyin kar
man çorman olmaması, örneğin tüm arabaları n , tra mvayların ve de
trenlerin büyük bir kqmekq hali nde çarpı§maması ve her §eyin bir
§ekilde pürüzsüzce ݧl iyorm U§ gibi görün mesiydi, böylece karınız
günlük sakinlqtirici dozunu alıp televizyonda farklı aktörlerin bir
birini kovalaması n ı , birbirini aldatması n ı , birbiri n i b ıçaklaması n ı
y a da bütün her §eyin parçası olan v e esenl i k duygu n uzu ol umlu
etkileyen sağl ıklı ve sağlıksız diyetlerle diyet takviyeleri tartı§masını
seyrebil irdi. Evet, bütün her §ey. Ayn ı zamanda, bütün her §eyin
bir parçası olduğu nuzdan ve aslında ba§ka hiçbir §eyin söz konusu
olmad ığından azıcık ku§kulanmaya ba§l ıyorsu nuz. İ yi, diyorsunuz
kendi kendin ize, isimler kalaca k; ama bunların her gün biraz daha
a rttığı n ı ya da daha doğrusu a rtacağın ı ve kısa süre sonra çok fazla
olacağı n ı da bil iyorsu n uz. Ve bütün her §CY seslere doym u§ halde
-gürü ldüyor ve titrqiyor- bu a rada ak§am ya va§ yava§ geçiyor. . . ve
Krcmavc ' ı n dairesi n i n duvarına kazın ma kta olan §U çizgi bir nok
tada durmu§ görü nüyor; §İmdi ya l nızca oradan gelen, televizyon
daki seslerin içinden geçerek dikkati n izi çeken boğuk, sinsi hı§ırtı
sesleri var.
Saat on biri geçm ݧtİ. Karısı uykuya dalmı§tı. Ama Va lcnt hala
ne yapacağın ı bilmiyordu; hareket edip duruyor, koltuğu n u deği§
tiriyor ve dairenin içi nde dolan ıyordu, sonra da tekrar tekrar pence
renin önünde du ruyor ve cama ya nsıyan kendi siluetinin içinden,
gözlerini doğu semtleri ndeki ı§ık dizileri ::ı rasında dola §tı rıyor ve
aslında bütün bu dü§Ü ncelerle ne yapacağı nı bil miyordu. Brezine'c
git mediği ne pݧ mandı, orada bir kadeh bordo prabı ve iyi doldu
rulmu§ bir pipoyla, olaylar o kada r tuhaf ve sıkıntı verici giirü nme
yebilir ve şu "küçük kız"ı un utabilirdi; "Ilay" Ma rio'yu da . . . Ama
a rtık çok geçti. Ü stel i k birisi müteveffa kom§usunun dairesinde onu
şimd iden bekliyor olmalıydı . . . Tütü nü sıkı§tıra rak piposunu yaktı,
sonra da hafif bir kaygısızlık, d u m a n ı n içinde kaybolma hissiyle ya
tı§m aya çal ı§tı, genel likle bu çok ho§una giderdi; şimdi ise ağzında
sanki dağl a n mış gibi bir yanma vardı, içinde toplanan salya yavan
ve suluydu; gerçekten de tükü rü kten ibaretti ve tiksi nme hissiyle
onu tekrar tekrar yutmak zoru nda kalıyordu. Derken ka rısı a n i bir
sıçramayla uya n d ı ve ka fası dağı n ı k, p§kın p§kın ka nepeye oturdu.
Sağa sola ba kıyor ve belli ki neye ya da niçin baktığın ı bilmiyord u;
kısa bir an için gözleri ona da ıakıldı, ama daha sonra sanki İstediği
o deği lmݧ -ya nı özel ya da ilgi çekici bir ya nı yokmu§-· gibi, aya
ğa kalkıp yatak odasına gitti. Ö ylesine, tek kelime etmeden . İ laçlar
yüzü nden olmalı, diye dü§ündü adam; karısı neredeyse her zaman
sarho§ gibiydi ve i ki yabancı haline gel m i§lerdi . . . Kremavc'ın dai
resindekiler her kimse, on ları bekletecekti, tabii gitmeye ka rar ver
mesi, daha doğrusu onları biraz olsun di kkate al maya ka ra r vermesi
durumunda . . . hem belki de §İmdi gerçeklqmek üzere olan §ey her
neyse, kimbi lir nasıl ve n iye, çokta n belirlen mݧtİ ve diğer olasılıklar
aslı nda sadece bir kıl ıftı . . . bu arada insanlar sanki Ta nrı'nın garezi
varmı§ças ına verdiği buyruk yüzünden itişip ka kı§mayı sürdürüyor
ve gü nbegün duman gibi unutka nlık içinde uçup giden bütün o
farklı (ki m bilir ki me ait) isi mlere aldın§ bile e tmiyordu. Ama onun
bütün bunların neyle i lgili, ya da göğsüne baskı yapan bu acının n e
old uğu ha kkında hiçbir fi kri yoktu.
Bir kadeh konyak doldurup içmݧtİ.
İ §e yaramam ı§tı.
Daha sonra, i kinci bir kadeh de. Televizyonda insanlar haL'i bir
birini kova lıyor ve dövüyordu . Ağzında hal5 sulu, yavan bir tat var-
204
d ı ; ve §İmdi belli bir ku şku, belli bir tereddüt doğm uştu . . . sonuçta,
mevcut durumda güvenebileceği, yanında yer a lacak hiç kimse ol
madığı n ı n gayet iyi fa rkındaydı. İ ki oğl u bunla rı hayalinde kurdu
ğu ve biraz dinlenmesi gerektiği yolunda bir §eyler saçma layacaktı.
Bina yöneticisine ya da polise gitmenin bir a n l a m ı yoktu . Birilerine
telefon etmeyi denese, Kremavc'ın dairesinde kim varsa onu duyacak
ve tabii ki aradığı kݧİlcr oraya varmadan sıvı§ıp yok olacaklardı.
1 2 :30'dan biraz önce televizyonu ka pattı, pipos u n u boşal tcı ve
dikkatle dinledi. Ya lnızca sessizlik vard ı . Apğıdan boğu k bir uğultu
kentin içine yayılıyordu. Apartmanda herkes çoktan uyumuş olma
lıyd ı . Karısının sol ukları n ı bile duya mıyordu. Ku lağında gerçekten
de bir çınlama vardı, sık sık yü reği sıkışıyor gibiydi ve solukları
nı kontrol etmesi gerekiyordu; ama Kremavc ' ı n evinden en u fak
bir ya§a m belirtisi İ §İtilem iyordu. Hatta duva ra kadar gidip kula
ğını dayad ı . Hiçbir §ey hareket etmiyordu . En u fa k bir ses yoktu .
Demek ki ölüler sessizli kten ibaret, diye dü§ündü, demek insanın
içinde atıl yatan §U gizli deh§et duygusu katıksız bir saçmalık. Kre
mavc'ın dairesiyle ilgili bütün bu §eyler de kafasını karı§tı rıp onu
uykusundan etmeyi amaçlayan kötü bir pkada n ibaretti. Buna izin
vermeyecekti elbette. Kesinlikle izin vermeyecekti. Ö nce yatağına
gidecekti . Sonra da kendi n i tesadüflere; ya ni denklemin sonundaki
sıtira; yan i qittir ipreti n i n sağ ve sol tarafl a rındaki sıti ra ; her yere
her taraftan yığılan bu §eyin hiçlik, sıfı rlık için bir kı lıfta n iba ret
olduğuna ikna etmeye çalıpcaktı.
Artık kararını vermݧtİ . . .
Anca k ba nyodan çıkıp ı§ıkları söndürdüğünde, telefon çaldı.
Uzu n , korku nç, keskin zil sessizliği bıçak gibi yardı; ama aynı
zamanda her nasılsa çok uzaktan geliyor gibiydi. Esas olarak ka rı
sını uya n d ı racağı ndan korkarak, ama ayn ı zamanda zilin uza kta n
gelen bu acayip can sıkıcı sesi nedeniyle, ön koridora koşup teldc>
nu fişten çekiverdi. Ayn ı a nda, net bir biçimde dü§ü n meden, dıp
rıda pusuya yatını§ birisini bulacağı ndan kesinlikle emin miş gibi,
kapı n ı n kilidini açtı ve girişi gözetledi.
205
Y.ı l n ızca yoğun ve sessiz karanlık vardı.
B u n u n l a birlikte, pijamalarını çokta n giymi� olmasına karşı n ,
Kremavc'ın dairesine ilerledi v e h i ç tereddüt etmec..l e n, ka rarlı hir
biçimde, azimle kapıya vurdu. Ama herhalde tam ka patılmamış
olan kapı. onun d a rbesiyle b i raz açılc..l ı ; hiç beklemediği hir şeydi
bu. Yi ne de s i n i rlerini kontrol etmeyi başa rdı, en azından alçak
ama oldukça güçlü ve görü nüşte kendinden emin bir sesle, a ralık
kapıdan kara n l ı k, içi bo§ sessizliğe, " İ yi akşa mlar," diye seslenecek
kada r.
Kimse yanıtlamadı.
Shalimar'ın tatlı kokusu n u aldığı nı sandı. Ama bir a n son ra
bundan pek e m i n deği ldi.
İ kinci kez seslendi.
B i raz a ra verdikten sonra da, ··orada kimse var m ı ? " diye ekle
di.
O raya ya lnız, yani yanında ta n ı k olmadan girmemesi gerektiği
ni fo rk etti; bütün bunlar onu sonradan h ırsızlıkla, haneye tecavüz
le, ya da daha kötü bir §eyle suçlayabilmek için hazırladıkları bir
tuza k olabilirdi.
"Benim Kosmina," dedi çok daha alçak bir sesle, kapı önün-
de dura rak; yine de emin olmak istiyordu. Sonra, di kkatle dinle
yerek, biraz bekledi. En son unda, a radan biraz geçtikten son ra,
kapı ziline bastı. İ §e yaramadı. Şu yemek servisi yapan şi rketlerin
sadece bir pa rava n olabileceğini, ya§lı kiracı larla her gün temas ha
lindeki sözümona teslimatçıları n ı n , aboneleri nin her birine neler
olup bittiğini tam olarak bildiklerini daha önce hiç dü§ünmemݧtİ.
Oysa §İmdi ne zaman kar§ılarına bir fi rsat çıksa, n e zaman yalnız
yaşayan abonelerinden biri ölse, dosdoğru -hatta belki de bina yö
neticisiyle danı§ıkl ı dövüşükl ü olarak- bu dai reye gelip en değerli
eşyaları a lacaklarından ve gerekirse, sırf kendi lerini emn iyete almak
amacıyla, §Üpheleri saf bir kom§u n u n üstüne çekmek için çeşit çe
şit sınanıp yararı görülmüş h i lelere başvurabileceklerinden nere
deyse emindi. Her halüka rda Kremavc'ın d a i resine girmemekte
206
haklı olduğu n u hissetti. Zokayı yutmamıştı. Ne de olsa, merhum
komşus u n u n m ü h ü rlenmemiş dairesinde gece yarısı ne a radığı nı
son rada n açıklaması zor olacaktı. Bi r başka komşuyu ta n ı k olarak
ya nma almak, sonra da gidip bina yöneticisiyle kon uşmak en iyisi,
diye düşündü. Ama ne yazık ki komşularının herha ngi bi riyle ya
kın, hatta özell ikle dostane temasları yoktu . Ama bu önemli deği ldi
şimdi. Koridor ışığı n ı yaktı ve en yakın ka pıya gitti -isim levh asında
"Vidic-G ross yazıl ıydı- ve zili çaldı. Ama i kinci ve üçüncü kez de
çalmak zorunda kaldı, ta m sabrı tüken mek üzereydi ki, dairen in
içinde b i r gürültü duydu, a rdından bir kadın öfkeyle ''Ki m o, ne
istiyorsu n u z ? " diye sordu. Kapı deliğinden baka rak, ''Saatin kaç ol
duğu h akkında bir fikrin i z var mı ? " dedi ve daha yüksek bir sesle
ekledi: "Ben böyle bir şeye izin -"
"Madam," diye kadının söz ü n ü kesti, yayık B rezine lehçesiyle,
"bu ciddi bir kon u . " Sonra d a kocasının evde olu p olmadığı n ı sor
du.
Bunun onu ilgilendirmediğini söyledi kad ı n .
"Lütfen ben i d inleyin , Mada m," diye deva m etti hayli vakur, ter
biyeli denebi lecek bir tonda. "Galiba birisi zorla komşumuzun da
i resine girmiş . . . " Ancak a n laşılan kad ı n ı n huysuzluğu üstü ndeyd i
ve biti rmesine izin vermeyecekti. Bir başkası n ı n dai resi nde neler
olup bittiği onu ilgilendirmiyordu, gece yarısı istediği tek şey biraz
huzur ve sessizli kti. ''Tamam, Madam," diye sözünü kesti, onu sa
kin leşti rmeye çalışara k. "Ben sadece düşündüm ki eğer m ü m kü n
se. . . "
"Neden polisi aramıyorsu nuz ? " Kadı n onu dinlemek istemi
yordu. "Siz aramazsanız ben a rayacağım ve de bunu hemen yapı
yorum," dedi, daireni n içinde bir yerlerden onu tehdit edercesi ne.
Gelen sese bakı l ı rsa, gerçekten de polisi a ramaya başlamıştı.
Onun için bir sakıncası yoktu. Polisin zaten er ya da geç a ran
ması gerekecekti. Ama yine de, ilk önce bir ta n ı k olsun istiyordu.
Böylece isim levhası bulunmayan i ki-üç kapıyı atlaya rak, dosdoğ
ru Marzi adında emekli bir saatçin i n dairesine gitti; bir keresinde
207
onu nla kahve ve konyak içmi§ti ve o zamandan beri bir ba§ hareke
tiyle selaml a§ıyorlardı. Zili çala rken, aynı zamanda belki de kattaki
diğer otu rulan dairelerden birinde duyulacak kadar yüksek ve ka
rarlı lıir ses ton u yla Bay Marzi'ye seslendi.
Bu kez uzun bir süre beklemek zoru nda kalmadı. Hatta Bay
Marzi kim gelmi§ diye delikten baktı ktan sonra ka pıyı da açtı.
Va lcnı bi rkaç kelimeyle Kremavc'ı ve açık kapıyı anlattı ktan
son ra da, tela§bnan adam hayretler içinde, ''.Ama n Tanrım, biri
sinin zorla içeri girdiği n i m i söyl üyors u n u z ? " dedi. Sonra ba§ ını
uzatıp Kremavc'ın dairesine baktı.
"Acaba siz de bir göz atsa nız . . . " " Evet, tabii, tabii." Adam öyle
a ltüst olmu�tu ki, kel ı meler ağzı ndan zor çı kıyordu. Şimdi Bayan
Marzi de ka pıdaydı. Rengi a tmı�tı ve dağı l mı§ saçları n ı düzeltmeye
ça l ıp rak, bir çırpıda sorun u n ne olduğu n u sordu.
"Birisinin Kremavc'ın dairesine zorla girdiğin i söylüyor," diye
açıkladı kocası sessiz ve biraz da sır verircesine bir tonda. Bayan
Ma rzi de hemen Kremavc'ın ka pısına bir göz attı ve hayli sert bir
bakı§la Va lent'i tepeden tırnağa süzdü.
Valcnt koridora bakarak, "Bir ba§ka dairede oturan bir hanım,
Baya n Vidic-Gross, herhalde çoktan polisi aramı§tı r," ded i.
''.Ama n Tan rı m ' " Marzi hala old u kça sarsı lmı§ haldeydi ve dur
madan ba§ını sallayarak etrafa bakınıyordu. Bu a rada kollarını göğ
sünde kaVU§turmu§ olan karısı, bazı çekinceleri va rını§ gibi Va lent'i
gözlüyordu.
"Hatta bu sabah birileri n i n orada dola§tığını, duvarı kazıdığı n ı
duyd um . . .
"Sahi m i ? " Marzi, yalnızca kulakları n ı n üstünde bir tutam saç
kalını§ dazlak kafatasının altından a n l a m l ı a n lamlı kendisine ba
kıyordu.
"Oleti'ye de söylemek lazım . . .
Marzi bina yöneticisinı h atife alırcasına, " İ yi de, §U Oleti . . .
dedi tereddütlü, boğuk bir sesle.
"Ve yine bu akpm bir tür kurca lama sesi duydum . . .
208
" Öyleyse birisi zorla içeri girmiş olmalı," dedi Marzi, bariz so
nucu ilan ederek; sonra bir kez daha başını uzatıp Kremavc'ın evi
ne baktı. Ama Bayan Marzi çoktan koridorda ilerlemeye başlamıştı
ve diğer ikisi peşinden gittiler.
Valent bir an için Marzi'leri kendisiyle birlikte, üçü birden içeri
girip etrafa bakmaya ikna etmeye çalışsam mı, diye düşündü, ama
sonra en iyisin i n onlardan birinin bunu önermesi olacağına karar
verdi.
Ancak Kremavc'ın dairesin i n kapısı sımsıkı kapalıydı.
Bayan Marzi'nin keşfettiği gibi, kilitliydi.
Valent yine de emin olmak isteyerek kapı kolunu sertçe aşağı
bastırdı, çünkü bu gerçekten inanılmaz ve tabii ki çok da berbat bir
durumdu; onu çok biçimsiz bir pozisyona sokmuştu, üçü de bir
birbine baktı ve Valent kendinden emin, tam an lamıyla saygın bir
adamın soğukkanlığını koruyabilmek için elinden geleni yaptı.
"Evet, görüldüğü kadarıyla . . . " Marzi anahtar deliğine eği lmiş,
yakından bakarak onu her açıdan i nceliyordu, "hiç de şeymiş gibi
götünmüyor . . . Hayır, bana kalırsa kilit kurcalanmamış."
Valent Bayan Marzi'nin gözlerini üstünde hissederken gülünç
görünmemek için elinden geleni yaptı, ama ne düşüneceği ya da
söyleyeceği hakkında biraz olsun işine yarayacak hiçbir fikri yoktu.
Marzi a n ah tar deliğinden doğruldu ve hala oraya bakarak omuz
silkti.
" Daha önce kesinlikle açıktı," diye ısrar etti Valent. Ama şim
209
"Kendilerini içeriye kilitled i klerini mi düşünüyorsu nuz ? " Mar
zi de a rtık kuşku l u görünüyordu.
"Evet, öyle düşünüyoru m . " Akı llarından geçtiği anlaşılan aşa
ğılayıcı a rt düşüncelerden ötürü h ayal kırıklığını gizlemeye gerek
görmedi. Dairen in gerçekten zorla açılıp açılmadığını kontrol et
mediği ve onlara durumu o şekilde açıkladığı doğruydu, ama şim
d i bu kon ulara girmeye kesinlikle niyetli değildi. B iraz sabırsızca,
polisin oraya varmasının neden b u kadar uzun sürdüğünü merak
ediyormuş gibi arkasını dönüp koridorun ucundaki asansöre baktı
ve bir san iye sonra da, biraz m ağru r bir küçümsemeyle, dosdoğru
B ayan Marzi 'nin gözlerine baktı . Kadınsa en azından bu bakıştan
etkilenmemiş görünüyordu. Hatta esnedi.
"Peki, o ha lde §İmdi . . . " Marzi omzu nu silkerek iç geçirdi, gö
rüldüğü kadarıyla bu, esas olarak Va lent'e duyduğu saygıdan ötü
rüydü, ama belli ki ne söyleyeceği hakkı nda hiçbir fikri yoktu.
"Polisin gelmesini bekleyelim," dedi Valent a lçak ama ka rarlı bir
sesle.
"Evet, elbette." Marzi tam olarak emin değildi. Ama anlaşılan,
çekincelerini kendine saklamasının en iyisi olduğun u düşün üyor
du. Bu arada, B ayan Marzi kapıya doğru i lerlemiş ve dudaklarına
götürdüğü parmağıyla iki adama bir şeyler duymuş olabileceğini
işaret etmişti. Ü çü de soluğu nu tuttu.
B i raz zaman geçtikten sonra, Bayan Marzi n i hayet tiksintiyle
başını salladı, kapıdan geri çekildi ve en azından kendisinin içeride
birisinin olduğuna İnan madığını söyledi .
'i\caba b i z . . . " Marzi b i r kez d a h a başlad ığı sözü bitirmedi.
"Pusuda bekliyorlar," diye fısıldadı Valent.
Yine üçü birden sessizleşti. Ve utanmı§ gibi, birbirlerinin gözü
ne bakmakta n kaçındılar. Derken hepsi birden, uyum içinde dönüp
uğuldamaya başlayan asansöre baktı. Ama gal iba alt katlardan bi
rinde durm uştu.
B iraz sonra da, üst katlardan birine çıktı.
210
"Kapı açıktı," dedi Valent, sessizliği alçak, sır verir gibi bir sesk
bozarak. Marzi'lerin bu koridorda uzun süre nöbet tutma iradesin
den yoksun olduğun u h issetmݧti. "Sonra §U diğer daireye gittim,"
Vidic-Cross'un evine doğru ba§ını salladı, "ama gözümü bu kapı
dan hiç ayırmadım." Bu tam olarak doğru değildi, ç ü n kü Bayan Vi
dic-Gross'un h uysuzluğu kısa bir süre için ona açık kapıyı u n uttur
m u§tU, daha sonra da, koridorun ucuna -yani Marzi'lere- giderken,
Kremavc'ın dairesine sürekli bakmamı§tı. Ama bu arada birileri da
ireden dı§arı süzülmü§, özellikl e de kapıyı a rkalarından kilitlemݧ
olsa duyardı, bundan emindi. Yine de, merdivenler ve asansör çok
d a uzakta değil , en fazla yedi-sekiz adım ötedeydi. Ancak kapı nın
içeriden kilitlendiği yolundaki varsayımından ku§ku duymak için
herhangi bir neden göremiyordu. Elbette ki o, "Bay" Mario'dan
ku§kulanıyordu ve giderek bina yöneticisinden de . . . Ama §İmdilik
bunlard a n hiç söz etmemenin en iyisi olduğu n u hissetti.
Gerçekten insaf sınırlarını a§an bir süre sonra polis hala görünme
yince, Bayan Vidic-Gross'un onları telefonla hiç aramamı§ olduğu
nu idrak etti. Bunun üzerine belki de Bayan Marzi'nin polise telefon
edip buraya ula§malarının neden bu kadar uzun sürdüğü konusunda
bir açıklama istemesi gerekeceğin i öne sürdü.
Am a B ayan Marzi, Valent'in bizzat araması n ı n daha doğru ola
cağı kar§ılığı n ı verdi, ç ü n kü o neler olduğun u daha kolay a n l ata
bilirdi; sonuçta ken disi ne diyeceğini bilmeyecekti, hem zaten ona
kalırsa, en iyisi hepsin i n yatağa dönmesiydi.
Ama yine de orada kaldı, her ne kadar -en azından d ı§arıdan
bakı ldığında- bundan pek mem n u n değilmi§ gibi görün se de.
"Kocanızla benim burada kap ı önünde kalmamızın daha iyi ola
bileceğini dü§ünmü§tüm," diye dostça bir açıklama yapmaya çal ı§tı
Valent. "Kim bilir, belki kaçmaya çalı§abilirler."
"Of, Tan rı a§kı n a ! " Kadın artık fıs ı ldamaya gerek görmüyordu.
" İ çeride kimse yok ki!"
"Peki ya Oleti ? " Şimdi de Marzi dostça davran maya çalı§ıyor
du.
21 1
"Sanırım," diye fısıldadı Valent, ona doğru eğilip başparmağıyla
kapıyı işaret ederek, "içerideki kişi Oleti."
B u Marzi'nin üstünde bir etki yarattı, ya da en azından öyle
göründü. Hatta anlamış ve kabul etmiş gibi başını salladı. Ancak
bir saniye sonra karısına baktı ve kısa bakışmaları esnasında Valent
bir istihza imasına benzer bir şey saptayabildi. Bu ona batmış, ama
bir yandan da o telefonu açma kararını pekiştirmişti. Yanıldıklarını
kanıtlamak ve yüzlerindeki bu alaycı bakışları silmek için. Böylece,
başka bir şey söylemeden ama için için öfkelenerek, uzun ve kararlı
adımlarla hızla kendi dairesine döndü.
Ama holü n girişinde, göz ucuyla kızın, tam da oturma odasına
süzülürken bir bakışını yakaladı.
Afallamıştı; bir an için bayılacağı n ı bile düşündü . . .
Randevuyu hatırladı tabii ki, mektubu da, şu "ka lbini mühür
le"yi ve hepsi ne birden bakarak, bunun aslında bir eşek şakası ol
mayabileceğini düşündü. Holde hala baş döndürücü tatlı bir parfü
mün zengin kokusu vardı.
Kalbini tuhaf bir biçimde özlem sarmıştı. Kapıya yaslanmak
zorunda kaldı.
Aklına birdenbire düşünceler üşüştü. Kız bir şekilde fiilen bu
radaydı, ama yine de anlamadı . . . olay çok hızlı gelişiyordu, kavra
ması gereken çok şey vardı, hepsi bir seferde kavranmalıydı ve ka
fasında çözmesi gereken türlü şey vard ı . . . Her nasılsa kızın burada
olması canını sıkıyordu, bu tam anlamıyla hoş bir sürpriz değildi . . .
Yine de kızı elevermek gibi bir isteği yoktu, karısını uyandırmak
da istemiyordu . . . Ve etraflıca düşü nmeden, nedenini de bilmeden,
telefonda konuşuyormuş gibi 'i\lo! " dedi, telefona değil de sesini
dairenin açık kapısından koridora yönelterek. "Kapı kilitlenmemiş
ti. Açıktı, evet . . . " diye devam etti. "Bay Kremavc'ın dairesi, yeni
ölmüş olan . . . evet, evet, ama birisi kapıyı şimdi kilitlemiş . . . evet,
aynı daire . . . Yarın mı ? Ne demek yarın ? ! Ama gerçekten . . . Bizi
ilgilendirmez mi? Ne demek, elbette ilgilendirir! Ne de olsa kom
şusuyuz . . . " Kelimelerin ağzından bu kadar kolay dökülmesine şa-
212
şırmıştı; odanın içinde bir yerlerde saklanan küçük kızı hayal edi
yor ve bu yaptıklarına ne kadar minnettar olması gerektiğini, hatta
durumu bu şekilde idare etmesine n asıl hayran kalmış olacağını
düşünüyordu.
"Bir saniye bekleyin," diye fısıldadı oturma odasına doğru , bir
sır veriyormuş gibi. Sonra da çabucak, belli bir mesafeden bile yüz
ifadesinden neler olup bittiğini ve her şeyin ne durumda olduğunu
tahmin etmeye çalışan Marzi'lerin yanma döndü.
Polislerin gelmediğini, daha doğrusu ancak yarın burada ola
caklarını ve bu durumun sözümona en yakın komşuları bile i lgi
lendirmediğini onlara anlatırken, doğal olarak hayal kırıklığına
uğramış gibi yaptı.
Marzi'ler sadece birbirlerine baktılar.
Ne yapacaklarına karar veremeden orada kalakalmışlardı ve üçü
de önce Kremavc'ın dai resinin kapısına, sonra da koridoru n ucuna
baktı ve Valent, biraz zorlanarak tedirgin liğin i , titremesini ve sabır
sızlığını -aslında onu geriye doğru çeken, baştan çıkaran merakı
nı- gizlemeye çalıştı, hatta bir kararsızlık gösterisiyle, sanki ne ya
pacağı hakkında hiçbir fikri yokmuş gibi, onları gece yarısı rahatsız
ettiği için özür dilemeye başladığında nefes almakta zorlandı, ama
şimdi, polisin görüşü böyle olunca, meseleyi kendi başlarına ele al
malarının akıllıca olacağı n ı düşünmüyordu.
Diğer ikisi hiçbir şey söylemedi.
Marzi dudaklarını büzdü ve başını salladı. Bayan Marzi ise dü
şüncelerini kendine saklıyor gibiydi; öyle ya da böyle, hiç yorum
yapmadı, ya da belki ekleyeceği h içbir şey yoktu.
"Ne düşünüyorsun u z ? Gerçekten bilmiyorum . . . " dedi Valent
bir aradan sonra; yine de bir şeyler söylemelerini istiyordu.
"Hımm . . . Ne bileyi m ? " diye mırıldandı Marzi.
"Ben söyleyeceğim i söyled i m . " Karısı küçümseyerek başını sal
ladı. Başını sallama biçimi Valent'in hoşuna gitmedi. Ama şimdi
bunu i rdelemeye ne zamanı vardı, ne de isteği. Ne isterlerse yapabi
leceklerini belirtircesine omzunu silkmekle yetindi.
213
"Yine de burada bekleyebiliriz tabii." İ nandırıcı bir sesle konu§
m aya çalı§tı. Doğal olarak, en azından Bayan Marzi'nin farklı bir
görü§ dile getirmesini bekliyordu . Ama kadın bun u n yerine bina
yöneticisin i de arayıp aramadığını sordu.
Valent ba§ını salladı.
Marzi, "Biliyorsun ki . . . Oleti'nin içeride olabileceği ni d ü§ünü
yor," diye fısıldadı karısına.
"Ben, yani , emin olamıyorum . . . " dedi Valent kaçamak bir ifa
deyle, esasında sorum l u tutulmak istemiyormu§ gibi. " İ nsan fi lanca
konuda öyle ya da böyle dü§ü nebilir, ama polis diyorsa ki -yani,
ne bileyi m ?- özel bir ilgi göstermiyorsa, o zaman kendi ݧİnize ba
karsınız, sonra bir §eyler olur ve birdenbire kendinizi olayın içinde
bulursunuz."
Bayan Marzi'nin tek yoru m u , "Bana biraz solgun görün üyor
sunuz, Bay Kosmina," oldu. Ve Valent göğsü nde biraz daha güçlü
bir sıkı§ma hissetti. Bu tür yoru mlar onu deh§ete dü§ürürdü. Ama
yine de saatin ne kadar geç olduğu, ya§ımızın nasıl ilerlediği gibi
konularda bi rkaç saptamada bul u nacak kadar kendini toparlamayı
becerdi, hatta gü lümsemeye bile çalı§tı, ama pek ba§arılı olamadı.
Şimdi Marzi de kaygılı ve biraz acıyan bir bakı§la onu gözlüyordu;
belli ki karısı nın değerlendirmesine katılıyordu.
"Onun sorunu neydi acaba, yani Bay Kremavc ' ı n , " diye devam
etti Bayan Marzi, sanki \!;ılenı'in solgu nluğuyla bunun bir ilgisi
varını§ gibi. İ kisi de mera k ediyord u .
"Gerçekten bilmiyoru m , " ded i Va lcnı o m z u n u silkerek. Sesinde
bir isteksizlik vardı. '' Ne de olsa insan lıa§kasının ݧİne karı§mamalı
ve aslında biz birbi rimizi çok emler görürlirdük. Ve §İmdi bu olay
oldu. Bir anlamı var mı bilm iyor u m . . . Gürünü§e bakılırsa onlar
da bilmiyordu. Bu yüzden Va lent arkasına dönüp dairesine doğ
ru birkaç adım attı, sonra da bir §ey ha ıırla mı§ gibi onlara dönü p
omzunu silkti v e kendi kendine koıı u§ur casına, gerçekten hiçbir
anlamı olmadığını mırıldandı. G itgide sabırsızlanıyordu. Hatta bir
ba§kasının koridora çıkıp üçünün arasına katılabileceğinden kor-
214
kuyordu, o zaman her şey sabaha kadar sürüncemede kalacak, bu
da kızı n görül meden dairesinden ayrılamayacağı anlamına gele
cekti. Böylece herkes onun polisi hiç aramadığını ve başka kim bilir
neleri öğrenecekti. Ah, soru n çıkacaktı, evet. Yapı lması gereken bir
sürü açıklama. Üstüne üstlük, kız onu asla bağı§lamayacaktı.
"Neyse, artık yatmaya gidiyorum," dedi en sonunda. Marzilerin
ona tuhaf bir biçimde bakıp Tanrı bilir kafalarında neler kuracakları
nı biliyordu. "Kendimi pek iyi hissetmiyorum," diye ekledi ve kaygılı
bir bakışla ba§ını salladı. Sonra, onurlu bir erkeğin yapabileceği ve
yapması gereken her şeyi yapmı§çasına ve onların uzun sessiz bakı§
larını hiç dikkate almadan, onları ikna etmeyi başaramadığını, hatta
kendi davranı§ları konusunda içlerinde neredeyse kesin bir biçimde
kuşku uyandırdığını hissederek yürüdü, dairesine döndü ve kapıyı
kapatıp arkasından kilitledi.
ıl
215