Hayatın içindeydi bu düzen. Görebildiği her şey değişimin kendisiydi . Gece
gündüze dokunuyor . Güneş doğup batıyor , yapraklar sararıp soluyor , bir yerde hayat başlarken ötekinde ölüm kapıyı çalıyordu. Düşündü. Değişimin olağanlığında aynı kalabilmek hayata meydan okumak mıydı ? Geçen gün yine metroda gözlerini kapamış , kızılay istasyonunda inmek için anonsu bekliyordu. Kısa bir süre dinlendiğini hissetti. Ama yavaş yavaş bedeni ağırlaşıyor , yaslanmak için bir omuz arıyordu. Yapamazdı. Yalnızdı bu hayatta . Kimseye yaslanamzdı. Kendine bile. Hayatın her dokunuşunda hissettiği duygular bazen acıtıyordu onu. Nereden bilebilirdi ki hangi birinin canını acıtmayacağını. Bekledi. Her birini onu anlamaları için biraz daha bekledi. Anlayan oldu mu ? O kendini anlamış mıydı ? Bir el dokundu omzuna. -Afedersiniz Hanımefendi , Uyuyakalmışsınız. Hangi durakta inecektiniz,kaçırmış olabilir misiniz ? -Hayır. Kaçırmadım. Kızılay istasyonunda ineceğim. Teşekkür ederim. Nasıl kaçırabilirdi ki . Hani düzen. Evet yanılmıştı. Metroda bile düzen. Uykunun verdiği sersemlikten çıktı ve diğerlerinin istediği şeyi yaptı. Açtı gözlerini. Oysa bilmiyorlardı, aslında gözlerini kapatan şeyin ne olduğunu. Artık inmesi gerekiyordu . Varacağı yere yaklaşmıştı. Arkasına dönüp onu uyaran kişiye sanki hayatını kurtarmış birine minnet borçlu biri gibi , tebessüm bıraktı. Okuduğu bir kitapta geçen bir sözü hatırladı. Ne kaçıyor olmak ne ona meydan okumak ,ne de tepkisiz kalmaktı aslolan. Zamana eşlik etmekti gerçek .Onunla beraber yürümekti. Yürüdü… Yürüdü… Bugün pazar mıydı ? Oldum olası pazar günlerinden nefret ederim. diye geçirdi içinden. Onun için pazar günleri sanki sessiz bir başkaldırıydı. Sessiz bir çığlıktı. Diğer altı güne isyandı. Okuduğu bir kitaptan bir söz geldi hatırına. Onunla beraber söyledi. “Gitmek isterim hep ….. gitmek…. “ Sürekli kendine bir şeyleri dikte etmek istemiyordu. Zorunda kalmayışlarının sonucunu görmek istiyordu. Her zaman gittiği kafeye gelmişti. Alışkanlığı olmuştu burası. İçeri girer girmez onu rahatlatan kahve kokusunu duydu. İyi geliyordu bu kahve. Evinde hissediyordu. Ona göre ev bir yer değildi. Bir histi. Hissettiklerini bir kenara bırakıp kahvesini yudumladı. Etraf ne kadar kalabalık ve sıcaktı. Çıktı şimdi dışarı. Bir sigara yaktı. Dumanını içine çekerken bir yandan telaşlanmaya başladı. Sanki sigara bir kum saatiydi. Bu kum bir taraftan diğer tarafa akarken bizimle alay ediyor diye düşündü. Sanki içimizde bir yerde başlangıcı ve sonu olan bir varlık vardı. Düşündü neden bu varlığı ateşe veriyorum. Köşedeki masada Sezgi’yi ve yanında birkaç arkadaşını görmüştü .Sezgi ilkokul arkadaşıydı epey olmuştu onu görmeyeli . Mutlu olmuştu . Ne de olsa ilkokul arkadaşıydı . Çocukluğuna (yaslandı.) Hayat devam ediyordu. Değişmeyen ne kaldı ki diye iç geçirdi. Dinlemeyi seviyordu. Sezgi’nin sözleri kendi süzgecinden geçerken o bir süre daha çocukluğunda kaldı. İçimde bir yerde hala benimle dedi. Sezgi’ye teşekkür etti. Sonra bunu neden yaptığına anlam veremedi. ⁃ Çok geçmeden çocukluk dedi ve düşünmeye başladı. Bir çocuk en çok sevgiye aç değil midir ? İnsan sevdiğine dokunmak istermiş . Dokunduğunu hissetmişti. Histi işte bu . Dokunulmadan büyüyen çocuklar hep eksik kalırmış. Acaba gerçekten öyle mi ? Çocukluğuma dokunup sırtını sıvazlıyorum. ⁃ Sevgiye aç olduğunu hissetti onu nasıl sanrılaştırdığına anlam veremiyor düşündüğü zaman yorgun düşüyordu ama şimdi sıyırıyordu kendini bu sanıdan. Acı veriyor belki ama öğreniyordu. sevgisini alıp bir süre daha yanında taşımak en doğrusuydu.