Professional Documents
Culture Documents
Burcu Bayer - Halife Memun'un Rüyası
Burcu Bayer - Halife Memun'un Rüyası
İsmail H. Yavuzcan
Hüsamettin Arslan: Bu Gökkubbe Altında “Anlamlı” Bir Seda ................ 15
Celalettin Yanık
Epistemik Cemaatten Örse:
Hüsamettin Arslan’ın Meçhul Okurla Söyleşisi ......................................... 19
Yasin Aktay
Sosyoloji Semasından Bir Yıldız Kaydı: Hüsamettin Arslan...................... 29
Maşallah Nar
Bir Rejimin Psikolojik Dayanaklılığı:
İran’da bir Devrimin Sonu Yaklaşırken ...................................................... 33
Burcu Bayer
Halife Memun’un Rüyası:Beytü’l- Hikme ve Bağdat’taki
Çeviri Hareketine Dair Argümanların Değerlendirilmesi .......................... 41
Gökhan Çetinkaya
Osmanlı Devleti’nde Tercüme ve Farsçadan Yapılan Tercümeler.............. 63
Burcu Güler
Dil ve Temsil Arasında Bir Gerilim Olarak Çeviri:
Derrida ve Çevirinin İmkânsızlığı .............................................................. 85
Merve Yalçın
Bir Fidanın Güller Açan Üç Dalı: Çeviri, Eleştiri, Çeviri Eleştirisi........... 99
Faruk Uysal
Şiir Çevirisi ve Nazire Geleneği ................................................................ 109
Burak Ş. Çelik
Dil, Zorluklarıyla Birlikte Tercüme Faaliyeti ve Ülkemizdeki Durumu .115
Kitap Değerlendirme
Fatih Çalmaz
Heyecandan Hezeyana: Halit Refiğ’in Yol Atasıyla İmtihanı ...................143
Bu Sayıda
verdi. Neticesinde başlatılan Zeytin Dalı Harekatı ile Fırat’ın batısında terör
örgütlerinin Türkiye sınırlarını daha fazla tehdit etmesinin önüne geçilmesi
planlanıyor. Bu bakımdan gecikmiş ancak hem meşru hem de mecburî olan
Zeytin Dalı Harekatının başarıyla sonuçlandırılması Türkiye’nin geleceği
açısından çok ama çok önemli bir gelişme olacaktır.
Yeri gelmişken CHP Genel Başkanının “Afrin’e girilmesin” açıklaması
üzerinden yürüyen tartışmaya da temas etmekte fayda var. Bu tartışmaların
bir benzerini Balkan Savaşları esnasında yaşamıştık. İttihat-Terakki mu-
halifleri, İttihat-Terakki’nin iktidar üzerindeki etkisi tamamen sona ersin
diye Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki topraklarını kaybetmesi beklentisi
içerisindeydiler. Selanik kaybedildikten sonra, Balkan Harbi hezimetini
tersine çevirebilir ümidiyle Sadrazamlık koltuğuna getirilecek olan, İngil-
tere’ye olan yakınlığı sebebiyle İngiliz Kamil olarak da bilinen, Osmanlı
Devleti’nin yegâne kurtuluş çaresinin ülkenin anahtarlarını İngilizlere
devretmek olduğuna inanmış Kamil Paşa Selanik’in kaybından sonra mutlu
olmuş, bu durumun İttihatçıların da mağlubiyetine zemin hazırlayacağını
düşünerek “Selanik gitti, onlar da defolup gider” diyebilmişti. Siyasî bir
takım hesaplaşmaların aparatı olarak Türk ordusunun zaferi ya da mağlubi-
yeti üzerinden tavır belirleyen bir nesil Rumeli’nin kaybında iktidarda ya da
muhalefetteydi. Bugün de Afrin üzerinden bir politik çıkar arayışının gün-
demde olduğunu görmek üzücü. Ordu Afrin’e girerse AK Parti hükümetinin
oyu artar mülahazasıyla hareket edenlerin Kamil Paşa’dan, “YPG’nin terör
örgütü olduğuna dair elimizde istihbarat bilgisi yok” diye açıklama yapan
siyasetçilerin “İşgal orduları Halifemiz efendimizin müsaadesiyle geliyor”
diye propaganda yapan kimselerden bir farkı olmasa gerektir. Ordu şu ya
da bu partinin değil Türk milletinin Ordusudur, ne yapılması gerekiyorsa
onu yapmakla mükelleftir.
Bu noktada şu hususun altını çizmek faydalı olabilir. Terör örgütleri
için Fırat’ın batısı ya da Fırat’ın doğusu gibi bir ayrım yapmak söylemsel
düzeyde ilerleyen dönemde ciddi bir krizi beraberinde getirebilir. Türki-
ye’nin bu terör örgütlerinin sadece Fırat’ın batısında değil Fırat’ın doğusun-
da da barınmasını imkansız hale getirecek adımları atması gerekiyor. Bu
adımlar illa askerî düzeyde olmak mecburiyetinde değildir. Dış politikanın
en basit anlamıyla bir devletin başka bir devletin dış politişka çıktılarını
etkileme kapasitesi olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
Türkiye’nin bu hareketli gündeminde Tezkire dergisi tercüme konusu-
na odaklanan bir dosyayla sizlerle buluşuyor. Bu sayının misafir editörü
Maşallah Nar. Yeni sayılarda buluşmak dileğiyle.
Misafir Editörden
İsmail H. Yavuzcan*
* Dr.
atıf/citation: tezkire: düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 63, ocak-şubat-mart 2018, s. 15-18
16
Celalettin Yanık*
atıf/citation: tezkire: düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 63, ocak-şubat-mart 2018, s. 19-22
20
atıf/citation: tezkire: düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 63, ocak-şubat-mart 2018, s. 23-27
24
sin” diyecek kadar olgun bir hocaydı. Bursla okumadı, yurtdışı bursu kul-
lanmadı; turistik sempozyumlara bildiri gönderip gezme tozma derdinde
olmadı. Bölüme ikinci öğretim ve tezsiz yüksek lisans açılsın da para ka-
zanalım demedi. Yazılarına birilerinin adını eklediğini, birilerinin yazdığı
yazılara da kendi adının eklenmesini istediğini hiç sanmıyorum. Asistan-
larını kullandığı ya da emeklerini istismar ettiği de duyulmadı. Derslerine
geldi, derslerini dolu dolu işledi ve hatta görevi olmamasına rağmen sınav-
larımızda bile genelde kendisi gözetmen olarak bulundu. Akademik teşvik
dosyası için hesaplar yaptı mı, “bir yerlerden bir şeyler bulalım da dosyayı
dolduralım” dedi mi, sanmıyorum. Yeni ne kitaplar çıkmış takip etti; okudu
ve okuttu. Kariyerime Uludağ Üniversitesinde devam etmedim. Yıllar geç-
tikçe okuduğum bölümün ve Hüsamettin Arslan’ın hocalığının çok istisna
bir durum olduğunu fark ettim. O, genel akademiye sadece anti pozitiv-
ist tezlerle değil, karakteriyle, hocalığıyla ve insanlığıyla da direniyordu.
Memur olmamaya çalışmıştı ve bu arzusunu gerçekleştirmişti. Niceliğin
niteliği çözüp erittiği bir ortamda niteliğin peşindeydi ve ısrarındaydı. Ho-
canın vefatı üzerine sadece ulusal medyada yazılanlar bile nitelikten yana
bir şeyler başarmanın değerini bir kez daha gösterdi.
İyilikleri, sevapları, hataları ve günahlarıyla Hüsamettin Arslan bu
dünyadan geldi geçti. Bilhassa öğrencilerine bambaşka bir hoca-öğrenci
ilişkisi yaşatmayı başarmış, değer üretmiş birisiydi. Uludağ Üniversitesin-
den mezun olan öğrenciler üzerinde en çok etkisi olan hocaların başında
o gelmiştir. Hakikaten, samimiyetle öğrencilerini sevmiştir. Onun talebesi
olmanın büyük bir şans olduğunu, akademisyen olunca daha net bir şekil-
de tecrübe ettim. Allah rahmet eylesin, taksiratını affetsin. Yakınlarının ve
sevenlerinin başı sağolsun.
Sosyoloji Semasından Bir Yıldız Kaydı: Hüsamettin
Arslan*
Yasin Aktay**
2018 yılının ilk gününün sonunda bir yılın muhasebesini, bir gelecek yıl
veya yılların vizyonunu değerlendirmeye hazırlanırken bir dostun ölüm
haberiyle bir insan ömrünün muhasebesini yapmaya davet edilmiş oluy-
oruz.
Sosyoloji marifetine, edebiyatına ve kitabiyatına ve nazariyatına çok
önemli katkılarda bulunmuş değerli dostumuz Prof. Dr. Hüsamettin Ars-
lan’ın vefat haberi bu yılın ilk gününün sonunda gelmiş oldu. Tedavisini
gördüğü hastalığı “epeyce ilerlemiş” diye duymamla vefatı arasında fazla
bir zaman da geçmedi üstelik.
Hüsamettin Arslan’ı Ankara günlerinde Sakarya Çay Ocağındaki ortam-
dan tanımıştım. Ankara’yı o yıllarda bilenler bilir, Sakarya Çay Ocağı yeni
İslamcı düşünce için gündemin ve entelektüel çizgilerin şekillendiği önemli
bir kamusal alandı. Bu alanda Hüsamettin Arslan’ın çok özel bir yeri vardı.
Daha doksan yılında Alan Chalmers’tan Bilim Dedikleri isimli kitabı,
akabinde yine Barry Barnes’ın bilim felsefesine “paradigma” kavramını ka-
zandıran Thomas Kuhn üzerine kitabını Türkçeye çevirip Bilimsel Bilginin
Sosyolojisi başlığı altında yayımlamıştı. Her iki kitap sonradan yüzlerce
kitap yayınlayacak olan benim de ortağı ve editörü olacağım Vadi Yayın-
larının adeta kimlik yüzünü şekillendirecek yayınlardı. Vadi Yayınları bil-
* Bu yazı daha önce Yenişafak gazetesinin 3 Ocak 2018 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.
** Prof. Dr.
atıf/citation: tezkire: düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 63, ocak-şubat-mart 2018, s. 29-31
30
enlere karşı savunması çok güçlü ve çok haklıydı. Türkiye’de önemli bazı
metinlerin mutlaka Türkçe okumaktan başka bir çaresi olmayan okuyucuya
ulaştırılması gerekiyordu. Bunu yapabilecek durumda olanlar için bu bir
görev ve sorumluluk olmalıydı. Kendisi bu sorumluluğu yerine getirmek
için epey çalıştı. Yaptığı işi püriten bir ahlakla, severek, zevkle ve büyük bir
titizlikle yapıyordu.
Bilim felsefesi, postmodernizm, Kıta Avrupa’sı felsefesi, Fransız ve Al-
man felsefesinin ve sosyolojisinin bir çok önemli eserini Türkçeye çevirdi.
Ortak dostlarımız Erol Göka ve Abullah Topçuoğlu ile birlikte doksanlı yıl-
ların başlarında beraber yayımladığımız Önce Söz Vardı: Yorumsamacılık
Üzerine Bir Deneme isimli kitabımızın kaynakçasında yer alan İngilizce
metinlerin önemli bir kısmını Türkçeye çevirdi 3 ciltlik bir çalışma olarak
yayınladı. Çağdaş felsefi hermenötiğin geçtiğimiz yıllarda 104 yaşında ölen
meşhur Alman filozofu Hans-Georg Gadamer’in şaheseri olan Hakikat ve
Yöntem’i çevirip yayınladı. Sadece bu çalışma bile sosyal bilim camiasından
güçlü bir teşekkürü hak ediyordu.
Arslan büyük ölçüde çeviriye odaklanmışsa da Türkiye’nin içinden
geçtiği zor süreçlerde bir aydın sorumluluğuyla tavır yazıları ortaya koy-
maktan geri durmadı. Tavrını ve tarafını hep belli etti.
Bu bağlamda 2007’deki e-muhtıra süreci ve kapatma davasında siya-
set dışı güçlerin siyasal alanı işgal girişimlerine karşı, sözümona aydınlar
arasında bir söylemsel norma dönüşmeye yüz tutan PKK şiddeti ve ulusal-
cılığı güzellemelerine karşı Jöntürkler, Jönkürtler, Muhafazakarlar diyerek
kendi “meçhul okuyucusuyla söyleşiler” yaptı.
Gezi olayları ve 17-25 Aralık darbe süreçlerine karşı basiretli ve hakikat-
perver bir aydın endişesiyle yazdığı makaleler, televizyon programları ve
konferanslarıyla FETÖ’ye karşı tavrını en net biçimde ortaya koydu.
Türk sosyolojisinden kelimenin tam anlamıyla bir yıldız kaydı. Bil-
imiyle, bilgeliği, kişiliği, duruşu ve tabii ki eseriyle hep hatırlanacak bir
yıldız… Hüsamettin Arslan’a Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve
sabır diliyorum.
Bir Rejimin Psikolojik Dayanaklılığı: İran’da bir
Devrimin Sonu Yaklaşırken
Maşallah Nar*
atıf/citation: tezkire: düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 63, ocak-şubat-mart 2018, s. 33-37
34
başaran velayet-i fakih rejimi için son günlerde tehlike çanları yeniden
çalmaya başladı. Ancak son dönemde yaşanan sokak olaylarına geçmeden
önce 2009’da yaşanan sokak olaylarından biraz bahsetmekte fayda var.
Esasen seçim sonuçlarına itiraz motivasyonuyla başlayan bu gösteriler,
İran’da devrimden sonra patlak veren en büyük sokak hareketleri olarak
tanımlanmaktadır. Bu protestolar onları açığa çıkaran hususi nedenlerin-
in yanı sıra, aynı zamanda rejime karşı birikmiş genel hoşnutsuzluk ve
öfkenin bir dışa vurumu mesabesindedir. Siyaset dışı yollarla seçilen Âyet-
ullahların hem iç hem de dış politik sahnedeki son karar mercii olduğu
herkes tarafından bilinse de 2009’da yapılan seçimlere rejim tarafından çok
âşikar bir müdahale yapılması İranlıların sabrını taşırmıştı. Hem seçimden
önceki kamuoyu yoklamaları hem de genel atmosfer seçimin galibi olarak
reform taraftarı Hüseyin Musavi’yi işaret ediyordu. Fakat ülkedeki Yüksek
Seçim Kurulu, alışılmış olanın dışında gelişen oldukça garip bir süreçten
sonra Mahmud Ahmedinejad’ın seçimin kazananı olduğunu ilan etti. Bu
açıklamayla adeta şok yaşayan reform taraftarlarının öfkesi bir anda Tahran
sokaklarına döküldü. Yeşil Hareket olarak isimlendirilen bu sokak eylem-
leri toplumun bütün kılcallarına nüfuz etmiş istihbarat teşkilatı Besiç’in ve
Devrim Muhafızları’nın sert yumruğuyla kanlı şekilde bastırıldı. Tahran’a
münhasır kalan sokak gösterilerinde pek çok kişi hayatını kaybederken
binlerce kişi de tutuklandı. Seçime Mahmud Ahmedinejad’ın rakipleri olar-
ak giren Mir Hüseyin Musavî ve Mehdi Karubî yaşanan sokak olaylarından
sorumlu tutularak bugün hala devam eden bir ev hapsine mahkûm edild-
iler. Bu olaylar esnasında rejim, patlak verebilecek benzeri kalkışmalara
karşı bir güç gösterisi yapıp muarızlarına gözdağı verirken, muhaliflerinin
ona duyduğu hınç ve öfkeyi biraz daha perçinlemiş oldu.
Yakın zamanda İran’da patlak veren sokak gösterilerine gelirsek, 28
Aralık 2017’de baş gösteren olaylar 2009’da vuku bulandan farklı bir mo-
tivasyonla ortaya çıkmış görünse de her ikisinin de rejime karşı birikmiş
öfke ve hoşnutsuzlukta birleşen bir müşterekleri vardı. Ancak bu sokak
gösterilerini birbirlerinden ayıran bazı sosyolojik farklılıklar da yok değildi.
Modern İran tarihindeki sokak hareketleri tarihçesine baktığımızda, olay-
ların hep eğitimli orta sınıfın başı çektiği şekilde Tahran’da başlamış old-
uğunu görürüz. Fakat bu kez olaylar ülkenin Kuzey Doğu’sunda yer alan ve
nüfus yoğunluğu bakımından ülkenin en büyük ikinci şehri olan Meşhed’te
başladı. Olayların Meşhed’te başlamasını ilginç kılan noktalardan şüphe-
siz en önemlisi; bu şehrin on iki imamın sekizincisi olan İmam Rıza’nın
mezarına ev sahipliği yapıyor olması ve bu hususiyetinden hareketle de
rejimin destek tabanının güçlü olduğu bir yer olarak bilinmesiydi. Bu so-
syolojik gösterge son gösterilerin karakterine işaret etmesi açısından da
oldukça önemlidir.
Bir Rejimin Psikolojik Dayanaklılığı: İran’da bir Devrimin Sonu Yaklaşırken 35
Burcu Bayer
Giriş
Önemli bir figürün gördüğü rüya üzerine bina edilen ideolojiler, tar-
ih yazımlarında ve daha sonrasında tarihi okumak üzere yerleşilen zavi-
yelerde, kurucu, inşa ve ikna edici rol oynayabilmektedir. Bu rüyalardan
en meşhuru, Şeyh Edebali’nin göğsünden doğan hilalin Osman Bey’in
göğsünde bir çınara dönüşmesi ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun ve
cihana hükmetmesinin müjdelenmiş olmasıdır. Bunun bir benzerini ise,
Abbasi Halifesi Me’mun’un rüyasının Yunan bilim ve felsefe geleneğinin te-
varüsünü meşrulaştırmak amacına matuf bir araç olarak kullanılmasında
görüyoruz. Bu rüyaya dair anlatımlar İbn Nedim’in Fihrist’inde ve diğer
klasik kaynaklarda kayda geçirilmiştir.
Me’mun rüyasında hafifçe kızıla çalan beyaz tenli, geniş alınlı, bitişik kaşlı, saçları
dökülmüş, kızarık gözlü ve güzel görünümlü yaşlı bir adam gördü. Yaşlı adam
Me’mun’un yatağının üzerinde oturuyordu. Me’mun şöyle anlatmaktadır: Onun
karşısında ezildiğimi hissettim ve ona “Sen kimsin?” diye sordum. Bana “Ben Aris-
to’yum” dedi. Bundan sevinç duydum ve ona “Ey filozof, sana bir soru sorabil-
ir miyim?” dedim. “Sor” deyince “İyi (hüsn) nedir?” dedim. Cevaben “Aklın hoş
gördüğüdür” dedi. “Sonra nedir?” diye sordum. “Şeriatin hoş gördüğüdür” dedi.
“Peki sonra nedir?” dedim. “Cumhurun hoş gördüğüdür” dedi. “Daha sonra ne-
dir?” dedim. “Sonra mı, sonrası yok.” dedi. (İbnü’n-Nedim, 2014: 89)
atıf/citation: tezkire: düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 63, ocak-şubat-mart 2018, s. 41-61
42
1 İslâm düşüncesinin özgünlüğü tartışmaları için bkz. İslâm Felsefesinin Özgünlüğü, ed. Mehmet
Vural, Elis: Ankara, 2009.
Beytü’l- Hikme ve Bağdat’taki Çeviri Hareketine Dair Argümanların Değerlendirilmesi 43
lıların Oluşumu gibi eserler ile Aristotales’e atfedilen ama esasında Ploti-
nus’a ait olan Enneadlar’ın 4 ila 6. bölümleri ile esasen Proklus’a ait olan
Teolojinin Unsurları gibi önemli eserler Kindi çevresinde organize olan
yeni ekip tarafından çevrilmiştir (Üçer, 2017: 326).
“Şeyhü’l-mütercimin” olarak adlandırılan Huneyn b. İshak’la karak-
terize olan dördüncü evrede ise tercümelerin olgunlaştığını, artık alanında
uzmanlaşmış bir çevirmen kadrosu oluştuğunu, Kindi döneminde yapılan
çevirilerin gözden geçirildiğini görüyoruz. Huneyn b. İshak’ın başta oğlu
İshak ve Davud olmak üzere yetiştirdiği çevirmenlerle Galen külliyatını
Arapçaya kazandırdığını, aynı zamanda tıp üzerine müstakil risalel-
er yazdığını görüyoruz. Tercümelerin son evresini ise Ebu Bişr Metta b.
Yunus ve Yahya b. Adi gibi artık Bağdat Aristocuları olarak adlandırılacak
filozof-mütercimlerin çevirileri oluşturmaktadır. Bu dönemde devam eden
Artistotales çevirilerine, İskenderiye Okulu’na mensup şarihlerin şerhleri
eşlik etmiştir. Tercümelerin son iki evresi için Arapçaya aktarılan eserlerin
belirli bir olgunluğa ulaştığı, kendi öğrencilerini oluşturduğu ve çevirmen-
lerin öncülüğünde tıp, felsefe ve mantık alanlarında uzmanlaşmış kadro-
ların yetiştiği söylenebilir. Bu evrelerde tercüme ve telif faaliyetlerinin bir
arada yürütülmesi, felsefe ve bilimin olgunluğuna ve Arapçanın bilim dili
olarak kurulmasına işaret eder. Miladi 10. yüzyıldan sonra ise artık telif
eserler yazma sürecine girildiği için tercümelerin kademeli olarak azaldığı,
Yunan felsefe geleneğinin yeni bir dil, yeni bir zaman ve yeni bir metafizik
çerçeve içinde yeniden şekil aldığı görülür2. Tüm bu çeviri hareketi bo-
yunca, tercümanların halifeler ve saraydaki yüksek memurlar tarafından
himaye edildiği, tercümelere yüklü paralar verildiği, tercümenin gözde bir
meslek olması nedeniyle devrin parlak zekaları tarafından tercih edildiği
gibi noktalar da bu hareketin doğasını anlamak bakımından not edilmedilir.
Beytü’l-Hikme
Tercüme hareketi, bu hareketin hâmileri, çevirmenler ve çevrilen eserlere
dair belirli bir kesinlikle konuşmak mümkünken, bu entelektüel aktivit-
eyi saran kurumsal yapı olarak Beytü’l-Hikme’nin varlığı, işlevi ve önemi
üzerinde çok farklı görüşler mevcuttur. Beytü’l-Hikme’yi yalnız bir saray
kütüphanesi olarak yorumlayan tarihçiler olduğu gibi, burayı bir üniver-
site, tüm çeviri hareketini koordine eden ve yönlendiren bir merkez olar-
ak değerlendirenler de mevcuttur. Beytü’l-Hikme hakkında bu denli farklı
yorumların olmasının sebebi, İbn Nedim’in Fihrist’i başta olmak üzere
dönemin tabakât kitaplarında yapılan çevirilerden ayrıntılı bir şekilde bah-
2 Arapçaya çevrilen eserlerin tam listesi için bkz. Demirci, M.(2016) Beytü’l-Hikme, İstanbul: İnsan
Yayınları, s.118-179, ve Gutas, D.(2017). Yunanca Düşünce Arapça Kültür, İstanbul: Kita Yayınevi,
s.185-188.
Beytü’l- Hikme ve Bağdat’taki Çeviri Hareketine Dair Argümanların Değerlendirilmesi 49
Temas Teorisi
Beytü’l Hikme’nin Abbasi sarayındaki Sâsânî etkisiyle Cündişapur kütüpha-
nesinin bir kopyası olduğu gibi iddialar çerçevesinde şekillenen klasik
oryantalist yaklaşım, temelde İslâm bilim ve felsefe geleneğini okurken,
belli bir anlatıyı takip eder. George Saliba’nın adlandırmasıyla bu “klasik
anlatı”’nın mihenk noktası ise temas teorisidir. Açıklayacak olursak, bilim
Beytü’l- Hikme ve Bağdat’taki Çeviri Hareketine Dair Argümanların Değerlendirilmesi 51
60).
Gutas’ın diğer bir iddiası ise, Sâsânî kültür havzası içinde yetişen Ab-
basi halifelerinin, Sâsânî hükümdarlarının dinî ve dünyevî otoriteyi tek bir
merkezde toplamalarına binaen, Abbasi halifelerinin de bu merkezileşme
politikasını sahiplenmeleridir. Bu bağlamda Gutas, Halife Me’mun’un ken-
disini “Allah’ın halifesi” olarak konumladığını, mihne hareketiyle de birçok
elde dağılmış olan dinî otoriteyi tek bir merkezde toplamak istediğini be-
lirtir. Burada Halife Me’mun’un Sâsânî hanedanının kurucusu Ardeşîr ibn
Bâbek’i örnek aldığını söyler (Gutas, 2017: 83-84). Richard Taylor, tercüme
faaliyetlerinin sebeplerini Süryanice tercüme hareketi ve entelektüel faal-
iyetleri ile Abbasi halifelerinin ideolojik saiklerle verdikleri destekler ve
kağıdın icadı olarak sayarken, tam da Gutas’ın çizdiği çerçeveye yerleşme-
ktedir (Adamson ve Taylor, 2008:3).
Gutas’ın çizdiği çerçeveye rağmen, İbnü’n-Nedim’in fihristinde yer ver-
ilen çeviri eserler üzerinde yapılacak kısa bir inceleme, eserlerin kaynak
dilinin Farsçadan ziyade Yunanca ve Süryanice olduğunu gözler önüne
serecektir. Farsçadan yapılan çevirilerin daha ziyade hükümdar tarihleri,
siyaset, ahlak, tıp, büyü, sihir ve Maniheizm üzerine olduğu görülür (Üçer,
2014: 70-72). Bu nedenle, Yunanca felsefe ve bilim geleneğinin tevarüsünün
nedenlerini araştırırken, yalnız Sâsânî kültürünün yapısı açıklamaya yet-
memektedir. Halife Mansur ve Mehdi’nin dönemlerinde Sâsânî kültürünün
Abbasi imparatorluğu içinde eritilmesi çabası ilk dönemin resmine dair bir
fikir verse de, bu okumanın resmin bütününü veremeyeceği aşikardır.
Çeviri hareketinin dinamiklerini araştırırken bahse değer motivasyon-
lardan şu üçü dikkat çekicidir. Birincisi, Abbasilerin, Emevilerin Arap milli-
yetçiliğine karşı evrenselci ve kapsayıcı imparatorluk politikaları gütmeler-
iyle tebası olan unsurların miraslarını tevarüs etmekten çekinmeyişleridir.
İkinicisi, din içi tartışmaların kelam disiplini içinde aldığı şekil ve temasta
olduğu diğer inanışlara meydan okuması ile kelamın mantık, cedel ve be-
lagat gibi bilimleri yapısına katmasıdır. Üçüncüsü ise rakip Bizans devle-
tinin mirasına sahip çıkma şeklinde görülen meydan okumadır. Açıklaya-
cak olursak, kelam ilminin gelişiminde, İslâm akidesine mündemiç varlık,
insan ve Tanrı anlayışlarının aklî bir zeminde tartışılmasının önemli bir yere
sahip olduğu görülür. Bu hususta da, İslâm’ın kendi iç dinamikleriyle fıkıh,
hadis ve kelam disiplinlerini kurması kadar, dinin ehl-i İslâm olmayanlara
karşı savunulması ve onları ikna ekmek için tartışmalarda kullanılması da
hesaba katılmalıdır. Bu meyanda, Endülüs fakihlerinden Ebû Ömer Ahmed
b. Muhammed’in 10. yüzyılda ilim talebi için gittiği Bağdat’tın ilmi havası
hakkında verdiği şu bilgiler aynı zamanda kelamın aklî zeminini oluşturan
atmosferi de göstermektedir:
“iki defa, iki ayrı meclise katıldım. Mecliste ehl-i sünnet ve bid´at ehlin-
56
Sonuç Yerine
Sonuç olarak, İslâm dünyasındaki çeviri hareketini açıklamak üzere yapılan
girişimler temelde üçe ayrılmaktadır. İlk olarak klasik anlatı, Oryantalist ön
kabullerden hareket etmekte, çevirileri diğer kültürlerle temasa, halifelerin
şahsi zevkine ve akıl-din karşıtlığı bağlamında Mutezile hareketinin iç di-
namiklerine bağlamaktadırlar. Bu okuma, Halife Me’mun’un rüyasını aklî
bilimlerin İslâm dünyasına girişinin temellendirmesi olarak yorumlam-
aktadır. Bu okumaya alternatif olan ikinci yorum ise, Abbasi sarayındaki
yüksek memurların İranlı oluşları üzerinden, Abbasilerin siyasi ve kültürel
vizyonunu bu Pers zümrenin oluşturduğunu, Zerdüşt-Sâsânî kültürünün
yitik mirası olan felsefenin bu yolla İslâm dünyasına intikal ettiğini iddia
etmektedir. Gutas, bu yorumunu Abbasi döneminin iç ve dış dinamikleri-
yle birlikte değerlendirirken, Halife Me’mun’un rüyasını, zaten başlamış
ve yürürlükte olan bir felsefe hareketinin halk kitlelerini ikna etmek için
ideolojik bir araç olarak yorumlamaktadır. Son olarak George Saliba’nın
teorisi ise, çeviri hareketinin iç dinamiğini Halife Abdülmelik’in divanları
60
Kaynaklar
Abat, R. 2007. İslâm Düşüncesi ve Medeniyetinin Gelişiminde Tercüme Hareketleri
ve Nusaybin Medresesinin Etkisi. (Ed.) İbrahim Özcoşar, Makalelerle Mardin
Eğitim Kültür Edebiyat, İstanbul: İhtisas Kütüphanesi Yayınları.
Adamson, P. ve Taylor, R. 2008. Giriş, (Ed.) Peter Adamson ve Richard C. Taylor,
İslâm Felsefesine Giriş, İstanbul: Küre Yayınları, s.1-10.
Barthold, W. 1984. İslâm Medeniyeti Tarihi, (Çev.) M. Fuad Köprülü, Ankara: Di-
yanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
D’ancona, C. 2008. Yunancadan Arapçaya İntikal Eden Miras: Tercüme Edilen
Yeni-Eflatunculuk, (Ed.) Peter Adamson ve Richard C. Taylor, İslâm Felsefes-
ine Giriş, İstanbul: Küre Yayınları, s.11-34.
Demirci, M. 2016. Beytü’l-Hikme, İstanbul: İnsan Yayınları.
Fahri, M. 1987. İslâm Felsefesi Tarihi, (Çev.) Kasım Turhan, İstanbul: İklim Yayın-
ları.
Gutas, D. 2017. Yunanca Düşünce Arapça Kültür, (Çev.) Lütfü Şimşek, İstanbul:
Kitap Yayınevi.
Halil ibrahim, F.2001. Emeviler Döneminde Tercüme Faaliyetleri Ve İlmi Gelişme-
lerin Öncü Hareketleri, (Çev.) Ahmet Arslan, Harran Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, C.VII, S.1, s.169-195.
İbnü’n-Nedim, 2014. el-Fihrist: Yedinci Makale Birinci Bölümün Çevirisi, (Çev.)
Halil İbrahim Üçer, Felsefe Tıp ve Tarih, İstanbul: Klasik Yayınları, s.79-93.
Kanar, Y. 2017. Abbasi Devrimi, Bağdat ve Beytü’l-Hikme, İstanbul: Mahya
Yayıncılık.
Karlığa, B. 2016. İslâm Düşüncesinin Özgünlüğü. (Ed.) M. Kazım Arıcan, Düşünce
ve Gelenek, Ankara: Hece Yayınları, s.58-67.
Kaya, C. 2013. Giriş: İslâm Felsefesinin Mahiyeti Üzerine, (Ed.) M. Cüneyt Kaya,
İslâm Felsefesi Tarih ve Problemler, İstanbul: İSAM Yayınları, s.15-36.
Makdisi, G.2012. Ortaçağ’da Yüksek Öğretim İslâm Dünyası ve Hristiyan Batı,
(Çev.) Ali Hakan Çavuşoğlu ve Tuncay Başoğlu, İstanbul: Klasik Yayınları.
Özdemir, M.1997. Endülüs Müslümanları , Ankara: TDV Yayınları.
Üçer, H.İ. 2014. el-Fihrist’te Felsefe Tarihi: Kadim’in Muhdes’e Yolculuğu, (Ed.)
Müstakim Arıcı, Felsefe Tıp ve Tarih, İstanbul: Klasik Yayınları, s.57-78.
Üçer, H.İ. 2017. Tercüme Hareketi ve Etkileşimler. İslâm Düşünce Atlası, C.1, İs-
tanbul: Konya B.B. Kültür Yayınları, s.321-330.
Ülken, H. Z. 2011. Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstanbul: İş Bankası
Kültür Yayınları.
Vural, M. 2016. İslâm Felsefesi Tarihi. Ankara: Elis.
Osmanlı Devleti’nde Tercüme ve Farsçadan
Yapılan Tercümeler
Gökhan Çetinkaya*
En genel tarifiyle, bir dildeki ifadenin bir başka dile aktarılması anlamına
gelen tercüme; tarih boyunca toplumların birbirini tanımasında, kültürlerin
oluşmasında ve gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Yani çeviri esasında
sadece bir ifadenin bir başka lisana aktarımı olarak kalmamış, bir kültür
ve medeniyetin bilgi birikiminin başka bir kültür ve medeniyete aktarma
aracı olarak da kullanılmıştır. Kökenleri ilk çağa kadar uzanan tercüme
hareketlerinin tarihte en yoğun yaşandığı dönemin IX. yüzyılda Irak’ta Ab-
basîler döneminde başladığı görülmektedir. Abbasîler döneminde Bağdat’ta
kurulan Beytü’l-Hikme (Kaya, 1992) adlı tercüme ve yüksek seviyedeki ilmi
araştırmaların yapıldığı merkezler sayesinde tercüme faaliyetleri büyük bir
hız kazanmıştır.
İslâmiyet öncesi Türklerde tercüme faaliyeti ise, VIII-IX. asırlarda bazı
Türk topluluklarının Budizm, Maniheizm gibi dinleri benimsemeleri ve
bu dinlerin kutsal kitaplarını anlamak için birtakım çeviriler yapmaları
ile başlamıştır. Türkler X. yüzyıldan itibaren İslâm dinini kabul ederek
Müslüman olmuş; kabul ettikleri bu dinin kural ve kaidelerini öğrenme ihti-
yacı duymuştur. Bunun neticesinde Arapça öğrenme ihtiyacı hissetmişler ve
öğrendikleri bu dil sayesinde İslâm dininin kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerîm’i
kendi dillerine tercüme etmeye gayret göstermişlerdir. Kur’ân tercümeleri
* Arş. Gör., Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü,
Mütercim-Tercümanlık Farsça ABD, gokhancetinkaya43@gmail.com
atıf/citation: tezkire: düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 63, ocak-şubat-mart 2018, s. 63-83
64
ler yazılmasını teşvik etmiştir (Köprülü, 2016: 453). II. Murad, Arapça
ve Farsça eserlerin tercüme edilmesini emretmek veya bu tercüme faali-
yetlerini himaye etmekle kalmamış, tercümelerde anlaşılabilir bir Türkçe
kullanılmasına da dikkat etmiştir (Yazar, 2011: 136). 830/1427 yılında
Mahmûd b. Mehmed (Bedr-i Dilşâd) Kâbûsnâme adlı eseri manzum olar-
ak tercüme etmiş ve II. Murad’a sunmuştur. Bu eser Muradnâme adıyla
anılmaktadır (Kurtuluş, 2002: 357). Daha sonra Mercimek Ahmed kitabın
çevirisini 835/1432’de tamamlamış ve II. Murad’a sunmuştur. II. Murad
adına yapılmış bu çevirinin önsözünde Mercimek Ahmed, çevirenin adını
vermeden, İkinci Murad’ın ağzından, kendinden önce Kâbûsnâme’nin bir
kişi tarafından Türkçeye çevrildiğini, fakat bu tercümenin “ruşen olmadığı
ve hikâyetinde halâvet bulmadığı” gerekçesiyle beğenmediğini zikretmiştir
(Keykâvus, 2006: 13). Orhan Şaik, Sultan II. Murad’ın beğenmediği bu çev-
irinin kime ait olduğunun bilinmediğini ifade etmiş olup (Keykâvus, 2006:
13) bu eserin Mahmûd b. Mehmed’in Muradnâme adlı tercümesi olma ih-
timali muhtemeldir. Kâbûsnâme’nin Mercimek Ahmed tarafından yapılan
tercümesi Orhan Şaik Gökyay tarafından bir önsöz ve geniş açıklamalarla
birlikte yayımlanmıştır (Kurtuluş, 2002: 357).
II. Murad devrinde Kasım b. Mahmud Karahisarî tarafından Mir-
sadü’l-İbâd’ın tercümesi, Şeyh Elvân-ı Şîrâzî tarafından 829’da Şebusteri’nin
Gülşen-i Râz adlı eserinin tercümesi (Köprülü, 2016: 454) İnce Bedreddin
tarafından da Fahreddîn-i Irâkî’nin tasavvuf düşüncesinin en önemli es-
erlerinden biri olan Leme‘ât adlı eserinin tercümesi yapılmıştır (Azamat,
1996: 145).
İlkini Ahmed-i Dâî’nin yaptığı Câmasbnâme adlı mesnevinin bir başka
tercümesi bu devirde Musa Abdî tarafından yapılmıştır. Musa Abdî’nin ter-
cümesini yaptığı eser ilk örneklerine Farsçada rastlanan ve aslı Keyânîler’den
Şah Güştasb’ın kâinat ve yaratılışla ilgili sorularına Vezir Câmasb’ın verdiği
cevaplardan oluşan Pehlevice yazılmış ve daha sonra Yeni Farsçaya da ak-
tarılmış Câmasbnâme türündedir. Abdî, 833/1430’da tamamladığı eserini
II. Murad’ın emriyle kaleme aldığını ifade etmiştir (Taneri, 1993: 43; Aza-
mat, 1996: 163-164).
Bu dönemde pek çok eser Anadolu sahasında ilk defa Türkçeye ter-
cüme edilmiştir. Türkçeye ilk defa tercümesi yapılan eserler arasında Sa‘dî-i
Şîrâzî’nin Gülistân’ı, Firdevsî’nin Şahnâme’si ve İran ve Türk edebiyat-
larında pek çok defa yazılan klasik aşk mesnevilerinden olan Mihr u
Müşteri vardır. Sa‘dî-i Şîrâzî’nin Gülistân adlı eserinin Anadolu sahasında
ilk tercümesi Kadî-i Manyas b. Mahmûd tarafından 833/1430’da yapılmış
ve II. Murad’a sunulmuştur (Azamat, 1996: 175). Şahnâme ilk defa II.
Murad’ın emriyle mensur olarak Türkçeye tercüme edilmiştir. Bu çeviri es-
erin sadece ikinci bölümünü ihtiva etmektedir (Kültüral, 2010, s. 290).
Osmanlı Devleti’nde Tercüme ve Farsçadan Yapılan Tercümeler 69
Fars edebiyatında ilk defa Assâr-ı Tebrizî tarafından kaleme alınan Mihr
u Müşteri mesnevisi ise 835/1432 yılında 5403 beyit halinde ilk defa II.
Murad devrinin saray şairlerinden olduğu anlaşılan Hassân tarafından As-
sâr’ın eserinden Türkçeye tercüme edilmiştir (Bilgin, 2005: 29). Bu dönem-
de Mesnevî etrafında gelişen tercüme hareketleri devam etmiş; Mesnevî,
Mu‘înîddin b. Mustafa tarafından Sultan II. Murad adına Mesnevî-i Mu-
radî adıyla 842/1438’de manzum olarak Türkçeye tercüme edilmiştir. Bu
çeviri 14.404 beyitten müteşekkildir (Azamat, 1996: 155: Çelik, 2002: 74;
Topal, 2007: 41). Ayrıca Hatîboğlu ve Arif gibi II. Murad devrinde yaşamış
olan iki şair de Mesnevî’nin bazı hikâyelerini tercüme ederek eserlerine
ilave etmişlerdir (Yazar, 2011: 138).
II. Murad döneminden sonra artık Türkçe eser yazımı yaygınlaşma-
ya başlamış, XV. yüzyılın sonuna kadar hem telif hem de tercüme yoluy-
la birçok eser Türkçeye kazandırılmıştır. Bu süreçteki tercüme faaliyetleri;
Fatih Sultan Mehmed, Cem Sultan ve II. Bayezid gibi Osmanlı padişahl-
arının ve şehzadelerinin yanında, Anadolu’da hâkimiyetlerini Osmanlılarla
eş zamanlı olarak idame ettiren Candaroğulları ve Akkoyunlular gibi bazı
beyliklerin de bünyesinde devam etmiştir (Yazar, 2011: 138).
Daha önce Türkçeye tercüme edilen ve İran ve Türk edebiyatlarında
çeşitli şairler tarafından mesnevi nazım biçiminde işlenen klasik aşk hikây-
esi Cemşîd u Hurşîd, bu dönemde bizzat Cem Sultan (öl.1495) tarafından
883/1478 yılında Âyât-ı Uşşâk adıyla tercüme olunmuştur (Aksoy, 1993:
343). Sâsânî hükümdarlarından olan V. Behrâm’ın (Behrâm-ı Gûr) aşk ve
av maceralarını konu alan Heft Peyker mesnevisi ilk defa Nizâmî-i Gence-
vi tarafından İran edebiyatında kaleme alınmış daha sonra pek çok şair
tarafından işlenmiştir. Heft Peyker, Fatih Sultan Mehmed devri şairlerin-
den ismi Mehmed Efendi olarak bilinen Aşkî tarafından Türkçeye tercüme
edilmiştir. Aşkî’nin Nizâmî’den tercüme ettiği Heft Peyker mesnevisi, eser-
in Anadolu’da meydana getirilmiş ilk tercümesidir (Aşkî, 2017: 9). Bu eser
devrin sonlarına doğru ikinci kez Behiştî Ahmed Sinan (öl. 1507’den sonra)
tarafından tercüme edilmiştir (Behiştî, 2017: 19).
II. Murad döneminde tercüme edilmeye başlanan Mevlânâ’nın
Mesnevî’si bu dönemde de yine kısmi olarak tercüme edilmiştir. Dede
Ömer Rûşenî (öl. 1478), Mesnevî’deki ilk 18 beyti ve çoban ile Hz. Musa
hikâyesini şerh ederek tercüme ederken (Çelik, 2002: 75; Topal, 2007: 42).
XV. yüzyıl Mevlevî şairlerinden İbrahim Bey, Divan’ında Mesnevî’de geçen
12 hikâyeyi manzum olarak tercüme etmiş; Fatih dönemi şairlerinden Çel-
ebi Halife olarak da bilinen Cemâlî-i Halvetî (öl.1494) Risâle-i Fakriyye
adlı eserinde Mesnevî’den bazı hikâyeleri tercüme etmiştir (Topal, 2007:
43). Lokmânî Dede de II. Bayezid’e sunduğu Menâkıb-ı Mevlânâ adlı
eserinde Mesnevî’den seçtiği iki hikâyeyi tercüme etmiştir (Yazar, 2011:
70
139). Mihr u Müşterî bu dönemde ikinci kez II. Bayezid dönemi şairler-
inden Münîri İbrâhim Çelebi (öl.927/1521) tarafından tercüme edilmiştir
(Bilgin, 2005: 29). Mevlânâ ve çevresi hakkındaki ilk menâkıbnâmelerden
olan ve Feridun b. Ahmed tarafından kaleme alınan Risâle-i Sipehsâlâr
da bu asırda Mevlânâ ekseninde vücut bulan tercümeler arasındadır. Bu
eser Kemal Dede olarak maruf olan Ahmed b. Derviş (öl. 1601) tarafından
manzum olarak tercüme edilmiştir (Yazar, 2011: 814).
Bu dönemin diğer önemli çevirileri, Pir Mehmed (II. Murad devri)
tarafından yapılan Attâr’ın Musibetnâme adlı eserinin Tarîkatnâme ismiyle
yapılan çevirisi (Yazar, 2011: 412), Gülşen-i Saruhanî’nin (öl.883/1483’den
sonra) içerisinde Attâr’ın Mantıku’t-tayr ve Pendnâme ile Sa’dî’nin Bostân
adlı eserlerinden seçtiği bazı hikâyeleri de içeren Râznâme adlı eseri (Ak-
soy, Gülşeni-i Saruhanî, 1996); Seher Abdal Derviş tarafından (öl. 1495’den
sonra) Nâsır-ı Hüsrev’in Sa’âdetnâme adlı Farsça tasavvufî mesnevisinin
tercümesi, Hâcû-yi Kirmânî’nin (öl.753/1352) Nizâmî-i Gencevî’ye ait olan
Mahzenü’l-esrâr adlı eserini örnek alarak kaleme aldığı Ravzatü’l-envâr
adlı eserinin tercümesi, Muhammed Avfî (öl.630/1232) tarafından yazılan
hikâye külliyatlarından olan Cevâmi’l-hikâyat ve Levâmi‘ür-rivâyat’ın
Şihâbuddîn Ahmed b. Mehmed b. Arabşâh (öl.1450) tarafından yapılan ter-
cümesidir (Yazar, 2011: 139-140).
ona asıl şeklini vererek klasik bir konu haline gelmesini sağlayan Nizâmî-i
Gencevî olmuştur. XIV. yüzyıl ortalarından başlayarak Türk edebiyatında da
bu konuyu işleyen mesneviler yazılmaya başlanmıştır. Bu minvalde üretilen
yirmi iki mesneviden bir kısmı doğrudan tercüme, bir kısmı ise çeşitli ilave-
lerle yapılan uyarlamalardır (Erkan, 1999: 55). Hikâye, Türk edebiyatına
ilk önce Altın Orda şairi Kutb’un Nizâmî’den Kıpçak Türkçesine tercüme
ettiği Hüsrev ü Şîrin ile girmiştir. Anadolu sahasında ilk Hüsrev ü Şîrin
mesnevisi Fahrî (öl.1367’den sonra) adlı bir şair tarafından Aydınoğlu İsa
Bey adına 768/1367’de çevrilmiştir. Fahrî mesnevisini Nizâmî’nin eserinden
tercüme etmiş, mesnevinin konusunda bazı değişiklikler yapmıştır (Yazıcı,
2003: 307: Erkan, 1999: 55). Aynı devirde Ahmed Rıdvân da bu eseri ter-
cüme etmiştir (Yazar, 2011: 269).
Gül ü Hüsrev mesnevisi ile benzerlik gösteren ve Fars edebiyatın-
da Hacû-yi Kirmânî ve Celâleddîn Tabîb tarafında kaleme alınan Gül ü
Nevrûz mesnevisinin tercümeleri Niğdeli Muhibbî (öl.1537’den sonra)
(Delice, 1997: 149) ve II. Selim devri şairlerinden Abdî tarafından Nüzhet-
nâme adıyla yapılmıştır (Yazar, 2011: 330). Fars ve Türk edebiyatlarında
kahramanlarının adıyla anılan diğer bir aşk hikâyesi Varaka ve Gülşâh’dır.
Bilinen ilk Varaka ve Gülşâh, Gazneli Sultan Mahmud (998-1030) adı-
na Ayyûkî tarafından Farsça olarak yazılmıştır (Öz, 2012: 515). İlk defa
Yûsuf-ı Meddâh (öl.1368’den sonra) tarafından Türkçeye aktarılan bu eser,
XVI. yüzyılda Priştineli Mustafa Eminî (öl.1569) tarafından tercüme edilm-
iştir. İlk defa bu yüzyılda Türk edebiyatına giren Hilâlî-i Çağatayî’nin tasav-
vufi mahiyetteki Şah u Derviş mesnevisi ise Pir Mehmed Çelebi (öl.1567)
ve Sinoplu Beyânî (öl.1597) tarafından Türkçeye çevrilmiştir (Yazar, 2011:
349-350).
Bu devirde çift kahramanlı aşk mesnevilerinin yanında, kahraman-
larının isimlerini gök cisimlerinden alan temsili aşk hikâyelerinden de
tercümeler yapılmıştır. Assâr-ı Tebrizî’nin Mihr u Müşteri adlı mesnevi-
si bu devirde Münîrî İbrahim Çelebi (ö1. 1520), Mîrî mahlaslı Kiçi Mir-
zazâde Seyyid Yahya Hüseyin (öl.1599), Ali b. Abdüzaziz (öl. 1572), Molla
Mâşîzâde Fikrî Derviş (öl.1584) ve Lokman b. Seyyid Hüseyin (öl. 1601’den
sonra) tarafından tercüme edilmiştir. Münîrî ve Mîrî’nin eserleri dışındaki
tercümeler kaynaklarda zikredildiği halde günümüze ulaşmamıştır (Yazar,
2011: 147).
Tarihî-destanî mesnevilerde, önceki asırlarda tercüme edilmeye başla-
nan Şahnâme ve Heft Peyker mesnevilerinin tercümeleri devam etmiş;
Heft Peyker, Ahmed Rıdvân, Lâmiî Çelebi ve Abdî tarafından tercüme
edilirken, Şahnâme ise Şerîfî-i Amidî (öl.1516) mahlaslı bir şair tarafından
manzum olarak tercüme edilmiştir. Şerîfî’nin bu tercümesi günümüze ka-
dar Türk edebiyatındaki tek tam ve manzum tercümedir (Yazar, 2011: 148).
Osmanlı Devleti’nde Tercüme ve Farsçadan Yapılan Tercümeler 73
XVII. yüzyıl, önceki yüzyılda elde ettiği büyüme sayesinde bir dünya dev-
leti hüviyetini kazanan Osmanlı Devleti için bir duraklama dönemi olmuş-
tur. Bu yüzyılın ilk yarısında, Osmanlı tarihinde yapısal gelişmelere damga
vuran büyük değişiklikler meydana gelmiş; bu değişiklerle birlikte Osman-
lı padişahlık otoritesi eski anlamını kaybederek otorite Harem’in kontrolü
altına girmiş ve mali sıkıntılar baş göstermiştir. Otorite boşluğu ve mali
bunalım, dört kez sultanların tahttan indirilmesi, ikisinin katli (II. Osman
ve I. İbrahim) ile sonuçlanmıştır. Ayrıca bu dönemde devlet, Macaristan
cephesinde Avusturya orduları ile karşılaşmaktan çekinmiş, İran cephesinde
başlatılan karşı saldırılar sonucu Azerbaycan’ı kaybetmiş ve Girit Savaşı’nda
(1645) düşmanın denizlerdeki üstünlüğü belirgin hale gelmiştir (İnalcık,
2009: 4). XVII. yüzyılın ilk yarısında yaşanan otorite boşluğu ve kargaşa
döneminden sonra merkeziyetçi devlet Köprülüler ile yeni baştan kurul-
muş ve 1683’teki Viyana kuşatmasına kadar başarıyla dolu bir dönem yaş-
anmıştır (İnalcık, 2015, III: XI).
XVII. yüzyıldaki siyasi duraklama edebî tercüme faaliyetlerine de
yansımış; bu yüzyıl tercüme ve telif eser açısından belirgin bir düşüşün
76
görüldüğü bir dönem olmuştur. Hem edebiyat dışı hem de edebî tercümeler
sahasında, önceki yüzyıllarda fazlaca rağbet gören kimi metinler bu yüzyıl-
da ya hiç dikkate alınmamış ya da daha çok az ilgi görmüştür (Yazar, 2011:
152). Burada, bu dönemde mesneviler etrafında gelişen tercüme faaliyetler-
indeki azalmanın daha belirgin olduğu görülmektedir. XVI. yüzyılda birçok
şair tarafından telif ve tercüme yoluyla kaleme alınan Leylâ ve Mecnûn
hikâyesi bu asırda Kâfzâde Fâ‘izî (öl. 1621) tarafından yeniden kaleme alın-
mış ancak bu eserin tercümesine rastlanılmamıştır (Levend, 1957: 112).
Yusûf u Züleyhâ mesnevisi de; Zihnî mahlaslı Abdüddelîl (öl. 1614),
Bursalı Hevâi Mustafa (öl.1608) ve Rıf ‘atî Abdülhay (öl. 1669) tarafından
kaleme alınmış fakat bu döneme ait bir tercümesi tespit edilememiştir (Lev-
end, 2008: 129). Bu devirde tercümesi yapılan çift kahramanlı aşk hikâyeleri
arasında Gül ü Nevrûz, Varaka ve Gülşâh ve Şah u Derviş bulunmaktadır.
Sâbir Mehmed Pârsâ (öl. 1679) Gül ü Nevrûz’u tercüme etmiş, Varaka ve
Gülşâh’ın mütercimi meçhul bir tercümesi bu yüzyılda istinsah edilmiş,
önceki yüzyılda iki defa çevirisi yapılmış olan Şah u Derviş ise bu yüzyılda
Edirneli Güftî tarafından Türkçeye nakledilmiştir (Yazar, 2011: 351).
Tarihî-destanî mesneviler türünde ise Şahnâme bu asırda tercüm-
esi yapılan eserlerden biri olmuştur. Bu eserin üçüncü tercümesi II. Os-
man’ın emriyle Medhî mahlasıyla bilinen Derviş Hasan adlı şair tarafından
yapılmıştır. Yapılan bu tercüme sadece Şahnâme’nin birinci cildini ihtiva
etmektedir (Kültüral, 2010: 291). Şahnâme’nin bu yüzyıldaki diğer çeviri-
si ise Derviş Osman tarafından mensur olarak yapılmıştır. Fakat bu tercüme
eserin tümünün çevirisi değildir (Yazar, 2011: 363-364).
Manzum veya mensur olarak kaleme alınan tasavvufî-ahlakî mesnevil-
erde de bu yüzyılda bir azalma görülmektedir. Bu yüzyılda IV. Murad devri
şairlerinden olan Sadîkî mahlaslı bir şair Mesnevî’den seçtiği hikâyeleri
manzum olarak tercüme etmiş Nazmî-i Halvetî (öl. 1701) ise Mesnevî’nin
birinci cildinin çevirisi olan Sırr-ı Manevî isimli manzum tercümesini
1087/1676 yılında tamamlamıştır (Topal, 2007: 44; Yazar, 2011: 456-457).
Attâr’ın eserlerinin tercümesi bu yüzyılda da devam etmiş; Mantıku’t-tayr,
Fedâî Dede (öl. 1635) tarafından (Dilçin, 1993, s. 36); Pendnâme, Seyyid
Ali Hasretî (öl. 1666’dan sonra) tarafından; Esrârnâme kısmi olarak Lâme-
kânî Hüseyin Efendi (öl. 1625) tarafından manzum olarak; Bülbülnâme
adlı eseri ise Ömer Fu‘âdî (öl. 1636) tarafından tercüme edilmiştir (Yazar,
2011: 153). XV. yüzyılda Elvân-i Şîrâzî tarafından Türkçeye kazandırılan
Şebusterî’nin Gülşen-i Râz adlı eseri Hulvî (öl. 1653) tarafından Câm-ı
Dil-Nüvâz adıyla tercüme edilmiştir. Hulvî’nin Câm-ı Dil-Nüvâz isim-
li eseri, Gülşen-i Râz’a Lâhicî’nin (öl. 1506) yazdığı Mefâtihü’l-İ‘câz
fi Şerhi Gülşen-i Râz adlı şerhinin tercümesidir (Yazar, 2011: 470471).
Mevlânâ Asâfî tarafından kaleme alınan ve ahlakî ve tasavvufî hikâyeleri
Osmanlı Devleti’nde Tercüme ve Farsçadan Yapılan Tercümeler 77
Sonuç
Anadolu Selçukluları döneminde daha ziyade Arapça ve Farsça etrafın-
da gelişen edebî eserler, XIV. yüzyıldan itibaren Türkçeye doğru kaymaya
başlamıştır. Beylikler döneminde ve ardından Osmanlı Devleti bünyesinde
Arapça ve Farsça olarak kaleme alınmış mühim eserler Türkçeye kazandırıl-
maya başlanmıştır. Altı asır boyunca büyük bir coğrafyada hüküm süren
Osmanlı Devleti (1299-1923) Türkçenin ve Türk edebiyatının gelişmesi
için gayret sarf etmiştir. Kurulduğu ilk günden itibaren Osmanlı padişahl-
arı ilim ve irfan erbabına sahip çıkmış, şair ve edipleri saraylarında himaye
etmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, Yavuz Sultan
Selim gibi kendileri de birer kalem ehli olan padişahlar edebî faaliyetler-
in ihya ve icrasında öncü olmuşlardır. Bizzat padişahlar tarafından Arapça
ve Farsça olarak yazılan eserlerin Türkçeye tercümesi emredilmiş, pek çok
müellif yaptıkları tercümeleri devrin padişahına sunmuştur. Osmanlı Dev-
leti’nin kurulduğu ilk yıllarda Farsçadan yapılan tercümeler sayıca az ol-
masına rağmen II. Murad döneminden itibaren git gide artmıştır. Osman-
lı Devleti’nin siyasi başarısına paralel olarak XV. ve XVII. yüzyıllar çeviri
faaliyetlerinin en yoğun yaşandığı dönem olmuştur. On yedinci yüzyılın
sonlarına doğru devletin içerisine girdiği durgunluk dönemi edebiyatı da
etkilemiş, zaman zaman canlılık kazanmasına rağmen çeviri faaliyetleri es-
Osmanlı Devleti’nde Tercüme ve Farsçadan Yapılan Tercümeler 81
kiye nazaran daha az olmuştur. Tanzimat dönemi ile yönünü batıya dönen
Osmanlı aydınları ve edipleri daha ziyade batı menşeli eserlerin tercümesi
ile meşgul olmuştur.
Kaynaklar
Aksoy, H. (1993). Cemşîd ü Hürşîd. TDVİA, 7, s. 342-343.
Aksoy, H. (1996). Gülşeni-i Saruhanî. TDVİA, 14, s. 256.
Aşkî. (2017). Heft Peyker. (A. Aytaç, Dü.) Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı.
Atlansoy, K. (2005). Pend-i Attâr’ın Türkçe İlk Manzum Çevirisi:Sabâyî’nin Sırât-ı
Müstakîm Mesnevisi. İlmi Araştırmalar(20), 27-41.
Azamat, N. (1996). II. Murad Devri Kültür Hayatı. İstanbul: Marmara Üniversitesi,
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü (Yayımlanmamış Doktora Tezi).
Behiştî. (2017). Heft Peyker Mesnevisi. (Ş. Demirel, Dü.) T. C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı.
Bilgin, A. (2005). Mihr ü Müşterî. TDVİA, 30, s. 28-29.
Çelik, İ. (2002). Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin Tercüme ve Şerhleri. Atatürk Üniversi-
tesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi(19), 71-93.
Çetinkaya, F. K. (2016). Ferîdüddîn Attâr’ın Muhtârnâme’si ve Hayret Makamı.
Nüsha, 16(43), 167-178.
Delice, İ. (1997). Niğdeli Muhibbî ve Gül u Nevrûz Mesnevisi. Türklük Bilimi
Araştırmaları(IV), 145-162.
Dilçin, C. (1993). Mantıku’t-Tayr’ın Manzum Çevirileri Üzerine Karşılaştırma. An-
kara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi(3), 35-56.
Eflâkî, A. (2006). Ariflerin Menkıbeleri. (T. Yazıcı, Çev.) İstanbul: Kabalcı Yayın-
ları.
Enginoğlu, B. (1997). Şemseddîn Sivâsî’nin İbretnümâ Mesnevisi. Sivas: Cumhuri-
yet Üniversitesi, SBE (Yüksek Lisans Tezi).
Erkan, M. (199). Hüsrev ve Şîrin. TDVİA, 19, s. 53-55.
Erkan, M., & Özkan, M. (1998). Hoca Mesud. TDVİA, 18, s. 189-191.
Eruz, S. (2010). Çokkültürlülük ve Çeviri: Osmanlı Devleti’nde Çeviri Etkinliği ve
Çevirmenler. İstanbul: Multilingual.
Hemedânî, A. (2005). Temhidât. (H. Baltacı, Dü.) İstanbul: Dergâh Yayınları.
İnalcık, H. (2009). Devlet-i Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar II.
İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
İnalcık, H. (2015). Devlet-i Aliyye: Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar
III. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
İspir, M. (2004). Münîrî’nin Gülşen-i Ebrâr ve Maden-i Esrâr Mesnevisi. Erzurum:
82
Burcu Güler*
Dil, salt bir iletişim aracı olmaktan öte toplumsal, tarihsel ve bireysel formda
insanın kendini, içinde bulunduğu toplumsallığı, diğer insanlar arasındaki
varlığını ve dünyayı anlamlandıran temel bir anlam kavrayışıdır. İletişim
aracı olarak dil ve yaratıcı ve dönüştürücü bir etkinlik olarak dil, tarihsel
çerçevede iki farklı perspektiften irdelenmiştir.
Derrida okuması ve irdelenmesi kolay olmayan ve okuyucuyu zorlayıcı
bir metin çözümlemesi sunan bir düşünür olarak ele alınmaktadır. Fransız-
ca dilinin de bu zorluktaki payı yadsınamaz derece önemlidir. Derrida,
düşünsel olarak pek çok konu ve mesele ile alakadar olmuştur. Özellikle
metinlerinde ve konuşmalarında sıklıkla ele aldığı meseleler adalet, şiddet,
gelenek, kimlik, sorumluluk etik, siyaset, dil, egemenlik, konukseverlik
ve güç gibi kavramlarla çok yakından ilişkilidir. Yöntem ya da metodoloji
sunmayan bir metin okuma olarak dekonstrüksiyon bu kavramları kökten,
yapısını bozan ve açığa çıkaran, egemenlik ilişkilerini çözen ve indirgen-
emez olana kadar temelini sarsan bir okuma biçimini olanaklı hale get-
irmektedir. Yıkıcı olduğu kadar yeniden yaratan bir okuma imkânını su-
nar. Yıkma-sökme sonrasında açığa çıkan parçaları eleştirel bir süreç ve
düşünümsellik ile birlikte yeniden bir metin okumaya çeviren Derrida, ıs-
rarla dekonstrüksiyonun her şey ve hiçbir şey olduğunu ifade etmektedir
(Derrida, 1999b, 189-190).
* Hacettepe Üniversitesi, Siyaset Bilimi Doktora Öğrencisi, burcuguler@hacettepe.edu.tr
atıf/citation: tezkire: düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 63, ocak-şubat-mart 2018, s. 85-98
86
1 Şairin, ressamın, heykeltraşın sanatı olarak mimesis, taklide dayanan temsildir. Platon felsefesinde
mimesis’e dayanan etkinliğin ontolojik statüsü, aslının ontolojik statüsünden daha aşağı bir konum-
dadır. Çünkü mimesis, idealar ve formlar dünyası arasındaki bağlantıyı kurar (Peters, 2004: 222).
2 Çıkmaz, sonuca bağlanamaz, karar verilemez anlamını taşıyan sözcük. Aporia’dan türemiş olan
aporetik sözcüğü, Platon’un gençlik metinlerinde ele aldığı, sonuca varılamayacak ya da karara bağla-
namayacak tartışmaları ve akıl yürütmeleri ele alan diyaloglardır. Derrida düşüncesinde aporetik olan
çifte bağlılıkların ve çelişkilerin yarattığı zorunlu bir çıkmaz ya da açmaz halidir. Aporetik olanın
açığa çıkması ise dekonstrüksiyon ile mümkündür.
Dil ve Temsil Arasında Bir Gerilim Olarak Çeviri: Derrida ve Çevirinin İmkânsızlığı 87
Çağdaş filozoflar arasında önemli bir konumda yer alan Jacques Derri-
da, birbirinden farklı ancak sürekli olarak etkileşim halinde olan alanlar-
da düşünsel faaliyetlerini sürdürmüştür. Ele aldığı her mesele birbirinden
farklılaştığı gibi ele alış biçiminde de içeriden bir yıkım gerçekleştirme-
ktedir. Söz konusu bu yıkım, kökenlerin kökensizliğini açmak üzere bir
iz sürmedir. Yıkan ama bir taraftan yeniden yapan bu düşünsel süreç, de-
konstrüksiyon ve différance3 ile anlamlanmaktadır. Derrida, mevcudiyet
metafiziğini kökenden sarsıntıya uğratırken, dekonstrüksiyonu bir yöntem
ya da metot olarak ele almamıştır. Yöntem, kuram, söylem ya da işlem ol-
mayan dekonstrüksiyon, salt indirgemeci bir eleştiri biçimi ya da pozisyonu
değildir (Lucy, 2012: 208). Dekonstrüksiyon öteki olan, ikincil olan, her
zaman kendi özgünlüğünde mevcut olan bir öteki’ne dair alternatif bir oku-
maya açılan bir patikadır. Hem kurma hem de yıkma anlamına sahip olan
sözcük, eşzamanlı bir kurma-yıkmayı öncülemekte ve imkân sunmaktadır
(Ramond: 2011: 58).
Derrida’nın metafizik eleştirisi, Batı tarihinde ortaya çıkan ve modern
medeniyeti tanımlayan, bilimselleşme de dâhil olmak üzere Batı felsefe
geleneğine temelden ve onun kendi kökensizliğinden eleştirel ve farkla
güçlenmiş bir konuma imkân vermektedir (Skirbekk & Gilje, 2006: 587).
Her şeyin bir metin olduğu anlatıda, her okuma Derrida için özgül bir
okumadır. Bunun aksini düşünmek ise anlam denilen fenomenin dondu-
rulması, onlara aşkın ve metafizik bağlamların yüklenmesi ve mutlak bir
statüye konumlandırılması demektir (Timur, 2005: 145). Özgül bir okuma
ve açığa çıkarma olan dekonstrüksiyon ise bütün bir Batı mirasını metafizik
konumundan alaşağı etmektir.
Batı metafiziğinin temelsiz olanı bir yapı içerisine dâhil etmesi, Derrida
tarafından eleştirel bir okumaya tâbi tutulur. Dilin gramerini kurma işlevi,
aynı çerçevede bir metafizik inşa etme işlevi ile aynı patikadan devam eder.
Yalnız birbirlerini inşa ederek devam eden bu süreç, dekonstrüksiyonu te-
mel alan bir okuma sayesinde çözümlenebilir (Derrida, 2013: 40-41). An-
cak Batı geleneği ve kurgusal oyunu, grameri kurumsallaştırdığı ölçüde dili
logosun egemenliği altına alır ve onun yayılmasına, saçılmasına4 olanak
3 Kaynağını fark veya başkalık anlamına gelen différence kelimesinden alan differance, é ve a har-
flerindeki yer değiştirme ile ‘farklı kılma’ ve ‘erteleme’ anlamları sözcüğe yüklenmiştir. Différance, de-
konstrüksiyonu mümkün kılan okumanın gerçekleşme imkânını açmaktadır. Kavram ve sözcüklerin
anlamlarının ertelenme, askıya alınması ile anlamların üzerindeki metafizik bağlamlar etkisiz kılınır
ve asıl gösterilenlere ulaşmak mümkün hale gelir. Bu halde fark ya da fark-laşma olasılık dâhiline
girer.
4 Dissemination olarak saçma eylemi, metin içerisinde saçılma olarak kullanılmıştır. Metin içer-
isindeki anlamı itibari ile dilin “kendisini” saçmasına izin vermek, anlamların zenginleşmesini
88
vermez. Bu halde metafizik, dilin içinde, dil olarak bütün dili önceleyen
şeyle sahip olduğu ilişkiyi yeniden-üretmesi gerekirken, onu yapısal bir zo-
runluluk ve egemenlik altına alır, insanın duygu ve düşünüm değerlerini de
kısıtlar (Derrida, 2013: 42). Dil, bu bağlamda zihinde duygu ve düşünüm
değerini bir metafizik kurgusu içerisinde yansıtır.
Teoride ve pratikte mevcut olan eleştirel konum, dekonstrüksiyon ile
içeriden bir müdahaleye dönüşür. Dekonstrüksiyon, metnin içindeki apo-
riayi5 ve temel çelişkileri çapraz bir sökme-yıkma ,yeniden yapma-üretme
sarmalı ile metnin ilk baştaki anlamların dağılmasına neden olan alterna-
tif post-yapısalcı bir metin okumasıdır. Yine bir çeviri hilesi olarak dekon-
strüksiyon, Türkçe karşılığında yapı-bozmak, yapı-söküm, yapı-çözüm gibi
anlamlarda kullanılsa da sanıyorum ki dekonstrüksiyona en yakın bağlam
çerçevesi yapısöküm tarafından karşılanacaktır. Derrida’nın dekonstrük-
siyona anlam olarak yüklediği karşı-yapısalcı ve çift-anlamlılığa dayanan
çifte bağlılığın çözümü işlevi; yapıları sökme, ayrıştırma, tortusunu çözme
(Derrida, 1999b: 188) hareketi içerirken, basit bir eleştiri ya da çözümlem-
eye dayanmaz.
Dil, insan için dünyanın deneyimlenmesinin zihin düzeyinde duygu ve
düşünüm eylemlerinin aktüelite içerisinde gerçekleştiği bir mevcudiyettir.
İnsan zihnindeki duygu ve düşünümlerin akışı esnasında kişi, içinde bulun-
duğu bir anlam dünyasında kendi ve öteki’yi dil üzerinden kurar. Tecrübe ve
anlam, düşünmeyle ortaya çıkan patikada yer aldığından, düşünme yolları
da dilden geçer (Heidegger, 2015: 11). Dünyanın anlamlandırılması insan
zihninde gerçekleştiğinden, duygu ve düşünümler dil aracılığı ile öznele-
rarası iletişimi benlik, toplumsal ve kültürel bir bağlama yerleştirir. Bu ned-
enle dil, öznelerarası konumu ve benliği, özgüllüğü, toplumsal bütünlüğü
ve kimliği belirler. Bu belirlenimlerin daha da ötesinde dil, insana özgül
deneyimi ve anlamı sunar.
Düşünümün ve somut hali olarak düşüncenin görülür ve duyulur bir
biçime kavuşması, yaratıcı yansıtma olarak dil sayesinde mümkündür. İn-
san deneyiminin dilsel olması, insanın dilde yaşaması, kendi ve öteki’yi
dil üzerinden tanımlaması, dili mevcudiyetin koruyucusu mertebesine sa-
bitler. Ancak gündelik yaşamda dilin işlevsel bir araca indirgenmesi, yapısal
sağlamak, ilk elde ne kadar açık kalmak olasıysa o kadar çok olasılığı açık tutmaktır. Bir edebiyat
terimi olarak sıkça ele alınsa da bir biçeme indirgenemez. Saçılma çabası, her kavramın kendi başına
ideal bir biçeme ve saflığa sahip olması gerekliliğini bozar (Lucy, 2012: 147-148). Dilin kural tanımaz
ve fırsat sunan gücü olarak saçılma hep olayların ortasında, köken ya da amaçtan yoksun bir halde,
her başlangıçtan önce ve her sondan sonra olur (Lucy, 2012: 149).
5 Mantıksal bir çelişkiyi açıklayan Yunanca bir terim olan aporía, Derrida felsefesinde metafiziksel
savların ‘kör noktaları’na gönderme yapmak için kullanılır (Lucy, 2012: 19). Sözcük anlamı itibari
ile Antik Yunan’daki kullanımı dilimizde açmaz, çıkmaz, çıkış yolu olmayan, kanıtlanmadan ya da
halledilmeden bırakılmak gibi anlamlara karşılık gelmektedir. Aristoteles düşüncesinde felsefe, ilksel
bir sekanstaki güçlükten yani aporíadan meydana gelmiştir.
Dil ve Temsil Arasında Bir Gerilim Olarak Çeviri: Derrida ve Çevirinin İmkânsızlığı 89
asıl ifade edilmek isteneni dolayımsallık ile başarırken imkânsız bir uzlaşı
barındırdığı için başaramamaktadır. Metnin başka bir dildeki tezahürü,
yeniden bir yaratım olduğundan metnin aslına yapılan göndermeler esasın-
da farklı anlamlar ve olasılıklar içermektedir. Bu halde çeviri, kaynak metin
ile başka bir dildeki temsili arasında, bir kopukluk ve açıklık yaratmaktadır.
Dilin gramer dizinine uygun halde başka bir dile çevrilmesi, dâhil olduğu
yapısal kuralların temelden yoksun bırakılabileceklerini açığa vurmaktadır.
Kaynak metin ve kaynağın temsili arasında ortaya çıkan bu açıklık hakikat
ve temsili arasında ortaya çıkan kopukluğun fark edilmesine neden olur.
Yapısal formun içinden yapılan içeriden yıkma eylemi, dilin yapısallığının
temelsizliğini ortaya koymaktadır:
Kopukluk olarak adlandırdığım olay muhtemelen yapının yapısallığının
düşünülmeye ve tekrar edilmeye başlandığı noktada ortaya çıktı, bu demek
oluyor ki ben bu yüzden bu bozulmanın tüm kelime anlamlarında bir tekrar
olduğunu söylüyorum. Buradan sonrasında, hükmedilen kanunu düşün-
mek önemli olmaya başladı, tıpkı yapının inşasındaki merkez için olan arzu
ve merkez varlığın- ama kendi kendine hiç var olmamış her zaman çok-
tan kendinden dışarı yerine geçenin yerine taşınmış bir merkez varlık, bu
kanunu için yer değiştirmesi ve yerini almasının anlam süresi için olduğu
gibi. Yerine geçen kendinden önce bir şekilde var olmuş herhangi bir şeyin
yerine geçmez. Bundan sonrasında, bir merkez olmadığını düşünmek daha
önemli olabilir, mevcut bir şekilde düşünülemeyen bir merkez, sabit bir
odağı olmayan ama bir fonksiyonu olan bir merkez, oyuna giren sonsuz
sayıdaki yer değiştirme işaretlerinin içinde odaksız bir merkez. Bu an dilin
evrensel bir sorunsal tarafından işgal edildiği bir an; bir merkezin ya da
kökenin yok olduğu, her şeyin bir tez olmaya başladığı an... (Derrida’dan
akt. Hahn, 2014: 21).
Anlaşılmak ve anlamak için metnin çeviriye maruz kalması, zorunlu
bir ödevi ve adaleti ardında taşır. Metnin yaratıcısı, her dilde ayrı ayrı söz
konusu metni yeniden yazamayacağından kaynak metnin farklı dillere
çevrilmesi, anlamanın ve anlaşılmanın bir getirisidir. Burada saf bir şiddet
yatmaktadır. Öz’den ve kendi’den kopma, ayrılma ve saçılma durumu, kay-
nak metni çeviri eylemine maruz bırakmadır. Çeviri ile öz’den ve kökünden
ayrılan metin, yapısöküm okuması gibi arada kalan, üstü örtülen, tahak-
küm altına alınan, ikili kavramsallaştırmaları indirgenemez bir yoruma
açan bir adalet ve sorumluluk imkânıdır.
İngilizce konuşmalıyım – je dois parler anglais (bu “-malı”, bu ödev
nasıl çevrilmeli? I must, I should, I ought to, I have to?), çünkü bu ben-
im denetimimde olmayan bir durumda, bir tür simgesel güç ya da yasa
tarafından benim için bir mecburiyet haline getirildi veya bana bir koşul olar-
ak dayatıldı. Bir tür p, çünkü dilin insanın kendisinin kılınmasıyla ilgilidir
Dil ve Temsil Arasında Bir Gerilim Olarak Çeviri: Derrida ve Çevirinin İmkânsızlığı 93
halesine maruz kalan metinde, yazarın hakikat ile kurduğu ilişki mevcut
iken, yazarın kendisi değil, onun temsili mevcuttur. Çevrilmiş halinde ise
yazarın temsiline eklenmiş halde çevirmenin de temsili kendisini açığa
çıkartır.
Çevirmenin, kaynak metnin yaratıcısının hakikat ile kurduğu bağı ve
varoluşu tecrübe ettiği konumda kendi olarak bulunamayacağı için çev-
iri eylemi bir –mış gibi olanaklılığını açar. Kaynak metnin başka bir dile
çevirmenin özgül yorumu ve hakikatinin yansıması, her iki metnin aynı
kaynağa yönelmesi aynılaşması olarak değil, farklılaşması ve her metnin
de farklı iki yaratıcıyı imlemesini vurgular. Önemli olan mesele ise –mış
gibi yapma, kaynak metnin izi ile beraber benzetimsel mantığın takip edil-
mesi ile mimesis yeniden kurulur (Derrida, 1999a: 90). Kaynak metin ile
çeviri metnin anlamına dair birliği, çeviri eyleminin gizi açığa çıkarması-
na dair bir tanımlamayı ve yeniden düşünümü gözler önüne serer (Derri-
da, 2001: 181). Bu giz, metnin yaratıcısının hakikati yakaladığı ebediyet
anında saklıdır. Çeviri ile ebediyet anı farklı sınırlara girerek saçılmayı ve
yeniden yaratmayı mümkün kılar. Sözcüklerin birebir çevirisi ekonomik
bir değişimi simgelerken anlamı yakalamaya dair gerçekleştirilen çeviri,
yapısal formun normatif zorunluluklarını yıkar. Anlama sadık kalan çev-
iri eylemi, kaynak metnin göstergelerini başka bir dilde yeniden üreterek
anlamın özünü koruyarak onu özgürleştirir, kaynak metnin yaratıcısını da
ebedileştirir. Kaynak metnin formundan özgürleşerek yeni bir forma giren
metin, tinselleşerek kendi belleğinin yaratılmasını sağlar (Derrida, 2011:
1999).
Derrida Ekonomimesis yazısında, mimesisin bir –mış gibi etki
alanından bahseder. Yeniden-üretim ya da baştan yaratma meselesinde
üretilen ya da yaratılan, kaynak olanın bağlı olduğu kurallara ne kadar az
bağlı kalırsa, o kadar kaynağına benzeyecektir. Bu ise benzeşim ve ben-
zeştirme meselesidir. Mimesis, bir şeyin başka bir şey tarafından temsili,
iki varolan arasındaki benzerlik ya da özdeşleştirme ilişkisi, doğanın bir
ürününün sanatın bir ürünü tarafından yeniden-üretimi olarak ele alın-
mamalıdır. İki ürün arasındaki ilişki değil, iki üretim, iki özgürlük ar-
asındaki ilişkidir (Derrida, 1999a: 90). O halde çeviri ise her iki metnin,
yaratıcıları yoluyla iki özgürlük arasında bir açılımın sağlanmasıdır. Çeviri,
kaynak ve çeviri metinler arası bir ilişki ya da bağlantı kurma eylemi değil,
iki yaratıcı arasında kurulan hakikat ilişkisi ve özgürlük bağıdır. Her iki
yaratıcı, kendi kimliklerini ve kendiliklerini, metinleri yolu ile var eder-
ler. Kaynak metin, öncül bir pozisyonda, çeviri metnine iz bırakır; çeviri
metin ise çevirmenin imkânsız bir işe kalkışması ile bu izleri takip eder;
ancak kendi özgürlüğünü ve hakikat ilişkisini de kaçınılmaz olarak metne
yansıtır.
Dil ve Temsil Arasında Bir Gerilim Olarak Çeviri: Derrida ve Çevirinin İmkânsızlığı 95
Sonuç
Çeviri, bilginin evrensel bir şekilde yaygınlaşmasının olmazsa olmaz koşu-
ludur. Çeviri ile kaynak metindeki bir yapıt-eser, başka bir dilin sınırlarına
dâhil olur. Kaynak metnin, sınırını aşarak başka bir dilin sınırlarına girmesi
ise çevirmenin düşünsel ve dilsel hareketleri çerçevesinde gerçekleşir. Bu
çalışma boyunca, hakikatin temsili olarak dilin ve çevirinin imkânsızlığı
üzerinde durmaya çalışılmıştır. Söz konusu imkânsızlık, kaynak metnin
hedef dile bire bir çevirisinin, kaynak metinde ulaşılmaya çalışılan hakikat
ile olan ilişkisini bozacağına ilişkin temel bir kaygıyı gündeme getirmektir.
Çeviri eylemi ile çevrilen metin, kaynak metinle bağını ve kaynak metnin
izini takip etse de ortaya çıkan metin, aslını yalnızca bir ilişki üzerinde tem-
sil eder. Her iki metinde ulaşılmak istenen anlam ve hakikat ilişkisi mevcut
olsa da kullanılan bağlam ve sözcüklere yüklenen anlam açısından iki farklı
hakikat ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Temsil olarak çeviri metni çeviri eylem-
ini yapan kişinin özgül yorumuna, düşünsel faaliyetine ve dolayımsallık
taşıyan benzetim mecburiyetine maruz kalacaktır. Kaynak metnin başka bir
dildeki temsili ise anlamların farkına olanak tanıyacaktır. Söz konusu bu
fark, mimesis parantezinde, çeviri metninin yeni bir yaratım nesnesi ol-
masını açığa çıkarmaktadır. Anlamın kaynak metinde sıkıştığı form, çeviri
eylemi ile yeni bir forma bürünür. Anlam, yeni formunda ve farklı bir dilde
saçılma olanağını gerçekleştirmeye başlar.
Çevirmenin her iki metin arasında görünmez olmaya, ikincil kalma-
ya ve özgül konumunu gizlemeye çalışması kendi konumunun mecburi
bir uzlaşıyı gerektirmesi ile neticelenmektedir. Dolayısıyla çeviri eylemi
çevrilen metni özgürleştirirken, kaynak metne de sonsuz bir şiddet ve
hakikat ile bağından indirgenemeyecek bir şiddet yaratır.
Çevirmen, çeviri eylemini ifa ederken daima çevrilemez olanı hesaba
katmalı; kaynak metnin yazarının hakikat ile kurduğu irtibatı göz önünde
bulundurmalı ve kaynak dile de hakîm olmalıdır. Birden fazla zorunluluk
ve bağlayıcılık altında kalan çevirmen, çevirinin imkânsızlığına rağmen
çevirinin sonsuz çağrısına, anlamın yorumsamasına ve ödevine boyun
eğmektedir.
Dil ve Temsil Arasında Bir Gerilim Olarak Çeviri: Derrida ve Çevirinin İmkânsızlığı 97
Kaynaklar
Akay, A. 1999a. Giriş Yazısı, Toplumbilim: Jacques Derrida Özel Sayısı, Sayı
10, 7-14.
Akay, A. 1999b. Yapıbozma ve Plastik Sanatlar, Toplumbilim: Jacques Der-
rida Özel Sayısı, Sayı 10, 15-25.
Altuğ, T. 2017. Dile Gelen Felsefe, İstanbul: YKY Yayınları.
Can, E. 2016. Anlam Arayışında Derrida’nın Yinelenebirlik ve Différance
Söylemi. Kaygı, Sayı 27, 15-28.
Derrida, J. 1999a. Ekonomimesis, (Çev.) Melih Başaran, Toplumbilim:
Jacques Derrida Özel Sayısı, Sayı 10, İstanbul: Bağlam Yayınları, 85-103.
Derrida, J. 1999b. Japon Bir Dosta Mektup, (Çev.) Medar Atıcı - Mehveş
Omay, Toplumbilim: Jacques Derrida Özel Sayısı, Sayı 10, 187-190.
Derrida, J. 2001. What is a Relevant Translation, (Trans.) Lawrence Venuti,
Critical Inquiry, Winter (27), 174-200.
Derrida, J. 2008. Khôra, (Çev.) Didem Eryar, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Derrida, J. 2010. Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli, (Ed.) Aykut Çel-
ebi, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, İstanbul: Metis Yayınları.
Derrida, J. 2013. Önemsizin Arkeolojisi, (Çev.) Ali Utku, Mukadder Erkan,
İstanbul: Otonom Yayıncılık.
Derrida, J. 2014. Gramatoloji, (Çev.) İsmet Birkan, Ankara: Bilgesu
Yayıncılık.
Güler, B. 2016. Derrida ve Bağışlama: Belleğin Yapısökümü, Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara.
Hahn, S. 2014. Derrida Üzerine, (Çev.) Hazal İnaltekin, Ankara: Sentez
Yayıncılık.
Heidegger, M. 2015. Teknik ve Dönüş & Özdeşlik ve Ayrım, (Çev.) Necati
Aça, Ankara: Pharmakon Yayınevi.
Lucy, N. 2012. Derrida Sözlüğü, (Çev.) Sabri Gürses. Ankara: Bilgesu
Yayıncılık.
Ökten, K. H. 2008. Varlık ve Zaman Kılavuzu, İstanbul: Agora Kitaplığı.
Peters, F. 2004. Antik Yunan Felsefe Terimleri Sözlüğü: Tarihsel Bir Okuma.
(Çev.) Hakkı Hünler. İstanbul: Paradigma Yayınları.
Raková, Z. 2016. Çeviri Kuramları. (Çev.) Yusuf Polat, (elektronik kay-
nak), erişim adresi: https://digilib.phil.muni.cz/data/handle/11222.dig-
ilib/130676/monography.pdf
98
Ramond, C. 2011. Derrida Sözlüğü, (Çev.) Ümit Edeş, İstanbul: Say Yayın-
ları.
Skirbekk, G. ve Gilje, N. 2006. Antik Yunan’dan Modern Döneme Felsefe
Tarihi, (Çev.) Emrah Akbaş, Şule Mutlu, İstanbul: Kesit Yayınları.
Spivak, G. C. 2014. Gramatoloji’ye Önsöz, (Çev.) İsmail Yılmaz, Ankara:
Bilgesu Yayıncılık.
Timur, T. 2005. Felsefi İzlenimler. Ankara: İmge Kitabevi.
Bir Fidanın Güller Açan Üç Dalı: Çeviri, Eleştiri,
Çeviri Eleştirisi
Merve Yalçın
atıf/citation: tezkire: düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 63, ocak-şubat-mart 2018, s. 99-107
100
Juliane House ise büyük ölçüde dilbilim ve kaynak metin odaklı bir
çeviri eleştirisi yaklaşımı geliştirmiştir (akt. Kocaman, 1993: 3): Önce kay-
nak metin durum bağlamı (coğrafi kaynak, toplumsal katman, zaman ve dil
kullanım ortamı, dili kullananlar, toplumsal rol ilişkileri, toplumsal tavır,
konu alanı) açısından çözümlenecek ve böylece metnin sözcük, sözdizim ve
metin açısından bir profili çıkarılacaktır. Bu profil daha sonra erek metnin
tanımlanması için bir ölçüt oluşturacaktır. Buna göre sözü edilen bileşenler
açısından iki metin arasındaki ayrımlar, örtük yanlışlar olarak nitelendiril-
irken metnin düz anlamının uyumsuzluğundan ya da erek dil dizgesinin
bozulmasından ileri gelen ayrımlar ise açık yanlışlar olarak adlandırılır.
House’a benzer bir şekilde Christiane Nord, Werner Koller, Wolfram Wilss
ve Katharina Reiss gibi çeviri kuramcıları da kaynak metinle erek metnin
niteliklerini temel alan ve çeviri karşılaştırmasına dayanan metin çözümle-
melerinden yola çıkan çeviri eleştiri modelleri geliştirmişlerdir.
Söz edilen kuramlar gibi çoğunlukla kaynak metin odaklı olan model-
ler ancak çeviri eleştirisi kuramlarının temelini oluşturmuş, ancak geçici
öneriler niteliğinde kalarak çeviri eleştirisi ölçütleri konusunda tartışma-
lar devam etmiştir. Bu geçiciliğin nedenlerinden biri kuramcıların önerdiği
çeviri eleştirisi modellerindeki kavram kargaşasıdır. Kargaşa ve tartışma-
ların temelini, bu alanda kullanılan kavramlar arasında tam anlamıyla bir
örtüşmenin olmaması, kuramcıların çeviri eleştirisinde kullanılan kavram-
ları nesnel ölçütlere göre değil, kendi açılarından yorumlayıp tanımlama-
ları oluşturmaktadır. Bunun yanında, sonradan geliştirilen dilbilimsel,
Bir Fidanın Güller Açan Üç Dalı: Çeviri, Eleştiri, Çeviri Eleştirisi 103
Sonuç Yerine
Etkileşim kurduğu bilim dalları ve alanların çokluğu göz önüne
alındığında çevirinin oldukça kapsayıcı ve çok yönlü bir etkinlik olduğu
görülmektedir. Çevirinin akla gelen ilk görevi başka dilde yazılmış bir met-
nin okunmasına olanak sağlamasıdır. Bunun yanında çeviri, okuyucuya
farklı kültürler, değerler ve ilişkiler hakkında veri sağlayarak yabancı olanı
bildik olana çevirir. Bu vesileyle de farklı diller ve dünyalar arasında bir
köprü vazifesi görmeye başlar.
Çevirinin bahsi geçen bu işlev ve hususiyetlerini imkân sahasına taşıyan
şüphesiz mütercimdir. Çevirmenin metin karşısındaki duruşu, metne yak-
laşımına ve tecrübesine göre değişiklik arz edebilmektedir. Ancak bunun
yanında okuyucu hedef kitlenin hazır bulunmuşluğu, çeviriden beklentisi
ve kültür seviyesi gibi çevirmenin dikkate alması gereken birçok husus bu-
lunur. Metne dikkatli bir örnek okur gibi yaklaşan çevirmen aynı zaman-
da bir yorumcu gözüyle bakabilecek donanıma sahip olmak zorundadır.
Metin karşısındaki konumu bakımından eleştirmenle benzer bir konumda
bulunan çevirmen, aynı zamanda kendi çeviri metinlerinin de eleştirmeni
pozisyonundadır.
Bir çeşit yorumsama eylemi olarak kabul edilen eleştiri de çeşitli yazar
ve kuramcılar tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır. Eliot eleştiriyi, es-
erler üzerinde yazılı bir şekilde fikir yürütmek olarak tanımlarken; Barthes,
eleştirinin söylem üzerine bir söylem olduğunu ifade etmiştir. Blanchot
ise eleştirinin eserin ayrılamaz bir parçası olduğunu dile getirmiştir. Söz
konusu çeviri eleştirisi olduğunda çeviri kuramları merkeze alınarak birçok
çeviri eleştirisi yaklaşım ve modelinin geliştirilmiş olduğu görülmektedir.
İlk dönemlerde yapısalcı çeviri kuramlarının etkisiyle çeviri eleştirisinde de
yapısalcı bir yöntem izlenmiş, kültürel ve toplumsal etmenler göz ardı edil-
erek parçalardan yola çıkılan bir yapı eleştirisi benimsenmiştir. Çoğunlukla
dilbilimden yararlanılarak geliştirilen ilk çeviri eleştirisi kuramlarında çev-
iriye karşı nesnel bir yaklaşım sergilenmesi amaçlanmıştır. Bunlardan kay-
nak metin odaklı bir çeviri eleştirisi yaklaşımı benimseyen House, Nord,
Koller, Wilss ve Reiss gibi dilbilim ve çeviribilimciler eleştiride daha çok
çeviri hatalarına odaklanmışlardır. Bu nedenle mezkûr model geçici öner-
iler niteliğinde kalmış ve bu durum da çeviri eleştirisi ölçütleri konusun-
daki tartışmaların devam etmesine sebep olmuştur. Öte yandan erek metin
odaklı çeviri eleştirisi modellerini benimseyen Vermeer, Even-Zohar, Toury
gibi kuramcılar, çeviri esnasında çeviriyi biçimlendiren sosyal, kültürel, si-
yasal ve ekonomik alanları kuşatan metin dışı normların da dikkate alın-
106
Kaynaklar
Aksoy, Berrin. 2001. Çeviride Çevirmen Seçimleri Işığında Çeviri Eleştirisi, Hacet-
tepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 18, Sayı 2, 1-16.
Barthes, Roland. 1990. Yazı ve Yorum, (Çev.) Tahsin Yücel, İstanbul: Metis Yayın-
ları.
Bengi-Öner, Işın. 1999. Çeviri Bir Süreçtir… Ya Çeviribilim?, İstanbul: Sel
Yayıncılık.
Blanchot, Maurice. 2016. Eleştiri Ne Âlemde?, (Çev.) Sosi Dolanoğlu, Notos Öykü,
Sayı 59, 60-62.
Blanchot, Maurice. 2017. Çeviri Yapmak, (Çev.) Savaş Kılıç, Notos Öykü, Sayı 62,
92-94.
Eco, Umberto. 1996. Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, (Çev.) Kemal Atakay, İstan-
bul: Can Yayınları.
Eliot, T. S. 1983. Edebiyat Üzerine Düşünceler, (Çev.) Sevim Kantarcıoğlu, Ankara:
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
Göktürk, Akşit. 2006. Çeviri: Dillerin Dili, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Kocaman, Ahmet. 1993. Çeviri, Çeviri Eleştirisi ve Dilbilim, Dilbilim Araştırmaları
Dergisi, Sayı 4, 1-4.
Selvi, Seçkin. 2017. Bizim Muzaffer Hanım, Notos Öykü, Sayı 62, 28-30.
Sirenin Sesi. 2016. Çevirmen Seda Ersavcı ile Röportaj, http://sireninsesi.blogspot.
com.tr (Erişim tarihi: 12.01.2018).
Tosun, Muharrem. 2013. Çeviri Eleştirisi Kuramı, İstanbul: Aylak Adam Yayınları.
Yıldız, Şerife. 2004. Çeviride Eşdeğerlik ve Çeviri Kuramları Bağlamında Karşılaştır-
malı Bir Çalışma, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı
12, 375-386.
Yücel, Faruk. 2007. Çeviri Eleştirisi Neyi Eleştirir?, U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi
Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 12, 39-58.
Şiir Çevirisi ve Nazire Geleneği
Faruk Uysal
İlk bakışta şiir çevirisinin, şiirimizin çok eskilerden beri devam edegelen
geleneklerinden (yöntemlerinden) biri olan nazirecilikle bir ilişkisinin
olmayacağı düşünülür. Hemen belirteyim, doğru ya da yanlış, ama ben
özellikle E. E. Cummings’in şiirlerini çevirirken, kendimi bir nazireci gibi
hissettim. Çoğu kez çevirdiğim şiirleri sanki bir dilden diğer bir dile aktar-
madım da onları bir ortamdan başka bir ortama taşıdım. Taşırken onlara
benim terim de bulaştı. Taşıdığım ortamın havası suyu onları değiştirdi.
Çeviri denildiği zaman genellikle başka dildeki bir metnin ya da
konuşmanın sözcüklerinin yerine hedef dildeki eş anlamlı sözcüklerin ye-
rleştirilmesi anlaşılır. Genel okuyucu ve dinleyici nazarında konu bu kadar
basittir. Oysa çeviri denildiği zaman önümüze geniş bir yelpaze açılır. Her-
halde hiç kimse bir aletin kullanma talimatının çevirisi ile bir şiirin çev-
irisinin aynı iş olduğunu iddia etmez. Teknik metinden edebî metin çevir-
menliğine, sinema dublajından konferans ve spontan çevirmenliğe kadar
kendi içinde özellikleri olan çok çeşitli disiplinlerle karşı karşıya geliriz.
Dahası bu türleri kendi içinde de kısımlara ayırabiliriz. Sağlık bilimlerin-
den hukuka değin teknik metin çevirisinin kapsadığı alanın genişliğini bir
düşünün! Edebî metin çevirmenliğini de kendi içinde roman, şiir, deneme,
masal, çocuk edebiyatı çevirmenliği şeklinde ayrıştırmak mümkündür. Her
türün kendine özgü çeviri kuralları olacağı ve her türün çevirisinin kendine
özgü bir tutum gerektireceği daima göz önünde bulundurulmalıdır. Huku-
ki bir metin çevirenin hukuktan, şiir çevirenin de şiirden anlaması gerekir
atıf/citation: tezkire: düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 63, ocak-şubat-mart 2018, s. 109-114
110
erasyon, asonans, onomatope), eksiltili anlatım, ölçü, ritim, uyak gibi bir
metni şiir yapan özellikler girer işin içine. Ayrıca kültürel unsurlar şiirde
diğer edebî türlere oranla daha çok yer alır.
Şiir çevirisi pek doğal olarak şairden şaire farklılık arz edeceği gibi,
aynı şairin bir şiirinden diğerine de farklılık gösterir. Bu durumu E. E.
Cummings şiirlerini Türkçeleştirirken bizzat yaşadım. Cummings’in şiir
külliyatı 975 şiirden oluşuyor. Bunların yaklaşık 150 adedinin ikinci bir
dile çevrilmesi mümkün değil. Mümkün değil çünkü bunlar, harflerin ve
sözcüklerin bir resim malzemesi olarak kullanıldığı, sadece kaynak dile
yönelik, sadece kaynak dilinde varlık bulan şiirler. Ben esasen çevrileme-
zlikten bunu anlıyorum. Ortega y Gasset’in dediği gibi, çeviri hiçbir zam-
an özgün metnin tıpkısı değildir. Aynı yapıtın başka sözcüklerle oluşması
değildir, böyle olmayı da amaçlamaz (Göktürk, 2000: 42). Her edebî metin,
kendine özgüdür. Özgünlüğün tıpkısının tekrar yaratılması diye bir şey söz
konusu olamaz. O nedenle kayıplarıyla da olsa, anlam kaymalarıyla da olsa
şiir çevirisi vardır ve olmaya devam edecektir.
Örneğin dilimizde çok beğenilen ve ders kitaplarına da giren Melih Ce-
vdet Anday’ın Edgar Allan Poe’dan yapmış olduğu bir Annabel Lee çevirisi
vardır (Poe, 2011). Şiir Türkçe söylenmiş gibidir; alır götürür okuyucuyu
uzaklara. Ama bu çeviride özgün metne göre o kadar çok kayıp vardır ki,
sanki bu kayıplar sayesinde şiir yerlileşmiş gibidir. Belki de bu çeviriyi
bu kadar beğenmemizin nedeni de bu yerli oluştur. Bu konuda sözlerim-
izi teyit etmek için, altı kıtadan oluşan şiirin sadece ilk kıtasındaki anlam
kayıplarını ve deyiş kaymalarını göstermeye çalışalım:
Şiirde geçen “kingdom” sözcüğü, “krallık” olarak çevrilmesi gerekirk-
en “ülke” olarak çevrilmiştir. “Krallık” ve “ülke” eşdeğer ve eşanlamlı
sözcükler değildir; krallık sözcüğü eski çağları çağrıştırır.
“By the name of Annabel Lee” ifadesi, “Annabel Lee adıyla” veya “An-
nabel Lee adında” çevrilebilecekken “İsmi Annabel Lee” diye çevrilmiştir.
“And this maiden” ifadesi “Ve bu kız” şeklinde çevrilebilecekken, çevir-
ide hiç yer almamıştır. Aynı şekilde şiirde geçen “live (yaşamak)” sözcüğü,
hiç aktarılmamıştır.
“Than to love and be loved by me.” dizesi, “Sevmekten başka beni ve
sevilmekten.” şeklinde çevrilebilecekken, özgün metindeki kelimelerin
sıralanışına dikkat edilmeden “sevilmekten/Sevmekten başka beni” şek-
linde çevrilerek Türkçede uygun olmayan bir söz dizimi ortaya çıkmıştır.
Görülüyor ki şiirin çevirisinde kayıplar söz konusudur. Üstelik kayıplar
sadece iki dil arasındaki yapısal ve kültürel farklılıklardan kaynaklanmıyor,
çevirmenin tutumundan doğan kayıplar da var. Bu örnekte çevirmen,
biçemsel eşdeğerliliğe uymayarak kendi üslubunu ön plana çıkarmış. O
Şiir Çevirisi ve Nazire Geleneği 113
Kaynaklar
Aksoy, N. (2002). Geçmişten Günümüze Yazın Çevirisi. Ankara: İmge Kitabevi
Yayınları.
Cary, E. (1996). Çeviri Nasıl Yapılmalı? (M. Çamdereli, Çev.) İstanbul: İnsan Yayın-
ları.
Cummings, E. E. (2017). Seçilmiş 100 Şiir. (F. Uysal, Çev.) Ankara: Hece Yayınları.
Çandır, M. (2013, Ağustos). Türk Şiirinde Nazire Geleneği ve Kul Himmet’in
Şiirinde Nazirecilik. CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 11(2), 478-492.
Göktürk, A. (2000). Çeviri: Dillerin Dili. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Poe, E. A. (2011, 5 15). Ocak 19, 2018 tarihinde İnsan ve Sanat Dergisi: https://in-
sanvesanat.wordpress.com/2011/05/15/annabel-lee-edgar-allan-poe/ adresin-
den alındı
Dil, Zorluklarıyla Birlikte Tercüme Faaliyeti ve
Ülkemizdeki Durumu
Burak Ş. Çelik
Dil Üzerine
Dil üzerine çok uzun yıllardır kapsamlı araştırmalar yapılıyor ve birçok
dilbilimci kendi tanımını oluşturarak tanımlama sürecini daha karmaşık
bir hâle sokuyor. Dil ve dilbilim hususunda küçük bir literatür taraması
yapıldığında Âşık Paşa’nın XIV. yüzyılın ilk çeyreğinde dil üzerine görüşler
getirdiğini ve genel dilbilimin içinde yer alarak fikirlerinin bütün dilleri
kapladığını ve onun dile ve anlatıma verdiği önemi açıkça görmüş oluruz.
Âşık Paşa’dan sonra bunları bir daha söyleyip dile getiren yoktur. Bu defter
onunla açılıp onunla kapanmıştır. Ancak dilbilimciler 18. ve 19. yüzyıla
geldikleri zaman, bu fikirleri yeniden canlandırdılar1. Ferdinand de Sau-
ssure ve Avram Noam Chomsky oluşturdukları kuramlarla dil ve dilbilim
alanında en tanınır isimlerdir ve kuramlarının Âşık Paşa temelli olduğuna
inanıyoruz. Ne yazık ki üniversitede aldığımız dilbilim derslerinde Âşık
Paşa’nın adının anıldığı hatırımızda yok. Birçok alanda olduğu gibi bu
alanda da bize dayatılanları kabullenişimizi birkaç cümle ile vurgulamak
gayesindeydik. Esas maksadımız ise bunun sebepleri, dil, dilbilim ve dilin
işlevleri hususları üzerinde durmaktan ziyade bir dilin başka bir dile ak-
tarılması -tercüme- ve ülkemizde tercüme faaliyetlerinin durumunu irdele-
1 Prof. Dr. Kemal Yavuz, Âşık Paşa’nın Dil Üzerine Düşünceleri ve Türkçeye Hizmeti, İstan-
bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk dili ve Edebiyatı Dergisi, s.232, 2004.
atıf/citation: tezkire: düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 63, ocak-şubat-mart 2018, s. 115-119
116
Tercüme ve Zorlukları
Tercümenin temelinde merak vardır. Başka dillere ve başka kültürlere,
yaşayış biçimlerine yönelik bu merak insanları diğer dilleri öğrenmeye it-
miştir. Neticede tercüme unsuru ortaya çıkmış ve türediği andan itibaren
popülerliğini koruya gelmiştir. Nitekim tercüme işini yürütenler, -mü-
tercimler- üzerlerindeki İtalyan yaftası traduttore, traditore2 ile karın
tokluğuna işlerini yapmaya devam etmektedirler. Bu hainlik ithamı ise büs-
bütün haksız sayılmaz; ancak ortada daha iyi bir öneri bulunmadığına göre
mütercimleri yakışıksız ithamlara maruz bırakmak yerine onlara haklarını
teslim etmek gerek. Zira tercüme yapmak sanıldığı gibi ne kelime bilmek-
ten ne de hedef dilin konuşulduğu ülkede uzun yıllar yaşamış olmaktan
ibaret bir iştir. Bunların çok daha ötesinde bir dil ve kültür hâkimiyetini,
birikimi, tecrübeyi, disiplini, yoğunlaşma ve saatlerce aralıksız çalışabilme
becerisini gerektirir. Tüm bu vasıfları taşıyan mütercimi ise bir dizi zorluk
pusuda beklemektedir.
Mezkûr zorlukların bir kısmı kaynak dil bir kısmı ise hedef dil ile ilin-
tilidir. Örneğin hedef dilde karşılığı bulunmayan kelimeler için mütercim
ya durumu karşılayan en yakın ifadeyi arayıp bulmak ya da yeni bir ifade
üretmek zorunda kalacaktır. Bu da bir manada mütercimin bir dil mühen-
disi olduğunun göstergesi. Kaynak dil ile ilgili sorunların başında ise kay-
nak dildeki imla hataları ve anlatım bozuklukları, basım ile ilgili hatalar
gelmektedir. Üstelik bir de kaynak dildeki metnin yazarı söz konusu dilin
anadil konuşucusu değilse bu durumda mütercimin işi kat kat zorlaşacak-
tır. Eski metinlerde ekseriyetle denk gelinen eksik yazılar ve yazı karakter-
leri de basım ile ilgili mütercimi bekleyen zorluklardandır. İçerik itibariyle
ise deyimler, birtakım kısaltmalar ve argo ifadeler mütercimin işini yine
zorlaştıran anasırın başında gelir.
Türe bağlı birtakım sorunlar da tercüme faaliyetinde karşılaşılan zor-
luklardandır. Resmî metinlerde alana yönelik terim hâkimiyeti en lüzum-
lu mevkide dururken siyaset, spor gibi alanlarda yine terim hâkimiyetiyle
birlikte mütercim için söz konusu alanların jargonunu bilmek de icap edi-
yor. Felsefi metinlerde ise yine alandaki terimlere vakıf olmak şartı aranır
konumda. Bunun haricinde bu metinlerde bir takım dilsel oynamalar da
karşımıza çıkıyor. Mesela Martin Heidegger’in metafiziksel bağlamdaki Das
Nichts nichtet ifadesini kelime kelime ele alalım. Das artikeldir, manasız
bir cinsiyet belirtecidir ve Nichts hiçbir şey manasında bir sözdür. Buraya
kadar herhangi bir sorun yok; ancak nichtet ifadesi Almanca bir ifade gibi
görünmesine karşın sözlüklerde karşılığı olmayan bir kelimedir. Almanca
2 İtalyancada, mütercim haindir, manasında bir söz.
Dil, Zorluklarıyla Birlikte Tercüme Faaliyeti ve Ülkemizdeki Durumu 117
bir fiil gibi çekime girmiş hiç, yok (not) manasında bir sözcüktür nichtet
(nichten (!)). Bu ifadeyi tercüme etmek oldukça zordur ve durum, mü-
tercimin alan hâkimiyetiyle bağlam dâhilinde işten sıyrılacağı bir vaziyet
arz ediyor. Hiçbir şey yoktur, hiçbir şey hiçbirşeylemez, hiçbir şey hiçbir
şeydir gibi bir dizi ifade karmaşasıyla uğraşmak zorunda kalır mütercim bu
tip benzer durumlarda. Edebî metinlerde ise edebî bir zevk tüm anasırın
başında durur. Bu metinleri bir alt kategoriye ayırdığımızda şiiri apayrı bir
maddede ele almamız gerek.
Şiir tercümesindeki zorluklar çok daha farklı alanlara nüfuz ediyor.
O bakımdan biz her daim şu düşüncede olduk: Bırakalım şiiri şairler ter-
cüme etsin. Çünkü zaten şiirin tercümesini lüzumlu görenler ile lüzumsuz
görenlerin çatışması sürüp giderken bir de şiirle hiç ilgilenmemiş birinin bu
alanda bir tercüme faaliyetine girişmesi, durumu şiir tercümesinin gerek-
siz olduğunu düşünenlerin lehine çevirebilir. Kolay değildir şiir tercüme-
si; bilakis bizce en zor tercüme faaliyetidir. Alan hâkimiyetinin en yoğun
hissedildiği kısım buradadır. Ölçü, ahenk, ses oyunları, kuram, şairin si-
yasî ve dünyevi görüşü ve şiirde bulunan bir dizi gizli beceriler bu alanda
mahfuzdur. Kelimelere yüklenen birtakım kuraldışı manalar en bariz olar-
ak edebî metinlerde görülür. Örneğin: Deniz bugün dalgalı, ifadesindeki
deniz kelimesinin kavramsal içeriği, yerkabuğunun çukur bölümlerini dol-
duran, birbiriyle bağlantılı olarak yeryüzünün beşte üçünü kaplayan tu-
zlu su kütlesi iken ve bu kelime dil bilgisel konum itibariyle tekil özne
konumundayken; deniz yağıyor saçlarına, ifadesindeki deniz sözcüğü söz
konusu manasından sıyrılıp yeni bir kimliğe bürünmüştür. Bu imgesel
mana üzerinde fikir yürütmek ise şiirsel bir beceri hâkimiyetini lüzumlu
kılıyor. Biçimsel oynamalar ve söz dizimsel müdahaleler de şiir tercümeler-
ini zorlaştırıyor. Anadilde yazılmış bir şiirin yorumlanmasının oldukça zor
olduğu düşünülürse yabancı dildeki bir şiirin tercümesi için üst düzey bir
bilgi birikiminin lüzumu gayet açıktır.
Rüşdi Raşid
* Zübeyr Hecari tarafından yapılan bu mülakat 18 Şubat 2000 tarihinde Lübnan’da çıkan Es-Sefir
es-Sekafi gazetesinde yayınlanmıştır. Mülakat Türkçe’ye Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Arapça Mü-
tercim-Tercümanlık Bölümü’nden Mehmet Sadık Gür (gur.sadik@gmail.com) ve Yıldırım Beyazıt
Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Maşallah Nar (masallahnar@gmail.com) tarafından tercüme
edilmiştir.
atıf/citation: tezkire: düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 63, ocak-şubat-mart 2018, s. 121-139
122
2 Rüşdi Râşid metin boyunca İlim şehri ifadesini birçok defa kullanır. Metnin Arapça orijinalinde
Medinetu’l ´Ilm şeklinde geçen ibare Türkçeye literal olarak tercüme edildiğinde hem kulak tırma-
layıcı hem de pek aşina olunmayan bir ifade olarak beliriyor. Ancak Rüşdi Râşid’in vurgulamaya
çalıştığı bu şehir kronolojik olarak var olmuş mücessem bir kurumsal yapıdan ziyade, ilimle meşgul
olmanın ve bizatihi ilmîn değerli sayılıp çeşitli vesilelerle taltif edildiği tarihi bir vasattır. Burada illa
kronolojik bir zaman aralığı kastedilecekse Fuat Sezgin’in de Müslüman Rönesansı olarak tanımladığı
9 ile 11. yüzyıllar arasında cereyan eden fevkalade gelişkin ve hareketli entelektüel zaman aralığı ref-
126
erans alınmalıdır.
Arap Aklının Eleştirisinde Biraz Tevazu 127
Araştırma ve Tercüme
3 Irs kelimesi Türkçede de kullanılan mirasın mastarıdır. Turas ifadesi ise aynı mastardan türeyen
ifadenin isim halidir. Arapçada her iki kelime de aynı anlama gelecek şekilde kullanılabilmektedir.
Burada yazarın çözümü gerekli bir düğüm olarak gördüğü mesele; bu ifadelerin her ikisinin de Arap
mirasının bütününü içine alan ve kapsayan şümullü anlamlarıdır. Bu sebeple bu ifadelerin kapsadığı
alanda Arap mirası içinde bir tasnif ve ayrıştırma yapmak zorlaşmaktadır.
128
4 Bu cümlede Mutezilî âlimlerini çok fazla meşgul eden lütuf teorisine atıfta bulunulmaktadır.
132
ktir.
Sanki yaşanan bilimsel duraklamanın yükümlülüğünü
Osmanlı devlet ve toplum sistemine yüklüyorsunuz gibi
bir görüntü var, ancak çıkış noktalarına baktığımızda
Osmanlı devletiyle Arap devletinin kurumsal yapıları
arasında büyük bir benzerlik yok mu?
Osmanlı devlet sisteminin ve toplumsal yapısının bilimsel gelişmelerin
gerilemesinde etkisi olduğu şüphesizdir. Fakat bu bozulma her zaman aynı
veya benzer şekillerde gerçekleşmemiştir. Örneğin Safevî devleti de Osman-
lı devleti ile benzer bir aşamada ortaya çıkmıştır. Buna rağmen ilmî faali-
yetleri ve âlimleri teşvik etmiştir. Daha önce ismini zikrettiğim âlimlerden
bazıları Safevî dönemi bilim adamlarıdırlar. Arap devletine gelince bu dev-
let başka hiçbir devletin yaratmaya muktedir olmadığı düzeyde seçkin bir
şehir devletidir. Sizin sorunuzdan anlaşılabilecek şekilde bir bedevi devleti
değildir. Keza Arapça kanalıyla gelişen ilim de şehirlerde gelişmiştir. Bağ-
dat’ın nüfusu henüz Müslüman Rönesansının ilk dönemlerinde 1 milyonu
aşkın bir seviyeye ulaşırken Kahire de yüzbinlerle ifade edilebilecek bir in-
san kalabalığına ev sahipliği yapmaktadır. Öyleyse Arap şehri daha önce
zikrettiğim gibi hem ilim hem ticaret hem de sanat şehridir. Üstelik aynı
anda bünyesinde hem fakihleri hem de ilim adamlarını barındırır.
Arap devleti ve Osmanlı devleti arasındaki mukayeseyi
otoritenin yapısı ve kurumsallaşmanın gelişmemişliğini
kastederek yaptım.
Hayır. Müslüman Arap devleti kurumlardan yoksun değildi. Orada
devam eden kurumlar vardı. Mesela Büveyhîler döneminde bile kurulan
siyasi teşkilatın kendine ait kurumları vardı. İlginç şekilde Ebu’l-Fevaris
Adud’ud-Devle’nin sarayında bir gözlemevi vardı. Ayrıca Kahire ve başka
şehirlerde de gözlemevleri vardı. Başka bir örnek vermek gerekirse, hak-
kında çok fazla söz söylenen yöneticilerden biri olan Hâkim Biemrillah
dünyanın ilk akademilerinden birini inşa etti. Bu akademide tarih bilim-
leri, fıkıh, felsefe ve benzeri alanlarla beraber, cebir, astronomi ve riyazi-
yat (matematik) bölümleri vardı. Aynı akademide kendilerine belli ücretler
tahsis edilen âlimler bir taraftan müderrislik vazifelerini yürütürken diğer
taraftan da ilmî faaliyetler ve araştırmalar konusunda birbirleriyle yarışıyor-
lardı. Gelişmiş müreffeh bir toplumun bilimsel faaliyetlerden fâriğ olması
düşünülemez. Benim Osmanlı Devleti’ni kastederek söylemek istediğim
şey; onların döneminde ilmî faaliyetlerin geri planda kalmasıyla ilgilidir.
Bu dönemde ilmî faaliyetlere yönelik teşvik azalmıştır. Bu söylemimle ger-
ilemenin mesuliyetini Türklere yüklemeye çalışmıyorum. Benim bu me-
seleye dair zihnimde beliren düşünce şu şekildedir; Müslüman toplumu
134
Bilim Pazarı
burada esas sorun; bilimsel bir ilerleme ve üretimin ortaya çıkması için
gerekli bilimsel atmosferin yaratılamamış olmasıdır. Eğer bilimsel faaliyet
için gerekli olan bu ortam hazırlanmazsa bilimsel bir üretim de olmayacak-
tır. Dolayısıyla bu faaliyetleri üreten bilim adamları, bilimsel birikimlerini
kullanabilecekleri, çalışmalarının ve ürünlerinin hak ettiği değeri bulduğu
yeni ortam ve pazarlara göçmek zorunda kalacaklardır. Öyle ise ilmî bir
atmosfer inşa etme zarureti aynı anda hem toplumsal hem de bilimsel bir
meseledir. Bu zaruret de hem devlet hem de toplum yapısında ve eşit sevi-
yede önemle bir ıslah zorunluluğu ortaya çıkarıyor. O zaman bilimsel üre-
timin sadece tüketicisi bir topluma dönüşmemek için bir karar vermemiz
gerekiyor. Peki toplumun bilimsel anlamda salt tüketici bir pozisyonda kal-
masının önüne geçmek konusunda bilimin rolü nedir? Öncelikle toplumun
sadece işin tüketim sahasında boy gösteren bir aktör olmayı bırakması
gerekmektedir. Bu durum Ekonomi, eğitim ve diğer alanların maslahat ve
ihtiyaçlarına cevap veren bir bilimsel araştırma politikası gerektirmektedir.
İşte tam bu noktada devlet tarafından üstlenilmesi gereken bir sorumluluk
ortaya çıkar. Elbette bu durumda toplum fertlerinin de bilimsel araştırmayı
hedefleyen sivil toplum kuruluşları ve kültür merkezleri kurmak gibi bir
vecibeleri vardır ki bu müesseseler etrafında halkalanan insan grupları da
buralarda üretilen bilgiden istifade edebilsinler. Bana göre Beyrut, Zahla
veya Trablus’ta vs. bir matematik cemiyetinin kurulması için hiçbir engel
yoktur. Böyle bir cemiyet vücuda geldiğinde diğer toplumsal kuruluşlarla
dayanışma içinde bilimsel ve toplumsal içsel bir dinamizmin ortaya çıkması
mümkün hale gelecektir. Bu söylediklerimi bazıları ütopik olarak tasavvur
edebilir. Fakat bu Japonya’da tam da betimlediğim şekliyle başarılmıştır.
Bundan dolayı bu ülkede hem bilimsel üretim hem ona uygun bir pazarın
inşası da gerçekleşmiştir.
Arap düşünce yapısının eleştirisini yukarda zikret-
tiğiniz zaruretlerin önüne koyan ve bu ameliyeyi hususi-
yetle vurgulayan bazı düşünceler var?
Doğrusu asıl sorunun Arap düşünce yapısı olduğunu iddia eden bu
şahısları alaycı bir gülümsemeyle karşılıyorum. Çünkü Arap düşünce yapısı
söz konusu olduğunda bir yapıdan ziyade muhtelif şekillerde tezahür eden
birçok farklı yapıdan bahsetmemiz gerekir. Doğrusu ben bu farklılık ve
çeşitliliğin olumlu olduğu kanaatindeyim. Benim zihnimde konuyla alakası
olmayan başka bir toplum görüntüsü varken, Arap toplumunu tenkit et-
mem mümkün değildir. Bu sebeple ben dâhili bir gelişmeden bahsedip onun
gerekliliğine davet ediyorum. Burada bahsettiğim şey ise bilimsel boyuta ve
bilimsel alana son derece teknik bir şekilde içten bir müdahale anlamına
geliyor. Zaten bu gerçekleştiğinde sürekli kendini yenileyebilen bir Arap
Rönesansının ortaya çıkması için Arap düşünce yapısını eleştirebilmem ve
136
Bilim Dili
Fatih Çalmaz
Kemal Tahir konusu üzerime yapıştı kaldı. Yine öyle oldu. Mesafeni ayar-
layamayacağın kişi hakkında yazı yazmak çok zordur çünkü kendinden
bağımsız ele alamazsın. “Kendin” yazı için bir engeldir. Ancak mesafeni
ayarlayamadığın kişi hakkında yazanları yazmak kolaydır çünkü yazandan
daha yakın bir gözle baktığını düşündürten bir güven hissin vardır. Bu kez
daha tuhaf bir durum oluştu. Zira mesafeni ayarlayamadığın kişi hakkın-
da yine mesafesini ayarlayamayan birinin yazdıkları üzerine yazmak duru-
munda kalıyorum: Halit Refiğ’in.
2000 yılında yayınladığı Gerçeğin Değişkenliği Kemal Tahir kitabı,
Kemal Tahir ile münasebetinin boyutları hakkında okura bazı bilgiler ver-
mesi açısından önemliydi. Ama o kadar. Kitabın başlığı bile Kemal Tahir
düşüncesine bir “tüy dikme” işlemiydi. Kemal Tahir’den düpedüz bir post-
modern çıkarmaya çalışıyordu, çıkmaz. Gerçeklik duygusuna hayran old-
uğu Kemal Tahir’i “gerçeğin değişkenliği” başlığı ile ele almak kontağın
çoktan kapandığını ve bizzat Refiğ’in gerçeklik duygusuna ihanet ettiğini
gösterir. 2000’lere doğru post-modernlerin bulanıklaştırdığı ve Refiğ’in de
bu dönemin baskın zihniyeti doğrultusunda düşündüğü meseleyi apaçık
yazmaya gayret ediyorum bakınız: Hakikat tektir fakat tezahür farklılaşabil-
ir. Toplumlar, zaman ve mekânlar bu tezahürlerde rol oynar. A toplumun-
da farklı B toplumunda farklı pratiklerin oluşması adı üzerinde insanların
pratiğe yönelik seçeneklerinden gelir, gerçeğin değişmesinden değil. Gerçek
değişiyor, değişir demek aslında gerçek yok demektir. Her şey gerçektir di-
atıf/citation: tezkire: düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 63, ocak-şubat-mart 2018, s. 143-148
144
yenlerle hiçbir şey gerçek değildir diyenler aynı şeyi söylüyor. Bu yüzden
sofistleri ve post-modernleri daha baştan eliyoruz. İşte düşüncesinde bun-
ların yeri bile yokken Kemal Tahir’in bu düşünce üzerinden okunması ona
bir ihanettir. Şırak! Mesele bitmiştir.
Refiğ’in yakıştırmasını anladık diye neden yakıştırdığını da anlamadık
ya! 1957 yılının sonbaharından öldüğü 2009 yılına kadar Kemal Tahir’e
bağlılığını dillendirmiş Refiğ’in derdini iyi ifade edememiş olması mı? Bir
tartışmada Orhan Kemal’e dert anlatabilmek için “gerçek de değişir bayım!”
dediği için mi? Kemal Tahir’in hisleri çoğu zaman dilini gereğinden fazla
işlekleştirmiştir. Refiğ, bu işlekliğin kurbanı mı olmuştur yoksa? Refiğ’in
dayanak noktası ne olursa olsun Kemal Tahir, düşünsel fantezilere kurban
edilemeyecek kadar gerçekçidir.
O kitabın yayınlanmasından 15 yıl geçtikten sonra Halit Refiğ’in “Ke-
mal Tahir Kitaplığı”na bir yenisi daha eklendi. Dergâh Yayınları 2015’in
sonbaharında Kemal Tahir’le Birlikte ismiyle yeni bir kitap yayınladı.
Kitabın ilk bölümü Refiğ’in Kemal Tahir üzerine daha önce çeşitli yerlerde
yayınladığı ve 2000 yılında yayınlanan Gerçeğin Değişkenliği Kemal
Tahir’de de yer alan yazılardan oluşuyor. Gerçeğin Değişkenliği Kemal
Tahir kitabında Kemal Tahir’le ilgili başka isimlerin yazıları ile yine ken-
disiyle yapılmış bazı söyleşiler de yer alıyordu. Yeni kitabın öncekinden
farkı ise Halit Refiğ’in doğrudan Tahir hakkında yazdıklarına yer verilmiş
olmasıdır. Kemal Tahir’le Birlikte kitabının yine ilk bölümünde ikisi ar-
asındaki ilişkiyi birinci ağızdan göstermek amacıyla Halid Refiğ’le yapılmış
üç ‘nehir söyleşi’den Kemal Tahir ile ilgili kısımlar derlenmiş. Kitabın ikinci
bölümünde ise Halit Refiğ’in Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu ile ilgili
iki film hikayesi ve 1999-2000’li yıllarda Devlet Ana’yı sinemaya aktarma
isteğinden sonra tuttuğu bazı notlar yer alıyor. Kitabın okurlar için yeniliği
de bu ikinci bölüm. Ancak Kemal Tahir okurları için Halit Refiğ’in kuruluş
ile ilgili yazdığı iki film hikâyesi çok da ilginç sayılmaz. Pek çok unsurun ve
tarihsel yüküyle karakterlerin yer aldığı Devlet Ana’nın zengin anlatımı bu
iki film hikâyesinde yok. Elbette sinema için düşünülerek kaleme alındığı
söylenebilirse de bir metin olarak karşılaşıyoruz, napalım! Girişinden
öğrendiğimize göre kitap, Halit Refiğ’in eşi Gülper Refiğ’in ricası ve Ezel
Erverdi’nin bu ricaya mukabelesiyle ortaya çıkıyor. Edisyonunu yapan Ezel
Erverdi’nin yazdığı girişin Halid Refiğ’le ilgili kısmının yeni olduğunu, Ke-
mal Tahir ile olan kısmının ise daha önce Türkiye’nin Ruhunu Aramak
Bir Kemal Tahir Kitabı’nda neşredildiğini hatırlatmakta fayda var.
Heyecandan Hezeyana: Halit Refiğ’in Yol Atasıyla İmtihanı 145
plarının dışında kendi kendine hareket eden siyasi bir varlık yani devlet
yoktur”. Karpat burada ne yapıyor, elitler yerine devlete hâkim olan gru-
pları öne çıkarıyor. Kemal Tahir jargonununda “elit” vardır diyen beri gel-
sin. Kemal Tahir’in anlattığı hikâye çok basittir. Kısaca batıdan farklı olar-
ak bizim toplumumuz, merkezi iktidar çevresinde toplanmış üretici halk
kitlelerinden müteşekkil bir ekonomik-sosyal yapıdır. Bu yapıda, merkezi
iktidarın temsilcisi olan devlet ve bu devletin taşıyıcısı olan yönetici kadro
(zümre), büyük bir önem taşır. Bunu söylerken bir yandan da gerek Os-
manlı tarihi içinde, gerekse cumhuriyet tarihi içinde “halk hareketi” de-
nilebilecek bir sosyal patlamaya rastlanmamasının sağlamasını yapar. Bizim
tarihçilerin arada bir görünüp kaybolduğu devlet tartışmalarına aşina olan-
lar bilir, Karpat’ın inandığı batı ve doğudaki devlet yapılanmalarının bir-
birine benzer olduğu fikriyatıdır. Kemal Karpat’ın yetişme şeklinden kay-
naklandığı düşündüğü bir başka yorumu da belirsiz ifadeyle örülü: “Kemal
Tahir ise her ne kadar gerçekçi bir yazar olmaya gayret etmiş ve saygıdeğer
birçok eser yaratmışsa da soyut, sosyal, siyasi konulara daha fazla önem
vermiştir”.Üç Kemallerin komünist manifestoyu okumamış olabilecekler-
ini belirterek tipik bir tarihçi retoriği eşliğinde portresini tamamlıyor. Bak-
lava börek ant olsun!
Sayfayı çevirip Halit Refiğ portresine geldiğimizde ise gözlerimiz
kamaşıyor: “Birçok sanatkâr tanıdım. Ama bana göre hiçbir Türk sanatkârı
Türk toplumuyla, kültürüyle, tarihiyle özleşerek, bunları birbiriyle yoğu-
rarak bir sanat eseri yaratmakta Halit Refiğ ile boy ölçüşemez… Konuyu
edebiyatla bağlayacak olursak diyebiliriz ki Halit Refiğ sinemanın Kemal
Tahir’iydi. Kemal Tahir’in zihne dayalı edebiyat yapmasına karşılık, Halit
Refiğ düşünceyi, duyguyu, bilgiyi, tarihi birbiriyle yoğurarak ve kendi sanat
kabiliyetine dayanarak filmler yapmış, kitaplar yazmıştır”. Karpat’ın Halid
Refiğ sevgisini ailecek oturup kalkmış olmalarına ve ortak Rumeli geçmişler-
ine bağlayabiliriz. Bu ev oturmalarında Refiğ’in sürekli Kemal Tahir’den
bahsetmesi tarihçi-sosyologumuzun da dikkatini çekmiştir: “Konuşma-
larımız esnasında sık sık Kemal Tahir’den söz eder, eserlerini ezbere bil-
ir” dedikten sonra ‘şıppadak’ Kemal Tahir’le olan kendi meselesini yeniden
gündeme getirir: Ben de Kemal Tahir’i tanımıştım, ama Halit Refiğ kadar
hayranı değildim. Şüphesiz Kemal Tahir’i takdir ederdim ama devlet konu-
sunda görüşlerimiz birbirine uymuyordu. Daha önce belirttiğim gibi Kemal
Tahir devleti yüceltiyor, ilahileştiriyor; ben ise devletin, insanların refahı
ve huzuru için yaratılmış bir kurum olarak işlenmesi gerektiğini savunuy-
ordum”. Sonunda da Halit Refiğ-Kemal Tahir ilişkisinin bir tabiiyet ilişkisi
olmadığına dair anıştırmasıyla portreyi sonlandırıyor: “Kemal Tahir’in her
görüşünü paylaşmamakla birlikte yine de onun tarihle sanatı birleştirerek,
birçok konuyu sanat yoluyla dile getirmesi Halit Refiğ’i çok etkilemiştir”.
Buradan çıkardığımız sonuçları yazalım: Bir: Halit Refiğ’in Kemal Tahir il-
Heyecandan Hezeyana: Halit Refiğ’in Yol Atasıyla İmtihanı 147
Kaynaklar
Karpat. Kemal (2015). Bir Ömrün İnsanları Portreler. Timaş Yayınları: İs-
tanbul.
Kayalı. Kurtuluş (2010). Bir Kemal Tahir Kitabı Türkiye’nin Ruhunu Aram-
ak. İthaki Yayınları: İstanbul.
Refiğ. Halit (2015). Kemal Tahir’le Birlikte. Dergâh Yayınları: İstanbul.
Refiğ. Halit (2000). Gerçeğin Değişkenliği. Ufuk Kitapları: İstanbul.
Özetler
Abstracts
Özetler 151
Burcu Bayer
Halife Memun’un Rüyası: Beytü’l- Hikme ve Bağdat’taki Çeviri
Hareketine dair Argümanların Değerlendirilmesi
The dream of Caliph Al- Ma’mun: an Evaluation of Arguments on Bayt
al Hikma and the Translation Movement in Baghdad
Özet Abstract
İslâm felsefesinin oluşumunu açıklamak amacıyla Arguments on explaining the formation of Is-
ortaya atılan argümanlar, erken Abbasi döne- lamic philosophy are concentrating on the trans-
minde Beytü’l-Hikme çevresinde gelişen çeviri lation movement took place in Baghdad in early
hareketinin doğası üzerinden şekillenmektedir. Abbasid period at the Bayt al Hikma. The nature
Bu çeviri hareketinin doğası, işlevi ve sürecin of this translation movement is explained as a
işleyişi, İslâm düşüncesi üzerine çalışan oryan- process of appropriation of ideas from other an-
talist yazarlar tarafından yalnız bir çevre kültürl- cient civilization by the orientalist authors. Like-
erden etkilenme ve metinlerin Yunan dünyas- wise, contribution of Islamic science and phi-
ından Avrupa rönesansına intikali arasında bir losophy is considered as a mediator between
ara süreç olarak değerlendirilmektedir. Buna the ancient Greek and European Renaissance.
karşın Dimitri Gutas ve George Saliba gibi müel- Contrary to that, authors like Dimitri Gutas and
liflerin okuması, Beytü’l-Hikme’nin ve özellikle George Saliba have a different perspective that
Sâsânî ve Yunan felsefe geleneğinden yapılan gives Islamic civilization its due by explaining
çevirilerin doğası, amacı ve etkileri üzerine İs- the motivation, reasons and the effects of trans-
lâm düşüncesinin hakkını verme yönünde farklı lations from Sasanid and Greek languages. This
yorumlar içermektedir. Bu makalede, Beytü’l- article will begin with the short and concise his-
Hikme ve çeviri hareketinin olabildiğince sarih tory of Bayt al Hikma and translation movement
ve muhtasar bir tarihçesi verildikten sonra, bu and then the arguments on this phenomenon
fenomeni açıklama iddiasındaki argümanlar be- will be presented and evaluated.
lirli bir sıra düzeni içinde sunulup değerlendi- Keywords: Bayt al Hikma, Islamic philosophy,
rilecektir. translation movement.
Anahtar Kelimeler: Beytü’l-Hikme, İslâm
felsefesi, Çeviri hareketi.
152
Gökhan Çetinkaya
Osmanlı Devleti’nde Tercüme ve Farsçadan Yapılan Tercümeler
Translation in Ottoman Empire and Translations from Persian Language
Özet Abstract
Bütün dil, kültür ve milletlerin tarihlerinde, diğer It’s an inevitable fact that in the history of every
dil ve kültürlerde çeşitli alanlarda kaleme alın- languages, cultures and nations a lot of stud-
mış birçok eserin tercüme edildiği kaçınılmaz ies that written in various fields translated into
bir gerçektir. Bu tercüme faaliyetlerinde milletler their languages. İnternational traties, wars; ge-
arası antlaşmalar, savaşlar, coğrafi ve kültürel ogrophical and cultural proximities have a great
yakınlıklar büyük bir öneme sahiptir. XIV-XIX. importance in these translation studies. İn be-
yüzyıllar arasında Anadolu coğrafyasında ortaya tween XIV and XIX. centuries translation stud-
konan tercüme faaliyetleri de kültürel, bölgesel ies which put forth in Anatolian area, figured
ve dini etkenlerin tesirinde gerçekleşmiştir. Dev- under the effect of cultural, regional and reli-
let yönetimlerinin bu faaliyetleri desteklemesi gious factors. Supportings of these works and
hatta bazı devlet adamlarının bizzat eser sahibi being poet some of statesman took part in to ef-
ve şair olması bu çalışmaları olumlu yönde et- fect these works in a positive way. Therefore in
kileyen unsurlar arasında yer almıştır. Bu sebe- this study in the six centuries process between
ple bu çalışmada Anadolu Selçuklu Devleti’nin XIV and XIX. centuries that including the the
son dönemleri, Anadolu Beylikleri devri ve özel- last period of Anatolian Seljuks, period of prin-
likle de Osmanlı Devleti dönemlerini kapsayan cipalities and Ottoman periods pointed out that
XIV ve XIX. yüzyılları arasında altı yüzyıllık bir which works by whom translated into Turkish
süreçte Farsçadan Türkçeye hangi eserlerin kim- from Persian; by the effect of which Works, new
ler tarafından tercüme edildiğine; hangi eserlerin works was written. Persian works that trans-
tesiriyle eserler kaleme alındığına işaret edilm- lated were given with their writters and trans-
iştir. Tercüme edilen bu Farsça eserler müellif lators. It’s noticed that some of these works in
ve mütercimleri ile birlikte verilmiştir. Bu eserl- various times, by different persons again trans-
erden bazılarının farklı zamanlarda farklı kişiler lated; all of some works and a part of some
tarafından yeniden tercüme edildiği; bazı eserl- works were translated.
erin tamamımın bazılarının ise bir kısmının ter- Keywords: Translation, Turkish, Persian, Otto-
cüme edildiği göze çarpmaktadır. man Empire, Period of principalities, Anatolia.
Anahtar Kelimeler: Tercüme, Türkçe, Farsça,
Osmanlı Devleti, Beylikler devri, Anadolu.
Özetler 153
Burcu Güler
Dil ve Temsil Arasında Bir Gerilim Olarak Çeviri: Derrida ve Çevirinin
İmkânsızlığı
The Interpretation as an Intensity Between Language and
Representation: Derrida and the Impossibility of Translation
Özet Abstract
Bir anlam ve düşünme sınırı olarak dil öteki Language as a barrier of thinking and meaning
ile kendi arasındaki temel farklılıkların sınır- pathway draws, crosses and makes the borders
larını çizen, yapan ve yıkan düşünüm yoludur. of disparity between the other and self. Regard-
Dil ile öteki ve kendi arasında anlamaya ve an- ing to understand and signify a relationship es-
lamlandırmaya dair bir ilişki kurulurken aynı tablished between the other and self while a re-
zamanda hakikat ve temsil arasında bir ilişki lationship is established between the truth and
kurulur. Kimliğin özünde dil ile kurulan öteki- representation with the language. Relationship
kendi ilişkisi ve hakikat-temsil arasında kurulan of the other and self established by the language
bu ilişki, toplumsal ve kültürel bir oluşun nesn- along with the core of the identity and the re-
esi ve öznesidir. Dünyanın özgül deneyimi dil ile lationship between the truth and represenation
gerçekleşirken, dil özünde bir anlam barındır- are both subject and object to social and cul-
maktadır. Dilin toplumsal, kültürel ve kimlik te- tural existence. While the spesific experience of
melindeki öznel ve nesnel konumu, dil-dünya, the World is realized by the language, the langue
dil-düşünce ve dil-oluş arasındaki denklem ve has a meaning at the core of itself. The subjec-
gerilimde, kendisini yaratıcı ve yansıtıcı olarak tive and objective position of the language on
ele alınmasına imkân verir. Tercüme, asıl eserin the basis of social, cultural and identity makes
başka bir dilin imkân sınırları dâhilinde çevrilm- it available to handle as the creator and reflec-
esini temel alırken, hakikatin izlerini süren bir tor between the tension and the equation of the
eylemdir ve yeniden yaratmadır. Söz konusu bu language-world, the language-thought, the lan-
çalışma, çeviri metninin kaynak metne dair bir guage-existence. While translation is a conver-
temsili sunması aynı zamanda kaynak metnin sion work on the basis of the limits of the other
yaratıcı yorumu olarak tercüme meselesini mi- language, is also an act and recreation spooring
mesis bağlamında Derrida felsefesi çerçevesinde the truth. This study tries to examine the trans-
irdelemeye çalışmaktadır. lation issue as an expression of the source text
Anahtar Kelimeler: Çeviri, Dekonstrüksi- in the context of Derrida philosophy within the
yon, Dil, Anlam, Yorum. context of mimesis, at the same time, as a crea-
tive interpretation of the source text.
Keywords: Translation, Deconstruction, Lan-
guage, Meaning, Interpretation.
154
Merve Yalçın
Bir Fidanın Güller Açan Üç Dalı: Çeviri, Eleştiri, Çeviri Eleştirisi
Translation, Critics and Translation Critics
Özet Abstract
Çeviri etkinliği, oldukça geniş bir alana yayılan, Translation is a combination of multilayered
başka bir dilde yazılmış bir metnin okunmasına and multidimensional activities that are influ-
olanak sağlayan, kişiye diğer kişiler, kültürler, ential in a wide area. It enables readers to have
değerler ve ilişkiler hakkında bilgi sağlayarak access to texts written in other languages, cul-
yeni ufuklar açan, farklı diller ve dünyalar ar- tures, and times; thus builds bridges between
asında köprüler kuran çok katmanlı ve yönlü different worlds.
bir etkinlikler bütünüdür. A number of people such as writiers, transla-
Çevirinin şekillenmesinde kaynak metnin yazarından, tors, critics, publishers and readers as well as a
çevirmenin tecrübesinden, hedef kitlenin seviye- number of elements such as the level and ex-
sine ve beklentisine; eleştirmenin yaklaşımından pectation of readers, the components of target
hedef dilin ve kültürün bileşenlerine kadar bir language and culture are influential in the for-
çok unsurun etkisi söz konusudur. mation of translation.
Çevirinin ve eleştirisinin tanımında olduğu gibi A great number of writers, critics and theorists
türleri, amaç ve işlevleri konusunda da birçok have put forward various views on the defini-
yazar ve kuramcı kafa yormuş ve çeşitli eleştirel tion as well as the types, goals and functions of
görüşler ileri sürmüşlerdir. translation and translation criticism.
Bu yazıda Maulnier, Eliot, Barthes, Blanchot, In this article we give an account of ideas ex-
Newmark, House, Nord, Koller, Wilss ve Reiss pounded by western authors and theorists such
gibi Batılı kuramcı ve eleştirmenlerin olduğu as Maulnier, Eliot, Barthes, Blanchot, Newmark,
kadar Tosun, Aksoy, Yıldız, Kocaman, Yücel ve House, Nord, Koller, Wilss, and Reiss as well as
Göktürk gibi yerli dilbilimci ve kuramcıların Turkish linguists and theorists such as Tosun,
görüşlerine de yer verilmiştir. Aksoy, Yıldız, Kocaman, Yücel, and Göktürk.
Anahtar Kelimeler: Çeviri, Eleştiri, Çeviri- Keywords: Translation, Criticism, Translation
bilim, Dilbilim, Çeviri eleştirisi. studies, Linguistics, Translation criticism.
Özetler 155
Burak Ş. Çelik
Dil, Zorluklarıyla Birlikte Tercüme Faaliyeti ve Ülkemizdeki Durumu
Language, Translation With its Difficulties and the Situatıon in Our
Country
Özet Abstract
Bu çalışmada maksadımız, genel itibariyle ter- Our purpose in this study was to reveal the dif-
cüme yapmanın zorluklarını ortaya koymak idi. ficulties of translating in general. We handled
Tercüme faaliyeti esnasında karşılaşılan sorunlara the problems encountered during the transla-
değindik. Bu sorunların bir kısmı kaynak dil, bir tion activity. Some of these problems were as-
kısmı hedef dil ile ilintiliydi. Türe bağlı birtakım sociated with the source language and some
sorunları da ele aldık. Bu noktada şiiri, kendine with the target language. We have also han-
has bazı hususiyetler barındırması münasebeti- dled some problems related to the genre. At this
yle ayrı bir maddede değerlendirmeye tabi tut- point, poetry had to be interpreted in a sepa-
mak gerekiyordu. Tercüme edebiyatının ve mü- rate matter because of its unique characteris-
tercimlerin Türkiye’deki durumuna da değinmek tics. To be touched upon the status of transla-
gerektiğinden bu kısmı biraz daha uzun tuttuk. tions of literary and translators in Turkey we
Bu bağlamda tercüme faaliyetlerindeki plansı- wrote something about this part a little longer
zlığı ve yayınevlerinin maddi kaygılarını Türki- than necessary. In this context we thought lack
ye’deki başlıca sorunlar olarak düşündük. Müter- of planning and financial concerns of publish-
cimlerin hak ettikleri geliri elde edememeleri de ing houses in the translation activity as a main
değindiğimiz başlıca konulardandı. Elbette mü- problem in Turkey. The fact that the translators
tercimlerin ve tercüme faaliyetlerinin denetlen- were not able to earn the income they deserved
mesi gerektiği konusunu da ele aldık. was also a major issue. Of course, we also dis-
Bütün bu çalışma, dikkatleri Türkiye’deki ter- cussed that the translators and their translation
cüme faaliyetlerine celb etmek ve yaşanan so- activities should be audited.
runları ortaya koymak gayesiyle yapılmış olup All the work is studied to direct attention to the
mütercimlerin hak ettikleri değere erişmesi te- activities of translation in Turkey, to present expe-
mennisiyle ve onların sorunlarına çözüm sunma rienced problems, with the aim to reach the value
yolunda bir adım atmak gayesiyle yapılmıştır. which the translators deserve and to take a step
Anahtar Kelimeler: Dilbilim, Tercüme so- towards providing solutions to their problems.
runları, Mütercim, Tercümede zorluklar Keywords: Linguistics, Translation problems,
Translator, Difficulties in translation
156
Faruk Uysal
Şiir Çevirisi ve Nazire Geleneği
Poetry Translation
Özet Abstract
Metinleri başka bir dile çevrilebilirlikleri açısından It is possible to classify texts with regard to their
sınıflandırmak mümkündür. Edebi metinler önce- translatability into a different language. Literary
likle kaynak dile ve kültüre yönelik metinler- texts are typically intertwined with their source
dir. Bu bağlamda, edebi çeviri çok özel bir mey- language and culture. In this respect, literary
dan okuma gerektirir. Şiirin çevirisi ise, tahmin translation involves a very particular challenge.
edebileceği gibi, birçok çevirme biçiminden çok The translation of poetry, as one might presume,
daha yaratıcı bir sanattır. Bir şiir çevirmeni şii- is a far more creative art than many forms of
rin kültürel ortamına ve yazım süreçlerine erişe- translation. A translator of poetry must have
bilmeli ve bununla birlikte şiiri şiir yapan özel- access to the cultural domain and surrounding
likleri de bilmek durumundadır. of the original composition, nonetheless, man-
Anahtar Kelimeler: Kaynak Dil, Hedef Dil, ifest a skillset in the linguistic codes and con-
Eşdeğerlilik, Anlam Kaybı, Değiş Kayması. stitution peculiar to the poem.
Keywords: Source Language, Target Language,
Equivalence, Loss of Meaning, Change Shift.
Türkiye’de düşünce, edebiyat ve siyasetle irtibatlı, hatta bazı araştır-
macılara göre göbekten bağlı şekilde gelişmiştir. Bu durum düşünce
anlamında ortaya konulan performansın ele alınmasında da asıl to-
puğunu oluşturmaktadır. Edebiyat ve siyasetle temas bir yandan
Türkiye’de düşüncenin olmadığı gibi tamamen yok saymayı getiren
bir noktaya varmakta diğer taraftan kişilerin siyasal pozisyon alışları
üzerinden bir sahiplenme düşmanlaştırma retoriği üzerinden değer-
lendirmeyi tahkim etmektedir. Türkiye’de özellikle akademyanın kitle
halinde fikir değiştirebilmesinin arkasında da meseleyi bu iki çöküntü
alanının dışına çıkarak değerlendirme genişliğini gösterememiş olma-
ları bulunmaktadır. Hülasa, mesele bu kitapta da düşüncesi ele alınan
bir şairin dizesinde olduğu gibi “insanlar hangi dünyaya kulak kesil-
mişse diğerine sağır” vaziyetinin ötesine geçememektedir.
Elinizdeki kitap Türkiye’de düşünce kamusunun içine düştüğü bu fa-
sit daireyi kırmak için atılmış cesur bir adım. Türkiye’de farklı çevrel-
erden çok sayıda aydının ele alındığı bu çalışma genel okuyucu kitles-
ine hitap edecek şekilde hazırlanmıştır. Özellikle lisans öğrencileri
için başvuru kaynağı niteliğinde olacak bu çalışma alanda büyük bir
eksikliği de doldurmayı amaçlamaktadır.
Türkiye’deki siyasi oluşumların Filistin meselesine ve Filistin’deki
çeşitli unsurlara yönelik tutumlarını ele alan araştırma ve literatürün
son derece sınırlı oluşu, bu oluşumların Filistin meselesiyle ilintili
konular karşısındaki yaklaşımının hakikatte ne şekilde olduğunun
anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Nitekim bahsi geçen oluşumların
direniş, siyasal süreç, Kudüs, yerleşimcilik, ayrım duvarı, Filistin Kur-
tuluş Örgütü’nün Filistin’deki diğer gruplarla ilişkisi gibi meselelere
bakış açısı, ne Türkçe ne de Arapça araştırma ve kitaplarda kolaylıkla
bulunabilmektedir. Bu çalışmada Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi (İs-
tanbul), bu boşluğu doldurmaya ve Arap ve Türk kütüphanelerine bu
alanda nitelikli ilmi ve akademik bir araştırma sunmaya çalışmaktadır.
Cumhuriyet Dönemi Türk Siyasal Hayatı başlığını taşıyan bu çalışma
Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluşundan 12 Eylül’e kadar olan süre-
ci ideolojiler, imgeler etrafında yaratılan hegemonya söylemleri, te-
mel tartışma konuları, üretim ve bölüşüm ilişkilerinin biçimlenmesi
ve dönüşmesi gibi meseleler etrafında ele alıyor. Kolektif bir emeğin
ürünü olan bu metindeki makaleler okunduğunda Türkiye’de si-
yasal zeminin altında 1971’e kadar yere ve zamana göre değişkenlik
gösteren amorf bir kemalizm algısının daha doğrusu kemalizmler-
in belirleyiciliği; 1971 sonrası dönemde ise anti-komünist diskurla
birleşen, bu arada mukaddesatçılığı da beraberine alan popülist bir
milliyetçiliğin belirleyiciliği tespit edilecektir.