You are on page 1of 12

Necip Fazıl

Kısakürek
Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var
Akıl için son çare saçlarını yolmak var
Uzun bir uykudan kalkıp bir sabah,
Baktım ki yepyeni odamda eşya.
Çocukluk evim bu değildi. Eyvah!
Gördüğüm, değildi bildiğim dünya...
Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum
Seni dağladılar değil mi kalbim,
Her yanın içi su dolu kabarcık.
Bulunmaz bu halden anlar bir ilim,
Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık..
Ben artık ne şairim ne fıkra muharriri!
Sadece beyni zonk zonk sızlayanlardan biri!
Bakmayın tozduğuma meşhur Babıali’de,
Bulmuşum rahatı ben de bir tesellide.
Fikrin ne fahişesi oldum ne zamparası,
Bir vicdanın, bilmem, kaçtır hava parası?
Evet, kafam çatlıyor güya ulvi hastalık;
Bendedir duymadığı dertlerle kalabalık.
Büyük meydana düştüm, uçtu fildişi kulem;
Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem.
Üstün çile, dev gibi gelip çattı birden: Tos!!
Sen cüce sanatkarlık, sana büsbütün paydos!
Düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın!
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!
«Durun kalabalıklar! Bu cadde çıkmaz sokak.»
Haykırsam kollarımı makas gibi açarak.
Durun, durun bir dünya inliyor tepemizden!
Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden!
Bu dünya bir kuyu, havasız çömlek;
Daralıyorum!
Kelime, manayı boğan bir gömlek!
Paralıyorum!
Allah ismi varken lügat ne demek!
Karalıyorum!
Kapımı, buyursun diye o Melek;
Aralıyorum!
KALDIRIMLAR
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum. Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.

İçimde damla damla bir korku birikiyor; Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler... Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler. Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;


Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..
KARACAAHMET
Deryada sonsuzluğu zikretmeye ne zahmet! Zaman deli gömleği, onu yırtan da ölüm;
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet! Ölümde yekpare an, ne kesiklik, ne bölüm...
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde; Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde? Bu mu dersin, taşlarda donmuş sukuta sebep?
Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta; Kavuklu, başörtülü, fesli, basacak taşlar;
Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta... Taslara yaslanmış da küflü kemikten başlar,
Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek. Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları;
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek. Süzüyor, sahi diye toprağa basanları.
Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık; Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,
Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık. Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.
Ebedi gençlik olum, desem kimse inanmaz; Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar,
Taş ihtiyarlar, servi çürür, olum yıpranmaz. Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.
Karacaahmet bana neler söylüyor, neler! Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih!
Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler, Taslarına kapanmış, ağlıyor koca tarih!
ŞARKIMIZ

Kırılır da bir gün bütün dişliler Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim Görürler nasılmış, neymiş kahraman
Gökten bir el yaşlı gözleri siler Yer ve gök su vermem dediği zaman
Şenlenir evimiz barkımız bizim Her tarlayı sular arkımız bizim

Yokuşlar kaybolur çıkarız düze Gideriz nur yolu izde gideriz


Kavuşuruz sonu gelmez gündüze Taş bağırda, sular dizde gideriz
Sapan taşlarının yanında füze Bir gün akşam olur bizde gideriz
Başka alemlerle farkımız bizim Kalır dudaklarda şarkımız bizim

You might also like