You are on page 1of 19

SELAHADDİN ÜNİVERSİTESİ DİLLER FAKÜLTESİ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ

OSMANLI TÜRKÇESİNDE ZAMİRLER

HAZIRLAYAN

TEZ DANIŞMANI

ERBİL – 2021
İÇİNDEKİLER

Önsöz……………………………………………………………………………
……………...i
Özet………………………………………………………………………………
…………….ii

BİRİNCİ BÖLÜM
1.Osmanlı Türkçesi.…………………………………………………………2
1.1. Osmanlı Türkçesinde Sesli ve Sessiz Harfler ……………………………...……………..3
1.2. Osmanlı Türkçesinde Şahıs ekleri …………………………………………………….5
1.3. Osmanlı Türkçesinde Zamirler……………………………7
1.4. Osmanlıcada Zamirlerin Çeşitleri……………………………………10

İKİNCİ BÖLÜM
2. Eski Türkçe Zamirlerinin
Yazımı………………………………………………………………12
2.1.Osmanlı Türkçesinde Fillerde Ekler………15
2.2. Türkçe Yapım Ekleri……………………….18
2.3. Türkçe ve Arapça kelimelerde Zamirler …………………………………25
Sonuç………………………………………………………………………………………….2
7 Kaynakça…………………………………………………………………………

Önsöz
Bu araştırmada, “Osmanlı Türkçesinde ünlülerin yazılışı” konusunu ele aldık. Konuları
örneklerle açıkladık. Osmanlı döneminin Türkçe yazılmış ilmî, edebî ve kültürel birikiminin
günümüze aktarılabilmesi Osmanlı Türkçesinin öğrenilmesiyle mümkündür. İslâmî ilimlere
ait Türkçe eserler bakımından fevkalade zengin olan kütüphanelerimiz, bütün beşerî bilimler
için de eşsiz bir hazine değerindedir. Tarih, edebiyat, ilâhiyat, iktisat, hukuk sosyoloji ve
hatta tıp ve eczacılık dahil ilimin geçmişi, açıklama ve zengin bilgi dolu her ne varsa altı yüz
küsur senelik birikimden haberdar olmak durumundadır. Osmanlı Türkçesi, Türk Dili ve
Edebiyatı öğrencisine bu engin hazinenin anahtarlarından birini sunmaktadır.
Konular alfabeden başlayarak detaylı bir biçimde anlatılmıştır. Bu çalışmada ağırlıklı olarak
Osmanlı Türkçesinin imlâ hususiyetleri anlatılacaktır. Birinci bölümde Osmanlı Türkçesi,
kronolojik sınıflandırılması hakkında bilgi verilmektedir. Osmanlı Türkçesinde Arapça ve
Farsçanın yeri, yazılışı, özellikleri ile ilgili olarak ele alınmaktadır. Farsça ve Arapçanın
Türkçe yazı diline girişi üzerine önemli ve büyük bilgi aktarılmaktadır.
İkinci bölümde ise gramer ağırlıklı konular elde edinmektedir. Esas konumuz olan Osmanlı
Türkçesindeki ünlülerin yazılışı ile ilişkin yazılmaktadır. Osmanlı Türkçesinin yazı kuralları,
harfleri, ses ve biçimden bahsedilmektedir. Müteakiben farklı dönemlerde yazılmış dinî,
tarihî ve edebî metinlerden seçmeler örnek olarak gösterilmiştir. Türkçe ve Arapçadaki birçok
kelimelerin ünlü harflerin gösterimi örneklerle açıklanmıştır.
Osmanlı Türkçesinin imlâsı yüzyıllar içerisinde gelişerek çoğu hususiyetleri itibarıyla
oturmuştur. Ancak yine de bazı imlâ hususiyetleri zamanla değişmiştir. Bazı yeni
uygulamalar zamanla yaygınlaşırken bazıları da tutunamamıştır. Özellikle son dönemlerde
yapılan değişiklikler harf inkılâbının gerçekleşmesiyle birlikte yerleşik kural haline gelmesi
test edilememiştir. Bu yüzden eski metinleri okurken dönemlere göre imlâ farklılıkların
bulunması tabii bir durumdur.

BİRİNCİ BÖLÜM
1.Osmanlı Türkçesi

Osmanlı dönemi kültür ve sanat eserlerini doğru şekilde anlayabilmek için cümledeki bütün
öğelerin belirleyicisi durumunda olan fiillerin iyi tanınıp bilinmesi gerekmektedir. Osmanlı
Türkçesinde fiil çekimi yapılırken şahıs eki için fiil zamanına göre şahıs zamir eki ve iyelik
eki olmak üzere iki gurup ekten yararlanılır. Bu bölümde şahıs zamir ekleriyle zaman ekleri
üzerinde durulacak, konu örneklendirilerek gerekli tablolara yer verilecektir.
Türk dilinde, fiil çekimi sırasında, fiil gövdesinden sonra kip ve şahsı göstermek üzere iki tür
ek getirilir.

Osmanlı Türkçesi Tarihi


Türkçe, tarih boyunca çok geniş bir alanda konuşma ve yazı dili olarak yaşamıştır. Bunun
sonucu olarak da Kuzey Türkçesi (Kıpçakça), Doğu Türkçesi (Çağatayca) ve Batı Türkçesi
gibi yazı dilleri ortaya çıkmıştır. Batı Türkçesi, Osmanlı Türkçesi ve Azerî Türkçesi diye iki
kolda gelişmiştir. Osmanlı Türkçesi, 24 Oğuz boyunun konuştuğu Oğuz şivesine
dayanmaktadır.
Osmanlı Türkçesi'ne, ilim adamlarımız tarafından Tarihî Türkiye Türkçesi denilmesine
rağmen söyleniş kolaylığı sebebiyle olsa gerek Osmanlıca adı yerleşmiştir. Osmanlıca da
kendi arasında kronolojik esasa göre sınıflandırılmıştır:
Osmanlıca-Dönemlere Göre Sınıflandırma
Eski Osmanlıca (Eski Anadolu Türkçesi): 11.yy.'dan, 15.yy. sonuna kadar,
Klasik Osmanlıca: 16.yy.'dan, 19.yy.'ın ikinci yarısına kadar,
Yeni Osmanlıca: 19.yy.'ın ikinci yarısından 20.yy.'a kadar.
20.yy.başlarında gelişen Türkçülük hareketi dilde Türkçülük fikrini doğurmuş ve Modern
Türkiye Türkçesi dönemi başlamıştır. 1928 yılında yapılan Harf İnkılabı ile Latin alfabesinin
kullanılmaya başlaması ile Osmanlıca'nın kullanımı son bulmuştur.
Osmanlıca, Arapça ve Farsça'nn belirli ölçü ve kurallar içerisinde Türkçe ile birleşmesinden
doğmuş, bu yazı ile verilen eserlerle bir medeniyet yazısı halini almıştır.
Osmanlı Devleti'nin yıkılışının ardından kullanımdan kalkmıştır. Ancak Türk Tarihi'nin son
1000 yılına yakın bir dönemi bu yazı ile yazılmış olduğu için bu yazı araştırmacılar,
edebiyatçılar ve tarihçiler tarafından birinci derecede önemli ve bilinmesi zorunlu bir
dildir.Osmanlıca Hakkında (Yılmaz KURT, Osmanlıca Dersleri 1, Akçağ Yayınevi, 5. Baskı,
Ankara 1999, S.1)
Osmanlı yönetici sınıfının ve eğitimli seçkinlerin kullandığı bir yazışma ve edebiyat dili olan
Osmanlıca, günlük hayatta konuşulan bir dil olmamıştır. En belirgin özelliği, Türkçe cümle
altyapısı üzerinde, İslam dünyasının klasik kültür dilleri olan Arapça ve Farsça'yı serbestçe
kullanma imkânı tanımasıdır. Günlük dilden farklı ve karmaşık kuralları olan bu dili ustalıkla
yazma becerisine inşa adı verilir. Bu beceri uzun bir eğitim süreci ile kazanılırdı.
Osmanlı yazı dili 15. yüzyıl ortalarında biçimlenmeye başladı ve 16. yüzyıl başlarında klasik
biçimine kavuştu. 19. yüzyıl ortalarından itibaren gazeteciliğin ve Batı etkisindeki edebiyatın
gelişmesiyle hızlı bir evrime uğrayan Osmanlıca, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından
kısa bir süre sonra gerçekleştirilen Harf Devrimi (1928) ve Dil Devrimi (1932-) sonucunda
kullanımdan kalktı.
Osmanlıca Batı Türkçesinin ikinci devri olup 15. asrın sonlarından 20. asrın başlarına kadar
devam etmiş olan yazı dilidir. Dört asırdan fazla bir ömrü olan Osmanlıca, şüphesiz hep ayni
kalmamış, baştan ve sondan geçiş devirlerinde ve ortada, hudutları kesin olarak çizilemeyen
birbirine geçmiş çeşitli iç merhâleleri olmuştur. Fakat iç ve dış bakımından esas vasıfları
itibariyle Osmanlıca ismi altında bu ismin çok iyi ifade ettiği bir bütünlük gösterir.
Türkçe bakımından, Osmanlıca'da aşağı yukarı mühim hiçbir değişiklik olmamış, Eski
Anadolu Türkçe'sinden sonra günümüze kadar Türkçe'nin başlıca şekilleri hemen hemen hep
ayni kalmıştır. Yani gramer şekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçe'si arasında
belirli bir ayrılık yoktur. Yukarıda da söylediğimiz gibi Türkçe bakımından ancak bu son iki
devre ile Eski Anadolu Türkçe'si arasında belirli ayrılıklar vardır.
Osmanlıca ile Türkiye Türkçe'si arasında çok küçük şekil farklarına rastlansa bile bunlar
zaman ayrılıklarına dayanan basit değişikliklerden başka bir şey sayılmamalıdırlar. Eski
Anadolu Türkçe'si, Batı Türkçesinin eski gramer şekillerini, Osmanlıca ile Türkiye Türkçe'si
ise Batı Türkçesinin yeni gramer şekillerini ihtiva eden devrelerdir. Yani, gramer şekilleri
bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında bir devre farkı yoktur.
Devrelerin birbirine geçişi keskin çizgilerle ayrılamayacağı için eski Anadolu Türkçe'si ile
Osmanlıca arasında da uzun bir geçiş safhası olmuştur. Osmanlıca'nın başlangıcını teşkil
eden ve 15. asrın ikinci yarısı ile 16. asrın ilk yarısını içine alan devirde eski gramer şekilleri,
yerlerini henüz tamamıyla yeni şekillere bırakmış değillerdi.
Bu eski şekillerden bazıları Osmanlıca'nın içinde daha sonraları da kendisini muhafaza etmiş,
bunlardan klişeleşmiş olarak Türkiye Türkçe'sine geçenler bile olmuştur. Bazı yeni şekiller
ise oluşunu ancak Osmanlıca içinde tamamlamış veya kullanış sahasına bu devirde çıkmıştır.
İşte geçiş devrindeki normal gelişmeler, ondan sonraki küçük sızıntılar ve bazı yeni şekillerin
ortaya çıkışı dışında, Osmanlıca'ya Türkçe bakımından başından sonuna kadar bir durgunluk
hâkim olmuş, 16. asırdan günümüze kadar Türkçe gramer şekilleri bakımından belirli hiçbir
gelişme kaydetmemiştir.
Osmanlıca'yı batı Türkçe'si içinde bilhassa Türkiye Türkçe'sinden ayrı bir devre hâlinde tutan
şey onun dış yapısıdır. İç yapı, yani Türkçe bakımından yalnız Eski Anadolu Türkçe'sinden
farklı bulunan Osmanlıca, dış yapı, yani yabancı unsurlar bakımından Eski Anadolu
Türkçe'sinden de, Türkiye Türkçe'sinden de çok büyük farklarla ayrılan bir devre manzarası
gösterir. Bu devre Türkçe'nin yabancı unsurlar tarafından tam mânâsiyle istilâ edildiği,
Türkçe'yi Arapça ve Farsça unsurların son haddine kadar sardığı devredir.
Osmanlıca devrinde Türkçe'yi saran bu Arapça ve Farsça unsurlar, sayısız Arapça ve Farsça
kelime ve terkipler olup esas itibariyle isim sahası içinde kalmıştır. Fakat bu sahada o kadar
ileri gidilmiştir ki bütün isim cinsinden kelimeler ve cümle içinde isim muamelesi gören
bütün kelime gurupları Arapça ve Farsça kelimelere ve terkiplere boğulmuştur. Bu müthiş
istilâdan fiil kökleri bile yakasını kurtaramamış, Türkçe'nin basit fiil kökleri yerine Arapça ve
Farsça kelimelerle Türkçe yardımcı fiillerden yapılmış birleşik fiiller kullanılarak Türkçe,
bugün de yaşamakta olan sayısız yabancı köklü birleşik fiil ile dolmuştur.
Fiil dışında kalan isim cinsinden bütün kelimeler ve isim muamelesi gören kelime gurupları
sahasını böylece Arapça ve Farsça kelimelere, sıfat ve izafet terkiplerine kaptıran yazı dilinde
umumiyetle Türkçe olarak isim ve fiil çekimi ile cümle yapısı kalmıştır. Fakat cümle yapısı
da, Türkçe kalmakla beraber, ağır darbeler yemekten kendisini kurtaramamış, birçok defa
esas bünyesi yıkılarak bozuk bir kelime yığınından ibaret olmuştur. Hülâsa, Türk yazı dili
Osmanlıca devrinde esas yapısı Türkçe olan fakat Türkçe, Arapça ve Farsça'dan meydana
gelen üçüzlü, karışık ve son derece sun'î bir dil manzarası göstermiştir.

1.1. Osmanlı Türkçesinde Sesli ve Sessiz Harfler

Osmanlı alfabesi aşağıdaki harfleri içermektedir :


● ‫( ﺍ‬elif) , a veya e sesini verir. Türkçe kelimelerde sesli harf olarak A yerine kullanılır.
Arapça ve Farsça kelimelerde uzatma olarak (Â) okunur
● ‫( ﺀ‬hemze) , elif gibi okunur ve genellikle arapça olan kelimelerde kullanılır
● ‫( ب‬be), b sesi
● ‫( ﭖ‬pe) , pe sesi, Türkçe ve Farsça kelimelerde bulunur
● ‫( ت‬te) , t sesi, ince seslilerde kullanılır
● ‫( ث‬se) , s harfi hafif peltek s gibi okunur. t ile s arası bir sestir. Sadece Arapça
kelimelerde kullanılır
● ‫( ج‬cīm) , c sesi
● ‫( ﭺ‬çim) , ç sesi. Bu harf Farsça'dan geçmiştir ve Arapça kelimelerde bulunmaz
● ‫( ح‬ha) , kalın ha sesi. Türkçe kelimelerde az kullanılır
● ‫( خ‬hı) , kalın ve sert bir sestir. Türkçe kelimelerde az kullanılır
● ‫( د‬dal) , d sesi
● ‫( ذ‬zel) , z sesi. Sadece Arapça kelimelerde kullanılır
● ‫( ر‬re) , r sesi
● ‫( ز‬ze) , z sesi. Türkçe kelimelerde kullanılır
● ‫( ﮊ‬je) , j sesi. Bu harf Farsçadan geçmiştir ve Arapça kelimelerde bulunmaz
● ‫( س‬sin) , s sesi , genellikle ince seslilerde kullanılır
● ‫( ش‬şin) , ş sesi
● ‫( ص‬sad) , s sesi, daha çok kalın seslilerde kullanılır
● ‫( ض‬dad) , bazen kalın d bazen kalın s okunur, Türkçe kelimelerde kullanılmaz
● ‫( ط‬tı) , t sesi, genellikler kalın sesler için kullanılır
● ‫( ظ‬zı) , z sesi. Türkçe kelimelerde kullanılmaz
● ‫( ع‬ayn) , Türkçe kelimelerde kullanılmaz. Kendinden önce herekeye göre A,I,O
okunabilir. Hereke yok ise ' kesik okunur
● ‫( غ‬ğayn) , g veya ğ sesini verir, kalın seslilerde kullanılır
● ‫( ف‬fe) , f sesi
● ‫( ق‬kaf) , k, sesi, kalın seslerde kullanılır.
● ‫( ك‬kef) , ke sesi, ince seslerde ile kullanılır
● ‫( ﮒ‬gef veya kef-i farisi), genellikle g ve ğ harfini okutur
● ‫( ﯓ‬kâf-i türki veya sağır kef veya nazal N) , türkçede bulunana n'den sonra g sesinin
okunması
● ‫( ل‬lam) , l sesi
● ‫( م‬mim) , m sesi
● ‫( ن‬nun) , n sesi
● ‫( و‬vav) , v sesi, o,ö,u,ü sesi yerine de kullanılır
● ‫( هـ‬he) , h sesi , genellikler ince sesliler ile kullanılır. e sesi yerine de kullanılır
● ‫ ﻻ‬lamelif , lam ve elif sesini birlikte verir
● ‫( ي‬ye) , y sesi, I veya İ sesi yerine de kullanılır
1.2. Osmanlı Türkçesinde Şahıs ekleri

Türk dilinde, fiil çekimi sırasında, fiil gövdesinden sonra kip ve şahsı göstermek üzere
iki tür ek getirilir.
1. Şahıs Ekleri
Fiil çekimi yapılırken, şahıs eki için fiilin zamanına göre şahıs zamir eki ve iyelik eki olmak
üzere iki gurup ekten yararlanılır.
2, Şahıs Zamir Ekleri
Türkçede bildirme işlemi ile görülen geçmiş ve dilek-şart kipleri dışındaki zamanlarda fiil
çekimi sırasında gövdeye kip ekinden sonra şahıs zamir ekleri getirilir:
Tablo XVI: Şahıs Zamir Ekleri

* Tekil 3. şahıs zamir eki gramer kuralı gereği yazılış ve okunuşta yer almışsa da, zaman
içerisinde bu ek okunuşta düşmüştür. Nitekim çoğul 3. şahıs, telaffuzdaki bu düşüşe göre
ekini almış ve böyle okunmuştur.
3.. İyelik Ekleri

4. Zaman Ekleri
Zamanlarla ilgili ekler tanımlanırken tekil 3. şahısa getirilen ekler esas alınır. Fiil çekimi
sırasında görülen geçmiş ve dilek-şart kiplerinde fiil gövdesi zaman eklerinden sonra şahısları
göstermek üzere iyelik eklerini alır; diğer zamanlarda ise zaman eklerini şahıs zamir ekleri
izler.

5. Görülen Geçmiş Zaman Eki

6. Anlatılan Geçmiş Zaman Eki

7. Geniş Zaman Eki


* Geniş zamanın olumsuz çekiminde tekil ve çoğul 1. şahıslarda iki farklı yazılış ve okunuş
söz konusudur:
8. Şimdiki Zaman Eki

9.Gelecek Zaman Eki

10.Diğer Zaman Ekleri


Fiil çekimi ile ilgili zamanlardan dilek-şart, istek, gereklilik ve emir kipleri, tüm şahısları
bakımından daha önce tanıtılan zamanlar kadar yoğunlukla kullanılmadığı için burada bir
başlık altında genel olarak tanıtılacaktır.
1.3. Osmanlı Türkçesinde Zamirler

Zamirler ve Zarflar

Zamirler isim sınıfından kelimelerdir.


Zamirlerin adlarla ortak yanı, söz içindeki ilişkilerinden doğan durumlara uygun olarak
çekime uğramaları, onlar gibi durum eklerini alarak çekilmeleridir.

ZAMİRLERİN ÇEŞİTLERİ
Kişi Zamirleri
Kişi zamirleri ben, sen, o; biz, siz, anłar/onłar'dır.
Tekil 1. ve 2. kişi zamirleri ben ve sen'in yönelme eki almış çekim şekillerinde kök,
değişikliğe uğramıştır. Bu değişiklik yüzünden bana ve sana Osmanlı Türkçesinde ‫بكا‬
ve ‫ سكا‬gibi yazılır.

Kişi Zamirlerinin Çekimi


‫ = بن‬ben
‫ = بنم‬benim
‫ = بكا‬bana
‫ = بنى‬beni
‫ = بنده‬bende
‫ = بندن‬benden

‫ = سن‬sen
‫ = سنك‬senin
‫ = سكا‬sana
‫ = ساكه‬sana
‫ = سنى‬seni
‫ = سنده‬sende
‫ = سندن‬senden

‫ = او‬o
‫ = انك‬onun
‫ = اكا‬ona
‫ = اوكى‬onu
‫ = اونده‬onda
‫ = اوندن‬ondan
Çoğul

‫ = بز‬biz
‫ = بزم‬bizim
‫ = بزه‬bize
‫ = بزى‬bizi
‫ = بزده‬bizde
‫ = بزدن‬bizden

‫ = سز‬siz
‫ = سزك‬sizin
‫ = سزه‬size
‫ = سزى‬sizi
‫ = سزده‬sizde
‫ = سزدن‬sizden

‫ = اونلر‬onlar
‫ = انلرك‬onların
‫ = انلره‬onlara
‫ = انلرى‬onları
‫ = انلرده‬onlarda
‫ = انلردن‬onlardan

Osmanlı Türkçesinde dönüşlülük zamiri ‫ كندو‬ve ‫ كندى‬olmak üzere iki şekilde yazılır.
‫ = كندم‬kendim
‫ = كندك‬kendin

Osmanlı Türkçesindeki gösterme zamirleri yakın için ‫ بو‬bu, ‫ اشبو‬işbu, ‫ اوشبو‬oşbu, az uzak için
‫ شو‬şu, ‫ شول‬şoł, daha uzak için ise ‫ اول‬oł, ‫ او‬o'dur.

Soru Zamirleri ‫ كم‬kim ve ‫ نه‬ne'dir.

Belirsiz Zamirler
‫ = كمسه‬kimse
‫ = برى‬biri
‫ = كشى‬kişi
‫ = هركس‬herkes

İlinti Zamirleri
Osmanlı Türkçesinde işleyiş bakımından eş değerde iki ilinti zamiri vardır:
‫ كم‬/ ‫ = كيم‬kim, ‫ = كه‬ki.
Her ikisi de hem zamir, hem bağlam olarak kullanılmıştır.
‫ كه‬ki çekimsiz bir zamirdir.
İlinti zamirleriyle kurulmuş cümle tipleri Türkçeye Farsçadan gelmiştir.

Osmanlı Türkçesinin kronolojik esasa göre sınıflandırılması

Türkçe, tarih boyunca çok geniş bir alanda konuşma ve yazı dili olarak yaşamıştır. Bunun
sonucu olarak da Kuzey Türkçesi (Kıpçakça), Doğu Türkçesi (Çağatayca) ve Batı Türkçesi
gibi yazı dilleri ortaya çıkmıştır. Batı Türkçesi, Osmanlı Türkçesi ve Azerî Türkçesi diye iki
kolda gelişmiştir. Osmanlı Türkçesi, 24 Oğuz boyunun konuştuğu Oğuz şivesine
dayanmaktadır.
Osmanlı Türkçesi'ne, ilim adamlarımız tarafından Tarihî Türkiye Türkçesi denilmesine
rağmen söyleniş kolaylığı sebebiyle olsa gerek Osmanlıca adı yerleşmiştir. Osmanlıca da
kendi arasında kronolojik esasa göre sınıflandırılmıştır:
Osmanlıca-Dönemlere Göre Sınıflandırma
Eski Osmanlıca (Eski Anadolu Türkçesi): 11.yy.'dan, 15.yy. sonuna kadar,
Klasik Osmanlıca: 16.yy.'dan, 19.yy.'ın ikinci yarısına kadar,
Yeni Osmanlıca: 19.yy.'ın ikinci yarısından 20.yy.'a kadar.
20.yy.başlarında gelişen Türkçülük hareketi dilde Türkçülük fikrini doğurmuş ve Modern
Türkiye Türkçesi dönemi başlamıştır. 1928 yılında yapılan Harf İnkılabı ile Latin alfabesinin
kullanılmaya başlaması ile Osmanlıca'nın kullanımı son bulmuştur.
Osmanlıca, Arapça ve Farsça'nn belirli ölçü ve kurallar içerisinde Türkçe ile birleşmesinden
doğmuş, bu yazı ile verilen eserlerle bir medeniyet yazısı halini almıştır.
Osmanlı Devleti'nin yıkılışının ardından kullanımdan kalkmıştır. Ancak Türk Tarihi'nin son
1000 yılına yakın bir dönemi bu yazı ile yazılmış olduğu için bu yazı araştırmacılar,
edebiyatçılar ve tarihçiler tarafından birinci derecede önemli ve bilinmesi zorunlu bir
dildir.Osmanlıca Hakkında (Yılmaz KURT, Osmanlıca Dersleri 1, Akçağ Yayınevi, 5. Baskı,
Ankara 1999, S.1)
Osmanlı yönetici sınıfının ve eğitimli seçkinlerin kullandığı bir yazışma ve edebiyat dili olan
Osmanlıca, günlük hayatta konuşulan bir dil olmamıştır. En belirgin özelliği, Türkçe cümle
altyapısı üzerinde, İslam dünyasının klasik kültür dilleri olan Arapça ve Farsça'yı serbestçe
kullanma imkânı tanımasıdır. Günlük dilden farklı ve karmaşık kuralları olan bu dili ustalıkla
yazma becerisine inşa adı verilir. Bu beceri uzun bir eğitim süreci ile kazanılırdı.
Osmanlı yazı dili 15. yüzyıl ortalarında biçimlenmeye başladı ve 16. yüzyıl başlarında klasik
biçimine kavuştu. 19. yüzyıl ortalarından itibaren gazeteciliğin ve Batı etkisindeki edebiyatın
gelişmesiyle hızlı bir evrime uğrayan Osmanlıca, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından
kısa bir süre sonra gerçekleştirilen Harf Devrimi (1928) ve Dil Devrimi (1932-) sonucunda
kullanımdan kalktı.

1.4. Osmanlıcada Zamirlerin Çeşitleri

Dil toplumun aynasıdır. Toplumun yaşayış biçimi, inanç ve gelenekleri, kültürel durumu,
siyasi yapısı dile yansır. Hiçbir dil, o toplumun gelişme düzeyinden ileride ya da geride
olamaz. Toplumun ve dilin gelişme düzeyleri arasında aşağı yukarı bir uygunluk vardır. Bu
nedenle tarihteki birçok toplum, dilleri incelenerek aydınlığa çıkarılmaktadır.

Orta Asya’daki Türk toplumu, daha çok göçebe bir toplumdu. İslamiyet’in doğduğu
yüzyıllarda, Türkler sınıflara ayrılmanın ve devlet kurma düzeyinin eşiğine gelmişlerdi.
Türkçe’nin ilk yazılı ürünleri olan Orhun Yazıtları 7. yy’a aittir.

Türkler’in toplumsal gelişme düzeyi, kaçınılmaz olarak edebiyata, bilime, siyasete de yansır.
Başka toplumlar (Mezopotamya, Anadolu, Mısır, Çin, Hindistan, İran) çok önceleri sınıflı
topluma (uygarlığa) geçmiş ve devlet kurmuşlardı. Dolayısıyla Türkler, Araplar ve Farslarla
temasa geçtiği zaman edebiyat ve bilim alanlarında o anda kendilerinden çok daha gelişmiş
diller ile karşılaştılar.

Türkler, Uygurlarla ve Karahanlılar Devletiyle birlikte yerleşik bir toplum düzenine geçmeye
başladılar. Bundan evvelki yüzyıllarda Türklerin komşularıyla ilişkileri, daha çok savaş ve
yağmaya dayandığı için, Türk dili ile diğer diller arasında kayda değer bir alışveriş yoktu.
Dolayısıyla, Türkçe bu dillerden fazla etkilenmemişti.

Orta Asya Türkçesi’nin sözcük hazinesi yazı dili aşamasına henüz ulaşıldığı için, fiillerin
çekimleniş biçimi, sözcük örgüsü ve anlatım olanakları bakımından oldukça sınırlıydı. Bu
durumu bu günün Türkçesi bakımından değil, o günün Arap ve Fars dillerinin bulunduğu
duruma göre değerlendiriyoruz. O sıralarda binyılları bulan yazı ve edebiyat geçmişleriyle bu
diller elbette daha zengin olacaklardı.

Orta Asya Türkçesi’ndeki yabancı etkilerin az olmasının nedeni olarak kağanların ve beylerin
bilinçli tutumu gösterilir. (Zeynep Korkmaz, Cumhuriyet Döneminde Türk Dili) Abdülkadir
İnan Eski Türk Dini Tarihi isimli eserinde; “Çin kaynaklarının verdiği malumata göre…
Bilge Han tebasını şehir hayatına ulaştırmak, Buda dininin ayinleriyle ülfet ettirmek için şehir
ve mabed inşa ettirmek gibi bir fikre düşmüştü. Fakat bu fikri Tonyukuk’un şiddetli
muhalefetine uğradı,” der.

Burada iki ayrı tutum görüyoruz. Bilge Han, yerleşik bir toplumsal düzene geçişi
savunmaktadır. Dolayısıyla bir yerleşik toplum ideolojisi olan Buda dinine karşı tutumu da
değişiktir. Yerleşik düzene geçiş, kaçınılmaz olarak eski düzeni sarsacak ve yeni ilişkilerin
kurulmasını beraberinde getirecektir.

Tonyukuk, Türk toplumunun geçmişini temsil etmekte ve mevcut ilişkileri korumaya


çalışmaktadır. Yavaş yavaş göçebelikten yerleşik düzene, yani uygarlığa doğru, bir gelişme
içinde olan o günün Türk toplumunda, ileriyi ve geriyi temsil eden iki tutum çatışma
halindedir. Her türlü yabancı etkiye karşı olan Tonyukuk “kendi dili konusundaki bilinçli
tutumunun” sonucu olarak değil, göçebeliğe dayanan toplumsal düzeni korumak için bu
tavırları takınmaktadır.

Yabancı etkilere açık olan ve yerleşik bir toplumsal düzeni savunan Bilge Han ise kendi dili
konusunda “bilinçsiz bir tutumu” değil, bir bütün olarak toplumsal ilerlemeyi ve geleceği
temsil etmektedir. Nitekim daha sonra, ticaret, sınıflaşma, şehirleşme ve devlet kurma
olaylarıyla birlikte, Türkçe üzerinde yabancı etkiler de kaçınılmaz oldu. Uygurlar böyle bir
gelişmenin doğal sonucu olarak yabancı dillerden etkilendiler. Yeni konumlarına uygun
yabancı kökenli dinler benimsediler. 11. yy’da Karlukların Karahanlı devleti ve Siri Derya
boylarında yaşayan Oğuzlar da böyle bir gelişme içindeydiler. İslamiyetin kabulü bu
gelişmenin ideolojik plandaki ifadesidir. Daha sonra Oğuzların kitleler halinde Ön Asya’ya
akması, toplumsal bir sıçramayla aynı zamana rastlamaktadır. Arapça ve Farsça’nın esas
etkisi bu dönemde başladı.
Ekonomi, toplumsal hayat, din, siyaset ve sanat alanlarındaki atılım, yeni kavramları doğurdu
ve binlerce yabancı sözcük bu atılıma bağlı kalarak Türkçe’ye girdi. Ön Asya’ya gelen
Türkler, burada yerleşik feodal toplumlar ve yüzyıllar boyu süren gelişme sonucu iyice
kurumlaşmış devletler görüldü. Göçebe dilinden uygarlığa geçme aşamasındaki Türkçe,
edebiyat dili Farsça ve bilim dili Arapça ile karşı karşıya geldi.

Orta Asya’dayken devlet kurma noktasına gelen Türkler yerleşik düzene hızla ayak
uydurdular, ama dillerinde bu hızlı gelişimi gösteremediler. Yeni durumun gereksinimlerine
Türk dili cevap veremedi. Oysa feodal gelişmiş bir devlete gelişmiş bir siyaset dili gerekliydi.
Bunu Farsça karşıladı. Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk, Siyasetnamesi’ni Farsça yazdı.
Anadolu Selçuklularında da resmi dil olan Farsça, aynı zamanda edebiyat diliydi.
Mevlana’nın eserleri de Farsça’dır. Aynı dönemlerde Arapça da bilim, dış yazışmalar ve şer’i
işler dili olarak yerleşmeye başlamıştı. Bütün bu gelişmeler, Türkçe’yi de etkiliyor, birçok
yabancı sözcüğün dile girmesine yol açıyordu.

Türkçe’nin, Arapça ve Farsça’nın etkileri dışında kalması mümkün değildi. Bu etkilenme bir
zorunluluktu. Devlet örgütlenmesi, toprak sistemi, denizcilik, tek tanrılı dinlerin ideolojisi,
kültür ve sanat alanlarındaki birçok kavram ile Türkler yeni karşılaşıyorlardı. Bu yeni
kavramları hangi toplumdan alıyorlarsa, onları, o toplumun sözcükleriyle kabul etmek
durumundaydılar. Örneğin, bir yanda soyut düşüncenin ileri aşamasının bir ürünü olan İslami
düşünce; diğer yanda soyut düşünme yeteneğini yeni yeni edinmeye başlayan Türkler ve
Türk dili vardı. Düşünce planında tek tanrılı dinlerin kavramlarına sahip olmayan Türkler, bu
kavramların Türkçe sözcük karşılıklarını nereden bulacaklardı? “Ahiret”, “farz”, “sünnet”,
“kıyamet”, “cennet”, “cehennem” gibi sözcüklerin Türkçesi yoktu, olamazdı da. “Tanrı”
sözcüğü dururken “Allah” sözcüğünün neden tercih edildiği merak edilir. Orta Asya
Türklerindeki “Tanrı” kavramıyla Müslümanlığın “Allah” kavramı aynı şey değildir. Kaşgarlı
Mahmut, Orta Asya Türkleri’nin “Tanrı” kavramından ne anladıklarını şöyle açıklıyor: “…
Kafirler göğe ‘tengri’ derler. Yine bu adamlar büyük dağ, büyük ağaç gibi sözlerine, ulu
görünen her şeye ‘tengri’ derler. Bu yüzden bu gibi şeylere yüğünürler (secde ederler). Yine
bunlar bilgin kimseye ‘tengriken’ derler.”

Görüldüğü gibi madde ve ruh henüz birbirinden tam ayrılmamıştır. Gök, yer, dağlar,
ırmaklar, göller aynı zamanda birer ruhturlar. Maddi biçimlerinden arınmış soyut varlıklar,
henüz tam olarak oluşmamıştır. Müslümanlığa göre ise, Allah birdir. Öncesi ve sonrası,
zaman ve mekân ile ilgisi, ortağı ve benzeri yoktur. Yaratıkların hiçbirine benzememektedir.
Kadir-i Mutlak’tır. Varlığı için başkasına muhtaç değildir.

Allah kavramının Türklerin “Tengri” kavramından tamamıyla farklı olduğu açıktır. Yani
“Tengri” sözcüğü, Müslümanlığın “Allah” kavramının karşılığı değildi. Bu durumda
İslamiyeti benimseyen Türklerin, maddi varlıklarla içiçe olan “Tengri”yi (gerçekte birden çok
olan tengrileri) bırakıp, soyut içeriğiyle “Allah”ı benimsemelerinde anlaşılmayacak bir yan
yoktur. Aynı şekilde “cennet”, “cehennem” sözcüklerinin karşılığı olarak “uçmak” ve
“Tamu”yu daha önceden Tibetçe ve Suğutça’dan almışlardı. Müslüman olunca da Araplardan
aldılar.
KAYNAKLAR
1. AK, Mahmut - Fahameddin BAŞAR, Osmanlı Türkçesi: Gramer, Tarihî Metinler,
Belgeler, İstanbul 20114.
2. ELKER, Selahaddin, Divan Rakamları, Ankara 1953.
3. GÜNDAY, Dündar, Arşiv Belgelerinde Siyakat Yazısı, Özellikleri ve Divan Rakamları,
4. Ankara 1974.
5. KÜTÜKOĞLU, Mübahat, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994.
TİMURTAŞ, Faruk K., Osmanlı Türkçesi Grameri, Eski Yazı ve İmlâ - Arapça - Farsça
6. - Eski Anadolu Türkçesi, İstanbul 1979.
7. YAZIR, Mahmud, Medeniyet Âleminde Yazı ve İslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli,
neşre haz. U. Derman, II, Ankara 1974.
8. Şemseddin Sami, “Lisan-ı Türkî (Osmanî)”, Hafta (mecmuası), C. 1, S. 12, 10 Zilhicce
1298 (3 Kasım 1881), s. 177-178.
9. "Prof.Dr. Muharrem Ergin, Osmanlı Türkçesi". 19 Aralık 2008 tarihinde kaynağından
arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Ocak 2009
10.https://www.fibiler.com/Osmanli-Alfabesini-Olusturan-Harfler-ve-Sesleri_Veri_12525
11.https://www.goruntuludershane.com/bilgi-bankasi/osmanlica-zamirler////
12.https://cdn-acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/20_21_Guz/
osmanli_turkcesine_giris/6/index.html
13.https://cdn-acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/20_21_Guz/
osmanli_turkcesine_giris/6/index.html

You might also like