You are on page 1of 128

t

J2JÜRKÇENİN
ÖÖZVARLIĞ1

Türk Dilinin Sözcükbilimiyle


İlgili Gözemler, Saptamalar

(3. Basım)

Prof. Dr. Doğan AKSAN


TÜRKÇENİN SÖZVARLIĞI
(İÇİNDEKİLER)

KISALTMALAR
Qonsuzfuğa göçen KAYNAK KISALTMALARI
1. SÖZVARLIĞI
sevgili kısımız 1.1. Sözvarlığı Nedir?...................................................... 7
1.2. Dil Tarihi ve Toplumun Kültürü Açısından
^eynep Çürsoyun Sözvarliğinin Önemi..................................................... 11
1.3. Kökenbilgisi İncelemeleri. ............................................ 15
unutulmayan anısına,,. 1.4. Sözcük Tarihi Araştırmaları....................................... 21

2. SÖZVARLIĞININ İÇERDİĞİ ÖĞELER................................... 26


2.1. Temel Sözvarlığı........................................................... 26
2.2. Yabancı Sözcükler......................................................... 29
2.3. Deyimler........................................................................ 31
2.4. Atasözleri.......................................................................33
Her hakkı saklıdır. Kopya edilemez.
2.5. İlişki Sözleri (Kalıp Sözler).......................................... 34
Ali rights reserved. Cannot be copied. 2.6. Kalıplaşmış Sözler.......................................................35
2.7. Terimler.......................................................................... 36
ISBN 975-7287-89-X 2.8. Çeviri Sözcükler............................................................38

3. TÜRKÇENİN SÖZVARLIĞI.................................................. 42
3.1. Türkçenin Sözvarlığının Temel Nitelikleri.................. 42
3.1.1. Türetme Gücü ve Eğilimi...................................... 44
ENGİN YAYINEVİ 3.1.2. Yabancı Etkiye Karşı Duramayan,
SELANİK CAD. 28/6 KIZILAY 06650 ANKARA Unutulan Eski Sözcükler.......................... 47
Tel : (.512) 419 49 20 -419 49 21 3.1.3. Türkçede Kavramlaştırma...................................... 36
Eakx:(.312)4l9 49 22 3.1.4. Türkçede İkilemeler............................................... 59
3.1.5. Türkçede Çokanlamlılık........................................ 54
3.1.6. Türkçede Eşanlamlılık.......................................... 57
3.1.7. Lehçe ve Ağızlarda EskiÖğelerin
Bastın Yeri : Ankara - Ünal Ofset
Yaşamlarını Sürdürmesi.......................................74
Basım Yılı ; 2004

O-V
4. BUGÜNKÜ TÜRKİYE TÜRKÇESİNE GELİNCEYE KISALTMALAR
KADAR TÜRKÇE............................................................ 80
4.i. Köktürkçcnin Sözvarlığı.............................................. 80 a.a. aynı anlamda
4.2. Uygur Döneminin Sözvarlığı........................................ 97 Alm. Almanca
4.3. Karahanlı Döneminin Sözvarlığı............................... 106 Ar. Arapça
4.4. Eski Anadolu Türkçesinin Sözvarlığı......................... //7 a.y. aym yer
bkz. bakınız
5. YABANCI DİLİ,ERLE İLİŞKİLER...................................125 Far. Farsça
5.1. Yabancı Dillerin Türkçeye Etkisi................................ 126 Fr. Fransızca
5.2. Türkçenin Başka Dillere etkisi................................... 136 İng. İngilizce
5.2.1. Türkçenin Balkan Dillerine Etkisi........................ 137 İt. İtalyanca
5.2.2. Başka Dillere Etki................................................ 142 krş. karşılaştırınız
Lal. Latince
6. TÜRKİYE TÜRKÇESİNİN SÖZVARLIĞI.......................... 145 Osm. Osmanlıca
6.1. Genel Nitelikler........................................................... J45
Yun. Yunanca
6.2. Türkiye Türkçesinin Kavram
Zenginliği vc Eşanlamlılar......................................... 147
KAYNAK KISALTMALARI
6.3. Türkiye Türkçesinde Terimler......................................160
6.4. Türkiye Türkçesinde Deyimler..................................... /7/
Alanya F. Hacıhamdioğlu, Tevfik (1982-85), Alanya Folkloru,
6.5. Türkiye Türkçesinde Atasözleri................................... /&/
3 cilt. Manavgat-İstanbul.
6.6. Türkiye Türkçesindeİlişki Sözleri.............................. 190
Alt. Gr. Gabain, A. von (1974), Alttürkischc Grammatik, 3.
6.7. Türkiye 'Türkçesinde İkilemeler....................................195 Auflagc. Wiesbadcn.
6.8. Türkiye Türkçesinde Doldurma Sözler........................ 199 Altun Y. Çağatay, Saadet (1945), Altun Yaruk’tan İki Parça,
6.9. Türkiye Türkçesinde Yeni Gelişmeler......................... 20! Ankara.
Altun Y. III. Ölmez, Mehmet (1991), Altun Yaruk III. Kitap (=5.
7. ANADOLU AĞIZLARININ SÖZVARLIĞI.......................... 217 Bölüm), Ankara.
Atehe Edib Ahmet b. Mahmud Yükneki (1951), Atebctü'l-
KAYNAKÇA......... .................................................................... 234 Hakayık, Yayımlayan: Reşid Rahmeti Arat, İstan­
bul.
Bölge Aksoy, Ömer Asım (1969, 1971), Bölge Ağız­
larında Atasözleri, 2 Cilt, Ankara.
Buck Buck, C.D. (1949), A Dictionary of Seleeted
Synonyms in the Principal Indo European Lan-
gııages, Chicago Illinois.

II /
Grpnbech, K. (1942), Komanischcs Wör- h,k. Yüksel, Şedit (1965), Mehmed, Işkname (in
Grtfnbcch
tcrbuch, türkiseher Wor(indcx zu Codex Co- edeme-metin), Ankara.
manicus. Köbenhavn. Kalya Pelliot, P. (1914), La version ouigoure de l'his-
Chuas Lc Coq, A. von (191 i), Chuastuanift, cin Sün- toirc des princes Kalyânamkara et Pâpamkara:
denbekenntnis der manichaischcn Audilores. T’oung-Pao 225-272 Leidcn.
Berlin. Kut. BU. Arat, Reşid Rahmeti (1947), Kutadgu Bilig 1:
Çarhnamc Ahmed Fakih (1956), Çarhnamc, yayımlayan Metin. İstanbul.
ve işleyen: Mecdut Mansuroğlu, İstanbul. Man. Le Coq, A. von (1912. 1919. 1922), Türkisehe
Çulpan Çolpan, Yılmaz (1963), Ataç'ın Sözcükleri, Manichaica aus Chotscho: Ahhandlungen der
Königlich PrcuBischen Akademie der Wis-
Ankara.
sensehaften, 3 fasikül. Berlin.
Dede K. Ergin Dede Korkut Kitabı, I (1958), Yayımlayan:
Mevlid Ateş, Ahmed (1954). Vcsîlclün-Necat Mevlid.
Muharrem Ergin. Ankara.
Ankara.
Dede K. Göky. Dedem Korkudun Kitabı (1973), Yayımlayan:
Olcay Olcay, Selâhattin (1965), Tezkiretü’l-Evliyâ
Orhan Şaik Gökyay, İstanbul.
( Tercümesi), Ankara.
Deri. S. Derleme Sözlüğü (1963-1982), 12 Cilt, Ya­
Radloff, \Vb. Radloff, W. (1893-1897), Vcrsuch cincs Wör-
yımlayan: Türk Dil Kurumu, Ankara.
terbuchcs der Türk-Dialcctc, 4 cilt, St. Pc-
Div. Atalay, Besim (1939-1943), Divanü Lûgat-it- tersburg.
Türk Tercümesi, 3 cilt ve dizin cildi, Ankara. Röhrborn, K. (1977-88), Uigurischcs Wör-
Röhrborn
Gabain, Hüen. Gabain, A. von (1935), Die uigurisehe Über- terbuch, 4 fasikül. Wicsbaden.
sctzung der Biographic Hüen-tsangs, I. Bruch- Mansuroğlu, Mecdut (1958). Sultan Vclcd'in
S. Veled
stücke des 5. Kapilcls, Berlin. Türkçe Manzumeleri. İstanbul.
Gabain, Bricfc Gabain, A. von (1938), Bricfc der uigurisehen Şeyhi Divanı (1942) (Tarama Sözlüğü vc
Şeyhi
Hücn-tsang-Biographic, Berlin. Nüsha Farkları), yayımlayan: Türk Dil Kurumu,
Hcilkunde (Arat), G.R. Rahmeti (1930, 32), Zur İstanbul.
Hcilkunde der Uiguren: SBAW I 451-473. 11, Tarama Sözlüğü (1963-1977) (XIII. Yüzyıldan
Tar. S.
401-448, Berlin. Beri Türkiye Türkçcsiylc Yazılmış Kitaplardan
Hsüan Tsang X Tezcan, Semih (1975) Eski Uygurca Hsüan Toplanan Tarama Sözlüğü), yayımlayan: Türk
Tsang Biyografisi, X (basılmamış doçentlik tezi) Dil Kurumu, 8 cilt, Ankara.
A.Ü. DT.C.F. Ankara. Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü (kı­
T. Lehç. S.
Hsüan Tsang VI Ölmez, Mehmet (1994), Hsüan Tsang’ın Eski lavuz Kitap) I (1991), yayımlayan: Kültür Ba­
Uygurca Yaşamöyküsü, VI. bölüm (basılmamış kanlığı, Ankara.
doktora tezi)- Hacettepe Ü. Ankara. Bang, W.-A. von Gabain (1929-1931), Tür­
T.T.
İbn. Müh. İbnü Mühennâ Lügati (1934) (İstanbul nüs­ kisehe Turfan - Tcxte I-V, analiliseher lndex;
hasının Türkçe Bölüğünün endeksidir) Hazırlayan: Bang, W. - A. von Gabain - G.R. Rachmati,
Aptullah Battal, İstanbul.

.3
2
Türkischc Turfa-Texte Vı (1934), Berlin; Gahain,
A. von, Türkischc Turfan - Texte VIII (1954),
Berlin.
u. Müller, F.W.K. (1908, 1911, 1920) Uigurica, 3
fasikül, Berlin; Gabain, A. von, Uigurica IV
(1931), Berlin.
U. Sp. Radloff, W. (1928), Uigurischc Sprach- ÖNSÖZ
dcnkmâlcr, Leningrad.
U. St. Bang-W. - A. von Gabain (1930), Uigurischc
Studicn: Ungarische .lahrbücher X 193-230. Türkçe, çağlar aşan, değişik kıtalara yayılan, değişik
Byg. S. Cafcroğlu, Ahmet (1968), Eski Uygur Türkçesi topraklarda yeni lehçeler, diller doğuran güçlü, engin bir dildir;
Sözlüğü, İstanbul. elimizdeki metinlerinden çok eskilere uzandığı anlaşılan bir
Walde Waldc, A. (1927-1932), Vcrgleichendcs Wör- dil. Türkçe için “bu benim anadilim bir denizdir” deyişim
tcrbuch der indogermanisehen Sprachcn, bü- yalnız ona olan derin sevgimden değil, 40 yıldan uzun bir
tünlcyip tamamlayan: 1. Pokorny, 3 cilt, Bcrlin-
süredir, dilbilimle ve anadilimle karınca kararınca il­
Lcipzig.
gilenmemden vc onun derinliklerine inebilmemden kay­
Zur Heil. Arat, Reşid Rahmeti (1930, 1932), Zur He-
ilkundc der Uigurcn, 1: Sitzungsberichte der naklanıyor, sanıyorum. Bu kitap da dilbilimde sözcükbilim
( (leksikoloji) adı verilen alanda Türkçenin sözvarlığı üzerindeki
PrcuBischcn Akadcmic der Wisscnschaften,
Phil-hist. Kİ. 24, 452-473; II: 22, 401-448. çalışmalarımın sonuçlarını dilcilere, dilseverlere vc sevgili
öğrencilerime aktarmayı, alanı tanıtmayı amaçlıyor; ana­
dilimizin sözvarlığını en eski kaynaklarımızdan bugüne iz­
leyerek genişçe bir çerçeve içinde onun anlatım gücünü, ya­
bancı dillerin etkisini, Türkiye Türkçesinin gelişme çizgisini
ortaya koymaya çalışıyor.
Türkçenin sözvarlığını bütün dönemleriyle, geçirdiği ses,
biçim ve anlam değişmeleriyle ve kimi dile dönüşmüş bütün
lehçeleriyle birlikle ele almak, belki bir ömre sığmayacak çok
uzun bir çalışmayı gerektirirdi. Biz bir dilbilimci olarak yine
de ilk belgelerden başlayarak, ancak dilimizin başlıca ev­
lerindeki sözvarlığma ana çizgileriyle değinerek birtakım
özellikleri, eğilimleri, etkileri sergilemeye yöneldik; Türkçenin
engin sözvarlığma ilişkin birtakım saptamalarda bulunduk.

4 5
1. BÖLÜM: SÖZVARLIĞI
1.1. SÖZVARLIĞI1 NEDİR?
Bir dilin sözvarlığı denince, yalnızca, o dilin sözcüklerini
değil, deyimlerin, kalıp sözlerin, kalıplaşmış sözlerin, ata­
sözlerinin, terimlerin ve çeşitli anlatım kalıplarının oluşturduğu
bütünü anlıyoruz.
Sözvarlığı, sadece bir dilde bir takım seslerin bir araya
gelmesiyle kurulmuş simgeler, kodlar - ya da dilbilimdeki
terimiyle göstergeler12, - olarak değil, aynı zamanda o dili ko­
nuşan toplumun kavramlar dünyası, maddi ve manevi kül­
türünün yansıtıcısı, dünya görüşünün bir kesiti olarak dü­
şünülmelidir. Örneğin toplum yaşamında aile ilişkilerinin sıkı
olduğu Türk dünyasında bu ilişkiler kavramiaştırılmakta, elti,
görümce, baldız, yenge gibi ayrı ayrı kavramlar belirlenmiş
bulunmakta, buna karşılık Hint-Avrupa dil ailesinin Roman
vc Germen kollarının her birinde bu kavramların tümü tek bir
sözcükle anlatım bulmaktadır. (Fr. bcllc-sccur, İng. sister-in-
law, Alm. Schwagcrin). Aynı biçimde, Türkçcdc bu dil­
lerdeki nin tersine amca ve dayı ile teyze vc hala yine ayrı
kavramlar halindedir. Yeryüzündeki renkler aynı olduğu halde
bunların adlandırılışı ve kapsamları dilden dile değişir; sayılar
dünyanın her yerinde aynı değeri taşıdığı halde adlandırılma
yolları başka başkadır.

1. Sözvarlığı terimini Alm. Wortbestand teriminden çevirerek ilk kez biz


kullandık. Kelime hâzinesi, sözcük dağarcığı, sözcük dağarı, sözcük gö­
müsü, vokabüler gibi karşılıklar yerine bunu yeğliyoruz.
2. Dilbilimde gösterge (Fr. signe linguistique), sözcüksel birim (İng. lexical
item) gibi karşılıklar sözcüğün değişik açılardan belirlenişini gösterir.

7
«

Bir toplumun yaşam biçimiyle birlikte dinsel inançları, hangi kavramını anlatan tek bir sözcük varken Eskimo dilinde düşen
uluslarla ne ölçüde ilişki kurmuş olduğu, nelere değer verdiği, kar, sulu kar, yerdeki kar gibi pek çok kar türü bulunmakla ve
hatta nükteye olan eğilimi hep sözvarlığının incelenmesiyle bunlar ayrı ayrı adlarla anılmaktaydı. Aztck’lcrdc ise “soğuk”,
ortaya çıkar. Her dili konuşan toplum, çevresini, çevresindeki “buz” ve “kar” kavramlarının tümü aynı köke eklenen değişik
olayları, gerçekleri kendince algılamakta ve anadilinde oluş­ eklerle dile getiriliyordu (Whorf, 1965: 15). Burada hemen
muş kavramlarla anlatmakta, kısaca, dünyayı kendi dilinin belirtelim ki, toplumların yaşam biçimlerinin,çevrelerinin,dili
penceresinden görmektedir. Kuşaktan kuşağa aktarılan dil, o etkilediği daha pek çok örnek gösterilebilir. Bir Eskimo deveyi
toplumun bireylerini, düşünce biçimi açısından da ko­ ancak resimlerinden tanıyabilir; çölde, sıcak ülkelerde yaşayan
şullandırmaktadır. Burada, aynı nesnenin birkaç değişik dilde toplumlarda ise deve, türleri, deveyle ilgili nesneler için pek
nasıl, birbirinden farklı algılanarak adlandırıldığını gösteren çok sözcük, deyim ve atasözü vardır. Buna karşılık fok’un
ve W. von Humboldt’tan Wcisgerbcr’c. Amerikalı dilbilimciler Eskimolar arasında taşıdığı değer vc buna ilişkin sözler bir
Sapir ile Whorf’a uzanan bir görüşü doğrulayan birkaç örnek sıcak ülke toplumunun dilinde aranamaz; hatta fok sözcüğünün
vermekle yetinelim: Türkçede kırkayak sözcüğüyle anlatılan tanınmaması bile söz konusu olabilir.
böcek (julus terrestris), batı dillerinde genellikle Latincesinc
Yalnız başka başka dillerde değil, aynı dilin değişik lehçe
(niilipeda) dayandığı anlaşılan ve ‘bin ayaklı' anlamına gelen
vc ağızlarında da farklı sözcükler, anlatım biçimleri, deyimler,
sözcüklerle adlandırılır (Er. mille-patle, Alın. Tausendfiililer).
atasözleri ve kalıp sözlerle karşılaşılır. Bugün Türkiye
Almancada aynı zamanda SchıuırfıiHler ‘ip ayaklı’ ve eski
Türkçesi ortak dilinde (ölçünlü dil, standart dil) bulunmayan
metinlerde ‘bin bacak’ anlamına gelen Tausendbein karşılıkları
binlerce kavram, Türkiye’nin değişik yörelerinde konuşulan
vardır. İngilizcedeki centipcdc ise ‘yüz ayaklı’ anlamındaki
ağızlarda karşımıza çıkar. Bunların çoğu Anadolu halkının
başka bir Latince köke dayanır. Doğudaki bir başka Hint-
yaşamında önemli bir yer tutan tarımcılık, hayvancılıkla ilgili,
Avrupa dilinde, Earsçada yine ‘bin ayaklı’ anlamına gelen
ayrı ayrı yörelerde yaşayan gelenek ve görenekleri, doğa ve
(Ihczar.pa:/) sözcüğüyle karşılaşırız.
iklim koşullarını, yörelere özgü araç vc gereçleri yansıtan
Türkçedcki adlandırmada, bu dilde kırk'ın çokluk anlatan sözcüklerdir. Ayrıca, bir bölümü Türkçenin eski dönemlerinden
bir sayı oluşunun payının bulunduğunu kanısındayız (Kırk kalan sözler, çeşitli yörelerin halkının kendi türettiği öğeler,
yılın başı, kırk tarakta bezi olmak, kırk ev kedisi, kırk kapının deyim ve atasözleriylc dc karşılaşılır. Kitabımızın 7. Bö­
ipini çekmek gibi deyimler burada anımsanmalıdır). lümünde ayrıca ele alınan Anadolu ağızları incelenirken gö­
“Sapir - Whorf VarsayımT’nın savunucularından Amerikalı rüleceği gibi, bu ağızlar Türkçenin bütün anlatım yollarından
bilgin B.L. Whorf, Avrupa dillerindeki adlandırmalarla on­ yararlanmış, yabancı kökenli pek çok sözcük yerine Türkçeden
lardan çok farklı olan kimi Amerikan yerli dilleri vc Es- türetilenleri kullanmışlardır. Burada bunun bir küçük örneğini
kimocadaki adlandırmaları kavram oluşturma bakımından verelim: Arapça luknıe sözcüğüne dayanan, Earsçada da kul­
karşılaştırmaktaydı. Whorf’a göre, Avrupa dillerinde “kar” lanılan lokma ortak dilimizde yerleşmişken tık- köküne da­
yanan dikim (dillim, dikin) Anadolunun batısından doğusuna

8 9
kadar çok geniş bir biçimde kullanılmakta (bkz. Deri. s. IV),
tikim ve diki biçimleri ‘biraz,az, bir parça, azıcık’ anlamlarını
da kazanmış bulunmakladır (a.y.). 1.2 DİL TARİHİ VE TOPLUMUN KÜLTÜRÜ
EğerTürkçenin Asyada ve Avrupada konuşulan, bir bölümü AÇISINDAN SÖZA ARLIĞININ ÖNEMİ
ayrı bir dile dönüşmüş değişik lehçeleri incelenecek olursa, Bir dilin sözvarlığı, o dilin tarihine geniş ölçüde ışık (ut­
bu kez bütünüyle bu lehçe ve dillere özgü, yaşam koşullarından makta, yüzyıllar boyunca ortaya çıkan ses, biçim, sözdizimi
ve değişik deneyimlerden kaynaklanan sözcükler, deyimler ve ve anlam değişikliklerini yansıtmakta, hangi dillerin etkisiyle,
atasözleri karşımıza çıkar. Dolayısıyla bu lehçe ve diller, tıpkı ne türden değişimlerin gerçekleştiğini göstermektedir. Burada
ağızlar gibi, genel dilin eğilimlerinden, niteliklerinden büyük birkaç örnek üzerinde duralım:
ölçüde ayrılmadan yeni, değişik öğeler ortaya koyar.
Bugün susamak eyleminde ve garipsemek, önemsemek gibi
Kitabımızın bundan sonraki bölümlerinde Türkçenin çeşitli addan türemiş pek az sözcükte geçen |-sE-| biçimbiıiminin
dönemlerindeki sözvarlığına ve bugünkü Anadolu ağızlarına Orta Türkçede, Karahanl icada çok işlek eklerden biri okluğunu,
yer verecek, zaman zaman öteki lehçe ve dillerin örneklerine zamanla eski işlekliğini yitirdiğini, biz o dönemin kay­
de değineceğiz. Şimdi, sözvarlığının değişik yönleri ve ko­ naklarındaki sözvarl iğini inceleyerek öğrenebiliyoruz: Divanü
nuları üzerinde duralım. Lûgati’l Türk’le |-sE-| biçimbirimi hem addan eylem, hem de
eylem kökünden eylem (üreten bir ek olarak karşımıza çıkıyor.
Bir yandan evse- ‘evini özlemek’ (I, 276), etse- 'canı el istemek
(I, 275), bağırsa- ‘canı ciğer islemek’ (III, 332). balıksa- ‘canı
balık istemek’ (III, 334) gibi ad köklerinden eylemler (üretirken
içse- ‘içmek istemek’ (I, 276), öpse- ‘öpmek istemek (a.y.),
itse- ‘itmek istemek’ (a.y.), aşsa- ‘aşmak islemek (a.y.).
alsa ‘almak istemek' (a.y.) gibi pek çok eylem kökenli
eylemin türeli mine yazıyordu.
İlk yazılı ürünlerimiz olan Köktürk yazıtlarında, bugün ( in
ulusu, Dokuz. Oğuz ulusu. Kadırgan ormanı biçiminde, tamlanan
ekiyle kurduğumuz ad tamlamaları labgay badım. bokuz Oğuz,
bodun. Kadırkaıı vış biçiminde, eksiz oluşturuluyordu.
Bugün Türkiye Türkçesinde iyi. avgır, kııvıı. kuyruk gibi
sözcüklerin E,ski Türkçede -sırasıyla- edgii. adgır, kııdııg, kudruk
biçimlerini görmemiz, dilde bir d>y ses değişiminin meydana

11
10
geldiğini göstermekle, bugün ön, bunalmak, dünür, son. sinek nüşerek İtalyanlarca kullanıldığı. İtalyan kent adı Hergamo'ya
biçiminde, /n/scsiylc söylenen sözcüklerin hepsinin eskiden bir yaklaştırılarak bergamotta biçimini aldığı. ITansızcaya (ber­
genzel /n/ ile (n) söylendiğine (anık olmamız ise bir başka ses gamota) geçerek oradan Türkçeye döndüğü saptanmakladır5.
değişimini işaret etmektedir. Gerçeklen, bir dilin kendi öz
Farsçada ‘I yaşında öküz, sığır’ anlamına gelen /
sözcükleri zaman içinde gerek ses, gerek biçim, gerekse anlam
go:vsa:lc/ ( - • li) sözcüğü Türkçeye girmiş, dilin ünlü
bakımından büyük değişikliklere uğrayabilmekledir. Buğun
uyumlarına uyarak kösele biçimine dönüştürülmüştür. Yine
kullandığımız, birçok sözcük, böylccc, ilk görüldükleri dönem­
lere göre çok başkalaşmalardır. Örneğin takıgu, tavuk'ıı Farsçada ‘dört değnek, dört çöp’ demek olan /çcha:r çırbc/
dönüşmüş, yapurgak, yaprak olmuş, közsiz sepcl, köstebek (-. ■; 1. ; ) Türkçede ünlüleri kısalıp ünlü uyumlarına uyma
olup çıkmıştır. (Jslclik takıgu’nun önceleri -horoz sözcüğü sonunda çerçeve olup çıkmıştır. Bu örnekleri kolaylıkla ço­
Türkçeye girmeden- horoz, için dc kullanılan genel bir ad olduğu ğaltabiliriz.
görülmekle, iki tür arasındaki ayrımı belirtmek üzere horoza Bir dilin sözvarlığı, ayın zamanda, anlatımı güçlü kılan
irkek (erkek) takıgu dendiğine tanık olunmakladır’. Kitabımızın birçok anlam olaylarının, söz. sanatlarının yansıtıcısıdır. Ör
sonraki bölümlerinde anlam açısından ortaya çıkan gelişmelerin neğin ateşi içine kolay geçirmeyen, kolayca pişirmeyen bir
birçoğuna, yeri geldikçe değineceğiz. kap için kullandığımız sağır tencere tamlaması bir yandan
Sözcükler hetn aynı dil içinde, hem dc dilden dile geçerken sağır ’m yeni bir anlam kazanmasına yol açan, öte yandan insan
çok ilginç gelişmelere, değişmelere sahne olurlar; kimi zaman vc hayvanları niteleyen bir sıfatın nesnelere aktarılabildiğini
hiç akla gelmeyecek başkalaşımlara uğrarlar. Örneğin bugün gösteren bir deyim aktarması'nm (Yun. matafora) varlığım
Avrupa dillerinde, Fr.da tıılipe. Alm.’da 7'u/pc, İng. dc tıdip ortaya koymaktadır. Aynı durum. Türkçede olduğu gibi başka
gibi adlarla anılan lâlenin bu karşılıkları, Türkçede dillerde dc görülen kör kuyu tamlamasında da ortaya çıkar.
kullandığımız Farsça kökenli tülbent sözcüğünden başkası de­ Sözcüklere yeni anlamlar kazandırarak onları çokanlamlı
ğildir. Bugün lâleleriyle ünlü Hollanda'dan gelen A.G. Btıs- duruma getiren bu aktarına vc türleri sözvarlığı içinde önemli
bccfin 1.5.54'tc Edirne’de görüp sözünü ettiği, tülbent adıyla bir yer tutar. Örneğin Arapça kökenli akrep, belli bir hayvan
anılan bir tür lâlenin Avrupaya götürülüp değişik ülkelerde adı iken biçim benzerliğine dayanan, bir benzetmeden kay­
tanınması bu sonucu doğurmuştur34. Konunun ilginç yön­
naklanan deyim aktarmasıyla saatin kısa göstergesini dc anlatır
lerinden biri de tülbent sözcüğünün Farsçadaki biçiminin
duruma gelmiştir. Yine saat üzerindeki yelkovan, çatıların
(/dulbend/) kökeninin ‘gönül bağlayan' anlamındaki /dilbend/
üzerine konan vc dönerek rüzgârın yönünü gösteren aygıtın
( _u-, vc Ö3 ) bileşik sıfatına dayanmasıdır.
(rüzgâr gülü) adı iken saat üzerindeki uzun göstergeye ak­
Turunçgillerden, begaınot adı verilen bitkinin (Mustafa) tarılmıştır. Eğer XIV. yüzyıl kaynaklarına bakacak olursak
Beg armudu biçimindeki Türkçe adından beg armudu'na dö­

3. Örneğin Divan'da erkek takagıı biçimine rastlarız (I. 111-11). 5. Bindi vc Warlbıırg’un Fransız köken sözlüğünde (195(1) köken olarak
4. Klııgc (1963: 797) bu konuda geniş bilgi verir. Mustafa beg armudu gösterilir.

12 13
yelkovan sözünün o dönemde boş gezen, faydasız işler yapan
kimseler için kullanıldığını, yel kovmak'm ise ‘boşuna emek
harcamak' anlamına geldiğini görürüz (bkz. Tar. S. VI). Burada 1.3. KÖKENBİLGİSİ İNCELEMELERİ
da yine bir deyim aktarması söz konusudur.
Kökenbilgisi (Er. ctymologie. İng. etymology. Alın. lity-
Çok ufak tefek yapılı, sempatik bir genç kız, bir kadın için
mologic). dilin sözvarlığı içindeki öğeleri, kökenlerine inerek
fındıkkurdu, her yeri karıştıran, yerinde duramayan yaramaz,
aydınlatmaya yönelen dil incelemeleri alanıdır. Bu alandaki
çocuk için arayıcı fişeği, anababaların ileri yaşlarda sahip
çalışmaların başlangıcı Eski Hint e, Eski Yunana kadar
oldukları çocuklar için tekne kazıntısı sözlerinin kullanılması,
uzanmakta, filoloji incelemelerinin en zor, en çok emek ve özen
hep doğadaki nesnelerin insana uygulanmasıyla oluşan deyim
isteyen bu dalında, önceleri herhangi bir yöntemden uzak olarak
aktarmalarındandır. Temelinde çoğunlukla benzetme yatan
çabalar harcanmaktaydı.
aktarmalar kimi zaman insanların dış görünüşleriyle birlikte
davranışlarını da belirtmek için kullanılabilir: pişmiş kelle, Burada hemen belirtmeliyiz ki, başarılı kökenbilgisi ça­
sokak süpürgesi... gibi. lışmaları bir dilin tarihi, kültürü, başka ülkelerin dilleriyle
ilişkileri konusunda bize çok ilginç bilgiler verebileceği gibi
önyargılı, özensiz çalışmalar da bizi kolaylıkla yanlış yargılara
götürebilir.
En eski dilbilimcilerin yetiştiği yer olduğunu kabul ettiğimiz
Eski Hint'te Sanskrit metinleri üzerindeki dilbilgisi çalışmaları
arasında, İ.Ö. V. yüzyılda yaşamış olan Yâska’nin “Nırukta"
(Kökenbilgisi) adlı bir yapıtının bulunduğunu, bu bilginin
nesnelerle adlar arasında, nesnelerin niteliklerine uyan bir
ilişkinin olup olmadığı konusunu Eski Yıınan'dan önce ir­
delediğin biliyoruz6. Yaska’nın, bugün “göstergenin ne
densizliği" olarak nitelediğimiz, nesneyle adın ilişkisinin bu­
lunmadığı gerçeğine daha o zaman ulaştığı da
görülmektedir.
Eski Yunan’da kökenbilgisine bir düşün vc dilbilim sorunu
olarak önem verildiğini vc onun “gerçek bilgisi" olarak ni-

6. Bu konuda bkz. Aksan. 1971: 21-22.

14 15
içlenmesine karşın bilimsel yöntem ve sağlam temellerden uzak pıdaki öğelerle koşutluk kurularak bunların aydınlatılmasına
olarak ele alındığını görüyoruz (etimoloji terimi de etynıos çalışılır. Bu konuda en yararlı gereçler de tarihsel sözcüklerde
‘gerçek’ vc logos ‘bilim’ terimlerinden oluşturulmuştu). Kimi bulunmaktadır.
seslere (harflere) birtakım anlamlar yükleme ya da sözcükleri
Bugün dilimizdeki birçok sözcüğün kökenini, ya o köken
sesçe yakın başka sözcüklere dayanarak açıklamaya yönelen,
unutulduğu ya da sözcükte zaman içinde değişiklikler olduğu
dolayısıyla yanlış sonuçlara varan o dönemdeki 'tutum, Latin
için ilk bakışla anlayamayız. Hatla kimi zaman uzun araş
dilcilerine de geçmiş, örneğin İ.Ö.l. yüzyılda Varro, bu türden
tırmalar yapsak bile sonuca erişmemiz güç olabilir. Herkesçe
açıklamalarda bulunmuştur. Ona göre Mars gezegeni, savaşta
erkekleri (mares) yönettiği için, lerra ‘yer’ de çiğnendiği (tc- bilinen orak (arını aygıtının adı da ilk bakışta kökeni an
ritur) için bu adlarla anılıyordu7. (aşılamayan bir öğedir. Bugün Türkiye Türkçesinde olduğu
gibi Anadolu dışındaki lehçelerde de ora^ (azeri). orak
Karşılaştırmalı dilbilim çalışmalarının gelişip düzenli (kazak), orok (Kırgız)... biçimlerimle yaşayan sözcüğü araş­
incelemelere dönüşmesiyle kökenbilgisini ciddi bilimsel te­ tırırsak XI. yüzyılda Divan da orgak biçiminde görürüz, (örn.
mellere oturmaya başlamış, özellikle XIX. yüzyıldan baş­ I, 14, II, 128). Bunun yanı sıra, aynı kaynaktaki or ‘kesmek,
layarak birçok ülkede sağlıklı köken araştırmaları ger­ biçmek, vurmak’ eylemini (III, 45,1, 172) görünce bu eylemden
çekleştirilmiştir. Özellikle Almanya, Macaristan, Avusturya bir aygıt arlının türetilmiş olduğunu, ‘kesen, biçen’ anlamında
gibi batı ülkelerinde anadili öğelerinin aydınlatılması ve elde bir sözcüğün türetildiğini anlarız.
edilen verilerin sözcük hazırlama çalışmalarına aktarılması için
pek çok tckyazı (monografi) yayımlanmıştır. Bugün yurdumuzda Türkçenin sözvarlığı üzerinde kö­
kenbilgisi açısından yeterince çalışılmış.olduğunu ne yazık
Bugün kökenbilgisi araştırmaları bir yandan her dilin
ki, söyleyebilecek durumda değiliz. Türkçe öğelerin kökenleri
öğelerinin kökenlerinin aydınlatılması amacıyla, filoloji ça­
üzerinde W. Radloff’un lehçe sözlüğüyle birlikle, M. Rasanen,
lışmaları içinde yürütülmekte, bir yandan da kökenbilgisinin
S.G. Claııson. Sevoıtyan gibi yabancı araştırıcıların köken
değişik dillerde ortak olan sorunları, yöntemleri üzerinde
sozl tikleri tiden (Kaynakçaya bkz.) yararlanabiliyor. Haşan
dilbilim araştırmaları y ay ı m I a n m ak t ad ı r8.
Eren in uzun yıllardır hazırladığı sözlüğündeki (1999‘da
Kökenbilgisi çalışmalarında sözcükscl birimlerin eldeki en basılmıştır) gereçlerden yayımladığı (ekyazıları ve kimi dilcilerin
eski kaynaklardaki biçimlerine, bunların tarih boyunca ge­ yazılarını kullanabiliyoruz. Ancak birçok sözcüğün kökenlerine
çirdikleri değişmelere, varsa, ilişkide bulunulan dillerdeki i ni lebi I inesi kaynakların tek tek incelenmesiyle olanaklı bulun­
biçimlerine uzanılır vc aynı gelişmeleri gösteren benzer ya­ maktadır. Sözlüklerimizde pek çok öğenin kökeni bu yüzden
bclirtilenıeınektcdir.
7. Ihı konuda geniş bilgi için bkz. Pcrck. 1961: 70 vc ölesi.
Köken araştırmaları sırasında kimi zaman bir sözcüğün hiç
8. Bu yayınlardan, genel nitelikteki birkaçı şunlardır: Sandcrs (1967),
Schnıitt (yay. 1977). Scebold (1981). Türkçe yayın: Başkan (1978). Eren umulmadık bir yerli ya da yabancı sözcükten geldiği, bir öğenin
(1994). inanılmadık değişmelere uğradığı görülmektedir. Anlam açı

16 17
sından ilginç gelişmelerde göze çarpar. Bilindiği gibi sözcükler bugün Anadolu ağızlarında geçen biçimlerinden biri olan
ilk kullanılmaya başlandığında belli bir anlama gelirken za­ abı/ca’nın öteki biçimlerden daha eski olduğunu ileri sürmekle,
manla yeni anlamlar kazanır; “sözcük anlamr’ndan ayrılır. çeşitli Türk lehçelerinde abanın ‘baba’ anlamında kul
Türkçeye İtalyancadan giren diploma sözcüğü bu konuda ilginç tanıklığına işaret etmekledir, aça - eçc sözcüğünün dc kimi
bir örnektir. Yunanca olan diplomamın sözcük anlamı ‘ikiye lehçelerde ‘ağabey, büyük erkek kardeş’ anlamında kul
katlanmışTır; Latinccde diploma ‘belge’ anlamını kazanarak lanıldığını ortaya koyan bilgin amca’nm ada ecesi ‘babanın
Avrupa dillerine yayılmıştır. Aynı biçimde, Fransızcadan gelen ağabeyi’ ya da ‘erkek kardeşi’ biçimindeki bir tamlamadan
pomat sözcüğü aslında ‘cima’ (pomnıc) kavramına da- geldiğini ileri sürmektedir. 7’cyzc‘nin ise eski metinlerde tayaza
yanırı'clma merhemi’ anlamında kullanılırken zamanla bütün (ya da tayıza). dayı/a. diyeze... gibi biçimlerle karşımıza
merhemleri gösterir duruma gelmiştir. çıktığını kaydeden araştırıcı bugünkü lehçelerde tay eciy. tay
cccgibi biçimlerinden dc yararlanarak bu adın da fay czcsi//tayı
Zaman zaman aynı sözcüğü aydınlatmaya yönelen ve ayrı
ezesi tamlamasından gelişerek bugüne geldiğini gös­
ayrı sonuçlara varan birçok köken incelemesinin ya­
termektedir.
yımlanabildiği de görülmektedir. Burada, T ürkiyedeki kö­
kenbilgisi çalışmalarına birkaç örnek vermek istiyoruz: Türkçenin kökenbilgisi sözlüğü üzerinde uzun yıllardan beri
çalıştığına yukarıda değindiğimiz Haşan Eren, bu konurla
Köktürk metinlerinde, dört yerde kergck dolmak deyimi
yayımladığı tek yazılardan birinde (1966: 149-153). ülkemizde
geçmekte, bu deyim daha önceki çeşitli araştırmacılarca ‘gerek
birçok yer adında görülen sökii sözcüğünün kökenini araş­
olmak, lüzumlu olmak’ vc ‘ölmek’ biçiminde açıklanmış bu­
tırmıştır. Bilgin bu sözcüğün kimi kaynaklarda gösterildiği
lunmaktaydı. Aynı metinlerde ‘ölmek’ kavramıyla ilgili söz­
gibi ‘orman, bük’ anlamında olmadığım, ‘sökülme yoluyla
cükler ve kergck dolmak üzerinde uzun bir çalışma yayımlayan
ormandan açılan tarla’ anlamına glcdiğini. sök kökünün türevi
Osman Nedim Tuna (1960: 131-148) Kergek'in bıldırcın tü­
olduğunu ortaya koymuştur.
ründen, kanatlarını gererek uçan bir kuşun adı olduğunu ka­
nıtlarıyla ortaya koymaktadır. Gök dininde (Şamanizm) ölen Yukarıda değindiğimiz gibi, kökenbilgisi çalışmaları söz­
kimsenin ruhunun kuş ya da böcek olarak uçtuğuna inanıldığını cüklerin kimi zamanı hiç umulmayan, ilişkisi bulunduğu dü
belirten araştırıcı, aynı yazıtlarında ‘ölmek’ yerine uçmak şünülmeyen başka sözcüklerle ilgili olduğunu ortaya koyar.
eyleminin dc kullanıldığına dikkati çekmektedir. Bu çalışmayla Bir kitabımızda (1977: 12). Türkçede atlı karınca adı verilen
kergck bolmak (kergck olmak) deyiminin ‘ölmek’ kavramını eğlence aracındaki karınca sözcüğünün dildeki karınca denen
bir somutlaştırmayla dile getiren deyim aktarmalı (Fr. böcekle değil, batı dillerindeki bir sözcükle (İT. carrousel. İt.
metaphoriquc) bir anlatım olduğu kanıtlanmıştır. caroscllo. Alm. Karussell) ilgili olduğunu göstermiştik. Bunu,
bugün yaygın olarak kullanılan karoseri söz< iiğünii de kalarak
Talât Tekin, Türkçedeki amca vc teyze sözcüklerinin kö­
açıklamalıyız: Kaynaklara göre atlı karınca eğlence aracı XIX.
kenini araştıran çalışmasında (1960: 283-294) arnca’nın kimi
yüzyılda atlı karaca biçiminde geçiyordu. Buradaki karaca ise
sözcüklerde belirtildiği gibi Ar. ‘aminsözcüğünden gelmediğini.

18 19
bir hayvan adı olmayıp İtalyancadan giren vc bizde bir süre
‘araba, fayton' anlamında, karoça biçiminde kullanılan carrozza 1.4. SÖZCÜK TARİHİ ARAŞTIRMALARI
'araba, lüks araba' sözcüğüne dayanmakladır. Atlı karoça (içrek kökenbilgisi, gerekse bir toplumdaki sosyokültürel
zamanla, bir yerlileştirme (halk etimolojisi) ile karaca'ya. gelişmeler bakımından önemli bir filolojik çalışma, Sözcük
oradan da karınca'ya dönüştürülmüştür. Karoseri ise Türkçeye tarihi (Alm. \Vorft>cs<hichte) araştırmasıdır. Bu araştırmada
Fr. dan gelme olup onun da kökeni İt. Carrozz.a'ya dayanır. bir sözcüğün bir dilde ilk kez hangi yılda, hangi kaynakta, hangi
Bu örnekteki gibi, Türkçe olduğu sanılan bir sözcüğün yabancı biçim vc anlamda geçtiğinin saptanması amaçlanır. İlde edilen
bir kökene bağlanışının tam tersini bugünkü Rumcncedeki bir veriler bir sözcüğün kökeninin aydınlığa kavuşmasını sağ­
sözcükte buluyoruz. Bucscu'nun saptadığına göre (1962: 290) layabildiği gibi, eğer bu öğe bir yabancı dilden alınmamışsa
Rumcnccde ‘öteden beri, her zaman’ anlamına gelen babadam. ilk kez hangi çağda ve kaynakta görüldüğünün saplanmasına,
Türkçe Adem babadan sözünün kısalmış biçiminden başka o dili konuşan toplumun o çağda hangi uluslarla ne türden
bir şey değildir. ilişkileri olduğunu ortaya koyan ipuçları elde edilmesine dc
yol açar. Birçok dilde bu türden çalışmalarla hazırlanıp ha
Bu türden örnekleri kolaylıkla çoğaltabiliriz.
silmiş tarihsel sözlükler vardır. Bunların dışında, genel an­
siklopedik sözlük sayılabilecek olan Fransızca l.ittrc, Almanca
Grimin. İngilizce O.yford ve Wchstcrs sözlükleri de bu dillerdeki
öğelerin ilk geçiş tarihlerini vc geçtikleri kaynakları gös­
termekte. böylccc kökenbilgisi çalışması yapacaklar için büyük
kolaylık sağlamaktadır.
Türkçeylc ilgili çalışmalarda dilin eski dönemlerine ait elde
ki bütün metinlerin işlenip değerlendirilerek sözvarlığı
öğelerinin bütünüyle aydınlatılmasına yarayacak geniş kap­
samlı bir tarihsel sözlüğün bulunmadığını söyleyebiliriz.
Hemen ekleyelim ki, XIII. y.'dan günümüze, yazma vc basma
kaynakların (aranması yoluyla meydana getirilen ve Türk Dil
Kurumu taralından, 8 cilt halinde yayımlanan Tarama Sözliigii,
XIII. yz.’daıı öncesine kadar uzanamamakla birlikle yine dc
yararlıdır. Ancak, eğer bir kökenbilgisi çalışması yapılıyorsa
bu da yeterli olmamakta, zaman zaman bir sözcük için kay­
nakları (eker teker (aramak gerekmekledir-’.
Türkçenin kökenbilgisi sözlüğü olmak M. Riisaııeıı, S.(t. (Tntıson ve Se-
vortyan Sözlükleri ve karşılaştırmalı bıı lüık lehçeleı sözlüğü olan
Radlotfun yapıtından geniş ölçüde yararlanabilmekledir (hepsi için kay-
nakça'ya bkz.)

20 21
Şimdi önce, yakın tarihimizle ilgili bir-iki örnek üzerinde Boks vc boksör spor terimlerinin Türkçeye girişi oldukça
kendi araştırmamıza dayanan sonuçlara değinmek istiyoruz: yenidir. 1901 tarihini taşıyan, Şemsettin Sami’nin Kâmus-i
Türki adlı genel sözlüğünde boks vc boksör sözcükleri bulun­
Dünya üzerinde ilk motorlu uçakla havalanma, Fransa’da,
mamaktadır; boks için Farsça muşt ‘yumruk’ ve z.en ‘vuran’
9 Ekim 1890'da gerçekleşmiş ve bu işi gerçekleştiren dc
uçağın yapımcısı Clcment Adcr olmuştur. Bu tarihlerde Av­
sözcükleriyle oluşmuş mııştzenlik sözcüğü verilerek Fransızca
rupa’da Fr. aeroplanc, daha sonra avion ve helicoptere söz­ karşılığı boxe gösterilmiştir. Açıklaması ise “yumruk güreşi”
cükleri kullanılmaktadır. Ancak Türkçcde bunları karşılayan biçimindedir. Boksör kavramı da aynı sözlükte yoktur; aynı
hiçbir sözcük yoktur. İncelememize göre, 1891 'de (1307) İs­ birimlerde kurulan muştzen sözcüğü madde başı olarak alınıp
tanbul’da yayımlanan Resimli Gazcte’dc (No: 28, s. 347) Fransızca.sı (boxeur) gösterilmiştir.
“Ccvv-i havada Seyahat” (hava boşluğunda seyahat) başlıklı
Daha yakın tarihlere gelecek olursak, belli sözcüklerin tü­
bir haber yer almakta, Ader’in “Sun’i bir kuş” yaparak bununla
uçtuğu bildirilmekteydi. Aynı dergide “tayyar makinelcr”den retilip dilde yerleşmesi konusunda daha bol bilgi edinme
(uçucu makineden) söz edilmekte, bunlara helikopter dendiği olanağı ortaya çıkmakta, bu türetmelerin kimlerce ger­
belirtilmekteydi. Aynı derginin daha sonraki sayısında yine aynı çekleştirildiği bile saptanabil inekledir. Ömer Asım Aksoy,
konulara yer veriliyordu. 1909 yılına geldiğimizde Mchasin İsmet İnönü'nün görenek'e benzeterek gelenek'i türettiğini,
dergisinde uçma makineleri ’nden söz ediliyordu (Ağustos 1325, Falih Rıfkı Atay’ın müdafaa için savunma’yı, mayi mahruk
Sayı 9, s. 620 vc 622). 1911 yılında çıkan Resimli Kitap dergisi yerine akaryakıt'!, Tahsin Banguoğlıı'nım uygulama söz­
ise ilginç bir haber içermektedir: Maslenikof adlı bir havacının cüğünü oluşturduğunu belirtmekle, kendisinin dc Ar. inhisar
İstanbul’da, Ayastefanos’ta (Yeşilköy) ‘aeroplan’la tayerân yerine tekel'ı “uydurduğunu” yazmaktadır (1981: 460). Sıkı
etmiş” (uçmuş) olduğu bildiriliyor ve tayyaıe’sinden söz yönetim de (Osm. İdare-i Örfiyye) onun buluşudur'-.
ediliyordu. Bu sözcüğün Ar. tayeram kökünden, bizde Fazıl
Ahmet Aytaç tarafından dişil bir sözcük olarak türetildiği ve Ünlü yazar, çevirmen vc eleştirmen Nurullah Ataç’ın
1910-11 yıllarında yaygınlaştığı görülmektedir 10. İşin ilginç canlandırdığı vc türettiği pek çok sözcük içinden, dilde be­
yanı, bu sözcüğün Arapçada bu anlamda kullanılmazken nimsenip tutulan söyleşi (sohbet karşılığı), günce (günlük,
sonradan bu dilde de benimsenerek yerleşmesidir. 1935 yılında, journal), eleştiri, eleştirme, eliştirmeci, eleştirmen (‘tenkit
Türk Dil Devrimi’nin başlangıç yıllarında bu kavramı Türk­ vc münekkit’ anlamında), beğeni (zevk), güldürü (komedi),
çeleştirmek için uçku önerilmiş (bkz. Osmanlıcadan Türkçeye örneğin (mesela), ılımlı (mutedil), nesnel (objektif) gibilerini
Cep Kılavuzu), ancak bu tutunmayarak ‘hava alanı’ anlamında burada anmakla yetinelim1'.
önerilen uçak benimsenmiştir1112 .
13
Şimdi daha eski sözcüklere, onların kökenlerine doğru
10. Aksoy (1981: 457) tayyare’nin Fazıl Ahmet Aykaç’ın türetmesi ol­ uzanalım:
duğunu belirtir.
11. Hüseyin Cahit Yalçın “tayyarc"nin uçku, uçkaç, uçuşkan gibi söz­
cüklerle karşılanabileceğini, ancak Türk buluşu olan tayyare'yi kaldırıp 12. 25.2.1994 günü yayımlanan bir televizyon programında, eski bir söyleşisinde
atmanın boş bir zahmet olacağını ileri sürmüştür (bkz. Levend, 1972: kendisi açıklamıştır.
410-11). 13. Ataç’ın türettiği başka sözcükler için bkz. Ç'olpan. 1963.

22 23
yancadan alınmadır. Bu öğeler incelenirse Türkçeye geçiş
Eğer kurbağa sözcüğünün kökenini açıklamak istersek, onu
tarihlerinin XV. - XVI. yüzyıllardan önceye uzandığını bu
Türkçede yine bağa öğesini içeren kaplumbağa, halk ağız-
yüzyıllarda İtalyanlarla (Venedik ve Cenevizlilerle) ticaret
landaki tosbağa, bugünkü Türk lehçelerinde yine ‘kaplumbağa’
ilişkilerinin arttığını görürüz. Bu ilişkiler, incelendiğinde de
anlamındaki tısbağa (Azeri) taşbaka (Kazak, Kırgız, Tatar.
Venedik ve Ccnevizlerlc o dönemdeki deniz ticaretinin boyutları
Özbek) gibi sözcüklerle bir arada düşünmek ve incelemek
ve İtalyada bir Osmanlı Deniz Ticaret Odası’nın kurulduğu
gerekir.
ortaya çıkmaktadır14.
En eski metinlerimize gidecek olursak, baka'mn ‘kurbağa’
ve ‘kaplumbağa’ anlamına geldiğini görürüz (bkz. Clauson,
baka ve kurbaka maddeleri). Divan’da kurbaka' (111, 122-16)
nın yanı sıra ‘kaplumbağa' anlamındaki miiniiz baka ile kar­
şılaşırız (münüz’ün daha Uygur döneminde ‘boynuz’ demek
olduğunu görüyoruz: Man. 1. 16. 12.). Kurbaka'daki kurun
‘kemer’ anlamına geldiğini biliyoruz. Türkçede ‘kemer bağa’
ya da ‘kemerli bağa’ biçiminde, aktarmalı bir anlatımla
oluşturulduğu anlaşılıyor.
Kaplumbağa'nm, münüz baka’mn yanı sıra Çağataycada
baka çanak ve taş baka adlarıyla anıldığına, ayrıca kabırçaklu
bağa biçiminin görüldüğüne tanık oluyoruz (bkz. Clauson).
Bugünkü Türk lehçelerinde görülen taşbaka (Kazak), taşbaka
(Özbek, Kırgız, Tatar), taşpaka (Uygur) gibi biçimlerinin de
kurbağa'da olduğu gibi aktarmalı bir anlatımla, kabuğunun
sertliğini yansıtacak biçimde adlandırıldığı anlaşılıyor. Bugün
Türkiye Tiirkçesindeki kaplumbağa ise Eski Anadolu Türk­
çesinde kablubaga (X1V-XVI. yüzyıllar, bkz. Tar. S. IV) bi­
çiminden dönmüş olup bu adlandırmada kap kavramından
yararlanan bir aktarma-söz konusudur; “Kabı olan bağa” bi­
çiminde oluşturulduğu görülüyor.
Sözcük tarihi çalışmalarının uluslar arasındaki ilişkilere
nasıl ışık tuttuğu konusunda şöyle bir örnek üzerinde du­
rulabilir: Türkçede bugün de kullandığımız filika, alabora, 14. İlalyancadan alınma sözcükler konusunda geniş bilgi için bkz. Kahanc-
pusula, acente, kambiyo, ciro, gazino gibi sözcükler İtal- Tietzc 1958; Kundakçı, 1978. 135-153.

25
24
sık geçmekte, atın o çağdaki önemi ve maddi kültür söz­
cüklerinin hangileri olduğu, sözvarlığı incelenince ortaya
çıkmaktadır (4.1.1. bölümüne bkz.).
2. SÖZVARLIĞININ İÇERDİĞİ ÖĞELER
Manevi kültür içine giren dinle, kutsal kavram vc kişilerle,
2.1. TEMEL SÖZVARLIĞI gelenek, göreneklerle ilgili sözcükler yine temel sözvarlığı
içinde düşünülmektedir. Köktürklcr döneminde Türklerin bağlı
Bir dilin sözvarlığının hangi öğelerden oluştuğu üzerinde
bulundukları Gökdini’nde (Şamanizm) yer, gök, su, ateş kutsal
durulurken ilk anılması gerekenler, temel sözvarlığı ya da
kavramlardı. O dönemin metinlerinde tenri ‘gök, Tanrı’, kök
çekirdek sözcükler adını verdiğimiz öğelerdir15. Bunun sınırı
‘gök ve mavi’, sub'su , yir ‘yer’ ve ot ‘ateş’ sözcükleri sık
çizilirken de insanın odak olarak alınması doğru olur: İnsanın
geçer. Hatta Bilge Kağan yazıtında ‘yukarıda Türk Tanrısı,
organları başta olmak üzere onun en doğal gereksinimlerini
Kutsal yeri, suyu şöylccc düzenlemiş” anlamındaki şu satırlar
karşılayan yemek, içmek, uyumak, gitmek, gelmek, almak, geçer: “Üze türk tenrisi ıduk yiri subı ança etmiş erinç” (doğu,
vermek... gibi kavramlar, ona en yakın kişileri gösteren ak­ 10). Türklerin yerleşik yaşama geçerek Gökdininin yanı sıra
rabalık adları, sayılar ve insanın maddi ve manevi kültürü içine Budizm, Hıristiyanlık, Manihcizm gibi dinleri kabul ettikleri
giren çeşitli kavramlar sayılabilir. Maddi kültür denince bilim Uygur döneminde bu dinlere ait terimler de dilde yer almıştır.
dilinde flora ve fauna adı altında toplanan değişik kavramlar Örneğin Gökdini’ne ait din adamı, büyücü niteliğindeki kam'm
da aynı çerçeve içine girmektedir. Flora, insanın çevresinde yanı sıra Budizmc ait vc Sanskrit’ten gelen bodisavat ya da
yer alan, onun yaşamıyla yakından ilgili bulunan bitkileri (bu bodhisatv ‘Buddha olacak kimse’, Sogdca’dan tamu ‘ce­
arada buğday, mısır, pirinç gibi, toplumun beslenmesini sağ­ hennem’, frişti ‘melek, elçi’ gibileri bu metinlerde görülür.
layanları) içermekte, fauna ise aynı çevrede bulunan ve in­ Ayrıca bu dinlerin kavramlarından birçoğu çevrilerek dile
sanların bir bölümünden yararlandıkları, özellikle tarım ve aktarılmıştır.
hayvancılıkta insanlara yarar sağlayan hayvanları gös­ Türklerin İslamlığı benimsemesinden sonra bu dinin kav­
termektedir. Kimi toplumlarda bu kavramların önemi ve değeri ramlarından büyük bir bölümü Arapçadan, olduğu gibi alınmış
başkalarına göre çok büyük ayrım gösterir. Örneğin tarım ve (Allah, Kuran, mümin, hac, ibadet...), bir bölümü ise Farsça
hayvancılıkla uğraşanları için öküz, sığır ne derece önem ta­ kanalıyla dile girmiştir. Örneğin namaz (Far. /nema:z), oruç
şıyorsa deniz kıyısında, balıkçılıkla geçinenler için balık o (<Far./ru: ze/), çeviri olarak aktarılan oruç tutmak (Far. / ru:ze
ölçüde önemlidir. da:ştcn/) gibi.
Köktürklcr döneminde daha çok hayvancılıkla geçinen Bugün Türkçede geniş bir yer tutan kalıp sözler (ilişki
Türklerin dilinde boğa, koyun, at, aygır, yılkı gibi sözcükler sözleri) incelenecek olursa bunların büyük ölçüde İslamlık
terminolojisinden, özellikle “Allah” kavramından yararlandığı
15. Aynı kavram için Alm. da Grundvvortschatz, İng. de basic vocabulary, görülür (Allahaısmarladık, Allah razı olsun, Allah lâyığını
Fr. da vocabulaire essentiel kullanılmakla, Alınancada ayrıca kalıt (miras)
sözcükler anlamına gelen Erbwörter terimine rastlanmaktadır. Bu konu için versin... gibi).
ayrıca bkz. Aksan, 1982: 19-21.

26 27
Bir dilin tarihi boyunca çok az. değişime uğrayan temel
sözvarlığı dışında kalan, somut vc soyul kavramları yansıtan
dilin başka sözcükleri dc vardır ki, bunlar da çağlar boyunca
değişebilir; yeni anlamlar kazanabilir; yitip unutulabilir. Ör­ 2.2. YABANCI SÖZCÜKLER
neğin Köktürk dönemindeki çok anlamlı kazganmak sözcüğü Bir toplumun, bir ulusun öteki toplamlarla hiçbir ilişki
o çağda ‘kazanmak, elde etmek, Iclhclmck’ anlamlarıyla kul­ kurmadan yaşamasına olanak yokken uluslar arasındaki ticaret,
lanılırken bugün kazanmak biçiminde, daha değişik kullanım siyaset, kültür vc sanat ilişkileri hemen dile yansımakta ve
yerleri olan bir öğe olmuş, ‘sıcaklık, hararet, ateş’, demek yeryüzündeki bütün dillerde, başka dillerden alınma öğeler
olan isig bugün ‘z.vr’ya dönüşmüş, “sevinmek” anlamına gelen bulunmakta, kimi zaman bunlar bir dili bütünüyle ya­
ögirmek, ‘bütün, tamamiyle’ demek olan tüketi belirteci yitip bancılaştıracak kadar artabil inektedir.
unutulmuştur. İlerideki bölümlerde görülecek olan birçok
sözcük, bu gerçeğin tanıklarıdır. Bir yabancı dilden alınan öğeleri iki bölümde incelemek
doğru olur: I) Sözcükbilimde alışılmış terimleriyle yerleşmiş
Zaman içinde dilde, toplumun gereksinimleri doğrultusunda yabancı sözcükler (Alm. Lehnvvort karşılığı), bir dilin ses
yeni sözcüksel birimler ortaya çıkar. En eski metinlerimizde eğilim ve kurallarına uymuş, yabancılığı artık belli olmayan
ön biçiminde yaşadığını gördüğümüz yer gösterme belirteci öğeler. Bunlar, yukarıda değindiğimiz Far. kaynaklı kösele,
ön, birçok türevinin yanı sıra günümüzde öncelik, öngörmek, çerçeve sözcüklerinin yanı sıra dı/var(<Far. divar), ka/ıp(<Ar.
önsezi, önsöz, ön incelleme, önyargı... gibi birçok yeni ku­ kâlib), surat (<Ar. suret), sandık (<Ar. sandûk), ortanca (<Holl.
ruluşlar içinde yer almıştır.
hortensia)... gibi öğelerdir.
Aşağıda işlenecek konular arasında bütün ses, biçim ve 2) Yerleşmemiş yabancı sözcükler (Mm. Fremdwort) olarak
anlam değişmeleriyle yeni türetmeler için pek çok örnek nitelediğimiz örnekler ise dilin ses eğilim vc kurallarına uy­
verilecektir.
mayan, yabancılığını hemen belli eden, Türkçedeki oksijen,
lokomotif, devalüasyon gibileridir.
İlişkide bulunulan bir yabancı dilden gelen öğeler kimi
zaman değişik kavram alanlarından, değişik kanallardan dile
girmekte, çeşitli bileşimler içinde kendini belli etmektedir.
Örneğin Türkçede bir yabancı sözcük olarak tek başına kul­
lanılmayan Far./pa:/ (ya da (pa:y/) sözcüğü ‘ayak’ anlamına
gelmekte vc birbiriylc ilgili bulunmayan birçok öğenin içinde
yer almaktadır. Bugün dilimizde pabuç biçiminde gelen sözcük
(pa:/ ile ‘örten’ anlamındaki /bu:s/ sözcüklerinin birleşimiyle
‘ayak örten’ demek olan /pa:bu:s/tan değişmedir. Sehpa ise

28 29
yine Farsçada ‘üç' anlamına gelen /seh/ (ya da si) ile/pa:/’dan
oluşmuştur; ‘üç ayaklı’ demektir. Bir ülkenin başkentini anla­
tan payitaht da ‘tahtın ayağı' demek olan, yine aynı sözcükle
kurulmuş bir tamlamadır. Avrupaya Hindustani dilinden giren,
İngilizceye, oradan Fransızcaya, Fransızcadan da dilimize geçen 2.3. DEYİMLER
pijama sözcüğünün kökeninde yine /pa:/ (ya da pa:y) sözcüğünü Bir dildeki deyimler de sözvarlığı içinde yer alır; dili ko­
buluyoruz. nuşan toplumun anlatımdaki gücünü ve başarısını, benzetmeye,
Başka bir dilden alınan yabancı sözcükler de, biçim de­ nükteye olan eğilimini ortaya koyan önemli öğelerdir. Deyimler
ğişikliğinin yanı sıra anlamca değişikliklere de uğrar. Örneğin kimi zaman yüzyıllar boyunca hiç değişmeden, kimi zaman
dilimizde yalnız, sahne ve perde sanatçıları için kulandan artist sözcüklerinde yenilenmelerle yaşamakta, yeni deyimler de
sözcüğü, alındığı dilde (Fr. da, artiste) her tür sanatçıyı anlatır; aktarabilmektedir. Bundan aşağı yukarı 1300 yıl önce kul­
bir ressam, bir yontucu, bir müzisyen artisttir. Türkçede yal­ lanıldığını Köktürk yazıtlarından bildiğimiz ‘(birinin) sözünü
nızca ‘nikâhsız kadın eş’ anlamı görülen metres’in (Fr. da kırmamak’ anlamına gelen deyim o çağda ‘söz’ demek olan,
maîtresse) alındığı dilde eril biçimi olan maître’in ‘buyruk bugün sav biçiminde geçen sab ile kurulmuştu: “Menin sa­
veren, yöneten, hizmet edenleri bulunan, efendi, usta, kalfa bimin’ sımadı” ('benim sözümü kırmadı' Kültigin, güney I 1).
patron’... gibi anlamlarının hemen bütününü taşıdığı, bizdeki Bugün gönlüne göre, gönlünce biçi m i nde kul I and iği m ı z an I at ı m
anlamının yanı sıra Fr..da ‘bayan öğretmen’ demek olduğu biçimi de o zaman ayniyle geçmekteydi: “Kıyımg könlünçe
görülür. Aynı biçimde, Fransızcada ‘kumaş parçası, paçavra, ay. ben sana ne ayayın tidi” ('Cezayı gönlünce ver, ben sana
kadın giyim kuşamı’ anlamlarına gelen chiffon Türkçeyc gi­ ne diyeyim dedi’; Tonyukuk I, Kuzey 8). Türkçenin bu en eski
rince ‘ipek iplikle dokunmuş kumaş, tül’ anlamında kullanılır kaynaklarında adı sanı yok olmak ("atı küsi yok bolmak”
olmuştur. Bu örnekleri, Ar., Far. gibi dillerden alınan pek çok deyimi geçiyor (Kültigin, doğu 25), ayrıca, bugün yaşamayan
sözcükle, kolayca artırabiliriz. ödine küni tegmek ‘ödüne haset girmek’ (Bilge Kağan, doğu
29-30), adak kamşatmak ‘ayağı sendelemek’ (Kültigin, kuzey
7) gibi deyimler kullanılıyordu.
Daha sonraki dönemlerde, bugün kullandığımız deyimlerin
ya olduğu gibi, ya da pek az değişik olarak geçtiği gö­
rülmektedir. Örneğin Eski Anadolu Türkçesinde, XIII. yüzyıla
ait Çarhname’de bugün aklını başına toplamak biçiminde
söylediğimiz deyim ögüni (yada ussunu) başıma der! olarak
görülmekte, XIV. - XV. yüzyıla ait Hassan adlı şairin şi­
irlerinde ögüni devşür- biçiminde geçmekteydi (bkz. Canpolat,
1973: 43).

30 31
Deyimlerin ne denli bizden, ne ölçüde bizim öz. malımız
olduğunu anlamak için başka Türk lehçelerine de bakmak
gerekir. Bugün Türkiye Türkçe'sinden oldukça uzaklaşmış
2.4. ATASÖZLERİ
bulunan Kazak lehçesine bakarsanız "qız.ım sağan söyleyin
kelinim sen tında" (‘kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla Bir dilin sözvarlığı içinde yer alan atasözleri bir toplumun
|işit|’) deyiminin yaşadığına tanık oluruz.Türkmen lehçesinde bilgeliğini, deneyimlerini, dünya görüşünü ve anlatım gücünü
aynı deyimi 'gizini sana aydyan, gelnim sen eşit' biçiminde yansıtan, yüzyıllarca yaşayabilen sözlerdir. Hiç değişmeden
buluruz. Kazakislandan Kazan’a atlarsak bugünkü kaşığıyla kuşaktan kuşağa aktarılabildiği gibi değişikliklere dc uğrar,
verip sapıyla göz çıkarmak deyiminin "kaşığı bilen bire, sabi unutulup yitebilir. XI. yüzyılda. Divan‘da (II, 53) geçtiğini
bilen kiiz.ni cıgara" sözleriyle geçtiğini. Balkanlara, Dobrııca ya gördüğümüz “tag tagka kavuşmas, kişi kişiye kavuşur"bugün
uzanınca da "kaşıgıman aş berer, sabıman Kuz şıgartr" biçi­ dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur biçiminde yaygın
bir atasözümüzdür. Tıpkı, deyimlerde olduğu gibi atasözleri
minde aynı deyimin karşımıza çıktığını görürüz.
de aynı dilin değişik lehçelerinde yaşamını sürdürmekte,
Her dilde, somutlaştırma adını verdiğimiz anlam olayına, böylecc bir ulusun, değişik lehçeleriyle aynı dilin öz malı
anlatım biçimine uyan deyimler vardır. Türkçenin bu yoldan olduğunu göstermektedir. Örneğin "gülme dostuna gelir ba­
yararlanarak anlatımı zor, ayrıntı sayılabilecek durum ve şına" atasözümüzü bugün 'Türkiye Türkçcsinden çok uzak­
olayları çok ince benzetmelere yer vererek, adeta sahneye laşmış olan Kazak lehçesinde hemen hiç değişmeden kalmış
koyarak dile getiren bir dil olduğunu görüyoruz. Yazı dilimizde biçimiyle buluyoruz: “Külme dosuna, keler basına” (Aman-
6 bine yaklaşan, bölge ağızlarında 5500 dolayında olan de­ jolov, 1994:5). "Adam alası işinde, mal alası sırtında” bi­
yimlerimizin büyük bir bölümü böylccc ince, somut vc dikkati çiminde, aynı lehçede yaşadığım gördüğümüz (a.y.) söz ise
çeken bir anlatıma ulaşmıştır. Bir pire için yorgan yakmak, bizim "İnsanın alacası içinde, hayvanın alacası dışında sö­
öküz, altında buzağı aramak, ala el. ite ot vermek, saçını sü­ zümüzden başkası değildir. Yine bizim "İt ürür kervan yürür”
pürge etmek, biti kanlanmak, aba alımdan sopa göstermek, atasözümüz bugünkü Kazakçada "İt üredi, kenven köşedi”
iğneyle kuyu kazmak bu türden yüzlerce örneğin ancak bir biçiminde karşımıza çıkıyor (Yüce, 1991:395). Bu örnekleri
değişik lehçelerden birçok atasözüyle, kolaylıkla artırabiliriz.
kaçıdır16.
Anadolu ağızlarında ise bir bölümü eski, unutulmuş olanlardan
kalma, bir bölümü ise doğrudan doğruya bölgeye özgü çok
çeşitli atasözlerini buluyoruz. Örneğin Alanya’dan derlenen
vc karın doymadan sevginin olamayacağını anlatan “seviş,
gevişten gelir" ya da İsparta yöresinden “Geçinmcycnc dokuz
koca, okumayana dokuz hoca az gelir” gibi atasözleri, ağızlara
özgü, çok ilginç sözlerdendir17.

17. Bu örnek ve başkaları için bkz. Aksan, 1993: 146-155.


16. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Aksan. 1993: 89-114.

32 33
2.5. İLİŞKİ SÖZLERİ (KALIP SÖZLER) 2.6. KALIPLAŞMIŞ SÖZLER
Sözvarlığı içinde yer alan bu öğeler, bir toplumun bireyleri Her dilde rastlanan kalıplaşmış sözler, ünlü kişilerin, hü­
arasındaki ilişkiler sırasında kullanılması âdet olan birtakım kümdarların, düşünürlerin, sanatçıların belli bir durumda, belli
sözlerdir. Sabahleyin karşılaşıldığında söylenen günaydın'dan bir olay dolayısıyla söyledikleri, evrenselleşmiş sözlerdir. Bir
başlayarak bir toplumda değişik durumlarda söylenmesi gerekli dilin sözvarlığında ya özgün biçimiyle, ya da çoğu zaman
hale gelmiş olan afiyet olsun, affedersiniz, güle güle gibi, hatta olduğu gibi çevrilerek yerleşmiş durumda görülür. .1. Caesar’ın
Türkierde yeni bir ev alan ya da yeni bir eve taşınan kimselere "Sen de mi Brutus”, Sinoplu Diogenes’in "Gölge etme, başka
söylenen güle güle oturun gibi kalıp sözler, bir toplumun ihsan istcmez(m)" biçiminde Türkçede de kullanılan ka­
kültürünün ayrılmaz bir parçası kabul edilmektedir. Avrupa lıplaşmış sözleri çeviri yoluyla aktarılmıştır. Bunlardan
Konseyi, bir dilin toplumsal-kültürel kullanımıyla ilgili bu gibi İkincisi, Diogenes’in Büyük İskender’e söylediği ve çeşitli
öğelere, yabancı dil öğretiminde kılavuz niteliği taşıyan ve dillerde değişik biçimlerde kullanılan bir sözdür (Örneğin Fr.
değişik dillerde ‘eşik’ anlamına gelen bir adla yayımladığı da tu t’ötes de ınon solcil, Alın, da Geh'mir aus der Sonnc).
kitapta önemli bir yer vermiştir18. Bugün herhangi bir yabancı Bizdeki biçimi, Tanzimat yazarı Âlî Bey’in ölçülü olarak ak­
dilin öğretiminde bu isteğini dile getirme, teşekkür etme, takdir tardığı biçimidir.
etme, değerlendirme, özür dileme, anlamadığını belirtme, rica
Shakcspeare’in ünlü Hamlet yapıtında geçen "(o bc or not
etme., gibi çeşitli amaçlar, değişik kategoriler içinde ele
to be, that is the question" sözü, çoğu dildc-özellikle ilk bö­
alınmaktadır.
lümüyle - özgün biçiminde kullanılmaktadır.
“TürkiyeTürkçesi” bölümünde uzun uzadıya değineceğimiz
gibi, bugün dilimiz ilişki sözleri açısından büyük bir zenginlik
göstermektedir. İnsan ilişkilerinin başka başka durumlarında
doğrudan doğruya Türkçeye özgü kalıp sözler kullanılmakta,
bunlar Türk kültürünün bir çok yönüne ışık tutmaktadır.

18. Bu yapıtın Almancası “Köntaklschvvellc, Deutsch als Fremdsprache”


adıyla Strasboıırg’da, 1980'de yayımlanmıştır.

35
34
2.7. TERİMLER
Her dilde, fizik, matematik, felsefe ve toplumbilim gibi bilim
dallarından sahne sanatlarına, mimariden kuyumculuk, ma­
rangozluk gibi zanaatlere kadar uzanan geniş bir çerçeve içinde
yer alan, bu dallara ait kavramların oluşturduğu bir terim
sözvarlığı bulunur. Atom, molekül, aliminyum, bakteri nasıl,
bir terim olarak kabul edilirse, dişçilikteki dolgu, köprü, mü­
zikteki soprano, alto, marangozluktaki diş de aynı biçimde birer
terimdir. Terimlerin dile getirdikleri kavramlar, nesneler yaygın
bir kullanım alanına kavuşur, genelleşirse terimler de yavaş
yavaş terim olma niteliklerini yetirir. Örneğin, radyo, telefon,
Bu şemada görülebileceği gibi alan sözvarlığı, bir bölüm
bugün için günlük yaşamın birer kavramı olarak terim sa­
öğelerini genel sözvarlığından almakta, bir bölümünü ise onun
yılamaz. Ancak elektronik alanını kapsayan bir sözlükte yine
dışına taşarak kendi kavramlarıyla, yeni öğeler olarak oluş­
terim olarak yer alır.
turmaktadır. Şemada örnek olarak verilen dilbilim, spor, ulaşım
Bir ülkede bilim, teknik, sanat ve zanaat dalları ne ölçüde işleri, tıp alanlarında da aynı durum sözkonusudur. Eğer
gelişip bu dallarda yapıtlar verilirse o ülkenin dilindeki terim Türkçedeki spor terimlerine bir göz atacak olursak Türklerin
sözvarlığı da o ölçüde gelişir ve genişler. ata sporu olan güreş terimlerinden bir bölümünün deyim bi­
çiminde genel dile yerleştiğini, buna karşılık yeni sayılabilecek
Sözcükbilimdc alan dili (Alm. Fachsprachc) adını taşıyan,
olan basketbolden genel dile geçen, genelleşen terimlerin
bilim, teknik, sanat vc zanaat alanlarının terimlerinden oluşan
bulunmadığım görürüz. Türkçedeki başa güreşmek, kaçak
sözvarlığıyla onun genel dilde ilişkileri üzerinde birçok ça­
güreşmek, minderden kaçmak, kündeye gelmek, büyük olasılıkla
lışma gerçekleştirilmiştir. Örneğin Kurt Baldinger’in mey­
hodri meydan gibi deyimler güreş sporunun genel dile yansıyan
dana getirdiği şema (Resim 1), genel dilin sözvarlığıyla uz­
öğeleridir. İstanbul ağzında geçen kaç kündeden kurtulmuş ‘pek
manlık alanı sözvarlığı arasındaki ilgiyi şöylccc
çok sıkıntılı durumu atlatmış, çok deneyim kazanmış ’ deyimi
göstermektedir19:
de bunlara eklenebilir. Yurdumuzda daha yeni bir spor dalı olan
bokstan da havlu atmak deyimi vc nakavt (İng. knock ouf)
sözcüğü genel dilin malı olmuştur.
19. Bu konuda bkz. K. Hellcr. 1981:218-19.

36 37
Her ülkede belli meslek, uğraş gruplarının, belli bir din ya
da mezhep mensuplarının, kadın ve erkek cinslerinin, yaş
gruplarının kendi aralarında, konuşmalarında kullandıkları özel
terimler vardır. Dilbilimde sosyolekt adı verilen (social ve 2.8. ÇEVİRİ SÖZCÜKLER
dialcct sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmuştur) bu öğeler tıpkı Diller arasındaki alışverişlerde en geniş yer tutan öğeler,
alan terimlerinde olduğu gibi yaygınlaşarak dilin genel çevrimi sözcüklerdir. Ancak, bir başka dille ilişkide bulunan bir dil
içine girebilir. Örneğin şoförlerin dilinden genel dile geçerek kimi zaman bu sözcüklerin dışındaki kimi öğeleri, halta ku­
yerleşen gazlamak, sollamak, ördek 'yoldan alman yolcu’ ve ralları da alabilmekte, bu etkilenme, ilişkinin ölçüsüyle doğru
ne yazar? gibi bir kullanımla yazmak eyleminin yeni bir anlam orantılı olmaktadır.
kazanması bu türden öğelerdendir. Baldinger’in şemasında
Bir dile giren yabancı sözcüklerin yanı sıra, kavramların
görüldüğü gibi,Türkçede de alan terimlerinin bir bölümü genel
aktarılması yoluyla dile yerleşen çeviri sözcüklerde vardır (İng.
dildeki sözcüklerden alınmakta, alan içinde kimi zaman yeni
translation loan words, Alm. Lehnübersetzungen). Bu söz­
bir anlamla kullanılmaktadır. “Genel anlaşılabilirlik” niteliği
cükleri 1) tam çeviri 2) yan çeviri, 3) bağımsız çeviri sözcükler
taşıyan köprü (dişçilik), bunama, kanama (tıp), kale (futbol
ve 4) anlamı etkilenenler olmak üzere dörde ayırıyoruz20.
ve kimi oyunlar), havalandırma (teknik) gibileri, bunlardan
ancak birkaçıdır. Türkçenin tarihi incelendiğinde, Uygur dönemindeki kimi
çeviri öğeler bir yana ' Takılacak olursa en çok çeviri öğenin
İslamiyetin Türklerce kabulünden sonra Arapça ve Farsçadan
aktarılarak dile yerleştiği, bunların arasında terimler, deyimler,
atasözleri vc kalıp sözlerin de bulunduğu görülür. Aşağıda
değineceğimiz gibi, özellikle Tanzimat’tan sonra Fransızcadan,
II. Cihan Savaşından sonra da İngilizceden pek çok çeviri
öğenin dilde yerleştiğini söylemeliyiz.
Türkçenin çok uzun bir süre yakın ilişkide bulunduğu
Farsçadan alınan pek çok öğe içinde birkaçını burada göstermek
istiyoruz:
Tam çeviri olarak yüz suyu tamlaması ve yüz suyu dökmek
deyimi (Far. . w ve r’A/j-, öl), yan çeviri olarak gam
yemek (Far.f-) _?■> 2), galip gelmek (■">,j<JU) gösterilebilir.21

20. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Aksan, 1962: 207-273.


21. Bu öğeler üzerinde geniş bilgi için bkz. a.y.

38
39
13u öğelerden görüleceği gibi, tam çevirilerde tamlamanın, kökenli olup -bu dilde ve belle daıne biçimiyle, I ransızcada
deyimin her bir öğesi, dilde aynı anlama gelen bir sözcükle ‘güzel bayan’ anlamına gelmektedir. Türkçede belladon un
karşılanmakta, yarı çevirilerde ise bir ya da birden çok öğe yanında, geçen yüzyılın sonlarından beri değişik kaynaklarda
(gam ve galip’le olduğu gibi) alınmakta, öteki ya da ötekiler güzel hatun ve özellikle giizelavrat (otu) biçiminde görülen bu
çevrilmektedir. İslamiyetin kabulünden sonraki döneme ait öğenin de çeviri olduğu göze çarpıyor. Bugün de baharat sa­
Kutadgu Bilig’dc geçen tenri ‘azze vece//e(l2, 10,, 17 başlık), tıcılarında hâlâ giizelavratotu adı kullanılıyor. 1 ıpkı bu örnek
doğrudan doğruya Arapçadaki ( *i) ile Farsçadaki gibi, değişik dillerde ‘beni unutma’ anlamına gelen çiçeğin
biçiminden aktarılan yarı çeviri örneklerindendir. Türkçesinin de unutmabeni biçiminde, Almancasından (Vcr-
Dinsel, bilimsel metinlerde, edebiyat ve sanat kavramlarında gissmeinnicht) aktarıldığı anlaşılıyor22.
Arapça ve Farsçadan Türkçeye aktarılan daha yüzlerce örnek Bağımsız çeviri olarak da, dikkati çeken bir örnek üzerinde
gösterilebilir. Özellikle, Türklerin yerleşmelerinden sonra
duralım: Fransızcada chcf-d'oeııvre ‘baş yapıt’ bileşik sözcüğü
Anadoluda yeni bir yazı dili kurulurken yazarlar, çevirmenler çok eskidir; XIII. yüzyıldan beri kullanılıyor. XX. yüzyılın
pek çok öğeyi böylece dile kazandırmışlardır. Ar. beni adem başlarında bu öğenin de Ar. dan alınan eser ve Far. şah söz­
(ç>ı\yö Türkçeye adem oğlanı biçiminde aktarılmış (Örneğin cüklerinden kurulan ve ne Ar. da, ne de Far. da kullanılan
S. Olcay, Tezk. Evliya İ25a), Farsçadaki eser korden şaheser öğesiyle karşılandığını görüyoruz. Uzun süre dilde
’iz bırakmak, tesir etmek’) Türkçeye eser etmek olarak çev­ yer alan bu “vasf-ı terkibi”nin yanı sıra bugün başyapıt kul­
rilmiştir (XV. yz., Necati’de, bkz. Mazıoğlu, 1961: 367). lanılmaktadır ki, onun da eskisinden bağımsız çeviriyle ak­
Kur’an çevirilerinde bu türden pek çok örneğe rastlanır. tarıldığı anlaşılıyor23.
Örneğin XV. yüzyıl başlarına ait bir Kur’an çevirisinde,
Kitle iletişim organlarının insan yaşamında çok önemli bir
aşağıda gösterdiklerimiz dışında, daha birçok öğeyle kar­ yer tuttuğu günümüzde, bir ülkede ortaya çıkan bir kavram bir
şılaşıyoruz: Yavuz yalan 'iftira’ (Topaloğlu 1976: 166 b-1), gün içinde çeviri yoluyla birçok dile birden girebilmekte, ça­
aru avrat ‘iffetli kadın’ (a.y. 16 a-9), esenleşmek ‘selamlaşmak, bucak yerleşebilmektedir. Böylece birçok dilde, birbirine koşut
hatır sormak’ (a.y. 122 a-3)... gibi. anlatım biçimleri, kalıplar ve tamlamalar bel iri vermekledir.
Eski Anadolu Türkçcsi incelenirken değinileceği gibi, bu İkinci Cihan Savaşı sırasında ve sonrasında yazılı basının yanı
dönemde Türkçeye yerleşen yaradan (<Ar. r,. karşılığı), sıra radyo bu konuda önemli bir rol oynamış, televizyonun
yaradılmış (<Ar., Jy karşılığı) gibi öğelerin yanı sıra tıp, yaygınlaşması ve Türkiyede yerleşmesi her gün yeni kav­
edebiyat, teknik konularıyla ilgili bir çok terimle de kar­ ramların Türkçede anlatım bulmasına yol açmıştır. Bilim,
şılaşılmaktadır. teknik ve sanattaki gelişmeler de yeni kavramların dile ak­
tarılmasında önemli bir etken olmuştur.
Daha sonraki dönemlere geldiğimizde, yabancı dillerle
ilişkilerin arttığı her çağda bu türden sözlerin de fazlalaştığı
22. Bu son örnekler için de bkz. Aksan, 1962: 207-273.
görülmektedir: Tıpta kullanılan belladonna bitkisi İtalyanca
23. Bkz. a.y.

40 41
İkinci Cihan Savaşı yla birlikte ortaya çıkan silâhsızlanma
(Alm. Abrüstung, İng. desarmament, Fr. desarmement), Zirve
Konferansı (Alm. Gipfelkonferenz, İng. sommit Conference,
Fr. Conference atı Sonımet), müşterek (ortak) pazar (Alm. 3. TÜRKÇENİN SÖZVARLIĞI
gemeinsamer Markı, İng. common market, Fr. marehe commun) 3.1. TÜRKÇENİN SÖZVARLIĞININ TEMEL Nİ­
gibi kavramlar Avrupa dilerindeki karşılıklarıyla koşut olan TELİKLERİ
birçok çeviri öğeyi Türkçeye taşımıştır. Daha sonraki yıllarda
Eğer elimizdeki en eski dil ürünleri olan Köktürk ya­
hava korsanı, uzay mekiği, İnsanî yardım, kredi kartı, çifte
zıtlarından başlayarak Türkçenin sözvarlığı incelenecek olursa,
standart, sokaktaki adam, yeşil ışık yakmak... gibi yüzlerce
aşağıda, örnekleriyle ayrı ayrı ele alınacak olan şu nitelikleri
çeviri öğe dile yerleşmiştir. Yabancı dillerdeki karşılıklarının saptamaktayız24:
etkisiyle dalga, zirve, çevre, yıldız, gibi Türkçe sözcükler yeni
anlamlar kazanmıştır. Banka'nın kan bankası, göz bankası, I. Türkçenin yapısından gelen güçlü türetme vc birleştirme
organ bankası gibi kullanımları da hep yabancı etkiyle ol­ yeteneği, ona somut ve soyut, çeşitli kavramları kolaylıkla
muştur. oluşturma, ayrıntılara inen bir kavramlaştırma gücü vermiştir.
Bu güç, en eski kaynaklarımız olan Köktürk metinlerinden
Özellikle son 20-30 yılda, İngilizcenin bütün dünyada artan bugüne, hiç eksilmeden süregelmektedir.
etkisi kendini Türkçede de göstermiş, televizyonun yay­
2. Türkler, değişik toplumlarla kurdukları ilişkiler sırasında
gınlaşması, televizyon filmlerinin çevirisinde kimi zaman
yabancı etkiye büyük ölçüde kapılarını açmış, çoğu zaman
özensiz davranılması birtakım anlatım kalıplarının da
yabancı öğeleri kendi öz sözcüklerine yeğlemişlerdir. Bunun
Türkçede başka yollardan ani atı labi İdi ği halde - dile yer­
sonucunda birçok yerli öğenin kaybolup unutularak ya­
leşmesine neden olmuştur. Örneğin özel sözcüğünün “Sen onun bancılarının yerleştiği görülmüştür.
için çok özelsin” (<İng. yon are very special for hini) olarak
kullanılışı, kendine iyi bak! (<İng. look after yourself), yardım 3. Kavramlaştırma sırasında Türkçe en çok somut nesnelere,
edin (Türkçede imdat! kullanılırken İng. help’ten çeviri), bir doğaya dayanmakta, böylcce kavramları daha canlı olarak dile
şans daha vermek (<İng. to give one mone chance) gibi pek getirmektedir.
çok örnek burada gösterilebilir. Türkçede eşim iyi yemek pişirir 4. Türkçede ikilemelerin kullanılışı, anlatıma güç veren bir
gibi bir anlatım biçimi varken İngilizccdckinin sözcüğü yol olarak çok yaygındır. Bu nitelik ona, tek tek sözcüklerin
sözcüğüne çevrilmesiyle (my vvifc is a good cook’tan) karım yanı sıra ayrı bir “kalıplaşmış öğelerden oluşmuş sözvarlığı”
iyi bir aşçıdır gibi melez bir anlatım bu film çevirilerinde yer kazandırmıştır. Eşanlamlılarla kurulmuş ikilemelerin unutulan
almaktadır. öğeleri ikilemelerde yaşamlarını sürdürmektedir.

24. Burada belirlenen nitelikler, Türkçenin sözcük anlambilimi açısından gös­


terdiği özelliklerle büyük bir koşutluk sergilemektedir. Anlambilim açı­
sından Türkçenin nitelikleri için bkz. Aksan, 1989: 1-6; aynı yazının
Türkçesi: Aksan, 1990: 5-11.

42 43
5. Daha Köktürkçc döneminde Türkçe sözcüklerin geniş
bir çokanlamlılık gösterdikleri göze çarpmakta, bu durum, dilin
bir yazı dili olarak çok daha eskilere uzandığına tanıklık et­
mektedir. 3.1.1. TÜRETME GÜCÜ VE EĞİLİMİ

6. En eski belgelerde bile eşanlamlıların sayıca çokluğu Bilindiği gibi Türkçe, yapı bakımından bağlantılı (İng.
dikkati çekmekte, asıl ilginç olan, bunların bir bölümünü, agglutinative) bir dil olarak hiç değişmeyen bir köke pek çok
birbirine anlamca çok yakın eşanlamlılar oluşturmaktadır. sonekin (yalnızca seneklerin) art arda eklenmesiyle çok çeşitli,
ayrıntılara inebilen kavramlar oluşturabilen bir dildir. İlk yazılı
7. Bugün Türkiye Türkçesi yazı dilinde unutulmuş, yi­
ürünlerinden bu yana Türkçenin sözvarlığı incelenecek olursa
tirilmiş birçok öğe -başka dillerde de benzerleri görüldüğü ad vc eylem köklerinin bu türetme gücünden yararlanarak ne
gibi- Türkçenin değişik lehçelerinde vc bugünkü Anadolu ölçüde geniş sözcük aileleri (Alın. Worifanıilien) ortaya koy­
ağızlarında yaşamlarını sürdürmektedir. dukları görülür. Bu özellik Türkçenin her evresinde, her leh­
Şimdi bu niteliklere ayrı ayrı değinelim: çesinde ve bugünkü Türkiye 'Türkçesindc kendini gösterir.
Türkçenin Gücü adlı kitabımızda (1993: 24-30) bugün siir-
kökünden yüze yakın sözcüğün, gör- kökünden ise 75 sözcüğün
türeyerek geniş birer sözcük ailesi oluşturduğunu belirtmeye
çalışmıştık.
Türkçenin bağlantı diye nitelenen özelliği, birden çok
sözcüğü birleştirme yolunu da kapsamakta, ağaçkakan, bil­
gisayar, çöpçatan, delikanlı, sacayağı, beşibiryerde gibi yeni
birimler, bileşik sözcükler dc yapılabilmekte, böylccc, kavram
laştırma da geniş bir boyut kazanabilmektedir.
Tükçcnin tarih boyunca belirgin olan bu türetme özelliğine
yer vermeden önce bugün Türkiye Türkçe'sindeki bir sözcük
ailesini (I. döküm) göstermek, sonra tarihsel dönemlerden
örnekler vermek isliyoruz:
I. (ut- tulum —> tutumlu, tutumluluk. tutumsuz,
tutumsuzluk
(utku —» tutkulu
tutu —> (Ululu
tutucu —> tutuculuk

44 45
tuluk —> tutukevi, tutuklama 2. tutuklamak
tutuklu, tutuksuz, 3. tutuklanmak kazanmıştır. 65 ayrı sözcükse! birimi içeren yukarıdaki dö­
kümden görüleceği gibi, bir tek tut- kökünden, bir bölümü
tutukluluk, tutuksuzluk tutuklanmaz
tutmaç, tutu, tutuk, tutsak, tutak... gibi çok eskilere, yüzyıllar
tutma tutuklanış
öncesine uzanan, bir bölümü ise tutanak (<Ar. /mazbata/),
tutaç 4. tutuklatmak
tutuklu (<Ar. mevkuf, mevkufçu/) gibi, özleştirme sırasında
tutak tutuklatma
türetilen pek çok adsoylu öğe bugünkü yazı dilimizde ya­
tutam, 5. tutamlamak
şamaktadır. Bunların yanı sıra aynı adlar ya da ad soylu
tutamaç
öğelerden tutuklamak, tutuklanmak, tutuklatmak, tutamlamak,
tutamak, tutamaksız tutuşmak, tutuşturmak, tutkallamak, tutturmak, tutulmak... gibi
tutanak değişik çatılı eylemler ve bunların türevleri meydana gel­
tutar, tutarlı, tutarsız, tutarlılık, tutarsızlık miştir.
tutarak
Bugün Türkiye Türkçesinde tüketmek, tükenmek eylemleriyle
tuturuk
Dil Devriminden sonra dile giren tüketim, tüketici sözcüklerinde
tutuş
yaşayan tük- kökü, dilin eski dönemlerinde incelenecek olursa
6. tutuşmak, tutuşma, tutuşturma, 7. tutuşturmak
geniş bir sözcük ailesiyle karşılaşılır: Köktürk yazıtlarında
tutkun, tutkunluk
tüketi ‘bütünüyle, baştan sona’ (örn. K. Tigin, Güney I) an­
tutsak, tutsaklık
lamıyla geçen sözcüğün yanı sıra Uygur metinlerinde tüke-
tutmaç
‘sona ermek, yetmek, tükenmek’ (Altun Y. 6), tükegü ‘bilme,
tutkal 8. tutkallamak, tutkallama tükenme’ (Alt. Gr.), tükel ‘bütünüyle, eksiksiz’ ('İT IV. 8,75),
tutkallı, tutkalsrz tükellig ‘bütünüyle, eksiksiz’ (Altun Y. 52-5-30), tüket- ‘bi­
9. tutturmak - tutturaç, tirmek, tüketmek’ (Altun Y. 7,5) sözcüklerine rastlanmaktadır.
tutturma, tutturmalık A. von Gabain ayrıca tükün- ‘tamamlanmak’ eylemini gös­
tutturuş termektedir (Alt. Gr.). Kitabımızın bundan sonraki bö­
10.tutulmak - tutulma lümlerinde bu türden, daha birçok örnek bulacaksınız.
tutulum
11.tutunmak - tutunma
13u döküm incelenince ilginç gelişmelerle, aynı kökten
yepyeni gövdelerin türemesiyle karşı karşıya olduğumuz an­
laşılır. Bunlara değinmeden önce hemen belirtelim ki, bugün
kullandığımız dudak sözcüğü de aynı kökün türevi olup
(<tut-ak) bir ötümlüleşme sonucunda bugünkü ses yapısını

46 47
bulunmakta, sözcüğün ‘hastalık* anlamının yine var olduğu
anlaşılmaktadır27. Nitekim bugünkü Anadolu ağızlarına bak­
tığımız zaman /"'in yine geçtiğini ('hastalık, dert’ anlamında,
3.1.2. YABANCI ETKİYE KARŞI DURAMAYAN,
Ermenek’ten derlenmiş, bkz. Deri. S. VII), ayrıca iğdir ve
UNUTULAN ESKİ SÖZCÜKLER
iğdiş'in ‘hastalıklı,cılız’ anlamına geldiğini, /^eze'nin ‘süreğen
Yukarıda, kavramlaştırma gücünü belirttiğimiz Türkçe, hastalıklı kimse’ iğilemek'in ‘zayıf, cılız kalmak’ demek ol­
geniş sözvarliğinin bir bölümünü, yabancı etkiye büyük ölçüde duğunu, iğlek'in ‘zayıf, güçsüz, hastalıklı’, iğlemek'm ‘za­
kapılarını açma ve yabancı sözcükleri yeğleme sonucunda yıflamak’, ‘eziyet çekerek hastalanmak, verem olmak’ an­
yitirmiştir25. Aşağıda, bu yetirilen öğelerden bir bölümünü lamlarına geldiğini, /g//’nin zayıf, hastalıklı insanları
inceleyeceğiz: anlattığını, ayrıca bitkiler için de iğli, iğlik sözcüklerinin
Türkçede bugün hasta, hastalık, ilâç, tedavi, hekim, eczacı kullanıldığım görüyoruz (bkz. Deri. S. VII).
gibi yabancı sözcüklerle dile getirilen kavramlar eski dö­ “Hastalık “ kavramını karşılayan bir başka sözcük de
nemlerde vc değişik lehçelerin konuşulduğu topraklarda dilin kenfdir. Daha Uygur döneminde geçen (UII 42,7,TTVII,38)
kendi sözcükleriyle anlatım buluyordu. sözcük Karahanlı Türkçesinde de karşımıza çıkmaktaydı (Div.
I, 339-19, II. 363-20 Kut. Bil. 1057, 2895, 3874).
Daha Uygur metinlerinde “hastalık” kavramı için Türkçe
/gsözcüğü kullanılıyor (Altun Y. 614,4),“hasta” için iglig(YT “İlaç” kavramını karşılamak üzere iki ayrı sözcük kul­
III, 12, Altun Y. 585, 13), “sağlam, hastalıksız” anlamında ise lanılmaktaydı: ‘İlaç’ anlamına gelen ot sözcüğü Türkçede hem
igsiz (a.y. 191. 23, 196-19) sözcüklerine rastlanıyordu. “Has­ çok eski, hem de çok yaygındır. Uygur metinlerinde (Örn.
talanmak” anlamında iğle- eylemi vardı (a.y. 156. 3). Karahanlı Hsüen Tsang X.988, Altım Y. III. 156) geçen sözcük Karahanlı
Türkçesinde /"yine “hastalık” demekti (Div. 1,48-19, 296-7), döneminde ‘ilâç’ ve ‘zehir’ anlamlarında karşımıza çıkıyordu
iğle- in yanı sıra iglel- ‘hasta olmak’ (a.y. I, 269), igleş- (Div. 1.35-7,11,72-20; Kut. Bil. 1061,1199 vb.). Eski Anadolu
‘hastalanmak’ (a.y. I, 241), iglel- ‘hasta el-' (I, 266) eylemleri Türkçesinde ot yaşıyordu; ayrıca çeşitli türevleri de gö­
kullanılıyordu26. rülmekteydi:

Eski Anadolu Türkçesine gelindiğinde ig biçiminde kar­ “Bu kez sayru oldun, olla şifa verdiik” (Yüz Hadis, XIV.
şımıza çıkan sözcüğün ‘verem’ anlamını taşıdığını görüyoruz. yz., 197, bkz. Tar. S.) tümcesinde geçen ot un yanısıra ota­
Ancak iglenıck ‘hastalan-’, iglii ‘dertli, gamlı’ sözcükleri de tan- ‘ilaçla tedavi olmak’, oda- ‘ilaçlamak’, eylemlerine rast­
lanıyor, hekim otu da ilâç' demek oluyordu (hepsi için bkz.
25. “Sözcüklerin ölümü" olayı vc Türkçede Arapça vc Farsça öğlerin et­ Tar. S. V). Aynı dönemde otçıı ya da otacı ‘hekim, atlar’ an­
kisiyle yitirilen sözcükler için pek çok örneğin verildiği şu yazımıza bkz: lamlarına geliyor, aynı kavram için olalayıcı da kullanılıyordu.
Aksan, 1969:97-108.
26. Bu sözcük için ayrıca bkz. Çağatay, 1960: 80.
otacılık ‘hekimlik’, otacılıı ol- ‘hekimlik olmak, hekime muhtaç

27. Bütün bu örnekler vc geçtikleri kaynaklar için bkz. Tarama Sözlüğü III.

48 49
Eski Anadolu Türkçesinde aynı kavramın ot kökünün tü­
olmak’ demekti (bkz. a.y.). Otaçı daha Karahanlı döneminde
revleriyle dile getirildiğini görüyoruz: Otla-(otala-) ‘ilaçlamak,
(Div. 1,35-8 otçı biçiminde; Kut. Bilig’de otaçı biçiminde, örn.
1057, 1061) yaşamaktaydı2829 . ilâç yapmak’. Otatan- ‘tedavi olunmak’ (bkz. Tar. S.V.).

b) ‘İlaç’ anlamına gelen bir başka sözcük de e/n’dir; daha Bugünkü Anadolu ağızlarında ot göz hastalığını iyileştirmek
Eski Türkçe döneminde karşımıza çıkan bu öğe, ot’la birlikte, için kullanılan ilâç’ anlamına gelirken (Urfa, Gaziantep Der­
sözvarlığının zenginliğini gösteren ilginç tanıklardan biridir. leme S.) ota- ‘hastalığı geçmek, iyi olmak' (Sinop) vc ‘hastalığı
Uygur metinlerinde (Örn. TT I, 109) geçen bu gösterge Mo- iyileştirmek’ (Kahramanmaraş, a.y.) anlamında kul­
ğolcaya da girmişti. Karahanlı Türkçesinde em hem yalnız lanılmaktadır. otla- ‘ilaçlamak’da Adana dolaylarından sap­
başına ‘ilâç’ anlamında kullanılıyor (Örn. Div. I, 38-3), hem tanmıştır. Anadolu ağızlarında bugün bile otac/’nııı ‘doktor'
de ikileme biçiminde em sem olarak dilde yer alıyordu (a.y. anlamında kullanılması (Bursa, Kocaeli, Niğde, Edirne do­
I, 407-28). Aynı anlama gelen sc/n’in yalnız kullanılmadığı layları, a.y.), öte yandan emc/'niıı kimi yerlerde (Bursa, Kü­
anlaşılıyor. tahya, Sivas) 'eczacı' anlamında, kimi yerlerde ‘doktor, ope­
ratör) anlamında görülmesi (Kadirli, İçel, a.y.) gerçekten ilgi
Em sözcüğünün uzun bir yaşamı olduğunu görüyoruz. Eski
çekicidir.
Anadolu Türkçesinde ‘İlaç, deva, çare’ anlamında geçiyordu
(Tar. S. 111, 1455). Bugünkü Anadolu ağızlarına bakacak Yerli öğelerin yitirilmesinde ilginç bir örnek dc “kör”
olursak sözcüğün on bir yüzyılı aşarak günümüzde geniş vc kavramıyla ilgilidir. Türkçenin eski dönemlerinde bu kavram
yaygın bir kullanım alanının bulunduğunu görüyoruz: dile getiren üç ayrı sözcükle karşılaşıyoruz: 1. Aözsiz (gözsüz),
Bugün em. Anadolunun doğusundan batısına, kuzeyinden 2. köımez (görmez), 3. karagıı. Şimdi bunlar üzerinde du­
güneyine uzanan çok geniş bir bölgede, pek çok yerleşim ralım:
merkezinde ‘ilaç’ anlamında yaşamakta, hatla eski ikilemenin I. Közsiz, daha Uygur kaynaklarında görülmekte (Man. I.
kalıntısı olan emsem sözcüğüne rastlanmaktadır (Deri. S.V.). 18,6 Kalya LXXIV.), XVI. yüzyıla kadar pek çok metinde
Ankara’nın Kızılcahamam yöresinde kendi saptamamız olan karşımıza çıkmaktadır (Örneğin Mevlid 9.45, Kısasü'l-Enbiya
eme yaramak deyimi de ‘bir işe yaramak, fayda sağlamak’ (A. Ceval Emre, 14. Asır Betikleri, 1942), Muhammcdiyc ve
anlamında, bu sözcükten yapılmıştır. Bâbusü’l-Vasit, bkz. Tar. S. IV) (Bu sözcük ayrıca ‘köstebek’
Eğer “tedavi etmek’ kavramına bakacak olursak Uygur anlamına gelmek üzere közsiz sepel, közsiiz sepet, közsiiz köpek
döneminde emle- eylemiyle karşılaşırız (Heilkunde, II, 26, tamlamalarıyla kullanılıyordu)30, gözsüz sözcüğünün yanı sıra
82). Aynı eylem Karahanlı Türkçesinde emlc-/semle- biçiminde kör’ün geçtiği bir metin, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’idir (kör,
bir ikileme olarak karşımıza çıkar (Div. III, 298-1,5). aynı metinde birkaç yerde geçer. Örn. 9.11 vc 9.32).

28. Bu örnek için ayrıca bkz. Çağatay, 1960: 84).


29. Uygur metinlerinde ayrıca, ot’la birlikte, ikileme olarak da geçer (Örn. 30. Körköstü, gözsüz köpek gibi adlar için ayrıca bkz. Zajacazkoıvaski,
1947:280.
Altım Y. III, 156.4; Hs.Ts. X,991).

51
50
2. Kormcz sözcüğüne dc daha Uygur döneminde rastlıyoruz. Kut. Bil., örn. 1507, Div. I, 360, l'ar. S., Önler. 1989:95)
(Kalya. 24,7). Biz ayrıca, Köktürk metinlerinde (Kültigin kuzey gördüğümüz sözcük bugünkü Türk Lehçelerinden Başkurtçada
10) geçen “.... köriir közüm körmez teg... W//” tümcesindeki bavır, Kazakçada bavır, Tatar lehçesinde bavır, Türkmencedc
körmez'in de aynı anlamda olduğunu sanıyoruz. bağır. Uygur Türkçesinde dc bağır biçiminde varlığını sür­
dürmektedir (bkz. T. Lehç. S.).
3. Aynı kavramı yansıtan karagu ise eskiden beri yaygın
olarak kullanılan bir sözcüktür. Divan’da (1, 446-7), Kutadgu Farsçanın güçlü etkisiyle dile yeni bir sözcük girmiş vc
Bilig’de (179, 271 v.b.) geçtiğine tanık olduğumuz bu öğenin yerleşmiştir: ciğer (Far. ciğer). Eski Anadolu Türkçesinde
bir deyim aktarması (Fr. melaphore) olduğu kanısındayız. yaygınlaşan sözcüğün Farsçadaki ciger-i sefid ‘akciğer’ ve
Yabancı dillerin büyük etkisiyle dilin temel sözvarlığındaki ciger-i siyaıh 'kara ciğer’ biçimindeki tamlamaları da Türkçeye
öğelerin de yerlerini yabancılara bırakabildiğini gösteren ilginç aktarılmış ve bugükü yaygınlığına, birer çeviri öğe olarak
örneklerden ikisi,organ adlarıyla ilgilidir: Akciğer ve karaciğer. erişmiştir.
Bunlardan ilki,Türkçenin en eski dönemlerinde öpke biçiminde Türkçcdc ılgını salgını ikilemeli sözcüğü oldukça eskidir.
geçen (TT VIII, 84) çokanlamlı bir sözcükle anlatım buluyor, Eski Anadolu Türkçesinde vc XIV.-XIX. yüzyıl kaynaklarında
bugün öfke biçiminde kullandığımız sözcükle yaşamına devam sık geçen (bkz. Tar. S. III) sözcük, Farsça kaynaklı serap’ın
ediyordu31. Bugünkü Türk lehçelerine bakacak olursak aynı (<scra:b) yerleşmesiyle unutulmuştur. Bugün Türk leh­
sözcüğün Başkurtlarda ııpka, Kazaklarda ökpe, Kırgızlarda çelerinden Azcride ılgım, Başkurt vc Kazak lehçelerinde sağım,
öpkö, Özbeklerde öpka, Tatarlarda iipkii, Uygur Türklerinde ise Tatar Türkçesinde çağım, Türkmencedc sâlğım biçiminde
öpka biçiminde, ‘akciğer’ anlamında yaşadığını görürüz (T. yaşayan sözcüğün kalıntıları Anadolu ağızlarında görülüyor:
Lehç. S.). Aynı kavram için Eski Anadolu Türkçesinde çok ılgın (ılgım ve başka biçimleri dc var). Denizli, Adana, Ankara,
yaygın olan oyken'i de buraya eklemeliyiz. XIV.-XIX. yüzyıllar Konya... dolaylarında ‘serap’ anlamında karşımıza çıkmakta,
arasında pek çok kaynakta geçen oyken (bkz. Tar. S. V), bir ılgım ılgım ise ‘belli belirsiz’ anlamında yaygın biçimde
hekimlik terimi olarak da yaygındı; oyken ağrısı ‘akciğer kullanılmaktadır (hepsi için bkz. Deri. S. VIL).
ağrısı’, oyken düdügi ise ‘soluk borusu’ anlamında kul­
lanılıyordu (bkz. Önler, 1989:120). Farsçadan giren düşman (<Far. 5 j A-\") dile yerleştikten
sonra dilde yavaş yavaş unutulan, aynı anlamdaki yağı (yağı,
“Karaciğer” için yine çok eski vc çok anlamlı bir öğe
yavıı) sözcüğü Türkçede çok eskilere uzanmaktadır. Köktürk
kullanılmıştır ki, bugün Türkiye Türkçesinde bağır biçiminde
yazıtlarında (Örn. KT doğu, 9,10, vb.) gördüğümüz sözcüğün
yaşayan ba"/r’dan başkası değildir. Uygur döneminde, Ka-
yanı sıra ‘barışık, dost’ anlamındaki yağışız (KT doğu 30),
rahanlı Türkçesinde, Eski Anadolu Türkçesinde (bkz. Alt. Gr.,
yagıçı (Tonyukuk, II, güney, 6; ‘düşmana karşı giden, ku­
31. Kutadgu Bilig’de öyke, ‘öfke’, ‘kızgınlık’ anlamında geçer (Örn. 322. mandan’) gibi türevleri dc geçmekte Uygur döneminde (Örn,
334, 1414): öykelig dc 'hiddetli' demektir (Örn. 342. 780..). Divan’da ise
öpke hem ‘akciğer’, hem de ‘hiddet’ anlamındadır (I. 128) vc (I. 125) vc
Uigurica II, 78, 30) türevleriyle yaşadığı anlaşılmakta, Ka-
başka yerlerde). rahanlı döneminde yine karşımıza çıkmaktadır (Örn. Kutadgu

52 53
Bilig (210). Eski Anadolu Türkçesinde ise sözcüğün yaygın Köktürk döneminde Türkçe bir sözcükle anlatılıyordu: ökiinmek
olduğu görülmektedir (Tar. S.’de XIII.-XVIII. yüzyılların (bkz. KT Doğu 40, B.K. Doğu 38 v.b.). Uygur metinlerinde
kaynaklarından pek çok alıntı vardır); ayrıca yağılık ‘düş­ ökün- geçtiği gibi (Örneğin Alttın Y. 111,5. Bölüm 137. 23 v.b),
manlık’ (a.y.) ve kanyağı ‘kan düşmanı’ tamlamasına rast­ öküntür- ‘pişman etmek, itiraf ettirmek’ (a.y. 179.19,22) ey­
lanıyor. lemine rastlanmakta, ‘pişmanlık’anlamında ökiinç (Alttın Y.
Yağı biçimiyle bugünkü Anadolu ağızlarına kadar gelen 10) ve ‘acısız, pişmanlık duymadan’ anlamına gelen ökiinçsiz
sözcük, ağızlarda çok geniş bir alanda yaygınlık göstermektedir (Altım Y. III, 5. Bölüm 169.14) sözcükleri bulunmaktaydı.
(Deri. S. XI). Başka Uygur metinlerinde ökiingii ‘pişmanlık’ (Chuas. 160)
ve eylemlik biçimindeki ökiinmek (Uigurica I, 9,3) de ge­
Bugün ancak Yeniçeri adından bildiğimiz çeri ‘asker’ söz­ çiyordu.
cüğü de aynı anlamdaki sii ile birlikte Ar. askerin dilde yer­
leşmesiyle yitirilen öğelerdendir. Uygur metinlerinde çerig Karahanlı Türkçesinde ökün- yine ‘pişman olmak’ an­
biçiminde geçen (Örn. TT 1,8) sözcük Karahanlı metinlerinde lamında karşımıza çıkar (Div. I, 132-25, 200-18, 203-6 vb;
de görülmekte (Örn. Kut. Bil. 2335), Eski Anadolu Türkçesinde Kut. Bil. 363,928 vb.) Bunun yanı sıra yine ökiinç ‘pişmanlık’
yine çok yaygın bulunmaktaydı32. Aynı durum Köktürkçede (Div. I, 132-26; 449-26 vb.. Kut. Bil. 929, 1364 vb.) ve ökiin-
çok sık (Örn. KT doğu 2) rastladığımız sii ‘ordu, asker’ söz­ diir- (Kut. Bil. 358) sözcükleri yaşamıştı. XIII. yüzyılın 2.
cüğünün de başına gelmiş, askerin yerleşmesiyle bu da yarısına ait Atebctü’l-Hakayık’ta ökün- (114, 143, 144) ve
unutulmuştur33. Sözcüğün Köktürk döneminde stile- ‘asker ökiinç (302, 372, vb) sözcüklerine yine yukarıdaki anlamlarda
sevketmek’ biçimindeki türeviyle (Örn. KT doğu 17) de ya­ rastlıyoruz. XIII.-XIV. yz. arasında yazıldığı anlaşılan İbnü
şadığını, baş sözcüğüyle oluşturduğu subaşı (<sii+başı) bi­ Mühennâ sözlüğünde, gördüğümüz ökün- (115 ve 125) daha
leşik sözcüğünün önce ‘ordu kumandanı’, sonraları ‘emniyet sonra bu anlamda ve biçimde görülmemekte, peşimân'm bunun
müdürü’, ‘emniyet genel müdürü’ anlamlarıyla yakın zamanlara yerini aldığı anlaşılmaktadır. Eski Anadolu Türkçesinde
kadar geldiğini görüyoruz. Eski Anadolu Türkçesinde XIV.- ökiinç'ün ‘intikam, öç’ anlamında, ancak bir yapıtta gö­
XIX. yüzyıllar arasında çok yaygın bir kullanım alanı olmuştur rüldüğünü belirtmeliyiz (Tar. S. V).
(bkz. Tar. S. V). Türk Dil Devriminden sonra oluşturularak
Bugün Türkçede çok yaygın olan Arapça kökenli katil
bütünüyle benimsenen askerlik terimlerinden subay da bu
(kaıtil/) sözcüğü Eski ve Orta Türkçe dönemlerinde öl Hiçi
sözcüğün bir türevidir.
sözcüğüyle anlatım buluyordu (Altım Y. 4.9; Div. I, 52.1). Bu
Şimdi başka örneklere de bakalım: öğenin kökü, bugün başka lehçelerde de görülen öliit idi ki,
Bugün Far. kökenli bir sözcükle (pişman<Fav. peşimân), Radloff (Wb.) bunu ‘Sterben’, ‘Seuche’, ‘Mord’ karşılıklarıyla
pişman olmak biçiminde karşıladığımız soyut kavram, daha açıklıyordu. Türkçede çok uzun süre yaşayan bu sözcüğün yanı
sıra kanlu da yine yüzyıllar boyunca kullanılmıştır (Tarama
32. Bu konuda bkz. Aksan, 1969: 103.
Sözlüğü’nde XIV.-XVIII. yüzyıllardan saptanmış pek çok alıntı
33. Sözcüklerin unutulması,ölümleri konusunda bkz. Aksan, 1968:97-108.

54
55
vardır. Bkz. IV. Cilt).
Şimdi dc bir somut kavrama değinelim. Bııgiin Türkçede.
3.1.3. TÜRKÇEDE KAVRAMLAŞTIRMA
Arapçadan alınan mutfak (cmatbah) çok yaygındır. Halbuki
kavramın, Türkçenin değişik dönemlerinde aşlık (Uygarlarda Bugün yeryüzünde çok çeşitli alanlardaki zengin kav­
Örneğin TT 6, 84; Karahanlı Türkçesindc örneğin Div. I, I 14), ramlarıyla bir “kültür dili” sayılan birçok dil vardır. Fransızca,
aş evi, aş ocağı, aş damı adlarıyla anıldığı görülmektedir. İngilizce, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Rusça gibi dillerin
Bugün Anadolu ağızlarında aşdamı (Uşak, İsparta, Burdur. yanı sıra Arapça. Çince, bu gibi dillerdendir. Ancak bunların
Aydın, İzmir, Konya, Antalya dolayları), aşana, aşhana. aşevi, çoğu bir “ana dil" yani değişik dil vc lehçeleri doğuran bir dil
aşodası ve aşlık biçimleriyle (bkz. Deri. S. I) aynı kavramı olmayıp örneğin Fransızca, İtalyanca vc İspanyolca, Latinceden
dile getirilmektedir. başkalaşarak oluşmuş dillerdendir. Yazı dili olarak ilk yazılı
ürünlerinden çok önceye, en az 2000 yıl öncesine uzandığına
Bu ve benzeri örnekler Türkçenin başlangıçtan bu yana ne inandığımız Türkçe bir “ana diT’dir; değişik lehçe vc ağız­
denli geniş bir sözvarlığma sahip olduğunu gösterirken aynı larının yanında Yakutça, Çuvaşça, Kazakça gibi, bugün birer
zamanda yabancı sözcüklerin yeğlenmesi vc yerleşmesi so­ ayrı dile dönüşmüş dilleri dc vardır.
nucunda bu öğelerin nasıl yitirildiğini ortaya koymaktadır. Öte
yandan ortaya çıkan bir başka gerçek, bin yıldan uzun bir süre Türkçenin yukarıda değindiğimiz güçlü vc doğurgan ya­
içinde kimi sözcüklerin hiçbir değişmeye uğramadan ya­ pısının yanı sıra, onu anlatım bakımından da güçlü kılan bir
özelliği, kavramlaştırma, adlandırma sırasında doğaya da­
şamlarını sürdürdükleri ve ağızlarda bu türden eski öğelerin
yanması, soyut kavramları da somutlaştırarak dile getirmesidir.
büyük bir sayıya ulaştığıdır.
Kitabımızın bundan sonraki bölümlerinde ayrı ayrı ele ala­
cağımız dönemlerin incelenmesi sırasında sözvarlığının gücünü
ve genişliğini, somut ve soyut kavramlar üzerindeki açık­
lamalarla ortaya koymaya çalışacağız. Burada kısaca belirtelim
ki, bu yönüyle Türkçe, kimi Avrupalı araştırıcılarca “imge gücü
olan dil" biçiminde nitelenmiştir. Aynı niteliğe değinen Alman
dilcisi H.W. Brands, deyim aktarması içeren öğelerin özellikle
vücut bölümlerinde vc hayvan adlarında görüldüğünü be­
lirtmekte, halk dilinde bu duruma doğal olarak sık rast­
landığından söz etmektedir. Yazar, vücut bölümlerinden (Örn.
elmacık kemiği, kulak memesi), hayvan adlarından (Örn. sü­
müklüböcek), renk adlarından (karakuş ‘kartal’), doğa kav­
ramlarından (Örn. demir kazık) örnekler vermektedir (1973:
87 ve ötesi).

56 57
nesne, eşya, asla, kesinlikle’ anlamına gelen nen sözcüğünde
Türkçede renklerin adlandırılması sırasında doğrudan
doğruya doğadaki nesnelere dayanıldığı, böylccc bu renk sı­
anlatım buluyordu. Örneğin Kültigin yazıtındaki (güney 8)
fatlarının son derece canlı bir biçimde dile getirildiğine birçok “ötüken yir olıırup arkış lirkiş ısar nen buhııgyok"tümcesinde
yerde değinmiştik (Örn. bkz. Aksan, 1971: 89-90). Türkçe (Ötükcn yerinde oturup kervanlar gönderirsen hiç sıkıntın yok
yalnız kök (gök, mavi), yaşıl (yeşil), kızıl, sarig (sarı) gibi (olmayacaktır) “bu sözcüğün ‘hiç, hiç bir’ anlamında olduğu
ayrı köklerden oluşmuş ana renkleri içermemekte, ayrıntıya görülüyor. Aynı biçimde ‘defa, kere' gibi Arapça kökenli
inerek çok değişik renk tonlarını da canlı biçimde ad- sözcükler Türkçeye girmeden önce bu kavram yolı sözcüğüyle
landırabilmektcdir. Burada camgöbeği, gülkurusu, pişmişayva, anlatılıyordu. Örneğin Kültigin yazıtındaki “biş yolı
yavruağzı, narçiçeği, vişneçürüğü, ördekgagası gibi, rengi çok
süniişdümiz"(Kuzey,4) tümcesinde ‘beş defa, beş kez’ anlamı
iyi canlandıran tonları bir daha anımsatmak isteriz. Alman
Bilgini I. Laude- Cirtautas (1960), değişik Türk lehçelerinde anlatılmaktadır. Bugün Türkiye Türkçesi Anadolu ağızlarında
renk adlarının ne ölçüde çeşitli olduğunu göstermiş, özellikle yol sözcüğünün de aynı anlamda geçtiğine tanık oluruz: “Bir
yalnızca belli hayvanlar için kullanılan renk adları ve tonlarının yol eve gidiver” gibi.
varlığına dikkati çekmişti. Bilgine göre Türk lehçelerindeki
renk adları “her maddeye uyanlar” ve “belli nesnelere (özellikle
hayvanlara, hatta insanların saç, deri ve gözlerine) bağlı olarak
kullanılanlar” biçiminde iki bölüme ayrılabilirdi (1960:126).
Bu konuya, Türkiye Türkçesinin sözvarlığını incelerken ye­
niden. döneceğiz.
Bugün ölçünlü dilde kullandığımız ve çoğunlukla soyut
kavramları dile getiren birçok yabancı sözcüğün Türkçesinin
bulunduğu ve bunların sonradan unutulduğu görülmektedir.
Örneğin Farsçadan alınmış olan her belgisiz sıfatı Eski
Türkçede say- kökünden türetilme sayu sözcüğünde anlatım
buluyordu. Aynı zamanda ‘her biri’, ‘herkes’ anlamına gelne
bu sözcük bir ardıl morfem olarak kullanılıyordu: Köktürk
metinlerinde birkaç yerde geçen sayu, aşağıdaki tümcede yir
‘yer’le birlikte, yir sayu biçiminde, ‘her yer’ anlamındaydı: “...
yir sayu bardıg ‘her yere gittin’ (Kültigin, güney 9).
Yine Farsçadan gelen hiç (<hi:ç) dile girmeden önce, daha
Köktürk ve Uygur yazı dilinde çokanlamlı bir öğe olan ve ‘şey,

58

59
dilde çok kullanılmaktadır. Türkiye Türkçesinin ayrıca in­
celeneceği bölümde belirtileceği gibi,dilde yalnızca bireylem,
bir oluş için kullanılan sapır sapır, haldır haldır gibi yansımalı
3.1.4. TÜRKÇEDE İKİLEMELER
ikilemelerle derece gösteren farklı biçimleri bulunan çatır çatır
Türkçenin her döneminde, her lehçesinde belirgin bir bi­ / çatır çutur / çıtır çıtır gibi ikilemeler de bunlara eklenecek
çimde karşımıza çıkan ve dilin gerek yapı, gerek sözdizimi, olursa bu türden öğelerin dilde ne denli geniş yer tuttuğu ortaya
gerekse anlambilim açısından en önemli niteliklerinden birini çıkacaktır.
oluşturan özellik, /k/7e/ne’lerin sık kullanılmasıdır. Yunanca
Eğer Türkçenin tarihsel dönemlerine doğru gidecek olursak
hendiadyoin terimiyle adlandırılan bu kuruluşlara koca Latin
ikilemelerin çeşitli biçimleriyle baştan beri yaygın olduğunu
yazınında yalnızca birkaç örnek gösterilebilmekte, dünya dil­
görürüz.
lerinden pek azında, Türkçedekine yaklaşan oranda görülen
ikilemeler bugün ancak - Türkçeye yakın oranda - Korecede Köktürk yazıtlarının kendine özgü, sanatlı anlatımı olan
ve bir ölçüde Japoncada kullanılmaktadır3'*. Yunancada hen dilinde ikilemelerin sık sık yer aldığına tanık oluruz. Bunlar
dia dyoin ('İki ile, iki aracıyla bir’) sözcüklerinden kurulan içinde eşanlamlı adlardan kurulmuş iş küç (bugünkü iş güç,
terimle anlatım bulan bu dilbilim kavramı Türkiye Türkçesindc ‘hizmet’), oguş bodun ‘kabileler, halk’, cçü apa ‘ecdat’, ad
de gerek yapı, gerekse sözcük türlerinin kullanımı bakımından kü ‘ad. şöhret’, bugünkü dağda bayırda ikilemesine çok
çok zengin örneklerle ortaya çıkmakta, çok güçlü bir anlatım benzeyen ıda taşda ‘ormanda taşta’, sıfatlardan oluşmuş
sağlamaktadır* 35. Örneğin, aynı adın yinelenmesiyle karış karış, kürlüg tebliğ ‘hilekâr’, yok çığan ‘fakir, sefil’; eylemlerden
sayfa sayfa; aynı sıfatın yinelenmesiyle oluşan vc belirteç bir araya gelen yanılmak yazınmak ‘yanılmak, hata etmek’,
görevi gören serin serin, aptal aptal, güzel güzel; ters arıtmak alkınmak ‘azalmak, tükenmek’, ögirmek sebinmek
anlamlıların bir araya gelmesiyle kurulan büyük küçük, olur ‘sevinmek’ gibilerine rastlandığı gibi cnili cçili ‘küçüklü bü­
olmaz, genç yaşlı; eşanlamlılarla kurulan açık seçik, doğru yüklü’ (insan için), beg bodun ‘bey ve halk, ulus’ gibi zıt
dürüst, kırık dökük, çekimli eylemler, ulaç ve ortaçlarla anlamlılardan kurulmuş ikilemelerle dc karşılaşılmaktadır.
oluşturulan otura kalka, durmuş oturmuş gibi ikilemelerin Elimizde değişik konuları içeren zengin belgeleri bulunan
binlcrcesi gösterilebilir. Hele ikilemeye katılan ikinci sözcüğün, Uygur döneminde ikilemelerin ilgiyi çekecek ölçüde sık kul­
öncekinin önsesinc bir (m/cklenmesiyle kurulan kâğıt mağıt, lanıldığı görülmektedir. Saadet Çağatay’ın bu konudaki ça­
okul mokul. araba maraba gibi örnekler, özellikle konuşulan lışması (1942) pek çok örneği incelemiştir. Uygur metinlerinde
busuş kadgu ‘üzüntü, kaygı', bulun bııçgak ‘köşe’, ton lonangıı
34 Hendiadvoin’in tanım ve örnekleri için bkz. Conrad. 1981: 205; ‘giyim, giysi’, yanık yaştık ‘parlaklık’ gibi eşanlamlı adlardan
BııBmann, 1983:185. kurulmuş ikilemelerin yanında ayıg yabız ‘kötü’, telim öküş
35. Türkiye Türkçesindeki ikilemelerin incelendiği şu çalışmalara bkz.. Ha- ‘çok, fazla’, sansız tümen ‘sayısız’, kutlııg ülügliig ‘bahtlı,
tiboğlu (1981), l'una (1986). Demircan (1988). Demircan (1996). İkilemdi
yansımalar için de Zülfikar (1995). talihli’ gibi, sıfatlarla oluşturulmuş olanlarına rastlanmakta,

60 61
ulugkiçig ‘büyük küçük’, cdgüyabız ‘iyi kötü’ gibi zıt anlamlı Eski Anadolu Türkçesinde vc Divan şiirimizde görülen il­
sıfatlardan bir araya gelmiş örneklerle karşılaşılmaktadır. ginç bir tutum, ve bağlacının Fars geleneğine uygun olarak
Eylemlerde kurulmuş ürkmek belinlemek ‘korkmak’, yirinmek kullanıldığı güft ü gû, cüst ü cû gibi bağlaçlı ikilemelerin
övkelemek ‘hiddetlenmek, kızmak’, bilmek tıkmak ‘bilmek’ gibi örneksenmesiyle oluşturulmuş Türkçe ikilemelerin dc bol
pek çok ikileme de bu dilin anlatım zenginliğine katkıda bu­ kullanılmasıdır. Örneğin Şcyhî’dc sağ u sol, güz ü kış, yayla
lunmaktadır36. vü kışla, dün ü gün gibi tersanlamlı öğelerle kurulmuş iki­
Karahanlı Türkçesinde de ikilemelerin yine sık kul­ lemeler geçerken Yunus Emre’de dc bal u şekker, yaz u kış,
lanıldığına tanık oluyoruz. Kutadgu Bilig’de eşanlamlı ad­ il ü şar, dün ü gün, hayal ü düş, şehd ü şekker, can ü gönül
lardan oluşmuş kil çav ‘ün, şöhret’, ukuş bilig ‘akıl, bilgi’, gibi benzerlerine sık rastlanmaktadır.
iş tuş ‘eş dost’, sıfatlarla kurulmuş ııkuşlug biliglig ‘akıllı Bugünkü Türkiye Türkçesinde olduğu gibi Anadolu dışında
bilgili’, tersanlamlılardan bir araya gelen ulug kiçig ‘büyük ve Asyadaki bütün Türk lehçelerinde dc ikilemelere dayanan
küçük’ gibi örnekler çoktur. anlatım biçimi, güçlü bir eğilim olarak kendini göstermektedir.
Anadoluda gelişen yeni yazı diline, Eski Anadolu Türk- Bu yaygın eğilime, aşağıdaki örnekleri vermekle ye­
çesine gelecek olursak bu dönemin yapıtlarında da ikilemelerin tineceğiz:
pek çok örneğinin bulunduğunu görürüz. Bu dönemin ilk Türkiye Türkçesindeki börtıi böcek ikilemesi Türkmencede
ürünlerinden Sultan Veled’in Türkçe şiirlerinde delim delim mor möcek vc gürt mocck olarak görünmekte, Türkiye Türk­
‘çok çok’, yemek içmek, göz gönül, yer gök, ulu giçi ‘büyük çesinde öte vc beri öğelerinden bir araya gelen öteberi ikilemesi
küçük’ gibi ikilemeler geçmekte, Şeyhi’de bölük bölük, halka Kırgızcada mayda çüydö, Türkmencede ovnuk uşak biçiminde
halka arpa arpa gibi, belirteç görevindeki ikilemeler karşımıza anlatım bulmaktadır. Aynı sıfatın yinelenmesiyle oluşmuş
çıkmaktadır. Yunus Emre’de ikilemelerin sayısı da yüksektir. ikilemeler her lehçede kendini göstermektedir. Örneğin Azeri
Y. Emre’de bir yandan sağlık safalık, yer gök. dağlar taşlar lehçesindeki adlı sanlı, serin serin, uca uca ‘yüce yüce’; Öz-
gibi, adlardan oluşmuş örnekler bulunurken bir yandan da bekçede ‘acı acı’ anlamındaki aççik aççik. ‘paramparça’ demek
Belirteç görevi gören yaşın yaşın, yana yana, deyü deyü iki­ olan ilme teşik,Türkmencede aynı anlamdaki bölek bölek Kırım
lemeleri geçmekte, ayrıca assı ziyan, hayır şer gibi ter- Talarcasındaki ince ince bunlardan birkaçıdır. Eşanlamlı iki
sanlamlılarla karşılaşılmaktadır. Dede Korkul’ta eşanlamlı adın yan yana gelmesiyle oluşmuş Azeri ses küy, şen şövket
sıfatlarla kurulmuş yad kâfir, sağ esen, aynı aynı, aynı adın ‘şan, büyüklük, ün’, Tatar mal mölket ‘mal mülk’; ‘eğlenti,
yinelenmesiyle oluşmuş katar katar, tavla (avla, yansımaların cümbüş’ anlamında Başkurtlarda uyın kölkö, Özbcklcrde oyin
kullanıldığı çağnam çağnam, çap çap, vaf vaf, sin sin gibi külgi, Kazaklarda toy duman biçimindeki ikileme türlerinden
ikilemelere sık sık rastlanmaktadır. dc söz edilmelidir. Başkurt lehçesinde ‘hısım’ anlamındaki
tuğan tumasa. Tatar lehçesindeki tuğan tumaça, Uygur leh­
36. Bu konuda birçok örnek, Uygur Döneminni Sözvarlığı bölümünde, kay­ çesindeki uruk tukkan da aynı türdeki örneklerdendir. Türkçe
naklarıyla verilecektir.

62 63
vc yabancı kökenli, ters anlamlı öğelerden kurulan ikilemeler
için de Özbekçedeki yahşi yaman ‘iyi kötü’, Kazan Ta-
tarcasındaki etke enke ‘baba ana’. Türkmencedcki peyda ziyan
‘fayda ziyan’ örneklerini de buraya eklemeliyiz. Eylem kökenli 3.1.5. TÜRKÇEDE ÇOKANLAMLILIK
olanlar için ise Azerideki dura dura, yata yata, Kırım Ta-
Bir dilde bir sözcüğün temel (göndergesel) anlamı dışında
(ııitasıııdaki hekley hekley ‘bekleye bekleye’, Kazan Ta-
yeni yeni kavramları anlatır duruma gelmiş olması dilcilikte
tarcasındaki küle küle ‘güle güle' ikilemelerini gösterebiliriz. çokanlamhlık (Er. polysemic) terimiyle karşılanmaktadır. Es­
Sonuç olarak, ikilemelerin Türkçenin sözcükbilim ve an- peranto gibi yapma diller dışında, her dilde bu nitelik gö­
lambilim açısından önemli bir anlatım özelliği olduğunu be­ rülmekte, bu nedenle kimi bilginler bunu sözcükse! birimlerin
lirtmek istiyoruz. ana özelliği olarak görmektedirler (Örneğin Sehippan,
1972:86).
Çokanlamlılığın oluşumu insanoğlunun genellikle birbirine
benzer niteliği vc işlev açısından yakınlığı olan nesneler
arasında ilişki kurmasıyla bir göstergeyi, ilk yansıttığı kav­
ramın yanı sıra başka bir nesneyi de anlatır duruma getirmesi,
daha canlı ve kolay bir anlatıma yönelmesi sonucunda ger­
çekleşir. Başta vücut bölümlerini ve organları gösteren söz­
cükler olmak üzere-genellikle terimler dışındaki-öğeler böy-
Iccc, aktarmalarla yeni anlamlar kazanır. Örneğin dirsek
sözcüğü, dirsekle benzerliği olan, dirsek biçimindeki boruları
da (soba borusu gibi) anlatır duruma gelmiş, masanın ayağı,
kapının kolu, şişenin boynu, çarkın dişleri örneklerinde olduğu
gibi insan organlarıyla ilgili sözcükler yeni anlamlar edin­
miştir.
Dilbilimciler dildeki bir sözcüğün çokanlamlılığını. yeni
yeni anlamlar kazanmasını, onun sağlıklı durumda olduğunun,
kolay kolay unutulmayacağının işareti sayarlar37.
Daha çok, kullanım sıklığı fazla olan öğeler yeni yeni an­
lamlar edinmekte, her alandaki geniş yayınları, çeşitli ya-

37. Bıı konuda geniş bilgi için bkz. Aksan, 1971: 76 79; 1982: 190-192.

64 65
pıtlarıyla bugün gelişmiş, “kültür dili” sayılan dillerde büyük sorun, çokanlamlılığın, bir dilin eskiliğinin saptanmasında,
bir çokanlamlılık görülmekledir, llllmann, Fransızcada “almak” biz.ce.yararlanılabilecck bir ölçüt oluşturduğudur10. Konuyu
anlamındaki prendre eyleminin büyük Littre sözcüğünde 80, biraz daha açıklayalım: Herhangi bir sözcük her dilde, baş­
‘yapmak’ eyleminin (faire) de 82 anlamının bulunduğuna langıçta tek bir kavramı yansıtmak üzere oluşur; zamanla,
dikkati çekmiştir (1969: 199 ve ötesi). Eğer Türkçe Sözlük’ün çeşitli aktarmalarla vc değişik nedenlerle yeni yeni kavramların
1988 baskısı gözden geçirilecek olursa Türkiye Türkçesinde yansıtıcısı durumuna gelir. Örneğin dil sözcüğümüz (Eski
geniş bir çokanlamlılık gösteren pek çok örnekle kar­ Türkçede tıl. til) önceleri yalnızca, ağzımızdaki tat alma or­
şılaşılacaktır. Eğer değişik deyimler içindeki kullanılışları ganını anlatırken bugün ‘konuşma yeteneği’, ‘bir toplumun
bir yana bırakılırsa çekmek eyleminin 44 ayrı anlamının sap­ anlaşma aracı’, ‘dil biçimindeki nesneler’, ‘denize uzanan dar
tanmış olduğu, almak eyleminin 40, düşmek'in 32, gitmek ve vc alçak kara parçası’ gibi çeşitli anlamlar kazanmıştır. Baş
görmek'in 20'şer anlamının belirlendiği göze çarpar. Baş
sözcüğü de göndergesel anlamı olan ‘kafa’nın yanı sıra ‘bir
maddesinde 15, göz'de ise 14 anlam verilmiştir.
topluluğu yöneten kimse’, ‘başlangıç’, ‘temel’, ‘arazide en
Türkçe, elimizdeki en eski örneklerinde olduğu gibi bugün yüksek nokta’, ‘bir nesnenin toparlakça ucu’, ‘bir şeyin uç­
de her lehçesinde çokanlamlı örneklerin bol bol görüldüğü bir larından biri’, ‘tane’... gibi yeni yeni anlamlar edinmiştir. Bütün
dildir. Köktürk yazıtlarında, bugün oturmak biçiminde, ço- anlam olaylarında olduğu gibi bu gelişmeler de genellikle çok
kanlamlı olarak kullandığımız eylem durmak biçiminde ge­ uzun bir sürede gerçekleşir. Eğer bir dilin en eski metinlerindeki
çiyor, hem ‘oturmak’ anlamını, hem ‘ikamet etmek’ anlamım
sözcüklerde geniş bir çokanlamlılık görülüyorsa bu özellik o
taşıyor, hem de ‘tahta çıkmak’ demek oluyordu. Bugünkü
dilin bu metinlerden çok daha öncesine uzandığının tanığı
değmek eylemi ise ‘değmek, dokunmak’ anlamının yanında
sayılabilir. Bizim başka ölçütlerle birlikte yararlandığımız bu
‘ulaşmak, erişmek’, ‘saldırmak, yakalamak’ anlamlarına da
geliyordu. Ad türündeki örneklerden baş, kiin (gün), bağır ölçüt,Türkçenin Orhun yazıtlarından daha 1000 yıl, belki daha
(bağır), iiliig ‘bölüm, hisse, baht, şans’ gibi sözcükler hep çok yıldan beri bir yazı dili olarak kullanıldığını ortaya koy­
çokanlamlılık özelliği gösteriyordu38. maya yöneliyordu.

Alman bilgini Brands Türkçedcki çokanlamlılık üzerinde


dururken bu anlam olayının özellikle iş ve devinim gösteren
eylemlerde saptandığını belirtmekte, bas-, dik-, sal-, sür-,
çal-, kır-, sok- gibi eylemlerle başka sözcük türlerinden örnekler
üzerinde durmaktaydı (1973: 68-74). Bizim çeşitli ya­
yınlarımızda da Köktürkçedeki çok anlamlı öğeler in­
celenmiştir3940 . Bu yayınlarda, üzerinde önemle durduğumuz
38. Bu örneklerin geçtikleri kaynaklar vc daha başka örnekler için bkz.
Aksan (1971: 109-113). 40. Konuyu çeşitli kaynaklardan alınan veriler ışığında inceleyip savımızı
39. Şu yazılarımıza da bakılabilir: 1966: 167-184, 1969: 45-55, 1971: 253- kanıtlamaya çalıştığımız şu yazılarımıza bakılabilir: 1969: 45-55. özellikle:
262, 1976: 133-141, 1977: 33-37, 1983: 17-21, 1990: 9-143, 1991: 19-29. 1976: 133-141, 1977: 33-37. 1991: 19-29.

66 67
F

ak peynir, beyaz çimento yeri ne ak çimento, kafalı adam yerine


başlı adam biçimleri kullanılmamaktadır.
3.1.6. TÜRKÇEDE EŞANLAMLILIK
Dilbilimcilere göre hiçbir dilde, başlangıçla, iki ya da daha
Dünyanın her dilinde eşanlamlı (Fr. synonyme. İng. çok sözcük aynı kavramı yansıtamaz. Bir başka deyişle, aynı
synonym) olarak adlandırılan öğeler bulunmakta, ancak bunlar dil içinde iki ayrı gösterge, bütünüyle aynı anlama gelemez.
birbirinin eşi olmayıp yalnızca yakın anlama gelen sözcük Caynoy, BlooınficId.Collinson,Goodman gibi bilginler bu konu
niteliği taşımaktadır. Bu bakımdan, böyle sözcüklere verilen üzerinde durmuşlar, bunlardan N. Goodman, tıpatıp aynı an­
ad (Yun. sı/n’ilc, birlikte, eş ve onoma ‘ad’ sözcüklerinden lamına gelen birden çok sözcük bulunamayacağını mantık
oluşmuştur) temelde doğru bir adlandırma sonucunda doğmuş açısından ispatlamıştır (bkz. Aksan, 1975: 531-542). Doğrudan
doğruya eşanlamlılık sorununa eğilen bir çalışmamızda, bugün
değildir.
Türkiye Türkçesinde “tam eşanlamlı’’ niteliği gösteren gön-
Bir dil yazı dili olarak ne ölçüde işlenir, ne kadar ürün dermek-yollamak, bezmek bıkmak-usanmak eylemlerinin de bu
verirse, kavramların sayısı artacağı, yeni yeni, aralarında pek türden başka örneklerde olduğu gibi, başlangıçta birbirlerinden
az ayrını olan somut ve soyut kavramlar ortaya çıkacağı için farklı anlamlara geldiği halde zamanla yaklaştıklarını ortaya
o dilde eşanlamlıların sayısı da artar. Bugün kültür dili sayılan koymuştuk (bkz. a.y.): Kaynaklara inecek olursak Karahanlı
dillerde yayımlanmış olan eşanlamlı sözcükleri bu dillerde Türkçesinde göndermek eyleminin (köndürmek biçimiyle),
bu türden örneklerin sayısının ne denli yüksek olduğunu ‘doğrultmak, yöneltmek’ anlamında kullanıldığını görüyoruz.
göstermektedir. (Kutadgu Bilig’dc 474 ve 3994. beyitler). Divan’da köndgürmek
eylemiyle karşılaşılırken bir yandan da köndgermek biçimi
Bugünkü Türkiye Türkçcsi eşanlamlılar açısından in­
görülmekte, buna ‘doğrultmak, düzeltmek, yola kılavuzlamak’
celenecek olursa dilin zenginliği kendiliğinden ortaya çıkar:
anlamı verilmektedir (III, 423-10, 12, 14, II, 199-3). Daha
Bir yandan, darılmak - küsmek - gücenmek - kırılmak - incinmek
önceki Uygur döneminde köntülmek ‘gerçeğe yöneltilmek,
- alınmak; bıkmak - bezmek - usanmak, ulanmak - sıkılmak,
doğrultulmak eylemi ve ‘doğru, gerçek’ anlamındaki koni
dilemek - istemek, çevirmek - döndürmek gibi, aralarında ince
sözcüğüyle karşılaşıyoruz. Eski Anadolu Türkçesinde geçen
ayrımlar olan, her birinin ayrı kullanım alanları, yerleri bulunan
Türkçe kökenli eşanlamlılar yaşamaktadır. Bir yandan da “Haber oldu ‘Alcmşah bindi ata
yabancı dillerden gelme öğelerle birlikte eşanlamlı sözcükler Alup gönüldü ol yirden Klimaya"'
oluşturan dcğcr-kıymct, deprem - yer sarsıntısı - zelzele, bo-
(Işknamc, 3795)
yunbağı - kravat, baş - kafa, ak - beyaz, doğru - dürüst gibi
örnekler görülmektedir. Ancak hemen belirtelim ki, bu türden beyti aynı sözcüğün ve anlamın bu dönemde de yaşayageldiğini
örnekler dilde ne denli yerleşik olurlarsa olsunlar, her zaman göstermektedir. Görüleceği gibi, göndermek eyleminin eski
birbirlerinin yerini tam tutamazlar. Örneğin beyaz peyniryerine anlamı ‘doğrultmak, doğrulmak, yöneltmek, yönelmek’ kav­
ramıyla ilgilidir. .

68 69
Yollamak eylemine gelince, bunun da önceleri başka an­ Birbirine anlamca çok yakın, bir bakıma “tam eşanlamlı”
lamda olduğu, ‘uğurlamak; yola selâmetlcmck’ kavramını sayılabilecek sözcüklerin bir öğesinin dilde zamanla yiterek
karşılamak üzere kullanıldığı görülüyor (Evliya Çelebi’de |3, unutulmaya başladıkları, ancak ikilemeler içinde yaşamlarını
127] ‘uğurlamak’ anlamında geçer). Zaman içinde beliren bu sürdürdükleri görülmektedir. Bunu da dilde bir kavramın birden
anlam değişmeleri.bugün Türkçede birbirine anlamca çok yakın fazla göstergeyle dile getirilemeyeceği yolundaki olgunun bir
olan bezmek-bıkmak-usanmak eşanlamlarında da kendini işareti olarak kabul etmek gerekir, sanıyoruz.
göstermektedir. Adı anılan yazımızda da (s. 535-536) be­ İkilemelere bağlı olarak yaşamlarını sürdüren pek çok örnek
lirtildiği gibi, bezmek eylemi Uygur döneminde ‘titremek, ür­ içinden şunları göstermek istiyoruz: Ev bark, ufak tefek,
permek’ anlamında ve korkmakla birlikte ikileme olarak evirmek çevirmek, od ocak, yorgun argın. Şimdi, bunlardan ilki
kullanılmaktaydı. Divan’da ‘soğuktan titremek’ olarak açık­ üzerine, biraz derinleşerek duralım:
lanıyordu (Örn. II, 8-23). Usanmak da Karahanlı döneminde
Bugün kullandığımız ev, çok eski bir sözcüktür vc “çadır,
‘kayıtsız olmak, gafil olmak, boş bulunmak’ anlamındaydı.
karargâh' anlamında Köktürk yazıtlarında geçer (B.K. doğu
Daha başka örnekleri de gösterilebilecek olan bu sözcükler 32 ve başka yerlerde). Aynı biçimde ev bark ikilemesi dc VIII.
göz önünde tutulacak olursa bir dilde birden fazla öğenin aynı yüzyılda yaşamıştır (bkz. B.K. 32, 34. 37). Bark sözcüğü de
kavramı yansılamayacağı yolundaki ilkenin doğru olduğu or­ aynı metinlerde ‘ev, barınak, konut, türbe, anıt-kabir’) bi­
taya çıkar. Burada beliren bir başka gerçek de bu anlam de­ çiminde açıklanmaktadır (bkz. Tekin, 1988: 123). Uygur me­
ğişmelerinin uzun bir zaman içinde, yüzyıllar süren bir zaman tinlerinde (Örneğin TT III, 137) geçtiği gibi ev bark ikilemesine
diliminde gerçekleşebildiğidir. İşte bu gerçekten yola çıkarak dc rastlanır (TT II A 42, III, 137 vb.). Bu kaynaklarda âıv barq
Türkçenin en eski ürünleri olan Orhun yazıtlarında böyle, ‘ev ve saray’ biçiminde açıklanmaktadır (Haus und Hof, TT
birbirine çok yakın anlamdaki sözcüklerin bulunuşu -bu öğeler II 416). XI. yy.’da Kâşgari’dc de bark'ın her zaman ev’le
çok uzun bir süre içinde birbirlerine yaklaşabildikleri için-dilin birlikte kullanıldığını görüyoruz (Örn. III, 333-9).
bilinmeyen, daha önceki dönemlerinde yaşadıklarının tanığı Türkiye Türkçesinde bugün ancak evinnek-çevirmek iki­
olarak kabul edilebilir; dolayısıyla, dilin eskiliğini gösteren lemesinde geçen evir- sözcüğü dc çok eski birTürkçc sözcüktür.
ipuçları sayılabilir, kanısındayız. Birkaç örnek üzerinde du­ Köktürkçcde ebir- biçiminde ‘döndürmek’ anlamında geçen
ralım: Eski Türkçede, bugünkü gece (kiçe) sözcüğünün yanı (Bilge K. doğu 25) sözcüğe Taryat yazıtında da rastlıyoruz
sıra bugün tünemek, tünek sözcüklerinde korunan tün ‘gece’ (Tekin, 1983: G5, K7). Uygur metinlerinde ise bu eylem hem
ile de karşılaşılmaktadır. Köktürk yazıtlarında tün sık geçerken çokanlamlılık gösterir, hem de birçok türeve sahiptir; eylemlik
Uygur metinlerinde hem tün, hem de kiçe, tam aynı anlam­ olan evirmek'in yanı sıra evirmeklig, evirt-, evril-, evrilinçsiz,
da görülmekte, bu öğelerin dc tam aynı anlama gelmek üzere evrilme-, evrinçkençig, evriş, evrik, hatta evir türevlerine
çok uzun bir dönemi geride bıraktıkları anlaşılmaktadır. Aynı rastlanır. Bunlar içinden ‘sarsılmaz, dönmez, çevrilmez’ an­
çağda ögmek ‘övmek’ eylemiyle birlikte alkamak eylemi de lamındaki evrilinçsiz (TTV, 22, 35; Altun Yanık 152.21 vb.)
“tam eşanlamlı” niteliği taşımaktadır. ve ev/r-'in ‘tercüme et-' anlamında kullanılışı ilgi çekicidir.

70 71
Karahanlı dönemine gelindiğinde aynı eylem yine yaygındır: vc arııııklıık ‘yorgunluk’ sözcükleriyle de karşılaşıyoruz (bkz.
evür- (I, 178-25), evrül- ‘yönelinen yerden çevrilmek’ (I. Tar. S. I). argun'a bugün Başkurt lehçesinde arığan, Özbek
248-19) biçiminde karşımıza çıkar. Kutadgu Bilig’dc (Örn lehçesinde hârğın. falar lehçelerinde arığan, Uygur Türk
5089) yine geçmektedir. çesinde harğan biçiminde rastlıyoruz (T. Lchç. S.)
Eski Anadolu Türkçesinde evir- daha az kullanılır olmuştur Bir öğesi unutulan ikilemelere, bugün ancak ufak tefek
(Bkz. Tar. S. III); ancak onun türevi olan ve ‘çevre’, ‘etraf’ ikilemesinde yaşayan tefek'i de ekleyebiliriz. Eski Anadolu
anlamına gelen evre sözcüğüne de rastlarız (a.y.). Türkçesinde de ikileme olarak kullanılan sözcük bugün Anadolu
ağızlarında ‘asma’, ‘asmanın koruk olacak çiçekleri’, ‘yaprak’...
İlginç bir durum, sözcüğün bugünkü Anadolu ağızlarındaki
gibi anlamlarda karşımıza çıkıyor (I)crl. S. X).
görünümünde ortaya çıkıyor.Evir- bugün I. ‘hamur aç-'
(Kastamonu), 3. ‘ekmek pişirmek’ (Maraş, Kayseri) an­ Türkiye Türkçesinde olduğu gibi öteki Türk lehçelerinde
lamlarında kulanılmaktadır41. Ancak pek çok değişkesi bulunan dc eşanlamlıların değişik tiplerine rastlanır. Azeri Türkçesinin
sözcükbilimi üzerinde duran A. Gurbanov bu tür öğeleri sı­
evirgıy ‘sac üstünde yufkayı çevirmeye yarayan tahta araç’
nıflandırmış vc bizim “tam eşanlamlı” olarak nitelediğimiz
(Anadolunun pek çok yerinde, bkz. Derleme Sözlüğü V),
sözcükleri “mutlak sinonimler” olarak göstermiştir (II964-1:
evirgen ‘işini bilen, tedbirli’ (Urfa) vc büyük olasılıkla cvirli
34-41). Örneğin ‘rüzgâr’ anlamında yel vc külek, doğru-dürgün,
(a.y.), aynı sözcüğün türevleri olarak yaşamaktadır. Unutulan, goca-yaşlı, küçük-balaca bunlardandır.
zamanla kullanımdan düşen kimi öğelerin biçim vc anlam
yönünden değişerek kendileri ya da türevlerinin yaşamlarını Bu öğeler arasında, Türkiye Türkçesinde olduğu gibi başka
nasıl sürdürdükleri, bu örneklerde açıkça görülüyor. dillerden alınanlarla eşanlamlı niteliği kazanan seksen-heştad
(Far.), ya da her ikisi yabancı dillerden gelen abstrakt-
Bugün Türkiye Türkçesinde ancak yorgun argın iki­ mücerred, termin-ı.stılah gibi örnekler vardır.
lemesinde geçen argın sözcüğü çok eski ve aynı aileden birçok
türevi bulunan Türkçe bir sözcüktür. Eski Türkçede arı- ‘gü­ Öteki Türk lehçelerinde de aynı durumla karşılaşıyoruz.
cünü yitirmek, yorulmak’ (bkz. Alt. Gr.) köküne dayanan eylem Örneğin Kazakçada ‘manzara’ anlamında körinis'in yanında
Karahanlı Türkçesinde argur- ve argar- ‘yormak’ (Div. 1 225, panorama Türkmenlerdc gömüş ve panorama sözcüklerine
rastlanmakla, ‘güvcrcin’anlamında (aynı sözcük) kögerşin'\c
484), argıırt- ‘yordurmak’, argurtur- gibi değişik çatılarla
birlikte Kazakçaya Farsçadan geçme kepler (<Far. kebtıler) bu
karşımıza çıkmakta, argın sıfatı tek başına Eski Anadolu
lehçede bir arada kullanılmakladır. Türkmen lehçesinde dc
Türkçesinde görülmekteydi:
göğertinle birlikle kepderi biçimindeki aynı Farsça sözcük
“Gün giçe erişti be gayet argındum” (Olcay, I la). XV. yz.a yaşamaktadır. Köktürk metinlerinde geçen. Türkçenin en eski
ait olan bu örneğin yanında aynı döneminde arnug(k) ‘yorgun’ sözcüklerinden kut ‘şans, talih’ sözcüğü bugün Kazak. Kırgız,
Tatar lehçelerinde yaşarken bununla birlikte Farsça bahl söz­
cüğü dc (Kaz. hakıt, Kırgız bakıl, Tatar balıit) kullanılmakladır.
41. Söz Derme Dcrgisi’ndc evir- in 2. anlamı olarak ‘altını üstüne getirmek’
(Gaziantep. Maraş) veriliyordu. Bu örnekleri kolaylıkla artırabiliriz.

72 73
Anadolu dışındaki lehçelerde vc ana dilden çok ayrılmış
bulunan Çuvaşça, Yakutça, Kazakça gibi lehçelerin söz-
3.1.7. LEHÇE VE AĞIZLARDA ESKİ ÖĞELERİN YA­ varlığında da bütün biçim ve anlam değişmelerine karşın Eski
ŞAMLARINI SÜRDÜRMESİ Türkçenin öğelerinin yaşamlarını sürdürdükleri görülmektedir.
Burada, temel sözvarlığı içindeki al-, aç-, bil-, bin-, iç-, gör-
Dünyanın bütün dillerinde görülen bir özellik, eski, zamanla
, kal-, ölç-, sat-, söyle-, tak-, titre-, tut-, ürk-, ver- gibi yüzlerce
unutulan öğelerin bir bölümünün o dillerin lehçe ve ağızlarında
eylemin, başta organ adları, kültür sözcükleri olmak üzere
yaşamlarını sürdürmesidir. Bir anadilden ayrılan dilde olsun,
binlerce sözcüğün bugün Türkiye dışındaki bütün lehçelerde
değişik lehçe ve ağızlarda olsun, bu dilbirlikleri kendi içlerinde
ufak tefek başkalıklarla yaşadıklarına kısaca değindikten sonra
yeni gelişmeler gösterebilmekte, yabancı etkilerle fark-
tipik birkaç örneğe yer vermek istiyoruz:
lılaşabilmekle, ancak eski sözvarlıklarını da ko­
ruyabilmektedir. Daha Köktürk metinlerinde yuyka ‘ince’ biçiminde geçen
ve bugünkü Türkiye Türkçesinde yufka’ya dönüşerek anlamca
Türkçe, dile dönüşmüş lehçeleri, değişik lehçeleri içindeki
başkalaşan sözcük değişik lehçelerde yük a (Türkmen), yüpka
çeşitli ağızlarıyla çok geniş bir alana yayılmış eski ve yerleşik
(Özbek), yoka (Başkurt), yuka (Tatar), juka (Kazak), cuka
bir dildir. Kimi bilginler (örneğin von Gabain, S.G. Clauson,
(Kırgız), yüpka (Özbek)., biçiminde ve hep ‘ince’ anlamında
H.W. Brands) genel Türkçenin sözvarlığının büyük bir bö­
lümünün bugüne değin yaşayageldiğini belirtir. Bu arada ünlü kullanılmaktadır. Yine aynı metinlerde bengü ‘ebedi, ebedi
İngiliz Türkoloğu Clauson Türkçedeki sözcüklerin “yer altına olarak’ biçiminde gördüğümüz sözcük aynı anlamda bugün
gizlenmek vc yüzyıllar sonra, konuşulan modern dillerde, yazın mangü (Özbek vc Tatar lehçelerinde), mangi (Kazak, Başkurt
metinlerinde kullanılmak gibi bir âdetleri” olduğunu söyler Uygur lehçelerinde) biçimleriyle karşımıza çıkmaktadır.
(1962: 52). Brands ise eskimiş ve çok seyrek geçen sözlerden Derleme Sözlüğünde Kocaeli 'den derlenmiş olan ve ‘anıt’
şaşılacak kadar büyükçe bir bölümünün bugünkü bölgesel demek olan bengutaş [bekgütaş, bengü\ da Köktürk ya­
sözlüklerde (özellikle Anadolu ağızlarının sözvarlığım içeren zıtlarındaki bengü taş’tan başkası değildir. Ancak bengü bi­
Derleme Sözlüğü’nde) karşımıza çıktığına dikkati çeker (1973: çimindeki değişkesinin Kırım göçmenlerinden derlendiği göz
13-14). önüne alınınca öteki iki değişkenin de göçmenlerce kullanıldığı
olasılığı yükseliyor.
Kitabımızın Eski Türkçenin sözvarlığım inceleyen bö­
lümünde ele alınacağı gibi, en eski kaynaklarda, Köktürk ya­ Bugün Türkiye Türkçesinde güveyi biçiminde kullandığımız
zıtlarında geçen pek çok öğe, hemen hiçbir biçim vc anlam sözcük Uygur döneminde küdegü olarak geçiyordu. Aynı
değişikliğine uğramaksızın bugün ortak dilde ve Anadolu sözcüğün Anadolu dışındaki lehçelerde d>y değişmesi içeren
ağızlarında yaşamaktadır (Burada yalnızc« aç-, aş-, yat-, öl- küyev (Kazak), kiyav (Tatar), giycv (Türkmen), küyö bala
, kız-, kork-, sözleş- eylemlerini ve ak, boz, kızıl, kara gibi renk (Kırgız) biçimleriyle yaşadığı görülmektedir.
gösteren sıfatları anmakla yetiniyoruz). Kuyu sözcüğümüzün bilinen cn eski biçimi, Uygur dö­
neminde geçen kudug'dur. Yine d>y değişimiyle ve uzun zaman

74 75
içindeki gelişmesiyle Türkiye Tiirkçcsindc kuyu'ya dönüşürken sözcüğü Uygur döneminde ‘mal. mülk, ticaret eşyası’ an
Kazakçada kııdık, Kırgız, Özbek vc Yeni Uygur lehçelerinde lamında yaygındı. Karahanlı Tiirkçcsindc ve Çağataycada yine
kuduk, Türkmen lehçesinde guyı ve Azeri’de guyu biçimlerini ‘mal, mülk’ ve ‘davar’ anlamında geniş bir kullanım alanı
almıştır. bulunduğunu görüyoruz (Örneğin Divan’da I, 264 2 O. 265-
Erik sözcüğünün eskiden kayısı, şeftali, zerdali, hatta armut 14; Kut. Bil. 485, 6108).
gibi meyvelerin ortak adı olduğunu görüyoruz. Divan’da tiiliig Eski Anadolu Türkçesine geldiğimizde tavafın (davar)
erlik ‘şeftali’, sarig erlik ‘kayısı, zerdali' kara erlik ise ‘erik’ ‘binek hayvanı’, ‘dört ayaklı çiftlik hayvanı’ vc ‘mal’ an­
anlamındaydı (I 69). Uygur ve Kuman Türkçelerinde ‘kayısı lamında geniş bir biçimde kullanıldığına tanık oluyoruz (Tar.
anlamına kullanılmakta, Kazan Tatarcasında 0r0k de aynı S.).
anlamı taşımaktaydı (Radloff, Wb.). Bugünkü lehçelere bak­
Bugünkü Türk lehçelerinde aynı sözcük ‘mal, mülk’ an­
tığımızda ‘kayısı’ anlamına gelmek üzere Kazak ve Özbek
lamında yine yaygındır. Örneğin Kazakçada tovar, Tatarlar
lehçelerinde örik, Kırgızcada öriik, Tiirkmencede erik, Yeni
arasında ve Başkurtlarda tovar kullanılmaktadır. Kazan Ta-
Uygurcada öriik biçimleriyle karşılaşıyoruz. Azcridc ise arik'\e
tarcasında ‘bakkal’ anlamı da görülmektedir.
birlikte gaysı kullanılmaktadır.
Burada,Türkçede pek çok örneği daha bulunan birkaç anlam
Türkçede ‘meme’ kavramını karşılayan ve em- kökünden
değişmesine de değinmek istiyoruz:
gelen emig sözcüğü Eski Türkçede kullanılıyordu (Örn. Alt.
Gr., Uigurica IV, 30,55). Aynı anlama gelen, aynı kökün türevi Bugün bize üzüntü veren, istemediğimiz biçimde gelişen
cmcek sözcüğünün ise Türkçenin konuşulduğu değişik alan bir olay için söylediğimiz yazık! sözcüğü anlamca değişim
vc zamanlarda çok daha yaygın olduğu görülmektedir (Örn. gösteren çok eski bir öğedir; yaz- kökünün tıpkı dilc-'den dilek,
Eski Anadolu Türkçesi, bkz. Derleme Sözlüğü İH; cmçek, uğra-'dan uğrak sözcüklerinde olduğu gibi |-k| ekiyle türetilmiş
emçik, imçek biçimleriyle değişik kaynaklarda, Örn. cmçek bir türevidir, yaz- kökü Eski Türkçede ‘yanılmak’,‘şaşırmak’,
biçimiyle İbnü Müh. vc Radloff, Wb. da). ‘hata yapmak’, ‘günah işlemek’ anlamlarına geliyordu (Uy­
gurcada TT V. 10 vc 109). Bundan türeyen yazın- yanılmak,
Bugün bütün Türk lehçelerinde sözcük yerleşik ve yaygındır hata etmek, ihanet etmek' demek oluyor (bkz. B.K. Doğu 17),
(Türkmen: cmcek, Kırgız, Özbek, Altay, Teleüt, Lebed, Şor: yazukla- ‘suç işlemek, hata etmek’ anlamını taşıyordu (B.K.
emçek, Kazak: emşek, Başkurt: imsek... gibi). Anadolu ağız­ Doğu 36). Uygur metinlerinde ‘suçlu, günahkâr, kusurlu’ an­
larına baktığımız zaman emcek, emcik, cmicik biçimlerinde lamlarında görülen yazııklug (bkz TT İV. 14, 65) ‘günahkâr,
ve bütün canlılığıyla yaşadığına tanık oluruz (Derleme Sözlüğü suçlu’ demekti.
V).
• Eski Anadolu Türkçesine gcldğimizdc bu anlamın o dö­
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi Türkçenin en eski nemde de yaygın olduğu görülür. Örneğin XV. yz. başlarına
dönemlerinde yaşayan öğelerin bir bölümünün anlam de­ ait Mcvlid'de “Ol yazuklu ümmettim bağışlagıl”' (66 |s. 133]
ğiştirerek bugüne kadar geldikleri görülür. Örneğin tavar dizesinde ‘günahkâr anlamında yazuklu geçer. Yazmak ey­

76
leminin Eski Anadolu Türkçesinde ‘şaşıp yanılmak’, ‘hata Bu değişmelerin daha pek çok örneği gösterilebilir. Son
etmek’ anlamında süregelmiş olması da işin ilginç bir ya­ olarak bugün ‘bıkmak, bezmek’le eşanlamlı olan usanmak
nıdır). eyleminin eskiden ‘gafil olmak, kayıtsız olmak, savsakİayıcı
olmak' anlamlarında kullanıldığını söyleyelim. Claııson’ın
Türkiye Türkçesinde eski anlamın devamı sayılabilecek
osa- köküne dayandırdığı sözcük Karahanlı döneminde. Kut.
ikilemdi kullanıma rastlanması ("yazık günah değil mi?") da
Bil.’de, birçok yerde (1278, 1449, 1274, 1106) ‘gafil olmak’
anlam değişmelerinin ne ölçüde uzun bir sürede gerçekleştiğini
anlamındadır. Örneğin “usanma yariniık işini itin” (gafil olma,
göstermektedir. Öte yandan bugünkü Türk lehçelerinde günah
yarınki işini şimdiden düzene koy, 1278).
sözcüğü birtakım ses değişimleriyle yaşarken bunun yanında
yazık sözcüğü de (Başkurt lehçesinde yazık, Kazakçada jazık
biçiminde) yaşamını sürdürmektedir (bkz. T. Lchç. S.). □
Bugünkü ortak dilimizde yaşayan alkış sözcüğünün de bir
anlam değişikliğine uğradığı görülmektedir: Daha Uygur dö­
neminde alka- ‘övmek’ eyleminin bir türevi olarak karşımıza
çıkan alkış o dönemde ‘hayır dua, kutlama’ gibi anlamlara
geliyordu (bkz. Röhrborn, ‘Segen, Glückvvunsch, Gratulieren
anlamlarıyla veriliyor). Sözcüğün bugün Anadolu ağızlarında
‘hayır dua, iyi dilek’ anlamlarında kullanıldığını (Afyon, İzmir,
Tokat, Sivas dolayları, Deri. S.), alğış ayak, alğış hiçin, alğış
tepsi gibi tamlamaların da aynı anlamı yansıttığını (a.y.) gö­
rüyoruz.
Bugün ‘benzerlerine göre daha az parayla alınan şeyler için
kullandığımız ucuz sıfatı Eski Türkçede ‘kolay, değersiz’
anlamlarına geliyordu (Örneğin Tonyukuk yazıtında (1, 13)
‘kolay’. Altım Y. 5,195/17' de ‘kolay’, ‘değersiz’). Aynı anlam
daha sonraki dönemlerde de yaşamıştır; Div. (1,54) ‘değersiz’,
Atebc’dc ‘değersiz’ anlamıyla karşılaşırız: çuz atlas bolur kız
uçuzı böz ök (480) ('Sırmalı atlas nadir olur, değersiz olanı
bezdir’). Ancak sonradan bugünkü anlamda kullanılmış ve kimi
lehçelerde de yeni anlamda kullanılır olmuştur (Radloff,
Wb.’da Kazan, Kırım lehçelerindeki ‘ucuz’ anlamını verir).

78 79
2. Yazıtlarda görülen ve bizim “ileri öğeler” olarak ad­
landırdığımız kimi sözcükler, yazıtlarda geçmeyen, ancak o
4, BUGÜNKÜ TÜRKİYE TÜRKÇESİNE dönemde yaşadığı anlaşılan kimi sözcüklerin varlığını ortaya
koymaktadır.
GELİNCEYE KADAR TÜRKÇE
3. Türkçenin ilginç bir özelliği olan ikilemelerin o dönemde
4.1. KÖKTÜRKÇENİN SÖZVARLIĞI
de çok yaygın biçimde kullanıldığı görülmektedir; bugünkü
Bilindiği gibi,Türkçenin elimizde bulunan en eski metinleri, gibi, anlatıma güç kazandıran birer öğe olduğu an­
VIII. yüzyıla ait Köktürk yazıtlarıdır. Bu yazıtlardan bugünkü laşılmaktadır.
Türkiye Türkçcsinc uzanan aşağı yukarı 13 yüzyıllık süreye,
4. Ancak birtakım anlam olayları sonucunda, uzun yıllar
birçok göçlere ve değişik uluslarla ilişkiler kurulmasına karşın
Türkçenin sözvaıiığında değişmeden kalan ya da pek az de­ içinde meydana gelebilen çokanlamhlık, yazıtların dilinde de
ğişen, aşağıda değineceğimiz pek çok öğe vardır42. Burada yaygın bir biçimde kendini göstermektedir.
birçok incelememize dayanarak öncelikle değinmek istediğimiz 5. Bugünkü Türkiye Türkçesindc olduğu gibi birbirine an­
nokta, Köktürk yazıtlarının dilinin eldeki verilere göre gelişmiş lamca çok yaklaşmış ve ancak çok uzun bir süre içinde olu­
bir yazı dili olduğu ve bir yazı diline dönüşmesinin VIII. şabilen “yakın eşanlamlılar” Köktürk metinlerinde de kar­
yüzyıldan bin-iki bin yıl öncesine götürülebileceğidir43.
şımıza çıkmakta, uzun bir anlam değişmesi sürecinin geride
Köktürk yazıtlarının sözvarlığının çalışmalarımızda sap­ bırakıldığını ortaya koymaktadır.
tadığımız özelliklerini şu noktalarla kısaca özetleyebiliriz:
6. Bu özelliklere ek olarak birtakım karşıt anlamlıların
I. Türkçenin eldeki bu en eski ürünleri tek tek 900 kadar kullanılmasıyla, çeşitli aktarmalarla, söz sanatlarıyla anlatıma
sözcüğü içeren, konuları sınırlı yazıtlar olduğu halde yalnız güç kazandırıldığı ve bir sanatlı destansı dilin ortaya konduğu
somut kavramlar açısından değil, soyut kavramlar açısından görülmektedir.
da zengin bir dil niteliği göstermektedir.
Şimdi bu konular üzerinde yabancı araştırıcıların gö­
rüşlerine de değinerek duralım:
42. Köktürk dönemiyle Türkiye Türkçesi arasında doğrudan bir bağlantı ku­
rulup kurulamayacağı konusunu ilk kez ünlü alman Türkoloğu W. Bang- Türkçenin elimizde bulunan en eski belgeleri üzerinde ça­
Kaup “Vom Kökliirkischen bis zum Osmanischcn" (1919 vc 1921) adlı lışan Avrupalı bilginler, bu dönemin aydınlatılmasında önemli
yapıtında ele almış, sonraları konuya başka araştırıcılar da eğil­
mişlerdir. çabalar harcamış, Türk dilinin geçmişinin ortaya konmasında
43. Yazıtların sözvarlığı vc dilinin yaşı, yazınsal değeri, semantik özellikleri övülecek gelişmeler sağlamışlardır. Ancak vardıkları yar­
üzerinde, aşağıdaki çalışmalarımıza başvurulabilir: “Türkçe araş­ gıların özellikle Türkçenin yazı dili oluşunun tarihi vc söz­
tırmalarında yeni yollar" (1974), “Eski Türk yazı dilinin yaşıyla ilgili yeni
araştırmalar" (1975-76), “Zur Erage der semantisehen Kritcricn in der cükbilim açısından her zaman yerinde olmadığını belirtmeliyiz.
uraialtaischcn Spraclnvisscnschaft” (1976), “Köktürkçcnin sözvarlığı üze­ Örneğin Türkçenin yazıtlardan birkaç yüzyıl önce yalnızca bir
rine” (1980-81), “Ncucre Fundc zur Lcxikologic des Köktürkischcn” konuşulan dil olduğu gibi, kimi araştırıcılarca belirtilen gö-
(1990).

80 81
i lişlerin yanı sıra onun bazı kavramlar açısından yoksul olduğu bizim “ileri öğeler” olarak nitelediğimiz kimi sözcükler, ya­
yolundaki savlar da kabul edilebilecek nitelikte değildir. Ör­ zıtlarda geçmeyen, ancak o dönemde yaşadıkları kesin olan
neğin von Gabain yazıtların biçiminin kısa anlatımlı, biçimce birtakım öğelerin varlığını da ortaya koymaktadır.
fakir olduğuna, sözvaıiığının darlığına değinirken (1959: 22) Burada hemen belirtelim ki. Giraud’nun sözünü etliği
sözvarlığı üzerinde sayısal incelemeler yapan J. Krâmsky imgeler, ulusuna vc sonraki kuşaklara seslenen bir hakanın,
Köktürk yazıtlarının soyut kavramlar yönünden fakir olduğunu yazıtların dilini daha güçlü, daha etkili kılmak için kullandığı
ileri sürmüştü (1956: 225-240)44. Bu görüş de yerinde değildir. birtakım söz sanatlarına ve anlam olaylarına başvurmuş ol­
Birer “ulusa hitabe” sayılabilecek olan bu yazıtlarda, yapılan masından kaynaklanmaktadır ki. yukarıda gösterilen ya­
işlerden, savaşlardan söz edildiği halde birçok soyut kavrama zılarımızdan birkaçında bu örnekler üzerinde uzun uzadıya
da rastlanmakta, ayrıca - kendi sayımıza göre soyut kavramların durulmuş bulunmaktadır. Öte yandan Giraud’nun bu yargısıyla
sayısı % 33'ü bulmaktadır ki, bunun, aynı türden başka me­ çelişen bir başka yargısı daha vardır. Araştırıcı yazıtların
tinlerle vc başka dillerdeki oranlarla karşılaştırıldığında yeterli yazınsal değeri üzerinde dururken bu belgelerde görülen ritmik
bir zenginlik oluşturduğu görülür. özelliklere ve önses uyaklarına dayanarak Tonyukuk yazıtını
Köktürk yazıtları üzerinde önemli yapıtlar yayımlamış olan işlenmiş bir sanat yapıtı saymaktadır (1960: 124-136). Bu
Fransız Türkoloğu R. Giraud da bu dönemin dili üzerindeki konuya biz de aşağıda değineceğiz.
yargılarını dile getirirken kimi belirgin örnekleri göz önünde “Türk Dillerinin Sözvarlığı Üzerine Çalışmalar” adlı ki­
tutmadan şöyle bir yargıya varıyordu: tabında H.W. Brands, Eski Türkçe metinlerde görülen vc
“Ne olursa olsun, yazıtların Türkçesi soyut sözvarlığından bugün bütün Türk dil vc lehçelerinde yaşamayı sürdüren
yoksundu. Kavramlarını vc duygularını imgelerle açık­ sözcükleri araştırmıştır (1973: 14 ff). Yazarın saptamasına
layabiliyordu. Kuşkusuz, bu kavramların ilkel vc duyguların göre aç. açmak, ay, baş. bilmek, bolmak, (olmak), ıgaç (ağaç),
karmaşıklıktan uzak olduğu saklanmamalıdır. İmgeler ya da iş. körmek (görmek), küz (güz), ok, ot (ateş), ölmek, öt ‘safra’,
simgeler büyük bir basitlik gösteriyordu” (Giraud, 1960: kapmak, kış. kız, su (b.v), süt, tag (dağ), tınmak (durmak), yıl,
147). yıldız gibi öğeler bugün bütün Türk dillerinde görülmekte,
bütün sözvaıiığının aşağı yukarı % 20'sini oluşturduğunu
Aşağıda vereceğimiz örnekler, yazılma amacı vc konuları tahmin etliği bu türden sözcüklerin ses farklılıklarına karşın
sınırlı olan ve insan yaşamının değişik alanlarıyla ilgili, çeşitli anlamca hiç değişmediklerini belirtmektedir. Araştırıcının
konulara değinmesine olanak bulunmayan yazıtların 900 sözcük saptamasına göre evcil hayvan vc yaban hayvanlarını, güneş,
dolayındaki sözvarlığı içinde soyut kavramların yerini de be­
ay, yıldız, toprak, ateş, su, kar, kırağı, göl, yıl gibi temel doğa
lirtecektir, sanıyoruz. Öte yandan, yine aşağıda değineceğimiz,
kavramlarını, bitki ve madenlere ilişkin kavramların büyük
bir bölümünü karşılayan kavramlar dil vc lehçeler arasında
44. Aynı araştırıcı Eski Türkçcdcki 2460 sözcükten ancak 697'sinin (% 28.3) pek az farklılık gösteren sözcüklerle anlatılır. Vücut organları.
bugünkü Türkiye Türkçcsindc yaşadığını, bunların büyük bölümünü ey­
lemlerin oluşturduğunu kaydeder (1956: 231).

82 83
Renklerle ilgili
baş, ayak, göz, kulak, ağız, dil, diş, yürek kavramları aynı
Sözcükler Hayvan Adları
durumdadır (a.y. 17).
ak ‘ak’ adgır ‘aygır’
Yaptığımız araştırmaya göre, Kültigin. Bilge Kağan ve boz ‘boz’ at ‘at’
Tonyukuk yazıtlarının sözvarl ığından bugüne, Türkiye Türk- kara ‘kara’ bars ‘pars’
çesine kadar hemen hiç değişmeden gelen pek çok öğe vardır. kızıl ‘kızıl’ buka ‘boğa’
Aşağıda, Köktürk belgelerinde geçen, çeşitli kavram alan­ kök ‘mavi, gökrengi’ ıt ‘it. köpek’
larından verdiğimiz sözcükler, konuları sınırlı olduğu halde torug ‘doru’ (atrengi) kiyik ‘geyik’
yazıtların yine de dönemin sözvarlığına güçlü bir ışık tuttuğunu
yağız ‘yağız’ kony, koyn ‘koyun’
göstermekte, somut vc soyut kavramlar açısından yazıtların
yaşıl ‘yeşil’ labışgan ‘tavşan’
zenginliğini ortaya koymaktadır. Önce, somut kavramlara
tay, ‘tay’
ilişkin örnekleri gösterirken bunların bugüne kadar hemen
yılkı ‘yılkı’
hemen hiç değişmeden gelen sözcükler olduğu görülecektir.
Sayılar
Vücutla, Organlarla TiT on, onunç ‘onuncu’
İlgili Sözcükler Doğayla İlgili Kavramlar
iki, ikimi ‘ikinci’ yigirmi
adak ‘ayak’ bor ‘bora, kar fırtınası’
üç, tiçünç ‘üçüncü’ oluz
baş ‘baş’ bulıt ‘bulut’
tört kırk
boguz ‘boğaz’ çorak ‘çorak’
biş. bişinç ‘beşinci’ clig ‘elli’
clig ‘el’ çöl ‘çöl’
altı yüz
kan ‘kan’ ıgaç ‘ağaç’
yi ti bin
kaş ‘kaş’ kar ‘kar’
sekiz tümen ‘on bin’
köz ‘göz’ kış ‘kış’
tokuz,tokuzunç ‘dokuzuncu’
kulkak ‘kulak’ kum ‘kum’
saç ‘saç’ köl ‘göl’
yüz ‘yüz, surat’ ot ‘ateş’
udlık ‘uyluk, kalça’ tag ‘dağ’ Burada hemen belirtelim ki,yukarıda ancak yazıtlarda geçen
öd ‘öd, safrakesesi’ tan ‘tan, şafak’ sayılara yer verilmiştir; öteki sayıların o dönemde yaşadığı
lıl (til) ‘dil’ taş ‘taş’ da kesindir. Öte yandan 10'dan sonraki sayılarda 10'lar evinden
tiz ‘diz’ yay ‘yaz’ sonraki evin kullanılmasıyla oluşturulan bir dizgeye dc rast­
ter ‘ter’ yaz ‘ilkbahar’ lanmaca (Örn. altı yigirmi ‘onaltı’ KT doğu 31), bunun yanı
sıra otuz artukı üç ‘otuziiç’ (BK doğu 34) ve kırk artukı yiti
yıl ‘yıl’
‘kırk yedi’ (KD doğu 15) biçiminde bir anlatıma da baş­
yış ‘dağ’, ‘orman’
vurulmaktadır.

84 85
Sık Kullandığımız Eylemler Aşağıda, Kökliirk yazıtlarındaki soyul kavranılan gös­
aç- ‘açmak’ scbiıı ‘sevinmek’ teriyoruz. Burada hemen belirtelim ki. kimi felsefe vc mantık
ağrı- ‘ağrımak, hasla olmak’ sözleş- ‘sözleşmek, konuşmak’ bilginlerinin dildeki bütün eylemleri somut saydıklarını göz
adrıl- ‘ayrılmak’ sür- ‘sürmek, uzaklaştırmak'
önünde tutarak yanılmak, sebinmek ‘sevinmek’ gibi, aslında
al- ‘almak, zaptetmek’ tcg- ‘değmek, ulaşmak, hücum
soyut kavram sayılabilecek eylemleri dc bu tablo dışında
aş- ‘aşmak’ etmek
bıraktık.
bas- ‘basmak, baskın yapmak’ tınla- ‘dinlemek’
başla- ‘başlamak, başta olmak’ ti- ‘demek, söylemek’
bat- ‘batmak’ tik- ‘dikmek’
aıııg 'fena. kötü' sayıı 'her'
bir- ‘vermek’ tilc- ‘dilemek’
tir- ‘dermek, toplamak’ arınakçı ’lıilekâr. aldatıcı' tarkınç (hırkanç) 'huzursuzluk'
bil- ‘bilmek’
biç- ‘biçmek, kesmek’ tod- ‘doymak’ haşlıg baş kaldıran, gururlu' tebliğ ‘hilekâr. aldatıcı’

boz- ‘bozmak’ tut- ‘tutmak, yakalamak, korumak bay zengin’ törii ‘töre. yasa, gelenek'
eşid- ‘işitmek’ tuy- ‘duymak' bengi! ‘ebedi, sonsuz' itiz 'doğru, uyumlu'
ilt- ‘iletmek, alıp götürmek’ bilge bilge' lüz.süz. 'uyumsuz.'
ir- ‘ermek, erişmek’ liiş- ‘düşmek, inmek’ bulgak karışıklık' ıımug 'umut, dayanak'
kabış- ‘birleşmek, kavuşmak, udi- ‘uyumak’
bun dert, sıkıntı' üliig 'talih, pay. hisse'
ittifak etmek' yanıl- ‘yanılmak’
cnıgek eziyet. ıstırap' yabrz. 'fena, kötü'
keç- ‘geçmek’ yaşa- ‘yaşamak’
kergek gerek, gereksinme' yablak ‘fena, kötü'
kel- ‘gelmek’ yarat- ‘yaratmak, yapmak,
kıyın 'ceza' yanılıık 'yanılmış, hala etmiş'
kıl- ‘kılmak, yapmak, etmek’ düzenlemek’
kız- ‘kızmak, hiddetlenmek’ yittir- ‘yitirmek, kaybetmek' köniil ‘gönül, kalp, düşünce, iç' yazıık ‘hata'

kir- ‘girmek’ yon- ‘yürümek’ kul. 'kul. talih, baht' yılsıg ‘zengin, refah içinde'
kon- ‘konmak, yerleşmek’ yi- ‘yemek’ kil ‘ün. şöhret, haber' yolı 'kez. sefer'
kork- ‘korkmak’ yat- ‘yatmak’ küç 'güç'
kör- ‘görmek, bakmak, itaat killtig 'ünlü, şöhretli'
etmek, tabi olmak’
külli haset, kıskançlık’
okı- ‘çağırmak, davet etmek'
küreği! 'itaatsizlik'
olur- ‘oturmak, tahta çıkmak’
kül hile, fesat'
öl- ‘ölmek’
kürlüg 'hileli, sahtekâr’
Yukarıdaki örneklere, değişik kavram alanlarından ay,
öd zaman’
kiin ‘gün’, kiinliiz ‘gündüz’, tün ve kiçe ‘gece’, aç, az.uk
ötüg rica’
‘azık, yiyecek’, temir ‘demir’, tam ‘dam, duvar' il ‘ülke’ gi­
ötünç 'rica, arz’
bilerini de ekleyebiliriz.

86 87
2. Yazıtların, dönemindeki sözvarlığının göründüğünden ‘Pişman olmak’ anlamındaki ökiin- eylemi yazıtlarda gö­
daha geniş olduğunu belli eden ve bizim yukarıda değindiğimiz rülmekte iken (Kültigin doğu 23. Bilge K. doğu 19), Uygur
çalışmalarda bu dilin çok daha eskilere, belki 1000-2000 yıl metinlerinde de bunun ad biçimi olan ökünç geçerken kök
kadar geriye giden bir yazı dili olduğunu gösteren ölçütlerden olması gereken ök- eylemine rastlanmıyor.
biri olarak ortaya koyduğumuz “İleri öğeler” konusuna burada
Aynı dönemde sözleş- eylemi 'söyleşmek, konuşmak’ (Bilge
kısaca yer vermek istiyoruz.
K. doğu 21) kullanılmakta, buna karşılık ‘buyruk, emir’ an­
Bilindiği gibi, türemiş bir sözcüğün, örneğin tutumluluk, lamında Uygur metinlerinde karşımıza çıkan söz geç­
soysuzlaşma, karşılaştırma gibi sözcüklerin dilde varolabilmesi memektedir. Aynı biçimde, tük- kökünden yalnızca tiiketi
için bunların kökü olan tut-, soy, karşı gibi öğelerin de bu­ ‘sonuna kadar, tamamıyla’ (Kültigin güney 1) sözcüğü gö­
lunması gerekir. Eğer kök olan bu öğeler geçmezken türevleri rülmekteyken tüket- eylemine rastlanmamakta,ya/7/7- (Kültigin
dilde kullanılıyorsa bu, köklerin de o dönemde bulunduğu, doğu 16, 20) geçerken bunun kökü olan yan- eylemine rast-
ancak konuların sınırlılığı nedeniyle metinlerde yer almadığı lanmamaktadır. ‘Kabul etmek, uygun görmek’ demek olan
anlamına gelir. İşte, Köktürk metinlerinde bu türden türevlerle tapla- eylemi (Bilge K. doğu 35) yazıtlarda yer almakta, Uygur
(ileri öğelerle) karşılaşmaktayız ki, bunlar hem dönemin metinlerinde geçen tap ‘arzu, istek’ kökü geçmemektedir.
sözvarlığının bilinenden daha geniş olduğunu, hem de bu tü­
Köktürk yazıtlarında, ‘toplanmak’ anlamına gelen kub-
retmelerin dildeki gelişmeyle zaman içinde gerçekleştiğini
ran-eylemi (Tonyukuk, batı 4) ve kubrat- ‘derleyip toparlamak’
göstermektedir.
(Kültigin,güney 10) biçimi görülürken kubra-nın bulunmayışı,
Yukarıda adlarını gösterdiğimiz çalışmalarımızda, Köktürk ‘adamakıllı, iyice’ demek olan katıgdı (Kültigin, güney 2)
metinlerinde böyle, ileri öğeler saydığımız sözcüklerden birçok sözcüğü kullanılırken Uygur metinlerinde ‘sertleşmek, ka­
örnek vermiştik. Burada bunların birkaçına değineceğiz: tılaşmak’ anlamında rastladığımız kat- eyleminin görülmeyişi
Yazıtlarda, ülkede karışıklık ve huzursuzluğu dile getirmek de aynı türden örneklerdendir.
üzere kullanılan iki sözcük görülmektedir: tarkanç (ya da Burada tümünü vermediğimiz bu öğeler, somut ve soyut
tarkınç) ‘huzursuz’ (Tonyukuk 22) ve bulganç ‘karışık’ kavramlarda belli köklerden gelerek gerek anlam, gerekse biçim
(Tonyukuk, 22) biçimindeki bu sözcükler birer ileri öğedir; açısından oluşan gelişmeleri yansıtan çeşitli türevlerin kul­
tarkanç geçtiği halde bunun kökü olan tar ‘dar’ bu yazıtlarda lanıldığı bu yazı dilinin sözvarlığının genişliğine vc ge­
görülmemekte, buna karşılık Uygur metinlerinde hem tar, hem lişmişliğine tanık olacak niteliktedir, kanısındayız.
tarkanmak ‘sıkılmak, sıkışmak’ hem de tarıkmak ‘sıkılmak,
3. Türkçenin önemli bir özelliği olan “ikilemeler” konusu,
kaygılanmak, kederlenmek’ eylemleriyle karşılaşılmaktadır.
daha önce değindiğiniz gibi. Köktürk yazıtlarında da sık
Aynı biçimde, bulganç geçtiği halde bunun kötü olan bulga- başvurulan güçlü bir anlatım biçimidir. “Türkçcde İkilemeler”
görülmcmckte, daha sonraki Uygur metinlerinde bu eylem
bölümünde yer verdiğimiz iş küç. ogıış bodıın. cçii apa, ad kü,
karşımıza çıkmaktadır.
yok çığan, kürlüg tebliğ ve eylem türündeki yanılmakyazınmak,

88 89
arılmak alkınmak, ögirmek sebinmek gibi örneklerin yanında, bir öğenin çokanlamlı niteliği taşır hale gelmesi, kimi zaman
gerek eşanlamlılardan, gerekse karşıt anlamlılardan kurulmuş 20-30 değişik kullanımının olması, kültür dillerinde olduğu
daha pek çok ikileme aynı metinlerde karşımıza çıkar: Ad gibi, genellikle uzun yüzyıllar sürer.
niteliğindeki örneklerden arkış tirkiş ‘kervan’ (Kültigin güney
Köktürk yazıtlarına bakacak olursak bu dönemin dilinde
8), oğlan taygun ‘Oğullar, çocuklar’ (Kültigin güney doğu),
çokanlamlı öğelerin sayısının -sınırlı olan sözvarlığına kar­
yabız yablak ‘fena kötü’ (Kültigin doğu 20), il törü ‘ülke ve
şın- az olmadığını görürüz. Bu durum da önceden yayın
töre, gelenek’ (Kültigin doğu I, 8, 31), kut iiliig ‘talih, baht'
yerlerini gösterdiğimiz yazılarımızda belirtilen vc bu dilin yazı
(Kültigin doğu 23), ağış barım ‘servet, mal mülk’ (Kültigin
dili olarak çok daha gerilere götürülebileceği konusundaki
güney batı), cb bark ‘ev, çadır, ordugâh’ (Bilge K. 32, 34, 37),
görüşümüzü güçlendiren bir ölçüt sayılabilir, kanısındayız.
işigti kutay ‘ipekli kumaş’ (Kültigin güney 5), köz kaş ‘göz,
kaş’ (Kültigin kuzey 11), kün kul ‘cariye, kul, köle’ (Kültigin Köktürk yazıtlarında olur-, teg-, baş, kün, ülüg, tıl gibi
doğu 7), eş ve yakın anlamlı ikilemelerdendir. Karşıt anlamlı öğelerdeki çokanlamlılığa daha önce değinmiştik. Burada da
öğeler olarak da iç taş ‘iç dış’ (Kültigin güney 12), inili cçili birkaç örnek daha vermek istiyoruz:
‘küçüklü büyüklü” (Kültigin doğu 6) örnekleri geçmektedir. Çokanlamlılığı belirgin olan eylemlerden al-, temel anlamı
itmek yaratmak ‘düzenlemek, yapmak’ (Kültigin doğu 19) da dışında bugün olduğu gibi ‘oğluna, kızına bir kimseyi gelin
ikilemdi olarak kullanılmış eylemlerdendir. ya da damat olarak almak’ anlamında da geçmekte (Bilge K.
4. Bir sözcüğün çokanlamlı duruma gelebilmesi için uzun kuzey 9-10), ayrıca ‘zaptetmek’ (Kültigin doğu 2) vc ‘dikkate
bir süre, değişik bağlamlarda ve çeşitli konularda kullanılması, almak, dinlemek’ (a.y. güney 9) anlamlarında görülmektedir.
birtakım dil içi ve dil dışı etkenlerle yeni yeni anlamlar ka­ Bugünkü kazan-eylemimiz dc o dönemde ‘kazanmak’ (Kültigin
zanmasıyla gerçekleşir. Bu yolda en önemli etken, dilde canlı doğu 26 ve 27) dışında ‘fethetmek’ (a.y. doğu 9), ‘töre, yasa
vc kolay anlatımı sağlayan aktarmalara başvurulmasıdır. Ör­ koymak’ (a.y. 16), ‘zenginleşmek’ (a.y. 22), ‘çalışmak’ (a.y.
neğin kızmak eylemi başlangıçta ‘ısısı yükselmek’ anlamında 22) anlamlarında kullanılıyordu. Bugün unutulmuş olan ö-
kullanılırken hiddetlenen bir kimsenin dış görünümü ve tutumu eylemi ‘planlamak’ (Kültigin güney 5), ‘düşünmek’ (a.y. 8),
bu olayla ilişkiye sokulmuş ve somutlaştırma türünden bir ‘idrak etmek’ (Bilge K. kuzey 6) anlamlarına sahipti. Ayrıca,
deyim aktarmasıyla ‘hiddetlenmek’, kızmak eyleminin yeni bir ötün-, tapla-, tutuz-, tüzül-, it-, kız-, kölür-, yont-, yügürt- ...
anlamı olmuştur. Bakmak aynı türden bir aktarmayla bir gibi eylemlerde aynı niteliğe rastlıyoruz. Eylemler dışındaki
hastanın gereksinmelerini karşılamayı, kırılmak aynı biçimde, öğelere bakacak olursak onlarda da çokanlamlılıkla kar­
bir kimseye hafif bir dargınlık duymayı anlatır duruma gelmiş, şılaşırız. Bişük (bugünkü beşik) sözcüğü aynı zamanda ‘hısım
teknik bir terim olan torpil de ‘iltimas’ anlamını ka­ akraba’ anlamını taşıyordu (Kültigin güney 6), ötüg’ün ‘rica,
zanmıştır. dilek, sunuş’ demek olduğu, temel anlamı ‘bölük, hisse’ olması
gereken ülüg'ün ‘baht, talih’ anlamını da kazandığı (Kültigin
“Türkçede Çokanlamlılık” bölümünde değindiğimiz gibi,
doğu 29) tıpkı Farsçadaki endenim sözcüğündeki gelişmeye

90 91
benzer biçimde ‘hükümdar sarayı, saraya ait olanlar’ anlamını dışında başka eşanlamlılarla da karşılaşılmaktadır ki, bunlar
kazandığına tanık olunmaktadır. için şu çalışmalarımıza bakılabilir: Aksan, 1975: 531-542;
5. Türkçcdeki eşanlamlılık konusunu işlerken (3.1.6. bölüm)
1990: 9-14.
Eski Türkçe dönemindeki birkaç örnek üzerinde durmuştuk. 6. Bir ulusa seslenen, ona kısa, etkileyici hitabeler sunmayı
Burada, Köktürk yazıtlarındaki eşanlamlılara değinirken amaçlayan Köktürk yazıtları, taşa yazılma nedeniyle de sınırlı
Uluslararası Sürekli Altayistik Konferansına sunulan vc ya­ uzunlukta olması gereken metinlerdir. Bu nitelikteki yazıtlar
yımlanan bir bildirimizde (1990: 9-14) geçen kimi örneklerden üzerinde anlambilim vc çeşitli söz sanatları açısından yapılacak
söz etmek istiyoruz. bir inceleme, bu belgelerdeki dilin, dar çerçevesine karşın
Bugün Türkiye Türkçcsinde “tam eşanlamlı” niteliği taşıyan sanatlı vc etkileyici anlatımın en belirli örneklerini yansıttığını,
ve bu duruma gelmeden önceleri ayrı anlamları olduğu ortaya kimi zaman birden fazla söz sanatım birlikte içerdiğini gös­
terecektir. Fransız araştırıcısı Giraud (1961: 123-37) aynı
koyduğumuz (Aksan, 1975: 531-542) yollamak ve göndermek
nedenle “Ya ben çok yanılıyorum, ya da (Tonyukuk yazıtı için)
eylemleri gibi Köktürk yazıtlarında eşid- ‘işitmek’ ve tinla-
düşünülerek tasarlanmış, özenle düzenlenmiş bir sanat yapıtı
‘dinlemek’ tam eşanlamlı niteliği göstermekledir. “Sabimin
karşısındayım" biçimindeki yargısını belirtmektedir. Bu ko­
cdgüti eşid katıgdı tinla” (Kültigin güney 2) ('sözümü iyice işit,
nudaki çalışmalarımızda (özellikle bkz. Aksan, 1991: 19-29)
sıkıca dinle!) tümcesinde geçen bu iki eylemin yanında tuy-
belirttiğimiz gibi, yazıtlarda aktarmalar, yinelemeli anlatımlar
‘duymak’ eylemi de45 kullanılmaktadır. (Tonyukuk II, batı 3).
“allitcralion” adı verilen ses ve “anaphore” denen hece vc
İkilemdi olarak geçen ve her ikisi de ‘sevinmek’ kavramını
sözcük yinelemeleriyle şiir dilinin birçok özelliklerinin ortaya
yansıtan ögir- ve sebin- eylemlerini de burada belirtmeliyiz.
çıktığı görülmektedir.
Ad soylu öğelerden yabız (Kültigin doğu 32), aynı kökten
Yazıtlarda, Divan Şiirimizde tezat adı verilen söz sanatını
yablak (a.y. güney 7) ve ariıg (Bilge K. kuzey 5) sözcükleri
anımsatan bir anlatım biçimiyle karşılaşılmakta, anlatımı
‘kötü’ anlamına gelen vc bu dönemin zengin sözvarlığının
güçlendirmek üzere karşıt anlamlı öğeler bir arada kul­
tanığı olan örneklerdendir. Aynı biçimde, ‘hilekâr, sahtekâr,
lanılmaktadır. Birkaç örnek verelim:
aldatıcı’ anlamına gelen üç ayrı sözcükle karşılaşıyoruz: tebliğ
(Kültigin doğu 6) kürlüg (Bilge K. doğu 6) ve armakçı (Bilge “Üze kök tenri asra yağız yir kılındukta...” tümcesinde
K. doğu 6). yinçgc ‘ince’ (Tonyukuk güney 6) ve yuyka ‘da­ (Kültigin doğu 1) üze ‘yukarıda, üstte’ ve asra ‘aşağıda, altta’
yanıksız, ince’ (a.y.) yine adsoylu eşanlamlılardandır. ile kök tenri ‘mavi gök’ ve yağız yir ‘kara yer’ gibi karşıt
kavramlar birlikte geçmektedir.
Yazıtlarında yol sözcüğünün (Kültigin kuzey 9) yanı sıra,
yine aynı anlamda oruk (Tonyukuk 24) görülmekte, bunun “Çıgariıg bay kıldı azıg öküş kıldı” (Bilge K. doğu 14)
tümcesinde çığan ‘yoksul’ ve bay ‘zengin, müreffeh’, ayrıca
az ‘az’ ve öküş ‘çok’ aynı biçimde, bir arada geçmektedir.
45. T. Tekin (1994: 16) bu eylemi ‘hissetmek, duymak’ biçiminde açık­
lamaktadır.

92 93
“Irak erscr yablak agı birür yaguk erser edgü agı birür” Aynı biçimde
(Bilge K. kuzey 5) tümcesinde de ırak ‘uzak’ vc yaguk ‘yakın’
“illig bodun erlim, ilim anıtı kanı
sözcükleriyle yablak 'kötü' ve edgü ‘iyi’ sözcükleri birbirine
karşıt kavramları yansıtmaktadır. kaganlıg bodun ertim, kağanım kanı"
Bu örneklere daha birçoklarını ekleyebiliriz. (Bilge K. doğu 9)
Yazıtlarda anlatımı güçlü kılan benzetmelerde ilgi çekicidir. tümcelerinde yapıca eş illig / kaganlıg. ilim/kaganım
Örneğin hakanın ordusunun kurt, düşmanın da koyun gibi öğelerinin yanında bodun, ertim vc kanı öğelerinin dc yi­
olduğunu anlatan “..kanım kağan süsi böri teg ermiş, yağısı nelendiği (anaphore) dikkati çekiyor.
koyu teg ermiş” (Kültigin doğu 12) satırında kurt / koyun Bütün bunlara ek olarak sayıca eş heceli sözcüklerin art arda
benzetmesi aynı zamanda bir karşıtlığı yansıtmakta, ayrıca gelmesi, birtakım anlatım kalıplarının yinelenmesi, düzyazı
yinelemeli bir anlatım sergilemektedir. Aynı biçimde içinde uyaklara başvurma gibi özellikler dc vardır ki. bunlara
“Türgiş kağan süsi otça borça kelti” (Bilge K. doğu 27) ayrıca değinmiyoruz.
tümcesinde ordunun ateş gibi, bora gibi gelişinden söz edil­ Köktürk yazıtlarının sözvarlığında deyim, atasözü gibi
mekte, bugünkü yel gibi gelmek deyimini anımsatan bir ben­ öğelerin dc bulunduğunu belirtmeliyiz. Talât Tekin’in bir ça­
zetmeyle karşılaşılmaktadır. Aynı türden daha birçok ben­ lışmasında (1957: 372 vc 422-426) üzerinde durduğu adak
zetmeler gösterilebilir. kamşatmak ‘ayağı sendelemek,, kötü duruma gelmek’, adı küsi
Aşağıya aktardığımız, birbirini izleyen tümcelerde ise hem yok bolmak ‘adı sanı yok olmak’ (çok ağlayıp üzüntü çekmek),
yapı açısından birbirine eş öğelerin kullanıldığı, hem uyaklara ot sub kılmak ‘ateşle su gibi birbirine düşman etmek’, ödinc
ve ses yinelemelerine başvurulduğu, hem de çeşitli öğelerde küni tegmek ‘ödüne haset girmek’ gibi deyimlere daha başkaları
yinelemelere gidildiği görülmektedir: da eklenebilir. Bizce “..tenriyir bulgakın üçün" (Bilge 12. doğu
29) tümcesinde “gökle yerin karışıklığı” ile başka yerde
geçmeyen bir deyimsel anlatım söz konusudur. Tonyukuk
“altım yışıg aşa kellimiz yazılında görülen tün katmak (1, kuzey 11) da bir deyim olup
İrtiş ügüzüg keçe kellimiz” (Tonyukuk II, batı 2-3) bugünkü gecesini gündüzüne katmak deyiminin aynıdır. Yu­
karıda değindiğimiz otça borça gelmek deyimi de (Kültigin
doğu 37) benzetmeye dayanan bir anlatım biçimidir; tünü künli
“altun yışıg yolsızın aşdımız (Bilge K. güney doğu) bugünkü geceli gündüzlü deyiminden
îrtiş ügüzüg keçigsizin keçtimiz” başkası değildir. Ayrıca ölü yitü ‘ölesiye, ölürcesine’ (Bilge

(Tonyukuk I, kuzey II).

46. Daha başka örnekler için bkz. Aksan, 1991: 19-29.

94 9S
4.2. UYGUR DÖNEMİNİN SÖZVARLIĞI
K. doğu 22) ikilemesi de kanımızca bir deyim olmalıdır. Daha
önce değindiğimiz, O.N. Tuna’nın açıkladığı (1960: 131-148) Türklerin kent yaşamına, yerleşik yaşama geçtikleri Uygur
ve ‘ölmek’ anlamındaki kergerk bolınak deyimini de buraya dönemi, yeni bir uygarlığın ve değişik kültürlerle sıkı iliş­
ekleyebiliriz. kilerin kurulduğu bir dönemdir. VIII. yüzyılın ortasında yeni
Köktürk yazıtlarının sınırlı sözvarlığı içinde atasözleri bir devlet kuran Uygarlar arasında Şamanizmin yanı sıra
olduğu anlaşılan sözler de geçmektedir. Bunlardan biri, Ton- Budizm, Maniheizm, Hıristiyanlık da yayılmış, bu dinlerle ve
yukuk’ta geçen “yuyka erkli topulgalı uçuz ermiş yinçgc erklig ilgili oldukları kültürlerle çok yönlü ilişkiler meydana gel­
özgeli uçuz. Yuyka kalın bolsar topulguluk alp ermiş yinçgc miştir. Uygur döneminden günümüze, çok değişik konuları
yoğun bolsar özgülük alp ermiş" (I, güney 6) tümcelerindedir. içeren zengin bir yazı dilinin ve değişik dinsel kültürlerin
Bir şey yufka iken onu delmenin ve ince olanı kırmanın kolay metinleri kalmıştır.
olduğunu, yufka kalın olursa da delmenin zor olacağını, yoğun
Uygur yazı dilinin belirgin niteliklerinden biri, gerek Türkçe
olursa kırmanın zor olacağını anlatan bu sözleri Giraud “birlik­
yazarken, gerekse yabancı yapıtları aktarırken dilin türetme
ten güç doğar" biçiminde açıklanmaktaydı (1961: 129). Daha
önceki yazılarımızda (bkz. Aksan, 1976: 139) değindiğimiz olanaklarından olabildiğince yararlanılmış, yabancı kav­
“Toruk bukalı semiz bukalı arkada (ırakd) bilser (bünser) semiz ramların Türkçeden türetmelerle karşılanmış olmasıdır.
buka toruk buka leyin bilmez” (Tonyukuk I batı 6) sözü ise Böylelikle somut ve soyut kavramlarla dolu, çok zengin bir
yorumu tartışmalı olmakla birlikle tam bir atasözü niteliği sözvarlığı bize kadar gelmiştir. Burada bu zengin sözvarlığını
göstermektedir. “İnsanın bir şeyi yakından görüp incelemedikçe tanıtmak için, önce birkaç örnek üzerinde duralım:
onun ne olduğunu anlayamayacağını belirttiği görülen bu söz Bugün ortak dilimizde aş ‘yemek' kökünün türevi olarak
“insan zayıf boğa ile semiz boğayı uzaklan bilmeye kalksa ancak aşçı, aşçılık, aşçıbaşı sözcükleri kullanılmaktadır.
hangisinin semiz, hangisinin zayıf olduğunu bilemez” biçi­
Uygur döneminde aş’ın yanı sıra, bunun türevleri aşlık
minde bugünkü dile aktarılabilir.
‘mutfak’,aşçı ‘aşçı’,aşlıg ‘yemekli,yemekle donatılmış' gibi
Bu bölümde ortaya koymaya çalıştığımız anlatım özellikleri adsoylıı öğeler, ayrıca aşamak ‘yemek”, aşanmak ‘yemek, yiyip
ve çeşitli sözler bir bütün olarak göz önünde tutulunca bu bitirmek' aşanturınak ‘yedirmek’ aşatmak ‘yedirmek’ gibi
dönem dilinin - kimi yabancı araştırıcıların görüşlerinin tersine eylemler kullanılıyordu (hepsi için bkz. Röhrborn, IV). ‘Zarar,
- işlenmiş, çok daha gerilere uzanması gereken bir dil olduğu,
tehlike, sıkıntı’ anlamlarına gelen ada sözcüğünün yanında
yazıtların, sanallı ve güçlü bir anlatımı yansılan birer ürün
adakmak ‘tehlikeye düşmek, tehlikede olmak’, adalamak
sayılabileceği kabul edilebilir, sanıyoruz.
‘ tchl i keyc gi rmek ’ adalanmak (a .a), adalıg ‘ tehI i kel i, sal lan t ıda ’
“En eski Türkçenin İzlerinde” adlı yeni kitabımızda (2000, adartmak ‘zarar getirmek, zararlı olmak’, adaşız ‘tehlikesiz,
2004). Orhun yazıtlarıyla birlikle Yenisey yazıtlarının sözvarlığı da bedensel ve maddesel bütünlük taşıyan ‘türevleri yaşıyordu
çeşitli açılardan incelenmiş, bunlardan yola çıkılarak en eski
(bkz. a.y. I).
Türkçenin izlerine ulaşılmaya çalışılmıştır..

96 97
Burada, bugün gör- biçimine girmiş olan kör- kökünden körklemek ‘güzelleşmek, süslenmek’ (Alt. Gr.)
türemiş vc Uygur metinlerinde kullanılmış olan çeşitli söz­
körlkürmek ‘göstermek’ (TT VI, 32, 237, Alt. Gr.)
cüklere örnekler vermek istiyoruz47.
körtle ‘güzel’ (Man. 1. 10,6. Alt. Gr.).
körmek ‘görmek’ (Alt. Gr., Uyg. S., HS. Tsang X, 288)
Bugün Tiirkçedc ayırmak biçimini almış bulunan eylem
körüm ('bakış, görüş, görünüş, manzara, kanı kısmet,
Uygurcada adırmak biçiminde ve aynı anlamda kullanılıyordu.
rüya’... gibi çeşitli anlamları vardır; Gabain, Hüen Tsang 7,
Aşağıda vereceğimiz aynı kökten, başka sözcükler, Uygur
TT. VII, 39ı, Alt. Gr. vb.)
döneminin sözcük zenginliğine ışık tutacaktır:
körüm körmek (Tl' VII, 391'de yazgısını sormak’ (Los
adın ‘başkaları, başka, biraz başka’... gibi anlamları vardır
befragen) anlamı verilmiştir.
(Alt. Gr., Röhrborn I ‘die anderen, das andere, von ctvvas an-
köriimçi ‘falcı’ (v. Gabain, Hüen Tsang 19) deren, anderer, fremd, ausvvartig, und ferner’... gibi anlamları
körünç ‘görünüş’ (v. Gabain, Briefe. uig. Hüen Tsang veriyor).
1831) adınmak Alt. Gr. ‘değişmek, iyileşmek’ gibi anlamlar ve­
körünçlüg (TT I, 124'te ‘Schaugerüst’ anlamı verilmiştir.) rirken Röhrborn I ‘(mutlu olarak) etkilenmek, hayrette kalmak’
körünçlemek ‘sergilemek’ (Alt. Gr.) (freudig beeindruckt sein,sich erfreut vvundern) ve ‘(korkudan)
etkilenmek, şaşırmak’ ('vor Schreck) beeindruckt sein, er-
körünmek ‘görünmek, gözükmek’ (Uyg. S.) sehüttert sein’ anlamlarını göstermiştir.
körülmek ‘görülmek’ (Hüen Tsang X, 535)
adınagu ‘başka, başkaları’ (Alt. Gr., Röhrborn I ‘die an­
körügsemek ‘görmek istemek’ (Alt. Gr., Altun Y. 625. 4). deren, von anderen’ anlamlarını veriyor).
körmez ‘kör’ (Uyg. S) admçıg ve adınsıg ‘başka, daha, başka, özel, -den başka’
körgülük ‘görülecek, görülesi’ (Altun Y. 169.2) (Alt. Gr., Röhrborn I admçıg'a ‘etvvas anderes, anders’ an­
lamlarını veriyor).
körkitmek ‘göstermek’ (Uyg. S., Alt. Gr.)
admsıgrak ‘bütünüyle, başka’ (Röhrborn I ‘ganz anders’
kork ‘görünüş, güzellik, güzel, resim’ (TT III, 12, Alt. Gr.,
anlamım veriyor.
Uyg. S.)
admsıgsız ‘değiştirilemez’ (Röhrborn I ‘unabanderlich’
körkle ‘güzel’ (USp 284, Alt. Gr., Uyg. S.)
anlamını veriyor.
körklüg ‘güzel, görünüşlü’ (Altun Y. 608, Alt. Gr., Uyg.
admta ‘öte yandan’ (Röhrborn I ‘getrennt vverden, sich
so - trennen, şich vom Leben trennen, sterben’... gibi anlamları
gösteriyor.)
47. Bu sözcük ailesine vc daha sonraki sözcük ailesine ait açıklamalarda, de­
ğişik kaynaklarda gösterilen değişik anlamlan belirtmeyi yeğledik.

98 99
adırt ‘ayrım, ayrı, ayrılık’ (Röhrborn 1 ‘Unterschied, adrutmak ‘ayrı, ayrılmış olmak' (Röhrborn 1 ‘getrennt,
verschieden, Untcrscheidung, Untcrscheidend’.. gibi anlamları ( ausgesondert vverden’ anlamlarım veriyor).
gösteriyor.)
Şimdi dc bu dilin sözvaıiığında somu! vc soyut kavramlara
adırtlamak ‘ayırmak, tanımak, zihinde çözümlemek, araş­ bir göz atalım:
tırmak’ (Röhrborn I ‘unterscheiden, erkennen, gcistig analy- >
Daha önce dc değindiğimiz gibi, Uygur sözvarl iğinin çok
sieren, untersuchen’ anlamlarını veriyor).
çeşitli konularla ilgili metinlere dayanması, Köktürk ya­
adırtlanmak ‘araştırılmak’ (Röhrborn I ‘ııntersucht vverdcn’ zıtlarından farklı olarak değişik kavram alanlarından öğelerin
anlamını kaydediyor). bize kadar gelerek elimize ulaşmasını sağlamıştır. Bu geniş
adırtlıg ‘açık, ayrıntılı, doğru, kesin, tanınmış, iinlii’ sözvarlığı içinde geçen pek çok somut kavram arasından, ilginç
bulduğumuz birkaçını burada göstermek istiyoruz:
(Röhrborn I ‘klar, deutlich, detailliert, genau, bestimınt, mit
Sicherheit, bekannt, bcrühmt’ anlamlarını veriyor). Könüksü ‘gümüş suyu’ (Klaproth, Über die Sprachc und
Schrift der Uiguren, 68), köne (suvı ile birlikte) ‘cıva’ (Zur
adırtsız ‘ayrımsız, farksız, aynı’ (Röhrborn I ‘nichl ver­
Heil I, 10, 108, uyg. S.), uşkun ‘sarmısak, soğan’ (Alt. Gr.,
schieden, ohne Unterschcidung’ gibi anlamlar veriyor). *
uşkun biçimiyle Zur Heilkunde 6,44 ‘sarmısak’ anlamını ve­
adratmak ‘ayırmak, seçmek’ (Röhrborn I ‘trennen, aus- riyor), bor ‘şarap’ (Alt. Gr., Uyg. S.), borluk ‘bağ, üzüınbağı
sondern’ anlamlarını veriyor.) , (Alt. Gr., Uyg. S.), sag yag ‘tereyağı’ (Zur Heilkunde I, 12,
adrı (çatallanmış’ (Röhrborn I ‘sich gabclnd, gegabelt’ 145), köpük ve kirpik ‘bugünkü anlamlarında, Alt. Gr.) tozgak
anlamlarını veriyor). ‘çiçektozu’ (Uigurica III, 71, 1), sirke (bugünkü anlamında,
Zur Hcikundc I, 10, 115), kölünü ‘taşıt, taşıma aracı, Alt. Gr.,
adrok ‘ayrım, ayrımlı, üstünlük, üstünlüğü olan’ (Röhrborn
Hs. Tsang VI, 1416), saman (bugünkü anlamında, Uyg. S.),
I ‘Unterschied, verschieden, Vorzug, Vortrefflichkeit’ an­
tınrak, tırnak ‘tırnak, pençe’ (Alt. Gr.), tor‘ağ, balık ağı’ (Uyg.
lamlarını veriyor.)
S., Alt. Gr.) gibi örnekleri kolaylıkla artırabiliriz.
adroklug ‘en üstün, ilahi’ (Röhrborn I ‘vorzüglich, herrlich’
Uygur metinlerinde görülen soyut kavram zenginliği ise
anlamlarını veriyor).
ilgiyi çekecek ölçüdedir:
adrokrak ‘daha iyi, en iyi’ (Röhrborn I ‘besser, der Beste’ (•
sezik ‘kuşku, şüphe' (Hsüan Tsang X, 230)
anlamlarını veriyor).
seziksiz ‘şüphesiz, kuşkusuz’ (Hsüan Tsang X, 695)
adroksuz ‘ayrılığı olmayan’ (Röhrborn I ‘ohne Vers-
chiedcnheit, nicht verschiedcri ... anlamlarını veriyor). 1 sezinmek ‘kuşkulanmak’ (Hsüan Tsang X, 492, 791)

adrumak ‘seçmek’ (Alt. Gr.) (Röhrborn I ‘sich auszeichncn’ kiivcnç ‘güvenç, gurur’ (TT X, 46, Alt. Gr.)
anlamını veriyor). J| ög ‘zekâ, akıl (Alt. Gr., Alttın Y. III/V 147, 10)
i|
100 Ş 101

1
akıtmak ‘anlatmak, bildirmek’ (Alt. Gr., Hsüan Tsang X,
ögretig ‘öğrenme, alıştırma’ (Alttın Y. V/III, 190.2, 157.5,
157 11) 37) (er/- ‘geçmek’ kökünden türetilmiştir).

öğrenmiş ‘alışmış’ (Alt. Gr.) ertimlig ‘ölümlü, geçici,fani’ (Uyg. S., Hsüan Tsang x,617)
(ert- ‘geçmek’ kökünden türetilmiştir.)
ögretinmek ‘alıştırmak, çalışmak, öğrenmek’ (Altun Y.
V/III, 157.6) tegimlig ‘değerli, lâyık, hissedar’ (Alt. Gr., Hsüan Tsang
X, 544, 548 ‘yaraşır, lâyık’ anlamlarını veriyor.)
busuş ‘keder, üzüntü’ (Hsüan Tsang X, 118)
ötkürmek ‘nüfuz etmek, tamamiyle anlamak’ (Alt. Gr., Hsüan
busanmak ‘kederlenmek, üzülmek’ (Hsüan Tsang X, 996)
Tsang X, 426 ‘anlamak, nüfuz etmek)
istem ‘istek, arzu’ (Alt. Gr.)
kezig ‘sıra’ (Alt. Gr.) ‘sıra, müddet’ (Hsüan Tsang X.,453,
otgurak ‘kesinlikle, mutlaka’ (Hsüan Tsang X, 348) 476; ‘aşama’ (a.y. 545)
ögrünç (ögrünçü, örünçü) ‘sevinç’ (Alt. Gr.) kanmçsız ‘doyulamayan’ (Altun Y. V/III, 176.17)
ögrünçliig ‘sevinçli, kıvançlı’ (Hsüan Tsang X, 194) ölütçi ‘katil’ (TT VI. 89.89)
ögrünçülcnmck ‘sevinmek’ (TT 11, 8, 56) mengi ‘zevk, sevinç, neşe’ (Hsüan Tsang X. 858)
tözün ‘soylu, asil’ (Hsüan Tsang X, 617) mengilig ‘sevinçli, neşeli’ (Hsüan Tsang X, 195)
anmak ‘temiz olmak’ (Altun Y. Ill/V, 132.15)
tvratmak - katıglanturmak ‘teşvik etmek’ (Çağatay,
arıg ‘temiz, arı, saf...’ (Altun Y. III/V, 134.14..) 1978:61)
okşatmak ‘benzetmek’ (Alt. Gr., Altun Y. Ill/V, 156.10) uz kılmak ‘hazır kılmak, hazırlamak’ (Hsüan Tsang X,
okşamak ‘benzemek’ (Alt. Gr., Altun Y. 111/V, 177.19) 153).

okşatı ‘benzer’ (Alt. Gr.) Kolaylıkla artırabileceğimiz bütün bu öğelerin yanı sıra,
özellikle değişik dinsel metinlerin çevirilerinde, bunların
okşatıg ‘benzetme, karşılaştırma’ (Altun Y. III/V,
Türkçeden karşılanması amacıyla çeviri sözcükler de yer al­
177.17-18)
maktadır:
kakınmak ‘pişman olmak’ (Alt. Gr.)
Uygurlarda “boşluk” ve “mutlak hakikat” kavramlarını
ölünmek ‘pişman olmak’ (Uyg- S., Alt. Gr. ‘rica etmek,
inceleyen Şinasi Tekin (1961: 79-87) Burkancılıkla (Budizm)
hürmet etmek, dua etmek, takdim etmek’ anlamlarını ve­
ilgili birtakım kavramlar üzerinde durmakta, bunların çevrilerek
riyor.) Türkçeye aktarılmış terimlerini de göstermektedir. Örneğin
ukmak ‘anlamak, bilmek’ (Alt. Gr., Hsüan Tsang X, 444) Sanskritteki “boşluk” (şûnyatâ) kavramı Uygurlarda yok kurug

102 103
ikilemesiyle karşılanmış, Kuzey Burkancıları için kullanılan busuş kadgu ‘kaygı, keder’ (Hsüan Tsang X, I 148 ‘üzün­
Sanskrit mahâyâna ‘büyük sal’ terimi Uyguıiarca ulııg külünü,
tü’).
güney Bukancılannı gösteren hinâyâna ‘küçük sal’ ise kiçig
külünü terimleriyle Türkçeye aktarılmıştır48. Yine Sanskritteki çın kirtü ‘gerçek, doğru’ (Altun Y. III/V, 133-22).
bhutatatha ‘mutlak gerçek’ kavramı-bağımsız çeviriyle- iş küç vc iş ködük ‘iş güç’ (Altun Y. III/V, 154.20) (iş küç
Uygurcada ertükteg ("olduğu gibi”) terimiyle karşılanmıştır. biçimi: Uyg. S.)
Bunlara eklenecek daha pek çok örnek vardır: Budizmdcki
‘topluluk, cemaat’ anlamına gelen Sanskrit samgha sözcüğünü öz yaş ve isig öz ‘yaşam’ (Çağatay, 1948:58)
karşılamak üzere kuvra- ‘toplamak’ kökünden kuvrag tü­ tatıghg süçiglig ‘tatlılık, hoşluk’ (Hsüan Tsang VI,
retilmiştir (Altun Y. V/III, 186.13). Yine Sanskritte “dört türlü 1277)
doğuş” kavramı (catur-yoni) Uygurcaya tört tuğum ‘dört
tirig öz ‘yaşam’ (TT VI, 49)
doğum’ olarak çevrilmiştir (Hsüan Tsang X, 639, 1013).
Sanskrit punya ‘sevap, iyilik’ sözcüğüne dayanan buyan söz­ yarukyaşuk ‘ışık, parıltı’ (TT I, 146;y/dkoku, y/par ‘misk’
cüğüyle kurulmuş buyan evirmek ‘sevap tevcih etmek’ bi­ anlamındadır.)
çimiyle, dinsel bir terim olarak kullanılmıştır (a.y. 664).
Sıfatlarla kurulmş olan ikilemelerden birkaçını da gös­
Sanskrit tathagana terimi, ‘gerçek, doğru’ anlamındaki kirtü
terelim:
sözlüğüyle kurulan kirtüdin kelmiş sözüyle karşılanmıştır
(Altun Y. III/V, 144.23). kuthıg ülüglüg ‘kutlu, bahtlı’ (TT II, 87)
Köktürkçcden başlayarak Türkçenin her döneminde güçlü sansız tümen ‘sayısız’ (TT VI, 014; tümen ‘onbin’ an­
bir eğilim olarak ortaya çıkan ikileme kullanma, Uygur me­ lamındadır)
tinlerinde dc sık başvurulan bir anlatım yolu olarak gö­
sever amrak ‘sevgili, sevilen’ (Altun Y. (Çağatay. I945|,
rülmektedir. Bu konuda Saadet Çağatay’ın geniş in­
627.10)
celemesinden (1948: 97-145) daha önce söz etmiştik. Burada;
Uygur metinlerindeki ikilemelere de örnekler göstermek is­ uçuz yinik ‘değersiz’ (Çağatay, 1948:63)
tiyoruz. Önce, adlarla Oluşturulmuş ikilemelere örnek ve­ Daha birçokları gösterilebilecek olan bu örneklerin yanı sıra,
relim: eylemlerle kurulmuş ikilemelere de rastlanır:
aş içgü ‘yiyecek içecek' (Röhrborn IV, 237'dc ‘Speiscn und tilemek istemek ‘istemek, dilemek’ (Yigurica I, 61)
Getrânke’ anlamıyla örnekler gösterir), kimi kaynaklarda aş
içkü biçimiyle verilir. uktumıak ötkürmek ‘açıklamak, aydınlatmak’ (TT VI,
148)
48. Uygurca kötünü ‘taşıt’ anlamına gelmektedir. Nitekim A. von Gabain yirinmekövkilcmek ‘kızmak, azarlamak, kusur bulmak’ (TT
(Alt. Gr.,Glossar,sawşin maddesi) hinayâna'yı küçük taşıma aracı, ‘küçük
araba’ karşılığıyla (kleines Fahrzeug) vermiştir. Hsüan Tsang VI-1416'da VI, 17) gibi.
da kötünü ‘taşıt’ anlamında geçer.

104 105
Yukarıda değindiğimiz iki anıtsal yapıttan aşağı yukarı 1,5
yüzyıl sonra yazıldığı ve aynı alanın ürünü olduğu anlaşılan
Edip Ahmet bin Mahmut Yükneki’nin yapıtı Atebctü’l 1 lakayık
4.3. KARAMANLI TÜRKÇESİNİN SÖZVARLIĞI
(gerçeklerin eşiği) aruz ölçüsüyle kaleme alınmış, eğitici bir
Türk dili bilginlerinin Karahanlı (ya da Hakaniye) Türkçesi ahlâk kitabıdır.
adını verdikleri ve kimi araştırıcıların Orta Türkçenin ilk evresi
saydıkları dönem, IX. yüzyılda doğu ve batı Türkistanda Karahanlı Türkçesi sözcükbilim açısından incelendiğinde
Karahanlı Devletini kuran Oğuz Türklerinin bize kadar ulaşan bu dönem dilinin zengin bir sözvarhğına sahip bulunduğu
yapıtlarla tanıdığımız dillerini yansıtmakladır. Türklerin X. görülür. Bu zenginlik bir yandan daha eski evrelerden gelen
yüzyılda ilk İslami Türk yazını örnekleri sayılan bu yapıtlar sözlerin yaşamakta oluşu, bir yandan yeni türetmelere gi­
bize, batıya. Sirderya bölgesine doğudan göçen Oğuz boylarıyla dilmesi, bir yandan da sonradan yerleşen yabancı öğelerin o
orada oturan Oğuz boylarının karışarak oluşturdukları yeni dönemde daha henüz Türkçelerinin kullanılmakta olmasından
bir yazı dilinin ürünlerini getirmektedir. ileri gelmektedir.
Karahanlı Türkçesinin çok önemli isimlerinden biri Kâşgarlı Karahanlı Türkçesindeki somut ve soyut kavramlarından
Mahmut’un Divanü Lûgati’tTürk adlı anıtsal yapıtıdır (yazılışı söz etmeden önce bir iki kavramın karşılanışına değinmek
1068-1072). Karahanlı Türkçesinin o çağdaki dilbilgisini istiyoruz:
Arapça olarak ve Araplara Türkçeyi öğretmek üzere söz-
İlginç kavramlardan biri, daha Uygur döneminde kullanılan
cükbilgisiyle ve bütün incelikleriyle ortaya koyan, bunu ya­
parken de pek çok manzum ürünlerden, atasözleri vc de­ “istemek, arzu etmek” anlamındaki küse- eylemidir. Uygur
yimlerden örnekler veren, ayrıca o dönemdeki Türk boyları metinlerinde, sık geçen bu eylemin yanında küsüş ‘istek’,
üzerinde bilgiler sunan bir hazinedir. küsenç (a.a.), küsençig ‘istenen’, küsüşlüg (a.a.) gibi türevleri
de yaşıyordu. Karahanlı döneminde küse- eylemi yaygın olarak
Yusuf Has Hacip’in Divan’la, yazılışı aynı yıllara (1069)
kullanılıyordu (Örn. Kut. Bil. 363, Div. III 271, Atebe 394);
rastlayan Kutadgu Bilig’i (kut, mutluluk veren bilgi) Türk
tile- (dilemek) eylemi de yaşıyordu (Div. III 271,90; Kut. Bil.
yazınının o çağdaki nitelikleri ve Türk kültürü üzerinde önemli
379).
bilgiler edinmemizi sağlayan 6645 beyittik, aruz ölçüsünde,
manzum bir yapıttır. İki yazma nüshası Arap, bir nüshası da Kutadgu Bilig incelenecek olursa “Tanrı” kavramım kar­
Uygur harfleriyle kaleme alınmış olan yapıt, bireyin mutluluğa şılamak üzere, Köktürk yazıtlarından biri gelen tenri söz­
erişmesi, erdem sahibi olması, toplum ve devlet yaşamının cüğünün (örn. 3697,4865) yanında, aktarmalı anlatımla bu yeni
düzgün yürümesi için gereken bilgi ve öğütleri, biri hükümdar anlamı kazanmış olan bayat (aslında ‘eski, kadim’ demekti)
olan ve her biri değişik ilkeleri, nitelikleri temsil eden dört (1278. 1329), ‘kadir’ anlamındaki ugan(I53l ,3192) vc ‘sahip’
kişinin çeşitli konuşmaları ve yaşadıkları olaylar içinde an­ demek olan idi (Örn. 3754) gibi üç sözcükle daha kar­
latmaktadır. şılaşırız.

106 107
Divan’da geçen akrabalık adlarına göz atılacak olursa kon- ‘konmak’ (Div. III, 185, Kut. Bil. 5643, Atcbc 460)
bunlarda da geniş bir sözvarlığıyla karşılaşırız. Örneğin konat ‘birbirine yanaşan, toplanan insan kümesi’ (Div. 1,
yalnızca karı ve kocanın kardeşlerine verilen adlar Divan’da 357)
şöylcce gösterilmiştir (III, 7):
kondur- ‘kondurmak, oturtmak’ (Div. II, 313)
yurç: karının küçük erkek kardeşi,
konşı ‘komşu’ (Div. I, 435)
ini (Köktürkçedcn beri gelen sözcük): kocanın küçük kar­
deşi, konuk ‘konuk’ (Div. I, 517, Kut. Bil. 817)
konukluk ‘konukluk’ (Kut. Bil. 4574)
içi (Köktürkçcden beri gelen sözcük): kocanın büyük kar­
deşi , konukla- ‘konuk etmek’ (Div. III, 339)
singil(Köktürkçcden beri gelen sözcük): kocanın, kendinden konuklaş- ‘birbirine konuk olmak’ (Div. II, 258)
küçük kızkardeşi, konum ‘yurt, konak’ (Div. I, 114, Kut. Bil. 1347)
baldı.1 kaimin kendinden küçük kızkardeşi. konut ‘konut’ (Kut. Bil. 4471)
eke (Köktürkçedcn beri gelen sözcük): kocanın ve karının
er‘er, erkek, adam’(Div. 21, 199..., Kut. Bil. 160..., Atcbc
kendinden büyük kızkardeşi.
88)
Daha sonraki dönemlerde Arapça ve Farsçadan alman ve
eren ‘insanlar’ (Div. 1 74..., Kut. Bil. 279, Atcbe 93)
dile yerleşerek i urkçelerini unutturan yabancı sözcüklerin bir
bölümü Karahanlı Türkçesinde yoktur; bunların Türkçelerinin cret- (eredh-) ‘erkekleşmek’ (Div. I, 208)
yaşadığı görülmektedir. Örnek olarak Kut. Bil. de henüz, erkek ‘hayvanın erkeği’ (Div. II, 102 Kut. Bil. 979)
Farsçadan gelen süvari geçmezken atçı sözcüğü (6035, 6054,
erkeklen- ‘erkek olmak’, ‘ürpermek’ (Div. I, 315)
6056) yer almaktadır. Yine Farsçadan alınma para (/pa:rc/)
sözcüğü görülmediği halde hem Divan’da (1, 131), hem de Kut. erngen ‘ergen, bekâr’ (Div. I, 257)
Bil.’dc (6470, 6543) yarmak bu anlamda kullanılmaktadır. erlik ‘erkeklik’ (kut. Bil. 3436)
Farsça kökenli terzi (/derzi.7) yerine Divan’da yiçi geçmektedir
erlen- ‘kadın evlenmek’ (Div. I, 117)
(113, III216); bunun kökü olduğu anlaşılan yi ('elbise dikişi',
1II25 , 229) sözcüğü dc vardır. erleş- ‘erkeklikte yarış etmek’ (Div. I, 239)

Karahanlı Türkçesinde sözvarlığmm zenginliğine tanık olan ersek ‘hafif kadın (er isteyen), fahişe’ (Div. I, 104)
özelliklerden biri, aynı kökten türemiş ve değişik dilbilgisel ersig ‘erkek, yiğit, mert, kahraman’ (Kut. Bil. 196, 1958,
görevlerdeki çeşitli öğelerin kullanılmakta olmasıdır. Aşağıda Atcbc 34)
verdiğimiz sözcükler, bu durumun örnekleridir: ersin- ‘erkekleşmek’ (Div. I, 253)

108 109
Aşağıda, aynı dönemin metinlerinden örneklerini ve­ yalal- ‘töhmet altında kalmak’ (Div. III, 82), yala- ‘töhmet
receğimiz somut vc soyut kavramlar da Karahanlı Türkçesinin altında bırakmak' (a.y. III, 89), ögreyük ‘gelenek, âdet’ (a.y.
zenginliğine ışık tutacak niteliktedir, sanıyoruz. 1,159), ‘bekâret' demek olan kapak(a.y. 1.382). bundan türeme
Önce hemen belirtmeliyiz ki, Eski Türkçe döneminden gelen kapakla- ‘bekâreti bozmak’ (a.y. I, III, 338), ‘ihsan, bağış’
somut kavramların büyük bir bölümü Karahanlıcada da ya­ anlamındaki açıg (Kut. Bil. 616, 853...) vc bunun eylemi
şamlarını sürdürmektedir. Örneğin hayvan adlarından takagu açın- ‘ihsan etmek, bağışlamak’ (Kut. Bil.646, 1353...), ‘hazır’
‘tavuk’ (Div. 1, 217, 447), erkek takagu ‘horoz’ (a.y. I, 111, anlamındaki anuk (Kut. Bil. 1599,783), ‘lezzet, tat’ anlamında
447), böri ‘kurt’, (Div. 11,97, Kut. Bil. 449,1040), keyik ‘geyik’ iuz’un kullanılışı (Kut. Bil. 711), Uygur metinlerinden gelen,
(Div. I, 26,.. Kut. Bil. 712...), tavışgan ‘tavşan’ (Div. I, 5 13)... ‘ümit’ anlamındaki umunç (Div. I, 133. Kut. Bil. 2812,2922).
gibileri bu metinlerde geçerken çetük ‘kedi’ (Div. I, 388), muş ‘cevap’ kavramını yansıtan yanılt (Kut. Bil. 2743, Div. III, 8,
‘kedi’ (Div. 1,438, II, 105), ayrıca ‘erkek kedi' anlamına gelen 23 ‘karşılık, bedel’ anlamında), ‘gurur, gururlu’ demek olan
köviik çetük ve köviik muş (a.y. III, 165), bürge ‘pire’ (a.y. I, kiivez (Div. I, 252), ‘pişman olmak’ anlamında kullanılan
428) gibi, daha değişik olanları da görülmektedir49. ökiin- eylemi (Div. I, 208, Atcbe 144) bunlardan yalnızca
birkaçıdır.
Bizim için özellikle ilginç olan somut kavramlar, birtakım
araç-gereç adları, kimi nesnelere verilen 'kürkçe adlardır, sa­ Sonraları Farsçadan giren eğer (eğer) sözcüğü yerine bu
nıyoruz. Örnek olarak bu dönemde kan alma aygıtının kul­ dönemde abang (Div. 134,442)50 vc Arapçadan alınma bazen,
lanıldığını gösteren sorgu aygıt adı (Div. I, 164, II, 69), karşılığında eski Türkçeden beri geçen a/a’nın kullanılışı
‘mendil’ anlamına gelen ulatu (Div. I, 136), ateş çekmek için (Kut. Bil. 174, 400, 402) bizce yine ilginç kavramlardır.
kullanılan küskü (a.y. I, 448), yakın zamanlara kadar değişik Saadet Çağatay (1981: 38-46) Kutadgu Bilig’dcki ben­
biçimlerde gelen közüngü ‘ayna’ (a.y. 111,45, 132), ayak ‘kâse, zetmeler ve bir bölüm deyim aktarmaları üzerinde durduğu
çanak’ (kut. Bil. 2824, 2878), orgak ‘orak’ (Div. I, 14) gibileri yazısında özgün örnekler de vermektedir.
bunlardandır. Türkçeye sonradan giren Ar. ceviz (cevz) yerine
“tayanma tirigligkc tuş tcg keçer
bu dönemde yagak (Div. I, 90, III, 8) kullanılıyordu. Bu ör­
nekleri kolaylıkla artırabiliriz. küvenme kivi kutka kuş teg uçar (1332)
Soyut kavramlar araştırıldığında daha da ilginç kavramlarla beytinde yaşamın “düş gibi geçtiği”, mutluluğun da “kuş
karşılaşmaktayız: ‘Rüşvet’ anlamındaki orunç (Div. I, 132, gibi uçtuğu”ndan söz edilmektedir. Bugünkü rüya gibi geçmek,
Kut. Bil. 2442), ‘töhmet, itham’ demek olan ve Eski Türkçcden kuş gibi uçmak kalıplarının eşi olan bu örneklerin yanında
beri gelen yala (Div. III, 25, II, 82) ve bundan kurulan “firişte yüzi teg yandı ajun” (5451) dizesinde dünyanın bir

49. Divan’da geçen hayvan adları için şu çalışmaya bakılabilir: İ. Çeneli


(1973-75:99-122). 50. Uygur metinlerinde abam. apam ve abang olarak geçer.

110
111
melek yüzü gibi aydınlandığı anlatılmakta, “kiiyer ot teg ol çın bütün kişi ‘güvenilir, doğru kişi’ (Div. 1, 398)
bu kereksiz sözün” (2687) dizesinde ise hitap edilen kimsenin kadgu yi- ‘kaygı çekmek’ (Kut. Bil. 3336)
gereksiz sözünün yanar ateş gibi olduğu benzetmesine gi­
dilmektedir. özin güzinle- ‘itibarını yükseltmek’ (Atcbe 512)

Kutadgu Bilig’in dizelerini gözden geçirirken başka ilginç


sıdrım ışlıg cr("sırım işli er”) ‘yaptığı işi bitiren, becerikli
benzetmelerle de karşılaşırız. Örneğin: kimse’ (Div. I, 485)
sözge tuz. kat- ‘söze lezzet vermek’ (Kut. Bil. 711)
“Usanma tirigligkc yil teg keçer” (1274) dizgesinde yaşama
inanmamak gerektiği öğütlenerek onun yel gibi geçtiği söy­ (ilin yıga tut- ‘dilini sıkı tutmak’ (Atcbe 160)
lenmekte, insanın bilmediği bir yere gittiğinde gelin gibi ol­ til yıg- ‘dilini engellemek’ (Atcbe 160)
duğunu, dilsize döndüğünü anlatan
yüz açuk tut- ‘iyi yüzlü olmak’ (Kut. Bil. 500)
“kişi kirmedük ilke kirse kalı.
yüz ur- ‘yönelmek’ (Kut. Bil. 2391).
kelin teg bolur er ağın teg tili” (494)
Sözcükleri değişerek yaşamını sürdüren deyimler için de
beytinde ise gelin gibi ve dilsiz, gibi benzetmeleri gö­ birkaç örnek verelim:
rülmektedir. Bir başka beyitte Y. Has Hacip boyunun ok gibi
adaş tut- ‘dost tutmak, arkadaş edinmek’ (Kut. Bil.
olduğundan vc eğildiğinden söz eder:
3174)
“bodum erdi ok teg eğildi bodum” (1099).
clig tuttaçı bol- ‘bir kimsenin elinden tutmak, yardımcı
Bu örnekleri rahatlıkla çoğaltabiliriz. olmak’ (Kut. Bil. 388)
Karahanlıcanın sözvarlığında birçok deyimle de kar­ kaş tüg- ‘kaş çatmak’ (Kut. Bil. 1586, 4756)
şılaşıyoruz. Bu deyimlerden bir bölümü bugünkü Türkiye
helal bol- ‘helal olmak’ (Atebe 428)
Türkçesine kadar gelememiş, bir bölümü, sözcükleri değişerek
günümüze ulaşmış, bir bölümü ise değişmeden kalmıştır. kişi elgi tut- ‘insanlara yardım etmek’ (Kut. Bil. 3240)

Bugün Türkiye Türkçesine kadar ulaşamamış deyim ör­ ög bilig yitür- ‘akıl sır erdirmek’ (Kut. Bil. 3025)
nekleri arasından şunları gösterebiliriz: sözdin yan- ‘sözünden dönmek’ (Kut. Bil. 3692)
tiş kış- ‘dişini sıkmak, sabretmek' (Kut. Bil. 1453)
adak ur- ‘ortaya çıkmak, görünmek’ (Kut. Bil. 2865)
umunç kes- ‘ümit kesmek’ (Kut. Bil. 5122)
bağır bir- ‘kucak açmak’ (Kut. Bil.-3237)
yazuk keçir- ‘günah affetmek’ (Atcbe 33)
candan elin yu- ‘canından ümit kesmek’ (Kut. Bil. 1115'.
yırak tur- ‘bir kimseden, bir şeyden uzak durmak’ (Kut.
BİL 2205).

112 113
Bu örneklere ek olarak bugüne kadar değişmeden gelen başına olmak, başkasına buyruk olmaktan iyidir.)
deyimlerden birkaçını da göstermek istiyoruz: “suv bcrmeskc süt ber” (III, 129)
işi tüş- ‘işi düşmek’ (Kut. Bil. 586) (sana su vermeyene süt ver: Kötülük edene iyilik et!)
kün kör- ‘gün görmek’ (Kut. Bil. 3268) “usukmışa sakıg kamug suv körünür” (1, 191)
sözün kes- ‘sözünü kesmek, susmak’ (Kut. Bil. 625) (susamışa serap bütün su görünür)
tuz ekmek hakkı ‘iyilik edilen kimse üzerindeki hak’ (Kut. “yazmas atım bol mas
Bil. 2321,5797).
yanılmas bilgi bolmas” (III, 59)
baş yi- ‘baş yemek (birinin başını yemek)' (Atebe 138).
(yanılmayan atış olmaz, yanılmadık bilge olmaz)
Karahanlıcanın sözvarlığında, özellikle Divan’da pek çok
“yüzge körme erdem tile” (II, 8)
atasözüylc dc karşılaşıyoruz. Divan’da sav adı altında geçen
bu sözler Kâşgarlı Mahmut’un, savların içindeki sözcüklerin (yüze bakma, erdem ara).
açıkladığı yerlerde örnek olarak gösterilmektedir. Önce bu
Daha pek çoğu gösterilebilecek olan bu sözlerin yanında
sözlerden örnekler verelim:
bugüne kadar gelen, bugün Türkiye Türkçesinde vc Anadolu
“kalın kaz kulavuzsuz bolmaz” (1, 487) ağızlarında kullanılan atasözleri de vardır:
(Kaz sürüsü kılavuzsuz olmaz) “aç ne yemcs tok ne temes” (I, 79)
“kül ürkünçc köz ürsc yik” (I, 337) Ortak dilde hiç değişmcksizin bugün kullanılır.
(küle üfleyeceğine ateşe üflese daha iyidir) (Küçük işleri “evdeki buzagu öküz bolmas” (I, 446) gibi.
bırakması, önemli işler yapması istenen kişilere söyleniyor) Bu söz Anadolu ağızlarında “evdeki buzağı öküz olmaz”
“köp sögülge kuş konar (Samsun, Kırşehir, bkz. Aksoy, Bölge) biçiminde ya­
körklüg kişige söz geelir” (I, 319) şamaktadır. Ayrıca “ev danası öküz olmaz” biçimine (Artvin,
Amasya, Kayseri, Sivas dolayları, bkz. Aksoy, Bölge) rast­
(gür söğüde kuş konar, güzel kişiye söz gelir) lanıyor.
“kara bulıtıg yil açar, “etli tırngaklı edirmez” (1, 177)
urunç bile el açar” (I, 354) (et tırnaktan ayrılmaz)
(kara bulutu yel açar, eli de rüşvet) “karga kazga ölkünse butı sınur” (I, 254)
“öküz adakı bolgmça (karga kazı taklit etse butu kırılır)
buzagu başı bolsa yeg” (I, 59) Bu atasözü bugün ortak dilimizde “tavuk kaza bakmış da
(öküz ayağı olacağına buzağı başı olmak daha iyidir: Kendi kıçını yırtmış” biçiminde görülmekte, ancak aynı gerçeği

114 115
yansıtmaktadır: Küçük, güçsüz olan büyük, güçlü olanı öy-
künmemeli.) (
Di van’daki 4.4. ESKİ ANADOLU TÜRKÇESİNİN SÖZVARLIĞI
“taşıg ısrumasa öpıniş kcrek” (I, 163) Türk dili vc yazını çalışmalarında, aşağı yukarı XIII.
(taşı ısıramayan öpmcli) 1 yüzyıldan XV. yüzyılın ortalarına kadar süren dönemin,
Anadoluda verilen ürünlerin diline genellikle “Eski Anadolu
atasözü ise ortak dildeki Türkçesi” adı verilmektedir. Bu dönem Eski Türkçeyle daha
“ışılamadığın eli öp de başına koy” atasözüylc büyük bir sonraki Osmanlıca arasında bir geçiş dönemi olmuş, yapılan
yakınlık göstermektedir. incelemelerde daha sonraki Osmanlıca evresinden birtakım
Aşağıdaki örnek de Atabe’den alınmıştır; bugünkü “kanı farklarla ayrıldığı saptanmıştır52.
kanla yıkamazlar, kanı suyla yıkarlar” atasözünün metindeki Eski Anadolu Türkçesinden bize, değişik türlerde çeşitli
biçimini göstermektedir: “anmaz neçe yusa kan birle kan” yapıtlar kalmıştır. Ahmet Fakih’ih Çarhnamc’si, Şcyyat
(328). Hamza’nın Yusuf ü Züleyha’sı, Dehhani’nin Şahname’si,
Kutadgu Bilig’de atasözü niteliği taşıyan pek çok söz de ’ Mehmet’in Işkname’si, Dede Korkut Kitabı, Yunus Emre
yer almıştır. Ancak bunlar manzum olarak yazıldığı, şiire Divanı, Kadı Burhanettin Divanı, Mesut bin Ahmet’in Süheyl’ü
dönüştürülmek istendiği için genellikle sözün asıl biçimini Nevbahar’ı, Kelile ve Dimnc çevirisi, Âşıkpaşa’nın yapıtları,
yansıtmamaktadır. Bu sözler içinden ikisini, bir fikir vermek t Ahmedi, Gülşehri gibi şairlerin ürünleri, XV. yüzyılda Sü­
üzere buraya aktarıyoruz51:
leyman Çelebi'nin Mevlid’i, Şcyhi’nin çeşitli yapıtları, Mer­
“ukuş körki tii ol, bu til körki söz cimek Ahmet’in Kabusnameçevirisi, Ahmet-i Dai, Ahmet Paşa,
kişi körki yüz ol, bu yüz körki köz” (274) Necati gibi şairlerin yapıtları, bunların başlıcalarıdır.
(aklın güzelliği (süsü) dildir, dilin güzelliği de söz, insanın Eski Anadolu Türkçesinin sözvarlığı sözcükbilim açısından
güzelliği (süsü) yüzdür, yüzün güzelliği de söz). incelendiğinde ortaya çıkan özellikleri aşağıda, maddeler ha­
“kişi ögrenür bilgi artar öküş linde göstermek istiyoruz:
neçe öğrenip uksa bolmaz ukuş” (1827) 1. Türkçenin Eski Türkçe evresindeki binlerce sözcüğü bu
(insan çok şey öğrenip bilgisi artar, 1 dönemde de büyük bir değişikliğe uğramadan yaşamlarını
sürdürmüştür; Asyadan gelen sözcüklerin Türkçenin Ana­
ama ne kadar öğrense, anlasa, aklı elde edemez).
dolu’daki yeni yazın dilinde yer aldığı gözlemlenmektedir:
i
52. Eski Anadolu Türkçesinin özellikleri vc öteki dönemlerden ayrılan yön­
51. A. Dilâçar’ın Kutadgu Bilig İncelemesi’ııde (1972) bu yapıt birçok yö­ leri konusunda bkz. Mansuroğlu (1946, 1951, 1959: 161-182, Korkmaz
nüyle tanıtılıp değerlendirilirken bu sözlere de geniş yer verilmiştir (s. 29 (1968: 17-27),
vc ötesi).

116 117
Farsça Aûr’dan gelen kör sözcüğü dile yerleşmeden önce, der-, öğünü der-, öğünü divşür- gibi birçok deyimi oluşturduğu
Türkçede çok eskiden beri kullanılan gözsiz (gözsüz), bu dö­ görülmektedir (bkz. Aksan, 1969: 100; Tar. S. V; öğünü der-
nemde de yaşamaktaydı (Örneğin Mcvlid’de 9-45, S. Velcd için Çarhname 10 vc 16; öğüne gel- için Behcetü’l-Hadâik,
XIX, i 1). Yine çok eski olan ve Far. gunâh'm yerleşmesiyle 238-12,322-16).
unutulan yazuk da aynı kaynakta (Mcvlid) karşımıza çık­
Türkçenin yine eski biröğesi olan sezikaym dönemde ‘sezgi,
maktadır (16-66). XI. yüzyılda, Kutadgu Bilig’de geçen ve
zan, tahmin’ anlamında geçmekte (Tar. S. V), scziklc- vc sc-
Ar. askcr'in yerini aldığı çerig (çeri) dc Eski Anadolu Türk-
ziklen- ‘sezer, anlar gibi olmak’; sezinil-, sezinme ‘zan, tahmin’,
çesinde yaygın bir biçimde kullanılıyordu (örn. Işıkname 6834,
sezme söz ‘ilham suretiyle hissedilmiş, duyulmuş söz’ gibi aynı
1483; Şeyhi 167-1).
aileden öğeler de kullanılmaktaydı. Daha XI. yüzyılda geçen
Bugün halk dilinde de çok yaygın olan Farsça kökenli bir ve ‘önce’ anlamına gelen aşnıı sözcüğü XIII, XIV. yüzyılda
bileşik sözcük, mehtap (mehta:b) yerine uzun yüzyıllar boyu da yaşamayı sürdürüyordu; bundan ilgi ekiyle yapılan aşnugı
ay aydını ve aydın kullanılmıştır. Daha XI. yüzyılda Divan’da ‘önceki, eski’ sözcüğü aynı dönemde görülüyordu (Tar. S.
(I, 117) rastlanan aydın sözcüğü Eski Anadolu Türkçcsindc D-
‘ışık, aydınlık’ anlamında yaşarken ay aydunı, ay aydını
Aynı dönemin sözvarlığmdaki somut ve soyut öğelerden
doğrudan doğruya mehtabı anlatıyordu (bkz. Tar. S. 1). Bugün
bir bölümü de yine Eski Türkçe ve Karahanlıca dönemlerinde
Anadolu ağızlarında ay aydını ve ay aydın biçimleri hâlâ
pek az ayrımla, kimi zaman hiç bir başkalık göstermeden
yaşamakta (bkz. Aksan, 1969: 101), yeni Uygurcada da aydin
aynı anlamı karşılamaktadır. kullanılmış sözcüklerdir ki, bunlara da örnekler verelim:

Divan şiirinde çok geçen bâd-i sabâ ‘sabah rüzgârı’ için Vücut bölümlerinden ve organ adlarından baş, oyken ‘ak­
aynı dönemde tanyeli kullanılmaktaydı (Tar. S. V); tan sözcüğü ciğer’, böğür ‘böğür’, sünük ‘kemik’., gibi sözcüklerin yanında
ise daha XI. yüzyılda ‘sabah akşam esen esinti’ anlamında somut kavramlardan süci ‘şarap’, od ‘ateş’, dütün ‘duman’,
görülmekteydi (Divan, III, 157). bıiiar (bunar) ‘pınar’, smdu ‘makas’, sın (sin) ‘mezar’ gibileri
de sık geçen öğelerdendir. Soyut kavramlarda, özellikle Türkçe
‘Akıl, algılama, zihin’ anlamına gelen vc Uygur döneminden kökenlilerde görülen zenginlik dikkati çekicidir. Burada, soyut
beri görülen ög (ök) sözcüğünün Eski Anadolu Türkçesinde kavramlarla ilgili şu örnekleri vermekle yetineceğiz53.
çok yaygın bir kullanım alanının bulunduğunu, ancak zamanla
yerini Ar. akl.'a bıraktığını görüyoruz. Bir yandan aynı addan Arttık ‘fazla’ (S. Veled VI, 6, Işk. 1154, Yunus E., bkz.
türemiş öğle- ‘anımsamak’, öğlendir- ‘ders, ibret vermek’ Tar. S. I), ayruk ‘başka’ (S. Veled 11,71, Işk. 138, Mcvlid 13),
öğlen- ‘kendine gelmek’, ögse- ‘özlemek, fazla istek duymak’ ayruksı ‘başka, farklı’ (S Veled II, 26, 77), bayak ‘evvelki’
öglü gibi türevleri kullanılırken bir yandan da öge düş-, öge (Işk. 8305), belin ‘üzüntü’ (Işk. 1007), belinlemek ‘ansızın
düşür-, ögü diril-, ögü gel-, ögü git-, öğün azdır-, öğünden
geç-, öğünden git-, öğüne gel-, öğüne getir-, öğünü başına 53. Birçok kaynakta geçen bu öğeler için ancak bir - iki kaynak göstermekle
yetiniyoruz.

118 119
korkuyla sıçramak’ (Dede K. Göky. 17-31, Süh. 156 bkz. Tar. şılaşmaktayız. Arapçada Tanrının sıfatlarından olan rahman
S. I), bilici ‘bilgin, alim’ (Topaloğlu 113a, Dede K. Göky. 1- için saklayıcı türetilmiş (Korkmaz, 1968: 17-22), halik söz­
3), dirlik'hayal' (S. Vclcd l-7,Mevlid 18), dük eli ‘hepsi, bütün’ cüğünün çevirisi olan yaradan, mahluk çevirisi olan yaradılmış
(S. Veled 1-38, Yunus E. 3, bkz. Tar. S. II), içil taş ‘iç dış' kullanılmıştır. Ar. ebedı'yi karşılamak üzere ölmesüz, ‘haber,
(Mevlid, 15-7), koldaş ‘yardımcı, muavin’ (Işk. 657. 908), bilgi' anlamında sorağ (sorak) XIV. yüzyılda geçiyordu (Tar.
koyak ‘müessir, dokunaklı’ (Işk. 1540, koyuh biçimi Kadı B. S. V). Yine aynı yüzyıldan başlayarak çeşitli kaynaklarda Ar.
171, bkz. Tar. S. IV), sayru ‘hasta’ (S. Veled II, 128, Işk. 3167, rehin kavramı için tut- kökünden tutu (dutu) kullanılmış, ‘fikir,
4750), yağı ‘düşman’ (Dede K. Göky. 39-29), yazuk ‘günah, düşünce’ kavramı için de samı sözcüğüne yer verilmiştir (Tar.
zarar, ziyan’ (Mevlid 16, 56 a), yazuklu ‘günahkâr’ (Işk. 253, S. V). Aynı öğeyle oluşturulmuş samı anıt- ‘hayal kurmak'.
8631, Mevlid, 16, 51 a). Bu örneklerin daha pek çoğunu gös­ samı san- ‘tasavvurda bulunmak, hayal kurmak’ deyimleri de
terebiliriz. geçmektedir.
2. Bu dönemin sözcükbilim açısından dikkati çeken özel­ Aynı dönemde, Arapça kökenli beytullah, Türkçede Tanrı
liklerinden biri, özellikle başlangıç evresinde vc dinsel ko­
evi ile karşılanıyor (örn. Dede K., Ergin, D6), Farsça bileşik
nuların ele alındığı metinler dışındaki yapıtlarda yabancı
sıfat siyeh-rûz, kara günlü biçiminde çevriliyordu (Tar. S.
kökenli öğelerin azlığıdır. 5. Bölümde belirttiğimiz gibi, Sultan
IV).
Veled’de % 13, Yunus Emre’de % 13 (kimi yerlerde % 22 veya
daha çok), Âşık Paşa’nın Garibnamesi’nde % 20 olan yabancı Dinsel konuların ve gcnelilkle İslamlıkta var olan kav­
sözcükler oram daha sonraki yüzyıllarda, Divan şairlerinde ramların Türkçeye aktarılması arasında çeviri yoluyla oluş­
% 6O‘ı geçebilmektedir. Sultan Veled’de bârı, hükm, cehd gibi turulan sözcük, tamlama ve anlatım kalıpları üzerinde bir fikir
Arapça, cihan, gevher, hemişe gibi Farsça sözcükler geçmekte, verebilmek için XV. yüzyılın başlarında bir Kıır’an çe­
Mevlid’de âhir, lâcerem, beytullah gibi Arapça, bâl, gene virisinden, Ahmet Topaloğlu’nun 2 Cilt halinde yayımladığı
‘hazine’, hergiz gibi Farsça sözcüklerle karşılaşılmaktadır. (1978) ve Muhammcd bin Harnza’ya ait olan yapıttan örnekler
Dede Korkut’ta da şehid, tekellüf, zeval gibi Arapça, nigâh, vermek istiyoruz:
şir, zahnı gibi Farsça sözcükler geçmekte, ancak bütün bu
bilmezlik (Ar. cehalet) 36 b-4
öğelerin yanında Türkçe öğeler çoğunluğu oluşturmaktadır.
Aynı yapıtta ve dönemin başka ürünlerinde Türkçenin ses inanıcı (Ar. mu'miri) 19 a-6
özelliklerine uydurulmuş muştu (<Far. müjde) ve türevleri olan
ayırıcı (Ar. fârik) 278 a-9
muştucu, muştulamak, muştuluk gibi örneklerle de kar­
şılaşıyoruz. yaradım (Ar. halik) 261 b-1

3. Eski Anadolu Türkçesinde Arapça vc Farsça kavramları yavuz itikad (batıl itikat yerine) 100 b-5
karşılamak üzere zengin türetme örnekleriyle de kar­ yavuz dua eyle- 133 b-6
(Far. beddua vc eyle-)

120 121
Farsça Âûr’dan gelen kör sözcüğü dile yerleşmeden önce, der-, öğünü der-, öğünü divşür- gibi birçok deyimi oluşturduğu
Türkçede çok eskiden beri kullanılan gözsiz (gözsüz), bu dö­ görülmektedir (bkz. Aksan, 1969: 100; Tar. S. V; öğünü der-
nemde de yaşamaktaydı (Örneğin Mcvlid’de 9-45, S. Veled için Çarhname 10 ve 16; öğüne gel- için Bchcetü’l-Hadâik,
XIX, il). Yine çok eski olan ve Far. günâh'ın yerleşmesiyle 238-12,322-16).
unutulan yazuk da aynı kaynakta (Mcvlid) karşımıza çık­
Türkçenin yine eski bir öğesi olan sezik aynı dönemde ‘sezgi,
maktadır (16-66). XI. yüzyılda, Kutadgu Bilig’dc geçen ve
zan, tahmin’ anlamında geçmekte (Tar. S. V), seziklc- ve sc-
Ar. askerin yerini aldığı çerig (çeri) de Eski Anadolu Türk-
ziklen- ‘sezer, anlar gibi olmak’; sezinil-, sezinme ‘zan, tahmin’,
çesindc yaygın bir biçimde kullanılıyordu (örn. Işıkname 6834,
sezme söz ‘ilham suretiyle hissedilmiş, duyulmuş söz’ gibi aynı
1483; Şeyhi 167-1).
aileden öğeler de kullanılmaktaydı. Daha XI. yüzyılda geçen
Bugün halk dilinde de çok yaygın olan Farsça kökenli bir ve ‘önce’ anlamına gelen aşnu sözcüğü XIII, XIV. yüzyılda
bileşik sözcük, mehtap (mehta:b) yerine uzun yüzyıllar boyu da yaşamayı sürdürüyordu; bundan ilgi ekiyle yapılan aşnııgı
ay aydını ve aydın kullanılmıştır. Daha XI. yüzyılda Di van’da ‘önceki, eski’ sözcüğü aynı dönemde görülüyordu (Tar. S.
(I, 117) rastlanan aydın sözcüğü Eski Anadolu Türkçesinde D-
‘ışık, aydınlık’ anlamında yaşarken ay aydunı, ay aydını
Aynı dönemin sözvarlığındaki somut ve soyut öğelerden
doğrudan doğruya mehtabı anlatıyordu (bkz. Tar. S. 1). Bugün
bir bölümü de yine Eski Türkçe ve Karahanlıca dönemlerinde
Anadolu ağızlarında ay aydını ve ay aydın biçimleri hâlâ
pek az ayrımla, kimi zaman hiç bir başkalık göstermeden
yaşamakta (bkz. Aksan, 1969: 101), yeni Uygurcada da aydin
kullanılmış sözcüklerdir ki, bunlara da örnekler verelim:
aynı anlamı karşılamaktadır.
Vücut bölümlerinden ve organ adlarından baş, oyken ‘ak­
Divan şiirinde çok geçen bâd-i sabâ ‘sabah rüzgârı’ için
ciğer’, böğür‘böğür’, sünük ‘kemik’., gibi sözcüklerin yanında
aynı dönemde tanyeli kullanılmaktaydı (Tar. S. V); tan sözcüğü
somut kavramlardan süci ‘şarap’, od ‘ateş’, dütün ‘duman’,
ise daha XI. yüzyılda ‘sabah akşam esen esinti’ anlamında
bınar (bunar) ‘pınar’, smdu ‘makas’, sın (sin) ‘mezar’ gibileri
görülmekteydi (Divan, III, 157).
de sık geçen öğelerdendir. Soyut kavramlarda, özellikle Türkçe
‘Akıl, algılama, zihin’ anlamına gelen ve Uygur döneminden kökenlilerde görülen zenginlik dikkati çekicidir. Burada, soyut
beri görülen ög (ök) sözcüğünün Eski Anadolu Türkçesinde kavramlarla ilgili şu örnekleri vermekle yetineceğiz53.
çok yaygın bir kullanım alanının bulunduğunu, ancak zamanla
Artıık ‘fazla’ (S. Veled VI, 6, Işk. 1154, Yunus E., bkz.
yerini Ar. akl.'a bıraktığını görüyoruz. Bir yandan aynı addan
Tar. S. I), ayruk ‘başka’ (S. Veled II, 71, Işk. 138, Mevlid 13),
türemiş öğle- ‘anımsamak’, öğlendir- ‘ders, ibret vermek’
ayruksı ‘başka, farklı’ (S Veled II, 26, 77), bayak ‘evvelki’
öğlen- kendine gelmek’, ögse- ‘özlemek, fazla istek duymak’
(Işk. 8305), belin ‘üzüntü’ (Işk. 1007), bclinlcmek ‘ansızın
öglü gibi türevleri kullanılırken bir yandan da öge düş-, öge
düşür-, ögü diril-, ögü gel-, ögü git-, öğün azdır-, öğünden
geç-, öğünden git-, öğüne gel-, öğüne getir-, öğünü başına 53. Birçok kaynakta geçen bu öğeler için ancak bir - iki kaynak göstermekle
yetiniyoruz.

118 119
usunu der- (vc dirşür-) ‘aklını başına almak (Işk. 1474)
Bugün kullanılmakta olan deyimler arasında da şunlar
vardır: 5. YABANCI DİLLERLE İLİŞKİLER
bağrı yan- (Işk. 2923) Bir toplumun başka toplamlarla hiç bir ilişki kurmaksızın
hüküm sür- (Şeyhî D. 80) yaşaması nasıl olanaksız ise, bir dilin yabancı dillerden hiç
etkilenmeden yaşaması da öylece olanaksızdır. Bir arada ya­
gözü kork- (Dede K. Göky. 1-28)
şama, ticaret, siyaset, kültür ilişkileri,savaşlar, aynı din çevresi
gözünü korkut- (Dede K. Göky. 1-28) içinde bulunma gibi değişik etkenler diller arasında sözvarlığı
yola düş- (Dede K. Göky. 454) açısından alışverişlere yol açmakta, en başta sözcükler olmak
üzere, ilişkilerin artışıyla birlikte birtakım ses, yapı vc söz-
Bu konuyu bitirmeden önce, aynı dönemde geçen ata-
dizimi öğeleri dilden dile geçebilmektedir.
sözlerinden dc örnekler vermek istiyoruz. Bugün bu öğelerden
bir bölümünün sözcükleri değişerek kullanılmakta olduğunu İlk yazılı kaynaklarından bu yana sözvarlığı incelenecek
görüyoruz. Örneğin bugün /V54 arslan tutar, güç sıçan tutmaz olursa Türkçenin - tıpkı Türklerin pek çok ulusla girişlikleri
biçiminde yaşayan söz Işknamc’de (6047) Al ile arslan tutulur, çok yönlü ilişkilerde olduğu gibi - başka dillerle yakın iliş­
güç ile göçen55 tutulmaz biçimindedir; aynı yüzyıldaki bir kilere girdiği görülür. Burada konuyu iki bölümde incelemek
başka yapıtta bu sözü gûc ile bin dürüş göçen tutulmaz (Gü- istiyoruz:
vahi, bkz.Tar. S. 111) olarak buluyoruz. Yine Işkname’de geçen I- Türkçenin sözvarlığında yabancı öğeler,
Oduncu gözi omcada (didiler) (4124) bugün Oduncunun gözü
omçada (dilencinin gözü çömçede) biçiminde Aksoy’da gö­ 2- Türkçenin başka dillerin sözvaıiığına etkisi.
rülüyor (1971:1631). Şimdi bunları teker (eker ele alalım:
Dede Korkut’da da bugün yaşayan atasözleriyle kar­
şılaşıyoruz. Örneğin bugünkü Eski dost düşman olmaz sözü
orada Kan dost düşman olmaz biçimindedir (Dede K. Göky.
1). Bugünkü Oğul atadan öğrenir sofra açmayı, kız anadan
öğrenir biçki biçmeyi atasözü aynı yapıtta Oğul atadan gör­
meyince sufra çekmez (a.y.) olarak görülüyor56.

54. ‘iliyle' anlamında.


55. ‘Kokarca’ anlamında.
56. Dede Korkut’laki atasözleri için bkz. Oy (1956: 39-41,256-272).

124 125
ay adı’ (<çihşâpad. Altını Y. III, 5. bölüm). Sanskritten To-
harcaya, oradan Uygurcaya giren açarı ‘üstad, öğretmen'
(<açari. Röhrborn 1/39), Sanskrit kökenli paramı! ‘erdem’
5.1. YABANCI DİLLERİN TÜRKÇEYE ETKİSİ (<pâramitâ, Alt. Gr.), Çinccden alınan toyın ‘rahip’ (Ust 198,
Eğer Köktürk yazıtları incelenecek olursa bu metinlerde 52, Alt. Gr.), titsi ‘öğrenci’ (<ti-tsıı. Alt. (îr.) bunlardan bir­
yabancı öğelerin sayısının pek az olduğu görülür. Dile Çinccden kaçıdır. Aynı metinlerde çeviri sözcük vc anlatım kalıplarına
giren kunçuy ‘prenses’, sentin ‘general’, totok ‘askeri vali' gibi da sık rastlanır. Örneğin Sanskrittcki sugata (svâgata) ‘doğ­
unvanların ve kimi ycradlarının dışında ancak taluy ‘deniz’ rulukla, temizlikle gelmiş’ sözünden çevrilmiş angın kelmiş
sözcüğü ve kimi yazarlarca Çince kökenli olduğu ileri sürülen (Hsüan Tsang X, 684,690) bunlardan biridir (Röhrborn (3/183)
birkaç sözcük bunlardandır. Kendi yaptığımız sayıma göre bunun ‘in Absolutheit gekommener’ anlamında, Çinccden
çeviri olduğunu belirtir). Bir başka örnek olarak da yine
(bkz. Aksan 1977 b, 344-347) bu yapıtlarda yabancı sözcüklerin
Çinccden çevrilme ezüksüz aımaksız ‘yalansız aldatmacasız’
oranı % l"in altındadır.
(Bkz. Röhrborn 3/201, ‘ohne Bctrug’ anlamıyla) gös­
Türklerin, yerleşik yaşama geçtiği Uygur döneminde Şa­ terilebilir.
manizm’in yanı sıra Budizm, Manihcizm, hatta Hristiyanlığı
Bilindiği gibi, Türklcr X. yüzyılda İslamlığı kabul et­
kabul ettikleri görülmekte, bu dönemden elimizde pek çok
mişlerdir. Karahanlı Türkçesinden elimize ulaşan XI. yüzyıla
kaynak bulunmaktadır. Uygarlardan günümüze, dinsel me­
ait Kutadgu Bilig’de yabancı öğelerin oranı ortalama % 1.9
tinlerden masallara, bitkiyle tedaviden fal kitabına kadar değişik
dolayındadır. İslam dininin kavramları, Rab. rahmet, nefs,
konularla ilgili metinler ulaşmış olup bunlar içinde Sanskritten, hacet, fitne, ilahi sözcükleri, bunların dışında kalan kudret’
Çinccden, Soğdcadan ve daha başka dillerden alınmış söz­ haber, mezalim, sohbet gibi sözcükler Arapçadan alınmadır.
cükler geçmekte, ancak bunların oranı yine bizim sayımımıza Yine dinsel kavramlar olup Farsçadan giren rûzc (oruç’ım eski
göre (bkz. a.y.) % 2 ile % 5 arasında değişmekte, kimi yerlerde biçimi, aslı), namaz gibi öğelerle pend ‘öğüt’, hem gibi söz­
% 12‘ye kadar çıkmaktadır. cükler bu yapıtta yer almaktadır. Ancak yanıt vc yanıg ‘cevap’.
Uygur dönemi Türkçenin, pek çok türetmeyle sözvarlığını Ar. cerab’ın yanı sıra yaşamakta, ‘zaman’ anlamında Türkçe
geliştirdiği bir evredir. Bir yandan Türkçe kök vc eklerden öd kullanılmakta, katil geçmediği halde bunun Türkçesi öliitçii
türetilmiş birçok yeni sözcükle karşılaşılırken bir yandan da geçmektedir.
yabancı kavramların dilde anlatım bulması için yeni türetmeler Kutadgu Bilig'den aşağı yukarı 1,5 - 2 yüzyıl sonra ya­
vc çeviri sözcüklerin oluşturulduğu görülmektedir. Burada, zıldığı anlaşılan Atcbetü’l-Hakayık’ta yabancı sözcüklerin
özellikle dinsel metinlerden Uygurlarcaya giren öğelere birkaç oranının birdenbire yükseldiğini. % 20‘yc, kimi yerlerde %
örnek vermek istiyoruz: 26’ya çıktığını görüyoruz. Devlet, himmet, hisab, ihsan, kerem,
Soğdcadan Türkçeye giren tamu ‘cehennem’ (örn. TT VII, lezzet gibi Arapça küstah, düşman, dürüst ‘doğu’.dizig ‘yazık’
40.24), yine Soğdcadan gelme çakşapat ‘dinsel akide’ ve ‘bir gibi Farsça öğelerle karşılaşıyoruz.

126 127
Anadoluda gelişen vc Eski Anadolu Türkçesi adı verilen dilin en önemli,en başta gelen, temel sözvarlığı içinde yer alan
yeni yazı diline bakıldığında bugün yabancı karşılıkları yer­ öğelerinin de Arapça vc Farsça karşılıklarının kullanılmış
leşmiş bulunan birçok kavramın Türkçelerinin yaşadığı gö­ olmasıdır. Farsçadan alınma gıış ‘kulak’, dide ‘göz’, rü vc rûy
rülür. Eski Anadolu Türkçesinde yabancı öğelerin sayısı, bu ‘yüz’ yed ‘el’, ebrû ‘kaş’, nnijgân ‘kirpikler’, dehen vc dehân
dönemin ilk ürünlerinde sanıldığı kadar yüksek değildir. Sultan ‘ağız’, dûş ‘omuz’, leb ‘dudak, ruhsâr ‘yanak’ eşk ‘gözyaşı’,
Veled’in İbtidaname’sindc % 13, Yunus Emre'dc % 13 (kimi hım ‘kan’... gibi öğelerin vc bunlarla kurulmuş tamlamaların
yerlerde % 22 vc daha çok). Âşık Paşa’nın Garibnamc’sinde sayısı çok fazladır. Arapçadan, yine temel sözvarlığı kav­
ramlarından olan sadr ‘göğüs’, lika ‘yüz, çehre’, kânıct ‘boy’,
% 20'dir. Ahmet Fakih’in Çarhnamc’sinde % 28. Kul Mcs’ut’un
arız ‘yanak’ fem ‘ağız’ dem ‘kan’... gibi pek çok öğe kul­
Kelile ve Dinine çevirisinde ortalama % 16 yabancı sözcükle
lanılmıştır.
karşılaşıyoruz. Dede Korkut Kitabı’nda yabancı öğeler yalnız
dinsel konularda ve dualarda artmakta, ecel, behişt. âmin gibi Gerek aynı dönemin düzyazılarında, gerekse Divan şiirinde,
öğelerin bulunduğu kitabın son sayfasında ödünçlcmclcrin oranı dildeki yabancılaşmanın ilginç göstergelerinden biri, yıldız,
% 17 iken hikâyelerin anlatımında bu oran ortalama % 5,3'e güneş, ay kavramlarının Farsça ve Arapça karşılıklarının
düşmekledir. sıklıkla kullanılmasıdır. Aşağıdaki çizelgede görüleceği gibi
bu kavramların kimi zaman dört yabancı karşılığı bir arada,
XV. yüzyılın sonları - XVI. yüzyılın başları arasında dilde kullanılmıştır:
başlayan Yeni Türkçe döneminde ülkemizde verilen yazın
Türkçe Arapça Farsça
ürünleri giderek Arapça ve Farsça öğeleri daha çok içerir bir
nitelik kazanmıştır. Divan şiirinin Arap vc Fars şiirini örnek yıldız necm ahter
alması, bu şiirin konu, biçim, kavram ve geleneklerini be­ kevkeb si türe
nimsemesi, ayrıca düzyazıda, resmi yazışmalarda Osmanlıca gü neş şems âflab
diye adlandırılan yüksek zümre dilinin ortaya çıkması bu
m i lir
zümreyle halkın konuşma dili arasında bir uçurum oluşmasına
neden olmuştur. Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde kendi sa­ hu rşld
yımımıza göre % 26 dolayında olan yabancı öğelerin sayısı ay kamer mâlı (meh)
XVI. yüzyılın ünlü şairi Baki’dc % 65'c, Ncf’ide % 60'a, şehr
Nabi’dc % 54'c yükselir. Halkın konuşma dilinin anlatım (aynı zamanda
olanaklarından da yararlanan Nedim’de bu oranı, şarkılarda
30 günlük süre)
% 41, gazellerde % 47 olarak saptıyoruz.
Tanzimat dönemi yazarlarından Namık Kemal’de yabancı
Divan şiirinde somut vc soyut kavramları içeren her konuda
öğelerin oranı % 62, Şemsettin Sami’de % 64, Ahmet Mithat'ta
Farsça ve Arapçadan alınan öğeler ağırlık taşımaktadır. Bu
% 57'yi bulmaktadır.
şiirde ilgi çeken bir özellik, organlar ve vücut bölümleri gibi.

129
128
XX. yüzyılda. Dil Dcvriminin başlangıcında K. İmcr’c göre Farsça tamlama kuralına göre meydana getirilen resm i geçil
gazete dilindeki yabancı öğelerin oranı % 60 dolayındadır; gibi melez kuruluşlar yerleşmiştir. Ancak burada hemen be­
1965'te bir oran % 43'c, giderek aşağı yukarı % 25'e düşmüştür lirtelim ki, ortak dilde, Osmanlı dönemindeki yüksek zümre
(bkz. İmcr, 1973: 175-190). dilinde Arapça ve Farsça ödünçlcmclcrin bu denli artmasına
Kabaca bir çerçeve çizecek olursak Arapça ve Farsçanın karşın bu dillerden dilbilgisi kuralların alınışı çok daha düşük
Türkçeye etkisini Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen Dil düzeyde olmuştur. Bunu Türkçenin sağlam yapısına ve gücüne
Devrimi’ne kadar getirebiliriz. Arapça daha çok dinsel ve bi­ bağl ayabi 1 i ri z, san iyonun.
limsel konularla ilgili yapıtlar, Farsça ise yazının yanı sıra Aydınlarımızın yabancı dillerden alınma sözcüklere olan
Türklerin Anadoluya gelmelerinden öncesine uzanan birlikte eğilimi ve Türkçeye gereken özeni göstermemeleri sonucunda
yaşama ve yakın ilişkiler kurma aracıyla Türkçeyi etkilemiştir. oluşan kimi ilginç örnekler üzerinde dc burada kısaca durmak
Her iki dilin Beylikler döneminde Anadoluda zaman zaman istiyoruz. Ülkeye yeni giren birtakım kavramlar karşılanırken
resmi dil olarak kullanılmaları bu etkileri artıran birer etken
bu kavramların Türkçe sözcükler ve tamlamalarla karşılanması
sayılmalıdır. Karamanoğlu Mehmet Bcy’in 1278 yılında
yerine Arapça ve Farsça öğelerle karşılanması, kimi zaman
Türkçenin kullanılmasına ilişkin fermanı hem bu durumun
bu dillerde bulunmayan, yalnız Türkçede kullanılan kimi
belgesi, hem de Türkçeye gereken özenin gösterilmediğinin
sözcüklerin, terimlerin oluşturulması sonucunu doğurmuştur.
bir işaretidir.
Örneğin Osmanlı Devleti döneminde ilk denizaltı gemisinin
Farsça ve Arapçanın dile etkisi yalnızca sözcük düzeyinde donanmaya katılışı sırasında bunun Avrupa dillerindeki kar­
olmamış, bu dillerden - büyük ölçüde olmasa bile - kimi şılıkları gibi (Alm. Untersecboot. Fr. sous-marin, İng. sub-
tamlama kuralları ve anlatım biçimleri dc Türkçeye ak­ marine) denizaltı biçiminde bir adla adlandırılması dü­
tarılmıştır. Mevzu-ı/ bahis ‘sözkonusu’, nokta-i nazar ‘görüş, şünülmemiş, Ar. taht ‘alt, aşağı’ ve ba/jr‘deniz’ sözü kİ erinden
görüş açısı’ Sevk-i tabiî ‘içgüdü’, cfkâr-ı umumiye ‘kamuoyu’, Ar. kuralına göre türetilmiş tahtelbahir tamlamasıyla anıldığı
feth-i meyyit ‘otopsi’ gibi, Arapça sözcüklerden oluşan, ama görülmüştür. İşin ilginç yanı bu sözün Arapçada bulunmayıp
Farsça kuralına göre kurulmuş tamlamalar dilde yerleşirken bu kavram için gavva.se ‘dalgıç’ teriminin kullanılmış ol­
Arapça tamlama kuralına göre oluşturulmuş tahte'ş şuur masıdır. Aynı biçimde, gökkuşağı için dilde ebe kuşağı,
‘bilinçaltı’, hıfzı's sıhha ‘sağlık koruma’, fcvk-al-âdc ‘ola­ ebemkuşağı, alyeşil kuşak, eleğim sağmal... gibi göstergeler
ğanüstü’ gibi tamlamalar da kullanılır olmuştur. Arapçada varken Ar. alâim ‘alametler, belirtiler’ ve semâ
tenvin adı verilen kuralla oluşmuş manen, maddeten, fikren
‘gök’sözcüklerindcn, Far. kuralına göre oluşturulan alâim-i
gibi sözcüklere benzetilerek yakinen gibi Türkçeden türetilmiş
sema tamlaması kurulmuştur ki, Arap ülkelerinde bilinmeyen
öğeler meydana getirilmiş57, Arapça resm ve Türkçe geç/t’ten
bu tamlamanın, kimi ünlü sözlüklerde dc eleğim sağmal adının
aslı olduğu öne sürülmüştür. Bunlara ek olarak konuşma di­
57. Burada Far. kökenli peşin sözcüğünün aynı kurala uydurularak peşinen
biçiminde kullanılışını, Özlürkçc emek sözcüğüne Far. </âr öğesinin ka­ linde gözünüz aydın yerine dideler itişen gibi biçimlerin kul­
tılmasıyla oluşturulan Türkçe emektar gibi tuhaf bir kuruluşu da anmadan lanıldığını, Küçükçckmece, Büyükçekmece gibi Türkçe özel
geçemiyoruz.

130 131
adların Çekmecc-i sağır. Çckmcce-i kebir gibi Arap- hipertansiyon, kapitülasyon, kordiplomatik, meteoroloji, or­
çalaştırılmış biçimlere dönüştürüldüğünü söylemeliyiz58. ganizasyon, provokatör, radyoaktif, santrfüj. standardizasyon,
Moğollarla ilişki dönemlerinde Türkçedcn Moğolcaya pek transfbrmatör, ütopik. veteriner...
çok sözcük ve biçiınbirinıin geçmiş olmasına vc Moğolların Türkçenin İngilizceyle olan ilişkisi II. Cihan Savaşı son­
Türklcrdcn Uygur yazısını almış bulunmalarına karşın Mo- rasına gelinceye kadar çok sınırlı kalmış, yalnızca kimi de­
ğolcadan Türkçeye geçen sözcük sayısı sınırlıdır (Bu gibi nizcilik terimleriyle spor kavramları (özellikle futbol ala­
sözcükler için bkz. O.N. Tuna 1976: 281-313). Moğolcadan nından). İngilizceleriyle dile girmiştir. Fayrap (fire up), istim
Türkçeye giren vc günümüze kadar gelebilen sözcüklerden (steam), bot (boat), gambot (gunboat) gibi denizcilik ve futbol
kurultay, ulus, maral örneklerini sayabiliriz. (footbal). gol (goal), korner (corner), ofsayt (offsidc), frikik
Avrupayla ilişkiler daha çok Fransızca kanalıyla ger­ (free-kick) gibi spor terimlerini bu arada sayabiliriz.
çekleşmiş, 1839 Tanzimat Fermanı’ndan sonra her alanda İngilizce, özellikle II. Cihan savaşından sonra bütün dün­
olduğu gibi yazın alanında da Fransa'yla kurulan bu ilişkiler yada yaygın bir yabancı dil durumuna gelmiş, Türkiye’nin batı
bilim terimlerinden günlük yaşam kavramlarına kadar pek çok dünyasıyla ilişkilerinde bu dil ön plana çıkmıştır. Amerika’yla
öğenin Fransızcadan aktarılmasına neden olmuştur. Günlük yapılan anlaşmalar, girişilen ilişkiler sinema endüstrisi, radyo
yaşamda geçen abajur (Fr. abal-jour'dan, panjur (yine Fr. vc televizyonun yaygınlaşması,Türkiyedc eğitim vc öğretimde
abat-jour'dan), gişe (Fr. guichet). büfe (Fr. buffct), kanape bu dilin yavaş yavaş öncelik kazanması zamanla bilim kav­
(canape), gardrop (gardc-robc), gazoz (eau gazeusc’den), ramlarından günlük yaşamdaki kavramlara kadar pek çok
kürdan (curc-dcnt), tren, vapur (bateau a vapeur “buharlı öğenin Türkçeye aktarılmasına neden olmuştur. Bilim, teknik
gemi”dcn kısalma), bagaj (bagagc), buket (bouquct), dekor ve sanat alanlarında doğrudan alınma ya da çevrilerek aktarılma
(dccoıj, fren (frein), kalorifer (caloriferc), kartvizit (carte vi- öğeleri bir yana bırakırsak bile, günlük yaşamda kulandan pek
site), konserve (conscrve), makyaj (maquillagc). restoran çok sözcük İngilizcenin özellikle son yıllarda birdenbire artan
(restaurant) gibi sözcüklerin sayısı yüzleri geçmektedir. etkisine ışık tutacaktır. Aşağıda, bu öğelerin en çok kul­
Bunlara, değişik alanlardan bilim ve teknik terimlerini de lanılanlarından örnekler vermekle yetiniyoruz:
eklemek gerekir ki,çoğunluğu Latince ve Yunanca kökenli olan Blucin (blue-jcan), tişört (T-shirt), şort (short), çekap
bu öğeler de hep Fransızca kanalıyla dile girerek yerleşmiştir. (chcck-up), baypas (by-pass), ful (full). fultaym (full time),
Bugün de hâlâ - İngilizcenin bütün dünyadaki etkisine kar- parttaym (part time), fuel oil (özgün yazılışıyla kullanılıyor),
şın-birçok yabancı, kavramın Fransızca karşılıkları dilde hobi (hobby), kameraman (cameraman), kokteyl (cocktail). koç
yerleşik olarak kullanılmaktadır. Bunlardan birkaç örnek (coach, ‘basketbol yetiştiricisi’), kek (cake). mcnccer (ma-
vermekle yetineceğiz: alternatif, aktüalite, amortisman, burjuva, nageıj. miting (mccting), otostop (aııto-stop). sandviç (sand-
delegasyon, devalüasyon, envestisman, federasyon, frigorifik. \vich). stres (stress), slayt (slidc). spiker (spcaker). şov (show)
ve talk show), viski (whisky), \volkmcn (kalkman). zaping
(zapping)...
58. Evliya Çclebi'dc (İH, 289 291) bu özel adların bu biçimlerine rastlanır.

132 133
Bu alıntıların dışında, özellikle çok yaygınlaşan televizyon sözcükler60 bir yana bırakılırsa hintcrland öğesiyle birlikle
yayınlarındaki filmler vc dizijcrde-çeviri özensizliklerinin de Üniversite Reformu sırasında bu dilden giren Dekan Doçent
büyük rol oynadığı - birtakım anlatım biçimleri çeviri yoluyla (Alın. Düzeni) gibi sözcükleri vc son yı||1..,ı„ . ,
... . , , , , , , . J la,l|a alınan Otoban ı
dile aktarılmış, ancak dile yabancı olan ve Türkçede kar­ (Alın. Autobahn) saymak yetecektir.
şılıkları bulunan kimi biçimler yaygınlaşmaya başlamıştır.
Örneğin Tanrıya dua eden bir kimse Türkçe olarak “Ne olur
Tanrım, Allahım...” derken, babasından, kendisini ce­
zalandırmamasını isteyen bir çocuk “Ne olur baba...” biçiminde
yakarıda bulunurken bu film çevrilerinde her iki durumda da
İng. please karşı I ığı lütfen kullanılmakta, bu kullanım da yavaş
yavaş genelleşmektedir. / am afraid’den çeviri korkarım. I
hope so'dan çeviri umarım, I think'ten çeviri sanırım, I am
sorry'den çeviri üzgünüm gibi anlatım biçimleri, Türkçe me­
tinlere, yerinde kullanıldıklarına dikkat edilmeksizin ak­
tarılmaktadır. Türkçede bir genç kızın ya da bir delikanlının
karşı cinsten bir kimseyle “gezmesi, dolaşması”, alışılmış
bir anlatım biçimidir. Bu tür çevirilerde İng. to go ouftan
aktarılarak (biriyle) çıkmak eylemi kullanılmaya ve yay­
gınlaşmaya başlamıştır. Wish me luck’lan çeviri bana şans
dile, bir kimseden ayrılırken, söylenen, look afteryoursclflen
çeviri kendine iyi bak! (Türkçede bu bağlamda kullanılmaz),
how can I helpyou?yu karşılamak üzere yer verilen (size) sana
nasıl yardım edebilirim? kalıp sözleri yine bu türden örnekler
arasındadır. Hele hele, ...is a good cokc‘tan çevrilen ...iyi bir
aşçıdır anlatımı Türkçeye bütünüyle yabancıdır; aşçı ancak
yemek pişirmeyi meslek olarak yürüten kimseler için kullanılır.
Türkçede bunun yerine ...iyi yemek pişirir denir. Bu örnekleri
de kolaylıkla artırabiliriz.
Almancadan Türkçeye geçen öğelerin sayısı çok düşüktür;
I. Cihan Savaşı öncesinde ve savaş sırasındaki ilişkiler ne­
deniyle Türkçeye giren vc bir süre kullanıldıktan sonra unutulan 60. Bu gibi sözcükler için bkz. Önen. 1955.

134 135
5.2.1. TÜRKÇENİN BALKAN DİLLERİNE ETKİSİ
5.2. TÜRKÇENİN BAŞKA DİLLERE ETKİSİ
Türkçenin en çok sözcük verdiği, en çok etkilediği dillerin
Ünlü Türkolog L. Johanson, çeşitli diller arasından Farsça, başında Balkan dillerinin geldiğini söylemeliyiz. Sırp-Hırvatça,
Moğolca, üralca, Slavca ile ilişkilerde Türk dillerinin hem Boşnakça, Bulgarca, Arnavutça, Rumence, Yeni Yunanca,
“alıcı”, hem de “verici” olduğunu, çok sayıdaki Türkçe öğelerin özellikle Balkanlardaki 'Türk egemenliği sırasında Türkçcdcn
başka dillere girdiğini belirtir (1992: 171). pek çok söz öğesi almıştır. Dilbilim çalışmalarında “su-
perstratum” olarak adlandırılan üst tabaka etkisi burada ger­
Türkçenin en çok etkilediği, sözvarlığından pek çok öğenin
çekleşmiş, maddi kültür öğelerinden başlayarak OsmanlI
geçtiği diller sıralanacak olursa en başta, Balkan ülkelerinde
yönetim ve ordu kavramlarına, sanat vc zanaat terimlerine kadar
konuşulan dilleri,Sırp-Hırvatça ve Bulgarcayı saymak gerekir.
geniş bir sözvarlığı bu dillere geçmiştir61. Örnekler üzerinde
Bunların yanı sıra Arnavutça, Rumence, Macarca, Makedonca durmadan önce akrabalık adları gibi, temel sözvarlığından
ve Yeni Yunancada da pek çok öğe bulunmaktadır. Bunların sayılan öğelerin bir bölümünün de Türkçcsiylc bu dillerde
büyük bölümü Balkanlardaki Türk egemenliği döneminden yerleşmiş bulunduğunu söylemeliyiz62. Örnek olarak Türkçe
kalmadır. bacanak sözcüğü Bulgarcada badzanak, Sırp-Hırvalçada
Doğu dünyasında en çok ilişkilerimizin bulunduğu İran­ badzânah, Arnavutçada bashanak biçiminde geçmektedir.
lIların vc Arapların dillerine de birçok söz geçmiş vc bugün Baldız ise Bulgarcada baldûza, Boşnakça ve Sırp-Hırvatçada
de kullanılır durumda bulunmaktadır. Şimdi ilk olarak Balkan bâlduza olarak görülmektedir. Türkçe dayı, teyze vc hala Ar-
dillerindeki etki üzerinde duracağız. navutlukçada daje, teze ve halle olarak yaşamakta, Boşnakçada
amca’nın anıidza, dayı'nın daidza ve amca çocuklarının ise
amidzic vc amidzicna biçimlerinde geçtiğine tanık olun­
maktadır. Dayı çocukları da daidzicvc daidzicina sözcükleriyle
karşılanmaktadır. Boşnakçada babo ‘baba’ vc nena ‘nine’
göstergelerinin kullanılışı ve duveglija ‘güveyi’, jenfada
‘geline eşlik eden kadın, yenge’ sözcüklerinin bulunması bizce
daha da ilginçtir (bkz. Fritschc, a.y.).

61. Türkçenin Balkan dillerine etkisi konusunda burada birkaç çalışmayı gös­
termekle yetineceğiz: MJadenov (1926). Tsoncv (1929). ITınce (1951:
241-261).'Bııcscu (1962). skaljic (1962). Miyatcv (1968), Kavaoğhı
(1987).
62. Bu konuda bkz. I-’ritsche (1979: 118-136).

136 137
Sırp-Hırvatçadaki Türkçe öğeler üzerindeki çalışmasında skaljic bulmakladır. Bu dilde, öteki Balkan dillerinde olduğu gibi
(1962) bu dilde Türkçe kökenli.6878 sözcük saptamıştır. Bu Tiirkçeden aktarılan çeviri sözler, deyimler ve atasözlerine de
yapıt, maddî kültür kavramlarından Osmanlı Yönetim Örgülü rastlamaktayız. Örneğin hem yazı dilinde, hem de konuşma
ve Ordusuyla ilgili kavramlara kadar pek çok sözcüğü içer­ dilinde kullanılan atasözl erinden Miyatcv’in saptığı Aç ayı
mektedir. Yalnızca atçılıkla ilgili yüzden fazla Türkçe deyimin oynamaz, Ak akçe kara gün içindir, Armut ağacından uzak
yer aldığı bu sözlükte Türkçe ve Türkçe üzerinden bu dile giren düşmez. Bahşiş atın dişine bakılmaz gibi Bulgarcaya çevrilmiş
Arapça, Farsça, İtalyanca vb. kökenli sözcükler bulunmaktadır. Türkçe atasözlerini buraya aktarabiliriz (bkz. Miyatev, 1968:
Burada. Sırf-Hırvalçadaki bu türden öğelere birkaç örnek ver­ 123).
mekle yetineceğiz: aşçiya (aşçı), cıjran (ayran), bekçiya
Arnavutça, Makedonca, Rumence, Yeni Yunanca, Macarca
(bekçi), belenzuka (bilezik),bûbreg (böbrek), çâruk (çarık),
duvak (duvak), gündelikçiya (gündelikçi), kolayluk (kolaylık),
gibi dillerdeki Türkçe öğeler de önemli bir sayıya varmaktadır.
sandzak(sancak), sürgünlük (sürgünlük), tomruk (tomruk), tug Türkçcnin bütün bu diller üzerindeki etkisine burada yüzlerce
(tuğ <Far. tug), tulbenta (tülbent <Fak. dülbend), tuhaf (tuhaf, örnek veremeyeceğimiz için, aşağıda değişik kavram alan­
<Ar. tuhaf) ... gibi. larında Tiirkçeden bu dillere geçen sözcüklere birkaç örnek
vermekle yetineceğiz.
Başta Bulgar Kökenbilgisi Sözlüğü (Bılgarski Elinıologiçcn
Reçnik, Sofia, 1962) olmak üzere, yukarıda birkaçına değindiğimiz Burada hemen eklemeliyiz ki,kimi alanlar hemen bütünüyle
çalışmalarda Bulgarcadaki binlerce Türkçe sözcüğe ve Türkçe Türkçe ya da Türkçe kanalıyla gelmiş Arapça ve Farsça kökenli
üzerinden bu dile giren öğelere pek çok örnek verilmiştir. Maddî geniş bir sözvarlığına sahiptir. Örneğin Giindağ Kayaoğhı’nıın
kültürle ilgili bardak (bardak), bakraç (bakraç), kova (kofa), döşek bakırcılık terimleriyle ilgili çalışması böyle bir alanı tanıtıyor
(djuşek), yorgan (iorgan), balta (baltiya), fıçı (fusiya) zembil (senı- (1987). Önce bu ilginç çalışmadan birkaç örnek göstermek
bil), seccade (secade), kilim (kilim) gibi kavramlardan börek istiyoruz:
(hjıırek), lokma (lokma), boza (boza), musakka (musaka) gibi Türkçe Sırp- Kulgarca Makedonca Arnavutça Yeni Yun. Kümen Macarca
yemek, içecek adlarına, aslan (aslan ve arslân biçimleri var) İhrv.
almaca (almaca), malak (malak), tazı (tazı) gibi hayvan adlarına bakır bakar bakır bakar bakira bakira — —
kadar birçok öğenin yanında pek çok soyul kavram da Türkçedeki kalay kalay kalay kalay kalay kalay — —
karşılıklarıyla Bulgarcaya geçmiştir: armağan (armağan), acemi usta usta usta — ııstai ustas — —
(accnıiya) ahmak, veresiye (veresiya), pazarlık (pazarlık), öfke güğüm cııgum gyutn gyum g'üm giuıni ghitını guiyium
(öfke), keyifsiz (kefsiz) ... gibi. ibrik ibrik ibrik ibrik ibrik ibrik i briç ibrih
Bulgarcadaki Türkçe öğeler de yine aynı kavram alan­ ibrigh briki
larından gelmek üzere Sırp-Hırvatçadakilcrc yakın bir sayıyı kazan kazan kazan kazan kazan kazani — kazan
scfcrtası — sefertas sefertas sefertasi sefertas
sefertaş

138 139
Türkçenin Balkan dillerine etkisi, burada kimi dillerden
Bu örnekler kolaylıkla artırılabilir.
birkaç örneğini verdiğimiz sözcük geçişleriyle sınırlı kal­
Macarcaya gelince, bu dilde, büyük bölümü Macaristandaki mamıştır. Kimi atasözleri ve deyimler, anlatım kalıpları
Türk egemenliği (XVI.-XVII. yüzyıllar) döneminden kalma Bulgarcaya olduğu gibi öteki Balkan dillerine dc çevrilmiş,
birkaç yüz sözcük bulunmaktadır ki, bunlardan kimileri Farsça aktarılmış bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Türkçenin kimi
ve Arapça kökenli olup bu dile geçmişti. Macarcada zseb (cep), eklerinin dc - örneğin meslek eki |-Cİ|, |-Iİk| ve |-Iİ| - bu
esember (çember), csuha (çuha), erdem (erdem), ibrişim (ib­ dillerde yerli ve yabancı kökenli birçok sözcüğe eklendiğini
rişim), kapu (kapı), kocsâny (koçan), pamut (pamuk), szakal görüyoruz. Bu konuda İsmail Eren’in ilginç bir incelemesi
(sakal), tarlö (tarla), teve (deve) gibi sözlükler yaşamaktadır. vardır (1968).
Macarcadaki Türkçe sözcükler üzerindeki çalışmalardan Zs.
Kakuk’un kitabında (1977) bu sözlerden giysiler, nakış, süs, Bu konuyu bitirmeden önce ilginç saydığımız bir noktaya
dericilik ve kunduracılık, yiyeceklerle ilgili olanları üzerinde da değinmek istiyoruz: Sözcükbilim çalışmalarında örnekleri
derinliğine incelemelere girişilerek ilginç açıklamalar ya­ sıkça görüldüğü gibi, bir dilden başka dile geçen öğeler hem
pılmıştır. Örneğin Türkçe pastırma sözcüğü bu dilde pasz- geçiş tarihlerinde verici dildeki biçimlerini yansıtmakta, hem
tormâny biçiminde ‘kurutulmuş sığır’, ‘sığırcti' anlamında 17. de verici dilde bu öğeler zamanla yitirilip unutulmuş olsa da
yüzyıl başlarına ait kaynaklarda geçmektedir (a.y. 78-79). alıcı dilde yaşamlarını sürdürebilmektedir. Örneğin Türkçeden
Keszele ise yine XVII. yüzyılın başına ait kaynaklarda görülen, Sırp-Hırvatçaya ve Bulgarcaya geçen sütlâç sözcüğü (eski
Türkçeye de Farsçadan alman köse/e’den başkası değildir. biçimi sütlü aş) bu dillerde eski biçimini korumakta, Bulgarcada
Bicsak (bicska. bicskia biçimleri dc vardır) ise dericilikte süfli aş. Sırp Hırvatçada sutlijas olarak kullanılmaktadır.
kullanılan bir alet olarak Macarcaya giren Türkçe b/pk’tan Bugün Türkiye Türkçesi ortak dilinde unutulmuş olan başmak
başkası değildir (a.y., s. 63-64). (paşmak) ‘bir tür ayakkabı’ yağlık ‘mendil’ Balkan dillerinin
birçoğunda yaşamakta, kaçamak yemek adı ve bu adla birlikte
Türkçeden Ruınenceye geçen sözcükler içinde de Türkçe
yemek dc bu ülkelerde tanınmaktadır. Kaçamak yemek adının
kökenliler olduğu gibi Farsça ve Arapça kökenliler de vardır:
da Türkiye’de unutulmaya yüz tutmuş olmakla birlikte bu
ascherliu ve aseher (asker), arzai (arzu), bacan) (önceki biçimi
ülkelerde bilindiğini - örneğin Arnavutlukta - yemeğin pi­
bâcâl. bakkal), elce (yelek), boia (boya), otuzbir (otuzbir, bir
şirildiğini biliyoruz. Bu türden daha başka örnekler de var­
kart oyunu), ghelâ (tavla oyunundaki gele), baş (baş. ‘önce’
dır.
ve ‘şef’ anlamında) ... gibi. Bu gibi örnekleri inceleyen Bucscıı
(1962), Rumencedeki adam babadam deyimi ya da bunun
babadam eksiltili biçiminin Türkçe Adem babadan'dan gel­
diğini belirtmekte, bu deyimin bu dilde ‘her zaman, Adem
Babadan beri’ anlamında kullanıldığını ileri sürmektedir (1962:
290).

141
140
türle ilgili kavramlar da Arapçanın çeşitli lehçelerinde yaygın
durumdadır. Kavurma (7ka:varma/ Cczair, Lübnan vc Mısırda;
ka.vurma Irak’ta), pastırma (/baştarma/Cczair’dc, /ba.stirma/
5.2.2. BAŞKA DİLLERE ETKİ
Libya’da, baslarına Mısır’da, basturına Suriye’de, /
Balkan dillerinin yanı sıra Rusçaya da -gerek Türk lehçeleri pa:stırma/ Irak’ta); boza (Cezair, Lübnan vc Suriye’de /
kanalıyla, gerekse Osmanlı-Rus ilişkileriyle- Türkçedcn birçok bu:za/ biçiminde), tütün (Irak, Lübnan, Mısır vc Yemen’de /
sözcüğün geçtiği bilinmektedir. Bunlar arasında sucuk (kolbâsa tutun/), ayrıca topçu (/tobci:/ biçimiyle Fas ve Cczair, /
ile birlikte sucuk, baklava, yoğurt, buza (boza), ayran, kumıs tubei:/ biçimiyle Mısır, Sudan, Suriye lehçelerinde, /tııbşi:/
(kımız) gibi yiyecek - içecek adlarıyla birtakım maddi kültür biçimiyle Yemen’de), sancak (/şancak/ biçimiyle Irak’ta,
öğeleri başta gelir. Padişah gibi Farsça, Sadrazam, Sultan ve sancak biçimiyle Mısır, Suriye, Sudan, Yemen lehçelerinde
vızır’ gibi Arapça öğeleri de yine Türkçedcn geçme sözcükler ve Sinsig biçiminde Libya’da). Kolaylıkla artırabileceğimiz
olarak bu dilde buluyoruz. bu örnekler dışındaki öğeler için bkz. Aytaç (1994).

Türkçenin Arapçaya etkisi üzerinde birçok çalışma ya­ Türkçeyle Farsça arasındaki sıkı ilişkiler Türkçedcn birçok
yımlanmıştır63. Osmanlı egemenliğinin Suriye, Irak, Lübnan, öğenin Farsçaya geçmesi sonucunu doğurmuştur. Bugünkü
Mısır, Yemen ve Libya’da uzun süre devam etmesi, yönetim Farsçayı inceleyecek olursak birçok Türkçe öğeyle kar­
şılaşırız65. Bunlar içinde Osmanlı devlet örgütüyle ilgili he­
ve askerlikle ilgili kavramların yanı sıra somut ve soyut birçok
kimbaşı, ‘başhekim’ dilmaç ‘tercüman’, kolağası ‘orduda bir
kavramın da bu dile geçmesine neden olmuştur. Bu sözcükler
rütbe’, geravulhane (karakol), keşikçi ‘bekçi’ gibi sözcükler,
değişik Arap lehçelerinde uzun süre kullanılmış olup bugün
Selçuklulardan kalma atabek (şehzadeleri eğiten ya da bir
de yaşamaktadır64.
eyaleti yöneten vezir), sözcüğü, arslan biçimiyle aslan, baykoş
Bu öğelere burada örnekler vermek istiyoruz: Ordu ve yö­ biçimiyle baykuş, kaplan, karakuş (kartal), kısrag (kısrak),
netimle ilgili olan binbaşı, Mısır ve Sudan lehçelerinde / emlik (yeni doğmuş kuzu; Anadolu ağızlarında yaşamaktadır),
binba:şi:/ olarak görülmekte, paşa sözcüğü ise Cezayir, Fas, kuş-i kızıl (atmaca), teke gibi hayvan adları vc günlük dilde
Lübnan, Mısır ve Suriye Arapçalarında /ba:şa:/, Irak’ta / kullanılan araç-gereç adlarına da rastlarız: Olarak ‘kısa din­
pa:şa/ biçiminde yaşamaktadır. Bey sözcüğü ise birçok lehçede lenme yeri’ (otarak kerden ‘dinlenmek’ eylemi bu sözcükle
/bey/ olaark görülürken Sudan lehçesinde /bi:k/, /bek/ ya da / yapılmıştır), otağ ‘oda’, bezek ‘süs’, gılıç (kılıç), tohmak
beh/ biçimlerini almaktadır. Bölükbaşı sözcüğü Cezayir ve ‘tokmak’, aş ‘yemek’, elek ‘elek’... gibi.
Libyada /bulukbaş/ ve /bili ba.şi/ olarak geçiyor. Maddi kül­ Türkçenin meslek gösteren biçimbirimi [-Cİ | de tıpkı Balkan
dillerinde ve Arapçada olduğu gibi Farsçada da çeşitli yerli
63. Bu çalışmalar arasından birkaçını göstermek istiyoruz: Littmann (1954).
Ben Chcncb (1967), Giilcnsoy (1975), I’rokosch (1983), Aytaç (1994).
65. Ünlü Türkolog G. Doerfcr’in Yeni F-'arsçadaki Türkçe vc Moğolca öğeleri
64. Aytaç’m yeni yayımlanan kitabı (1994) bu konuda geniş bilgi ver­ inceleyen geniş oylumlu yapıtı (1963-67) burada bu konu için salık verilecek
mektedir. başlıca kaynaktır.

142 143
ve yabancı sözcüklere eklenmektedir: madençi. çapçı 'mal
baacı’, keşikçi 'bekçi', poslçi 'postacı' gibi.
Türklerle batı ulusları arasındaki ilişkiler bilindiği üzere 6. TÜRKİYE TÜRKÇESİNİN SÖZVARLIÖI
Osmanlı Devletinin kurulmasından, özellikle imparatorluğa
6.1. GENEL NİTELİKLERİ
dönüşmesinden sonra giderek artmıştır. Bu ilişkiler sırasında
bu dillerden alınan öğelerin yanında Türkçeden de bu dillere Türkiye Türkçesi, Asya ve Avrupada konuşulan pek çok
çeşitli sözcüklerin alındığını, birtakım Arapça ve Farsça kö­ Türk lehçesi içinde Batı ya da kimi araştırıcılarca Güney Batı
kenli öğelerin de Türkçe kanalıyla Batıya geçtiğini görüyoruz66. Grubu olarak anılan grubun içinde bulunmaktadır. XI. yüzyılın
Şimdi de bunlara kısaca değinelim: ortalarından başlayarak Oğuzların Anadolu topraklarında
yerleşmelerinden sonra oluşan ve XIII. - XV. yüzyıllarda Eski
Batı dillerine Türkçeden giren öğeler arasında en başta
Anadolu Türkçesi adı verilen yazı dili XV. yüzyıldan sonra
gelen, Osmanlı yönetimi vc ordusuyla ilgili kavramlardır, ağa
(Fr. aga vc agha, İng. aga ve agha), paşa (Fr. pacha, İng. Osmanlıca diye adlandırılmakta, XX. yüzyılın başlarına kadar
gitgide artan yabancı öğeler ve kimi yabancı kurallarla halk
pasha. pacha vc bashaw. Alm. Pascha), efendi (İng. effendi,
dilinden uzaklaşan bir “yüksek zümre dili” niteliği taşımış
Alm. Effendi). yeniçeri (Fr. janissaire, İng. janizari/janissary.
bulunmaktadır. Bu dilin yanı başında halkın günlük konuşma
Alm. Janitscharc), başıbozuk (İng. bashi-bazoıık), binbaşı (İng.
dili, Türkçenin uzun yüzyıllardan gelen sözvarlığını yan­
bimbashi) bostancı (İng. bostanci) vezir (İng. vizir) gibi ör­
sıtmaktadır.
nekleri bu arada sayabiliriz. Haremle ilgili odalık sözcüğü
odalisque biçiminde Fransızcaya vc İngilizceye geçmiş -daha Bugün Türkiye Türkçesi adını alan lehçe. İstanbul ağzının
önce değindiğimiz gibi- adı Farsça kökenli tülbent sözcüğüne ses, biçim ve dizim özelliklerini temel olarak alan bir ortak
dayanan (tülbent lalesi) ve Hollandaya götürülen bir lale çeşidi dildir. Bu dil. Eski Anadolu Türkçesi ve Osmanlıca evresinden
Avrupa dillerinde (Fr. tulipe, İng. talip, Alm. Tulpc) bu sözcükle kalan kimi özelliklerin değiştiği, kendine özgü nitelikler ta­
adlandırılmıştır. Yine Farsça kökenli köşk sözcüğü anlamca şıyan bir Türk lehçesidir. Bu lehçede, örneğin uzun yüz­
değişerek Türkçeden bu dillere geçmiştir (Fr. kiosque 'köşk', yıllardan gelen genzel (n/ sesi (n) yerini İni sesine bırakmış,
‘kaptan köşkü’ ve ‘satıcı barakası’, Alm. Kiosk 'satıcı ba­ bugün kimi Anadolu ağızlarında yaşayan kapalı /e/ ve açık /
rakası’. Yine daha önce değindiğimiz bergamot (<bcg armudu) e/ sesleri yitirilirken birtakım ses olayları da gerçekleşmiştir.
örneğini de (Fr. bergamote, İt. bergamottu) buraya ekleyebiliriz. Örneğin Eski Anadolu Türkçcsindcn bugünkü ağızlara kadar
İngilizcede kulanılmış olan chibouk (çubuk), caflan (kaftan), gelen kaşuk, yazuk gibi söyleyiş biçimleri ortak dilde -düz
kalpak sözcüklerini (bkz. Gatcnby) yine bu birkaç örneğe ek­ ünlülerle benzeşerek yuvarlak ünlülerin düzleşmesi sonunda
lemek istiyoruz. -kaşık, yazık biçimlerine dönüşmüş, gelüriim. biliirüm gibi
eylem çekimlerindeki yuvarlak ünlüler gelirim, bilirim ör­
neklerinde olduğu gibi düz ünlülere dönüşmüştür.
66. Bu konudaki çalışmalar için özellikle Gatcnby’nin (1954) İngilizcedeki
Türkçe öğeleri bir araya getiren uzun incelemesini belirtmek isliyoruz.

144 145
Eski Türkçe adı verilen Köktürk-Uygur döneminden bu­ 6.2. TÜRKİYETÜRÇESİNDE KAVRAM ZENGİNLİĞİ
günkü Türkiye Türkçesi dediğimiz ortak dile gelinceye kadarki VE EŞANLAMLILAR
uzun süre içinde dilde doğal olarak birçok bakımlardan çeşitli
değişiklikler gerçekleşmiştir. Sözcüklerin ses yapılarını il­ Tarih boyunca geçirdiği evreleri, değişik çağlara ve »İlkelere
gilendiren bu değişikliklerden birkaçına daha burada değinmek yayılmış ürünlerini, bugünkü lehçe ve ağızlarım gözden ge­
istiyoruz: çirirsek, kurallı ve güçlü bir dil olan Türkçenin aynı zamanda
zengin bir sözvarlığına sahip bulunduğu ortaya çıkar. Tek
Eski Türkçe döneminde /t/ sesiyle başlayan sözcüklerin başına Türkiye Türkçesiııi ele alacak olursak ortak dilin 65 000
birçoğu bugün /d/ ötümlü sesiyle başlar duruma gelmiştir: til dolayındaki sözvarhğı, Avrupa dillerine göre bize sayıca küçük
(lıl) > dil, tiş > diş, tört > dört, tokuz > dokuz, tegmek > gelebilir. Ancak, kitabımızın değişik bölümlerinde de­
değmek, tamga > damga, tilemek > dilemek... gibi. Yine Eski ğindiğimiz gibi, bu durum Osmanlıca döneminde özellikle soyul
Türkçede /t/ sesi içeren ön ünlülü sözcüklerde -bugün hâlâ kavramlar bakımından yabancı öğelere bağımlılık, ya­
birçok lehçede eski niteliğini korurken /g/ ye dönüşmüştür: bancılarını yeğleme ve Türkçenin türetme olanaklarından ya­
körmek > görmek, kün > gün, küç > güç, kelmek > gelmek, rarlanmama biçimindeki tulumdan kaynaklanmaktadır. Daha
kirü > geri... gibi, /g/ sesi bugün bile birçok lehçe ve ağızlarda önce belirttiğimiz gibi, dilde öd varken Arapçadan zaman ve
değişmemişken Türkiye Türkçesi ortak dilinde /ğ/ olmuştur: vakit, us ve ög varken akıl ve idrâk alınarak dilde yerli olanların
tag > dağ, eğri > eğri, ogramak > uğramak, sıgınınak> sı­ unutulmasına yol açılmış, beliren yeni kavramların, doğudan
ğınmak, tegirmen > değirmen., gibi. Ayrıca /i/ ünlüsünün /e/ ve batıdan yapılan çevirilerde yeni öğelerin Türkçedcn kar­
ye, bunun tersi olarak /e/ nin /il ye dönüştüğü örnekler vardır: şılanmasına çalışılmamıştır. Bugün ikilem türetmesiyle kar­
yiti > yedi, kiçmek > geçmek, il > el ‘ülke, memleket’, birmek şıladığımız kavramı (Yun. dilemma) Osmanlı aydını Kıyâs-ı
> vermek; bu örneklerin yanında eşidmek > işitmek, eki> iki, mukassim tamlamasıyla dile getirmiş, bugün akkor dediğimiz,
edgü > iyi., gibi. kimya terimini nâr-ı beyza tamlamasıyla anlatılmış, her öğesi
Arapça olan bu terimleri Harsça tamlama kuralına göre kur­
Bu değişmelere bileşik bir ses olan /ny/ sesinin /n/ ya da muştur. Dil Devriminden sonra bir hayvan türü için kullanılan
İyi ye dönüşünü (örneğin kony > koyun), d > y değişimini etoburu Osmanlıca döneminde âkilü'l-lühûm terimiyle (Ar.),
(adak>ayak) ve daha başkalarını ekleyebiliriz. sürüngenler ise zevâ lıif gibi, Ttirkc hiçbir şey anlatmayan
Arapça terimlerle öğretiliyordu. O dönemde. Dil Dcvriminde

147
146
olduğu gibi yabancı kökenli eski ve yeni kavramlara bilinçli tavşan kanı çivit rengi
bir biçimdeTürkçedcn karşılıklar bulunmaya çal ışılsaydı halk kestane menekşe rengi
ağızlarında olduğu gibi, Türkçe türetmelere gidilseydi bugün saman rengi
100.000'i aşan bir sözvarlığına sahip olunacaktı. kiremit rengi
kül rengi
Kitabımızın bu bölümünde biz, bütün olumsuz gelişmelere
karşın Türkiye Türkçesinin kavramlaştırma ve anlatım ola­ küf rengi
nakları açısından ne ölçüde zengin olduğunu sergilemek üzere bal rengi
kimi kavram alanları ve kavramlar üzerinde duracağız. Önce taba (rengi)
renk adları (sıfatları) konusuna değinelim:
“Türkçede Kavramlaştırma” bölümünde renk adlarına kısaca Önce hemen belirtmeliyiz ki, renk adlarında dikkati çeken
değinmiş, Alman araştırıcıları Laude-Cirtautas ve Brands’ın ilk yön, ak, kara, gök. a/, kızıl gibi Türkçe kökenli göstergelerin
çalışmalarından ve kendi yayınlarımızda belirtilen renk zen­ yanında yabancı etkiyle beyaz (Ar.), siyah (Far.), mavi (Ar.),
ginliğinden söz etmiştik. İlk olarak aşağıdaki tabloya bir göz kırmızı (Ar.) gibilerinin de yerleşmiş olmasıdır.
atalım: Hint-Avrupa dillerinin ana renk adlarında çok dar bir söz-
varlığına sahip olduğu görülmekte, kimi dilcileri Hint-Avrupa
kavimlcrinin atalarının renkkörü olup olmadıkları konusunda
Renk ve Renk Tonları
kuşkuya düşüren bir adlandırma özelliği bulunmaktadır. Ni­
ak beyaz b) vişneçürüğü devetüyü c) filizi
tekim Walde (1930-32), Buck (1949) gibi sözcükler bu dillerde
kara siyah kavuniçi sütlükahve zeytuni
yeşil, mavi, gri, sarı sözcüklerinin ‘parlamak, ışık vermek’
sarı limonküfti vapur dumanı haki
anlamına gelen tek bir kökten (*ğhel ) türediğini belirtirler.
yeşil camgöbeği dudu yeşili çividi Buna karşılık Türkçede bu renkler ayrı ayrı köklerden gel­
mor ördekbaşı zehir yeşili barudi mekte, gök, göğe dayanmakta, kızıl, kızmak eyleminden türemiş
gök mavi ördekgagası türbe yeşili erguvani bulunmakta, yeşil, yaş a bağlanmaktadır.
al yavruağzı kömür karası
Yukarıdaki tablo dikkatle gözden geçirilince Türkçenin
kızıl kırmızı narçiçeği kankırınızı kavramları oluşturmada ne ölçüde doğadan yararlandığı, renk
boz. turuncu pişmişayva kanarya sarısı adlarında doğrudan doğruya çevredeki nesnelere dayanan ak­
ala kahverengi böcekkabuğu çingene pembesi tarmalarla adlandırmaya gittiği açık olarak ortaya çıkacaktır.
tirşe pembe gülkurusu fesrengi Yeşil, sarı, kızıl, gök (mavi) gibi Türkçe kökenli ana renk
bej soğankubuğu pasrengi adlarının (a öbeği) yanında renk tonlarında (b) görülen büyük
gri keki i kayağı tarcınrengi zenginlik, bu yargımızı güçlendirecek niteliktedir, öte yandan
lâcivert fildişi leylak rengi bu öğeler Türkçenin gözlem ve adlandırma gücünü de açıkça

148 149
belirtmekte, vişneçürüğü, camgöbeği, pişmişayva, narçiçeği kimi zaman da değişik öbekler halinde birçok söz öğesiyle dile
gibi belli renk tonlarının çok canlı ve somut bir biçimde dile getirildiği görülür:
getirilmesini sağlamaktadır. Küfrengi, samanrengi, menekşe
“çok”
rengi gibileri ise doğrudan doruya nesnelerin adlarıyla anıl­
a) çok b) fazla c) son derece ç) alabildiğine
maktadır. Başka dillerin sözvarlıkları incelenecek olursa bu
birçok ziyade bir nice sürüsüne bereket
denli geniş bir renk dünyasının bulunmadığı görülür. Al-
mancadaki renk tonlarına değinen Sesli (1968: 12) bunlar bol hayli bir sürü bini bir paraya
içinden yalnızca ‘karnabahar mavisi’ anlamına gelen I3lu- sayısız külliyetli bir alay kıyamet gibi
menkohlblau'’nun nesnel sıfat olarak bulunduğunu belirtir. sonsuz hesapsız bir dolu
aşırı gayet bir yığın
Akrabalık adları konusuna gelince, Türkçenin bu kavram
alanındaki zenginliğine önceki çalışmalarımızda değinmiştik.67 oldukça yığın yığın

Burada kısaca belirtelim ki, bugün geniş birer sözvarlığına nice sürü sürü
sahip olan Hint-Avrupa dil ailesinde akrabalık adları,Türkçeyle nice nice
karşılaştırılamayacak kadar dar kalmaktadır. Örneğin Türkçede Elbette, kullanım yerleri değişik olan bu öğeler gözden
bacanak, enişte vc kayın birader ayrı ayrı kavramlar halinde geçirilince kavramın değişik anlatım yollarından gidilerek
oluşmuşken bunların her üçü İngilizcede (brothcr-in-law), yansıtıldığı görülecektir, (a) öbeğinde yer alan Türkçe söz­
Fransızcada (beau-frere), Almancada (Schwagef) tek bir gös­ cüklerin içinde oldukça, son zamanlarda, özellikle gençlerin
tergeyle dile getirilmektedir. Bir Ural dili olan Finccdc de dilinde ‘çok' anlamında kullanılmaktadır, (b) öbeğindekiler
‘enişte’ ve ‘kayın birader’ kavramları tek bir göstergeyle an­ yabancı kökenlidir; (c) de yer alanlarla (ç) öbeğindekiler de­
latılmaktadır (lankö). Türkçede ayrı ayrı kavramlar olan baldız, ğişik anlatım yollarından yararlanmaktadır.
elti, görümce ise İngilizcede sister-in-law, Fransızcada belle-
Güçlü aşk şiirlerinin binlcrcesini vermiş olan Farsçada
soeıır, Almancada Schwâgerin sözcüklerinde anlatım bul­
“sevmek” kavramı tek bir göstergeyle anlatılmamakta, bu dilde,
maktadır. Daha başka örnekleri bulunan bu durum, Türkçenin
çekilebilen Farsça bir eylem bulunmamaktadır (Bkz. Aksan,
kavramlaştırma gücüne ve insanın aile bağlarının sıkılığına
1972: 119-124); kavram, aşk, meyi gibi Arapça öğelerden
bağlanabilir, kanısındayız.
yararlanarak oluşturulan sözlerle ve değişik anlatım yollarından
Şimdi biraz da değişik alanlardan kavramlar üzerinde du­ gidilerek dile getirilmektedir. Aşağıda gösterdiğimiz Türkiye
ralım: Türkçesindeki örnekler arasında her ne kadar âşık (Ar.) ve
Soyut bir kavram olan “çok” kavramı eğer Türkiye Türk- sevda (Ar.) hoş (Far.) gibi sözcükler yer alıyorsa da doğrudan
çesinin sözvarlığı içinde araştırılacak olursa bunun gerek tek doğruya, dilin kendi öğeleri vc aktarmalı anlatım biçimleri de
sözcük biçiminde, gerekse bileşik sözcük vc ikileme biçiminde, bulunmaktadır:

67. Aksan (1971: 97-98).

150 151
sevmek sevdalanmak abayı yakmak ğadaki nesnelerden, olaylardan yararlanılarak, adeta birtakım
sahne görüntüleri oluşturularak somut bir biçimde an­
sevgi beslemek sevda çekmek
latılmasıdır. Bizim somutlaştırma adını verdiğimiz, genellikle
hoşlanmak gönül çekmek aktarmalara, deyim aktarmalarına dayanan bu anlam olayı her
vurulmak gönül vermek dilde, özellikle deyimlerde kendini belli etmekte, Türkçede de
tutulmak gönlü akmak yazı dilinde, halk dilinde, halk ağızlarında ve değişik lehçelerde
yanmak gönlünü kaptırmak çok belirgin bir biçimde görülmektedir. Hemen söyleyelim ki.
Türkçede. dilin her kesiminde bu türden önekler deyimlerin
âşık olmak
en büyük bölümünü, aşağı yukarı üçte ikisini oluş­
Şimdi de bir başka kavrama gözatalım: turmaktadır.
“Aptal” Kavramı Türkiye Türkçesiııdcki binlerce örneği içinden şu birkaçı
bön hödük kıışbcyinli aval üzerinde kısaca duralım: İğneyle kuyu kazmak deyimi son
aptal angut tahtası eksik andavallı derece yavaş ilerleyen, büyük emek ve sonsuz sabır isteyen
ahmak saf balkabağı avanak bir işin anlatılışını bu yoldan dile getirir. Kaş yapayım derken
salak gabi cennet öküzü hışır göz çıkarmak ise önemsiz bir yarar, katkı sağlamak isterken
budala öküz hıyar büyük bir zarara yol açmayı yine böyle, somutlaştırarak anlatır.
beyinsiz kalın kafalı enayi Tuttuğu dal elinde kalmak, topal eşekle kervana karışmak, öküz
alık altında buzağı aramak, çayı görmeden paçaları sıvamak yine
dangalak
aynı biçimde bir imaj yaratarak konuyu canlandıran söz­
lerdendir.
sersem
ebleh Türkiye Türkçcsinde vücut bölümlerinden, organlardan
arın ut yararlanılarak dile getirilen deyimler gözden geçirilecek olursa,
insanın içinde bulunduğu durumların, insan karakter ve dav­
ranışlarının somutlaştırılan bir anlatımla nasıl canlı ve güçlü
Bu örneklerden bir bölümünü (aptal, ahmak, budala, ebleh,
ortaya konduğu hemen dikkati çekecektir. Burada bu öğelerden
saf, gabi gibi) yabancı kökenlidir. Bir bölümü deyim niteliği ancak bir bölümünü gösterebiliyoruz:
taşır (kuş beyinli, tahtası eksik, cennet öküzü gibi); bir bölümü
de aktarmalarla yeni anlamlar kazanmış öğelerdendir (bal­ başına kak- kafa göz yar-
kabağı, angut, armut, hıyar gibi). A val, andavallı, enayi gibileri baş başı darda kal kafa kafa patlat-
ise argo sözcükleridir. baş eğ- kafa salla
Bizim burada önemle belirtmek istediğimiz konu, Türkçede baş kaldır- kafası bozul
soyut, anlatımı güç ve ayrıntı sayılabilecek kavramların do­

152 153
başı sıkıl- kafası kız- göz yum- burnu sürtül-
başını bağla- kafasından çıkar- göz bağcı burnundan (fitil fitil)
(bir yola) baş koy- kafasını kurcala- gözü dön- gelmek
başı göğe er- kafasını taştan taşa vur- gözü açıl- burnundan kıl aldırma-
başına ekşi- kafasının dikine git- gözle ye- burnunu kır-
başını gözünü yar- gözü ısır- burnunu sok-
başmı dik tut- gözü tutma- burnunun dikine git-
başını taştan taşa vur- burnunun direği sızla-
diş bile-
el el çek- diş diş geçir- kulak as-
el etek çek­ dişini sık- kulak kulak tıka-
eline eteğine sarıl- diş göster- kulağı tetikte ol-
eli yat- k ulağına kar suyu kaç-
eli genişle- ayak uydur- kulağma küpe ol-
eli kulağında ayak ayak bağı kulaklarınm pasını
eli kolu bağlı kal- ayaklar altına al- gider-
eli boş dön- ayakları suya er- Örneklerini kolaylıkla artırabileceğimiz bu türlü deyimlerden
ele geçir- ayağını denk al- dilin öteki öğelerine geçecek olursak aktarmalarla, somut
elden ayaktan düş- ayağının altına karpuz nesnelerden yararlanan güçlü anlatım eğilimini onlarda da
buluruz:
el üstünde tut- kabuğu koy-
el altından ayağının tozuyla Türkçe pişmek eylemini bir deyim aktarmasıyla ‘herhangi
bir işte uzun süre deneyim kazanmak’ anlamında kullanılır.
Buna karşılık bu eylemin sıfatı olan pişkin, temel anlamının
göz ardı et- burun kıvır- dışında yazı dilinde ‘saygısızca davranarak işini yürüten, kolay
göz göz boya- burun68 burun bük- utanmayan’ anlamını almıştır (Halk ağızlarında ‘olgun, gör­
göz koy- burnu büyü- müş geçirmiş’ anlamında kullanılır).
Türkiye Türkçesindcki kırmak, dalmak, bulaşmak, des­
68. Türkçcdcki burun kavramıyla ilgili kullanımlar vc çeşitli sözler ko­ teklemek, kırılmak, iğnelemek, taşlamak, çekiştirmek, ezilmek,
nusunda geniş ve öncü birçalışma sayılabilecek olan şu yazıya bakılabilir:
Tictzc (1983)

155
154
sürünmek... gibi pek çok eylem de yine bir somutlaştırma Sallabaş sözcüğü de yine çekimli bir eylemle bir addan
eğilimiyle yan anlamlar kazanmıştır. Örneğin ‘öfkelenmek’ için kurulmuştur. Zıpçıktı sözcüğü ise örnekleri kolayca ar­
kullanılan kızmak, ateşte ısısı artan nesnelerin durumuyla bir tırılabilecek olan bu türlü öğelerin bir başkasıdır.
ilişki kurularak insan için kullanılmaya başlanmış, suya ya Eşanlamlılık konusunu kitabımızın “Türkçede Eşan­
da bir yere girmek demek olan dalmak, insanın derin düşünceler lamlılar” bölümünde (3.1.6) ele alarak Türkçenin, en eski
içine girişini anlatır duruma gelmiş, iğnelemek, taşlamak gibi dönemlerinden bugüne kadar verdiği ürünlerde bu türden öğeleri
eylemler ise insanlara sözle -değişik ölçülerde- zedeleyici göstermeye çalışmıştık. Bu bölümde ise bugünkü Türkiye
davranışlarda bulunmak için kullanılır olmuştur. Türkçesindeki eşanlamlılar üzerinde kısaca duralım:
Türkçenin kavrarnlaştırma, sözcük oluşturmadaki anlatım Bugün ölçünlü dildeki eşanlamlıların şu öbeklerde top­
ve betimleme gücü açısından çok ilginç bir örnek, çıtkırıldım lanabileceğini söyleyebiliriz.69
yarı yansımalı bileşik sözcüğüdür. Bu örneğin anlatım ba­ I) Dilin kendi öğelerinden oluşan eşanlamlılar.
kımından başarısı bir yandan betimleme gücünden (ince bir
a) Tam eşanlamlılar,
nesnenin kırılıvcrmcsinin betimlenmesi), bir yandan da alı­
şılmamış bir bileşik sözcük oluşturma yoluna gidişinden b) Eşanlamlı olarak nitelenen yakın anlamlılar.
kaynaklanıyor, sanıyorum. Alışılmamış kuruluş, bir eylemin 2) Yabancı kökenlilerle yerlilerin oluşturdukları eşan­
görülen geçmiş zaman I. kişi çekiminin önüne bir yansımanın lamlılar
getirilişiyle ortaya çıkıyor. a) Özleştirmeden önce kullanılanlar,
Benzeri bir kuruluş, vurdumduymaz bileşik sözcüğünde de b) Özleştirilmiş öğelerle eşanlamlılık oluşturan ör­
görülüyor. Hem ad, hem de sıfat olarak kullanılan bu bileşik nekler.
sözcük de çekimli iki eylemden oluşmuştur; hem de eylemlerin
Şimdi bunlar üzerinde duralım:
iki ayrı kişiye ait, biri olumlu biri olumsuz çekiminden (vur-
1) Bu öbekte yer alanlar içinde bir bölüm örneklerin (a) “tam
dum+duyınaz) kuruludur; kendi dışındaki olaylardan et­
eşanlamlı” niteliği taşıdıkları görülmektedir. Ancak hiçbir
kilenmeyen, duygulanmaya kapalı bir insanı betimlemede böyle
dilde tam eşanlamlı birden çok öğe bulunamayacağı ilkesi
bir anlatım başarısı da Türkçenin anlatım gücünün ta-
burada gerçekleşmekte, dilin eski dönemlerine gidildikçe
nıklarındandır, sanıyorum. Yine çekimli bir eylemle kurulan
bunların değişik anlamlarda kullanıldıkları, zamanla anlamca
ve çekimli eylemin başına bir yansıma getirilerek oluşturulan
birbirlerine yaklaştıkları gözlemlenmektedir. Nitekim bir
bir bileşik sözcük fırdöndü’dür. Mekanik bir düzeni anlatan,
aynı zamanda bir kumar aracına ad olan ve kolayca görüş
değiştiren kimseleri belirten bu sözcük birdeyim aktarmasıyla 69. Eşanlamlılar üzerindeki yeni yayınlardan Yusuf Çotuksöken’in kitabında
(1992) bu öğeler lam Eşanlamlılar ve Kısmi (Parçalı. Bağlamsa!) Eşan­
bir karakter betimlemesini sağlamaktadır. lamlılar olarak iki bölümde sınıflandırılmakladır (s. 7-9).

156 157
araştırmamızda (1975: 531-572) bugün tam eşanlamlı olarak (a) ve Dil Çevriminden sonra yerleşen karşılıklarla eşanlam!
birbiri yerine kullanabildiğiniz çiftleri oluşturan örnekleri (b) içermektedir:
göndermek / yollamak bitmek / tükenmek a) ak/beyaz iin/şöhret onarmak/lamir etmek
kara/siyah değer/kıymct gidermek/izale etmek
bıkmak / usanmak / bezmek
baş/kafa/kelle duygu/his
biricik/yegânc kıyı/sahil
gibi örneklerin eskiden farklı anlamlara geldiğini gös­ eski/köhne doğru/diiriist
termiştik. Hemen belirtelim ki, bu türlü öğelerin sayısı çok yabancı/ccnebi dil/lisan
azdır. güç/zor boyımbağı/kravat
Bütün dünya dillerinde, eşanlamlı kabul edilen, (b) öbeğinde
yer alan örnekler, kullanım yerleri genellikle birbirinden ayrılan b) anı/hatıra özel/hususi saptamak/lesbit etmek
sözcüklerdir; Türkiye Türkçesi ölçünlü dilinden bunlara şu önlem/tedbir mııtlu/mesııt abartmak/miibalağa etmek
örnekleri vermekle yetineceğiz: sakınca/mahzur ınutluluk/saadct savunmak/müdafaa etmek
konu/mevzu güvence/tcnıinat tııtııklamak/tevkif etmek
dıırıım/vaziyct yaşaın/hayal crtclcmck/lelıir etmek
darıl mak/küsmck/güccnmck/kırılmak/incinmek/alınmak sözleşme/mukavele ataınak/layin etmek
deprem/zelzcle
çevirmek/döndürmek sorun/mesele olanak/imkân onaylamak/tasdik etmek

dayamak/yaslamak (dönüşlü biçimleri: dayanmak/ kavram/mcfhtım yenilgi/mağlubiyet iirctınck/istihsal etmek


yaslanmak) anlam/mana antlaşma/muahedc tiiketmek/istihlak etmek
ulus/millet ilcrlemc/terakki dcvinmck/harckct etmek
dilemek/istemek
duymak/dinlemek/işitmek
Bu öbekte yer alan eşanlamlılar, aynı türden pek çok örneğin
toplamak/toparlamak
ancak birkaçıdır, (b) öbeğindeki sözcükler incelenirse türetilen
yıkılmak/devrilmek öğelerin tutunmaları açısından elde edilen başarı da ken­
kıvırmak/bükmck diliğinden ortaya çıkacaktır.

küçük/ufak büyük/iri/koca/kocaman
ıslak/yaş
2. Bu öbekte yer alan örnekler, temel sözvarlığımıza kadar
giren yabancı öğelerle bugün birlikte kullanılan Türkçelerini

158 159
Büyük Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nca tıpkı basını olarak
yayımlanan (1971) “Geometri” kitabında türeterek ilk kez
kullandığı açı. bolü, çarpı, eşkenar, yüzey, düşey, yatay, eğik
6.3. TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE TERİMLER gibi terimler bugün eski karşılıkları hemen bütünüyle unu­
Daha önce de değindiğimiz gibi terim, bilim, teknik, sanat, tulmuş terimler olduğu kadar, özleştirmedeki eğilimleri de
zanaat alanlarının kavramlarını yansıtan dil öğelerine verilen yansıtan örneklerdendir.
addır. Eğer terimler toplumun bütün kesimlerince tanınıp bi­
Terimlerin özleştirilmesi sırasında başlıca şu altı yola
linir, kullanılır duruma gelirse terimliğini yitirmiş sayılabilir.
başvurıı 1 duğunu söyIeyebi I i riz:
Ancak, ilgili oldukları özel alanların sözlüklerinde yine yer alır.
Örneğin radyo, telefon, telgraf, televizyon, enflasyon, demokrasi a) Türetme, ç) Genel dilden yararlanma
sözcükleri değişik alanların terimleri oldukları halde hemen b) Birleştirme d) Halk ağızlarından alma.
her dilde kullanımları genelleştiği için terim olmaktan çıkmış,
c) Canlandırma, e) Çevirme
ancak ilgili oldukları alanların sözlüklerinde yine de yer alan
öğelerdendir. Şimdi bunlar üzerinde duralım:

Türkiye Türkçesi sözvariığında son 60 yıl içindeki ge­ a) Osmanlıca döneminde Arapça ve Farsça öğelerden bu
lişmeleri inceleyecek, yan tutmayan bir araştırıcının ilgisini dillerden biri ya da ötekinin tamlama kurallarıyla kurulmuş,
çekecek bir özellik, terimlerde de kendisini gösteren özleşme, kimi zaman bu dillerden, olduğu gibi aktarılmış terimlerle batı
Türkçeleşme olacaktır70. Dil Devrimiylc, eğitim-öğretim te­ dillerinden girenleri karşılamak üzere Türk Dil Devrimi sı­
rimlerinden başlayarak yönetimle, devlet yazışmalarıyla, çe­ rasında yararlanılan terim yapma yollarından biri türetme'dir.
şitli rütbe ve Unvanlarla,değişik bilim,sanat,teknik alanlarıyla Bu doğrultuda değişik alanlarla ilgili pek çok öğe türetilmiştir;
ilgili terimlerde büyük ölçüde özleştirmeye gidilmiş, bugünkü bunların bazılarından birkaç örnek verelim:
kuşakların tanımadıkları Osmanlıca uzun tamlamalar bı­ Fclsefc-mantık alanında Ar. külli karşılığı tümel, cüz’i içir
rakılarak Türkçe karşılıkları yerleşmiştir. Büyük Atatürk’ün tikel, kıyâs-ı mukassim tamlamasını ve Yun. dilemma söz­
kendi eliyle Türkçeleştirdiği geometri ve matematik terimlerinin cüğünü karşılamak üzere ikilem. Ar. Aaz/yyeiçin önerme, hafıza
yanında 'Türk Dil Kurumu’nca birçok alanın kavramları üze­ için bellek önerilerek tutunmuş, Osmanlıca fikr-i sabit tam­
rinde çalışılarak anlaşılması, kullanılması kolay terimler laması ve Fr. ideefixe terimi yerine saplantı, Ar. ihtiras yerine
oluşturulmuştur. tutku, kıstas için ölçüt, tetâbuk için de örtüşme yerleşmiştir.
Öteki alanlara göre bugün daha az özleşmenin görüldüğü
hukuk alanında da Türkçcden türetmelerle karşılanan yabancı
70. Bıı dönemde ülkemizde terimler konusunu işleyen birçok çalışma ve
başla Türk Dil Kurumamın yayımları olmak üzere çeşitli kimselerin ha­ öğeler vardır. Ar. maznun için sanık, tevkif için tutuklama,
zırladıkları tek dilli ve çok dilli birçok terim sözlüğü yayımlanmıştır. Bütün mevkuf için tutuklu, celse için oturum, müdafaa için savunma,
bu yayımlar için bkz. Zülfikar: 1991.

160 161
Şûrâ-yı Devlet yerine Danıştay, Mahkeme-ı Temyiz yerine de alyuvarlar (Ar. küreyve-i hamrâ), akyuvarlar (Ar. küreyve-i
Yargıtay bunlardan birkaçıdır. beyzâ), atardamar (Ar. şiryan. Fr. artere), toplardamar (Ar.
Fizik alanındaki akışkan (Ar. seyyal), gerilim (Ar. tevcttür), verid, Fr. vene); coğrafya alanındaki yeryüzü (Ar. salh-i arz),
basınç (Ar. tazyik), genlik (Ar. vüs’at), yalıtım (Ar. tccrıd), yüzölçümü (Ar. mesaha-i sathiyye). buzulbilim (Fr. glaciologic),
kimyadaki çözelti (Ar. mahlııl), eriyik (Ar. mahlut), damıtma hukuk alanındaki anayasa (Osm. tcşkilat-ı esasiye kanunu),
(Ar. taktîr), damıtık (ar. mukattar), biyoloji alanındaki yu­ bilirkişi (Ar. ehl-i vukuf, chl-i hibre), tüzelkişi (Ar. hükmî
muşakçalar (Ar. hâime), sürüngenler (Ar. zevâhif), matematik şahıs), zamanaşımı (Ar. mürir-i zaman); dilbilgisi ve dilbilim
kavramlarından denklem (Ar. muadele), teğet (Ar. miimas), alanındaki kimi terimler bu alanların adları başta olmak üzere
çarpan (Ar. mazriib), çarpılan (Ar. mazrûbü’n fih). bölen (Ar. dilbilgisi (Ar. sarf, Fr. graınmaire karşılığı), dilbilim, (Ar.
maksûmü’n aleyh), bölünen (Ar. maksiim), eşitsizlik (Ar. lisaniyat, Fr. Iinguistiquc karşılığı) önek (Ar. lâhika-i mü-
gayr-i müsavat), bunlardan yalnızca birkaçıdır. tekaddime, Fr. prefixe), içek (Fr. infixc), sonek (Ar. lahika-i
ınüteahhirc, Fr. suffixe), öntüreme (Fr. prothese) vb.
Bugün ortak dilde bütünüyle genelleşmiş, eski karşılıkları
unutulmuş ya da unutulmaya yüz tutmuş, bir bölümü terim
niteliği taşıyan şu türetmeleri de pek çok örneği içinden c) Canlandırma
anımsamak gerekir, sanıyoruz: seçmen, öğretmen, okul, emekli,
Türk Dil Devriminden sonra eski kaynaklardan yapılan
bölge, taşıt, örgüt, bilinç, ilişki, kavram, kapsam, sömürge,
derlemeler sırasında Türkçede kullanılmış olan, ancak zamanla
çözüm vb.
yabancıları yerleşen kimi sözcükler ortaya çıkarılmış vc
önerilmiştir. Örneğin daha XIV. yüzyılda ‘ölçü, nisbet' an­
b) Birleştirme lamında yaygın olarak kullanıldığı görülen (bkz. Tar. S. V)
oran sözcüğü. Ar. nisbet yerine yerleşmiştir. Aynı dönemde
Sözcükleri birleştirerek kavramlaştırma yolu, bağlantılı bir
‘tahmin, takdir, ölçüp biçmek’ anlamında olan (bkz. a.y.)
dil olan Türkçcnin anlatım özelliklerinden biridir. Çöpçatan,
oranlamak da bugün ‘ölçmek, hesap etmek’ anlamında kul­
kılıbık, dedikodu, kaptıkaçtı, gecekondu bu eğilimin ör­
lanılmaktadır. Matematik terimi olan eksi de aynı biçimde, daha
neklerindendir. Terim yapmada, özleştirme sırasında en sık
XV. yüzyılda geçmektedir (bkz. Tar. S. III).
görülen yapım yöntemlerinden biri de bu olmuştur. Bir bölümü,
aşağıda ayrıca değineceğimiz çeviri yoluyla yapılan öz-' Türkçedeki sab (sav) sözcüğü daha Köktürk metinlerinde
leştirmelere de örnek olan bu öğeler içinden, değişik alanlarla ‘söz, haber’ anlamında geçen, daha sonraki metinlerde, ‘söz,
ilgili birkaçını göstermek istiyoruz: haber, salık, atasözü...’ gibi anlamlarda kullanılmış olan çok
eski bir öğedir. Bundan türeyen savçı Türklcrin İslamlığı kabul
Fizik alanındaki içbükey (Fr. concave), dışbükey (Fr. con- etmelerinden sonra Far. peyâmber, peygamber kavramını
vcxe), yerçekimi (Ar. cazibe-i arz), sıcakölçcr (Fr. ther- karşılamak üzere kullanılmış ve yaygınlaşmıştır (bkz. Aksan,
mometrc), basınçölçer (Ar. mikyas-i tazyik-i hava), hekimlikteki 1962: 229). Dil Devriminden sonra savcı sözcüğünün Ar.

162 163
miiddci umumiyi karşılayarak genelleştiğini görüyoruz. Yine Marangozluktaki diş. değişik makine parçalarından olan bıçak
bir hukuk terimi olarak bugün yerleşen tanık da daha Uygur dişçilikteki köprü, hekimlikteki düşük yine bu türden ör­
döneminde geçen ve Ar. şahit yerine günümüzde genelleşen neklerdendir. Özleştirme süreci içinde bu türden birçok genel
örneklerdendir. Eski Anadolu Türkçcsindc sık geçen danışman dil öğesinin terimleştiğini görüyoruz. Bugün daha çok Türk­
da çeşitli alanlarda Ar. müşavir yetine benimsenmiştir. Değişik çeleşmesi gereken hekimlik terimleri arasında da bu türden
konularda kullanılan nitelik (mahiyet, keyfiyet, vas/f karşı I ığı) örneklere rastlanmaktadır. Eskiden fakrüddem biçimindeki
ve nicelik (kemiyet karşılığı) yine daha Eski Anadolu Türk- Arapçasıyla, daha sonra Fr. anemie ile karşılanan kansızlık.
çesinde yaygın biçimde geçen ve canlandırılan örneklerdendir. ortopedi alanındaki kırık, çatlak, çıkık, değişik hekimlik dal­
Aşağıda değineceğimiz iki örnek de ilginçtir, kanısındayız: larında kullanılan kireçlenme, kanama, ağrı, sızı bunlardan
Dilde iyice yerleşik olan Ar. miinhit kavramı daha Dede birkaçıdır. Kimya alanındaki köpük, pas, tortu, kaplama, erime,
Korkııt’ta (Göky. 11.33) biterli sözcüğüyle karşılanıyor, bunun artık, kireç, tuz gibi terimler de burada anılabilir. Coğrafyadaki
yanı sıra daha sonraki kaynaklarda geçen (bkz. Tar. S. 1) bitek akarsu, bora, kıyı, yayla, ova, dalga, taşkın, yerleşme, büzülme
aynı kavramı yansıtıyordu. Bugün bitek'in yaygınlaştığını yine bu türden terimlerdendir. Dilbilimde yapı, çatı, biçim, ses,
görüyoruz. kök, soluk, yükseklik, sıklık, kaynaşma, gevşeme, gerilme,
daralma, aynı yoldan terimleşmiş öğelerdendir. Tıpkı fizik
Bilindiği gibi, ortak dilde çok yerleşmiş olan Ar. hakikat alanındaki dalga'nm Ar. /neve, Fr. önde, ing. \vavc, Alm. Welle
yerine bugün daha çok gerçek kullanılmaktadır. Bu sözcüğün
terimlerini karşılamak üzere fizik terimi niteliği de ka­
de daha XIV. yüzyılda ‘doğru,dürüst, hakiki, sahih' anlamında zanmasında olduğu gibi çevre sözcüğü de son yıllarda İng.
çok yaygın bir sıfat olduğu (bkz. Tar. S. III), ayrıca gerçeklik
environment, Fr. environnement terimlerinin etkisiyle ‘içinde
‘doğruluk, dürüstlük, sahihlik, hakikat’ ve gerçeklenmek ‘doğru
bulunulan doğal ortam’ anlamında yeni bir terime dönüşmüş,
bilmek, doğruluğuna inanmak’, gerçekleyin ‘hakikaten, ger­
bunun yanı sıra çevrebilim (ekoloji), çevreci gibi türevleri de
çekten’ gibi türevlerinin bulunduğu görülüyordu (a.y.). Bu yerleşmiştir71
örneklere daha başkaları da eklenebilir.

ç) Genel dilden yararlanma


Daha önce de belirttiğimiz gibi, genel dilin sözcüklerinin
teri mİ eşti rilmesi her dilde görülen, Türkçede de Dil Dcv-
riminden sonra, özleştirme çabaları sırasında başvurulan
yollardan biridir. Eğer spor terimlerine göz atılacak olursa güreş
alanındaki sarma, burgu, kılçık gibi öğelerin çok eskiden beri
bu dalın terimleri olarak genel dilden alınma olduğu görülür. 71. Fizik alanındaki güç, değişik alanlarda kullanılan da/ (bilim dalı, ana-
bilim dalı kullanılışlarıyla) örnekleri de anlamı yabancı dillerden etkilenerek
terimleşen öğelerdendir.

164 165
d) Halk ağızlarından alma. e) Çevirme.
Gerek Dil Devrimi sırasındaki özleştirme çabaları sırasında Çeviri yoluyla terim yapma, hemen her dilde görülen terim
halk ağızlarından alınan, gerekse yine aynı ağızlara ait olup oluşturma yollarından biridir; Türk Dil Dcvrimindc bu yola
kimi yazarların yapıtlarından genel dile geçen öğelere dc ilginç da geniş ölçüde başvurulmuştur. Batı dillerindeki birçok te­
örnekler bulunmaktadır. Bunlardan biri çap terimidir. Bir ge­ rimin Latince ve Yunancalarından aktarıldığı da bir gerçektir.
ometri terimi olan bu sözcüğün Anadolu ağızlarında ‘kağnı Özleştirmeye, Türkçe yazmaya yönelen birçok bilim ve sanat
tekerleğinin ölçüsü’ (Erzincan dolayları), *'en boy’ (Sakarya adamının yeni, yabancı kavramları bugün de sürekli olarak aynı
dolayları) gibi değişik anlamlarına rastlanmaktadır (bkz. Deri. doğrultuda Türkçeleştirdikleri görülmektedir.
S. III); ortak dilde bir çok anlamlılık kazandığı da gö­
Bugün ortak dile mal olup genelleşen içgüdü, (Ar. şevk i
rülmektedir (örneğin yurt çapında, dünya çapında kul­
tabii), eşcinsel (Er. homosexuel), uluslararası (Ar. beynelmilel),
lanımları). Bir başka ilginç ve güçlü anlatımı olan örnek dc
olağanüstü (Ar. fevkalâde), insanüstü (Ar. fevkalbeşer), bilim
a/ben/’dir; Ar. cazibe karşılığı yerleşmiş olup bugün de
kurgu (İng. Science fiction) gibi öğelerin yanı sıra bütün bilim,
ağızlarda ‘cazibe, güzellik, sevimlilik’ anlamında yaygın
sanat ve teknik konularında bugüne kadar pek çok kavram kimi
kullanımı bulunduğu göze çarpıyor. Mimarlıkta ve arkeolojide
zaman tam çeviri, kimi zaman yarı çeviri, kimi zaman da ba­
geçen alınlık terimi de Anadoluda ‘kitabe, levha, tabela, kapının
ğımsız çeviri biçiminde Türkçeleştirilmiştir. Değişik alanlarda
üstü’ gibi anlamlarda yaygındır. XVI. yüzyıl metinlerinde geçen
geçen gerçeküstünü (Fr. sürrealiste), gerçeküstücülük (Fr.
(bkz. Tar. S. I) abartmak eylemi ise Anadolunun batısından
surrealisme), varoluşçu (Fr. existentialiste), varoluşçuluk (Fr.
ortasına, oradan güneyine kadar uzanan çok geniş bir alanda
existentialisme), doğaötesi (Fr. metaphysiquc), altyapı (Fr.
‘olduğundan fazla göstermek, büyütmek, mübalâğa etmek’
infrastrueture), kızılötesi (Fr. infrarouge), morötesi (Fr. ult-
anlamında kullanılırken (Deri. S. I) ortak dile geçmiş. Ar.
raviolct) ışıkölçer (Fr. photometre), bire indirgeme (Ar. vahide
mübalağa karşılığında yerleştikten başka aynı kökün türevi
irca) en küçük çiftler (Ar. misi-i müşterek-i asgar), bir bölümü
abartı da genelleşmişti)-.
birleştirme yoluyla türetilen örneklerde dc gösterilen binlerce
Bugün coğrafya terimi olarak kullandığımız kuzeyTürkçede terimden yalnızca birkaçıdır. Burada, oldukça yeni bir bilim
çok eskiye uzanan, Divan’da ‘güneş görmeyen yer’ anlamında dalı olan dilbilimde Türkçeye çeviri yoluyla aktarılan terimlere
geçen (I, 325) kuz köküne dayanır. Eski Anadolu Türkçesindc örnekler vererek yalnızca bir alanda nc ölçüde yeni kavramların
dc yaygın olan bu sözcüğün daha sonraları saptanan kuzay ortaya çıktığını belirtmek istiyoruz:
türevi Anadolu ağızlarında yine ‘güneş görmeyen yer’ an­
Çağdaş dilbilimin çeşitli dallarında geçen çiftcklemlilik (Fr.
lamında yaygınken (bkz. Deri. S. VIII) Dil Devriminin ilk
double articulation). parçalarüstü sesbilimler (İng. sup-
yıllarında bu biçimiyle okul kitaplarında yer almış, daha sonra
rasegmentalphonemes), çekirdek tümce (İng. kernel sentencc),
kuzey biçimi yerleşmiştir.
ayırıcı özellikler (İng. distinetive features), en küçük çiftler
(İng. minimal pairs), derin yapı (İng. Deep strueture), yüzeysel

166 167
yapı (İng. surfacc structurc), sözcükse! birim (İng. Icxical itcm), noktaya da değinmek gerekir, sanıyoruz:
dönüşümlü dilbilgisi (İng. transformational grammar), ses
Özleştirme sırasında, bugün bütünüyle unutulmuş, zihinde
imgesi (Fr. image acoustique), eşzamanlılık (Fr. synchronie),
bir kavramı çağrıştırmayan sözcükler de önerilmiş, ancak
duygusal anlam (İng. emotional meaning), üretimsel anlambilim
bunlar tutuıımamıştır. Bunlardan biri, ‘belediye yerine önerilen
(İng. generative semantics), yorumlayıcı anlambilim (İng. in-
u/ay'dır ki, 1930'lu yıllarda Ankara şehir içi otobüslerinin
terpretativc semantics) vb.
hepsinin üzerinde Ankara Urayı Otobüsleri yazısı yer aldığı
Aynı tutumu, her gün yeni yeni kavramların belirdiği bütün halde, kökü halkça bilinen bir kavramı çağrıştırmadığı için
bilim, sanat ve Teknik alanlarında da görmekteyiz. bir türlü benimsenmemiştir. ‘Faraziye’ karşılığı, 1935 tarihli
Terim konusunu bitirmeden önce, Türkiye Türkçcsindcki Osrnaniıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu’nda yer alan astöz aynı
terimlerle ilgili birkaç temel konuya daha değinmek is­ nedenle tutunmamışkcn sonradan ortaya atılan varsayım,
tiyoruz. kavramı yansıttığı için tutunmuştur. Aynı biçimde. Ar. bina
için öngörülmüş kurağı yerine yapı benimsenmiş, tevk/fyerine
Bilindiği gibi eğitim ve öğretimde öğrenilmekte olan bir
öne sürülen tutsa değil de tutuklama genelleşmiştir. Yine
kavramın dinleyen ya da okuyan bir kimsenin zihninde al­ kavramı çağrıştırmayan yağınç(suikast), öceş ‘bahis’ (tutulan),
gılanabilmesi, onun daha önce tanınan birtakım kavramları
mtav(işgal) gibi öneriler de aynı nedenle unutulmuştur. 1935'te
anımsatıp çağrıştırabilmesiyle büyük ölçüde kolaylaşır ve tecil için önerilen, bozuk yapıdaki sonratmak gibi bir sözcük
kavram o kimsenin zihninde aydınlanıp çözümlenir. Yeni terim
tutunmazken dilde yerleşik erle ile oluşturulan erteleme be­
bilinmeyen sözcüklerle oluşmuşsa, önce onların çözümlenmesi nimsenmiştir. Bu örneklerden bir bölümünde olduğu gibi,
gerekir. Bu öğeler bilinmeyen bir dilde ise durum daha da
önerilen karşılıkların bcnimsenmcmcsindc az işlek bi-
güçleşir. Örneğin hayvanlarla ilgili bir metinde Osmanlıca
çimbirimlcrden yararlanılmış olmasının da payı vardır.
zül-galsamati'l musaffada terimiyle karşılaşan bir öğrenci bu
terimin öğelerini zihninde teker teker çözmek, sonra da bu Kişilerin türettiği örneklerden (N. Ataç’a ait) olup temayül
hayvan türünü öğrenmek durumundaydı. Halbuki bunun yassı karşlığı önerilen eğinim ve eğilim’den İkincisi, kavramı daha
solungaçlılar biçimindeki Türkçesini okuyan bir öğrencinin iyi yansıttığı içni tutunmuş, manzara için öngörülen görey,
yassı ve solungaç öğelerini görür görmez kavramı zihninde görü ve görünüm içinden üçüncüsü, görün- kökünün yardımıyla
çözümlemesi işten bile değildir. benimsenmiştir, ilke, ilk sözcüğünü çağrıştırdığı için içtenlik,
içten'in anlatım gücünden yararlandığı için tutunmuştur. Katkı,
Türk Dil Devriminin önemli amaçlarından biri eğitim ve
katmak kavramından yararlanarak benimsenmiştir. Bu örneklere
öğretimi yaygınlaştırmada güçlükleri ortadan kaldırmak, daha başkaları da eklenebilir.
Türkçenin engin yaratma gücünden yararlanarak dilin her alanda
yeterli bir duruma getirilmesini sağlamaktı. Yalnız burada, En kısa zamanda benimsenip genelleşen seçenek. ödenek,
başarıya götüren, dikkat edilmediği zaman da türetilmiş ya kavram, akım, eylem, izlenim, kurum gibi örneklerde hem bu
da canlandırılmış öğelerin tutunmasını engelleyen bir iki kavramı yansıtma özelliği, hem de işlek biçimbiriınlerden

168 169
yararlanılmış olma niteliği vardır. {-mE}, {-İlk}, {-!}, {-İm}
gibi eklerle türetilen dayanışma, azınlık, çoğunluk, konu, kanı,
beğeni, işlem, dönem, bilim gibi örneklere de burada yer ve­
rebiliriz.
6.4. TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE DEYİMLER
Bugün dilbilimde frazcolojiya da idiomatikadı verilen,dilde
Bugün terim konusunda kimi alanlarda büyük ölçüde öz­
birden çok öğeden kurulu kalıplaşmış birimlerin tümünü in­
leşme sağlanmışken hukuk, hekimlik gibi kimi alanlarda daha
celeyen bir çalışma alanı vardır.72 Yine bu türden öğelerden
henüz büyük ölçüde özleşmeye gidilmesine gereksinme vardır.
olan atasözleri, paremioloji denen bir alanda İn­
Özellikle, Osmanlıca bilmeyen halkın ve hukukçuların ko­
celenmektedir.
laylıkla ve doğru olarak algılamaları ve kullanmaları zor olan
yasa dilinde büyük çapta Türkçeleştirmeye gidilmelidir. Her ne kadar her dilin deyim ve atasözleri kendi toplumunun
kültürünü, dünya görüşünü, yaşam biçimini yansıtmakta ve
Hekimliğin özelliklerinden kaynaklanan ve bütün dünyadaki
kendine özgü anlatım biçimleri göstermekteyse de bu öğelerin
uygulamalarında da görülen tıp dilinin değişik bir niteliği
bütün dillerde ortak yönleri, nitelikleri bulunmakta, bu alanlarda
olduğu biliniyor; ancak bu dilde de Türkçesi bulunan ya da
özellikle bu ortak nitelikler üzerinde durulmaktadır. Bu ça­
Türkçcleştirilebilccek pek çok terim vardır; bunların yeğ­
lışmaların yanında her dilin deyim, atasözü gibi kalıplaşmış
lenmesi gerekmektedir. Bir operasyondan söz ederken “flexible
öğeleri de o dillerle uğraşan filologlar tarafından, bu alanların
bir plastik boru” diyen hekimin “bükülebilen bir plastik boru”
verileri ve gösterdikleri doğrultular göz önünde tutularak İn­
tamlamasını kullanması elbette daha doğrudur.
celenmektedir. Biz de Türkiye Türkçesindeki öğeleri aynı
doğrultuda ele alacağız.
Türkiye Türkçesindeki deyimler ve atasözleri üzerindeki
çalışmalar bugüne kadar genel olarak bu sözlerin dökümlerini
vermek ve anlamlarını açıklamakla sınırlı kalmıştır, diyebiliriz.
Ancak, ortak dildeki ve Anadolu ağızlarındaki deyim ve ata­
sözlerini toplayan ve açıklayan çalışmasında Ömer Asım
Aksoy, bunların niteliklerine, birbirlerinden ayrılan yönlerine

72. Almancada Phraseologic ya da idiomatik Fransızcada phrascologie ve


idiomatique. Frazcoloji alanı XIX. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak
Potebnya.Fortunatov gibi dilciler tarafından temelleri atılarak oluşturulmuş,
Jespcrsen, Bally gibi Avrupalı araştırıcıların da üzerinde durularak ge­
liştirilmiştir. Alman dilinin sözvarlığını bu açıdan inceleyen Fleischcr
(1982), bu alanın tarihçesi, bugün ele alınışı, çeşitli sınıflama yolları
üzerinde geniş bilgi verir.

170 171
vc sınıflandırılmalarına da yer vermiştir (1971, 1976 ve yararsızlıktan kurtularak bir iş edinmek’ anlamını verir. Ayın
1977). biçimde, sözdizimi açısından tam aynı kuruluşta olan şu iki
örnekten İkincisi, bir deyim niteliği taşır, deyimleştirmenin
Şimdi önce, deyimlerin nitelikleri ve sınıflandırılmaları
özelliğini açıklar:
üzerinde duralım;
I. Su vereyim derken bardak kırmak.
Her dilde deyimler belli bir durumu, oluşumu, insanların
tutum ve davranışlarını, fiziksel ve ruhsal niteliklerini, kendi 2. Kaş yapayım derken göz çıkarmak.
anlamları dışında kullanılan birkaç sözcükten oluşan birimlerle İkinci örnekte hem bir kalıplaşma, kalıp halinde kulanılma
dile getirir. Alasözlerindeki gibi bir yargı bildirmez, çeşitli söz konusudur; hem de basit, önemsiz bir işe, bir düzeltmeye
benzetme vc aktarmalarla, güçlü bir anlatımla betimlemeye girişen kimsenin büyük bir sakıncaya, giderilmesi olanaksız,
giderler. Örneğin Türkçede bir kadının bir ev, bir aile ya da büyük bir hataya yol açması, göz kavramının öneminden de
insan için büyük bir özveriyle, uzun süre, her türlü yokluğa yararlanılarak çok güçlü bir biçimde dile getirilmiştir.
göğüs gererek çalıştığını anlatan saçını süpürge etmek deyimi Çeşitli aktarma olaylarına dayanan, deyimleştirme ürünü
böyle, güçlü bir anlatıma ulaşmıştır. Bu deyimle, saçlarıyla bu deyimlerin yanı sıra, her dilde olduğu gibi Türkçede de
yer süpürmek gibi bir imge yaratılmış, olanaksız sayılabilecek, yalnızca göndergesel (temel) anlamlarla kurulmuş, deyimler
zor, özveri isteyen bir çaba, bir aktarmayla dile getirilmiştir. gibi kalıplaşmış, ancak kimi zaman yeni bir anlamı yansıtan
‘Bir insana çok büyük eziyet etmek, çile çektirmek, ondan öç örnekler de vardır. Örneğin bir iş yerinde akşamları patrona
almak’ anlamında kullanılan (birinin) ensesinde boza pişirmek kasadaki parayı hesaplayıp ödeyen kimsenin patronla yaptığı
deyimi, boza gibi zor pişen bir içeceğin bir insanın ensesinde iş hesap görmek, hesap vermek sözleriyle anlatılırken aynı
pişirilmesi biçiminde, gerçekleşmesi olanaksız bir imgeyle sözler bir kimseyle, yaptıklarından ötürü hesaplaşmak, yerine
kurulmakta, güçlü anlatımını bir anlam olayıyla (deyim ak­ göre, onu cezalandırmak anlamında da kullanılır: O bana hesap
tarması, somutlaştırma türü) sağlamaktadır. verecek, görürsünüz ya da Onunla hesap göreceğiz, bakalım
ne cevap verecek? gibi. Telaşa düşmek, adam olmak, yola
Frazeoloji alanında deyimleştirme (Mm. Idiomatizitat)adını
düzülmek gibi sözler de yine aktarmalı anlatımla kalıplaşmış,
verdiğimiz olay, sözcüklerin kendi anlamları dışında kul­
ancak deyimleştirmenin bütünüyle gerçekleşmediği de­
lanılarak birkaç sözcükle ortaklaşa yeni bir anlamı yan­
yimlerdendir. Kimi dilcilerin “basit deyimsel sözcük bir­
sıtmalarıdır. Bir eve misafir olmak ya da bir işe yardımcı olmak
leşmeleri” olarak niteledikleri bu türden örneklere aşağıda
gibi kullanımlarda sözcükler kendi göndergesel anlamlarında yeniden değineceğiz.73
kullanılmaktadır. Ancak bunlarla tam aynı yapıdaki bir baltaya
sap olmak deyiminde balta ve sap bir araç durumunda ve kendi
anlamları dışında, yeni bir anlamın yansıtılmasını ger­
73. Agricola’nın (1977: 27 vc ötesi) sınıflamasındaki bu belirleme vc başka
çekleştirme görevindedir; ‘bir iş güç sahibi olmak, işsizlikten, araştırıcıların sınıflamaları için bkz. Ilcischcr 1982: I 16 ve ölesi).

172 173
Biz burada,TürkiyeTürkçesindeki deyimlerin niteliklerini, kırk kapının ipini çekmek kafese koymak
onları sözdizimi vc anlambilim açısından sınırlandırarak birkaç tadı damağında kalmak har vurup harman savurmak
örneğiyle göstermek isliyoruz:7475 etek öpmek deveye hendek allatmak
saçını başını yolmak ekini belli etmemek vb.
I. Sözdizimi Açısından
d) Yüklemli, Tümce Biçiminde Kalıplaşmış Deyimler
a) Ad Tamlamaları:
öküz öldü, ortaklık bozuldu ustamın adı Mıdır, elimden gelen
kuyruk acısı sokak süpürgesi temcit pilavı eski çamlar bardak oldu btıdur
bit yeniği şeytan çekici gemi aslanı bacak kadar boyu var, türlü kedi olalı bir fare tuttu
sır küpü cırcır böceği şamar oğlanı türlü huyu var ne şiş yansın ne kebap
ömür törpüsü fındık kurdu gönül belâsı kızım sana söylüyorum gelinim sen
çocuk oyuncağı aslan sütü vb. tencere yuvarlanmış, dinle
b) Sıfat Tamlamaları kapağını bulmuş içi beni yakar, dışı eli yakar
çöpsüz üzüm demir leblebi kara çalı doluya koydum almadı, durdu durdu, turnayı gözünden
kirli çıkı iyi kalpli eli sopalı boşa koydum dolmadı vurdu vb.
eski kurt cebi delik deli fişek e) Deyimleşmiş İkilemeler
fermanlı deli soğuk neva ayağı uğurlu paşa paşa yorgun argın er geç
çenesi düşük gözü kara eski toprak vb. şu bu doğru dürüst harıl harıl
75
c) Yüklemsel Olmayan Sözcük Bağdaştırmaları şaka maka eğri büğrü paldır kültür
kaşla göz arasında çat kapı yarım yamalak ağır aksak akşama sabaha vb.
iğneden ipliğe dengi dengine çalı çırpı tatsız tuzsuz
tepeden tırnağa şunun şurasında derli toplu yerli yersiz
yok yere tepesi üstü az buçuk
ne demeye hem ziyaret hem ticaret
üstüne üstlük durup dururken vb.
Türkiye Türkçesindeki deyimlerden, bu öbekler dışında
ç) Eylemlikle Kalıplaşmış Yüklemsel Sözcük Bağdaştırmaları
kalanlar da vardır; biz burada, başiıcalarını vermekle yetindik.
kılı kırk yarmak dört ayak üstüne düşmek
İlk öbek içinde (a) ve ikinci öbekte (b) yer alan tamlamaların
taşı gediğine koymak gökte ararken yerde bulmak
bir bölümü, özellikle sıfat tamlamalarının birçoğu, insanların
fiziksel vc ruhsal niteliklerini belirleyen aktarmalardır, (c)
74. Deyimlerin biçimbiliın vc sözdizimi açısından sınıflandırılmalarının ge­ bölüğünde yer alan örneklerin bir bölümü, eksiltili anlatım
nişçe ele alındığı şu yazıya bakılabilir: Subaşı-llzun 1991:56-64. içeren deyimlerdendir (tepeden tırnağa (kadar), hem nalına
75. Bu tür deyimlerin dilbilgisi açısından niteliklerine aşağıda, ayrıca de­ hem mıhına [vurmak], iğneden ipliğe (kadar], çat kapı [gcl-
ğineceğiz.

174 175
mck|,.. gibi). Bir bölümü, tümce içinde eylemi anlamca et­
oldu olacak, kırıldı nacak
kileyen belirteç tümleci niteliği taşır (kaşla göz arasında, durup
dururken, tepesi üstü... gibi). saldım çayıra, Mevlâ kayıra
Eylemlikle kalıplaşmış olan yüklemsel sözcük bağ­ ya devlet başa, ya kuzgun leşe
daştırmaları (ç) öbeğinde yer alan deyimler, eylemleri çe­ deyimlerinde ise yine ölçüye (5+5) ve uyaklara (olacak/nacak.
kilebildi, ancak öteki sözcükleri değiştirilemeyen öğelerdir. çayıra/kayıra, başa/leşe) rastlıyoruz. 1. ve 3. örneklerde aynı
Örneğin tadı damağında kalmak deyimini tadı damağında zamanda biçimbirim yinelemeleri vardır (ol/ol, ya/ya).
kalmış biçiminde, eylemini çekerek kullanabiliriz. Ama tadı
Anlambilim Açısından
dilinde kalmış gibi, bir sözcüğünü değiştirenleyiz.
a) Benzetmeler
Tümce biçiminde kalıplaşmış deyimler öbeği (d) içinde kedi ciğere bakar gibi gözleri kan çanağına dönmek
değişik tümce türlerine rastlanır. Sözcükleri değiştirilemeyen, tereyağından kıl çeker gibi dut yemiş bülbüle dönmek
kalıplaşmış bu öğelerin bir bölümünde - kalıcılığı sağlama, nalıncı keseri gibi sudan çıkmış sıçana dönmek
hatırda kalmayı kolalaştırma ve hoşa gitme amacıyla - şiir baston yutmuş gibi ağzı çiriş çanağına dönmek
dilinin birtakım anlatım yollarından ve özelliklerinden ya­
çakı gibi eşekten düşmüş karpuza dönmek
rarlanıldığı görülür. Örneğin ölçü, uyak, ses ve biçimbirim
filinta gibi kuşa benzemek
yinelemeleri kimi zaman yalnız biri, kimi zaman birkaçı
dilenci vapuru gibi çorap söküğü gibi gitmek vb.
devreye girerek anlatımı güçlendirir, güzelleştirir. Bunların
b) Deyim Aktarmaları (Somutlaştırma Türü)
birkaçına kısaca değinelim:
pireyi deve yapmak tavşana kaç, tazıya tut demek
taşı gediğine koymak kabına sığamaınak
ustamın adı Hıdır, elimden gelen budıır kendi yağıyla kavrulmak baltayı taşa vurmak
(birinin) ayağının altına iğneyle kuyu kazmak
bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var
karpuz kabuğu koymak leyleğin yuvadan attığı yavru
Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu yangına körükle gitmek kahve dövücünün hınk deyicisi
içi beni yakar, dışı eli yakar ince eleyip (eğirip) sık öküz altında buzağı aramak
dokumak kel başa şimşir tarak
gibi örneklerde ölçülü, (7+7 hece sayısı olan) iki yargılı bir aba altından değnek (sopa) bir eli yağda, bir eli balda olmak
yapı vardır. Bu deyimler aynı zamanda uyaklıdır (Hıdır/budur, göstermek yağmurdan kaçarken doluya
boyu/huyu, koyunu/oyunu). 2. ve 4. örnekte biçimbirim yi­ akıntıya kürek çekmek tutulmak
nelemeleri de (var/var, yakar/yakar) görülür. kılı kırk yarmak
c) Ad Aktarmaları
bacası tütmez olmak nüfus kâğıdı eskimek

176 177
başında torbası eksik iki eli yanına gelmek
cebine indirmek vadesi yetmek
Her biri bir nesneyi, bir durumu, bir tutumu bir başka nesne,
bir ayağı çukurda olmak
durum ya da tutuma benzeterek canlı bir biçimde dile getiren
rahmeti Rahmana kavuşmak
“benzctme”lerin yanında, bu olayın ikinci aşaması sa­
dili tutulmak dünyaya gelmek
yılabilecek olan deyim aktarmaları incelenecek olursa so­
ağzını bıçak açmamak bir yastıkla kocamak vb.
mutlaştırma türünün en başta gelenler olduğu görülür. Her dilde
ç) Çeviri Yoluyla, Kavram Aktarılarak Oluşturulanlar76
somutlaştırma örneği deyimler vardır. Ancak Türkçede ve onun
güneşi balçıkla sıvamak kapak kızı
çeşitli lehçelerindeki örneklerin deyim varlığı içinde en büyük
Ali’nin külahını Vcli’yc, karaborsa
öbeklerden birini oluşturduğunu sanıyoruz. Üstelik bu deyimler,
Veli’nin külahını Ali’ye harika çocuk
kendi yağıyla kavrulmak, iğneyle kuyu kazmak, taşı gediğine
giydirmek formunda olmak
koymak ve benzerlerinde olduğu gibi bir durumu, bir çabayı
yüz suyu (dökmek) yeşil ışık yakmak
sanki bir sahnede canlandırırmış gibi ortaya koymakta, güçlü
sakalı değirmende ağartmak sokaktaki adam bir imge yaratarak güçlü anlatıma yönelmektedir. Kızım sana
gam yemek kraldan çok kralcı olmak söylüyorum gelinim sen dinle, ya da bayram değil seyran değil,
rekor kırmak kendi ayakları üstünde durmak
eniştem beni niye öptü? gibi deyimler Türkçcnin bu türden
kur yapmak soğuk savaş sözlerde ne denli ince ayrıntılara inebildiğim, nasıl ince bir
ölü mevsim sıcak savaş vb. anlatıma ulaşabildiğini göstermektedir. Bu son iki deyimden
aslan payı ilkinde, yabancı dillerdeki benzeri sözcüklerle kar­
d) Sözcükleri Göndcrgcscl Anlamda Kullanılan, Aynı Zamanda şılaştırıldığında Türkçedekinin inceliği vc anlatım gücü daha
Deyimleştirme Gösteren Kalıplaşmış Anlatım Birimleri
belirgin olarak ortaya çıkmaktadır: Fr. battre Ic chicn devant
hizaya gelmek icabına bakmak Ic lion ("aslanın önünde köpeği dövmek”), Alm.da man meint
işini bitirmek eli ayağı tutmak den Hund und sehlagt den Sack ("köpek kastedilir ve çuval
mide bulandırmak yara işlemek dövülür”).7677
bıyık burmak geri kalmak
Bir kavramı, onunla ilgili bir başka kavram aracılığıyla
hesap görmek
anlatma yoluyla gerçekleşen ad aktarmaları da Türkçede, aynı
Anlambilim açısından yaptığımız bu sınıflamada yalnızca, biçimde etkili bir anlatım biçimidir. Örneğin başında torbası
bellibaşlı anlam olaylarına (söz sanatlarına) örnek olan de­ eksik, “hayvan” (özellikle eşek, at) kavramını dolaylı bir bi­
yimlerden birkaçı gösterilmiştir. Bunların dışında kalan, çimde dile getirirken bir canlandırmaya da gitmekte, nüfus
üzerinde duramadığımız başka anlam olaylarının örnekleri de kâğıdı eskimek ise yaşlanmayı ince ve nükteli bir anlatımla
vardır. Şimdi, yukarıdaki öbekler üzerinde kısaca duralım: ortaya koymaktadır.

76. Değişik dillerden, tümü ya da bir bölümü çevrilerek aktarılan bu örnekler


üzerinde, aşağıda, kısaca duracağız.
77. Bu türden başka örnekler vc açıklamaları için bkz. Aksan, 1987: 84-102.

178 179
Çeviri yoluyla dile giren deyimlere gelince, bunların bir
bölümü eski dönemlerde Farsçadan aktarılmıştır: Ali’nin
külahını Veli’ye, Veli’nin külahını Ali’ye giydirmek, güneşi
balçıkla sıvamak, yüz. suyu dökmek, gam yemek... gibi. Örneğin 6.5. TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE ATASÖZLERİ
bunlardan güneşi balçıkla sıvamak. Far. Iaf:ta:b be gil Dilciliğin ve frazeoloji çalışmalarının önemli bir konusu
endu:den/ biçiminde çevrilmedir. Gam yemek ise /gam da atasözleridir. Paremiyoloji (Alın. Parömiologie, Fr.
horden/ den yarı çevirme bir deyimdir. Daha sonraki dö­
paremiologie') adı verilen bu dalda belli bir dilin atasözlerinin
nemlerde, yakın zamanlarda rekor kırmak, formunda olmak,
toplanarak incelenmesi, o dili araştıran filologların çalışma
kapak kızı gibi örnekler İngilizceden aktarılmıştır78. Son
alanına girmekte, değişik dillerdeki örnekler arasında görülen
yıllarda İngilizcenin sözcük düzeyindeki güçlü etkisinin yanı
ortaklıklar, eşlikler, ortak anlatım biçimleri ve özellikler pa­
sıra bu türden kavram aktarmaları da artmış, sokaktaki adam
remiyoloji alanı içinde ele alınmaktadır.
(the man in the Street), beyin yıkama (brain ıvashing), yeşil
ışık yakmak (to give the gıeen light) gibi deyimler Türkçeye Bir topluma özgü olan atasözleri, o toplumun uzun yüzyıllar
çevrilmiştir. Ölü mevsim (morto saison), kraldan çok kralcı boyu belirlenen deneyimlerinin, dünya görüşünün, yaşam bi­
olmak (etre plııs royaliste quc le roi) gibilerinin de Fransızcadan çiminin ve anlatım gücünün sergilendiği sözlerdir. De­
çevrildiği anlaşılıyor.79 yimlerinde olduğu gibi, atasözlerinde de Türkçe, konuları
Yukarıda da değindiğimiz gibi, son öbekte (d) ele aldığımız canlandırarak, somutlaştırarak güçlü bir biçimde ortaya koy­
Örnekler, göndergesel anlamlarla, deyim dışında kul­ makta, onları kalıcı kılan anlatım yollarından ya­
lanıldıklarında belli bir hareketi, bir işlemi anlatırlar (bıyık rarlanmaktadır.
burmak, mide bulandırmak, işini bitirmek, hizaya gelmek, hesap Her dilde olduğu gibi, Türkçede de kimi atasözleri zaman
görmek’te olduğu gibi). Bir kimse bıyıklarını buruyor olabilir; içinde unutulup yitirilmekte, kimi sözler ise uzun yüzyıllar
bir nesne mide bulandırabilir, bir kimse işini bitirebilir; askerler kullanılarak ufak tefek değişikliklere uğrasa da yaşamını
hizaya gelebilir; bir kimse bir başkasıyla hesap görebilir. Ancak sürdürmektedir. Aşağıda Kâşgarlı Mahmut’un Divan’ında
aynı biçimler, kimi zaman tıpkı öteki deyimler gibi görev görür. geçen ve bugüne değin yitirilen sözlerle bugün de kullandığımız
Örneğin bıyık burmak ‘bir erkeğin bir kadına yaklaşma ar­
kimi atasözlerini göstermektedir:
zusunu belirtmesi’ ya da ‘kabadayılık göstermek istemesi’
anlamına gelebilir. Mide bulandırmak, ‘bir işin gidişinden, Divan’da Geçen, Bugün Unutulan Atasözleri
gelişmesinden endişe duyarak kuşkuya kapılmak’ anlamını Karga karısın kim bilir, kişi alasın kim tapar? (1,425)
aktarabilir. İşini bitirmek ‘öldürmek’ yerine kullanılabilir.
(Karganın yaşlısını kim bilir, insanın içinden geçeni kim
78. Gerek bu örneklerin, gerekse çeviri sözcük örneklerinin geniş biçimde ele sezebilir?)
alındığı şu çalışmaya bkz. Aksan, 1962: 207-273.
79. Pek çok örneği bulunan bu deyimler, günümüzdeki iletişim olanaklın inin Kul yağı, it böri (I, 336)
genişliği dolayısıyla pek çok dile de yansımış bulunmakta, ayrıca ortak
Avrupa kültürünü yansıtır durumdaki sözlere örnek oluşturmaktadır.

180 181
(Kul (köle) (efendisine) düşmandır, köpek (de ev içinde) o sıralarda yazılmış bir yapıtta geçen, ancak bugün unutulmuş
kurt gibidir.) olan

Arslan kansa sıçgan ötin ködheziir (III, 263) Her kimün kızı var, yüreğinde buzı var
(Aslan kocarsa sıçan deliğini bekler) Yokluk taştan katıdır
Yaşlı insan küçük işlere razı olur gibi atasözlerinin yanında
Alın arslan tutar, küçin oyuk tutmaz (I, 81) Bir kerre sürçenün başı kesilmez
(Hileyle aslan tutulur, güçle bostan oyuğu tutulmaz) Eden bulur, inleyen ölür
Yitiklig anası koyun açar (III, 18) vb. İki karpuz bir koltuğa sığmaz
(Bir şeyini yitiren, onu annesinin koynunda bile arar). Kurt konşısın incitmez
Yorgana göre uzanmak gerek (Buluç, 1978: 11-26)
Divarı’dan Bugüne Kadar Gelen Atasözleri gibi, hemen hiç değişmemiş örneklerle karşılaşmak­
tayız:80
Böri koşnısm yemes (III, 220)
Şimdi Türkiye Türkçesindeki atasözlerini kısaca, aşağıdaki
(Bugünkü: Kurt komşusunu yemez)
öbeklerde toplamak istiyoruz:
Endik uma evlikni ağırlar (1, 106)
(Şaşkın konuk ev sahibini ağırlar)
1. Söz dizimi Açısından
Kişi alası içtin, yılkı alası taştın (1, 91)
(İnsanın alacası içinde, hayvanın alacası dışında)
a) Yalın Tümce Biçimindeki Atasözleri
Tag tagka kavuşmas, kişi kişiye kavuşur (II, 53)
Öfke baldan tatlıdır
(Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur)
Balık baştan kokar
Avçı neçe al bilse adhıg ança yol bilir (I, 63)
Çivi çiviyi söker
(Avcı ne kadar al bilse, ayı o kadar yol bilir).
Aç köpek fırın deler vb.
Kolaylıkla çoğaltabileceğimiz bu örnekler incelenirse, ikinci
öbekte yer alanların kimi sözcük değişmeleriyle 900 yıldan
uzun bir süredir, yaşayageldiği görülmektedir. XI. yüzyıldan 80. Türk yazınında Pcndnâme’lcrde vc başka tür yapıtlarda atasözlerinin
600 yıl sonrasına, XVII. yüzyılın ikinci yarısına geldiğimizde, geniş ölçüde ele alındığını görüyoruz. Bu konuda bkz. Dilçin (1945).
Hengirmcn (1983).

182
183
yoruz. Sorulu-yanıtlı sözlerle öykü içeren örnekler ise sayıca
b) Girişik Tümce Biçimindeki Atasözleri
azdır.
Göle su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar
Göz görmeyince gönül katlanır
II. Anlam Açısından
Canı yanan eşek, attan yürük olur
a) Sözcükleri Göndcrgcscl Anlamlarında Olan Atasözleri
Eğreti ata binen, çabuk iner vb.
Eski dost düşman olmaz
Herkes kendi ölüsü için ağlar
c) Sıralı Tümce Biçimindeki Atasözleri
Zor oyunu bozar
Tatlı ye, tatlı söyle
Acıkmış kudurmuştan beterdir
Geçmişe mazi, yenmişe kuzu derler
Yemeyenin malım yerler
Görmemiş görmüş, güle güle ölmüş
Kişi refikinden azar
Gönlün yazı var, kışı var vb.
Çok bilen çok yanılır
Allahtan umut kesilmez
ç) Sorulu - Yanıtlı, Öykü İçeren Atasözleri
Gün doğmadan neler doğar
Eşek hoşaftan ne anlar? Suyunu içer, tanesini bırakır.
İş, olacağına varır
Öksüz neden güler? Yanılır da güler.
Korkunun ecele faydası yoktur
Deveye “inişi mi seversin, yokuşu mu?” demişler,
Her güzelin bir kusuru vardır vb.
“düze kıran mı girdi” demiş.
Arsız neden arlanır? Çul da giyer sallanır vb.
b) Deyim Aktarmaları (Somutlaştırma türü)
Yukarıda birkaç örnekle türlerini gösterdiğimiz atasözleri
varlığımız incelenecek olursa yalın, dolaysız anlatıma yönelen, Minareyi çalan kılıfını hazırlar
aynı zamanda kısalık özelliği taşıyan atasözleri m izin sayısının Mızrak çuvala sığmaz
az olmadığı görülür.81 Ancak girişik ve sıralı tümcelerle ku­
rulmuş sözlerin daha büyük bir toplam tuttuğuna tanık olu­ Yürük at yemini artırır
Bal tutan parmağını yalar
81. Atasözlerinin kısalığı vc “dilbilimsel eksilti” konusunu inceleyen şu ça­ Sarmısağı gelin etmişler, kırk gün kokusu çıkmamış
lışmadan yararlanılabilir: N.E. Uzun (1990).

184 185
Et tırnaktan ayrılmaz Önce canan, sonra can
Denize düşen yılana sarılır El vergisi, gönül sevgisi
Sakla samanı gelir zamanı Beyazın adı var, esmerin tadı var
Kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmaz
Her koyun kendi bacağından asılır d) Şiir Öğelerinden Yararlanan Atasözleri
Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olur Sakla samanı, gelir zamanı
Çivi çiviyi söker Sabreden derviş, muradına ermiş
Tavuk kaza bakmış da kıçını yırtmış Yaş kesen baş keser
Ummadığın taş baş yarar Yaş yetmiş, iş bitmiş
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz Var evi kerem evi, yok evi verem evi
Para isteme benden, buz gibi soğurum senden
c) Ad Aktarmaları Azıcık aşım, kaygısız başım
Bir dirhem et bin ayıp örter Bir elin nesi var, iki elin sesi var
Çalma elin kapısını, çalarlar kapını Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan
Beylik çeşmeden su içme Sona kalan dona kalır
Bir kimsenin adı çıkmadan canı çıkması yeğdir Bol bol yiyen bel bel bakar
Şık şık eden nalçadır, iş bitiren akçedir Nerede hareket, orada bereket
Kaşla göz, gerisi söz Kadının fendi, erkeği yendi
Altın anahtar her kapıyı açar Akıl yaşta değil, baştadır.
Yukarıdaki öbekler içinde (a) öbeğinde yer alan atasözleri
belli bir yargıyı, bir gözlemi, göndergesel anlamlarında kul­
d) Eksiltili Anlatıma Yönelen Atasözleri
lanılan sözcüklerle dile getiren,aktarmalara başvurmayan yalın
Bir inat, bir murat anlatımlı örneklerdendir.
Ağanın gözü, yiğidin sözü Deyim aktarmalarının somutlaştırma adını verdiğimiz tü­
Bağ bayırda, tarla çayırda rüne giren örneklerde (b), tıpkı deyimlerde olduğu gibi, an-

186 187
latılmak istenen gerçek, canlandırılan, adeta sahneye konan pısındaki etten yararlanılarak bir gerçek açıklanmıştır. “Bir
bir konu, bir imgeyle dile getirilmekte, bu konu ya da imge kimsenin adı çıkmadansa.." sözündeki adı çıkmak deyimi,
bir araç durumuna girmektedir. Örneğin bir işe giren, yeni bir “kötü şöhret edinmek’ anlamını aktarmak üzere ku-
yere alışma süreci içinde bulunan, birtakım koşullarla yeni lanılmıştır.
karşılaşan bir kimseye, sabretmesi, bir süreyi geçirmesi öne­
(ç) Öbeğindeki atasözleri, şiir öğelerinden de yararlanarak,
rildiği zaman söylenen “sarmısağı gelin etmişler../'sözü böyle
kısa ve kalıcı anlatıma yönelen sözlerden örneklerdir.
bir araçtır. Minare gibi, çalınması, saklanması olanaksız bir
şeyi çalanın ona kılıf hazırlaması gerektiğini söyleyen atasözü Deyimlerde olduğu gibi, atasözlerindc de bellekte kalmayı,
ise büyük bir hırsızlığa, gizli kalması istenen bir suça bulaşan kalıcılığı sağladığı ve hoşa giden bir anlatıma ulaştırdığı için
şiir dili öğelerinden yararlanıldığını görüyoruz. Ölçü, uyak,
kimsenin o işe ilişkin önlemleri almış olması gerektiğini dile
ses yinelemeleri ve biçimbirim yinelemeleri gibi öğeler bu
getirir.
sözlere gerçekten anlatım kıvraklığı ve güzelliği ka­
“Her koyun kendi bacağından asılır" atasözünde, bir işte, zandırmaktadır. Bu türlü sözlerin yer aldığı (d) öbeğindeki
özellikle kötüye giden bir işte herkesin kendi sorumluluğunu örneklerden
yükleneceği, bir aktarmayla dile getirilmekte, “Et tırnaktan Var evi kerem evi, yok evi verem evi atasözünde 7+7 hece
ayrılmaz" da, özellikle kan bağı olan yakınların birbirlerine sayısıyla bir ölçüden, hem kerem/verem uyağından, hem de
etle tırnak kadar bağlı bulundukları, bütün kötü gelişmelere biçimbirim yinelemesinden (cvi/evi) yararlanılmış, ayrıca
karşı bu bağın koparılmayacağı, yine bir somutlaştırmayla karşıt kavramlarla (var/yok) anlatım güçlendirilmiştir. 5+5
dile getirilmektedir. “Tavuk kaza bakmış da “Kurt ko- ölçüsündeki
cayıııca..." gibi atasözleri, her dilde olduğu gibi, yargıları
Azıcık aşım, kaygısız başım
hayvandan yararlanarak, somutlaştırmalarla, güçlü bir biçimde
açıklayan örneklerdendir. Sakla samanı, gelir zamanı

Ad aktarmaları öbeğindeki (c) atasözleri de anlatılmak is­ Kadının fendi, erkeği yendi
tenenleri, ilgili oldukları başka kavramlara aktararak dile ge­ gibi sözlerde ölçünün yam sıra uyaklardan da (aşım/başım.
tirmektedir. Bunlardan bir bölümü, Fr.da synecdoqucadı verilen saman ı/zamanı, fendi/yendi) yararlanılmakta, bunlardan İkin­
ve parça yerine bütünün, bütün yerine de parçanın kullanıldığı cisinde ses yinelemeleri görülmektedir (sa/.sa gibi).
söz sanatı anlam olayının izlerini taşımaktadır. Örneğin Sona kalan dona kalır
“Çalma elin kapısını..." atasözünde bir kimsenin kapısını
çalmak, ona başvurmayı anlatmak üzere, o kişinin evinin bir Bol bol yiyen bel bel bakar
bölümü olan “kapı’’ kavramından yararlanılarak dile getirilmiş, gibi örnekler 4+4 ölçüsünde, yine uyaklı ve yinelemelidir
“Bir dirhem et..."sözünde ise bir kimsenin biraz kilo almasıyla (sona/dona, bol bol/bel bel uyaklarıyla ilkinde /k/ sesleri.
daha güzel görüneceğini belirtmek için vücudun fiziksel ya­ İkincisinde /b/, /I/ sesleri). Atasözleri ınizdcn, bu özelliği gös­
teren daha başkaları da vardır.

188 189
bir başka kalıp söz de tiksindirici, iğrenilecek bir şeyden söz
eden konuşmacının sarfettiği yüzünüze güller! dir. Örneğin bir
anne, çocuğunun yediklerini çıkardığını anlatırken din­
6.6. TÜRKÎYE TÜRKÇESİNDE İLİŞKİ SÖZLERİ
leyenlerin iğrenmemesi içni bunu söyleyebilir.
(KALIP SÖZLER)
Türklcrin yalnızca belli durumlar için kullandıkları ve. başka
Sözvarliğini oluşturan öğeleri tanıtırken değindiğimiz gibi,
dillerde pek rastlanmayan ilişki sözleri içinde ilginç olan daha
dilbilimde katıp sözler ya da ilişki sözleri adı verilen öğeler
birçokları vardır. Örnek olarak, çocuğu dünyaya gelen kimseleri
-tıpkı deyimler ve atasözleri gibi- bir dili konuşan toplumun
kutlarken kullanılan analı babalı büyüsün! bunlardan biridir.
kültürüne ışık tutmakta, onun inançlarını, insan ilişkilerindeki
Sevilip okşanan, kendisinden söz edilen birçocuk için,söylenen
ayrıntıları, gelenek ve göreneklerini yansıtmaktadır. Bugün
Allah bağışlasın, bir çocuğun ana-babasıyla bir arada yaşaması
dil öğretiminde bu öğelere özel bir önem verilmesi bir yandan
dileğini belirtmek için kullanılan Allah dört gözden ayırmasın
bu türlü öğelerin her dilde, her an insan ilişkilerinde gerekli
bunlardandır. Nikahlanan, evlenen kişilere nikâh ya da düğün
olmalarından, bir yandan da dili öğrenilen toplumun kültürü
töreninde söylenen bir yastıkta kocayın ya da onların bu­
içine girebilmek için öğrenilmesi gerekli sözler sayılmalarından
lunmadığı bir yerde, yakınlarına söylenen bir yastıkta ko-
kaynaklanmaktadır.
casınlar yine belli durumlara özgü kalıp sözlerdendir.
İlişki sözleri açısındanTürkçenin zenginliği,dikkati çekecek
Türkçenin, belli durumlarda söylenmesi gelenek olmuş ilişki
ölçüdedir. Örneğin Türkçenin olduğu kadarTürkün de inceliğini
sözleri içinde, başka dillerde benzerleri görülmeyen birtakım
gösteren sizden iyi olmasın kalıp sözü yalnızca belli bir or­
öğeleri de vardır. Güle güle sözünün değişik kullanımları buna
tamda, belli bir amaçla kullanılanlara verilebilecek örneklerden
örnektir: Yeni bir giysi giyen kimseye söylenen güle güle
sadece biridir. Bir kimse övüliirken dinleyenin de gönlünü
giy(in)!, eline para geçen kimseye söylenen güle güle harca
almaya yönelmeyi gösteren bu söz gibi, su gibi aziz ol (un)!
ve benzeri durumlarda güle ^ü/e'nin kullanılışı gibi. Yeni ov­
da yalnızca belli bir durumda kullanılır; size su veren bir
alan kimseye güle güle oturun denişi ve bu dileği dile getirmek
kimseye, bu olayın arkasından söylenir. Kimi yörelerde bunun
üzere ziyarete gidilmesi de bir geleneği göstermektedir.
gibi, "su verenlerin çok olsun! sözüne de rastlanır.
Saygı belirtisi taşıyan, bugün daha çok kırsal kesimde
Özellikle, birden çok kişinin bulunduğu bir ortamda bir şey
kullanılan kalıp sözlerden biri de çocukları sorulan kimsenin
anlatılırken ayıp ya da söylenmesi hoş olmayan bir sözcükten,
yanıt olarak onların sayısını belirttikten sonra ellerinizden
bir olaydan söz edildiği zaman, konuşan tarafından sözüm
öper(ler) deyişinde ortaya çıkan (Bir kızım, bir oğlum var,
meclisten dışarı ya da hâşâ huzurdan kalıp sözlerinin kıı-
ellerinizden öperler gibi).
lanıldığına tanık olunur. Konuşan, bu kavramlara değindiği
için bağışlanma isteğini böylece dile getirir. Buna benzer bir Kalıp sözlerin bir dili konuşan toplumun dünya görüşünü,
durumda söylenen, bugün artık unutulmuş sayılabilecek olan inançlarını yansıttığının en güzel örneklerini, Türkiye Türk-
çesinde A İlah sözcüğüyle kurulmuş öğelerin çokluğudur. Özcan

190 191
Başkan’m ilginç çalışması (1993: 151-172), Türkçede dil içi şerefle
dünya görüşünü incelemekte, bu arada Allah, kader, ahret, devletle
cehennem, günâh, gâvur gibi sözcüklerle oluşmuş çeşitli
sözleri bir araya getirmektedir. Bu çalışmada değişik sözler yine buyrun
içinde yer alan kalıp sözlerden Allah ile kurulmuş bulunanları
ele alacak olursak bunların yine belli durumlarda kul­
Bu örnekler içinde, kullanan ve kendisine hitap edilen
lanıldıklarını görürüz. Örneğin Allah versin, 1) dilenen kimseye
kimsenin sosyal durumuna, söyleyenle hitap ettiği kimse ara­
para vermek istenmediğini ya da verme olanağı bulunmadığı
sındaki ilişkinin niteliğine göre elbette, farklar vardır. Örneğin
durumlarda, 2) bir kimsenin iyi bir duruma gelişine- olumlu
bugün eskimiş olduğu ileri sürülebilecek olan şerefle, devletle
ya da çoğu kez olumsuz - bir tepki olarak kullanılmaktadır.
gibi sözler sosyal durum ve yaş bakımından yüksek olanlar
Allah kavuştursun, yalnızca bir yakınını yolcu etmiş bir
arasında kullanılmaktadır.
kimseye söylenmekte, Allah geçinden versin, ölümü söz konusu
edilen bir kimse için, Allah kabul etsin, okunan bir duadan Minnettarlık Belirtme
sonra, bu duayı edenler ya da bir hayır, bir yardımda bulunanlar (çok) teşekkür ederim
için kullanılmaktadır. Allahtan ümit kesilmez, çok ağır hasta
sağ ol(un)
için, Allah razı olsun ise iyiliği görülen kimseye söylenen kalıp
sözlerdendir. Bunları kolayca çoğaltabiliriz. çok zahmet oldu
Aşağıda, ortak dilimizde kullanılan zengin ilişki sözlerinden çok zahmet ettiniz
örnekler veriyoruz: mersi
Vedalaşma Vedalaşma eksik olmayın
(Ayrılan Kişiye Söylenenler) (Ayrılan kişinin söyledikleri) ömrün(üz)e bereket
güle güle Allahaısmarladık çok yaşa(yın)
Allah selamet versin hoşça kalın hay yaşayasın(ız)
uğurlar olsun İzninizle Allah senden (sizden) razı olsun
hayırlı yolculuklar yolculuğa bana müsaade Allah ne muradın varsa versin
iyi yolculuklar çıkanlara eyvallah
Bu örnekleri, değişik durumlar ve insanlar arasındaki çeşitli
selametle sağlıcakla kalın ilişkilerde kulandan öğelerle, kolaylıkla artırabiliriz. Burada
yolunuz açık olsun görüşürüz (özellikle son hemen belirtmeliyiz ki, ortak dilde kullanılan bu kalıp sözlerin
yanı sıra Anadolu ağızlarında görülen, bu ağızlara özgü ör-
yıllarda, İngilizcenin etkisiyle)

192 193
neklcr de vardır. Örneğin yemek yemekte olan kimsenin yanına
gidildiğinde ortak dilde afiyet olsun denirken birçok ağızda
bereketli olsun sözü söylenmekte, buna yanıl olarak çoğu kez
buyur(un) denmektedir. Ortak dilde yemeğe çağıran kimseye 6.1. TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE İKİLEMELER
bu yemek sonrasında ya da bir içecek içildikten sonra ziyade Kitabımızın bundan önceki bölümlerinde (örneğin 3.1.4)
olsun, elinize sağlık kalıp sözleri söylenirken ağızlarda kesenize dile özgü bir anlatım biçimi olarak Genel Türkçedcki ikilemeler,
bereket sözü daha çok kullanılmaktadır. bu arada Türkiye Türkçesindcki örnekler üzerinde kısaca
Türkiye dışında konuşulan Türk lehçelerinde de bütünüyle durmuştuk. Bu bölümde, bugünkü Türkiye Türkçesindc geniş
bu lehçelere özgü örnekler vardır. ölçüde kullanılan ikilemelerin genel niteliklerine vc yansımalı
ikilemelere değineceğiz. Önce, ikilemelere ait bir tablo verelim
(Burada, az kullanılan türlere yer verilmemiştir):

I. Değişik Sözcük Türlerinden Aynı Sözcüğün Yinelendiği


Örnekler
Ad Sıfat Belirteç W Eylem
kapı kapı kocakoca zaman zaman geze geze durdu durdu
sayfa sayfa sarı sarı yavaş yavaş durup durup oturur oturur
sokak sokak sıcak sıcak açık açık giderken giderken yazmış yazmış

Ünlem
of of

vay vay

oh oh

2. Değişik Sözcük Türlerinden Eşanlamlılarla Kurulunlar


Ad Sıfat Belirteç JJDy Ortaç
çarşı pazar derme çatma açık seçik ezile biizüle bitmiş tükenmiş
ev bark doğru dürüst sarmaş dolaş düşünüp taşınıp yenmez, yutulmaz
din iman bölük pörçük köşe bucak evirip çevirip yenir yutulur

194
195
Eylem fıkır fıkır
ağlamış sızlamış
rap rap
yazdı çizdi
sorar soruşturur ç) Bir Öğesi Farklı Ünlü Ya Da Ünsüzlerden Kurulu Yansımalı
3. Değişik Sözcük Türlerinden Tersanlamhlarla Ku­ İkilemeler
rutanlar gacır gucur
Ad Sıfat Belirteç Ulaç Ortaç şangır şungur
yer gök büyük küçük ileri geri bata çıka olur olmaz çat pat
ölüm kalım uzak yakın bugün yarın olura kalka gelen giden
paldır küldür
en boy erkekli kadınlı er geç gidip gelip yazar yazmaz.

Eylem d) Yansımalı Eylemlerden Oluşmuş Ulaçlarla Kurulu İki­


durdu durmadı
lemeler
geldi gitti hıçkıra hıçkıra
istesin istemesin ıkına sıkına
oflaya puflaya
4. Yansımalı İkilemeler 5. Önsesi /m/ İle Değiştirilerek Yüklenen İkilemeler
a) Yalnızca Bir Eylem, Bir Oluş, Bir Durum İçin Kullanılanlar okul ınokııl Özel Adlarda
horul horul (uyumak) takım makim Ayşe Mayşe
sapır sapır (dökülmek) kapı mapı Ankara Mankara
tıpış tıpış (yürümek) araba maraba Paris Maris
bıcır bıcır (konuşmak [çocuklar için/)
b) Derece Gösteren Farklı Biçimleri Olan Yansımalı ikilemeler Burada hemen belirtmeliyiz ki. yukarıdaki tabloda türleri birkaç
çıtır çıtır / çatır çatır / çatır çutur örnekle gösterilmiş olan ikilemeler üzerinde bugüne kadar önemli
kıtır kıtır / katır katır / katır kutur çalışmalar (Ağakay. 1954. Tuna. 1949, 50, 1965, 198; Hatiboğlu,
tıkır tıkır / takır takır / takır tukur 1981; Demircan, 1988, 1996) yayımlanmış olmakla birlikte konunun
incelenmesi gereken daha birçok yönleri bulunmaktadır.82 Örneğin
cızır cızır / cazır cazır / cazır cuzur
yansımalı ikilemelerden kimi örnekler (4a) yalnızca belli bir eylemle
e) İki Öğesi aynı Seslerden Kurulu Yansımalı İkilemeler
şırıl şırıl 82. Bu çalışmalar içinden Tuna (1986) ikilemeleri sesbilim açısından in­
celeyerek birtakım öbekler saptamış, Demircan (1988) ikilemelerin yan­
ciyak ciyak sımalı olmayanlarını ses. biçim, sözvarlığı, anlambilim açılarından sı­
nıflandırarak örnekleriyle ortaya koymuştur. Hatiboğlu’nun yapıtı (1981)
ise ikilemelerin tümünü ele almaktadır.

196 197
kullanılan, yüklemi etkileyen öğelerdir. 4b öbeğindeki örnekler ise
derece gösteren farklı biçimleri bulunan, ayrı a\rı ses yeğinliklerini
yansıtan ikilemelerdir (Bunları henüz yayımlanmamış bir ça­
lışmamızdan buraya aktardık). Öte yandan, verdiğimiz, tabloda (I. 6.8. türkIye türkçesInde doldurma sözler
öbek) yer alan ve sözcük türü bakımından ad olan, tümce içinde çoğu Genellikle konuşulan dilde bir şeyi anımsamak üzere zaman
kez belirteç görevini yüklenen ikilemelerde olduğu gibi, öteki kazanma, söyleneni pekiştirip kesinleştirme gibi amaçlarla, konuşan
öbeklerdeki ikilemeler de sözcük türü açısından belli niteliklere sahip kimsenin kullandığı, çoğu kez gereksiz olan sözcüklere ve anlatım
oldukları halde görev bakımından ayrı özellikler göstermektedir. kalıplarına doldurma sözler adım veriyoruz.
İkilemelerin dikkati çeken bir yönü de 5. öbekte yer alan türde Konuşulan dilde, konuşma sırasında en sık rastlanan bu öğelerden
görülmektedir. Türk insanı, ‘...ve benzeri’ gibi bir anlamı dile ge­ biri. Arapça kökenli şey’dir. Çoğunlukla, anımsanmak istenen sözcük
tirebilmek, yerine göre bir abartılı anlatıma ya da küçümsemeli an­ bulunamadığı zaman kullanılmaktadır: ”... şey aldım... Karbonat”
latıma yönelebilmek için ilk öğenin önsesini bir /m/ ile de­ gibi. Hatta anımsanamayan bir eylem için, bir yardımcı eylemle
ğiştirebilmekte, böylece, kullanımı çok yaygın ve geniş bir ikileme birlikte şev etmek dendiğini duyarız. Bir olayın aktarılması sırasında
türünden yararlanmaktadır. Özel adlarda bile zaman zaman başvurulan öteden beri başvurulan ve yine anımsanmak için zaman kazanmayı
bu ikileme yolu /m/ ile başlayan ikilemelerde, ortak dilde geçerliğini amaçlayan efendime söyleyeyim (hatta yalnızca efendim) yine bu
yitirmektedir. Ancak kimi Anadolu ağızlarında, özellikle Orta Ana­ türden öğelerdendir. Yerli yersiz kullanılan sonra ve sonracığıma
dolu ağızlarında buna da bir yol bulunmuş, örneğin masa sözcüğünde da aynı amaca yönelir: “Aradan üç yıl geçmiş... sonracığıma...”
ikinci ses bir başka ünlüyle değiştirilerek masa muşa biçimi kullanılır gibi.
olmuştur.
Özellikle sözvarlığı dar ve kültür düzeyi sınırlı kimselerde bu
Bu konuyu bitirmeden önce, kitabımızın tamamlanması sırasında gibi doldurma sözlere daha sık rastlanır. Yerli yersiz söylenen anladın
elimize geçen, Hamza Zülfikar'ın yapıtına da kısaca değinmek is­ mı?, tamam mı? yine bu arada sayılabilir. Son zamanlarda sık rast­
tiyoruz. Bu geniş oylumlu ve Türkçcdcki yansımaları ele alan kitapta, lanan ve özellikle gençlerin dilinde görülen, ancak bir anlaşmanın
metin içinde (1995:161-165) ikilemdi yansımalar İncelenmekte, kesinleşip kesinleşmediğini öğrenmeye yönelmeyen tamam m/?ilginç
sözcük bölümünde de ortak dilimizdeki, Anadolu ağızlarındaki ve kullanım örnekleri vermektedir: “Sokağa çıkıyordum, kapıyı çalıp
eski dönemlerdeki örneklere geniş ölçüde yer verilmektedir. bana geldi, tamam mı?”, “Ben durakta bekliyordum, tamam mı?'
gibi.
Konuşan kimsenin bir nesneyi, bir konuşu anımsatmak üzere
kullandığı ...var ya! sözü de son zamanlarda değişik bir nitelik ka­
zanmış. özellikle gençlerin dilinde sık kullanılan, söyleneni pe­
kiştirme eğilimine dayanan bir öğe olarak sık duyulur olmuştur.
Örneğin kendi özelliğini, kendi görüşünü belirtmek isteyen bir genç

198 199
sık sık ben var ya... demektedir: “Ben var ya, bunu ona belki on kere
söyledim ya da “Ben var ya, o kahveye hiç gitmem" gibi. Bu dol
durma sözün yanında, onunla aynı işlevi gören, ancak daha çok,
6.9. TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE YENİ GELİŞMELER
anımsatma amacını güden bir başka söz de yok mu?dur. “O Ahmet
yok mu... ’ gibi, genellikle bir suçlama öncesinde kullanılan bu söz, Sözcükbilim açısından Türkiye Tiirkçesindeki yeni gelişmeler ele
kimi zaman doğrudan doğruya anımsatmaya yönelir: “Sakarya cad­ alınırken kanımızca, her şeyden önce, dilin kendi olanaklarıyla yeni
desindeki kitapçı yok mu, onun önünde beklerim” gibi. yeni kavramlar oluşturarak bilim, teknik, kültür alanlarının ge­
reksinimlerini karşılama, bir kültür dili niteliğini kazanma yolundaki
Bu türden öğelerin yazılan dilde kullanılmasında, yazılan dilde gelişmelere yer vermek doğru olacaktır. Bunların yanı sıra dildeki
sözceleri oluştururken düşünmeye daha çok zaman ayrılabilmesinin yabancılaşma ve yozlaşmalar da ele alınmalıdır, kanısındayız.
etkisi vardır, kanısındayız.
Özellikle belirtilmesi gereken bir nokta, dildeki gelişmelerde si­
yasal, toplumsal, kültürel olayların büyük etkisi ve bu olayların ge­
lişmelerle koşutluğudur. Bu bakımdan biz de konuyu toplumdaki
gelişmelerle birlikte değerlendirmek durumundayız.
Türkiye Tiirkçesindeki yeni gelişmeleri aşağıdaki başlıklarla ele
alacağız:
/. Türkiye Tiirkçesindeki Özleşme (Dil Devrimi ve Sonuçları
Cumhuriyetle gelen dcvrimlerin en büyük ölçüde gcrçckleşcnlcri
arasında Yazı Devrimi'ni (başlangıç 1932) saymak gerekir. Geniş
halk yığınlarının eğitilmesine olanak sağlayan yeni yazıyla birlikte
toplumun kendi diliyle eğitilmesi, dilin her alanda geliştirilerek kendi
benliğine dönmesi yolunda büyük adımlar alılmış ve son 60 yıl içinde,
en öznel davranan bir araştırıcının bile kabul edebileceği önemli
gelişmeler elde edilmiştir. Burada hemen belirtmeliyiz ki, siyasal
olaylar ve gelip geçen hükümetlerin dil bakımından tutumu, özellikle

83. Türkçedeki özleşme konusunda bugüne değin pek çok yayın yapılmıştır.
Son yıllara gelinceye kadar Heyd (1954). Steuenvald (1963-66).I z-vend (3.
baskısı 1972), Korkmaz (1963), Yiicel (1968), İmer (1976),bunlardan ancak
birkaçıdır. Son yıllardaki çalışmalardan birkaçım da burada belirtmekle
yetinelim. Brendcınocn( 1990), İmer (1991 ve 1994). Aksan (1994 a), Rona
(1994).

200 201
dildeki özleşmenin ilerlemesi ya da gerilemesinde etkili olmuştur. ‘saygılarını sunmak' gibi birçok yabancı öğenin kullanıldığı gö­
Türk Dil Dcvriminin başlatıldığı, Türk Dili Tetkik Ccmiycti’nin (T ürk rülüyordu. Bilimde, teknikte, sanatta aynı ölçüde yer alan yabancı
Dil Kurumu) kurulduğu 1932 yılından 1950'yc kadarki dönem öğeler, kültürlü katmanlarda geniş halk yığınları arasında dil açı­
özleşme, arılaşmanın en yoğun olduğu evre olarak görünmektedir. sından bir uçurum oluşturuyordu. Asıl büyük zorluk, eğitim-öğretim
1950-60 yılları arasında bu yoğunluk belirli ölçüde azalmış. 1960’tan aşamalarındaki terimlerin öğrenilmesi ve bellekte tutulmasında
sonra, özellikle 19C> 1 Anayasası’nın dilinde de görülen arılaşma kendini gösteriyordu. Eşkenar üçgen'i okuyan bir öğrenci bunu
yeniden hız kazanmış, 1983’dcn sonra özellikle Türk Dil Kutumu miisclles-i mütesâviyü'l adla' terimiyle öğrenecekti. En küçük ortak
çevresinde olmak üzere geriye gidişler gözlemlenmiştir. kat kavramını misli-i müşterek-i asgar terimiyle belleğinde tutacak,
tnia-yı isna aşer terimiyle de onikiparmak bağırsağı'm tanıyacaktı.
Bilindiği gibi Osınanlıea, Türkçcylc büyük ölçüde Arapça ve Bugün ot oburu biçiminde adlandırılan hayvan türlerini öğrenen
Farsça öğelerin karışmasıyla oluşmuş, karma bir dildi. Bu dildeki öğrenci âkilü'l-haşâiş terimini bilmek zorundaydı.
yabancı sözcüklerin sayısı yirminci yüzyıla gelinceye kadar değişik
dönemlerde hızla artmıştı. Bizim sayımlarımıza göre Yunus Daha XVI. yüzyıldan başlayarak Türkçeyi yeğleyen şairler çık­
Fmre’den ortalama % 13 olan yabancı öğe sayısı Mevlid'de % 26’. mış, XX. yüzyıla gelinceye kadar aydınlar arasında arı Türkçenin
benimsenmesini amaçlayan eğilimler kendini göstermiştir. Özellikle
Divan şairlerimizden Bâkf’dc % 65, Ncf’i'de % 60, Tanzimat dö­
“Genç Kalemler” dergisiyle belirginleşen çabalar ve “Türkçülük
neminde Namık Kemal’de % 62, Şemsettin Sami'de % 64'tür (bkz.
Cereyanı” 19,32'ye kadar özleşme, arılaşma alanında önemli ge­
Aksan, 1977: 3-44-347). K. İmer'in Türk Dil Devrimi’nin baş­
lişmeler sağlayamamıştır.84
latılmasından I yıl önceki gazete haber dilinde yaptığı sayımların
sonuçlarına göre 193 i'de Türkçe sözcüklerin oranı yalnızca % 35’ti Türk Dil Dcvriminin başlatılmasıyla geniş bir derleme, tarama
(bkz. İmer, I 197,3: 175-190). etkinliğine girişilmiş, bir yandan Türkçenin önceki dönemlerine ait
kaynakların taranmasıyla dilde yaşamış ve unutulmuş Türkçe öğeler
Yabancı sözcüklerin bu sıklığının yanı sıra birtakım tamlama
toplanırken bir yandan da Anadolu ağızlarındaki gereçler yaygın bir
kuralları da Türkçeye girmişti. Örneğin efkâr-ı umumiye ‘kamuoyu’
derleme seferberliğiyle bir araya getirilmeye başlanmıştır. Kay­
gibi, Arapça öğelerden kurulu bir tamlama Farsçanın tamlama kuralına
nakların taranmasıyla elde edilen gereçler ilk olarak bir bölüm der­
göre oluşturulmuş, beynelmilel, hıfzı ’ssıhha, tahle’şştıur gibileri lemeyi de içermek üzere 1934 yılında “Osmanlıcadan Türkçeye Söz
ise Arapça kuralına göre kurulmuştu. Bu arada resm-i geçil gibi Karşılıkları Tarama Sözlüğü” adıyla 2 cilt olarak basılmıştır. Ayrıca,
Arapça ve Türkçe iki sözcüğün Farsça kuralına göre tamlamaya 1935 tarihini taşıyan 2 ciltlik Osmanlıca-Türkçc vcTürkçc-ösmanlıca
dönüştürüldüğü görülüyordu. Küçükçekmece, liüyükçekmece gibi özel “Cep Kılavuzu" pratik gereksinmeleri karşılamak ve yeni önerilen
adların bile Çckmcce-i sagir, Çekmece-i kebir biçiminde söylenip öğelerin tutunmasını sağlamak üzere yayımlanmıştır. Derleme ve
yazıldığına, bir halk etimolojisi örneği olan balyemez lopunun adının
asei nemihored biçimine dönüştürülerek Farsçalaştırıldığına (anık
olunuyordu. Günlük konuşmalarda niir-i ayn'ım 'gözümün mini’, 84. Tiirkçedcki özleşme konusunu başhbaşına bir inceleme konusu olarak
ele alan Agâh Sırrı Levend’in yapılında (1972) bu konudaki çabalar ve
zevce-i muhtereme’niz ‘saygıdeğer eşiniz Bayan’, arz-ı hürmet etmek gelişmeler geniş bir biçimde tanıtılmıştır.

202 203
tarama çalışmaları 12 ciltlik Derleme Sözlüğü’nün ve 8 ciltlik Tarama kimi zaman arlan olumsuz, eleştiri ve tepkilere karşın halkça be­
Sözlüğü’nün tamamlanmasına kadar (ilki 1982. İkincisi 1977'de bi­ nimsenmiştir (Örneklerine aşağıda değiniyoruz).
tirilmiştir) sürdürülmüştür.
4. Devrimin, toplamca benimsendiğini gösteren önemli bir yönü,
Önerilen öğelerin benimsenip tutunmasında şairlerin, yazarların kişi adlarında, özellikle son 60 yılda görülen Türkçeleşme, arı
ve değişik alanlarda çalışan kimi bilim adamları ve gazetecilerin taşmadır.87 Bugün kullanılan kadın ve erkek adları üzerinde yap­
önemli bir rolü olmuş, bu çevrelerden, yeni öneriler, yeni türetilmiş tığımız bir sayıma göre ay’la başlayan 80 kadar kadın, ak la başlayan
sözcükler, terimlerde öne sürülmüştür. Bu arada eleştirmen, çevirmen 160 kadar erkek adı bulunmakta, soyadları incelendiğinde ise Türkçe
Nurullah Ataç’ın çabaları da anılmaya değer.85 Onun kendi tü­ sözcük oranının daha da yüksek olduğu görülmektedir.
retmelerinden, tutunan birkaçını burada gösterelim: Söyleşi, çeviri, 5. Tiirk Dil Devrimi sırasında türetilen ya da dilin eski dö­
eleştiri, elet irmen, günce vb. nemlerinde kullanılıp unutulan ve Devrim süreci içinde canlandırılan
Bugüne değin birçok ülkede dili arılaştırma, özleştirme, zen­ öğeler içinden, anlatılmak istenen kavramı iyi yansıtabilen sözcükler
ginleştirme çabaları görülmüştür. Dilbilimde dil planlaması (İng. halkça kolaylıkla benimsenmiştir.
languagc planning) adı verilen çalışmaların bir türü olan bu çabalar 6. Devrim, Yazı Devrimiylc bir bütün oluşturacak biçimde, kısa
Macaristan. Almanya. Norveç. İtalya ve yakın zamanlarda İsrail gibi sürede ve en iyi zamanlamayla gerçekleştirilmiştir. Dilde sözvarlığı
ülkelerin dilinde önemli gelişme ve değişmelerin gerçekleşmesini açısından büyük gelişme sağlayan Macar dil özleştirme çabaları.
sağlamıştır. Burada kısaca değinmek istediğimiz bir nokta, bütün Ortaçağın sonlarından XX. yüzyıla uzanan çok uzun bir süreç içinde
bu çabalar içinde Türk Dil Devrimi’nin kendine özgü yönleri bu­ yer alırken. Türk Dil Devrimi 20 yıl içinde önemli adımlar alarak
lunduğudur. Biz bir bildirimizde86 başka dillerdeki özleşmelerin ortak yol almış, gelişmesini sürdürmüştür.
yönlerini ortaya koyarken Türkçcdckinin kendine özgü yönlerini 7
nokta halinde, şöylcce belirtmiştik. 7. Türk Dil Devrimi ırkçılığa yönelmeyen, kuru bir ulusçuluk
amacından yola çıkmayan, ulusun eğitilip kalkındırılmasını amaç­
I. Türk Dil Devrimi, kimi ülkelerde olduğu gibi, halkın ve dilin layan başardı bir dil planlamasıdır.
belli kesimlerine değil, tüm kesimlerine yönelecek biçimde baş­
latılmış ve yürütülmüştür. Burada. Türk Dil Dcvriminin başlangıcından bugüne kadar,
önerilen sözcüklerin tutunup tutunmaması, dolayısıyla Devrimin
2. Bu devrim aşamalı olarak başlatılmamış, çok kısa zamanda başarısı üzerinde genel bir değerlendirmeye gidecek olursak önce
planlanıp gerçekleştirilmiştir. birtakım gerçekleri saptamamız gerekir.
3. 'Türetilen, önerilen öğelerin birçoğu, hiç bir zorlama olmaksızın.
1932-1950 yılları arasında Devletin desteklediği özleştirme ça­
baları sonucunda değişik kesimlerin sözvarlığında önemli ölçüde
85. Ataç’ın türetip kullandığı öğeler için bkz. Çolpan (1963). Ömer Asım arılaşma sağlanmıştır. Eğitim alanında okul, öğretmen, eğitmen.
Aksoy’ıın saptamasına göre Ataç’ın sözvarlığında 'Türkçe Öğelerin oranı
% 88-98 arasındaydı, (bkz. Aksoy, 1975: 89).
86. Aksan. 1994: 63 68. 87. Aynı yere bkz.

204 205
öğretim, öğrenci, sınav, bütünleme, dilbilgisi... gibi sözcükler yer­ Ekonomi ve Ticaret Alanında
leşirken yönetimle ilgili bayındırlık, ulaştırma, tarım, içişleri, dı­
ürün (Ar. mahsul) tüketici (Ar. müstehlik)
şişleri, bakan, başbakan, başkan, seçim, sayım, gündem, seçmen,
aday, ay, genel, özel, il, ilçe, bucak gibi pek çok kavram be­ üretim (Ar. istihsal) aracı (Ar. mutavassıt)
nimsenmiştir. Orduyla ilgili kavramlardan teğmen, asteğmen, üs­ üretici (Ar. müstahsil) yatırım (Ti. investisscmcnl)
teğmen, albay, kurmay, genelkurmay... gibi birçok yeni karşılık tu­ tüketim (Ar. istihlâk)
tunmuştur. Ekim, aralık, ocak gibi yeni ay adları, kuzey, güney, doğu,
İç ve Dış Siyaset Alanında
batı yön adları kolaylıkla yerleşmiştir. Bugün, ekimaymm Osmanlıca
karşılığı olan (eşrln-i evvel, kasım için kullanılan teşrin-i sani, aralık basın (Ar. matbuat) konul (Ar. mesken)
demek olan, kânun-i evvel, ocak demek olan kânun-i sani genç ku­ kamuoyu (Ar. cfkâr-ı umumiye) önlem (Ar. tedbir)
şakların bütünüyle yabancısı olduğu sözcüklerdir. sorun (Ar. mesele, Fr. probleme) gözlemci (Ar. müşahit)
Atatürk’ün kendi hazırladığı geometri kitabında önerdiği açı gündem (Far. ruzname) soruşturma ve yoklama
(zaviye), üçgen (müselles), eşit (müsavi), gibi terimler bugün bü­ çoğunluk (Ar. ekseriyet) (Fr. cnçuetc)
tünüyle tutunmuştur.
Günlük Yaşam
Özleşme akımı kimi çevrelerin olumsuz tutumlarına ve kimi
zaman yoğunluğu artan saldırılarına karşın konuşulan Türkçede olay (Ar. hadise) özel (Ar. hususi)
giderek yeni öğelerin yerleşmesiyle sürmüştür. Bugün olay, durum, durum (Ar. vaziyet) özellik (Ar. hususiyet)
konu, kanı, katkı, basın, çoğunluk, toplum, doğa, doğal, yaşam, güvence (Ar. teminat) genel (Ar. umumi)
sakınca, bitki, emekli, uygulamak, iyimser, göçmen gibi pek çok yaşam (Ar. hayat) genelde (Ar. umumiyetle)
sözcüğün dili kullanan her kesimde en büyük sıklıkla kullanıldığı
yaşantı (Ar. hayat) genellikle (Ar. umumiyetle)
görülmekte, bunlardan kimilerinin yabancı karşılıkları unutulmuş
bulunmaktadır. İstanbul'da bulunan kimi derneklerin ve öğretim uygulama (Ar. tatbik) sınav (Ar. imtihan)
kuramlarının üyelerinden kimselerin güçlü eleştiri ve hücumlarına doğal (Ar. tabii) yabancı (Ar. ecnebi)
karşın yaşam ve yaşantı, doğa ve doğal, özel ve özellik, örneğin, sakınca (Ar. mahzur) ...den kaynaklanmak (...den
neden, seçenek gibi öğeler büyük halk yığınlarının benimsediği öğeler mütevellit olmak)
olmuştur.
Bu örneklere bugün şu öğeleri de ekleyebiliriz:
Yaptığımız bir araştırmada (1993: 9-10) son 40 yıl içinde Türkiye bölücü, bölücülük yorum bilgisayar
Türkçesi ortak (ölçünlü) dilinde kullanım sıklığı artan yerli öğeleri anakent sunucu iletişim
şöyle belirtmiştik:
eşcinsel uyuşturucu
sığınmacı özelleştirme
gurbetçi küreselleşme

206
207
Bilindiği gibi, dilin sözvarlığının belli bir zaman dilimi içindeki
durumunu en iyi yansılan. o dönemdeki gazete haber dilidir. Öte “Birinci mıntaka Etıbba Odası Birinci bölge Tabipler Odası
yandan hemen belirtmeliyiz ki. yapılan araştırmalar gazetelerin belli heyeti uınumiycsi Yenişehir Hilali genel kurulu Yenişehir'de
bir siyasal görüşe, hatta dilde özci bir tutuma sahip olsalar bile haber
Ahmer Merkezi Umumi salonunda Kızılay Genel Merkez Salo­
dilinde öteki gazetelere göre, sözvarlığının kullanılışı açısından pek
az. ayrım gösterdiklerini ortaya koymaktadır. Bir öğrencime (İnayet Etıbba Odası Reisi Dr. Vehbi Beyin nunda Tabipler Odası Baş­
Deveci) 1988 yılında hazırlattığım bitirme tezinde, 1982-1987 ta­ riyasetinde senelik içtimaim kam Dr. Vehbi Beyin baş­
rihleri arasında yayımlanmış, dil konusundaki tutumları birbirinden
yapmıştır." kanlığında yıllık toplantısını
ayrılan iki gazetenin haber dilinde Türkçe kökenli sözcüklerin oranı
arasında küçük bir fark görüldüğü yapılan sayımlarla belli olmuştu (Hakimiyeti Milliye. 18.1.1931) yapmıştır.
(Cumhuriyet gazetesinde 5 yıl içinde ortalama % 74,8 Türkçe sözcük,
Tercüman’da ise, ortalama % 70 Türkçe sözcük kullanılmıştı).
2 2
Yukarıdaki değindiğimiz İmer'in çalışmasında (1973: 175-190)
gazele haber dilinde Türkçe sözcüklerin oranının 193 Tdc % 35 iken “Meb us intihabı hazırlıkları Milletvekili seçimi hazırlık­
1965’lc % 60,5'a ulaştığı ortaya konmuştu. Yeni yayımlanan br faal bir safhaya dahil olmuştur. ları hareketli bir evreye
araştırmada (Ersöz, 1995: 30) bir gazetenin 1995 yılında bir haftalık
Mahallâtta erkek nüfusun kaydına (döneme) girmiştir. Mahal­
ilk sayfa haber dilinde bu oranın % 70,9 olduğu belirlenmiştir.
devam edilmektedir." lelerde erkek nüfusun kaydı­
Sonuç olarak, 64 yılı geride bırakan Dil Devriminin Tiirkçenin
sözvarlığındaki Türkçe öğelerin sayısında hiçbir biçimde yad- (Cumhuriyet. 10.3.1931) na devam edilmektedir.
sınamayacak bir yükselme sağladığını söyleyebiliriz: Bu özleşmenin
oranı, yapılan çeşitli sayımlara göre gazete haber dilinde % 35-40
Burada Türk devrim ve eğitim tarihinde önemli bir aşama olan
dolayındadır. Bunun yanında kişisel dil kullanımını yansıtan kimi
ve 3 Mart 1924'tc kabul edilen Tevhîd-i Tedrisat Kanunu (Eğitimin
yazarların dilinde bugün çok daha yüksek ölçüde Türkçe sözcüklere
Birleştirilmesi Yasası)nun bir maddesini de Dil Devriminden önceki
yer verildiğine tanık oluyoruz. (Ö. Asım Aksoy’un sayımlarına göre
yasa dilini yansıtması bakımından, bugünkü Türkçcsiylc birlikte
(1975: 86) kimi Türkçcci yazarlarımız % 10'un altında yabancı sözcük
göstermek istiyoruz:
kullanmaktadırlar.
“Madde 5. Bu kanunun neşri tarihinden itibaren terbiye ve ted-
Gazete haber dilindeki özleşmeyi somut bir biçimde ortaya ko­
risat-ı umumiye ile müştegil olup şimdiye kadar Müdafaa yı Mil-
yabilmek için 1931 yılında gazetelerde yayımlanan iki haber örneğini
liye’yc merbut olan askerî rtişdî ve idadilerle Sıhhiye Vekâletine
bugünkü Türkçcleriyle birlikte vermek isliyoruz.
merbut olan darülcytamlar, bütçeleri ve Heyet-i Talimiyelcriylc
beraber Maarif Vekâletine raptolunmuştur. Mezkûr rüşdî ve idadilerde

208 209
bulunan Hcyet-i Talimiyeİerin cihct-i irtibatları âliyen ait olduğu Ilınmaktadır. İstanbul’da oturanların sayısı 1950'dc 983.000 iken
vekâletler arasında tahvil ve tanzim edilecek ve o zamana kadar bugün 10.000.000'u aşmış durumdadır.
orduya mensup olan muallimler orduya nisbctlcrini muhafaza ede­ Kentleşmenin ölçünlü (standart) dile yansıması Anadolu ağız­
cektir" (Ünal. 1927/41). larına at bir dizi özelliklerin konuşulan dilden başlayarak yazılan
“Madde 5. Bu yasanın yayımlanma tarihinden başlayarak eğitim dile geçmesi vc yaygınlaşması biçiminde gerçekleşmiştir.
ve genel öğretimle uğraşmakta olup şimdiye kadar Milli Savunma'ya Bugün ölçülü dilin temelini oluşturan İstanbul ağzı İstanbul'da,
bağlı olan askeri ortaokul ve liselerle Sağlık Bakanlığına bağlı olan çok dar bir çevrede, gerçek İstanbulluların, onların çocuklarının
yetiştirme yurtları, bütçeleri ve eğitim kadrolarıyla birlikte Milli dilinde ve yurda dağılmış bulunanlarda yaşamaktadır. Konuşulan
Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır. Adı geçen ortaokul ve liselerde dilde ağız özellikleri giderek daha çok duyulmaktadır.
bulunan eğitim kadrolarının bağlantıları sonradan, ait olduğu ba­ Ağız özelliklerinin ortak dile etkisi başlıca, sesbilim vc söz-
kanlıklar arasında değiştirilip düzenlenecek ve o zamana kadar orduya cükbilim açısındandır. Sesbilim bakımından etkileri burada uzun
bağlı öğretmenler orduyla ilişkilerini muhafaza edecektir". uzadıya söz konusu etmeyeceğiz. Yalnızca, ortak dilde olmayan açık
2. İngilizcenin Etkisi /e/ vc arka dilsırtı ünlüsü /a/ nın kimi sözcüklerin söylenişinde yer
almaya başladığını, gırtlak Zk/ sesinin de zaman zaman duyulduğunu
II. Cihan Savaşının ve savaş sonrasının hemen bütün dünya
söylemekle yetineceğiz. Buna, değişik vurgulama örnekleri de ek­
dillerinde görülen bir sonucu, İngilizcenin artan etkisi olmuştur. Bu 89
lenebilir. 88
etki Türkçcyi de büyük ölçüde sarmış, özellikle 1945’tcn bu yana
aşama aşama artmış, günlük yaşam dilinde bile kendini belirgin bir Sözcükbilim açısından kentlerde konuşulan dilde, görülen en
önemli değişim, seslenme (hitap), sözcüklcrindedir. Eskiden büyük
biçimde hissettirmeye başlamıştır. Kitabımızın “Yabancı Dillerle
kentlerde kullanılan Bcyamca!. Beybaba!. Beyim!. Beyefendi!yerine,
ilişkiler" bölümünde ele aldığımız bu konuya burada ayrıca de­
ağızlardan gelen dayı!, yeğen!, yeğenim!, koçum!, kardeş!: Kü­
ğinmeyeceğiz. Ancak şunu hemen belirtmek istiyoruz ki. artan İn­
çükhamın!. Hanımefendi. Hemşire!, Hanımkız.ım yerine de yenge!,
gilizce etkisi Amcrikayla çok yönlü ilişkiler, sinema endüstrisinin
anne!, abla!, bayan! yerleşmeye başlamıştır. Aile sözcüğünün temci
gücü, radyo ve televizyonun yaygınlaşması. İngilizce eğitim ve
anlamının yanında ‘kadın, eş’ anlamı da belirmiştir. Anncmgillcr.
öğretim gibi değişik nedenlerle sözvarlığımızda önemli izler bı­
amcamgillcr, amcaoğlu, dayıoğlu kullanımları genelleşmiştir.
rakmıştır.
Ağızlardaki kullanımlara koşut olarak şapka giymek yerine şapka
3. Kentleşme Olgusunun Dile Yansıması takmak (ya da vurmak) genelleşmiş, elbise giymek yerine elbise
Bilindiği gibi Türkiyedc son yıllarda giderek yoğunlaşan top­ giyinmek biçimlerinin kullanımı artmıştır. İtmek yerine ittirmek
lumsal, ekonomik ve kültürel bir gelişme, kentleşme dir. Hızlı nüfus
artışına koşut olarak köylerden ve küçük yerleşim yerlerinden 88. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Aksan, 1994: 1-9; 199.5: 11-14.
kentlere vc büyük kentlere akın durmadan artmış, kentlerde otu­ 89. Sesbilim açısından farklıhşmalar için bkz. Aksan, 199.5: 1114. Ölçünlü
ranların oranı 1990 nüfus sayımına göre % 59'a çıkmış bu- dildeki birtakım ses değişimleri için bkz. İmcr. 1995- 20 .30.

210 211
genelleşmeye başlarken mal gibi yatmak gibi ağızlara özgü deyimler Son yıllarda, göze çarpan bir olgu da iletişimdeki gelişme ve
de duyulur olmuştur. yaygınlaşmalara, okuyan genç nüfusun gitgide artışına ve değişik
ülkelerle olan sosyokültürel ilişkilere bağlı olarak yeni birtakım
Türkiye Türkçesinde son yıllarda görülen birtakım sözcükse!
olaylara da burada kısaca değinelim: öğelerin ortaya çıkmasıdır. Tamlama ya da bileşik sözcük biçimindeki
bu öğeler günlük yaşamdan iç ve dış siyasete, bankacılığa kadar
Türkçeye Arapçadan giren zevk sözcüğü bilindiği gibi değişik uzanan geniş bir yelpaze içindeki alanın kavramlarıdır. Bir bölümü
etkenlerle oluşan hoş bir duyguyu anlatır. Son yıllarda yerleşmeye çeviri yoluyla başka dillerden aktarılan bu kavramlara Kâmile İmer
başlayan bir eğilim, bunun yerine yine Arapça kökenli keyif söz­ (1991: 18-28) doğalgaz, yazarkasa, sırdaş hesap, devre mülk, seçim
cüğünün getirilmesidir. Türkçede ‘esenlik, rahatlık, tasasızlık, zevk..” bölgesi, maaş katsayısı, çağ atlamak gibi örnekler vermektedir. Bu
gibi çeşitli kullanımları olan keyif doğrudan doğruya zcvA’lc eşdeğerli öğelere, insani yardım, büyükşehir, geçim indeksi, kara para, kara
tutulmakta, keyif almak gibi bir eylem de oluşturulmuş bu­ parayı aklama, ekonomik paket, halka açılmak, iç borç, dış borç,
lunmaktadır. Aynı biçimde, Arapça takdiri karşılamak üzere önerilen koalisyon ortaklığı, enflasyon canavarı. gelir dağılımı, kayıt dışı
beğeni sözcüğü de zevk yerine kullanılmaya başlanmıştır. ekonomi, çevre vergisi, ana çocuk sağlığı, tam üyelik, mal varlığı,
Türkçe sözcüklerden takılmak'm ‘bir yerde oyalanıp kalmak’ dış ticaret hacmi... gibi daha yüzlcrccsi eklenebilir.
anlamı genelleşmiş ve kullanım sıklığı artmış bulunmakladır.
Fr.’dan gelen entcllcktiierin kısalmış biçimi olan entcl'lc birlikte
bu eylem entel takılmak biçiminde yeni bir deyimin oluşmasına yol 4. Osmanlıca Öğelerde Yanlış Kullanımlar
açmıştır. “Entellektüel görünme, öyle olanlarla bir arada bulunmak' Dilde yerleşmiş bulunan birçok Osmanlıca öğe, sözcüklerin an­
gibi bir anlamlarda kullanılmaktadır. Yine son yıllarda -yukarıda da lamlarının unutulması, kuralların bilinmemesi ve Osmanlıcanın artık
değindiğimiz gibi- oldukça sözcüğünün kullanımında bir değişiklik okullarda öğretilmemesi nedeniyle yanlış söylenmekte, yanlış kul­
görülmekte, 'epeyi' anlamındaki sözcük, özellikle gençlerin dilinde lanılmaktadır. Bu yanlışlar zamanla genelleşmektedir:
‘çok’ anlamında geçmektedir.
Söyleyiş açısından yanlışlar:
Temelde ‘deniz haydudu’ demek olan İtalyanca kökenli korsan
sözcüğünün kullanımında değişme olmuş, ‘izinsiz, yasal olmayan’ /makamı / yerine Zma:kamZ, Zmai:yctZ yerine Zma:iyctZ, Zsa:haZ
anlamını taşıyan korsan radyo, korsan baskı, korsan kasetçilik gibi yerine Zsaha:/ vb.
yeni aklarına ürünleri ortaya çıkmıştır. Banka sözcüğü de (İt. kökenli) Kullanım yanlışları:
yabancı dillerdckinc koşut olarak kan bankası, göz bankası, soru
Etken Arapça eylemlerle kurulan tahrip etmek, imha etmek yerine
bankası gibi kullanımlarda yer alır olmuştur. Türkçede belli bir
tahrip olmak ve imha olmak; tatmin etmek, tatmin olunmak yerine
anlamı olan çevre sözcüğünde de anlamca değişim görülmekle, İng.
tatmin olmak, toplantıyı teşrif etmek yerine toplantıya teşrif etmek
environmenfin etkisiyle kazandığı ‘doğal ortam, insanın yaşadığı
bunlardandır. ‘Geçit töreni’ anlamına gelen ve Ar. resin sözcüğüyle
doğal ortam’ anlamının yanı sıra çevreci, çevre bilinci gibi öğelerin
kurulmuş bulunan resm-i geçit tamlaması çoğu kez resmi geçit bi­
kuruluşunda yer almaktadır.

212 213
çiminde söylenmekle, resm-i kabul ‘kabul töreni’dc resmi kabule sınavlarına hazırlanırken ve sınavlarda öğrencilerin belli kareleri
döndürülmekledir. Sonscslç birer gırtlak ünsüzü içeren cami, bayi, işaretlemeye koşullandırılmaları Türkçenin yazılı anlatımı ba­
sanayi, mevzu gibi Arapça sözcüklere yanlış olarak | sı| iyelik eki kımından öğrencilerin yetişmedeki eksikliklerinin nedenlerinden
eklenmekte, camisi, bayisi, sanayisi, mevzusu gibi kullanımlar ge­ biridir. Okuma alışkanlığı edinme açısından ülke koşullarının da
nelleşmektedir. etkili olduğu yetersizlik, sürekli olarak kâğıt ve kitap fiyatlarının
5. Fransızca Öğelerde Yanlış Kullanımlar artışı anadiline egemen olmayı güçleştiren etkenlerdendir. Son
yıllarda, Türkçenin sözvarlığını, sözdizimini, yazım kurallarını,
Fransızcanm gitgide daha az kullanılan bir yabancı dil olinası, anlatım kalıplarını ve deyimlerini yeterince bilmeyen kimselerin
buna karşılık yabancı sözcükleri yeğleme eğilimi bu dilden gelen giderek arttığına tanık olunmaktadır. Üniversitelerimizde Türk dili
öğelerde de bozulmalara neden olmaktadır. Fr. trottoir sözcüğü derslerinin zorunlu oluşu bütün bu yetersizliklerin üniversitelere kadar
tretuar’a döndürülmekte, aynı dilde prcfabriçuc biçiminde olan uzandığı gerçeğini ortaya koymaktadır. Bugün yazım ve noktalamayı
sözcük prefabrik olarak yazılıp söylenmektedir. ‘Küçük ayrım' an­
yeterince bilmeyenlerin yanı sıra dili yanlış kullananların, söz-
lamındaki nuancc birçoklarınca nüans farkı biçiminde kul­
varlığındaki öğeleri iyice tanımayanların sayısı ülke genelinde ne
lanılmaktadır. Fr. da coordonncr ‘düzenlemek' eylemi ve coordonnc
yazık ki, yüksektir. “İdari ve para sorunları’’ (doğrusu: idari ve
‘eşgüdümlü’ sıfatı, ayrıca, ‘düzenleme’ anlamındaki coordination
parasal sorunlar ya da idare ve para sorunları) gibi tamlamalar
adı bulunmaktadır. Türkçede kullanılan koordine gibi bir sıfat, hele
kuranlar, içindeki bulunan (doğrusu: içindeki ya da içinde bulunan)
birçok yerde duyulan, |-li| ekiyle türetilmiş koordineli sıfatı ancak
biçiminde anlatımlara başvuranlar, Yunanistan, Bulgaristan. Hin­
Fransızcadan bozma, melez sözcükler olarak düşünülebilir. Yine
distan gibi özel adları yanlış vurgulayanlar (vurgu son hecede ola­
Fransızcadaki fosse ‘çukur’ sözcüğüyle kurulmuş fosse septique
tanılaması Türkçede “Çukur” kavramının iki kez geçtiği fosseptik cakken bir önceki heceye aktaranlar) pek çoktur. İşin üzücü yanı bu
çukuru tanımlamasıyla karşılanmaktadır. Bu örnekler artırılabilir. kullanımların radyo ve televizyon yayınlarına kadar uzanmasıdır.
Daha önceki bölümlerde değindiğimiz, İngilizce filimlcrin. dizi
6. Anadili Eğitimindeki Eksiklikler ve Bunun Dil Kullanımına
(ilimlerin özensiz çevirileriyle Türkçeye kötü aktarılan örnekleri de
Etkisi
burada anıınsatmalıyız. Radyo ve televizyon genelleşirken, ana dilinin
Son 40-50, özellikle de son 10-15 yıl içinde anadilimizin gerek en iyi yansıtıldığı kitle iletişim araçları olması gereken bu ku­
sözvarlığında, gerekse sözlü ve yazılı anlatım açısından kullanımında ruluşlarda -çoğunlukla da özel radyo ve televizyonlarda Türkçenin
olumsuz ve üzücü gelişmelerle karşılaşılmakladır, (ilkedeki hızlı özensiz, bozuk kullanımları yaygınlaşmaya başlamış, kimi zaman
nüfus artışı, devlet okullarındaki eğitimi olumsuz yönde etkilemiş, Türkçeye yabancı ya da aykırı program adları, kısaltmalar, ör-
bir bölüm özel okullar ve kolejler bir yana bırakılırsa, genel olarak nckscmelcr alıp yürümüştür. Televizyon yerine /ti:vi/, HBB için (cyç
kalabalık sınıflarda verilen ve kimi zaman boş geçen dersler öğ­ bi:bi/ kullanımları, mega star, mega kupon, mega fırsat gibi. Türkçeye
rencilerin anadili eğitimi bakımından da belli bir düzeye erişmesini hiç gerekli olmayan mega ’yı yerleştiren tamlamalar bunlardan ancak
engellemiştir. Verilen eğitimin dilbilgisi ve kompozisyon açısından birkaçıdır.
yetersizliği de bunda önemli bir rol oynamıştır. Üniversite giriş

215
214
I

Pop müziği adı verilen alanda zaman zaman yanlış ve bozuk


Türkçe kullanımların yer aldığı metinlerin scslendirilmesi, teklifsiz
ve kaba anlatımlara yer verilmesi Türkiye Türkçesindeki olumsuz 7. ANADOLU AĞIZLARININ SÖZVARLIĞI
gelişmeler arasında sayılabilir, kanısındayız. Bütün bu olumsuz
gelişmelere karşın günlük konuşma diline kadar inen özleştirme Anadolu ağızlarının sözvarlığı incelenecek olursa bu ağızların
ürünlerinin varlığı, bilim ve sanat dilinde bilinçli Türkçe sevgisiyle Türk dili tarihi, Türk kültürü araştırmaları bakımından çok önemli
gerçekleştirilen yeni Türkçe terimler ilerisi için umul veren ge­ bilgiler ve gerçekler ortaya koyduğu görülecektir. Konuya girmeden
lişmelerdendir. önce Anadolu ağızlarının genel niteliklerini maddeler halinde be­
lirlemek istiyoruz:
I. Anadolu ağızlan bugünkü ortak, ölçünlü (standart) dile oranla
çok daha geniş bir sözvarlığına sahiptir. Ortak dildeki sözcüklerin
ağızlardaki değişik biçimleri (örneğin böğürtlenin bortlen, börtliyen,
bügiirtler... gibi 17 değişkesi vardır) bir yana bırakılsa bile 90.000
dolayında bir sözvarhğının bulunduğu görülür.
2. Ağızlar, Türkçcnin bütün türetme, birleştirme kurallarından,
ölçünlü dilde daha az kullanılan kimi biçimbiri inlerden yararlanarak
pek çok türetme gerçekleştirmiş, doğayla ilgili pek çok kavram,
insanların maddesel ve ruhsal yapılarıyla ve davranışlarıyla ilgili
birçok sözcük türeterek yaşama geçirmiştir. Ortak dildeki bir nesne
için kimi kez 10-15 ayrı göstergeye rastlanır.
3. Ağızlarda,Türkçenin eski dönemlerinden, değişik lehçelerinden
gelen pek çok arkaik öğe, eski biçim ve anlamlarıyla yaşamaktadır
ki, bunlar dil tarihi ve sözcük araştırmaları açısından önem ta­
şımaktadır.
4. Ortak dilde yabancı karşılıkları kullanılan birtakım kavramların
ağızlarda Türkçelerinin yer aldığı, bu kavramlardan bir bölümüne
yöresel birtakım türetmelerle ilginç karşılıklar bulunduğu gö­
rülmektedir.
5. Anadolu ağızları ortak dilde kullanılan deyim ve atasözlerinin
yanı sıra bütünüyle ağızlara özgü, acak Tiirklcrin bütün deyimleştirme

216
217
yollarından yararlanılarak oluşturulmuş deyimlere, bir bölümü es­ hödük (Konya, Afyon dolayları)
kiden kalma, bir bölümü de doğrudan doğruya yörelere ait olan kınalı hödük (Konya dolayları)
atasözleri ve kalıp sözlere de sahiptir.
gelin parmağı (Ankara, Çankırı, 1 okat dolayları)
6. Ağızlarda, tıpkı ortak dilde olduğu gibi yabancı dillerden -
harnak (Eskişehir dolaylan)
özellikle coğrafi yakınlık ve sıkı ilişkiler nedeniyle- girmiş olan-
yabancı öğeler de vardır. pürçek (İsparta, Sivas, Kastamonu dolayları)

Şimdi bu nitelikler üzerinde ayrı ayrı duralım: sivirtme (İzmir dolayları)


1. Ağızlardaki sözcük sayısının yüksek oluşunda çeşitli etkenler adıyaman (Kütahya dolaylan)
rol oynamaktadır: Aynı sebze için, tek sözcük biçimindeki şu adlara da rastlıyoruz
a) Ortak dilde yabancı kökenli adı kullanılan kimi nesneler, ki, bunların kökenlerinin araştırılması gerekmektedir:
özellikle sebze, meyve, bitki adları kimi zaman türetme, kimi zaman çıkal (Ankara dolayları) badııl (Konya dolaylan)
birleştirme yoluyla oluşturulmuş, benzetme ve deyim ak­
çöürdük (İzmir dolayları) hırtıl (Niğde dolayları)
tarmalarından yararlanan çeşitli karşılıklarla adlandırılmaktadır. Bu
karşılıklar o nesnelerin belirgin niteliklerini bctimleyici gös­ gezer (Konya dolayları) hatıl (Niğde dolayları)
tergelerdir. Şimdi bunlardan birkaçına değinelim: hart (Adana, Maraş dolayları) zavrak (Ankara dolaylan)
Ortak dilde yabancı kökenli90 bir sözcük olan /»avuç için ağızlarda
dip (Sivas dolayları) zerdek (Bursa dolayları)
yöresel adlandırma ürünü bctimleyici nitelik taşıyan şu sözcükler
kullanılır: İlk kez XVI. yüzyıl Avrupa metinleri, e geçen ve Avnıpaya
Meksika ve Peru'dan gelen domatesin Anadolu ağızlarındaki kar­
yerebatan (Bilecik, Sivas dolayları)
şılıkları çok çeşitli ve ilginçtir. Bu karşılıklar arasında bctimleyici
yere geçen (İsparta, Afyon dolayları) nitelikli olan şu adları önce sayabiliriz:
yere kaçan (İsparta dolaylan) tombalak (Bilecik dolayları)
yerkökü (Diyarbakır, Kayseri, Kırşehir dolayları) kızıl eğlim (Konya dolaylan)
yerotıı (Kayseri, Konya, Kırşehir, Çorum, Seyhan dolayları) firenk patlıcanı (Diyarbakır dolayları)
kızılot (Muğla, İsparta, Denizli dolayları) firenk elması (Ankara dolayları). Ağızlarda ayrıca firek, firenk,
frek. frenk biçimleri dc ‘domates’ anlamındadır.
yumru (Çankırı dolayları)
90. Ortak dildeki havuç sözcüğünün kökeni Far. hcv'ıc ( 57:. ) olarak gös­
teriliyor (bkz. Kâmus-i Türk), Lehçe-i Osman'ı II.Türkçe Sözlük). Lchçc-i topııl (Tokat dolayları)
Osmân’ı’de Türkçesinin yerkökü, keşlr. bazen çoğundur (pancarla birlikte)
olduğuna değinilir. topalak (Afyon dolayları)

218 219
Ortak dildeki domateslin yanı sıra ağızlarda domata. domal, lahana' (Muğla), bir bölümü yabancı kökenli olan değişik ad­
domas, domate. domatis. damadız gibi değişkelere de rastlanmaktadır. lardandır.
Aynı sebzenin Anadolu ağızlarındaki şu değişik adları da gerek
Değişik bitkileri de kapsayan bu türlü adları da kolaylıkla ço­
çeşitlilikleri, gerekse ayrı kökenlere dayanmakta olmaları bakımından
ğaltabiliriz.
ilginçtir: azak, alaganta, takalak. tevris. tıkıl. galele, mcnizc. mazak,
çötürc. herim, hiilek. kafete, mayc. lalık, kerde, kardoş, kanavez. 2. Anadolu ağızları Türkçenin türetme olanaklarından en geniş
kaimi, eğrim, bildik, güle, böldük, kıldır, zarialak. Derleme Söz­ ölçüde yararlanarak somut ve soyut her türlü kavramı dile getiren,
lüğümde değişkeleriyle birlikte yer alan bu sözcüklerin birçoğunun çoğu, doğrudan doğruya ağızlara özgü birçok türetmeye gitmiştir.
yabancı kökenli olduğu görülmektedir. Bu türetmeler içinde, bugün ortak dilde işlekliğini yitirmiş bi-
çimbirimlcrlc kurulmuş öğeler bulunduğu gibi aynı kökten değişik
Tıpkı havuç ve domateste olduğu gibi patates ve lahana seb­
biçimbirimlerle oluşturulmuş,aynı anlama gelen sözcüklerde vardır.
zelerinin adlandırılmasında da çoğu yabancı olan birçok karşılıkların
Öte yandan, sözcükleri birleştirme yoluyla yerli ve yabancı her türlü
kullanıldığı görülür: Patates için Alın. Kartofkcl'in Rusça üzerinden
kavramı özgün bir biçimde anlatan öğeler de ağızların sözvarlığı
ağızlara geçen kartol (ve kartof, kartop, karlopi, kartopu, kortal...
içindedir. Burada bütün bu kavramlaşlırmalara örnekler vermek is­
gibi değişkeleri) dışında hazımız (hözmiir, hozmıır...), patalak. pa­
tıyoruz. çi
tana, tomalça, iiliibe, harlına, gucur, höngül... gibi sözcüklere rast-
lanınaktadır. Somut kavramlara göz atacak olursak ortak dilde kimileri yabancı
kökenli sözcüklerle anlatım bulan kavramların Türkçeden, değişik
Ortak dile de geçen kumpir ise ilginç bir gelişme gösteren bir
biçimbirimlerle oluşturulmuş öğelerle dile getirildiğini görürüz.
sözcüktür. H. Eren’in Alın. Grundbirne ("yer armudu") sözüne da­
Örneğin Farsça kökenli merdi ven yeri ne başak, bastır, baskıç, hasçık,
yandığını belirttiği (1975: 1X2) kumpir’in Alm.’dan Macarcaya
basgaç. basmcak gbii bas- kökünden türevlerle ayakçak sözcüklerine
krumpli biçiminde geçtikten sonra Balkan dilleri aracıyla Türkçeye
rastlanır (Deri. S. II). Arapçadan alınma kibrit için değişik köklerden
girdiği ileri sürülmektedir (a.y.). Bu sözcüğün de Anadolu ağızlarında
sürtme, sürgüç: yanar, yanarca, yakar: çalacak, çalgı karşılıkları
kampir. komper. kıımbil. kambur., gibi pek çok değişkesiyle ‘patates’
vardır (sırasıyla Deri. S. X. XI. III). Ölçünlıi dilde kullanılan Hitıt-
anlamında kullanıldığı görülür.
Avrupa kökenli kiler, azıklık la karşılanmakta (Deri. S. I). Arapçadan
Derleme Sözlüğü incelenecek olursa ortak dildeki lahana için de alınma mangal için kozluk (Deri. S. VIII) kullanılmaktadır.91 92 Fars-
değişkeleriyle birlikte birçok karşılığa rastlarız: İzmit, Bolu. Zon­ çadan gelen pervane yerine döngeç (Deri. S. IV), İtalyancadan alınma
guldak ve İstanbul dolaylarında dürme, Sivas, Adana dolaylarında manivela için kanırtmaç, basanga, basarna (Deri. S. VIII ve II)
dal. Bursa ve Sivas çevrelerinde dip, Ankara yakınlarında dahat. sözcüklerini kullanan ağızlar somut kavramların dile getirilişinde
Erzurum dolaylarında kötiik, İsparta ve İstanbul’dan derlenen Ceren, sözcük birleştirmelerine de gitmekte, bitki adlarından günün değişik
Ankara dolaylarından derlenen parçalak; ayrıca, lahananın ni­
teliklerini gösteren dürülgen (Yaprakları iyi gelişmiş lahana’, De­
91. Bu konuda özgün ve çok sayıda örnek için bkz. Aksan (1987: (>4-78).
nizli), cimcte ('içlenmiş lahana’, Muğla), halaza ‘henüz dürülmemiş
92. Bu karşılıkların kullanıldıkları yerler için bkz. Deri. S.

220 221
zamanlarına, değişik doğa olaylarına kadar çeşitli kavramları bu yolla bağdaş’la anlatan ağızlarda (Deri. S. II) bağdaşık ‘sınıf ve ders
adlandırmakladır. Kurdelen-çiçeğini akçabardak (Deri. S. I), mi­ arkadaşı’ demektir; bağdaşmak da ‘ant vermek, birbirine bağlanmak’
mozayı altıntop (Deri. S. XII), kestane'yi karakabuk (Deri. S. VIII) anlamına gelir.
sözcükleriyle karşılayan ağızlarda hayvan adlarında da birtakım Bu çok zengin soyut kavramlar varlığına, birden çok öğeden
aktarmalı anlatım örneklerine rastlanır. Örneğin kaplumbağa için kurulmuş, bileşik sözcük niteliğindeki örneklerden de eklemeliyiz:
teknelibağa, tekneli kurba, lahtalımiskin (Deri. S. X), yarasa için “somurtkan” için karagiilmcz (Deri. S. VIII), hafıza için güldüyeri
karanlıkkuşu (Deri. S. VIII) karşılıkları vardır. Günün çeşitli za­ (Deri. S. VI), cazibe için, bugün ortak dile de yerleşen albeni (Deri.
manları için gündikimi ‘öğle vakti’ (Deri. S. VI), güneşiği ‘sabah’ S. I). inatçılık yerine dikdurukluk (Deri. S. IV), tatlı dilli, hoşsohbet
(Deri. S. VI), öküzuyumu ‘geceyarısı’ (Deri. S. IX), çeşitli doğa kişileri anlatmak üzere dilbezeği, dilbezek (Deri. S. IV), yüze karşı
olayları için oğlakkıran ‘kuzeybatıdan esen yel, karayel’ (Deri. S. iyi konuşan, niyeti kötü olan kişileri belirten diligüllii (Deri. S. IV)
X). gökyel ‘poyraz’ ve ‘karayel’ (Deri. S. VI), atkuyruğu ‘yağmurun bunlardan yalnızca birkaçıdır.
hızlı ve çok yağması’ (Deri. S. I). Anadolu ağızlarında rastlanan 3. Anadolu ağızları, Türkçenin en eski dönemlerinden kalan ve
örneklerden yalnızca birkaçıdır. bugün bir bölümü Türkiye dışındaki Türk lehçeleri ve dillerinde de
Soyut kavramlar incelenecek olursa bu kavramlarda da hem tü­ yaşayan eski sözcüklerin de sergilendiği zengin bir sözvarlığına
retme, hem de birleştirme yoluyla oluşturulmuş özgün, ayrıntıya sahiptir. Bugün ölçünlü dilde unutulup yitirilmiş bulunan pek çok
inen, kimi zaman ortak dilde bulunmayan adlandırmalarla kar­ öğeyi bu ağızlarda değişik türevleri ve değişkeleriyle buluyoruz.
şılaşılmaktadır: Birden duyulan sevincin verdiği coşkuyu scviııdirik Saadet Çağatay, yıllarca önce yayımlanan Almanca bir çalışmasında
biçiminde dile getiren ağızlar (Deri. S. X), bir yere ısınmayı, ya­ (1960), Eski Türkçe döneminden gelerek bugünkü ağızlarda yaşayan
bancılık çekmemeyi evsinmekeylemiyle anlatmakta (Deri. S. V), ortak otuzdan fazla öğeyi ele alarak derinliğine incelemişti. Önce bunlardan
dilde Far. yadigâr ve Ar. hatıra sözcükleriyle anlatılan kavram için birkaçına kısaca değinelim:
aynı kökten, değişik eklerle kurulmuş anacak. andaç, anğı, angaç Uygur döneminde ‘yarar’ anlamında geçen asıg ve bunun türevi
karşılıklarını kullanmaktadır (Deri. S. I).' “İşgüzar” kavramı için asıgsız a bugünkü ağızlarda rastlıyoruz. Çağatay asıgsız ’ın Çanakkale
başaratlı (Deri. S. II), “ünlenmek” için de ad kökünden adıkmak çevresinde assız biçiminde kullanıldığını kaydediyor. Bugün Derleme
sözcüğüne başvurmaktadır (Deri. S. I). Bir kavram için aynı kökten Sözlüğü’ndc ası (asıg, asığ, asık değişkeleriyle), ‘fayda’ anlamında
pek çok türevin bir arada kulanıldığı örneklerden biri, çok gezen Ankara, Elazığ. Manisa. İstanbul’dan derlenmiş olarak yer almaktadır
insanları anlatan şu sözcükleri kapsamaktadır: Gezeğen, gezek. ge- (Deri. S. I). Aynı yazıda, yine Uygur döneminde geçen ve ‘korkmak,
zençi, gezenle, gezenti, gezenki, gezgen, gezgin, gezginci, gezgiç. ürkmek’ anlamına gelen belinlcmck eyleminin bugün birçok yerde
gezeğenle (Deri. S. VI). Diişkırıklığını ummaca ile dile getiren ses değişmeleriyle yaşadığı gösterilmekte. Çanakkale, Kırşehir.
ağızlar, umulan, olması istenen şey için umulcama sözcüklerini Balıkesir. Sivas, Tokat. Afyon gibi illerde belinlcmck eyleminin
kullanmaktadır (Deri. S. XI). Ağızlarda um- kökünden umgu. ummaca, ‘ürkmek, yüreği hop etmek’ anlamında kullanıldığına işaret edil­
umsalığa düşmek, umsalak, umsanmak, umsundurmak... gibi 44 mekte, aynı eylemin kökünden gelen belekle-, belegle- bclinnc- ...
sözcük saptanmakladır (Deri. S. XI). “İçli dışlı arkadaş" kavramını gibi sözcüklere rastlandığı kaydedilerek Divan’da belin sözcüğünün

222 223
'korku’ anlamına geldiğine değinilmekledir. Daha Köktürk döneminde çokanlamlı bir sözcük olan sımak
‘kırmak, tahrip etmek’ eylemi (Örn. Kültigin, doğu. 36. Tonyukuk
Uygur metinlerinde ‘iftira etmek, kara sürmek' anlamına gelen
19) Karahanlı döneminde de çeşitli anlamlarla karşımıza çıkıyordu.
çasur- eylemi ve çasut ‘iftira' sözcüğünün Eski Osmanlıcada ‘casus'
Divan'da bu eylemin yanında edilgen çatısı sınmak ve ‘kırılmış,
anlamındaki çaşıt, çaşııt'\a yaşadığını ileri süren araştırıcı Giresun
kırık' demek olan smuk ve sınuk sözcükleri ve sıııdıı ‘makas’ öğesi
çevresinde çarşut ‘belli etmeden kontrol eden', Akşehir, Konya.
bulunuyordu (Divan, I, 418. III, 249. 365).
Kayseri dolaylarında da çaşıt ‘iftiracı', Muğla çevresinde çaşıtlamak
‘casusluk etmek’ sözcüğünün varlığını göstermektedir. Anadolu ağızlarına baktığımız zaman yine aynı eylemi, değişik
türevleri ve yeni anlamlarla buluyoruz. Eskişehir çevresinde ‘sözü,
İlginç bir örnek de Eski Türkçe evresinde ‘düşünmek’, ‘anlamak’
emri ve yemini bozmak' anlamına gelen sımak'm yanı sıra sıdırmak
anlamına gelen ö eyleminden türeyen ög ‘idrâk, akıl' sözcüğünün
sözcüğünün ‘yumurta ve benzeri şeyleri kırmak' anlamında Gaziantep
Anadoluda, ağızlarda ortaya çıkışıdır. Söz Derleme Dergisi’nde
dolaylarında kullanıldığını görüyoruz. ‘Kırık, çıkık’ demek olan sınık
yalnız Ankara’dan derlenen ök ‘idrâk, akıl’ sözcüğü yer alırken
ve kırık çıkık bağlayan, iyileştiren kimse için kullanılan sınıkçı ise
Anadilden Derlemeler adlı yapıtta aynı sözcüğün Kastamonu'da da,
Anadoluda çok yaygındır. Bunların yanı sıra sınmak ‘kırılmak’,
aynı anlamda geçtiği, buna ek olarak öksüz'ün Kastamonu'da ‘akılsız’
sımklamak ‘kırık ve çıkıkları sarmak' (Sivas), sınık sözcüğünün
anlamında kullanıldığı aynı yazıda belirtiliyor.
aktarmalı kullanımıyla oluşan ‘kırgın, dargın" anlamı (Adıyaman,
Bu örneklere ek olarak Çağatay, XI. yüzyıldan beri “ses, çağırma, Ankara), ‘öldürücü, katil' demek olan sındına (Çorum, Artvin) ve
ün’ anlamında kullanılan çav’ın bugünkü ağızlarda (İsparta. Çankırı) sıngın ‘düşünceli, üzgün' (hepsi içni Deri. S.’ne (X) bkz), yine
aynı anlamda kullanıldığını, ancak birçok yörelerde yalnızca ‘ses' ağızlarda yaşayan eski öğelerin örneklerindendir.93
anlamına geldiğini göstermekte, ‘haber’ anlamındaki çavır (Konya)
Ağızların eski öğeleri birçok türevle birlikte yaşattıklarının güzel
ve çavır etmek ‘yüksek sesle çağırtmak’ (İçel) sözcüklerine de­
örneklerinden biri de daha Köktürk dönemindeki metinlerde ‘kaçmak’
ğinmekte, ayrıca, anlamca değişerek bugüne kadar gelen örneklerden
anlamında geçen tezmek eylemidir (örneğin Kültigin. doğu 34. Bilge
birkaçına yer vermektedir.
K., doğu 37, Tonyukuk 37 ve 43). Uygur metinlerinde aynı anlamda
Bizim incelememize göre bugün ortak dilde unutulmuş olan (örneğin (Altun Y. 5, 10, Man. 1,6, I 1) geçen eylemin yanı sıra tezkin
küsmek eylemi, küsül- çatısıyla ‘ayağım uzatmak' anlamında, daha ‘sığınmacı' ve tezük ‘kaçak’ sözcüklerine de rastlanmaktadır (Alt.
XI. yüzyılda, Divan'da geçiyordu (" Yogurkanda artuk adhak kösülse Gr. Glossar). XI. yüzyıla geldiğimizde Divan’da (ezmek (aynı an­
üşiyür". II, 137). Anadolu ağızlarına bakarsak kösmek eyleminin lamda) eyleminin (II, 8) yanı sıra tezinmek ‘kaçar görünmek’ (örn.
‘ayağını uzatmak’ ve ‘insan, olduğu yere yıkılıp kalmak' anlamında
Konya. Mersin, Antalya çevrelerinde yaşadığı görülür (Deri. S. VIII).
Kösel, ve kösle- de aynı anlamda yaşamaktadır. Küsül- ise çeşitli 93. Deri. S.’nün ek cildinde (XII) sınmak eyleminin ‘bıkmak, usanmak' ‘ye­
değişkeleriyle birlikte ‘uzanıp yatmak, sere serpe oturmak’ anlamında nilmek',‘tutulan oruçtan kuşkulanmak' gibi anlamları gösterilmekte.ayrıca
sıngınlık çökmek, sınğın ‘kırılmaya yüz tutmuş',‘sınıhmah ‘güçsüz duruma
Afyon, İsparta, Burdur, Denizli, Manisa, Ankara, Konya, Adana,
düşmek, zayıflamak, sararmak’, sımkman ‘yaramaz’ gibi örnekler ve­
Mersin, Antalya ve Muğla’da çok yaygın olarak kullanılıyor (a.y.). rilmektedir.

224 225
II, 146), tczişmck ‘birbirinden kaçışmak" (II, 99), (ezilmek ‘kaçırmak" sinlik'tcn değişme olmalıdırlar). Denizli. Aydın, İzmir, Manisa,
(11,305) sözcükleri geçmekte, ayrıca tezgek er ‘işten kaçan, çekingen" Bursa, İstanbul. Çorum. Samsun, Ordu. Giresun. Trabzon. Ankara.
(II, 289), (ezgi ‘düşmanın gelmesi yüzünden halk arasında olan ür­ Yozgat. Kırşehir. Kayseri. Niğde, Konya, Adana, İçel, lokal illeri
küntü, panik" (1,429). tezik ‘halk arasında ürküntü, panik" (I, 387). çevresinde yerleşiktir (Deri. S. X).
tezik kişi ‘işten kaçan kimse' (I, 387) türevleriyle karşılaşılıyor. Hint Avrupa kaynaklı95 olan ve kökeni Eski Hinlçcyc kadar
Eylem, Anadolu ağızlarına kadar yaşamıştır. İsparta, Manisa. uzanan, bugün ortak dilde yerleşmiş bulunan biber yerine Anadolu
Kütahya, Tokat, Ordu, Sivas, Yozgat dolaylarında (ezmek ‘kaçmak" ağızlarında isot (ısot) sözcüğü çok yaygındır. ‘Sıcak ot’anlamına
eylemi kullanılmaktadır. Tezikmek ‘bulunduğu yerden ya da sürüden gelen ıssı ot tamlaması XV. yüzyıldan bu yana metinlerde geçmekte
ayrılmak’ anlamında ve başka anlamlarda geçerken teziktirmek (bkz. Tar. S. III) zamanla ısot (isot) biçiminde, biberin çeşitli türlerini
‘usandırmak, kaçırtmak', (ezdirmek ‘elinden kaçırmak", lezkimek de kapsayan bir genel ad durumuna gelmiş bulunmaktadır. İsal. isdot,
‘yolunu şaşırmak’, tiziklcmek ‘kaçmak’ gibi değişik yapıdaki ey­ isdotıı, ishot, isiot. isoduni. isotıı... gibi değişkeleri vardır. Örneğin
lemler de Anadolunun çeşitli yörelerinde işlerliğini korumaktadır ısot Bilecik.Tokat. Ordu, Elazığ, Malatya, Ş. Urfa. Ankara ve Adana
(bkz. Deri. S. X). dolaylarında ‘biber’ anlamında derlenmişken İzmir, Çankırı, Çorum,
Amasya, Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Ş. Urla, Sivas dolaylarında
Şimdi de ad türündeki öğelere birkaç örnek verelim:
‘yeşil biber", Malatya çevresinde ‘dolmalık yeşil biber’, Samsun,
Daha Uygur metinlerinde (Örn. Altun Y. III, 153-3) karşımıza Tokat, Ş. Urfa, Sivas, Ankara'da ‘kırmızı biber' anlamıyla da ya­
çıkan ve ‘kemik" anlamına gelen süiiiik (ve sinlik) sözcüğü Türkçede şamaktadır (Deri. S. VII). Sözcüğün ilginç bir değişkesi Ordu
değişik dönemlerde ve çeşitli lehçelerde çok uzun süre kullanılmıştır. (Akkuş)’tan derlenen ostot biçimidir (a.y.).
(Örneğin Divan’da I, 178. 235...). Aynı sözcüğün ağızlarda sümüh,
sümük, süğük, sümüyh biçimlerinde, ses değişmelerine uğrayarak 4. Anadolu ağızları, ortak dilde yabancı sözcük olarak kullanılan
kullanıldığını, özellikle doğu, güneydoğu illerimiz çevresinde yaygın birçok kavramı türetme ve birleştirme yoluyla oluşturduğu söz­
olarak yaşadığını görüyoruz (Deri. S. X). cüklerle karşılamakta, böylelikle, bir yandan söylenmesi ve al­
gılanması kolay birtakım öğeler ortaya koyarken bir yandan da
Çok eski bir sözcük olan ve kökeninin Çinccyc bağlanabileceği Türkçenin kavramlaştırma yollarını sergilemektedir. Burada bu tü­
ileri sürülen94, ‘mezar’ anlamındaki sın (sin) sözcüğü daha Uygur retme ve birleştirmelere birkaç örnek vereceğiz.96
döneminde Türkçede geçiyordu (TTVI, 38.290). Yakın zamana kadar
birçok metinlerde, örneğin Yunus Emre’de çok sık geçen bu sözcük Earsçadan alınan ayna (</a:yi:nc/) yerine ağızlarda bakacak,
ortak dilde unutulduğu halde batıdan îç Anadolu'ya, oradan Kuzey bakar, bakıncak, seçence97*, kılıktık gibi türetmeler, yiizgörgü. yü-
ve Güney Anadolu ağızlarına kadar pek çok yerde yaygın olarak
kullanılmaktadır. Sin biçiminin yanı sıra sinne ve sinnik (sin-le ve 95. biber sözcüğünün kökeni için bkz. Klııgc, “/Tcf/cr" maddesi.
96. Başka örnekler için bkz. Aksan. 1987: 64-78.
94. A. von Gabain. sözcüğün Çince isinden geldiğini gösterir (Alt. Gr. Glos- 97. Tictzc (1958: 281) bu örneği Ar. scccnccl ‘ayna’ sözcüğüne bağlıyor ki,
sar). biz burada bir yerlileştirme olayının da söz konusu olduğu kanısındayız.

226 227
züngör, yüzgörgüsü gibi birleştirmeler vardır.98 Türkçeye Fran- düğüne bakmaz, öd ağacından tabut ister (Bölge I). başındaki fese
sızcadan giren petrol yerine, tıpkı Latince kökeninde olduğu gibi bak, girdiği kümese bak (a.y.), mercimek ağacından kırk günde iner
daşyağı (Afyon. Uşak, İsparta Deri. S. IV) adlandırmasını kullanan (Alanya Flokloru. III, 76). hem kız evinde oynar hem oğlan evinde
Anadolu ağızları tüneri delikdağ tamlamasıyla dile getirmekte (Bölge I) gibi deyimlerin yanı sıra değişik kavram alanlarından çok
(Burdur, Deri. S. IV), sandalya için otıırgaç (İstanbul. Çankırı, Deri. ilginç deyimlere de rastlanır: Sır (utmayan kimseler için boğazı kısa
S. IX) ve oturgiç (a.y.) karşılıklarına yer vermektedir. Yunanca (Deri. S. II). dedikoducu için haber tulumu (Bölge I), titiz. hu\suz
kastanon sözcüğüne dayanan kestane için İstanbul, Kocaeli. Bolu, için huy çıkısı (Bölge II), bir şeyi elinin ucuyla (utan kimseler için
Sivas dolaylarında karakabuk (Deri. S. VIII), Arapça kökenli ufuk mum elli (Bölge I), çok gezenler için ayağı cıvık (a.y.). sevimsiz,
(</ufkl) için gözyaylımı, gözerimi (İsparta, Denizli, Bolu. Çankırı. soğuk insanlar için donyağı dolması (a.y.)... gibi.
Eskişehir, Çorum... Deri. S. VI) ve Farsçadan gelme kevgir (</kcf-
İnsanları üzen, inciten durumlar ve karşılaşılan çeşitli olaylarsa
gir/) için aşsüzen (Kars, Ağrı, Deri. S. I) gibi birleştirmelere baş­
şu gibi örneklerle dile getiriliyor: Elin tazısı gider av getirir, bizimki
vurmaktadır.
gider, çulu götürür (Bölge I). sürüsünü ben güderim, gelinini kel alır
Bu örnekleri, daha yüzlerccsiylc, kolaylıkla artırabiliriz. Son (a.y.), ben isterdim gözü sürmeli, onlar yolladı köyden sürmeli (Bölge
olarak, soyut kavramlarla ilgili birkaç örneğe değinelim: II), üç günlük seyis olmuş, kırk senelik gübre karıştırıyor (Dağlıoğlu,
Arapça kökenli gaflet yerine ağızlarda dalgı (Ankara, Deri. S. IV), Isp. 79), elin derdi güzel ile körpede, benim derdim bir kilccik arpada
merasim yeme kurgu (Ankara, Deri. S. VIII), takat yerine de çekim (Bölge I)...
(Ankara, Deri. S. III) karşılıklarına rastlanmakta, tahammül için Bugün Anadolu ağızlarında, ortak dilde bulunmayan, bir bölümü
gölürüm (Çorum, Gümüşhane, Artvin, Deri. S. VI) ve mütehammil doğrudan doğruya belli yörelerde kullanılan atasözlerine rastlanır ki.
için götürümlü (İsparta, Gümüşhane. Artvin, a.y.) sözcükleri kul­ bunların da büyük bir sayıya ulaştığı görülür. Biz burada, yalnızca
lanılmaktadır. ağızlarda görülen atasözlerinden özgün örnekler vermekle yetineceğiz.
5. Anadolu ağızlarında, bugün ortak dilde kullanılmayan, bir Bu atasözlerinde dikkati çeken bir özellik, birçoğunda so­
bölümü arkaik nitelikli, bir bölümü doğrudan doğruya yörelere özgü mutlaştırmanın görülmesi, deyim aktarması yoluyla yargıların bir
çok değişik, güçlü bir anlatımı olan deyimler, atasözleri ve kalıp sahnede canlandırılırcasına ortaya konmasıdır. Kocaeli dolaylarından
sözler bulunmaktadır. İnsanlar arasındaki değişik davranışları, ka­ derlenen Eşek at ile yarışmış, kuyruğu kulağı karışmış (Bölge 11),
rakter özelliklerini, çeşitli durum ve olayları çok ince bir nükteyle İçel ‘den saptanan Göç geri dönerse topal cşckli (topal deve) öne düşer
dile getiren vd birer anlambilim olayı sayılabilecek söz sanatlarım (a.y.). Hakkâri dolaylarından derlenen Katır ziyan yapar, eşeklerin
içeren bu öğelerden de buraya birkaç örnek vermek isliyoruz.99 kulakları kesilir (Bölge I). bunlardan yalnızca birkaçıdır. Alanya’dan
derlenen Anası evinde eşkin100 olan, kocası evinde düşkün olur
Somutlaştırma yoluyla insan davranışlarını anlatan mundar öl­
(Alanya Folkloru 111,41) atasözü, evlenen kızın ana evinde gösterilen

98. Bu öğelerin kullanıldıkları yerler için Deri. S.'ne bkz. 100. Eşkin (eşgin biçiminde veriliyor) aynı yörede ‘atın tırısla rahvan arası
99. Bu konuda çok sayıda örnek için bkz. Aksan. 1987: 108-120. gidişi’ni anlatır.

228 229
özene karşı kocasının evinde bu özenden, ilgiden uzak olduğunu Arapçadan Anadolu ağızlarına giren sözcükler üzerindeki ça­
belirlen özgün bir atasözüdür. Ölçünlü dilde Gönül kimi severse, güzel lışmasında Tictze (1958), pek çok örnek üzerinde durmuştur; bun­
odur atasözü, Konya, Çankırı, Merzifon ve Malatya dolaylarında lardan birkaçım buraya aktarıyoruz:,0-4
aşağı yukarı aynı anlama gelen, sevilenin insanın gözünde gü­ Sürülmüş ve ekilmiş küçük tarla anlamındaki Arapça şekare
zelleştiğini anlatan Gönül düştü kediye, kedi döndü duduya™' ala-
sözcüğü (107) Gaziantep ve Seyhan dolaylarında şekere biçimi alarak
söziiyle anlatım bulmaktadır (Bölge I). Can sıkan bir konunun üze­
yaşamakta. Gaziantep çevresinde ‘başkasının tarlasına ekilen hu­
rinde durulunca insana sıkıntı olduğunu, başkalarına söylenince de
bubat', Seyhan çevresinde ise ‘çiftçinin altı ay müddetle tuttuğu amele
abartılarak yayıldığını anlatan Ele desen dört olur, içe atsan dert
için ektiği tohum’ anlamında kullanılmaktadır. Sözcüğün aynı yö­
olur atasözü ise Niğde’den derlenmiştir (Bölge I). Aynı duruma
relerde daha değişik anlam ve kullanımları da vardır.
değinen Yaramdan ölmedim, sorandan öldüm (aynı ilden, a.y.) yine
çok özgün bir sözdür. ‘Kasap dükkânı’ ve ‘etlerin asıldığı çengel’ anlamına gelen Arapça
kinnâre sözcüğü (189) Zonguldak. Samsun. Kastamonu. Konya, İs­
Yaşam boyunca edinilen deneyimleri dile getiren Çocuğu babanın
parta. Tokat, Manisa, Seyhan ve İçel dolaylarında kanara biçiminde
akçasıyla ananın bohçası okutur atasözü (Niğde. Bölge I), Minareyi
‘mezbaha' anlamında kulanılmakta, ğanara biçimi Konya do­
yaptırmayan, yerden bitmiş sanır (a.y.). Görgüsüzden hamur ala­
laylarında ‘mezbaha, Kasap dükkânı, kasap çengeli' anlamlarıyla
cağına eğil de yerden çamur al (Muğla, Bölge II) gibi sözler de
yaşamaktadır.
bütünüyle ağızlara özgüdür; bu sözlerde görülen ses ve biçimbirim
yinelemeleri (allilcration ve anaphorc), uyaklar, ayrıca ölçü, bu Yine Arapça galyûn sözcüğü ‘kiraz, yasemin ya da gül ağacından
sözlerin kalıcı ve çekici olmasını sağlamakladır (Örneğin Ele desen lüle, çubuk’ (298) anlamına gelmekte, kalyon, kaylın biçimlerinde
dört., atasözünde dört ve dert uyağı, olur sözcüğü ve -sen (-san) Seyhan yöresinde, galloy olarak Manisa, kailim biçimiyle Niğde,
biçimbiriminin yinelenişi, hece sayısının eşliği dikkati çekmektedir. Kayseri ve Samsun dolaylarında, kallcn (Bilecik) ve kalın biçiminde
Gönül düştü kediye... sözünde de kcdiyc/duduya uyağı ve düştü/döndü (Ankara) ‘uzun çubuklu lüle’ anlamında yaşamaktadır.
sözcüklerindeki biçimbirim eşlikleri, ayrıca hece sayısı eşliğiyle Anadolu ağızlarına komşu dillerden giren sözcüklerin bir bölümü
sağlanan ölçü ilgi çekicidir. Türkçcnin ses özelliklerine az çok uydurulmuş durumdadır. Örneğin
6. Anadolu ağızlarının geniş sözvarlığı içinde uzun yüzyıllar boyu güney komşularımızda yaygın olduğu görülen ve Arapçada ‘bir şeyin
birlikte yaşama, çeşitli ilişkiler ve göçler nedeniyle yabancı dillerden, etrafını çevirme’ anlamındaki kökene dayanan (hiyâf) sözcüğü gü­
özellikle de komşu ulusların dillerinden alınmış sözcükler de vardır. neyden kuzeye doğru pek çok ilimizin hudutları içinde kullanılan
Bu öğeler üzerinde yerli ve yabancı araştırıcıların incelemeleri ya­ hayat sözcüğüne dönüşmüştür.104 Hayat Anadolu ağızlarında ‘sofa’,
yımlanmıştır.*102103
103. Tietzc'nin çalışmasında verilen paragraf numaraları, örneklerin yan­
larında gösterilmiştir.
101 • Dudu, Far. /tu: ti:/ ‘papağan’ sözcüğünün değişmiş biçimidir. 104. Tictze (a.y.: 275), sözcüğün kökenini Ar. hâil'e dayandırmakta ve
102. Bunlardan başlıcalarını burada göstermek isliyoruz: Tictze. 1955, Irak’ta hâyet biçiminin kullanıldığını belirttikten sonra Anadolııdaki
1957, 1958, 1962; Eren, 1960, 1975; Tzitzilis (1987).. değişkelerine değinmektedir.

230 231
‘avlu’, ‘salon, hol', ‘koridor’, ‘balkon’ anlamlarını taşımakta, hayad. koftor, kovtor sözcüğünün ve bunun kııptor değişkesinin Bursa, Bi­
hayattık, hayat, hcyat biçimleriyle de karşımıza çıkmaktadır (bkz. lecik, Afyon dolaylarında koflar, koftur biçiminde. Denizli do­
Deri. S. VII). laylarında koktur‘ocak’ biçiminde yaşadığı belirtilmekte. Edirne’den
Tietze’nin Anadolu ağızlarındaki Rumca kökenli öğeler üzerindeki derlenen koptor ve İstanbul'dan derlenen koptar biçimlerinin ise
incelemesinde (1955) yer alan örneklerden birkaçını da çalışmadaki ‘küçük kulübe' anlamına geldiği gösterilmektedir. Aynı çalışmada
numaralarıyla burada göstermek istiyoruz: Rusça yaştık ‘sandık, çekmece’ sözcüğünün Karadeniz bölgesinde
yaşık ‘meyve sandığı' biçiminde yaşadığına değiniliyor. Burada,
Rumcada ‘çit, bölme’ anlamına gelen frakta» (284)Tokat,Tekirdağ
yazıda geçen başka örnekler üzerinde durmuyoruz.
dolaylarında ve Karadeniz kıyılarında firaktı (fırakdı ve fırahtı bi­
çimleri de var) biçiminde ve aynı anlamda geçmekte, Ordu, Giresun Anadolu ağızlarına başka dillerden girmiş öğelerde vardır. Ancak
ve Samsun dolaylarında firaklı biçiminde, yerlileştirilerek kul­ bütün bu örneklerin ortak dilde bulunanların ölçüsünde olmadığı
lanılmaktadır. kanısında bulunduğumuzu burada belirtmek istiyoruz. Ağızların asıl
zenginliği. Türkçenin ağızlara kadar gelen kendi öğelerinden, kendi
‘Küçük lamba’ demek olan liiknâri (171) Rize, Çorum. Gü­
türetme ve birleştirmelerinden kaynaklanmaktadır.
müşhane dolaylarında likman, Çorum’da likman, Manisa, İsparta,
Kastamonu, Konya, Çanakkale dolaylarında yerlileştirilerek, birönses
türemesi ve ünlü benzeşmesiyle ilkmen. başka yörelerde de iliğmen.
ılıkman, dilikınan biçiminde yaşıyor.
‘Kızılcık’ anlamına gelen krâno (155) Tokat. Çorum, Samsun,
Sinop. Zonguldak, Sivas. Yozgat, Bolu, Kastamonu. Giresin. Çankırı.
Ordu yörelerinde kiren, ayrıca giran, giren, giiren. eren, eğren...
biçimlerinde kullanılmaktadır.
Ortak dile de ahlat biçiminde geçmiş olan ahlâdi (35) Muğla
dolaylarında ‘yaban armudu' anlamında halfat biçiminde görülmekte,
değişik yörelerde alhat, alfat, aklap biçimlerine de rastlanmak-
tadır.
Rumcadaki anavold (II) ‘sulama kanalı’ sözcüğüne ise yer­
lileştirilmiş olarak anavallı ve anavalı biçiminde Niğde’de, anavul
biçiminde de Balıkesir’de rastlanıyor.
Tietze’nin bir başka çalışmasında da (1957) Anadolu ağız­
larındaki İslav kökenli öğeler üzerinde durulmuştur. Bu çalışmada
verilen örnekler arasında, Bulgarcada ‘mutfak ocağı’ anlamına gelen

232
233
(1977 b), Köktürkçedcn bugüne,Türkçede ödünçlemelcr
üzerinde bir sözcük istatistiği araştırması: Türk Dili
KAYNAKÇA No: 313; 344-47.
(1977-82), Her Yönüyle Dil, 3 cilt, Ankara.
(1987), Türkçenin Gücü, I. basım, Ankara.
Ağakay, Mehmet Ali (1954), Türkçede kelime koşmaları: (1989), Über dic Hauptlinicn der türkisehen Semantik:
TDA Y-Belleten 1954, 97-104. Rcligious and Lay Symbolism in (he Allaic World and
Akkoyıınlu, Ziyat - Ali Abbas Çınar (1994), “Divâni! Lü­ Otlıcr Papers, Proceedings of (he 27 the Meeting of
gati’t-Türk’te halk hekimliği: Türk Kültürü XXXII, PIAC, Wiesbaden, 1-6.
162-171. (1991), Göktürk anıtlarında söz sanatları - güçlü an­
Akmajian, A.-R.A. Devvers - R.M. Harnish (1984), Lingııistics, latım yolları: Türk Dilleri Araştırmaları 1991, 19-
an Introduction to Language and Communication, 29.
Massachusetts. (1992), Yunus Emrc’den dil ustalığı: Türk Dilleri
Aksan, Doğan (1968), Kelimelerin ölümü olayı ve Türk yazı Araştırmaları, 1992, 58-63.
dilindeki örneklerinde Arapça ve Farsça unsurların (1993), Dic neueren Entvvickl imgen im modernen
etkisi üzerine notlar: Necati Lugal Armağanı, An­ Türkei-Türkisehen: Sprach-und Kulturkontaktc der
kara. türkisehen Völker, Materialicn der zvveiten Deutschcn
, (1971), Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, Ankara. Turkologcn - Konferenz Rauischholzhauscn, 5-11.
(1975), Eşanlamlılık sorunu ve Türk yazı dilinin es­ (1994 a), Türk Dil Devriminin kendine özgü yönleri:
kiliğinin saptanmasında eşanlamlılardan yararlanma: Uygulamalı Dilbilim Açısından Türkçenin Görünümü,
I. Türk Dili Bilimsel Kurultayına Sunulan Bildiriler Ankara, 63-68.
(1972), 531-542.
(1994 b), İJber dic Besondcrheiten der Standard -
(1976), Eski Türk yazı dilinin yaşıyla ilgili yeni Sprachc in der hcutigcn l ürkci: Sprachlicher Standard
araştırmalar: Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belletcn und Substandard in Südcuropa und Europa, Berlin,
1975-76,133-141. 1-9.
(1977 a), Bcmerkungcn zur Semasiologie und Le- (1995), Kentleşme ve dile yansıması: Dilbilim Araş­
xikologie des Alttürkischcn: Materialia Tıırcica III. tırmaları 1995, Ankara, 11-14.
cilt, 33-37.

234 235
Aksoy, Ömer Asım (1969. 71), Bölge Ağızlarında Atasözleri Bazin, L. (1959), Struetures et tcndanccs coınmuncs des langucs
ve Deyimler, 2 cilt; Ankara. turques (Sprachbau): Philologiac Turcicae Fıın-
(1971-77), Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, 3 cilt, daınenta I, Wicsbaden, 11-19.
Ankara. Bear, .1. (1986), Lingııistic Determinism : An Intcrlingual
Critique with Implications for Foreign Languagc
(1975), Gelişen ve özleşen Dilimiz. 4. basım, An­
tcaching: Journal of Human Sciences 2, 7 - 20.
kara.
Ben Chcneb, M. (1967), Cezayir konuşma dilinde muhafaza
(1981), “Uydurma”: Türk Dili XLI1, No: 350, 457-
edilen Türkçe ve (Türkçe aracılığı ile gelen) Parsça
462.
kelimeler. Çeviren: Ahmed Ateş: TDAY-Bcllclon
Altuntek, N. Serpil (1992), Dil “antropolojisi”nin bazı sorunları: 1966, 157-213.
Çağdaş Türk Dili No: 47, 516-521.
Benveniste, E. (1966,1974), Problemes de lingııistique generale,
Amanjolov, A. S. (1994), Ortak Asil Miras (The Common Noble 2. cilt, Paris.
Inheritance), Karadeniz Teknik Üniversitesi, Trab­
Binyazar, Adnan - Metin Öztekin (1978), Yazın ve Bilim Dili,
zon.
Ankara.
Atsız, B.- H. J. Kissling (1974), Sammlung türkiseher rc-
Bılgarski Etimologiçen Reçnik,\ (1962), yayımlayan: Bılgarska
densarten. Wiesbadcn.
Akademiya Naukite, Sofia.
Aytaç, Bedrettin (1994), Arap Lehçelerindeki Türkçe Kelimeler.
Bloch, B. - W. v. Wartbıırg (1950). Diclionnairc etymologique
İstanbul.
de la languc françaisc, Paris.
Bang, W. (1917-1921), Vom Köktürkisehen zum Osmanisehen,
Boeschotcn, H. (1991), Aspccts of Languagc Variation: Turkish
4. bölüm, Berlin.
Linguistics Today. Leidcn-Köln, 149-176.
Bartseh, R. - Th. Vennemann (1982), Grundzüge der Sprach-
- L. Verhoeven (yayımlayanlar) (1991) Turkish Lin-
theoric, cine linguistische Einführung. Tübingen.
guistics Today, Leidcn-Köln.
Başkan, Özcan (1967), Lengüistik Metodu, İstanbul.
Brands, H.W. (1967), Neologismen und Tcrminologic in den
(1974), Terimlerde özleşme sorunu: T.D.A.Y. - Belleten hcutigen Türkspraehen: Zeilsehrift d.d. Morgenl. Ges.
1973-74, 173-184. 116/2, 279-290.
(1983), Türkçede dil-içi dünya-görüşü: Macit Gökberk (1973), Studicn zum VVortbestand der Türkspraehen,
Armağanı, Ankara, 151 -172. Lciden.

236 237
Brekle, H.E. (1985), Einführung in dic Geschichtc der (1945), Alttın Yaruk’tan İki Parça, Ankara.
Sprachwissenschaft, Darnıstadt. (1960), Zur VVortgeschichtc des Analolişch-Türkischen:
Brendcmoen, B. (1990), The Turkish Languagc Reform and Ural-Altaischc Jahrbiichcr XXXII/! -2, 78-87.
Language Policy in Turkey: Handbuch der türkischen (1961). Kazakça Metinler, Ankara.
Sprachwissenschaft, Budapest, 454-493.
______ (1981), Bedcutungs - Übcrtragungen im Kuladgu Bilig:
Buluç, Sadettin (1978), Eski bir elyazmasında bulunan türk Scholia. Beitrage zur Turkologie und Zen-
atasözleri: Ömer Asım Aksoy Armağanı, Ankara. tralasicnkunde, Wiesbadcn. 38-46.
1 1-26. Çağdaş, Kemal (1974), Hint Eski Çağ Kültürüne Giriş, An­
Buescıı, V. (1962), Languc roumaine, ctymologics roumano- kara.
turques: ORB1S, XI/1,289-341. Çeneli, İlhan (1975), Divanü Lugatı’t Türk’te hayvan adları:
Bussmann, H. (1983), Lexikon der Sprachvvisscnschaft, Stutt- Türk Kültürü Araştırmaları XI-X1V, 99-122.
gart. (1986),TürkmenTürkçesi Sözlüğü: T.D.A.Y. -Belleten
Caferoğlu, Ahmet (1930), Orhon abidelerinde atasözleri: 1982-83,29- 84.
Halkbilgisi Haberleri No: 3, 43-46. Çolpan, Yılmaz (1963), Ataç’ın Sözcükleri, Ankara.
(1959), Die anatolisehen und rumelisehen Dialektc: Çotuksökcn, Yusuf (1992), Türkçe Anlamdaşlar ve Karşıt
Philologiae Turcicae Fundamenta I, Wiesbaden, Anlamlılar Sözlüğü, İstanbul.
239-280.
Demircan, Ömer (1981), Türkiye Türkçesinde vurgulama ve
(1968), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, İstanbul. Odaklama: TDAY - Belleten 1978-89, 157-163.
Canpolat, Mustafa (1973), Hassan’ın şiirleri: Ömer Asım Aksoy (1986), Emphatic Reduplications in Turkish: 111. Türk
Armağanı, Ankara, 27-44. Dilbilimi Konferansı (basılmamış) Bildirileri, 18 s.
Clauson, S. G. (1958), Türkçe sözler üzerinde araştırmalar: (1988), A Systemic Approach to Non-Echoic-Base
Jean Deny Armağanı, Ankara, 67-70. Reduplications: Studies on Turkish Linguistics 1988,
(1962), Turkish and Mongolian Studies, London. 175-191.

(1972), An Etymological Dictionary of Prc- (1996), Türkçe yansımaların özüne doğru: Dilbilim
Thirteenth-Century Turkish, Oxford. Araştırmaları 1996, 175-191.

Çağatay, Saadet (1941), Uygurcada hendiadyoinler: A.Ü. Dil Demirezcn, Mehmet (1985). Suffix-Prcfix Pormation and
ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Yıllık Çalışmaları Prefixation in Turkish: Journal of Humarı Sciences,
Dergisi, T. Dili ve Ed. Ar. 1940-41,97-144. Ankara, 1985/1, 37-47.

238 239
Deny, J. (1959), L’Osmanli moderne et le türk de turquie: Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler,
Philologiae Turcicac Fundamcnla I, Wiesbaden, Ankara, 239-246.
182-239.
Ersöz, Tuba (1995), Türk dil devriminin günümüz Türkçcsi ne
Dilâçar, Agop (1972), 500. Yıldönümü Dolayısıyla Kutadgıı
yansıması: Çağdaş Türk Dili No: 93, 29-33.
Bilig İncelemesi. Ankara.
Fleischer, W. (1982), Phraseologie der dcutschcn Gc-
Dilçin, Dehri (1945), Edebiyatımızda Atasözleri, İstanbul.
genvvartssprache, Leipzig.
Djukanovic, M. (1963), Les vestiges de la languc turquc dans
Fritschc. M. (1979), Türkisch - balkanisehe Parallclitatcn und
l’actuelle languc serbo - eroate: X. Türk Dil Ku
türkische Elemente in den Ver-
rumunda Okunan Bildiriler. Ankara. 31-36.
vvandtschaftsterminologicn der Balkansprachcn: Die
Doerfer, G. (1963-67), Türkische und mongolisehe Elemente Türkci in Europa, yayımlayan: K.-D. Grothuscn,
im Neupersischcn, 3 cilt, Wicsbaden. Göttingen, 118-136.
(1990), Die Stelhıng des Osmanischen im Kreise des Gabain, A. von (1959), Das Alttürkische: Philologiae turcicac
Oghusischcn und seinc Vorgeschichte: Handbuch der Fundamcnta 1, Wiesbaden, 21-45.
Türkischen Sprachwisscnschaft 1, Budapest, 13-34.
Gatcnby. E. V. (1954), Material for a Study of Turkish Words
Eren, Haşan (1960) Anadolu ağızlarında Rumca. İslâvca ve in English: A.Ü. D.T.C.F. Dergisi XII/3-4, 85-144.
Arapça kelimeler: TDAY - Belleten /960, 295-371.
Giraud, R. (1960), L’Empirc des tures celestes. Les rcgnes
(1966), Türk yer adları, Sökü: TDAY - Belleten 1965,
d’Eltcrich, Qapghan et Bilge (680-734), Paris.
449-153.
Guboğlu, M. (1968), Runıanya Türkolojisi ve Rumen dilinde
(1975), Türkçedc Rumca alıntılar: Türk Dili XXXI.
Türk sözleri hakkında bazı araştırmalar: XI. Türk
180-183.
Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler, 265-
(1994), Türk dilinin ctymologiquc sözlüğü: Türk Dili 272.
No: 513, 179-198.
Gurbanov, Afat (1964 a), Muasir Azerbaycan Dilinin Se-
(1995 a),Türkçedcki Ermenice alıntılar: Türk Dili No: masiologiyası, Bakı.
524, 859-904.
(1964 b), Azerbaycan Dilinin Leksikologiyası, Bakı.
(1995 b), Sırça köşkte... IV: Türk Dili No: 517. 26-
62. Guzev, V.G. (1990). Untersuchungen zıır Turksprachc Klein-
asiens vom 13. bis zum 16. Jahrhundert: Handbuch
Eren, İsmail (1968), Güney İslav (Sırp - Hırvat. Bulgar ve der Türkischen Sprachıvisscnschaft I, Budapest, 35-
Makedon) dillerinde kullanılan Türkçe ekler: XII. 62.
240
241
Johanson, T. (1989), Substandard ıınd Sprachvvandcl im Tür-
Güvahi (1983), Pend-Name (Öğütler ve Atasözleri), ya­
kisehen: Sprachlichcr Substandard II. Standard und
yımlayan: Mehmet Hcngirmen, Ankara.
Substandard in der Grammatik (Konzcpte der
Hatiboğlu, Vecihe( 1981), Türk Dilinde İkileme, genişletilmiş Sprach-ıınd Literaturvvissenschaft) 44, Tübingcn,
2. baskı, Ankara. 83-112.
Hazai, Gy. (1978), Kurze Einführung in das Studiıım der tür- (1992), Strukturcllc Faktoren in türkisehen Sprach-
kischen Sprache, VViesbaden. kontakten, Stuttgart (Sitzungsbcrichte der Wiss. Ges.
Hfebiöek, L. (1971), Several Turkish Homonymous Cons- an der J. W. Gocthc Univ.)
tructions and Their Generative Description: Archiv Kakuk. S. (1966) Les monuments dans les langucs balkaniques
Oricntâlm 39, 146-154. et le hongrois: Açta Oricntalia Akad. Sc. Hungaricae
(1975-78), The Turkish Language Reform and Con- XIX, 67-77.
tcmporary Text: Archiv Oricntâlm' 43, 223-231; 45, (1977), Cultural Words fronı the Turkish Occupation
132-139; 46, 334-351. of Hungary: Studia Tıırco - Hungarica IV, Bu-
dapest.
İmer, Kâmile (1973), Türk yazı dilinde dil devriminin baş­
langıcından 1965 yılı sonuna kadar özleşme üzerine Katon. E. (1979), Balkan Türk atasözlerinin eski kayıtları:
sayıma dayanan bir araştırma: Türkoloji Dergisi, Çevren VI / 40, 25-35.
V/J, 175-190. Kayaoğlu. Günday (1987). Balkan dillerine Türkçcden geçen
bakırcılık terimleri ve bakır kap-kacak adları: IH.
(1991 l.Türkçenin sözvarlığmdaki yeni öğeler: Dilbilim Milletlerarası Türk Folklor Kongresi bildirileri. V.
Araştırmaları 1991, Ankara, 18-28. İngilizcesi: 183-221.
(1996), Neologisms in Turkish: Current Issucs in
Kaymaz. Zeki (1989), Eski Anadolu Türkçcsinde sayı adları
Turkish Linguistics, Ankara, 73-84. ve kullanılışı: Osman Nedim Tuna Armağanı. Ma­
(1994 a), Cumhuriyet döneminde Türkçcnin öz­ latya, 133-142.
leştirilmesi üzerine düşünceler: Dilbilim Araş­ Kluge. F. (1963). Etymologischcs Wörterbuch der deutschen
tırmaları 1994, 17-20. Sprache. 19. basım. Berlin.

(1994 b), Toplumbilim kavramları ışığında Türk Dil Koçak, İnci (1991), Arap atasözleri: A.Ü. D.T.C.F. Dergisi
Devriminin değerlendirilmesi: Uygulamalı Dilbilim XXXV/I, 171-179.
Açısından Türkçenin Görünümü. Ankara, 75-87. Korkmaz. Zeynep (1968). Eski Anadolu Türkçesinin iki ürünü
(1995), Toplumsal süreçlerin dile yansıması: Dilbilim ve yazarları üzerine: XI. Türk Dil Kurultayı bildirileri,
Araştırmaları 1995, 20-38. Ankara, 17-27.

242 243
Kramsky,] (1956), On the Oldcst Stratum of Words in thc Basic Oy, Aydın (i956), Dede Korkut’ta atasözleri, I: Türk Dili: No:
Lexical Fund of Modern Turkish: Archiv Orientalnı 61,39-41; II: Türk Dili No: 65, 256-272.
24, 225-240. Ölmez, Mehmet (1991), Altun Yanık 111. Kitap (=5. Bölüm)
Laude - Cirtautas, I. (1960), Der Gebrauch der Farb- (Suvarnaprabhâsasûlra), Ankara.
bczcichnungcn in den Türkdialektcn, Wicsbadcn.
Önen, Yaşar (1955), Deutsches im Türkischcn, Ankara.
Littınann, E. (1954), Türkishes Sprachgut im Âgyptisch -
Önler, Zafer (1989), Eski Anadolu Türkçesi döneminde ya­
A ra bi sehen: Wcstostlichen A bhandlungen. 107-127.
zılmış iki tıp kitabında yer alan sağlık bilgisi te­
Mansuroğlu, Mecdut (1946), Anadoluda Türk dili ve ede­ rimleri: TDA Y - Belleten 1985, 89-130.
biyatının ilk mahsulleri: Türk Dili ve Edebiyatı
(1990), XIV. ve XV. yüzyıl Anadolu Türkçesi botanik
Dergisi 1/1,.
terimleri: Fahir İz Armağanı I (Journal of Turkish
(1951), Anadoluda Türk yazı dilinin başlaması ve Studies XIV), 357-392.
gelişmesi: Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi V/l, 215-
Özel, Sevgi (1977), Türkiye Türkçcsinde Türetme ve Bileştirme,
229.
Ankara.
(1958), Sultan Veled’in Türkçe Manzumeleri, İs­
Perek, F. Z. (1961), Eski Çağda Dilbilgisi Araştırmaları
tanbul.
(Gramerin Doğuşu), İstanbul.
(1959 a), Das Altosmanische: Philologiae Turcicac
Prokosch. E. (1983), Osmanisches Wortgut im Âgyptisch-
Fundamenta I, Wicsbadcn, 161-182.
Arabischcn, Berlin.
(1959 b), Das Karakhanidische: Philologiae Turcicac
Fundamenta I, 88-112. Rona, Bengisu (1994), Dil devriminin değerlendirilmesi: Uy­
gulamalı Dilbilim Açısından Türkçenin Görünümü,
Miyatev, . (1968), Türk ve Bulgar dilleri arasında çağdaş dil Ankara, 69-74.
ilişkileri: XI. Türk Dil Kurultayında Okunan Bil­
diriler, Ankara, 119-126. (1996), Trends of Changc in Turkish: Currcnt Issucs
in Turkish linguistics I Ankara, 1-8.
Mladenov, St. (1926), Sur Tetymologie de quelques mots titreş
et grecs en bulgare moderne: Annuairede/'üniversite Röhrborn. K. (1977-88), Uigurisches Wörterbuch, 4 fasikül,
de Softa XX V/l, 1-52. Wicsbadcn.

Olcay, Selâhattin (1965), Ebu’l - Lcys Semerkan<fı.Tczkiretü’l Sandçrs. \V. (1967), Grundzüge und Wandlungcn der Ety-
- Evliya (Tercümesi), Ankara. mologie: Wirkcndes Worl 17/4,361-387.

2^
245
Schippan,Th. (1972),Einführung in dic Scmasiologie Lcipzig. (1994), Cumhuriyet döneminde Tiirkçcnin gelişmesi:
Schmitt, R. (1981), Etymologic, Darmstadt. Dilbilim Araştırmaları 1994, 4 10.

Seebold, E. (1981), Etymologic, Eine Einführung anı Beispiel Tenişev, E R. (1986), Eski Türklcrdc edebi dil var mıydı? TDAY
der dcutschcn Sprachc, Münchcn. - Belleten 1982-83. 157-161.

Semercioğlu, Ufuk (1983), Les mots voyagcurs: Hacettepe Üni. Tictze, A. (1952), Die formalen Veranderungen an neteren
Edebiyat Fakültesi Dergisi 1, 127-130. europaisehen Lchnvvörtern im Türkischcn: ORIENS
V/2, 230-268.
Sertkaya, Osman F. (1990), Zvvci Sprichvvörter in den kök-
türkisehen Inschriften über dic Kaganvvahl bei den (1955), Griechische Lchnvvörtern im anatolisehen
Alttürken: Altaica Osloensia, yayımlayan: 13. Bren- Türkisch: ORIENS VIII/2, 204-257.
demoen, Oslo, 287-294. (1957), Slavische Lehnvvörter in der türkischcn
Sesli, Hüseyin (1968), Dil Alanı Üzerine, Erzurum. Volkssprache: ORIENS X/l, 1-47.
Subaşı-Uzun, Leylâ (1991), Türkçedeki deyim yapılarında (1958), Direkte arabisehe Entlehnungen im anatolisehen
biçimbilimsel ve sözdizimsel özellikler: Dilbilim Türkisch: Jcan Deny Armağanı, Ankara, 255-335.
Yazıları 1991,57-64. (1962), Einige vveitere griechische Lehnvvörter im
ğkaljic, Abdullah (1962), Turcizmi ıı srpskohrvatskom jeziku, anatolisehen Türkisch: Nemeth Armağanı, Ankara,
373-388.
Sarayevo.
(1983), Türkisch burun, Nasc’, Vcrsuch cincr phra-
Tekin, Şinasi(1961), Uygarlarda “boşluk” ve “mutlak hakikat”
seologischen Monographie: W.Z.f.K.d. Morgenlandes
mefhumları hakkında: Atatürk Üniversitesi 1960 1983,99-156.
Yıllığı, 79-87.
Topaloğlu, A/j/net(1978), Muhammcd bin ilanıza, XV. Yüzyıl
Tekin, Talât, (1957), Köktürk yazıtlarındaki deyimler üzerine: Başlarında Yazılmış “Satır - Arası” Kur’an ter­
Türk Dili VI, 372-74, 423-426. cümesi, 2. Cilt, İstanbul.

(1960), “amca” ve “teyze” kelimeleri hakkında: Tuna, Osman Nedim (1949), Türkçede Tekrarlar, I (İ.Ü. Türk
TDAY-Bellcten 1960,283-294. Dili ve Ed. dergisi III/3-4, 429-447; 11 (1950) V/l,
39-81.
(1983), Türkçedeki en eski ödünç sözler: Türk Dili
No: 384, 526-529. (1960), Köktürk yazıtlarında “ölüm” kavramı ile ilgili
kelimeler ve “kergek bol " deyiminin izahı: VIII. Türk
(1988), Orhon Yazıtları, Ankara.
Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler, Ankara,
(1994), Tunyukuk Yazıtı, Ankara. 131-148.

246
ZıUfikar. Hamza (1988). Kadın, hanım \e benzen adlar: Turk
(1972). Osmanhcada Moğolca Kelimeler. I: Türkiyat
Dili No: 434. 96-101.
Mecmuası XVII, 209-249, II (1976), XVIII. 281-
313. (1991), Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları.
Ankara.
(1986), Türkçenin sayıca cş heceli ikilemelerinde sı­
ralama kuralları ve tabiî bir ünsüz dizisi: TDAY - (1995), Türkçcdc Ses Yansımalı Kelimeler, in­
Belleten 1982-83, 163-228. cel eme-sözlük, Ankara.
Tzitzilis, Chr. (1987), Griechische Lchnvvörter im Tiirkischen
(mit bcsondcrer Berücksichtigung der anatolischcn
Dialckte), Wicn.
Tzonev, B. (I926),Türkische Wörter im Bıılgarischcn: Annuairc
de l’Uni. de Sofia, XXV/4, 3-16?

Ullmann, St. (1969), Prccis de semantique française, 3. basım,


Bern e.
(Unat), Faik Reşit (1927), Maarif Düsturu, Ankara.
Uzun. Nadir Engin (1990), Atasözlerinin kısalığı ya da dil­
bilimsel cksilti sorunu: A.Ü. D.T.C.F. Dergisi,
XXXIII, 1-2.
Whorf, B.L. (I965),$prachc, Denken, Wirklichkcit ("Language,
Thought and Reality” başlıklı İngilizcesinden),
Hamburg.
VII. Dilbilim Kurultayı Bildirileri (1993), Yayımlayanlar:
Kâmile İmer-N. Engin Uzun, Ankara.
Yüce, Nuri (1991), Ticre in tiirkischen Sprichvvörtern: Altaica
Osloensia (Proceedings from thc 32 nd Mecting of
the P.I.A.C., 391-400.
Zieme, P. (1991), Notizen zum alttürkischen Sprichvvorlschatz:
Altaica Osloensia, 401-409.

248
249

You might also like