You are on page 1of 9

T.C.

KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ PROGRAMI

ARAP DİLİ VE BELAGATİ ANABİLİM DALI


YÜKSEK LİSANS

İSLAMİ İLİMLER METODOLOJİSİ I

KONU

YUSUF EL-KARADÂVÎ’NİN (FIKHU’L-EVLEVİYYAT) ÖNCELİKLER


FIKHI ADLI ESERİNİN ÖZETİ

HALUK KARAKOÇ
215295019
Prof. Abdullah KAHRAMAN

KOCAELİ 2022
ÖNCELİKLER FIKHI (Dengeli Bir İslam İslam Anlayışının Temel Parametreleri)

1. Öncelikler Fıkhı Ne Anlatıyor?

Bu araştırma şeriatın getirdiği bir dizi öncelikli meseleye ışık tutmaya çalışıyor. Ayrıca
bu araştırma, düşüncenin belli bir metotta düzenlenmesi ve adı geçen fıkıh türünün yayılması
adına bir görevi de yerine getirecektir. Böylece, İslami sahada çalışanlar ile onlara plan ve proje
sunanlar (teorisyenler) bu araştırmayla yollarını bulurlar. Bu şekilde, şeriatın takdim ve te'hir
ettiği, sıkı tuttuğu ve kolaylaştırdığı, dinin önemli gördüğü ve fazla önemsemediği meseleleri
birbirinden ayırt etmeye azimli olurlar. Ayrıca, umulur ki bu çalışma, ifrat ve tefrite düşenleri
bu konumlarından vazgeçirir, samimi çalışan insanların bakış açılarını da birbirine yakınlaştırır.

2. Günümüzde Ümmetimizin Öncelikler Fıkhına Olan İhtiyacı


Hayatımızın maddi, manevî, fikrî, ictimâi siyasi vs diğer yönlerine bakan kimse Ümmet
arasında öncelikler terazisinin ne denli bozulduğunu görür. İslam toplumlarında öncelikli olarak
değer verilmesi gereken şahıslar ilim adamları, mütefekkirler olmalıdır. Ancak vakıada ön
planda olanların sanatçılar, futbolcular vs. olduğu görülmektedir. Kendi hayatlarında fayda
görecekleri spor faaliyetlerine yönelmiş olsalardı yine de problem olmazdı. Ümmet olarak
bizler önceliklerimizi yitirmiş durumdayız maalesef. Günümüzde dindarların bile öncelikler
fıkhını ihlal etmeleri bu alana olan ihtiyacımızı göstermektedir. Din nazarında değerler,
hükümler, ameller ve teklifler birbirinden oldukça farklıdır. Hepsi aynı mertebede değildir.
Öncelikler fıkhı ise, birbirinden farklı mertebede olan hüküm, değer ve amellerden her birinin
Adalet ölçüsü ile kendi sırasına koymamızı sağlayan bir ilim dalıdır. Daha sonra vahiy ve akıl
nurunun ilettiği sahih ölçülere dayanarak bu hususlarda daha öncelikli olanı diğerine takdim
etmemizi sağlar. Önemli olmayanı önemli olana, önemli olanı daha önemli olana, tercih
edilmeyeni tercih edilene, Faziletçe Üstün olmayanı üstün olana veya daha üstün olana takdim
etmemizi engeller.
3. Öncelikler Fıkhının Diğer Fıkıh Çeşitleriyle İlişkisi
Öncelikler fıkhının “Dengeler Fıkhı” ile irtibatı vardır. Dengeler fıkhının dayandığı en
önemli unsurlar: 1)Maslahatlar, menfaatler veya meşru nimetler arasında denge kurmak, 2)
mefsedetler, zararlı şeyler, yasak olan şerli şeylerin arasında denge kurmak, 3)çatışma olması
durumunda maslahatlar, mefsedetler veya mübahlar ve şerli şeyler arasında denge kurmak.
Maslahatlar içerisinde neyin öncelenmesi gerektiği, mefsedetler ve zararlı şeyler arasında nasıl
denge kurulacağı, çatışma durumunda maslahat veya mefsedet arasında galip gelene göre
hareket etmek gibi konular öncelikler fıkhının mantığıyla işlemesi bakımından birbiriyle
ilişkilidir.
Öncelikler fıkhının mekasıd fıkhı ile de irtibatı vardır. Allah (c.c.) koymuş olduğu
hükümlerin tamamını hikmet sıfatının gereği bir amaca göre vaz etmiştir. Buradan hareketle
bütün bölgelerde fıtır sadakasının belli yiyecek maddelerinden verilmesinin zaruri olmaması
gerekir. Zira bu ibadetin maksadı fakirin ihtiyacının giderilmesi için bayram günlerinde kap
kapı dolaşıp el açmamasıdır. Burada önemli olan sabit maksatlarla değişen vesileleri
birbirinden ayırt etmektir.
4. Niteliği Niceliğin önüne geçirmek
Yusuf El Karadavi, eserinde öncelikli meseleler fıkhının bir prensibinin de keyfiyetin
kemiyete önceliği olduğunu ifade eder. El Karadavi, Kur’an’daki; insanların “çoğunun
akletmediği” (Ankebut 63), “çoğunun bilmediği” (Araf 187), “çoğunun iman etmediği” (Hud
17), “çoğunun şükretmediği” (Bakara 286), “çoğuna uyulduğu takdirde bizi Allah yolundan
saptıracakları” (En’am 116) ifadelerinden Kur’an’ın kemmiyete önem vermediğinin
anlaşıldığını söyler. Ayrıca niceliğin değil diteliğin önemli olduğunu bilfiren pek çok ayet
vardır. Mesela Talût’un az sayıda askerle Câlut’un ordusunu yenmesi, Bedir’de Müşriklere
karşılık Müminlerin az olmalarına rağmen galip olmaları gibi.
5. İlim ve Fikir Alanındaki Öncelikler
Dinimiz ilmi amele öncelemiştir. Çünkü bilgi amelin rehberi ve yol göstericisidir. Bu
konuda ayetler ve hadisler bunu göstermektedir. ilim hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, sünneti
bidatten ve sahihi fasit olanından ayırdığı için amelden önce gelir. İlimsiz amel edenin
bozdukları düzelttiklerinden daha çoktur.
Siyâsi, askerî ve yargıyla ilgili her türlü öncü amelde de ilim şarttır. Mesela Kur'an-ı
Kerim Hz Yusuf’un Mısır kralının teklifine “beni ülke hazineleri üzerinde görevlendir”
şeklinde verdiği cevap onun mâliye ekonomi gibi konularda yetkin olduğuna işaret etmiştir.
Askeri alanda bilginin ne denli önemli olduğunu Tâlut örneğiyle bizlere göstermektedir.
Fetva veren kimse için de ilim önceliklidir. Bilgisiz kimsenin fetva vermesi caiz değildir.
Aksi halde fetva verirken haramı helal, helali haram yapar, farz olan yükümlülükleri düşürüp,
Allah!ın (c.c.) zorunlu kılmadıklarını insanlara yük yapar. Nitekim bilgisiz kimsenin fetvası
bazın öldürür bazen de mahveder.
6. Fetva ve Davet Alanındaki Öncelikler
Müellif, Bakara Suresi’ndeki; “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez” (a.185)
ayetini ve “Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz ve gönüllü
yapınız.” (El Lü’lüü ve’l Mercan 681) hadisini temel alarak fıkıhta kolaylaştırıcı usulü
benimsemiştir. Hatta diyebiliriz ki bu metodu derli toplu ortaya koymuş ve adeta
bayraklaştırmıştır. Kitabındaki şu ifade bunu en güzel şekilde ortaya koymaktadır: “Benim
sürekli Allah’a hamd ettiğim bir husus da şudur: Ben fetvada kolaylık, davette müjdeleme
metodunu esas alıp ortaya koymuşumdur.” Fakat onun bahsettiği ve ortaya çıkarttığı kolaylık
sonradan öne sürülen bir kolaylık olmayıp dinin özünde olan bir kolaylıktır. Yani müellif dinde
zor olan bir şeyi kolaylaştırmamaktadır, dinde zaten var olan kolaylığı bulup ortaya
çıkarmaktadır.
7. Amel Sahasındaki Öncelikler
El-Kradâvî, “Kur’an ve sünnettin açıkladığına göre, amellerin bazısı Allah katında
diğerlerinden daha faziletli ve daha sevimlidir.” der. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de hacılara su
verme ve Mescid-i Haram’ı onarıp gözetme işinin, Allah’a (c.c.) ve ahiret gününe iman ve
Cenâb-ı Hak yolunda her türlü mücadeleyi vermekle bir olmadığını söylemektedir. (Tevbe
19/20) Peygamber (s.a.v.) de sahih bir hadiste “Amellerin en üstünü “la ilahe illallah” demek,
en alt seviyesi ise insanlara zarar veren şeyleri yoldan kaldırmaktır.” buyurmaktadır.
Başkasına tesiri olan amel, kendi etrafında kalana tercih edilir. Burada kastedilen şudur;
Allah (c.c.) katında, başkasına faydası olan amelin, kişinin kendisine faydası olan amelden daha
faydalıdır. Bu bakımdan ilim ibadetten daha üstündür. El-Karadâvî ise zikretmiş olduğu
nasslardan hareketle “kendini ibadete adayan kimse zekattan pay alamaz, ancak ilme adayan
alır. Çünkü ibadeti kişi kendisi için yaparken, ilmi insanların maslahatı için yapaar.” der.
Müellif, amel sahasında öncelik verilmesi gerekenlerden birinin de faydası ve tesiri kalıcı
olan ameller olduğunu söylemektedir. Böyle bir amel Allah (c.c.) katında daha fazitletlidir.
Nitekim sadakanın devamlı olanın daha hayırlı olduğu pek çok hadiste bildirilmiştir. İhtiyaç
sahibine sağması için keçi vermek, inşaların gölgesinden faydalanıp, meyvesinden yemesi için
ağaç dikmek gibi ameller bu kabildendir.
El-Karadâvî ameller konusunda aranan ve istenen önceliklerden birinin de amelin ümmeti
kuşatan fitne, sıkıntı ve zorluk zamanlarında yapılmasıdır. Çünkü kişinin inancında sebat etmesi
zor zamanlarda kendini belli eder. bela ve musibetlerin olduğu zamanda yapılan işlerin, rahatlık
ve genişlik zamanlarda yapılan işlerden daha kıymetlidir. Bu sebeple fitnelerin çok olduğu
zamanda ilk Müslümanların/es-sâbikûn yapmış oldukları işler, İslam’a kabileler halinde
girildiği o geniş zamanda sonradan iman etmişlerin yapmış oldukları işlerle bir değildir.
Dini anlamda ağır basacak amellerden birisi de kalbin dâhili olan amellerdir. Çünkü zahir
olan ameller dışarıdan görüldüğünde ne kadar da güzel yapılmış olursa olsun Allah’ın (c.c.)
rızası kazanmak niyetiyle yapılmamışsa hiçbir kıymeti yoktur. Niyetin mahalli kalptir. Kalp
bütün bedeni temsil eder. Bu sebeple şekle değil öze, önem vermek gerekmektedir.
Dünyevi ameller noktasında da ziraatın mı, ticaretin mi yoksa sanatın mı üstün olduğu
konusunda âlimler arasında görüş ayrılığı olmuştur. Her biri kendince hadislerden delil
getirmişlerdir. Müellif bu amellerden hangisinin iyi olduğu noktada zamana ve duruma göre
cevap verilmesi gerektiğini söyler. söz gelimi, yeri geldiğinde insanların gıda ihtiyacını temin
etmek için ziraata öncelik vermek daha üstün olabilir. Diğer alanlarda da bu şekilde toplum
maslahatı neyi gerektiriyorsa dünyevi işlerde üstünlük o işe yönelmek olacaktır.
İbadetler hususunda en üstün olanı ile ilgili olarak da pek çok farklı görüşler ortaya
atılmıştır. Bunun temel sebebi Peygamber’in (s.a.v.) kendisine bu konuda sorulan sorulara
verdiği cevapların durumlara göre değişkenlik göstermesidir. Müellifin burada tercih ettiği
görüş İbnü’l-Kayyim’in görüşüdür. O da “yalnız sana ibadet ederiz” makamındakilerin izlediği
dört yoldur;
1. En faziletli ibadetin en meşakkatli olanı, nefislere en zor geleni olduğu
düşüncesindedirler. Onlara göre Nefisler korku, meşakkatle ve sıkıntı ile doğru
yola gelebilir.
2. İbadetlerin en faziletlisinin dünyadan el etek çekmek, azla yetinmek ve mal
çoğaltmamakta olduğu görüşündedirler. Bunların avam olanları zühd hayatını bir
amaç olarak görürken, seçkin kimseler ise zühdün amaç değil, amaca giden yolda
vasıta olduğu görüşündedirler.
3. Bunlar, ibadetin en faydalı ve faziletlisinin başkalarına faydası bulunan ibadetler
olarak kabul edenlerdir.
4. Bunlar, vaktin gereğine göre, Cenâb-ı Hakk’ın rızası için çalışmanın ibadetlerin
en faziletlisi olduğunu kabul edenlerdir. Örnek, Cihad zamanı nafile orucu, gece
namazı vs. ibadetleri terk etmek evladır.
8. Emredilenler Alanındaki Öncelikler
El-Karadâvî dini emirler sahasında ilk önem verilmesi gereken şeyin usulün furû’a
öncelenmenmesi olduğunu söylemektedir. Bunda maksat Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğine,
meleklerine, kitaplarına peygamberlerine ve ahiret gününe inanmayı gibi konuların
öncelenmesidir. Dolayısıyla öncelikle dikkat edilmesi gereken şey, inancın düzeltilmesi,
tevhidin ayıklanması, şirk ve hurafelerden arındırılıp kalplerde kökleşmesini sağlamaktır.
Furu’ alanında, amellerin mükelleften talep edilme dereceleri farklılık arz eder. Kimi
ameller farz, kimi ameller vacip, kimi ameller sünnet ve kimileri ise nafile kılınmıştır. Sıralama
olarak en başta farzlar sünnet ve nafilelerden önce gelmektedir. öncelikler fıkhı farz ve
vaciplerde göstermediğimiz müsamahayı sünnet ve müstehaplarda göstermemizi, temel farzları
da -pek çok hadisin işaret ettiği gibi namaz ve zekat gibi- diğerlerinden daha önemli tutmamızı
gerektirmektedir.
Bu konuda yapılan hatalardan biri, insanların farz olanları bırakıp nafile hac, oruç ve
namazla meşgul olmalarıdır. Söz gelimi gece namaz kılmakla sonra da ücretle çalıştıkları işe
bitkin halde giden kimse görevini hakkıyla yerine getirememekte, yaptığı işi en güzel şekilde
yapmasının farziyyetini ihlal ederek hem de emanete ihanet etmiş olmaktadır. O kadar çok fakir
Müslüman var ki, bunlar dinleriyle imtihan olurken öte yandan ruhunu tatmin etmek için nafile
hacca gidip milyonları harcayanlar vardır. Müellif bu gibi kimseler öncelikler fıkhından
nasibini almış olsalardı elbette Müslüman kardeşlerini kurtarmayı nafile hac ve umreye
önceleyeceklerini söylemektedir.
Öncelikler fıkhına göre Farz-ı ayn olanlar farz-ı kifâye olanlara tercih edilmektedir.
Bunun örneği Hadîs-i Şeriflerde geçtiği gibi cihadın farz-ı kifâye olduğu durumlarda anne-
babaya iyilik ve onların hizmetinde bulunmak savaşan askerlere katılmaktan daha gereklidir.
Bunun yanında kul hakları sırf Allah hakkı olan hususlara, toplumun hakları da fertlerin
haklarına öncelenir. Topluma ve ümmete aidiyet Kabile ve ferdinkine öncelenir. Zira islamda
ferdiyet, ırkçılık ve cemaatten ayrılma kabul edilmiş bir tavır değildir. Cahiliye de “Zalimde
olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et!” sözleriyle her türlü felakete sorgulamadan
sürükleniyorlardı. Anca peygamberimiz bu sözü tashih ederek kullanmıştır. Yani “kardeşin
mazlumsa onu kurtararak, zalimse zulmüne engel olmak suretiyle ona yardım et!” demiştir.
9. Yasaklar Alanındaki Öncelikler
Müellif emirler hususunda onların derecelerinin ve seviyelerinin farklılık arz ettiğini,
müstehap, vacip, farz-ı ayın ve farz-ı kifaye gibi kısımlara ayrıldıklarını zikretmişti. Aynı husus
yasaklar için de geçerlidir. Yasakların tamamı da aynı seviyede değildir. Bu durumda yasakların
en üstünü Cenâb-ı Hakk’ı inkar etmek olup, en hafifi ise tenzihen mekruh olanlarıdır.
El-Karadâvî inkarın farklı seviye ve çeşitleri olduğunu söylemektedir. Bunlardan ilhad ve
cühûd tarzındaki inkârın içerisinde olanlar kainatın herhangi bir yaratısı olduğuna, O’nun
melekleri, kitapları, peygamberleri, öldükten sonra herhangi bir hesap verme, ceza ve mükafatın
olduğuna inanmamaktadırlar. Bu tür inkar en üst seviyede olan bir inkar çeşitidir.
Bunun altında şirk inkarı vardır. Cahiliye dönemi Araplarının inkarı bu çeşittendir. Onlar
Allah’ın varlığına, erleri, gökleri ve insanları yarattığına inanıyorlardı. Ancak uluhiyet tevhidi
denilen konuda Cenâb-ı Hakk’a ortak koşuyorlardı.
Şirk şeklindeki inkarın bir altında Ehl-i kitap olarak anılan Yahudi ve Hristiyanların inkarı
gelmektedir. Bunların ortak yönleri Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğini inkâr
etmeleridir. Onların dinleri tahrif olmuştur. Cenâb-ı Hak ile ilgili inanışlarını düzeltmek
Peygamber’in (s.a.v.) görevlerinden biriydi. Nitekim Tevrat Allah (c.c.) hakkında çok fazla
teşbih ve tecsim vardır. Neredeyse okuyan kişi Allah Teâlâ’nın yaratılmışlardan zannedecek
seviyededir. Aynı şekilde Hristiyanlık inancına da teslil inancı dâhil olmuştur.
İnkâr çeşitlerinden en kötüsünün dinden dönme olduğu hususunda İslam âlimleri ittifak
etmişlerdir. Bu da Allah Teâlâ’nın kendisine iman nasip etmesinden sonra kişinin İslam’dan
çıkmasıdır. Böyle bir kimse mürted olarak isimlendirilir.
Dinden dönme şeklindeki inkarın altında nifak inkarı vardır. Münafıklık İslam’ın varlığı
için en tehlikelisi ve en şiddetlisidir. Çünkü bu kimseler Müslüman sayıldıkları için
Müslümanlar arasında yaşar, namaz kılarken, zekat verirken Müslümanların yanında olup,
kendi içlerinde onlara nefret beslemektedirler. Kur'an-ı Kerim'de onlardan bahseden müstakil
“münafikun” suresi mevcuttur.
Müellif; küfür, nifak ve şirkin küçüğü ile büyüğü arasındaki ayırımı bilmek gerektiğini
söylemektedir. bu ifadeler mutlak kullanıldığında büyükleri kastedilir. Fakat naslarda bu
kelimeler günah için de kullanılmıştır. o sebeple günahkar kimseleri, Müslüman oldukları halde
büyük küfürle itham etmemek için bu kelimelerin anlamlarını ve kullanıldıkları yerleri iyi
bilmek gerekmektedir. Bu bağlamda Cenâb-ı Hakk’ı inkar etmek anlamındaki küfür ile, dinde
işlenen miktarı ne olursa olsun günahlar için kullanılan küfür bir değildir.
Farzlar arasında öncelikler olduğu gibi haramların da kendi arasında derece farkları
olduğunu ifade eden El Karadavi, bu konuda örnek olarak şu hadis-i şerifi nakleder: “Riba
olduğunu bildiği halde adamın yediği bir dirhem Allah katında otuz altı zinadan daha kötüdür.”
(Camiü’s Sağir, 3709) Büyük günahlar bahsinde ise; “Artık kim azmışsa ve dünya hayatını
ahirete tercih etmişse şüphesiz cehennem onun için tek barınaktır.” (Naziat 37-39) ayetlerini
nakleden El Karadavi, dünya sevgisini büyük günah olarak zikreder.
Kitabın bir bölümünde, haramlardan kaçınmak ile nafile ibadetlere ağırlık vermek
arasında öncelikli meseleler fıkhını uygulayan müellif, bu konuda bazı âlimlerin görüşlerini
naklettikten sonra “bu âlimlerin söylediklerinin özeti şudur” der: Az da olsa haramlardan
kaçınmak nafileleri arttırmaktan daha hayırlıdır. Çünkü haramlardan kaçınmak farz, nafileleri
arttırmak ise nafiledir.
Yasakların en alt mertebesinde mekruhlar vardır. O da kendi arasında tahrimen mekruh
ve tenzihen mekruh diye iki kısma ayrılır. Riyazü’s-salihin gibi eserlerde mekruh olan
konuların çoğu işlenmektedir. Tenzihen mekruh olan hususlarda yapan kimseye azap yoktur.
Mekruh olan işleri tekrar tekrar yapan kimse yadırganır. Aslında apaçık haramların içini
düşmüşlerken insanları mekruhlarla savaşarak meşgul etmek caiz değildir.
Haramlar arasında da bir karşılaştırma yapan El Karadavi, kul hakkının diğer haramlara
göre daha ağır olduğunu ifade eder. Kul hakkı geçen haramlar içinde de kamu malını zimmetine
geçirmenin en ağırı olduğunu söyler. Bu konuyla ilgili Asr-ı Saadet’ten şu örneği anlatır:
Hayber’de bir Müslüman ölür. Peygamberimiz cenaze namazını kılmak istemez. Ama “Siz
gidin kılın” der. Bunun sebebi olarak Resulullah o kimsenin ganimet malından haksız olarak
aldığını söyler. Gider bakarlar ki adamın eşyaları arasında ganimetten alınmış iki dirhem bile
etmeyen bir bez parçası vardır. Efendimiz o kimsenin cenaze namazını kılmayarak az veya çok
olsun kamu malına tamahkârlıkta bulunanlara önemli bir mesaj vermiştir.

10. Islah Alanındaki Öncelikler


El-Karadâvî Islah alanındaki önemli önceliklerden biri, toplumdan önce ferdin
yetiştirilmesine önem vermek veya sistemlerden önce ve kurumlardan önce nefisleri
değiştirmek gerektiğini söylemektedir. Çünkü bireyler, toplum binasını oluşturan tuğlalar
gibidir. İstenen kalitede bir birey oluşturmanın ilk aşaması onun kalbine sağlam bir iman
aşılamakla olur.
Cihadın öncelikli bir amel olduğunu söyleyen El Karadavi, başka bir bölümde de Tevbe
Suresinin 122. ayetini hatırlatarak bir kısım kimselerin cihattan geri kalmasının daha hayırlı
olduğunu söyler. Bu kimseler cihattan dönenleri uyarmak için ilim tahsili yapan davetçi ve
uyarıcı kimselerdir. Bu da göstermektedir ki ilime dinde ayrı bir önem verilmektedir ve bu
önem bazı durumlarda cihadın da önüne geçebilmektedir.
İlimle amelin önceliği konusunda da büyük âlim Hasan El Basri’nin ilim ve fıkıhla
korunmadan ibadet ve amele dalmaktan sakındırdığını ifade eden El Karadavi ilmin önceliği
meselesine kitabında uzun uzun değinir.
Dinde bilgisizliğin acı sonuçlara yol açabileceğini hatırlatan El Karadavi, bilmeden veya
aceleci bir şekilde fetva vermeyi Efendimizin yasakladığını söyler. Bir yaralıya boy abdesti
alması gerektiği fetvası vererek onun ölümüne sebebiyet verenler hakkında Efendimizin; “Onu
öldürdüler. Allah da onları öldürsün. Bilmediklerini sorsalardı ya! Bilmemenin şifası sormaktır.
Onun teyemmüm alması yeterliydi” (Camiüu’s Sağir, 4362) sözünü aktaran El Karadavi,
İslam’da fetvanın ehil kimselerce yapılması gerektiğini söyler. Nitekim İbni Kayyım’a göre
ilim olmadan Allah’ın dininde fetva vermenin haram olması hususunda icma vardır. Bunu da
El Karadavi eserinde hatırlatır.
Islah alanında dikkat çekilmesi gerekli hususlardan biri de düşünceyi düzgün hale
getirme, tasavvuru düzeltme, bakış ve çalışma yöntemini doğru hale getirmek için gerekli olan
her şeye öncelik vermektir. Zira düşünce iyiyse amelde o kadar iyidir.
Fikri mücadelenin iki esas alanı vardır: 1) İslam dinini dinsizler, misyonerler ve
oryantalistlere ve onların zehirli fikirlerine karşı müdafaa etmek, 2) İslami çalışma yapan
grupların yönelişini düzgün hale getirmek, gidişatında doğru yolu göstermek gayesiyle bizzat
İslam sahasında mücadele etmek.
Dinimiz içerisinde kendileriyle mücadele edilmesi gereken fikri akımlar öncelikli olarak
hurafeye dayalı akımlardır. Bu akımların yönelimi itikad konularında hurafeci, ibadette bidatçi,
fıkıhta taklitçi, siyasette yağcı kimselerdir. Bir de lafzi akımlar verdır. Bunlar inançta tartışmacı,
ibadette şekilci, detaylarda boğulan, davette kaba kimselerdir. Sonrasında red ve şiddet akımları
gelir. Bunlar da dikkat etmeden insanları çok çabuk küfürle itham eden, dine bağlanmakta
şiddet, katılık ve tavizsiz, kendileri dışındaki herkes hakkında kötü zan besleyen kimselerdir.
Müellin bu akımlar dışında özdüğü, akım orta yol akımıdır. Bu akım dini yerleştirmek
için, dini hayatı ve ameli anlamada denge ve orta yol esasına dayanır. Bunların temel özellikleri
dini kapsayıcı ve derinlikli olarak kavramak, Allah’ın sünnet ve kanunlarını iyi kavramak,
fetvada kolaylık ve davette müjdeleme metodunu benimsemek. İşte müellifin dediği gibi Hz.
Peygamber’in (s.a.v.) sünnet ve siretinde gösterdiği doğruyu bulmuş ve onu gösteren sahabenin
anlayıp uyguladığı ve bu ümmetin en hayırlı devirlerinde sahabeyi olması gerektiği gibi takip
edenlerin anladığı İslam’ı gerçek manada ifade eden bizim kabul ettiğimiz yol budur.
İslah alanında müellifin sorduğu sorulardan biri de: “şeriatı kanun Haline getirmek mi,
yoksa eğitim ve iletişim mi önceliklidir? El-Karadavi bu konudaki dengesizliğin islam şeriatı
denildiğinde dinin sadece hukuki yönünü, özellikle de had, kısas ve tazir cezaları anlaşılması
olduğunu söylemektedir. Evet, şeriatın hukuki yönü olduğu bir gerçektir. Fakat bunu talep
ederken aşırıya kaçmak, bunu her şeyin başı, son noktası ve dayanağı olarak görmek islami
düşünceye ve davet çalışmalına olumsuz tesirleri olmaktadır. Yapmamız gereken her sadaha ve
her seviyede İslâm’ı ve müthiş imkânlarıyla çağı temsil edebilecek iletişim elemanlarını
hazırlamak. Sonrasında mevcut iletişimci ve sanatçıları kazanma girişiminde bulunmak. Zira
toplum üzerinde büyük etkisi olan bu kimselerle yapılacak iletişim kitleler halinde davetin etki
sini görmek mümkün olacaktır.
11. Kültürümüzde Öncelikler Fıkhı
El-Karadavî kitabın bu bölümünde İslam Kültür ve Medeniyetimizde âlimlerin değişik
şekillerde ve farklı kaynaklarda öncelikler fıkhına önem verdiklerini söyler. bu duruma ibn
Ömer’e gelen bir adamın ihramlıyken sivrisinek öldürmenin hükmünü sorması üzerine onlara
nereden geldiklerini sorması ve onların Irak’tan geldiklerini öğrenince: “Hah şuna bakın
Peygamber’in (s.a.v.) evladını öldüren adamlar sineğin kanının hükmünü soruyor” diye cevap
vermesini örnek göstermiştir.
Müellif Yusuf el Karadavi "öncelikler fıkhı" nı bilmeyen ve dolayısıyla hangi amelin
önce yapılması gerektiğinden haberi olmayan kişilerin dini hükümler konusunda dengeleri nasıl
bozduklarını şu satırlarıyla en güzel şekilde özetlemiştir. "Her yılın Hac mevsiminde oldukça
çok sayıda zengin Müslümanın iştiyaklı bir şekilde nafile Hac yaptıklarını görmekteyim.
Bunlar, Ramazan ayında çoğu kez nafile hacca birde umre eklemekte ve bu konularda cömertçe
harcama yapmaktadırlar. Bazen de fakir Müslümanların bir kısmının masraflarını karşılayarak
onları yanlarında arkadaş olarak getirmektedirler. Halbuki onların masraflarını karşılayıp
getirdikleri fakir kimseleri Allah ne Hac ile ne de umre ile yükümlü kılmıştır. Fakat bu
masrafları yapanlardan 1 yıllık masrafın aynısını Filistin'de Yahudilerle veya bosna-hersek'te
sırplarla savaşmak, Endonezya'da veya bangladeş'te ki yahut diğer Asya ve Afrika ülkelerindeki
Hristiyan misyonerliğine karşı yapılan mücadele'ye destek sağlamak, bir davet merkezi
kurmak, zamanı olan uzman davetçiler hazırlamak ya da telif tercüme yapıp faydalı islami
yayınlar oluşturmak için talepte bulunduğun zaman başlarını büktüklerini ve kibirli bir şekilde
yüzlerini çevirdiklerini görürsün. Halbuki Kur'an'da açık bir şekilde dini mücadeleye ilişkin
amellerin Hac amellerinden daha faziletli olduğu ortaya konulmuştur. Bu gibi kimselerin Hac
ve umreleri nafile cinsindendir. Fakat küfür, imansızlık, dinsizlik ve bunların dayandığı dahili
ve harici güçlerle mücadele, şu anda çağın farzı ve günümüzün gerekli olan görevidir."
Müellif Kültürümüzde öncelikler fıkhına örnek verilecek hususlardan biri biri de Allah
katında, yasaklanan ve haram kılınan şeyleri terk etmek mi yoksa emredilen ve taat kabilinden
olan hususları yapmak mı öncelikli ve faziletlidir? Sorusuna bazı âlimlerin hadisten delil
getirerek yasak olanını terk etmenin emredileni yapmaktan daha öncelikli olduğu şekline cevap
verdiklerini söylemiş, aslında bu yorumunun nafile ibadetler için geçerli olduğu farz olanları
yapmanın haram olan şeyleri terk etmekten daha daha faziletli olduğunu söylemiştir.
12. Modern ıslahatçıların Davetlerinde Öncelikler Fıkhı
Müellif öncelikler fıkhı hususunda modern dönem ıslahatçılarının ve daletçilerinin
yaşayışına baktığımızda onlarının her birinin kendilerine göre İslamî hakikatleri farklı
anlamaları ve kendilerine göre görmüş oldukları kusur ve eksikleri düzeltme ihtiyacı
hissettiklerini göreceğimizi söylemektedir.
Bu ıslahatçılardan Arap yarımadasında Muhammed b. Abdulvehhâb önceliği inanca,
Sudan’daki Albay Muhammed el-Mehdî önceliği cihada, Cemalüddin el-Efgani önceliği
Müslümanların dini ve dünyevi hayatı için tehlike arz eden sömürgeliğe karşı direnişe,
Muhmmed Abduh önceliği Müslüman aklın taklit esaretinden kurtularak saf islami kaynaklara
bağlanmasına vermişlerdir.
Şehid İmam Hasan el Benna, öncelikle Müslümanların İslam anlayışını düzeltmek, batılı
ve laikler tarafından İslam'dan çıkarılan kısmı ona yeniden iade etmeye önem verdi. Zira
batılılar ve laikler İslam'ın, hukuksuz bir inanç, devletsiz bir din, güçsüz bir hak ve cihadsız bir
barış olmasını istediler. Hasan el Benna ise, dini tesis eden Allah'ın istediği gibi, İslam'ın inanç
ve hukuk, din ve devlet, hak ve güç, barış ve Cihad, mushaf ve kılıç olmasını arzuladı. O,
insanlara siyasetin İslam'ın bir parçası ve hürriyetin onun farzlarından bir farz olduğunu
açıklamak için büyük çaba sarfetti...

You might also like