Bu eser ilk olarak 2005 yılında yayınlanmış, daha sonra yazar
tarafından üzerinde değişiklikler yapılarak 2010 yılında tekrar basılmıştır. Bu çeviri, 2010 basımına göre yapılmıştır. (Ç.N.) KİŞİLER Nevval Janine Simon Alphonse Lebel Antoine Sevda Nihat NEVVAL'İN ATEŞİ 1. Noter Gündüz. Yaz. Noter'in Bürosu ALPHONSE LEBEL. Şüphesiz, şüphesiz, şüphesiz, gökteki kuşları seyretmeyi tercih ederdim. Ama maalesef, buradan bakınca, kuşlar değil, arabalar ve alışveriş merkezi görülüyor. Binanın öbür tarafındayken, bürom otoyola bakıyordu. Öyle matah bir yer değildi ama pencereme bir ilan asmıştım: Alphonse Lebel, Noter. Trafiğin yoğun olduğu saatlerde iyi reklam oluyordu. Şimdiyse bu taraftayım ve penceremden sadece alışveriş merkezini görüyorum. Alışveriş merkezi gökte süzülen bir kaz sürüsünün yerini tutmaz tabii. Kazların sürüler hâlinde yaşadığını bana öğreten anneniz olmuştu. Özür dilerim. Annenizden söz etmek istemezdim, acınız daha taze, ama gerçeklerle de yüzleşmek gerek. Hayat devam ediyor, ne demişler? C'est la vie ! Gelin, gelin, içeri girin, koridorda durmayın. Yeni bürom burası. Yeni taşınıyorum. Diğer noterler buradan gitti. Bu binadaki tek kişi benim. Burası çok daha iyi, çünkü otoyol öteki tarafta kaldığı için burada daha az gürültü var. Trafiğin yoğun olduğu saatlerde yaptığım reklamdan mahrum kaldım ama burada en azından penceremi açık tutabiliyorum; bu da iyi bir şey, çünkü henüz klima taktıramadım. Evet. Şimdi... Şüphesiz, kolay değil. Girin, girin, girin! Orada koridorda durmayın, koridor ne de olsa! Aslında anlıyorum, belki de içeri girmek istemiyorsunuz. Ben de olsam girmezdim. Evet. Neyse... Şüphesiz, şüphesiz, şüphesiz, sizinle başka şartlar altında, tanışmayı tercih ederdim, ama ne yaparsınız, cehennemde konfor beklememek lazım, böyle şeyleri de önceden kestirmek kolay değil. Ölüm önceden tahmin edilemez. Ölümle pazarlık edemezsiniz. Ölüm bütün yeminleri bozar. Daha sonra gelecek sanırsınız, ama ölüm canı istediği zaman gelir. Annenizi severdim. Size bunu doğrudan, kısaca söylüyorum: annenizi severdim. Bana sık sık sizden; ikinizden bahsederdi. Aslında, sık sık değil, ama bana sizden bahsetti. Biraz. Arada sırada. Öyle kendiliğinden. İkizler derdi. İkiz kız kardeş, ikiz erkek kardeş. Nasıldı biliyorsunuz işte; hiçbir zaman, hiçbir kimseye, hiçbir şey söylemezdi. Yani demek istiyorum ki, konuşmaktan tümüyle vazgeçmesinden çok önceleri bile, zaten pek bir şey söylemezdi; siz ikiniz hakkında da hiç konuşmadı. Öyleydi işte. Öldüğünde yağmur yağıyordu. Bilemiyorum. Yağmur yağdığı için çok hüzünlenmiştim. Onun ülkesinde hiç yağmur yağmaz, o yüzden son isteği gibiydi sanki, tahmin edebilirsiniz, havanın öyle bozması sanki bir vasiyet gibiydi. Kuşlara benzemez tabii, birinin vasiyeti diyorum, kesinlikle, çok farklıdır. Garip ve tuhaftır, yabancıdır, ama gereklidir. Yani demek istiyorum ki, bu gerekli bir fenalıktır. Affedersiniz. Gözyaşlarına boğulur. 2. Son Arzu ve Vasiyetname Birkaç dakika sonra. Noter'in Bürosu. İkiz erkek kardeş ve kız kardeş. ALPHONSE LEBEL. Bayan Nevval Marvan'ın son arzusu ve vasiyetnamesi. Mühür ve kayıt altına alınması dolayısıyla bu vasiyetnamenin okunması sırasında hazır bulunanlar Bay Trinh Xiao Feng, Viyetkong Burger Restoranın sahibi; ve Bayan Suzanne Lamontagne, Viyetkong Burger'de garson. O zamanlar bu restoran binanın giriş katındaydı. O günlerde, iki şahide ihtiyacım olduğu durumlarda, hemen aşağı iner Trinh Xiao Feng'i çağırırdım. O da Suzanne ile birlikte hemen gelirdi. Trinh Xiao Feng'in karısı, Hui Huo Xiao Feng bakardı dükkâna. Dükkân şimdi kapandı tabii. Kapandı. Trinh öldü. Hui Huo Feng yeniden evlendi, bir zamanlar yazıhanemi paylaştığım meslektaşım Noter Yvon Vachon'un birinci kâtibi Real Bouchard'la evlendi. Hayat böyle işte. Her neyse. Vasiyetnamenin açılışı her iki çocuğunun da huzurunda gerçekleştirilmiştir: Janine Marvan ve Simon Marvan, her ikisi de yirmi iki yaşında ve her ikisi de 20 Ağustos 1980'de Ville Emard'da Aziz Fransua Hastanesi'nde dünyaya gelmişler... Buraya yakın sayılır... Bayan Nevval Marvan'ın arzusu doğrultusunda; onun haklarını ve isteklerini gözetmek amacıyla, Noter Alphonse Lebel, vasiyetnamenin ve son arzuların uygulatıcısı olarak tayin edilmiştir... Şunu belirtmek isterim ki, bu annenizin kararıydı. Ben şahsen buna karşıydım, aksi yönde tavsiyede bulundum, ama o ısrar etti. Reddedebilirdim, ama yapamadım. Noter zarfı açar. Vasiyetname okunur. Sahip olduğum, her şey, canımın bir parçası ve soyumun devamı olan ikiz evlâtlarım Janine ve Simon Marvan arasında eşit olarak bölünecektir. Nakit paramı eşit hisseler şeklinde olmak kaydıyla onlara bırakıyorum; mobilyalarımı arzularına ve ortak kararlarına göre elden çıkartmalarını istiyorum. Bu konuda bir tartışma ya da anlaşmazlık ortaya çıkarsa, vasiyetnamemin uygulatıcısı eşyayı satacak ve elde edilen geliri ikiz kardeşler arasında eşit olarak bölüştürecektir. Giysilerim uygulatıcının tespit edeceği bir hayır kurumuna bağışlanacaktır. Özel vasiyet: Siyah dolmakalemimi arkadaşım Noter Alphonse Lebel'e bırakıyorum. Sırtında yetmiş iki yazan hâkî ceketimi Janine Marvan'a bırakıyorum. Kırmızı defteri Simon Marvan'a bırakıyorum. Noter bu üç nesneyi ortaya çıkartır. Cenaze İşlemleri: Noter Alphonse Lebel'e. Noterim ve dostum, İkizleri yanına al Beni çıplak olarak gömün Beni tabutsuz olarak gömün Giysi olmasın, örtü olmasın, kefen olmasın Dua olmasın Yüzüm toprağa baksın. Bir çukur açıp beni dibine yerleştirin Yüzüm aşağıda, toprağa değsin. Veda gösterisi olarak Her biriniz bir kap Soğuk su döksün Bedenimin üzerine. Sonra çukuru toprakla doldurun ve mezarımı düzleştirip gizleyin. Mezar taşı ve kitabe: Noter Alphonse Lebel'e. Noterim ve dostum, Mezarıma hiçbir taş yerleştirilmesin İsmim hiçbir yere kazınmasın. Verdiği sözü tutmayanlar mezar taşını hak etmezler Verilen bir söz tutulmadı. Sessiz kalanlar mezar taşını hak etmezler Ve hep sessiz kalındı. Taş olmasın Taşın üstünde isim olmasın Mevcut olmayan taşın üstünde mevcut olmayan isim için kitabe olmasın İsim olmasın. Janine ve Simon'a, Simon ve Janine'e, Çocukluk boğaza saplanmış bir bıçaktır, Kolay kolay çıkmaz. Janine, Noter Lebel sana bir zarf verecek. Bu zarf senin için değil. Baban için, Senin ve Simon'un babası için. Onu bul ve zarfı ona ver. Simon, Noter Lebel sana bir zarf verecek. Bu zarf senin için değil. Ağabeyin için. Senin ve Janine'in kardeşi. Onu bul ve zarfı ona ver. Bu zarflar alıcılarına teslim edildiğinde Size bir mektup verilecek Sessizlik o zaman bozulmuş olacak İşte o zaman mezarıma bir taş yerleştirilebilir. Ve işte o zaman güneşte parlayan bir taşa ismim kazınabilir. Uzun sessizlik. SIMON. Bizi çileden çıkartmak için son nefesine kadar elinden geleni yaptı! Orospu! Geri zekâlı orospu! Allah’ın belâsı kahpe! Sıçtığımın orospusu! Son nefesine kadar, bizi delirtmek için gerçekten de elinden gelen her şeyi yaptı! Yıllarca, evet yıllarca bekledik, dedik ki bu kaltak karı yakında geberecek, ve hayatımızın içine sıçmaya artık bir son verecek! Sonra birden; tombala! Sonunda nalları dikti! Ama sürpriiizz! Daha bitmedi! Lanet olsun! Bunu hiç beklemiyorduk. Tanrım! Bize tuzak kurdu, Allah’ın belâsı orospu her şeyi ince ince hesapladı! Emin olun, onu tepetaklak bir çukura gömeceğiz! Hiç şüpheniz olmasın! Mezarını tükürüğe boğacağız! Sessizlik. En azından ben tüküreceğim! Sessizlik. Geberdi, ama gebermeden az önce, hayatımızı daha fazla nasıl mahvedebileceğini sordu kendi kendine. Oturdu, uzun uzun düşündü ve sonunda buldu! Vasiyetnamesini yazacaktı; Allah’ın belâsı vasiyetnamesini! ALPHONSE LEBEL. Bunu beş yıl önce yazmıştı. SIMON. Umurumda değil. ALPHONSE LEBEL. Dinleyin! Artık öldü. Anneniz öldü. Ölü bir şahsiyet. Hiçbirimizin çok iyi tanımadığı, ancak her şeye rağmen bir zamanlar kendine göre bir öneme sahip olmuş biri. Bir zamanlar genç olmuş, yetişkin olmuş, sonra yaşlanmış ve sonra da ölmüş biri! Demek ki bütün bunların bir yerde bir açıklaması olmalı! Bunu görmezden gelemezsiniz! Yani, bu kadın, koca bir hayat yaşamış, Tanrı aşkı için, bunun da bir yerlerde bir değeri olmalı. SIMON. Ağlamayacağım! Yemin ederim ağlamayacağım! Anneniz öldü! Kimin umurunda ki, Tanrı aşkına! Geberdiyse kimin umurunda! O kadına hiçbir şey borçlu değilim. Bir damla bile gözyaşı akıtmayacağım, bir damla bile! Başkaları ne söylerse söylesin. Annemin ölümü ardından ağlamadığımı söylesinler! Onun annem olmadığını söyleyeceğim! Onun bir hiç olduğunu! Onun bizim için önemli olduğunu da nereden çıkardınız, ha? Hiç numara falan yapmaya çalışmayacağım! Ağlamaya çalışmayacağım! O benim için hiç ağladı mı ki? Ya da Janine için? Asla! Hiçbir zaman! Onun bir kalbi yoktu ki, kalbi tuğla gibiydi. Bir tuğlanın, bir taşın ardından ağlamazsın ki, ağlayamazsın; o kadar! Kalp değildi onunki, bir tuğlaydı, Allah belâsını versin, bir tuğla! Artık onu düşünmek de istemiyorum, ondan bahsedildiğini duymak da; asla! ALPHONSE LEBEL. Yine de, vasiyetinde ikinizle ilgili isteklere yer vermiş. İkinizin de ismi vasiyetnamede açıkça — SIMON. Aman ne güzel! Biz onun evlâtlarıyız ama siz onun hakkında bizden daha fazla şey biliyorsunuz! İsimlerimiz vasiyetnamede ise ne olmuş yani. Bize ne! ALPHONSE LEBEL. Zarflar, defter, para— SIMON. Onun parasını istemiyorum, defterini de istemiyorum... Kahrolası defteri sayesinde benimle temas kurabileceğini sanıyorsa yanılıyor! Hadi canım! Ne şaka ama: “Gidip babanızı ve ağabeyinizi bulun!” O kadar önemli idiyse, neden gidip kendi bulmamış?! Başka bir yerdeki bir oğul bu kadar önemli idiyse, o kaltak karı neden bizimle daha fazla ilgilenmedi o zaman? O Allah’ın belâsı vasiyetnamesinde bizden bahsederken neden çocuklarım sözünü kullanmıyor peki? Neden oğlum demiyor, neden kızım demiyor! Salak değilim ben! Geri zekâlı değilim! Neden hep ikizler diye söz ediyor bizden? İkiz kız kardeş, ikiz erkek kardeş, “kanımın, soyumun devamı”, sanki biz bir kusmuk yığınıymışız gibi, sanki kurtulması gereken bok parçasıymışız gibi! Neden?! ALPHONSE LEBEL. Bakın. Sizi anlıyorum! SIMON. Sen neyi anlayabilirsin ki, geri zekâlı? ALPHONSE LEBEL. Az önce duyduklarınızın sizi şaşırttığını, bir boşluk duygusuna sebep olduğunu anlayabiliyorum; şu anda “Neler dönüyor, kimiz biz, neden biz değil de onlar” diye düşündüğünüzü anlayabiliyorum, yani sizi gerçekten anlıyorum. İnsanın öldü sandığı babasının hayatta olduğunu ve bu dünya üzerinde bir yerlerde yaşayan bir kardeşe sahip olduğunu öğrenmesi öyle pek sık karşılaşılan bir durum değildir. SIMON. Öyle bir baba yok, kardeş de yok. Palavra bunlar! ALPHONSE LEBEL. Bir vasiyetnamede palavra olmaz. Böyle şeylere palavra diyemeyiz. SIMON. Siz onu tanımazsınız! ALPHONSE LEBEL. Ben onu farklı bir biçimde tanıyorum. SIMON. Her neyse, bu konuyu sizinle tartışmak niyetinde değilim! ALPHONSE LEBEL. Annenize inanmak zorundasınız. SIMON. Hiç niyetim yok... ALPHONSE LEBEL. Kendince haklı sebepleri vardı. SIMON. Sizinle tartışmak istemiyorum. İstemiyorum, o kadar. On gün sonra boks maçım var, ilgilendiğim tek şey bu. O kadını gömeceğiz ve her şey bitecek. Bir dükkâna gideceğiz, bir tabut satın alacağız, onu tabuta koyacağız, tabutu bir çukura yerleştireceğiz; sonra çukura biraz toprak, toprağın üstüne bir taş, taşın üstüne de onun ismi; sonra da basıp gideceğiz. ALPHONSE LEBEL. Mümkün değil. Annenizin son arzuları bunlar değil ve ben de onun arzularına zıt bir şekilde davranmanıza izin veremem. SIMON. Sen kim oluyorsun da bize akıl öğretiyorsun? ALPHONSE LEBEL. Ben, hoşunuza gitmese de, vasiyetnamenin uygulatıcısıyım; ayrıca, bu kadınla ilgili görüşlerinize katılmıyorum. SIMON. Onu nasıl ciddiye alabilirsiniz ki? Daha neler! Yıllarca, her Allah’ın günü mahkeme salonuna gidip her türlü sapığın, manyağın, katilin duruşmasını izliyor; sonra bir gün aniden, çenesini kapatmaya karar veriyor, bir daha da tek kelime etmiyor! Asla! Yıllarca! Tek bir kelime bile konuşmadan geçen beş yıl: epey bir zaman, değil mi! Ne bir kelime, ne de bir ses; bir daha ağzından hiçbir şey çıkmıyor. Sonra yine bir gün aniden, kafasında bir vida gevşiyor, teller kısa devre yapıyor, sigortası atıyor, her neyse işte, bu sefer de yıllar önce ölmüş ama hâlâ hayatta olan bir koca ve hiçbir zaman var olmamış bir erkek evlât icat ediyor; bu orospu karı her zaman sahip olmayı arzu ettiği, sahiden sevebileceği bir çocuk doğuruyor kafasında ve benim gidip onu bulmamı emrediyor! Onun son arzularını nasıl ciddiye alabilirsiniz— ALPHONSE LEBEL. Sakin olun! SIMON. Aklı başında bir insanın vasiyetinden söz ettiğimize beni nasıl ikna edebilirsiniz— ALPHONSE LEBEL. Sakin olun! SIMON. Allah belâsını versin! Siktir! O orospu çocuğu orospunun Allah bin belâsını versin! Siktir, siktir, siktir... Sessizlik. ALPHONSE LEBEL. Şüphesiz, şüphesiz, şüphesiz, ama yine de, durumu böyle yorumlamanın işinize geldiğini kabul etmek zorundasınız... Bilmiyorum, beni ilgilendirmez tabii... haklısınız... Bu kadar uzun bir süre neden hiç konuşmadığına kimse bir anlam veremedi, evet... Evet... İlk bakışta, bu bir tür delilik gibi geliyor... Ama belki de değildir... Yani, belki de başka bir şeydi... Sizi üzmek istemem, ama aklını kaybetmiş olsaydı bir daha hiç konuşmazdı. Ama geçen gün, geçen gece, biliyorsunuz, inkâr edemezsiniz, sizi aradılar ve konuştuğunu söylediler. Bunun sadece bir rastlantı olduğunu iddia edemezsiniz! Ben şahsen buna inanmıyorum! Bence, bu onun size sunduğu bir hediyeydi! Size verebileceği en güzel hediye! Yani, bence bu çok önemli. Tam sizin doğum gününüzde ve doğum saatinizde tekrar konuştu! Peki, ne dedi? “Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda.” Bence bu sıradan bir cümle değil! “Bana bol salçalı bir sosisli sandviç getirin” veya “Şu tuzluğu versene!” demedi ki! Hayır! “Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda!” Düşünsenize! Hastabakıcı da duymuş! Evet duymuş! Neden yalan söylesin ki? Yalan olamaz. Bu kadar sahici bir şeyi uydurmuş olamaz ki! Siz de, ben de, herkes de biliyor ki, böyle bir cümle tıpatıp onun cümlesidir. Ama tamam, sizinle aynı fikirdeyim. Söyledikleriniz doğru. Yıllarca tek kelime konuşmadı. İtiraf etmeliyim ki, eğer durumu olduğu gibi kalsaydı, benim de tereddütlerim olurdu. Haklı olduğunuz noktalar var, kabul ediyorum. Ama yine de, görmezden gelemeyiz, her şeyi göz önünde bulundurmalıyız. Son derece aklı başında bir davranışta bulundu. Doğum gününüzde, tam doğum saatinizde! “Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda!” Bunu inkâr edemezsiniz. Doğum gününüzü inkâr etmek olur bu. İnsan böyle bir şeyi görmezden gelemez. Şüphesiz, şu anda ne isterseniz yapmakta özgürsünüz, şüphesiz, şüphesiz, annenizin son arzularına saygı göstermemekte özgürsünüz. Sizi mecbur eden bir şey yok. Ama başkalarının da sizin gibi davranmasını istemeyin. Benim mesela. Kız kardeşinizin. Durum ortada: anneniz her birimizden onun için bir şey yapmamızı istiyor, son arzuları bunlar ve herkes nasıl istiyorsa öyle davranmakta serbest. İdam edilecek birinin bile son arzularını gerçekleştirme hakkı vardır. Annenizin neden olmasın... SIMON çıkar. Zarflar burada. Onları muhafaza edeceğim. Bugün hiçbir şey duymak istemiyorsunuz, ama belki daha sonra. Roma bir günde inşa edilmedi. Bazı şeyler zaman alır. Hazır olduğunuz zaman beni arayabilirsiniz... JANINE çıkar. 3. Grafik kuramı, çevresel görüş JANINE'in ders verdiği sınıf. Bir tepegöz projektör. JANINE tepegözün ışığını açar. Ders başlar. JANINE. İçinizden kaç kişinin önünüzdeki sınavdan geçeceğini bugünden bilmenin imkânı yok. Şu ana kadar öğrendiğiniz matematik, kesin ve belirli bir biçimde ortaya konmuş problemlere kesin ve belirli çözümler bulmakla ilgili idi. Grafik kuramı konusundaki bu tanıtım dersinde karşılaşacağınız matematik ise tümüyle farklıdır; çünkü burada, her biri öncekinden daha çözülmez olan yeni problemlere ulaşmamıza sebep olan çözülmez problemlerle uğraşacağız. Çevrenizdeki insanlar, uğraştığınız şeyin faydasız olduğu konusunda ısrarcı olacaklar. Konuşma biçiminiz değişecek, ve dahası, sessizce durup derin derin düşünmeye başlayacaksınız. İşte çevrenizdeki insanların asıl zoruna giden bu olacak. AIDS'e çare bulmak, ya da kanseri tedavi etmek için araştırmalar yapmak yerine, bütün zekânızı saçma sapan kuramsal çalışmalarda heba ettiğiniz için insanlar sizi sürekli eleştirecek. Kendinizi savunmak için konuşamayacaksınız bile, çünkü konuşmalarınız zaten yorucu, yıpratıcı kuramsal karmaşalara dönüşmüş olacak. Salt matematiğe hoş geldiniz, diğer bir deyişle, yalnızlığın dünyasına... Grafik kuramına giriş. Spor salonu. SIMON ve RALPH. RALPH. Son maçını neden kaybettin, biliyor musun Simon? Peki ondan öncekini neden kaybettiğini biliyor musun? SIMON. Formda değildim, o yüzden. RALPH. Böyle gidersen hiçbir zaman dereceye giremeyeceksin. Eldivenlerini tak. JANINE. Beş kenarı A, B, C, D ve E olarak etiketlenmiş basit bir çokgeni ele alalım. Bu çokgene, Çokgen K diyelim. Şimdi, bu çokgenin, bir ailenin yaşadığı bir evin zemin planını temsil ettiğini hayal edelim. Ailenin her bir ferdi, evin bir köşesine yerleşmiş olsun. Şimdilik, A, B, C, D ve E köşelerine, Çokgen K’da birlikte yaşayan büyükanne, baba, anne, oğul ve kızı yerleştirelim. Şimdi kendimize şunu soralım; bulunduğu yerden kim kimi görmektedir. Büyükanne babayı, anneyi ve kızı görmektedir. Baba, anneyi ve büyükanneyi görmektedir. Anne büyükanneyi, babayı, oğlu ve kızı görmektedir. Oğul anneyi ve kız kardeşini gömektedir. Kız kardeş ise, erkek kardeşini, anneyi ve büyükanneyi görmektedir. RALPH. Bakmıyorsun! Körsün sen! Karşındaki herifin ayak hareketlerini görmüyorsun. Yaptığı savunmayı görmüyorsun... Biz buna çevresel görüş sorunu diyoruz. SIMON. Tamam. Tamam. JANINE. Biz bu uygulamaya, K Çokgeni’nde yaşayan ailenin kuramsal uygulaması diyoruz. RALPH. Isın! JANINE. Şimdi evin duvarlarını kaldıralım ve birbirini görebilen aile bireyleri arasına eğik çizgiler çizelim. Bu işlemin ortaya çıkarttığı çizime, K Çokgeni'nin görünürlük grafiği adı verilir. RALPH. Aklında tutman gereken üç şey var. JANINE. Önümüzdeki üç yıl boyunca meşgul olacağımız üç temel parametre var: çokgenlerin kuramsal uygulaması... RALPH. Sen en güçlüsün! JANINE. Çokgenlerin görünürlük grafikleri... RALPH. Karşındaki herife merhamet göstermeyeceksin! JANINE. Ve son olarak, çokgenler ve çokgenlerin doğası. RALPH. Ve ancak kazanırsan profesyonel olabilirsin. JANINE. Karşımızdaki problem kısaca şöyledir: Size az önce gösterdiğim gibi, her basit çokgen için, onun görünürlük grafiğini ve kuramsal uygulamasını kolaylıkla çizebilirim. Peki, örneğin elimizdeki gibi bir kuramsal uygulamadan yola çıkarak, görünürlük grafiğini ve buna denk düşen çokgeni nasıl çizebilirim? Bu uygulamada gösterilen aile fertlerinin yaşadığı evin şekli nedir? Çokgeni çizmeye çalışın. Gong sesi, SIMON hemen atılır ve antrenörünün ellerini yumruklamaya başlar. RALPH. Aklın başka yerde, dikkatini toplamıyorsun. SIMON. Annem öldü! RALPH. Biliyorum, annenin kaybını atlatmanın en iyi yolu gelecek dövüşü kazanmaktır. Ringe çık ve dövüş! Aksi hâlde hiçbir zaman başarılı olamayacaksın. JANINE. Asla başaramayacaksınız. Grafik kuramı esas olarak bu problem üzerine inşa edilmiştir ve şimdilik çözülmesi imkansız bir problem olmaya devam etmektedir. Asıl güzel olan da bu imkânsızlıktır. Gong sesi. Antrenmanın sonu. 4. Kanıtlanması gereken varsayım Akşam. Noter'in bürosu. ALPHONSE LEBEL ve ikiz kız kardeş. ALPHONSE LEBEL. Şüphesiz, şüphesiz, şüphesiz, hayatta böyle anlar olur, iki uç arasında sıkışıp kalır insan. O zaman harekete geçmek zorundasınız. Balıklama dalmak zorundasınız. Geri gelmenize çok sevindim. Anneniz adına çok sevindim. JANINE. Zarf sizde mi? ALPHONSE LEBEL. İşte burada. Bu zarf sizin için değil, babanız için. Anneniz onu bulmanızı ve zarfı vermenizi istiyor. JANINE bürodan çıkmak için hazırlanır. Ayrıca sırtında yetmiş iki yazan bu hâkî ceketi de size bıraktı. JANINE ceketi alır. Babanızın hayatta olduğuna inanıyor musunuz? JANINE çıkar. Sessizlik. JANINE geri gelir. JANINE. Matematikte, bir artı bir, bir nokta dokuz ya da iki nokta iki etmez. Bir artı bir iki eder. Buna inansanız da inanmasanız da eder. Keyfiniz yerindeyse de, kendinizi berbat hissediyorsanız da, bir artı bir iki eder. Biz hepimiz bir çokgenin içindeyiz. Ben ait olduğum çokgenin içindeki yerimi bildiğimi sanıyordum. Sadece erkek kardeşi Simon'ı ve annesi Nevval'i görmekte olan bir nokta olduğumu sanıyordum. Bugün, keşfettim ki, bulunduğum noktadan babamı görmem de mümkün olabilir; yine öğrendim ki, bu çokgenin başka bir üyesi daha var; başka bir erkek kardeş. Bugüne kadar çizmiş olduğum görünürlük grafiği meğer yanlışmış. Peki, ben bu çokgenin neresinde duruyorum? Bunu bulabilmek için, bir varsayımı kanıtlamak zorundayım. Benim babam öldü. Varsayımım bu. Her şey bunun doğru olduğuna inanmamızı söylüyor. Ancak, hiçbir şey bunu kanıtlamıyor. Onun cesedini ya da mezarını görmedim. Bu yüzden de, bir sayısıyla sonsuzluk arası bir yerde, babamın hâlâ hayatta olması bir olasılıktır. Hoşça kalın, Bay Lebel. JANINE çıkar. NEVVAL (on dört yaşında) bürodadır. ALPHONSE LEBEL bürosundan dışarı çıkar ve koridordan seslenir. ALPHONSE LEBEL. Janine! NEVVAL. (seslenerek) Vahap! ALPHONSE LEBEL. Janine! Janine! ALPHONSE LEBEL bürosuna döner, cep telefonunu çıkartır ve bir numara çevirir. NEVVAL. (seslenerek) Vahap! VAHAP. (uzaktan) Nevval! NEVVAL. (seslenerek) Vahap! VAHAP. (uzaktan) Nevval! ALPHONSE LEBEL. Alo, Janine? Ben Noter Lebel. Aklıma bir şey geldi de. NEVVAL. (seslenerek) Vahap! VAHAP. (uzaktan) Nevval! ALPHONSE LEBEL. Annen, babanla çok küçük yaşta tanıştığını anlatmıştı. NEVVAL. (seslenerek) Vahap! ALPHONSE LEBEL. Sana söyleyeyim dedim, bilmiyorum haberin var mıydı. VAHAP. (uzaktan) Nevval! 5. Orada bir şey var Şafak vakti. Bir orman. Bir kayalık. Beyaz ağaçlar. NEVVAL (on dört yaşında). VAHAP. NEVVAL. Vahap! Beni dinle. Hiçbir şey söyleme. Hayır. Konuşma. Bir kelime söylersen, tek bir kelime bile, ölümüme sebep olabilirsin. Bizim felâketimiz olacak mutluluğu henüz bilmiyorsun. Vahap, dilimin ucuna kadar gelen sözleri serbest bıraktığım anda, sen de ölecekmişsin gibi geliyor. Susacağım, Vahap, hiç konuşmayacağım, bu yüzden sen de hiçbir şey söylemeyeceğine söz ver, lütfen, çok yoruldum, lütfen, sessizliği kabul et. Şşşşşş! Bir şey söyleme. Hiçbir şey söyleme. Sessizliğe gömülür. Bütün gece seni aradım. Bütün gece koştum. Seni beyaz ağaçların yetiştiği kayalıkta bulacağımı biliyordum. Sana anlatacağım. Bütün kasaba duysun, ağaçlar duysun, gece, ay ışığı ve bütün yıldızlar duysun diye avaz avaz bağırmak istedim. Ama yapamadım. Bunu senin kulağına fısıldamak zorundayım, Vahap, ve bunu yaptıktan sonra; daha küçücük bir kız çocuğuyken seni bulmuş ve seninle birlikte gerçek yaşamımın kollarına düşmüş olsam da; sen uzakta olduğunda kendimi hiçbir zaman tamamlanmış hissetmeyeceğimi bilsem de; dünyada en çok istediğim şey bu olduğu hâlde seni kollarımla sarmaya cesaret edemeyeceğim; senden bir daha asla bir şey isteyemeyeceğim. VAHAP NEVVAL'i öper. Karnımda bir bebek var, Vahap! Karnım seninle dolu. Karnım seninle dolu. Ne kadar garip, değil mi? Ne kadar muhteşem ve ne kadar korkunç, değil mi? Bu bir boşluk; yabanî kuşlara geri verilen hürriyet gibi bir şey, öyle değil mi? Bundan sonra kelimeler olmayacak. Sadece rüzgâr! Karnımda bir çocuk var. İhtiyar Elham'ın söylediklerini duyduğumda, kafamın içinde bir okyanus patladı sanki. Patladı, katılaştı ve kurudu. VAHAP. Belki de Elham yanılıyordur. NEVVAL. Elham hiçbir zaman yanılmaz. Ona sordum. “Elham, emin misin?” Güldü. Yanağımı okşadı. Kırk yıldır kasabadaki bütün bebekleri doğurtanın kendisi olduğunu söyledi. Beni annemin karnından o çıkartmış, annemi de annesinin karnından çıkartmış. Elham asla yanılmaz. Kimseye bir şey söylemeyeceğine söz verdi. “Benim üstüme vazife değil” dedi, “ama iki hafta sonra, daha fazla saklayamayacaksın.” VAHAP. Biz de saklamayız. NEVVAL. Öldürürler bizi. Önce seni. VAHAP. Onlara açıklarız. NEVVAL. Bizi dinlerler mi sanıyorsun? Bizi duyarlar mı? VAHAP. Neden korkuyorsun, Nevval? NEVVAL. Sen korkmuyor musun? (bir an) Elini buraya koy. Nedir bu? Öfke mi bilmiyorum, korku mu bilmiyorum, mutluluk mu bilmiyorum. Bundan elli yıl sonra, senle ben, nerede olacağız? VAHAP. Dinle beni, Nevval. Bu gece, bize verilmiş bir hediye. Bunu söylemem çılgınlık olabilir, ama benim bir yüreğim var ve güçlü bir yürek bu. Sabırlı bir yürek. Bize bağıracaklar, biz de bırakacağız bağırsınlar. Küfür edecekler, biz de bırakacağız küfretsinler. Fark etmez. Her şey bittikten sonra, bütün bu bağrışlar ve küfürler bittikten sonra, geride sadece sen ve ben kalacağız. Sen, ben ve çocuğumuz, senin ve benim çocuğumuz. Senin yüzün ve benim yüzüm aynı yüzde. İçimden gülmek geliyor. Beni dövecekler, ama her zaman aklımın gerisinde bir çocuk olacak. NEVVAL. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda... VAHAP. Her zaman birlikte olacağız. Eve git, Nevval. Evdekiler uyanana kadar bekle. Seni gördüklerinde, şafakta, orada oturmuş onları beklerken gördüklerinde, sana kulak verecekler; çünkü önemli bir şey olduğunu sezecekler. Eğer korkarsan, düşün ki aynı anda, ben de kendi evimde olacağım ve evdekilerin uyanmasını bekleyeceğim. Ben de onlara anlatacağım. Şafak vaktine az kaldı. Benim seni düşüneceğim gibi sen de beni düşün ve sakın siste yolunu kaybetme. Unutma: birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda... VAHAP çıkar. 6. Katliam NEVVAL'in evinde. Anne ve kızı (on dört yaşında). CİHAN. Bu çocuk senin değil, Nevval. NEVVAL. Ama benim karnımda. CİHAN. Unut karnını! Bu çocuğun seninle ilgisi yok. Senin ailenle ilgisi yok. Annenle ilgisi yok, hayatınla ilgisi yok. NEVVAL. Elimi buraya koyduğumda yüzünü görebiliyorum. CİHAN. Ne gördüğünün önemi yok. Bu çocuğun seninle ilgisi yok. Bu çocuk senin değil. Böyle bir çocuk yok. NEVVAL. Elham bana söyledi. “Bir bebek bekliyorsun” dedi. CİHAN. Elham senin annen değil. NEVVAL. Anlattı bana. CİHAN. Elham'ın sana ne anlattığı önemli değil. Böyle bir çocuk mevcut değil. NEVVAL. Peki ya doğduğu zaman? CİHAN. O zaman da mevcut olmayacak. NEVVAL. Anlamıyorum. CİHAN. Sil gözyaşlarını! NEVVAL. Ağlayan sensin. CİHAN. Ağlayan ben değilim, bütün hayatın yanaklarından aşağı akıp gidiyor! Çok ileri gittin, Nevval, kirlenmiş karnınla eve geri döndün, şimdi de burada, bebeğinin ele geçirdiği vücudunla karşımda durmuş bana diyorsun ki: aşığım ve aşkımı karnımda taşıyorum. Ormandan geri dönüyorsun ve asıl ağlayanın ben olduğumu söylüyorsun. İnan bana, Nevval, böyle bir çocuk yok. Onu unutacaksın. NEVVAL. İnsan kendi karnını unutamaz ki. CİHAN. İnsan unutabilir. NEVVAL. Ben unutmayacağım. CİHAN. O zaman bir seçim yapacaksın. Bu çocuğa sahip olmak istersen, şu an, tam şu an, artık sana ait olmayan giysilerini çıkartacaksın ve bu evi terk edeceksin, aileni, köyünü, dağlarını, göğü ve yıldızları terk edeceksin, beni terk edeceksin... NEVVAL. Anne. CİHAN. Soyun, çırılçıplak bedenin ve içinde taşıdığın canla beni terk et. Ya da kal, ve diz çök, Nevval, diz çök. NEVVAL. Anne. CİHAN. Soyun, ya da diz çök. NEVVAL diz çöker. Bu evden dışarı çıkmayacaksın, böylece içindeki hayat içinde gizli kalacak. Elham gelecek ve bu bebeği karnından alacak. Onu alacak ve kime isterse ona verecek. 7. Gırtlağa saplanmış bir bıçak NEVVAL (on beş yaşında) anneannesi NEZİRE ile birlikte. NEVVAL. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda. NEZİRE. Sabırlı ol, Nevval. Sadece bir ayın kaldı. NEVVAL. Gitmeliydim, anneanne, diz çökmemeliydim. Giysilerimi geri verip, her şeyi bırakıp, evi, köyü, her şeyi terk etmeliydim. NEZİRE. Fakirliğin gözü kör olsun, Nevval. Hayatlarımızda güzellikten eser yok. Güzellik yok. Sadece çileli ve acıtıcı bir hayatın öfkesi var. Her köşe başına nefret kazınmış. Hiç kimse şefkâtle, sevgiyle konuşmuyor. Haklısın, Nevval, sen yaşaman gereken aşkı yaşadın ve sahip olman gereken çocuk elinden alınıp götürülecek. Sana ne kaldı peki, ne yapacaksın? Fakirlikle savaşabilirsin, belki, ya da fakirlik içinde boğulup gidersin. NEZİRE artık odada değildir. Biri pencereye vurmaktadır. VAHAP'IN SESİ. Nevval! Nevval, benim. NEVVAL. Vahap! VAHAP'IN SESİ. Beni dinle, Nevval. Fazla vaktim yok. Şafakta beni götürecekler, buradan ve senden çok uzağa götürecekler. Az önce beyaz ağaçların yetiştiği kayalıktan geldim. Çocukluğumun görüntülerine elveda dedim ve çocukluğum seninle dolu, Nevval. Bu gece çocukluk boğazıma sapladıkları bir bıçak. Artık ağzımda her zaman senin kanının tadı olacak. Bunu sana söylemek istedim. Sana anlatmak istedim; bu gece kalbim seninle dolu, sanki patlayacak. Herkes bana seni gereğinden fazla sevdiğimi söyleyip duruyor. Ama ben bunun, çok sevmenin ne demek olduğunu bilmiyorum; senden uzak olmanın ne demek olduğunu, senin yanında olmamanın ne demek olduğunu bilmiyorum. Sen olmadan yaşamayı öğrenmem gerekecek. “Elli yıl sonra biz nerede olacağız?” diye sorarken ne söylemeye çalıştığını şimdi anlıyorum. Cevabı bilmiyorum. Ama nerede olursam olayım, sen de orada olacaksın. Okyanusu birlikte görmeyi hayal etmiştik. Dinle, Nevval, söylüyorum işte, dinle, okyanusu gördüğüm gün, okyanus kelimesi kafanın içinde sanki infilak edecek, öyle bir patlayacak ki, sen gözyaşlarına boğulacaksın, çünkü seni düşündüğümü bileceksin. Nerede olursam olayım birlikte olacağız. Birlikte olmaktan daha güzel hiçbir şey yok. NEVVAL. Seni işitiyorum, Vahap. VAHAP. Gözyaşlarını silme, çünkü şafak sökene kadar ben de kendi gözyaşlarımı silmeyeceğim; ve sen çocuğumuzu doğurduğun zaman, onu ne kadar sevdiğimi anlat, seni ne kadar sevdiğimi anlat. Anlat ona. NEVVAL. Anlatacağım, söz veriyorum anlatacağım. Senin için ve benim için, anlatacağım. Kulağına şöyle fısıldayacağım: “Ne olursa olsun, seni her zaman seveceğim.” Senin için ve kendim için, ona böyle söyleyeceğim. Sonra beyaz ağaçların yetiştiği kayalığa gidip ben de çocukluğa elveda diyeceğim. Benim çocukluğum da boğazıma saplanmış bir bıçak olacak. NEVVAL yalnızdır. 8. Yemin Gece. NEVVAL doğum yapmaktadır. NEZİRE, CİHAN ve ELHAM. ELHAM bebeği NEVVAL'e (on beş yaşında) verir. ELHAM. Erkek. NEVVAL. Ne olursa olsun, seni her zaman seveceğim! Ne olursa olsun, seni her zaman seveceğim. NEVVAL bebeğin kundağının arasına gizlice bir palyaço burnu koyar. Çocuğu NEVVAL'den alırlar. ELHAM. Güneye gidiyorum. Çocuğu da götürüyorum. NEZİRE. Sanki bin yaşındayım. Günler, aylar geçip gidiyor. Güneş bir doğuyor, bir batıyor. Mevsimler geçiyor. Nevval hiç konuşmuyor, sessizce dolanıp duruyor. Karnının içindeki can gitti ve ben de artık toprağın beni çağırdığını hissediyorum. Çok uzun zaman, çok fazla acı gördüm. Beni yatağıma götürün. Kış sona ererken, derelerin telaşlı sularında ölümün ayak izlerini duyuyorum. NEZİRE yatalaktır. 9. Okuma, yazma, sayma, konuşma NEZİRE ölmektedir. NEZİRE. Nevval! NEVVAL (on altı yaşında) koşarak gelir. Elimi tut, Nevval! Ölüm zamanı geldiğinde söylemek istediğimiz şeyler vardır. Sevdiğimiz, bizi seven insanlara anlatmak istediğimiz şeyler... Onlara son bir kez yardım etmek için... Son bir kez daha anlatmak için... Onları mutluluğa hazırlamak için...! Bir yıl önce, dünyaya bir çocuk getirdin, o zamandan beri de bir sisin içinde dolanıp duruyorsun. Sakın teslim olma, Nevval, sakın evet deme. Hayır de. İtiraz et. Sevdiğin kayboldu, çocuğun kayboldu. Bir yaşına bastı. Birkaç gün önce. Sakın kabul etme, Nevval, sakın kabullenme. Ama itiraz edebilmek, reddedebilmek için, nasıl konuşulacağını bilmek gerekir. Bu yüzden cesur ol ve çok çalış, tatlı Nevval'im! Ölüm döşeğindeki yaşlı bir kadının sana söyleyeceklerine kulak ver: okumayı öğren, yazmayı öğren, sayı saymayı öğren, konuşmayı öğren. Öğren. Bizim gibi olmak istemiyorsan tek umudun bu. Öğren. Şimdi söz ver bana. NEVVAL. Söz veriyorum, yapacağım. NEZİRE. İki gün içinde, beni gömecekler. Beni toprağın içine koyacaklar, yüzüm gökyüzüne bakacak; sonra herkes üstüme bir tas su dökecek, ama kimse taşıma bir şey yazmayacak çünkü kimse yazı yazmasını bilmiyor. Sen yazı yazmayı öğrendiğinde, Nevval, geri dön ve taşın üstüne adımı yaz: Nezire. Adımı taşa yaz çünkü ben verdiğim bütün sözleri tuttum. Ben gidiyorum, Nevval. Zamanım geldi. Biz... Ailemiz, ailemizdeki kadınlar... Öfkenin örümcek ağında tutsağız. Yıllardır böyle bu: ben anneme öfkeliydim, annen bana öfkeliydi, sen de aynı şekilde annene öfkelisin. Kızına bıraktığın miras da öfke olacak. Bu zinciri koparmak zorundayız. Bu yüzden, öğren. Sonra da çek git. Gençliğini ve mümkün olabilecek mutlulukları yanına al ve köyden çek git! Sen bu vadinin tomurcuğusun, Nevval. Sen buranın yumuşaklığı ve güzel kokuşusun. Onları yanına al ve kendini koparıp at buralardan, hepimizin kendimizi anamızın rahminden koparıp attığımız gibi. Okumayı, yazmayı, sayı saymayı ve konuşmayı öğren. Düşünmeyi öğren. Nevval. Öğren. NEZİRE ölür. Yatağından kaldırırlar. Bir çukura indirirler. Herkes üstüne bir kova su döker. Gece olmuştur. Herkes sessizce başını öne eğer. Bir cep telefonu çalmaya başlar. 10. Nevval'in cenazesi Mezarlık. Gündüz. ALPHONSE LEBEL, JANINE ve SIMON bir mezarın yanında. ALPHONSE LEBEL telefonuna cevap verir. ALPHONSE LEBEL. Alo, ben noter Alphonse Lebel. Evet, sizi ben aramıştım. İki saattir size ulaşmaya çalışıyorum! Ne oluyor? Hiçbir şey mi? Zaten sorun da bu, hiçbir şey olmuyor. Mezarın başında üç kova su olması gerekiyordu ama yok. Evet, kovaları isteyen benim. “Her şey yolunda, neden sorun yaratıyorsunuz” da ne demek. Büyük bir sorun var. Söyledim ya, üç kova su istemiştik ama yok. Biz mezarlıktayız, böyle sinir içinde başka nerede olabiliriz ki! Ne kadar kalın kafalısınız. Nevval Marvan'ın cenazesi için geldik. Üç kova su! Tabii ki size söylenmişti. Çok iyi anlatılmıştı. Bizzat kendim geldim. Herkese tek tek tarif ettim: bu özel bir gömme töreni; üç kova su istiyoruz, dedim. O kadar da zor değil, değil mi; cenaze sorumlusuna tekrar tekrar sordum: “Kovaları biz kendimiz mi getirelim” dedim. “Ne gerek var” dedi. “Biz her şeyi hazır ederiz. Sizin uğraşacak çok şeyiniz olacak zaten.” dedi. Ben de tamam dedim. Ama buraya, mezarlığa geldik, baktık ki üç kova su hazır değil; şimdi uğraşacak daha fazla şeyimiz var. Yani diyorum ki... Bu bir cenaze töreni. Bowling partisi değil. Ciddi söylüyorum! Biz zor müşteriler değiliz ki; tabut istemedik, mezar taşı istemedik, hiçbir şey istemedik. Çok sade bir tören bu. Basit. Sizden bir şey istemiyoruz ki, Allah’ın belâsı üç kova su istiyoruz, ama mezarlık idaresi bu kadar zor bir istek karşısında çaresiz kalıyor. Biraz insaf! Ne demek, kovayla su gibi isteklere pek alışık değiliz? Biz alışmanızı istemiyoruz, sadece üç kova suyu istiyoruz. Anlaşmayı gözden geçirmemize gerek yok. Evet. Üç. Hayır. Bir değil, üç. Pazarlık edecek hâlimiz yok, üç kovaya ihtiyacımız var. Hayır, bir kovayı alıp üç kere dolduramayız. Her biri bir kez doldurulmuş üç adet su dolu kova istiyoruz. Evet, eminim. İyi, ne diyebilirim ki. Kimi aramanız gerekiyorsa arayın. Telefonu kapatır. Bazı yerlere telefon edecekmiş. SIMON. Bütün bunları neden yapıyorsunuz? ALPHONSE LEBEL. Neleri? SIMON. Her şeyi. Cenaze işlemleri. Son arzular falan. Bu kadar zahmete neden giriyorsunuz? ALPHONSE LEBEL. Çünkü yüzü toprağa bakarak şu çukurda yatan kadın, her zaman Madam Nevval diye hitap ettiğim kadın, benim arkadaşımdı. Dostumdu. Bu sizin için bir anlam ifade ediyor mu bilmiyorum, ama benim için bu kadar çok şey ifade ettiğini daha önce hiç fark etmemiştim. ALPHONSE LEBEL'in cep telefonu çalar. Cevap verir. Alo, noter Alphonse Lebel. Evet, ne oldu, ne yaptınız? Yani çoktan hazırlanmış ama yanlışlıkla başka bir mezarın başına konmuş. Neyse, bir yanlışlıktır olmuş... Nevval Marvan... Verimliliğiniz başımı döndürüyor. Telefonu kapatır. Bir adam elinde üç kova su ile girer. Kovaları yere koyar. Her biri eline bir kova alır. Çukura boşaltır. Nevval gömülmüştür; mezar taşı yerleştirmeden giderler. 11. Sessizlik Gündüz. Bir tiyatronun sahnesi. ANTOINE oradadır. JANINE. Bay Antoine Ducharme? Ben Janine Marvan, Nevval Marvan'ın kızıyım... Hastaneye uğradım ama annemin ölümünden sonra hastabakıcılığı bıraktığınızı söylediler. Bu tiyatroda çalıştığınızı da söylediler. Ben de gelip sizi görmek istedim; annemin tam olarak neler söylediğini öğrenmek istiyorum... ANTOINE. Annenizin sesi hâlâ kulaklarımda çınlıyor. “Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda.” Söyledikleri tam olarak bunlardı. Zaten hemen sizi aradım. JANINE. Biliyorum. ANTOINE. Beş yıl boyunca hiç konuşmamıştı. İnanın çok üzüldüm. JANINE. Teşekkür ederim. ANTOINE. Ne arıyorsunuz? JANINE. Annem bize her zaman, babamın ülkesindeki savaşta öldüğünü anlatırdı. Onun ölümüyle ilgili kanıtları arıyorum. ANTOINE. Geldiğinize sevindim, Janine. Anneniz öldüğünden beri, hep sizi aramak istedim, sizi ve erkek kardeşinizi. Size anlatmak istedim, açıklamak istedim. Ama hep tereddüt ettim. Sonra siz kalkıp bu tiyatroya geldiniz. Onun yatağının başında geçirdiğim o kadar yıl boyunca, annenizin sessizliğini dinlemekten başım dönerdi. Bir gece, tuhaf bir fikirle uyandım. Belki de ben orada olmadığım zamanlarda konuşuyordu. Belki kendi kendine konuşuyordu. Odaya bir kasetçalar getirdim. Bir ara tereddüde düştüm. Buna hakkım yoktu. Kendi kendine konuşuyorsa, bu onun tercihiydi. Sonra kendime söz verdim, kaydettiğim kasetleri asla dinlemeyecektim. Kaydedecektim ama bilmeyecektim. Sadece kaydedecektim. JANINE. Neyi kaydedecektiniz? ANTOINE. Sessizliği, onun sessizliğini. Geceleri, odasından çıkmadan önce, kayıt düğmesine basardım. Kasetin bir yüzü bir saat sürer. Elimden bu kadarı gelebiliyordu. Ertesi gün kasetin arkasını çevirir, odadan çıkarken tekrar kaydetmeye başlardım. Beş yüz saatten fazla kayıt yaptım. Bütün kasetler burada. Alın onları. Sizin için yapabileceğim bu kadar. JANINE kutuyu alır. JANINE. Antoine, o kadar yıl boyunca annemle neler yaptınız? ANTOINE. Hiçbir şey. Çoğu zaman sadece yanında oturur beklerdim. Onunla konuşurdum. Bazen biraz müzik çalardım. Ve onunla dans ederdim. ANTOINE kasetçalara bir kaset koyar. Müzik. JANINE çıkar. TUTUŞAN ÇOCUKLUK 12. Taştaki isim NEVVAL (on dokuz yaşında) anneannesinin mezarında. NEZİRE'nin ismini Arapça olarak mezar taşına yazar. NEVVAL. Nun, elif, zayn, ye, re! Nezire. İsmin mezarını aydınlatıyor. Köye aşağıdaki yoldan geldim. Annem orada duruyordu, yolun ortasında. Beni bekliyordu, sanırım. Bir şeyler olacağını tahmin etmiş olsa gerek. Tarih yüzünden. İki yabancı gibi birbirimize baktık. Köylüler çevremizde toplandı. “Anneannemin ismini mezar taşına yazmak için geri döndüm” dedim. Güldüler. “Yazı yazmayı biliyor musun?” dediler. Evet dedim. Güldüler. İçlerinden biri üstüme tükürdü. “Yazmayı biliyorsun, ama kendini korumayı bilmiyorsun” dedi. Cebimden bir kitap çıkarttım. Ona o kadar hızlı vurdum ki, kitabın kapağı yamuldu ve adam bayıldı. Yoluma devam ettim. Çeşmenin yanından mezarlık yoluna dönüp buraya, senin mezarına gelinceye kadar annem arkamdan baktı. İsmini yazdım, şimdi gidiyorum. Oğlumu bulacağım. Sana verdiğim sözü tuttum, şimdi de oğluma verdiğim sözü tutacağım. Doğduğu gün verilen sözü tutacağım: “Ne olursa olsun, seni her zaman seveceğim.” Teşekkür ederim, anneanne. NEVVAL çıkar. 13. Sevda NEVVAL (on dokuz yaşında), güneşten kavrulmuş bir yolda. SEVDA oradadır. SEVDA. Seni gördüm. Seni uzaktan seyrettim, anneannenin ismini mezar taşına yazarken gördüm seni. Sonra birden ayağa kalktın ve kaçtın. Neden? NEVVAL. Sana ne, neden takip ettin beni? SEVDA. Yazı yazmanı seyretmek istedim. Bu gerçek mi diye görmek istedim. Bu sabah söylenti çok hızlı yayıldı. Üç yıl sonra geri dönmüşsün. Kampta insanlar “Nevval geri dönmüş, yazı yazmayı biliyormuş, okumayı biliyormuş” diyorlardı. Herkes gülüyordu. Koşa koşa köyün girişine gittim ama sen çoktan gelmiştin. Kitabı adamın kafasına vuruşunu seyrettim, elinde kitabın titrediğini gördüm, yüzündeki öfkenin sıcağıyla yanan bütün o kelimeleri, harfleri düşündüm. Sen yürüdün, ben de seni takip ettim. NEVVAL. Ne istiyorsun? SEVDA. Bana okumayı, yazmayı öğret. NEVVAL. Ben okuma-yazma bilmiyorum. SEVDA. Biliyorsun. Yalan söyleme. Seni gördüm. NEVVAL. Ben gidiyorum. Köyü terk ediyorum. Sana bir şey öğretemem. SEVDA. Peşinden gelirim. Nereye gittiğini biliyorum. NEVVAL. Nereden bilebilirsin? SEVDA. Vahap'ı tanırdım. Aynı kamptaydık. Aynı köyden geldik. O da benim gibi Güney'den gelen bir göçmen. Onu alıp götürdükleri zaman, senin adını haykırıyordu. NEVVAL. Sen Vahap'ı bulmak istiyorsun. SEVDA. Aptallık etme. Dedim ya, nereye gittiğini biliyorum. Senin bulmak istediğin Vahap değil. Çocuğunu bulmak istiyorsun. Gördün mü, haklıyım işte. Beni yanına al ve okumayı öğret. Karşılığında sana yardım ederim. Yolları iyi bilirim; birlikte daha güçlü oluruz. İki kadın, omuz omuza. Beni de yanına al. Hüzünlenirsen, sana şarkı söylerim, yorulursan, sana yardım ederim, seni taşırım. Burada bize göre bir şey yok. Her sabah uyanıyorum, insanlar “Sevda” diyorlar “işte gökyüzü,” ama kimsenin gökyüzü hakkında söyleyecek sözü yok. Herkes “işte rüzgâr” diyor, ama kimsenin rüzgâr hakkında söyleyecek sözü yok. İnsanlar bana dünyayı gösteriyor ama dünya dilsiz. Ve hayat sürüp gidiyor ama her şey kasvetli. Senin mezara yazdığın harfleri gördüm ve şöyle dedim içimden: bu bir kadının ismi. Sanki taş o an şeffaflaştı. Tek bir sözcükle her şey aydınlandı. NEVVAL. Peki, ailen ne olacak? SEVDA. Annemle babam bana hiçbir şey demez. Benimle konuşmazlar bile. Onlara sorarım: “Ülkemizi neden terk ettik?” “Boş ver, unut gitsin” derler. “Ne önemi var ki! Düşünme böyle şeyleri. Ülke diye bir şey yok. Önemli değil. Hayattayız ve karnımızı doyurabiliyoruz. Önemli olan bu.” Bana “Savaş bize yetişemez” derler. “Yetişecek” derim ben de, “Dünya, kızıl bir kurt tarafından yutuluyor.” Hiçbir şey söylemezler. Onlara derim ki: “Ben hatırlıyorum, gece yarısı köyümüzden kaçmıştık, adamlar geldi ve bizi evimizden kovaladılar. Evlerimizi yıktılar.” “Unutmayı öğren” derler bana. “Babam neden yanan evimizin önünde diz çökmüş ağlıyordu?” diye sorarım: “Kim yaktı evimizi?” Cevap verirler: “Bunlar gerçek değil, rüya görmüşsün, Sevda, rüya görmüşsün.” Artık burada kalmak istemiyorum. Vahap senin ismini haykırıyordu ve gecenin yarısında bir mucize gibiydi bu. Beni götürseler, boğazımı parçalayarak haykıracağım bir isim yok. Tek bir isim yok. Burada nasıl âşık olabiliriz ki? Burada aşk yok, sevgi yok. Bana hep “Unut, Sevda, unut” diyorlar, ben de unutacağım. Köyü de, dağları da, kampı da, annemin yüzünü de, babamın gözlerindeki umutsuzluğu da unutacağım. NEVVAL. Hiçbir zaman unutamayız, Sevda, inan bana. Neyse, gel benimle. Çıkarlar. JANINE annesinin sessizliğini dinlemektedir. 14. Erkek Kardeş ve Kız Kardeş SIMON, JANINE'in yüzüne bakmaktadır. SIMON. Üniversite seni arıyor. İşyerindeki arkadaşların seni arıyor. Öğrencilerin seni arıyor. Bana telefon ediyorlar, herkes bana soruyor: “Janine üniversiteye hiç gelmiyor. Nerede olduğunu bilmiyoruz. Öğrenciler ne yapacaklarını bilmiyor.” Kaç zamandır seni arıyorum, sürekli telefon ediyorum. Cevap vermiyorsun. JANINE. Ne istiyorsun, Simon? Neden evime geldin? SIMON. Herkes seni öldü sanıyor da ondan. JANINE. Ben iyiyim. Gidebilirsin. SIMON. Hayır, iyi değilsin; ben de gitmiyorum. JANINE. Bağırma. SIMON. Onun gibi davranıyorsun. JANINE. Nasıl davrandığım beni ilgilendirir, Simon. SIMON. Hayır. Kusura bakma, ama beni de ilgilendirir. Senin tek yakının benim, benim tek yakınım da sensin. Ve sen onun gibi davranmaya başladın. JANINE. Hiçbir şey yaptığım yok. SIMON. Konuşmaktan vazgeçtin. Tıpkı onun gibi. O da bir gün eve geldi, ve kendini odasına kilitledi. Öylece oturdu. Bir gün. İki gün. Üç gün. Yemedi. İçmedi. Sonra ortadan kaybolmaya başladı. Bir kere. İki kere. Üç kere. Dört kere. Eve dönerdi. Kimseyle konuşmazdı. Evdeki eşyayı satardı. Senin mobilyalar da gitmiş. Telefonu çalardı, cevap vermezdi. Senin de telefonun çalıyor, cevap vermiyorsun. Kendini kapatırdı. Sen de kendini kapatıyorsun. Konuşmayı reddediyorsun. JANINE. Simon, gel yanıma otur. Dinle. Dinle biraz. JANINE, SIMON’a kulaklığının tek tarafını verir, SIMON da kulağına götürür, JANINE kulaklığın diğer tarafını sıkıca kulağına bastırır. İkisi de sessizliği dinlerler. Nefes alışını duyabiliyorsun. Hareket edişini duyabiliyorsun. SIMON. Sen sessizliği dinliyorsun! JANINE. Bu onun sessizliği. NEVVAL (on dokuz yaşında), SEVDA'ya Arap Alfabesini öğretmektedir. NEVVAL. Elif, be, te, se, cim, ha, hı... SEVDA. Elif, be, te, se, cim, ha, hı... NEVVAL. Dal, zel, rı, ze, sin, şin, sad, dad... SIMON. Aklını kaçırıyorsun, Janine. JANINE. Benim hakkımda ne biliyorsun ki? Ya onun hakkında? Hiçbir şey. Hiçbir şey bilmiyorsun. Artık nasıl yaşayacağız? SIMON. Nasıl mı? Kasetleri çöpe atacaksın. Üniversiteye geri döneceksin. Ders vermeye devam edeceksin ve doktoranı bitireceksin. JANINE. Doktora umurumda değil! SIMON. Senin hiçbir şey umurunda değil! JANINE. Sana açıklamaya çalışmanın anlamı yok, zaten hiçbir zaman anlamazsın. Bir artı bir iki eder. Sen bunu bile anlamazsın. SIMON. Unuttum tabii; seninle konuşurken sayılarla konuşmamız gerekiyor! Matematik profesörün sana çıldırmakta olduğunu söyleseydi, belki ona inanırdın. Ama kardeşin— neyse boş ver! Salağın teki o, geri zekâlı! JANINE. Doktora umurumda değil. Annemin sessizliğinde anlamak istediğim bir şey var, anlamaya ihtiyaç duyduğum bir şey. SIMON. Ben de sana anlayacak bir şey yok diyorum! JANINE. Siktir git! SIMON. Sen siktir! JANINE. Beni rahat bırak, Simon. Birbirimize borcumuz yok. Ben senin kız kardeşinim, annen değil. Sen de benim erkek kardeşimsin, babam değil! SIMON. Aynı şey. JANINE. Hayır, aynı şey değil. SIMON. Evet, aynı şey! JANINE. Beni yalnız bırak, Simon. SIMON. Noter üç gün içinde bizi bekliyor, kâğıtları imzalamak zorundayız. Gelecek misin?... Geleceksin, Janine... Janine... cevap ver, gelecek misin? JANINE. Evet. Git şimdi. SIMON gider. NEVVAL VE SEVDA yan yana yürümektedir. SEVDA. Elif, be, te, se, cim, ha, hı, dal, zel, rı, ze, sin, şin, sad... tââ... yok, olmadı... NEVVAL. Baştan başla. JANINE annesinin sessizliğini dinlemektedir. JANINE. Neden hiçbir şey söylemedin? Konuş benimle. Bir şey söyle, konuş. Yalnızsın. Antoine yanında değil. Seni kaydettiğini biliyorsun. Kaydettiklerini dinlemeyeceğini biliyorsun. Kasetleri bize vereceğini biliyorsun. Biliyorsun. Her şeyi hesapladın. Biliyorsun. Konuş öyleyse. Neden bana bir şey söylemiyorsun? Neden bana hiçbir şey söylemiyorsun? JANINE walkman'ı yere çarpar. 15. Alfabe NEVVAL (on dokuz yaşında) ve SEVDA güneşin altında, bir yoldadırlar. SEVDA ve NEVVAL. Elif, be, te, se, cim, ha, hı, dal, zel, rı, ze, sin, şin, sad, dad, tı, zı, ayn, gayn, fe, kaf, kef, lâm, mim, nun, vav, he, lâmelif, ye. NEVVAL. İşte alfabe bu. Yirmi dokuz ses. Yirmi dokuz harf. Bunlar senin silahların. Senin kurşunların. Bunları hatırlamak zorundasın. Sözcükler oluşturmak için harfleri nasıl bir araya getireceğini hatırlamak zorundasın. SEVDA. Bak. Güneydeki ilk köye vardık. Nebatiye köyü burası. İlk yetimhane burada. Hadi gidip soralım. JANINE'in yanından geçerler. JANINE sessizliği dinlemektedir. 16. Nereden başlamalı JANINE tiyatrodaki sahneye çıkar, yürür. Çok yüksek sesli bir müzik. JANINE. (seslenir) Antoine... Antoine... Antoine! ANTOINE belirir. Müzik konuşmayı engelleyecek kadar yüksektir. ANTOINE beklemesini işaret eder. Müzik durur. ANTOINE. Özür dilerim, bu geceki gösteri için ses sistemini kontrol ediyoruz. JANINE. Yardım edin bana, Antoine. ANTOINE. Ne yapmamı istiyorsunuz? JANINE. Nereden başlayacağımı bilemiyorum. ANTOINE. Baştan başlamak zorundasınız. JANINE. Hiç mantıklı değil. ANTOINE. Anneniz ne zaman konuşmaktan vazgeçti? JANINE. 97 yılının yazında. Ağustos'ta. Ayın yirmisinde. Doğum günümüzde. Benim ve Simon'ın. Eve geldi ve bir daha da konuşmadı. O kadar. ANTOINE. O gün ne olmuştu? JANINE. Bilmiyorum. O günlerde Uluslararası Ceza Mahkemesi'ndeki bazı hazırlık duruşmalarını izliyordu. ANTOINE. Neden? JANINE. Duruşmalar, onun doğduğu ülkede yaşanmış bir savaşla ilgiliymiş. ANTOINE. O gün özel bir şey olmuş mu, peki? JANINE. Olmamış. Tutanakları yüz kere tekrar tekrar okudum, anlamaya çalıştım. ANTOINE. Başka bir şey bulamadınız mı? JANINE. Hiçbir şey. Küçük bir fotoğraf sadece. Bana daha önce göstermişti. Otuz beş yaşındaki hâli; bir arkadaşıyla birlikte. Bakın. Fotoğrafı ona gösterir. ANTOINE fotoğrafı inceler. NEVVAL (on dokuz yaşında) ve SEVDA terk edilmiş yetimhanede. SEVDA. Burada kimse yok, Nevval. Yetimhane bomboş. NEVVAL. Ne olmuş? SEVDA. Bilmiyorum. NEVVAL. Çocuklar nerede peki? SEVDA. Burada artık çocuk falan yok. Kfar Rayat'a gidelim. En büyük yetimhane orada. ANTOINE fotoğrafı alıkoyar. ANTOINE. Fotoğrafı bana bırakın. Bunu büyüttüreyim. Sizin için inceleyeyim. Detayları görmekte ustayımdır. Başlamamız gereken yer burası. Annenizi özlüyorum. Bazen gözümün önüne geliyor. Öylece otururken. Sessizlik içinde. Gözlerinde delilik ifadesi yok. Kaybolmuş bir insan ifadesi yok. Bakışları duru ve delici. JANINE. Neye bakıyorsun, anne, neye bakıyorsun? 17. Kfar Rayat'taki yetimhane NEVVAL (on dokuz) ve SEVDA, Kfar Rayat'taki yetimhanede, bir DOKTOR ile birlikte. NEVVAL. Nebatiye'deki yetimhanede kimse yoktu. Biz de buraya geldik. Kfar Rayat'a. DOKTOR. Boşuna gelmişsiniz. Burada da hiç çocuk yok. NEVVAL. Neden? DOKTOR. Savaş yüzünden. SEVDA. Ne savaşı? DOKTOR. Kim bilir... Kardeşler kardeşlerini, babalar babalarını vuruyor. Savaş işte. Ama hangi savaş? Bir gün 500,000 mülteci sınırın öteki tarafından geldi ve şöyle dedi: “Bizi topraklarımızdan kovdular, birlikte, yan yana yaşayalım.” Bu taraftan bazıları “olur” dedi, bu taraftan bazıları “olmaz” dedi, bu taraftan bazıları kaçtı gitti. Milyonlarca farklı kader. Ve kim ateş ediyor, neden ateş ediyor, bilen yok. Savaş işte. NEVVAL. Peki, buradaki çocuklar nerede şimdi? DOKTOR. Her şey çok çabuk oldu. Mülteciler geldi. Bütün çocukları götürdüler. Kundaktaki bebekleri bile. Herkesi. Çok öfkeliydiler. SEVDA. Mülteciler çocukları neden götürdü ki? DOKTOR. İntikam almak için. İki gün önce, milisler, kampların dışına çıkan üç genç mülteciyi idam etti. Milisler üç genci neden astı? Çünkü kamptan iki mülteci Kfar Samira köyünden bir kızı tecavüz edip öldürmüştü. Mülteciler kıza neden tecavüz etti? Çünkü milisler bir mülteci ailesini taşlamışlardı. Milisler onları neden taşladı? Çünkü mülteciler, kekiklerin yetiştiği yamacın yakınındaki bir evi yakmıştı. Mülteciler evi neden yaktı? Açtıkları su kuyusunu tahrip eden milislerden intikam almak için. Milisler neden kuyuyu tahrip etti? Çünkü mülteciler, vahşi köpeklerin koşturduğu derenin yanındaki ekinleri yakmıştı. Mülteciler neden ekinleri yaktı? Bir sebebi vardır tabii, ama benim hafızam ancak bu kadar geriye gidebiliyor; daha öncesini hatırlayamıyorum ama hikâye sonsuza kadar böyle devam eder, gider; bir şey başka bir şeye sebep olur, öfkeden öfkeye, acıdan mateme, tecavüzden cinayete, zamanın başladığı yere kadar gider bu iş. NEVVAL. Ne tarafa gittiler? DOKTOR. Güneye doğru gittiler. Kamplara doğru. Artık herkes korku içinde. Bir misilleme bekliyoruz. NEVVAL. Çocukları tanır mıydınız? DOKTOR. Ben onların doktoruydum. NEVVAL. Bakın, bir çocuğu bulmaya çalışıyorum. DOKTOR. Onu asla bulamayacaksınız. NEVVAL. Bulacağım. Dört yaşında bir oğlan çocuğu. Doğduktan bir kaç gün sonra geldi buraya. Yaşlı Elham beni doğurttu ve sonra bebeğimi uzaklara götürdü. DOKTOR. Bebeğinizi neden verdiniz ona? NEVVAL. Onu benden koparıp aldılar! Onu kimseye vermedim ben! Benden koparttılar. Burada mıydı? DOKTOR. Elham o kadar çok çocuk getirdi ki. NEVVAL. Evet, ama dört yıl önce ilkbaharda çok fazla çocuk getirmiş olamaz. Yeni doğmuş bir oğlan. Kuzeyden. Kayıtlarınız var mı? DOKTOR. Artık yok. NEVVAL. Bir temizlikçi, mutfakta çalışanlardan biri, hatırlayan biri çıkabilir. Bebeğin ne kadar güzel olduğunu hatırlayan biri. Onu Elham'ın elinden nasıl aldığını hatırlayan biri. DOKTOR. Ben doktorum, idareci değilim. Bütün yetimhanelere yetişmeye çalışıyorum. Her şeyi bilemem ki. Gidin güneydeki kamplara bakın. NEVVAL. Çocuklar nerede uyuyordu? DOKTOR. Bu koğuşta. NEVVAL. Neredesin? Neredesin? JANINE. Anne, neye bakıyorsun? NEVVAL. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda. JANINE. Bununla ne demek istedin? NEVVAL. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda. JANINE. Birlikte olduğumuz sürece, her şey yolunda. Gece. Hastane. ANTOINE koşarak içeri girer. ANTOINE. Ne? Ne? Nevval? Nevval! SEVDA. Nevval! ANTOINE. Ne dedin? Nevval! ANTOINE, NEVVAL'in (altmış dört yaşında) hemen yanında yerde duran kasetçaları yerden alıp kaldırır. NEVVAL. Saati tersine işletebilseydim, hâlâ benim kollarımda olurdu... SEVDA. Nereye gidiyorsun? Nereye gidiyorsun? ANTOINE telefonu kaldırır ve bir numara çevirir. ANTOINE. Janine Marvan... NEVVAL. Güneye. ANTOINE. Ben Antoine Ducharme, annenizin bakıcısıyım. SEVDA. Bekle! Nevval! Bekle! ANTOINE. Az önce konuştu. Nevval az önce konuştu. NEVVAL çıkar. 18. Fotoğraf ve güneye giden otobüs ANTOINE ve JANINE üniversitededirler. NEVVAL'in (otuz beş yaşında) ve SEVDA'nın fotoğrafı, duvara yansıtılmıştır. ANTOINE. Annenizin ülkesindeler. Mevsimlerden yaz, bunu arkalarında görülen çiçeklerden anlıyoruz. Bunlar Haziran ve Temmuz'da açan yabanî çiçekler. Görünen ağaçlar fıstık çamı. Bu bölgede bol bulunur. Görüyor musunuz, gerideki yanmış otobüsün üstünde bir yazı var. Sokağın köşesindeki bakkala sordum, o da buralardan gelmiş, yazıyı okudu: Kfar Rayat Mültecileri yazıyormuş. JANINE. Duruşmaların tarihi hakkında bir araştırma yaptım. En uzun bölümlerden biri savaş sırasında Kfar Rayat'ta inşa edilmiş bir hapishane ile ilgili. ANTOINE. Bakın. Görüyor musunuz, elinin hemen üstünde... JANINE. Nedir o? ANTOINE. Bir silah kabzası. Arkadaşında da silah var, bluzun altından fark ediliyor. JANINE. Silahla ne işleri var? ANTOINE. Fotoğraftan anlaşılmıyor. Belki de hapishanede gardiyan olarak çalışıyorlardı. Hapishane ne zaman inşa edilmiş? JANINE. 1978'de. Mahkeme kayıtlarına göre. ANTOINE. Güzel. Şimdi annenizin, 70'lerin sonuna doğru, bir hapishane inşa edilen Kfar Rayat yakınlarında olduğunu biliyoruz. Yanında ismini bilmediğimiz bir arkadaşı varmış, ve ikisi de silah taşıyormuş. Sessizlik. İyi misiniz? Janine? İyi misiniz? JANINE. Hayır, hiç iyi değilim. ANTOINE. Neden korkuyorsunuz? JANINE. Öğrenmekten. ANTOINE. Şimdi ne yapacaksınız? JANINE. Bir uçak bileti alacağım. NEVVAL (on dokuz yaşında) otobüs beklemektedir. SEVDA yanındadır. SEVDA. Ben de seninle geliyorum. NEVVAL. Hayır. SEVDA. Seni yalnız bırakamam! NEVVAL. Bu yoldan otobüs geçtiğinden misin? SEVDA. Evet, mültecilerin kampa dönerken bindikleri otobüs. Şuradaki toz bulutunu görüyor musun, işte o olsa gerek. Nevval, doktor beklemen gerektiğini söylemişti. Kaçırılan çocuklar yüzünden kamplarda olaylar çıkacağını söyledi. NEVVAL. Demek ki ben de orada olmak zorundayım! SEVDA. Bir gün beklesek ne fark eder ki? NEVVAL. Çocuğumu kucağımda tutacağım bir gün daha demek bu. Başımı kaldırıp güneşe bakıyorum ve onun da aynı güneşe baktığını düşünüyorum. Bir kuş uçup gidiyor, belki o da aynı kuşu görüyor. Uzakta bir bulut görüyorum, diyorum ki, bulut şimdi onun üzerinden geçiyor, o da ıslanmamak için koşuyor. Her an onu düşünüyorum, ve geçen her an onun için ettiğim sevgi yemini gibi. Bugün dört yaşına bastı. Artık yürüyor, konuşuyor ve karanlıktan çok korkuyor. SEVDA. Ölürsen, bunların ne anlamı kalacak peki? NEVVAL. Eğer ölürsem, o çoktan ölmüş olduğu için ölürüm. SEVDA. Nevval, bugün gitme. NEVVAL. Bana ne yapacağımı söyleme. SEVDA. Bana ders vereceğine söz vermiştin. NEVVAL. Artık ayrı yollara gitmeliyiz. Otobüs gelir. NEVVAL otobüse biner. Otobüs gider. SEVDA yol kenarında yalnız kalır. 19. Şehir dışındaki bahçeler ALPHONSE LEBEL'in evi. Arka bahçe. ALPHONSE LEBEL, JANINE, SIMON. Trafiğin ve yakınlardaki inşaattaki delgi makinelerinin gürültüsü. ALPHONSE LEBEL. Pazar günü kadar huzurlu değil tabii ama arada bir tatil yapmak da insana iyi geliyor. Büroya gittiğimde mal sahibiyle karşılaştım. Anında şöyle dedim kendime: Dikkatli ol, ters giden bir şey var. Adam, “Bay Lebel,” dedi, “içeri giremezsiniz, halıları kaldırdık, döşemeyi tamir ediyoruz.” “Ama bana haber verebilirdiniz” dedim, “bitirmem gereken işler var, müşterilerim gelecek.” Dedi ki, “Siz de her zaman meşgulsünüz, ne fark eder ki, ha bugün, ha yarın, her durumda şikâyetçi olacaktınız.” “Şikâyet etmiyorum, sadece önceden haber verseydiniz iyi olurdu,” dedim, “özellikle de bu kadar yoğun bir dönemde.” O zaman yüzüme baktı ve şöyle dedi: “Siz pek düzenli bir tip değilsiniz de ondan.” Orada dur bakalım. Ben, düzenli değilim ha? “Düzenli olmayan asıl sizsiniz.” dedim; karasinek gibi birden ortaya çıkıyor ve diyorsunuz ki: “Duyduk duymadık demeyin, döşemeleri tamir edeceğim.” “Her neyse!” dedi. Ben de cevaben ona “Her neyse!” dedim ve oradan ayrıldım. Şansım varmış ki size ulaşabildim. Gelin, gelin, dışarı gelin, dışarısı daha iyi, evde durmak için hava çok sıcak. Gelin böyle, bahçeye gelin. Bahçeyi sulamak için fıskiyeleri açacağım. Bu bizi biraz serinletir. ALPHONSE LEBEL bahçesini sulamak için fıskiye musluğunu açar. JANINE ve SIMON, ALPHONSE LEBEL'e katılırlar. Delgi makinelerinin sesi. Caddeyi tamir ediyorlar. Kışa kadar sürecekmiş. Gelin, gelin, dışarı gelin. Sizi evimde gördüğüme memnun oldum. Bu ev annemle babamındı. Göz alabildiğine tarlalar vardı her tarafta. Bugün ise bir tarafta Kanada Lastik Deposu var, öte tarafta elektrik santrali. Yine de katran kuyusuna düşmekten iyidir. Babamın, son nefesinde söylediği şey buydu: “Ölüm katran kuyusuna düşmekten iyidir.” Bu evde, üst katta, yatak odasında ruhunu teslim etti. Kâğıtlar burada. Delgi makinelerinin sesi. Yol inşaatı yüzünden otobüs yolunu değiştirdiler. Artık otobüs burada duruyor, çitin hemen öte tarafında. Bu hattaki bütün otobüsler burada duruyor, ben de her otobüs durduğunda annenizi düşünüyorum... Pizza ısmarlamıştım. Bölüşebiliriz. Yanında içecek, patates kızartması ve çikolatalı tatlı bedava geliyor. Bol malzeme koyun ama salam olmasın dedim, çünkü hazmetmesi zor oluyor. Hintli bir pizzacım var, pizzaları çok iyi, yemek yapmayı sevmediğim için hep dışarıdan ısmarlıyorum. SIMON. Evet, tamam. Artık şu işi bitirebilir miyiz? Akşama maçım var, çok geç kaldım. ALPHONSE LEBEL. İyi fikir. Pizzayı beklerken işlemleri de hallederiz. JANINE. Neden her otobüs durduğunda annemi düşünüyorsunuz? ALPHONSE LEBEL. Korkusu yüzünden. JANINE. Ne korkusu? ALPHONSE LEBEL. Onun şu... Otobüs korkusu. Gerekli evrak burada, hepsi tamam. Bilmiyor muydunuz? JANINE. Hayır! ALPHONSE LEBEL. Asla otobüse binmezdi. JANINE. Neden olduğunu söyledi mi size? ALPHONSE LEBEL. Evet. Gençken, sivillerle dolu bir otobüs, gözlerinin önünde makineli tüfeklerle taranmış. Korkunç bir manzara. JANINE. Siz bunu nereden biliyorsunuz? Delgi makinelerinin sesleri. ALPHONSE LEBEL. Kendisi anlattı. JANINE. Bunu size neden anlatsın ki? ALPHONSE LEBEL. Nereden bileyim? Sorduğum için anlattı. ALPHONSE LEBEL ikisine de kâğıtları verir. JANINE ve SIMON gösterilen yerleri imzalarlar. Bu kâğıtlar annenizin mirasıyla ilgili meseleyi halletmiş oluyor. Son arzuları hariç tabii. En azından senin için, Simon. SIMON. Benim için mi, neden? ALPHONSE LEBEL. Çünkü hâlâ ağabeyinize vermeniz gereken zarfı teslim almadınız. SIMON, JANINE'e bakar. JANINE. Evet, ben kendiminkini aldım. SIMON. Anlamıyorum. Delgi makinelerinin sesi. JANINE. Neyi anlamıyorsun? SIMON. Neyin peşinde olduğunu anlamıyorum. JANINE. Hiçbir şeyin. SIMON. Neden bana söylemedin? JANINE. Simon, durum zaten bu hâliyle yeterince karışık. SIMON. Peki, ne yapacaksın, Janine? Sokaklarda koşup “Baba, baba, nerdesin? Ben senin kızınım.” diye bağıracak mısın? Tanrı aşkına, bu bir matematik problemi değil. Doğru çözümü bulamayacaksın. Çözüm diye bir şey yok. Bizden başka kimse yok... JANINE. Bunu seninle tartışmak istemiyorum, Simon. SIMON. Ne baba, ne ağabey, sadece sen ve ben varız. JANINE. Annem otobüsle ilgili tam olarak ne anlatmıştı? SIMON. Ne yapacaksın? Lanet olsun! Onu aramaya nereden başlayacaksın? JANINE. Ne söylemişti? SEVDA. (haykırarak) Nevval! SIMON. Otobüsü bırak da bana cevap ver! Onu nerede bulacaksın? Delgi makinelerinin sesi. JANINE. Size ne anlattı? SEVDA. (haykırarak) Nevval! ALPHONSE LEBEL. Bana anlattığına göre, bir otobüs yolculuğundan sonra... SEVDA. (Janine'e) Nevval isminde bir kız gördünüz mü? ALPHONSE LEBEL. Bir şehre varmış. SEVDA. (haykırarak) Nevval! ALPHONSE LEBEL. Otobüs çok kalabalıkmış. SEVDA. (haykırarak) Nevval! ALPHONSE LEBEL. Bir takım adamlar koşarak yaklaşmış, otobüsün yolunu kesmiş, otobüsün her tarafına benzin dökmüşler; sonra ellerinde makinelilerle başkaları gelmiş ve... Uzun süreli delgi makinesi sesleri ALPHONSE LEBEL'in sesini duyulmaz hâle getirir. Fıskiyelerden kan fışkırır ve her yeri ıslatır. JANINE çıkar. NEVVAL. (haykırarak) Sevda! SIMON. Janine! Geri dön, Janine! NEVVAL. Otobüsteydim, Sevda, onlarla birlikteydim! Benzini dökmeye başladıklarında, haykırdım: “Ben kamptan değilim, kamptaki mültecilerden değilim, ben sizdenim, çocuğumu arıyorum, kaçırdıkları çocuklardan birini arıyorum.” Otobüsten inmeme izin verdiler, sonra, sonra ateş etmeye başladılar, ve o anda, otobüs alev aldı, içindeki herkesle birlikte yanmaya başladı, yaşlılar, çocuklar, kadınlar, herkes! Kadının biri pencereden kaçmaya çalışıyordu, ama askerler ateş açtı; kadın alevlerin içinde, bir bacağı pencerenin dışında, diğeri içeride, kucağında çocuğuyla, oracıkta can verdi; derisi eridi, çocuğunun derisi eridi, her şey eridi ve herkes yanarak yok oldu. Artık vakit kalmadı, Sevda. Zaman kafası kesilmiş bir tavuk gibi, çılgınca bir o yana, bir bu yana koşuyor. Kesik boynundan kan fışkırıyor ve biz o kanda boğuluyoruz, Sevda, boğuluyoruz. SIMON. (telefonda) Janine! Senden başka kimsem yok, Janine. Senin de benden başka kimsen yok. Başka çaremiz yok. Unutmak zorundayız. Ara beni, Janine, ara beni! 20. Çokgenin tam kalbi SIMON dövüş için giyinmektedir. JANINE'in sırtında bir sırt çantası, cep telefonuyla konuşur. JANINE. Simon, benim Janine. Havaalanındayım, Simon. Annemizin ülkesine gitmek için buradan ayrılacağımı haber vermek için arıyorum. Şu babamızı bulmaya çalışacağım, onu bulabilirsem, ve hâlâ hayattaysa, zarfı ona vereceğim. Bunu annemiz için yapmıyorum, kendim için yapıyorum. Ve senin için. Gelecek için. Ama bunu başarabilmek için, önce annemizi bulmak zorundayız, onun geçmişini, yıllar boyunca bizden sakladığı hayatını keşfetmek zorundayız. Bizi kör etti o. Artık aklımı kaybetmekten korkuyorum. Kapatmak zorundayım, Simon. Telefonu kapatacağım ve buradan çok uzak bir dünyaya, hayatımı tanımlayan kesin geometriden çok uzak olan bir dünyaya balıklama dalacağım. Yazmayı ve sayı saymayı öğrendim, okumayı ve konuşmayı. Artık bunların bana hiçbir faydası yok. Çoktandır içine doğru kaymakta olduğum ve şimdi tamamen içine yuvarlanacağım kuyu, annemizin sessizliğinden ibaret. Simon, ağlıyor musun? Ağlıyor musun? SIMON'ın dövüşü. SIMON nakavt olur. Beni nereye götürüyorsun, anne? Beni nereye götürüyorsun? NEVVAL. Çokgenin tam kalbine, Janine, çokgenin tam kalbine. JANINE kulaklıkları kulağına yerleştirir, teybe yeni bir kaset koyar ve yeniden annesinin sessizliğini dinlemeye başlar. CANAN’IN ATEŞİ 21. Yüz Yıllık Savaş NEVVAL (kırk yaşında) ve SEVDA. Harabe hâlinde bir bina. Yerde iki ceset yatmaktadır. SEVDA. Nevval! NEVVAL. Abdülhammas'ın evine de gitmişler. Zan'ı, Mira'yı, Abiel'i öldürmüşler. Madelvaat'ın evinde her yeri aramışlar, onu bulamayınca evdeki herkesin boğazını kesmişler. Bütün ailenin. Büyük kızını ateşe atıp yakmışlar. SEVDA. Hallam'ın evine gittim. Onun evine de gelmişler. Hallam'ı aramışlar; bulamayınca kızını ve karısını alıp götürmüşler. Nerede olduklarını kimse bilmiyor. NEVVAL. Gazeteye para veren herkesi öldürdüler. Gazetede çalışan herkesi. Matbaayı yaktılar. Kâğıtları yaktılar. Mürekkebi döktüler. Anlasana. Ekal ile Feride'yi öldürdüler. Aradıkları biziz, Sevda, bizim peşimizdeler; burada bir saat daha oyalanırsak bizi bulup öldürecekler. Kamplara gidelim. SEVDA. Kuzenlerimin evine gidelim, orada daha güvende oluruz. NEVVAL. Güvende mi?... SEVDA. Gazeteyi okuyanların bile evlerini yıktılar. NEVVAL. Daha her şey bitmedi. İnan bana. Uzun uzun düşündüm. Yüz yıl sürecek bir savaşın başındayız. Dünyadaki son savaşın başlangıcında. Söylüyorum sana, Sevda, bizim kuşağımız “ilginç” bir kuşak. Yukarıdan bakıldığında, bizim neyin barbarca olduğunu, neyin olmadığını ayırt etmek için uğraştığımızı görmek çok öğretici olmalı. Evet. Çok “ilginç”. Utanç üzerinde yetişmiş bir kuşak. Tam anlamıyla. Bir yol ayrımında. Bu savaş, ancak zaman sona erdiğinde sona erecekmiş gibi geliyor bize. Ama kimse fark etmiyor ki, bu katliamlara derhâl bir son vermezsek, hiçbir zaman veremeyeceğiz. SEVDA. Hangi savaştan söz ediyorsun sen? NEVVAL. Hangi savaş olduğunu çok iyi biliyorsun. Kardeşin kardeşe tuzak kurduğu savaş. Öfkeli sivillerin savaşı. SEVDA. Ne kadar sürecek bu? NEVVAL. Bilmiyorum. SEVDA. Kitaplar söylemiyor mu? NEVVAL. Kitaplar daima zamanın çok gerisindedir, ya da çok ilerisinde. Her şey aslında çok saçma. Gazeteyi tahrip ettiler, biz de yeni bir tane çıkartacağız. Eskisinin adı Gün Işığı idi, yenisinin adını Yükselen Güneş koyacağız. (bir an) Kelimeler korkunç şeyler. Bizi kör etmelerine izin veremeyiz. Eski zamanlarda atalarımızın yaptığı gibi yapmalıyız: kuşların uçuşunda geleceğin kehanetine varmaya çalışmalıyız. İlahi bilgelik. SEVDA. İlahi olan ne kaldı ki? Ekal öldü. Geride kalan tek şey fotoğraf makinesi. Kırık dökük görüntüler. Parçalanmış bir hayat. Nesnelerin bizden daha fazla umuda sahip olduğu bu dünya ne biçim bir dünya? Bir an, SEVDA sanki dua edermiş gibi bir şarkı söyler. 22. Abdüssamet JANINE, NEVVAL'in doğduğu köydedir. ABDÜSSAMET onunla birlikte ayakta durmaktadır. JANINE. Siz Abdüssamet Darazya mısınız? Gelip sizi bulmamı söylediler, çünkü siz köyün bütün hikâyelerini bilirmişsiniz. ABDÜSSAMET. Neyin yalan, neyin gerçek olduğunu da bilirim. JANINE. Nevval'i hatırlıyor musunuz? ABDÜSSAMET. Nevval mi? O kadar çok Nevval var ki. JANINE, (ona NEVVAL'in (otuz beş yaşında) ve SEVDA'nın fotoğrafını gösterirken) İşte bu. Bu köyde doğup büyümüş. ABDÜSSAMET. Sevda ile birlikte giden bir Nevval vardı. Ama efsane bu. JANINE. Sevda kim? ABDÜSSAMET. Bir efsane. Şarkı söyleyen kız derlerdi ona. Derin, tatlı bir sesi vardı. Hep doğru zamanda şarkı söylemeyi bilirdi. Bir efsane. JANINE. Peki ya Nevval? Nevval Marvan. ABDÜSSAMET. Nevval ve Sevda. Bir efsane. JANINE. Efsane ne diyor? ABDÜSSAMET. Efsaneye göre bir gece Nevval ile Vahap'ı ayırmışlar. JANINE. Vahap kim? ABDÜSSAMET. Bir efsane! Derler ki, ormanda yeteri kadar uzun süre beklersen, beyaz ağaçların yetiştiği kayanın yanında, onların kahkahalarını duyabilirsin. JANINE. Beyaz ağaçların yetiştiği kaya mı? VAHAP ve NEVVAL (on dört yaşında) beyaz ağaçların dikili olduğu kayadadırlar. NEVVAL bir hediyenin paketini açmaktadır. VAHAP. Sana bir hediye getirdim, Nevval. NEVVAL. Bir palyaço burnu! VAHAP. Gezici sirk kasabaya geldiği zaman gördüğümüzün aynı. Hatırlasana nasıl gülmüştün! Durmadan, “Burna bak, burna bak! Şunun burnuna bak!” diyordun. Öyle güldüğünü duyunca içim gitmişti. Konakladıkları alana gittim, neredeyse aslanlar beni yiyecek, filler üstüme basacaktı, kaplanlarla pazarlık ettim, üç yılanı canlı canlı yuttum ve gizlice palyaçonun çadırına girdim. Burnunu masanın üzerine bırakmış, uykuya dalmıştı; burnu kaptığım gibi kaçtım! ABDÜSSAMET. Efsaneye göre Nevval'in üstüne büyükannesinin ismini yazdığı taş kabristanda hâlâ dikili durur. Harfleri tek tek Nevval'in yazdığı söylenir. Kabristandaki ilk yazılı taş. Nevval okumayı öğrenmişti. Sonra buraları terk etti. Sevda da onunla birlikte gitti ve sonra savaş patladı. Gençlerin kaçıp gitmesi hiçbir zaman hayra alamet değildir. JANINE. Kfar Rayat nerdedir? ABDÜSSAMET. Cehennemde. JANINE. Daha iyi bir tarif verebilir misiniz? ABDÜSSAMET. Buranın güneyinde. Nebatiye yakınlarında. Yolu takip et. ABDÜSSAMET çıkar. JANINE telefon eder. JANINE. Alo, Simon, ben Janine. Annemin doğduğu köyden arıyorum seni. Dinlesene. Köyün sesini dinle. Telefonu yukarıda tutarken yürür ve çıkar. 23. Hayat bıçağın çevresindedir SEVDA ve NEVVAL (kırk yaşında) köyden çıkmaktadırlar. Sabah. Bir MİLİS belirir. MİLİS. Kimsiniz? Nereden geliyorsunuz? Yollar kapalı, yolculuk etmek yasak. NEVVAL. Nabatiye'den geldik, Kfar Rayat'a gidiyoruz. MİLİS. Sizin aradığımız şu iki kadın olmadığınızı nereden bileceğiz? Bütün ekipler onları arıyor, güneyden gelen askerler de onları arıyor. Bu iki kadın yazı yazmayı biliyormuş ve insanların kafasına fikirler sokuyormuş. Bir an. O iki kadın sizsiniz. Biri yazı yazıyormuş, öteki de şarkı söylüyormuş. Bir an. Ayakkabılarımı gördünüz mü? Geçen gece bir cesedin ayağından çıkarttım. Bunları giyen adamla teke tek dövüştüm ve onu geberttim. “Biz aynı ülkedeniz, aynı kandanız” dedi bana, ben de onun kafatasını parçalayıp ayağından ayakkabısını aldım. Bir an. Başlangıçta biraz elim titredi. Başka şeylerde olduğu gibi. İlk seferinde, duraksıyorsun, tereddüt ediyorsun. Bir kafatasının ne kadar sert olduğunu bilemiyorsun tabii. Ne kadar sert vurman gerektiğini de bilemiyorsun hâliyle. Bıçağını nereye saplayacağını da bilemiyorsun. Bilemiyorsun işte. En kötüsü bıçağı saplamak değil, onu geri çekmek, çünkü bütün kaslar kasılıyor ve bıçağa sarılıyor. Kaslar hayatın orada olduğunu biliyor. Bıçağın çevresinde. Bıçağı iyi bilersen mesele kalmıyor. İçeri nasıl kolayca giriyorsa, öyle kolayca kayıp çıkıyor. İlk sefer zor oluyor. Sonra gittikçe kolaylaşıyor, her şey gibi. MİLİS, NEVVAL'i tutar ve boğazına bir bıçak dayar. Şimdi senin boğazını keseceğim; görelim bakalım şarkı söylemeyi bilenin sesi güzel miymiş ve düşünmeyi bilenin parlak fikirleri var mıymış? SEVDA bir silah çıkartır ve tek el ateş eder. MİLİS düşer. SEVDA. Nevval, galiba adamın dediği doğru: “İlk seferinde zordur, sonra gittikçe kolaylaşır.” NEVVAL. Sen onu öldürmedin ki, bizim hayatımızı kurtardın. SEVDA. Bunlar boş laf, sadece kelimeler. SEVDA, MİLİS'in cesedine bir kez daha ateş eder. 24. Kfar Rayat JANINE Kfar Rayat hapishanesindedir. Yanında bir rehber vardır. JANINE fotoğraf çekmektedir. REHBER. Turizmi canlandırmak için bu hapishane 2000 yılında müzeye dönüştürülmüştür. Ben daha önceleri kuzeyde rehberlik yapıyordum, Roma harabelerini anlatıyordum. Asıl ihtisasım odur. Şimdi Kfar Rayat hapishanesini anlatıyorum. JANINE. (rehbere NEVVAL ve SEVDA'nın fotoğrafını göstererek) Bu iki kadını tanıyor musunuz? REHBER. Hayır, kim bunlar? JANINE. Burada çalışmış olabilirler. REHBER. O zaman savaşın sonunda işkenceci Ebu Tarık ile birlikte buradan kaçmışlardır. Burası Kfar Rayat'taki en meşhur hücredir. Yedi numaralı hücre. İnsanlar hacca gider gibi gelip burayı ziyaret ediyor. Burası şarkı söyleyen kadının hücresiydi. Burada tam beş yıl kapalı kaldı. Diğerlerine işkence yapılırken, o şarkı söylerdi-- JANINE. Şarkı söyleyen kadının adı Sevda mıydı? REHBER. Adını kimse bilmiyor. Sadece seri numaraları vardı. Şarkı söyleyen kadın yetmiş iki numaraydı. Buralarda meşhur bir sayıdır. JANINE. Yetmiş iki numara mı dediniz? REHBER. Evet, ne oldu ki? JANINE. Burada çalışmış olan birilerini tanıyor musunuz? REHBER. Okuldaki hademe. Eskiden burada gardiyanmış. JANINE. Bu hapishane ne zaman inşa edilmiş? REHBER. 1978'de. Kfar Riad ve Kfar Matra mülteci kamplarındaki katliamların olduğu sene. Buraya fazla uzak değil. Askerler kampları sardı ve milisleri içeri gönderdi. Milisler önlerine çıkan her şey yok etti. Çıldırmışlardı. Çünkü liderleri öldürülmüştü. Onlar da hiç oyalanmadılar. Ülkenin bağrında büyük bir yara. JANINE çıkar. 25. Dostluk NEVVAL (kırk yaşında) ve SEVDA. SEVDA. Kamplara girdiler. Bıçaklarla, el bombalarıyla, palalarla, baltalarla, tüfeklerle ve asitle. Elleri titremiyordu. Herkes uykudaydı. Silahlarıyla uykunun içine daldılar ve gecenin büyük beşiğinde uykuya dalmış erkeklerin, kadınların ve çocukların uykularını öldürdüler! NEVVAL. Ne yapacaksın? SEVDA. Rahat bırak beni! NEVVAL. Nereye gidiyorsun? SEVDA. Tek tek bütün evlere gireceğim. NEVVAL. Ne yapmak için? SEVDA. Bilmiyorum. NEVVAL. Karşına çıkan her kafaya bir kurşun mu sıkacaksın? SEVDA. Göze göz, dişe diş, böyle demiyorlar mı? NEVVAL. Bu şekilde değil ama. SEVDA. Başka yolu yok! Artık ölüm hakkında soğukkanlı düşünmek mümkün olduğuna göre, başka yol yok! NEVVAL. Yani sen de evlere dalıp erkekleri, kadınları ve çocukları öldürmek istiyorsun! SEVDA. Onlar anamı-babamı öldürdüler; kuzenlerimi, komşularımı, ailemin bütün tanıdıklarını öldürdüler! Aynı şey. NEVVAL. Evet, aynı şey, Sevda, haklısın, ama biraz daha düşün. SEVDA. Düşünmenin ne yararı var. Düşünmek kimseyi geri getirmiyor. NEVVAL. Düşün biraz, Sevda. Sen şimdi kurbansın; gidip yoluna çıkan herkesi öldürünce katil olacaksın. Sonra bunun karşılığında tekrar kurban olacaksın! Sen şarkı söylemeyi biliyorsun, Sevda, şarkı söylemeyi biliyorsun! SEVDA. Şarkı söylemek istemiyorum! Teselli bulmak istemiyorum, Nevval. Senin fikirlerini istemiyorum; hayallerini, kelimelerini, gözlerini, yan yana geçirdiğimiz zamanı istemiyorum— Gördüklerimden ve işittiklerimden sonra beni teselli edecek hiçbir şey istemiyorum. Çıldırmış gibi kamplara daldılar. İlk çığlıklar diğerlerini uyandırdı ve kısa sürede herkes milislerin öfkesini duydu! Çocukları duvarlara çarparak işe başladılar, daha sonra da bulabildikleri bütün erkekleri öldürdüler. Erkek çocukların boğazını kestiler ve kız çocuklarını canlı canlı ateşe attılar. Her şey tutuşmuştu, Nevval, her şey yanıyordu, her şey alevler içindeydi. Sokaklardan kan akıyordu. Çığlıklar boğazları doldurdu ve söndü gitti, yaşamlar tek tek soldu. Milisin biri üç kardeşin ölümünü hazırlıyordu. Onları duvarın önüne dizdi. Ben ayaklarının altındaydım, lağıma saklanmıştım. Çocukların bacaklarının titrediğini görebiliyordum. Üç erkek kardeş. Milisler çocukların annesini saçlarından sürükleyerek getirdiler, evlâtlarının önüne diktiler, derken içlerinden biri bağırdı: “Seç bakalım; hangisini kurtarmak istiyorsan seç! Seç yoksa üçünü de vururum. Üçe kadar sayacağım; üç dediğimde üçünü de geberteceğim. Seç!” Dinle beni, Nevval, uydurmuyorum bunları. Ayaklarımın dibine serilen acıyı anlatıyorum sana. Onu görebiliyordum, oğullarının titreyen dizleri arasından görebiliyordum. Konuşamıyordu, düşünemiyordu, sadece kafasını hareket ettirebiliyor, sırayla tek tek evlâtlarının yüzüne bakıyordu! Onları, o üç erkek çocuğu taşıdığı için bedeni hırpalanmış, memeleri sarkmıştı. Ve bütün bedeniyle haykırıyordu: “Neden doğurdum onları ben, kanlarının bir duvara saçıldığını seyretmek için mi?” Milis sürekli bağırıp duruyordu: “Seç! Seç!” Sonra kadın milisin yüzüne baktı, ve son bir ümitle haykırdı: “Bunu nasıl yaparsın, yüzüme bak, senin anan yaşındayım.” Milis, kadına bir yumruk attı. “Anama hakaret etme” dedi, “Seç birini!” Kadın bir isim söyledi, “Nidal!” dedi, “Nidal!” Sonra yere yığıldı, milis en genç iki oğlanı oracıkta vurdu. En büyük kardeşi korkudan titrer bir hâlde orada bıraktı. Onu orada öylece bıraktı ve yürüdü gitti. İki kardeşinin cesedi çocuğun ayakları dibinde yatıyordu. Anne ayağa kalktı ve yanan köyü sarmış dumanların ortasında ağlamaya, “oğullarımı öldürdüm” diye inlemeye başladı. Ağır bedenini sürükleyerek uzaklaşırken hiç durmadan kendi evlâtlarının katili olduğunu haykırıyordu. NEVVAL. Anlıyorum, Sevda, ama körü körüne intikam peşinde koşamazsın. Dinle. Ne dediğimi dinle: bizim ellerimizde kan var, ve böyle bir durumda, bir annenin acısı bizi ezip geçen, yok eden mekanizmadan daha önemli değil. O kadının acısı, senin ve benim acımız, o gece ölen herkesin acısı artık önemli değil, bir birikim bu sadece, hesaplanamayacak kadar büyük bir birikim. Ve sen, Sevda —uzun zaman önce güneşe giden yolda yan yana yürüyerek artık benzerleri anlatılmayan bir aşk hikâyesinden doğmuş oğlumu bulmaya giderken alfabeyi ezberden okuyan sen— bu devasa acı birikintisine bir damla daha ekleyemezsin. Yapamazsın! SEVDA. Ne yapabiliriz öyleyse? Ne yapabiliriz? Kollarımızı kavuşturup bekleyecek miyiz? Kendi kendimize, bunun bizimle bir ilgisi yok, salaklar kendi aralarında savaşıp dursunlar mı diyeceğiz? Sonra da kafamızı her şeyin çok iyi, çok güzel, çok sıra dışı, çok ilginç olduğu kitaplarımıza gömeriz! “İyi, güzel, ilginç, sıra dışı.” Bu sanki kurbanların suratlarına tükürmek gibi. Kelimeler! Bugün ne yapacağımı bilmiyorsam kelimeler ne işe yarar ki? Ne yapabiliriz, Nevval? NEVVAL. Bu soruya cevap veremem, Sevda. Bize kılavuzluk edecek değerler yok, biz de bu yüzden kendi uydurduğumuz geçici değerlere yaslanmak zorundayız... Bildiklerimize ve hissettiklerimize yaslanmalıyız. Bu iyidir, bu kötüdür. Ama bir şeyi iyi biliyorum: savaştan hoşlanmıyoruz ama onun bir parçası olmak zorunda kaldık. Mutsuz olmak istemiyoruz ama mutsuzluk içinde boğuluyoruz. İntikam almak, evleri yakıp yıkmak istiyorsun, senin hissettiklerini başkalarının da hissetmesini, böylece anlamalarını, değişmelerini, bunu yapan insanların dönüşmesini istiyorsun. Anlasınlar diye onları cezalandırmak istiyorsun. Ama bu budalaca oyun seni kör eden çılgınlıktan ve acıdan besleniyor. SEVDA. Yani kılımızı bile kıpırdatmayacağız, öyle mi? NEVVAL. Kimi ikna edebilirsin ki? Çevremizin artık ikna edilemeyecek insanlarla dolu olduğunu görmüyor musun? Artık hiçbir şeye inanmayan adamlar bunlar. O kadına “Seç!” diye bağıran, kadını kendi evlâtlarını mahkûm etmeye zorlayan adamı yanlış yaptığına inandırabileceğini mi sanıyorsun? Onun ne yapmasını bekliyorsun? Sana şöyle mi diyecek: “Evet, Bayan Sevda, görüşleriniz çok ilginç, hemen düşüncelerimi, duygularımı, kanımı, dünyamı, evrenimi, gezegenimi değiştireceğim ve derhâl özür dileyeceğim.” Ne sanıyorsun? Karısının ve çocuğunun kanını dökerek ona bir ders verebileceğini mi? Yarın, sevdiklerinin cesetleri ayağının dibinde yatarken, “Bu durum bana düşünmek için bir fırsat veriyor, şimdi mültecilerin de bir yuvaya sahip olma hakları olduğunu anlıyorum. Onlara kendi evimi vereceğim ve hepimiz birlikte barış ve uyum içinde yaşayacağız!” diyeceğini mi sanıyorsun? Sevda, oğlumu bedenimden zorla söküp aldıklarında, kollarımdan, hayatımdan kopardıklarında, bir seçim yapma şansım olduğunu fark ettim: ya dünyaya savaş açacaktım ya da oğlumu bulmak için elimden gelen her şeyi yapacaktım. Her gün onu düşünüyorum. Şimdi yirmi beş yaşında, öldürecek kadar büyüdü, ölecek kadar büyüdü, aşık olacak ve acı çekecek kadar büyüdü. Sana bunları anlatırken aklımdan ne geçiyor biliyor musun? Onun belki de ölmüş olduğunu, boşuna onu aramamın saçma olduğunu, hayatımdan çıkmış olduğu ve onu asla karşımda dururken göremeyeceğim için hayatımın sonunda kadar yarım bir insan olarak kalacağımı düşünüyorum. O kadının acısını içimde hissedemeyeceğimi düşünme. O acı bir zehir gibi içimde. Ve yemin ederim, Sevda, yemin ederim ki o el bombalarını alan, o dinamitleri, bombaları ve en çok zararı verecek her şeyi alıp beline dolayan, onları yutan, ve o aptalların ortasına gözü kapalı dalıp kendini tahmin bile edemeyeceğin bir zevkle havaya uçuran ilk kişi ben olurdum. Yemin ederim ki bunu yapardım çünkü artık kaybedeceğim hiçbir şey yok ve o adamlara karşı duyduğum nefret çok çok derin! Hayatlarımızı yok eden adamların yüzlerinde, gözlerinde kendi hayatımı görüyorum ben. Yüzlerindeki kırışıklara tek tek nakşedilmişim; ruhlarına varıncaya kadar her şeylerini parça parça etmek için kendimi havaya uçurmak öyle kolay olurdu ki, işitiyor musun? Ama bir söz verdim... İhtiyar bir kadına, yoksulluktan ve nefretten kaçabilmek için okumayı, yazmayı ve konuşmayı öğreneceğime söz verdim. Ve bu söz benim kılavuzum olacak. Ne olursa olsun. Hiç kimseden nefret etme, hiçbir zaman, başını hep dik tut, her zaman. Güzel olmayan, zengin olmayan, hiçbir özelliği olmayan, ama bana yardım eden, bana bakan ve beni kurtaran bir kadına verilmiş bir söz bu. SEVDA. Ne yapabiliriz öyleyse? NEVVAL. Ne yapabileceğimizi söyleyeyim sana. Ama sonuna kadar dinleyeceksin. Benimle tartışmayacağına söz vermelisin. Beni susturmaya çalışmayacaksın. SEVDA. Neler geçiyor aklından? NEVVAL Söz ver! SEVDA. Emin değilim. NEVVAL. Unutma, uzun bir zaman önce yanıma gelip “Bana okumayı-yazmayı öğret” demiştin. Olur dedim ve verdiğim sözü tuttum. Şimdi de senin bana söz verme zamanın. Söz ver. SEVDA. Söz veriyorum. NEVVAL. Dinle. Onlara büyük bir darbe vuracağız. Tek bir noktaya saldıracağız. Tek bir darbe. Ve canlarını çok yakacağız. Erkek, kadın, çocuk, hiç kimseye zarar vermeyeceğiz, sadece tek bir kişiye. Tek bir kişi. Onu haklayacağız. Belki onu gebertiriz, belki gebertemeyiz, fark etmez, ama işini bitireceğiz. SEVDA. Neler düşünüyorsun yine? NEVVAL. Chad'ı düşünüyorum. SEVDA. Korucuların reisini mi? Ona asla ulaşamayız. NEVVAL. Çocuklarına ders veren kız eskiden benim öğrencimdi. Bana yardım edecek. Bir haftalığına onun yerine geçeceğim. SEVDA. Neden “ben” diye konuşuyorsun? NEVVAL. Çünkü tek başıma gideceğim. SEVDA. Ne yapacaksın peki? NEVVAL. Başlangıçta, hiçbir şey. Kızlarına ders vereceğim. SEVDA. Sonra? NEVVAL. Sonra mı? Son gün, oradan ayrılmadan hemen önce, ona iki el ateş edeceğim, bir el senin için, bir el benim için. Biri mülteciler için, biri vatandaşlarım için. Biri onun aptallığına, biri bizi işgal eden orduya. İkiz kurşunlar. Bir değil, üç değil. İki. SEVDA. Sonra ne olacak peki? Nasıl kaçacaksın? Sessizlik. SEVDA. Buna izin vermiyorum. Bu işi yapmak sana düşmez. NEVVAL Düşmez mi? Kime düşer o zaman? Sana mı? SEVDA. Neden olmasın? NEVVAL. Neden yapıyoruz bunu? İntikam için mi? Hayır. Hâlâ tutkuyla sevebilmek istediğimiz için yapıyoruz. Ve böyle bir durumda, bazı insanlar ölmeye mahkûmdur, bazıları değildir. Tutkuyla sevmiş olanlar, aşkı tanımamış olanlardan daha önce ölmelidir. Ben yaşamam gereken aşkı yaşadım. Sahip olmam gereken çocuğa sahip oldum. Sonra öğrenmem gerekti, öğrendim. Artık elimde kalan şey ölümüm ve onu seçtim ve ölümüm bana ait olacak. Gidip Şemsettin'lerin evinde saklanmalısın. SEVDA. Şemsettin de diğerleri kadar acımasız. NEVVAL. Başka çaren yok. Beni yarı yolda bırakma, Sevda. Benim için yaşamak zorundasın, benim için şarkı söylemeye devam etmek zorundasın. SEVDA. Sen artık burada olmadığında, ben tek başıma nasıl idare edeceğim? NEVVAL. Peki, sen olmadığında, ben nasıl yaşayacağım? Hani uzun zaman önce, hâlâ gençken ezberlediğimiz şiiri hatırlasana. O zamanlar oğlumu bulacağımı sanıyordum. Sözlerini hatırlasana. (“Al Atlat” isimli şiiri Arapça olarak söylerler.) Beni her özlediğinde bu şiiri yüksek sesle oku, cesaretin kırıldığında ise alfabeyi okuyabilirsin. Bense her cesaretim kırıldığında şarkı söyleyeceğim, şarkı söyleyeceğim, Sevda, senin bana öğrettiğin gibi. Ve benim sesim senin sesin olacak ve senin sesin benim sesim olacak. Böylece bir arada kalabiliriz. Birlikte olmaktan daha güzel hiçbir şey yok. 26. Hâkî ceket JANINE ve okuldaki HADEME. HADEME. Ben sadece okulun hademesiyim. JANINE. Biliyorum, ama daha önce... Yani hapishane hâlâ hapishane iken. HADEME. İşime engel oluyorsunuz. JANINE hâki ceketi ortaya çıkartır. Adam ceketi alır. JANINE. Sırtında bir sayı basılı. Yetmiş iki... HADEME. Şarkı söyleyen kadın. JANINE. (Fotoğraf vererek) Bu o mu? HADEME. (Fotoğraf incelerken) Hayır, öteki. JANINE. Hayır! Bu olmalı! HADEME. Beş yıldan fazla her gün o kadını gördüm. Her zaman hücresindeydi. Şarkı söyleyen kadın. Onun yüzünü görebilen nadir insanlardan biriydim. JANINE. Lütfen. Bu kadının, bu gülümseyen, uzun saçlı kadının şarkı söyleyen kadın olduğundan emin misiniz? HADEME. Hücrede tanıdığım kadın buydu. JANINE. Peki, bu kim? HADEME. Onu tanımıyorum. JANINE. Sevda. Şarkı söyleyen kadın o! Herkes öyle anlattı. HADEME. Eh, o zaman yalan söylemişler. Şarkı söyleyen kadın, buradaki. JANINE. Adı Nevval miydi? Nevval Marvan? HADEME. Hiç kimse onun adını söylemezdi. Sadece şarkı söyleyen kadındı o. Yetmiş iki numara. Hücre numarası yedi. Korucuların komutanını öldüren kadın. İki kurşun. Bütün ülke sallanmıştı. Onu Kfar Rayat'a gönderdiler. Bütün arkadaşları yakalandı ve öldürüldü. İçlerinden biri askerlerin takıldığı kahveye dalıp kendini havaya uçurdu. Sadece şarkı söyleyen kadın hayatta kaldı. Ebu Tarık onunla özel olarak ilgileniyordu. Ebu Tarık'ın onun ırzına geçtiği geceler, seslerini ayırt edemezdik. JANINE. Tecavüze uğramıştı yani. HADEME. Buralarda çok sıradan bir olaydı. Sonunda, kaçınılmaz olarak, hamile kaldı. JANINE. Ne?! HADEME. Bu da sıradan bir olaydı. JANINE. Elbette, hamile kaldı...! HADEME. Doğum yaptığı gece, bütün hapishane sessizliğe gömülmüştü. Hücresinin bir köşesine çömelerek tek başına doğurdu. Çığlıklarını duyabiliyorduk ve çığlıkları üzerimize yağan bir lanet gibiydi. Her şey bittiğinde, ben hücreye girdim. Her yer karanlıktı. Bebeği bir kovaya koymuş ve üzerini bir bezle örtmüştü. Bebekleri nehre her zaman ben götürürdüm. Kıştı. Kovayı aldım, içine bakmaya cesaret edemedim, ve dışarı çıktım. Gece hava açıktı ve çok soğuktu. Göz gözü görmüyordu. Ay yoktu. Nehir donmuştu. Suyun yanına indim, kovayı orada bıraktım ve geri döndüm. Ama bebeğin ağlayışını ve şarkı söyleyen kadının şarkısını işitebiliyordum. Durdum ve düşündüm, fark ettim ki vicdanım o gece kadar soğuk ve karanlıktı. O sesler ruhumdaki kar yığınları gibiydi. Geri döndüm, kovayı aldım ve Kisservan yakınlarında, koyun sürüsüyle birlikte tepedeki köyüne dönmekte olan bir köylüye rastlayıncaya kadar yürüdüm, yürüdüm. Köylü beni gördü, yüzümdeki acıyı gördü, bana biraz su verdi, ben de ona kovayı verdim. “Bu şarkı söyleyen kadının çocuğu” dedim. Ve oradan ayrıldım. Daha sonra, o gece olanları herkes öğrendi. Ama beni affettiler. Beni kendi hâlime bıraktılar. Artık bu okulda çalışıyorum. Her şey yoluna girdi. Uzun bir duraklama. JANINE. Ebu Tarık onun ırzına geçti. HADEME. Evet. JANINE. Hamile kaldı ve çocuğunu hapiste doğurdu. HADEME. Evet. JANINE. Siz de çocuğu aldınız ve diğerleri gibi öldürmek yerine, bir köylüye verdiniz. Doğru mu? HADEME. Evet, doğru. JANINE. Kisservan ne tarafta? HADEME. Uzak değil, az Batı'ya doğru. Denize bakan tepelerde. Şarkı söyleyen kadının çocuğunu büyüten adamı sor. Onu tanıyacaklardır. Benim adım Fehim. Nehre bir sürü çocuk attım, ama onu atamadım. Onun ağlayışları içime dokundu. Onu bulursan, adımı söyle, Fehim de. JANINE ceketi giyer. JANINE. Neden bize söylemedin? Seni yine de severdik. Seninle gurur duyardık. Seni savunurduk. Neden bize hiç anlatmadın, anne? Şarkı söylediğini neden hiç duymadım? 27. Telefonlar JANINE bir telefon kulübesindedir. SIMON spor salonundadır. Aşağıdaki iki konuşma birbirinin üstüne biner. JANINE. Dinle, Simon, dinle. Umurumda değil! Senin boks maçın umurumda değil! Kapa çeneni! Dinle beni! Hapisteymiş. İşkence görmüş! Tecavüze uğramış! Duyuyor musun beni! Tecavüz! Dediklerimi duyabiliyor musun? Hapiste doğurduğu çocuk da bizim ağabeyimiz. Hayır! Lanet olsun, Simon, dünyanın öteki ucunda, kimsenin bilmediği bir yerdeyim, aramızda bir deniz ve iki okyanus var, o yüzden çeneni kapat da beni dinle...! Hayır, beni aramayacaksın, gidip noteri göreceksin, ondan kırmızı defteri isteyeceksin ve içinde ne yazdığına bakacaksın. Nokta. SIMON. Hayır! Hayır! İlgilenmiyorum. Boks maçım var! İlgilendiğim tek şey bu! Hepsi bu kadar! Evet, bu kadar! Onun kim olduğunu öğrenmek beni ilgilendirmiyor! Hayır, ilgilenmiyorum! Ben bugün kim olduğumu biliyorum ve bu da bana yetiyor. Şimdi sen beni dinle! Eve dön! Eve dön, Allah’ın belâsı, hemen! Eve dön, Janine!... Alo? Alo?... Siktir! O sıçtığım telefon kulübesinin numarası yok mu ben seni arayayım? JANINE telefonu kapatır. 28. Gerçek isimler JANINE köylünün evinde. JANINE. Çoban beni size gönderdi. “Pembe eve git, orada ihtiyar bir adam bulacaksın. Adı Abdülmelik ama sen ona Melik diyebilirsin. Seni içeri alacaktır.” dedi. Ben de kalkıp geldim. MELİK. Seni çobana kim gönderdi? JANINE. Fehim, Kfar Rayat'taki okulun hademesi. MELİK. Fehim'den kim söz etti? JANINE. Kfar Rayat hapishanesindeki rehber. MELİK. Mansur. Adı bu. Neden Mansur'u görmeye gittin? JANINE. Abdüssamet, kuzeydeki bir köyde yaşayan bir mülteci, Kfar Rayat hapishanesine gitmemi söyledi. MELİK. Peki Abdüssamet'i görmeye gitmeni kim söyledi? JANINE. Bu hızla doğum günüme kadar gideriz artık. MELİK. Belki de. O zaman güzel bir aşk hikâyesi buluruz. Şuradaki ağacı görüyor musun, o bir ceviz ağacı. Benim doğduğum gün dikmişler onu. Tam yüz yaşında. Zaman denen şey çok garip, değil mi? Eee? JANINE. Abdüssamet annemin doğduğu köyde yaşıyor. MELİK. Adı ne annenin? JANINE. Nevval Marvan. MELİK. Senin adın ne? JANINE. Janine Marvan. MELİK. Peki, ne istiyorsun benden? Seni kime göndermemi istiyorsun? JANINE. Annemin hatırına, Fehim'in bir zamanlar sana verdiği çocuğa. MELİK. Ama ben anneni tanımıyorum. JANINE. Nevval Marvan'ı tanımıyor musun? MELİK. Bu isim bana hiçbir şey ifade etmiyor. JANINE. Peki ya şarkı söyleyen kadın? MELİK. Şarkı söyleyen kadından neden bahsediyorsun? Onu tanıyor musun? Geri mi döndü? JANINE. Şarkı söyleyen kadın öldü. Adı Nevval Marvan. Şarkı söyleyen kadının adı Nevval Marvan. Benim annem. Yaşlı adam JANINE'e sarılır. MELİK. Canan! NEVVAL (kırk beş yaşında) oradadır, kucağında iki bebek tutan MELİK'in karşısında durmakta, yüzüne bakmaktadır. Serbest bırakıldığın haberi bütün ülkeye yayıldı. NEVVAL. Ne istiyorsun benden? MELİK. Çocuklarını geri vermek istiyorum. Onlara kendi çocuklarımmış gibi baktım. NEVVAL. Öyleyse sende kalsınlar. MELİK. Hayır, onlar senin. Al çocuklarını. Senin için ileride ne kadar değerli olacaklarını şimdi fark edemiyorsun. Bugün hayatta olmaları için pek çok mucize gerçekleşti, senin hayatta kalman için de öyle. Üç savaşçı. Birbirine bakan üç mucize. Bu pek sık görülmez. Onlara birer isim verdim. Oğlanın adı Sarvan, kızın adı da Canan. Sarvan ile Canan. Şimdi al onları ve beni hiç unutma. MELİK çocukları NEVVAL'e verir. JANINE. Hayır! Hayır, biz değiliz! Bu doğru değil. Benim adım Janine, kardeşiminkiyse Simon. MELİK. Canan ve Sarvan. JANINE. Hayır! Biz hastanede doğduk. Elimizde doğum belgelerimiz var! Hem biz yazın doğduk, kışın değil; Kfar Rayat'ta doğan çocuk kışın doğmuştu, nehir buz tutmuştu, Fehim anlattı bana, o yüzden kovayı suyun içine bırakamamıştı. MELİK. Fehim yanlış hatırlıyor. JANINE. Fehim yanlış hatırlamıyor. Onu her gün görüyordu! Bebeği aldı, kovayı aldı, bebek kovanın içindeydi, ve sadece tek bir çocuk vardı, iki değil, iki değil! MELİK. Demek ki Fehim dikkatli bakmamış. JANINE. Benim babam öldü, ülkesi için can verdi, işkenceci değildi, anneme âşıktı, annem de ona âşıktı! MELİK. Annenin sana söylediği bu mu? Neden olmasın, her çocuğun kolay uykuya dalmak için masala ihtiyacı vardır. Seni uyarmıştım, soru-cevap oyunu kolaylıkla her şeyin doğumuna kadar uzanabilir, bak işte bizim oyunumuz da bizi senin doğumunun sırrına ulaştırdı. Şimdi beni iyi dinle: Fehim bana kovayı verdi ve koşarak uzaklaştı. Kovanın ağzını örten bezi kaldırdım, ve ne gördüm, iki bebek, öfkeden kıpkırmızı kesilmiş, birbirine yapışmış, yaşamlarının başlangıcındaki şevkle birbirine sıkı sıkı sarılmış iki yeni doğmuş bebek. İkinizi de oradan aldım, karnınızı doyurdum ve size isim verdim: Canan ve Sarvan. Şimdi de sen buradasın. Annenin ölümünden sonra bana geri döndün, ve yanaklarından dökülen yaşlardan anlıyorum ki pek de yanlış bir şey yapmamışım. Şarkı söyleyen kadının soyu tecavüzden ve korkudan doğmuştu; ama onlar nehre atılan çocukların kayıp çığlıklarını geri verecekler. 29. Nevval konuşuyor SIMON kırmızı defteri açar. NEVVAL (altmış yaşında) mahkeme heyeti karşısında ifade vermektedir. NEVVAL. Bayan Başkan, mahkemenin değerli hanımları ve beyefendileri. Ayakta ve gözlerim açık olarak ifademi vermek istiyorum; çünkü çoğu zaman gözlerimi kapatmaya zorlandım. İfademi verirken işkencecimin yüzüne bakacağım. Ebu Tarık. İsmini hayatımda son kez ağzıma alıyorum. Seni tanıdığımı bil diye söylüyorum ismini. İçinde hiç şüphe kalmasın diye. Yattığı acı dolu yerden doğrulsa seni ve gülümsemenin dehşetini hemen tanıyacak o kadar çok ölü var ki. Adamlarının çoğu senden korkardı, hâlbuki onlar da birer kâbustular. Bir kâbus diğer bir kâbustan nasıl korkabilir? Belki bizden sonra gelecek şefkâtli ve adil insanlar bu muammayı çözer. Seni tanıyorum, seni hatırlıyorum, ama her ne kadar bir işkenceci olarak mesleğin gereği isimler, soy isimleri, tarihler, yerler ve olaylar konusunda mükemmel bir hafızaya sahip olsan da, sen beni hatırlamayabilirsin. Bu nedenle, yüzümü sana hatırlatmak zorundayım, çünkü en az ilgilendiğin şey yüzümdü. Tenimi, kokumu, adım adım eziyet edilecek bir mülk gibi gördüğün vücudumun en mahrem ayrıntılarını çok daha iyi hatırlıyorsundur. Birçok hayalet şimdi benim aracılığımla sana sesleniyor. Hatırla. Belki de benim ismim sana bir şey ifade etmiyor çünkü bütün kadınlar senin için sadece birer orospuydu. Kırk beş numaralı orospu, altmış üç numaralı orospu, böyle seslenirdin onlara. Bu sana belli bir stil, belli bir zarafet, bir tür uzmanlık, ağırlık, otorite verirdi. Bütün kadınları tek tek korku sarardı ve içlerinde derin bir nefret uyanırdı. Belki ismim sana bir şey ifade etmeyecek, belki orospu numaram sana bir şey ifade etmeyecek, ama unutamadığın tek bir şey var, unutmana imkân olmayan bir şey, yüreğini sıkıp boğmasın diye o kadar uğraşmana rağmen hâlâ kulaklarında çınlayan bir şey; işte o şey unutmanı sağlayan kalın duvarları patlatacak: Şarkı söyleyen kadın. Şimdi hatırlıyor musun? Bana karşı duyduğun öfkeyi hatırlıyorsun; beni ayaklarımdan tavana astığını, suyu ve elektrik akımını... Tırnaklarımın altına sokulan çivileri... Şakağıma dayanan kuru sıkı tabancayı... İşkencenin bir parçası olan silah seslerini ve ölümü, ve bedenimdeki sidiği, senin sidiğini, ağzımdaki, apış aramdaki, ve sonra senin apış aranın benim apış arama girişini, bir kere, iki kere, üç kere, zamanın durduğu ana kadar. İçime bıraktığın şeyin gittikçe büyümesi, karnıma soktuğun o korkunç işkence, sonra tek başıma bırakılışım, tek başıma, doğururken tek başıma kalmam emrini verişin. İki çocuk. İkizler. Sen çocukları sevmemi imkânsız hâle getirdin. Senin yüzünden, acı ve sessizlik içinde onları büyütmek için uğraştım. Onlara senden nasıl bahsedebilirdim, babalarını nasıl anlatabilirdim, gerçeği nasıl söyleyebilirdim, ki gerçek artık asla olgunlaşmayacak ham bir meyveydi. Öyle acıydı. Dile gelen gerçek daha da acılaşır. Zaman geçecek, ama sen hepimizden kaçan adaletten kaçamayacaksın: senin ve benim, bizim doğurduğumuz bu çocuklar hayattalar, güzeller, zekiler, duyarlılar, zaferin ve yenilginin kendilerine düşen payını ödüyorlar, hayatlarına, varoluşlarına bir anlam verebilmek için uğraşıyorlar... Sana yemin ederim, er ya da geç gelip hücrende senin karşında duracaklar, ve tıpkı benim onlarla yalnız kalışım gibi, sen de onların yanında yapayalnız kalacaksın, ve tıpkı benim gibi, sen de yaşadığını hissedemeyeceksin. Bir taş parçası bile senden daha canlı olacak. Yaşadıklarıma dayanarak konuşuyorum. Yine yemin ederim ki, karşına dikildiklerinde ikisi de senin kim olduğunu bilecek. Biz ikimiz aynı topraktanız, aynı dilden, aynı tarihten, ve her toprak, her dil, her tarih kendi insanlarından sorumludur, ve her insan da kendi hainlerinden ve kahramanlarından sorumludur. Cellâtlarından ve kurbanlarından sorumludur, zaferlerinden ve yenilgilerinden. Bu yüzden, ben senden sorumluyum, sen benden sorumlusun. Biz savaşı ya da vahşeti sevmedik, ama savaşa girdik ve vahşileştik. Şimdi elimizde kalan tek şey onurlu yaşama ihtimalimiz. Her şeyde başarısız olduk, ama belki de hâlâ kurtarabileceğimiz tek şey odur: onurumuz. Bugün seninle böyle konuşuyor olmam, bir zamanlar yoksulluktan kurtulmanın önemini anlamamı sağlayan bir kadına vermiş olduğum sözü tuttuğumun ispatıdır: “Okumayı öğren, konuşmayı, yazmayı, sayı saymayı, düşünmeyi öğren.” SIMON. (kırmızı defterden okuyarak) İfadem bütün bu çabalarımın sonucudur. Yaptıkların karşısında sessiz kalsaydım, işlediğin suçların ortağı olurdum. SIMON defteri kapatır. 30. Kızıl kurtlar SIMON ve ALPHONSE LEBEL. ALPHONSE LEBEL. Ne yapmak istiyorsun? SIMON. Ne yapmak istediğimi bilmiyorum. Bir ağabey... Ne anlamı var ki? ALPHONSE LEBEL. Bilmeni sağlayacak. SIMON. Bilmek istemiyorum. ALPHONSE LEBEL. O zaman Janine için. O bilmezse yaşayamaz. SIMON. Ama onu asla bulamayacağım! ALPHONSE LEBEL. Tabii ki onu bulacaksın! Sen bir boksörsün! SIMON. Amatör bir boksör. Bir tane bile profesyonel maç yapmadım. ALPHONSE LEBEL. Ben sana yardım edeceğim, birlikte gidip pasaport çıkartacağız, ben de seninle geleceğim, seni yalnız bırakmayacağım. Ağabeyini bulacağız! Bundan eminim. Belki de öğrendiğin şey yaşamana, dövüşmene, maçları kazanıp profesyonel olmana yardım eder. Ben böyle şeylere inanırım... Her şey evrende gizli. İnançlı olmak zorundasın. SIMON. Ağabeyimin zarfı sizde mi? ALPHONSE LEBEL. Tabii ki! Bana güvenebilirsin, yemin ederim, bana güvenebilirsin. Tünelin sonundaki treni görmeye başlıyoruz. ALPHONSE LEBEL çıkar. NEVVAL (altmış beş yaşında) SIMON'la birliktedir. NEVVAL. Neden ağlıyorsun, Simon? SIMON. Sanki bir kurt... bana doğru yaklaşıyor. Kızıl bir kurt. Ve çenesinde kan var. NEVVAL. Benimle gel. SIMON. Beni nereye götürüyorsun, anne? NEVVAL. Sessizliği parçalamak için senin yumruklarına ihtiyacım var. Senin gerçek adın Sarvan. Kız kardeşinin gerçek adı Canan. Annenizin gerçek adı Nevval. Babanızın adı Ebu Tarık. Şimdi de sen ağabeyinin adını keşfetmek zorundasın. SIMON. Ağabeyim! NEVVAL. Kendi kanından bir kardeş. SIMON tek başınadır. SARVAN'IN ATEŞİ 31. Şarkı çalan adam Bir apartmanın çatısında genç bir adam. Yalnız. Kulağında (1980 model) bir walkman. Gitar yerine dürbünlü bir tüfek kullanarak tutku içinde Super Tramp'in “The Logical Song” şarkısının ilk ölçülerini çalmaktadır. NİHAT “gitar”ı elinde tutarak çalarmış gibi yapmakta, bir taraftan da şarkının enstrümantal açılışını ciğerlerini patlatırcasına söylemektedir. Şarkının sözleri başladığında, tüfeği bir mikrofon hâline gelir. İngilizcesi kırık döküktür. Şarkının ilk sözlerini söyler. Aniden, uzaktaki bir şey dikkatini çeker. Tüfeğini doğrultur, şarkı söylemeye devam ederken hızlıca nişan alır. Bir el ateş eder, sonra hemen tüfeğini tekrar doldurur. Pozisyonunu değiştirirken tekrar ateş eder. Tekrar ateş eder, tekrar doldurur, hareketsiz kalır ve tekrar ateş eder. NİHAT aceleyle bir fotoğraf makinesi çıkartır. Aynı yöne doğrultur, netlik ayarı yapar ve bir fotoğraf çeker. Tekrar şarkı söylemeye başlar. Birdenbire durur. Kendini yere atar. Tüfeğini kapar ve yakındaki bir şeye nişan alır. Ayağa fırlar ve bir el ateş eder. Ateş ettiği yere doğru koşmaya başlar. Walkman'ini düşürmüştür, alet düştüğü yerde çalmaya devam eder. NİHAT geri gelir, yaralı bir adamı saçından tutmuş sürüklemektedir. Adamı yere fırlatır. ADAM. Hayır! Hayır! Ölmek istemiyorum! NİHAT. “Ölmek istemiyorum! Ölmek istemiyorum!” Bu bildiğim en dangalakça söz! ADAM. Yalvarırım bırak beni! Ben buralardan değilim. Ben fotoğrafçıyım. NİHAT. Fotoğrafçı mı? ADAM. Evet... Savaş fotoğrafçısı. NİHAT. Benim resmimi çektin mi bari? ADAM. Bir keskin nişancı fotoğrafı çekmek istiyordum... Senin ateş ettiğini gördüm... Buraya çıktım... İstersen filmi sana verebilirim... NİHAT. Ben de fotoğrafçıyım. Adım Nihat. Savaş fotoğrafçısı. Bak. Bunların hepsini ben çektim. NİHAT adama arka arkaya bir sürü fotoğraf gösterir. ADAM. Çok güzel... NİHAT. Hayır, güzel değil. Herkes bunları uyuyan adamların fotoğrafları sanıyor. Uyumuyorlar, ölmüşler. Onları öldüren de benim! Yemin ederim. ADAM. Sana inanıyorum. NİHAT fotoğrafçının çantasını karıştırarak deklanşör kablosu olan otomatik bir fotoğraf makinesi çıkartır. NİHAT vizörden bakar ve adamın birkaç resmini çeker. Sonra yapışkan bant çıkartır ve makineyi tüfeğinin ucuna bantlar. Ne yapıyorsun? Makine sağlamca bantlanmıştır. NİHAT deklanşör kablosunu tüfeğinin tetiğine tutturur. Vizörden bakarak adama nişan alır. Öldürme beni! Senin baban yaşındayım ben, annen yaşındayım... NİHAT ateş eder. Aynı anda makine fotoğraf çeker. Kurşun adama değdiği andaki fotoğrafı görürüz. NİHAT ölü adama bir gösteri yapar. Bozuk İngilizcesiyle, Amerikan televizyonlarından bir “talk show”daki röportajı taklit eder. NİHAT. Kirk, I very habby to be here at “Star TV Show”... Thank you to you, Nihad. So Nihad, wath is your nesxt song? My nesxt song will be love song. Love song! Yes, love song, Kirk. This something new on your career, Nihad. You know, I wrote this song when it was war. War on my country. Yes, one day a woman that I love die. Yes. Shooting by a sniper. I feel a big crash in my hart. My hart colasp. Yes, I cry. And I write this song. It will be pleasure to heare you love song, Nihad. No problem, Kirk. NİHAT tekrar ayağa kalkar, tüfeğini mikrofon gibi kullanarak pozunu alır. Kulaklıkları kulağına göre ayarlar ve walkman'i açar. One, two, one, two, three, four! Police grubunun “Roxanne” adlı şarkısının baştaki otuz iki ölçülük davul vuruşunu ağzıyla, da, na, na, na, na... biçiminde söyler... Sonra şarkıya başlar, sözleri değiştirmekte ve uydurmaktadır. 32. Çöl ALPHONSE LEBEL ve SIMON çölün ortasındadır. SIMON. Bu tarafta hiçbir şey yok. ALPHONSE LEBEL. Ama o milis bu tarafa gitmemizi söyledi. SIMON. Kumların üstünde tepinin dese, onu da yapacak mıydık. ALPHONSE LEBEL. Neden böyle bir şey yapsın ki? SIMON. Neden yapmasın? ALPHONSE LEBEL. Bize çok yardımcı oldu. Gidin, güneydeki direniş hareketinin ruhani lideri Şemsettin'i bulun dedi. Bu tarafa doğru gitmemizi söyledi, biz de bu tarafa gidiyoruz. SIMON. Peki, biri sana kendini öldür dese... ALPHONSE LEBEL. Niye böyle bir şey söylesinler ki? SIMON. Harika, peki şimdi ne yapacağız? ALPHONSE LEBEL. Sen ne yapmak istiyorsun? SIMON. Ağabeyime vereceğim zarfı hemen burada açalım! Saklambaç oynamaktan da vazgeçelim. ALPHONSE LEBEL. Söz konusu bile olamaz! SIMON. Kim engel olabilir ki? ALPHONSE LEBEL. Beni iyi dinle, delikanlı, çünkü bunları bir daha tekrar etmeyeceğim. O zarf sana ait değil. Ağabeyine ait. SIMON. Öyle mi, ne olmuş? ALPHONSE LEBEL. Gözümün içine bak! Böyle bir şey yapmak bir tür tecavüz sayılır! SIMON. Ha, bak bu çok mantıklı. Önümde iyi örnekler var. Ne de olsa babam da bir tecavüzcüydü! ALPHONSE LEBEL. Kastettiğim bu değil. SIMON. Tamam. Öyle olsun! Allah’ın belâsı zarfı açmayacağız! Hassiktir! Onu hiçbir zaman bulamayacağız. ALPHONSE LEBEL. Şemsettin'i mi? SIMON. Hayır, ağabeyimi. ALPHONSE LEBEL. Neden bulamayalım? SIMON. Çünkü öldü! Geberdi gitti! Yetimhanede bize o günlerde milislerin küçük çocukları kaçırıp canlı bomba yaptıklarını anlattılar ya. Demek ki o da öldü. Kamplara bakmaya gittiğimizde bize 1978 katliamını anlatmadılar mı. Besbelli, öldü. Aynı yetimhaneden gelen bir milisle konuştuk, o da bize fazla bir şey hatırlamadığını, ama anasız babasız bir arkadaşlarının bir gün kamptan kaçtığını ve çoktan ölmüş olduğunu tahmin ettiklerini söyledi. Ben eğer sayı saymayı biliyorsam, ya bir bomba gibi havaya uçtu, ya boğazı kesilerek öldü, ya da ortadan kayboldu ve öldü. Bu bir sürü ölüm demektir. Bu nedenle, bence artık Şeyh Şemsettin'i aramaktan vazgeçebiliriz. ALPHONSE LEBEL. Şüphesiz, şüphesiz, şüphesiz! Ama eğer her şeyi öğrenmek istiyorsak, o milis bize, Güney'i işgal eden orduya karşı yürütülen savaşta direnişin ruhani lideri olan Şemsettin'i görmemizi söyledi. Mutlaka onun bazı bağlantıları vardır. Bunlar mevki sahibi insanlar. Bu politik tipler işi iyi bilirler. Her şeyi bilirler. Yani, neden olmasın? Ağabeyin hâlâ hayatta olabilir, yani demek istiyorum ki, emin olamayız. Adını öğrendik, bu iyi bir başlangıç. Nihat Harmani. SIMON. Nihat Harmânî. ALPHONSE LEBEL. Harmânî, evet! Bizim telefon rehberindeki Tremblay'ler kadar çok Harmânî var buralarda, ama yine de ben derim ki, onu bulmaya epey yaklaştık. Bay Şemsettin bize söyleyecektir. SIMON. Bay Şemsettin'i nerede bulacaksın peki? ALPHONSE LEBEL. Bilmiyorum... O tarafta. SIMON. O tarafta çölden başka bir şey yok. ALPHONSE LEBEL. Evet doğru! Kesinlikle! Saklanmak için kusursuz bir yer! Bu adamlar saklanmak zorunda! Yani Bay Şemsettin diyorum, her gün videocudan film kiralayacak, telefonla pizzacıdan eve sipariş verecek hâli yok ya. Tabii, saklanıyor! Belki de şu anda bizi seyrediyordur, kıpırda, hareket edelim biraz, önünde sonunda ortaya çıkacak ve burada, onun toprağında ne aradığımızı soracaktır! SIMON. Hangi filmden bu sahne? ALPHONSE LEBEL. Lütfen, Simon! Sarvan! Gidip biraz daha arayalım, belki de ağabeyini buluruz! Bilemezsin ki. Bakarsın ağabeyin de benim gibi notermiş. Noterlik mevzuatından bahsederiz. Ya da belki manavdır, ya da restoran sahibi, bilmiyorum, Trinh Xiao Feng'i düşün mesela, Viyetnam ordusunda generalmiş, ama sonunda Cure-Labelle Bulvarı'nda hamburgerci oldu, sonra da Hui Xiao Feng, Real Bouchar'la tekrar evlendi! Yani insan hiç bilemiyor! Belki de ağabeyin San Diego'lu zengin bir Amerikalı ile evlenmiştir ve sekiz çocukları olmuştur, bu durumda sen de sekiz kere amca sayılırsın! Kim bilir! Hadi yola koyulalım! Yola koyulurlar. 33. Keskin nişancının prensipleri NİHAT, fotoğraf makinesi tüfeğinin ucuna tutturulmuş şekilde, ateş etmektedir. Kaçan bir adamın ilk fotoğrafı belirir. NİHAT ileri doğru bir adım atar, tekrar ateş eder. Aynı adamın, bu kez öldürücü derecede yaralanmış fotoğraf belirir. NİHAT. You know, Kirk; sniper job is fantastic job. Excellent, Nihad, can you tell about this? Yeah! It is very artistic job. Because a good sniper don't shoot just any way, no, no! I have lot of principles, Kirk! First, when you shot, you have to kill, immediate, for not make suffering the person. Sure! Second, you shoot all person. Fair and same with everyone. For me, Kirk, my gun is like my life. You know, Kirk, Every balle que je mets dans le fusil, Is like a poème. And I shoot a poème to the people and it is the précision of my poème qui tue les gens et c’est pour ça que my photos is fantastic. And tell me, Nihad, you shoot everybody. No, Kirk, not everybody… I imagine that you don’t kill children. Yes, yes, I kill children. No problème. Is like Pigeon, you know. So? No, I don’t shoot women like Elizabeth Taylor. Elizabeth Taylor is a strong actrice. I like her very much and I don’t want to kill Elizabeth Taylor. So, when I see a women like her, I don’t shoot her… You don’t shoot Elizabeth Taylor. No, Kirk, sure not! Thank you, Nihad, Welcome, Kirk. NİHAT ayağa kalkar, nişan alır ve bir kez daha ateş eder. 34. Şemsettin SIMON ve ALPHONSE LEBEL, ŞEMSETTİN'in karşısında. NEVVAL (kırk beş yaşında). ALPHONSE LEBEL. Aramak ne kelime! Bakmadığımız yer kalmadı. Her yerin altını üstüne getirdik! Yok Bay Şemsettin orada, yok Bay Şemsettin burada, bir türlü bulamadık! Shakespeare'in Venedik Taciri kadar meşhursunuz buralarda ama sizi bulmak hiç kolay değil. ŞEMSETTİN. Sarvan sen misin? SIMON. Benim. ŞEMSETTİN. Seni bekliyordum. Kız kardeşinin bu taraflarda olduğunu duyduğum zaman şöyle dedim kendime: “Eğer Canan beni görmeye gelmezse, Sarvan gelir.” Şarkı söyleyen kadının oğlu seni arıyor dediklerinde, onun ölmüş olduğunu anladım. NEVVAL. Benden tekrar haber aldığında, bu dünyayı terk etmiş olacağım. SIMON. Bizden önce dünyaya getirdiği çocuğu arıyorum. Bize yardım edebileceğini söylediler. ŞEMSETTİN. Edemem. SIMON. Sen herkesi tanıyormuşsun. ŞEMSETTİN. Ama onu tanımıyorum. SIMON. Adı Nihat Harmânî. ŞEMSETTİN. Neden Nihat Harmânî’den söz ediyorsun şimdi? SIMON. Milislerden biri onun çocukluk arkadaşıymış. Birlikte milislere katılmışlar, daha sonra arkadaşı izini kaybetmiş. Bize şöyle dedi: “Şemsettin onu mutlaka yakalamış ve öldürmüştür.” Adamlarının yakaladığı her milisin ve her yabancı askerin derisini yüzermişsin. ŞEMSETTİN. Sana Nihat Harmânî'nin şarkı söyleyen kadının oğlu olduğunu mu söyledi; bir daha ortalarda görünmeyen Vahap'la ilişkisinden doğan oğlu? SIMON. Hayır. Bu konuda bir şey bilmiyordu. Şarkı söyleyen kadını hiç duymamış. Sadece Nihat Harmânî'nin buralardan geçtiğini söyledi. ŞEMSETTİN. Onun şarkı söyleyen kadının oğlu olduğunu nereden çıkartıyorsun? ALPHONSE LEBEL. Müsaade ederseniz, ben açıklayabilirim. Ben Alphonse Lebel, noterim ve şarkı söyleyen kadının vasiyetinin uygulatıcısıyım. Şimdi, Bay Şemsettin, olayları size olduğu gibi anlatabilirim: bütün ayrıntılar bizi aynı sonuca götürüyor. ŞEMSETTİN. Konuş! ALPHONSE LEBEL. Bu gerçek bir bulmaca! Önce Bayan Marvan'ın doğduğu köye gittik. Bu bizi Kfar Rayat'a ulaştırdı. Orada, birkaç çocuğun yetimhaneye geliş tarihlerine dayanan bazı ipuçlarını takip ettik. Toni Mübarek, ki aradığımız o değil, savaştan sonra ailesiyle bir araya gelmiş; işe yaramaz bir tip ve bize de pek yardımcı olmadı. Tevfik Hallâbî, ki aradığımız o da değil, şimdi kuzey taraflarında, Roma harabelerinin yakınlarında harika tavuk şiş yapan bir yer işletiyor, zaten kendisi buralardan değil, ailesi ölünce ablası tarafından Kfar Rayat'taki yetimhaneye yerleştirilmiş. Diğer iki yanlış ipucunun da peşinden gittik ve sonunda ciddi izi bulduk. Bulduğumuz son ipucu bizi çoktan ölüp gitmiş olan Harmânî ailesine ulaştırdı. Bakkal bize evlât edinilmiş oğullarından bahsetti. Adını söyledi. Bir meslektaşıma, Noter Halebî'ye müracaat ettim, kendisi Harmânî ailesinin yasal işleriyle ilgilenen kibar bir adam. Çocuk sahibi olamayan Roger ve Süheyla Harmânî çiftinin, Kfar Rayat'tan geçerken Nihat adında bir erkek çocuğu evlât edindiklerine dair kayıtları gösterdi. Çocuğun yaşı ve yetimhaneye geliş tarihi, bizim Madam Nevval'den öğrendiklerimize uyuyordu. Ve hepsinden daha önemlisi, bu çocuk Madam Nevval'in köyündeki ebe tarafından yetimhaneye getirilmiş tek çocuktu. Elham Abdallah adında bir ebe kadın. Bütün bunların ışığında, Bay Şemsettin, doğru izi bulduğumuzdan eminiz. ŞEMSETTİN. Şarkı söyleyen kadın sana güvenmeyi seçtiğine göre, belli ki sen asil ve güvenilir bir adamsın. Ama şimdilik dışarı çık. Bizi yalnız bırak. ALPHONSE LEBEL çıkar. Sarvan, sen benimle kal. Ve beni dinle. Dikkatli dinle. 35. Eski zamanların sesi ALPHONSE LEBEL ve JANINE. ALPHONSE LEBEL. Hâlâ tek kelime etmedi. Şemsettin'in yanında, içeride kaldı ve dışarı çıktığında, Janine, kardeşinin gözleri tıpkı annenin gözleri gibiydi. Bütün gün hiçbir şey söylemedi. Ertesi gün de. Daha ertesi gün de. Otelden dışarı çıkmadı. Senin Kfar Rayat'ta olduğunu biliyordum. Rahatsız etmek istemedim. Yalnızlığını bozmak istemezdim, ama Simon konuşmayı reddediyor, Janine, ve ben korkuyorum. Belki de gerçeği keşfetmek için her şeyi fazla zorladık. JANINE ve SIMON karşılıklı otururlar. JANINE konuşması için onu beklemektedir. SIMON. Janine, Janine. JANINE. Simon! SIMON. Bana her zaman bir artı birin iki olduğunu söylerdin. Gerçekten öyle midir? JANINE. Evet. Öyledir... SIMON. Bana yalan söylemedin değil mi? JANINE. Hayır! Bir artı bir iki eder. SIMON. Bir edemez mi? JANINE. Ne öğrendin, Simon? SIMON. Cevap ver bana! Bir, bir daha, bir edemez mi? JANINE. Eder. SIMON. Nasıl? JANINE. Simon. SIMON. Açıkla bana! JANINE. Saçmalama! Matematiğin sırası değil şimdi, ne öğrendin söyle bana! SIMON. Bir bir daha nasıl bir eder, anlat bana! Benim hiçbir şeyden anlamadığımı söyleyip dururdun. İşte, şimdi elinde bir fırsat var. Anlat! JANINE. Pekala! Matematikte tuhaf bir varsayım vardır. Hiçbir zaman ispatlanamamış bir varsayım. Bir sayı söyle bana, herhangi bir sayı. Eğer çift sayıysa, ikiye böleceksin. Tek sayıysa, üçle çarpıp bir ekleyeceksin. Çıkan sayıya da aynı işlemi yapacaksın. Teoriye göre, hangi sayıyla başlarsan başla, sonunda bir sayısına ulaşırsın. Bir sayı söyle şimdi. SIMON. Yedi. JANINE. Tamam. Yedi tek sayıdır. Üçle çarpıp bir ekle, kaç eder— SIMON. Yirmi iki. JANINE. Yirmi iki, çift sayı, ikiye böl. SIMON. On bir. JANINE. On bir, tek sayı, üçle çarp, bir ekle— SIMON. Otuz dört. JANINE. Otuz dört, çift sayı. İkiye böl, on yedi. On yedi tek sayı, üçle çarp, bir ekle, elli iki. Elli iki çift sayı, ikiye böl, yirmi altı. Yirmi altı çift sayı, ikiye böl, on üç. On üç tek sayı. Üçle çarpıp bir eklersen, kırk. Kırk çift sayı. İkiye böl, yirmi. İkiye böl, on. On çift sayı, ikiye böl, beş. Beş tek sayı, üçle çarp bir ekle, on altı. On altı çift sayı, ikiye böl, sekiz, ikiye böl, dört, ikiye böl, iki, ikiye böl, bir. Hangi sayıyla başlarsan başla, her zaman sonunda... Olamaz! SIMON. Konuşamıyorsun. Anladığım zaman, ben de konuşamadım. Şemsettin'in çadırındaydım, ve o çadırda sessizliğin gelip her şeyi boğduğunu gördüm. Alphonse Lebel dışarı çıkmıştı. Şemsettin yanıma yaklaştı. ŞEMSETTİN. Seni bana getiren şey sadece şans değil. Annenin ruhu burada. Sevda'nın ruhu da. Kadınların gökteki yıldız gibi ışıldayan dostluğu. Bir gün genç bir adam yanıma yaklaştı. Genç ve gururlu biriydi. Onu hayalinde canlandırmaya çalış. Görebiliyor musun? O senin ağabeyin, Nihat. Hayatının anlamını arıyordu. Benim için savaşmasını söyledim. Kabul etti. Silah kullanmayı öğrendi. İyi nişancıydı. Ölüm makinesi. Bir gün, çekti gitti. “Nereye gidiyorsun?” diye sordum ona. NİHAT. Kuzeye gidiyorum. ŞEMSETTİN. Davamız ne olacak peki? Buradaki insanlar için, mülteciler için savaşımız ne olacak? Hayatının anlamı ne olacak? NİHAT. Dava yok. Anlam yok. ŞEMSETTİN. Sonra yürüdü gitti. Ona yardım etmeye çalıştım. Peşine adamlar taktım. O zaman anladım ki, meğer annesini arıyormuş. Yıllarca aradı ama onu hiç bulamadı. Sonra bir gün, durduk yere gülmeye başladı. Hiçbir sebep yokken. Anlamsızca. Sonra, keskin nişancı oldu. Fotoğraf biriktirmeye başladı. Nihat Harmânî. Bir sanatçı gibi çok ün kazandı. Söylediği şarkılar her yerden duyulurdu. Bir ölüm makinesi. Sonra yabancı ordular ülkeyi işgal etti. Kuzeye kadar ilerlediler. Bir sabah, onu yakaladılar. Onların nişancılarından altı tanesini haklamıştı. Hepsini gözünden vurmuştu. Tüfeklerinin dürbününden geçen tek kurşunla. Onu öldürmediler. Yanlarına aldılar ve eğittiler. Ona iş verdiler. SIMON. Ne işi? ŞEMSETTİN. Güneyde, Kfar Rayat'ta yeni inşa ettikleri bir hapishanede. Sorgulamaları yürütecek birini arıyorlardı. SIMON. Babamla birlikte çalıştı yani, Ebu Tarık'la? ŞEMSETTİN. Hayır. Ağabeyin babanla birlikte çalışmadı. Ağabeyin babandı. İsmini değiştirdi. Nihat ismini unuttu ve Ebu Tarık oldu. Ağabeyin annesini arıyordu, sonunda onu buldu, ama tanıyamadı. Annen oğlunu arıyordu, sonunda onu buldu, ama tanıyamadı. Ağabeyin anneni öldürmedi, çünkü annen sürekli şarkı söylüyordu ve sesi ağabeyinin hoşuna gidiyordu. Evet, gerçek bu. Dünya bir anda duruyor, Sarvan. Ebu Tarık annene işkence yaptı, annen öz oğlunun elinden işkence gördü, oğul öz anasının ırzına geçti. Ağabey, erkek kardeşinin ve kız kardeşinin babası oldu. Sesimi duyabiliyor musun, Sarvan? Geçmiş asırların sesi gibi geliyor sana. Ama, hayır, Sarvan, bugünün sesi bu. Nihat Harmânî adı senin ağzından çıkar çıkmaz içimdeki yıldızlar sessizliğe gömüldü. Görüyorum ki, şimdi senin içindeki yıldızlar da sessizliğe gömülüyor, Sarvan. Yıldızların sessizliği. Ve annenin sessizliği. Senin içinde. Ebu Tarık ismiyle tanınan NİHAT Harmânî mahkemede. NİHAT. Yıllardır süren mahkemem boyunca ortaya konulan iddialar konusunda hiçbir itirazım yoktur. Kendilerine işkence yaptığımı iddia edenlerin —hepsine işkence yaptım. Ve öldürmekle suçlandığım kişilerin— hepsini öldürdüm. Aslında, onlara teşekkür etmek isterim, çünkü çok güzel fotoğraflar çekmeme imkan sağladılar. Dövdüğüm adamların ve ırzına geçtiğim kadınların yüzleri, dayaktan ve tecavüzden sonra çok daha dokunaklıydı. Ama asıl ifade etmek istediğim şey, mahkememin son derece sıkıcı geçmiş olduğudur, kelimelerle anlatılamayacak kadar sıkıcı. Yeteri kadar müzik yoktu. Bu yüzden, şimdi sizlere bir şarkı söyleyeceğim. Onurumuzu korumamız gerektiği için bunu söylüyorum. Bunlar benim sözlerim değil, bunu söyleyen bir kadındı, herkesin şarkı söyleyen kadın diye tanıdığı kadın. Dün gelip karşımda durdu ve onurdan bahsetti. Onurumuzdan arta kalan şeyi korumaktan. Söylediklerini düşündüm ve bir konuda haklı olduğunu fark ettim. Bu mahkeme gerçekten de çok sıkıcıydı! Tempo yok, gösteri havası yok. Oysa ben onurumu öyle yerlerde bulurum. Eskiden beri. Öyle doğmuşum ben. Beni büyürken görenler, bu elimdeki nesnenin benim köklerimin, onurumun bir işareti olduğunu söylemişlerdi; çünkü anlatılan hikâyeye göre, bunu bana annem vermiş. Küçük, kırmızı bir burun. Küçük bir palyaço burnu. Peki anlamı ne bunun? Benim kişisel onurum, beni doğuran kadının terk ettiği komik bir surattır. Bu komik surat beni hiç terk etmedi. Bu nedenle, şimdi bu burnu takayım ve onuru sıkıntının dehşetinden kurtarmak için size kendi şarkılarımdan birini söyleyeyim. Palyaço burnunu takar. Şarkı söyler. NEVVAL (on beş) NİHAT'ı doğurur. NEVVAL (kırk beş) JANINE ve SIMON'ı doğurur. NEVVAL (altmış) oğlunu tanır. JANINE, SIMON ve NİHAT birliktedirler. 36. Babaya mektup JANINE zarfı NİHAT'a verir. Nihat zarfı açar. NEVVAL (altmış beş) okur. NEVVAL. Sana yazarken titriyorum. Bu sözcükleri merhametsiz kalbine kazımak isterdim. Kalemimi iyice bastırıyorum ve her harfi kâğıda kazıyorum Ve bunu yaparken senin ellerinde ölenlerin isimlerini hatırlıyorum. Mektubum seni şaşırtmayacak. Tek amacım sana anlatmak: Bak! Kızın ve oğlun sana bakıyor. Birlikte sahip olduğumuz çocuklar karşında duruyor. Onlara ne diyeceksin? Şarkı mı söyleyeceksin? Senin kim olduğunu biliyorlar. Canan ve Sarvan. İşkencecinin kızı ve oğlu, dehşetten doğmuş çocuklar. Onlara bak. Bu mektubu sana kızın getirdi. Onun aracılığıyla, hâlâ hayatta olduğunu sana hatırlatmak istiyorum. Ama yakında konuşmaktan vazgeçeceksin. Bunu biliyorum. Gerçeğin karşısında herkesi sessizlik bekler. Şarkı söyleyen kadın. Yetmiş iki numaralı orospu. Kfar Rayat Hapishanesi, Yedi numaralı hücre. NİHAT okumayı bitirir. JANINE ile SIMON'a bakar. Mektubu yırtar. 37. Oğula mektup SIMON zarfı NİHAT'a verir, NİHAT açar. NEVVAL. Seni her yerde aradım. Burada, orada, her yerde. Yağmurda aradım seni. Seni güneşin altında aradım. Ormanda Vadilerde Dağların doruklarında Şehirlerin en karanlığında Sokakların en karanlığında Seni güneyde aradım Kuzeyde Doğuda Batıda Arkadaşlarımı gömmek için toprağı kazarken aradım seni Göklere bakarken aradım Kuş sürülerinin arasında aradım seni Çünkü sen de bir kuştun. Bir kuştan daha güzel ne vardır ki, Güneşli bir günde bir kuşun ateşli uçuşundan daha güzel ne vardır? Bir kuştan daha yalnız, Fırtına bulutlarının ortasında, Günün sonundaki tuhaf kaderine doğru kanat çırpan Bir kuştan daha yalnız ne vardır? Bir an için, korkuydun sen. Bir an için, mutluluk oldun. Korku ve mutluluk. Boğazımdaki suskunluk. Şüphe mi ediyorsun? Ben sana anlatayım. Ayağa kalktın Ve cebinden o küçük palyaço burnunu çıkardın, Sonra hafızam infilak etti sanki, Her şey ortaya saçıldı. Korkma. Üşütme. Bunlar, en derin hatıralarımdan çıkıp gelen eski sözcükler. Sık sık sana fısıldadığım sözler. Hücremde, Sana babanı anlattım. Yüzünü anlattım sana, Doğduğun gün ettiğim yemini anlattım: Ne olursa olsun, seni her zaman seveceğim. Ne olursa olsun, seni her zaman seveceğim. Aslında o anda ikimizin Ortak bir yenilgiyi paylaştığımızın farkında değildim. Çünkü bütün varlığımla senden nefret ettim. Ama sevginin olduğu yerde, nefret olamazdı. Ben de sevgiyi korumak için, konuşmamayı seçtim. Dişi kurt her zaman yavrusunu korur. Şimdi Janine ile Simon'ın karşısındasın. Kız kardeşin ve erkek kardeşin. Ve sen aşk çocuğu olduğun için Onlar da aşkın kız kardeşi ve erkek kardeşi. Dinle Bu mektubu soğuk akşam havasında yazıyorum. Bu mektup sana, şarkı söyleyen kadının Senin annen olduğunu anlatacak. Belki sen de konuşmaktan büsbütün vazgeçeceksin. Bu yüzden, sabırlı ol. Oğlumla konuşuyorum, İşkencecimle değil. Sabırlı ol. Sessizliğin ötesinde, Birlikte olmanın mutluluğu vardır. Birlikte olmaktan daha güzel hiçbir şey yok. Çünkü bunlar babanın son sözleriydi. Annen. NİHAT mektubu okumayı bitirir. Durur. JANINE ve SIMON da onun karşısında dururlar. JANINE defterindeki bütün sayfaları yırtar. 38. İkizlere mektup ALPHONSE LEBEL ikizlere yazılmış olan üçüncü zarfı tutmaktadır. ALPHONSE LEBEL. Hava kapalı. Yağmur yağacak, şüphesiz, şüphesiz, şüphesiz. Eve gitsek daha iyi olmaz mı? Nasıl hissettiğinizi anlıyorum. Yerinizde olsam, ben de eve gitmezdim. Bu park çok güzel... Anneniz vasiyetnamesinde, isteklerini yerine getirdiğinizde size teslim edilmek üzere bir mektup bırakmıştı. Onun isteklerini fazlasıyla yerine getirdiniz. Yağmur yağacak. Onun ülkesinde hiç yağmur yağmaz. Burada kalalım. Yağmur bizi biraz sakinleştirir. İşte, mektup burada. SIMON mektubu açar. NEVVAL. Simon, Ağlıyor musun? Eğer ağlıyorsan, gözyaşlarını silme Çünkü ben kendiminkileri silmiyorum. Çocukluk boğaza saplanmış bir bıçaktır Ve sen onu çekip çıkartmayı başardın. Şimdi yeniden tükürüğünü yutmayı öğrenmelisin. Tükürüğünü yutmak için Bazen çok cesur olmak gerekir. Şimdi, tarihin yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Tarih yerle bir oldu. Şefkâtle Her parçayı tamir et Şefkâtle Her saniyeyi iyileştir Şefkâtle Her görüntüyü yerine koy. Janine, Gülümsüyor musun? Eğer gülümsüyorsan, gülüşünü bastırma. Çünkü ben kendiminkini bastırmıyorum. Öfkenin yarattığı gülümseme bu Omuz omuza yürüyen kadınların öfkesinin yarattığı gülümseme. Senin ismini Sevda koymak isterdim Ama bu isim her harfiyle, Her harfinin yazılışıyla Yüreğimde açık bir yara gibi duruyor. Gülümse, Janine, gülümse Biz Ailemiz Ailemizdeki kadınlar, hep öfkenin tutsağı idik. Ben anneme öfkeliydim Tıpkı senin bana öfkeli olduğun gibi Annem de kendi annesine öfkeliydi. Bu zinciri kırmak zorundayız. Janine, Simon, Sizin hikâyeniz nerede başlıyor? Doğumunuzda mı? Öyleyse korkuyla başlıyor demektir. Babanızın doğumuyla mı? O zaman güzel bir aşk hikâyesidir. Ama daha geriye gidersek, Belki keşfederiz ki bu aşk hikâyesi Şiddete ve tecavüze kök salmıştır, Ve böylece Vahşi ve acımasız olanın da Kökleri aşk içinde demektir. Öyleyse, Hikâyenizi anlatmanızı istediklerinde, Onlara deyin ki Bizim hikâyemiz, genç bir kızın, anneannesi Nezire'nin ismini mezar taşına kazımak için Doğduğu köye döndüğü güne dayanır. Hikâyemiz oradan başlar. Janine, Simon, Size neden söylemedim? Öyle gerçekler vardır ki, Ancak keşfedildikleri zaman anlam kazanırlar. Zarfı açtınız, sessizliği kırdınız İsmimi bir taşın üzerine kazıyın Ve taşı mezarıma yerleştirin. Anneniz. SIMON. Janine, onun sessizliğini biraz daha dinlemek istiyorum. JANINE ile SIMON annelerinin sessizliğini dinlerler. Sel gibi yağmur yağar. Son.